Professional Documents
Culture Documents
Kanat Güner - Eroin Güncesi
Kanat Güner - Eroin Güncesi
© Era Yayıncılık
ISBN 975-7882-63- 1
. .. .
EROiN GUNCESI
Roman
açıklamalıyım. Benim yüzümden mahvoldular, çöktüler. Ben
den beklenmeyen her şeyi yaptım, onları çok utandırdım. Çün
kü onlar beni, çevredekiler aman ne iyi çocuk yetişt irmi ş smiz
desinler diye büyüttüler. Hele annem . . .
Beni çok geç farketti o . 17 yaşıma kadar karnımı doyurduğu ..
6
rafında kalmıştım. Annem kardeşimle beni elimizden tutup an
neannemlere kaçırdıktan bir gün sonra eve eşyalarımızı almaya
gittik. Babam işteydi. Gece içtiği sigaralar kültablasında devasa
bir yığın oluşturmuştu. Onun halini gözümün önüne getirdiğim
de kocaman bir acı dalgası geldi geçti. Babamı çok seviyordum
ama annem ve çevresinin etkisiyle boşanmalarını istiyordum.
Annem benimle özellikle ilgileniyordu çünkü hakim benim de
ifademi alacaktı. Kardeşim çok küçüktü, hiçbir şeyin farkında
değildi. Önce o da anne mleydi. Sonra nasıl oldu hatırlamıyo
rum, babamla babaannemlerde kalmaya başladı. Hayal meyal,
şehrin orta yerinde kardeşimin bir kolundan arınemin, diğerin
den babamın çekerek bağrıştıklarını hatırlıyorum. Bu olaydan
bir süre sonra babamı kardeşimi bırakmaya ikna ettiler. Adam
cağız ailesine kavuşabilmek için her şeye razıydı. Derken mah
keme oldu. Hakim bana neler olduğunu sorunca ezberletilen:eri
söyledim: "Babam içki içiyor, bize bakmıyor, anneme kötü dav
ranıyor. " Babamın avukatı yaşımın küçüklüğü nedeniyle etki al
tında kaldığımı söyleyince de atıldım: "Hakim amca, ben etki
altında kalacak kadar küçük müyüm?" Bu ezberletilmemişti .
Hakim gülümsedi ve bir yıl ayrı kalınmasına karar verildi. O bir
yıl çok zevkliydi ; haftasonları babam bizi alıyor, her istediğimi
zi yapıyordu . Nihayet bisikletim bile olmuştu. Bu arada babam
her gün anneme birilerini yollayıp barışmaya çalışıyordu. En so.
nunda annem dayanamadı; tekrar biraraya geldiler. Babam yıl
larca hakime söylediklerimi yüzüme vurup durdu.
Aslında onu çok seviyordum . Hfila da çok seviyorum. Tanı
dığım insanların en zekilerinden biridir babam. Aşırı dürüst, aşı
rı dost canlısı ve müşfiktir. İ nsanlara çok çabuk güvenir ve tabii
ki çok çabuk da hayal kırıklığına uğrar. Dürüstlüğü sayesinde
7
habire o şehirden bu şehire sürülüp durduk. Çalmıyordu ve çal
mayan devlet memurunu da bu ülkede hiç kimse sevmiyordu. 12
Eylül öncesi bir geceyarısı polisler evimizi basıp babamı aldılar.
Birileri ihbarda bulunmuşmuş. Tabii hiçbir şey bulamadılar.
ıBelki sosyalistti ama hiçbir zaman komünist olmamıştı o. Ve si
lahla bir şeylerin çözülebileceğini kesinlikle kabul etmezdi.
Ergenlik çağım tam anlamıyla dengesiz geçti. Dedikoducu
memleketimizin gözünden hiçbir şey kaçmıyordu . Hiçbir ayıp
�ffedilmiyordu. Göğüslerim epeyce irileşmiş oldukları için bi
siklete binme zevkinden mahrum bırakılmıştım. Hiç unutamıyo
rum; bakkalda mahallenin piçleriyle atışırken dedeme yakalan
mış; banyoda annemden dayak yemiştim. Ciyak ciyak bağırı
yordu : "Orospu mu olacaksın?" Yoo, orospu olmak gibi bir ni
yetim yoktu. Ama bütün sülale bunun paniğini yaşıyordu ve ben
onları bir anda şaşkına uğrattım. Ne mi yaptım? Namaz kılma
ya başladım! Yırtık kotlarla, posterlerin ortasında kılıyordum
ama, beş vakit kusursuz kılıyordum. Çok sıkılıyordum o lanet
şehirden. B ir an önce üniversiteye kaçmalıydım. Annemle ba
bam da bir yandan kültürlü ebeveyn takılıp, öte yandan habire
"millet ne der" paranoyası yapıp beni allak bullak ediyordu.
Sigaraya 15 yaşında başladım. İçkiyle tanışmam çok çok ön
ce olmuştu, babam sağolsun !
" İ stanbul ' a git" dediği için de, "bak burası Taksim, şurası
Kadıköy, burda karşıya geçmek için arabaların durmasını bekle
me; sen geç onlar dururlar" deyip bırakıp gittiği için de sağol
sun.
l 7 yaşındaydım, İ stanbul ' da yapayalnızdım.
N İ HAYET ÖZGÜRDÜM !
Fakülteye başlar başlamaz tokat, tokat, tokat. . .
8
Ya Allah yoksa?
Devlet, hükümet olmasa?
Para?
Bütün yaşayacağını bu dünyada olacaksa?
Karşı olma hakkım varsa?
Ya ben beni yönetenlerden daha zekiysem?
Niye bazı şeylere anlamasam da uymak zorundayım?
Şu kocaman dünyada bana niye bu kadar küçük bir rol veril
miş?
Ya seks?
26MART
Songül, Serkan ve ben Eyüp ' e gittik. Replik dergisi için dak
tilo edilecek bir şeyler varmış da, Serkan onları yazdı; biz de sı
kılpık. Sonra sinemaya gittik. Müjde Ar' ın "Kaçamak" diye ap-
9
tal bir filmiydi. Daha sonra benim fikrime uyulup köprüaltına
gidildi. Üç bira içince Serkan 'la tartışmaya başladım. O da hep
aynı şeyleri söylüyor, ben de. Sonra qa mırıl mırıl. . .
Akşam Songül ' le eve döndüğümüzde evimizi üçüncü kez su
basmıştı.
6MAYIS
Cemile 'nin yaşgünüydü. Heybeliada ' ya gittik. Saat dörde
kadar sınıf arkadaşlarıma katlandım. Sonra sinema kulübünün
şamatasına kaçtım. Onlarda likör vardı. B iraz içtim, biraz . . .
7 MAYIS
Ne rezillikler yapmışım Tanrım; kendimden utanıyorum. Er
kan 'la da kavga edince yine zıvanadan çıkıp, j iletle dudaklarımı
parçaladım ve sakinleştim güya . . .
?TEMMUZ
Dersler bitti, eve dönmek zorundayım ama artık evim burası
10
gibi geliyor. B ir senede neler yaşadım; hele Serkan' la yaşadık
larımız . . . Artık kendimi bayağı bayağı kadın hissediyorum. S an
ki, sanki bütünü yakalamak gibi bir şey : Sevgi yoğunlaşıp sıkı
şıp patlıyor ! Yoksa fışkırıyor mu demeliyim?
Tiyatro kulübünde iki oyun çıkardık hiç fena değildik. Bütün
çalışmalar zevkliydi. Serkanım da yanımdaydı, dersler de hiç
umrumda değildi ama yine de takıntısız geçtim. Şimdi önümde
sıkıcı iki ay vardı. Nasıl katlanacaktım.
İ ki ay gün saydım, sıkıldım, sıkıldım . . . B irara Ege ' de tatil
yapmaya çalıştım ama olmuyordu , eğlenemiyordum. Ailemle
birlikte ne yapabilirdim ki? Arasıra sahilde şarap içip cıvık cıvık
muhabbetler yapıyorduk. Ben İstanbul 'u özlüyordum. Sayılı
günler, hatta saniye saniye sayılı günler geçti ve İ STAN
B UL'DAYDIM. . .
5 EYLÜL
Serkan beni Topkapı ' da karşıladı; alışveriş yapıp eve kapan
dık. Serkan benim için bir \>e ste yapmıştı. Nakaratı "ve sarılacak
bedenler öfkeyle" gibi bir şeydi. Ama fakat lakin ilk gün bile
tartıştık ve bende tuhaf bir soğuma başladı ona karşı. Sonuçta
sarılamadı bedenler öfkeyle . . .
6EYLÜ L
Önce okula sonra Ortaköy 'e gittik. Çok iyi anlaşıyor, birbiri
m izin ne söyleyeceğini önceden biliyorduk. Her şey çok iyiydi;
ta ki akşam Hülya ile Paco gelene kadar. Onlar öpüşüp koklaşır
ken, benim hıyar sevgilim, bacaklarım görünmesin diye beni ka
mufle etmeye çalışıyordu. Yani ev arkadaşlarımın yanında şort
giymeme bile katlanamıyordu . Yalnız kaldığımızda tartışmamız
11
Milan Kundera'dan başladı, kadınların teşhir merakına geldi da
yandı. Ne söylediğimi hatırlamıyorum ama önce morarmasını
sonra havaya kalkan elini gördüm. Vurmadı ama katlanamaya
cağım tek şey buydu ve kovuldu.
7 EYLÜL
Herkes Serkan 'dan nasıl bu kadar çabuk ayrılabildiğime şa
şırıyordu. Ortada ilginç bir şey yoktu ki. . . Hiç kimse, hele bir er
kek beni kısıtlayamazdı. Hele tokat atabilecek kadar ileri hiç gi
demezdi. Bu kadar basit ! Ben güçlü bir kadındım veya olmalıy
dım.
O gün Songül de sevgilisinden ayrıldı; biz iki dul dolaştık
durduk bütün gün. Sonra köprüaltına gittik.
Böylece köprüaltı günlerim başlıyordu. Köpiüaltı artık be
nim ikinci adresimdi. Orada içiyor, içiyor, diğer sarhoşlarla bir
geyik yakalarsam çene çalıp deşarj oluyordum. Garibim Songül
beni hiç yalnız bırakmıyordu. Köprüaltının sallantısına, yalnız
lığımıza şiirler yazıyorduk.
lOEYLÜ L
Yine epeyce sürttük. Sonra soluğu köprüde aldık. B irkaç bi
rayla çakırkeyif olup eve gitmeye hazırlanıyorduk ki, iki genç
bela oldular, tersledik, gitmediler. Sadece bir çay içimi konuş
mak için her şeyi yaparım, dedi biri. Diz çök yalvar öyleyse de
dim. Aklım sıra dalga geçtim. O Eminönü ' nün orta yerinde önü
me diz çöküverince dayanamadık. Sadece bir çay diye anlaşıp,
çayımızı da sessiz sakin içtik. Terbiyeli çocuklarmış ama çaktır
madan iltifatlar yağdırıyor, ağda gibi yumuşamamızı bekliyor
lardı. Yumuşadık. Ertesi gün Özgür ile buluşacaktım.
12
Buluştuk ve ben acı gerçeği öğrendim: İki gün sonra askere
gidiyormuş. İtiraf edeyim, bozuldum. Hoşlanmaya başlamıştım
keratadan. Benimle bebeğiymişim gibi ilgileniyordu. Üniversite
terk imiş, babasıyla çalışıyormuş, askerden dönmesini bekler
sem hemen evlenirmişiz. Gerçi bekleyebileceğimi hiç sanmıyor
muş ama . . .
1 2 EYLÜL
Yarın askere gidiyor. Benim yanımdan yarım saat ayrılmadı.
Pardon, yarım saat ayrıldı ve bana deri, çok güzel bir mont ge
tirdi. Bu hediye beni iyice duygulandırdı. Serkan ' la ayrılalı kaç
gün olmuştu ve ben aşık oluyordum. O gece bizdeydi. Ertesi ak
şam vatani görevini yapmak için beni terk edip gitti.
ŞU VATANA DA, VATAN İ GÖREV LERE DE . . .
1 8 EYLÜL
Serkan 'dan sonra girmem gereken bunalıma Özgür' den son
ra girdim.
Her şey çok boktan!
"Betty B lue"yu seyrettik. İyi ki seyretmişim; şimdi daha asi
yim.
11 EKİM
Sabah okul ve yalnızlık, öğleden sonra sırf yalnızlık, akşam
tiyatro ve bunalım ! Oyun 20.30'daydı ve ben 1 8 .30'da oraday
dım. Oyunun prömiyeriydi, taptığım bütün tiyatrocular oraday
dı . Kıskandım, kıskandım, kıskandım ... Ben mutlu olmak isti
yorsam tiyatro yapmalıydım.
13
13 EKİM
Akşam herkes Güner ' in oyunundaydı. Oyunda köprüaltın
dan tanıdığım bir çocuk da vardı. Oyundan sonra kulise doluş
tuk. Tebrikler falan filan arasında ben kendimi Doğan' a davet
ettirdim. Klasiktir; ilk oyundan sonra ıslatılır. Ben de ıslatmalıy
dım. Islattım ... Doğan ' ı eve götürmüşüm !
Doğan ' ı es geçecek kadar önemsiz buluyorum.
19 EKİM
18 ' imi bitiriyorum. Artık reşidim ! Bu gün benim en güzel
günüm olmalıydı. Ama okula gittim ve korkunç bir yabancılaş
mayla geri döndüm Ben baştan hata yapıyordum. O lanet okulu
hiç sevmiyordum. Karamsar karamsar eve geldim, iyice karar
dım. Sadece Işıl ve Feride vardı, duvarda da bir yazı: "Dünya
nın en tatlı reşit kızına". YİHHUUU ARTIK REŞİDİM !
6 KASIM
Bu tek başıma sıkılarak geçirdiğim üçüncü pazar, dördüncü
sünü istemiyorum.' Tüp bitti, ev buz gibi. Param yok, kamım aç.
Ama kötü değilim. Aynaya baktım ve kendimi sevimli buldum.
ÇOK GARİP.
1 1 KASIM
Neden her şey güzel olmaz yaşamak bu kadar güzelken.
15 KASIM
Taksim Meydanı ' nda durdum, durdum, düşündüm. Işıkların
parıltılarını yansıtan fosforlu martıları seyrettim. Geçmiş bir
olayı hatırladım: Elimde kocaman bir çantayla otobüs durağına
14
yürüyordum ki, bineceğim otobüs yanımdan geçiverdi. Yetişebi
lir miyim diye düşünürken, birisi, koşsana kızım ne duruyorsun
dedi. Koştum, yetiştim, bindim ve ses kimindi diye kalakaldım.
Camdan baktiğımda yaşlı bir amca sıcacık gülümsüyordu. İçim
ılık ılık oldu. Bu olayı düşünmek bana çok iyi gelmişti. Aheste
aheste eve yollandım. Ev o akşam çok renkliydi. Hülya 'nın kar
deşi Yücel bile vardı. İçtik, muhabbet ettik, sızan sızdı, kalan
ayıklar Yücel ile bendim . Ertesi gün on ikiye kadar konuştuk;
zaman yoktu sanki. Son nokta Yücel' in sıcacık öpücüğü oldu.
Akşam Doğanlar ile DDGF'nin gecesi için oyun oynayacaktık;
ayrıldık.
19 KASIM
YÜCEL YÜCEL YÜCEL Y ÜCEL YÜCEL YÜCEL YÜ
CEL YÜCEL YÜCEL YÜCEL YÜCEL YÜCEL YÜCEL
??????????????????
20KASIM
Özgür geldi. Ne diyebilirdim ki? Benim bir Yücel sorunum
var. Özür dilerim, beni unut. ..
23 KASIM
Devrimci arkadaşlarımızın öğrenci derneği toplantısına katıl
dım; gülmekten kırıldım. Yoldaş söze şöyle başladı: "Yeni üye
alımı şu anki en öncelikli mücadelemiz olmalı. Dışarıdaki nor
mal insanı nasıl buraya çekebiliriz? " dedi ve ben gülmeye baş
ladım.
15
1 1 ARALIK
Yücel sana sevgilim demek istiyorum. Yanımdayken her şey
.•
16
hani bir gece üçer üçer 24 tane sosisli aldığımız büfe? .. Biz o evi
su bastığı zaman temizlerdik. Ya Paşa ' daki ev? Yücel' le geçir
diğim o muhteşem geceye mekan olan ev?. . Hani sistit oldu
ğumda yetişemeyip kapısının önüne işediğim ev? . .
Elimde sadece pembe bir ayı kalmıştı. Hülya 'nın kızının, do
ğanın ayısı. Hülya' yla Paco beni kızlan ilan etmişti. Şimdi ner
deler? Ben onları istiyorum.
Şu anda salak bir ranzanın tepesinde pembe ayıma sarılmış,
ağlıyorum. Odadaki on bir kategori yurttaşım uyanıp, yatakları
nı toplayıp, dişlerini fırçalayıp okullarına koşturdular. Akşam en
geç 20.00'da bu göt kadar odaya doluşmuş olacaklar. Ama ben
burada olmayacağım!
20CAK
Yeni yıla oda arkadaşım olan Pakistan vatandaşı Hatol' un
kardeşim dediği Gürcan adında bir çocuğun evinde girdim. Bir
de, niyeyse bu Gürcan adındaki çocukla çıkmaya başladım.
Hep ama hep aynı şeyi yaptım, sevgi aradım, sevgi istedim.
Tatminsiz, doyumsuz, isterik bir şekilde, en çok sevgiye ihtiyaç
duydum. Çalışan annenin yol açtığı, özellikle prensiplerine so
nuna kadar bağlı bir cumhuriyet öğretmeninin aşırı soğukluğu
nun neden olduğu, oral veya anal veya buluğ çağında takılmış
tık olabilir durumum. Freudyen de bakabiliriz, cinsel tatminsiz
lik diye de kestirip atabiliriz. Aslında benim için cinselliği ke
sinlikle kestirip atamayız. Çünkü Freud ' u bile cinsellik
hakkında fikir beyan etmekten vazgeçirebilirim, buna eminim,
kafamda cinsel devrimin en hasını yaptığım, tabuların hepsinin
ağzına sıçtığım halde seksle birtürlü barışık olamadım. İlk tec
rübem bir bakire için en uygun partnerdi güya, çünkü ne de ol-
17
sa doktor sayılırdı. Ama bu işin fizyolojisini bilmek, okumuş
olmak absürd başlayıp absürd devam etmesine engel olmadı.
1 7 yaşındaydım, mantığıma göre hemen o zardan kurtulma
lıydım. O kadar zor oldu ki... Feodal takıntılar sayesinde zar
duvar halini aldı , kendimi çok zor gevşetebildim. Kasıldıkça ka
sılıyor, canım acıyana kadar uğraşıyor ama hiçbir şey beceremi
yorduk. En sonunda tamam, bu sefer oldu dedik ama zardan eser
yoktu. Şok olduk! Hatırladığım, çok küçükken annemin bana,
orama elimi sokarsam sakat kalacağımı söylemesiydi . Ben de
sakat kalacağım için korkar, hem de yasak olduğu için deli gibi
merak eder, banyodayken küçük parmaklarımı sokabildiğim ka
dar içeri sokardım ve sakat kalmazdım. Ama sonuçta bu işi ben
olsa olsa bis iklete binerken geçirdiğim kazalardan birinde becer
miş olmalıydım. Başka ne olabilirdi ki?
_
Gerçek, ilk kürtajımda anlaşıldı: Hamileydim ve bakireydim.
Günlüğümden devam edeyim:
30CAK
Hala Gürcanlar'daydım. Y ılbaşı gecesi davet edildiğim tek
yer olduğu için Yeldeğirmeni'ndeki o küçük öğrenci evindey
dim. Gürcan'la daha önce Hoyrazoğlu'nun tiyatrosunda tanış
mıştım. O ve Hatol dışında da tanıdığım hiç kimse yoktu. Gür
can eve önce baba gibi bir sürü hediye ve içkiyle geldi. Çok se
vimli, şevkatliydi; ben de sarhoştum. Üstelik Y ücel'e çok kız
gındım, sevgilisine geri dönmüştü. Gürcan da sevebileceği biri
ni arıyormuş ki.. .
18
yapıyorum. Gürcan, Hoyrazoğlu Tiyatrosu'nda ışıkçılık yapı
yor; onun yanına gidip oyunu bir daha, bir daha seyrediyorum.
Sonra Yeldeğirmeni'ndeki o küçük eve gidiyorum. Gürcan'a şı
marıklık yapıyorum. Garibim ne yaparsam yapayım sesini çı
karmıyor, beni çok seviyor; bu da beni üzüyor. Çünkü ben şu sı
ralar çok ama çok yavan günler geçiriyorum. Okula gidiyorum,
tiyatro kulübü canımı sıkıyor, hiçbir şey yapan yok. Hoyrazoğ
lu'ndaki profesyonel tiyatrocuları tanımak beni resmen yıktı,
neredeyse tiyatrodan soğudum diyeceğim. O kadar çirkinler ki,
sanatta profesyonel olmak, doğallıktan bu kadar uzakla�mayı
mı gerektiriyor, anlamıyorum. Sonuçta sahneye çıkıp tiyatro ya
pıyorlar ama kuliste patolojik narsistlikleriyle ilkelleştikçe
ilkelleşiyorlar. Bütün memlekette olduğu gibi hayvansal güdüler
maksimumda, vajina meraklıları sınıfsal fark gözetmeksizin
çoğunlukta! Freud Türkiye'de doğsaydı nutku tutulur, fortçu
olur çıkardı.
Oysa bendeki sevgi çıkmazı... Ah Yücel ah! ..
18 ŞUBAT
Ev bulmalıyım, bu yurttan kurtulmalıyım. Artık çay fincanı
mın içindekinin rakı olduğunu çaktılar, yarın öbür gün de beni
ispiyonlarlar. Ama bu aptal karıların sevgili muhabbetlerine de
ayık kafayla hiç katlanamam ki! Hele bir tanesi var; gündüz sev
gilisiyle konuştuklarını teybe kaydedip akşam bize dinletiyor.
19 ŞUBAT
Türbanlı kızlar iyice kudurdu: Kedilerin kafa sını kesip bizim
· montların cebine koyuyorlar. Yanına da "başınızı kapatmazsanız
sizin kafal�ınızı da keseceğiz" şeklinde not bırakıyorlar. B u
19
arada B blokta salağın biri bebeğini düşürmüş. Nasıl becerdi ise
ortalığı kan götürüyormuş. Bir şey değil, kan kaybından ölebilir
de! Bakalım daha neler olacak?
Bu arada ben Gürcan 'ı ekip ekip köprüaltına kaçıyorum, içip
içip onun bunun evinde sızıyorum.
20ŞUBAT
Nihayet korktuğum şeyi yaptım: Sızdığım evlerden birinde
Gürcan'ı aldattım. Üstelik seksteki en iyi partnerim o olmuştu
şu ana kadar. Niye yaptım, niye Tarkan' ın yatağına girdim, bil
miyorum. İşin en boktan yanı da Tarkan' ın bizim okuldan olma
sı. Şimdi bütün okul öğrenecek. Ah, o bir şişe rakıyı götürür gö
türmez kaçsaydım keşke. Şimdi Gürcan'a ne diyeceğim ben?
Aklıma da hep geçen gün söyledikleri geliyor: "Sana sarılmaya
korkuyorum, öyle garip bir kızsın ki sana birtürlü ulaşamıyo
rum." Benim için o kadar apolitize, duyarsız, kültür-sanat gibi
kaygılan olmayan bir insandı ki, aynı dili hiç yakalayamıyor
duk. Ama aldatılmayı hak etmeyecek kadar saf ve sevgi doluy
du. Allah beni kahretsin ! Adi bir entelektüel fahişeyim ben!
1 MART
Tarkan 'ı anlattım; hiçbir şey söylemeden sırtını dönüp yattı
ama uyuyamadığından eminim.
?MART
Ortalık birbirine girdi. S antral bile "Alo buyrun, Çemberlitaş
Kerhanesi" diye cevap veriyor telefonlara. Nokta dergisine ka
pak olduk. Kantincirniz Vahap, geceleri bazı hanım hanımcık
kızlanmızı yurttan çıkarıp, zengin işadamlarımıza peşkeş çeki-
20
yormuş, tabii idarenin yardımlarıyla... Namus söz konusu ya,
bütün medya kapının önünde. Kızların çoğu çantasını kaptığı gi
bi kaçtı. Normalde yurtta bulunmayan ben ise iyice ortalığı ka
rıştırıyorum. Kapıları kapatıp yurdu işgal etmeyi teklif ediyo
rum ama benim kadar anarşist yaklaşan bir tek kişi bile bulamı
yorum. Toplantılar yapıldı, oturma eylemine karar verildi. Üç
gündür götümüz donuyor ama otu ru yoru z. Bakanı istiyoruz, ba
kan geldiğinde taleplerimizi sunacağız. İlk gün yurdun önünde
50-60 kişi ve yüzlerce polis vardı tabii çevik kuvvet de. Üçün
-
cü gün ise topu topu 20 kişiydik ama yine yüzlerce polis vardı
kapıda. Bütün istediğimiz ise, artık yurt idaresinde öğrencilerin
de söz sahibi olması. Olur mu? Bakan gelmedi tabii. Kredi Yurt
lar Kurumu'nun siktiri boktan bir müfettişi geldi gele gele! He
pimizi toplantı salonuna topladıl ar. Müfettiş bey tavuk kışkışlar
gibi "Oturun bakiyim, ne diye ortalığı karıştırıyorsunuz, siz
kimsiniz?" diye lafa başlayınca, dünün ateşli hatipleri sus pus
oldular. Çıt çıkmıyor, herkes birbirine bakıyordu. En Kahraman
Rıdvan, yani ben ayağa kalkıp "İ çeri girdiğinizde, ilkokul öğret
menim yaramazlık yaptığımız için bizi cezalandırmaya gelmiş
duygu s uqa kapıldım. K ar şını zda ilkokul ö ğrencileri yok; yarının
doktorları , hukukçuları var. Önce hitap şeklinize dikkat etmeni
zi istiyoruz." dedim. Dedim ama neredeyse de altıma edecektim.
Benim çıkışımla ortalık hareketlendi, istekler sıralandı; tabii
hepsine olur olur dendi , tavuklar kümeslerine yollandı. Toplan
tıdan sonra odada tam 45 dakika konuştum. Bu işin peşine dü
şün demeye çalıştım ama nafileydi. Artı k kendi cinsimden nef
ret ediyorum; bu karılar her şeyi hak ediyorlar.
Ertesi gün pılımı pırtımı toplayıp yurttan tüy d ü m. Ev yok
muş, bana ne! S okakta kalırım, o yar ı kapalı cezaevine veya ya-
21
rı resmi kerhaneye dönmem dedim, sokaklarıma döndüm.
