Professional Documents
Culture Documents
1) Ahmet Sarı - Kafkaesk Anorexia - Franz Kafka'Da Açlık Bilinci Ve Kültürü
1) Ahmet Sarı - Kafkaesk Anorexia - Franz Kafka'Da Açlık Bilinci Ve Kültürü
CEM YAYINEVİ
KAFKAESK ANOREXİA
Ahmet San
Baskı:
Alioğlu Matbaacılık
Orta Mah. Fatih Rüştü Sok. No: 1/3-A
Bayrampaşa/İstanbul
Tel:+90 212 612 95 59
Matbaa Sertifika No: 45121
CEM YAYINEVİ
Çankaya Mah. 131. Sokak No:4
Konak / İZMİR
Tel: (232) 278 44 22
www.cemyayinevi.com
info@cemyayinevi.com
Yayıncı Sertifika No: 40513
AHMET SARI
KAFKAESK
ANOREXİA
(Franz Kafka’da Açlık Bilinci ve Kültürü)
İçindekiler
Önsöz........................................................................................... 7
Giriş. ("Kafkaesk Anorexia" Kavramının Kazısı).................... 15
1, Anorexia'nın Tanımı ve Tarihsel Gelişimi.......................54
2. Kafka'nın Kendi Bedeninde Anorexik Durumlar..... 134
3. Kafka'nın Eserlerinde Anorexia'nın Dışavurumu....... 166
3.1. Kafka'nın Hikâyelerinde Anorexia.............................. 168
3.1.1. Değişim..................................................................... 170
3.1.2. Bir Açlık Şampiyonu.............................................. 192
3.1.3. Bir Köpeğin Araştırmaları.....................................214
3.2. Kafka'nın Romanlarında Anorexia.............................. 254
3.3, Kafka'nın Mektuplarında Anorexia............................. 277
3.4. Kafka'run Günlüklerinde Anorexia.............................. 316
3.5. Kafka'nın Söyleşilerinde Anorexia............................... 329
Sonuç.............................................................................................. 336
Kaynakça........................................................................................ 341
Dizin................................................................................................346
ÖNSÖZ
7
(dünyevi şeylerin) pek de o kadar önemli olmadığını anlaya
bilir. Kalbinde bir yumuşama olur. Sanki biraz daha uysal,
biraz daha kabullenici olur. Kaderciliği biraz daha artar in
sanın, biraz daha sakinleşir, yavaşlar. Dik başlılığı biraz daha
kırılır. Beden sağlıklı olduğunda, dünyayla ilgili her şeyden
carpe diem doyum almak istemektedir. Sağlıklıysa, sağlıklı
oluşluğu bedenle ödüllendirmek ister. Zevk, arzu, heves, aşk
farklı bir anlama evrilir bu sırada. Dünya nimetleri üzerinize
saldırır. Geniş ve muazzam bir iştah ve yeme isteği, bu nimet
leri kendi bedeninizin değirmeninde öğütme arzusu içinizi
kavurur. Bir lezzet hastalığına yakalanırsınız ve tat alma apa
ratlarınız, duyargalarınız dünyaya mutlak bir şekilde yapışır.
Milenyum insanının iştahı açık olduğundan sadece obezite
hastalığına değil, reflüden, ülserden başlayınız mide spaz
mına kadar bir yığın hastalıklara yakalanır. Bu hastalıklarla
birlikte sağaltım ve iyileştirme sektörü, ilaçlar ve pazarlama
da bununla eşzamanlı yürür. Tat aurası çok büyük, yemek ve
öğünlerde lezzet yelpazesi geniş olan milenyum inşam, ne yi
yeceğine bir türlü karar veremez ve yediklerini de ivedi tüke
tir. Daha fazla yiyebilmek, daha fazla içebilmek, yediklerini
stok edebilmek ve sonra tekrar yiyebilmek için buzdolapları
gelişir; şoklanmış yemekler, havası alınıp buzluğa yatırılmış
besinler, dondurulmuş gıdalar tüketimde yerini alır.
Hastalandığınızda ise perhize başlamanın, size sunulan
yemeklerle yetinmenin gerekliliğine inanır; yemek yelpaze
sini doktorun dediği şekilde küçültmenin yolunu takip etme
zorunluluğuna gidersiniz. İştah gider, damakta tat ve lezzet
kalmaz. Yediğiniz size dokunur ve o size dokunan, size zevk
yerine acı vermeye başlayan gıdalardan uzak durursunuz.
Gıdanın ve yemeklerin minimalize edilmesi, perhiz, oruç,
bedenin sıkletinin azaltılması yükünün hafiflemesi anlamına
gelse de, günde, haftada, ayda bedenin alması gereken kalori
lerin ve vitaminlerin ölçüsü bellidir. Açlık, karaciğerdeki gli
kojen miktarının belirli duruma düşmesi ile bedende hissedi
len kırık bir durumdur; bu durumun ya da hissin beraberinde
8
getirdiği yeme arzusudur. İnsanın, hipotalamusla karaciğerin
reseptörleri arasında sıkışıp kalma durumudur. Bu nedenle
beden, obez olma yolunda olmasa da, sahibinden yaşayacak
kadar vasat zengin bir mönüyü ömür boyu talep eder. İçte
heves, arzu, nefs, libido olduğu müddetçe, kan deveran et
tiği, kalp çarptığı müddetçe ve hareket insanın mutlak aksi
yonu olduğu müddetçe acıkma ve doyum bir anlamda var
lık sarmalı haline gelir. İnsan acıkma ve doyma döngüsünde
yaşamak zorundadır ve bundan kurtuluşu yoktur. Bedeni az
yıpratarak oruçlarla onun işlevini azaltmak bir yöntemdir,
elbette bunda organların fazla yıpranmamasını sağlamak
da önemlidir, zira bedende böbrek yetmezlikleri ya da az
gıda alınmayla koşut yeni hastalıkların türediği bilinmekte
dir. İnsanlık tarihi, perhiz, oruç, açlık sınırlarında dolanma
bağlamında minimal besinle maksimal besin arasmda han
gi dengeyi tutturacağını araştırıp durmaktadır. İdeal ölçüler
tarihten tarihe, toplumdan topluma, mevsimden mevsime
değişim arz etse de, insanoğlu bedenini oluşturan yağlarla,
kalorilerle, karbonhidratla yaşamını sürdürmeye devam ede
cektir.
Dinler tarihinin, semavi metinlerin ve laik-seküler, libe
ral devletlerin ve rejimlerin arasında kalan bireyler, az yemek
ve çok yemek arasında her ne kadar bocalasalar da, yaşadık
ları çağm bedenlerine, ruhlarına etkisini engelleyememekte-
dirler. Milenyum döneminde yaşayan insanlar gerçi ta eski
dönemlerde bile bir ritüel haline gelmiş, geleneksel yiyeceğin
sıralanmasmda en üst noktalarda yer alan gıdaları hâlâ yiye
bilme özelliğini taşımaktadırlar, ama bir taraftan da kültür-
ler-arasılık, devletler-arasılık, dünyanın artık büyük bir köy
haline gelişi ve moda-marka piyasası insanın ne yemesi, ne
yememesi gerektiğini çoğunlukla belirlemektedir.
Kafka da bir insan olduğundan, onun da kendine ait hüz
nü, sevinci, kaygıları, anne-babası, dostları, yazma arzusu ol
duğundan dolayı, insansı özellikleri görmezden gelinemez.
O da her insan gibi bir çağda yaşamış ve çağm gereklerini
9
fazlasıyla yerine getirmiştir. Çağın iyi kötü sosyal olaylarına,
çağın ruhuna (Zeitgeist), sıkıntısı ve hüsranına, iyimserliği
ne, karamsarlığına, sevgi ve hoşgörüsüne ruhunu bulamış ve
o dönemlerde bir insan gibi yaşamıştır. O dönemde yer alan
besinlerden istifade etmiş, annesinin, kız kardeşinin, lokan
taların yemeklerinden yemiş ve bir kültürün müdavimi ol
duğundan, kültürün gerektirdiği normları yerine getirmiştir.
Vejetaryenliği abartmasına rağmen sıkı, köyü, fanatik bir ve
jetaryen olmadığı Elias Canetti'nin "Öbür Dava" adlı eserin
de bahsettiği şekliyle görülebilmektedir.1 Vejetaryenliği kendi
bedensel rahatsızlığı, iştahsızlığı, hazım sorunları yarımda
sistematik bir hayat biçimi olarak seçmiştir. Onu bir protesto
amacıyla kullanmış, babasının dişlerinin sağlamlığına ve her
şeyi öğütmesine bir karşı duruş olarak yenen eti yememiş;
Felice'nin altın dişlerinin öğüttüğü, o dişlerin yediği etleri ye
memek için bir direniş göstermiş ama Felice'yle nişanı bozdu
ğu gün bunu kutlamak için hem de Felice'nin kız kardeşiyle lo
kantaya giderek et, yani kanlı bir pirzola talep ederek, Felice'ye
kızgınlığını sembolik bir et yeme ayiniyle kutlamıştır.2 Kendi
içsel dünyası açısından baktığımızda Kafka'nın duygusal fe
laket durumlarında yediği etler, belki de Felice ya da babanın
(Hermann Kafka) kendi bedenlerindeki etlerini temsil etmek
tedir. Yenerek, bir anlamda Kafka'nın zayıf bedeninde absorbe
edilerek, içkinleştirilerek, harmanlanarak, gömülerek, bedene
katılarak (Einverleibung), yeniden yaşama kavuşmaktadırlar.
Gerçek dünyada ilişki bağlamında öldürülen ama içteki kinin
kabarmasıyla kendi içsel dünyasında da öldürülmeyle devam
bulan kişilerin, Kafka'nın bedeninde bir mezara gömülmesi
halidir bu durum. Freud'un, insanın inşam yemesi durumu
nun, yamyamlık ediminin derinlikli çözümlemesini yaparken
10
yamyamlığı "Einverleibung"la3 açıklaması gibi, bu durumlar
da da Kafka bu tepkili et yeme edimini gerçek hayatta öldür
düğü sevdiklerini -o durumda sevmediklerini- kendi bedeni
ne gömme edimiyle sembolleştirir. Yenen şey gerçi sonuçta
insan eti değildir, ama bir vejetaryenin yıllarca et yemedik
ten, babunlar gibi yıllarca otla beslendikten sonra, punduna
getirdiklerinde ve bir antilop yavrusu yakaladıklarında et de
yedikleri ve bu fırsatı kaçırmadıkları görülür. Kafka'nın bu
pirzolayı yemesi, sunduğumuz babun örneğiyle örtüşmek-
tedir. Vejetaryenliğini, yıllarca içini kemiren sorunu hallet
tikten sonra bir et yeme ayiniyle, şölenle bozması, Kafka'nın
gerçek bir vejetaryen olmadığını, 'sözde vejetaryen', 'inatçı bir
etyemez' olduğunu bizlere gösterir. Kafka, kendi cılız bede
nini gördüğünde, et yemesi gerektiği sonucunu çıkarır. Fakat
Kafka bir türlü baba ya da diğer etyiyiciler gibi her zaman
et yeme arzusunu içinde bulamamıştır. Kafka'nın sevgilisiy
le ilişkileri dibe vurduğunda et yeme karan alması, bunda
inatçılık göstermesi bu davranışın bir "regression" (yansıtma
davranışı) olduğunu gösterir. "Testi daha su yoluna gitmeden
kırılmışsa"4 yani beden başlangıçta cılızsa ve zayıfsa, onu
babanın durumuna getirmek için tüm bir yaşam gerekiyor
sa, iş oluruna bırakılır ve üstelenmez. Yenilgi kabul edilir.
Anorexik durumunu yaşam biçimi olarak kabul eder, anorexi-
asını giderecek, cılızlığına derman olacak gıda (bu durumda
et) baştan bedene katılmaz. Et yeme eyleminden feragat edi
lir. Bu yola başvurulmaz. Bu yol, babanın baskısı ve "et ye!"
azarlamaları ile gün yüzüne çıksa da, babanın sevmediği, ho
şuna gitmeyen farklı bir besin alanına açılma (vejetaryenlik),
onu kendine varlık alanı haline getirme eylemi ile etyemezlik
kendini iyiden iyiye dışa vurur. Et yemede, kemikleri bile
3 Sigmund Freud, Totem und Tabu (1913) Cap IV. Die infantile VViederkehr des
Totemismus, § 6, in Sigmund Freuds Gesammelte Werke, Vol. IX. Fischer Verlag,
Frankfurt/M 1999, s.179-180
4 Max Brod, Kafka'da İnanç ve Umutsuzluk, Cem Yaymevi, (Kâmuran Şipal çe
virisi), İstanbul 2000, s.34
II
parçalayan dişlere sahip babası Hermann Kafka'ya, altın diş
li sevgilisi Felice'ye yaklaşamıyor ve onlarla yanşamıyorsa,
kendine ait bir yeni alan açarak (vejetaryenlik) orada rakip
siz bir yarış sergileme ve kendi açtığı alanının da lideri olma
girişimidir bu eylem. Kafka bunu başarır. Kendi perhizkâr-
lığının, cılızlığının felsefesini ve etyemezliğinin bilinçaltını
metinlerde vermekle kalmaz, onun kendinde inandırıcı bir
ritüel haline gelme eyleminde vejetaryenliği Çin kaynakla
rından, Tao'dan, Japon kültüründen, Doğu mistisizminden
kaynaklarla geliştirir ve onlara dayanak bile arar.
"Kafkaesk Anorexia" adlı çalışmamız, "Franz Kafka'da
Açlık Bilinci ve Kültürü" alt başlığım taşımaktadır. Bu da bir
anlamda çalışmanın temel sorunsalım ortaya koymaktadır. Bu
çalışmada, Franz Kafka'nın yaşadığı dönemlerde yazabildiği
ve ölümünden sonra basılan, elimize geçen tüm eserlerinde
açlık ve anorexik izlekler araştırılacaktır. Kafka'nın kendi be
deniyle sorunlar yaşadığım, kendisinin de zayıf, cılız olduğu
düşünülecek olursa, açlığının ya da onun o perhizkârlığırun,
anorexiasının felsefesi araştırılacaktır. Eserlerinden ayrı bir
kulvarda, dönemi içinde tanıklıklarla Kafka'nın eserlerinde
değil de kendi bedeninde görülen anorexik durumlara dikkat
çekilecektir. Thomas Bemhard nasıl garipliğini eserlerinin dı
şında kendi bedeninde de yaşatma ve bu gariplik içinde ya
şama olanağı bulmuşsa; Kafka'nın da bu perhizkârhğı, orucu,
anorexia merakı altında nasıl bir felsefe yattığı etüt edilecek,
sadece yazıda ve yazılan eserlerde kalmayan bir felsefe, bir
hayat görüşü olarak kendi bedenine uygulanan bu duru
mun arkeolojisi yapılacaktır. Bunun için de okurlara "ano-
rexia nervosa"nın nasıl bir hastalık olduğunu, bu kavramın
ve hastalığın tamm-tarifini, insanlık seyrinde kısa bir tarihim
ve nasıl evrilip günümüze geldiğini, günümüzde nasıl bir gö
rüntü arz ettiğim dile getirmekte fayda olacaktır. Psikanalitik
araştırmayı da gerekli kılan "anorexia nervosa" ya da ondan
farklı "bulimia nervosa" kavramları Freudiyen yeme bozuk
lukları çatısı altında toplanabileceğinden, Kafka'nın anorexik
12
durumlarına geçmeden önce Freud'da bu yeme bozuklukları
ve hastalıklarının durumu nedir, ona bakılacaktır. Bir deri bir
kemik kalmış, ölümün eşiğine gelmiş, hiçbir şey yemeyerek
hayatta kalma dayanağını ortadan kaldırmış, iskeletin (ölü
mün) görülmemesi için gıdalarla beslenmesi gereken vücu
da hiçbir besin vermeyerek bu iskeleti bile isteye ya da gayri
iradi ortaya çıkarmış bir anorexia hastasının hayati tehlikede
olma durumunda bile aynaya bakıp fazla kiloları olduğunu
dillendirmesinin açıklamalarına ve derinliğine dahnacaktır.
Giriş bölümü ("'Kafkaesk Anorexia' Kavrammın Kazısı")
aslmda bunun için uygun bir başlıktır, fakat çalışmanın baş
langıç evresinde Giriş bölümünde anorexia hakkmda bilgi
verip 'Kafkaesk Anorexia' kavramını açımlayarak ve kavra
mın temelini sağlamlaştırarak, Kafka'nm bu hastalıkla pençe
leşmesine eğilmeyi uygun gördük. Apayrı bir başlık altında
("Anorexia'nın Tanımı ve Tarihsel Gelişimi") bu tıbbi, psika-
nalitik terminolojiyi etüt etmeyi ve bu kavramm belki de ta-
nım-tarifini vermeyi daha doğru gördük. Girişte tartışmayı bir
tıp alanına, ya da psikanalitik bir kavramın kavram tartışma
sına çekmek değil de, Kafka ekseninde edebi bir anorexia tar
tışmasına çekmek bize daha mantıklı göründü. "Anorexia'nm
Tanımı ve Tarihsel Gelişimi" başlığı da çalışmamızda yer ala
cağından, hatta bu başlıkta söz konusu bu hastalığın başlan
gıcından günümüze kadar tarihsel seyri verileceğinden, bu
kavramm tarih içinde kat ettiği yolu ve anlam kayması varsa
geçirdiği evreleri görme imkânına sahip olacağız.
"Kafka'nın Kendi Bedeninde Anorexik Durumlar" adlı
bölüm, adı üzerinde anorexia hastalığının Kafka'nın bede
ninde nasıl bir görünüm aldığını araştıracaktır. Kendi be
deniyle mutsuz olan, Ahmet Haşim gibi kendi bedeninden
nefret eden, çoğu kez aynanın karşısına geçip kendi yüzüne
ve bedenine bakarken bunlarda radikal değişiklikler hayal
eden ama bunu gerçekte yapamamanm açışım içine gömen
Kafka'da anorexia hastalığının yansıması araştırılacaktır. Bu
bulgular, fotoğraflarla da desteklenmeye çalışılacaktır.
13
"Kafka'nın Eserlerinde Anorexia'nın Dışavurumu" adlı
bölümde araştırma alanımız Kafka'nın gerçek dünyada
ki bedeni değil, kurmaca gerçekteki yansımaları olacaktır.
Kafka'nın bütün eserlerinde bu anorexik hastalığın izi sürüle
cek ve bu tespitler bulgulanacaktır. Anorexia hastalığının yo
ğun olduğu uzun hikâye ve hikâyeler merkezinde ("Değişim",
"Bir Açlık Şampiyonu", "Bir Köpeğin Araştırmaları") frag
man kalmış romanları, mektupları, günlükleri, söyleşilerinde
anorexia hastalığı araştırılacaktır. Çalışma nihayetlendiğinde,
genelde Kafka dendiğinde akla gelen tipik Kafkaesk kavram
ların arasına, "Kafkaesk anorexia", "Kafkaesk besin" kavram
ları da eklenmiş olacak ve bu kavramlar açımlanmış, kafalar
da artık bunlara ilişkin bir soru işareti de kalmamış olacaktır.
"Kafkaesk besin"in sadece bildiğimiz oral yollarla alman, in
sanın yaşaması için ihtiyaç duyduğu maddi besin oluşluktan
çok "ruhsal besin", "epistemik besin", "tinsel besin", "yazı
besini" gibi besinin farklı alanlarında kullanımları da çalış
manın içinde yeri geldiğinde açıklığa kavuşturulacaktır.
Metni oluşturma aşamasında konuşmalarıyla ufkumuzu
açan Prof. Dr. Yılmaz Özbek'e, kaynaklarından faydalandı
ğım dostum Prof. Dr. Ali Utku'ya ve bilgisayarda kitabımızın
tüm teknik işlerini kotaran Dr. Öğr. Üyesi Dursun Balkaya'ya
teşekkür ederiz.
Ahmet San
(Erzurum, 2020)
14
GİRİŞ
("Kafkaesk Anorexia" Kavramının Kazısı)
15
üniversiteye gittiği ve eğitimini tamamladığı, avukat olduğu,
Assicurazioni Generali adlı İtalyan sigorta şirketinde çalış
maya başladığı dönemlerde nefes aldığı çağın, gelecek söz
konusu olduğunda insana pek iyi bir gelecek vaat etmeme
si ve insanları umutsuzluğa düşürmesi söz konusudur. İster
Avusturya'da olsun ister Almanya'da, o dönemde yaşayan
insanlarm çok kısa zamanda hızlı toplumsal olayların sey
riyle akıllarının karışması, o dönemde yaşayan her insan gibi
Kafka'nın da trajik bir yaşantıya doğru evrilmesinin ön hazır
lığını oluşturacaktır.
Klasik edebiyatta sıkça rastlanan ve kitap, hele de bi
yografi ya da otobiyografi yazımında çok görüldüğü üzere,
yazarın kendisine varmadan önce, yazarın şekil bulduğu,
yazarın mayasını aldığı, yaşadığı dönemlerde nesnelerine,
yaşam biçimine, şartlarına dokunduğu ve ortammda serpil-
diği zamanı ve mekânı açımlamakta fayda görmekteyiz. Fin
de siecle'in egemen olduğu 19. yüzyılın sonlarına doğru na-
türalizmin çözülmeye, hanedanlıkların ve imparatorlukların
ağır ağır yıkılmaya başladığı görülür. Artık soylu ve zengin
zümrenin edebiyata hâkim olmasının pek de uygun görülme
diği, realizm ve natüralizmin devreye girişiyle işçi edebiya
tının kendi edebiyatını oluşturmaya başladığı bir gerçek ha
lini alır. Sanayileşme ve endüstrileşmenin baş göstermesi ile
eskiden beri görülmeyen ve görülmesine de imkân olmayan
modem ve modem sonrası hastalık ve güncel yaşantının ga
rip unsurlarının insanlarm yaşantısında sıkça görüldüğü de
dikkatlerden kaçmaz. Çağın sonu dönemine gelmeden önce
Biedermeier ve Vormârz dönemlerinde kendi ülkelerinden
sürülen, eserlerini doğru dürüst yazma imkânı bulamayan
ve her an sansür tehlikesi ile karşı karşıya kalan, edebiyat
larını yurt dışında vatan hasretiyle yanıp tutuşarak kaleme
alan "Genç Almanlar" memleketlerine geri gelmişlerdir. Kari
Marx'ın ve Friedrich Engels'in zengin zümrelerden ziyade
proletaryaya dikkat çekerek, bu sınıfın kendi zincirlerinden
başka kaybedecek bir şeyleri olmadığını dillendirmesi ve işçi
16
edebiyatının soylu ve asil edebiyatın yanında yer alması ge
rektiği, hatta yer yer ilerleyen zamanlarda daha baskın hale
geleceği inancı ile proletaryanın kendine güveni gelmiştir. Bu
çağrıyla, işçi edebiyatı geniş bir yayılım bulmuş ve bir anlam
da zamanı etkileyen bir unsur olarak nerdeyse moda edebiyat
halini almıştır. İşçi edebiyatının kendine ait manifestosu ve
izlekleri oluşmuş, işçi edebiyatı kitleler arasmda sahipsiz bı-
rakılmayarak geniş bir yayılım kazanmıştır.
Eski zamanların durgun akışında, o dönemde yaşayan
insanlar durup dinlenip ne yaptıklarını, ne yapmak istedik
lerini açık bir şekilde, herhangi bir kafa karışıklığına uğrama
dan sorgulama imkânlarına sahiplerdi. "Modem dönem" adı
altında insanın ruhunu ezen ve büyükşehirde onu labirent
içinde bir fareye dönüştüren bu çağ, beraberinde kendi sıkın
tılarını da getirmiştir. Devir 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl ilk
çeyreği olduğundan, natüralizm miadını doldurmuş, buna
karşıt bir yığın akımlar baş göstermiştir. Bu da gerçeğin ar
tık bu döneme dek alışıldık bağlamda algılanmasından çok,
onun parçalanıp dağıtılması, difüze olması anlamını taşımak
tadır. Her akım bir tez-anti tez ilkesince ortaya çıktığından, ya
da var olan akıma, karşı bir akımla cevap verildiğinden yü
rürlükteki akımın bütün şartlarının gözden geçirilmesi, bel
ki reddedilmesi, yerine yenilerinin konulması kaçınılmaz ol
maktadır. Bu düşünceyle realist ve natüralist dönemin nesnel
anlatımının ve saniye üslubunun onu takip eden akımlarda
artık gözetilmediği görülür. Sanatçılar, özellikle de ressam
larla yazarlar klasik gerçeklikle oynayıp natüralizme karşı
çıkmışlar, bir düzineye yakın akımla (Jugendstil, Estetizm,
Empresyonizm, Sembolizm, Ekspresyonizm, Sürrealizm,
Fütürizm, Yeni Romantik vs.) natüralizme karşı kendi ma
nifestolarını yazmış ve onu savunmuşlardır. Gerçekliğin
klasik algılanışı her halükârda dağıtılmaya çalışılmış ve öz
nel duyguların gerçekliğe az çok müdahaleleriyle yeni sanat
akımlarına doğru yol alınmıştır. Klasik gerçekliğe uyup, ger
çekliği ayna gibi birebir vermek yerine, kendi izlenimlerini
17
sanata adapte etmeye çalışan izlenimciler (Empresyonistler);
natüralizme bağlı kalmayı can sıkıcı bulup artık sanata
sembol katmayı, sanatta sembollerin yer alması gerektiğini
dillendiren sembolistler; gerçekliği birebir anlatmak yerine
kontürlerde ve anlatımda gerçekliği az keskin ve çok keskin
hatlarla bozmaya çalışan ekspresyonistler, sürrealistler, fü-
türistler, Dadaistler kendi doğrularını bildirmiş ve akımları
na müdavimler, tilmizler aramışlardır.
Natüralist döneme karşı akımlar, yirmi otuz seneye sı
kışmış onlarca akım olduğundan dolayı aynı yazarları, şair
leri, güzel sanatlarla uğraşan sanatçıları birçok akımda görme
durumu da ortaya çıkmış, şairler bir taraftan izlenimcilikte
yer alırlarken adlan sembolizmde de geçmiştir. Rainer Maria
Rilke'nin, Stefan George'nin, Hugo von Hofmannsthal'ın ad
ları, birbirine yakın zamanlarda çıkan birkaç akımda birden
yer almaktadır.
Edebiyatta ırmak romanın o duru anlatımı yerine, doktor
Arthur Schnitzler'in deli olan hastalarım gözlemleyip ede
biyata aktardığı "iç monolog"un (innerer Monolog); onunla
nerdeyse aynı zamanlarda James Joyce'un edebiyat tarihin
de bir devrim sayılabilecek ve modemizme doğru evrilmiş
insanın kaotik bilincinin bir dökümü olan bilinç akışının
(BevvuŞtseinsstrom) edebiyata yansıtılması ile büyükşehir
sıkıntılarının, bu hızlı yaşam ve tempoda büyükşehir maki
nesinin çarkları arasmda yiten ve kurtulamayan ben'in çilele
rinin ve yitmişliğinin, her şeyin her anlamda parçalandığı bir
dünyaya doğru gidişin o ağır havasının, sıkıntıların, anksiye-
telerin, iç daralmalarının, ruhsal hastalıkların ve intiharların
görüldüğü bir çağa doğru gidiş görülmektedir.
Bu dönemde yer alan yenilikler sadece sosyal bilimleri
temsil eden edebiyatta, söylemin ve anlatıcının duru zihninin
bir bilinç kırılmasına uğraması şeklinde görülmemektedir,
sağlık bilimlerinde ve fen bilimlerinde de (fizikte, kimyada
v.s.) çok büyük buluşlar ve yenilikler çağa damgasını vurur.
Psikanaliz, felsefe bir taraftan; tıp, fizik, kimya bir taraftan
18
çağın gerçekliğini parçalara ayırmaya çalışmakta ve mo
dern insanı bunalıma itecek her hamleyi ona reva görmekte
dir. Einstein'lar, Pierre ve Madam Curie'ler fen bilimlerinde
devrimler yapmış; Robert Musil, Hermann Broch, Thomas
Mann, Heinrich Mann, Rainer Maria Rilke, Hermann Hesse,
Alfred Döblin ve daha nice büyük yazarlar edebiyat kana
dında Avusturya-Almanya hattında poli-historik bilinci şe
killendirmiş ve bu alanda çöküşün soykütüğünü kaleme al
mışlardır.
Poli-historik bilinci de yedeğine alan yazarlar dönemin
bilim alanında yeniliklerine yabancı ve ilgisiz kalmamış hatta
Musil, Broch gibi önemli yazarlar geçmişte Büchner ve Goethe
gibi fen bilimlerine ilgileriyle bu alanda yeni buluşlar gerçek
leştirmişlerdir. Eşyaya, nesneye, yaşadıkları çağın gerçekliği
ne daha derinlikli bakış atma, gerçeğin arka planım, belki de
röntgenini görme şansına sahip olmuşlardır. Yazdıkları eser
ler bir ulusun yıkılma ve yeniden yapılanma evresine denk
düştüğünden, kuşak çatışmalarıyla birlikte gündelik hayatta
da nice gerçekliğin değişim göstermesinden, felsefi söylem
den, güçlü sembol ve metaforlardan örülü eserlerini çoğul-ta-
rihçi bir alana kaydırmışlar ve poli-historik bir türü de hazır
lamışlardır. "Beton", nasıl modem bir terkipse, bu dönemler
de "betonarme edebiyat", "asfalt edebiyat" gelişmiş, modem
insanm yaşadığı ve varlık kazandığı, hayatını idame ettirdiği
yerin soy kütüğü çıkarılmaya çalışılmış ve bu auranın sorun
ları konu kılınarak sorunlaştınlmıştır.
Bunun böyle olacağının müjdecisi olan natüralizmin
1890'h yıllarda çözülmesi, Avusturya tandanslı yeni akımla
rın nefes almaları ve gelişim bulmalarıyla; natüralist nesnel
liğin bastırılması ve ben'e, bireyciliğe ve öznelliğe dönüşüy
le; Stimer ve Nietzsche metinlerinin modem insanın zihin
dünyasına girişi ve modem insanın belleğinde alımlanışı,
içselleştirilmesi ve gündelik hayata pratize edilmesiyle; gele
neksel değerlere biraz mesafe bırakma ile her alanda bir kriz
felsefesine, kriz ortamına doğru sürüklenilmesiyle daha da
19
yeni açılımların görülmesi sağlanmıştır. Egosantrik düşün
cenin devreye girmesiyle, romantik dönemlerde görülen oda
felsefesi, oda müziği, oda merkezli düşüncenin kaybolmasıy
la bir bensizlik çıkmazına girilmiştir. Topluluk oluştan birey
oluşa, birey oluşluktan sonra o soğuk ben'e varılmış, sonra da
o benin modernizimin soğuk ve metal çarkları arasında ezi
lişi kaçınılmaz hale gelmiştir. Parçalanatı ve yiten sadece fi
zikte atom, tarihte imparatorluklar ve sosyolojide geniş aileler
değildir. Bireyin tek başına bu kaotik dünyada kalmışlığı, bu
dünyaya Heidegger'in de dediği gibi fırlatılmışlığf, kendini
çaresiz hisseden bireyin kaderidir. Kırmızı başlıklı kız, nasıl
koca ormanda, tehlikeye açık vaziyette, kurtlarla yüzleşmeye
mahkûmsa, modernizmin getirdiği ve kendisinden kaçama
dığınız bensizlik, ben'in ıstırabı; sahibini bunalıma, intihara,
içsel kargaşaya ve hastalıklara sürüklemektedir.
Daha fin de siecle dönemi bitmeden, bu atmosferin kavur
duğu ateşten olsa gerek Birinci Dünya Savaşı, hemen ondan
sonra İkinci Dünya Savaşı patlak vermiştir. Artık benin mo
dem dünyada ruhsal sıkıntı çekmesi, benin tiran bir düşünce
nin ağır baskısı altında yitmesi, faşizmin insanlığın başına aç
tığı belalarla Kıta Avrupası'nm topyekûn yıkımı kolaylaşmış
tır. Fin de siecle'in, dekadan çağının çöküşü ile moralman da,
benlik olarak da yıkılan modem insanın artık kurtarılamayan
ben'inin, bu savaşlar devrinde aldığı hali kelimeler anlata
maz. İnsanlığın bu kadar da düşeceği tahmin edilmemiş, ar
tık küçük umut zerresi ile hayatta kalman ve yaşamakla ölme
nin çizgisinin birbirine bu kadar yakınlaştığı bir dönem daha
önce hiç görülmemiştir.
20. yüzyılın tüm bu gelişimlerinden bir karmaşa çağma,
bir yıkım yüzyılına doğru derlendiğini, içine girilen çağın gi
dişata bakılacak olursa bunun insanlığa pek de hayır getir
meyeceğini görmek için kâhin olmaya gerek yoktur. Daha 20.
* Martin Heidegger, Sein und Zeit, ss. 38; Das Verfallen und die Geworfenheit,
http: www.dalanta.de/notabene/32_35_38 html.
20
yüzyılın ilk çeyreğinin başlarında, ülkeler birbirine düşman
politikalar izlemiş ve 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı pat
lak vermiştir. Uluslar, Kıta Avrupası'nda kendilerine biçilen
sınırlarla yetinmek istememekte, topraklarını buldukları ilk
fırsatta geliştirmek, yaymak istemekte; geniş alanlara, petrol
sahalarına, sıcak Arap ülkelerinin doğal kaynaklarına yayıl
mayı kafalarına koymaktadırlar. İngiltere, Hollanda ve diğer
ülkeler, sayısız dış ülkelere çıkarma yapmakta, Fransa'nm da
gözü kolonize edebileceği ülkelere kaymakta, felaket çağma
doğru evrilirken Kıta Avrupası'nda çoğu ülke sınırlarını ge
nişletmek istemekte, eski tarihlerinde yayılmacı felsefelerinin
bir gereği olarak ve o duyguyu tekrar yaşatmak amacıyla
kendilerine kolonyal toprak bulma arayışına girmektedirler.
21
ordusunun ve Germen ulusunun sadece Almanya sınırlarında
kalamayacağı, İngiltere gibi "Güneşi batmayan bir ülke" oluş
luk amacını gütmesi gerektiği, bunun için de yayılma politi
kasını Rusya'ya hatta Arabistan çöllerine dek yapması gerek
tiği teziyle desteklemiştir. Daha sonra politika olarak da aynı
davayı sürdürmüş, gerçekten de Stalingrad yenilgisi olmasa
Rusya'da ve hatta Arabistan'da, soğuk beldelerde ve çöllerde
uçsuz bucaksız savaşları bir ölçüde beraber yürütmeyi bir ilke
haline getirmiştir.
Hitler'in "Kavgam"mda, arî Alman ırkının iki büyük
tehlikesi olarak Marksizm ve Yahudilik sayılmıştır.5 Hitler'in
yani Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi'nin iktidara gelmesiyle
her şey daha da kötüye gitmiştir. Hitler, kafasında saplantı
haline gelmiş eylemleri ve içindeki arzuyu, kendi politikasını
bir nebze gerçekleştirmiş, bu bahsettiği iki düşmanın da kö
künü kurutmak için etkin hamleler yapmıştır. Stalingrad'da
Almanlar yenilmese, bolşeviklerin, komünistlerin, marksist-
lerin, sosyalistlerin ve Rus solunun hali bugün Yahudilerden
farklı olur muydu? Rus topraklarına kadar gidip de orayı
fethetme arzusu, Himalaya'nın eteklerine varıp da Hitler'in
Germen kabilesinin kökenlerini Indo-Germen dil gruplarının
başlangıcını bulduğu Himalaya dağlan eteğinde araması; fa
şizmi ve radikal milliyetçiliği, daha doğrusu kafatası ırkçılığı
nı savunması ve kendi ırkının kökenini (Ursprung), ilk örnek
lerini Himalaya eteklerinde bulmak için bilim adamlarını o
yörelere göndermesi Nasyonal Sosyalizmin, faşizmin sadece
savaş bağlamında kısa sürede metal, mekanik araçlarda gös
terdikleri endüstriyel ve buluşlar devrimi olarak dikkat çek
mediğini, budunbilim ve kökenbilim araştırmalannda da çok
önemli etütler yapma arayışlarında bir temel nokta, bir çıkış
noktası aradıklarını bizlere gösterir. Hitler, her şeyden yüce,
5 Adolf Hitler, Kavgam (Mein Kampf), Toker Yayınları, İstanbul 1992, s.26;
Hitler "Kavgam" adlı eserinde bu meseleyi şöyle açımlıyor: "İşte bu günlerde
Alman milletinin devamı için en büyük tehlike olan ve haklarında henüz her
hangi bir düşünce beslemediğim iki şey gördüm: MARKSİZM ve YAHUDİLİK."
22
arî Germen ırkı olarak değerlendirdiği sarışın, mavi gözlü
gerçek Alman ırkından sakat doğmuş ve bu ırkın yapışma,
fizyonomisine ters düşecek ve onun saygınlığını lekeleyecek
özbeöz Alman çocuklarını bile, kendi ebeveynlerinin elle
riyle getirdikleri hastanelerde zehirli iğnelerle öldürmüştür.
Tiranlık söz konusu olduğunda bu açıdan Stalin ve Lenin
ya da eski zaman tiranları Hitler'i geçememişlerdir. Çünkü
Hitler sadece kendi ırkının dışındaki Yahudileri, Marksistleri,
bolşevikleri, komünistleri, kara benizli olarak değerlendirile
cek tiplerin kökünü kazımamış, kendi ırkından sakat doğmuş
saf Alman çocuklarını bile tarihten silmiştir. İmha edilmeleri,
ortadan kaldırılmaları, belki Yahudiler gibi trajik olmamıştır.
Toplu, manik bir halde, gözü dönmüş bir düşmanm dinmez
kiniyle kıyımlarda değil de, sessiz sakin zehirli iğnelerin akı
şında ortadan kaldırılmışlardır. Bu da Hitler'in vandallığmı
ve tiranlığını daha da katılaştırmakta, onu diğer tiranlardan
daha korkunç, daha vandal, daha hastalıklı kılmaktadır.
23
henüz Yahudilere hoyrat davranılmadığı, onların ikinci, hatta
yeri geldiğinde üçüncü dereceden insan konumuna itilmedik-
İeri zamanlarda, Kafka'nın babası Hermann Kafka binlerce
çileyle ve meşakkatle zenginliğini inşa etme girişimindedir.
Zenginliği yakalamış ve kendine eş olarak da, o döneme ba
kılacak olursa yine üst sınıflardan Julie Kafka'yı seçip onunla
evlenmiş ve o dönemlerde bir dükkânda- süs eşyası, şemsiye
satmaya başlamıştır.
Elbette bu dönemlerde Yahudi gruplarına (Viyana
Yahudileri, Prag Yahudileri v.s.) uygulanan insanlık muame
lesi, Birinci Dünya Savaşı'nı aşan ve ikinci Dünya Savaşı'nın
başlangıcına varan süredeki insani (düşmansı) muamelelere
benzememektedir. Ortam biraz daha sakin, insanlar birbirle
rine karşı biraz daha saygılı, toleranslı ve "bir arada yaşama
duygusu" bu duyguyu zedeleyen istisnalar gözükse de en
azından yara almamıştır.
Kafka'nın doğduğu ev
Kafka'nın, 3 Temmuz 1883'de Prag'da doğduğu yıl,
Kafka ailesi bir oğula sahip olmanın gururunu yaşamaktadır.
24
Katka'dan iki yıl sonra Georg Kafka (1885-1887) doğacak ama
iki sene sonra vefat edecektir. Onun öldüğü yıl ise üçüncü
oğul olarak da görülebilecek Heinrich Kafka (1887-1888) do
ğacak, sadece bir yıl hayatta kalabilecektir. Kafka bu üç oğul
dan hayatta kalan tek oğul sayılmaktadır. Kendisinden sonra
doğan üç kız kardeşi Elli (1889), Valli (1890), Ottla (1892) da
Kafka'dan daha fazla yaşayacak, çoğunun hayatı, başka ülke
lere ve uzak beldelere zamanında kaçamayan diğer Yahudiler
gibi Alman toplama kamplannda nihayetlenecektir. Kafka, il
köğrenimini, ortaöğrenimi, lise ve yükseköğrenimini yaptığı
yerle, ailesiyle yaşadığı yeri daracık bir alanda tamamlar. Bu
«ıdı geçen yerler Prag'da birbirine çok yakın yerlerdir. Prag'a
tepeden bakıldığında Kafka'nın ömrünü geçirdiği yerin kü
çücük bir çevre ve çember olduğu görülecektir.
25
yakalamış, bu gezilerle ruhunu geniş alanlara açmış ve dene
yim sahibi olmuştur. Goethe'nin bunaldığı ve bir yazma kri
zine girdiği dönemlerde açılmak, zihni dağıtmak, yeni yerler,
yeni kişiler, yeni ortamlar görmek amacıyla İtalya'ya gitme
si gibi, bu iki arkadaş da yalnızca İtalya'ya değil Avrupa'nın
bazı yerlerine yaptıkları gezilerle yazı dünyalarına yeni bir
soluk katmışlardır. Filistin'in o dönemlerde "vaat edilen top
rak oluşluğu"nun kesinlik kazanmasıyla ve Theodor Herzl'in
gayretleriyle Yahudilerin anayurtları olduğunu savundukları
Kudüs muhitlerinde, Filistin topraklarmda bir yer hayaliyle
çoğu kez Kafka da arkadaşlarına bu topraklara açılma, bura
da, bu sıcak memleketlerde hem sağlığını yeniden kazanma
girişimlerini sürdürme, hem de burada sıcacık bir yuva ve ya
şam hayalini canlı tutma arzusunu dillendirmiştir.
20. yüzyıla delikanlı olarak giren Kafka'nın yaşadığı dö
nemlerde kendi ailesinden de görüleceği üzere Yahudilerle
Almanlar henüz ikinci Dünya Savaşı başlamadan önce ya
şanan "Kristal Gece" üzüntüsü içinde değildirler. Kafka ile
az çok uğraşanlar Kafka'nın yazdıklarında geleceği gördü
ğünü söyleseler, onun edebi eserleriyle ve geleceğe ait ön
görüleriyle bir "kâhin" olduğunu dillendirseler de, yukarıda
kaleme aldığımız Kafka'nın içinde yaşadığı toplumun bi
lançosundan da görüleceği üzere, o dönemde var olan de
kadan düşüncenin hayatın her aşamasına gerilmesinden ve
yayılmasından bir nevi zorunlu olarak Kafka'da bu eserlerin
ortaya çıkmasmı sağladığı söylenebilir. Natüralizme karşıt
akımların hemen hemen çoğunda insanlık acısı, umutsuz
luk, melankoli, karamsarlık, büyükşehir yaşamının pani
ği, kaos ortamının getirdikleri, hızlı yaşamın hayata kattığı
olumsuzluklar, güzel sanatlara ya da edebiyata aktarılmıştır.
Bu dönemlerde değil mi Edvard Munch'un "Çığlık"ı, Oskar
Kokoschka'nın "Pietası" oluşmuştur. Ekspresyonist döne
min kendisine şiar edindiği gerçekliği bozma eylemi, sanatın
her alanında ve çoğu yazar tarafından da kabul görerek eser
lere aktarılmıştır.
26
Kafka delikanlı çağlarında
Yahudilerin fıtratları itibarıyla sermayeyle diğer ulusun
Icrtlerinden daha iyi geçinebilme becerisi gösterebilmeleri,
para ve kapital ile Yahudiliğin diğer semavi dinlerden daha
1 azla barışık olması ve bunların birbirini ötelememesi, ikisinin
bir arada olabilirliliği felsefesi bu ulusun ve ırkın sermayeye
susuzluğunu, ibadetlerin yanında dünyayı evirip çevirecek,
hatta köşeye bir şeyler atacak, biriktirecek ve bunu anapara
yapacak, bunu büyük işler için kullanacak ve zenginleşecek
alanlara aktarmalarım sağlamıştır. Hitler de "Kavganf'da
bunu fark ettiğinden, Yahudilerin tıynetinde, mayalarmda
dünyaya bağlılığın yanında sadece öbür dünyaya endeksli
bir yaşantının çıplak kalacağı düşüncesini görmüş, kitabında
27
arî Alman ırkının açlığını ve perişanlığını bu ulusun ve ırkın
para, sermaye, kapital biriktirme politikasına bağlamıştır.
Daha sonra potansiyel düşman olarak belirlenen Yahudilere
karşı yeltenilen yıkım politikalarının "Kristal Gece" eylemle
riyle dışa vurulması ile Yahudileri fırınlara, krematoryumlara
(yakmalıklara) gönderme, onlara eziyet etme, onlara jenosit
uygulama eylemleri sürerken, kendi yıkımlarım oluştura
cak mekânlar "Arbeit macht frei" (Çalışmak, özgürleştirir)
ilkesince yine kendilerine yaptırılmıştır. Yahudilerin yaşa
dıkları evler, onların sit alanları, varlıklarını idame ettikleri,
kültürlerini, gündelik hayatlarım sürdürdükleri yerler, fakir,
yoksul Almanlara verilmiş ve bir anlamda psikanalitik ola
rak değerlendirdiğimizde, Yahudiler "yenilip yutulmuştur"
(Einverleibung). Her şeyiyle zengin olan ve yaşayacakları
yeni evlerinde fırına gönderilmiş insanların anılarını, duygu
larım, hüzün ve sevinçlerini gösteren nesnelerinin ortalıkta
olduğu, bunların kaldırılmadığı, daha önce başkalarının ha
yatlarım idame ettirdikleri, başkasına ait bir evi sahiplenip,
kendi varlığım oraya transplantasyon yapma eylemidir bu.
Doku ister uysun ister uymasm, organ ister bedene yabancı
gelsin, ister gelmesin, başkasmın duygu imparatorluğunun
tiranize ve domine edilerek bir sosyal tecavüz sonucu onun
yaşama alanmın ilhakıdır bu. Öyle de olur, insanların o dö
nemlerde, maddi yönü bir kenara bırakın, duygusal bakım
dan ne durumlarla karşı karşıya kaldıkları, savaşlar dönemi
öncesi, savaşlar dönemi ve savaşlar dönemi sonrası iyi araştı
rıldığında daha iyi görülebilir.
Bir on ya da yirmi sene sonra Kafka genç bir delikanlı
olarak aynı topraklarda üniversiteye gidip avukat olabilir
miydi, o şüphelidir? Çünkü Freud da yaklaşık olarak aym
dönemde yaşamış, Yahudi olduklarmdan Viyana'da babasına
karşı Almanların nefretlerini sezmişlerdir. Daha sonra bilin
diği üzere Yahudilere karşı nefret artacak, Yahudilerin gün
delik hayata müdahaleleri minimalize edilecek, alışverişleri
yapacak yerleri değil, hangi üniversiteye gidebilecekleri ve
28
gitmeyecekleri de panoptik bir baskı ile yukarıdaki merciler
t <ını tından ve sosyal baskı yoluyla belirlenmeye başlanacak
tır l 'reud ve Kafka döneminde Avusturya ve Prag Yahudileri
olarak avukatlık ve tıp meslekleri Yahudilere açıkken, sonra
arlık o çember iyice daralacak ve Yahudilerin sadece eğitim
hakları değil, yaşama haklan da tehlikeye girecektir.
Kafka, yaşadığı dönemlerde güncel hayatı gazetelerle ta
kıp eden biridir. Sıkı bir gazete okuyucusudur. Yazar mayası
taşıdığından ve her şeyiyle kendini bir yazar olarak hissetti
ğinden, Gilles Deleuze ve Felix Guattari'nin de bahsettikleri
gibi büro onun için bir tabut niteliği taşır.6 Bütün enerjisini
ve mut durumunu geceleyin ortalık sessiz olacağı zamana
saklamaktadır. Gündüz de büroda istemeden, arzu etmeden
çalışır. Kafka, hayatını geçindirmek ve çalıştığını topluma
lanse etmek amacıyla bir büroya bağlı kalmak zorunda his
setmektedir kendini. Büronun, Kafka'nın bacaklarına takılı
bir pranga olduğu, onun "işkence çeken insanlığın zincirleri
büro kâğıtlarından"7 yapıldığı söylemiyle ortaya çıkar. Bu
.ilanda Kafka hakkında yazılan kitaplarda çok güzel bölüm
ler vardır. Bürokrasi, büro yaşamı Kafka'nın vazgeçilmez
bir parçasıdır, fakat Kafka bu büro yaşantısını bir anlamda
güncel olayları takip ve dostları karşılama amacıyla gerçek
leştirir. Gazete okumalar, gelen gidenlerle toplanmalar, ara
da büro işlerinin aksamamasını sağlamalar, bu büro yaşan
tısını belki biraz çekilir kılmaktadır. Bu büro yaşantısında,
6 Gilles Deleuze-Felix Guattari ortak eserleri olan "Kafka, -Minör Bir Edebiyat
lçin"de dilediği yaşantıyı, özlediği bir yaşam tarzını en azından büroda sürdü
remeyen Kafka'yı bir Dracula'ya benzetirler. Kafka bir Dracula'dır ve bürosu da
Dracula'nın gündüzleri yattığı tabutudur. Geceyi uzattığı, geceleyin uyandığı ve
gerçek dilediği yaşamı bu huzurlu saatlerde yazarak ve düşünerek sürdürdüğü
için gececil bir vampirdir Kafka, mektupları da başkalarından Kafka-Dracula'nın
emdiği kan olarak değerlendirirler. Daha ayrıntılı okumalar için bkz. Gilles
Deleuze-Felix Guattari, Kafka -Minör Bir Edebiyat İçin-, YKY, (Özgür Uçkan-
Işık Ergüden çevirisi), İstanbul 2000, s.45-46
7 Michael Löwy, Franz Kafka, Boyun Eğmeyen Hayalperest, Versus Kitap,
İstanbul 2004, s.8
29
dünyanın dekadan çağdan sonra evrileceği bir toplumsal
felaket anma doğru gidişini birebir izler. Kafka, siyasal, sos
yal, dini, kültürel her alanda Almanya'nın ve içinde yaşadı
ğı zamanın nasıl kötüleştiğini görür, bunu gözlemler. Ancak
ikinci Dünya Savaşı döneminden sonra Mehmet Öztürk'ün
de önemli bir çalışması sayılan "Kafka ve Sinema" adlı kita
bında dillendirdiği gibi, Kafka etkisi bütün sosyal bilimlere
yayılmış ve "Herbert Marcuse (Tek Boyutlu İnsan), Stanley
Milgram (Otoriteye İtaatkarlık. Deneysel Bakış), Theodor W.
Adomo (Otoriter Karakter, Estetik Teori, Negatif Diyalektik),
Erich Fromm, (Özgürlükten Kaçış, Otoriter Kişilik), Hannah
Arendt, (Totalitarizmin Kökenleri), Erwing Goffman (Stigma)
gibi düşünür ve sosyal bilimcilerin de hazırlayıcısı ve öncüsü,
başka bir deyişle 'ön figürü'"8 haline gelmiştir.
Hannah Arendt, Herbert Marcuse, Theodor W. Adomo,
Erich Fromm gibi filozof, psikanalist, sosyologların kendileri
ne ait yıkım tezlerini, insanlığı ilgilendiren modem kuramları
nı yine Kafka'dan türetmeleri, Kafka'nın büyüklüğünü göste
rir. Ceza sömürgeleri, açlık sanatçıları, bürokratik labirentler,
otorite, totaliter kişilik, kısacası daha sonra "Kafkaesk" ola
rak kavramlaştınlan tüm bu modem çağ bunalım kavramları,
ancak Kafka'dan yanm asır sonra sosyologlar, psikanalistler,
filozoflar tarafından acı çeken insanın bilinçaltını vermiş ve
özgün tanımlamalar olarak tarihe geçmişlerdir.
Kafka'nın avukatlığının, elbette Kafkaesk yazım tarzında
çok büyük bir etkisi vardır. Kafka bir avukat değil de başka
bir meslekle ilgilenseydi, acaba modem toplumun bilinçaltını
sergileyecek derinlikte insanlığın derinlerine varan bu biçim
de bir kazı yapabilir miydi, bu şüphelidir? Avukatlık eğitimi
değil midir ki Kafka'yı, aldığı eğitim boyunca suç, ceza, af, bü
rokratik soğukluklar, evrakların işleme alınmayıp bürokratik
engellere takılması gibi kendi icat ettiği bir yığın Kafkaesk
30
sorunlara itmiştir. Kafka'nın aldığı bu avukatlık eğitimi, in
sanın insan olarak kendi haklarının ayrımına varması, hukuk
bilgisi, insanın ötekiyle yüzleşmede kendi sınırlarının tayini
açısından önemlidir. Bu bilgiler teoloji (Buber okumaları),
felsefe (Kierkegaard, Schopenhauer, Nietzsche, Stimer v.s),
edebiyat okumaları (Goethe, Grillparzer, Fontane, Flaubert,
I )ostoyevski) ile geliştirilerek Kafkaesk bir dilin ortaya çık
ması sağlanmıştır.
Garip olan belki de bu çağın sonunun, insanları bu for-
matta bir yazım tarzına ve felsefeye itmiş olmasıdır. Sadece
Nietzsche ve Stirner'in insanların hele de Hıristiyanların ka
falarını yazdıkları ile karıştırması; bir nihilist, anarşist fel
sefe ve öğreti inşası değil, yıkım zamanlarında insanların
inanmak istedikleri bir tanrı modelini ortaya çıkarmaya ça
lışmaları, bu zor durumda kendilerini kurtaracak bir tanrı
ya inanma eğilimleri insanın özünde var olsa gerektir. Fakat
ilerleyen zamanlarda, savaş dönemlerinde tiranize olmuş
toplum Yahudilere kıyacaktır. Dünya savaş halinde oldu
ğundan dolayı insanlık iflasın eşiğine gelmiştir. Kendilerine
benzeyen bir despotun, bir Moloch'un, bir Ogre'nin, ken
di türünün etinden ve varlığından beslenen bir canavarın,
yamyamın etkisini ortadan kaldıramayan ve susmayı tercih
eden, böylelikle son umut kırıntısını da kaybeden ve yalva
rışlarına, dualarına bir karşılık bulamayan insanların nihi
lizme, ateizme dönmeleri de bu dönem için bir gerçeklik payı
taşımaktadır.
Kafka, o dönemde her Alman vatandaşm eğitimini ta
mamladığı gibi normal bir eğitim süresi geçirir, kendini şe
killendirir, sevdiği dersleri alır, ekstra derslere girer. Birinci
Dünya Savaşı patlak verdiğinde askere kaydolmak ister ama
cıhz, zayıf olduğu için çürüğe çıkarılır. Bu "çürük" kelimesi
kendi kültürümüzde askere alınmayanlar için toplumsal bel
leğin nasıl olumsuz bir retoriği olarak gözüküyorsa; aynen
öyle sağlam meyvelerin, besinlerin arasında 'çürük meyve',
'çürük besin' sayılmak Kafka'yı yıkar. Bedeniyle, gerçi çok
31
eskiden beri barışık değildir. Sonuçta varlığını bu bedenle
sürdürür. Fakat kendi bildiği ve görmezden gelmeye çalıştı
ğı, yer yer sakladığı diğer çirkinliklerin ve toplumda iyi kar
şılanmayan bazı bedensel eksikliklerin toplum tarafından da
aleni olarak görülmesi, fark edilmesi ve buna bir adın konul
ması Kafka'yı derinlemesine üzer.
Çürüğe çıkmış Kafka, "erkek sayılmamış Kafka" anlamı
na gelir. Kendisini babasına kanıtlamayı sadece eğitim, evlilik
ve nişanlanma deneyimleri, babayla bira içme yarışı ile gös
terir; babanın besin zincirine alternatif besin zinciri arayış
ları araşma, savaşa alınmayan "çürük bir insan oluşluk" da
eklenince, Kafka karga gibi sıskalıkta bedenini bir gölge gibi
Prag meydanlarında taşımaya mahkûm olur. Borchert'in "Im
Kriege sind Vâter Soldat" (Savaşta babalar askerdir)9 sözü
gerçi her ne kadar "savaşa eril bedenler gider" felsefesini dil
lendiren bir şey gibi gözükse de, savaşa katılmayan (çürük
kişiler) savaş esnasmda gündelik hayatın akışını gayretleri
ve çalışmalarıyla sürdürmelidir. Birinci Dünya Savaşı patlak
vermiş olsa da bürolarda, bakkallarda, bankalarda, insanlığın
ihtiyaçlarının karşılanması ve sürdürülmesi gerekmektedir.
Çürük olanların yaşlılarla, kadınlar ve ergen çocuklarla yü
rüttükleri işler de bunlardır. Bir de Kafka'nın 'gençlik hasta
lığına' yakalanması buna eklenince, yani her ne kadar yaşlı
olsa da yüzünde minyonluktan dolayı çehresinin, olduğu
yaşm yirmi yaş altını göstermesi Kafka'yı iyice çığırından çı
karır. Otuz, otuz beş yaşlarında bir çocuk gibi, genç bir deli
kanlı gibi gözükür. Yüzünde çizgiler olmadığından, belki de
çehresiyle jestler ve mimikleri verememektedir. Kafka, kay
gan ve pürüzsüz bir ciltle, ömür boyu yaşlanmamaya hüküm
giymiştir. Daha doğar doğmaz yaşlılık hastalığına yakalanan
ve her gün bir sene, iki sene yaşlanan hastaların durumu ne
33
yaşlarda çektiği acıların ve yaşanmışlıkların envanteri ciğerle
rinden gelen kanla kendini dışa vurmuştur. Akciğerlerinden
kan kusması, Kafka'nın bir birey olarak dekadan çağının bu
ağır yükü altında ezildiğini ve bu yükün kendi sıkletine bindi
rilmiş, taşınması zor bir yük olduğunu gösterir. Kafka, sadece
mevsimlerin değil, büyük toplumsal çember olarak çağın, ır
kın, ulusun, ailenin, babanın, kendi içindeki despot Kafka'nın
baskısı altındadır. Ona et yedirmeyen, onu vejetaryen kılmaya
çalışan, onu uyutmayan ve gece yanlarına kadar ayık tutan,
ona herkesten ve toplumsal katman olarak kendi dışındaki
çemberlerden hepsinden daha fazla zulmeden bir kişi vardır
Kafka'nın içinde. Kendi kanıyla bir türlü boğamadığı; yaban
cı el sendromuna yakalanan insanlarda o uzuvlar nasıl sahi
bine itaat etmiyorsa, kendine itaat etmeyen 'yabana bir ruh
sendromu' da denebilir Kafka'nın durumuna. Kendi ruhunun
kendine yabandık hali. Kendi bildiğini okuyan, ilginç inat
çılıklarla deri-Kafka'ya, beden-Kafka'ya zulmeden, onu ahz-
laştıran ve öldürmeye çalışan 'dominant bir siyam-ruh-Kaf-
ka'sı da denebilir buna. Varlığını resesif Kafka'ya zulmederek
geçiren, onu gıdalara, besinlere karşı uzak tutan, aç kalma
sını, anorexiaya yakalanmasını sağlayan, ortaya çıkmak için
pundunu arayan garip bir ruh-Kafka'sı. Kafka bir taraftan
babayla, büroyla, sevgilileriyle, ileride "Kafkaesk" kavramı
oluşturacak tüm kavramlarla mücadele ederken, bir taraftan
da içinde taşıdığı bu canavarla, içindeki düşmanla mücadele
eder. Bu açıdan günden güne erir, içindeki bu canavarı doyur
mak, onu epistemeyle beslemek, ona bilgi akıtmak için, onu
ortaya çıkarmak, varlığı açarak yazmak ve içteki bu canavarın,
bu varlık açılmasıyla nefes almasını sağlamak için mücadele
verir. O zayıf bedeni, büyük savaşların verildiği, içinde çok
büyük kıtallerin olduğu klostrofobik bir alandır. Bedenin sık
leti bunu çekmeyince Felice ya da baba ya da büro ya da bere
ketini damıtmak için, varlığı açarak yazmak ve yaratmak için
gecenin uzatıhşı ya da başka herhangi bir şey bunun için bir
neden olur. Mendile kan kusulur.
34
Mehmet Öztürk "Franz Kafka ve Sinema" adlı çalışma
sında bir Kafka yüzyılından, Kafka çağından bahsetmekte
dir. Terminoloji elbette Batıda da kullanılan bir terminolo
jidir. "Günümüzün, Kafka çağından ne farkı var?" diye bir
soru sorulduğunda, modem sonrası insanın çektiği çilelerin
envanterinin görüldüğü kafkaesklik kavramının, Kafka çağı
nın temel göstergelerinden biri olduğu görülür. Kafka çağı
nın milenyumda değişmeden devam ettiği düşüncesindeyiz.
Çok az yazara nasip olan "esk", "esque" sıfatı, o yazarın bir
anlamda markalaşması, bir akım, bir ikon, büyük bir felsefe
ve kendine ait orijinal bulguları, düşünce tarzları olduğu an
lamına gelir. Byronesk deniliyorsa, Byron'un romantikliği ve
gizemini bu kavramda görme imkânımız vardır. Her yaza
ra "esk" sıfatı takılmamaktadır. Thomas Bemhard'm soyadı
olan Bemhard'm da bir "esk" kavramım hak ettiğine inan
maktayız. Çünkü Bemhard da kendine ait bir dünya oluştur
muş ve bu dünyanın unsurlarım kendine göre terminolojilerle
izah edebilmiştir. İster şiirlerinde, ister tiyatrolarında, roman
larında olsun Bemhard'm spiral, helezonik dili, nefreti, her
şeyden iğrenmesi bir Bemhardesk dilin dışavurumunu sağ
lar. Metne baktığınızda dokusundan bu metnin bir Bemhard
metni olduğu anlaşılır, çünkü Bemhard kendini tekrarlayan,
yeni akım ve yazım tarzlarına açık olmasına rağmen, kafasına
taktığı büyük sorunsallan çekinmeden, yılmadan her metnin
de aynı inatçılıkla dillendirmeyi bilmiştir ve bu yüzden de bu
soy ad, bir "esk", "esque" sıfatım hak etmektedir.
Kafkaesk kavramım açtığımızda bunun Kafka'nın adın
dan hareketle türetilmiş, Kafka'nın ruh dünyasının açılımla
rım veren, o öğeleri yansıtan mekânları, atmosferleri anlatan
Almanca bir sıfat olduğunu görürüz. Mehmet Öztürk, "Franz
Kafka ve Sinema" adlı çalışmasmda, "Kafkaesk" kavramım
güzel tarif eder. Öztürk'e göre "Kafkaesk" sıfatı şu şekilde
açılabilir:
Almanca kökenli olan kafkaesk sıfatı, Kafka'dan türetil
miş olup bir mekâm, bir atmosferi ifade eder. Daktilo, masa,
35
büro, dosya, loş bir ışık, labirent sokaklar, merdivenler, mah
keme salonu ve koridorları, yoksul kesimlerin barındığı bir
avlu, kentin harap bir köşesi, kirli bir saray, tren gan, disiplin
li hep uysal bir biçimde birbirinden farksız tekdüze çalışma
düzeni, grotesk, tuhaf ve aptalca tipler, acımasız, çirkin ve iri
adamlar, boş, terk edilmiş alanlar bu atmosferin ve ortamm
tanımlayıcı öğeleridirler, kafkaesk bir “dünyayı", onun nesne
ve ilişkilerini temsil ederler.11
Bu kavramlar, diğer yazarlar tarafından da kabul gören
ve zamanımıza kadar şekillendirilmiş kavramlardır. Bizim
bu çalışmamızda "Kafkaesk anorexia" kavrammm derinliği
ne daha büyük sondajlar yapılması gibi, ilerleyen zamanlarda
da farklı okuma ve yeniden okumalarla, günün alımlanmalan
ile yeni kavramlar ortaya çıkacaktır.
Kafka Çağı, Kafka'nın içinde yaşadığı çöküş çağıdır. Fin
de siecle'ın insanlık için karamsar sayılacak atmosferini, de
kadan bir kültürü yedeğine alan, o dönemin her alanda belir
sizliğini ve Buluğunu, endişe ve korkusunu, aynı zamanda
makineleşmenin ve betonarme olmanın, büyükşehir içinde
bunalmanın, bürokrasi içinde kıvranmanın, öznesizleşme-
nin, bensizleşmenin, bireyciliği yitirmenin, yalnızlaşmanın,
yabancılaşmanın, buyruk ve boyunduruk altında kalmanın,
domine olmanın çağıdır. Bu tanımlamalar milenyum çağı,
post yapısal çağ, postmodem sonrası çağ için nasıl da doğru
bir tanımlama gibi gözükmektedir. Kafka Çağı'nın ve kafka
esk öğelerin içerikleri yapı olarak da, bulgu ve şartlar bakı
mından da günümüze denk düşmektedir. Zira belirsizliğin
egemen olduğu kafkaesk Buluğun alıp başım gittiği bir toplu
mun, ismin silikleşmesi ve öznenin parçalanıp erimesi post
modem sonrası dönemlerde de bir dağılma, difüze olmanın
temel gerekleri gibi görülmektedir.
Dekadan dönemin bir kavram olarak bütün olgulara
ve durumlara yayılan parçalanmışlığı milenyum için belir-
36
İrdiğimiz günümüz için de geçerlidir. Büyük uluslar, çıkar
sağlayabildikleri yerlerde, güçlü bir toprak bütünü yerine o
toprakları otonom ama küçük parçalara ayırmayı, onu mer-
kczsizleştirmeyi ve sonra rahat bir şekilde zayıflatılmış da ol
duğundan yönetmeyi, belki ilerleyen dönelerde farklı çıkara
politikalarla yiyip yutmayı rüyetlemektedirler. Sadece tarih
ve coğrafi bakımdan değil edebiyat ve edebi anlatım tarzı ba
kımından da eski zamanların ırmak dili yerine postmodem
anlatının dağınık, parçalanmış ve bir bütün retroperspektif-
len uzak anlatım tarzını kendine şiar edinmiş bir akımla karşı
karşıyayız. Bundan yaklaşık bir asır önce yaşamış ve ilerleyen
zamanlarda kendi adına bir çağ modeli geliştirilmiş Kafka,
yazı dünyasından hareketle ideolojisini, felsefesini, anlatım
tarzını geliştirmiş ve belki de tüketim toplumunun büyük in
sanları, çağa damga vurmuş yazarları, şahısları piyasaya sür
mesi gibi bir anda Che Guevara gibi bir moda ikonu haline
gelmiştir.
Moda ikonu olmakla kitçleşmek arasında bir bağıntı var
sa da, ya da çok satmak ve tabana yayılmakla değersizleşmek,
bir değer kaybına uğramak aynı şey gibi gözükse de avangart
olan, belletristik kategoride değerlendirilebilen, okur ve me
ni k kitlesini, izlerçevresini sadece ağır sınıfa, üst sınıfa değil
de tabana kadar yayabilen ve onlar tarafından da sevilebilen
biridir Kafka. Bu bağlamda her ne kadar David Cronenberg,
()rson VVelles, Michael Haneke onu filmleştirmiş ve sinema
ya katmışsa, edebiyat camiasında Kafka'nın Milena'yla ya da
diğer sevgilileri ile ilgili aşkları roman olmuşsa da, postmo-
dern dönemin yeniden çoğaltma tarzıyla güzel sanatlarda
Andy Warhol, Marilyn Monroe bağlamında fotoğrafı üzerine
rengârenk bir reprodüksiyon, yeniden tasarım hareketi yapıl
mışsa da, bir tüketim toplumu objesi olarak Kafka tişörtlere,
gündelik hayatta kullanılan ıvır-zıvıra düşse de, Kafka derin
liğinden bir şey kaybetmeyecek ve hızlı milenyum çağının
tiyle kolay kolay yiyip yutacağı, sindirebileceği bir kişi olma
yacaktır.
