Professional Documents
Culture Documents
VERTİGO
VERTİGO
VERTİGO
VERTİGO TANIMI
Vertigo, kısaca hareket illüzyonu veya halüsinasyonu olarak tarif edilir. Bu hareket rotatuar veya
lineer olabilir. Rotatuar vertigo genellikle periferik vestibüler sistem patolojilerinde görülmesine
rağmen nadiren santral sebepli de olabilir. Aralarında kesin sınırlar olmamasına rağmen değişik
isimlerle anılan denge bozuklukları vardır. Bunlar dizziness, unsteadiness ve lightheadedness
olarak sayılabilir. Bu bozukluklar hastalar tarafından "düşecek gibi oluyorum", "yer ayağımın
altından kayıyor", "cisimler yer değiştiriyormuş gibi geliyor', "başım sanki omuzlarımın üstünde
değil" gibi cümlelerle ifade edilir. Tüm bu denge bozukluklarına vertigo denir.
Vertigonun etyolojisinde en sık periferik veya santral vestibüler patolojiler rol oynar. Ayrıca
vizüel hastalıklar, serebellar, piramidal, kardiak veya metabolik hastalıklar rol oynayabilir. Bu
nedenle vertigolu hastaların çok dikkatle incelenmesi gerekmektedir.
Ani başlar, birkaç haftada çoğu düzelir Yavaş gelişir, haftalarca aylarca sürebilir
Ataklar şeklinde ve kısa sürer, giderek Uzun sürer, giderek şiddeti artar
şiddeti azalır
Dix-halpike testinde latent dönem vardır, Dix-halpike testinde latent dönem yoktur,
Latent dönemin ardından nistagmus nistagmus hemen başlar, pozisyon devam
başlar, 20-30 sn sürer, bir dakikayı hiçbir ettirildiği sürece nistagmus devam eder,
zaman geçmez genelde 1 dakika veya daha uzundur
VESTİBÜLER HASTALIKLAR
1. Benign Paroksismal
Pozisyonel Vertigo PERİFERİK VESTİBÜLER HASTALIKLARIN
(BPPV) VERTİGO SÜRESİNE GÖRE SINIFLANDIRILMASI
Labirentit konusu ve travma alt başlığında yer alan temporal kemik fraktürleri ve perilenf fistülü
ayrı bir bölümde ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Benign paroksismal pozisyonel vertigo, vestibüler
nörit ve Meniere hastalığı aşağıda ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Ayrıca sekonder endolenfatik
hidropsa yol açan nedenlerden de aşağıda kısaca bahsedilmiştir.
MSS’ni etkileyen birçok hastalık vertigo ve dengesizliğe yol açarak periferik vestibüler
hastalıkları taklit edebilir. Her ne kadar nörologlar tarafından değerlendirilsede bu iki durumu
birbirinden ayırdedebilmek için santral (nörojenik) nedenli vertigo yapan nedenleri bilmek
gerekir.
VASKÜLER HASTALIKLAR: Santral nedenli vertigoların en sık sebebidir. Spazm, tromboz,
emboli, hemoraji vasküler patolojilerin kaynağı olabilir.
Vertebrobasiller Yetersizlik (VBY): Yaşlılarda vertigonun sık görülen bir sebebidir.
Genellikle subklavian, vertebral veya basiler arterin aterosklerozu sonucu ortaya çıkar. En
önemli bulgusu vertigodur. Genellikle bir kaç dakika içinde düzelir. Sıklıkla bulantı kusma ile
beraberdir. Bunun dışında düşme atakları, görme defektleri, diplopi ve baş ağrısı olabilir.
Genellikle PICA etkilendiği için işitme kaybı görülmez ancak nadiren AICA (labirenti
besleyen arter) etkilenirse işitme kaybı olabilir. Teşhiste anjiografi yararlıdır ancak riskli
olduğu için rutin yapılmamaktadır. Tedavisinde DM, HT, hiperlipidemi gibi risk faktörleri
ortadan kaldırılmalıdır. Ayrıca antikoagülan tedavi gerekebilir. Beyin cerrahisi tarafından
bazen cerrahi uygulanabilir.
PATOFİZYOLOJİ
BPPV, baş pozisyonundaki değişikliklerle oluşan vertigo ile karakterize olup, bu durum iki
hipotezle açıklanmaya çalışılmıştır: Kupulolitiasis ve kanalolitiasis.
Kupulolitiasis: Bu hipoteze göre utrikul makulasından kopan otokonialar posterior
semisirküler kanal (PSK) kupulasına yapışarak, kupulayı yerçekimine karşı daha duyarlı hale
getirir denilmiştir. PSK yerçekimi eksenine paralel hale geldiğinde, kupulanın artan yoğunluğu
nedeniyle uyarılmakta nistagmus ve vertigo oluşmaktadır.
Kanalolitiasis: Dix-Hallpike manevrasında gözlenen nistagmusun özelliklerinin kupulolitiasis
teorisiyle yeterince açıklanamayışı ve PSK oklüzyonuna yönelik yapılan cerrahilerde kanal
içinde serbest tebeşir gibi beyaz partiküllerin gözlenmesi görüşleri değiştirmiştir. Günümüzde
patolojinin PSK içinde serbest hareket edebilen otokonial partiküllere bağlı (kanalolitiazis)
olduğu daha kabul görmektedir. Bu hipoteze göre dejeneratif debrisler PSK içerisinde serbestçe
yüzmekte, özellikle en alt seviyede bulunan PSK uzun kolunda birikmekte, baş pozisyonu
değiştiği anda (semisirküler kanal kupulası endolenfle aynı spesifik yoğunluğa sahiptir, bu
nedenle baş hareketleriyle normalde uyarılma olmaz, ancak otolitler bu eşdeğer yoğunluğu
bozar) otolitlerin kupulayı hareket ettirmesi sonucu nistagmus ve vertigo olusturmaktadır.
