Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 265

ÇAGDAŞ DÜNYA YAZARLARI

DENEME

ISBN 975-510-759-:L
0 Eduardo Galeano 1995 / Onk Ajans Ltd. Şıi. /
Can Yayınları Ltd. Şıi. (1995)

Bu kitap, İsıanbul'da Can Yayınları'nda dizildi,


Eko Basımevinde basıldı. (1997)
Dizgi: Gülay Alıunkaynak
Eduardo Galeano
GôLGEDE
VE GÜNEŞTE
FUTBOL
İspanyolca aslından
çevirenler
ERTUGRUL ÖNALP
MEHMET NECAti KUTLU

CAN YA Yl'.\ILARI LTD. ŞTİ.


Hayrıyc Caddesi No. 2, 800(ı0 C.11.uas,ıray, İsıanlıul
Telefon: (0-212) 252 % 75 - 2"ı2 S'J 88 - 2">2 "ı9 H'l Fax: 252 71 '\
Özgün adı
El Fııtbol A sol y Sombra

EDUARDO GALEANO'NUN
CAN YAYINLARI'NDAKİ
KİTAPLARI

KUCAKLAŞMANIN KfrABI J deneme


YARATILIŞ J Ate§ Anıları. 1 J deneme
YÜZLER VE MASKELER J Ate§ Anıları: 2 / dttıeme
RÜZGARIN YÜZYILI J Ate§ Anıları: 3 / deneme
GÖLGEDE VE GÜNEŞTE FUTBOL J deneme
Eduardo Galeano, 1940'ta Montevideo'da doğdu. Aynı kentte çıkan
haftalık 'Marcha' dergisinin yazı işleri müdürlüğünü, 'Epoce' dergi­
sinin de yayın müdürlüğünü yaptı. Buenos Aires'te 'Crisis' dergisini
kurup yönetti. 1973'ten sonra Arjantin ve İspanya'da sürgünde yaşa­
dı. 1985'te Uruguay'a geri döndü. Galeano, iki kez 'Casa de la Ame­
rjcas' Ödülünü kazandı. Memoria del Fuego (Atış Anıları) adlı üçlü­
sü, Uruguay Kültür Bakanlığı Ödülüne layık görüldü. 1989'da Was­
hington Üniversitesi tarafından 'American Book Award' Ödülünü
kazandı. Tüm Avrupa dillerine, ayrıca Rusçaya, İbraniceye, Japon­
caya ve Türkçeye çevirileri yapılmış olan pek çok kitabı arasında
Ateş Anılan Üçlemesi ve Kucaklaşmanın Kitabı Can Yayınları'nda
yayınlanmıştır.
YAZARIN İTİRAFI
Tüm Uruguaylılar gibi ben de futbolcu olmak iste­
dim. Doğrusu çok da güzel oynuyordum, hatta harikay­
dım bile denebilir; ama yalnızca geceleri rüyamda. Gün­
düzleri, ülkemin sahalarındaki çarpık bacaklı oyuncular­
dan en kötüsü bendim. Taraftar olarak da pek iyi sayıl­
mazdım. Juan Alberto Schiaffino ve Julio Cesar Abbadie,
Pefıarol'de oynuyorlardı, yani rakip takımda. Gerçek bir
Nacional taraftarı olarak, ben onlara duyduğum nefreti ar­
tırmak için elimden geleni yapıyordum. Oysa Pepe Schiaf­
fino ustaca paslarıyla sahayı adeta ku§bakı§ı görür gibi ku­
rardı oyunu. Pardo Abbadie topu yan çizgi boyunca rüz­
gar gibi sürer, ne topa ne de rakibe dokunmadan sıyrılırdı
aralarından. Onlara hayran olmaktan ba§ka çarem yoktu;
içimden onları alkı§lamak bile gelirdi. Yıllar geçti ve kim­
liğimi kabullenmek zorunda kaldım: Ben basit bir ' iyi fut­
bol dilencisiyim'. Elimde §apkam, dünyanın dört bir yanı­
nı geziyor ve stadyumlarda yalvarıyorum:
- Tanrı rızası için, güzel bir maç lütfen.
Güzel bir oyun gördüğüm zaman da bunu sağlayanın
hangi takım ya da hangi ülke olduğuna bakmaksızın bu
mucize için şükranlarımı sunuyorum.

7
FUTBOL
Futbolun öyküsü, zevkten zorunluluğa uzanan hü­
zünlü bir öyküdür. Spor bir sanayi dalına dönüştüğü oran­
da, iş olsun diye oynandığı zamanki güzelliğinden birşey­
ler kaybetm iştir. Yüzyılın sonlarını yaşadığımız bu günler­
de futbol, işe yaramaz her öğeyi reddetmektedir; kar getir­
meyen her öğe de 'işe yaramaz' olarak kabul edil mektedir.
Çocukların balonla oynaması gibi, ya da kedin i n yün yu­
mağıyla oynaması gibi, yetişkin bir İnsanı bir an için ço­
cuk kılan davranışlar kimseyi ilgilendirmiyor artık. Balon
kadar hafif bir topla dans eden balet ya da yuvarlanan yu­
mak; oynandıklarının farkına varılmadan oynanan saatsiz,
hakemsiz ve nedensiz oyunlarla ilgilenen yok.
Oyun, oyu ncusu az, izleyeni çok bir gösteriye dönüş­
tü. Bu artık seyirlik bir futbol. Bu gösteri günümüzün en
karlı gösterilerinden biri ve artık oynanması için değil , oy­
nanmasının engellenmesi için düzen leniyor. Profesyonel
sporun teknokratları, futbolu sırf sürate ve güce dayalı,
mutluluğa boşvermiş, fantezinin gelişemediği, cüretin ya­
saklandığı bir spor dalı.haline getirdiler.
Bereket çok ender de olsa hala sahalarda kuralların dı­
şına çıkarak, sırf bedensel bir zevk uğruna, yasaklanmış
özgürlük serüvenine atılan, rakip takımı, hakemi ve tri­
bünlerdeki leri şahlandı ran bir yüzsüz çıkıyor.

9
1.
OYUNCU

Yan çizgi boyuncu kan ter içinde ko§uyor. Bir yanda


onu zafer bekliyor, göklere çıkarılacak; öbür yanda İse
mahvoluşun uçurumu duruyor. Tüm mahalle ona gıpta
ediyor: Profesyonel oyuncu, fabrikadan da, bürodan da
kurtulmuştur; ona eğlenmesi için para öderler, tam anla­
mıyla bir piyangodur bu! Ö lümüne ter dökmek zorunda
olsa da, ne yanılmaya; ne de yorulmaya hakkı olsa da, o ga­
zetelere ve televizyonlara çıkar, radyolar ondan söz eder,
kadınlar onun için iç geçirir, çocuklar onu taklit
eder. Oysa varoşların tozlu yollarında zevk için oynayan o,
birdenbire kendini çalışma zorunluluğu ile stadyumlarda
bulmuştur; ya kazanacaktır ya da kazanacaktır.
İş adamları onu alırlar, satarlar, kiraya verirler; oyun­
cu daha fazla para ve şöhret vaadi karşılığında kendini
akıntıya bırakır. Ne denli başarılı olur ve çok para kaza­
nırsa, tutsaklığı da o oranda artar. Askeri disiplin altında,
her gün yorucu idmanlar altında ezil ir. Bedeni, sağlıklı bir
görünüm ardında acıyı unutturan analjezik bombardıman­
larına tutulur, kortizon iğneleriyle delik de§İk olur.
Önemli maçlar öncesinde onu toplama kamplarına hapse­
derler, buralarda zorla çalı§tırılır, aptalca yemekler yer,
suyla sarho§ olur ve yalnız uyur.
Öbür meslek dallarında yolun sonu i htiyarlıkla birlik­
te gelir; bir futbolcu ise henüz otuz yaşında ihtiyar sayıla­
bilir. Kaslar çabuk yorulur.
- Bayır a�ağı bir sahada bile gol atamaz bu!
- Bundan mı söz ediyorsun? Kalecinin elleri bağlı olsa,
yine atamaz!

10
Bazen yolun sonu otuzundan da önce gelir, ters bir
top, kötü bir şeki lde bayıltır onu; şanssız bir şekilde mah­
volur bir kası, ya da bir tekme onulmaz bir şekilde kırar
bir kemiğini. Futbolcu bir gün tüm parasını aynı ata yatır­
d•ğını fark eder; para da, ün de yoktur artık. Ün denen o
ılık yaz meltemi, bir teselli mektubu bile bırakmadan uçup
gıtmıştır.

11
KA LECİ

Ona file bekçisi deni ldiği de olur. Aslında kader kur­


banı, mahkum ya da §amar oğlanı da denilebilirdi. Onun
bastığı yerde bir daha çim çıkmadığı söylenir.
O yapayalnızdır. Oyunu hep uzaktan izler. Hedef
mekandan ayrılmaksızın üç direğin arasında idamını bek­
ler. Eskiden hakem gibi, s iyahlara bürünürlerdi. Artık ha­
kemler kara karga kıyafetiyle çıkmıyorlar sahaya, kaleciler
de renkli fantezilerle süslüyorlar yalnızlıklarını.
O gol atmaz. Onun varolu§ nedeni gol atılmasını en­
gellemektir. Gol futbolun bayramıdır, golcü mutluluklar
yaratır; kaleci ise bozguncudur, oyunbozandır.
Sırtında bir numaralı formayı taşır. İlk ödüllendirilen
asla o olmaz. O her zaman ilk suçludur. Kaleci her zaman
suçludur. Suçu ol masa da fatura ona çıkarılır. Oyuncular­
dan biri dokuz kusurlu hareketten birini yaptığında ceza
yine ona veril ir: Bomba§ alanın ortasında, cellatıyla baş
ba§a kalır. Takımların kötü olduğu günlerde de kabak on­
ların başına patlar, §Ut sağanağı altında ba§kalarının günah­
larını çekerler.
Öbür futbolcular bir ya da birkaç1kez affedilmez hata
yapabilirler; ama her zaman milimetrik bir pasla, güzel bir
çalımla ya da isabetl i bir §Utla kendilerini affettirebi l irler.
Onun böyle bir olanağı yoktur. Seyirci kaleciyi affetmez.
Yanlı§ mı çıktı? Bacak arası mı yedi? Top elinden mi kay­
dı? Çeli k parmaklar pamuğa mı dönüştü? Kaleci bir tek
hatasıyla bir maçı mahvedebil ir, bir §ampiyona onun bir
yanlı§ıyla kaybedilebilir. ݧte o zaman seyirci kitlesi onun
tüm ba§arılarını bir anda unutuverir ve onu günah keçisi
ol arak i lan eder. Kara talihi ömrünün sonuna dek onu terk
etmeyecektir.

12
YILDIZ
Günlerden bir gün rüzgar tanrıçası, adamın hor görü­
len ve hep fena davranılan ayaklarına birer öpücük kondu­
ruverir. Futbol yıldızı i§te bu öpücükle doğar. Teneke bir
kulübede, saman bir be§ikte dünyaya gelir ve yeryüzüne
kollarının arasında bir topla avdet eder.
Yürümeyi öğrendiği andan ba§layarak top oynamayı
da bilir. Çocukluğunda kırlara ne§e getirir, geceyarılarına,
top görünmez olana dek varo§ların çıkmaz sokaklarında
top ko§turur. İlk gençlik yılları rüzgar gibi geçer stadyum­
l arda. Becerileri, kit leleri pazardan pazara, zaferden zafere
ve tezahürattan tezahürata sürükler.
Top onu arar ve tanır, ona ihtiyacı vardır. Ayağının
üzerinde yaylanarak dinlenir. Yıldız, topu parlatır, onu
konu§turur, ikisi konu§urken milyonlarca dilsizin de sesle­
ri duyulur. O milimetrik paslar, çimenler üzerinde atılan
o e§sİz çalımlar, topuk pasları ve röve§atalar sayesinde, 'hiç
ki mse' olan ve öyle kalmaya mahkum o insanlar bir süre
için kendilerini 'biri leri' olarak hissedebilirler. Yıldız, oy­
nadığında takım on iki ki§iyle oynuyormu§ gibi olur.
- On iki mi dedin? On beş! Belki yırmi!
Top, parlayarak ve gülücükler dağıtarak gelir. O topu
indirir, uyutur, ona güzel sözler söyler ve onun la dans
eder. Bunları seyreden hayranları henüz doğmamı§ torun-

13
!arına sırf bu gördüklerini göremeyecek leri için acımaktan
kendilerini alamazlar.
Yı ldızların yıl dızl ı kları ne yazık ki pek az sürer.
Ö lümlüler için sonsuzluk yoktur. Altın ayakları durdu­
ğunda yıldızın parı ltısı da söner. Bedeni nde bir palyaço
giysisi kadar çok yama vardır. Felç geçirmi§ bir cambaz gi­
bidir. Ona artık bir sanatçı değil, bir hayvan gözüyle bakı­
lır.
- Nallarıyla 'Vuruyor yahu topa!
Herkesin ne§esı olmaktan çıkmı§tır o artık, seyircile­
rin öfkesine paratoner görevi yapar:
- Adam mumya mübarek!
Bazı yıldızlar dü§tüklerinde tek parça olarak kalamaz­
lar. Dahası, parçaları bile bazen afiyetle mideye indirilir
çevresinde bulunanlar tarafından.

14
TARAFTAR
Taraftar, haftada bir kez evinden kaçar ve stadyumun
yolunu tutar.
Bayraklar sallanır, kaynanazırıltıları öter, maytaplar
atı lır, davu llar çal ınır, konfetiler yağar gökyüzünden. Kent
yok olur, rutin olan her şey unutulur, gerçek olan tek şey
tapınaktır. Bu kutsal alanda, ateisti olmayan tek dinin kut­
sal yönleri seyredilir. Taraftarlar, bu mucizeyi daha rahat
bir ortamdaki televizyondan seyretme imkanına sahip ol­
dukları halde, meleklerinin nöbetçi şeytanlarla yapacakları
mücadeleyi canlı olarak görebilmek için bu hac yolculuğu­
nu yerine get irir.
Taraftar, burada yumruklarını sıkar, yutkunur, içine
zehir akıtır, şapkasını kemirir, dualar ve lanetler okur. Bir
anda gırtlağını yırtarcasına haykırır, pire gibi sıçrar ve ya­
nında 'gol' diye bağıran yabancıya sarılır. Bu pagan ritüel
boyunca taraftar, topluluğun bir parçasıdır. Binlerce İna­
nanla birlikte, en iyi takımın onlarınki olduğuna, tüm ha­
kemlerin satılmış ve tüm rakiplerin şikeci olduklarına ke­
sinlikle inanır.
Bir taraftarın, "Bugün benim takımım oynuyor, " de­
diği pek görülmez. Çoğunlukla "Biz oynuyoruz, " denir.
On ikinci oyuncu, top durduğu zaman, onu hare� .ete geçi­
ren ateşli rüzgarın kendi nefesi olduğunu bilir. Obür on
bir oyuncu da aynı şekilde, taraftarsız bir maçın, müziksiz
dans etmeye benzeyeceğin i bilirler.
Maç bittiği nde taraftarlar tribünlerden ayrılmazlar ve
"Ne gol yağmuruydu ama!" "Canlarına okuduk!' nidalarıyla
zaferlerini ya da "Yine peri�an ettiler bizi," "Hırsız hakem!"
gib i ifadelerle bozgunlarını dile getirirler. Biraz sonra güneş
batar, taraftar da evine döner. Boşalan stadyumun üzerine
gölgeler düşer. Sesler ve ışıklar yitip giderken, çimento sıra­
ların üzerinde cılız birkaç ateş kalır. Stadyum da, taraftar
da kendileriyle baş başa kalırlar. 'Biz' yerine yeniden 'ben'
olurlar. Taraftar uzaklaş ır, dağı lır ve kaybolur; pazar gün­
leri karnaval sonrası çarşamba günleri gibi hüzünlüdür.

15
FANATİK
'Fanatik' dedikleri, tı marhanelik bir taraftardır. Ger­
çekleri görmezden gelme hastalığı en sonunda öylesine bir
hal almıştır ki, sağduyu yok olmuştur. Bu yok oluştan ge­
riye ise, şuursuzca sağa sola saldıran bir öfke yumağı kal­
mıştır.
'Fanatik', stadyuma ku lübünün bayrağına sarıl ı ola­
rak gelir, yüzü aşı k olduğu renklere boyalıdır. Vurucu, kı­
rıcı ve gürültü yapıcı araçlarla yüklüdür hep. Daha yolda
gel irken bile gürültü ve hırgür çıkarır. Hiçbir zaman yal­
nız değildir. Kızgınların safına geçer, o tehlikeli kırkayağa
katılır; aşağılananl ar bir anda aşağılayanlar, korkaklar da
korku salanlar haline gel i rler. Pazar gününün aşırı yetki n­
liği, haftanın öbür günlerinin İtaat dolu yaşantılarını, İstek­
siz aşk hayatını, sevilmeyen ya da hiç olmayan iş hayatını
unutturur. Bir tek gün serbest kalan fanatiğin, o tek günde
acısını çıkaracağı pek çok şey vardır.
Bir sara hastası gibi seyreder maçı; ama oyunu gör­
mez. Onun öbür derdi tribünlerdir. Orası onun savaş ala­
nıdır. Rakip takımın taraftarlarının varlığı bile onun için
!<,abul edilemez. O ' iyi'dir ve asl ında saldırgan değildir;
ama ' kötü' ler onu mecbur eder. Her zaman suçlu olan düş­
manlar, boyunlarının koparıl masını fazlasıyla hak ederler.
Fanatik, her zaman tetikte olmalıdır; çünkü düşman dört
bir yanı sarmıştır. Sessiz taraftarlar arası nda da yerini alır;
çünkü bunlar her an rakip takımı takdir edebilirler; o za­
man da hak ett ikleri cezayı bu lurlar tabii.

16
GOL
Gol futbolun orgazmıdır. Orgazm gibi gol de modern
yaşamda gitgide daha az görülmektedir.
Yarım yüzyıl önce pek az futbol maçı golsüz beraber­
likle sonuçlanı rdı. 0-0, havaya açılmış ağızlar, i ki esneyiş.
Şimdilerde on bir oyuncunun on biri de kale direkleri ne
ası lmış, gol yememeye çalışıyorlar; doğal olarak da gol at­
maya vakit kalmıyor.
Beyaz merminin ağları her havalandırışında onaya
konan sevinç, esrarengiz bir olgu ya da bir çılgınlık olarak
algılanabilir; ancak bu mucizenin de pek az gerçekleştiğini
unutmamak gerekir. Gol küçücük, önemsiz bir gol de ol­
sa, radyo spikerlerinin gırtlağından hep "Goooooool! " ola­
rak çıkar. Benim diyen kulağı sağır edebilecek, yürekten
bir haykırıştır bu. Seyirci ler çılgına döner ve stadyum, be­
ton olduğunu unutarak yerden kopar, havalara uçar.

(;öl�cdc ve Cünqtc Futbol 17 /2


HAKEM
Hakem, yaptığı ݧİn tanımı itibariyle keyfidir. Hiçbir
muhalefete imkan vermeden dikta rejimini sürdüren a§ağı­
lık bir tirandır o. Bir aktörün hareketlerini andıran hare­
ketlerle tartı§masız otoritesini konu§turan koskocaman bir
cellattır aynı zamanda. Ağzında düdüğüyle kader rüzgarla­
rı üfleyerek, golleri kabul ya da İptal eder. Elindeki kart­
larla mahküm eder İstediğini: Sarı, gü nahkarı cezalandırır
ve pݧman eder, kı rmızı ise sürgün emridir.
Yardım eden ama karar vermeyen yan hakemler oyu­
na dı§arıdan bakarlar. Oyun alanına yalnızca orta hakem
girer. Sahaya girerken, yani kükreyen topluluğun arasına
daldığı anda da haklı olarak salavat getirir. ݧİ, kendinden
nefret ettirmektir. Futboldaki tek ortak nokta, herkesi n
ondan nefret etmesidir. Onu hiçbir zaman alkı§lamazlar, o
hep ıslıklanır.
Sahada en çok ko§an odur. Tüm çıyun boyunca ko§­
mak zorundadır. Maç boyunca, yirmi iki oyuncunun ara­
sında dörtnala giden bir at gibi ko§U§turur. Bu den li büyük
bir özver i n i n kar§ılığı nda gördüğü ödül ise, seyircilerin
uluyarak kellesini İstemesidir. Kan ter içinde kalan hakem
her maçın ba§ı ndan sonuna dek, ba§kalarının ayakları ara­
sı nda gel ip giden beyaz topu izlemek zorundadır. Onun da
zaman zaman bu topla oynamak isteyebileceği açıktır; ama

18
bu fırsat asla verilmemi§tir hakemlere. Top kazara bedeni­
ne çarptığında öbür seyirciler, an nesini hatırlarlar. Yine de
orada, o ye§il kutsal alanda olmak uğruna, tüm hakaretle­
re, yuhalamalara, atılan ta§lara ve okunan belalara göğüs
germeyi bilir.
Bazen, çok ender de olsa, hakemin kararlarının taraf­
tarlarınkiyle aynı doğrultuda olduğu görülür, ama bu bile
onun masum olduğunu kanıtlamaya yetmez. Yenilenler
onun yüzünden yenilirler, yenenler ise ona kar§ın yenmi§­
lerdir. Tüm yanlı§ların bahanesi, tüm felaketlerin nedeni
odur. O olmasaydı taraftarlar onu icat etmek zorunda ka­
lırlardı. Ondan ne kadar nefret ederlerse etsinler bir o ka­
dar da ihtiyaç duyarlar ona.
Yüzyılı a§kın bir zaman, hakemler karalara büründü­
ler. Tuttukları hiç ku§kusuz kendi yaslarıydı. Şimdilerde
ise renkli giysilerin arkasına sakl anıyorlar.

19
TEKNİK DİREKTÖR
Eskiden antrenörler vardı ve kimse de fazla kulak as­
mazdı onlara. Futbol oyun olmaktan çıkıp doğru dürüst
teknokratlara ihtiyaç duyul maya baş landığında, antrenör­
ler sessizce göçüp gittiler. ݧte o zaman teknik direktörler
geldiler dünyaya. Görevleri doğaçl amayı ortadan kaldır­
mak ve özgürlüklerini sınırlayarak, disiplinli birer atlet ol­
mak zorunda olan oyuncuların veri mlerini artırmaktı.
Antrenör:
"Oynayalım! " derdi.
Teknik direktör İse:
"Çalı�alım!" diyor.
Şimdi her şey rakamlarla ifade ediliyor. Yirminci yüz­
yılda futbolun öyküsü olarak kabul edilen ve cesaretten
korkuya doğru katedilen mesafe, esasında 2-3-S'ten yola çı­
kılarak, 4-3-3, 4-4-2 üzerinden 5-4-1 'e varışın öyküsüdür.
Bu işe yabancı olan biri bile, bi raz yardımla bu rakamları
tercüme edebilir, ya da bir bakarsınız hiç kimse çıkamaz
ݧİn içinden. Bu noktadan sonra teknik direktör, İsa'nın
kutsal doğumuna benzeyen esrarengiz formüller geliştirir
ve bunlarla birlikte, kutsal üçleme kadar içi nden çıkılmaz
taktik şemalar hazırlar.
Babadan kalma karatahtadan elektronik ekranlara gel­
dik. Ustaca oyunlar şimdi bilgisayarda tasarlanıp videoda
gösteriliyor. Ama bu mükemmellik düzeyi ne, maçlar tele­
vizyondan verilirken pek rastlanmıyor nedense. Televiz­
yonlarda daha çok, teknik direktörlerin gergin yüzlerini
görüyoruz. Yumruklarını sıkıp bağırarak, b irileri anlaya­
bi lse, maçı n gidi§atını tamamıyla değiştirebilecek birtakım
talimatlar veriyorlar.
Gazeteci ler, maç sonrası düzenl enen basın toplantıla­
rında delik de§İk ederler onu. Teknik adamların zaferleri­
nin formülünü açıkladıkları hiç görülmemiştir; ama yen il­
gilerin nedenleri konusunda değerli açıklamaları hep var­
dır:

20
"Talimatlar çok açıktı ama kimse dinlemedi," gibi bir­
şeyler söyler, takımı işe yaramaz bir takım karşısında hezi­
mete uğradığında. Ya da üçüncü kişi ağzından bu tarz bir­
şeyler söyleyerek kendine olan güvenini pekiştirir:
"Sabırlı davranan rakip takım, kavramsal olarak net
bir galibiyet yakalayamadı, teknik direktör bu durumu, et­
kinliğe ulaşabilmek için birçok fedakarl ığın gerek li olduğu
şekli nde yorumlamaktadır. "
Gösteri maki nesi her şeyi öğütür. Her şey bir süre
sonra yok ol ur. Tüket im toplumunun tüm ürünleri gibi,
teknik direktörler de kullanılıp atılabilirler. Seyirciler bir
gü n, "Çok yaşa!" diye ortalığı inlettikleri halde, bir son ra­
ki pazar günü kellesini isteyebilirler.
Teknik adamlar, futbolun bir bilim, s�hanın da bir la­
boratuvar olduğunu düşünürler. Yönet ici ler ve taraftarlar
İse ondan Ei nstein kadar zeki ve Freud kadar ince olmasını
İstemekle kalmazlar, aynı zamanda Lourdes Meryem'i gibi
mucizeler yaratmasını ve Gandi gibi sabırlı olmasını da
beklerler.

21
TİYATRO
Oyuncular, ayaklarıyla, tribünlerde ve ekranları ba­
şında yürekleri kabarmış, binlerce ya da milyonlarca me­
raklıya hitap eden bir gösteride rol alırlar. Bu oyunun ya­
zarı kimdir? Teknik direktör mü? Yapıt çoktan aşmıştır
yazarını. Oyunun �!işimi oyuncuların moraline ve yete­
neklerine bağlıdır. Belirleyici olan şanstır ve rüzgar gibi ne
yöne eseceği bel li olmaz. Bu yüzden oyunun sonu hem se­
yirciler hem de oyuncular açısından tam bir bilmecedi r.
Bunun istisnaları rüşvet ve öbür talihsizliklerdir.
Yüce futbol tiyatrosunun içinde kaç tiyatro vardır siz­
ce? Ya da, yeşil dikdörtgenin içine kaç sahne sığar? Ö bür
oyuncuların yalnızca ayaklarıyla oynadık larını düşünmek
saflı k olur.
Karşısındakini dehşete düşürmekte birebir olan bazı
usta aktörler de vardır: Böy leleri önce, karı ncayı bile incit­
meyen bir melek yüzü takınır; sonra İter, küfreder, tükü­
rür, rakibinin gözüne toprak atar, çenesine oturaklı b ir
dirsek vurur, bir dirsek de kaburgalarına indirir, formasın­
dan ya da saçından çeker, ayaktayken ayağına, yerdeyken
eline basar ve bunları hakemin arkası dönükken, yan ha­
kem de bulutları seyrederken yapar.
Bu aktörlerin bazılarının avantaj sağlamada Üzerlerine
yoktur. Ahmak gibi durup bön bön bakarak iş çevirir

22
bunlar. Taç atı§ını, serbest vuru§U ya da faul atı§ını hake­
min gösterdiği noktanın fersah fersah ötesinden kullanır­
lar. Baraj kurmaları gerektiğinde de yava§ yava§ ayaklarını
kaydırmaya ba§larlar; bu arada her nasılsa bir uçan halı on­
ları alıp topa vuracak oyuncunun üzerine atıverir.
Vakit geçirme konusunda da uzmanla§ml§ aktörler
vardır. Bir anda çarmıha gerilmݧ bir kurban suratı takınır
ve acı içinde yuvarlanmaya ba§ lar. Ba§ını ya da dizin i tuta­
rak uzanır çimenlere. Dakikalar geçer, masör kaplumbağa
hızıyla gelir saha kenarından. M asör ter içindedir, pomat
kokar ve ille de boynunda bir havlu vardır. Bir el inde su
matarası, öbüründe ise her derde deva ilacını ta§ır. Saatler,
hatta yıllar geçer ve hakem ölü gibi yatan oyuncunun sa­
hadan çıkarılmasını ister. ݧte o anda bir dirili§ mucizesi
yapnır; ölü bir anda fırlar ve ayağa kalkar.

23
UZMANLAR

Maç öncesinde gazeteciler müthiş sorular sorarlar:


"Ka7.anmaya kararlı mısınız?"
Ve şaşırtıcı yanıtlar alırlar:
"Zafere ulaşmak için elimizden geleni yapacağız."
Bundan sonra sözü spikerler alır. Televizyondakiler
maçın görüntüleri ne eşlik ederler; ama hep arka planda
kalmaya mahkumdurlar. Radyodakiler ise kalp hastaları
için oldukça tehl i kelidi rler. Bunlar müthiş bir heyecan ka­
sırgası estirirler ve süratlerine ne top ne de oyuncular yeti­
şebilir. Baş döndürücü bir hızla, seyredilenle çok da i lgisi
olmayan bir maç anlatırlar. Bu sözcük sağanağında, bulut­
lara doğru giden bir şutun direği yalayarak auta çıktığını
duyarız, ya da direkleri arasında örümceklerin ağ kurduğu,
kalecinin esnemekte olduğu kalede her an bir gol olabilece­
ğini işitiriz.
Çimento abidede ortalığı titreten saatler son buldu­
ğunda, bu kez sıra yorumculara gelir. Eski dönemlerde yo­
rumcuların maç yayınını keserek oyuncuların ne yapmala­
rı gerektiğin i söyledikleri de olmuştur; tab ii futbolcular o
sırada hata yapmakla meşgul olduklarından onları duya­
mamışlardır. Tavuğun yumurtadan çıktığın a karşı, yumur­
tanın tavuktan çıktığını savunan (yani hemen hemen aynı
şeyi) bu ideologların tarzı, derin bilgilerinin, saldırgan bir
propagandayl a lirik bir sevinç anlatımı arasında gidip geli­
şinden ibarettir. Her zaman çoğul konuşurlar; çünkü sayı­
ları çoktur.

24
FUTBOL UZMANLARININ DİLİ

Bu akşamüstü Unidos Venceremos Futbol Kulübü­


nün sahasında yapılan mücadelenin fizik, teknik ve taktik
sorunlarına bir ilk bakış oluşturmak ve kendi görüşümüzü
ortaya koymak İstiyoruz. Tabii ki son derece derin ve ay­
rıntılı incelemeler gerektiren bu konuyu olmayacak bir şe­
kilde basitleştirmekten de kaçınacağız. Öte yandan bizim
futbol anlatımıza dün de, bugün de, yarın da ters düşecek
belirsizliklerden kaçınacağız.
Doğrusu kendi sorumluluğumuzu görmezden gele­
rek, konuk tarafın uğradığı felaketi kendi oyuncularının
gösterişsiz oyununa bağlayabil irdik; fakat bugünkü karşı­
laşmada kuşku götürmeyecek şekilde oyunu ağırdan almış
olmaları ve her iki yarı alandaki gelişmeye ayak uydurma­
ları, hiçbir zaman kişiyi haklı kı lmamaktadır. Bu duru­
mun, baylar bayanlar, çok iyi anlaşılması gerekir. Benzer
bir vasıfsızlaşma bu yüzden haksız olarak nitelendi rilmek­
tedir. Tekrar tekrar bunu reddediyorum. Her şeyi sineye
çekmek bizim yapımızda yoktur. Bunca yıldır bize gönül
vermiş olanlar bu durumu daha iyi bilmektedirler. Değerli
ülkemizde ve ulusl ararası spor çevrelerinde de durum ay­
nıdır. Davet edildiğimiz ve alçakgönüllü işlevimizi yerine
getirdiğimiz spor alanlarında da durum aynı olmuştur. O
halde tüm açıklığıyla size ifade edeyim ki biz bunu hep ya­
pagelmişizdir. Başarı bu zorlu ve güçlü oyun şemasının te­
melini oluşturmamaktadır; çünkü çok açı k bir şeki lde ra­
kip yarı alandaki saldırı p lanları geniş bir bakış açısıyla
beklentilere karşılık verememektedir. Geçen pazar günün­
de de belirttiğimiz gibi, bunu bugün de belirliyoruz. Başı­
mız dik olarak ağzımızda bakla ıslanmadan bunu söyleye­
biliyoruz, çünkü her zaman doğruya doğru, eğriye eğri de­
mişizdir. Bundan sonra da gerçekleri dile getirmeye devam
edeceğiz. Bu başkaları nı rahatsız etse de, ne pahasına olur­
sa olsun doğruları söylemeyi sürdüreceğiz.

25

ÖLÜM DANSI
Savaşın yüceltilmiş bir şekli olan futbolda on bir şort­
lu adam, semtin, kentin ya da ülkenin kılıcıdırlar. Zırhsız
ve silahsız bu adamlar, seyircilerin içindeki şeytanı açığa
çıkarırlar, takımları na olan inançlarını İse perçinlerler. İki
takım arası ndaki her karşı laşmada eski nefretler ve baba­
dan oğula geçen eski aşklar tazelenir.
Aynı bir kale gibi, stadyumun da kuleleri, sancakları,
çevresinde ise geniş bir hendeği vardır. Ortadan geçen be­
yaz bir çizgi ihtilafa neden olan bölgeleri ayırır. iki yanda
top yağmuruna tutulacak olan kaleler bulunur. Kalelerin
önündeki bölge, ceza sahası adı verilen tehl ikeli bölgedir.
Ritüele uygun olarak, kaptanlar orta sahada flama de­
ğiştirirler ve birbirlerini selamlarlar. Hakem düdüğünü ça­
lar ve rüzgar gibi ıslık çalan top hareketlenir. Meşi· n yuvar­
lak gider gelir, bir oyuncu onu alır ve bir darbe sonucu
darmadağın olup yere düşene dek onu dolaştırır. Düşen
oyuncu ayağa kalkmaz. Yeşil sahanın sonsuzluğunda yatar
kalır. Tribünlerden sesler yükselir. Rakip taraftarlar kibar­
ca kükrerler:
- Gebersin!
- Devi morire!
- Tuez-le!
- Mach ihn nieder!
- Let him die!
- Kili, kili, kili!

26
SAVAŞIN DİLİ
Ö ngörülen stratejide, ustaca yapılan bir değişiklikle
bizim manga (takım) saldırıya geçerek rakibi gafil avladı.
Müthiş bir saldırı olmuştu. Ordumuz düşman sahasını iş­
gal ettiğinde santrforumuz savunma hattını en zayıf nokta­
sından yardı ve ceza sahasına süzüldü. Topçumuz roketa­
tarı aldı, ustaca bir manevrayla atış pozisyonuna geçti, atış
hazırlığını tamamladı ve rakip kaleciyi yenik duruma dü­
şüren bir füze ile saldırıya son noktayı koydu. İşte o anda
aşılmaz gibi duran kalenin yenik koruyucusu yüzünü elle­
riyle kapatarak dizleri üzerine düştü. Onu kurşuna dizen
cellat ise bu arada ellerini kaldırarak kendisini alkışlayanla­
rı selamlıyordu.
Düşman kaçmadı; ama şiddetli saldırıları da bizim si­
perlerde etkili olamadı. Her seferinde zırhlarla korunan sa­
vunmamıza çarpıp döndüler. Rakip takım, ıslak barutla
ateş etmeye çalışıyordu ve asl an lar gibi çarpışan gladyatör­
lerimizin cesareti karşısında etkisiz hale gelmişti. Kaçınıl­
maz sonlarının çaresizliğiyle şiddete başvurdular ve oyun
alanını bir savaş alanı gibi kana buladılar. İki oyuncumuz
oyun dışı kaldığında seyirciler, boş yere en ağır cezayı ta­
lep ettiler. Tüm bu taleplere karşın asi l bir spor olan fut­
bolun centilmence kuralları ile hiç bağdaşmayan, savaş
alanlarına özgü vahşi hareketler cezasız kaldı ve sürdü git­
ti. En sonunda, kör ve sağır hakem karşılaşmayı bitirdiğin­
de yeni k takım hak ettiği ıslıklarla uğurlandı.
Bundan sonra, zaferi kazanmış olan taraftarlar sahaya
indiler ve bu kahramanlık destanını yaratanları omuzların­
da gezdirdiler. Bu destan birçok gözyaşı, ter ve kan pahası­
na elde edilmişti. Bundan sonra renklerimizi ve amblemi­
mizi taşıyan ve bir daha yenilgi yüzü görmeyecek olan
bayrağa bürü nmüş kaptanımız gümüş kupayı kaldırdı ve
öptü. İşte zaferin öpücüğü ...

27
STADYUM
Siz hiç boş bir stadyuma girdiniz mi? Deneyin bir
kez. Sahanın ortasında durun ve dinleyin. Boş bir stattan
daha hüzünlü, kimsesiz tribünlerden daha dilsiz bir şey
yoktur.
Wembley'de İngiltere'n i n kazandığı 66 Dünya Kupa­
sının bağırışları hala duyuluyor; ama bi raz daha kulak ka­
bartırsanız 53'te Macarlar İngilizleri gole boğdukları za­
man çıkan iniltileri de duyabilirsiniz. Montevideo'nun
Centenario Stadyumu hala Uruguay futbolunun zaferleri­
ne duyulan nostaljiyle iç çekiyor. Maracana hala 1950' de
yapılan Dünya Şampiyonas ı nda Brezilyalıların yen ilgis ine
ağlıyor. Buenos Aires'de, Bombonera'da yarım yüzyıl ön­
cesinin davul ları işitiliyor. Azteca Stadının derinliklerin­
den eski Meksika top oyununun törensel ilahi leri yankıla­
nıyor. Barselona'daki Camp Nou'nun beton sıraları Kata­
l anca, Bilbao'daki San M ames Stadının sıraları ise Baskça
konuşuyor. M ilan 'da Guiseppe M aezza'nın hayaleti, kendi
adını taşıyan stadyumu titreten gol ler atıyor. A lmanya'nın
kazandığı 74'teki Dünya Kupasının finali Münih O limpi­
yat Stadında günler ve geceler boyu oynanıyor hala. Suudi
Arabistan'daki Kral Fahd Stadyumunun mermer, altın ve
hah kaplı tribün leri var; ancak n e anlatacak bir anısı, ne de
söyleyecek önemli bir sözü yok.

28
TOP
Çinlilerin topu deridendi ve ketenle doldurulmu§tU.
Firavunlar zamanında Mısırlılar onu samanla ve tohum
kabuklarıyla doldurup renkli kuma§larla kapladılar. Yu­
nanlılar ve Romalı lar §işirilmiş ve dikilmi§ öküz mesa�esi
kullanıyorlardı. Ortaçağ ve Rönesans dönemlerinde Avru­
palılar at yelesi doldurulmu§ oval bir top kullanıyorlardı.
Amerika'da kauçuktan yapılan top, hiçb ir yerde olamaya­
cağı kadar sıçrama kabiliyetine sahip oldu. Saray tarihçileri
�emin Cortes'in bir Meksika topunu fırlattığını ve topun
imparator Carlos'un fal ta§ı gibi açılan gözlerinin önünde
çok yükseklere çıktığını anlatıyorlar.
Şi§irilmi§, deri kaplı lastik top, Kuzey Amerika'nın
Connecticut eyaletinden Charles Goodyear'ın yeteneği sa­
yesi nde geçtiğimiz yüzyılın ortalarına doğru doğdu ve
Cordobalı üç Arjantinli olan Tossolini, Valbonesi ve Po­
lo'nun yetenekleri sayesinde yanında yarığı olmayan top
olu§tu. Onlar, subaplı ve enjektörlü pompa i le §i§irilebilen
topu i cat etti ler. Böylelikle, 1938 Dünya Kupasından beri,
topun §i§irildiği geni§ yarığın üzerine sarılı iplerin verdiği
acıyı duymadan, topa kafa vurma i mkanı doğmu§ oldu.
Bu yüzyılın ortalarına kadar top kahverengiydi. Son­
ra beyaz oldu. Günümüzde deği§ik modeller görülüyor;
beyaz fon üzerine siyah. Şimdi çevresi yetmi§ santim ve
pol ietilen köpük üzerine poliüretan kaplı. Su geçirmez,
yarım k ilodan daha hafif ve yağmurlu günlerde oynanması
imkansız olan deri kaplı eski toplardan daha çabuk hare­
ket ediyor.
Ona çe§itli adlar veriliyor: Küresel, yuvarlak, alet, to­
parlak, balon, füze. Buna kaqın Brezilya'da hiç kimse

29
onun bir di§i olduğundan ku§ku duymuyor. Ona M arico­
ta, Leonor ya da Margarita der gibi, gorduchinha, nena,
menina gibi adlar veriyorlar.
Pele, Maracana'da bininci golünü attığında onu öpt ü;
Di Stefano ise evinin girݧİne üzerinde 'tqekkürler ihtiyar'
yazılı bronz bir plaka bulunan bir heykelini yaptırdı
onun.
O sadık bir dosttur. 1 930'daki Dünya Kupasında iki
takım da kendi toplarıyla oynamak İstediler. Hz. Süley­
man kadar bi lge olan hakem de, birinci yarının Arjan­
tin'in topuyla, ikinci yarının İse U ruguay'ın topuyla oy­
nanmasına karar verdi. İlk yarıyı Arjantin, iki nci yarıyı ise
Uruguay kazandı. Ama topun da kendine göre kararsızlık­
ları vardır; bazen havada fikir ve yön değݧtİrip kaleye gir­
mez. Top çok alıngandır. Ona ne kötü davranmalarına ne
de hınçla vurmalarına tahammülü vardır. Onu ok§amaları­
nı, öpmelerini, göğüslerinde ya da ayaklarında uyutmaları­
nı İster. Çok gururlu, bel ki de kibirlidir, ama haksız da de­
ğildir doğrusu: Çok iyi bilir ki §evkle yükseldiği zaman
birçok gönüle mutluluk verir, yanlı§ bir §ekilde dü§tüğün­
de İse bi rçok ki§İ nin kalbi kırılır.

30
'Mıng Hanedanı donemi Çin giavuru. XV yuzyıla oil. ama lop Adı­

das'ınkırıe benzıyor'
'Futbol tarihi üzerine iki gravür. Birinci şekil Meksika Tepantitla'da Teoti­
huacan·a ait. bin yıldan daha eski bir duvar kalıntısından kopya edil­
miş: Hugo Sônchez'in buyuk büyuk dedesi topa sol ayağıyla vururken
görülüyor İkincisi Gloucester Britanya Katedralindeki bir orlaçağ rblye­
finin s lilize edilmiş hali.

32
FUTBOLUN KÖKENLERİ
Futbolda da, hemen hemen öbür dal ların tümünde ol­
duğu gibi öncülüğü Çin liler yaptılar. Beş bin yıl önce Çin­
l i hokkabazlar topa ayaklarıyla dans ettiriyorlardı ve daha
sonra ilk oyunlar da yine Çin' de düzenlendi. Sahanın orta­
sında bir çit vardı ve iki taraftaki oyuncular ellerini kullan­
maksızın topun yere değmesini engelliyorlardı. Bu gele­
nek, hanedandan hanedana aktarılarak sürdü. Milattan ön­
ce yapılmış bazı anıtlardaki rölyeflerde ve Milattan sonra
yapılmış bazı kabartmalarda görüldüğü gibi M in g Haneda­
nına mensup Çinliler bugün Adidas'ın ürettiği toplara
benzeyen toplarla oynuyorlardı.
Eski zamanlarda M ısırlıların ve Japonların topu tek­
meleyerek oyalandıkları biliniyor. M i lattan beş yüzyıl ön­
ceye ait bir Helen mezarının mermerinde bir adam topa
diziyle vururken görü lüyor. Antifanes'in komedileri nde
bunu ortaya koyan parçalar var: Uzun top, kısa pas, ileri­
ye uzatılan top gibi. Söylenene göre İmparator Jül Sezar
her iki ayağını da ustalıkla kullanıyordu. Neron ise yalnız­
ca birini kullanabiliyordu. Kesin olarak bildiğimiz, İsa ve
havarileri çarmıhta eziyet çekerek ölürken, Romalıların
futbola oldukça benzeyen bir oyunu oynadıklarıdır.
Romalı lejyonerlerin ayağıyla Britanya Adaları na da
bu yenilik ulaştı. Yüzyıllar sonra 1 3 1 4'te Kral il. Edward

Gölgede ve Güneşte Futbol


bu gürültülü ayaktakımı oyununu, Tanrının izin vermedi­
ği birçok kötülüğe neden olan, büyük topların peşinde ko­
şularak yapılan mücadele olarak niteleyen bir kraliyet fer­
manına mührünü v4rmuştur. Bu dönemde oyun artık fut­
bol olarak adlandırılıyordu ve ardında birçok kurban bı ra­
kıyordu. Atlı haydutlar arasında da oynanıyordu. Ne za­
man, ne oyuncu, ne de başka bir açıdan hiçbir sınırlama
yoktu. Bir köy halkı öbür köy halkına karşı, topu tekme­
leyerek, yumruklayarak hedefe doğru sürüklüyordu. O
dönemlerde top yerine bir değirmen taşı da kullanıldığı
görülüyordu. Karşılaşmalar günler boyunca sürüyor, bir­
çok cana mal olarak geniş alanlara yayılıyordu. Krallar bu
kanlı mücadeleleri yasakladılar. 1 349'da III. Edward futbo­
lu 'işe yaramaz ve aptalca' oyunlara dahil etti. 1 4 1 0'da iV.
Henry ve 1 54 7' de VI. Henry tarafından imzalanan futbol
aleyhinde fermanlar da vardır. Futbol ne kadar çok yasak­
lanırsa o kadar çok oynanıyordu. Bu da yasaklamanı n kış­
kırtıcı yönünü doğrulamaktan başka bir işe yaramıyordu.
1 592'de Shakespeare, Yanlışlıklar Komedisi' nde bir
karakterin şi kayetini belirtirken futbolu kullan ıyordu:
- Sizin için bu şekilde dönüp duruyorum ... Beni futbol
topu mu sandınız? Beni bir o tarafa bir bu tarafa tekmeleyip
duruyorsunuz. Bu gön'Vim sürecekse, beni deriyle kaplamanız
gerekecek.
Birkaç yıl sonra Kral Lear'de, Kent Kontu, karşısında­
kine şöyle hakaret ediyordu:
- Sen! Aşağılık futbol oyuncusu!
Floransa' da futbol şu anda da olduğu gibi 'Calcio' ola­
rak adlandırılıyordu. Leonardo da Vinci de koyu bir fut­
bol taraftarı ydı. Machiavelli ise bizzat oyuncuydu. 27 kişi-

34
lik ekipler üç sıraya dağılmış şekilde oyuna katıl ıyorlardı;
ellerini ve ayaklarını topa vurmak ve rakiplerinin karnını
deşmek için kullanabiliyorlardı. Arno'nun donmuş suları
üzerinde ve geniş meydanlarda düzenlenen maçlara çok sa­
yıda insan katılıyordu. Floransa'dan uzakta, Vatikan bah­
çelerinde Papa VII. Clemente, Papa IX. Leo ve Papa VIII.
Urban da 'Calcio' oynamak için resmi giysilerinin kolları­
nı ve paçalarını sıvamayı alışkanlık haline getirmişlerdi.
Milattan 1500 yıl önce kauçuk top, Meksika ve Orta
Amerika'da kutsal bir törenin güneşi gibiydi; ama Ameri­
ka'nın birçok yerinde futbolun ne zamandan beri oynandı­
ğı bilinmiyor. Bolivya'nın Amazon bölgesi yerli lerine göre
de iki sopanın arasına bu yuvarlak lastik topu ellerini kul­
lanmadan sokmak için peşinde koşturma işinin kökenleri
�ok eskiydi. XVIII. yüzyılda Cizvit tarikatına mensup bir
ispanya! rahip Parana yükseltisinde yaşayan Guaranilerin
eski bir geleneğinden söz eder: 'Bu insanlar topu bizler gibi
elle atmıyorlar, topa çıplak ayaklarının üst kısmıyla vuru­
yorlar' Teotihuacan ve Chichen-ltza' nın resimleri belli
oyunlarda topa ayakla ve dizle vurulduğunu ortaya koysa
da Meksika ve Orta Amerika yerlileri arasında topa genel­
likle kalçayla ve kolla vurulurdu. Bin yıldan daha eski bir
duvar resminde Hugo Sanchez'i n dedelerinden biri Tepan­
tida'da, topla sol ayağıyla oynarken gösteriliyor. Oyun so­
na ererken top, yolculuğunun en yüksek noktasına ulaşır­
dı; güneş ölüm belgesini aştıktan sonra doğmaya başlardı.
O zaman güneş doğsun diye kan akardı. Eldeki bilgilere
göre Azteklerin yeni lenleri kurban etme adetleri vardı.
Onların kafalarını kesmeden önce bedenlerini kırmızı çiz­
gilerle boyarlardı. Tanrılarca seçilenler, toprak daha verim­
li, gök daha cömert olsun diye kanlarını sunarlardı.

35
OYUNUN KURALLARI

Yıllar süren yadsımalardan sonra Britanya Adaları,


alınyazılarında bir top olduğunu kabul etmek zorunda kal­
dı. Kraliçe Victoria döneminde futbol yaln ızca halk taba­
kası alışkanl ığı olarak değil, aynı zamanda aristokratlara
özgü bir erdem olarak genelleşmişti.
Geleceğin yöneticileri, yenmeyi, okulların ve üniver­
sitelerin avlularında futbol oynayarak öğreniyorlardı. Ora­
da yüksek sınıfın çocukları gençl ik ateşlerini hafifletiyor­
lar, disiplin ediniyorlar, taşkınlıklarını dizgin liyorlar ve ze­
kalarını keskinleştiriyorlardı. Toplumun öbür kesimi olan
emekçilerin bedenlerini zayıflatmaya i htiyaçları yoktu;
çünkü atölyeler ve fabrikalar bunu fazlasıyla yapıyordu.
Öte yandan endüstriyel kapitalizmin anayurdu, yığınların
tutkusu olan futbolun fakirleri oyalayıp yatıştırdığını, zi­
hinlerini grevden ve öbür kötü fikirlerden uzak tuttuğunu
keşfetmişti. ,
Futbol bugünkü şekline on iki İngiliz kulübünün
1 863 yılında Londra'daki bir tavernada i mzaladıkları cen­
tilmenlik anlaşmasından sonra kavuştu. Kulüpler, Camb­
ridge Ü niversitesi'nin 1 846 yılında belirlediği kuralları be­
nimsediler. Cambridge'de futbol ' rugby'den tamamıyla ay­
rılmıştı: Topa elle dokunulabilse de elle taşınması yasak­
lanmıştı. Ayrıca rakibe tekme atmak da yasaktı. 'Tekmeler
yalnızca topa yönelmeli,' diye emrediyordu kurallardan
biri. Aradan bir buçuk yüqıl geçmesine karşın, günümüz­
de hala şekli nden dolayı topu rakibinin kafasıyla karıştıran
oyuncular var.
Londra Anlaşması, ne oyuncu sayısını, ne sahanı n ge­
nişliğini, ne kalenin yüksekliğini, ne de maçların süresini
sınırlıyordu. M açlar iki üç saat s Ürüyor ve top uzaklara
kaçtığında oyuncular aralarında sohbet edip sigara içiyor­
lardı. Ofsayt ku ralı ise o zaman bile uygulanıyordu. Ö bür
bir deyişle rakibin arkas ında gol atmak yoktu.

36

O dönemlerde hiç kimseni n sahada belli bir yeri yok­


tu. Herkes topun pqin den mutlu bir §ekilde ko§uyordu.
Her oyuncu İstediği yöne gidiyor ve can ı nasıl İsterse o §e­
k ilde yer değݧtİ riyordu. 1 870 yılına doğru takımlar savun­
ma, orta saha ve hücum açısı ndan organize olabildiler. O
döneme gelindiği nde oyuncu sayısı da on bir ki§İ ile sınır­
landırılmı§tı. Hiçbiri, topu durdurmak ya da ayaklarına
yerle§tİrmek için bile olsa topa elle dokunamıyordu.
1 8 71 'de kaleci ortaya çıktı. Bu tabuyu yıkan tek oyuncu
oydu. O, kales ini tüm bedeniyle koruyabiliyordu. Kaleci,
kare §ekl i nde bir kaleyi korl}yordu. G ü nümüzdeki nden
daha dar ve çok daha yüksek olan kale, be§ buçuk metre
yüksekliğinde bi r kemerin bi rlqti rdiği i ki tahta direkten
olu§uyordu. 1 8 75'te kemeri n yerini çapraz b i r tahta aldı.
Yan direklere küçük çentikler atılarak goller İpretleniyor­
du. Gol kaydetmek deyimi, günümüzde goller, statlardaki
elektronik ekranlara yazılsa da hala kullanılıyor. Dik açılı
kö§elere sahip olan kale, kemer §eklinde olmasa da hala ba­
zı ülkelerde yay olarak adlandırılıyor. Bu yüzden kaley i
koruyan oy uncuya da yaycı diyoruz (arquero). Bunun ne­
deni belki İngil i z öğrencilerin bir zamanlar avlul arı ndaki

37
yay §eklindeki çitleri kale olarak kullanmı§ olmalarıdır.
1 8 72 yılında İse hakem ortaya çıktı. O zamana kadar oyun­
cuların kendileri hakemlik yapıyorlar, yaptıkları hataları
kendileri cezalandırıyorlardı. 1 880' de hakemler artık elle­
rinde kronometreyle maçın ne zaman bittiğine karar veri­
yorlardı ve uslu durmayanları sahadan atma yetkileri var­
dı. Ama maçı sahanın dı§ından seslenerek yönetiyorlardı.
1 891 yılında hakemler ilk kez sahaya girdiler. Bir düdük
çalarak ilk penaltı cezasını verdiler ve on iki adım atarak
vuru§un kul lanılacağı yeri belirlediler. Zaten bir süredir
İngil iz bas ı n ı, penaltı cezasının uygulanması için bir kam­
panya b�latmı§tı. Mezbahaya dönen kale önlerinde oyun­
cuları korumak gerekiyordu. Bu dönemde W estminster
Gazetesi ölen futbolcuların ve kırılan kemiklerin tüyler
ürpertici bir l istesini yayımlamı§tı.
1 882 yılında İngiliz yöneticiler taç atı§ının elle yapıl­
masına izin verdiler. 1 890 yılında ise sahanı n sınırları ki­
reçle çizildi ve ortası na bir daire yerle§tİrildi. Aynı yıl ka­
lelere ağ da gerildi. Bu ağlar topu tutuyor ve goller hakkın­
da ku§kuya yer bırakmıyorlardı.
Bir süre sonra yüzyıl sona erdi ve İngilizlerin futbol­
daki tekeli de yüzyıl l a birlikte son buldu. 1 904 yılında FI­
FA, öbür bir deyݧle Uluslararası Futbol Federasyonu doğ­
du. Bu örgüt o zamandan beri tüm dünyada ayak-top i l ݧ­
kilerini yönetiyor. FIFA gelmݧ geçmݧ dünya §ampiyona­
ları boyunca, vaktiyle İngilizler tarafından olu§turulan ku­
rallarda pek az değݧiklik yapmı§tır.

