3 - Sahab-I Ve Evliyaların İslam'in Yayılmasındaki FEDAKÂRLIK Ve SABIRLARI

You might also like

Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 6

‫الر ِحيم‬ ِ ‫بِس ِم‬

َّ ‫اهلل الرَّمْح ِن‬ ْ


‫ب لِلّ ِه اَحْلَ ْم ُد‬
ِّ ‫ني َر‬ ِ
َ ‫الصالَةُ الْ َعالَم‬
َّ ‫السالَ ُم َو‬
َّ ‫لى َو‬ ِ ٍ ِِ ِ ِ ‫َأمْج عِني و‬
َ ‫ص ْحبه َوآله حُمَ َّمد َسيِّدناَ َع‬
َ ََ َ
Sahab-i Ve Evliyaların İslam’ın Yayılmasındaki FEDAKÂRLIK ve SABIRLARI

Sahabi Efendilerimiz maneviyat semamızın yıldızları... Allah Rasulü (s.a.v)'in etrafında halkalanan gönül
erleri... İlahî feyzi ve rahmeti Son Peygamber’in mübarek nazarlarından kana kana içenler... Hak Tealâ’nın,
Elçisi’ne bildirdiği vahye bizzat şahitlik edip, “işittik ve itaat ettik” diyenler... Sadakat ve teslimiyette bir eşine
daha rastlanmayan örnekler... Onlar Allah Kelamı ve Peygamber sevgisi ile yekvücut olan birlik ve dirlik nesli...
Ashab-ı Kiram, Sahabe-i Güzin Efendilerimiz... Allah Tealâ cümlesinden razı olsun.

Rabbimiz, insanlığa hidayet rehberi bir uyarıcı olarak Efendimiz (s.a.v)’i gönderdi. Allah’ın Elçisi İslâm’ı
tebliğ etmeye başlayınca etrafında gittikçe genişleyen hayırlı bir topluluk yer aldı.

Efendimiz (s.a.v), sonraki yıllarda inananlar arasında iş bölümü yaptı, etrafında kenetlenmiş olan dostlarının
yardımlarına başvurdu. Kabiliyetleri ve birikimlerine göre onlardan destek ve yardım istedi.

Gün oldu, onları hep beraber Allah yolunda savaşmak üzere gazveye çağırdı. Onlar da emri duydukları anda
bütün işlerini bırakarak hazırlığa başladılar. Gelen emre boyun eğdiler, emredilene göre hareket ettiler. “Ailem
var, çocuklarım ne olacak, arazilerimle hurmalıklarımla kim ilgilenecek?” demediler. Evlendiği gecenin
sabahında, saçlarından sular damlarken bu emre icabet edenler dahi vardı.

Bazen Allah Rasulü (s.a.v) bir orduyla veya müfrezeyle sefere çıkmalarını emretti. Hangi tehlikelerle karşı
karşıya kalacaklarını bilmelerine rağmen namazdan aldıkları lezzeti alarak, sevinçle atlarına bindiler ve yola
koyuldular. Mute Savaşı’na giderlerken Allah Rasulü (s.a.v) sancağın sırasıyla kimler tarafından alınacağını
söylediğinde, ismi sayılanlar sırayla şehit olacaklarını çok iyi biliyordu.

Allah Rasulü (s.a.v) dostları içinde bilgisi ile öne çıkan bazılarını da İslâm’ı anlatmak için uzak beldelere
gönderdi. Onlar da nice tehlikeli yolları aşarak, hiç tanımadıkları yerlere gittiler, ağır sıkıntılara rağmen İslâm’ın
mesajını insanlara aktardılar. Onların tebliğ gayreti İslâm’ın çok hızlı bir şekilde yayılmasına vesile oldu.

Allah Rasulü (s.a.v)’in İslâm’a davet mektuplarını götüren elçileri de yine arkadaşlarıydı. Rasulullah (s.a.v),
bulundukları bölgelerin hakimi olan krallara, valilere, kabile liderlerine İslâm’a davet mektupları gönderdi. Kelle
koltukta, Allah Rasulü (s.a.v)’in mesajını korkusuzca taşıyan Refref ruhlu gönül erleri, gittikleri insanın insafsız
biri olması durumunda başlarının vücutlarından ayrılıp şehadet şerbetini içeceklerini çok iyi bilmekteydiler. Buna
rağmen mektup götürmek için birbirleriyle yarıştılar. Nitekim gidenlerden bazıları geri dönemedi.

