Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 118

Era Roman: 2

Birinci Basım: Mart 1997


İkinci Basım: Mayıs 1997

© Era Yayıncılık

ISBN 975-7882-63- 1

Kapak Fotoğrafı: Cengiz Civa


Kapak Tasarımı: Cengiz Civa-Gün Civa
Baskı ve Cilt: Umut Matbaası

Era Yayıncılık Ltd. Şti.


Zeynep Sultan Camii Sok. No.21
Alemdar Mah. Cağaloğlu - 3441 O - İstanbul
Tel- Fax: (212) 512 16 36 - 512 36 76
Kanat Güner

. .. .

EROiN GUNCESI

Roman
açıklamalıyım. Benim yüzümden mahvoldular, çöktüler. Ben­
den beklenmeyen her şeyi yaptım, onları çok utandırdım. Çün­
kü onlar beni, çevredekiler aman ne iyi çocuk yetişt irmi ş smiz
desinler diye büyüttüler. Hele annem . . .
Beni çok geç farketti o . 17 yaşıma kadar karnımı doyurduğu ..

öğrenimimle ilgilendiği için kendini yeterli buldu. Kendine gö­


re en büyük fedakarlığı y a pıyordu çünkü: Babama katlanıyordu.
Babam anneme göre dünyanın en sorumsuz, en disiplinsiz ada­
mıydı. Yapması gereken en önemli şeyi yapmıyordu: Eve para
getirmiyordu . Babam da inadına paraya hiç sahip olamadı. Ev­
de habire para konulu kavgalar yaşardık. Bu yüzden kardeşimle
benim bir an önce okuyup çok para kazanmamız gerekiyordu.
Genelde annemi pek görmezdim; o çal ı şan bir anneydi. Di­
ğer çocukların anneleri gibi evde oturup yemek yapamıyor, ör­
gü öremiyordu . Çalışmak zorundaydı. Hep şikayet ediyor ama
aslında i şi ni çok seviyordu. B acaklarında varis vardı. Sabahın
köründe gider, akşamın karanlığında gelirdi. Bizi hep Türkçe
bilmeyen, köt ü kokan, k öylü bakıcılar büyüttü . Hiçbirini sevme­
dim. Onlarla dalga geçer, kandırır, sokağa kaçar , oyun oynar­
dım. Sokağı hep eve tercih ettim.
10 yaşındayken hem ülkede hem evde darbe kafamı bayağı
karıştırdı. Sokağa çıkma yasağı , askerler, polisler vardı ve an­
nemle babam boşanıyorlardı. O sene arınemle babamın doğup
büyüdükleri, anneannemlerin, babaannemlerin yaşadıkları o la­
net olası küçük Anadolu şehrine taşınmıştık. Art ık annemle ba­
.

bam k av ga ettiklerinde şehrin yarısı kavgaya karışıyordu. Anor­


mal bir dedikodu ağı vardı. Çürük dişli, kıllı çeneler habire çalı­
şıyor, habire skandal üretiyorlardı. Şehir ikiye ayrılmıştı: Anne­
min tarafını tutanlar, babamın tarafını tutanlar. Ben ann emin ta-

6
rafında kalmıştım. Annem kardeşimle beni elimizden tutup an­
neannemlere kaçırdıktan bir gün sonra eve eşyalarımızı almaya
gittik. Babam işteydi. Gece içtiği sigaralar kültablasında devasa
bir yığın oluşturmuştu. Onun halini gözümün önüne getirdiğim­
de kocaman bir acı dalgası geldi geçti. Babamı çok seviyordum
ama annem ve çevresinin etkisiyle boşanmalarını istiyordum.
Annem benimle özellikle ilgileniyordu çünkü hakim benim de
ifademi alacaktı. Kardeşim çok küçüktü, hiçbir şeyin farkında
değildi. Önce o da anne mleydi. Sonra nasıl oldu hatırlamıyo­
rum, babamla babaannemlerde kalmaya başladı. Hayal meyal,
şehrin orta yerinde kardeşimin bir kolundan arınemin, diğerin­
den babamın çekerek bağrıştıklarını hatırlıyorum. Bu olaydan
bir süre sonra babamı kardeşimi bırakmaya ikna ettiler. Adam­
cağız ailesine kavuşabilmek için her şeye razıydı. Derken mah­
keme oldu. Hakim bana neler olduğunu sorunca ezberletilen:eri
söyledim: "Babam içki içiyor, bize bakmıyor, anneme kötü dav­
ranıyor. " Babamın avukatı yaşımın küçüklüğü nedeniyle etki al­
tında kaldığımı söyleyince de atıldım: "Hakim amca, ben etki
altında kalacak kadar küçük müyüm?" Bu ezberletilmemişti .
Hakim gülümsedi ve bir yıl ayrı kalınmasına karar verildi. O bir
yıl çok zevkliydi ; haftasonları babam bizi alıyor, her istediğimi­
zi yapıyordu . Nihayet bisikletim bile olmuştu. Bu arada babam
her gün anneme birilerini yollayıp barışmaya çalışıyordu. En so.­
nunda annem dayanamadı; tekrar biraraya geldiler. Babam yıl­
larca hakime söylediklerimi yüzüme vurup durdu.
Aslında onu çok seviyordum . Hfila da çok seviyorum. Tanı­
dığım insanların en zekilerinden biridir babam. Aşırı dürüst, aşı­
rı dost canlısı ve müşfiktir. İ nsanlara çok çabuk güvenir ve tabii
ki çok çabuk da hayal kırıklığına uğrar. Dürüstlüğü sayesinde

7
habire o şehirden bu şehire sürülüp durduk. Çalmıyordu ve çal­
mayan devlet memurunu da bu ülkede hiç kimse sevmiyordu. 12
Eylül öncesi bir geceyarısı polisler evimizi basıp babamı aldılar.
Birileri ihbarda bulunmuşmuş. Tabii hiçbir şey bulamadılar.
ıBelki sosyalistti ama hiçbir zaman komünist olmamıştı o. Ve si­
lahla bir şeylerin çözülebileceğini kesinlikle kabul etmezdi.
Ergenlik çağım tam anlamıyla dengesiz geçti. Dedikoducu
memleketimizin gözünden hiçbir şey kaçmıyordu . Hiçbir ayıp
�ffedilmiyordu. Göğüslerim epeyce irileşmiş oldukları için bi­
siklete binme zevkinden mahrum bırakılmıştım. Hiç unutamıyo­
rum; bakkalda mahallenin piçleriyle atışırken dedeme yakalan­
mış; banyoda annemden dayak yemiştim. Ciyak ciyak bağırı­
yordu : "Orospu mu olacaksın?" Yoo, orospu olmak gibi bir ni­
yetim yoktu. Ama bütün sülale bunun paniğini yaşıyordu ve ben
onları bir anda şaşkına uğrattım. Ne mi yaptım? Namaz kılma­
ya başladım! Yırtık kotlarla, posterlerin ortasında kılıyordum
ama, beş vakit kusursuz kılıyordum. Çok sıkılıyordum o lanet
şehirden. B ir an önce üniversiteye kaçmalıydım. Annemle ba­
bam da bir yandan kültürlü ebeveyn takılıp, öte yandan habire
"millet ne der" paranoyası yapıp beni allak bullak ediyordu.
Sigaraya 15 yaşında başladım. İçkiyle tanışmam çok çok ön­
ce olmuştu, babam sağolsun !
" İ stanbul ' a git" dediği için de, "bak burası Taksim, şurası
Kadıköy, burda karşıya geçmek için arabaların durmasını bekle­
me; sen geç onlar dururlar" deyip bırakıp gittiği için de sağol­
sun.
l 7 yaşındaydım, İ stanbul ' da yapayalnızdım.
N İ HAYET ÖZGÜRDÜM !
Fakülteye başlar başlamaz tokat, tokat, tokat. . .

8
Ya Allah yoksa?
Devlet, hükümet olmasa?
Para?
Bütün yaşayacağını bu dünyada olacaksa?
Karşı olma hakkım varsa?
Ya ben beni yönetenlerden daha zekiysem?
Niye bazı şeylere anlamasam da uymak zorundayım?
Şu kocaman dünyada bana niye bu kadar küçük bir rol veril­
miş?
Ya seks?

Burnumu her deliğe sokmaya başladım. İ lk delik, bütün fa­


kültelerin marj inallerinin sığındığı sosyal etkinlikler kulüpleri,
yani tiyatro kulübü oldu. İ nsanlar böyle yerlerde ya çiftleşiyor
ya da masturbasyon yapıyorlardı. İ lk sevgilimi orada buldum,
uzun zaman da ona katlandım.
Adı önemli değildi, kişiliği de . . . Yıllardır okulu bitirememiş ,
bayağı bayağı devrimciymiş. İ lişkimizde benden ilk istediği
Çemişevski okumamdı. Çemişevski'nin "Nasıl Yapmalı"sı mıy­
dı, yoksa o Lenin' in miydi, "Ne Yapmalı" mıydı yoksa adı, her
ne haltsa işte, onu okuyunca ilişkimizin nasıl olması gerektiğini
anlayacakmışım. Çemişevski bizim ilişkimizi nasıl yönlendire­
bilirdi ki?
Bir de beni aşırı sahiplenip kıskanmaya başlayınca . . .

26MART
Songül, Serkan ve ben Eyüp ' e gittik. Replik dergisi için dak­
tilo edilecek bir şeyler varmış da, Serkan onları yazdı; biz de sı­
kılpık. Sonra sinemaya gittik. Müjde Ar' ın "Kaçamak" diye ap-

9
tal bir filmiydi. Daha sonra benim fikrime uyulup köprüaltına
gidildi. Üç bira içince Serkan 'la tartışmaya başladım. O da hep
aynı şeyleri söylüyor, ben de. Sonra qa mırıl mırıl. . .
Akşam Songül ' le eve döndüğümüzde evimizi üçüncü kez su
basmıştı.

6MAYIS
Cemile 'nin yaşgünüydü. Heybeliada ' ya gittik. Saat dörde
kadar sınıf arkadaşlarıma katlandım. Sonra sinema kulübünün
şamatasına kaçtım. Onlarda likör vardı. B iraz içtim, biraz . . .

7 MAYIS
Ne rezillikler yapmışım Tanrım; kendimden utanıyorum. Er­
kan 'la da kavga edince yine zıvanadan çıkıp, j iletle dudaklarımı
parçaladım ve sakinleştim güya . . .

B unlar günlüğümden . .. Daha neler yumurtlamışım neler: . .


İ stanbul ' da özgürmüşüm, pöh ! Dışarı çıkıyorsun, dolaşmak
tek amacın ama itin biri anında keyfini kaçırıveriyor. Okula gi­
diyorsun; küçümseyip kaçıyorsun. Derslerden şimdiden tüyme­
ye başladın. Bu özgürlük mü? Yok kızım yok! Sen özgür faları
değilsin. Dört duvar arasında yıllanmış bir zavallının bile düşün­
cesinde, senin aciz fikirlerinden daha ileri bir özgürlük var.
Tekrar okuldaki küçüklerin yanına da dönemezsin.
İçmek istiyorum ! Düşüncelerimden yorgun düşmek istemi­
yorum, yaşadıklarımdan mutlu olmak istiyorum.

?TEMMUZ
Dersler bitti, eve dönmek zorundayım ama artık evim burası

10
gibi geliyor. B ir senede neler yaşadım; hele Serkan' la yaşadık­
larımız . . . Artık kendimi bayağı bayağı kadın hissediyorum. S an­
ki, sanki bütünü yakalamak gibi bir şey : Sevgi yoğunlaşıp sıkı­
şıp patlıyor ! Yoksa fışkırıyor mu demeliyim?
Tiyatro kulübünde iki oyun çıkardık hiç fena değildik. Bütün
çalışmalar zevkliydi. Serkanım da yanımdaydı, dersler de hiç
umrumda değildi ama yine de takıntısız geçtim. Şimdi önümde
sıkıcı iki ay vardı. Nasıl katlanacaktım.
İ ki ay gün saydım, sıkıldım, sıkıldım . . . B irara Ege ' de tatil
yapmaya çalıştım ama olmuyordu , eğlenemiyordum. Ailemle
birlikte ne yapabilirdim ki? Arasıra sahilde şarap içip cıvık cıvık
muhabbetler yapıyorduk. Ben İstanbul 'u özlüyordum. Sayılı
günler, hatta saniye saniye sayılı günler geçti ve İ STAN­
B UL'DAYDIM. . .

5 EYLÜL
Serkan beni Topkapı ' da karşıladı; alışveriş yapıp eve kapan­
dık. Serkan benim için bir \>e ste yapmıştı. Nakaratı "ve sarılacak
bedenler öfkeyle" gibi bir şeydi. Ama fakat lakin ilk gün bile
tartıştık ve bende tuhaf bir soğuma başladı ona karşı. Sonuçta
sarılamadı bedenler öfkeyle . . .

6EYLÜ L
Önce okula sonra Ortaköy 'e gittik. Çok iyi anlaşıyor, birbiri­
m izin ne söyleyeceğini önceden biliyorduk. Her şey çok iyiydi;
ta ki akşam Hülya ile Paco gelene kadar. Onlar öpüşüp koklaşır­
ken, benim hıyar sevgilim, bacaklarım görünmesin diye beni ka­
mufle etmeye çalışıyordu. Yani ev arkadaşlarımın yanında şort
giymeme bile katlanamıyordu . Yalnız kaldığımızda tartışmamız

11
Milan Kundera'dan başladı, kadınların teşhir merakına geldi da­
yandı. Ne söylediğimi hatırlamıyorum ama önce morarmasını
sonra havaya kalkan elini gördüm. Vurmadı ama katlanamaya­
cağım tek şey buydu ve kovuldu.

7 EYLÜL
Herkes Serkan 'dan nasıl bu kadar çabuk ayrılabildiğime şa­
şırıyordu. Ortada ilginç bir şey yoktu ki. . . Hiç kimse, hele bir er­
kek beni kısıtlayamazdı. Hele tokat atabilecek kadar ileri hiç gi­
demezdi. Bu kadar basit ! Ben güçlü bir kadındım veya olmalıy­
dım.
O gün Songül de sevgilisinden ayrıldı; biz iki dul dolaştık
durduk bütün gün. Sonra köprüaltına gittik.
Böylece köprüaltı günlerim başlıyordu. Köpiüaltı artık be­
nim ikinci adresimdi. Orada içiyor, içiyor, diğer sarhoşlarla bir
geyik yakalarsam çene çalıp deşarj oluyordum. Garibim Songül
beni hiç yalnız bırakmıyordu. Köprüaltının sallantısına, yalnız­
lığımıza şiirler yazıyorduk.

lOEYLÜ L
Yine epeyce sürttük. Sonra soluğu köprüde aldık. B irkaç bi­
rayla çakırkeyif olup eve gitmeye hazırlanıyorduk ki, iki genç
bela oldular, tersledik, gitmediler. Sadece bir çay içimi konuş­
mak için her şeyi yaparım, dedi biri. Diz çök yalvar öyleyse de­
dim. Aklım sıra dalga geçtim. O Eminönü ' nün orta yerinde önü­
me diz çöküverince dayanamadık. Sadece bir çay diye anlaşıp,
çayımızı da sessiz sakin içtik. Terbiyeli çocuklarmış ama çaktır­
madan iltifatlar yağdırıyor, ağda gibi yumuşamamızı bekliyor­
lardı. Yumuşadık. Ertesi gün Özgür ile buluşacaktım.

12
Buluştuk ve ben acı gerçeği öğrendim: İki gün sonra askere
gidiyormuş. İtiraf edeyim, bozuldum. Hoşlanmaya başlamıştım
keratadan. Benimle bebeğiymişim gibi ilgileniyordu. Üniversite
terk imiş, babasıyla çalışıyormuş, askerden dönmesini bekler­
sem hemen evlenirmişiz. Gerçi bekleyebileceğimi hiç sanmıyor­
muş ama . . .

1 2 EYLÜL
Yarın askere gidiyor. Benim yanımdan yarım saat ayrılmadı.
Pardon, yarım saat ayrıldı ve bana deri, çok güzel bir mont ge­
tirdi. Bu hediye beni iyice duygulandırdı. Serkan ' la ayrılalı kaç
gün olmuştu ve ben aşık oluyordum. O gece bizdeydi. Ertesi ak­
şam vatani görevini yapmak için beni terk edip gitti.
ŞU VATANA DA, VATAN İ GÖREV LERE DE . . .

1 8 EYLÜL
Serkan 'dan sonra girmem gereken bunalıma Özgür' den son­
ra girdim.
Her şey çok boktan!
"Betty B lue"yu seyrettik. İyi ki seyretmişim; şimdi daha asi­
yim.

11 EKİM
Sabah okul ve yalnızlık, öğleden sonra sırf yalnızlık, akşam
tiyatro ve bunalım ! Oyun 20.30'daydı ve ben 1 8 .30'da oraday­
dım. Oyunun prömiyeriydi, taptığım bütün tiyatrocular oraday­
dı . Kıskandım, kıskandım, kıskandım ... Ben mutlu olmak isti­
yorsam tiyatro yapmalıydım.

13
13 EKİM
Akşam herkes Güner ' in oyunundaydı. Oyunda köprüaltın­
dan tanıdığım bir çocuk da vardı. Oyundan sonra kulise doluş­
tuk. Tebrikler falan filan arasında ben kendimi Doğan' a davet
ettirdim. Klasiktir; ilk oyundan sonra ıslatılır. Ben de ıslatmalıy­
dım. Islattım ... Doğan ' ı eve götürmüşüm !
Doğan ' ı es geçecek kadar önemsiz buluyorum.

19 EKİM
18 ' imi bitiriyorum. Artık reşidim ! Bu gün benim en güzel
günüm olmalıydı. Ama okula gittim ve korkunç bir yabancılaş­
mayla geri döndüm Ben baştan hata yapıyordum. O lanet okulu
hiç sevmiyordum. Karamsar karamsar eve geldim, iyice karar­
dım. Sadece Işıl ve Feride vardı, duvarda da bir yazı: "Dünya­
nın en tatlı reşit kızına". YİHHUUU ARTIK REŞİDİM !

6 KASIM
Bu tek başıma sıkılarak geçirdiğim üçüncü pazar, dördüncü­
sünü istemiyorum.' Tüp bitti, ev buz gibi. Param yok, kamım aç.
Ama kötü değilim. Aynaya baktım ve kendimi sevimli buldum.
ÇOK GARİP.

1 1 KASIM
Neden her şey güzel olmaz yaşamak bu kadar güzelken.

15 KASIM
Taksim Meydanı ' nda durdum, durdum, düşündüm. Işıkların
parıltılarını yansıtan fosforlu martıları seyrettim. Geçmiş bir
olayı hatırladım: Elimde kocaman bir çantayla otobüs durağına

14
yürüyordum ki, bineceğim otobüs yanımdan geçiverdi. Yetişebi­
lir miyim diye düşünürken, birisi, koşsana kızım ne duruyorsun
dedi. Koştum, yetiştim, bindim ve ses kimindi diye kalakaldım.
Camdan baktiğımda yaşlı bir amca sıcacık gülümsüyordu. İçim
ılık ılık oldu. Bu olayı düşünmek bana çok iyi gelmişti. Aheste
aheste eve yollandım. Ev o akşam çok renkliydi. Hülya 'nın kar­
deşi Yücel bile vardı. İçtik, muhabbet ettik, sızan sızdı, kalan
ayıklar Yücel ile bendim . Ertesi gün on ikiye kadar konuştuk;
zaman yoktu sanki. Son nokta Yücel' in sıcacık öpücüğü oldu.
Akşam Doğanlar ile DDGF'nin gecesi için oyun oynayacaktık;
ayrıldık.

19 KASIM
YÜCEL YÜCEL YÜCEL Y ÜCEL YÜCEL YÜCEL YÜ­
CEL YÜCEL YÜCEL YÜCEL YÜCEL YÜCEL YÜCEL
??????????????????

20KASIM
Özgür geldi. Ne diyebilirdim ki? Benim bir Yücel sorunum
var. Özür dilerim, beni unut. ..

23 KASIM
Devrimci arkadaşlarımızın öğrenci derneği toplantısına katıl­
dım; gülmekten kırıldım. Yoldaş söze şöyle başladı: "Yeni üye
alımı şu anki en öncelikli mücadelemiz olmalı. Dışarıdaki nor­
mal insanı nasıl buraya çekebiliriz? " dedi ve ben gülmeye baş­
ladım.

15
1 1 ARALIK
Yücel sana sevgilim demek istiyorum. Yanımdayken her şey
.•

o kadar güzel ve seni kaybetmem de o kadar kolay ki... Seninle


senin istediğin ilişkiyi sürdürebilmem demek, sahip olduğum o
azıcık kendine güveni kaybetmem demek, ne demek ya, ne de­
mek ! Ben düzeyli bir ilişki hayali kurarken, senin "ilişkimizi
kimse bilmesin" diyerek düzeysizleşmen ne demek! Bana hesap
vereceksiniz beyfendi ! "Günün birinde sen de birine aşık olur­
sun" ne demek? Peki sana niye aşık olamıyorum? Neyse, sonuç­
ta gözbebeklerine raptiye sokmak istiyorum.

29 ARALIK/ ÇEMBERLİTAŞ KIZ YURDU


Aman Tanrım, nerden bulmuşlar bu kadar kızı?
Ev masraflı oluyor diye yurda çıktım. Aman Tanrım, ne yap­
tım ben !
Aynı odada 12 ayrı kafada; kılıkta, cinste, seviyede, sınıfta
karıyla kalmak ne demek biliyor musunuz: Hiç yalnız kalama­
mak, sabahın köründe uyanmak zorunda olmak, yatağını dü­
zeltmek ve o yüzlerce kızın dırdırını dinlemek, duymak...
Yine tokat, tokat, tokat, tokat, tokat .
..

Geçen bir seneyi onlardan o kadar farklı geçirmişim ki, on­


lardan o kadar farklıyım ki, şoktan şoka giriyorum.
Nerede benim insanlarım, ev arkadaşlarım, sevgililerim, sar­
hoşlarını? . .

Onlarla ben yiyor, içiyor, konuşuyor, sevişiyor, istediğim sa­


atte istediğim yere girip çıkıyor, istediğimi söyleyebiliyor ve ka­
fama göre uyanıyor, yüzümü yıkamıyor, yatağımı toplamıyir­
dum.
Nerde benim Aksaray'daki evim? Hani köşesinde büfe olan,

16
hani bir gece üçer üçer 24 tane sosisli aldığımız büfe? .. Biz o evi
su bastığı zaman temizlerdik. Ya Paşa ' daki ev? Yücel' le geçir­
diğim o muhteşem geceye mekan olan ev?. . Hani sistit oldu­
ğumda yetişemeyip kapısının önüne işediğim ev? . .
Elimde sadece pembe bir ayı kalmıştı. Hülya 'nın kızının, do­
ğanın ayısı. Hülya' yla Paco beni kızlan ilan etmişti. Şimdi ner­
deler? Ben onları istiyorum.
Şu anda salak bir ranzanın tepesinde pembe ayıma sarılmış,
ağlıyorum. Odadaki on bir kategori yurttaşım uyanıp, yatakları­
nı toplayıp, dişlerini fırçalayıp okullarına koşturdular. Akşam en
geç 20.00'da bu göt kadar odaya doluşmuş olacaklar. Ama ben
burada olmayacağım!

20CAK
Yeni yıla oda arkadaşım olan Pakistan vatandaşı Hatol' un
kardeşim dediği Gürcan adında bir çocuğun evinde girdim. Bir
de, niyeyse bu Gürcan adındaki çocukla çıkmaya başladım.
Hep ama hep aynı şeyi yaptım, sevgi aradım, sevgi istedim.
Tatminsiz, doyumsuz, isterik bir şekilde, en çok sevgiye ihtiyaç
duydum. Çalışan annenin yol açtığı, özellikle prensiplerine so­
nuna kadar bağlı bir cumhuriyet öğretmeninin aşırı soğukluğu­
nun neden olduğu, oral veya anal veya buluğ çağında takılmış­
tık olabilir durumum. Freudyen de bakabiliriz, cinsel tatminsiz­
lik diye de kestirip atabiliriz. Aslında benim için cinselliği ke­
sinlikle kestirip atamayız. Çünkü Freud ' u bile cinsellik
hakkında fikir beyan etmekten vazgeçirebilirim, buna eminim,
kafamda cinsel devrimin en hasını yaptığım, tabuların hepsinin
ağzına sıçtığım halde seksle birtürlü barışık olamadım. İlk tec­
rübem bir bakire için en uygun partnerdi güya, çünkü ne de ol-

17
sa doktor sayılırdı. Ama bu işin fizyolojisini bilmek, okumuş
olmak absürd başlayıp absürd devam etmesine engel olmadı.
1 7 yaşındaydım, mantığıma göre hemen o zardan kurtulma­
lıydım. O kadar zor oldu ki... Feodal takıntılar sayesinde zar
duvar halini aldı , kendimi çok zor gevşetebildim. Kasıldıkça ka­
sılıyor, canım acıyana kadar uğraşıyor ama hiçbir şey beceremi­
yorduk. En sonunda tamam, bu sefer oldu dedik ama zardan eser
yoktu. Şok olduk! Hatırladığım, çok küçükken annemin bana,
orama elimi sokarsam sakat kalacağımı söylemesiydi . Ben de
sakat kalacağım için korkar, hem de yasak olduğu için deli gibi
merak eder, banyodayken küçük parmaklarımı sokabildiğim ka­
dar içeri sokardım ve sakat kalmazdım. Ama sonuçta bu işi ben
olsa olsa bis iklete binerken geçirdiğim kazalardan birinde becer­
miş olmalıydım. Başka ne olabilirdi ki?
_
Gerçek, ilk kürtajımda anlaşıldı: Hamileydim ve bakireydim.
Günlüğümden devam edeyim:

30CAK
Hala Gürcanlar'daydım. Y ılbaşı gecesi davet edildiğim tek
yer olduğu için Yeldeğirmeni'ndeki o küçük öğrenci evindey­
dim. Gürcan'la daha önce Hoyrazoğlu'nun tiyatrosunda tanış­
mıştım. O ve Hatol dışında da tanıdığım hiç kimse yoktu. Gür­
can eve önce baba gibi bir sürü hediye ve içkiyle geldi. Çok se­
vimli, şevkatliydi; ben de sarhoştum. Üstelik Y ücel'e çok kız­
gındım, sevgilisine geri dönmüştü. Gürcan da sevebileceği biri­
ni arıyormuş ki.. .

1 0 OCAK/ MAALESEF HALA ÇEMBERLİTAŞ


Yurda çıktığımdan beri yurtta kalmamak için elimden geleni

18
yapıyorum. Gürcan, Hoyrazoğlu Tiyatrosu'nda ışıkçılık yapı­
yor; onun yanına gidip oyunu bir daha, bir daha seyrediyorum.
Sonra Yeldeğirmeni'ndeki o küçük eve gidiyorum. Gürcan'a şı­
marıklık yapıyorum. Garibim ne yaparsam yapayım sesini çı­
karmıyor, beni çok seviyor; bu da beni üzüyor. Çünkü ben şu sı­
ralar çok ama çok yavan günler geçiriyorum. Okula gidiyorum,
tiyatro kulübü canımı sıkıyor, hiçbir şey yapan yok. Hoyrazoğ­
lu'ndaki profesyonel tiyatrocuları tanımak beni resmen yıktı,
neredeyse tiyatrodan soğudum diyeceğim. O kadar çirkinler ki,
sanatta profesyonel olmak, doğallıktan bu kadar uzakla�mayı
mı gerektiriyor, anlamıyorum. Sonuçta sahneye çıkıp tiyatro ya­
pıyorlar ama kuliste patolojik narsistlikleriyle ilkelleştikçe
ilkelleşiyorlar. Bütün memlekette olduğu gibi hayvansal güdüler
maksimumda, vajina meraklıları sınıfsal fark gözetmeksizin
çoğunlukta! Freud Türkiye'de doğsaydı nutku tutulur, fortçu
olur çıkardı.
Oysa bendeki sevgi çıkmazı... Ah Yücel ah! ..

18 ŞUBAT
Ev bulmalıyım, bu yurttan kurtulmalıyım. Artık çay fincanı­
mın içindekinin rakı olduğunu çaktılar, yarın öbür gün de beni
ispiyonlarlar. Ama bu aptal karıların sevgili muhabbetlerine de
ayık kafayla hiç katlanamam ki! Hele bir tanesi var; gündüz sev­
gilisiyle konuştuklarını teybe kaydedip akşam bize dinletiyor.

19 ŞUBAT
Türbanlı kızlar iyice kudurdu: Kedilerin kafa sını kesip bizim
· montların cebine koyuyorlar. Yanına da "başınızı kapatmazsanız
sizin kafal�ınızı da keseceğiz" şeklinde not bırakıyorlar. B u

19
arada B blokta salağın biri bebeğini düşürmüş. Nasıl becerdi ise
ortalığı kan götürüyormuş. Bir şey değil, kan kaybından ölebilir
de! Bakalım daha neler olacak?
Bu arada ben Gürcan 'ı ekip ekip köprüaltına kaçıyorum, içip
içip onun bunun evinde sızıyorum.

20ŞUBAT
Nihayet korktuğum şeyi yaptım: Sızdığım evlerden birinde
Gürcan'ı aldattım. Üstelik seksteki en iyi partnerim o olmuştu
şu ana kadar. Niye yaptım, niye Tarkan' ın yatağına girdim, bil­
miyorum. İşin en boktan yanı da Tarkan' ın bizim okuldan olma­
sı. Şimdi bütün okul öğrenecek. Ah, o bir şişe rakıyı götürür gö­
türmez kaçsaydım keşke. Şimdi Gürcan'a ne diyeceğim ben?
Aklıma da hep geçen gün söyledikleri geliyor: "Sana sarılmaya
korkuyorum, öyle garip bir kızsın ki sana birtürlü ulaşamıyo­
rum." Benim için o kadar apolitize, duyarsız, kültür-sanat gibi
kaygılan olmayan bir insandı ki, aynı dili hiç yakalayamıyor­
duk. Ama aldatılmayı hak etmeyecek kadar saf ve sevgi doluy­
du. Allah beni kahretsin ! Adi bir entelektüel fahişeyim ben!