8 NİSAN
Aradaki bir ayda· Şano ile tanıştım. Akinetonlu birasından
normal bira yudumu aldım. Hatırlayamıyorum, tuvalet diye du
vara girmeye çalışmışım. Ş adiye'nin Tarabya' daki evine gittik.
l\tleğer Şano ile Şadiye sevgiliymişler. Ben pek hoş karşılanma
dım ama ev o kadar kalabalıktı ki, kendimi bir kenara sakladım.
S ;ıklandığım yerden Şadiye 'nin Ş ano 'yu dövüşünü olduğu gibi
görebildim. Çünkü tek oda sayılabilecek kadar küçüktü ev. Yer
de uyku tulumları içinde iki turist yatıyordu : Uzun boylu, kısa
saçlı bir erkek ve uzun saçlı, ufacık bir hatun. Ortalık biraz sa
kinleşince onların yanına giriverdim. Uyandığımda Gülay ile
Şadiye Soner ' in saçını kesiyor, Tobi de gece i şediği merdiven
leri temizliyordu. Yanımda kısa boy lu, uzun saçlı bir erkek yatı
yordu. Kendime gelir gelmez kafa yapacak bir şeyler istedim.
Niye bilmiyorum? Belki ancak bu şekilde onlarla olabilecektim.
Avcuma birkaç peracon sıkıştırdılar. Peraconlarla Şadiye' nin
mavi gezegenini görebileceğimi sanıyordum . Koltuk değnekleri
yüzünden ona karşı kendimi suçlu hissediyordum. Beni de ma
vi gezegenine götürür müsün? dedim. Nefretle "sen gelemezsin"
dedi.
S anırım, ben tam bir sokak kızıyım. Gerçi sokaktaki tipler
"Gitarcı Kızı" diye laf atıyorlardı ama Gitarcı benim için sokak
ta takıldığım köşeydi ; yalnızlık hissedince kendimi Gitarcı' da
23
27 HAZİRAN
Hastaneden çıkalı bir hafta oldu , domuz gibi sağlıklıyım. Pa
toloji raporu da geldi: Tümör dünyasının en kıldan tüyden kisti
olan dermoid kist teşhisiyle rahatladım. Zaten tuhaftır, hastane
deyken de, ameliyattan sonra da ölümü hiç düşünmedim. Kor
kuç soğukkanlıydım ama annem çok korktu. Ben de fırsattan is
tifade tepesine çıktım. Hasta şımarıklığıyla bağırdım çağırdım.
Hele ameliyatta bekaretime zarar gelip gelmediğini sorunca or
talığı birbirine kattım. Annem, attığım feminist nutuklardan ka
fası karışmış bir halde beni Yeldeğirmeni 'ne bırakıp eve döndü.
Bu arada finallerin hiçbirine giremedim. Bütünlemelerde de en
fazla bir-iki ders verebileceğime göre, bu senenip tekrarı garan
ti demektir. Sağlık olsun.
8 TEMMUZ/ YELDEGİRMENİ
Alpay kafayı ye di veya Alpay a d a kafayı y ed irtt i m . Çokeş
'
beni. Yatağa uzanmamı söyl edi ve koc am an bir bıçak aldı. Kar
şıma o turu p kı s kançl ıkt an p aronay akl aşmı ş koca soruları sor
,
24
dördünde yollara düştüğümde sinirden titriyordum. Eve nasıl
döndüğümü bilmiyorum ama bir daha Alpay'a görünmemem
gerektiğini biliyordum.
çen akşam Selamiçeşme ' deki çılgın eve gittik. Bir avuç manyak,
götlerine baget sokmak dahil her türlü acayipliği yap ı yorlar. On
ları n arasında kendimi de, Boğaç 'ı da çok normal buldum.
6 AG US TOS / MODA
ESRAR. En sonunda onu da keşfettim . Boğaç ' la Tophane ' ye
gidip bir plaka esrar aldık. Sonra sardık içtik, sardık içtik . . . Mo
da bumunda otururken vapurların bizi takip ettiği tribine gi rince
esrarın büyüsünü anladım. Tam tahmin ettiğim gibiydi, çok ho
şuma gitti .
Belki B oğaç ' la ilişkimiz devam etseydi esrar hayatıma daha
25
hızlı girecekti ama Harbiye'ye taşınmam, Cemler ' le sokak tiyat
rosu için Ege 'ye gitmemle araya biraz zaman girdi. Sokak tiyat
rosu, yaptığım en zevkli işlerden biriydi. Bayağı başarılı olduğu
muzu da söyleyebilirim . Ama keşke daha az içseydik. Otostop
lar, oyunlar, barlar, karakollar. (nereye gidersek gidelim , önce
polisten izin almak zorunda kabyor, sokakta tiyatro yapılabile
ceğine ikna edebilirsek, oynuyorduk) derken parasız çıktığımız
teatral seferimizden biraz parayla döndük.
Harbiye ' deki evi birkaç haftada gettoya çevirdim. Taksim ' in
ve köprünün bütün punkçıları, metalcileri, sarhoşları benim evi
ü s olarak kullanıyordu. İ çki hiç eksik olmuyor, arada sırada es
rar içiyorduk. Esrarın verdiği keyif, zihin açıklığı benim için al
kolden daha iyiydi . Birara para kazanmam gerektiğine taktım;
gidip Mavi Bar ' da güya garson olarak çalışmaya başladım.
Günde 12 saat hem garsonluk, hem komilik, hem süs bebekliği
yapmaktan canım çıkıyordu. Eve geldiğimdeyse yatağımda bile
dikiş kutusu kılıklı bir punkın olması beni çileden çıkarıyordu.
En sonunda eve gelip muz likörümü bulamayınca çıldırdım.
Hepsini kovdum, işten. ayrıldım ve düzenli bir hayat için planlar
yaptım. Yapt.ı.ğım bütün diğer planlar gibi bunun da ömrü bir ge
ceden fazla olmadı. Ertesi akşam gene Gitarcı ' da içiyordum.
Eve döndüğümde yanımda gene pek fazla tanımadığım insanlar
v ardı. Çetin'le tanışana kadar bu durum devam etti.
Çetin Basın-Yayın' da okuyor, dağcılık, fotografçılık, dalgıç
lık, mağaracılık yapıyor, paraşütle atlayabi liyor, İ ngilizce bili
yor ve beni sev iyordu . Bir otostopla hayatıma girdi ve tam tepe
me oturdu. 24 saat birlikteydik. Parasız pulsuz her akşam içiyor,
geziyor, bayağı bayağı romantik takılıyorduk. Onu çok sevi
yordum ama onunla birlikte hayatıma bir de akineton girmişti,
26
ki nkineton durmadan arıza yaptırıyor, hapları çakıp çakıp kar
maşıkı ıg ......ı.<ı mmülü olmayan, buğulu , kaşıntılı, yutkunmasız,
sinirli bir dünyaya taşımyoruul\.. t.Tyku imkansı z olduğun dan
günlerce öylece takılıp kalıyorduk. Çetin yapabi ld i ğ i her şeyi
aki olmazsa olmaz olarak görüyordu. Ayıkken yarım saatte ya
pacağı işi akiyle saatlerce uğraşarak yapıyordu ama niyeyse aki
nin esiri olduğunu da inkar ediyord u. O alınca ben de dayanamı
yor, istemeye istemeye çakıyordum. Yavaş yavaş ben de alışma
ya başladığımda artık iki kişiye bir dünya hatasını en tehlikeli
sinden gerçekleştirmiştik. Sessiz sakin yuvarlan ı p gittiğimizi
söy leyemeyeceğim. Çünkü sık sık birbirimize giriyorduk veya
Çetin baş kalarına giriyordu. Niye kızdığını, s inirlendiğini anla
yamıyordum . B ir bakıyordum ki, kü çük gözlerin i ko c aman ko
caman açmış , normalde duymakta zorlandığım puslu sesiyle bas
bas bağırıyordu. Sebep ne olursa olsun , bağırmaya başlamışsa
benim için h atalı oluyordu. Hem korkuyor, hem de acayip sinir
leniyordum. Ben de tam kıyameti koparacakken o balon gibi sö
nüyor, hiçbir şey olmamış gibi devam ediyordu. Benim evimden
ben im ark a daşlarımı kovabiliyor h at t a Şadiye 'ye yaptığı gibi işi
şiddete bile dökebiliyordu. Şadiye ile yaptıkları kavgadan sonra
Şadiy e ' nin takma dişi Çetin ' in kolunda kalmıştı. Bu kavg a lar
beni intih arın eşiğine getirip sinirlerimi laçkalaştırıyordu.
KnoWun ürünü , mavibeyaz bir drugla birlikteyim. Sank i bu
küçük beyaz haplar olmazsa Çetin de olmuyor, sadece uyuyor.
Hapları çakınca neler olmuyor neler! . .
Mesela, Çetin evde değ il, giderken bana bir kartuş al_<: i bırak
mıştı , hepsini çaktım. Az önce müzik setiyle poker oynarken
buldum kendimi. İ şin kötü yanı müzik seti beni yeniyordu.
Bir gün eve gelirken otobüste çok ş abal a kça bir şey yaptım.
27
Kapının önünde ayakta duruyor, içimden birileri inse de otur.........
diye geçiriyordum. Sağımdaki tek kişilik koltı•ı..•a oıuran bıyık
lı vatandaş kalktı ve dur;ılctd ındi. Ben de hemen koltuğa doğru
yöneldim. Tam popomu koltuğa koyacakken arkaya doğru bak
ma akıllığında bulundum . İ yi ki bakmışım, çünkü bıyıklı amca
yerinden bile kıpırdamamış hala koltuğunda oturuyordu. Ben de
neredeyse onun kucağına oturuyormuşum .
Çetin kasetlerin üstüne tereyağı sürüp yemeye kalktı.
Artık bir adım da Haliç'in kızı oldu . Atladım mı, düştüm mü
bilmiyorum ama akinin üstüne birkaç bira içmiştim, ne kadar
zaman geçti bilmiyoru m , Hal iç'in çamurlu suyunu içiyordum.
B ataklık gibi su beni dibe doğru çekiyordu. Hayatımın en zor
kulaçlarını atarak dem irlere yaklaşıp elimi uzattım . Yukarı çek
meleri kolay oldu . Leş gibi kokuyor, soğuktan tir tir titriyordum.
Boğulabilirdim ama bizim sarhoşlardan hiçbiri denize atlamaya
kalkışma m ış tı . O gece Çetin de denize atladı ama dört saat son
ra ve Boğaz'ın sularına ... Ne oluyor diye gelen po l i s le re açıkla�
ma olarak "Hatun atladı, ben atlayamaz mıyıni?" diyo rdu .
Cinsel likle ilgili hiçbir sorunum kalmadı, ç ü n kü yok öyle bir
şe y!
Kardeşim geldi. O geldiğinde ben pencere den gele n halisü
nasyon arkadaş la rıma tiy at ro k u l übü bü tçes i nde n kitaplara ayrı
lacak pay konulu bir seminer ve ri y ormuş um. Bu arada da natu
ra ! bir !!t i pr i z y ap ı yo rmuş u m .
Dün gece s ağlam kavga ç ı karmışız . Evde cam, k ap ı , pencere
vb. her şey aşağı inmiş. B en kendi adıma h içbir şey hatırlamadı
ğımı söy l e y e bilir im. Çe tin ' in h atırla d ığ ı n ı da hiç sanmıyorum.
Ç eti n'le her konuda, her yerde müthiş anlaşıyoruz ya, evlen
meye kar ar verdik. Bu aslında sıradan bir aki tribiydi ama ger-
28
çekleşeceği tuttu .
Bazen düşünüyorum da, ben annemle babamdan nefret edi
yorum galiba. Onları en fazla üzen şeyin benim başıma gelen
kötü şeyler olduğunu farkettiğimden beri , kendime zarar vererek
onlardan intikam alıyorum. Evet, öylesine nefret ediyorum o ge
reksiz ikiliden . Kendime baktıkça o ikisinin biraraya gelmiş ol
masına daha fazla sinirleniyorum. Onları düşündüğüm zaman,
çıkarmakta usta oldukları birtakım sesler de kulağıma misafir
oluyor sanki. Mesela annemin nasıl geğirdiğini, babamın yemek
yerken çıkardığı abartılı efektleri duy ar gibi oluyorum. Zaten
öksürürken yellenme sesi dedemi hatırlatmıyor mu bana? De
mek ki hepsinden nefret ediyorum. Çetin'le evlenmem de bu
planın bir parçası olabilir ama o cinnet aşkları için geçerli midir
ki? Evet cinne ti de dibine kadar yaşıyorduk, aşkı da (seks hariç).
Ö nemsiz ya, ben seksi aştım ya, parantez içinde yazıyorum bu
29
cektim . Yani evli olmamızın hiçbir mahsuru yoktu . B u mantık
zincirinin sonu elektrikli sandalyeye varacak kadar tehlikeli ha
le gelebilir tabii. Ben sadece evlenmekle yetindim. B ahaneleri
mizden biri de elimize geçeceğini düşündüğümüz bir miktar pa
raydı.
Küçük burjuva düğünü tarafımızdan başarıyla oynandı veya
sabote edildi. Almanya' dan, Fransa'dan, Çanakk.ale ' den, İstan
bul'dan, Ankara' dan yola çıkan ve birbirini hiç tanımayan bir
grup insan , memleketimizin güzide bir düğün salonunda birara
ya gelip mutluymuş, eğleniyormuş gibi yaptılar. Düğünün en
boktan yanı ikimizin de ayık oluşuydu. Çünkü bir gün önce kı
na gecesi münasebetiyle bayağı içip, konu komşuya yeterince
afişe olmuştuk. Gelin kına gecesinden ayakkabılarını eline ala
rak kaçar ve babalarının içki sofrasına kurulur, "çok sıkıldım,
ben de sizinle içicem" diye tutturur. Gelini kandırıp .tekrar kına
gecesine götürürler ama kolasını kontrol etmeyi unuturlar. Vot
ka-kola çok geçmeden etkisini gösterir. Gelin dansöze dönüşür,
damat bütün misafirleri kovar ve küçük şehri epeyce oyalayacak
kadar rezillik sahnelenir.
Artık evli bir kadınım . Çetin de koca. . .
Evlilik benim için çok anlamsızdı , komikti. Hiç mutlu v e ev
li iki kişi görmemiştim. İnsanların kendi sorumluluklarını baş
kasının sırtına yükleme merakı, sahiplenme gibi büyük bir hata,
hfila çocukluğumuzdaki masal sonlarını arıyor olmamız, yanıl
samadan ibaret aşklar ve en önemlisi yalnızlıktan duyulan kor
ku sonucu bu ikili kombinasyonu deniyoruz. Bunları biliyordum
ama ya bu sefer farklı olursa, ya sonsuza kadar mutlu . . . falan fi
lan diyordum işte.
Önce kendimizi sıradan bir evli çift sanıp yeni, kaloriferli, üç
30
odalı, uydu antenli evimize taşındık. B iraz u zaktı ama olsundu .
Artık daha düzenli yaşayacaktık ya! Geceyarılarına kadar içme
yecek, erkenden evimize dönecektik ya!
Çok değil bir ay sonra yeni evli çifti S irkeci ' de bir geceyarı
sı kavga ederken görüyoruz. Daha doğrusu o gece Çetin ' i baya
ğı dövmüşüm. Elimden zor almışlar ve Çetin Beyazıt' a doğru
kaçmış. B en, o gece tan ıdığım bir ressamın evinde kaldım. Pek
rahat ettiğimi söyleyemeyeceğim. Sabah kocamı aramaya çık
tım. Normalde kocalar işten veya evden aranır değil mi? B iz bir
birimizi kaybettik mi köprüaltına, Gitarcı ' y a gidip oturuy .:>rduk.
Diğeri muhakkak oraya geliyordu .
· B u arada Gitarcı epeyce kalabalıklaşmış, rockerların yeri ha
line gelmişti. Yani alkoilklerin, yani uyuşturucu bağımlılarının,
hapçıların; yani toplumla barışık olmamayı tercih eden, sert gö
rünerek hassaslıklarını gizlemeye çalışan, biçimciliği yırtık kot
larla yıkmaya uğraşan, çoğunluğun kaka serseri deyip görmez
den geldiği veya peşine takılıp dalga geçtiği bitli· serserileriz ve
hepimiz Gitarcı ' dayız. Demek ki sürü ruhu bizde de varmış. Bu
yarı meyhane, yarı bar, kafeden bozma mekanda birarada olma
ya çalışıyoruz. Sorun bit'se, nasıl olsa bit hepimizde v ar. Daha
iyisi, biribirimize hiçbir şey açıklamak zorunda değildik. Soner
de öyle y aptı, hiçbir açıklamada bulunmadan gitti.
O niye öldü. bilmiyorum. Ölmesi gereken o kadar çok insan
varken, Soner niye öldü hiç anlamayacağım. Zaten hep böyle ol
muyor mu? O insanın ölebileceğini hiç aklımıza getirmemişiz
dir, öyle afallarız, öyle ihtiyaç duyarız, öyle özleriz ki niye diye
bas bas bağırırız, sanki her şeyin bir niyesi varmış gibi ! Bu tür
abukluklarımıza şartlanılmış melankoli diyebiliriz. Ama adını ne
koyarsak koyalım, bir yerlerimizi acıtmasına da engel olamayız.
31
Gülay tatil dönüşü o komik arabasıyla sonsuza yolculuk yap
tığında hepimizin, özellikle S oner'in caıiı çok acımıştı. Ama
Gülay, ölümüyle Azrail'e ince bir espri yapmıştı sanki: O kan
serdi , hastane köşelerinde ölümü beklemeyi reddedip arabası ile
daha uzun bir tatile çıkmıştı. Onun ölümünü ben S oner'den öğ
renmiştim. Önünde hap kutuları ve bira bardakları yığılmış, ka
fası öne eğik, köprünün bir köşesine sinmiş oturuyordu. Onları
en son Tarabya'daki evden Ankara'ya yolcu etmiştim ve o gün
den beri de görmüyordum . Sırıtarak Soner'in yanına gittim:
"Nerdesiniz ya, amma tatil yaparmışsınız, diğerleri nerde?" Ka
fasını kaldırdı, haplardan camlaşmış gözleriyle bana baktı ama
kim olduğumu anladığını hiç sanmıyorum. Gülay öldü dedi.
S oner'in ölümünü de Suna haber veriyordu . B lues barday
dık. Çok değil iki gün önce S oner de aramızdaydı. Ş imdi ise
morgda! En son Nesrin ile takılıyorlardı. Küçük bir eroin parti
si çevirmeye karar vermişler. .Aslında ikisi de eroinman değildi
henüz, eroin de eroin değilmiş zaten. Dandik, bozuk mal vermiş
torbacı. Soner fazla olan çizgiyi çekmiş. O Gülay'ın yanına git
miş, Nesrin bizimle kalmıştı. Niye?
S oner ölmeseydi, belki eroini o zamanlar tatmış olacaktık.
Onun ölümüyle "H"den (eyç) nefret etmiştik ama bazı aşkların
nefretle başladığını söylerler değil mi? Okulda öğrendiklerim
sonucunda "H"den hem korkuyor hem de merak ediyordum.
Farmakoloji, esrarı da kaka kabul ediyordu ama bence alkol da
ha kötüydü. Okul dedim de . . .
Hem tıp öğrencisi, hem punk, hem de sivil polis olabilir miy
dim acaba? Hayatımda en az çaba harcadığım faaliyet öğrenci
liğimdi. Kadavra başında fotoğraf bile çektirmemiştim. Bence
doktor olmak, hasta olmak kadar düşülmemesi gereken bir po-
32
zi syondu . İyice düşünüp doktor olmaya karar vermiş insanların
ya mazoşist ya da sadist olduklarını söylüyordum. Diğer taraf
tan tıp öğrencisi olmak part-time kısır bir meslekti. S adece
avantajlarına takılınabilir, bayağı uzun bir süre bu etiketle o kor
kunç kastta saklanılabilirdi. Saklandım . Arad a havaya girip cid
di takılmaya çalıştığım da oluyordu ama hastanede hastabaşı ça
lışmalarım bir anda Gitarcı'da sarhoşbaşı çalışmalarına dönüşü
yordu . Ö nlük ve streskop çantaya, ben Gitarcı ' ya!
Her gece yeni insanları içkime meze yapıyor, hayat hikaye
leri dinleyerek kendi hayat hikayemi yaşıyordum . Bu kadar çe
şit bu küçük Gitarcı 'ya nasıl sığıyordu, n a s ı l bi rarad a o labil i y or
duk, bilmiyorum . Tuhaf bir klan olu şmuştu. Bizler, yani demir
başlar undergraund mekan tribine takı l ı y o rduk . Müzik o zaman
lar için İ stanbul ortalamasına göre fazlasıyla extremdi, yani
iyiydi.
Meğerse Naci ve biz (Çetin , Şano, Ş adiye, S a it, Turhan, Le
vent, Dalgıç , Erhan, Soner v s . ) büyük çıkıntılık yapmışız. Arka
mıza baktığımızda bira ve jo i nt içen, Doors dinleyen arıza ve
rahatsız bir güruh bulduk. Ç oğ u n l u k gözde fakültelerde okuyor
du . Bir kısmı mezun olmuş ya da atı lm ışt ı . Kültür ve lQ norma
l i n b ay ağ ı üstündeydi . Hepimiz görünürde iyi aile ç oc uk l ar ıy d ı k
ama g erçe kte bizi çıkmaza sokan bu iyi ai le lerimizdi . Top l u m
normlarına uygun çocuk yetiştirmeyi reddedip, bize bazı özgür
lükler t anı m ı ş l ard ı . Biz ise bu özgürlükleri bu toplumda kullana
m ı y or, düşündükçe kendi m izi farkl ı h i ssediyorduk. B ir kere
uz ak l aşm ay a başlay ınca da geriye dönem iyor, g ittikçe de nge s iz
leşi yorduk. A ilel e r imi z konuşurken başka , uy g u l arken başka
olunca . . . Ben ben i m ki l e re çok şey h ay k ırm ak i st erd i m !
B enim e v lil i ğ im annemlerinkine bir Çinl i ' nin kızılderiliye
33
benzediği kadar benziyordu. Ben yemek yapmıyordum, Çetin
işe gitmiyordu; ben temizlik yapmıyordum, Çetin alışverişe git
miyordu. İsteyen istediği zaman Gitarcı'ya yahuz gider, içer, is
terse eve gelmeyebilirdi. Birbirimizi kısıtladığımız tek nokta
şuydu : Ben onun aki almasını istemiyordum; o benim içki içip
arıza yapmamı .. . Annemin deyişiyle; bizde tam kirli tencere yu
varlanmış, kirli kapağını bulmuştu. B azen onun ailesinden, ba
zen bizimkilerden bir miktar para geliyor; bazen de Çınaraltı' na
gidip kitap satıyorduk. Ben birara dublaj yapmaya çalıştım; sa
natçı zanne dilen soytarılarımızın kıçını yalamayınca pek sevil
medim. B ir gün işe yırtık kotumla gitmiştim, saygıdeğer aktrist
lerimizden biri beni görünce önce şuh bir kahkaha attı, sonra ah "
15 MART
Dün köprüde, tuva lette n çıkınca tanık olduğum manzaraya
kadar çok keyi fli y d i m Sonrasını hatırlamıyorum. Tekme tokat
.
34
kendimi toplayıp ondan kopmalıyım, yoksa çıldıracağım !
1 2 TEMMUZ
Şadiye ile Şano bizdeydi. Annemin gönderdiği kutuları açtık:
Senelerdir üç kuruş maaşla alınıp kenara konulmuş ıvır zıvır bir
sürü şey. Tamam, bizim gibi insanlar için çok komik şeyler;
ömür boyu kullanamayacağım ıvır zıvır. Çetin tutturdu bunları
satalım diye. Şadiye ile Şano da, "tabii, tabii ! " diyerek arka çık
tılar. Ne gerek var diyordum, annem bunları görmezse üzülür di
yordum. Onlar benimle dalga geçmeye başladılar; klasik ev ka
dını tribi yapıyormuşum. Ben de evet dedim, evet ben bunları
kullanıcam, Çin porselenlerinde yemek yiycem, gümüş işlemeli
bakır tasla banyo yapıcam ! Var mı bir diyeceğiniz ! Beni sinir
lendirmek üçünün de hoşuna gitti. İyice üstüme gelmeye başla
dılar. Ve bende film koptu; hepsini kovdum, gitmediler; ben çı
kacak oldum, kapıyı kilitlediler. B en kriz geçiriyordum, onlar
muhabbet ediyorlardı. Dokuzuncu kattan yan dairenin balkonu
na geçmeye kalkınca kapıyı açtılar. Gecenin dördünde Güneş
li ' den Cerrahpaşa'ya parasız pulsuz nasıl gittim, bilmiyorum.
Psikiyatrideki nöbetçi doktoru hatırlıyorum: "Peki sana ne yapa
lım, ne istiyorsun? İlaç istemiyorsun, uyumak istemiyorsun, ne
istiyorsun?" diyordu. "Altı sene sen okudun fakültede. Ben mi
söyliycem sana ne yapacağını?" deyip çıktım. Geriye nasıl dön
düğümü gene hatırlamıyorum. Kafayı yediğime eminim artık.
Teşekkürler Çetin !
Siz benden hiç özür dilediniz mi? Onca kavgada hiç mi hak
lı olmadım, haklı çıkmadım? Kimsenin benden özür dilediğini
hatırlamıyorum . Yapmayın n'olur, denge demiyorum, artı s�ıp
malar varsa illa ki eksi sapmalar da vardır diyorum. Hiçbir şey
35
yoktan v ar olmaz, vardan yok olmaz diyorum, su 1 00 C'de kay
nar, ısınan hav a yükselir diyorum, yani en azından müdahele
edip hayatımı yanlış yönlendirdiğiniz için özür dilemeliydjniz
diyorum. Diyorum, diyorum . . . İ ş in boktan yanı, demek istedik
lerimi gözlerinin içine bakarak anneme , babama; kardeşime, ko
cama, sevgilime diyemiyorum. Sadece tek yumurta ikizimle mi
ilişki kurabilirim, ne yani?
27 AÖ USTOS
Aman Allahım, bu nedir böyle, kafam karıncalanıyor! Onu
evde bir hatunla bassaydım bu kadar koymazdı. Banyoya girer
ken makinanın üstünde unutmuş, önce o zırva yazılardan biri
sandım , tam odasına bırakmaya hazırlanıyordum ki tanıdık
isimler gözüme çarptı. Bu bir listeydi. Tanıdığımız bütün hatun
ların isimlerinin olduğu bir liste ! Arkadaşlarımızın , arkadaşları
mızın sevgililerinin, şişman olan Saliha ve sakat olan Ş adiye ha
riç bütün kızl arın ismi vardı. Elimde listeyle titreyerek y an ına
g i tt i m . Kağıdı tanıyınca gayet sakin bir şekilde onun eşyalarını
karıştırmamam gerektiğini hatırlattı. Özür dileyip unutamazdım;
üstüne g i tt i m Bu neyin listesiydi? B unda ne varmış, herkes ger
.
pa, hapın yan etkisine bağlıyordum. Bu kadar basit değ i l miş : Sa
nırım küçük bir i lkoku l öğ renc is iy ken , annesinin ödev defterine
yazdığı a şk mektup l ar ı belki de öğretmenle randevulaşmalar
,
36
onda kadınlara karşı nefret doğmasına yol açmıştı. Nefretini, on
ları aşağılayarak, yapabilirse de düzerek kusuyordu. Yani onları
cinsellikle cezalandırıyordu. Benimle sevişmemesinin nedeni de
buydu galiba. Yani böyle mantıklı bir bahane uydurmuştum.