Bütün bu anlatılarımızın ne büyük fedakârlıklar olduğunu hakikaten anlayabiliyor muyuz? Evini yurdunu,
malını mülkünü, dostlarını yakınlarını arkada bırakarak çekip gitmenin ne demek olduğunu, ne anlama geldiğini
hiç düşündük mü? O aziz neslin fedakârlığını izah edecek bir kelime sözlüklerde geçiyor mudur acaba?1

İslamiyetin İlk yıllarında Ashab-ı Kiramın Karşılaştığı Zorluklar

İbn Abdü'l-Berr anlatıyor: “Müşrikler boynuna ip bağladıkları Hz. Bilâl'i (r.a), Mekke'nin iki dağı arasında
dolaştırırlardı.”

1
Biz Ve Onlar, Taha Yıldız, Semerkand Dergisi, Ağustos 2014.
Urve b. Zübeyr (r.a) anlatıyor: “Hz. Bilâl (r.a), Cemhoğulları’ndan bir kızın kölesi idi. Allah'a (c.c) şirk
koşması için sırtını Mekke'nin kızgın kumlarına yapıştırarak ona işkence ederlerdi. Ama bütün bunlara karşı o:
“Ehad Ehad Bir! Bir!” diyordu.2

Müşriklerin Bilâl'e işkence ettikleri bir gün, Ebû Bekir (r.a) yanlarına geldi ve Ümeyye'ye:
- Şu zavallı hakkında Allah'tan korkmuyor musun? İşkenceleriniz daha ne kadar sürecek? dedi.

Ümeyye:
- Onu sen yoldan çıkardın, sen kurtar, karşılığını verdi.

Ebû Bekir (r.a):


- Ondan daha iri, daha güçlü siyahi bir kölem var. Üstelik senin dîninden. Onunla değişelim, dedi.

Ümeyye:
- Kabul ettim, dedi.

Ebu Bekir (r.a) kölesini vererek Bilâl'i (r.a) alıp âzad etti. Ebû Bekir'in (r.a) Medine'ye hicret etmeden önce
satın alıp âzad ettiği köleler Bilâl (r.a) ile yedi kişi idi”3

Osman (r.a.) şöyle demiştir: «Bir gün Peygamberimizle (s.a.v) birlikte Batha mevkiinde yürüyordum. Baktık ki
Ammâr'ın (r.a) babasına ve annesine - İslâm'dan dönmeleri için - güneş altında işkence ediliyor. Ebû Ammâr(r.a):

- Yâ Resûlâllah (s.a.v), her zaman böyle mi devam edecek? diye yakındı.

Allah Resûlü (s.a.v):


- Sabır, ey Yâsir âilesi, sabrediniz! deyip şöyle duâ buyurdu:

- «İlâhî! Yâsir âilesini bağışla! Zaten bağışladın da”4

Şa'bî şöyle demiştir: “Bir gün Habbâb b. Erett (r.a.), Ömer b. Hattâb'ın (r.a.) huzuruna çıktı. Halife-i müslimin,
Habbâb'ı (r.a) kendi yerine oturttu ve:
- Yeryüzünde bu makamın müstahıkkı tek bir kişidir, dedi.

Habbâb (r.a):
- Kimdir o, ey Emire'l-mü'minin? diye sordu.
- Bilâl(r.a):

Habbâb:
- O benden daha lâyık değildir. Çünkü Allah müşriklere karşı ona bir hâmi lütfetmişti. Ama benim hiç bir
destekçim yoktu, öyle bir günümü hatırlıyorum ki o gün müşrikler beni yakaladılar, benim için yaktıkları ateşin
içine attılar. Bir adam ayağıyla göğsüme bastı. Her yanımı ateş sarmıştı. Toprağa yalnız sırtım temas ediyordu.