38
İNGİLİZ İŞGALLERİ
Buenos Aires'de akıl hastanesi yakı nları nda bo� bir
alanda, bi rkaç sarışın çocuk ayaklarıyla topa vuruyorlardı.
- Bunlar kim yahu? diye sordu başka bir çocuk.
- Deli budar, diye yanıtladı babası, İngiliz deliler.
Gazeteci Juan Jose de Soiza Reilly, bu çocukluk anısı­
n ı hatırladı. Futbol ilk zamanlarda Rio de la Plata'da deli­
lerin oyunu gibi görülüyordu. İngiliz İmparatorluğunun
her yerinde ise, futbol, Manchester doku maları, demi ryol­
ları, Barings Bankas ı n ı n açtığı krediler ve serbest t icaret
dokmni gibi tipik b i r B ritanya ihracat ürünüydü. Futbol
buraya, kraliyet yelken l i leri, asker kaputu, bot ve u n bo­
şaltırken, yün, deri ve buğday yük leyerek gel mişti. Getı­
renler de Montevideo ve Buenos Aires surları çevresinde
futbol oynayan gemici lerdi. İlk yerel futbol takım larını
oluşturanlar diplomatlar ve demiryolu ya da gaz işletme­
si nde işçi olarak gelmiş İngiliz yu rttaşlarıydı . 1889 yılında
U ruguay'da oynanan il k milli maç, Montevideo ve Buenos
Aires 'deki İngilizleri karşı karşıya geti rdi. Karşı laşma Kra­
liçe Viktori a'n ı n gözkapakları yarı aralık, küçümseyici
çehresinin yer aldığı büyük bir resmin gölgesi nde ovnandı.
Brezi lya futbolunun ilk maçı olan ve Gas Company ile
Sao Paulo Railway'de çalışan İngi liz yurttaşları arasında

}9
oynanan maç ise yine İngi ltere kraliçesinin bir başka resmi
tarafından koru ma altına alındı.
Eski fotoğraflar, bu oyuncuları siyah, beyaz ve grinin
tonlarında gösteriyor. Onlar mücadele etmek için yetişti­
rilmiş savaşçılardı. İpek şapkalar giyen ve dantel mendiller
sallayarak maçları seyreden hanımları rahatsız etmemek
için pamuklu ve yünden yapılmış zırhları tüm bedenleri ni
örtüyordu. Oyuncular yalnızca berelerinin ya da şapkala­
rının altından görünen keskin bakı§l ı yüzlerin i ve ucu yu­
karı kalkık bıyıklarını açıkta bırakıyorlardı. Ayaklarında
ise Menfield marka ağır potinler taşıyorlardı.
Bu kötü alışkanl ık çevreye bulaşmakta gecikmedi. Hiç
vakit kaybetmeden yerli beyefendiler de bu İngiliz çılgınlı­
ğıyla uğraşmaya başladılar. Fanilalar, ayakkabılar, kalın
dizlikler ve göğüsten dizlere kadar uzanan pantolonlar
Londra'dan getirtildi. Futbol topları, başlangıçta onları na­
sıl sınıflandıracaklarını bilemeyen gümrük memurlarının
dikkatini çekm iyordu artık. Gem iler de el kitapları getiri­
yorlardı ve onlarla birlikte Güney Amerika'nın bu uzak
sahillerine yıllarca burada kalacak olan: fıeld, score, goal, go­
al-keeper, back, half, forward, out-ball, penalty, off-side gibi
sözcükler de geldi. Faul, referee tarafından cezalandı rılı­
yordu, ama Rio de la Plata'da yayımlanan Futbol Kuralları
kitabının i l k kuralına göre faul yapılan oyun cu, içten ol­
ması ve düzgün bir İngilizceyle di le getirilmiş olması kay­
dıyla karşı tarafın özrünü kabul edebilirdi.
Bu arada Karayib Denizinde kıyısı bulunan Latin
Amerika ülkelerinin dillerine de bambaşka İngilizce söz­
cükler giriyordu: pitcher, catcher, innings. Amerika Birleşik
Devletleri' n i n et kisi altında bulunan bu ülkeler topa, yu­
varlatılmış tahta bir sopayla vurmayı öğreniyorlardı. De­
niz piyadeleri bu beyzbol sopalarını omuzlarında tüfekle­
riyle birlikte getiriyorlar, ortalığı kana ve ateşe bulayarak
imparatorluk düzenini bölgeye zorla kabul ettiriyorlardı.
O zamandan beri bizler için futbol neyse, Karayibli ler için
de beyzbol aynı şeydir.

40
LATİN AMERİKA FUTBOLU

Arjantin Futbol Federasyonu, toplantı larda yönet ici­


leri n i n İspanyolca kon u§masına izin vermiyordu. U rugu­
ay Football Association İse İngiltere'de maçların cumartesi
günleri oynanması öngörüldüğünden pazar günleri maç
yapılmasına izin vermiyordu. Yine de yüzyılın i l k yılların­
da futbol, Rio de la Plata kıyılarında popüler ve ulusal ol­
maya ba§lıyordu. İyi aile çocuk larını bo§ vakitleri nde oya­
layan bu ithal eğlence, yüksek saksısından çıkmı§, toprağa
İ nmݧ ve kök salmaya ba§lamı§tı.
Durdurulması imkansız bir ilerlemeydi bu. Tango gi­
bi futbol da varoşlarda geli§mi§tir. Para gerektirmeyen bir
spordu. Oyn anabi lmesin in t e k ko§ulu İstekti. Kapı önle­
ri nde, çıkmaz sokaklarda Avrupa göçmenleri ve bu rada
doğmuş çocuklar, içleri kağıtla ya da bezle doldurulmuş
esk i çoraplardan yapılan toplarla, kale ni yetine bi r çift ta§
koyarak maçlar düzen liyorlardı. Dünya çapında kabul
edilmeye başlanan futbol di li sayesi nde, tarlalardan k ovul­
mu§ ݧçilerle, Avrupa'dan k ovulmu§ işçiler birbirleri ni ga­
yet i y i anlıyorlardı. Futbolun o rtak dili, yoksul yerl i halk­
la, denizi a§arak gel miş, Vigolu, Lizbonlu, Napolili, Bey­
rutlu ya da Besarabiyalı; Ameri ka heveslisi duvar i§çisi, ha­
mal, fırıncı ve çöpçü emekçileri bir araya getiriyordu. Ho§
bi r yolculuk yapmıştı futbol; İngiltere'de ün iversitelere.le
ve kolej lerde doğmuştu, Latin Amerika'da ise hayatında

41
okula hiç adım atmamış i nsanların hayatını renklendiri­
yordu.
Buenos Aires ve Montevideo sahalarında yeni bir tarz
doğuyordu. Milonga ezgilerinin çalındığı avlularda özel
bir dans şekli ortaya çı karken, özel bir futbol tarzı da ken­
dine yol açıyor, süratle yayılıyordu. Karoların üzerinde
dans edenler yaptıkları figürlerle çiçekler çiziyorlardı. Fut­
bolcular ise dar alanda kendi dillerini yaratıyorlar, topa he­
men vurmuyorlar, topu tutuyor ve ona sahip oluyorlardı.
Bu oyuncuların ayakları, deri parçalarını ören eller gibi,
topun çevresinde dans ediyordu. Böylelikle Latin Ameri­
kalı ilk virtüözlerin ayakları sayesinde 'el toque' denilen
tarz doğdu: Artık topa bir müzik aletiymişçesine, bir gitar­
mışçasına hafif hafif dokunuluyordu.
Aynı dönemlerde Rio de Janeiro ve San Pablo'da fut­
bol tropikal bir hal alıyordu. Yoksullar, futbolu hem zen­
ginleştiriyorlar, hem de topluma mal ediyorlardı. Bu ya­
bancı spor, oyunu kopya ederek oynamaya çalışan birkaç
varlıklı genci n ayrıcalığı ol maktan çıkıp Brezilya'ya mal
olmaya başlamıştı. Böylelikle onu keşfeden topluluğun
enerjisi ve yaratıcılığıyla gittikçe daha verim li bir hal alı­
yordu. Büyük kentlerin varoşlarındaki dans meraklılarının
v e Zenci kölelerin savaş danslarının hareketleri kullanıla­
rak yaratılan, bacakların havalarda uçuştuğu, bedenin dal­
galandığı, güzel bel h areketlerinin sıkça kullanıldığı dünya­
nın en güzel futbolu da böylece doğmuş oldu.
Futbol gitgide halkın tutkusu hali ne geliyordu ve gizli
güzell iğini gözler önüne seriyordu. Aynı zamanda elit ke­
sime özgü bir vakit geçirme aracı olmaktan da çıkıyordu.
1 91 5 yılında futboldaki demokratik leşme Rio de J ane­
iro' da yayımlanan 'Sports' dergisinde eleştirilere yol açı­
yordu: 'Toplumda bell i bir yeri olan bizler, b ir işçiyle, bir
şoförle birlikte futbol oynamak zorunda kalacağız ... Böy­
lelikle bu sporla uğraşmak bir zevkten bir fedakarlığa dö­
nüşüyor, eğlenceli olmaktan çıkıyor'

42
FLA İLE FLU'NUN TARİHÇESİ

19 12 yılı nda Brezilya futbol tarihinin ilk klasiği olan


Fla-Flu oynandı. Fluminense takımı Flamengo'yu 3-2 yen­
di.
Seyirciler arasında birkaç kݧİnin bayıldığı, hareketli
ve zorlu bir maçtı. Tribünler çiçeklerle, meyvelerle, tüy­
lerle, bay ve bayanlarla doluydu. Erkekler atı lan golleri
kutlamak için hasır şapkalarını futbol sahasına fırlatırken,
bayanlar gollerin heyecanı, sıcağı n ve korselerinin verdik­
leri rahatsızlıkla fenala§ıyor ve yelpazelerin i düşürüyorlar­
dı.
Flamengo, futbol hayatına başlayalı az bir süre olmu§­
tu. Fluminense takımında meydana gelen bir kopmadan fi­
l izlenmişti. Fluminense takımı birçok sorun, sava§ ve do­
ğum çığlıkları içinde ikiye ayrılmıştı. Bir zaman sonra ana
kulüp bu terbiyesiz ve alaycı çocuğunu beşiğinde boğma­
dığına pişman olacaktı, ama artık çok geçti: Fluminen­
se' nin laneti ve uğursuzluğu ortaya çıkmıştı bir kere ve
böylesi talihsizliklere çare bulunamazdı. O günden beri
baba ve oğul, daha doğrusu terk edilmiş baba ile asi oğlu
birbirlerinden nefret ediyorlar. Her Fla-Flu klasiği de bu
asla son bulmayacak savaşın yeni bir çarpışmasıdır. Her
i kisi de aynı kente aşıktırlar, Rio de Janeiro'ya. Bu tembel
ve günahkar kent, kendini İsteksizce sevdirir ve hiçbirinin
olmadan her ikisine de teslim eder kendini. Baba ile oğul,
onlarla oynayan aşıkları için oynarlar aralarındaki oyunu.
U ğruna çarpıştıkları aşıkları ise bayram kıyafetine bürü­
nür düello günleri.

43
TOPLUMLARIN AFYONU MU?
Futbol, Tanrıya ne yönüyle benzer? H emen söyleye­
yim: Birçok İnsanın ona inanmasıyla ve entelektüel leri n
ona ku§kuyla yakla§masıyla.
1 880 yılında Londra'da Rudyard Kiplinr, futbolla alay
ederek §öyle dedi: " Ancak küçük ruhlar bu oyunu o yna­
yan, çamura bulaşmı§ aptallar sayesinde tatmin olabilir­
ler." Bir yüzyıl sonra forr,e Luıs Borr,es, Buenos A ires'de
duygularını daha zarif bir §ekilde ifade ediyordu: O, 1 978
Dünya Kupasında Arjantin M illi Takımı fi nal maçı nı oy­
nadığı gün ve saatte, ölümsüzlükle ilgili bir konferans ver­
meyi yeğlemݧtİ.
Birçok muhafazakar aydının bu konudaki a§ağılamala­
rı, topa tapınmanın, halkın hak ettiği bir batıl i nanç oldu­
ğu savına dayanır. Her §eyi yle futbola İnanını§ olan halk
kitleleri, kendilerine yakışan bir şekilde ayaklarıyla dü§ün­
meye ba§larlar ve bili nçaltlarında tatmi n olurlar. Bu a§a­
mada hayvansı içgüdüler İnsan mantığına hakim olur, ce­
halet kültürü ezer ve böylelikle ayaktakımının İstediği ger­
çekle§mݧ olur.
Buna kaqın birçok solcu aydın, futbolu, yığınların
gücünü azalttığı ve devrimci güçlerini ba§ka yöne kanalize
ettiği için apğılarlar. Ekmek ve sirk, sirk var, ekmek yok:
İşçiler onların ahlaklarını bozan top tarafı ndan ipnotize
edilerek bilinçlerini yitiriyorlar ve sınıfları nın dü§manları
tarafından sürü gibi güdülüyorlar.

44
Futbol İngilizlere ve zenginlere ait olmaktan çıktığın­
da, Rio de la Plata'da demiryolu atölyelerinde ve limanlar­
daki tersanelerde organize edilmݧ ilk halk kulüpleri de or­
taya çıktı. Bu durum kar§ısında bazı anaqist ve sosyalist
yöneticiler, toplumdaki çeli§kileri gizleyen ve grevleri en­
gelleyen bu burjuva entrikasına kar§ı çıktılar. Futbolun
dünyada yayılması, ezilmݧ toplulukları daha çocuk ya§ta
baskı altına almak için yapılmı§ bir emperyalist manevra­
sıydı.
Buna rağmen Argentinos Juniors Kulübü, bir ba§ka 1
M ayıs günü asılan, anaqist liderlerin anısı na Chicago Şe­
hitleri adıyla kuruldu. Chacarita Kulübünün kurulU§U için
seçilen gün de yine bir 1 M ayıs günüydü ve kurulu§ ݧlem­
leri, Buenos Aires'deki anaqist bir kütüphanede gerçekle§­
t i ri lmݧtİ. Yüzyılın bu ilk yıllarında futbolu, vicdanı uyu§­
turan bir öğe olarak görmeyip onu hoş kaqılayan solcu
aydın l ar da vardı. ݧte bunlardan biri olan İtalyan Mark­
sist, Antonio Gramsci şöyle diyordu: " Açık havada ortaya
konan İ nsan sadakatinin krallığıdır futbol."

45
BAYRAK YERİNE TOP

1 9 1 6 yazında, Dünya Savaşının ortası nda bir İngiliz


yüzba§ısı, top sürerek kalkmıştır hücuma. Yüzba§ı Nevill,
onu koruyan siperden çıkarak ve topunun pe§inde olduğu
halde Alman siperl erine kaqı yapılan bir hücuma önderlik
etmi§tir. O anda duraksamış olan alayı da onu bu hareke­
tinde izlemiştir. Yüzba§ı bu hücum sırası nda bir top mer­
misi marifetiyle ölmüştür; ama İngiltere ortada bulunan
bu toprak parçasını alarak savaş meydanlarında i lk futbol
zaferini kazanmıştır.
Uzun y ıl lar sonra, yüzyılın sonlarında, Milan Kulü­
bünün sahibi İtalya'daki seçimleri büyük bir farkla kazan­
dı. 'Farza ltalia! ' Bu söz stadyumların tribünlerinden geli­
yordu. Silvio Berlusconi, şampiyon süper ekip M i lan'ı kur­
tardığı gibi İtalya'yı da kurtaracağına söz verdi ve seçmen­
ler bazı şirketlerin iflasın e§iğinde olduğunu unuttular.
Futbol ve vatan ayrılmaz bir bütündür ve politikacılar ile
diktatörler bu bütünlük ve özdeşlik üzerine spekülasyon
yapıyorlar.
İtalyan takımı 1 934 ve 1 93 8 Dünya Kupalarını vatan­
ları ve liderleri Mussoli ni adına kazandılar. Oyuncular
maçlara, 'Ya§asın İtalya!' nidalarıyla, halkı ileriye uzattık­
ları ellerinin ayalarıyla selamlayarak başlıyor ve bitiriyor­
lardı.
Naziler için de futbol bir memleket sorunuydu. Uk­
rayna' daki bir anıt Dinamo Kiev'in l 942'deki oyuncuları
anısına dikilmiştir. Alman işgali altında onlar, yerel stad­
yumda Hitler' in takımını bozguna uğratma deliliğini gös­
termişlerdi.
" K,ızarıırlarsa ölürler! "
Ura�·a kaybet meye razı olarak, korkudan ve açl ıktan
titreyerek girdiler, ama s aygın olma içgüdülerine daha faz­
la kar§ı koyamadılar. On biri de Üzerlerindeki formalarla,
maçın bitiminde derin bir çukurun dibi nde kuquna dizil­
diler.
Futbol ve vatan, futbol ve halk: 1 934'te Bolivya ve Pa­
raguay, Chaco sava§ında haritadaki bir çöl parçası için bir­
birlerini yok etmeye çalı§ırken, Paraguay Kızılhaçı bir fut­
bol takımı kurdu, takım Arjantin'in ve Uruguay'ın deği­
§ik kenderinde oynadı ve coplanan büyük miktardaki para
iki tarafın yaral ılarının tedavisinde kullanıldı.
Üç yıl sonra, İspanya İç S ava§ı boyunca, iki gezgin ta­
kım, demokratik direni§in sembolü oldu. General Franco,
H ider ve Mussol ini ile kol kola İspanya Cumhuriyetini
bombardıman ederken, bir Basklı ekip Avrupa'yı dola§ı­
yordu; Barselona Kulübü ise Birle§ik Devleder'de ve Mek­
sika'da cop oynuyordu. Bask Hü kümeti Euzkadi t akımını,
propaganda yapma ve savunma için kaynak yaratma ama­
cıyla F ransa'ya ve öbür ülkelere gönderdi. Barselona t akı­
mı ise aynı anda Amerika'ya doğru yola çıktı. 1 937 yılında
Barselona Kulübü ba§kanı Franco, yanda§larının kuqu nla­
rıyl a can verdi. İki takım da futbol sahasında ve saha dı§ın­
da teh l ikedeki demokrasi için bi rlqti.
Sava§ boyu nca İspanya'ya yalnızca dört Kat::ılan fut­
bolcu döndü. Basklılardan ise yalnızca biri. Cumhuriyetçi­
ler yenildiğinde FIFA ülke dı§ındaki futbolcuları asi il an
etti ve lisansları nı daimi olarak İptal etmekle tehdit etti,
buna kar§ın bazıları Latin Amerika'da futbol ya§amlarına
devam etmeyi ba§ardılar. Birkaç Basklı tarafından Meksi­
ka' da İspanya Kulübü kuruldu ve bu takım ilk zamanlar
yenilmez bir takım hal i ne geldi. Euzkadi'nin santrforu

47
Isidro Lingara Arjantin' deki futbol hayatına 1 939' da baş­
ladı. İlk karşılaşmasında dört gol attı. Euzkadi'nin orta sa­
hasında oynamış olan A ngel Zubieta'nın yıldızın ı n parla­
dığı takım ise San Lorenzo idi. Sonra, Meksika'da Lingara
1 945'te yerel. şampiyonada gol kralı oldu.
Franco lspanya'sının örnek kulübü Real M adrid 1 956
ve 1 960 yılları arasında bütün düny3:ya hükmetti. Bu göz
kamaştırıcı takım, aralıksız olarak ispanya liginde dört,
Avrupa'da ve kıtalararası şampiyonalarda ise beş kupa ka­
zandı. Real Madrid birçok yeri dolaşıyor ve insan ları hay­
retler içinde bırakıyordu. Franco diktatörlüğü kendisine
benzersiz bir gezgin elçilik bulmuştu. Radyonun naklettiği
goller ise ulusal marş olan Cara al Sol'den daha etkili zafer
çanlarıydı. 1 959'da rejimin yöneticilerinden Jose Salis,
oyunculara minettarlığını belirtmek için bir konuşma yap­
tı ve şöyle dedi: "Daha önce bizden nefret edenler sizin sa­
yenizde şimdi bizi anlıyorlar." Her ne kadar ünlü hücum
hatları yabancı lejyona benzese de, Real Madrid de Cid
Campeador gibi, ırkını n gücünü temsil ediyordu. Bu hü­
cum hattında Fransız Kopa ve iki Arjantinli, Di Stefano ve
Rial, Uruguaylı Santamaria ve Macar Puşkaş yıldız gibi
parlıyorlardı.
Aynı zamanda bir eldiven görevi de görebilen sol aya­
ğının müthiş gücü nedeniyle Ferenc Puşkaş'a seyyar top
adını veriyorlardı. O yıll arda Barselona Kulübünde öbür
Macar futbolcular Ladisloa, Kubala, Zoltan Czibor ve San­
dor Kocsis kendilerin i gösteriyorlardı. 1 954'te Kubala' da
inşa edilen büyük stat Camp Nou'nun ilk taşı yerleştirildi.
Kalabalık bir halk kitlesi, onların oyununu, milimetrik
paslarını, şiddetli şutlarını seyretmeye gidiyordu, bütün
bunlar eski stadyuma sığmıyordu. Bu arada Czibor ayağın­
dan kıvılcımlar çıkarıyordu. Barselona'n ı n öbür M acar
futbolcusu Kocsis ise, çok iyi kafa vuruşları yapıyordu.
Ona 'altın kafa' adı n ı vermişlerdi ve gollerini b inlerce
mendil sal layarak kutluyorlardı. Kocsis'in Churcil'den
sonra Avrupa'nın en iyi kafasına sahip olduğu söyleniyor­
du.

48
1 950 yılında Ku bala, daha sonra FIFA tarafından iki
yıllığına sahalardan uzaklaştırılmasına mal olacak, sürgün­
de bir Macar takımı kurdu. Daha sonra 1 956 yılında Rus
işgali, çıkan halk isyanını bastırdığında, yine bir sürgün ta­
kımında oynamış olan Puşkaş, Czibor, Kocsis ve öbür Ma­
car oyuncular .FIFA tarafından bir yıldan fazla cezaya
çarptırıldılar. 1 958' de bağımsızlık savaşı sırasında Cezayir
ulusal renklerde forma giyen ilk futbol takımını kurdu. Bu
takımı M akhloufi, Ben Tifour ve aynı onlar gibi Fransız li­
ginde profesyonelce top koşturan başka Cezayirliler oluş­
turdu. Sömürgecilerin baskısıyla kuşatılan Cezayir, ancak
benzer nedenlerden dolayı FIFA tarafından birkaç yıl dış­
lanmış olan F as ile maç yapabildi. Bunun dışında birkaç
maç da, bazı Doğu Avrupa ülkeleri ve bazı Arap ülkeleri­
nin spor sendi kaları tarafından organize edilen takımlarla
yapıldı. FIFA, Cezayir takımına tüm kapılarını kapattı.
Fransız futbolu da bu oyuncularla tüm bağlarını keserek
onları ölüme m ahkum etti. Sözleşmeleriyle bağlı bu oyun­
cular, bir daha asla profesyonel futbola dönemeyeceklerdi.
Cezayir, bağımsızlığını elde ettikten sonra Fransız
futbolu, tribünlerinin çok özlediği bu oyuncuları tekrar
çağı rmaktan başka çıkar yol bulamadı.

Gölgede ve G ü neşte Futbol 49/ 4


ZENCİ FUTBOLCULAR

1 9 1 6 yılında düzenlenen ilk Güney Amerika şampi­


yonasında Uruguay, Şili'yi 4-0 hezimete uğrattı. Ertesi gün
Şili heyeti 'Uruguay takımında iki Afrikalı n ı n oynadığı'
gerekçesiyle maçın İptalini İstedi. Bu oyuncular lsabelino
Gradin ve Juan Delgado ydu. Dört golden ikisini Gradin
'

atmıştı.
Gradin, köle soyundan geliyordu ve Montevideo'da
doğmuştu. O, i nanı lmaz bir hızla fırlayıp yürüyormuşçası­
na topa hakim olarak ve hiç durmadan rakiplerini savuştu­
rarak hedefe son darbeyi vurduğunda İnsanlar yerlerinden
fırlıyordu. Tertemiz bir yüzü vardı; öylesine temiz yüz­
lüydü ki, kötü görünmeye çalıştığında hiç inandırıcı ola­
mazdı.
Juan Delgado'nun da ataları köleydi ve Uruguay'ın İç
kesimlerinde, Florida'da doğmuştu. Delgado, karnaval lar­
da süpürge dansı yapar, sahalarda ise topu dans ettirirdi.
Oyun sırasında konuşur ve rakipleriyle dalga geçerdi.
- Lamba gıbi astım, derdi, topu kaldırı rken ve
- A t kendini yere, top değmesin, derdi şut çekeceği za-
man.
Uruguay, o zamanlar, milli takımı nda Zenci futbolcu
oynatan tek ül keydi.

50

ZAM ORA
On altı yaşı nda, henüz kısa pantolon giyerken birinci
ligde oynamaya başladı. İspanyol kulübünün Barselo­
na'daki sahas ı na çı karken, yüksek yakalı bir İngil iz forma­
sı, eldivenler ve onu güneşten ve tekmelerden koruyacak
olan miğfer gibi sert bir bere giydi. 1 9 1 7 yılıydı ve yük ta­
şıma işi hala atlarla yapılıyordu. Ricardo Zamora, kalecilik
gibi çok ris kli bir meslek seçmişti. Kaleciden daha fazla
tehlike altında olan tek kişi hakemdi, o zamanlar ona Na­
zareno deniyordu ve seyircileri sahadan uzak tutmak için,
tel örgüsü ve hendeği bulunmayan sahalarda izleyicilerin
İntikamına hedef oluyordu. Her golden sonra maç uzunca
bir süre duruyordu, çünkü seyirciler oyunculara sarılmak
ya da onları dövmek için sahaya giriyorlardı.
İlk maçta giydiği giysilerle Zamora ünlü oldu. İleri uç
oyuncuları nın korkulu rüyası oldu Zamora. Ona baktıkla­
rı anda mahvoluyorlardı. Zamora kaledeyken kale küçülü­
yordu, direkler ise gözden kayboluncaya kadar uzaklaşı­
yorlardı.
Ona ilah diyorlardı. Yirmi yıl boyunca dünyan ın en
iyi kalecisi oldu. Konyak içmeyi seviyordu ve günde üç
paket sigara, birkaç da puro içiyordu.

51
Yüzyıl başında Baıselona'da yayımlanmış bir futbol el l<itabındon gö­

runtuler.

52
SAMITIER
Zamora gibi fosep Samitier de on altı yaşında birinci
l igde oynamaya başladı. 1 9 1 8' de Bars el ona Kulübüne daha
önce görül memiş bir şekil de; parlak çerçeveli bir saat ve
yelekli bir takım elbise karşılığında transfer oldu.
Bir süre sonra takımın as oyuncusuydu ve yaşamöy­
küsü kentin büfelerinde satılıyordu. Adı hayranlıkla, ka­
barelerdeki şarkılarda, moda olan komedilerde ve Zamora
ile kendisi tarafından yaratılan Akdeniz tarzı futbolu öven
spor makalelerinde sık sık geçiyordu.
Ö ldürücü şutlar çeken bir ileri uç oyuncusuydu Sami­
tier. Açıkgöz oluşuyla, eşsiz top hakimiyetiyle, mantık ku­
rallarını hiçe saymasıyla, zaman ve mekan ın sı nı rlarını
zorladı.

53
SAHADA ÖLÜM
Abd6n Porte, Uruguay' da Nacional takımının forması­
nı, dört yılı aşkın bir süreyle ve iki yüzü a§kın maçta ta§ı­
dı. Her zaman alkı§landı, zaman zaman da tezahüratlar ya­
pıldı ona ve bir gün yıldızı söndü.
Sonra onu takımdan çıkardılar. Bekledi, dön mek İste­
di, döndü. Ama çaresi yoktu, kötü talih yakasını b ırakmı­
yordu, insanlar onu ıslıklıyorlardı; savunmada kaplumba­
ğaları bile kaçırıyordu, ataklarda ise etki li olamıyordu.
1 9 1 8 yazı sonunda, Nacional takımının sahasında Ab­
d6n Porte, kendin i öldürdü. Yıldızının parlamı§ olduğu sa­
hanın ortasında geceyarısı kendine bir kuqun sıktı. Bütün
!§ıklar sönüktü. Silah sesini de kimse duymadı.
Hava aydınlan ırken onu buldular. Bir elinde silahı,
öbür elinde ise bir mektup vardı.

54
FRIEDENREICH
1 91 9'da Brezilya, Uruguay'ı 1 -0 yenerek Güney Ame­
rika Şampiyonluğunu i lan etti. Rio de Janeiro'da halk ken­
dini sokaklara attı. Tüm kutlama faaliyetlerinde bayrak ni­
yetine bir futbol ayakkabısı taşı nıyordu, altında da; 'Fri­
edenreich'in zafer getiren ayakkabısı' yazan bir afiş vardı.
Golü zafere dönüştüren bu çamurlu ayakkabı ertesi gün
kent merkezinde bir kuyumcunun vitrinine yerleştirildi.
Alman bir babayla, Zenci bir çamaşırcı nın oğlu olan
Artur Friedenreich, yirmi altı yıl boyunca birinci ligde bir
kuruş bile almadan top koşturdu. Futbol tarihinde hiç
kimse onun kadar gol atamadı. Kendisi gibi Brezilyalı olan
ünlü topçu Pele'den bile daha fazla gol attı, profesyonel
futbolun en fazla gol atan oyuncusu Brezilyalı Pele 1 .2 79
gol atmıştı. Friedenreich'in ise 1 .329 golü vardı.
Bu yeşil gözlü melez, Brezilya futbol tarzını yarattı.
İngiliz kurallarını kırdı: Bunu başaran o muydu, ayakla­
rındaki şeytan mıydı, anlaşılamadı. Friedenreich beyazla­
rın vakur stadyumuna, kenar mahallelerde bez bir topu
tekmeleyerek eğlenen çikolata renkli çocukların umursa­
mazlığını taşıdı. Böylece fanteziye açık, eğlenceye önem
veren ve sonucu pek de umursamayan bir futbol tarzı doğ­
du. Friedenreich'den beri, buram buram Brezilya kokan
bu futbolun hatları Rio de Janeiro'nun dağları ve Oscar
Niemeyer'in binal ap gibi yuvarlaktır.

55
BÖLÜNMÜŞLÜKTEN BİRLİGE
1 92 1 'de Amerika Kupası, Buenos Aires'de oynanacak­
tı. Brezilya Başkanı Epitacio Pessoa, ülken i n prestij i söz
konusu olduğundan, şampiyonaya koyu tenli hiçbir fut­
bolcunun gönderilmemesini emreden ırkçı bir ferman çı­
kardı. Beyazlardan oluşan takım oynadığı üç maçtan ikisi­
ni kaybetti.
Bu Lati n Amerika şampiyonasında Friedenreich oyna­
madı. O dönemde Brezilya futbolunda Zenci olarak oyna­
mak imkansız, melez olarak oynamak ise çok zordu. Fri­
edenreich sahalara her zaman geç iniyordu, çünkü soyun­
ma odasında yarım saat kıvırcık saçlarını düzleştiriyordu.
Fluminense takım ının tek melez oyuncusu olan Carlos Al­
berto ise yüzünü pirinç tozuyla beyazlaştırıyordu.
Daha sonra güç odak larına rağmen işler değişti. Uzun
vadede, ırkçılığın boyunduruğu altındaki futbol, çeşitli
renklerdeki bütünlüğüyle ortaya çıktı. Geçen bunca yılın
sonunda Friedenreich'den Romario'ya, Domingos da
Gula'dan Le6nidas'a, Zizinho'dan Garrincha'ya, Didl ve
Pele'ye kadar Zenci ve melez oyuncuların, Brezilya tarihi­
nin en iyi oyuncuları oldukları kanıtlandı. Hepsi yoksul­
luktan gelmişti ve bazıları geldikleri yere geri döndüler.
Buna karşın, Brezilya otomobil yarışlarında ne bir Zenci
ne de bir melez görüldü. Bir zengin sporu olan teniste de
durum farksızdı. Dünyanın sosyal piramidinde Zenciler
altta, beyazlar üsttedir. Brezilya'da buna ı rksal demokrasi

56
denir, ama as lında futbol, siyah tenli İnsanlara, beyazlarla
e§İt ko§ullarla mücadele edebilecek leri, a§ağı yukarı de­
mokratik birkaç al andan biridir. Bu belli bir noktaya ka­
dar doğru olabil ir, ama yalnızca belli bir noktaya kadar,
çünkü futbolda da bazıları öbürlerine göre ayrıcalıklıdır.
Aynı haklara sahip olsalar da, iyi beslenen bir sporcuyla
açlık çekerek büyümü§ bir sporcunun e§İt ko§ullarda mü­
cadele ettiklerin i kimse savunamaz. Zenci ya da melez, to­
pundan ba§ka bir oyuncağı olmayan yoksul çocuğa futbol,
en azından sosyal açıdan yükselme fırsatı veriyor. Top
onun İnanabileceği tek sihirli değnek. Belki ekmeğin i on­
dan çıkarabilir; daha da ötesi top onu bir kahramana, hatta
bir i laha dönü§türebilir.
Yoksulluk onu ya futbola ya da suç ݧlemeye yönlen­
dirir. Doğduğu andan ba§layarak bu çocuk fiziki dezavan­
tajını bir silaha dönü§türmek zorunda kalır ve hemen,
onun toplumdaki yerini inkar eden düzenin kurall arını
ayaklarının becerisiyle kendi lehine çevirmeyi öğrenir.
Her soruna bir çıkı§ yolu bulur; rol yapma ve §a§ırtma, ra­
kibin hiç beklemediği taraftan kendine yol açma ve kıvrak
bir bel hareketiyle ondan sıyrılma konusunda uzmanla§ır
ve bu alemin tüm gerekleri ni harfi harfine öğrenir.

'i7
AMERİKA'NIN İKİNCİ KEZ KEŞFİ
Pedro Arispe için vatan sözcüğü hiçbir şey ifade etmi­
yor. Vatan onun doğmuş olduğu yerdir; ama onun için
fark etmez, çünkü bu konuyu kimse ona danışmamıştır.
Öte yandan vatan, bir buzdolabı uğruna, amele olarak,
kendini paralayarak çalıştığı yerdir. Onun için şu patron
ya da bu patron, dünyanı n şurası ya da burası hiç fark et­
mez. Ama Uruguay 1 924'te Fransa'da olimpiyat şampi­
yonluğunu kazandığında, Arispe bu zaferde emeği geçen
futbolculardan biriydi: Bu arada ülkesinin bayrağı, bayrak
direğinde, güneşin altında yavaş yavaş öbür bayraklardan
daha yükseğe çıkarken Arispe göğsünün kabardığı n ı h isset-
tı.
Dört yıl sonra Uruguay, Hollanda Olimpiyatlarında
da şampiyon oldu. 1 924 Olimpiyatlarında futbolcuların
yol paralarını ödeyebi lmek için evini ipotek ettiren yöne­
tici Atilio Narancio şöyle dedi.
- Artık biz dünya haritasındaki o küçük nokta değiliz.
Mavi forma milliyet olgusunun kanıtıydı, Uruguaylı
olmak bir hata değil di, futbol bu küçük ü l keyi, dünyada
hiç tanınmazken kabuğundan çekip çıkarmış ve tanınması­
nı sağlamışt ı.
1 924 ve 1 928 mucizelerin i yaratanlar işçiydi, bohem
hayatı yaşıyorlardı ve futboldan, salt mutluluktan başka
bir şey almıyorlardı. Pedro Arispe kasaptı, Jose Nasazzi
taş işçisiydi, Perucho Petrone manavdı, Pedro Cea buz da­
ğıtıcısıydı. Jose Leandro Andrade karnaval müzisyeni ve

58
ayakkabı boyacısı. Onlar, fotoğraflarda büyük adam gibi
görünseler de henüz yirmi yaşında bile değildiler. Tekme­
lerin acısını tuzlu suyla, sirkeli bezlerle dindirmeye ya da
birkaç bardak şarapla unutmaya çalışıyorlardı.
1 924'te Avrupa'ya üçüncü mevkide geldiler ve orada
ödünç parayla, tahta sıralarda uyuyarak, başını sokacak bir
dam karşılığında ve karın tokluğuna maçlar yaparak, hep
i kinci mevkide yolculuk ettiler.
Paris Olimpiyatlarına giderken İspanya'da dokuz maç
oynadılar ve dokuzunu da kazandılar.
İlk kez bir Lati n Amerika takımı Avrupa'da oynu­
yordu. Uruguay ilk maçında Yugoslavya ile karşılaştı. Yu­
goslavlar maçtan önce antrenmanlarına ajanlar yolladılar.
Uruguaylılar bunu fark ettiler ve yere tekme atarak, topu
bulutlara yollayarak, her adımda tökezleyerek ve birbirle­
rine çarparak antrenman yaptılar. Ajanlar durumu şu söz­
lerle bildirdiler:
- Bu kadar uzaktan gelen bu zavallılar acınacak hal­
deler!
Bu ilk maçı en fazla iki bin kişi izledi. Uruguay bayra­
ğı ters yönde yükselmişti, güneş aşağıdaydı ve milli marş
yerine bir Brezilya marşı duyuluyordu. O akşamüzeri
Uruguay Yugoslavya'yı 7-0 yendi.
Bu durum Amerika'nın ikinci kez keşfi gibi bir şeydi.
Karşı laşmadan karş ılaşmaya halk, bu sincap gibi hareketli,
topla satranç oynayan adamları görmek için birbirini ezi­
yordu. İngiliz futbolu, uzun ve yüksekten atılan pasları ya­
saklıyordu; ama bu tanınmamış, uzaklardaki A merika'da

59
doğmuş çocuklar babaları nı taklit etmiyorlardı. On lar kısa
paslarla oynanan ve ayaklarda şimşek gibi ani sürat deği­
şiklikleri ne ve çok hızlı aldatmacalara dayanan bir futbol
tarzını tercih ediyorlardı. Aristokrat bir yazar olan Henri
de Montherlant, heyecanını şu şekilde dile getiriyordu: "Bu
bir devrimdir! İşte gerçek futbol burada. Bizim bildiğimiz,
bizim oynadığımız, bununla kıyaslanınca futbol değilmiş
meğer, bizim gördüklerimiz bir okul eğlencesinden öteye
gitmiyormuş"
30 ve 50 Dünya Kupaların ı da kazanan bu 1 924 ve
1 928 Olimpiyatlarının Uruguay futbolu, büyük ölçüde, ül­
kenin her yerinde futbol sahaları açan, beden terbiyesi zo­
runluluğu konusundaki resmi politika sayesinde mümkün
olmuştu. Aradan çok yıllar geçti ve bu sosyal devletten de
o futboldan da geriye yalnızca anılar kaldı. Enzo Frances­
coli gibi bazı zeki oyuncular eski sanatları yeni lemeyi ve
miras olarak almayı bildiler, ama genelde Uruguay futbolu
eski halinden çok uzak bir durumda. Gün geçtikçe futbol
oynayan delikanlıların sayısı gibi, oyundaki şevkleri de gi­
derek azalmıştır. Buna rağmen hiçbir Uruguaylı yoktur ki
kendini futbolda taktik ve strateji uzmanı ve futbol tarihi
konusunda bilgin saymasın. Uruguaylıların futbola olan
tutkuları o zamanlara dayanır ve bu tutkunun kökleri çok
derinlerde olduğu için kolay kolay sökülüp atılamaz. Milli
takım ne zaman bir maça çıksa, ülkenin solunumu durur,
politikacılar, panayır şarkıcıları ve konuşmacıları suskun­
laşırlar; aşıklar aşklarına, sinekler uçuşlarına ara verirler.

60

ANDRADE
Avrupa, hiç futbol oynayan Zenci görmemişti. 1 924
Olimpiyatlarında Uruguaylı fose Leandro Andrade göste­
rişli oyunuyla göz kamaştırdı. Bu lastik bedenli adam orta
sahada topu rakibine dokundurmadan sürüyor ve atağa
kalktığında bedenini eğip bükerek bir sürü insanı eğlendi­
riyordu. Maçlardan birinde orta sahayı top başında olduğu
,
halde geçti. Halk onu alkışlıyordu, Frans ız basını ondan
'harika Zenci' diye söz ediyordu.
Turnuva bittiğinde Andrade bir süre Paris'e demir at­
tı. Orada bir gezgin, bohem ve kabareler kralı oldu. Rugan
ayakkabılar, Montevideo'dan getirdiği sandaletlerin i n ve
bir silindir şapka da eski beresinin yerini aldı. Dönemin
magazin dünyası, Pigal gecelerinin hükümdarı nın resmini
selamlıyordu. Dans eden paslar, mimi kler, hep uzaklardan
bakan kısık gözler ve öldürücü bir tip. İpek fular, çizgili
ceket, sarı eldivenler, gümüş saplı bir baston.
Andrade uzun yıllar sonra Montevideo'da öldü. Arka­
daşları onun yararına birçok festival düzenlemeyi planla­
mışlardı, ama hiçbirisi gerçekleşemedi. Yoksulluk içinde
veremden öldü.
Latin Amerikalı bu yoksul Zenci, futbolun ilk ulus­
lararası i lahıydı.

61
FİYONK
Uruguaylı futbolcuların sahada sürekl i sekizler çize­
rek yaptıkları hareketlere fiyonk adı veriliyordu. Fransız
gazeteciler, rakiplerin taş kesilmesine yol açan bu büyü­
nün sırrını öğrenmek İstediler. Tercüman Jose Leandro
Andrade onlara formülü açıkladı: futbolcular antrenman­
larda, kaçan tavukları kovalayarak sekizler çiziyorlardı.
Gazeteciler buna inandılar ve bunu yayımladılar.
Yıllar sonra, iyi fiyonklar Latin Amerika futbolunda
goller gibi alkışlanıyordu. Benim çocukluk anılarım onlar­
la doludur. Gözlerimi kapatıyorum ve görüyorum, örnek
ol arak Walter Gomez'i verebiliriz; rakip takımın arasına
baş döndürücü bir hızla dalan bu adam, attığı çalımlarla fi­
yonklar çizerek, arkasında saf dışı kalmış birçok oyuncu
bırakırdı. Tribünlerden şöyle bir ses yükseliyordu:
Halk, Walter G6mez'i görmek için
artık yemek yemiyor.
O, topu evirip çevirip, yoğurmaktan hoşlanıyor, onu
alırlarsa güceniyordu. Bugün söylenebilecek şu sözü hiçbir
teknik direktör ona söylemeye cesaret edemezdi:
- Birieyler yoğurmak istiyorsan fırına git.
Fiyonk yalnızca hoş görülen bir haylazlık değildi, ar­
zu edilen bir mutluluktu.
Günümüzde yapılması yasaktır, yasal olmadığı yerler­
de de bu sanat sürekl i takip altındadır; şimdilerde bu tip
gösteriler egoizm ve teş hi rcilik örneği olarak algılanıyor,
bu tip hareketler takım oyununa karşı yapıl mış sabotajlar
olarak görülüyor ve karşı tarafın kuvvetli savunması karşı­
sında etkisiz kalıyor.

62
OLİMPİK GOL
Uruguay takımı 1 924 Olimpiyatlarından döndüğün­
de, Arjantin l iler onlara bir dostluk maçı önerdiler. Maç
Buenos Aires' de oynandı. Uruguay, bir gol farkla maçı
kaybetti.
Solaçık Cesdreo Onzari, Arjantine zaferi getiren golün
kahramanı oldu. Bir köşe atışı yaptı ve top hiç kimseye
dokunmadan kaleye girdi. Futbol tarihinde ilk kez böyle
bir gol atılıyordu. Uruguaylıların dilleri tutuldu. Konuşa­
bildiklerinde gole itiraz ettiler. Onlara göre kaleci Mazali,
top gelirken itilmişti. H akem onlara kulak asmadı. O za­
man, Onzari'nin n iyetinin topu kaleye atmak olmadığı,
golün, rüzgar sonucunda gerçekleştiği söylentilerini yay­
maya koyuldular.
Golün anısı na ya da onunla alay etmek için, bu tuhaf
gole olimpik gol adı veri ldi ve hala tek tük böyle goller gö­
rüldüğünde onlara bu ad veril iyor. Onzari hayatının geri
kalan kısmını bunun bir rastlantı olmadığına yemin ede­
rek geçirdi. Üzerinden yıl lar geçtiği halde bu güvensizl ik
sürüyor. Her seferinde bir köşe atışı aracısız şekilde fileleri
salladığında halk golü tezahüratla kutluyor, ama bu vuru­
şun bilinçli yapı l dığı na bir türlü inanmıyor.

63
PIENDIBENE'NİN GOLÜ
1 926 yılıydı. Golün sahibi fose Piendibene, attığı gol­
den dolayı sevinç gösterisinde bulun madı. Piendibene eşi­
ne az rastlan ılır ustalıkta bir oyuncu ve eşine daha da az
rastlanılır alçakgönüllülükte bir i nsandı; attığı golleri s ırf
karşı taraf al ınganlık gösterir diye kutlamaktan kaçınırdı.
Uruguay takımı Pefıarol, M o ntevideo' da Barselo­
na'nın Espanol takımına karşı oynuyordu ve Zamora yü­
zünden savunma hattını bir türlü delemiyordu. Daha son­
ra gerilerden bir akın şöyle başladı: Anselmo iki rakip
oyuncuyu çalımladıktan sonra tçıpu Suffiati'ye bıraktı ve
bir duvar pası beklentisi içinde koşmaya başladı. O anda
Piendibene topu istedi, aldı, Urquizü'dan kurtuldu ve ka­
leye yaklaştı. Zamora, Piendibene'nin sağ köşeden son dar­
beyi vurmaya hazırlandığını gördü ve atladı. Top İse hiç
yerinden oynamamıştı, Piendibene'nin ayağının üzerinde
uslu uslu duruyordu. Piendibene boş kalenin sol tarafına
doğru ona yavaşça vurdu. Zamora geriye doğru bir kedi
çevi kliğiyle sıçradı, ama yapabileceği fazla bir şeyi yoktu;
topa ancak parmaklarının ucuyla dokunabildi, ama gole
engel olamadı.

64
RÖVEŞATA

Ramôn Urızaga, bu hareketi Ş i li 'ni n li man kentlerin­


den Talcahuano'nun stadında icat etti. Bu hareketi , sırtı
yere dönük, ayaklarıyla havada bir makas hareketi yapa­
rak ve topu arkaya doğru vurarak gerçekleşti rdi.
Birkaç yıl sonra 1927' de Colo-Colo Kulübü Avru­
pa'ya gittiği n de ve santrfor David A rrcllano İspanya statla­
rında hareketi gösterdiği nde bu akrobat i k harekete Röve­
şata adı verildi. İspanyol gazeteciler daha önce görülmemiş
bu i htişamlı sıçrayışı övgüyle karşıladılar ve onu bu adla
vaftiz ettiler; çünkü bu hareket de, çilek ve Cuenca dansı
gibi Şili'de icat edilmişti.
Havada uçarak atılan birçok golden sonra, Arrellano
o yıl Valladolid Stadyumunda bir savunma oyuncusuyla
çarpışması sonucu nda öldü.

G ö lgede ve G üııqtc Futbol 65/ 5


SCARONE
Brezilyalı Pele ve Coutinho'dan kırk yıl önce, Urugu­
aylı Scarone ve Cea, birinci sınıf paslarıyla zikzaklar çize­
rek, kaleye doğru gidip gelerek rakip takımın defans oyun­
cularını aşıyorlardı. Şimdi sende, şimdi bende, kısa, yanın­
da, soru ve yanıt, yanıt ve soru: top hiç durmadan sanki
bir duvara çarpıp geri dönüyordu. O zamanlar Rio de Pla­
ta'lıların bulduğu bu hücum şekl ine 'duvar pası' adı verili­
yordu.
Hector Scarone, bağış yapar gibi paslar veriyor, antren­
manlarda otuz metre mesafeden şişeleri devirerek isabetli
goller atmada ustalaşıyordu. Çok kısa boylu olmasına kar­
şın yüksek toplara herkesten daha iyi çıkıyordu. Scarone
yerçekimi yasasını altüst ederek havada kalmayı beceriyor­
du. Topla buluşmak için sıçradığında, rakiplerinden kurtu­
larak dönüyor, kaleyi karşıdan gördüğünde de kafayı vu­
rup gol atıyordu.
Ona 'Sihirbaz' adını vermişlerdi, çünkü hiç olmaya­
cak yerlerden gol atabiliyordu, bir diğer adı da 'Bülbül'dü,
çünkü futbol oynarken bir yandan da büyük bir beceriyle
şarkı söylüyordu.

66
SCARONE'NİN GOLÜ
1 92 8 Olimpiyatlarının fi nal maçıydı.
Piriz, Tarasconi 'den topu çalıp kaleye doğru ilerleye­
ne kadar, Uruguay ve Arjantin berabereydiler. Borjas to­
pu, sırtı kaleye dönük olarak kaqıladı ve kafa vuru§uyla
Scarone'ye gönderdi, Hector'nun top sende diye bağırma­
sıyla Scarorıe müthi§ bir vole vurdu. Arjantinli kaleci Bos­
sio uçtu, ama top çoktan filelerle kucakla§mı§tı. Top ağla­
ra çarparak sıçrayıp sahaya geri döndü. U ruguay sant rforu
Figueroa onu bir tekmeyle cezalandırarak yeniden kaleye
soktu, çünkü bu §ckilde kaleden dı§arı çıkması terbi yesiz­
likti.

67
GİZLİ GÜÇLER
Uruguaylı futbolcu Adhemar Canavessi, A rnster­
dam' daki 1 928 Oli mpiyatı nın finalinde kendi varlığının ta­
kıma vereceği zararı önlemek için bir fedakarlıkta bulun­
du. Uruguay final maçını A rj antin ile oynayacaktı. Son an­
da maça çıkmamaya karar veren Canavessi ·futbolcul arı sta­
da götüren otobüsten indi, çünkü o ne zaman Arjanıin'e
kaqı oynasa Uruguay karması maçı kaybediyordu, üstel ik
son maçta şanssızlık eseri golü kendi kalesine atmıştı. Ca­
navessi'nin yer almadığı Uruguay t akımı, A msterdam'daki
kaqılaşmada gali p geldi. Bir gün önce, Carlos Gardel, kal­
dıkları otelde Arjantinli futbolcular için §arkı söylemişti.
Onlara §ans geti rmesi amacıyla Dandy adlı bir tangoyu ilk
kez söylemi§ti. İki yıl sonra tarih tekerrür etti. G ardel, Ar­
jantin takımına şans dilemek için 'Dandy'i tekrar söyledi.
Bu kez, 1 930 Dünya Kupası finalinin arifesiydi, sonuçta
Uruguay yine kazandı.
Birçokları Gardel' i n davranı§ının iyi n iyetli olduğunu
savunuyorlar, bazıları da Gardel' in Uruguay yurtta§ı ol­
masının altını çiziyorlar. Kimbilir! . .