37
Bu çalışmamızın bir amacının Kafkaesk kavram için
de yer alan, Kafka'da "özlemi çekilen bilinmedik besin" le12
belki bir kanadı açıklanan 'Kafkaesk anorexia' kavramının
köklü, derinliği olan bir kavram olmasını sağlamaktır. Sadece
ağzın, dişlerin ve yutağın girizgâhı olduğu oral yollarda alı
nan besinleri değil de, manevi anlamda, soyut evrene de açı
lan, bazen bir episteme, bir bilgi, bir mektup ya da müziğin
incecik bir melodisi olan, bedenin ve ruhun ikili bir sarmalla
tüm besinleri açıkladığımız bir kavram sacayağma oturtmak
Kafkaesk anorexiayı. Kafka, eserlerinde ve Onsöz'de de de
ğindiğimiz, çalışmamızın başlıca bir bölümü olacağı üzere
gerçek hayatında anorexik davranışlar sergilemiş ve perhiz-
kârlığını aşınlaştırmıştır. Vejetaryenliği, koyu ve radikal bir
vejetaryen olmasa da bir hayat biçimi haline getirmiş, et ye
meme inadı yüzünden bu inatla yaşamaya, en azından yiye
bilme umudu ve durumu varken öyle bir arzuyu içinde bas
tırma yoluna gitmiştir. Perhizkârlık, oruç da zaten bu değil
midir? Yeme durumunda olmanıza, o besinleri yemeniz için
bir engel olmamasına rağmen, varoluş nedenleri, sosyo-po-
litik nedenler, ailevi nedenler, cinsel nedenler yüzünden o
eylemin perhizkârlığını yapmak. Kafka bu açıdan kendini
denetlemekte aşırıya gitmiştir. Gerçekleştirilememiş, içte bir
heves ve arzu olarak kalan bir tat deneyimi olarak, yiyebi
leceği ama inadından dolayı yemediği besinlerle kendine ve
başkalarına bir ders vermeyi amaçlamıştır. Eti tam da bu ne
denden ötürü yememiştir. Et yemiyorsa oradaki et bir şey
lerin sembolü olmak durumundadır. Genel anlamda canlılar
kategorisinde görülse de, biraz gerçeklik yittiğinde et, insan
eti, kendi eti, durum ve şartlara göre baba eti ve âşık olduğu
kadmın eti (Felice) olarak anlam bulmaktadır.
"Kafkaesk anorexia" sadece beden ve başın, ruhla bede
nin birbirinden kopukluğunu dillendirmez, bir varlık alanı-
38
ııa açılarak organsız beden oluştuğu dillendirir. Somut etten,
ilerisi, üzerinde kılları olan, gözenekleri olan, terleyen, kanlı
raıılı etten olan, kanlı canlı bir et parçasmda şekil bulan ve bu
canlının zihninde yurt edinen, yuva kuran ancak onun zih
ninde gelişme ve serpilme olanağına sahip epistemenin, bil
ginin, bilmenin de bir anorexik susuzluğudur. "Değişim" adlı
uzun hikâyede Gregor Samsa'nın böcek oluşluğuyla birlikte
dişlerinin yitmesi ve insan-Samsa olarak her gün yapabildiği
ve hiç değer vermediği yeme, besinleri dişlerle öğütme ritüeli
böcek-Samsa oluşlukla ortadan kalktığından ve böceğin be
denine alacağı, seveceği besin arayışı metin boyunca sürece
ğinden bir an gelir ki artık böcek ağza alman, dişte harmanla
nan, yutağa bırakılan çiğneyebileceği maddi besinlerden vaz
geçer ve insandan böceğe dönüştüğü için incinmiş, alçalmış,
aşağılanmış, ezik ruhundaki yaralan tamir etmeye çalışır; çile
çeken ruhunun sağaltılması, rahatlatılması, sakinleştirilmesi
gerekmektedir. Grete'nin kemanıyla çaldığı müzik bu nokta
da devreye girer. Kiracılann duyu organlan kız kardeşinin
çaldığı müziği beğenmese de, böcek apayn bir duyu ve algı
mekanizmasına sahip olduğundan bu cızırtıyı, tiz ve amatör
çalınan müziği kendi ruhu için bir kurtuluş yolu addeder.
Özlemi çekilen ve yıllarca peşinde olunan besin, müziğin
kendisi olur. Soyut bir alan açılır burada. Durum metafizik
bir hal alır. Olgu, duyu dünyasına iner ve varoluşa sokulur.
İnsanların anlamadığı ama böcek-Samsanın anladığı, gönder-
gelerini hüzünlü bir şekilde aldığı tınılar onun için artık 'öz
lemini çektiği bilinmedik (belki kutsal) bir besin' konumuna
ulaşır.
"Bir Açlık Şampiyonu"nda da aynı durum söz konusu
dur. Bu hikâyede, sermayesi bedeni olan bir açlık cambazının
kendi bedeninin sınırlarını yoklamak, kırk günü aşıp, reko
runu kırmak ve açlığının sınırlarını yeniden belirlemek için
bir açlık orucuna yatması ve insanların da sirkte onu izlemesi
konu edilir. Açlık şampiyonu/cambazı, kırk günden daha faz
la aç kalacağım dillendirmekte, fakat modem zaman ve hızlı
39
çağın dikkati uzun sürelere gerinen eylemleri sevmediği için
cambaz, sanatını sergilerken kırk günle sınırlı kalmaktadır.
Artık şaşaasını, ününü ve geçerliliğini yitirdiği bir zamanda,
kafesinde kendi kendiyle baş başa kalır. Modem insanın dik
kati sirkte başka eylemlere ve eğlencelere kaymıştır. Cambaz,
ilginin azlığından dolayı kendi sınırlarım aşmayı ve rekoru
nu kırmayı dener. Bunu gerçekleştirir de. Hikâyenin sonun
da sirki gezen bir müfettiş, boş bir kafes görür ve oradakilere
bu kafesin sirkte neden boş tutulduğunu sorar. Onun boş ol
madığı, içinde samanlarm arasında bir deri bir kemik açlık
cambazının olduğu söylenir kendine. Açlık cambazı kaldırılır
ve ona neden bu zulmü kendine reva gördüğü sorulduğun
da, cambaz "Çünkü sevdiğim yiyeceği bulamıyorum. Eğer
bulsaydım, inanın bana, ben de siz ve diğerleri gibi tıka basa
kamımı doyururdum"13 der. Bu belki de şu demektir: Açlık
cambazının ruhu estetik olarak o kadar mükemmeliyetçi ve
yemek konusunda o kadar mükemmelliği seçici ki, sırf da
mak tadma hitap edecek güzel bir tat, besin bulamadığı için
kendini diğer besinlerden uzak tutmaktadır. Ağzına göre,
ya da damağına göre besini, "sevdiği yiyeceği" bulamadığı
nı dillendiren birinin elbette bir uzman, bir kompetan ya da
bir gurme, bir tatbilir gibi bütün tatlan bilmesi ve onları aşın
tüketmekten dolayı da bu tatlardan artık nefret etmesi ge
rekmektedir. Açlık şampiyonunun önceki hayatı hususunda
belki bir bilgi de böyle bir şey olabilirdi. Çünkü tüm tatları
tatmayan ve dünyada var olan besinleri bilgi bakımmdan da,
tat (damak bilgisi) bakımmdan da bilmeyen birisinin "sevdi
ğim besini bulamıyorum" demesi biraz mantıksız görünür.
En iyiyi, farklıyı, hiç tadılmamışı, yeniyi, en yeniyi, mutlak
tadı bulmak için zihninizde bir tat ve besin deposu, bir tat
hafızası olması gerekir. Ağız ve gırtlak kapalı olduğu zaman
karşılaştığınız bir besin olduğunda bu farklı besinlerin öz
41
bedeninin de kargaya benzediğini; inceliğinin, sıskalığının,
kara kuruluğunun da kargaya benzediğini düşünüp durur.
Gustav Janouch'la yaptığı görüşmelerde bu meseleyi açar.
Kendini "kanatlan körelmiş bir kargaya" benzetir, kendisini
onunla özdeşleştirir:
15 Gustav Janouch, Kafka ile Söyleşiler, Cem Yayınevi, (Kâmuran Şipal çeviri
si), İstanbul 2000, s.17-18
42
Kafka'nın bedeniyle banşık olmadığının bir diğer gös
tergesi de, eserlerinde sürekli gün yüzüne çıkan beden meta
morfozu ve transplantasyonlarıdır. Kafka'nın kendi bedeniy
le barışık olmamasının, eserlerinde sıkça görülen ve Kafkaesk
öğelerde de yer alan metamorfoz düşüncesi ile yakından ilgili
olduğu tartışılmazdır, insan bedeninde rahat değilse, huzur
bulamıyorsa, bedeni ile sorunlar yaşıyorsa, sadece toplumsal
«orunlar değil, kendi içinde de sorunlar yaşıyorsa baş ve be
den ayrışırlılığı, başla bedenin birbirinden kopuk ve araların
da görülen çatışma da yedeğe almarak, beden başka nesnele
re, haşaratlara, hayvanlara metamorfoz olur. Metamorfozun
ardıl düşüncesi bir evrilmedin Tırtılken kozaya, kozadan sü
rünen bir larvaya ve ondan sonra da mutlak bir uçuş sahibi
olan kelebeğe metamorfoz halidir bu. Kafka, insan oluşluktan
şikâyetçidir. Varlığı, varlığın insanın başına nasıl bir bela aç
lığını farklı canlılar ve yaratıklara dönüşerek ve onların bakış
açısından anlatacaklarını anlatarak dikkatimizi o noktalara
çeker. Elbette bu anlatılanlarda metafiziki sorunlar yedirilir.
Karganın göğe karşı savaşımı, Kafka'nın Tann'ya ya da her
anlamda Baba'ya (Gerçek Baba: Hermann Kafka-Allah Baba)
karşı bir mücadelesini içerir. Karganın bedeninin küçüklüğü,
gökyüzünün sonsuz büyüklüğü, ya da minör bedenle majör
beden arasındaki fark görüldüğünde, Kafka'nın metamorfoz
bahsine dünyevi sorunlar yanında, metafiziki art alan da yük
lediği gözden kaçmaz. "Ebat küçülünce tehlike azalır" dü
şüncesi ya da "insan bir tehlikeyle yüz yüze gelince büzülür
ve cenin pozisyonuna geçer" düşüncesi, pratikte doğrudur.
Küçülme tehlikeyi azaltır, ama siz küçüldüğünüzde sizinle
birlikte yüzleşeceğiniz tehlikeler de küçülür. Kafka'nın hikâ
yelerinde bir fareyseniz, karşınızda bir kedi durur, sizlerle bir
topaç gibi oynar, eğlenir. Kunduzsanız dışarıda tehlikelerle
dolu hayat sizi bekler. Akbaba iseniz, sizi yutan insanın be
deninde onun kendi kanıyla boğulursunuz. Böcekseniz, in
sanlarm arasında sıkletiniz ve hacminiz onlarınki kadar oldu
ğundan, böcek olduğunuz için böceğin konumuna ve hacmi
43
ne değil, insan-böcek-konumuna geldiğinizden, insanlar için
her zaman görünür ve ortada bir yaratık konumunda olursu
nuz, sonunuz ölümdür. Metamorfozla birlikte ebadınızı tüm
tehlikeyi savacak ve tehlikeden kurtulacak konuma getirme
şansına sahip değilsiniz. Hatta metamorfoz geçirdikten sonra
bile, öncesine nazaran daha büyük tehlikelerle karşı karşıya-
sınız demektir. Çünkü varlık silsilesi, zincirleme tehlikeler
ağıyla birbirine geçmiştir ve bir kısır döngü ile düşünecek
olursak, tehlike mutlaktır. Tehlikenin kökenine indiğinizde,
başlangıç noktasına kadar gittiğinizde, başlangıç noktasının
sizler için başlı başına bir tehlike olduğunu görürsünüz. Bu
aşamada Canetti'nin bahsettiği metamorfozda küçülmeyle,
kendisinden kaçtığınız ve metamorfozunuzun da sebebi sa
yılan 'asıl şeyle' aranızı açmak, 'bir tehlike varsa küçülme yo
luyla tehlike ile aranızdaki mesafeyi büyütmek'16 düşüncesi
pek doğru görünmemektedir. Çünkü metamorfozda asıl şey
den kaçarken ebat ve hacim, asıl şeyden kaçtığınız konumda
kalmaktadır. Bir insan için tam anlamıyla böcek ebadı ve hac
mi, incommensurabellik'ten
*, her şeyi algılayan ve kuşatan
bilinçten, nazan dikkatini size yöneltip durmadan size bakan,
sizi etüt eden, atış alanından ve bakış alanından kaçamadı
ğınız bir büyüklükten kaçış olurdu. Kendi ebadında karşıla
şacağı tehlikeler görmezden gelinmezse dönüşüm gerçekleş
tiğinde sadece yatay bir değişimin gerçekleştiğini, dikey bir
değişimin gerçekleşmediğini görmek kolaylaşır. Kilo, boy
yani ebat ve hacim aynı kalmakta fakat metamorfoz tende
gerçekleşmektedir, insan oluşluktan hayvan oluşluğa kabuk
atılmaktadır. Bu yatay bir değişim anlamına gelmektedir. Ten
değişimi. Ten değişime uğrarken ruhun aynen kaldığı, ruhun
bir değişime uğramadığı, hasletlerin, güdülerin insancıllıktan
sıyrılmadığı gözlemlenir.
44
Biraz da Kafka'nın içinde yaşadığı dönemdeki modem
beden algılayışına göz atmakta fayda vardır. Dekadan çağda
modern beden algılayışı, klasik beden algılayışından farklı
lık arz etmektedir. İlkel toplumlann beden algısı, bedeni bir
ı itüel alanı, geleneğin serdedildiği bir aracı-mekân olarak de
ğerlendirmektedir. İlerleyen dönemlerde bedeni ebedi âleme
bir geçiş mekânı, basamak olarak gören bütün dini tarikatlar
ve pietist ekollerin de ortaya çıkmasıyla, beden politikaları iki
uç görüşte görülmeye başlanmıştır, insan doğduğunda bir
bedene sahip olduğundan ve bedeninden kurtulamadığın
dan dolayı, onu yanı başında taşımak, onu içsel algılarının,
düşüncelerinin, ideolojisinin elverdiği müddetçe şekillendir
mek insanın yine kendine kalan bir sorun olarak önümüzde
durur. İnsanın, içindeki nefsinin, egosunun boyunduruğu
ali ma girmemesi için bir nevi nefsin ve egonun (libido) dışa-
t ıda bir uzantısı gibi duran bedenin değersiz bir nesne olarak
görülmesi ve kutsallaştınlmaması durumudur bu. Perhizlerle
ve oruçlarla, insanın içindeki bu düşmanı ve doyum bilmez
ı anavarı susturmaya çalışmasının bir tezahürüdür. Bu içsel
mücadele ve savaşı, nefsin dış uzantısı olan bedene yansır.
İç ve dış, ister istemez pietist ekollerde ve tasavvuf düşünce
linde birbirine bağlantılıdır. Birbirinden ayrı düşünülemez.
(, llehanelerde kendi nefsini dizginlemeye çalışan zahitlerin,
çllehanların bedeni, ister istemez bu çilelerden nasibini alır.
!*,<• doğrudan bir giriş bulamadığınız için, onunla savaşımı
nıza dışardan başlamak durumundasınızdır. O yüzden ilkel
Inplumlardaki beden dövmeleri, acıyla bedenin örselenme-
•ıiııden oluşan garip çizim ve şekiller, beden yazımı ve bedene
»aı kıtılan aparatlar, onun içinde bir yerde saklı insanın gerçek
düşmanı olan o belirsiz şeye kininden kaynaklanır: Bedene
haddini bildirmek, bedenin her istediğini yerine getirmeme,
bedeni boyunduruk altına almakla birlikte aslında içteki o
ıırlsin, o iradenin boyunduruk altına alınması sağlanmak is
lenmekte, bunun için savaşım verilmektedir. Köstebek top-
ınğın çok derinlerindeyse, toprağın üstünde bir yerlere bir
45
şeyler sokmak, saplamak, orada tepinip gürültü oluşturarak
köstebeğin korkup kaçmasını sağlamakla aynıdır bu düşünce.
Köstebeğin çıkması ne kadar geç sürerse, beden o kadar peri
şan olur. Pietistlerin ya da bizim kültürde de kendilerini dün
yadan uzaklaştıran bütün inanmış münzevilerin bedenleriyle
giriştikleri mücadelede, onlara hükümferma olmak; onları
aşağılamak değil, onları sakinleştirmek; nefislerinin esiri değil,
nefislerinin kendi esirleri olmasını sağlamak; nefsin o doyum
suz arzu ve isteklerini sınırlamak ve ona bir terbiye vermek
ön plandadır. O yüzden zaten inzivaya çekilir insan. Çünkü
köy, kent, site, devlet, şehir toplumsalın ve toplumsalın ihtiyaç
duyduğu her şeyin bir akış alanıdır. Bir yerde insan varsa, o
yerde o insanların sonsuz ihtiyaçları vardır. Pazar vardır, üre-
tim-tüketim vardır. Dünyalık olarak değerlendirilen bir yığın
şey vardır. Dünyayı eğer bir gölgelik olarak görüyorsanız,
hedefinize gitme aşamasında bu gölgeliği kendinize ebedi bir
mesken kılamazsınız. O yüzden de inandığınız gerçek yerin
güzelliğini gölgeleyen dünyadan el etek çekilir, inzivaya çe
kilen yer, içinden kopulan yere göre daha primitif, daha ilkel,
daha basit ve insana daha fazla mal, mülk, eşya, arzu, heves,
meta aşılamayacak yer olmalıdır. Çoğu zaman bir mağara,
çoğu zaman toplumun yaşadığı yerden uzak bir uzletgâh,
bir mekân olur burası; çünkü nefis ve ego etrafında gördüğü
şeyleri daha çabuk ister ve onun büyüsüne kanar. îlkin nef
se ve egoya isteyebileceği, arzu edebileceği nesneleri göster
memek ve dünyalıklardan uzak tutmak gerekmektedir. Ego
çevresinde dünyalık meta göremeyince, gerçekleştirebileceği
arzu aparatlarım fark edemeyince, elindeki ile yetinmeye baş
lar. Rodeodaki yaban atların konumu gibidir bu durum da. At
yabanıldır, vahşidir, onu dizginlemek başlangıçta epey vakit
alır, ama bir zaman sonra yabanıl at sakinleşir. Toynaklanyla
sağa sola tekme atmayı bırakır ve dizgin altına alınır.
Ayaltı ve ayüstü âlemi kendine hedef seçen insanla
rın beden politikaları bu yüzden farklıdır. Bizans ve Roma
İmparatorluğu dönemlerinde, Tanrı'nın felaketini indirdiği
sapkın kavimlerin olduğu dönemlerde beden, şımartılan, şi
şirilen bir organ olarak değerlendirilir. Kusma makineleriyle
besin ve gıda açlıkları, doymayı sıfıra indirgeyip yeniden çat
layıncaya kadar yemek ve bulimia nervosa hastalarında da
görülen tekrar onları çıkarıp yeniden yemek yeme edimleri
bir toplumun sapkın beden politikasını açıkça gösterir. Carpe
diem (ya da bir anlamda onun tamamlayıcısı olan carpe no-
ctem’) düşünce doğrultusunda anı yaşamanın bilincini son
kerteye kadar götüren, günü yakalama sevincini içlerinde his
seden, dünyanın faniliği, insanın makro bir tat aparatı oluşlu-
ğu ve varlık duyargalarının sadece yeme, içme, dışkı üçgeni
ne indirgenmesi, buradan da hedonizmin sonsuz alanlarına
açılma dönemiyle; belki de bu zamanlarla eşzamanlı giden
pietist ekolün dünya nimetlerine fazla dalmamayı, insanın
başına gelen felaketlerin aşın şişkin mideden kaynaklandığı,
"midenin şerli bir kap"' oluşluğu düşüncesini savunan dö
nem arasmda dağlar kadar fark vardır. Ayüstü âleme değer
verenler ve gündelik hayatla yetinmek istemeyenler hemen
hemen her kültürde müdavimlerini bulmuştur ve memen-
to mori felsefesini savunmuşlardır. Memento mori, "ölümü
anımsa" anlamını taşımaktadır ve "gününü gün etmenin"
ölümü ertelemeyeceğini, ölüm için belki hazırlık yapmak ge
rektiğini, arzu ve heves kıskacında ömrün tüketilemeyeceği-
ni savunur; carpe diem düşünce doğrultusunda keyif çatılan
anlardan silkinip ölümü hatırlamanın ve ona göre de hazırlık
yapmak gerektiğinin altını çizer. Carpe diem felsefe, ne kadar
arzuyu gerçekleştirme bağlammda bedene sınırsız genişleme
gücü verir ve onu şımartırsa, bedene toleransı ve onun istek
lerine kredisi ne kadar genişse; memento mori düşüncesi be
denin istediklerini en azından carpe diem düşüncesinin arzu
47
sınırlan doğrultusunda gerçekleştirmeyi bir o kadar uygun
görmez. Ölümü az hatırlama ve bedeni ona göre hazırlamay
la, bedene karşı girişilen mücadelede ölüme aşın hazırlanma
ve bedene taviz vermeme, onu teskin etme, onu acı veren
aparatlarla biçimsizleştirme ve bedeni hor kullanma sadece
ortaçağ döneminde değil, günümüzde bile insanların gidip
geldikleri fikirler olarak varlıklarım sürdürürler. Kafka'nın
hikâyelerinde bedenin reddedilişi, memento mori düşüncesi
kapsamında agnostiklerin inancına yaklaşır. Beden lağvedi
lir. Beden aşağılanır, ruhu örttüğü, ruhun iyiliklerini görün
mez kıldığı, "etin, kötü bir tanrı tarafından insanlığı iyi bir
tanrının hükmettiği, hayal edilemeyecek kadar uzak olan
saflık dünyasma yabancılaştırmak için yaratılmış nefret dolu,
aşağılık duyular dünyasma ait olduğu yönündeki inanışı ha
tırlatır".17
Ritchie Robertson, "Kafka" adlı biyografisinde, Kafka'nın
"Değişim" adlı uzun hikâyesini irdelerken, Samsa'nın beden
olarak bir böceğe dönüştüğüne ve fakat akıl olarak insan kal
dığına, akıl olarak hiç değişim geçirmediğine dikkat çeker ve
modem dönemdeki beden algısını şu şekilde izah eder:
17 Ritchie Robertson, Kafka, Dost Yayınlan, (Elif Böke çevirisi), Ankara 2007,
s.90
48
netvari kitabında (1884), akıl veya zekâ olarak bilinen yetinin yal
nızca bedenin içinde ikamet eden büyük, içgüdüsel zekânın küçük
bir parçası olduğunu belirtiyordu.18
49
Ne var ki, Kafka'nın paylaştığı modem duyarlılık bedenin
ölümünü kabul etmekle kalmaz; bunu yaparak aynı zamanda be
denin hayatında yeni bir değer yargısı bulur. Kafka'nın çağdaşla
rının çoğu 19. yüzyılın bedeni kat kat giysiler altına saklayıp biçi
mini korseyle bozma yönündeki eğilimine karşı çıkıyordu. Onlar
çıplak bedenin dürüst ve utanmaz kabulünün samimi ve doğal
olduğunu savunuyorlardı. Yunan heykellerinin çıplaklığı müzele
re hapsedilmemeli ve her ne kadar modem vücut mermer beyazlı
ğına değil güneşin verdiği bronzluğa sahip olmalıysa da, modem
insanın pratik ideali olmalıydı. Çıplak yaşama öğretisi, yalnızca
sınırlı alanlarda mümkün olsa da, sağlıklı yaşamın en yüksek for
mu olarak sunuluyordu. Reformcular ayrıca bedenin nefes alma
sına izin veren pratik ve rahat kıyafetler giyilmesini öneriyor ve
insanları sağlığa zararlı şehirlerden kaçıp (Kafka'nın kız kardeşi
Elli'nin oğlunu modem bir okula yollamayı düşündüğü) Dresden
yakınlarındaki Hellerau gibi özel olarak tasarlanmış bahçe banli
yölerine gitmeye teşvik ediyorlardı. Doğal olana duyulan merak
VVandervogel hareketine de ilham verdi ve bunun sonucunda bin
lerce genç erkek ve kadın Almanya'yı yürüyerek geçip açık havada
uyudu. Kafka'nın kendisi de kayıkla dolaşmaya, yüzmeye ve uzun
yürüyüşler yapmaya bayılırdı.20
20 A.g.e., s.68-70
50
gili gördüğü rüyaları sevgililerine yazdığı mektuplarda nasıl
dillendirdiğini şu şekilde anlatır:
Kafka'nın durumunda ise, fiziksel aktivite onun bedeni
ni sıkıntısız bir şekilde kabul ettiğinin göstergesi değildir. Bu zıt
duygulardan oluşan derin bir karmaşanın sadece bir yönüdür.
Bu karmaşanın diğer bir yönü ise günlüğünde, güçsüz bedeninin
kan pompalayamayacağı kadar uzun olduğundan korktuğu zayıf,
sağlıksız bedeniyle ilgili bitmek bilmeyen şikâyetlerde ifade bulur.
Dehşet uyandıran bazı günlük yazılarında bedenine korkunç bir
ceza uyguladığını hayal eder. 4 Mayıs 1913'te kontrolden çıkmış
bir şekilde, eti şeritler halinde doğrayan dairesel bir bıçağın bede
nini hızla dilimlere ayırdığını hayal eder. Eylül 1920'de Milena'ya
yazdığı bir mektupta, bağlı haldeki ellerinden ve ayaklarından be
deni yırtılıp ayrılacak gibi iki uca çekilen bir erkek resmi çizmişti.
Kafka'ya göre beden sağlıklı bir yaşam sayesinde kurtuluşa ulaşır,
ama aynı zamanda cezanın da en ulu mekânıdır.21
Kafka'nm eserlerinde pornografi nerdeyse hiç görülmez.
Erotizmi ve cinselliği, bedenin cinselliğe sarkan aşın arzuları
nı örtmeye, gizlemeye ve onu edebi bir şekilde işlemeye çaba
sarf eder. Bu konuda eserlerinde ve roman poetikası bağla
nımda Henry Miller, Vladimir Nabokov gibi çoğu yazarlardan
daha terbiyeli gözükür. Ama Robertson'un da dikkat çektiği
gibi Kafka'nın figürlerinin bedenlerinde cinsiyet yükü açıkça
görülür". Bastırılmış cinselliğin, birkaç romanda dudak du
dağa öpüşmeye varması bir yana, ancak psikanalitik çözüm
lemeler yardımıyla metnin şifresi kırılarak, kodların anlam
lan sökümlenerek bastınlmış bu cinsel unsurlar gün yüzüne
çıkanlabilir. Kafka her ne kadar psikanalize inanmasa da, her
şeyden önce bir insan olduğundan ve bir arzuya, libidinal bir
21 A.g.e.s, 75
* "Kafkaesk Anorexia" (Franz Kafka'da Açlık Bilinci ve Kültürü) adlı kitabı
mızı bitirip, ilk baskısının tashihini yaptığımız günlerde, Alman ve Türk hası
rımda kimi gazetelere göre Kafka'nın pornografik fotoğrafları, kimisine göre de
Kafka'nın, iyi bir gazete okuru olduğu için o dönemde moda olan ve gazetelerde
yayınlanan pornografik içerikli, nüdist illüstrasyonları topladığı haberi yer al
maktaydı.
51
enerjiye sahip olduğundan; babası kadar sağlıklı bir evlilik
geçirememişse de kızlara merakı ve gerçek hayatta da çapkm
oluşundan; öteki türe merakı ve heteroseksüelliğinden şüphe
olmaması gerekir. Robertson bu yüzden, Kafka'nın eserlerin
de, "Cinsiyet Yüklü Bedenler"22 başlığı altında, onun eserle
rindeki figürlerin cinsel kazısını yapar. Bedenlerin içinde cin
sel arzu vardır ve ister doğrudan isterse dolaysız bir vaziyette
bu Kafka'nın hemen hemen çoğu eserinde gün yüzüne çıkar.
Fakat "Kafka'da pornografik yazım tarzı vardır" demek, ona
haksızlık yapmak olur. Kafka, iki kişi arasında mahrem olan
cinselliğin manik bir hal aldığı durumu yazıya geçirmeme
düşüncesindedir ve bunu yazı politikası bilir.
İster "sıradan bir yaşama duyulan hoşnutsuzluktan"
olsun, isterse de "aşırı duyarlı sanatçı vicdanının dayattığı
bir kendine karşı çıkma"23 durumu olsun, Robertson'un da
metninde dillendirdiği gibi "Açlık, Kafka'nın imgelemin te
melini oluşturur. Fiziksel dünyadan vazgeçip muhtemelen
ruhsal bir dünyaya adım atma aracı olarak Kafka'yı büyüle
yen aç kalma fikri, aynı zamanda onun kuşkuculuğunu da
harekete geçirmiştir."24 Her şeyiyle dünyevi zevk bağlamın
da, ya da carpe diem düşünce doğrultusunda Kafka ete, tene,
bedene değer vermiş olsaydı, o zaman vejetaryen olmazdı.
Herkes gibi iştahla eti yerdi. Fakat Kafka'nın etle başka bir
derdi vardır. Kafka'da et, varlığın sıkışık kaldığı ve bir an
lamda da yaşamını idame ettirmesi gereken bir yer, sıkışık
bir varlık aurası olduğundan etin gnostik reddine de gidil
mez. Ete, bedene bakılır. Ona besin vermeme akla getirilmez.
Elbette kendi etine, bedenine besin verir. Hele hastalandığı
dönemlerde ölüm korkusunun da iyice artmasıyla ailesin
den, kız kardeşlerinden akciğer hastalan için iyi olan ve şifa
bulmasını hızlandıran besinleri (tereyağı örneğin) yalvara
53
1. Anorexia'nm Tanımı ve Tarihsel Gelişimi
54
gi spor branşı olursa olsun, yukarıda sözü edilen branşlar
anorexik tehlike içermektedir ve zayıflıktan ölme riskini de
beraberinde taşımaktadır.
Bedenlerden örnekler
55
"Anorexia nervosa" hastalığı, tıpta, normaldışılıklar
psikolojisinde ve psikanalizde onunla beraber zikredilen
"bulimia nervosa"yla birlikte yeme bozukluğu hastalığıdır.
"Anorexia nervosa" yeme bozukluğu, ciddi bir beslenme has
talığı iken ve ölümcül tehlikeleri içinde barındırırken, anorexik
hastalarm bedenlerine besin göndermeme, besinden iğrenme
ve ruhsal durumları da pek iyi bir durum arz etmediğinden,
bu hastalarm çoğunda anorexiayla birlikte histeri ya da şizof
reni birlikte yürür ve kendilerini şişman biri olarak görürler.
Bu hastalarm bedenleri, Nazi kamplarında domine edilmiş ve
anorexik hale itilmiş Yahudiler gibi, toplama kamplarındaki
aşırı zayıf insanlara; Afrika'da besin bulamadıklarından aşırı
zayıf, kemikleri sayılabilen, derinin incelebileceği kadar in
celdiği ve iskeletin bir ölüm tehlikesi gibi kendini gösterdiği
bedenlere benzemesine rağmen, bu hastalar kendilerini ayna
karşısmda hâlâ şişman görürler. Bedenlerinde hâlâ fazla kilo
larının olduğunu söylerler. Anorexia nervosa hastalığına ge
nelde erkeklerin değil de kadınların yakalanması, bu hastalığı
bir kadın hastalığına doğru çekmişse de, genelde ergen yaş
lardaki kız çocuklarında görülen bu hastalık zannedildiğinin
aksine erkeklerde de görülebilir. Kız çocuklarının, kadınların
bedenlerine erkeklerden daha fazla baktıkları ve beğenilme
arzusu erkeklerle kadınlar karşılaştırıldığında kadınlarda
daha fazla olduğundan dolayı, ergenliğe giren kız çocukla
rının kendi bedenlerinin dönüşümlerinde karşılaştıkları güç
lüklerin de bu hastalıkta payı olduğu söylenebilir. Genelde
babalarıyla değil de anneleriyle sorunları olan kızların be
denlerini cezalandırdıkları ve annelerine, ebeveynlerine kız
dıkları için bunun tüm açışım ruhsal bağlamda bedenlerine
besin göndermemekle, onu aç tutmakla, ona yemek verme
mekle bir anlamda "protestoya" gittikleri şeklinde yorulabilir
bu durum. Cezanın acımasız mekânı ve gösteri alanı haline
gelen anorexik beden, diğerinin kendini görüp üzülmesi için
adeta apaçık bir gösterge konumunu alır. İntihar eden kişi
nin kendi ölü bedenini görüp de üzülmelerini istedikleri ki
56
şilere yine kendi ölü bedeniyle verdiği mesaj neyse, anorexik
hastanın da bir anlamda annesi ya da babası ile sorunlarını
kendi bedenini aç bırakarak çözdüğü rahatlıkla söylenebilir.
Bu tespitin doğru olduğu Franz Kafka'nın kendi yaşantısıyla
da kanıtlanabilir. Kafka, "Babama Mektup" adlı metninde,
babasının sofra başında tüm aileyle yemek yediği anda, ken
dilerine yasakladığı her şeyin yine kendisi tarafından dikkat
sizce çiğnenmesini kmar ve ona kin kusar. Babasınm öğünleri
terbiyesizce yediği ve kendisini, kız kardeşlerini terbiyeye,
sofra adabına riayet etmesi için uyarmasını anlamlı bulmaz.
Hatta babasma kızgınlığından ve bir tepki davranışı olarak
da, onun hayatta tek oğlu olarak kendi bedenine bakmaz. Et
yemek ve sağlıklı biri olmak yerine eti reddedip vejetaryen
olur. Babasınm bir anlamda soyunu sürdüreceği önemli biri
ve evin tek oğlu oluştuğuyla kendine aşın dikkat edilmesini,
bedenine ebeveynlerinin bir baskısı olarak niteler. Bu sevgi
baskısmı kaldıramaz. Bunun ebeveyn sevgisi altında çocuğa
edilmiş bir zulüm, ebeveynin çocuğa bir anlamda tiranlığı
olduğu söylenir.25 Kafka, kendisinden sonra doğmuş ama
yaşama fırsatı bulamamış iki erkek kardeşten sonra hayatta
kalabilmiş tek oğul, Kafka soyadının bir anlamda biricik va
risidir. Baba elbette Kafka'yı sever. Kafka kendisine verilen
aşırı değerin ve fazla sevilmenin, bedeni üzerine fazla titizce
davranılmanın ve bir türlü kendi başına bırakılmamanın hüz
nünü yaşar. Hep anne-baba müşahedesi altında olmanın ve
onların yanı başmda yaşamış olmanın acısını içinde çekmiş,
kendi ayaklan üzerinde duramamanın ezikliğini yaşamıştır.
Gustav Janouch'la yaptığı rutin bir gezi sırasında yollan ba
basının mağazasma doğru ilerler, hava da iyice kapanmaya
doğru ilerlediğinden Hermann Kafka, Kafka'yı mağazanın
önünde görür ve ona eve gitmesini, üşüteceğini, hastalana
cağını, havanın kapandığım dillendirerek Kafka'yı düşündü
25 Gustav Janoach, Kafka ile Söyleşiler, Cem Yayınevi, (Kâmuran Şipal çeviri
si), İstanbul 2000, s.22
57
ğünü, onun hastalanmaması için kaygılandığım açığa vurur.
Kafka ise yanındaki Gustav'a babasının bu uyarısının özde iyi
olduğunu ama aslmda bir emirden, bir baskıdan öte bir şey
olmadığım dillendirir:
26 A.g.e., s.22
58
Yukarıdaki alıntıda da görüldüğü gibi Kafka, babaların
çocuklarını düşünüyor gibi yaptıklan ama aslında onları ti-
ranize ettiklerini söylemektedir. Kafka babasının kendisine
gösterdiği oğul sevgisi ister olumlu isterse olumsuz yorum
lasın, bütün olarak bakıldığında babanın Kafka'daki yeri pek
olumlu yönde değildir. Bu yüzden çoğu anorexik hastalar
gibi Kafka da 'Kafka' admm bir müdavimi, babasının gelecek
nesillere adını duyurmasında bir köprü olarak kendi varlık
alanını yıkarak, bu köprü görevini üstlenmeyerek, bedenine
bakmamış, yer yer bedenini hor görmüştür. 'Bedenini hor
görmek' demek, binlerce yemek çeşidinden eti yememek ya
da herhangi bir yemeği yememek olarak algılanmamalıdır.
'Bedeni hor görmek' demek, kendi çirkin bedeninin de zaten
babasından kendisine aktanlmış olduğu ve ruhu üzerinde
geçirdiği iğrenç bir ten kıyafeti olduğundan, zaten barışık
olmadığı bedenini yıpratarak, ona zulmederek, ona hak et
tiği insancıl muameleleri reva görmeyerek, her bedenin arzu
ettiği ve dilediği yaşam şeklini kendisinde vermeyerek, onu
inceltmek ve hasta kılmak şeklinde tezahür eder. İşi gereği
gündüz çalışamadığı ve mayasında, genlerinde de yazarlık
olduğundan, yazma yoluyla babasmdan farklı olabildiği ve
varlığını o şekilde sonsuz açabildiğinden geceleri uzatmayı
dener. Bedenini uykusuz bırakmaya alışır, onun huzurunu
sağlayacak uykuyu ve şenlikli beden oluşluluğu bedene çok
görerek ve onu aşın zorlayarak onu hor kullanır. Anorexik
hastalarda görülen anne-kız silsilesi, Kafka'da nasıl baba-oğul
durumuna kaydığı böylece açık olarak görülebilir. Kafka, ba
bayı kendi bedeninde cezalandırır. Onun iri kıyım bedenine
yaklaşamadığından, onun güçlü bedenine söz geçiremediğin-
den kendi resesif bedeni üzerinden bir hesaplaşmaya girerek,
babanın dominant bedenine mesajlar gönderir.
Anorexia nervosa ile bulimia nervosa arasındaki açık
fark, sinirsel temele dayanan bu hastalıklarda bulimia ner-
vosanın sınırsız yemek yiyebildiği, yemek yeme hususunda
bir sorunu olmadığı, tıka basa her çeşitten tattığı bir durumla
59
açıklanabilir. Damak zevkinin o kısa vadeli zevkini aldıktan
sonra, beden midede bu alman gıdaları hazmetme aşamasına
geçmeden, bu evreden çok önceleri bulimia hastasmın yedik
lerini korkuyla geri çıkarılır. Mideye karşı yapılan bu hileli
davranış, mideyi ve tat mekanizmasmı oyuna getirme hare
keti, bedenine çok değer veren ve kilo almaktan korkan, ideal
kiloyu yedikleri yüzünden aşacağım hisseden çoğu manken
lerde ve aktrislerde görülür. Modem zamanlarm ideal kilo
ölçüleri ile besinlerini alan bu türde hastalar bu şekilde dav
ranarak kendilerine zarar vermekte ve bu eylemleriyle sade
ce sağlıklı beslenmelerine değil midelerine, soluk borusuna,
solunum yollarına da zarar vermektedirler. Bulimia nervosa
hastalarının başlangıç aşamasında sözde iştahlan dakikalık
bir doyma işlemini içerir, anorexia nervosa ise bulimia has
tasının yine cesaretle ağzına aldığı, gırtlağına temas ettirdiği,
yutağından aşağı midesine indirdiği bu aşamaları yapmayı
topyekûn reddeder. Bedene karşı erdemli davranmada buli
mia hastalarının daha üçkâğıtçı bir tavır sergiledikleri, yine
anorexia hastalarının en azından bedenlerini dolandırmadık-
lannı, onlara yemeği gösterip vermediklerini görme durumu
açıktır. Pavlov'un, köpeklerine eti gösterip de vermeyerek
onlara çektirdiği eziyet, bulimia nervosa hastalarmda tam
anlamını bulur. Mideye kadar besinleri indirip, sonra onları
kusma yoluyla geri çıkarma ve bunu daimi bir şekilde yap
ma, ilerde daha kötü hastalıkların da müjdecisidir. Anorexia
hastası yemek politikasında bir değişiklik yapmadığı ve işi
kökten halledip çoğu besini yemek cetvelinden çıkardığı için,
bedenin beklentileri de günden güne azalmakta ve en azın
dan besinlerin gelmeyeceği hususunda zihin tarafından oyu
na getirilmemektedir.
Nursel Oral, "Yeme Tutum Bozukluğu ile Kişilerarası
Şemalar, Bağlanma Stilleri, Kişilerarası İlişki Tarzları ve Öfke
Arasındaki İlişkilerin incelenmesi" adlı basılmamış doktora
tezinde anorexia nervosa ve bulimia nervosa arasındaki iliş
kiyi şöyle dillendirir:
60
AN'da (anorexia nervosa A.S.) hastanın yemeği reddetmesi,
aşın derecede kilo kaybı ve zayıflık söz konusudur. Buna karşın
beden imgesindeki bozulmaya bağlı olarak hasta gene de kendi
sini şişman olarak algılar. BN (bulimia nervosa A.S.) ise nöbetler
şeklinde aşın yemek yeme davranışıyla kendini gösteren bir yeme
bozukluğudur. Bu bozuklukta da hasta sürekli olarak beden imge
siyle zihinsel bir uğraşı içinde iken, aşırı yeme durumunda kont
rolü kaybettiğinin farkındadır ve bunu telafiye yönelik davranış
lar geliştirir, istemli, istemsiz kusma, diüretik ve laksatif kötüye
kullanımı, aşın bedensel egzersiz yapmak gibi. Bulimiyanın özel
liği tıkanırcasına yemedir. Tıkanırcasma yeme, büyük miktarlarda
yiyeceğin hızla yenmesi periyodudur. Genellikle gizli yapılır ve
saatlerce sürebilir. Çoğunlukla güçlü bir iştahın sonucu olmaktan
çok yoğun duygusal yaşantılara (stres, yalnızlık, depresyon ya da
kızgınlık gibi) karşı bir tepkidir (Muuss, 1986). Her iki bozukluk
da, özellikle AN, genellikle ergenlik döneminde, %l-3 oranın
da başlayan bozukluklardır. Erişkinlikte izlenmeleri de olasıdır.
Bununla beraber BN daha çok genç erişkinlik döneminde ortaya
çıkabilmektedir (Canat, 2000). Bu iki bozukluğun ortak özelliği be
den imgesinde değişiklik göstermeleridir.27
61
inektedir. Çin yemekleri, Tayvan yemekleri, Japon mutfağı,
türlü türlü özel yemek, hazır yemekler, dondurulmuş yemek
kültürü ve çeşitlikleri, dondurulmuş besin zinciri v.s. her şey
milenyum insanının damak zevki için çalışırken, mankenle
rin ve aktrislerin eski dönemlerde de görülen ve o zamanlar
da bu insanların kaygısı gibi dünyevi olmayan, daha metafi
zik! nedenlere dayanan açlıklarını sürdürmeleri ve bunu bir
politika bilmeleri, bu hususta mücadele vermeleri bilinçli bir
olguysa, bu büyük bir sabır gerekmektedir. Bu bilinçsiz ve
hastalıklı bir halse ki anorexia ve bulimia nervosanın bir si
nirsel hastalık, bir yeme bozukluğu olduğunu dillendirdik ve
bunların kökensel uzantılarının histeri deneylerinden günü
müze kadar tanımlanarak ve üzerinde düşünülerek bu şekil
de adlandırıldıktan ve gerçek hayatımızda da ne yazık ki yer
aldığını görmekteyiz.
10. yüzyılda Margarete von Ungam'ın (Macaristanlı
Margarete) vakası, anorexia nervosa bilgisi olarak erken dö
nemlere kaydedilebilir. 20. yüzyılda bir ermiş, kutsal kadın
kategorisine alman Margerete von Ungam'ın hikâyesi de
böylece gün yüzüne çıkmış sayılır. Margarete von Ûngam,
Macaristan'ın kralı IV. Bela'nın kızı olarak tarihe geçmiştir.
Kendisi bir manastırda büyümüştür. Babası onu biriyle evlen
dirmek istediğinde ona tepki olarak içe kapanmış ve bedenini
cezalandırmaya başlamıştır. Anorexia hastalarının gösterdiği
bütün bulgulan o dönemlerde kendi bedeninde gerçekleştir
miştir. Yemeği reddetme, uzun süreli oruçlar, aşırı uykusuz
luk ve uyuyamama hali, buna rağmen çalışmaya devam etme,
bedenle girişilen sınavın önemini oluşturmaktadır.
Çok genç yaşlarda ölmesi de (26), güçsüz kalan bedenin
artık bu aşırı tempoya ayak uyduramaması olarak yorumla
nabilir. Ortaçağda da dini düşüncenin dünyaya etki etmesi
ile memento mori'nin egemenliğiyle insanlar dünya nimet
lerinden el etek çekip, kendi bedenlerini arındırma sürecine
girmişler, bunun için genç kızlar, kadınlar, başlangıçta ermiş
kadm, "sufi", "derviş" olarak görülmeseler de, sonradan aç
62
lıktan ölüme kadar sürdürdükleri kararlı davranışları, içsel
temizlenme ve arınma süreçlerini nihai aşamaya kadar getir
diklerinden, dinler ve tıp tarihinde hak ettiği yerleri almışlar
dır.
Nursel Oral, daha önce de kendisinden söz ettiğimiz
"Yeme Tutum Bozukluğu ile Kişilerarası Şemalar, Bağlanma
Stilleri, Kişilerarası İlişki Tarzları ve Öfke Arasındaki
İlişkilerin İncelenmesi" adlı basılmamış doktora tezinde, ano-
rexia nervosa'nın tarihini 16. yüzyıla dek götürür:
28 A.g.e., s.9
63
zetmiştir. Parry-Jones 1989'da, 19. yüzyılda görülen klorizisin 20.
yüzyıl anorexia nervosasına eşdeğer olduğunu ileri sürmüştür.
1873'de Fransa'da Charles Lasegue iştah ve histeri ilişkisinden yola
çıkarak "hysterical anorexia"dan, 1874'te ise VVilliam Gull ilk kez
anorexia nervosa terimini kullanarak, ruhsal nedenlere bağlı olan
iştahsızlıktan söz etmiştir. Lasegue ve Gull, bu hastalıktan ailenin
de sorumlu olduğuna inanmaktaydılar (Kuruoğlu ve Ankan)29
29 A.g.e., s.10
30 Patricia Bourcillier, Magersucht und Androgynnie -öder der VVunsch, die
Geschlechter zu vereinen-, Steinhaeuser Verlag, s.24
31 A.g.e.,s.24
64
kalmadığından dolayı da kendisini uykuya adayarak vefat
eder. Gnostik düşüncede de benzerliğini bulan ve açlığın
kutsallaştırılması ile metafiziğe açılan bütün yolların bedenin
gündelik arzusu ve dünya istencinin azaltılmasında olduğu
söylenebilir. Bu düşünceyle bedeninin isteklerini iyice azal
tıp, onunla bir mücadeleye giren, onu demirlere bağlayıp, bir
keşiş gibi, dünyadan elini eteğini topyekûn çekip genç yaşlar
da ölür Katherina von Siena.32
32 A.g.e., s.25
65
17. yüzyılda yaşayan kadın mistikler batıda dini veci
belerini yaşamada ve erkekler gibi sorun perhiz, açlık ya da
orucun uç noktada sürdürülme eylemiyse, ruhunu arıtma ve
bedenini dünyevi arzulardan uzak tutmada, ruhunu inan
dıkları tanrıya adamada daha önceki dönemlerde yaşayan
kadınlardan daha avantajlıdır ve az sorunlarla karşılaşmış
lardır. Elbette batı tarihinde, Kıta Avrupası'nın 9. yüzyıldan
milenyum dönemine kadar sarkan süresi içinde, ister iste
mez her çağda inanan, inancına saygılı, saf bir tanrı inancını
içinde taşıyan, bunu normal bir inanç evresi içinde bırakan
kadınlarla, bunu her çağda aşırılaşhran ve radikal inanma
eylemlerine giren kadınlar olmuştur. 17. yüzyıl kadınları
Patricia Bourcillier'in de dikkat çektiği gibi bu inançlarını
radikalleştirmede ve perhizlerini, oruçlarım, anorexik dav
ranışlarını aşınlaştırdıklarında hiçbir sorunla ya da az so
runla karşılaşırken; 12. ve daha sonra devam eden yüzyıllar
da bir kadının erkekten daha fazla bu formatta bir etkinliğe
katılması hor görülürdü. Kadın inancına sadık bir şekilde,
perhizi aşırılaştırmak ve tanrıya inancını uç noktalara taşı
ma isteğinde olsa bile, bu o dönem toplumu tarafından ka
bul görmez ve ya cadı ya da gösteriş düşkünü biri olarak de
ğerlendirilirdi. Kadının iyi niyetliliğine inanılmaz, kadının
kutsal dini kullanan ve bundan uhrevi çıkar sağlamaya ça
lışan bir şarlatan olduğu hesaba katılırdı. Cezai uygulama
lar da bu doğrultuda olur, inancını uç noktada perhiz ya da
münzevinin gerektirdiği uzletin ön gördüğü bütün gerçek
liğiyle yapanlar çarmıhı, asılmayı, yanarak öldürülmeyi de
bu işin bir gereği olarak algılarlardı. Michel de Corteau'ya
göre 17. yüzyılda kendi perhizkârlıklarını ve anorexialarını
erkek egemen topluma bir bayan olarak kabul ettiren mis
tik kadınlar şunlardır: 17. yüzyılda, Agnes von Jesus; 19.
yüzyılda Louise Lateua; 20. yüzyılda, Therese Neumann,
Marthe Robin.33
33 A.g.e., s.27
66
Patricia Bourcillier, "Açlık ve Androjeni" adlı kitabında, 1686
yılında yani 17. yüzyılda Ingiliz Bayan Duke adında bir ka
dından söz eder. Bu kadın henüz yirmi yaşındadır ve iştah
sızlık, çok az yemek yediği zaman da onları hazmedemediği
sorunuyla doktoru ziyaret eder. Richard Morton adlı doktor,
aşın anorexik durum arz eden kadının
iki seneden beri aylık kanamalarının
da olmadığını, bedeninin bir anlamda
iflas ettiğini, organizmasının çöktüğü
nü ve yaşamsal verilerinin ağır ağır
yittiğini gözlemler. Doktor ömründe
bu kadar cılız ve zayıf birini görmedi
ğini, belki de yaşamı boyunca doktor
olduğu dönemler göz önüne alındı
ğında tüm hastalar içinde bunun gibi
zayıf birini bir daha da görmeyeceğini dillendirir. Zaten dok
tora gelip tedavi olmak istediğini bildirdikten üç ay sonra
Bayan Duke yine gündelik işlerini kesmediğinden ve çalışma
sına da devam ettiğinden ölür. Morton'un hastasma tanısı
"nevrotik akciğer veremi"dir. Bayan Duke'un akciğer vere
minin son aşamasına varmasından dolayı öldüğünü tanılar.
67
Anorexia nervosa'nın günümüzde
tam tanımını almadan önce, ilk
doktor tanılarıdır bunlar. Morton,
sadece anorexia nervosa'nın -tam
da günümüz tanısına denk düşme
se de- tanısını yapmamış, demir
eksikliğinden kaynaklanan kansız
lığı, melankolik ve hipokondrik ki
şiliğin iştahsızlığım da birbirinden
ayrı deneylere tabii tutarak tanılar
da bulunmuştur.34
Bourcillier, anorexianm ger
çek tarihinin asıl bu eylemden iki
yüz yıl sonra gerçek anlamıyla
başladığını, Ingiliz doktor Gull'un
(1868-1874) ve Fransız doktor Lasegue'nun (1873) "anorexia
nervosa" ve "histerik anorexia" tanılarının birbirine yakın
zamanda yakm bir tam olarak tıp ve psikanalitik literatüre
geçtiğini dillendirir, iki hekim de bu hastalığın psikopatolo
jik faktörlere dayandığını savunurlar. Lasegue'nun özellikle
hastalığın sağaltımı aşamasında hastanın ailesiyle sıkı diyalo
gunu sağlama düşüncesi, günümüzde de bir ortak aile terapi
si formunda etkinliğini sürdürmektedir.35
Londralı bir doktor olan Richard Morton'un tıbbi an
lamda anorexia nervosa hastalığını 17. yüzyılda bir ergenlik
hastalığı olarak tespit etmesinden sonra, Charles Lasegue ve
Sir VVilliam Gull da ilerleyen zamanlarda bu hastalığa dik
kat çekmiş ve onu araştırmışlardır. Anorexia nervosa'nın
Mortenyen "nervous consumption" olarak tespitinden, bu
hastalığın "apepsia hysterica"dan farklılıkları ve benzerlik
leri; "anorexia hysterica"dan farklılıkları da araştırılmıştır.
Morton, bu hastalığı daha çok iştah bozukluğu olarak gös
34 A.g.e., s.30
35 A.g.e., s.30
68
teren, kabızlıkla ön plana çıkan, kaşeksik belirtiler olan bir
ergenlik hastalığı olarak tanımlarken; Gull, bu hastalığın
apepsia hysterica'dan farklılığını ortaya koyan yazıları ka
leme almış; Lasegue da aynı hastalığa "anorexia hysterica"
adını koymuştur. Janet, daha sonra bu hastalığa hipokondrik
ve depresif semptomları da eklemiştir. Freud'un yeme bo
zuklukları olarak gördüğü anorexia nervosa hastalığını daha
ziyade melankolik tavırlara örtüştürdüğü gözden kaçmaz.
İştah kaybmı, libidinal cinsel kayıpla da ilişkilendiren Freud,
bu hastalığı yaşadığı dönemlerde ilgi alanından çıkarmamış
tır. 20. yüzyılın başlangıçlarına doğru Simmond da, anorexia
nervosa üzerine düşünmüş ve bu hastalığı psikopatolojik
alanda ele almaya çalışmıştır. Uygulamaları zamanında dik
kat çekmişse de, sonraları unutuluşa terk edilmiştir. 19301u
yıllardan sonra Bruch'un psikopatolojik çözümlemelerinde
daha ziyade dikkat çeken yemek bozukluklarında bedensel
imgenin bozulması, açlık ve tokluk bilincinin hele de duygu
durumlarının bozulması; insanın kendi çaresizliğinin bilin
cinde olması ilkeleri günümüze kadar anorexia nervosa'nın
belirtileri olarak psikoloji tarihine geçmiştir. Anorexia ner-
vosa'nın tarihsel olarak ele almması ve farklı bilim adamları
tarafından bulgulanıp, bir kavram olarak tanımlanmaya ça
lışılması milenyum çağında net tanımlara varmış görünmek
tedir. Bu tanımlar doğrultusunda hatta bulimia nervosa'dan
bile tanım olarak ayrılmıştır.
Nursel Oral, anorexia nervosa hastalığının 20. yüzyıldaki
seyrine ilişkin de doktora çalışmasında şunları söylemekte
dir:
1908'de Pierre Janet bu hastaların karşı koymaya çalıştıktan
aşın iştahlanndan, kilo alma korkularından ve cinselliğin inkâr
edilmesinden söz etmiştir. Janet burada amacın maskülinite ka
zanmak değil, cinsiyetsiz olabilmek olduğunu belirtmiştir. 1909'da
Andre Thomas AN'yı bir sendrom olarak tanımlamıştır. Bu dö
nemden sonra hastalığa "Simmond's Cachexia" adı verilmiştir. I.
Dünya Savaşından sonra ise bu olgular farklı yapıları olan somatik
hastalıklar grubunda incelenmiştir. 1914'ten sonra kötü beslenme-
69
nin (malnutrisyon) tanımlanmasıyla, hastalığın endokrinolojik kö
keni olabileceği düşünülmüş ve 1950lere kadar bu hastalar dâhili
servislerde izlenmiştir. II. Dünya savaşı yıllarından sonra ise psi-
kosomatik hastalıklara artan ilgi nedeniyle, AN da bu hastalıklara
dâhil edilmiştir. Psikiyatrik bir bozukluk olarak kabul edilmesi ise
ancak son otuz yıl içinde mümkün olabilmiştir.36
70
Foucault'nun modem döneme kadar kapatılmanın tari
hini çıkardığı ve orada ortaçağda delilere yapılan muameleler
göz önüne alınacak olursa, delilerin akıl egemen toplumda
sağaltımı yolunda akla gelmedik uygulamalarla, terapi sü
recine alınmak yerine onlara yanlış inanç ve batıl itikat doğ
rultusunda zulmedilmesi eylemi, bugün milenyum çağında
anorexik hastalara uygulanan kapatılma eylemleri ile aynıdır
kanaatindeyiz. Anorexik hasta gönüllü ya da ailesinin zoruy
la anorexiayla savaşan ve onu yenmeyi kendine hedef saymış
kuruluşlara gitmektedir. Elbette buraya aile ya da bireyin ya
şama hakkına inanan devlet zoruyla değil de, kendi iradesiyle
gitmesi çok önemlidir. Çünkü artık anorexik hastalığı yenmek
için arzu içten gelirse, sağlıklı oluşluğa ve kilo alma eylemine,
ölümden uzaklaşma, ölümün sınırlarından ıraklaşma eylemi
ne çok daha rahat yaklaşılmaktadır. Kişinin kendi isteği bu
aşamada önemlidir. Fakat epeyce uzun vadeli kürlerin alın
dığı, içinde insana yaşama enerjisi, spor, etkinliklerin ve iştah
açıcı yemeklerin bir ritüel halinde sunulduğu ve yapılması
rica edildiği yerlerde hasta aldığı her kiloyla ve iyileşmeye
her adım attığında bunda ödüllendirmeler alır. Belki birkaç
kiloyla ailesini görme, sevdiği besine kavuşmaya sahip olur.
Her ne kadar bu ödüllendirme eylemleri sirkteki hayvanların,
sahibinin yaptığı her hareketinden sonra ödüllendirilmesine
benzese de, kürü yürütenlerin amacı birinci planda hastalı
ğın bedene vereceği zararlı konumdan hastanın çıkmasını,
kurtulmasını sağlamaktır. Hastanın alacağı bir iki kilo bura
da, obez bir insanın bir iki kilosuyla eşdeğer değildir. Çünkü
anorexia hastasında bir kilo hatta gramlar, hayati öneme sa
hiptir. Kapatılma eylemleri, soğuk yerlerde bırakılmalar, has
ta iğrense, yemese de zorla önüne sunulan yemekler her ne
kadar Sebastian Brant'ın "Deliler Gemisi"ndeki hastaları ha-
tırlatsa da, hasta olarak zorla ve buradaki sağlık sakinlerinin,
hemşirenin ya da kürü yöneten müdürün baskısıyla kilolar
alan biri, bu yerden birkaç kilo fazla çıktığında ve hayati teh
likeyi şimdilik atlattığında kendi başma kaldığı zaman aca
71
ba hastalığını topyekûn atlatma şansma sahip olacak mıdır?
Yoksa ayna önüne geçtiğinde yine zayıf bedenine bakıp, ken
di zihninde canlandırdığı şizofrenik hayaller ve göstergeler
doğrultusunda, kür programında aldığı kiloları yeniden geri
vermek mi isteyecektir? Ayna karşısında kendisiyle barışık
olabilecek midir? Zorla ve toplumsal baskıyla kürü gerçekleş
tirdiği sağlık kuruluşundan evine geldiğinde, o baskı ortadan
kalktığında, yemekten eski iğrenmesi geri gelecek ve bedeni,
besinleri yine dışlamaya devam mı edecektir?
Batıda toplum içinde huzursuzluk oluşturan, grupların
eşliğinde ve kötü arkadaş çevresinin de etkisiyle getto kurma,
çete oluşturma gibi toplumda hoş görülmeyen işleri yapan
gençlerin aile içinde artık dizginlenemez hal almaları sonu
cunda ailelerinin de yardımıyla ülkelerinin dışmda, çöl orta
mında kapatılma ve disiplin terapilerine tabi tutulmaları söz
konusudur. Onların medeniyetten kopartılarak, bireysel so
rumluluklarını yeniden kazanmalarını sağlamak, sadece kötü
grupta yıkım eylemlerinde bulunmak yerine topluma faydalı,
en azmdan zararsız hale getirilmesi eylemleridir bu eylemler.
Medeniyetten ve kötü çevreden kopartılarak birey, ay
larca Amerika'da sadece bu iş için tahsis edilmiş bir kampta,
bir kapatılma kampında ıslah edilir. Birinci aşama, sivilizas-
yondan kopuştur ve etraf da çöl olduğundan dikkat terbi
yecilere odaklanır. Başlangıçta çocukların ruhu daralır, bu
medeniyetten uzak yerlerde alıştıkları şeyleri bulamamanın
ıstırabını çekerler, bu yüzden huysuzluk yaparlar, disiplinize
olmak istemezler. Vahşi kapitalizmden ötürü medeniyet ya
banıllığı taşıdıklarından, modem yabanıl olduklarından ağır
ağır, zamanla, ceza müessesi ile hizaya getirilirler. Benlik sa
vaşı ile yabanıl egosu dizgin altına alınır. Bireysel eylemlerin
kitle eylemleri olduğunu, bireyin sadece kendinden sorumlu
olmadığını, toplu bir sorumluluk duygusu aşılanır kendisi
ne. Bireyin yabanıllığının atılması ve davranışlarına çeki dü
zen vermesi, farklı aşamalarda toplum yararına davranışlar
göstermesi sağlanır. Çocuklardan disiplin istenir ve artık
egolarını öne çıkararak bencilliklerini düşünüp toplumu dü
şünmemek ve yok saymak yerine, birey-topluluk bağlamında
sorumluluk sahibi olmaları sağlanır. Birey yavaş davranır
sa, kendine verilen görevi zamanında yapmazsa, diğer genç
gruplar da yavaşlamış, içinde bulunulan küçük topluluğu
da yok saymış olur. Diğer insanları düşünmek ve onları da
mağdur duruma düşürmemek için birey, kendilik fikrini bazı
aşamalarda bırakmak zorunda bırakılır. Kendi egosundan
taşma, dostlara güven, grubun bir takım bilinci, konsantras
yon (yoğunlaşma), disiplin, zorluklar karşısında diğerlerine
güveni ve bu arada kendine özgüveni bu aşamada işlenir.
Aynen bu durum, anorexik hastaların terapisi ve haya
ta yeniden kavuşturulması eyleminde de görülür. Anorexik
hastanın topluma yeniden katılmasının ilk aşaması kapatılma
eylemi yani onu, anorexiaya iten toplumsal nedenlerden ko
parmaktır. Bu kapatılma ve izole edilmeyle anorexik hastanın
hayata karşı direnci yükseltilmeye çalışılır. Saldırgan ve kolay
kolay dizginlenemeyen çocukların gittikleri gibi bir çilehane-
ye değil, sivil hayat ve medeniyetle karşılaştırılacak olursa
yine de daha az gelişmiş yerlere gönderilirler. Burada sorun
lar işlenmeye başlanır. Gündelik işler, kürler, gıda cetveli, da
nışma ve terapi süreci, sorunları tartışma ve aşılma, anlatma,
sorun kazısı; teşhis, tanı ve sağaltımla anorexik bedene kilo
alma eylemleri eşzamanlı yürür. Burada aylarca kaldıktan
sonra hasta sorunlarım tartışmış, zihinsel ve ruhsal kökenli
anorexia ya da bulimia hastalığını iyileştirmiş olarak eve dö
nüşü hak etmektedir. Bu zaman zarfında anorexik hastalığın
kökenine sağlıklı bir dalış yapma, onu iyileştirme şansına sa
hip olmuştur. Bu özgüven için çok önemli bir hamledir.
Anorexia nervosa kavramma tekrar geri dönecek olursak
bu kavram "sinirsel iştahsızlık", "sinirsel açlık duygusu yiti
mi", "sinirsel nedenlerden ötürü iştah kaybı" olarak da tanım
lanabilir. Anorexia nervosa, her ne kadar bedensel bir hastalık
gibi gözükse de, ciddi bir ruhsal hastalık olduğu görmezden
gelinmemelidir. Bu hastalığa kapılanlar ilerde tartışacağımız
73
üzere kendi bedeninden besinleri çekerler. Besinlere karşı bir
iştahsızlığın kökenleri ister varoluşsa!, ister ailevi, ister aile
içi sevi, ensest duygusu, isterse içten kaynaklanan fizyolojik
ya da psikolojik nedenlerden olsun, bu hastalığa yakalanan
larda iştah ve yeme arzusu minimalize olur. Beden aşın cılız,
sıska, zayıf, bir ölü havası sergilediğinden, kişi her ne kadar
hastalığı dolayısıyla gerçeğin ayrımında olmasa da, toplum
onu kendi dışına iter. Bu, hastalarda yaşama arzusunun yit
mesine, karamsarlığa ve melankoliye neden olur. Hasta besin
almaktan kaçmdığı ve yaşamla ölüm arasında bir yerde uç
noktalarda hayati tehlikede olma durumunda dahi hâlâ be
deninde yağların, fazla kiloların olduğunu düşündüğünden
terapisi zor gözükmektedir. Bu hastalığından dolayı içine ka
panması ve gittikçe toplumdan uzaklaşması, onun aşın me
lankoliye, histeriye, ya da farklı anormallikler hastalığına ya
kalandığı inancını oluşturur insanlarda. Anorexia hastasının,
intihar edenlerinki gibi iradi olmasa da içlerinde yaşattıkları
kendilerini yok etme arzusu olduğu açıktır. Anorexia hasta
sını masum kılan, bu kendi kendini yıkım eylemini bile iste
ye yapmamış olmasıdır. Bu onun hastalığına yorulur. Engin
Geçtan "Psikodinamik Psikiyatri ve Normaldışı Davranışlar"
adlı kitabında "Yeme Bozuklukları" başlığı altında anorexia
nervosa hastalığını şu şekilde açıklamaktadır:
74
duygularına karşı, kusursuz küçük kız imgesiyle kendilerini ko
rumaya çalışırlar. Beden, benlikten ayrı ve ebeveyne ait bir parça
gibi yaşanır. Bu insanlarm özerklik duygusu öylesi gelişmemiş
tir ki bedensel işlevlerinin denetimi kendilerinde değilmişçesine
yaşarlar. Anorexia nervosa, genellikle ebeveynini sürekli hoşnut
etmeye çalışan "iyi" kız çocuklarının, ergenlik dönemine geldik
lerinde birden inatçı ve olumsuz tavırlar edinmeleriyle başlar.
Belirtilerin ortaya çıkması, Bruch'un dediği gibi, kendini tedavi
etmeye ve bedeniyle yaşadığı kopukluktan kurtularak onun dene
timini ele geçirmeye yönelik bir girişimdir. Böylece, anksiyetele-
rini beden ağırlığının ve yiyeceklerinin denetimine dönüştürmüş
olurlar. Bruch'a göre anorexia nervosa, bozuk ana-kız ilişkilerin
den ve spesifik olarak, bu ilişkide, çocuğunkinden çok, annenin
kendi ihtiyaçlarının ön planda olmasından kaynaklanır. Çocuk,
anneden kendisine değer veren ve kendi varlığını hissedebileceği
karşılıkları alamadığında sağlıklı bir benlik duyusu geliştiremez.