Diğer taraftan anne sinde, anneannesinde ve daha önceki ebe
veynlerde psi.kiyatrik bir hastalık vardı. Annesi iki senedir, teş
hisi tam olarak konulamamış bu hastalığın tedavisini görüyordu.
Son ziyaretimizde krizlerden birine ben de tanık oldum: Saldıra
cak birini arıyormuş; bana saldırdı. Benden önce kendi babasını
Saddam Hüseyin sanıyor, yaşadıkları kasabayı birbirine katıyor
muş. Beni görünce, B odrum ' a g idelim , beni orada Menderes
bekliyor diye tutturdu. Ben, şimdi gidemeyiz deyince benden de
nefret etti. Annesinin bu halini görünce hastalığın ırsi olduğunu,
Çetin'in de hasta olabileceğini düşünmeye başladım . Çok kor
kuyordum. 24 saat beraberdik ama kendimi çok yalnız hissedi
yordum . Saatlerce odasına kapanıyor, benim odaya girmeme
izin vermiyordu . Bense o kocaman yatakta katı ağ lıyor, kah
masturbasyon yapıyor, şansım varsa uyuyordum.
Artık Gitarc ı ' ya da her gidişimiz olay oluyordu .
1 2 EK İ M
Sebebini hatırlayamadığım bir tartışmaya g irmiştik , epeyce
sarhoştum, habire ağlıyor, bütün Gitarcı ' ya Çetin'den nefret et
tiğimi söylüyordum. Çetin'se hiç umursamadan içiyordu. Kal
k ıp köprünün demirlerine yaslandım. Masadaki yerimi Şadiye
ile Nesrin doldurdu. Çetin Şadiye 'den nefret ettiğini söylerdi
ama o gece hayatından çok memnun, kahkahalar atıp duru yor
du. B irara yanıma gelip bu gece Şadiye ' lerde kalacağını , ister
sem benim de gelebi leceğimi söyledi. Şadiye adını bana yasak-
37
layan o değildi sanki! Asıl çekici olanın Nesrin olduğunu söyle
yemiyor, sabah Ankara 'dan gelecek olan arkadaşı karşılama hi
kayesi anlatıyordu . Cehenneme gitmesini söyledim. B irara tuva
lete girdim. Çıktığımda masaları bomboştu . Sanki benim yoklu
ğumu fırsat bilmiş, toparlanıp kaçmışlardı . Çok sinirli ve sarhoş
tum, arkalarından yetişebilirim diye fırladım, kendimi yerde
buldum. Çenem taşa gelmiş, parçalanmıştı , oluk oluk akan kanı
görünce iyice çıldırdım. Gidip Çetin ' i bulmalı, hatta onu öldür
meliydim. Evi bilmiyordum, Suna ' dan beni götürmesini iste
dim, kapıyı Şadiye açtı ve Suna'ya "onu niye getirdin! " diye ba
ğırdı . Şadiye'yi itip içeri girdiğimde Çetin saklanmaya çalışı
yordu . "Benimle gelip her şeyi bitireceksin Çetin! " dedim. Nes
rirı lafa karışıp,"o seninle gelmek istemiyor" dedi. Ona saldır
mamak için kendimi zor tuttum. "Soner ' i sen öldürdün, asıl sen
ölmeliydin" diye bağırıp banyoya daldım. Hiçbir şey düşünemi
yor, sadece ölmek istiyordum. Tişörtümün ucunu ateşleyip göz
lerimi kapattım. Alevler vücudumu yalamaya başlamıştı ki Su
na içeri girdi. Birkaç sağlam tokattan sonra kendime geldim. B u
arada çıkardığımız gürültü yüzünden polis kapımıza dayanmış
tı . B en, üstüm başım kan ve yanık içinde karşılarına çıkıp sade
ce kocamla küçük bir kavga yaptığımızı söyley ince, Çetin' i ke
nara çekip bir şeyler söylediler, "al karını , evine git, bir daha
karşımıza çıkma" dediler. o da u slu uslu emre itaat etti.
Bu olay ilişkimizi iyice çıkmaza sokmuştu . S anırım yalnız
lıktan korktuğum için onu terkedemiyordum. Belki de hala sevi
yordum , bilemiyorum . Bildiğim tek şey bu ilişkinin artık pato
loj ik bir hal aldığıydı. B azen bütün suç bende diyordum; seksi
beceremediğimi, cinsel olarak çekici olmadığımı düşünüyor
dum . Ayrıca, ben herkesin katlanabileceği bir hatun değildim.
38
Çetin hiç sesini çıkarmadan beni toplayıp duruyordu. B ir Türk
erkeği için çok sabırlıy dı.
Kendimi bildim bileli topluma karşı savaş veriyordum. Önce
kadın olarak görülmekten nefret ediyor, çoğu erkekten daha ze
ki olduğumu düşünüyordum. İ spat etmek için de burnumu he
men her deliğe sokuyor, erkeklerin yapUğı her işi yapmaya: çalı
şıyordum. En büyük çıkmazım hassaslık, duygusallıktı . Ne ka
dar güçlü olmaya çalışırsam çalışayım, büyük hayalkınklıklan
na uğruyordum . B i rinin omuzuna yaslanıp ağlamayı çok kadın
ca bulduğum için içimdekileri hep saklıyor, güçlü kadını oynu
yordum . Alkol benim için büyük bir handikaptı; nerede duraca
ğımı bilmiyor, zil zurna sarhoş olunca da tam arıza oluyordum.
Çetin'le yaşadığım hayalkınklığı bana çok fazla arıza yaptırdı.
Sabah hiçbir şey hatırlamıyor, yaptıklarımı anlattıklarında ina
namıyordum. Hele Asos 'ta çıkardığım rezaleti dü şünüyorum da,
Çetin dışında başka bir erkek olsaydı beni öldürürdü . Gerçi bu
nu büyük bir ihtimalle Çetin ' den intikam almak için yapmıştım
ama y ine de affedilir g ibi değild i :
Çetin'in annesigili ziyarete gitmiştik. G elin muhabbetinden
oldukça bunalmıştım. Dönerken bir günlüğüne Asos' a uğradık .
Ö nce her şey çok güzeldi. Sonra akşam yemeğinde sebebi belli
39
çevresindeki diğer abazalar, "bize de! bize de! " diyerek çadırın
çevresini sarmışlar. Berk apar topar beni sırtladığı gibi Çetin ' in
yanına götürmüş ve işlerinin bozulmasına sinirlenen o sapıklar
dan hayatının dayağını yemiş. Berk bunları bana anlatırken ağ
lıyordu .
S ıradışı evliliğimiz sfradan, daha doğrusu bizini için sıradan
laşan kavgalarla k�r topal sürüyordu . Kendimizi bir c ins Leyla
ile Mecnun sanıyorduk. Alkolik Leyla ve hapçı Mecnun birara
az daha anne-baba oluyordu . Sağ yumurtalığını olmadığı, seks
minimumda yaşandığı , takvime dikkat edildiği (aslında o kadar
çok içiyor, filmi o kadar çok koparıyordum ki; takv im bayağı
zor durumdaydı) halde gene hamile kalmıştım. Tuhaf bir şekil
de, bebeğin ikiz olduğunu düşünüyordum , hatta emindim. İ lk
gebelikte yaşayamadığım annelik psikoloj isini şimdi iki kat
güçlü hissediyordum. Fizyoloj ik ayrıntıların hepsini hem ben
hem Çetin heyecanla ve kork� yla yaşıyorduk. Bu süre içinde
memelerim irileşmiş, bayağı da kilo almıştım. Kürtaj parasını
toparlayana kadar bebek veya bebekler de bayağı büyüdüler. En
sonunda İ stanbul'un en beceriksiz jinekoloğunu bu lup, o aptal
jinekoloj i masas ında bir kez daha bacaklarımı açıp, gözlerimi
kapayıp, dişlerimi sıktım. Her şeyin bittiğini sanmıştık ama ka
dın işini becerememiş ve ben üç gün boyunca adeta doğum ya
par gibi kalan .parçayı rahmimden atmaya uğraşmıştım. S on ku
ruşumuza kadar verdiğimiz için tekrar araba tutup doktora gide
miyorduk. Hayatımın en sancılı üç günüydü. İ lk gece Çetin'le
sabaha kadar bebeklerimiz için gözyaşı döktük. Ü çüncü gün
ayağa kalkıp okula gittiğimde, önce hocadan sert bir fırça ye
dim . Sonra kötü haberle bok gibi . kaldım : Tekrar kürtaj dedi ho
ca! Ö lecek bile olsaydım tekrar o masaya yatamazdım. Organiz-
40
marn kendi i şini kendi halletti ve ben ikinci bir bakirelik döne
mine girdim .
Bütün bu yaşadıklarım beni gittikçe daha dengesiz, daha boş
verm iş, daha çıkıntı yapıyordu. Arada sırada içebildiğim esrar,
sakin leştirip neşelendirdiği için çok hoşuma gidiyordu. Alkol
den uzak durmam gerektiğini biliyordum ama beceremiyordum.
Ama bütün qunlar y ine de normal sayılabilirmiş; stad konserle
rinin olduğu o yaza kadar ben yine de normalmişim. Nefret etti
ğim o aptal toplumu biraz olsun yakalayabiliyormuşum. Daha
doğrusu Çetin'e olan aşkım , onu kaybetme korkum beni dizgin
liyormuş.
Ve nihayet kaçınılmaz olan, yüzlerce defa kenarından sıyır
dığını kadın-erkek ilişkisinin o meşhur çıkmazını da yaşayınca,
yıllardır düğüm düğ üm örmeye çalıştığım sıradan insan kazağı
hızla sökülmeye başladı. Gardrobumu yeniden renk renk deli
gömlekleriyle doldurdum. Bunu yaparken de, hayatımda hiç ol
madığım kadar gayretli, istikrarlı ve hevesliydim. Zıvanadan
çıktığım da söylenebilir, doğallığıma döndüğüm de . . .
Bu arada Bu lgari stan'a giderken sağda diye tarif ettiğim uy
du antenli, nohut oda bakla sofa ev hikayesinden kurtulmuştuk.
Annem en büyük kıyağını yapmış, bir an önce doktor olabileyim
diye oku la yakın iki odalı bir ev satın almıştı. En azından karde
şim Aslı gelene kadar benim olan bir ev. Tabii yuva değil getto
olan bir ev ama en azından medeniyete yakındık artık.
Çetin odasındaakileri çakıp kitaplarıyla sevişmeye başlayın
ca, o kocaman yatakta masturbasyon yapmak yerine , barları do
laşıp içmeyi öğrenmiştim. Zaten Çetin'le ortak yanımız yanya
na yatıp TV seyretmek, balayı kingi oynamak ve duvarlarda de
·
lik açabi lecek kadar şiddetli kavgalar yapmak şeklinde acayip
41
bir raya oturmuştu . B öyle bir evliliğin böyle bir raydan çıkması
da hiç zor olmadı. Kocamın parayla, akiyle ve cinsellikle sorun
ları vardı. En son, odasına kapanıp beni unuttuğu gecelerde, por
no dergilere takılıp masturbasyon yaptığını öğrenince kendimi
bu ilişkiden daha fazl a zarar görmeden, koparmam, geri çek
mem gerektiğine karar verdim.
Bu arada Galata Köprüsü yanmış, Gitarcı ve tayfası Tak
sim'e taşınmıştı . Yazarlar, çizerler ve müzikçilerin sayesinde
popülaritesi acayip artmıştı. Mekanın underground denebilecek
bir hali kalmamıştı ama alternatifsizdi. S anırım ak sakallı, nur
yüzlü (ZZ Top gibi) bir rocker Naci'nin rüyasına girmiş ve yürü
ya eleman demişti . Naci de yürüdü . Çok iyi bir işadamı olmak
la beraber, kendine pek de sıradan olmayan canavar gibi bir or
tak bulunca Gitarcılar çoğaJdı . Anlayanına da, anlamayanına da,
domestiğine de canlı rock , hard rock, metal servisine başladı.
Bizim salaş Gitarcı sosyetenin bile uğrak yeri oldu .
İşte yeni Gitarcı'nın açıldığı o yaz , İ stanbul Ahmet S an'ın
42
marka birası , Danimarka çikolatası ve Danimarkalı seksiyle ge
çirdim. Henning kocaman bir erkekti, bana çok anlayışlı davra
nıyordu . Her şey çok güzeldi . Keşke Çetin'e anlatmak zorunda
olmasaydım . Ama ne olursa olsun anlatmalıydım. Ona hiç yalan
söylememiştim; yine söylemedim. Çok zor oldu ama tuhaftır,
çok da rahatlamıştım.
Güvercin bakışlarıyla dinledi beni. Sadece seks ihtiyacından
doğduğu konusunda hemfikir olduk. B öyle bakınca olay daha
basit, daha katlanılır oluyordu sanki. Ama değildi, geri dönül
mez, boktan bir duruma girmiştik.
En kötü sü benim içimden kopup giden o şeydi. Sanki çok de
ğerli bir parçamı kaybetmiştim. Belki aşka olan inancımı, belki
kendimde farkettiğim ilkellik yüzünden insanlara olan -zaten
eser miktardaki- güvenimi . . . Sonuçta kaybettiğim o şeyin adını
koymam gerekmiyordu ; olan olmu ştu , sonuçlarına da katlana
caktım. Katlanmam gereken sorunlar ağırlaştıkça ben daha da
vurdumduymaz olmaya ç alışıyordum. Esrar ve alkol ve ben ar
tık hep birlikteydi�. Tercihimi yokuş aşağı kullanmış ve vitesi
de boşa almıştım.
Henning'le diğer konserlerde de takıldım. Kimde ufacık bir
sevgi kırıntısı hissetsem onunla gidiyordum. Çetin 'in hala neden
yanımda olduğunu anlamıyor, belki de beni cezalandırmasını is
tiyordum. O ise şaşkınlığına, içine düştüğü boşluğa rağmen bü
� ün iyi niyetiyle beni kaybetmemeye çalışıyordu . "Kendimden
beklerdim ama senin böyle bir şey yapabileceğini hiç düşünme
m iştim" diyordu . Halbuki ne yapıp yapamayacağımı · ben bile
bilmiyordurp.. Ben onu hala tanımadığımı , tanıyamayacağımı
öğrenmiştim; o ise yanılgısını sürdürüyordu .
Ağustos ayıydı , Çetin çarşamba günü dönerim deyip Ak-
43
çay ' a gitmişti. Aradan dört çarşamba geçmişti hfila hiçbir haber
yoktu. Her zaman sürttüğüm sokakta onunla karşılaştım. Köprü
den beri tanıyordum ama doğru dürüst hiç muhabbet etmemiş
tik. Çetin ' i sordu. Terkedildim, terkedildim derken sanırım hiç
de dertli görünmüyordum. "Gel Leventler ' e gidelim, bir şeyler
içeriz" dedi. Bir şeylerin ne olduğunu biliyordum ve hiç reddet
memiştim. Böylece fındığın peşine takıldım.
B iz biraraya gelmesi tehlikeli olan iki kişiydik ve biraraya
gelmiştik.
44
sun anlatacaktır:
18 EK İM
Seni unuttuğumuzu sanma fındık kabuğumuz . . . Hiç unutma
dık! Ama bugünlerde onca yaşam savaşı arasında biraz boşver
dik galiba. Gerçi bizim savaşımız değildi bunlar. Biz her zaman
ki gibi ölüm oyunlarına devam ediyoruz. Aşık oluyoruz, başka
larının manda yüreklerine sığdıramadıklarını biz saniyeler için
de o çılgınca atan kalplerimize sığdırıyoruz. Kırmızıya boyuyo
ruz dünyamızı. Minik, renkli silgiler dağıtıyoruz; ellerimizi uza
tıyoruz, kimse tutmuyor, olsun diyoruz, birbirimizin elini tutu
yoruz. Kıskanıyorlar, kızıyorlar yine duvarlar örmeye çalışıyor
lar. Bu onların savaşı, biz kimseyle kavga etmiyoruz, gülmekten
edemiyoruz. Bırakıyoruz tekerlekleri, yuvarlansınlar, biz mutlu
olmaya devam ediyoruz.
45
ti" diye saçmalamaya başlamıştım ki Çetin döndü. Evdeki kala
balık pek hoşuna gitmediyse de önceleri sesini çıkarmadı. Fın
dık, Levent, .ben ve Çetin. Gayet keyifli gecelerimiz de oldu. Fa
kat zaman geçtikçe Fındık' la benim samimiyetimi kıskanmaya
kendini dışlanmış gibi hissetmeye başladı. Öyle ki uzun bir ge
cikmeden sonra regl olduğumda "bebeğimi düşürdüm" şeklin
deki esprime "Fındık ' a düşürmüşsündür" diye cevap veriyor ve
bunu söylerken hiç de espri yapıyormuş gibi görünmüyordu.
Gerçi haksız sayılmazdı. Çünkü 24 saat Fındıkla beraber takılı
yorduk. Yalnız ona değil çevremizdeki herkese sanki yokmuşlar
gibi davranıyorduk. Ama aslında her şeyi ve herkesi çok iyi ta
kip ediyor, dikkatleri üzerimize çekmek için elimizden geleni
yapıyor, yeterince ilgilenildiği zaman da sadece birbirimizle
muhabbet edip olan biten her şeye insanları sinirlendirecek ka
dar gülüyorduk. En büyük keyfimiz insanları kızdırmaktı zaten.
B irlikte takılmaya başlayalı çok az olmasına rağmen bütün Be
yoğlu bizi rahatsız kızlar olarak tanım ıştı. Hemen hemen bütün
barlardan kovulmu ştuk. Sadece Judas bara gidebiliyorduk. As
lında ordan da kovu lmak için elimizden geleni yapıyorduk ama
Furkan, peygamber sabrıyla bize katlanıyordu. Her akşam kö
pek gibi içiyor; hap, esrar ne bulursak götürüyorduk. Bazı sa
bahlar kafa kafaya verip barın bir köşesinde sızmış bir şekilde
bul uyorlardı bizi. Hiç istifimizi bozmuyor, bir şişe Güzel Mar
mara alıp içmeye devam ediyorduk. Ogan, o sıralar dışarıya ser
vis yapan bir pizzacıda çalışıyordu . Telefon edip pizza siparişi
veriyorduk. Adresimiz ya Mis Sokak oluyordu, ya da Parmak
kapı Sokak. Bira fıçılarının üstüne oturup pizzalarım ızın gelme
sini bekliyorduk. Karnımızı doyurana kadar Judas açılmış olu
yordu ; akşam kaldığımız yerden devam ediyorduk. Arada sırada
46
para kazanacağımız tutuyordu ; birkaç kitap toparlay ıp
AKM ' nin karşısındaki köşede tezgah açıyorduk. İ lk satışı ya ha
pa yatırıyorduk, ya alkole. Sonra da pek satış yapamıyorduk.
Çünkü kitaplarımızın üstünde sızıp kalıyorduk. Allahtan her ak
şam hem bizi hem kitaplarımızı toplayacak birilerini buluyor-
'
duk.
Sevmediğimiz birileri eve gelecek olursa bin pişman oluyor
du. Ya çorbasına akineton atıyorduk, ya uyurken yüzüne yumur
ta akı sürüyorduk. Yumurta akı sürme muhabbetine bay ılıyor
duk; yumurta akı cildi gerdiği için en son mimiği nasılsa insan
öyle kalıyordu. Birara çocuk oyunu da oynuyorduk; fındık dev
oluyordu , ben palyaço. Kreşleri dolaşıp para kazanmaya çalışı
yorduk. Gerçi yaptığımız işi seviyorduk (hatta T V ' ye bile çık
mıştık) ama organizasyonu yapan şizofren patronumuz bizi bi
raz ciddiyetsiz bulduğu için bu macera çok kısa sürdü. Biz de gi
dip bir model ajansına kaydolduk. Nedense her çekimde bize ya
alkolik ya da fahişe rolü veriliyordu. Habire küçük rol büyük rol
yoktur; büyük oyuncu küçük oyuncu vardır diyorduk. Setlerde
kuaförler dışında bizi herkes seviyordu. K u a för de, bir şişe su
alın da şu saçlar ını zı yıkayın artık diye yalvarıyordu . Ancak ayı
labildiğimizi, s aç ylkamak için vaktimizin olmadığını an lay am ı
y o rd u.
B irara da radyo programı yapmaya karar verdik. Evde örnek
bir kayıt yapıp (programın adı "Şişenin Dibi" olacaktı) Hür
FM ' in kapısına dayandık. Fakat saat sabahın dördüydü. Az bi
raz s arhoş t u k . Bir de onlara hediye olarak dört tane sabundan ayı
götürdük. Ayıların isimlerine bayıldılar : B irincisinin rengi s arıy
dı, onun adı "sarı şekerim"di. İ kincisinin adı "k a lbine girerim" ,
üçüncüsünün "seni mahvederim", dördüncüsünün "bana şekeri-
47
ni ver"di. Neyse biraz fazla konuşmuş olmalıyız ki, birara her
kes uyumu ş, radyo bize kalmıştı. Teknik bilgimiz olsaydı prog
ramımıza hemen başlayacaktık. O gün olmadı, ondan s onraki
günler de. Deneme kay d ımı zı bile dinlemediler. Biz de uzun bir
süre Hür FM ' in telefon sapığı olaı:ak çalıştık.
Birbirimize kesinlikle hayır demi y o rd u k. Ne teklif edilirse
edilsin diğeri kabu l ediyordu . En tehlikelisi, yapıyordu da . . . İ lk
olarak o günkü kafamızı, ne tribi yapacağımızı kararlaştırıyor
duk. Tantum mu, deksan mı, peracon mu , akineton mu, haş mı,
alkol mü, ceviz mi, bally mi? .. Veya ikili, üçlü ko kteyl le r mi?
H ep s in i aynı anda bul abile cek olsak, belki de hepsi olabilirdi.
Yaa, ş � nu al may al ı m , dağ ıtırız dediğimiz hiç olmamıştı. Evet,
her şeye evet diyorduk !
Fındık, sarışın, mav i gözlü bir Adanalıydı. Fiziksel olarak
birbirimizin tam zı dd ıyd ık . O s arışın , ben esmer; o uzun, ben kı
sa; o mavi gözlü, be n kara . . . Hatta o kelken ben uzun s aç l ı , ben
kelken de onun saçları uzun oluyordu . tanıdığım en zeki hatun
lardan biriydi. O da aile saadetinden nasibini almış, anne s iyle
b abas ı bo şandıkt an sonra anneannesi tarafından S am atya da '
48
yorduk. Çok çabuk aşık oluyorduk ama çok çabuk vazgeçemi
yorduk. Aşk için her şeyi yaparı cinstendik biz; dürüstlüğümüz
i nsanları korkutuyordu. B azen de bu kadar dürüst olunabileceği
ne inanmadıkları için dalga geçtiğimizi sanıp inanm ıyorlardı bi
ze. Zaten cidd i ye alınmamak en büyük sorunumuzdu. Palyaço
m akyaj ı yapıyor, acayip şeyler g iyiniyor, sabahlıklarla briç tur
nuvasına gidiyor ve n iye c iddiye alınmadığımızı merak ediyor
duk.
Fındık oldukça güze l bir kızdı. Hele Türkiye gibi kara kaş ,
kara göz, koca göt hatunların hak i m olduğu bir ülkede mav iş
gözleriyle hemen dikkat çekiyordu . Benim de Al lahtan gözle
görünür bir s akatlığım veya kocaman bir popom olmadığı için
idare ediyordum. G ittiği m iz herhangi bir yerde çevremizi he
men birkaç şey budalas ı çev iri yor ve hep aynı yanılgıya düşü
yorlard ı : B irkaç biray l a sarhoş olacağ ı m ı z , sonra uslu uslu on
larla g ideceğimiz yanı lgısına. S onra ilk şoku hesabı öderken ya
şıyorlard ı . Rahats ız kızlar ünvan ın ı kolay e lde etmem iştik. Sar
hoş o l u p kollarına yığılmam i z ı beklerlerken, biz ya cin gibi sa
baha kadar içiyor ya da sarhoş oluyorduk ama on l arın bildiği
sarhoş luklardan değildi bizimki s i !
İkimiz d e nedense sadece i ç k i i l e i p i koparabiliyor v e kor
kunç agresif o l uyorduk. Gözlerimi kısıp "Fındık bak, şu kenar
da otu ran hıyarı görüyor musun , day ak i st iyor" demeye başla
m ı şsam , Fınd ı k sarhoş ol maya başladı ğ ı m ı anlıyor ve hemen ba
na yet i şiyord u . Bu şeki lde yüz lerce kavga ç ıkarmıştık. Bazen
ancak bira bardaklarımızı kıtır kıtır yi yerek sakin leşebi l iyorduk.
Karşın ızdakinin gözlerini iç ine bakarak e l i nizdeki bardağı ye
mek, s ıkı bir dayaktan daha etk i ley ici olabiyordu . B azen de cin
s i yet i m i z i unutarak Fındı k ' ın bir d i skoda yaptığı gibi t işörtümü-
49
zü çıkarıp sütyenle oturabiliyorduk. Sanırım Fındık içince gö
ğüslerini sorun yapıyordu . Çünkü İzmir ' deki bir barda masa
masa dolaşıp kendini şöy le tanıttı : "Merhaba, ben Fındık, İstan
bul ' dan geldim, Bunlar da memelerim".
Bütün bunları yaşamanın tehlikeli olabileceğini de biliyor
duk. Nitekim bir gün Gitarc ı ' da otururken, kendilerini avukat
olarak tanıtan iki psikopatın davetlerine uyup evlerine gittik. Ni
yetimiz biraz içip kalkmaktı ama olmadı . Biz kalkalım deyince
onlar gitmeyeceksiniz dediler. G ideceğiz deyip çıkmaya çalı ş ır
ken ben çeneme bir tekme, Fındık gözüne yumruk, S eren de
ayağına darbe aldı. Benim çenem dağılmıştı , kan içindeydim;
acile gidip diktirmek zorunda kaldık. O iki psikopatı bir daha
görmedik, yakalasaydık neler olurdu bilemiyorum ama çenem
deki façayı her görüşümde onların validelerini , sülalelerini say
gıyla anıyoru m .
Evde malzememiz varsa hiç dışarı çıkmıyorduk zaten. B i r
keresinde hapları çakıp 72 saat karşılıklı oturduk ve hiç susma
dan biribirimize bir şeyler anlatı p durduk. Genelde kara kaplı
defterimizi e limize alıp y azıyor, çiziyor ve gülüyorduk.