68
NOLO'NUN GOLÜ
1 929 yılıydı . Arjantin takımı Paraguay'a karşı oynu­
yordu. Nofo Fcrreıra topu uzaklardan getiriyordu. Rakip­
lerini bir kenara ist i fleyerek, kendine yol açarak geli yordu
ki, defans oyuncuları bir duvar gibi karşısında beliriverdi­
ler. Nolo bir anda du rdu. Du rduğu yerde topu iki ayağı
arası nda, yere değdirmeden ayaklarının üst kısmında sek­
tirmeye başladı. Rakip oyuncuların tümü, soldan sağa, sağ­
dan sola, bakışları hareket halindekı topa çi vilenmiş, ipno­
tize olmuş şek ilde topu izlemeye başladılar. Nolo bir delik
bulup at ışını yapıncaya kadar bu bakı§ adeta yüzy ıllarca
sürdü. Ve sonunda top duvarı a§tı ve fileleri salladı.
Atlı polisler onu kutlamak için atlarından indi ler. Sa­
hada yal nızca yirmi bin kı�i v ardı, ama hangi Arjantinliyle
konu§sanız o gün orada olduğunu siiyler.

69
30 DÜNYA KUPASI

Bir deprem Güney İtalya'yı sarsıyor, b i n beş yüz Na­


poliliyi toprağın altına gömüyordu. Marlene D ietrich Ma­
vi Melek'i oynuyordu, Stalin'in devrim zorbalığı en yük­
sek noktaya ulaşmıştı, şair Vladimir Mayakovski i nti har
etmişti. İngi lizler, bağımsızlık İsteyen ve vatanı uğruna
tüm Hindistan'ı greve sürüklemiş olan Mahatma Gandi'yi
hapse atmışlardı. Aynı amaçla, Augusto Cesar Sandino da
Nikaragua köylülerini ayaklandırıyordu. Bu olaylar b izim
kıtamızda oluyor ve A merikalı deniz piyadeleri, ekinleri
yakarak onları açlıkla terbiye etmeye çalışıyorlardı.
Birleşik Devletler'de yeni boogie-woogie dansını ya­
panlar vardı, ama yirmili yılların çı lgınlığı 1 929'daki kri­
zin şiddetli darbeleriyle sekteye uğramıştı. New York bor­
sası hızla düşmüş ve bu düşüş uluslararası piyasaları altüst
etmişti. Bu durum Latin Amerika'nın bazı ülkelerin i bir
uçuruma sürüklüyordu. Dünyadaki bu tehlikeli krizde, et
ve buğday fiyatlarını n düşüşü Arjantin' de Başkan H ip6lito
Yrigoyen'i, düşen kalay fiyatları ise Bolivya Başkanı Her­
nando Siles'i koltuğu ndan ederken onların yerlerine gene­
raller geçiyordu. Dominik Cumhuriyetinde şeker fiyatları­
nın düşüşü, General Rafael Le6nidas Trujillo'nün uzun sü­
recek diktatörlük dönemini başlatıyordu. General i n ilk ic­
raatı başkente ve l imana kendi adını vermek olmuştu.
Uruguay' da hükümet darbesi üç yıl sonra patlak vere­
cekti. 1 930'da ü lke, pürdikkat Dünya Futbol Şampiyonası­
nı takip ediyordu. Son iki olimpiyatta Avrupa'da kazandı­
ğı zaferler doğal olarak Uruguay'ı turnuvanın ev sahibi
yapmıştı.
Montevideo limanına on iki ülkenin temsilcileri geldi.
Bütün Avrupa davetliydi, ama yalnızca dört Avrupa takı­
mı okyanusu geçerek güney yarımküreye gelebildi.
- Orası çok uzak bir yer, üstelik yolculuk çok pahalıya
mal oluyor, diyorlardı Avrupa'da.

70

Bir gemi Fransa'dan Jules Riınet Kupasını, bizzat FI­


FA ba§kanı Bay Jules'i ve buraya gönülsüzce gelen Fransız
tak ımını getirdi.
Uruguaylılar orkestra e§liği nde, in§aatı sekiz ay süren
anıtsal sahneleri nin açı lı§ını yaptı lar. Bir yüzyıl önce yapı­
lan ve kadınların, cahillerin ve fakirlerin medeni hakları nı
reddeden anayasanın yıldönümünü kutlamak için stada
'Yüzyıl Stadı ' adı verildi. Uruguay ve Arjantin pmpiyona­
nın final maçını oynarlarken tribün lerde iğne atılsa yere
dü§mezdi. Stat bir hasır ppkalar deniziydi sanki. Fotoğraf­
çılar da ppkalar ve makineleri için tripoalar kullanıyorlar­
dı. Kaleciler bere giymi§ti ve hakem de dizlerine k adar ge­
len bir pantolonla dikkat çekiyordu. 1 930 Dünya Kupası
fi nali, bir İtalyan spor gazetesi olan La Gazetta del/o
Spo rt da bir sütundan fazlar yer i§gal etmedi. Alt tarafı,
'

1 928'de Amsterdam Olimpiyatlarının tarihi tekerrür edi­


yordu. Rio de Plata'nın iki ülkesi en iyi futbol un nerede
oynandığını gösteriyorlar ve A vrupa'yı küçük dü§ürüyor­
lardı . 1 928'de olduğu gibi A rjantin yine ik incilikle yetindi.
İlk yarıda 2-1 yenik olan Uruguay, maçı 4-2 kazanarak
§ampiyonluğunu ilan etti . Final maçını yönetmek için Bel­
çikalı hakem John Langenus kendisine hayat sigortası ta­
lep et mݧti, ama tribünlerdeki birkaç kavgadan ba§ka

71
ö n e m l i b i r §ey o l mad ı . D a h a sonra toplanan kalabal ı k Bu­
enos A i res 'dekı U ruguay Ko nsolosluğu n u t ap t ut t u .
� a rn p i y o n ada ü ç ü n c ü l üğü, k adros u nda, t ab i yet i ne ye­
nı geçını § b i rkaç İskoçyalı b u l u n a n A m e r i k a B i r l q i k Dev­
letler i , dörd ü n c ü l üğü ise Yugoslavva a l d ı .
Kaq ı l a�malardan h i �·b i r i berabere s o n u ç l a n m a d ı . A r­
j an t ı n l i St.i.b i l e sekiz golle gol kralı oldu; i k i n c i l iği i se o n u
bq gol l e ızleyen Urugua v l ı C e a aldı. Frans ı z L o u i s La­
urent, Meksi ka\·a, d ü n y. ı k u pa�ı t.ı ri h i nde i l k gol ü n ü att ı .

72
NASAZZI
Ondan X ı�ı n l arı b i l e geç e m i y ordu. Ona 'Korkıırıç'
ad ı n ı verm i § l erd i .
- Saha bir hımıjıe benzer- di yordu, -hrırmıirı ağzında
da ceza sahası var.
Orada, ceza sahas ı n d a o n u n borusu ötüyordu.
jose Nasazzi, 1 92 4, 1 92 8 ve 1 9.10 y ı l l arında D ü nya Ku­
pas ı n a katılan U ruguay tak ı m ı nı n kaptan ı y d ı . U ruguay
futbol u n u n i l k kralı oLrn N as azzi, adeta tak ı m ı n ı n yel de­
ğirmen i ydi, herkes o n u n b ağırı §ları na, h o m u r t u l a r ı n a, hat­
ta n efes a l ı § ı na göre o y n a r d ı . Hiç k i mse, h i çb i r zaman
onun h a l i nden � i k ayet ett i ğ i n e t a n ı k olmad ı .
CAM US
1 930'da A lbert Camus, Cezayir Ü niversitesi takımının
kalesini koruyan melekti. Çocukluğundan beri kaleci ola­
rak oynamaya alı§mı§tı, çünkü orada ayakkabılar daha az
eskiyordu. Fakir bir ailenin çocuğu olan Camus için saha­
larda ko§mak bir lükstü. Her gece büyükan nesi onun
ayakkabılarının tabanını kontrol eder, eskimi§ bulursa
onu döverdi.
Kalecilik yılları boyunca Camus çok §eyler öğrendi.
- Şunu öğrendim ki, diyordu Camus, top birine hiçbir
?Aman beklediği yönden gelmiyor. Bu bana hayatta çok yar­
dımcı oldu, özellikle de büyük �ehirlerde insanlar göründükle­
ri gibi olmuyorlar.
Kazandığında çok sevinmemeyi, kaybettiğinde de çok
yerinmemeyi öğrendi; futbol oynayarak i nsan ruhunun
derinliklerine i nmeyi ba§aran Camus, daha sonra kitapları
vasıtasıyla, bu dünyanın labirentlerinde ilerlemeye devam
etti, bazı sırları nı öğrendi ve bi lgelik yolunda önemli bir
yol katetti.

74
DİZGİNLENEMEYENLER
Dünya §ampiyonluğu zevkini t atmı§ olan Uruguaylı
oyunculardan Perucho Petrone, İtalya'ya gitti. 1 93 1 yı lında
Fiorentina tak ımında ilk maçına çıktı: O ak§am üzeri on
bir gol attı.
İtalya'da fazla kalmadı. O, İtalya lig §ampiyonasının
gol kral ıydı ve Fi orentina ona açık çek verdi, ama Petrone
kısa zamanda, yükseli§e geçen fa§izmden sıkıldı.
Bezginlik ve özlem onu bir süre için, düzle§tirilmi§ top­
raklarında goller atmaya devam ettiği Montevideo'ya geri
gönderdi. Futbolu bırakmak zorunda kaldığında henüz otuz
ya§ını doldurmamı§tı. FIFA onu futbolu bırakmaya zorladı,
çünkü Fiorentina ile olan kontratını doldurmamı§tı.
Onun bir §Utla duvar yı kabilecek güçte olduğu söyle­
niyordu. Bilemiyoruz tabii. Onun §Utlarıyla kalecileri ba­
yıltıp fileleri deldiği ise kanıtlanmı§tır.
Bu arada, Rio de la Plata'nın öteki k ı yısında Bernabe
Ferreyra da §iddetli §Utlar çekiyordu. Tüm takımların ta­
raftarları topa çok uzun mesafeden vuran, savunmaları de­
len ve topu kaleciyle bi rlikte filelere gönderen bu canavarı
görmeye geliyorlardı.
Tüm kaqıla§malardan önce ve sonra, devre aralarında
onun sanatı anısına bestelenmi§ bir tango hoparlörlerden
duyuluyordu. 1 932 yılında Crftica Gazetesi, Bernabe'den
gol yemeyecek kaleciye çok büyük bir ödül vermeyi ka­
rarla§tırdı. O yıl bir ak§amüzeri Bernabe, gazetecilerin
kaqısında, ayakkabısının burnunda bir demir parçası giz­
lemediğini göstermek için ayakkabılarını çık armak zorun­
da kaldı.

75
PROFESYONELLİK
Futbol krizde olsa da hala İtalya'nın başlıca on sanayi
dalından birisidir. Son zamanlardaki, temiz eller ve temiz
ayaklar gibi hukuki skandallar en güçlü kulüplerin liderle­
rini bile zor durumda bıraktı, ama yine de İtalyan futbolu,
Latin Amerikalı futbolcuları bir mık natıs gibi çekmekte­
dir.
İtalya, Mussolini'li yıl larında bile futbolun kıblesiydi.
Dünyanın h içbir yerinde bu k adar çok para ödenmiyordu.
Futbolcular kulüplerini, 'İtalya'ya giderim' diyerek tehdit
ediyorlardı ve bu dalavere de kulüplere kesenin ağzını açtı­
rıyordu. Bazıları da gerçekten gidiyorlardı. Yelkenliler Bu­
enos Aires'den, Momevideo'dan, San Pablo'dan ve Rio de
Janeiro'dan futbolcuları İtalya'ya götürüyorlardı. A ileleri
ltalyan olmayanlara Roma'da, İsteklerine göre ve anında
İtalyan bir soyağacı çıkarılıyor ve yurttaşl ığa geçmeleri ko­
laylaştırılıyordu.
Futbolcuların toplu göçü, bizim ülkelerimizde profes­
yonel futbolun doğmasının nedenlerinden biridir. 1 93 1 yı­
lında Arjantin futbolu profesyonel hale geldi, ertesi yıl da
Uruguay futbolu bu kararı aldı. Brezilya'da ise profesyo­
nell i k 1 934 yılında başladı. O zamandan sonra, daha önce­
leri gizliden gizliye yapılan ödemeler yasallaştı ve futbol­
cular da işçi haline geldi. Sözleşmeyi onu yaşamı boyunca

76
tam gün çalı§mak üzere kulübüne bağlıyordu ve kulübü
onu satmadığı sürece takım değݧti remiyordu. Tıpkı bir sa­
nayi i§çisi gibi bir ücret kaqılığında enerj is i ni sunan fut­
bolcu toprak ağası nın kölesi durumuna geliyordu. Buna
rağmen, o ilk zamanlarda profesyonel futbolun ko§ulları
pek ağır değildi. Haftada yaln ızca iki saat -zorunlu antren­
man vardı_ Arjantin 'de antrenmana katıl amayan oyuncu
doktor raporu getirmezse be§ pesoluk bir ceza ödüyordu,
34 DÜNYA KUPASI
Johnny Weissmüller, Tarzan rolünde ilk çığl ı kları nı
atıyordu, ilk deodorant piyasaya çıkmı§tı, Luisiana eyalet
polisi, Bonnie ve Clyde'ı mermileriyle delik deşik etmişti,
Güney Amerika'nın en yoksul iki ülkesi olan Bolivya ve
Paraguay, Standard Oil ve S hell adına Chaco petrolü için
birbirlerini yiyorlardı. Deniz piyadelerini Nikaragua' da
yenen Sandino, pusuya düşürülüp kurşunlanıyor ve katil
Somoza da o dönemde hanedanını kurmuş oluyordu. M ao
Çin'de devrimin yürüyüşünü başlatıyordu. Mussolini İtal­
ya'da İkinci Dünya Futbol Şampiyonasının açılışını yapar­
ken, Hitler A lmanya'da, k endisini üçüncü Reich'in Füh­
rer'i ilan ediyordu ve Ari ırkı savunan yasayı onaylıyordu,
buna göre kalıtsal hastalığı olanlar ve suçlular kısırlaştırıla­
caktı.
Şampiyonanın afişlerinde bir herkül, ayağında bir fut­
bol topuyla faşist selamı veriyordu. 34 Dünya Kupası, Ro­
ma' da, Duce için büyük bir propaganda aracı oldu. M usso­
lini şeref tribününden bütün maçları izledi, on bir oyuncu
onu ve tribünleri hınca hınç dolduran çoğu kara gömlekli
seyircileri, başları dik ve el ayaları ileriye dönük şekilde se­
lamlayarak zaferlerini Mussolini'ye armağan ettiler.
Ama zafere giden yol kolay değildi. İtalya ve İspanya
arasında oynanan maç, dünya kupaları tarihinin en zorlu

78
maçı oldu: Muharebe iki yüz on dakika sürdü ve ertesi
gün sona erdiğinde bazı futbolcular ya sava§ta aldıkları ya­
ralar nedeniyle ya da güçleri tükendiği için oyun dı§ı kal­
mı§lardı. Maç bittiğinde İtalya, as oyuncularından dördü­
nü yitirmݧtİ, İspanya'nın kaybı İse yedi ki§iydi. Sakatla­
nan İspanyol futbolcuların arasında, en önemli iki oyun­
cusu da bulunuyordu; bunlar hücum oyuncusu Ldngara ve
ceza sahasında rakibini ipnotize eden kaleci Zamora idi.
Milli Fa§İst Parti'ye ait statta İtalya, Çekoslovakya ile
final maçını oynadı. Uzatmada 2-1 yendi. İtalyan yurtta§lı­
ğına yeni geçmݧ olan iki Arjantinli oyuncu, Üzerlerine dü­
§eni yaptılar: Orsi, kaleciyi çalımlayarak ilk golü attı, öbür
Arjantinli Guaita, İtalya'ya dünya kupasını ilk kez kazan­
dıracak olan golün pasını Schiavio'ya verdi.
1 934 Dün ya Kupasına on altı ülke katıldı: On iki Av­
rupa ülkesi, i ki Latin Amerika ülkesi ve dünyanın öteki
ucunun tek temsilcisi olan Mısı r. Eski §ampiyon Uruguay,
Montevideo'da yapılan il k dünya kupasına İtalya'nın katıl­
madığını öne sürerek İtalya'ya gelmedi.
İtalya ve Çekoslovakya'dan sonra, Almanya ve Avus­
turya üçüncülüğü ve dördüncülüğü kazandılar. Çekoslo­
vak oyuncu Nejedly be§ golle gol kralı oldu; onu dört gol­
le Alman Conen ve İtalyan Schiavio izlediler.

79
RIO DE JANEIRO'DA TANRI VE ŞEYTAN

1 93 7 yılı sonlarında yağmurlu bir gecede, kötü niyetli


bir rakip takım taraftarı, Vasco da Gama takımının sahası­
na bir kurbağa gömdü ve lanetini dile getirdi:
- GöA.7üziinde bir Tan rı ·ı:arsa, Vasco takımı on iki yıl
boyunca �ampiyonlıık yüzü göremesin.
Vasco da Gama'nın 1 2-0 yendiği sı radan bir takımın
taraftarı olan bu adamın adı A rubinha idi. Galip takımın
sahası na, ağzı dikil mi§ bir kurbağa gömerek takımının ba­
§ına gelenin İntikamını alı yordu Arubinha.
Yıllar boyunca taraftarlar ve yöneticiler sahada ve sa­
ha çevresi nde bu kurbağayı arayı p durdular. Ama uğra§ları
bop çıktı. Kazılan çukurlarla delik de§ik olmu§ saha ayın
yüzey ini andırıyordu. Vasco da Gama Brezilya'nın en iyi
oyuncularıyla sözle§me imzalıyor, en kuv\·etli takımı olu§­
turuyor, yine de yenilgiden kurtulamıyordu.
Sonunda, 1 945 yılında takım Rio Kupasını kazanarak
§eytanın bacağını kırdı. 1 934 yılı ndaki §ampiyonlukları nın
üzerinden on bir yıl geçmi§ti.
- Tanrı cezamızın bır yılını affetti, diyordu kulüp ba§­
kanı.
Bir süre sonra 1 953 yıl ı nda, bu sefer, nerede oynarsa
oynası n her zaman kendi sahası ndaymışçasına oynayan,
Rio de Janei ro' nun ve bütün Brezilya'nın en popüler kulü­
bü olan Fl amengo sorunlar yapmaya ba§l adı. Fl amengo
dokuz y ı l kupaya hasret kaldı . Dünyanın sayı l ı taraftarla-

80
rından olan ateşli yandaşları ise mutluluğa hasret kaldılar.
Bir Katoli k rahip olan Peder Coes, futbolcuların, her maç­
tan önce, k ilisedeki ayinlere katılıp sunağın önünde diz çö­
küp tespih çekerek dua etmeleri karşılığında onlara zaferi
garantı ettı.
Böylece Flamengo üç yıl boyunca arka arkaya kupayı
aldı. Rakip ku lüpler, Cardinal Jaime Camara'ya şikayette
bulundular: Flamengo haksız rekabet yapıyordu. Peder
Goes, Tanrının yolunu aydınlatmaktan başka bir şey yap­
madığını açı klayarak kendini savundu ve Flamengo'nun
renkleri olan kırmızı-siyah renkl i tespihiyle oyuncular
için dua etmeyi sürdürdü; bu renkler aynı zamanda bir Af­
rika Tanrısının renkleriydi ve İsa ile şeytanı canlandırıyor­
du. Dördüncü yıl F lamengo şampiyonayı k aybetti. Oyun­
cular ayine gitmekten vazgeçtiler ve bir daha asla tespih
çekmediler. Peder Goes, Roma'daki Papa'dan yardım İste­
di ama Papa' dan bir yanıt alamadı.
Buna kaqın Peder Romualdo, Papa'nın izniyle F lumi­
nense takımına üye oldu. Rahip bütün antrenmanlara katı­
lıyordu. Bu durum futbolcuların hiç hoşuna gitmiyordu.
Fluminense, Rio Kupasını kazanamayalı on iki yıl olmuş­
tu ve bu siyah tüylü, ne olduğu belirsiz kuşun yani pede­
rin sahanın kenarında durması iyiye işaret değildi. Oyun­
cular, Peder Romualdo' nun doğuştan sağır olduğundan ha­
bersiz ona hakaretler yağdırıyorlardı.
Şanslı bir günde, Fluminense kazanmaya başladı. Şam­
piyon oldu, sonra bir daha, bir daha. Futbolcular artık an­
trenmanlarını Peder Romualdo'nun gölgesi altında olma­
dan yapamıyorlardı. Attıkları her golden sonra onun cüp­
pesini öpüyorlardı. Hafta sonlarında rahip maçları şeref
tribününden izlerken hakem ile rakip oyuncular hakkı nda
kimbilir neler mırıldanıyordu!

Giil�ede \"C G ü neşte Futhol 8 1 /6


UGURSUZLUK GETİREN NESNELER
Herkes bilir ki kurbağaya, ağaç gölgesine basmak,
merdiven altından geçmek, ters oturmak, ters yatarak uyu­
mak, çatı altında şemsiye açmak, dişleri saymak ya da ayna
kırmak uğursuzluk getirir. Ama futbolun egemenliği altın­
daki bölgelerde bu listeye birçok eklemeler yapıl mıştır.
1 986 ve 1 990 Dünya Kupalarında Arjantin takımının
teknik direktörü uğursuzluk getirdiği gerekçesiyle oyun­
cularının tavuk eti yemesi ni yasaklamıştı; bunun yerine
onları bolca ürik asit üreten dana eti yemeye zorluyordu.
Milan'ın sah ibi Silvio Berlusconi, futbolcuları kötü yönde
etkilediği, ayaklarını kilitlediği gerekçesiyle, seyircilerin
Milan'ın geleneksel marşını söylemelerini yasakladı ve
1 987'de yeni bir marş bestelenmesini emretti, yeni marşa
'Milan dei nostri cuori' adı verildi.
Kolombiya takımının dev Zenci oyuncusu Freddy
Rinc6n 1 994 Dünya Kupasında hayranlarını hayal kırıklı­
ğına uğrattı. Çok İsteksizce oynadı. Sonradan anlaşıldı k i
bunun nedeni İsteksizlik değil, aşırı korkuydu. Kolombiya
kıyıları ndaki köyünden bir Tumaco falcısı ona gelecekten
haber vererek, turnuvanın sonuçlarından söz etmiş ve çok
çok d i l- 1 ; atli olmazsa bir bacağını k ırabileceği ni söylemݧtİ.
Topu k astederek, "O benekli nesneye dikkat et," demݧtİ,
"sarılık ve kana da dikkat et, " diyerek hakemlerin sarı ve
kırmızı kartlarını kastetmişti.
1 994 Dünya Kupası arifesinde, İtalyan uzmanlar gizli
bili mlerin ı§ığında, ülkelerinin kupayı alacağını garanti et­
mݧlerdi. İtalyan Büyücüler Derneği, " Karabüyünün etki­
leri Brezilya'nın zaferini imkansızla§tıracaktır, " diyerek
basına bunu garanti etti. Sonuç, ne yazık ki bu kurumun
saygınl ığına gölge dü§ürdü.

82
TILSIMLAR VE DUALAR
Birçok oyuncu sahaya, sağ ayakla ve haç çıkartarak gi­
rer. Bo§ ka)eye sağ taraftan yana§ıp gol atanlar ya da direk­
leri öpenler de vardır. Bazıları ise çime dokunup ellerini
ağızlarına götürürler.
Futbolcuların boyunlarında bir madalyon ya da bilek­
lerinde onları koruyan sihirli bir §erit ta§ıdı kları sıkça gö­
rülür. Penaltı atı§ında top yolunu §a§ırırsa, bunun nedeni
birinin topa tükürmü§ olduğudur. Yüzde yüz atılacak bir
gol kaçırılmı§sa, bunun nedeni bir büyücünün rakip kale­
yi kapatmı§ olmas ıdır. Kaybedilse, bunun nedeni de oyun­
cunun son zaferde giydiği formasını birine hediye etmݧ
olmasıdır.
Arjantinli kaleci Amadeo Carrızo, gölgede ve güne§te
hiç çı karmadığı beresinin uğuruyla, yenilmez kalesini se­
kiz maçtır koruyordu. Bu bere çevredeki gol §eytanlarını
kaçırıyordu. Bir ak§amüzeri, Boca Juniors takımının
oyuncusu A ngel Clemente Rojas bereyi ondan çaldı. Car­
rizo tılsımından yoksun kalarak iki gol yedi ve River takı­
mı maçı kaybetti.
Bir İspanyol futbol kahramanı olan Pablo Herrıdndez
Cornnado, Real Madrid'in, sahasını geni§lettikten sonra al­
tı yıl boyunca §ampiyonlu k yüzü göremediğini anlattı;
uğursuzluk bir taraftarın sahanı n ortasına bir di§ sarmısak
gömüp büyüyü bozmasına dek sürdü. Barselona Kulübü­
nün ünlü oyuncusu Luis Sudrez uğursuzluğa İ nanm ıyordu

83
ama buna karşın yemek yerken şarabı döküldüğünde bir­
kaç gol atacağını bi liyordu.
Rakip takımı bozguna uğrat maları için kötü ruhları
yardıma çağıran taraftarlar rakip sahaya tuz dökerler. On­
ları korkutmak için kendi takımlarının sahası na avuç dolu­
su buğday ya da pirinç kırıntıları serperler. Bazıları mum­
lar yakar, toprağa içki serperler ya da denize çiçekler atar­
lar. Bazı taraftarlar ise Nası riyeli İsa'dan ve yanarak, boğu­
larak ya da kaybolarak ölen kutsal ruhlardan , oyuncuları
korumaları için yardım dilerler. Birçok yerde de Aziz Ge­
orge'nin ve onun Afrikalı ikizi Ogum'un mızraklarının
nazara karşı birebir olduğu kanıtlanmıştır.
İyilikler karşıl ı ksız kalmaz. Tanrılar tarafı ndan gözeti­
len taraftarlar kulüplerinin bayrağına sarıl ı olarak dizleri
üzerinde yüksek tepelerin yokuşlarına tırmanırlar ya da
günlerinin geri kalan kısmını, daha önce adamış oldukları
kadar tespih çekerek geçirirler. 1 957'de Botafogo Kulübü
şampiyon olduğunda Didl, soyunma odalarına uğramadan,
sahadan üzeri ndeki formasıyla çıktı, koruyucu azizine ver­
diği sözü yerine getirmek için Rio de Janeiro kentinin bir
ucundan öbürüne yürüyerek gitti.
Ama bu i l ahi güçler bazen, başı uğursuzlu klarla dertte
olan futbolcunun ihtiyacı olduğu anda yardımına koşacak
zamanı bulamazlar. Meksika takımı 30 Dünya Kupasına
kötümser tahmin lerin sıkıntısı içinde gelm işti. F ransa'ya
karşı oynanacak maçın arifesinde Meksikalı antrenör Juan
Luque de Serral longa, Montevideo'daki otellerinde toplan­
mış olan futbolculara bir moral konuşması yaptı: Onlara
Guadalupe Meryemi' nin, kendi topraklarında, Tepeyac te­
pesinde onlar için dua ettiğini söyledi.
Anlaşılan antrenör, Guadalupe Meryemi'nin icraatları
hakkında yanlış bilgilendirilmişti. Evdeki hesap çarşıya uy­
madı ve Fransa'dan dört gol yiyen Meksika şampiyonada
sonuncu oldu.

84
ERICO
Chaco Savaşının ortası nda, Bolivyalı ve Paraguayl ı
köylüler ölümle burun buruna yaşarken, Paraguaylı fut­
bolcular ülke sınırları dışında fuıbol oynayıp kuş uçmaz
kervan geçmez çöllerde, savunmasızca helak olan yaralıları
için para topluyorlardı. Arsenio Erico, Buenos Aires'e bu
amaçla gelmişti, ama orada kaldı. Bu Paraguaylı, Arjantin
ligi nde bütün zamanların en büyük golcüsü oldu. Erico
her sezon k ırktan fazla gol atıyordu.
Onun bedeni nde gizli bir elastikiyet vardı. Hiç geril­
meden, inanılmaz bir şekilde sıçrıyor, kafası, kalecinin el­
lerinden daha yukarıya yükseliyordu; bacakları en hare­
ketsiz olduğu anda aniden, büyük bir güçle topa vuruyor
ve gol atıyordu. Erico'nun gözde hareketi topuk pasıydı.
Futbol tarihinde, ondan daha isabetli topuk pası veren fut­
bolcu görülmemiştir.
Erico gol atmadığı zamanlarda golleri arkadaşlarına
tepsi içinde sunardı. Catulo Castillo ona bir tango ithaf et-
ti:
Senin gibi yiğit
bin yıl da geçse gelemez
kimse senin gibi
topuk ve kafa pası veremez.
Her yaptığını, bir balet zarafetiyle yapardı Erico.
Fransız yazar Paul Morand onu top oynarken gördüğünde,
"Bu Nijinski'nin ta kendisi," demişti.

85
38 DÜNYA KUPASI
Max Thei ler, sarıhumma a§ıs ını bulmuştu; ren k li fo­
toğraflar henüz ortaya çıkıyordu; Walt Disney, Pamuk
Prensesi ilk kez gösterime sokuyordu; Einstei n, A lexandre
Nevski'yi film haline getiriyordu. Harvardlı bir profesör
tarafından yeni İcat edil miş olan naylon, paraşüte ve kadın
çorabına dönü§üyordu.
Arjantinli şairler Alfonsina Storni ve Leopoldo Lugo­
nes intihar ediyorlardı. Lizaro Cardenas, Meksika'da pet­
rolü millile§tiriyor ve Batılı güçlerin ambargolarına ve
öbür tedbirlerine karşı koyuyordu. Orsan Wel les, Marslı­
ların Amerika'yı i§gal ettiğini uyduruyor ve bunu radyo
haberi olarak verdirip bazılarını çok korkutuyordu. Stan­
dard Oil, Amerika Birleş i k Devletleri 'nin, Meksika'yı ger­
çekten işgal etmesini İstiyor ve böylelikle kötü örnek teş­
kil edebilecek Cardenas'ın cüretkarl ığının cezalandırılma­
sını İstiyordu.
İtalya'da 'Irk Manifestosu' kaleme al ınıyor, Yahudi
karşıtı saldırılar ba§lıyordu. Almanya, Avusturya'yı ݧgal
ediyordu. Hitler tüm enerj isini Yahudi avına ve toprak iş-

86
gali ne harcıyordu. İngi liz Hükümeti , yurttaşlarına zehirle­
yici gazlardan nasıl korunacaklarını öğretiyor ve yiyecek
stoklamalarını söylüyordu. Franco, İspanya Cumhuriyeti­
nin son kalelerini de kuşatıyor, Vatikan da onun kurduğu
hükümeti tanıyordu. Sartre, 'Bulantz 'yı yayımlarken, Ce­
sar Vallejo Paris'te belki bir sağanak altında ölüyordu.
Orada, Paris'te Picasso dönemin rezaletini duyuran 'Guer­
nica'yı sergilerken, pusuda bekleyen savaşın gölgesinde
Dünya Futbol Şampiyonaları nın üçüncüsünün açılışı yapı­
lıyordu. Colombes Stadyumunda Fransa Cumhurbaşkanı
Albert Lebrun açıl ışı yaptı, topa vurmak istedi, ama ayağı
yere geldi.
Onceki gibi bu da bir Avrupa şampiyonası niteliğin­
deydi. 38 Dünya Kupasına yalnızca iki Amerika ülkesi ve
on bir Avrupa ü lkesi katıldılar. O dönemde henüz Hol­
landa'nın etkisindeki Endonezya karması, dünyanın öbür
bölgelerinin tek temsil cisi olarak Paris'e geldi.
Almanya, topraklarına yeni katmış olduğu A vustur­
ya'nın beş futbolcusunu takımına aldı. Bu şekilde kuvvet­
lendirilmiş Alman takımı, oyuncularının boynunda gamalı
haçlarla ve öbür Nazi sembolleriyle, yenilmez bir havayla
sahaya çıktı, ama mütevazı İsviçre karşısında tökezleyip
düştüler. Almanya'nın bu yenilgisi, New York'da Zenci
boksör Joe Louis'in Alman pmpiyon Max Schmeling'i
darmadağın ederek, 'üstün ırk' kavramına önemli bir darbe

87
vurmasından birkaç gün önce meydana geldi.
Buna karşı n İtalya önceki şampiyönadaki başarısını
tekrarlayabildi. Mavi-beyaz formalı takım yarı final karşı­
laşmasında, Brezilya'yı yendi. Kuşkulu bir penaltı oldu,
ama Brezi lyalılar boşuna itiraz ettiler. 1 93 4'teki gibi yine
bütün hake�ler Avrupalıydı.
Sonra ltalya'nın M acaristan ile oynayacağı final günü
geldi. Mussoli ni için bu zafer bir ülke sorunuydu. Karşılaş­
madan bir gün önce İtalyan futbolcular Roma'dan faşist li­
d�!' çarafından İmzalanmış, dört kelimelik bir telgraf aldı­
lar: 'Ya galibiyet, ya ölüm! ' Ö lrrıelerine gerek kalmadı,
çünkü İtalya maçı 4-2 aldı. Ertesi gün futbolcular, 'Du­
ce'nin katı ldığı kutlama törenlerine askeri üniformalarla
geldiler.
Günlük gazete 'La Gazetta del/o Sport' onlara şu şekil­
de övgüler yağdırdı: 'Bu, faşist sporun ırk bazında elde et­
tiği büyük bir zaferdir.' Bir süre önce İtalya resmi basını
Brezilya'ya karşı aldıkları galibiyeti şu sözlerle kutlam ıştı:
'Zencilerin kaba kuvveti karşısında, İtalyan zekasının zafe­
rini kutluyoruz.'
Bu arada uluslararası basın, turnuvanın en iyi oyuncu­
larını seçti. Onlar arasında Brezilyalı ik i Zenci futbolcu
Leônidas ve Domingos da Guia da vardı. Leönidas attığı
sekiz golle gol kralı da olmuştu, onu yedi golle Macar
Zsengeller izliyordu. Leônidas'ın gollerinden en güzeli çıp­
lak ayakla Polonya'ya attığı goldü. Leônidas, bardaktan
boşanırcasına yağan yağmurun altında, sahanın çamurunda
ayakkabısını kaybetmişti.

88
MEAZZA'NIN GOLÜ
3 8 Dünya Kupasıydı. Yarı finallerde İtalya ve Brezilya
ölüm kalım savaşı veriyorlardı. İtalya'nın forveti Piola ani­
den, kurşun yemiş gibi yere düştü ve hareket ettirebildiği
tek parmağıyla Brezilyalı defans oyuncusu Domingos da
Guia'yı işaret etti. Ona inanan İsveçli hakem düdüğünü
çalarak penaltı verdi. Bu arada Brezilyalıların itirazları git­
tikçe yükseliyor ve Piola üzerindeki tozları silkeleyerek
yerden kalkıyordu. Guise-ppe Meazz.a topu penaltı noktası­
na yerleştirdi.
M eazza takımın j önüydü. Bu süslü, havalı ve zarif
oyuncu, tıpkı boğa güreşlerinde son vuruşu yapmaya ha­
zırlanan matador gibi, meydan okuyan bir edayla, kaleci­
nin karşısında başını kaldırdı. Birer el gibi bilge ve esnek
olan ayakları asla hata yapmazdı. Ama Brezilyalı kaleci
Walter, penaltıları kurtarmasıyla ünlüydü ve kendine gü­
veniyordu.
Meazza gerildi ve tam topa vuracağı sırada pantolonu
düştü. Halk donakaldı, hakem neredeyse düdüğünü yutu­
yordu. Ama Meazza durmaksızın, bir eliyle pantolonunu
yakaladı ve gül mekte olan kaleciyi yendi.
İşte İtalya'yı şampiyonluk maçına taşıyan bu gol oldu.

89
LEÔNIDAS

Bir sineğin cüssesi ne, hızına sahipti ve en az bir sinek


kadar muzırdı. 1 938 Dünya Kupasında Fransız 'Match'
dergisinin muhabiri, onun altı bacağı olduğunu iddia etti
ve bir insanın bu kadar çok bacağı olmasının kara büyü ݧİ
olduğunu dü§ündü. Fransız muhabir, daha da ileri giderek
Leônidas'ın bu ayaklarının metrelerce uzayabildiği, k atla­
nabildiği ve hatta düğümlenebildiği konusunda da uyarı­
larda bulundu mu tam hatırlayamıyorum.
Leônidas da Silva sahaya, kırk ya§ındaki Artur Fı:i­
edenreich'in futbol ya§amına son verdiği gün çıktı ve bu
üstadın asasını devraldı. Bir süre sonra adı sigara ve çikola­
ta markası olmu§tU bile. Bir sinema yıldızından daha fazla
mektup alıyordu: Mektuplarda ondan bir resim, el yazısı
ya da ݧ İstiyorlardı.
Leônidas sayısını tam olarak bilmediği birçok gol attı.
Bazılarını atarken havaya sıçrıyor ve havadaki topa ba§a§a­
ğı pozisyonda, arkaya doğru vuruyordu; öbür bir deyi§le
Brezilyalıların 'bisiklet' adını verdikleri 'röve§ata' hareke­
tinin ustasıydı.
Leônidas o kadar güzel goller atardı ki çoğu kez golü
yiyen kaleci bile ayağa kalktığında onu kutl ardı.

90
DOMINGOS
Doğuda Çin Seddi, Batıda Domingos da Guia!
Futbol tarihinde onun kadar sağlam bir defans oyun­
cusu görülmemiştir. Domingos dört kentte, Rio de Jane­
i ro, San Pablo, Montevideo ve Buenos Aires'de şampiyon­
luk zevkini tattı; halk ona tapıyor, o oynadığı zaman stat­
lar doluyordu.
Savunma oyuncuları önceleri, hücum oyuncularına si­
nek gibi yapışırlar, toptan da bir an önce kurtulmak için
ay�kları yanmışçasına topu ileriye atarlardı. Domingos İse
tersine, rakibi nin geçmesine izin verir, bu arada topu raki­
binden çalar ve sonra topu ceza sahasından çıkarmak için
kullanabileceği süreni n tümünü kullanırdı. Şaşmaz bir stili
vardı, bütün bunları ıslık çalarak ve başka taraflara baka­
rak yapardı. O, sürati hiç sevmez, ağır çekimde oynardı.
Gerilim uzmanıydı ve yavaş oynamaktan zevk alırdı.
Onun yaptığı gibi, toptan yavaş yavaş ve İstemeyerek ay­
rılma, ceza sahasından sakin bir şekilde çıkma sanatına
'Domingosvari' adı veril di. Domingos toptan ayrılmayı hiç
sevmezdi.

91
DOMINGOS VE TOP

İ�te her �eyimi borçlu olduğum top burada. Ona ya da


onun karde�lerine borçluyum her �eyimi. Öyle değil mi? Bu
aileye minnet duyuyorum. Dünya üzerındeki maceramda be­
nim en büyük desteğim top oldu. Çünkü o olmadan kimse
futbol oynayamaz. Ben Bangu fabrikasında çalı�maya ba�la­
mı�tım; çalı�tım, çalı�tım, ta ki bu güzel kız arkadaFmı bula­
na kadar. Ben onunla çok mutlu oldum.
Bütün dünyayı tanıyorum, çok yolculuk yaptım, çok da
kadın tanıdım. Sahi kadınlar da ho� varlıklar değil mi?

(Bu cümleleri bana Roberto Moura nakletmݧtİ r) .

92
ATILIO'NUN GOLÜ
1 939 yı lıydı. Momevideo'nun Nacional takımı ve Bu­
enos Aires'in Boca Juniors takımı 2-2 berabereydiler ve
kaqılaşma bitmek üzereydi. Nacional takımının oyuncu­
l arı saldırıyorlar, Boca takım ının oyuncuları İse kendi sa­
halarına kapanmış direniyorlardı. O arada top Atilio'ya
geldi, kalabalığın arasına daldı ve kendisine sağ tarafta bir
boşluk buldu. Sahayı bir baştan bir başa katetti.
Atilio şiddetli darbelere alışıktı. Ona sürekli vuruyor­
lardı, yara izleriyle dolu bacakları adeta bir haritayı andırı­
yordu. O akşamüzeri gole giden yolda, Angeletti ve Su­
arez' den şiddetli tekmeler yedi, ama iki kez onlardan sıy­
rılmayı başardı. Bu arada Valussi onun formasını yırttı, bir
kolundan yakalayıp çekti ve ona hatırı sayılır bir tekme at­
tı. İriyarı İbaöez tüm heybetiyle önüne dikildi. Ama top,
Atilio'nun bedeninin bir parçası gibiydi, oyuncuları bez­
den oyuncaklarmış gibi havalara savuran bu hortumu hiç
kimse durduramıyordu. Sonunda Atilio toptan ayrı ldı,
korkunç vuruşu fileleri titretti .
Hava barut kokuyordu. Boca takımı nın oyuncuları
hakemi n çevresi ni sararak, kendi yapmış oldukları fauller­
den dolayı golü İptal etmesin i İstiyorlardı. Hakem onlara
kulak asmadı ve oyuncular öfke i çinde sahayı terk etti ler.

93
HER MÜKEMMEL ÖPÜCÜK
TEK O LMAK İSTER
Birçok Arjantinli, ellerini kalplerinin üzerine koya­
rak, o golü Racing takımının solaçığı 'çarpık' Enrique Gar­
cia' nı n attığına yem i n ederken, birçok Uruguaylı da böyle
bir golü Pefıarol takımın forveti Pedro Lago 'n u n attığına
yemin ederler. Belki öyle, belki böyle olmu§tur, belki de
ikisi birlikte atmışlardır.
Yarım vüzyıl kadar önce Lago ya da Garcfa mü kem­
mel bir gol atmıştı . Bu gol öyle bir goldü ki rakipleri ni öf­
keden ve hayranlıktan adeta felce uğratnııştı. Rakip takım
oyuncuları, topu fil elerden aldılar ve ayakl arı nı sürüyerek
yavaş yavaş santraya doğru ilerlediler. Böylece yerden toz
kaldırarak, adeta bu mü kemmel hareketlerin izleri ni sil­
mek İster gibiydi ler.


MAKİNE
1 940'ın başlarında Arjantin'in River Plate Kulübü,
bütün zamanların en iyi futbol takımlarından birini kur­
muştu.
"Birkaç tanesi giriyor, ötekiler çıkıyor, hepsi yükseli­
yorlar, hepsi iniyorlar, " diye açıklıyordu takımın kurucu­
larından biri olan Carlos Peucel le. Oyuncular kendi arala­
rında sürek l i bir rotasyonla yer değiştiriyorlardı. Savunma
oyuncuları i leriye çıkıyor, hücum oyuncuları İse savunma­
ya katılıyorlardı. " Hem tahtada, hem sahada, " diyordu Pe­
ucelle, "bizim taktik şemamız geleneksel olan 1 -2-3-5 değil.
1 -l O'dur. "
Her biri her pozisyonda oynasalar da ilerideki oyun­
cular biraz daha fazla dikkat çekiyorlardı. Mufıoz, M ore­
no Pedernera, 'Labruna ve Loustau yalnızca on sekiz maçta
bir araya geldiler, ama bir tarih yazdı lar ve hala herkes on­
lardan söz ediyor. Beşi de ıslıklarla anlaşarak, adeta gözü
kapalı oynuyorlardı; ıslık çalarak sahada kendilerine yol
açıyorlar, yine ısl ık çalarak, onların peşinden hiç ayrılma­
dan, bir köpek gibi mutlu bir şekilde onları takip eden to­
pu çağırıyorlardı.
Halk, hareketlerinin şaşmazlığı yüzünden bu efsanevi
takıma 'makine' adını verdi. Doğrusu bu yakıştırma pek
isabetli sayılmazdı. Top oynamaktan zevk alan, hatta bu
yüzden gol atmayı bile unutabilen bu savunma oyuncula­
rının mekani k sözcüğünün çağrıştırdığı soğuk havayla hiç
ilgi leri yoktu. O nlara 'Cefa Şövalyeleri' adını verenler daha
doğru bir ad bulmuşlardı; çünkü bu adamlar golü atıp kar­
şı tarafı rahat bı rakmadan önce, onların ağızlarından girip
burunlarından çıkarak analarından emdikleri sütü burun­
larından geti riyorlardı.

95
MOREN O
Meksi ka filmlerindeki jönlere olan benzerliği nede­
niyle ona 'El Charro' diyorlardı, ama o Buenos Aires' de
dere kıyılarındaki haralardan geliyordu. fose Manuel More­
no, River'ı n takımının en sevilen futbolcusuydu. Rakiple­
rini yanıltmaktan zevk alırdı. Korsan bacakları buradan
sıçrayıp öteki tarafa gider, haydut kafası İse direklerden bi­
ri ne gol sözü verir, ama topu öbürüne yollardı.
Rakip oyunculardan biri onu bir tekmeyle yere serdi­
ğinde M oreno, §i kayet etmeden ve yardım istemeden kal­
kar, canı ne kadar yanını§ olursa olsun oyuna devam eder­
di. Çok gösteri§li, gururlu ve kavgacıydı; kaqı takımın ta­
raftarlarıyla ve ona tapan ama River kaybettiğinde ona ha­
karetler yağdırmak gibi kötü bir alı§kanlığı olan kendi ta­
kımının taraftarlarıyla da tekme tokat kavga edebilecek bi­
riydi.
'Milonga' dansına dü§kün olan bu arkada§ canlısı fut­
bolcu, Buenos Aires gecelerinin aranılan bir simasıydı.
Moreno ya güzel kadınların kollarında ya da b a r kö§elerin­
de sabahlardı.
- Tango en iyi an trenmandır, derdi ve sözlerini, ritim
var, ritmi bir anda değiştirmek var, bedeni kullanmak var,
hem insanın beli 'Ve bacakları da çalışıyor, diye sürdürürdü.
Pazar günleri maçtan önce bir koca tabak tavuk yiyip
bir §İ§e k ı rmızı �arabı bitirirdi. River takımı yöneticileri
ondan, bir sporcuya yakı§mayan bu kötü hayattan vazgeç-

96
mesini İstediler. O da elinden geleni yaptı. Bir hafta bo­
yunca erken yattı, sütten başka bir şey içmedi, sonra da sa­
haya çıkıp hayatının en kötü maçını oynadı. Soyunma
odasına döndüğünde takımdan uzaklaştırıldığı haberini al­
dı. Arkadaşları bu iflah olmaz akşamcıya destek olmak
amacıyla greve gittiler. River takımı dokuz maçın ı yedek
oyuncularla oynamak zorunda kaldı.
Onu övmek İsteyenler şöyle derler: "Moreno futbol
tarihinin en uzun ömürlü oyuncularından biridir. Arjan­
tin'in, Meksika'nın, Şili'nin, Uruguay'ın ve Kolombi­
ya'nın değişik birinci lig takımlarında yirmi yıl boyunca
oynadı. 1 946'da Meksika'dan döndüğünde, River takımı­
nın taraftarları onu tekrar görebilmek için stadı doldurdu­
lar. Taraftarları tel örgüleri yıkarak sahayı işgal ettiler. Üç
gol attı ve sahadan hayranlarının omuzlarında çıktı. 1 952
yılında Montevideo'nun Nacional Kulübünden önemli b ir
teklif aldı, ama o Uruguay'ın başka bir takımı olan Defen­
sor'da oynamayı tercih etti. Bu küçük bir takımdı ve ona
iyi bir ücret ödeyecek durumda değildi, ama Defensor'da
arkadaşları vardı. O yıl M oreno, Defensor'u küme düş­
mekten kurtardı. "
1 96 1 yılında futbol hayatını bitirmişti v e Colom­
bia'nın Medell fn takımının teknik direktörlüğünü yapı­
yordu. Medellfn takımı Arjantin'in Boca Juniors takımı ile
oynuyor ve kaybediyordu. Oyuncular bir türlü kalenin
yolunu bulamıyorlardı. Bu durumda kırk beş yaşındaki
Moreno üzerini değiştirdi, sahaya çıktı ve Medellfn onun
attığı iki golle maçı kazandı.

Göl gede ve Güne�te Futbol 97/ 7


PEDERNERA
" Lecicia tarihine geçecek bir penaltı k u rtardım.
Kolombiya'dan yazdığı bir mektupta böyle diyordu
genç Arjaminlı. Adı Ernesto Guevara idi ve henüz Che ola­
rak tanınmıyordu. 1 952 'de Güney Amerika yollarında ma­
ceraya atılmı§tı. Lecicia Bölgesinde, Amazon Neh ri kıyıla­
rı ndaki bir futbol takımının antrenörüydü. Guevara, yol
arkada§ına ' Pedernerita ' adını veriyordu, ona daha uygun
bir ad bulamazdı.
Adolfo Pedernera , River takımı nın, makine grubunun
beyniydi. Ba§lı ba§ı na bir orkestra olan bu adam, bir ba§­
can bir bap tüm hücum haccı boyunca görev yapı yordu.
Topu gerilerden ta§ıyıp geti riyor, iğne deliği nden geçecek
milimetrik paslar veriyordu. Hızla atağa kalktığında rakip­
lerini p§ ırtı yor, ileride kalecilerin korkulu rüyası oluyor­
du.
Top oynama İsteği bedeninde ka§ıntı yapıyordu adeta.
Maçların sona ermesini h i ç İstemiyordu. Hava karardığın­
da antrenmanı biti rmes i için görevliler bo§una dil döker­
lerdi. Onu futboldan koparmak imkansızdı, çünkü futbol
onun, o da futbolun ayrılmaz bir parçasıydı.

98

SEVERINO'NUN ATTIGI GOL


1 943 yılıydı. Boca Juniors, Arj antin futbol klasiği
olan, River'ın maki ne grubuna k arşı mücadele ediyordu.
Boca 1 -0 yenik durumdaydı. Bu s ı rada hakem River
ceza sahasının hemen dı§ı ndan kullanı lmak üzere bir faul
atı§ı verdi. Serbest atı§ı Sosa kullandı. Sosa topu doğrudan
kaleye atmak yerine, Severino Varela'ya doğru ortalamayı
tercih etti. Top çok ileri düşmüştü, doğrusu River savun­
masının işi kolaydı, çünkü Severino çok uzakta kalmı§tı.
Deneyimli golcü yükseldi ve savunma oyuncularının ara­
sı ndan uçarak, kaleciyi mat eden müthi§ bir kafa vuru§U
yaptı.
Seyirciler ona 'hayalet golcü ' adı nı veriyorlardı, çünkü
uçarak geliyor, bir anda kalenin önü nde bel i riyordu. Seve­
rino, yaramaz bir çocuğun yeni lmez surat ifadesiyle ve ba­
§ından hiç çıkarmadığı beyaz beresiyle Buenos Aires'e gel­
diğinde Uruguay'ın Penarol takımında bir hayli ün kazan­
mıştı ve yaşı bi raz geçkinceydi.
Boca'da da çok ba§arılı oldu, ama pazar günleri maç­
tan sonra, hava karardığında gemiye binip Montevideo'ya,
mahallesine, arkadaşlarına ve elektri k şirketindeki işine ge­
ri dönmeyi sürdürdü.

99
BOMBALAR
Savaş bütün dünyaya eziyet çektirirken, Rio de Jane­
iro'nun günlük gazeteleri, Bangu Kulübünün sahasına
Londra'nın bombardımanı n ı duyurdular. 1 943 yılı ortala­
rında takım, Sao Cristovao ile maç yapacaktı, Bangu takı­
mının taraftarları havaya dört b i n havai fişek atacaklardı.
Futbol tarihinin en büyük bombardımanıydı bu.
Bangu takımının oyuncuları sahaya girdiğinde bu ha­
vai fişeklerin ışıkları saçılmaya b aş l adı. Sao Cristovao'nun
teknik direktörü, futbolcu ların ı soyunma odasında tuttu
ve kulakları nı pamuk tıpalarla tıkattı rdı. Havai fişek göste­
risi devam ettiği sürece soyunma odasının olduğu kat, du­
varlar ve futbolcular tir tir t itrediler. Hepsi de başları elle­
rinin arasında, dişleri kenetlenmiş, gözleri sıkı sıkıya kapa­
lı olarak yere çömelmişlerdi. Kendilerini Dünya Savaşının
ortasında kalmış gibi hissediyorlardı. Tir tir titreyerek sa­
haya çıktılar. Sarası olanın sara nöbeti, olmayanın ise sıt­
ma nöbeti tutmuştu. Gökyüzü yanan barutun etkisiyle si­
yaha boyanmıştı. Bangu Kulübü büyük bir farkla maçı al­
dı.
Kısa bir süre sonra Rio de Janeiro ve San Pablo takım­
ları bir maç yapacaklardı. Yine bir savaş ortamı yaşandı;
günlük gazeteler Pearl Harbour'a saldırıyı, Leningrad ku­
şatmasına ve öbür felaketlere benzer haberleri duyurdular.
San Pablo takımı Rio'da onları hiçbir zaman duyulmamış
dehşet l i bir gürültünün beklediğin i b iliyordu. O zaman
San Pablo'nun teknik direktörünün aklına çok parlak bir
fikir geldi; soyunma odalarında kapalı kalmak yerine,
oyuncular, Rio de Janeiro'nun futbolcularıyla birlikte, ay­
nı anda sahaya girecekler, böylece bu bombardıman onları
korkutmak yerine onlara hoş geldiniz diyecekti.
Öyle de oldu, ama yine de San Pablo maçı 6-1 kaybet­
mekten kurtulamadı.

