Professional Documents
Culture Documents
9319-Kolgede Ve Guneshde Futbol-Eduardo Galeano-Ertughrul Onalp-Mehmed Necati Qutlu-1997-265s
9319-Kolgede Ve Guneshde Futbol-Eduardo Galeano-Ertughrul Onalp-Mehmed Necati Qutlu-1997-265s
DENEME
ISBN 975-510-759-:L
0 Eduardo Galeano 1995 / Onk Ajans Ltd. Şıi. /
Can Yayınları Ltd. Şıi. (1995)
EDUARDO GALEANO'NUN
CAN YAYINLARI'NDAKİ
KİTAPLARI
7
FUTBOL
Futbolun öyküsü, zevkten zorunluluğa uzanan hü
zünlü bir öyküdür. Spor bir sanayi dalına dönüştüğü oran
da, iş olsun diye oynandığı zamanki güzelliğinden birşey
ler kaybetm iştir. Yüzyılın sonlarını yaşadığımız bu günler
de futbol, işe yaramaz her öğeyi reddetmektedir; kar getir
meyen her öğe de 'işe yaramaz' olarak kabul edil mektedir.
Çocukların balonla oynaması gibi, ya da kedin i n yün yu
mağıyla oynaması gibi, yetişkin bir İnsanı bir an için ço
cuk kılan davranışlar kimseyi ilgilendirmiyor artık. Balon
kadar hafif bir topla dans eden balet ya da yuvarlanan yu
mak; oynandıklarının farkına varılmadan oynanan saatsiz,
hakemsiz ve nedensiz oyunlarla ilgilenen yok.
Oyun, oyu ncusu az, izleyeni çok bir gösteriye dönüş
tü. Bu artık seyirlik bir futbol. Bu gösteri günümüzün en
karlı gösterilerinden biri ve artık oynanması için değil , oy
nanmasının engellenmesi için düzen leniyor. Profesyonel
sporun teknokratları, futbolu sırf sürate ve güce dayalı,
mutluluğa boşvermiş, fantezinin gelişemediği, cüretin ya
saklandığı bir spor dalı.haline getirdiler.
Bereket çok ender de olsa hala sahalarda kuralların dı
şına çıkarak, sırf bedensel bir zevk uğruna, yasaklanmış
özgürlük serüvenine atılan, rakip takımı, hakemi ve tri
bünlerdeki leri şahlandı ran bir yüzsüz çıkıyor.
9
1.
OYUNCU
10
Bazen yolun sonu otuzundan da önce gelir, ters bir
top, kötü bir şeki lde bayıltır onu; şanssız bir şekilde mah
volur bir kası, ya da bir tekme onulmaz bir şekilde kırar
bir kemiğini. Futbolcu bir gün tüm parasını aynı ata yatır
d•ğını fark eder; para da, ün de yoktur artık. Ün denen o
ılık yaz meltemi, bir teselli mektubu bile bırakmadan uçup
gıtmıştır.
11
KA LECİ
12
YILDIZ
Günlerden bir gün rüzgar tanrıçası, adamın hor görü
len ve hep fena davranılan ayaklarına birer öpücük kondu
ruverir. Futbol yıldızı i§te bu öpücükle doğar. Teneke bir
kulübede, saman bir be§ikte dünyaya gelir ve yeryüzüne
kollarının arasında bir topla avdet eder.
Yürümeyi öğrendiği andan ba§layarak top oynamayı
da bilir. Çocukluğunda kırlara ne§e getirir, geceyarılarına,
top görünmez olana dek varo§ların çıkmaz sokaklarında
top ko§turur. İlk gençlik yılları rüzgar gibi geçer stadyum
l arda. Becerileri, kit leleri pazardan pazara, zaferden zafere
ve tezahürattan tezahürata sürükler.
Top onu arar ve tanır, ona ihtiyacı vardır. Ayağının
üzerinde yaylanarak dinlenir. Yıldız, topu parlatır, onu
konu§turur, ikisi konu§urken milyonlarca dilsizin de sesle
ri duyulur. O milimetrik paslar, çimenler üzerinde atılan
o e§sİz çalımlar, topuk pasları ve röve§atalar sayesinde, 'hiç
ki mse' olan ve öyle kalmaya mahkum o insanlar bir süre
için kendilerini 'biri leri' olarak hissedebilirler. Yıldız, oy
nadığında takım on iki ki§iyle oynuyormu§ gibi olur.
- On iki mi dedin? On beş! Belki yırmi!
Top, parlayarak ve gülücükler dağıtarak gelir. O topu
indirir, uyutur, ona güzel sözler söyler ve onun la dans
eder. Bunları seyreden hayranları henüz doğmamı§ torun-
13
!arına sırf bu gördüklerini göremeyecek leri için acımaktan
kendilerini alamazlar.
Yı ldızların yıl dızl ı kları ne yazık ki pek az sürer.
Ö lümlüler için sonsuzluk yoktur. Altın ayakları durdu
ğunda yıldızın parı ltısı da söner. Bedeni nde bir palyaço
giysisi kadar çok yama vardır. Felç geçirmi§ bir cambaz gi
bidir. Ona artık bir sanatçı değil, bir hayvan gözüyle bakı
lır.
- Nallarıyla 'Vuruyor yahu topa!
Herkesin ne§esı olmaktan çıkmı§tır o artık, seyircile
rin öfkesine paratoner görevi yapar:
- Adam mumya mübarek!
Bazı yıldızlar dü§tüklerinde tek parça olarak kalamaz
lar. Dahası, parçaları bile bazen afiyetle mideye indirilir
çevresinde bulunanlar tarafından.
14
TARAFTAR
Taraftar, haftada bir kez evinden kaçar ve stadyumun
yolunu tutar.
Bayraklar sallanır, kaynanazırıltıları öter, maytaplar
atı lır, davu llar çal ınır, konfetiler yağar gökyüzünden. Kent
yok olur, rutin olan her şey unutulur, gerçek olan tek şey
tapınaktır. Bu kutsal alanda, ateisti olmayan tek dinin kut
sal yönleri seyredilir. Taraftarlar, bu mucizeyi daha rahat
bir ortamdaki televizyondan seyretme imkanına sahip ol
dukları halde, meleklerinin nöbetçi şeytanlarla yapacakları
mücadeleyi canlı olarak görebilmek için bu hac yolculuğu
nu yerine get irir.
Taraftar, burada yumruklarını sıkar, yutkunur, içine
zehir akıtır, şapkasını kemirir, dualar ve lanetler okur. Bir
anda gırtlağını yırtarcasına haykırır, pire gibi sıçrar ve ya
nında 'gol' diye bağıran yabancıya sarılır. Bu pagan ritüel
boyunca taraftar, topluluğun bir parçasıdır. Binlerce İna
nanla birlikte, en iyi takımın onlarınki olduğuna, tüm ha
kemlerin satılmış ve tüm rakiplerin şikeci olduklarına ke
sinlikle inanır.
Bir taraftarın, "Bugün benim takımım oynuyor, " de
diği pek görülmez. Çoğunlukla "Biz oynuyoruz, " denir.
On ikinci oyuncu, top durduğu zaman, onu hare� .ete geçi
ren ateşli rüzgarın kendi nefesi olduğunu bilir. Obür on
bir oyuncu da aynı şekilde, taraftarsız bir maçın, müziksiz
dans etmeye benzeyeceğin i bilirler.
Maç bittiği nde taraftarlar tribünlerden ayrılmazlar ve
"Ne gol yağmuruydu ama!" "Canlarına okuduk!' nidalarıyla
zaferlerini ya da "Yine peri�an ettiler bizi," "Hırsız hakem!"
gib i ifadelerle bozgunlarını dile getirirler. Biraz sonra güneş
batar, taraftar da evine döner. Boşalan stadyumun üzerine
gölgeler düşer. Sesler ve ışıklar yitip giderken, çimento sıra
ların üzerinde cılız birkaç ateş kalır. Stadyum da, taraftar
da kendileriyle baş başa kalırlar. 'Biz' yerine yeniden 'ben'
olurlar. Taraftar uzaklaş ır, dağı lır ve kaybolur; pazar gün
leri karnaval sonrası çarşamba günleri gibi hüzünlüdür.
15
FANATİK
'Fanatik' dedikleri, tı marhanelik bir taraftardır. Ger
çekleri görmezden gelme hastalığı en sonunda öylesine bir
hal almıştır ki, sağduyu yok olmuştur. Bu yok oluştan ge
riye ise, şuursuzca sağa sola saldıran bir öfke yumağı kal
mıştır.
'Fanatik', stadyuma ku lübünün bayrağına sarıl ı ola
rak gelir, yüzü aşı k olduğu renklere boyalıdır. Vurucu, kı
rıcı ve gürültü yapıcı araçlarla yüklüdür hep. Daha yolda
gel irken bile gürültü ve hırgür çıkarır. Hiçbir zaman yal
nız değildir. Kızgınların safına geçer, o tehlikeli kırkayağa
katılır; aşağılananl ar bir anda aşağılayanlar, korkaklar da
korku salanlar haline gel i rler. Pazar gününün aşırı yetki n
liği, haftanın öbür günlerinin İtaat dolu yaşantılarını, İstek
siz aşk hayatını, sevilmeyen ya da hiç olmayan iş hayatını
unutturur. Bir tek gün serbest kalan fanatiğin, o tek günde
acısını çıkaracağı pek çok şey vardır.
Bir sara hastası gibi seyreder maçı; ama oyunu gör
mez. Onun öbür derdi tribünlerdir. Orası onun savaş ala
nıdır. Rakip takımın taraftarlarının varlığı bile onun için
!<,abul edilemez. O ' iyi'dir ve asl ında saldırgan değildir;
ama ' kötü' ler onu mecbur eder. Her zaman suçlu olan düş
manlar, boyunlarının koparıl masını fazlasıyla hak ederler.
Fanatik, her zaman tetikte olmalıdır; çünkü düşman dört
bir yanı sarmıştır. Sessiz taraftarlar arası nda da yerini alır;
çünkü bunlar her an rakip takımı takdir edebilirler; o za
man da hak ett ikleri cezayı bu lurlar tabii.
16
GOL
Gol futbolun orgazmıdır. Orgazm gibi gol de modern
yaşamda gitgide daha az görülmektedir.
Yarım yüzyıl önce pek az futbol maçı golsüz beraber
likle sonuçlanı rdı. 0-0, havaya açılmış ağızlar, i ki esneyiş.
Şimdilerde on bir oyuncunun on biri de kale direkleri ne
ası lmış, gol yememeye çalışıyorlar; doğal olarak da gol at
maya vakit kalmıyor.
Beyaz merminin ağları her havalandırışında onaya
konan sevinç, esrarengiz bir olgu ya da bir çılgınlık olarak
algılanabilir; ancak bu mucizenin de pek az gerçekleştiğini
unutmamak gerekir. Gol küçücük, önemsiz bir gol de ol
sa, radyo spikerlerinin gırtlağından hep "Goooooool! " ola
rak çıkar. Benim diyen kulağı sağır edebilecek, yürekten
bir haykırıştır bu. Seyirci ler çılgına döner ve stadyum, be
ton olduğunu unutarak yerden kopar, havalara uçar.
18
bu fırsat asla verilmemi§tir hakemlere. Top kazara bedeni
ne çarptığında öbür seyirciler, an nesini hatırlarlar. Yine de
orada, o ye§il kutsal alanda olmak uğruna, tüm hakaretle
re, yuhalamalara, atılan ta§lara ve okunan belalara göğüs
germeyi bilir.
Bazen, çok ender de olsa, hakemin kararlarının taraf
tarlarınkiyle aynı doğrultuda olduğu görülür, ama bu bile
onun masum olduğunu kanıtlamaya yetmez. Yenilenler
onun yüzünden yenilirler, yenenler ise ona kar§ın yenmi§
lerdir. Tüm yanlı§ların bahanesi, tüm felaketlerin nedeni
odur. O olmasaydı taraftarlar onu icat etmek zorunda ka
lırlardı. Ondan ne kadar nefret ederlerse etsinler bir o ka
dar da ihtiyaç duyarlar ona.
Yüzyılı a§kın bir zaman, hakemler karalara büründü
ler. Tuttukları hiç ku§kusuz kendi yaslarıydı. Şimdilerde
ise renkli giysilerin arkasına sakl anıyorlar.
19
TEKNİK DİREKTÖR
Eskiden antrenörler vardı ve kimse de fazla kulak as
mazdı onlara. Futbol oyun olmaktan çıkıp doğru dürüst
teknokratlara ihtiyaç duyul maya baş landığında, antrenör
ler sessizce göçüp gittiler. ݧte o zaman teknik direktörler
geldiler dünyaya. Görevleri doğaçl amayı ortadan kaldır
mak ve özgürlüklerini sınırlayarak, disiplinli birer atlet ol
mak zorunda olan oyuncuların veri mlerini artırmaktı.
Antrenör:
"Oynayalım! " derdi.
Teknik direktör İse:
"Çalı�alım!" diyor.
Şimdi her şey rakamlarla ifade ediliyor. Yirminci yüz
yılda futbolun öyküsü olarak kabul edilen ve cesaretten
korkuya doğru katedilen mesafe, esasında 2-3-S'ten yola çı
kılarak, 4-3-3, 4-4-2 üzerinden 5-4-1 'e varışın öyküsüdür.
Bu işe yabancı olan biri bile, bi raz yardımla bu rakamları
tercüme edebilir, ya da bir bakarsınız hiç kimse çıkamaz
ݧİn içinden. Bu noktadan sonra teknik direktör, İsa'nın
kutsal doğumuna benzeyen esrarengiz formüller geliştirir
ve bunlarla birlikte, kutsal üçleme kadar içi nden çıkılmaz
taktik şemalar hazırlar.
Babadan kalma karatahtadan elektronik ekranlara gel
dik. Ustaca oyunlar şimdi bilgisayarda tasarlanıp videoda
gösteriliyor. Ama bu mükemmellik düzeyi ne, maçlar tele
vizyondan verilirken pek rastlanmıyor nedense. Televiz
yonlarda daha çok, teknik direktörlerin gergin yüzlerini
görüyoruz. Yumruklarını sıkıp bağırarak, b irileri anlaya
bi lse, maçı n gidi§atını tamamıyla değiştirebilecek birtakım
talimatlar veriyorlar.
Gazeteci ler, maç sonrası düzenl enen basın toplantıla
rında delik de§İk ederler onu. Teknik adamların zaferleri
nin formülünü açıkladıkları hiç görülmemiştir; ama yen il
gilerin nedenleri konusunda değerli açıklamaları hep var
dır:
20
"Talimatlar çok açıktı ama kimse dinlemedi," gibi bir
şeyler söyler, takımı işe yaramaz bir takım karşısında hezi
mete uğradığında. Ya da üçüncü kişi ağzından bu tarz bir
şeyler söyleyerek kendine olan güvenini pekiştirir:
"Sabırlı davranan rakip takım, kavramsal olarak net
bir galibiyet yakalayamadı, teknik direktör bu durumu, et
kinliğe ulaşabilmek için birçok fedakarl ığın gerek li olduğu
şekli nde yorumlamaktadır. "
Gösteri maki nesi her şeyi öğütür. Her şey bir süre
sonra yok ol ur. Tüket im toplumunun tüm ürünleri gibi,
teknik direktörler de kullanılıp atılabilirler. Seyirciler bir
gü n, "Çok yaşa!" diye ortalığı inlettikleri halde, bir son ra
ki pazar günü kellesini isteyebilirler.
Teknik adamlar, futbolun bir bilim, s�hanın da bir la
boratuvar olduğunu düşünürler. Yönet ici ler ve taraftarlar
İse ondan Ei nstein kadar zeki ve Freud kadar ince olmasını
İstemekle kalmazlar, aynı zamanda Lourdes Meryem'i gibi
mucizeler yaratmasını ve Gandi gibi sabırlı olmasını da
beklerler.
21
TİYATRO
Oyuncular, ayaklarıyla, tribünlerde ve ekranları ba
şında yürekleri kabarmış, binlerce ya da milyonlarca me
raklıya hitap eden bir gösteride rol alırlar. Bu oyunun ya
zarı kimdir? Teknik direktör mü? Yapıt çoktan aşmıştır
yazarını. Oyunun �!işimi oyuncuların moraline ve yete
neklerine bağlıdır. Belirleyici olan şanstır ve rüzgar gibi ne
yöne eseceği bel li olmaz. Bu yüzden oyunun sonu hem se
yirciler hem de oyuncular açısından tam bir bilmecedi r.
Bunun istisnaları rüşvet ve öbür talihsizliklerdir.
Yüce futbol tiyatrosunun içinde kaç tiyatro vardır siz
ce? Ya da, yeşil dikdörtgenin içine kaç sahne sığar? Ö bür
oyuncuların yalnızca ayaklarıyla oynadık larını düşünmek
saflı k olur.
Karşısındakini dehşete düşürmekte birebir olan bazı
usta aktörler de vardır: Böy leleri önce, karı ncayı bile incit
meyen bir melek yüzü takınır; sonra İter, küfreder, tükü
rür, rakibinin gözüne toprak atar, çenesine oturaklı b ir
dirsek vurur, bir dirsek de kaburgalarına indirir, formasın
dan ya da saçından çeker, ayaktayken ayağına, yerdeyken
eline basar ve bunları hakemin arkası dönükken, yan ha
kem de bulutları seyrederken yapar.
Bu aktörlerin bazılarının avantaj sağlamada Üzerlerine
yoktur. Ahmak gibi durup bön bön bakarak iş çevirir
22
bunlar. Taç atı§ını, serbest vuru§U ya da faul atı§ını hake
min gösterdiği noktanın fersah fersah ötesinden kullanır
lar. Baraj kurmaları gerektiğinde de yava§ yava§ ayaklarını
kaydırmaya ba§larlar; bu arada her nasılsa bir uçan halı on
ları alıp topa vuracak oyuncunun üzerine atıverir.
Vakit geçirme konusunda da uzmanla§ml§ aktörler
vardır. Bir anda çarmıha gerilmݧ bir kurban suratı takınır
ve acı içinde yuvarlanmaya ba§ lar. Ba§ını ya da dizin i tuta
rak uzanır çimenlere. Dakikalar geçer, masör kaplumbağa
hızıyla gelir saha kenarından. M asör ter içindedir, pomat
kokar ve ille de boynunda bir havlu vardır. Bir el inde su
matarası, öbüründe ise her derde deva ilacını ta§ır. Saatler,
hatta yıllar geçer ve hakem ölü gibi yatan oyuncunun sa
hadan çıkarılmasını ister. ݧte o anda bir dirili§ mucizesi
yapnır; ölü bir anda fırlar ve ayağa kalkar.
23
UZMANLAR
24
FUTBOL UZMANLARININ DİLİ
25
•
ÖLÜM DANSI
Savaşın yüceltilmiş bir şekli olan futbolda on bir şort
lu adam, semtin, kentin ya da ülkenin kılıcıdırlar. Zırhsız
ve silahsız bu adamlar, seyircilerin içindeki şeytanı açığa
çıkarırlar, takımları na olan inançlarını İse perçinlerler. İki
takım arası ndaki her karşı laşmada eski nefretler ve baba
dan oğula geçen eski aşklar tazelenir.
Aynı bir kale gibi, stadyumun da kuleleri, sancakları,
çevresinde ise geniş bir hendeği vardır. Ortadan geçen be
yaz bir çizgi ihtilafa neden olan bölgeleri ayırır. iki yanda
top yağmuruna tutulacak olan kaleler bulunur. Kalelerin
önündeki bölge, ceza sahası adı verilen tehl ikeli bölgedir.
Ritüele uygun olarak, kaptanlar orta sahada flama de
ğiştirirler ve birbirlerini selamlarlar. Hakem düdüğünü ça
lar ve rüzgar gibi ıslık çalan top hareketlenir. Meşi· n yuvar
lak gider gelir, bir oyuncu onu alır ve bir darbe sonucu
darmadağın olup yere düşene dek onu dolaştırır. Düşen
oyuncu ayağa kalkmaz. Yeşil sahanın sonsuzluğunda yatar
kalır. Tribünlerden sesler yükselir. Rakip taraftarlar kibar
ca kükrerler:
- Gebersin!
- Devi morire!
- Tuez-le!
- Mach ihn nieder!
- Let him die!
- Kili, kili, kili!
26
SAVAŞIN DİLİ
Ö ngörülen stratejide, ustaca yapılan bir değişiklikle
bizim manga (takım) saldırıya geçerek rakibi gafil avladı.
Müthiş bir saldırı olmuştu. Ordumuz düşman sahasını iş
gal ettiğinde santrforumuz savunma hattını en zayıf nokta
sından yardı ve ceza sahasına süzüldü. Topçumuz roketa
tarı aldı, ustaca bir manevrayla atış pozisyonuna geçti, atış
hazırlığını tamamladı ve rakip kaleciyi yenik duruma dü
şüren bir füze ile saldırıya son noktayı koydu. İşte o anda
aşılmaz gibi duran kalenin yenik koruyucusu yüzünü elle
riyle kapatarak dizleri üzerine düştü. Onu kurşuna dizen
cellat ise bu arada ellerini kaldırarak kendisini alkışlayanla
rı selamlıyordu.
Düşman kaçmadı; ama şiddetli saldırıları da bizim si
perlerde etkili olamadı. Her seferinde zırhlarla korunan sa
vunmamıza çarpıp döndüler. Rakip takım, ıslak barutla
ateş etmeye çalışıyordu ve asl an lar gibi çarpışan gladyatör
lerimizin cesareti karşısında etkisiz hale gelmişti. Kaçınıl
maz sonlarının çaresizliğiyle şiddete başvurdular ve oyun
alanını bir savaş alanı gibi kana buladılar. İki oyuncumuz
oyun dışı kaldığında seyirciler, boş yere en ağır cezayı ta
lep ettiler. Tüm bu taleplere karşın asi l bir spor olan fut
bolun centilmence kuralları ile hiç bağdaşmayan, savaş
alanlarına özgü vahşi hareketler cezasız kaldı ve sürdü git
ti. En sonunda, kör ve sağır hakem karşılaşmayı bitirdiğin
de yeni k takım hak ettiği ıslıklarla uğurlandı.
Bundan sonra, zaferi kazanmış olan taraftarlar sahaya
indiler ve bu kahramanlık destanını yaratanları omuzların
da gezdirdiler. Bu destan birçok gözyaşı, ter ve kan pahası
na elde edilmişti. Bundan sonra renklerimizi ve amblemi
mizi taşıyan ve bir daha yenilgi yüzü görmeyecek olan
bayrağa bürü nmüş kaptanımız gümüş kupayı kaldırdı ve
öptü. İşte zaferin öpücüğü ...
27
STADYUM
Siz hiç boş bir stadyuma girdiniz mi? Deneyin bir
kez. Sahanın ortasında durun ve dinleyin. Boş bir stattan
daha hüzünlü, kimsesiz tribünlerden daha dilsiz bir şey
yoktur.
Wembley'de İngiltere'n i n kazandığı 66 Dünya Kupa
sının bağırışları hala duyuluyor; ama bi raz daha kulak ka
bartırsanız 53'te Macarlar İngilizleri gole boğdukları za
man çıkan iniltileri de duyabilirsiniz. Montevideo'nun
Centenario Stadyumu hala Uruguay futbolunun zaferleri
ne duyulan nostaljiyle iç çekiyor. Maracana hala 1950' de
yapılan Dünya Şampiyonas ı nda Brezilyalıların yen ilgis ine
ağlıyor. Buenos Aires'de, Bombonera'da yarım yüzyıl ön
cesinin davul ları işitiliyor. Azteca Stadının derinliklerin
den eski Meksika top oyununun törensel ilahi leri yankıla
nıyor. Barselona'daki Camp Nou'nun beton sıraları Kata
l anca, Bilbao'daki San M ames Stadının sıraları ise Baskça
konuşuyor. M ilan 'da Guiseppe M aezza'nın hayaleti, kendi
adını taşıyan stadyumu titreten gol ler atıyor. A lmanya'nın
kazandığı 74'teki Dünya Kupasının finali Münih O limpi
yat Stadında günler ve geceler boyu oynanıyor hala. Suudi
Arabistan'daki Kral Fahd Stadyumunun mermer, altın ve
hah kaplı tribün leri var; ancak n e anlatacak bir anısı, ne de
söyleyecek önemli bir sözü yok.
28
TOP
Çinlilerin topu deridendi ve ketenle doldurulmu§tU.
Firavunlar zamanında Mısırlılar onu samanla ve tohum
kabuklarıyla doldurup renkli kuma§larla kapladılar. Yu
nanlılar ve Romalı lar §işirilmiş ve dikilmi§ öküz mesa�esi
kullanıyorlardı. Ortaçağ ve Rönesans dönemlerinde Avru
palılar at yelesi doldurulmu§ oval bir top kullanıyorlardı.
Amerika'da kauçuktan yapılan top, hiçb ir yerde olamaya
cağı kadar sıçrama kabiliyetine sahip oldu. Saray tarihçileri
�emin Cortes'in bir Meksika topunu fırlattığını ve topun
imparator Carlos'un fal ta§ı gibi açılan gözlerinin önünde
çok yükseklere çıktığını anlatıyorlar.
Şi§irilmi§, deri kaplı lastik top, Kuzey Amerika'nın
Connecticut eyaletinden Charles Goodyear'ın yeteneği sa
yesi nde geçtiğimiz yüzyılın ortalarına doğru doğdu ve
Cordobalı üç Arjantinli olan Tossolini, Valbonesi ve Po
lo'nun yetenekleri sayesinde yanında yarığı olmayan top
olu§tu. Onlar, subaplı ve enjektörlü pompa i le §i§irilebilen
topu i cat etti ler. Böylelikle, 1938 Dünya Kupasından beri,
topun §i§irildiği geni§ yarığın üzerine sarılı iplerin verdiği
acıyı duymadan, topa kafa vurma i mkanı doğmu§ oldu.
Bu yüzyılın ortalarına kadar top kahverengiydi. Son
ra beyaz oldu. Günümüzde deği§ik modeller görülüyor;
beyaz fon üzerine siyah. Şimdi çevresi yetmi§ santim ve
pol ietilen köpük üzerine poliüretan kaplı. Su geçirmez,
yarım k ilodan daha hafif ve yağmurlu günlerde oynanması
imkansız olan deri kaplı eski toplardan daha çabuk hare
ket ediyor.
Ona çe§itli adlar veriliyor: Küresel, yuvarlak, alet, to
parlak, balon, füze. Buna kaqın Brezilya'da hiç kimse
29
onun bir di§i olduğundan ku§ku duymuyor. Ona M arico
ta, Leonor ya da Margarita der gibi, gorduchinha, nena,
menina gibi adlar veriyorlar.
Pele, Maracana'da bininci golünü attığında onu öpt ü;
Di Stefano ise evinin girݧİne üzerinde 'tqekkürler ihtiyar'
yazılı bronz bir plaka bulunan bir heykelini yaptırdı
onun.
O sadık bir dosttur. 1 930'daki Dünya Kupasında iki
takım da kendi toplarıyla oynamak İstediler. Hz. Süley
man kadar bi lge olan hakem de, birinci yarının Arjan
tin'in topuyla, ikinci yarının İse U ruguay'ın topuyla oy
nanmasına karar verdi. İlk yarıyı Arjantin, iki nci yarıyı ise
Uruguay kazandı. Ama topun da kendine göre kararsızlık
ları vardır; bazen havada fikir ve yön değݧtİrip kaleye gir
mez. Top çok alıngandır. Ona ne kötü davranmalarına ne
de hınçla vurmalarına tahammülü vardır. Onu ok§amaları
nı, öpmelerini, göğüslerinde ya da ayaklarında uyutmaları
nı İster. Çok gururlu, bel ki de kibirlidir, ama haksız da de
ğildir doğrusu: Çok iyi bilir ki §evkle yükseldiği zaman
birçok gönüle mutluluk verir, yanlı§ bir §ekilde dü§tüğün
de İse bi rçok ki§İ nin kalbi kırılır.
30
'Mıng Hanedanı donemi Çin giavuru. XV yuzyıla oil. ama lop Adı
das'ınkırıe benzıyor'
'Futbol tarihi üzerine iki gravür. Birinci şekil Meksika Tepantitla'da Teoti
huacan·a ait. bin yıldan daha eski bir duvar kalıntısından kopya edil
miş: Hugo Sônchez'in buyuk büyuk dedesi topa sol ayağıyla vururken
görülüyor İkincisi Gloucester Britanya Katedralindeki bir orlaçağ rblye
finin s lilize edilmiş hali.
32
FUTBOLUN KÖKENLERİ
Futbolda da, hemen hemen öbür dal ların tümünde ol
duğu gibi öncülüğü Çin liler yaptılar. Beş bin yıl önce Çin
l i hokkabazlar topa ayaklarıyla dans ettiriyorlardı ve daha
sonra ilk oyunlar da yine Çin' de düzenlendi. Sahanın orta
sında bir çit vardı ve iki taraftaki oyuncular ellerini kullan
maksızın topun yere değmesini engelliyorlardı. Bu gele
nek, hanedandan hanedana aktarılarak sürdü. Milattan ön
ce yapılmış bazı anıtlardaki rölyeflerde ve Milattan sonra
yapılmış bazı kabartmalarda görüldüğü gibi M in g Haneda
nına mensup Çinliler bugün Adidas'ın ürettiği toplara
benzeyen toplarla oynuyorlardı.
Eski zamanlarda M ısırlıların ve Japonların topu tek
meleyerek oyalandıkları biliniyor. M i lattan beş yüzyıl ön
ceye ait bir Helen mezarının mermerinde bir adam topa
diziyle vururken görü lüyor. Antifanes'in komedileri nde
bunu ortaya koyan parçalar var: Uzun top, kısa pas, ileri
ye uzatılan top gibi. Söylenene göre İmparator Jül Sezar
her iki ayağını da ustalıkla kullanıyordu. Neron ise yalnız
ca birini kullanabiliyordu. Kesin olarak bildiğimiz, İsa ve
havarileri çarmıhta eziyet çekerek ölürken, Romalıların
futbola oldukça benzeyen bir oyunu oynadıklarıdır.
Romalı lejyonerlerin ayağıyla Britanya Adaları na da
bu yenilik ulaştı. Yüzyıllar sonra 1 3 1 4'te Kral il. Edward
34
lik ekipler üç sıraya dağılmış şekilde oyuna katıl ıyorlardı;
ellerini ve ayaklarını topa vurmak ve rakiplerinin karnını
deşmek için kullanabiliyorlardı. Arno'nun donmuş suları
üzerinde ve geniş meydanlarda düzenlenen maçlara çok sa
yıda insan katılıyordu. Floransa'dan uzakta, Vatikan bah
çelerinde Papa VII. Clemente, Papa IX. Leo ve Papa VIII.
Urban da 'Calcio' oynamak için resmi giysilerinin kolları
nı ve paçalarını sıvamayı alışkanlık haline getirmişlerdi.
Milattan 1500 yıl önce kauçuk top, Meksika ve Orta
Amerika'da kutsal bir törenin güneşi gibiydi; ama Ameri
ka'nın birçok yerinde futbolun ne zamandan beri oynandı
ğı bilinmiyor. Bolivya'nın Amazon bölgesi yerli lerine göre
de iki sopanın arasına bu yuvarlak lastik topu ellerini kul
lanmadan sokmak için peşinde koşturma işinin kökenleri
�ok eskiydi. XVIII. yüzyılda Cizvit tarikatına mensup bir
ispanya! rahip Parana yükseltisinde yaşayan Guaranilerin
eski bir geleneğinden söz eder: 'Bu insanlar topu bizler gibi
elle atmıyorlar, topa çıplak ayaklarının üst kısmıyla vuru
yorlar' Teotihuacan ve Chichen-ltza' nın resimleri belli
oyunlarda topa ayakla ve dizle vurulduğunu ortaya koysa
da Meksika ve Orta Amerika yerlileri arasında topa genel
likle kalçayla ve kolla vurulurdu. Bin yıldan daha eski bir
duvar resminde Hugo Sanchez'i n dedelerinden biri Tepan
tida'da, topla sol ayağıyla oynarken gösteriliyor. Oyun so
na ererken top, yolculuğunun en yüksek noktasına ulaşır
dı; güneş ölüm belgesini aştıktan sonra doğmaya başlardı.
O zaman güneş doğsun diye kan akardı. Eldeki bilgilere
göre Azteklerin yeni lenleri kurban etme adetleri vardı.
Onların kafalarını kesmeden önce bedenlerini kırmızı çiz
gilerle boyarlardı. Tanrılarca seçilenler, toprak daha verim
li, gök daha cömert olsun diye kanlarını sunarlardı.
35
OYUNUN KURALLARI
36
•
37
yay §eklindeki çitleri kale olarak kullanmı§ olmalarıdır.
1 8 72 yılında İse hakem ortaya çıktı. O zamana kadar oyun
cuların kendileri hakemlik yapıyorlar, yaptıkları hataları
kendileri cezalandırıyorlardı. 1 880' de hakemler artık elle
rinde kronometreyle maçın ne zaman bittiğine karar veri
yorlardı ve uslu durmayanları sahadan atma yetkileri var
dı. Ama maçı sahanın dı§ından seslenerek yönetiyorlardı.
1 891 yılında hakemler ilk kez sahaya girdiler. Bir düdük
çalarak ilk penaltı cezasını verdiler ve on iki adım atarak
vuru§un kul lanılacağı yeri belirlediler. Zaten bir süredir
İngil iz bas ı n ı, penaltı cezasının uygulanması için bir kam
panya b�latmı§tı. Mezbahaya dönen kale önlerinde oyun
cuları korumak gerekiyordu. Bu dönemde W estminster
Gazetesi ölen futbolcuların ve kırılan kemiklerin tüyler
ürpertici bir l istesini yayımlamı§tı.
1 882 yılında İngiliz yöneticiler taç atı§ının elle yapıl
masına izin verdiler. 1 890 yılında ise sahanı n sınırları ki
reçle çizildi ve ortası na bir daire yerle§tİrildi. Aynı yıl ka
lelere ağ da gerildi. Bu ağlar topu tutuyor ve goller hakkın
da ku§kuya yer bırakmıyorlardı.
Bir süre sonra yüzyıl sona erdi ve İngilizlerin futbol
daki tekeli de yüzyıl l a birlikte son buldu. 1 904 yılında FI
FA, öbür bir deyݧle Uluslararası Futbol Federasyonu doğ
du. Bu örgüt o zamandan beri tüm dünyada ayak-top i l ݧ
kilerini yönetiyor. FIFA gelmݧ geçmݧ dünya §ampiyona
ları boyunca, vaktiyle İngilizler tarafından olu§turulan ku
rallarda pek az değݧiklik yapmı§tır.
38
İNGİLİZ İŞGALLERİ
Buenos Aires'de akıl hastanesi yakı nları nda bo� bir
alanda, bi rkaç sarışın çocuk ayaklarıyla topa vuruyorlardı.
- Bunlar kim yahu? diye sordu başka bir çocuk.
- Deli budar, diye yanıtladı babası, İngiliz deliler.
Gazeteci Juan Jose de Soiza Reilly, bu çocukluk anısı
n ı hatırladı. Futbol ilk zamanlarda Rio de la Plata'da deli
lerin oyunu gibi görülüyordu. İngiliz İmparatorluğunun
her yerinde ise, futbol, Manchester doku maları, demi ryol
ları, Barings Bankas ı n ı n açtığı krediler ve serbest t icaret
dokmni gibi tipik b i r B ritanya ihracat ürünüydü. Futbol
buraya, kraliyet yelken l i leri, asker kaputu, bot ve u n bo
şaltırken, yün, deri ve buğday yük leyerek gel mişti. Getı
renler de Montevideo ve Buenos Aires surları çevresinde
futbol oynayan gemici lerdi. İlk yerel futbol takım larını
oluşturanlar diplomatlar ve demiryolu ya da gaz işletme
si nde işçi olarak gelmiş İngiliz yu rttaşlarıydı . 1889 yılında
U ruguay'da oynanan il k milli maç, Montevideo ve Buenos
Aires 'deki İngilizleri karşı karşıya geti rdi. Karşı laşma Kra
liçe Viktori a'n ı n gözkapakları yarı aralık, küçümseyici
çehresinin yer aldığı büyük bir resmin gölgesi nde ovnandı.
Brezi lya futbolunun ilk maçı olan ve Gas Company ile
Sao Paulo Railway'de çalışan İngi liz yurttaşları arasında
}9
oynanan maç ise yine İngi ltere kraliçesinin bir başka resmi
tarafından koru ma altına alındı.
Eski fotoğraflar, bu oyuncuları siyah, beyaz ve grinin
tonlarında gösteriyor. Onlar mücadele etmek için yetişti
rilmiş savaşçılardı. İpek şapkalar giyen ve dantel mendiller
sallayarak maçları seyreden hanımları rahatsız etmemek
için pamuklu ve yünden yapılmış zırhları tüm bedenleri ni
örtüyordu. Oyuncular yalnızca berelerinin ya da şapkala
rının altından görünen keskin bakı§l ı yüzlerin i ve ucu yu
karı kalkık bıyıklarını açıkta bırakıyorlardı. Ayaklarında
ise Menfield marka ağır potinler taşıyorlardı.
Bu kötü alışkanl ık çevreye bulaşmakta gecikmedi. Hiç
vakit kaybetmeden yerli beyefendiler de bu İngiliz çılgınlı
ğıyla uğraşmaya başladılar. Fanilalar, ayakkabılar, kalın
dizlikler ve göğüsten dizlere kadar uzanan pantolonlar
Londra'dan getirtildi. Futbol topları, başlangıçta onları na
sıl sınıflandıracaklarını bilemeyen gümrük memurlarının
dikkatini çekm iyordu artık. Gem iler de el kitapları getiri
yorlardı ve onlarla birlikte Güney Amerika'nın bu uzak
sahillerine yıllarca burada kalacak olan: fıeld, score, goal, go
al-keeper, back, half, forward, out-ball, penalty, off-side gibi
sözcükler de geldi. Faul, referee tarafından cezalandı rılı
yordu, ama Rio de la Plata'da yayımlanan Futbol Kuralları
kitabının i l k kuralına göre faul yapılan oyun cu, içten ol
ması ve düzgün bir İngilizceyle di le getirilmiş olması kay
dıyla karşı tarafın özrünü kabul edebilirdi.
Bu arada Karayib Denizinde kıyısı bulunan Latin
Amerika ülkelerinin dillerine de bambaşka İngilizce söz
cükler giriyordu: pitcher, catcher, innings. Amerika Birleşik
Devletleri' n i n et kisi altında bulunan bu ülkeler topa, yu
varlatılmış tahta bir sopayla vurmayı öğreniyorlardı. De
niz piyadeleri bu beyzbol sopalarını omuzlarında tüfekle
riyle birlikte getiriyorlar, ortalığı kana ve ateşe bulayarak
imparatorluk düzenini bölgeye zorla kabul ettiriyorlardı.
O zamandan beri bizler için futbol neyse, Karayibli ler için
de beyzbol aynı şeydir.
40
LATİN AMERİKA FUTBOLU
41
okula hiç adım atmamış i nsanların hayatını renklendiri
yordu.
