Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 3

ENTELEKTÜEL EDWARD SAİD

Zihinlerin kitle iletişim araçları vasıtasıyla daha hızlı ve daha keskin bir şekilde biçimlendiği /
biçimlendirildiği bugünün dünyasında entelektüel, Said’e göre, erkin karşısında hakikati
söyleyen ve yanlışlara cesaretle karşı çıkan kişidir. Bir otoriteye bağlı olmadığı için de
alabildiğince özgürdür. Korumak zorunda olduğu bir makam ve koltuk yoktur. Bu  bakımdan
onun başat özelliği amatör olmasıdır. Herhangi bir alanda uzmanlaşmayı bir engel olarak
gören Edward Said, şöyle diyor: “Günümüzde insan eğitim sistemi içinde ne kadar yukarılara
çıkarsa o kadar dar bir bilgi alanıyla sınırlanmaktadır.”

Said, bu bağlamda, entelektüelin karşısına çıkan baskılara amatörizm dediği tutumla


direnmesinin mümkün olduğunu söylüyor:

“Nedir amatörizm? Kâr ya da ödül beklentisiyle değil, tabloyu daha geniş çizmeye, belli
çizgiler ve engeller arasında bağlantılar kurmaya duyulan aşk ve dinmek bilmez merakla; bir
uzmanlık alanına kapatılmayı reddederek, belli bir meslekten olmanın insana getirdiği her
türlü kısıtlamaya rağmen düşüncelere ve değerlere özen göstererek hareket etme isteğidir.”

Edward Said konferanslar boyunca Julien Benda, Antonio Gramsci gibi düşünürlerden
alıntılar yapıyor, sırasında Sartre’ı, Adorno’yu ve ‘kahramanlarımdan biri’ diye nitelediği
İtalyan düşünür Giambattista Vico’yu anıyor ve entelektüelin tanımsal açılımında bu
atıflardan yararlanıyor. Ona göre entelektüelin görevi ‘unutulanları su yüzüne çıkarmak,
görmezden gelinen bağlantıları göstermektir.’ Alt başlıkta da kullanılan ve konuşmalarda
detaylı bir şekilde önümüze açılan “sürgün, marjinal, yabancı” sıfatları da ideal entelektüelin
belli başlı niteliklerini belirliyor.

Said’in meramını anlatırken bizi sık sık edebiyat dünyasının içine çekmesi bu konuşmaları
ayrıca ilginç kılmış. Çünkü kendini içinde yaşadığı toplumda bile bir sürgün ve yabancı
hisseden bireylerin dünyasına Joyce’un Dedalus’u veya Turgenyev’in Bazarov’u yoluyla
girmek konuyu daha somut hale getiriyor. Edebiyatın, roman sanatının azımsanmayacak bir
kitle tarafından (hâlâ) küçümsendiği ülkemizde bu eserlere yapılan göndermeleri, politik bir
konuşmanın çerçevesini çizmekteki etkileri bakımından, önemli buluyorum. Mesela
Said, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi bahsinde, Seamus Deane’in bu kitabı,
“İngiliz dilinde bir düşünce tutkusunun tam anlamıyla sergilendiği ilk roman” olarak
nitelediğini aktarıyor. Buna benzer olarak, Gustave Flaubert’in Duygusal Eğitim’i ve şaşırtıcı
olmayacak biçimde, V.S. Naipaul’un Nehrin Dönemeci adlı romanı da bu anlamda Said’e
açılımlar sağlıyor. Böylece kendisi de aslında ve öncelikle bir edebiyat insanı olan Edward
Said, yazın tarihindeki roman karakterlerinin kanlı canlılığından yararlanarak işlediği konuyu
derinleştirmeyi, somutlaştırmayı başarıyor. Ben bu kısa pasajları, zaman zaman kitap
isimlerinde ve dergi kapaklarında gördüğümüz şu kışkırtıcı “Edebiyat ne işe yarar?” sorusuna
bir cevap olarak da gördüm biraz. 

Konferansların can alıcı noktalarından biri, bence, Said’in, dilin işlevi konusunda George
Orwell’dan yaptığı alıntı. Burada, dilin uyarıcı işlevinin yanı sıra bir de uyuşturucu özelliği
olduğunu hatırlatılıyor:

“Orwell, “Siyaset ve İngiliz Dili” adlı denemesinde bunu gayet ikna edici biçimde anlatır.
Klişeler, aşınmış metaforlar bayat kullanımlar, der Orwell, “dilin çürümesi”nin örnekleridir.
Sonuçta zihin uyuşup pasifleşirken bir süpermarketteki fon müziği yaratan dil, bilincin üzerini
kaplayıp onu basmakalıp düşünce ve duyguları, incelemeden, edilgin bir biçimde kabul
etmeye ayartır.” 

Kitapta dikkat çeken bir nokta da bugün Batı’nın İslam’a dönük toptancı ve bu yüzden
sorunlu olan yaklaşımının köklerini Edward Said’in 90’ların başında görmüş olması.
Amerikalı ve İngiliz akademik entelektüellerin İslam’ı komünizm sonrası yeni-düşman olarak
konumlamalarını büyük bir sorumsuzluk olarak gören Said, bugün içinden geçtiğimiz şu
hassas dönemi ve Batı’nın giderek keskinleşen ayrımcı bakışını çok önceden işaret etmiş:

“Bir milyar insanı içeren, dünyanın üçte birine yayılmış olan düzinelerce farklı toplumdan
oluşan, içinde Arapça, Türkçe, Farsça gibi yarım düzinelerce dil konuşulan Müslüman
dünyayla ilgilenen Amerikalı ya da İngiliz akademik entelektüeller, bugün indirgemeci ve
bence sorumsuz bir biçimde ‘İslam’ diye bir şeyden bahsetmektedirler. Bu tek sözcüğü
kullanarak hakkında bin yıllık bir dönemi ve Müslümanlık tarihinin yarısını kapsayan büyük
genellemeler yapılabilecek, İslam’la demokrasinin, insan haklarının uyuşabilirliği
konularında utanıp sıkılmaksızın yargılar verilebilecek basit bir nesne gözüyle
bakmaktadırlar İslam’a.” 

Kısacası, Entelektüel bugün düşünsel anlamda hala güncel ve yakıcı olan (hatta gittikçe
büyüyen) bir soruna eğilen çok kıymetli bir kitap. İçinde yaşadığımız dezenformasyon ve
karmaşa çağında çıkan seslerin kime ait olduğu ve bize söylenenlerin gerçeği ne kadar
yansıttığı gibi sorular ciddi bir önem arz ediyor. Yani entelektüelin nitelikleri konusunda bu
konuşmalarda ileri sürülen argümanlar geçerliliğini bugün de koruyor. Zaman, gerçek bir
entelektüel olan Edward Said’i haklı çıkarıyor.

You might also like