1 00
DEMİRİ RÜZGARA DÖNÜŞTÜREN ADAM
Eduardo Chiflida, bir Bask şehri olan San Sebastian'da
Real Sociedad'ın kalecisiydi. Uzun boylu ve zayıftı, topu
rakibinden kendine özgü bir şekilde çalardı ve Barselona
ve Real Madrid Kulüpleri de ona göz koymuşlardı. Futbol
uzmanları onun, Zamora'nın yerini alacağını söylüyorlar­
dı.
Ama alınyazısının onun için başka planları vardı.
1 943 yılında, adı haklı olarak 'Kemikkıran'a çıkmış olan
bir rakip ileri uç oyuncusu, onun dizini darmadağın etti.
Beş ameliyattan sonra Chillida futbola veda etmek zorun­
da kaldı ve heykeltıraşlığa başlamaktan başka çaresi kalma­
dı.
Böylece yüzyılın en büyük sanatçılarından biri doğ­
du. Chillida hep ağır malzemelerle çalıştı, onun çalıştığı
malzemeler toprağa atıldığında saplananlardandı. Güçlü el­
leriyle malzemeleri havaya atıyor ve yeni mekanlar ortaya
çıkaran demir ve beton eserler ortaya koyuyordu. Aynı
mucizeleri eskiden futbolda elleriyle değilse de bedeniyle
yaratıyordu.

1 01
GRUP TERAPİSİ
Enrique Pichon-Riviere bütün hayatını insan mutsuz­
luğunun sırları nı kavramaya ve ileti§ imsizliğin neden oldu­
ğu karamsarl ığı ortadan kaldırmaya harcadı .
Kendine futbol konusunda iyi bir müttefik buldu.
Kırklı yıllarda Pichon Riviere, akıl hastanesindeki hastala­
rı ndan olu§an bir futbol takımı ku rdu. Arjantin kıyıları­
nın sahalarında futbol oynatarak, topluma kazandırılmala­
rı için bu deli lere en iyi terapi uygulanıyordu.
- Futbol takımının stratejisi benim en öncelikli göre­
vimdir, diyordu, takımın hem antrenörü hem de golcüsü
olan psikiyatrist.
Yarım yüzyıl sonra, biz kentliler de topyekun yarı de­
li sayı lırız. Ama hepimize yer olmadığından çoğumuz tı­
marhane dı§ında ya§ıyoruz. Ya§am alanımız otomobi llerle
daraltılmı§, §iddetin et kisiyle kö§eye s ı k ı§tırılmı§ız; ileti­
§imsizliğe mahkumuz, her geçen gün daha da üst üste yığı­
lıyoruz ve yapm alanımız daralıyor, birbirimizi görmeye
bile vaktimiz yok.
Futbolda da tüm öbür §eylerde olduğu gibi üreticiden
çok tüketici var. Herhangi bir ki§i nin, küçük bir futbol
maçı düzenleyebileceği bütün bo§ araziler betonla kaplan­
dı; i§ hayatı, futbol oynanabi lecek vakitleri yok etti. Hal­
kın çoğunluğu futbol oynamak yerine, her geçen gün saha­
dan daha da uzakla§arak, futbol oynayanları televizyondan
ya da tribünlerden seyrediyor. Futbol bir karnavala, yığı n-

1 02
lara hitap eden bir gösteriye dönüftü. Karnavallarda artist­
leri seyretmekten başka sokaklara çıkıp dans eden, şarkı
söyleyenler olduğu gibi, futbolda da profesyonel futbolcu­
ları seyredip onlara hayran olmaktan başka, salt eğlence
amacıyla kendilerini başrol oyuncusuna dönüştüren seyir­
ciler de yok değil. Yalnızca çocuklar değil, iyi kötü, futbol
oynanabilecek sahalar ne kadar uzak olursa olsun, mahalle
arkadaşları, fabrika işçileri, aynı büroda çalışanlar ya da
aynı fakülteye gidenler, hala top oynayarak eğlenebilmek
için, yorgun luktan bitkin düşene dek maçlar düzenliyor­
lar. Sonra da, yenenlerle yeni lenler hep birlikte, bir profes­
yonel futbolcuya yasak olan içki ve sigara, güzel bir ziya­
fet gibi zevkleri paylaşıyorlar.
Bazen kadın lar da bu eğlencelere katılıp onlar da gol
atabiliyorlar, ama genel itibarıyla maço eğilim onları bu
tür kutlamalardan uzak tutuyor.

1 03
MARTINO'NUN GOLÜ
1 946 yı lıydı. Uruguay'ın Nacional takımı, Arjamin'in
San Lorenzo takımını yeniyordu. San Lorenzo, Rene Pon­
toni ile Rinaldo Martino'nun tehditlerine kaqı savunma
hattı nı kapatmı§tı. Bu iki futbolcu topu konu§turmalarıyla
ve gol atmak gibi kötü bir alı§kanlığa sahip olmalarıyla ün
kazanmı§lardı.
Martino sahanın kenarına geldi. Orada topu gezdirme­
ye başladı. Sonsuz süresi varmış gibi görünüyordu. Aniden
Pontoni sağ uca ı§ınlandı. M artino durdu, kafasını uzattı ve
ona baktı. Bu a§amada Nacional'in savunma oyuncuları
hep birlikte Pontoni'nin üzerine çullandı lar; öbürleri av
köpeği gibi arkadaşını takip ederken, Martino, kafesine gi­
ren bir muhabbet kuşunun edasıyla ceza sahasına girdi,
kaqısındaki savunma oyuncusundan sıyrıldı, vurdu ve go­
lü attı.
Gol, Martino'nun eseriydi, ama rakibi yanıltmayı be­
ceren Pontoni'nin de katkısı büyüktü.

1 04
HELENO'NUN GOLÜ
1 947 yılıydı. Botafogo, Rio de Janeiro'da Flamen­
go'ya kaqı oynuyordu. Botafogo'nun hücum oyuncusu
Heleno de Freitas göğsüyle güzel bir gol attı .
Heleno'nun sırtı kaleye dönüktü. Top yukarıdan gel­
di. Topu göğsüyle durdurdu ve yere düşürmeden döndü,
bedeni yay gibi geri lmişti. Göğsünde top olduğu halde yo­
luna devam etti. Kaleyle arasında müthiş bir kalabalık var­
dı. Flamengo'nu n sahas ında adeta tüm Brezilya nüfusu ka­
dar insan birikmݧtİ. Topu yere indirirse kaybetmesi işten
bile değildi. Heleno bu §ekilde, arkaya doğru eğik halde
yürümeye ba§ladı ve topu göğsünde taşıyarak tüm dü§man
hatlarını yardı. Ona faul yapmadan topu kimse alamıyor­
du ve olay ceza sahasının içinde geçiyordu. Heleno kale­
nin önüne geldiğinde bedeni n i düzeltti, top ayaklarına
doğru süzüldü ve müthݧ bir şut çekti.
Heleno de Freitas'ın, Çingeneye benzeyen bir yönü
vardı, yüzü Rodolfo Valentino'ya benziyordu ve kuduz kö­
pek mizacına sahipti, ama statlarda gerçek bir yıldızdı.
Bir gece tüm parasını bir kumarhanede yitirdi. Başka
bir gece kimbi lir nerede yitirdi yaşama sevincini? Son ge­
cesinde ise bir yoksullar yurdunda sayıklayarak öldü.

1 05
50 DÜNYA KUPASI
Renkli televizyon piyasaya henüz çıkıyordu, bilgisa­
yarlar saniyede bin toplama yapıyorlardı, M arilyn Monroe
Hollywood'da görünmeye başlamıştı. Bufıuel'in 'Unutul­
muşlar' filmi Cannes'da saygı uyandırıyordu. Fangio'nun
otomobi li Paris'te zafer kazanmıştı. Bertrand Russell, No­
bel Ödülünü alıyor, Neruda 'Genel Şarkı ' adlı k itab ı n ı ya­
yımlıyordu; Onetti'nin 'Kısa Hayat' adlı romanının ve
Octavio Paz'ı n 'Yalnızlık Dolambacı'nın ilk baskıları pi­
yasaya henüz çıkıyordu.
Puerto Rico'nun bağımsızlığı için yıllarca mücadele
veren Albizu Campos, B irleşik Devletler'de yetmiş dokuz
yıl hapse mahkum edilmişti. Bir muhbi r tarafından ihbar
edilen Güney İtalyalı efsanevi haydut Salvatore Giuliano,
polis kurşunlarıyla delik deşik edilmişti. Çin'de M ao Hü­
kümeti, çokeşliliği ve çocuk ticaretini yasaklayarak ilk ic­
raatlarına başlıyordu. Futbol oyuncuları, Dünya Savaşı ne­
deniyle verilen uzun bir aradan sonra, Dördüncü Rimet
Kupası için mücadele etmek üzere Rio de Janeiro'ya iner­
lerken, Kuzey Amerika birlikleri de, Birleşmiş Milletlerin
bayrağına sarılı olarak, kan ve ateşle Kore Yarımadasına gi­
riyorlardı.
Yedi Amerika ülkesi ve yıkıntılar arasından henüz
kurtulmuş altı Avrupa ülkesi, 1 950' de Brezilya' da düzen le­
nen turnuvaya katıldılar. FIFA, Almanya' n ı n oyunlara ka­
tılmasını yasaklamıştı. İngiltere ise i l k kez bir dünya kupa-

1 06

sına katıldı. O güne kadar İngilizler bu tip n ıücadeleleri


katılmaya değer bul mamı§lardı. İster inanın, İster İnanma­
yın, İngiliz takımı Amerikalılar kaqısı nda yenilgiye uğra­
dı. Kuzey Amerika'nın zafer golünü atan da General Ge­
orge Washington değil, Haitili Zenci santrfor Larry Gaet­
jens'di.
Final maçını Brezilya ve Uruguay, Maracana'da oyna­
dılar. Ev sahibi takım o gün dünyan ın en büyük stadyu­
munun açı lışını yapıyordu. Brezi lya'nın kazanacağı kesin­
di ve final bir §enlik havasında geçti. Tüm rakiplerini ezip
geçen Brezilyalı futbolculara, maçtan bir gün önce, arka­
sında 'dünya §ampiyonlarına' yazan altın saatler hediye
edildi. Günlük gazetelerin ilk sayfaları önceden basılmı§tı,
festival in ba§ını çekecek olan uçsuz bucaksız karnaval
konvoyu bile hazırdı. Kaçınılmaz zaferi iri puntolarla kut­
layan be§ yüz bin tݧÖrt de çoktan satılmı§tı.
Brezilyalı F riaça ilk golü attığında, iki yüz bin ki§İnin
hep bir ağızdan gürlemesi ve atılan havai fi§ekler sonucu
anıtsal stadyum sarsıldı. Ama daha sonra Sch iaffino'nun
attığı beraberlik golü ve Ghiggi a'nın çapraz §Utu §ampi­
yonluğu, 2-1 galip gelen Uruguay' a kazandırdı. Ghig­
gi a'nın attığı gol Maracana'yı sessizl iğe gömdü, hu, futbol
tarihindeki en muhte§em suskunluktu ve maçı bütün ül ke-

1 07
ye naklen anlatan, 'Aquarela do Brasil'in bestecisi Ary
Barroso, maç yorumculuğu işini bırakmaya karar verdi.
Son düdük çalındıktan sonra, Brezilyalı futbol yo­
rumcuları bu yeni lgiyi 'Brezilya tarihinin en kötü trajedisi'
olarak nitelendirdiler. Jules Rimet, kendi adını taşıyan ku­
paya sarılmış olarak, perişan bir halde sahada dolaşıyordu:
- Kupa kollarımın arasında, onunla ne yapacağımı bi­
lemeden, kendimi yapayalnız hissettim. Uruguay takım kap­
tanı Obdulio Varela'yı buldum ve kupayı ona neredeyse gizli­
ce teslim ettim. Ona tek sözcük söylemeden elini sıktım. "
Rimet, cebinde Brezilya Şampiyonluğu anısına yazdı­
ğı konuşmayı taşıyordu.
Uruguay temiz bir maç çıkarmıştı. Uruguay takımı
on bir, Brezilya takımı ise 21 faul yapmıştı.
İsveç üçüncü, İspanya ise dördüncü oldu. Brezilyalı
Ademir attığı dokuz golle gol krallığını kazandı. Onu altı
golle Uruguaylı Schi affino ve beş golle İspanyol Zarra izle­
diler.

1 08
OBDULIO
Ben çocukken koyu bir futbol taraftarıydım ve tüm
Uruguaylılar gibi radyoya kulağımı dayayıp dünya kupası
final maçını dinliyordum. Carlos Sole, Brezilya' nın gol at­
tığını duyurunca dünya sanki başıma yıkıldı. O anda en
güçlü dostuma başvurdum: Tanrıya, M aracana Stadına gi­
dip, orada oyunu tersine çevirmesi karşılığında bir sürü
adakta bulundum.
Hiçbir zaman adamış olduğum şeylerin çoğunu hatır­
l�yamadım, bu yüzden adaklarımı yerine getiremedim.
Ustelik Uruguay'ın zaferi o güne dek görülmemiş bir se­
yirci kitlesin i n önünde gerçekleşti. Hiç kuşku yok ki bir
mucizeydi, ama mucizeyi gerçekleştiren etten ve kemikten
oluşmuş bir ölümlü olan Obdulio Varela'ydı. Obdulio, çığ
üzerimize düşmek üzereyken maçı yavaşlatmış, daha sonra
tüm takımı sırt lamış ve salt cesaretle akıntıya kürek çek­
meye başlamıştı.
Görev tamamlandığında gazeteciler kahramanın peşi­
ne düştüler. O ise hiçbir zaman göğsünü yumruklayarak
en büyüğün biz olduğumuzu, Rio de Plata'nın çocuklarını
kimseni n alt edemeyeceğini söylemedi.
- Bir rastlantıydı, diye mırıldandı Obdulio, başını sal­
layarak.
Fotoğrafını çekmek istediklerinde de sırtını döndü.
Geceyi yenik takım oyuncularıyla kol kola, Rio de Jane­
iro'nun barlarında bira içerek geçirdi. Brezilyalılar ağlıyor­
lardı. Hiç k i mse bu durumu kabullenemiyordu, kimse de
onu tanımadı. Ertesi gün, büyük bir posterin i n yerleştiril­
miş olduğu M ontevideo Havaalanında onu bekleyen kala­
balıktan kaçtı. Biraz keyiflenerek, Humphrey Bogart kılı­
ğında, burnuna kadar indirdiği bir şapka ve yakaları kal­
kık bir yağmurlukla oradan sıvıştı.
Bu müthiş başarı sonrasında, Uruguay futbolunun yö­
neticileri kendilerine altın madalya, futbolculara ise gümüş
madalyalar ve bir miktar da para verdiler. Obdulio'nun al­
dığı ödül ise ancak, 1 931 model Ford marka araba alması­
na yetti. O da bir hafta sonra çalındı zaten.

1 09
BARBOSA
50 Dünya Kupasında sıra §anıpiyonanın en iyi kaleci­
sini seçmeye geldiğinde bütün gazeteciler Brezilyalı Moacyr
Barbosa lehinde oy kullandılar. Barbosa, ku§kusuz ülkesi­
nin de en iyi kalecisiydi. Elastiki bacakları vardı; soğuk­
kanlı ki§İliğiyle takıma güven veriyordu. Bir süre sonra,
kırk ya§larındayken sahalara veda edinceye kadar da en iyi
kaleci unvan ını korudu. Top oynadığı onca yıl boyunca
Barbosa, hiçbir hücum oyuncusunun canını yakmadan
kimbi l i r kaç gol kurtarnıı§tı?
Ama SO Dünya Kupası final maçı nda, Uruguaylı hü­
cum oyuncusu Ghiggia onu, sağ ayağının ucuyla attığı isa­
betli bir §U.tia §a§ırttı. Öne doğru çı kını§ olan Barbosa, ge­
riye doğru sıçradı, topa eli değdi, ama o anda yere dü§tÜ.
Topu savdığından emin bir halde ayağa kalktığında topu
filelerde buldu. Bu gol Maracana Stadyumunu §a§kına çe­
virdi ve Uruguay' ı §anıpiyon ilan etti.
Üzerinden yıllar geçti, ama Barbosa hiçbir zaman affe­
dilmedi. 1 993 yılında Amerika' da oynanacak dünya kupası
seçmelerinde o, Brezilyalı takı mının futbolcularına moral
vermek İstedi. Onları ziyarete gitti, ama yönetici ler onu
içeriye sokmadılar. O günlerde baldızının evi nde, küçük
bir jübile ücretinden ba§ka geliri olmadan ya§ıyordu. Bar­
bosa §öyle dedi:
- Brezilya 'da en büyük suç ıçırı bile verilen ceza otuz
yıldır. Ben ise tam kırk üç yıldır, işlememiş olduğum bir su ­
çun cezasını çekı�vorum.

1 10
ZARRA'NIN GOLÜ
50 Dünya Kupasıydı. İspanya, İngiltere ile oynuyordu
ve İngilizler uzaktan çektikleri şutlarla sonuca gitmeye ça­
l ışıyorlardı.
Forvet oyuncusu Gainza sahayı sol taraftan boydan
boya katetti, defansın yarısını · çalımladı ve İngiltere'nin
kalesine doğru şutunu çekti. Kaleci Ramsey, topa şöyle bir
dokunabildi ve Zarra'nın ikinci vuruşunda kontrpiyede
kaldı. Top sol direğin yanından ağlara gitti.
İspanya'nın altı şampiyonadaki golcüsü ve boğa güreş­
çisi M anolete' nin mirasçısı Telmo Zarra'nın sanki üç baca­
ğı vardı. Üçüncü bacağı güçlü kafasıydı. En ünlü gollerin i
kafayla atmıştı. Zarra b u maçta zafer golünü kafayla atma­
dı, ama boynuna astığı lnmacul ada madalyonunu ellerinin
aras ında s_ıkarak sevinçle golü kutladı.
İspanyol futbolunun yöneticisi, Nazilerin Rusya'yı iş­
galine katılmış olan Armando Mufioz Calero, General
Franco'ya telsizle bir mesaj gönderdi:
- Ekselansları, şeytanın bacağını kırdık.
Bu, 1 588'de İspanyolların Yenil mez Armadasının
Manş Denizinde bozguna uğratılmasının İntikamıydı. Mu­
fioz, maçı 'dünyanın en büyük l iderine' ithaf etti. Bir son­
raki maçı kimseye ithaf edemedi, çünkü İspanya, Brezil­
ya'ya karşı oynadığı maçta altı gol yedi.

111
ZIZINHO'NUN GOLÜ
50 Dünya Kupasıydı. Yugoslavya'ya karşı oynanan
maçta, Brezilyalı forvet Zizirıho bir golü iki kez atmak zo­
runda kaldı.
Bu futbolcu nizami olarak güzel bir gol atmıştı, ama
hakem haksızlık yaparak bu golü İptal etti. O da adım
adım golü aynen tekrar etti. Zizinho ceza sahasına aynı
yerden girdi; daha önce de yapmış olduğu gibi so l taraftan •

kaçarak aynı inceli kle Yugoslav savunma oyuncusunu ça­


lımladı ve topu aynı köşeden ağlara yolladı. Dönen topa
hiddetle birkaç kez daha vurdu . . .
Hakem, Zizinho'nun bu golü o n kere daha tekrar
edebileceğini anlamıştı ve golü kabul etmek zorunda kaldı.

1 12
EGLENCELER

1 950'de Dünya Şampiyonluğunu tadan Uruguay takı­


mında oynayan julio Perez, çocukken en beğendiğim fut­
bolculardan biriydi. Ona 'Çılgın Ayak' adını veriyorlardı,
çünkü havada sanki parçalara ayrılıyordu ve rakip oyun­
cular gözlerini ovuşturarak, bacaklarının bedeninden ayrı­
larak bir o tarafa bir bu tarafa uçmasına inanamıyorlardı.
Bu alaycı hareketleriyle birkaç oyuncuyu saf dışı bırakan
Julio Perez geri dönüyor ve şeytanlıklarına yeni baştan
başlıyordu. Biz seyirciler bu cambazı al kışl ıyorduk, onun
sayesinde biraz gülüp rahatlıyor, deşarj oluyorduk.
Birkaç yıl sonra Brezilyalı Garrincha 'yı seyretme fır­
satını buldum, o da top oynarken şakalar yapmaktan geri
kalmıyordu. Gol atmaya yaklaştığında bazen geri dönüyor
ve alınan zevki artırmak için her şeye baştan başlıyordu.

Gölgede ve Günqıe Futbol 1 1 3/ 8


54 DÜNYA KUPASI
Gelsomina ve Zampano, Fellini'nin büyülü eliyle keş­
fediliyorlar ve telaş etmed�n ' La strada' için palyaçoluk
yapmaya başlıyorlardı, bu arada Fangio büyük bir süratle
ikinci kez dünya otomobil şampiyonu oluyordu. Jonas
Saik çocuk felci aşısını buluyordu. Pasifikte ilk hidrojen
bombası patlıyordu. Vietnam'da General Giap şiddetli Di­
en Bien Phu muharebesi nde Fransız ordusunu bozguna
uğratıyordu. Bir başka Fransız sömürgesi olan Cezayir'de
bağımsızlık savaşı başlıyordu.
General Stroessner, ihtilaflı bir şekilde ve karşısı nda bir
rakip olmaksızın Paraguay devlet başkanı seçiliyordu. Bre­
zilya'da, bir süre sonra kalbine bir kurşun sıkacak olan
Başkan Getulio Vargas'a karşı askerlerin ve işadamlarının
silah ve parayla kurdukları kuşatma daralıyordu. Amerika
Birleşik Devletleri uçakl arı Guatemala'yı A merika Devlet­
leri Birliği'nin rızasıyla bombalıyorlardı ve kuzeyde oluş­
turulmuş bir ordu ül keyi işgal ediyor, halkı öldürüyordu.
Bu arada İsviçre'de Beş i nci Dünya Futbol Şampiyonasının
açılışı yapılıyor ve on altı ülkenin ulusal marşları söyleni­
yordu. Guatemala' da gal ip gelenler Amerika Birleşik Dev­
letlerinin ulusal marşını söyleyerek, Başkan Arbenz'in kol­
tuğundan indiril mesini kutluyorlardı. Başkan A rbenz' in

114
United Fruit'in topraklarına göz koyması, M arksist ve Le­
ninist dü§üncelere sahip olduğunu kanıtlamaya yetmi§ti.
54 Dünya Kupasına on bir Avrupa, üç Amerika ülke­
si, Türkiye ve Güney Kore katılmı§lardı. Brezilya takımı,
daha önceki beyaz formanın, Maracana' da kendisine §ans
getirmediği gerekçesiyle, ye§il yakalı sarı formasını ilk kez
giyiyordu. Ama kanarya renkli forma da etkisini hemen
göstermedi. Brezilya, Macaristan kaqısında zorlu bir maç­
ta bozguna uğradı ve yarı finallere bile gelemedi. Brezilya
delegasyonu, İ ngiliz hakemi FIF A'ya §ikiyet etti ve onu
'Hıristiyan Batı Uygarlığına kaqı, uluslararası komüniz­
me h izmet etmek'le suçladı.
Macaristan bu kupanın en büyük favorisiydi. Pu§­
ka§'ın, Kocsis'in ve Hidegkuti'nin oynadığı bu kuvvetli ta­
kım dört yıldır hiç yenilmemi§ti ve dünya kupasından bir
süre önce İngiltere'yi 7-1 yenmi§ti. Ama bu yorucu bir
§ampiyona olmu§tU. Brezilya ile yaptıkları zorlu mücade­
leden sonra Macarlar, güçlerin i n son dam lalarını Uruguay­
l ılara harcamı§lardı. Macaristan ve Uruguay, Kocsis'in attı­
ğı iki gol maçın sonucunu belirl eyene kadar, hiç ara ver­
meden, ölesiye, birbirlerini tüketerek oynamı§lardı .
Macaristan final maçın ı Almanya'ya kaqı oynadı.
Şampiyonanın ba§ında M acaristan, Almanya'yı 8-3 bozgu­
na uğratmı§tı ve o maçta kaptan Pu§ka§ maçı bitirememi§,
sahayı terk etmi§ti. F inal kaqıla§masında Pu§ka§ yeniden
ortaya çıktı ve bacağındaki §iddetli ağrılara rağmen tek ba­
cağıyla, bu parlak ama yorgun takı mın ba§ında oynadı.
Ba§ langıçta 2-0 galip olan Macaristan maçı 3-2 kaybetti ve
Almanya i l k kez dünya §ampiyonu oldu. Avusturya üçün­
cü, Uruguay ise dördüncü oldular.
Macar Kocsis on bir gol atarak §ampiyonanın gol kra­
lı olmu§tu, onu sekiz golle A lman Morlock, altı golle de
Avusturyalı Probst izlediler. Kocsis'in attığı on bir golden
en ba§arılısı Brezilya takımına attığı goldü. Kocsi's bir uçak
gibi havalanmı§, bir süre havada uçtuktan sonra golü kafa­
sıyla, doksandan kaydetmi§ti.

1 15
RAHN'IN GOLÜ
54 Dünya Kupası final maçında, kupanı n favorisi Ma­
caristan, Almanya ile oynuyordu. Maçın sona ermesine al­
tı dakika vardı ve güçlü kuvvetli bir forvet olan Alman
He/mut Rahn , M acar defansının orta çizgide kaybettiği to­
pu ele geçirdiğinde durum 2-2 'ydi. Rahn, Lantos'dan sıy­
rıldı ve sol ayağıyla öyle bi r §Ut çekti ki, top Grosics'in ka­
lesinin sağ direği nin yanı ndan içeriye girdi.
Almanya' nın en popüler maç spikeri olan Heribert
Zimmerman, Latin Amerika tutkusuyla bağırdı:
- Toooooooooooooooorrrr!!!
Bu, Almanya'nın sava§tan sonra katılabi ldiği ilk dün­
ya kupasıydı ve Alman halkı yeniden, varolu§ hakkı oldu­
ğunu hissetti. Bu gol, ulusal dirili§in bir simgesi haline gel­
di. Yıllar sonra bu tarihi gol, kendisine yıkıntı lar içinde
bir çı kı§ yolu arayan bir kadının mutsuzluğunu anlatan,
Fassbinder'in 'Maria Braun 'un Evliliği' adlı filmi nde yankı­
landı.

1 16
GEZİCİ REKLAM PANOLARI
Ellili yıl ların ortalarına doğru, Pefıarol, formalara ilan
almak için ilk anlaşmayı İmzaladı. On futbolcu, bir firma­
nın adı göğüslerinde yazılı olduğu halde sahada göründü­
ler. Buna karşın Obdulio Varela her zamanki formasıyla
maça çıktı ve bunu şöyle açıkladı:
- Önceden Zencileri, burnunda bir halkayla dola�tırır­
lardı, artık o dönem kapandı.
Günümüzde ise her futbolcu aynı zamanda top oyna­
yan bir reklam panosudur.
1 989'da Carlos Menem, Arjantin formasını giyerek,
Maradona ve öbür oyuncularla birli kte bir dostluk maçı
oynadı. Televizyonda maçı izleyen seyirciler onun A rj an­
tin başkanı mı, yoksa Renault'nun başkanı mı olduğunu
anlayamadılar. Mcnem bu otomobil firmasının adını göğ­
sünde, büyük harflerle taşıyordu.
1 994 Dünya Kupası seçmelerine katılan takımların
formalarında, Adidas ve Umbro markaları, ülkelerin bay­
raklarından daha çok görülüyordu. Alman takımının an­
trenmanlarda giydiği formalarda federal kartalı n yanında
Mercedes Benz in yıldızı vardı. Aynı yıldız VfB Stuttgart ta­
'

kımının forması nda da yer alır. Buna karşın Bayern Mu­


nich takımının tercihi Opel' dir. Bir ambalaj firması olan
Tetra Pak ise Eintracht Frankfurt'u himayesine almıştır.

117
Borussia Dortmund takımının oyuncuları Continentale si­
gorta poliçelerinin, Borussia Mönchengladbach 'ın futbol­
cuları ise Diebels biralarının reklamını yaparlar. Bayer fir­
masının ürünleri olan Talcid ve Larylin İse şirketin adıyla
anılan futbol takımları Leverkusen ve Uerdingen futbol ta­
kımlarının formalarında yer alır.
Göğüste taşınan reklam, sırtta taşınan numaradan da­
ha önemlidir. 1 993'te Arjantin Kulübü Racing'i himaye
edebilecek bir şirket bulunamadı. Takım günlük Clarin ga­
zetesine ümitsizce, 'Bir sponsor aranıyor .. . ' diye ilan verdi.
Söylenene gö,re reklam, sporun teşvik ettiği güzel gelenek­
lerden daha ağır basıyor. Aynı yıl Şili stadyumlarında taş­
kınlıklar tehlikeli boyutlara ulaştı ve maç boyunca alkol
satışı yasaklandı. Birinci l igde oynayan birçok Şili kulübü
ise, formaları aracılığıyla, seyirciye alkollü sert içkiler, bi­
ralar ve Güney Ameri ka'ya özgü çeşitli içecekler öneriyor­
lardı.
Bu tip gelenekler geliştikçe gelişti ve birkaç yıl önce
Papa'nın biL>mucizesi, kutsal ruhu bir kredi bankasına dö­
nüştürdü. Bu banka günümüzde İtalya'nın Lazio Kulübü­
nün sponsorudur ve formalarında Kutsal Ruh Bankası ya­
zar, sanki oyuncuların her biri Tanrının veznedarıymış gi­
bi.
1 992 yılının ilk yarısından başlayarak İtalyan Motta
Şirketi hesaplarını yaptı: M ilan Kulübü oyuncularının gö­
ğüslerinde taşıdığı bu marka iki bin iki yüz elli kez gazete­
lerdeki fotoğraflarda ve altı saat boyunca da televizyonda
birinci planda görünmüştü. Motta, M ilan'a o dönemde
dört buçuk milyon dolar ödemişti, ama şekerleme ve tatlı
satışlarında on beş milyon dolarlık artış gerçekleşmişti.
Kırk ülkede süt ürünleri satan Parmalat adl ı İtalyan şi rketi
de 1 993 yılını altın yıl ilan etmişti. Onların takımı olan
Parma ilk kez Avrupa Kupasını kazanmıştı ve Lati n Ame­
rika' da markasını formalarında taşıyan üç takım, Palme­
İras, Boca ve Pefıarol şampiyon olmuşlardı. Parmalat, Bre­
zilya piyasasında on sekiz rakip şirketin arasında futbol sa-

118
yesinde ön sırayı almıştı. Bu arada Arjantin ve Urugaylı
tüketiciler arası nda da kendisine yol açıyordu. Üstelik,
Parmalat, Latin Amerikalı birçok futbolcunun da sahibiy­
di, artık yalnızca onların formalarına değil, bacaklarına da
sahipti. Şirket Brezilya'da on bin dolar ödeyerek, Edilson,
Mazinho, Edmundo, Cleber ve Zinho adlı milli oyuncula­
rı satın aldı. Palmeiras Kulübünden de yedi futbolcu aynı
şekilde satın alındı. Bundan sonra bu futbolcuları almak is­
teyenler, şirketin İtalya'da, Parma'daki genel müdürlüğü­
ne başvurmak zorundalar.
Televizyon, futbolcuları yakından göstermeye başla­
dığından beri, oyuncuların giysileri, baştan aşağıya ticari
reklamlar tarafından işgal edildi. Bir futbol yıldızı ayakka­
bı ların ı bağlama işini uzatıyorsa, bu onun ellerinin bece­
riksizliğinden değildir; olsa olsa cebiyle alakalı bir kurnaz­
lık vardır işin içinde: büyük bir olasılıkla Adidas'ın, Ni­
ke'ın ya da Reebok'ın reklamın ı yapıyordur. 1 936' da Hit­
ler'in Almanya'da düzenlediği olimpiyatlarda galip gelen
atletler ayakkabılarında Adidas'ın üç çizgisini taşıyorlardı.
1 990 Dünya Kupasında iki İngiliz gazeteci Simson ve Jen­
nings, A lmanya_ ve Arjantin arasında oynanan final maçın­
da Adidas şirketine ait olmayan tek öğenin hakemin düdü­
ğü olduğunu fark ettiler. Top ve futbolcul arın, hakemin
ve yan hakemlerin Üzerlerinde bulunan tüm giysiler Adi­
das markasını taşıyordu.

119
Dl STEFANO'NUN GOLÜ

1 957 yı lıydı. İspanya Belçi ka'ya kaqı oynuyordu.


Miguel, Belçika defansından önce davrandı, sağ taraf­
tan ceza sahasına süzüldü ve bir orta yaptı. Di Stefano fırla­
dı, top henüz havadayken son darbeyi vurdu ve gol oldu.
Henüz İspanyol uyruğuna geçmi§ Arjantinli yıldız
Alfredo Di Stefano böyle goller atmayı alı§kanlık haline
getirmi§ti. Bo§ kö§e bırakmak, affedilmez bir suçtu ve he­
men cezalandırıl ması gerekiyordu. O da tüm ustalığıyla,
böylesi suçları anında cezalandırırdı.

1 20
Dl STEFANO
Bütün bir futbol sahası onun ayakkab ılarının içine sı­
ğardı. Saha onun ayak larından doğar ve onun ayakların­
dan yetişirdi. Di Stefano, sahada, kaleden kaleye topla, po­
zisyon ve tempo değiştirerek koşar, yorgun ve yavaş bir ri­
timle giderken birden önünde durulmaz bir kasırgaya dö­
nüşürdü. Top ayağında olmadığı zamanlarda da kendini
marke edenlerden kurtulup hızla boş alanlara koşardı.
Hiç yerinde duramazdı. Kafasını yukarı kaldırarak
bütün sahayı görür ve dörtnala, atak için boşluklar açma­
ya çalışarak sahayı baştan başa geçerdi. O, golün başında,
gerçekleşeceği zaman ve sonunda hep orada olurdu ve her
çeşit gol atardı.
- İmdat, imdat ok fırladı,
olanca hızıyla geliyor
Stadyum çıkışında halk onu omuzlarda taşırdı.
40'l ı ve SO'li yıllarda dünyada harikalar yaratan üç ta­
kımı taşıyan adamdı. River Plate'de Pedernera'nın yerini
almıştı. M illonarios de Bogota'da Pedernera'nın yanında
yıldızı parladı ve Real Madrid'de beş yıl boyunca İspan­
ya'n ı n gol kralı oldu. 1 99 1 yılın da, sahalardan çekileli çok
olmuştu, France Football dergisi Buenos A ires doğumlu
futbolcuya 'Avrupa'da bütün zamanların en iyi oyuncusu'
unvanını verdi.

121
.-:a .
GARRINCHA'NIN GOLÜ

1 958 yılında İtalya' da Brezilya milli takımının Fioren­


tina rakımıyla, İsveç'te yapılacak dünya kupası öncesi nde
hazırlık maçı:
Garrincha, ceza sahasına girdi, bir savunma oyuncusu­
nu geçti, daha sonra da öbürünü ve öbürlerini. Kaleciyi de
çalımladıktan sonra rakip oyunculardan birinin kale çizgi­
sinin üzerinde olduğunu fark etti. Garrincha kö§eye doğru
vuruyormu§ gibi yaptı ve zavallı rakip futbolcu kale dire­
ğine çarptı. Sonra kaleci devreye girdi ve onu tekrar rahat­
sız etti, Garrincha da topu onun bacakları arasından kale­
ye yuvarladı.
Daha sonra top kolunun altında, yava§ yava§ orta sa­
haya doğru yürüdü. Yere bakarak yürüyordu. Ağır çekim­
de, sanki Floransa kentini ayağa kaldıran bu gol için özür
di lermi§ gibi görünüyordu.

122
58 DÜNYA KUP ASI
Amerika B irleşik Devletleri uzaya bir uydu gönderi­
yordu. Bu yapay ay, dünya çevresi nde dönüyor, Rusların
sputnikleriyle karşılaşıyor, ama onları selamlamıyordu.
Dev güçler bu şekilde yarışırken Lübnan'da iç savaş vardı,
Cezayir yanıyordu, Fransa tutuşuyor ve General De Gaul­
le, iki metrel ik boyunu alevler üzerine sererek kurtuluş sö­
zü veriyordu. Küba'da Fide! Castro'nun Batista Diktatör­
lüğüne karşı genel grevi başarısızlığa uğruyordu, ama Ve­
nezuela' da öteki genel grev Perez Jimenez Diktatörlüğünü
altüst ediyordu. Kolombiya'da muhafazakarlarla l iberaller,
iki tarafta da yıkıma neden olan bir savaş döneminden
sonra görev dağıl ı mını seçi mle yapıyorlardı. Richard Nik­
son, Latin Amerika gezisinde taş yağmuruna tutuluyor,
Jose M arfa Arguedas ise 'Derin Irmaklar' romanını yayım­
lıyordu. Carlos Fuentes'in 'En Saydam Bölge' adlı romanı
ve idea Vilarifıo'nun 'A§k Şiirleri' adlı kitabı yeni piyasaya
çıkıyordu.
Macaristan'da 1 956'da ayaklanan ve bürokrasi yerine
demokrasi isteyen lmre N agy ve arkadaşları kurşuna dizi­
liyorlardı. Haiti'de Papa Doc Duvalier'i n hüküm sürdüğü,
büyücü ve cellatlarla kuşatılmış sarayına saldıran .asiler öl­
dürülüyordu. Jean XXIII ya da 'İyi fean ' henüz Papa seçil­
mişti, Prens Charles İngiltere tahtının gelecekteki veliah­
tıydı. Barbie, oyuncakların yeni kraliçesiydi. Joao Have­
lange Brezilya'da futbol ticaretinin tahtına oturuyor, bu
arada on yedi yaşında olan Pele dünyanı n futbol kral ı ilan
ediliyordu.

1 23
Pele bu unvanı İsveç'teki Altı ncı Dünya Şampiyona­
sında elde etti. Turnuvaya on iki Avrupa ülkesi ve dört
Amerika ülkesi katıldı. Öbür bölgelerden katılan olmadı .
İsveçliler maçları tribünlerden ve evlerinden seyrede­
bildiler. Bu, dünya kupasının televizyondan canlı olarak
ilk naklen yayınıydı. Yalnızca orada canlı yayınlandı, dün­
yanın geri kalan kısmı maçları daha sonra b anttan seyrede­
bildiler.
Bu §ampiyonada i l k kez bir takım kendi kıtası dı§ında
oynayıp kupayı aldı. 1 958 Dünya Kupasına Brezilya takı­
mı orta karar bir oyunla başladı, ama oyuncular isyan edip
teknik direktöre, istedi kleri kadroyu kurdurunca güçlendi­
ler. Böylece be§ yedek oyuncu takıma girdi. Onların ara­
sında henüz tanınmayan genç oyuncu Pele ve Brezilya'dan
§öhretiyle gelmݧ, önceki turnuvalarda dikkatleri üzerine
çekmݧ ama, psi koteknik ara§tırmalar sonucunda kendisi­
ne zihinsel yetersizli k te§hisi konulması nedeniyle dünya
kupasından diskali fiye edilmݧ olan Garrincha vardı. Beyaz
oyuncuların yedeği olan bu Zenci oyuncular, göz kama§tı­
rıcı oyunuyla dikkat çeken ve gerilerden harikalar yaratan
Didi ile birl ikte yeni yı ldızlar takımında birer yıldız gibi
parladılar.
Oyun ve ate§: Londra'nın World Sports Gazetesi,
"Bunun bu dünyada gerçekle§tİğine inanmak için gözleri
ovu§turmak gerek," diyordu. Yarı finallerde Brezilyalılar
Kopa ve Fontaine' l i Fransa'yı 5-2 yendiler ve final maçın­
da da ev sahibi takımı yine 5-2 yendiler. İsveç takımının
kaptanı, dünya futbol tarihinin en temiz ve en §ık oyuncu­
larından biri olan Liedholm, maçın ilk golünü attı, ama

1 24
sonra Vava, Pele ve Zagalo, Kral Gustavo Adolfo'nun şaş­
kın bakışları altında onlara hadlerini bildirdiler. Brezilya
yenilmez şampiyon oldu. Maçın bitiminde oyuncular topu
en sadık taraftarları olan Zenci masör Americo'ya hediye
ettiler.
Fransa üçüncü oldu, Federal A lmanya da dördüncü.
Fransız futbolcu Fontaine on üç golle gol kralı oldu; bun­
lardan sekizini sağ ayağıyla, dördünü sol ayağıyla ve birini
de kafasıyla atm ıştı; onu altı golle Pele ve A lman Helmut
Rahn izlediler.

1 25
NİLTON'UN GOLÜ
58 Dünya Kupasıydı. Brezilya Avusturya'yı 1 -0 yeni­
yordu.
İkinci yarının başı nda, Brezilya defansının kilit oyun­
cusu, futbol hakkındaki bilgisinden dolayı 'ansiklopedi'
adıyla tanınan Nilton Santos kendi ceza sahasından çıktı,
kendi yarı sahasını boydan boya katetti, o.na sahada bi rkaç
rakibinden sıyrılarak yoluna devam etti. Brezilya teknik
direktörü Vicente Feola da çizginin dışından saha boyunca
onunla ilerliyordu. Kan ter içindeydi ve sürekli:
- Geri dön, geri dön! diye bağırıyordu.
Nflton ise sarsılmaz b i r İnançla, rakip ceza sahasına
doğru ilerliyordu. Şişman Feola, umutsuzca başını elleri­
nin arasına almıştı. Nflton topu hiçbir forvete vermedi:
Oyunu kendi kurdu, yürüttü ve harikulade bir golle so­
nuçlandırdı..
Bir anda keyfi yerine gelen Feola şöyle diyordu çevre­
si ndeki lere:
- Gördünüz mü? Size söylemedim mi? Gerçekten i§ini
iyi biliyor bu oğlan.

1 26
GARRINCHA
Birçok kardeşten biriydi ve ona Garrincha adı verildi;
bu çirkin ve işe yaramaz bir kuş ismiydi. Futbola başladı­
ğında doktorlar çok şaşırdılar. Bu anormalin hiçbir zaman
sporcu olamayacağı teşhisini koydular. Cılızdı, çocuk felci
geçirmişti ; salaktı, topaldı, bir çocuk zekasına sahipti,
omurgası bir S şeklindeydi ve iki bacağı da aynı tarafa doğ­
ru eğikti.
Onun gibi bir sağaçık, bir daha dünyaya gelmedi.
1 958 Dünya Kupasında oynadığı mevkideki oyuncular
arası nda en iyisi seçildi. 1 962 Dünya Kupasında ise şampi­
yonanın en iyi oyuncusu seçildi. Sahada geçen yıl lar bo­
yunca daha da fazlasına sahip oldu: Futbol tarihinde, çev­
resine en çok mutluluk veren oyuncu o oldu.
O içinde olduğunda saha bir sirk, top da iyi eğitilmiş
bir hayvancık oluveriyordu. Maç mı dediniz? O da tabii ki
güzel bir eğlenceye dönüşüyordu. Garrincha, oyuncağını
kıskanan bir çocuk gibi topu ki mseye bı rakmıyordu, top
ile o öyle şeytanlı klar yapıyorlardı ki halk gülmekten iki
büklüm oluyordu. Kah o topun üzerinden atlıyor, kah
top onun üzeri nden aşıyordu; top saklanıyor, o kaçıyor­
du, o kaçtığı nda top onu kovalıyordu. Tüm bunlar olup
biterken önlerine çı kan rakipleri, kendi araların da çarpışı­
yor, ayakları dolaşıyor, fenalaşıyorlar ve yere yığılıyorlar­
dı. Garrincha yaramazlıklarını orta sahadan uzak, yan çiz­
gilerden sağdakine yakın bir yerlerde yapıyordu. Kenar

127
mahallelerde yet işmişti ve sahanı n da kenarında oynuyor­
du. Botafogo adı verilen bir kulüpte oynuyordu. Kulübün
ismi 'ate� yakan ' anlamına geliyordu, ateşi yakan da oydu
tabii. Stadyumları yakan Botafogo oydu. İçkiden ve öbür
sağlığa zararlı şeylerden çok hoşlanıyordu. Kalabalıkları
hiç sevmiyor, nerede bir kalabalık bi rikse hemen oradan
ayrılarak uzak ·yerlerde oynanmayı bekleyen bir topun,
dans edi lmesini bekleyen bir müziğin, ya da öpülmeyi
bekleyen bir kadının peşine düşüyordu.
Peki hep galibiyetler mi görmüştü hayatı boyunca?
Hayır. O şanslı bir mağluptu yaln ızca. Şans da uzun sür­
mezdi doğrusu. Brezilya'da bir söz vardır; " Bokun değeri
olsa, yoksullar kıçsız doğardı, " derler.
Garrincha da kendine yakışan bir şekilde veda etti ha­
yata: Fakirdi, sarho§tU ve yalnızdı.

12 8
DIDI
Gazeteler onu 58 Dünya Kupasının en iyi oyun kuran
futbolcusu olarak gösterm işlerdi. Brezilya karmasının bel­
kemiği sayılan Didi, ince bedeni, uzun boynu ve heykel gi­
bi duruşuyla sahanın ortasına diki lmiş bir Afrika fetişini
andırırdı. Çim sahaların mutlak hakimiydi; bul unduğu
yerden sahanın her tarafına zehirli oklardan farksız şutlar
gönderirdi.
Takım arkadaş ları Pele, Garri ncha ve Vara tarafından
golle sonuçlandırılan paslar verdiği gibi, zaman zaman
kendisi de gol atardı. Özel likle uzaktan çektiği şutlarla ka­
lecileri gafil avlardı: Ayağının kenarıyla vurduğunda, top
falso alarak döner, döner ve sonra tıpkı rüzgara kapılan
kuru bir yaprak gibi yön değiştirerek kalecinin hiç bekle­
mediği bir köşeden ağları bulurdu.
Didf top hakkında şöyle diyordu:
- Aslında ko�an ben değdim, ko�an o.
Didf'ye göre top canlıydı.

Gölgede ve Günqıe Futbol


1 29/9
oıoi VE TOP
"Ben topa karF her 7Aman sevecen davranırım, ona sev­
gi göstermeyecek olursanız size itaat etmez. Top bana doğru
geldiğinde ona hükmederım, bana hiç karşı gelmez. Benden
uzaklaşacak olduğu zaman da, 'Gel kızım, ' derim, o da tıpış
tıpış gelir. Ona tekme de atsam bana her zaman bağlıdır. Ka­
rıma nasıl sevgiyle davranıyorsam ona da aynı şekilde sevgiy­
le yaklaşırım. Ona sevgi duymak gerekır, aksi takdirde ateşle
aynuyorsunuz demektir, ona kötü davranırsanız sızi sakat bı­
rakması işten bile değildir. Bu nedenle her zaman şunu söyle­
rim: 'A man çocuklar, ona karşı daıma saygılı olun, sizden
sevgi bekleyen hır genç kız gibidir o, siz ona nasıl davranırsa­
nız o da size o şekilde karşılık verır "'
(Rnbcnn Mnura"dan naklen)

1 30
KOPA
Ona, 'Futbolun Napolyon'u' derlerdi, çünkü hem kısa
boyluydu, hem de sahaların i mparatoruydu.
Sahada İstediği §ekilde top sürerdi. Çok hızlı bir fut­
bolcu olan ve çok zarif çalımlar atan Raymond Kopa, çim
sahada harikalar yaratarak kaleye doğru ilerlerdi. Ama to­
pu ayağında gereğinden fazla tuttuğu için teknik adamlar
hırslarından saçları nı ba§larını yolarlardı. Fransız futbol
otoriteleri ise Güney Amerika tarzında futbol oynadığını
ileri sürerek onu sık sık eleştiri rlerdi. Ne var ki, 58 Dünya
Kupası nda gazeteler onu ideal on bir arasında gösterdiler
ve o yıl Avrupa'nın en iyi futbolcusuna verilen Altın Top
ödülünü kazandı.
Futbol onu sefaletten kurtardı. Polonyalı bir göçmen
ailenin çocuğu olan Kopa, futbola madencilerin kurduğu
bir takımda oynayarak başlamıştı. O zamanlar Noeux kö­
mür ocaklarının tünellerine babasıyla birlikte güneş batar­
ken giriyor ve ertesi gün öğleden sonraya kadar çıkmıyor­
du.


CARRIZO
Sanki elinde topları çekebi len bir mıknatıs varmış gibi
mermi hızıyla gönderilen topları yakalayarak, rakip ta­
kımların moral ini bozmayı yaklaşık çeyrek yüzyıl sürdü­
ren Amadeo Carrizo, Güney Amerika futbolunda bir ekol
yarattı. Hücumu desteklemek amacıyla kendi alanını terk
etme cesareti ni gösteren i l k kaleci oydu; rakip oyunculara
çalımlar atarak riskli bir şekilde kalesini sık sı k terk eder­
di. Carrizo'dan önce bir kalecinin kalesin i böyle terk et­
mesi h içbir şekilde izin verilmeyen bir çılgı n lık olarak ka­
bul edi lirdi. A ma daha sonraları bu tür gözü pekçe davra­
nışlar başkalarına da sirayet etti. Vatandaşı Gatti, Kolom­
biyalı Higuita ve Paraguaylı Chilavert de yerlerini terk
ederek kalecilerin gerektiğinde hücuma katılabilecek birer
eleman olduklarını gösterdiler.
Bili ndiği gibi, taraftar, rakip takımın oyuncusunu aşa­
ğılanması gereken, nefret edilen bir yaratı k olarak görür.
Ama söz konusu Carrizo oldu mu, bütün takımların taraf­
tarları onu alkışlardı, çünkü hiçbir kaleci n i n onun kadar
muhteşem kurtarışlar yapamayacağına dair yaygın bir
inanç vardı. Bununla birli kte, 1 958'de İsveç'te düzenlenen
Dünya Kupasından Arjantin karması kuyruğunu bacakla­
rının arasına sıkıştırarak döndüğünde, herkesin taptığı bu
ilah saklanacak bir delik aramak zorundaydı, çünkü Ar­
jantin, Çekoslovakya karşısında 6-1 gibi farklı bir skorla
bozguna uğramıştı; elbette bu yenilgin in' faturasını birinin
ödemesi gerekiyordu. Bas ı n ona ateş püskürdü, taraftarlar
onu ıslıklayıp yuhaladı, Carrizo gerçekten acınacak bir du­
ruma düşmüştü. Yıllar sonra anıların ı kaleme alırken
adamcağız şöyle diyordu:
- Yaptığım kurtarı�lardan çok, yediğim golleri hatırlı­
yorum.

1 32
FORMA AŞKI

Uruguaylı yazar Paco Espinola, futbolla zerre kadar il­


gilenmezdi. 1 960 yılında, bir akşamüstü oyalanmak ama­
cıyla radyoyu açtığında bir maç nakline rastladı. Dinleye­
bileceği başka bir şey olmadığından İster İstemez kulak
verdi; mahalli ligden Pefiarol Kulübü, Nacional karşısında
4-0 yeni lmişti. Gece olduğunda nedense Paco kendisini üz­
gün hissediyordu; o kadar keyifsizdi ki sonunda akşam ye­
meğini tek başına yemeye karar verdi, çünkü bu üzüntü lü
haliyle başkaları nın neşesini kaçırmak istemiyordu. İyi,
ama bu kadar üzgün olmasının sebebi neydi? Paco'nun bir
türlü anlayamadığı şey de buydu. Acaba bir fani olarak
herkes gibi gü nün birinde bu dünyayı terk edeceği içi n mi
üzülüyordu?
Sonunda gerçeği birden fark etti. Canını sıkan şey Pe­
fiarol'un yeni l miş olmasıydı. Demek ki kendisi farkında
olmadan Pefiarol'u tutuyordu ve işin ilginç yanı bunu o
ana kadar anlayamamıştı.
Kimbilir daha kaç Uruguaylı onun kadar üzgündü ve
bir o kadarı da sevi nçten uçuyor olmalıydı. Paco, geç de
olsa gerçeğin farkına varmıştı.
Normal olarak biz Uruguaylılar, doğduğumuz andan
başlayarak ya Nacionalli ya da Pefiarollü oluruz. Yüzyılın
başından beri bu böyle devam edip gelmiştir. O zamanki

1 33
gazetelerde çıkan yazılardan anlaşı ldığına göre Montevideo
genelevlerinde çalışan kadınlar, Üzerlerinde Pefıarol ya da
Nacional forması ndan başka bir şey olmaksızın kapıda du­
rup müşteri beklerlermiş.
Aslında fanatik bir taraftar kendi takımının zaferin­
den çok rakibi ni n yenil gisinden zevk alır. 1 993 yılında
Montevideo gazetelerinden birinde gençlerle yapılan bir
.
söyle§ i yayınlanmıştı; bu delikanlılar pazar günleri dışında
her gün sırtlarında odun taşıyarak ekmeklerini kazanıyor­
lardı. Pazar günleri İse statta Nacional için bağırıp çağır­
manın zevkini çıkarıyorlardı. Bunlardan biri açıkça şöyle
söylemişti: 'Pefıarol formasını görmek bana öylesine tik­
sinti veriyor ki Pefıarol yabancı bir takı mla oynayıp da ye­
nilecek olursa son derecede mutlu olurum.'
Bu durum birçok başka kent için de böyledir, ikiye
bölünmüşlük oralarda da vardır. 1 988' de Amerika Kıtası
Kupa Maçının finalinde Uruguay ' ı n Nacional takımı Ar­
jantin'in Newell's takımını yenmişti. Newell's Arjantin'in
sahil kentlerinden Rosario'nun gözbebeği iki takımdan bir
tanesiydi. Bu yenilgi üzerine rakip takım Rosario Cen­
tral'in taraftarları sokaklara dökülerek yabancıların zaferi­
ni coşkuyla kutladılar.
Buenos Aires'de Boca Juniors taraftarlarından birinin
ölüm döşeğinde son arzusunun n e olduğunu bana Osvaldo

1 34
Soriano söylemişti. Hayatı boyunca daima River Plata ·

aleyhinde tezahürat yapmış olan adam, bu rakip takımın


bayrağı na sarılı olarak gömülmek İstiyordu ve son nefesini
verirken ağzından çıkan tek söz şu oldu:
- Hiç olmazsa, ötekilerden biri geberdi, diyecekler.
Taraftarlar belirli bir kulübe ait olur da futbolcular ol­
maz mı? Kulüp değiştirmek iş değiştirmeye benzemez; fut­
bolcunun ekmeğini bacaklarıyla kazanan bir profesyonel
olması önem li değildir. Forma aşkının modern futbolla
bağdaşan bir yönü olmasa da taraftara bunu anlatmak
mümkün değildir; taraftar kulüp değiştirme suçunu kesin­
likle affetmez. 1 989'da Brezilyalı futbolcu Bebeto, Flamen­
go Kulübünden, Vasco da Gama Kulübüne geçtiğinde çok
sayıda Flamengolu taraftar, Vasco da Gama'nın maçlarına
sırf bu 'haini' yuhalamak için gidiyordu. Taraftarların
ölüm tehdidine maruz kalan futbolcu Brezilya'da herkesin
çekindiği bir büyücü tarafından da lanetlendi. Bundan son­
ra Bebeto'nun başına aksilikler gelmeye başladı; oynarken
çok acı çekiyordu, işin ilginç yanı bacaklarında belirli bir
rahatsızlık da teşhis edilemiyordu; durumun giderek ağır­
laşması üzerine sonunda çareyi İspanya'ya gitmekte buldu.
Bu olaylardan bir süre önce Arjantin kulüplerinden Ra­
cing'de bir yıldız olan Roberto Perfumo, River Plata'ya
transfer olmuştu. Eski taraftarları onu benzeri görülmemiş
bir şekilde yuhalayıp protesto ettikleri nde şöyle demişti:
- Doğrusu beni bu kadar çok sevdiklerini bilmiyordum!