Kendisini annenin uzantısı olarak algılar. Anorexia nervosaya iliş
kin çalışmaların çoğu ana-kız ilişkisi üzerinde odaklanmıştır ama,
Bemporad ve Ratey (1985) bazı anoreksik durumların baba-kız
ilişkisindeki aksaklıklardan kaynaklanabileceğini gözlemlemiş
lerdir. Anoreksik kızların babaları, yüzeyde ilgili ve destekleyici
görünmekle birlikte, kızları kendilerine gerçekten ihtiyaç duy
duğunda onlan duygusal yönden yalnız bırakırlar. Üstelik kendi
vermediklerini kızlarından bekleme eğilimindedirler. Çoğunlukla
mutsuz bir beraberlik yaşamakta olan anne ve baba, birbirlerinde
bulamadıklarını kızlarından beklerler. Gabbard (1990) bu duru
mu, self psikolojisi durumuyla açıklayarak, anne ve babanın, kız
larını kendi mirroring ihtiyaçlarını sağlayacak bir selfobje yerine
koymaları sonucu çocuğa kendisi olabilme şansını tanıyamadık
larını dile getirir. Gabbard (1990) anorexia nervosanın psikodina-
miğini aşağıdaki biçimde açıklar: (1) Farklı ve tek olabilmek için
umutsuzca çabalamak; (2) ebeveynin beklentileri sonucu oluşan
yapay benlik duygusunu reddetmeye çalışmak; (3) gerçek benli
ğin belirmeye başlaması; (4) bedende somutlaşan içleştirilmiş düş
man anne imgesinin reddedilmesi; (5) aşırı isteklere karşı savun
ma geliştirme; (6) kendisinin yerine diğerlerini çaresiz durumda
bırakma.38
75
Bulimia nervosa'nın da anorexia nervosa'yla sık sık anıl
ması ve birbirine benzer noktalan olması hasebiyle, Geçtan'm
bulimia nervosa tanımlamasını buraya almakta fayda gör
mekteyiz:
39 A.g.e., s.259
76
tezinde bulimia nervosa adlı hastalıkla ilgili görüşlerini şöyle
dillendirir:
78
kökünden halletmek için de az beslenmelerini iyice azaltarak
nerdeyse hiç beslenmemeye dek taşar, insanların kendi be
denine, kendi zayıflığına, kendi kilolu oluşuna bakışı kendi
perspektifi gibi olmadığından, gerçeği görmezden gelir, ya da
göremez. Yediği küçük bir lokmanın soyut düşüncesi çokça
besini temsil ettiğinden, bu bedene alman küçük lokma, obez-
liğin nedeni olarak görülür.
Sorun burada lokmanın küçüklüğü, besinin azlığı değil
dir, sorun burada o az besini, küçük lokmayı yeme eyleminin
kendisinin, hastanın bilincinde büyümesi ve aşırılaştınlması-
dır. Hastalıklı bir perspektifle bu eylemin abartılması, aşın-
laştınlması ve bunun bir olası tehlike olarak değerlendirilip
bedenden uzak kullanılmasıdır.
Kendi bedeninin kontrolünü kaybetme korkusu aslında
bütün korkular gibi bir korku türüdür. Bu korku milenyum
insanının, hele de bu tarz hastalıklarla mücadele eden çağı
mız insanının kaygısı ve hastalık nedenidir.
"Angst essen Seele auf" (Korku Ruhu Kemirir) sözünden
de çıkarılacağı gibi ne tür korku olursa olsun, bütün korku
ların ruhla bir bağıntısı vardır. Korku, bedenden doğrudan
içe, zihne ve ruha gittiğinden, korkunun kemirdiği ya da
yediği yer, ruhun kendisi olur. Tedirgin, kaygılı, anxieteli
("Angst"ieteli) bir insanın ruhu tetiktedir. Almanca deyiş
te "essen" sözcüğünün varlığı Türkçe çeviride "kemirmek",
"yemek" kelimesi ile verilmektedir. Anorexia hastalarının,
bulimia hastalarının şişmanlama korkusu, bedenlerine ki
lolarına sahip çıkamama, onları koruyamama, kilo kontrolü
korkusu da bu aşamada yine manevi, soyut bağlamda bir şey
"yemektedir"; o da ruhun kendisidir. Böylece hastalık tetik-
lenmekte, hastalık nerdeyse zorlu bir aşamaya varmaktadır.
Kendi bedeninin bekçisi olan bir ruh, bekçisi olduğu be
deni artık bir aşamadan sonra hüsrana sokar. Bekçilik, hasta
lık derecesine vardığından, bekçilik şizoit, şizofrenik, manik
bir hal aldığından, ruh artık bedene nefes aldırmamaya, ona
zulmetmeye, bir güve gibi onu içten kemirmeye başladıktan
79
sonra, o ruhun da bedenle birlikte yıkımı olur bu. Bir ağaç
kurdu nasıl ağacı içinden kemirirse, ağacm zannı inceltip onu
eritir, yok ederse, hastalık kapmış anorexik ya da bulimik ruh
da, bedeni öyle içinden kemirir. Korku, endişe, dikkat, özdi-
siplin, inat gibi manevi olguları da yanına alarak bu yıkım sü
recini genişletir. Sonunda köklü bir terapi almazsa; hastalığın
şifa bulması için kliniğe, terapi merkezlerine varılmazsa, bu
hastalıklı ruhun da akıbeti iyi olmaz.
Her şeyin aşırısı nasıl zararlıysa, bedeniyle barışık olma
yan anorexia nervosa ve bulimia nervosa hastasının bedenine
eklemlemek istemediği besinleri geri çıkarmasmda izlediği
yollar da bir o kadar tehlikelidir. Kusma, müshil ilaçlan, idrar
söktürücüler, iştah kaçıncılar, aşırı idman ve aşırı spor, has
tanın bedenine zarar verebilir. Normal yollarla besinini bede
nine aldığı zaman hiçbir hastalıkla karşılaşmazken, bu nor-
malliği bozup onu anormalleştiren hastanın kendine verdiği
zarar da görmezden gelinmemelidir. Kusma eyleminde geniz
bölümlerinde yıpranma, midede reflü görülmekte; müshil
ilaçlarında beden aşın su kaybından dolayı zarar görmekte,
normal seyrini gerçekleştirememekte; idrar söktürücülerde
böbrekler zarar görmekte, beden su ayarını kaçırmakta; iştah
kaçırıcılar ile hastanın iştahı kaçmakta, yeme arzusu zede
lenmekte; aşın idman ve spor ise sağlıklı beden oluşturmak
yerine, hastanın işi aşırıya kaçırması nedeniyle bedenine ya
rar sağlamaktan öte, ona zarar vermektedir. Anorexia ve buli
mia nervosa hastasının kendi bedenini biçimlendirmek adına
abartıya kaçtığı yukarıda sözü edilen bu usuller, onu iyice
hastalığın eşiğine sürüklemekte, onun hastalığını içinden çı
kılmaz bir hale sokmaktadır.
Bedenin istediği besinleri alamaması sonucu, serpilme
evresinde bir yavaşlığın, bir durmanın görüldüğü, hormon
ların doymadığı için de artıya geçemediği ve salgılan çoğal-
tamadığı, insanın içindeki isteksizliğin bu hormonal denge
sizlikle bir koşutluk taşıdığı, hormonal eksikliklerden dolayı
kadınlarda sadece kemik erimesi değil, aybaşı kanamalarının
bile durduğu görülebilmektedir. Yeterli besini bulamayan
bedenin sağlıklı gelişimi söz konusu olamadığından hormon
dengesinde bir bozulmanın sonucudur aybaşı kanamaları
nın, yumurtlama eylemlerinin azalması ve yok olması. Beden
besinde artıya geçemediği ve hep ekside seyrettiği için cinsel
eylemlerine ket vurur ve kendini kapatır. Bedenin kendini bu
otomatik kapatma eylemi zaten ekside seyrettiği için otoma-
tikman geliştirdiği bir eylemdir. Sahibini korumak ve kolla
mak, onun sağlığını devam ettirmek bağlamında bir reflekstir
bu. Yaşama ihtiyacının, hayatta kalma güdüsünün bir nevi bu
formatta bir tezahürüdür. Bedenin içsel bağlamda küçülmesi
ve tehlikeyi gören bedenin kendine ait bir refleksle çöküşü
azaltma ve yavaşlatma girişimidir. Bedenin kendini otoma-
tikman kapatma ve kilitleme eylemi, ilerde yeterince kilo
alındığında ve besin değeri bakımmdan artıya geçildiğinde
yeniden açılma eylemine dönüşebilir. Doğurganlık, ekstra
kilo ve çoğul can anlamına geldiğinden bu canın ihtiyacım
görecek beden de ona göre rahat, artı besine sahip, çocuğun
hormonsal gelişimleri bakımından elverişli, yeterli kiloya ve
şekere, kemik kapasitesine, su ve sıvı ihtiyacına, kan değerine
sahip bir beden olmalıdır. Bunlardan uzak bir bedenin anaç
lığı ve cinsel eylemlerde hormonsal düzlemde döllenme ya
pabilmesi, yumurtlayabilmesi ve bir çocuğu kendi yatağında
taşıyabilme kapasitesi görülmez. Beden bu nedenle durumu,
gidişatı sezdiğinden dolayı kendini otomatikman kapatır ve
kilitler. Sahip olduğu az sayıdaki besin harcamalarım mini-
malize eder. Anorexia veya bulimia hastasının kendine bakı
şı, davranışı ve besin yollayışı nispetince de besin yakma ve
harcama döngüsünü ayarlar.
Hellmuth Benesch'in, "VVörterbuch zur Klinischen
Psychologie" (Klinik Psikoloji Sözlüğü) adlı iki ciltlik kitabın
da da anorexia nervosa bölümü; 'gelişim hastalıkları' bölü
münde incelenir. Benesch'e göre anorexia nervosa, bir ergen
kız hastalığıdır. Ergenliğe geçen on kızdan birinde bu has
talık görülür ve erkeklerde, en azından ergenliğe geçişte bu
81
tehlikeyle karşı karşıya kalma riski kızlara göre daha azdır.
Anorexia nervosa hastalığına, zayıflık hastalığına kapılan
kızlar Benesch'e göre normal yediklerini zannederler. Yani
dengesiz ve hastalıklı beslenme tarzlarına, içerden, hastalıklı
bedenle baktıklarından bir gariplik görmezler. Açlık hisset
mezler, şişmanlamaktan panik derecesine varan bir korkuya
kapılırlar, kafalannda cılız ve ince kalma için binlerce plan
düşünürler ve uykuyu da incelmek ve şişmanlamamak için
bir aracı olarak kullanırlar. Açlık duygularını bastırmaların
dan ve bu duyguyu yenmiş olmalarından dolayı kendileriy
le gurur duyarlar. Bedenleri alız ve ince olduğundan dolayı
zayıf gözükseler de, bedenleri ile girdikleri savaşımda, ona
istediklerini vermez ve şişmanlamadıklarını da gördüklerin
de, kendilerini güçlü sayarlar. Sorun böylece sadece aç kal
ma noktasına odaklanmaz, normal kızlıktan kadınlığa, genç
kızlığa evrilme ve gelişme de böylece yara almış olur. Tam
ergenliğe doğru evrilmede beden bir rötar da gerçekleştirdi
ğinden dolayı, anorexia hastası bedeniyle içsel sorunlar yaşa
maya devam edecektir.41
Bir yaş grubu verecek olursak, anorexia nervosa hastalı
ğı genç kızlar arasında genelde 12 ve 21 yaş arası en sık gö
rülen bir yeme bozukluğudur. Hastalığın kökeninin bilim
sel açıklamaları bir dört yüzyıl öncesine gitmesine rağmen,
hastalık çoğu psikanalistin, davranış psikologlarının ve te
rapistlerinin, doktorun, hekimlerin, sosyologların dikkatini
çekmiştir. Lasegue, anorexia nervosa hastasının bireysel te
rapisinin ve bu hastalığın tek başına ele alınmasının aileden
ve toplumsal çemberden dışarıda değerlendirilmesini, etüt
edilmesini son derece sağlıksız bulur. Bu hususta şunları
söyler:
82
(hasta ve ailesi) birbiriyle sıkı bir şekilde bağlıdır ve biz kendimizi
yalnız hastanın bakımına ve araştırılmasına odakladığımızda, has
talığın yanlış bir düşüncesine sahip olurduk.42
42 A.g.e., s.214-215
83
viye dirençlidir ve olayların büyük çoğunluğunda kendiliğinden
iyileşme görülse de, bazı durumlarda ölümle sonuçlanacak kadar
ağırlaşabilir. Hastalık, hastanın davranış özelliğine göre iki alt
gruba ayrılır. Kısıtlayıcı alt tipte kişi yeme cümbüşlerine kapıl
maz. Blumik alt tipinde ise kişi tekrarlanan yeme cümbüşlerine
kapılır.'13
43 Selçuk Budak, Psikoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 2000, s.75-
76
84
sahip olmasına ihtiyacı olmayan ruhun hâlâ "daha ileriye,
daha ileriye" sloganlarıyla açlıkta ve anorexik hallerde ölü
mün sınırlarında gezilir.
Dr. Bob Palmer, "Yeme Bozuklukları" adlı kitabında ano-
rexia nervosa ile bulimia nervosa arasındaki fark üzerinde
durur. Bulimia nervosa hastalarında abur cubur sevgisi ve
ağzm boş duramaması durumuna, inanılmaz miktarda yiye
ceği silip süpürme iştiyakına vurgu yapılır. Palmer'in bu gö
rüşlerini buraya almakta fayda görüyoruz:
44 Dr. Bob Palmer, Yeme Bozuklukları, (Aile Doktoru Serisi), (Özlem Umut
Akbaş çevirisi), Morpa Kültür Yayınlan, İstanbul 2004, s.9-10
85
lerinin bir metamorfoz geçirdiğini, küçük, naif, evin narin
kızı oluşluktan evin hanım kızına doğru dönüştüklerini, bu
dönüşümün olmazsa olmazlarından olan fizyonomilerinde
bazı değişikliklerin olduğu, göğüslerinin çıktığı, kalçalarının
ağır ağır doğurgan bir hal almaya doğru evrildiği, salgıların
da artışların olduğu ve boylarının hâlâ uzamaya devam etti
ği görüldüğünde ebeveyn olarak bu normal karşılanmalıdır.
Küçük kızlıktan ergen kızlığa, adolesanlığa dönüşen kızda
bu kadim utanç da ciddiye alınmalıdır. Kız bedenindeki de
ğişiklikleri örtmeye, gizlemeye çalışır. Şekillenen göğüsleri
ni, yıkanmalarda eskiden bedeninde var olan tüyler yerine
koltuk altı ya da vajinal kıllanmalarını örtmeye ve bunlar
dan utanmaya başlar. Ergen kızın bu yeni durumuna alış
ması epey vakit alacaktır, fakat bir taraftan da annenin ve
babanın bu değişiklikleri fark ettiği ve gördüğü, bu değişik
liği gündelik konuşmalara aktardığının da ayrımındadır. Bu
bile aslında hâlâ ergenliğe, adolesanlığa kadar varan o naif,
çocuk, meleksi beden oluşluğu isteme arzusunun bir dışavu
rumu olarak ele alınabilir. Kemiklerinizin geliştiği, büyüme
nin ve boy atmanın yirmili yaşlara kadar sürdüğü, bedene
besin alındığında beden bu besinleri kendi değirmeninde
öğüttüğüne ve işlediğine göre ona bir şeyler verilmeyerek,
babanın ve annenin göreceği ergenliğe geçişte bedenindeki
değişimlerin azaltılacağı, en az bir değişimle kapatılacağına
inanılır. Bedene besin vermezseniz göğüsler şişmez, bedene
gıda vermezseniz, bir şeyler yemezseniz kilo almayı bırakın,
beden bir şey alamadığı için bir şey de işleyemez. Böylece
göğüs çıkmaz, kalça belki de genişlemez ve siz babanın, an
nenin hâlâ sevdiği ve gözünün önünden ayırmadığı küçük
kızı olarak kalırsınız.
Psikanalistler anorexia hastalığına yakalanan kızların ge
nelde çocuk veya evlat olarak istenmeyen, arzu edilmeyen,
kazara doğmuş çocuklar olduğuna dikkat çekerler. Şayet ilk
çocuksanız ve ebeveyniniz bir erkek istiyorsa, ya da bizim
Türk toplumunda da görülen ve muhafazakâr çevrelerde,
doğu toplamlarında, hatta güneydoğuda daha fazla görülen,
ocağın ve soyun sürmesi bağlammda bir erkek çocuğunun
varlığı ve mutlaklığı gözler önüne almacak olursa, bu toprak
larda bir türlü erkek çocuğu bulamamış, kusuru eşinde bulan
hatta ona kuma getiren ve ondan da erkek evlat beklentisi
ni gideremeyen bir adamın üç dört kızmdan sonra yeni bir
kız olarak dünyaya geldiğinizi düşündüğünüzde, ne annenin
varlığını açarak sizlere sütünü vereceği ve sizleri gönülden
yetiştireceği, ne de babanın sizlere kalbini açıp sizi sevebi
leceği gerçeğiyle karşı karşıya kalırsınız. Doğum eyleminde
erkeğe ulaşmak isteyen ebeveynin kutsal amaçları yollarında
onlara bir ayak bağı olma, onların arzularının gerçekleştiril
memesi, arzularının yan kalması söz konusudur bu durum
da; erkek değilseniz ve anne-babanın beklentilerini erkek ola
rak değil de kız doğmuş bir çocuk olarak karşılamıyorsanız,
bedende hiç doğmamış, prematüre bir bebek gibi ya da anne
rahminden çıkıp prematüre bir bilinçle, yok varlıkla, eksik
yaratılmışlıkla, istenmeyen bir beden oluşlukla hayatınızı
devam ettirmeye çalışmanız gerekmektedir. Zaten anorexia
hastalan bu bilinci taşıdıklarından gerçek hayatta prematüre
beden gibi bir beden yapışma sahip olurlar. Ana rahminden
çıkıp dünyada hoş karşılanmadığınızda, istenmediğinizde,
varlığınızın bir anlamı olmadığı, canlı bir hayal kınklığı ola
rak yaşamınızı idame ettirdiğinizden kendi bedeninize saygı
nız kalmamakta ve sadece sizi eksik bir yaratık, arzu edilme
yen bir varlık olarak dünyaya getiren anneye değil, varlığın
kendisine küsmeniz ve ondan nefret etmeniz halidir bu du
rum. Sevilmediğinizden, bir seviciniz olmadığından, başınızı
koyacak bir kucak özlemiyle yanıp kavrulduğunuzdan, yeni
yumurtalardan çıkan ve bir yuvada dört tane olan, en altta
kaldığınız ve kardeşlerinizin üzerine çıkıp sizi hayata bağla
yacak besininizi alamadığınızdan kardeşleriniz sizden daha
iyi beslenmekte, şişmekte ve sizler prematüre kalmaktasınız-
dır. Altta kaldıkça, anne adil bir şekilde yiyecekleri dağıtma
dığından, kardeşleriniz sizden daha aktif ve baskın çıktığın
87
dan bedeniniz de yeterince gelişim sağlayamamakta ve ancak
güçlülerin ve en kuvvetlilerin hayatta kalabileceği düşünüle
cek olursak, ölüme terk edilmektesinizdir.
Anorexia hastaları genelde ergen kızlar olduğundan, be
denleri kökten bir dönüşümle olgun bir kadınlığa, doğurgan
bir kadınlığa doğru evrilmeye başlar, içinde hâlâ prematüre
psikoloji taşıyan, diğer insanların hele de ebeveyninin sevgi
sini kazanmamış ve bununla beraber özsevgisi de gelişme
miş, duyguları ve hissiyatında hiçbir gelişmenin görülmedi
ği anorexia hastası bir nevi bedeninin evrildiği yolu hadım
etmeye çalışmaktadır. İçinde annesine karşı elektral nefret
de taşıdığından, bu elektral nefreti kendi bedenine uygula
maktadır. Köken anne duygusu doğrultusunda bedeninin,
annesinin bedenine benzemesine karşı çıkmaktadır. Kendi
bedeninin, annesinin bedenini taklit etmek için gelişim gös
terdiğini hisseden ergen anorexik kız, gıdalardan ve besin
lerden intikamını almakta ve bedenini, köken annesini öl
dürdüğünü, onu kendi bedenine gömdüğünü (Einverleiben)
sandığından dolayı da bu beden mezarını aç bırakır. Suyla
beslemez onu ya da gıda-besin göndermeyerek bu mezarın
kurumasını, kendisi bir dönem sahipsiz, kimsesiz, şefkatsiz
kaldığından, ebeveyn sevgisini hissetmediğinden dolayı an
nenin de kendi bedeninde temsil edildiği bu öldürülme ey
lemi ve gömülme eylemini aşırıya götürerek, kendini besin
lerden uzak tutar.
Arzuları, soyağacını sürdürecek bir oğulken, bir erkek ev
ladıyken kız çocuğu olarak kendisi doğmuş ve besinin kutsal
mekânını temsil eden anaçlık, ana bedeni, sütün kaynağı ve
şefkat yatağı olan rahim bir nevi kendisine kapanmış, soğuk
davranmıştır. Ana rahminde korunaklı bir şekilde spermden,
embriyoya, zigottan cenine ve bir varlık buluşluğa doğru ge
lişim aşamasında da doğal besini almış ama doğduktan sonra
cinsel sorunlar ya da eksiklikleri yüzünden (erkek olmama)
kökensel besin denilebilecek ve çocuğun besin olarak da, şef
kat olarak da mutlak ihtiyacı olan, tıbbi bakımından kucağa
88
alınıp dokuz ay boyunca anne kalp çarpıntısını duymak ih
tiyacından uzak kalmıştır. İstenmeyen, arzu edilmeyen kız
çocuğunun bunları yerli yerinde ve zamanında alamaması,
şefkati hissedememesi ile doğum öncesi yaşam olan cenin ya
şamı ile doğum sonrası zayıf çocuk yaşamı arasında bir çizgi
çekilemez; bu yaşantılar bir nevi birbirine benzemeye devam
eder. Davranışlar, istenmeyen bu çocuğun hiç doğmamış ol
ması yönünde olmaya devam ederken, çocuk da bir aşama
dan sonra varlığını borçlu olduğu aranılan şefkat besinini his-
sedemediğinden, gerçekten de her şeyden kendini sorumlu
tutmakta, kendinden iğrenmekte ve bunu davranışlarına ak
settirmektedir. Aynanın karşısma geçip her gün bir eksik var
lık, çirkin varlık olarak kendine bakılır. Kendi bedenini hor
gördüğünden dolayı onu aç bırakır; kendi bedenine kendin
den iğrenen ebeveynlerinin gözüyle bakmaya başlar, kendine
dışarıdan ve düşmansı bakışlarla işi psikosomatik hastalıkla
ra, tıbbi hastalanmalara kadar vardırır. Anorexia hastalarının
zaten açlıklarının bir tür dolaysız ve uzun vadeye gerilmiş bir
intihar olduğu; ağır ve yavaş, zamana yayılmış acılı bir intihar
olduğu düşünülecek olursa, gerçek zihinsel hastalıklarından
ötürü yaşama sevinci yokluğundan, melankolilerinden, iştah
sız oluşlarından ve dünyadan hiçbir şey beklememelerinden,
dünyaya küsmelerinden, bir anlamda intihara meyilli olduk
ları da söylenebilir.
İnsanın canmın bir şey çekmesi, ona özgü insansı dav
ranışlardan biridir. İnsan, anatomik olarak acıkma-doyma
üzerine kurulu bir döngünün içinde yaşayan bir yaratıktır.
Acıkıp doyumunu gerçekleştirmek, tekrar acıkmak ve tekrar
doyumu sağlamakla yaşamını idame ettirir. Doğduklarında
zayıf olan ve yaşamsal zayıflıklarından ötürü çokça vakit bir
ana kucağına ve şefkatine, gelişip serpilmesi için anne besin
kaynağına ihtiyaç duyan ama bunları bir anlamda kendine
zorlayan ve zorla kendine yediren ebeveynlerin eylemleri
ni hastalar reddederler. Bu kişilerde doğmuş zayıf çocuğa,
zayıflığından ötürü zorla ve kusana kadar yemek vermek,
henüz sorunlarını ağlamayla çözen ve ebeveyniyle diyalog
şekli sadece ağlama edimi olduğundan her ağlayışında sesin
çıktığı ve belki de rahatsız olunan oral havzanın kapatılması
şeklinde de yorumlanır. Ağzına bir şeylerin sokuşturulma-
sı, çocuğun kendini düşünen ama düşünürken de kendisine
zulmeden, bedenine tecavüz eden despot, tiran kişilere ye
meği yemeyen çocuğun bir nevi protestosu olarak görülebi
lir. Canının bir şey çekme dürtüsü, ebeveynin daha doğrusu
annenin bu mütecaviz hareketiyle zarar gördüğünden, an
neden nefret eder. Oral yollatma, ağzına bir şeylerin sokuş-
turuluşu ile "susturulması", bir anlamda özlemini çektiği ve
canının bir şey çekmesini bu davranışıyla ortadan kaldıran
annenin onu "iğdiş edişi" anlamma da gelir. Anneyi reddet
me; onu varsaymama, yok sayma, onu kendi bedeninde aç
bırakma ve gömme eylemi böylece anorexik hastada baş gös
terir.
Zihinsel anorexia hastalığına yakalanmış ve köken besin
kaynağı olan anneyi reddeden, besinin bir simgesi olan anne
nin kendi bedeninde gömülmesi ile özerkliğine kavuştuğunu,
özgür olduğunu düşünen anorexik hasta, zihinsel anorexia-
nın bir etkisi olarak bedensel ıstırap da çekmekte, bedeni çök
mekte ve anorexia böylece onun hem bedenini hem de zihnini
kemirmektedir. Özgürlüğünü kazanmak için yapılan bunca
mücadele aslmda onun sağlıklı düşünememesi ve hastalan
ması ile (zayıflık dili, mağduriyet, zayıflığıyla insanların ken
disine acınacak kişi olarak bakması ile odak noktada olma
v.s.) zayıf biri olarak, kendine bakacak durumda olamayan
ve öz bağımsızlığı mümkün görülmeyen birisi olması ile iyice
bir kaosa doğru evrilmektedir. Özgür olmak istedikçe, hasta
lık nüksettikçe özgür olamama ve başkalarının boyunduruğu
ve acımalarına doğru gitme eylemidir bu durum. Bedenini
başkasının yönetmesine değil de kendi yönetimine almaya
çalıştıkça, bunu başaramadığım görmekte ve başlangıç nok
tasına dönmektedir.
90
Simone VVeil
91
korkusu ve onlan hayal kırıklığına uğratmama endişesinden
kendi bedeniyle bir savaşıma girer. Göğüslerinin çıkmasını
engeller. 'Bunu nasıl yapar?' diye sorulacak olursa, 'Bunu hiç
yemek yemeyerek yapar!' diye bir cevap verilebilir. Anorexik
hastaların fotoğraflarına bakıldığında, onların bedenlerinde
yağ tabakası namına hiçbir şeyin kalmadığı, bedenin bir er
kek bedeni gibi, tahta gibi dümdüz olduğu; erkek anorexia
hastasıyla, kadm anorexia hastasının birbirine beden bakı
mından çokça benzediğini görmek mümkündür. Zaten amaç
da o değil midir? Simone WeiHa, Simon VVeil'ın ortak bir nok
tada buluşma meselesi. Bu da anorexia nervosa platformunda
gerçekleşir.
Simone ,Weil
92
bağlantılı olarak ruhsal hastalıklara yakalandıkları, kadınlık
vasıflarının tehlikeye girdiğini, doğurma eylemlerinin tarih
olduğu yani rahmin kendini kapattığı ve aybaşı kanamala
rın Bayan Duke adlı hastada da örneği görüldüğü üzere bir
anatomik ve fizyolojik hastalıklar bütününü de beraberinde
getirdiğini, çoğu anorexik hastalarının frijit olmaya doğru ev-
rildiği ve artık haz alamadıklarından, cinsel arzu bağlamında
da bir şey hissetmedikleri görülmüştür. Anorexia hastalığının
tam kendini göstermediği ve hastalık gelişim evresinde akut
hale gelmediği dönemlerde rahim ya da kadınlık organları az
besinden ve bir şey yememekten dolayı etkinliğini sürdürebi
lir hatta anorexia hastalığının başlama evresinde olan kadın
çocuk bile doğurabilir, fakat hastalık gelişim aşamasma geç
tikten sonra kendini beslemeyen hastanın doğurduğu çocuğa
bakmasının mantıklı olduğunu söylemek ne kadar doğrudur?
Kendi bedeninde artı değerde besini olmayan, memesinde
süt ve çocuğu kucağına alacağı vakit onu etin şefkatine, yu
muşaklığına koyamayacak olmanın sıkıntısıdır bu. Hastalık
gelişim gösterdiğinden çocuklar ya ebeveynlere ya da kreşle
re, çocuk bakım evlerine verilir.
Organlann ağır ağır işlevini kaybetmesi, bir körlük hali
dir. Organsız bedene doğru evrilen anorexik hasta, kollarının,
ayaklarının, mide muhitlerinin, kasıklarının varlığından şüp
he etmeye başlar ve onun için artık varlık midesindeki boş
luktan başka bir şey de olmadığından, bu boşluk onun yarası
ve acısı olur. Varlığını kanunda taşıdığı ve dizginlemeye ça
lıştığı boşlukla mücadeleye verir. Kıvransa bile durumunun
iyiye gittiğini, kendi çöküntüsünün akışım ve felakete doğ
ru gidişini kabullenmez. Yaklaşık 1.70 boyunda ve 30 kiloda
bile olsa, anorexia müjdecisi olan bu boy-kilo doğru orantısı
onu hiç korkutmaz. Çünkü o boşluğa inanır. Boşluğa inandığı
için, içinde boşluk taşımak istediği ve varlığını boşlukla ancak
idame ettirebileceğine inandığı için makro boşluğa eklemlen
me amacındadır. Büyük boşluğa, makrokozmosa karışıp, var
lık boşluğunda eriyip gitmek, ana kamına o deliğe geri dön-
93
mek, cenin pozisyonunda midesinde hiçbir şey almadan bel
ki de özlemini çektiği cennete, hiçbir şey yemediği ve bir şey
yediği için tard edildiği cennete geri dönmek özlemindedir.
Midesinde boşluğu büyütmek istemektedir ve 30 kilosundan
mutlu değildir, çünkü hedefi boşluğun sıkleti olan 0 kilodur.
Eksile eksile, azala azala, eriye eriye Nirvana'ya ermek; varda
yok olmak, sakat ve hatalı doğumu başlangıca doğru çekmek
ve ilk günahın acısıyla Adem ve Havva'nın oral yollarla al
dıkları ve varlığın imgesi olan açlığın, o köken hatanın silin
mesini sağlamak. Anorexia hastasmm derinlikli düşünceleri
nin bu olduğu söylenebilir.
Frijitliğine yeniden dönecek olursak, bedene gıda ve dün
yevi besin gitmediği, beden beslenemediği için, kurak toprak
lar gibi geri çekilir. Anorexia, etin kemiklerden çekilmesidir,
insanın görmemesi gereken ve kendi bedeninde sakladığı
ölümün ortaya çıkması ve anorexik hastanın bedeninde te
zahürüdür bu. Ancak sağlıklı bedenlerde, artı değere geçen
gövdelerde, arzu, cinsel dürtü olur. Aç insanın kanuni do
yurmaktan başka derdi olamaz. Beden, gıda bağlammda bir
şeyler depoladığmda testosteron ve östrojen hormonlardan
bahsedilebilir. Libidinal enerjinin devreye girmesi, insanın
ayartılması ve cinsel haz, zevk, ihtiyaç duyması buna göredir.
Auschwitz'de her an ölüme yaklaşmış, eti çekilmiş ve incecik
bedeninde kemiklerinin çıktığı anorexiaya zorlanmış insanla
rm, ya da Afrika'da aşırı açlıktan büzülmüş ve ölüm halinde
olan insanlarm cinsel dürtülerinin ya da erojen bölgelerinde
bir kıpırdanmanın olacağını dillendirmek ne denli sağlıklı
olur? Anorexia hastalarında frijitlik bu açıdan dikkate değer
dir. Çoğu anorexik hastalar -ister erkek, ister kadın olsun-
frijittir. ister kadm olarak Virginia VVoolf'u, Valerie Valere'i,
Simone VVeil'ı alm; isterse Franz Kafka'yı alm anorexianın
tam nüksettiği ve devreye girdiği bölümlerde frijitlik devreye
girer.
Kadm anorexik hastalarda bu durum bir şey yememe, et
yememe ve fallus yememe şekliyle izah edilebilir. Freud'un
da psikanalizde bahsettiği, insanın başlangıcındaki haz çeşit
lerinden anal, oral ve vajinal ya da fallik haz noktalan, ero-
tolojik bölgelerse hiçbirinden haz ya da besin alınmaz. Oral
yollar için geçerli olan gıdaysa, besinde o kesilir; vajina için
fallussa, "etyemezlik" burada da kendini gösterir ve bir erkek
organı içe alınmaz. Cinsel ilişkiye girilmez, aynı şey anal yer
ler için de geçerlidir. Cinsel hazzı hissetmek ve libidinal ener
jinin teskini için bir şeyin dışandan almasını bırakınız, içer
den dışkı yapma eyleminde bile nerdeyse bedene oral yolla
bir şey alınmadığından, anal bir iç boşalma da gerçekleşmez,
ya da asgariye indirilir. Bedene, hayatın bir işareti ve yaşa
manın bir gerekliliği olan bu üç haz aparatlarından bir şeyler
alınmamakla temiz kalınıldığına; doluluk def edilip paklık ve
temizlik ön plana çıkarıldığına; ağırlık giderilip meleksi hafif
liğin elde edildiğine inanılır.
Anorexia hastalarının kronik hastalıklarının arasında, va-
jinismus da yer alır. Çoğu kez anorexia hastasının, frijitliği ile
vajinismusunu birbirine karıştırmamak gerekir. Vajinismus
hastalarının temel korkusu, girdikleri cinsel ilişkide vajina
larında bir acının olacağı endişedir. Vajinanın kaslarında ra
hatlama olmadığından ya da gerekli salgılan sağlamadıkla
rından cinsel ilişkiye giren kadirim erkek cinsel organı olan
penisinden korkusu, ya da içindeyken bundan korkması,
onun kasılmasına yol açar; bu kadınların ağrı hissetmesi ile
topyekûn cinselliği reddeden ve frijitliğe doğru evrilen ka
dınlan bir tutmamak gerekir. Vajinismus hastalarında cinsel
arzu varken, cinsel ilişkiyi canlan çekerken, sadece ilişkinin
belirli bölümlerinden şikâyetleri ve korkuları vardır, fakat fri-
jitler cinsel ilişkinin kendisine düşmandırlar. Ve böyle bir şeyi
kökten istemezler. Evlenmiş olsalar bile, Virginia Woolf ör
neğinde olduğu gibi kocası Leonardla hiç cinsel ilişkide bu
lunmamış ve belki de "evli bakire" olarak hayatlarını sürdür
müşlerdir. Bir şekilde kocalarını, durumlan itibanyla kandır
mış ve bir yolunu bularak cinsel ilişki yapmamayı, kocalarını
bir korunaklı kişi, belki bir baba, belki bir anne olarak gör
95
meye başlamışlardır. Patricia Bourcillier, Virginia VVoolf'un
kocası Leonard'ı "annesi" olarak gördüğünü ve onu o şekilde
çağırdığını dillendirir:
96
androjenlik istenci görülür. Androjen beden, "antro=erkek"
ve "gyne=kadın" oluşluğu beraber içinde taşırken eğer isten
meyen, arzu edilmeyen, nefret edilen bir varlık olduğunuz
aileniz tarafından size durmadan söyleniyorsa, androjen be
deninizin 'animus' ya da 'anima' bağlantısı doğrultusunda
diğer eril bedene doğru kayması söz konusu olur. Her erke
ğin içinde bir kadm, her kadının içinde de bir erkek olduğu
söylemi doğrultusunda, kökensel ruhun eskiden androjen
olduğu ve zamanla birbirinden ayrıldığı yaşam boyunca
ruhların eksik kalmış bedenlerini, eksik yanlarını, yaralarını,
boşluklarım, tamamlanacakları kısmı aradıkları söylemince
erkek olma istemekte ve ona doğru da metamorfoz olmakta
dır. Anorexia hastalığına yakalanmış beden, androjenliği tak
lit eder, onun gibi olmaya en azından androjenlik oynamaya
çalışır. Bedenine bir şey vermeyerek, aç kalarak, kendi dış
bedenini kadm biçiminden erkek bedene en yakın hale getir
meye çalışır. Ana rahminin androjen bir yuva olduğu, orada
cinsiyet ayrımının olmadığı ve farklı cinselliğe sahip ikizlerin
bile doğrulduğu görülür. Ana rahmi belki de Kadim Yunan
tanrılarının çoğunda görülen tanrı oluşluğun türsüzlüğü, ne
eril ne de dişiliği, androjenliği, türdışıhğı, her türü içinde ba-
nndınrhğı içinde taşır. Androjenliği, o türler arasılığı ya da
uni-sexliği de yanma alarak boşluğu taklit etmek, anorexik
hastalarm yaptıkları edimdir. İçindeki boşlukları aç kalma
yoluyla geliştirerek mikro kozmos boşluğundan (mide-be-
den) makro kozmos boşluğuna (evren boşluğu, tanrısal alana
gerilme isteği, onunla bir olma isteği, boşlukların birleşmesi)
genişletme edimidir. O yüzden anorexik hasta boşluk takli
di yaparak, kendisini makro boşluğa gömmeyi, yok olmayı,
eriyip gitmeyi; iştahı azaltarak, açlığı öldürerek teni, bedeni,
iskeleti kısacası hepsini eritmek istemektedir.
Anorexik hastalarm içlerinde taşıdıkları androjen bede
ne doğru gizlice arzu ile yolculuklarında ana rahminde eril
ve dişil cinsiyetlerin bir oldukları, ana rahminde hele de ikiz
kardeşlerde birbirine geçkin bedenlerin bir oldukları da göz
97
önüne alınırsa, ilerleyen dönemlerde, rahim yuvada birbirle-
riyle kenetli ve bedenlerinin özlemi içinde olan iki kardeşin
doğum sonrası ensest ilişki içinde oldukları da gözden kaç
mamalıdır. Rahim içi bedenlerin birbirini örtmeleri ve duy
gusal yakınlık eylemlerinin, birbirine bağlılığın, rahim son
rası evrede de devam etmesi ve arzu bağlamında dünyada
nüksetmesi de olağandır. Androjenlikle ensestin, yasak se
vinin birbirine geçmişliği bu aşamada dikkat çekicidir. Ana
rahminde kardeşinin sıcak ve kendine güven veren bedenine
sımsıkı sarılan çocuk, doğduktan sonra bu yüzden ikiz karde
şine, aynı yumurta ikizine manevi bağlamda aşırı bağlılığını
dillendirir. İster aynı cinsiyette, ister farklı cinsiyette yumurta
ikizleri olsun, doğum sonrasında birbirlerine güçlü şekilde
bağlı oldukları, hislerinin ve duygularının farklı zamanlar
la dünyaya gelen diğer insanlar gibi olmadıkları, bunların
hislerinin, sezilerinin, bir işi kardeşleriyle aynı zamanda bi
tirme edimleri, farklı çevrelere götürülse farklı medeniyette
ve çevrede farklı şekillerle büyütülseler de içlerinde ve prog
ramlarında var olan şeyleri birbirine yakın bir zamanda yap
tıkları ve simultanlık gösterdikleri bir gerçektir. Eş yumur
ta ikizlerinin birbirlerini arzulamaları, enseste yakınlıkları,
Bourcillier'in kitabında Michael Jackson örneği ile verilir.
Michael Jackson bir androjen bedene sahiptir. Babasmdan
çok korkar. Babasının güçlülüğü ve onu ezişi bakımından
Kafka modeline yakındır. Michael Jackson ve babası bir si
yahidir, o dönemlerde çok zor günler yaşamışlar ve çok çile
çekmişlerdir. Varlıklarım ispat etmek, kendilerini ispat etmek
ve tanınmış biri olmak, siyahi biri olmalarına rağmen adam
yerine konmak için çok çile çekmişlerdir. Beyazların arasın
da siyahi olarak varlık bulmak çok zordur. Hermann Kafka
da öyledir. Yaşadığı ortamda her ne kadar siyahi değilse de
Yahudi olduğundan dolayı, bir anlamda beyaz bir siyahi
dir. Lanetlenmiştir ve arî Cermen ırkının hedefi altındadır.
İki kavmi de faşizm belası bulmuştur ve bu yüzden de bu
baskıyı bedenlerinde hissederler, disiplini elden bırakmaz
lar. Azınlığın getirdiği, yersizyurtsuzluğun, nomadlığın, hiç
kimseye güvenmemenin getirdiği bir korkudan kaynaklanır
bu durum. Oğullarına baskı yaparlar. Aslmda severler onları
ama disiplinli olmalarını, güçlü biri olmalarını isterler. Kafka
nasıl gizli bir androjenliğe doğru evrilirse, Michael Jackson
siyahiliğini gizleyerek, ilerde tam beyazlara dönerek, bede
ninin rengini değiştirterek, beyazlan taklit ederek, aşağılık
kompleksini ortadan kaldırdığına inanır. Kız kardeşi Janet'le
yaşlan aynıdır ve her şeyi onunla beraber yaparlar. Beş kar
deşinden ayrı olarak müzikten artakalan zamanının çoğunu
Janet'le beraber geçirir. Janet büyüyüp evlendiğinde Michael
Jackson bu durumu kavrayamaz. Küçüklükten beri her şeyi
beraber yaptıklan, böyle mutlu olduklan, Janet'in davranışı
nı anlayamadığını dillendirir. "Her şeyi beraber yaptıkları"
cümlesinin altında insanlığın topyekûn ilişkisi de gizlidir.
Michael, Janet'i bırakmak istemez. Kendi bedeninden bir par
ça olarak görür onu. Onunla sevişmek de ister. Kız kardeşini
kendi androjen bedeninin eksik ve canlı hali olarak kendine
katmak arzusundadır. Androjenlikte ensesti, yasak seviyi bu
şekilde göz önüne almak gerekir.
47 A.g.e., s.99
dolgun bedeni arasında kalmıştır modem kadm. Erkeklerin
kadm bedeninde ne istediği ya da arzu objesinin nasıl bir şey
oluşluğu zamandan zamana, çağdan çağa değişirken; kadın
bedeninin ideal ölçüsünün tarih boyunca değiştiğini görmek
teyiz.
VVillendorf Venüsü
100
Tarih boyunca açlıkla sınanan insan, bolluk ve bereketin
kaybolduğunu görmüş, felaketlerin ve kıtlığın, kıranın or
tasına düşmüş; kuraklıklarla, ekinlerinin yağış almamasıyla
kötü durumlar yaşamıştır. Mısır tabletlerinde, büstlerinde,
dikili taşlarında bu açlıklardan bahsedilir. Semavi metinler
de Tanrı'run gazabma uğrayan şehirlerden, kentlerden, kit
lelerden çokça söz edilir. Ortak bir izlek olan "yedi yıl bol
luk, yedi yıl kıtlık" dönemi, peygamberler tarihinde olduğu
gibi, insanlık tarihinde de felaket habercisi olarak bizleri
karşılamaktadır. Tanrı'nın istediği yoldan yürümeyen, kötü
yola sapan kavimlerin uğradığı göksel felaketlerin dışında,
yine Tanrı'nın bir sınavı olan ve kendi inananlarını ayıkla
mak için bir amacı yüklenen kıtlık ve kuraklık dönemleri
nin dönüp gelmesi de görülür insanlık tarihinde. Bu olum
suzluklar göz önüne alındığında insanlığın aç kalmasında
sadece kendi iradesinin dışında göksel etmenlerin de etkili
olduğu görülür. Uzun süren kuraklıklar, hiç yağmayan ya
da aşırı yağan yağmurlar, iklim bozuklukları, insanları kırıp
geçiren büyük savaşlar (Avrupa'da Yüzyıl, Otuzyıl, Yediyıl
savaşları; Haçlı Seferleri v.s.) insanlığın aç kalmasına neden
olmuştur.
İnsanın kendi iradesi ile, ister hasta olsun ister olmasın
aç kalması, ya da doğal şartların onu zorunlu aç bırakması
eylemlerinin yanında, bir de açlığın bir ceza şekline dönüş
mesi söz konusudur. 20. yüzyılda Hitler'in iktidara gelmesi
ile Yahudilere karşı olumsuz hareketler başlatılmış, "Kristal
Gece"den başlayan süreç Almanya'da ve diğer yerlerdeki
Yahudilerin yaşamlarmı ölüm kamplarına kadar götürmüş
tür. Bir ceza olarak insanlara atfedilen açlık, bu dönemde
iyice doruğa çıkar. Kitlelerce insanlar, Yahudiler bilinçli ola
rak aç bırakılırlar. Hayatlarına değer verilmediği, aşırı çalış
tıkları, çok güç sarf ettikleri ama çalışmalarının karşılığını
bedenen ve ruhen de alamadıklarmdan, kendilerine besin
sunulmadığından dolayı postmodem dönem anorexikleri
gibi görülürler. Ranzalarda üst üste istif edilir, aç bırakılır.
101
zamanları gelince, ahi duruma düşünce, artık bedenleri
etme durumuna gelince krematoryumlara, fırınlara gö
rilirler.
102
Açlığın politik bir silah olarak kullanılması, Hitler dö
neminde doruğa ulaşır, insanları kitlece ağır bir ölüme, üs
telik onlardan sonuna kadar faydalanıp, onları bir anlamda
son güçlerine kadar kullanıp ölüme iterler. "Arbeit macht
frei" (Çalışmak özgürleştirir) ilkesince Auschvvitz, Dachau,
Berezin kamplarının giriş kapılarına bu sloganı yazıp, insan
ları güçlerinin son kertesine kadar kullanıp, bir anlamda so
yut kurtuluşa doğru yönlendirirler. Kafka'da açlık nasıl yer
yer maddi alandan manevi ve soyut alana kanalize olursa, bu
dönemde de özgürleşme eyleminin somut bir çıkış noktası
yoktur. Özgür/leşme bir anlamda manevi ve soyut kavram
dır ve ölümü, ölümle gelen ruhun göçünü, mağdurun kendi
anorexik bedeninden kurtuluşunu imler. Deri inceldikçe, be
dende yağlar eridikçe, bir deri bir kemik kalındıkça Yahudi
ruhun özgürlüğe ulaşması daha kolay olur. "Arbeit macht fre-
i"nm (Çalışmak özgürleştirir) bir anlamda postmodem yoru
mu budur. Ayaltı kurtuluş ve özgürlük değil, içine düşülen
durumun trajikliği değil, ancak buradan, bu kamptan, bu be
denden kurtuluşun tek yolu, onu bir ceset gibi orada bırakıp,
ruhu alıp, uzaklaşıp gitmektir.
103
Politik bir silah olarak kullanılan açlığın bir diğer versi
yonu da kişinin açlık orucu tutmasıdır. Açlık orucu, insanır
kendi bedenini öne çıkararak karşı olduğu, karşı durduğu v<
hoşlanmadığı eylemleri bir anlamda düzeltmesi yolunu içerir
Bunun politik bir kullanım alanı olduğu gibi, sosyolojik, gün
delik hayatta herhangi bir nedenden biri açlık orucunun bi:
nedeni haline gelebilir. Sevdiği ama sevgisine karşılık göre
meyen birinin açlık orucuna gitmesi de olağandır. Bu eylemir
amacı sevdiğini kendi isteğine ikna etmektir, insan canına de
ğer veren ve muhatabmın ölümüne sebep olmamak, bunun d<
sebebinin kendisi olmak istememesi ile bu eylemlerin önünür
kesildiği görülebilir, fakat iki tarafın da geri adım atmamas
sonucu, inadın da devreye girmesi ile ölümler görülebilir.
Terapiye alınan anorexia nervosa hastalarımn terapi sü
recinde bile kilo alma korkularının sürdüğü ve bu sendromı
kolay kolay atlatamadıkları müşahede edilmiştir. Terapidı
doktorlarm ve hemşirelerin yanında artan kilo değerlerini!
olduğu ve fakat hafta sonlan izinli bir yerlere gitme ya d<
kendi başlarına kalma durumlannda bedenlerini yemek ye
104
meye ikna edemedikleri ve rutin yeme eylemini gerçekleştir
meye güçlerinin yetmediği görülmektedir.
Gerek dünya edebiyatında gerekse Alman edebiyatın
da anorexik durumlar edebiyata sınırlan içinde sık sık ele
alınmıştır. Masal tadmda olan Dr. Heinrich Hoffmann'ın
çocuk kitaplan olarak da çok sevilen "Struwwelpeter"de,
haylaz çocuk silsilesinden biri olan "Suppenkaspar"dan,
Goethe'nin "Otilie"sine; Theodor Fontane'nin "Cecile"inden,
"Effi Briest"inden, Valerie Valere'nin "Haus der verrü-
ckten Kinder" ine; Kafka'nın "Değişim"inden, "Bir Açlık
Şampiyonu"ndan, "Bir Köpeğin Araştırmaları"ndan Robert
Walse?in düzyazılarına kadar; Margaret Atvvood'un "The
Edible Woman"mdan, Sybille Berg'in "Ein paar Leute su-
chen das Glück und lachen sich tot"una, J. M. Coetzee'nin
"Life and Times of Michael K"sına, Bettina Galvani'nin
"Melancholia"sına, Knut Hamsun'un "Açhk"ına, Hermann
Mellvile'in "Bartleby"sine kadar bu açlık tematiği anorexiaya
varana dek edebiyatta çokça işlenmiştir.
Anorexia nervosa ya da bulimia nervosa hastalığının han
gi branşlarda sıklıkla görüldüğü merak edilecek olursa, bede
nin ön planda olduğu ve bedeninden ekmek kazanan kişilerde
bunların daha sık görüldüğü bir gerçektir. Milenyum çağında
mankenlerde, aktrislerde, reklama konu mankenlerinde, bü
roda çalışan, iş hayatına girmiş kadınlarında, beğenilme arzu
suna önem veren ve kendisiyle barışık olan kadmlarda daha
sık görüldüğü gözden kaçmaz. Toplumsal bir etkinliği olma
yan, evinde kapalı ve sadece görevi evin içinde düzeni sağla
mak olan kadınların (ev kadınlarının, ev kızlarının) bedenle
rine iyi bakmadıkları, kilo aldıkları görülür. Beğenilme arzu
sunu yitirmeyen, kendisini sadece kendi kocasının nazarına
adayan ve onun varlığına veren kadınların evde kilo aldıkları,
bedenlerini belki hor gördükleri, şişmanladıktan bilinir.
Kadının toplumsal konumu baş gösterdiğinde, toplumun
içinde yer edinmeye, orada rol almaya başladığında kendine
baktığı, süslendiği, güzellik sektörünün modem ve bilinçli ka
105
dına öngördüğü güzellik malzemelerini tüketim toplumunun
olmazsa olmazı olarak değerlendirip bunlardan faydalandı
ğı görülür. Buradan da öz bilince sahip, güven duygusu çok,
kendine güveni tam modem kadına doğru evrilip, bakımlı bir
kadın olmaya doğru yol ahr. Evinde ayna bulundurduğun
dan kendini seven ve güzelliğine durmadan bakan ve "evin
içindeki güzel"den çok dışarıda da beğeni görmeye soyunan
kadının bakımlı olması gerekmektedir. Zayıf ve temiz olma
sı, iyi kokması ile ilgili bir sanayi, bir endüstri gelişmiştir. Bu
endüstri bugün milenyum çağında kadının ne giyinmesi, ne
yemesi, ne içmesi, ne takması, bedenine ne sürmesi, bedenini
nasıl koruması, hangi şampuam, hangi deri losyonunu, hangi
tırnak ojesini kullanması gerektiğini de belirlemektedir.
Kadının bedeninin tarihsel süreçte geçirdiği değişiklik,
moda, ekol, gerçekliklerin kadm bedenine biçtiği rol zaman
dan zamana değişmektedir. İnsan beğenisi göreceli olduğun
dan ve estetiğin içinde önemli yer edinen kötü, çirkin kavra
mı da yer aldığından, insan tarih boyunca milenyum çağının
hor gördüğü bedenleri güzel, estetik bulabilmektedir. Kadim
Yunan zamanında, romantik dönemlerde tavlı, dolgun, şiş
man kadınların sevildiği ve sanata özellikle mimariye, ede
biyata, felsefeye yansıtıldıkları görülür. İlkel uygarlıklarda
ve farklı medeniyetlerin tanrıçaları ve bereket tanrıçalarının
sıska ve sıfır beden değil de yanlarından yağların sarktığı,
etine dolgun ve obez olarak da değerlendirilebilecek kadın
lar oldukları görmezden gelinemez. Fastfood'un geliştiği ve
hızını alamadığı günümüz insanlarından çoğunun, hele de
gelişmiş ülkelerde (Amerika, Almanya, Avusturya) obezite-
nin arttığım, insanlarm yağlardan ve kilolardan şikâyet ettik
leri, nüfusta ciddi oranda bir şişmanlamaktan söz edilebildiği
unutulmamalıdır.
Milenyum insanının tat aurasının genişliği, yelpazede
çoğu gıdanın olması ve zamanın da artık hızlı yaşanmasın
dan dolayı insanların pratik yiyeceklere, gıdalara, besinlere
rağbet gösterdikleri; eskiden yemeği bir ayin, kutsal bir edim
106
olarak gören kültürlerin, bu işi bir rit, bir ritüel olarak gören
bilincin, şimdi yemeği bir ara mönü; amaç değil de bir araç
olarak görmesi dikkate değerdir. Artık aralarda geçiştirilen
ve besinin yağlı oluşuna, içinde ne kadar karbonhidrat, şe
ker taşıdığına bakmadan, dengesiz yenilen yemekler tüketil
mektedir. Vejetaryenliğin et yiyiciler indinde azlığının sebebi
budur. Sağlıklı eko-besinler yerine, doğal besinler almak ve
bunları yapmak yerine hızlı et yemekleri yemek, sabırsız bir
yeme eylemi içine girmek, milenyum insanlarına daha kolay
gelmektedir.
Çok gelişmiş, süper gelişmiş toplum ve ülkelerde maddi
durumu iyi olan insanların geliri her tür gıdaya elvermek
tedir. Yediklerini eritmemeye sürükleyecek aparatlan da
alabilme gücüne sahip oldukları (araba, motosiklet v.s.) için
eskiden insanların yürüyerek besinlerini eritme eylemini de
ortadan kaldırmış olmaktadırlar. Maddi durumları ev alma
ya, araba almaya yettiğinden, ayakları yerden kesilmekte ve
öğünler arası gidiş gelişi yürüyerek değil de arabayla, araçlar
la gerçekleştirmektedirler. Bilinçlenip de aldığı kiloları evde
yeni aparatlarla, kondisyon araçlarıyla, şmav, mekik v.s. ile
yapma hırsı ve kabiliyeti yoksa, artan kilosu az zamanda göz
le görülür bir duruma gelmektedir.
Toplumlan gelişmiş, birinci dereceden gelişmiş ülkeler
seviyesinde olan ülkelerde buna rağmen maddi durumu iyi
olduğu için şişmanlayanların yanında (obez), işini ve görevi
ni zorlu yollardan yapanlar da vardır. Durumları iyi olma
sına, varlık içinde bulunmalarına rağmen, varlık içinde yok
luk çekenlerdir bunlar. Paraları olmasma, yatı-katı olmasına,
önlerinde her türlü besini olmasma rağmen, bir hastalığa da
sahip olmamalarına rağmen toplumsal bir görev yüklendik
lerinden, bedenlerinin toplumsal bir misyonu olduğundan,
herkese güzel, şık, zarif, ince görünmek zorunda oldukla
rından bu misyonu sonuna kadar götürmek onların bir tür
yükümlülüğüdür. Bu insanların elleri, kollan bağlıdır. İster
iyi iş yapabilmek ve en iyi markaların tanıtıcı mankenleri, gü
107
zide mankenler olsunlar, isterse de kırmızı halıda yürümek
için kendi bedenine zulmeden ve bilerek aç kalan aktrisler ol
sunlar, bu insanların toplumsal sorumlulukları ve toplumun
bunlardan talep ettikleri onları zorla bir incelme, aşınlaştınl-
mış bir öz bakıma sürüklemektedir. Artaud'nun "toplumun
intihar ettirdiği" kişileri nasıl varsa "toplumun anqrexiaya ya
da bulimiaya ittirdiği" insanlardır bunlar. Bunlar çoğunlukla
varlıkta yokluk çekenler, daha iyi filmlerde oynamak isteyen,
daha iyi projeleri kapmak isteyen, daha fazla incelmek ve sek
si olmak isteyen v.s. kadınların geldiği son noktadır.
Film, sanat, spor, reklâm piyasasında, tüketim toplumu-
nun medyayı ilgilendiren her kanadında hükümferma olmak
isteyen, bu piyasadan düşmek ve silinmek istemeyen insan
ların yapması gereken şeylerdir bunlar. Sıkı bir öz yönetim,
insanın kendisine mükemmel bakması, bakımlılık hali, öz
güven, tüketim toplumunun sunduğu her aracı ve aparatı
kullanma, bedenini iyi pazarlayabilme, onun sunumunu iyi
gerçekleştirebilme, kendi reklâmını iyi yapabilme önemli bir
özellik olarak görülmektedir.
Varlık içinde yokluk durumu, multimilyarderlerde ve
zenginlerin bir türlü yeme hastalığı, alerji, tansiyon, bedene
belli yiyecekleri anatomik nedenlerden ötürü alamama du
rumu değildir (Sabancı, Koç); bu figürler zengin olmalarına
rağmen, her besini, gıdayı alacak paralan olmasına rağmen,
sağlık nedenleri yüzünden bu besinleri yiyememektedirler.
Fakat sağlık nedenleri, durumlan buna el vermesine rağmen,
kendi bedenlerini bir yıkıma, bir rejime, eritmeye gidenlerin
durumu, varlık içinde yokluk çeken insanlarm durumunu
vermektedir. Afrika'da yiyecek bir şey bulamayan insanın
bulamadığı için yiyemediği, açlık çektiği, bulsa onu iştahla,
afiyetle yiyeceği; yine varlıklı olup da hastalığı yüzünden bu
besinleri bedenine almayan insanların da hastalığının buna
elvermediği düşünülecek olursa, ne Afrika'dakiler gibi bula
madıklarından, ne de varlıklı ama hasta olanların hastalıklı
oluşları gibi bir duruma sahip olmadıklarından, hem sağlıklı
108
oluşun hem de varlıklı oluşun ama yine de iyi beslenememe-
nin, varlıkta yokluk çekmenin acısını çekmektedirler. Bu, yu
karıda sayılan tüm açhk-tokluk çeşitlerinden daha zorlu bir
yol gibi gözükmektedir ve hastalık riski de yüksektir.
insanın görmediği bir şeyi yiyememesi ile gördüğü bir
şeyi yiyememesi arasmda bile dağlar kadar fark vardır. İnsan
görmediği bir şeye, ulaşamadığı bir şeye, yok olarak gözlem
lediği bir şeyi yiyememesine kolay kolay alışabilir; fakat gö
rülen ve elde edilen bir şeyin yenmemesi, bedene alınmaması
durumu Pavlov'un köpek deneyinde de görüldüğü üzere, kö
peklerin fizyolojisinde çok önemli hastalıklar ve değişimlere
neden olmaktadır. Mide asitlerinin çoğalması, insanın istek
ve arzusunun taşması ve bunun ruha bindirdiği yük kendi
nefsiyle ya da libidosuyla, yeme arzularıyla durmadan be
sin var olduğu ve önünde durduğu için bir savaşıma gitmek
daha zorlu bir yol gibi gözükmektedir.
48 A.g.e., s.341; "Der, der allein ifît, İst tot" schreibt Baudrillard. (Jean
Baudrillard, Amerique, a.q.o., s.21)
109
lumsal boyutluluğu, bir arada yeme edimi, modem dünyanın
gelişiyle biraz kırılmıştır. İnsanlar hızlı bir yaşama ve yeme ri-
tüeline alışmıştır ve toplumsallıktan, toplu yeme kültüründen
bireysel bir hale doğru evrilmişlerdir. Anorexik hastaların bi
reysel yeme eylemini savunmalarının bile söz konusu olma
dığını düşünecek olursak, yeme edimini reddetme, yememe
edimini, toplumsallığın, cemiyetin, cemaatin ya da en küçük
sosyolojik çember olan ailenin dışma fırlatılmışlığı da berabe
rinde getirdiği görülebilir. Birey, yemeği reddetme eylemiyle;
yemeğin herkesi bir araya getirme olgusuna da karşı çıkmak
ta, bu eğer çekirdek aile ise o bireyleri, geniş aileyse aile efra
dından kimseyi görmek istemiyor demektir. Sadece yemekte
insanların dilsel iletişimini değil, bedenin sofraya oturuşuyla,
sofrayı kabullenişiyle, sofradaki varlığı ile beden dilinin besi
ni ve diğer insanların bedenlerini kabullenmesini ve kendini
onlara açmasını da reddetmiş olur. Bedenin iletişim ve pay
laşmayı reddedişi, bedenin hem sözcüklere (dilsel iletişim)
hem de bedensel iletişime karşı çıkması, bedenini kimseyle
paylaşmak istememesi, varlığını ve bedenini geri çekmesi an
lamına gelmektedir. Anorexia davranışı bir anlamda küskün
lük hali olduğundan, bedenini diğer bedenlere kapatma, onu
diğer bedenlere açmama ve bedensel diyalogun bir protesto
bağlammda reddi ve geri çekilişi olarak görülebilir.
Toplu yeme edimi sadece çekirdek ailenin içindeki sev
giyi dillendirmemekte, ailevi bir bütün oluşluğu, bir toplu
organ olarak var ve hazır olduklarını, bedenlerini doyurma
eylemlerinde birbirlerine yardım ederek dünyanın açlık gibi
büyük bir smavmı beraber başarıyla atlattıklarını da imle
mektedir. Geri çekilen ve yemeği, sofrayı, besini reddeden
biri, ilkin bu bağı hiçe saymış ve onu görmezden gelmiş olur.
Toplu halde oturulan yerde bireysel davranmak, sofranın ce-
maatsi ve topluluk yapısını bozmak anlamına gelir. Sadece
sevginin azalması değil, cemaat düşüncesinde birliğin de
yara alması, bireyin sofrayı bir protesto alanına çevirmesi ve
gıdayı, besini, yemeği reddetmesi, bedenini sofraya eklem
110
lememesi, onun içinde bazı sorunlar taşıdığını da gösterir.
Ailenin içinde masumiyetin zedelendiği, bir arada oluşluğun
yara aldığı, yakınlığın uzaklığı çağırdığı, güven duygusunun
da örselendiği anlamına gelir.
Ergen yaşa gelen ve ergenlik sonrasında da aynı saplan
tıyı, yememe, aç kalma saplantısını inatla sürdüren, kendi
bedenine zulmeden ve dünya nimetlerinden uzaklaşan, o ko
nuda isteksiz davranan kişilerin, doğanın bu olmazsa olmaz
halinden uzak durmaları garipsenebilir. İnsanın doğa içinde,
doğayla yaşadığı, bir sit alanı olmak zorunda olduğu, varlığı
nı bir mekâna raptetme mecburiyetinde olduğu düşünülecek
olursa, doğanın bu zoraki gereksinimlerini reddetmeyle ano-
rexik hastalarm bir hesabı var denilebilir. Kendi bedenleri dı
şında gerçek ve var olan anne bedeni, doğa, metafiziki beden
ler ve Tanrı düşünüldüğünde, anorexik hastanın hesaplaştığı
ve hedef aldığı merhaleler gün yüzüne çıkmış olur. Kendine
yetebilme arzusu, bağımlı olduğu insanlardan, doğadan, me
tafiziki düşüncelerden kopma ve kendi kozasma, içinin de
rinliklerine, içinin sınırsız boşluğuna çekilme bu davranışın
temeli sayılabilir.
Tehlike anında cenin pozisyonu almak, nasıl insanın için
de var olan, bir köken duygusuysa, oluşum aşamasında ve
var olma yolunda olan yaratıkların pozisyonudur cenin po
zisyonu; bir pranga gibi ayaklardan tutan ve istemezseniz de
varlık oluşa sizi zorla iten, sizi gayri iradi şekillerde fetüs ve
ana rahmi, cenin olarak sizin daha henüz oluşmakta olan cüzi
iradenize bir anlamda baskı kurmaktadır doğa. İnsan daha
sonra doğduğu doğanın esaretine kapılır, doğayı aşamaz, do
ğaya bağlı kalır, yerçekimi ve oksijen insanı dünyaya mıhlar,
dünyanın dışmda uzun bir kalışlık söz konusu değildir. Ana
rahmi de, "o küçük doğa" ya da doğa taklidi olan, dünya gibi
yuvarlak ve küçük bir kozmosluk içinde barındıran dölüt de,
ceninin tehlikeyle yüzleştiği, aslmda korunaklı bir alan değil
de ilerde nice tehlikelerin gelip kendini bulacağı bir dinlen
me mekânı olarak değerlendirilebilir. Annenin bedeni ceni
ni
ni kavrar, sıkıştırır, küçük bir spermlikten alır onu ve varlık
oluşluğa şişirir, besler, büyütür ve doğaya, o aleni tehlikeler
dünyasına hazırlar. Tehlikeyi fark edişin pozisyonudur cenin
pozisyonu ve sadece insanlarda değil nerdeyse bütün hay
vanlarda, bitkilerde, tohumlarda her şey bu pozisyona evrilir.
Çocuk bu tehlikeyi fark ettiğinden midir kendisini besleyen,
büyüten, kendi iradesi dışında başka bir iradenin zorluğuyla
besini alır ve daha bu dönemlerde, belki de doğduktan son
raki dönemlerde kendini şişiren, zorla ağzına memeyi ya da
mamayı sokan anneye karşı çıkar, biberonu, sütü geri kusar,
dili olmadığından ebeveynlerin kamı açtır korkusuyla ona
baskıyla yedirdikleri gıdalar, sütlü mamuller, sonra püre ve
meyve ezmeleri burnundan gelene kadar ona verilerek, ay
nen içi doldurulan hayvanlar gibi gıdayla şişirilir.
Bebeğin küçücük bedenini temsil eden içinin iradi doldu-
ruluşu, insanın her aşamasmda önemlidir. İnsan, izleyen aşa
malarda da toplumsal yaratık olarak içinin iradi doldurulu-
şuna dikkat çeker ve buna değer verir. Bir kadm ya da erkekse
cinsel ilişkide içinin iradi doldurulmasını bekler. Bir vajinaya
sahipseniz ve vajinanız bir iç olarak iradi dolmuyorsa, bu te
cavüz olarak addedilebilir. Normal, legal bir ilişki olması için,
insanın içinin iradi doldurulması gerekir. Çocuğun travması
nın başlangıcı ailesinin onun iyiliğini düşündüklerinden onu
gıdayla, besinle şişirmeleridir. Çok küçük çocuklarda görü
len obezitenin kökeni de budur. Henüz yeme kıstası, yeme
programı olmayan çocukların bu görevleri ebeveynin hima
yesinde olduğundan, ebeveynler sevdikleri bu çocuklarını bir
korkuluk gibi samanla doldururlar. Çocuğun kusması, yeni
len besinleri zayıf ve küçük midesinin geri atması, yemeğin,
gıdanın burnundan gelmesi, onlar için çocuğun doyduğunun
ve artık gıda istemediğinin bilgisi olur. Anorexia hastalığına
ya da bulimia nervosa hastalığına kapılanların çoğu temel
lerini ebeveynlerin bu davranışları üzerine inşa ederler. Bu,
ilerleyen dönemlerde daha önce de değindiğimiz gibi bir var
lık savaşma döner.