Ş imdi defteri karıştırıken bakıyorum da yazdıklarımız başka
biri okusa kesinlikle bir şey anlamaz. Ama ben yaşananları, ne
anlatmaya çalıştığımızı bildiğim için hata gülüyor ve o günleri
çok özlüyorum. Mesela oturup cinsel organlara verilen isimleri
düşünmüşüz ve biz de bir isim bulmaya kara vermişiz. Kadın ve
erkek cinsel organlarını çizip , vajinaya "İbiş", penise de "İbişin
Korkulu Rüyası" ismini vermişiz. Tek perde müzikli güldürü
sahnelemeyi planlamışız. "İbişin Korkulu Rüyası"nı Ahmet Ali
Erbil ' in oynayabileceğine , "İbiş" için ise Skarlet gibi b ir yarışma
düzenlemeye karar vermişiz. Daha bunun -gibi ne abukluklar var:
50
Kıçımla deve izi yapsam yine size yaranamıyorum dedi genç
kız. Uyuşturucu kullandığı için gözleri çakmak ç akmaktı. Be
şinci çiftlisini yakmaya çalışıyordu; öksürük krizine tutuldu . Ye
diği salçalı ekmekli yumurtalı makarna midesine dokunmuş ola
cak ki biraz sersemlemişti. Yoksa mal çok iyiydi, vücudu tahriş
ettiği hiç görülmemişti . Zaten vücudu tahriş etmesin diye 25 ta
ne hap almıştı. Sağlığına çok dikkat ederdi. Mesela sigaralarını
yapışkanlı kağıtla sarmaz, illa ki Arap çarşafı kullanırdı. Kızın
bu ihtiraslı ve gururlu hali genç adamı pek etkilememişti. Çün
kü ortalıkta genç adam filan yoktu.
Küçükken cıva yutmuş olan ben kendini Villy adlı ekose ce
ket zanneden Fındık, kültür faaliyetlerinde bulunmaya karar
verdik. Önce bir şarkı yazdık:
51
Yıt varlamyorunı deli deli
Sokak çocuğu gibi kirli
Ben bir topum benekli . . .
52
(Gitarcı ve Pazz Spot hariç) teşekkürü bir borç biliyoruz.
Hele öykülerim i z :
Ben kuşkonmaz yemeğ inin ne olduğunu bilmem. Hiç merak
etmedim zaten; pişmezdi bizim evde. Ev de ev miydi, değ i l miy
di bi lmem zaten . B ir yemeğin ü zerine ku ş konsa ne olur konma
sa ne olur yan i .
Yatıyorum b i r ç a m ağacı nın dibinde. Koku bombac ıkları he
nüz patlamam ış ve çam fabrikası henü z sakız ü retim ine geçme
miş.
Hayallerimde h e p üzerime gelen bir salyalı köpek vardır. Yi
ne geliyor. Kulaklarını dikmiş, salyalarının parıltıları gözle�ine
vurmuş , amacın ın b i l incinde, aç ılmış ağzıyla gel i yor. Yavaş ya
vaş ama ş iddet l i . . . Her salya önce o ağızdan kurtul manın neden
sizl iğiyle fırlıyor, sonra doldurulmuş k in i , vahş i l iği savunurcası
na yüzüme yapışıyor. Renkler değ i ş iyor. Çirkin bir köpek bu,
beni korkutuyor. Keşke sarımsak yem i ş olsaydım d iye dü şün
meye başlıyorum . B ir sürü sarm ı s ak y a da sarm ı s aklamasak.
Ağzım koksa, çok koksa. Çam ağac ı bile rahatsız olsa. Belki kö
peğe olan korkum yok ol urdu o zaman. Ya da kuşkonmaz yemiş
ol saydım vakt inde. Yine korkmazdım bu ç irkin köpekten.
Defalarc a , durmaksızın zıplayan bi r pire bile bi tirir aslında
şu itin işini. Ama ben im gücüm hiç yok.
Nefret ediyorum salyalardan . Bir bardağa iht iyac ım var. Şef
faf ve cam bi bardak olmal ı . İçine doldurmalıyım bu salyaları ,
kan kokmalılar, içlerinde binl erce çığlık saklı olma l ı . B ardağa
baktıkça k orkacağımı biliyoru m . Zaten korkmak için yapıy orum
ben de bu önems iz i ş i .
Uğultu tren i tüne lden geçiyor. Ku lak larım b i l e nefret le dol-
53
du. Rahat değilim oturduğum yerde. Çam ağacından haberim
yok. Ama kalkamıyorum da; kalakaldım. Niye bu ağacın altın
da yattığımı düşünmeye zaman yok. Köpek iyice yaklaşıyor. Sol
elimin başparmağının tırnağının etini bir kere ısırdım . Köpek şa
şınr gibi oldu. Gülüyorum, kahkaha atıyorum; yine ısırıyorum,
yine gülüyorum. Isırıyorum; gülüyorum.
Köpek şaşkın, çam ağacı kaygılı. Ben hfila gülüp ısırıyorum.
C ınım yanmaya b � şladı ama düşünemem şimdi bunu. Parma
ğımdan kan akıyor. S akin olmalıyım, ama beceremem. Salladık
ç2 elimi , damlacıklar bir sürü halinde köpeğin suratına yapışı
yor. Güçlüyüm artık, duramam.
Karşımdaki canavar köpek biraz sinirlendi galiba. Deliler gi
bi kuyruğunu sallıyor. Tünele ikinci tren girdi.
S aygısızlık etmek istemiyorum aslında ona. Ama anlatamam
ki . . . Anlamaz ki, kudurmuş. Gözlerinde ölüm, bumunda kan ko
kusu, ağzında nefret şelalesi , kulaklarında ise bir tren var. Aslın
da çok acınacak halde. Ama kudurmuş o. Ona acımanın değil
ondan korkmanın zamanı. Gülmeyi kestim, parmağım hfila ka
nıyor, salyalar akmaya dev am ediyor. Ben gülmüyorum, korku
yine sahnede, içim acıyor. Kaygılıyım. Kasımpaşa' daki sarhoşu
görüyorum; bana yaklaşıyor. Ü zgün. B ir cinayete tanık olduğu
mı söylüyor. İ nan ıyorum ona. Kanlı elime iki tane muhabbet ku
şu koyuyor. Muhabbet etmiyor bu kuşlar. Daha çok korkuyo
rum. S arhoş uzaklaştı yanımdan. Gitmesini hiç istemiyorum.
Kal diyemedim, niye üzdü beni şimdi anlamadım. Ben ne yap
tıı n ona; onu da anl amadım . Ben sadece sevdim onu.
Kuşların tüyleri kandan ıslandı, gözgöze geldik kuşlarla. Ü z
gün bakıyorlar, korkuyorlar. Onlar da benim gibi t itriyorlar.
Çaresizim. Köpek kudurmuş tamamen, her an üzerime atla-
54
maya hazır. Korku ayakta alkışlanıyor, üçümüz de titriyoruz.
Salya yağmuru yine başladı. Parmağım acıdıkça bu kudurmuş
köpeğin her ısırışını hissetmeye başladım. Bunu saldırıya başla
dığı anda yapmalıydım, ç aresizim .
Köpek gözlerini gözlerime kilitlemişken başarıyorum; iki
muhabbet kuşunu da ona fırlattım, ikisi de uçmadı. Suratına çar
parak yere düştüler. Kanlı tüyleri haberci oldu ölümlerine, çir
kin köpek bir hamlede dişlerini geçirip parçalayıverdi onları. Ve
deliler gibi koşmaya başladı . Yerde sadece birkaç tane kanlı tüy
parçası kaldı. Korkuyu da ölü kuşları da alıp kaçtı sonunda. Ra
hatlıyorum, ü zgün değilim, köpeği de, kuşları da, sarhoşu da
unutmak istiyorum. Ayaklarımla to prak atmaya çalışıyorum tüy
lere, gömüyorum iki kuşu ve bir muhabbeti daha.
leti du r u y or
.
55
Prensip 649 : Vot k a viş n e n i n içinde bir yudum portakal olur
-
sa içeceğiz.
Pren sip 346: Dördüncü boy uta her gidişimizde kırmızı giye
ceğiz.
Prensip 696 : Pazar günleri pazar konseri s ı rasında banyo ya
pıp, 9.5 arayacağız. -
Fın d ık ' l a b i r sene birl i kte oturduk. Hemen hemen hiç ayıl
madığıın ı zı söyleyebi lirim. Sonra bir akşam k ı yamet k o p t u . Çe
tin Fın d ı k ' la ben im i l i şkime art ı k kat lanam ıyord u . Gerçi üçü
müz birarada o l d u ğumu z zaman çok iyi an l a ş ı y ord u k . Ama iki
m iz d ı ş ard a olduğumuz zaman Çet i n bunal ı m l ara giri yordu . O
gece kavga nasıl b a ş l adı bilmiyoru m . B i ranı Fmd ık tuvalete gir
d i , seslen ip benden m akas i �tedi , hiç düşünmeden verdim. Tuva-
56
Jetten ç ıktığında hepsi gitmişt i , yani keldi. O gece amcası gelip
Fındık ' ı götürdü.
B ir süre telefon l aştık. S onra Adana ' y a gi ttiğini öğrendim.
İ y ice rayı ndan çıkmış evl i liğiml e , b i raz daha uçurmuş bir şe k i l
de kalakaldım.
O sıralar tam bir esrarkeşti m . Kendi m bulamasam bi le içen
biri lerini bulup onlara takılıyord u m . Esrar sanıldığı gibi normal
ha y att a n koparan, biljnci y itirttiren, sarhoşlaştıran , ay ı ltan- ba
y ı ltan bir madde değ i ldir. S adece keyi f veren, fizyolojik olarak
bir k r izi olmayan, k imy a sa l olmayan bir maddedir. Yüzy ı l lardır
sanatçılar, alimler, k ra l l ar , pad i ş a hlar tarafından keyf veric i ola
rak kullanılan, kendine has bir geleneğ i , kültürü olan bir içecek
tir es rar. Evde agre s i f fırtınalar estire n , karı s ı ve çoc u kl arı nı bez
di r m i ş , despot babanı n bir tek kağıtlı içtikten sonra saatlerce
evin bebeğ ini seyredip gü lmesi kötü olabi l i r mi? B uzdo labınız
d oluy s a günlerce evden çıkmadan Türk fi l m leri seyred i p gülebi
l irsiniz. Komiklikleri fark et mey e başlars ınız, gü lersiniz.
Benim de ihtiyacım olan buyd u . Ga liba sürekli içiyord u m .
A l kolden daha az zarar verd iği kesindi . Art ı k arıza ç ı k artm ı yor,
kavga etm iyordum. B u sırada tekrar t i y atr o ya aşık oldu m . Dev
rimci tiyatro gru plarımızdan birinde oy namaya başladı m. Ses
siz, sakin provalara gidiyor, evime dönüyordum . B ir süre sonra
Çet i n de t i y at ro da teknik ele man o larak çalışma y a başlayınca
bütün g ünümüzü orada geç i rmeye başl adık. Para kazanmıyor
ama ç a l ı ş ıy o r , çalı ş ıyord u k .
Devrimci y ö n et m enim ve oyuncu arkadaşlarım tarafından
çok s e v i ldiğimi , ben im de onları çok sevdiğimi söyleyemem
ama i ş i n iç inde bir oyun varq,. ve ben o büyülü y eri , sahn e y i çok
özlemi ştim. Her gün hayalkırıkhğı yaşamama rağmen, her gün
57
yeni bir hevesle provaya geliyordum. Oyuncudan çok devrimci
insanlarla, aj ite bir oyunda ne işim vardı bilemiyordum. Ama
güzel bir oyun çıkarabilmek için elimden ne gelirse yapıyor
dum. Para yoktu , her şeyi yoktan var ediyorduk. Grubun içinde
"Yalan Rüzgarı"nı ikiye katlayacak kadar adi entrikalar dönü
yordu . Yönetmen karısının yanında oyuncusuyla aşk yaşıyor,
kulis dedikodularla karışıp duruyordu. Zaten hemen iki ayrı ta
raf oluştu. İkili, üçlü kavgalar başladı.
Savundukları şeylere karşı değildim; ben de düzenden şika
yetçiydim. Deniz' in resmine bakıp "Aşkolsun çocuk, aşkolsun"
derken benim de gözlerim doluyor, marş söylerken benim de yü
reğim kabarıyordu. Ama daha kendi kişilikleriyle sorunları olan,
kompleksleriyle başa çıkamayan bu insanların emek, halk, dev
rim derken süphanekeyi okuyan yedi yaşındaki bir veletten pek
farkları kalmıyor, birbirlerinden özeleştiri falan istedikleri o cid
di tartışmalarda "benim babam- senin baban" kavgası yapan
çocukları andırıyorlardı. Ne kadar pembe bakmaya çalışırsam
çalışayım, ne kadar görmemezlikten gelirsem geleyim onlar
masturbasyon yapıyorlardı. Dişe dokunur bir şeyler yapamıyor,
daha önemlisi yıkamıyorlardı. En çirkin durum ise onların da
paraya tapması , onların da birbirlerini sömürmesiydi. Kreşlerde
palyaçoluktan sonra büyük oyunda oynamak benim için cezbe
diciydi ama ben masturbasyonumun farkındaydım ve bu beni ra
hatsız ediyordu . Teatral olarak, yaptığımız iş hiç içime sinmi
yordu . Oynadığım amatör oyunların çoğunda daha profesyonel
çalı ştığımızı farkediyordum. Her şeye rağmen oyunun çıkması
için büyük bir şevkle çalı şıyordum. Bu şevki Çetin 'e de bulaş
tırmıştım. Bazı geceler iki adım ötedeki evimize bile gitmiyor,
tiyatroda sabahlıyorduk.
58
Ve nihayet bütün imkansızlıklara rağmen oyunu çıkardık. Ü ç
buçuk saat süren, grubun kuruluşundan bu yana oynadığı oyun
l ardan alıntılarla, yaşanılan zorlukları anlatan bir oyundu. Ben
de bacak bacak üstüne atıp büyük laflar etmeye çalışan, süslü
kokonaları canlandırıyordum. Grubun en yenisi, en güvenilme
zi olduğum için çerez roller bana verilmişti. Ben yine de sahne
de olduğum için mutluydum. Daha iyisini yapabileceğimi ben
de biliyordum, onlar da.
Oyunu birçok sefer oynadık. Dolu salona oynadığımız da ol
du, on kişiye de. Fakat bir türlü para alamıyorduk. Karı koca ça
lışıyorduk ve karnımızı doyurmak zorundaydık. Tiyatronun mü
diresi ölmeyecek kadar karnımızı doyuruyor ve çok güzel duy
gu sömürüsü yapıyordu. Derken, benim sınavlarım yüzünden
katılmadığım Anadolu turnesinde kıyamet koptu. -daha doğru
su, kopmuş. Yönetmenin oyuncusuna tokat attığı bir kıyamet so
nucunda sekiz kişi gruptan ayrılmış . Benimle birlikte dokuz ki
şi oyunu bıraktı ama dayağı yiyen eleman, varolabildiği tek yer
o tiyatro olduğundan olsa gerek yönetmenini terk edemedi. Ney
se, bu aile tiyatrosunun skandalları tiyatro çevresinde zaten bi
l indiği için ayrıntılara girmek istemiyorum. Tek bildiğim bizim
ucuz kurtulduğumuz . . .
1 6 Ş U B AT/ ŞEHREM İ N İ
İ şte yine oturuyorum yalnız başıma. Sigara içiyor ve düşünü
yorum. Fındık ' ı , Çetin ' i, insanları , insans ıları , C . T. F ' y i ,
A . B .T. ' yi. . .
Yeni oturma odamızda oturmuşum
Oturmuş da bir bira almışım
S ırf kafa yapacağa benziyor diye
•
59
Efedrin götürm ü ş ü m
Fındık ' ı aram ı ş , u y a n d ı ramam ı ş , konuşamam ı ş ı m
Cerrah i kita�ın ı karş ı m a koy m u ş u m
Dan i m arkal ı b i ra m , Danimarkal ı sev g i l i m g i b i
İ ç s e m bir t ü r l ü , i ç m e s e m o l maz.
İ Ç İ CE M !
MTV ' de kel b i r kız
Fın d ı k deği l O ' Conner
S i garan ın boş o l m a s ı g i b i bir şey bu
S e y redecem
Ben g a l iba h a y a t ı m boyunca i k i arada g i d i p ge l icem
Korn işteki perde g i b i ,
raydan ç ı kana d e k . . .
Fın d ı k dönd ü . Kendi m i ze "Take tea and see , take lsd and be"
y azan i k i tişört hazırlay ı p , k a l d ı ğ ı m ı z yerden devanı ediyoruz.
Ş i m d i bir de Seda var. İzmir ' den geld i . Oldukça güzel bir k ı z ;
h e r a k ş a m onu b i r i l erine satıp ç atlayana kadar i ç iy oru z . Fınd ı k ,
Çet i n y ü z ü nden b i zde k a l m ıyor, a m a y akınd a böy l e bir soru n u
muz ol mayacak. Ç ü nkü Çetin askere g i tmeye karar verd i .
G ü n ü m ü zde Ley l a i le M ecn un h ikayeleri böy le b i te b i l iyor.
Gerçi L e y l a , Mecnun d ı ş ın d a herke s l e yatarak i ş in bokunu çı
kard ı a m a b i r d e g özden ırak o l m a sorunu , var.
G i t m e ! S e n de g i dersen ben iy ice dağ ı t ı rı m . İ y i köt ü y i ne sen
ayakta t u t u y o r s un ben i . İ y ice kopacağ ı m ı , s ı y ı racağ ı m ı b i l iyor
s u n.
G i t m e ! Ya başkas ı n a a ş ı k olursam? . .
G i t me ! Ömründen i k i sene çal maları n a izin verme. S a v a ş on
l arın savaş ı , sen in. ne işin var?
60
G itme ! Ölüme gidiyor olabi lirsin veye beni ölüme terkediyor
olabi lirsin.
G itme ! B ir yolunu bulup yurtdış ına kaçal ı m , her şeye yeni-
·
den başlayalım.
Gitme ! Mazeretim olabilirsin.
G itme ! Döndüğünde beni bulamayacaksın.
GİTTİ . . .
Önce B i lecik ' e sonra savaşa, Cizre ' ye. Çetincik memetçik
oldu !
B i z de üç deli güneye, tatile yol landık. Otostop yaptığımız
ilk arabada içmeye baş ladık ve hemen hemen hiç ayı lmadık.
Önce Ku şadası ' ndaydık, hiç paramız yoktu . Nası l o l sa iş bulu
ruz diye düşünüyorduk ama hiç iş aramadık. İlk gün plajda kam
yonlarıy l a tatile gel mi ş, iki kamyoncu gençle tanı ştık. 18 yaşın
da iki fırlama ! B ir-iki geyikten sonra eşyaları m ı z ı geç i c i olarak
on l arın kamyonuna bırakt ık. Çocuklar kamyonun arkasına bir
çekyat , tüp, masa falan koymuş neredeyse karavan haline getir
m işlerdi . B i rkaç bira fal an derken eşyal arım ı z ın y anına biz de
yerleşmiştik. İçkilerimiz bitt ikçe çoc u klar gıcır gıcı r 2 5 0 binlik
ler verip bizi markete gönderiyorlard ı . İyi yere dükkan açm ı ştık.
Bu durum böyle üç gün sürdü . Öğle güneşinin alt ında içmeye
baş lıyor, ikindi g ibi ilk sızı ş ı m ızı gerçek leştiriy or. ayı l ı nca de
vam ediyorduk. G ec e gene ll ikle kamyonu deprem oluyormuş
gibi sallayan şehvet iyle Seda kirayı ödü yor. Fın d ı k ' la ben de
kamyonun tentesinden s ızan ışıklara dalıp Saylonlu larla N öro
batlıların y ı ldız savaşlarını seyred iyorduk. İçip i ç i p dağıtan biz
ler sayesinde kamyonun bütün gece yay l anması plaj ve otopark
sak inlerinin o ldu kça dikkatini çekm iş o ls a gere k , bir gece vatan
daş ın biri dayanamay ıp kamyona tırmanmaya kalktı. Bu arada
61
•
250' liklerin sahte olduğunu farketmiştik. Ertesi gün Kuşada
sı ' nın yerlisi olan bir başka velet pansiyonlarında kalabileceği
mizi söyleyince hemen kabul ettik. Kamyoncu arkadaşlarımız
ayrılışımıza bayağı bozuldular. Ne de olsa sayemizde ömür bo
yu unutamayacakları günler geçirmişlerdi. Sadece Seda'nın de
ğil benim de onlara kıyak geçtiğimi boynumdaki morluktan an
ladım. Hiçbir fırsatı kaçırmamışlardı . Onları fazla hafife almış
tık.
Pansiyonda hanım hanımcık takılmaya kalkınca sabahında
kendimizi kapıya konmuş bulduk. Neyse ki bu arada barlardan
birinden Fındık ve Seda' ya iş teklif edilmişti. Fakat biz adadan
da harmanlıktan da sıkılmıştık. Çay, şeker, gripin, aspirin bile
sarıp kafa yapmayı denedik, olmadı. B iz de yeniden yollara düş
tük.
Bu arada bende bir eroin saplantısı oluşmuştu . Bulamayaca
ğımı biliyordum ama yine de her gittiğim yerde kırk yıllık ero
inmanmışım gibi eroin arıyordum. Fındık daha önce bir ay ka
dar denemişti; ben de deneyecektim . Kafaya koymuştum. Kızlar
Bodrum ' a devam ederken, ben İ stanbul ' a döndüm.
Madde daha vücuduma girmeden bağımlı olmuştum sanki.
Hep, ne zaman karşıma çıkacak diye bekliyordum. İ lk fısatta de
neyecektim. B üyük bir ihtimalle çok sevecek ve o dönülmez yo
la girecektim; karar vermiştim. Bu bir nevi kendimi yok etme
planıydı. Teorik olarak eroin hakkında hemen hemen her şeyi bi
liyordum. Artık eylem zamanıydı. Yavaş yavaş mutlu sona iler
lemeliydim. C ihangir ' deki evde sabah sabah karşıma çıkınca
hiç tereddüt etmeden dayadım burnumu . B u burun her yere so
kulmalıydı ya! .. Bütün günümü tuvalette kusarak geçirdim ama
kendimi çok iyi hissediyordum. Gerçi beklediğim mucize ger-
62
çekleşmemişti ama ilk denemenin yanıltıcı olabileceğini de bili
yordum . İkinci randevumuz için çok fazla beklemedim. Sokak
taki bütün torbacıları tanımam birkaç gün bile sürmedi. Bu ara
da Fındık da bana katılmıştı. İ kimiz yanyana olunca da ne para
bulmakta zorlanıyorduk ne de torbacı bulmakta. Hala kriz yaşa
mamıştık. Nedense bize bir şey olmayacak gibi geliyordu . B ir
süre evcilik oynar gibi eroinmancılık oynadık. Her şey çok gü
zel gidiyordu , buraya kadar hiçbir sorun yaşamamıştık. Çi z gile
ri çekiyorduk ve yarısını Fındık, yarısını ben alıyordum . Sonra
huzur dolu, mutlu ve kaşıntılı bir şekilde bir bara gidip oturuyor
duk. B ir o taklaya geliyordu , bir ben. Taklalarımız şiddetini yi
tirmeye başlayınca da tekrar para toplayıp torbacının yolunu tu
tu.y orduk. Torbacının evinde çok pis bir koku vardı; bir an önce
işimizi halledip çıkmaya çalışıyorduk. O kokuyu tekrar kendi
evimizde hissedebileceğimiz hiç aklımıza gelmiyordu. Bir gün
kokunun ne olduğunu anladık. Fındık S amatya'daydı , ben Ça
pa'daki evde. Taksim 'e çıkmamı ştık, hiç zulamız yoktu ve kaçı
nılmaz sorun gerçekleşiyordu . B urnumuz akıyor, kemiklerimiz
ağrıyor, bedenimizden pis pis kokan ter damlaları fışkırıyor ama
üşüyorduk. İşte o koku bu kokuydu . Eroinman kokusu ! Artık
kriziyle, koku suyla eroinmandık .
63
•
mutlu luk söz konusu değildi ama onsuzluk korkunçt u .
Dört v ites li beynimi be şinci vitese al m ıştım ve geri dönüşüm
imkan sızdı artık. "H" ile y avaş yavaş intihar edebi leceği mi sa
nıyordum . Baş larken, şimdiye kadar olan yaşam ı m ı sona erd ir
diğ i m i , intiltarın zaten gerçekleşmiş olduğunu farketmem uzun
sürmedi. Yaşam şekl i m , k i ş i l iğim, her şey çok farkl ıydı artık.
Over doz la yavaş yavaş ö lecek olan başkasıyd ı , ben değ i ldim.
Yit irecek hiçbir şeyim kalmamışt ı , iradem i ona teslim etmiştim.
Özgürl üğü nden kimseye ödün vermemiş olan ben , onsuz olamı
yordum a rt ı k . Ke s i n l ik l e özgürl üğümü kaybetmiştim.
İ l k kri z i m i zi çok hafif atlatı p, "ha, biz bunu istediğimiz za
man bırakı r ı z " yanı lgısına düştük. Fındı k ' l a daha h ı z l ı b i r şek i l
d e " H "e devam etmem izin üstünden ç o k fazla geçmem işti k i ,
64
Salgın bir hastalıktı sanki; kafamı k ald ırı p çevreme şöyle bir
b ak ın ca bütün tayfanın ben imle aynı d urumda olduğunu gör
d ü m . B irileri sihirli değneğiyle dokunmuş, düne kadar pogo ya
pıp kafa sallayan, bir-iki birayla sarhoş olan, ağrı kesicilerle ka
fa yapabilecekle ri ni sanan on yedi, on sekiz y a ş ı nd aki veletler
bile kollarında iğne ile dolaşır o lm uş l ard ı. Soner 'in ölümüne ka
dar eroinin lafını etmeyen, Soner'den sonra da eroine iyice te p
ki duyan biz eskiler ise öyle bir karambole ge lmiş t ik ki, hiçbiri
miz ne olduğunun farkında değildik. S anırım ilk kez Nesrin ile
birlikte olan Şadiye kullanmaya ba ş lad ı . Dedikodusunu yapıp,
cık cık diyen diğerleri kaşl a göz arasında Şadiye ' nin müridi olu
vermişl erdi. B iri çıkıp, hadi ero ine başlayın diye komut versey
di ancak bu kadar birlikte hareket edebil irdik. İşin g arip yanı bir
parça esrar bulabilmek için binbir dolap çevirmek zorunda kalır
dık ama şimdi para b uld u ğ umuz anda "H" de bulabilir hale gel
m i şt ik. Her k ö ş e b aşında bir torbacı bekliyordu . Zaten artık es
rarın yüzüne bakan kalmamıştı. Ü ç-beş kişi bir ar ay a gel i yor,
yüklü bir miktar a lı p paylaşıyorduk. A lmay a k i m g i tmiş se o bu
'
66
dediğimiz hastalardı. Hepsi o kadar mutluydu ki. . . Kendi dünya
larında yaşıyor, kimseden bir şey beklemiyorlardı. B ütün gün
TV 'de klip seyredip şarkı söylüyor, hemşirelerin "ilaç saati ha
nımlar! " uyarısıyla kuyruğa girip ilaçlarını alıyor, sonra yat,ıkla
rına gidiyorlardı. Hele Deniz . . . Pop şarkıcısı Tarkan ' la evliydi o.