Buenos Aires ve Montevideo sahalarında yeni bir tarz
doğuyordu. Milonga ezgilerinin çalındığı avlularda özel
bir dans şekli ortaya çı karken, özel bir futbol tarzı da ken
dine yol açıyor, süratle yayılıyordu. Karoların üzerinde
dans edenler yaptıkları figürlerle çiçekler çiziyorlardı. Fut
bolcular ise dar alanda kendi dillerini yaratıyorlar, topa he
men vurmuyorlar, topu tutuyor ve ona sahip oluyorlardı.
Bu oyuncuların ayakları, deri parçalarını ören eller gibi,
topun çevresinde dans ediyordu. Böylelikle Latin Ameri
kalı ilk virtüözlerin ayakları sayesinde 'el toque' denilen
tarz doğdu: Artık topa bir müzik aletiymişçesine, bir gitar
mışçasına hafif hafif dokunuluyordu.
Aynı dönemlerde Rio de Janeiro ve San Pablo'da fut
bol tropikal bir hal alıyordu. Yoksullar, futbolu hem zen
ginleştiriyorlar, hem de topluma mal ediyorlardı. Bu ya
bancı spor, oyunu kopya ederek oynamaya çalışan birkaç
varlıklı genci n ayrıcalığı ol maktan çıkıp Brezilya'ya mal
olmaya başlamıştı. Böylelikle onu keşfeden topluluğun
enerjisi ve yaratıcılığıyla gittikçe daha verim li bir hal alı
yordu. Büyük kentlerin varoşlarındaki dans meraklılarının
v e Zenci kölelerin savaş danslarının hareketleri kullanıla
rak yaratılan, bacakların havalarda uçuştuğu, bedenin dal
galandığı, güzel bel h areketlerinin sıkça kullanıldığı dünya
nın en güzel futbolu da böylece doğmuş oldu.
Futbol gitgide halkın tutkusu hali ne geliyordu ve gizli
güzell iğini gözler önüne seriyordu. Aynı zamanda elit ke
sime özgü bir vakit geçirme aracı olmaktan da çıkıyordu.
1 91 5 yılında futboldaki demokratik leşme Rio de J ane
iro' da yayımlanan 'Sports' dergisinde eleştirilere yol açı
yordu: 'Toplumda bell i bir yeri olan bizler, b ir işçiyle, bir
şoförle birlikte futbol oynamak zorunda kalacağız ... Böy
lelikle bu sporla uğraşmak bir zevkten bir fedakarlığa dö
nüşüyor, eğlenceli olmaktan çıkıyor'
42
FLA İLE FLU'NUN TARİHÇESİ
43
TOPLUMLARIN AFYONU MU?
Futbol, Tanrıya ne yönüyle benzer? H emen söyleye
yim: Birçok İnsanın ona inanmasıyla ve entelektüel leri n
ona ku§kuyla yakla§masıyla.
1 880 yılında Londra'da Rudyard Kiplinr, futbolla alay
ederek §öyle dedi: " Ancak küçük ruhlar bu oyunu o yna
yan, çamura bulaşmı§ aptallar sayesinde tatmin olabilir
ler." Bir yüzyıl sonra forr,e Luıs Borr,es, Buenos A ires'de
duygularını daha zarif bir §ekilde ifade ediyordu: O, 1 978
Dünya Kupasında Arjantin M illi Takımı fi nal maçı nı oy
nadığı gün ve saatte, ölümsüzlükle ilgili bir konferans ver
meyi yeğlemݧtİ.
Birçok muhafazakar aydının bu konudaki a§ağılamala
rı, topa tapınmanın, halkın hak ettiği bir batıl i nanç oldu
ğu savına dayanır. Her §eyi yle futbola İnanını§ olan halk
kitleleri, kendilerine yakışan bir şekilde ayaklarıyla dü§ün
meye ba§larlar ve bili nçaltlarında tatmi n olurlar. Bu a§a
mada hayvansı içgüdüler İnsan mantığına hakim olur, ce
halet kültürü ezer ve böylelikle ayaktakımının İstediği ger
çekle§mݧ olur.
Buna kaqın birçok solcu aydın, futbolu, yığınların
gücünü azalttığı ve devrimci güçlerini ba§ka yöne kanalize
ettiği için apğılarlar. Ekmek ve sirk, sirk var, ekmek yok:
İşçiler onların ahlaklarını bozan top tarafı ndan ipnotize
edilerek bilinçlerini yitiriyorlar ve sınıfları nın dü§manları
tarafından sürü gibi güdülüyorlar.
44
Futbol İngilizlere ve zenginlere ait olmaktan çıktığın
da, Rio de la Plata'da demiryolu atölyelerinde ve limanlar
daki tersanelerde organize edilmݧ ilk halk kulüpleri de or
taya çıktı. Bu durum kar§ısında bazı anaqist ve sosyalist
yöneticiler, toplumdaki çeli§kileri gizleyen ve grevleri en
gelleyen bu burjuva entrikasına kar§ı çıktılar. Futbolun
dünyada yayılması, ezilmݧ toplulukları daha çocuk ya§ta
baskı altına almak için yapılmı§ bir emperyalist manevra
sıydı.
Buna rağmen Argentinos Juniors Kulübü, bir ba§ka 1
M ayıs günü asılan, anaqist liderlerin anısı na Chicago Şe
hitleri adıyla kuruldu. Chacarita Kulübünün kurulU§U için
seçilen gün de yine bir 1 M ayıs günüydü ve kurulu§ ݧlem
leri, Buenos Aires'deki anaqist bir kütüphanede gerçekle§
t i ri lmݧtİ. Yüzyılın bu ilk yıllarında futbolu, vicdanı uyu§
turan bir öğe olarak görmeyip onu hoş kaqılayan solcu
aydın l ar da vardı. ݧte bunlardan biri olan İtalyan Mark
sist, Antonio Gramsci şöyle diyordu: " Açık havada ortaya
konan İ nsan sadakatinin krallığıdır futbol."
45
BAYRAK YERİNE TOP
47
Isidro Lingara Arjantin' deki futbol hayatına 1 939' da baş
ladı. İlk karşılaşmasında dört gol attı. Euzkadi'nin orta sa
hasında oynamış olan A ngel Zubieta'nın yıldızın ı n parla
dığı takım ise San Lorenzo idi. Sonra, Meksika'da Lingara
1 945'te yerel. şampiyonada gol kralı oldu.
Franco lspanya'sının örnek kulübü Real M adrid 1 956
ve 1 960 yılları arasında bütün düny3:ya hükmetti. Bu göz
kamaştırıcı takım, aralıksız olarak ispanya liginde dört,
Avrupa'da ve kıtalararası şampiyonalarda ise beş kupa ka
zandı. Real Madrid birçok yeri dolaşıyor ve insan ları hay
retler içinde bırakıyordu. Franco diktatörlüğü kendisine
benzersiz bir gezgin elçilik bulmuştu. Radyonun naklettiği
goller ise ulusal marş olan Cara al Sol'den daha etkili zafer
çanlarıydı. 1 959'da rejimin yöneticilerinden Jose Salis,
oyunculara minettarlığını belirtmek için bir konuşma yap
tı ve şöyle dedi: "Daha önce bizden nefret edenler sizin sa
yenizde şimdi bizi anlıyorlar." Her ne kadar ünlü hücum
hatları yabancı lejyona benzese de, Real Madrid de Cid
Campeador gibi, ırkını n gücünü temsil ediyordu. Bu hü
cum hattında Fransız Kopa ve iki Arjantinli, Di Stefano ve
Rial, Uruguaylı Santamaria ve Macar Puşkaş yıldız gibi
parlıyorlardı.
Aynı zamanda bir eldiven görevi de görebilen sol aya
ğının müthiş gücü nedeniyle Ferenc Puşkaş'a seyyar top
adını veriyorlardı. O yıll arda Barselona Kulübünde öbür
Macar futbolcular Ladisloa, Kubala, Zoltan Czibor ve San
dor Kocsis kendilerin i gösteriyorlardı. 1 954'te Kubala' da
inşa edilen büyük stat Camp Nou'nun ilk taşı yerleştirildi.
Kalabalık bir halk kitlesi, onların oyununu, milimetrik
paslarını, şiddetli şutlarını seyretmeye gidiyordu, bütün
bunlar eski stadyuma sığmıyordu. Bu arada Czibor ayağın
dan kıvılcımlar çıkarıyordu. Barselona'n ı n öbür M acar
futbolcusu Kocsis ise, çok iyi kafa vuruşları yapıyordu.
Ona 'altın kafa' adı n ı vermişlerdi ve gollerini b inlerce
mendil sal layarak kutluyorlardı. Kocsis'in Churcil'den
sonra Avrupa'nın en iyi kafasına sahip olduğu söyleniyor
du.
48
1 950 yılında Ku bala, daha sonra FIFA tarafından iki
yıllığına sahalardan uzaklaştırılmasına mal olacak, sürgün
de bir Macar takımı kurdu. Daha sonra 1 956 yılında Rus
işgali, çıkan halk isyanını bastırdığında, yine bir sürgün ta
kımında oynamış olan Puşkaş, Czibor, Kocsis ve öbür Ma
car oyuncular .FIFA tarafından bir yıldan fazla cezaya
çarptırıldılar. 1 958' de bağımsızlık savaşı sırasında Cezayir
ulusal renklerde forma giyen ilk futbol takımını kurdu. Bu
takımı M akhloufi, Ben Tifour ve aynı onlar gibi Fransız li
ginde profesyonelce top koşturan başka Cezayirliler oluş
turdu. Sömürgecilerin baskısıyla kuşatılan Cezayir, ancak
benzer nedenlerden dolayı FIFA tarafından birkaç yıl dış
lanmış olan F as ile maç yapabildi. Bunun dışında birkaç
maç da, bazı Doğu Avrupa ülkeleri ve bazı Arap ülkeleri
nin spor sendi kaları tarafından organize edilen takımlarla
yapıldı. FIFA, Cezayir takımına tüm kapılarını kapattı.
Fransız futbolu da bu oyuncularla tüm bağlarını keserek
onları ölüme m ahkum etti. Sözleşmeleriyle bağlı bu oyun
cular, bir daha asla profesyonel futbola dönemeyeceklerdi.
Cezayir, bağımsızlığını elde ettikten sonra Fransız
futbolu, tribünlerinin çok özlediği bu oyuncuları tekrar
çağı rmaktan başka çıkar yol bulamadı.
atmıştı.
Gradin, köle soyundan geliyordu ve Montevideo'da
doğmuştu. O, i nanı lmaz bir hızla fırlayıp yürüyormuşçası
na topa hakim olarak ve hiç durmadan rakiplerini savuştu
rarak hedefe son darbeyi vurduğunda İnsanlar yerlerinden
fırlıyordu. Tertemiz bir yüzü vardı; öylesine temiz yüz
lüydü ki, kötü görünmeye çalıştığında hiç inandırıcı ola
mazdı.
Juan Delgado'nun da ataları köleydi ve Uruguay'ın İç
kesimlerinde, Florida'da doğmuştu. Delgado, karnaval lar
da süpürge dansı yapar, sahalarda ise topu dans ettirirdi.
Oyun sırasında konuşur ve rakipleriyle dalga geçerdi.
- Lamba gıbi astım, derdi, topu kaldırı rken ve
- A t kendini yere, top değmesin, derdi şut çekeceği za-
man.
Uruguay, o zamanlar, milli takımı nda Zenci futbolcu
oynatan tek ül keydi.
50
•
ZAM ORA
On altı yaşı nda, henüz kısa pantolon giyerken birinci
ligde oynamaya başladı. İspanyol kulübünün Barselo
na'daki sahas ı na çı karken, yüksek yakalı bir İngil iz forma
sı, eldivenler ve onu güneşten ve tekmelerden koruyacak
olan miğfer gibi sert bir bere giydi. 1 9 1 7 yılıydı ve yük ta
şıma işi hala atlarla yapılıyordu. Ricardo Zamora, kalecilik
gibi çok ris kli bir meslek seçmişti. Kaleciden daha fazla
tehlike altında olan tek kişi hakemdi, o zamanlar ona Na
zareno deniyordu ve seyircileri sahadan uzak tutmak için,
tel örgüsü ve hendeği bulunmayan sahalarda izleyicilerin
İntikamına hedef oluyordu. Her golden sonra maç uzunca
bir süre duruyordu, çünkü seyirciler oyunculara sarılmak
ya da onları dövmek için sahaya giriyorlardı.
İlk maçta giydiği giysilerle Zamora ünlü oldu. İleri uç
oyuncuları nın korkulu rüyası oldu Zamora. Ona baktıkla
rı anda mahvoluyorlardı. Zamora kaledeyken kale küçülü
yordu, direkler ise gözden kayboluncaya kadar uzaklaşı
yorlardı.
Ona ilah diyorlardı. Yirmi yıl boyunca dünyan ın en
iyi kalecisi oldu. Konyak içmeyi seviyordu ve günde üç
paket sigara, birkaç da puro içiyordu.
51
Yüzyıl başında Baıselona'da yayımlanmış bir futbol el l<itabındon gö
runtuler.
52
SAMITIER
Zamora gibi fosep Samitier de on altı yaşında birinci
l igde oynamaya başladı. 1 9 1 8' de Bars el ona Kulübüne daha
önce görül memiş bir şekil de; parlak çerçeveli bir saat ve
yelekli bir takım elbise karşılığında transfer oldu.
Bir süre sonra takımın as oyuncusuydu ve yaşamöy
küsü kentin büfelerinde satılıyordu. Adı hayranlıkla, ka
barelerdeki şarkılarda, moda olan komedilerde ve Zamora
ile kendisi tarafından yaratılan Akdeniz tarzı futbolu öven
spor makalelerinde sık sık geçiyordu.
Ö ldürücü şutlar çeken bir ileri uç oyuncusuydu Sami
tier. Açıkgöz oluşuyla, eşsiz top hakimiyetiyle, mantık ku
rallarını hiçe saymasıyla, zaman ve mekan ın sı nı rlarını
zorladı.
53
SAHADA ÖLÜM
Abd6n Porte, Uruguay' da Nacional takımının forması
nı, dört yılı aşkın bir süreyle ve iki yüzü a§kın maçta ta§ı
dı. Her zaman alkı§landı, zaman zaman da tezahüratlar ya
pıldı ona ve bir gün yıldızı söndü.
Sonra onu takımdan çıkardılar. Bekledi, dön mek İste
di, döndü. Ama çaresi yoktu, kötü talih yakasını b ırakmı
yordu, insanlar onu ıslıklıyorlardı; savunmada kaplumba
ğaları bile kaçırıyordu, ataklarda ise etki li olamıyordu.
1 9 1 8 yazı sonunda, Nacional takımının sahasında Ab
d6n Porte, kendin i öldürdü. Yıldızının parlamı§ olduğu sa
hanın ortasında geceyarısı kendine bir kuqun sıktı. Bütün
!§ıklar sönüktü. Silah sesini de kimse duymadı.
Hava aydınlan ırken onu buldular. Bir elinde silahı,
öbür elinde ise bir mektup vardı.
54
FRIEDENREICH
1 91 9'da Brezilya, Uruguay'ı 1 -0 yenerek Güney Ame
rika Şampiyonluğunu i lan etti. Rio de Janeiro'da halk ken
dini sokaklara attı. Tüm kutlama faaliyetlerinde bayrak ni
yetine bir futbol ayakkabısı taşı nıyordu, altında da; 'Fri
edenreich'in zafer getiren ayakkabısı' yazan bir afiş vardı.
Golü zafere dönüştüren bu çamurlu ayakkabı ertesi gün
kent merkezinde bir kuyumcunun vitrinine yerleştirildi.
Alman bir babayla, Zenci bir çamaşırcı nın oğlu olan
Artur Friedenreich, yirmi altı yıl boyunca birinci ligde bir
kuruş bile almadan top koşturdu. Futbol tarihinde hiç
kimse onun kadar gol atamadı. Kendisi gibi Brezilyalı olan
ünlü topçu Pele'den bile daha fazla gol attı, profesyonel
futbolun en fazla gol atan oyuncusu Brezilyalı Pele 1 .2 79
gol atmıştı. Friedenreich'in ise 1 .329 golü vardı.
Bu yeşil gözlü melez, Brezilya futbol tarzını yarattı.
İngiliz kurallarını kırdı: Bunu başaran o muydu, ayakla
rındaki şeytan mıydı, anlaşılamadı. Friedenreich beyazla
rın vakur stadyumuna, kenar mahallelerde bez bir topu
tekmeleyerek eğlenen çikolata renkli çocukların umursa
mazlığını taşıdı. Böylece fanteziye açık, eğlenceye önem
veren ve sonucu pek de umursamayan bir futbol tarzı doğ
du. Friedenreich'den beri, buram buram Brezilya kokan
bu futbolun hatları Rio de Janeiro'nun dağları ve Oscar
Niemeyer'in binal ap gibi yuvarlaktır.
55
BÖLÜNMÜŞLÜKTEN BİRLİGE
1 92 1 'de Amerika Kupası, Buenos Aires'de oynanacak
tı. Brezilya Başkanı Epitacio Pessoa, ülken i n prestij i söz
konusu olduğundan, şampiyonaya koyu tenli hiçbir fut
bolcunun gönderilmemesini emreden ırkçı bir ferman çı
kardı. Beyazlardan oluşan takım oynadığı üç maçtan ikisi
ni kaybetti.
Bu Lati n Amerika şampiyonasında Friedenreich oyna
madı. O dönemde Brezilya futbolunda Zenci olarak oyna
mak imkansız, melez olarak oynamak ise çok zordu. Fri
edenreich sahalara her zaman geç iniyordu, çünkü soyun
ma odasında yarım saat kıvırcık saçlarını düzleştiriyordu.
Fluminense takım ının tek melez oyuncusu olan Carlos Al
berto ise yüzünü pirinç tozuyla beyazlaştırıyordu.
Daha sonra güç odak larına rağmen işler değişti. Uzun
vadede, ırkçılığın boyunduruğu altındaki futbol, çeşitli
renklerdeki bütünlüğüyle ortaya çıktı. Geçen bunca yılın
sonunda Friedenreich'den Romario'ya, Domingos da
Gula'dan Le6nidas'a, Zizinho'dan Garrincha'ya, Didl ve
Pele'ye kadar Zenci ve melez oyuncuların, Brezilya tarihi
nin en iyi oyuncuları oldukları kanıtlandı. Hepsi yoksul
luktan gelmişti ve bazıları geldikleri yere geri döndüler.
Buna karşın, Brezilya otomobil yarışlarında ne bir Zenci
ne de bir melez görüldü. Bir zengin sporu olan teniste de
durum farksızdı. Dünyanın sosyal piramidinde Zenciler
altta, beyazlar üsttedir. Brezilya'da buna ı rksal demokrasi
56
denir, ama as lında futbol, siyah tenli İnsanlara, beyazlarla
e§İt ko§ullarla mücadele edebilecek leri, a§ağı yukarı de
mokratik birkaç al andan biridir. Bu belli bir noktaya ka
dar doğru olabil ir, ama yalnızca belli bir noktaya kadar,
çünkü futbolda da bazıları öbürlerine göre ayrıcalıklıdır.
Aynı haklara sahip olsalar da, iyi beslenen bir sporcuyla
açlık çekerek büyümü§ bir sporcunun e§İt ko§ullarda mü
cadele ettiklerin i kimse savunamaz. Zenci ya da melez, to
pundan ba§ka bir oyuncağı olmayan yoksul çocuğa futbol,
en azından sosyal açıdan yükselme fırsatı veriyor. Top
onun İnanabileceği tek sihirli değnek. Belki ekmeğin i on
dan çıkarabilir; daha da ötesi top onu bir kahramana, hatta
bir i laha dönü§türebilir.
Yoksulluk onu ya futbola ya da suç ݧlemeye yönlen
dirir. Doğduğu andan ba§layarak bu çocuk fiziki dezavan
tajını bir silaha dönü§türmek zorunda kalır ve hemen,
onun toplumdaki yerini inkar eden düzenin kurall arını
ayaklarının becerisiyle kendi lehine çevirmeyi öğrenir.
Her soruna bir çıkı§ yolu bulur; rol yapma ve §a§ırtma, ra
kibin hiç beklemediği taraftan kendine yol açma ve kıvrak
bir bel hareketiyle ondan sıyrılma konusunda uzmanla§ır
ve bu alemin tüm gerekleri ni harfi harfine öğrenir.
'i7
AMERİKA'NIN İKİNCİ KEZ KEŞFİ
Pedro Arispe için vatan sözcüğü hiçbir şey ifade etmi
yor. Vatan onun doğmuş olduğu yerdir; ama onun için
fark etmez, çünkü bu konuyu kimse ona danışmamıştır.
Öte yandan vatan, bir buzdolabı uğruna, amele olarak,
kendini paralayarak çalıştığı yerdir. Onun için şu patron
ya da bu patron, dünyanı n şurası ya da burası hiç fark et
mez. Ama Uruguay 1 924'te Fransa'da olimpiyat şampi
yonluğunu kazandığında, Arispe bu zaferde emeği geçen
futbolculardan biriydi: Bu arada ülkesinin bayrağı, bayrak
direğinde, güneşin altında yavaş yavaş öbür bayraklardan
daha yükseğe çıkarken Arispe göğsünün kabardığı n ı h isset-
tı.
Dört yıl sonra Uruguay, Hollanda Olimpiyatlarında
da şampiyon oldu. 1 924 Olimpiyatlarında futbolcuların
yol paralarını ödeyebi lmek için evini ipotek ettiren yöne
tici Atilio Narancio şöyle dedi.
- Artık biz dünya haritasındaki o küçük nokta değiliz.
Mavi forma milliyet olgusunun kanıtıydı, Uruguaylı
olmak bir hata değil di, futbol bu küçük ü l keyi, dünyada
hiç tanınmazken kabuğundan çekip çıkarmış ve tanınması
nı sağlamışt ı.
1 924 ve 1 928 mucizelerin i yaratanlar işçiydi, bohem
hayatı yaşıyorlardı ve futboldan, salt mutluluktan başka
bir şey almıyorlardı. Pedro Arispe kasaptı, Jose Nasazzi
taş işçisiydi, Perucho Petrone manavdı, Pedro Cea buz da
ğıtıcısıydı. Jose Leandro Andrade karnaval müzisyeni ve
58
ayakkabı boyacısı. Onlar, fotoğraflarda büyük adam gibi
görünseler de henüz yirmi yaşında bile değildiler. Tekme
lerin acısını tuzlu suyla, sirkeli bezlerle dindirmeye ya da
birkaç bardak şarapla unutmaya çalışıyorlardı.
1 924'te Avrupa'ya üçüncü mevkide geldiler ve orada
ödünç parayla, tahta sıralarda uyuyarak, başını sokacak bir
dam karşılığında ve karın tokluğuna maçlar yaparak, hep
i kinci mevkide yolculuk ettiler.
Paris Olimpiyatlarına giderken İspanya'da dokuz maç
oynadılar ve dokuzunu da kazandılar.
İlk kez bir Lati n Amerika takımı Avrupa'da oynu
yordu. Uruguay ilk maçında Yugoslavya ile karşılaştı. Yu
goslavlar maçtan önce antrenmanlarına ajanlar yolladılar.
Uruguaylılar bunu fark ettiler ve yere tekme atarak, topu
bulutlara yollayarak, her adımda tökezleyerek ve birbirle
rine çarparak antrenman yaptılar. Ajanlar durumu şu söz
lerle bildirdiler:
- Bu kadar uzaktan gelen bu zavallılar acınacak hal
deler!
Bu ilk maçı en fazla iki bin kişi izledi. Uruguay bayra
ğı ters yönde yükselmişti, güneş aşağıdaydı ve milli marş
yerine bir Brezilya marşı duyuluyordu. O akşamüzeri
Uruguay Yugoslavya'yı 7-0 yendi.
Bu durum Amerika'nın ikinci kez keşfi gibi bir şeydi.
Karşı laşmadan karş ılaşmaya halk, bu sincap gibi hareketli,
topla satranç oynayan adamları görmek için birbirini ezi
yordu. İngiliz futbolu, uzun ve yüksekten atılan pasları ya
saklıyordu; ama bu tanınmamış, uzaklardaki A merika'da
59
doğmuş çocuklar babaları nı taklit etmiyorlardı. On lar kısa
paslarla oynanan ve ayaklarda şimşek gibi ani sürat deği
şiklikleri ne ve çok hızlı aldatmacalara dayanan bir futbol
tarzını tercih ediyorlardı. Aristokrat bir yazar olan Henri
de Montherlant, heyecanını şu şekilde dile getiriyordu: "Bu
bir devrimdir! İşte gerçek futbol burada. Bizim bildiğimiz,
bizim oynadığımız, bununla kıyaslanınca futbol değilmiş
meğer, bizim gördüklerimiz bir okul eğlencesinden öteye
gitmiyormuş"
30 ve 50 Dünya Kupaların ı da kazanan bu 1 924 ve
1 928 Olimpiyatlarının Uruguay futbolu, büyük ölçüde, ül
kenin her yerinde futbol sahaları açan, beden terbiyesi zo
runluluğu konusundaki resmi politika sayesinde mümkün
olmuştu. Aradan çok yıllar geçti ve bu sosyal devletten de
o futboldan da geriye yalnızca anılar kaldı. Enzo Frances
coli gibi bazı zeki oyuncular eski sanatları yeni lemeyi ve
miras olarak almayı bildiler, ama genelde Uruguay futbolu
eski halinden çok uzak bir durumda. Gün geçtikçe futbol
oynayan delikanlıların sayısı gibi, oyundaki şevkleri de gi
derek azalmıştır. Buna rağmen hiçbir Uruguaylı yoktur ki
kendini futbolda taktik ve strateji uzmanı ve futbol tarihi
konusunda bilgin saymasın. Uruguaylıların futbola olan
tutkuları o zamanlara dayanır ve bu tutkunun kökleri çok
derinlerde olduğu için kolay kolay sökülüp atılamaz. Milli
takım ne zaman bir maça çıksa, ülkenin solunumu durur,
politikacılar, panayır şarkıcıları ve konuşmacıları suskun
laşırlar; aşıklar aşklarına, sinekler uçuşlarına ara verirler.
60
•
ANDRADE
Avrupa, hiç futbol oynayan Zenci görmemişti. 1 924
Olimpiyatlarında Uruguaylı fose Leandro Andrade göste
rişli oyunuyla göz kamaştırdı. Bu lastik bedenli adam orta
sahada topu rakibine dokundurmadan sürüyor ve atağa
kalktığında bedenini eğip bükerek bir sürü insanı eğlendi
riyordu. Maçlardan birinde orta sahayı top başında olduğu
,
halde geçti. Halk onu alkışlıyordu, Frans ız basını ondan
'harika Zenci' diye söz ediyordu.
Turnuva bittiğinde Andrade bir süre Paris'e demir at
tı. Orada bir gezgin, bohem ve kabareler kralı oldu. Rugan
ayakkabılar, Montevideo'dan getirdiği sandaletlerin i n ve
bir silindir şapka da eski beresinin yerini aldı. Dönemin
magazin dünyası, Pigal gecelerinin hükümdarı nın resmini
selamlıyordu. Dans eden paslar, mimi kler, hep uzaklardan
bakan kısık gözler ve öldürücü bir tip. İpek fular, çizgili
ceket, sarı eldivenler, gümüş saplı bir baston.
Andrade uzun yıllar sonra Montevideo'da öldü. Arka
daşları onun yararına birçok festival düzenlemeyi planla
mışlardı, ama hiçbirisi gerçekleşemedi. Yoksulluk içinde
veremden öldü.
Latin Amerikalı bu yoksul Zenci, futbolun ilk ulus
lararası i lahıydı.
61
FİYONK
Uruguaylı futbolcuların sahada sürekl i sekizler çize
rek yaptıkları hareketlere fiyonk adı veriliyordu. Fransız
gazeteciler, rakiplerin taş kesilmesine yol açan bu büyü
nün sırrını öğrenmek İstediler. Tercüman Jose Leandro
Andrade onlara formülü açıkladı: futbolcular antrenman
larda, kaçan tavukları kovalayarak sekizler çiziyorlardı.
Gazeteciler buna inandılar ve bunu yayımladılar.
Yıllar sonra, iyi fiyonklar Latin Amerika futbolunda
goller gibi alkışlanıyordu. Benim çocukluk anılarım onlar
la doludur. Gözlerimi kapatıyorum ve görüyorum, örnek
ol arak Walter Gomez'i verebiliriz; rakip takımın arasına
baş döndürücü bir hızla dalan bu adam, attığı çalımlarla fi
yonklar çizerek, arkasında saf dışı kalmış birçok oyuncu
bırakırdı. Tribünlerden şöyle bir ses yükseliyordu:
Halk, Walter G6mez'i görmek için
artık yemek yemiyor.
O, topu evirip çevirip, yoğurmaktan hoşlanıyor, onu
alırlarsa güceniyordu. Bugün söylenebilecek şu sözü hiçbir
teknik direktör ona söylemeye cesaret edemezdi:
- Birieyler yoğurmak istiyorsan fırına git.
Fiyonk yalnızca hoş görülen bir haylazlık değildi, ar
zu edilen bir mutluluktu.
Günümüzde yapılması yasaktır, yasal olmadığı yerler
de de bu sanat sürekl i takip altındadır; şimdilerde bu tip
gösteriler egoizm ve teş hi rcilik örneği olarak algılanıyor,
bu tip hareketler takım oyununa karşı yapıl mış sabotajlar
olarak görülüyor ve karşı tarafın kuvvetli savunması karşı
sında etkisiz kalıyor.
62
OLİMPİK GOL
Uruguay takımı 1 924 Olimpiyatlarından döndüğün
de, Arjantin l iler onlara bir dostluk maçı önerdiler. Maç
Buenos Aires' de oynandı. Uruguay, bir gol farkla maçı
kaybetti.
Solaçık Cesdreo Onzari, Arjantine zaferi getiren golün
kahramanı oldu. Bir köşe atışı yaptı ve top hiç kimseye
dokunmadan kaleye girdi. Futbol tarihinde ilk kez böyle
bir gol atılıyordu. Uruguaylıların dilleri tutuldu. Konuşa
bildiklerinde gole itiraz ettiler. Onlara göre kaleci Mazali,
top gelirken itilmişti. H akem onlara kulak asmadı. O za
man, Onzari'nin n iyetinin topu kaleye atmak olmadığı,
golün, rüzgar sonucunda gerçekleştiği söylentilerini yay
maya koyuldular.
Golün anısı na ya da onunla alay etmek için, bu tuhaf
gole olimpik gol adı veri ldi ve hala tek tük böyle goller gö
rüldüğünde onlara bu ad veril iyor. Onzari hayatının geri
kalan kısmını bunun bir rastlantı olmadığına yemin ede
rek geçirdi. Üzerinden yıl lar geçtiği halde bu güvensizl ik
sürüyor. Her seferinde bir köşe atışı aracısız şekilde fileleri
salladığında halk golü tezahüratla kutluyor, ama bu vuru
şun bilinçli yapı l dığı na bir türlü inanmıyor.
63
PIENDIBENE'NİN GOLÜ
1 926 yılıydı. Golün sahibi fose Piendibene, attığı gol
den dolayı sevinç gösterisinde bulun madı. Piendibene eşi
ne az rastlan ılır ustalıkta bir oyuncu ve eşine daha da az
rastlanılır alçakgönüllülükte bir i nsandı; attığı golleri s ırf
karşı taraf al ınganlık gösterir diye kutlamaktan kaçınırdı.
Uruguay takımı Pefıarol, M o ntevideo' da Barselo
na'nın Espanol takımına karşı oynuyordu ve Zamora yü
zünden savunma hattını bir türlü delemiyordu. Daha son
ra gerilerden bir akın şöyle başladı: Anselmo iki rakip
oyuncuyu çalımladıktan sonra tçıpu Suffiati'ye bıraktı ve
bir duvar pası beklentisi içinde koşmaya başladı. O anda
Piendibene topu istedi, aldı, Urquizü'dan kurtuldu ve ka
leye yaklaştı. Zamora, Piendibene'nin sağ köşeden son dar
beyi vurmaya hazırlandığını gördü ve atladı. Top İse hiç
yerinden oynamamıştı, Piendibene'nin ayağının üzerinde
uslu uslu duruyordu. Piendibene boş kalenin sol tarafına
doğru ona yavaşça vurdu. Zamora geriye doğru bir kedi
çevi kliğiyle sıçradı, ama yapabileceği fazla bir şeyi yoktu;
topa ancak parmaklarının ucuyla dokunabildi, ama gole
engel olamadı.
64
RÖVEŞATA
66
SCARONE'NİN GOLÜ
1 92 8 Olimpiyatlarının fi nal maçıydı.
Piriz, Tarasconi 'den topu çalıp kaleye doğru ilerleye
ne kadar, Uruguay ve Arjantin berabereydiler. Borjas to
pu, sırtı kaleye dönük olarak kaqıladı ve kafa vuru§uyla
Scarone'ye gönderdi, Hector'nun top sende diye bağırma
sıyla Scarorıe müthi§ bir vole vurdu. Arjantinli kaleci Bos
sio uçtu, ama top çoktan filelerle kucakla§mı§tı. Top ağla
ra çarparak sıçrayıp sahaya geri döndü. U ruguay sant rforu
Figueroa onu bir tekmeyle cezalandırarak yeniden kaleye
soktu, çünkü bu §ckilde kaleden dı§arı çıkması terbi yesiz
likti.
67
GİZLİ GÜÇLER
Uruguaylı futbolcu Adhemar Canavessi, A rnster
dam' daki 1 928 Oli mpiyatı nın finalinde kendi varlığının ta
kıma vereceği zararı önlemek için bir fedakarlıkta bulun
du. Uruguay final maçını A rj antin ile oynayacaktı. Son an
da maça çıkmamaya karar veren Canavessi ·futbolcul arı sta
da götüren otobüsten indi, çünkü o ne zaman Arjanıin'e
kaqı oynasa Uruguay karması maçı kaybediyordu, üstel ik
son maçta şanssızlık eseri golü kendi kalesine atmıştı. Ca
navessi'nin yer almadığı Uruguay t akımı, A msterdam'daki
kaqılaşmada gali p geldi. Bir gün önce, Carlos Gardel, kal
dıkları otelde Arjantinli futbolcular için §arkı söylemişti.
Onlara §ans geti rmesi amacıyla Dandy adlı bir tangoyu ilk
kez söylemi§ti. İki yıl sonra tarih tekerrür etti. G ardel, Ar
jantin takımına şans dilemek için 'Dandy'i tekrar söyledi.
Bu kez, 1 930 Dünya Kupası finalinin arifesiydi, sonuçta
Uruguay yine kazandı.
Birçokları Gardel' i n davranı§ının iyi n iyetli olduğunu
savunuyorlar, bazıları da Gardel' in Uruguay yurtta§ı ol
masının altını çiziyorlar. Kimbilir! . .
68
NOLO'NUN GOLÜ
1 929 yılıydı . Arjantin takımı Paraguay'a karşı oynu
yordu. Nofo Fcrreıra topu uzaklardan getiriyordu. Rakip
lerini bir kenara ist i fleyerek, kendine yol açarak geli yordu
ki, defans oyuncuları bir duvar gibi karşısında beliriverdi
ler. Nolo bir anda du rdu. Du rduğu yerde topu iki ayağı
arası nda, yere değdirmeden ayaklarının üst kısmında sek
tirmeye başladı. Rakip oyuncuların tümü, soldan sağa, sağ
dan sola, bakışları hareket halindekı topa çi vilenmiş, ipno
tize olmuş şek ilde topu izlemeye başladılar. Nolo bir delik
bulup at ışını yapıncaya kadar bu bakı§ adeta yüzy ıllarca
sürdü. Ve sonunda top duvarı a§tı ve fileleri salladı.
Atlı polisler onu kutlamak için atlarından indi ler. Sa
hada yal nızca yirmi bin kı�i v ardı, ama hangi Arjantinliyle
konu§sanız o gün orada olduğunu siiyler.
69
30 DÜNYA KUPASI
70
•
71
ö n e m l i b i r §ey o l mad ı . D a h a sonra toplanan kalabal ı k Bu
enos A i res 'dekı U ruguay Ko nsolosluğu n u t ap t ut t u .
� a rn p i y o n ada ü ç ü n c ü l üğü, k adros u nda, t ab i yet i ne ye
nı geçını § b i rkaç İskoçyalı b u l u n a n A m e r i k a B i r l q i k Dev
letler i , dörd ü n c ü l üğü ise Yugoslavva a l d ı .
Kaq ı l a�malardan h i �·b i r i berabere s o n u ç l a n m a d ı . A r
j an t ı n l i St.i.b i l e sekiz golle gol kralı oldu; i k i n c i l iği i se o n u
bq gol l e ızleyen Urugua v l ı C e a aldı. Frans ı z L o u i s La
urent, Meksi ka\·a, d ü n y. ı k u pa�ı t.ı ri h i nde i l k gol ü n ü att ı .
72
NASAZZI
Ondan X ı�ı n l arı b i l e geç e m i y ordu. Ona 'Korkıırıç'
ad ı n ı verm i § l erd i .
- Saha bir hımıjıe benzer- di yordu, -hrırmıirı ağzında
da ceza sahası var.
Orada, ceza sahas ı n d a o n u n borusu ötüyordu.
jose Nasazzi, 1 92 4, 1 92 8 ve 1 9.10 y ı l l arında D ü nya Ku
pas ı n a katılan U ruguay tak ı m ı nı n kaptan ı y d ı . U ruguay
futbol u n u n i l k kralı oLrn N as azzi, adeta tak ı m ı n ı n yel de
ğirmen i ydi, herkes o n u n b ağırı §ları na, h o m u r t u l a r ı n a, hat
ta n efes a l ı § ı na göre o y n a r d ı . Hiç k i mse, h i çb i r zaman
onun h a l i nden � i k ayet ett i ğ i n e t a n ı k olmad ı .
CAM US
1 930'da A lbert Camus, Cezayir Ü niversitesi takımının
kalesini koruyan melekti. Çocukluğundan beri kaleci ola
rak oynamaya alı§mı§tı, çünkü orada ayakkabılar daha az
eskiyordu. Fakir bir ailenin çocuğu olan Camus için saha
larda ko§mak bir lükstü. Her gece büyükan nesi onun
ayakkabılarının tabanını kontrol eder, eskimi§ bulursa
onu döverdi.
Kalecilik yılları boyunca Camus çok §eyler öğrendi.
- Şunu öğrendim ki, diyordu Camus, top birine hiçbir
?Aman beklediği yönden gelmiyor. Bu bana hayatta çok yar
dımcı oldu, özellikle de büyük �ehirlerde insanlar göründükle
ri gibi olmuyorlar.
Kazandığında çok sevinmemeyi, kaybettiğinde de çok
yerinmemeyi öğrendi; futbol oynayarak i nsan ruhunun
derinliklerine i nmeyi ba§aran Camus, daha sonra kitapları
vasıtasıyla, bu dünyanın labirentlerinde ilerlemeye devam
etti, bazı sırları nı öğrendi ve bi lgelik yolunda önemli bir
yol katetti.
74
DİZGİNLENEMEYENLER
Dünya §ampiyonluğu zevkini t atmı§ olan Uruguaylı
oyunculardan Perucho Petrone, İtalya'ya gitti. 1 93 1 yı lında
Fiorentina tak ımında ilk maçına çıktı: O ak§am üzeri on
bir gol attı.
İtalya'da fazla kalmadı. O, İtalya lig §ampiyonasının
gol kral ıydı ve Fi orentina ona açık çek verdi, ama Petrone
kısa zamanda, yükseli§e geçen fa§izmden sıkıldı.
