İstanbul'da Yaşama Sanatı

You might also like

Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 3

“İstanbul’da Yaşama Sanatı” Değerlendirme Yazısı

Prof. Dr. A. Haluk Dursun, 1957 yılında Hereke’de doğmuştur. Lise ve üniversite yıllarında iyi
okullarda eğitim görmüştür. Üniversiteden sonra çalışmalarını tarih ve kültür üzerine yapmıştır.
Üniversitelerde dersler vermiştir. Müze müdürü olarak Ayasofya ve Topkapı’ya hizmet etmiştir. Kültür
ve Turizm Bakanlığı’nda birçok kademede çalışmıştır. En son T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Bakan
Yardımcılığı’nı yapmıştır.

Tarih ve kültür konulu televizyon programları ve belgeseller hazırlayıp sunmuştur. Haluk Dursun’un,
editörlük yaptığı kitaplarla birlikte dokuz kitabı vardır. Yaptığı araştırmalar, projeler ve kitaplarla
birçok ödül kazanmıştır.

19 Ağustos 2019’da Haluk Dursun, trafik kazası sonucu vefat etmiştir. Vefatının üzerine kızının,
kitabın yeni baskısı için yazdığı önsözde Haluk Dursun’u daha yakından tanıma imkanı buluyoruz.
Kendisi sadece akademik olarak değil günlük yaşantısında da tarih sever biriymiş. Zaten önemli olan
yaptığın işi sevmek. Haluk Dursun da işini, tarihi ve İstanbul’u çok seven biriymiş. Böyle güzel ve
önemli bir şahsiyeti kaybetmenin üzüntüsüyle yazımıza devam ediyoruz.

Haluk Dursun bu eserinde bize İstanbul’u o güzel tarihini, eserleriyle beraber anlatıyor ve İstanbul’da
yaşayan biri olmaktan çok nasıl bir “İstanbullu” olacağımızı öğretiyor. İkisi arasında çok ince bir fark
var. İstanbul bilindiği üzere oldukça kalabalık ve yoğun bir şehir. İnsanlar koca bir tarihin içinde
yaşıyor ama hayatın akışına kendilerini o kadar çok kaptırmışlar ki kafalarını kaldırıp da o güzelim
eserleri göremiyorlar. Aslında görüyorlar. Her gün o eserlerin yanından geçip gidiyorlar. Ama benim
kastettiğini Haluk Dursun’un deyimiyle kimse o eserlere “gönül gözüyle”bakmıyor. Baksalar
görebilcekleri çok şey var aslında. Haluk Dursun, bize gönül gözüyle bakmayı,tarihimizin farkında
olmayı ve ona sahip çıkmamız gerektiğini bu kitapta bize aşılıyor.

Kitabın başlığını görünce (İstanbul’da Yaşama Sanatı) insan bi durup düşünüyor. Yaşamak neden bir
sanat olsun? Ve İstanbul’da yaşamak... Ne özelliği var ki İstanbul’u orada yaşamak bile sanat oluyor?
Kendi kendine bunları düşünüyor insan, yani en azından ben.

Yaşamak, başlı başına bir sanattır aslında. Bu dünyada yaptığımız tek şey:yaşamak. Bunu güzel bir
şekilde eda etmeliyiz ki hayattan, yaşamaktan zevk alalım. Hele İstanbul’da yaşamak. İstanbul kinice
devletlerin isteyip de kavuşamadığı şehir, Bizans’ın Konstantinopol’ü, Fatih’in İstanbul’u. Burda
yaşayan, göçüp giden her milletin, her devletin bir izi var İstanbul’da. Medeniyetler beşiği İstanbul.
Bunu ve yaşama Sanatı’nı bilen bir kişi için “İstanbul’da Yaşama Sanatı”başlığı, İstanbul’un
tarihini,kültürünü öğrenerek, benimseyerek, gezip görmeyi eğlence amaçlı değil de sanat amaçlı
yapmayı düşündürür.