Sürekli Tarkan' la geziyordu. Odaya girdiğinde önce Tarkan ' a
oturacak yer gösteriyor, kendisi d e yanına kuruluyordu. Ö yle
şeyler anlatıyordu ki hayalgücüne hayran kalıyordum. Arada bir
konuşmasına ara veriyor, Tarkan ' a dönüp "Aaa, Tarkan ne yap
tın sen! Fermuarın açık kalmış, orkidin görünüyor" deyiveriyor
du. Hemen hepsi çok eğlenceli insanlardı. Bazen doktorların on
ları iyileştirmeye çalışarak kötülük yaptıklarını düşünüyordum.
Bu halleriyle öylesine zararsız, öylesine dingin görünüyorlardı
ki, onları toplumun o boktan karmaşasına sokmaya çalışmanın
ne alemi vardı anlamıyordum.
Sürekli pis pis kokarak terliyor, ilaçlarla uyutuluyordum.
Serumlar sayesinde yüzüm kendine gelmişti. Krizi atlatmı�tım,
artık çıkmam gerektiğini düşünüyordum. Doktorum iki ay kal
mam gerektiğini, daha tedaviye başlamadıklarını söyledi. Orada
değil iki ay, bir gün bile kalamazdım. Demirli pencereler ve de
liler beni bunaltıyorlardı artık. B abamı çağırıp hurdan çıkmalıy
dım. Evime gitmek, içki içmek, müzik dinlemek istiyordum.
"H"ten uzak durmaya kararlıydım. Uslu uslu Çetin ' i bekleye
cek, o döndüğünde ise sessiz sakin evimde oturacaktım. Doktor
luk yapmayacak olsam da okulu bitirecek, ailemi sevindirecek
tim.
B abam geldi, ona her şeyi anlattım. Her zamanki gibi �la
yışlı, sıcak, sevecendi. Hemen çıkış işlemlerimi halledip beni
eve götürdü. Evimi çok özlemiştim, babam gidene kadar evden
67
hiç çıkmadım. Ama babam gidince . . .
Ayaklarım beni gene Beyoğlu 'na götürdü. Hemen Judas ba
ra g idip içmeye başladım. Tabii yine abartıp koparana kadar iç
tim. Eve nasıl döndüğümü hatırlamıyorum. Ertesi gün yine çık
tım Doğanlar'a uğradım. Ben gittiğim<,le kocaman bir joint sar
mış, içiyorlardı. Durur muyum ! Onlara katıldım. Kendi kendime
"H"den u z :ık durduğum sürece içki ve esrardan zarar gelmez de
yip duruyor, torbacı gördüğüm zam an yolumu değ iş t iriyordum.
Ve o gün Judas bara doğru y ü rüyordu m ki, onunla karşılaş
tım. Hakan ' ı Fındık 'la tak ıldığ ımı z dönemde tanımıştım. Bir ak
şam birlikte içmiş sonra Hakanlar ' ın evine gitmiştik. Evde Pier
ro ve Puarro adında iki palyaço bebek vardı. Bütün gece Pierro
ile Puarro yakalamacılı k oynamıştı. Tabii asıl yakalamacılık oy
nayan Fındık ' la bendim. Hakan da sıyırmış bunlar diye düşüne
rek kenardan bizi seyretmişti. O geceden sonra Hakan ' ı ilk kez
görüyordum. "Merhaba, n' aber" faslından sonra nereye gittiğini
sordum. "Murdar ' a bakacağım" dedi. "Ben baktım, kimse yok,
gel seni Judas 'a götüreyim" dedim. Önce Judas 'a baktık, sonra
birlikte Doğanlar ' a gittik. Bir Joint sarıp muhabbete baş l ad ık.
Güldük, güldük, güldük . . .
Hakan naif görünüşlü bir Beyoğlu fırlamasıydı. Önceleri bir
turizm şirketinde çalışmıştı ama şimdi sadece esrar içip geziyor
du. Seneler önce o da eroinmanmış, birden kesip atabilmiş. Be
ni anlıyormuş gibi görünüyordu. Çok da çekiciydi . Ve benim
için rüya gibi günler başladı.
Doğanlar ' ın evinde kalakalmıştık. Sarıp içiyor, gülüyor son
ra da oturduğumuz yerde sızıp kalıyorduk . Ev zaten tek odaydı
68
safir; biz ise Murdar, Gitarcı, Judas bar gibi bu tek odanın da
müşterisi olmuştuk. Doğan sıkı içici olduğundan evde her za
man esrar bulunuyor, sürekli sarılıp içiliyordu. Alt katta oturan
ve kumarhane sahibi olan Kazım Ahimiz de sık sık yukarı çıkıp
bize rakı, bira vs. ikram ediyor, içtiğimiz esrarı beğenmiyor,
kendi içtiğinden tattırıyordu.
Yine böyle bir günde Kazım Abi gelmişti. On-on beş kişilik
dairemizi oluşturmuş , cigaralık döndürüyorduk (Kocaman siga
ralar sarılıyor, sıra kimdeyse tek nefes alıyor, peygamber solda
olsa bile sağdan dönüyordu. Cigaralığın, jointin bu raconuna
herkes özen gösteriyordu). Benim dışımda eroin kullanan yoktu
ama bir eroin muhabbetidir gidiyordu. Ben hastane maceraları
mı anlatıyordum: "Biliyor musunuz, sabahları hocaların öğren
cileriyle yaptıkları vizitte benim odama kimse uğramıyordu. Be
ni kimseye göstermiyorlardı. " Pastanede çalışan, 18 yaşındaki
Rasim safça soruyor: "Niye?" "Ne desin, bakın çocuklar bu has
ta da sizin gibi öğrenci. Biraz bunalmış, eroine başlamış mı de
sin? Ben görülmemesi gereken bir ömektim. "
Okul muhabbetine girince, veterinerlikteki Haluk bir şeyler
anlatmaya başlamıştı ki, Kazım Abi atıldı: "Ya çocuklar, şimdi
polis basacak olsa, bu kadar gencin, öğrencinin içinde senin ne
işin var kart papaz demez mi?" dedi ve polis içeri girdi: "Nerden
bildin geleceğimizi? Geldik işte! Şimdi de sen gel bakalım kart
papaz diyerek Kazım Abi'yi dışarı aldı. Meğer bir süredir kapı
nın önünde bizi dinliyorlar, içeri girmek için konu sırasının ken
dilerine gelmesini bekliyorlarmış. Kazım Abi sunuşu yapınca,
gayet sempatik bir şekilde içeri daldılar. Allahtan ortalıkta sade
ce bir tane (ama sekiz kağıtlı falan) joint vardı ve Kazım Abi de
onlarla nasıl konuşulması gerektiğini konusunda tecrübeliydi.
69
"Cık cık, bir daha yapmayın" deyip gittiler. Hayatımın en sem
patik, en tatlı polisleriydi onlar.
O evdeki iki-üç günü hiç unutamayacağım kadar inanılmaz,
komik ve romantik yaşadım.
Yıllar soma yine o tatlı duyguyu hissediyordum. Hakan ' la
yıllardır tanışıyormuşcasına birbirimizin ne dediğini anlıyorduk.
Doğanlar ' ın evinde en az beş kişi oluyorduk ama bana sadece
Hakan ' la konuşuyormuşuz gibi geliyordu. O da durup durup,
benzeri şeyleri düşündüğünü belli eden, beni teskin eden söz
cükler sıkıştırıyordu muhabbete. Yılların esrarkeşi olmam, bir
erkek kadar ortama uyabiliyor olmam onu şaşırtmıştı. En çok
şaşırdığımız nokta ise birbirimize korkunç benzediğimizi farket
mek olmuştu.
Evdeki herkes arka arkaya sarılan sigaralardan, içkiden ve
muhabbetten yorgun düşmüş ve uyumuştu. Biz de yatıyorduk
ama uyanıktık. Hemen yanımda Doğan 'ın küçük köpeği, onun
yanında da Hakan yatıyordu. Korkunç bir elektrik hissediyor
dum ve bu hissi yalnız benim yaşamadığımı da biliyordum. San
ki köpek bile durumun farkındaydı. O da inatla uyumuyor, ara
mızda kıpırdanıp duruyordu. Bana dokunmasını istiyordum; ba
na dokunmak istiyordu. Durup durup gereksiz espiriler yapıp
gülüşüyor, güya hissettiğimiz büyüyü çaktırmıyorduk. Nihayet
bir öpücük . . .
"Ben güneye yerleşmeyi düşünüyorum. Birkaç gün sonra gi
deceğim, benimle gelir misin?" İ şte en sonunda dökülmüştü !
"Buradan uzaklaşmak senin için de iyi olur. ' H ' den kurtulmana
yardım edebilirim." diye devam etti. Aman Tann ın , yine aşık ol
muştum. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Ü ç gün önce tekrar aşık
olacağımı söyleseler, gülerdim. Çetin ' le beraber bütün o roman-
70
tik hisleri bitirdiğimi, tükettiğim_i sanıyordum ama şimdi yanım
da yatan bu genç adamla dünyanın öbür ucuna bile gözüm kapa
lı, büyük bir coşkuyla gidebilirdim. Tabii , her zaman yaşadığım
o mutluluk korkusu yüzünden bunu ona dürüstçe söyleyeme
dim. Birbirimize açıklamalar yapmaya gerek duymadan, ara
mızdaki köpeğe rağmen sıcacık sarılıp uyuduk.
Ertesi gün, sonradan çok ama çok pişman olmama neden ola
cak o aptal teklifi yaptım : "Madem gidiyoruz, son bir kez daha
"H" alabilir miyiz?"
Hakan ' ın 1 7 yaşındaki küçük erkek kardeşi de eroinmandı.
Benim o aptal kafama göre Hakan bu konuda kontrolü sağlamış,
seneler önce bu sorunu aşmıştı. Onun için tehlikeli olabileceği
ni hiç düşünmeden "son kez H" konusunda onu ikna ettim. Be
nimle birlikte o da "H" almak istediğinde aklıma hiçbir şey gel
medi, çünkü ona güveniyordum. O kurtulmuştu , beni de kurta
racaktı. Şimdi anlıyorum ki işin bala çok başındaymışım, yanıl
mışım. Kardeşi yüzünden o da çok kritik bir dönem yaşıyormuş.
Aylardır kardeşini kurtarmak için uğraşıyormuş ve artık umu
dunu kaybetmeye, çaresizlikten kendi direncini de yitirmeye
başlamış. Ben bunları farkettiğimde her şey için artık çok geçti.
İ shak Ahi bana Tarlabaşı' ndaki kayınvalidesinin evini öğret
mişti. Param varsa günün her saatinde "H" alabiliyordum. Ha
kan ' la kayınvalidenin evine gidip güzel bir paket aldık ve yarı
· yarıya takıldık. B irlikte takılmak çok hoşumuza gitmişti. Ero
inin verdiği rahatlıkla Hakan beni nihayet eve götürmeye cesa
ret edebildi. B ir tuhaflık olduğunu hissediyordum. Ben ona evli
olduğumu söyleyebilmiştim ama o bana sevgilisinden bahset
memişti. Biz eve girdikten yarım saat sonra elinde bir şişe rakıy
la hanım hanımcık bir kızcağız geldi . Kız gelene kadar bana sa-
71
rılmış olarak oturan Hakan, kız gelince birdenbire benden uzak
laştı. Evde buz gibi bir hava esmeye başlamıştı. Ben duş almam
gerektiğini bahane ederek kendimi banyoya kapattım. Hakan' ın
zaten o kızı sevmediğini hissetmiş, sadece niye bana söylemedi
ğini anlamamıştım. Banyoda kalabileceğim kadar uzun süre kal
dım. Dışarı çıktığımda ikisi başbaşa küçük odada konuşuyorlar
dı. Hakan ' ın çok zor durumda olduğunu, kızın çok üzüleceğini
düşünüyordum. Rahatsız olmuştum ama bencilce, ne olacaksa
bir an önce olsun ve sevgilim benim yanıma gelsin istiyordum.
Çok sürmedi, kız fırtına gibi çıkıp gitti. Hakan ise sadece üzgün
görünmeye çalışıyordu ve çok çabuk vicdan azabından kurtuldu.
Acımasızlığı beni ürkütmüştü ama bunu benimle olabilmek için
yapmıştı. Nasıl şikayetçi olabilirdim ki? . .
.O gece Hakanlar 'da kaldık. Küçük odada, küçük yatakta sı
kı sıkı sarılıp, sıcacık öpüşlerle uyuttu beni. Sevgi doluydu ama
tanıdığım diğer erkekler gibi hemen sevişmek için üstüme atla
madı. Ne yaptığını çok iyi biliyordu ve üç günde beni kendine
aşık etmişti.
Biri kız diğeri erkek iki kardeşi de beni çok sıcak karşılayıp
hemen kabullendiler. Şimdi sıra benim kardeşime gelmişti. Ha
kan' daki şeytan tüyü kardeşimi de etkisi altına almakta gecik
medi. Hala evli olmam dışında hiçbir sorunumuz yoktu ama bu
biraz rahatsızlık yaratıyordu.
Hakan yanımdayken Çetin ' i arayıp güneye gideceğimi söy
lediğimde kendimi çok kötü hissettim . Gerçi her şeyin tükendi
ğini Çetin de biliyordu ama hala beni kaybetmemek için uğraşı
yor, sürekli mektup yazıyor, telefon ediyor, onu unutmamam
için elinden geleni yapıyordu. Askerde değil, İstanbul 'da olsay
dı her şey çok kolay olacaktı ama o Cizre 'deydi ve dış dünyay-
72
la tek ilişkisi benim leydi ve tek desteği bendim. Korkunç vicdan
azabı duyuyordum. Bu Hakan ' ı ,da çok rahatsız ediyordu. Çe
tin ' i bahane edip tekrar kayın validenin evinin yolunu tuttuk. Za
ten hiç bahane sıkıntısı çekmiyorduk.
"Zaten ben o ilk paketten hiçbir şey anlamadım"
"B ir ya da iki ne farkeder"
"Nasıl olsa yarın gidiyoruz" vs. v s . v s .
Hakan gideceğimiz tatil kasabasında dört ay kalmış, eşyala
rını toplayıp oray a yerleşmek için İstanbu l ' a geri dönmüş. Tek
sorun yalnız olmakmış , benim gelmeme çok çok sev iniyormuş.
Gerçekten ikimiz de heyecandan zıp zıp zıplıyorduk. An
nemler bana harç parası göndermişlerdi , bir miktarda Hakan ' ın
annesinden aldık. Gitmememiz için hiçbir sebep yoktu . Orada
evinde kalabileceğimiz arkadaşlarımız da vardı. Ve yollara düş
tük.
Tabii otobüse binmeden önce yolluk olarak iki çizgi "H"i de
ihmal etmedik. Fakat yanımıza hiçbir şey almadık. İstanbu l ' u
arkam ızda bırakmaya kararlıydık. Halbuki İ stanbu l ' u hep yanı
mızda taşıyormuşuz.
Hele ben her şeye sıfırdan başlayacaktım. Evimi, okulumu ,
kocamı bırakmış, üç gün önce tanıştığım sevgilimle hiç bilme
diğim bir yere gidiyordum. l 2- l 3 saatlik yol boyunca tatlı tatlı
sohbet ettik. B irara Hakan ' ın dizlerine yatıp gözlerimi kapattım
ama uyumuyordum. Benim uyuduğumu sanıyor, sürekl i öpüp
okşuyordu . İnanılmaz sevgi doluydu , kendimi hiç olmadığım
kadar mutlu ve güvende hissediyordum.
İner inmez Timurlar ' a gittik. Ben Timur ' u daha önce tanımı
yordum . Abisi Karga 'yı tanıyordum . Ben daha küçücük bir kız
ken, köprüde Karga ' yı herkes tanıyordu. Ben de gidip gelip Kar-
73
ga'ya sorular sorardım: "Anarşizm ne demek? Nasıl anarşist
olunur?" vs. Çünkü kendini anarşist diye tanımlayan ilk insan
oydu. Sürekli siyah giyer, köprüde üniversitelilerin masalarına
oturur, uçuk söylevler verir, karşılığında bol bol içerdi. Çok sa
mimi olmasam da, uzaktan uzağa onu sevimli bulurdum. O ise
kendi deyimiyle, o zamanlar bana hastaymış ama Çetin'e kaptır
mış beni. Bir süre de Çetin 'le beraberken karşılaştık, sonra karı
sıyla beraber bir güney kasabasına yerleştiklerini duyduk. Tabii
arada tuhaf haberlerini alıyorduk. Mesala bir tarihte az kalsın
.
bir devenin altında kalıp ölüyormuş diye haberini almıştık. Kar
ga bu , olur olur demiştik.
Şimdi Karga'nın kardeşiyle tuttukları eve misafir gelmiştim
ama Karga başka bir yerde kalıyordu.
Kısa sürede Timu r ' u çok sevdim. B ir de Alper vardı. İkisi de
gelişimize çok sevindiler ama haklı olarak eli boş geldiğimiz
için kızdılar bize. Hepsi harmandı ve biz orada nasıl olsa ot var
dır diye, yanımızda bir tek kağıtlı bile getirmemiştik. Oysa ka
sabada narkotik polis temizliğe girişmiş, yerliler de dahil bütün
üflentiler harman kalmış. Biz de ilk günden kend imizi içkiye
vurduk.
Orada hava İstanbul ' a göre çok sıcaktı ama yine de üşüyor
duk. Geçe Timur, Hakan ve ben aynı odada uyuduk. Timur ' un
yanında sevişmemiz zaten mümkün değildi ama bana artık Ha
kan' ın cinsel sorunları varmış gibi gelmeye başlamıştı. N' apa
lım, alışkınız, benim de kaderim bu galiba diyordum. Diğer ta
raftan beni öperken çok heyecanlandığını hissediyordum. Meğer
sadece uygun zamanı bekliyor, ilk günden üstüme atlamayarak
farklı oldu-ğunu göstermeye çalışıyormuş . Bunları ertesi gün
yalnız kaldığımızda seviştikten sonra konuştuk.
74
İkimiz de çok rahatl � ıştık, cinsellikte her şey mükemmeldi.
Vücutlarımız sıcacık bir uyumu yakalayabilmişı.i Hakan iriyarı
.
bir erkek d eğildi ve bu benim gibi minik bir hatun için çok
önemliydi. Seviştim mi, üstümden kamyon mu ne geçtiği belli
·
olmadığı zamaiı çok sinirleniyor, kendimi kullanılmış hissedi
yordum. Hakan 'la sevi şmiştim; sıcac ik, duygu doluydu. En gü
zeli de seviştikten sonra konuşabilmemizdi. Onun da aynı şeyle
ri hissettiğini bilmek, beni beğendiğini bilmek, Çetin yüzünden
kaybettiğim güveni tekrar kazanmamı sağladı.
Rüyam hala devam ediyor, hatta her gün daha da güzelleşi
yordu. B irbirimize yaşadıklarımızı, ailelerimizi, ilişkilerimizi
anlatıyor, zaman geçtikçe daha iyi tanıyor, tanıdıkça daha çok
seviyor ve çok uygun bir ikili olduğumuzu düşünüyorduk. Ger
çi ilişkilerin başlangıcında hep aynı hataya ftüşülür, sadece ben
zeyen yönler farkedilir. Ama biz gerçekten çok benz i y orduk bir
birimize. Aynı dili konuşuyorduk, çevremizdeki insanlarla nasıl
olurlarsa olsunlar muhabbete girebiliyor, hemen kendimizi sev
diriyorduk. Bu çok önemliydi, çünkü böylece nereye gidersek
gidelim evsiz, aç veya içkisiz kalmıyorduk. Hatta harman da
kalmıyorduk.
Nitekim Timur ' un evinden çıktığımızın ilk bir saatinde, ka
saba harmanlıktan kırılırken, biz Hakan 'ın daha önceden tanı
dığı bir abisine uğrayıp kafamızı kırmıştık. Sonra Timur ' la Kar
ga nın müzik yaptığı bara gidip içmeye başladık. S ezon dışı ol
'
duğu için ortalıkta kimse yoktu. Yerli halkın takıldığı bir- iki bar
açıktı; biz de onlardan birine Kargalar' ınkine gidi p içtik. N ' apa
lım, sonu ç ta biz her yerde eğlenebiliyorduk.
Tek sorun içimizdeki o "H" anksiyetesiydi. Ne olursa olsun
aklımın bir köşesinde hep o vardı. Önce haplara sarıldım. Hakan
75
yanımda olmasaydı herhalde korkunç kötü tripler yaşardım ama
Hakan yanımdaydı. Hap tribini beraber atlattık ve kimbilir bil
mein kaçıncı kez, bir daha hap almayacağıma söz verdim .
Sonraki gün kasabanını yerlisi bir abimize harmanlığımızdan
bahsedince "gece on ikide gelin bir bakalım" ded i . Güle oynaya
eve dönüp on ikiyi beklemeye başladık. Ve tam on ikide adamın
evininin önünde hazır bekliyorduk. Vatandaş korkudan zulayı
evin yarım km. uzağına yapmış. Elimizde fenerler, dağ tepe aşıp
ıssız bir yere geldik. Bir çalının arkasından koca bir kavanoz ot
çıkardı, bir sigara paketi kadarını alıp gerisini yerine koydu.
Sonra abimizin evine döndük, hemen bize bir sigara sardı , bir
çift kağıtlı da yanımııza verdi. Teşekkür edip biraz bozulmuş bir
şekilde eve döndük. Koca kavanozdan bize bu kadarını layık
görmüştü . Yalnız kalır kalmaz birbirimize şöyle bir baktık ve
aynı şeyi düşündüğümüzü anladık. "Zulasının yerini tekrar bu
labilir misin?" ••Evet, hafızama kazıdım, ya sen?" "Tabii ki, ka
çar mı?" Ama o gece usulu uslu evde oturduk.
Ertesi gün Hakan beni Süleyman Abi ile tanıştırdı. Süleyman
Abi yıllarca Almanya ' da çalıştıktan sonra kendine ıssız. koyda
arazi almış ve rüya gibi bir yer yapmış. Karıs ı ve kızıyla doğa
nın bir parçası olarak yaşıyordu. Karısı Almandı ve birkaç özel
misafirleri dışında kimseyi ev lerine kabul etmiyorlardı. B ir-iki
biradan sonra Sü leyman Abi kansının Almanya'da olduğunu ,
istersek kendisiyle birlikte koya gelebileceğimizi söyledi. Pa
rendeler atarak kabul ettik. Ama büyük bir sorunumuz v ardı :
Cennet gibi bir yere gidiyorduk v e hiç otomuz yoktu .
" Acaba o kavanozdan biraz alsak farkeder mi dersin?"
"Yok canım koca kavanoz, anlamazlar"
B ir de Alper 'e danışalım dedik. O bizden de deliydi. Hemen
76
bir motor ayarlayıp, Hakan ' ı arkasına aldı. Yola çıktılar, yarım
saat sonra Hakan yalnız döndü. Kavanozun hepsini boşaltmışlar
ve Alper otun çoğunu alıp İzmir ' e gitmek için yolda ondan ay
rılmış . B iz de birkaç alışveriş yapıp Süleyman Ahi 'nin arabası
na yerleştik. Her şeyimiz tamamdı , cennet bizi bekliyordu .
Yanımızda bir de Oli adında bir Alman vardı. Hava kararmış ,
kasabadan epeyce uzaklaşmıştık ki, araba bize güzel bir sürpriz
yaptı : Farlar yanm ıyordu . Yol uçurumlarla dolu , toprak bir yol
du. Yarıya kadar önümüzden giden bin j ipip arkasına takıldık.
Jip bizi bırakınca Oli eline feneri alıp arabanın önünden yürü
meye başladı. Kaplumbağa hızıyla gidiyorduk. B u arada Oli ara
badan birasını alıp "siz uçarsanız birasız kalmayayım" diyerek
bize moral veriyordu. Arabayla yolculuğumuz saatler sürdü . En
sonunda, geldik dediklerinde bir oh çektim ama bu sefer başka
bir sürpriz bekliyordu bizi. Yol eve kadar gitmiyor, oldukça dik
bir tepeden yürüyerek aşağıya inmemiz gerekiyordu . O karan
lıkta o yolu nasıl indik bilmiyorum ama aşağının güzelliği her
şeye değerdi.
Üç ayrı bina vardı . B iri S üleyman Abi ler ' in evi, biri tek oda
lı seviml i mi sevimli bir evcik, aşağıda da mutfağın ve şömine
nin olduğu bir oda. Oldukça otantik ve rahat döşenmi ş , dünya
nın gürültüsünden uzak bir k-öşe ! Şöminenin önüne kocaman bir
bakır tepsi yerleştirilmişti . Tepsinin önünde yüksek ses çıkardı
ğınız zaman , titre şimleri vadide yankılanıyor, ku lağınızı olduk
ça mistik sesler dolduruyordu. Büyülenm i ştim. Oli hayatımda
gördüğüm en kötü gitarcıydı ama tepsinin önünde çalınca o bile
güzel sesler çıkarabiliyordu. S ü leyman Abi ise çok güzel saz ça
lıyordu . B iz de habire joint sarıyorduk.
Muhabbet birara nasıl olduysa "H"e geldi ve Oli ' nin on iki
77
senelik iğneci olduğunu öğrendik. Üç senedir bu koyda tertemiz
yaşıyormuş. Anlattıkları bana bayağı moral verdi ve kendime
güven duymamı sağladı. O y apabildiyse ben de yapabilmeliy
dim. Hem benim yanımda Hakan da vardı.
Sonra kağıt oynadık. Oli bir şişe şampanya kaybetti, ben de
sabah portakal toplayıp portakal suyu yapma cezası aldım. Kü
çük evde y atacağımızı öğrendiğimde ise çılgına döndüm. Her
şey o kadar güzeldi ki kötü bir şey o lmasından korkmaya başla
dım.
S abah 6 . 3 0 'da uyanıp portakal topladık. Ömrümde ilk kez
doğanın bu kadar güzel olduğunu farkediyordum. Ne de olsa
apartman ç ocuğuydum ve portakal manavdan alınırdı. Portakal
suyu ise hazır satılırdı. Portakalların hepsini s ıkınca kahvaltı
sofrasını hazırladım. Mükemmel bir kahvaltı olacaktı ! Nihayet
diğerleri de uyandı . Bu sırada hafif bir yağmur başlamıştı ama
hava yine de o kadar güzeldi ki, içeri girmedik ve dışarıda otur
maya karar verdik. Oli de sözünü tutup şampanyayı patlattı.
