Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 162

Tercüman

Tarih ve Kültür Yayınları 2

YAHYA KEMAL’İN
DÜNYASI
• Derleyen:
Ord. Prof. Dr. A . Süheyl Ünver

A
’Dercüman
TARİH VE KULTURYAYINIABI
* Bütün haklan
TERCtM AN TARIH ve KÜLTÜR YAYINLARI’na
aittir.

* Birinci basım, İstanbul-1980

■>=TERCÜMAN MÜESSESESİ'nin
bir kültür hizmeti olarak yayınladığı
bu eser,
KERVAN KİTAPÇILIK BASIN SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Ofset Tesisleri'nde
dizilmiş ye basılmıştır. ^

İSTANBUL
1980
Ö N SÖ Z

L â tin harflerinin kabulünden so n ra gelen nesiller y e rle şm iş kiiltürü-


müzün " tem el" eserlerinden, bugün, faydalanam az hale gelm iştir. Bu
büyük boşlu ğu g id ereb ilm ek için, zam an zam an ö n em li çalışm alar
olm u ş, m illi ve ilm i kuruluşlarım ız b irçok teşebbüslere girişm işlerdir.
M isal olarak, "Birinci Türk N e ş r iy a t K ongresi''nde (Ankara 1039) ve
1 9 5 1 yılın d a toplanan "Türk Kültür E serleri K o m isyo n u " raporlarında
yayınlan an lis te le r iz ik re d e b ilip z .
F aydalı bir teşebbüs o la n v e M illi E ğ itim Bakanlığt'nca g e rç ek leştiri­
len "1000 T em el E ser" ya rıd a kalınca, bu h izm eti, m illetim izin m enfaa­
tin i düşünerek sürdürm eyi m illi bir vazife saydık. "Tercüman 1001 Te­
m e l E se r” başlığı altın da devam e ttirilen bu seri, kütüphanelerim ize 150
k ita p kazandırm ıştır. Yardım larını sağladığım ız üniversitelerim iz ve ilm i
kuruluşlarım ız ile alim lerim izin gayretleri, bu eserlerin geliştirilerek
daha da artacağının tem in atıdır.
Tercüman M üessesesi’nin y a y ın la d ığ ı eserler ile. güttüğü am aç, ilm e ve
kültüre h izm e t e tm e k tir. Bu düşünce ile "Tercüman 1001 T em el Eser"in
stnvrit alanını y e n i teşebbüslerle g en işletm eğ e ç a lıştık . Tarih ve kültürü­
müzün, ç e ş itli yö n le ri ile araştırılm ası, incelenm esi ve yan lış eksik bilgi­
lerin giderilm esi için bu teşebbü ste:
a) K ayn ak m ah iyetin i taşıyan yazm a larım ızın "nüsha fakları ile
ka rşıla ştırm a " ya p ıla ra k y e n i T ürkçe yayınlanm ası,
b) Y en i belge ve bilgilerle Türk Tarih ve Kültürü'nü belirtecek eserleri
yayınlam ak,
c) Tarihi kişilerin, olaylara a çık lık g etirecek hatıralarını yayınlam ak,
d) Türk tarih ve kültürüne a it do ğ u ve batı eserlerini d ilim ize çevirip
yayınlam ak,
başlıca görevim iz olacaktır.
JC
* jK
Bu kısa izahatım ızla, sadece Türk Tarih ve Kültürü'ne faydalı olm ak
gayesin i ta şıd ığım ızı açıklam ak isteriz. Bir milletin, varolm ası ve gele­
ceğe güvenle bakabilm esi için zengin tarih ve kültürünün k u v v e t ve k u d ­
retin i ben liğin de d u ym ası g erek tiğ in e inanıyoruz. G eçm işim izin tarih ve
kültür m irası ile bugünlere, birbirim izden kopm adan ulaşabildik. T akdir­
lerinize ve başarıya ulaşabilm ek için ç a lışm a k bizden, y a rd ım A llah 'tan
dır.