I JS
Kulübe duyulan aşkın kuvvet li olduğu o eski günlerde
bir kulüp yöneticisinin gelir sağlamak için bir futbolcuyu
bir başka kulübe satmak İstemesi n i bir taraftarın kabul et­
mesi mümkün değildi. O dönemlerde kulüp maç üreten
bir fabrika gibiydi; fabrika zarar ediyorsa üretim makine­
lerinin elden çıkarılması yerine, işletmeni n aktifine dahil
bazı malların paraya çevrilmesi gerekirdi. Nitekim Buenos
Aires'in dev süpermarketlerinden Carrefour, San Lorenzo
Kulübünün stadının yıkıntıları üzerinde kurulmuştur.
1 983 yılı ortalarında stat yıkılırken birçok taraftar buranı n
taşını toprağını gözyaşları içinde ceplerine doldurmuştu.
Taraftar için kulüp, milliyeti belirleyen tek İşarettir;
ayrıca forma, kulübün marşı ve flaması, futbol sahas ında
destanlar yazan bir tôpluluğun vazgeçilmez yüksek değer­
leri olarak kabul edilir. Katalanların nazarında Barselona
Kulübü bir kulüp olmanı n ötes inde, çok daha önemli bir
şeydir; Madrid'in merkeziyetçiliğine karşı mücadele ruhu­
nu ve mill i bütünlüğü simgeler. 1 9 1 9' dan beri Atletico Bil­
bao takımında tek bir yabancı futbolcu yer almadığı gibi,
Basklı olmayan bir futbolcu da kabul edilmemektedir.
Bask gururunun simgesi bu kulüp, bünyesinde yal nızca
kendi ırkından olanları barındırır. F ranco'nun diktatörlü­
ğü sırasında bölgesel milli duyguların açığa vurulması ya­
sakken, Barselona' nın Camp Nou ve Bilbao'nun San Na­
mes statları birer tapınak, birer sığınak görevi görürlerdi.
Katalanlar ve Basklılar gizlice hazı rladıkları bayrakları
statlarda ortaya çıkarıp kendi dillerinde bağırıp çağırırlar­
dı. Bir Bask bayrağını n ilk kez dalgalandığı ve polisin taşı­
yanları coplamadığı yer bir futbol stadı oldu. Ve dahası
Franco'nun ölümünden bir yıl sonra, Atletico ile Real So­
ciedad'ın oyuncuları ellerinde bayraklarla sahaya çıktılar.
Yugoslavya'nın parçalanmasına yol açan ve bütün
dünyanın elini kolunu bağlayan savaş, ilk önce futbol sa­
hasında. patlak verdi. Belgrad ile Zagrep kulüpleri arası nda
oynanan her maçta Sırplar ile Hı rvat lar arası ndaki eski kin

1 36
ve düşman l ı k su yüzüne ç ı k ı yordu. O sıralar taraftarlar sa­
vaş baltalarını çı karı r gibi bayra k l a r ı n ı çı kararak m i l l i duy­
gularını açığa vuruyorl ardı .

] }7
PUŞKAŞ'IN GOLÜ

1 961 yılıydı. Real Madrid kendi sahasında Atletico


Madrid i le kar§ılaşıyordu. M açın baş larında Ferenç Puşka§,
tıpkı Zizinho'nun 50 Dünya Kupasında yaptığı gibi golü
iki kez attı. Real Madrid'in Macar oyuncusu ceza sahasına
yakın bir yerde verilen bir serbest vuruşta hakemi n düdü­
ğünü beklemeden topa vurdu ve top kaleye girdi. Puşkaş
sevinçle kollarını havaya kaldırdığı nda hakem ona yaklaşa­
rak şöyle dedi:
- Üzgünüm ama, ben daha düdük çalmamı�tım.
Bunun üzerine Puşka§ atı§! tekrarladı. Topa yine sol
ayağıyl a vurdu ve önceki atı§ta olduğu gibi bu kez de de­
fans oyuncularının başları üzerinden mermi hızıyla geçen
top, kaleci Medinabeytia' nın ileri çı kmasına rağmen sol
köşeden kaleye girdi.

1 38
SANFILIPPO'NUN GOLÜ
Sevgili Eduardo:
Geçen gün Carrefour süpermarketindeydim; biliyorsun,
orası San Lorenzo kulübünün eski stadının bulunduğu yerde
inşa edilmişti. Oraya, San Lorenzo'da dört yıl arka arkaya gol
kralı olan, çocukluk dönemimin kahramanı Sanfılippo ile bir­
likte gittik. Tencereler, peynirler, asılı duran sucuklar arasın­
da do/aşıyorduk; kasaya yaklaşmıştık ki Sanfılippo birden kol­
larını açarak bana şüyle dedi: 'Düşün ki Boca takımına karşı
aynadığımız maçta Roma'ya golü tam bu noktada atmıştım. '
El arabasına tepeleme doldurduğu konserveleri, etleri, sebzele­
ri güçlükle taşıyan şişman bir kadının önüne geçerek konuş­
masına devam etti: 'Futbol tarihine geçen en hızlı goldü o. '
Kornerden gelecek topu bekler gibiydi ve o anı bana an­
latıyordu: 'Takımın genç elemanı 5 numaralı ayuncuya şüyle
dedim: Düdük çalınır çalınmaz topu bana havadan gönder;
hiç heyecanlanma, seni mahcup etmeyeceğim. Ben yaşça on­
dan büyüktüm; çocuğun ismi Capdevilla idi; heyecanlanmış­
tı, başaramayacağından korkuyordu. ' Sanfılippo mayonez şi­
şelerinin dizili olduğu yeri işaret ederek anlatmayı sürdürdü:
'Topu tam oraya yerleştirdi!' O sırada müşteriler nefeslerini
tutmuşlar, bizi izliyorlardı. 'Top orta saha ayuncularının ar­
kasına düştü, hemen fırladım, fakat biraz uzağa gitmişti, şu
pirinç torbalarının olduğu yere doğru, görüyor musun? -alt
sıradaki rafı bana gösteriyordu ve sonra yepyeni lacivert ta­
kım elbisesine, gıcır gıcır cilalı ayakkabılarına aldırış etme­
den bir tavşan gibi fırladı- güm diye ses çıkaran sert bir tek­
me indirdim topa!' Sol ayağıyla vurmuştu. Otuz yıl önce ka­
lenin bulunduğu kasa yönüne doğru başlarımızı çevirdik ve
hepimiz de topun kaleye girişini görür gibiydik, tam radyo
pillerinin ve tıraş bıçaklarının dizili olduğu yerden girmişti.
Sanfılippo sevinçle kollarını havaya kaldırdı; müşteriler ve
kasiyer kızlar coşkuyla alkışlıyorlardı. Neredeyse hüngür hün­
gür ağlayacaktım. O zamanlar Nene takma adlı Sanfılippo
1962'deki golü yeniden atmıştı, sırf ben göreyim diye.
Osvaldo Soriano

1 39
62 DÜNYA KUPASI
Hintli ve M alayalı bazı müneccimler o yıl kıyamet
kopacak diye kehanette bulunmu�l ardı, ama dünya bütün
hızıyla dönmeye devam ediyordu ve bu arada bir kurulu§,
Uluslararası Af Ö rgütü adıyla doğarken, Cezayir, F ran­
sa'ya kaqı sürdürdüğü yedi yıllık bir direnݧin sonunda
bağımsızlığa doğru ilk adımı atıyordu. Yine aynı yıl İsra­
il'de Nazi sava§ suçlusu Adolf Eichmann idam ediliyordu;
Asturyaslı maden i§çileri greve giderlerken, Papa Juan, Ki­
liseyi yoksullara vererek yenilikler yapmak İstiyordu. Bil­
gisayarlar için ilk disketler üretilirken, bir yandan da ilk
kez lazer ı§ınıyla ameliyatlar gerçekle§tİriliyordu. Ve bu
arada Marilyn Monroe ya§ama arzusunu yitiriyordu.
Bir ülkenin ulusl ararası oy hakkının fiyatı ne olabilir?
Haiti, Birle§mݧ Mi lletler'deki oy hakkını satı§a çıkarmıştı,
kaqılığında on beş milyon dolar İstiyordu; hepsi bir yol,
bir hastane ya da bir baraj içindi. Gerekli çoğunluk, Ame­
rikan Devletleri Te§kilatından, Amerikan Birliğinin oyun­
bozanı Küba'yı ihraç etmek üzere karar alıyordu. M i­
ami'den gelen güvenilir bilgiler Fide! Castro'nun devrilme­
sinin bir an meselesi olduğunu gösteriyordu. Henry Mil­
ler'in ilk defa sansürsüz yayınlanan romanı ' Yengeç Dönen­
cesi'nin yasaklanması için Amerika Birleşik Devletleri
mahkemelerine yetmݧ bq ayrı dava dilekçesi veriliyordu.

1 40
İkinci Nobel Ödülünü almak durumunda olan Linus Pa­
uling nükleer denemeleri protesto etmek için Beyaz Saray
önünde pankart t�ıyarak yürürken, aynı gün lerde okuma­
sı yazması olmayan Kübalı Zenci Benny Kid Paret, M adi­
son Square Garden ringinde aldığı yumruk darbeleri sonu­
cu cansız olarak yere seriliyordu.
Memfis'de Elvis Presley üç yüz milyon plak sattıktan
sonra, bir köşeye çekilerek bir daha çalışmayacağını açıkla­
masına rağmen kısa bir süre sonra bu fikrinden vazgeçi­
yordu. Londra'daki plak şirketi Decca, Beatles adı verilen
uzun saçlı müzisyenlerin şarkılarını plağa almayı reddedi­
yordu. Carpent ier '/§ık Yüzyılı' adlı yapıtını, Gelman da
'Gotdn 'ı yayınlıyordu. Arjantinli subaylar Cumhurb�ka­
nı Frondizi'yi iktidardan uzakl�tırırken Brezilyalı ressam
Candido Porti nari son nefesini veriyordu. Guimares Ro­
sa'nın 'Primeiras est6rias' adlı yapıtı ve Vinicius de M ora­
es'in 'Para viver um grande amor' adlı şiiri okurlara tanıtı­
l ıyordu. Joao Gi lberto, Carnegie Hall'de 'Samba de uma
nota s6 yu söylerken, Brezilya karmasının oyuncuları Şi­
'

l i'yi devirerek, beş Güney Amerika, on Avrupa ülkesinin


katıldığı Yedinci Dünya F utbol Şampiyonası nda kupayı
alıyordu.
62 Dünya Kupası nda şanssızlık Di Stefan o nun yakası­
'

nı bırakmadı. Otuz altı yaşına merdiven dayayan bu fut­


bolcu yeni ülkesi İspanya'nın karmasında oynayarak fut­
bol hayatının son imkanını kullanacaktı. Ama açıl ış önce­
sinde sağ dizinden sakatlanmasına rağmen aldırış etmedi.

141
Futbol tarihinin en iyi oyuncularından 'A ltın Ok' lakaplı
Di Stefano'ya hiçbir dünya şampiyonasında oynamak na­
sip olmadı. Bütün dönemlerin en iyi futbolcusu Pele bir
kas kopması yüzünden kadro dışında kaldı ve o da 'Di Ste­
fano gibi şampiyonaya katılamadı. Futbolun bir başka de­
vi Ya�in 'in de başı talihsizlikten kurtulamadı. Dünyanın
bu en iyi kalecisi, Kolombiya ile oynadıkları maçta tam
dört gol yedi. Soyun ma odasında, maçtan önce yuvarladığı
birkaç yudum içkinin sanırım bu yenilgide büyük payı ol­
du.
Şampiyonluğu Pele'ni n yer almadığı, Didf'nin kaptan­
lığını yaptığı Brezilya kazandı. Pele'n i n yerinde oynamak
kolay bir iş değildi, ama Amarildo'nun yıldızı onun yerin­
de parladı; geri hatlarda Djalma Santos aşılmaz bir duvar­
dı, i leride de Garrincha harikalar yaratıyordu. 'El Mercu­
rio' Gazetesi, 'Garrincha hangi gezegenden geliyor?' baş­
lıklı yazısını yayınlarken Brezilya ev sahibini sahadan sili­
yordu. Şili karması savaş alanına dönen bir sahada İtalyan­
ları ezip geçiyordu; bu karşılaşmadan önce İsviçre'yi ve
Sovyetler Birliğini de devirmişti. Görüldüğü gibi, Şilililer
spagettiyi, çikolatayı ve votkayı mideye indirmişlerdi, ama
kahve boğazlarında kaldı: Brezilya maçı 4-2 aldı. Final kar­
şılaşmasında, 58 Dünya Kupasının yeni l mez şampiyonu
Brezilya, Çekoslavakya'yı 3-1 yendi. Bir Dünya Kupasının
finali ilk kez televizyon aracılığıyl a canlı olarak gösteri ldi,
gerçi yayın siyah-beyazdı ve sınırlı sayıda ülke tarafından
izlenmişti, ama yine de önemli bir olaydı.
Şili futbol tarihinin en büyük başarısını, üçüncülüğü
elde etti. Yugoslavya hiçbir defans oyuncusu tarafından tu­
tulamayan Dragoslav Sekularac adlı bir kanatlı sayesi nde
dördüncü oldu.
Şampiyonada tek bir gol kralı sivrilmedi; Brezilyalı
Garrincha ile Vara, Şilili Sanchez, Yugoslav Jerkoviç, Ma­
car A lbert ve Sovyet İvanov dörder gol attılar.

1 42
CHARLTON'IN GOLÜ
62 Dünya Kupası maçlarından biriydi; İngiltere, Ar­
jantin karmasına karşı oynuyordu.
Bobby Charlton, İngilizlerin attığı ilk golün hazırlayı­
cısıydı; Flowers, kaleci ile karşı karşıya kalmış ve golü at­
mıştı. Fakat iki nci golü Bobby Charlton tek başına attı.
Sahanın sol yarısının mutlak hakimi bu İngiliz oyuncu Ar­
jantin savunmasını hallaç pamuğu gibi darmadağın etti.
Koşarken topu bir ayağından öbürüne geçirebiliyordu ve
sonunda sağ ayağıyla çektiği yıldırım gibi bir şutla kaleciyi
gafil avladı.
O bir uçak kazasından sağ çıkabilen ender i nsanlardan
biriydi; takımı M anchester United'ın hemen hemen bütün
oyuncuları alevler içindeki bir uçağın kızgın dem ir yığınla­
rı arası nda ölümle pençeleşirken, ölüm Bobby Charl­
ton'un yanı ndan pas geçti, sırf seyirciler bu maden işçisi­
nin oğlunun asil futbolundan yoksun kal masın diye.
Top onun emrindeydi, talimatlarına uygun olarak sa­
hada yol alıp doğruca kaleyi bulurdu.

1 43

YAŞİN
Lev Ya§İn Kalesini öyle bir şekilde kapatırdı ki, bir to­
pun geçebileceği en küçük bir delik bile kalmazdı. Örüm­
cek kollu bu dev adam daima siyahlar giyerdi; kendine öz­
gü bir stili vardı, hareketleri zarif ve gösterişten uzaktı.
Kıskacı andıran ellerini kaldırarak yıldırım hızıyla gönde­
rilen topları yakalarken bedeni bir kaya parçası kadar ha­
reketsiz kalırdı. Hatta kılını kıpırdatmadan fırlattığı bir
bakışıyla top yön değiştirirdi.
Bi rkaç kez futbolu bıraktıysa da kendisini çılgınca al­
kışlayan taraftarlarından ayrı kalamamış olmalı ki her de­
fası nda yeniden yeşil sahalara dönmekte gecikmedi. O bir
başkaydı; Rus kaleci yirmi beş yıl boyunca yüzden fazla
penaltı atışını sonuçsuz bıraktığı gibi, ayrıca sayısız kurta­
rış yaptı. Başarısının sırrın ı kendisine sorduklarında maç­
tan önce sinirleri yatıştırmak için tek bir sigara içtiğini ve
kasları yumuşatmak amacıyla da bir-iki yudum sert içki al­
dığını iti raf etti.

1 44

> ---

GENTO'NUN GOLÜ
1 963 yılıydı, Real Madrid, Pontevedra takımıyla kaqı­
laşıyordu. Hakem maçı başlatan düdüğü çaldıktan az sonra
Di Stefano bir gol attı, ikinci yarı başlar başlamaz Puş­
kaş' dan da bir gol geldi. Bundan sonra Real M adridli seyir­
ciler gol lerin devamını dört gözle beklemeye başladılar;
çünkü bundan sonraki gol Real Madrid'in İspanyol ligine
katıldığı 1 92 8 yılından beri attığı 2000'inci gol olac<\ktı,
M adrid'in seyircileri ellerindeki haçları öperek dua ederler­
ken, rakip takımın taraftarları da ellerinin iki parmağını
yere doğru çatal şeklinde tutarak rakiplerinin dualarını bo­
şa çıkarmaya çalışıyorlardı.
Maçın seyri değişmişti, Pontevedra pres yapıyordu.
Üstelik hava kararmaya başlamıştı, maç neredeyse bitmek
üzereydi ve o beklenen golün gel eceği de yoktu. O sırada
Amancio tehl ikeli bir yerden serbest vuruş kullandı, Di
Stefano topa yetişemedi, ama Real Madrid'in solaçık oyun­
cusu Gento topu kaptı ve kendisini marke eden defans
oyuncuları nın arasından sıyrıldıktan sonra çektiği şimşek
gibi bir şutla topu kaşla göz arası nda ağlara gönderdi. Stat­
ta herkes bir anda ayağa kalkmıştı.
Kurt oyuncu Francisco Gento'nun rakiplerinin gıpta
ettiği fevkalade bir top yakalayışı vardı ve kendisini ne ka­
dar sıkı markaja alırlarsa alsınlar o her seferinde sıyrılması­
nı bilirdi.

Göl�cde ve Güne�te Futbol 1 45/ 1 0


SEELER
Onu elindeki köpüklü bir bira bardağından ayrı dü­
şünmek mümkün değildi. A lman sahalarının en kısa boy­
lu, en kilolu futbolcusuydu; yani tam anlamıyla tıknaz, ti­
pik bir Hamburgluydu ve sallanarak yürürdü; bir ayağı
öbüründen daha büyüktü. Fakat Uwe Seeler sıçradığında
bir pireden farksızdı ve koştuğunda bir tavşan, kafayla to­
pa vurduğunda da bir boğa olurdu.
1 963 yılında bu Hamburglu, ort"a ileri, en iyi A lman
futbolcusu seçildi; ruhuyla, etiyle ve kemiğiyle tam bir
Hamburgluydu:
- Ben binlerce taraftardan biriyim, Hamburg Kulübü
benim yuvam, diyen Uwe Seeler, Avrupa'nın en güçlü ta­
kımlarından gelen en cazip transfer önerilerini hep geri çe­
virdi.
Arka arkaya dört Dünya Kupasına katıldı, seyircilerin
'Uwe!, Uwe!' diye bağırmalarıyla 'Almanya! Almanya!' di­
ye bağırmaları arasında hiçbir fark yoktu.

1 46
MATTHEWS

1 965'te elli ya§larında olan Stanley Matthews, İngi liz


futbolunda hala harikalar yaratıyordu. Markaj larıyla insa­
nı çıldırtan bu ya§lı şeytanla kaqıla§an kurbanları tedavi
edecek yeterli sayıda psikiyatrist yoktu.
Defans oyuncuları onu §Ortundan ya da formasından
çekerler, ona serbest güre§in her türlü taktiği ni uygulayıp
gizlice tekme atarlardı, ama yine de durduramazlardı, çün­
kü onun kanatları vardı, bir kanat oyuncusuydu; İngiliz­
ce' de o yerde bulunan oyuncuya 'winger' adı veri lir, bil in­
diği gibi 'wing' kanat anlamındadı r. Matthews, sahanın ke­
narında yüksekten uçan bir 'winger' idi.
Bunun farkında olan Kraliçe El izabeth ona 'sir' unva­
nı verdi.

1 47
66 DÜNYA KUPASI
Askerler İndonezya'yı kana bulamı§lardı o yıl; yarım
milyondan fazla İ nsan ölmü§tÜ, kimbilir belki de bir mil­
yondan fazlaydı ölenlerin sayısı. General Suharto sağ ka­
lan bir avuç kızılı, pembeyi ya da rengi ku§kulu birçok İn­
sanı katlederek uzun süren bir diktatörlüğe ba§l ıyordu.
Gine Cumhurba§kanı N'Kruınah, Afrika Birliğine gönül
verenlerdendi, ama o yıl ayaklanan bazı subaylar tarafın­
dan devrildi; aynı §ekilde Arjantin'de Cumhurba§kanı İllia
da bir hükümet darbesiyle iktidardan uzakla§tırıldı.
Hindistan tarihinde ilk kez bir kadın iktidara geliyor­
du: İndira Gandi. Ekvador'da öğrenciler diktatöre kar§ı
ayaklanmı§lardı. � Birle§ İk Devletler hava kuvvetleri yeni
bir hava akını gerçekle§tirerek H anoi'yi bombalıyordu,
ama Amerikan kamuoyuna göre Vietnam ' a müdahale edil­
mesi bir hataydı ve en kısa zamanda askerlerin oradan çe­
kilmesi gerekiyordu.
Truman Capote 'A sangre fria'yı yayınlıyordu o yıl;
Garcfa M arqucz ' i n ' Yüzyıllık Yalnızlık' ve Lezama Li­
ma' nın 'Cennet' adlı yapıtları baskıya veriliyordu. Rahip
Camilo Torres, Kolombiya dağlarından apğı yuvarlanı­
yor, Che Guevara Bolivya bozk ırlarında sıska atı Roci nan­
te'yi ko§turuyordu. Mao Çin 'de kültür devrimini ba§latı­
yordu. İspanya'nın Al merla sahiline dü§en birkaç atom
bombası patl amamakla birlikte büyük bir paniğe neden
oluyordu. M i ami 'den gelen güvenilir haberlere göre Fide!
Castro' nun devrilmesi an meselesiydi.

1 48
Londra'da Harold Wilson piposunu ağzı nın kenarına
sıkıştırmış, seçimlerde elde ettiği başarının tadını çıkarır­
ken, kızlar mini eteklerle sokaklarda dolaşıyorlardı. Car­
naby Street modanın merkezi oluyor ve Sekizi nci Dünya
Kupasının açılışı yapılırken herkes in ağzından 'The Beat­
les' grubunun şarkıları dökülüyordu.
Bu, Garrincha'nın katı ldığı son Dünya Kupasıydı, ay­
nı şekilde Meksikalı kaleci Amonio Carbajal için de bir ba­
kıma uğurlama oluyordu ve şi mdiye kadar bir Dünya Ku­
pasına arka arkaya beş kez katılan tek futbolcu oydu.
Şampiyonaya on altı ekip katılıyordu, bunlardan onu
Avrupa'dan, beşi Latin Amerika'dan ve bir tanesi de, şaşı­
lacak bir şey, Asya' dan gelen Kuzey Kore'ydi. Kuzey Kore
akıl lara durgunluk verecek şekilde İtalya'yı, Pyongyanglı
bir diş hekimi olan Pak'ın golüyle eledi; bu şahıs yal nızca
boş vakitlerinde futbol oynuyordu. İtalyan karmasında
Gianni Rivera ve Sandro Mazzola gibi ünlüler yer al ıyor­
du. Pier Paolo Pasolini sahada futbol oynarken destan yaz­
dıklarını söyleyerek onları göklere çıkarıyordu; ne var ki
bir dişçinin karşısında korkudan titreyen bir hasta gibi
ağızlarını açamadılar.
Şampiyonanın tamamı ilk kez uydu aracılığıyla nak­
len verildi ve hakemlerin 'şov'unu bütün dünya si­
yah-b�yaz olarak izledi. Daha önceki Dünya Kupası nda

1 49
Avrupalı hakemler yirmi altı maç yönetmişlerdi, o yıl kı­
ran kırana geçen otuz i ki maçın yirmi dördünü · yönettiler.
Bir Alman hakem İngiltere ile Arjantin'in karşı karşıya
geldiği maçta, galibiyeti İngi ltere'ye armağan etti; buna
karşılık bir İngiliz hakem de Almanya ile Uruguay'ın kar­
şılaştığı maçta Almanya'nın yanında yer aldı. Brezilya'nın
da ötekilerden daha şanslı olduğu söylenemezdi: Pele, Bul­
garistan ve Portekiz tarafından yaln ızca tekmelerle durdu­
rulabildi; bunun üzerine yöneticiler onu şampiyonada oy­
natmamaya karar verdi ler.
Final maçını Kraliçe Elizabeth de izledi. Gerçi ' Gol!'
diye bağırarak ayağa kalkmadı; ama gizli gizli alkışlamayı
sürdürdü. Final karşılaşması İ ngiltere'nin Bobby Charl­
ton'u ile Almanya'nın Beckenbauer'i arasında bir mücadele
gibi görünüyordu. Charlton tehlikeli, deneyimli bir ' kanat'
oyuncusuydu; Beckenbauer ise mesleğe yeni başlamıştı ve
kah i leride kah geride oynuyordu. Rimet kupası birisi tara­
fından çal ınmıştı, fakat Pickles adlı bir köpek onu Lond­
ra' da bir bahçeye atılmış olarak buldu. Bu şekilde kupa za­
manında sahibinin eline geçti. İngiltere maçı 4-2 kazandı.
Portekiz üçüncü oldu. Dördüncülüğü de Sovyetler Birliği
2lldı. Kraliçe Elizabeth İngiliz karmasını şampiyon yapan
Alf Ramsey'e asalet unvanı verdi ve Pickles adındaki köpek
de halkın gözbebeği haline geldi.
66 Dünya Kupası savunma taktikleriyle dolu olarak
geçti. Bütün ekipler 'sürgü' taktiğin i uygulayıp durdul ar;
'süpürge' adı verilen bir oyuncu beklerin arkasındaki final
çizgisini taramakla görevliydi. Buna rağmen Portekiz'in
Afrikalı oyuncusu Eusebio rakiplerinin artçı birliklerin­
den oluşan bu aşılmaz duvarı dokuz kez aşmayı başardı.
Onun ardından Alman H al ler altı golle golcülük l istes inde
ikinci sırayı aldı.

1 50
GREAVES
Bir kovboy filminde rol alsaydı, ona, Batının en hızlı
ayağına sahip oyuncusu demek doğru olurdu. Daha yirmi
yaşını tamamlamadan yüz gole İmzasını atmıştı; yirmi be­
şine geldiğinde ise onu tutacak paratoner hala icat edilme­
mişti, çünkü sahada yıldırım hızıyla gidiyordu. Nereden
geldiği kestirilemeyen ]immy Greaves bir anda sahanı n her
yerinde mantar gibi bitiyordu, öyle ki hakemler çoğu za­
man onun sahanı n dışından geldiği ni sanıyorlardı.
- Gol atmayı o kadar çok arzu ediyorum ki, diyordu,
sonunda bu bende saplantı halini aldı.
Greaves'in 66 Dünya Kupasında şansı pek yaver git­
medi. Hiç gol atamadı, üstelik sarılık hastalığına yakala­
nınca final maçında oynayamadı.

1 51
BECKENBAUER'İN GOLÜ
66 Dünya Kupasıydı, A lmanya ile İsviçre karşı karşı­
ya gelmişlerdi. Uwe Seeler ve Franz Beckenbauer birlikte
atağa kalkmışl ardı. Tıpkı Don Kişot ile Sancho Panza i ki­
lisine benziyorlardı, sanki görünmeyen bir tabancadan
çıkmış iki mermi gibiydiler, paslaşarak ilerliyorlardı. İsviç­
re savunmasının eli-kolu bağlanmıştı. Beckenbauer kaleci
Elsener ile karşı karşıya kaldığında, kaleci sol tarafa doğru
çıkınca o sağa doğru kıvrılıp şutu çekti ve topu filelere
gönderdi.
Beckenbauer o sıralar yirmi yaşındaydı ve bir Dünya
Kupası maçında i l k golünü atıyordu. Daha sonra arka ar­
kaya dört Dünya Kupasına daha hem oyuncu, hem de tek­
nik direktör olarak katıldı. 74'te oyuncu, 90'da teknik
adam olarak iki kez ellerine teslim edilen kupayı havaya
kaldırma şerefine ulaştı. Sert futbol eğiliminde olanların
aksine o zarif futboluyla gerektiğinde bir tanktan daha
güçlü, bir obüsten daha delici olunabileceği ni gösterdi.
Münih kentinin bir işçi semtinde dünyaya gelmekle
birlikte aslen köylü olan bu 'Kaiser' sahada bir imparator
gibiydi, hem hücumda, hem de savunmada çevresine hük­
mederdi. Gerilerde oynadığında değil bir top, bir sivrisine­
ğin bile geçmesine izin vermezdi; ileriye doğru atağa kalk­
tığında ise sahada ilerleyen bir havai fişekten farksız olur­
du.

1 52
EUSEBIO
Ayakkabı boyamak, yerfıstığı satmak ya da dalgın
kimseleri n ceplerini hafifletmek için dünyaya gelmi§ti. Ço­
cukken ona 'hiç kimse' anlamına gelen 'Ni nguem' lakabı­
nı takmı§lardı. Dul bir kadın ı n oğluydu, sayısı kabarık
karde§leriyle kenar mahallelerin arsalarında sabahtan akşa­
ma kadar top peşinde ko§ardı.
Yoksull uğun soluğunu her zaman ensesi nde hisseden
ve polis tarafından kovalanan biri gibi soluk soluğa çim sa­
halara kapağı attı. Ve zikzaklar çizerek yirmi yaşındayken
takımına Avrupa §ampiyonluğu kazandırı nca 'Panter' la­
kabının sah ibi oldu.
66 Dünya Kupasında uzun bacaklarıyla sahada rakip­
lerinin birçoğunu geride bıraktı; imkansız gibi görünen
yerlerden filelere gönderdiği toplarla seyircilerin kendisini
uzun uzun al kı§lamalarını sağladı.
Uzun kollu, uzun bacaklı, mahzun bakı§lı bir Mo­
zambikli Zenci olan Eusebio, Portekiz futbol tarihine en
iyi oyuncu ol arak geçti .

I S3
KALECİLERE DE GÖZ DEGEBİLİR

Çiçekbozuğu yüzü baltayla yontulmuş bir büstü andı­


ran bu filelerin müthiş bekçisi, eğri parmaklı kocaman el­
leriyle kalesini savunduğun da, i nsan İster İstemez kalenin
ağzının görünmez bir tahta perdeyle örtülü olduğu düşün­
cesine kapılırdı. Şimdiye kadar seyrettiğim Brezilyalı kale­
ciler arasında Manga bende en fazla iz bı rakanıdır. Bir ke­
resinde onun kaleden kaleye gol attığına tanık oldum:
Manga, kalesinden çektiği şutla topu hiçbir oyuncuya değ­
dirmeden rakip kaleye sokmuştu. O sıralar U ruguay'ın
Nacional Kulübünde çile dolduruyordu; Brezilya'dan ay­
rılmak zorunda kalmıştı, çünkü 66 Dünya Kupasında gali­
biyetten çok yenilgi tadan Brezilya karması, yurda başı
eğik olarak döndüğünde bu m i lli felaketin faturasını M an­
ga ödemişti. Aslında o yalnızca tek bir maçta oyn amıştı,
ama kalesinden hatalı bir çıkış yapmış ve şanssızlık eseri
Portekiz topu boş kaleye göndermişti. O andan sonra, ka­
lecilerin yaptıkları bu tür hataya, onun adına bağlanarak
'mangavari' adı verildi.
58 Dünya Kupası nda da buna benzer bir olay yaşan­
mış ve Arjantin ekibi ni n başarısızlığının faturası kaleci
Amadeo'ya çıkarılmıştı. O tarihten sekiz yıl önce, l 950'de
Maracana finalinde Moacyr Barbosa da okkanın altına git­
mıştı.

1 54

90 Dünya Kupasında Kamerun, Almanya'ya karşı ba­


şarılı bir oyun sergileyen Kolombiya'yı sahadan silmişti.
Afrika takımının sonucu belirleyen golü kaleci Rene Higu­
ita'nın bir hatasından doğmuştu; kaleci sahanın ortalarına
kadar açılmış ve orada topu kaybetmişti. Bu tür cüretkarca
çıkışlar başarı lı olduğunda coşkuyla alkışlayan seyirci ler,
Higuita yurda döndüğünde neredeyse onu çiğ çiğ yiyecek­
lerdi.
1 993 yılında, H iguita'n ı n yer almadığı Kolombiya
karması Arjantin'i 5-0'lık bir skorla sahada ezip geçti. Bu
hezimetin elbette bir suçlusu olması gerekiyordu; kuşku­
suz bu da kaleciden başkası olamazdı. Sonuçta kabak Ser­
gio Goycochea'nın başında patladı. O zamana kadar Arjan­
tin karması otuzdan fazla maç yapmış, hiç yenilmemişti ve
bu başarıda Goycochea'nı n payı olduğunu kimse i nkar et­
miyordu. Fakat Kololl}biya'n ı n attığı gollerden sonra, pe­
naltı kurtarışlarıyla ünlü olan bu kaleci gözden düştü ve
milli takım kadrosuna alınmadı, dahası, birçok kimse İnti­
har etmesinin kendisi için en iyi yol olacağını yüzüne karşı
söyleyip durdu.

1 55
PENAROL'ÜN ALTIN YILLARI
1 966'da Latin Amerika'nın şampiyonu Pefıarol ile
Avrupa §ampiyonu Real Madrid iki kez kaqı karşıya gel­
diler. Pefıarol her iki maçı da formaları bile terlemeden,
gösterݧli oyunuyla 2-0 aldı.
Altmı§lı yıllarda Real Madrid'den bo§alan tahta Peıia­
rol yerle§ti, Real Madrid ellili yıllarda Avrupa'nın en güç­
lü takımıydı. O yıllarda Pefıarol Dünya Kulüpleri Kupası­
nı iki kez kazanmı§ ve üç kez de Latin Amerika §ampiyo­
nu olmu§tu.
Uluslararası karşılaşmalara ilk kez çıktıklarında takı­
mın oyuncuları rakiplerine §öyle soruyorlardı:
- Oynamak için başka bir top getirdiniz mi? Bu top bi­
zım.
Pei'ıarol'ün unutulmaz kalecisi Mazurkiewicz'in kale­
sine topun girmesi sanki yasak edilmi§ti; orta sahada Tito
Gonçalves İse topa her istediğini yaptırıyordu; me§in yu­
varlak ileri hatlarda Spencer ile Joya'nın ayakları nda gürle­
yip Pepe Sasfa'nın emriyle de ağları buluyor ya da Pedro
Roclıa vuracak olduğunda ağları delip geçi yordu.

1 56
ROCHA'NIN GOLÜ
1 969 yılıydı, Pefıarol, La Plata kentinin Estudiantes
tak ımıyla karşılaşıyordu. Rocha, sahanın ortalarında bulu­
nuyordu; Matosas'ın pasını yakaladığında sırtı rakip kale­
ye dönüktü ve karşısında iki rakip oyuncu vardı. O anda
topu sağ ayağıyla ortaladı ve top ayağında olduğu halde bir
yarım dönüş yaptıktan sonra topu öteki ayağına geçirerek
Echecopar ile Taverna'nın markaj ından kurtuldu; daha
sonra topu üç kez sürüp Spencer'e pas verdi ve koşmaya
devam etti. Kendisine tekrar pas verildiğinde ceza sahası­
nın hemen dışındaydı; topu göğsüyle karşıladı, Madero ile
Spadero'dan sıyrıldıktan sonra öyle şiddetli bir şut çekti
ki, kaleci Flores topun geçtiğini görmedi bile.
Pedro Rocha sahada bir yılan gibi kıvrılarak ilerlerdi.
Her zaman zevk alarak oynar, oyunun ve gol atmanın zev­
kine varır ve bu zevki seyircilere de tattı rırdı. Top Roc­
ha'nın emrindeydi, sahibinin her isteğini yerine getirirdi.

1 57
ANAYA SAYGI
Altmı§lı yılların sonlarına doğru, §air Jorge Enrique
Adoum uzun süre yurtdı§ında kaldıktan sonra Ekvador'a
döndü. Vatana ayak basar basmaz ilk i§i Quito §ehrinin
vazgeçilmez geleneğine uymak oldu: Aucas takımının ma­
çını seyretmek için ayağının tozuyla stadın yolunu tuttu.
Çok önemli bir kar§ıl�ma olacaktı, bu yüzden tribün ler­
de iğne atılsa yere dü§mezdi.
Maç ba§lamadan önce, hakemin bir gün önce ölen an­
nesi için bir daki kalık saygı duru§unda bulun mak üzere
tüm seyirciler ayağa kalktılar. Saygı duru§unun hemen ar­
dından yöneticilerden biri mikrofona gelerek, en zor du­
rumlarda bile görev yapmaktan çekinmeyen, sporcuya ya­
kı§ır bir davranı§ örneği gösteren hakemi övücü bir konu§­
ma yaptı. Sahanı n ortas ında ba§ı eğik duran kara gömlekli
ve §Ordu adamı halk sessizce alkı§ladı. Adoum gördüğü
manzara kaqısında neredeyse küçük dilini yutacaktı, göz­
lerine i nanamıyordu, bir kolunu çimdikledi. Acaba yanlı§
ül keye mi gel mi§ti? Her §ey böylesine deği§mi§ olabilir
miydi? Eskiden seyirciler ayağa, yalnızca hakeme 'ibne!'
demek için kalkarlardı.
Sonunda maç ba§ ladı. On be§ dakika sonra Aucas bir
gol atınca stattaki tüm seyirciler bir anda ayağa kalktı lar.
Fakat top çizginin dı§ında çevrildi gerekçesiyle hakem go­
lü geçersiz saydı. ݧte o zaman kıyamet koptu, az önce ha­
kemin merhum annes i için saygı duru§unda bulunan seyir­
ciler kadıncağızın artık hayatta olmadığını u nutmayarak
kükremeye ba§ladılar:
- Öksüz ibne!

1 58
GÖZY AŞLA.�I M_�NDİLDEN
DOKULMUYOR
'Mücadele etmek'le özde§le§en futbol, bazen gerçek
bir sava§a dönü§ebil iyor ve o zaman 'Azrail ile burun bu­
runa gelmeni n' bir başka adı da 'maça gitmek' oluyor. Es­
kiden dinsel fanatizmin, ulusal coşkunun ve siyasal tutku­
nun görüldüğü yerlere günümüzde futbol fanatizmi çörek­
lenmiş bulun maktadır. Dinde, milliyetçilikte ve siyasette
olduğu gibi futbolda da şiddet olaylarının meydana gelme­
si tansiyonun bir anda yükselmesine yol açmaktadır.
Bazı kimseler topun bir cini olduğuna ve i nsanların
ruh larının bu cin tarafından ele geçirildiğine inanmaktadır­
lar. Ö fkeden kuduran, ağzından köpükler saçan bir tarafta­
rı gözümüzün önüne getirdiğimizde bu i nanç bize hiç de
saçma gibi görünmemektedir. Fakat asık yüzlü savcıların
da kabul ettikleri gibi, futbol sahalarında görülen şiddet
olaylarının büyük bir kısmı aslı nda futboldan kaynaklan­
mamaktadır; nasıl ki gözyaşlarıyla ıslanan bir mendilden
dökülen damlalar doğrudan doğruya mendilden gelmiyor­
sa, futbol sahalarında görülen şiddet olaylarının büyük bir
kısmı da doğrudan doğruya futboldan ileri gelmemektedir.
1 969 yı lında iki komşu Orta Amerika ülkesi Hondu­
ras ile El Salvador arasında bir savaş patlak verdi. Bu iki
yoksul ülken in halkları yüzyılı aşkın bir süredir b irbirle­
ri nden nefret etti klerinden, karşılaştıkları her türlü sorn­
nun sorumlusu olarak birbirlerini gösteriyorlardı. Hondu­
raslılara bakı lırsa Salvadorlular onların ekmekleri ne göz

1 59
dikmişlerdi. Salvadorlulara göre ise ülkelerindeki işsizliğin
ve açlığın sebebi Honduraslılardı. Her i ki ülkenin halk ı da

birbirlerine' düşman gözüyle bakarken, bu ülkelerde birbi­


ri ardından iktidara gelen diktatörler de bu düşmanlığı ya­
şatmak için elleri nden geleni yapıyorlardı.
Bu savaşa 'futbol savaşı' adı verildi, çünkü yangını Te­
gucigalpa ve San Salvador statlarında çıkan kıvılcımlar baş­
latmıştı. 70 Dünya Kupası elemelerinde çıkan kavgalarda
çok sayıda ölümler ve yaralanmalar ol muştu. Ertesi hafta
iki ülke karşılıklı olarak diplomatik ilişkileri kestiler.
Honduras, kırsal kesimde çalışan yüz bin Salvadorluyu
topraklarından çıkardı; bunun üzerine Salvador tankları
Honduras sınırını geçmeye başladı.
Bir hafta süren savaşta dört bin kişi öldü. Diktatör­
lükle idare edilen her iki ülkenin yöneticileri Latin Ameri­
ka sisteminin yarattığı i nsanlardı ve yangına körü k le gitti­
ler. Tegucigalpa'da halkın dilinden düşürmediği bir söz
vardı: 'Honduraslı, eline bir odun parçası al ve bulduğun Sal­
vadorluyu gebert!' Salvador'da da durum farklı değildi: 'Bu
barbarlara layık oldukları ders verilmeliydi!' Her iki ülke­
nin çulsuz hal k ı birbirlerini boğazlarken yöneticilerle top­
rak ağalarının burnu bile k anamadı.

1 60
..
PELE

1 969 yılıydı, Maracana Stadında Santos ile Vasco da


Gama takımları karşılaşıyorlardı.
Pele topu kapmış, fırtına hızıyla koşuyordu, ayakları
sanki yerden kesilmişti ve rakiplerinin arasından kolayca
sıyrıldıktan sonra tam kaleye yaklaştığı bir anda rakipleri
tarafından faulle durduruldu.
Hakem tereddüt etmeden penaltıyı verdi. Atışı Pele
kullanmak istemiyordu, ama stattaki yüz bin kişi, 'Pele!,
Pele!' diye bağırarak onun atmasında ısrar ediyordu.
Pele bu statta daha önce epeyce gol atmıştı, bunlar
muhteşem gollerdi; bir keresi nde, 1 96 1 yılı nda Fluminense
takımının yedi rakip oyuncusunu ve kalecisini çalımlaya­
rak unutulmaz bir gol atmıştı. F akat bu penaltı farklıydı,
seyirci bunu kutsal bir şey olarak görüyordu. Sonunda Pe­
le topa yaklaştı. O anda tribünlerden çıt çıkmıyordu, dün­
yanın en şamatacı, en gürültücü seyircisi nefesin i tutmuş
bekliyordu. Sanki tribünlerde ve sahada Pele i le kaleci
Andrada' dan baş ka kimse yoktu, i kisi de karşı karşıyaydı­
lar. Pele penaltı noktasında topun başın da duruyordu; on­
dan on i k i adım ötede A ndrada, kalenin tam ortasında ha­
fifçe öne doğru eği lmiş, bekliyordu.
Pele atışını yaptı, kaleci fırladı, neredeyse topu yakala­
yacaktı, ama Pele topu filelere göndermeyi başardı. Bu
onun bininci golüydü ve profesyonel futbol tarihinde o za­
mana kadar h içbir futbolcu bin gol atamamıştı.
İşte o anda seyirciler statta oldukları nı sevinçle ayağa
kalkarak, meşaleler yakarak gösterdiler.

Gölgede ve Güne�te Futbol 1 61 / 1 1


PELE
Onun için yüzden fazla şarkı yazıldı. On yedi yaşın­
dayken yer aldığı Brezilya karması, Dünya Şampiyonu ol­
du. Brezilya Hükümeti onu milli servet ilan ederek yurtdı­
şındaki kulüplere satılmasını yasak ettiğinde yirmi yaşın­
daydı. Brezilya karmasına üç kez, Santos takımına da iki
kez dünya birinciliği kazandırdı. Bininci golünü attıktan
sonra da gol atmayı sürdürerek bu rakamı bir hayli yük­
seltti. Seksen ülkede bin üç yüzden fazla maçta oynadı ve
hızlı tempoda geçen bu maçlarda b i n üç yüz kadar gol attı.
Bir keresinde bir savaşa engel oldu: Nij erya ve Biafra onu
bir maçta oynarken görmek için aralarında mütareke i m­
zaladılar.
Onu maçta oynarken görmek her şeye değerdi doğru­
su. Pele koşmaya bir başladı mı, rakiplerinin arasından bir
bıçak gibi sıyrılırdı. Durduğunda ise rakipleri kendisinin
- koşarken çizdiği zikzaklı labirentlerde kaybolup giderler­
di. Sıçradığında sanki görünmeyen bir merdivenle tırmanı­
yormuş gibi havaya yükselirdi. Serbest vuruş yaptığı nda
da baraj kuran rakip oyuncular girecek golü kaçırmamak
için yüzlerin i kaleye doğru çevirirlerdi.
Küçük bir köyün yoksul bir evinde dünyaya gelmişti;
ama Zencilere pek nasip olmayan güce ve servete ulaşmayı
başardı. Sahanın dışında hiç kimseye tek bir dakika bile
ayırmadığı gibi, cebinden de bir metelik çıkarıp vermedi.
Fakat onu oynarken seyretme şansını elde eden bizler için
en büyük kazanç, ölümsüzlüğün mevcut olduğunu görmek
ve ölümsüzlük kadar muhteşem o anları yaşamak oldu.

1 62
70 DÜNYA KUPASI
Kukla sinemasının ustası Jiri Trinka o yıl Prag'da öl­
dü ve Bertrand Russell, bir yüzyıla yaklaşan yaşamını
Londra'da noktaladı. Yirmi yaşındaki şair Rugama, Mana­
gua'da diktatör Somoza'nın bir tabur askerine karşı tek
başına karşı koyarken öldü. Dünya iki müzik ustasını da­
ha kaybediyordu. 'The Beatles' grubu, olağanüstü bir başa­
rıdan sonra gitarist Jimi Hendrix ile şarkıcı Janis Joplin'in
aşırı dozda aldı kları uyuşturucudan ölmeleri üzerine dağıl­
dı.
Ş iddetli fırtına ve yağışlar Pakistan'ı kasıp kavuruyor
ve bir deprem Peru'nun And Dağlarındaki on beş kenti
haritadan siliyordu. Washington'da hiç kimse Vietnam sa­
vaşının gerekli olduğuna İnanmamakla birlikte, savaş de­
vam ediyordu; üstelik Pentagon'un verdiği bilgilere göre
ölü sayısı bir milyon dolayındaydı; bu arada Amerikalı �e­
neraller Kamboçya topraklarına girerek kaçıyorlardı. Uç
kez arka arkaya uğradığı başarısızlı ktan sonra Ailende, Şi­
li'nin cumhurbaşkanı olma yolunda sağlam adımlarla iler­
lerken her Şilili çocuğa günde bir şişe süt vermeyi ve bakır
madenlerini devletleştirmeyi vaat ediyordu. Miami'deki
güvenilir kaynaklardan elde edilen bilgilere göre Fide!
Castro'nun devrilmesi her an gerçekleşebilirdi. Vatikan ta­
rihinin ilk grevini başlatan Papa'nın memurları Roma'da
kol kola yürürlerken Meksika'da on altı ül kenin oyuncu­
ları Dokuzuncu Dünya Futbol Şampiyonasında bacakları­
nın ustalığını gösteriyorlardı.
Şampiyonaya Avrupa'dan dokuz, Latin Amerika'dan
beş ülke ve ayrıca Fas ile İsrail katı lıyorlardı. Futbolda ilk

1 63
sarı kart açılış maçında gösterildi. Uyarı ve ihraç anlamına
gelen sarı ve kırmızı kartlar Meksika Dünya Futbol Şam­
piyonasındaki tek yenilik değildi. Bu şampiyonada yapılan
bir düzenlemeyle her maçta takımlara i kişer oyuncu değiş­
tirme hakkı verildi. Sakatlanma halinde o zamana kadar
yalnızca kaleci değiştiri lebiliyordu ve tekmelerle rakip ta­
kımın oyuncularının sayısını azaltmak hiç de zor değildi.
70 Dünya Kupasının unutulmaz görüntülerinden ba­
zılarını sıralayalım: Bir kolu sarılı olan Beckenbauer'i n
son ana kadar olağanüstü b i r çaba gösterişi, b i r gözünden
ameliyatlı olan Tostao'nun maçlarda dimdik ayakta duru­
şu, katıldığı son Dünya Kupasında Pele'nin havaya yükse­
l iş leri belleklerden kolay kolay silinmeyecekti . Pele'yi
marke eden İtalyan defans oyuncusu Burgnich onunla i lgi­
li olarak şöyle diyordu:
- Birlikte sıçradık, ayaklarım yere değdiğinde bir bak­
tım, o hala havadaydı.
Şampiyonada dört ekip Brezilya, İtalya, A lmanya ve
Uruguay yarı finale kaldı. A lmanya üçüncü, Uruguay da
dördüncü oldu. Final karşılaşmasında Brezilya, İtalya'yı
4-1 'lik bir skorla ezip geçti. İngiliz basını bu maçla ilgili
haberin i şu başlıkla veriyordu: 'Böylesine güzel bir futbol
yasak edilmeli.' Son gol unutulmazdı: Topa tüm Brezi lya
oyuncuları dokunmuştu, sonunda Pele onu sanki bir tepsi­
de sunar gibi, işi bitirecek olan ve bir fırtına hızıyla gelen
Carlos Alberto'ya gönderdi.
' Torpido' lakaplı A lman Müller gol krallığında on gol­
le baş sırayı aldı, onu yedi golle Brezilyalı Jairzinho izledi.
Üçüncü kez yenilmez şampiyon olarak Brezilya, Ri­
met Kupasının sahibi oldu. İki kilo ağırlığındaki bu som
altından kupa 1 983 yılının sonlarına doğru yerinden çalın­
dı ve eritilerek satıldı. Ş imdi onun yerinde bir taklidi du­
ruyor.

1 64

JAIRZINHO'NUN GOLÜ
70 Dünya Kupasında Brezilya ile İngiltere kaqı karşı­
ya gelmi§lerdi.
Paulo Cesar'ın pasını yakalayan Tostao rak iplerinden
sıyrılarak i lerleyebildiği yere kadar ilerledi; karşısında sa­
vunma alanına çekilen tüm İngiliz oyuncuları vardı, hatta
krali çe bile oradaydı. Tostao her birini teker teker çalımla­
yarak topu Pele'ye verdi. Bunun üzerine üç oyuncu tara­
fından sıkı§tırılan Pele i lerleyecekmiş gibi yaparak üçünü
de peşinden sürükledi; ama daha sonra birden geri döndü
ve topu yakınındaki jairzinho'ya bıraktı. Jairzinho, Rio de
Janeiro'nun kenar semtlerinde yeti§mişti, en zor ko§ullar­
da ekmeğini kazanırken rakiplerinden nasıl kurtulacağını
çok iyi öğrenmi§ti. Siyah bir mermi gibi fırladı, önündeki
bir İngiliz oyuncuyu çalımlayarak geçtikten sonra öyle bir
şut çekti ki, top kaleci Banks'ın filelerini beyaz bir mermi
gibi delip geçti .
Bu, zaferi getiren goldü. Brezilya'nın b i r samba güzel­
liğindeki hücumuyla yedi gardiyan saf dışı bırakılmı§ ve
çelikten bir kale güneyden esen bu sıcak rüzgarla yerle bir
olmu§tU.