1 MART
Tarkan 'ı anlattım; hiçbir şey söylemeden sırtını dönüp yattı
ama uyuyamadığından eminim.

?MART
Ortalık birbirine girdi. S antral bile "Alo buyrun, Çemberlitaş
Kerhanesi" diye cevap veriyor telefonlara. Nokta dergisine ka­
pak olduk. Kantincirniz Vahap, geceleri bazı hanım hanımcık
kızlanmızı yurttan çıkarıp, zengin işadamlarımıza peşkeş çeki-

20
yormuş, tabii idarenin yardımlarıyla... Namus söz konusu ya,
bütün medya kapının önünde. Kızların çoğu çantasını kaptığı gi­
bi kaçtı. Normalde yurtta bulunmayan ben ise iyice ortalığı ka­
rıştırıyorum. Kapıları kapatıp yurdu işgal etmeyi teklif ediyo­
rum ama benim kadar anarşist yaklaşan bir tek kişi bile bulamı­
yorum. Toplantılar yapıldı, oturma eylemine karar verildi. Üç
gündür götümüz donuyor ama otu ru yoru z. Bakanı istiyoruz, ba­
kan geldiğinde taleplerimizi sunacağız. İlk gün yurdun önünde
50-60 kişi ve yüzlerce polis vardı tabii çevik kuvvet de. Üçün­
-

cü gün ise topu topu 20 kişiydik ama yine yüzlerce polis vardı
kapıda. Bütün istediğimiz ise, artık yurt idaresinde öğrencilerin
de söz sahibi olması. Olur mu? Bakan gelmedi tabii. Kredi Yurt­
lar Kurumu'nun siktiri boktan bir müfettişi geldi gele gele! He­
pimizi toplantı salonuna topladıl ar. Müfettiş bey tavuk kışkışlar
gibi "Oturun bakiyim, ne diye ortalığı karıştırıyorsunuz, siz
kimsiniz?" diye lafa başlayınca, dünün ateşli hatipleri sus pus
oldular. Çıt çıkmıyor, herkes birbirine bakıyordu. En Kahraman
Rıdvan, yani ben ayağa kalkıp "İ çeri girdiğinizde, ilkokul öğret­
menim yaramazlık yaptığımız için bizi cezalandırmaya gelmiş
duygu s uqa kapıldım. K ar şını zda ilkokul ö ğrencileri yok; yarının
doktorları , hukukçuları var. Önce hitap şeklinize dikkat etmeni­
zi istiyoruz." dedim. Dedim ama neredeyse de altıma edecektim.
Benim çıkışımla ortalık hareketlendi, istekler sıralandı; tabii
hepsine olur olur dendi , tavuklar kümeslerine yollandı. Toplan­
tıdan sonra odada tam 45 dakika konuştum. Bu işin peşine dü­
şün demeye çalıştım ama nafileydi. Artı k kendi cinsimden nef­
ret ediyorum; bu karılar her şeyi hak ediyorlar.
Ertesi gün pılımı pırtımı toplayıp yurttan tüy d ü m. Ev yok­
muş, bana ne! S okakta kalırım, o yar ı kapalı cezaevine veya ya-

21
rı resmi kerhaneye dönmem dedim, sokaklarıma döndüm.

8 NİSAN
Aradaki bir ayda· Şano ile tanıştım. Akinetonlu birasından
normal bira yudumu aldım. Hatırlayamıyorum, tuvalet diye du­
vara girmeye çalışmışım. Ş adiye'nin Tarabya' daki evine gittik.
l\tleğer Şano ile Şadiye sevgiliymişler. Ben pek hoş karşılanma­
dım ama ev o kadar kalabalıktı ki, kendimi bir kenara sakladım.
S ;ıklandığım yerden Şadiye 'nin Ş ano 'yu dövüşünü olduğu gibi
görebildim. Çünkü tek oda sayılabilecek kadar küçüktü ev. Yer­
de uyku tulumları içinde iki turist yatıyordu : Uzun boylu, kısa
saçlı bir erkek ve uzun saçlı, ufacık bir hatun. Ortalık biraz sa­
kinleşince onların yanına giriverdim. Uyandığımda Gülay ile
Şadiye Soner ' in saçını kesiyor, Tobi de gece i şediği merdiven­
leri temizliyordu. Yanımda kısa boy lu, uzun saçlı bir erkek yatı­
yordu. Kendime gelir gelmez kafa yapacak bir şeyler istedim.
Niye bilmiyorum? Belki ancak bu şekilde onlarla olabilecektim.
Avcuma birkaç peracon sıkıştırdılar. Peraconlarla Şadiye' nin
mavi gezegenini görebileceğimi sanıyordum . Koltuk değnekleri
yüzünden ona karşı kendimi suçlu hissediyordum. Beni de ma­
vi gezegenine götürür müsün? dedim. Nefretle "sen gelemezsin"
dedi.
S anırım, ben tam bir sokak kızıyım. Gerçi sokaktaki tipler
"Gitarcı Kızı" diye laf atıyorlardı ama Gitarcı benim için sokak­
ta takıldığım köşeydi ; yalnızlık hissedince kendimi Gitarcı' da

buluyordum. Evsizdim, her gece oradan takılacak zararsız biri­


lerini buluyordum. Kadıköy ' de ahşap bir evin üst katına taşın­
dım. Eski ev arkadaşım Işık da bana katılacaktı ama bir türlü
sevgilisinin yanından ayrılıp taşınamıyordu. Ben gene her ak-
şam köprüye takılıp son vapurla eve g eri dönüyordum. Birara
Yüceller de köprüye takılmaya başladılar. Yücel ve fonda üç sa-
, '

mimi arkada şı . Onlardan rahatsız olmad ığımı is pat etmek iç in


galiba habire onlara takılıyordum. Alpay onların arasında en
tecrübesiz, en asosyal, en kandırılabilir olanıydı; k and ı rdım. Al­
pay ile çıkmaya b a ş l ad ı k . Sanmm bunu sırf Yücel'e inat iç in
y apt ı m .
Bu arada Alpay'dan bir önce y aşadığım önemsiz bir il iş k inin
önemli bir hatası ortaya çıktı. HAMİLEYD İ M. Ka fa m ı duvarla­
ra v u rm akl a gidip babasıyla konuşmak arasında pek bir fark
yoktu. Ne yap ac aks a m kendim yapacaktım veya Alpay ' dan yar­
dım isteyecektim. Yardım istedim, yapabi leceği her şeyi -yaptı,
kendi bebeği olduğunu söyledi, para bu ldu , doktora g öt ürdü .
Muayenemden sonra girdiğim şoktan onun yardımıyla çıktım.
Doktor gayet sakin bir şekilde bakire olduğumu, hamile olduğu­
mu ve bir de tümör tespit ettiğini söy ledi. Ne! Ne ! Ne?
10 cm. ç a p ın d a tümöral oluşum . . Kafam kar mak a r ış ı k ol­
.

muştu. Habis olabileceği ihtimali beni sürekli melankoliye i t i ­


yordu. Alp a y hep yanımdaydı.
Tümör yü z ün den bebek için girmem gereken bunalıma bile
g i remedim Sessizce gitti bebek. An n e b a ba seç imini çok k ö t ü
. -

yapmıştı, gitmek zorundaydı. Şimdi sıra öbüründe. Bakalım b a ­

şıma daha neler gelecek.

l 2 HAZ İ RAN / YELDE G İRMENİ


Yarın hastaneye y a t ıyo ru m B üro krat ik zırvaları oflaya puf­
.

l ay a hallettim. Teoride her şey hazır ama doktorum, yanında bi­


ri o l m a sı gerek diyor. S anır ım annemi çağıracağ ım.

23
27 HAZİRAN
Hastaneden çıkalı bir hafta oldu , domuz gibi sağlıklıyım. Pa­
toloji raporu da geldi: Tümör dünyasının en kıldan tüyden kisti
olan dermoid kist teşhisiyle rahatladım. Zaten tuhaftır, hastane­
deyken de, ameliyattan sonra da ölümü hiç düşünmedim. Kor­
kuç soğukkanlıydım ama annem çok korktu. Ben de fırsattan is­
tifade tepesine çıktım. Hasta şımarıklığıyla bağırdım çağırdım.
Hele ameliyatta bekaretime zarar gelip gelmediğini sorunca or­
talığı birbirine kattım. Annem, attığım feminist nutuklardan ka­
fası karışmış bir halde beni Yeldeğirmeni 'ne bırakıp eve döndü.
Bu arada finallerin hiçbirine giremedim. Bütünlemelerde de en
fazla bir-iki ders verebileceğime göre, bu senenip tekrarı garan­
ti demektir. Sağlık olsun.

8 TEMMUZ/ YELDEGİRMENİ
Alpay kafayı ye di veya Alpay a d a kafayı y ed irtt i m . Çokeş­
'

lilik nutukları atarken o kadar kendinden emindi ki, ne yapaca­


ğını m erak edip onu da al dattım. Hem de bebeğin babası olan,
onun adını her ağzım a aldığ ı mda bir de küfrettiğim doktor göt­
le aldattım. Tabii ki bu o n u çıldırttı. Ama man yaklaşacağ ı m hiç
tahmin etmi yo rd um Kon uş m ak için Taksim ' deki eve götürdü
.

beni. Yatağa uzanmamı söyl edi ve koc am an bir bıçak aldı. Kar­
şıma o turu p kı s kançl ıkt an p aronay akl aşmı ş koca soruları sor­
,

maya baş lad ı Cevap vermem gerektiği ni yoksa beni öldüreceği­


.

ni söy lü yordu . Kapıya ko ş t um , k il it l iyd i ; bağırdım, kimse duy­


muyo rdu . Ben ağladıkça o d aha çok sapıtıyordu. Kendimi topl a­
yıp onu sakinleştirebileceğini düşündüğüm yalanlar söylemeye
b aş l ad ı m . Ondan ço k koktuğuma, eve g id i p biraz dinlendikten
sonra daha mantıklı konuşabi lec eğ i m ize onu ikna edip sab ahın

24
dördünde yollara düştüğümde sinirden titriyordum. Eve nasıl
döndüğümü bilmiyorum ama bir daha Alpay'a görünmemem
gerektiğini biliyordum.

20 TEMMUZ/ YELDE Ö İRMENİ


Yalova' dan dün döndüm. Akademililerin organize ettiği kor­
kunç bir festival . . . Ortaköylü rockçılarla, rockerlarla takıldığım
için bana ters ters bakan Cerrahpaşalılar ve davulcu Boğaç . . .
Boğaç ' la eve döndüğümde acı bir haber beni bekliyordu. Ben
yokken Fahriye adlı arkadaşımın evi otele çevir mesi hele bir
,

gece eve yapılan polis ziyareti ev sahibini kudurtmuş, sonuçta


kovulmuşuz. Tekerrür. . . Yine sokaktayım.

3 AGUS TOS / MODA


Bir de Türkler 'e misafirperver derler. Dışarıda olduğumu
söyleyinc e Neil evin anahtarını verdi, istediğim kadar kalabile­
ceğimi söyledi . Ben de birkaç gündür Moda' dayım. Neil çama­
ş ı rlarımı bile yıkıyor. Ben de Boğaç la serserilik yapıyorum. Ge­
'

çen akşam Selamiçeşme ' deki çılgın eve gittik. Bir avuç manyak,
götlerine baget sokmak dahil her türlü acayipliği yap ı yorlar. On­
ları n arasında kendimi de, Boğaç 'ı da çok normal buldum.

6 AG US TOS / MODA
ESRAR. En sonunda onu da keşfettim . Boğaç ' la Tophane ' ye
gidip bir plaka esrar aldık. Sonra sardık içtik, sardık içtik . . . Mo­
da bumunda otururken vapurların bizi takip ettiği tribine gi rince
esrarın büyüsünü anladım. Tam tahmin ettiğim gibiydi, çok ho­
şuma gitti .
Belki B oğaç ' la ilişkimiz devam etseydi esrar hayatıma daha

25
hızlı girecekti ama Harbiye'ye taşınmam, Cemler ' le sokak tiyat­
rosu için Ege 'ye gitmemle araya biraz zaman girdi. Sokak tiyat­
rosu, yaptığım en zevkli işlerden biriydi. Bayağı başarılı olduğu­
muzu da söyleyebilirim . Ama keşke daha az içseydik. Otostop­
lar, oyunlar, barlar, karakollar. (nereye gidersek gidelim , önce
polisten izin almak zorunda kabyor, sokakta tiyatro yapılabile­
ceğine ikna edebilirsek, oynuyorduk) derken parasız çıktığımız
teatral seferimizden biraz parayla döndük.
Harbiye ' deki evi birkaç haftada gettoya çevirdim. Taksim ' in
ve köprünün bütün punkçıları, metalcileri, sarhoşları benim evi
ü s olarak kullanıyordu. İ çki hiç eksik olmuyor, arada sırada es­
rar içiyorduk. Esrarın verdiği keyif, zihin açıklığı benim için al­
kolden daha iyiydi . Birara para kazanmam gerektiğine taktım;
gidip Mavi Bar ' da güya garson olarak çalışmaya başladım.
Günde 12 saat hem garsonluk, hem komilik, hem süs bebekliği
yapmaktan canım çıkıyordu. Eve geldiğimdeyse yatağımda bile
dikiş kutusu kılıklı bir punkın olması beni çileden çıkarıyordu.
En sonunda eve gelip muz likörümü bulamayınca çıldırdım.
Hepsini kovdum, işten. ayrıldım ve düzenli bir hayat için planlar
yaptım. Yapt.ı.ğım bütün diğer planlar gibi bunun da ömrü bir ge­
ceden fazla olmadı. Ertesi akşam gene Gitarcı ' da içiyordum.
Eve döndüğümde yanımda gene pek fazla tanımadığım insanlar
v ardı. Çetin'le tanışana kadar bu durum devam etti.
Çetin Basın-Yayın' da okuyor, dağcılık, fotografçılık, dalgıç­
lık, mağaracılık yapıyor, paraşütle atlayabi liyor, İ ngilizce bili­
yor ve beni sev iyordu . Bir otostopla hayatıma girdi ve tam tepe­
me oturdu. 24 saat birlikteydik. Parasız pulsuz her akşam içiyor,
geziyor, bayağı bayağı romantik takılıyorduk. Onu çok sevi­
yordum ama onunla birlikte hayatıma bir de akineton girmişti,

26
ki nkineton durmadan arıza yaptırıyor, hapları çakıp çakıp kar­
maşıkı ıg ......ı.<ı mmülü olmayan, buğulu , kaşıntılı, yutkunmasız,
sinirli bir dünyaya taşımyoruul\.. t.Tyku imkansı z olduğun dan
günlerce öylece takılıp kalıyorduk. Çetin yapabi ld i ğ i her şeyi
aki olmazsa olmaz olarak görüyordu. Ayıkken yarım saatte ya­
pacağı işi akiyle saatlerce uğraşarak yapıyordu ama niyeyse aki­
nin esiri olduğunu da inkar ediyord u. O alınca ben de dayanamı­
yor, istemeye istemeye çakıyordum. Yavaş yavaş ben de alışma­
ya başladığımda artık iki kişiye bir dünya hatasını en tehlikeli­
sinden gerçekleştirmiştik. Sessiz sakin yuvarlan ı p gittiğimizi
söy leyemeyeceğim. Çünkü sık sık birbirimize giriyorduk veya
Çetin baş kalarına giriyordu. Niye kızdığını, s inirlendiğini anla­
yamıyordum . B ir bakıyordum ki, kü çük gözlerin i ko c aman ko­
caman açmış , normalde duymakta zorlandığım puslu sesiyle bas
bas bağırıyordu. Sebep ne olursa olsun , bağırmaya başlamışsa
benim için h atalı oluyordu. Hem korkuyor, hem de acayip sinir­
leniyordum. Ben de tam kıyameti koparacakken o balon gibi sö­
nüyor, hiçbir şey olmamış gibi devam ediyordu. Benim evimden
ben im ark a daşlarımı kovabiliyor h at t a Şadiye 'ye yaptığı gibi işi
şiddete bile dökebiliyordu. Şadiye ile yaptıkları kavgadan sonra
Şadiy e ' nin takma dişi Çetin ' in kolunda kalmıştı. Bu kavg a lar
beni intih arın eşiğine getirip sinirlerimi laçkalaştırıyordu.
KnoWun ürünü , mavibeyaz bir drugla birlikteyim. Sank i bu
küçük beyaz haplar olmazsa Çetin de olmuyor, sadece uyuyor.
Hapları çakınca neler olmuyor neler! . .
Mesela, Çetin evde değ il, giderken bana bir kartuş al_<: i bırak­
mıştı , hepsini çaktım. Az önce müzik setiyle poker oynarken
buldum kendimi. İ şin kötü yanı müzik seti beni yeniyordu.
Bir gün eve gelirken otobüste çok ş abal a kça bir şey yaptım.

27
Kapının önünde ayakta duruyor, içimden birileri inse de otur.........
diye geçiriyordum. Sağımdaki tek kişilik koltı•ı..•a oıuran bıyık­
lı vatandaş kalktı ve dur;ılctd ındi. Ben de hemen koltuğa doğru
yöneldim. Tam popomu koltuğa koyacakken arkaya doğru bak­
ma akıllığında bulundum . İ yi ki bakmışım, çünkü bıyıklı amca
yerinden bile kıpırdamamış hala koltuğunda oturuyordu. Ben de
neredeyse onun kucağına oturuyormuşum .
Çetin kasetlerin üstüne tereyağı sürüp yemeye kalktı.
Artık bir adım da Haliç'in kızı oldu . Atladım mı, düştüm mü
bilmiyorum ama akinin üstüne birkaç bira içmiştim, ne kadar
zaman geçti bilmiyoru m , Hal iç'in çamurlu suyunu içiyordum.
B ataklık gibi su beni dibe doğru çekiyordu. Hayatımın en zor
kulaçlarını atarak dem irlere yaklaşıp elimi uzattım . Yukarı çek­
meleri kolay oldu . Leş gibi kokuyor, soğuktan tir tir titriyordum.
Boğulabilirdim ama bizim sarhoşlardan hiçbiri denize atlamaya
kalkışma m ış tı . O gece Çetin de denize atladı ama dört saat son­
ra ve Boğaz'ın sularına ... Ne oluyor diye gelen po l i s le re açıkla�
ma olarak "Hatun atladı, ben atlayamaz mıyıni?" diyo rdu .
Cinsel likle ilgili hiçbir sorunum kalmadı, ç ü n kü yok öyle bir
şe y!
Kardeşim geldi. O geldiğinde ben pencere den gele n halisü­
nasyon arkadaş la rıma tiy at ro k u l übü bü tçes i nde n kitaplara ayrı­
lacak pay konulu bir seminer ve ri y ormuş um. Bu arada da natu­
ra ! bir !!t i pr i z y ap ı yo rmuş u m .
Dün gece s ağlam kavga ç ı karmışız . Evde cam, k ap ı , pencere
vb. her şey aşağı inmiş. B en kendi adıma h içbir şey hatırlamadı­
ğımı söy l e y e bilir im. Çe tin ' in h atırla d ığ ı n ı da hiç sanmıyorum.
Ç eti n'le her konuda, her yerde müthiş anlaşıyoruz ya, evlen­
meye kar ar verdik. Bu aslında sıradan bir aki tribiydi ama ger-

28
çekleşeceği tuttu .
Bazen düşünüyorum da, ben annemle babamdan nefret edi­
yorum galiba. Onları en fazla üzen şeyin benim başıma gelen
kötü şeyler olduğunu farkettiğimden beri , kendime zarar vererek
onlardan intikam alıyorum. Evet, öylesine nefret ediyorum o ge­
reksiz ikiliden . Kendime baktıkça o ikisinin biraraya gelmiş ol­
masına daha fazla sinirleniyorum. Onları düşündüğüm zaman,
çıkarmakta usta oldukları birtakım sesler de kulağıma misafir
oluyor sanki. Mesela annemin nasıl geğirdiğini, babamın yemek
yerken çıkardığı abartılı efektleri duy ar gibi oluyorum. Zaten
öksürürken yellenme sesi dedemi hatırlatmıyor mu bana? De­
mek ki hepsinden nefret ediyorum. Çetin'le evlenmem de bu
planın bir parçası olabilir ama o cinnet aşkları için geçerli midir
ki? Evet cinne ti de dibine kadar yaşıyorduk, aşkı da (seks hariç).
Ö nemsiz ya, ben seksi aştım ya, parantez içinde yazıyorum bu­

nu! B iri size "seni seviyorum , bu yüzden de seninle sevişemi­


yorum" derse ne düşünürsünüz? "Aa, ne önemi v ar canım , biz
de sevişmeyiz olur biter" denebilir mi? Bu yapılabilir mi?
Diyelim ki yapıldı, edilgen olan şahsın kafası karışmaz mı? En
azından bunun nedenini, niçinini merak etmez misiniz, . sizce
normal olabilir mi , ha? Bence de normal değildi ve bu anormal­
lik doğrudan beni ilgi lendiriyordu . Akinin pezevenkliği olmak­
sızın Çetin ' i yakalamak için-çok uğraştım -en azından düşüqce­
lerimde uğraşmışımdır. Uğraştığıma emin olduğum bir şey var
ki , kafam korkunç karışıyordu . Kavga ettiğimiz zaman kavganın
görünen sebebini hiç savunmaya çalışmıyordum. Çünkü aslında
daha önce olan başka bir şeye sinirlenmiş oluyordu. Neye sinir­
lenmiş olabileceğini düşünürken ben kısa devre yapıyordum.
Ama onu seviyordum . Demek ki hep onunla olmak isteye-

29
cektim . Yani evli olmamızın hiçbir mahsuru yoktu . B u mantık
zincirinin sonu elektrikli sandalyeye varacak kadar tehlikeli ha­
le gelebilir tabii. Ben sadece evlenmekle yetindim. B ahaneleri­
mizden biri de elimize geçeceğini düşündüğümüz bir miktar pa­
raydı.
Küçük burjuva düğünü tarafımızdan başarıyla oynandı veya
sabote edildi. Almanya' dan, Fransa'dan, Çanakk.ale ' den, İstan­
bul'dan, Ankara' dan yola çıkan ve birbirini hiç tanımayan bir
grup insan , memleketimizin güzide bir düğün salonunda birara­
ya gelip mutluymuş, eğleniyormuş gibi yaptılar. Düğünün en
boktan yanı ikimizin de ayık oluşuydu. Çünkü bir gün önce kı­
na gecesi münasebetiyle bayağı içip, konu komşuya yeterince
afişe olmuştuk. Gelin kına gecesinden ayakkabılarını eline ala­
rak kaçar ve babalarının içki sofrasına kurulur, "çok sıkıldım,
ben de sizinle içicem" diye tutturur. Gelini kandırıp .tekrar kına
gecesine götürürler ama kolasını kontrol etmeyi unuturlar. Vot­
ka-kola çok geçmeden etkisini gösterir. Gelin dansöze dönüşür,
damat bütün misafirleri kovar ve küçük şehri epeyce oyalayacak
kadar rezillik sahnelenir.
Artık evli bir kadınım . Çetin de koca. . .
Evlilik benim için çok anlamsızdı , komikti. Hiç mutlu v e ev­
li iki kişi görmemiştim. İnsanların kendi sorumluluklarını baş­
kasının sırtına yükleme merakı, sahiplenme gibi büyük bir hata,
hfila çocukluğumuzdaki masal sonlarını arıyor olmamız, yanıl­
samadan ibaret aşklar ve en önemlisi yalnızlıktan duyulan kor­
ku sonucu bu ikili kombinasyonu deniyoruz. Bunları biliyordum
ama ya bu sefer farklı olursa, ya sonsuza kadar mutlu . . . falan fi­
lan diyordum işte.
Önce kendimizi sıradan bir evli çift sanıp yeni, kaloriferli, üç

30
odalı, uydu antenli evimize taşındık. B iraz u zaktı ama olsundu .
Artık daha düzenli yaşayacaktık ya! Geceyarılarına kadar içme­
yecek, erkenden evimize dönecektik ya!
Çok değil bir ay sonra yeni evli çifti S irkeci ' de bir geceyarı­
sı kavga ederken görüyoruz. Daha doğrusu o gece Çetin ' i baya­
ğı dövmüşüm. Elimden zor almışlar ve Çetin Beyazıt' a doğru
kaçmış. B en, o gece tan ıdığım bir ressamın evinde kaldım. Pek
rahat ettiğimi söyleyemeyeceğim. Sabah kocamı aramaya çık­
tım. Normalde kocalar işten veya evden aranır değil mi? B iz bir­
birimizi kaybettik mi köprüaltına, Gitarcı ' y a gidip oturuy .:>rduk.
Diğeri muhakkak oraya geliyordu .
· B u arada Gitarcı epeyce kalabalıklaşmış, rockerların yeri ha­
line gelmişti. Yani alkoilklerin, yani uyuşturucu bağımlılarının,
hapçıların; yani toplumla barışık olmamayı tercih eden, sert gö­
rünerek hassaslıklarını gizlemeye çalışan, biçimciliği yırtık kot­
larla yıkmaya uğraşan, çoğunluğun kaka serseri deyip görmez­
den geldiği veya peşine takılıp dalga geçtiği bitli· serserileriz ve
hepimiz Gitarcı ' dayız. Demek ki sürü ruhu bizde de varmış. Bu
yarı meyhane, yarı bar, kafeden bozma mekanda birarada olma­
ya çalışıyoruz. Sorun bit'se, nasıl olsa bit hepimizde v ar. Daha
iyisi, biribirimize hiçbir şey açıklamak zorunda değildik. Soner
de öyle y aptı, hiçbir açıklamada bulunmadan gitti.
O niye öldü. bilmiyorum. Ölmesi gereken o kadar çok insan
varken, Soner niye öldü hiç anlamayacağım. Zaten hep böyle ol­
muyor mu? O insanın ölebileceğini hiç aklımıza getirmemişiz­
dir, öyle afallarız, öyle ihtiyaç duyarız, öyle özleriz ki niye diye
bas bas bağırırız, sanki her şeyin bir niyesi varmış gibi ! Bu tür
abukluklarımıza şartlanılmış melankoli diyebiliriz. Ama adını ne
koyarsak koyalım, bir yerlerimizi acıtmasına da engel olamayız.

31
Gülay tatil dönüşü o komik arabasıyla sonsuza yolculuk yap­
tığında hepimizin, özellikle S oner'in caıiı çok acımıştı. Ama
Gülay, ölümüyle Azrail'e ince bir espri yapmıştı sanki: O kan­
serdi , hastane köşelerinde ölümü beklemeyi reddedip arabası ile
daha uzun bir tatile çıkmıştı. Onun ölümünü ben S oner'den öğ­
renmiştim. Önünde hap kutuları ve bira bardakları yığılmış, ka­
fası öne eğik, köprünün bir köşesine sinmiş oturuyordu. Onları
en son Tarabya'daki evden Ankara'ya yolcu etmiştim ve o gün­
den beri de görmüyordum . Sırıtarak Soner'in yanına gittim:
"Nerdesiniz ya, amma tatil yaparmışsınız, diğerleri nerde?" Ka­
fasını kaldırdı, haplardan camlaşmış gözleriyle bana baktı ama
kim olduğumu anladığını hiç sanmıyorum. Gülay öldü dedi.
S oner'in ölümünü de Suna haber veriyordu . B lues barday­
dık. Çok değil iki gün önce S oner de aramızdaydı. Ş imdi ise
morgda! En son Nesrin ile takılıyorlardı. Küçük bir eroin parti­
si çevirmeye karar vermişler. .Aslında ikisi de eroinman değildi
henüz, eroin de eroin değilmiş zaten. Dandik, bozuk mal vermiş
torbacı. Soner fazla olan çizgiyi çekmiş. O Gülay'ın yanına git­
miş, Nesrin bizimle kalmıştı. Niye?
S oner ölmeseydi, belki eroini o zamanlar tatmış olacaktık.
Onun ölümüyle "H"den (eyç) nefret etmiştik ama bazı aşkların
nefretle başladığını söylerler değil mi? Okulda öğrendiklerim
sonucunda "H"den hem korkuyor hem de merak ediyordum.
Farmakoloji, esrarı da kaka kabul ediyordu ama bence alkol da­
ha kötüydü. Okul dedim de . . .
Hem tıp öğrencisi, hem punk, hem de sivil polis olabilir miy­
dim acaba? Hayatımda en az çaba harcadığım faaliyet öğrenci­
liğimdi. Kadavra başında fotoğraf bile çektirmemiştim. Bence
doktor olmak, hasta olmak kadar düşülmemesi gereken bir po-

32
zi syondu . İyice düşünüp doktor olmaya karar vermiş insanların
ya mazoşist ya da sadist olduklarını söylüyordum. Diğer taraf­
tan tıp öğrencisi olmak part-time kısır bir meslekti. S adece
avantajlarına takılınabilir, bayağı uzun bir süre bu etiketle o kor­
kunç kastta saklanılabilirdi. Saklandım . Arad a havaya girip cid­
di takılmaya çalıştığım da oluyordu ama hastanede hastabaşı ça­
lışmalarım bir anda Gitarcı'da sarhoşbaşı çalışmalarına dönüşü­
yordu . Ö nlük ve streskop çantaya, ben Gitarcı ' ya!
Her gece yeni insanları içkime meze yapıyor, hayat hikaye­
leri dinleyerek kendi hayat hikayemi yaşıyordum . Bu kadar çe­
şit bu küçük Gitarcı 'ya nasıl sığıyordu, n a s ı l bi rarad a o labil i y or­
duk, bilmiyorum . Tuhaf bir klan olu şmuştu. Bizler, yani demir­
başlar undergraund mekan tribine takı l ı y o rduk . Müzik o zaman­
lar için İ stanbul ortalamasına göre fazlasıyla extremdi, yani
iyiydi.
Meğerse Naci ve biz (Çetin , Şano, Ş adiye, S a it, Turhan, Le­
vent, Dalgıç , Erhan, Soner v s . ) büyük çıkıntılık yapmışız. Arka­
mıza baktığımızda bira ve jo i nt içen, Doors dinleyen arıza ve
rahatsız bir güruh bulduk. Ç oğ u n l u k gözde fakültelerde okuyor­
du . Bir kısmı mezun olmuş ya da atı lm ışt ı . Kültür ve lQ norma­
l i n b ay ağ ı üstündeydi . Hepimiz görünürde iyi aile ç oc uk l ar ıy d ı k
ama g erçe kte bizi çıkmaza sokan bu iyi ai le lerimizdi . Top l u m
normlarına uygun çocuk yetiştirmeyi reddedip, bize bazı özgür­
lükler t anı m ı ş l ard ı . Biz ise bu özgürlükleri bu toplumda kullana­
m ı y or, düşündükçe kendi m izi farkl ı h i ssediyorduk. B ir kere
uz ak l aşm ay a başlay ınca da geriye dönem iyor, g ittikçe de nge s iz ­
leşi yorduk. A ilel e r imi z konuşurken başka , uy g u l arken başka
olunca . . . Ben ben i m ki l e re çok şey h ay k ırm ak i st erd i m !
B enim e v lil i ğ im annemlerinkine bir Çinl i ' nin kızılderiliye

33
benzediği kadar benziyordu. Ben yemek yapmıyordum, Çetin
işe gitmiyordu; ben temizlik yapmıyordum, Çetin alışverişe git­
miyordu. İsteyen istediği zaman Gitarcı'ya yahuz gider, içer, is­
terse eve gelmeyebilirdi. Birbirimizi kısıtladığımız tek nokta
şuydu : Ben onun aki almasını istemiyordum; o benim içki içip
arıza yapmamı .. . Annemin deyişiyle; bizde tam kirli tencere yu­
varlanmış, kirli kapağını bulmuştu. B azen onun ailesinden, ba­
zen bizimkilerden bir miktar para geliyor; bazen de Çınaraltı' na
gidip kitap satıyorduk. Ben birara dublaj yapmaya çalıştım; sa­
natçı zanne dilen soytarılarımızın kıçını yalamayınca pek sevil­
medim. B ir gün işe yırtık kotumla gitmiştim, saygıdeğer aktrist­
lerimizden biri beni görünce önce şuh bir kahkaha attı, sonra ah "

c anım, ne bu halin, gel irken tecavüz mü ettiler?" dedi. Ben de


"evet, ilk tecavüzümdü, çok korktum" dedim ve ekledim,"siz il­
kinde ne hissetmiştiniz?" O günden sonra bana pe k rol vermedi­
ler.
B e n yine arada okula, tiy atro kulübüne falan gidiyordum .
Ç etin hiçb ir şey y ap mıyo rdu. Arıza ki ş il i k le r i miz yüzünden pe­
riy od i k olarak korkunç kavgalar yaşıyorduk.