Bezginlik ve özlem onu bir süre için, düzle§tirilmi§ top
raklarında goller atmaya devam ettiği Montevideo'ya geri
gönderdi. Futbolu bırakmak zorunda kaldığında henüz otuz
ya§ını doldurmamı§tı. FIFA onu futbolu bırakmaya zorladı,
çünkü Fiorentina ile olan kontratını doldurmamı§tı.
Onun bir §Utla duvar yı kabilecek güçte olduğu söyle
niyordu. Bilemiyoruz tabii. Onun §Utlarıyla kalecileri ba
yıltıp fileleri deldiği ise kanıtlanmı§tır.
Bu arada, Rio de la Plata'nın öteki k ı yısında Bernabe
Ferreyra da §iddetli §Utlar çekiyordu. Tüm takımların ta
raftarları topa çok uzun mesafeden vuran, savunmaları de
len ve topu kaleciyle bi rlikte filelere gönderen bu canavarı
görmeye geliyorlardı.
Tüm kaqıla§malardan önce ve sonra, devre aralarında
onun sanatı anısına bestelenmi§ bir tango hoparlörlerden
duyuluyordu. 1 932 yılında Crftica Gazetesi, Bernabe'den
gol yemeyecek kaleciye çok büyük bir ödül vermeyi ka
rarla§tırdı. O yıl bir ak§amüzeri Bernabe, gazetecilerin
kaqısında, ayakkabısının burnunda bir demir parçası giz
lemediğini göstermek için ayakkabılarını çık armak zorun
da kaldı.
75
PROFESYONELLİK
Futbol krizde olsa da hala İtalya'nın başlıca on sanayi
dalından birisidir. Son zamanlardaki, temiz eller ve temiz
ayaklar gibi hukuki skandallar en güçlü kulüplerin liderle
rini bile zor durumda bıraktı, ama yine de İtalyan futbolu,
Latin Amerikalı futbolcuları bir mık natıs gibi çekmekte
dir.
İtalya, Mussolini'li yıl larında bile futbolun kıblesiydi.
Dünyanın h içbir yerinde bu k adar çok para ödenmiyordu.
Futbolcular kulüplerini, 'İtalya'ya giderim' diyerek tehdit
ediyorlardı ve bu dalavere de kulüplere kesenin ağzını açtı
rıyordu. Bazıları da gerçekten gidiyorlardı. Yelkenliler Bu
enos Aires'den, Momevideo'dan, San Pablo'dan ve Rio de
Janeiro'dan futbolcuları İtalya'ya götürüyorlardı. A ileleri
ltalyan olmayanlara Roma'da, İsteklerine göre ve anında
İtalyan bir soyağacı çıkarılıyor ve yurttaşl ığa geçmeleri ko
laylaştırılıyordu.
Futbolcuların toplu göçü, bizim ülkelerimizde profes
yonel futbolun doğmasının nedenlerinden biridir. 1 93 1 yı
lında Arjantin futbolu profesyonel hale geldi, ertesi yıl da
Uruguay futbolu bu kararı aldı. Brezilya'da ise profesyo
nell i k 1 934 yılında başladı. O zamandan sonra, daha önce
leri gizliden gizliye yapılan ödemeler yasallaştı ve futbol
cular da işçi haline geldi. Sözleşmeyi onu yaşamı boyunca
76
tam gün çalı§mak üzere kulübüne bağlıyordu ve kulübü
onu satmadığı sürece takım değݧti remiyordu. Tıpkı bir sa
nayi i§çisi gibi bir ücret kaqılığında enerj is i ni sunan fut
bolcu toprak ağası nın kölesi durumuna geliyordu. Buna
rağmen, o ilk zamanlarda profesyonel futbolun ko§ulları
pek ağır değildi. Haftada yaln ızca iki saat -zorunlu antren
man vardı_ Arjantin 'de antrenmana katıl amayan oyuncu
doktor raporu getirmezse be§ pesoluk bir ceza ödüyordu,
34 DÜNYA KUPASI
Johnny Weissmüller, Tarzan rolünde ilk çığl ı kları nı
atıyordu, ilk deodorant piyasaya çıkmı§tı, Luisiana eyalet
polisi, Bonnie ve Clyde'ı mermileriyle delik deşik etmişti,
Güney Amerika'nın en yoksul iki ülkesi olan Bolivya ve
Paraguay, Standard Oil ve S hell adına Chaco petrolü için
birbirlerini yiyorlardı. Deniz piyadelerini Nikaragua' da
yenen Sandino, pusuya düşürülüp kurşunlanıyor ve katil
Somoza da o dönemde hanedanını kurmuş oluyordu. M ao
Çin'de devrimin yürüyüşünü başlatıyordu. Mussolini İtal
ya'da İkinci Dünya Futbol Şampiyonasının açılışını yapar
ken, Hitler A lmanya'da, k endisini üçüncü Reich'in Füh
rer'i ilan ediyordu ve Ari ırkı savunan yasayı onaylıyordu,
buna göre kalıtsal hastalığı olanlar ve suçlular kısırlaştırıla
caktı.
Şampiyonanın afişlerinde bir herkül, ayağında bir fut
bol topuyla faşist selamı veriyordu. 34 Dünya Kupası, Ro
ma' da, Duce için büyük bir propaganda aracı oldu. M usso
lini şeref tribününden bütün maçları izledi, on bir oyuncu
onu ve tribünleri hınca hınç dolduran çoğu kara gömlekli
seyircileri, başları dik ve el ayaları ileriye dönük şekilde se
lamlayarak zaferlerini Mussolini'ye armağan ettiler.
Ama zafere giden yol kolay değildi. İtalya ve İspanya
arasında oynanan maç, dünya kupaları tarihinin en zorlu
78
maçı oldu: Muharebe iki yüz on dakika sürdü ve ertesi
gün sona erdiğinde bazı futbolcular ya sava§ta aldıkları ya
ralar nedeniyle ya da güçleri tükendiği için oyun dı§ı kal
mı§lardı. Maç bittiğinde İtalya, as oyuncularından dördü
nü yitirmݧtİ, İspanya'nın kaybı İse yedi ki§iydi. Sakatla
nan İspanyol futbolcuların arasında, en önemli iki oyun
cusu da bulunuyordu; bunlar hücum oyuncusu Ldngara ve
ceza sahasında rakibini ipnotize eden kaleci Zamora idi.
Milli Fa§İst Parti'ye ait statta İtalya, Çekoslovakya ile
final maçını oynadı. Uzatmada 2-1 yendi. İtalyan yurtta§lı
ğına yeni geçmݧ olan iki Arjantinli oyuncu, Üzerlerine dü
§eni yaptılar: Orsi, kaleciyi çalımlayarak ilk golü attı, öbür
Arjantinli Guaita, İtalya'ya dünya kupasını ilk kez kazan
dıracak olan golün pasını Schiavio'ya verdi.
1 934 Dün ya Kupasına on altı ülke katıldı: On iki Av
rupa ülkesi, i ki Latin Amerika ülkesi ve dünyanın öteki
ucunun tek temsilcisi olan Mısı r. Eski §ampiyon Uruguay,
Montevideo'da yapılan il k dünya kupasına İtalya'nın katıl
madığını öne sürerek İtalya'ya gelmedi.
İtalya ve Çekoslovakya'dan sonra, Almanya ve Avus
turya üçüncülüğü ve dördüncülüğü kazandılar. Çekoslo
vak oyuncu Nejedly be§ golle gol kralı oldu; onu dört gol
le Alman Conen ve İtalyan Schiavio izlediler.
79
RIO DE JANEIRO'DA TANRI VE ŞEYTAN
80
rından olan ateşli yandaşları ise mutluluğa hasret kaldılar.
Bir Katoli k rahip olan Peder Coes, futbolcuların, her maç
tan önce, k ilisedeki ayinlere katılıp sunağın önünde diz çö
küp tespih çekerek dua etmeleri karşılığında onlara zaferi
garantı ettı.
Böylece Flamengo üç yıl boyunca arka arkaya kupayı
aldı. Rakip ku lüpler, Cardinal Jaime Camara'ya şikayette
bulundular: Flamengo haksız rekabet yapıyordu. Peder
Goes, Tanrının yolunu aydınlatmaktan başka bir şey yap
madığını açı klayarak kendini savundu ve Flamengo'nun
renkleri olan kırmızı-siyah renkl i tespihiyle oyuncular
için dua etmeyi sürdürdü; bu renkler aynı zamanda bir Af
rika Tanrısının renkleriydi ve İsa ile şeytanı canlandırıyor
du. Dördüncü yıl F lamengo şampiyonayı k aybetti. Oyun
cular ayine gitmekten vazgeçtiler ve bir daha asla tespih
çekmediler. Peder Goes, Roma'daki Papa'dan yardım İste
di ama Papa' dan bir yanıt alamadı.
Buna kaqın Peder Romualdo, Papa'nın izniyle F lumi
nense takımına üye oldu. Rahip bütün antrenmanlara katı
lıyordu. Bu durum futbolcuların hiç hoşuna gitmiyordu.
Fluminense, Rio Kupasını kazanamayalı on iki yıl olmuş
tu ve bu siyah tüylü, ne olduğu belirsiz kuşun yani pede
rin sahanın kenarında durması iyiye işaret değildi. Oyun
cular, Peder Romualdo' nun doğuştan sağır olduğundan ha
bersiz ona hakaretler yağdırıyorlardı.
Şanslı bir günde, Fluminense kazanmaya başladı. Şam
piyon oldu, sonra bir daha, bir daha. Futbolcular artık an
trenmanlarını Peder Romualdo'nun gölgesi altında olma
dan yapamıyorlardı. Attıkları her golden sonra onun cüp
pesini öpüyorlardı. Hafta sonlarında rahip maçları şeref
tribününden izlerken hakem ile rakip oyuncular hakkı nda
kimbilir neler mırıldanıyordu!
82
TILSIMLAR VE DUALAR
Birçok oyuncu sahaya, sağ ayakla ve haç çıkartarak gi
rer. Bo§ ka)eye sağ taraftan yana§ıp gol atanlar ya da direk
leri öpenler de vardır. Bazıları ise çime dokunup ellerini
ağızlarına götürürler.
Futbolcuların boyunlarında bir madalyon ya da bilek
lerinde onları koruyan sihirli bir §erit ta§ıdı kları sıkça gö
rülür. Penaltı atı§ında top yolunu §a§ırırsa, bunun nedeni
birinin topa tükürmü§ olduğudur. Yüzde yüz atılacak bir
gol kaçırılmı§sa, bunun nedeni bir büyücünün rakip kale
yi kapatmı§ olmas ıdır. Kaybedilse, bunun nedeni de oyun
cunun son zaferde giydiği formasını birine hediye etmݧ
olmasıdır.
Arjantinli kaleci Amadeo Carrızo, gölgede ve güne§te
hiç çı karmadığı beresinin uğuruyla, yenilmez kalesini se
kiz maçtır koruyordu. Bu bere çevredeki gol §eytanlarını
kaçırıyordu. Bir ak§amüzeri, Boca Juniors takımının
oyuncusu A ngel Clemente Rojas bereyi ondan çaldı. Car
rizo tılsımından yoksun kalarak iki gol yedi ve River takı
mı maçı kaybetti.
Bir İspanyol futbol kahramanı olan Pablo Herrıdndez
Cornnado, Real Madrid'in, sahasını geni§lettikten sonra al
tı yıl boyunca §ampiyonlu k yüzü göremediğini anlattı;
uğursuzluk bir taraftarın sahanı n ortasına bir di§ sarmısak
gömüp büyüyü bozmasına dek sürdü. Barselona Kulübü
nün ünlü oyuncusu Luis Sudrez uğursuzluğa İ nanm ıyordu
83
ama buna karşın yemek yerken şarabı döküldüğünde bir
kaç gol atacağını bi liyordu.
Rakip takımı bozguna uğrat maları için kötü ruhları
yardıma çağıran taraftarlar rakip sahaya tuz dökerler. On
ları korkutmak için kendi takımlarının sahası na avuç dolu
su buğday ya da pirinç kırıntıları serperler. Bazıları mum
lar yakar, toprağa içki serperler ya da denize çiçekler atar
lar. Bazı taraftarlar ise Nası riyeli İsa'dan ve yanarak, boğu
larak ya da kaybolarak ölen kutsal ruhlardan , oyuncuları
korumaları için yardım dilerler. Birçok yerde de Aziz Ge
orge'nin ve onun Afrikalı ikizi Ogum'un mızraklarının
nazara karşı birebir olduğu kanıtlanmıştır.
İyilikler karşıl ı ksız kalmaz. Tanrılar tarafı ndan gözeti
len taraftarlar kulüplerinin bayrağına sarıl ı olarak dizleri
üzerinde yüksek tepelerin yokuşlarına tırmanırlar ya da
günlerinin geri kalan kısmını, daha önce adamış oldukları
kadar tespih çekerek geçirirler. 1 957'de Botafogo Kulübü
şampiyon olduğunda Didl, soyunma odalarına uğramadan,
sahadan üzeri ndeki formasıyla çıktı, koruyucu azizine ver
diği sözü yerine getirmek için Rio de Janeiro kentinin bir
ucundan öbürüne yürüyerek gitti.
Ama bu i l ahi güçler bazen, başı uğursuzlu klarla dertte
olan futbolcunun ihtiyacı olduğu anda yardımına koşacak
zamanı bulamazlar. Meksika takımı 30 Dünya Kupasına
kötümser tahmin lerin sıkıntısı içinde gelm işti. F ransa'ya
karşı oynanacak maçın arifesinde Meksikalı antrenör Juan
Luque de Serral longa, Montevideo'daki otellerinde toplan
mış olan futbolculara bir moral konuşması yaptı: Onlara
Guadalupe Meryemi' nin, kendi topraklarında, Tepeyac te
pesinde onlar için dua ettiğini söyledi.
Anlaşılan antrenör, Guadalupe Meryemi'nin icraatları
hakkında yanlış bilgilendirilmişti. Evdeki hesap çarşıya uy
madı ve Fransa'dan dört gol yiyen Meksika şampiyonada
sonuncu oldu.
84
ERICO
Chaco Savaşının ortası nda, Bolivyalı ve Paraguayl ı
köylüler ölümle burun buruna yaşarken, Paraguaylı fut
bolcular ülke sınırları dışında fuıbol oynayıp kuş uçmaz
kervan geçmez çöllerde, savunmasızca helak olan yaralıları
için para topluyorlardı. Arsenio Erico, Buenos Aires'e bu
amaçla gelmişti, ama orada kaldı. Bu Paraguaylı, Arjantin
ligi nde bütün zamanların en büyük golcüsü oldu. Erico
her sezon k ırktan fazla gol atıyordu.
Onun bedeni nde gizli bir elastikiyet vardı. Hiç geril
meden, inanılmaz bir şekilde sıçrıyor, kafası, kalecinin el
lerinden daha yukarıya yükseliyordu; bacakları en hare
ketsiz olduğu anda aniden, büyük bir güçle topa vuruyor
ve gol atıyordu. Erico'nun gözde hareketi topuk pasıydı.
Futbol tarihinde, ondan daha isabetli topuk pası veren fut
bolcu görülmemiştir.
Erico gol atmadığı zamanlarda golleri arkadaşlarına
tepsi içinde sunardı. Catulo Castillo ona bir tango ithaf et-
ti:
Senin gibi yiğit
bin yıl da geçse gelemez
kimse senin gibi
topuk ve kafa pası veremez.
Her yaptığını, bir balet zarafetiyle yapardı Erico.
Fransız yazar Paul Morand onu top oynarken gördüğünde,
"Bu Nijinski'nin ta kendisi," demişti.
85
38 DÜNYA KUPASI
Max Thei ler, sarıhumma a§ıs ını bulmuştu; ren k li fo
toğraflar henüz ortaya çıkıyordu; Walt Disney, Pamuk
Prensesi ilk kez gösterime sokuyordu; Einstei n, A lexandre
Nevski'yi film haline getiriyordu. Harvardlı bir profesör
tarafından yeni İcat edil miş olan naylon, paraşüte ve kadın
çorabına dönü§üyordu.
Arjantinli şairler Alfonsina Storni ve Leopoldo Lugo
nes intihar ediyorlardı. Lizaro Cardenas, Meksika'da pet
rolü millile§tiriyor ve Batılı güçlerin ambargolarına ve
öbür tedbirlerine karşı koyuyordu. Orsan Wel les, Marslı
ların Amerika'yı i§gal ettiğini uyduruyor ve bunu radyo
haberi olarak verdirip bazılarını çok korkutuyordu. Stan
dard Oil, Amerika Birleş i k Devletleri 'nin, Meksika'yı ger
çekten işgal etmesini İstiyor ve böylelikle kötü örnek teş
kil edebilecek Cardenas'ın cüretkarl ığının cezalandırılma
sını İstiyordu.
İtalya'da 'Irk Manifestosu' kaleme al ınıyor, Yahudi
karşıtı saldırılar ba§lıyordu. Almanya, Avusturya'yı ݧgal
ediyordu. Hitler tüm enerj isini Yahudi avına ve toprak iş-
86
gali ne harcıyordu. İngi liz Hükümeti , yurttaşlarına zehirle
yici gazlardan nasıl korunacaklarını öğretiyor ve yiyecek
stoklamalarını söylüyordu. Franco, İspanya Cumhuriyeti
nin son kalelerini de kuşatıyor, Vatikan da onun kurduğu
hükümeti tanıyordu. Sartre, 'Bulantz 'yı yayımlarken, Ce
sar Vallejo Paris'te belki bir sağanak altında ölüyordu.
Orada, Paris'te Picasso dönemin rezaletini duyuran 'Guer
nica'yı sergilerken, pusuda bekleyen savaşın gölgesinde
Dünya Futbol Şampiyonaları nın üçüncüsünün açılışı yapı
lıyordu. Colombes Stadyumunda Fransa Cumhurbaşkanı
Albert Lebrun açıl ışı yaptı, topa vurmak istedi, ama ayağı
yere geldi.
Onceki gibi bu da bir Avrupa şampiyonası niteliğin
deydi. 38 Dünya Kupasına yalnızca iki Amerika ülkesi ve
on bir Avrupa ü lkesi katıldılar. O dönemde henüz Hol
landa'nın etkisindeki Endonezya karması, dünyanın öbür
bölgelerinin tek temsil cisi olarak Paris'e geldi.
Almanya, topraklarına yeni katmış olduğu A vustur
ya'nın beş futbolcusunu takımına aldı. Bu şekilde kuvvet
lendirilmiş Alman takımı, oyuncularının boynunda gamalı
haçlarla ve öbür Nazi sembolleriyle, yenilmez bir havayla
sahaya çıktı, ama mütevazı İsviçre karşısında tökezleyip
düştüler. Almanya'nın bu yenilgisi, New York'da Zenci
boksör Joe Louis'in Alman pmpiyon Max Schmeling'i
darmadağın ederek, 'üstün ırk' kavramına önemli bir darbe
87
vurmasından birkaç gün önce meydana geldi.
Buna karşı n İtalya önceki şampiyönadaki başarısını
tekrarlayabildi. Mavi-beyaz formalı takım yarı final karşı
laşmasında, Brezilya'yı yendi. Kuşkulu bir penaltı oldu,
ama Brezi lyalılar boşuna itiraz ettiler. 1 93 4'teki gibi yine
bütün hake�ler Avrupalıydı.
Sonra ltalya'nın M acaristan ile oynayacağı final günü
geldi. Mussoli ni için bu zafer bir ülke sorunuydu. Karşılaş
madan bir gün önce İtalyan futbolcular Roma'dan faşist li
d�!' çarafından İmzalanmış, dört kelimelik bir telgraf aldı
lar: 'Ya galibiyet, ya ölüm! ' Ö lrrıelerine gerek kalmadı,
çünkü İtalya maçı 4-2 aldı. Ertesi gün futbolcular, 'Du
ce'nin katı ldığı kutlama törenlerine askeri üniformalarla
geldiler.
Günlük gazete 'La Gazetta del/o Sport' onlara şu şekil
de övgüler yağdırdı: 'Bu, faşist sporun ırk bazında elde et
tiği büyük bir zaferdir.' Bir süre önce İtalya resmi basını
Brezilya'ya karşı aldıkları galibiyeti şu sözlerle kutlam ıştı:
'Zencilerin kaba kuvveti karşısında, İtalyan zekasının zafe
rini kutluyoruz.'
Bu arada uluslararası basın, turnuvanın en iyi oyuncu
larını seçti. Onlar arasında Brezilyalı ik i Zenci futbolcu
Leônidas ve Domingos da Guia da vardı. Leönidas attığı
sekiz golle gol kralı da olmuştu, onu yedi golle Macar
Zsengeller izliyordu. Leônidas'ın gollerinden en güzeli çıp
lak ayakla Polonya'ya attığı goldü. Leônidas, bardaktan
boşanırcasına yağan yağmurun altında, sahanın çamurunda
ayakkabısını kaybetmişti.
88
MEAZZA'NIN GOLÜ
3 8 Dünya Kupasıydı. Yarı finallerde İtalya ve Brezilya
ölüm kalım savaşı veriyorlardı. İtalya'nın forveti Piola ani
den, kurşun yemiş gibi yere düştü ve hareket ettirebildiği
tek parmağıyla Brezilyalı defans oyuncusu Domingos da
Guia'yı işaret etti. Ona inanan İsveçli hakem düdüğünü
çalarak penaltı verdi. Bu arada Brezilyalıların itirazları git
tikçe yükseliyor ve Piola üzerindeki tozları silkeleyerek
yerden kalkıyordu. Guise-ppe Meazz.a topu penaltı noktası
na yerleştirdi.
M eazza takımın j önüydü. Bu süslü, havalı ve zarif
oyuncu, tıpkı boğa güreşlerinde son vuruşu yapmaya ha
zırlanan matador gibi, meydan okuyan bir edayla, kaleci
nin karşısında başını kaldırdı. Birer el gibi bilge ve esnek
olan ayakları asla hata yapmazdı. Ama Brezilyalı kaleci
Walter, penaltıları kurtarmasıyla ünlüydü ve kendine gü
veniyordu.
Meazza gerildi ve tam topa vuracağı sırada pantolonu
düştü. Halk donakaldı, hakem neredeyse düdüğünü yutu
yordu. Ama Meazza durmaksızın, bir eliyle pantolonunu
yakaladı ve gül mekte olan kaleciyi yendi.
İşte İtalya'yı şampiyonluk maçına taşıyan bu gol oldu.
89
LEÔNIDAS
90
DOMINGOS
Doğuda Çin Seddi, Batıda Domingos da Guia!
Futbol tarihinde onun kadar sağlam bir defans oyun
cusu görülmemiştir. Domingos dört kentte, Rio de Jane
i ro, San Pablo, Montevideo ve Buenos Aires'de şampiyon
luk zevkini tattı; halk ona tapıyor, o oynadığı zaman stat
lar doluyordu.
Savunma oyuncuları önceleri, hücum oyuncularına si
nek gibi yapışırlar, toptan da bir an önce kurtulmak için
ay�kları yanmışçasına topu ileriye atarlardı. Domingos İse
tersine, rakibi nin geçmesine izin verir, bu arada topu raki
binden çalar ve sonra topu ceza sahasından çıkarmak için
kullanabileceği süreni n tümünü kullanırdı. Şaşmaz bir stili
vardı, bütün bunları ıslık çalarak ve başka taraflara baka
rak yapardı. O, sürati hiç sevmez, ağır çekimde oynardı.
Gerilim uzmanıydı ve yavaş oynamaktan zevk alırdı.
Onun yaptığı gibi, toptan yavaş yavaş ve İstemeyerek ay
rılma, ceza sahasından sakin bir şekilde çıkma sanatına
'Domingosvari' adı veril di. Domingos toptan ayrılmayı hiç
sevmezdi.
91
DOMINGOS VE TOP
92
ATILIO'NUN GOLÜ
1 939 yı lıydı. Momevideo'nun Nacional takımı ve Bu
enos Aires'in Boca Juniors takımı 2-2 berabereydiler ve
kaqılaşma bitmek üzereydi. Nacional takımının oyuncu
l arı saldırıyorlar, Boca takım ının oyuncuları İse kendi sa
halarına kapanmış direniyorlardı. O arada top Atilio'ya
geldi, kalabalığın arasına daldı ve kendisine sağ tarafta bir
boşluk buldu. Sahayı bir baştan bir başa katetti.
Atilio şiddetli darbelere alışıktı. Ona sürekli vuruyor
lardı, yara izleriyle dolu bacakları adeta bir haritayı andırı
yordu. O akşamüzeri gole giden yolda, Angeletti ve Su
arez' den şiddetli tekmeler yedi, ama iki kez onlardan sıy
rılmayı başardı. Bu arada Valussi onun formasını yırttı, bir
kolundan yakalayıp çekti ve ona hatırı sayılır bir tekme at
tı. İriyarı İbaöez tüm heybetiyle önüne dikildi. Ama top,
Atilio'nun bedeninin bir parçası gibiydi, oyuncuları bez
den oyuncaklarmış gibi havalara savuran bu hortumu hiç
kimse durduramıyordu. Sonunda Atilio toptan ayrı ldı,
korkunç vuruşu fileleri titretti .
Hava barut kokuyordu. Boca takımı nın oyuncuları
hakemi n çevresi ni sararak, kendi yapmış oldukları fauller
den dolayı golü İptal etmesin i İstiyorlardı. Hakem onlara
kulak asmadı ve oyuncular öfke i çinde sahayı terk etti ler.
93
HER MÜKEMMEL ÖPÜCÜK
TEK O LMAK İSTER
Birçok Arjantinli, ellerini kalplerinin üzerine koya
rak, o golü Racing takımının solaçığı 'çarpık' Enrique Gar
cia' nı n attığına yem i n ederken, birçok Uruguaylı da böyle
bir golü Pefıarol takımın forveti Pedro Lago 'n u n attığına
yemin ederler. Belki öyle, belki böyle olmu§tur, belki de
ikisi birlikte atmışlardır.
Yarım vüzyıl kadar önce Lago ya da Garcfa mü kem
mel bir gol atmıştı . Bu gol öyle bir goldü ki rakipleri ni öf
keden ve hayranlıktan adeta felce uğratnııştı. Rakip takım
oyuncuları, topu fil elerden aldılar ve ayakl arı nı sürüyerek
yavaş yavaş santraya doğru ilerlediler. Böylece yerden toz
kaldırarak, adeta bu mü kemmel hareketlerin izleri ni sil
mek İster gibiydi ler.
•
MAKİNE
1 940'ın başlarında Arjantin'in River Plate Kulübü,
bütün zamanların en iyi futbol takımlarından birini kur
muştu.
"Birkaç tanesi giriyor, ötekiler çıkıyor, hepsi yükseli
yorlar, hepsi iniyorlar, " diye açıklıyordu takımın kurucu
larından biri olan Carlos Peucel le. Oyuncular kendi arala
rında sürek l i bir rotasyonla yer değiştiriyorlardı. Savunma
oyuncuları i leriye çıkıyor, hücum oyuncuları İse savunma
ya katılıyorlardı. " Hem tahtada, hem sahada, " diyordu Pe
ucelle, "bizim taktik şemamız geleneksel olan 1 -2-3-5 değil.
1 -l O'dur. "
Her biri her pozisyonda oynasalar da ilerideki oyun
cular biraz daha fazla dikkat çekiyorlardı. Mufıoz, M ore
no Pedernera, 'Labruna ve Loustau yalnızca on sekiz maçta
bir araya geldiler, ama bir tarih yazdı lar ve hala herkes on
lardan söz ediyor. Beşi de ıslıklarla anlaşarak, adeta gözü
kapalı oynuyorlardı; ıslık çalarak sahada kendilerine yol
açıyorlar, yine ısl ık çalarak, onların peşinden hiç ayrılma
dan, bir köpek gibi mutlu bir şekilde onları takip eden to
pu çağırıyorlardı.
Halk, hareketlerinin şaşmazlığı yüzünden bu efsanevi
takıma 'makine' adını verdi. Doğrusu bu yakıştırma pek
isabetli sayılmazdı. Top oynamaktan zevk alan, hatta bu
yüzden gol atmayı bile unutabilen bu savunma oyuncula
rının mekani k sözcüğünün çağrıştırdığı soğuk havayla hiç
ilgi leri yoktu. O nlara 'Cefa Şövalyeleri' adını verenler daha
doğru bir ad bulmuşlardı; çünkü bu adamlar golü atıp kar
şı tarafı rahat bı rakmadan önce, onların ağızlarından girip
burunlarından çıkarak analarından emdikleri sütü burun
larından geti riyorlardı.
95
MOREN O
Meksi ka filmlerindeki jönlere olan benzerliği nede
niyle ona 'El Charro' diyorlardı, ama o Buenos Aires' de
dere kıyılarındaki haralardan geliyordu. fose Manuel More
no, River'ı n takımının en sevilen futbolcusuydu. Rakiple
rini yanıltmaktan zevk alırdı. Korsan bacakları buradan
sıçrayıp öteki tarafa gider, haydut kafası İse direklerden bi
ri ne gol sözü verir, ama topu öbürüne yollardı.
Rakip oyunculardan biri onu bir tekmeyle yere serdi
ğinde M oreno, §i kayet etmeden ve yardım istemeden kal
kar, canı ne kadar yanını§ olursa olsun oyuna devam eder
di. Çok gösteri§li, gururlu ve kavgacıydı; kaqı takımın ta
raftarlarıyla ve ona tapan ama River kaybettiğinde ona ha
karetler yağdırmak gibi kötü bir alı§kanlığı olan kendi ta
kımının taraftarlarıyla da tekme tokat kavga edebilecek bi
riydi.
'Milonga' dansına dü§kün olan bu arkada§ canlısı fut
bolcu, Buenos Aires gecelerinin aranılan bir simasıydı.
Moreno ya güzel kadınların kollarında ya da b a r kö§elerin
de sabahlardı.
- Tango en iyi an trenmandır, derdi ve sözlerini, ritim
var, ritmi bir anda değiştirmek var, bedeni kullanmak var,
hem insanın beli 'Ve bacakları da çalışıyor, diye sürdürürdü.
Pazar günleri maçtan önce bir koca tabak tavuk yiyip
bir §İ§e k ı rmızı �arabı bitirirdi. River takımı yöneticileri
ondan, bir sporcuya yakı§mayan bu kötü hayattan vazgeç-
96
mesini İstediler. O da elinden geleni yaptı. Bir hafta bo
yunca erken yattı, sütten başka bir şey içmedi, sonra da sa
haya çıkıp hayatının en kötü maçını oynadı. Soyunma
odasına döndüğünde takımdan uzaklaştırıldığı haberini al
dı. Arkadaşları bu iflah olmaz akşamcıya destek olmak
amacıyla greve gittiler. River takımı dokuz maçın ı yedek
oyuncularla oynamak zorunda kaldı.
Onu övmek İsteyenler şöyle derler: "Moreno futbol
tarihinin en uzun ömürlü oyuncularından biridir. Arjan
tin'in, Meksika'nın, Şili'nin, Uruguay'ın ve Kolombi
ya'nın değişik birinci lig takımlarında yirmi yıl boyunca
oynadı. 1 946'da Meksika'dan döndüğünde, River takımı
nın taraftarları onu tekrar görebilmek için stadı doldurdu
lar. Taraftarları tel örgüleri yıkarak sahayı işgal ettiler. Üç
gol attı ve sahadan hayranlarının omuzlarında çıktı. 1 952
yılında Montevideo'nun Nacional Kulübünden önemli b ir
teklif aldı, ama o Uruguay'ın başka bir takımı olan Defen
sor'da oynamayı tercih etti. Bu küçük bir takımdı ve ona
iyi bir ücret ödeyecek durumda değildi, ama Defensor'da
arkadaşları vardı. O yıl M oreno, Defensor'u küme düş
mekten kurtardı. "
1 96 1 yılında futbol hayatını bitirmişti v e Colom
bia'nın Medell fn takımının teknik direktörlüğünü yapı
yordu. Medellfn takımı Arjantin'in Boca Juniors takımı ile
oynuyor ve kaybediyordu. Oyuncular bir türlü kalenin
yolunu bulamıyorlardı. Bu durumda kırk beş yaşındaki
Moreno üzerini değiştirdi, sahaya çıktı ve Medellfn onun
attığı iki golle maçı kazandı.
98
•
99
BOMBALAR
Savaş bütün dünyaya eziyet çektirirken, Rio de Jane
iro'nun günlük gazeteleri, Bangu Kulübünün sahasına
Londra'nın bombardımanı n ı duyurdular. 1 943 yılı ortala
rında takım, Sao Cristovao ile maç yapacaktı, Bangu takı
mının taraftarları havaya dört b i n havai fişek atacaklardı.
Futbol tarihinin en büyük bombardımanıydı bu.
Bangu takımının oyuncuları sahaya girdiğinde bu ha
vai fişeklerin ışıkları saçılmaya b aş l adı. Sao Cristovao'nun
teknik direktörü, futbolcu ların ı soyunma odasında tuttu
ve kulakları nı pamuk tıpalarla tıkattı rdı. Havai fişek göste
risi devam ettiği sürece soyunma odasının olduğu kat, du
varlar ve futbolcular tir tir t itrediler. Hepsi de başları elle
rinin arasında, dişleri kenetlenmiş, gözleri sıkı sıkıya kapa
lı olarak yere çömelmişlerdi. Kendilerini Dünya Savaşının
ortasında kalmış gibi hissediyorlardı. Tir tir titreyerek sa
haya çıktılar. Sarası olanın sara nöbeti, olmayanın ise sıt
ma nöbeti tutmuştu. Gökyüzü yanan barutun etkisiyle si
yaha boyanmıştı. Bangu Kulübü büyük bir farkla maçı al
dı.
Kısa bir süre sonra Rio de Janeiro ve San Pablo takım
ları bir maç yapacaklardı. Yine bir savaş ortamı yaşandı;
günlük gazeteler Pearl Harbour'a saldırıyı, Leningrad ku
şatmasına ve öbür felaketlere benzer haberleri duyurdular.
San Pablo takımı Rio'da onları hiçbir zaman duyulmamış
dehşet l i bir gürültünün beklediğin i b iliyordu. O zaman
San Pablo'nun teknik direktörünün aklına çok parlak bir
fikir geldi; soyunma odalarında kapalı kalmak yerine,
oyuncular, Rio de Janeiro'nun futbolcularıyla birlikte, ay
nı anda sahaya girecekler, böylece bu bombardıman onları
korkutmak yerine onlara hoş geldiniz diyecekti.
Öyle de oldu, ama yine de San Pablo maçı 6-1 kaybet
mekten kurtulamadı.
1 00
DEMİRİ RÜZGARA DÖNÜŞTÜREN ADAM
Eduardo Chiflida, bir Bask şehri olan San Sebastian'da
Real Sociedad'ın kalecisiydi. Uzun boylu ve zayıftı, topu
rakibinden kendine özgü bir şekilde çalardı ve Barselona
ve Real Madrid Kulüpleri de ona göz koymuşlardı. Futbol
uzmanları onun, Zamora'nın yerini alacağını söylüyorlar
dı.
Ama alınyazısının onun için başka planları vardı.
1 943 yılında, adı haklı olarak 'Kemikkıran'a çıkmış olan
bir rakip ileri uç oyuncusu, onun dizini darmadağın etti.
Beş ameliyattan sonra Chillida futbola veda etmek zorun
da kaldı ve heykeltıraşlığa başlamaktan başka çaresi kalma
dı.
Böylece yüzyılın en büyük sanatçılarından biri doğ
du. Chillida hep ağır malzemelerle çalıştı, onun çalıştığı
malzemeler toprağa atıldığında saplananlardandı. Güçlü el
leriyle malzemeleri havaya atıyor ve yeni mekanlar ortaya
çıkaran demir ve beton eserler ortaya koyuyordu. Aynı
mucizeleri eskiden futbolda elleriyle değilse de bedeniyle
yaratıyordu.
1 01
GRUP TERAPİSİ
Enrique Pichon-Riviere bütün hayatını insan mutsuz
luğunun sırları nı kavramaya ve ileti§ imsizliğin neden oldu
ğu karamsarl ığı ortadan kaldırmaya harcadı .
Kendine futbol konusunda iyi bir müttefik buldu.
Kırklı yıllarda Pichon Riviere, akıl hastanesindeki hastala
rı ndan olu§an bir futbol takımı ku rdu. Arjantin kıyıları
nın sahalarında futbol oynatarak, topluma kazandırılmala
rı için bu deli lere en iyi terapi uygulanıyordu.
- Futbol takımının stratejisi benim en öncelikli göre
vimdir, diyordu, takımın hem antrenörü hem de golcüsü
olan psikiyatrist.
Yarım yüzyıl sonra, biz kentliler de topyekun yarı de
li sayı lırız. Ama hepimize yer olmadığından çoğumuz tı
marhane dı§ında ya§ıyoruz. Ya§am alanımız otomobi llerle
daraltılmı§, §iddetin et kisiyle kö§eye s ı k ı§tırılmı§ız; ileti
§imsizliğe mahkumuz, her geçen gün daha da üst üste yığı
lıyoruz ve yapm alanımız daralıyor, birbirimizi görmeye
bile vaktimiz yok.
Futbolda da tüm öbür §eylerde olduğu gibi üreticiden
çok tüketici var. Herhangi bir ki§i nin, küçük bir futbol
maçı düzenleyebileceği bütün bo§ araziler betonla kaplan
dı; i§ hayatı, futbol oynanabi lecek vakitleri yok etti. Hal
kın çoğunluğu futbol oynamak yerine, her geçen gün saha
dan daha da uzakla§arak, futbol oynayanları televizyondan
ya da tribünlerden seyrediyor. Futbol bir karnavala, yığı n-
1 02
lara hitap eden bir gösteriye dönüftü. Karnavallarda artist
leri seyretmekten başka sokaklara çıkıp dans eden, şarkı
söyleyenler olduğu gibi, futbolda da profesyonel futbolcu
ları seyredip onlara hayran olmaktan başka, salt eğlence
amacıyla kendilerini başrol oyuncusuna dönüştüren seyir
ciler de yok değil. Yalnızca çocuklar değil, iyi kötü, futbol
oynanabilecek sahalar ne kadar uzak olursa olsun, mahalle
arkadaşları, fabrika işçileri, aynı büroda çalışanlar ya da
aynı fakülteye gidenler, hala top oynayarak eğlenebilmek
için, yorgun luktan bitkin düşene dek maçlar düzenliyor
lar. Sonra da, yenenlerle yeni lenler hep birlikte, bir profes
yonel futbolcuya yasak olan içki ve sigara, güzel bir ziya
fet gibi zevkleri paylaşıyorlar.
Bazen kadın lar da bu eğlencelere katılıp onlar da gol
atabiliyorlar, ama genel itibarıyla maço eğilim onları bu
tür kutlamalardan uzak tutuyor.
1 03
MARTINO'NUN GOLÜ
1 946 yı lıydı. Uruguay'ın Nacional takımı, Arjamin'in
San Lorenzo takımını yeniyordu. San Lorenzo, Rene Pon
toni ile Rinaldo Martino'nun tehditlerine kaqı savunma
hattı nı kapatmı§tı. Bu iki futbolcu topu konu§turmalarıyla
ve gol atmak gibi kötü bir alı§kanlığa sahip olmalarıyla ün
kazanmı§lardı.