Özellikle yerçekimine karşı olan hareketlerde belirgindir (semisirküler kanallar angüler
akselerasyona duyarlıdır, yerçekimine duyarsızdır, ancak otolitler nedeniyle duyarlı hale gelir).
Utrikül ve sakkülün (bu ikisine otolit organlar denir) duyu reseptörlerine makula denir. Makula
üzerinde jelatinöz bir tabaka vardır. Bu tabaka üzerindede kalsiyum karbonat kristalleri
(otokonia) vardır. BPPV’de sorun, utrikülden düşen (sakkülden düşmesi zordur) bu
otokoniaların (kanalitler, otolitler veya dejeneratif debrisler de denir) PSK’ya (en sık PSK’da
görülür, sebeb yerçekimi etkisidir, LSK ve SSK’da nadir görülür) düşüp buradaki ampullaya
yapışıp ampulla içindeki kupulayı uyarması (kupulolitiasis) yada endolenf içinde serbest
gezerken kupulayı uyarmasıdır (kanalolitiazis).
Semisirküler kanalların duyu reseptörleri olan kristalar, ampulla (semisirküler kanalların şişkin
kısımları) içinde yer alır. Kristaların üzerindeki jelatinöz tabakaya kupula denir. Kupula,
ampullada endolenf ve serbest partiküller için bir bariyer oluşturmaktadır. İster kupulolitiasis,
ister kanalolitiazis hipotezi olsun, herikisinde de utrikul makulasından kopan otokoniaların
Anamnez: Hastaların hikayesi tipiktir. Özellikle bas hareketleri ile ortaya çıkan, saniyeler içinde
çıkıp bir dakikayı geçmeyen ciddi vertigo atakları mevcuttur. Ataklar daha ziyade yatakta bir
taraftan diğer tarafa dönerken ortaya çıkmakla birlikte hastalar vertigo atağının ne taraftan ne
tarafa dönerken ortaya çıktıgını belirtmektedirler. Hastalar aynı zamanda dönme hareketi
esnasında ortaya çıkan şikayetlerden yukarı baktıklarında, tıras olmak için başlarını
ekstansiyona getirdiklerinde de yakınmaktadırlar. Hastalar bu akut bas dönmesi atakları dısında
gün içerisinde bir takım denge problemleri de yaşamaktadırlar. Hastalarda işitme kaybı yoktur,
spontan nistagmus yoktur, nörolojik bozukluk yoktur.
Dix-Hallpike Manevrası (DHM): Hastalığın tanısında hikayedeki tipik özelliklerin yanı sıra
yapılacak olan Dix-Hallpike manevrasının önemi büyüktür. Ayırıcı tanı için odyometri yapılmalı,
gerektiğinde posterior fossa MR veya kranial MR (nörolojik bir bozukluktan şüpheleniliyorsa)
istenmelidir. Ancak klinik ve DHM, BPPV tanısı için yeterlidir. Hasta muayene masasının
kenarına yakın bir şekilde oturtulup baş 45 derece sağa çevrildikten sonra hastanın başı alttan
desteklenerek hasta başı masadan sarkacak hale getirilir. Bu şekilde latens periodun geçmesi
beklendikten sonra eğer baş dönmesi yok ise hasta doğrultulup aynı test diğer tarafa tekrarlanır.
Hastalarda testin (+) sayılabilmesi için tipik nistagmusun görüntülenmesi gerekmektedir.
DHM’nın (+) sayılabilmesi için gerekli tipik nistagmusun özellikleri şunlardır:
1- Nistagmusun ortaya çıkması için genelde saniyeler süren bir latens (latent dönem,
gecikme dönemi) vardır: Bu latens yaklaşık 2-10 sn’dir. Sebebini ise kanalolitiazis teorisi
açıklar. Kanal içersinde endolenfte gezinen otokonialar baş hareketi ile ve yerçekimi etkisi
ile kupulaya yönelir ve uyarmaya başlar, bu arada geçen süre latent dönemdir.
Kupulolithiasis bu latent dönemi açıklayamaz, çünkü debrisler zaten kupulaya yapışıktır,
latent dönem olmadan nistagmus olması gerekir.
2- Nistagmusun süresi 1 dakikanın altındadır: 2-10 sn’lik bir sürenin ardından otokonialar,
yerçekimi etkisi ile PSK kupulasında en alt seviyede birikmeye başlar. Bu yaklaşık 20-30 sn
sürer. Bir dakikayı hiçbir zaman geçmez. Bu süreçte giderek artan nistagmus gözlenir.
Otokoniaların hareketi durunca atak biter.
5- Tekrar eden testler neticesinde nistagmus (ve vertigo) zayıflar, yorulur (fatique):
Bunun sebebi, manevranın tekrarıyla kanal içine girmiş olan otolitlerin dağılmasından ve bir
kısmının utrikula düşebilmesinden dolayıdır.
6- Hasta oturur pozisyona getirildiğinde biraz önce gözlenen nistagmusun tersi yönünde
bir nistagmus ortaya çıkar.
Yukarda sayılan özellikler, en sık görülen tip olan PSK içindir. Bunlar SSK’da da yine benzerdir.
Ancak LSK’da nistagmus horizontorotatuvar değildir, saf horizontaldir, rotatuar hareket yoktur
(torsiyonel değildir). SSK ve LSK kaynaklı pozisyonel vertigolar hakkında aşağıda kısaca bilgi
verilmiştir.