15 MART
Dün köprüde, tuva lette n çıkınca tanık olduğum manzaraya
kadar çok keyi fli y d i m Sonrasını hatırlamıyorum. Tekme tokat
.

girmişim. İyi de y apmı ş ım ! Çünkü hala bir açıklama geti rmi ş


değil. Ne var bunda diyor. Bir şey y ok canım, istersen köprüde ­
ki bütün kızları öp ! K ız gelmiş öpmüş . . . Ben gördüğümde Çe ti n
hiç zorla öp ül ü y o r gibi du rmuyordu , hatta old ukç a şehvetli gö­
rünüyordu. İ nanamıyorum ! Ben ney im, Çetin' in evcil hayvanı
mı? Yok, olmaz ! Gene y an lı ş yere dükkan açtık. B ir an önce

34
kendimi toplayıp ondan kopmalıyım, yoksa çıldıracağım !

1 2 TEMMUZ
Şadiye ile Şano bizdeydi. Annemin gönderdiği kutuları açtık:
Senelerdir üç kuruş maaşla alınıp kenara konulmuş ıvır zıvır bir
sürü şey. Tamam, bizim gibi insanlar için çok komik şeyler;
ömür boyu kullanamayacağım ıvır zıvır. Çetin tutturdu bunları
satalım diye. Şadiye ile Şano da, "tabii, tabii ! " diyerek arka çık­
tılar. Ne gerek var diyordum, annem bunları görmezse üzülür di­
yordum. Onlar benimle dalga geçmeye başladılar; klasik ev ka­
dını tribi yapıyormuşum. Ben de evet dedim, evet ben bunları
kullanıcam, Çin porselenlerinde yemek yiycem, gümüş işlemeli
bakır tasla banyo yapıcam ! Var mı bir diyeceğiniz ! Beni sinir­
lendirmek üçünün de hoşuna gitti. İyice üstüme gelmeye başla­
dılar. Ve bende film koptu; hepsini kovdum, gitmediler; ben çı­
kacak oldum, kapıyı kilitlediler. B en kriz geçiriyordum, onlar
muhabbet ediyorlardı. Dokuzuncu kattan yan dairenin balkonu­
na geçmeye kalkınca kapıyı açtılar. Gecenin dördünde Güneş­
li ' den Cerrahpaşa'ya parasız pulsuz nasıl gittim, bilmiyorum.
Psikiyatrideki nöbetçi doktoru hatırlıyorum: "Peki sana ne yapa­
lım, ne istiyorsun? İlaç istemiyorsun, uyumak istemiyorsun, ne
istiyorsun?" diyordu. "Altı sene sen okudun fakültede. Ben mi
söyliycem sana ne yapacağını?" deyip çıktım. Geriye nasıl dön­
düğümü gene hatırlamıyorum. Kafayı yediğime eminim artık.
Teşekkürler Çetin !
Siz benden hiç özür dilediniz mi? Onca kavgada hiç mi hak­
lı olmadım, haklı çıkmadım? Kimsenin benden özür dilediğini
hatırlamıyorum . Yapmayın n'olur, denge demiyorum, artı s�ıp­
malar varsa illa ki eksi sapmalar da vardır diyorum. Hiçbir şey

35
yoktan v ar olmaz, vardan yok olmaz diyorum, su 1 00 C'de kay­
nar, ısınan hav a yükselir diyorum, yani en azından müdahele
edip hayatımı yanlış yönlendirdiğiniz için özür dilemeliydjniz
diyorum. Diyorum, diyorum . . . İ ş in boktan yanı, demek istedik­
lerimi gözlerinin içine bakarak anneme , babama; kardeşime, ko­
cama, sevgilime diyemiyorum. Sadece tek yumurta ikizimle mi
ilişki kurabilirim, ne yani?

27 AÖ USTOS
Aman Allahım, bu nedir böyle, kafam karıncalanıyor! Onu
evde bir hatunla bassaydım bu kadar koymazdı. Banyoya girer­
ken makinanın üstünde unutmuş, önce o zırva yazılardan biri
sandım , tam odasına bırakmaya hazırlanıyordum ki tanıdık
isimler gözüme çarptı. Bu bir listeydi. Tanıdığımız bütün hatun­
ların isimlerinin olduğu bir liste ! Arkadaşlarımızın , arkadaşları­
mızın sevgililerinin, şişman olan Saliha ve sakat olan Ş adiye ha­
riç bütün kızl arın ismi vardı. Elimde listeyle titreyerek y an ına
g i tt i m . Kağıdı tanıyınca gayet sakin bir şekilde onun eşyalarını
karıştırmamam gerektiğini hatırlattı. Özür dileyip unutamazdım;
üstüne g i tt i m Bu neyin listesiydi? B unda ne varmış, herkes ger­
.

çekte yaparmış, o sadece kağıt üstünde yapıyormuş. Yani bu


i s im l e r benimle beraber olduğu için dü z em edi ği hatu n l arın
,

i sim l eri y m i ş. Yani beni tatmin edemezken, bir de başk a larını is ­


t iy or m uş Ne biçim bir s apkın l ı kt ı bu!
.

Yakı şıkl ı bir e rkekti Ç etin . Kızlarla hiç sorunu olmamamıştı


-daha doğrusu görünürde o lmamışt ı Bana olan ilgi sizliğini ha­
-.

pa, hapın yan etkisine bağlıyordum. Bu kadar basit değ i l miş : Sa­
nırım küçük bir i lkoku l öğ renc is iy ken , annesinin ödev defterine
yazdığı a şk mektup l ar ı belki de öğretmenle randevulaşmalar
,

36
onda kadınlara karşı nefret doğmasına yol açmıştı. Nefretini, on­
ları aşağılayarak, yapabilirse de düzerek kusuyordu. Yani onları
cinsellikle cezalandırıyordu. Benimle sevişmemesinin nedeni de
buydu galiba. Yani böyle mantıklı bir bahane uydurmuştum.
Diğer taraftan anne sinde, anneannesinde ve daha önceki ebe­
veynlerde psi.kiyatrik bir hastalık vardı. Annesi iki senedir, teş­
hisi tam olarak konulamamış bu hastalığın tedavisini görüyordu.
Son ziyaretimizde krizlerden birine ben de tanık oldum: Saldıra­
cak birini arıyormuş; bana saldırdı. Benden önce kendi babasını
Saddam Hüseyin sanıyor, yaşadıkları kasabayı birbirine katıyor­
muş. Beni görünce, B odrum ' a g idelim , beni orada Menderes
bekliyor diye tutturdu. Ben, şimdi gidemeyiz deyince benden de
nefret etti. Annesinin bu halini görünce hastalığın ırsi olduğunu,
Çetin'in de hasta olabileceğini düşünmeye başladım . Çok kor­
kuyordum. 24 saat beraberdik ama kendimi çok yalnız hissedi­
yordum . Saatlerce odasına kapanıyor, benim odaya girmeme
izin vermiyordu . Bense o kocaman yatakta katı ağ lıyor, kah
masturbasyon yapıyor, şansım varsa uyuyordum.
Artık Gitarc ı ' ya da her gidişimiz olay oluyordu .

1 2 EK İ M
Sebebini hatırlayamadığım bir tartışmaya g irmiştik , epeyce
sarhoştum, habire ağlıyor, bütün Gitarcı ' ya Çetin'den nefret et­
tiğimi söylüyordum. Çetin'se hiç umursamadan içiyordu. Kal­
k ıp köprünün demirlerine yaslandım. Masadaki yerimi Şadiye
ile Nesrin doldurdu. Çetin Şadiye 'den nefret ettiğini söylerdi
ama o gece hayatından çok memnun, kahkahalar atıp duru yor­
du. B irara yanıma gelip bu gece Şadiye ' lerde kalacağını , ister­
sem benim de gelebi leceğimi söyledi. Şadiye adını bana yasak-

37
layan o değildi sanki! Asıl çekici olanın Nesrin olduğunu söyle­
yemiyor, sabah Ankara 'dan gelecek olan arkadaşı karşılama hi­
kayesi anlatıyordu . Cehenneme gitmesini söyledim. B irara tuva­
lete girdim. Çıktığımda masaları bomboştu . Sanki benim yoklu­
ğumu fırsat bilmiş, toparlanıp kaçmışlardı . Çok sinirli ve sarhoş­
tum, arkalarından yetişebilirim diye fırladım, kendimi yerde
buldum. Çenem taşa gelmiş, parçalanmıştı , oluk oluk akan kanı
görünce iyice çıldırdım. Gidip Çetin ' i bulmalı, hatta onu öldür­
meliydim. Evi bilmiyordum, Suna ' dan beni götürmesini iste­
dim, kapıyı Şadiye açtı ve Suna'ya "onu niye getirdin! " diye ba­
ğırdı . Şadiye'yi itip içeri girdiğimde Çetin saklanmaya çalışı­
yordu . "Benimle gelip her şeyi bitireceksin Çetin! " dedim. Nes­
rirı lafa karışıp,"o seninle gelmek istemiyor" dedi. Ona saldır­
mamak için kendimi zor tuttum. "Soner ' i sen öldürdün, asıl sen
ölmeliydin" diye bağırıp banyoya daldım. Hiçbir şey düşünemi­
yor, sadece ölmek istiyordum. Tişörtümün ucunu ateşleyip göz­
lerimi kapattım. Alevler vücudumu yalamaya başlamıştı ki Su­
na içeri girdi. Birkaç sağlam tokattan sonra kendime geldim. B u
arada çıkardığımız gürültü yüzünden polis kapımıza dayanmış­
tı . B en, üstüm başım kan ve yanık içinde karşılarına çıkıp sade­
ce kocamla küçük bir kavga yaptığımızı söyley ince, Çetin' i ke­
nara çekip bir şeyler söylediler, "al karını , evine git, bir daha
karşımıza çıkma" dediler. o da u slu uslu emre itaat etti.
Bu olay ilişkimizi iyice çıkmaza sokmuştu . S anırım yalnız­
lıktan korktuğum için onu terkedemiyordum. Belki de hala sevi­
yordum , bilemiyorum . Bildiğim tek şey bu ilişkinin artık pato­
loj ik bir hal aldığıydı. B azen bütün suç bende diyordum; seksi
beceremediğimi, cinsel olarak çekici olmadığımı düşünüyor­
dum . Ayrıca, ben herkesin katlanabileceği bir hatun değildim.

38
Çetin hiç sesini çıkarmadan beni toplayıp duruyordu. B ir Türk
erkeği için çok sabırlıy dı.
Kendimi bildim bileli topluma karşı savaş veriyordum. Önce
kadın olarak görülmekten nefret ediyor, çoğu erkekten daha ze­
ki olduğumu düşünüyordum. İ spat etmek için de burnumu he­
men her deliğe sokuyor, erkeklerin yapUğı her işi yapmaya: çalı­
şıyordum. En büyük çıkmazım hassaslık, duygusallıktı . Ne ka­
dar güçlü olmaya çalışırsam çalışayım, büyük hayalkınklıklan­
na uğruyordum . B i rinin omuzuna yaslanıp ağlamayı çok kadın­
ca bulduğum için içimdekileri hep saklıyor, güçlü kadını oynu­
yordum . Alkol benim için büyük bir handikaptı; nerede duraca­
ğımı bilmiyor, zil zurna sarhoş olunca da tam arıza oluyordum.
Çetin'le yaşadığım hayalkınklığı bana çok fazla arıza yaptırdı.
Sabah hiçbir şey hatırlamıyor, yaptıklarımı anlattıklarında ina­
namıyordum. Hele Asos 'ta çıkardığım rezaleti dü şünüyorum da,
Çetin dışında başka bir erkek olsaydı beni öldürürdü . Gerçi bu­
nu büyük bir ihtimalle Çetin ' den intikam almak için yapmıştım
ama y ine de affedilir g ibi değild i :
Çetin'in annesigili ziyarete gitmiştik. G elin muhabbetinden
oldukça bunalmıştım. Dönerken bir günlüğüne Asos' a uğradık .
Ö nce her şey çok güzeldi. Sonra akşam yemeğinde sebebi belli

olmayan o boktan tartışmalardan birini yaptık ve ben içmeye


başladım. Gerisini hatırlamıyorum. Barda epeyce içmişiz. Çadı­
ra dönerken sahilde ateş yakıp oturan bir grup görmüşüz. B öyle
muhabbetleri hiç kaçırmazdık; gidip yanlarına oturmuşuz. Ni­
yeyse Çetin birara ateş için odun bulmaya gitmiş. Döndüğünde,
ben yanımdaki akademili çocukla öpüşüyo npuşum. Çetin sinir­
lenip çadıra dönmüş. S onrasını akademili Berk 'ten öğreniyo­
rum : Kalkıp Berk · in çadırına gitmişiz. B iraz sonra da ateşin

39
çevresindeki diğer abazalar, "bize de! bize de! " diyerek çadırın
çevresini sarmışlar. Berk apar topar beni sırtladığı gibi Çetin ' in
yanına götürmüş ve işlerinin bozulmasına sinirlenen o sapıklar­
dan hayatının dayağını yemiş. Berk bunları bana anlatırken ağ­
lıyordu .
S ıradışı evliliğimiz sfradan, daha doğrusu bizini için sıradan­
laşan kavgalarla k�r topal sürüyordu . Kendimizi bir c ins Leyla
ile Mecnun sanıyorduk. Alkolik Leyla ve hapçı Mecnun birara
az daha anne-baba oluyordu . Sağ yumurtalığını olmadığı, seks
minimumda yaşandığı , takvime dikkat edildiği (aslında o kadar
çok içiyor, filmi o kadar çok koparıyordum ki; takv im bayağı
zor durumdaydı) halde gene hamile kalmıştım. Tuhaf bir şekil­
de, bebeğin ikiz olduğunu düşünüyordum , hatta emindim. İ lk
gebelikte yaşayamadığım annelik psikoloj isini şimdi iki kat
güçlü hissediyordum. Fizyoloj ik ayrıntıların hepsini hem ben
hem Çetin heyecanla ve kork� yla yaşıyorduk. Bu süre içinde
memelerim irileşmiş, bayağı da kilo almıştım. Kürtaj parasını
toparlayana kadar bebek veya bebekler de bayağı büyüdüler. En
sonunda İ stanbul'un en beceriksiz jinekoloğunu bu lup, o aptal
jinekoloj i masas ında bir kez daha bacaklarımı açıp, gözlerimi
kapayıp, dişlerimi sıktım. Her şeyin bittiğini sanmıştık ama ka­
dın işini becerememiş ve ben üç gün boyunca adeta doğum ya­
par gibi kalan .parçayı rahmimden atmaya uğraşmıştım. S on ku­
ruşumuza kadar verdiğimiz için tekrar araba tutup doktora gide­
miyorduk. Hayatımın en sancılı üç günüydü. İ lk gece Çetin'le
sabaha kadar bebeklerimiz için gözyaşı döktük. Ü çüncü gün
ayağa kalkıp okula gittiğimde, önce hocadan sert bir fırça ye­
dim . Sonra kötü haberle bok gibi . kaldım : Tekrar kürtaj dedi ho­
ca! Ö lecek bile olsaydım tekrar o masaya yatamazdım. Organiz-

40
marn kendi i şini kendi halletti ve ben ikinci bir bakirelik döne­
mine girdim .
Bütün bu yaşadıklarım beni gittikçe daha dengesiz, daha boş­
verm iş, daha çıkıntı yapıyordu. Arada sırada içebildiğim esrar,
sakin leştirip neşelendirdiği için çok hoşuma gidiyordu. Alkol­
den uzak durmam gerektiğini biliyordum ama beceremiyordum.
Ama bütün qunlar y ine de normal sayılabilirmiş; stad konserle­
rinin olduğu o yaza kadar ben yine de normalmişim. Nefret etti­
ğim o aptal toplumu biraz olsun yakalayabiliyormuşum. Daha
doğrusu Çetin'e olan aşkım , onu kaybetme korkum beni dizgin­
liyormuş.
Ve nihayet kaçınılmaz olan, yüzlerce defa kenarından sıyır­
dığını kadın-erkek ilişkisinin o meşhur çıkmazını da yaşayınca,
yıllardır düğüm düğ üm örmeye çalıştığım sıradan insan kazağı
hızla sökülmeye başladı. Gardrobumu yeniden renk renk deli
gömlekleriyle doldurdum. Bunu yaparken de, hayatımda hiç ol­
madığım kadar gayretli, istikrarlı ve hevesliydim. Zıvanadan
çıktığım da söylenebilir, doğallığıma döndüğüm de . . .
Bu arada Bu lgari stan'a giderken sağda diye tarif ettiğim uy­
du antenli, nohut oda bakla sofa ev hikayesinden kurtulmuştuk.
Annem en büyük kıyağını yapmış, bir an önce doktor olabileyim
diye oku la yakın iki odalı bir ev satın almıştı. En azından karde­
şim Aslı gelene kadar benim olan bir ev. Tabii yuva değil getto
olan bir ev ama en azından medeniyete yakındık artık.
Çetin odasındaakileri çakıp kitaplarıyla sevişmeye başlayın­
ca, o kocaman yatakta masturbasyon yapmak yerine , barları do­
laşıp içmeyi öğrenmiştim. Zaten Çetin'le ortak yanımız yanya­
na yatıp TV seyretmek, balayı kingi oynamak ve duvarlarda de­
·
lik açabi lecek kadar şiddetli kavgalar yapmak şeklinde acayip

41
bir raya oturmuştu . B öyle bir evliliğin böyle bir raydan çıkması
da hiç zor olmadı. Kocamın parayla, akiyle ve cinsellikle sorun­
ları vardı. En son, odasına kapanıp beni unuttuğu gecelerde, por­
no dergilere takılıp masturbasyon yaptığını öğrenince kendimi
bu ilişkiden daha fazl a zarar görmeden, koparmam, geri çek­
mem gerektiğine karar verdim.
Bu arada Galata Köprüsü yanmış, Gitarcı ve tayfası Tak­
sim'e taşınmıştı . Yazarlar, çizerler ve müzikçilerin sayesinde
popülaritesi acayip artmıştı. Mekanın underground denebilecek
bir hali kalmamıştı ama alternatifsizdi. S anırım ak sakallı, nur
yüzlü (ZZ Top gibi) bir rocker Naci'nin rüyasına girmiş ve yürü
ya eleman demişti . Naci de yürüdü . Çok iyi bir işadamı olmak­
la beraber, kendine pek de sıradan olmayan canavar gibi bir or­
tak bulunca Gitarcılar çoğaJdı . Anlayanına da, anlamayanına da,
domestiğine de canlı rock , hard rock, metal servisine başladı.
Bizim salaş Gitarcı sosyetenin bile uğrak yeri oldu .
İşte yeni Gitarcı'nın açıldığı o yaz , İ stanbul Ahmet S an'ın

sayesinde bir nevi rüya yaşadı . Ben de Ahmet S an'ın ekibinden


bir vikingle rüyamda bile göremeyeceğim fanteziler yaşadım.
Danimarkalı ile Gitarcı'da tanıştık. Fena halde yakışıklı bir tip­
ti. Elton John'un konserine davet etti. Okuldan bir kız arkada­
şımla beraberdim; memnuniyetle kabul ettik; Çetin evde , Ak­
çay'dan s açmasapan bir abisiyle rakı içerken, biz personel kar­
tıyla konsere girdik. Minimum İngilizce ile minimum bir flört
devresinden sonra, Elton John tepemizde piyano çalarken, biz
sahnenin altında sevişiyorduk. Bir sürü hapın üstüne bir sürü bi­
ra çakmıştım ama ne yaptığımı bilmiyordum diyemem . B i liyor­
dum. Ayık da olsam reddemeyeceğim kadar çekiciydi. Nihayet
kocamı aldatmıştım, büyü bozulmuştu . O geceyi otelde, Dani-

42
marka birası , Danimarka çikolatası ve Danimarkalı seksiyle ge­
çirdim. Henning kocaman bir erkekti, bana çok anlayışlı davra­
nıyordu . Her şey çok güzeldi . Keşke Çetin'e anlatmak zorunda
olmasaydım . Ama ne olursa olsun anlatmalıydım. Ona hiç yalan
söylememiştim; yine söylemedim. Çok zor oldu ama tuhaftır,
çok da rahatlamıştım.
Güvercin bakışlarıyla dinledi beni. Sadece seks ihtiyacından
doğduğu konusunda hemfikir olduk. B öyle bakınca olay daha
basit, daha katlanılır oluyordu sanki. Ama değildi, geri dönül­
mez, boktan bir duruma girmiştik.
En kötü sü benim içimden kopup giden o şeydi. Sanki çok de­
ğerli bir parçamı kaybetmiştim. Belki aşka olan inancımı, belki
kendimde farkettiğim ilkellik yüzünden insanlara olan -zaten
eser miktardaki- güvenimi . . . Sonuçta kaybettiğim o şeyin adını
koymam gerekmiyordu ; olan olmu ştu , sonuçlarına da katlana­
caktım. Katlanmam gereken sorunlar ağırlaştıkça ben daha da
vurdumduymaz olmaya ç alışıyordum. Esrar ve alkol ve ben ar­
tık hep birlikteydi�. Tercihimi yokuş aşağı kullanmış ve vitesi
de boşa almıştım.
Henning'le diğer konserlerde de takıldım. Kimde ufacık bir
sevgi kırıntısı hissetsem onunla gidiyordum. Çetin 'in hala neden
yanımda olduğunu anlamıyor, belki de beni cezalandırmasını is­
tiyordum. O ise şaşkınlığına, içine düştüğü boşluğa rağmen bü­
� ün iyi niyetiyle beni kaybetmemeye çalışıyordu . "Kendimden
beklerdim ama senin böyle bir şey yapabileceğini hiç düşünme­
m iştim" diyordu . Halbuki ne yapıp yapamayacağımı · ben bile
bilmiyordurp.. Ben onu hala tanımadığımı , tanıyamayacağımı
öğrenmiştim; o ise yanılgısını sürdürüyordu .
Ağustos ayıydı , Çetin çarşamba günü dönerim deyip Ak-

43
çay ' a gitmişti. Aradan dört çarşamba geçmişti hfila hiçbir haber
yoktu. Her zaman sürttüğüm sokakta onunla karşılaştım. Köprü­
den beri tanıyordum ama doğru dürüst hiç muhabbet etmemiş­
tik. Çetin ' i sordu. Terkedildim, terkedildim derken sanırım hiç
de dertli görünmüyordum. "Gel Leventler ' e gidelim, bir şeyler
içeriz" dedi. Bir şeylerin ne olduğunu biliyordum ve hiç reddet­
memiştim. Böylece fındığın peşine takıldım.
B iz biraraya gelmesi tehlikeli olan iki kişiydik ve biraraya
gelmiştik.

Hollanda ' da ölmek istiyorum


Liverpool' da p u n k olmak
Singapur ' da Japonca öğrenmek
Hindistan ' da kül olmak istiyorum
Pizzanın üzerinde mantar
Kapılarda zil olmak istiyorum
İstiyorum da istiyorum

İ stiyorduk, en çok da kafa yapmak istiyorduk. Önceleri Fın­


dık Leventler 'de kalıyordu; tabii ben de. Sonra Leventler, evden
kovulup bana taşındılar. Artık Fındık ' la yarım saatimiz ayrı geç­
miyordu. Yaşadığımız her şeyi eğlenceli hale getiriyor, herkese,
her şeye gülüyorduk. Bir de kara kaplı defterimiz vardı. Kafa­
mız iyi oldukça şiirler, oyunlar, reklam senaryoları yazıyor, ka­
rikatürler çiziyorduk. Fındık'ın çizgisi iyiydi ; benimki berbat.
Bu y üzden sevdiklerimizin karikatürlerini Fındık çiziyordu, sev­
mediklerimizirıkini ben. Bir gün defteri kitap haline getirmeyi
düşünüyorduk. Kitap haline getirilemeyecek kadar uçuk olduğu­
nu ş imdi farkediyorum. Ama yine de birkaç alıntı bizi biraz ol-

44
sun anlatacaktır:

18 EK İM
Seni unuttuğumuzu sanma fındık kabuğumuz . . . Hiç unutma­
dık! Ama bugünlerde onca yaşam savaşı arasında biraz boşver­
dik galiba. Gerçi bizim savaşımız değildi bunlar. Biz her zaman­
ki gibi ölüm oyunlarına devam ediyoruz. Aşık oluyoruz, başka­
larının manda yüreklerine sığdıramadıklarını biz saniyeler için­
de o çılgınca atan kalplerimize sığdırıyoruz. Kırmızıya boyuyo­
ruz dünyamızı. Minik, renkli silgiler dağıtıyoruz; ellerimizi uza­
tıyoruz, kimse tutmuyor, olsun diyoruz, birbirimizin elini tutu­
yoruz. Kıskanıyorlar, kızıyorlar yine duvarlar örmeye çalışıyor­
lar. Bu onların savaşı, biz kimseyle kavga etmiyoruz, gülmekten
edemiyoruz. Bırakıyoruz tekerlekleri, yuvarlansınlar, biz mutlu
olmaya devam ediyoruz.

Ahıra girmeyen bir koçtum


Ot buldukça uçtum
A nayasada en büyük suçtum

Geceleri yaşamla ölüm oyunları oynamaya devam ediyorum


Kamnı damarlarımda hayalimdeki çağlayanlar gibi akmakta
Güzel kızları n ağlayarak ilahiler okuduğu gec'ede
Yanmakta olan bir Hintli cesedi g ibiyim

Bu son ş ii r deftere ve h ayat ı mıza girmeye çalışan gereksiz­


lerden birinindi galiba. (Fındık böyle yazmamı i stedi ! )

Ben arkasından,"yokluğunun nedeni a lfas i lind i , anti b i y o t ik -

45
ti" diye saçmalamaya başlamıştım ki Çetin döndü. Evdeki kala­
balık pek hoşuna gitmediyse de önceleri sesini çıkarmadı. Fın­
dık, Levent, .ben ve Çetin. Gayet keyifli gecelerimiz de oldu. Fa­
kat zaman geçtikçe Fındık' la benim samimiyetimi kıskanmaya
kendini dışlanmış gibi hissetmeye başladı. Öyle ki uzun bir ge­
cikmeden sonra regl olduğumda "bebeğimi düşürdüm" şeklin­
deki esprime "Fındık ' a düşürmüşsündür" diye cevap veriyor ve
bunu söylerken hiç de espri yapıyormuş gibi görünmüyordu.
Gerçi haksız sayılmazdı. Çünkü 24 saat Fındıkla beraber takılı­
yorduk. Yalnız ona değil çevremizdeki herkese sanki yokmuşlar
gibi davranıyorduk. Ama aslında her şeyi ve herkesi çok iyi ta­
kip ediyor, dikkatleri üzerimize çekmek için elimizden geleni
yapıyor, yeterince ilgilenildiği zaman da sadece birbirimizle
muhabbet edip olan biten her şeye insanları sinirlendirecek ka­
dar gülüyorduk. En büyük keyfimiz insanları kızdırmaktı zaten.
B irlikte takılmaya başlayalı çok az olmasına rağmen bütün Be­
yoğlu bizi rahatsız kızlar olarak tanım ıştı. Hemen hemen bütün
barlardan kovulmu ştuk. Sadece Judas bara gidebiliyorduk. As­
lında ordan da kovu lmak için elimizden geleni yapıyorduk ama
Furkan, peygamber sabrıyla bize katlanıyordu. Her akşam kö­
pek gibi içiyor; hap, esrar ne bulursak götürüyorduk. Bazı sa­
bahlar kafa kafaya verip barın bir köşesinde sızmış bir şekilde
bul uyorlardı bizi. Hiç istifimizi bozmuyor, bir şişe Güzel Mar­
mara alıp içmeye devam ediyorduk. Ogan, o sıralar dışarıya ser­
vis yapan bir pizzacıda çalışıyordu . Telefon edip pizza siparişi
veriyorduk. Adresimiz ya Mis Sokak oluyordu, ya da Parmak­
kapı Sokak. Bira fıçılarının üstüne oturup pizzalarım ızın gelme­
sini bekliyorduk. Karnımızı doyurana kadar Judas açılmış olu­
yordu ; akşam kaldığımız yerden devam ediyorduk. Arada sırada

46
para kazanacağımız tutuyordu ; birkaç kitap toparlay ıp
AKM ' nin karşısındaki köşede tezgah açıyorduk. İ lk satışı ya ha­
pa yatırıyorduk, ya alkole. Sonra da pek satış yapamıyorduk.
Çünkü kitaplarımızın üstünde sızıp kalıyorduk. Allahtan her ak­
şam hem bizi hem kitaplarımızı toplayacak birilerini buluyor-
'

duk.
Sevmediğimiz birileri eve gelecek olursa bin pişman oluyor­
du. Ya çorbasına akineton atıyorduk, ya uyurken yüzüne yumur­
ta akı sürüyorduk. Yumurta akı sürme muhabbetine bay ılıyor­
duk; yumurta akı cildi gerdiği için en son mimiği nasılsa insan
öyle kalıyordu. Birara çocuk oyunu da oynuyorduk; fındık dev
oluyordu , ben palyaço. Kreşleri dolaşıp para kazanmaya çalışı­
yorduk. Gerçi yaptığımız işi seviyorduk (hatta T V ' ye bile çık­
mıştık) ama organizasyonu yapan şizofren patronumuz bizi bi­
raz ciddiyetsiz bulduğu için bu macera çok kısa sürdü. Biz de gi­
dip bir model ajansına kaydolduk. Nedense her çekimde bize ya
alkolik ya da fahişe rolü veriliyordu. Habire küçük rol büyük rol
yoktur; büyük oyuncu küçük oyuncu vardır diyorduk. Setlerde
kuaförler dışında bizi herkes seviyordu. K u a för de, bir şişe su
alın da şu saçlar ını zı yıkayın artık diye yalvarıyordu . Ancak ayı­
labildiğimizi, s aç ylkamak için vaktimizin olmadığını an lay am ı ­

y o rd u.
B irara da radyo programı yapmaya karar verdik. Evde örnek
bir kayıt yapıp (programın adı "Şişenin Dibi" olacaktı) Hür
FM ' in kapısına dayandık. Fakat saat sabahın dördüydü. Az bi­
raz s arhoş t u k . Bir de onlara hediye olarak dört tane sabundan ayı
götürdük. Ayıların isimlerine bayıldılar : B irincisinin rengi s arıy­
dı, onun adı "sarı şekerim"di. İ kincisinin adı "k a lbine girerim" ,
üçüncüsünün "seni mahvederim", dördüncüsünün "bana şekeri-

47
ni ver"di. Neyse biraz fazla konuşmuş olmalıyız ki, birara her­
kes uyumu ş, radyo bize kalmıştı. Teknik bilgimiz olsaydı prog­
ramımıza hemen başlayacaktık. O gün olmadı, ondan s onraki
günler de. Deneme kay d ımı zı bile dinlemediler. Biz de uzun bir
süre Hür FM ' in telefon sapığı olaı:ak çalıştık.
Birbirimize kesinlikle hayır demi y o rd u k. Ne teklif edilirse
edilsin diğeri kabu l ediyordu . En tehlikelisi, yapıyordu da . . . İ lk
olarak o günkü kafamızı, ne tribi yapacağımızı kararlaştırıyor­
duk. Tantum mu, deksan mı, peracon mu , akineton mu, haş mı,
alkol mü, ceviz mi, bally mi? .. Veya ikili, üçlü ko kteyl le r mi?
H ep s in i aynı anda bul abile cek olsak, belki de hepsi olabilirdi.
Yaa, ş � nu al may al ı m , dağ ıtırız dediğimiz hiç olmamıştı. Evet,
her şeye evet diyorduk !
Fındık, sarışın, mav i gözlü bir Adanalıydı. Fiziksel olarak
birbirimizin tam zı dd ıyd ık . O s arışın , ben esmer; o uzun, ben kı­
sa; o mavi gözlü, be n kara . . . Hatta o kelken ben uzun s aç l ı , ben
kelken de onun saçları uzun oluyordu . tanıdığım en zeki hatun­
lardan biriydi. O da aile saadetinden nasibini almış, anne s iyle
b abas ı bo şandıkt an sonra anneannesi tarafından S am atya da '