Martino sahanın kenarına geldi. Orada topu gezdirme
ye başladı. Sonsuz süresi varmış gibi görünüyordu. Aniden
Pontoni sağ uca ı§ınlandı. M artino durdu, kafasını uzattı ve
ona baktı. Bu a§amada Nacional'in savunma oyuncuları
hep birlikte Pontoni'nin üzerine çullandı lar; öbürleri av
köpeği gibi arkadaşını takip ederken, Martino, kafesine gi
ren bir muhabbet kuşunun edasıyla ceza sahasına girdi,
kaqısındaki savunma oyuncusundan sıyrıldı, vurdu ve go
lü attı.
Gol, Martino'nun eseriydi, ama rakibi yanıltmayı be
ceren Pontoni'nin de katkısı büyüktü.
1 04
HELENO'NUN GOLÜ
1 947 yılıydı. Botafogo, Rio de Janeiro'da Flamen
go'ya kaqı oynuyordu. Botafogo'nun hücum oyuncusu
Heleno de Freitas göğsüyle güzel bir gol attı .
Heleno'nun sırtı kaleye dönüktü. Top yukarıdan gel
di. Topu göğsüyle durdurdu ve yere düşürmeden döndü,
bedeni yay gibi geri lmişti. Göğsünde top olduğu halde yo
luna devam etti. Kaleyle arasında müthiş bir kalabalık var
dı. Flamengo'nu n sahas ında adeta tüm Brezilya nüfusu ka
dar insan birikmݧtİ. Topu yere indirirse kaybetmesi işten
bile değildi. Heleno bu §ekilde, arkaya doğru eğik halde
yürümeye ba§ladı ve topu göğsünde taşıyarak tüm dü§man
hatlarını yardı. Ona faul yapmadan topu kimse alamıyor
du ve olay ceza sahasının içinde geçiyordu. Heleno kale
nin önüne geldiğinde bedeni n i düzeltti, top ayaklarına
doğru süzüldü ve müthݧ bir şut çekti.
Heleno de Freitas'ın, Çingeneye benzeyen bir yönü
vardı, yüzü Rodolfo Valentino'ya benziyordu ve kuduz kö
pek mizacına sahipti, ama statlarda gerçek bir yıldızdı.
Bir gece tüm parasını bir kumarhanede yitirdi. Başka
bir gece kimbi lir nerede yitirdi yaşama sevincini? Son ge
cesinde ise bir yoksullar yurdunda sayıklayarak öldü.
1 05
50 DÜNYA KUPASI
Renkli televizyon piyasaya henüz çıkıyordu, bilgisa
yarlar saniyede bin toplama yapıyorlardı, M arilyn Monroe
Hollywood'da görünmeye başlamıştı. Bufıuel'in 'Unutul
muşlar' filmi Cannes'da saygı uyandırıyordu. Fangio'nun
otomobi li Paris'te zafer kazanmıştı. Bertrand Russell, No
bel Ödülünü alıyor, Neruda 'Genel Şarkı ' adlı k itab ı n ı ya
yımlıyordu; Onetti'nin 'Kısa Hayat' adlı romanının ve
Octavio Paz'ı n 'Yalnızlık Dolambacı'nın ilk baskıları pi
yasaya henüz çıkıyordu.
Puerto Rico'nun bağımsızlığı için yıllarca mücadele
veren Albizu Campos, B irleşik Devletler'de yetmiş dokuz
yıl hapse mahkum edilmişti. Bir muhbi r tarafından ihbar
edilen Güney İtalyalı efsanevi haydut Salvatore Giuliano,
polis kurşunlarıyla delik deşik edilmişti. Çin'de M ao Hü
kümeti, çokeşliliği ve çocuk ticaretini yasaklayarak ilk ic
raatlarına başlıyordu. Futbol oyuncuları, Dünya Savaşı ne
deniyle verilen uzun bir aradan sonra, Dördüncü Rimet
Kupası için mücadele etmek üzere Rio de Janeiro'ya iner
lerken, Kuzey Amerika birlikleri de, Birleşmiş Milletlerin
bayrağına sarılı olarak, kan ve ateşle Kore Yarımadasına gi
riyorlardı.
Yedi Amerika ülkesi ve yıkıntılar arasından henüz
kurtulmuş altı Avrupa ülkesi, 1 950' de Brezilya' da düzen le
nen turnuvaya katıldılar. FIFA, Almanya' n ı n oyunlara ka
tılmasını yasaklamıştı. İngiltere ise i l k kez bir dünya kupa-
1 06
•
1 07
ye naklen anlatan, 'Aquarela do Brasil'in bestecisi Ary
Barroso, maç yorumculuğu işini bırakmaya karar verdi.
Son düdük çalındıktan sonra, Brezilyalı futbol yo
rumcuları bu yeni lgiyi 'Brezilya tarihinin en kötü trajedisi'
olarak nitelendirdiler. Jules Rimet, kendi adını taşıyan ku
paya sarılmış olarak, perişan bir halde sahada dolaşıyordu:
- Kupa kollarımın arasında, onunla ne yapacağımı bi
lemeden, kendimi yapayalnız hissettim. Uruguay takım kap
tanı Obdulio Varela'yı buldum ve kupayı ona neredeyse gizli
ce teslim ettim. Ona tek sözcük söylemeden elini sıktım. "
Rimet, cebinde Brezilya Şampiyonluğu anısına yazdı
ğı konuşmayı taşıyordu.
Uruguay temiz bir maç çıkarmıştı. Uruguay takımı
on bir, Brezilya takımı ise 21 faul yapmıştı.
İsveç üçüncü, İspanya ise dördüncü oldu. Brezilyalı
Ademir attığı dokuz golle gol krallığını kazandı. Onu altı
golle Uruguaylı Schi affino ve beş golle İspanyol Zarra izle
diler.
1 08
OBDULIO
Ben çocukken koyu bir futbol taraftarıydım ve tüm
Uruguaylılar gibi radyoya kulağımı dayayıp dünya kupası
final maçını dinliyordum. Carlos Sole, Brezilya' nın gol at
tığını duyurunca dünya sanki başıma yıkıldı. O anda en
güçlü dostuma başvurdum: Tanrıya, M aracana Stadına gi
dip, orada oyunu tersine çevirmesi karşılığında bir sürü
adakta bulundum.
Hiçbir zaman adamış olduğum şeylerin çoğunu hatır
l�yamadım, bu yüzden adaklarımı yerine getiremedim.
Ustelik Uruguay'ın zaferi o güne dek görülmemiş bir se
yirci kitlesin i n önünde gerçekleşti. Hiç kuşku yok ki bir
mucizeydi, ama mucizeyi gerçekleştiren etten ve kemikten
oluşmuş bir ölümlü olan Obdulio Varela'ydı. Obdulio, çığ
üzerimize düşmek üzereyken maçı yavaşlatmış, daha sonra
tüm takımı sırt lamış ve salt cesaretle akıntıya kürek çek
meye başlamıştı.
Görev tamamlandığında gazeteciler kahramanın peşi
ne düştüler. O ise hiçbir zaman göğsünü yumruklayarak
en büyüğün biz olduğumuzu, Rio de Plata'nın çocuklarını
kimseni n alt edemeyeceğini söylemedi.
- Bir rastlantıydı, diye mırıldandı Obdulio, başını sal
layarak.
Fotoğrafını çekmek istediklerinde de sırtını döndü.
Geceyi yenik takım oyuncularıyla kol kola, Rio de Jane
iro'nun barlarında bira içerek geçirdi. Brezilyalılar ağlıyor
lardı. Hiç k i mse bu durumu kabullenemiyordu, kimse de
onu tanımadı. Ertesi gün, büyük bir posterin i n yerleştiril
miş olduğu M ontevideo Havaalanında onu bekleyen kala
balıktan kaçtı. Biraz keyiflenerek, Humphrey Bogart kılı
ğında, burnuna kadar indirdiği bir şapka ve yakaları kal
kık bir yağmurlukla oradan sıvıştı.
Bu müthiş başarı sonrasında, Uruguay futbolunun yö
neticileri kendilerine altın madalya, futbolculara ise gümüş
madalyalar ve bir miktar da para verdiler. Obdulio'nun al
dığı ödül ise ancak, 1 931 model Ford marka araba alması
na yetti. O da bir hafta sonra çalındı zaten.
1 09
BARBOSA
50 Dünya Kupasında sıra §anıpiyonanın en iyi kaleci
sini seçmeye geldiğinde bütün gazeteciler Brezilyalı Moacyr
Barbosa lehinde oy kullandılar. Barbosa, ku§kusuz ülkesi
nin de en iyi kalecisiydi. Elastiki bacakları vardı; soğuk
kanlı ki§İliğiyle takıma güven veriyordu. Bir süre sonra,
kırk ya§larındayken sahalara veda edinceye kadar da en iyi
kaleci unvan ını korudu. Top oynadığı onca yıl boyunca
Barbosa, hiçbir hücum oyuncusunun canını yakmadan
kimbi l i r kaç gol kurtarnıı§tı?
Ama SO Dünya Kupası final maçı nda, Uruguaylı hü
cum oyuncusu Ghiggia onu, sağ ayağının ucuyla attığı isa
betli bir §U.tia §a§ırttı. Öne doğru çı kını§ olan Barbosa, ge
riye doğru sıçradı, topa eli değdi, ama o anda yere dü§tÜ.
Topu savdığından emin bir halde ayağa kalktığında topu
filelerde buldu. Bu gol Maracana Stadyumunu §a§kına çe
virdi ve Uruguay' ı §anıpiyon ilan etti.
Üzerinden yıllar geçti, ama Barbosa hiçbir zaman affe
dilmedi. 1 993 yılında Amerika' da oynanacak dünya kupası
seçmelerinde o, Brezilyalı takı mının futbolcularına moral
vermek İstedi. Onları ziyarete gitti, ama yönetici ler onu
içeriye sokmadılar. O günlerde baldızının evi nde, küçük
bir jübile ücretinden ba§ka geliri olmadan ya§ıyordu. Bar
bosa §öyle dedi:
- Brezilya 'da en büyük suç ıçırı bile verilen ceza otuz
yıldır. Ben ise tam kırk üç yıldır, işlememiş olduğum bir su
çun cezasını çekı�vorum.
1 10
ZARRA'NIN GOLÜ
50 Dünya Kupasıydı. İspanya, İngiltere ile oynuyordu
ve İngilizler uzaktan çektikleri şutlarla sonuca gitmeye ça
l ışıyorlardı.
Forvet oyuncusu Gainza sahayı sol taraftan boydan
boya katetti, defansın yarısını · çalımladı ve İngiltere'nin
kalesine doğru şutunu çekti. Kaleci Ramsey, topa şöyle bir
dokunabildi ve Zarra'nın ikinci vuruşunda kontrpiyede
kaldı. Top sol direğin yanından ağlara gitti.
İspanya'nın altı şampiyonadaki golcüsü ve boğa güreş
çisi M anolete' nin mirasçısı Telmo Zarra'nın sanki üç baca
ğı vardı. Üçüncü bacağı güçlü kafasıydı. En ünlü gollerin i
kafayla atmıştı. Zarra b u maçta zafer golünü kafayla atma
dı, ama boynuna astığı lnmacul ada madalyonunu ellerinin
aras ında s_ıkarak sevinçle golü kutladı.
İspanyol futbolunun yöneticisi, Nazilerin Rusya'yı iş
galine katılmış olan Armando Mufioz Calero, General
Franco'ya telsizle bir mesaj gönderdi:
- Ekselansları, şeytanın bacağını kırdık.
Bu, 1 588'de İspanyolların Yenil mez Armadasının
Manş Denizinde bozguna uğratılmasının İntikamıydı. Mu
fioz, maçı 'dünyanın en büyük l iderine' ithaf etti. Bir son
raki maçı kimseye ithaf edemedi, çünkü İspanya, Brezil
ya'ya karşı oynadığı maçta altı gol yedi.
111
ZIZINHO'NUN GOLÜ
50 Dünya Kupasıydı. Yugoslavya'ya karşı oynanan
maçta, Brezilyalı forvet Zizirıho bir golü iki kez atmak zo
runda kaldı.
Bu futbolcu nizami olarak güzel bir gol atmıştı, ama
hakem haksızlık yaparak bu golü İptal etti. O da adım
adım golü aynen tekrar etti. Zizinho ceza sahasına aynı
yerden girdi; daha önce de yapmış olduğu gibi so l taraftan •
1 12
EGLENCELER
114
United Fruit'in topraklarına göz koyması, M arksist ve Le
ninist dü§üncelere sahip olduğunu kanıtlamaya yetmi§ti.
54 Dünya Kupasına on bir Avrupa, üç Amerika ülke
si, Türkiye ve Güney Kore katılmı§lardı. Brezilya takımı,
daha önceki beyaz formanın, Maracana' da kendisine §ans
getirmediği gerekçesiyle, ye§il yakalı sarı formasını ilk kez
giyiyordu. Ama kanarya renkli forma da etkisini hemen
göstermedi. Brezilya, Macaristan kaqısında zorlu bir maç
ta bozguna uğradı ve yarı finallere bile gelemedi. Brezilya
delegasyonu, İ ngiliz hakemi FIF A'ya §ikiyet etti ve onu
'Hıristiyan Batı Uygarlığına kaqı, uluslararası komüniz
me h izmet etmek'le suçladı.
Macaristan bu kupanın en büyük favorisiydi. Pu§
ka§'ın, Kocsis'in ve Hidegkuti'nin oynadığı bu kuvvetli ta
kım dört yıldır hiç yenilmemi§ti ve dünya kupasından bir
süre önce İngiltere'yi 7-1 yenmi§ti. Ama bu yorucu bir
§ampiyona olmu§tU. Brezilya ile yaptıkları zorlu mücade
leden sonra Macarlar, güçlerin i n son dam lalarını Uruguay
l ılara harcamı§lardı. Macaristan ve Uruguay, Kocsis'in attı
ğı iki gol maçın sonucunu belirl eyene kadar, hiç ara ver
meden, ölesiye, birbirlerini tüketerek oynamı§lardı .
Macaristan final maçın ı Almanya'ya kaqı oynadı.
Şampiyonanın ba§ında M acaristan, Almanya'yı 8-3 bozgu
na uğratmı§tı ve o maçta kaptan Pu§ka§ maçı bitirememi§,
sahayı terk etmi§ti. F inal kaqıla§masında Pu§ka§ yeniden
ortaya çıktı ve bacağındaki §iddetli ağrılara rağmen tek ba
cağıyla, bu parlak ama yorgun takı mın ba§ında oynadı.
Ba§ langıçta 2-0 galip olan Macaristan maçı 3-2 kaybetti ve
Almanya i l k kez dünya §ampiyonu oldu. Avusturya üçün
cü, Uruguay ise dördüncü oldular.
Macar Kocsis on bir gol atarak §ampiyonanın gol kra
lı olmu§tu, onu sekiz golle A lman Morlock, altı golle de
Avusturyalı Probst izlediler. Kocsis'in attığı on bir golden
en ba§arılısı Brezilya takımına attığı goldü. Kocsi's bir uçak
gibi havalanmı§, bir süre havada uçtuktan sonra golü kafa
sıyla, doksandan kaydetmi§ti.
1 15
RAHN'IN GOLÜ
54 Dünya Kupası final maçında, kupanı n favorisi Ma
caristan, Almanya ile oynuyordu. Maçın sona ermesine al
tı dakika vardı ve güçlü kuvvetli bir forvet olan Alman
He/mut Rahn , M acar defansının orta çizgide kaybettiği to
pu ele geçirdiğinde durum 2-2 'ydi. Rahn, Lantos'dan sıy
rıldı ve sol ayağıyla öyle bi r §Ut çekti ki, top Grosics'in ka
lesinin sağ direği nin yanı ndan içeriye girdi.
Almanya' nın en popüler maç spikeri olan Heribert
Zimmerman, Latin Amerika tutkusuyla bağırdı:
- Toooooooooooooooorrrr!!!
Bu, Almanya'nın sava§tan sonra katılabi ldiği ilk dün
ya kupasıydı ve Alman halkı yeniden, varolu§ hakkı oldu
ğunu hissetti. Bu gol, ulusal dirili§in bir simgesi haline gel
di. Yıllar sonra bu tarihi gol, kendisine yıkıntı lar içinde
bir çı kı§ yolu arayan bir kadının mutsuzluğunu anlatan,
Fassbinder'in 'Maria Braun 'un Evliliği' adlı filmi nde yankı
landı.
1 16
GEZİCİ REKLAM PANOLARI
Ellili yıl ların ortalarına doğru, Pefıarol, formalara ilan
almak için ilk anlaşmayı İmzaladı. On futbolcu, bir firma
nın adı göğüslerinde yazılı olduğu halde sahada göründü
ler. Buna karşın Obdulio Varela her zamanki formasıyla
maça çıktı ve bunu şöyle açıkladı:
- Önceden Zencileri, burnunda bir halkayla dola�tırır
lardı, artık o dönem kapandı.
Günümüzde ise her futbolcu aynı zamanda top oyna
yan bir reklam panosudur.
1 989'da Carlos Menem, Arjantin formasını giyerek,
Maradona ve öbür oyuncularla birli kte bir dostluk maçı
oynadı. Televizyonda maçı izleyen seyirciler onun A rj an
tin başkanı mı, yoksa Renault'nun başkanı mı olduğunu
anlayamadılar. Mcnem bu otomobil firmasının adını göğ
sünde, büyük harflerle taşıyordu.
1 994 Dünya Kupası seçmelerine katılan takımların
formalarında, Adidas ve Umbro markaları, ülkelerin bay
raklarından daha çok görülüyordu. Alman takımının an
trenmanlarda giydiği formalarda federal kartalı n yanında
Mercedes Benz in yıldızı vardı. Aynı yıldız VfB Stuttgart ta
'
117
Borussia Dortmund takımının oyuncuları Continentale si
gorta poliçelerinin, Borussia Mönchengladbach 'ın futbol
cuları ise Diebels biralarının reklamını yaparlar. Bayer fir
masının ürünleri olan Talcid ve Larylin İse şirketin adıyla
anılan futbol takımları Leverkusen ve Uerdingen futbol ta
kımlarının formalarında yer alır.
Göğüste taşınan reklam, sırtta taşınan numaradan da
ha önemlidir. 1 993'te Arjantin Kulübü Racing'i himaye
edebilecek bir şirket bulunamadı. Takım günlük Clarin ga
zetesine ümitsizce, 'Bir sponsor aranıyor .. . ' diye ilan verdi.
Söylenene gö,re reklam, sporun teşvik ettiği güzel gelenek
lerden daha ağır basıyor. Aynı yıl Şili stadyumlarında taş
kınlıklar tehlikeli boyutlara ulaştı ve maç boyunca alkol
satışı yasaklandı. Birinci l igde oynayan birçok Şili kulübü
ise, formaları aracılığıyla, seyirciye alkollü sert içkiler, bi
ralar ve Güney Ameri ka'ya özgü çeşitli içecekler öneriyor
lardı.
Bu tip gelenekler geliştikçe gelişti ve birkaç yıl önce
Papa'nın biL>mucizesi, kutsal ruhu bir kredi bankasına dö
nüştürdü. Bu banka günümüzde İtalya'nın Lazio Kulübü
nün sponsorudur ve formalarında Kutsal Ruh Bankası ya
zar, sanki oyuncuların her biri Tanrının veznedarıymış gi
bi.
1 992 yılının ilk yarısından başlayarak İtalyan Motta
Şirketi hesaplarını yaptı: M ilan Kulübü oyuncularının gö
ğüslerinde taşıdığı bu marka iki bin iki yüz elli kez gazete
lerdeki fotoğraflarda ve altı saat boyunca da televizyonda
birinci planda görünmüştü. Motta, M ilan'a o dönemde
dört buçuk milyon dolar ödemişti, ama şekerleme ve tatlı
satışlarında on beş milyon dolarlık artış gerçekleşmişti.
Kırk ülkede süt ürünleri satan Parmalat adl ı İtalyan şi rketi
de 1 993 yılını altın yıl ilan etmişti. Onların takımı olan
Parma ilk kez Avrupa Kupasını kazanmıştı ve Lati n Ame
rika' da markasını formalarında taşıyan üç takım, Palme
İras, Boca ve Pefıarol şampiyon olmuşlardı. Parmalat, Bre
zilya piyasasında on sekiz rakip şirketin arasında futbol sa-
118
yesinde ön sırayı almıştı. Bu arada Arjantin ve Urugaylı
tüketiciler arası nda da kendisine yol açıyordu. Üstelik,
Parmalat, Latin Amerikalı birçok futbolcunun da sahibiy
di, artık yalnızca onların formalarına değil, bacaklarına da
sahipti. Şirket Brezilya'da on bin dolar ödeyerek, Edilson,
Mazinho, Edmundo, Cleber ve Zinho adlı milli oyuncula
rı satın aldı. Palmeiras Kulübünden de yedi futbolcu aynı
şekilde satın alındı. Bundan sonra bu futbolcuları almak is
teyenler, şirketin İtalya'da, Parma'daki genel müdürlüğü
ne başvurmak zorundalar.
Televizyon, futbolcuları yakından göstermeye başla
dığından beri, oyuncuların giysileri, baştan aşağıya ticari
reklamlar tarafından işgal edildi. Bir futbol yıldızı ayakka
bı ların ı bağlama işini uzatıyorsa, bu onun ellerinin bece
riksizliğinden değildir; olsa olsa cebiyle alakalı bir kurnaz
lık vardır işin içinde: büyük bir olasılıkla Adidas'ın, Ni
ke'ın ya da Reebok'ın reklamın ı yapıyordur. 1 936' da Hit
ler'in Almanya'da düzenlediği olimpiyatlarda galip gelen
atletler ayakkabılarında Adidas'ın üç çizgisini taşıyorlardı.
1 990 Dünya Kupasında iki İngiliz gazeteci Simson ve Jen
nings, A lmanya_ ve Arjantin arasında oynanan final maçın
da Adidas şirketine ait olmayan tek öğenin hakemin düdü
ğü olduğunu fark ettiler. Top ve futbolcul arın, hakemin
ve yan hakemlerin Üzerlerinde bulunan tüm giysiler Adi
das markasını taşıyordu.
119
Dl STEFANO'NUN GOLÜ
1 20
Dl STEFANO
Bütün bir futbol sahası onun ayakkab ılarının içine sı
ğardı. Saha onun ayak larından doğar ve onun ayakların
dan yetişirdi. Di Stefano, sahada, kaleden kaleye topla, po
zisyon ve tempo değiştirerek koşar, yorgun ve yavaş bir ri
timle giderken birden önünde durulmaz bir kasırgaya dö
nüşürdü. Top ayağında olmadığı zamanlarda da kendini
marke edenlerden kurtulup hızla boş alanlara koşardı.
Hiç yerinde duramazdı. Kafasını yukarı kaldırarak
bütün sahayı görür ve dörtnala, atak için boşluklar açma
ya çalışarak sahayı baştan başa geçerdi. O, golün başında,
gerçekleşeceği zaman ve sonunda hep orada olurdu ve her
çeşit gol atardı.
- İmdat, imdat ok fırladı,
olanca hızıyla geliyor
Stadyum çıkışında halk onu omuzlarda taşırdı.
40'l ı ve SO'li yıllarda dünyada harikalar yaratan üç ta
kımı taşıyan adamdı. River Plate'de Pedernera'nın yerini
almıştı. M illonarios de Bogota'da Pedernera'nın yanında
yıldızı parladı ve Real Madrid'de beş yıl boyunca İspan
ya'n ı n gol kralı oldu. 1 99 1 yılın da, sahalardan çekileli çok
olmuştu, France Football dergisi Buenos A ires doğumlu
futbolcuya 'Avrupa'da bütün zamanların en iyi oyuncusu'
unvanını verdi.
121
.-:a .
GARRINCHA'NIN GOLÜ
122
58 DÜNYA KUP ASI
Amerika B irleşik Devletleri uzaya bir uydu gönderi
yordu. Bu yapay ay, dünya çevresi nde dönüyor, Rusların
sputnikleriyle karşılaşıyor, ama onları selamlamıyordu.
Dev güçler bu şekilde yarışırken Lübnan'da iç savaş vardı,
Cezayir yanıyordu, Fransa tutuşuyor ve General De Gaul
le, iki metrel ik boyunu alevler üzerine sererek kurtuluş sö
zü veriyordu. Küba'da Fide! Castro'nun Batista Diktatör
lüğüne karşı genel grevi başarısızlığa uğruyordu, ama Ve
nezuela' da öteki genel grev Perez Jimenez Diktatörlüğünü
altüst ediyordu. Kolombiya'da muhafazakarlarla l iberaller,
iki tarafta da yıkıma neden olan bir savaş döneminden
sonra görev dağıl ı mını seçi mle yapıyorlardı. Richard Nik
son, Latin Amerika gezisinde taş yağmuruna tutuluyor,
Jose M arfa Arguedas ise 'Derin Irmaklar' romanını yayım
lıyordu. Carlos Fuentes'in 'En Saydam Bölge' adlı romanı
ve idea Vilarifıo'nun 'A§k Şiirleri' adlı kitabı yeni piyasaya
çıkıyordu.
Macaristan'da 1 956'da ayaklanan ve bürokrasi yerine
demokrasi isteyen lmre N agy ve arkadaşları kurşuna dizi
liyorlardı. Haiti'de Papa Doc Duvalier'i n hüküm sürdüğü,
büyücü ve cellatlarla kuşatılmış sarayına saldıran .asiler öl
dürülüyordu. Jean XXIII ya da 'İyi fean ' henüz Papa seçil
mişti, Prens Charles İngiltere tahtının gelecekteki veliah
tıydı. Barbie, oyuncakların yeni kraliçesiydi. Joao Have
lange Brezilya'da futbol ticaretinin tahtına oturuyor, bu
arada on yedi yaşında olan Pele dünyanı n futbol kral ı ilan
ediliyordu.
1 23
Pele bu unvanı İsveç'teki Altı ncı Dünya Şampiyona
sında elde etti. Turnuvaya on iki Avrupa ülkesi ve dört
Amerika ülkesi katıldı. Öbür bölgelerden katılan olmadı .
İsveçliler maçları tribünlerden ve evlerinden seyrede
bildiler. Bu, dünya kupasının televizyondan canlı olarak
ilk naklen yayınıydı. Yalnızca orada canlı yayınlandı, dün
yanın geri kalan kısmı maçları daha sonra b anttan seyrede
bildiler.
Bu §ampiyonada i l k kez bir takım kendi kıtası dı§ında
oynayıp kupayı aldı. 1 958 Dünya Kupasına Brezilya takı
mı orta karar bir oyunla başladı, ama oyuncular isyan edip
teknik direktöre, istedi kleri kadroyu kurdurunca güçlendi
ler. Böylece be§ yedek oyuncu takıma girdi. Onların ara
sında henüz tanınmayan genç oyuncu Pele ve Brezilya'dan
§öhretiyle gelmݧ, önceki turnuvalarda dikkatleri üzerine
çekmݧ ama, psi koteknik ara§tırmalar sonucunda kendisi
ne zihinsel yetersizli k te§hisi konulması nedeniyle dünya
kupasından diskali fiye edilmݧ olan Garrincha vardı. Beyaz
oyuncuların yedeği olan bu Zenci oyuncular, göz kama§tı
rıcı oyunuyla dikkat çeken ve gerilerden harikalar yaratan
Didi ile birl ikte yeni yı ldızlar takımında birer yıldız gibi
parladılar.
Oyun ve ate§: Londra'nın World Sports Gazetesi,
"Bunun bu dünyada gerçekle§tİğine inanmak için gözleri
ovu§turmak gerek," diyordu. Yarı finallerde Brezilyalılar
Kopa ve Fontaine' l i Fransa'yı 5-2 yendiler ve final maçın
da da ev sahibi takımı yine 5-2 yendiler. İsveç takımının
kaptanı, dünya futbol tarihinin en temiz ve en §ık oyuncu
larından biri olan Liedholm, maçın ilk golünü attı, ama
1 24
sonra Vava, Pele ve Zagalo, Kral Gustavo Adolfo'nun şaş
kın bakışları altında onlara hadlerini bildirdiler. Brezilya
yenilmez şampiyon oldu. Maçın bitiminde oyuncular topu
en sadık taraftarları olan Zenci masör Americo'ya hediye
ettiler.
Fransa üçüncü oldu, Federal A lmanya da dördüncü.
Fransız futbolcu Fontaine on üç golle gol kralı oldu; bun
lardan sekizini sağ ayağıyla, dördünü sol ayağıyla ve birini
de kafasıyla atm ıştı; onu altı golle Pele ve A lman Helmut
Rahn izlediler.
1 25
NİLTON'UN GOLÜ
58 Dünya Kupasıydı. Brezilya Avusturya'yı 1 -0 yeni
yordu.
İkinci yarının başı nda, Brezilya defansının kilit oyun
cusu, futbol hakkındaki bilgisinden dolayı 'ansiklopedi'
adıyla tanınan Nilton Santos kendi ceza sahasından çıktı,
kendi yarı sahasını boydan boya katetti, o.na sahada bi rkaç
rakibinden sıyrılarak yoluna devam etti. Brezilya teknik
direktörü Vicente Feola da çizginin dışından saha boyunca
onunla ilerliyordu. Kan ter içindeydi ve sürekli:
- Geri dön, geri dön! diye bağırıyordu.
Nflton ise sarsılmaz b i r İnançla, rakip ceza sahasına
doğru ilerliyordu. Şişman Feola, umutsuzca başını elleri
nin arasına almıştı. Nflton topu hiçbir forvete vermedi:
Oyunu kendi kurdu, yürüttü ve harikulade bir golle so
nuçlandırdı..
Bir anda keyfi yerine gelen Feola şöyle diyordu çevre
si ndeki lere:
- Gördünüz mü? Size söylemedim mi? Gerçekten i§ini
iyi biliyor bu oğlan.
1 26
GARRINCHA
Birçok kardeşten biriydi ve ona Garrincha adı verildi;
bu çirkin ve işe yaramaz bir kuş ismiydi. Futbola başladı
ğında doktorlar çok şaşırdılar. Bu anormalin hiçbir zaman
sporcu olamayacağı teşhisini koydular. Cılızdı, çocuk felci
geçirmişti ; salaktı, topaldı, bir çocuk zekasına sahipti,
omurgası bir S şeklindeydi ve iki bacağı da aynı tarafa doğ
ru eğikti.
Onun gibi bir sağaçık, bir daha dünyaya gelmedi.
1 958 Dünya Kupasında oynadığı mevkideki oyuncular
arası nda en iyisi seçildi. 1 962 Dünya Kupasında ise şampi
yonanın en iyi oyuncusu seçildi. Sahada geçen yıl lar bo
yunca daha da fazlasına sahip oldu: Futbol tarihinde, çev
resine en çok mutluluk veren oyuncu o oldu.
O içinde olduğunda saha bir sirk, top da iyi eğitilmiş
bir hayvancık oluveriyordu. Maç mı dediniz? O da tabii ki
güzel bir eğlenceye dönüşüyordu. Garrincha, oyuncağını
kıskanan bir çocuk gibi topu ki mseye bı rakmıyordu, top
ile o öyle şeytanlı klar yapıyorlardı ki halk gülmekten iki
büklüm oluyordu. Kah o topun üzerinden atlıyor, kah
top onun üzeri nden aşıyordu; top saklanıyor, o kaçıyor
du, o kaçtığı nda top onu kovalıyordu. Tüm bunlar olup
biterken önlerine çı kan rakipleri, kendi araların da çarpışı
yor, ayakları dolaşıyor, fenalaşıyorlar ve yere yığılıyorlar
dı. Garrincha yaramazlıklarını orta sahadan uzak, yan çiz
gilerden sağdakine yakın bir yerlerde yapıyordu. Kenar
127
mahallelerde yet işmişti ve sahanı n da kenarında oynuyor
du. Botafogo adı verilen bir kulüpte oynuyordu. Kulübün
ismi 'ate� yakan ' anlamına geliyordu, ateşi yakan da oydu
tabii. Stadyumları yakan Botafogo oydu. İçkiden ve öbür
sağlığa zararlı şeylerden çok hoşlanıyordu. Kalabalıkları
hiç sevmiyor, nerede bir kalabalık bi rikse hemen oradan
ayrılarak uzak ·yerlerde oynanmayı bekleyen bir topun,
dans edi lmesini bekleyen bir müziğin, ya da öpülmeyi
bekleyen bir kadının peşine düşüyordu.
Peki hep galibiyetler mi görmüştü hayatı boyunca?
Hayır. O şanslı bir mağluptu yaln ızca. Şans da uzun sür
mezdi doğrusu. Brezilya'da bir söz vardır; " Bokun değeri
olsa, yoksullar kıçsız doğardı, " derler.
Garrincha da kendine yakışan bir şekilde veda etti ha
yata: Fakirdi, sarho§tU ve yalnızdı.
12 8
DIDI
Gazeteler onu 58 Dünya Kupasının en iyi oyun kuran
futbolcusu olarak gösterm işlerdi. Brezilya karmasının bel
kemiği sayılan Didi, ince bedeni, uzun boynu ve heykel gi
bi duruşuyla sahanın ortasına diki lmiş bir Afrika fetişini
andırırdı. Çim sahaların mutlak hakimiydi; bul unduğu
yerden sahanın her tarafına zehirli oklardan farksız şutlar
gönderirdi.
Takım arkadaş ları Pele, Garri ncha ve Vara tarafından
golle sonuçlandırılan paslar verdiği gibi, zaman zaman
kendisi de gol atardı. Özel likle uzaktan çektiği şutlarla ka
lecileri gafil avlardı: Ayağının kenarıyla vurduğunda, top
falso alarak döner, döner ve sonra tıpkı rüzgara kapılan
kuru bir yaprak gibi yön değiştirerek kalecinin hiç bekle
mediği bir köşeden ağları bulurdu.
Didf top hakkında şöyle diyordu:
- Aslında ko�an ben değdim, ko�an o.
Didf'ye göre top canlıydı.
1 30
KOPA
Ona, 'Futbolun Napolyon'u' derlerdi, çünkü hem kısa
boyluydu, hem de sahaların i mparatoruydu.
Sahada İstediği §ekilde top sürerdi. Çok hızlı bir fut
bolcu olan ve çok zarif çalımlar atan Raymond Kopa, çim
sahada harikalar yaratarak kaleye doğru ilerlerdi. Ama to
pu ayağında gereğinden fazla tuttuğu için teknik adamlar
hırslarından saçları nı ba§larını yolarlardı. Fransız futbol
otoriteleri ise Güney Amerika tarzında futbol oynadığını
ileri sürerek onu sık sık eleştiri rlerdi. Ne var ki, 58 Dünya
Kupası nda gazeteler onu ideal on bir arasında gösterdiler
ve o yıl Avrupa'nın en iyi futbolcusuna verilen Altın Top
ödülünü kazandı.
Futbol onu sefaletten kurtardı. Polonyalı bir göçmen
ailenin çocuğu olan Kopa, futbola madencilerin kurduğu
bir takımda oynayarak başlamıştı. O zamanlar Noeux kö
mür ocaklarının tünellerine babasıyla birlikte güneş batar
ken giriyor ve ertesi gün öğleden sonraya kadar çıkmıyor
du.
nı
CARRIZO
Sanki elinde topları çekebi len bir mıknatıs varmış gibi
mermi hızıyla gönderilen topları yakalayarak, rakip ta
kımların moral ini bozmayı yaklaşık çeyrek yüzyıl sürdü
ren Amadeo Carrizo, Güney Amerika futbolunda bir ekol
yarattı. Hücumu desteklemek amacıyla kendi alanını terk
etme cesareti ni gösteren i l k kaleci oydu; rakip oyunculara
çalımlar atarak riskli bir şekilde kalesini sık sı k terk eder
di. Carrizo'dan önce bir kalecinin kalesin i böyle terk et
mesi h içbir şekilde izin verilmeyen bir çılgı n lık olarak ka
bul edi lirdi. A ma daha sonraları bu tür gözü pekçe davra
nışlar başkalarına da sirayet etti. Vatandaşı Gatti, Kolom
biyalı Higuita ve Paraguaylı Chilavert de yerlerini terk
ederek kalecilerin gerektiğinde hücuma katılabilecek birer
eleman olduklarını gösterdiler.
Bili ndiği gibi, taraftar, rakip takımın oyuncusunu aşa
ğılanması gereken, nefret edilen bir yaratı k olarak görür.
Ama söz konusu Carrizo oldu mu, bütün takımların taraf
tarları onu alkışlardı, çünkü hiçbir kaleci n i n onun kadar
muhteşem kurtarışlar yapamayacağına dair yaygın bir
inanç vardı. Bununla birli kte, 1 958'de İsveç'te düzenlenen
Dünya Kupasından Arjantin karması kuyruğunu bacakla
rının arasına sıkıştırarak döndüğünde, herkesin taptığı bu
ilah saklanacak bir delik aramak zorundaydı, çünkü Ar
jantin, Çekoslovakya karşısında 6-1 gibi farklı bir skorla
bozguna uğramıştı; elbette bu yenilgin in' faturasını birinin
ödemesi gerekiyordu. Bas ı n ona ateş püskürdü, taraftarlar
onu ıslıklayıp yuhaladı, Carrizo gerçekten acınacak bir du
ruma düşmüştü. Yıllar sonra anıların ı kaleme alırken
adamcağız şöyle diyordu:
- Yaptığım kurtarı�lardan çok, yediğim golleri hatırlı
yorum.
1 32
FORMA AŞKI
1 33
gazetelerde çıkan yazılardan anlaşı ldığına göre Montevideo
genelevlerinde çalışan kadınlar, Üzerlerinde Pefıarol ya da
Nacional forması ndan başka bir şey olmaksızın kapıda du
rup müşteri beklerlermiş.
Aslında fanatik bir taraftar kendi takımının zaferin
den çok rakibi ni n yenil gisinden zevk alır. 1 993 yılında
Montevideo gazetelerinden birinde gençlerle yapılan bir
.
söyle§ i yayınlanmıştı; bu delikanlılar pazar günleri dışında
her gün sırtlarında odun taşıyarak ekmeklerini kazanıyor
lardı. Pazar günleri İse statta Nacional için bağırıp çağır
manın zevkini çıkarıyorlardı. Bunlardan biri açıkça şöyle
söylemişti: 'Pefıarol formasını görmek bana öylesine tik
sinti veriyor ki Pefıarol yabancı bir takı mla oynayıp da ye
nilecek olursa son derecede mutlu olurum.'
Bu durum birçok başka kent için de böyledir, ikiye
bölünmüşlük oralarda da vardır. 1 988' de Amerika Kıtası
Kupa Maçının finalinde Uruguay ' ı n Nacional takımı Ar
jantin'in Newell's takımını yenmişti. Newell's Arjantin'in
sahil kentlerinden Rosario'nun gözbebeği iki takımdan bir
tanesiydi. Bu yenilgi üzerine rakip takım Rosario Cen
tral'in taraftarları sokaklara dökülerek yabancıların zaferi
ni coşkuyla kutladılar.
Buenos Aires'de Boca Juniors taraftarlarından birinin
ölüm döşeğinde son arzusunun n e olduğunu bana Osvaldo
1 34
Soriano söylemişti. Hayatı boyunca daima River Plata ·
I JS
Kulübe duyulan aşkın kuvvet li olduğu o eski günlerde
bir kulüp yöneticisinin gelir sağlamak için bir futbolcuyu
bir başka kulübe satmak İstemesi n i bir taraftarın kabul et
mesi mümkün değildi. O dönemlerde kulüp maç üreten
bir fabrika gibiydi; fabrika zarar ediyorsa üretim makine
lerinin elden çıkarılması yerine, işletmeni n aktifine dahil
bazı malların paraya çevrilmesi gerekirdi. Nitekim Buenos
Aires'in dev süpermarketlerinden Carrefour, San Lorenzo
Kulübünün stadının yıkıntıları üzerinde kurulmuştur.