112
Anneden, doğadan, Tann'dan bağımsızlığını elde edip,
daha doğrusu etmeye çalışıp kendi beden kabuğuna çekilen,
kendi kozasına kapanan anorexia hastasının, kendi kendine
yetebilmesi mümkün müdür? Zihinsel bağlamda, o zayıf be
denine bakıldığında güçsüz gibi gözlenmesine rağmen, güç
alanını daraltıp kendine yetebilme güdüsünü kendinde oluş
turmaya çalışsa bedenin gün geçtikçe az besin almaktan ve
absorbe etmekten iflasın eşiğine gelmesi ve adeta görüntüsü
itibanyla ekspresyonist ressamların resimlerindeki çile çek
miş insanları betimlemeleri gibi bu anorexik hastalarm kendi
başlarına yetmediklerini göstermektedir. Günden güne ölü
me yaklaşmaları, her alanda özgür istencinin bir sonucu olsa
ve ana rahmini bir kenara koysak da, doğadan ayrı bir yaşam
insan için düşünülebilir midir? Doğanın size sunduğu besin
leri yemeseniz, bunları azaltsanız, anorexia hastalığına kapıl-
sanız, sadece oral evrede kah besinleri bünyenize almamış
olursunuz. Oksijen yani nefesten epistemeye, bilgiye kadar
varan besinleri nasıl almamak için mücadele gösterecek, bun-
larsız nasıl yaşamınızı sürdüreceksiniz? Anorexia hastasının
anneyi, doğayı, Tann'yı protestosu bir anlamda kendi sıkleti
ni azalttıkça, mum gibi içine içine doğru eridikçe ve yokluğa
doğru evrildikçe -ki bu ölümdür, intihardır- bir öz-öldürüm
eylemiyle amacına varmayı resmeder. Yaşadıkça arzu eden,
kalp çarptıkça isteyen ve istenç hırsına sahip olan, ne edip
edip bir şekilde bedenine sokmamaya çalıştığı, bedenini bir
kale gibi düşmanlara karşı koruduğu besinler yine sızarak
bedenine girer ve içine sokulur. Gözle görünen ve tadılan be
sinlerin yanında gözle görülmeyen ve tadılamayan, beş du
yunun besinleri vardır, epistemik besinler vardır ve anorexik
hastanın son mücadeleleri de bu besinlerle savaşım olur.
Anorexia nervosa'nın, bulimia nervosa'nın bir beslenme
bozukluğu olduğundan söz etmiştik. "Beslenme bozuklukla
rı" adı altında da, milenyum insanını ya kendini taşımaya
cak, kaslarının ve kemiklerinin kaldırmayacağı, kendi evinde
odaya sığmayacağı ve hastaneye götürülürken duvarların
113
yıkılarak hastanın (obez) hastaneye kaldırıldığı bir durumu
ya da mezardan çıkan zombiler gibi yürüyen iskeletleri an
dıran avurtları çökük, üzerinde kemiklerin sayılabileceği bir
hale gelişi durumunu dillendiriyoruz demektir. Bu beslenme
hastalıktan ve bozukluklan insanın gıdaya karşı yanlış bir
tutum takınmasından, ya gıdayla bedenini aşın bir diyaloga
sokuşundan ya da perhiz ya da rejim yapılıyorsa bunu yanlış
yapmasmdan kaynaklanmaktadır. Yenme eyleminin abartıl
ması (obezite, bulimia) ya da rejim eyleminin istençli istençsiz
abartılması (anorexia, iştahsızlık) anlamına gelen bu hastalık
lar, elbette bir psikiyatr ya da alanının uzmanlarınca gözetim
altına alınması, bu hastalar üzerine çalışılması ve kürlerin uy
gulanması gerekmektedir.
Bilinçli insan modem yaşantıda beden ölçülerini veren
hesaplamalarda ideal kilosunun ne olduğunu bilir, bunu
araştırır; fazlalıktan varsa onu akıllı bir şekilde vermeye, ideal
kilosundan az kilosu varsa onu tekrar almak için çaba sarf et
meye çalışır. Oysa bu hastalarda artık mantıklı zihin sayacı ya
da ideal kilonun ne olduğu üzerine kesin bir vurguyu veren
o mekanizma zedelenmiştir ve hastalık nüksehniştir. Kendi
fazla kilosu ya da az kilosuna bilinçli yaklaşma melekesi yitti
ğinden, hastaların hastalığı bir anlamda başlamakta, bir akut
hal almaktadır. Bu hastalıkların genellikle sinirsel hastalıklar
olmalan da hipotalamusun zihinde bir açlık sayacı olması ba
kımından değer taşımaktadır.
Beslenme bozukluğunun zihinsel süreci geçildikten ve
hastayı tetikleyen mental bölümü aşıldıktan sonra iyileşme
mesi söz konusu değildir. Günümüzde bu alanda etkin teda
vi yöntemleri vardır. Doktorlar, sağlık kuruluştan, özel has
taneler, sadece beslenme bozukluklanyla ilgilenen çok özel
hastaneler, bu alanda yazılmış bir dolu kitap ve kaynaklar
hastalığın aşılma sürecinde bu hastalığa yakalanmış olanlara
yardımı esirgememektedir.
Açlığını bilerek bastıran ve sinirsel sebeplerden ötü
rü iştah kaybeden anorexia nervosa hastasının bir açlık çe
114
kemediğini söylemek yanlış olur. Midenin özünde acıkma
duygusu vardır ve ne yapılırsa acıkma duygusundan insanın
kurtuluşu yoktur. Açlık hissini sadece pankreas ve hipotala-
mus arasındaki bağıntı olarak düşünüp, bu duygunun diğer
organlarla bağını görmezden gelmek o organlara haksızlık
etmek olur. Açlık durumu bedenin her zerresiyle bağıntılı
bir şeydir, beden ince bir bağla bütüncül olarak birbirine ba
ğıntılıdır. Tokluk durumunda mideye alman besinin bedende
harmanlanması nasıl tüm bedeni ilgilendiren bir şeyse, açlık
durumunda da beden topyekûn bir açlık etkisi altındadır.
Bedenin damarlar, ince lifler, kaslarla birbirine bağlı olduğu
düşünüldüğünde mideye giden her besinin, enzim (besin)
bağlammda bedende absorbe edilmesi ve harmanlanması,
öğütülmesi ve dağıtılması kaçınılmazdır. Açlık her ne kadar
kökenini pankreastan ve beyinden alıyorsa da, onu büsbütün
bastırmak insan için düşünülemeyecek bir durumdur. İnsan
yaşadığı müddetçe aç kalmaya ve şayet bedenini doyurma
becerisini gösterebiliyorsa tokluğa ve bu döngüye mahkûm
kalmıştır. Yeme isteğiyle ömür boyunca mücadele ve onu bas
tırmaya çalışma eylemi görülür anorexia nervosalarda. Açlık
güdüsünün topyekûn ortadan kaybı söz konusu değildir bu
hastalık durumlarında. Hastalığın getirdiği farklı bir düşün
ce durumunda, vücudunu farklı değerlendiren hastalar daha
önce belirtildiği gibi beden gerçekliğini yitirirler. Gerçekte
zayıf olmalarma, hatta durumlarıyla birlikte ölümün eşiğine
varmış olmalarına rağmen, aynada kendi bedenlerinde ters
bir durum görmezler. Bedenin yanlış değerlendirilmesi sonu
cu hastalığı içinde bulduğu hali sürdürür.
Bireyin sahip olduğu kilodan memnun olmayıp, onu
eritmesi ve yok etmesi için kendi içiyle, ruhuyla bir mücade
leye gitmesi durumu televizyonlarda görülen bazı görüntü
senkronizasyon kayıplanna/hatalarma benzer. İki görüntü
nün birbirine uyuşmaması, örtüşmemesi yüzünden gerçek
leşen bir görüntü kaymasıdır ve teknik bir hata olarak da
görülebilir bu durum. Anorexia ya da bulimia nervosa hasta
115
sının ruhuyla bedeni arasındaki senkronik uyum sorunu da,
televizyonların bu görüntü hatalarına çokça benzemektedir.
Bedeninden, etinden, teninden, kilosundan, fiziki görüntü
sünden, tipinden hoşnut olmayan kişinin ruhsal bakımdan
kendini yemesi, bunu kendi psikolojik derinliklerinde büyük
bir sorun haline getirmesi, hastalığın köken duyguşunu oluş
turur. Bir zaman sonra gelişen dış baskılar ve sosyal olaylar
sonucu da kendi kilosundan hoşnut olmayan, kendilerini be
ğenmeyen, özbeğeni yitimine uğrayan kişilerin ilkin zihninde
bu açlık eylemine başladıkları, içlerinde bu eylemi tasarladık
ları, sonra da bunu bedenlerine reva gördükleri görülür.
Klasik yemek yeme tarzını azaltma, abur cuburları kes
me, yarı açlık durumuyla kalan ömrünü idame ettirme duy
gusu, bu hastalığın görüldüğü temel durumdur.
Dünya nimetlerinden istifade etmeyi yaradılıştan varsa
yan midenin de yan açlık durumu ya da midenin üçte birinin
doldurulması durumu ile kalması, midenin tam doymama
durumu anlamına geldiğinden de insan bedeninde mide ege
men bir durumun ortaya çıkması kaçınılmaz bir hal almakta
dır. Mide tam doldurulmuşsa, açlık bir anlamda unutulmuş
ve midenin açlığı sorunu geçici bir süreliğine halledilmiş olur.
Mide yansına ya da üçte birine kadar doldurulmuşsa ya da aç
bırakılmışsa, insanın düşüncesi ve duygu durumu mide-ege-
men bir yapı alır. Açlık bedenin orta yerinde nüksettiğinden,
midenin orta yerinde derin bir boşluk olduğundan insan bu
boşluğun acısıyla yaşamaya devam eder. "Kamım acıktı" ke
limesinin bazı yörelerde "kamım acıdı" şeklinde söylenmesi,
garip bir durum olarak önümüze çıkar.
"Karın acıklığı"nın bir acıkma değil de acıma eylemine
geçişi, midenin boşluğunun mide havzasına yüklediği acılar
dan kaynaklanır. Acıkma, içinde acıyı barındırır. Acıkan in
san, bir anlamda bedensel acı çeker. Bu bedensel acı, aç çocu
ğun hüngür hüngür ağlaması ve feryat ederek ses çıkarması
gibi doymak isteyen, susturulmak, bastırılmak isteyen mide
nin açlıkta bir çığlığıdır ve bu yüzden de acı/kı/r.
116
Acıkma sözcüğünün etimolojik anlamına baktığımızda
bu sözcüğün Türkçe bir sözcük olduğunu ve en erken Türkçe
örneklerde de "açık" kökünden oluştuğunu, kökeninin yine
Türkçe bir kök olan "aç"dan geldiğini görebiliriz.49 "Acıkma"
sözcüğünün "acı", "acıma" sözcüğüne yaklaştığı; "acıkma"-
nın eski Türkçede "açık"; "acıma"nın ise "açıg", "ağşı" köke
nine dayandığını görmek mümkündür.
***
Yemeğin, bir ulusu ulus kılan temel etmenlerden biri ol
duğu unutulmamalıdır. Ulusluk bilinçlenmesinde ve sacaya
ğında kültürel, coğrafi unsurlar nasıl bir öneme sahipse, yeme
kültürü ve mutfak da bir kültürün çok önemli göstergesidir.
Yeme kültürü ulusun ve bağlı olduğu devletin karakteristik
özelliğidir. Toplum, topluluk göçebe midir, yoksa yerleşik
bir hayat mı sürdürmektedir; kırsal alanlara, tarıma elverişli
geniş arazi yapışma mı sahiptir, yoksa toprakları denize mi
bakmakta, denizcilik, topraklarında bir yaşam tarzı mı sayıl
maktadır? Her ikisinde de yeterli derecede ticari etkiyi kaza
namadığından ürünlerini ithal etmeyip de ihraç mı etmekte
dir? Toplumsal bu olguların aynı devlet sınırlarında yaşayan
insanların gündelik yaşamlarına etki ettiği ve onu belirlediği,
ihtiyaçların ve varlık durumunun bir geleneğe, bir ananeye,
örfe döndüğü görmezden gelinemez.
İnsanın tarih boyunca verimli olmak için çaba sarf etmesi
ve daha mayasında üreticiliğin, verimliliğin, faydalı bir canlı
olmak istemesinin etkisi düşünülebilir. Üretici insan, bu ister
çiftçi olsun, isterse köylü ve emekçi, kendi karın tokluğundan
artı değere gitme düşüncesine kadar topraktan bir şeyler elde
etmenin, toprağı işletmenin, ondan varlığı idame ettirecek be
sinleri elde etmenin savaşımının bilincindedir.
İnsanın sadece hemcinsine değil, bir varlık ve canlı
olarak dünyaya, oksijene bağlılığına değin üzerinde haya
117
tını sürdürebileceği topraklara, yeryüzüne sahip olduğu ve
olmak zorunluluğu düşünülecek olursa, onun besinini, gı
dasını elde etmek için çaba sarf etmesinin ve yorulmasının
tarihi de başlamış olur. Onun toprağa bağlılığı ve üzerinde
yaşadığı topraklarla ilişkisi, duygusal konumu ve geçim
mücadelesi aynı şekilde makro düzeyde bir ulusun, bir top
lumun ekonomik, zirai, tarım ve ticaret seviyesini ve bun
dan hareketle de yeme ve kültürel boyutunu açığa çıkarır.
Her ulusun, her toplumun bu minvalde yaşadığı toprak ve
zemin üzere bir besin ve yeme kültürü olduğu unutulma
malıdır.
Hava koşullan, toprak ve buzullar Eskimolan fok ve ba
lık türünde mönülere, Afrika'dakileri pirince, Türkleri belki
bakliyata, Almanlan patatese, İtalyanlan makarnaya itmiştir.
Toprağın üzerinde ekilen biçilen neyse, ürün olarak vatanı
mızda ne yetişmeye elverişli ise, o sizin kültürünüzün bir
parçası haline gelmektedir. Yediğiniz o besinler ve ürünler
gündelik hayatınıza, konuşmalarınıza sızar; atasözlerinizi,
deyim ve deyişlerinizi, etkileyerek bir yeme kültürü bilincine
ve anonimliğine doğru yol bulur.
Elias Canetti "Kitle ve iktidar" adlı metninde anneyi
"yensin diye kendi bedenini veren bir insan" olarak betim
ler.50 İster doyurduğu ve bedeninden bir parça halini almış
bir eklenti-bedeni doyurma, isterse kendisinden bir parça ol
mayan ama aşığı ve bedeninde bir hak talep eden birine be
denini cinsel tandanslı bir açış, bedenini libidinal bir sergile
me, bedenini erotik bir nesne konumunda yenilecek bir besin
olarak sunsun, anne bir anlamda hep diğerkâmlığa sahiptir.
Türkçede "yediniz bitirdiniz beni", "yedin beni yavrum"
sözü bir yılgınlığı, bir tükenmeyi, bir bıkkınlığı dile getirir.
İlkin ana kamına bir sperm olarak giren ve durmadan anne
nin etiyle, kemiğiyle, kanı ve organlarıyla beslenen, çocuğun,
50 Rimann Hess, Ngo van Da; Eros des Essens-Geschichten von Kopf und
Bauch aus der europaischen Literatür, Stranhof Zürich Literaturhaus, Zürich
2004, s.21
118
anne içinde bir larva gibi, bir kurt gibi anneyi yediği, onu içer
den tükettiği bir gerçektir.
Bir çocuk için kendisine bağlı olunan, olmazsa olmaz bir
değere sahip, mutlak besini temsil eden annenin bereketi, be
sini, karın tokluğunu, mutluluğu ve sükûneti temsil etmesi
nin masumiyeti bir yana, eril fikir artık gelişimini tamamla
dıktan ve hormonlardaki kabarmalarla da gençlik, ergenlik
dönemi, buluğa erme dönemi gözlemlendiğinde bu gelişimi
sağlayan kişinin kadına bakış açısındaki o masumiyetinin or
tadan kaybolduğu gözlemlenir. Kadın artık anne modeli olan
o masumiyetini bırakır, kendi çevresi dışında cinsel bir alana
kayar. Yenilecek, kemirilecek, şehvetli bir ete, bir olunacak,
bütünleşilecek bir bedene doğru evrilir. Novalis'in, erkeksi
bakışın, yemekleri değerlendirirken yemekle kadm bedenini
birbirine yakın kıldığını, yemeğin erotikleştirilmesinde kadm
bedeninin yenilebilir olarak düşünülebileceğini, "süt veren
kadmm görünür en yüksek dereceye sahip bir besin"51 oldu
ğunu dillendirmesi dikkatten kaçmamalıdır. Sadece eril bede
nin kadım bir besin olarak yemesi, onun bedenine yapışması
onu yalaması, cinsel ilişkide onu bir Vandal gibi, yamyam
gibi manik bir ilkellikle hor görerek sevmesi ve aynı zamanda
aşağılaması değil, kadının da erkek bedenini yemesi, vajinal
ağızla erkeğin fallusunu yutmasını düşünen erkeklerde kor-
ku-zevkle karışık fantazmalann oluştuğu görülür. Zola'nın,
erkekleri yiyip yutan Nana'sı böyle bir işleve sahiptir.52
Besinlerin erotize edilmesi ya da seksüelleştirilmesi de
dikkat çekicidir. Besinlerin afrodizyak haline gelmesi, bunla
rın cinsel ilişki ile doğrudan bir bağı olduğunu ortaya koyar.
Yemekle cinsellik arasmda bir bağın olmadığını kim söyle
yebilir? İnsan bedeni yemekle yaşamda kalma mücadelesini
sağlarken, yediği besinle birlikte bedenini şehvete, cinselliğe,
afrodizyak bağlamda meyillere açar. Fazla yiyen bedenin,
51 A.g.e, s.21
52 A.g.e., s.21
119
şehveti artırdığı bilinir. Beden işleyince, testosteron ve sperm
lerde bir artış görülür. Bu şehvetin artması ve insanın cinsel
lik araması anlamını da beraberinde getirir. O yüzden din
ler genelde yemeği, orucu, perhizi, dünya nimetlerine fazla
dalmayı ve batmamayı uygun görür ve tavsiye eder. Çünkü
dinlerin savaştığı şey meşru olmayan yollarda yapılan cinsel
liktir. Doğaya bağlılık ve inşam kötü yola sevk edecek libidi-
nal enerjidir. Hırs, heves, arzu, istek şehvet vs., aşın şişkin bir
bedende görülen özelliklerdir. Bunların dinde dizginlenmesi
gerekmektedir.
Besinlerin bedenle, bedenin de besinden aldığı afrodiz-
yak etkiyle cinselliğe, kadına ya da erkeğe meyli ile besin-in-
san-cinsellik üçlüsü kurulur. Bugün Türk kültüründe yemek
lere, tatlılara bunlara isim veren eril bilincin libidinal açlığı
dikkat çekmektedir. 'Kadınbudu köfte', 'dilberdudağı tatlısı',
besin-özne-beden üçgeninde öznenin beslenip doymuşluğu
nu ve afrodizyaklaşmış bedenin baktığı besinlere o hali yan
sıtmasının bir ürünüdür.
Aşk ile mide arasındaki bağıntı, doymuş mide ile afro-
dizyakhk arasındaki bağıntıyla koşuttur. Doymuş mide, doy
muş bedenin aç olana nazaran daha fazla enzim, hormon,
kan şekeri içerdiği, cinsellik ve arzu taşıdığı bir gerçektir.
Ana sevgisi ile ana memesi arasındaki bağıntı (James Joyce,
Günter Grass)53 daha sonra sevgi, şefkat ile kadm memesi,
kadm midesine gidecek yolun da kökeni olur. Mide ve fallus,
testislerin doluluğu ile besinlerden karşı cinsin bedenine va
ran afrodizyaklar ve libidinal enerjiler, uyarılmalar önemli bir
sorun olarak önümüzde durmaktadır.
Rimann Hess ve Da'nın ortaklaşa hazırladıkları "Eros des
Essens" (Yemeğin Eros'u) adlı çalışmada yeni bir mutfak fik
rinin sandığımızdan daha eskilere dayandığı dillendirilir.54
Basit yemeğin ve bilinen yemeğin yerini daha metafiziki ve
53 A.g.e, s.22
54 A.g.e., s.27
120
göksel, manevi bir besinin almasına da dikkat çekilir. Nesnel
ve somut bir şekilde elde olan, uçucu, görünmez, şeffaf, haya
li bir hal alır.55
Nouvelle Cuisine'den (Yeni Mutfak), daha 18. yüzyıl ya
zarları bahsetmişlerdir. Louis Sebastian Mercier, aşçıları ve
yemek yapan kişileri "kimyacılar" olarak değerlendirmiş;
Balzac da bu aşçıların görevini "olabildiğince az biçim için
de olabildiğince fazla öz" üretme olarak değerlendirmiştir.56
Bulyon haline gelmiş sığır etinin, tavuk etinin biçim haline
gelmiş fikri, fikir haline gelmiş biçimi arasında gidip gelir.
Marinetti'nin fütüristik mutfağı, beslenme enerjilerini rad
yo dalgalarıyla aktarmaya ve yaymaya inanır. Bunun hayali
görülür. Cyrano de Bergerac -antik örnekler de göz önüne
alınarak- koku duygularıyla gerçekleşecek bir besin ihtiyacı
nı, besin alimini betimler. Jean Paul, eterik bir midenin ironik
kuramını geliştirir, Peter Altenberg, içinde aşçıların yanında
şairlerin de görev aldığı bir restoranın kurulmasını salık ve
rir.57 Kafka'nın, "Bir Köpeğin Araştırmaları" adlı hikâyesin
de maddenin ve nesnenin anlamını yitirmesi metafizik bir
alana taşmır. Besinin "asıl kısmının" "gökyüzünden", "yuka
rıdan"" geldiğini gören köpek aynı hikâyede "ayaltı besinin",
"yeryüzü besininin, "göksel besin", "cennetsi besin", "mane
vi besin"le yer değiştirdiğini görecektir.58
Marcel Proust'un ["La recherche du temps perdu"-"Ka-
yıp Zamanın İzinde"] çaym içine batırılan ünlü Madeleine
kurabiyesi de maddi besinle manevi besin ihtiyacı arasında
bir köprü kurar. Maddi besinden manevi alana, hayal alanına,
küçüklüğe ve geçmişe bir kapı aralanır. Maddi bir nesne olan
Madeleine kurabiyesi yenildiği anla, çocuklukta Madeleine
kurabiyesi yenilen an arasında bir koşutluk kurulur ve bu
55 A.g.e., s.27
56 A.g.e., s.27
57 A.g.e., s.27
58 A.g.e., s.27
121
maddi nesne başkahramam apayrı bir duygusal auraya geri
götürür.59
Kültürümüzde karşı bedene açlığı, sevginin ve afrodiz
yak düşüncenin ince eleğinden geçiren güzel özdeyişler,
sözler vardır. "Yerim seni" sözü, "Kalbe giden yol mideden
geçer" sözü bunlardan sadece ikisidir. Bizler açlık-sevgi ve
açhk-aşk (afrodizyak) duygu arasındaki ilişkiyi veren bu ör
nekleri açıklamakta fayda görmekteyiz.
"Yerim seni" sevgi sözü öbeği, karşı cinse ya da çok sevi
len çocuğa aşırı sevginin, onu içkinleştirme, onu içine katma,
onu kendi bedenine gömme eyleminin bir dışavurumudur.
Sevginin ete, sadist ama naif bir yansımasıdır. Yarımda bu
lunan, aşın sevilen figürün ya da çok uzağınızda olan, uzun
zamandan beri görmediğiniz bir çocuğa, hayvana ya da her
türlü yaratığa, kendi yaşınızdan aşağıda olan birine sevgini
zin dışavurumudur.
Bu, şirinliğin, tatlı bulunmanın, naifliğin, çocuksulu-
ğun bir dışa vurumu da olabilir. Bu, aynı zamanda "ısınnm
seni", "yerim seni" kelimesinin cinsel ve libidinal bir alana
kayması şeklinde de görülebilir. Dişlerin et istenci, sevgi ve
sevilen nesnenin dişinizde ve oral bölgelerinizde bir sevilen
psikozuyla kamaşma yapması ve onu bedeninize iltihak etme
istencinin erotolojik olana kaymasıdır "ısırırım seni" sözü.
Söylemin sadistliği, sevginin ya da sevgiden dolayı bedene
gömülmek istenen, arzu eden objenin naifliği ya da cinsel çe
kiciliği ile doruğa varır. Bu sadist ama bir o kadar da güzel
libido, cinsellik kokan söylemin dillendirilmesi için beden
de, boyun, gırtlak, kol, omuz ya da bacaklardan bir bölüm
(et) görülmesi gerekmektedir. Karşı cinse aç kişinin, söylemi
dillendiren kişinin et istenci de -bu ister dişleriyle et isten
ci (oral istek), isterse de fallik ya da vajinal et istenci (cinsel
ilişki) olsun- bunda büyük rol oynar. Ete açlık, oral ya da bu
söylemi dillendiren kişinin cinsiyetine bağlı olarak değişim
59 A.g.e., s.27
122
gösterir. Cinsel eylemin de bir et yeme eyleminden başka bir
şey olmadığını düşünmek gerekmektedir. Cinsler libido açlı
ğı çekerler ve bedenleri et çeker. Ete aşerirler. Erkekse, altın
da anadan üryan kılıp, üzerine çıkabileceği ve uzaktan, bir
avcının avını yakalayıp da yediği görünümünü veren yaba
nıllıkla onu yer. Sadece oral yolla değil, fallik yolla da içine
girerek onu yiyip bitirmeye çalışır. Onu kemirir, salyalarıyla
onu iştah açıcı, cinsel iştahı körükleyici bir konuma getirir.
Cinsel açlığı doyuma ulaştığında yani orgazm olduğunda,
açlık yeni bir doyuma ulaşmayla yeniden bir döngüye girer.
Doyurulmuşsanız, yeniden acıkacaksınız demektir. Bu ömür
boyu sürüp gider, içte, hayattan kaynaklanan libidinal enerji
olduğu müddetçe de bu bir ömre yayılır. Dişlerin devreye gir
diği ve insan etini yemeyi bir sevgi sözcüğüne kanalize ede
rek bir anlamda 'naif yamyamlığı' legalleştirdiği bu deyimler,
önümüzde var olan, modem olsa da primitifliğimizin, içimiz
deki "animal"in (hayvanın) dışavurumudur, insan sevdiğini
bedenine gömerse, bedenine alıp onu içkinleştirirse, onu ken
di içinde sonsuz kılmak arzusunu da taşır. Bedenin dışında
başka yerlere gömülmek, başka yerlere defnedilmek yerine,
onu bir şans aparatı, değer verilen bir obje gibi içine sokmak,
saklamak, bedenini onun için kutsal bir mezar haline getir
mek çok önemlidir. Sadist bir söylemi andıran ama sevginin
bir dışavurumu gibi gözüken "yerim seni", "ciğerim", "yüre
ğim" v.b. gibi söyleyenin içindeki primitif yamyamlığın karşı
cinsin bedenine ve etine yönelişini gösteren iltifatlar dikkate
değerdir.
Birine âşıksanız, onu seviyorsanız onun bedeniyle, her
zevk evresiyle bir olmak (oral, anal vajinal-fallik) sizin tek is
teğiniz olur. Şayet hastalıklı bir sevginiz, platonik bir aşkınız
yoksa onun tenini ve bedenini, onun insansı yönlerini hisset
mek, koklamak ve onunla bir ilişki içinde olmak istersiniz.
Sınırlarınızın, halkalarınızın bir olması, ruhlarınızı birleştir
me, bedenlerinizi Ying Yang gibi bir bütün haline getirme
isteğine kavuşursunuz. Ying, Yang'ı nasıl içine çekip, yut
123
muşsa; gece gündüzle nasıl bir olmuş ve onu içine almışsa,
insan sevdiğini (her anlamda) yiyip yutma isteğine kavuşur.
Bu onun içinde vardır. Onu yutmak, içte korumak, muhafaza
etmek, onu içe hapsetmek doğum eylemlerinin ete açılımı de
ğil midir? Sevdiğinizin, âşık olduğunuzun bir parçasını içine
alıp (cinsel ilişki) onun dölütüyle, yediğiniz yuttuğunuz bir
parçasını kendi rahminize gömmek ve onu orada saklamak
arzusu aynı zamanda bir kadınsı istek olarak anatomik /fiz
yolojik bir gerçeklik arz eder.
Bazı hayvanların bizzat sevdiklerini yedikleri (karadul
örümceği) âşıklarının kafalarını kopartıp bedenlerini emdik
leri, sadece bir cinsel ilişki için kendi bedenlerini eşlerine sun
dukları göz önüne alınırsa, aşk ve cinsel ilişkinin ölüm riskiy
le, onu içe gömme ve yutma isteğiyle nasıl da koşutluk arz
ettiği göz önüne alınabilir. Karadul gibi çoğu örümceklerde,
böceklerde bu olgu gözler önüne serilir. Koca ilişkiyi göze alı
yorsa, ölümcül bir oyunun içine girmiş olunur. Bir haz ve cin
sel ilişki için, belki de spermlerinin ve gelecek neslinin, onun
o dominant neslinin iyiliği için, kendi bedenini aç dula feda
ederek, ona bir nevi gıda sağlamaktadır.
Timsah ailelerinin yumurtalarının karada ortaya çıktığı
yavrularını bu kara parçasmda çok keskin dişleri araşma ağ
zına alıp suya kadar taşımak zorunda kaldığı, bu yavruların
kaplumbağa yavruları gibi sahilden denize, göle yüzme ve
yönlerini bulma duygularının azlığı ve belki de annenin yav
rularını yaşama garantisini çoğaltmak için onları tehlikeden
korumak ve ağzıyla suya, o yaşam kaynağına kadar taşıma
sına bakıldığında, nasıl ilk bakışta timsah annesinin yavru
larını yediği duygusu alımlanıyorsa; hamile, yüklü annenin
ilk bakışta çocuğunu yediği düşüncesine kapılabilirsiniz.
Kırmızı Başlıklı Kız masalında da olduğu gibi midesi şiş bir
kurt (hamile kurt) bakış açısı nasıl onun doymuşluğuna gidi
yor, hamileliğine gitmiyorsa, burada da annenin çocuğu ye
diği söylemini psikanalitik olarak değerlendirmeye alabiliriz.
Dokuz ay sperm, embriyo, zigot, cenin ve bütün unsurlarıyla
124
çocuk haline geldiği için kannda yer alan canlının şişkinliğiy
le göbek muhiti nasıl bir tokluk durumunu dillendiriyorsa,
annenin bu duygu birikimleri ile ilerde çocuğunu severken
"yerim seni" diye onu sevmesinin bir anlamı olmaktadır.
Çünkü zaten daha önce onu yemiş ve bulimik hastalar gibi
onu tekrar gerisin geri çıkarmıştır (doğum).
"Yerim seni" sözcüğünün Almanca açılımı "leh habe dich
zum Fressen gem" deyişidir. Almanca deyiş, her ne kadar bir
mistik, erotik, ana rahmine geri dönme isteğini içinde barın-
dınyorsa da, bütün kültürlerde büyük olanın (sevenin) küçük
ya da sempatik olana (sevilene) söylediği sözleri içerir bu de
yiş. Kadınlardan hoşlanmakla, yemekten hoşlanmak arasın
da bir bağ vardır. Daha önce de oral ve vajinal-fallik evrelerin
birbirini tamamladıkları hatta bir oldukları yerleri söylemiş
tik. Bulimik hastalarda yenilen yemeklerin oral yerden alın
ması ve tekrar geri çıkarılması, oral yeri anal yer kılmakta,
oral yere bir anallık görevi yüklemektedir. Vajinal muhitlerde
yeme söz konusu olduğunda bir anlamda eti içine aldığın
dan (penis), eti yediğinden-yuttuğundan, içine çektiği, onu
kendinde tuttuğundan bir vajinal-oral durumdan söz edile
bilir. Bir kadını yiyecek kadar çok sevmek, bir çocuğu "yerim
seni" sözcüğü ile sevmek v.s. kişinin sevdiğini bir et (Fleisch)
olarak görmesi ve onu içkinleştirmesi, kendi bedenine alması
anlamma gelir.
"Ich habe dich zum Fressen gem" (bir anlamda da 'seni
yiyecek kadar çok seviyorum') deyişinde, "kadm yemekle",
"yemek yemek" arasında Avusturya dilinde "Ich habe die
Frauen zu vemasehen gem" (Ich liebe sie zu vemasehen)
deyişinden de görüldüğü gibi, bir bağıntı olduğu görülür.
"Vemasehen"’ sözcüğü, parasım tatlı ve benzeri şeyler için
harcamak ve onu yemek anlamının yanında, sözcüğün ikinci
anlamı olan "eine Frau vemasehen" bir kadınla geçici bir aşk
* Prof. Dr. Yaşar Önen, Cemil Ziya Şanbey, (Baskıya Hazırlayan:Vural Ülkü),
Almanca-Türkçe Sözlük, TDK, Ankara 1993, Cilt 11, s.1203
125
macerası yaşamak, bir kadınla yatmak anlamını da içermek
tedir. Cinsel eylemin bir yamyamlık, bir et yeme eylemi oldu
ğunu, bu eylemin hem oral sevişmede ağızla sevdiğini yeme
eylemini hem de vajinal ya da fallik olarak bir et yeme eylemi
ni (içine almak-içine girmek) içerdiği gözlerden kaçmaz.
"Kalbe giden yol mideden geçer" deyişi ise, genelde efe-
minen bir söylemdir. Erkeklerin keyfine düşkün, hayattan
zevk aldıklarım öne süren; beceriksiz kızların erkekleri mut
lu etmediklerinde (onlara iyi yemek pişirmedikleri, onlann
bakımlarım yapmadıkları, hamarat olmadıkları şekilde) evin
direği olan ve eve maddi kazanç temin eden kişinin mutlu ol
masını sağlamak için efeminen bir söylem gibi gözükür. Eril
bedenin size bağlanmasını, size âşık olmasını sağlamak için,
onu bir nevi becerinizle, el becerinizle, yemek yapma beceri
nizle bağlamak; erkeği tat prangasıyla esir etmek; onu, yap
tığınız güzel yemeklerin bağımlısı kılarak, sizden başkasının
becerisini ve yemek yapma gücüne âşık olmasını, bununla da
sizlerden başkasına âşık olmamasını sağlamak demektir bu.
Bazı içeceklerde (Coca Cola), keyif verici maddelerde nasıl
bağımlılık etkisi görülüyorsa, yemeğin bir keyif verici gıda
olması ve damak zevkinize hitap etmesi nedeniyle de erkeği
(ya da bayanı) bu zayıf yanı olan damak zevkinden esir almak
duygusudur.
"Aşka giden yol mideden geçer" halinde de söylenen bu
önerme, biraz daha türleri genelleyen bir önerme gibi dur
maktadır. Yani erkeğin, "kadm kalbine giden yol onun mide
sinden geçer" söyleminin erilliği kapsaması durumu, burada
tüm türleri kapsar. Bir kadını iyi bir restorana götürebilmek,
ona evde iyi bir aşçı olduğunuzu göstermek, en iyi gurmele-
rin, tatbilir ve aşçıların erkek olduğu düşünüldüğünde, met-
roseksüellikten değil evde katılımı muştulayan ve bir kadma
evin bütün yükünü yüklemeyişin, onu sadece evden sorumlu
tutmayışın bir göstergesidir bu.
Modem zamandan önceki dönemlerde evin içi ve dışı
paylaşımından evin dışım seçip, eve sadece maddi kaynağı
126
temin eden ve evin içiyle hiç ilgilenmeyen maço erkekler yeri
ne, feminizmin de aldığı yol göz önüne almacak olursa, kadın
ların toplumsal aşamada kat ettikleri yol göz önüne alındığın
da, onların da artık evin içiyle değil de dışıyla ilgilenmeleri,
kendi alanlarından, sınırlarından taşmaları ve sosyal çevreye
katılmaları, iş hayatına eklemlenmeleri önemli bir gelişme
olarak görülebilir. Kadın nasıl evin dışma müdahale ediyor
sa, klasik anlayışta kendi sınırlarını aşıyor ve dışan taşıyorsa;
erkek de bu hızlı teknolojik gelişmelerin görüldüğü, artık bu
teknolojik hızın sürati nedeniyle ancak paylaşım yapılarak bu
hıza ayak uydurulacağından erkeğin evin içine de bakması ve
sorumluluk alanlarını evin içine de taşıması gerekmektedir.
Yeri geldiğinde evi temizleyen, evde yemeği hazırlayan, ço
cuk varsa çocuklardan sorumlu olan baba modelleri görülür
olmaktadır. Aşka giden yolun mideden geçmesi bu bağlamda
milenyum insanı için her iki cinsiyeti de ilgilendiren bir ko
nudur ve erkeğin kadına ve kadının da erkeğe bağımlılığı ve
onun açlığından, tokluğundan sorumlu olduğu bir düşünceyi
içinde barındırmaktadır. Bu hızlı yaşam temposunda erkeğin
kadma hazırladığı çok özel bir yemek, onu götürdüğü kaliteli
bir lokanta, kadının aç midesine verilmiş en iyi hediyeyi tem
sil eder. Midesinin doyması, rahatlık, insanın gelecek kaygısı
nın olmaması, insanın geleceğe emin adımlarla bakması, her
kes için korku ve umutsuzluk kaynağı olan geleceğin endişe
ve kaygı konusu oluşluktan çıkışının midenin doyurulması
ile sağlanması bu bakımdan önemlidir.
İnsan bir mideye sahiptir. Mideye sahip olan bir canlı
da açlığı kendine bir yaşamsal döngü olarak addeder. Karnı
tok ve sırtı pek olduğu zaman huzurlu olur; kamı aç olduğu
zaman, huzursuz, sadece kamını doyurmak için düşüncele
re daldığından, bu düşüncelerin anatomik, fizyolojik boyutu
ruhsal evreye de yansır. Karm açlığının ve tokluğunun bir
yaşamsal döngü olduğu düşünülecek olursa, insanın her za
man istenç dışı acıkan, kammı doyurma ihtiyacı ve korkusu
içinde olan bir yaratık olduğu düşünülebilir. Bu bir endişe,
127
bir dert haline gelir. İnsanın iradesi dışında durmadan doyu
rulmak istenen ve durmadan acıkan bu yaratık (mide, açlık
güdüsü) ancak susturulduğu zaman kendini güvende hisse
der.
Elbette mideden başka besinle beslenen ve bunu isteyen
organlar da vardır. İnsan metabolizmasının sadece mideden
değil, algı duyularından, sezgilerden, ruhtan ve zihinden
oluştuğu da göz önüne almacak olursa, besinin somutluğu ve
midenin sınırlarının dışma çıkılabileceği hakikati ile yüzleş
miş olunur.
Anorexik hastaların kendilerine zulmeden ve yaşamlan-
run olmazsa olmaz olan midelerinin durmadan yemek iste
mesini, karın bölgelerinde açlığın ağrısını hissederek geziyor
olmalarım bir inatla kırma girişimlerini anlamak olanaklı mı
dır? Kendi iradeleri dışmda bir dile sahip olan, bedenlerinin
otonomilerini elde etmelerine bir tepkidir bu davranış. Kendi
bildiğini okuyan, her dilediği vakit sahibinden istediğini is
teyen (susayınca su, acıkınca besin) bedeninin dizgin altına
alınması, onun bu otonomluğuna ve bağımsızlığına, tek başı
na öneme sahipliğine ve egoizmine bir karşı çıkıştır anorexik
hastaların tavırları. Kendi haline bırakıldıklarında belki de
istekleri bitmeyen, doymak bilmeyen bu organların boyun
duruk altına alınması, dizginlenmesi bu bakımdan onlar için
önemlidir.
Açlığı kendisine dayatan ve kanunda derin bir boşluğu
oluşturarak diğer bütün bedenleri ve organları etkileyen, on-
lan halsiz mecalsiz bırakan midenin, pankreasın ve hipota-
lamusun bu oyunu zihinsel evreye kaymakta, açlık hele de
dinler tarihindeki perhiz yapanlar, açlığı bir felsefe olarak
düşünenler, orucu kutsayan ve kendi bedenlerinde gelişti
renler de olduğu gibi zihinsel bir alana kayar. Bedeni zihin
sel düşüncelerle terbiye etmek, bedenin açlığı sağlayan edim
olan hipotalamusla savaşım içine girmek, açlık duygusunu
yenmek, onu artık zihinden uzaklaştırmak bir felsefe haline
getirilir.
128
Doğan bir çocuğun zayıflığı, kendi iradesini kullana
maması ve masumiyeti onu annesine bağlar. Zayıflığının ve
masumiyetinin bir ifadesi olan korunak-anne, ona dünyada
ihtiyacı olan besini, sütü verir. Çocuğun pasif konumu için
de anneden aldığı bu süt, onu kaynağa sımsıkı bağlar. Anne
onun için artık bir köken-kaynaktır. Dünyaya bağlılığında,
kendi ayakları üzerinde duracak konuma onu anne getirecek
tir. Çocuğun anne algısının bu evrede karın acıktığında kama
süt gönderen, ona ihtiyacı olan beyaz besini (süt) ona veren,
rahatlamasını sağlayan ve açlığını gideren bir kişi olduğu yö
nündedir. Burada Freudyen oral zevk evresi de eklemlenecek
olursa, açlığın bastınlışı ve susturuluşu ile çocuğun bundan
aldığı varoluşsal tadı da unutmamak gerekir. Annenin rah
minde kanıyla, enzimleriyle, kemikleriyle, binlerce sıvılarla
beslendiği ve doğduktan sonra da onun için tahsis edilmiş
gibi gözüken, dünyaya kendisi geldi diye annesinin bedenin
deki hormon döngüsünün değişimiyle çocuğa özel getirilen
sütün kendine verilmesi ile çocuğun dünyadaki besin tarihi
bir nevi başlamış olacaktır.
Dili olmadığı, içinde doğduğu dünyanın dilini henüz bil
mediği için de, sadece ağlama diliyle açlık ihtiyacı dile geti
rilir. Anne böylece çocuğun besin ihtiyacını fark edecek, ona
gereksindiği sütünü verecektir.
Besin verici unsurun, besleyen unsurun, hayatta tutan ve
can veren kişi, yer ve konumun 'ana' adıyla anılması bura
da dikkat edilmesi gereken bir şeydir. Çocuğun ana kamın
da sperm, embriyo, zigot, cenine dönüşme evresinde ananın,
annenin yeri (die Mutter); doğduğu anda sadece ana sütüyle
besleneceği evrenin dışmda (die VVelt) artık dişlerinin çıkması
ve sütten kesilmesiyle yurdunda/anayurdunda ve dünya ana
da beslenmesi de bu evrelerin bereket sağlayıcı, karın doyu
rucu, besleyici yönünü içinde barındırmaktadır.
Çocuğun besin evresi olan ana karnı ve anadan; ana
yurt, anavatana giden süreçte çocuk, ananın bakımı ve ko
ruması altında gözükür. Türkçede ananın ve anavatanın di
129
şilliği, Almancada da ananın (die Mutter) ve yer yuvarlağı,
dünya bağlamında insanı içine alan besleyen, büyüten ona
can veren, onu koruyan ve makro kozmosun tehlikelerinden
koruyan dünya bağlamında yerin, zeminin, yer yuvarlağı
dünyanın (die Welt) ve yeryüzünün bir temsili olan topra
ğın (die Erde) dişilliği dikkat çekicidir. Öznenin korunma
sı ve kollanması, tehdit ve tehlikelere karşı korunması, ona
yaşanacak bir yer, hayatını idame ettirebileceği bir alanın
sağlanması bakımından, elbette içinde yaşanılır, bereketin
ve sıhhatin bulunabileceği bir alan yaratma ediminin açık
lamasıdır bu. Ana/Anne, dişilliği ile bunu nasıl birinci ev
rede üstlenirse, bu koruyucu-kollayıcı-doyurucu ve yaşatıcı
rolü ikinci aşamada doğa (die Natur) dişilliği ve dünya (die
Erde) ve yerin (die Erde) dişilliği üstlenir, insanın geliştiği
dönemlerde ona dişilliklerini sunar ve bereketinden fayda
lanmasını sağlar. Ana, doğa, dünya dişilliği ona ölümüne
kadar eşlik eder ve sunduğu besinler konusunda da cimrilik
yapmaz.
Beyaz sütün, ak sütün içinde masumiyeti taşıdığı, şef
kati ve temizliği taşıdığı, günahsızlığı ve suçsuzluğu taşıdı
ğı dillendirilebilirken, sütün bedene akışı ile birlikte arının
bedeninde zehri ve balı taşıması gibi sütü ve kanı taşıyan,
bu iki kutsal sıvıyı taşıyan insanın besin zincirindeki değiş
meyi, belki farklılaşmayı görmek mümkün olur. Sütle büyü
yen, sütü büyümenin bir aracı kılan insanoğlu, ileride sütün
aklığını ve masumiyetini unutup, kanın büyüleyici günahı
na ve cinnetine, rahatlatıcılığı ve günahına, saldırganlığı ve
aktifliğine de sahip olacaktır. Sütle beslenmiş bir çocuk nasıl
bir masumiyete sahipse, içinde kan taşıyan bir çocuğun da
insanlık durumu (conditio human) olarak kanının taşması
nı engelleyemeyecek ve kendi kendine, avlanmak ve sütten
başka besin almak için de vandallaşmak, yamyamlaşmak
gerekecektir. Bir aslan yavrusunun bile annesinin sütüyle
beslendiği, sonra belli bir yaşa geldikten sonra artık anne
sütünün ağır ağır kesildiği ve annenin onu avladığı ete yön
130
lendirdiği gözlemlenecek olursa, sütten sonra besin olarak
insanın ota, ete yönelmesi de doğal bir süreç olarak görüle
bilir.
İnsanoğlu, çocuğun büyümesi ile bedende oluşan anne
sütünü ve çocuk büyüdükten sonra da katı besinler alması
gerekiyorsa, alternatif besinleri kendisi bulması gerekmek
tedir. Akla ilk gelen besin türü otlar ve etler olduğuna göre,
otun ve etin sütten sonra besin zincirindeki katılımı da böyle
ce gerçekleşmiş olur.
Anorexia nervosa hastalarmda görülen ve yemeklerden,
besinlerden nefret ve iğrenme olarak da gözlemlenen durum,
insamn anne sütüne zorunlu bağımlılığı ile değil de, ondan
sonraki evrede yaşamak için, hayatta kalmak için öldürdüğü
hayvanların ruhlarının ya da varlıklarının kendi bedenine ek
lemlenmesinin (Einverleibung) insana üzüntü ve hüzün ver
mesi halidir.
Primitif kültürlerde öldürülen her canlının, öldürenin be
deninde yaşayacağı düşüncesi bir hayat felsefesi olarak önü
müzde duruyorsa, bitkilerin ve otların canlı olarak değerlen
dirilip öldürülmesinden, hayvanların bu primitif kültürlerde
(Mamut da olabilir, buffalo da) öldürülüp, hayvanların ve in
sanın kendi cinsinin şahsiyet ve karakterlerinin kendi beden
mezarlığına gömülmesi ve orada sonsuza dek saklanmasını
da beraberinde getirmektedir.
Doğaya yani ötekine, yabana, ağyara gömülmek yerine
insanm kendi bedenine sevmediklerini ya da sevdiklerini
gömmesi, onun şahsiyet ve karakterinin, onun sevilişini iç-
kinleştirilmesi, kendi bedeninde ölümsüz hale getirilmesi
ve içinde yaşatılması anlamına gelmektedir. Bu yer yer hay
vanlardan ya da insanlardan zorunlu olarak yenmesi, hayat
ta kalmak için yenmesiyle suçluluk duygusuna, bir iğrenme
duygusuna, varoluşsal bir nefret açığına, bir tiksinmeye ne
den olur. Anorexik hastaların nefretlerinin, iğrenmelerinin
kökenini her ne kadar ilk günaha kadar götürülebilse de bu
primitif insanların ötekini kendi bedenine absorbe ederken,
131
eklerken tiksinilen, iğrenilen durumdan alır kökenini. Kendi
bedeninize eklemlediğiniz ve eklediğiniz beden ister dini
bağlamda Hıristiyanların inandığı anlamda "Corpus Christi"
olsun, isterse primitif insanların yediği kendi türü olsun bu
iğrenme ve tiksinme duygusu bir anlamda varoluşsal bağ
lamda insanın genine verilmiş bir duygu olarak vardır.
Yeme bozuklukları arasmda en önemli yere sahip olan
anorexia nervosa ve bulimia nervosa hastalıklarının tanımı,
tarihsel gelişimi, aralarındaki benzerliklerin tartışıldığı; açlık
dürtüsü ile açlığın bir anlamda anorexia nervosa ve bulimia
nervosa çatısı altında gündelik hayatta, edebiyatta, özdeyişle
re yansıdığı bilgilerini sunduktan sonra, bu bölümü bitirme
den önce anorexia ve bulimianın sağaltım yollan ile ilgili bir
şeylerin dillendirilmesi gerektiğine inanıyoruz.
Anorexia nervosa'nın ya da bulimia nervosa'nın sağal-
tılmasmın farklı yollan vardır. Kişinin yaşama iradesi güç
lüyse, açlığa savrulduğu ve açlığın içine soktuğu bedenini o
kötü durumdan mantıkla ve düşünce yollanyla çıkarmasını
becerebilir. Hastalık zihinsel bir sorun da içinde banndın-
yorsa (hipotalamus), kurtuluşu zihinsel yollardan sağlaya
rak, kendi iyileşmesini içerden sağlayabilme çözüm yoludur
bu. Bu en kalıcı çözüm yolu olarak da görülebilir. Hastanın
kendi içsel yollarını, zihnini kullanarak hastalığını yenme
si yanında, psikoterapik destekler almak da bir çözüm yolu
olabilir. Yeme bozukluğunun en önemli çözüm yollarından
biri hiç şüphesiz hastanın konuşturularak tedavi edilmesidir.
Konuşturuldukça hastalığının temeline inilir ve sorunlara
çözümler aranır. Hastanın konuşturulması ister kendi sosyal
çevresinde (aile, dostlar, arkadaş gruplan) isterse de yeme
bozukluğuyla profesyonel bağlamda ilgilenen hastanelerde,
bakım yerlerinde, psikoterapi kuruluşlarında, kliniklerde
sağlansın, bunların hepsi hastanın konuşturulmasını ve has
talığını zihinsel olarak atmasını sağlamaya çalışırlar.
Bulimia nervosa'da bu kısa bir süreci içerebilirken, ano-
rexia nervosa'da bu süreç biraz daha uzayabilir. Ayakta teda
132
vi, birkaç aylık tedavi, aylar ya da yıllar boyu süren tedaviler
anorexia hastalığının iyileştirilmesinde uygulanan zamanı
kapsayabilir. Bu tür hastalıklarda intihar ve hastanın kendi
ni öldürmesi sıklıkla görülmese de, hastanın kendine hayatı
zehir etmesi ve bedenini hor görmesi, hakir görmesi, açlık fik
rinin onun için dünyadaki her şeyden daha ön planda olması
zihinsel hastalık ve sinirsel hastalık olduğundan dolayı yarı
açlık, açlık durumlarıyla hastanın hayatını zehir etmesi söz
konusudur.
Bulimia nervosa hastalan için etkin bir yol olan BDT (bi-
lişsel-davranışsal psikoterapi) anorexia nervosa hastaları için
uygulanıp verim alınmazsa, hastanın içinde BDT kürlerinin
de yer aldığı hastanelerde yatılı kalmasmda fayda olduğu gö
rülebilir. Hastalığın daha derinlerde ve çözümlenmesi de güç
olduğu görüldüğünden, hastanın uzun vadeli hastaneye yatı
rılması ve doktor yardımı, desteği görmesinde fayda olacağı
muhakkaktır.
133
2. Kafka'nın Kendi Bedeninde
Anorexik Durumlar
134
nuyu edebiyatta izlek olarak kullanmışlardır. Bu izleği sade
ce edebi eserlerinde değil, kendi bedeninde vejetaryenlikle
de sürdüren Kafka, her şeyden önce bu edimine tesadüfi bir
eğilimle varmamıştır. Onu vejetaryenliğe iten etmenler, bu
gün anorexia nervosa, bulimia nervosa ya da "yeme bozuk
lukları" çatısı altında trajik yaşamları olan her postmodem
insanın da hastalık etmeni olarak görülebilir. Kişinin kendi
siyle mücadelesi, durup dururken ortaya çıkan bir sorun de
ğildir. Bunun psikanalitik kazısı yapılmalı ve kişinin neden
bedeniyle bir mücadeleye girdiği, besini neden herkes gibi
doğal bir yemek olarak değil de başka bir şey olarak gör
dükleri; bedenlerine zulmetmekle, onu inceltmekle, bedenin
ihtiyacı olan yaşamsal besini ona göndermemekle neyi he
defledikleri, bunun altında ne tür bir bireysel, ailesel, top
lumsal, varoluşsal, metafiziki göndergelerin olduğu ortaya
çıkarılmalıdır. Ancak yukarıda saydığımız ve bireyi açlığa,
vejetaryenliğe iten nedenlere bir bir inildiğinde ve bunlar
üzerine çalışıldığında, bireyin sağlıklı bir birey olma ve ken
di bedeniyle barışık hale gelme durumu da ortaya çıkarılmış
olur.
Kafka'yı, her şeyden önce vejetaryenliğe ve onunla bir
likte de anorexiaya iten nedenler nedir? diye bir soru so
rulduğunda aklımıza ilk olarak zayıf bedeni gelir. İnsanın
doğarken hormonsal dengesi onun en azından iradesi al
tında olmadığı düşünülecek olursa, Kafka'nın kendi ken
diyle hesaplaşmasının birinci nedeni varoluşsal bir nedene
dayanır. Bu varoluşsal neden metafiziki bir nedenden çok,
ana rahminden dünyaya geldiğinde insanın içine sıkıştığı
"o" bedene mahpus olma halidir. İnsan dünyaya geldiğinde
kendi bedenini seçebilme, istediği bedeni alabilme şansına
sahip değildir. Kendi bedeniyle barışık olma durumu da bu
rada gün yüzüne çıkar. İstenç dışı bir çirkinliğe sahip olma,
istenç dışı bir babaya ve anneye sahip olma, istenç dışı bir
tene, bir dile ve ırka sahip olma, bir Yahudi olarak hem de
Yahudilerin görebilecekleri en kötü dönemlerinde, hor gö
135
rülmeye başlandıkları, ikinci sınıf insan olarak kendilerine
muamele edilmeye başlanacağı ve ilerleyen zamanlarda da
dünyanın en büyük trajedisini yaşayacakları bir dönemde
doğma.
Kafka'nın küçüklüğünde anorexiası ya da vejetaryenli
ği, olgun olduğu, artık bir hayat felsefesine, kendine ait bir
görüşe ve duruşa, yazar ve düşünür olarak da dünyada bir
ideale, bir ideolojiye sahip olduğu zamanki gibi değildir.
Kafka, evin tek oğlu olarak şımartılır, sülalesinin tek müda
vimidir ve soyağacı aç Franz'a bağlıdır. Kız kardeşleri ile iyi
bir diyalogu vardır. Gerçi bedeni biraz cılızdır fakat ailede
bunun 401ı yaşlarda vereme, gırtlak tüberkülozuna döne-
bilme ihtimali bu sağlıklı çocuğa bakılarak çıkarsanamaz.
Kafka'nın yaşı büyüdükçe ve bedeni gelişim gösterdikçe be
deninin inceldiği, bedeninin cılız kaldığı, bedeninin çok za
yıf bir beden olmaya doğru evrildiği gözden kaçmaz. Kafası
ile bedeni arasındaki uyumsuzluk, bedenle gövde arasında
ki dengesizlik. Omuzların çok dar olması, elbiselerini çıkar
dığında içinden nerdeyse bir iskeletin ortaya çıktığının gö
rülmesi, Kafka büyüdüğünde asıl sorun olarak bizleri karşı
layacaktır. Kafka gelişim dönemlerinde, çocukluk, ergenlik
ve delikanlılık dönemlerinde sadece bedeniyle, bedeninin
inceliğiyle, zayıflığıyla barışık değildir. Başıyla da barışık
değildir Kafka. Gözlerinin güzel Yahudi gözleri olması ha
ricinde, güncelerinde kulak sayvanından hep şikâyet eder
durur. Günümüzde alaycı "kepçe kulak" olarak da adlandı
rılan kulaklarının, Samuel Beckett kulakları gibi çok büyük
ve dışrak olması, kulak sayvanının büyüklüğü ve dışraklığı
yüzünden yüzünün bir fare yüzü gibi görünmesi, kulak say
vanının sıcakta ve soğukta kuruması, terlemesi, deri atması
hep şikâyet edilen konulardır. Bedeni gelişim gösterdikçe,
yaşı ilerledikçe "gençlik hastalığı"nın yanında, bedeninin
zayıf ve cılız bir çocuğun bedeni gibi durması da onun şikâ
yetleri arasında en başları çeker.
136
Kafka sahilde
138
rahminin üzüntüsünü evde hisseder. Kafka her ne kadar er
kek olarak dünyaya gelmiş olsa da, hayatında hiç evlenme
miş olmasıyla bedenindeki efeminen dirilik ve gençlik hasta
lığıyla, bedeninde erkeklere has testosteronun ve hormonun
bir yansıması olan gür kılların azlığıyla androjen bir bedeni
sergilediği de ortadadır. Hermann Kafka gibi tam bir Yahudi
erkeğini temsil etmemesi ve ondan daha zayıf hatta kız kar
deşi Ottla'dan bile daha zayıf androjen bir bedenin anorexia-
sı, bir dişil bedene doğru evrilme haliyle anorexiaya açılmayı
da muştular. Bedeni doğuşta bir kırıklık almıştır Kafka'nın.
Kendisinden çok kısa süre sonra ölen iki oğlun yasını tutan
rahmin yas havası Kafka'nın bedeninde tezahürünü bulmuş
ve onu androjen bir beden haline getirmiştir. Bu da Kafka'nın
cinsel dürtüsüne, cinsel yaşamına, âşık olduğu ve fakat bir
türlü cinselliğin yaşandığı ve sergilendiği bir merkez/aura
olan evliliğe doğru gidemediğinden, gitme cesareti göstere
mediğinden çıkarsanabilir.
İki ruh arasında sıkışıp kalmış androjen bedenlerin iş
tahsızlığı ve anorexiaya yakalandığı bilinen bir konudur.
Varoluşsal bir arayış içinde olan ve dünyada sadece maddi
besinlerle değil manevi besinlerle, tinsel besinlerle de kutlu
arayışın çarkında kaybolup giden androjen bedenlerin me
lankolisinden ve yalnızlık merakından, kendilerini dünyadan
çekip, introvertliğinden ve asosyal tavırlardan iştahsızlıkları
na doğru kökensel bir bulgu elde edilebilir. Kafka'nm bu be
dende doğması, Kafka'ya doğumunda bu bedenin sunulması,
Kafka'nın bu zayıflığı bir gölge gibi hep beraberinde taşıma
zorunluluğu, bu zayıflığa fırlatılmışlığı onun biraz iradesinde
olmayan bir olgu durumdur.
Kafka'nm bu hastalıklı bedene fırlatılmışlığını tartışırken
aslmda zamanm da, fin de siecle ve dekadans döneminin de
bunda payının olduğuna inanmak gerekmektedir. Eski dö
nemlerin ferahlığı ve rahatlığı yitmiş, insanlar çağın sonu ile
her anlamda bir parçalanmayla, çöküşle, iflasla yeni bir ide
olojinin ve auranın içine sürüklenmişlerdir. Bu dekadan çağ
139
ve fin de siecle'in 1875'den başlayınız 19501616 dek süren 75
yılı, insanlığın yaşadığı en büyük trajedilerinin olduğu yılları
kapsar. Bu dönemde kaleme alman metinlere, bu dönemdeki
akımlara, bu dönemdeki resimlere baktığınızda felaket döne
mi insanlığın çektiği sıkıntıların edebiyata yansıdığını görme
imkânımız olur. Bu dönem insanlarım açlığa iten ve anorexi-
aya sürükleyen, çağm koşullan ve çağm ruhudur (Zeitgeist).
insanın bilerek aç kalması ile istemeden bir iktidar, bir akım,
kötü bir talih ve zaman tarafından, kıtlık, kuraklık, hasta
lıklar vb. tarafından anorexiaya sürüklenmesi arasmda fark
vardır. Bu dekadan çağ ve onun İkinci Dünya Savaşı'na sar
kan dönemi insanlığın utanç zamanıdır. İnsanlık başka hiç
bir zamanda bu kadar kötü ve felaket dolu bir dönem geçir-
memiştir. İnsanlık başka hiçbir zamanda bu kadar "düşme
miştir". Bu yüzden zamana bakıldığında sadece Kafka'nın
açlığı değil, milyonlarca diğer insanların açlığı da bir anlam
kazanır. Edvard Munch'un "Çığlık"ındaki anorexik hastanın
kafatası, yüzünü iki eliyle kavrayıp çığlık atması bu döne
min felaket çağı olmasmı resmetmesi bakımından bir anlam
kazanır. Kokoschka resimlerindeki cılız bedenler, eğik baş
lar; Picasso'nun "Guemica"sı bir anlam kazanır. Auschvvitz,
Dachau kamplarmda zorla aç bırakılan ve anorexiaya itilen
insanların yaşantıları ve durumları da bir anlam kazanır. Bu
bağlamda Kafka'nın kendi bedeninde görülen anorexianın
bir diğer ve önemli sebebi de yukanda bahsettiğimiz gibi za
manın, çağm ruhudur. Zamanm ruhunun (Zeitgeist) insan
bedenine indirdiği sıkıntı ve korku, karamsarlık ve melan
koli, umutsuzluk ve hüzündür. Yılgınlık, bıkkınlık, yaşama
isteği, intiharlar insanlığın düştüğü ve alçaldığı bu çağlarda
çokça görülür ve bir varoluş biçimi olarak gün yüzüne çıkar.
Henüz daha Yahudilere kıyım ve kötü muameleler ya
pılmamış, ırk olarak onların dışlanması gerçekleşmemiş
ve göğüslerine sarı yıldız takılmamıştır ve fakat Birinci
Dünya Savaşı'na doğru yaklaşırken milliyetçi, muhafazakâr
Almanların faşizme doğru, Nasyonal Sosyalizme doğru geli
140
şerek kötü dürtüleri ağır ağır şekil bulacaktır. Versay'ın kötü
psikolojisi ve Almanların ruhlarını rencide etmesi de buna
eklenince faşist, ırkçı bir milliyetçiliğin yolu da görülmüş ola
caktır.
Kafka'nın anorexik durumunu sadece kendi doğumun
dan sonra yas tutan bir rahime ve zamanın ruhuna bağla
mak haksızlık olur. Dekadan çağm ve fin de siecle'in ezik ve
boğuk havası, insana umutsuzluk aşılayan, yaşam sevincini
kıran atmosferinin yanında Kafka'nın avukatlığı ve avukat
olarak çalıştığı işini, bürosunu sevmemesi, yazarlığı ve edebi
yatı sevmesi, edebiyatta varlık bulduğundan ve edebiyatın bir
anlamda cisimleşmiş bir hali olduğundan çalışma arzusunun
ikiye parçalanması, bir anlamda benliğinin de ikiye ayrılması
anlamını taşımaktadır. Gündüz İtalyan şirketinde avukatlık
görevini sürdürürken, çok istediği edebi metinlere dalama
manın ve varlığım açarak yazamamanın ezikliğini hisseder
bedeninde. Gündüz çalışamayınca da geceleyin çalışmaya
başlar. Yazmak için kendine bir aura oluşturur. Bu aura bir
fildişi kuleyse eğer, hem mekâna hem de zamana gerili olma
lıdır. Kafka'nın sadece varlığını açarak, yazıda yitecek ve say
falar dolusu metinlerle varlığı kanatacak susuzlukta bir za
man ve yer arayışı. Bu, herkes kan uykuya çekildiğinde, gece
yansını çok geç saatlere kadar uzatarak yapılacak bir edim
dir. Güncelerine bakıldığında ve mektuplarında onun gece
yansım topyekûn kullandığım görme imkânımız olur. Bazen
uykusuz geçen gece, çalışmaktan göze uykunun gelmemesi,
geceyi yararak onu yazı için kullanma çabalan Kafka'nın var
lığım mutlu eden bir durumdur. Kafka bu gece yarılarını ne
kadar uzatırsa ve ne kadar yazı üretirse, bir sonraki gün o
kadar mutlu olur. Olur ya bir gün herhangi bir işten ve ne
denden dolayı yazma disiplininden bir kopuş gerçekleşmiş
ve normalde yazması gereken sayfalan disiplinli bir şekilde
o gece yarısı yazamamışsa, bir sonraki gece yarısı onu telafi
etmeye çalışır. İlkin eksik görevi ikameyi borç bilir, onu ta
mamlar, sonra da o gün yazması gereken yazıyı bitirir. Bu
141
yazı disiplini değil midir Kafka'nın çok genç yaşlarda ciltlerce
kitap bırakmasını sağlamıştır.
Kafka'nın gece yanlarım uzatarak ve gündüz de yine
mesaisi olduğu için erken vakitlerde büroya koşması gerek
tiğinden, bedeninin dinlenemediğini, yorulduğunu söylemek
yanlış olmaz. Kafka şayet iştahsızlığa, anorexiaya kapılmış
sa bunda onun gece yarısı çalışmalannın büyük rolü vardır.
Bedeni aşırı yorma ve yıpratma, uykusuzluk, baş ağnsı, dinle-
nememe, gözleri ve zihni yorma Kafka'nın bedeninin iflasına
sebep olmuş, bu tempoya artık beden dayanamadığı için de
bir gün kan küsmüştür. Kafka'nın zihinsel meşgalesi, fiziksel
yorgunluğu ile de birleşince hastalık, akciğer hastalığı, verem,
daha sonra da bunların metastazıyla gırtlak tüberkülozu baş
gösterir. Bu tüberküloz yine gecenin uzatıldığı, bedenin bir
limon gibi sıkıldığı bir zamanda kan kusmayla kendini belli
eder. Sonra sanatoryum dönemleri başlar ve bedende tüber
külozun önüne geçilemediği için gırtlağa ve diğer organlara
da sarkar. Kafka bu hastalığın metastaz yapmasının etkisiyle
vefat eder.
Kafka uzmanlan, Kafka'nın babasıyla diyaloğuna hemen
hemen her eserlerinde dikkat çekmişlerdir. Franz Kafka, bir
anlamda Hermann Kafka ile varlık bulmuştur. "Hermann
Kafka olmasa Franz Kafka olmazdı" demek saçma bir tez gibi
gözükse de, bir deha üretme aparatı/aygıtı olarak babanın hal
leri ve Kafka'yı şekillendiriş tarzı görmezden gelinmemelidir.