KEMAL ILICAK

İteFcüıaıası
Gazetesi Sahibi
Ö N S Ö Z
Hocam Yahya Kemâl ile 1 9 4 3 -1 9 5 8 seneleri arasında geçen 15
. sene iç in d e sohbetim oldu. 1915'd en beri devam ed^h v e 'h e r sena
artan bir şevk ile devam e ttiğ im her güzef ve faydalı b ilg ile ri gerek
İşiteyim , gerek okuyayım kaydetmek m utadım dır. Bittabii, bence her
sözü bir cevher olan Yahya Kem âl'i dinlerken eğer söylediklerini kay­
detmezsem asla: beni tatm in etm ezdi.
ilk not etmeğe başladığım gündü. Arzu göstermediler ve «yazma»
dediler. Ben ufak tefek kısım larını olsun yazmaktan kendimi alıkoya-
nııyordum. Hatta bir aralık durakladıkları oldu. Bunu ben asla bir ih­
tar m ahiyetinde telakki etmeyerek devam etmek istediğimi şöylece ifa ­
deye çalıştım:
— Efendim:, ; p kadar güzel komışuyor, benim sfe senelerdir yaz­
mak, basmak istediğim hususları öyle bir anlatılıştı izah buyuruyor­
sunuz ki, miitlalca yazmak ihtiyacını duyuyorum. Emriniz haricine çık­
mak istemem. O zaman dikkatle dinlediklerim in hiç olmazsa en azını
huzurumızd'an ayrffınca b ir görünmez yerf siper alarak kaydetmeye ça-
jlı^acağım. Belki de hatâlarda bulunacağım. Müsaade büyürün şimdi
neşr edecek değilim. Kendim bunlarr defalarca okuyacağım. Yanınızda
yazayım dedim.
H'alîm® acıyarak «pekiyi» dediler. Ben de bütün konuşmalarında
işittiğim sözlerin en ruhlularını kaydettim. Bunları tarih sırasr ile değil
de konulara ayırarak koydum. Zira aralarında büyült zaman farkı ol­
duğu gibi olgun fikirlerinde artık geçici değişmeler de yokdu. Ayrıca
fcfindisi ile buluştuğumuz zamanlarımda bir de listesirii yaptım.
Yahya Kemâl üstadımız sağ olup ta bu değerli söylediklerinin
kontrolünü bizzat yapsalardı, belki bunların çöğünü koydurmazfardı.
Zira, ben bunları sadece sohbet için söylemiş geçmiştim, diyebiiır-
Ibrdi. Biz de bundan başka bir şey yapmadık. Bunları bir a'forizma

-5 -
şeklinde gelişi güzel sıralamakla kaldık. Sırf bir eser maiıİYeti alm a­
sın diye bunlara, ait olduğu bahislere meselâ edebiyat, musiki, şiir
sanatı, tarih ve kültürümüz diye tasnifini yapsa idik, belki rahmetli
asıl buna ran olmazdı. Fakat biz bunu deneme mahiyetinde sıralamağı
kontrol eden dostlarimla uygun gördük. Zira bir sohbet esnasında ko~
nuşutanlar kayd olunsa dahi, ileride bahislere ayırarak onun bir eseri
olarak ortaya koymaya hakkımız yoktur. Zira bu konuşulanlar aît cl-
dugy bahislerin birer kîl ü kali (dedikodusu) mahîyetindo idi. ö y le
id i^ rn a , Yahya Kemâl'in hemen hepüinde değişmez kanaatlerinden se>
stintilor mevcuttu. Asıl fikirlerinden uzak değildi. Fakat böyle söylüyor­
lardı. Elbette kendi bu bahisleri yazsa idi — ki yazabilirdi— , maalesef
yapmadı. Böyle söylediği gibi yapmaz, ve onlan yalnız söyleyiş değil,
yazış üslûbuna sokmakda itina gösterirdi. O itinası, şiirlerindeki titiz-
likden de asla Dşağı olmazdı.
Burada hepimizi ihata eden ve taht olarak da kalplerim izi seçen
v« orada benliğimize müessir olan derlem e mahiyetinde olan bu gay­
retimizden dolayı aziz Yahya Kemâl'in ıruhundan özür dilerim .
Bu toplama asla onun bir eseri olarak çıkm ayacaktır. M aksadı­
mla;, Yahya Kemâl ancak sevdiklerinin bulunduğu hususi toplantılar­
da öyle konuşur ve tamamen şahsî görüşlerini öyle ifade ederdi, dike­
ceğiz. Ama, bizce hepsi ayrı ayrı mensur birer «m'ısra-ı b'«srceste-i Yah­
ya Komal» dir.
Sözlerine, kullandıkları kelim elere bizzat sadık kaldım . V e bası­
larını âa tavzih İçin kendilerinden sordum. Bir kısm im bizzat tasnif
ettiler diyebilirim . Lakın hepimizden çok senelerin - devamı müddetince
yanından ayrılmayan ve her nüktesini, sözlerini, menkabelerini, rivayet­
lerine, kanaatlerini dinleye dinleye içine sindiren çok değerli hocamız
Pmf. Dr. Vehbî Eralp ve değerli araştırm acım ız Prof. Orhan Şaik Gök-
yay bunları (jördüfer. İkişer defa okumak lutfunda bulundular. Beiki
ücele not etmekden doğan bazt ksilime yanlışlıklarını doğrulttular ve bu
."îuretio ftserin yanlışsıs çıkmasında da âmâ! oldular.
Kendimi, Yahya Kemâl Bsyatlı üstadımızla her veîsileden fay-
dalanarats pek d® seyrek olmamak üzere konuşma saadetirıe srmiş sa­
var va hunıj hayatımırî emsal.'îsz bîr mashariyati telakki ederim,
!üi.<î?;:Hİann ömrü, «oylu snsiartlara gıbta ile geçm eli, soysusîanrt
hasedi 5İb gaçmemeü ve mutlaka ®n iyi işlerden gftiî kalmamalsdır.
Evet, bunu âdrak etmakdars fariğ mlmar>aak!a beraber Yahya, Kemâ! ite
«agîS görüşmek va ksrşıSaçmaktian mahrum kalmış olurlar, üzülmesin-
iör, bu cierlememl karıştıranlar, bsr dereceye kadar kendilerini banim
gtİJÎ Yahya Karnisi huzurunda bulunmuş snyabîlsrier,
!ste bîzö nasib olan bw fırsaîdan mademki bu kadar faydalandık.