Latent dönem vardır, nistagmus birkaç Latent dönem yoktur, nistagmus hemen
saniye sonra başlar başlar
Latent dönemin ardından nistagmus Pozisyon devam ettirildiği sürece
başlar, 20-30 sn sürer, bir dakikayı hiçbir nistagmus devam eder, genelde 1 dk veya
zaman geçmez daha uzundur
Nistagmus önce giderek artar, sonra Nistagmus şiddeti sabittir
azalır
Nistagmus torsiyonel ve geotropiktir Saf horizontal, vertikal, ageotropik
olabilir
Fatique vardır, testin tekrarıyla Fatique yoktur, testin tekrarıyla aynı
nistagmus zayıflar şiddet-şekilde nistagmus görülür
Nistagmusa vertigo ve vertijinöz Vertigo-vertijinöz semptomlar yoktur,
semptomlar eşlik eder, hasta streslidir hasta rahattır
Hasta oturur pozisyona gelince Hasta oturunca nistagmus durur
nistagmus yön değiştirir
BPPV’DE TEDAVİ
PSK oklüzyonu: Mastoidektomi yapıldıktan sonra PSK’nın bulunup üzerindeki kemik labirentin
açılmasından sonra içinin kemik talaşı (veya kullanılmış diğer yöntemler; kas, fasia, fibrin glue,
streptomisinli gelfoam, CO2 lazer) ile doldurulma esasına dayanmaktadır. Böylelikle membranöz
labirent oklüde edilmektedir. BPPV cerrahisinde ilk seçenek olmalıdır, çünkü singular
nörektomiye göre daha kolay ve SNİK riski daha azdır.
VESTİBÜLER NÖRİT
Vestibüler nörit (VN), periferik vertigo sebepleri içinde BPPV ve Meniere hastalığı’ndan sonra
üçüncü sırada yer almaktadır. Eskiden vestibüler nöronit terimi kullanılırken, daha sonra
yapılan çalışmalarda inflamasyonun primer olarak gangliyon hücrelerinde degil de sinirin diğer
kısımlarında olmasından dolayı nörit tanımı kullanılmıştır.
VN, vestibüler fonksiyonIarın ani, unilateral kaybına bağlı olarak akut veya subakut başlangıçlı
vertigo ile karakterizedir. Beraberinde sıklıkla horizontal-rotatuar nistagmus, postural
dengesizlik, bulantı ve kusma olur. İşitme kaybı yoktur (koklear fonksiyonlar normaldir).
Nörolojik defısit yoktur. Sadece vestibüler fonksiyonlar etkilenmiştir.
Menierede olduğu gibi VN’de de vestibüler disfonksiyonun etiyopatogenezi bilinmemekle
beraber en sık viral enfeksiyonlarla ilişkili olabileceği düşünülmektedir. Çünkü değişik
çalışmalarda oranı degişmek üzere (%23-100) hastalığın ortaya çıkışından bir süre önce bir
ÜSYE anamnezi alınabilir ve bahar-kış aylarında daha sık rastlanır. Ayrıca postmortem
VN tanısı için spesifik bir test bulunmamaktadır. Kalorik testin, şiddetli vertigo nedeniyle
hastalığın erken dönemlerinde yapılması zordur, 2-3 hafta sonra yapılır. Kalorik cevap tutulan
tarafta parsiyel veya komplet olarak kaybolmuştur. Odiometrik testler ve radyolojik incelemeler
(eğer gerekirse ayırıcı tanı amacıyla istenir) normal bulunur.
Teşhis klinik olarak konur. Muayenede yukarıda sayılan bulguların bulunması (ÜSYE öyküsü +
günler süren şiddetli vertigo ve beraberinde nistagmus, bulantı, kusma + spontan nistagmus
olması) ve beraberinde işitme kaybı ve nörolojik defisit olmaması VN tanısını düşündürür. Bu
semptomları oluşturabilecek diğer sebepler ekarte edilmelidir.
VN tedavisi semptomatiktir. Yatak istirahati ve vestibüler sedatifler (dimenhidrinat=dramamin,
diazepam) verilir. Antiemetikler verilebilir. Bu tedavi ile vakaların büyük kısmı düzelir. 3-5 gün
sonra bu ilaçları kesmek gerekir, çünkü vestibüler kompansasyonu geciktirir hatta çok uzun
verilirse baskılar, hastalık semptomları daha uzun seyreder. İlaç tedavisi bitince vestibüler
rehabilitasyon egzersizlerine başlanmalıdır. Vestibüler egzersizler vestibülospinal
kompansasyonu dengesizlik hissini iyileştireceğinden semptomların başlamasından sonra
mümkün olan en kısa sürede başlamalıdır. En iyi bilinen Cawthorne–Cooksey egzersizleridir. VN
tedavisinde cerrahinin yeri yoktur (çok nadiren kronikleşmiş olgularda vestibüler nörektomi
gerekebilir).
VN kendi kendini sınırlayan bir hastalıktır. Birkaç hafta içinde tamamen düzelir ve tekrarlama
sık değildir. Hekime düşen görev, akut dönemde semptomları hafifletmek ve özellikle santral bir
patoloji olup olmadığının ayırıcı tanısını yapmaktır.
TANIM
Meniere hastalığı; spontan epizodik vertigo atakları, tutulan kulakta fluktuan sensörinöral işitme
kaybı, tinnitus ve aural dolgunluk ile karakterize membranöz labirentin progresif seyirli bir
hastalığıdır.
TARİHÇE
İlk kez 1861’de Prosper Meniere tarafından hastalığın semptomlarının tanımlanmasından ve
labirentteki patoloji olarak tarif edilmesinden sonra üzerine pek çok araştırma yapılmıstır ve
hala da bilinmezliklerle dolu olduğu için yapılmaya devam etmektedir. 1926’da Portman
tarafından Meniere hastalığının endolenfatik hipertansiyona sekonder olustuğu ileri sürülmüs,
Schuknecht 1965’de endolenfatik kanal ve keselerini tahrip ettikleri kobaylarda hidropsu elde
etmişlerdir.