Kafka'nın ince ve sıska bedeni söz konusu olduğun
da baba Hermann Kafka'nın iri kıyım ve şişman bedeni;
Kafka'nın anorexiası ve iştahsızlığı söz konusu olduğunda
Hermann Kafka'nm iştah ve her şeyi öğüten, kemiği bile par
çalayan dişleri; Kafka'nın sağlıksızlığı ve pasifliği ile baba
nın sağlığı ve aktifliği de göz önüne alınır. Elbette aynı evde
kalan, oğlunu küçük yaşlardan şayet evlenip de kendi işinin
başına geçmemişse, evini aile evinden uzaklaştırmamışsa ol
gun yaşlara dek yetiştiren babanın çocuğu üzerinde etkisini
tartışmak gülünç olur. Her şeyden önce yeni doğmuş çocuk
142
elbette toplumun en küçük tabakası olan aileye yani ebeveyne
bırakılır. Ebeveyn (anne-baba) çocuğu yetiştirir ve şekillendi
rir. Bu bağlamda Kafka da bir çocuk olduğundan, anne ba
banın eğitiminden ve terbiyesinden geçmiştir. Baba, burada
her anlamda Kafka'yı etkilemiştir. Daha sonraki dönemlerde
Kafka'da nükseden, Kafka'nın bedeninde nükseden iştah
sızlık ve zayıflık ve hastalık hallerinde babanm oğlunu dü
şünmesi ve buna biraz da emrivaki bir üslupla, dominant bir
kültürle, belki de zor zamanlarda bir Yahudi olmanın hayat
ta kalmak için duyargaları sonuna kadar açmanın bilincinde
olan biri olarak biraz da sert, maço bir baba olmanın haliyle
yapmıştır bunu. Kafka'nın babasından kopması ve babasını
bir entelektüel, bir yazar olarak gözlemlemesi hayatı boyunca
sürer. Hayatı boyunca Kafka ilerde "Babama Mektup" adlı
eserinde dillendirdiği ve ifadesini bulan kinini kusabileceği
argümanlar toplar, ilişkilerinin arkeolojisini kazar. Babanm
hayatın her alanında gerçekleştirdiği tutarsızlıklar, bir bir
sayılır. Bir anlamda yıllarca içe atılan kinin de kızgınlığıyla
yine yazıya sığınarak, pasif bir eylemle dışa vurulmasıdır bu.
Kafka'nm bedeni gerçi katharsis olur ve fakat bu eylem baba
nm karşısına geçip, onun gözleri içine bakarak, ona doğrudan
içini dökme cesaretiyle değil de, mektubu anneye ve kız kar
deşine sunup, onların mektubu okuyup onların sansürüne ta
kılmasıyla sonuçlanan bir eyleme döner. Kafka'nın, babasının
karşısına geçip ona derdini dillendirme, onu eleştirme, fikir
ayrılıklarının bağnşmaya dönüşecek bir duruma gelmesi ger
çekleşmez. Hatta kız kardeşi bile (Ottla) tip olarak, yüz olarak,
ruhsal bakımdan da kendine benzediğinden dolayı, babasıyla
mücadele ve kıtal için onu ileri sürer. O yüzden de Ottla diğer
kız kardeşlerinden (Elli, Valli) daha fazla sevilir Kafka tara
fından. Çünkü bu sevgisinin birinci nedeni, Ottla'nın tıpatıp
Kafka'ya benzemesidir, fakat biraz iri kıyım bir Kafka'dır.
Babayla mücadelede sıkletler böylece Ottla'nın gölgesi altın
da nerdeyse eşit hale gelir. İkincisi Ottla, Kafka'nın bir anlam
da içindeki yitik dişil ruhu (anima) temsil eder.
143
Kafka kız kardeşi Ottla ile birlikte
144
Aslında tümüyle önceden belirlenmiş bir varoluştu onunki
si, yaşamı-güzelliğiyle ya da sefaletiyle olsun, fark etmez- betim
lemede kendisine yardım elini uzatacak tüm garnitürden soyu-
nuktu. Ve perhizkârlığırun kahramanlık taşan bir yanı yoktu...
Kahramanlık'm her türlüsü yalandan ve ödleklikten başka bir şey
değildi. Perhizkârhğını bir amaca varmak için araç olarak kullanan
bir insan değildi o, korkunç kesin görüşlülüğüyle, temizliğiyle ve
uzlaşma yeteneksizliğiyle perhizkârlığa zorlanmış biriydi..."Ya
şama" değil, yalnızca "yaşanan bu tür bir yaşama karşı" kendini
savunduğunu biliyorum.60
145
Hastalanan, ölümden korkan, hüzünlenen ve yeri geldiğinde
de ağlamaktan kaçınmayan biri. Onun birey oluşu ne kadar
doğalsa, dönemin onun birey oluşluğu üzerine etkisi de o ka
dar doğaldır. Her birey yaşadığı dönemden etkilenir. O döne
min olaylarının etkisi altında kalır. Hiçbir fert yoktur ki yaşa
dığı dönemin travmalarından, hüzünlerinden, mutluluğun
dan ve olaylarından habersiz bir üst bilinçle başka bir dün
yada yaşamış olsun. Kendi döneminde yaşayan insanlar, ait
oldukları dönemin ruhunu eserlerine yansıtırlar. Yansıtmak
istemeseler de, Haşim gibi alegorik ve mecazlar dünyasma,
metaforlar ve hayal âlemine dalsalar da, haklarında yazılmış
ama edebi eserlerinde okurların görme imkânlarının olmadı
ğı gündelik hayata dair korkularını yaşantılarına yansıtırlar.
Maaşa geçme, iyi bir meslek edinebilme kaygısı, parasız kalın
dığında arkadaşlardan para isteme, dile/n/me vb. Tanpınar'ın
günceleri ile yazdığı romanlar arasındaki ilişki bahsettiğimiz
bu konuya uymaktadır. Tanpınar'ın eserlerinde edebi ifade
ve dil doruk noktaya varırken, söylem mecazlar ve metafor
lar yumağı, iyi bir felsefenin eritilmesi ile şekillendirilirken,
Tanpınar'ın gerçek hayatında çektiklerinin birebir bir aynası
olan güncelerinde ise başka bir ruh ve söylem sezilir. Edebi
eserlerde ne kadar mükemmel bir yazar olarak karşımıza çık
sa da, günce yazarı olarak insanlara kini, para düşkünlüğü,
insanları çekiştirmesi, okurların romanlardan ve denemele
rinden tanıdıkları zihinlerindeki Tanpmarla örtüşmemekte-
dir. Hatta bu günceleri okuyan okurlar Tanpınar'dan hoşlan-
mamakta, onu günceler ışığında gerçek hayatta 'basit hesap
ların inşam' olarak bile görmektedirler.
Tekrar Kafka'ya geri dönecek olursak, toplumun ve ça
ğın, birey üzerindeki etkisi kaçınılmazdır. Çağın aurası bir
iklim gibi zamanı ve mekânı kapladığında, birey olarak buna
karşı durma şansına sahip olamazsınız. Kafka da öyle yap
mıştır. Her ne kadar yazarlık işi ciddiye bindiğinde ve aile
si onun eserlerinin yayınlanması ve övgüler de almasmdan
sonra Avrupa'mn bazı yerlerini görme imkânına kavuşmuşsa
146
da, ömrü Prag'da küçücük bir çevrede geçmiştir. Gittiği il
kokul, ortaokul, lise ve üniversite ile avukat olduktan sonra
çalıştığı büro birbirine oldukça yakındır ve Kafka bu küçük
çemberi hep aşmak istemiş ve fakat bunu bir türlü başara
mamıştır. Max Brod'un heyecanlı bir şekilde (9 Mart 1908
tarihinde) Franz VVerfel ve birkaç arkadaşma Kafka'nın ne
sirlerini okuduğunda, Werfel'in bunlar için "Bodenbach sını
rının ötesinde bu metinler anlaşılmayacaktır!"61 sözünü dil
lendirmesi, Kafka'nın daracık bir alanda büsbütün yaşammı
idame ettirmesi açısından doğru gibi gözükse de, onun anla
şılması, anlaşılma çabası değil Bodenbach'ı, Çekoslovakya'yı,
Almanya'yı, Avrupa'yı aşmış dünyaya bile ulaşmıştır. Yine de
konudan fazla sapmadan zayıf Kafka'nın, anorexik meyilleri
olan vejetaryen Kafka'nın babasınm yanmda kendisini nasıl
hissettiğine dair Ritchie Robertson'un görüşlerine başvura
lım. Bu, aynı zamanda sosyal bir sınıf çemberinde en küçük
halka olan babanın birey üzerindeki etkisini göstermesi bakı
mından da ilgi çekicidir:
61 Roger Hennes, Franz Kafka, Eine Chronik, Verlag Klaus VVagenbach, Berlin
199, s.45
147
dan rahatsızlık duymaya başladı. Fiziksel görüntüsüyle ilgili özgü
ven eksikliği babasının bu konudaki güveniyle karşılaştırıldığın
da, aslında çok daha büyük bir güvensizliğin sadece bir kısmıydı.
Babası hiçbir şekilde rekabet edilemeyecek bir yetişkin özgüvenine
model oluşturuyordu. Franz onun yanında olduğu zamanlarda ke
kelemeye başladı ve sonunda onunla konuşmaktan tamamen ka
çınır oldu. Babası herkese emirler yağdırıyor, ama bunları kendisi
göz ardı ediyordu. Bunu yaparken de temelde kişisel karizmaya
dayanan mutlak bir otorite kullanıyor gibiydi. Hermann Kafka bu
gücü sayesinde, herhangi bir tutarlılık ya da mantık çerçevesinde
olmaksızın kusurlarını yüzüne vuruyor ve meydan okunulamaz
olmaya devam ediyordu. "Bana göre sen, doğrulan düşüncelerinin
değil, kendisinin üzerine kurulmuş tüm zorbaların sahip olduğu o
esrarengiz özelliği edinmiştin. En azından bana öyle geliyordu."
Kafka'nın babası, dünya haritasının üzerine yayılmış bir şekil gibi
hayatın tamamını işgal ediyordu sanki ve Franz'a hiç yer kalmı
yordu. Babasını taklit etmeyi başaramayan Kafka bu yeteneksizliği
için kendini suçluyor ve durumu şöyle özetliyordu: "Senin yüzün
den kendime olan güvenimi kaybettim ve yerine de sınırsız bir suç
luluk duygusu edindim."62
62 Ritchie Robertson, s. 16
63 Gilles Deleuze, Felix Guattari; a.g.e., s.62
64 Franz Kafka, Dönüşüm, Bordo Siyah Yayınlan, (Evrim Tevfik Güney çeviri
si), İstanbul 2007, s.6
148
yıflığından daha mutlak olarak betimlenir. Beden görüntü
olarak ne kadar zayıfsa, zihin, yaratı ve yazma gücü bir o
kadar fazladır. Kafka'da bedensel zayıflık, yaratıcı zayıflık,
birbirine ters ilintilidir. Yazı, Kafka'da çok güçlü bir varlık
boşalımıdır:
149
Gilles Deleuze ve Felix Guattari "Kafka" adlı eserlerinde
Kafka'nın yazma eylemini, hele de mektuplarla zihinsel bil
gi alış verişini ve bu bağlamda da soyut besini Dracula'run
varlık nedeni gibi görülebilen bir "kan emme eylemine" ben
zetirler. Dracula için genç kızların boyunlarında emilen kan
neyi temsil ederse, Kafka için de mektuplar zayıf bedene gi
den sözcük-kanlandır:
150
Kafka'nın beden olarak çok zayıf, alız, ince olduğunu
dile getirmiştik. Haşim'in kendi güzelliği yani yüzüyle, var
lığıyla giriştiği mücadeleyi, ayna karşısına geçip kendi yü
zünde yapmak istediği sayısız değişikliği ve bunlardan yine
mutlu olmayıp tüm kafayı, başı koparıp atma isteği bedene
indirgendiğinde Kafka'da da bu durum görülebilir. Kafka
çelimsiz bedeni, kargaya benzeyen fizyonomisi ve inceliği ile
huzursuz bir yaşantı sürmüştür. Kendi bedeni ile barışık ya
şama, Kafka söz konusu olduğunda geçerliliğini yitirmekte
dir. Kafka yanında taşıdığı, aa çektiği, çilenin aurası olan bu
cılız "organsız bedeni" taşırken bir kanıt olarak onu herkesle
karşılaştırır. Babasınm sonsuz güçlü ve sağlıklı gözüken iri
kıyım bedeninde, kendi kısa hikâyesinin bir yansıması olan
karganın gökyüzünde yitmesi ve gökyüzünün de karganın
olumsuzluğu olması gibi, babasınm battal bedeninde yitip
gider. O zaman inkommensurabel özellikler taşıyan Kafka
yorumlamalarına öznenin, Tanrı'nın büyüklüğü ve haşyeti
karşısında hissedilen küçüklüğü bir anlam kazanır; öznenin
zayıf bedeni ve küçülmüşlüğü daha büyük ve yenilmez, daha
güçlü görünen baba karşısında zayıflığı, küçüklüğü, mini-
cikliği, ufalmışlığı, böcek olmuşluğu olarak da görülebilir bu
durum. Ufalıp küçülme ve zararsız hale gelme, zararsız hale
gelmeden çok gözle görülür bir dikkat odağı olmama, kendi
sine zarar getirecek merkez ve güçlü gücün bakış alanından
sıyrılma, kaçma olarak da bakılabilir bu küçülme eylemleri
ne. Varlık olarak insan oluştuktan yaratıklar basamağma ba
kıldığında insandan daha alt sınıfta yer alan hayvan oluşlu-
ğa, oradan da onların bir altı sınıfında yer alan bitki oluşluğa,
hayvan oluştuğun en zayıf halkası olan böcek oluşluğa sar
kan sürecin temeli burada yatar. Dominyon, baskın, panop-
tikon bir bilincin dışına çıkma, küçülerek dikkatleri dağıtma
ve varlık alanının sınırlarını aşma girişimi. Elias Canetti bunu
"Öbür Dava" adlı metninde şu şekilde izah eder:
Dört bir yanda güç'le yüz yüze gelen Kafka'yı, inatçılığı ba
zen geçiçi süre kurtarır bu durumdan. Ne var ki, inatçılığı elver
151
medi mi ya da bekleyen başarıyı sağlayamadı mı, Kafka gözden
kaybolmaya başvurur; bilindiği üzere çokluk küçümsemeyle
baktığı sıskalığın da bu konuda yardımını görür. Bedensel olarak
küçülmesiyle güc'ün elinden yakasını kurtarır, dolayısıyla güç'te
daha az pay sahibi olur. Bu tür bedensel bir perhizkârhk da güce
karşı kullanılmış bir silahtır. Gözden kaybolmaya karşı eğilim
Kafka'nın ismiyle ilişkisinde de belli eder kendini; romanlarının
ikisinde, Dava ve Şato'da ismini küçültüp ilk harf K'ya indirger.
Felice'ye yazılan mektuplarda ismin giderek küçülüp sonunda
büsbütün kaybolduğu görülür. Kafka'nın güce karşı başvurduğu
bir başka önlem ise hepsinden şaşırtıcıdır ve Kafka, kendisi dı
şında yalnızca Çinlilerin üstesinden geldiği bir ustalıkla uygular
bu yöntemi. Güç'ten nefret ettiği, ama kendini onu alt edecek du
rumda da görmediği için giderek küçülerek güçlüyle arasındaki
uzaklığı büyütme yoluna gider. Bu büzülüp küçülme de iki şeyi
ele geçirmesini sağlar. Birincisi, küçülerek kendini tehdit eden
tehlikenin görüş alanı dışına çıkar; İkincisi de, güce başvurmada
akla gelebilecek tüm aşağılık çarelerden özgür kılar onu; kendi
lerine dönüşmeyi daha çok yeğlediği küçük hayvanlar zararsız
dır.67
152
dostlarının dişleriyle öğüttükleri etler onları güçlü kılıyorsa,
o etleri bir kenara bırakarak hoşlanılmayan zayıflık, cılızlık,
incelik durumunu kabulleniştir. Onda, kendine ait yeni bir
yol bulma ve o yoldan da bir güç elde etme durumudur.
Zayıf ve hastalıklı bir beden olarak her anlamda babanın
şefkatini alma girişimi bir yana, babanın hayatta atış poligo
nundan dışarı çıkma eylemi, nazarı dikkatini öteleme ve ken
dine kendiyle baş başa kalabileceği, güçlü babanın hışmını
başkalarının üzerine çekebileceği (Ottla) bir hamledir. Ottla
bu açıdan daha önce de değindiğimiz gibi Kafka'nın en çok
sevdiği kız kardeşidir. Hem tip olarak kendisine tıpatıp ben
zer hem de Kafka'nın zayıflığını ve inceliğini temsil etmez.
Babanın karşısında "güçlü bir alternatif Kafka" olarak durur.
Kafka'nın gerçek hayatta olduğu güçsüz Kafka yerine, onun
içinde taşıdığı güçlü animayı dışanda, babaya karşı temsil
eder. Bu temsil etme durumu Ottla'yı babasıyla kötü kılmış
ve diğer kız kardeşleri Elli ve Valli gibi sessiz, içe kapanık,
babadan korkan ve ona karşı durmayan, tezlerine anti tez
getirmeme yerine, ananın da zayıflığını ve yitikliğini temsil
eden bir varoluşta gücüyle ve tipiyle de Kafka'nın dişil bir
uzantısı olmuştur Ottla.
Yapı ve bünye, Kafka'nın önemli izleklerinden biridir,
insanın açlığında ve varoluşunda çok büyük rolü olan "or-
gansız beden"in, "diş"in , "dil"in yapı ve bünyeyle ilişkile
rini kodlar. Sadık Hidayet de "Hidayetname" adlı eserinde
"Peyam-ı Kafka" (Kafka'nın Mesajı) adlı uzun makalesinde,
Kafka'da yapı ve bünye meselesini açar:
153
olması gereken Babil Kulesi dramı gibi. Yani insanları bir araya ge
tirirken kendisinin de göklere ağması gerekir. Ama Babil düştü ve
bu yüzden Kafka'nın ilgisini çekti.68
154
Kafka'da sadece açlık meselesinin değil, diş konusunun
sürekliliği de dikkat çeker. Elias Canetti'nin "Öbür Dava" adlı
metninde, Kafka'nın sevgilisi Felice'nin altın dişine alışmak
için çok çaba sarf ettiği kaydedilir, başlangıçta Kafka'nın o
dişlere alışamadığını, Felice'nin bir bayana yakışmayacak o
öğütme mekanizmasından, hazım öncesi öğütme aparatla
rından, altın dişlerinden utanıp utanmadığını sorduğunda,
Felice'nin bundan utanmadığı cevabını aldığı bilgisi verilir
bizlere:
Grete'nin dişi ağrır bir ara; Kafka tasa ve kaygı dolu pek
çok soruyla tepki gösterir, bunu fırsat bilip Felice'nin "nerdeyse
tümüyle altın dişleri''nin üzerinde bıraktığı izlenimden söz açar:
"İlk zamanlar, ne yalan söyleyeyim, F'nin dişlerini görmemek
için gözlerimi yere indirmeden duramazdım, altının ışıl ışıl parıl
tısı işte öylesine dehşet salardı içime (uygunsuz yerde gerçekten
cehennemsi bir panltı)... Sonradan, yapabildim mi, bakışlanmı
bile bile bu alfan dişlere yöneltirdim... Kendime eziyet için, bütün
gördüklerimin nihayet gerçek olduğuna kendimi inandırmak için.
Hatta bir ara kendimi unutarak Felice'ye, alfan dişlerinden utanıp
utanmadığını sordum. Utandığı yoktu Allaha şükür. Ama barış
tım... Nerdeyse tümüyle barıştım alfan dişlerle. Artık onları dışla
mak istemiyorum... Doğrusu dışladığım da olmadı hiç. Ne var ki,
bugün nerdeyse yakışık alır ve özenli bir nesne gözüyle bakıyo
rum bunlara... Gayet belirgin, içtenlikli, her zaman işte buradadır
denebilecek, gözler için asla yadsınmayacak, insani nitelik taşıyan
bir kusur; belki bu kusur bazı bakımdan yine korkutucu olmadığı
söylenemeyecek sağlıklı dişlerin yapamayacağı kadar beni yaklaş
tırdı Felice'ye.70
155
"Kafka'da Diş Konusunun Sürekliliği. Kasap büyükba
ba; kasaplar sokağındaki okul; Felice'nin çeneleri; Felice'yle
Marienbad'da yattığı zaman dışında et yemeyi reddetme."71
156
"Zengin ya da yoksul, her dil, her zaman ağzın, dilin ve
dişlerin yersizyurtsuzlaştırılmasını kendi içinde barındırmıştır.
Ağız, dil ve dişler, ilk yerliyurtluluklarını besinlerde bulurlar.
Seslerin eklemlenmesine kendilerini adayan ağız, dil ve dişler
yersizyurtsuzlaşırlar. Demek ki, yemek ile konuşmak arasında
belli bir ayrım vardır -dahası, görünüşlerine rağmen, yemek ve
yazmak arasında da bir ayrım vardır: Yemek yerken yazılabilir
kuşkusuz, yerken konuşmaktan daha kolaydır bu, ama yazı, söz
cükleri besinlerle rekabet edebilecek şeylere dönüştürür daha zi
yade. İçerik ile anlatım arasındaki ayrışma. Konuşmak, özellikle
de yazmak, oruç tutmaktır. Kafka, besin konusunda ve en üstün
besin olan hayvan ya da et konusunda, kasap konusunda, dişler,
kirli ya da iri dişler konusunda kalıcı bir saplantı ortaya koyar.
Bu, Felice'yle yaşadıkları en temel sorunlardan biridir. Oruç tut
mak da Kafka'nın yazdıklarında sürekli ortaya çıkan bir konu
dur, bu uzun bir oruç öyküsüdür. Kasapların gözetimi altındaki
Açlık Cambazı, çiğ etlerle beslenen vahşi hayvanların yanında
tamamlar mesleğini ve ziyaretçileri, rahatsız edici bir seçenekle
yüz yüze bırakır. "Bir Köpeğin Araştırmaları"ndaki köpeğin soru
sormasını engellemek isteyen diğer köpekler, ağzını yiyecekle
doldurarak onu meşgul etmeye çalışırlar- bu da rahatsız edici bir
seçenektir: "Ama o zaman da beni başlarından atmaları, soru sor
mamı yasaklamaları gerekmez miydi? Hayır, işte bunu yapmayı
düşünmüyorlardı, gerçi sorularımı işitmek istemiyorlar, ama so
rularımdan ötürü beni başlarından atmaya da kalkmıyorlardı."
"Bir Köpeğin Araştırmalarf'ndaki köpek iki bilim arasında te
reddüt eder; toprağı ve eğik başın besin bilimi ("Toprak bu besi
ni nereden edinir?") ile başlangıçtaki yedi müzisyen köpeğin ve
sondaki şarkı söyleyen köpeğin tanıklık ettikleri gibi, "hava"nın
ve dik başın müzik bilimi arasında gidip gelir: İkisi arasında yine
de ortak bir şeyler vardır; çünkü tıpkı müziğin garip bir biçimde
sessiz olabilmesi gibi, besin de yukarıdan gelebilir ve besin bilimi
yalnızca oruçla gelişir."72
72 A.g.e., s.30
157
lerdir bu bedenler. Fiziği güçlü, iri yan, sağlam yapılı erkek
olmak arzusu Kafka'nın içinde hiçbir zaman dinmez. Bunu
VVagenbach'ın tanıklığıyla vermeye çalışalım:
158
gezintiler yapar, zaman zaman bir marangoz atölyesinde çalışır,
ata biner, yüzer, kürek çeker (kürek çekmeye bayılırdı Kafka,
Moldav Irmağı'nda bir kayığı vardı- dış bakımdan Kafka'da, pek
yakışıklı, ince, uzun boylu bu kişide, kendi içine kapanık yaşayan
insanların kaçıklıklarından, acayipliklerinden eser yoktu), 1913
Martında ikindi saatlerini Prag'a yakın Troja'daki bir bahçede ça
lışarak geçirir.74
74 A.g.e., s.118
75 Richie Robertson, a.g.e., s.29
159
Zayıf bedenine rağmen yılmaması ve gayreti, spor mera
kı üzerine Roger Garaudy'nin de şu görüşleri vardır:
76 Roger Garaudy, Kafka, (Mehmet Sert çevirisi), Yirmi Dört Yayınlan, İstanbul
2007, s.31
160
Özdisiplinin önemi şarttır; hoyrat dünyaya karşı dur
mak için özdisiplin ve insanın ilkelerinin olması önemlidir.
Hidayet, "Peyam-ı Kafka"da kendi ağzmdan Kafka'nın ha
yattaki ilkelerini şöyle dillendirir:
Soğukluğa, yalnızlığa, kendi dünyamızdaki donuk feza
nın boşluğuna doğru ilerlemeliyiz. Düşmeyecek kadar denge
de kalmalıyız; yaşamak için gerektiği kadar nefes almalıyız.
Bu arada kendimizi o denli küçültmeliyiz ki havaya ve dayan
ma gücüne olan gereksinimlerimize göz yumabilelim. Kafka
bedenini ölüme teslim etmek istiyorsa, hayatın aldatmacala
rıyla yoldan çıkmamak için istiyordur. "Saçma"yı övmekten
başka bir şeyi de kabul etmez. Hukuk öğrenimi ve büro gibi
sorumluluklarla, bahçıvanlık, marangozluk gibi diğer hobiler
hakkmda "Gerçekten muhtaç olan dilenciyi kovduktan son
ra merhametli bir tavır takınıp sadakayı sağ elinden sol eline
vermek gibi bir şey bu" diyor."77
161
Roger Garaudy, "Kafka" adlı eserinde bazı tıp erbabının
Kafka'nın önemli eserinden 1913'te ve 1914'te yayınlanmış
"Değişim" ve "Dava"yı çok sonra yakalandığı veremin ön ha
bercisi olarak değerlendirdiklerini dillendirir:
162
zamanlarda, sağlığını göz ardı ederek kendini yorar, gecenin
dinlendiriciliğini varlığını tehlikeye sokma pahasına eliyle red
deder ve bu saatlerde kendi içinde, ruh dünyasma kazılar yap
mayı uygun görür. Bir taraftan hikâyeler, bir taraftan roman
taslaktan, romanda ilerlemeler, bir taraftan uzun hikâyeler
(Değişim), bir taraftan da o öldükten sonra gözle görülür bir
hal alan sayısız mektuplar ancak insanlarm yattığı gece yanla
rında, herkes kan uykuya çekildiğinde, "varlığı açma yoluyla"
mesai yaparak yazılabilir. Bu trans hal, doğurganlığı zorlama
ve gövde bedeni yorma, bedeni köle gibi "köpek gibi" çalıştır
ma eylemleri, Felice aşkının iyice kötüye gitme zamanında kan
kusma eylemiyle kendini açığa vurur. Beden bunca ağırlığa
dayanamamış ve iflas ettiğini bildirmiştir Kafka'ya. Kan kus
ma eylemi, ciğerlerinden kanın gelmesi Kafka için durumun
kötüye doğru gidişinin bir uyansı olsa da yazma ve çalışma
eylemine hastalığın bir etkisi olmaz, kustuğu kana rağmen ça
lışmalarına devam eder. Mektuplar, hikâyeler, hatta roman tas
lakları üzerinde yeni bölümler yazılır. Tüberküloz aşınlaşınca,
bedende kendine yayılma imkânı bulunca, Kafka artık kötü
duruma düşünce sanatoryuma gitmeyi bir olmazsa olmaz du
rum olarak görür. Ailesinin, arkadaşlarının baskısıyla ancak
sanatoryuma gitme teklifini kabul eder.
163
Sanatoryum dönemlerinde de göreceğimiz üzere ya
nında kendine eşlik eden Dora Dyamant'la birlikte gücü
nün yettiği son noktaya kadar yazma eylemine devam eder.
Annesine babasına ihtiyaçlarını yazar, para talep eder, giysi,
tereyağı, battaniye talep eder. Gündelik koşturmacaları so
rar onlara. Ölümünden bir gün önce bile hastalık, düzgün
yazı karakterine sahip olan Kafka'nın grafolojisini bozar.
Grafolojisinde değişiklikler yapar. Hastalık onun grafolojisi
ne girer bir virüs gibi, grafolojiyi de yemeye, kemirmeye ve
çarpık hale getirmeye başlar. Grafolojisi de kendi gibi hasta
lıklı olmasına rağmen yine anne babasına yazma eylemini
sürdürür.
Artık verem, gırtlak tüberkülozuna doğru metastaz yap
mıştır. Hâlâ doktorlardan umudunu yitirmeyen Kafka yuka
rıdaki grafolojilerden de görüleceği üzere son dakikalarım
yaşamakta ve oldukça bitkin sayılmaktadır. Hastalığında, son
gücünü de toplayarak yazdığı metinde şunlar kaleme alınır
Kafka tarafından:
164
Kafka'nın Prag'daki mezarı (fotoğraf: Kadir Kıvılcımlı)
165
3. Kafka'nın Eserlerinde
Anorexia'nın Dışavurumu
166
ölüyorum" (s.69)' anlatısıyla bir anlamda gerçek bir hal alır.
"Değişim"de Samsa bir böcek olarak dişi olmadığı için eti
ve et yemeklerini yiyememektedir; gerçek hayatta ise Kafka
anatomik yapısı itibarıyla biraz bir şeyler yiyebildiğinde de,
midesindeki hazımsızlık sonucu iştahsızlığı ve bütün bu duy
gu durumlarının onu yemeklere karşı soğutması nedeniyle et
yemeklerine karşı tavır ahr. Sağlığını korumak, hazımsızlı
ğım yenmek ve zaten sindiremediği katı yemeklerin yerine
daha yumuşak ve sindirimi kolay besinleri tercih etmektedir.
Vejetaryen olmaya karar verir. Gözden kaçmayan ortak bir
özellik, fiktif gerçeklikteki Samsa ile gerçeklikteki Kafka'nın
uyuşmasıdır. Böcekse "diş eksikliği"den, Kafka'ysa bedenin
sindirdim sistemlerini öğütme eylemi asıl alındığında "hazım
sorunundan" dolayı bir türlü et yemekleri ve katı yemekler yi
yememektedir. Gerçek hayattaki bu durumun elbette eserlere
yansıması kadar doğal bir şey olamaz. Kafka'nın 41 seneye
varan yaşammda yayınlandığım görebildiği eserlerin yanın
da, yayınladıklarım göremediği ve fragman olarak dostlarına
sunduğu metinlerde bu açlık ve anorexia temasına durmadan
döner. İştahsızlığı, hazımsızlığı, baş ağrıları, bedenindeki kı
rıklık, uyuyamama ve biraz uyuyabildiği zaman da düşlerle
geçen yan uykulu uyuyuşlar, uykusunu bir türlü alamama
lar ile şikâyetleri vardır. Bedeniyle ilgili sorunu olduğundan
ve bedeniyle bir anlamda barışık olmadığından hep onunla
bir kavga halindedir. Bu durum elbette eserlerine de yansır.
İsimlerim değiştirdiği ve fiktif dünyada başka bir görüntü
alan ve aslında bir anlamda kendisiyle doğrudan bağlantıları
olduğu fark edilen figürlerinde iştahsızlık, perhizkârhk, ano-
rexik davranışlar, hazımsızlık, açlık açıkça görülebilir. Sadece
insan olan figürlerinde değil, duygu boyutlarıyla insanları
anımsatan ama bir anlamda metamorfoz olmuş hayvanların
da da bu durum kendini gösterir. Kafka metinlerinde garip
* Franz Kafka, Dönüşüm, Can Yayınlan, (Ahmet Cemal çevirisi), İstanbul 2005,
s.69
167
ve korkunç insanlar açlık mücadelesi verirler ve bunu varlıkla
bir savaşım olarak görürler; içinde insani bir ruhun yer al
dığı, insansı özellikler taşıyan ya da taşımayan hayvanlar da
(su samuru, böcek, köpek, kedi, fare vb.) hep bilerek ya da
bilmeyerek açlığın sınırlarında gezinirler. Anorexik iklimde,
perhizkârhğın çok çok ötelerinde yer almaya çalışırlar. Bizler
"Kafka'nın Eserlerinde Anorexianın Dışavurumu" adlı bu
başlık altında Kafka'nın bütün eserlerinde, başta "Değişim",
"Bir Açlık Şampiyonu", "Bir Köpeğin Araştırmalan" adlı
hikâyeleri olmak üzere açlığın kendini çok net dışa vurduğu
bu hikâyelerde anorexik araştırma yaptık. Diğer hikâyelerin
yanında bütün romanlarında, bütün mektuplarında, günce
lerinde ve söyleşisinde anorexia kazısı yapmayı unutmadık.
Bu bütün eserlerinde anorexianm ve açlığın araştırılmasıyla,
bir anlamda Kafka'da yinelenen perhizkârlığm içte büyük
bir varlık sorunu olarak algılanmasının bir saplantı haline
gelip gelmediğini araştırmış olduk. Şimdi sayısız hikâyele
rinde sadece birkaç yerde geçen fakat Kafka'da açlık ve ano-
rexia dendiği zaman akla hemen gelen "Değişim", "Bir Açlık
Şampiyonu", "Bir Köpeğin Araştırmaları" adlı hikâyelerinde
açlığın ve anorexianın nasıl bir görünüm aldığım araştıralım.
168
lığından, ya da arada sırada kendi metinlerine karaladığı
çizimlere bakılacak olursa ressamlıktan çok bir hikâyecidir.
Hikâye, Kafka için apayrı bir öneme sahiptir. Hikâyenin kısa
soluğunun olmasının, kısa hikâyenin yapısı itibarıyla yorucu
bir uğraş istememesinin Kafka'nın bünyesiyle de bağlantısı
vardır. Kafka'da da, kısa hikâyeler gibi ifadesi içinde sıkışmış,
patlamaya hazır, yoğunlaştırılmış duygu durumları görülür.
Kısa hikâyeler nasıl içinde bir hüzün barındırırlar ve çoğu za
man trajik bir epiloğa sahip olurlarsa, Kafka'nm da hayatının
gidişatına bakılacak olursa bu türü sevmesi, bu türde eserlere
bir başka değer atfetmesi, bu türde eserleri diğer türlere göre
fragman bırakmayıp bitirebilmesi dikkat çeker. Kısa hikâye,
uzun soluk gerektirmediği için bir günde bitirilebilecek bir
duruma sahiptir. Hatta en uzun kısa hikâyenin bile (Yargı)
Kafka tarafından bir günde (saat gece onda başlanıp, sabah
saat altıda bitirilmiştir) sekiz saatte yazıldığı göz önüne alı
nacak olursa, Kafka için bu tür uygun bir tür olarak gözükür.
Kafka'nm kısa hikâyeye eğilimi ve bunları sevmesi, bu türün
zayıf bedeniyle tam olarak örtüşmesine bağlanabilir.
Kafka'nın hikâyelerinde en çok anorexiaya yer ver
diği, açlığı temel izlek ve laytmotif olarak ele aldığı hikâ
yeler "Bir Açlık Şampiyonu", "Değişim" ve "Bir Köpeğin
Araştırmaları"dır; içinde adeta bir açlık poetikası barındır
dığı ve okurlara açlığın felsefesini ve metafiziğini açımladığı
için "Bir Açlık Şampiyonu"; dönüşüm mutlak hale gelince
ve açlık da bir anlamda sorun oluşturunca böceğin çektiği
besin sıkıntısı bağlamında "Değişim" adlı uzun hikâye, bir
de figürlerinin aynı "Değişim"de olduğu gibi köpeklerin ol
duğu ve köpeklerin de insana ait bir şeyleri soruşturdukla
rı, açlığın sınırlarını irdeledikleri hikâye olan "Bir Köpeğin
Araştırmaları" anorexiayı ele alan önemli metinlerdir. Biz
şimdi bu üç hikâyede kafkaesk anorexiarun nasıl bir görünüm
arz ettiğini, Kafka'da açlık izleğinin, anorexiaya bu hikâyeler
de nasıl vardığım, açlığın sadece somut bir açlık olarak mı,
yoksa soyut açlık olarak da değerlendirilecek bir "epistemik
169
açlık" a doğru evrilip evrilmediğini araştıracağız. Bu üç hikâ
yede anorexik bulgular, bir anlamda "Kafkaesk Anorexia"nın
hikâye kanadında bizlere ipucu verecektir.
3.1.1. Değişim
170
anlatışın irreal bir konuyu anlatmasına rağmen gerçekçiliği
ni ve inandırıcılığını yitirmediğini görürler. Gerçek hayatta
insanın böceğe dönüşmesinin fantastik ve hayal olduğunu
bilmemize rağmen, klasik anlatı geleneğinde insanın hal
leri ırmak bir dille anlatılmıştır. Conditio humane dillendi-
rilmişken, conditio humane'in bir böceğe evrilmeyle böcek
oluşluğu böylesi inandırıcı bir dille inşam derinden sarsması,
anlatıda böceğin ve insanların ruh dünyalarına derinlikli inil
mesi, böceğin (Samsa) ve insanların (Samsa ailesi) bir arada
yaşamada korkularının ve kaygılarının edebi bir dille olağa
nüstü anlatılması; hüznün ve trajedinin dozunda verilmesi
ile modem anlatıda tematik devrimlerden birini teşkil eder
"Değişim" adlı eser. Gerçi Kafka'nın "Değişim"inden önce de
değişim-dönüşüm izlekleri edebiyatta ele alınmış, mitlerde,
masallarda, türkülerde değişim-dönüşüm izleği işlenmiştir
ve okurlar bunu görme imkânına sahip olmuşlardır, fakat
Kafka'nın "Değişim" adlı eserinde, yaklaşık seksen sayfaya
varan bir eserde, dönüşüm geçirmiş bir insanın, böcek olarak
yaşantısındaki gerçekçi anlatım dikkat çeker. Figürün kendi
corpusundan, odaların ve olayların profesyonel örülmesine,
eser içindeki insansı ilişkilerin gerçekliğine bakılacak olursa,
sırf bundan ötürü "Değişim" orijinal bir eser olma vasfını hak
etmiştir denilebilir.
"Değişim" sadece anlatım aşamasında bir edebi dev
rim değil, içerdiği konunun örülmesi açısından da çok de
ğerli bilgiler içermektedir. Bir böcekbilimci olan Vladimir
Nabokov'un bile böcekler hususunda uzman olduğu düşü
nüldüğünde ve Kafka'nın "Değişim"ini incelerken, Kafka'run
böceği derinlikli ve ayrıntılı anlatma yeteneğini göklere çıkar
dığı göz önüne alınacak olursa, Kafka'nın ayrıntılı anlatma ve
Japon haikulan, Çin ayrıntılı anlatma geleneğini bu böceğine
yansıttığını ve eserin de bu açıdan topyekûn bir başarıyı hak
ettiği gözlemlenebilir.
Bir sabah tedirgin düşlerden kalkan Gregor Samsa'nın
kendini bir böceğe dönüştüğünü görmesi ile başlayan uzun
171
hikâyede Samsa, birkaç defa daha yatıp, kalkıp ancak ma
sallarda görülebilecek bu olağanüstü dönüşümün bitmesi ve
insana dönüşümün yeniden gerçekleşmesi için didinir. Fakat
böcekten insana dönüşüm gerçekleşmez. Ailesi, işe gecikece
ği için onu kapı arkasından sıkıştırmaya başlar. Hepsi tedir
gindir, normalde Samsa hiç bu kadar gecikmemiştir. Böceğe
dönüştüğü için yataktan kalkmada güçlük çeken Samsa,
zırhından ötürü doğrulamaz, didinir ama çok zorlanmasına
rağmen bunu başaramaz. Bu arada kapısında sadece ailesi
(baba, anne, kız kardeş) yer almaz, çalıştığı yerden bir me
mur da hızlı bir rüya geçişi ile kapıda belirmiştir. Hepsi, onun
kapıyı açmasını beklerler. Samsa çok zorlanır, doğrulur, ba
cakları üzerine durur ve kapının eşiğine gelir, çokça çabadan
sonra elleri olmadığından zar zor ve binbir güçlükle dişleri
ile kapıyı açar. Kapı açılınca şok gerçekleşir. Hepsi hayret
ederler. Karşılarında bir böcek vardır. Memur, bu durumu
acilen patrona yetiştirmek için hızlı bir şekilde dönüp kaçar.
Samsa, böcek olmasına rağmen dönüşümü hikâye boyun
ca küçük ayrıntılarıyla devam etmektedir. İnsandan böceğe
dönüşüm, Samsa'nm bedeni bir böcek bedeni olmasına rağ
men devam eder. Sesi ağır ağır yiter, bedenindeki içsel deği
şimler de ağır bir seyirle devam etmektedir. İçsel dürtüleri
böcekleşir. insansı beğenileri, yemek beğenileri, böceksi be
ğenilere doğru evrilir, insanken sütlü lapayı sevmesine rağ
men, böcek olduktan sonra bunu sevmez ve kız kardeşinin,
Grete'nin böcek olarak Samsa'nın ne sevdiğini, neden hoş
landığını bilmediğinden yemek artıklarından yaptığı bir çe
şitlemede küflü peyniri tercih eder. Bunu aç olduğu için çok
iştahla yer. Bu örnekte de böcek-Samsa'nın insan-Samsa'dan
ayn bir mönü sevgisi, yemek sevgisi olduğu; bedenindeki de
ğişimin "Değişim" adlı anlatırım ortalarına doğru bile beden
ve ruhen devam ettiği görülebilir. Okurlar gerçi böcek-Samsa
ile insan-Samsa'nm derinlikli hallerini bilmediklerinden iki
canimin sınırlarının ne zaman birbirinden ayrıldığını, nere
de birbirine eklemlendiğini fark edemezler. İnsan-Samsa'nm
172
yemek zevki kız kardeş Grete'nin getirdiği çeşitlemede başka
bir beğeniye (çöpe, atık sevgisine) dönmüşken; kız kardeşi
içerde keman çaldığmda ve Samsa artık böcekleştiğinden ve
dişleri de olmadığından insanlar gibi besinleri yiyemediği bir
evrede müzikten aldığı hazzı böcek-Samsa oluşluğa değil de
insan-Samsa oluşluğa çekmeliyiz. Bir taraftan dönüşümle bir
likte bir besin değişimi ve sevgisi değişmişken; soyut besin
söz konusu olduğunda eski insan-Samsa'nın hiçbir şey yitir
mediğini, insanlardan daha değerli olduğunu, kız kardeşinin
çaldığı viyolonselin onu büyülediğini ve bu etkilenmenin
de böceksi, hayvansı bir edim değil de insansı bir edim ol
duğu üzerine gidilmelidir. "Değişim" adlı metin bu açıdan
böcek-Samsa ile insan-Samsa arasındaki akıntının, Styx suları
gibi yer altından ve derinlerden aktığından, bunu pek ayırma
imkânı olmamaktadır. Metni büyük kılan özellik de bu derin
lik ve insanların bazı şeyleri metinde çözememiş olmalarıdır.
Küçük anlatıda, masal geleneğinde birkaç örneği olan anti
masalın (Kibritçi Kız) anlatım olarak, trajedi olarak bu eserde
uygulanması ve bunun büyük bir profesyonellikle harman
lanmasıdır. Herkes Gregor Samsa'nın çektiği bunca çileden
sonra, metnin sonunda masal geleneğiyle yetiştiğimizden
böceğin tekrar eski haline döneceğinin hayalini kurarken ve
buna inanırken, Kafka böceğini sorumluluk duygusu ile ve
ailesini düşünüp onlara daha fazla yük olmak da istemedi
ğinden ölüme iter. Bir anlamda intihar eder Samsa. Ailenin
ondan iğrenmesiyle kendini geriye çeker ve saat 03. 00 sula
rında artık hiç kimse tarafından sevilmeyen bir böcek olarak
kendini ölüme bırakır.
Biz tekrar "Değişim" adlı eserde Gregor Samsa'mn bö
ceğe dönüşümüyle birlikte önümüze çıkan ve onun anorexik
sürecinin, aç kalmasının, öldüğünde bile "ne kadar sıskalaş
mış" (s.66) olduğunun kökenine inelim ve eserde açlıkla ilgili
geçen bölümleri gözden geçirelim.
Dönüşüm geçirmiş Gregor Samsa'nın bu dönüşüm süre
cinin onu bayağı acıktırdığını görürüz. Karabasanın etkisin
173
den kurtulup, yeniden eski insan-Samsa konumuna varmaya
çalıştıkça efor kaybetmekte ve insana yeniden dönüşüm ger
çekleşmese de Samsa bayağı acıkmaktadır:
174
Gregor ancak kapıya varınca, kendisini oraya çeken şeyin ne
olduğunu anladı; bir yiyecek kokuşuydu bu; küçük kapının eşiğin
de süt dolu bir kâse duruyor, sütün içinde ufak ufak doğranmış
francala parçalan yüzüyordu. Nerdeyse sevincinden kahkaha ata
caktı Gregor, çünkü sabahkine kıyasla açlığı daha da büyümüştü;
hemen başını kâseye daldırdı, başı nerdeyse gözlerinin üstüne ka
dar sütün içerisine gömüldü. Ama çok geçmeden, düş kırıklığına
uğramış, kedini geriye çekti; hani yalnızca o incinmiş sol böğrün
den ötürü bir şey yemekte güçlük çektiği için yapmamıştı bunu
-ancak bütün vücuduyla sesli sesli soluyarak yemek yiyebiliyor
du-, genellikle en sevdiği yiyecek sayılıp kız kardeşinin kuşkusuz
bu yüzden odasına getirip koyduğu sütün hiç tadına varamamıştı;
hatta nerdeyse tiksinerek kâseden çevirdi yüzünü, geri dönüp sü
rüne sürüne odanın ortasına geldi.82
FRANZ KAFKA
DİE VERWANDLUNG
82 A.g.e., s.26-27
175
Gregor Samsa'nın bu yeni durumuna ailenin alışması ve
kız kardeşin, Samsa'nın sevdiği yemekleri, besini bulmasına
kadar Samsa uzun bir süre aç kalacaktır. Samsa'nın açlığının,
ailesini içine sürüklediği bu olağanüstü ve alışılmadık durum
da onu üzmektedir:
83 A.g.e., s.28
176
sezinleyemezdi; kendisinin neden hoşlandığını anlamak üzere bir
sürü yiyeceği eski gazetenin üzerine yayarak alıp gelmişti kız kar
deşi; pişeli hayli zaman olup yan kokuşmuş sebze, donmuş beyaz
bir salçanın ortasında akşam yemeğinden kalmış kemikleri, biraz
çekirdeksiz üzüm ve badem, Gregor'un iki gün önce yenilecek gibi
olmadığını söylediği bir peynir, bir parça yavan ekmek, üzerine yağ
sürülmüş bir dilim ekmek sonra yine yağ sürülüp tuz ekilmiş ikinci
bir dilim ekmek. Hepsinin yanında da, galiba bundan böyle kesin
likle Gregor'a ayrılmış su dolu bir çanak konmuştu. Kendisi varken
yemeğe el sürmeyeceğini bilen kız kardeşi incelik göstererek hemen
odadan çıkıp gitmiş, hatta dilediği gibi rahat hareket edebileceğini
Gregor'a sezdirmek üzere anahtan çevirip kapıyı kilitlemişti.
177
izledi; kız kardeşi, hiçbir şeyden habersiz, yalnız kalıntıları değil,
Gregor'un asla elini sürmediği yiyecekleri de, sanki bundan böyle
bir işe yaramayacaklarmış gibi, süpürgeyle bir araya topladı ilkin,
sonra hepsini acele bir kovanın içerisine boşalttı, bir tahta kapakla
ağzını kapadığı kovayı alıp dışarı götürdü. Kız kardeşi arkasına
döner dönmez, Gregor kanepenin altından çıktı, uzamp gerindi ve
yellendi.84
84 A.g.e., s.30
85 A.g.e., s.31
178
Ancak ilende, kız kardeşi duruma biraz alışınca -tam bir alış
ma tabii asla sözkonusu olamazdı- arada bir tatlı bir söz çalınmaya
başladı Gregor'un kulağına. Örneğin, getirilen yemekler arasında
şöyle adamakıllı bir temizliğe girişti mi: "yemeği beğenmiş bugün
anlaşılan", diyordu kız kardeşi. Giderek seyrekleştiği görülen kar
şıt durumlarda ise, adeta üzülmüş şöyle söylüyordu: "Gene hiç el
sürmeden bırakmış hepsini."96
86 A.g.e., s.31
87 A.g.e., s.32
179
böceğin besin atıklarının def edilmesinden ve odanm hava
landırılmasından Grete sorumludur. Anne-baba çok sevmele
rine rağmen, bir türlü güçlerini toparlayıp böcek-Samsa'nın,
oğullarının odasına girecek gücü kendilerinde bulamamak
tadırlar:
88 A.g.e., s.38
180
buk odasından içeri itiyor, akşam da sadece şöyle bir tadına mı
bakılmış, yoksa, çok vakit olduğu gibi, el sürülmeden bırakılmış
mı, hiç aldırış etmeden süpürgenin ucuyla çekip dışarı alıyordu.
Odayı derleyip toplamak için artık hep akşamları uğruyor ve bu
işi öylesine çabuk yapıp çıkarıyordu ki, daha çabuğu can sağlıydı.
Pislik duvarlar boyunca yol yol üzemiyor, sağda solda yumak yu
mak toz ve çıkartı görülüyordu.85
89 A.g.e., s.52
90 A.g.e., s.54
181
devam ederken, eve parayı getirecek ve ailenin maddi du
rumunu kotaracak elemanın ortadan kalkmasıyla Gregor'un
yerini alacak olan yeni durumlara bakılır. Eve para getirecek
yeni yollar aranır. Gregor, böceğe dönüşene kadar çahşma-
yan ve pasif bir yiyici konumunda olan evin efradı (üçü de)
çalışmaya başlar. Baba bankada hizmetçi olur; kız kardeş bir
kursa katılır, anne ise hasta olduğundan evde dikiş nakışlarla
evin ekonomisine katkıda bulunur. Bankada var olan artı pa
ralan, ancak kıt kanat onlara yetebilmektedir. Eve, boş odanın
birine, kiracı almayı düşünürler. Odalarına üç kiracı taliptir.
Şapkalan, sakallan olan, birbirlerine çok benzeyen bu kiracı
lar odayı tutarlar. Samsa ailesi, onlan hoşnut etmenin yollarım
ararlar. Güzel yemeklerle, Grete'nin çalabildiği iyi bir müzik
le onlara velinimet gözüyle bakılır. Kiracıların eve gelmesiyle
Gregor'un odasmda da değişiklikler olur. Artık onun yaşama
alanına saldında bulunulur. Kendisine ait bir odası varken, bu
oda onun yaşama alanıyken, kiracılarının kullanmadıktan eş
yalarının bir deposu konumuna gelir. Bir kiler olarak kullanılır
Samsa'nın odası. Samsa böcek olarak bu olanların farkmdadır.
Anne, böceğin içinde hâlâ insan olan oğlunu aramakta, şekil
olarak ne kadar değişmişse de; iç olarak, maneviyat olarak
onun değişmediğini ummaktadır. Fakat kiracıların gelmesiyle
artık Samsa'nın içinde var olan bu son oğul ve evlat mane
viyatından da feragat edilir; Gregor Samsa ölüme terk edilir.
Besin alacak durumda olmadığından dolayı ıstırap çekmekte,
dişleri olmadığından dolayı etli yemekleri yiyen kiracıları kıs
kanmaktadır. Hayatta kalmak için dişlere ihtiyacı vardır ve bu
dişler olmasa ölüme doğru sürüklenmektedir:
182
ışığı yaktıklarında da yine kapı açıktı. Baylar, eskiden babası, an
nesi ve Gregor'un hep birlikte yemek yediği masanın başköşesine
kurulmuş, peçetelerini açıp çatal ve bıçaklarını ellerine almışlardı.
Derken bir tabak etle annesi, hemen arkadan elinde patates dolu
büyük bir çanakla kız kardeşi göründü. Yemekten yoğun bir du
mana benzer bir buğu yükseliyordu. Kiracı baylar, sanki önce bir
denemek ister gibi, önlerine getirilip konan tabaklar üzerine eğil
mişler ve gerçekten, duruma bakılırsa öbür ikisinin bir otorite say
dığı üçüncüleri servis tabağı üzerinde etten bir parça kesmiş, anla
şılan etin yeterince pişip pişmediğini, mutfağa geri yollanmasının
gerekip gerekmediğini anlamak istemişti. Ama memnun kalmıştı
sonuçtan; merakla olayı izleyen Gregor'un annesiyle kız kardeşi,
bunun üzerine rahat bir nefes alarak gülümsemişlerdi.
Asıl aile üyeleri ise yemeği mutfakta yiyordu; ama babası
mutfağa yollanmadan salona girip, başında bere, önlerinde eği
lerek oradakilerin hepsini birden selamlıyor, masanın çevresini
şöyle bir dolanıyordu. Kiracı bayların her üçü de doğrulup kal
karak top sakallarından içeri bir şeyler mırıldanıyor, sonra yalnız
kalıp tam bir sessizlik içinde yemeklerini yemeye koyuluyorlardı.
Gregor'un yadırgadığı şey, çeşitli gürültüler ortasında hep onların
yemeği öğüten dişlerinin sesini işitmekti; bununla Gregor'a yemek
yemek için dişlerin gerektiği, dişler olmadan en sağlam çenelerin
bile işe yaramayacağı anlatılmak isteniyordu adeta. Gregor, mah
zun: "İştahım var ama, böyle yiyecekler için değil!" diye söyleni
yordu kendi kendine. "Bu baylar nasıl da karınlarını doyuruyor!
Oysa ben açlıktan ölüyorum."91
91 A.g.e., s.56
183
lar. Kız kardeşi Grete'nin mutfakta bu eylemi gerçekleştirme
si, yazarın böcek-Samsa'nm ihtiyacı olan besinin müzik oldu
ğu, onun artık bedensel besinlere değil ruhsal, tinsel besinlere
ihtiyaç duyduğu, özlenen gizli besinin, Samsa'yı hayatta tu
tacak besinin artık somut besin değil, soyut besin olduğunu,
bunun da kız kardeşinin çaldığı tiz viyolonsel sesi olduğu
verilmeye çalışılır.
Kiracılar olduğundan ve evde yer sıkıntısı çekildiğinden
dolayı kız kardeş ancak mutfakta prova yapmaktadır. Somut
bir besin açlığı çeken Samsa için bu müzik-mutfak vurgusu
yeni bir alana açılan besin olması bakımından önemlidir:
92 A.g.e., s.56-57
184
Kız kardeşinin bu keman sesi Samsa'nın böcek oluşlu-
ğunda içindeki duygu durumu değiştiren bir özelliğe; onu
hayatta tutacak bir tınıya sahiptir. Samsa, müziği duyar duy
maz onun büyüsüne kapılır ve kendine tahsis edilen yerde
kalmaz, dışarı çıkar:
Derken kız kardeşi çalmaya başladı; anne ve babası, her biri
kendi bulunduğu yerden, kız kardeşinin ellerinin devinimlerini
dikkatle izliyordu. Çalan kemanın cazibesine kapılan Gregor, her
zamankinden biraz daha ileri çıkmayı göze almıştı; bir ara başını
salonun kapısından içeri soktu. Evdekilere karşı beslediği ilgi es
kiden hep göğsünü kabartmıştı; son zamanlar ise onları umursa
dığı yoktu ve buna da şaşmıyordu pek. Oysa asıl şimdi saklanıp
gizlenmesi için daha çok neden vardı; çünkü odasının dört bir
yanı toz toprak içindeydi, en ufak bir kımıldanışta sağa sola tozlar
uçuştuğundan, kendisi de baştan aşağı toza bulanmıştı; iplikmiş,
kıllarmış, yemek atıklarıymış, ne varsa hepsini sırtında ve böğür
lerinde kendisiyle gittiği yere taşıyıp götürüyordu; her şeye karşı
takındığı umursamazlık alabildiğine büyüktü; dolayısıyla, eskisi
gibi günde pek çok kez sırt üstü yatıp halıya sürtünerek temizlen
meyi artık bırakmıştı. Ama yine de salonun tertemiz döşemesinin
üzerinde biraz daha sürünerek ilerlemekten çekinmemişti.”
93 A.g.e., s.58
185
rinde, nota sehpasının pek yakınına, notalan görebilecekleri ve kız
kardeşinin kuşkusuz rahatsız olacağı yere kadar sokulan baylara
gelince, çok geçmeden yan işitilir bir sesle konuşarak başlarını ön
lerine eğip pencereden yana çekilmişler, bundan böyle de pencere
kenarında kalarak, Gregor'un babası tarafından kaygılı gözlerle
izlenmeye başlanmışlardı. Doğrusu apaçık görülüyordu ki, şöyle
nefis ya da eğlendirici bir keman müziği dinleyecekleri sanısına
kapılmakla düş kırıklığına uğramışlardı; sanki bütün bu gösteri
den bıkmışlardı da, ancak nezaket gereği rahatsız edilmelerine göz
yumuyorlardı. Özellikle sigaralarının dumanını havaya üfleyişle-
rinden enikonu sinirli oldukları çıkarılabilirdi. Oysa kız kardeşi bir
güzel çalıyordu ki! Başı yana eğilmiş, gözleri, yoklayarak ve mah
zun, nota çizgilerini izliyordu. Gregor sürünerek biraz daha ilerle
di, belki kız kardeşiyle gözgöze geleceğini umarak başmı yere ya
kın tutuyordu. Müzik onu bu kadar duygulandırdığına göre, ken
disine bir hayvan gözüyle bakılabilir miydi? Sanki özlemini çektiği
bilinmedik besine götüren yol sonunda ortada gözükmüşçesine
bir sanıya kapılmıştı. Kız kardeşinin yanma kadar ilerleyerek ko
lundan çekip çekiştirmeye ve böylece ona, kemanını alıp kendi
odasına gelmesini dolaylı yoldan anlatmaya karar vermişti; çün
kü oradakilerin hiçbiri, kendisinin yapmayı düşündüğü gibi, kız
kardeşinin keman çalışını takdir edecek durumda değildi. Kendisi,
hiç değilse hayatta olduğu süre kız kardeşini bir daha odasından
satmayacaktı; görünümündeki korkunçluk ilk kez bu konuda işi
ne yarayacaktı; odasının bütün kapılarına aynı anda yetişecek ve
olası saldırılan tıslayarak nefesiyle geri püskürtecekti.94
94 A.g.e., s.58-59
186
olmasını diler. Acaba Gregor'un suçu, "özlenen bilinmedik besi
nin" yenilip yutulacak ve sindirilebilecek bir nesne sayılmayacağı
nı anlamakta yetersiz kalışı mıdır? Bu "özlenen bilinmedik besin"
müzikle özdeş midir? Eğer böyle ise, Gregor'un dönüşümünün
nedeni, müziğe düşkünlüğünü o bilinmeyen besin üzerine akta
rıp kendinden uzağa itmek istemesi midir? Kendisi gidecekken,
kız kardeşini konservatuara yollamak gibi bir tasarıyı kafasında
yaşatması mıdır? Kız kardeşi Grete'nin, o yücelikler ve özlemler
ülkesine yollayacağı bir elçi gibi yararlanmayı mı düşünmüştür?
Açgözlü bir pazarlamacı değil de bir müzisyen, bir Yoksul Çalgıcı
olması mı gerekiyordu aslmda? Bir dış zorlama olmaksızın vere
ceği özgür kararla ekmek parasını kazanmak istemeyerek sürdür
düğü çalışmalarla senin olsun deyip "özlediği bilinmedik" işe ko-
yulsa, örneğin müzisyenlik mesleğinde karar kılsa, dönüşümünün
önüne geçebilir miydi? Müzik, esenliğe kavuşturabilir miydi ken
disini? Müzik, öyküde genel olarak sanatın ve öznel olarak "yakan
sanatının", yani edebiyatın bir simgesi rolünü mü oynamaktadır?
O ezeli bekârın yaşamsal paradoksu, özlemiyle "insana özgünün"
ötesine geçmek için hayvan kılığına girmesi gereken Gregor'un pa
radoks tablosunda mı açığa vurmaktadır kendini?95
95 A.g.e., s.95-97
187
başlamıştı. Ancak kendisi için hazırlanmış yemeğin önünden tesa
düfen geçtikçe, oyun oynar gibi bir lokma alıp ağzına atıyor, lok
mayı saatlerce ağzında tutup, çokluk gerisin geri tükürüyordu".
Gregor'un ölümünün ardından Grete'nin söylediği sözler acımasız
bir titizlikle doludur. Grete, Gregor'u cansız bir nesneye benzetir.
Gerçekten de Gregor'un yaşadığı söylenemez; yaşam bedensel ve
ruhsal anlamda kayıp gitmiştir önünden. Dönüşüm, Gregor'u de
ğiştirmemiştir. Mantığı, içine yuvarlandığı her durumla uzlaşma
sını sağlayan bir nesne diye niteler ve onu sözcüğün tam anlamıyla
her hayvandan daha hayvansal, yani bir nesne olmak için gereksi
nir. Böylece Gregor ölmeyen, geberip giden bir yaratığa dönüşür.
Sonunda "bitişik odadaki şey" olarak hizmetçi tarafından evden
süpürülüp atılır dışarı.96
96 A.g.e., s.98-99
97 Veysel Atayman, Önsöz ya da Kafka Kolonisi Hakkında, içinde: Franz
j<afka, Dönüşüm, Bordo Siyah Yayınlan, (Evrin Tevfik Güney çevirisi), İstanbul
2007, s.24-25
188
ele alır. Böcek Samsa'nın, kız kardeşi Grete'nin zor zamanın
da çaldığı ve kendisine adeta yeniden bir hayat bahşedecek
müziğine bakışını, alıntı biraz uzun olsa da vermekte fayda
görüyoruz:
"Dönüşüm'ün son üçte birlik bölümünde karşımıza çıkan
bu müzik olayı, Gregor'un o baştan beri sorageldiğimiz tartışmalı
kimliği üzerinde düşünmemize yeniden kapı aralayacaktır. Kız
kardeşinin çaldığı kemandan müthiş duygulanır Gregor. Öyleyse,
dönüşüm, tamamen yüzeysel, insan kimliğini etkilememiş, sadece
fiziksel sorunlar yaratmış bir dönüşümdür. Gregor hâlâ bir insan
dır; ya da müziğin ortaya çıktığı bu uğrakta, dönüşüm dönüşüm
olmaktan çıkmıştır artık; Gregor öykünün öncesindeki insan kim
liğine geri dönmüştür. Dönmüştür, ama Gregor, dönüşümden
önce müzikle hangi boyutlarda ilgilenmiştir ki, bu duygusallıkları
onun insanlaşmasına işaret olarak alalım? Onun gerçekte müzik
sever biri olmadığı bilgisini öyküden anlıyoruz. Gene de, masraflı
da olsa, kız kardeşini konservatuara yollama planları yapmıştır.
Kendindeki bastırılmış bir özlemin belirtisi midir bu?
Müziğe büyük anlamlar yüklenmesinden kaynaklanmaz bu
planı, ama kendi hayatının ötesinde bir anlamı olduğunu düşünür
sanki, ya da hayatın, kendi pazarlamacı hayatının ortaya koyduğu
anlamdan ibaret olmayacağını hissetmiştir. Ama o üç kiracı beyin
duyarsızlıkları karşısında, müzik ile farklı bir ilişki kurduğunu
düşünsek bile, bu ilişki daha çok kız kardeşine bütünüyle el koy
ma (onu odasına götürüp bir daha bırakmama), onun kemanına
el koyarak müziğini de sadece kendinin kılma isteğiyle sınırlı bir
ilişki gibidir. Kafka'nın, yayınevimizce bu metinden önce yayın
lanmış olan Franz Grillparzer'in uzun öyküsü Fakir Çalgıcı'yı "bir
su gibi" okuduğunu öğreniyoruz. AvusturyalI yazarın Kafka'dan
yaklaşık seksen yıl önce kaleme aldığı bu öyküde, bir sokak çalgı
cısı, kemanıyla notasız, "kakafoni" yapıp durmaktadır. Grete ise
notalı, ahenkli çalmaktadır. Fakir Çalgıcı tematik olarak müziğin
özgürleştirici etkisini öne çıkartan bir metin. Müzikten çok, sesi,
tonu vurgulayan Grillparzer, Schopenhauer'in müzik konusun
daki düşüncelerini adeta öyküsüne uygulamıştır. Ses ve ton fakir
çalgıcı için özgürleştirici, mistik bir yoldur. Dönüşüm'de karşı
mıza çıkan "özlenen bilinmedik besin" tanımı ile müziğin özgür
leştirici etkisi arasında bir bağ kurmak mümkün mü? Daha önce
de sorduk: Somut, çiğnenip yutulacak bir şey midir bu besin; el
konup (kız kardeş gibi odaya çekilecek, orada saklanacak bir şey?
Gregor gündelik yaşamın koşturmacası içinde müziğe düşkünlü-
189
ğünü bulanık da olsa fark etmiş, bu özlemini bilinmeyen besine
aktarıp onu dışında mı tutmuştur? Ve şimdi dönüşümün ardın
da bir şeylerin farkına mı varmaktadır? Başka bir deyişle, müzik
pratikte elle tutulur hiçbir karşılığı bulunmayan bu kendinden
geçirici (özgürleştirici) boyut ya da araç, Gregor Samsa'nın her
yanıyla pratikle sınırlanmış, cinselliğe bile fırsat bırakmayan ha
yatının anlamsızlığını su yüzüne çıkartan karşı kutup mudur? Ve
Gregor bunu fark etmekte çok mu geç kalmıştır? Buradan bakıl
dığında, Gregor'un dönüşüm öncesi hayatının damıtılmış modeli
gibi görünen o üç kiracı, müziğe gösterdikleri mesafeli tavırlan
ile, ona kendisini, geçmiş anlamsız hayatını hatırlatmış olamazlar
mı? Ve o Dava'da rahibin kilisede söylediği gibi, "hâlâ gerçeği gö
remediği için", korkunç bedeniyle ortaya çıkıp Grete'yi (efsanede)
ejderhanın elinden bakire kız kardeşini kurtaran Aziz Georg gibi
alıp götürmek, müziği, müzisyeni ve kemanı odasına kapatmak
mı istemektedir? (Hartman von Aue'nin Gregorius efsanesinde,
Gregorius (Gregor ile isim benzerliğine dikkat!) ensest suçu işler,
geçirdiği bir değişimle birlikte tövbekâr olur ve suçunun kefare
tini öder.98
190
anne ve babaya dillendirir. Böcek-Samsa'nm, oğullan olma
dığı uyansmı yapar, onun değiştiği, dönüştüğü, başka bir şey
haline geldiğini, hayatlarını altüst etmesine izin vermemele
ri gerektiğini söyler. Gregor Samsa'yı bir anlamda duygusal
ölüme iterler. Samsa, hakkında konuşulanlan duyar ve acılı
bir içle, hayatta dayanağı olan, akrabalıkta en yakınlan olan
kız kardeşi, anneyi ve babayı da yitirmiş birisi olarak odasma
geri çekilir, ölüme bırakır kendini. Saat geceyarısı üç suların
da da ölüm gerçekleşir.
Metinde açlıkla ilgili son anlatı da, hizmetçinin bir sonra
ki sabah Samsa'yı yatağın altında ölü bulduğunda, bunu müj
de olarak aileye bildirmesi sahnesinde gerçekleşir. Ailenin
toplu bir şekilde gelip böceğe, artık böcek de değil şey'e acı
yarak bakmalan ve aşın zayıflamış, hiçbir şey yemediği için
cılızlaşmış, bir nevi açlıktan ölmüş Samsa'ya bakıp şunu söy
lemektedirler:
99 A.g.e., s.66
191
motif sıkıştırır Kafka araya. Burada da kasap çırağı ve başın
daki taze etler iştah açıcılığı, yeni bir yaşantıyı, bundan sonra
çekilen anorexik sıkıntıların nihayete erdiğinin bir izleği, bir
müjdecisidir. Baharın gelişini iklim nasıl muştuluyorsa, tra
jediyi ve açlıkla ilgili sıkıntıların artık nihayetlendiğini kasap
çırağı başmdaki taze et sepetiyle öyle müjdelemektedir:
192
parça parça haftalardan, modem toplum ve metropol insan
larının ilgisine göre de kırk güne kadar çıkartılmasını konu
edinir. Açlık şampiyonluğu alanında sayısız ünlü vardır ve
Kafka'nın kendi kafasından uydurduğu bir şey değildir bu
müessese. Açlık şampiyonları zaten açlığa yatkın bedenleri
nin sınırlarını aşmak için menacerlerinin bu gösteri eylemine
işbirliği yapmışlar, kitleleri kafesin önüne çekmek, ilgi uyan
dırmak, alakayı sıcak tutmak ve modem insanların kendi
sınırlarını nasıl aşabileceklerini, kuşkulu bile olsalar onlara
göstermek niyetindedirler. İnsanların garip şeylere merakı
kökensel bir merak olduğundan, sadece kendi türünden ol
mayan canlıları değil, kendi türünden eksik yaratıkları, garip
yaratıkları, sakat doğumları, ilginç yeteneklere sahip olanları
da merakla incelediklerinden, insani durum olan ve belki de
insanlık için vazgeçilmez olan yeme eylemini dinin de emret
tiği sınır olan bir günden kırk güne kadar çıkarmak insanların
ilgi alanına girmektedir. Bu amaçla kitle için daha önce afişler
hazırlanır ve bir kafese konan, herkesin dikkatini vereceği,
merakla izleyeceği sanatçının açlık mücadelesi birebir izlenir.
insanın kendi sınırlannı keşfetme arayışları body-buil-
ding ile mümkündür. Bedeni böylesi fiziksel şekillendirmeler
yarımda, açlıkla, susuzlukla, anorexik davranışlarla kendi iç
sel sınırlarını keşfe çıkma arayışları da görülebilir. Bu insanın
dayanıklılığının da bir anlamda göstergesidir. Dinlerde ve
inançlarda oruçla, perhizle, geri çekilmeyle, uzletle, insanın
bedenini dünyevi kirlerden arındırması, günahlardan kur
tulması ve uhrevi bir maneviyat elde etmesi söz konusudur.