Yazar ilk bölümde tarihi sur içi İstanbul‘una bakmanın yollarını ve sahil kenarı da dahil olmak üzere
bu bölgedeki eserleri bize sunuyor. Eserlerin mimarların, kimin için yapıldığını, hangi özellikleri
gösterdiğini ve varsa hikayelerini okuyuculara aktarıyor. Herkesin bildiği ihtişamlı Süleymaniye Camii
ve onun büyük mimarı olan Mimar Sinan’ın her seslerinin büyük olmadığını, küçük ve mütevazı
camiler medreseler inşaa ettiğini anlatarak eserin büyüklüğü ile mimari değerini ölçenlere bunun ne
kadar yanlış olduğunu gösteriyor. Bayram namazlarında gittiği Selimiye Camii’nin Edirne’de değil de
İstanbul’da olduğunu sistemle belirtiyor. Burda benim de üstüme alındığım oldu çünkü İstanbul’da bir
Selimiye Camii olduğunu bilmiyordum. Yazar daha sonra tekkelerden bahsediyor ama yine bize
sinirli;yıkılan tekkeleri koruyamadığımız için. Sonrasında Atik Valide Camii ve Külliyesi’nden
bahsediyor. Burda Yahya Kemal’den bahsetmesi beni çok etkiledi. İznik çinilerinin neden Loıvre
Müzesinde olduğunu sorgulanıyor yazar bize. Bence bu konuda sonuna kadar haklı. Tarihimizi
korumalı ve ona dört elle sarılmalıyız. “Fethi Niçin Kutlamayalım? ” başlıklı yazısı beni çok etkiledi
çünkü daha önce hiç bu açıdan düşünmemiştim ve kutlamalar bana gayet milli kültürü destekliyor gibi
geliyordu. Ama önemli olanın fethi kutlamak değil, fethe sahip çıkmak olduğunu anladım. Evlere,
lokantalarda, çarşılara asılan levhalardaki verilen mesajlar da çok ince ve düşündürücüydü.

“Yaşayan Boğaziçi” bölümünde Boğaziçi, Göksü, ergüvan ve Üsküdar vurgusu sık sık yapılıyor.
Güzelcehisar’a deyiniyor ve yol çalışması nedeniyle hisara verilen zarara tepki gösteriyor, ki bence
tepkisine gayet haklı. Kişisel görüşlerimiz farklı olabilir ama milli değerler hepimizin ve bunlara sahip
çıkmalıyız. Bunlardan sonra Emirgân’dan bahsediyor ve yazarlarla olan ilişkisinden bahsediyor. Bu
kısım da dikkat çekiciydi. Mehtaptan ve mehtabın en güzel nerden izlenebileceğini anlatırken kendi
anısından bahseden yazar “İstanbul uyuyordu! “diyor. Bu hem gerçek hem de mecazi olarak
söylenmişse de bütün İstanbulluların üstüne alınması ve değiştirmesi gereken bir husus.

Yazar, Yahya Kemal’in İstanbul sevgisinden konuya giriş yapıyor. Yahya Kemal’in İstanbul dışındaylen
bile İstanbul’u özlediği ve ona şiirler yazdığından bahsediyor. Burası beni düşündürdü çünkü ben
olsaydım İstanbul’dan ayrıldıktan sonra İstanbul’u pek hatırlamazdım. Ama bu kitabı okuduktan sonra
öyle olur mu bilemem çünkü kitap İstanbul sevgisini öyle bir aşılıyor ki etkilenmemek elde değil.

İstanbul, çok kültürlü yapıya sahip bir şehirdi,eskiden. Şimdilerde o kadar da çok kültür göremiyoruz
İstanbul’da. Yazarın da dediği gibi “Şimdi maalesef müzelik olmaktalar.” Bu durum da bizim
özensizliğimizden. Bir de Ermeni meselesi var. Ermenileri bize bugüne kadar hep düşman olarak
tanıttılar. Ama kitapta yazar, aslında bunun ne kadar yanlış olduğunu, Ermenileri İstanbul’u ve
Osmanlıyı ne kadar sevdiğini göstererek yanlışların düzeltilmesine yardımcı oluyor.