İNSİDANS VE EPİDEMİYOLOJİ
Meniere hastalığının insidansı ortalama 100 binde 50-100 kadardır. Beyaz ırkta daha baskın
olarak görülmektedir. Kadın-erkek oranı eşit ya da kadınlarda bir miktar daha fazla (1.3/1)
olarak bulunmuş ve her iki kulak da eşit olarak etkilenmiştir. Semptomların başlangıç yaşı
değişkenlik göstermekle birlikte orta yaşlarda (30-50) daha sık rastlanır ve ortalama 40 yaş
civarında pik yapar. Meniere hastalığının çocuklarda görülme sıklığı azdır ve %1’inden az olduğu
düşünülmektedir. İleri yaştada nadirdir.
FİZYOPATOGENEZ
Meniere hastalığının etiyopatogenezine geçmeden önce aşağıdaki anatomi ve fizyoloji bilgilerini
gözden geçirmek faydalı olacaktır.
Endolenf: Kokleadaki stria vaskülaris (esas üretim yeri) ve vestibüler labirentte dark hücreleri
tarafından üretilir. Perilenfatik sıvının bir kısmı da labirenter membranlardan geçerek
endolenfin olusumuna yardımcı olurlar. Endolenf, intraselüler sıvılar gibi K+’dan zengin, Na’dan
fakirdir (Perilenf ise kan ve BOS’tan üretilir, ekstraselüler sıvılar gibi Na’dan zengin, K+’dan
fakirdir, kemik ve zar labirent arasında dolaşır). Endolenf membranöz (zar) labirent içersinde
dolanarak radiyal (hızlı proçes) ve longitudinal (yavaş proçes) biçimde sirkule olur.
Endolenfatik duktus (duktus endolenfatikus): Aquaduktus vestibuli denilen kemik bir kanal
içindedir ve istmus ile son bulur. Bundan sonra duranın iki yaprağı arasına yerlesmis
endolenfatik kese başlar.
Endolenfin fonksiyonları:
Endolenfteki su ve debrisleri rezorbe eder, endolenfi temizler.
Endelonfin ozmotik basıncını ayarlar. Bunu glikoproteinler ve sakkin denilen bir hormon
sekrete ederek yapar. Keseden salgılanan glikoproteinler hidrofilik özellikleriyle suyu
çekerler, basınç artmışsa endolenfin emilmesini sağlayarak uygun hacim ve basınçlı ortam
oluştururlar. Keseye ulasan endolenf miktarı azalırsa keseden salgılanan sakkin endolenf
üretimini-salgısını artırır, böylece keseye yeterli endolenfin gelmesi saglanır.
İç kulağın immün (savunma) sisteminde rol oynar, immünglobülinler üretir, virüsleri etkisiz
hale getirir. Endolenfatik kese dokularında immünglobinlerin depo edildiği ve endolenf
içinde immünglobülinlerin yüksek miktarda olduğu gösterilmiştir. Antijenlere karşı antikor
yaparak hücresel immün yanıtlar meydana getirme yeteneğine sahiptir. Otoimmün yanıtlar
sonucunda kesede inflamatuvar olaylar başlar. Meniere’li hastalarda kanda dolaşan immün
kompleksler ve iç kulağın mezenkimal elemanlarına karşı antikorlar saptanmıştır.
1. İntrensek faktörler
Konjenital ve yapısal anomaliler: Patolojik çalışmalar göstermiştir ki endolenfatik kese
veya kanaldaki anomaliler Meniere hastalığının gelişmesinde önemli bir predispozan
faktördür. Hidropslu hastalarda endolenfatik duktusun normalden daha küçük ve dar olduğu
görülmüştür. Hastalıklı ve hastalıksız kulakların endolenfatik duktusların çapları ölçülmüş
ve hastalıklı kulakların duktuslarının daha küçük olduğu tespit edilmiştir. Kesenin küçük, az
gelişmiş olmasıda etken olabilir.Hidropslu hastaların vestibüler aquaductlarında veya
vestibüler aquaduktusun eksternal deliğinde yani endolenfatik kese ağzında iskemi ve
fibrozis nedeniyle oluşan tıkanıklıklar gösterilmiş, kısa yada dar vestibüler aquaduktlar
gösterilmiştir. Bazı olgularda duktus endolenfatikus ve sakkus aplazisi mevcuttur.
Periaquaduktal havalanmanın azalması, mastoid havalı hücrelerinde azalma, lateral sinusun
ön ve medial yerlesimde olması gibi faktörlerde yapılan radyolojik incelemelerde çok sık
rastlandığı için (hemen hemen tüm Meniere hastalarında bu anatomik bozukluklardan biri
veya birkaçı vardır) endolenfatik hidropsun gelişmesinde rol oynayan anatomik faktörler
olarak suçlanmışlardır.
Genetik: Meniere hastalığında ailesel geçiş vardır. 1/5 hastada (%20) pozitif aile öyküsü
mevcuttur. Kalıtım OD (otozomal dominant) geçiş ile olmaktadır.
Otoimmunite: Son yıllarda literatürde; iç kulak proteinlerine karşı oluşan antikorların
varlığının gösterilmesi nedeniyle hastalığın oluşumunda immünitenin rolü üzerinde
durulmaktadır. Meniere hastalarında MHC (Major Histocompatibilite Komplexi) ve HLA
(Human Lokosit antijeni) antijenlerinde artış olduğu bu nedenle etyolojide otoimmunitenin
rol oynayabileceği bildirilmiştir. Meniere hastalarının serumunda normal iç kulağın
mezenkimal elemanlarına karşı oluşan antikorlar bulunmuştur. Bu antikorlar bilateral
Meniere olanlarda daha yüksek düzeyde tespit edilmistir. Bazı Meniere hastalarının steroide
cevap vermesi hastalığın temelinde otoimmunitenin rolünü desteklemektedir.