özenle büyütülmüştü . En büyük av ant ajı, ben lisede ineklerken,


onun Yedikule ' nin fırlama t akımı y la esar içmeye başlam a s ı ve
üniversite için de pe k fazla çaba harcamamasıydı. Kısacası akıl­
lılığını gö s term i ş t i O da benim gi b i benimle tanışana kadar da­
. ,

ha çok erkek arkadaşlarla an l a ş ab i le n kı zl ard an m ı ş . Birbirimizi


bulduktan sonra çevremizdeki bütün kız ve erkek ar kad a şlar ge­
çe r l i l i k le r ini yitirdiler. Sanırım birazc ı k lezbiyenliğe eğilimimiz
olsaydı, İ s t anbul ' un g ö r ü p gö re ceği en utanmaz çift olurduk.
Ama ikimizin de en büyük h at as ı buydu: İ kimiz de erkekleri se­
v i y ord u k Sevdiğimiz zaman da çok daha tehli ke li bir hale ge li
. -

48
yorduk. Çok çabuk aşık oluyorduk ama çok çabuk vazgeçemi­
yorduk. Aşk için her şeyi yaparı cinstendik biz; dürüstlüğümüz
i nsanları korkutuyordu. B azen de bu kadar dürüst olunabileceği­
ne inanmadıkları için dalga geçtiğimizi sanıp inanm ıyorlardı bi­
ze. Zaten cidd i ye alınmamak en büyük sorunumuzdu. Palyaço
m akyaj ı yapıyor, acayip şeyler g iyiniyor, sabahlıklarla briç tur­
nuvasına gidiyor ve n iye c iddiye alınmadığımızı merak ediyor­
duk.
Fındık oldukça güze l bir kızdı. Hele Türkiye gibi kara kaş ,
kara göz, koca göt hatunların hak i m olduğu bir ülkede mav iş
gözleriyle hemen dikkat çekiyordu . Benim de Al lahtan gözle
görünür bir s akatlığım veya kocaman bir popom olmadığı için
idare ediyordum. G ittiği m iz herhangi bir yerde çevremizi he­
men birkaç şey budalas ı çev iri yor ve hep aynı yanılgıya düşü­
yorlard ı : B irkaç biray l a sarhoş olacağ ı m ı z , sonra uslu uslu on­
larla g ideceğimiz yanı lgısına. S onra ilk şoku hesabı öderken ya­
şıyorlard ı . Rahats ız kızlar ünvan ın ı kolay e lde etmem iştik. Sar­
hoş o l u p kollarına yığılmam i z ı beklerlerken, biz ya cin gibi sa­
baha kadar içiyor ya da sarhoş oluyorduk ama on l arın bildiği
sarhoş luklardan değildi bizimki s i !
İkimiz d e nedense sadece i ç k i i l e i p i koparabiliyor v e kor­
kunç agresif o l uyorduk. Gözlerimi kısıp "Fındık bak, şu kenar­
da otu ran hıyarı görüyor musun , day ak i st iyor" demeye başla­
m ı şsam , Fınd ı k sarhoş ol maya başladı ğ ı m ı anlıyor ve hemen ba­
na yet i şiyord u . Bu şeki lde yüz lerce kavga ç ıkarmıştık. Bazen
ancak bira bardaklarımızı kıtır kıtır yi yerek sakin leşebi l iyorduk.
Karşın ızdakinin gözlerini iç ine bakarak e l i nizdeki bardağı ye­
mek, s ıkı bir dayaktan daha etk i ley ici olabiyordu . B azen de cin­
s i yet i m i z i unutarak Fındı k ' ın bir d i skoda yaptığı gibi t işörtümü-

49
zü çıkarıp sütyenle oturabiliyorduk. Sanırım Fındık içince gö­
ğüslerini sorun yapıyordu . Çünkü İzmir ' deki bir barda masa
masa dolaşıp kendini şöy le tanıttı : "Merhaba, ben Fındık, İstan­
bul ' dan geldim, Bunlar da memelerim".
Bütün bunları yaşamanın tehlikeli olabileceğini de biliyor­
duk. Nitekim bir gün Gitarc ı ' da otururken, kendilerini avukat
olarak tanıtan iki psikopatın davetlerine uyup evlerine gittik. Ni­
yetimiz biraz içip kalkmaktı ama olmadı . Biz kalkalım deyince
onlar gitmeyeceksiniz dediler. G ideceğiz deyip çıkmaya çalı ş ır­
ken ben çeneme bir tekme, Fındık gözüne yumruk, S eren de
ayağına darbe aldı. Benim çenem dağılmıştı , kan içindeydim;
acile gidip diktirmek zorunda kaldık. O iki psikopatı bir daha
görmedik, yakalasaydık neler olurdu bilemiyorum ama çenem­
deki façayı her görüşümde onların validelerini , sülalelerini say­
gıyla anıyoru m .
Evde malzememiz varsa hiç dışarı çıkmıyorduk zaten. B i r
keresinde hapları çakıp 72 saat karşılıklı oturduk ve hiç susma­
dan biribirimize bir şeyler anlatı p durduk. Genelde kara kaplı
defterimizi e limize alıp y azıyor, çiziyor ve gülüyorduk.
Ş imdi defteri karıştırıken bakıyorum da yazdıklarımız başka
biri okusa kesinlikle bir şey anlamaz. Ama ben yaşananları, ne
anlatmaya çalıştığımızı bildiğim için hata gülüyor ve o günleri
çok özlüyorum. Mesela oturup cinsel organlara verilen isimleri
düşünmüşüz ve biz de bir isim bulmaya kara vermişiz. Kadın ve
erkek cinsel organlarını çizip , vajinaya "İbiş", penise de "İbişin
Korkulu Rüyası" ismini vermişiz. Tek perde müzikli güldürü
sahnelemeyi planlamışız. "İbişin Korkulu Rüyası"nı Ahmet Ali
Erbil ' in oynayabileceğine , "İbiş" için ise Skarlet gibi b ir yarışma
düzenlemeye karar vermişiz. Daha bunun -gibi ne abukluklar var:

50
Kıçımla deve izi yapsam yine size yaranamıyorum dedi genç
kız. Uyuşturucu kullandığı için gözleri çakmak ç akmaktı. Be­
şinci çiftlisini yakmaya çalışıyordu; öksürük krizine tutuldu . Ye­
diği salçalı ekmekli yumurtalı makarna midesine dokunmuş ola­
cak ki biraz sersemlemişti. Yoksa mal çok iyiydi, vücudu tahriş
ettiği hiç görülmemişti . Zaten vücudu tahriş etmesin diye 25 ta­
ne hap almıştı. Sağlığına çok dikkat ederdi. Mesela sigaralarını
yapışkanlı kağıtla sarmaz, illa ki Arap çarşafı kullanırdı. Kızın
bu ihtiraslı ve gururlu hali genç adamı pek etkilememişti. Çün­
kü ortalıkta genç adam filan yoktu.
Küçükken cıva yutmuş olan ben kendini Villy adlı ekose ce­
ket zanneden Fındık, kültür faaliyetlerinde bulunmaya karar
verdik. Önce bir şarkı yazdık:

Gel sokağıma gel


Yatağıma gel
Kadehim i doldur
Sigaramı sar
Hadi hazırı m yeter ki
AYIK OLMASIN A ŞK

Sonra bir şiir:

Ben bir topum benekli


Bir avuç bok g ibi sinekli
Fırlatı rsan uzaklara
Döne dön e g elirim geri
Saydam bardakları n üzerindeki diş izleri gibi
Ben bir topum benekli

51
Yıt varlamyorunı deli deli
Sokak çocuğu gibi kirli
Ben bir topum benekli . . .

H atta bir dilekçe :

İ . Ü . C .T. F. Dekan l ığına


İSTAN B U L

Okulunuzun . . . . . . . . . . . nolu öğrencisiyim. 93-94 yı lı ilk staj ı nı


o l an dah il iye staj ına kağıt üzerinde devam etmem gerekirken,
kay ıt yenilemem için gerekli 6000000 TL. 'sını tem in edemedi­
ğim için şu ana kadar palyaçoluk dah i l değ i ş ik işlerde çalışma­
ma rağmen biriktirmek şöyle dursun, bir o kadar da borç landı­
ğ ı m iç in staj ıma başlayamadığımı herhalde farkctmcmişsinizdir.
M a l i duru mum düzelene kadar kaydı m ın dond urulması için ge­
re �en işlemlerin yapılmasını arz ederim.

Romanı mızın sadece ismini ve önsözünü y azabi ldi k :

İKİ Ş İ ZOFREN KIZI N G Ü NCES İ


Bu kitapta anl at ı l anların gerçek o l ay, k i ş i ve kuru l uşlarla il­
g i s i vardır. Ama kafanız karı şsın d i ye kadı n l ara erkek , erkekle­
re de kad ın muamelesi yapt ık. N a s ı l o lsa ön sözleri okumadığı­
nıza göre burda açı k lamakta bir sakınca görmüyoru z . Kitabı ya­
zarken yardımlarını e s i rge meyen çiğköftec i m iz Ampul İbo ' y a ,
Zil h;i 'ye, bütün torbac ı l a n m ıza, teke l bay ilerine , bar sahiplerine

52
(Gitarcı ve Pazz Spot hariç) teşekkürü bir borç biliyoruz.

Hele öykülerim i z :
Ben kuşkonmaz yemeğ inin ne olduğunu bilmem. Hiç merak
etmedim zaten; pişmezdi bizim evde. Ev de ev miydi, değ i l miy­
di bi lmem zaten . B ir yemeğin ü zerine ku ş konsa ne olur konma­
sa ne olur yan i .
Yatıyorum b i r ç a m ağacı nın dibinde. Koku bombac ıkları he­
nüz patlamam ış ve çam fabrikası henü z sakız ü retim ine geçme­
miş.
Hayallerimde h e p üzerime gelen bir salyalı köpek vardır. Yi­
ne geliyor. Kulaklarını dikmiş, salyalarının parıltıları gözle�ine
vurmuş , amacın ın b i l incinde, aç ılmış ağzıyla gel i yor. Yavaş ya­
vaş ama ş iddet l i . . . Her salya önce o ağızdan kurtul manın neden­
sizl iğiyle fırlıyor, sonra doldurulmuş k in i , vahş i l iği savunurcası­
na yüzüme yapışıyor. Renkler değ i ş iyor. Çirkin bir köpek bu,
beni korkutuyor. Keşke sarımsak yem i ş olsaydım d iye dü şün­
meye başlıyorum . B ir sürü sarm ı s ak y a da sarm ı s aklamasak.
Ağzım koksa, çok koksa. Çam ağac ı bile rahatsız olsa. Belki kö­
peğe olan korkum yok ol urdu o zaman. Ya da kuşkonmaz yemiş
ol saydım vakt inde. Yine korkmazdım bu ç irkin köpekten.
Defalarc a , durmaksızın zıplayan bi r pire bile bi tirir aslında
şu itin işini. Ama ben im gücüm hiç yok.
Nefret ediyorum salyalardan . Bir bardağa iht iyac ım var. Şef­
faf ve cam bi bardak olmal ı . İçine doldurmalıyım bu salyaları ,
kan kokmalılar, içlerinde binl erce çığlık saklı olma l ı . B ardağa
baktıkça k orkacağımı biliyoru m . Zaten korkmak için yapıy orum
ben de bu önems iz i ş i .
Uğultu tren i tüne lden geçiyor. Ku lak larım b i l e nefret le dol-

53
du. Rahat değilim oturduğum yerde. Çam ağacından haberim
yok. Ama kalkamıyorum da; kalakaldım. Niye bu ağacın altın­
da yattığımı düşünmeye zaman yok. Köpek iyice yaklaşıyor. Sol
elimin başparmağının tırnağının etini bir kere ısırdım . Köpek şa­
şınr gibi oldu. Gülüyorum, kahkaha atıyorum; yine ısırıyorum,
yine gülüyorum. Isırıyorum; gülüyorum.
Köpek şaşkın, çam ağacı kaygılı. Ben hfila gülüp ısırıyorum.
C ınım yanmaya b � şladı ama düşünemem şimdi bunu. Parma­
ğımdan kan akıyor. S akin olmalıyım, ama beceremem. Salladık­
ç2 elimi , damlacıklar bir sürü halinde köpeğin suratına yapışı­
yor. Güçlüyüm artık, duramam.
Karşımdaki canavar köpek biraz sinirlendi galiba. Deliler gi­
bi kuyruğunu sallıyor. Tünele ikinci tren girdi.
S aygısızlık etmek istemiyorum aslında ona. Ama anlatamam
ki . . . Anlamaz ki, kudurmuş. Gözlerinde ölüm, bumunda kan ko­
kusu, ağzında nefret şelalesi , kulaklarında ise bir tren var. Aslın­
da çok acınacak halde. Ama kudurmuş o. Ona acımanın değil
ondan korkmanın zamanı. Gülmeyi kestim, parmağım hfila ka­
nıyor, salyalar akmaya dev am ediyor. Ben gülmüyorum, korku
yine sahnede, içim acıyor. Kaygılıyım. Kasımpaşa' daki sarhoşu
görüyorum; bana yaklaşıyor. Ü zgün. B ir cinayete tanık olduğu­
mı söylüyor. İ nan ıyorum ona. Kanlı elime iki tane muhabbet ku­
şu koyuyor. Muhabbet etmiyor bu kuşlar. Daha çok korkuyo­
rum. S arhoş uzaklaştı yanımdan. Gitmesini hiç istemiyorum.
Kal diyemedim, niye üzdü beni şimdi anlamadım. Ben ne yap­
tıı n ona; onu da anl amadım . Ben sadece sevdim onu.
Kuşların tüyleri kandan ıslandı, gözgöze geldik kuşlarla. Ü z­
gün bakıyorlar, korkuyorlar. Onlar da benim gibi t itriyorlar.
Çaresizim. Köpek kudurmuş tamamen, her an üzerime atla-

54
maya hazır. Korku ayakta alkışlanıyor, üçümüz de titriyoruz.
Salya yağmuru yine başladı. Parmağım acıdıkça bu kudurmuş
köpeğin her ısırışını hissetmeye başladım. Bunu saldırıya başla­
dığı anda yapmalıydım, ç aresizim .
Köpek gözlerini gözlerime kilitlemişken başarıyorum; iki
muhabbet kuşunu da ona fırlattım, ikisi de uçmadı. Suratına çar­
parak yere düştüler. Kanlı tüyleri haberci oldu ölümlerine, çir­
kin köpek bir hamlede dişlerini geçirip parçalayıverdi onları. Ve
deliler gibi koşmaya başladı . Yerde sadece birkaç tane kanlı tüy
parçası kaldı. Korkuyu da ölü kuşları da alıp kaçtı sonunda. Ra­
hatlıyorum, ü zgün değilim, köpeği de, kuşları da, sarhoşu da
unutmak istiyorum. Ayaklarımla to prak atmaya çalışıyorum tüy­
lere, gömüyorum iki kuşu ve bir muhabbeti daha.

Oyunumuzda sadace karakterleri ve dekoru yazabilmiştik:


B aba : Kürt , metal dinliyor, kendin i kızılderil i sanı yor.
Büyük Çocuk: Erzurumlu, çay ocağı i ş l et iy or.
B ü y ü k K ı z : Punk bir doktor, s i v il polis l ik yapıyor.
Mükremin: Felçli, şaşı, hem de kedi.

Dekor: İnek postu serilmiş bir oturma odası, yağlıboya sebze


tasvirlerinden oluşan tablolar var. Tavan çok yüksek, u zu n ve
kocaman bir palmiye, köşede bir kamyon, damperinde minder­
ler ve TV. Ö nde de müşterileri , garsonlarıyla çay ocağı. Arkada
bi rk aç m e z a r g ör ü l ü y or Köşede ça rm ıh a ger i lm i ş bir insan i ske­
.

leti du r u y or
.

Bir de p ren s i p ler i m i z vardı :


Pre n s i p 648 : A s l a votka-vişne içmeyeceğiz.

55
Prensip 649 : Vot k a viş n e n i n içinde bir yudum portakal olur­
-

sa içeceğiz.
Pren sip 346: Dördüncü boy uta her gidişimizde kırmızı giye­
ceğiz.
Prensip 696 : Pazar günleri pazar konseri s ı rasında banyo ya­
pıp, 9.5 arayacağız. -

B öy lece pren sip sahibi k ı z l ar o l m u ş t u k . Defterde bir sürü de


vecize vard ı :
D ü n hiç tanımadığım b i r erkeğe sırf sana benziyor diye 20
TL. ve sakız posteri verd i m .

B ir zamanlar şişe lere mandal verirlerd i .


B u zaman l ar ş i şeler pet olduğundan d o l a y ı d ı r k i
N e mandal veri l iyor n e d e çamaşır i p i .
Ş i şeler l ingo l ingo
Rakı da içmişsiniz siz bensiz
Ben de c i garam ı üflerim sizlersiz.
Tav şan k a ç oyununda gördüm s izleri nas ı l d a neşe l iydini z .
Tav şan kaç ıyor. s izler kovalıyorsunuz.
Tavşan kaç ı yor,
S izler. . .

Fın d ık ' l a b i r sene birl i kte oturduk. Hemen hemen hiç ayıl­
madığıın ı zı söyleyebi lirim. Sonra bir akşam k ı yamet k o p t u . Çe­
tin Fın d ı k ' la ben im i l i şkime art ı k kat lanam ıyord u . Gerçi üçü­
müz birarada o l d u ğumu z zaman çok iyi an l a ş ı y ord u k . Ama iki­
m iz d ı ş ard a olduğumuz zaman Çet i n bunal ı m l ara giri yordu . O
gece kavga nasıl b a ş l adı bilmiyoru m . B i ranı Fmd ık tuvalete gir­
d i , seslen ip benden m akas i �tedi , hiç düşünmeden verdim. Tuva-

56
Jetten ç ıktığında hepsi gitmişt i , yani keldi. O gece amcası gelip
Fındık ' ı götürdü.
B ir süre telefon l aştık. S onra Adana ' y a gi ttiğini öğrendim.
İ y ice rayı ndan çıkmış evl i liğiml e , b i raz daha uçurmuş bir şe k i l ­
de kalakaldım.
O sıralar tam bir esrarkeşti m . Kendi m bulamasam bi le içen
biri lerini bulup onlara takılıyord u m . Esrar sanıldığı gibi normal
ha y att a n koparan, biljnci y itirttiren, sarhoşlaştıran , ay ı ltan- ba­
y ı ltan bir madde değ i ldir. S adece keyi f veren, fizyolojik olarak
bir k r izi olmayan, k imy a sa l olmayan bir maddedir. Yüzy ı l lardır
sanatçılar, alimler, k ra l l ar , pad i ş a hlar tarafından keyf veric i ola­
rak kullanılan, kendine has bir geleneğ i , kültürü olan bir içecek­
tir es rar. Evde agre s i f fırtınalar estire n , karı s ı ve çoc u kl arı nı bez­
di r m i ş , despot babanı n bir tek kağıtlı içtikten sonra saatlerce
evin bebeğ ini seyredip gü lmesi kötü olabi l i r mi? B uzdo labınız
d oluy s a günlerce evden çıkmadan Türk fi l m leri seyred i p gülebi­
l irsiniz. Komiklikleri fark et mey e başlars ınız, gü lersiniz.
Benim de ihtiyacım olan buyd u . Ga liba sürekli içiyord u m .
A l kolden daha az zarar verd iği kesindi . Art ı k arıza ç ı k artm ı yor,
kavga etm iyordum. B u sırada tekrar t i y atr o ya aşık oldu m . Dev­
rimci tiyatro gru plarımızdan birinde oy namaya başladı m. Ses­
siz, sakin provalara gidiyor, evime dönüyordum . B ir süre sonra
Çet i n de t i y at ro da teknik ele man o larak çalışma y a başlayınca
bütün g ünümüzü orada geç i rmeye başl adık. Para kazanmıyor
ama ç a l ı ş ıy o r , çalı ş ıyord u k .
Devrimci y ö n et m enim ve oyuncu arkadaşlarım tarafından
çok s e v i ldiğimi , ben im de onları çok sevdiğimi söyleyemem
ama i ş i n iç inde bir oyun varq,. ve ben o büyülü y eri , sahn e y i çok
özlemi ştim. Her gün hayalkırıkhğı yaşamama rağmen, her gün

57
yeni bir hevesle provaya geliyordum. Oyuncudan çok devrimci
insanlarla, aj ite bir oyunda ne işim vardı bilemiyordum. Ama
güzel bir oyun çıkarabilmek için elimden ne gelirse yapıyor­
dum. Para yoktu , her şeyi yoktan var ediyorduk. Grubun içinde
"Yalan Rüzgarı"nı ikiye katlayacak kadar adi entrikalar dönü­
yordu . Yönetmen karısının yanında oyuncusuyla aşk yaşıyor,
kulis dedikodularla karışıp duruyordu. Zaten hemen iki ayrı ta­
raf oluştu. İkili, üçlü kavgalar başladı.
Savundukları şeylere karşı değildim; ben de düzenden şika­
yetçiydim. Deniz' in resmine bakıp "Aşkolsun çocuk, aşkolsun"
derken benim de gözlerim doluyor, marş söylerken benim de yü­
reğim kabarıyordu. Ama daha kendi kişilikleriyle sorunları olan,
kompleksleriyle başa çıkamayan bu insanların emek, halk, dev­
rim derken süphanekeyi okuyan yedi yaşındaki bir veletten pek
farkları kalmıyor, birbirlerinden özeleştiri falan istedikleri o cid­
di tartışmalarda "benim babam- senin baban" kavgası yapan
çocukları andırıyorlardı. Ne kadar pembe bakmaya çalışırsam
çalışayım, ne kadar görmemezlikten gelirsem geleyim onlar
masturbasyon yapıyorlardı. Dişe dokunur bir şeyler yapamıyor,
daha önemlisi yıkamıyorlardı. En çirkin durum ise onların da
paraya tapması , onların da birbirlerini sömürmesiydi. Kreşlerde
palyaçoluktan sonra büyük oyunda oynamak benim için cezbe­
diciydi ama ben masturbasyonumun farkındaydım ve bu beni ra­
hatsız ediyordu . Teatral olarak, yaptığımız iş hiç içime sinmi­
yordu . Oynadığım amatör oyunların çoğunda daha profesyonel
çalı ştığımızı farkediyordum. Her şeye rağmen oyunun çıkması
için büyük bir şevkle çalı şıyordum. Bu şevki Çetin 'e de bulaş­
tırmıştım. Bazı geceler iki adım ötedeki evimize bile gitmiyor,
tiyatroda sabahlıyorduk.

58
Ve nihayet bütün imkansızlıklara rağmen oyunu çıkardık. Ü ç
buçuk saat süren, grubun kuruluşundan bu yana oynadığı oyun­
l ardan alıntılarla, yaşanılan zorlukları anlatan bir oyundu. Ben
de bacak bacak üstüne atıp büyük laflar etmeye çalışan, süslü
kokonaları canlandırıyordum. Grubun en yenisi, en güvenilme­
zi olduğum için çerez roller bana verilmişti. Ben yine de sahne­
de olduğum için mutluydum. Daha iyisini yapabileceğimi ben
de biliyordum, onlar da.
Oyunu birçok sefer oynadık. Dolu salona oynadığımız da ol­
du, on kişiye de. Fakat bir türlü para alamıyorduk. Karı koca ça­
lışıyorduk ve karnımızı doyurmak zorundaydık. Tiyatronun mü­
diresi ölmeyecek kadar karnımızı doyuruyor ve çok güzel duy­
gu sömürüsü yapıyordu. Derken, benim sınavlarım yüzünden
katılmadığım Anadolu turnesinde kıyamet koptu. -daha doğru­
su, kopmuş. Yönetmenin oyuncusuna tokat attığı bir kıyamet so­
nucunda sekiz kişi gruptan ayrılmış . Benimle birlikte dokuz ki­
şi oyunu bıraktı ama dayağı yiyen eleman, varolabildiği tek yer
o tiyatro olduğundan olsa gerek yönetmenini terk edemedi. Ney­
se, bu aile tiyatrosunun skandalları tiyatro çevresinde zaten bi­
l indiği için ayrıntılara girmek istemiyorum. Tek bildiğim bizim
ucuz kurtulduğumuz . . .

1 6 Ş U B AT/ ŞEHREM İ N İ
İ şte yine oturuyorum yalnız başıma. Sigara içiyor ve düşünü­
yorum. Fındık ' ı , Çetin ' i, insanları , insans ıları , C . T. F ' y i ,
A . B .T. ' yi. . .
Yeni oturma odamızda oturmuşum
Oturmuş da bir bira almışım
S ırf kafa yapacağa benziyor diye

59
Efedrin götürm ü ş ü m
Fındık ' ı aram ı ş , u y a n d ı ramam ı ş , konuşamam ı ş ı m
Cerrah i kita�ın ı karş ı m a koy m u ş u m
Dan i m arkal ı b i ra m , Danimarkal ı sev g i l i m g i b i
İ ç s e m bir t ü r l ü , i ç m e s e m o l maz.
İ Ç İ CE M !
MTV ' de kel b i r kız
Fın d ı k deği l O ' Conner
S i garan ın boş o l m a s ı g i b i bir şey bu
S e y redecem
Ben g a l iba h a y a t ı m boyunca i k i arada g i d i p ge l icem
Korn işteki perde g i b i ,
raydan ç ı kana d e k . . .

Fın d ı k dönd ü . Kendi m i ze "Take tea and see , take lsd and be"
y azan i k i tişört hazırlay ı p , k a l d ı ğ ı m ı z yerden devanı ediyoruz.
Ş i m d i bir de Seda var. İzmir ' den geld i . Oldukça güzel bir k ı z ;
h e r a k ş a m onu b i r i l erine satıp ç atlayana kadar i ç iy oru z . Fınd ı k ,
Çet i n y ü z ü nden b i zde k a l m ıyor, a m a y akınd a böy l e bir soru n u ­
muz ol mayacak. Ç ü nkü Çetin askere g i tmeye karar verd i .
G ü n ü m ü zde Ley l a i le M ecn un h ikayeleri böy le b i te b i l iyor.
Gerçi L e y l a , Mecnun d ı ş ın d a herke s l e yatarak i ş in bokunu çı­
kard ı a m a b i r d e g özden ırak o l m a sorunu , var.
G i t m e ! S e n de g i dersen ben iy ice dağ ı t ı rı m . İ y i köt ü y i ne sen
ayakta t u t u y o r s un ben i . İ y ice kopacağ ı m ı , s ı y ı racağ ı m ı b i l iyor­
s u n.
G i t m e ! Ya başkas ı n a a ş ı k olursam? . .
G i t me ! Ömründen i k i sene çal maları n a izin verme. S a v a ş on­
l arın savaş ı , sen in. ne işin var?

60
G itme ! Ölüme gidiyor olabi lirsin veye beni ölüme terkediyor
olabi lirsin.
G itme ! B ir yolunu bulup yurtdış ına kaçal ı m , her şeye yeni-
·

den başlayalım.
Gitme ! Mazeretim olabilirsin.
G itme ! Döndüğünde beni bulamayacaksın.
GİTTİ . . .
Önce B i lecik ' e sonra savaşa, Cizre ' ye. Çetincik memetçik
oldu !
B i z de üç deli güneye, tatile yol landık. Otostop yaptığımız
ilk arabada içmeye baş ladık ve hemen hemen hiç ayı lmadık.
Önce Ku şadası ' ndaydık, hiç paramız yoktu . Nası l o l sa iş bulu­
ruz diye düşünüyorduk ama hiç iş aramadık. İlk gün plajda kam­
yonlarıy l a tatile gel mi ş, iki kamyoncu gençle tanı ştık. 18 yaşın­
da iki fırlama ! B ir-iki geyikten sonra eşyaları m ı z ı geç i c i olarak
on l arın kamyonuna bırakt ık. Çocuklar kamyonun arkasına bir
çekyat , tüp, masa falan koymuş neredeyse karavan haline getir­
m işlerdi . B i rkaç bira fal an derken eşyal arım ı z ın y anına biz de
yerleşmiştik. İçkilerimiz bitt ikçe çoc u klar gıcır gıcı r 2 5 0 binlik­
ler verip bizi markete gönderiyorlard ı . İyi yere dükkan açm ı ştık.
Bu durum böyle üç gün sürdü . Öğle güneşinin alt ında içmeye
baş lıyor, ikindi g ibi ilk sızı ş ı m ızı gerçek leştiriy or. ayı l ı nca de­
vam ediyorduk. G ec e gene ll ikle kamyonu deprem oluyormuş
gibi sallayan şehvet iyle Seda kirayı ödü yor. Fın d ı k ' la ben de
kamyonun tentesinden s ızan ışıklara dalıp Saylonlu larla N öro­
batlıların y ı ldız savaşlarını seyred iyorduk. İçip i ç i p dağıtan biz­
ler sayesinde kamyonun bütün gece yay l anması plaj ve otopark
sak inlerinin o ldu kça dikkatini çekm iş o ls a gere k , bir gece vatan­
daş ın biri dayanamay ıp kamyona tırmanmaya kalktı. Bu arada

61

250' liklerin sahte olduğunu farketmiştik. Ertesi gün Kuşada­
sı ' nın yerlisi olan bir başka velet pansiyonlarında kalabileceği­
mizi söyleyince hemen kabul ettik. Kamyoncu arkadaşlarımız
ayrılışımıza bayağı bozuldular. Ne de olsa sayemizde ömür bo­
yu unutamayacakları günler geçirmişlerdi. Sadece Seda'nın de­
ğil benim de onlara kıyak geçtiğimi boynumdaki morluktan an­
ladım. Hiçbir fırsatı kaçırmamışlardı . Onları fazla hafife almış­
tık.
Pansiyonda hanım hanımcık takılmaya kalkınca sabahında
kendimizi kapıya konmuş bulduk. Neyse ki bu arada barlardan
birinden Fındık ve Seda' ya iş teklif edilmişti. Fakat biz adadan
da harmanlıktan da sıkılmıştık. Çay, şeker, gripin, aspirin bile
sarıp kafa yapmayı denedik, olmadı. B iz de yeniden yollara düş­
tük.
Bu arada bende bir eroin saplantısı oluşmuştu . Bulamayaca­
ğımı biliyordum ama yine de her gittiğim yerde kırk yıllık ero­
inmanmışım gibi eroin arıyordum. Fındık daha önce bir ay ka­
dar denemişti; ben de deneyecektim . Kafaya koymuştum. Kızlar
Bodrum ' a devam ederken, ben İ stanbul ' a döndüm.
Madde daha vücuduma girmeden bağımlı olmuştum sanki.
Hep, ne zaman karşıma çıkacak diye bekliyordum. İ lk fısatta de­
neyecektim. B üyük bir ihtimalle çok sevecek ve o dönülmez yo­
la girecektim; karar vermiştim. Bu bir nevi kendimi yok etme
planıydı. Teorik olarak eroin hakkında hemen hemen her şeyi bi­
liyordum. Artık eylem zamanıydı. Yavaş yavaş mutlu sona iler­
lemeliydim. C ihangir ' deki evde sabah sabah karşıma çıkınca
hiç tereddüt etmeden dayadım burnumu . B u burun her yere so­
kulmalıydı ya! .. Bütün günümü tuvalette kusarak geçirdim ama
kendimi çok iyi hissediyordum. Gerçi beklediğim mucize ger-

62
çekleşmemişti ama ilk denemenin yanıltıcı olabileceğini de bili­
yordum . İkinci randevumuz için çok fazla beklemedim. Sokak­
taki bütün torbacıları tanımam birkaç gün bile sürmedi. Bu ara­
da Fındık da bana katılmıştı. İ kimiz yanyana olunca da ne para
bulmakta zorlanıyorduk ne de torbacı bulmakta. Hala kriz yaşa­
mamıştık. Nedense bize bir şey olmayacak gibi geliyordu . B ir
süre evcilik oynar gibi eroinmancılık oynadık. Her şey çok gü­
zel gidiyordu , buraya kadar hiçbir sorun yaşamamıştık. Çi z gile­
ri çekiyorduk ve yarısını Fındık, yarısını ben alıyordum . Sonra
huzur dolu, mutlu ve kaşıntılı bir şekilde bir bara gidip oturuyor­
duk. B ir o taklaya geliyordu , bir ben. Taklalarımız şiddetini yi­
tirmeye başlayınca da tekrar para toplayıp torbacının yolunu tu­
tu.y orduk. Torbacının evinde çok pis bir koku vardı; bir an önce
işimizi halledip çıkmaya çalışıyorduk. O kokuyu tekrar kendi
evimizde hissedebileceğimiz hiç aklımıza gelmiyordu. Bir gün
kokunun ne olduğunu anladık. Fındık S amatya'daydı , ben Ça­
pa'daki evde. Taksim 'e çıkmamı ştık, hiç zulamız yoktu ve kaçı­
nılmaz sorun gerçekleşiyordu . B urnumuz akıyor, kemiklerimiz
ağrıyor, bedenimizden pis pis kokan ter damlaları fışkırıyor ama
üşüyorduk. İşte o koku bu kokuydu . Eroinman kokusu ! Artık
kriziyle, koku suyla eroinmandık .