Sonra Habbâb sırtını açtı: Sırtı benek benekti.»5

Habbâb (r.a.) anlatıyor: “Müşriklerin çok şiddetli işkencelerine maruz kaldığımız bir gün Peygamberimizin
(s.a.v) yanına vardım. Hırkasını yastık yapıp Kâbe'nin gölgesine uzanmıştı. Ben:
- Allah'a (şu müşriklerin helâki için) duâ etmez misin? dedim.
2
el-İsâbe: 3/634.
3
Ebû Nuaym: el-Hılye: 1/148.
4
Hâkim, İbn Asâkir.
5
İbn Sa'd; 3/117.
Doğrulup oturdu. Yüzü kıpkırmızı idi. Şöyle buyurdu:
- Sizden önceki milletlerde öyle kimseler vardı ki demirden taraklarla etleri kemiklerine yahut damarlarına
kadar taranırdı da yine de bu işkenceler onları dinlerinden çeviremezdi! Şüphe yok, Allah, bu dâvâyı
tamamlayacak, öyle ki bir süvâri, Allah'tan başka hiç kimseden korkmadan San'â'dan Hadramevt'e dek yürüyecek.
Ama siz acele ediyorsunuz, buyurdu.”6

Âişe (r.a.) anlatıyor: “Bir gün Peygamberimizin (s.a.v) Sahâbileri bir araya gelince -ki hepsi otuz sekiz erdi-
Ebû Bekir (r.a) ortaya çıkma konusunda Allah Resûlü'ne (s.a.v) ısrarda bulundu. Peygamberimiz de:

- Ebû Bekir, azız, dedi.

O ısrarını sürdürünce Resûlullah (s.a.v) ortaya çıktı, müslumanlar mescidin muhtelif köşelerine dağıldı. Herkes
kendi hısımlarının bulunduğu yere gitti. Ebû Bekir (r.a) kalktı, halka hitâbede bulundu. Resûlullah (s.a.v) da
oturuyordu. Bu hutbesi ile Ebû Bekir (r.a), Allah ve Resûlü'ne çağıran, ilk hatib oldu. Müşrikler Ebû Bekir (r.a) ile
öteki müslümanlara hücum ettiler, İslâm erlerini fecî şekilde dövdüler. Ebû Bekir (r.a) ayaklar altına alındı, çok
fena dövüldü. Fâsık Utbe b. Ebî Rebia, Ebû Bekir'e (r.a) yaklaşarak yamalı sert ayakkabılarıyla onu dövmeye,
ayakkabılarını yüzünde gezdirmeye başladı. Sıçrayarak karnına çıktı, öyle ki babacığımın yüzü burnundan
ayırdedilmez oldu. Teymoğulları koşarak geldiler, müşrikleri Ebû Bekir'den (r.a) uzaklaştırdılar. Bir elbise içinde
taşıyarak evine götürdüler, öleceğinden şüpheleri yoktu. Sonra Temimoğulları Mescid-i Harâm'a girdiler ve:

- Ebû Bekir (r.a) ölürse Rebia b. Utbe'yi muhakkak gebertiriz, dediler.

Tekrar Ebû Bekir'in (r.a) yanına döndüler. Babası Ebû Kuhâfe ile Temim oğulları, Ebû Bekir'i konuşturmaya
çalıştılar. Nihayet akşama doğru cevap verdi ve ilk sözü;

- Resûlullah (s.a.v) ne yaptı, nasıldır? diye sormak oldu.

Oradakiler kendisini azarlayıp kalktılar. Annesi Ümmu’l-Hayr'a:


- Kendisine bak, bir şeyler yedir, su ver, dediler.

Annesi oğluyla başbaşa kalınca ona bir şeyler yedirmeye uğraştı. Lâkin Ebû Bekir (r.a):
- Resûlullah (s.a.v) ne yaptı? deyip başka bir şey söylemiyordu.

Annesi:
- Vallahi arkadaşın hakkında hiç bir bilgim yoktur, dedi.

Ebû Bekir (r.a):


- Haydi Hattâb'ın kızı Ümmü Cemil'e git, Allah Resûlünü (s.a.v) ona sor, dedi.