Manzara mükemmeldi, sohbet mükemmeldi, kahvaltı mükem
meldi! Dağlardan küçük çağlayanlar akıyor, topraktan mis gibi
bir koku yayılıyordu . B ir gökkuşağı eksikti. Güneş çıkınca rüya
mın gökkuşağı eksiği de tamamlandı. Bu kadarı da fazlaydı !
Kahvaltıdan sonra H akan ' la balık tutmak için kayalıklara
gittik. Hava öyle sıcaktı ki ancak tişörtle oturabiliyorduk. Balığı
filan unutmuş kayaların üstünde sevişiyorduk ki, Süleyman
Abi ' nin sesini duyduk. B izi çağırıyordu. İkimizin de aklına ay
nı şey geldi : Kötü bir şey olmuştu . Ben düşünmeye bile korku
yordum ama Hakan "ya zulasını patlattığımız herif geldiyse" di
yerek en kötü ihtimali dile getirdi ve şom ağızlı sevgilim haklı
çıktı .
78
Sevimsiz herif masaya oturmuş bizim yaklaşmamızı bekli
yordu . Gayet masum bir şekilde "Oo, siz mi geldiniz, hoşgeldi,.
niz" falan diyorduk ki, Hakan suratına ş iddetli bir tokat yedi.
Adam zıvanadan çıkmıştı. "Niye aldınız lan otu , ben s ize iyilik
yaptım siz bana böyle mi teşekkür ediyorsunuz piç kurulan ! " di
ye bağırmaya başladı. B ir yandan da Hakan ' ın üstüne yürüyor
du . B iz sadece birazc.ık alacaktık, Alper hepsini aldı, diyemez
dik ki ! Hakan cebindeki bıçağı çıkarınca ortalık iyice birbirine
girdi.
Allahtan Süleyman Ahi vardı. O olmasaydı herif bizi bir gü
zel benzetirdi. Süleyman Abi araya girip "kavganızı gidip başka
yerde yapın" deyince eşyalarımızı toplayıp adamın peşine düş
mek zorunda kaldık. Tepeyi nasıl tırmandığımızı bilmiyorum.
Yukarıda taksi bekliyordu . Herif zulanın patladığını farkeder et
mez taksiye atlayıp peşimize düşmüş. Köyünde çuvallar dolusu
otu olduğunu söylüyordu ama bir kavanoz için peşimizden taa
cehennemin dibine gelmişti.
Taksiye bindik, gidiyorduk. Bu dağ başında bizi bir uçurum
dan yuvarlasa kimsenin ruhu duymazdı. İyice korkmaya başla
mıştım. Neredey se adamın burnundan çıkan dumanları görebili
yordum. İkimizin de çıtı çıkmıyordu, kaderimize razı bir şekil
de boynumuzu bükmüş oturuyorduk. Derken taksi şöförü gayet
yavşak bir şekilde "Nasıl, ot iyi miydi bari, bir de bunu deneyin
bakalım" diyerek arkaya doğru bir mühür uzattı. Hakan ' la birbi
rimize şöyle bir bakıp çalışmaya başladık. O. kağıdı yapıştırıyor
du , ben mührü kırıyordum. Beş dakika içinde güzel bir sigara
sarmıştık. Artık nereye gittiğimiz önemli değildi. Nasıl olsa ne
reye gidiyorsak kafamız iyi gidecektik. Neyse ki sigara havada
ki gerginliği dağıttı . Herif bile yumuşamıştı.
79
İnatla inkar ediyorduk, Alper ' e para vermiştik, bize bilmedi
ğimiz birinden ot a l mı şt ı_ Ben en ikna edici sesimle "Abicim,
düşünsenize biz manyak mı yı z ki s izin bize zulayı gösterdiğini
zin ertesi günü gid i p
otu alal ım . Diyelim ki aldık, İstanbul ' a dö
nerdik, buralarda durmazdık" diyordum. Adamlar gerçekten ne
yimize güvenip bu kadar cesur olabildiğimizi anlamıyorlardı.
Artık bizim aldığımızdan o kadar emin değillerdi. Neyse, fazla
üstümüze gelmedi ler, biz de otobü se atladığımız gi bi İstanbul ' a
geri döndü k .
Döner dö n me z de sanki çok ara vermişiz gibi koşa koşa "H"
almaya gi t t i k . Artı k " H" i n ç ek i ci bir y ön ü daha v ard ı : Küçük be
y az paketler say es i nd e birbirimizi daha çok s e viy or, e ve kap an ı p
günlerce se vişiy ordu k . Çok ama çok mutluyduk.
Bu a rada Hakan ' ın erkek kardeşini "H" yü z ünd en pol i s ya
k al am ı şt ı . Annesi deliye d ö nm ü ş t ü . Karambolde H ak an ' ın tek
rar başladığının farkında değildi. A ltuğ üç gün karakolda kaldık
t an sonra ç ıkt ı ve evde kıyamet koptu . Annesi Al tu ğ ' u n durumu
yüzünden Hakan ' ı suçluyordu . Çünkü Hakarı esrar içe rek , so
rumsuz davranarak k arde ş i n e kötü örnek o luy ord u . Ayrı c a çalış
m ı yor, hala an ne s i n i n eline bakıyordu. Böylece Hakan evden
kovulmuş ve tamamıyla bizim eve yerleşmişti. Kocam aske r
dey di ama ben ba ş k a b i riy l e yaş ı yo rd u m . Bu arada hemen her
h a ft a Çe t i n ' den bir m e k tup g eli y o rd u. Ö y l e sevgi d o l u m e ktu p
lar yazıyordu ki korkunç vicdan azabı duyuy or, bu azabı küçük
beyaz p aket lerl e unutmaya ç a l ı şı y o rd u m . Hakan h iç i t i raz etme
den bana eşlik ediyordu . B ı rak ac ak t ı k bırakmasına ama bıraka
c ağ ı m ı z günü habire e rt eliy ordu k .
Hakan ' ın annesiyle babası ay rılm ı ş lardı . Babası ö nc e ler i bü
yük bir ş i r k e t te çalış ı yo r, karısının ve ç o c ukl arı nın g aye t rah at
80
yaşamalarını sağlıyormuş . Uzunca bir süre yu'rtdrşında kalmış
lar. Hakan cebi dolu , altında araba, bayağı ştmarık büyümüş.
Sonra babanın işleri bozulunca annesi çocuklaıı alıp adamcağı
zı terketmiş. Sonra da anne si ve kardeşiyle birlikte antikacı dük
kanı açmış. Görünürde orada çalışıp çocuklarının ·kamını doyu
ran fedakar anneyi oynuyordu. Fakat saygı UJ'3ftdıran görüntü
sünün altında bir milletvekilinin metresin�n başka bir şey de
ğildi. En kötü yanı da çocukları için çok tehlikeli olan bir zeka
ya sahip olmasıydı. On çocuk daha doğursa onlar da eroinman
·
olurdu.
Hakan bir yandan annesinden nefret ediyor, öte yandan ödi
pal dram yaşıyordu . İşsizdi, tüm işi ben olıxitişturtı ve hiç şika
yetçi değildim . Anlaşamadığımız tek nokta: onun TV seyretme
yi hiç sevmemesiydi sadece. B iz de e5rar içip müzik dinliyor
duk.
Onunla olmayı seviyordum aina şöyle. bir düşününce, başlan
gıçta Çetin ' le olmayı da sevdiğimi ve· daha.iyi düşününce de en
çok "H"le olmayı sevdiğimi farkediyordum. Sadık kalabildiğim
tek sevgilim oydu benim. Sanki üç erkek '!ardı hayatımda, üçün
den de kopamıyordum. Çetin ' le aram�zdaki; vicdan azabı dışın
da, yıllann verdiği bir alışkanlıktı. Hakan'a ise deliler gibi aşık
tım . Ama "H"e hem aşıktım, hem de vazgeçemeyeceğim bir şe
kilde alışmıştım. Hakan bunu farketmiş, üçlü ilişkimizi kabul
lenmişti. "H" onun da eski bir arka�ıydı ve senelere rağmen
onu unutamadığını biliyordu . Beni ondan kıskanmak hiç aklına
·
gelmiyordu.
Kendi dünyamıza kapanmıştık. N� arkadq ziyaretlerine ne
de barlara gidiyorduk. Zaten Judas ' tan başka gidilecek bar da
kalmamıştı. Gitarcı kendini yaratanları unuıcnu ş , parası ve ünü
81
olan bir nevi rock sosyetesine hizmet vermeye başlamıştı . Artık
bizim paramız orada bira içmeye yetmiyordu . Daha kötü sü, bi
zim ne yapabileceğimiz hiç belli olmuyordu . Orada uslu u slu
rock dinleyen , kafa sallayan gençleri rahatsız edebilirdik. Body
gourdlar Alman köpekleri g ibi , eski elemanları kokularından ta
nıyor, kapıya bile yaklaştırmıyorlardı . Eski Gitarcı hala duru
yordu ama oranın da büyüsü kalmamı ştı, yeniyetmelerle doluy
du.
B u arada "H" sınır tanımıyor, bütün barlara, kafelere , okulla
ra girebiliyordu . İ lk iğnemden bu yana kim bilir kaç paket "H",
kaç paket limon tuzu ve enjektör harcamış ımdır hesaplayam am .
Üstelik bunların pek çoğu " son paket, son iğne" adını aldılar. Ş u
anda daktilomun yamda duranın da adı son ! Halbuki son sevgi
linizi bilemeyeceğ iniz gibi son iğnenizi de hiçbir zaman bilemi
yorsunuz.
Geçen sene bu zamanlar Hakan ' ın son sevgilim olduğundan
o kadar emindim ki, ondan çocuk yapmaya bile karar vermiştim.
Planlarımıza göre şu anda . Afrika' da bir çiftlikte yaşıyor, bebe
ğimizi bekliyor olacaktık. Hakan ' ın yarı profesyenel bir katil ol
duğunu nereden bilebilirdim ki . . .
B ir insanın ölüm haberini duymayı daha önce hiç istememiş
tim ama Hakan ' ın ölüm haberinin beni mutlu edeceğini biliyo
rum, sevdiğim şiddette ölmesini istiyorum ! O da bunu biliyor ve
benden kilometrelerce uzakta olmayı tercih ediyor. Onu unut
maya çalı şıyorum ama bana "H"den bile daha çok zarar veren
bir insanı nasıl unutabilirim bilmiyorum.
Bu satırları yazarken olur da birileri yaşadıklarımı merak
eder; ardımda bir-iki satır bırakmalıyım diyordum. Bu kadar dö
küleceğim , en özel yaşanmışlıkları bile anlatabileceğim hiç ak-
82
hına gelmiyordu . Ama kontrolü kaybettim i şte ! Küçük bir ero
inmanın kısacık yaşam öyküsü çıktı ortaya. Gerçi hfila bilginin
ancak yaşanarak kazanılabileceğini düşünüyorum ama benim
tecrübelerim bir kişiyi bile ilgilendiriyorsa, eğer bir kişi bu sa
tırlardan etkilenip aynı yanlışları yapmayacaksa ben de bu kita
bı bitirmeliyim sanırım. En azından, ne zaman vuracağımı bil
mediğim o son iğnemi birileri bilsin istiyorum.
B ütün bunları bu gün eve gelirken düşündüm. B ir haftadır
B eyoğlu ' nda son iğnem içinpara toplamaya çalışıyordum. Artık
Kadıköy ' de annemlerle o turu y oru m. Şehremini 'deki evimi satıp
bana şirin bir hapishane satın aldılar; kendileri de gardiyanlık
yapıyorl�. Aylardır yaşamla ölüm oyunlarına yalnız devam edi
yorum . B ir süre temiz kalıyorum sonra küçük bir iğneden bir
şey olmaz deyip küçük bir paketçik buluyorum . Nurdan adında
ki gariban kızcağızın ölümünden sonra "H" bulmak çok zorlaş
tı ve çok pahalandı. Hacıhüsrev adında bütün illegal hizmetlerin
yapıldığı, her cins uyuşturucunun bulunabildiği o hipermarket,
polisimizin kararlılığı sonucunda kapandı veya yeraltına gömül
dü . Neler döndüğünü tam olarak bilemiyorum ama benim gibi
binlerce cankinin olduğu bu kocaman şehirde radikal bir çözü
me gidilmedikçe her zaman "H'� bulunabileceğini biliyorum.
Hapishanesiyle, hastanesiyle önden yandan fotoğraflarım ve
parmak izlerimle fişlenmiş daha doğrusu kaşarlanmış bir canki
yim ben. Hakan ' ın candan yardımlarıyla bir seneki ilk iğnemden
bugüne çok hızlı bir gelişim yaşadım.
İğne, cankilik diyorum ve duruyor, kollarıma bakıyorum.
Hakan ' ın ilk dikkatini çeken şeylerden biri kollarımmış. Kolla
rımı çok beğendiğini söylüyordu. Şimdi görse gurur duyar her
halde. Görünürde hiç damar kalıiıadı ve bir sürü morluk ve şiş-
83
lik � lorkunç görilnüyorlar. Onları bu hale getirmek
için blJ.ıt "'84� önceleri iğnemi Hakan yaptığı için, Ha
tan•daa ICllll'8 � iğne yapmayı öğrenmek zorunda kal
ı:llDI. Denım+psulma yoluyla bütün damarlarımın içine sıçtım.
Hele �·dan·synhp lstanbul'a döndüğüm zaman her iğney i
ö1a1ct i51D JBPIYOİ'dum, gecelerim kıpkırmızı olmuştu ve bir
1Dr11Clall;ca6ıua. Hep Hakan'la yaşadığımız günleri hatırlıyor,
öı.IDJm•Jhbn•dan nefıer ediyordum. B ir sene boyunca öyle
dal ._ Mlu yaıı aıJUŞtık ti. . .
Pt1ra lmh-maJa başlayınca birtakım üçkağ ıtlar çev irmeye
medm bldat. Tedarilden kalkmış, sahte ve değersiz paralar
ıx.tunayor. lll;r gUa daha fazla "H" alıyorduk. İkimiz de insan
lzıa o b41ir. gta.ea •erici görünüyorduk ki . bizim için insanları
'68daiiidl p lolay oluyordu. Yaptığımız tek şey alışveriş yap
adıb. Haa tıir sürO ibtiyacmıızı karşılıyor, hem ü ste para alı
� '-8 baanİnat bu kadar kolay olunca da işin iyice key
WflanJor, � ıılılmca atlayıp şehrin dışına gidiyor, ge
z&Jm, Pli' J8PP .çaUa geri dönüyorduk. Krizimiz başlamadan
�·da � evinde oluyorduk.
·Blala mi elOlnmanJardan bir vatandaş bize zenci bir satıcı
'* 8lllli g&aeldi. Albk daht kaliteli "H" kullanıyorduk. Yine
� ' ..a Mriftin evinde oturmuş malzeme almak için
·� ti, içai !siri ıişnan. diğeri zayıf ve uzwı saçlı iki
v lfltmıtalRI, alJı� yaptılar. B i rara zayıf olanın ayak
btalmmllbJdam:. Bağcıklan yoktu. Ben niye diye düşünürken
11111 - • .ailaldl ievap aynı kapıdan aynı anda içeri girdi.
W .... Ubrrsmıwz gerçekleşiyordu, zencileri biraz tartak.la
JV ..fP'ıi�r. Ahş\'erişe gelen şişmanın polis, diğe
ıllıll de clalılll "&lce yak.afanmış, bizi bir çizgi için y a.kalatan adi
84
b ir is p iy onc u olduğu öğrenince ayakkabl baicaklaıuım caınaı
öğrenmiş oldum. Dört Nijeryalı, bir Gambiyala ve.iki .TUıt par·
maklıkların arkasındaydık. Ayakkabl baAclklarmu.D bdar al
mışlardı ama benim ceb imdeki küçük '"H" pakedai tıuı...,.ı
lardı. Bu ise bizi ancak iki gün idare ederdi. ()örakwnda krir.ıe gi
recek kadar çok kal mak ölümden beterdi ve maa1eltf cuma gü
nü yakalandığımız i ç in nöbetçi mahkemeye çıkİmlacaklık. Nö
betçi mahkemenin ne zaman olduğunu da niyeyse timse bilmi
yordu. Hakan' ın babasını aradık; sağotsun adamc:ağaz arar ara
maz hemen geldi. Ben birara bizimkileri de aradun ve babamın
kendi başının çaresine baksın dediğini öğrendim. Kendimi hiç
bu kadar kötü hissetmemiştim. Bir katil gibi fotğraftanmız çe
kildi, parmak izlerimiz alındı. Ben ağladıkça polisler, merak et
meyin mahkemeden sonra çıkarsınız diyorlardı ama lanet olası
mahkemeye bir türlü çıkamıyorduk.
Üç gün yan aç, uykusuz, çökmüş bir şekilde mahkemey i
bekledik. Nihayet mahkemenin kapmna gelmiştik ki, zencilerin
tercümanı olmadığı için duruşmanın erteleneceğini öğrendik.
Buna dayanamazdımt Hakimin odasına dalıp zencilerin Türkçe
anlayabildiğini, bizim de yardım edebileceğimizi söyledim. İyi
yapmışım, içeri aldılar, ifadelerimizi dinleyip bizi serbest bırak
tıl ar. Yıllardır içerdeymişim gibi gökyüzünü özlemiftim. İçer
deyken, bir daha "H" alm ay acağ ım a yeminler ediyordum ama
dışarı çıkar ç ıkmaz şeytan dürtmeye baş lad ı . Hakan küçük bir
iğnenin bizi ne kadar rahatlatacağını anlatm ay a başlayınca ken
dimizi torbacının kapısında bu lduk .
Yine azıtmıştık, para bulmanın dışında hiçbir sorunumuz
yoktu . İ lişkimizi Çetin ' e ve ailelere söylemiş, olabileceği kadar
meşrulaştırmıştık. Ben Çetin ' den b o ş an ır boşanmaz evlenme
85
hayalleri kuruyorduk. Küçük evimizde beyaz paketlerimiz ve
_
kızlarımızla çok mutluyduk. Kızlarımız beş tane kenevir fida
nıydı, her birinin ayrı bir adı vardı. Onlara gözümüz gibi bakı
yor, yaza hazırlanıyorduk. Yazın çalışıp para biriktirecektik.
Sc nbaharda Afrika'ya gitmeyi ve orada tertemiz bir yaşam kur
mayı hayal ediyorduk.
Sabırsızlıkla beklediğimiz yaz muhabbetinin sonumuz olaca
ğmı bilmiyorduk. Hakan ' ın beni ne olursa olsun bırakmayacağı
nı sanıyordum. Çünkü · o öyle diyordu. Ben de ona inanıyordum.
Halbuki onu tanıyor, ne kadar kolay yalan söyleyebildiğini bili
yordum. Ona aşıktım ve inanmak istiyordum. Bilmem kaçıncı
kez çantamızı toplayıp yo l lara düşmüştük. Bu sefer en az bir-iki
ay İ stanbul ' dan uzak kalmayı istiyor, böylece "H" işini bitirmek
kolay olacak sanıyorduk. "H"i hep hafife almak yaptığımız en
bü yü k yalnıştı zaten. Hep bırakabileceğimizi sanıyor, bir türlü
vazgeçemediğimizi inkar ediyor, gittikçe daha faz l a boka battı
ğımızı farkedemiyoruz. Gene aynı pembe gözlüklerle, krizi ko
l ay c a atlatabiliriz sanıyorduk. Ama krizin daha ilk günü Ha
kan ' la öyle bir k avg a ettik ki, kavgadan yüzümde pis pis sırıtan
bir faç ay la çıktım. Bu kavga Hakan' ın içi m de tükenmeyecek
olan sevgisini nefrete dönüştürdü .
Ayrıldık. Çok basit değil mi, H akan ' ın bana karşı hisleri bir
denbire değişti ve ayrıldık. Yok, bu kadar basit olmadı. Aksine,
kendimi buna inandırmam çok ama çok zaman aldı. Günlerce
kendimi öldürmeye ç a lıştı m ; beceremedim. Ç ü nkü düşündükçe
bu nun Hakan 'a bir değer yüklemek anlamına geldiğini anladım .
Daha yaşamam gereken bir sürü şey olmalı diyordum ve diğer
se ·ıgilim H" hfila y anı m day dı. O beni terketmeyecekti ; bense
"
SE
"Al aşkını sok gözürie gözüne" diyorum ve bu satırlardan
ona katil diye haykırıyorum. Çünkü içimdeki kad m ı ve çocuğu
bilerek, isteyerek öldürdü. Onun başına gelen her kötü şey beni
mutlu ediyor artık. İçimde korkunç bir nefret var, bastırılamayan
bir nefret. Şimdi ise bu nefretten kurtulmam gerekiyor galiba.
Çünkü Hakan ' la ilgili hangi duygular içinde olursam olayım bu
benim normal hayata dönmemi engelliyor.
·
Ayrıldıktan sonra onu bir kere gördüm, keşke görmeseydim.
Çok çirkindi, onu eskisi gibi hatırlamamı engelledi bu çirkinlik.
Kendini bir bok zanne diyordu ve onun böyle zannetmesini ben
sağlamıştım.
Şimdi bir ceset kadar duygusuz yaşıyorsam, bir kadavra du
yarlığı içindeysem dünyaya karşı, bunları ona borçluyum. B a
zen kendi kendime, git, bir sevgili bul, gez, eğlen falan diyorum
ama insanlar gözümde öyle küçülmüşler ki, kimseye karşı nef
retten başka bir his duyamıyorum.
Ö rneğin şu ressam ... Önceleri modellik yapıyor, karşılığında
da birkaç kuruş alıyordum. Zamanla o benim için bir arkadaş ,
be n onun için platonik bir aşk haline geldim. Konuşmaya başla
dığımızda saatler geçiyor, birbirimizin dilini anlıyorduk. Benim
cesetliğimi hep geçici bir dönem olarak görüyor, eroinman ola
rak kalmayacağımı söylüyordu. Negatif olma diyordu hep. Ne
gatifliği sanki zorla ben yaratıyormuşuriı gibi davranıyor, bazen
de duymak istemeyeceğim kadar doğru tespitler yapıyordu be
nim hakkı mda. Aşkını her fırsatta söylüyor ama arkadaşlığımı
kaybetmemek için mesafeli takılıyordu. Onun evini sığınak ola
rak kabullenmiştim . Evde sıkılınca doğru oraya gidiyordum.
Onun evinde kalırken "H" almak da kolay oluyordu .
İ ntihardan bahseden hep ben olurdum. O da benimle dalga
87
geçer, intihar <:dem�yecek kadar sinirlendirirdi. B azen, şöyle de
ölebilirsin böyle de diye fikirler vermeye başlıyor, bir şekilde
beni intihar fik,rinden uzakl aş tırıyordu .
G arbi s · adıJ}da ço k zeki bir kedisi vardı. Ressam Ali Ke
ma l ' in deyimiyle , birlikte ya şı y orlardı . Gerçekten de kedi tama
mıyla kendi kafasına g öre yaşıyor, evde misafir yoksa canı sıkı
lıyor, dışarı çıkıp ac ıkt ığ ı nda geri dönüyordu. İ nanılacak gibi
değil ama g e l diğinde camı tıkırdatıyor, iki kere miyavlayarak
ge lenin kendisi o lduğunu haber veriyordu. Biz de Garbis Bey ' i
içeri a l ıp k.amın ı doy u ruyord u k . Üstelik tam bir keşti Garbis. Jo
int içiyorsak, göz leri ışıl ı ş ı l , s igara ki md eyse onun kucağına at
lıyordu. B iz ilk ne fesi kendimiz i ç in, sonraki nefesi Garbis için
çekiyor, suratına üflüyorduk. Takl aya g elene kadar sigaranın pe
şinde dö nüp d uru y ord u . Gene bizi m ki gibi üflenilen sağlam bir
kap ısı daha olsa gerek ki, bazen iki üç gün hiç uğram ı yord u. Ali
Kemal , Garbis ile beni birç ok y önden be n ze ş buluyordu . Kendi
sini baba, bizi de iki kard eş il an et miş, yeme k içmek, e s rar gib i
i h t iya ç l arımı zı karşı lar olmuştu . Hatta iğnemi tuvaletlerde yap
mayayım di ye evin y e d e k anahtarını bana v erm i şti. Tek odalı
evin geleni gideni ç oktu ama en çok Sarkis adındaki eşcin se l ar
kad aş ımı z gel iy ordu . Sarkis ' i ben beş-altı senedir, Ali Kemal ise
on be ş - y irm i senedir tanıyordu. Çok uzun süredir birlikte ol
maktan ve S arkis ' in kadınsı d av ran ış larınd an olsa gerek , artık
karı koc a gibi ol mu ş l ard ı . B irb ir lerini n zay ıf y önlerin i biliyor,
ince ince Hacivat ile Karag özvari atışıp d uru y orl ardı . Onların
tartışmalarını dinlemek çok ho ş u ma gidiyordu.
Ali Kemal ' de özellikle joint içtikten sonra ortaya çıkan hafif
bir paranoya vardı. Bir gün üçüm ü z oturmuş joint içiyorduk. Es
rar kan şekerini düşürdüğü için ark a s ınd an t a tl ı b ir ş e yl er y em e k
88
oldukça iyi gider. Biraz bu nedenle, biraz da pisboğazlığımdan
çikolata alalım diye tutturmu ştum . Ali Kemal paranoyakça "Tat
lı istersek bakkal esrar içtiğimizi anlamaz mı?" diyor, ben gül
mekten yerlere yatacakken Sarkis, "Bari bozuk para verme, pa
rayı da sinyal parası sanar" deyiveriyordu. S inyal parası demek,
tinerci çocukların veya eroinmanların sokaktaki insanlardan
topladığı beş on liinliklerdir. Sarkis ' in bu tür hazır cevaplığı bi
zi hem güldürüyor hem de bir yerlerime batıyordu . Ali Ke
mal ' in değil ama benim param gerçekten de sinyal parasıydı.
Artık Hakan 'la birlikteyken olduğu gibi para bulamıyordum.