1 983 yılı ortalarında stat yıkılırken birçok taraftar buranı n
taşını toprağını gözyaşları içinde ceplerine doldurmuştu.
Taraftar için kulüp, milliyeti belirleyen tek İşarettir;
ayrıca forma, kulübün marşı ve flaması, futbol sahas ında
destanlar yazan bir tôpluluğun vazgeçilmez yüksek değer
leri olarak kabul edilir. Katalanların nazarında Barselona
Kulübü bir kulüp olmanı n ötes inde, çok daha önemli bir
şeydir; Madrid'in merkeziyetçiliğine karşı mücadele ruhu
nu ve mill i bütünlüğü simgeler. 1 9 1 9' dan beri Atletico Bil
bao takımında tek bir yabancı futbolcu yer almadığı gibi,
Basklı olmayan bir futbolcu da kabul edilmemektedir.
Bask gururunun simgesi bu kulüp, bünyesinde yal nızca
kendi ırkından olanları barındırır. F ranco'nun diktatörlü
ğü sırasında bölgesel milli duyguların açığa vurulması ya
sakken, Barselona' nın Camp Nou ve Bilbao'nun San Na
mes statları birer tapınak, birer sığınak görevi görürlerdi.
Katalanlar ve Basklılar gizlice hazı rladıkları bayrakları
statlarda ortaya çıkarıp kendi dillerinde bağırıp çağırırlar
dı. Bir Bask bayrağını n ilk kez dalgalandığı ve polisin taşı
yanları coplamadığı yer bir futbol stadı oldu. Ve dahası
Franco'nun ölümünden bir yıl sonra, Atletico ile Real So
ciedad'ın oyuncuları ellerinde bayraklarla sahaya çıktılar.
Yugoslavya'nın parçalanmasına yol açan ve bütün
dünyanın elini kolunu bağlayan savaş, ilk önce futbol sa
hasında. patlak verdi. Belgrad ile Zagrep kulüpleri arası nda
oynanan her maçta Sırplar ile Hı rvat lar arası ndaki eski kin
1 36
ve düşman l ı k su yüzüne ç ı k ı yordu. O sıralar taraftarlar sa
vaş baltalarını çı karı r gibi bayra k l a r ı n ı çı kararak m i l l i duy
gularını açığa vuruyorl ardı .
] }7
PUŞKAŞ'IN GOLÜ
1 38
SANFILIPPO'NUN GOLÜ
Sevgili Eduardo:
Geçen gün Carrefour süpermarketindeydim; biliyorsun,
orası San Lorenzo kulübünün eski stadının bulunduğu yerde
inşa edilmişti. Oraya, San Lorenzo'da dört yıl arka arkaya gol
kralı olan, çocukluk dönemimin kahramanı Sanfılippo ile bir
likte gittik. Tencereler, peynirler, asılı duran sucuklar arasın
da do/aşıyorduk; kasaya yaklaşmıştık ki Sanfılippo birden kol
larını açarak bana şüyle dedi: 'Düşün ki Boca takımına karşı
aynadığımız maçta Roma'ya golü tam bu noktada atmıştım. '
El arabasına tepeleme doldurduğu konserveleri, etleri, sebzele
ri güçlükle taşıyan şişman bir kadının önüne geçerek konuş
masına devam etti: 'Futbol tarihine geçen en hızlı goldü o. '
Kornerden gelecek topu bekler gibiydi ve o anı bana an
latıyordu: 'Takımın genç elemanı 5 numaralı ayuncuya şüyle
dedim: Düdük çalınır çalınmaz topu bana havadan gönder;
hiç heyecanlanma, seni mahcup etmeyeceğim. Ben yaşça on
dan büyüktüm; çocuğun ismi Capdevilla idi; heyecanlanmış
tı, başaramayacağından korkuyordu. ' Sanfılippo mayonez şi
şelerinin dizili olduğu yeri işaret ederek anlatmayı sürdürdü:
'Topu tam oraya yerleştirdi!' O sırada müşteriler nefeslerini
tutmuşlar, bizi izliyorlardı. 'Top orta saha ayuncularının ar
kasına düştü, hemen fırladım, fakat biraz uzağa gitmişti, şu
pirinç torbalarının olduğu yere doğru, görüyor musun? -alt
sıradaki rafı bana gösteriyordu ve sonra yepyeni lacivert ta
kım elbisesine, gıcır gıcır cilalı ayakkabılarına aldırış etme
den bir tavşan gibi fırladı- güm diye ses çıkaran sert bir tek
me indirdim topa!' Sol ayağıyla vurmuştu. Otuz yıl önce ka
lenin bulunduğu kasa yönüne doğru başlarımızı çevirdik ve
hepimiz de topun kaleye girişini görür gibiydik, tam radyo
pillerinin ve tıraş bıçaklarının dizili olduğu yerden girmişti.
Sanfılippo sevinçle kollarını havaya kaldırdı; müşteriler ve
kasiyer kızlar coşkuyla alkışlıyorlardı. Neredeyse hüngür hün
gür ağlayacaktım. O zamanlar Nene takma adlı Sanfılippo
1962'deki golü yeniden atmıştı, sırf ben göreyim diye.
Osvaldo Soriano
1 39
62 DÜNYA KUPASI
Hintli ve M alayalı bazı müneccimler o yıl kıyamet
kopacak diye kehanette bulunmu�l ardı, ama dünya bütün
hızıyla dönmeye devam ediyordu ve bu arada bir kurulu§,
Uluslararası Af Ö rgütü adıyla doğarken, Cezayir, F ran
sa'ya kaqı sürdürdüğü yedi yıllık bir direnݧin sonunda
bağımsızlığa doğru ilk adımı atıyordu. Yine aynı yıl İsra
il'de Nazi sava§ suçlusu Adolf Eichmann idam ediliyordu;
Asturyaslı maden i§çileri greve giderlerken, Papa Juan, Ki
liseyi yoksullara vererek yenilikler yapmak İstiyordu. Bil
gisayarlar için ilk disketler üretilirken, bir yandan da ilk
kez lazer ı§ınıyla ameliyatlar gerçekle§tİriliyordu. Ve bu
arada Marilyn Monroe ya§ama arzusunu yitiriyordu.
Bir ülkenin ulusl ararası oy hakkının fiyatı ne olabilir?
Haiti, Birle§mݧ Mi lletler'deki oy hakkını satı§a çıkarmıştı,
kaqılığında on beş milyon dolar İstiyordu; hepsi bir yol,
bir hastane ya da bir baraj içindi. Gerekli çoğunluk, Ame
rikan Devletleri Te§kilatından, Amerikan Birliğinin oyun
bozanı Küba'yı ihraç etmek üzere karar alıyordu. M i
ami'den gelen güvenilir bilgiler Fide! Castro'nun devrilme
sinin bir an meselesi olduğunu gösteriyordu. Henry Mil
ler'in ilk defa sansürsüz yayınlanan romanı ' Yengeç Dönen
cesi'nin yasaklanması için Amerika Birleşik Devletleri
mahkemelerine yetmݧ bq ayrı dava dilekçesi veriliyordu.
1 40
İkinci Nobel Ödülünü almak durumunda olan Linus Pa
uling nükleer denemeleri protesto etmek için Beyaz Saray
önünde pankart t�ıyarak yürürken, aynı gün lerde okuma
sı yazması olmayan Kübalı Zenci Benny Kid Paret, M adi
son Square Garden ringinde aldığı yumruk darbeleri sonu
cu cansız olarak yere seriliyordu.
Memfis'de Elvis Presley üç yüz milyon plak sattıktan
sonra, bir köşeye çekilerek bir daha çalışmayacağını açıkla
masına rağmen kısa bir süre sonra bu fikrinden vazgeçi
yordu. Londra'daki plak şirketi Decca, Beatles adı verilen
uzun saçlı müzisyenlerin şarkılarını plağa almayı reddedi
yordu. Carpent ier '/§ık Yüzyılı' adlı yapıtını, Gelman da
'Gotdn 'ı yayınlıyordu. Arjantinli subaylar Cumhurb�ka
nı Frondizi'yi iktidardan uzakl�tırırken Brezilyalı ressam
Candido Porti nari son nefesini veriyordu. Guimares Ro
sa'nın 'Primeiras est6rias' adlı yapıtı ve Vinicius de M ora
es'in 'Para viver um grande amor' adlı şiiri okurlara tanıtı
l ıyordu. Joao Gi lberto, Carnegie Hall'de 'Samba de uma
nota s6 yu söylerken, Brezilya karmasının oyuncuları Şi
'
141
Futbol tarihinin en iyi oyuncularından 'A ltın Ok' lakaplı
Di Stefano'ya hiçbir dünya şampiyonasında oynamak na
sip olmadı. Bütün dönemlerin en iyi futbolcusu Pele bir
kas kopması yüzünden kadro dışında kaldı ve o da 'Di Ste
fano gibi şampiyonaya katılamadı. Futbolun bir başka de
vi Ya�in 'in de başı talihsizlikten kurtulamadı. Dünyanın
bu en iyi kalecisi, Kolombiya ile oynadıkları maçta tam
dört gol yedi. Soyun ma odasında, maçtan önce yuvarladığı
birkaç yudum içkinin sanırım bu yenilgide büyük payı ol
du.
Şampiyonluğu Pele'ni n yer almadığı, Didf'nin kaptan
lığını yaptığı Brezilya kazandı. Pele'n i n yerinde oynamak
kolay bir iş değildi, ama Amarildo'nun yıldızı onun yerin
de parladı; geri hatlarda Djalma Santos aşılmaz bir duvar
dı, i leride de Garrincha harikalar yaratıyordu. 'El Mercu
rio' Gazetesi, 'Garrincha hangi gezegenden geliyor?' baş
lıklı yazısını yayınlarken Brezilya ev sahibini sahadan sili
yordu. Şili karması savaş alanına dönen bir sahada İtalyan
ları ezip geçiyordu; bu karşılaşmadan önce İsviçre'yi ve
Sovyetler Birliğini de devirmişti. Görüldüğü gibi, Şilililer
spagettiyi, çikolatayı ve votkayı mideye indirmişlerdi, ama
kahve boğazlarında kaldı: Brezilya maçı 4-2 aldı. Final kar
şılaşmasında, 58 Dünya Kupasının yeni l mez şampiyonu
Brezilya, Çekoslavakya'yı 3-1 yendi. Bir Dünya Kupasının
finali ilk kez televizyon aracılığıyl a canlı olarak gösteri ldi,
gerçi yayın siyah-beyazdı ve sınırlı sayıda ülke tarafından
izlenmişti, ama yine de önemli bir olaydı.
Şili futbol tarihinin en büyük başarısını, üçüncülüğü
elde etti. Yugoslavya hiçbir defans oyuncusu tarafından tu
tulamayan Dragoslav Sekularac adlı bir kanatlı sayesi nde
dördüncü oldu.
Şampiyonada tek bir gol kralı sivrilmedi; Brezilyalı
Garrincha ile Vara, Şilili Sanchez, Yugoslav Jerkoviç, Ma
car A lbert ve Sovyet İvanov dörder gol attılar.
1 42
CHARLTON'IN GOLÜ
62 Dünya Kupası maçlarından biriydi; İngiltere, Ar
jantin karmasına karşı oynuyordu.
Bobby Charlton, İngilizlerin attığı ilk golün hazırlayı
cısıydı; Flowers, kaleci ile karşı karşıya kalmış ve golü at
mıştı. Fakat iki nci golü Bobby Charlton tek başına attı.
Sahanın sol yarısının mutlak hakimi bu İngiliz oyuncu Ar
jantin savunmasını hallaç pamuğu gibi darmadağın etti.
Koşarken topu bir ayağından öbürüne geçirebiliyordu ve
sonunda sağ ayağıyla çektiği yıldırım gibi bir şutla kaleciyi
gafil avladı.
O bir uçak kazasından sağ çıkabilen ender i nsanlardan
biriydi; takımı M anchester United'ın hemen hemen bütün
oyuncuları alevler içindeki bir uçağın kızgın dem ir yığınla
rı arası nda ölümle pençeleşirken, ölüm Bobby Charl
ton'un yanı ndan pas geçti, sırf seyirciler bu maden işçisi
nin oğlunun asil futbolundan yoksun kal masın diye.
Top onun emrindeydi, talimatlarına uygun olarak sa
hada yol alıp doğruca kaleyi bulurdu.
1 43
•
YAŞİN
Lev Ya§İn Kalesini öyle bir şekilde kapatırdı ki, bir to
pun geçebileceği en küçük bir delik bile kalmazdı. Örüm
cek kollu bu dev adam daima siyahlar giyerdi; kendine öz
gü bir stili vardı, hareketleri zarif ve gösterişten uzaktı.
Kıskacı andıran ellerini kaldırarak yıldırım hızıyla gönde
rilen topları yakalarken bedeni bir kaya parçası kadar ha
reketsiz kalırdı. Hatta kılını kıpırdatmadan fırlattığı bir
bakışıyla top yön değiştirirdi.
Bi rkaç kez futbolu bıraktıysa da kendisini çılgınca al
kışlayan taraftarlarından ayrı kalamamış olmalı ki her de
fası nda yeniden yeşil sahalara dönmekte gecikmedi. O bir
başkaydı; Rus kaleci yirmi beş yıl boyunca yüzden fazla
penaltı atışını sonuçsuz bıraktığı gibi, ayrıca sayısız kurta
rış yaptı. Başarısının sırrın ı kendisine sorduklarında maç
tan önce sinirleri yatıştırmak için tek bir sigara içtiğini ve
kasları yumuşatmak amacıyla da bir-iki yudum sert içki al
dığını iti raf etti.
1 44
.
> ---
GENTO'NUN GOLÜ
1 963 yılıydı, Real Madrid, Pontevedra takımıyla kaqı
laşıyordu. Hakem maçı başlatan düdüğü çaldıktan az sonra
Di Stefano bir gol attı, ikinci yarı başlar başlamaz Puş
kaş' dan da bir gol geldi. Bundan sonra Real M adridli seyir
ciler gol lerin devamını dört gözle beklemeye başladılar;
çünkü bundan sonraki gol Real Madrid'in İspanyol ligine
katıldığı 1 92 8 yılından beri attığı 2000'inci gol olac<\ktı,
M adrid'in seyircileri ellerindeki haçları öperek dua ederler
ken, rakip takımın taraftarları da ellerinin iki parmağını
yere doğru çatal şeklinde tutarak rakiplerinin dualarını bo
şa çıkarmaya çalışıyorlardı.
Maçın seyri değişmişti, Pontevedra pres yapıyordu.
Üstelik hava kararmaya başlamıştı, maç neredeyse bitmek
üzereydi ve o beklenen golün gel eceği de yoktu. O sırada
Amancio tehl ikeli bir yerden serbest vuruş kullandı, Di
Stefano topa yetişemedi, ama Real Madrid'in solaçık oyun
cusu Gento topu kaptı ve kendisini marke eden defans
oyuncuları nın arasından sıyrıldıktan sonra çektiği şimşek
gibi bir şutla topu kaşla göz arası nda ağlara gönderdi. Stat
ta herkes bir anda ayağa kalkmıştı.
Kurt oyuncu Francisco Gento'nun rakiplerinin gıpta
ettiği fevkalade bir top yakalayışı vardı ve kendisini ne ka
dar sıkı markaja alırlarsa alsınlar o her seferinde sıyrılması
nı bilirdi.
1 46
MATTHEWS
1 47
66 DÜNYA KUPASI
Askerler İndonezya'yı kana bulamı§lardı o yıl; yarım
milyondan fazla İ nsan ölmü§tÜ, kimbilir belki de bir mil
yondan fazlaydı ölenlerin sayısı. General Suharto sağ ka
lan bir avuç kızılı, pembeyi ya da rengi ku§kulu birçok İn
sanı katlederek uzun süren bir diktatörlüğe ba§l ıyordu.
Gine Cumhurba§kanı N'Kruınah, Afrika Birliğine gönül
verenlerdendi, ama o yıl ayaklanan bazı subaylar tarafın
dan devrildi; aynı §ekilde Arjantin'de Cumhurba§kanı İllia
da bir hükümet darbesiyle iktidardan uzakla§tırıldı.
Hindistan tarihinde ilk kez bir kadın iktidara geliyor
du: İndira Gandi. Ekvador'da öğrenciler diktatöre kar§ı
ayaklanmı§lardı. � Birle§ İk Devletler hava kuvvetleri yeni
bir hava akını gerçekle§tirerek H anoi'yi bombalıyordu,
ama Amerikan kamuoyuna göre Vietnam ' a müdahale edil
mesi bir hataydı ve en kısa zamanda askerlerin oradan çe
kilmesi gerekiyordu.
Truman Capote 'A sangre fria'yı yayınlıyordu o yıl;
Garcfa M arqucz ' i n ' Yüzyıllık Yalnızlık' ve Lezama Li
ma' nın 'Cennet' adlı yapıtları baskıya veriliyordu. Rahip
Camilo Torres, Kolombiya dağlarından apğı yuvarlanı
yor, Che Guevara Bolivya bozk ırlarında sıska atı Roci nan
te'yi ko§turuyordu. Mao Çin 'de kültür devrimini ba§latı
yordu. İspanya'nın Al merla sahiline dü§en birkaç atom
bombası patl amamakla birlikte büyük bir paniğe neden
oluyordu. M i ami 'den gelen güvenilir haberlere göre Fide!
Castro' nun devrilmesi an meselesiydi.
1 48
Londra'da Harold Wilson piposunu ağzı nın kenarına
sıkıştırmış, seçimlerde elde ettiği başarının tadını çıkarır
ken, kızlar mini eteklerle sokaklarda dolaşıyorlardı. Car
naby Street modanın merkezi oluyor ve Sekizi nci Dünya
Kupasının açılışı yapılırken herkes in ağzından 'The Beat
les' grubunun şarkıları dökülüyordu.
Bu, Garrincha'nın katı ldığı son Dünya Kupasıydı, ay
nı şekilde Meksikalı kaleci Amonio Carbajal için de bir ba
kıma uğurlama oluyordu ve şi mdiye kadar bir Dünya Ku
pasına arka arkaya beş kez katılan tek futbolcu oydu.
Şampiyonaya on altı ekip katılıyordu, bunlardan onu
Avrupa'dan, beşi Latin Amerika'dan ve bir tanesi de, şaşı
lacak bir şey, Asya' dan gelen Kuzey Kore'ydi. Kuzey Kore
akıl lara durgunluk verecek şekilde İtalya'yı, Pyongyanglı
bir diş hekimi olan Pak'ın golüyle eledi; bu şahıs yal nızca
boş vakitlerinde futbol oynuyordu. İtalyan karmasında
Gianni Rivera ve Sandro Mazzola gibi ünlüler yer al ıyor
du. Pier Paolo Pasolini sahada futbol oynarken destan yaz
dıklarını söyleyerek onları göklere çıkarıyordu; ne var ki
bir dişçinin karşısında korkudan titreyen bir hasta gibi
ağızlarını açamadılar.
Şampiyonanın tamamı ilk kez uydu aracılığıyla nak
len verildi ve hakemlerin 'şov'unu bütün dünya si
yah-b�yaz olarak izledi. Daha önceki Dünya Kupası nda
1 49
Avrupalı hakemler yirmi altı maç yönetmişlerdi, o yıl kı
ran kırana geçen otuz i ki maçın yirmi dördünü · yönettiler.
Bir Alman hakem İngiltere ile Arjantin'in karşı karşıya
geldiği maçta, galibiyeti İngi ltere'ye armağan etti; buna
karşılık bir İngiliz hakem de Almanya ile Uruguay'ın kar
şılaştığı maçta Almanya'nın yanında yer aldı. Brezilya'nın
da ötekilerden daha şanslı olduğu söylenemezdi: Pele, Bul
garistan ve Portekiz tarafından yaln ızca tekmelerle durdu
rulabildi; bunun üzerine yöneticiler onu şampiyonada oy
natmamaya karar verdi ler.
Final maçını Kraliçe Elizabeth de izledi. Gerçi ' Gol!'
diye bağırarak ayağa kalkmadı; ama gizli gizli alkışlamayı
sürdürdü. Final karşılaşması İ ngiltere'nin Bobby Charl
ton'u ile Almanya'nın Beckenbauer'i arasında bir mücadele
gibi görünüyordu. Charlton tehlikeli, deneyimli bir ' kanat'
oyuncusuydu; Beckenbauer ise mesleğe yeni başlamıştı ve
kah i leride kah geride oynuyordu. Rimet kupası birisi tara
fından çal ınmıştı, fakat Pickles adlı bir köpek onu Lond
ra' da bir bahçeye atılmış olarak buldu. Bu şekilde kupa za
manında sahibinin eline geçti. İngiltere maçı 4-2 kazandı.
Portekiz üçüncü oldu. Dördüncülüğü de Sovyetler Birliği
2lldı. Kraliçe Elizabeth İngiliz karmasını şampiyon yapan
Alf Ramsey'e asalet unvanı verdi ve Pickles adındaki köpek
de halkın gözbebeği haline geldi.
66 Dünya Kupası savunma taktikleriyle dolu olarak
geçti. Bütün ekipler 'sürgü' taktiğin i uygulayıp durdul ar;
'süpürge' adı verilen bir oyuncu beklerin arkasındaki final
çizgisini taramakla görevliydi. Buna rağmen Portekiz'in
Afrikalı oyuncusu Eusebio rakiplerinin artçı birliklerin
den oluşan bu aşılmaz duvarı dokuz kez aşmayı başardı.
Onun ardından Alman H al ler altı golle golcülük l istes inde
ikinci sırayı aldı.
1 50
GREAVES
Bir kovboy filminde rol alsaydı, ona, Batının en hızlı
ayağına sahip oyuncusu demek doğru olurdu. Daha yirmi
yaşını tamamlamadan yüz gole İmzasını atmıştı; yirmi be
şine geldiğinde ise onu tutacak paratoner hala icat edilme
mişti, çünkü sahada yıldırım hızıyla gidiyordu. Nereden
geldiği kestirilemeyen ]immy Greaves bir anda sahanı n her
yerinde mantar gibi bitiyordu, öyle ki hakemler çoğu za
man onun sahanı n dışından geldiği ni sanıyorlardı.
- Gol atmayı o kadar çok arzu ediyorum ki, diyordu,
sonunda bu bende saplantı halini aldı.
Greaves'in 66 Dünya Kupasında şansı pek yaver git
medi. Hiç gol atamadı, üstelik sarılık hastalığına yakala
nınca final maçında oynayamadı.
1 51
BECKENBAUER'İN GOLÜ
66 Dünya Kupasıydı, A lmanya ile İsviçre karşı karşı
ya gelmişlerdi. Uwe Seeler ve Franz Beckenbauer birlikte
atağa kalkmışl ardı. Tıpkı Don Kişot ile Sancho Panza i ki
lisine benziyorlardı, sanki görünmeyen bir tabancadan
çıkmış iki mermi gibiydiler, paslaşarak ilerliyorlardı. İsviç
re savunmasının eli-kolu bağlanmıştı. Beckenbauer kaleci
Elsener ile karşı karşıya kaldığında, kaleci sol tarafa doğru
çıkınca o sağa doğru kıvrılıp şutu çekti ve topu filelere
gönderdi.
Beckenbauer o sıralar yirmi yaşındaydı ve bir Dünya
Kupası maçında i l k golünü atıyordu. Daha sonra arka ar
kaya dört Dünya Kupasına daha hem oyuncu, hem de tek
nik direktör olarak katıldı. 74'te oyuncu, 90'da teknik
adam olarak iki kez ellerine teslim edilen kupayı havaya
kaldırma şerefine ulaştı. Sert futbol eğiliminde olanların
aksine o zarif futboluyla gerektiğinde bir tanktan daha
güçlü, bir obüsten daha delici olunabileceği ni gösterdi.
Münih kentinin bir işçi semtinde dünyaya gelmekle
birlikte aslen köylü olan bu 'Kaiser' sahada bir imparator
gibiydi, hem hücumda, hem de savunmada çevresine hük
mederdi. Gerilerde oynadığında değil bir top, bir sivrisine
ğin bile geçmesine izin vermezdi; ileriye doğru atağa kalk
tığında ise sahada ilerleyen bir havai fişekten farksız olur
du.
1 52
EUSEBIO
Ayakkabı boyamak, yerfıstığı satmak ya da dalgın
kimseleri n ceplerini hafifletmek için dünyaya gelmi§ti. Ço
cukken ona 'hiç kimse' anlamına gelen 'Ni nguem' lakabı
nı takmı§lardı. Dul bir kadın ı n oğluydu, sayısı kabarık
karde§leriyle kenar mahallelerin arsalarında sabahtan akşa
ma kadar top peşinde ko§ardı.
Yoksull uğun soluğunu her zaman ensesi nde hisseden
ve polis tarafından kovalanan biri gibi soluk soluğa çim sa
halara kapağı attı. Ve zikzaklar çizerek yirmi yaşındayken
takımına Avrupa §ampiyonluğu kazandırı nca 'Panter' la
kabının sah ibi oldu.
66 Dünya Kupasında uzun bacaklarıyla sahada rakip
lerinin birçoğunu geride bıraktı; imkansız gibi görünen
yerlerden filelere gönderdiği toplarla seyircilerin kendisini
uzun uzun al kı§lamalarını sağladı.
Uzun kollu, uzun bacaklı, mahzun bakı§lı bir Mo
zambikli Zenci olan Eusebio, Portekiz futbol tarihine en
iyi oyuncu ol arak geçti .
I S3
KALECİLERE DE GÖZ DEGEBİLİR
1 54
•
1 55
PENAROL'ÜN ALTIN YILLARI
1 966'da Latin Amerika'nın şampiyonu Pefıarol ile
Avrupa §ampiyonu Real Madrid iki kez kaqı karşıya gel
diler. Pefıarol her iki maçı da formaları bile terlemeden,
gösterݧli oyunuyla 2-0 aldı.
Altmı§lı yıllarda Real Madrid'den bo§alan tahta Peıia
rol yerle§ti, Real Madrid ellili yıllarda Avrupa'nın en güç
lü takımıydı. O yıllarda Pefıarol Dünya Kulüpleri Kupası
nı iki kez kazanmı§ ve üç kez de Latin Amerika §ampiyo
nu olmu§tu.
Uluslararası karşılaşmalara ilk kez çıktıklarında takı
mın oyuncuları rakiplerine §öyle soruyorlardı:
- Oynamak için başka bir top getirdiniz mi? Bu top bi
zım.
Pei'ıarol'ün unutulmaz kalecisi Mazurkiewicz'in kale
sine topun girmesi sanki yasak edilmi§ti; orta sahada Tito
Gonçalves İse topa her istediğini yaptırıyordu; me§in yu
varlak ileri hatlarda Spencer ile Joya'nın ayakları nda gürle
yip Pepe Sasfa'nın emriyle de ağları buluyor ya da Pedro
Roclıa vuracak olduğunda ağları delip geçi yordu.
1 56
ROCHA'NIN GOLÜ
1 969 yılıydı, Pefıarol, La Plata kentinin Estudiantes
tak ımıyla karşılaşıyordu. Rocha, sahanın ortalarında bulu
nuyordu; Matosas'ın pasını yakaladığında sırtı rakip kale
ye dönüktü ve karşısında iki rakip oyuncu vardı. O anda
topu sağ ayağıyla ortaladı ve top ayağında olduğu halde bir
yarım dönüş yaptıktan sonra topu öteki ayağına geçirerek
Echecopar ile Taverna'nın markaj ından kurtuldu; daha
sonra topu üç kez sürüp Spencer'e pas verdi ve koşmaya
devam etti. Kendisine tekrar pas verildiğinde ceza sahası
nın hemen dışındaydı; topu göğsüyle karşıladı, Madero ile
Spadero'dan sıyrıldıktan sonra öyle şiddetli bir şut çekti
ki, kaleci Flores topun geçtiğini görmedi bile.
Pedro Rocha sahada bir yılan gibi kıvrılarak ilerlerdi.
Her zaman zevk alarak oynar, oyunun ve gol atmanın zev
kine varır ve bu zevki seyircilere de tattı rırdı. Top Roc
ha'nın emrindeydi, sahibinin her isteğini yerine getirirdi.
1 57
ANAYA SAYGI
Altmı§lı yılların sonlarına doğru, §air Jorge Enrique
Adoum uzun süre yurtdı§ında kaldıktan sonra Ekvador'a
döndü. Vatana ayak basar basmaz ilk i§i Quito §ehrinin
vazgeçilmez geleneğine uymak oldu: Aucas takımının ma
çını seyretmek için ayağının tozuyla stadın yolunu tuttu.
Çok önemli bir kar§ıl�ma olacaktı, bu yüzden tribün ler
de iğne atılsa yere dü§mezdi.
Maç ba§lamadan önce, hakemin bir gün önce ölen an
nesi için bir daki kalık saygı duru§unda bulun mak üzere
tüm seyirciler ayağa kalktılar. Saygı duru§unun hemen ar
dından yöneticilerden biri mikrofona gelerek, en zor du
rumlarda bile görev yapmaktan çekinmeyen, sporcuya ya
kı§ır bir davranı§ örneği gösteren hakemi övücü bir konu§
ma yaptı. Sahanı n ortas ında ba§ı eğik duran kara gömlekli
ve §Ordu adamı halk sessizce alkı§ladı. Adoum gördüğü
manzara kaqısında neredeyse küçük dilini yutacaktı, göz
lerine i nanamıyordu, bir kolunu çimdikledi. Acaba yanlı§
ül keye mi gel mi§ti? Her §ey böylesine deği§mi§ olabilir
miydi? Eskiden seyirciler ayağa, yalnızca hakeme 'ibne!'
demek için kalkarlardı.
Sonunda maç ba§ ladı. On be§ dakika sonra Aucas bir
gol atınca stattaki tüm seyirciler bir anda ayağa kalktı lar.
Fakat top çizginin dı§ında çevrildi gerekçesiyle hakem go
lü geçersiz saydı. ݧte o zaman kıyamet koptu, az önce ha
kemin merhum annes i için saygı duru§unda bulunan seyir
ciler kadıncağızın artık hayatta olmadığını u nutmayarak
kükremeye ba§ladılar:
- Öksüz ibne!
1 58
GÖZY AŞLA.�I M_�NDİLDEN
DOKULMUYOR
'Mücadele etmek'le özde§le§en futbol, bazen gerçek
bir sava§a dönü§ebil iyor ve o zaman 'Azrail ile burun bu
runa gelmeni n' bir başka adı da 'maça gitmek' oluyor. Es
kiden dinsel fanatizmin, ulusal coşkunun ve siyasal tutku
nun görüldüğü yerlere günümüzde futbol fanatizmi çörek
lenmiş bulun maktadır. Dinde, milliyetçilikte ve siyasette
olduğu gibi futbolda da şiddet olaylarının meydana gelme
si tansiyonun bir anda yükselmesine yol açmaktadır.
Bazı kimseler topun bir cini olduğuna ve i nsanların
ruh larının bu cin tarafından ele geçirildiğine inanmaktadır
lar. Ö fkeden kuduran, ağzından köpükler saçan bir tarafta
rı gözümüzün önüne getirdiğimizde bu i nanç bize hiç de
saçma gibi görünmemektedir. Fakat asık yüzlü savcıların
da kabul ettikleri gibi, futbol sahalarında görülen şiddet
olaylarının büyük bir kısmı aslı nda futboldan kaynaklan
mamaktadır; nasıl ki gözyaşlarıyla ıslanan bir mendilden
dökülen damlalar doğrudan doğruya mendilden gelmiyor
sa, futbol sahalarında görülen şiddet olaylarının büyük bir
kısmı da doğrudan doğruya futboldan ileri gelmemektedir.
1 969 yı lında iki komşu Orta Amerika ülkesi Hondu
ras ile El Salvador arasında bir savaş patlak verdi. Bu iki
yoksul ülken in halkları yüzyılı aşkın bir süredir b irbirle
ri nden nefret etti klerinden, karşılaştıkları her türlü sorn
nun sorumlusu olarak birbirlerini gösteriyorlardı. Hondu
raslılara bakı lırsa Salvadorlular onların ekmekleri ne göz
1 59
dikmişlerdi. Salvadorlulara göre ise ülkelerindeki işsizliğin
ve açlığın sebebi Honduraslılardı. Her i ki ülkenin halk ı da
1 60
..
PELE
1 62
70 DÜNYA KUPASI
Kukla sinemasının ustası Jiri Trinka o yıl Prag'da öl
dü ve Bertrand Russell, bir yüzyıla yaklaşan yaşamını
Londra'da noktaladı. Yirmi yaşındaki şair Rugama, Mana
gua'da diktatör Somoza'nın bir tabur askerine karşı tek
başına karşı koyarken öldü. Dünya iki müzik ustasını da
ha kaybediyordu. 'The Beatles' grubu, olağanüstü bir başa
rıdan sonra gitarist Jimi Hendrix ile şarkıcı Janis Joplin'in
aşırı dozda aldı kları uyuşturucudan ölmeleri üzerine dağıl
dı.
Ş iddetli fırtına ve yağışlar Pakistan'ı kasıp kavuruyor
ve bir deprem Peru'nun And Dağlarındaki on beş kenti
haritadan siliyordu. Washington'da hiç kimse Vietnam sa
vaşının gerekli olduğuna İnanmamakla birlikte, savaş de
vam ediyordu; üstelik Pentagon'un verdiği bilgilere göre
ölü sayısı bir milyon dolayındaydı; bu arada Amerikalı �e
neraller Kamboçya topraklarına girerek kaçıyorlardı. Uç
kez arka arkaya uğradığı başarısızlı ktan sonra Ailende, Şi
li'nin cumhurbaşkanı olma yolunda sağlam adımlarla iler
lerken her Şilili çocuğa günde bir şişe süt vermeyi ve bakır
madenlerini devletleştirmeyi vaat ediyordu. Miami'deki
güvenilir kaynaklardan elde edilen bilgilere göre Fide!
Castro'nun devrilmesi her an gerçekleşebilirdi. Vatikan ta
rihinin ilk grevini başlatan Papa'nın memurları Roma'da
kol kola yürürlerken Meksika'da on altı ül kenin oyuncu
ları Dokuzuncu Dünya Futbol Şampiyonasında bacakları
nın ustalığını gösteriyorlardı.
Şampiyonaya Avrupa'dan dokuz, Latin Amerika'dan
beş ülke ve ayrıca Fas ile İsrail katı lıyorlardı. Futbolda ilk
1 63
sarı kart açılış maçında gösterildi. Uyarı ve ihraç anlamına
gelen sarı ve kırmızı kartlar Meksika Dünya Futbol Şam
piyonasındaki tek yenilik değildi. Bu şampiyonada yapılan
bir düzenlemeyle her maçta takımlara i kişer oyuncu değiş
tirme hakkı verildi. Sakatlanma halinde o zamana kadar
yalnızca kaleci değiştiri lebiliyordu ve tekmelerle rakip ta
kımın oyuncularının sayısını azaltmak hiç de zor değildi.
70 Dünya Kupasının unutulmaz görüntülerinden ba
zılarını sıralayalım: Bir kolu sarılı olan Beckenbauer'i n
son ana kadar olağanüstü b i r çaba gösterişi, b i r gözünden
ameliyatlı olan Tostao'nun maçlarda dimdik ayakta duru
şu, katıldığı son Dünya Kupasında Pele'nin havaya yükse
l iş leri belleklerden kolay kolay silinmeyecekti . Pele'yi
marke eden İtalyan defans oyuncusu Burgnich onunla i lgi
li olarak şöyle diyordu:
- Birlikte sıçradık, ayaklarım yere değdiğinde bir bak
tım, o hala havadaydı.
Şampiyonada dört ekip Brezilya, İtalya, A lmanya ve
Uruguay yarı finale kaldı. A lmanya üçüncü, Uruguay da
dördüncü oldu. Final karşılaşmasında Brezilya, İtalya'yı
4-1 'lik bir skorla ezip geçti. İngiliz basını bu maçla ilgili
haberin i şu başlıkla veriyordu: 'Böylesine güzel bir futbol
yasak edilmeli.' Son gol unutulmazdı: Topa tüm Brezi lya
oyuncuları dokunmuştu, sonunda Pele onu sanki bir tepsi
de sunar gibi, işi bitirecek olan ve bir fırtına hızıyla gelen
Carlos Alberto'ya gönderdi.
' Torpido' lakaplı A lman Müller gol krallığında on gol
le baş sırayı aldı, onu yedi golle Brezilyalı Jairzinho izledi.
Üçüncü kez yenilmez şampiyon olarak Brezilya, Ri
met Kupasının sahibi oldu. İki kilo ağırlığındaki bu som
altından kupa 1 983 yılının sonlarına doğru yerinden çalın
dı ve eritilerek satıldı. Ş imdi onun yerinde bir taklidi du
ruyor.
1 64
•
JAIRZINHO'NUN GOLÜ
70 Dünya Kupasında Brezilya ile İngiltere kaqı karşı
ya gelmi§lerdi.
Paulo Cesar'ın pasını yakalayan Tostao rak iplerinden
sıyrılarak i lerleyebildiği yere kadar ilerledi; karşısında sa
vunma alanına çekilen tüm İngiliz oyuncuları vardı, hatta
krali çe bile oradaydı. Tostao her birini teker teker çalımla
yarak topu Pele'ye verdi. Bunun üzerine üç oyuncu tara
fından sıkı§tırılan Pele i lerleyecekmiş gibi yaparak üçünü
de peşinden sürükledi; ama daha sonra birden geri döndü
ve topu yakınındaki jairzinho'ya bıraktı. Jairzinho, Rio de
Janeiro'nun kenar semtlerinde yeti§mişti, en zor ko§ullar
da ekmeğini kazanırken rakiplerinden nasıl kurtulacağını
çok iyi öğrenmi§ti. Siyah bir mermi gibi fırladı, önündeki
bir İngiliz oyuncuyu çalımlayarak geçtikten sonra öyle bir
şut çekti ki, top kaleci Banks'ın filelerini beyaz bir mermi
gibi delip geçti .
Bu, zaferi getiren goldü. Brezilya'nın b i r samba güzel
liğindeki hücumuyla yedi gardiyan saf dışı bırakılmı§ ve
çelikten bir kale güneyden esen bu sıcak rüzgarla yerle bir
olmu§tU.
1 65
FİESTA
Brezilya'da okulsuz, kilisesiz köyler bulun abilir, ama
futbol sahası olmayan bir köye rastlamak asla mümkün
değildir. Ülkede pazar günleri en çok yorulanlar kalp has
talıkları uzmanlarıdır; pazar ayi ni kadar kutsal sayılan bir
maç sırasında bir kimsenin kalp krizinden ölmesi beklen
medik bir olay değildir. Bu ülkede futbolsuz geçen bir pa
zar gününde ise İ nsan can sıkıntısından ölebilir.