-6 -
bu nimetden neden başkaları nasibini almasın? işte benîm kusurlarım
arasında bir iyi huyum da bunları neşr etmeği istememeitı oldu.
Bundan sonra, Süheyl'e ne m utlu, Yahya Kemâl İle bu kadar bu­
luşmuş, demek yok. İşte bu toplamaya sahip olanlar o huzurda im iş le r
gibi: müstefid olsunlar. Vakıa ona muhatap olamadıksa da, ona tabi
olanlardan tıpkı ondanmış gibi çok şeyler öğrendik, desinler v« buna
hak kazandıklarını bilsinler.
Yahya Kemâl bu çok İstifadeli konuşmaları ile Süheyl'e müessir
olmuş demekden ziyade, onu görmediğimiz halde biz de onun kadar
pek çok düşünce hususiyetlerine vakıf olduk' demelidirler.
Yahya Kemâl'in güzel sözlerinden ilham ını alarak vefatından son­
ra hakkında eser yayınlayanlar az değildir. Bunları ne kadar lezzet
alarak okuduk. Fakat gönjümüz bunları tahlilden ziyade biraz da ta m a - '
men onun m alı, malzer^ıisi olarak verilm esini izahlara gitm eğe lüzum
görmeyerek olumlu sâydîİc/ ^Ve^^ b o muhterem zevat ile
konüşıîialarmdan bir cüimîeV^ d ^ | buraya alm adığım ız gibi, mütofor-
rik olarak işittiğim iz nîeıîkabeleriirıi esas olanlardan da seçmeler yapıp
buraya koymadık.
Yahya Kemâl, birer afbrizmaşi gibi telakki ettiğim iz bu sözleri
arasına, bazan kendisinin veya başkalarının nazım ve şiirlerinden par­
çalar da eklerdi. Onlar esasen yayınlanmış bulunduğundan ilaveyi dü­
şünmedik. Mümkün mertebe bu gibi tekerrürlerden kaçındık. Fakat yine
de bu toplama içinde (tazı tekerrürler bulunabilecektir.
Aziz üstadım Orhan Şaik Gökyay ve sayın Vehbî Eralp'e, bunları
çıkaralım m ı dediğim zaman buyurdularki «Hayır kalsın, hem bunlar
çkadar çok değildir. Kalmasında fayda görüyoruz.» Demek ki, o da
bunları tekrardan zevk alırdı dedirtm iş oluruz.
Şu anda Yahya Kem âl'in, Namık Kemâl'in öldüğü gün doğmasını
hatırlarım; Demekki kemale sahib olanlar ölmüyor. Kaptan kaba boşa­
labiliyor. Bu gibi olaylar her haldis bir tesadüftür. Fakat tesadüflierf
de, uyuyorsa, keyfim ize katabiliriz. Bir Kemâlin yıldızı sönmüşse yeni
bir Kemâl kabul etmek Hoşa gitm elidir. Amma her ikisi de aynı işi
yapmış değildir. Neden? Çünkü lüzum yok. O zaman hadiseler Namık
Kemâl'e ihtiyaç göstermiştir ki çıkmış. Fakat Yahya Kemâl de tam za-
rnanında gelmiş, Bizi bize halkın olgunlaştırdığı d ili ile öğretmeğe ça­
lışmış, münevverlerin başı boş değil. Bazı nâdide fikirlerin ışığı altın­
da d a h a olgunlaşması yolunu göstermiştir. Bazı fik irle r doğar, fakat
onların zamanla bazı pürüzlerini düzeltmek icab eder. İşte topladığımız
bu sözleri ile, Yahya Kemâl, bu gibi düşünce aksaklıklarını tashih et­
me yoluna gitmiş ve muasırları ile yeni nesle bunun vollannı bildir­
miştir,