Nimetler sıklet olarak değerlendirildiğinde, insanın sıkle
tinden bertaraf olması, uzaklaşması bunların bir nedenidir,
insanın kendi içsel sınırlarını keşfe çıkması ve bu sınırlarını
merak etmesi ile açlık sanatçılığı, ustalığı arasında bir bağ
vardır. Uzlete çekilip, kendini bir dinin koruyucu kalkanına
atıp; dini uğruna yemekten elini eteğini çekenler, keşişler,
mutasavvıflar, uzletçiler, çilehanlar yanında, bu işi bir gös
teri haline getiren insanlar da vardır. Tarihte Setti yanında
193
Merlatti ve Succi, daha da yenilerde ünlü sihirbaz ve gösteri
sanatçısı David Bailey, Kafka'nın "Bir Açlık Şampiyonu" adlı
hikâyesine yakın bir açlık cambazlığı, sanatçılığı gerçekleştir
mişlerdir.
Modem dünyada mide doluluğunun nerdeyse bir var
lık göstergesi olduğu, midesi dolu insanların var olduğu ve
yaşamlarım idame ettirdiği görüşü temel bir görüş olmaya
doğru evrilirken, bu insanlarm kırk günü aşan açlıklarının
ve sadece su ile yaşamlarım idame ettirmelerinin bu modem
insanlarm yüzüne aşkedilen bir sille gibi durmadığım kim id
dia edebilir? Mide merkezli bir düşünce, aç bırakılan midenin
ve onunla birlikte bedenin nasıl yaşamda kaldığını anlama
makta, kendileri günde üç-dört öğün yedikleri ve karın açlı
ğına yenildikleri için bu insanlarm sanatına ve cambazlığına
akıl sır erdirememektedirler.
Kendi bedenini aç bırakmayı meslek edinmiş açlık cam
bazları, başka bir işi düşünememektedirler. Başka bir iş düşü-
nülebilseydi, açlık cambazları bedenlerine bu zulmü (!) reva
görmeyeceklerdir. Açlık cambazlarının yaptıkları bu eyleme
"zulüm" denmesine, onların perspektifi ve değerlendirmeleri
elbette farklı olacaktır. Kendi sınırlarını aşmak istenci, gücü
nün son noktalarını sorgulama ve bilme ihtiyacı; içsel dün
yasında ve dikkat toplamada (konsantrasyon) dayanıklılık sı
nırının ne olduğunu araştırma ihtiyacı, önemli ihtiyaç olarak
görülebilir onlar tarafından. Pek zora gelemeyen ve milenyu-
mun rutinlerine alışmış, bir eli yağda bir eli balda milenyum
inşam, içsel yolculuğu bırakınız, içsel yolculuk olur da bir
çileye dönüşürse bu tehdidi daha baştan reddetme ve kabul
etmeme dirayetine sahiptirler. Açlık cambazlanmn perfor
manslarında kendilerinde uyanan şaşkınlık, her şeyden önce
hayranlıktan ve sınırlarını zorlayan bireyin, öznenin kanlı
canlılığından kaynaklanır. Bunu gerçekleştiren insan yanı
başmdadır, gerçektir ve bu güce sahiptir, insanın güçsüzlüğe
doğru çaba sarf edişinde bile bir iktidar, bir güç arayışı onla
rı büyüler. Açlık cambazlarının açlıklarında ne kadar da ileri
194
gittikleri, bu durumda ne kadar da güçsüz kaldıklarında bile
bu gücü gösterecek bir güç görüşüdür bu.
Kafka'nın sözünü ettiği açlık şampiyonu, kendisine atala
rından kalma mesleğinin daha önce nice insanlar tarafından
gerçekleştirildiği; o eski açlık cambazlarının ve cambazlığı
nın artık kolay kolay ortalarda olmadığını dillendirmektedir.
Kendisinin bu eylemi kotardığı zamandan daha eskilerde in
sanların bu mesleğe karşı daha bir saygılı olduğunu sözlerine
katmaktadır:
101 Franz Kafka, Hikâyeler, Cem Yayınevi, (Kâmuran Şipal çevirisi), İstanbul
2005, s.174
195
rakılır; bu da kırk günlük bu gösteri eylemine apayrı bir
ciddiyet katmaktadır. "Bir Açlık Şampiyonu" adlı metinde
ilginç olan şey, bu gözcülerin kasap olmalarıdır. Açlık şam
piyonunun görevinin etle, kendi etiyle, bedeninin etiyle ilgili
olduğundan; kasapların da mesleklerinin etle ilgili olduğun
dan, burada Kafka'nın bu iki figürle gizli bir ilgi kurduğu
dillendirilebilir. Kasaplar taze, leş olmayan sağlıklı eti nasıl
şekillendiriyor ve bunlarla ilgileniyorlarsa, açlık şampiyonu
nun gözcülüğünü yapan insanların da kasap olması tezimizi
desteklemektedir. Veysel Atayman, Bordo Siyah yayınlarının
hazırladığı "Dönüşüm" adlı uzun hikâyeye yazdığı uzun
Önsöz'ünde (Önsöz ya da Kafka Kolonisine Dair) bu konuya
değinir ve bunun okurlara Kafka tarafından verilmiş bir şifre
olabileceğine dikkat çeker:
102 Veysel Atayman, Önsöz ya da Kafka Kolonisine Dair, içinde; Franz Kafka,
Dönüşüm, Bordo Siyah Yayınlan, (Evrin Tevfik Güney çevirisi), İstanbul 2007,
s.13
196
arasında bir şey gibi taşınmasından sonra çöpe doğru giden
yolculuğunda basamaklardan bir kasap izleğinin belirdiğini
gözlemledik. Kasap da burada yeni bir hayatı, canlılığı, kız
kardeşinin ölü bedeninden dirfillenen yeni ve canlı hayatı/eti
müjdeler. Kafka'nın açlık şampiyonunda gözcüleri tesadüfen
kasap kıldığı söylenemez. Bu, bilerek okurlar için bırakılan
bir koddur. Kafka'nın hatta girişte anlattığı açlık şampiyonu
gururlu, onurlu, görevini ciddiye alan ve görevinde suiisti
male hiçbir zaman yanaşmayan biridir. Görevine saygılıdır
ve herkesten de görevine saygı duymasmı bekler. Kırk gün
boyunca hiç kimse kendini ayık ve aç kalıp kalmadığım yok-
layamayacağmdan, o, kontrolü kendi içine yüklemiş, "sanatçı
onurundan" (s.175), otokontrol ve vicdan beklentisi ile göre
vini şerefle sürdürmektedir. Kırk gün aç kalıp kalmadığını
bilmek ancak başka bir açlık cambazının uzun ve sabırlı bir işi
ve takibi olduğundan, açlık cambazı bundan dolayı kendiyle
yarışmaktadır. Bunun da ayrımında olduğu için işini oldukça
ciddiye almaktadır:
197
yarar sağlamıyor, şarkı söylerken bile yiyip içtiğini sanan gözcü
lerin, onun bu becerisine şaşmalarına yol açıyordu, o kadar.103
198
lara özgü bir iştahla kahvaltının başına üşüştüklerini görünce du
yuyordu. Hani söz konusu kahvaltıda bile gözcülere ilişkin çirkin
bir rüşvetin kokusunu sezenler çıkmıyor değildi; ama bu kadarı
da fazlaydı doğrusu. Hem bu kişilere, madem öyle, buyurun, siz
kahvaltısız nöbet tutun dendiği zaman yan çiziyorlar, ama yine de
kuşku duymaktan geri kalmıyorlardı.105
199
gibi metropol insanının ilgisinin ve dikkatinin uzun, çok uzun
eylemlere, gösterilere yetersiz kaldığını ve ilgide kayıplar ya
şandığını söyletmektedir:
200
nuşmasını engelliyordu çünkü- açlık şampiyonu üzerinde havaya
kaldırıyordu. Onu ince belinden kavrıyor ve bunu yaparken aşırı
bir sakınganlıkla davranarak karşılarındaki yaratığın ne narin bir
şey olduğuna seyircileri inandırmak istiyor, sonra onu kimse gör
meden şöyle biraz sarsıp silkiyor, ardından bu sarsıp silkelemeye
dayanamayarak bacaktan ve belden yukansıyla ileri geri sallanan
açlık şampiyonunu, karşılaştıktan manzarayla benizleri ölü gibi
sararmış hanımların ellerine teslim ediyordu.107
Neden sanki şimdi, neden tam kırk gün sonra gösteri sona
erecekti? Oysa daha uzun zaman, sınırlan belirsiz uzun bir süre
açlığa katlanabilirdi. Neden tam formunu bulduğu bir sıra, hatta
daha büsbütün formunu bulmamışken aç kalmaya son verecekti?
Ne diye kendisini açlığa sürdürmek, gelip geçmiş açlık şampiyon-
lanrun yalnızca en büyüğü olarak ün yapmaktan değil -çünkü
çoktan böyle bir üne kavuşmuştu belki-, aynı zamanda akim ala
mayacağı ölçüde kendini aşmaktan yoksun bırakmak istiyorlardı;
çünkü onun açlığa dayanma gücü hiç sınır tanımıyordu. Kendisine
bu kadar hayranlık duyan kalabalığın, ona bu kadar az sabır gös
termesi nedendi acaba?108
201
Kendisine bu kadar hayranlık duyan kalabalığın, ona bu ka
dar az sabır göstermesi nedendi acaba? Mademki aç kalmaya daha
bir süre dayanabilecekti, ne diye önüne duruyordu bu kalabalık?
Üstelik yorulmuş oluyordu, samanlar içinde rahatça oturuyorken
boylu boyunca kalkıp ayaklan üzerine dikilerek yemeğe mi gide
cekti? Yemeği akima bile getirmekten içi bulanıyor, bayanların hatın
için bunu belli etmekten kendini güç bela alıkoyuyordu? Başını kal-
dınp onların sözde dost, gerçekte pek acımasız gözlerinin içine ba
kıyor, çöp gibi bir boyun üzerinde oturan kurşun gibi ağır kafasını
sallıyordu. Ama her zamanki sahne yineleniyordu derken: Menecer
geliyor, Tanrının şu samanlar üzerindeki eserini, ermişlik aşamasına
kendine özgü bir yoldan ulaşmış şu zavallı adamı bir kez görmeye
çağınr gibi kollarını konuşmadan -müzik konuşmasını engelliyor
du çünkü- açlık şampiyonu üzerinde havaya kaldırıyordu.10’
202
Açlık cambazı yaptığı işten dolayı seyircilerden ne kadar
itibar görse de istediği eylemi gerçekleştirememenin, kırk
günü aşabilen bir zamanın menaceri tarafindan kendisine
verilmemesinin hüznünü yaşamaktadır. Bu üzüntüyü içinde
büyütmekte ve bunu kendine dert edinmektedir:
203
değildi, ama her seferinde sinirleniyor, bunu güçlükle sineye çe
kiyordu. Çünkü açlık gösterisinin vakitsiz sona erdirilmesinden
kaynaklanan bir durumun sonucu, bu durumun nedeni diye ile
ri sürmekteydi. Bu anlayışsızlıkla, bu anlayışsız dünyayla savaş
mak olanaksızdı. Bugüne kadar kaç kez saf bir inançla kafesin
parmaklıklarına tutunarak can kulağıyla meneceri dinlemişti;
ama resimlerin her ortaya çıkarılışında parmaklıkları bırakıyor,
inleyerek yerdeki samanların üzerine yığılıyor ve ancak bunun
üzerine yatışan kalabalık yeniden yanına sokulup onu seyre ko
yuluyordu.111
204
lık gösterilerine bayağı ilgisiz kalıyordu. Kuşkusuz öyle durup
dururken gerçekleşmiş bir şey değildi bu, zamanında başarıların
sarhoşluğuyla pek önemsenmeyip önü alınmaya çalışılmamış kimi
olumsuz belirtiler şimdi akla geliyordu. Ama bunlara karşı bir şey
yapabilmenin vakti geçmişti artık.”2
Ama o zamana kadar kim ölür, kim kalırdı? Peki, şimdi aç
lık şampiyonu ne yapacaktı? Binlerce kişinin kendisini çılgınca
bağrına bastığını görüp yaşadıktan sonra, küçük panayırlarda
ki çadırlar içinde sanatını sürdüremezdi. Kendisine başka bir
meslek edinmeye gelince, bunun için hem yaşı pek ilerlemişti,
hem de aç kalmaya bağnazlık derecesinde tutkunluğu vardı. Bu
yüzden, o eşsiz parlaklıktaki meslek yaşamı boyunca kendisine
eşlik eden menecerine yol verip çalışmak üzere sirke girdi; boşu
na kızıp sinirlenmemek için, anlaşmanın koşullarını hiç merak
etmedi.113
205
karılmasını bir fırsat olarak görür. Kendi sınırlarının kırk
günden daha fazla güne yettiğinin bilincinde olan açlık şam
piyonu sirke gelmenin, hatta ahırda bir hayvan muamelesi
görmenin insanı ezici iklimine katlanır. Hedef kırk günü aşan
bir açlık olduğundan, kendi perhizkârlığının sınırlarını ge
nişletmek ve daha ileriye gitmek olduğundan mekâna önem
verilmez. Nerede yaşandığının burada bir önemi yoktur. Bir
ahır bile olsa, vurgu ahıra değil açlıkta daha fazla güne en-
dekslenir:
206
Ama açlık şampiyonu da gerçek durumu aslında fark etmi
yor değildi ve kendisini gözde bir numaraymış gibi manejin orta
yerinde değil, dışarıdaki ahırların oraya, beri yandan kolay ulaşı
labilecek bir yere yerleştirmelerini pek doğal karşılamıştı. Kafesin
dört bir yanını büyük ve renkli tabelalar kuşatıyor, seyircilere iz
leyecekleri gösteri konusunda bilgi veriyordu. Molalarda sirkteki
hayvanlan görmek için ahırların bulunduğu yere koşuşan seyirci
lerin, açlık şampiyonunun önünden geçerken hemen her vakit bi
raz duraklayıp onu seyretmesi, neredeyse kaçınılacak gibi değildi.
Onlann bu daracık geçitte, bir an önce görmek istedikleri ahırlara
giden bu yol üzerinde duraklamasına akıl erdiremeyen kimseler
arkadan itip sıkıştıracak şöyle rahat ve uzun süreli bir seyri engel
lemese, belki açlık şampiyonunun yarımdan pek de çabuk aynlma-
yacaklardı.115
207
rek çocuklara uzunboylu açıklamalarda bulunuyor, onlara önceki
yıllarda yaşadığı, şimdikine benzer, ama şimdikiyle kıyaslana
mayacak ölçüde büyük gösterilerden söz açıyordu. Çocuklar ise,
okulda ve hayatın içinde gereken hazırlığı edinemedikleri için,
babalarının söylediklerinden bir şey anlamıyorlardı.116117
208
Ama müdüriyete gidip şikâyette bulunmayı da göze alamı
yordu. Ne de olsa, içlerinde sırf kendisini görmeyi isteyen tek tük
kişilerin de yer aldığı ziyaretçilerin gelişini hayvanlara borçluydu.
Hem sirkteki varlığını müdüriyettekilerine anımsatırsa, bakarsın
hayvan kafeslerine giden yol üzerinde doğrusu bir engelden baş
ka şey oluşturmadığını akıllarına getirir, kendisini tutup kim bilir
hangi köşeye tıkarlardı.118
209
içi çürümüş saman dolu boş bir kafes görür. Bunun neden boş
tutulduğunu etrafındakilere sorduğunda, orada çalışan yet
kililer de buna başta bir cevap veremezler. O denli unutmuş
lardır açlık şampiyonunu. Ancak kafesin yarımda yer alan
rakam tabelası görüldüğünde, bunun açlık şampiyonunun
kafesi olduğunu, içinde de onun yaşadığını hatırlarlar:
210
kulağına, "çünkü hoşuma giden yemek bulamıyorum. Bulsam ina
nın ki böyle bir ün peşinde koşmaz, ben de sizin gibi, başkalan gibi
kamımı tıka basa doyururdum." Bunlar, açlık şampiyonunun son
sözleri oldu. Ama feri kaçmış gözlerinde, açlık perhizini sürdüre
ceğine ilişkin artık gururlu değilse bile sağlamlığını koruyan bir
inanç vardı hâlâ.120
211
ğı görülür. En son aşamada da, artık ahırda yaşayan hayvan
oluşluğunu, onlarla aynı kategoride yer almasını da aşacak
ve bir çöp, bir nesne, bir şey gibi çürük samanlarla birlikte
gömülecektir. Açlığı hissetmeyen, açlığa meydan okuyan,
varlığını açlıkla ilişkilendiren silsilede nebati bir varlık ola
rak, çürük otlar ve samanların arasında yeni bir varlık bulan
Gregor Samsa gibi en başta 'insan-Gregor Samsa' sonra 'bö-
cek-Samsa' ve daha sonra da yatağın altında bulunan artık
hayvan bile olmayan 'bir nesne-Samsa', 'bir şey-Samsa'ya
evrilecektir. Bu açıdan açlık şampiyonunun insanla başlayan
açlık süreci, ahırda yer alışı ile 'hayvan açlık şampiyonu' ve
sonunda da açlıktan ölmesiyle "otlarla birlikte götürülüp gö
mülen" (s.186) bir 'nesne-açlık şampiyonuna' dönüşür. Bu,
trajedi gibi gözükür, ama akıl egemen toplumun bakış açısı
dır bu ve açlık şampiyonu bir nevi kırk günü aşmış, açlığını
istediği varlık sınırlarına kadar çekebilmiştir:
Eh artık bir çeki düzen verin şuraya! dedi yetkili. Bunun üze
rine açlık şampiyonunu otlarla birlikte götürüp gömdüler ve kafe
sini genç bir pantere verdiler.121
212
ve hayata bağlılığı insanlarda kıvanç uyandıran bir leopar
görülür; Gregor Samsa'nın trajik ölümüyle kız kardeşin he
men ondan sonra anlatılan canlılığı, evlenme yaşma gelişliği,
bedeninin diriliği eş zamanda verilir:
122 A.g.e.,s.l86
213
nefes alacak", Gregor'un kız kardeşi Grete'nin "biçimli vücudunu"
takdirle seyredecekler ve "Son durağa geldiklerinde kızcağız her
kesten önce ayağa kalkıp o körpe bedeniyle şöyle bir gerinince, kız
larının bu hareketinde yeni hayallerinin doğrulandığım, o hayırlı
beklentilerinin gerçekleşecek gibi olduğunu düşüneceklerdir."123
123 Roger Garaudy, Kafka, Yirmi Dört Yayınlan, (Mehmet Sert çevirisi), İstanbul
2007, s.66
214
soruşturma güdüsü ile küçücük bir köpeğin kendi türünün
sınırlarını aşması, dört ayaklı oluştan iki ayaklı oluşluğa doğ
ru evrilmesi, disconnectus erectus sarmalında verilir.
Küçük bir köpek yavrusuyken ve daha kendi soyuna da
bağlıyken, içinde var olan araştırma güdüleri henüz gelişme
mişken, köpeklerin çoğunun bildiği susma ve müzik söyleme
gibi garip hasletleri yeni yeni öğrenmeye başlamış, köpeklik
evreninde daha ne garip özelliklerin bulunabileceği mera
kıyla tek başma uzun bir yolculuğa çıkmıştır. Doğal olarak
köpeklik içgüdüsüne sahip, başkahramanı bir köpek olan bu
hikâye, her alanda (merak, soruşturma, oruç ve perhiz) kendi
köpeklik sınırlarını zorlamasmı konu edinir. Uzun bir yol
culukta karşılaştığı yedi müzisyen köpeğin büyüsü altında
kalır. Bu türü daha yeni görmüştür ve eylemlerine bir anlam
veremez. Davranışları, hareketlerini garipser. Müzisyen kö
peklerin yarımdan ayrıldıktan sonra da uçan köpeklere, ha
vada süzülen köpeklere rastlar. Kendisi orta sınıfa mensup
bir köpek olduğundan ve o güne dek yaşadığı hayat da bir
orta halli köpek hayatı olduğundan köpekler soyundan olan
ve fakat başka bir kasta, bir sınıfa mensup bu türün bütün
özelliklerine şaşakalır. Havada süzülmelerinin, ayaklarını
yere basmamalarının, ayaklarını yere bassa da bunun sen
tetik ve sırıtan bir ayağını yere basış olduğunun altını çizer.
Zenginlikleri, besini havada kapmaları, sahiplerinin kucakla
rından yere inmemelerini anlamaz.
Antropolojik -daha doğrusu köpekopolojik- göndergele-
rin de yoğun olduğu ve köpeklerin besinlerini nasıl elde et
tiklerine dair büyük sorgulamaların olduğu bu hikâyede baş-
kahraman olan köpek; besinin, köpekleri doyuran ve onların
karın tokluğunu sağlayan gıdanın kökenini aramaktadır.
"Toprak bu besini nereden alır?" (s.237) sorusu üzerine araş
tırmalarını yönlendirir ve araştırmalarını bu soruya odaklar.
Baştan beri köpek soyuna yabana olduğu için, durmadan ka
faya takılan sorulara bir cevap arama içgüdüsüyle, aktarılan
bilgi sahibi olmak yerine bilimsel verilere dayanan, sorgula
215
yıcı bir disiplinin de yardımıyla, bilimsel ruhla, diğer köpek
lerden farklı olan başkahraman, varlığını yaptığı araştırmaya
odaklar. Merak ettiği ilk soru besinin kökeni ve kaynağıdır,
bunda elbette toprağm sürülmesinin, ekilmesinin önemini
görür; ikinci bağlamda da toprağa idrarın ve su verilmesinin
değerini araştırır. Bu döngü yani toprağm ekinini ve besini
köpeklere açabilmesi için köpeklerin ona kendi bedenlerin
den su vermeleri ve idrar etmeleri bir varlık döngüsü ve besin
zinciri olarak önemli bir yer edinir araştırmasında. Köpeğin
kafasına takılan ve diğer köpeklerden onu üstün kılan dü
şünme yeteneği olduğundan, sorgulama ve araştırma yete
neklerine de sahiptir ve besinin oluşumunda sadece toprağın
ekilmesinden öte müziğin, tamtamların, dansların, toprakla
oyunun, ritüellerin, bereket dualarının ve şarkılarının da kut
sal besinin yukarıdan gelmesinde önemli bir etken olduğu
görülür. Bu ikisini birbirinden ayırmak nerdeyse imkânsızdır
ve ancak bu iki eylem birbirini tamamladığında besin yuka
rıdan ama aşağıda gerçekleştirilen eylemlere gelir. Toprağm
bereketi nereden aldığı, işlenmiş ve ekilmiş toprağm berekete
kuru bir felsefeyle dönüşemeyeceği, toprağı ekenlerin fazla
dan eylemlerle, yaptıkları işi kutsama ve duayla, tevekkülü
andırır tavırlarla bereket ritüellerinin talep edilen besini be
raberinde getirdiği üzerinde durulur. Müzisyen köpekler ve
uçan köpekler gibi bir kast sistematiğine bağlı olmak isteme
yen, göbeğini bir şekilde işleyeceği ya da hazır konabileceği
besinlere endekslemek istemeyen köpek başkahraman, bu
döngüyü kırmak ister. Zaten düşündüğü, sorguladığı, soru
sorduğu için diğer köpeklerden biçim ve derinlik farklılığı
na sahip olan köpek perhize gider. Aç kalmaya karar verir.
Açlığım o kadar geliştirir ki, sınırlarım aşmaya çalışır. Besinin
kendi ekseninde döngüsünü, rızkın nasıl da etrafında eviri-
lip çevrildiğine şahit olur. Ağzına besin almaz. Araştırması
bir anlamda özgürlük arayışıdır. Mutlak besini aramadan
öte, besinle ve gıdalarla köpek bedeninin dünyaya veya bağlı
bulunduğu yere aidiyetidir. Bir pranga gibi açlığın ve yuka-
216
ndan süzülen, köpekleri bir anlamda bu besinlere bağımlı,
mecbur kılan, onları köpekleştiren bir duygu ve ontolojik bir
durumdur. Bedenine kendini köleleştiren besini almayarak
bu döngüyü parçalamak, özgürleşmek, kendi başına buy
ruk yaşamak, hiçbir şeye ve kimseye bağlı olmadan hayatını
idame ettirmek ister. Besini alamadığından ve bedeni besine
muhtaç olduğundan dolayı da kan kusar. Kendi bedensel ve
ruhsal sınırlarını aşmaya ve zorlamaya çalışmanın bir anlam
da cezası olarak görülür bu durum. Araştırmalarını derinlere
götüren ve ontolojik bulgulara varan köpeğin bulguladığı bil
gileri de, teoriden pratiğe geçirmesinin bir laneti olarak görü
lebilir bu kan kusma edimi. Franz Kafka'nın kendi hayatın
da da aynı duruma rastlanır. O da hikâyenin başkahramanı
olan köpek gibi açlığın sınırlarını zorlayarak, perhiz tutarak,
et yemeyerek, babasına ve Felice'ye karşı tavırlar takınarak
bedenini sağlıksız beslediğinden ve ona dikkat etmediğinden
bir gece yansı kan küsmüştür. Kan kusan köpeği sağaltmak
için arkadaştan, kendi soyundan köpekler ona yardım et
meye çalışsa da, köpek buna izin vermez ve onlan def eder.
Aynen Kafka'nın kan kustuğu geceden sonra Max Brod'un
ve aile efradının onu sanatoryuma yatması için ikna etmesi
gibi. Köpek, varlığı varlık kılan etmenin besinbilim olduğu
kadar müzikbilim olduğuna da inanır. İki bilim dalı da çok
çok önemlidir ve köpek ulusu tarafından çoğunlukla bilinme
den, derinlikli araştırılmadan uygulanır. Ancak iki bilim dalı
yan yana geldiğinde ve birbirlerini bütünlediklerinde besin
kutsal bir evreye doğru evrilir. Özgürlük ancak bu şekilde
gün yüzüne çıkar.
Kendi türünün bir prototipi olan ve disconnectus erec-
tus'un da bir örneği olarak görülebilecek bu köpek başfigürü,
Kafka'nın besin ve açlık metinleri arasında en önemli me
tinlerden biri olma özelliğine sahiptir. Hikâyenin neredeyse
yansı, başkahraman sayılacak köpek figürümüzün "Toprak
besini nereden alır?" sorusu üzerine yaptığı araştırmanın içe
riğini ve gelişimini, tez oluşluğunu anlatırken, hikâyenin son
217
çeyreği de besin ve açlık üzerine Kafka'nın ciddi bir şekilde
düşündüğü ve besinbilim ile müzikbilimi birbirinden ayrıl
maz kıldığı bir metindir.
218
miş anıtın, dünyanın en büyük anıtı olduğu ve bu nedenle
de onun değerinin belki insanlardan daha büyük bir değe
re sahip olduğu hususuna dikkat çekilir. Kafka'nın, E.T.A.
Hoffmann'ın "Köpek Berganza'nın En Yeni Kısmetinden
Haberler" (Nachrichten von den neuesten Schicksalen des
Hundes Berganza) ve Woolf'un "Flush'undan farklı bir şe
kilde ele aldığı konu, köpeğin araştırmacı kimliği yanında,
derinlikli olarak besinin üzerine gitmesi ve bunu da kendi
bedeniyle gerçekleştirme çabasıdır. Değişik ve bir elin sayısı
kadar köpek hallerinden (müzisyen köpek, uçan köpek, orta
halli köpek) sıyrılıp kendine ait yeni bir köpek hali ortaya
koymasıdır. Toprakla bir anlamda maddi ve manevi, fizyo
lojik ve ontolojik kavgasıdır. Onun hazırcılığı ve doğurgan
lığına, işlenildiği vakit köpekleri umutsuz bırakmayacağı,
onlara bir şeyler sunacağı bilgisi yanmda, bu bilginin epis-
temolojik kökenine varmak, bu bilginin derinliği ve kaynağı
neyse onu bihakkın yaşamak, tasavvufi deyimle ilmelyakin
bilgiyle değil, aynelyakin bilgiyle değil de, bu durumu hak-
kelyakin bilgiyle yaşamak, köpeğin temel derdidir. Besinin
topraktan nasıl geldiği ve bunların köpeklere nasıl sunuldu
ğunun bilgisi önemli değildir burada, kuru inanç, batıl inanç
değildir; köpeğin varlığını açarak, toprağm bu cömertliğine
ve cömertliğini de yukarılara bir yere borçlu oluştuğunu ve
de yukarılara olan ilginin de gariptir köpeklerin toprağı ek
tikten, onu işledikten sonra yapacaklarını, toprağı işledikten
sonra acı havlamalarıyla, bir anlamda dualarıyla (müzikle
riyle) ve devinimleriyle, tatmalarıyla, ektikleri toprak üzerin
deki oyun ve primitif ritüellerle "yukarıya" verdikleri mesa
jın bir ödülü olarak görülür bu besinler. Pozitif bilimin katı
kuralcılığıyla ekip işleme, sadece köpeklerin yaptıkları ekme
işlemine bağlanamaz, toprağm nimeti ve besini sunması, eki
nin nimete ve besine dönüşümünün köpeklerin dualarını an
dıran tavırlarına bağlanır.
Okur olarak bizlere bu bilgileri sunan köpeğin farklı
bir köpek olduğu, dört bacaklı bir konumdan iki bacaklı bir
219
konuma evrilmiş, her ne kadar hikâyede insan kelimesi geç
miyorsa da düşüncesiyle, düşünebilme, mantık kurabilme,
tasarlayabilme, araştırabilme, sorgulama yeteneğiyle köpek
ler arasında, Nietzsche'nin üstün-insanı andırır bir durum
da olduğu dillendirilebilir. Kendi soyundan bu güdüleriyle
çok eskiden beri ayrılmış, köpek soyu düşünemezken, soru
soramazken, itaat etmiş bir toplulukken, çok küçük yaşlar
da kendisine verilen bu yetenekle diğer köpeklerin arasında
kendine apayrı bir yer edinebilmiştir. Köpeğin peygambersi
bir büyüklüğü metin içinde görmezden gelinemez. Normal
insanlar gibi düşünebilme yeteneğiyle kendi soyundan fark
lılaşmış ve bu yetenek kendisine çocukluktan itibaren veril
diği için de kendi soyundan saygı görmüş, tanrı ve ayüstü
âlemle ilgili her şeyi düşünebilme ve sorgulayabilme yete
neğini de durmadan geliştirmeyi kendine borç bilmiştir. Bu
yeteneğe sahip olmayan, kendi soyu arasında yeteneği ister
istemez garip karşılanmış ve üstün bir güç olarak görülmüş,
onun köpekler arasında fazladan görülen bu tavırları pey
gambersi tavır olarak değerlendirildiği gibi, kendi soyunun
sınırını aşan garip davranışlar ve yozlaşma olarak da değer
lendirilmiştir. Aynen peygamberler gibi perhiz yapar, aç ka
lır. Bedeninin sınırlarını aşmaya, dünya nimetlerinden fazla
istifade etmemeye karar verir. Bu eylemi, özgürleşmek için
bir yol olarak görür. İnsanın dünyaya fırlatıldığı kafesin be
den olduğu düşünülürse, yasak meyve ile cennette çok ra
hat konumdan dünyaya bir azap haline, bir sürgün yaşama
itildiği görülecek; özgürleşme hareketi, bedenin besini reddi
ile kökensel besini almamanın bir af arayışı olabileceği üze
rinde durulabilir. Kökensel suçun, yasak meyveyi yemenin
bilinciyle, bedenine dünyevi yemeği sokmayarak, özlenilen
özgürleşmeye yeniden sahip olabilme arayışı; hiç bir şey ye
meyerek ve bedenden besini keserek bir anlamda ilk suçun
affını ve bedenini sağlama alış arayışıdır bu. Bu yüzden de
köpek, kendi soyu gibi dört ayaklı değil de "akleden, soruş
turan, bir şeyleri didikleyen, aklına diğer köpeklerin hiç gel
220
mediği şeyleri getiren bir disconnectus erectus örneği" ol
malıdır. Bu yüzden köpek kendi türünden dışlanır, gerçi ona
saygı duyulur, hatta uzaktan kendisini görenler onu yozlaş
mış olarak görmelerine rağmen, onun garipliğinin bilincinde
olarak ona saygı duymaktadırlar:
124 Bundan sonra "Bir Köpeğin Araştırmaları" adlı metinden alınacak olan
alıntı metinleri için kaynak kitap aşağıda ismi verilen kitap olacaktır:, Franz
Kafka, Bir Savaşın Tasviri, Cem Yayınevi, (Kâmuran Şipal çevirisi), İstanbul
2004, 334 s.; söz konusu alıntı ise aynı kitabın 225-271. sayfalarında yer almakta
dır. Bunun için bkz. aynı eserin 225-226 sayfalan.
te, görme duygusu zayıftır. Bu nedenle tehlikeyi uzaktan göremez.
Erkekleri, yalnız bırakıldıkları zaman acıklı sesler çıkarırlar. Dişi
lerini de aynı sesle çağırırlar. Genellikle başka hayvanların yuvala
rında (onlar dayanabildikleri sürece) barınırlar, ya da terkedilmiş
yuvalarda yaşarlar. Belirli bir aile düzenleri yoktur. Doğumdan
sonra ana, baba ve yavrular ayn yerlere giderler. Toplu olarak ya
şamayı da bilmezler ve dış tehlikelere karşı birleştikleri görülme
miştir. Belirli bir beslenme düzenleri de yoktur. Başka hayvanlarla
birlikte yaşarken onların getirdikleri yiyeceklerle geçinirler. Kendi
başlarına kaldıkları zaman genellikle yemek yemeyi unuturlar. Bü
tün huylan taklit esasına dayandığı için, başka hayvanların yemek
yediğini görmezlerse, acıktıklarım anlamazlar. (Bu sırada çok zayıf
düştükleri için avlanmalan tavsiye edilmez).
İçgüdüleri tam gelişmemiştir. Kendilerini korumayı bilmezler.
Fakat -gene taklitçilikleri nedeniyle- başka hayvanların dövüşmesi
ne özenerek kavgaya girdikleri olur. Şimdiye kadar hiçbir tutuna-
mayanın bir kavgada başka bir hayvanı yendiği görülmemiştir. Bu
nunla birlikte, hafızalan da zayıf olduğu için, sık sık kavga ettikleri,
bazı tabiat bilginlerince gözlemlenmiştir. (Aynı bilginler, kavgacı
tutunamayanlann sayışırım gittikçe azaldığını söylemektedirler).
Din kitaplan, bu hayvanlan yemeyi yasaklamışsa da gizli olarak
avlanmakta ve etleri kaçak olarak satılmaktadır. Tutunamayan-
lan avlamak çok kolaydır. Anlayışlı bakışlarla süzerseniz hemen
yaklaşırlar size. Ondan sonra tutup öldürmek işten bile değildir,
insanlara zararlı bazı mikroplar taşıdıktan tespit edildiğinden, be
lediye sağlık müdürlüğü de tutunamayan kesimini yasak etmiştir.
Yemekten sonra insanlarda görülen durgunluk, hafif sıkıntı, sebebi
bilinmeyen vicdan azabı ve hiç yoktan kendini suçlama gibi duy
gulara sebep olduklan, hekimlerce ileri sürülmektedir. Fakat aynı
hekimler, tutunamayanlann bu mikroplan, kasaplık hayvanlara da
bulaştırdıklarını ve bu sıkıntılardan kurtulmanın ancak et yemek
ten vazgeçmekle sağlanabileceğini söylemektedirler. Hayvan terbi
yecileri de tutturamayanlarla uzun süre uğraşmış ve bunlan sirkler
de çalıştırmak istemişlerdir. Fakat bu hayvanların, beceriksizlikleri
nedeniyle hiçbir hüner öğrenemediklerini görünce vazgeçmişlerdir.
Aynca birkaç sirkte halkın karşısına çıkanlan tutturamayanlar, on-
lan güldürmek yerine mahzun etmişlerdir. (Halk gişelere saldırarak
parasım geri istemiştir). Filden sonra, din duygusu en kuvvetli hay
van olarak bilinir. Öldükten sonra cennete gideceği bazı yazarlarca
ileri sürülmektedir. Fakat toplu, ya da tek gittikleri her yerde hadise
çıkardıkları için, bunun pek mümkün olmayacağı sanılmaktadır.
223
Başlan daima öne eğik gezdikleri için, çeşitli engellere takılır
lar ve her tarafları yara bere içinde kalır. Onları bu durumda gören
bazı yufka yürekli insanlar, tutunamayanları ev hayvanı olarak
beslemeyi denemişlerdir. Fakat insanlar arasında barınmalan -ev
düzenine uyamamalan nedeniyle- çok zor olmaktadır. Beklen
medik zamanlarda sahiplerine saldırmakta ve evden kovulunca
da bir türlü gitmeyi bilmemektedirler. Evin kapısında günlerce,
acıklı sesleriyle bağırarak ev sahibini canından bezdirmektedirler.
(Bir keresinde, ev sahibi dayanamayıp kaçmışsa da, tutunamayan,
sahibini kovalayarak, gittiği yerde de ona rahat vermemiştir). Şe
hirlere yakın yerlerde yaşadıkları için, onları şehrin içinde, çitle
çevrili ve yalnız tutunamayanlara mahsus bir parkta tutarak, sa
yılarının azalmasını önlemeyi düşünmenin zamanı artık gelmiş-
tir.,2S
Biz köpekler dışında dört bir taraf çeşit çeşit yaratıklarla dolu;
zavallı, pek bir değer taşımayan, suskun, bazı bağırtılardan başka
şey bilmeyen yaratıklar hepsi; biz köpeklerden pek çoğu, bunlan
kendisine inceleme konusu yapıyor, bunlara isimler takıyor, bun
lara yardım etmeye, bunlan eğitip soylulaştırmaya uğraşıyor. Beni
rahatsız etmeye kalkmadıktan süre umursadığım yok onlan; birini
ötekine kanşhnyor, kendilerini görmezden geliyorum. Ama bir
şey var, gözümden kaçmayacak gibi göze çarpıcı: Biz köpeklerle
karşılaştınrsak ne kadar az bir dayanışma var aralarında; birbir
lerinin yanından nasıl da yabana, suskun ve bir çeşit düşmanlıkla
224
geçip gidiyorlar; ancak en bayağı bir çıkar kaygısıyla birazcık, o
da dıştan birbirlerine bağlılar; hatta bu çıkardan bile sık sık kin ve
kavgalar doğuyor.126
226
neğin birinin ön ayaklarım baştakinin sırtına dayayıp arka arkaya
dizilmeleri ve baştakinin öbürlerinin yükünü dimdik sırtında taşı
maları ya da hepsinin yere yakın bir yükseklikte sessizce süzülüp
giden vücutlarını birbirlerine dayayıp bir halka yapmalan müzikti.
Bu birleşmeler sırasında da yanılgıya düşmüyorlar, biraz güven
sizlik içinde bulunan, hemen öbürleriyle kaynaşamayan, müziğin
ezgisine adeta bazen ayak uyduramayan en sonuncusunda bile
böyle bir yanılma görülmüyordu. Ötekilerdeki müthiş güvenle
karşılaştırıldı mı, güven duygusundan yoksun denebilirdi sonun
cusu için; ama daha da büyük, daha da yetersiz bir güvensizlik
de olsa bu, zaran yoktu; çünkü ötekiler, o büyük ustalar tempoyu
sarsılmaz biçimde koruyorlardı.130
227
niden söz geçirmeyi başardıktan dilleri hemen ardından gene bir
kanş ağızlarından sarkıyordu.131
228
lara karşı birbirlerini uyarıyorlardı. Seslenmelerime özellikle hedef
aldığım en küçük köpek, ikide bir yan gözle bana bakıyordu; san
ki bana yanıt vermeyi pek istiyordu da, yanıt vermesine müsaade
edilmediği için kendini tutuyordu. Ama ne diye müsaade edilme-
sindi buna?133
229
iyi içgüdüye uyup da ön bacaklarını indirseler, sanki yaptıkları
bir hataymış, doğa'nın kendisi hataymış gibi korkuyla irkiliyor,
bacaklarını yine çarçabuk havaya kaldırıyorlardı. Bakışları, biraz
günahkârlığa saptıkları için sanki bağışlanma diliyordu. Dünya
tersine mi dönmüştü? Neredeydim? Ne olmuştu? Kendi varlığım
söz konusuydu, dolayısıyla daha çok duraksayamazdım, çepçevre
beni kıskaca almış çalılıklardan kurtardım kendimi,.bir hamlede
sıçrayıp dışarı çıktım; niyetim, köpeklerin yanma varmaktı; ben
küçük öğrencinin bir öğretmen gibi davranması, ne yaptıklarını on
ların kafalarına sokması, onlan daha çok günaha girmekten alıkoy
ması gerekiyordu. "Bak şu koca köpeklere! Bak şu koca köpeklere!"
diye yineliyordum kendi kendime.134
230
köpek soyunda soru sormak, bir zül olarak görülür, susmak
erdem sayılır. "Sorulan soruya karşılık vermek"(s.234) küçük
köpek yavrusunun yinelediği bir iştir; hasat karşısında me
raklı tavırları ile köpekleri rahatsız etmesi, varlığıyla onların
mutluluğunu bozması, huzursuz etmesi tartışılır. Bu yedi kö
peğin arka bacakları üzerine yürümeleri ile müziğin ayartısı
nın yarımda bu eylemlerin, cinsel ilişkisiyle yani suçla doğru
dan bir bağ vardır:
231
küçük kural bana yetiyor. "Islatabildiğin her şeyi ıslat!" Ve gerçek
ten nerdeyse her şeyi kapsamıyor mu bu kural? Ta atalanmızdan
beri sürdürülen araştırmaların buna ekleyeceği öyle hatırı sayılır
bir şey var mı? Hep ayrıntılar, hep ayrıntılar ve ne kadar da gü
venilemeyecek şeyler hepsi. Oysa söz konusu kural, biz köpekler
yaşadıkça varlığım sürdürecek. Bizim ana besinimize ilişkin bir
kural. Doğru, daha başka yardıma çareler de var elimizde, ama
darda kalırsak, yıllar da öyle pek kötü değilse, bu ana besin yaşa
tabilir bizi; bu ana besini ise toprak üzerinde ele geçiririz, toprak
da bizim idranmızı gereksinir, ondan ahr besinini ve ancak buna
karşılık ana besinimizi bize verir; söz konusu besinin ortaya çıkma
sı da kuşkusuz -bunun da unutulmaması gerekiyor- belli birtakım
sözler, şarkılar, devinimlerle çabuklaştırılabilir.136
232
görmek, ille de haklı çıkmak değil, kendi ulusumun bireyleriyle
anlaşabilirsem mutlu hissederim kendimi, nitekim söz konusu du
rumda oluyor bu. Ama benim kendi girişimlerim bir başka doğ
rultuda. Kendi gördüklerimin bana öğrettiği gibi, bilimin ortaya
koyduğu kurallara uyulup ıslatılır ve işlenirse, toprak besini verir
bize ve bu da gene bilimin tümüyle ya da kısmen saptadığı yasa
larda açıklanan nitelik, miktar, biçim, yer ve saatlerde olur. Bunu
kabul ediyorum, ama benim sorum şu: "Toprak bu besini nereden
ahr?" Bir soru ki, genellikle anlaşılmadığı bahane edilir hep, en
iyi bir olasılıkla şöyle yanıtlanır: "Yiyeceğin yetmezse bizimkin
den veririz." Dikkat buyurulsun bu yanıta. Biliyorum, bir kez ele
geçirdiğimiz yiyecekleri aramızda dağıtmak köpek ulusunun er
demlerinden değildir. Yaşam çetin, toprak çoraktır, bilim bilgiden
yana zengin, ama pratik başarılar açısından fakirdir yeteri kadar;
yiyeceği olan bunu elinde tutup başkasına vermez, bu bencillik
değil, bir köpek yasası, oy birliğiyle alınmış ulusal bir karardır;
bencilliğin yenilmesinden doğup çıkmıştır ortaya, çünkü varlıklar
hep azınlıktadır.137
233
çaktı yiyecek -; o anda birinin elinde yiyecek bulunsa bile, açlıktan
kudurmuş, gözü başka şey görmüyordu. Ama önerileri ciddiydi ve
bazen, yeteri kadar çabuk davranıp da çekip aldım mı, gerçekten
ele geçirdiğim kimi ufak tefek yiyecekler bile oluyordu. Ne diye
bana karşı böyle özel bir davranış gösteriyor, beni gözetiyor, beni
başkalarından üstün tutuyorlardı? Sıska, cılız, kötü beslenmiş, yi
yecek ardında pek koşmayan bir köpektim de onun için mi? Ama
bir sürü kötü beslenmiş köpek sağda solda koşup duruyor, elden
geldi mi onların bile birazcık yiyecekleri ellerinden kapılıp alını
yor, çokluk açgözlülükten değil de, ilke bakımından böyle davra
nılıyordu. Yo yo, başkalarından üstün tutuyorlardı beni, doğrusu
ayrıntılarıyla bunu kanıtlayamazdım, daha çok böyle olduğuna
ilişkin belli bir izlenim edinmiştim. Benim sorular mıydı acaba on
ları sevindiren? Benim sorulan mı öyle pek zekice buluyorlardı?
Hayır, sorulanına sevinmiyor, tümünü aptalca görüyorlardı. Ama
yine de onlan bana karşı böyle lütufkâr davranmaya zorlayan, be
nim sorulardan başkası olamazdı. Somlanma katlanmaktansa, en
iyisi o pek tatsız şeyi yapıp ağzımı yiyecekle tıka basa doldurmak
istiyorlardı adeta -doyurmuyorlardı da doldurmak istiyorlardı-.
Ama o zaman da beni en iyisi başlarından kovup uzaklaşbrmala-
n, som sormamı yasaklamalan gerekmez miydi? Hayır, işte bunu
yapmayı düşünmüyorlar, somlanmı işitmek istemiyor, ama soru
lanından ötürü de beni başlanndan kovup uzaklaştırmaya kalk
mıyorlardı. Her ne kadar alay edilmiş, budala küçük bir hayvancık
davranışı görmüş, sağa sola itilip kakılmışsam da, doğrusu saygın
lığımın en yüksek olduğu zaman bu zamandı, sonradan benzer bir
dumm asla çıkmadı karşıma; nereye gitsem kapılar açılıyor, hiç
bir şey benden esirgenmiyor, hoyrat davranmak bahanesi altında
gerçekte bana iltifatlarda bulunuluyordu. Ve bütün bunların hepsi
de anlaşılan yalnızca benim somlarım, benim sabırsızlığım, benim
araştırı tutkum yüzündendi.138
234
"Toprak bu besini nereden alıyor?" diye sormuştum örne
ğin; bunu sorarken, öyleymiş gibi görünse bile toprak umurum
da mı, toprağın derdi tasası umurumda mıydı? Hiç de değil; çok
geçmeden anladığıma göre, benden düpedüz uzak bir şeydi bu,
beni yalnızca köpekler ilgilendiriyordu. Öyle ya, köpeklerden baş
ka ne vardı ki? Geniş ve boş dünyada köpeklerden başka kimden
yardım umulabilirdi? Bilgilerin, soruların ve yanıtların tümü kö
peklerde saklı değil miydi? Ama etkin duruma getirilebilse, gün
ışığına çıkarılabilse bu bilgi, itiraf ettiklerinden, kendi kendilerine
itiraf ettiklerinden sonsuz derecede çok daha fazla şey bilmeseler!
En iyi yiyeceklerin bulunduğu yerler suskun, kapalı olur ya, en
konuşkan köpekler ondan da suskun, kapalıdır. Köpek soydaşı
nızın çevresinde sessiz saklı dolanırsınız, hırstan köpürür, kendi
kuyruğunuzla kendinizi döver, sorar, ricalarda bulunur, sızlanıp
yakınır, ısırır ve derken ele geçirir, hiçbir çaba harcamadan elde
edeceğiniz şeyi ele geçirirsiniz.139
235
ortak nokta yalnızca kanlarımız değil, bilgimiz de, yalnızca bilgimiz de
ğil, bunun anahtarı da ortak. Söz konusu anahtarı ötekiler olmadan ele
geçiremem, ötekiler yardım etmeksizin sahip olamam buna. En soylu ili
ği içinde barındıran demir kemiklere, bütün köpeklerin dişlerinin ortak
ısırışlarıyla diş geçirilebilir ancak. Kuşkusuz sadece bir benzetme olup,
bir abartma havast var şimdi söyleyeceğimde; bütün dişler hazır olsalar,
ama ısırmasalar, kemik kendi kendine açılacak ve ilik dişleri, güçsüz bir
köpeğin bile uzanıp alacağı gibi ortada durup duracaktır. Bu benzet
menin sınırları içinde kalırsam, benim amacım, sorduğum soruların ve
yaptığım araştırmaların hedefi müthiş bir şey oluyor: Bütün köpekleri ne
yapıp yapıp bir araya toplamak, onların işe hazır bulunmalarının baskı
sıyla kemiğin kendiliğinden açılmasını sağlamak, sonra onları hoşlan
dıkları özyaşamlarının içine salmak, ardından tek baştma, uzak yakın
çevremde kimseler olmaksızın iliği sömürüp emmek. Bu müthiş bir şey
gibi geliyor bana; öyle ki, besinimi yalnızca bir kemiğin iliğinden değil
de, köpeklerin tümünün iliğinden alacağım adeta. Ama işte hepsi bir
benzetme. Burada söz konusu olan ilik bir yiyecek değil, bunun tersi,
yani bir zehirdir.140
140 A.g.e., s.241 (Bu metin Max Brod'da var, fakat "edisyon kritik"te yoktur.)
236
maya çalışmak, küçük bir köpeğin saflığını pek fazla sömürmektir
sanıyorum. Ama arası çok geçmeden başka bir yerde, bir başka
hava köpeğinden söz edildiğini işittim. Herkes birleşmişti de be
nimle eğleniyor muydu? Ne var ki, müzisyen köpekleri gördüm
derken ve o gün bugün her şeye olabilir gözüyle bakmaya başladım;
hiçbir önyargı kavrayış gücümü sınırlandırmadı, en saçma haber
lerin ardına düştüm, izleyebildiğim kadar izledim hepsini; en saç
ma şey, bana bu saçma yaşam içinde anlamlı şeyden daha da olası ve
araştırmalarım için özellikle verimli göründü. Hava köpeklerinde
de durum böyleydi.141
237
Varlıklarıyla bilime hizmet ettikleri savının da metin için
de geçtiği görülmektedir (s.246) Hava köpekleri üzerine de
kafasında hâlâ şekillenmemiş sorular olan köpek, bunların
vasıflarını şöyle dillendirir:
238
Sonra, araştırmalarıma bir düzensizlik geldi; pek o kadar
dikkatimi veremiyor, yoruluyorum; bir zaman şevkle konuşup
durmuşken, şimdi hantal hantal devinebiliyorum ancak, "Toprak
besini nereden alır?" sorusunu incelemeye başladığım günleri
anımsıyorum. Kuşkusuz, ötekiler arasında yaşıyordum o zaman;
neresi en kalabalıksa oraya sokulmaya çalışıyor, herkesi çalışma
larımın tanığı yapmak istiyordum; hatta bu tanıklar, çalışmala
rımdan daha önemliydi benim için; çalışmalarımın henüz genel
bir etki uyandırabileceğini umuyor, bu da beni kuşkusuz enikonu
kamçılıyordu. Şimdi ise yalnızlığa gömüldüm, benim için geçmiş
ola artık. Bir vakitler öyle güçlüydüm ki, hiç işitilmemiş bir şey
yaparak bizim bütün ilkelerimize aykırı düşen ve o zamanki gör
gü tanıklarının müthiş bir şey diye anımsayacağı bir işi başarıp
normal olarak sınırsız bir uzmanlaşmaya doğru yol alan bilimde
bir bakıma dikkate değer bir yalınlık saptadım. Bilim, gereksin
diğimiz besini genelde toprağın bize verdiğini öğretiyor; bu ön-
koluşu öne sürdükten sonra, çeşitli yiyeceklerin en iyi ve en bol
nasıl yetiştirileceğine ilişkin yöntemleri açıklıyor. Elbet, toprağm
bize besinimizi verdiği doğru, buna hiç kuşku yok; ama genellikle
anlatıldığı gibi o kadar da basit ve üzerinde araştırmaya hiç yer bı
rakmayan bir şey değil bu. Hani her gün yinelenen en ilkel olayla
rı ele alalım. Benim nerdeyse şimdi yaptığım gibi elimiz büsbütün
boş otursak, toprağı şöylece üstünkörü işlesek ve oracığa kıvrılıp
yatarak yerden ne bitecek diye beklesek, bunun bizim besinimiz
olacağı kuşkusuzdur; yeter ki bir şey bitsin yerden. Ancak, bu bir
kural da sayılamaz. Bilime karşı özgürlüğü elden bırakmayanlar
-böyleleri de kuşkusuz az sayıdadır, çünkü bilimin çekiciliğine ka
pılanlar giderek artıyor- öyle özel gözlemlere hiç başvurmasalar
bile, toprak üzerinde ele geçireceğimiz besinimizden büyük bölü
münün yukarıdan geldiğini göreceklerdir; hatta becerikliliğimiz
ve açgözlülüğümüzün derecesine göre daha toprağa değmeden,
yiyeceğin en büyük parçasını havada kapıyoruz. Bununla bilimi
kötüleyen bir şey söylemiş sayılmak istemem, çünkü besini de
oluşturan nihayet topraktır. Toprak besinin bir bölümünü kendi
içinden çıkanyormuş da, öbür bölümünü yukarıdan indiriyor-
muş, belki önemli bir ayrım yoktur arada; her iki durumda da
toprağı işlemenin gerekliliğini saptayan bilimin, belki bunlan bir
birinden ayırma sorunuyla uğraşmaması gerekirdi.144
239
Bilimin pek bir cevap veremediği bu olgunlaştırma ey
lemleri; köpeklerin toprağı işler hale getirdikten sonra dans
larla, dualarla, devinimlerle onun bereketini artırmak ve top
rağa kendi enerjilerini yükleme girişimleri olarak görülebilir:
Ancak bana öyle geliyor ki, bilim, üstü kapalı da olsa hiç de
ğilse biraz bu gibi sorunlarla uğraşmaktadır; çünkü ne de olsa besi
nin sağlanması bakımından iki ana yöntem tanıyor, yani toprağın
temel olarak işlenmesi, sonra da bunun söz, dans ve şarkı biçimin
de bütünlenmesi, yani olgunlaştırma çabası. Ben burada tümüyle
değilse de, yeterince açık seçik ortada bulunup benim yaptığım
aynma uyan ikili bir bölme işlemi görüyorum. Toprağın işlen
mesi, kanımca her iki çeşit besinin elde edilmesini sağlıyor ve her
iki durumda da yapılması gerekiyor; söz, dans ve şarkılar ise dar
anlamda toprağın beslenmesini pek ilgilendirmeyip besinin yuka-
ndan aşağı çekilmesini sağlıyor daha çok. Benim bu görüşümü ge
lenekler de pekiştiriyor. Halk bu noktada, kendisi farkında olmak
sızın, bilimin yanlışını çıkanyor sanki, bilim de buna karşı kendini
savunmayı göze alamıyor. Bilimin söylediği gibi, bütün o töreler
besini yukarıdan almak için salt toprağı güçlendirmeye yarasaydı,
mantıksal sonuca göre bunların tümüyle yerde olup bitmesi, bütün
sözlerin toprağa fısıldanması, bütün zıplayıp sıçramaların, bütün
dansların toprağa karşı yapılması gerekirdi. Bilimin de istediği,
benim bildiğime göre sanınm bundan başkası değildir. Ama işin
tuhafı, halk bütün bu törenlerde yukarıya yöneliyor. Hani bilime
aykırı bir davranış değil, bilim yasaklamıyor böyle bir şeyi, çiftçiyi
bu konuda özgür bırakıyor, öğrettiği şeylerde toprağı düşünüyor
yalnızca, çiftçi toprağa ilişkin öğrettiklerini yapsın yeter ki, baş
ka şey istemiyor; ama bana kalırsa, düşünce sistemine göre daha
çok istekler öne sürmesi gerekirdi. Asla bilimin pek derinliklerine
inemeyen ben, o büyük coşkusuyla halkımızın sihirli sözleri yu
karılara seslenip eski halk ezgilerini bir yakınma gibi yukarılara
yollamasına, sanki toprağı unutmak ve bir daha oraya dönmemek
ister gibi zıplayıp dans etmesine bilginlerimiz nasıl göz yumuyor,
bir türlü akıl erdiremiyorum. Benim çıkış noktam da, bu çelişkileri
özellikle vurgulamak oldu; bilimin öğretilerine uyarak, hasat za
manı yaklaştı mı kendimi düpedüz toprakla sınırlıyor, dans eder
ken ayaklarımla toprağı eşeliyor, toprağa elden geldiğince yakın
bulunmak için başımı döndürüyordum. Sonraları ağzım için yerde
bir çukur açtım, çukurun içine konuşup ezgiler söyledim; öyle ki,
240
yalnızca toprak duydu ağzımdan çıkanları, ne çevremde, ne üs
tümde başka bir işiten olmadı.145
241
Bir başka deneyde de usulle ilgili değişiklik yapar, daha
doğrusu, besini elde etmenin yöntemini değiştirir ve besinin
gelme durumunu yoklar:
Sapa sayılacak bir başka deneyde ise daha çok başan kazan
mış, az çok dikkati çekmiştim: Besini yukarıdan yere indirecek, ama
normalde yapıldığı gibi onu havadayken kapmayacaktım. Bunun
için, besin yukandan inerken ben hep ufak bir sıçramada bulu
nuyordum; ama sıçrama öyle hesaplanmıştı ki amaca elvermiyor,
çokluk besin boğuk bir sesle ve umursamaz, yere düşüyor, ben de
hırsla üzerine atılıyordum; yalnızca açlığın değil, aynı zamanda düş
kırıklığının yol açtığı bir hırstı bu. Ama tek tük durumlarda da
apayrı bir şey, mucizemsi bir şey gerçekleşip yiyecek yere düşmü
yor, havada benim peşime, ben aç köpeğin peşine takılıyordu. Ama
uzun sürmüyordu bu, şöyle biraz beni kovalıyor, sonra gene de dü
şüyor yere ya da ortadan büsbütün yitip gidiyor ya da -en çok kar
şılaşılan da buydu- ben açgözlülüğümle vaktinden önce deneye son
vererek besini tutup gövdeme indiriyordum. Yine de mutluydum
o vakitler, çevremde bir fısıldaşma eksik olmuyordu, bir tedirgin
lik ve uyanıklık almıştı herkesi; bildiklerim, tanıdıklarım sorularıma
eskisi gibi kapalı değildi; kendi bakışlanmın sadece bir yansısı da
sayılsa, gözlerinde yardım aranan bir ışıltı görüyordum, başka da
bir istediğim yoktu, memnundum.1'17
242
düz değil, aynı zamanda eğik, hatta helezon biçiminde almasıy
dı. Kalakalmıştun ortada, ama cesaretim kırılmamıştı, henüz pek
gençtim; olup bitenler, hayatımın belki de bu en büyük eserini ger
çekleştirmem için beni şevke getirmişti. Deneyimin bilim tarafın
dan değersiz kalındığına inanmıyordum, ama inanıp inanmamak
ne işe yarardı ki! İşe yarayacak olan ancak kanıttı ve ben de bu yolu
izlemek istiyor, dolayısıyla gerçekte bu biraz sapa deneyi aydınlı
ğın tam içine, araştırmanın tam ortasına yerleştirmek istiyordum.
Besinin önünden geriye kaçarsam, toprağın onu eğik olarak kendi
sine doğru çekip almadığım, besini benim ardım sıra sürüklediği
mi kanıtlamak istiyordum.148
243
halk ne derdi buna? Çünkü bu, tarihsel geleneklerle bize iletildiği
gibi, bir istisna oluşturmayacaktı nihayet; tarihin bize ilettiğine
göre, örneğin bir köpek bir hastalık nedeniyle ya da melankoli
yüzünden besini hazırlamaya, aramaya, gövdesine indirmeye ya
naşmazsa, köpekler bir araya gelip sihirli sözler söylerler, besin de
normal yolundan saparak gelir, hastanın ağzına girer. Ama benim
gücümde ve sağlığımda ne bir eksiklik, ne de bozukluk vardı; iş
tahım öylesine yerindeydi ki, günlerce kendisinden başka bir şey
düşünmemi engelliyordu; ister inanılsın, ister inanılmasın, perhi
ze gönüllü olarak başvurmuştum, besinin yukarıdan inip gelmesi
ni kendim sağlayacak durumdaydım ve böyle de yapmak istiyor,
köpeklerin herhangi bir yardımına gereksinim duymuyordum,
hatta böyle bir yardımı kabullenmeyi kesinlikle yasaklamıştım
kendime.149
244
söyledim, ilk zaman bir şey olmadan geçip gitti; belki henüz besinin
yollandığı yerde, benim olayların alışılmış akışına karşı direttiği
min nasılsa farkına varılmamıştı, dolayısıyla, her şey bir sessizlik
içinde kaldı. Köpeklerin yokluğumu sezerek çok geçmeden beni
arayıp bulacaktan ve bana karşı bir eyleme girişebilecekleri tasa
sı çabalanmı biraz sekteye uğrattı diyebilirim. İkinci bir tasa da,
toprağın yalnızca sulama sonucu, bilimsel açıdan verimsizliğine
karşın besin denen şeyi buyurup vereceği ve bunun kokusunun da
beni baştan çıkaracağıydı. Ama henüz buna benzer bir şey gerçek
leşmedi ve ben de aç kalmayı sürdürebildim. Söz konusu tasalar
bir yana, sakindim ilkin; şimdiye kadar böylesine sakin olduğumu
hiç görmemiştim.150
245
hat hissetmişsem, ki seyrek olmuştu bu, ağlamıştım hep. Sonradan
kuşkusuz çok sürmedi, geçti hepsi. O güzel görüntüler, açlığın
ciddi boyutlara ulaşmasıyla yavaş yavaş uçup gitti; çok geçmeden
bütün hayallere ve duygusallıklara çarçabuk veda edip mide ve
bağırsaklarındaki o kemirici açlıkla düpedüz yalnız buldum ken
dimi.151
246
Köpek ulusunda açlığın ne anlama geldiği ve aç kalma
nın yasaklanmasının ciddiyeti üzerine bilginlerin ve yasako-
yuculannın ne denli önemli yasalar koydukları da unutulma
malıdır. Başkahraman köpeğin bireysel olarak açlık eylemine
katılması ile kendinden önce bu eylemi gerçekleştirecek olan
lar nasıl bir köpek yasasıyla karşılaşacaklarını bilmelidirler:
247
köpeğin ardına düşer gibi şehvani bir duyguyla hemen ayartı
nın peşine takılmıştım. Açlığa son veremiyordum, ayağa kalkıp
şenlikli yerlere koşarak kendimi kurtarmaya gücüm yetmeyecek
kadar zayıf düşmüştüm. Ormandaki iğne yapraklar üzerinde
sağa sola yuvarlanıp duruyordum, uyku yüzü gördüğüm yoktu
artık, dört bir yanda sesler işitiyordum, yaşamımın şimdiye ka-
darki bölümünde dünya uyumuş da sanki şimdi uyanıyordu. Bir
daha birşey yiyemeyecekmişim gibi bir duygu belirmişti içimde,
çünkü yemek yiyerek, başıboş bırakılmış, gürültü patırtı içinde
ki dünyayı yeniden susturmam gerekiyordu; işte bunu gerçek
leştiremeyecektim, en büyük gürültünün karnımdan geldiğini
kuşkusuz işitiyordum, ikide bir karnıma dayıyordum kulağımı,
sanırım her defasında gözlerim dehşetle açılıyor, çünkü işittiği
me pek inanamıyordum. Derken durum iyiden iyiye kötüleşti
ve birden baş dönmesine benzer bir şey gelip çullandı üzerime,
bünyem saçma kurtuluş girişimlerinde bulundu, yemek kokuları
gelmeye başladı burnuma, hanidir yemediğim seçkin yemekler,
çocukluğumun haz kaynakları; hatta annemin memelerinden
yükselen o canım kokuyu duyuyordum; kokulara karşı diret
mek için verdiğim kararı unutmuştum, daha doğrusu bu kararla,
şimdiki davranışım da bu kararın bir parçasıymış gibi dört bir
yana sürüklenmeye başlamıştım; hep birkaç adım atıyor, yiyeceği
yalnızca kendimi korumak için ele geçirmeyi diliyormuşum gibi
orayı burayı kokluyordum. Bir şey bulamayışım düş kırıklığına
uğratmıyordu beni; yemekler vardı, ama hep benden birkaç adım
ötede kalıyor, ben daha yanlarına varmadan bacaklarım bükülü
bükülüveriyordu. Ama aynı zamanda biliyordum ki, varolan bir
şey de yoktu; o küçük devinimleri bir daha çekip gidemeyeceğim
bir yerde yığılıp kalarak bundan böyle doğrulamayacağımdan
korktuğum için yapıyordum. Son umutlar, son ayartılar silinip
gitmişti, sefalet içinde mahvolacaktım burada; araştırmalarımın,
çocuksu mutlu zamanlardaki bu çocuksu denemelerin bana ne
yararı dokunabilirdi ki? Şimdi, burada iş ciddiydi, araştırmaların
değerini kanıtlaması gerekiyordu şimdi, ama neredeydi araştır
malar! Ortada çaresizlik içinde ağzını boşluğa açmış bir köpek
vardı yalnız; hâlâ farkına varmaksızın, telaşlı bir çabuklukla
aralıksız toprağı suluyor, ama belleğindeki bütün o sihirli söz
ler kalabalığı arasından bir tekini bile anım-sayamıyordu artık,
yeni doğanların annelerinin altına büzülüp sinmelerini sağlayan
o şiirciği bile anımsayamıyordu. Bana öyle geliyordu ki, burada
kardeşlerimden bir koşu uzaklıkta değil de, herkeslerden alabil
248
diğine uzak bir yerdeydim; doğrusu ölümüm hiç de açlıktan de
ğil, öksüzlüğümden olacaktı.154
Ne var ki, sinirli bir köpeğin sandığı gibi öyle çabuk ölün
müyor. Bayılmıştım, o kadar; yeniden ayılıp da gözlerimi açtığım
zaman, karşımda yabana bir köpek dikiliyordu. Açlık duyduğum
yoktu, kendimi pek güçlü hissediyordum, eklem yerlerimde bir esnek
lik algılar gibiydim, ama doğrulmaya çalışmıyor, bu yolda bir de
nemeye bile girişmiyordum. Her zamankinden çok bir şey yoktu
gördüğüm; güzel, ama pek de fazla olağanüstülüğü içermeyen bir
köpek karşımda dikiliyordu, işte buydu, başka şey değildi gördü
ğüm; öyleyken daha fazla bir şeyler görür gibiydim. Altımda kan
vardı, ilk anda yiyecek diye düşünmüştüm; ama hemen anladım ki
benim kustuğum kandı.155
249
bir an önce sanatoryuma yatırmak için ikna çabalan başlar.