Artık her şey değişmişti. Şimdiye kadar değişik uyuşturucu


ve uyarıcı maddeler kullanıyordum . Tabii ki gurur duy m uyorum
ama sonuçta kendimden başka kimseye zarar v e rmiyordum .

Şimdi ise eroin beni kullanmaya başlamıştı. O , parayla besle­


nen , bencil, kıskanç, s insi ve çok zeki bir yaratıktı sanki. Onun
kollarında sonsuz bir huzur bulup her şeyi unutmak mümkün
oluyordu. Ona güvenip teslim olmaktan başka şansımız olmu­
yordu. Onunlayken her şey tozpembe olmuyordu, abartılı bir

63

mutlu luk söz konusu değildi ama onsuzluk korkunçt u .
Dört v ites li beynimi be şinci vitese al m ıştım ve geri dönüşüm
imkan sızdı artık. "H" ile y avaş yavaş intihar edebi leceği mi sa­
nıyordum . Baş larken, şimdiye kadar olan yaşam ı m ı sona erd ir­
diğ i m i , intiltarın zaten gerçekleşmiş olduğunu farketmem uzun
sürmedi. Yaşam şekl i m , k i ş i l iğim, her şey çok farkl ıydı artık.
Over doz la yavaş yavaş ö lecek olan başkasıyd ı , ben değ i ldim.
Yit irecek hiçbir şeyim kalmamışt ı , iradem i ona teslim etmiştim.
Özgürl üğü nden kimseye ödün vermemiş olan ben , onsuz olamı­
yordum a rt ı k . Ke s i n l ik l e özgürl üğümü kaybetmiştim.
İ l k kri z i m i zi çok hafif atlatı p, "ha, biz bunu istediğimiz za­
man bırakı r ı z " yanı lgısına düştük. Fındı k ' l a daha h ı z l ı b i r şek i l ­
d e " H "e devam etmem izin üstünden ç o k fazla geçmem işti k i ,

F ın d ı k ı n annesi k ı z ı n ı n zaman zaman grip olmas ındak i , kaşın ­


. '

ma s ı nda k i t u h a fl ı ğ ı farkett i . B i rkaç g ü n s ı k ı takipten sonra da


foyamızı me y d a n a ç ıkardı . Art ı k Fındık ' ın ben i m le görüşmesi
yasakt ı . Ya ln ı z beni mle görü ş m e s i değ i l , d ı şarı ç ıkması da ya ­
saklan m ı ş t ı . B u zorak i tedav i , henüz b ağ ı m l ı l ı ğ ın başlangıç e v­
re s i n d e o l an F ı n c.l ı k ' ı kurtard ı . Ben i se y a l n ı z l ı ğ ı m ı bah ane edip
iy ice gömüldüm "H"in iç ine .
B u s ı rada k a r d e ş i m üniversite imtihan ı n ı kazanı p y an ı ma ta­
ş ın d ı . Bendeki garipliği farketmesi de pek uzun sürmedi. Ama
anneın leri n hfüa h a beri yokt u . Kocam a s k e rde olduğu i ç i n bana
her ay bel l i bir para gönderiyorlard ı ama bu para ben i m bir h a f­
ta l ı k " H " ihtiyac ı m ı bile karş ı l am ıyor, sürek l i para aramak zo­
rund a k a l ı y o rd u m K itap sat ıyor, filmlerde fi g ü ra n l ı k y a p ı y o r
. ,

para için her fı rs atı d e ğ erl e nd i r i y o rdum O s ı ra l a r a l ı şv e r i ş yap­


.

t ı ğ ı m İ s h a k Ahi. a y a ğ ı m kes i l mesin di ye param olmasa da kıyak


y apıyordu. Ne de olsa iyi bir m ü ş teriyd i m .

64
Salgın bir hastalıktı sanki; kafamı k ald ırı p çevreme şöyle bir
b ak ın ca bütün tayfanın ben imle aynı d urumda olduğunu gör­
d ü m . B irileri sihirli değneğiyle dokunmuş, düne kadar pogo ya­
pıp kafa sallayan, bir-iki birayla sarhoş olan, ağrı kesicilerle ka­
fa yapabilecekle ri ni sanan on yedi, on sekiz y a ş ı nd aki veletler
bile kollarında iğne ile dolaşır o lm uş l ard ı. Soner 'in ölümüne ka­
dar eroinin lafını etmeyen, Soner'den sonra da eroine iyice te p­
ki duyan biz eskiler ise öyle bir karambole ge lmiş t ik ki, hiçbiri­
miz ne olduğunun farkında değildik. S anırım ilk kez Nesrin ile
birlikte olan Şadiye kullanmaya ba ş lad ı . Dedikodusunu yapıp,
cık cık diyen diğerleri kaşl a göz arasında Şadiye ' nin müridi olu­
vermişl erdi. B iri çıkıp, hadi ero ine başlayın diye komut versey­
di ancak bu kadar birlikte hareket edebil irdik. İşin g arip yanı bir
parça esrar bulabilmek için binbir dolap çevirmek zorunda kalır­
dık ama şimdi para b uld u ğ umuz anda "H" de bulabilir hale gel­
m i şt ik. Her k ö ş e b aşında bir torbacı bekliyordu . Zaten artık es­
rarın yüzüne bakan kalmamıştı. Ü ç-beş kişi bir ar ay a gel i yor,
yüklü bir miktar a lı p paylaşıyorduk. A lmay a k i m g i tmiş se o bu
'

iş te n biraz daha karlı çıkıyordu. "H" esrar gibi p aylaşı l ma s ı


zevkli olan bir madde değildi, herkes had satbada bencil olmuş­
tu. Her zaman para kap tı rma riski vardı. Hiçbir torbacıya güven
olmuyord u .
Ben İshak Abi 'yi · keşfederek bayağı avantajlı bir pozisyona
g i rm iştim . Adamın evine g i ttiğ i m i ç in, saat kaç olursa olsun ke­
sin buluyordum. Her gidişimde bir çizgi kı yağımı da alıyordum.
Kısacası İ shak Abimi çok seviyordum.
Böyle devam e demeyec eğ i m i biliyordum . Oldukça zayıfla­
mış, görünü ş olarak da tam bir eroinmana benzemiştim. Zaten
ufak tefek bir hatundum, gittikçe küçülüyordum. Kendi kafama
65
göre çaktırmadığımı sanıyordum ama epeyce deşifre olmuştum.
Hastaydım, Gitarcı 'da oturmuş para bulabileceğim birilerini
bekliyordum. B urnum akıyor, kemiklerim sızlıyordu. Herkesten
ve her şeyden nefret ediyordum. Garson yanıma gelip içerde bi­
rilerinin beni çağırdığını söyledi. Hiçbir şey düşünmeden kalkıp
içeriye yöneldim.· Tanımadığım, bıyıklı bir adam oturuyordu.
Kırk yıldır tanıyormuş gibi ismimle hitap edip yanına oturttu ve
konuya girdi: "Ben narkotiktenim, eroin kullandığını biliyoruz.
Sen bize yardım edersen biz de sana yardım ederiz. B u işin so­
nu yok, biliyorsun. Eroini kimden aldığını bize söyler misin?"
Kalakalmıştım. "Halimi görüyorsunuz, krize girmek üzereyim .
. Alacak birilerini biliyor olsam burda böyle oturmaz, gider teda­
vi olurdum." dedim. Çok kötü görünüyor olsam gerek ki , üzeri­
me fazla varmadı.Tam bu sırada başka bir eroinman hatun içeri
girmişti. Bunu fırsat bilip hemen uzaklaştım. Eve gidip çantamı
topladım, kardeşim gelince onu da yanıma alıp Çapa Tıp Fakül­
tesi Psikiyatri Kürsüsü 'ne gittim. Nöbetçi doktora tıp öğrencisi
olduğumu, biraz sonra eroin krizine gireceğimi söyleyince beni
hemen yatırıp koluma serumu taktılar. Diazem v s . yardımıyla
uyumuşum.
Rüyamda kafası olmayan bebek vücutları vardı. Nasıl olu­
yorsa bağırabiliyor ve deliler gibi benden kaçıyorlardı. Onları
yakalamak, sevmek istiyordum. Peşlerinden koşuyordum ama
tam yakalayacakken kayboluyorlardı. · Rüyamda bile İ shak
Abi' nin evindeki o kokuyu duyuy�rdum. Sonra paket paket ero­
in buluyor, burnuma pipeti takıp tam çekecekken burnumdan
kanlar boşanıyordu. Kan boşa gitmesin, kap bulup doldurmalı­
yım diye düşünüyordum. Kardeşimin sesiyle uyandım.
Servisteki tek bağımlı bendim, benim dışımdakiler hep deli

66
dediğimiz hastalardı. Hepsi o kadar mutluydu ki. . . Kendi dünya­
larında yaşıyor, kimseden bir şey beklemiyorlardı. B ütün gün
TV 'de klip seyredip şarkı söylüyor, hemşirelerin "ilaç saati ha­
nımlar! " uyarısıyla kuyruğa girip ilaçlarını alıyor, sonra yat,ıkla­
rına gidiyorlardı. Hele Deniz . . . Pop şarkıcısı Tarkan ' la evliydi o.
Sürekli Tarkan' la geziyordu. Odaya girdiğinde önce Tarkan ' a
oturacak yer gösteriyor, kendisi d e yanına kuruluyordu. Ö yle
şeyler anlatıyordu ki hayalgücüne hayran kalıyordum. Arada bir
konuşmasına ara veriyor, Tarkan ' a dönüp "Aaa, Tarkan ne yap­
tın sen! Fermuarın açık kalmış, orkidin görünüyor" deyiveriyor­
du. Hemen hepsi çok eğlenceli insanlardı. Bazen doktorların on­
ları iyileştirmeye çalışarak kötülük yaptıklarını düşünüyordum.
Bu halleriyle öylesine zararsız, öylesine dingin görünüyorlardı
ki, onları toplumun o boktan karmaşasına sokmaya çalışmanın
ne alemi vardı anlamıyordum.
Sürekli pis pis kokarak terliyor, ilaçlarla uyutuluyordum.
Serumlar sayesinde yüzüm kendine gelmişti. Krizi atlatmı�tım,
artık çıkmam gerektiğini düşünüyordum. Doktorum iki ay kal­
mam gerektiğini, daha tedaviye başlamadıklarını söyledi. Orada
değil iki ay, bir gün bile kalamazdım. Demirli pencereler ve de­
liler beni bunaltıyorlardı artık. B abamı çağırıp hurdan çıkmalıy­
dım. Evime gitmek, içki içmek, müzik dinlemek istiyordum.
"H"ten uzak durmaya kararlıydım. Uslu uslu Çetin ' i bekleye­
cek, o döndüğünde ise sessiz sakin evimde oturacaktım. Doktor­
luk yapmayacak olsam da okulu bitirecek, ailemi sevindirecek­
tim.
B abam geldi, ona her şeyi anlattım. Her zamanki gibi �la­
yışlı, sıcak, sevecendi. Hemen çıkış işlemlerimi halledip beni
eve götürdü. Evimi çok özlemiştim, babam gidene kadar evden

67
hiç çıkmadım. Ama babam gidince . . .
Ayaklarım beni gene Beyoğlu 'na götürdü. Hemen Judas ba­
ra g idip içmeye başladım. Tabii yine abartıp koparana kadar iç­
tim. Eve nasıl döndüğümü hatırlamıyorum. Ertesi gün yine çık­
tım Doğanlar'a uğradım. Ben gittiğim<,le kocaman bir joint sar­
mış, içiyorlardı. Durur muyum ! Onlara katıldım. Kendi kendime
"H"den u z :ık durduğum sürece içki ve esrardan zarar gelmez de­
yip duruyor, torbacı gördüğüm zam an yolumu değ iş t iriyordum.
Ve o gün Judas bara doğru y ü rüyordu m ki, onunla karşılaş­
tım. Hakan ' ı Fındık 'la tak ıldığ ımı z dönemde tanımıştım. Bir ak­
şam birlikte içmiş sonra Hakanlar ' ın evine gitmiştik. Evde Pier­
ro ve Puarro adında iki palyaço bebek vardı. Bütün gece Pierro
ile Puarro yakalamacılı k oynamıştı. Tabii asıl yakalamacılık oy­
nayan Fındık ' la bendim. Hakan da sıyırmış bunlar diye düşüne­
rek kenardan bizi seyretmişti. O geceden sonra Hakan ' ı ilk kez
görüyordum. "Merhaba, n' aber" faslından sonra nereye gittiğini
sordum. "Murdar ' a bakacağım" dedi. "Ben baktım, kimse yok,
gel seni Judas 'a götüreyim" dedim. Önce Judas 'a baktık, sonra
birlikte Doğanlar ' a gittik. Bir Joint sarıp muhabbete baş l ad ık.
Güldük, güldük, güldük . . .
Hakan naif görünüşlü bir Beyoğlu fırlamasıydı. Önceleri bir
turizm şirketinde çalışmıştı ama şimdi sadece esrar içip geziyor­
du. Seneler önce o da eroinmanmış, birden kesip atabilmiş. Be­
ni anlıyormuş gibi görünüyordu. Çok da çekiciydi . Ve benim
için rüya gibi günler başladı.
Doğanlar ' ın evinde kalakalmıştık. Sarıp içiyor, gülüyor son­
ra da oturduğumuz yerde sızıp kalıyorduk . Ev zaten tek odaydı

ve bir sürü insan bu tek odada yaşıyorduk. Doğan, Haluk, Mu­


rat, Osman evin demirbaşı ; Şahin, İ lkan , Rasim vs. devamlı mi-

68
safir; biz ise Murdar, Gitarcı, Judas bar gibi bu tek odanın da
müşterisi olmuştuk. Doğan sıkı içici olduğundan evde her za­
man esrar bulunuyor, sürekli sarılıp içiliyordu. Alt katta oturan
ve kumarhane sahibi olan Kazım Ahimiz de sık sık yukarı çıkıp
bize rakı, bira vs. ikram ediyor, içtiğimiz esrarı beğenmiyor,
kendi içtiğinden tattırıyordu.
Yine böyle bir günde Kazım Abi gelmişti. On-on beş kişilik
dairemizi oluşturmuş , cigaralık döndürüyorduk (Kocaman siga­
ralar sarılıyor, sıra kimdeyse tek nefes alıyor, peygamber solda
olsa bile sağdan dönüyordu. Cigaralığın, jointin bu raconuna
herkes özen gösteriyordu). Benim dışımda eroin kullanan yoktu
ama bir eroin muhabbetidir gidiyordu. Ben hastane maceraları­
mı anlatıyordum: "Biliyor musunuz, sabahları hocaların öğren­
cileriyle yaptıkları vizitte benim odama kimse uğramıyordu. Be­
ni kimseye göstermiyorlardı. " Pastanede çalışan, 18 yaşındaki
Rasim safça soruyor: "Niye?" "Ne desin, bakın çocuklar bu has­
ta da sizin gibi öğrenci. Biraz bunalmış, eroine başlamış mı de­
sin? Ben görülmemesi gereken bir ömektim. "
Okul muhabbetine girince, veterinerlikteki Haluk bir şeyler
anlatmaya başlamıştı ki, Kazım Abi atıldı: "Ya çocuklar, şimdi
polis basacak olsa, bu kadar gencin, öğrencinin içinde senin ne
işin var kart papaz demez mi?" dedi ve polis içeri girdi: "Nerden
bildin geleceğimizi? Geldik işte! Şimdi de sen gel bakalım kart
papaz diyerek Kazım Abi'yi dışarı aldı. Meğer bir süredir kapı­
nın önünde bizi dinliyorlar, içeri girmek için konu sırasının ken­
dilerine gelmesini bekliyorlarmış. Kazım Abi sunuşu yapınca,
gayet sempatik bir şekilde içeri daldılar. Allahtan ortalıkta sade­
ce bir tane (ama sekiz kağıtlı falan) joint vardı ve Kazım Abi de
onlarla nasıl konuşulması gerektiğini konusunda tecrübeliydi.

69
"Cık cık, bir daha yapmayın" deyip gittiler. Hayatımın en sem­
patik, en tatlı polisleriydi onlar.
O evdeki iki-üç günü hiç unutamayacağım kadar inanılmaz,
komik ve romantik yaşadım.
Yıllar soma yine o tatlı duyguyu hissediyordum. Hakan ' la
yıllardır tanışıyormuşcasına birbirimizin ne dediğini anlıyorduk.
Doğanlar ' ın evinde en az beş kişi oluyorduk ama bana sadece
Hakan ' la konuşuyormuşuz gibi geliyordu. O da durup durup,
benzeri şeyleri düşündüğünü belli eden, beni teskin eden söz­
cükler sıkıştırıyordu muhabbete. Yılların esrarkeşi olmam, bir
erkek kadar ortama uyabiliyor olmam onu şaşırtmıştı. En çok
şaşırdığımız nokta ise birbirimize korkunç benzediğimizi farket­
mek olmuştu.
Evdeki herkes arka arkaya sarılan sigaralardan, içkiden ve
muhabbetten yorgun düşmüş ve uyumuştu. Biz de yatıyorduk
ama uyanıktık. Hemen yanımda Doğan 'ın küçük köpeği, onun
yanında da Hakan yatıyordu. Korkunç bir elektrik hissediyor­
dum ve bu hissi yalnız benim yaşamadığımı da biliyordum. San­
ki köpek bile durumun farkındaydı. O da inatla uyumuyor, ara­
mızda kıpırdanıp duruyordu. Bana dokunmasını istiyordum; ba­
na dokunmak istiyordu. Durup durup gereksiz espiriler yapıp
gülüşüyor, güya hissettiğimiz büyüyü çaktırmıyorduk. Nihayet
bir öpücük . . .
"Ben güneye yerleşmeyi düşünüyorum. Birkaç gün sonra gi­
deceğim, benimle gelir misin?" İ şte en sonunda dökülmüştü !
"Buradan uzaklaşmak senin için de iyi olur. ' H ' den kurtulmana
yardım edebilirim." diye devam etti. Aman Tann ın , yine aşık ol­
muştum. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Ü ç gün önce tekrar aşık
olacağımı söyleseler, gülerdim. Çetin ' le beraber bütün o roman-

70
tik hisleri bitirdiğimi, tükettiğim_i sanıyordum ama şimdi yanım­
da yatan bu genç adamla dünyanın öbür ucuna bile gözüm kapa­
lı, büyük bir coşkuyla gidebilirdim. Tabii , her zaman yaşadığım
o mutluluk korkusu yüzünden bunu ona dürüstçe söyleyeme­
dim. Birbirimize açıklamalar yapmaya gerek duymadan, ara­
mızdaki köpeğe rağmen sıcacık sarılıp uyuduk.
Ertesi gün, sonradan çok ama çok pişman olmama neden ola­
cak o aptal teklifi yaptım : "Madem gidiyoruz, son bir kez daha
"H" alabilir miyiz?"
Hakan ' ın 1 7 yaşındaki küçük erkek kardeşi de eroinmandı.
Benim o aptal kafama göre Hakan bu konuda kontrolü sağlamış,
seneler önce bu sorunu aşmıştı. Onun için tehlikeli olabileceği­
ni hiç düşünmeden "son kez H" konusunda onu ikna ettim. Be­
nimle birlikte o da "H" almak istediğinde aklıma hiçbir şey gel­
medi, çünkü ona güveniyordum. O kurtulmuştu , beni de kurta­
racaktı. Şimdi anlıyorum ki işin bala çok başındaymışım, yanıl­
mışım. Kardeşi yüzünden o da çok kritik bir dönem yaşıyormuş.
Aylardır kardeşini kurtarmak için uğraşıyormuş ve artık umu­
dunu kaybetmeye, çaresizlikten kendi direncini de yitirmeye
başlamış. Ben bunları farkettiğimde her şey için artık çok geçti.
İ shak Ahi bana Tarlabaşı' ndaki kayınvalidesinin evini öğret­
mişti. Param varsa günün her saatinde "H" alabiliyordum. Ha­
kan ' la kayınvalidenin evine gidip güzel bir paket aldık ve yarı
· yarıya takıldık. B irlikte takılmak çok hoşumuza gitmişti. Ero­
inin verdiği rahatlıkla Hakan beni nihayet eve götürmeye cesa­
ret edebildi. B ir tuhaflık olduğunu hissediyordum. Ben ona evli
olduğumu söyleyebilmiştim ama o bana sevgilisinden bahset­
memişti. Biz eve girdikten yarım saat sonra elinde bir şişe rakıy­
la hanım hanımcık bir kızcağız geldi . Kız gelene kadar bana sa-

71
rılmış olarak oturan Hakan, kız gelince birdenbire benden uzak­
laştı. Evde buz gibi bir hava esmeye başlamıştı. Ben duş almam
gerektiğini bahane ederek kendimi banyoya kapattım. Hakan' ın
zaten o kızı sevmediğini hissetmiş, sadece niye bana söylemedi­
ğini anlamamıştım. Banyoda kalabileceğim kadar uzun süre kal­
dım. Dışarı çıktığımda ikisi başbaşa küçük odada konuşuyorlar­
dı. Hakan ' ın çok zor durumda olduğunu, kızın çok üzüleceğini
düşünüyordum. Rahatsız olmuştum ama bencilce, ne olacaksa
bir an önce olsun ve sevgilim benim yanıma gelsin istiyordum.
Çok sürmedi, kız fırtına gibi çıkıp gitti. Hakan ise sadece üzgün
görünmeye çalışıyordu ve çok çabuk vicdan azabından kurtuldu.
Acımasızlığı beni ürkütmüştü ama bunu benimle olabilmek için
yapmıştı. Nasıl şikayetçi olabilirdim ki? . .
.O gece Hakanlar 'da kaldık. Küçük odada, küçük yatakta sı­
kı sıkı sarılıp, sıcacık öpüşlerle uyuttu beni. Sevgi doluydu ama
tanıdığım diğer erkekler gibi hemen sevişmek için üstüme atla­
madı. Ne yaptığını çok iyi biliyordu ve üç günde beni kendine
aşık etmişti.
Biri kız diğeri erkek iki kardeşi de beni çok sıcak karşılayıp
hemen kabullendiler. Şimdi sıra benim kardeşime gelmişti. Ha­
kan' daki şeytan tüyü kardeşimi de etkisi altına almakta gecik­
medi. Hala evli olmam dışında hiçbir sorunumuz yoktu ama bu
biraz rahatsızlık yaratıyordu.
Hakan yanımdayken Çetin ' i arayıp güneye gideceğimi söy­
lediğimde kendimi çok kötü hissettim . Gerçi her şeyin tükendi­
ğini Çetin de biliyordu ama hala beni kaybetmemek için uğraşı­
yor, sürekli mektup yazıyor, telefon ediyor, onu unutmamam
için elinden geleni yapıyordu. Askerde değil, İstanbul 'da olsay­
dı her şey çok kolay olacaktı ama o Cizre 'deydi ve dış dünyay-

72
la tek ilişkisi benim leydi ve tek desteği bendim. Korkunç vicdan
azabı duyuyordum. Bu Hakan ' ı ,da çok rahatsız ediyordu. Çe­
tin ' i bahane edip tekrar kayın validenin evinin yolunu tuttuk. Za­
ten hiç bahane sıkıntısı çekmiyorduk.
"Zaten ben o ilk paketten hiçbir şey anlamadım"
"B ir ya da iki ne farkeder"
"Nasıl olsa yarın gidiyoruz" vs. v s . v s .
Hakan gideceğimiz tatil kasabasında dört ay kalmış, eşyala­
rını toplayıp oray a yerleşmek için İstanbu l ' a geri dönmüş. Tek
sorun yalnız olmakmış , benim gelmeme çok çok sev iniyormuş.
Gerçekten ikimiz de heyecandan zıp zıp zıplıyorduk. An­
nemler bana harç parası göndermişlerdi , bir miktarda Hakan ' ın
annesinden aldık. Gitmememiz için hiçbir sebep yoktu . Orada
evinde kalabileceğimiz arkadaşlarımız da vardı. Ve yollara düş­
tük.
Tabii otobüse binmeden önce yolluk olarak iki çizgi "H"i de
ihmal etmedik. Fakat yanımıza hiçbir şey almadık. İstanbu l ' u
arkam ızda bırakmaya kararlıydık. Halbuki İ stanbu l ' u hep yanı­
mızda taşıyormuşuz.
Hele ben her şeye sıfırdan başlayacaktım. Evimi, okulumu ,
kocamı bırakmış, üç gün önce tanıştığım sevgilimle hiç bilme­
diğim bir yere gidiyordum. l 2- l 3 saatlik yol boyunca tatlı tatlı
sohbet ettik. B irara Hakan ' ın dizlerine yatıp gözlerimi kapattım
ama uyumuyordum. Benim uyuduğumu sanıyor, sürekl i öpüp
okşuyordu . İnanılmaz sevgi doluydu , kendimi hiç olmadığım
kadar mutlu ve güvende hissediyordum.
İner inmez Timurlar ' a gittik. Ben Timur ' u daha önce tanımı­
yordum . Abisi Karga 'yı tanıyordum . Ben daha küçücük bir kız­
ken, köprüde Karga ' yı herkes tanıyordu. Ben de gidip gelip Kar-

73
ga'ya sorular sorardım: "Anarşizm ne demek? Nasıl anarşist
olunur?" vs. Çünkü kendini anarşist diye tanımlayan ilk insan
oydu. Sürekli siyah giyer, köprüde üniversitelilerin masalarına
oturur, uçuk söylevler verir, karşılığında bol bol içerdi. Çok sa­
mimi olmasam da, uzaktan uzağa onu sevimli bulurdum. O ise
kendi deyimiyle, o zamanlar bana hastaymış ama Çetin'e kaptır­
mış beni. Bir süre de Çetin 'le beraberken karşılaştık, sonra karı­
sıyla beraber bir güney kasabasına yerleştiklerini duyduk. Tabii
arada tuhaf haberlerini alıyorduk. Mesala bir tarihte az kalsın
.
bir devenin altında kalıp ölüyormuş diye haberini almıştık. Kar­
ga bu , olur olur demiştik.
Şimdi Karga'nın kardeşiyle tuttukları eve misafir gelmiştim
ama Karga başka bir yerde kalıyordu.
Kısa sürede Timu r ' u çok sevdim. B ir de Alper vardı. İkisi de
gelişimize çok sevindiler ama haklı olarak eli boş geldiğimiz
için kızdılar bize. Hepsi harmandı ve biz orada nasıl olsa ot var­
dır diye, yanımızda bir tek kağıtlı bile getirmemiştik. Oysa ka­
sabada narkotik polis temizliğe girişmiş, yerliler de dahil bütün
üflentiler harman kalmış. Biz de ilk günden kend imizi içkiye
vurduk.
Orada hava İstanbul ' a göre çok sıcaktı ama yine de üşüyor­
duk. Geçe Timur, Hakan ve ben aynı odada uyuduk. Timur ' un
yanında sevişmemiz zaten mümkün değildi ama bana artık Ha­
kan' ın cinsel sorunları varmış gibi gelmeye başlamıştı. N' apa­
lım, alışkınız, benim de kaderim bu galiba diyordum. Diğer ta­
raftan beni öperken çok heyecanlandığını hissediyordum. Meğer
sadece uygun zamanı bekliyor, ilk günden üstüme atlamayarak
farklı oldu-ğunu göstermeye çalışıyormuş . Bunları ertesi gün
yalnız kaldığımızda seviştikten sonra konuştuk.