1. VERTİGO
2. İŞİTME KAYBI
3. TİNNİTUS
4. KULAK DOLGUNLUĞU
Klasik Meniere hastalığında belirtiler sıklık sırasına göre aşağıdaki şekilde sıralanabilir:
Vertigo (Epizodik, sıklıkla bulantı-kusma gibi vegetatif semptomlar eşlik eder)
İşitme kaybı (SNİK tipte, fluktuan, progresif)
Tinnitus (nonpulsatil, fluktuan veya devamlı)
Kulak dolgunluğu (tutulan kulakta dolgunluk veya basınç hissi)
Hastaların %90’ından fazlasında vertigo, tinnitus, işitme kaybı, %70-90 oranında aural
dolgunluk görülür. Ayrıca hastaların yarısında yüksek sese intolerans (%55) ve diplakuzi (%45)
oluşur. Nadiren sadece vestibüler veya sadece koklear bulguların ön planda olduğu atipik
meniere hastalığı görülebilir. Vestibüler Meniere hastalığı (işitme kaybı yoktur, diğerleri vardır)
ve koklear meniere hastalığı (vertigo yoktur, diğerleri vardır) şeklindedir. Zamanla bunlar klasik
Meniere hastalığına dönüşür.
1. VERTİGO
Meniere hastalığının en yaygın görülen ve en rahatsız edici semptomu vertigodur. %96 olguda
görülür. Sıklıkla bulantı-kusma ile birliktedir. Bas dönmesi krizi genelde aniden başlar ve birkaç
dakikada maksimum seviyeye ulaşır, 20 dakikadan az olmamak sartıyla saatlerce, hatta
azalmakla birlikte bütün gün sürebilir ama genellikle 30 dak ile 2 saat arasında sürer. 24 saati
geçen vertigo atakları Meniere hastalığı için olağan dışı sayılır, başka nedenler aranmalıdır.
Başlangıçta nöbetlerin sayısı yılda 1-2 nöbetle sınırlıdır. Vertigo krizinin frekansı zamanla artar
ve birkaç yılda maksimum seviyeye ulaşır (yılda 6-11 nöbet). Daha sonra krizlerin sıklığı azalır
ve iç kulağın hasarlanması sonucu en az düzeye iner, hatta kaybolabilir. Gerginlik, anksiyete ve
asırı tuz alınımı atakları presipite eder. Ataklar sırasında dengesizlik sıktır. Tinnitus ve aural
dolgunlukla seyreden bir aura dönemi olabilir. Bu aura genellikle 15-60 dakika kadar sürer.
Arkasından ani ve şiddetli bir dönme ile karakterli vertigo oluşur. Atak sırasında hasta
oryantedir, şuur kaybı yoktur ve hiçbir nörolojik defisit görülmez. Vertigo düzelse de bazen
hareketle oluşan dengesizlik 1-2 gün devam edebilir. Seneler geçtikçe hastalık aktif olarak kalsa
bile, membranöz labirent fonksiyonları artan şekilde tahrip olduğu için krizlerin şiddeti zayıflar.
Bazı hastalarda da ataklar arasında basın ani hareketi, yukarı bakma ve yana dönme gibi
hareketlerle sadece birkaç saniye süren, hasta tarafından “bir basamak düşme” şeklinde tarif
edilen kısa denge kayıpları olabilir. Nadiren hastaları yere düsürecek kadar şiddetli ve kısa
süreli ataklar olabilir (drop atak). Hasta yere doğru itildiğini ya da çekildiğini hisseder. Özellikle
doğrulma hareketi sırasında düsmeler meydana gelir. Bu durumlarda bilinç kaybı görülmez.
Bilinç kaybı olmaksızın görülen bu ani düşmelere “Tumarkin krizi”, “Tumarkin atağı” veya
“utriküler kriz” denir. %2-6 oranında görülür. Utriküler membranın ani rüptürü sonucu
endolenf-perilenfin karışımının neden olduğu öne sürülmektedir. Meniere’deki drop ataklar
2. İŞİTME KAYBI
Meniere hastalığında fluktuan (atakla kötüleşip sonra düzelen) ve progresif (her ataktan sonra
geri düzelmesine rağmen eski işitme düzeyinden daha kötü seviyede kalır) SNİK görülür. İşitme
kaybı başlangıçta düşük frekansları tutar, başlangıçta yüksek frekanslarda işitme kaybı
görülmez. 2 kHz ‘de pik yapan bir odyogram eğrisi elde edilir. Bu tip eğrilere “yükselen, çıkan,
ascending eğri” adı verilir. Başlangıçta düşük frekansları tutarken, hastalığın ilerlemesiyle işitme
kaybı diğer frekanslarda da görülür ve düz (flat tip) odyogram şekli elde edilir. Meniere
hastalığında diskriminasyonda düşüş vardır ve buda fluktuasyon gösterir. Fluktuan işitme kaybı
özellikle ilk 1-2 yıl içinde görülür. Başlangıçta işitmedeki fluktuan kayıplar zamanla spontan
iyileşmeye el vermeyen sürekli kayba doğru ilerler. Beş yılı geçmiş vakalarda dalgalanma azalır
ve işitme seviyesi de bu süre içinde düşerek flat eğriler elde edilir. Rinne (+)'tir. Meniere
hastalarında tam sağırlığa (total işitme kaybı) nadiren (%1-2) rastlanır. Genelde saf ses
ortalaması 50 dB işitme kaybıdır ve SD (speech diskrimasyon) skoru % 50'lere düşmüştür.
Hastalarda genelde ataklar sırasında ve bazen azalarak atak aralarında ses intoleransı (sese
karşı aşırı hassasiyet, kulakta seslerin distorsiyona uğrayarak çınlar şekilde algılanması, %55)
ve diplakuzi (diploacusis binauralis dysharmonica, sesler iki kulakta farklı şiddetlerde hissedilir,
hasta kulakta daha yüksek olarak algılanır, %45) görülür. Vestibüler fonksiyon bozuklukları
(vertigo ve vertijinöz semptomlar) hastalığın başlangıç döneminde daha fazla görülürken,
hastalık ilerledikçe artan işitme kaybı ve tinnitus hastanın sosyal aktivitesini daha fazla etkiler
hale gelecektir.