-7 - -
Su sözler her cihetten birer hazinedir. Çoğu, Yahya Kemâl böyle
demiş idi dîye, bazı nakiller de işimize yarayacalctır. Hem rahmetli
yad edilm iş ve hem de i>u olgun düşünceleri yayılm ış olur.
Biz bazı mütefekkir büyüklerimize ve hocalarımıza rastladık ki,
öldükten sonra unutulmuş olmaktan korkarlardı. Bunu asla ağızlarından
duymuş değilim. Fakat yakıhlarından bu rivayetler gelirdi. O zaman
şunu düşünmüşdüm. InsariV kuru kuru anılmaz ki. Geriye bıraktıkları
bir hayır, bir iyi söz, güzel bir’ fikir, iyi bir tavır ve hareketi varsa, öyle­
ce unutulmazlar. Öldükten sortYa yad edilm ek istiyenler, bu yoldan yü-
rümelidirler. Şüphe yok ki Yahya Kemâl konuşurken, bunlar benim
için de söylenecek sözlere bir gün esas olur dîye asla düşünmemiştir.
Ama hadiseler ve hayattaki çalışm alar bunu icab ettirir. Ve her zaman
söz arasında hatırlanırlar.
Hayatta bir 9 ün Qİur hçr ŞQy boş gider, fakat çalışma ve mah­
sûlleri hayatında maddî ve ruhî mükâfatına V^rar. Ve ölümünden son­
ra da, hakkında en güzel anmanın sermayesi olur.
İşte, Yahya Kemâl unutulmuyor ve unutulmayacaktır. Onun geri- ’
ye bıraktığı bîr çuval tohumdur. Yalnız iyi bir mahsul verebilmesi için
alm asını bilmeli. Onun bir zerresini dahi kaybetmemeli ve onun soh­
betine nail olanlardan en güzel taraflarını da toplam alıdır.
Yahya Kemâl asla taklîd edilemez. Onun en büyük hususiyetlerin­
den bîri de budur. Fakat pekâlâ bu güzel sözleri birer sermaye olur ve
toplantılarda da bitm emek şartiyle konuşulabilir. O zaman:
«Muhabbetten Kem âl'ler oldu hasıl
Kemâl'lersîz muhabbetten ne hasıl»
diyebiliriz.
Bu vesile ile üzülerek bir noktaya temas edeyim. Onun ne değer­
li bir kafa, ve kem aie mazhar olduğunu görmek istemeyenler bazı top­
lantılarda üstadı çekiştirirlerdi. Buna üzülürdüm. Müdafaa etmeğe Fü-
zum görmezdim. Zira küçük hislerinin bir boşalmasını temin ederler.
Ve muhakkak ki bundan rahatlarlardı. Bizce büyük adamların kusurları
değil, kemalleri ortaya konur. Bundan gafil gibi davrananlara bu ruh
haletlerinin bozukluğundan dolayı acınır.
O zaman. Birleşik Am erika'da tarih hocası H . Lamp'ın Kanuni
hakkında söylediği şu söz aklım a'gelirdi.
— ■ Kanunî öyle büyük bir padişah k i, hatâlarını bîr iki üç diye
sayabiliyor. Fakat hizmet ve faziletlerini sayamıyorsunuz, diye yazmış­
tır.
Bir de şunu diyebiliriz ki, bir insanın 4 9 hatâsı olupta bir lyı ha­
reketi varsa insarr oJ'arriar onun bu faztIet tarafını yad etm eli, bu su­
retle büyüklüklerini göstermelidir.