1 65
FİESTA
Brezilya'da okulsuz, kilisesiz köyler bulun abilir, ama
futbol sahası olmayan bir köye rastlamak asla mümkün
değildir. Ülkede pazar günleri en çok yorulanlar kalp has­
talıkları uzmanlarıdır; pazar ayi ni kadar kutsal sayılan bir
maç sırasında bir kimsenin kalp krizinden ölmesi beklen­
medik bir olay değildir. Bu ülkede futbolsuz geçen bir pa­
zar gününde ise İ nsan can sıkıntısından ölebilir.
Brezilya karması 66 Dünya Kupası nda kazaya kurban
gittiğinde birçok i nti har ve sinir krizi vakaları oldu, bay­
raklar yarıya indi ve kapılara siyah çelenkler konuldu; ay­
rıca halk, B rezi lya futbolunu temsil eden boş bir tabutu
samba yaparak caddelerde dolaştırdıktan sonra mezarlığa
götürüp gömdü. Brezilya dört yıl sonra üçüncü kez dünya
şampiyonu olduğunda Nelson Rodrigues, Brezilyalı fut­
bolcuların ' kırk satır ya da kırk katır' korkusu duymadan
yurda döndükleri ni ve krallar gibi karşılandıkların ı gazete­
de yazmıştı.
70 Dünya Kupasında Brezilya muhteşem bir futbol
sergiledi. O zamanlar tüm dünyada savunma taktiği geçer­
liydi; oyuncuların hemen hemen tamamı geri hatlara kapa­
narak oynarken ileri hatl arda bir-iki oyuncu bı rakılıyor­
du; oyuncuların akıllarına eseni yapmaları yasaktı. Ve o

1 66
Brezilya karması olağanüstü atak oyunuyla şaşırtıcı bir gö­
rüntü sergiledi ; Jairzinho, Tostao, Peli ve Rivelino hep bir­
likte atağa kalkıyorlardı; hatta bazen Gerson ve Carlos Al­
berto' nun gerilerden gelmesiyle bu sayı beşe ya da altıya
yükseliyordu. Finalde bu buldozer İtalya'yı ezip geçti.
Çeyrek yüzyıl sonra böyle bir gözüpeklik İntihar ola­
rak kabul edilecekti . 94 Dünya Kupasında Brezilya finalde
İtalya'yı tekrar yendi. Golsüz geçen bir yüz yirmi dakika­
nın sonunda sonucu penaltılar belirledi; penaltılar olma­
saydı topun filelere gideceği yoktu.

1 67
GENERALLER VE FUTBOL

70 Dünya Kupasında Brezilya'n ı n kazandığı zaferin


kutlamaları sırasında Brezilya diktatörü General Medici
futbolculara para bağış ında bulundu, elinde zafer kupası
olduğu halde onlarla fotoğraf çektirdi ve hatta topa kafa
vurarak fotoğraf makinelerine poz verdi. Brezilya karması
için bestelenen 'Pra frente Brasil' ü lkenin milli marşı ola­
rak kabul edildi; bu arada televizyonlarda Pele'nin çimen­
ler üzerinde uçarken çeki len görü ntüleri, 'Brezilyayı kimse
durduramaz,' yazılarıyla birlikte veril iyordu.
Arjantin 78 Dünya Kupasını kazandığında General
Videla da fırtına gibi hızlı Kempes i n görüntülerin i aynı
'

amaçla kullandı.
Futbol demek vatan-millet demekti, bütün güç futbol­
daydı ve asker diktatörlerin hepsinin de sloganı 'Ben vat.a­
nım' oluyordu.
Bu arada Şili'nin tek adamı General Pinochet, ülkenin
kalburüstü kulüplerinden Colo-Colo'nun başkanı oldu.
Aynı şekilde Bolivya'da iktidarı ele geçiren General
Garcia Me-za da ülkenin en kalabalık ve en ateşli taraftarına
sahip olan Wilstermann Kulübünün ba§kanı ilan etti ken­
disini.
Futbol demek halk demekti, o halde bütün güç fut­
boldaydı ve bu diktatörler de 'Ben halkım ' sloganını kul­
lanmaktan vazgeçmiyorlardı.

1 68
KAŞLA GÖZ ARASINDA I

"\
Arjantin ' i n Independiente Kulübünün forvet oyuncu-
su Eduardo Andres Maglioni, en kısa zamanda en fazla gol
atarak Guiness'in dünya rekorlar kitabına geçti.
1 973 yılında Independiente ile La Plata Jimnastik ve
Eskrim Takımı arasındaki kaqıla§mada Maglioni, kaleci
Guruciaga'ya bir dakika elli saniyelik bir süre içinde tam
üç gol attı.

1 69
MARADONA'NIN GOLÜ

1 973 yılıydı, Arjanti n ve River Plata minikleri, Bu­


enos Aires' de karşılaşıyorlardı.
Arjamin'in 1 0 numaralı oyuncusu kalecisinin gönder­
diği topu aldıktan sonra Riverli orta açık oyuncusunu ge­
çerek koşmaya başladı; önünü kesmeye çalışan rakiplerin­
den bazılarının bacakları arasından, bazılarının da yanı n­
dan rüzgar hızıyla sıyrıldıktan sonra savunma oyuncuları­
nı ve yere serilen kaleciyi de geçerek topla birlikte yavaş
adımlarla rakip kaleye girdi. Sahada arkasında on bir çocu­
ğu ağzı açık bırakmıştı.
'Soğancıklar' adı verilen ve çocuklardan oluşan. bu ta­
kım, hiç yenilmeden arka arkaya yüz maç yaptığından ba­
sının i lgi odağı haline gel mişti. 'Zehir' lakaplı on üç yaşın­
daki bir oyuncu gazetecilere şöyle diyordu:
- Biz vakit geçirmek için aynuyoruz, para için asl.a ay­
namayacağız, i�in içinde para oldu mu herkes yıldız futbolcu
olmak için can atıyor, o zaman da kıskançlık ve bencillik
btı§lıyor.
Bu sözleri söylerken bir yandan da takımın en neşeli,
en kısa boylu oyuncusunu attığı gol sebebiyle kucaklaya­
rak kutluyordu; golü atan bu bücür oyuncu, o zamanl ar
on iki yaşında olan Diego Armando Maradona'dan başkası
deği ldi.
Atağa kalktığı sırada dilini çıkarmak gibi bir alışkanlı­
ğı olan Maradona bütün gollerin i dili dışarıda olduğu halde
atmıştı. Geceleri topuna sarılarak uyurken, gündüzleri de
onunla harikalar yaratıyordu. Yoksu! bir semtte, yoksul
bir evde yaşıyor ve endüstri mühendisi olmayı hayal edi­
yordu.

1 70
74 DÜNYA KUPASI
Watergate binasındaki casusluk skandalıyla §im§ekleri
üzerine çeken Başkan Nikson'ın durumu oldukça kritikti;
aynı yıl bir uzay mekiği Jüpiter'e doğru yol alırken, Viet­
nam'da yüz sivili katleden teğmen, Washington tarafından
suçsuz bulunuyordu; öldürülenler alt tarafı yüz kadar Vi­
etnamlı sivildi.
Roman yazarlarından M iguel Angel Asturias ile Par
Lakgervist hayata veda ederlerken, ressam David Alfaro
Siqueiros da son nefesini veriyordu. Arjantin tarihinde
ateş ve baruttan ibaret bir sayfada yer alan General Peron
da can çeki§iyordu. Caz kralı Duke Ellington da aramız­
dan ayrılıyordu. Basın kralının kızı Patricia Hearst kendi­
sini kaçıranlara işık olunca babasını bir burjuva domuzu
olmakla suçlayarak banka soyma girişiminde bulunuyor­
du. Miami 'den gelen güvenilir haberlere göre F ide! Cast­
ro'nun devrilmesi an meselesiydi.
Yunanistan'da ve Portekiz'de dikta rej imlerine son
veriliyordu, Portekiz'de karanfiller ihtilali gerçekleşirken
'Grandola, vila morena' şarkısı dillerden düşmüyordu. Şi­
li'de Augusto Pinochet i ktidarını sağlamlaştırırken, İspan­
ya'da General Franco kendi adını taşıyan bir hastaneye ya­
tırıl ıyordu.

1 71
Tarihi bir oylamada İtalyanların boşan manın kabulü
lehinde oy kullanmaları, evlilik sorun ların ı n çözümünde
bıçak, zehir ve benzeri yöntemlere başvurmaktan vazgeç­
miş oldukları nı gösteriyordu. Tarihe geçecek bir başka oy­
lamayla da dünya futbolunu yönlendirenler FİF A'nın baş­
kanlığına Joao H avelange'yi getiriyorlardı. H avelange, İs­
viçre'de ünlü Stanley Rous'dan görevi devralırken, bu ara­
da Almanya' da 1 0. Dünya Futbol Şampiyonası başlıyordu.
Şekil yönünden farklı bir kupa sahibini bulacaktı; bu
seferki Rimet Kupasından daha çirkindi, ama onu elde et­
mek için dokuz Avrupa, beş Latin A merika ülkesinden
başka Avustralya ve Zaire yarışacaklardı. Sovyetler Birliği
şampiyonaya katılamamıştı. Çünkü eleme maçları safha­
sında Sovyetler, Şili'nin Nacional Stadında oynamayı red­
detmişlerdi; burası bir süre önce toplama kampı ve kurşu­
na dizilme yeri olarak kullanılmıştı. O zaman Şili karması
bu statta futbol tarihinin en ilginç olayını yaşadı: Şilililer
karşılarında herhangi bir rakip olmaksızın sahaya çıkarak
halkın çılgınca alkışları arasında boş kaleye b irkaç gol gön­
derdiler. Daha sonra Şili, Dünya Kupas ında tek bir maç
dahi kazanamadı.
Bu arada sürpriz bir gelişme oldu: Hollandalı futbol­
cular Almanya'ya yanlarında eşleri, nişanlıları ve sevgilile­
ri olduğu halde gel ip onlarla birlikte kampa girdiler; attık­
ları on dört gole karşılık yalnızca bir gol yemiş ler ve bunu
da şanssızl ık eseri kendi kalelerine atm ışlardı. Kısacası 74
Dünya Kupasının en ilginç ekibi 'Mekanik Portakal' adı ve-

1 72
rilen Hollanda'ydı; Rinus Michels'in çalıştırdığı Cruyff,
Neeskens, Rensenbrink, Kral ve öbür yorulmak nedir bil­
meyen oyunculardan oluşan Hollanda karması bir hayli il­
gi gördü.
Final maçından önce Cruyff ile Beckenbauer flama
değiştirdiler. Ve sürprizlerle dolu bu şampiyonanın en son
sürprizi de Kaiser ve adamlarının, Hollandalıların pişmiş
aşına soğuk su katmaları oldu. Bütün tahminlerin aksine
Meier, Müller ve Breitner favori gösterilen Hollanda'yı de­
virmede zorluk çekmediler ve sonuçta Almanya maçı 2-1
alarak şampiyon oldu. Tarih burada bir kez daha tekerrür
etmişti: Aynı şekilde, 1 954 yılında İsviçre'de oynanan final
karşılaşmasında Almanya namağlup unvanlı Macaristan'ı
devirmişti.
Federal Almanya ve Hollanda'nın ardından üçüncü sı­
rayı Polonya aldı. Brezilya dördüncü oldu. Polonyalı fut­
bolcu Lata yedi golle gol sıralamasında birinci oldu; bir di­
ğer Polonyalı Szarmach ve Hollandalı Neeskens onu beşer
golle izlediler.

1 73

CRUYFF
Her ne kadar Hollanda karmasına 'Mekanik Portakal'
adını taktılarsa da sürprizleriyle herkesi şaşkına çeviren bu
ekip bir makine gibi tekrarlanan hareketler yapmıyordu.
'River Makinesi' adı da Hollanda için pek uygun değildi;
bu turuncu alev kendisini sürükleyen bilinçli bir rüzgara
uyarak bir ileri bir geri gidiyordu; kimi zaman da bütün
ekip ya saldırıya geçiyor ya da savunmaya çekil iyordu.
Tam anlamıyla bir yelpaze gibi açılıp kapanan ve on bir
kişinin tek bir vücut haline geldiği bir takım karşısında ra­
kip takımlar ne yapacaklarını kestiremiyorlardı.
Brezilyalı bir gazeteci, Hollanda karmasını 'bilinçli
düzensizlik' olarak tanımlamıştı. Hollanda ekibi bir or­
kestra gibiydi, bu orkestranın ahenkli bir müzik İcra etme­
sini sağlayan da, herkesten daha fazla ter döken, onların
şefi Cruyff'tu.
Bu sıska şeytan, daha çocuk yaştayken Ajax Kulübüne
kapağı atmıştı: Annesi o zamanlar kulübün kantininde ça­
lış ırken, kendisi de saha dışı na çıkan topları topluyor, fut­
bolcuların ayakkabılarını temizliyor ve sahanın köşelerine
bayrakları yerleştiriyordu. Kısacası kendisinden İsteni len
her şeyi yapıyor, ama kendisinin İstediği �eyi yapamıyor­
du: Top oynamak İstiyordu, ama bunun için yeterli fiziğe
sahip olmaması ve ayrıca hırçın yapısı neden iyle top oyna­
masına izin verilmiyordu. Ama bir keresinde oynamasına
izin verdiler ve o andan sonra bir daha yeşil sahalardan ay-

1 74
rılmadı; daha çocuk yaştayken Hollanda milli takım kad­
rosuna alındı ve muhteşem bir futbol sergilediği ilk milli
maçında bir gol atıp hakemi bir yumrukta yere serdi.
Daha sonra azminden ve becerisinden bir şey kaybet­
meden oynamayı sürdürdü. Yirmi yıl boyunca Hollan­
da'da ve İspanya' da oynadığı takımlarda yirmi iki kez §am­
piyonluk zevkini tattı. Otuz yedi yaşındayken futbolu bı­
raktı; so� golünü attıktan sonra, kendisini alkı§layan seyir­
cileri stattan evine kadar ona e§li k ettiler.

1 75
MÜLLER

Münih TSV Kulübünün teknik adamı bir keresinde


ona şöyle demişti:
- Futbolda bir yere gelemezsin, en iyisi mi sen ba§ka bir
i§ tut.
O sıralar Gerd Müller bir tekstil fabrikasında günde
on iki saat çalışıyordu.
O öğütten on bir y ı l sonra, 1 974'te bu bastıbacak fut­
bolcunun oynadığı ekip Dünya Şampiyonu oldu. A lman
l iginde ve Alman Milli Takımında hiç kimse onun attığı
gol sayısına ulaşamadı.
Bu vahşi kurt sahada kendisini kamufle etmesin i çok
iyi beceriyordu. Pençelerini ve sivri dişlerin i Kırmızı Baş­
lıklı Kız masalındaki babaanne kılığında gizleyerek ma­
sum paslar verirken bir yandan da kimseye sezdirmeden
rakip takımın i leri hatlarına sızıyor ve tıpkı av karşısında­
ki bir kurt gibi boş kalenin önünde ağzının suların ı akıtı­
yordu: Ağlar onun için son derecede çekici bir gelin in dan­
telli tül duvağıydı sanki; duvağı birdenbire açıyor ve dişle­
rini geçiriyordu.

1 76
HAVELANGE
1 974 yılında, uzun bir tırmanıştan sonra Jean Marie
Faustin de Godefroid Havelange FIF A'nın doruğuna ulaştı.
Gazeteci lere yaptığı açıklamada şöyle söylüyordu:
- Ben buraya futbol adı verilen bir ürünü pazarlamaya
geldim.
O andan sonra dünya futbolunda Havelange'nin kur­
duğu mutlak hakimiyet bugüne kadar sürüp gelmektedir.
Çevresinde sivri dişli teknotratları olduğu halde Zürih'teki
sarayında saltanat süren Havelange, tüm dün yada Birleş­
miş Milletlerden çok daha fazla otoriteye sahip olup Pa­
pa'yı kıskandıracak kadar çok yolculuk yapmaktadır. Ha­
velange'nın bir başka özelliği de, bir savaş kahramanının
rüyasında dahi göremeyeceği kadar çok madalyaya ve nişa­
na sahip olmasıdır.
Brezilya doğumlu Havelange, öneml i bir taşımacılık
şirketi olan Cometa'nın ve ayrıca silah ticaretiyle, sigorta­
cılıkla uğraşan bazı şirketlerin de sah ibidir. Fakat fikir ya­
plsı bir Brezilyalı'nınkine pek benzemez. Londra 'Ti­
mes'ın muhabiri bir seferinde ona şöyle bir soru yönelt­
mıştı:
- Futbolda sizi en fazla etkileyen �ey nedir? Şöhret mi,
galibiyet mi, zarifoyun mu, yoksa centilmenlik mi?
Yanıtı kısa ve netti :
- Disiplin.
Futbol dünyasının bu yaşlı kralı futbolun coğrafyasını
değiştirerek onu çokuluslu en büyük şirketlerden biri hali­
ne getirdi. Onun talimatlarıyla dünya şampiyonalarında

Gölı;cdc ve Güneşte Futbol 1 77/ 1 2


yer alan ülkelerin sayısı ikiye katlandı: 1 97 4'te bu sayı on
altı iken 1 998' de otuz ikiye çıkmış olacak. Böylece hiç
kuşkusuz turnuvalardan sağlanan gel ir de mucizevi bir şe­
kilde artacak; bunu anlamak için kar ve zarar defterleri nin
tozlu sayfalarını çevirmek gerekmiyor; İncil'de sözü geçen
ekmeklerin ve balıkların mucizevi şekilde çoğalması Have­
lange'nin mucizevi gelir sağlama yöntemleriyle kıyaslandı­
ğında sıradan bir olay sayılır.
Dünya Futbol Şampiyonasına katılacak olan Afrika,
Ortadoğu ve Asya ülkeleri, Havelange'ya büyük destek
verirlerken, o da bu arada Coca-Cola, Adidas gibi büyük
şirketlerle ortaklık kurarak gücüne güç katmaktadır. Ar­
kadaşı Juan Antonio Samaranch'ın Uluslararası Olimp iyat
Komitesinin başkan aday!ığını Adidas şirketinin mali yön­
den desteklemesini sağlayan Havelange' dan başkası değil­
di. Samaranch, General Franco' nun diktatörlüğü zamanın­
da mavi üniforma giyen, sağ elini havaya kaldırarak selam
veren biri olarak tanı nıyordu; 1 980'den sonra dünya spo­
runda bir kral olarak tahta çıktı. Her ikisi de çok büyük
miktarlara varan paralarla oynamaktadırlar; sakın bu para­
ların ne kadar olduğunu kendilerine sormaya kalkmayın;
bu konuda son derecede ketum olduklarından bir şey söy­
lemezler.

1 78
TOPUN DEREBEYLERİ
FIFA'nın tahtı ve sarayı Zürih'tedir; Uluslararası
Olimpiyat Kom itesinink i ise Londra'da bulunuyor, ISL
Marketing de ticari ağlarını Luzern'de örmektedir, üçü de
futbol §ampiyonaları ve olimpiyatlar düzenlemektedirler.
Görüldüğü gibi bu üç güçlü kurulu§un merkezi, ok atma­
daki müthi§ ni§ancılığıyla ünlü, efsanevi kahraman Giyom
Tel'in ülkesi, saatlerinin dakikliğiyle ve bankacılıktaki sır
saklama ilkesiyle bilinen İsviçre'dedir. Rastlantı mı bilin­
mez, üçü de ellerine geçen ya da ellerinde kalan parayla il­
gili sorular sorulduğunda ser verip sır vermezler.
ISL Marketing, yüzyılın sonuna kadar, statlara reklam
panoları yerle§tirme, uluslararası müsabakaları filme ve vi­
deo kasete alma, amblem, bayrak ve maskot ta§ıma hakla­
rının satı§ını elinde bulunduracaktır. Bu ticari i§, Adidas'ın
kurucusu Adolph Dassler'in mirasçılarının tekel indedi r;
bilindiği gibi Adolph Dassler, rakip firma Puma'nın kuru­
cusunun karde§i ve aynı zamanda dü§manıdır. Bu hakların
kullanılması Dassler ai lesine verildiğinde, Havelange ve Sa­
maranch büyük bir kadiqinaslık örneği gösterdiler. Dün­
yanın en büyük spor malzemeleri imalatçısı Adidas, onları
iktidara get irmek için son derecede cömert davranmı§tı.
1 990'da Dass ler ailesi, Adidas'ı, Fransız sanayici Bernard

1 79
Tapie'ye sattı, ama ISL onlarda kaldı; aile §İmdilerde §İrke­
ti Japon reklam ajansı Dentsu ile birl ikte yönetmektedir.
Dünya sporu üzerinde egemenlik kurmak öyle sanıl­
dığı kadar basit bir ݧ değildir. 1 994 yılının sonl:ırında
New York'taki bir i§adamları toplantısında konu§an Ha­
velange hiç alı§ık olmadığı bir §ekilde bazı rakamları ağ­
zından kaçırdı:
- Dünya futbolunun parasal cirosunun yılda 225 mil­
yar dol.ara uf.aştığını söyleyebilirim.
Dünyanın önde gelen çokuluslu § irketlerinden biri
olan General Motors'un 1 993 yılındaki 1 36 milyar dolar­
lık geli riyle bu serveti kıyaslayarak övünmܧtÜ. Aynı ko­
nu§mada Havelange futbolun ticari bir ürün olduğunu ve
en akılcı bir şekilde pazarlanması gerektiğini beli rterek
çağda§ ya§amda akılcılığın temel kuralını da hatırlatmadan
geçmedi:
- Malın sunulduğu paketin daima gösterişli olması gere-
kir.
Uluslararası müsabakaların zengin madeni içinde
maçların yayınlanma hakkının televizyonlara satışı en faz­
la gel i r getiren kaynaktır ve bu küçücük ekranın ödediği
paradan asl an payını FİFA i le Uluslararası Olimpiyat Ko­
mitesi almaktadır. Uluslararası müsabakaların tüm ülkele­
re canlı olarak yayın lanmasıyla birl ikte bu para olağanüstü
ölçüde arttı. 1 993 yılında Barselona O limpiyatları için tele-

1 80
vizyonun ödediği para, 1 960 Roma Olimpiyatlarında yayı­
nın ülke sını rları içi nde olduğu zaman ödenen paradan altı
yüz otuz katı daha fazlaydı.
Bir turnuvanın yayın hakkının hangi kanala verileceği
konusuna geli nce, hem Havelange ile Samaranch'ın, hem
de Dassler Ailesinin bu konuda kuralları bellidir: Kim da­
ha fazla öderse ona verilir. Her heyecanı ve tutkuyu para­
ya çeviren bir mekanizmanın spor yaşamı için en yararlı
ve en sağlıklı ürünleri sunanı seçmek gibi bir saçmalıkta
bulunmayacağı doğaldır. En iyi öneriyi vereni n düdüğü
çalmaya hakkı vardır; burada önemli olan M astercard'ın
Visa'dan daha fazla ödeyip ödemediği, Fuji filmin, Ko­
dak'tan daha çok parayı masaya koyup koymadığıdır. Lis­
tenin daima baş ında bulunan, 'çok besleyici' i ksir Co­
ca-Cola' dan hiçbir atletin mahrum olmaması gerekiyor,
'milyonlarla' ifade edi len tartışılmaz nitel ikleri vardır.
Marketinglere ve Sponsorlara böylesine bağımlı bulu­
nan yüzyılımızın sonundaki futbolda Avrupa'nın en
önemli kulüplerinin büyük şirketler grubunu oluşturan
halkalardan biri haline gelmesinde şaşılacak bir şey yok­
tur. Torino'nun Juventus Kulübü, Fiat gibi Agnelli grubu­
na aittir. M ilano Kulübü de Berlusconi grubundaki üç yüz
şirketten biridir. Aynı şekilde Parma, Parmalat' ı n mal ıdır;
Sampdoria da petrol şirketi Man tovani'ni ndir. F iorentina
Kulübü de film yapımcısı Cecchi Gori'y e aittir. Marsilya
Olimpique, Bernard Tapie'nin şirketlerin den birinin malı

181
olduğunda dünya futbolunun ön sıralarında yerini almıştı;
ne var ki ortaya çıkan bir rüşvet skandalı bu başarıl ı şirke­
tin batmasına neden oldu. Paris Sait-Germain Kulübü, te­
levizyon şirketi Canal Plus'undur. Sochaux Kulübünün
sponsoru Peugeot bu kulübün stadının da sahibidir. Hol­
landa' nın PSV Eindhoven Kulübünün sahibi de Philips'tir.
Bayer Şirketi de Almanya'nın birinci ligdeki iki takımı
olan Bayer Leverkusen ile Bayer Verdingen ' i mali yönden
desteklemektedir. Astrad bilgisayarlarının üreticisi, İngiliz
kulüplerinden Tottenham Hotspur'un sahibidir ve bu ku­
lübün hisseleri borsada oldukça rağbet görmektedir. Aynı
şekilde Blacburn Rover, Walker grubuna aittir. Profesyo­
nel futbolun pek yaygın olmadığı Japonya'da belli başlı
şirketler, kulüpler kurup uluslararası üne sahip futbolcu­
larla sözleşme imzaladılar; çünkü futbolun tüm dünyada
konuşulan bir l isan olması nedeniyle ticaret ağlarını bütün
dünyayı kapsayacak şekilde örebi leceklerin i n farkındadı r­
lar. Elektrik şirketi Furukawa, Jef United İchihara kulübü­
nü kurarak Alman Pierre Littbarski ile Çek Frantisek ve
Pavel' i safları na kattı. Toyota da ayn ı şekilde Nagoya
Grampus Kulübünü yaratıp İngi l iz golcü futbolcu Gary
Lineker'i transfer etti. Her zaman başarılı, ama biraz yaş­
lanmış bulunan Zico da, Sumitoma Endüstri ve F inans­
man Grubuna ait olan Kashima Kulübünde oynadı. M az­
da, M itsubishi, Nissan, Panasonic ve Japan A irlines ş irket­
lerinin her birinin kendi futbol kulüpleri bulunmaktadır.
Kulüp mal i yönden sürekl i zarar ediyor olabilir, ama
ait olduğu şirketler grubunun adını iyi bir şekilde duyura­
biliyorsa bu önemsiz bir ayrıntı sayılır. Bu yüzden bir ku­
lübün kime ait olduğu bir sır değildir: Futbol, şirketlerin
reklamlarının yapılmasında bir araç olarak kullanılmakta
olup halka u laşmada ondan daha etkilisine rastlamak
mümkün değildir. Berlusconi, M ilano'yu satın aldığında
kulüp iflasın eşiğindeydi ve bunu önlemek amacıyla kore­
ografik özellikte bir reklam kampanyasına girişti. 1 978 yı­
l ı nda bir akşamüstü Mi lano'nun on bir oyuncusu bir heli-

1 82
kopterden yavaş yavaş stadın ortasına inerlerken, bir yan­
dan da hoparlörlerle Wagner'in müziği seyircilere dinletili­
yordu. Kendi reklamını çok iyi bilen Bernard Tapie, Olim­
pique'i n zaferleri ni 'rock' müziğinin en iyi gruplarının yer
aldığı, havai fişekl i, lazer ışınlı büyük gösterilerle kutlama­
yı gelenek haline getirmişti.
Halkın coşku kaynağı futbol sayesinde şöhrete ve gü­
ce ulaşılmaktadır. Herhangi bir şirkete doğrudan doğruya
bağlı olmayan, belli ölçülerde özerkliğe sahip bazı kulüp­
ler, genellikle siyasette ya da ticarette pek başarı elde ede­
memiş kimseler tarafından yönetilmektedir; bu sıradan in­
sanlar popüler ol mak için futbolu bir araç olarak kullan­
maktadırlar. Fakat bunun aksinin söz konusu olduğu en­
der vakalar da yok değildir: Bileğinin hakkıyla kazandığı
ünü futbolun hizmetine sunan İ ngiliz şarkıcı Elton John
yıllardır gönül verdiği Watford Kulübünün başkanlığını
yaptı; aynı şekilde film direktörü Francisco Lombardi, Pe­
ru'nun Sporting Cristal Kulübünü yönetti.

1 83
JESÜS

1 969 yılının ortalarına doğru, İspanya'nın Guadarra­


ma dağlık bölgesinde eğlencelerin , toplantıların ve evlen­
me törenlerinin yapılacağı büyük bir salon açıldı. Açılışta
verilen ziyafetin tam ortasında, binan ı n tavanı çökünce da­
vetliler enkaz altında kaldılar. Bu olayda elli iki kişi canın­
dan oldu. Salon, devletten alınan krediyle, ama ruhsatsız,
tasdiksiz projeyle ve sorumlu m i mar olmadan inşa edilmiş­
ti. Bu kısa ömürlü binanın sahibi ve inşa ettirenifesus Gil y
Gil tutuklanıp iki yıl üç ay demir parmaklılar ardında kal­
dıktan sonra General Franco'nun özel affıyla hapisten çık­
tı. Hapisten çıkar çıkmaz yeniden eski işine dönen Jesus
inşaat sektöründe vatana hizmet etmeyi sürdürdü.
Bir süre sonra bu girişimci kişi bir futbol kulübünün
sahibi oldu, bu kulüp A tletico Madrid di Futbol sayesinde
' .

televizyonda sık sık boy gösterip popüler oldu, artık J e­


sus'u parlak bir siyasi gelecek bekliyordu. 1 991 'de şimdiye
kadar benzeri görülmemiş bir oy oranıyla Marbell a Beledi­
ye Başkanı seçildi. Seçim kampanyası nda burasını yankesi­
cilerden, ayyaşlardan ve esrarkeşlerden temizleyeceğine
söz vermişti ve bu turizm merkezi şi mdilerde Arap şeyhle­
rinin, u luslararası silah ve uyuşturucu kaçakçılığıyla uğra­
şan mafya babalarının uğrak yeri haline gel di.
Atletico Madrid, her ne kadar sık sık yenilgiye uğru­
yorsa da, Jesus'un i ktidar ve itibar sahibi olmasında hala
öneml i bir unsur oluşturmaktadır.
Hiçbir teknik direktörün bu kulüpte iki haftadan faz­
la kaldığı görülmemiştir. Jesus Gi l y Gil, teknik direktör­
lere yol vermeden önce konuyu daima damızlık, beyaz atı
lmperioso'ya danışır:
- lmperioso, yine yenildik.
- Biliyorum Gil, biliyorum.
- Bunda suç kimin?
- Nereden bileyim Gil?

1 84
- Elbette bıliyorsun, suç teknık direktörün.
- O halde kov gitsın.

1 85
78 DÜNYA KUPASI
Almanya'da halkın sevgilisi kaplumbağa Volkswagen,
dönemini kapatırken İngiltere'de i l k tüp bebek dünyaya
geliyordu. İtalya'da da çocuk düşürme yasalla§ıyordu.
Yüzyılın vebası AIDS ilk kurbanların ı veriyordu. Kızıl
Tugaylar Aldo Moro'yu katlederlerken, Amerika Birle§İk
Devletleri yüzyılın başından beri kullandığı kanalı Pana­
ma'ya devretme vaadinde bulunuyordu. M iami'deki güve­
nilir kaynakl ardan gelen haberlere bakılırsa Fidel Castro
her an devrilebilirdi. N ikaragua' da Somoza'nın i ktidarı
son buluyor, İran'da da §ahın saltanatı sallanıyordu. Gu­
atemala'da askerler Panzos Köyünde halkı mitralyözlerle
tarıyorlardı. Domitila Barrios, Bolivya' n ı n askeri diktatö­
rüne kaqı bakır madenlerinde çalıpn dört kadınla birlikte
açlık grevine başlıyor ve bütün Bolivya'nın onu destek le­
mesi üzerine diktatör devriliyordu. Arjantin 'deki diktatör­
lük yerinde saymaya devam ederken, sanki gücünü kanıt­
lamak İstercesine On Birinci Dünya Futbol Şampiyonası­
na ev sahipliği yapıyordu.
Kupaya on Avrupa, dört Latin A merika ülkesi, İran
ve Tunus katıldı. Papa onları Roma'dan kutsadı. Buenos
Aires'in Monumental Stadındaki açılış töreninde marşlar
çalınırken, General Videla, Havelange'ye nişan taktı. Ora­
dan birkaç adı mlık mesafede Arjantin'in Auschwitz ben­
zeri işkence ve yok etme merkezi Mekan ize Piyade Oku­
lunda birtakım masum işler çevrilmekteydi. Ve oradan

1 86
birkaç kilometre uzakta da uçaklar mahkumları diri diri
denizin dibine yolluyordu.
FIFA b�kanı, televizyon kameraları karşısında, " So­
nunda dünya Arjantin'in gerçek görüntüsünü görme fırsa­
tını bulacaktır," diyordu.
Özel davetli Henry Kissinger de şöyle konuşuyordu:
- Bu ülkenin parlak bir geleceği var.
Açılış vuruşunu yapan A lman ekibin kaptanı Berti
Vogts birkaç gün sonra şöyle bir açıklamada bulunuyordu:
- A rjantin , hukukun, düzenin hakim olduğu bir ülke;
ben siyasi mahkum fal.ın görmedim.
Bazı maçları kazanan e v sahibi ekip, İtalya karşısında
yenilgiye uğramış, Brezilya ile berabere kalmıştı. Hollanda
ile karşıl�acağı finale kalabilmesi için Peru'yu gol yağmu­
runa tutması gerekiyordu. Arjantin ihtiyaç duyduğu golle­
re Peru'yu 6-0 yenerek kavuşmuş oldu; ama bu farklı skor
bazı ki mselerin beyinlerinde soru işaretlerinin belirmesine
yol açmıştı; nitekim Perulular Lima'ya döndüklerinde taş
yağmuruna tutuldular.
Arjantin ile Hollanda arasındaki final maçının sonucu
uzatmada bell i oldu. Arjantinl iler 3-1 galip geldiler, bu za­
ferde bir bakıma, Arjantin'i son dakikada yenilgiden kur­
taran yurtsever kale direğinin de büyük payı vardı. Ren­
senbrink'in bir şutunu durduran bu kale direği, İnsanoğlu­
nun nankörlüğü yüzünden askeri di kta yöneticilerinden
herhangi bir nişan almadı. Yine de M ario Kempes'in attığı

1 87
goller, sonucu tayin etti; rüzgarı arkasına alarak k ağıtlarla
dolu bir çim sahada hiç yorulmadan ko§up duran bir tay
gibiydi Kempes.
Kupayı alma anında Hollandalı oyuncular Arjantin
diktasının §eflerini selamlamayı reddetti ler. Brezilya üçün­
cülüğü elde etti. İtalya da dördüncü oldu.
Kupanın en iyi oyuncusu Kempes altı golle gol kralı
oldu; onu be§er golle Perulu Cubillas ile Hollandalı Ren­
senbrink izlediler.

1 88
MUTLULUK TABLOSU
Dünyanın dört bir köşesinden beş bin gazeteci Arjan­
tin' e gelmi�ti; basın ve televizyon merkezi son derecede
moderndi; statlar muhteşem, havaalanları hep yeniydi; kı­
sacası her şey göz kamaştırıcıydı. En yaşlı Alman gazeteci­
leri, 78 Dünya Kupasının, Hitler'in büyük bir debdebeyle
Berlin'de açılışını yaptığı 36 O limpiyatını hatırlattığını
söylemeden edemiyorlardı.
Gelirler ve giderler tam bir devlet sırrıydı. Milyonlar­
ca dolarlık masraf ve savurganlık olduğu muhakkaktı, ama
askeri cunta tarafından yönetilen bir ülkede insanların
yüzlerinden mutlu gülümsemeler kaybolmasın diye mas­
rafların yekunu hiçbir zaman açıklanmadı. Dünya Kupası­
na ev sahipliği yapan asker liderler, bir taraftan da İnsanla­
rı yok etme planlarını tam gazla uyguluyorlardı. 'Nihai
çözüm' adını verdikleri planlarıyla binlerce A rjantinliyi iz
bı rakmadan katlettiler; ölenlerin sayısı hiçbir zaman tam
olarak bil i nmedi; kim öğrenmeye çalışıyorsa her ne hik­
metse yer yarılıp i çine giriyordu. Arjantin'in Sociedad Re­
al Kulübünün başkanı Celedonio Pereda, futbol sayesinde
Arjantin'in, batılı ülkelerin bas ı n ve yayınında sunulan
kötü şöhret ve imajının sona ereceğini söyledi. Bütün pm­
piyona boyunca bi rkaç kez tökezleyen Arjanti n karması
yerel muhabirler tarafından zorunlu olarak göklere çıkarıl­
dı. Ne oyuncuları, ne de tekni k direktörü eleşt irmek söz
konusuydu.

1 89
Ü lkenin dışarıda yaygın olan kötü imajını, örtmek
amacıyla dikta rej imi bu konularda uzmanlaşmış bir Ame­
rikan şirketine yarım mi lyon dolar ödemekten kaçınmadı.
Burson-Masteller Şirketi uzmanlarının raporunun başlığı
şöyleydi: " Ürünler için geçerli olan ülkeler için de geçerli­
dir. " Dünya Kupasının güçlü adamı Carlos Alberto Lacos­
te, verdiği bir demeçte şunları söylüyordu:
- Avrupa'ya ya da Amerika Birleşik Devletlerine gitti­
ğimde beni en çok etkileyen şey ne mi? Büyük binalar, büyük
hav:ıalanları, muhteşem arabalar, lüks eşyalar...
Dolarları buhar edip yok etmede, ani servet yaratma­
da bir hokkabaz gibi ustalaşmış olan bu amiral, kendisine
rakip olabilecek bir başka asker kökenl i kişinin esrarengiz
bir ci nayete kurban gitmesinde11 sonra Dünya Kupasında
tek adam durumuna geldi. Lacoste, muazzam meblağları
kimseye hesap vermeden kullanıyordu; galiba bu meblağ­
ların bir kısmı dalgınlık eseri cebine girmişti. Dikta rej imi­
nin maliye bakanı Juan Alemann, kamu kaynakları nın so­
rumsuzca harcanması konusunda birtakım yersiz sorular
ortaya attığında, amiral alışılmış uyarılarından birini daha
yapmada gecikmedi:
- Kabak başlarında bir bomba gibi patlayacak olursa
sızlanmasınlar...
Gerçekten de Arjantin seyircisi Peru'ya atılan dör­
düncü golü çılgınca alkışlarken A leman n ' ı n evinde, kimin
tarafından yerleştirildiği belli olmay an bir bomba patlayı­
verdi.
Dünya Kupasının sonunda Amiral Lacoste, organizas­
yonda göstermiş olduğu çabaların bir ödülü olarak Fl­
FA'nın başkan yardımcılığına getirildi.

1 90
GEMMILL'İN GOLÜ
78 Dünya Kupasıydı; formunun doruğunda bul unan
Hollanda, pek iyi durumda olmayan İskoçya ile kaqılaşı­
yordu.
İskoçyalı oyuncu A rchibald Gemmill, takım arkada§ı
Hartford'un verdiği pası kaptıktan sonra Hollandalıları
gayda müziği eşl iğinde bir dansa davet etme inceliğini gös­
terdi.
Gemmill'in çalımları yla başı dönerek yere ilk serilen
Wildschut oldu. Daha sonra ekilme sırası Suurbier'e geldi.
Ama Krol'un ba§ına gelenler hepsinden daha kötüydü:
Gemmill topu onun bacakları arasından geçirmişti ve ni­
hayet kaleci Jongbloed ile kaqı kaqıya kaldığında İskoç­
yalı futbolcunun tek yaptığı şey, topu file bekçisinin üze­
rinden aşırtarak kaleye sokmak oldu.

191
BETTEGA'NIN GOLÜ
78 Dünya Kupasıydı. İtalya ev sahibini 1 -0 yenmi§ti.
İtalya'nın golü ağları bulmadan önce top sahada munta­
zam bir üçgen çizmiş ve bu üçgeni n içinde kalan Arj antin
savunması adeta apı§ıp kalmı§tı. Golün geli§i §öyle oldu:
Antognoni topu Bettega'ya gönderdi, o da sırtı dönük va­
ziyette olan Rossi'ye pas verdi, Rossi de bir topuk pasıyla
topu yeniden ileriye doğru sızan Bettega'ya yolladı. Bette­
ga önüne çıkan iki oyuncu arası ndan sıyrıldıktan sonra to­
pa sol ayağıyla vurarak kaleci Fillol'un golü önleme çaba­
sını bo§a çıkardı.
Bu maçı seyreden herkes, dört yıl aradan sonra İtal­
ya'nın kupanı n sahibi olacağını sanmı§tı.

1 92
SUNDERLAND'IN GOLÜ

1 979 yı lıydı. Wembley Statında Arsenal ile Manches­


ter U nited, İngi ltere Kupası Finalinde çeki§iyorlardı.
Zevkli bir maç oluyordu, 1 8 71 'den bu yana kupanın
uzun tarihinde oynanan en heyecanlı maç olacağı kimse­
nin aklının kö§esinden bile geçmiyordu. Arsenal 2-0 galip­
ti ve maç da bitmek üzereydi; seyirciler tribünleri terk et­
meye ba§lamı§lardı. Ama birdenbire bir gol yağmuru ba§­
ladı. İki dakikaya tam üç gol sığdırılmı§tı: İlk golü Mc
Queen 86. dakikada attıktan sonra, Mcllroy 87. dakikada
iki defans oyuncusunu ve kaleciyi geçerek Manchester'e
beraberliği getiren 'golü kaydetti; ne var ki 88. dakika ta­
mamlanmadan, Arsenal attığı üçüncü golle zafere ula§tı.
Alan Brady, her zamanki gibi maçın yıldızıydı, s kor­
da onun payı büyüktü, ama son golü nefis bir vuru§la atan
Sunderland oldu.

Cölgedc ve G ü nqt<' hııhnl


1 93/ 1 3
82 DÜNYA KUP ASI
lstvan Szab6'nun şaheseri 'Mefisto' Hollywood'da
Oscar Ödülünü alırken, A lmanya'da yetenekli film ya­
pımcısı Fassbinder hayata veda ediyordu. Romy Schneider
İntihar ediyor, Soffa Loren vergi kaçırmaktan tutuklanı­
yordu. Polonya'da işçi sendikası lideri Lech Walesa hapse
atılıyordu.
Garda Marquez, Latin Amerika' nın bütün şairlerini,
dilencilerini, müzisyenlerini, başıbozuk takımını temsilen
Nobel Ö dülünü alıyordu. El Salvador'da askerler, bir köy­
de yarısı çocuk olmak üzere yedi yüzden faz'..ı İ nsanı mit­
ralyözlerle tarıyorlardı. Guatemala' da yerlilerin köküne
kibrit suyu dökmek için darbe yapan general Rfos M ontt,
yayınladığı bildiride ülkeyi yönetme görevinin kendisine
Tanrı tarafından verildiği ni ve h aber alma işlerinin bundan
böyle Kutsal Ruh tarafından yerine getirileceği ni ileri sü­
rüyordu.
Mısır, altı gün savaşlarından beri İsrail'in işgali altında
bulunan Sina yarımadasını sonunda geri alıyordu. İlk ya­
pay kalp birinin göğs ünde atıyordu. Miami'deki güven i lir
kaynaklar Fide! Castro' nun devri lmesinin a n meselesi ol­
duğunu bi ldiriyorlardı. İtalya'da Papa kendisine karşı giri­
şilen ikinci suikastten de sağ çıkmayı başarıyordu. İspan­
ya' da parlamentoyu basan subaylar otuz yıla mahkum olu­
yorlardı ve Felipe Gonzalez başbakanlık yolunda sağlam

1 94
adımlarla i lerlerken Barselona'da On İkinci Dünya Futbol
Şampiyonasının açılı§ı yapılıyordu.
Önceki §ampiyonadan sekiz fazlasıyla bu seferkine
yirmi dört ü l ke katıldı, ama e§le§melerde Latin Amerika
ekiplerinin §ansı pek yaver gitmedi. Kuveyt ve Yeni Zelan­
da' dan ba§ka on dört Avrupa, altı Latin Amerika ve iki de
Afrika ülkesi katılıyordu.
İlk gün, dünya §ampiyonu Arjantin karması Barselo­
na'da hezimete uğradı. Birkaç saat sonra, oradan oldukça
uzaktaki Falkland Adalarında Arjantinli generaller bu kez
de İngiltere kaqısında yenildiler. Birkaç yıl süren diktatör­
lükleri sırası nda kendi yurtta§ları n ı dize getiren bu yırtıcı
generaller, İngiliz askerleri kaqısında uysalca boyun eğdi­
.ter. İnsan haklarını her zaman ihlal etmi§ olan Deniz Kuv­
vetleri subayı Alfredo Astiz'in, gurur kırıcı belgeyi ba§ı
eğik durumda i mzalayı§ını tüm dünya televizyonları gös­
terdi.
Televizyon iki gün arka arkaya 82 kupasından ilginç
görüntüler verdi. Kuveyt ile F ransa'nın kar§ıla§tığı maç­
ta, Kuveyt' i n yediği bir gole itiraz eden Şeyh Fahid
El-Ahmed-Sabah'ı n rüzgarda etekleri dalgalanarak sahaya
girmesi görülmeye değerdi; İngiliz Bryan Robsun'un ya­
rım dakikay a sığdırdığı gol muhte§emdi; i lginç görüntü­
lerden b iri de Alman kaleci Schumacher'i n Fransa'nın
forvet oyuncusu Battiston' u bir diz darbesiyle bayılttık­
tan sonra hiç oralı olmamasıydı; belirtmekte yarar var,
Schumacher kaleci olmadan önce demircilik yapmıştı.
İlk sırayı Avrupalı ekipler aldı; Brezi lya'nın sergiledi­
ği oyun hiç de yabana atılacak cinsten değildi, özellikle Zi­
co, Falcao ve S6crates güzel futbollarıyla göz doldurdular.
Her ne kadar Brezilya karmasının kupada §ansı pek yaver
gitmediyse de seyirci tarafından beğenildi. Tribün lerden
büyük bir alkış toplayan Zico, haklı olarak Latin Ameri­
ka'nın en iyi futbolcusu seçildi.
Kupayı İtalya aldı. İtalya karması i lk günlerde parlak
bir ba§langıç yapamamı§, beraberliklerle tökezlemi§ti, ama

1 95
daha sonra uyumlu futbol uyla ve özellikle Paolo Ross i'nin
çabalarıyla sonuca ulaşmayı başardı. Finalde Almanya'yı
3-1 yendi.
Boniek'in güzel müziğine ayak uyduran Polonya
üçü ncü oldu. Dördüncülüğü de Fransa al dı, ama bu yere
gelmesinde daha çok Avrupa'daki nüfuzunun , bir de Afri­
kalı orta saha oyuncuları nın unutulmaz neşeli tavırların ın
büyük payı vardı.
İtalyan Rossi altı golle ilk sırayı aldı, onu yıldırım hı­
zıyla attığı beş golle Alman Rummenige izledi.

1%
HER ZAMAN
DEVLER ÜSTÜN GELMEZ
Alain Gi resse, Platini, Tigana ve Genghini ile birlikte
82 Dünya Kupasının ve Fransız futbol tarihinin en göste­
rݧIİ forvetini olu§turdular. Giresse o kadar ufak tefekti ki,
televizyon ekranında daha da küçülmü§ gibi görünüyordu.
Macar Puska§, Alman Seeler gibi tıknazdı; Hollandalı
Cruyff ile Gianni Rivera ise narin yapıdaydılar. Pele, Ar­
jamin'in orta saha oyuncusu, güçlü kuvvetli Nestor Rossi
gibi düztabandı. Cooper testinde en olumsuz sonuç alan
Brezilyalı Riveli no'yu sahada tutabilmek mümkün değildi;
yurtta§ı S6crates ise tıpkı bir turna ku§U gibiydi, uzun ba­
cakları ve çabuk yorulan küçük ayakları vardı, ama topuk
paslarını vermede onun üstüne yoktu; İstese penaltıları bi­
le topuğuyla atabi lirdi.
Bir futbolcunun fiziksel ölçüleriyle hızlılık ve kuvvet
göstergesinin oyundaki ba§arısını belirleyen ögeler olduğu­
nu dü§ünenler yanılmaktadırlar. Nasıl ki bir erkeğin cinsi­
yet uzvunun uzunluğu ile cinsel doyuma ula§ma arasında
bir bağlantı yoksa, zeka testindeki ba§arı ile yetenek ara­
sında da bir i lgi yoktur. En iyi futbolcuların M i kelanj' ın
heykellerinin ölçüleri nde olmadıkları bilinen bir gerçektir
ve birçok durumlarda yetenek, fiziksel yetersizlik leri me­
ziyete çevirme sanatı olarak kabul edilmektedir.
Kolombiyalı Carlos V alderrama'nın bacakları çarpıktı
ve bu çarpıklık topu saklamasında ݧİne yarıyordu. Gar­
rincha' nın çarpık bacakları için de aynı durum s öz konu­
suydu. Uruguaylı Cococho Alvarez aksayarak yürürdü,

1 97
çünkü bir ayağı öbürüne doğru dön üktü, buna rağmen Pe­
le'yi sakatlamadan marke edeb ilen ender futbolculardan
bi riydi.
94 Dünya Kupasının yıldızları Romario ile Maradorıa
tıknaz ve biraz göbekliydiler. İtalya'da b�arılı bir futbol
sergileyen iki Uruguaylı forvet oyuncusu Ruben Sosa ve
Carlos Aguilera da kısa boyluydular. Kısa boylulardan
Brezilyalı Leonidas, İngiliz Kevin Keegan, İrlandalı Geor­
ge Best ve 'Pi re' lakaplı Danimarkalı Al lan Simonsen ufak
cüsseleri sayesinde aşılması güç defans oyuncularının ara­
sından kolayca sıyrılabiliyorlardı. River Plata'n ı n sol açık
oyuncusu Felix Loustou ufak tefek olmasına rağmen de­
mir gibi bir vücuda sahipti ve ona 'vantilatör' lakabını tak­
mışlardı, çünkü rakiplerinin kendisini izlemesini sağlaya­
rak takım arkadaşlarının rahat nefes almalarına fırsat veri­
yordu. Uzun lafın kısası, Lil iputvari bir futbolcu, iri cüsse­
li bir rakip futbolcu tarafından ezilmeden, oyunun düşük
temposunu daha canlı bir hale getirebilir.

1 98
PLATİNİ

Michel Platini de atletik yapıya sahip bir oyuncu de­


ğildi. 1 972'de Metz Kulübünün doktoru Platini'de kalp
yetmezliği ve nefes darlığı olduğuna dair rapor v ermi§ti.
Bu yüzden Metz Kulübü, Platini'yi transfer etmekten vaz­
geçti; doktor, Platini 'de ayrıca bilek sertliği olduğunu tes­
pit edememi§ti, bu kusur yüzünden ayak bileği kolayca kı­
rılabilirdi; bütün bunlardan ba§ka Platini hamur işlerine
dü§künlüğünden dolayı şi§manlamaya elverişliydi. Her §e­
ye rağmen on yıl sonra, kendisinde bu kadar kusur bulu­
nan bu oyuncu, İspanya'daki Dünya Kupası öncesinde
kendisini transfer etmeyen takımdan öcünü aldı: Takımı
Saim Etienne, Metz'i 9-2 skorla yendi.
Platini, Fransız futbolunun en iyi yönlerini kendisi n­
de bulunduran bir futbolcuydu. 58 Dünya Kupasında on
üç gol atarak ula§ılmaz bir rekor kıran Justo Fontaine gibi
isabetli şutlar atabildiği gibi, ayrıca Raymond Kopa'nın çe­
vikliğine ve kurnazlığına sahipti. Platini her maçta bir göz­
bağcı gibi gollerden bir resital sunmakla kalmıyor, aynı za­
manda uyumlu oyun kurmadaki beceriklil iğiyle seyirciyi
büyülüyordu. Onun kaptanlığında Fransa karması her za­
man uyumlu ve sağlam bir futbol sergi ledi.
82 Dünya Kupas ının yarı finalinde Almanya, F ran­
sa'yı penaltı atı§larıyla hezimete uğrattı. O maç Platini ile
Rummenige arasında yapılan bir düello gibiydi; maçın ka­
derin i belirleyen sakat vaziyette sahaya çıkan Rummenige

1 99
o l d u . Daha sonra A l manya ! i n a l m açı n d a İt.ı l y a k a rş ı s ı nda
t u tu n amad ı . Ne Plat ı n i , n e de R u m ın e n ige, fu t b o l da b i r ta­
ri h vaz,ı n b u i k i s ü per o y u n cu , e k ı p l er i n ı n b i r d ü n y a ku­
pası nda şaın p ı y o n o l m a ze\'k i n i t .1(Lını ad 1 Lı r.