Brezilya karması 66 Dünya Kupası nda kazaya kurban
gittiğinde birçok i nti har ve sinir krizi vakaları oldu, bay
raklar yarıya indi ve kapılara siyah çelenkler konuldu; ay
rıca halk, B rezi lya futbolunu temsil eden boş bir tabutu
samba yaparak caddelerde dolaştırdıktan sonra mezarlığa
götürüp gömdü. Brezilya dört yıl sonra üçüncü kez dünya
şampiyonu olduğunda Nelson Rodrigues, Brezilyalı fut
bolcuların ' kırk satır ya da kırk katır' korkusu duymadan
yurda döndükleri ni ve krallar gibi karşılandıkların ı gazete
de yazmıştı.
70 Dünya Kupasında Brezilya muhteşem bir futbol
sergiledi. O zamanlar tüm dünyada savunma taktiği geçer
liydi; oyuncuların hemen hemen tamamı geri hatlara kapa
narak oynarken ileri hatl arda bir-iki oyuncu bı rakılıyor
du; oyuncuların akıllarına eseni yapmaları yasaktı. Ve o
1 66
Brezilya karması olağanüstü atak oyunuyla şaşırtıcı bir gö
rüntü sergiledi ; Jairzinho, Tostao, Peli ve Rivelino hep bir
likte atağa kalkıyorlardı; hatta bazen Gerson ve Carlos Al
berto' nun gerilerden gelmesiyle bu sayı beşe ya da altıya
yükseliyordu. Finalde bu buldozer İtalya'yı ezip geçti.
Çeyrek yüzyıl sonra böyle bir gözüpeklik İntihar ola
rak kabul edilecekti . 94 Dünya Kupasında Brezilya finalde
İtalya'yı tekrar yendi. Golsüz geçen bir yüz yirmi dakika
nın sonunda sonucu penaltılar belirledi; penaltılar olma
saydı topun filelere gideceği yoktu.
1 67
GENERALLER VE FUTBOL
amaçla kullandı.
Futbol demek vatan-millet demekti, bütün güç futbol
daydı ve asker diktatörlerin hepsinin de sloganı 'Ben vat.a
nım' oluyordu.
Bu arada Şili'nin tek adamı General Pinochet, ülkenin
kalburüstü kulüplerinden Colo-Colo'nun başkanı oldu.
Aynı şekilde Bolivya'da iktidarı ele geçiren General
Garcia Me-za da ülkenin en kalabalık ve en ateşli taraftarına
sahip olan Wilstermann Kulübünün ba§kanı ilan etti ken
disini.
Futbol demek halk demekti, o halde bütün güç fut
boldaydı ve bu diktatörler de 'Ben halkım ' sloganını kul
lanmaktan vazgeçmiyorlardı.
1 68
KAŞLA GÖZ ARASINDA I
"\
Arjantin ' i n Independiente Kulübünün forvet oyuncu-
su Eduardo Andres Maglioni, en kısa zamanda en fazla gol
atarak Guiness'in dünya rekorlar kitabına geçti.
1 973 yılında Independiente ile La Plata Jimnastik ve
Eskrim Takımı arasındaki kaqıla§mada Maglioni, kaleci
Guruciaga'ya bir dakika elli saniyelik bir süre içinde tam
üç gol attı.
1 69
MARADONA'NIN GOLÜ
1 70
74 DÜNYA KUPASI
Watergate binasındaki casusluk skandalıyla §im§ekleri
üzerine çeken Başkan Nikson'ın durumu oldukça kritikti;
aynı yıl bir uzay mekiği Jüpiter'e doğru yol alırken, Viet
nam'da yüz sivili katleden teğmen, Washington tarafından
suçsuz bulunuyordu; öldürülenler alt tarafı yüz kadar Vi
etnamlı sivildi.
Roman yazarlarından M iguel Angel Asturias ile Par
Lakgervist hayata veda ederlerken, ressam David Alfaro
Siqueiros da son nefesini veriyordu. Arjantin tarihinde
ateş ve baruttan ibaret bir sayfada yer alan General Peron
da can çeki§iyordu. Caz kralı Duke Ellington da aramız
dan ayrılıyordu. Basın kralının kızı Patricia Hearst kendi
sini kaçıranlara işık olunca babasını bir burjuva domuzu
olmakla suçlayarak banka soyma girişiminde bulunuyor
du. Miami 'den gelen güvenilir haberlere göre F ide! Cast
ro'nun devrilmesi an meselesiydi.
Yunanistan'da ve Portekiz'de dikta rej imlerine son
veriliyordu, Portekiz'de karanfiller ihtilali gerçekleşirken
'Grandola, vila morena' şarkısı dillerden düşmüyordu. Şi
li'de Augusto Pinochet i ktidarını sağlamlaştırırken, İspan
ya'da General Franco kendi adını taşıyan bir hastaneye ya
tırıl ıyordu.
1 71
Tarihi bir oylamada İtalyanların boşan manın kabulü
lehinde oy kullanmaları, evlilik sorun ların ı n çözümünde
bıçak, zehir ve benzeri yöntemlere başvurmaktan vazgeç
miş oldukları nı gösteriyordu. Tarihe geçecek bir başka oy
lamayla da dünya futbolunu yönlendirenler FİF A'nın baş
kanlığına Joao H avelange'yi getiriyorlardı. H avelange, İs
viçre'de ünlü Stanley Rous'dan görevi devralırken, bu ara
da Almanya' da 1 0. Dünya Futbol Şampiyonası başlıyordu.
Şekil yönünden farklı bir kupa sahibini bulacaktı; bu
seferki Rimet Kupasından daha çirkindi, ama onu elde et
mek için dokuz Avrupa, beş Latin A merika ülkesinden
başka Avustralya ve Zaire yarışacaklardı. Sovyetler Birliği
şampiyonaya katılamamıştı. Çünkü eleme maçları safha
sında Sovyetler, Şili'nin Nacional Stadında oynamayı red
detmişlerdi; burası bir süre önce toplama kampı ve kurşu
na dizilme yeri olarak kullanılmıştı. O zaman Şili karması
bu statta futbol tarihinin en ilginç olayını yaşadı: Şilililer
karşılarında herhangi bir rakip olmaksızın sahaya çıkarak
halkın çılgınca alkışları arasında boş kaleye b irkaç gol gön
derdiler. Daha sonra Şili, Dünya Kupas ında tek bir maç
dahi kazanamadı.
Bu arada sürpriz bir gelişme oldu: Hollandalı futbol
cular Almanya'ya yanlarında eşleri, nişanlıları ve sevgilile
ri olduğu halde gel ip onlarla birlikte kampa girdiler; attık
ları on dört gole karşılık yalnızca bir gol yemiş ler ve bunu
da şanssızl ık eseri kendi kalelerine atm ışlardı. Kısacası 74
Dünya Kupasının en ilginç ekibi 'Mekanik Portakal' adı ve-
1 72
rilen Hollanda'ydı; Rinus Michels'in çalıştırdığı Cruyff,
Neeskens, Rensenbrink, Kral ve öbür yorulmak nedir bil
meyen oyunculardan oluşan Hollanda karması bir hayli il
gi gördü.
Final maçından önce Cruyff ile Beckenbauer flama
değiştirdiler. Ve sürprizlerle dolu bu şampiyonanın en son
sürprizi de Kaiser ve adamlarının, Hollandalıların pişmiş
aşına soğuk su katmaları oldu. Bütün tahminlerin aksine
Meier, Müller ve Breitner favori gösterilen Hollanda'yı de
virmede zorluk çekmediler ve sonuçta Almanya maçı 2-1
alarak şampiyon oldu. Tarih burada bir kez daha tekerrür
etmişti: Aynı şekilde, 1 954 yılında İsviçre'de oynanan final
karşılaşmasında Almanya namağlup unvanlı Macaristan'ı
devirmişti.
Federal Almanya ve Hollanda'nın ardından üçüncü sı
rayı Polonya aldı. Brezilya dördüncü oldu. Polonyalı fut
bolcu Lata yedi golle gol sıralamasında birinci oldu; bir di
ğer Polonyalı Szarmach ve Hollandalı Neeskens onu beşer
golle izlediler.
1 73
•
CRUYFF
Her ne kadar Hollanda karmasına 'Mekanik Portakal'
adını taktılarsa da sürprizleriyle herkesi şaşkına çeviren bu
ekip bir makine gibi tekrarlanan hareketler yapmıyordu.
'River Makinesi' adı da Hollanda için pek uygun değildi;
bu turuncu alev kendisini sürükleyen bilinçli bir rüzgara
uyarak bir ileri bir geri gidiyordu; kimi zaman da bütün
ekip ya saldırıya geçiyor ya da savunmaya çekil iyordu.
Tam anlamıyla bir yelpaze gibi açılıp kapanan ve on bir
kişinin tek bir vücut haline geldiği bir takım karşısında ra
kip takımlar ne yapacaklarını kestiremiyorlardı.
Brezilyalı bir gazeteci, Hollanda karmasını 'bilinçli
düzensizlik' olarak tanımlamıştı. Hollanda ekibi bir or
kestra gibiydi, bu orkestranın ahenkli bir müzik İcra etme
sini sağlayan da, herkesten daha fazla ter döken, onların
şefi Cruyff'tu.
Bu sıska şeytan, daha çocuk yaştayken Ajax Kulübüne
kapağı atmıştı: Annesi o zamanlar kulübün kantininde ça
lış ırken, kendisi de saha dışı na çıkan topları topluyor, fut
bolcuların ayakkabılarını temizliyor ve sahanın köşelerine
bayrakları yerleştiriyordu. Kısacası kendisinden İsteni len
her şeyi yapıyor, ama kendisinin İstediği �eyi yapamıyor
du: Top oynamak İstiyordu, ama bunun için yeterli fiziğe
sahip olmaması ve ayrıca hırçın yapısı neden iyle top oyna
masına izin verilmiyordu. Ama bir keresinde oynamasına
izin verdiler ve o andan sonra bir daha yeşil sahalardan ay-
1 74
rılmadı; daha çocuk yaştayken Hollanda milli takım kad
rosuna alındı ve muhteşem bir futbol sergilediği ilk milli
maçında bir gol atıp hakemi bir yumrukta yere serdi.
Daha sonra azminden ve becerisinden bir şey kaybet
meden oynamayı sürdürdü. Yirmi yıl boyunca Hollan
da'da ve İspanya' da oynadığı takımlarda yirmi iki kez §am
piyonluk zevkini tattı. Otuz yedi yaşındayken futbolu bı
raktı; so� golünü attıktan sonra, kendisini alkı§layan seyir
cileri stattan evine kadar ona e§li k ettiler.
1 75
MÜLLER
1 76
HAVELANGE
1 974 yılında, uzun bir tırmanıştan sonra Jean Marie
Faustin de Godefroid Havelange FIF A'nın doruğuna ulaştı.
Gazeteci lere yaptığı açıklamada şöyle söylüyordu:
- Ben buraya futbol adı verilen bir ürünü pazarlamaya
geldim.
O andan sonra dünya futbolunda Havelange'nin kur
duğu mutlak hakimiyet bugüne kadar sürüp gelmektedir.
Çevresinde sivri dişli teknotratları olduğu halde Zürih'teki
sarayında saltanat süren Havelange, tüm dün yada Birleş
miş Milletlerden çok daha fazla otoriteye sahip olup Pa
pa'yı kıskandıracak kadar çok yolculuk yapmaktadır. Ha
velange'nın bir başka özelliği de, bir savaş kahramanının
rüyasında dahi göremeyeceği kadar çok madalyaya ve nişa
na sahip olmasıdır.
Brezilya doğumlu Havelange, öneml i bir taşımacılık
şirketi olan Cometa'nın ve ayrıca silah ticaretiyle, sigorta
cılıkla uğraşan bazı şirketlerin de sah ibidir. Fakat fikir ya
plsı bir Brezilyalı'nınkine pek benzemez. Londra 'Ti
mes'ın muhabiri bir seferinde ona şöyle bir soru yönelt
mıştı:
- Futbolda sizi en fazla etkileyen �ey nedir? Şöhret mi,
galibiyet mi, zarifoyun mu, yoksa centilmenlik mi?
Yanıtı kısa ve netti :
- Disiplin.
Futbol dünyasının bu yaşlı kralı futbolun coğrafyasını
değiştirerek onu çokuluslu en büyük şirketlerden biri hali
ne getirdi. Onun talimatlarıyla dünya şampiyonalarında
1 78
TOPUN DEREBEYLERİ
FIFA'nın tahtı ve sarayı Zürih'tedir; Uluslararası
Olimpiyat Kom itesinink i ise Londra'da bulunuyor, ISL
Marketing de ticari ağlarını Luzern'de örmektedir, üçü de
futbol §ampiyonaları ve olimpiyatlar düzenlemektedirler.
Görüldüğü gibi bu üç güçlü kurulu§un merkezi, ok atma
daki müthi§ ni§ancılığıyla ünlü, efsanevi kahraman Giyom
Tel'in ülkesi, saatlerinin dakikliğiyle ve bankacılıktaki sır
saklama ilkesiyle bilinen İsviçre'dedir. Rastlantı mı bilin
mez, üçü de ellerine geçen ya da ellerinde kalan parayla il
gili sorular sorulduğunda ser verip sır vermezler.
ISL Marketing, yüzyılın sonuna kadar, statlara reklam
panoları yerle§tirme, uluslararası müsabakaları filme ve vi
deo kasete alma, amblem, bayrak ve maskot ta§ıma hakla
rının satı§ını elinde bulunduracaktır. Bu ticari i§, Adidas'ın
kurucusu Adolph Dassler'in mirasçılarının tekel indedi r;
bilindiği gibi Adolph Dassler, rakip firma Puma'nın kuru
cusunun karde§i ve aynı zamanda dü§manıdır. Bu hakların
kullanılması Dassler ai lesine verildiğinde, Havelange ve Sa
maranch büyük bir kadiqinaslık örneği gösterdiler. Dün
yanın en büyük spor malzemeleri imalatçısı Adidas, onları
iktidara get irmek için son derecede cömert davranmı§tı.
1 990'da Dass ler ailesi, Adidas'ı, Fransız sanayici Bernard
1 79
Tapie'ye sattı, ama ISL onlarda kaldı; aile §İmdilerde §İrke
ti Japon reklam ajansı Dentsu ile birl ikte yönetmektedir.
Dünya sporu üzerinde egemenlik kurmak öyle sanıl
dığı kadar basit bir ݧ değildir. 1 994 yılının sonl:ırında
New York'taki bir i§adamları toplantısında konu§an Ha
velange hiç alı§ık olmadığı bir §ekilde bazı rakamları ağ
zından kaçırdı:
- Dünya futbolunun parasal cirosunun yılda 225 mil
yar dol.ara uf.aştığını söyleyebilirim.
Dünyanın önde gelen çokuluslu § irketlerinden biri
olan General Motors'un 1 993 yılındaki 1 36 milyar dolar
lık geli riyle bu serveti kıyaslayarak övünmܧtÜ. Aynı ko
nu§mada Havelange futbolun ticari bir ürün olduğunu ve
en akılcı bir şekilde pazarlanması gerektiğini beli rterek
çağda§ ya§amda akılcılığın temel kuralını da hatırlatmadan
geçmedi:
- Malın sunulduğu paketin daima gösterişli olması gere-
kir.
Uluslararası müsabakaların zengin madeni içinde
maçların yayınlanma hakkının televizyonlara satışı en faz
la gel i r getiren kaynaktır ve bu küçücük ekranın ödediği
paradan asl an payını FİFA i le Uluslararası Olimpiyat Ko
mitesi almaktadır. Uluslararası müsabakaların tüm ülkele
re canlı olarak yayın lanmasıyla birl ikte bu para olağanüstü
ölçüde arttı. 1 993 yılında Barselona O limpiyatları için tele-
1 80
vizyonun ödediği para, 1 960 Roma Olimpiyatlarında yayı
nın ülke sını rları içi nde olduğu zaman ödenen paradan altı
yüz otuz katı daha fazlaydı.
Bir turnuvanın yayın hakkının hangi kanala verileceği
konusuna geli nce, hem Havelange ile Samaranch'ın, hem
de Dassler Ailesinin bu konuda kuralları bellidir: Kim da
ha fazla öderse ona verilir. Her heyecanı ve tutkuyu para
ya çeviren bir mekanizmanın spor yaşamı için en yararlı
ve en sağlıklı ürünleri sunanı seçmek gibi bir saçmalıkta
bulunmayacağı doğaldır. En iyi öneriyi vereni n düdüğü
çalmaya hakkı vardır; burada önemli olan M astercard'ın
Visa'dan daha fazla ödeyip ödemediği, Fuji filmin, Ko
dak'tan daha çok parayı masaya koyup koymadığıdır. Lis
tenin daima baş ında bulunan, 'çok besleyici' i ksir Co
ca-Cola' dan hiçbir atletin mahrum olmaması gerekiyor,
'milyonlarla' ifade edi len tartışılmaz nitel ikleri vardır.
Marketinglere ve Sponsorlara böylesine bağımlı bulu
nan yüzyılımızın sonundaki futbolda Avrupa'nın en
önemli kulüplerinin büyük şirketler grubunu oluşturan
halkalardan biri haline gelmesinde şaşılacak bir şey yok
tur. Torino'nun Juventus Kulübü, Fiat gibi Agnelli grubu
na aittir. M ilano Kulübü de Berlusconi grubundaki üç yüz
şirketten biridir. Aynı şekilde Parma, Parmalat' ı n mal ıdır;
Sampdoria da petrol şirketi Man tovani'ni ndir. F iorentina
Kulübü de film yapımcısı Cecchi Gori'y e aittir. Marsilya
Olimpique, Bernard Tapie'nin şirketlerin den birinin malı
181
olduğunda dünya futbolunun ön sıralarında yerini almıştı;
ne var ki ortaya çıkan bir rüşvet skandalı bu başarıl ı şirke
tin batmasına neden oldu. Paris Sait-Germain Kulübü, te
levizyon şirketi Canal Plus'undur. Sochaux Kulübünün
sponsoru Peugeot bu kulübün stadının da sahibidir. Hol
landa' nın PSV Eindhoven Kulübünün sahibi de Philips'tir.
Bayer Şirketi de Almanya'nın birinci ligdeki iki takımı
olan Bayer Leverkusen ile Bayer Verdingen ' i mali yönden
desteklemektedir. Astrad bilgisayarlarının üreticisi, İngiliz
kulüplerinden Tottenham Hotspur'un sahibidir ve bu ku
lübün hisseleri borsada oldukça rağbet görmektedir. Aynı
şekilde Blacburn Rover, Walker grubuna aittir. Profesyo
nel futbolun pek yaygın olmadığı Japonya'da belli başlı
şirketler, kulüpler kurup uluslararası üne sahip futbolcu
larla sözleşme imzaladılar; çünkü futbolun tüm dünyada
konuşulan bir l isan olması nedeniyle ticaret ağlarını bütün
dünyayı kapsayacak şekilde örebi leceklerin i n farkındadı r
lar. Elektrik şirketi Furukawa, Jef United İchihara kulübü
nü kurarak Alman Pierre Littbarski ile Çek Frantisek ve
Pavel' i safları na kattı. Toyota da ayn ı şekilde Nagoya
Grampus Kulübünü yaratıp İngi l iz golcü futbolcu Gary
Lineker'i transfer etti. Her zaman başarılı, ama biraz yaş
lanmış bulunan Zico da, Sumitoma Endüstri ve F inans
man Grubuna ait olan Kashima Kulübünde oynadı. M az
da, M itsubishi, Nissan, Panasonic ve Japan A irlines ş irket
lerinin her birinin kendi futbol kulüpleri bulunmaktadır.
Kulüp mal i yönden sürekl i zarar ediyor olabilir, ama
ait olduğu şirketler grubunun adını iyi bir şekilde duyura
biliyorsa bu önemsiz bir ayrıntı sayılır. Bu yüzden bir ku
lübün kime ait olduğu bir sır değildir: Futbol, şirketlerin
reklamlarının yapılmasında bir araç olarak kullanılmakta
olup halka u laşmada ondan daha etkilisine rastlamak
mümkün değildir. Berlusconi, M ilano'yu satın aldığında
kulüp iflasın eşiğindeydi ve bunu önlemek amacıyla kore
ografik özellikte bir reklam kampanyasına girişti. 1 978 yı
l ı nda bir akşamüstü Mi lano'nun on bir oyuncusu bir heli-
1 82
kopterden yavaş yavaş stadın ortasına inerlerken, bir yan
dan da hoparlörlerle Wagner'in müziği seyircilere dinletili
yordu. Kendi reklamını çok iyi bilen Bernard Tapie, Olim
pique'i n zaferleri ni 'rock' müziğinin en iyi gruplarının yer
aldığı, havai fişekl i, lazer ışınlı büyük gösterilerle kutlama
yı gelenek haline getirmişti.
Halkın coşku kaynağı futbol sayesinde şöhrete ve gü
ce ulaşılmaktadır. Herhangi bir şirkete doğrudan doğruya
bağlı olmayan, belli ölçülerde özerkliğe sahip bazı kulüp
ler, genellikle siyasette ya da ticarette pek başarı elde ede
memiş kimseler tarafından yönetilmektedir; bu sıradan in
sanlar popüler ol mak için futbolu bir araç olarak kullan
maktadırlar. Fakat bunun aksinin söz konusu olduğu en
der vakalar da yok değildir: Bileğinin hakkıyla kazandığı
ünü futbolun hizmetine sunan İ ngiliz şarkıcı Elton John
yıllardır gönül verdiği Watford Kulübünün başkanlığını
yaptı; aynı şekilde film direktörü Francisco Lombardi, Pe
ru'nun Sporting Cristal Kulübünü yönetti.
1 83
JESÜS
1 84
- Elbette bıliyorsun, suç teknık direktörün.
- O halde kov gitsın.
1 85
78 DÜNYA KUPASI
Almanya'da halkın sevgilisi kaplumbağa Volkswagen,
dönemini kapatırken İngiltere'de i l k tüp bebek dünyaya
geliyordu. İtalya'da da çocuk düşürme yasalla§ıyordu.
Yüzyılın vebası AIDS ilk kurbanların ı veriyordu. Kızıl
Tugaylar Aldo Moro'yu katlederlerken, Amerika Birle§İk
Devletleri yüzyılın başından beri kullandığı kanalı Pana
ma'ya devretme vaadinde bulunuyordu. M iami'deki güve
nilir kaynakl ardan gelen haberlere bakılırsa Fidel Castro
her an devrilebilirdi. N ikaragua' da Somoza'nın i ktidarı
son buluyor, İran'da da §ahın saltanatı sallanıyordu. Gu
atemala'da askerler Panzos Köyünde halkı mitralyözlerle
tarıyorlardı. Domitila Barrios, Bolivya' n ı n askeri diktatö
rüne kaqı bakır madenlerinde çalıpn dört kadınla birlikte
açlık grevine başlıyor ve bütün Bolivya'nın onu destek le
mesi üzerine diktatör devriliyordu. Arjantin 'deki diktatör
lük yerinde saymaya devam ederken, sanki gücünü kanıt
lamak İstercesine On Birinci Dünya Futbol Şampiyonası
na ev sahipliği yapıyordu.
Kupaya on Avrupa, dört Latin A merika ülkesi, İran
ve Tunus katıldı. Papa onları Roma'dan kutsadı. Buenos
Aires'in Monumental Stadındaki açılış töreninde marşlar
çalınırken, General Videla, Havelange'ye nişan taktı. Ora
dan birkaç adı mlık mesafede Arjantin'in Auschwitz ben
zeri işkence ve yok etme merkezi Mekan ize Piyade Oku
lunda birtakım masum işler çevrilmekteydi. Ve oradan
1 86
birkaç kilometre uzakta da uçaklar mahkumları diri diri
denizin dibine yolluyordu.
FIFA b�kanı, televizyon kameraları karşısında, " So
nunda dünya Arjantin'in gerçek görüntüsünü görme fırsa
tını bulacaktır," diyordu.
Özel davetli Henry Kissinger de şöyle konuşuyordu:
- Bu ülkenin parlak bir geleceği var.
Açılış vuruşunu yapan A lman ekibin kaptanı Berti
Vogts birkaç gün sonra şöyle bir açıklamada bulunuyordu:
- A rjantin , hukukun, düzenin hakim olduğu bir ülke;
ben siyasi mahkum fal.ın görmedim.
Bazı maçları kazanan e v sahibi ekip, İtalya karşısında
yenilgiye uğramış, Brezilya ile berabere kalmıştı. Hollanda
ile karşıl�acağı finale kalabilmesi için Peru'yu gol yağmu
runa tutması gerekiyordu. Arjantin ihtiyaç duyduğu golle
re Peru'yu 6-0 yenerek kavuşmuş oldu; ama bu farklı skor
bazı ki mselerin beyinlerinde soru işaretlerinin belirmesine
yol açmıştı; nitekim Perulular Lima'ya döndüklerinde taş
yağmuruna tutuldular.
Arjantin ile Hollanda arasındaki final maçının sonucu
uzatmada bell i oldu. Arjantinl iler 3-1 galip geldiler, bu za
ferde bir bakıma, Arjantin'i son dakikada yenilgiden kur
taran yurtsever kale direğinin de büyük payı vardı. Ren
senbrink'in bir şutunu durduran bu kale direği, İnsanoğlu
nun nankörlüğü yüzünden askeri di kta yöneticilerinden
herhangi bir nişan almadı. Yine de M ario Kempes'in attığı
1 87
goller, sonucu tayin etti; rüzgarı arkasına alarak k ağıtlarla
dolu bir çim sahada hiç yorulmadan ko§up duran bir tay
gibiydi Kempes.
Kupayı alma anında Hollandalı oyuncular Arjantin
diktasının §eflerini selamlamayı reddetti ler. Brezilya üçün
cülüğü elde etti. İtalya da dördüncü oldu.
Kupanın en iyi oyuncusu Kempes altı golle gol kralı
oldu; onu be§er golle Perulu Cubillas ile Hollandalı Ren
senbrink izlediler.
1 88
MUTLULUK TABLOSU
Dünyanın dört bir köşesinden beş bin gazeteci Arjan
tin' e gelmi�ti; basın ve televizyon merkezi son derecede
moderndi; statlar muhteşem, havaalanları hep yeniydi; kı
sacası her şey göz kamaştırıcıydı. En yaşlı Alman gazeteci
leri, 78 Dünya Kupasının, Hitler'in büyük bir debdebeyle
Berlin'de açılışını yaptığı 36 O limpiyatını hatırlattığını
söylemeden edemiyorlardı.
Gelirler ve giderler tam bir devlet sırrıydı. Milyonlar
ca dolarlık masraf ve savurganlık olduğu muhakkaktı, ama
askeri cunta tarafından yönetilen bir ülkede insanların
yüzlerinden mutlu gülümsemeler kaybolmasın diye mas
rafların yekunu hiçbir zaman açıklanmadı. Dünya Kupası
na ev sahipliği yapan asker liderler, bir taraftan da İnsanla
rı yok etme planlarını tam gazla uyguluyorlardı. 'Nihai
çözüm' adını verdikleri planlarıyla binlerce A rjantinliyi iz
bı rakmadan katlettiler; ölenlerin sayısı hiçbir zaman tam
olarak bil i nmedi; kim öğrenmeye çalışıyorsa her ne hik
metse yer yarılıp i çine giriyordu. Arjantin'in Sociedad Re
al Kulübünün başkanı Celedonio Pereda, futbol sayesinde
Arjantin'in, batılı ülkelerin bas ı n ve yayınında sunulan
kötü şöhret ve imajının sona ereceğini söyledi. Bütün pm
piyona boyunca bi rkaç kez tökezleyen Arjanti n karması
yerel muhabirler tarafından zorunlu olarak göklere çıkarıl
dı. Ne oyuncuları, ne de tekni k direktörü eleşt irmek söz
konusuydu.
1 89
Ü lkenin dışarıda yaygın olan kötü imajını, örtmek
amacıyla dikta rej imi bu konularda uzmanlaşmış bir Ame
rikan şirketine yarım mi lyon dolar ödemekten kaçınmadı.
Burson-Masteller Şirketi uzmanlarının raporunun başlığı
şöyleydi: " Ürünler için geçerli olan ülkeler için de geçerli
dir. " Dünya Kupasının güçlü adamı Carlos Alberto Lacos
te, verdiği bir demeçte şunları söylüyordu:
- Avrupa'ya ya da Amerika Birleşik Devletlerine gitti
ğimde beni en çok etkileyen şey ne mi? Büyük binalar, büyük
hav:ıalanları, muhteşem arabalar, lüks eşyalar...
Dolarları buhar edip yok etmede, ani servet yaratma
da bir hokkabaz gibi ustalaşmış olan bu amiral, kendisine
rakip olabilecek bir başka asker kökenl i kişinin esrarengiz
bir ci nayete kurban gitmesinde11 sonra Dünya Kupasında
tek adam durumuna geldi. Lacoste, muazzam meblağları
kimseye hesap vermeden kullanıyordu; galiba bu meblağ
ların bir kısmı dalgınlık eseri cebine girmişti. Dikta rej imi
nin maliye bakanı Juan Alemann, kamu kaynakları nın so
rumsuzca harcanması konusunda birtakım yersiz sorular
ortaya attığında, amiral alışılmış uyarılarından birini daha
yapmada gecikmedi:
- Kabak başlarında bir bomba gibi patlayacak olursa
sızlanmasınlar...
Gerçekten de Arjantin seyircisi Peru'ya atılan dör
düncü golü çılgınca alkışlarken A leman n ' ı n evinde, kimin
tarafından yerleştirildiği belli olmay an bir bomba patlayı
verdi.
Dünya Kupasının sonunda Amiral Lacoste, organizas
yonda göstermiş olduğu çabaların bir ödülü olarak Fl
FA'nın başkan yardımcılığına getirildi.
1 90
GEMMILL'İN GOLÜ
78 Dünya Kupasıydı; formunun doruğunda bul unan
Hollanda, pek iyi durumda olmayan İskoçya ile kaqılaşı
yordu.
İskoçyalı oyuncu A rchibald Gemmill, takım arkada§ı
Hartford'un verdiği pası kaptıktan sonra Hollandalıları
gayda müziği eşl iğinde bir dansa davet etme inceliğini gös
terdi.
Gemmill'in çalımları yla başı dönerek yere ilk serilen
Wildschut oldu. Daha sonra ekilme sırası Suurbier'e geldi.
Ama Krol'un ba§ına gelenler hepsinden daha kötüydü:
Gemmill topu onun bacakları arasından geçirmişti ve ni
hayet kaleci Jongbloed ile kaqı kaqıya kaldığında İskoç
yalı futbolcunun tek yaptığı şey, topu file bekçisinin üze
rinden aşırtarak kaleye sokmak oldu.
191
BETTEGA'NIN GOLÜ
78 Dünya Kupasıydı. İtalya ev sahibini 1 -0 yenmi§ti.
İtalya'nın golü ağları bulmadan önce top sahada munta
zam bir üçgen çizmiş ve bu üçgeni n içinde kalan Arj antin
savunması adeta apı§ıp kalmı§tı. Golün geli§i §öyle oldu:
Antognoni topu Bettega'ya gönderdi, o da sırtı dönük va
ziyette olan Rossi'ye pas verdi, Rossi de bir topuk pasıyla
topu yeniden ileriye doğru sızan Bettega'ya yolladı. Bette
ga önüne çıkan iki oyuncu arası ndan sıyrıldıktan sonra to
pa sol ayağıyla vurarak kaleci Fillol'un golü önleme çaba
sını bo§a çıkardı.
Bu maçı seyreden herkes, dört yıl aradan sonra İtal
ya'nın kupanı n sahibi olacağını sanmı§tı.
1 92
SUNDERLAND'IN GOLÜ
1 94
adımlarla i lerlerken Barselona'da On İkinci Dünya Futbol
Şampiyonasının açılı§ı yapılıyordu.
Önceki §ampiyonadan sekiz fazlasıyla bu seferkine
yirmi dört ü l ke katıldı, ama e§le§melerde Latin Amerika
ekiplerinin §ansı pek yaver gitmedi. Kuveyt ve Yeni Zelan
da' dan ba§ka on dört Avrupa, altı Latin Amerika ve iki de
Afrika ülkesi katılıyordu.
İlk gün, dünya §ampiyonu Arjantin karması Barselo
na'da hezimete uğradı. Birkaç saat sonra, oradan oldukça
uzaktaki Falkland Adalarında Arjantinli generaller bu kez
de İngiltere kaqısında yenildiler. Birkaç yıl süren diktatör
lükleri sırası nda kendi yurtta§ları n ı dize getiren bu yırtıcı
generaller, İngiliz askerleri kaqısında uysalca boyun eğdi
.ter. İnsan haklarını her zaman ihlal etmi§ olan Deniz Kuv
vetleri subayı Alfredo Astiz'in, gurur kırıcı belgeyi ba§ı
eğik durumda i mzalayı§ını tüm dünya televizyonları gös
terdi.
Televizyon iki gün arka arkaya 82 kupasından ilginç
görüntüler verdi. Kuveyt ile F ransa'nın kar§ıla§tığı maç
ta, Kuveyt' i n yediği bir gole itiraz eden Şeyh Fahid
El-Ahmed-Sabah'ı n rüzgarda etekleri dalgalanarak sahaya
girmesi görülmeye değerdi; İngiliz Bryan Robsun'un ya
rım dakikay a sığdırdığı gol muhte§emdi; i lginç görüntü
lerden b iri de Alman kaleci Schumacher'i n Fransa'nın
forvet oyuncusu Battiston' u bir diz darbesiyle bayılttık
tan sonra hiç oralı olmamasıydı; belirtmekte yarar var,
Schumacher kaleci olmadan önce demircilik yapmıştı.
İlk sırayı Avrupalı ekipler aldı; Brezi lya'nın sergiledi
ği oyun hiç de yabana atılacak cinsten değildi, özellikle Zi
co, Falcao ve S6crates güzel futbollarıyla göz doldurdular.
Her ne kadar Brezilya karmasının kupada §ansı pek yaver
gitmediyse de seyirci tarafından beğenildi. Tribün lerden
büyük bir alkış toplayan Zico, haklı olarak Latin Ameri
ka'nın en iyi futbolcusu seçildi.
Kupayı İtalya aldı. İtalya karması i lk günlerde parlak
bir ba§langıç yapamamı§, beraberliklerle tökezlemi§ti, ama
1 95
daha sonra uyumlu futbol uyla ve özellikle Paolo Ross i'nin
çabalarıyla sonuca ulaşmayı başardı. Finalde Almanya'yı
3-1 yendi.
Boniek'in güzel müziğine ayak uyduran Polonya
üçü ncü oldu. Dördüncülüğü de Fransa al dı, ama bu yere
gelmesinde daha çok Avrupa'daki nüfuzunun , bir de Afri
kalı orta saha oyuncuları nın unutulmaz neşeli tavırların ın
büyük payı vardı.
İtalyan Rossi altı golle ilk sırayı aldı, onu yıldırım hı
zıyla attığı beş golle Alman Rummenige izledi.
1%
HER ZAMAN
DEVLER ÜSTÜN GELMEZ
Alain Gi resse, Platini, Tigana ve Genghini ile birlikte
82 Dünya Kupasının ve Fransız futbol tarihinin en göste
rݧIİ forvetini olu§turdular. Giresse o kadar ufak tefekti ki,
televizyon ekranında daha da küçülmü§ gibi görünüyordu.
Macar Puska§, Alman Seeler gibi tıknazdı; Hollandalı
Cruyff ile Gianni Rivera ise narin yapıdaydılar. Pele, Ar
jamin'in orta saha oyuncusu, güçlü kuvvetli Nestor Rossi
gibi düztabandı. Cooper testinde en olumsuz sonuç alan
Brezilyalı Riveli no'yu sahada tutabilmek mümkün değildi;
yurtta§ı S6crates ise tıpkı bir turna ku§U gibiydi, uzun ba
cakları ve çabuk yorulan küçük ayakları vardı, ama topuk
paslarını vermede onun üstüne yoktu; İstese penaltıları bi
le topuğuyla atabi lirdi.
Bir futbolcunun fiziksel ölçüleriyle hızlılık ve kuvvet
göstergesinin oyundaki ba§arısını belirleyen ögeler olduğu
nu dü§ünenler yanılmaktadırlar. Nasıl ki bir erkeğin cinsi
yet uzvunun uzunluğu ile cinsel doyuma ula§ma arasında
bir bağlantı yoksa, zeka testindeki ba§arı ile yetenek ara
sında da bir i lgi yoktur. En iyi futbolcuların M i kelanj' ın
heykellerinin ölçüleri nde olmadıkları bilinen bir gerçektir
ve birçok durumlarda yetenek, fiziksel yetersizlik leri me
ziyete çevirme sanatı olarak kabul edilmektedir.
Kolombiyalı Carlos V alderrama'nın bacakları çarpıktı
ve bu çarpıklık topu saklamasında ݧİne yarıyordu. Gar
rincha' nın çarpık bacakları için de aynı durum s öz konu
suydu. Uruguaylı Cococho Alvarez aksayarak yürürdü,
1 97
çünkü bir ayağı öbürüne doğru dön üktü, buna rağmen Pe
le'yi sakatlamadan marke edeb ilen ender futbolculardan
bi riydi.
94 Dünya Kupasının yıldızları Romario ile Maradorıa
tıknaz ve biraz göbekliydiler. İtalya'da b�arılı bir futbol
sergileyen iki Uruguaylı forvet oyuncusu Ruben Sosa ve
Carlos Aguilera da kısa boyluydular. Kısa boylulardan
Brezilyalı Leonidas, İngiliz Kevin Keegan, İrlandalı Geor
ge Best ve 'Pi re' lakaplı Danimarkalı Al lan Simonsen ufak
cüsseleri sayesinde aşılması güç defans oyuncularının ara
sından kolayca sıyrılabiliyorlardı. River Plata'n ı n sol açık
oyuncusu Felix Loustou ufak tefek olmasına rağmen de
mir gibi bir vücuda sahipti ve ona 'vantilatör' lakabını tak
mışlardı, çünkü rakiplerinin kendisini izlemesini sağlaya
rak takım arkadaşlarının rahat nefes almalarına fırsat veri
yordu. Uzun lafın kısası, Lil iputvari bir futbolcu, iri cüsse
li bir rakip futbolcu tarafından ezilmeden, oyunun düşük
temposunu daha canlı bir hale getirebilir.
1 98
PLATİNİ
1 99
o l d u . Daha sonra A l manya ! i n a l m açı n d a İt.ı l y a k a rş ı s ı nda
t u tu n amad ı . Ne Plat ı n i , n e de R u m ın e n ige, fu t b o l da b i r ta
ri h vaz,ı n b u i k i s ü per o y u n cu , e k ı p l er i n ı n b i r d ü n y a ku
pası nda şaın p ı y o n o l m a ze\'k i n i t .1(Lını ad 1 Lı r.
200
FUTBOL KURBANLARI
Kötü bir şöhrete sahip olan 'hooligan 'lar, 1 985 yılı nda
Brüksel'deki eski Heysel Stadın ı n tribünlerinde 39 Italyan
seyircinin ölümüne neden oldular. 'Hooligan'lar saldırdık
ları sırada, İngiliz takımı Liverpool, İtalya'nın Juventus ta
kımıyla Avrupa Kupasının finali n i oynamaktaydılar. Bir
duvara karşı sıkışıp kalan, boşluğa düşen ya da birbirlerini
ezen İ nsanların can verişlerin i televizyon canlı olarak ya
yı nlarken bir yandan da maçı vermeyi ihmal etmiyordu.