O da çıktı, Hattâb'ın kızına gitti ve:


- Ebû Bekir (r.a), Muhammed (s.a.v) hakkında senden malûmat istiyor, dedi.

Ümmü Cemil:
- Ne Ebû Bekir'i (r.a) tanıyorum, ne de Muhammedi(s.a.v)! Ama istersen seninle birlikte oğlunun yanına
giderim, dedi.
O da ‘Peki’ deyip birlikte geldiler. Ebû Bekir'i (r.a) baygın ve ağır bir halde buldular. Bunu gören Ümmü
Cemil, bir çığlık atarak Ebû Bekir'e (r.a) yaklaştı ve;

6
Buhâri, Ebû Dâvud, Nesâi, Ayni: 7/558.
- Vallahi bunu sana yapan güruh, fâsık ve kâfirdir. Ümit ederim ki Allah intikamını onlardan alır, dedi.

Ebû Bekir:
- Peygamber Efendimiz (s.a.v) ne yaptı? Ona ne oldu? diye sordu.

Ümmü Cemil:
- Annen var, duyar, dedi.
- Ondan sana bir zarar gelmez.
- Sağdır, iyidir.
- Nerede?
- Erkam’ın evinde!
- Allah'a ahdim olsun Peygamberin (s.a.v) yanına gitmedikçe ne bir şey tadacağım ne de bir şey içeceğim.

Annesi ile Ümmü Cemil beklediler; sokakta ayak kesilip insanlar çekilince Ebû Bekir'i (r.a) kolları arasına
alarak Resûlullah’ın (s.a.v) huzuruna götürdüler. Peygamber Efendimiz (s.a.v) ve müslümanlar üstüne kapanıp onu
öptüler. Allah Resûlü (s.a.v) kendisine çok üzüldü. Ebû Bekir (r.a):

- Annem babam sana kurban, yâ Resülâllah! O zümre yaptıkları dışında bende bir şey yok. İşte annem!
Evlâdına karşı çok merhametlidir Sen mübareksin, onu Allah'a çağır onun için Allah'a dua et. Umulur ki Allah
senin yüzün suyu hürmetine kendisini ateşten kurtarır, dedi.

Allah Resulü (s.a.v) de duâ buyurup onu Allah'a çağırdı. Kadın da İslâm’a girdi.

Müslümanlar Erkam' ın evinde bir ay kaldılar. Hepsi otuz dokuz erdi Ebu Bekir'in (r.a) dövüldüğü gün
(Peygamberimizin amcası) Hamza (r.a.) da müslüman olmuştu.”7, 8

Hafs b. Hâlid naklediyor: “Musul'dan bize gelen bir ihtiyar bana şöyle anlatmıştı: Zübeyr b. Avvâm'a
yolculuklarından birinde arkadaş olmuştum. Issız ve susuz bir yerde cünüp oldu. Bana:
- Bana siper ol, dedi.
Oldum. Bir ara göz ucuyla baktım, vücudunun her tarafı kılıç yaralarının izleriyle dolu idi.
- Vallahi, dedim, kimsede görmediğim yara izlerini sende gördüm.
- Onları gördün mü?
- Evet, gördüm.
- Allah'a yemin ederim ki o yaraların hepsini Peygamber Efendimizin (s.a.v) yanında Allah yolunda savaşırken
almıştım dedi.”9, 10

‘Onu Yine Geçemedim’

Hak yolunda yarışmak, güzellik, iyilik ve takvada din kardeşleriyle tatlı bir rekabet içinde olmak ne güzel!

Hz. Ebubekr (r.a) ile Hz. Ömer (r.a) bu rekabetin en güzel örneklerini sergilemişlerdir. Onlar bir hizmet, bir
faaliyet, hele de infak sözkonusu olduğunda hemen öne çıkıp hiçbir fedakârlıktan kaçınmamışlardır.

Hz. Ömer, cihad için hazırlıkların yapıldığı, müslümanların güçleri oranında katkıda bulundukları bir dönemde
kendi kendine der ki:

- Geçersem Ebubekr'i (r.a) bu sefer geçerim...