200
FUTBOL KURBANLARI
Kötü bir şöhrete sahip olan 'hooligan 'lar, 1 985 yılı nda
Brüksel'deki eski Heysel Stadın ı n tribünlerinde 39 Italyan
seyircinin ölümüne neden oldular. 'Hooligan'lar saldırdık­
ları sırada, İngiliz takımı Liverpool, İtalya'nın Juventus ta­
kımıyla Avrupa Kupasının finali n i oynamaktaydılar. Bir
duvara karşı sıkışıp kalan, boşluğa düşen ya da birbirlerini
ezen İ nsanların can verişlerin i televizyon canlı olarak ya­
yı nlarken bir yandan da maçı vermeyi ihmal etmiyordu.
O olaydan sonra İngiliz seyircilerin İtalyan toprakla­
rına ayak basmaları yasak edildi; İngiliz taraftarların elle­
rinde iyi bir aileden geldikleri n i gösteren bir belge olması
dahi bir İşe yaramadı. 90 Dünya Kupasında İtalya, İngiliz
taraftarların Sardunya Adasına ayak basmasına izin ver­
mek zorunda kaldı, çünkü İngiltere karması da şampiyo­
nada oynayacaktı, ama tribünlerde futbol seyircisinden
çok Scotland Yard ajanları bulunuyordu ve seyircilere göz
kulak olma işini bizzat İngiliz Spor Bakanı üzerine almıştı.
Yaklaşık bir asır önce, 1 890'da Londra'nın 'The Ti­
mes' gazetesi şöyle bir uyarıda bulunuyordu: 'Bizim 'hooli­
gan 'lar işi giderek azıtıyorlar ve işin kötüsü her geçen gün
sayıları arttıkça artıyor. Onlar medeni toplumumuzun b i­
rer yüz karasıdırlar.' Ne i lginçtir ki günümüzde bu yüz
karaları futbolu ku:lanarak suç işlemeye devam ediyorlar.
'Hooligan ' ların olduğu yerde her zaman dehşet havası
eser; bunların vücutları dövmelerle kaplı olup mideleri al­
kolle doludur; boyunlarında ya da kulaklarında milliyetçi-

201
lik amblemleri ası lıdır, ellerinde de kalın sopalar yahut
muştalar vardır; imparatorlukları nın dağı lmasından duy­
dukları öfkeyi tribünlerden 'Rule Britannia' diye uluyarak
kusarlarken, çevrelerinde dehşet ve panik yaratırlar. İngil­
tere'de ya da öbür Avrupa ülkelerinde Nazi amblemleri ta­
şıyan birtakım zorbalar, sık sık Zencilere, Araplara, Türk­
lere, Pakistan lı lara ya da Yahudilere saldırmaktadırlar. İs­
panya'da Real M adridli bir fanatik, bir Zenciyi feci şekilde
döverken bir yandan da 'Afrika 'ya defolup gitsinler! Onlar
ekmeğimizi elimizden almaya geldiler! ' diye bağırıyordu.
ltalyan 'naziskirı ' leri futbol bahanesiyle Zenci oyun­
cuları ıslıklayıp yuhalarken seyircilere de ' Yahudiler' diye
bağırıyorlardı.
Fakat futbola gölge düşüren dem ir çubuklar yal nızca
Avrupa'ya özgü değildir. Bundan bütün ülkeler payını al­
maktadır; biri nde çok, öbürlerinde az olsa da bu tür olay­
lar hemen hemen her ülkede yaşanmakta ve futbolun bu
kuduz köpekleri her geçen gü n daha da çoğalmaktadırlar.
Birkaç yıl öncesine kadar Şili, dünyanın en centilmen se­
yircisine sahipti. Kadın, çocuk ve erkek, tüm seyirciler tri­
bünlerde müzik eşliği nde eğlenip yarışmalar düzenlerlerdi.
Bugünlerde ise Şili kulüpleri nden Colo-Colo 'Beyaz Pençe'
adı verilen bir çeteye sahiptir. Şili'nin bir diğer kulübü

202
U niversidad'ın da 'Alttakı ler' adında, bda çıkarmakta öbü­
ründen aşağı kalmayan kal;ı.bal ık bir ayaktakımı vardır.
1 993'te Jorge ValdanÖ'nun hesaplarına göre son on
beş yıl içinde Arjantin statlarında meydana gelen şiddet
olaylarında ölenlerin sayısı yüzün üstündedir: Valdano,
şiddet olaylarının halkın günlük yaşamında karşılaştığı sos­
yal adaletsizliklerle doğru orantılı olarak arttığını belirti­
yor. Dünyanın her yeri nde iş bulamayan, umudunu yiti­
ren, i çleri öfkeyle dolu gençler bulunduğu sürece bu olay­
lar artmaya devam edecekt ir. Valdano'nun bu düşünceleri­
ni açıklamasının üzerinden bi rkaç ay geçmişti ki, Buenos
Ai res'in Boca Juniors takımı, ezel i rakibi River Plata tara­
fından 2-0 yenildi. Stadın çıkışında Riverli iki taraftar kur­
şunlanarak can verdi. Genç bir Boca taraftarı televizyon
kamerası kaqısında şöyle dedi: 'Şimdi 2-2 berabereyiz. '
Eski çağlarda yapılan sporlar konusunda bir kronik
tutan Dione Crisostomo M . S . II. yüzyılda Romalı seyirci­
ler hakkında şöyle yazı yordu: 'Stadyuma geldiklerinde
sanki uyuşturucu kullan mışlar gibi kendilerinden geçiyor­
lar ve ağza alınmayacak küfürleri ve hakaretleri hiç utan­
madan söylüyorlar. ' O tarihten dört yüz yıl sonra, 5 1 2 yı­
lında spor tarihinin en büyük faciası yine Roma' da gerçek­
le§tİ ve binlerce İ nsan hayatını kaybetti; iki rakip seyirci
grubu arasında çıkan ağız dalaşı daha sonra otuz bin ki§i­
nin öldüğü, günlerce süren bir sokak çatışmasına dönüş­
müştü. Tabii bunlar futbol seyircisi ol mayıp iki tekerlekli
yarış arabaları nı seyreden fanatiklerdi.

203
Şimdiye kadar bir futbol stadında en fazla sayıda kur­
ban 1 964 yılı nda Peru ' nun b� keminde verildi. M açın son­
ları na doğ'ru Arjantin'e atılan bir golün hakem tarafından
İptal edilmesi üzerine sahaya portakal, teneke bira kutuları
yağmaya ba§ladı. Polisin gaz bombası atması halkın panik
içinde kapalı kapı lara doğru hücum etmesi ne yol açtı ve üç
yüzden fazla İ nsan ezilerek öldü. O gece sokakl ara dökü­
len öfkeli halk, polisi değil de hakemi protesto etti.

204
86 DÜNYA KUPASI
'Baby Doc' Duvalier ülkeyi soyup soğana çevirerek
Haiti'den kaçıyordu; aynı §ekilde Ferdinand M arcos da
yükünü tutarak Filipinler'den kaçıyordu. İkinci Dünya
Savaşının çok sevi len halk kahramanı Marcos'un gerçekte
bir savaş kaçağı olduğu, biraz gecikmiş bir bilgi olarak
Amerikan arşivlerinden elde ediliyordu.
Halley kuyrukluyıldızı uzun bir aradan sonra semala­
rımızı yeniden ziyaret ediyordu. Uranüs'ün çevresinde do­
kuz uydusunun bulunduğu, bizi güneşten koruyan ozon
tabakasında bir deliğin meydana geldiği keşfediliyordu.
Lösemiye karşı tedavide yeni bir ilaç geliştiriliyordu. Ja­
ponya'da çok sevi len bir kadın şarkıcının İ ntihar etmesi
üzerine yirmi üç hayranı onun ardından gitmeyi tercih
ediyordu. Bir deprem iki yüz bin Salvadorluyu evsiz bark­
sız bırakıyordu. Sovyetlerin Çernobil nükleer santralında­
k i kaza bir radyasyon bulutunun yeryüzüne dağılmasına
yol açarken, radyoaktif yağmurun nerelere ve kimin başı­
na yağdığını kimse bil miyordu.
İspanya'da Felipe Gonzalez, Kuzey Atlantik Paktı
NATO'ya karşı hep 'hayır' diye bağırmış olmasına rağ­
men, şimdi 'evet' diyerek çark ediyor ve yapılan referan­
dumla da bu karar onaylanıyordu. İspanya ve Portekiz ni­
hayet Ortak Pazara giriyorlardı. Tüm dünya sokakta bir
suikasta kurbıın giden İsveç Başbakanı Olof Palme için yas
tutuyordu. Sanat ve edebiyat dünyasında da yas vardı:
Heykeltıraş Henry Moore ve yazarlardan Simone de Bea-

205
uvoir, Jean Genet, Juan Rulfo ve Jorge Luis Borges ara­
mızdan ayrılıyorlardı.
Başkan Reagan'ın, CIA'nın ve Nikaragua'daki kontr­
�erillaların silah ve uyuşturucu kaçakçılığına bulaştığı
Irangate skandal ı patlak veriyordu. Cape Cafıaveral uzay
üssünden fırlatılan uzay gemisi Challenger, içindeki yedi
elemanıyla birlikte infi l ak ediyordu. Amerikan Hava Kuv­
vetleri, sonradan İran'a atfedilen bir suikastı cezalandır­
mak için Libya'yı bombardıman edince, Kaddafi'nin al­
baylarından birinin kızı bombardıınanda ölüyordu.
Lima'n ı n bir hapisanesinde dört yüz mahkum, mitral­
yözle taranarak öldürülüyordu. M iaml 'den elde edilen gü­
venilir bilgilere göre Fide! Castro'nun devrilmesi an mese­
lesiydi. Bir yıl önce zelzeleyle sarsılan Meksika şehrinde
birçok insan temeli çürük bi naların altında can vermişti ve
şehrin önemli bir bölümü hala harabe halindeyken On
üçüncü Dünya Kupasının açı lışı orada yapılıyordu.
86 Kupasına on dört Avrupa, altı Latin A meri ka ülke­
sinden başka Fas, Cezayir, Irak ve Güney Kore katılıyor­
du. Seyircilerin dalgalanarak gösteri yapmaları ilk kez
Meksika şehrinde gerçekleşti ve o andan itibaren seyircile­
rin sık sık azgın denizin dalgalarının ritmiyle hareket et­
meleri bugüne devam edip geldi. Şampiyonada i nsanın yü­
reğini ağzına getiren maçlar oynandı: Mesela Fransa ile
�rezilya'nın karşılaştığı maçta Platini, Zico, S6crates gibi

206
tecrübeli oyuncular penaltı atışlarını gole çeviremediler.
Danimarka'nın attığı ve yediği unutulmaz goller oldu, öy­
le ki Uruguay'a altı gol atıp İspanya'dan beş gol yedi.
Fakat bu Dünya Şampiyonası Maradona'nındı; İngil­
tere kar§ısında Falkland Adalarında boyun eğen Arjan­
tin'in öcünü Maradona attığı iki golle aldı: Golün birini,
kendisinin 'Tanrının eli ' olarak gördüğü sol eliyle attı,
öbürünü de İngiliz defans oyuncularını yere serdikten son­
ra sol ayağıyla kaydetti.
Arjantin finalde Almanya ile kar§ı kaqıya geldi. Ma­
çın kaderini tayin eden pas Maradona' dan geldi, Burrucha­
ga kendisine verilen pası değerlendirerek Arjantin'in son
dakikada 3-2 öne geçmesini sağladı. Fakat daha önce atılan
bir b�ka muhte§em golü anlatmadan geçmeyelim: Valda­
no, Arjantin kalesinden topla birlikte fırladı ve sahayı
boydan boya geçerek Schumacher'in önüne kadar geldik­
ten sonra topu sağ direğin yanından filelere gönderdi. Val­
dano topla birl ikte ko§arken, bir yandan da ona yalvarı­
yordu:
- Aman oğlum, yüzümü kara çıkarma, ne olursun ka­
leye gir.
Şampiyonada Fransa üçüncü, Belçika dördüncü oldu.
İngiliz Lineker gol sıralamasında 6 golle birinciliği elde et­
ti. Maradona, Brezilyalı Careca ve İspanyol Butragenyo da
be§er gol attılar.

207
TELEVİZYONUN HAKİMİYETİ
Günümüzde futbol maçlarının oy nandığı bir stat ko­
caman bir televizyon stüdyosu sayılır. Maçlar televizyon
aracılığıyla yayınlandığında evimizde rahatça oturup sey­
redebilmekteyiz; televizyon artık her şeye hükmetmekte­
dir.
86 Dünya Kupasında, Valdano, Maradona ve öbür
oyuncular maçların öğleyin, güneşin değdiği yeri kavurdu­
ğu saatlerde oynanmasına itiraz edip durdular. Meksiko'da
vakit öğleyken Avrupa'da geceydi ve Avrupa televizyonu
için en uygun olanı bu saatlerdi. Alman kaleci Harald Sc­
humacher sıcaktan ne hale geldiğini şöyle açıklıyordu:
- Dl?'Vamlı terliyorum, boğazım kuruyor. Çimenler de
kuru bir tezeğe benziyor: sert, tuhafve dü§manca. Güne§ ı§ın­
ları stada dik olarak dü§üyor ve kafamızda parçalanıyor.
Gölge bile vermiyoruz. Tell?'Vizyon için bunun daha iyi oldu­
ğunu saylüyorlar.
Yayın hakk ının satışı oyunun kalitesinden daha mı
önemliydi? Futbolcuların görevi koşmaktı, konuşmak de­
ğil ve Havelange devreye girerek tartışmaya şu sözüyle son
verdi.
- Çenelerini kapatıp oynamaya baksınlar.
Dünya Kupasını kim yönetti? ..M eksika Futbol Fe­
86
derasyonu mu? Yok canım, daha neler! Aracılara ne gerek
var? Kupayı yöneten Televisa'nın asbaşkanı ve aynı za­
manda uluslararası bir yayın şirketinin başkanı olan Guil­
lermo Cafıedo'ydu. Bu şampiyona Televisa'nındı, bu özel

208
şirket bir tekel kurmuştu, Meksika futbolunun efendisiydi
ve Meksikalıları boş zamanlarını nasıl geçi receği hususun­
da yönlendiren de yine oydu. FİFA ile birlikte Avrupa pa­
zarlarına yapacağı yayınlar sonucu kasasına girecek olan
paradan başka hiçbir şey Televisa'yı ilgi lendirmezdi. Mek­
si kalı bir gazeteci, dünya kupasının kar ve masrafının ne
kadar olduğunu ona sormak patavatsızlığında bulununca
Cafıedo oldukça soğuk ve ters bir şekilde cevap verdi:
- Bu özel bir şirkettir, kimseye hesap vermek zorunda
değiliz.
Şampiyona sona erdiğinde Havelange'nın gözüne gir­
miş olan Cafıedo, kimseye hesap vermeyen kuruluş Fİ­
FA'nın başkan yardımcılığına getirildi.
Televisa yalnızca Meksika'da oynanan yerli ve yaban­
cı karşılaşmaları vermekle kalmıyor, aynı zamanda birinci
ligdeki A merika, Necaxa ve Atlante adlı üç kulübün de sa­
hibi olarak ağırlığını koyuyordu.
1 990' da Televisa Meksika futbolu üzerinde söz sahibi
olduğunu oldukça sert bir şekilde gösterdi. O yıl Puebla
Kulübü Başkanı Emilio Maurer'in aklına çok can alıcı bir
fikir geldi: M açların nakli nde Televisa'nın kendilerine da­
ha fazla para ödemesi gerektiğini düşünüyordu. Maurer'in
bu düşüncesi M eksika Futbol Federasyonunun bazı yöne­
ticileri tarafı ndan da benimsendi. Reklam sayesinde servet­
ler kazanan Televisa'nın kulüplere ödediği para aşağı yu­
karı bin dolardı.
İşte o zaman Televisa bu alanda kimin sözünün geçti­
ğini gösterdi. M aurer şiddetli bir bombardımana maruz
kaldı ; önce evine ve iş yerine haciz gelmeye başladı, sonra
tehditler aldı, kanundışı i lan edildi ve hakkında bir tutuk­
lama kararı çı karıldı. Ve bir sabah kulübü Puebla'nın sta­
dının kapılarının mühürlenmiş olduğu görüldü. Fakat
mafyaya özgü bu yöntemler onu atından devirmek için
yeterli olmadı. Bunun üzerine son çare olarak hapse atıldı
ve asi kulübü de tüm yandaşlarıyla birlikte M eksika Fut­
bol Federasyonundan ihraç edildi.

Göl gede ve Günqte Futbol 209/ 1 4


Dünyanın her yerinde, bir maçın nerede, ne zaman ve
nasıl oynanacağına doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak
karar veren daima televizyondur. Futbol bedeniyle, ru­
huyla, kısacası her §eyiyle bu küçük ekrana satı l mıştır.
Futbolcular artık birer televizyon yıldızlarıdır. Gösterile­
riyle yarı§ etmek kimin haddine dü§mü§? 1 993 yılında
Fransa ve İtalya'da en fazla seyredilen program M arsilya
Olympique ile Milan'ın kaqı kaqıya geldikleri Avrupa
Şampiyonalar Kupasının final maçı oldu. Milan Kulübü
bilindiği gibi İtalyan televizyonun sahibi değildi, ancak ku­
lübü Olympique'nin 1 993'te televizyondan aldığı para
1 980' de aldığından üç yüz misli daha fazlaydı, televizyon­
dan ho§lanması için doğal olarak haklı nedenleri vardı.
Maçları artık yalnızca statlardaki sınırlı sayıda seyirci
değil, milyonlarca insan seyredebilmektedir. Artan seyi rci
sayısı görüntüyü İstediği gibi yönlendirerek mallarını sat­
mak İsteyen ݧadamlarının ekmeği ne yağ sürmܧtür; bu se­
yirciler onlar için mükemmel birer tüketicidirler. Ne var
ki, beyzbol ve basketboldan farklı olarak, futbolda sık sık
reklam yayınlamaya uygun aralar yoktur, tek bir ara ise
yeterli değildir. Amerikan televizyonu bu naha§ kusuru
düzeltmek için maçların, her biri yirmi be§ dakika olmak
üzere dört devreye bölünmesini önerdiğinde bu öneri Ha­
velange tarafında da benimsendi.

210
ATAK YA DA ÜRKEK FUTBOL

İngiltere karmasının teknik direktörü Don Howe,


1 987'de şöyle diyordu:
- Maçı kaybettikten sonra kendisini rahat hisseden biri
asla iyi bir futbolcu olamaz.
Profesyonel futbol gün geçtikçe daha zevksiz bir spor
dalı durumuna gelmektedir. M açı kaybetme endişesinin
verdiği stres, futbolu giderek daha fazla hıza ve kuvvete
dayanan bir ortama doğru sürüklemektedir.
Artık daha çok koşuluyor, ama daha az riske girili­
yor. Çünkü cesaret kar sağlamamaktadır. 54 Dünya Kupa­
sı ile 94 Dünya Kupası arasında geçen kırk yılda atılan gol­
lerin sayısında önemli bir azal ma görül mektedir; bu sayı
şimdi yarıya düşmüştür, bu yüzden 1 994'te beraberlikleri
azaltmak amacıyla galibiyetlere iki puan yerine üç puan
verilmesi karara bağlandı. Orta derecede başarı sağlamada
ya da hezimeti önlemede uzmanlaşmış görevlilerden olu­
şan takımların sayısı profesyonel futbolda gün geçtikçe
hızla artarken futbolculara maçlarda içlerinden geldiği gibi
oynama özgürlüğü de tanınmamaktadır.
Şilili futbolcu Carlos Caszely ürkek futbolu şu sözüy­
le eleştiriyordu:
- Bu taktik masatopundan farksız, on bir futbolcu yer­
lerine adeta mıhlanmı� gibi oynamak zorunda.
Rus futbolcu Nikolay Starostin uzaktan kumandalı
futboldan yakınmasını şu şekilde dile geti riyordu:

211
- Artık futbolcuların hepsi birbirine benziyor. Eğer for­
malarını deği�tirmi� olsalar hiçbırini tanıyamazsınız. Hepsi­
nin oyun tarzı aynı.
Atak ya da ürkek oynamak, i§te bütün mesele bu!
'Oynamak' kelimesi, etimologlara göre Batı dillerinde '§a­
ka yapmak' anlamındadır. 'Sıhhat ' kelimesi de vücudun en
özgürce hareket edebilmesini ifade ediyor. O halde bu ke­
limeden yola çıkarak, tekrarlanan mekanik hareketlerin
sağladığı kontroll ü bir ba§arının sağlıklı olmadığı nı, futbo­
lu hasta ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Sürprizden, güzellikten ve büyüden yoksun bir oyun­
la kazanmak kaybetmekten beter değil mi? 1 994 yılında İs­
panya liginde Real M adrid, Gijon Sporting kaqısında ye­
nildi. Fakat Real M adridli oyuncular kendileri nden geçe­
rek, 'vecit' halinde oynamı§lardı. Sözlükte ' vecit' kelimesi
'bir kimsenin Tanrı a§kını duyarak kendinden geçmesi'
§eklinde tanımlan maktadır. Teknik direktör Jorge Valda­
no soyunma odasında oyuncuları güler yüzle kar§ılayarak
onlara §öyle dedi:
- Hep böyle oynayın da yenilirseniz yenilin.

2 12
SAHADA KOŞAN ECZA DOLAPLARI

1 954 Dünya Kupasında, Almanya karmasının futbol­


cuları sürat yönünden p§ırtıcı bir performans gösterip
Macarları yaya bıraktı lar. Ferenç Pu§kaş, .Almanya'nın so­
yunma odasının tıpkı bir ha§ha§ tarlası gibi koktuğunu
söylüyordu; bu sözle galip ekibil'l futbolcularının hiç yo­
rul madan at gibi ko§nıaları aras ında bir bağlantı olduğu
muhakkaktı.
1 987'de Almanya karmasının kalecisi Harald 'Toni'
Schumacher, futbol konusunda yayınladığı kitabının bir
yerinde şöyle diyordu:
- Burada kadın yerine bol bol doping ilaçları bulacaksı­
nız - bu sözle Alman futbolunu ve dolayısıyla bütün pro­
fesyonel futbolu kastediyordu. 'Der anpfıff (Başlatma Dü­
düğü) adlı kitabında Almanya karmasının oyuncularının
kendilerine.aşırı dozda enjeksiyon yaptırıp birtakım hapla­
rı leblebi gibi aldıkların ı ve devamlı olarak ishal olmaları­
na yol açan maden suları içtiklerini yazıyordu. Bu ekip ül­
kesini mi tems il ediyordu, yoksa Alman kimya endüstrisi­
ni mi? İlaç alma alışkanlığı öyle bir duruma gelmişti ki fut­
bolcular uyumak için bile uyku hapı alıyorlardı. Schumac­
her bu hapları görmeye bile tahammül edemiyordu; rahat
bir uyku çekmek için onun bir maşrapa biradan başka bir
şeye ihtiyacı yoktu.
Alman kaleci, profesyonel futbolda uyarıcı, can landı­
rıcı ilaçların sık sık alı ndığını kitabında açıkl ıyordu. Maç

213
kazanılsın da nasıl olursa olsun düşüncesiyle hareket eden
birçok futbolcu sahada koşan birer ecza dolabı haline gel­
mektedir. İşin i lginç olan yönü, onları bu i laçları almaya
zorlayan sistem, olay bir sır olmaktan çıktığında onları
suçlu olarak mahkum ediyordu.
Schumacher b irkaç kez kendisinin de doping yaptığı­
nı ve bundan dolayı vatan hain liğiyle suçlandığını açıklı­
yordu. Dünya kupasının unutulmaz ismi, halkın gözbebe­
ği Schumacher bu yüzden bir anda gözden düştü. Kulübü
Colonia'dan ve dolayısıyla mi lli takım kadrosundan da çı­
karıldı ve sonunda çareyi Türkiye'ye giderek futbol haya­
tını orada sürdürmekte buldu.

214
ŞARKILARDA IRKÇILIK

Planlarda, haritalarda yer almayan, gözle görülmeyen


öyle bir duvar vardır ki Berlin duvarını bile gölgede bıra­
kır. Bu duvar i nsanları birbirinden ayırmak için dikilmiş­
tir; dünyayı kuzeye ve güney olmak üzere ikiye böldüğü
gibi, aynı zamanda ülkeleri, hatta şehirleri kesin çizgilerle
birbirlerinden ayırır. Dünyanın güneyindekiler bu duvarı
a,'!arak kendilerini i lgilendi rmeyen bir işe burunların ı sok­
mak münasebetsizliğinde bulunduklarında, kuzeydekiler
sopayı göstererek yerlerinin neresi olduğunu onlara hatır­
latırlar. Ülkeler ve şeh irler için de durum aynıdır.
Her şeyin aynası futbol, bu gerçeği yansıtmaktadır.
Seksenli yılların ortalarında Napoli Kulübü, Marado­
na'nın sihirli gücü sayesinde İtalya'nın en iyi futbolunu
sergileyince, ülkenin kuzeyindeki halk, İ nsanları küçük
düşürücü silahları kılıfları ndan çıkararak bu duruma tepki
göstermekte gecikmedi. Napolil iler kendilerine yasaklanan
galibiyete ulaşmakla çizmeyi aşmışlar ve şimdiye kadar
hep güçlülerin hakkı olan zafer kupaların ı almak küstahlı­
ğında bulunmuşlardı; bu yüzden güneyden gelen bu çapul­
culara hadlerini bildirmek gerekiyordu. M ilano ve Torino
statlarının tribünlerine, Üzerlerinde, 'Napolililer, İtalya'ya
hoş geldiniz!' ya da 'Vezüv yanardağı sana güveniyoruz!'
şeklinde aşağı layıcı yazıl ar bulunan pankartlar ası lıyordu.

215
Ve dahası ırkçıların maqları her zamankinden daha
fazla kin kusmaya b�lamı§tı:
Bu pis koku nereden geliyor?
Köpekler bile kaçıyor,
Napolililer geliyor.
Ey ofkeli, depremzedeler,
hayatınızda hiç mi sabun görmediniz?
Napoli sen pis/iksin, Napoli sen çirkefsin,
bütün İtalya 'nın yüz karasısın.

Arjanti n'i n, Boca Jun iors takımı da tıpkı Napoli gibi


a§ağılayıcı alaylara ve hakaretlere maruz kalıyordu. Boca
Juniors takımının taraftarlarını genel likle Zenciler ve ır­
gatlar gibi toplumun alt tabakasına ait insan lar olu§turu­
yordu. Buenos Aires'de nefret edilen bu korkunç §eytam
§ehirlerinden kovmayı dü§leyen rakip takımların seyircile­
ri §U dizeleri ağızlarından dü§ürmüyorlardı:
Herkes biliyor ki Boca matemli,
hepsi Zenci, hepsi it-uğursuz.
Bu kerataları gebertmeli,
hepsi it-uğursuz, hepsi çulsuz,
hepsini Riachuelo ya 1 dökmeli.

1 P/.ır.ı Nl'i.ırmm 81tt'U1UJJ A in·' 'drn J<t'Çf'n �·nlu

216
HER ŞEY MÜBAH
1 988 yılında Meksi kalı gazeteci Miguel Angel Rami­
rez genç takımlarla ilgili bir yolsuzluğu gözler önüne ser­
di. Meksika'nı n genç milli takımı kadrosunda bulunan ba­
zı oyuncular yaş sınırını iki ya da üç yıl aşmışlardı, sanki
mucizevi gençlik iksiri içmişlerdi: Nüfus kayıtlarında tah­
rifat yapan yöneticiler pasaport alırken gerçekdışı beyanda
bulunmuşlardı. Bu olağanüstü terapiyle gençleştirilen fut­
bolculardan biri ikiz kardeşinden iki yaş küçük görünü­
yordu.
O zaman Guadalajara Kulübü asbaşkanı şöyle bir be­
yanat verdi:
- Bunun iyi bir şey olduğunu savunmuyorum, ama bu
hep yapılagelmi�tir.
Genç takım üzerinde söz sahibi olan Rafael del Castil­
lo gazetecilere şu soruyu yönelterek karşılık veriyordu:
- Öbür ülkeler yaptığı zaman normal sayılan bir şeyi
Meksika yapınca neden normal olmasın?
66 Dünya Kupasının hemen akabinde Arjantin Fut­
bol Federasyonunun basın sözcüsü Valentin Suarez şöyle
bir demeç vermişti :
- Stanley Rous dürüst bir adam değildir. Dünya Kupa­
sını, lngiltere 'nin şampiyon olması için düzenledi. Eğer Dün­
ya Kupası A rjantin 'de yapılsaydı ben de aynını yapardım.

217
Rekabete dayanan serbest piyasada geçerli olan kural­
lar günümüzde ba§arıya ulaşmak için, haklı ya da haksız
her yolun denenmesine izin vermektedir. Profesyonel fut­
bolda vicdana, ahlaki değerlere yer yoktur, çünkü profes­
yonel futbol her ne pahasına olursa olsun başarıya ula§ma­
yı hedef alan ve vicdanla uzaktan yakından ilgisi olmayan
bir sistem üzerine oturtulmuştur. Zaten vicdan denilen
kavrama tarih boyunca fazla önem verilmezdi; İtalya Rö­
nesansında 'vicdan ' ' en düşük, en önemsiz ağırlık birimi­
nin adıydı. Yirminci yüzyıla geldiğimizde ise durum nasıl­
dır? Köln takımının oyuncusu Paul Steiner bir zamanlar
şöyle demişti:
- Ben para ve yıldız için oynuyorum. Rakibim ise para­
mı ve yıldızımı elimden almak için oynuyor. Bu yüzden ra­
kibimle karşılaştığımda kazanmak için her yolu denemekte
bir an bile tereddüt etmem.
Hollandalı futbolcu Ronald Koeman vatanda§ı Gillha­
us'un Fransız Tigana'ya tekme atarak onu hastanelik edişi­
ni şu sözlerle mazur göstermeye çalışıyordu:
- Bu son derece klas bir hareketti. Tigana en tehlikeli
olanıydı, ne şekilde olursa olsun onu durdurmak gerekiyordu.
Amaç vasıtayı meşru kılıyordu, gizlilik içinde yapıldı­
ğı sürece her türlü çirkin hareket mubahtı. Marsilya'nın
' Luince 'Scru p u l u m ' kelimesı h e m vicdan, h e m d e en k ü ç ü k ağırlık birimi için kullanı·
lıyordu.

218
Olympique takımının defans oyuncusu Basile Bal i, rakip
oyuncuların ayak bilekleri ne tekme atmakla suçlanıyordu;
1 993'te dirsek vurmaya meraklı futbolculardan Roger M il­
la'yı bir kafa darbesiyle yere seren Bali bu işin püf noktası­
nı şöyle açıklıyordu:
- İlk derste yapılması 'gereken IU: Sana vurmamaları
için önce sen onlara vuracaksın, ama bunu çaktırmadan yap­
mak gerekir.
Topa yakın olmayan bir yerde vurmak gerekiyor,
·çünkü tıpkı televizyon kameraları gibi hakemin gözleri de
daima topun üzerindedir. 70 Dünya Kupası nda Pele, İtal­
yan Bertini'nin kendisine uyguladığı sıkı markajdan yaka
silkmiş olmasına rağmen onu övmeden de edemiyordu:
- Bertini faulü fark ettirmeden yapabilen bir sanatçıydı.
Yumruğunu böğrüme, mideme çaktırmadan indiriyor, ayak
bileğimi ustalıkla tekmeliyordu. . . tam bir sanatçıydı o.
Arjantinli gazeteciler, Carlos Bilardo' nun yaptığı bu
çeşit çirkin hareketleri takdir ediyorlardı; çünkü onlara
göre büyük bir ustalıkla yapılan sonuç alıcı hareketlerdi.
Söylenenlere bakılırsa bir zamanlar, Carlos Bilardo maç
esnasında elinde sakladığı bir iğneyi, sinsice rakip oyuncu­
lara batırdıktan sonra, 'Ben bir şey yapmadım,' dermiş.
Daha sonraları Arjantin karmasının teknik direktörü olan
bu zat, 90 Dünya Kupasının en kritik maçında susuzluk­
tan dili damağına yapışan Brezilyalı futbolcu Branco'ya içi
yarı yarıya kusmukla dolu bir su matarası göndermek gibi
bir marifette bulundu.

219
Uruguaylı gazeteciler si nsice i§lenen bu çe§it suçlara
'sağlam bacak oyunu' adını takmı§lardı. U luslararası karşı­
la§malarda rakip oyunculara göz dağı vermede en tesirli si­
lah olduğu tecrübeyle sab itti . Ama bu tekmenin, oyunun
ilk dakikalarında i ndirilmesi gerekiyordu, aksi takdirde
oyundan ihraç edilmek söz konusu olabilirdi. Uruguay
futbolunu çökerten başlıca nedenlerden biri de bu tür şid­
det hareketleriydi. Eskiden tekme değil, yumruk atmak er­
kekliğin §anından sayılırdı.
50 Dünya Kupasında, ünlü Maracani fin alinde, Brezil­
ya'nın yaptığı faul sayısı Uruguay'ınkinin iki m isliydi. 90
Dünya Kupasında da teknik direktör Oscar Tabarez, Uru­
guay Karmasının yeniden temiz futbola dönmesin i sağladı­
ğında birtakım yerel muhabirler bunun iyi sonuç verme­
yeceğini ileri sürmüşlerdi. Bugün ne yazık ki, asilce kay­
betmektense §erefsizce kazanmanın çok daha iyi olduğunu
dü§ünen taraftarların ve yöneticilerin sayısı oldukça fazla­
dır.
Uruguaylı forvet oyuncusu Pepe S asia bir keresinde
şöyle diyordu:
- Kalecinin gözlerine toprak mı serpmeli? Yöneticiler
i�in farkına varırlarsa bundan pek ho�lanmazlar.
Arjanti n seyircisi, 86 Dünya Kupasında Maradona'nın
eliyle attığı gole hayran olmuştu, çünkü hakem onu gör­
memi§ti. 90 Dünya Kupası elemelerinde Şili karmasının
kalecisi Robert Rojas kendi alnını keserek yaralanmış gibi
yapmı§, ama foyası ortaya çıkmıştı. Onu her zaman gökle­
re çıkaran, kendisine 'akbaba' lakabını takmı§ olan Şili se­
yircisi onu yerin dibine batırmakta gecikmedi, çünkü yap­
tığı işi yüzüne gözüne bulaştırmı§tı.
Her alanda olduğu gibi profesyonel futbolda da kılıf
iyi hazırlandığı sürece suç i§lemekte sakın ca görül memek­
tedir. Bilindiği gibi, ' kültür' kelimesi ekip b içmek, ürün el­
de etmek anlamına da gelmektedir. Şöyle b ir soru aklımıza
geliyor: Güce ve i ktidara sahip olmak için ne ektik, ne biç­
tik? Askeri cuntaların suçlarını ve politikacıların yolsuz-

220
l u k l a rı n ı cezas ız b ı rakan Ye o n l ar ı k a h raman mertebes ı n e
yükselten b i r g ü c ü n sağladığı gay r i nıe§nı b i r ü r ü n ü n b i ze
ne gibi h i r faydası o l ab i l ir?
B ı r zanıan lar Ceza y i r ' de k a l ec i l i k yapnı ı � olan ü n l ü
yazar A l bert Canıus futbol kon u s u n da <lü§ ü n celeri n ı söy­
lerken elbette profesyonel futbolu k astctnı i y o rdu:
- 8iitii11 ıyı y<i11/ı:rımı }İıtbo/,ı borçlııyımı.

22 1
DOYUMA ULAŞMA
1 989 yılında, Buenos Aires' de Arjanti n takımlarından
Juniors ile Racing arasında yapılan bir maç beraberlikle so­
nuçlandı. Yönetmelik gereğince bu durumda penaltı atışla­
rına başvurmak gerekiyordu.
On iki adımdan atılan penaltıları seyirciler önceleri
büyük bir heyecanla, tırnaklarını yiyerek ayakta izlediler.
Racing'in golünü taraftarları sevinçle alkışladı. Arkasından
Juniors'un golü geldiğinde karşı tribünlerden sevinç n ida­
ları yükseldi. Daha sonra Racing kalecisinin kale direkle­
rinden birine doğru atılarak topu savuşturması üzerin e bir
alkış tufanı koptu. Başka bir alkış da, aldatmaca harekete
kanmayıp topu kalenin ortasında bekleyerek golü önleyen
Juniors'un kalecisi içindi.
Onuncu penaltı atışında yine bir alkış koptu. A ma
yirminci golden sonra seyircilerden bazıları tribünleri terk
etmeye başlamıştı. Otuzuncu penaltı atışını ise statta bulu­
nan az sayıdaki seyirci esneyerek izledi. Penaltı atışlarının
ardı arkası kesilecek gibi değildi, beraberlik bir türlü bo­
zulmuyordu.
Kırk dördüncü penaltı atışından sonra maç bitti. Bu
penaltı atışlarıyla dünya rekoru kırılmıştı. Ama statta bu­
nu kutlayacak kimse kalmamıştı ve hangi tarafın kazandı­
ğını da bilen yoktu.

222
90 DÜNYA KUPASI
Haysiyetli bir Zenci oluşu nedeniyle yirmi yedi yıl
hapis yatan Nelson Mandela nihayet Güney Afrika'da öz­
gürlüğüne kavuşuyordu. Kolombiya'da solun başkan ada­
yı Bernardo Jaramilla bir suikasta kurban giderken, dün­
yanın en zengin on adamından biri olan uyuşturucu ka­
çakçısı Rodriguez Gacha, polis helikopterinden açılan ateş­
le delik deşik ediliyordu. Şili yeniden demokrasiye kavu­
şurken General Pinochet askerleri ve politikacıları kontro­
lü altında tutarak ipleri elinde bulundurmaya devam edi­
yordu. Peru'da, Fujimori traktöre binerek seçimlerde raki­
bi Vargas Llosa'yı hezimete uğratıyordu. Nikaragua'da
sandinist geril l alar on yıl süren bir mücadelenin verdiği
yorgunlukla, Amerika Bi rleşik Devletleri tarafından eğitil­
miş silahlı işgalciler karşısında seçimlerde başarısızlığa uğ­
ruyorlardı. Daha önce Panama'yı yirmi bir kez işgal etmiş
olan Amerika Birleşik Devletleri, yeni bir işgale hazırlanı­
yordu.
Polonya'da sendika lideri Walesa, hapisten çıkar çık­
maz soluğu hükümette alıyordu. Moskova'da halk Mc Do­
nald's kapılarında uzun kuyruklar oluşturuyordu. Berli n
duvarının parçalar halinde satılmasıyla i k i Almanya birleş­
meye doğru adım atarlarken, Yugoslavya' nın dağılması
başlıyordu. Romanya'da ayaklanarak Çavuşesku rej imini
yıkan halk, kendisine 'Sosyalizmin Mavi Tunası' dedirten
uzatmalı diktatörü kurşuna diziyordu. Tüm :poğu Avrupa
ülkelerinde eski bürokratların tamamı yeni girişimciler
ol arak piyasada boy gösterirken, bir yandan da M arx'ın
heykelleri vinçlerle yerlerinden sök�üyordu. M iami'deki
güvenilir kaynaklardan elde edilen bilgiler, Fide! Cast­
ro' nun devrilmesinin an meselesi olduğunu gösteriyordu.
Uzayda birtakım makineler Venüs'ten bilgi gönderirken,
yeryüzünde, İtalya'da On dördüncü Dünya Futbol Şampi­
yonasının açılışı yapılıyordu.

223
Şampiyonaya on dört Avrupa, altı Lati n A merika eki­
binden başka M ısır, Kamerun, Bi rleşik Arap Emirlikleri
ve Güney Kore katıldı. Açılış karşılaşması nda Kamerun,
Arjantin karmasını hezimete uğrattıktan sonra, İ ngiltere
ile başa baş bir şekilde mücadele ederek bütün dünyayı
hayretler i çinde bıraktı. Kırk yaşındaki emektar futbolcu
Milla, bu Afrika orkestrasının birinci davulcusuydu.
Ayağı davul gibi şişmiş olan M aradona, takıma yarar­
dan çok zarar veriyordu. Arjantin tangosu artı k duyulmu­
yordu. Kamerun karşısında yenilgiye uğradıktan sonra Ar­
jantin, Romanya ve İtalya ile berabere kaldı; daha sonra
Brezilya karşısı nda az kalsın yenil iyordu. Brezilyalı futbol­
cular bu maçta daha baskın oynuyorlardı, ama tek ayağıy­
la zor bela oynayan M aradona kendisini marke eden üç
oyuncu arasından sıyrılarak Caniggia'ya pas vermeyi başa­
rınca bu oyuncu şimşek gibi bir şutla topu Brezilya filele­
rine gönderdi.
Finalde Arjantin bir önceki Dünya Kupasındaki gibi
Almanya ile karşılaşt ı; ama bu sefer A lmanya Backenbau­
er'i!1 yerinde teknik talimatları ve kimsenin göremediği
bir penaltı sayesinde 1 -0 galip gelmeyi başardı.
İtalya üçüncü oldu. İngiltere dördüncülüğü elde etti.
Gol sıralamasında İtalyan Schillaci altı gol le birinci oldu,
Çekoslovak Skuharavy beş gol le onu izledi. Bu şampiyo­
nada oldukça sıkıcı, güzellikten uzak bir futbol sergilendi
ve en az gol atılan Dünya Şampiyonası olarak kayıtlara
geçtı.

224
RINCÔN'UN GOLÜ
90 Dünya Kupasıydı; Kolombiya, Almanya kaqısı nda
rakibinden daha etkili bir oyun ortaya koymasına rağmen
1 -0 yenik durumdaydı ve maçın da son dakikaları oynanı­
yordu.
Top orta sahaya doğru geliyordu, kendisini yönlendi­
recek birini beklerken Valderrama topu sırtıyla karşıladı,
döndü, kendisini marke eden üç Almanın arasından sıyrıl­
dıktan sonra Rinc6n'u gördü. Rinc6n ile Valderrama kar­
şılıklı paslaştılar ve daha sonra Rinc6n zürafa bacaklarıyla
koşmaya başladı ve bir anda kendisini Alman kaleci nin
karşısında buldu. Ilgner kalesinden çıkmamıştı. O anda
Rinc6n topa tekme atmadı, adeta onu okşadı: Hafif bir vu­
ruşla top süzüldü, süzüldü ve kalecinin bacakları arası ndan
geçerek filelerle kucaklaştı.

Göl gede ve Güne�te f'utbol 225/ 1 5


HUGO SANCHEZ
1 992 yılıydı, savaşla birlikte paramparça olan Yugos­
lavya'da kardeş kardeşi vuruyor, toplu katl iamlar oluyor
ve kadınlara tecavüz ediliyordu.
Meksikalı iki gazeteci, Epi İbarra ile Hernan Vera, Sa­
raybosna'ya gitmek istiyorlardı. Saraybosna kuşatma altın­
da, devaml ı bombalanan ve basına yasak edi len bir şehirdi;
oraya gitmek cesaretini gösteren birçok gazeteci savaşta
hayatını kaybetmişti. Tam anlamıyla bir kaosun yaşandığı
Saraybosna'da yıkılmış, yakılmış evlerin enkazları arasın­
da, cesetlerle dolu siperlerde eli silahlı İ nsanlar kime karşı
ve ne için savaştıklarını bilmiyorlardı. Epi ile Hernan elle­
rinde haritalar olduğu halde top gürültüleri, mitralyöz ta­
kırtıları arasında kendilerine yol açarak ilerlerken Drina
Nehrinin kenarında bir grup askerle burun buruna geldi­
ler. Askerler onları itip kakarak yere yatırdıktan sonra si­
lahları göğüsleri ne dayadılar; subayları kimbilir ne için ba­
ğırıp çağırıyordu; bizimkiler lafı ağızlarında geveleyedur­
sunlar, bu arada subayları, parmağını gırtlağına götürerek
ölüm emrin i vermiş ve silahların namluların a mermi sü­
rülmüştü; o zaman gazeteciler kendilerinin casus san ıldık­
larını anladılar; artık Tanrıya dua etmekten başka yapa­
cakları bir şey yoktu.

226
fakat tam o sırada ölüme mahkum edilenlerin aklına
pasaportlarını göstermek geldi. Yüzü birdenbire aydınla­
nan subay sevi nçle bağırdı:
- Meksika! Hugo Sdnchez!
Daha sonra silahını bırakarak onları kucakladı .
Açılmaz kapıları açan Meksikalı Hugo Sinchez, tele-
vizyon sayesinde uluslararası bir ün kazanmı§tl, röve§atay­
la attığı goller hafızalardan kolay kolay silinmezdi.
1 989- 1 990 sezonu nda Real Madrid formasıyla attığı otuz
sekiz golle, adı İspanyol futbol tarihine en fazla gol atan
yabancı oyuncu olarak geçti.

227
CIRCIRBÜCEGİ İLE KARINCA
1 992'de tembel cırcırböceği çalışkan karıncayı 2-0
rendi. Avrupa Kupası finalinde Danimarka ile Almanya
�arşılaştılar. Kamptan yeni çıkan Alman futbolcular sıkı
)İr perhize ve düzenli bir çalışma programına tabi olmuş­
ardı. Danimarkalılar ise bira içmekten, kadınlarla gezip
cozmaktan ve plajdan geliyorlardı. Bilindiği gibi Danimar­
ka daha önce elemelerde başarısız olmuştu. Fakat savaş ne­
deniyle şampiyonaya katılamayan Yugoslavya'nın yerini
alması aceleyle İstendiğinde tüm oyuncular tatil deydiler.
Antreman için ne zamanları, ne de İstekleri vardı. Ayrıca
Michael Laudrup gibi bir yıldız futbolcudan da faydalan­
ma imkanından mahrumdular; çünkü İsabetli şutlar atan
bu neşeli oyuncu Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupasında,
Barselona formasıyla takımını daha yeni şampiyon etmişti .
Buna karşılık Almanya karması M atthaus, Kl i nsmann ve
öbür yıldız futbolcularıyla sonuca ulaşacak gibi görünü­
yordu, ama plajdan ayağının tozuyla sahaya gelen Dani­
marka karşısında hezimete uğradı.

228

GULLIT

1 993'te ırkçılığın ayak sesleri duyulmaya başlamış, kö­


tü kokusu bütün A vrupa'yı sarmıştı; orada burada cina­
yetler işlenirken Avrupa'nın belli başlı ül keleri eski sö­
mürgelerinden göç eden İnsanlara karşı önlem alıcı yasalar
çıkarıyorlardı. Gençler iş bulamayışlarının suçunu kara de­
rili İ nsanlara yüklüyorlardı.
O yıl bir Fransız takımı ilk kez Avrupa Kupasını ka­
zandı. Zaferi getiren golü Fildişi Sahilinden bir siyahi, Ba­
sile Boli kafa vuruşuyla atmıştı; golü hazırlayan pası bir
başka Afrika ülkesi Gana'dan gelen siyahi futbolcu Abedi
Pele kornerden göndermişti. Beyazların üstünlüğünü savu­
nan, gözlerin i kan bürümüş mil itanlar bile o sıralar Hol­
landa'nın en iyi futbolcularının Surinamlı, esmer tenli Ru­
ud Gullit ile Frank Rijkaard olduğunu i nkar edemezlerdi;
ayrıca Afrikalı Eusebio da Ponekiz'in gelmiş geçmiş en
büyük futbolcusuydu.
'Siyah Lale' lakaplı Ruud Gullit ırkçılığın en büyük
düşmanıydı. M açların dışında, Güney Afrika'daki 'spart­
heid' aleyhtarı konserlerde elinde gitarıyla şarkı söylüyor­
du. 1 987'de Avrupa'nın en iyi futbolcusu seçildiğinde ken­
disine verilen 'A ltın Top'u, Zencilerin de insan olduğunu

229
savunduğu için uzun yıllar hapis yatan Nelson Mandela'ya
adadı.
Gullit dizi nden üç kez ameliyat oldu. Her ameliyat­
tan sonra otoritelerin hepsi de futbol hayatının sona erdi­
ğini düşünüyorlardı, ama Gullit her seferinde kendi irade­
siyle yeniden doğmayı ba§ardı.
- Ben futboldan ayrı kaldığımda, ağzından emziği alın­
mış bir bebekten farkım kalmaz, diyordu.
Hollanda'nın ve İtalya'nın en güçlü takımlarında oy­
nayan Gullit gol atan hızlı bacakları ve bir aslan yelesini
andıran kıvırcık saçlarıyla seyircilerin gözbebeği haline
geldi. Bununla birlikte, futbolun gün geçtikçe her zaman­
kinden daha ticarileştiği bi r ortamda, Gullit'in paraya de­
ğer vermeyişi ve dik ba§lı oluşu yüzünden ne yönetici lerle,
ne de teknik direktörlerle y ıldızı hiç barışmadı.

230
BABA KATİLLERİ

1 993 kı§ı sonlarında Kolombiya karması Dünya Ku­


pası elemeleri için Buenos Aires'd� bir maç yapacaktı. Ko­
lombiyalı futbolcular sahaya çıktıklarında ıslıklar, yuhala­
malar ve hakaretler gırla gidiyordu. Ama sahadan ayrılır­
ken halk onları ayakta uğurladı.
Arjantin bu maçta 5-0'lık bir skorla yenildi. Her za­
man olduğu gibi yenilgi nin faturası kaleciye çıkarıldı, fa­
kat yabancı bir takı mın zaferi §İmdiye kadar ilk kez böyle­
sine bir alkı§la kaqılanmı§tı. Arjantinli seyirciler Kolom­
biya'nın kendilerine sunduğu, koreografik bir dans göste­
risinden farkı olmayan güzel futbolu zevkle izlemݧlerdi.
Kenar mahalle çocuğu, melez Valderrama kralların bile
gıpta edeceği büyük bir itibar görmü§tÜ ve bu gösterinin
ha§ oyuncuları Zenci futbolculardı: Perea'yı sahada geçebi­
lene a§kolsundu! 'Tren' lakaplı Valensiya'yı kimse durdu­
ramıyordu, 'Ahtapot' takma adlı Aspril la'nın tentakülleri
kar§ısında rakipleri çaresiz kalıyorlardı ve özellikle Rin­
c6n'un mermi hızıyla gönderdiği topları saVU§turacak
kimse yoktu. Tenlerinin koyuluğu ve ne§eli tavırlarıyla bu
takım bir zaman ların Brezilya'sını hatırlatıyordu.
Kolombiyalılar Arjantin'i gol yağmuruna tutarak bir
bakıma kendi deyݧleriyle 'baba katili' olmu§lardı, çünkü
yarım asır önce Arjantinliler, Bogota, Medellfn veya Cali
gibi Kolombiya' nın belli ba§lı §ehirlerinde futbolun baba-

231
lan olarak kabul edilirlerdi. Fakat Pedernera, Di Stefano,
Rossi, Rial, Pontoni ve Moreno daha çok Brezilya'ya ben­
zeyen bir çocuk yaratmışlardı.