Ya tanıdıkların beşbin, onbinlerini alıyordum ya da tanımadıkla
rıma sinyal çekiyordum: "Afedersiniz efendim , acaba onbin li
ranız var mı? Benim yol param kalm am ış da." Küfreden de olu
yordu, utanmıyor musun diyen de. Utanıyordum ama utanmak
hastalıktan, krizden daha katlanılır bir şeydir demek istiyordum,
o karın ağrılarını, kemik ağrılarını siz bilmezsiniz demek isti
yordum, tamam bir dahaki sefere çant anı zı alır kaçarım demek
istiyordum ! Ama cevap vermeye h akkım yoktu, çünkü dileni
yordum . Ve aslında onbin onbin yüzlerce insandan para istemek,
aşağılanmayı kabul etmek dünyanın en zor işidir. Meslek olarak
dilenciliği s eçmemişseniz, yapamazsınız. Ama eroinmansanız,
eroine para yetiştirmenin ( topl u ma veya kendinize en az zarar
veren) tek yoludur bu . Çünkü çalış 3:ffi azsınız, çalışsanız bile pa
ranız hiçbir zaman eroine yetecek kadar olmaz. Her geçen gün
bir gün öncesinden daha fazla maddeye ihtiyaç duyarsınız. Çıl
gın bir girdaptır bu ve işin en kö tü yanı , sanıldığı gibi iğneyi ça
kınca dünya tozpembe olmaz. Her şeyi unutup hülyalara dala
mazsınız; aksine her şeyi olabildiğince çıplak, bütün çirkinliğiy
le farkedersiniz ama kendinizi dışarıda, olayları bir camın ardın-
89
da seyrediyor sanırsınız. Sizi pek fazla rahatsız etmez olup bi
tenler. Direkt size sataşan olmadıkça kimseyle alışverişiniz ol
maz. Ailenize, sevgilinize, hiçkimseye ihtiyacınız kalmaz.
Sanının beni yanıltan, kandıran yönü buydu. "H"ten önce
hep birilerine birilerinin sevgisine ihtiyaç duydum, y alnızlıktan
korktum, kaçtım. Ama "H" le yalnızlık hiç ama hiç koymuyor
du. Kimse beni üzemiyordu. Beni sevdiğini söyleyen, beni sever
görünen insanlar vücuduma ve psikolojime o kadar zarar verdi
ler ki, yüzümdeki façalann yanında iğne izleri o kadar masum
kalıyordu ki, "H"i bırakıp tekrar o sevgi kaosuna dönemiyor
dum.
Ailem, okulu da bırakmamın ardından benden ümidi tama
mıyla kesti. Annem şimdiye kadar para vererek üstüne düşeni
yaptığını sandığı gibi, şimdi de para vermeyerek beni "H"den
uzak tuttuğunu sanıyordu. Halbuki onun sayesinde para kavramı
para psikozuna dönüşmüştü. Bizimkiler tam olarak nerede yan
lış yaptılar? B unu çözebilmiş değilim ama eğer bir çocuğum ol
saydı, ona para denen zırvalıktan hiç bahsetmezdim. Hele dok
tor ol, para kazan, yaşlandığımızda bize bak, hiç demezdim. So
kakta para için birbirlerini düzen insanları görmesin diye belki
evden çıkarmazdım. Hatta tıbben sakıncalı olmasa karşı cinsten
bir çocuk daha doğurur, onları çifleştirir, topluma ihtiyaçları kal
masın diye her şeyi yapardım. Ne bileyim, adını koyamadığım o
kadar çok yanlış var ki; bana doğurmamı değil ölmemi, öldür
memi söylüyor. Belki bunu iflah olmaz bir inatçı olduğum için
söylüyor olabilirim ama böyle düşünüyorum işte ! Yaşamak bu
kadar dürüst olmamayı gerektiriyorsa ben oynamıyorum!
B unları Ali Kemal 'e söylediğim zaman, esrarla sakinleştiği
mi bildiğinden hemen bir joint sardınyordu. Ardından TV ' de
90
absurd bir şeyler seyrettirip (mesela TGRT kanalından) ölmem
gerektiğini unutturuyordu. Çaktırmadan terapi yapıyordu. O za
manında birçok çeşit uyuşturucu denemiş, şimdi ununu eleyip
eleğini duvara asmıştı. Yaşamıyla barışık, sessiz, sakin, resimle-
,
riyle mutlu yaşayabildiğini söylüyordu. Önceleri benim paket
lerden topluiğne başı kadar "H" alıp bu kadar maddenin burun
dan bile olsa yeterli olabildiğini savunuyordu. Gerçekten de, na
sıl yapıyorsa o kadarcıkla kafa yapabiliyordu. Yıllar ona yetin
meciliği öğretmişti. Aynı şeyi benim de yapabileceğimi sanıyor
du. Ben Pollyanna olmaya yaklaşamadım ama sık sık yaptığım
ziyaretler Ali Kemal ' in beyaz paketlere karşı olan mücadelesini
zayıflatmaya başladı, afinitesini arttırdı. "H" aldığının ertesi gü
nü hafif bir anksiyete yaşadığını söylüyordu. Bu ertesi günler
den birinde Sarkis ' le atışmaları biraz abartılı olmuş ve Sarkis en
azından iki günde bir gerçekleşen ziyaretlerini kesmişti . Ü stelik
öfkesinin hızını kesememiş , Ali Kemal ' le ortak birkaç arkadaşı
na uğrayıp küçük dedikodular yapmıştı. İkisi de tam anlamıyla,
şiddetli geçimsizlik sebebiyle boşanmış karı koca psikozu yaşı
yorlardı. Gülüyorduk ama yıllarca süren bir dost i uk birdenbire
sona ermişti. Sanki buna biraz da benim varlığım sebep olmuş
gibiydi. Çünkü Sarkis ' te bende olduğundan daha çok kadınca
hisler ve kaprisler açığa çıkıyordu . Benim Ali Kemal 'e sığını
şımda cinsel bir yan arıyor, anlayamıyor, kıskanmamazlık ede
miyordu .
Ben ise aseksüel olmaya çalışıyordum. Ayrıldıktan sonra Ha
kan bana kimseyle yatıp yatmadığımı sorduğunda hayır dedim,
kimse olmadı. Aslında İ stanbul ' a geldiğim gece deliler gibi içip
Gitarc ı ' da tanıştığ ım dazlak bir basçıyla Ortaköy ' de, bir evin
bahçesinde sevişmiştim. Çamaşır ipinin üzerinde ne varsa aşa-
91
ğıya indirip, üstünde yatağımızdaymışız gibi rahat takılmıştık.
Ama Hakan aseksüel olmamı istiyordu. Ben de öyle olurum ba
ri , n ' apalım ! Zaten artık aşık olamıyorum. Aşk olmayınca da
seks ! . .
Tabii maganda ağırlıklı toplumumuzun gönlü b ir kadının
yalnız kalmasını hiç kaldıramıyor, sürekli çevremde kurtulmaya
ç a lıştı ğım budalalar oluyor. Yanımda ya gözyaşartıcı sprey ya da
kelebek ta şı m ak zorundayım. Onlar var diye evde oturup "Yalan
Rüzgarı"nı seyredecek değilim ya! Gene barlara gidip içiyorum,
gene otostop çekiyorum. Yalnızlığımla barışmam zor oldu ama
katillere inat yalnızım ve hiç de şikayetçi değilim. Şikayetim
sevgisizlik. Yanımda konu mankeni gibi bir sevgili taşıyacağıma
yalnız olurum; sömürmediğimden, sömürülmediğimden emin
olurum dah a iyi. Hele Hakan gibi bala ergenlik aşkları yaşayan,
insanların hayatıyla oynayabilen bir piçe rastlama riskini hiç gö
ze alamam. Ama sonra aşık olmadığım halde ressam dostuma
yaptıklarımı düşününce kimseyle arkadaş olmamam gerektiğini
canım acıyarak farkediyorum. Ben bile nasıl bu kadar soğuk
k an l ı olabildiğimi anlamıyorum. Ama sanırım kimseye katil de
meye hakk ı m yok. Çünkü asıl cinayet işleyen benim.
Ali Kemal ' in durumu gittikçe vahimleşiyordu. Artık beni gö
rür görmez kendi küçük payını ister olmuştu; vermemezlik ede
miyordum , cimrilik yapıyormuş gibi olmaktan korkuyordum.
Çünkü Ali Kemal bana karşı her zaman çok cömert olmuştu .
Ö yle ya da böyle artık iki günde en az bir i ğne yapar hale gel
mişti. Hala h astal anm ay ac ağ ını öne sürüyordu. Gerçekten de
hiçbir zaman hastalanmadı. Çünkü hastalanacak fırsat bulamadı.
B aşından saçma sapan bir evlilik geçmişti ve eski karısı tarafın
dan ona uzaktan bile gösterilmeyen bir o ğl u vardı. Oğluna olan
92
özlemini hep kamufle etmeye çalışıyordu . Ama TV ' de beş altı
yaşlarında bir velet görse agres ifleşiyor, Pollyanna yerini
Freddy ' e bırakıyordu . Eski karısı çocuğu, Ali Kemal ' in çevre
sindeki uçuk arkadaşlarını bahane ederek göstermiyordu. Kadı
nın mentalitesi, çocuğun Sarkis gibi insanlarla muhatap olması
halinde onlardan biri olacağı sonucunu getiriyor; Ali Kemal de
böyle bir mantıkla savaşamıyordu. Çünkü böyle düşünen sade
ce karısı değildi ; toplum kadından taraftaydı .
Fakat kadın fazla ileri giderek, Yahudi sevgilisiyle beraber
çocuğu alıp yurtdışına yerleşti. Ali Kemal bunu öğrendiğinde
yanındaydım ve bir insanın yarım saat içinde nasıl yok olabile
ceğini, nasıl çökebileceğini izledim. Moral vermek için hiçbir
şey söyleyemiyor, aksine varlığımdaki negatiflikle oıru daha
fazla üzüyordum.
B irara "boşver, oğlan biraz daha büyüsün, bu sefer de biz gi
der, kaçırırız" gibi anlamsız bir söz söyleyecek oldum. Kafasını
kaldırıp gözlerimin içine baktı ve "Garbi s ' e bile sahip çıkama
dım, artık gelmiyor" dedi. O gün onu y alnız bırakıp kaçtım.
Artık hiç kimseye bulaşmıyor, özellikle yalnız olmaya çalışı
yordum ki, bir gün yolda Ş adiye ile karşılaştım. Şadiye son iki
yılda en az yedi sekiz defa over dozdan ölmüştü. Herkes neden
se sürekli ölüm haberini bekliyor, o da inadına kaybolup kaybo
lup yeniden ortaya ortaya çıkıyordu . Sözde bana karşı olan nef
retini yenmişti ama her nedense her karşılaşmamız olaylı bir şe
kilde bitiyordu . kendimi ona karşı suçlu hissediyor, ne kadar
kızgın olursam olayım, her görüşümde kilitlenip kalıyordum.
Yine aynı şey oldu.
Beyoğlu ' nda sinyal çekerken gördüm onu. Merhaba, n ' aber
faslından sonra evsiz olduğunu , otelde kaldığını öğrendim. Be-
93
nim şirin hapishanem otelden daha iyidir, diyerek onu alıp kar
şıya götürdüm. Karşıda iki gün ense yaptıktan sonra ikimiz de
krize girmek üzereyken, kendimizi Beyoğlu ' na attık.
Tarabya'daki evde o ilk şoku yaşadığımdan beri, sakatlığını
görmemeye çalışıyordum. Ama Şadiye bazen bunu insanların
gözüne gözüne sokmaktan zevk alıyor, kullanmakta hiç sakınca
görmüyordu. Özellikle sinyal çekerken koltuk değnekleri çok .
işe yarıyordu. Para bulması kolay olduğu için "H"i hiç eksik ol
muyordu. Malı olduğunda, diğer eroinmanlar gibi bencillik yap
mıyor, benimle (hatta herkesle) paylaşıyordu. O gün anne sigil
ona ev tutsun diye yüklü bir miktar para yollamıştı . Paranın hep
sini anında "H"e çevirdik. Ben evden çıkarken anne mle tartıştı
ğım için tekrar eve dönemiyor, Şadiye 'nin yanında üçüncü bir
koltuk değneği gibi dolaşıyordum. Şadiye bunu aldığı mala bağ
lıyordu ama ben Şadiye' ye ufak da olsa destek oluyorum sanı
yordum.
O gece paraya kıyıp güzel bir otelde sabaha kadar takıldık.
Şadiye "H"ten önce Diazem de aldığı için habire taklaya geli
yor, ben onu ayıltmak için uğraşmaktan kafa yapamıyordum. -
Şadiye eskiden beri, ters damarına denk gelirseniz dayak bile yi
yebileceğiniz kadar sert olmayı becerebiliyordu . Koltuk değnek
leriyle polis kom iserine saldırdığı bile olmuştu. Ama "H" saye
sinde artık katlanılmaz duruma gelmişti. Sürekli saldırgan ve
paranoyak takılıyordu. Ben sabretmeye karar vermiştim. Zaten
onu bu durumda bırakamazdım. Takladan her çıkışında bir ba
hane bulup beni azarlıyordu. Ben de iğnesini veriyor, tekrar tak
laya gelince rahat bir soluk alıyordum. Bu böyle iki gün sürdü.
İk inci gün biraz insan içine çıkmaya karar verdik. Barda eski bir
arkadaşımı 'görüp onunla bir iğne yapacak oldum; arıza hatun
94
gözlerimin içine bakarak, "kimde ' H ' varsa ona takılıyorsun"
deyiverdi. Artık bu laf benim :;abrımı bile zorlardı. Sinirlenmiş
tim, kendi yoluma gitmeye hazırlanıyordum ki Gülay geldi.
Gülay birkaç sene öncesine kadar milleti peşinden koşturan,
hoş bir kızcağızdı. Zamanla ağır bir şizofren haline geldi. Ben o
kadar insan arasında "H"in iyi geldiği kişi olarak bir tek Gülay ' ı
gördüm. "H" onu normal bir insan gibi yapıyordu. Hiçbir şey
kullanmadığı zaman dünyayla ilişkisini koparıyor, kimseyle ko
nuşmuyor, kim elinden tutup götürürse gidiyordu. O gece de ba
şında bir sürü y amyamla öylece oturuyordu. Onu öyle oıraka
mazdık.
Böylece ben yine Şadiye 'den kurtulamadım. Otele geri dön
dük. Kendi iğnemizi hazırlarken Gülay ' a da yapalım yapmaya
lım mı diye konuştuk ve zaten Gülay ağzını açıp kendi fikrini
beyan etmediğinden hiç denemedik. B iz kendi iğnemizi yapıp
tatlı bir uykuya gömülmüştük ki, sabaha karşı Gülay uyanıp be
ni de uyandırdı ve konuşmaya başladı. Konuşması benim için
çok sevindiriciydi ama o da iğne istiyordu. Önce ne yapacağımı
bilemedim. "Emin misin Gülay, kendini nasıl hissediyorsun?
Daha kötü olmanı istemem" dedim. B ir aydır kapalı musluk
sendromu yaşayan Gülay gayet mantıklı görünüyor, kocaman
gözlerini gözümünü içine dikmiş sömürü yapıyordu. Şadiye'yi
uyandırmaya gerek görmedim , çünkü bir şey söyleyebileceğini
sanmıyordum. Uyku mahmurluğuyla malı kaynattığımız kapağa
biraz fazla döktüm. Neyse dedim, fazlasıyla kendime ve Şadi
ye ' ye de birer iğne hazırlarım. İki gündür bu işi o kadar çok
yapmıştım ki, benim için garip hiçbir şey yoktu.
Ben tuvalette malı kaynatmaya uğraşırken Ş adiye uyandı, ne
yaptığımı sordu. Gayet sakin, "Gülay ' a iğne hazırlıyorum" de-
95
d im . Vay efendim, ben geceleri gizli gizli Şadiye ' nin malını ça
lıyormu şum ! B unu yapmama hi ç gerek yoktu , çünkü mal genel
de benim üzerimde oluyor ve Şadiye iki gündür hemen hemen
hiç ayılmıyordu. Zaten fazlasıyla iğne yapıyorduk. Ama Şadiye
sapıtmıştı bir kere ' ! Çantamı kapıp, yeter be diyerek kaçacak ol
dum; kapıyı ki l itl ey ip "soyun , üstünü arayacağım, malı sen çal
dın" demeye başladı. Artık benim sigorta da atmıştı. B ağırışma
larımıza bütün otel uyandı ama Şadiye kapıyı hala açmıyordu.
çantamı ve ceplerimi boş al tt ı m ; bir an önce bu hatundan kurtul
mak istiyordum . O ise iyice psikopatlaşmış, "otur, konuşacağız,
hiçbir yere gidemezsin" diyordu. Gözlerindeki delice ışıltı beri
iyice korkutuyordu . Otel görevlileri kapıyı yumrukluyordu. Da
ha fazla day anam ay ı p kapının camını aşağı indirdim ve kapı
aç ı ldı. Kendimi nasıl dışarı attım, bilmiyorum. Saat sabahın be
şiydi, A l i Kemal ' den başka gidecek yerim yoktu .
Anlattıklarım A l i Kemal ' i de çok sinirlendirmişti. Günlerce
onuıı evinde kalmış, tek bir çöpüne dokunmamıştım. Belki hır
sızlık yapabilirdim ama arkadaşlarımın herhengi bir şeyine el
sürmek, ne kadar
kötü olursam olayım bana göre bir şey değil
l
di. B unu Al Kemal de biliyordu ve benim halim onu da üzmüş
tü .
Aradan iki gün geçmişti, yanımda bir erkek arkadaşımla Be
yoğlu 'nda yürürken, magandanın biri koşup popoma bir çimdik
attı ve gülerek kaçtı. Ne yanımdaki vatandaş :ıe de ben bir şey
yapabildim. Öylece kalakalmıştım. Tam bu sırada kulağıma atı
lan bir kartopuyla beynim iyice döndü . Ben hiç k imsen in hiçbir
şeyine karı ş m az , kimseyle uğraşmazken, nedense herkes benim
le uğraşıyordu. Ağlayarak ve deliler gi bi koşarak Ali Kemal ' e
gittim . Kapıyı açıp beni yine ağlar halde gördükten sonra ben
96
ondan şevkat beklerken o da bana fırçayı basınca tamamıyla
koptum. Bütün bunlara benim sebep olmuş olabileceğimi söylü
yordu. Yani ben bir şekilde insanların popoma çimdik atmasını,
benimle uğraşmasını istiyormuşum. İ şte o noktada koptum !
Sabaha kadar karlar altında sokaklarda dolaştım durdum. Sa
dece kendime acıyor, artık ölmek zamanıdır diye düşünüyor
dum. Dönüp dolaşıp hep aynı şeye takılıyordum. Çevremde in
sanlar olsun, insanlar için varlığımın bir anlamı olsun, herkes
beni sevsin . . . Veya eroin olsun, insanlara olan mecburiyetimi
unutayım, kendi kendime yeteyim istiyordum.
Çocukken bana hep yaşına göre olgun bir kız derlerdi. Hep
en büyük bendim, benden küçüklere örnek olmak zorundaydım,
okulda başarılı olmak zorundaydım . Yalnışlık, yaramazlık, afa
canlık yapamazdım. Konuşmaya başlar başlamaz, düzgün cüm
lelerle, Anadolu ' da geziyor olmamıza rağmen İ stanbul türkçe-
'
97
Fakat Ali Kemal daha fazla dayanamayıp beni tekrar buldu.
Özürler diliyor, ilişkimizin devam etmesini istiyordu. En azın
dan son bir resim için modellik yapmamı sonra istersem yine
konuşmayabileceğimi söylüyordu. Fazla inat edemedim onunla
olmak bana da iyi geliyordu.
Bu son resim nü bir çalışma olacaktı. İğnemi yapıp tualin ar
kasında yerimi aldım. Ali Kemal bu sefer herzamankinden daha
dikkatli ve yavaş çalışıyordu. Eskiden elinde fırça, sürekli çene
yarıştıran adam bu kez hemen hemen hiç konuşmuyordu. Artık
benden istemiyor, kendi "H"ini kendi alıyordu. Resme şöyle bir
bakacak oldum: Bütün resim kıpkırmızı, kan rengiydi.
Tekrar annemlerin yanına dönmüştüm, onlarla mümkün ol
duğu kadar az muhatap olmaya çalışıyordum. Hemen hemen hiç
para vermiyorlardı. Ben de karşıya geçecek oldum mu otostop
yapmak zorunda kalıyor, "H" parasını sinyalle topluyordum.
kendimi tamamıyla bırakmıştım. Sadece daktilomun başında
kendimi iyi hissediyordum. Yaptığım otostopları küçük öyküler
haline getirmeye çalışıyordum. Örneğin şehir hatları vapuruyla
kendimi Kuzguncuk' a bıraktırışımı çok hoş bir öykü haline sok
muştum.
Aslında olayın gerçeği de yeterince komikti :
O zamanlar köprü yanmamıştı ve ben okula devam ediyor
du � . Kuzguncuk'te oturan, okuldan tanıştığım bir arkadaşıma
gidecek, ertesi günkü sınavım için onun mikroskopu ve prepa
ratlarıyla çalışacaktım. Fakat önce Gitarcı' da birkaç bira içmeye
karar verdim. Tabii herzamanki gibi birkaç biranın sonu gelme
di ve son vapura kaldım. Yalnız gitmek zor geldi; benimle gel
mesi için Ş adiye 'yi kandırdım. İkimiz de bayağı sarhoştuk. Be
nim üstümde kısacık bir etek vardı. Bir başka sarhoşun başımı-
98
za bela olması fazla uzun sürmedi. Bol küfürlü bir kavga patlak
verdi. Felaket meraklısı halkımız da i şin içen burnunu sokmak
ta fazla gecikmedi. S onuçta Şadiye ve ben sarhoştuk ve bu du
rum nasıl.oluyorsa oluyor, bizi suçlu duruma düşürüyordu. Bir
anda kendimizi kaptanın yanıda bulduk. Ben o kafayla anlatma
ya başlamışım: Kocamla sorunlarımdan tutun da ertesi gün sına
vına gireceğim profesörün, oğ lunun ni şan lısıyla evlenişine ka
dar her şeyi an l at mış ım . Bu arada vapur Kadıköy'e yanaşıp yol
cuları bo ş altm ı ş , tekrar Beşiktaş ' a seferini yapmış, demir atma
ya hazırlanıyordu. Fakat kaptan amcanın yüreği bizi o halde
bırakmaya el vermedi ve Kuzguncuk iskelesine kadar bizi götür
dü. Orada tanıdık bir taksiye bindirip, bizim sağ salim eve git
memizi sağ ladı. Ertesi sabah okula gitmek için evden çıkmıştık
ki, önümüzde bir taksi du rdu ve sivil kıyafetleri içinde kaptan
amcamı tanıyamadım. Hiç tanımadığım bir adam bana sınavım
da başarılar diliyor, hakkımda her şeyi biliyordu. Şaşkınlığımı
görünce kendini 1anıtıp, başım derde g irdiğinde onu bulmamı
söyleyerek ayrıldı. İyi ki hala böyle insanlar var diyerek okulu
ma yollandım.
Yine bir başka otostopta gayet seçkin bir vatandaşın farkında
olmadan esrar içmesine vesile oldum. Kardeşimle Bodrum' a gi
diyorduk, sigara paketimin içinde bir tane esrarlı sigara vardı,
unutup arabanını içinde "dolu" Samsun ' u yaktım. Arabanın içi
bir anda dumanaltı oldu. Bu arada şöför bey ilk defa Samsun
içen bir bayan gördüğünü söylüyordu. İçimden, "ya esrarlı Sam
sun içen bir bayan görmüş müydünüz?" demek geçiyordu. Bir
kere y akmı ştı m ; tekrar söndürmemin daha çok dikkat çekeceği
ni düşündüğümden söndüremiyordum da. Adamcağız hiçbir şey
farketmedi ama bayağı dumanaltı oldu. Bizi indirdikten sonra
99
yoia nasıl devam ettiğini hfila çok merak ediyorum.
Daha böyle yüzlerce otostop ya da vapurstop hikayem vardı
ama çok çabuk sıkıldım. Korkunç bir boşluk yaşıyordum. İçim
de acayip bir enerji birikimi vardı ve nasıl deşarj olacağımı bil
miyordum. Gün geçtikçe daha asosyal oluyordum, tek arkada
şım Ali Kemal ' di ve ve nedense ondan nefret etmeye başlamış
tım.
Garip bir şekilde, ondan kurtulmam gerektiğini dü ş ünüyor
du:n; beni seviyor olması , her şeyime katlanıyor olması sinirle-'
rime dokunmaya başlamıştı. "H"in benim karakterimi değiştire
meyeceğini sanıyordum ama galiba değişiyordum . Ş adiye kadar
olmasa bile ben de agresifleşmiştim. B unun farkına varmam da
ha çok moralimi bozuyor, kendime acıyayım mı, nefret mi ede
yim bilmiyordum . Annemlerin duygu sömürüsü dengemi iyice
alt üst ediyordu. İ çimde kocaman bir şiddet isteği vardı ve bunu
engelleyemiyordum. B irilerine zarar vermekten çok korkuyor,
am a diğer taraftan da şiddetin beni rahatlatacağını düşünüyor
dum.
Rutin olarak "'H"ten kurtulma denemelerine girişiyordum.
Kendimi eve hapsedip binbir zorlukla kriz atlatıyor, kendime
gelir gelmez Taksim '.e gidip yine "H"e yazılıyordum. "H"siz ha
yat o kadar anlamsız geliyordu ki, normal insanların dürtülerin
dei ı o kadar uzaktım ki, hiçbir şey zevk vermiyordu : Yemek, iç
mek, gezmek, seks korkunç anlamsızdı. Kafamdaki vitese hük
medemiyor, bir türlü geriye alamıyordum. Tek çözümün İ stan
buJ 'dan uzaklaşmak olduğunu düşünüyordum ama parasızlık gi
bi mühim bir handikapım vardı . Annemler bana olan güvenleri
ni tamamıyla yitirmişlerdi. Onlara göre sırf inatçılığımdan bı
rakmıyor, onlara kötülük yapmak istiyordum. Hiç p atlıcan ye-
100
memiş birine patlıcanın tadını nasıl t an f edemezseniz, hiç "H"
almamış birine de "H"den ne anladığınızı anlatamazsınız. Yine
de anlatmaya çalışıyordum : O bir pil gibi diyordum , pilim boşa
lınca her şey, özellikle insana özgü güdülerim, sağlığım bozulu
yor, pili takınca normal insana benziy orum. İ stediğim, tozpem
be bir dünya değil; sizin alg ıladığınız dünyayı algılayabilmek,
diyordum. Ve hep boşuna nefes tüketmiş oluyordutn. Ailem son
suza dek eroinman kalacağımı sanıyor, Ali Kemal ise hala ero
inman olmadığımı . söylüyordu.
Genç bir kızken, uykuya dalmadan önce bol para kazanaca
ğım, beyaz atlı prenslerin peşimde koşturduğu bir gelecek haya
li kurardım. Şimdi ise uykuya dalmadan önce özellikle Hakan ' ı
parçalara ayınyor, herbir parçasını ayrı b ir şekilde servise hazır
lıyor, iyice çiğneyerek yiyor ve huzurla uykuya dalıyorum. Ha
di Hakan' a bunları yapmak için sebeplerim var diyelim, ama ay
nı şeyleri sırf ağzının içine giren bıyıkları var diye hiç tanımadı ..
ğım birine de yapabileceğimi biliyordum.
B irilerinin y ardımına ihtiyacım vardı ariıa bana yardım etme
ye çalışan herkesten de nefret ediyordum. Emin olduğum tek
şey vardı; gittikçe ölüme yaklaşıyordum.