74
İkimiz de çok rahatl � ıştık, cinsellikte her şey mükemmeldi.
Vücutlarımız sıcacık bir uyumu yakalayabilmişı.i Hakan iriyarı
.

bir erkek d eğildi ve bu benim gibi minik bir hatun için çok
önemliydi. Seviştim mi, üstümden kamyon mu ne geçtiği belli
·
olmadığı zamaiı çok sinirleniyor, kendimi kullanılmış hissedi­
yordum. Hakan 'la sevi şmiştim; sıcac ik, duygu doluydu. En gü­
zeli de seviştikten sonra konuşabilmemizdi. Onun da aynı şeyle­
ri hissettiğini bilmek, beni beğendiğini bilmek, Çetin yüzünden
kaybettiğim güveni tekrar kazanmamı sağladı.
Rüyam hala devam ediyor, hatta her gün daha da güzelleşi­
yordu. B irbirimize yaşadıklarımızı, ailelerimizi, ilişkilerimizi
anlatıyor, zaman geçtikçe daha iyi tanıyor, tanıdıkça daha çok
seviyor ve çok uygun bir ikili olduğumuzu düşünüyorduk. Ger­
çi ilişkilerin başlangıcında hep aynı hataya ftüşülür, sadece ben­
zeyen yönler farkedilir. Ama biz gerçekten çok benz i y orduk bir­
birimize. Aynı dili konuşuyorduk, çevremizdeki insanlarla nasıl
olurlarsa olsunlar muhabbete girebiliyor, hemen kendimizi sev­
diriyorduk. Bu çok önemliydi, çünkü böylece nereye gidersek
gidelim evsiz, aç veya içkisiz kalmıyorduk. Hatta harman da
kalmıyorduk.
Nitekim Timur ' un evinden çıktığımızın ilk bir saatinde, ka­
saba harmanlıktan kırılırken, biz Hakan 'ın daha önceden tanı­
dığı bir abisine uğrayıp kafamızı kırmıştık. Sonra Timur ' la Kar­
ga nın müzik yaptığı bara gidip içmeye başladık. S ezon dışı ol­
'

duğu için ortalıkta kimse yoktu. Yerli halkın takıldığı bir- iki bar
açıktı; biz de onlardan birine Kargalar' ınkine gidi p içtik. N ' apa­
lım, sonu ç ta biz her yerde eğlenebiliyorduk.
Tek sorun içimizdeki o "H" anksiyetesiydi. Ne olursa olsun
aklımın bir köşesinde hep o vardı. Önce haplara sarıldım. Hakan

75
yanımda olmasaydı herhalde korkunç kötü tripler yaşardım ama
Hakan yanımdaydı. Hap tribini beraber atlattık ve kimbilir bil­
mein kaçıncı kez, bir daha hap almayacağıma söz verdim .
Sonraki gün kasabanını yerlisi bir abimize harmanlığımızdan
bahsedince "gece on ikide gelin bir bakalım" ded i . Güle oynaya
eve dönüp on ikiyi beklemeye başladık. Ve tam on ikide adamın
evininin önünde hazır bekliyorduk. Vatandaş korkudan zulayı
evin yarım km. uzağına yapmış. Elimizde fenerler, dağ tepe aşıp
ıssız bir yere geldik. Bir çalının arkasından koca bir kavanoz ot
çıkardı, bir sigara paketi kadarını alıp gerisini yerine koydu.
Sonra abimizin evine döndük, hemen bize bir sigara sardı , bir
çift kağıtlı da yanımııza verdi. Teşekkür edip biraz bozulmuş bir
şekilde eve döndük. Koca kavanozdan bize bu kadarını layık
görmüştü . Yalnız kalır kalmaz birbirimize şöyle bir baktık ve
aynı şeyi düşündüğümüzü anladık. "Zulasının yerini tekrar bu­
labilir misin?" ••Evet, hafızama kazıdım, ya sen?" "Tabii ki, ka­
çar mı?" Ama o gece usulu uslu evde oturduk.
Ertesi gün Hakan beni Süleyman Abi ile tanıştırdı. Süleyman
Abi yıllarca Almanya ' da çalıştıktan sonra kendine ıssız. koyda
arazi almış ve rüya gibi bir yer yapmış. Karıs ı ve kızıyla doğa­
nın bir parçası olarak yaşıyordu. Karısı Almandı ve birkaç özel
misafirleri dışında kimseyi ev lerine kabul etmiyorlardı. B ir-iki
biradan sonra Sü leyman Abi kansının Almanya'da olduğunu ,
istersek kendisiyle birlikte koya gelebileceğimizi söyledi. Pa­
rendeler atarak kabul ettik. Ama büyük bir sorunumuz v ardı :
Cennet gibi bir yere gidiyorduk v e hiç otomuz yoktu .
" Acaba o kavanozdan biraz alsak farkeder mi dersin?"
"Yok canım koca kavanoz, anlamazlar"
B ir de Alper 'e danışalım dedik. O bizden de deliydi. Hemen

76
bir motor ayarlayıp, Hakan ' ı arkasına aldı. Yola çıktılar, yarım
saat sonra Hakan yalnız döndü. Kavanozun hepsini boşaltmışlar
ve Alper otun çoğunu alıp İzmir ' e gitmek için yolda ondan ay­
rılmış . B iz de birkaç alışveriş yapıp Süleyman Ahi 'nin arabası­
na yerleştik. Her şeyimiz tamamdı , cennet bizi bekliyordu .
Yanımızda bir de Oli adında bir Alman vardı. Hava kararmış ,
kasabadan epeyce uzaklaşmıştık ki, araba bize güzel bir sürpriz
yaptı : Farlar yanm ıyordu . Yol uçurumlarla dolu , toprak bir yol­
du. Yarıya kadar önümüzden giden bin j ipip arkasına takıldık.
Jip bizi bırakınca Oli eline feneri alıp arabanın önünden yürü­
meye başladı. Kaplumbağa hızıyla gidiyorduk. B u arada Oli ara­
badan birasını alıp "siz uçarsanız birasız kalmayayım" diyerek
bize moral veriyordu. Arabayla yolculuğumuz saatler sürdü . En
sonunda, geldik dediklerinde bir oh çektim ama bu sefer başka
bir sürpriz bekliyordu bizi. Yol eve kadar gitmiyor, oldukça dik
bir tepeden yürüyerek aşağıya inmemiz gerekiyordu . O karan­
lıkta o yolu nasıl indik bilmiyorum ama aşağının güzelliği her
şeye değerdi.
Üç ayrı bina vardı . B iri S üleyman Abi ler ' in evi, biri tek oda­
lı seviml i mi sevimli bir evcik, aşağıda da mutfağın ve şömine­
nin olduğu bir oda. Oldukça otantik ve rahat döşenmi ş , dünya­
nın gürültüsünden uzak bir k-öşe ! Şöminenin önüne kocaman bir
bakır tepsi yerleştirilmişti . Tepsinin önünde yüksek ses çıkardı­
ğınız zaman , titre şimleri vadide yankılanıyor, ku lağınızı olduk­
ça mistik sesler dolduruyordu. Büyülenm i ştim. Oli hayatımda
gördüğüm en kötü gitarcıydı ama tepsinin önünde çalınca o bile
güzel sesler çıkarabiliyordu. S ü leyman Abi ise çok güzel saz ça­
lıyordu . B iz de habire joint sarıyorduk.
Muhabbet birara nasıl olduysa "H"e geldi ve Oli ' nin on iki

77
senelik iğneci olduğunu öğrendik. Üç senedir bu koyda tertemiz
yaşıyormuş. Anlattıkları bana bayağı moral verdi ve kendime
güven duymamı sağladı. O y apabildiyse ben de yapabilmeliy­
dim. Hem benim yanımda Hakan da vardı.
Sonra kağıt oynadık. Oli bir şişe şampanya kaybetti, ben de
sabah portakal toplayıp portakal suyu yapma cezası aldım. Kü­
çük evde y atacağımızı öğrendiğimde ise çılgına döndüm. Her
şey o kadar güzeldi ki kötü bir şey o lmasından korkmaya başla­
dım.
S abah 6 . 3 0 'da uyanıp portakal topladık. Ömrümde ilk kez
doğanın bu kadar güzel olduğunu farkediyordum. Ne de olsa
apartman ç ocuğuydum ve portakal manavdan alınırdı. Portakal
suyu ise hazır satılırdı. Portakalların hepsini s ıkınca kahvaltı
sofrasını hazırladım. Mükemmel bir kahvaltı olacaktı ! Nihayet
diğerleri de uyandı . Bu sırada hafif bir yağmur başlamıştı ama
hava yine de o kadar güzeldi ki, içeri girmedik ve dışarıda otur­
maya karar verdik. Oli de sözünü tutup şampanyayı patlattı.
Manzara mükemmeldi, sohbet mükemmeldi, kahvaltı mükem­
meldi! Dağlardan küçük çağlayanlar akıyor, topraktan mis gibi
bir koku yayılıyordu . B ir gökkuşağı eksikti. Güneş çıkınca rüya­
mın gökkuşağı eksiği de tamamlandı. Bu kadarı da fazlaydı !
Kahvaltıdan sonra H akan ' la balık tutmak için kayalıklara
gittik. Hava öyle sıcaktı ki ancak tişörtle oturabiliyorduk. Balığı
filan unutmuş kayaların üstünde sevişiyorduk ki, Süleyman
Abi ' nin sesini duyduk. B izi çağırıyordu. İkimizin de aklına ay­
nı şey geldi : Kötü bir şey olmuştu . Ben düşünmeye bile korku­
yordum ama Hakan "ya zulasını patlattığımız herif geldiyse" di­
yerek en kötü ihtimali dile getirdi ve şom ağızlı sevgilim haklı
çıktı .

78
Sevimsiz herif masaya oturmuş bizim yaklaşmamızı bekli­
yordu . Gayet masum bir şekilde "Oo, siz mi geldiniz, hoşgeldi,.
niz" falan diyorduk ki, Hakan suratına ş iddetli bir tokat yedi.
Adam zıvanadan çıkmıştı. "Niye aldınız lan otu , ben s ize iyilik
yaptım siz bana böyle mi teşekkür ediyorsunuz piç kurulan ! " di­
ye bağırmaya başladı. B ir yandan da Hakan ' ın üstüne yürüyor­
du . B iz sadece birazc.ık alacaktık, Alper hepsini aldı, diyemez­
dik ki ! Hakan cebindeki bıçağı çıkarınca ortalık iyice birbirine
girdi.
Allahtan Süleyman Ahi vardı. O olmasaydı herif bizi bir gü­
zel benzetirdi. Süleyman Abi araya girip "kavganızı gidip başka
yerde yapın" deyince eşyalarımızı toplayıp adamın peşine düş­
mek zorunda kaldık. Tepeyi nasıl tırmandığımızı bilmiyorum.
Yukarıda taksi bekliyordu . Herif zulanın patladığını farkeder et­
mez taksiye atlayıp peşimize düşmüş. Köyünde çuvallar dolusu
otu olduğunu söylüyordu ama bir kavanoz için peşimizden taa
cehennemin dibine gelmişti.
Taksiye bindik, gidiyorduk. Bu dağ başında bizi bir uçurum­
dan yuvarlasa kimsenin ruhu duymazdı. İyice korkmaya başla­
mıştım. Neredey se adamın burnundan çıkan dumanları görebili­
yordum. İkimizin de çıtı çıkmıyordu, kaderimize razı bir şekil­
de boynumuzu bükmüş oturuyorduk. Derken taksi şöförü gayet
yavşak bir şekilde "Nasıl, ot iyi miydi bari, bir de bunu deneyin
bakalım" diyerek arkaya doğru bir mühür uzattı. Hakan ' la birbi­
rimize şöyle bir bakıp çalışmaya başladık. O. kağıdı yapıştırıyor­
du , ben mührü kırıyordum. Beş dakika içinde güzel bir sigara
sarmıştık. Artık nereye gittiğimiz önemli değildi. Nasıl olsa ne­
reye gidiyorsak kafamız iyi gidecektik. Neyse ki sigara havada­
ki gerginliği dağıttı . Herif bile yumuşamıştı.

79
İnatla inkar ediyorduk, Alper ' e para vermiştik, bize bilmedi­
ğimiz birinden ot a l mı şt ı_ Ben en ikna edici sesimle "Abicim,
düşünsenize biz manyak mı yı z ki s izin bize zulayı gösterdiğini­
zin ertesi günü gid i p
otu alal ım . Diyelim ki aldık, İstanbul ' a dö­
nerdik, buralarda durmazdık" diyordum. Adamlar gerçekten ne­
yimize güvenip bu kadar cesur olabildiğimizi anlamıyorlardı.
Artık bizim aldığımızdan o kadar emin değillerdi. Neyse, fazla
üstümüze gelmedi ler, biz de otobü se atladığımız gi bi İstanbul ' a
geri döndü k .
Döner dö n me z de sanki çok ara vermişiz gibi koşa koşa "H"
almaya gi t t i k . Artı k " H" i n ç ek i ci bir y ön ü daha v ard ı : Küçük be­
y az paketler say es i nd e birbirimizi daha çok s e viy or, e ve kap an ı p
günlerce se vişiy ordu k . Çok ama çok mutluyduk.
Bu a rada Hakan ' ın erkek kardeşini "H" yü z ünd en pol i s ya­
k al am ı şt ı . Annesi deliye d ö nm ü ş t ü . Karambolde H ak an ' ın tek­
rar başladığının farkında değildi. A ltuğ üç gün karakolda kaldık­
t an sonra ç ıkt ı ve evde kıyamet koptu . Annesi Al tu ğ ' u n durumu
yüzünden Hakan ' ı suçluyordu . Çünkü Hakarı esrar içe rek , so­
rumsuz davranarak k arde ş i n e kötü örnek o luy ord u . Ayrı c a çalış­
m ı yor, hala an ne s i n i n eline bakıyordu. Böylece Hakan evden
kovulmuş ve tamamıyla bizim eve yerleşmişti. Kocam aske r ­
dey di ama ben ba ş k a b i riy l e yaş ı yo rd u m . Bu arada hemen her
h a ft a Çe t i n ' den bir m e k tup g eli y o rd u. Ö y l e sevgi d o l u m e ktu p­
lar yazıyordu ki korkunç vicdan azabı duyuy or, bu azabı küçük
beyaz p aket lerl e unutmaya ç a l ı şı y o rd u m . Hakan h iç i t i raz etme­
den bana eşlik ediyordu . B ı rak ac ak t ı k bırakmasına ama bıraka­
c ağ ı m ı z günü habire e rt eliy ordu k .
Hakan ' ın annesiyle babası ay rılm ı ş lardı . Babası ö nc e ler i bü­
yük bir ş i r k e t te çalış ı yo r, karısının ve ç o c ukl arı nın g aye t rah at

80
yaşamalarını sağlıyormuş . Uzunca bir süre yu'rtdrşında kalmış­
lar. Hakan cebi dolu , altında araba, bayağı ştmarık büyümüş.
Sonra babanın işleri bozulunca annesi çocuklaıı alıp adamcağı­
zı terketmiş. Sonra da anne si ve kardeşiyle birlikte antikacı dük­
kanı açmış. Görünürde orada çalışıp çocuklarının ·kamını doyu­
ran fedakar anneyi oynuyordu. Fakat saygı UJ'3ftdıran görüntü­
sünün altında bir milletvekilinin metresin�n başka bir şey de­
ğildi. En kötü yanı da çocukları için çok tehlikeli olan bir zeka­
ya sahip olmasıydı. On çocuk daha doğursa onlar da eroinman
·

olurdu.
Hakan bir yandan annesinden nefret ediyor, öte yandan ödi­
pal dram yaşıyordu . İşsizdi, tüm işi ben olıxitişturtı ve hiç şika­
yetçi değildim . Anlaşamadığımız tek nokta: onun TV seyretme­
yi hiç sevmemesiydi sadece. B iz de e5rar içip müzik dinliyor­
duk.
Onunla olmayı seviyordum aina şöyle. bir düşününce, başlan­
gıçta Çetin ' le olmayı da sevdiğimi ve· daha.iyi düşününce de en
çok "H"le olmayı sevdiğimi farkediyordum. Sadık kalabildiğim
tek sevgilim oydu benim. Sanki üç erkek '!ardı hayatımda, üçün­
den de kopamıyordum. Çetin ' le aram�zdaki; vicdan azabı dışın­
da, yıllann verdiği bir alışkanlıktı. Hakan'a ise deliler gibi aşık­
tım . Ama "H"e hem aşıktım, hem de vazgeçemeyeceğim bir şe­
kilde alışmıştım. Hakan bunu farketmiş, üçlü ilişkimizi kabul­
lenmişti. "H" onun da eski bir arka�ıydı ve senelere rağmen
onu unutamadığını biliyordu . Beni ondan kıskanmak hiç aklına
·

gelmiyordu.
Kendi dünyamıza kapanmıştık. N� arkadq ziyaretlerine ne
de barlara gidiyorduk. Zaten Judas ' tan başka gidilecek bar da
kalmamıştı. Gitarcı kendini yaratanları unuıcnu ş , parası ve ünü

81
olan bir nevi rock sosyetesine hizmet vermeye başlamıştı . Artık
bizim paramız orada bira içmeye yetmiyordu . Daha kötü sü, bi­
zim ne yapabileceğimiz hiç belli olmuyordu . Orada uslu u slu
rock dinleyen , kafa sallayan gençleri rahatsız edebilirdik. Body­
gourdlar Alman köpekleri g ibi , eski elemanları kokularından ta­
nıyor, kapıya bile yaklaştırmıyorlardı . Eski Gitarcı hala duru­
yordu ama oranın da büyüsü kalmamı ştı, yeniyetmelerle doluy­
du.
B u arada "H" sınır tanımıyor, bütün barlara, kafelere , okulla­
ra girebiliyordu . İ lk iğnemden bu yana kim bilir kaç paket "H",
kaç paket limon tuzu ve enjektör harcamış ımdır hesaplayam am .
Üstelik bunların pek çoğu " son paket, son iğne" adını aldılar. Ş u
anda daktilomun yamda duranın da adı son ! Halbuki son sevgi­
linizi bilemeyeceğ iniz gibi son iğnenizi de hiçbir zaman bilemi­
yorsunuz.
Geçen sene bu zamanlar Hakan ' ın son sevgilim olduğundan
o kadar emindim ki, ondan çocuk yapmaya bile karar vermiştim.
Planlarımıza göre şu anda . Afrika' da bir çiftlikte yaşıyor, bebe­
ğimizi bekliyor olacaktık. Hakan ' ın yarı profesyenel bir katil ol­
duğunu nereden bilebilirdim ki . . .
B ir insanın ölüm haberini duymayı daha önce hiç istememiş­
tim ama Hakan ' ın ölüm haberinin beni mutlu edeceğini biliyo­
rum, sevdiğim şiddette ölmesini istiyorum ! O da bunu biliyor ve
benden kilometrelerce uzakta olmayı tercih ediyor. Onu unut­
maya çalı şıyorum ama bana "H"den bile daha çok zarar veren
bir insanı nasıl unutabilirim bilmiyorum.
Bu satırları yazarken olur da birileri yaşadıklarımı merak
eder; ardımda bir-iki satır bırakmalıyım diyordum. Bu kadar dö­
küleceğim , en özel yaşanmışlıkları bile anlatabileceğim hiç ak-

82
hına gelmiyordu . Ama kontrolü kaybettim i şte ! Küçük bir ero­
inmanın kısacık yaşam öyküsü çıktı ortaya. Gerçi hfila bilginin
ancak yaşanarak kazanılabileceğini düşünüyorum ama benim
tecrübelerim bir kişiyi bile ilgilendiriyorsa, eğer bir kişi bu sa­
tırlardan etkilenip aynı yanlışları yapmayacaksa ben de bu kita­
bı bitirmeliyim sanırım. En azından, ne zaman vuracağımı bil­
mediğim o son iğnemi birileri bilsin istiyorum.
B ütün bunları bu gün eve gelirken düşündüm. B ir haftadır
B eyoğlu ' nda son iğnem içinpara toplamaya çalışıyordum. Artık
Kadıköy ' de annemlerle o turu y oru m. Şehremini 'deki evimi satıp
bana şirin bir hapishane satın aldılar; kendileri de gardiyanlık
yapıyorl�. Aylardır yaşamla ölüm oyunlarına yalnız devam edi­
yorum . B ir süre temiz kalıyorum sonra küçük bir iğneden bir
şey olmaz deyip küçük bir paketçik buluyorum . Nurdan adında­
ki gariban kızcağızın ölümünden sonra "H" bulmak çok zorlaş­
tı ve çok pahalandı. Hacıhüsrev adında bütün illegal hizmetlerin
yapıldığı, her cins uyuşturucunun bulunabildiği o hipermarket,
polisimizin kararlılığı sonucunda kapandı veya yeraltına gömül­
dü . Neler döndüğünü tam olarak bilemiyorum ama benim gibi
binlerce cankinin olduğu bu kocaman şehirde radikal bir çözü­
me gidilmedikçe her zaman "H'� bulunabileceğini biliyorum.
Hapishanesiyle, hastanesiyle önden yandan fotoğraflarım ve
parmak izlerimle fişlenmiş daha doğrusu kaşarlanmış bir canki­
yim ben. Hakan ' ın candan yardımlarıyla bir seneki ilk iğnemden
bugüne çok hızlı bir gelişim yaşadım.
İğne, cankilik diyorum ve duruyor, kollarıma bakıyorum.
Hakan ' ın ilk dikkatini çeken şeylerden biri kollarımmış. Kolla­
rımı çok beğendiğini söylüyordu. Şimdi görse gurur duyar her­
halde. Görünürde hiç damar kalıiıadı ve bir sürü morluk ve şiş-

83
lik � lorkunç görilnüyorlar. Onları bu hale getirmek
için blJ.ıt "'84� önceleri iğnemi Hakan yaptığı için, Ha­
tan•daa ICllll'8 � iğne yapmayı öğrenmek zorunda kal ­
ı:llDI. Denım+psulma yoluyla bütün damarlarımın içine sıçtım.
Hele �·dan·synhp lstanbul'a döndüğüm zaman her iğney i
ö1a1ct i51D JBPIYOİ'dum, gecelerim kıpkırmızı olmuştu ve bir
1Dr11Clall;ca6ıua. Hep Hakan'la yaşadığımız günleri hatırlıyor,
öı.IDJm•Jhbn•dan nefıer ediyordum. B ir sene boyunca öyle
dal ._ Mlu yaıı aıJUŞtık ti. . .
Pt1ra lmh-maJa başlayınca birtakım üçkağ ıtlar çev irmeye
medm bldat. Tedarilden kalkmış, sahte ve değersiz paralar
ıx.tunayor. lll;r gUa daha fazla "H" alıyorduk. İkimiz de insan­
lzıa o b41ir. gta.ea •erici görünüyorduk ki . bizim için insanları
'68daiiidl p lolay oluyordu. Yaptığımız tek şey alışveriş yap­
adıb. Haa tıir sürO ibtiyacmıızı karşılıyor, hem ü ste para alı­
� '-8 baanİnat bu kadar kolay olunca da işin iyice key ­
WflanJor, � ıılılmca atlayıp şehrin dışına gidiyor, ge­
z&Jm, Pli' J8PP .çaUa geri dönüyorduk. Krizimiz başlamadan
�·da � evinde oluyorduk.
·Blala mi elOlnmanJardan bir vatandaş bize zenci bir satıcı­
'* 8lllli g&aeldi. Albk daht kaliteli "H" kullanıyorduk. Yine
� ' ..a Mriftin evinde oturmuş malzeme almak için
·� ti, içai !siri ıişnan. diğeri zayıf ve uzwı saçlı iki
v lfltmıtalRI, alJı� yaptılar. B i rara zayıf olanın ayak­
btalmmllbJdam:. Bağcıklan yoktu. Ben niye diye düşünürken
11111 - • .ailaldl ievap aynı kapıdan aynı anda içeri girdi.
W .... Ubrrsmıwz gerçekleşiyordu, zencileri biraz tartak.la­
JV ..fP'ıi�r. Ahş\'erişe gelen şişmanın polis, diğe­
ıllıll de clalılll "&lce yak.afanmış, bizi bir çizgi için y a.kalatan adi

84
b ir is p iy onc u olduğu öğrenince ayakkabl baicaklaıuım caınaı
öğrenmiş oldum. Dört Nijeryalı, bir Gambiyala ve.iki .TUıt par·
maklıkların arkasındaydık. Ayakkabl baAclklarmu.D bdar al­
mışlardı ama benim ceb imdeki küçük '"H" pakedai tıuı...,.ı­
lardı. Bu ise bizi ancak iki gün idare ederdi. ()örakwnda krir.ıe gi­
recek kadar çok kal mak ölümden beterdi ve maa1eltf cuma gü­
nü yakalandığımız i ç in nöbetçi mahkemeye çıkİmlacaklık. Nö­
betçi mahkemenin ne zaman olduğunu da niyeyse timse bilmi­
yordu. Hakan' ın babasını aradık; sağotsun adamc:ağaz arar ara­
maz hemen geldi. Ben birara bizimkileri de aradun ve babamın
kendi başının çaresine baksın dediğini öğrendim. Kendimi hiç
bu kadar kötü hissetmemiştim. Bir katil gibi fotğraftanmız çe­
kildi, parmak izlerimiz alındı. Ben ağladıkça polisler, merak et­
meyin mahkemeden sonra çıkarsınız diyorlardı ama lanet olası
mahkemeye bir türlü çıkamıyorduk.
Üç gün yan aç, uykusuz, çökmüş bir şekilde mahkemey i
bekledik. Nihayet mahkemenin kapmna gelmiştik ki, zencilerin
tercümanı olmadığı için duruşmanın erteleneceğini öğrendik.
Buna dayanamazdımt Hakimin odasına dalıp zencilerin Türkçe
anlayabildiğini, bizim de yardım edebileceğimizi söyledim. İyi
yapmışım, içeri aldılar, ifadelerimizi dinleyip bizi serbest bırak­
tıl ar. Yıllardır içerdeymişim gibi gökyüzünü özlemiftim. İçer­
deyken, bir daha "H" alm ay acağ ım a yeminler ediyordum ama
dışarı çıkar ç ıkmaz şeytan dürtmeye baş lad ı . Hakan küçük bir
iğnenin bizi ne kadar rahatlatacağını anlatm ay a başlayınca ken­
dimizi torbacının kapısında bu lduk .
Yine azıtmıştık, para bulmanın dışında hiçbir sorunumuz
yoktu . İ lişkimizi Çetin ' e ve ailelere söylemiş, olabileceği kadar
meşrulaştırmıştık. Ben Çetin ' den b o ş an ır boşanmaz evlenme

85
hayalleri kuruyorduk. Küçük evimizde beyaz paketlerimiz ve
_
kızlarımızla çok mutluyduk. Kızlarımız beş tane kenevir fida­
nıydı, her birinin ayrı bir adı vardı. Onlara gözümüz gibi bakı­
yor, yaza hazırlanıyorduk. Yazın çalışıp para biriktirecektik.
Sc nbaharda Afrika'ya gitmeyi ve orada tertemiz bir yaşam kur­
mayı hayal ediyorduk.
Sabırsızlıkla beklediğimiz yaz muhabbetinin sonumuz olaca­
ğmı bilmiyorduk. Hakan ' ın beni ne olursa olsun bırakmayacağı­
nı sanıyordum. Çünkü · o öyle diyordu. Ben de ona inanıyordum.
Halbuki onu tanıyor, ne kadar kolay yalan söyleyebildiğini bili­
yordum. Ona aşıktım ve inanmak istiyordum. Bilmem kaçıncı
kez çantamızı toplayıp yo l lara düşmüştük. Bu sefer en az bir-iki
ay İ stanbul ' dan uzak kalmayı istiyor, böylece "H" işini bitirmek
kolay olacak sanıyorduk. "H"i hep hafife almak yaptığımız en
bü yü k yalnıştı zaten. Hep bırakabileceğimizi sanıyor, bir türlü
vazgeçemediğimizi inkar ediyor, gittikçe daha faz l a boka battı­
ğımızı farkedemiyoruz. Gene aynı pembe gözlüklerle, krizi ko­
l ay c a atlatabiliriz sanıyorduk. Ama krizin daha ilk günü Ha­
kan ' la öyle bir k avg a ettik ki, kavgadan yüzümde pis pis sırıtan
bir faç ay la çıktım. Bu kavga Hakan' ın içi m de tükenmeyecek
olan sevgisini nefrete dönüştürdü .
Ayrıldık. Çok basit değil mi, H akan ' ın bana karşı hisleri bir­
denbire değişti ve ayrıldık. Yok, bu kadar basit olmadı. Aksine,
kendimi buna inandırmam çok ama çok zaman aldı. Günlerce
kendimi öldürmeye ç a lıştı m ; beceremedim. Ç ü nkü düşündükçe
bu nun Hakan 'a bir değer yüklemek anlamına geldiğini anladım .
Daha yaşamam gereken bir sürü şey olmalı diyordum ve diğer
se ·ıgilim H" hfila y anı m day dı. O beni terketmeyecekti ; bense
"

on u istediğim zaman bırakabilirdim ( ! )

SE
"Al aşkını sok gözürie gözüne" diyorum ve bu satırlardan
ona katil diye haykırıyorum. Çünkü içimdeki kad m ı ve çocuğu
bilerek, isteyerek öldürdü. Onun başına gelen her kötü şey beni
mutlu ediyor artık. İçimde korkunç bir nefret var, bastırılamayan
bir nefret. Şimdi ise bu nefretten kurtulmam gerekiyor galiba.
Çünkü Hakan ' la ilgili hangi duygular içinde olursam olayım bu
benim normal hayata dönmemi engelliyor.
·
Ayrıldıktan sonra onu bir kere gördüm, keşke görmeseydim.
Çok çirkindi, onu eskisi gibi hatırlamamı engelledi bu çirkinlik.
Kendini bir bok zanne diyordu ve onun böyle zannetmesini ben
sağlamıştım.
Şimdi bir ceset kadar duygusuz yaşıyorsam, bir kadavra du­
yarlığı içindeysem dünyaya karşı, bunları ona borçluyum. B a­
zen kendi kendime, git, bir sevgili bul, gez, eğlen falan diyorum
ama insanlar gözümde öyle küçülmüşler ki, kimseye karşı nef­
retten başka bir his duyamıyorum.
Ö rneğin şu ressam ... Önceleri modellik yapıyor, karşılığında
da birkaç kuruş alıyordum. Zamanla o benim için bir arkadaş ,
be n onun için platonik bir aşk haline geldim. Konuşmaya başla­
dığımızda saatler geçiyor, birbirimizin dilini anlıyorduk. Benim
cesetliğimi hep geçici bir dönem olarak görüyor, eroinman ola­
rak kalmayacağımı söylüyordu. Negatif olma diyordu hep. Ne­
gatifliği sanki zorla ben yaratıyormuşuriı gibi davranıyor, bazen
de duymak istemeyeceğim kadar doğru tespitler yapıyordu be­
nim hakkı mda. Aşkını her fırsatta söylüyor ama arkadaşlığımı
kaybetmemek için mesafeli takılıyordu. Onun evini sığınak ola­
rak kabullenmiştim . Evde sıkılınca doğru oraya gidiyordum.
Onun evinde kalırken "H" almak da kolay oluyordu .
İ ntihardan bahseden hep ben olurdum. O da benimle dalga

87
geçer, intihar <:dem�yecek kadar sinirlendirirdi. B azen, şöyle de
ölebilirsin böyle de diye fikirler vermeye başlıyor, bir şekilde
beni intihar fik,rinden uzakl aş tırıyordu .
G arbi s · adıJ}da ço k zeki bir kedisi vardı. Ressam Ali Ke­
ma l ' in deyimiyle , birlikte ya şı y orlardı . Gerçekten de kedi tama­
mıyla kendi kafasına g öre yaşıyor, evde misafir yoksa canı sıkı­
lıyor, dışarı çıkıp ac ıkt ığ ı nda geri dönüyordu. İ nanılacak gibi
değil ama g e l diğinde camı tıkırdatıyor, iki kere miyavlayarak
ge lenin kendisi o lduğunu haber veriyordu. Biz de Garbis Bey ' i
içeri a l ıp k.amın ı doy u ruyord u k . Üstelik tam bir keşti Garbis. Jo­
int içiyorsak, göz leri ışıl ı ş ı l , s igara ki md eyse onun kucağına at­
lıyordu. B iz ilk ne fesi kendimiz i ç in, sonraki nefesi Garbis için
çekiyor, suratına üflüyorduk. Takl aya g elene kadar sigaranın pe­
şinde dö nüp d uru y ord u . Gene bizi m ki gibi üflenilen sağlam bir
kap ısı daha olsa gerek ki, bazen iki üç gün hiç uğram ı yord u. Ali
Kemal , Garbis ile beni birç ok y önden be n ze ş buluyordu . Kendi­
sini baba, bizi de iki kard eş il an et miş, yeme k içmek, e s rar gib i
i h t iya ç l arımı zı karşı lar olmuştu . Hatta iğnemi tuvaletlerde yap­
mayayım di ye evin y e d e k anahtarını bana v erm i şti. Tek odalı
evin geleni gideni ç oktu ama en çok Sarkis adındaki eşcin se l ar­
kad aş ımı z gel iy ordu . Sarkis ' i ben beş-altı senedir, Ali Kemal ise
on be ş - y irm i senedir tanıyordu. Çok uzun süredir birlikte ol­
maktan ve S arkis ' in kadınsı d av ran ış larınd an olsa gerek , artık
karı koc a gibi ol mu ş l ard ı . B irb ir lerini n zay ıf y önlerin i biliyor,
ince ince Hacivat ile Karag özvari atışıp d uru y orl ardı . Onların
tartışmalarını dinlemek çok ho ş u ma gidiyordu.
Ali Kemal ' de özellikle joint içtikten sonra ortaya çıkan hafif
bir paranoya vardı. Bir gün üçüm ü z oturmuş joint içiyorduk. Es­
rar kan şekerini düşürdüğü için ark a s ınd an t a tl ı b ir ş e yl er y em e k

