Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 4

Vüs’at O.

Bener, 1950 sonrasında gelişen Türk roman ve


öykücülüğünün özgün isimlerinden biridir. Bireyin iç dünyasına
eğilen, onun açmazları, yalnızlığı, kendine ve çevresine
yabancılaşması ve iç sıkıntısının yol açtığı huzursuzlukları anlatan
öyküler yazar. Bu hâliyle Vüs’at O. Bener, salt gerçekliği işler
denebilir. "Havva" ise yazarın Dost Yaşamasız adlı öykü kitabında
yer alan bir beslemenin hikâyesidir. Alt metninde toplumsal bir
eleştiri olarak besleme kültürüne karşı çıkışın yer aldığı
"Havva", yoksul ve kimsesiz bir kız çocuğunun etrafına yaydığı ağır
kokuların sınıfsal bir temsil olarak işlendiği bir anlatıdır.

Öykünün başkişisi Havva, anlaşıldığı kadarıyla evde boğaz


tokluğuna çalıştırılan, aklı fazla ermeyen bir beslemedir (Köksal 1).
Nitekim hikâye[1], Havva’nın içinde beyaz bir kuş olduğunu iddia
ettiği halıyı kesmesi ve bu nedenle cezalandırılmasıyla başlar (103).
Evin kızı olan anlatıcının hiç sevmediği, beddua ettiği, evlerinden
çekip gitmesini istediği Havva her hâliyle hayatlarının tam içindedir.
Anlatıcının küçük beslemeye karşı olumsuz ve şiddet içerikli
girizgâhından sonra hikâyenin merkezine aldığı ilk koku ile
karşılaşırız: Soğan. 

Kristeva, bir şeyi tiksindirici kılanın, iğrenç kılanın kirlilik veya


hastalık olmadığını, bir düzeni, bir sistemi veya bir kimliği rahatsız
eden şey olduğunu söyler. Ona göre iğrenç, abject, “sınırlara,
konumlara ve kurallara saygı göstermeyen bir şeydir”(Kristeva 16).
Bu şekilde on baş soğanı bir çırpıda yiyen Havva da ev sahibesi için
evin kurallarını çoğu kez hiçe sayan, onu ve kızını rahatsız eden
“tiksinç” bir kızdır. Birçok türküye yoksulluğun sembolü olarak konu
olmuş soğan, bu hikâyede de benzer anlayışla yer almıştır. Aynı
zamanda bir alay konusu olan Havva, ev sahibesi ve kızı için
eğlence sebebidir. İçine tuz katılıp sarılmış sigaraların ikram edildiği
küçük kız, çıkan çıtır çıtır seslerden korkar ve elindekini yere atıp
kaçar. Bu durumu güldürü sebebi gören anlatıcı ve annesi diğer bir
kötü koku kaynağı olan sigarayı böylelikle metne dâhil etmiş
olurlar. Kullanmayan birisinin dahi kokusunu iyi bildiği bu tüketim
maddesi; çoğu kez istenmeyen, uzak durulan bir koku yaydığından
Bener’in hikâyesinde de itici bir güç olarak yer alır.

Havva’nın kilitlendiği çamaşırlıkta kömürden zehirlendiği bölüme


gelindiğindeyse okur başka kokularla karşılaşır (104). Sarımsak gibi
kokulu ama bir o kadar şifalı bir sebzenin yoğurda katılarak
beslemenin iyileşmesi için yedirilmesi anlatıdaki koku
merkezlerinden bir başkasıdır. Sarımsak kokusuna eşlik eden diğer
koku ise Havva’nın altına kaçırmasından yayılır. Metnin kritik
kısımlarından olan bu bölümde istenmeyen beslemenin,
kimsesizliğinin ve çaresizliğinin özdeş kokularla okura sunulması bir
tesadüf değildir. Bu kokular, kokunun kaynağıyla araya mesafe
koymayı gerektiren ayırıcı duyulardır (Simmel 3).