O olaydan sonra İngiliz seyircilerin İtalyan toprakla
rına ayak basmaları yasak edildi; İngiliz taraftarların elle
rinde iyi bir aileden geldikleri n i gösteren bir belge olması
dahi bir İşe yaramadı. 90 Dünya Kupasında İtalya, İngiliz
taraftarların Sardunya Adasına ayak basmasına izin ver
mek zorunda kaldı, çünkü İngiltere karması da şampiyo
nada oynayacaktı, ama tribünlerde futbol seyircisinden
çok Scotland Yard ajanları bulunuyordu ve seyircilere göz
kulak olma işini bizzat İngiliz Spor Bakanı üzerine almıştı.
Yaklaşık bir asır önce, 1 890'da Londra'nın 'The Ti
mes' gazetesi şöyle bir uyarıda bulunuyordu: 'Bizim 'hooli
gan 'lar işi giderek azıtıyorlar ve işin kötüsü her geçen gün
sayıları arttıkça artıyor. Onlar medeni toplumumuzun b i
rer yüz karasıdırlar.' Ne i lginçtir ki günümüzde bu yüz
karaları futbolu ku:lanarak suç işlemeye devam ediyorlar.
'Hooligan ' ların olduğu yerde her zaman dehşet havası
eser; bunların vücutları dövmelerle kaplı olup mideleri al
kolle doludur; boyunlarında ya da kulaklarında milliyetçi-
201
lik amblemleri ası lıdır, ellerinde de kalın sopalar yahut
muştalar vardır; imparatorlukları nın dağı lmasından duy
dukları öfkeyi tribünlerden 'Rule Britannia' diye uluyarak
kusarlarken, çevrelerinde dehşet ve panik yaratırlar. İngil
tere'de ya da öbür Avrupa ülkelerinde Nazi amblemleri ta
şıyan birtakım zorbalar, sık sık Zencilere, Araplara, Türk
lere, Pakistan lı lara ya da Yahudilere saldırmaktadırlar. İs
panya'da Real M adridli bir fanatik, bir Zenciyi feci şekilde
döverken bir yandan da 'Afrika 'ya defolup gitsinler! Onlar
ekmeğimizi elimizden almaya geldiler! ' diye bağırıyordu.
ltalyan 'naziskirı ' leri futbol bahanesiyle Zenci oyun
cuları ıslıklayıp yuhalarken seyircilere de ' Yahudiler' diye
bağırıyorlardı.
Fakat futbola gölge düşüren dem ir çubuklar yal nızca
Avrupa'ya özgü değildir. Bundan bütün ülkeler payını al
maktadır; biri nde çok, öbürlerinde az olsa da bu tür olay
lar hemen hemen her ülkede yaşanmakta ve futbolun bu
kuduz köpekleri her geçen gü n daha da çoğalmaktadırlar.
Birkaç yıl öncesine kadar Şili, dünyanın en centilmen se
yircisine sahipti. Kadın, çocuk ve erkek, tüm seyirciler tri
bünlerde müzik eşliği nde eğlenip yarışmalar düzenlerlerdi.
Bugünlerde ise Şili kulüpleri nden Colo-Colo 'Beyaz Pençe'
adı verilen bir çeteye sahiptir. Şili'nin bir diğer kulübü
202
U niversidad'ın da 'Alttakı ler' adında, bda çıkarmakta öbü
ründen aşağı kalmayan kal;ı.bal ık bir ayaktakımı vardır.
1 993'te Jorge ValdanÖ'nun hesaplarına göre son on
beş yıl içinde Arjantin statlarında meydana gelen şiddet
olaylarında ölenlerin sayısı yüzün üstündedir: Valdano,
şiddet olaylarının halkın günlük yaşamında karşılaştığı sos
yal adaletsizliklerle doğru orantılı olarak arttığını belirti
yor. Dünyanın her yeri nde iş bulamayan, umudunu yiti
ren, i çleri öfkeyle dolu gençler bulunduğu sürece bu olay
lar artmaya devam edecekt ir. Valdano'nun bu düşünceleri
ni açıklamasının üzerinden bi rkaç ay geçmişti ki, Buenos
Ai res'in Boca Juniors takımı, ezel i rakibi River Plata tara
fından 2-0 yenildi. Stadın çıkışında Riverli iki taraftar kur
şunlanarak can verdi. Genç bir Boca taraftarı televizyon
kamerası kaqısında şöyle dedi: 'Şimdi 2-2 berabereyiz. '
Eski çağlarda yapılan sporlar konusunda bir kronik
tutan Dione Crisostomo M . S . II. yüzyılda Romalı seyirci
ler hakkında şöyle yazı yordu: 'Stadyuma geldiklerinde
sanki uyuşturucu kullan mışlar gibi kendilerinden geçiyor
lar ve ağza alınmayacak küfürleri ve hakaretleri hiç utan
madan söylüyorlar. ' O tarihten dört yüz yıl sonra, 5 1 2 yı
lında spor tarihinin en büyük faciası yine Roma' da gerçek
le§tİ ve binlerce İ nsan hayatını kaybetti; iki rakip seyirci
grubu arasında çıkan ağız dalaşı daha sonra otuz bin ki§i
nin öldüğü, günlerce süren bir sokak çatışmasına dönüş
müştü. Tabii bunlar futbol seyircisi ol mayıp iki tekerlekli
yarış arabaları nı seyreden fanatiklerdi.
203
Şimdiye kadar bir futbol stadında en fazla sayıda kur
ban 1 964 yılı nda Peru ' nun b� keminde verildi. M açın son
ları na doğ'ru Arjantin'e atılan bir golün hakem tarafından
İptal edilmesi üzerine sahaya portakal, teneke bira kutuları
yağmaya ba§ladı. Polisin gaz bombası atması halkın panik
içinde kapalı kapı lara doğru hücum etmesi ne yol açtı ve üç
yüzden fazla İ nsan ezilerek öldü. O gece sokakl ara dökü
len öfkeli halk, polisi değil de hakemi protesto etti.
204
86 DÜNYA KUPASI
'Baby Doc' Duvalier ülkeyi soyup soğana çevirerek
Haiti'den kaçıyordu; aynı §ekilde Ferdinand M arcos da
yükünü tutarak Filipinler'den kaçıyordu. İkinci Dünya
Savaşının çok sevi len halk kahramanı Marcos'un gerçekte
bir savaş kaçağı olduğu, biraz gecikmiş bir bilgi olarak
Amerikan arşivlerinden elde ediliyordu.
Halley kuyrukluyıldızı uzun bir aradan sonra semala
rımızı yeniden ziyaret ediyordu. Uranüs'ün çevresinde do
kuz uydusunun bulunduğu, bizi güneşten koruyan ozon
tabakasında bir deliğin meydana geldiği keşfediliyordu.
Lösemiye karşı tedavide yeni bir ilaç geliştiriliyordu. Ja
ponya'da çok sevi len bir kadın şarkıcının İ ntihar etmesi
üzerine yirmi üç hayranı onun ardından gitmeyi tercih
ediyordu. Bir deprem iki yüz bin Salvadorluyu evsiz bark
sız bırakıyordu. Sovyetlerin Çernobil nükleer santralında
k i kaza bir radyasyon bulutunun yeryüzüne dağılmasına
yol açarken, radyoaktif yağmurun nerelere ve kimin başı
na yağdığını kimse bil miyordu.
İspanya'da Felipe Gonzalez, Kuzey Atlantik Paktı
NATO'ya karşı hep 'hayır' diye bağırmış olmasına rağ
men, şimdi 'evet' diyerek çark ediyor ve yapılan referan
dumla da bu karar onaylanıyordu. İspanya ve Portekiz ni
hayet Ortak Pazara giriyorlardı. Tüm dünya sokakta bir
suikasta kurbıın giden İsveç Başbakanı Olof Palme için yas
tutuyordu. Sanat ve edebiyat dünyasında da yas vardı:
Heykeltıraş Henry Moore ve yazarlardan Simone de Bea-
205
uvoir, Jean Genet, Juan Rulfo ve Jorge Luis Borges ara
mızdan ayrılıyorlardı.
Başkan Reagan'ın, CIA'nın ve Nikaragua'daki kontr
�erillaların silah ve uyuşturucu kaçakçılığına bulaştığı
Irangate skandal ı patlak veriyordu. Cape Cafıaveral uzay
üssünden fırlatılan uzay gemisi Challenger, içindeki yedi
elemanıyla birlikte infi l ak ediyordu. Amerikan Hava Kuv
vetleri, sonradan İran'a atfedilen bir suikastı cezalandır
mak için Libya'yı bombardıman edince, Kaddafi'nin al
baylarından birinin kızı bombardıınanda ölüyordu.
Lima'n ı n bir hapisanesinde dört yüz mahkum, mitral
yözle taranarak öldürülüyordu. M iaml 'den elde edilen gü
venilir bilgilere göre Fide! Castro'nun devrilmesi an mese
lesiydi. Bir yıl önce zelzeleyle sarsılan Meksika şehrinde
birçok insan temeli çürük bi naların altında can vermişti ve
şehrin önemli bir bölümü hala harabe halindeyken On
üçüncü Dünya Kupasının açı lışı orada yapılıyordu.
86 Kupasına on dört Avrupa, altı Latin A meri ka ülke
sinden başka Fas, Cezayir, Irak ve Güney Kore katılıyor
du. Seyircilerin dalgalanarak gösteri yapmaları ilk kez
Meksika şehrinde gerçekleşti ve o andan itibaren seyircile
rin sık sık azgın denizin dalgalarının ritmiyle hareket et
meleri bugüne devam edip geldi. Şampiyonada i nsanın yü
reğini ağzına getiren maçlar oynandı: Mesela Fransa ile
�rezilya'nın karşılaştığı maçta Platini, Zico, S6crates gibi
206
tecrübeli oyuncular penaltı atışlarını gole çeviremediler.
Danimarka'nın attığı ve yediği unutulmaz goller oldu, öy
le ki Uruguay'a altı gol atıp İspanya'dan beş gol yedi.
Fakat bu Dünya Şampiyonası Maradona'nındı; İngil
tere kar§ısında Falkland Adalarında boyun eğen Arjan
tin'in öcünü Maradona attığı iki golle aldı: Golün birini,
kendisinin 'Tanrının eli ' olarak gördüğü sol eliyle attı,
öbürünü de İngiliz defans oyuncularını yere serdikten son
ra sol ayağıyla kaydetti.
Arjantin finalde Almanya ile kar§ı kaqıya geldi. Ma
çın kaderini tayin eden pas Maradona' dan geldi, Burrucha
ga kendisine verilen pası değerlendirerek Arjantin'in son
dakikada 3-2 öne geçmesini sağladı. Fakat daha önce atılan
bir b�ka muhte§em golü anlatmadan geçmeyelim: Valda
no, Arjantin kalesinden topla birlikte fırladı ve sahayı
boydan boya geçerek Schumacher'in önüne kadar geldik
ten sonra topu sağ direğin yanından filelere gönderdi. Val
dano topla birl ikte ko§arken, bir yandan da ona yalvarı
yordu:
- Aman oğlum, yüzümü kara çıkarma, ne olursun ka
leye gir.
Şampiyonada Fransa üçüncü, Belçika dördüncü oldu.
İngiliz Lineker gol sıralamasında 6 golle birinciliği elde et
ti. Maradona, Brezilyalı Careca ve İspanyol Butragenyo da
be§er gol attılar.
207
TELEVİZYONUN HAKİMİYETİ
Günümüzde futbol maçlarının oy nandığı bir stat ko
caman bir televizyon stüdyosu sayılır. Maçlar televizyon
aracılığıyla yayınlandığında evimizde rahatça oturup sey
redebilmekteyiz; televizyon artık her şeye hükmetmekte
dir.
86 Dünya Kupasında, Valdano, Maradona ve öbür
oyuncular maçların öğleyin, güneşin değdiği yeri kavurdu
ğu saatlerde oynanmasına itiraz edip durdular. Meksiko'da
vakit öğleyken Avrupa'da geceydi ve Avrupa televizyonu
için en uygun olanı bu saatlerdi. Alman kaleci Harald Sc
humacher sıcaktan ne hale geldiğini şöyle açıklıyordu:
- Dl?'Vamlı terliyorum, boğazım kuruyor. Çimenler de
kuru bir tezeğe benziyor: sert, tuhafve dü§manca. Güne§ ı§ın
ları stada dik olarak dü§üyor ve kafamızda parçalanıyor.
Gölge bile vermiyoruz. Tell?'Vizyon için bunun daha iyi oldu
ğunu saylüyorlar.
Yayın hakk ının satışı oyunun kalitesinden daha mı
önemliydi? Futbolcuların görevi koşmaktı, konuşmak de
ğil ve Havelange devreye girerek tartışmaya şu sözüyle son
verdi.
- Çenelerini kapatıp oynamaya baksınlar.
Dünya Kupasını kim yönetti? ..M eksika Futbol Fe
86
derasyonu mu? Yok canım, daha neler! Aracılara ne gerek
var? Kupayı yöneten Televisa'nın asbaşkanı ve aynı za
manda uluslararası bir yayın şirketinin başkanı olan Guil
lermo Cafıedo'ydu. Bu şampiyona Televisa'nındı, bu özel
208
şirket bir tekel kurmuştu, Meksika futbolunun efendisiydi
ve Meksikalıları boş zamanlarını nasıl geçi receği hususun
da yönlendiren de yine oydu. FİFA ile birlikte Avrupa pa
zarlarına yapacağı yayınlar sonucu kasasına girecek olan
paradan başka hiçbir şey Televisa'yı ilgi lendirmezdi. Mek
si kalı bir gazeteci, dünya kupasının kar ve masrafının ne
kadar olduğunu ona sormak patavatsızlığında bulununca
Cafıedo oldukça soğuk ve ters bir şekilde cevap verdi:
- Bu özel bir şirkettir, kimseye hesap vermek zorunda
değiliz.
Şampiyona sona erdiğinde Havelange'nın gözüne gir
miş olan Cafıedo, kimseye hesap vermeyen kuruluş Fİ
FA'nın başkan yardımcılığına getirildi.
Televisa yalnızca Meksika'da oynanan yerli ve yaban
cı karşılaşmaları vermekle kalmıyor, aynı zamanda birinci
ligdeki A merika, Necaxa ve Atlante adlı üç kulübün de sa
hibi olarak ağırlığını koyuyordu.
1 990' da Televisa Meksika futbolu üzerinde söz sahibi
olduğunu oldukça sert bir şekilde gösterdi. O yıl Puebla
Kulübü Başkanı Emilio Maurer'in aklına çok can alıcı bir
fikir geldi: M açların nakli nde Televisa'nın kendilerine da
ha fazla para ödemesi gerektiğini düşünüyordu. Maurer'in
bu düşüncesi M eksika Futbol Federasyonunun bazı yöne
ticileri tarafı ndan da benimsendi. Reklam sayesinde servet
ler kazanan Televisa'nın kulüplere ödediği para aşağı yu
karı bin dolardı.
İşte o zaman Televisa bu alanda kimin sözünün geçti
ğini gösterdi. M aurer şiddetli bir bombardımana maruz
kaldı ; önce evine ve iş yerine haciz gelmeye başladı, sonra
tehditler aldı, kanundışı i lan edildi ve hakkında bir tutuk
lama kararı çı karıldı. Ve bir sabah kulübü Puebla'nın sta
dının kapılarının mühürlenmiş olduğu görüldü. Fakat
mafyaya özgü bu yöntemler onu atından devirmek için
yeterli olmadı. Bunun üzerine son çare olarak hapse atıldı
ve asi kulübü de tüm yandaşlarıyla birlikte M eksika Fut
bol Federasyonundan ihraç edildi.
210
ATAK YA DA ÜRKEK FUTBOL
211
- Artık futbolcuların hepsi birbirine benziyor. Eğer for
malarını deği�tirmi� olsalar hiçbırini tanıyamazsınız. Hepsi
nin oyun tarzı aynı.
Atak ya da ürkek oynamak, i§te bütün mesele bu!
'Oynamak' kelimesi, etimologlara göre Batı dillerinde '§a
ka yapmak' anlamındadır. 'Sıhhat ' kelimesi de vücudun en
özgürce hareket edebilmesini ifade ediyor. O halde bu ke
limeden yola çıkarak, tekrarlanan mekanik hareketlerin
sağladığı kontroll ü bir ba§arının sağlıklı olmadığı nı, futbo
lu hasta ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Sürprizden, güzellikten ve büyüden yoksun bir oyun
la kazanmak kaybetmekten beter değil mi? 1 994 yılında İs
panya liginde Real M adrid, Gijon Sporting kaqısında ye
nildi. Fakat Real M adridli oyuncular kendileri nden geçe
rek, 'vecit' halinde oynamı§lardı. Sözlükte ' vecit' kelimesi
'bir kimsenin Tanrı a§kını duyarak kendinden geçmesi'
§eklinde tanımlan maktadır. Teknik direktör Jorge Valda
no soyunma odasında oyuncuları güler yüzle kar§ılayarak
onlara §öyle dedi:
- Hep böyle oynayın da yenilirseniz yenilin.
2 12
SAHADA KOŞAN ECZA DOLAPLARI
213
kazanılsın da nasıl olursa olsun düşüncesiyle hareket eden
birçok futbolcu sahada koşan birer ecza dolabı haline gel
mektedir. İşin i lginç olan yönü, onları bu i laçları almaya
zorlayan sistem, olay bir sır olmaktan çıktığında onları
suçlu olarak mahkum ediyordu.
Schumacher b irkaç kez kendisinin de doping yaptığı
nı ve bundan dolayı vatan hain liğiyle suçlandığını açıklı
yordu. Dünya kupasının unutulmaz ismi, halkın gözbebe
ği Schumacher bu yüzden bir anda gözden düştü. Kulübü
Colonia'dan ve dolayısıyla mi lli takım kadrosundan da çı
karıldı ve sonunda çareyi Türkiye'ye giderek futbol haya
tını orada sürdürmekte buldu.
214
ŞARKILARDA IRKÇILIK
215
Ve dahası ırkçıların maqları her zamankinden daha
fazla kin kusmaya b�lamı§tı:
Bu pis koku nereden geliyor?
Köpekler bile kaçıyor,
Napolililer geliyor.
Ey ofkeli, depremzedeler,
hayatınızda hiç mi sabun görmediniz?
Napoli sen pis/iksin, Napoli sen çirkefsin,
bütün İtalya 'nın yüz karasısın.
216
HER ŞEY MÜBAH
1 988 yılında Meksi kalı gazeteci Miguel Angel Rami
rez genç takımlarla ilgili bir yolsuzluğu gözler önüne ser
di. Meksika'nı n genç milli takımı kadrosunda bulunan ba
zı oyuncular yaş sınırını iki ya da üç yıl aşmışlardı, sanki
mucizevi gençlik iksiri içmişlerdi: Nüfus kayıtlarında tah
rifat yapan yöneticiler pasaport alırken gerçekdışı beyanda
bulunmuşlardı. Bu olağanüstü terapiyle gençleştirilen fut
bolculardan biri ikiz kardeşinden iki yaş küçük görünü
yordu.
O zaman Guadalajara Kulübü asbaşkanı şöyle bir be
yanat verdi:
- Bunun iyi bir şey olduğunu savunmuyorum, ama bu
hep yapılagelmi�tir.
Genç takım üzerinde söz sahibi olan Rafael del Castil
lo gazetecilere şu soruyu yönelterek karşılık veriyordu:
- Öbür ülkeler yaptığı zaman normal sayılan bir şeyi
Meksika yapınca neden normal olmasın?
66 Dünya Kupasının hemen akabinde Arjantin Fut
bol Federasyonunun basın sözcüsü Valentin Suarez şöyle
bir demeç vermişti :
- Stanley Rous dürüst bir adam değildir. Dünya Kupa
sını, lngiltere 'nin şampiyon olması için düzenledi. Eğer Dün
ya Kupası A rjantin 'de yapılsaydı ben de aynını yapardım.
217
Rekabete dayanan serbest piyasada geçerli olan kural
lar günümüzde ba§arıya ulaşmak için, haklı ya da haksız
her yolun denenmesine izin vermektedir. Profesyonel fut
bolda vicdana, ahlaki değerlere yer yoktur, çünkü profes
yonel futbol her ne pahasına olursa olsun başarıya ula§ma
yı hedef alan ve vicdanla uzaktan yakından ilgisi olmayan
bir sistem üzerine oturtulmuştur. Zaten vicdan denilen
kavrama tarih boyunca fazla önem verilmezdi; İtalya Rö
nesansında 'vicdan ' ' en düşük, en önemsiz ağırlık birimi
nin adıydı. Yirminci yüzyıla geldiğimizde ise durum nasıl
dır? Köln takımının oyuncusu Paul Steiner bir zamanlar
şöyle demişti:
- Ben para ve yıldız için oynuyorum. Rakibim ise para
mı ve yıldızımı elimden almak için oynuyor. Bu yüzden ra
kibimle karşılaştığımda kazanmak için her yolu denemekte
bir an bile tereddüt etmem.
Hollandalı futbolcu Ronald Koeman vatanda§ı Gillha
us'un Fransız Tigana'ya tekme atarak onu hastanelik edişi
ni şu sözlerle mazur göstermeye çalışıyordu:
- Bu son derece klas bir hareketti. Tigana en tehlikeli
olanıydı, ne şekilde olursa olsun onu durdurmak gerekiyordu.
Amaç vasıtayı meşru kılıyordu, gizlilik içinde yapıldı
ğı sürece her türlü çirkin hareket mubahtı. Marsilya'nın
' Luince 'Scru p u l u m ' kelimesı h e m vicdan, h e m d e en k ü ç ü k ağırlık birimi için kullanı·
lıyordu.
218
Olympique takımının defans oyuncusu Basile Bal i, rakip
oyuncuların ayak bilekleri ne tekme atmakla suçlanıyordu;
1 993'te dirsek vurmaya meraklı futbolculardan Roger M il
la'yı bir kafa darbesiyle yere seren Bali bu işin püf noktası
nı şöyle açıklıyordu:
- İlk derste yapılması 'gereken IU: Sana vurmamaları
için önce sen onlara vuracaksın, ama bunu çaktırmadan yap
mak gerekir.
Topa yakın olmayan bir yerde vurmak gerekiyor,
·çünkü tıpkı televizyon kameraları gibi hakemin gözleri de
daima topun üzerindedir. 70 Dünya Kupası nda Pele, İtal
yan Bertini'nin kendisine uyguladığı sıkı markajdan yaka
silkmiş olmasına rağmen onu övmeden de edemiyordu:
- Bertini faulü fark ettirmeden yapabilen bir sanatçıydı.
Yumruğunu böğrüme, mideme çaktırmadan indiriyor, ayak
bileğimi ustalıkla tekmeliyordu. . . tam bir sanatçıydı o.
Arjantinli gazeteciler, Carlos Bilardo' nun yaptığı bu
çeşit çirkin hareketleri takdir ediyorlardı; çünkü onlara
göre büyük bir ustalıkla yapılan sonuç alıcı hareketlerdi.
Söylenenlere bakılırsa bir zamanlar, Carlos Bilardo maç
esnasında elinde sakladığı bir iğneyi, sinsice rakip oyuncu
lara batırdıktan sonra, 'Ben bir şey yapmadım,' dermiş.
Daha sonraları Arjantin karmasının teknik direktörü olan
bu zat, 90 Dünya Kupasının en kritik maçında susuzluk
tan dili damağına yapışan Brezilyalı futbolcu Branco'ya içi
yarı yarıya kusmukla dolu bir su matarası göndermek gibi
bir marifette bulundu.
219
Uruguaylı gazeteciler si nsice i§lenen bu çe§it suçlara
'sağlam bacak oyunu' adını takmı§lardı. U luslararası karşı
la§malarda rakip oyunculara göz dağı vermede en tesirli si
lah olduğu tecrübeyle sab itti . Ama bu tekmenin, oyunun
ilk dakikalarında i ndirilmesi gerekiyordu, aksi takdirde
oyundan ihraç edilmek söz konusu olabilirdi. Uruguay
futbolunu çökerten başlıca nedenlerden biri de bu tür şid
det hareketleriydi. Eskiden tekme değil, yumruk atmak er
kekliğin §anından sayılırdı.
50 Dünya Kupasında, ünlü Maracani fin alinde, Brezil
ya'nın yaptığı faul sayısı Uruguay'ınkinin iki m isliydi. 90
Dünya Kupasında da teknik direktör Oscar Tabarez, Uru
guay Karmasının yeniden temiz futbola dönmesin i sağladı
ğında birtakım yerel muhabirler bunun iyi sonuç verme
yeceğini ileri sürmüşlerdi. Bugün ne yazık ki, asilce kay
betmektense §erefsizce kazanmanın çok daha iyi olduğunu
dü§ünen taraftarların ve yöneticilerin sayısı oldukça fazla
dır.
Uruguaylı forvet oyuncusu Pepe S asia bir keresinde
şöyle diyordu:
- Kalecinin gözlerine toprak mı serpmeli? Yöneticiler
i�in farkına varırlarsa bundan pek ho�lanmazlar.
Arjanti n seyircisi, 86 Dünya Kupasında Maradona'nın
eliyle attığı gole hayran olmuştu, çünkü hakem onu gör
memi§ti. 90 Dünya Kupası elemelerinde Şili karmasının
kalecisi Robert Rojas kendi alnını keserek yaralanmış gibi
yapmı§, ama foyası ortaya çıkmıştı. Onu her zaman gökle
re çıkaran, kendisine 'akbaba' lakabını takmı§ olan Şili se
yircisi onu yerin dibine batırmakta gecikmedi, çünkü yap
tığı işi yüzüne gözüne bulaştırmı§tı.
Her alanda olduğu gibi profesyonel futbolda da kılıf
iyi hazırlandığı sürece suç i§lemekte sakın ca görül memek
tedir. Bilindiği gibi, ' kültür' kelimesi ekip b içmek, ürün el
de etmek anlamına da gelmektedir. Şöyle b ir soru aklımıza
geliyor: Güce ve i ktidara sahip olmak için ne ektik, ne biç
tik? Askeri cuntaların suçlarını ve politikacıların yolsuz-
220
l u k l a rı n ı cezas ız b ı rakan Ye o n l ar ı k a h raman mertebes ı n e
yükselten b i r g ü c ü n sağladığı gay r i nıe§nı b i r ü r ü n ü n b i ze
ne gibi h i r faydası o l ab i l ir?
B ı r zanıan lar Ceza y i r ' de k a l ec i l i k yapnı ı � olan ü n l ü
yazar A l bert Canıus futbol kon u s u n da <lü§ ü n celeri n ı söy
lerken elbette profesyonel futbolu k astctnı i y o rdu:
- 8iitii11 ıyı y<i11/ı:rımı }İıtbo/,ı borçlııyımı.
22 1
DOYUMA ULAŞMA
1 989 yılında, Buenos Aires' de Arjanti n takımlarından
Juniors ile Racing arasında yapılan bir maç beraberlikle so
nuçlandı. Yönetmelik gereğince bu durumda penaltı atışla
rına başvurmak gerekiyordu.
On iki adımdan atılan penaltıları seyirciler önceleri
büyük bir heyecanla, tırnaklarını yiyerek ayakta izlediler.
Racing'in golünü taraftarları sevinçle alkışladı. Arkasından
Juniors'un golü geldiğinde karşı tribünlerden sevinç n ida
ları yükseldi. Daha sonra Racing kalecisinin kale direkle
rinden birine doğru atılarak topu savuşturması üzerin e bir
alkış tufanı koptu. Başka bir alkış da, aldatmaca harekete
kanmayıp topu kalenin ortasında bekleyerek golü önleyen
Juniors'un kalecisi içindi.
Onuncu penaltı atışında yine bir alkış koptu. A ma
yirminci golden sonra seyircilerden bazıları tribünleri terk
etmeye başlamıştı. Otuzuncu penaltı atışını ise statta bulu
nan az sayıdaki seyirci esneyerek izledi. Penaltı atışlarının
ardı arkası kesilecek gibi değildi, beraberlik bir türlü bo
zulmuyordu.
Kırk dördüncü penaltı atışından sonra maç bitti. Bu
penaltı atışlarıyla dünya rekoru kırılmıştı. Ama statta bu
nu kutlayacak kimse kalmamıştı ve hangi tarafın kazandı
ğını da bilen yoktu.
222
90 DÜNYA KUPASI
Haysiyetli bir Zenci oluşu nedeniyle yirmi yedi yıl
hapis yatan Nelson Mandela nihayet Güney Afrika'da öz
gürlüğüne kavuşuyordu. Kolombiya'da solun başkan ada
yı Bernardo Jaramilla bir suikasta kurban giderken, dün
yanın en zengin on adamından biri olan uyuşturucu ka
çakçısı Rodriguez Gacha, polis helikopterinden açılan ateş
le delik deşik ediliyordu. Şili yeniden demokrasiye kavu
şurken General Pinochet askerleri ve politikacıları kontro
lü altında tutarak ipleri elinde bulundurmaya devam edi
yordu. Peru'da, Fujimori traktöre binerek seçimlerde raki
bi Vargas Llosa'yı hezimete uğratıyordu. Nikaragua'da
sandinist geril l alar on yıl süren bir mücadelenin verdiği
yorgunlukla, Amerika Bi rleşik Devletleri tarafından eğitil
miş silahlı işgalciler karşısında seçimlerde başarısızlığa uğ
ruyorlardı. Daha önce Panama'yı yirmi bir kez işgal etmiş
olan Amerika Birleşik Devletleri, yeni bir işgale hazırlanı
yordu.
Polonya'da sendika lideri Walesa, hapisten çıkar çık
maz soluğu hükümette alıyordu. Moskova'da halk Mc Do
nald's kapılarında uzun kuyruklar oluşturuyordu. Berli n
duvarının parçalar halinde satılmasıyla i k i Almanya birleş
meye doğru adım atarlarken, Yugoslavya' nın dağılması
başlıyordu. Romanya'da ayaklanarak Çavuşesku rej imini
yıkan halk, kendisine 'Sosyalizmin Mavi Tunası' dedirten
uzatmalı diktatörü kurşuna diziyordu. Tüm :poğu Avrupa
ülkelerinde eski bürokratların tamamı yeni girişimciler
ol arak piyasada boy gösterirken, bir yandan da M arx'ın
heykelleri vinçlerle yerlerinden sök�üyordu. M iami'deki
güvenilir kaynaklardan elde edilen bilgiler, Fide! Cast
ro' nun devrilmesinin an meselesi olduğunu gösteriyordu.
Uzayda birtakım makineler Venüs'ten bilgi gönderirken,
yeryüzünde, İtalya'da On dördüncü Dünya Futbol Şampi
yonasının açılışı yapılıyordu.
223
Şampiyonaya on dört Avrupa, altı Lati n A merika eki
binden başka M ısır, Kamerun, Bi rleşik Arap Emirlikleri
ve Güney Kore katıldı. Açılış karşılaşması nda Kamerun,
Arjantin karmasını hezimete uğrattıktan sonra, İ ngiltere
ile başa baş bir şekilde mücadele ederek bütün dünyayı
hayretler i çinde bıraktı. Kırk yaşındaki emektar futbolcu
Milla, bu Afrika orkestrasının birinci davulcusuydu.
Ayağı davul gibi şişmiş olan M aradona, takıma yarar
dan çok zarar veriyordu. Arjantin tangosu artı k duyulmu
yordu. Kamerun karşısında yenilgiye uğradıktan sonra Ar
jantin, Romanya ve İtalya ile berabere kaldı; daha sonra
Brezilya karşısı nda az kalsın yenil iyordu. Brezilyalı futbol
cular bu maçta daha baskın oynuyorlardı, ama tek ayağıy
la zor bela oynayan M aradona kendisini marke eden üç
oyuncu arasından sıyrılarak Caniggia'ya pas vermeyi başa
rınca bu oyuncu şimşek gibi bir şutla topu Brezilya filele
rine gönderdi.
Finalde Arjantin bir önceki Dünya Kupasındaki gibi
Almanya ile karşılaşt ı; ama bu sefer A lmanya Backenbau
er'i!1 yerinde teknik talimatları ve kimsenin göremediği
bir penaltı sayesinde 1 -0 galip gelmeyi başardı.
İtalya üçüncü oldu. İngiltere dördüncülüğü elde etti.
Gol sıralamasında İtalyan Schillaci altı gol le birinci oldu,
Çekoslovak Skuharavy beş gol le onu izledi. Bu şampiyo
nada oldukça sıkıcı, güzellikten uzak bir futbol sergilendi
ve en az gol atılan Dünya Şampiyonası olarak kayıtlara
geçtı.
224
RINCÔN'UN GOLÜ
90 Dünya Kupasıydı; Kolombiya, Almanya kaqısı nda
rakibinden daha etkili bir oyun ortaya koymasına rağmen
1 -0 yenik durumdaydı ve maçın da son dakikaları oynanı
yordu.
Top orta sahaya doğru geliyordu, kendisini yönlendi
recek birini beklerken Valderrama topu sırtıyla karşıladı,
döndü, kendisini marke eden üç Almanın arasından sıyrıl
dıktan sonra Rinc6n'u gördü. Rinc6n ile Valderrama kar
şılıklı paslaştılar ve daha sonra Rinc6n zürafa bacaklarıyla
koşmaya başladı ve bir anda kendisini Alman kaleci nin
karşısında buldu. Ilgner kalesinden çıkmamıştı. O anda
Rinc6n topa tekme atmadı, adeta onu okşadı: Hafif bir vu
ruşla top süzüldü, süzüldü ve kalecinin bacakları arası ndan
geçerek filelerle kucaklaştı.
226
fakat tam o sırada ölüme mahkum edilenlerin aklına
pasaportlarını göstermek geldi. Yüzü birdenbire aydınla
nan subay sevi nçle bağırdı:
- Meksika! Hugo Sdnchez!
Daha sonra silahını bırakarak onları kucakladı .
Açılmaz kapıları açan Meksikalı Hugo Sinchez, tele-
vizyon sayesinde uluslararası bir ün kazanmı§tl, röve§atay
la attığı goller hafızalardan kolay kolay silinmezdi.
1 989- 1 990 sezonu nda Real Madrid formasıyla attığı otuz
sekiz golle, adı İspanyol futbol tarihine en fazla gol atan
yabancı oyuncu olarak geçti.
227
CIRCIRBÜCEGİ İLE KARINCA
1 992'de tembel cırcırböceği çalışkan karıncayı 2-0
rendi. Avrupa Kupası finalinde Danimarka ile Almanya
�arşılaştılar. Kamptan yeni çıkan Alman futbolcular sıkı
)İr perhize ve düzenli bir çalışma programına tabi olmuş
ardı. Danimarkalılar ise bira içmekten, kadınlarla gezip
cozmaktan ve plajdan geliyorlardı. Bilindiği gibi Danimar
ka daha önce elemelerde başarısız olmuştu. Fakat savaş ne
deniyle şampiyonaya katılamayan Yugoslavya'nın yerini
alması aceleyle İstendiğinde tüm oyuncular tatil deydiler.
Antreman için ne zamanları, ne de İstekleri vardı. Ayrıca
Michael Laudrup gibi bir yıldız futbolcudan da faydalan
ma imkanından mahrumdular; çünkü İsabetli şutlar atan
bu neşeli oyuncu Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupasında,
Barselona formasıyla takımını daha yeni şampiyon etmişti .
Buna karşılık Almanya karması M atthaus, Kl i nsmann ve
öbür yıldız futbolcularıyla sonuca ulaşacak gibi görünü
yordu, ama plajdan ayağının tozuyla sahaya gelen Dani
marka karşısında hezimete uğradı.
228
•
GULLIT
229
savunduğu için uzun yıllar hapis yatan Nelson Mandela'ya
adadı.
Gullit dizi nden üç kez ameliyat oldu. Her ameliyat
tan sonra otoritelerin hepsi de futbol hayatının sona erdi
ğini düşünüyorlardı, ama Gullit her seferinde kendi irade
siyle yeniden doğmayı ba§ardı.
- Ben futboldan ayrı kaldığımda, ağzından emziği alın
mış bir bebekten farkım kalmaz, diyordu.
Hollanda'nın ve İtalya'nın en güçlü takımlarında oy
nayan Gullit gol atan hızlı bacakları ve bir aslan yelesini
andıran kıvırcık saçlarıyla seyircilerin gözbebeği haline
geldi. Bununla birlikte, futbolun gün geçtikçe her zaman
kinden daha ticarileştiği bi r ortamda, Gullit'in paraya de
ğer vermeyişi ve dik ba§lı oluşu yüzünden ne yönetici lerle,
ne de teknik direktörlerle y ıldızı hiç barışmadı.
230
BABA KATİLLERİ
231
lan olarak kabul edilirlerdi. Fakat Pedernera, Di Stefano,
Rossi, Rial, Pontoni ve Moreno daha çok Brezilya'ya ben
zeyen bir çocuk yaratmışlardı.
232
ZİCO'NUN GOLÜ
1 993 yılıydı . Tokyo' da Kashima takımı, İmparator
Kupası için Tohoku Sendai takı mı ile karşılaşıyordu.
Kashima'nın Brezi lyalı as futbolcusu Zico takımını
zafere ulaştıran golü atmıştı ve bu gol belki de hayatının
en zarif golüydü. Top sağ taraftan orta yuvarlağa doğru ge
lirken, o anda biraz geride bulunan Zico hemen fırlamış,
ama çok hızlı hareket ettiğinden hızını alamayıp topu geç
mişti. Topun geride kaldığını fark eden Zico, havada bir
düz takla attı ve yere düşmeden önce, yüzü yere dönük va
zi yetteyken topa topuğuyla dokundu. Ters bir röveşatayla
muhteşem bir gol atmıştı. Ve bu golü görmekten mahrum
olan körler,
" Bu golü bana bir anlatın, " diyorlardı.
VERGİ KAÇIRMA SPORU
İspanya'nın Franco'nun diktatörlüğüne katlandığı sı
ralarda Real Madrid Kulübünün başkanı Santiago Berna
beu, kulübünün temel görevinin ne olduğunu şu sözleriyle
açıklıyordu:
- Millete bir hizmet sunmaktayız, amacımız halkı
memnun etmektir.
Atletico Madrid'in başkanı Vicente Calderon da bu
ulvi amacı destekliyor ve şunları söylüyordu:
- Futbolun en iyi tarafı halkı kötü dü�üncelerden uzak
tutmasıdır.
1 993 ve 1 994'te dünya futbolunu yönetenlerden bazı
ları vergi kaçırmak suçuyla itham edilip yargılandılar. O
zaman bir kez daha açık bir şekilde görüldü ki, futbol yal
nızca toplumsal gerilimi düşürmeyi sağlayan bir spor dalı
olmakla kalmayıp aynı zamanda vergi kaçırmada ya da
haksız kazanç sağlamada bir vasıta haline de gelebil iyor.