3. TİNNİTUS
Genellikle ilk vertigo krizi ile başlar, aralıklı görülebilir, kesintisizde devam edebilir, kriz
sırasında artış gösterir, nonpulsatildir. İşitme düzeyindeki kötüleşme ile paralel olarak artar.
Meniere hastalığının tanısı aşağıda sınıflandırılmış olan tanı kriterlerine (1995, AAOHNS-
Amerikan Otolaringoloji Bas Boyun Cerrahisi Akademisi tarafından belirlenmiş) göre konur.
Meniere hastalığı tanısı klinik ve odyolojik tetkiklerle konur. Bunun için yukardaki tanı kriterleri
kullanılır. Radyolojik görüntüleme, laboratuar testleri gibi aşağıda bahsedilen diğer testler
sadece tanıyı desteklemek yada ayırıcı tanı için gerekir.
Laboratuar testleriyle sifilizin ayırıcı tanısının yapılması önemlidir çünkü otolojik sifiliz meniere
çok benzer. Radyolojik görüntüleme sadece ayırıcı tanı amaçlı gerekir.
ODYOMETRİK TESTLER
Pure tone odiyometride düşük frekansları tutan (en çok 250-1000 Hz’de, 2kHz’e doğru kayıp
azalır) SNİK görülür ancak genelde hastalığın başlangıç yıllarındadır. Bu kayıp zamanla
ilerleyerek düz (flat) tipe dönüşür. SD skorları düşüktür (%50 civarlarında).
SUPRALİMİNER TESTLER
Saç hücrelerinin harabiyetini gösteren özel testlerdir. Rekruitman endolenfatik hidropsta %100
olarak saptanır, Meniere’i gösteren en önemli testtir ancak spesifik değildir, diğer koklear
hastalıklarda da olumlu sonuç verdiği için hidropsun kanıtı olarak gösterilmez. Nöral
(retrokoklear) patolojilerde ise rekruitman (-)’dir. Akustik tone-decay testi normal ya da
retrokoklear patoloji (akustik tümör) lehinedir. SISI testi koklear patoloji lehinedir. Bekesy
odiyometrisinde diğer koklear patolojilerde olduğu gibi tip II cevabı alınır.
VESTİBÜLER TESTLER
Meniere hastalığında vertigo krizi sırasında vuran ya da sıçrayıcı (horizontal veya rotatuvar)
spontan nistagmusları FM ile saptamak mümkündür. Fakat atak aralarındaki latent nistagmus
ancak kalorik test yada ENG ile saptanabilir. ENG’de kalorik (soğuk, ılık, buzlu su kullanılarak)
veya rotasyonel stimülasyonlar ile vestibüler labirent uyarılır, bilgisayar yardımıyla göz
hareketleri (nistagmuslar) kaydedilirek vestibüler fonksiyonları değerlendirir. Meniere’de tipik
olarak endolenfatik hidropsun mevcut olduğu kulakta kalorik teste cevap azalmıştır
(hipoaktivite). Ancak Meniere’li hastaların %50’sinde kalorik testte yanıtın zayıfladığı
saptanmıştır. Hastalığın erken evrelerinde normale yakın cevap alınırken, ileri dönemlerde
kalorik vestibüler cevap azalır. Daha az sıklıkla tam vestibüler fonksiyon kaybı olur.
Osmotik diüretikler BOS basıncını ve intraoküler göz basıncını azaltması nedeniyle endolenfatik
hidropsu da azalttığı gösterilmiş ve gliserol dehidratasyon testi gelistirilmistir. Bu amaçla
osmotik diüretiklerden en sık gliserol kullanılır. Test öncesi pure ton ve speech discriminasyon
yapılır. 12 saat aç bırakılmış hastaya (gliserolün bulantı, kusma, ishal, diürezis gibi yan etkileri
ELEKTROKOKLEOGRAFİ (ECOG)
Transtimpanik iğne elektrot promontoryum üzerine yerleştirilerek yapılır. ECoG ile ses
uyaranları sonucu meydana gelen aksiyon potansiyeli (AP), koklear mikrofonik ve summasyon
potansiyeli (SP) gibi iç kulagın elektrofizyolojik degerleri incelenir. Menierede başlangıç
dönemindeki ataklar sırasında işitme kaybı mevcutken yapılan ECoG incelemesinde, negatif
SP’nin arttığı tespit edilir (işitme kaybı sırasında SP’nin amplitüdü büyük ve negatiftir). SP’nin
amplitüdünün AP’ye oranı 0.30 dan büyüktür. Bu oran (SP/AP) Meniere hastalarının %60-
90’ında yüksek bulunmuştur. İsitme kaybı fikse olunca SP azalır. Tanı için mutlaka gerekli
değildir. Ancak hastalığın gelişimini takip için yararlıdır. Meniere’e spesifik veya sensitif değildir.
RADYOLOJİ
Farklı çalışmalarda bazı özellikler (ör: lateral sinüs önde ve medialde yerlesik olması veya
mastoidde hiposellülarite gibi) bulunmuş olmakla beraber genelde radyolojik inceleme ile iç
kulak normal olarak bulunur. İntrakraniyal veya retrokoklear tümör (akustik nörinom..) ayırıcı
tanısı için BT’ye göre daha yararlı olan MR kullanılır.
LABORATUAR TESTLERİ
Sfiliz antijen testi (FTA-ABS) önemlidir. Ayrıca metabolik hastalıklar ve otoimmün sorunlar
dikkatlice araştırılmalıdır.