Dört ve beşinci bölümler daha çok teknik bilgi ağırlıklıydı. Yazar bize İstanbul’da cami musikisi i ve
İstanbul’un çiçeklerini, ağaçlarını anlatmış bu iki bölümde. Beni etkileyen şey sadece çiçekler ve
ağaçlar için bir bölüm olması ve hepsinin ayrıntılarıyla anlatılması. İstanbul’un çiçeklerinin bile bu
kadar kıymetli ve tarihimiz için bu kadar önemli olduğunu hiç düşünmemiştim. Bu yüzden bu
bölümler beni şaşırttı ve bakış açımı değiştirdi.

“İstanbul’da Ağız Tadı” diyince benim aklıma ilk döner, iskender, tatlı gibi şeyler gelirdi. Ama yazar
İstanbul’da meşhur olup da bizim bilmediğimiz raflardan bahsedince baya bi şaşırdım ve biraz
utandım açıkçası. Bazılarının isimlerini dahi bilmiyordum. Ama bu kitap sayesinde artık biliyorum.
Zaten kitabın amacı da bu değil mi? İstanbul’da yaşayıp da “uyuyan” İstanbulluları uyandırmak.

İstanbul kültüründe suyun ve çeşmelerin ne kadar önemli olduğunu yazar bize “Su Şehri İstanbul”
bölümünde güzelce anlatıyor. Bu bölümde en çok insanların İstanbul’un suyunu çok sevdikleri için
gittikleri her yere yanlarında götürmelerine şaşırdım.

Son bölümde ise İstanbul’un baharını, kırlarını, çiçeklerini anlatan yazar şu sonbaharın son günlerinin
kıymetini bilmemizi sağlıyor.

“Denizde, hemen hemen hiçbir hareket, yani mehtap kayığı göremedik. Kıyıdaki insanlar ise, ya
motosikletle gümbür gümbür geçen kasklılar, ya da diskoteklerin önünde içeri girip, barışıp, tepinmek
için sıra bekleyen gençler idi. Sadece, tek tük yaşlı çiftler mehtabın seyrediyorlar, onun dışında bütün
İstanbul uyuyordu!” Bu üç cümle şüphesiz kitabın amacını ve bizim bulunduğumuz durumu anlatan
en iyi aforizmadır.

Kitap genel olarak güzeldi. Teknik açıdan, bence, hiçbir sıkıntısı yoktu. Tabii bir roman olmadığı için
akıcılık çok fazla beklenemez. Bazı kısımlarda sıkıldığım oldu. Bunun en büyük sebebi, kitabın
bahsettiği yerleri bilmiyor olmam ve zihnimde canlandıramamamdı. Bir mekanı anlatırken, sayfanın
kenarında oranın bir fotoğrafı koyulsaymış iyi olurmuş. Bu fikir kulağa hoş geliyor ama pek mümkün
değil. Çünkü bahsedilen mekanlar çok fazla. Böyle bir çalışma yapılırsa dört, beş ciltlik bir seri çıkar
karşımıza. Ama kitap asıl vermek istediği mesajı resimsiz de vermiş. Yazarın ara sıra yaptığı haklı
sitemler,göndermeler, tarihimizi koruyamadığımız için bize kızması kitabın verdiği başka bir
düşünceydi. Bir de yeri geldikçe aralara serpiştirilen mısralar çok hoştu.

Bu kitap bana “İstanbul”u kazandırdı. İçinde yaşadığımız tarihi şehre farklı bir bakış açısından bakıp,
onu bir ”İstanbullu” gözüyle görmemi sağladı. Tarihimizin ne kadar değerli olduğunu ve onu gözümüz
gibi korumamız gerektiğini bir kez daha hatırlattı.

Başta Haluk Dursun’a, bu kitapta emeği geçen herkese ve bu kitabı okumamı sağlayan coğrafya
öğretmenime teşekkürlerimi sunuyorum.

Rumeysa DURMUŞ

10/B-442

You might also like