7
Hâfız Ebu’l-Hasan Trablûsi.
8
Hayâtü's-Sahâbe, Şeyh Muhammed Yusuf Kândehlevi, Semerkand Yayınları, C.1, sf.249-251.
9
el-Hilye.
10
Hayâtü's-Sahâbe, Şeyh Muhammed Yusuf Kândehlevi, Semerkand Yayınları, C.1, sf.252-263.
Her müslüman yapacağı yardımları getirip Peygamber Efendimize (s.a.v) vermektedir. Hz. Ömer'de (r.a)
malının yarısını alıp getirir ve teslim eder.

- Ailen için geride ne bıraktın?

Efendimizin (s.a.v) bu sorusuna cevap gelir Hz. Ömer'den (r.a):

- Diğer yansını bıraktım, ya Rasulallah (s.a.v)!

Bir müddet sonra Ebubekr (r.a) gelir ve getirdiklerini verir.

- Ey Ebubekr, sen çoluk-çocuğuna ne bıraktın?

Cevap çok manidardır:

- Onlara Allah ve Rasulü'nü bıraktım.

Bu kez de geçememiştir Ebubekr'i. Çünkü O malının tamamını getirmiştir. Cihada, malının tümüyle ve
bedeniyle katılmıştır. Hz. Ömer (r.a) kendi kendine hayret eder ve düşünür: "Hiçbir şeyde ben O'nu geçemem."11

Fedakârlığın böylesi

Müslüman olmadan önce Hz. Peygamber (s.a.v) ile görüşmelerde bulunmak üzere Medine’ye gelen Ebu
Süfyan, müslümanların sabah namazı için seferber olup tatlı bir telaşa kapıldıklarını görünce hayret eder. Niçin
böyle davrandıklarını sorar. Peygamberimizin (s.a.v) amcası Abbas (r.a) ona şu muhteşem cevabı verir:

- Allah Rasulü (s.a.v) eğer onlara yiyip içmeyi terk edip aç olarak ölmelerini emretse onu da yaparlar.”12

Peygamber amcasının (r.a) bu sözleri sahabenin gönüllerinde ışıldayan sevgi ve bağlılık ateşini özetlemeye
yetmektedir.

Sadece Bedir’de yaşananlar bile bu sözün tasdiki değil midir? Savaş alanına doğru yürüyen 310 kişilik İslâm
ordusunda sadece iki atlı, kırk kadar deve, altı da zırh vardı. Karşı orduda ise bine yakın asker, 200 at, 700 deve
bulunuyordu. Ayrıca Kureyş ordusu savaş tecrübesi olan tam tekmil silahlı kişilerden oluşmaktaydı. Sahabiler
ellerindeki birkaç deveye nöbetleşe binerek çoğunlukla yürüdü. 200 kilometrelik yolu çöl sıcağına rağmen
Ramazan ayı olduğu için oruçlu olarak gelmişlerdi. Bu cefayı kıvanca dönüştüren sermayeleri ise, sarsılmaz
imanları ve Allah Rasulü (s.a.v)’e olan muhabbetleriydi.

Ashabın İslâm davası uğruna nelere katlandığını anlayabilmek için onların yaşadığı dönemin imkân ve
şartlarını iyi bilmemiz gerekir. Sahabenin gayret ve fedakârlığının büyüklüğünü ancak bu şekilde idrak edebiliriz.