Yaşantımın somut bir ispatı olsun istemesem , sadece kadav
ra olmayı kendime yakıştıramıyor olmasam, çoktan ölmü Ş olur
dum. Ama adını koyamadığım, yapmam gereken, bitirmem ge
reken bir şey vardı. O anı bekliyordum. Sonuçta bu hayata tanık
lık eden biri değil miydim ben de? Bu �anıklığın bir anlamı ol
malıydı, bir işe yaramalıydı, ama neye?
Ben insanlardan uzaklaştıkça insanlar da bana karşı tepkisel
takılmaya başlamışlardı. Bir kısmı ulaşamadığı ciğere murdar
diyor, dört gözle "H" bulmak için orospuluk yapmamı bekliyor-
101
lardı. Oysa radikal dinci bir örgütün tetikçisi olmam bile bundan
daha akla yatkın bir ihtimaldi. Orospuluk yapabilmem için hem
normal denilen insanlara, hem de erkek denilen cinse katlan
mam gerekiyordu ve bu imkansızdı. Kendimi bir hamamböceği
nin hissedebileceği kadar dişi hissediyordum. Yaklaşmaya çalı
şan herkesi istisnasız vajina budalası ilan ediyor ve artık onlara
hiç tahammül edemiyordum. Düşmanlığım farkediliyor olsa ge
rek, birileri çantamın içine kullanılmış prezervatif falan atarak
beni iyice sinirlendirmeye çalışıyordu. Ben de söze gerek duy
muyor, bıçağımı gırtlaklarına dayayıveriyordum. B uraya kadarı
arızalığımdan kaynaklanıyordu. Fakat kafamdaki bazı planlar
artık psikopatlaştığımı gösteriyor, gittikçe daha seyrek ortaya
çıkmaya başlayan mantıklı yanımı korkutuyordu.
Artık Ali Kemal'le de konuşamıyordum. Onun yalnızlığı gö
rünürde sona ermişti. Fizik olarak bana çok benzeyen ama siga
ra bile içmeyen hanım hanımcık bir sevgili bulmuştu. Eskisi gi
bi çat kapı gidip rahatsız etmek istemiyordum. Yeni sevgilisinin
Ali Kemal 'e iyi gelmesi gerektiğini düşünüyordum ama o sez
dirmemeye çalışsa da, daha çok depresyona girdiğini hissedi
yordum. Kızla paylaştığı tek şey seksti ve sanının bu konuda da
ters giden bir şeyler vardı. Hafiften dürtecek olsam, bana boşal
maya hazır olduğunu biliyordum ama zaten tahmin ettiğim, ba
na artık çok ama çok anlamsız gelen, iletişememe sorunlarını
dinlemek istemiyordum. Bir yandan da sıkıntı içinde kıvranma
sından sadistçe bir zevk a:lıyordum. Kızın kaprisleri Ali Ke
mal' in yaşında biri içiı} katlanılacak gibi değildi. Yanında gez
dirdiği bir süs bebeği kendisine olan saygısını zedeliyor, en kö
tüsü de kendini bala abaza ye yalnız hissediyordu.
Uzun süredir ne resim yapabiliyor ne de yaptığı resimleri sa-
102
tabiliyordu. Parasızlık, Pollyannacılık oyununa benim tahmin
ettiğimden çok daha ağır bir darbe vurmuştu. Mecburen verdiği
resim dersleri bohemliğini sona erdirmiş, sıradan insanlar gibi
"sabah 9, akşam 5" çalışmaya başlamıştı Kazandığı para ise
.
onun gibi ehli keyf bir adamın esrar parasına bile yetmiyordu. O
da artık zaten kazandığı üç kuru ş paranın hepsini esrar yerine
" H e yatırmaya başlamıştı. Yalnız olduğunda burnundan takılı
"
103
ve duygusuz bir hale gelmişti. Dört senelik ilişki boyunca yap
tığı hataları biliyor, aynı yanlışları yapmayacağını, beni bala es
kisi kadar sevdiğini söylüyordu.
Tabii böyle düşünmesinin sebebi bana olan sevgisinden çok,
kaybettiği yaşama duyduğu özlemdi. Sadece beni değil evini,
eşyalarını, kitaplarını, dört yıl boyunca saklanabildiği sığınağını
yitirmişti. Her şeye baştan başlamak, yaşamla yüzleşmek zorun
daydı ve çok korkuyordu.
Boşanmak için mahkemeye gitmek zorundaydım ama birtür
lü zamanı ayarlayamıyorduk. İ şin boktan yanları, mahkemede
şahit olarak Hakan' ın bulunması ve bu da yetmezmiş gibi avu
kata para ödemenin gerekmesiydi. Ben "H" peşinde koşmaktan
birtürlü fırsat bulamıyordum; Çetin bata umudunu yitirmiyor,
boşanmamak için elinden geleni yapıyordu. Her karşılaşmamızı
dram haline getiriyordu. Gözyaşlarına o kadar çok alışmıştım ki,
artık vicdan azabı bile duyamıyordum. Kısacası evlilik, çoluk
çocuk, meslek, yuva, aşk cinsinden kelimeler artık bana hiç ama
hiçbir şey ifade etmiyordu. Had saflıada yabancılaşmıştım.
O gün Ali Kemal 'den telefon bekliyordum. Benim ona mo
dellik yaptığımı bilen, pomo bir dergide çalıştığını sonradan öğ
rendiğim Veli aradı. Kendi çalıştığı dergide soft pomo sayılabi
lecek pozlar verip veremeyeceğimi sordu. İ şin ucunda çok para
vardı ve istersem yüzüm kamufle edilebilecekti. Hakan ile olan
ilişkime kadar çıplaklığımdan korkunç utanan ben, nedense gö
rüşmeyi kabul ettim.
Buluşup derginin ana binasına gittik. Beni ikna etmek için iki
saat içinde bütün kozlarını oynadılar: Zaten çok basılmayan bir
dergiydi, kimse ben olduğumu anlamayacaktı, istersem değişik
kılıklarda birkaç hafta üst üste poz verebilir, oldukça iyi para ka-
1 04
ıanabilirdim vs. Derginin daha 'önceki sayılarından birini gör
mek istedim. Son kozlarını oynadılar: Kabul edecek olursam, o
gün için eroinimi sağlayabileceklerdi. Bende film kopmuştu, si
nirden midem bulanıyordu. Tuvalete gitmem gerektiğ ini söyle
yip kalktım. Aynı bina içinde birçok dergi, gazete ve seçkin fir
maların yazıhaneleri vardı. Kantinlerin olduğu kata inip bayan
lar tuvaletine girdim. Kapıyı kilitlemeden iğnemi hazırlamaya
koyuldum. Çakmağım olmadığı için tuvalet kağıdı yakarak kay
nattım. İçerisi yangın çıkmış kadar duman olmuştu. Tam iğne
kolumdayken saygıdeğer bir· işkadını içeri dalıverdi. Halimi gör
düğü andaki yüz ifadesi beni güldürecek kadar dehşet doluydu.
Kadın ortalığı ayağa kaldırmak için çıkar çıkmaz, ben de işimi
bitirip fırladım. Birkaç dakika içerisinde taksiye atlamış binadan
uzaklaşıyor, arkamdan kopacak olan fırtınayı düşünüyordum.
Ertesi gün gerçekten de arkamdan kıyametler koptuğunu ve
Veli ' nin işine son verildiğini öğrendim; kendimle gurur duy
dum. Aslında böyle fırsatçı pezevenkler için yaptığım hiçbir
şeydi ama elimden bu kadarı gelmişti.
S ırada Ali Kemal vardı. Ben ona poz verirken tamamen sa
natsal kaygılarla hareket etmiştim. Bunu birine, hele böyle iğ
renç beyinli birine söylemesi çok çirkindi. Ama Ali Kemal ' in
hiçbir şeyden haberi yoktu, olay onun dışında gelişmişti. Zaten
evine gittiğimde onu öyle berbat bir halde buldum ki, konuyu
kapatıp onunla ilgilenmek zorunda kaldım. Cici sevgilisi, benim
senin gibi yaşlı, çirkin, uyuşturucu bağımlısı bir insanla ne işim
var diyerek onu terk etmişti. Oda, önünde rakı kadehiyle öylece
kilitlenmiş, oturmuş kalmıştı. Ne diyebilirim, ne yapabilirim,
bilmiyordum. B ir iki kadeh daha içtikten sonra ne yapabileceği
mi o bana söyledi. İ stediği şey korkunçtu ama tanıdığım kada-
1 05
rıyla ne istediğini biliyor ve bu karara şu anda değil uzun zaman
önce vardığını söylüyordu. Kilitlenip }.(alma sırası bendeydi.Ra
kıyı bitirdiğimizde artık ikna olmuştum. Bu onun en doğat hak
kıydı ve ben de ona yardım edebilecek tek insandım. O ÖLMEK
İSTİ YORDU !
Her şeyini hazırlamış, değil onu, beni bile öldürecek kadar
madde edinmiş, bir önceki geceden beri beni bekliyor ve uçuru
mun o kadar kenarında duruyordu ki üflemem bile yeterliydi.
Onu vazgeçirmeye hiç çalışmıyorum, aksine teşvik ediyorum.
Çünkü tanıştığımızdan beri ilk kez onu böyle çıplak ve gerçek
çi görüy orum. Emekli olmuş bir palyaço gibiydi, ailesinden hiç
kimse yaşamıyordu. Cenazeyi nasıl olsa belediye halleder, senin
yapman gereken iğneyi hazırlamak ve damarımı bulmak . . . Son
ra tamam, ben arkandan kapıyı kilitler, pistona basarım. Birileri
beni buluncaya kadar iki üç gün geçer. Kapı sürgülü olduğu için
intihar olduğundan emin ofacaklardır. Merak etme, senin başın
derde girmeyecek. Yalnız senin resminin son birkaç rötüşünü
yapmak istiyorum. Son kez modelliğimi yapar mısın?
Tabii ki yapacaktım. Parmağını kesip son rötüşları kendi ka
nıyla yaptı . Kıpkırmızı, çıplak ve korkunç derecede masum bir
kadın çıkmıştı ortaya. Sadece gözlerim kapkara ve oldukça iriy
çli. Demek ki Ali Kemal beni böyle görüyordu . Bana kalsa ken
dimi kapkara çizerdim, hiç renksiz. Ama resim için yorum yap
manın zamanı değildi. Kalkıp iğneyi hazırladım, neredeyse sim
siyah bir madde olmuştu. Damarı bulmam çok zor oldu ; madde
o kadar koyuydu ki kanın girişini göremiyordum. Nihayet bul
dum, son kez gözlerine baktım, bala aynı kararlılık okunuyordu.
Cebindeki parayı isteyecek lçadar soğukkanlı olmam onu hiç şa
şırtmadı. Ona ait her şeyi alabileceğimi söyleyip, kolunda iğney-
106
le beni kapı dışarı etti. Arkamdan sürgünün sesini duydum. Ona
saygı duyuyordum. Aynı cesareti ben de göstermeliyim diye dü
şünerek ondan aldığım parayla gidip köpekler gibi içtim. Ağla
mak bile çok zor. geliyordu, adeta onu kıskanıyordum. Ama ne
demiş adamın biri: İntihal, umutsuzluk ile cesaretin kesiştiği
yerde gerçekleşir!
Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorum, ayakta zor duruyor
dum. İçimden bir ses hfila onu kurtarabileceğimi söylüyordu
ama buna hakkım yoktu. Çok özleyecek, çok arayacaktım -bili
yordum ! Fakat ağlayamıyordum.
Okuldayken ötenazi tartışmaları olurdu. Bilenler bilir, ötena
zi, hasta istediği taktirde doktora hastanın yaşamını sona erdir
me yetkisinin verilmesidir. Ben baştan beri hastaların böyle bir
hakkı olması gerektiğini savunurdum ama böyle bir karar ver
mek zorunda kalmayı hiç istemezdim. Oysa şimdi konuşabildi
ğim tek insanın cellatı olmuştum, hem de kahve ikram edermiş
gibi insanüstü bir soğukkanlılıkla.
Yaşam artık iyice çığrından çıkmıştı; Pollyannalar bile inti
har ediyor, ben hfila yaşıyordum.
Ertesi sabah hiç bilmediğim bir evde kendime geldim. İki
odalı, küçük bir öğrenci eviydi ve evde benden başka kimse
yoktu. İçkiden başım çatlıyor, hatırladığım her şeyin kabus ol
masını diliyordum. Ceplerimi karıştırdım ve küçük bir paket
"H" buldum. İğneden sonra aklım başıma geldi ve hemen dışarı
fırladım. Bakırköy ' deydim ama Allahtan cebimde hfila biraz pa
ra vardı. Ali Kemal' in evine geldiğimde soluk soluğaydım. Zili
çalmanın anlamsız. olduğunu biliyordum ama saatlerce çaldım.
B iraz sonra Ali Kemal uyanacak ve "Oo, tavşan gelmiş, n 'aber,
özlettin kendini" diyerek kapıyı açacaktı. Açmalıydı ! Nihayet
1 07
ağlamaya başlamıştım, akşama kadar kapının önünde ağladım.
Birara vazgeçip hastaneye gitmiş olabileceğini düşündüm ama
kapı hfila içeriden sürgülüydü. Hiçbir şey kabus değildi, onu öl
dürmüştüm.
ONU ÖLDÜRMÜŞTÜM !
1 08
kullanım hakkını bana bırakmıştı. Cesedi kadavra olarak kulla
nılmak üzere evden çıkarıldıktan hemen sonra küçük odaya gi
rebildim. Artık benim olan eşyaları karıştınken bana yazılmış
küçük bir mektup buldum:
"Sevgili tavşancığım,
Sana bir şeyler yazmak yerine milyonlarca şey söylemek is-
. terdim ama artık imkansız galiba. Sanırım seni çok şaşırttım. S e
nin intihar planlarınla her dalga geçişimde kedi ölümüme kendi
mi alıştırıyor, korkaklığımı yenmeye çalışıyordum. B ir de öyle
bir hayalim vardı ki gerçekleşmesi demek, yeniden doğmuş ol
mam demekti. Fakat gerçekleşmesi bir değil üç imkansızı gerek
tiriyordu. Yine de umut yakamı bırakmıyordu.
Sen, ben ve oğlum ! Ne kadar imkansız bir hayalim varmış
değil mi? Hep bir mucize olacak, sen beni farkedeceksin, seve
ceksin ve benim 'sevmeme izin vereceksin diye bekler durur
dum. Geçmişini, özellikle de Hakan' ı unutup, zekanın ve güzel
liğinin farkına varmanı, iyileşmeni istedim. Toparlanabilseydin,
kendini öldürmekten vazgeçseydin, beni de yaşamla barıştırabi
lirdin. Ama ölmekte o kadar kararlıydın ve ben senin ölüm ha
berini kaldıramayacak kadar zayıftım ki, senden hızlı hareket et
mek zorundaydım.
Sen dünyanını en inatçı insanısın, kendini cezalandırmayı
kafana koymuşsun, sevmemeye yemin etmişsin. Sevgisiz yaşa
yamayacağın için de yavaş yavaş öleceksin . Senin gözümün
önünde eriyişini daha fazla seyredemez, muhteşem zekanı yok
edişine dayanamazdım. Ulaşılmaz tanrıçamın· sinyal çekerek
eroin parası toplayışını hazmedemedim.
Ardımdan çok fazla üzülmemişsindir. Son zamanlarda dert
leşmek için bile uğramaz olmuştun. Yokluğuma kolay alışırsın
1 09
sanırım. Eşyalarımı satıp "H"e çevirmeye başlamışsındır. Ne ya
parsan yap, senden sadece kitabını bitirmeni istiyorum. Ne yap
et, o kitap bitene kadar ölme! Birilerinin işine yarayacak, seni
anlatacak, birilerini utandıracak o kitap. O kitapla, yaşarken ver
diğin mücadelenin meyvesini ölümünden sonra alacaksın. En
azından şu lanet toplumun bir hatunun hiç kimsenin orospuluğu
nu yapmadan, canının istediği her şeyi yapabildiğini görmesi la
zım. Göster onlara! Belki yaptıkların doğru değildi ama sen is
tedin ve tek başına sen yaptın, ödün vermeden, dürüstlüğünü yi
tirmeden, özgürlüğünden vazgeçmeden ve en önemlisi insanla
rın birbirine oynayıp durdukları ikiyüzlü, basit, çirkin, küçük
oyuncukların hiçbirinde oynamadan, paranın kudretine karşı ko
yarak yaşadın. Bunları bilmeliler, yazmalısın, benim gibi sessiz
sedasız utanarak terketme sahneyi. Belli mi olur, belki selam
için tekrar sahneye çıkma şansı verirler ve o zaman iyi alkış alır
sın.
Seni çok fazla bekleyebileceğimi sanmıyorum ama bu tarafa
gelirken bari biraz güzel dedikodu ve değişen bir şeylerin habe
rini getir. SENİ SEVİYORUM . . . "
1 10
nını yakmış bir halde kendime geliyordum. En son dozu biraz
fazla kaçırmış olmalıyım, uzun süre sessiz kalışım ve aç kalan
Garbis ' in çıkardığı gürültü (Ali Kemal ' in ölümünün hemen ar
dından Garbis geri dönmüştü, ona bile iğne yapmıştım.) bakka
lın dikkatini çekmiş, ayıldığımda kendimi hastanede bulmuş
tum. Doktorlara göre saltanatım biraz daha sürecek olsaymış,
vücuduma yayılan iltihap sayesinde az daha amacıma ulaşıyor
muşum.
Herkes Ali Kemal ' in ölümüne çok üzüldüğüm için ne yaptı
ğımı bilemediğimi sanmıştı. Oysa biliyordum; fırsatım ve param
varken gayet mesut gidiyordum ama meraklı bakkal kapıyı kır
dırıp, ambülans çağırıp bir kez daha son anda geri dönmemi sağ
lamıştı. Annemler ona neredeyse madalya taktıracaklardı. B en
ise onu v e Garbis ' i öldürebilirdim. Zaten Garbis yaptığım iğne
ler yüzünden olsa gerek faz l a yaşamad ı.
Hastanede yap ı l an testler sonucunda kalbimin teklemeye
başladığı ortaya çıktı. Yine kullanmaya başlar, ilaçlarımı ihmal
eder, falan filan yapacak olursam ölürmüşüm. Beni korkuttukla
rını sanıyorlardı ama ben bunu zaten bekliyordum. Kalbim ken
dimi bildim bileli tuhaf takılıyordu. Ayaklarımdan yaptığım iğ
neler yüzünden yürüyemiyordum. İyileşene kadar hastanede ci
ci kızı oynamak zorundaydım. Beyaz gömleklilere katlanmak
iğrençti. Hep aynı sorular! . .
"Hem de tıp ok u m uş s un - c ılç. c ık c ık. . .
"
ııı
Kısaca şöyle diyebilirim: B u sonuç, benim için uygµn görülen,
beyaz gömlekli, paralı, çoluklu çocuklu senaryodan daha çeki
ciydi. En azından bu senaryoyu ben yazdım, ben oynadım. Baş
kalarının senaryolarında figüran olmadım. İ s-te-di-ği-mi yap
tım. Sürünün dümen · suyunda şekillenmeyen kiş!�!.!����9 �3!1
. .
gi yönde olursa olsun hakiki bir şe):'.dir... Şu anda bir zavallıyım
ama kendini bir şey zanneden, aslında koyuna dönüşmüş, aciz
bir doktor olmadığım için de memnunum. Sizin hala yanına bi
le yaklaşamadığınız bir dolu duyguyu dibine kadar yaşadığım
için de memnunum. Aptal olmadığım için eroinman olduğumun
farkındayım; sizin farkında olduğunuz şeyleri ne çok merak edi
yorum, bir bilseniz !
Senelerce aralarında olmak, onları çok iyi tanıyor olmak, be
yaz gömleklilerin bana yaklaşmasını, yardımını imkansızlaştırı
yor, karşılıklı sinirlenip duruyorduk. B enden birsürü şeyıanlat
mamı istiyorlar, ben anlatırken onlar kendi işlerine gelen kısmı
nı dinleyip, gerisini duymamazlıktan geliyorlardı. Muhabbetle
rine çok fazla katlanamadım.
Diğer hastalar, yani diğer cankiler ise o kadar tanıdıktı ki, ko
nuşmamıza gerek kalmıyordu. Yaşadıklarımız, anılarımız, tanı-,
dıklarımız, ağrılarımız, sancılarımız aynıydı, sonumuz da . . .
Belli bir kültür v e terbiye ile büyütülmüş, maddi sıkıntı çek
memiş ama hep en çalışkan, en olgun, en terbiyeli olmak zorun
da kalmış çocuklardık. Çoğumuzun ailesi ya boşanmış ya da ço
cukları yani bizler yüzünden ayrılamadıkları için senelerce kav
ga gürültü birbirlerine katlanan ebeveynlerdi. Birkaç gurbetçi
dışında hep doktor, mühendis, öğretmen vb. mesleklere sahipti
ann e babalarımız. Bize pahalı oyuncaklar alıp güzel okullarda
okutmuşlardı. Bizler de bir zamanların en iyi öğrencileri olmuş,
1 12
zekamızı, yeteneklerimizi ispatlamış, onların deyimiyle bir nok
tadan sonra kötü arkadaşlar falan yüzünden sapıtmıştık. Hiçbir
anne baba kendinde kusur aramıyor, hep aynı tekerlemeyi söy
lüyordu: "Çalıştım, çabaladım, yemedim yedirdim, okusun,
adam olsun diye elden geleni yaptım, bir dediğini iki etmedim
ama şimdi onun bize yaptığına bak, vallahi yaşlandım, çöktüm,
ölümüm bu çocuk yüzünden olacak, doktor, hastane her şeyi de
nedik gene başlıyor, gene kullanıyor. . .
"
113
la geri dönebildim. Şabalak kocam da terasın kapısı kilitli oldu
ğu için orada kalmıştı. Bir süre dolandı durdu, sonra her şeyi
unutup tekrar havalandırmadan geri döndü. Komşularımızın
hakkımızda neler düşündüğünü çok merak ediyorum. Ama ha
yır merak etmemeliyim, artık unutmalıyım.
Palyaçoluk yaptığım sıralardı. Seçkin bir kreşin mezuniyet
günüydü. Çocuklar teker teker geliyor; onları kapıda karşılayıp
hediyeler veriyordum. Afacanın biri annesinin elinden tutmuş
b�·na ters ters bakıyordu. Annesi durumu farkedip aramızı yap
m aya çalıştı:
"Aa, Atakan bak, ne güzel bir palyaço ! Sevdin mi onu?"
"Sevdim"
"En çok nesini sevdin?"
"B acaklarını ! "
Aynı velet bir süre sonra oyun oynarken "Herkes bir renk tut
sun" dediğimizde, diğerleri sarı, pembe, yeşil olurken ten rengi
olmak istedi. Acaba benim çocuğum olsaydı, nasıl olurdu? Hiç
şansım yok; unutmalıyım !
Orhan Asena'nın bir oyununu oynuyorduk. Oyun oynanırken
genellikle öğrencilerden oluşan seyircilerimizin arasına yaşlı,
kioar bir bey gelip oturdu . B iz de kulisten seyirciyi seyrediyor
duk. Yanımdakinin kulağına eğilip espri yaptım: "Bak, Orhan
A.;ena geldi". İ nanacağını nereden bilebilirdim ki? Oyun bitti,
selam s.ırasında oyuncu arkadaşlardan biri öne çıkıp gururla,
"Sevgili arkadaşlar, oyunumuzun yazarı Orhan Asena Bey de
aramızdalar, kendilerini sahneye davet ediyorum". Ben şok ya
şı� ·ordum, Orhan Asena Bey yerinden bile kıpırdamıyordu. Her
kes dönmüş ona bakıyordu. Uzunca bir sessizlikten sonra adam
cağız açıklama yapmak zorunda kaldı : "Çocuklar, ben de hepi-
114
niz gibi tiyatroyla ilgileniyorum ama Orhan Asena değilim."
Rezil olmuştum. Keşke tiyatrocu olabilseydim ama artık imkan-
sız. Unutmalıyım ! ,
Fındık ' la tezgalı açarken anket yapan bir eleman yakalayıp
zorla kendimize anket yaptırmıştık. Sonra aynı çocuğu birkaç
kez dahe gördük. Her gördüğümüzde "Anketmen ! Anketmen! "
diye peşine takılıyorduk. Çocuk sessiz sakin Beyoğlu 'nda
yürürken ben bir koluna, Fındık diğer koluna girip, hadi bize
bira ısmarla anketmen diyorduk. B izden kurtulamıyordu.
"Nereye gidiyorsun anketmen?"
"Bir arkadaşımla buluşacağım"
"Sevgilinle mi buluşacaksın anketmen?"
"Evet"
"Biz de senle gelirsek sevgilin bir şey der mi anketmen?"
"Demez"
"Peki, biz sevgiline bir şey diyebilir miyiz anketmen?"
Anketmen bize bayağı dayandı. En son, "Gece, Melek ve Bi- ·
zim Çocuklar" filminin setinde başrol oyuncularını bekliyorduk.
Fındık' la ben figürasyon takılıyor, çok eğleniyorduk. Esas oğlan
anketmen değil miymiş, geldi, bizi gördü, görmemezlikten gel
di, Atıf Yılmaz'la konuştu, verem olmuş, oynayamayacakmış,
gitti ! Onun yerine Uzay Heparı oynadı.
Artık ne anketmen var ne Fındık. Fındık beni unuttu, ben de
onu unutmak zorundayım.
"H"i, Hakan ' ı , ressam dostumu hatta Garbis ' i hiç hatırlama
malıyım. Kabus onlar!
Geriye daktilosu başında, ölüme inanmış, yalnız ve yorgun,
parası, inancı, ümidi ve sevgisi tükenmiş bir kadın kalıyor. Ka
zınmış. saçlarıyla kadına benzemiyor ya, öyle bir yaratık işte !
1 15
Ali Kemal 'in gözlerindeki kararlılığı hatırlıyorum . . .
Gülay, Soner, Kayhan, Ali Kemal, Garbis . . . . Hepsi beni bek-
liyor. . .
N e yapmam gerektiğini biliyorum . . .
Evde yine hiç kimse yok. Hiç olmadılar ki !
Küçükken, aslında bir prenses olduğumu, kral babamın iyi
yetişmem için bana kocaman bir oyun oynadığını, çevremdeki
herkesin oyuncu, her şeyin dekor olduğunu, sıradan bir insan gi
bi yetişirsem daha akıllı bir prenses olacağımı düşündükleri için
bu saçma sapan şeyleri bana yaşattıklarını hayal ederdim. Değil
miş, hala kimse gelip beni sarayıma götürmedi.
Hayal kurmak, çamaşır suyu içmek kadar zor!
Yazacak bir şeyim de kalmadığına göre . . . Evet, artık bitti,
perde !
1 16