Max Brod, Kafka'nın ailesi, başta kız kardeşleri onun sana
toryuma gitmesi için yalvarırlar. Bu hikâyede de köpeğin kan
kustuktan sonra "buradan çekip gitmesi" (s.266) için onu ikna
etmeye çalışan köpekler vardır. Köpek bunu kabul etmez.
Ricaları artar, fakat köpeği ikna edemezler:
250
Açlığın bileyip keskinleştirdiği duygularımla onda bir şeyler
görüyor, bir şeyler işitiyordum; henüz başlangıç durumunday
dı bu, ama giderek büyüyor, yaklaşıyordu; anlamıştım ki, artık
doğrulup kalkacağımı aklım almasa bile, bu köpekte yine de beni
buradan kovup uzaklaştırma gücü vardı. Dolayısıyla, benim kaba
sözlerim üzerine usulcacık başını sallamakla yetinen yabana köpe
ği giderek daha büyük bir şehvetle süzmeye başlamıştım. "Kimsin
sen!" diye sordum. "Bir ava!" dedi. "Peki, ne diye benim burada
kalmamı istemiyorsun?" dedim. "Bana engel oluyorsun," diye ya
nıtladı, "Sen buradayken avlanamam." - "Bir dene bakalım. Belki
avlanabilirsin." - "Hayır!" dedi. "Üzgünüm ama, buradan gitmen
gerekiyor." - "Sen de bırakıver bugün avlanmayı!" dedim rica yol
lu. "Olmaz!" diye yanıtladı. "Avlanmam gerekiyor." - "Benim git
mem gerekiyor, senin avlanman gerekiyor. Neden bu gerekmeler,
anlıyor musun?" - "Yo!" dedi. "Ama bunda anlaşılmayacak bir ta
raf da yok; kendiliğinden anlaşılan doğal şeyler!" - "Pek öyle de de
ğil!" diye yanıtladım. "Baksana beni buradan kovup uzaklaştırman
seni üzüyor, öyleyken yapıyorsun bunu." - "Evet," dedi. "Evet,"
diye yineledim ben öfkeyle. "Cevap mı bu da yani. Hangisinden
vazgeçmek senin için daha kolay, avlanmaktan mı, yoksa beni bu
radan kovmaktan mı?" - "Avlanmaktan," dedi duraksamaksızın.
"Gördün mü bak!" dedim. "Bir çelişki var işte ortada." - "Nasıl bir
çelişkiymiş?" diye sordu. "A canım küçük köpekçiğim, böyle dav
ranmamın gerektiğine akıl erdiremiyor musun gerçekten? Böyle
kendiliğinden anlaşılan bir şeyi anlamıyor musun?" Artık bir şey
demedim, çünkü fark etmiştim ki - beri yandan yeni bir yaşam,
dehşetin yol açtığı o yeni yaşam ansızın uyanıvermişti içimde -,
benden başka kimsenin seçemeyeceği o akıl almaz ayrıntılardan
fark etmiştim ki, küçük köpek, göğsünün tüm derinliğiyle şarkı
söylemeye hazırlanıyordu.157
251
ramadım. Güçlendikçe güçlendi ezgi, büyümesinin belki de sının
yoktu ve şimdiden kulaktanım adeta paralar gibiydi. Ama en kö
tüsü, sanki yalnızca benim için vardı, yüceliği karşısında ormanın
suskunluğa gömüldüğü bu ses, yalnızca benim için vardı; hâlâ bu
rada kalmayı göze alabilen, ses önünde kendi pisliği ve kendi kanı
içinde yan gelmiş yatan ben kimdim? Zangır zangır titreyerek doğ
ruldum, yukandan aşağı kendimi şöyle bir süzdüm, bu.durumda
biri nasıl koşabilir diye geçirdim içimden, ama der demez ezgi beni
önüne kattı, şahane sıçrayıp zıplamalarla uçup gitmeye başladım.
Dostlanma hiçbir şey anlatmadım, yanlarına geldiğimde belki bü
tün olup bitenleri hemen anlatabilirdim ama, pek dermansızdım;
sonradan ise bir şey anlatmamam bana yerinde bir davranış görün
dü. Kendimi tutamayıp çıtlattığım sözlere gelince, bunlar da konuş
malar arasında bir iz bırakmadan yitip gitti. Şunu da söyleyeyim
ki, bedensel bakımdan bir iki saatte kendimi toparlamıştım, oysa
ruhça bugün bile ansını çekiyorum olanların.158
252
müzikbilim, yanlış öğrenmemişsem, belki de besinbilimden çok
daha kapsamlıydı, en azından daha sağlam temellere dayanıyor
du. Nedeni de, bu alanda besin alanındakinden daha serinkan
lı çalışılabilmesi ve daha çok gözlemler yapılıp gözlemlerin belli
sistemler içerisine yerleştirilmesi, besin alanında ise her şeyden
önce pratik sonuçlar çıkarmaya önem verilmesiydi. Dolayısıyla, mü-
zikbilime karşı duyulan saygı, besinbilime karşı duyulan saygıdan
daha büyüktü; buna karşılık, birinci İkincisi kadar halkın içine de
rinliğine yerleşmiş değildi. Ormandaki sesi işitmeden önce müzik-
bilime yabancı olduğum kadar başka bir bilime yabana değildim.
Müzisyen köpeklerle ilgili yaşantım, dikkatimi söz konusu bilim
üzerine çekmemiş değildi, ama daha pek toydum o zamanlar. Beri
yandan, bu bilimin yanma sokulabilmek kolay değildi; müzikbili-
me pek çetin bir bilim diye bakılır ve bu bilim fazla kalabalığa kar
şı, kibar ve soylu, kapalı tutar kendini. Sonra, o köpeklerde müzik
ilkin benim en çok dikkatimi çeken şey olmuştu, ama sonra suskun
köpek varlıklarını müzikten daha önemli bulmuştum, başka yerde
onların korkunç müziklerine benzeyen hiçbir şey seçemiyordum,
dolayısıyla bunu umursayabilirdim, ama onların varlıkları o zaman
dan beri dört bir yandaki köpeklerin hepsinde karşıma çıkıyordu.
Köpeklerin varlığım kavramada da besin araştırmalan bana, he
defe götüren en elverişli ve dolambaçsız yol görünüyordu. Her
iki bilim arasındaki sınır bölge elbet daha o zamanlar kuşkumu
uyandırmıştı, besini yukandan aşağı çağıran şarkı bilimiydi bu da.
Hani müzikbilim içine de asla gerektiği gibi giremeyişim ve bu ba
kımdan bilimin her vakit özellikle aşağıladığı yan bilginler arasında
bile yer alamayışım, burada yine beni pek rahatsız eden bir şey.
Bu her zaman anımsatacak bana kendini. Bir bilgin önünde en ko
layından bir bilimsel sınava çekilsem, başarı şansım - ne yazık ki
elimde kanıtlar var bunu gösteren - hiç yok gibidir. Kuşkusuz bunun
da nedenleri, daha önce sözü edilen yaşam koşullan bir yana, özel
likle bilimsel yetersizliğim, belleğimin güçsüzlüğü, ama en çok bilim
sel amacı göz önünde tutacak durumda bulunamayışımdır. Bütün
bunlan da açıkça, hatta bir çeşit kıvanç duyarak itiraf ediyorum
kendi kendime; çünkü bilimsel yetersizliğimin derinlerde yatan ne- •
deni bana bir içgüdü gibi görünüyor, hem de kötü bir içgüdü değil.
Yüksekten atsam diyebilirdim ki, işte bu içgüdü bilimsel yetenekle
rimi mahvetti; öyle ya, yaşamda en basit şeyler sayılamayacağı kuşku
götürmeyen alışılmış günlük işlerde enikonu zekâ eseri gösteren, her
şeyden önce, vardığım sonuçlara bakarak da anlaşılabileceği gibi, bi
limi olmasa da bilginleri pek iyi anlayan benim gibi birinin, pençesini
253
kaldınp bilimin yalnız ilk basamağına koymaya daha baştan gücü
nün yetmeyişi, en azından pek tuhaf bir şey kaçardı sanırım. İşte
bir içgüdüdür ki, doğruca bilimin, ama bugün üzerine eğilmenden
bir başka bilimin, bilimlerin en sonuncusunun hatırı için özgürlü
ğü her şeyden üstün tutmama yol açtı. Özgürlük! Doğrusu; bugün
kü durumuyla alız ve kuru bir bitki. Ama ne de olsa özgürlük, ne
de olsa elde bir varlık.159
254
oluşturan günce tutma geleneğini, ya da yazma eylemini bir
vazife bilmiştir. Bu eylemi bir ödev saymış, her gün yazılması
gereken bir yekûn zorunluluğu koymuştur kendine. Bu di
siplinli çalışma ister istemez günce yazmayı, onunla birlikte
kısa hikâye ve roman yazmayı da beraberinde getirmiştir.
Sayılı kısa hikâyeleri Max Brod ve arkadaş çevresi tarafından
beğenilince, kendini yazma edimine vermiş, roman yazmayı
denemiş, elimize fragman haline geçen "Dava"yı, "Şato"yu,
"Kayıp"ı ("Amerika") yazmıştır. Bu romanların arasmda da
yine yılmamış, "Değişim" gibi uzun hikâyelerin yarımda sa
yısız mektup, kısa hikâyeler çıkarmasını bilmiştir. Yazı içinde
yazı ya da yazı içinde yazı içinde yazı şeklinde de görülebilen
Kafka'nın yazım tarzı parçalanmayan, bölünmeyen, anında
akla gelen yeni projeler ve yazılarla bir süreliğine demlenen
yazı disiplinine sahiptir. Belki de Kafka yaratma sürecinde
proje içinde proje ya da proje içinde proje içinde projelerin sık
sık görülmesi onun eserlerinin çoğunun fragman kalmasını
sağlamıştır.
Biz bu başlıkta Kafka'nın Max Brod'a bıraktığı üç roman
dan (Şato, Amerika, Dava) figürlerin açlık bilinçleri ve ano-
rexik davranışlarını incelemeyi amaç edindik. Her ne kadar
roman başlığı kapsamlı bir çalışmayı, ayrıntılı bir anlatımı ve
çoğul veri kaynağını müjdelese de, Kafka'nın romanlarında
açlık bilinci ve kültürü ile ilgili bilgi ve kaynağın bu alanın
kült metinleri olan "Bir Açlık Şampiyonu", "Değişim", "Bir
Köpeğin Araştırmaları" kadar yoğunluk taşımadığı dillendi-
rilebilir. Roman olarak genişlik ve sayfa zenginliği bakımın
dan en kapsamlı, dolayısıyla Kafka'nın anlatım şeklinin açıl
dığı bu türde dikkatli aradığımız izlek olan "açlık" ve "ano-
rexik" izleğine düğümlendik. Kafka'nın romanlarında açlık
ve anorexia izleklerinden çok farklı sorgulamalar peşinde
koşmayı kendine amaç edinmiştir. "Dava" ve "Şato"da hat
ta "Kayıp"ta da bürokrasi, hukuk, yasa ve modern zamanın
gelişmişliğinin ferdi içine çektiği kaos ve karmaşa, yitmişlik
temel bir izlek olarak görülebilir. Kafka'nın bu bağlamda "Bir
255
Açlık Şampiyonu", "Bir Köpeğin Araştırmaları" adlı hikâ
yelerde dikkatini çektiği ve açımladığı bu açlık olgusunun,
romanlarda gerekli şekilde dile getirilmediği gözlemlenir.
Açlığın ve anorexianın bir büyük sorgulama ve laytmotif ola
rak değil de, koskoca bir romanda karakterlerin zorunlu olarak
gittiği mutfaklarda yedikleri yemek ve içtikleri içecek, yemek
şeklinde (çorba mesela) kısa yemek sahneleri yer alır. Açlığın
ve yemeğin poetikası ve felsefesi üzerine derinlemesine kazı
lar yapılmaz. Koskoca üç romanda, üçü de toplandığında bini
aşkın sayfada elbette yemek kelimesi, mutfak kelimesi, içecek
kelimesi geçecektir. Geçmiyor dense zaten bunda bir yanlış
lık var demektir. Fakat daha önce de dillendirdiğimiz gibi
meselemizi oluşturan, başlığımızın da temel motifi sayılan,
Kafka'nın açlık bilinci ve kültürünü açımlayan, figürlerin ano-
rexiaya eğilimlerini yansıtan derinlikli ve sorgulayıcı yazılar
romanda yer almamaktadır. Biz yine de "Dava" dan başlamak
üzere Kafka'nın romanlarında yemeğin ve açlığın ipuçlarını
verecek birtakım yerleri ortaya çıkarmayı uygun gördük.
"Dava" da Joseph K., "bir sabah durup dururken tutuk
lanınca"160 (s.5), kendisine binlerinin iftira atmış olacağını
düşünür. İşler o gün yolunda gitmemektedir ve "her sabah
saat sekize doğru kahvaltısını getiren pansiyon sahibi Bayan
Grubach'ın hizmetçisi, o sabah ortalıkta görünmemekte-
dir"(s.5). Romanın başkahramanı Joseph K. yatağında biraz
daha bekledikten sonra kendisini karşı pencereden gözleyen
yaşlı kadım fark eder ve bu ara açlık duygusu hisseder:
160 Bundan sonra metnimiz içinde Kafka'nın "Dava" adlı eserindeki alıntılar
için bkz. Franz Kafka, Dava, Cem Yayınevi, (Kâmuran Şipal çevirisi), İstanbul
2005, s.344.
161 A.g.e., s.5
256
Romanın başlangıcında bir iftiraya maruz kaldığı ve bu
yüzden suçsuz bir şekilde tutuklandığı okurlara duyurulan
Joseph K.'nın neden tutuklandığına dair romanın ilerleyen
bölümlerinde ipuçları verilir. Joseph K., Bayan Grubach'la bu
tutuklanışını ve tutuklamada da garip olan serbest kalışını,
hem tutuklu olma ve hem de istediği zaman özgürlüğüne
kavuşabilme durumunu tartışırken, bu tutuklamaya ilişkin
bir ipucu verir. Tutuklanışın normal tutuklamalar gibi değil
de "bilgiççe bir tutuklama" olduğunu dillendirir. Bilmenin
lanetlenme olduğu varsayılacaksa, K.'nın hiçbir şey yapma
dığı gibi gözüken ve okurlara suçsuzmuş intihamı uyandıran
prologdaki tutuklanma sahnesi, aslında daha ontolojik bir
tutuklanmayı beraberinde getirmektedir. K. bir şeyler bildiği
için, varlığın ayrımında olduğu için, davayı ve yasayı teşkil
eden silsilenin içinde o silsilenin ayrımında olduğu için bir
nevi tutuklanmıştır. İlkin metinden hareketle bu bilgiççe tu
tuklanmanın alıntısını verelim. Bayan Grubach Joseph K.'yla
tutuklama kararının evinde, yatak odasında K.'ya verilmesin
den sonra ona şöyle demektedir:
257
taktan geç kalkmaya, insanın yataktan kalkış süresini gecik
tirmeye ve yatakta oyalanmaya yormaktadır. Suç ve davanın
kökeni yatak tandanslı bir eylemdir ve yasanın K.'yı suçladığı
temel veri kaynağını yataktan almaktadır:
258
yasa ve adalet, dava olduğunu, burada yaşayan insanların ise
teferruat olduklarını anlar. "Kanun Önünde" adlı hikâyede
Taşralı Adamın kanun kapışma gelip içeri giremediği durum
bu kitapta ters teper; Joseph K, yasarım labirentlerinden dışa-
n çıkamaz. Adaletin, davarım ve yasarım binasından, yapısın
dan çıksa da bu yapının ve binanın dışmda bu süreç devam
ettiğinden, K. bir yere ayrılamaz. Bir rüya hızıyla aranan ele
manlar bulunur. Görevliler metnin içinde kalan (suçlu) kişile
rin yolunu ve izini korkunç bir hızda bulurlar. Bu bağlamda
yasa sadece davanın vücut bulduğu, sürdürüldüğü binalarda
değil, hemen hemen romanın bütün auralannda, yerlerinde,
sahnelerinde soluğunu hissettirir.
Joseph K. bir hafta sonu kendisine haber gelmediğin
den yasarım kalbine girmeye, yasanın gerçekleştirildiği yere
bir keşif gezisi yapmaya çalışmış ve bu labirenti gözleriyle
görmeyi denemiştir. İçerde gezdikçe yasa ağının büyüklüğü
ve korkunçluğu görülmekte; "İlahi Komedya"da Dante'nin
bahsettiği Infemo sahnesinden eksik sahneler içermemekte
dir. Orada da kendisine zulmedilen günahkârlara, cehennem
sakinlerinin çektirdiği azap görülebilmektedir. Joseph K. bir
odacığa girdiğinde, metnin "Dayakçı" bölümünde 'dayakçı'
denilen zatın Willem'e ve arkadaşına dayak attığı görülür.
Yasa bunu istemektedir ve bunları kurtarmanın yolu yoktur.
Willem, her ne kadar suçsuz olduğunu dillendirse ve bunu da
inandırıcı bir şekilde dile getirse de dayakçının insafı yoktur.
Joseph K. onları dayakçının elinden kurtaramaz. Dayak yiye
cek olan VVillem şöyle der:
259
Dayak korkusundan biraz beyinleri sulanmış." VVillem'i gösterip:
"Örneğin şunun", dedi "mesleğim, istikbalim diye söyledikleri dü
pedüz gülünç şeyler. Baksana, yağ tulumu mübarek! Yiyeceği ilk
sopalardan bir şey anlamayacaktır. Neden böyle semiriyor, onu da
biliyor musun? Adam huy edinmiş, kimi tutuklanırsa kahvaltısını
indiriyor gövdeye. Senin kahvaltını da öyle yapmadı mı? Dedim
ya, yapar. Böyle göbekli biri de asla Dayakçı olamaz."164.
260
zamanında kalkamamasına ve evine, yatak odasına kadar so
kulan sorgulayıcı memurları gaflet hali içinde karşılamasına
bağlar. Joseph K.'ya göre yataktan erken kalksa, elbisesini
giyse, işler yolunda gider, belki şimdi suçlandığı bu davanın
esamisi bile okunmayacaktır. Joseph K. yatağmda gafil avlan
mıştır:
261
kılması, cinsel ilişki kurulması gereken bir ideal kadın tipidir.
Gündelik hayatta onu bulması zordur ama fantazmagorya-
sında, hayal âleminde onu yakalamıştır ve sabah bir böcek
olarak kalktığında, yatağında bir böceğe dönüştüğünde, ya
tağından bir türlü kalkamadığından böcek bedeninde küçük
beyaz noktalar görür. Bunlar dünden kalma "Kürklü Kadın"
fantazmalarıyla yatmış ve orgazm olmuş bir böcek bedeninin
durumunu açıklar bize.
Yataktan çıkamama, yatağın içinde hapis kalma bağla
mında yatak suçun kökeni olması hasebiyle "Değişim"in çok
önemli bir yeridir. Hatta böceğin dönüşümünün kökensel
mekânı (Urplatz) yataktır. Suçun kaynak yeri olarak yatak,
böceğe dönüşen tekilin ıstırabını ve psikolojik durumunu
veren önemli bir yerdir. Bu yatakta günah işleyen (örneğin
Kürklü Kadın fotoğrafına bakıp mastürbasyon yaparken
yakalanan Gregor Samsa'nın) kişinin utancı ya da aşırı yo
rumlar doğrultusunda yine tekili aşağılanma duygusuna
itecek her türlü eylem yatak ve yatakta işlenen suçu önemli
kılmaktadır. Suçun ulu ve vazgeçilmez bir mekânı olan yatak
"Değişim"de ailenin kapı arkasmda onu oradan çıkarmak
istedikleri yer, "Dava"da da yine görevlilerin onu oradan
çıkarmak istedikleri yerdir. "Değişim"de suçlu olduğun
dan dolayı yatağından bir türlü kalkamayan, suç mahallin
den bir türlü aynlamayan, suçun bedenine yapıştığı Gregor
Samsa'nın kapısına çalıştığı firmanın bir görevlisi gelir. Bir
rüya hızıdır bu, ansızın kapıda beliriverir. "Değişim"de yal
nızca bir örnek olan bu görevli ve onun kurum bağlantısı,
"Dava"da birçok kişiyi kapsar. Aile efradı bu işin dışma itilir
ve yatarak yataktan istenen vakitten kalkamama, "gafil av
lanma" (Dava s.24) eylemi doğrultusunda yatak odası bir
mahkemeye döner. Bir "yataklı mahkeme" insana ne kadar
garip kaçsa da "Dava"nın konusu budur ve burada da su
çun yatak endeksli olduğu ortaya çıkar. Yasa, yatağı yargılar
ve yataktan geç kalkan, bu yüzden de gafil avlanan Joseph
K. suçlu bulunur. Gregor Samsa'nın yalnızlığı, çapkın olma
262
yışı, introvert bir kişilik olması, her şeyden çok ailesini dü
şünmesi, ailesi için kendi hayatmı feda etmesi onun cinsel
yaşamında bazı eksiklikler oluşturmuş, hatta dışanda cinsel
yaşamını doğru dürüst sürdüremediğinden yalnızlığım ve
cinsel iştahım aile içinde kendi kız kardeşine (Grete) çevir
mesine neden olmuştur. "Dava"daki Joseph K.'nın çapkın
lığı göz önüne alındığında onun, Bayan Bürstner'le, müba
şirin karısıyla, avukatın hizmetçisi Leni'yle çok rahat ilişki
kurduğu, hatta onun bir Kazanova, aşırı çapkın biri olduğu
söylenebilir. Cinselliğe düşkün, isterik bir tip olan Joseph K.
önüne gelen bütün kadınları bir anlamda tavlamaya, onlarla
ilişkiyi kotarabildiği kadar kotarmaya çalışan biridir. Onun
bu çapkınlığı hatta sadece beraber aym yerde kaldıkları ve
dostu olan Bayan Bürstner'le sürüp gitmemektedir, cinsellik
te Joseph K. o kadar açgözlü ve carpe diemci'dir ki kendi da
vasının sürdürülmesinde en büyük yetkilerden birine sahip
olan yaşlı ve yatalak avukatın evine gittiklerinde, yaşlı avu
katın hizmetinde olan ve ondan sorumlu hizmetçi kız Leni'yi
de daha yeni görmesine rağmen baştan çıkarmaya çalışır. Bu
işbilmezliği, sadakatsizliği, açgözlülüğü, uçkuruna düşkün
lüğü yani cinsel açlığı değil mi ki zaten onun suçunun bir
bölümünü oluşturur. Yataktan kalkmama, ansızın yatakta
görevliler tarafından yakalanma, yatakta gafil avlanma yine
yatak çevresinde geçen bir yorumdur ve "Dava"mn da bir
anlamda kodudur. "Kayıp" (Amerika) da gariptir aynı te
mayla başlar. Bu sefer "Değişim" ve "Dava"mn olgun erkek
modeli olan başkahramanı gitmiş yerine on altı yaşlarının so
nunda, on yedi yaşlarının başında genç bir Alman olan Kari
Rossmann gelmiştir ve onun da suçu roman başlangıcında
belirtildiği üzere bir hizmetçi kızı (yatakta) hamile bırakma
sı, ondan bir çocuk peydahlamasıdır"'
263
Her ne kadar anlatıcı biz okurlara Kari Rossmann'ın "bir
hizmetçi tarafından baştan çıkarıldığını" (K.s.5) dillendirse
de; sonuçta bu eylem cinsel bir eylemdir ve romanın prolo
gunda suçun yatak tandansh bir suç olduğunu da yok say
maz. Kari Rossmann'ın cinsel suç yüzünden sürgün yaşantısı,
Amerika'da çektiği çileler, sıkıntılar, maceraları hep bu yatak
ekseni etrafında geçen cinsel suçtur.
"Dava"nın bir anlamda özeti sayılacak "Kanun Önünde"
meselimize geri dönecek olursak, Kafka "Dava" adlı roman
da yasanın kendisini suçlu bulduğu Joseph K.'yı kendi labi
renti ve dişlileri arasında yiyip yuttuğu bir durumda, okura
bir çıkış yolu olarak sunar "Kanun Önünde" meselini. Elbette
Joseph K.'yla Taşralı Adam birbirine benzemektedir. Bu aşa
mada Kapıcı (Türsteher) ve Rahip de birbirine benzer. Rahip,
Joseph K.'nın yasanın içine sokulduğunu sandığı anda onun
bu eylemlerini boşa çıkaracak; sokulduğunu sanırken bile so-
kulamadığını anlayacak bir duruma iter onu. Taşralı Adam
uzun bir yolculuktan sonra yasemin kapışma gelmiş ve açık
duran, başında da kaplanın beklediği yasanın kapısından
içeri bir türlü girememiştir. Bu kapı üstelik kendisi için tahsis
edilmiş olmasına rağmen ömrü boyunca buradan içeri gire
memiş ve açık duran kapının önünde insanken, böcek, sonra
da taşlaşarak bir "şey" haline gelmiştir. Kendisini büyük bir
insan sanan, yasanın kapısına bir hışımla ve özgüvenle gelen
ve fakat yasanın kapısında uzun bekleyişlerle, uzun sabır ge
rektiren edimlerle dersini alan, bu aşamada da küçüldükçe
küçülen, ontolojik değişikliklere uğrayan bir insandır söz ko
nusu olan.
"Bir Açlık Şampiyonu"nda ve "Değişim"de daha önce de
zikredildiği gibi kahramanlar nasıl bilinçli bir süreç ve suçun
ağırlığıyla insandan hayvana, hayvandan da şeye (Ding) dö
nüşürlerse; değerlerini yitirir, tasavvufi bağlamda "insandan
bile sefil ve aşağılık bir duruma" (esfelisafiliyn, belhümadal)
dönüşürlerse, "Kanun Önünde" isimli meselde de sosyal sı
nıf statüsünde en aşağıda olan Taşralı Adam yasa önüne gel
264
diğinde yine yasa kapısında dışarıdaki son kapıda bekleyen
ve en aşağı sınıfı temsil eden kapıcının hışmına uğrar. Yasa
kapısı açık olmasma, yasanın her insana her vakit açık olma
sına rağmen zamanı gelmediği sürece kapıcı tarafından içeri
alınmayan, zamanın ne zaman geldiğinin de kolay kolay bi
linmediği bir yıkım sürecidir bu süreç. Ta ki Taşralı Adam'ın
yasayla yüzleşmek için beklentisini ve umudunu bir ömür
boyu korusun, belki de yasayla yüzleşmesini içinde bulun
duğu hal içinde, o tasavvufi hal içinde gerçekleştirebilsin.
Yasa kapısı bir kayradır, soyut dünyaya açılışı, bir şefaati,
bir şefkati, bir mağfireti ve affedilişi müjdeler ve kapının her
zaman açıklığıyla da tanımın insanı her zaman affedeceğini
öngörür. Suçun her zaman affa dönebileceği umudunu için
de taşımaktadır, insanın tövbe ettiği dönemlerde af ve mağfi
retinin şiddetinin açık kapı temsiliyle her zaman var olduğu
gösterilir; ancak bunun için de suçun işlendiği bedenin nedim
bir tövbeyle titremesi, korku ve titremenin eşzamanlı olması
ve tövbenin sadece dilsel düzeyde değil dilsel ve bedensel,
gönülsel düzeyde de olması gerekmektedir. İnsanm bu aşa
mada artık bedeninin olmadığı, bedeni aştığı, bedeni geride
bıraktığı, suçun büyüklüğü karşısında nedim tövbenin ve af
fedilme arayışını insanm bedenini bile başka bir merhaleye
geçirdiği gözlemlenir. Bu da hikâyede "bedensel küçülme"
ile verilmiştir ve "pirelerle konuşma" aşamasma gelen Taşralı
Adam'm artık kendi durumunu kapıcıya dillendirmek için
pirelerden bile medet umduğu temsiliyle verilir. Bedensel kü
çülme ile ruhsal büyüme arasmda bir koşutluk vardır. İstenen
affa ve mağfirete ulaşmasının yasa tarafından onaylanışı an
cak kendi bedeninden sıyrılarak ve küçülerek mümkündür.
"İnsan-Taşrah Adam"dan "pire-Taşralı Adam"a, ondan sonra
da "taşlaşmış-Taşrah Adam"a döner. Bu durum yasa karşı
sında farklı bedensel durumlar ve değişiklikler sergileyerek
gerçek mutluluğa ulaşılabileceğini anlatır okurlara; yasa kar
şısında ancak bu şekilde bir dönüşümle, bir ışık-oluşlukla,
ışık ile yekvücut oluşla, nur-oluşla, nurla birleşmeyle gerçek
265
leşebilir. Bedenin içinde hapis olan ruhun, yani ışığın (nurun)
tekrar özgürlüğe kavuşabilmesi için, onun bedensel sıkletinin
atılması gerekmektedir. O yüzden Taşralı Adam anorexik bir
küçülme geçirir. İnsandan böceğe (pire), ondan sonra da yasa
kapısmda bekleme sürecinde bir taşa (taşlaşmış bedene) dö
nüşür. Beden katılaşırken, taşlaşırken ruh da ağır ağır "uç
mağa varmaktadır". Ölüm ile yasa kapısındaki mutlak ışıkla
ancak yekvücut olmanın mümkün olacağı; yasa kapısından
içeriye corpusuyla giremeyeceği, ancak ruhuyla girebileceği;
bedenin değil de ruhun yasanın temel taşı olan suç unsuru
(element of erime) olduğuna vurgu yapılır. Ruha giydirilmiş
bedenin eritilmesi, inceltilmesi, zayıflatılması durumu ile ru
hun salt ortaya çıkışı sağlanır ve o da çıplak bir şekilde yasa
kapısından dışarı fışkıran ışığın bir laytmotifi olarak kökensel
kaynağa erişir. Yasa kapısının maddi bir kapıdan öte manevi
bir kapı olduğu, somut bir kapıdan çok soyut bir kapı oldu
ğuna dikkat çekilecek olursa, insan bedeniyle/teniyle soyut
âlemleri temsil eden ve kapıdan ışığın fışkırdığı da göz önü
ne alınacak olursa, soyut bir evreni ve felekler sistematiğini
temsil eden bir kapı izleğinin önümüzde olduğu açıkça görü
lür. Yasanın kendisinin metafiziki bir yasa, ilahi bir yasa/ada-
let ve o kapıcılar sistematiğinin evreni, kozmosu dillendiren
bir sistematik olduğu; her kapının önünde o kapıyı bekleyen
bir meleğin olduğu ve kapılar arası geçişin ancak ve ancak
hal ve kal arası değişim geçirilerek gerçekleştirilebileceği or
taya çıkar. Tann'nın kayrası "açık kapı" izleğiyle verilirken,
yasarım kapısının, herkese açık oluşu, bu hikâyede ise o ka
pının sadece Taşralı Adam'a tahsis edilişi, tanrının kayrasının
o anda o insana vurduğu şekilde yorumlanabilir. Kayranın
kaçırılmaması için ya da yasa kapısından içeri girebilmek için
bu kapının şartlarını yerine getirmek gerektiği de göz önü
ne alınmalıdır. Bu kapıdan suçlu tenle, günaha bulaşan tenle
ve bedenle girilemeyeceği, ancak sabırla ve yıllarca olgunlaş
makla, uzun beklemekle, insan oluştuktan çıkmak ve ilkin bö-
cekleşmek sonra şeyleşmekle; lanetli ve ilk günahı yüklenmiş
266
insanın suçlu bedeninden arınmakla, bir nur ve ışık olmak
la ancak o kapıdan içeri girilebileceği vurgulanır. Kafka'nın
"Bir Açlık Şampiyonu"nda da açlık şampiyonunun sanatını
icra ettiği kendi kafesinden çıkması, ancak kendi beden ka
fesinden çıkmakla doğrudan ilintili hale getirilir. Bir kafese
girmiş ve sanatı "açlık şampiyonluğu" olan kişi kırk gün be
denini aç bırakabilmekte ve bununla da yetinmek istemeyip
bu eylemi daha fazla güne çekmek istemektedir. Öyle bir fır
satı bulduğunda, eline öyle bir fırsat geçtiğinde, bir ahırda
kafese kapatıldığında (hayvanlaştığında) açlık sınırını kırk
günden fazla bir evreye çeker. Açlık şampiyonu, aç kaldığı
günleri artırdıkça oluşum çarkında insanlıktan gerilere düşer,
aslmda ontolojik olarak da yükselir. Çünkü insan epistemik
bakımdan hayvanlara ve bitkilere üstün görünse de, tasav
vufta hayvanlar ve bitkiler (hayvanat ve nebatat) oluş ve biliş
yükünü, varoluşu kabul etmedikleri, varoluş emanetini yük
lenmedikleri için insandan daha uyanık ve erdemli sayılır.
Suskuları ve cansızlıkları, bir hikmet olarak görülür. Varoluş
yükünü kaldıramayacakları ve Tanrı'nın adını dünyada iyi
temsil edememe durumunu derinlikli düşünüldüğünden ve
bu sorumluluk altına girmek istemediklerinden dolayı tınma-
mışlardır. insanoğlunun cesareti her şeyi boşvermesi ve sav
saklaması, her şeye atılması, sıkılganlığı ve aceleciliği aptal
lığından sayılmış, semavi metinler, özellikle de Kur'an buna
sık sık değinmiştir.
"Bir Açlık Şampiyonu" da aşın açlıkla insanlıktan hay
vana dönmüş, bu yüzden diğer hayvanların yanma ahıra
konmuştur. Açlık şampiyonluğunda aşırıya gittiği ve bedeni
başka bir boyuta soktuğu, bedensel açlığı, perhizi aşırılaşü-
rarak insansı özelliklerini yitirdiği ve bitkileşmeyle birlikte
gözlerinde insansı ışığı yitirdiği için, o yiten ışığın bizatihi
bir varlık olarak ortaya çıkışını sağlamıştır. Kanun kapısının
sonunda geçen "ışık" izleği önemlidir, çünkü insan bedeni
nin iflası ve ölümüyle ruhun bir ışık ve nur olarak ortaya çık
ması, bedenin yeni bir şekil kazanması söz konusudur bura
267
da. "Bir Köpeğin Araştırması" adh hikâyede de aynı şey söz
konusudur. Tann'nın besin kaynağının köpeklere inişini bir
köpek gözüyle anlatan Kafka bu hikâyede besin kaynağının
kökenine inmek ve yukandan (gaybdan) gelişini araştırmak
için kendi köpek bedenini bir denek beden olarak kullanır.
Açlığın sınırlarını zorlayarak, yukandan yağan beşinin ge
lişini reddederek bu eylemin sonuna kadar gitmeyi, başka
bir boyuta geçmeyi dener. "Bir Açlık Şampiyonu" gibi de
neyini ve araştırmalarını aşınlaştırdığında bir ışık huzmesi,
bir ışık kaynağı görür. Bu ışık kaynağı dünyevi besini yiyen,
bundan nemalanan insanın soyut bir hali bilememesi nede
niyle en azından kendi bedeniyle gözlemleyemeyeceği bir
ışık kaynağıdır. Ancak dünyevi nimetlerden uzaklaştırıldı
ğında, açlık bağlamında kendi dibine vurduğunda, açlık in
sanı kendi içinde başka bir hale sürüklediğinde ulaşılacak
bir durumdur. Bu ışıkla birlikte yeni bir besin modundan da
bahsedilir "Bir Köpeğin Araştırmalan"nda. Bu ışık bedensel
açlığı, dünyevi besini reddeden üstün-köpeğin kendi köpek
bedeninin dirayetiyle, perhiziyle, nefsini yenmesiyle, egosu
nu şişirmesiyle, sabrıyla ve inadıyla vardığı nihai bir nokta
dır. Taşralı Adam'ın da küçülmesi, insanken hayvan sonra da
nesne haline gelmesi, bedeninin taşlaşması, onun metamor
foz olduğunun, bedenini taşlaşmış bir kabuk gibi geride bı
rakarak kelebek gibi bu kabuktan çıkıp yasa kapışma farklı
bir boyutta girdiğinin işaretidir. Taşralı Adam'ın ölümünün
onun kurtuluşu olduğu, yasa kapısmdan ancak ölerek (me
tamorfoz olarak) içeri sızabileceği, yasa kapısmdan şiddetli
yansıyan parıltı kümesine bir ruh olarak ancak katılabileceği
dillendirilebilir.
Joseph K.'nın yasa içinde oluşu, adalet mekanizmasının
içine kadar sızması ama bir rüyada oluş bilinciyle "içinde ol
makla birlikte yerinde saymak" ilkesince çabalarının bir yere
varmayışı ile Taşralı Adam'ın çilesi onun yasa kapısının dı
şında olması fakat bu kapıdan içeri girememesi ile koşut gö
zükür. "Dava"da yasanın içine sızan Joseph K.'nın yasanın
268
içinde olmasına rağmen davasında pek bir gelişme sağlaya
madığı, yasanm başmı hiçbir zaman görme imkânı bulamadı
ğı, yasanın labirentlerinde yitip gittiği, tanıştığı ve konuştuğu
herkesin bir matrix ağıyla yasaya bağlı birer eleman oldukla
rı; uzaktan yakından roman içindeki her figürün yasanm bir
uzvu olduğu görülür. "Yasanm içinde olup da yasanın dışın
da olmak" denir buna. "Kanun Önünde" adlı mesele göre en
azından yasanm içine girmiş bulunan ve bu bakımdan ondan
daha çok yol almış gibi gözüken Joseph K.'mn bütün eylem
leri boşa çıkacak ve romanm sonunda Taşralı Adam'dan bile
geriye düşecektir. Taşralı Adam yasa kapısı önünde can ver
mesine ve ruhuyla yasa olarak değerlendirilecek kolektif ışığa
kavuşmasına rağmen; Joseph K., Taşralı Adam'm yolculuğu
nun başladığı yer olan taşraya koşa koşa gidecek ve iki acı
masız görevli tarafından insafsızca bıçaklanıp öldürülecektir.
"Kanun Önünde" adlı meselde, yasa kapısı açık olma
sına rağmen onu aşamamış ve yasanın içi hakkmda sadece
onun kapıcılığım yapan adamdan bilgi alabilen Taşralı Adam
vardır. Kendisine bu girilmesi zor, bir sır olan yasa kapısının
içinde katman katman kapıların olduğu ve bu kapılar başında
kapıcıların beklediği, üçüncü kapıcıyı dışarıda duran kapıcı
nın bile görmekten ürktüğü bilgisi verilir. Kapı büyüdükçe
kapıcıların acımasızlaştıkları, insafsızlaştıklan, korkunçlaş
tıkları bilgisi verilir bize.
Yasanm genel içeriği hakkmda bu bilgiden başka bilgimiz
olmaz. Sadece kapının açık olduğu, kapının Taşralı Adam için
açık olduğu, bu kapınm ona tahsis edildiği ama onun içeri
girebilmesi için de bunun bir zamanının olduğu, belli bir za
man sonra ancak içeri çağnlabildiği ve fakat çağrılma süre
sinin de şimdilik belirsiz olduğu gözlemlenir. Kapının açık
olduğu yer bir geçiş noktası olduğundan içimizin zamanı ile
duanın müddeti bir olmadığmdan, içerisi ile dışarısı arasmda
her açıdan farklılıklar olduğundan Taşralı Adam'm ölmesi ge
rekmektedir. Yasa koyucunun zamanı ile (Tannmn), insanın
zamanı bir olmadığmdan bu iki varlık (makro-mikro) birbiri
269
ne uyuşmadığından, yaratıcı ile kulunun her şeyi birbirinden
ayrı olduğundan bir anlaşmazlıktır bu. Tann için az bir zama
nın insan için ebediyete denk düşmesidir bu durum. Kapıda
bekleye bekleye ölmek, çaresizce ölmek bunun kefaretidir.
Kanun kapısmda kalan ve içeri adım atamayarak ölen
Taşralı Adam'ın yanı sıra bir sabah bir iftira yüzünden ken
di odasında tutuklanan Joseph K.'nın olayının yasa içinde
geçtiği dikkat çeker. Aslında Joseph K.'nm tutuklandığı yer
bile yasarım içindedir. Yasa bir ağ gibi, bir matrix gibi her şeyi
ve her yeri kuşatmıştır. Joseph K.'nm yatağı, odası; çalıştığı,
varlığını idame ettirdiği yer yasanın aurası içindedir. O yüz
den tutuklanmaz ve gidişi gelişi serbesttir. Bu oyun içinden
çıkamaz, zaten bizatihi ağ içinde hapistir. Bizatihi ağ içinde
hapis olduğundan ekstra bir kapatılma hareketine uğramaz.
Joseph K. anlatı içinde bunu "nasıl bir tutuklanma bu?" diye
soruşturur ve anlamazken, ağı topyekûn görme şansına sahip
okurlar onun bu yasa ağında sıkışıp kaldığını görürler. Her
şeyin ve her kişinin bir şekilde yasarım aktörü ve yasanın bir
dişlisi olduğu, Joseph K.'nm da yasa içinde "gafil avlanan"
figür olduğu gözlemlenir. Topyekûn yasarım insana ve ki
şilere dayattığı şeylerin dışma çıkmak, matrix ağını delmek,
bilinçlenmek ve varlığın ayrımına varmak suç olarak nite
lendirilir. Yasanın içinde olarak yasanın bilincinde olmak,
bir balık gibi deryanın içinde yer alarak deryayı bilmek an
lamına gelir ki bu varoluş olarak bilmeyi, bilinçliliği, farkına
varmayı, oluşluğu, oluşluğun ayrımına varmayı müjdeler. Bu
sırn çözdüğümüzde, bu makro çarkın şifresi çözülmüş olur
ve sizin yeriniz artık bunu çözmeyenlerin yeri değildir. Başka
bir yere taşınırsınız. Beyaz civcivlerin arasmda bir kara civciv
gibi sırıtır ve bu oluşluğun, bilişliğin ayrımında biri olarak
lanetlenirsiniz. Adomo'nun "bilmek lanetlerunektir"167 sözü
burada anlam kazanmaktadır. Bilenin epistemik durumu, bil
270
meyenin epistemik durumuyla koşut değildir. Bilen biri oku
dukça, deneyimledikçe, kendi kısıtlı algı kapılan ile oynar.
Onu genişletir. Algı kapılan gelişen insanm duyarlılığı ve
hissedişi de bu durumda gelişir. Dünyayı kavrayış, felekler
sistematiğine bakış, bilmekle başlayan, algı kapılan genişle
yen, farkındalığı meta düzeye getiren insanda çok daha fazla
olur. Bakıp görmesi, kavraması, hissetmesi, duygu ve düşün
cesi, olaylar karşısındaki duyarlılığı artar. Nihayetinde bilme
yenler gibi meseleye bakmazlar. Daha derin bakışlan olur. Bu
bilgi ve durum ile fırlatıldığınız dünyaya baktığınızda çoğu
insanm göremeyeceği durumlan görme şansınız olur.
Bedeni bir öğütme aparatı olarak değil de; dünyadaki be
sinleri öğüterek "bilen" ve onlan adlandıran bir durumda de
ğil de, özünde bu öğütme durumu olan çarkı işlevsiz kılarak,
onu aç bırakarak, perhiz yaparak yeni bir açlık bilgi kaynağı
arayışına girer. Açlığı geliştirerek, algı kapılarını genişleten
ve bu kapılan erdemli bir insan oluşluk için kullanan; açlığı
geliştirerek somut alanda değil de soyut alanda algı kapıla
rını zorlayan, farkındalığı geliştiren, duyarlılığı çoğaltan bir
durum olarak da okunabilir bu aç kalma edimi. Obez olup
bedenin istediği her lokmayı, besini yiyerek bedenin tinsel
derinliğinde dibe vurmasından öte onun derisini incelterek
algı kapılarını, farkındalığı ve duyarlılığı kendi içinde ya da
ölme yoluyla kendi dışında yeni evrelerin keşfi susuzluğudur
bu durum.
Franz Kafka'nm "Kayıp" (Amerika) adlı eserinde de aç
lık tematiğine rastlanır. "Bir hizmetçi tarafından baştan çıka
rılıp kendisinden bir çocuk peydahladığı için yoksul ailesinin
Amerika'ya yolladığı on altı yaşındaki Kari Rossmann"168 (s.5)
Amerika'ya vardığmda bavulunu kaybeder. Bavulunun için
de annesinin kendisine koyduğu erzak arasmda gıda madde
leri de bulunur:
168 Bundan sonra metnimiz içinde Kafka'nın "Kayıp" (Amerika) adlı eserindeki
alıntılar için bkz. Franz Kafka, Kayıp (Amerika), Cem Yayınevi, (Kâmuran Şipal
çevirisi), İstanbul 2003, s.323.
271
Derken aklına geldi: Bavulda ayrıca bir parça verona salamı
vardı, annesi fazladan onu da yerleştirmişti bavula. Ama yolda iş
tahı büsbütün kapanmış, ara güvertede yolculara dağıttıkları çorba
bol bol yetmişti kendisine, salamın ancak pek azmi yiyebilmişti.
Oysa, şimdi salam elinin altında bulunsa ne iyi olur, ateşçiye ikram
ederdi.16’
169 A.g.e., s. 11
170 A.g.e., s.63
mekle ilgilenmişti. Yapılan her yeni servisi bıkıp usanmaksızın
kabul ediyorsa da, gelen yemekleri yemede gösterdiği kılı kırk ya
rarlıktan uzadıkça uzuyordu yemek; doğrusu Bay Green, kocamış
kâhya kadından gördüğü kötü hizmetin acısını burada çıkarmak
ister gibiydi. Zaman zaman Klara'nın evi çekip çevirişindeki be
ceriyi övüyor, bu da, öyle görülüyor ki, Klara'nın koltuklarını ka
bartıyordu; oysa Kari, sanki Bay Green övücü sözleriyle Klara'nın
üzerine saldınyormuş gibi onu geri püskürtmek isteğini duyuyor
du içinde. Ama Bay Green bu yaptığıyla da yetinmiyor, Karl'ın
dikkati çeken iştahsızlığından ötürü ikide bir tabağından başım
kaldırmaksızın üzüntüsünü belirtiyordu. Ev sahibi olarak Bay
Pollunder'in, Karl'ı yiyip içmeye teşvik etmesi gerekirken, iştah
sızlığında arka çıkıyordu ona. Ve gerçekten Kari, bütün yemek bo
yunca duyduğu sıkıntı yüzünden öylesine alıngan durumdaydı ki,
Bay Pollunder'in kendisini savunan sözlerini gerçekte öyle olmadı
ğım biliyorken bile nezaketsizlik diye yorumladı, bazen büsbütün
uygunsuz davranıp aceleyle bol bol atıştırdı yemeklerden; bazen
de uzun bir zaman çatalı, kaşığı elinden bırakarak sofra başındaki
topluluğun en durgun kişisi, servisi yapan uşağın çok vakit karşı
sında şaşırıp kaldığı bir kimse gibi davrandı.171
273
durumunda kalmca, tombul bir kadınla erzak deposu olan
kilere inerler. Bu bölümde de yemek ve gıda maddelerinin
geçtiği görülür. Uzun yolculuk için et, somun ve bira tedariki
yapılır:
275
dilini şapırdatarak “Bu işi güzel becerdi seninki" dedi ve saçlannı
sonradan yine taramak üzre tarağı saçından bırakan Delamarche'ı
çekip yanı başındaki bir sandalyeye oturttu. Kahvaltıyı gören
Delamarche'ın da yüzü güldü, ikisi de pek acıkmıştı, elleri seh
panın üzerinde dört bir yana gidip geliyordu. Kari, Brunelda'yla
Delamarche'ı memnun etmek için elden geldiği kadar çok yiyecek
alıp getirmek gerektiğini anlamıştı; işe yarar daha bir sürü yiyeceği
mutfağın döşemesinin üzerinde olduğu gibi bıraktığını düşündü.
"Bu ilk defasında kahvaltıyı nasıl hazırlayacağımı bilemedim",
dedi. "Gelecek sefer daha iyi üstesinden gelirim" Ama henüz
konuşmasını bitirmeden, bu sözleri kime söylediğini anımsadı;
kahvaltı hazırlama işine pek kaptırmıştı kendini. Delamarche'dan
yana memnunlukla başını sallayan Brunelda, Karl'ı ödüllendirmek
üzere ona bir avuç kek alıp uzattı.176
276
Sonuç olarak şu söylenebilir; bu başlığın giriş yazısın
da dile getirdiğimiz gibi Kafka'nın romanlarında açlığın ve
anorexianm bir büyük sorgulama ve laytmotif olarak değil
de, koskoca bir romanda karakterlerin zorunlu olarak gittiği
mutfaklarda yedikleri yemek ve içtikleri bira, içilen çorba şek
linde kısa yemek sahneleri halinde gün yüzüne çıkar. Açlığın
ve yemenin derinlikli kazısı ve felsefesi yapılmaz. Koskoca
üç romanda, üçü de toplandığında bini aşkın sayfada elbet
te yemek kelimesi, mutfak kelimesi, içecek kelimesi geçecek
tir. Geçmiyor dense, zaten bunda bir yanlışlık var demektir.
Meselemizi oluşturan, başlığımızın da temel motifi sayılan,
Kafka'nın açlık bilinci ve kültürünü açımlayan, figürlerin
anorexiaya eğilimlerini yansıtan derinlikli ve sorgulayıcı ya
zılar -"Kayıp" (Amerika) adlı romanda buna ilişkin biraz ipu
cu verilmesine rağmen- romanlarında pek yer almamaktadır.
277
Kafka'nın mektupları "Babama Mektup", "Grete'ye
Mektuplar", "Ottla'ya ve Ailesine Mektuplar", "Milena'ya
Mektuplar" ve 1986 yılında Dlazdena Ulice'de bir sahaf
ta bulunmuş ve hızlı bir şekilde basılmış "Yeni Bulunmuş
Mektuplar" olmak üzere sıralanabilirler. Yine Kâmuran
Şipal'in çevirileriyle "Felice'ye Mektuplar" ve "Bir Dostluk"
adıyla Max Brod'a mektupları da yayımlanmıuştır.
Bu mektuplar Kafka'nın ailevi yaşantısını, mahremiyetini
yansıtmak yanmda, yazarlık çabalarının gelişimini, gündelik
hayata karşı takındıkları tavırları, sevgilileriyle diyalogunu,
kız kardeşine ricalarını içerirler. Hele de hastalandığı dönem
lerde, kendi işlerinin takibi ve ihtiyaçlarının karşılanması için
Ottla'ya ve anne babasına ihtiyaçlarını dillendirir.
Çalışmamız Kafka'nın açlık bilinci ve kültürü olduğun
dan, onun mektuplarında da besin ihtiyacım, beslenmesini,
besinlere ve yemeklere karşı Kafka'nın aldığı tavrı, açlık ve
anorexik görüşlerini görebiliriz. Mektupları, hatta Kafka'nın
açlık ve besin üzerine görüşlerini yazdığı çoğu diğer eserle
rinden daha fazla görüşler içermektedir.
Biz Kafka'nın kült metni sayılan ve psikiyatrik okuma
lara da alan açan, babasına yazdığı ve onunla bir anlamda
hesaplaşmasını içeren "Babama Mektup" adlı mektubuyla
çözümlememize başlamak istiyoruz.
"Babama Mektup" üzerine bugün hâlâ tartışmalar bit
miş değildir. Bunun, Kafka'nın babasına yazdığı ve onun
karşısmda özgürce görüşlerini söyleyemediği, ondan kork
tuğu için onunla gizli bir hesaplaşmasını içeren babaya ulaş
tırılması gereken bir mektup mu yoksa Kafka'nın psikiyatrik
akımın yenilerde şekil bulduğu ve Freud'un görüşlerinin
rağbet gördüğü bir zamanda babaya yazılmış ve bir türlü de
ulaştırılmak istenmemiş kurmaca bir eser mi olduğu üzerine
görüşler vardır. Bu ikinci tezi destekleyen temel argüman
sa eserin yani mektupların çoğu kişi tarafından okunması
ve fakat asıl varması ve okunması gereken kişi tarafından
da bir türlü okunamamasıdır. Kafka'nın, Milena'ya yazdı
278
ğı bir mektupta da mektupları okuması ricasının yanında,
Milena'nın bunları okurken mesleği avukat olan ve huku
kun, avukatlığın bütün hilelerini bilen birisi tarafından kale
me alınmış olması tuzağını da unutmaması rica edilir. Şayet
metin babaya yazılmış ve içten gelmiş Kafka'yla babası ara
sında ikisini ilgilendiren, gerçekleri içeren bir mektup değil
de, Kafka'nın birkaç gerçek veriden hareketle onları kurma
ca gerçekliğin bütün süslemeleri ve makyajıyla süsleyip bu
yazılanlardan hareketle kötü baba imajını gerçek hayattaki
Hermann Kafka'ya işmal edebileceğimiz bir duruma çekecek
argümanlar oluşturulmuşsa, bu Hermann Kafka'ya ciddi bir
haksızlığın yapıldığım gösterir. Hermann Kafka'nın gerçek
ten de sert ve disipliner biri olduğu, mesleğinden taviz ver
mediği ve Yahudi olduğundan dolayı da kötü, çileli bir haya
tı olduğu için çocuklarına belki günümüzün şefkatli babaları
kadar iyi davranmadığı söylenebilir. Bu o dönemin ruhuyla
bağlantılı bir şeydir. Fakat babanm yaptıklarını abartıyla an
latıp, onu süsleyip Oedipus kompleksini ve baba nefretini ele
aldığı için psikiyatrik bir kült metin olarak önümüze sürü
lürse, Kafka'nın yazarlık yönünün ağırlığı ve eklemelerinin
dozajı nedeniyle, bunun diğer aile efradına gönderilen mek
tuplarla aynı dokuyu taşıyıp taşımadığı tartışmalı bir hal
ahr. Kurmacaysa, gerçeklik payını az içeriyorsa, "Değişim"
ve romanları gibi kurmaca eserleri bölümüne; gerçekse ve
çok az kurmaca katkı varsa, o zaman mektuplar bölümüne
alınmalıdır. Şimdi Kafka'nın "Babama Mektup" adlı eserin
de açlığın ve besinin, daha doğrusu anorexia hastalığının izi
ni sürelim.
Hermann Kafka, hayatında çektiği sıkıntılarla zenginliği
yakalamış ve yaşamm zorluğunu, bu yaşamla mücadele et
mek gerektiğini, bunun için hayatta güçlü olmak gerektiği
ni, kendisinin bu zenginliği elde etmek için hayatta ne çileler
çektiğini sofrada yemek yerken çocuklarına sık sık anlatır.
Bunu çocuklarına durmadan yineler ve onlara bir nevi baskı
oluşturur. Kafka, baba eleştirisine ilkin bu noktadan başlar:
279
"Senin için aşağı yukarı şöyle bir durum sözkonusuydu:
Ömür boyu canını dişine takıp çalışmış neyi varsa çocuklarının,
ama en çok benim uğruma feda etmiş, ben de böylelikle "beyler"
gibi rahat bir yaşam sürmüş, dilediğim öğrenimi yapma konusun
da katıksız bir özgürlüğü elde bulundurmuş, yiyecek içecek sıkın
tısı çekmemiş, yani kısaca tasa kaygı nedir bilmemiştim."177
177 Franz Kafka, Babama Mektup, Cem Yayınevi, (Kâmuran Şipal çevirisi),
İstanbul 2007, s.9-10
178 A.g.e., s.16
280
Kafka, küçüklüğünde babasının dev vücudunu ve kendi
zayıf vücudunu yan yana getirir, bunları karşılaştırma imkâ
nı bulur, kendi zayıf vücudu yüzünden insanlardan utanır.
Yüzme havuzuna gittiklerinde babanın iri vücudu yanında,
Kafka'nın iskelet yığını gibi vücudu onu utandırır:
281
li olmuş, lezzetsiz olmuş gibi bir şey konuşulmayacaktı. Ama sen
çokluk, ağza konacak gibi olmadığını söyleyebiliyordun bir yeme
ğin; onu "tam hayvanlara göre" diye niteleyebiliyor, "hayvan (aşçı)
berbat etmiş yemeği" diyebiliyordun. Açlığının büyüklüğünden ve
önüne sevdiğin yemeklerin çıkarılmasından ötürüne olursa çabuk
çabuk, sıcaklığına falan bakmaksızın iri iri lokmalar halinde yuttu
ğun için, çocuğunun yemek yerken elini çabuk tutmasını isti- yor
dun; kasvetli bir sessizlik sofrada egemenliğini sürdürüyor, ancak
arada bir tarafıma yöneltilen kimi uyarmalarla kesiliyordu: "Önce
yemeğini ye, sonra konuş!" ya da: "Çabuk ye, çabuk, çabuk!" veya:
"Baksana, ben yemeğimi bitireli ne kadar zaman oldu!" Kemikler
üzerindeki eti sıyırmak doğru değildi; oysa sen bunu yapabiliyor
dun. Salatanın suyunu höpürdete höpürdete kaşıklamak ayıptı,
ama sen kaşıklayabiliyordun. Ekmeği düzgün kesmek hepsinden
önemliydi; ama sen bunu, üzerinden yemeğin suyu damlayan bir
bıçakla yapıyormuşsun, umursamıyordun hiç. Yemek yerken yere
bir şey dökmemeye dikkat etmek gerekiyordu; ama sonunda bakı
yorduk, en çok kırıntı, döküntü senin oturduğun yerdeydi. Yemek
yerken, yemekten başka şeyle uğraşılmazdı; ama sen tırnaklarını
kesip törpülüyor, kalemler yontuyor, kürdanla kulaklarını temiz
leyebiliyordun.
Lütfen baba, beni yanlış anlama, gerçekte büsbütün önemsiz
ayrıntılardı hepsi; benim için eza verici nitelik taşımışlarsa, bu,
bana zorla benimsettiğin yükümlülüklere senin, son derece önemli
biri gözüyle baktığım sen insanın uymayışından kaynaklanıyor
du.180
282
çekten, kuşkuya yer bırakmayacak gibi tek başıma mülkiyetimde
bulundurmadığım, bu mülkiyeti kesinlikle kendim belirleyemedi-
ğim ve gerçekte tıpkı hakkından yoksun bırakılmış bir oğula ben
zediğim için, bana en yakın bulunan kendi vücudum konusunda
da kuşkusuz bir güven duyamıyordum."181
283
düzelme sayesinde rahat bir yaşam sürdürdüklerine ikide bir ço
cuklarının dikkatini çeker. Kafka, kız kardeşi Ottla'ya yazdığı bir
mektupta babasınm bu konuya ilişkin üstü kapalı suçlamalarına
değinerek şöyle der: "Ancak, bir noktada bizi suçlamakta gerçek
ten haklı babam; o da (ister kendi başarısından, ister hatasından
kaynaklansın) bizim pek rahat bir yaşam sürmemiz; insanları sı
namak için açlık, para sıkıntısı ve belki hastalıktan başka ölçüt yok
elinde. Bizim kuşkusuz zor sayılacak ilk iki konudaki sınavı he
nüz veremediğimizi görüyor, buradan da bizi her türlü özgürce
konuşmaktan alıkoyma hakkını çıkanyor kendisi için. Böyle dav
ranması da bir gerçeklik taşıyor, gerçek olduğu için de iyi bir şey.
Açlığımızı ve para sıkıntımızı gidermede elimizden yardımına sı
ğınmaktan başka şey gelmediği sürece kendisine karşı tutumumuz
bir ürkekliği içerecektir, görünürde her ne kadar böyle davranma
sak da ister istemez ona boyun eğeceğiz."183
284
ayağını odadan içeri atar atmaz, 'Hele şükür gelebildin!' dedi baba
sı. 'Rica ederim, olduğun yerde kal, Oskar! Sana karşı şu an içimde
öylesine büyük bir öfke var ki, bakarsın kendime hâkim olamam.'
- 'Ama baba!' dedi Oskar. Ancak şimdi, konuşmaya başlaymca, eve
gelirken yolda nasıl koşturmuş olduğunu fark etti. - 'Sus, sus!' diye
bağırarak ayağa kalktı babası, vücuduyla bir pencerenin önünü ka
padı." (Günlükler, 1; s. 151).184
285
Kafka'nın aşın iştahlı ve obur insanlan kıskandığı, kendi
hazımsızlığı ve iştahsızlığı da göz önüne almacak olursa on-
lan hatta kıskanarak izlediği fakat söz konusu iştahın babada
olursa bunun ardıl çözümlenmesinin hayvani bir oburluk ol
duğu ve bunlardan da hayatta kaçındığı görülür:
"Çok yemek yiyen, aşın iştahlı bir kişi imajı Kafka'da baba
imajıyla kopanlıp alınamayacak gibi kaynaşmıştı. İştahlılık, Kafka
için canlılığın, dinamizmin, aynca cinsel gücün bir simgesiydi.
Kafka'nın yapıtlannda sık sık adeta hayvani bir oburlukla tıkman
kişilere rastlar, bunların karşısında da toplumdışılıklan sürekli iş-
tahsızlıklanyla da kendini açığa vuran kişilerin yer aldığını görü
rüz."186
286
"Hartmund Binder bu sözlerle Franklin'in amcası arasında
ilişki kurar: "Aşağı yukarı on altı yaşımdaydım, Tryon'un bir ki
tabı geçti elime, kitapta bitkisel yiyeceklerle beslenilmesi tavsiye
ediliyordu. Ben de kendi beslenmemde bu tavsiyeye uymayı ka
fama koydum. [...] Ama evdekiler et yemekten kaçınmamı doğru
görmediler, garip buldukları davranışımdan ötürü paylayıp azar
ladılar beni" (Binder 444). Kafka daha erken yaşta et yemeyi bı
rakıp bitkisel yiyeceklerle beslenmeye koyulmuştu. Bu tutumuyla
yemekte etlerin kemiklerini çatır çutur kırıp yiyen, bir kasabın oğlu
olan güçlü kuvvetli babasını tahrik ettiğinin, babasını kendisine
yaşam gücünden yoksun zayıf biri gözüyle bakmaya zorladığının
bilincindeydi.
Max Brod 22 Kasım 1922'de Felice Bauer'e yazdığı bir mek
tupta Kafka'nın bu özelliğine değinerek şöyle der: "Franz yıllar yılı
süren bir denemenin ardından sonunda kendisine yararlı biricik
beslenme yöntemini buldu; bitkisel yiyeceklerle beslenmeydi bu.
Yıllarca mide rahatsızlığından kurtulamamıştı, oysa şimdilerde
kendisini tanıdığımdan bu yana her zamankinden sağlıklı ve zinde
bir yaşam sürüyor. Ne var ki, anne ve babası o ruhsuz sevgileriyle
işe karışıyor, onu eskisi gibi et yemeye zorlayıp yeniden hastalığın
kucağına atmak istiyorlar" (F 15).188
287
ğını sezebileceğinden korktum. Ağızla mideyi birbirine bağlayan
kanalda da bir bozukluk var; bir gulden iriliğinde bir kapak bir
yukarı çıkıp bir aşağı iniyor, bazen bir süre kalıyor aşağıda, geniş
leyip göğsün üst yüzeyini örten ve bu yüzeye hafiften bastıran ışın
larını yukarılara yolluyor." Başağnlan ve uykusuzlukla ilgili şikâ
yetler adeta bir laytmotif gibi Günlük'te yinelenip durur."189
288
Milena Jesenska'ya 1920 Nisan'ında yazdığı bir mektupta 1917
Ağustos'unun 12'sini 13'üne bağlayan geceden söz eder Kafka. O
gece öksürükle ağzından kan gelmiştir. 1917 Mart'ında anne ve ba
basının yarımdan ayrılarak Prag'ın Kleinseite semtinde Hradschin
tepesinin eteğinde bulunan Schönbom Palais'te kendine küçük bir
daire kiralamıştır. "Yaklaşık üç yıl önce gece yansı ağzımdan kan
gelmesiyle başladı. Her yeni olay karşısında insanm yaptığı gibi
ayağa kalkıp dikildim (oysa daha sonra öğrendim ki, böylesi du
rumlarda yatıp kalkmamak gerekiyormuş), doğal olarak korkmuş
tum biraz, pencereye yaklaşıp dışan sarktım, ardmdan lavaboya
yöneldim, odada dolanıp durdum bir süre, derken yatağın üzerine
çöktüm. Ağzımdan gelen kan kesilmişti, ama kendimi hiç de mut
suz hissetmiyordum doğrusu, çünkü belli bir nedenden yavaş ya
vaş şunu öğrenmiştim ki, kan durdu mu nerdeyse uykusuz geçen
üç, dört yıldan sonra ilk kez rahat bir uyku uyuyacaktım. Kanama
kesilmişti gerçekten, o gün bugün de bir daha görünmedi), gecenin
kalan bölümünü uyuyarak geçirdim. Sabah oldu derken, hizmet
çi geldi (o zamanlar Schönbom Palais'te küçük bir dairede oturu
yordum), iyi kalpli, nerdeyse fedakâr, ama son derece açık sözlü
bir kızdı; kanı görünce, "Sayın Doktor", dedi, 'bu gidişle fazla
yaşamazsınız!' O böyle söyledi ama, ben her zamankinden daha
iyi hissediyordum kendimi, kalkıp büroya gittim, ancak öğleden
sonra doktora göründüm." (M 6). Hastalığı tüberküloz olarak teş
his edilen Kafka (doktor ilkin bronşit teşhisi koymuştu) İsçi-Kaza
Sigortası'na emeklilik başvurusunda bulundu. Ne var ki, başvuru
su kabul edilmedi; Kafka, dinlenmesi için verilen uzunca bir izni
Zürau'da, kız kardeşi Ottla'nın yanında geçirdi.191
289
turur. Bu mektuplarda da Kafka kız kardeşinin hal ve hatırını
sorduktan, kız kardeşi ve ailesinin gündelik işlerinin seyrini
sorduktan sonra derdini, tasasını, sevincini, yazdıklarını, be
deniyle ve açlığıyla ilgili durumlarını Ottla'ya anlatır. Ottla'ya
gönderdiği kartpostallardan birinde Kafka dana pirzolası yi
yişi ve etten tiksintisini şöyle kaleme alır:
192 Franz Kafka, Ottla'ya ve Ailesine Mektuplar, (Kâmuran Şipal çevirisi), Cem
Yayınevi, İstanbul 2001, s.13
193 A.g.e., s.19
Radeovvitz güzel bir orman, yemekleri de zararsız, gel gör ki
gereğinden çok bildiğim bir yer, yabana pek bir şey yok, fazla
sıyla rahat; Landskron, tümüyle yabana, söylendiğine göre gü
zel, yemekleri de iyi, ama şefimin bana arka çıkmasına bakıyor
burası, üstelik tatsız bir idari işlemin yerine getirilmesini gerek
tiriyor; Zürau, yabana bir yer sayılmaz, aslında güzel de değil,
buna karşılık yanımda sen olacaksın, belki süt olacak. Doğrusu
izin de almış değilim henüz, Budapeşte'ye giderken bana çıkardı
ğı güçlüklerden sonra müdüre vanp bu konuyu görüşmek isteğini
duymuyorum: ancak bir izin başvurusu için çok ciddi bir neden
var elimde:
Aşağı yukarı üç hafta önce ciğerimden kan geldi; sabahın
dördüydü yaklaşık, ansızın uyandım, baktım şaşılacak kadar çok
balgam var ağzımda, tükürdüm hepsini, ama sonra dayanamayıp
ışığı yaktım, tuhaf şey, balgam içinde bir kan lekesi. Ve başladı
böylece. Chrleni, bilmem, doğru mu yazdım, ama boğazımdaki
bu kaynak için uygun bir deyim. Sandım ki, hiç kesilmeyecek ar
kası. Kaynağın ağzını nasıl tıkayabilirdim, onu ben açmamıştım
ki! Yataktan kalkıp odada gezinmeye koyuldum; pencereye yü
rüdüm bir ara, dışarılara baktım, sonra geri döndüm -bir türlü
sonu gelmiyordu kanamanın, nihayet durdu, ben de uyudum,
hanidir böyle iyi uyumamışüm. Ertesi gün büroya gittiğimde Dr.