Dünyanın en önemli kulüplerinin, seyircilerin ve ta
kımdaki futbolcuların malı olduğu dönemler artık geriler
de kaldı. O eski güzel günlerde kulübün başkanı .elinde bir
fırça ve ki reç kutusu olduğu halde sahaya çıkıp kenar çiz
gilerini tazelerdi ve yöneticilerin en büyük savurganlığı
mahall eni n barları ndan birinde bir zaferi kutlamak ama
cıyla verilen bir ziyafetten öteye geçmezdi. Bugün ise bu
234
kulüpler el lerindeki muazzam servetler sayesinde futbol
cularla kontrat imzalayan, maçların yayın hakkını satan
birer anonim şirketler haline gelmiş olup devleti kazıkla
mayı, halkı aldatmayı ve iş hukuku kurallarını ve öbür
hakları i hlal etmeyi alışkanlık edinmişlerdir. Üstelik bu
kulüplerin yöneticileri işledikleri bu suçlardan dolayı hiç
bir yaptırım da görmemektedirler. Dünyada FİFA'nın
üzerinde, ceza verebilecek çokuluslu bir başka kuruluş
mevcut değildir. FIFA'nın kendi adaleti vardır. 'Afis Hari
kalar Diyarında' olduğu gibi bu adaletsiz adalet önce hü
küm verir sonra yargılar, nasıl olsa ilerde yargılamak için
bol bol zamanı olacaktır.
Profesyonel futbolun faaliyet gösterdiği alanda yalnız
ca kendi kuralları geçerlidir, burada hukukun borusu öt
mez; peki ama bu neden böyle? Hukuk kuralları neden
futbola uygulanamıyor? Her ne kadar büyük kulüplerin
yöneticilerin i n vergi kaçırarak hazineyi dolandırdıkları,
attıkları ofsayt gollerle kamu bütçesinde delikler açtıkları
herkes tarafından biliniyorsa da bir yargıcın onlara kırmı
zı kart çıkararak ceza verdiği şimdiye kadar hiç görülme
miştir. Yargıçlar onlara kırmızı kart gösterecek olurlarsa,
müthiş bir şekilde ıslıklanıp protesto edil eceklerini b il
mektedirler.
Profesyonel futbolun dokunulmazlığı vardır, çünkü
halka yöneliktir. Yönetici lerin çalıp çırptıklarını bilen se-
235
yirciler, 'Yöneticiler bizim için çalıyorlar,' diye dü§ün
mektedirler.
Son zamanlarda ortaya çıkan skandallar, bazı yargıçla
rın bu dokunulmazlığı delmeye çal ı§tıklarını göstermekte
dir; bu önemli bir adımdır; en azı ndan dünyanın sayılı ku
lüplerindeki bu mali cambazların §İmdiye kadar çevirdik
leri dolapların gözler önüne serilmesini sağladı.
İtalyan Perugia Kulübünün ba§kanı 1 993'te hakemleri
satın almakla suçlandığında, kendisini §U sözleriyle mazur
göstermeye çalı§mı§tı:
- Ne yapalım, futbolun yüzde sekseni yoz�mı� vaziyet
tedir.
Uzmanlar bu oranın daha yüksek olduğuna inanmak
tadırlar. İtalya'nın tüm kalburüstü kulüpleri, kuzeyden
güneye kadar Milan, Torino, Napoli ve Cagliari dahi l hep
si de yolsuzluklara bula§mı§lardır. Düzmece kar ve zarar
defterlerinde daima sermayelerinin birkaç misli borç yükü
gözükür; yöneticilerin İsviçre'deki bankalarda gizli hesap
ları, hayali §İrketleri vardır; bunlar vergi ödemedikleri gibi
sosyal sigorta primlerini de yatırmazlar. Buna kaqılık, bir
takım hayali hizmetlerin kaqılığında büyük paralar öde
mi§ gibi görünürler. Ayrıca futbolculara kasadan çıkan pa
ranın çok azı ödenmektedir, geri kalan kısmı hep buhar
olup·uçar.
Aynı· oyunlar Fransa'n ı n ileri gelen kulüplerinde de
tezgahlanmaktadır. Bordeux Kulübünün bazı yöneticileri
mali kaynakları kendi §ahsi çıkarları için kul lanmakla suç
l andılar. Marsilya'nın Olympique Kulübünün yönetici
kadrosu da rakip kulübe rü§Vet vermekle suçlanmı§tı.
Fransa'n ı n en güçlü kulübü O lympique, yöneticilerin i n
1 993'te b i r maç öncesinde, Valenciennes takımının oyun
cularına rü§Vet verdikleri ispat edil i nce ikinci lige dü§ürül
dü ve Avrupa §ampiyonu unvanı elinden alındı. Böylece,
sanayici Bernard Tapie'nin siyasetle ilgili kurduğu hayaller
ve spor hayatı sona ermekle kal madı, ayrıca hem iflas etti,
hem de bir yıl hapse mahkum oldu.
236
Aynı şekilde Polonya şampiyonu Legia kulübü iki
maçta şike yaptırdığı için unvanından oldu. İngiltere'nin
Tottenham Hotspur Kulübü Nottingham Forest takımın
daki bir oyuncunun transferi için kendilerinden el altın
dan komisyon talep edildiğine dair şi kayette bulundu. Ay
rıca bir diğer İngiliz kulübü Luton hakkında da vergi ka
çırmaktan dolayı tahki kat açıldı.
Brezilya futbolunda da birtakım skandallar ayyuka
çıkmıştı. Botafogo Kulübü başkanı, Rio de Janeiro bürok
ratların ın 1 993'te yedi maçta şike yaptırarak bahislerden
oldukça yüklü bir meblağ kazandıkları yolunda bir şi ka
yette bulundu. San Pablo'da yapılan başka şikayetler saye
sinde Futbol Federasyonunun başında bulunanların bir ge
cede zengin oldukları gerçeği su yüzüne çıktı ve yapılan
soruşturma sonucunda, elde edilen ani serveti n futbolla il
gil i bir faaliyetten i leri gelmediği anlaşıldı. Bütün bunlar
dan başka, Brezilya Futbol Konfederasyonu Başkanı Ri
cardo Teixera, maçların yayın hakkının satımından haksız
kazançlar sağladığı gerekçesiyle Pele tarafından mahkeme
ye verildi. Pele'nin açtığı davaya karşılık olarak Havelan
ge, damadı Teixera'yı FIFA'nın yönetim kuruluna aldı.
Günümüzden yaklaşık iki bin yıl önce, San Lukas yaz
dığı İncil'in, 'Havarilerin Eylemleri' başlıklı bölümünde ilk
Hıristiyanlardan Ananfas i le karısı Safira'nın başına gelen
leri anlatır. Ananfas ile Safira tarlalarını gerçek değerinin
çok üzerinde satarak haksız kazanç sağlamışlar. Bu yolsuz
luk sebebiyle Tanrının gazabına uğrayan karı-koca gökten
Üzerlerine düşen bir yıldırımla kül yığınına dönmüşler.
Tanrın ı n futbolla i lgilenecek zamanı olsaydı acaba yö
neticilerden kaçı bugün hayatta olurdu?
237
94 DÜNYA KUPASI
Meksika'da, Chiapas yerli lerinin silahlanarak ayaklan
masıyla halkın tokadı yöneticilerin suratında patlarken,
General M arcos, sevgi ve mizah dolu konuşmasıyla tüm
dünyayı hayretler içinde bırakıyordu.
Ünlü yazar Onetti hayata veda ediyordu; dünya oto
mobil yarışması şampiyonu Brezilyalı Ayrton Senna, Av
rupa'da yapılan bir yarışmada güvenliği yetersiz olan pist
ten çıkarak boynunu kırıyordu. Paramparça olmuş Yugos
lavya' da Sırplar, Hırvatlar ve Müslümanlar birb irlerini bo
ğazlıyorlardı. Ruanda'da da benzer şeyler oluyordu, ama
televizyon orada halkların değil, kabilelerin çatışmasını ve
rirken, dehşet verici olaylar yalnızca Zencilere özgüymüş
gibi detaylı yayın yapıyordu.
Amerikalı ların Panama'yı boş yere kanlı bir şekilde
işgal etmelerinden dört yıl sonra Torrijos'un varisleri ülke
de seçimi kazanıyorlardı. Somali'de açlığa karşı kurşunla
karşılık veren Amerikan ordusu nihayet bu ülkeden çekili
yordu. Güney Afrika, Mandela için oy veriyordu. Adları
nı 'sosyalistler' olarak değiştiren eski komünistlerin Lit
vanya'da, Ukrayna'da, Polonya'da ve Macaristan'da yapı-
238
lan seçimlerden zaferle çıkmaları kapitalizmın de aksayan
yönlerinin olduğunu gösteriyordu. Buna kaqılık, Mosko
va' daki ' gelişim' yayınevi önceleri Marx ve Lenin'in kitap
larını yayınlarken, artık 'Reader's Digest ın nüshalarını bas
'
239
Maradona için bu son Dünya Kupası oldu; i ki nci ma
çından sonra idrarının tahlil edildiği laboratuvara yeni k
düşünceye kadar b i r fiesta havasıyla oynayıp durdu. On
suz ve hızlı futbolcu Caniggia'sız Arj antin çöktü. Nijerya,
kupanın en eğlenceli futbolunu sundu. Stoichkov'un ekibi
Bulgaristan herkesin �ekindiği Almanya'yı saf dışı bıraka
rak dördüncü oldu. Üçüncülük İsveç'in oldu, F inalde İtal
ya ile Brezilya karşılaştılar, çok zevksiz bir karşılaşma ol
du; seyircilerin esnemeleri arasında Romario ve Baggio gü
zel futboldan örnekler sundular. Uzatma süresince de gol
atılmadı. Penaltı atışları sonucu Brezilya maçtan 3-2 galip
ayrılarak Dünya Şampiyonu oldu. Brezilya bütün dünya
kupalarına katılan ve dört kez şampiyon olan tek ü lkeydi,
ayrıca en çok maç kazanan ve en çok gol atan ekip olarak
da dünya futbol tarih i nde yerini aldı.
94 Dünya Kupası nda gol sıralamasında altı goll e Bul
garistan'dan Stoichkov ve Rusya'dan Salenko birinci oldu
lar, onları beşer golle Brezilyalı Romario, İtalyan Baggio,
İsveçli Andersson ve Al man Klinsmann izlediler.
240
ROMARIO
242
İSTATİSTİKLER
243
Dünya Futbol Şampiyonalarında hakların eşitsizliğin
den söz açmışken İngiltere örneğinden bahsetmeden geç
meyelim. Çocukken bana Tanrı'nın tek olmakla birlikte,
Baba, Oğul ve Kutsal Ruh olmak üzere üç ayrı unsurdan
oluştuğunu anlatıp durdular. O zaman bunun ne demek
olduğunu bir türlü anlayamamıştım, bugün de hala anla
mış değilim. Keza İngi ltere'nin tek bir ülke olmasına rağ
men neden İskoçya, Kuzey İrlanda ve Galler'den oluştuğu
nu aklım bir türlü almıyor. Bugün İspanya ve İsviçre'nin
siyasi yapısı da İngiltere'ninkine benzer özellikler taşımak
taysa da bu ülkeler şampiyonalara tüm etnik gruplardan
oluşan tek bir vücut halinde katılmaktadırlar.
Her şeye rağmen, Avrupa'nın geleneksel tekelci liğinin
temelleri artık sarsılmaya başlamıştır; yaşlı kıta şimdiye
kadar yalnızca Amerika kıtasıyla yarışıyordu; 1 994'e ka
dar öbür kıtalardan yalnızca birer ülke kabul eden FİFA,
1 998 Dünya Kupasına katılacak ülkelerin sayısını 24'ten
32'ye yükseltmiş bulunmaktadır. Gerçi Amerika kıtası
Avrupa kıtasına karşı aynı adaletsiz orana sahip olmaya
devam edecektir; ama Arap ülkelerine, Güney Sahra'ya ve
neşeli, canl ı futboluyla Kara Afrika'ya, öbür Asya ülkele
rine hak tanımak söz konusu olunca bize söylenecek fazla
bir söz kalmıyor; bütün bu ülkeler futbolu şimdiye kadar
hep tribünlerden seyretmeye mahkum olmuşlardı; tıpkı
topu icat eden Çinlilerin topa uzaktan bakmaları gibi. Ve
kimbilir, Japonya'nı n ileride elde edeceği başarılarla 'Do
ğan Güneş İmparatorluğu' unvanını 'Doğan Goller İmpara
torluğu ' na çevirmesi hiç de uzak bir ihtimal değildir.
244
KAYBETME ZORUNLULUGU
Bolivya karması için 94 Dünya Kupası elemelerini ka
zanmak, aya gitmek kadar zordu. Coğrafi açıdan denizle
bağlantısı olmayan ve tarih tarafından hep hor görülen bu
ülke, dünya kupalarına daima bi·r misafir gibi katılmış ve
tek bir gol atamadan bütün maçlardan yeni k ayrılmıştı.
Teknik direktör Xabier Azkagorta'nın çabaları seme
resini vermekte gecikmedi; artık yalnızca bulutların üze
ri nde bir yüksekl ikte bulunan La Paz Stadında başarılar el
de etmekle kalınmıyor, aynı zamanda deniz seviyesinde
oynanan maçlarda da iyi sonuçlar alınıyordu. Bolivya fut
bolu zaferin yalnızca yüksekliğe bağlı olmadığın ı kanıtla
mış, maçtan önce takımı kaybetmeye mahkum eden o aşa
ğılık kompleksinden kurtulmuştu. Elemelerde Bolivya
epeyce göz doldurdu. Orta sahada Melgar ve Baldivieso,
ileri hatta Sahchez ve özellikle 'şeytan ' takma adlı Etche
verry, i nce eleyip sık dokuyan bir seyirci tarafından beğe
nilip alkışlandı.
Ne var ki kurada şansı yaver gitmeyen Bolivya, Dün
ya Kupasındaki ilk maçında güçlü Almanya ile oynadı.
Rambo'ya karşı Parmak Çocuğun mücadelesi gibi bir şey
di bu karşılaş ma. Fakat hiç kimseni n b"eklemediği bir şey
oldu: Bolivya, rakibinden ürkerek kendi alanı n a kapanaca
ğı yerde, atak oynadı. Maç elbette eşit bir çekişmeyle sü
rüp gitmedi; bu, güçlüyle zayıfın mücadelesiydi. Yine de
A lmanya şaş ı rmış bir halde sahada koşup dururken, Boliv
ya güzel futbol oynamanın zevkin i çıkarıyordu. Bu duru
mun, maçın son dakikalarına kadar devam edeceği samlı-
245
yordu ki, Bolivya'nın aslarından Marco Antonio Etche
verry'nin, Matthaus'a lüzumsuz yere tekme atarak oyun
dı§ı kalması üzerine her §ey bir anda değݧtİ. O andan İti
baren Bolivya'nın morali tamamen yıkıldı; ke� disini da
ima yenik dü§üren kaderine kar§ı geldiğine pݧman oldu ve
belki de yüzyıllardır süren gizli bir lanetin pençesinden
kendisini kurtaramayan bu Latin Amerikalı ekip sahadan
silinip gitti.
246
YENİLMEK EN BÜYÜK GÜNAH
Futbolda her §ey bir anda değişebilir; bir bakıyorsu
nuz i lahlarını göklere çıkarıyor, bir bakıyorsunuz yerin
dibine batırıyor. Ayağında top süren, sırtında milli renkle
ri ta§ıyan futbolcu uzak ülkelere zafer kazanması için mil
letin bağrından koparılıp gönderilen bir sava§çıya benzer.
Ülkesine yenik dönen sava§çının, Tanrının gazabına uğra
yarak cennetten kovulan Adem' den farkı yoktur. 1 958 yı
lında Arjantin'in Ezeiza Havalanında halk, Arjantin kar
masını bozuk para yağmuruna tuttu, çünkü İsveç'teki
Dünya Kupasında görevlerini yapamamı§lardı. 82 Dünya
Kupasında bir penaltı kaçıran Caszely'nin Şili 'deki hayatı
tam bir kabusa dönü§tÜ. O tarihten on yıl sonra M ısır kar
§ısında 6-1 'lik bir skorla yenilen Etyopyalı futbolcular,
Birle§mݧ Milletlerden iltica İsteğinde bulundular.
Futbolda bugün, 'Kazanıyoruz, o halde varız, kaybe
dersek var olam ayız, ' anlayı§ı hakimdir. M i l l i takım for
ması günümüzde milli kiml iği n tartı§masız bir simgesi ha
line gelmݧtİr, bu durum yalnızca kazandığı bir zaferle
dünya haritas ında yer aldığını kanıtlamak İsteyen yoksul
ve küçük bir ülke için söz konusu değildir. Aynı duyarlı-
247
lık büyük ülkeler için de geçerlidir. Ö yle ki İngiltere, 94
Dünya Kupası seçmelerinde elendiğinde Daily Mirror bu
olayı birinci sayfasında büyük puntolu başlık atarak du'
yurdu: DÜNYANIN SONU GELDİ.
Her alanda olduğu gibi futbolda da kaybetmek yasak
tır. Yüzyılımızın sonlarına yaklaştığımız bir sırada başarı
sızlık affedil mesi mümkün olmayan tek günahtır. 94 Dün
ya Kupasında bir grup fanatik taraftar, Kamerunlu başarı
sız kaleci Joseph Bell'in evini ateşe verdi ve Kolombiyalı
futbolcu Andres Escobar da kendi kalesine gol atmak gibi
bir şanssızlığa uğramıştı ve bu 'vatana i hanet' suçunun affı
olmazdı; Escobar, Medellfn'de kurşunlanarak öldürüldü.
Burada suç futbolda mı, yoksa her zaman başarılı ol
ma alışkanlığında mı? Bel ki de bütün suç, profesyonel fut
bolun da içinde yer aldığı güven ve iktidara dayanan sis
temdedir. Bir spor dalı olarak futbolun hedefi şiddeti ya
ratmak değildir, bununla birlikte futbol bazen ş iddetin ba
sın süpabı ya da bir boşalma aracı olarak kul l anılmaktadır.
Escobar'ın, gezegenimizin şiddet olaylarının en yoğun ola
rak yaşandığı bir ülkede öldürülmesi elbette bir rastlantı
değildir. Yaşamdan zevk alan, müzik ve futbol coşkusuyla
dopdolu yaşayan Kolombiya halkı aslında şiddete eğilimli
değildir, ama bir kere adı çıktığı için bu menfi imajını sil
mesi oldukça zor görünüyor. Buna karşılık şiddetin, ikti
dara ve güce dayanan sistemden kaynaklandığı inkar edile
mez bir olgudur: Tüm Latin Amerika'da olduğu gibi Ko
lombiya'da da mevcut adalets.i zlikler ve hor görülme, hal
kın ruhunu zehirlemektedir. Bu ülkede, gücü ve i ktidarı
elinde bulunduran bazı vicdansızlar cezalandırılma endişe
si duymadan, haksız kazançlarla küplerini alabildiğine dol
durmaktadırlar; üstelik eylemlerinin cezasız kalması da
onları devamlı olarak suç işlemeye teşvik etmektedir.
94 Düny a Kupasından birkaç ay önce açıklanan Ulus
lararası Af Orgütünün raporuna göre Kolombiya'da yüz
lerce İnsan si lahlı kuvvetler ve yandaşları tarafından yasa
dışı yollarla katledilmişlerdir. Yargısız infaz edilen kur-
248
banların büyük bir kısmı siyasi yönleri olmayan kimseler
di.
Uluslararası Af Örgütü raporunda etnik arındırma
operasyonlarında Kolombiya polisinin de parmağı olduğu
nu açıklıyordu; amaç e§cİnselleri, dilencileri, fahi§eleri,
uyu§turucu bağı mlılarını, akıl hastalarını ve sokak çocuk
larını sistemli olarak ortadan kaldırmaktı. Toplum bu İn
sanlara 'süprüntüler', yani ölmeyi hak eden 'insan artıkları '
diyordu.
Ba§arısızl ığın affedilmediği bir dünyada onlar her za
man kaybetmeye mahkumdular.
249
MARADONA
Oynadı, kazandı, ama çişini yapınca kaybetti. Tahlil
sonucu idrarında efedrin bulunması Maradona'nın 94
Dünya Kupasını çok kötü bir biçimde kapatmasına nedt!n
oldu. Efedrin , A merika Birleşik Devletleri'nde ya da öbür
birçok ülkede uyarıcı bir madde olarak kabul edilmezken,
uluslararası yarışmalarda kullanılması yas aktı.
Bu olay büyük bir yankı uyandırdı ve ünlü futbolcu
nun ahlaki açıdan yargılanması ve ağır eleştiri lere maruz
kalması, tüm dünyayı sağır edecek kadar gürültülü patırtılı
oldu. Ama bu arada onu savunanlar da vardı, üstelik bun
lar Arjantinli de değildi: Bangladeş gibi uzak bir ülkede so
kaklarda yürüyerek FİFA aleyhinde gösteri yapan halk,
onun tekrar yuvaya dönmesine izin veril mesin i İstedi.
Onu yargılayarak mahkum etmek kolaydı, ama Marado
na'nın yıllardır en iyi futbolcu olmak gibi bir günahı işle
diğini unutmak o kadar kolay değildi. Üstelik, güçlü dü
zenden yana olanların susmasını emrettiği halde, onun ba
zı şeyleri avazı çıktığı kadar bağırarak açığa vurmasını ve
özellikle sol ayağıyla oynamasını bağışlamak mümkün de
ğildi, çünkü 'sol' kelimesi sözlükte 'yapılması gerekeni n
karşıtı' olarak tanımlanıyordu.
Diego Armando Maradona, maç öncesi nde hiçbir za
man kuvvet artırıcı türden ilaçlar almamıştı. Kokaine bu
laştığı doğruydu, ama onu da bazı eğlencelerde unutmak
ya da unutulmak İstediğinde, belki de şöhretten bunaldığı
250
ya da şöhretsiz yapamadığı anlarda alıyordu. Kokain kul
lanmasına rağmen, herkesten iyi oynadığı da bir gerçekti.
Maradona, aslı nda kendi şahsiyetinin ağırlığı altında
eziliyordu. Seyircilerin onun adını ilk kez haykırdığı gün
lerden beri omurgasından rahatsızdı, ayrıca bacakları da
ağrıyordu ve bu yüzden hap almadan uyuyamıyordu. Sa
haya bir i lah olarak çı kmanın verdiği stresin yükünü daha
fazla taşıyamayacağını anlamakta gecikmedi; bir kere i lah
oldu mu, bundan kurtulması mümkün değildi. Maradona
şöhretin zirvesindeyken şöyle diyordu: "Bana ihtiyaç du
yulmasına ihtiyacım var. " Ve şöhrete ulaştıktan sonra her
kes ondan insanüstü bir gayret göstermesini bekledi; ama
o kortizondan, ağrı kesicilerden ve hayranlarının yakın ta
kibinden ve alkışlarından, düşmanlarının nefretinden
usanmıştı.
İlahları devirme zevki onlara sahip olmak ihtiyacıyla
doğru orantılıdır. İspanya'da Goicoechea, M aradona'ya
topsuz alanda arkadan tekme atarak birkaç ay sahalardan
uzak kalmasına neden olduğunda bu kasıtlı cürmün failini
eller üstünde taşımaya kalkan fanatiklerin sayısı oldukça
fazlaydı. Üstelik tüm dünyada birçok kişi, sefaletten top
sayesinde kurtulup zengin olan bu küstah ve kendini be
ğenmiş şöhret budalasının devrilişini coşkuyla kutladı.
Maradona, Napoli'de oynamaya başlayınca, azizlik
mertebesine yükseltilerek ismi Aziz M aradonna'ya çevril
di. Napoli ' ni n azizi Gennaro'nun adı da Aziz Gennarman
do oldu. Bu yeni i b h ı , ba�ı nda Meryem A na'nın tacı, sır-
251
tında altı ayda bir çıkarılıp halka gösterilen kutsal manto,
altında da §Ort olduğu halde gösteren afi§ler sokaklara ası
lırken, bir yandan da Kuzey İtalya kulüpleri nin tems ili ta
butları veya Si lvio Berlusconi'yi gözya§ları içinde gösteren
hatıra §i§eleri satı§a sunuluyordu. Çocuklar ve cins köpek
ler, Maradona'nın saçları na benzeyen peruklarla sokaklar
da dola§tırılıyor, Dante' nin ayakların ı n altına bir top yer
le§tiriliyor ya da denizkızı heykeline Napoli takımının
mavi forması giydiriliyordu. Ama bu çılgınlıklar ho§ gö
rü lmeliydi, çünkü §ehrin takımı elli yıl aradan sonra i l k
defa §ampiyon oluyordu; Vezüv yanardağının gazabına uğ
ramı§, sahalardan hep yenik ayrılmı§ olan Napoli, Mara
dona sayesinde açık tenli kuzeyli leri hezimete uğratmı§tı.
Artık bir kupadan öbürüne ko§an Napoli, İtalya'nın ve
Avrupa'nın sahalarından ba§ı dik olarak ayrılıyor ve ra
kiplerine atılan her gol mevcut düzene kaqı yapılmış bir
başkaldırı, tarihten alınmış bir öç yerine geçiyordu. Mi
lan' da ise durum tamamen farklıydı; güneyli sefillerin inle
rinden çıkmalarına yardım eden, bu işin esas sorumlusun
dan ölesiye nefret ediliyordu. Biraz kilolu oluşu nedeniyle
M ilanolular ona, 'kıvırcık saçlı jambon' adını takmışlardı.
Bu nefret yalnızca Milano'ya özgü değildi: 90 Dünya Ku
pasında seyircilerin büyük bir kısmı, Maradona'nın ayağı
topa ne zaman değse müthiş ıslık ve yuhalamayla onu pro
testo ediyordu. Ve Arjanti n Almanya kaqısında yenilgiye
uğradığında İtalyan seyircisi sanki İtalya büyük bir zafer
kazanmış gibi sevindi.
•
2 53
mak zorunda kalan Arj antin karmasını yangından kurta
ran itfaiyeci oldu. Herkesten daha iyi oynayan Maradona,
o eski güzel günlerine döndü deniliyordu ki, birden o ma
lum efedrin skandalı patlak verdi.
Ama futbolda gücü ellerinde bulunduranların kararı
kesindi: Maradona kendilerini aldatmıştı, bu suçun bir be
deli vardı ve bu bedelin peşin ve i ndirimsiz olarak öden
mesi gerekiyordu. Düşmanlarına güvenmekle Maradona,
ası lacağı ipin i lmiğini yine kendisi boğazına geçirmişti, yo
lu üzerinde kurulan tuzaklara bal ı kl ama dalmasına neden
olan o çocuksu saflığının ve boşboğazlığının cezasını şimdi
ağır b�r şekilde çekiyordu.
Bir zamanlar ellerinde mi krofonlarla devamlı onun
peşinden koşan gazeteciler şimdi onu kibirli ve öfkeli ol
makla suçlayıp çok konuştuğu gerekçesiyle eleştiriyorlar
dı. Haklı olabilirlerdi, ama Maradona' nın affedilmemesi
nin nedeni bu değildi: asıl neden, söylediği şeylerin bazıla
rının hoşa gidecek türden olmayışıydı, ağzında bakla ıslan
mayan bu ateşli, bastıbacak futbolcu yukarıdakileri eleştir
meyi alışkanlık edinmişti, bu suçun affı olmazdı. 1 986'da
Meksika' da ve 1 994'te de Amerika. Birleşik Devletleri'nde
futbolcuları oğle vakti kızgın güneş i n altında oynamaya
mecbur eden televizyonun mutlak hakimiyetinden devam
lı olarak yakınmış ve çalkantılı futbol hayatı boyunca bel
ki de bin kez söylediği sözlerle arı kovanına çomak sok
muştu. Gerçi tek asi futbolcu o deği ldi, ama çekilmez so
rularla uluslararası boyutlarda yankı uyandıran tek ses
onunkiydi: U luslararası İş Hukukunun kuralları neden
futbolda uygulanmıyordu? Bir sanatçı sunacağı gösterinin
her ayrı ntısını bi liyordu da, futbolcular, çokuluslu futbo
lun muazzam servetinin gizli hesaplarını neden bilmek zo
runda değillerdi? Havelange başka işleriyle meşgul olduğu
için bu sorular karşısında suskun kalmayı tercih ediyordu.
Hayatı nda ayağı bir kez olsun topa değmeyen, ama Zenci
şoförlerin sürdüğü sekiz metrelik Limuzinlerden İnmeyen
254
FIFA 'nın tanınmı§ bürokratı J oseph Blatter, bu sorulara
§U sözle kaqılık verdi:
- Arjantin 'in yetiştirdiği son as futbolcu Di Stefano 'darı
başkası değildir.
Sonunda Maradona, 94 Dünya Kupasından ihraç edi
l ince, çim sahalar en çok alkı§ toplayan bu dik ba§lı futbol
cusunu kaybetti.
Maradona'nın dilini tutamadığı doğruydu, ama sahada
koşmaya başladığında da ki mse onu tutamazdı; bir yaptığı
sürpriz hareketi bir daha tekrar etmeyen, şeytanlıklarıyla
herkesin ağzım açık bı rakan bu oyuncu bilgisayarları ya
nıltmaktan büyük zevk al ırdı. Gerçi çok hızlı bir futbolcu
değildi, ama topu adeta ayağına yapıştırarak oynar ve san
ki ensesinde gözü varmı§ gibi arkasında olup biteni görür
dü. Onun sanatsal futbolu sahayı aydınlatırdı. Arkası dö
nükken kaleye doğru bir yarım daire çizerek ya da röveşa
tayla attığı bir golle yahut binlerce rakip bacak arasına
hapsedilmişken, gönderdiği bir pasla maçın kaderini belir
lerdi. Rakipleri ni çalımlayarak atağa bir kalktı mı onu
kimse durduramazdı.
Bu adam, kazanmayı zoru nlu kı lan asrın sonlarındaki
bu soğuk ve zevksiz futbola, oynadığı güzel oyunuyla
renk katan ender simalardan biri olarak her zaman hatırla
nacaktır.
255
NE UZARLAR,
NE KISALIRLAR
1 994'ün sonlarında M aradona, Stoichkov, Bebeto,
Francescoli, Laudrup, Zamorano, Hugo Sanchez ve öbür
futbolcular uluslararası bir futbol sendikası kurmak için
kolları sıvadılar. Futbol adı verilen gösterinin başoyuncu
ları olan futbolcular, şimdiye kadar hep kenarda, köşede
kalmışlar, kararların alındığı mekanizmalarda aktif olarak
görev almamışlardı. Yerel futbolun yönetildiği kuruluşlar
da söz hakları olmadığı gibi, dünyayı ilgilendiren kararla
rın alındığı FIFA zirves inde de sözlerine kulak asan yoktu.
Oyuncular, o halde ne idiler? Birer sirk maymunu
mu? İpekli elbiseler içinde dolaşsalar da yine sirk maymu
nu olarak mı kalacaklardı? Bir maçın ne zaman, nerede ve
nasıl oynanacağına karar verili rken onlara h iç danışılmı
yordu. Uluslararası bürokratlar futbolun kurallarını fut
bolcuların reyini almadan İstedikleri gibi değiştirebiliyor
lardı. Üstelik futbolcuların ayakları sayesi nde kazanılan
gizli serveti n ne m iktarda olduğunu ve kimlerin kasasına
girdiğini sormaya da hakları yoktu.
Yıllarca süren grevler ve yerel sendikaların seferber
olmaları sayesinde futbolcular mukavele şartlarını az da ol
sa lehlerine değiştirmeyi başardılar; ama futbol tacirleri
bugün hala onlara alınıp satılan, ödünç veri len birer maki
ne gözüyle bakmaktadırlar.
256
Napoli Kulübü ba§kanı bir zamanlar, "M aradona bir
altın madenidir, " demݧtİ. Bugünlerde Avrupa'nın ve Latin
Amerika'nın bazı kulüpleri bünyelerinde psikologlar bu
lundurmaktadırlar. Yanlı§ anla§ılmasın, kulüp yöneticileri
futbolcuların ruh sağlığını dü§ündükleri için değil, aksine
onların a§ırı yorularak verimden dü§melerini önlemek
amacıyla psikologlara bir çuval dolusu para ödüyorlar.
Şöyle bir soru akl ınıza takılabilir: Yöneticiler spordaki ve
rim için mi kaygı duyuyorlar? Sanırım buna ݧ verimi de
mek daha doğru olacaktır. Burada el emeğinden çok, ayak
emeği söz konusudur; aslında profesyonel futbolcular bir
maa§ kar§ılığında emeklerini dai ma en yüksek verim İste
yen, maç üreten bir fabrikaya arz eden ݧçilere benzerler.
Değerleri, sağladıkları veri mle doğru orantılıdır; kendileri
ne ne kadar fazla para ödenirse onlardan o kadar çok ve
rimli olmaları İsten ir. Canları çıkıncaya kadar antrenman
yaparlar, amaç ya kazanmaktır ya da kazanmaktır; onlar
dan beklenen bir yarı§ atından beklenenden çok daha faz
ladır. Yarı§ atı benzetmemiz bel ki de pek uygun dü§medi,
İngiliz futbolcu Paul Gascoigne, kendisini daha çok tavuk
çitfliğindeki tavuklara benzetiyor:
- Biz futbolcular çiftliklerdeki tavuklar gibiyiz, tüm ha
reketlerimiz kontrol altında, her zaman katı kurallara tabi
yiz; bütün yaptıklarımız devamlı tekrarlanan hareketlerden
ibaret.
Yıldız futbolcular kısa süren en verimli dönemlerinde
çok yüksek meblağlar alabil irler; kulüpler §İmdilerde onla
ra yirmi yıl öncesine oranla çok daha fazla para ödüyorlar,
ayrıca görüntülerinin reklam olarak kullanılması kaqılı
ğında da büyük paralar alabilirler. Fakat her §eye rağmen
bu futbol asları herkesin sandığı kadar büyük servetler ka
zanmamaktadırlar. 'Forbes' dergisi 1 994 yılında dünyanın
en çok kazanan kırk sporcusunun isi mleri ni yayı nladı.
Bunlar aras ı nda futbolcu olarak bir tek İtalyan Roberto
Baggio'nun adı geçiyordu, ama o da listenin sonlarındaydı.
258
FUTBOLCU İHRACATI
.::! 59
cular yalnızca vatana dönüş yolculuğu sırasında, uçakta
birbirleriyle tanışmak fırsatı bulabil mektedirler ve bir süre
birlikte oynadıktan son ra, ama gerçek bir ekip oluştur
maksızın, yani on bir başlı, yirmi iki bacaklı tek bir vücut
olmaksızın birbirlerine veda etmektedirler.
Brezilya dördüncü kez dünya şampiyonu olduğunda
bütün gazeteciler bu olayı sevinçle karşıladılar, ama içle
rinde o eski güzel gün lerin özlemini dile getirenler de çık
madı değil. Romario ile Bebeto'nun ekibi başarılı bir fut
bol ortaya koymuşlardı, ama şiir gibi bir Brezilya ekolü
sergilememişlerdi; 1 958, 1 962 ve 1 970 yıl larında oynadıkla
rı muhteşem futboldan epeyce uzaktılar; o zamanlar Gar
rincha, Didf ve Pele'den oluşan ekip kendinden geçercesi
ne oynardı. Bazı gazeteciler yorum larında beceri eksikli
ğinden dem vururken, bazıları da başarılı olmakla birlikte,
sihir ve cazibesi olmayan, teknik direktör tarafından zorla
kabul ettirilmiş, yavan bir futbol sergilendiğini ileri sürü
yorlardı. Kısacası onlara göre Brezilya, ruhunu modern
futbola satmıştı. Bununla birlikte hiç kimsenin üzerinde
durmadığı olumlu bir gelişme de vardı: Eskiden Brezilya
milli takımının on bir oyuncusu da Brezilya'da top koştu
rurlardı, halbuki 1 994'teki Brezilya karmasında yer alan
futbolculardan sekizi bugü n Avrupa'da futbol oynamakta
dırlar. Latin Amerika'nın en pahalı futbolcusu Roma
rio'nun, İspanya'da aldığı bir ayl ık ücret, Brezilya futbol
260
•
26 1
MAÇIN SONU
2 62
- Bunu kelimelerle açıklayamayız -diye cevap verdi
Sölle- oynaması içırı ona bir top 7.'eririm.
Profesyonel futbol, bu mutluluk kaynağını kurutmak
için elinden geleni yapmasına rağmen baprılı olamamakta
dır.
Belki de futbolun en §a§ırtıcı taraflarından biri de bu
dur. Arkada§ım Angel Ruocco'nun da belirttiği gibi, fut
bolun en güzel yönü daima sürprizlere açık olmasıdır.
Teknokratlar futbolu en ince ayrıntılarına kadar program
lasalar da, futbolun güçlü ağaları ona istedikleri gibi yön
verseler de, futbol bek lenmedik olanı, öngörülmeyeni
bünyesinde bulunduran bir sanat dalı olmaya devam ede
cektir. Hiç beklemediğimiz bir anda imkansız olanın ger
çekle§tiğini görebi liriz; bir bakmı§ıZ cüce, devi alt etmi§ ya
da çel imsiz, eğri bacaklı bir Zenci, Grek heykellerini andı
ran bir futbolcuyu geride bırakmı§tır.
Günümüzde resmi tarih kitaplarına futbolun girme
mesi ak ıllara durgunluk verecek bir noksanlıktır; çağda�
tarih metinlerinde futbolun adı dahi geçmiyor; bu eksi k
lik, futbolun birlik ruhunun simgesi olarak kabul edildiği
ül kelerde de söz konusudur. Top oynuyorum, o halde va
rım: Bir futbolcunun oyun stili yapm tarzının ta kcndisı
dir; bir toplumun görüntüsünü yansıtır, dı§ hatlarıııı bel i r
ler, onu öbürleri nden ayırt eder. O kadar ki, ban�ı ı ı .ı\ ı l
top oynadığı nı söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. Fut
bol yıllardan beri farklı şekilde oynanmaktadır, bu farklı
lık her mil letin değişik yapıda olmasından ileri gelmekte
dir ve kanaatimce bu farklılığın korunması son derecede
önemlidir. Çağımızda tek kalıba sokulma zorunluluğu her
alanda olduğu gibi futbolda da görülmektedir. Dünyamız
h içbir zaman böylesine imkanların adaletsizce dağıtıldığı,
yapılması gerekenin tek kalıba yerleştiri ldiği, böylesine ka
tı kuralların uygulandığı bir dönem yaşamamıştı : Yirminci
asrın sonlarına yaklaştığı mız bir sırada dünyamızda i nsan
lar açlıktan ölmüyorlarsa da zevksiz futbol yüzünden sı
kıntıdan patlıyorlar.
Yıllardan beri futbolla ilgili gerçeklere yakı ndan i lgi
duyuyordum; herkesin farklı l isanlarla düşüncelerin i ifade
ettiği, ama aynı tutkuları paylaştığı bu büyük dünya toplu
luğunun şanına yaraşır bir eser yazmayı çok uzun zaman
dan beri düşünüyordum; bu şekilde ayaklarımla başarama
dığım bir şeyi ellerimle gerçekleştirmiş olacaktım, çünkü
sahaların yüz karası bir beceriksizdim; o halde topun ben
den esirgediğini hiç o lmazsa kalemimle elde etmeliydim.
İşte futbola olan i lgimden ve eksikliğimi telafi etmek
arzusundan, futbolun güneşli yönünü takdir eden ve göl
geli yönünü de açığa çıkarıp yeren bu kitap doğmuş oldu.
Kitabımın kendisi böyle olsun İster miydi bilmiyorum,
tek bildiğim, içimde yeşerip filizlendiği ve son sayfaya gel
diğidir ve şimdi de sizlere sunulmak üzere doğmuş bulunu
yor. Bundan sonra b ana düşen tek şey, yitirilen bir aşktan
sonra ya da bir maçın sonunda hissedilen o kahredici yal
nızlık ve hüzünle baş başa kalmak olacaktır.
264