88
oldukça iyi gider. Biraz bu nedenle, biraz da pisboğazlığımdan
çikolata alalım diye tutturmu ştum . Ali Kemal paranoyakça "Tat­
lı istersek bakkal esrar içtiğimizi anlamaz mı?" diyor, ben gül­
mekten yerlere yatacakken Sarkis, "Bari bozuk para verme, pa­
rayı da sinyal parası sanar" deyiveriyordu. S inyal parası demek,
tinerci çocukların veya eroinmanların sokaktaki insanlardan
topladığı beş on liinliklerdir. Sarkis ' in bu tür hazır cevaplığı bi­
zi hem güldürüyor hem de bir yerlerime batıyordu . Ali Ke­
mal ' in değil ama benim param gerçekten de sinyal parasıydı.
Artık Hakan 'la birlikteyken olduğu gibi para bulamıyordum.
Ya tanıdıkların beşbin, onbinlerini alıyordum ya da tanımadıkla­
rıma sinyal çekiyordum: "Afedersiniz efendim , acaba onbin li­
ranız var mı? Benim yol param kalm am ış da." Küfreden de olu­
yordu, utanmıyor musun diyen de. Utanıyordum ama utanmak
hastalıktan, krizden daha katlanılır bir şeydir demek istiyordum,
o karın ağrılarını, kemik ağrılarını siz bilmezsiniz demek isti­
yordum, tamam bir dahaki sefere çant anı zı alır kaçarım demek
istiyordum ! Ama cevap vermeye h akkım yoktu, çünkü dileni­
yordum . Ve aslında onbin onbin yüzlerce insandan para istemek,
aşağılanmayı kabul etmek dünyanın en zor işidir. Meslek olarak
dilenciliği s eçmemişseniz, yapamazsınız. Ama eroinmansanız,
eroine para yetiştirmenin ( topl u ma veya kendinize en az zarar
veren) tek yoludur bu . Çünkü çalış 3:ffi azsınız, çalışsanız bile pa­
ranız hiçbir zaman eroine yetecek kadar olmaz. Her geçen gün
bir gün öncesinden daha fazla maddeye ihtiyaç duyarsınız. Çıl­
gın bir girdaptır bu ve işin en kö tü yanı , sanıldığı gibi iğneyi ça­
kınca dünya tozpembe olmaz. Her şeyi unutup hülyalara dala­
mazsınız; aksine her şeyi olabildiğince çıplak, bütün çirkinliğiy­
le farkedersiniz ama kendinizi dışarıda, olayları bir camın ardın-

89
da seyrediyor sanırsınız. Sizi pek fazla rahatsız etmez olup bi­
tenler. Direkt size sataşan olmadıkça kimseyle alışverişiniz ol­
maz. Ailenize, sevgilinize, hiçkimseye ihtiyacınız kalmaz.
Sanının beni yanıltan, kandıran yönü buydu. "H"ten önce
hep birilerine birilerinin sevgisine ihtiyaç duydum, y alnızlıktan
korktum, kaçtım. Ama "H" le yalnızlık hiç ama hiç koymuyor­
du. Kimse beni üzemiyordu. Beni sevdiğini söyleyen, beni sever
görünen insanlar vücuduma ve psikolojime o kadar zarar verdi­
ler ki, yüzümdeki façalann yanında iğne izleri o kadar masum
kalıyordu ki, "H"i bırakıp tekrar o sevgi kaosuna dönemiyor­
dum.
Ailem, okulu da bırakmamın ardından benden ümidi tama­
mıyla kesti. Annem şimdiye kadar para vererek üstüne düşeni
yaptığını sandığı gibi, şimdi de para vermeyerek beni "H"den
uzak tuttuğunu sanıyordu. Halbuki onun sayesinde para kavramı
para psikozuna dönüşmüştü. Bizimkiler tam olarak nerede yan­
lış yaptılar? B unu çözebilmiş değilim ama eğer bir çocuğum ol­
saydı, ona para denen zırvalıktan hiç bahsetmezdim. Hele dok­
tor ol, para kazan, yaşlandığımızda bize bak, hiç demezdim. So­
kakta para için birbirlerini düzen insanları görmesin diye belki
evden çıkarmazdım. Hatta tıbben sakıncalı olmasa karşı cinsten
bir çocuk daha doğurur, onları çifleştirir, topluma ihtiyaçları kal­
masın diye her şeyi yapardım. Ne bileyim, adını koyamadığım o
kadar çok yanlış var ki; bana doğurmamı değil ölmemi, öldür­
memi söylüyor. Belki bunu iflah olmaz bir inatçı olduğum için
söylüyor olabilirim ama böyle düşünüyorum işte ! Yaşamak bu
kadar dürüst olmamayı gerektiriyorsa ben oynamıyorum!
B unları Ali Kemal 'e söylediğim zaman, esrarla sakinleştiği­
mi bildiğinden hemen bir joint sardınyordu. Ardından TV ' de

90
absurd bir şeyler seyrettirip (mesela TGRT kanalından) ölmem
gerektiğini unutturuyordu. Çaktırmadan terapi yapıyordu. O za­
manında birçok çeşit uyuşturucu denemiş, şimdi ununu eleyip
eleğini duvara asmıştı. Yaşamıyla barışık, sessiz, sakin, resimle-
,
riyle mutlu yaşayabildiğini söylüyordu. Önceleri benim paket­
lerden topluiğne başı kadar "H" alıp bu kadar maddenin burun­
dan bile olsa yeterli olabildiğini savunuyordu. Gerçekten de, na­
sıl yapıyorsa o kadarcıkla kafa yapabiliyordu. Yıllar ona yetin­
meciliği öğretmişti. Aynı şeyi benim de yapabileceğimi sanıyor­
du. Ben Pollyanna olmaya yaklaşamadım ama sık sık yaptığım
ziyaretler Ali Kemal ' in beyaz paketlere karşı olan mücadelesini
zayıflatmaya başladı, afinitesini arttırdı. "H" aldığının ertesi gü­
nü hafif bir anksiyete yaşadığını söylüyordu. Bu ertesi günler­
den birinde Sarkis ' le atışmaları biraz abartılı olmuş ve Sarkis en
azından iki günde bir gerçekleşen ziyaretlerini kesmişti . Ü stelik
öfkesinin hızını kesememiş , Ali Kemal ' le ortak birkaç arkadaşı­
na uğrayıp küçük dedikodular yapmıştı. İkisi de tam anlamıyla,
şiddetli geçimsizlik sebebiyle boşanmış karı koca psikozu yaşı­
yorlardı. Gülüyorduk ama yıllarca süren bir dost i uk birdenbire
sona ermişti. Sanki buna biraz da benim varlığım sebep olmuş
gibiydi. Çünkü Sarkis ' te bende olduğundan daha çok kadınca
hisler ve kaprisler açığa çıkıyordu . Benim Ali Kemal 'e sığını­
şımda cinsel bir yan arıyor, anlayamıyor, kıskanmamazlık ede­
miyordu .
Ben ise aseksüel olmaya çalışıyordum. Ayrıldıktan sonra Ha­
kan bana kimseyle yatıp yatmadığımı sorduğunda hayır dedim,
kimse olmadı. Aslında İ stanbul ' a geldiğim gece deliler gibi içip
Gitarc ı ' da tanıştığ ım dazlak bir basçıyla Ortaköy ' de, bir evin
bahçesinde sevişmiştim. Çamaşır ipinin üzerinde ne varsa aşa-

91
ğıya indirip, üstünde yatağımızdaymışız gibi rahat takılmıştık.
Ama Hakan aseksüel olmamı istiyordu. Ben de öyle olurum ba­
ri , n ' apalım ! Zaten artık aşık olamıyorum. Aşk olmayınca da
seks ! . .
Tabii maganda ağırlıklı toplumumuzun gönlü b ir kadının
yalnız kalmasını hiç kaldıramıyor, sürekli çevremde kurtulmaya
ç a lıştı ğım budalalar oluyor. Yanımda ya gözyaşartıcı sprey ya da
kelebek ta şı m ak zorundayım. Onlar var diye evde oturup "Yalan
Rüzgarı"nı seyredecek değilim ya! Gene barlara gidip içiyorum,
gene otostop çekiyorum. Yalnızlığımla barışmam zor oldu ama
katillere inat yalnızım ve hiç de şikayetçi değilim. Şikayetim
sevgisizlik. Yanımda konu mankeni gibi bir sevgili taşıyacağıma
yalnız olurum; sömürmediğimden, sömürülmediğimden emin
olurum dah a iyi. Hele Hakan gibi bala ergenlik aşkları yaşayan,
insanların hayatıyla oynayabilen bir piçe rastlama riskini hiç gö­
ze alamam. Ama sonra aşık olmadığım halde ressam dostuma
yaptıklarımı düşününce kimseyle arkadaş olmamam gerektiğini
canım acıyarak farkediyorum. Ben bile nasıl bu kadar soğuk­
k an l ı olabildiğimi anlamıyorum. Ama sanırım kimseye katil de­
meye hakk ı m yok. Çünkü asıl cinayet işleyen benim.
Ali Kemal ' in durumu gittikçe vahimleşiyordu. Artık beni gö­
rür görmez kendi küçük payını ister olmuştu; vermemezlik ede­
miyordum , cimrilik yapıyormuş gibi olmaktan korkuyordum.
Çünkü Ali Kemal bana karşı her zaman çok cömert olmuştu .
Ö yle ya da böyle artık iki günde en az bir i ğne yapar hale gel­
mişti. Hala h astal anm ay ac ağ ını öne sürüyordu. Gerçekten de
hiçbir zaman hastalanmadı. Çünkü hastalanacak fırsat bulamadı.
B aşından saçma sapan bir evlilik geçmişti ve eski karısı tarafın­
dan ona uzaktan bile gösterilmeyen bir o ğl u vardı. Oğluna olan

92
özlemini hep kamufle etmeye çalışıyordu . Ama TV ' de beş altı
yaşlarında bir velet görse agres ifleşiyor, Pollyanna yerini
Freddy ' e bırakıyordu . Eski karısı çocuğu, Ali Kemal ' in çevre­
sindeki uçuk arkadaşlarını bahane ederek göstermiyordu. Kadı­
nın mentalitesi, çocuğun Sarkis gibi insanlarla muhatap olması
halinde onlardan biri olacağı sonucunu getiriyor; Ali Kemal de
böyle bir mantıkla savaşamıyordu. Çünkü böyle düşünen sade­
ce karısı değildi ; toplum kadından taraftaydı .
Fakat kadın fazla ileri giderek, Yahudi sevgilisiyle beraber
çocuğu alıp yurtdışına yerleşti. Ali Kemal bunu öğrendiğinde
yanındaydım ve bir insanın yarım saat içinde nasıl yok olabile­
ceğini, nasıl çökebileceğini izledim. Moral vermek için hiçbir
şey söyleyemiyor, aksine varlığımdaki negatiflikle oıru daha
fazla üzüyordum.
B irara "boşver, oğlan biraz daha büyüsün, bu sefer de biz gi­
der, kaçırırız" gibi anlamsız bir söz söyleyecek oldum. Kafasını
kaldırıp gözlerimin içine baktı ve "Garbi s ' e bile sahip çıkama­
dım, artık gelmiyor" dedi. O gün onu y alnız bırakıp kaçtım.
Artık hiç kimseye bulaşmıyor, özellikle yalnız olmaya çalışı­
yordum ki, bir gün yolda Ş adiye ile karşılaştım. Şadiye son iki
yılda en az yedi sekiz defa over dozdan ölmüştü. Herkes neden­
se sürekli ölüm haberini bekliyor, o da inadına kaybolup kaybo­
lup yeniden ortaya ortaya çıkıyordu . Sözde bana karşı olan nef­
retini yenmişti ama her nedense her karşılaşmamız olaylı bir şe­
kilde bitiyordu . kendimi ona karşı suçlu hissediyor, ne kadar
kızgın olursam olayım, her görüşümde kilitlenip kalıyordum.
Yine aynı şey oldu.
Beyoğlu ' nda sinyal çekerken gördüm onu. Merhaba, n ' aber
faslından sonra evsiz olduğunu , otelde kaldığını öğrendim. Be-

93
nim şirin hapishanem otelden daha iyidir, diyerek onu alıp kar­
şıya götürdüm. Karşıda iki gün ense yaptıktan sonra ikimiz de
krize girmek üzereyken, kendimizi Beyoğlu ' na attık.
Tarabya'daki evde o ilk şoku yaşadığımdan beri, sakatlığını
görmemeye çalışıyordum. Ama Şadiye bazen bunu insanların
gözüne gözüne sokmaktan zevk alıyor, kullanmakta hiç sakınca
görmüyordu. Özellikle sinyal çekerken koltuk değnekleri çok .
işe yarıyordu. Para bulması kolay olduğu için "H"i hiç eksik ol­
muyordu. Malı olduğunda, diğer eroinmanlar gibi bencillik yap­
mıyor, benimle (hatta herkesle) paylaşıyordu. O gün anne sigil
ona ev tutsun diye yüklü bir miktar para yollamıştı . Paranın hep­
sini anında "H"e çevirdik. Ben evden çıkarken anne mle tartıştı­
ğım için tekrar eve dönemiyor, Şadiye 'nin yanında üçüncü bir
koltuk değneği gibi dolaşıyordum. Şadiye bunu aldığı mala bağ­
lıyordu ama ben Şadiye' ye ufak da olsa destek oluyorum sanı­
yordum.
O gece paraya kıyıp güzel bir otelde sabaha kadar takıldık.
Şadiye "H"ten önce Diazem de aldığı için habire taklaya geli­
yor, ben onu ayıltmak için uğraşmaktan kafa yapamıyordum. -
Şadiye eskiden beri, ters damarına denk gelirseniz dayak bile yi­
yebileceğiniz kadar sert olmayı becerebiliyordu . Koltuk değnek­
leriyle polis kom iserine saldırdığı bile olmuştu. Ama "H" saye­
sinde artık katlanılmaz duruma gelmişti. Sürekli saldırgan ve
paranoyak takılıyordu. Ben sabretmeye karar vermiştim. Zaten
onu bu durumda bırakamazdım. Takladan her çıkışında bir ba­
hane bulup beni azarlıyordu. Ben de iğnesini veriyor, tekrar tak­
laya gelince rahat bir soluk alıyordum. Bu böyle iki gün sürdü.
İk inci gün biraz insan içine çıkmaya karar verdik. Barda eski bir
arkadaşımı 'görüp onunla bir iğne yapacak oldum; arıza hatun

94
gözlerimin içine bakarak, "kimde ' H ' varsa ona takılıyorsun"
deyiverdi. Artık bu laf benim :;abrımı bile zorlardı. Sinirlenmiş­
tim, kendi yoluma gitmeye hazırlanıyordum ki Gülay geldi.
Gülay birkaç sene öncesine kadar milleti peşinden koşturan,
hoş bir kızcağızdı. Zamanla ağır bir şizofren haline geldi. Ben o
kadar insan arasında "H"in iyi geldiği kişi olarak bir tek Gülay ' ı
gördüm. "H" onu normal bir insan gibi yapıyordu. Hiçbir şey
kullanmadığı zaman dünyayla ilişkisini koparıyor, kimseyle ko­
nuşmuyor, kim elinden tutup götürürse gidiyordu. O gece de ba­
şında bir sürü y amyamla öylece oturuyordu. Onu öyle oıraka­
mazdık.
Böylece ben yine Şadiye 'den kurtulamadım. Otele geri dön­
dük. Kendi iğnemizi hazırlarken Gülay ' a da yapalım yapmaya­
lım mı diye konuştuk ve zaten Gülay ağzını açıp kendi fikrini
beyan etmediğinden hiç denemedik. B iz kendi iğnemizi yapıp
tatlı bir uykuya gömülmüştük ki, sabaha karşı Gülay uyanıp be­
ni de uyandırdı ve konuşmaya başladı. Konuşması benim için
çok sevindiriciydi ama o da iğne istiyordu. Önce ne yapacağımı
bilemedim. "Emin misin Gülay, kendini nasıl hissediyorsun?
Daha kötü olmanı istemem" dedim. B ir aydır kapalı musluk
sendromu yaşayan Gülay gayet mantıklı görünüyor, kocaman
gözlerini gözümünü içine dikmiş sömürü yapıyordu. Şadiye'yi
uyandırmaya gerek görmedim , çünkü bir şey söyleyebileceğini
sanmıyordum. Uyku mahmurluğuyla malı kaynattığımız kapağa
biraz fazla döktüm. Neyse dedim, fazlasıyla kendime ve Şadi­
ye ' ye de birer iğne hazırlarım. İki gündür bu işi o kadar çok
yapmıştım ki, benim için garip hiçbir şey yoktu.
Ben tuvalette malı kaynatmaya uğraşırken Ş adiye uyandı, ne
yaptığımı sordu. Gayet sakin, "Gülay ' a iğne hazırlıyorum" de-

95
d im . Vay efendim, ben geceleri gizli gizli Şadiye ' nin malını ça­
lıyormu şum ! B unu yapmama hi ç gerek yoktu , çünkü mal genel ­
de benim üzerimde oluyor ve Şadiye iki gündür hemen hemen
hiç ayılmıyordu. Zaten fazlasıyla iğne yapıyorduk. Ama Şadiye
sapıtmıştı bir kere ' ! Çantamı kapıp, yeter be diyerek kaçacak ol­
dum; kapıyı ki l itl ey ip "soyun , üstünü arayacağım, malı sen çal­
dın" demeye başladı. Artık benim sigorta da atmıştı. B ağırışma­
larımıza bütün otel uyandı ama Şadiye kapıyı hala açmıyordu.
çantamı ve ceplerimi boş al tt ı m ; bir an önce bu hatundan kurtul­
mak istiyordum . O ise iyice psikopatlaşmış, "otur, konuşacağız,
hiçbir yere gidemezsin" diyordu. Gözlerindeki delice ışıltı beri
iyice korkutuyordu . Otel görevlileri kapıyı yumrukluyordu. Da­
ha fazla day anam ay ı p kapının camını aşağı indirdim ve kapı
aç ı ldı. Kendimi nasıl dışarı attım, bilmiyorum. Saat sabahın be­
şiydi, A l i Kemal ' den başka gidecek yerim yoktu .
Anlattıklarım A l i Kemal ' i de çok sinirlendirmişti. Günlerce
onuıı evinde kalmış, tek bir çöpüne dokunmamıştım. Belki hır­
sızlık yapabilirdim ama arkadaşlarımın herhengi bir şeyine el
sürmek, ne kadar
kötü olursam olayım bana göre bir şey değil­
l
di. B unu Al Kemal de biliyordu ve benim halim onu da üzmüş­
tü .
Aradan iki gün geçmişti, yanımda bir erkek arkadaşımla Be­
yoğlu 'nda yürürken, magandanın biri koşup popoma bir çimdik
attı ve gülerek kaçtı. Ne yanımdaki vatandaş :ıe de ben bir şey
yapabildim. Öylece kalakalmıştım. Tam bu sırada kulağıma atı­
lan bir kartopuyla beynim iyice döndü . Ben hiç k imsen in hiçbir
şeyine karı ş m az , kimseyle uğraşmazken, nedense herkes benim­
le uğraşıyordu. Ağlayarak ve deliler gi bi koşarak Ali Kemal ' e
gittim . Kapıyı açıp beni yine ağlar halde gördükten sonra ben

96
ondan şevkat beklerken o da bana fırçayı basınca tamamıyla
koptum. Bütün bunlara benim sebep olmuş olabileceğimi söylü­
yordu. Yani ben bir şekilde insanların popoma çimdik atmasını,
benimle uğraşmasını istiyormuşum. İ şte o noktada koptum !
Sabaha kadar karlar altında sokaklarda dolaştım durdum. Sa­
dece kendime acıyor, artık ölmek zamanıdır diye düşünüyor­
dum. Dönüp dolaşıp hep aynı şeye takılıyordum. Çevremde in­
sanlar olsun, insanlar için varlığımın bir anlamı olsun, herkes
beni sevsin . . . Veya eroin olsun, insanlara olan mecburiyetimi
unutayım, kendi kendime yeteyim istiyordum.
Çocukken bana hep yaşına göre olgun bir kız derlerdi. Hep
en büyük bendim, benden küçüklere örnek olmak zorundaydım,
okulda başarılı olmak zorundaydım . Yalnışlık, yaramazlık, afa­
canlık yapamazdım. Konuşmaya başlar başlamaz, düzgün cüm­
lelerle, Anadolu ' da geziyor olmamıza rağmen İ stanbul türkçe-
'

siyle konuşuyordum. Böyle bir çocukluğun ardından ergenli-


ğimle birlikte denge bozuldu. Çünkü büyük bir ihmal , unutulan
bir şey vardı: SEVG İ ! Ben de bu açağımı hep dışarıda karşıla­
maya çalıştım. Başvurduğum her duvar için başımda bir yumru
oluşmuştu. Ama artık yumru oluşabilecek normal bir zemin kal­
madığından ya da beynim yekpare bir yumru haline geldiğinden
olsa gerek insanlardan uzak durmaya, en fazlası minumum dü­
zeyde ilişki kurmaya karar verdim. En son Ali Kemal 'den ağzı­
mın payını almış, arada bir Judas barda yaptığım geyikler dışın­
da ben de bir cins Gülay halini almıştım. Hatta bazı günler sade­
ce otostop yaptığı m insanlarla ve torbacılarla alışverişimde ko­
.nuşuyordum. Evdekiler ise benimle konuşmuyorlardı. Bu asos­
yallik benim gibi bir insan için çok vahimdi ama kendimi zorlu­
yor, kendimden başka kimseye zarar vermemeye çalışıyor�um:

97
Fakat Ali Kemal daha fazla dayanamayıp beni tekrar buldu.
Özürler diliyor, ilişkimizin devam etmesini istiyordu. En azın­
dan son bir resim için modellik yapmamı sonra istersem yine
konuşmayabileceğimi söylüyordu. Fazla inat edemedim onunla
olmak bana da iyi geliyordu.
Bu son resim nü bir çalışma olacaktı. İğnemi yapıp tualin ar­
kasında yerimi aldım. Ali Kemal bu sefer herzamankinden daha
dikkatli ve yavaş çalışıyordu. Eskiden elinde fırça, sürekli çene
yarıştıran adam bu kez hemen hemen hiç konuşmuyordu. Artık
benden istemiyor, kendi "H"ini kendi alıyordu. Resme şöyle bir
bakacak oldum: Bütün resim kıpkırmızı, kan rengiydi.
Tekrar annemlerin yanına dönmüştüm, onlarla mümkün ol­
duğu kadar az muhatap olmaya çalışıyordum. Hemen hemen hiç
para vermiyorlardı. Ben de karşıya geçecek oldum mu otostop
yapmak zorunda kalıyor, "H" parasını sinyalle topluyordum.
kendimi tamamıyla bırakmıştım. Sadece daktilomun başında
kendimi iyi hissediyordum. Yaptığım otostopları küçük öyküler
haline getirmeye çalışıyordum. Örneğin şehir hatları vapuruyla
kendimi Kuzguncuk' a bıraktırışımı çok hoş bir öykü haline sok­
muştum.
Aslında olayın gerçeği de yeterince komikti :
O zamanlar köprü yanmamıştı ve ben okula devam ediyor­
du � . Kuzguncuk'te oturan, okuldan tanıştığım bir arkadaşıma
gidecek, ertesi günkü sınavım için onun mikroskopu ve prepa­
ratlarıyla çalışacaktım. Fakat önce Gitarcı' da birkaç bira içmeye
karar verdim. Tabii herzamanki gibi birkaç biranın sonu gelme­
di ve son vapura kaldım. Yalnız gitmek zor geldi; benimle gel­
mesi için Ş adiye 'yi kandırdım. İkimiz de bayağı sarhoştuk. Be­
nim üstümde kısacık bir etek vardı. Bir başka sarhoşun başımı-

98
za bela olması fazla uzun sürmedi. Bol küfürlü bir kavga patlak
verdi. Felaket meraklısı halkımız da i şin içen burnunu sokmak­
ta fazla gecikmedi. S onuçta Şadiye ve ben sarhoştuk ve bu du­
rum nasıl.oluyorsa oluyor, bizi suçlu duruma düşürüyordu. Bir
anda kendimizi kaptanın yanıda bulduk. Ben o kafayla anlatma­
ya başlamışım: Kocamla sorunlarımdan tutun da ertesi gün sına­
vına gireceğim profesörün, oğ lunun ni şan lısıyla evlenişine ka­
dar her şeyi an l at mış ım . Bu arada vapur Kadıköy'e yanaşıp yol­
cuları bo ş altm ı ş , tekrar Beşiktaş ' a seferini yapmış, demir atma­
ya hazırlanıyordu. Fakat kaptan amcanın yüreği bizi o halde
bırakmaya el vermedi ve Kuzguncuk iskelesine kadar bizi götür­
dü. Orada tanıdık bir taksiye bindirip, bizim sağ salim eve git­
memizi sağ ladı. Ertesi sabah okula gitmek için evden çıkmıştık
ki, önümüzde bir taksi du rdu ve sivil kıyafetleri içinde kaptan
amcamı tanıyamadım. Hiç tanımadığım bir adam bana sınavım­
da başarılar diliyor, hakkımda her şeyi biliyordu. Şaşkınlığımı
görünce kendini 1anıtıp, başım derde g irdiğinde onu bulmamı
söyleyerek ayrıldı. İyi ki hala böyle insanlar var diyerek okulu­
ma yollandım.
Yine bir başka otostopta gayet seçkin bir vatandaşın farkında
olmadan esrar içmesine vesile oldum. Kardeşimle Bodrum' a gi­
diyorduk, sigara paketimin içinde bir tane esrarlı sigara vardı,
unutup arabanını içinde "dolu" Samsun ' u yaktım. Arabanın içi
bir anda dumanaltı oldu. Bu arada şöför bey ilk defa Samsun
içen bir bayan gördüğünü söylüyordu. İçimden, "ya esrarlı Sam­
sun içen bir bayan görmüş müydünüz?" demek geçiyordu. Bir
kere y akmı ştı m ; tekrar söndürmemin daha çok dikkat çekeceği­
ni düşündüğümden söndüremiyordum da. Adamcağız hiçbir şey
farketmedi ama bayağı dumanaltı oldu. Bizi indirdikten sonra

99
yoia nasıl devam ettiğini hfila çok merak ediyorum.
Daha böyle yüzlerce otostop ya da vapurstop hikayem vardı
ama çok çabuk sıkıldım. Korkunç bir boşluk yaşıyordum. İçim­
de acayip bir enerji birikimi vardı ve nasıl deşarj olacağımı bil­
miyordum. Gün geçtikçe daha asosyal oluyordum, tek arkada­
şım Ali Kemal ' di ve ve nedense ondan nefret etmeye başlamış­
tım.
Garip bir şekilde, ondan kurtulmam gerektiğini dü ş ünüyor­
du:n; beni seviyor olması , her şeyime katlanıyor olması sinirle-'
rime dokunmaya başlamıştı. "H"in benim karakterimi değiştire­
meyeceğini sanıyordum ama galiba değişiyordum . Ş adiye kadar
olmasa bile ben de agresifleşmiştim. B unun farkına varmam da­
ha çok moralimi bozuyor, kendime acıyayım mı, nefret mi ede­
yim bilmiyordum . Annemlerin duygu sömürüsü dengemi iyice
alt üst ediyordu. İ çimde kocaman bir şiddet isteği vardı ve bunu
engelleyemiyordum. B irilerine zarar vermekten çok korkuyor,
am a diğer taraftan da şiddetin beni rahatlatacağını düşünüyor­
dum.
Rutin olarak "'H"ten kurtulma denemelerine girişiyordum.
Kendimi eve hapsedip binbir zorlukla kriz atlatıyor, kendime
gelir gelmez Taksim '.e gidip yine "H"e yazılıyordum. "H"siz ha­
yat o kadar anlamsız geliyordu ki, normal insanların dürtülerin­
dei ı o kadar uzaktım ki, hiçbir şey zevk vermiyordu : Yemek, iç­
mek, gezmek, seks korkunç anlamsızdı. Kafamdaki vitese hük­
medemiyor, bir türlü geriye alamıyordum. Tek çözümün İ stan­
buJ 'dan uzaklaşmak olduğunu düşünüyordum ama parasızlık gi­
bi mühim bir handikapım vardı . Annemler bana olan güvenleri­
ni tamamıyla yitirmişlerdi. Onlara göre sırf inatçılığımdan bı­
rakmıyor, onlara kötülük yapmak istiyordum. Hiç p atlıcan ye-

100
memiş birine patlıcanın tadını nasıl t an f edemezseniz, hiç "H"
almamış birine de "H"den ne anladığınızı anlatamazsınız. Yine
de anlatmaya çalışıyordum : O bir pil gibi diyordum , pilim boşa­
lınca her şey, özellikle insana özgü güdülerim, sağlığım bozulu­
yor, pili takınca normal insana benziy orum. İ stediğim, tozpem­
be bir dünya değil; sizin alg ıladığınız dünyayı algılayabilmek,
diyordum. Ve hep boşuna nefes tüketmiş oluyordutn. Ailem son­
suza dek eroinman kalacağımı sanıyor, Ali Kemal ise hala ero­
inman olmadığımı . söylüyordu.
Genç bir kızken, uykuya dalmadan önce bol para kazanaca­
ğım, beyaz atlı prenslerin peşimde koşturduğu bir gelecek haya­
li kurardım. Şimdi ise uykuya dalmadan önce özellikle Hakan ' ı
parçalara ayınyor, herbir parçasını ayrı b ir şekilde servise hazır­
lıyor, iyice çiğneyerek yiyor ve huzurla uykuya dalıyorum. Ha­
di Hakan' a bunları yapmak için sebeplerim var diyelim, ama ay­
nı şeyleri sırf ağzının içine giren bıyıkları var diye hiç tanımadı ..
ğım birine de yapabileceğimi biliyordum.
B irilerinin y ardımına ihtiyacım vardı ariıa bana yardım etme­
ye çalışan herkesten de nefret ediyordum. Emin olduğum tek
şey vardı; gittikçe ölüme yaklaşıyordum.
Yaşantımın somut bir ispatı olsun istemesem , sadece kadav­
ra olmayı kendime yakıştıramıyor olmasam, çoktan ölmü Ş olur­
dum. Ama adını koyamadığım, yapmam gereken, bitirmem ge­
reken bir şey vardı. O anı bekliyordum. Sonuçta bu hayata tanık­
lık eden biri değil miydim ben de? Bu �anıklığın bir anlamı ol­
malıydı, bir işe yaramalıydı, ama neye?
Ben insanlardan uzaklaştıkça insanlar da bana karşı tepkisel
takılmaya başlamışlardı. Bir kısmı ulaşamadığı ciğere murdar
diyor, dört gözle "H" bulmak için orospuluk yapmamı bekliyor-

101
lardı. Oysa radikal dinci bir örgütün tetikçisi olmam bile bundan
daha akla yatkın bir ihtimaldi. Orospuluk yapabilmem için hem
normal denilen insanlara, hem de erkek denilen cinse katlan­
mam gerekiyordu ve bu imkansızdı. Kendimi bir hamamböceği­
nin hissedebileceği kadar dişi hissediyordum. Yaklaşmaya çalı­
şan herkesi istisnasız vajina budalası ilan ediyor ve artık onlara
hiç tahammül edemiyordum. Düşmanlığım farkediliyor olsa ge­
rek, birileri çantamın içine kullanılmış prezervatif falan atarak
beni iyice sinirlendirmeye çalışıyordu. Ben de söze gerek duy­
muyor, bıçağımı gırtlaklarına dayayıveriyordum. B uraya kadarı
arızalığımdan kaynaklanıyordu. Fakat kafamdaki bazı planlar
artık psikopatlaştığımı gösteriyor, gittikçe daha seyrek ortaya
çıkmaya başlayan mantıklı yanımı korkutuyordu.
Artık Ali Kemal'le de konuşamıyordum. Onun yalnızlığı gö­
rünürde sona ermişti. Fizik olarak bana çok benzeyen ama siga­
ra bile içmeyen hanım hanımcık bir sevgili bulmuştu. Eskisi gi­
bi çat kapı gidip rahatsız etmek istemiyordum. Yeni sevgilisinin
Ali Kemal 'e iyi gelmesi gerektiğini düşünüyordum ama o sez­
dirmemeye çalışsa da, daha çok depresyona girdiğini hissedi­
yordum. Kızla paylaştığı tek şey seksti ve sanının bu konuda da
ters giden bir şeyler vardı. Hafiften dürtecek olsam, bana boşal­
maya hazır olduğunu biliyordum ama zaten tahmin ettiğim, ba­
na artık çok ama çok anlamsız gelen, iletişememe sorunlarını
dinlemek istemiyordum. Bir yandan da sıkıntı içinde kıvranma­
sından sadistçe bir zevk a:lıyordum. Kızın kaprisleri Ali Ke­
mal' in yaşında biri içiı} katlanılacak gibi değildi. Yanında gez­
dirdiği bir süs bebeği kendisine olan saygısını zedeliyor, en kö­
tüsü de kendini bala abaza ye yalnız hissediyordu.
Uzun süredir ne resim yapabiliyor ne de yaptığı resimleri sa-

102
tabiliyordu. Parasızlık, Pollyannacılık oyununa benim tahmin
ettiğimden çok daha ağır bir darbe vurmuştu. Mecburen verdiği
resim dersleri bohemliğini sona erdirmiş, sıradan insanlar gibi
"sabah 9, akşam 5" çalışmaya başlamıştı Kazandığı para ise
.

onun gibi ehli keyf bir adamın esrar parasına bile yetmiyordu. O
da artık zaten kazandığı üç kuru ş paranın hepsini esrar yerine
" H e yatırmaya başlamıştı. Yalnız olduğunda burnundan takılı­
"

yordu ama eğer yanında ben varsam, bana iğne yaptırıyordu.