Öyküde yer alan diğer bir koku kaynağı ise tükürüktür. Evin reisi,
hanımına “Aç ağzını tüküreceğim.” der (105). Anlatının belki de en
muallak bu satırlarında, kokan bir sıvı olan tükürüğün ev
sahiplerinin diyaloglarında geçmesi manidardır. Hikâyenin anlatıcısı
dâhil tüm ev sahiplerine okur tarafından geliştirilebilecek tiksinti
hissi bu sayede oluşturulur. Hoş olmayan bir kokusu olan
tükürüğün söz konusu edilmesinin ardından evin kızı ile beslemenin
arasındaki başka bir gerilime şahit olduğumuz bir anda “Ağzı öyle
fena kokuyor ki!” (105) serzenişi yükselir. “Kimsesi yok. Hem
kuvvetli. İşime yarıyor,” diyerek “sahiplenilen” küçük besleme
hasta düşünce “evin içi leş gibi kokar” (105). Sağlıklıyken ya da
hastayken etrafına yaydığı koku ile dışlanan Havva bu sefer ölüm
döşeğindedir. Küçük beslemenin iştahının kabarık olduğu vurgusu,
çöpe atılan yağ tenekesinin dibini sıyırarak yemesiyle metinde
doruk noktasına ulaşır. Pas tortusundan zehirlenmesinden
şüphelenilen Havva’nın durumu aile bireyleri için dönüştürücü olur.
İçlerindeki saklı merhamet böylece açığa çıkar ve ölmemesi için
tüm iyi dileklerini onun için sıralarlar. Duyduğu açlığın mahkûm
ettiği bir iştah dürtüsü ile paslı tenekeden yemek yemesi Havva’yı,
Nietzsche’nin nefret ettiği insan tipleri konusunda sık sık "iyi
kokmuyorlar” demesi gibi anlatı boyunca itildiği çukura daha da
düşürmektedir. Pas kokusunun satırlardan okurun âdeta burnuna
ulaştığı bu satırlarda anlatı, kurduğu kötü kokular silsilesini
perçinlemektedir.

Hikâyenin sonlarına doğru okuduğumuz ve anlatıdaki tek olumlu


koku olarak varsayabileceğimiz baklava, hem anlatı hem de okur
için kritiktir. Çünkü sadece tadı ile değil, görüntüsü ve özelikle
kokusuyla bu tatlı, bayram ve diğer özel günlerin sembolüdür.
Nitekim Havva’nın ölüme teslim olurken son istek olarak “Baklava”
demesi (105), anlatının finalini kurar. Tüm hikâye boyunca
sıralanan kötü kokuların aksine şekerli bir koku ile metnin sona
ermesi, büyük bir tezat olsa da metnin okurda oluşturduğu o
tiksinme hâlini pekiştirir. Çünkü baklava, hikâye boyunca hem
duygusal hem de fiziksel şiddete maruz kalan, “hep
kokan” Havva’nın hasretini çektiği tatlıdır. Hatta Sırma Köksal’ın da
değindiği gibi bir beslemenin bulunduğu evden ancak evlenerek
ayrılabileceğine bir atıf olarak okunabilir baklava (98). Bu tatlı belki
de besleme için özgür olduğu, şiddetten uzak, mutlu bir yuva
hasretinin metaforudur. Her ne kadar Köksal, Havva’nın bu isteğini
“onur yoksulluğu”(101) diye  nitelendirse de, yaşadığı haksızlıkların
öcünü almayıp iştahının peşinden gitmesini “bozgun” (101) olarak
görse de küçük beslemenin bu son isteği bu tabirleri hak etmez.
Ölümün kıyısında dolaşan Havva’nın karnı doymalıydı ki kendisine
yapılan psikolojik ve fiziksel istismara karşı dursun. Açlık çeken bir
bünye ekmek ve yemek kokusuna koşar, “intikamın” puslu kollarına
değil.

Sonuç olarak Vüs’at O Bener Havva adlı hikâyesinde kötü kokuları


merkeze alarak tüm bunları bir sınıf temsili şeklinde sunmaktadır.
Kokulu sebzelerden, sigaraya; dışkıdan, paslı tenekeye kadar
satırlarından okurunun koku duyusuna hitap eden Havva, baklava
gibi hoş kokulu bir tatlı ile sona ererek kurduğu kötü kokularla
örülü zemini daha üst bir konuma taşımaktadır. Nerdeyse hiç
erişilemeyen, yoksulların hayallerini süsleyen yanıyla baklava
metnin finalinde yer alarak okuru taşıdığı tiksinme düzleminde
sıkıca tutar.

You might also like