1. Medikal tedavi
a) Akut nöbetlerde medikal tedavi (vestibüler süpresanlar ve antiemetikler)
b) Profilakside medikal tedavi (tuz kısıtlaması ve tiazid diüretikler, vasodilatatörler)
2. İntratimpanik uygulamalar
a) İntratimpanik gentamisin (İTG) uygulaması (ablatif tedavi, kimyasal vestibüler
ablasyon, kimyasal labirentektomi)
b) İntratimpanik steroid uygulaması
3. Cerrahi tedavi
a) Konservatif Cerrahi
1. Endolenfatik kese cerrahisi
Kese dekompresyonu
Kese-şant cerrahisi (Endolenfatik kese-subaraknoid sant, Endolenfatik
kese- mastoid sant)
2. Vestibüler nörektomi
Orta fossa yaklaşımı
Posterior fossa yaklaşımı (retrolabirentin, retrosigmoid yaklaşımlar)
b) Destrüktif Cerrahi:
Labirentektomi (transmastoid, transkanal)
Diğer nadir uygulamalar (kokleosakkülotomi…)
MEDİKAL TEDAVİ
Meniere hastalarındaki vertigo nöbetleri ani ortaya çıkan, tek taraflı labirent fonksiyonlarının
felci olarak kabul edilebilir. Bu durumda sağlam olan tarafla hastalıklı taraf arasında dengesizlik
olusacaktır. Bu dengesizliğin kompansasyonunu sağlayan ise santral vestibüler sistemdir. Bu
kompansasyon devreye girene kadar medikal tedaviyle sağlam taraf suprese edilerek şikayetler
azaltılmaya çalışılır. Meniere hastalığında medikal tedavide amaç semptomların kontrolüdür.
Meniere'deki patolojik olayın düzeltilmesinde etkileri yoktur. Medikal tedavi hastaların
%80’inde etkilidir. Çok çeşitli ilaçlar denenmiştir. Bunlar vertigo ataklarının kontrolünde
etkilidir, işitme kaybı ve tinnitusa etkili değildir. İlaç uygulamasının süresi hastanın tedaviye
verdiği cevapla ilgilidir. Hastalık flüktuan karekter gösterdiğinden uzun dönemli tedavi
önerilmemektedir. Ancak bazı hastalarda atakların engellenmesi ve işitmenin temini için bu
gerekli olmaktadır. Akut nöbetlerin tedavisi ve hastalığın profilaksisi şeklinde iki durum söz
konusudur.
Cerrahi Tedavi: Meniere hastalarında medikal tedavi sonucu ya da kliniğin doğal seyri sonucu
%90 oranında geçici remisyonlar elde edilmektedir. Medikal veya intratimpanik tedaviye
rağmen düzelmeyen yaklaşık %10 hastada vertigo, hastayı cerrahiye götürecek kadar önemli bir
sikâyettir. Meniere hastalığı en sık cerrahi tedavi uygulanan vertiginöz hastalıklardandır.
Meniere hastalarındaki cerrahi uygulamalar işitmeyi koruyan (konservatif) ve korumayan
(destrüktif) olarak sınıflandırılmaktadır.
1. Medikal Tedavi: Akut nöbetlerin tedavisi ve hastalığın profilaksisi şeklinde iki durum söz
konusudur.
a) Akut nöbetlerde medikal tedavi: Akut vertigo tedavisinde vestibüler süpresanlar ve
antiemetikler kullanılmaktadır. Vertigo ve bulantı-kusma üzerinde etkilidirler. Sedatif etkileride
vardır. Akut nöbetler sırasındaki şiddetli kusma nedeniyle kaybedilen sıvı ve elektrolit kaybını
karşılamak için bu ilaçların serum içine konulması ve destek tedavi verilmesi hastanın genel
durumunu daha da düzeltecektir.
Vestibüler süpressanlar: Bu amaçla benzodiazepinlerden Diazepam kullanılır. Diazepam
sağlam labirent fonksiyonlarını inhibe ederek her iki labirent arasındaki fonksiyon farklılıklarını
azaltır. Ayrıca GABA-erjik etki ile vestibüler çekirdekler üzerinde inhibisyon etkisi yapar.
2. İntratimpanik Uygulamalar
a) İntratimpanik gentamisin (İTG) uygulaması (ablatif tedavi, kimyasal vestibüler
ablasyon): Kateterle (sıklıkla timpanostomi tüpü ile) orta kulağa vestibüler kayıp belirgin hale
gelinceye kadar İTG uygulanır. Gentamisin iç kulağa primer olarak yuvarlak pencere aracılığıyla
absorbe olur. İlk başlarda günlük verilirken (%90 vertigo kontrolü), işitme kaybı yüksek oranda
olunca haftada bir veya iki doz önerilmiştir (ancak vertigo kontrolu oranıda düşmüştür; %70).
İşitme kaybını azaltmak için yapılan değişik uygulama yöntemlerine rağmen (haftalık, 2 haftalık,
CERRAHİ TEDAVİ
Cerrahi tedavi kabaca işitmeyi koruyan (konservatif) ve korumayan (destrüktif) olmak üzere
ikiye ayrılır. Eğer vertigo günlük yaşamı etkiliyorsa ve işitme belirgin olarak azalmışsa (işitme
kaybı 70 dB’den kötü ve speech diskrimasyon %30’dan az), destrüktif yöntemler (en sık yöntem
labirentektomi) uygundur. İşitme iyi ise konservatif yöntemler olan endolenfatik kese cerrahisi
(EKC) veya vestibüler nörektomi tercih edilmelidir.
EKC nondestrüktif bir uygulama olmasına rağmen yararı ile ilgili tartışmalar çoktur. Daha
yüksek başarı oranı bildirilen vestibüler nörektomide komplikasyon riski kese cerrahisine göre
daha fazladır. Labirintektomi gibi destrüktif uygulamalardan da işitme kaybı ve rekürrensler
görülebildiğinden dolayı çekinilmektedir. Bu nedenle cerrahi uygulamalardan hızla
uzaklaşılmakta, İTG tedavisi hızla artmaktadır.