Önceleri benim filitrelerim ona ağır bile geliyorken, giderek al­
dığı doz benimki kadar olmuştu.
Son kavgamızda Hakan yüzüme nefretle bakarak, onu benim
eroinman yaptığımı haykırmıştı. Ben tıp kitaplarıyla boğuşurken
iğne yapan, benden seneler önce eroinle tanışmış, her şeye bur­
nunu sokmuş olduğu için hava atan, su katılmamı ş bir piçi ben
eroinman yapmışım r Anne sinin de dediğine göre oğlunun haya­
tını ben mahvetmişim !
.

Olabilir, yapmışımdır; yapmışsam da çok iyi yapmışım. Keş­


ke küçük oğluna da ilk "H"i ben verseydim. Şimdi gurur duyar­
dım, hiç pişman olmazdım. O ailenin bana attığı boklar o kadar
abartılı oldu ki aldırmamayı öğrendim. Ama Ali Kemal ' i "H"e
ben bulaşt ırm ıştım. Hem de neredeyse mükemmel bir planla ha­
reket etmiştim. Ve Allah kahretsin ki vicdan azabı duymuyor­
dum ! Ne zaman ve nasıl patlayacağını merak ediyordum.
Bu arada Çetin' in askerliği bitmiş, hala bıraktığı karısını ve
evini arıyordu. Ne kadar çok değiştiğimi görmemekte dire�iyor­
du. Bütün sorunun "H" olduğunu sanıyor, "H"ten kurtulduğum
anda her şeyin eskiye döneceğini sanıyordu On sekiz ay boyun­
.

ca onun hayatı durmuştu ama benimki en az· on kat hızlı ve uç­


larda Y aşanmıştı. Ve rahatsız karıs ı artık tah amm ü lsüz, agresif
.

103
ve duygusuz bir hale gelmişti. Dört senelik ilişki boyunca yap­
tığı hataları biliyor, aynı yanlışları yapmayacağını, beni bala es­
kisi kadar sevdiğini söylüyordu.
Tabii böyle düşünmesinin sebebi bana olan sevgisinden çok,
kaybettiği yaşama duyduğu özlemdi. Sadece beni değil evini,
eşyalarını, kitaplarını, dört yıl boyunca saklanabildiği sığınağını
yitirmişti. Her şeye baştan başlamak, yaşamla yüzleşmek zorun­
daydı ve çok korkuyordu.
Boşanmak için mahkemeye gitmek zorundaydım ama birtür­
lü zamanı ayarlayamıyorduk. İ şin boktan yanları, mahkemede
şahit olarak Hakan' ın bulunması ve bu da yetmezmiş gibi avu­
kata para ödemenin gerekmesiydi. Ben "H" peşinde koşmaktan
birtürlü fırsat bulamıyordum; Çetin bata umudunu yitirmiyor,
boşanmamak için elinden geleni yapıyordu. Her karşılaşmamızı
dram haline getiriyordu. Gözyaşlarına o kadar çok alışmıştım ki,
artık vicdan azabı bile duyamıyordum. Kısacası evlilik, çoluk
çocuk, meslek, yuva, aşk cinsinden kelimeler artık bana hiç ama
hiçbir şey ifade etmiyordu. Had saflıada yabancılaşmıştım.
O gün Ali Kemal 'den telefon bekliyordum. Benim ona mo­
dellik yaptığımı bilen, pomo bir dergide çalıştığını sonradan öğ­
rendiğim Veli aradı. Kendi çalıştığı dergide soft pomo sayılabi­
lecek pozlar verip veremeyeceğimi sordu. İ şin ucunda çok para
vardı ve istersem yüzüm kamufle edilebilecekti. Hakan ile olan
ilişkime kadar çıplaklığımdan korkunç utanan ben, nedense gö­
rüşmeyi kabul ettim.
Buluşup derginin ana binasına gittik. Beni ikna etmek için iki
saat içinde bütün kozlarını oynadılar: Zaten çok basılmayan bir
dergiydi, kimse ben olduğumu anlamayacaktı, istersem değişik
kılıklarda birkaç hafta üst üste poz verebilir, oldukça iyi para ka-

1 04
ıanabilirdim vs. Derginin daha 'önceki sayılarından birini gör­
mek istedim. Son kozlarını oynadılar: Kabul edecek olursam, o
gün için eroinimi sağlayabileceklerdi. Bende film kopmuştu, si­
nirden midem bulanıyordu. Tuvalete gitmem gerektiğ ini söyle­
yip kalktım. Aynı bina içinde birçok dergi, gazete ve seçkin fir­
maların yazıhaneleri vardı. Kantinlerin olduğu kata inip bayan­
lar tuvaletine girdim. Kapıyı kilitlemeden iğnemi hazırlamaya
koyuldum. Çakmağım olmadığı için tuvalet kağıdı yakarak kay­
nattım. İçerisi yangın çıkmış kadar duman olmuştu. Tam iğne
kolumdayken saygıdeğer bir· işkadını içeri dalıverdi. Halimi gör­
düğü andaki yüz ifadesi beni güldürecek kadar dehşet doluydu.
Kadın ortalığı ayağa kaldırmak için çıkar çıkmaz, ben de işimi
bitirip fırladım. Birkaç dakika içerisinde taksiye atlamış binadan
uzaklaşıyor, arkamdan kopacak olan fırtınayı düşünüyordum.
Ertesi gün gerçekten de arkamdan kıyametler koptuğunu ve
Veli ' nin işine son verildiğini öğrendim; kendimle gurur duy­
dum. Aslında böyle fırsatçı pezevenkler için yaptığım hiçbir
şeydi ama elimden bu kadarı gelmişti.
S ırada Ali Kemal vardı. Ben ona poz verirken tamamen sa­
natsal kaygılarla hareket etmiştim. Bunu birine, hele böyle iğ­
renç beyinli birine söylemesi çok çirkindi. Ama Ali Kemal ' in
hiçbir şeyden haberi yoktu, olay onun dışında gelişmişti. Zaten
evine gittiğimde onu öyle berbat bir halde buldum ki, konuyu
kapatıp onunla ilgilenmek zorunda kaldım. Cici sevgilisi, benim
senin gibi yaşlı, çirkin, uyuşturucu bağımlısı bir insanla ne işim
var diyerek onu terk etmişti. Oda, önünde rakı kadehiyle öylece
kilitlenmiş, oturmuş kalmıştı. Ne diyebilirim, ne yapabilirim,
bilmiyordum. B ir iki kadeh daha içtikten sonra ne yapabileceği­
mi o bana söyledi. İ stediği şey korkunçtu ama tanıdığım kada-

1 05
rıyla ne istediğini biliyor ve bu karara şu anda değil uzun zaman
önce vardığını söylüyordu. Kilitlenip }.(alma sırası bendeydi.Ra­
kıyı bitirdiğimizde artık ikna olmuştum. Bu onun en doğat hak­
kıydı ve ben de ona yardım edebilecek tek insandım. O ÖLMEK
İSTİ YORDU !
Her şeyini hazırlamış, değil onu, beni bile öldürecek kadar
madde edinmiş, bir önceki geceden beri beni bekliyor ve uçuru­
mun o kadar kenarında duruyordu ki üflemem bile yeterliydi.
Onu vazgeçirmeye hiç çalışmıyorum, aksine teşvik ediyorum.
Çünkü tanıştığımızdan beri ilk kez onu böyle çıplak ve gerçek­
çi görüy orum. Emekli olmuş bir palyaço gibiydi, ailesinden hiç­
kimse yaşamıyordu. Cenazeyi nasıl olsa belediye halleder, senin
yapman gereken iğneyi hazırlamak ve damarımı bulmak . . . Son­
ra tamam, ben arkandan kapıyı kilitler, pistona basarım. Birileri
beni buluncaya kadar iki üç gün geçer. Kapı sürgülü olduğu için
intihar olduğundan emin ofacaklardır. Merak etme, senin başın
derde girmeyecek. Yalnız senin resminin son birkaç rötüşünü
yapmak istiyorum. Son kez modelliğimi yapar mısın?
Tabii ki yapacaktım. Parmağını kesip son rötüşları kendi ka­
nıyla yaptı . Kıpkırmızı, çıplak ve korkunç derecede masum bir
kadın çıkmıştı ortaya. Sadece gözlerim kapkara ve oldukça iriy­
çli. Demek ki Ali Kemal beni böyle görüyordu . Bana kalsa ken­
dimi kapkara çizerdim, hiç renksiz. Ama resim için yorum yap­
manın zamanı değildi. Kalkıp iğneyi hazırladım, neredeyse sim­
siyah bir madde olmuştu. Damarı bulmam çok zor oldu ; madde
o kadar koyuydu ki kanın girişini göremiyordum. Nihayet bul­
dum, son kez gözlerine baktım, bala aynı kararlılık okunuyordu.
Cebindeki parayı isteyecek lçadar soğukkanlı olmam onu hiç şa­
şırtmadı. Ona ait her şeyi alabileceğimi söyleyip, kolunda iğney-

106
le beni kapı dışarı etti. Arkamdan sürgünün sesini duydum. Ona
saygı duyuyordum. Aynı cesareti ben de göstermeliyim diye dü­
şünerek ondan aldığım parayla gidip köpekler gibi içtim. Ağla­
mak bile çok zor. geliyordu, adeta onu kıskanıyordum. Ama ne
demiş adamın biri: İntihal, umutsuzluk ile cesaretin kesiştiği
yerde gerçekleşir!
Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorum, ayakta zor duruyor­
dum. İçimden bir ses hfila onu kurtarabileceğimi söylüyordu
ama buna hakkım yoktu. Çok özleyecek, çok arayacaktım -bili­
yordum ! Fakat ağlayamıyordum.
Okuldayken ötenazi tartışmaları olurdu. Bilenler bilir, ötena­
zi, hasta istediği taktirde doktora hastanın yaşamını sona erdir­
me yetkisinin verilmesidir. Ben baştan beri hastaların böyle bir
hakkı olması gerektiğini savunurdum ama böyle bir karar ver­
mek zorunda kalmayı hiç istemezdim. Oysa şimdi konuşabildi­
ğim tek insanın cellatı olmuştum, hem de kahve ikram edermiş
gibi insanüstü bir soğukkanlılıkla.
Yaşam artık iyice çığrından çıkmıştı; Pollyannalar bile inti­
har ediyor, ben hfila yaşıyordum.
Ertesi sabah hiç bilmediğim bir evde kendime geldim. İki
odalı, küçük bir öğrenci eviydi ve evde benden başka kimse
yoktu. İçkiden başım çatlıyor, hatırladığım her şeyin kabus ol­
masını diliyordum. Ceplerimi karıştırdım ve küçük bir paket
"H" buldum. İğneden sonra aklım başıma geldi ve hemen dışarı
fırladım. Bakırköy ' deydim ama Allahtan cebimde hfila biraz pa­
ra vardı. Ali Kemal' in evine geldiğimde soluk soluğaydım. Zili
çalmanın anlamsız. olduğunu biliyordum ama saatlerce çaldım.
B iraz sonra Ali Kemal uyanacak ve "Oo, tavşan gelmiş, n 'aber,
özlettin kendini" diyerek kapıyı açacaktı. Açmalıydı ! Nihayet

1 07
ağlamaya başlamıştım, akşama kadar kapının önünde ağladım.
Birara vazgeçip hastaneye gitmiş olabileceğini düşündüm ama
kapı hfila içeriden sürgülüydü. Hiçbir şey kabus değildi, onu öl­
dürmüştüm.
ONU ÖLDÜRMÜŞTÜM !

"Başarısız ressam kendi kanıyla son resmini yaparak intihar


etti"
"Yerli Van Gogh parmağını kesip, kendini terkeden sevgilisi­
nin resmini tamamladı ve altın vuruş yaptı. Arkasından ağlayan
küçük oğlu, babam beni görmeye gelmezdi ama onu çok özleye­
ceğim derken yürek parçalıyordu. "
"Uyuşturucu batağı sanatçılarımızı d a içine çekmeye başladı.
Yıllarca kendini ispatlamaya çalışan, her şeye rağmen resim ya­
pan fakir ressam eroine karşı koyamadı. "
"Parasızlık bir sanatçıyı daha intihara itti. Eroinle intihar
eden ressamın cebinden 25 bin lira çıktı."
"Son resminde kendi kanını kullanıp eroinle yaşamına son
verdi. Yakın arkadaşları ara sıra esrar kullandığını ama eroin ba­
ğımlısı olmadığını, intihar amacıyla eroin almış olabileceğini
söylediler. Son zamanlarda maddi durumu bozulduğu için inti­
harı seçtiğini iddia ettiler." vs. vs. vs .
Medyatik bir ressam olmadığı için gazeteler onun ölümüyle
pek fazla ilgilenmemişlerdi. Zaten Ali Kemal ' in çevresindeki
hiç kimse onun hakkında konuşmak istememiş, gazetecilerin
abuk sabuk yorumlarından korunmak akıllılığını göstermişlerdi.
Benim resmimi sön sevgilisinin resmi sandıklarından, onu ara­
yıp bulmuşlar.
Avukat arkadaşına bir vekalet vermiş, sahip olduğu her şeyin

1 08
kullanım hakkını bana bırakmıştı. Cesedi kadavra olarak kulla­
nılmak üzere evden çıkarıldıktan hemen sonra küçük odaya gi­
rebildim. Artık benim olan eşyaları karıştınken bana yazılmış
küçük bir mektup buldum:
"Sevgili tavşancığım,
Sana bir şeyler yazmak yerine milyonlarca şey söylemek is-
. terdim ama artık imkansız galiba. Sanırım seni çok şaşırttım. S e­
nin intihar planlarınla her dalga geçişimde kedi ölümüme kendi­
mi alıştırıyor, korkaklığımı yenmeye çalışıyordum. B ir de öyle
bir hayalim vardı ki gerçekleşmesi demek, yeniden doğmuş ol­
mam demekti. Fakat gerçekleşmesi bir değil üç imkansızı gerek­
tiriyordu. Yine de umut yakamı bırakmıyordu.
Sen, ben ve oğlum ! Ne kadar imkansız bir hayalim varmış
değil mi? Hep bir mucize olacak, sen beni farkedeceksin, seve­
ceksin ve benim 'sevmeme izin vereceksin diye bekler durur­
dum. Geçmişini, özellikle de Hakan' ı unutup, zekanın ve güzel­
liğinin farkına varmanı, iyileşmeni istedim. Toparlanabilseydin,
kendini öldürmekten vazgeçseydin, beni de yaşamla barıştırabi­
lirdin. Ama ölmekte o kadar kararlıydın ve ben senin ölüm ha­
berini kaldıramayacak kadar zayıftım ki, senden hızlı hareket et­
mek zorundaydım.
Sen dünyanını en inatçı insanısın, kendini cezalandırmayı
kafana koymuşsun, sevmemeye yemin etmişsin. Sevgisiz yaşa­
yamayacağın için de yavaş yavaş öleceksin . Senin gözümün
önünde eriyişini daha fazla seyredemez, muhteşem zekanı yok
edişine dayanamazdım. Ulaşılmaz tanrıçamın· sinyal çekerek
eroin parası toplayışını hazmedemedim.
Ardımdan çok fazla üzülmemişsindir. Son zamanlarda dert­
leşmek için bile uğramaz olmuştun. Yokluğuma kolay alışırsın

1 09
sanırım. Eşyalarımı satıp "H"e çevirmeye başlamışsındır. Ne ya­
parsan yap, senden sadece kitabını bitirmeni istiyorum. Ne yap
et, o kitap bitene kadar ölme! Birilerinin işine yarayacak, seni
anlatacak, birilerini utandıracak o kitap. O kitapla, yaşarken ver­
diğin mücadelenin meyvesini ölümünden sonra alacaksın. En
azından şu lanet toplumun bir hatunun hiç kimsenin orospuluğu­
nu yapmadan, canının istediği her şeyi yapabildiğini görmesi la­
zım. Göster onlara! Belki yaptıkların doğru değildi ama sen is­
tedin ve tek başına sen yaptın, ödün vermeden, dürüstlüğünü yi­
tirmeden, özgürlüğünden vazgeçmeden ve en önemlisi insanla­
rın birbirine oynayıp durdukları ikiyüzlü, basit, çirkin, küçük
oyuncukların hiçbirinde oynamadan, paranın kudretine karşı ko­
yarak yaşadın. Bunları bilmeliler, yazmalısın, benim gibi sessiz
sedasız utanarak terketme sahneyi. Belli mi olur, belki selam
için tekrar sahneye çıkma şansı verirler ve o zaman iyi alkış alır­
sın.
Seni çok fazla bekleyebileceğimi sanmıyorum ama bu tarafa
gelirken bari biraz güzel dedikodu ve değişen bir şeylerin habe­
rini getir. SENİ SEVİYORUM . . . "

Öbür taraftan hiç mektup almamıştım. Hemen gidip kendime


sağlam bir malzeme almalıydım, içim acıyordu.
Suçu sevmekti, ölümle cezalandırdım. Ellerim titrememiş, en
ufak bir vicdan azabı yaşamamıştım. Eşyaların hepsini tüketip,
on gün boyunca o küçük odada Rohibnol ve "H" le takılmıştım.
Ali Kemal ' in öldüğünü neredeyse unutmuştum. Rohibnol ile
yaptığım iğnelerde daha iğneyi kolumdan çıkarmadan bayılıp
kalıyordum. Yüzlerce kez, yanık unuttuğum sigaralar yüzünden
yangın tehlikesi atlattım. Yatağı, üstümdekileri, hatta parmakla-

1 10
nını yakmış bir halde kendime geliyordum. En son dozu biraz
fazla kaçırmış olmalıyım, uzun süre sessiz kalışım ve aç kalan
Garbis ' in çıkardığı gürültü (Ali Kemal ' in ölümünün hemen ar­
dından Garbis geri dönmüştü, ona bile iğne yapmıştım.) bakka­
lın dikkatini çekmiş, ayıldığımda kendimi hastanede bulmuş­
tum. Doktorlara göre saltanatım biraz daha sürecek olsaymış,
vücuduma yayılan iltihap sayesinde az daha amacıma ulaşıyor­
muşum.
Herkes Ali Kemal ' in ölümüne çok üzüldüğüm için ne yaptı­
ğımı bilemediğimi sanmıştı. Oysa biliyordum; fırsatım ve param
varken gayet mesut gidiyordum ama meraklı bakkal kapıyı kır­
dırıp, ambülans çağırıp bir kez daha son anda geri dönmemi sağ­
lamıştı. Annemler ona neredeyse madalya taktıracaklardı. B en
ise onu v e Garbis ' i öldürebilirdim. Zaten Garbis yaptığım iğne­
ler yüzünden olsa gerek faz l a yaşamad ı.
Hastanede yap ı l an testler sonucunda kalbimin teklemeye
başladığı ortaya çıktı. Yine kullanmaya başlar, ilaçlarımı ihmal
eder, falan filan yapacak olursam ölürmüşüm. Beni korkuttukla­
rını sanıyorlardı ama ben bunu zaten bekliyordum. Kalbim ken­
dimi bildim bileli tuhaf takılıyordu. Ayaklarımdan yaptığım iğ­
neler yüzünden yürüyemiyordum. İyileşene kadar hastanede ci­
ci kızı oynamak zorundaydım. Beyaz gömleklilere katlanmak
iğrençti. Hep aynı sorular! . .
"Hem de tıp ok u m uş s un - c ılç. c ık c ık. . .
"

Ne yani tıp okudum diye ölmek isteyemez miyim? Aksine,


sizin gibi olmaktansa ölümü tercih ettim . Kötü arkadaş l ar ım yü­
zünden veya ne olduğunu bilmediğimden değil ! Başıma neler
geleceğini, ne hale geleceğimi biliyordum. Planlamıştım, bile­
rek ve isteyerek başladım. B ırakamayacağımı da biliyordum.

ııı
Kısaca şöyle diyebilirim: B u sonuç, benim için uygµn görülen,
beyaz gömlekli, paralı, çoluklu çocuklu senaryodan daha çeki­
ciydi. En azından bu senaryoyu ben yazdım, ben oynadım. Baş­
kalarının senaryolarında figüran olmadım. İ s-te-di-ği-mi yap­
tım. Sürünün dümen · suyunda şekillenmeyen kiş!�!.!����9 �3!1 ­
. .
gi yönde olursa olsun hakiki bir şe):'.dir... Şu anda bir zavallıyım
ama kendini bir şey zanneden, aslında koyuna dönüşmüş, aciz
bir doktor olmadığım için de memnunum. Sizin hala yanına bi­
le yaklaşamadığınız bir dolu duyguyu dibine kadar yaşadığım
için de memnunum. Aptal olmadığım için eroinman olduğumun
farkındayım; sizin farkında olduğunuz şeyleri ne çok merak edi­
yorum, bir bilseniz !
Senelerce aralarında olmak, onları çok iyi tanıyor olmak, be­
yaz gömleklilerin bana yaklaşmasını, yardımını imkansızlaştırı­
yor, karşılıklı sinirlenip duruyorduk. B enden birsürü şeyıanlat­
mamı istiyorlar, ben anlatırken onlar kendi işlerine gelen kısmı­
nı dinleyip, gerisini duymamazlıktan geliyorlardı. Muhabbetle­
rine çok fazla katlanamadım.
Diğer hastalar, yani diğer cankiler ise o kadar tanıdıktı ki, ko­
nuşmamıza gerek kalmıyordu. Yaşadıklarımız, anılarımız, tanı-,
dıklarımız, ağrılarımız, sancılarımız aynıydı, sonumuz da . . .
Belli bir kültür v e terbiye ile büyütülmüş, maddi sıkıntı çek­
memiş ama hep en çalışkan, en olgun, en terbiyeli olmak zorun­
da kalmış çocuklardık. Çoğumuzun ailesi ya boşanmış ya da ço­
cukları yani bizler yüzünden ayrılamadıkları için senelerce kav­
ga gürültü birbirlerine katlanan ebeveynlerdi. Birkaç gurbetçi
dışında hep doktor, mühendis, öğretmen vb. mesleklere sahipti
ann e babalarımız. Bize pahalı oyuncaklar alıp güzel okullarda
okutmuşlardı. Bizler de bir zamanların en iyi öğrencileri olmuş,

1 12
zekamızı, yeteneklerimizi ispatlamış, onların deyimiyle bir nok­
tadan sonra kötü arkadaşlar falan yüzünden sapıtmıştık. Hiçbir
anne baba kendinde kusur aramıyor, hep aynı tekerlemeyi söy­
lüyordu: "Çalıştım, çabaladım, yemedim yedirdim, okusun,
adam olsun diye elden geleni yaptım, bir dediğini iki etmedim
ama şimdi onun bize yaptığına bak, vallahi yaşlandım, çöktüm,
ölümüm bu çocuk yüzünden olacak, doktor, hastane her şeyi de­
nedik gene başlıyor, gene kullanıyor. . .
"

Evet, gene kullanıyorduk! Krizi kafamızı duvara vura vura


atlatıyor, sonra kendimizi onca çirkinliğin ortasında çırılçıplak
buluyorduk. Biz de toplumdan herhangi biri olabilmek, onların
ihtiyaçlarına ihtiyaç duymak, onların yaptıklarını yapmak, onla­
rın güldüklerine gülmek, ağlamak is t iyorduk belki ama. . .
Yine aynı senaryo . . . Temizlenmiş, evime dönmüştüm. Her
şeye yeniden başlayacak, geçmişi unutacaktım. Çetin 'i, sıradışı
evliliğimi, Akinetonu, esrarı, Hakan ' ı, yaşanan o deli dolu gün­
leri ve eroini unutacaktım.
Oturup unutmam gereken şeyleri düşünmeye başladım. Yüz­
lerce öyküyü, fotoğrafı, insanı unutmalıydım:
Çetin ile yine birbirimize girmiştik. Bir sürü akinetonun üs­
tüne birsürü içki içmiş, koparmıştı. Dışarı çıkmak istiyordu, bı­
rakmadım, kapıyı kilitleyip anahtarı sakladım. Ama kilitli kapı­
lar ikimizi de hiçbir zaman durduramamıştı. Tuvaletin pencere­
sinden havalandırmaya, oradan da terasa çıktı. Dağcı olduğu
için keçi gibi tırmanıyordu. Arkasından çıktım, havalandırma
dümdüz durmadıkça düşemeyeceğiniz kadar dardı, eğer aşağıya
bakmasaydım tırmanabilirdim. Aşağıya baktım ve orada kal­
dım. Ne tırmanabiliyor, ne seri dönebiliyordum. Kim olduğunu
şimdi hatırlamıyorum ama evde biri daha vardı, onun yardımıy-

113
la geri dönebildim. Şabalak kocam da terasın kapısı kilitli oldu­
ğu için orada kalmıştı. Bir süre dolandı durdu, sonra her şeyi
unutup tekrar havalandırmadan geri döndü. Komşularımızın
hakkımızda neler düşündüğünü çok merak ediyorum. Ama ha­
yır merak etmemeliyim, artık unutmalıyım.
Palyaçoluk yaptığım sıralardı. Seçkin bir kreşin mezuniyet
günüydü. Çocuklar teker teker geliyor; onları kapıda karşılayıp
hediyeler veriyordum. Afacanın biri annesinin elinden tutmuş
b�·na ters ters bakıyordu. Annesi durumu farkedip aramızı yap­
m aya çalıştı:
"Aa, Atakan bak, ne güzel bir palyaço ! Sevdin mi onu?"
"Sevdim"
"En çok nesini sevdin?"
"B acaklarını ! "
Aynı velet bir süre sonra oyun oynarken "Herkes bir renk tut­
sun" dediğimizde, diğerleri sarı, pembe, yeşil olurken ten rengi
olmak istedi. Acaba benim çocuğum olsaydı, nasıl olurdu? Hiç
şansım yok; unutmalıyım !
Orhan Asena'nın bir oyununu oynuyorduk. Oyun oynanırken
genellikle öğrencilerden oluşan seyircilerimizin arasına yaşlı,
kioar bir bey gelip oturdu . B iz de kulisten seyirciyi seyrediyor­
duk. Yanımdakinin kulağına eğilip espri yaptım: "Bak, Orhan
A.;ena geldi". İ nanacağını nereden bilebilirdim ki? Oyun bitti,
selam s.ırasında oyuncu arkadaşlardan biri öne çıkıp gururla,
"Sevgili arkadaşlar, oyunumuzun yazarı Orhan Asena Bey de
aramızdalar, kendilerini sahneye davet ediyorum". Ben şok ya­
şı� ·ordum, Orhan Asena Bey yerinden bile kıpırdamıyordu. Her­
kes dönmüş ona bakıyordu. Uzunca bir sessizlikten sonra adam­
cağız açıklama yapmak zorunda kaldı : "Çocuklar, ben de hepi-

114
niz gibi tiyatroyla ilgileniyorum ama Orhan Asena değilim."
Rezil olmuştum. Keşke tiyatrocu olabilseydim ama artık imkan-
sız. Unutmalıyım ! ,
Fındık ' la tezgalı açarken anket yapan bir eleman yakalayıp
zorla kendimize anket yaptırmıştık. Sonra aynı çocuğu birkaç
kez dahe gördük. Her gördüğümüzde "Anketmen ! Anketmen! "
diye peşine takılıyorduk. Çocuk sessiz sakin Beyoğlu 'nda
yürürken ben bir koluna, Fındık diğer koluna girip, hadi bize
bira ısmarla anketmen diyorduk. B izden kurtulamıyordu.
"Nereye gidiyorsun anketmen?"
"Bir arkadaşımla buluşacağım"
"Sevgilinle mi buluşacaksın anketmen?"
"Evet"
"Biz de senle gelirsek sevgilin bir şey der mi anketmen?"
"Demez"
"Peki, biz sevgiline bir şey diyebilir miyiz anketmen?"
Anketmen bize bayağı dayandı. En son, "Gece, Melek ve Bi- ·
zim Çocuklar" filminin setinde başrol oyuncularını bekliyorduk.
Fındık' la ben figürasyon takılıyor, çok eğleniyorduk. Esas oğlan
anketmen değil miymiş, geldi, bizi gördü, görmemezlikten gel­
di, Atıf Yılmaz'la konuştu, verem olmuş, oynayamayacakmış,
gitti ! Onun yerine Uzay Heparı oynadı.
Artık ne anketmen var ne Fındık. Fındık beni unuttu, ben de
onu unutmak zorundayım.
"H"i, Hakan ' ı , ressam dostumu hatta Garbis ' i hiç hatırlama­
malıyım. Kabus onlar!
Geriye daktilosu başında, ölüme inanmış, yalnız ve yorgun,
parası, inancı, ümidi ve sevgisi tükenmiş bir kadın kalıyor. Ka­
zınmış. saçlarıyla kadına benzemiyor ya, öyle bir yaratık işte !

1 15
Ali Kemal 'in gözlerindeki kararlılığı hatırlıyorum . . .
Gülay, Soner, Kayhan, Ali Kemal, Garbis . . . . Hepsi beni bek-
liyor. . .
N e yapmam gerektiğini biliyorum . . .
Evde yine hiç kimse yok. Hiç olmadılar ki !
Küçükken, aslında bir prenses olduğumu, kral babamın iyi
yetişmem için bana kocaman bir oyun oynadığını, çevremdeki
herkesin oyuncu, her şeyin dekor olduğunu, sıradan bir insan gi­
bi yetişirsem daha akıllı bir prenses olacağımı düşündükleri için
bu saçma sapan şeyleri bana yaşattıklarını hayal ederdim. Değil­
miş, hala kimse gelip beni sarayıma götürmedi.
Hayal kurmak, çamaşır suyu içmek kadar zor!
Yazacak bir şeyim de kalmadığına göre . . . Evet, artık bitti,
perde !

1 16

You might also like