Elbette o dönemde yol, su, elektrik gibi hayatı kolaylaştıran vasıtalar yoktu. Geceleri karanlıkta yakılan
ateşlerin aydınlığı olurdu yalnızca. Kırbalara doldurulan sular çöl sıcağında ısınır, içeni serinletmezdi. Onlar bu kıt
imkânlarla, deve veya at sırtında günler süren bir yolculuktan sonra tebliğ amacıyla gittiği yerlere ulaşıyorlardı.
Hedefledikleri şehre vardıklarında ise kendilerine sahip çıkacak kimseler olmuyordu. Tek başlarına her şeyi
göğüslüyorlardı. Büyük bir hazla üstlendiği görevi en iyi şekilde yerine getirmeye gayret ediyorlardı. İslâm’ı tebliğ
ederken hiç kimseden utanmıyorlar, hiçbir tehlikeden çekinmiyorlardı, Allah Rasulü (s.a.v)’in talimatıyla
11
‘Onu Yine Geçemedim’, M. Nezir Gül, Semerkand Dergisi, Ekim 2000.
12
Abdurrezzâk, 9739.
üstlendikleri görevin, yüklendikleri sorumluluğun mukaddes bir dava olduğunu biliyorlardı. Hayatını bir davaya
vakfetmek, bu uğurda canını feda etmek, dünyalık her zevkten vazgeçmek, aileden ve yurttan uzak kalmak kolay
mı, bir düşünelim...

Sahabenin gayret ve fedakârlıklarını bilen bir kimse onları nasıl sevmez? Nasıl olur da bir sahabinin ismi
anıldığında tazim ve hürmet ile “radıyallah”, yani “Allah ondan razı olsun" demez?

Hak Tealâ, Kur’an-ı Kerim’de onlardan razı olduğunu beyan etmiştir. Rabbimiz, Son Elçisi’ne biat eden ve her
halükârda onun yanında yer alan sahabilerini anlatırken şöyle buyurmaktadır:

“Andolsun ki, o ağacın altında sana biat ederlerken, Allah o müminlerden razı olmuştur. Allah onların
gönüllerinden geçeni bildiği için üzerlerine huzur ve güven indirmiş ve onları pek yakın bir fetih ile
ödüllendirmiştir.” (Fetih/18)

Yine Rabbimiz hem Muhacirleri hem de onlara Medine’de kucak açan Ensar’ı pekçok ayet-i kerimede
övmüştür. 13

Vefa ile süslenen sevgi

Bugün bizler Rabbimizin aziz kelamını rahatça öğrenip okuyoruz. Sıcacık odalarımızda namazlarımızı eda
ediyoruz. Akşam mükellef sofralarla oruçlarımızı açıyoruz. ilmihallerimizden ve diğer kitaplarımızdan dinî
bilgileri çok rahat bir şekilde öğrenebiliyoruz.

İslâm davasının bizden evvel hangi fedakârlıklarla bugüne ulaştırıldığını düşünmek durumundayız. Bu çabanın
ve fedakârlığın ilk halkasında yer alan kutlu nesil Sahabe-i Kiram’ı ise bir başka gözle görmeliyiz. “Ashab” veya
“Allah Rasulü’nün arkadaşları” derken kimden bahsettiğimizi iyi bilmeliyiz. Kur’an okurken bu yüce kitabın
bizlerin eline hiç bozulmadan gelmesinin onlar vasıtasıyla gerçekleştiğini; namazımızı Rasulullah’ın (s.a.v)
öğrettiği gibi kılarken, orucu onun tarif ettiği şekilde tutarken, zekâtımızı yine onun bildirdiği şekilde öderken...
yani farz ve nafile olarak her ne yapıyorsak bunu onlar vesilesiyle öğrendiğimizi unutmamalıyız.

Bu açıdan düşündüğümüzde, Allah Rasulü (s.a.v)’in çevresinde kenetlenmiş olan o güzel insanlara olan
sevginin ve hasretin, vefa ile süslenmiş olduğunu görürüz. Allah (c.c) onların hepsinden razı olsun.14

Not: Önümüzdeki Pazartesi gecesi yılbaşı akşamı olması münasebetiyle sohbet sonunda bu konuya
değinilmesinde fayda mülahaza edilmektedir. Yılbaşıyla ilgili olarak aşağıdaki linke göz atılabilir:

‫ني‬ ِ ِّ ‫آخر د ْعوانَا َأن احْل م ُد لِلَّ ِه ر‬


ِ
َ ‫ب الْ َعالَم‬ َ َْ َ َ ُ ‫َو‬

13
Biz Ve Onlar, Taha Yıldız, Semerkand Dergisi, Ağustos 2014.
14
Biz Ve Onlar, Taha Yıldız, Semerkand Dergisi, Ağustos 2014.

You might also like