232
ZİCO'NUN GOLÜ
1 993 yılıydı . Tokyo' da Kashima takımı, İmparator
Kupası için Tohoku Sendai takı mı ile karşılaşıyordu.
Kashima'nın Brezi lyalı as futbolcusu Zico takımını
zafere ulaştıran golü atmıştı ve bu gol belki de hayatının
en zarif golüydü. Top sağ taraftan orta yuvarlağa doğru ge­
lirken, o anda biraz geride bulunan Zico hemen fırlamış,
ama çok hızlı hareket ettiğinden hızını alamayıp topu geç­
mişti. Topun geride kaldığını fark eden Zico, havada bir
düz takla attı ve yere düşmeden önce, yüzü yere dönük va­
zi yetteyken topa topuğuyla dokundu. Ters bir röveşatayla
muhteşem bir gol atmıştı. Ve bu golü görmekten mahrum
olan körler,
" Bu golü bana bir anlatın, " diyorlardı.
VERGİ KAÇIRMA SPORU
İspanya'nın Franco'nun diktatörlüğüne katlandığı sı­
ralarda Real Madrid Kulübünün başkanı Santiago Berna­
beu, kulübünün temel görevinin ne olduğunu şu sözleriyle
açıklıyordu:
- Millete bir hizmet sunmaktayız, amacımız halkı
memnun etmektir.
Atletico Madrid'in başkanı Vicente Calderon da bu
ulvi amacı destekliyor ve şunları söylüyordu:
- Futbolun en iyi tarafı halkı kötü dü�üncelerden uzak
tutmasıdır.
1 993 ve 1 994'te dünya futbolunu yönetenlerden bazı­
ları vergi kaçırmak suçuyla itham edilip yargılandılar. O
zaman bir kez daha açık bir şekilde görüldü ki, futbol yal­
nızca toplumsal gerilimi düşürmeyi sağlayan bir spor dalı
olmakla kalmayıp aynı zamanda vergi kaçırmada ya da
haksız kazanç sağlamada bir vasıta haline de gelebil iyor.
Dünyanın en önemli kulüplerinin, seyircilerin ve ta­
kımdaki futbolcuların malı olduğu dönemler artık geriler­
de kaldı. O eski güzel günlerde kulübün başkanı .elinde bir
fırça ve ki reç kutusu olduğu halde sahaya çıkıp kenar çiz­
gilerini tazelerdi ve yöneticilerin en büyük savurganlığı
mahall eni n barları ndan birinde bir zaferi kutlamak ama­
cıyla verilen bir ziyafetten öteye geçmezdi. Bugün ise bu

234
kulüpler el lerindeki muazzam servetler sayesinde futbol­
cularla kontrat imzalayan, maçların yayın hakkını satan
birer anonim şirketler haline gelmiş olup devleti kazıkla­
mayı, halkı aldatmayı ve iş hukuku kurallarını ve öbür
hakları i hlal etmeyi alışkanlık edinmişlerdir. Üstelik bu
kulüplerin yöneticileri işledikleri bu suçlardan dolayı hiç­
bir yaptırım da görmemektedirler. Dünyada FİFA'nın
üzerinde, ceza verebilecek çokuluslu bir başka kuruluş
mevcut değildir. FIFA'nın kendi adaleti vardır. 'Afis Hari­
kalar Diyarında' olduğu gibi bu adaletsiz adalet önce hü­
küm verir sonra yargılar, nasıl olsa ilerde yargılamak için
bol bol zamanı olacaktır.
Profesyonel futbolun faaliyet gösterdiği alanda yalnız­
ca kendi kuralları geçerlidir, burada hukukun borusu öt­
mez; peki ama bu neden böyle? Hukuk kuralları neden
futbola uygulanamıyor? Her ne kadar büyük kulüplerin
yöneticilerin i n vergi kaçırarak hazineyi dolandırdıkları,
attıkları ofsayt gollerle kamu bütçesinde delikler açtıkları
herkes tarafından biliniyorsa da bir yargıcın onlara kırmı­
zı kart çıkararak ceza verdiği şimdiye kadar hiç görülme­
miştir. Yargıçlar onlara kırmızı kart gösterecek olurlarsa,
müthiş bir şekilde ıslıklanıp protesto edil eceklerini b il­
mektedirler.
Profesyonel futbolun dokunulmazlığı vardır, çünkü
halka yöneliktir. Yönetici lerin çalıp çırptıklarını bilen se-

235
yirciler, 'Yöneticiler bizim için çalıyorlar,' diye dü§ün­
mektedirler.
Son zamanlarda ortaya çıkan skandallar, bazı yargıçla­
rın bu dokunulmazlığı delmeye çal ı§tıklarını göstermekte­
dir; bu önemli bir adımdır; en azı ndan dünyanın sayılı ku­
lüplerindeki bu mali cambazların §İmdiye kadar çevirdik­
leri dolapların gözler önüne serilmesini sağladı.
İtalyan Perugia Kulübünün ba§kanı 1 993'te hakemleri
satın almakla suçlandığında, kendisini §U sözleriyle mazur
göstermeye çalı§mı§tı:
- Ne yapalım, futbolun yüzde sekseni yoz�mı� vaziyet­
tedir.
Uzmanlar bu oranın daha yüksek olduğuna inanmak­
tadırlar. İtalya'nın tüm kalburüstü kulüpleri, kuzeyden
güneye kadar Milan, Torino, Napoli ve Cagliari dahi l hep­
si de yolsuzluklara bula§mı§lardır. Düzmece kar ve zarar
defterlerinde daima sermayelerinin birkaç misli borç yükü
gözükür; yöneticilerin İsviçre'deki bankalarda gizli hesap­
ları, hayali §İrketleri vardır; bunlar vergi ödemedikleri gibi
sosyal sigorta primlerini de yatırmazlar. Buna kaqılık, bir­
takım hayali hizmetlerin kaqılığında büyük paralar öde­
mi§ gibi görünürler. Ayrıca futbolculara kasadan çıkan pa­
ranın çok azı ödenmektedir, geri kalan kısmı hep buhar
olup·uçar.
Aynı· oyunlar Fransa'n ı n ileri gelen kulüplerinde de
tezgahlanmaktadır. Bordeux Kulübünün bazı yöneticileri
mali kaynakları kendi §ahsi çıkarları için kul lanmakla suç­
l andılar. Marsilya'nın Olympique Kulübünün yönetici
kadrosu da rakip kulübe rü§Vet vermekle suçlanmı§tı.
Fransa'n ı n en güçlü kulübü O lympique, yöneticilerin i n
1 993'te b i r maç öncesinde, Valenciennes takımının oyun­
cularına rü§Vet verdikleri ispat edil i nce ikinci lige dü§ürül­
dü ve Avrupa §ampiyonu unvanı elinden alındı. Böylece,
sanayici Bernard Tapie'nin siyasetle ilgili kurduğu hayaller
ve spor hayatı sona ermekle kal madı, ayrıca hem iflas etti,
hem de bir yıl hapse mahkum oldu.

236
Aynı şekilde Polonya şampiyonu Legia kulübü iki
maçta şike yaptırdığı için unvanından oldu. İngiltere'nin
Tottenham Hotspur Kulübü Nottingham Forest takımın­
daki bir oyuncunun transferi için kendilerinden el altın­
dan komisyon talep edildiğine dair şi kayette bulundu. Ay­
rıca bir diğer İngiliz kulübü Luton hakkında da vergi ka­
çırmaktan dolayı tahki kat açıldı.
Brezilya futbolunda da birtakım skandallar ayyuka
çıkmıştı. Botafogo Kulübü başkanı, Rio de Janeiro bürok­
ratların ın 1 993'te yedi maçta şike yaptırarak bahislerden
oldukça yüklü bir meblağ kazandıkları yolunda bir şi ka­
yette bulundu. San Pablo'da yapılan başka şikayetler saye­
sinde Futbol Federasyonunun başında bulunanların bir ge­
cede zengin oldukları gerçeği su yüzüne çıktı ve yapılan
soruşturma sonucunda, elde edilen ani serveti n futbolla il­
gil i bir faaliyetten i leri gelmediği anlaşıldı. Bütün bunlar­
dan başka, Brezilya Futbol Konfederasyonu Başkanı Ri­
cardo Teixera, maçların yayın hakkının satımından haksız
kazançlar sağladığı gerekçesiyle Pele tarafından mahkeme­
ye verildi. Pele'nin açtığı davaya karşılık olarak Havelan­
ge, damadı Teixera'yı FIFA'nın yönetim kuruluna aldı.
Günümüzden yaklaşık iki bin yıl önce, San Lukas yaz­
dığı İncil'in, 'Havarilerin Eylemleri' başlıklı bölümünde ilk
Hıristiyanlardan Ananfas i le karısı Safira'nın başına gelen­
leri anlatır. Ananfas ile Safira tarlalarını gerçek değerinin
çok üzerinde satarak haksız kazanç sağlamışlar. Bu yolsuz­
luk sebebiyle Tanrının gazabına uğrayan karı-koca gökten
Üzerlerine düşen bir yıldırımla kül yığınına dönmüşler.
Tanrın ı n futbolla i lgilenecek zamanı olsaydı acaba yö­
neticilerden kaçı bugün hayatta olurdu?

237
94 DÜNYA KUPASI
Meksika'da, Chiapas yerli lerinin silahlanarak ayaklan­
masıyla halkın tokadı yöneticilerin suratında patlarken,
General M arcos, sevgi ve mizah dolu konuşmasıyla tüm
dünyayı hayretler içinde bırakıyordu.
Ünlü yazar Onetti hayata veda ediyordu; dünya oto­
mobil yarışması şampiyonu Brezilyalı Ayrton Senna, Av­
rupa'da yapılan bir yarışmada güvenliği yetersiz olan pist­
ten çıkarak boynunu kırıyordu. Paramparça olmuş Yugos­
lavya' da Sırplar, Hırvatlar ve Müslümanlar birb irlerini bo­
ğazlıyorlardı. Ruanda'da da benzer şeyler oluyordu, ama
televizyon orada halkların değil, kabilelerin çatışmasını ve­
rirken, dehşet verici olaylar yalnızca Zencilere özgüymüş
gibi detaylı yayın yapıyordu.
Amerikalı ların Panama'yı boş yere kanlı bir şekilde
işgal etmelerinden dört yıl sonra Torrijos'un varisleri ülke­
de seçimi kazanıyorlardı. Somali'de açlığa karşı kurşunla
karşılık veren Amerikan ordusu nihayet bu ülkeden çekili­
yordu. Güney Afrika, Mandela için oy veriyordu. Adları­
nı 'sosyalistler' olarak değiştiren eski komünistlerin Lit­
vanya'da, Ukrayna'da, Polonya'da ve Macaristan'da yapı-

238
lan seçimlerden zaferle çıkmaları kapitalizmın de aksayan
yönlerinin olduğunu gösteriyordu. Buna kaqılık, Mosko­
va' daki ' gelişim' yayınevi önceleri Marx ve Lenin'in kitap­
larını yayınlarken, artık 'Reader's Digest ın nüshalarını bas­
'

kıya vermeye hazırlanıyordu. Miami'deki güvenilir kay­


naklar Fidel Castro'nun devrilmesinin an meselesi olduğu­
nu bildi riyordu.
Yolsuzluk skandalları İtalyan siyasi partilerini yıpra­
tırken, ortaya çıkan otorite boşluğunu çoğulcu demokrasi
adı na televizyon diktatörü, sonradan görmüş Berlusconi
eline geçiriyordu. Berlusconi başarılı seçim kampanyasın­
da futbol statlarından ödünç aldığı bir sloganla zirveye
yükselirken, bu arada beyzbolun vatanı Amerika Birleşik
Devletlerinde On beşinci Dünya Futbol Şampiyonasının
açılışı yapılıyordu.
Şampiyonaya on üç Avrupa, altı Amerika ülkesinden
başka Güney Kore ve Suudi Arabistan katıldı. Beraberlik­
leri azaltmak amacıyla galibiyetlere verilmekte olan puan
ikiden üçe çıkarıldı ve sert oyunu önlemek için de hakem­
ler oldukça kararlıydılar; tüm müsabaka boyunca devamlı
olarak sarı ve kırmızı kart gösteren hakemler ilk defa bu
şampiyonada renkli gömlek ve şortla sahaya çıktılar. Yine
ilk kez bu müsabakada, i kinci kalecinin de sakatlanması
durumunda üçüncü bir kaleciyi oyuna sokma hakkı tanın­
dı.

239
Maradona için bu son Dünya Kupası oldu; i ki nci ma­
çından sonra idrarının tahlil edildiği laboratuvara yeni k
düşünceye kadar b i r fiesta havasıyla oynayıp durdu. On­
suz ve hızlı futbolcu Caniggia'sız Arj antin çöktü. Nijerya,
kupanın en eğlenceli futbolunu sundu. Stoichkov'un ekibi
Bulgaristan herkesin �ekindiği Almanya'yı saf dışı bıraka­
rak dördüncü oldu. Üçüncülük İsveç'in oldu, F inalde İtal­
ya ile Brezilya karşılaştılar, çok zevksiz bir karşılaşma ol­
du; seyircilerin esnemeleri arasında Romario ve Baggio gü­
zel futboldan örnekler sundular. Uzatma süresince de gol
atılmadı. Penaltı atışları sonucu Brezilya maçtan 3-2 galip
ayrılarak Dünya Şampiyonu oldu. Brezilya bütün dünya
kupalarına katılan ve dört kez şampiyon olan tek ü lkeydi,
ayrıca en çok maç kazanan ve en çok gol atan ekip olarak
da dünya futbol tarih i nde yerini aldı.
94 Dünya Kupası nda gol sıralamasında altı goll e Bul­
garistan'dan Stoichkov ve Rusya'dan Salenko birinci oldu­
lar, onları beşer golle Brezilyalı Romario, İtalyan Baggio,
İsveçli Andersson ve Al man Klinsmann izlediler.

240
ROMARIO

Havadan mı i ndiği, yoksa yerden mi bitt iği bel li ol­


mayan bu kaplan birdenbire ortaya çıkıp şimşek gibi şut­
lar attıktan sonra adeta buhar olup uçuyordu. Kafesi nde sı­
kışıp kalan kaleci de göz açıp kapayıncaya kadar golü ağ­
larda buluyordu. Romario her pozisyonda, İster havada is­
ter yerde olsun rahatlıkla gol atabi len bir futbolcuydu.
Romario, Jacarezinho'nun bir kenar mahallesinde se­
falet içinde dünyaya gelmişti; ama daha küçük yaşlarda
hayranlarına imza dağıtmaya başlayıp şöhret merdiveninin
basamaklarını vergi ödemeden tırmandı . Yoksulluktan ge­
len bu adam eğlenceye ve gece hayatına düşkündü; sonuç­
larını düşünmeden ağzına geleni söyler, aklına eseni yapar­
dı.
Şimdilerde Mercedes Benz koleksiyonundan başka,
iki yüz çift ayakkabıya sahip olsa da, en iyi arkadaşları ço­
cukken onunla top oynayan şöhrete ulaşmamış i nsanlar­
dır.

Göl gede ve Güne�ıe ruıbol 2 41 / 1 6


BAGGIO
Şimdiye kadar İtalyan seyircisine hiç kimse Baggio ka­
dar güzel bir futbol seyrettirmediği gibi yine hiç kimse
onun kadar çok adından söz ettirmedi. Roberto Bag­
gio'nun futboluna akıl sır erdirmek mümkün değildi: Ba­
cakları kendi ba§ına hareket ederken, ayakları ani bir ref­
leksle topa vuruyor ve gözleri de top daha ağları bulmadan
golü görebil iyordu. ,,
Baggio denildi mi, ilk akla gelen §ey, sade vatanda§ın
bir parça tedirginlikle seyrettiği, atkuyruğu §eklindeki
uzun saçı olurdu. Rakipleri onu ne kadar markaja alırlarsa
alsı nlar, ona ne kadar sert gi rerlerse girsinler bir sonuç el­
de edemezlerdi; çünkü o kaptanlık bandının altında kendi­
sini koruyan bir Budist muskası ta§ıyordu. Gerçi Buda,
tekmeleri pek önleyemiyorsa da, galiba acıya katlanma gü­
cü veriyordu. Olağanüstü soğukkanlılığı sayesinde alkı§la­
rın ve ıslıkların ötesinde huzur dolu, mistik bir dünyanın
varlığını ke§fetmi§ti.

242
İSTATİSTİKLER

1 930 ile 1 994 yılları arasında düzenlenen on be§ dünya


§ampiyonasının sekizinde Latin Amerika, yedisinde de
Avrupa ülkeleri §ampiyon oldular. Brezilya kupayı dört
kez alırken, Arjantin ve Uruguay iki kez kupanın sahibi
oldular. İtalya ve Almanya üçer kez §ampiyon olurlarken,
İngiltere kendi evinde düzenlenen §ampiyonada bir kez
kupayı elde etti.
Bununla birlikte Avrupa, sınıflandırmasının çokluğu
sebebiyle Latin Amerika'dan daha fazla imkana sahip ol­
du. On be§ Dünya Kupası boyunca 1 59 Avrupa ülkesi seç­
melere katılırken, Latin Amerika ülkeleri için bu sayı yal­
nızca 77 olmakla kalmıyor, ayrıca daha az sayıda Latin
Amerikalı hakeme görev veriliyordu.
Dünya Şampiyonasından farklı olarak Kıtalararası
Kulüpler Kupası, Avrupa ve Latin Amerika kulüplerine
e§it i mkanlar tanıdı. Mi l l i karmaların yerine kulüp takım­
larının mücadele ettiği müsabakalarda Lat i n Amerika ta­
kımları yirmi kez, Avrupa takımları da on üç kez pmpi­
yon oldular.

243
Dünya Futbol Şampiyonalarında hakların eşitsizliğin­
den söz açmışken İngiltere örneğinden bahsetmeden geç­
meyelim. Çocukken bana Tanrı'nın tek olmakla birlikte,
Baba, Oğul ve Kutsal Ruh olmak üzere üç ayrı unsurdan
oluştuğunu anlatıp durdular. O zaman bunun ne demek
olduğunu bir türlü anlayamamıştım, bugün de hala anla­
mış değilim. Keza İngi ltere'nin tek bir ülke olmasına rağ­
men neden İskoçya, Kuzey İrlanda ve Galler'den oluştuğu­
nu aklım bir türlü almıyor. Bugün İspanya ve İsviçre'nin
siyasi yapısı da İngiltere'ninkine benzer özellikler taşımak­
taysa da bu ülkeler şampiyonalara tüm etnik gruplardan
oluşan tek bir vücut halinde katılmaktadırlar.
Her şeye rağmen, Avrupa'nın geleneksel tekelci liğinin
temelleri artık sarsılmaya başlamıştır; yaşlı kıta şimdiye
kadar yalnızca Amerika kıtasıyla yarışıyordu; 1 994'e ka­
dar öbür kıtalardan yalnızca birer ülke kabul eden FİFA,
1 998 Dünya Kupasına katılacak ülkelerin sayısını 24'ten
32'ye yükseltmiş bulunmaktadır. Gerçi Amerika kıtası
Avrupa kıtasına karşı aynı adaletsiz orana sahip olmaya
devam edecektir; ama Arap ülkelerine, Güney Sahra'ya ve
neşeli, canl ı futboluyla Kara Afrika'ya, öbür Asya ülkele­
rine hak tanımak söz konusu olunca bize söylenecek fazla
bir söz kalmıyor; bütün bu ülkeler futbolu şimdiye kadar
hep tribünlerden seyretmeye mahkum olmuşlardı; tıpkı
topu icat eden Çinlilerin topa uzaktan bakmaları gibi. Ve
kimbilir, Japonya'nı n ileride elde edeceği başarılarla 'Do­
ğan Güneş İmparatorluğu' unvanını 'Doğan Goller İmpara­
torluğu ' na çevirmesi hiç de uzak bir ihtimal değildir.

244
KAYBETME ZORUNLULUGU
Bolivya karması için 94 Dünya Kupası elemelerini ka­
zanmak, aya gitmek kadar zordu. Coğrafi açıdan denizle
bağlantısı olmayan ve tarih tarafından hep hor görülen bu
ülke, dünya kupalarına daima bi·r misafir gibi katılmış ve
tek bir gol atamadan bütün maçlardan yeni k ayrılmıştı.
Teknik direktör Xabier Azkagorta'nın çabaları seme­
resini vermekte gecikmedi; artık yalnızca bulutların üze­
ri nde bir yüksekl ikte bulunan La Paz Stadında başarılar el­
de etmekle kalınmıyor, aynı zamanda deniz seviyesinde
oynanan maçlarda da iyi sonuçlar alınıyordu. Bolivya fut­
bolu zaferin yalnızca yüksekliğe bağlı olmadığın ı kanıtla­
mış, maçtan önce takımı kaybetmeye mahkum eden o aşa­
ğılık kompleksinden kurtulmuştu. Elemelerde Bolivya
epeyce göz doldurdu. Orta sahada Melgar ve Baldivieso,
ileri hatta Sahchez ve özellikle 'şeytan ' takma adlı Etche­
verry, i nce eleyip sık dokuyan bir seyirci tarafından beğe­
nilip alkışlandı.
Ne var ki kurada şansı yaver gitmeyen Bolivya, Dün­
ya Kupasındaki ilk maçında güçlü Almanya ile oynadı.
Rambo'ya karşı Parmak Çocuğun mücadelesi gibi bir şey­
di bu karşılaş ma. Fakat hiç kimseni n b"eklemediği bir şey
oldu: Bolivya, rakibinden ürkerek kendi alanı n a kapanaca­
ğı yerde, atak oynadı. Maç elbette eşit bir çekişmeyle sü­
rüp gitmedi; bu, güçlüyle zayıfın mücadelesiydi. Yine de
A lmanya şaş ı rmış bir halde sahada koşup dururken, Boliv­
ya güzel futbol oynamanın zevkin i çıkarıyordu. Bu duru­
mun, maçın son dakikalarına kadar devam edeceği samlı-

245
yordu ki, Bolivya'nın aslarından Marco Antonio Etche­
verry'nin, Matthaus'a lüzumsuz yere tekme atarak oyun
dı§ı kalması üzerine her §ey bir anda değݧtİ. O andan İti­
baren Bolivya'nın morali tamamen yıkıldı; ke� disini da­
ima yenik dü§üren kaderine kar§ı geldiğine pݧman oldu ve
belki de yüzyıllardır süren gizli bir lanetin pençesinden
kendisini kurtaramayan bu Latin Amerikalı ekip sahadan
silinip gitti.

246
YENİLMEK EN BÜYÜK GÜNAH
Futbolda her §ey bir anda değişebilir; bir bakıyorsu­
nuz i lahlarını göklere çıkarıyor, bir bakıyorsunuz yerin
dibine batırıyor. Ayağında top süren, sırtında milli renkle­
ri ta§ıyan futbolcu uzak ülkelere zafer kazanması için mil­
letin bağrından koparılıp gönderilen bir sava§çıya benzer.
Ülkesine yenik dönen sava§çının, Tanrının gazabına uğra­
yarak cennetten kovulan Adem' den farkı yoktur. 1 958 yı­
lında Arjantin'in Ezeiza Havalanında halk, Arjantin kar­
masını bozuk para yağmuruna tuttu, çünkü İsveç'teki
Dünya Kupasında görevlerini yapamamı§lardı. 82 Dünya
Kupasında bir penaltı kaçıran Caszely'nin Şili 'deki hayatı
tam bir kabusa dönü§tÜ. O tarihten on yıl sonra M ısır kar­
§ısında 6-1 'lik bir skorla yenilen Etyopyalı futbolcular,
Birle§mݧ Milletlerden iltica İsteğinde bulundular.
Futbolda bugün, 'Kazanıyoruz, o halde varız, kaybe­
dersek var olam ayız, ' anlayı§ı hakimdir. M i l l i takım for­
ması günümüzde milli kiml iği n tartı§masız bir simgesi ha­
line gelmݧtİr, bu durum yalnızca kazandığı bir zaferle
dünya haritas ında yer aldığını kanıtlamak İsteyen yoksul
ve küçük bir ülke için söz konusu değildir. Aynı duyarlı-

247
lık büyük ülkeler için de geçerlidir. Ö yle ki İngiltere, 94
Dünya Kupası seçmelerinde elendiğinde Daily Mirror bu
olayı birinci sayfasında büyük puntolu başlık atarak du'­
yurdu: DÜNYANIN SONU GELDİ.
Her alanda olduğu gibi futbolda da kaybetmek yasak­
tır. Yüzyılımızın sonlarına yaklaştığımız bir sırada başarı­
sızlık affedil mesi mümkün olmayan tek günahtır. 94 Dün­
ya Kupasında bir grup fanatik taraftar, Kamerunlu başarı­
sız kaleci Joseph Bell'in evini ateşe verdi ve Kolombiyalı
futbolcu Andres Escobar da kendi kalesine gol atmak gibi
bir şanssızlığa uğramıştı ve bu 'vatana i hanet' suçunun affı
olmazdı; Escobar, Medellfn'de kurşunlanarak öldürüldü.
Burada suç futbolda mı, yoksa her zaman başarılı ol­
ma alışkanlığında mı? Bel ki de bütün suç, profesyonel fut­
bolun da içinde yer aldığı güven ve iktidara dayanan sis­
temdedir. Bir spor dalı olarak futbolun hedefi şiddeti ya­
ratmak değildir, bununla birlikte futbol bazen ş iddetin ba­
sın süpabı ya da bir boşalma aracı olarak kul l anılmaktadır.
Escobar'ın, gezegenimizin şiddet olaylarının en yoğun ola­
rak yaşandığı bir ülkede öldürülmesi elbette bir rastlantı
değildir. Yaşamdan zevk alan, müzik ve futbol coşkusuyla
dopdolu yaşayan Kolombiya halkı aslında şiddete eğilimli
değildir, ama bir kere adı çıktığı için bu menfi imajını sil­
mesi oldukça zor görünüyor. Buna karşılık şiddetin, ikti­
dara ve güce dayanan sistemden kaynaklandığı inkar edile­
mez bir olgudur: Tüm Latin Amerika'da olduğu gibi Ko­
lombiya'da da mevcut adalets.i zlikler ve hor görülme, hal­
kın ruhunu zehirlemektedir. Bu ülkede, gücü ve i ktidarı
elinde bulunduran bazı vicdansızlar cezalandırılma endişe­
si duymadan, haksız kazançlarla küplerini alabildiğine dol­
durmaktadırlar; üstelik eylemlerinin cezasız kalması da
onları devamlı olarak suç işlemeye teşvik etmektedir.
94 Düny a Kupasından birkaç ay önce açıklanan Ulus­
lararası Af Orgütünün raporuna göre Kolombiya'da yüz­
lerce İnsan si lahlı kuvvetler ve yandaşları tarafından yasa­
dışı yollarla katledilmişlerdir. Yargısız infaz edilen kur-

248
banların büyük bir kısmı siyasi yönleri olmayan kimseler­
di.
Uluslararası Af Örgütü raporunda etnik arındırma
operasyonlarında Kolombiya polisinin de parmağı olduğu­
nu açıklıyordu; amaç e§cİnselleri, dilencileri, fahi§eleri,
uyu§turucu bağı mlılarını, akıl hastalarını ve sokak çocuk­
larını sistemli olarak ortadan kaldırmaktı. Toplum bu İn­
sanlara 'süprüntüler', yani ölmeyi hak eden 'insan artıkları '
diyordu.
Ba§arısızl ığın affedilmediği bir dünyada onlar her za­
man kaybetmeye mahkumdular.

249
MARADONA
Oynadı, kazandı, ama çişini yapınca kaybetti. Tahlil
sonucu idrarında efedrin bulunması Maradona'nın 94
Dünya Kupasını çok kötü bir biçimde kapatmasına nedt!n
oldu. Efedrin , A merika Birleşik Devletleri'nde ya da öbür
birçok ülkede uyarıcı bir madde olarak kabul edilmezken,
uluslararası yarışmalarda kullanılması yas aktı.
Bu olay büyük bir yankı uyandırdı ve ünlü futbolcu­
nun ahlaki açıdan yargılanması ve ağır eleştiri lere maruz
kalması, tüm dünyayı sağır edecek kadar gürültülü patırtılı
oldu. Ama bu arada onu savunanlar da vardı, üstelik bun­
lar Arjantinli de değildi: Bangladeş gibi uzak bir ülkede so­
kaklarda yürüyerek FİFA aleyhinde gösteri yapan halk,
onun tekrar yuvaya dönmesine izin veril mesin i İstedi.
Onu yargılayarak mahkum etmek kolaydı, ama Marado­
na'nın yıllardır en iyi futbolcu olmak gibi bir günahı işle­
diğini unutmak o kadar kolay değildi. Üstelik, güçlü dü­
zenden yana olanların susmasını emrettiği halde, onun ba­
zı şeyleri avazı çıktığı kadar bağırarak açığa vurmasını ve
özellikle sol ayağıyla oynamasını bağışlamak mümkün de­
ğildi, çünkü 'sol' kelimesi sözlükte 'yapılması gerekeni n
karşıtı' olarak tanımlanıyordu.
Diego Armando Maradona, maç öncesi nde hiçbir za­
man kuvvet artırıcı türden ilaçlar almamıştı. Kokaine bu­
laştığı doğruydu, ama onu da bazı eğlencelerde unutmak
ya da unutulmak İstediğinde, belki de şöhretten bunaldığı

250
ya da şöhretsiz yapamadığı anlarda alıyordu. Kokain kul­
lanmasına rağmen, herkesten iyi oynadığı da bir gerçekti.
Maradona, aslı nda kendi şahsiyetinin ağırlığı altında
eziliyordu. Seyircilerin onun adını ilk kez haykırdığı gün­
lerden beri omurgasından rahatsızdı, ayrıca bacakları da
ağrıyordu ve bu yüzden hap almadan uyuyamıyordu. Sa­
haya bir i lah olarak çı kmanın verdiği stresin yükünü daha
fazla taşıyamayacağını anlamakta gecikmedi; bir kere i lah
oldu mu, bundan kurtulması mümkün değildi. Maradona
şöhretin zirvesindeyken şöyle diyordu: "Bana ihtiyaç du­
yulmasına ihtiyacım var. " Ve şöhrete ulaştıktan sonra her­
kes ondan insanüstü bir gayret göstermesini bekledi; ama
o kortizondan, ağrı kesicilerden ve hayranlarının yakın ta­
kibinden ve alkışlarından, düşmanlarının nefretinden
usanmıştı.
İlahları devirme zevki onlara sahip olmak ihtiyacıyla
doğru orantılıdır. İspanya'da Goicoechea, M aradona'ya
topsuz alanda arkadan tekme atarak birkaç ay sahalardan
uzak kalmasına neden olduğunda bu kasıtlı cürmün failini
eller üstünde taşımaya kalkan fanatiklerin sayısı oldukça
fazlaydı. Üstelik tüm dünyada birçok kişi, sefaletten top
sayesinde kurtulup zengin olan bu küstah ve kendini be­
ğenmiş şöhret budalasının devrilişini coşkuyla kutladı.
Maradona, Napoli'de oynamaya başlayınca, azizlik
mertebesine yükseltilerek ismi Aziz M aradonna'ya çevril­
di. Napoli ' ni n azizi Gennaro'nun adı da Aziz Gennarman­
do oldu. Bu yeni i b h ı , ba�ı nda Meryem A na'nın tacı, sır-

251
tında altı ayda bir çıkarılıp halka gösterilen kutsal manto,
altında da §Ort olduğu halde gösteren afi§ler sokaklara ası­
lırken, bir yandan da Kuzey İtalya kulüpleri nin tems ili ta­
butları veya Si lvio Berlusconi'yi gözya§ları içinde gösteren
hatıra §i§eleri satı§a sunuluyordu. Çocuklar ve cins köpek­
ler, Maradona'nın saçları na benzeyen peruklarla sokaklar­
da dola§tırılıyor, Dante' nin ayakların ı n altına bir top yer­
le§tiriliyor ya da denizkızı heykeline Napoli takımının
mavi forması giydiriliyordu. Ama bu çılgınlıklar ho§ gö­
rü lmeliydi, çünkü §ehrin takımı elli yıl aradan sonra i l k
defa §ampiyon oluyordu; Vezüv yanardağının gazabına uğ­
ramı§, sahalardan hep yenik ayrılmı§ olan Napoli, Mara­
dona sayesinde açık tenli kuzeyli leri hezimete uğratmı§tı.
Artık bir kupadan öbürüne ko§an Napoli, İtalya'nın ve
Avrupa'nın sahalarından ba§ı dik olarak ayrılıyor ve ra­
kiplerine atılan her gol mevcut düzene kaqı yapılmış bir
başkaldırı, tarihten alınmış bir öç yerine geçiyordu. Mi­
lan' da ise durum tamamen farklıydı; güneyli sefillerin inle­
rinden çıkmalarına yardım eden, bu işin esas sorumlusun­
dan ölesiye nefret ediliyordu. Biraz kilolu oluşu nedeniyle
M ilanolular ona, 'kıvırcık saçlı jambon' adını takmışlardı.
Bu nefret yalnızca Milano'ya özgü değildi: 90 Dünya Ku­
pasında seyircilerin büyük bir kısmı, Maradona'nın ayağı
topa ne zaman değse müthiş ıslık ve yuhalamayla onu pro­
testo ediyordu. Ve Arjanti n Almanya kaqısında yenilgiye
uğradığında İtalyan seyircisi sanki İtalya büyük bir zafer
kazanmış gibi sevindi.

Maradona, N apoli ' den ayrılmak İstediğini söyleyince


kıyamet koptu; bazıları Maradona'ya benzeyen balmu­
mundan büyü bebeklerine iğneler saplayıp pencereden a§a­
ğı atmaya başladılar. Kendisine tapan bir §ehir halkının ve
§ehrin efendisi mafyanın elinde mahkumdu o. Ne var ki
Maradona'nın en büyük rakibi kalbi ve bacaklarıydı; ݧte o
zaman kokain kullandığı haberiyle bütün dünya çalkalan­
dı ve Maradona adı bir anda Marakoka'ya dönü§tü; o artık
kahraman bozuntusu bir uyu§turucu bağımlısıydı.
Daha sonraları Buenos Aires'de televizyon Marado­
na'nın tutuklanı§ını can lı olarak yayınladığında onun polis
tarafından götürülüşünü bazıları adeta bir futbol maçı sey­
reder gibi zevkle izlediler.
Onun için ' h asta' dediler, 'i§i bitti' dediler. Güney
İtalya'nın ba§ındaki tarihi laneti kaldırmak için davet edi­
len bu Mesih, yalnızca bu görevi başarmakla kalmamı§,
aynı zamanda 1Arjantin'in Falkland Adalarındaki yen ilgisi­
nin öcünü, İngilizleri birkaç yıl topaç gibi
öndüren iki muhteşem gol atarak almıştı. Ama yıkılış
anı geldiğinde, bir zamanların Altın Çocuğunun yaptıkları
unutulup ona bi r düzenbaz gözüyle bakıldı; düşmanlarına
göre, kendisini bir i l ah gibi gören M aradona, çocukları ha­
yal kırıklığına uğratmış ve futbolun şerefine gölge dü§ür­
müştü. Artık onun bir öl üden farkı yoktu.
Fakat bu ceset bir sıçrayışta ayağa kalkmayı başardı.
Kokainden dolayı cezasını çektikten sonra Maradona, 94
Dünya Kupasına katılmak için son imkanını da ateşe at-

2 53
mak zorunda kalan Arj antin karmasını yangından kurta­
ran itfaiyeci oldu. Herkesten daha iyi oynayan Maradona,
o eski güzel günlerine döndü deniliyordu ki, birden o ma­
lum efedrin skandalı patlak verdi.
Ama futbolda gücü ellerinde bulunduranların kararı
kesindi: Maradona kendilerini aldatmıştı, bu suçun bir be­
deli vardı ve bu bedelin peşin ve i ndirimsiz olarak öden­
mesi gerekiyordu. Düşmanlarına güvenmekle Maradona,
ası lacağı ipin i lmiğini yine kendisi boğazına geçirmişti, yo­
lu üzerinde kurulan tuzaklara bal ı kl ama dalmasına neden
olan o çocuksu saflığının ve boşboğazlığının cezasını şimdi
ağır b�r şekilde çekiyordu.
Bir zamanlar ellerinde mi krofonlarla devamlı onun
peşinden koşan gazeteciler şimdi onu kibirli ve öfkeli ol­
makla suçlayıp çok konuştuğu gerekçesiyle eleştiriyorlar­
dı. Haklı olabilirlerdi, ama Maradona' nın affedilmemesi­
nin nedeni bu değildi: asıl neden, söylediği şeylerin bazıla­
rının hoşa gidecek türden olmayışıydı, ağzında bakla ıslan­
mayan bu ateşli, bastıbacak futbolcu yukarıdakileri eleştir­
meyi alışkanlık edinmişti, bu suçun affı olmazdı. 1 986'da
Meksika' da ve 1 994'te de Amerika. Birleşik Devletleri'nde
futbolcuları oğle vakti kızgın güneş i n altında oynamaya
mecbur eden televizyonun mutlak hakimiyetinden devam­
lı olarak yakınmış ve çalkantılı futbol hayatı boyunca bel­
ki de bin kez söylediği sözlerle arı kovanına çomak sok­
muştu. Gerçi tek asi futbolcu o deği ldi, ama çekilmez so­
rularla uluslararası boyutlarda yankı uyandıran tek ses
onunkiydi: U luslararası İş Hukukunun kuralları neden
futbolda uygulanmıyordu? Bir sanatçı sunacağı gösterinin
her ayrı ntısını bi liyordu da, futbolcular, çokuluslu futbo­
lun muazzam servetinin gizli hesaplarını neden bilmek zo­
runda değillerdi? Havelange başka işleriyle meşgul olduğu
için bu sorular karşısında suskun kalmayı tercih ediyordu.
Hayatı nda ayağı bir kez olsun topa değmeyen, ama Zenci
şoförlerin sürdüğü sekiz metrelik Limuzinlerden İnmeyen

254
FIFA 'nın tanınmı§ bürokratı J oseph Blatter, bu sorulara
§U sözle kaqılık verdi:
- Arjantin 'in yetiştirdiği son as futbolcu Di Stefano 'darı
başkası değildir.
Sonunda Maradona, 94 Dünya Kupasından ihraç edi­
l ince, çim sahalar en çok alkı§ toplayan bu dik ba§lı futbol­
cusunu kaybetti.
Maradona'nın dilini tutamadığı doğruydu, ama sahada
koşmaya başladığında da ki mse onu tutamazdı; bir yaptığı
sürpriz hareketi bir daha tekrar etmeyen, şeytanlıklarıyla
herkesin ağzım açık bı rakan bu oyuncu bilgisayarları ya­
nıltmaktan büyük zevk al ırdı. Gerçi çok hızlı bir futbolcu
değildi, ama topu adeta ayağına yapıştırarak oynar ve san­
ki ensesinde gözü varmı§ gibi arkasında olup biteni görür­
dü. Onun sanatsal futbolu sahayı aydınlatırdı. Arkası dö­
nükken kaleye doğru bir yarım daire çizerek ya da röveşa­
tayla attığı bir golle yahut binlerce rakip bacak arasına
hapsedilmişken, gönderdiği bir pasla maçın kaderini belir­
lerdi. Rakipleri ni çalımlayarak atağa bir kalktı mı onu
kimse durduramazdı.
Bu adam, kazanmayı zoru nlu kı lan asrın sonlarındaki
bu soğuk ve zevksiz futbola, oynadığı güzel oyunuyla
renk katan ender simalardan biri olarak her zaman hatırla­
nacaktır.

255
NE UZARLAR,
NE KISALIRLAR
1 994'ün sonlarında M aradona, Stoichkov, Bebeto,
Francescoli, Laudrup, Zamorano, Hugo Sanchez ve öbür
futbolcular uluslararası bir futbol sendikası kurmak için
kolları sıvadılar. Futbol adı verilen gösterinin başoyuncu­
ları olan futbolcular, şimdiye kadar hep kenarda, köşede
kalmışlar, kararların alındığı mekanizmalarda aktif olarak
görev almamışlardı. Yerel futbolun yönetildiği kuruluşlar­
da söz hakları olmadığı gibi, dünyayı ilgilendiren kararla­
rın alındığı FIFA zirves inde de sözlerine kulak asan yoktu.
Oyuncular, o halde ne idiler? Birer sirk maymunu
mu? İpekli elbiseler içinde dolaşsalar da yine sirk maymu­
nu olarak mı kalacaklardı? Bir maçın ne zaman, nerede ve
nasıl oynanacağına karar verili rken onlara h iç danışılmı­
yordu. Uluslararası bürokratlar futbolun kurallarını fut­
bolcuların reyini almadan İstedikleri gibi değiştirebiliyor­
lardı. Üstelik futbolcuların ayakları sayesi nde kazanılan
gizli serveti n ne m iktarda olduğunu ve kimlerin kasasına
girdiğini sormaya da hakları yoktu.
Yıllarca süren grevler ve yerel sendikaların seferber
olmaları sayesinde futbolcular mukavele şartlarını az da ol­
sa lehlerine değiştirmeyi başardılar; ama futbol tacirleri
bugün hala onlara alınıp satılan, ödünç veri len birer maki­
ne gözüyle bakmaktadırlar.

256
Napoli Kulübü ba§kanı bir zamanlar, "M aradona bir
altın madenidir, " demݧtİ. Bugünlerde Avrupa'nın ve Latin
Amerika'nın bazı kulüpleri bünyelerinde psikologlar bu­
lundurmaktadırlar. Yanlı§ anla§ılmasın, kulüp yöneticileri
futbolcuların ruh sağlığını dü§ündükleri için değil, aksine
onların a§ırı yorularak verimden dü§melerini önlemek
amacıyla psikologlara bir çuval dolusu para ödüyorlar.
Şöyle bir soru akl ınıza takılabilir: Yöneticiler spordaki ve­
rim için mi kaygı duyuyorlar? Sanırım buna ݧ verimi de­
mek daha doğru olacaktır. Burada el emeğinden çok, ayak
emeği söz konusudur; aslında profesyonel futbolcular bir
maa§ kar§ılığında emeklerini dai ma en yüksek verim İste­
yen, maç üreten bir fabrikaya arz eden ݧçilere benzerler.
Değerleri, sağladıkları veri mle doğru orantılıdır; kendileri­
ne ne kadar fazla para ödenirse onlardan o kadar çok ve­
rimli olmaları İsten ir. Canları çıkıncaya kadar antrenman
yaparlar, amaç ya kazanmaktır ya da kazanmaktır; onlar­
dan beklenen bir yarı§ atından beklenenden çok daha faz­
ladır. Yarı§ atı benzetmemiz bel ki de pek uygun dü§medi,
İngiliz futbolcu Paul Gascoigne, kendisini daha çok tavuk
çitfliğindeki tavuklara benzetiyor:
- Biz futbolcular çiftliklerdeki tavuklar gibiyiz, tüm ha­
reketlerimiz kontrol altında, her zaman katı kurallara tabi­
yiz; bütün yaptıklarımız devamlı tekrarlanan hareketlerden
ibaret.
Yıldız futbolcular kısa süren en verimli dönemlerinde
çok yüksek meblağlar alabil irler; kulüpler §İmdilerde onla­
ra yirmi yıl öncesine oranla çok daha fazla para ödüyorlar,
ayrıca görüntülerinin reklam olarak kullanılması kaqılı­
ğında da büyük paralar alabilirler. Fakat her §eye rağmen
bu futbol asları herkesin sandığı kadar büyük servetler ka­
zanmamaktadırlar. 'Forbes' dergisi 1 994 yılında dünyanın
en çok kazanan kırk sporcusunun isi mleri ni yayı nladı.
Bunlar aras ı nda futbolcu olarak bir tek İtalyan Roberto
Baggio'nun adı geçiyordu, ama o da listenin sonlarındaydı.

Göl�cdc ve G ü neşıc Futbol 257/ 1 7


Ya yıldız ol mayan binlerce futbolcu acaba ne haldedir
dersiniz? Dolap beygiri gibi dönüp duran ve §öhret adı ve­
rilen o mutluluğu bir türlü yakalayamayan öbürleri nin
durumu nasıldır? Arjami n ' de on profesyonel futbolcudan
yalnızca üçü futboldan kazandıklarıyla hayatlarını sürdü­
rebilmektedirler. Ayrıca oyuncul arı n faal oldukları süre­
nin kısalığı göz önünde bulundurulacak olursa ellerine ge­
çen paranı n hiç de o kadar önemli olmadığı açıkça görü­
lür. Sanayi medeniyeti denilen bir yamyam, bir bakmışsı­
nız onu göz açıp kapayıncaya kadar yiyip yutmuştur.

258
FUTBOLCU İHRACATI

Bacakları sağlam, şansı açık olan bir futbolcunun,


dünyanın gü ney yarımküresi nde izleyeceği yol bellidir:
Önce köyünden bir taşra kentine gelir, sonra taşra kentin­
den başkentteki küçük bir kulübe kapağı atar; küçük kulü­
bün onu büyük bir kulübe satmaktan baş ka elinden bir
şey gelmez ve ağır borç yükü altında ezilen büyük kulüp
de onu daha büyük bir ülkenin daha büyük bir kulübüne
satar ve sonunda futbolcu meslek hayatını Avrupa' da nok­
talar.
Bu zincirleme kulüp değişti rmeler sırasında menaj er­
ler, aracılar dai ma aslan payını alırlar. Zincirin her halka­
sında taraflar aras ı ndaki eş itsizlik, adaletsizlik daha da per­
çinleşir; fakir ülkelerdeki semt kulüplerinden ayrıl maların­
dan Avrupa'n ı n güçlü anonim şi rketlerine gel inceye kadar
bu düzenin çarkları hep bu şekilde işler.
Buna bir örnek verelim: Uruguay'da futbol, iç pazarı
küçümseyen bir ih racat sanayisi durumundadır. Devamlı
olarak dışarıya futbolcu ihracı sonucu profesyonel futbo­
lun kalitesi düştüğü gibi, seyirci sayısı da giderek azaldı.
Uruguay seyircisi artık stada gitmemekte, uluslararası kar­
şılaşmaları televizyondan izlemeyi tercih etmektedir. Milli
bir maçtan önce, dünyanı n dört bir yanma dağı lan futbol-

.::! 59
cular yalnızca vatana dönüş yolculuğu sırasında, uçakta
birbirleriyle tanışmak fırsatı bulabil mektedirler ve bir süre
birlikte oynadıktan son ra, ama gerçek bir ekip oluştur­
maksızın, yani on bir başlı, yirmi iki bacaklı tek bir vücut
olmaksızın birbirlerine veda etmektedirler.
Brezilya dördüncü kez dünya şampiyonu olduğunda
bütün gazeteciler bu olayı sevinçle karşıladılar, ama içle­
rinde o eski güzel gün lerin özlemini dile getirenler de çık­
madı değil. Romario ile Bebeto'nun ekibi başarılı bir fut­
bol ortaya koymuşlardı, ama şiir gibi bir Brezilya ekolü
sergilememişlerdi; 1 958, 1 962 ve 1 970 yıl larında oynadıkla­
rı muhteşem futboldan epeyce uzaktılar; o zamanlar Gar­
rincha, Didf ve Pele'den oluşan ekip kendinden geçercesi­
ne oynardı. Bazı gazeteciler yorum larında beceri eksikli­
ğinden dem vururken, bazıları da başarılı olmakla birlikte,
sihir ve cazibesi olmayan, teknik direktör tarafından zorla
kabul ettirilmiş, yavan bir futbol sergilendiğini ileri sürü­
yorlardı. Kısacası onlara göre Brezilya, ruhunu modern
futbola satmıştı. Bununla birlikte hiç kimsenin üzerinde
durmadığı olumlu bir gelişme de vardı: Eskiden Brezilya
milli takımının on bir oyuncusu da Brezilya'da top koştu­
rurlardı, halbuki 1 994'teki Brezilya karmasında yer alan
futbolculardan sekizi bugü n Avrupa'da futbol oynamakta­
dırlar. Latin Amerika'nın en pahalı futbolcusu Roma­
rio'nun, İspanya'da aldığı bir ayl ık ücret, Brezilya futbol

260

tari h i n i n en büyük yıl dızlarını n 1 95 8 'de a l d ı kları m üteva­


zı ücretten on b i r m i s l i dah.1 fazladır.
Esk i den as futbolcular mahalli k u l ü p lerle b i r t u t u lu r­
lardı, Pele, Santosluydu; Garri ncha ile D i d i ise Botafo­
go' y a gön ü l bağı yla bağ l ı y d ı l ar; ü l ke dı§ı ndaki b i r k u l übe
t ransfer edi l m i ş olsalar da o n l a rı kendi t a k ı mların ı n renk­
l e r i n den ya da m i l l i forman ı n rengi sarıdan ayrı olarak dü­
şün mek i m k ansızdı. Bu hem Brez i l y a i ç i n , hem de öbür
ü l keler i ç i n geçerl i y d i ; forma aşk ı y l a ya da b i rkaç y ı l önce­
s i n e kadar futbolcuyu bir ö m ü r boyu k u l übe bağlayan
sözleşmelerle futbolcu k u l üb ü n de n ayrıl mazdı . M esela ya­
k ı n zamanl ara kadar F ransa'da k u l übün futbolcu üzeri nde
otuz dön ya§ına kadar devam eden b i r m ü l k i yet hakkı
vardı; daha sonra i § i b i t t iğinde serhesc k a l ı rd ı . Özgürlüğe
susamış c ü m F ransız fucb o l c u l a r , b ü r ü n dünyayı sarsan
1 96 8 M ay ı s ı olayları nda Par i s ' c c k u rulan bari katl arda yer­
leri n i a l d ı k l ar ı n da başlarında Raymond Kopa b u l u n uyor­
du.

26 1
MAÇIN SONU

Top döndükçe dünya da dönüyor. Güne§, ate§ten bir


toptur, gündüzleri mesai yaparken, geceleri de zıplayarak
gökteki yatağı na çıkar ve görevini aya devreder. Bilim
adamları ku§kusuz bu dü§ün ceyi hemen reddedeceklerdir.
Her §eye rağmen kesin olan bir §ey var: Tüm dünya dö­
nen bir topun etrafında dört dönmektedir. Bilindiği gibi
94 Dünya Kupası finali i ki milyardan fazla İnsan tarafın­
dan izlendi; bu gezegenimizin tarihinde görülen en kalaba­
lık seyirciydi. Futbol artık herkes in ortak tutkusu haline
gelmݧtİr. Günümüzde binlerce top meraklısı, sahalarda ve
arsalarda top pqinde ko§makta ve yine milyonlarca i nsan
televizyonun ba§ında tırnaklarını yiyerek, yirmi iki kısa
pantolonlu İnsanın topa duydukları a§kı onu tekmeleye­
rek açığa vurmalarını 'izlemektedir.
94 Dünya Kupası sonrasında Brezilya'da dünyaya ge­
len bütün erkek çocuklara Romario adı verildi ve Los An­
geles Stadının çimleri, adeta b irer pizza gibi parçası yirmi
dolardan satıldı. Bu §İmdiye kadar görülmü§ en büyük çıl­
gınlık değil miydi sizce? Ya da birtakım uyanıkları n çok
adice yaptıkları bir ticaret miydi? ݧte futbol ne yazık ki
günümüzde bu duruma gelmݧtİr; gönül İsterdi ki bundan
çok daha farklı olsun; futbol, onu seyreden gözün sevinç
kaynağı, onu oynayan bedenin co§kusu olabilirdi. Bir ga­
zeteci, Al man din bilimcisi Dorothee Söl le'ye §öyle bir so­
ru sormu§tU:
- Mutluluğun ne olduğunu bir çornj{a nası l iz.ah edersi­
niz?

2 62
- Bunu kelimelerle açıklayamayız -diye cevap verdi
Sölle- oynaması içırı ona bir top 7.'eririm.
Profesyonel futbol, bu mutluluk kaynağını kurutmak
için elinden geleni yapmasına rağmen baprılı olamamakta­
dır.
Belki de futbolun en §a§ırtıcı taraflarından biri de bu­
dur. Arkada§ım Angel Ruocco'nun da belirttiği gibi, fut­
bolun en güzel yönü daima sürprizlere açık olmasıdır.
Teknokratlar futbolu en ince ayrıntılarına kadar program­
lasalar da, futbolun güçlü ağaları ona istedikleri gibi yön
verseler de, futbol bek lenmedik olanı, öngörülmeyeni
bünyesinde bulunduran bir sanat dalı olmaya devam ede­
cektir. Hiç beklemediğimiz bir anda imkansız olanın ger­
çekle§tiğini görebi liriz; bir bakmı§ıZ cüce, devi alt etmi§ ya
da çel imsiz, eğri bacaklı bir Zenci, Grek heykellerini andı­
ran bir futbolcuyu geride bırakmı§tır.
Günümüzde resmi tarih kitaplarına futbolun girme­
mesi ak ıllara durgunluk verecek bir noksanlıktır; çağda�
tarih metinlerinde futbolun adı dahi geçmiyor; bu eksi k­
lik, futbolun birlik ruhunun simgesi olarak kabul edildiği
ül kelerde de söz konusudur. Top oynuyorum, o halde va­
rım: Bir futbolcunun oyun stili yapm tarzının ta kcndisı­
dir; bir toplumun görüntüsünü yansıtır, dı§ hatlarıııı bel i r­
ler, onu öbürleri nden ayırt eder. O kadar ki, ban�ı ı ı .ı\ ı l
top oynadığı nı söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. Fut­
bol yıllardan beri farklı şekilde oynanmaktadır, bu farklı­
lık her mil letin değişik yapıda olmasından ileri gelmekte­
dir ve kanaatimce bu farklılığın korunması son derecede
önemlidir. Çağımızda tek kalıba sokulma zorunluluğu her
alanda olduğu gibi futbolda da görülmektedir. Dünyamız
h içbir zaman böylesine imkanların adaletsizce dağıtıldığı,
yapılması gerekenin tek kalıba yerleştiri ldiği, böylesine ka­
tı kuralların uygulandığı bir dönem yaşamamıştı : Yirminci
asrın sonlarına yaklaştığı mız bir sırada dünyamızda i nsan­
lar açlıktan ölmüyorlarsa da zevksiz futbol yüzünden sı­
kıntıdan patlıyorlar.
Yıllardan beri futbolla ilgili gerçeklere yakı ndan i lgi
duyuyordum; herkesin farklı l isanlarla düşüncelerin i ifade
ettiği, ama aynı tutkuları paylaştığı bu büyük dünya toplu­
luğunun şanına yaraşır bir eser yazmayı çok uzun zaman­
dan beri düşünüyordum; bu şekilde ayaklarımla başarama­
dığım bir şeyi ellerimle gerçekleştirmiş olacaktım, çünkü
sahaların yüz karası bir beceriksizdim; o halde topun ben­
den esirgediğini hiç o lmazsa kalemimle elde etmeliydim.
İşte futbola olan i lgimden ve eksikliğimi telafi etmek
arzusundan, futbolun güneşli yönünü takdir eden ve göl­
geli yönünü de açığa çıkarıp yeren bu kitap doğmuş oldu.
Kitabımın kendisi böyle olsun İster miydi bilmiyorum,
tek bildiğim, içimde yeşerip filizlendiği ve son sayfaya gel­
diğidir ve şimdi de sizlere sunulmak üzere doğmuş bulunu­
yor. Bundan sonra b ana düşen tek şey, yitirilen bir aşktan
sonra ya da bir maçın sonunda hissedilen o kahredici yal­
nızlık ve hüzünle baş başa kalmak olacaktır.

Montevideo, 1995 yazı

264

You might also like