Mühlstein'a göründüm. Bronşitmiş; bir ilaç yazdı, üç şişe içilecek;
bir ay sonra tekrar gideceğim; ama arada yine kan gelirse, hemen
arayacağım kendisini. Ertesi gece baktım yine kan geldi, bu defa
biraz daha az. Yeniden Dr. Mühlstein'a çıktım, doğrusu bir gün
önce hoşlanmamıştım kendisinden. Ayrıntıları geçiyorum, yoksa
çok uzayacak. Sonuç: üç olasılık söz konusu. Birincisi: akut bir
soğuk algınlığı; doktor böyle bir şeyi ileri sürdüyse de ben buna
ihtimal vermedim; ağustosta mı kalkıp üşüteceğim kendimi?
Üşütmeyecek biri varsa, o da benim nihayet. Çok çok evin duru
mu, hastalığın oluşumuna katkıda bulunmuştur; soğuk, havasız
pis kokan bir yer çünkü. İkinci olasılık: verem. Doktor şimdilik
bu olasılığı kabule yanaşmıyor. Zaten görecekmişiz bakalım; hem
büyük kentlerde yaşayanların hepsi tüberkülozluymuş, akciğer
apeks nezlesi (öyle bir deyim ki, bir kimse için akimdan domuz
sözcüğünü geçirirsin de, yüzüne karşı domuz yavrusu dersin,
onun gibi tıpkı) pek de korkulacak bir şey değilmiş, tüberkülin
enjekte edilir, çözümlenirmiş iş. Üçüncü olasılık: bu olasılığın
henüz sözünü etmeye kalmadan, doktor hemen karşı çıktı. Ama
kendisi istediği kadar karşı çıksın, bence akla yakın tek olasılık
291
bu ve İkincisiyle de güzel bağdaşıyor. Son zamanlar yine o eski
kuruntu korkunç biçimde yakama yapıştı, zaten bu beş yıllık
dertten en çok geçen kış baş alabilmiştim biraz. Omuzlanma yük
lenen, daha doğrusu bana emanet edilen en büyük savaş bu; bir
zafer (örneğin böyle bir zafer, bir evlenmeyle geçirilebilirdi ele;
F. de, belki bu savaşta olumlu ilkenin temsilcisidir yalnız), diye
ceğim az buçuk katlanılır bir kan kaybıyla elde edilebilecek bir
zafer benim kişisel dünya tarihimde Napolyonca bir hava içerirdi.
Ama anlaşılan böyle giderse savaşı kaybedeceğim. Ve gerçekten,
sanki savaşmaktan el çekmişim gibi, o gece saat dörtten beri çok
daha iyi denemese de eskisinden iyi uyuyorum, her şeyden önce
beni çaresiz bırakan önceki baş ağrılarından eser kalmadı. Eski
durumumun ciğerlerimden kan gelmesine katkısını şöyle düşü
nüyorum ben: Bir türlü sona ermeyen uykusuzluklar baş ağrıla
rı, ateşlenmeler, ruhsal gerilimler beni öylesine güçsüz düşürdü
ki, vücudum tüberküloz denilen nesne için duyarlık kazandı. Ne
rastlantıysa, o geceden beri F.'ye' de yazmaktan beni alıkoyan
bir neden bulunuyordu: Bir tanesi pek hoş görülmeyecek, ner
deyse çirkin bir yeri içeren iki uzun mektubuma şimdiye kadar
bir yanıt alamadım. Tüberküloz denen bu hastalığın ruhsal yönü
böyle işte. Unutmadan söyleyeyim, dün yine doktora göründüm.
Ciğerlerimi dinledi (o geceden bu yana öksürüyorum), sesleri
daha iyi buldu, tüberküloz olasılığını eskisinden de kesinlikle
yadsıyor; söylediğine göre, tüberküloza yakalanacağım yaşları
geride bırakmışım. Ama bu konuda bir açıklığa kavuşmak istedi
ğimden (ancak yapacağı şeyin de tam bir açıklık sağlayacağı ile
ri sürülemez kuşkusuz) bu hafta ciğerlerimin filmini çekecek ve
balgam muayenesinde bulunacak. Palais'deki evden çıkacağımı
bildirdim ev sahibine, Michlova da bizim evden çıkmamızı istedi,
böylece bir şey kalmadı elimde. Ama daha iyi, belki o rutubetli
küçük yerde mahvolup gidecektim. Ciğerlerimden kan geldiğini
bir tek Irma'ya anlattım, duruma pek üzüldüğünü bildiğim için
avutmak istedim kendisini. Irma'dan başka evde kimsenin haberi
yok. Doktorun dediğine göre, şimdilik hastalığı başkalarına bu
laştırma bakımından en ufak bir tehlike söz konusu değil. Ne di
yorsun, geleyim mi bu durumda? Yarın perşembe, belki ondan bir
hafta sonra? 8-10 gün için?194
292
Kafka, Meran'da kaldığı yıllarda Ottla'ya gönderdiği
mektubunda buranm mönülerini, iklimini, hastalığıyla ilgili
durumunu, iştahını ve limonata içişini uzun uzun anlatır. Biz
de anlatı akışım kesmemek için Kafka'nın Ottla'ya yazdığı
mektubu aynen vermekte sakınca görmedik:
293
leyeyün ki, otelde yeterince şeker vardı; ama işin kötü yanı, otele
götürü usulle şeker veriliyordu; oysa pansiyonun hakkı kesinlikle
belirlenmişti ve pansiyonda şeker un yemekleri için kullanılıyor
du. Avrupa'nın hiçbir ülkesinde Bohemya'daki kadar şeker yoktur
nihayet, işte sana şekerin uzun öyküsü. Ama dediğim gibi, şekere
de artık gerek duymuyorum, bal onun yerini tutuyor pekala; haf
talardır içe içe limonataya da doydum.
Bunun dışında, pansiyon eşi bulunmaz bir yer; şu anda otur
duğum masadan başımı kaldırıp ardına kadar açık balkon kapı
sından bahçeye baktım mı, hemen parmaklığın kenarına ilişiyor
gözüm; çiçeklerle donanmış ağaç gibi çalılardan geçilmiyor bura
sı; daha ötelerden ise kulağıma büyük bahçelerin hışırtısı geliyor
(abartıyorum, tren geçerken duyulan ses yalnız); bir tiyatro sahne
sinde bile (elektrik ışığıyla şimdi tiyatro sahnesi gibi aydınlatılıyor
bahçe) buna benzer bir manzarayla karşılaşbğımı anımsamıyo
rum; meğerki sahnede bir prensin ya da çok yüce bir kişinin evi
nin sergilendiği izlenimi seyircide uyandırılmak istensin. Yemeğe
gelince: bana bol bol yetiyor da artıyor. Dün anneme yazdığım
mektupta değindiğim akşam yemeği, son gecenin bütün uyku
sunu alıp götürdü sanki ve daha başka sıkıcı durumlara yol açtı;
çünkü dışardan kimsenin dikkatini çek- meyecek gibi, ama iğrenç
biçimde içimden çıkardım yediklerimi. Hani yanlış anlaşılmasın,
bugün yine kamımı tıka basa doyurdum. İnsan bir başkasının mi
desine inanmıyor da, akciğerine karşı duraksamadan gösteriyor
bu inancı; oysa her ikisi de aynı nesnellikle saptanabiliyor. Kimse
demiyor, «Beni birazcık seviyorsan kes şu öksürmeyi», diye. Öte
yandan, pek ince ve güvenilir bir duygu, örneğin vejetaryen usulü
beslenen kimsede (yabancı gözlerle vejetaryenizm kolaycacık bir
meslek havasına bürünüyor; meslekten vejetaryen) bir yalnızlaş
manın, bir cinnete akrabalığın kokusunu alıyor; ancak korkunç bir
yüzeyselliğe kaçılarak, vejetaryenizmin bu konuda masum bir be
lirti oluşturduğu, derinlerde saklı nedenlerden kaynaklanan ufak
bir belirti niteliği taşıdığı, yani aslında bu derinlerde gizlenmiş,
belki yanma ulaşılamayan nedenlere yönelmek gerektiği unutula
cak kadar korkunç bir yüzeyselliğe kaçılıyor.
Bu kadar gevezelik etmem, son mektubum seni eğlendirecek-
ken, annemi tasalandırdığı için; hem başkaca durumum nasıl, fazla
bir şey söylemiş değilim bu konuda. Bir sonraki mektupta anlatı
rım. Geçen gün düşümde Selbshvehr'de bir yazını okudum. «Bir
Mektup» başlığım taşıyor, dört uzun sütunu dolduruyordu, çok
yaman bir dili vardı. Marta Löwy' ye yazılmış bir mektuptu, Max
294
Lövvy'nin hastalığı dolayısıyla kendisini avutmayı amaçlıyordu.
Böyle bir yazının neden Selbstvvehr'de çıktığına akıl erdiremedim
doğrusu; ama ne yalan söyleyeyim, çok sevindim. Hoşça kal!
Franz195
Damga: Meran-8.V.2O
Canım Ottla, iyileşmedin mi henüz? Hâlâ senden bir haber
alamayacak mıyım? Nasıl şey böyle? Burada et yiyenlerin, bira
içenlerin öğütlerine karşı kendimi sürekli savunmam gerekiyor,
aklıma artık bir şey gelmeyince diyorum ki: «Kuşkusuz ben dış
bakımdan, et yememenin yararını gösterecek pek güçlü bir kanıt
oluşturamam (yine de şimdiden 3 kilo 250 gr. almışım); ama benim
bir kız kardeşim var vs.» Oysa sen de hastalanıyorsun bakıyorum
ve bana bu konuda tek kelime yazmıyorsunuz. Üstelik, benim için
sağa sola koşacak birine de ihtiyacım var. Kim üstlenecek bu işi?
Bugün örneğin: Lütfen bana Kleinseite'deki Borovy'ye uğrayıp
Kmen'in 6. sayısından 20 adet alır mısın? Bir tanesinin fiyatı yal
nızca 60 h; ilerde tükenir bakarsın, oysa fazla paradan çıkmaksı
zın bunları sağa sola hediye edebilirim; anlayacağın içinde benim
«Ateşçi» var. Bayan Milena çevirmiş.196
295
seyri ile ilgili bilgiler gönderir. Bazen Almanca değil de Çekçe
mektuplar yazılması gerektiğinden, Kafka kız kardeşine ve
eniştesine bu mektupların çevrilme işini havale eder. Hatta
mektupların biraz daha süslenip, onlara hastalık havasmm da
katılması yeri geldiğinde kız kardeşten rica edilir:
296
da daha uzun bir süre kalmam gerektiğini görüyorum, başka türlü
pek olacak gibi değil; yoksa Meran'dakinden biraz daha iyi döne
rim Prag'a ama, şöyle insan gibi rahat bir nefes alma gücünü de
gösteremem. Yani mektubun bir amacı da müdürü burada uzunca
bir süre kalmama yavaş yavaş hazırlamak (ateşlenmeme gelince,
Prag'daki ateş değil; çünkü ateşimi dil altından ölçüyorum, onda
üç ile onda dört arasında daha yüksek sonuç veriyor; sonuca ba
karsan, Prag'da ateşlenmediğim bir zaman hiç olmamış sanırsın,
oysa Prag'daki gibi asla ateşlendiğim yok burada). Smokovec ko
nusunda da görüyorsun, inatçı değilim; ama şimdilik benim için
burası daha iyi, çeşitli raporlar da doğruluyor söylediğimi; beni
buradan kaçıracak tek şey varsa, o da gürültüdür. Nihayet mektup
bir amacı daha içeriyor kuşkusuz, görüldüğü kadar ayrıntılara ka
çılması da bu yüzden: Müdürün karşısına çıkarken, Bay Fikart'ın
elinde şöyle oturaklı bir şey olsun. Şimdiden öğle yemeği zili mi
çalıyor! Gün ne kadar kısa; 7 kez derece alınıyor, sonuçlar kâğıt
üzerine geçirilmeye kalmadan, bakıyorsun gün sona ermiş." 1,7
297
lı tutsun?) Bizse yemek zorunda değildik, ama yemek istiyorduk.
Sabahleyin doktor beni avutmaya çalıştı: «Ne diye üzülüyorsun?
Nihayet ben sardalyalan yedim, sardalyalar beni değil.»”8
298
Yine bir seferinde Steglitz'de kaimcik istediğine dair
Kafka'nın müdüre bizatihi yazdığı mektupta da aynı sağlık
raporlarının sunulduğu görülür. Hastalığının seyri ve ge
lişimi müdüre rapor edilir ve ondan Steglitz'de kalması ve
Berlin'e gitmemesi hususunda kendisine izin verilmesi rica
edüir:
299
"VVamsdorf'a yaptığı iş gezisi, Kafka'nın doğal tedavi uzma
nı Schnitzerle tanışmasını sağlar. 1911 yılının 4/5 Mayısı'nda Max
Brod günlüğüne şu notu düşer: «... Kafka bahçeler, parklar kenti
VVamsdorf üstüne pek hoş şeyler anlatıyor: Bir «sihirbaz», bir doğal
tedavi uzmanı, zengin bir fabrikatör olan biri kendisini muayene
etmiş, yalnızca profilden ve önden boynuna bakmış, sonra omu
rilikte yuvalanıp nerdeyse beyne yayılan bir zehirden söz açmış,
bunun da çarpık bir yaşam biçiminden kaynaklandığını belirtmiş,
ilaç olarak salık verdiği şeye gelince; pencere açık yatmak, güneş
banyosu, bahçe işleriyle uğraşmak doğal bir tedavi demeğinde fa
aliyet göstermek ve demeğin, daha doğrusu fabrikatörün çıkardığı
dergiye abone yazılmak. Doktorlara, ilaçlara, aşılanmalara karşı çı
kan bir adam, Incil'i vejetaryence bir açıdan yorumluyor...» (FK 97,
krş. VVB 232, not Kafka'nın, Schnitzerle tanışması üzerine ve
jetaryenliği seçtiği anlaşılmakta. (Krş. F 115), ayrıca bkz. F180.201
«... beri yandan çok iyi biliyorum ki, en iyisi bu benim için;
pek açık seçik bir zorunluluk olan bu iş, beni sanılabileceği kadar
tedirgin etmiyor... bana böyle bir nişanlanmaya mal olan görünür
deki dik kafalılığımdan vazgeçtim, nerdeyse etten başka bir şey
yediğim yok; öyle ki, kusacak gibi oluyor ve ağzım açık geçen ber
bat gecelerden sonra sabahleyin uyandığımda ırzına geçilmiş ve
cezalandınlmış vücudumu yabana bir pislik gibi yatakta hissedi
yorum.» (Br. 131, krş. T 663)202
Kafka kız kardeşlerine, dostlarına ve sevgililerine yazdı
300
ğı mektuplarda hastalığının içte nüksettiğini, bu sürecin bey
niyle akciğerleri arasında kendisine kurulmuş bir kumpas
olduğunu dillendirir. Bu, Kafka'nın genel iflasıdır:
301
Ölümüne çok az gün kala, Kafka yaşamak için direnir. Az
da olsa eski iştahını özler. Susuzluğundan dolayı babasıyla
çocukken gittiği ırmak kenarlarını hatırlar; yüzme esnasmda
içtikleri birayı anımsar. Yemeklerini zar zor biranın veya şara
bın yardımıyla yiyebilmektedir. Bu da onun için çileli bir iştir:
302
Milena'yla tanışıklığı da, Milena'nın Çekçeye hâkim ol
ması ve Kafka'nın hayattayken yayınladığı eserlerini Çek di
line kazandırmaya, çevirmeye çalışmasma dayanır. Bu vesi
leyle görüşmüşler ve birbirlerinden hoşlanmışlardır. Aslında
Milena Jesenska Pollak, entelektüel çevrelere yabana değil
dir. Oskar Pollak'm eşidir. Fakat Kafka'nın eserlerinin Çek
diline kazandırılması projesiyle başlayan mektuplaşma daha
sonra aşka dönüşür.
Milena Jesenska
303
problemleri, kelime seçimleri ve tercihleri, hastalıklar, ailevi
meseleler, aşk ve sevgi bahisleri görülür.
304
yalnızca mektupta kuşkusuz, çünkü unutmak olanaksız), bir za
man kendi hastalığım için kafamda kotardığım, benimki dışında
pek çok kişinin hastalığına da uygun düşen bir açıklamadan söz
edeceğim. Şöyle bir durum vardı ortada: Beyin, üzerine yüklenen
sıkıntı ve acılara katlanamaz duruma gelmiş "Benden bu kadar,"
deyip çıkmıştı. "Ama bütünün ayakta tutulmasının önem taşıdığı
biri varsa, buyurup üzerimdeki yükün birazını alsm, o vakit kısa
bir süre daha yürür bu iş." Bunun üzerine akciğer ben varım de
yip atıldı oradan, nasılsa kaybedeceği çok bir şey yoktu. Benden
habersiz beyinle akciğer arasmda sürdürülen bu pazarlık doğrusu
korkunç olmalı.
Peki, ne yapacaksınız şimdi? Biraz kollanıp gözetilmeniz ge
rekiyor, o vakit hastalığınızın bir önem taşımadığı anlaşılacaktır.
Biraz kollanıp gözetilmeniz gerektiğini de sizi seven herkes gö
recektir, bunun yanında başka hiçbir şeyin lafı olamaz. Yani bir
kurtuluş umudu var mı ortada? Bana göre var. Şaka yapmıyorum,
hiç de şaka yapacak neşeli bir halim yok şu an, bana yaşayış bi
çiminizi yeniden, daha sağlıklı biçimde düzenlediğinizi yazana
kadar da neşe benden uzak kalacak. Son mektubunuzdan sonra
neden Viyana'dan biraz çıkıp gitmiyorsunuz diye sormayacağım.
Nedenini anlıyorum şimdi, ama Viyana'nın hemen yakınında da
kalacağınız pek güzel yerler vardır, buralarda da çok iyi bakıla
bilirsiniz. Bugün başka şey yazmayacağım, size iletilecek yazdık
larımdan daha önemli bir şey bilmiyorum. Yanna kalacak diğer
şeyler; dergi için teşekkür de, beni duygulandırdı ve utandırdı,
üzdü ve sevindirdi. Ama hayır, bir şey daha var size yazacağım:
Uykunuzun bir dakikasını bile çeviri işine harcarsanız, beni lanet-
lemekten farklı bir şey yapmamış olursunuz. Çünkü günün birin
de bir mahkeme önüne çıkarıldım mı, fazla soruşturmaya gerek
kalmaksızın kısaca uykunuzu size benim haram ettiğime karar
verilecektir. Yani çeviri işinden artık el çekmenizi rica ediyorsam,
kendi iyiliğim için yapıyorum bunu.206
305
Ama yine de - sizin sevginizin bir amacı olacak, kesinlikle ina
nıyorum buna (ancak sormaktan ve durumu tuhaf karşılamaktan
da kendimi alıkoyamayacağım) ve bu görüşümü pekiştirmek üze
re şu an aklıma işyerindeki bir memurun bir sözü geliyor. Birkaç
yıl önce bir manas ile sık sık Moldau üzerinde dolaşırdım, kürek
çekip ırmağın yukarılarına çıkar, sonra da kürekleri elimden atıp
kayığın içine uzanır, akıntıdan aşağı sürüklenmeye bırakırdım
kendimi, köprülerin altından geçerdim. Cılız biriydim, köprüden
aşağı bakanlar için pek komik bir manzara oluşturuyordum belki.
Beni bir ara yukarıdan bakıp görmüş memur, manzaradaki komik
liğin yeterince üzerinde durduktan sonra izlenimini şöyle özetle
mişti: Bir manzara ki, kıyamet öncesini anımsatıyordu, sanki tabut
ların kapaklan kalkmıştı da henüz ölüler yerlerinde kımıldamadan
yatıyorlardı (sözünü ettiğim o büyük gezinti).207
306
"Yaşayışınızda yapacağınız ilk ve pek hafif bir değişiklik ola
rak acaba bir süre, benim sözümü tutup bitkisel yiyeceklerle besle-
nemez misiniz? Hani sizin de pek açıkça gördüğünüz, dolayısıyla
pek zararlı etkilerinden biraz olsun kendinizi koruyabildiğiniz bu
küçük pansiyon cehenneminde hiç sanmam ki pek iyi beslenesi
niz. Yoksa o 'suratsız adam' pek nefis yemekler mi yapıyor? Et ye
meklerine gelince: sizinkisi gibi öyle kahırlar, üzüntüler içindeki
aşın yorgun bir vücudu (saat onbire kadar büroda, Allah sakla
sın) çökertmekten başka şey yapmaz; baş ağrıları da vücudun bu
yüzden sızlanmasıdır yalnızca. Oysa Hofburg Tiyatrosu yakınında
Opold Caddesi'nde sebze yemekleri yenebilen bir yer var, benim
bildiğim en iyi yer. Temiz, sevimli bir pansiyon, pek tatlı bir kan
koca işletiyor. Hatta çalıştığınız büroya belki daha yakındır şim
diki yerinizden. Öyle sanıyorum ki, şimdi yemek vakti olunca eve
koşuyor, sonra aynı yolu gerisin geri seğirtip büroya geliyorsu
nuz. Thalisia'nın (pansiyonun adı bu) kalmakta olduğunuz yerden
daha ucuz olduğu yüzde yüz ve ucuzluk da, ailenize para yollama
nız gerektiğine göre (eskiden hiç düşünmemiştim bunu; öyle ya,
böyle bir şeyi sizden kim isteyebilirdi?) önemlidir sanırım. Sizin
bu pansiyonda çok daha iyi bir ağız tadıyla yemek yiyeceğinizden
(belki hemen ilk günlerde gerçekleşmez bu), genel olarak kendinizi
daha özgür ve dayanıklı hissedeceğinizden, karanlıkta ve daha iyi
uyabileceğinizden, sabahlan daha bir dinç ve inşallah başınız ağ
rımadan uyanacağınızdan hiç kuşkum yok. Bir deneseniz." 209
209 Max Brod, Kafka'da İnanç ve Umutsuzluk, (Kâmuran Şipal çevirisi), -Cem
Yayınevi, İstanbul 2000, s.33-34
307
ğini, buna karşı hiçbir şey yapamadığını açıklar. Elini sol kolunda
yukarıdan aşağı gezdirir, dayak yediği o günlerde kolunun mor
lekelerden geçilmediğini belirtir. Ama Felice'yi gözü yaşlı biri gibi
görmez Kafka, küçük bir kız da olsa bir kimsenin onu dövmeyi
nasıl göze alabildiğini anlayamaz. Kafka'nın aklı çocukluğundaki
kendi güçsüzlüğüne gider, ama Felice kendisi gibi ilerde de gözü
yaşlı biri olarak kalmamıştır. Bakışlarını Felice'nin kolunda gezdi
rir, onun şimdiki gücüne hayranlık duyar, çocukluktaki güçsüz
lükten hiçbir eser kalmamış gibidir."210
210 (Elias Canetti, Öbür Dava -Kafka'nın Felice'ye Mektuptan Üzerine-, Cem
Yayınevi, (Kâmuran Şipal çevirisi), İstanbul 2000, s.17
211 A.g.e, s.17
308
"Belki gözden kaçırılmayacak bir nokta varsa, ilk dönemde
Felice'ye yazılan mektuplarda sözcüğün alışılmış anlamında aşk
mektuptan gözüyle pek bakılamayacak olmasma karşın, yine de
bu mektupların özellikle sevgi kapsamına giren bazı içerikleri
kendilerinde barındırmasıdır. Felice'nin, kendisinden beklediği
bir şeyin olması önemlidir Kafka için. Pek uzun süre kendisi için
bir besin kaynağı oluşturan ve tüm girişimlerine temel yaptığı ilk
karşılaşmalarında Kafka'nın yarımda ilk kitabının manüskrisi var
dı. Felice, o gece, daha önce kendisinden biraz bir şeyler okuduğu
bir yazarın dostu değil de, bir yazar olarak tanımıştı Kafka'yı ve
Kafka'nın Felice'den mektup beklemesi de, Felice'nin kendisini bir
yazar olarak görmesinden kaynaklanmaktaydı." 2,2
309
kaç kez mektuplar gelip mektuplar gider, ama beklentisi boşa çıkar
Kafka'nın. Değişim yazılıp bittiği gibi, bu arada Amerika romanı
nın büyük bir bölümü de kaleme alınmıştır. Taş olsa yürek dayan
maz buna. İşte böyle bir durumdayken, yazmak için mutlaka ge
reksinim duyduğu Felice'nin mektuplarındaki besinin rasgele sağa
sola bağışlandığını öğrenmiştir. Felice, söz konusu besinle kimi
besleyip doyurduğunu bilememiştir. Kafka'nın kafasında zaten
hiç eksik olmamış kuşkular aşın güçlenir böylece, iyi günlerinde
Felice'nin mektupları üzerinde güç bela ele geçirdiği tasarruf hak
kı sağlamlığını yitirir, gerçek yaşamı sayılan yazıp çiğnemelerinde
bir duraklama görülür.214
310
rin yerine tereyağı kullanılmasını ister inisin, al işte! Ne diyecek
tim, dün çok iyi bir tereyağı bulup aldım.-Burasının ilerisi için
bana bir gelecek vaat edip etmediğine ilişkin olarak yönelttiğin
soruyu, sevgili baba, yanıtlamak hayli zor."215
215 Franz Kafka, Yeni Bulunmuş Mektuplar, (Kâmuran Şipal çevirisi), Cem
Yayınevi, İstanbul 2006, s44
216 A.g.e., s.45
311
posta parası düşünülürse Prag'dakinden daha ucuza gelir, oradan
yollanacakların hepsinin de sapasağlam elime geçeceği yok kaldı
ki. Sonra, bulgur, pirinç ve un da yollamanıza kesinlikle değmez,
yalnızca tereyağı gönderin yeter. Bir başka konudan söz edeyim
şimdi: Burada çamaşır yıkatmak ateş pahası. İstediğin kadar tu
tumlu kullanmaya çalış, 2 ayda yaklaşık 120-160 K ödemekten
kurtulamıyorsun, ütü yok sonra, kullanılan temizlik malzemesi de
pek güvenilir gibi değil? Her bir buçuk ayda bir kirli çamaşırları
Prag'a yollamak daha mı iyi acaba? Böyle giderse "ilerde açlıktan
nefesimiz kokar" diyebiliriz kuşkusuz."217
312
Bir ara Franzensbad'da topu topu birkaç saat. Ve sonra yazdı
ğınız gibi "iyisinden bir bardak bira" içmek birlikte; buradan anlı
yorum ki, babam bu yılki üründen hazırlanacak içkiyi pek tutmu
yor, bira konusunda ben de kendisine katılıyorum. Unutmadan:
şu sıra aşın sıcak günlerde sık sık aklıma geliyor, pek çok yıl önce
babam ne zaman beni alıp yüzme havuzuna götürse, her seferinde
kendisiyle oturup bira içmiştik karşılıklı.219
313
Kafka'nın hayatını kaybettiği, Viyana yakınlarında Kierling'deki
Hoffmann Sanatoryumu.
314
"infiltrasyon", "habis değil"; ne var ki, o pek sinsi ağrılarla bir
likte düşünüldü mü, kuşkusuz yeter bu kadarı. Bunun dışında
odam iyi, çevre güzel, kayrılıp gözetildiğime ilişkin bir şey fark
etmedim şimdiye kadar. Pneumothorax'tan söz etmeye sıra gel
medi; ama genel durumun olum- suzluğu karşısında (üzerimde
kışlık giysilerle 49 kg geliyorum) nasıl olsa bir önem taşımıyor.
- Sanatoryumdaki diğer hastalarla konuşup görüştüğüm yok, ya
takta yatıyorum hep, ancak fısıltıyla konuşabiliyorum (ne kadar
da hızlı ilerledi şu hastalık, Prag'a geldiğimin yaklaşık üçüncü gü
nüydü ki ilk kez üstü kapalı duyurdu sesini). Balkondan balkona
bir gevezeliktir almış başını gidiyor, şimdilik beni rahatsız ettiği
yok." (Br, 479- 480).221
315
rumun ciddiyeti konusunda tastamam aydınlatmamızın uygun
olacağı kanısındayım. Özverili ve insanı duygulandıracak bir
şekilde hasta üzerine titreyen Froylayn Diamant'ın bir uzman
topluluğunu Kierling'e çağırma isteğini anlayışla karşılıyorum.
Dolaysıyla, Dr. Kafka'nın gerek akciğer, gerek gırtlaktaki hastalı
ğının artık hiçbir uzman hekimin kendisine yardım edemeyeceği
bir durumda bulunduğunu, ağrıların yalnızca pantopon ya da
morfinle giderilebileceğini ona açıklamaktan kendimi alama
dım. (Bi, 179)222
316
rada bir kırılmaya uğramaz. Franz Kafka gerçeklikte neyse,
kurmaca metin olarak günce de gerçekliği ihtiva eder. Fakat
günce, rapor, dilekçe gibi türlerin dışındaki bütün metinler
de kurmaca ile gerçekliğin birebir örtüştüğünü dillendirmek
zordur. Bu eserler elbette gerçeklikle ilintili olabilirler, fakat
birebir gerçekliği yansıttıklarını söylemek bir yanılgıya düş
mek olur.
Kafka'nın günceleri de onun birebir kendisini ilgilen
dirdiği için çok önemlidir. Bugün romanlarına, uzun hikâ
yelerine baktığımızda bunlarda Kafka'nın kendi hayatından
yansımaları fark ederiz, fakat bu gerçeklikle birebir örtüşme
Kafka'nın hiçbir kurmaca metinde günlükler kadar birebir
olamaz. Kafka'da yazı bir varoluş biçimi, kendini sağaltım
biçimi, ifade tarzı, katharsis olduğu için, gündelik hayatta
durmadan günlüğü bırakmaması gerektiği üzerine kendini
programlar. Bu bilince sahip olması gerektiği, bu bilinci yitir
memesi gerektiği üzerine kendini şartlar ve kendisine baskı
uygular. Günlüklerinde de sıkça göreceğimiz gibi bir gün ya
da birkaç gün günlükle bağlantısını kopardığında buna esef
lenir, kendini kmar. Kendini cezalandırır. Geceleri uzatarak,
günce yazmamanın cezasını, günceden kopmanın cezasını
kendine keser.
Kafka'nın günceleri223 onu çıplak bir şekilde görmenin
temel edebi yeridir. Güncelerine bakıldığında kaygılarını,
kendiyle savaşımım, ailevi sorunlarım, kültürel yaşantısının
bilançosunu, çiziktirmelerim bunlarda görme imkânı vardır.
Geceyanlan kendiyle baş başa kaldığı ve ortalığı sessizlik
kapladığında, ortam yazmaya ve düşünmeye müsait oldu
ğunda Kafka'nın bir yazma disiplini içinde olmadığı, gün
delik yazma ödevim tamamladıysa güncesine de o günün
envanterim çıkardığı gözlemlenir. İç hesaplaşmaları, bede
niyle barışık olamadığı durumları, dedikoduları, beğenme-
223 Bundan sonra metnimiz içinde Kafka'nın "Günlükler" adlı eserindeki alın
tılar için bkz. Franz Kafka, Günlükler, Cem Yayınevi, (Kâmuran Şipal çevirisi),
İstanbul 2003, s.774.
317
diği gündelik akışı her şeyi güncesine yazmayı amaç edinir.
Kafka'nın kendiyle barışık olmadığı ve her ne kadar yakışıklı
olsa da tipini ayna önünde görüp kendisini beğenmediğini
güncelerinden anlamaktayız. Kulaktan amiyane tabirle "kep
çe" olduğundan, daha doğrusu kulak sayvanı geniş ve dışrak
olduğundan şikâyet eder. İşte günceden kendi tipiyle ve dış
görünüşüyle ilgili bir anekdot:
318
dolayı kalp çarpıntısına, iştahsızlığa, sindirim sorunlarına sa
hiptir. Günlüklerinde bunlardan da şikâyet etmektedir:
319
dir. Fakat neden iyi hazmedemediğini, neden yemek yiyeme
diğini de günlüklerinde sorun haline getirmektedir:
320
kendisine, aşağıda dağılıp kaybolurken yukarılarda yeniden yolu
gözlenecek. Boynumun uzunluğundan her şey gerilip söndürül
müş durumda. Tıknaz da olsa dilediğim şeye kavuşmamı sağ
layacak gücü belki hiç içermeyecekken, şimdiki durumunda bu
vücuttan ne beklenir.231
321
lere sahip olmuştur. Henüz tüberküloza yakalanmadığı za
manlarda sağlıkla hastalığa pamuk ipliğiyle bağlı Kafka, be
deni hastalık hastalığına (hipokondri) kapılmış ve her küçük
sinyal büyük hastalıklara yorulmuştur. Bu dışarıdan kendi
hastalıklı vücuduna bakan birinin hipokondrik düşünceleri
olmasının yarımda, gelecekte tüberküloza sarkan sürecin de
önceleyici görüşleridir:
322
döşemenin üzerine, solda bir köşeye oturup koyu bir patates çor
basını içişini tasayla izlemeye koyuldum. Çorbanın içindeki pata
tesler kocaman kürelere benziyordu, hele bir tanesinin küreden hiç
kalır yeri yoktu; Max da bunu kaşığıyla, sanınm iki kaşıkla habire
çorbanın içine itmeye uğraşıyor, daha doğrusu itmiyordu da sağa
sola yuvarlıyordu.234
323
kıskançlığını artırır. Karşısında kitap okuyan, bilgiye ait be
sini, soyut besini zihniyle hazmetmeye çalışanı gördüğünde
morali bozulur, bu durumu çekemez:
324
denetimi elden çıkarmayacak, şimdiye kadar hiç yapmadığım bir
şeyi yapıp çalkantının artçıl esintilerini hep aklımda tutacağım.
Böyle davranırsam, belki içimde saklı duran bir dayanma gücü
ele geçirebilirim.237
325
boydan boya dolduran bir sürü kitabını da hâlâ unutmamış. Her
Allah'ın günü ırmakta yıkanırmış dedesi; kışın bile yıkanmaktan
geri kalmaz, buzda bir oyuk açar, girermiş içine. Annemin anne
si, erken yaşta tifodan ölmüş. Bunun üzerine, büyük anneannem
karasevdaya tutulmuş, ne yemiş, ne içmiş ne de kimseyle konuş
muş ve günün birinde, kızının ölümünden henüz arası bir yıl geç
memişmiş, çıktığı bir gezintiden bir daha eve dönmemiş; ölüsünü
Elbe Irmağı'nda bulmuşlar. Annemin dedesinden de daha çok
okumuş biri olan büyükdedesi, ister Hıristiyan, ister Yahudi herkes
tarafından sevilip sayılırmış. Bir yangında da dindarlığı sayesinde
keramet göstermiş; çevredeki binaların tümü yanarken ateş kendi
evine dokunmayarak atlayıp geçmiş üstünden. Dört oğlu varmış
annemin büyük dedesinin; bunların biri sonradan din değiştirip
Hıristiyanlığa geçmiş ve doktor olmuş. Ötekiler çok geçmeden öl
müşler, geride annemin dedesi kalmış yalnız. Bunun da, annemin
kaçık Nathan dayı diye tanıdığı bir oğlu bulunuyormuş; bir de kızı
varmış, yani annemin annesi.239
326
Bugün annemle kahvaltıda konuşuyorduk, bir ara çoluk ço
cuktan ve evlenmeden söz açıldı. Hepsi birkaç kelime, ama anne
min bana ilişkin görüşünün ne kadar gerçekdışı ve çocuksu nitelik
taşıdığını ilk kez açıkça bilincine vardım. Bana sapasağlam, ama
işte biraz hasta olduğu kuruntusuna kapılmış bir genç gözüyle
bakıyor. Kuruntu zamanla kaybolacaktı anneme göre; ancak bunu
hepsinden köklü biçimde kafamdan silip atmanın tek yolu evlen
mem ve çoluk çocuğa kanşmamdı. Hem o zaman edebiyata karşı
ilgim de azalacak, aydın kimseler için gerekli ölçüyü aşmayacaktı.
Mesleğime, fabrikaya ya da uğraştığım bir başka işe ilgim doğal
boyutlanyla hiçbir engele toslamadan açığa vuracaktı kendini.
Dolayısıyla, gelecekten umudunu sürekli kesmem için ortada en
ufak bir neden yoktu. Aşın dereceye varmayan geçici umutsuzluk
nöbetlerine ise, bazen midemi bozduğumu sanmam ya da çok yazı
yazıp çizdiğim için yeterince uyuyamam yol açıyordu. Söz konusu
nöbetleri silip atacak binlerce çare vardı. İçlerinde en akla yakını
ise bir daha kendisinden kopmayacak gibi bir kıza gönlünü kap-
tırmamdı.241
327
şam Mana Sokağı'nda eniştemin iki kız kardeşine her iki eli
mi de öyle bir uzatışım vardı ki, sanki ikisi de sağ elimdi ve
ben iki kişiydim.; s.67). Tüberkülozun belirtisi olan kan kus
ma, yani akciğerlerinden kan gelme eylemiyle de hayatının
ciddi bir tehlikede olduğunu anlamıştır. Hastalığıyla yaşaya
bilmeyi, hastalığım kabul edebilmeyi ve onu sağaltmanın yol
larım aramayı denemiştir. Bedensel çöküşü ve tüberkülozuy
la yaşamaya alışma sürecim de güçlü bir şekilde kabullenir ve
bunu da yine yazarak bizlere anlatır:
328
3.5. Kafka'nın Söyleşilerinde Anorexia
329
Janouch, Kafka'yı işyerinde fazla da rahatsız etmeden,
iki haftada bazen üç haftada bir onu ziyaret ederek okudu
ğu kitapların ve o güne ait gündelik gelişmelerin envanterini
Kafka'dan almakta, Kafka'yla kitap değiş-tokuşu yapmakta,
yazdıklarını Kafka'ya okutmakta, Kafka'nın görüşlerini din
leyip, onlara değer verip, akşamlan da onları not almakta
dır. Bu bakımdan Kafka'nın söyleşileri denince akla ilk ge
len kişi olması hasebiyle Gustav Janouch'un bu çalışmasında
Kafka'nın kendi yazınsal çalışmalannm haricinde bir de söz
lü aşamada gerçekleştirdiği konuşmalarında hastalığın, aç
lığın, uykusuzluğun durumunu bu söyleşilerde araştırmayı
denedik. Kafka, JanDUcMa yaphğı söyleşilerinde günün siya
sal, edebi, kültürel, dinsel, tarihsel bilançosunu çıkarır. Aynı
zamanda bu söyleşiler Gustav Janouch'un genç bir yazar
adayı olarak hayran olduğu bir ideal modelin şahsi hayatını;
sevinçlerini, üzüntülerini, mutluluğunu, kederlerini, sıkın
tılarını görmemiz açısından da önemlidir. Kafka ile tanışma
aşamasından başlayınız, onun sanatoryuma kaldırıldığı güne
kadar onunla her alanda yapılmış konuşmaların bir anlam
da kayıtlandır bunlar. Biz Jaouch'un bu değerli kayıtlarında
Kafka'nın iyi ve sağlıklı durumundan, sanatoryuma kadar
varacak hastalık sürecini eldeki kayıtlarla okurlara sunmaya
çalışacağız. Bu anlamda hastalığa ait ilk veri, metnin daha
başında, Janouch'la Kafka'nın tanışma anında geçmektedir.
Janouch, karşısında büyük bir yazan görünce kendinde uya
nan ilk izlenimlerini şöyle anlatır:
Kafka'nın vücut konumunda öyle bir tuhaflık vardı ki, ade
ta ince ve uzun boylu oluşunu adeta bu yoldan bağışlatmayı
amaçlıyordu. Bütün halinde öyle bir ifade okunuyordu ki, sanki
"Bendeniz pek, ama pek önemsiz biriyim. Görmeden geçersiniz,
hayli sevindirirsiniz beni" demek ister gibiydi.
Cılız ve buğulu bir bariton sesle konuşuyordu Kafka; sesi öy
lesine melodikti ki, hayran kalmamak elde değildi; oysa güç ve in
celik bakımından orta çizgiyi asla geçmeyen bir sesti.247
330
Kafka, Janouch'la tanışıp, arkadaşlık ilerleyen zaman
la iyiden iyiye gelişince, bir zamanlar sevdiği meslek olan
marangozluğu sırf sağlık durumundan dolayı bırakmak du
rumunda olduğunu itiraf eder. Zanaatkârlık, Kafka'nın çok
sevdiği bir meslektir, fakat molozlar, odun parçalan, odun
tozlan sağlıksız bir akciğere pek iyi gelmemektedir:
331
ğinden dolayı da geceyanlannı uzatarak bir şeyler yazmaya
kendini zorlama edimi yüzünden bedenini çoğu zaman yıp
ratır ve yorar. Kafka, çalıştığı işyerinde çoğu zaman kendini
iyi hissetmemektedir ve hastalığa yatkın bir durum arz eder:
332
Kafka gülümsedi. "Yahudilik bakımından. Ben kendi aileme,
kendi soyum sopuma bağlıyımdır. Birey yok olur, oysa bunlar
sürdürür yaşamını. Ama bu da ölüm bilincinden bir kaçış dene
mesidir yalnızca. Alt tarafı bir istektir. Ne var ki, bu yoldan da bir
bilgiye ulaşılamaz. Tersine! Söz konusu isteğiyle korkak, küçük ve
bencil ben, gerçek'i arayan ruhun önüne durur."251
333
Avuç içi yukarı gelecek gibi sağ elini kaldırdı, sonra yine aşağı
düştü eli.
"insan kendi kendisinden kaçamaz. İnsanın yazgısıdır bu.
Eldeki tek olanak, oyunu izlerken aslında bizimle oynandığını
unutmamaktır."253
Kafka, kan kusmaya başladığında, kendisi de artık iyile
şeceğine inanmamaktadır. Her ne kadar insanın umut eden
bir yaratık olduğuna inansa ve umudun insanın tek varlığı
olduğu gözden kaçmaması gerekse de, bedenden kanın geli
şiyle artık yaşamda katedilmiş yolun sonuna doğru yaklaşıl
dığının bilincindedir, iyileşmeye inanmaz ve hastalığı husu
sunda da umutsuzdur:
Tatra'daki sanatoryuma giderken Kafka'yla vedalaştığımızda:
"İyileşecek ve sağlığınıza yeniden kavuşup döneceksiniz" dedim.
"İlerde yoluna girecek yine her şey. Her şey bir başka türlü olacak."
Kafka, sağ elinin işaret parmağını göğsüne dayayarak gülüm
sedi. "Gelecek'i şimdiden içimde taşıyorum. Değişen bir şey varsa,
gizli saklı yaraların kendilerini açığa vurmasından başka bir şey
olmayacak."
Ben sabırsızlannuştım.
"Mademki iyileşeceğinize inanmıyorsunuz, ne diye o zaman
sanatoryuma gidip yatmak istiyorsunuz?"
Kafka masanın üzerinde eğildi.
"Her sanık, hakkmda verilecek mahkûmiyet kararının ileri bir
tarihe ertelenmesine çalışır."254
334
sini bir daha görmeyeceğiz." Üzgün, eve yollandım. Masası boş
kalmıştı Kafka'nın-haftalarca.
Ne var ki, bir gün baktım Kafka yine bürosunda oturuyor.
Benzi soluk, kamburu çıkmış, gülümseyerek.
Yorgun ve hafif bir sesle bazı dosyalan idareye teslim etmek,
aynca masasından bazı kişisel yazılan almak için geldiğini açık
ladı. Durumu hiç de iyi değilmiş. Önümüzdeki günlerde Hohe
Tatra'ya gidecek, bir sanatoryuma yatacakmış. "İyi edersiniz", de
dim ben. "Bir an önce yola çıkma olanağı varsa kuşkusuz."
Kafka, boynu bükük gülümsedi.
"Güç gelen ve insanı yıpratan bu zaten! Yaşamda bir sürü ola
nak var, ama hepsinde de insanın kendi varlığının o kaçınılmaz
olanaksızlığı yansıyor."
Derken konuşması kramp tarzında kuru bir öksürükle kesil
di, ama çarçabuk öksürüğün üstesinden geldi Kafka.
Gülümseyerek birbirimize baktık.
"Gördünüz mü" dedim ben, "her şey düzelecek yine."
"Düzeldi bile", diye karşılık verdi Kafka, hafif bir sesle. "Her
şeye evet demiş bulunuyorum. Böylece acı büyüye dönüşüyor;
ölüm ise -ölüm tatlı yaşamın yalnızca bir parçasıdır, o kadar."255
335
SONUÇ
336
tığı gibi açlığa, perhize, az yemeye, dayanan bir felsefe güt
meleri ve bunu kuru kuruya bir görüşle değil de temelinde
derin bir semavi gelenek kültürü, doğu mistisizmi ve erde
mi açısından yaptıkları da göz önüne alınmalıdır. Kafka'nın
Yahudi oluşu ve Yahudi dinini çok iyi bilmesi, bu alanda de
rinlikli okumalar yapmış olması, onun eserlerinde açlığa ve
perhize, bir anlamda da anorexiaya kuru bir inanç ile bak
madığı, daha derinlikli bir perspektiften baktığını da gösterir
bizlere. Açlığın maddi açlıktan süzüldüğü ve manevi boyut
lara taşındığı; açlığın sonunda bir ışığın, nurun göründüğü;
açlığın inşam ilkin hayvana ve sonra da bitkiye (nebata) çe
virdiği ve bir anlamda varlık katmanlarında farklı dünyalara
götürdüğü, onu arındırdığı söylenebilir. Açlığın, somut bakış
açısıyla bakıldığında günah işlemiş bireyin, belki de elmayı
yemiş, yasak meyveyi yemiş günahkâr insanın bir köken duy
gusu olduğu ve cenneti de bu haliyle kazanabileceği, dünyevi
sıkletinden açlıkla kurtulabileceği, hafifleyebileceği, dünyaya
ait besinlerin nefis ya da egonun dayattığı ağırlıklar olduğu
ve bunları ancak bedenden uzak tutarak köken duyguya eri
şilebileceği duygusu gün yüzüne çıkar. Kafka'da bu yüzden
açlık, önemli bir motiftir ve açlık bedeni aşmanın, kendi be
deninden taşmanın, uzaklaşmanın, bu zindandan kopup kaç
manın temel yoludur. Bunun da elbette mistik ve manevi bir
boyutu olacaktır. Kafka'nm Yahudi olması ve Yahudi dininin
sadece salık verdiği durum değildir bu ve tüm dinler de zaten
bir anlamda bu öğretiyi savunurlar.
Çalışmamız, Giriş kısmında "Kafkaesk Anorexia" kav
ramının bir kazısını yaparken, bu hastalığın kökeni ve tarihi
seyri üzerine geniş bir bilgi vermeyi kendine ödev bilmiştir.
Bu kavramın kendi kavramsal sınırlarını bulmadan önce aç
lığın, perhizin, dinlerde orucun ve gıdayı, besini bedenden
uzaklaştırma yoluyla içsel arınmanın tarihinin insanlık tarihi
kadar eskilere dayandığı ve fakat bu anorexia kavramının tıp
taki ve psikiyatrideki kavramsal sınırlarının seyrini ayrıntılı
bir şekilde anlatmış olduk. Onu, günümüze kadar getirerek
337
Freudiyen kavram oluşluktan günümüzdeki alımlanışına ve
tanımlamasına kadar getirdik. Bu kavramın sadece bir has
talık boyutluluğundan, yani istemsiz ve bir hastalığı andıran
tanım oluştuğundan çok, insanların savaş dönemlerinde ya
da başka durumlarda bir anlamda zorla anorexiaya itilmiş
liğini de ele aldık. Çalışma kamplarına sürülen insanların bu
kamplarda egemen iktidarlar tarafından zorunlu bir anorexi-
aya itilmelerine de dikkat çektik. Besin bulamayıp da aç olan
ve bir anlamda istençsiz anorexiaya doğal şartlarla itilmiş
olan Afrika insanlarının yanı sıra, politik nedenlerden ötürü
bir şeyleri protesto etmek için bedenlerin bir ifade biçimi ola
rak anorexiayı da ele aldık.
Kavram kazısından sonra Kafka'nın kendi bedenindeki
anorexik durumları tanıklıklar, hakkında yazılan biyografiler
yardımıyla inceledik. Bu bağlamda kendi yazdıkları da bizle-
re iyi bir ipucu vermiştir; nitekim bu metinlerden de fayda
landık ve fakat günceleri edebi bir uğraşı olarak bir başlık ha
linde daha sonra ele alınacağı için bunu fazla didiklemeden
en azından "Franz Kafka'nın Güncelerinde Anorexia" bölü
müne bıraktık. Gerçek hayatta ve kendi bedeninde görülen
anorexik davranışların Kafka metinlerinde eserlerine birebir
yansıdığı ve "Bir Açlık Şampiyonu", "Değişim", "Bir Köpeğin
Araştırmaları" yanında birçok eserinde de fikir kırıntıları ola
rak yansıdığım gördük.
Kafka'nm bütün eserlerinde anorexik kazının yanında te
mel alınan üç eseri "Bir Açlık Şampiyonu", "Değişim", "Bir
Köpeğin Araştırmaları" onun anorexiayı bizatihi ve birinci
dereceden ele aldığı metinlerdir. Burada açlık ve anorxia lay
tmotiftir ve eserin tümünü neredeyse saran, kaplayan temel
izlektir. Bu çalışmalarda anorexianın ve açlığın izini sürdük
ten sonra açlığın, anorexianın Kafka metinlerinde nasıl da so
mut alandan soyut alana kaydığım, aranan ve peşinde olunan
gizli besinin dünyevi besinler olmadığı ve metafiziki besinler
olduğu, somut besinlerden öte soyut besinlerin (müzikten
ötelere taşan metafiziki gerilim) olduğunu izaha çalıştık.
338
"Kafkaesk Anorexia" adlı kitabı, Kafka'nın çok önem
li "Bir Köy Hekimi" adlı hikâyesinde, bir doktorun bir köye
çağnlması ve küçücük bir çocuğun bedenini gözden geçirdik
ten sonra hasta taklidi yaptığı düşüncesiyle tam da onu mu
ayene etmekten vazgeçmeyi düşünmesi ve aldığı onca yolu
da boşuna aldığını düşünmesi sırasında atların kişnemeleri
üzerine eğilip çocuğun yaraşma baktığında, o ölümcül ya
rayı gördüğünde söyledikleriyle bitirmek istiyoruz. Çünkü
Kafka'nın yaşarken ve sağlıklıyken kaleme aldığı bu tespitler,
kendi hastalık halini nasıl da doğrulamaktadır. Hikâyede ço
cuğun göğsünde bir güle benzetilen ölümcül yara, Kafka'da
da akciğer tüberkülozu şeklinde görülecektir. Oradaki ço
cuk bir anlamda ilerleyen yaşlarındaki ve sağlığı kötüleşen
Kafka'nm kendisini nasıl da öncelemektedir:
256 Franz Kafka, Bir Köy Hekimi, s.75 içinde Ritchie Robertson,, Kafka, Dost
Yayınlan, (Elif Böke çevirisi), Ankara 2007, s.87
339
41 sene boyunca belki seçme imkânı olsaydı daha güzel bir
bedene baş çevirmeyeceği ruh durumuyla yaşamış, dekadan
dönemin, fin de siecle'in, insanlarm Savaşlar Dönemi'nde
çektikleri tüm zulümleri az da olsun çekmiş biri olarak yine
de yaşama isteği ve arzusuyla hayatını nihayete erdirmiştir.
Doktorlar yaranın, Kafka'nın söylemiyle gırtlağındaki "çiçe
ğin" metastaz yapmasma ve yayılmasına rağmen, Kafka yine
de onlardan biraz iyi haber aldığında mutluluktan uçmuştur.
Kendi bedeninde doktorların ona biraz iyileşme vaat ettik
leri ve dillendirdikleri zaman adeta bir çocuk gibi sevinmiş,
doktorların, sevdiği Dora Dyamant'm üzerine sıçramıştır. Bu
da Kafka'da yaşama sevincinin ve yaşama sımsıkı sarılma,
onu bırakmama duygusunun nasıl da güçlü, umudunu yitir
meme noktasmda nasıl da bir azmi olduğunu gösterir. "Bir
Köy Hekimi" adlı hikâyeyi biraz değiştirip, bitimini Kafka'ya
uyarladığımızda şöyle de denebilir; Zavallı Kafka! Sana yar
dım edilemedi bir türlü. O büyük yaram bulup kendin orta
ya çıkardın; böğründeki ve gırtlağındaki bu çiçek yüzünden
mahvolup gittin.
340
KAYNAKÇA
Birincil Kaynaklar
341
Franz Kafka, Taşrada Düğün Hazırlıkları, Cem Yaymevi,
(Kâmuran Şipal çevirisi), İstanbul 2005.
Franz Kafka, Şato, Cem Yaymevi, (Kâmuran Şipal çeviri
si), İstanbul 2005.
Franz Kafka, Dönüşüm, Can Yayınlan, (Ahmet Cemal
çevirisi), İstanbul 2005.
Franz Kafka, Dönüşüm, Bordo Siyah Yayınlan, (Evrim
Tevfik Güney çevirisi), İstanbul 2007.
Franz Kafka, Açlık Sanatçısı, Altıkırkbeş Yayınları, (Banu
Irmak çevirisi) İstanbul 2003.
İkincil Kaynaklar:
342
Mehmet Öztürk, Franz Kafka ve Sinema, Donkişot
Yayınları, İstanbul 2007.
Wolfgang Borchert, DrauŞen vor der Tür und
Ausgevvâhlte Erzâhlungen, Ro Ro Ro, Schleswig 1966.
VVolfgang Borchert, Dışarıda Kapının Önünde ve Seçme
Hikâyeler, Kültür Bakanlığı Yaymlan, (çev: Yüksel Baypınar)
Ankara 1981.
Emst Fischer, Franz Kafka, Kavram Yayınları, (Ahmet
Cemal çevirisi), İstanbul 1998.
Michael Löwy, Franz Kafka: Boyun Eğmeyen
Hayalperest, Versus Yaymlan, (Işık Ergüden çevirisi) İstanbul
2008.
Gustav Janouch, Kafka ile Söyleşiler, Cem Yayınevi,
(Kâmuran Şipal çevirisi), İstanbul 2000.
Ritchie Robertson, Kafka, Dost Yayınlan, (Elif Böke çevi
risi), Ankara 2007.
Nursel Oral, Yeme Tutum Bozukluğu ile Kişilerarası
Şemalar, Bağlanma Stilleri, Kişilerarası İlişki Tarzlan
ve Öfke Arasındaki İlişkilerin İncelenmesi, Basılmamış
Doktora Tezi, Ankara 2006.
Patricia Bourcillier, Magersucht und Androgynie -öder
der VVunsch, die Geschlechter zu vereinen-, Steinhaeuser
Verlag, Frankfurt/M. 2001.
Engin Gençtan, Psikodinamik Psikiyatri ve Normaldışı
Davranışlar, Remzi Kitabevi, İstanbul 1994.
Hellmuth Benesch, VVörterbuch zur Klinischen
Psychologie, dtv, Band 1, München 1981.
Selçuk Budak, Psikoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat
Yayınları, Ankara 2000.
343
Dr. Bob Palmer, Yeme Bozuklukları, (Aile Doktoru
Serisi), (Özlem Umut Akbaş çevirisi), Morpa Kültür Yayınlan,
İstanbul 2004.
Sevan Nişanyan, Sözlerin Soyağacı, - Çağdaş Türkçenin
Etimolojik Sözlüğü-, Adam Yayınlan, İstanbul 2007.
Rimann Hess, Ngo van Da; Eros des Essens-Geschichten
von Kopf und Bauch aus der europâischen Literatür,
Stranhof Zürich Literaturhaus, Zürich 2004.
Prof. Dr. Yaşar Önen, Cemil Ziya Şanbey, (Baskıya
Hazırlayan: Vural Ülkü), Almanca-Türkçe Sözlük, TDK,
Ankara 1993.
Klaus VVagenbach, Franz Kafka Yaşamöyküsü, (Kâmuran
Şipal çevirisi), Cem Yaymevi, İstanbul 1997.
Roger Hermes, Franz Kafka, Eine Chronik, Verlag
Klaus VVagenbach, Berlin 1998.
Emst Fischer, Kafka, Kavram Yayınları, (Ahmet Cemal
çevirisi), İstanbul 1998.
Sadık Hidayet, Hidayetname (Peyam-ı Kafka), (Mehmet
Kanar çevirisi) YKY, İstanbul 2005.
Vladimir Nabokov, Edebiyat Dersleri, (Fatih Özgüven-
Nihal Akbulut çevirisi), Ada Yayınlan, Tarihsiz.
Roger Garaudy, Kafka, Yirmi Dört Yayınları, (Mehmet
Sert çevirisi), İstanbul 2007.
Şara Sayın, Metinlerle Söyleşi, Multilingual Yayınları,
İstanbul 1999.
VVilhelm Emrich, Franz Kafka'nın Dünyasının Tenkidi,
(Hüseyin Sesli çevirisi), Atatürk Üniversitesi Basımevi,
Erzurum 1968.
344
Roger Garaudy, Picasso, Saint-John Perse, Kafka, Payel
Yayınlan, (Mehmet H. Doğan çevirisi), İstanbul 1991.
Geoges Bataille, Edebiyat ve Kötülük, Aynntı Yayınlan,
(Ayşegül Sönmezay çevirisi), İstanbul 2004.
Politzer, Heinz, Franz Kafka, der Künstler, S. Fischer
Verlag, Frankfurt/M., 1962.
Nathalie Sarraute, Kuşku Çağı, Adam Yayınlan, (Bedia
Kösemihal çevirisi), İstanbul 1985.
Martin Heidegger, Sein und Zeit, Das Verfallen und
die Gevvorfenheit, http: www.dalanta.de/notabene/32_35_38
html.
345
DİZİN asfalt edebiyat 19
Assicurazioni Generali 16
Auschwitz 94,103,140
avangart 37
346
cenin 43, 88, 89, 94, 111, 112, Elli Kafka 25, 50, 143, 153, 289,
124,129 21,44,130,139, 261
cennetsi besin 121 empresyonizm/empresyonist
Ceza Sömürgesi 49 17,18,15
Charcot 70 Engin Gençtan 74, 76
Che Guavera 37 ensest 74, 96, 98, 99,190
conditio human 130,171 epistemik besin 14,113, 323
Corpus Christi 132 Erich Fromm 30
Cyrano de Bergerac 121 Emst Fischer, 33,148,149
ç Emst Weiss 300
Çalışmak özgürleştirir 28,103 Erwing Goffman 30
D estetizm 17
Dachau 103,140 et yemekleri 107,144,167, 307
Darwin 222 etyemez/etyemezlik 11, 12, 95,
Dava 152, 162, 163, 190, 255, 150,152,191
256,260, 262 - 264, 268, 276
David Bailey 194 fallus 94, 95,119,120
David Cronenberg 37 fast-food 61
Deliler Gemisi 71 Felice Bauer 10,12, 34, 38, 150,
disconnectus erectus 215, 217, 152, 155 - 158, 163, 166, 217,
221,222 278, 286 - 288, 300, 301, 307 -
doluluk 78,95,120,194 310,322
Dora Dyamant 53, 164, 285, Felix Guattari 29,148,150,155,
302,340 156
Dostoyevski 31 fetüs 111
Değişim 14, 39, 41, 48, 105, 134, Filistin 26, 298
162, 163, 167 - 175, 186, 190, fin de siecle 15, 16, 20, 23, 36,
191, 196, 204, 209, 212 - 214, 139 -141, 340
228, 255, 260 - 264, 279, 309, Flaubert 31, 328
310,329, 338 fleisch 125
Dracula 29,150 Fontane 31,105,134
E Franz VVerfel 147,150
E.T.A. Hoffmann 218, 219 Freud 10 - 13, 28, 29, 69, 70, 94,
Edvard Munch 26,140 129, 230, 278,338
Ego, 45,46, 72, 73,128, 268,337 Friederika von Treuchtlingen
Einverleibung 10,11, 28,131 64
ekspresyonizm/ekspresyonist Friedrich Engels 16
17,18,26, 113,15,337 fütürizm/fütürist 17,18,121
Elias Canetti 10, 44, 118, 148,
151,152,155, 214, 335 Gabbard, 75
347
gafil avlanma 257, 258, 261 -
263, 270 James Joyce 18,120
Genç Almanlar 16 Jean Paul 121
Gilles Deleuze 129, 148, 150, Jugendstil 17
155,156 Jungbom 50
Gnostik 52, 61, 65
Goethe 19, 26,31105,134, 302 Kafka Çağı 35,36 •
göksel besin 121 Kafkaesk 12 -15,30,31,34 - 36,
Grillparzer 31,134,189 38, 41, 43, 51,145,169,175, 228,
Guernica 140 336, 337, 339
Gull 63, 64, 68, 69 Kâmuran Şipal 10, 11, 41, 42,
gurme 40,126, 211 53, 57, 145, 174, 192, 195, 222,
Gustav Janouch 42, 57, 329 - 256, 260, 263, 271, 278, 280, 284,
331, 333 - 335 286, 290, 305, 307, 308, 311, 317,
Günter Grass 120 329
H Kari Marx 16
Hannah Arendt 30 kasap 156, 157, 191, 192, 196,
Hans Blüher 159 197, 212, 213, 223
hazmetme 60, 319, 324 Katherina von Siena 64, 65
Heinrich Hoffmann 105, 314 Kibritçi Kız 173
Heinrich Mann 19 Kierkegaard 31
Heinz Politzer 186,187 Kleist 134,148,149
Henry Miller 51 Knut Hamsun 105,134
Herbert Marcuse 19 köpek 14, 41, 60, 105, 109, 121,
Hermann Broch 19 134, 157, 163, 168, 169, 214 -
Hermann Hesse 19 222, 224 - 238, 240 - 242, 244 -
Hermann Kafka 10, 12, 23, 24, 253, 255, 256, 268, 276, 338
43, 57, 58, 98,139,142,147,148, Kristal Gece 26, 28,101
279, 283, 284 kusma 34, 47, 60, 61, 77, 78, 80,
Hitler 21 - 23, 27,101,103 83, 112, 142, 163, 217, 249, 328,
hipotalamus 9, 114, 115, 128, 334
132 Kürklü Kadm 261, 262
homo domesticus 33, 208
Hugo von Hofmannsthal 18, Lasegue 64, 68, 69, 77, 82
134 Lenin 23
1 libido 9, 45,109, 122,123
isabetle Caro 99 Louis Sebastian Mercier 121
İ Louise Lateua 66
İlahi Komedya 259
İnfemo 259
348
Oedipus 279
Macaristanlı Margarete / Ogre 31
Margarete von Ungam 62 Oğuz Atay 222, 224
Madeleine 121 oral anorexia 96
Marcel Proust 121 oralismus 96
Marilyn Monroe 37 Orson VVelles 37
Marinetti 121 oruç 8, 9, 12, 38, 39, 45, 61, 62,
Marksizm 22, 23 64, 66, 78, 96,104,120,128,150,
Marthe Robin 66 152, 157,193, 215, 337
mastürbasyon 262 Oskar Kokoschka 26,140
Max Brod 11, 25, 147, 158, 159, Oskar Pollak 303
161,164, 217, 236, 250, 255, 278, Ottla Kafka 25, 139, 143, 144,
285, 287, 288, 300, 307,313, 315, 153,166, 278, 283, 284, 289, 290,
322 293, 295, 311
Mehmet Öztürk 30, 35, 36
melankoli 26, 68 - 70, 74, 89, östrojen 94
139,140, 244
memento mori 47, 48, 62 panoptik 29,151
Merlatti 194 Patricia Bourcillier 64, 66 - 68,
metamorfoz 43, 44, 86, 97, 167, 96,98
170,179,196, 214, 218,228, 268 Pavlov 60,109
metastaz 53, 142, 164, 310, 315, penis 91, 95,125
316, 340 perhiz 8, 9,12, 38,45,61, 66, 78,
Michael Haneke 37 96, 114, 120, 128, 144, 145, 152,
Michael Jackson 54, 98, 99 167,168,192,193, 200, 301, 206,
Milena Jesenka Pollak 37, 51, 208, 210 - 212, 215 - 217, 220,
149, 278, 279, 288, 289, 295,303, 242 - 244, 249, 267, 268, 271,
305 307, 318, 327, 337
Moloch 31 Picasso 140
Pierre Janet 69
nefs 9, 41, 45,46,109, 268 Platon 218
nervous consumption 63, 68 pornografi 51,52
Nietzsche 19,31,48,49,134,220 psikanaliz 18,51,56, 70, 95,134
Novalis 119
Nursel Oral 60, 61, 63, 69, 70, Rainer Maria Rilke 18,19,134
76,77 regression 11
Richard Morton 63, 67, 68
obez/obezite 8, 9, 41, 61, 71, 79, Ritchie Robertson 48 - 52, 147,
106,107,112, 114, 271, 7, 36, 63, 148,159, 339
96,97,103 Robert Musil 19
349
Roger Garaudy 160, 162, 213, Valerie Valere 94,105,134
214 Valli Kafka 25, 143, 153, 166,
S 289
Sadık Hidayet 153,154,161 Vandal 23,119,130
Samuel Beckett 136 vejetaryenlik 10 - 12, 34, 38, 41,
Schopenhauer 31,189 52, 57, 107, 135 - 137, 144, 147,
sembolizm/sembolist 17,18,15 152,158,167, 286,-294, 299,300,
Setti 193 306,336
Simmond 69 Verdauung 319
Simone VVeil 91, 92, 94 Vemaschen 125
Spinoza 33 Veysel Atayman 38,188,196
Stalin 23 Virginia VVoolf 94 - 96,218,219
Stanley Milgram 30 Vladimir Nabokov 51,171,190
Stefan George 18 Vormârz 16
Stimer 19,31
Struwwelpeter 105 Yahudi 22 - 29, 31, 33, 49, 56,
Succi 194 91, 98, 101, 103, 135, 136, 138 -
ş 140,143, 279,298,326,333,337
Şato 152,255, 276 yansıtma davranışı 11
şizofreni/şizofrenik 56, 72, 79, yasa 160,225,229,233,234,247,
327,49 255, 257, 258 - 260, 262, 264 -
T 266, 268 - 270, 276
Tanpınar 146 yazı besini 14
Taşralı Adam 259, 264 - 266, Yeni Mutfak 121
268 - 270 yeni romantik 17
tatbilir 40,126 Ying Yang 123
testosteron 94,120,139 Yusuf Atılgan 230
Theodor Herzl 26
Therese Neumann 66 Zeitgeist 10,140
Thomas Bemhard 12, 35, 218
Thomas Mann 19,49
tinsel besin 14,139,184
transplantasyon 28,43
travma 112,138,146
tüberküloz 53, 63, 70, 136, 142,
163,164, 277, 286, 289, 291, 292,
298,301,314 - 316,322,328,339
V
vajinal anorexia 96
vajinismus 95,96
350