Endolenfatik kese cerrahisi (EKC): EKC bir mastoidektomi ve posterior fossa durasında
kesenin belirlenmesini içerir. Endolenfatik kese (EK), Trautman üçgeninde (sigmoid sinüs, orta
fossa durası ve labirent arasındaki bölge) dura yaprakları arasında yerleşmiştir. Posterior
semisirküler kanal (PSK) ve sigmoid sinüsün medialindedir. Sigmoid sinüsün varyasyonlarına
göre, EK sinüsün önünde veya altında olabilir. EK lateral (horizontal) semisirküler kanal
düzleminden geçen hayali bir hat (Donaldson hattı) üzerinde lokalizedir.
LABİRENTİT
TRAVMA
Temporal kemik fraktürleri ve perilenf fistülü vertigoya yol açabilir. Ayrı bir bölüm olarak
anlatıldı.
Periferik vertigo cerrahisinde konservatif ve destrüktif olmak üzere 2 çeşit ameliyat uygulanır.
Hangisinin uygulanacağına kalan işitme düzeyine bakılarak karar verilir. İşitme iyi ise
konservatif yöntemler yapılır. Tonal odyometride 70 desibel altında kayıp, speech
diskriminasyonda % 30’un altına düşme varsa destrüktif ameliyat uygulanması düşünülebilir.
Her 2 kulakta da hastalık olanlarda destrüktif ameliyat uygulanmaz. Ancak bir kulağın işitmesi
normal diğer kulakta işitme total olarak kaybolmuş ise yada işitme kaybı ilerleyici ise az işiten
kulağa destrüktif ameliyatlar uygulanabilir. Konservatif yöntemler başarısız olmuşsa veya hasta
şikayetleri yüzünden iş göremez halde ise işitme normal ve az etkilenmiş olsa bile hastalara olası
komplikasyonlar ve başarı oranları konusunda detaylı bilgi verip destrüktif ameliyatlar
uygulanabilir.
EKSPLORATİF TİMPANOTOMİ
Perilenfatik fistül düşünüldüğünde başvurulan bir yöntemdir. Oval ve yuvarlak pencere çevresi
araştırılır. Fistül tespit edilirse perikondrium veya yağ dokusu ile kapanır.
SİNGULER NÖREKTOMİ
VESTİBULER NÖREKTOMİ
Tek taraflı kullanılabilir işitmesi olan Meniere hastalarında medikal tedavi başarısız olduğunda
işitmeyi koruyucu bir yöntem olarak bazı merkezlerde en çok tercih edilen ameliyattır. En sık
klasik Meniere’de uygulanıyorsa da nadiren travmatik labirentit, vestibuler nöritte de
uygulanabilir. Bilateral vestibuler hastalık, tek işiten kulak, MSS hastalıkları
kontrendikasyonlarıdır.
Orta kafa çukuru, retrolabirentin, retrosigmoid veya kombine retrolabirentin-retrosigmoid
yaklaşım olmak üzere 4 yaklaşım kullanılmaktadır. Orta fossa yaklaşımı KBB hekimlerince daha
bildiktir. Büyük bir bölümü ekstrakraniyaldir, BOS fistülü riski çok azdır, ancak alan sınırlıdır,
temporal lob ekartasyonu gerektirir, fasial paralizi/parezi riski vardır (%3-8). Diğer yöntemler
arka kafa çukuru (posterior fossa) yaklaşımlarıdır, beyin cerrahlarıyla beraber olmayı gerektirir.
Daha geniş görüş alanı vardır ancak çeşitli komplikasyonları vardır.
LABİRENTEKTOMİ
Derin veya total sagır kulaklarda rekürren labirent semptomları varlığında vestibüler
fonksiyonların ortadan kaldırılması için hala destrüktif prosedürler uygulanmaktadır. Bu
prosedürle mevcut işitme tamamen ortadan kaldırılır. Transkanal (transtimpanik, transmeatal)
veya transmastoid yolla yapılabilir. Transkanal labirentektomi; oval pencere yoluyla ulaşım
sağlar. Timpanomeatal flap kaldırılır ve stapes çıkarılır. Vestibül (membranöz labirent) çengel ile
mümkün olduğu kadar çıkarılır veya aspire edilir. Transmastoid labirentektomi; transkanal
yaklasımlardan daha komplet vestibüler fonksiyon harabiyeti sağlamaktadır. Mastoidektomi
sonrası sistematik olarak 3 semisirküler kanal da tur ile açılır. İçlerindeki tüm nöroepitel direkt
görüş altında çıkarılır. Bu operasyonlar sırasında kusmayı önlemek amacıyla genellikle genel
anestezi tercih edilir. Post operatif ipsilateral işitme kaybı ve uzun süren vertigo
labirentektominin dezavantajlarıdır. Vertigo vestibüler kompansasyonla 2 ay içinde tamamen
geçse de 12-18 aya kadar yavaş ilerleyen iyileşmelerde gözlenebilir.
MİKROVASKÜLER DEKOMPRESYON
Kompresyon sendromları diye adlandırılan klinik tabloda vasküler yapı vestibüler sinire bası
yapar, başın belli pozisyon alması ile damar-sinir ilişkisi belirginleşir ve vertigo tablosu ortaya
çıkar. Tek taraflı idiopatik tinnitus olgularının bir kısmında da bu mekanizma suçlanmaktadır.
Vasküler yapı dekomprese edilir, araya sheet konur.
KAYNAKLAR
1. Çelik O. Kulak Burun Boğaz Hastalıkları ve Baş Boyun Cerrahisi. Asya tıp Kitabevi, 2. Baskı,
2007.