-8 -
Hareketlerim izde isabetli ve dikkaflf olm alıyız. Çünkü, bu gibi kü­
çüklükleri yapanlar teşhir olunamaz am a, muhataplarının kalbinde dam­
galanırlar. Ve mutlaka bir gün böyle cevaplarla suçlandırdırlâr.
Bu derlem eye başkaları ile konuştuklarından ve yayınlanan diğer­
lerinden bir misal dahi alm adım . Buraya koyduklarım ızın asıllan ens­
titümüzün Yahya Kemâl dosyasında hıfz edilm iştir. Arzu edenlerin
em irlerine âm âdedir.
Bu sözlerin çoğu hükümetimizin yetkili im ar mümessillerine ve
onların Vasıtası olan beJediyelerimızde b ire r anayasa gibi sayılm alıdır.
Bunlar aynı zamanda Türk çocukları ve gençlerinin de şahıslarını imar
edip, şâTüsiyete kavuşmalarının kanunu itibar edilm elidir.
Yahya Kemâl, şiirlerinde bizim konuştuğumuz d ili en güzel b îr
şekilde kullanm ıştır. Fakat muhabbetlerinde bize aşıladığı fikirlerin
m ân llah da ayrı bir olgunluktadır. Sonra, böyle bir hassas şairimizin
ilerlemesinde âmil olan ciddî eserleri ne kadar dikkat ile ve bir netice
çıkaracak titizlikde okuduğunun bir ifadesidir.
Yahya Kemâl tarihçi değildi. Yalnız tarihi bahisleri anlatm akla
kalmaz, aym zamanda yaşatırdı ve hattâ tâ, içine sokardı. Kaç defa
onunla Fatih'in ordusuna katılıp, fstanbul fethine dahi bİzferi İştirak
ettirdi, diyebiliriz. Yahya Kemâl o günün heyecanım 5 asır sonra bize
de duyuran bir büyük in san d ır Bu az hizmetmidir? Etrafındakiler! bu
gibi menkabelerle doyurur ve beslerdi.
Bu toplama tamam olup meydana çıkınca, aklımdan geçeni biraz
garip görünecek olsa bile, burada tekrardan vazgeçemiyeceğim.
Yahya Kemâl sağ oll Tanrı seni üzerimizden eksik etınesin, çün­
kü eserin var. Onun güzellikleri yanlız seni değil bizi de yaşatacaktır.
Bu; vesîle ile bu sözlerin bu şekle sokulmasında ve kontrollerinde
bence değerlerinden zerre kadar tereddüdüm olmayan üstadlarım Prof.
Dr. Vehbi Eralp ile Prof. Orhan Şaik Gökyay'a şükranlarımı takdim i
bir borç bilirirh. Bu hizmetlerinden dolayı her yanı ile bahtiyar olm a­
larını dilerim .
Dr. A. Süheyl ÜnvOr

-9 -
- 10-
Y A H Y A K EM Â LTE SO H BETLER İM İZ LİSTESİ :
t — 18 Şubat 19 3 4 Kadıköyü Halkevi konferansında
2— 10 Haziran 1 9 4 3
3 — 18 Haziran 1 9 4 3 Park O telde bir kısım öğrencilerle.
4 — 2 4 Haziran 1 9 4 3 Üçüncü ziyaret
5 — 1 Temmuz 19 4 3 Park Otelde
6 — - 1 /2 Nisan 1944 Y . M . Mühendis Ekrem Hakkı Ayverdi'de
(S elim Nüzhet, H idayet Fuad, Salih Fuad Keçeci, Tahsin Ö z,
Refik Ahm et, Sedaf Çetintaş ve Necm ettin Okyay ile)
7 — 2 9 /3 0 Kasım 1 9 4 4
8 — 1 8 /1 9 Kasım 1 9 4 5
9 — 19 Kasım 1 9 4 5
10 — 12 Şubat 1946 Maraş Gecesinde. (Annem , eşim ve çocuk­
larım la.)
11 — 1 7 Ekim 1 9 4 6
12 — 18 Ocak 1 9 4 7 Ekrem Hakkı A yverdi'de (Tahsin ö z , Salahat-
tin Refik ve Salih Keçeci ile.)
13 — 19 Ocak 1 947 E. H. Ayverdi'de.
14 — 19 Ocak 19 4 8 Park Otelde.
15 — 2 9 Ocak 1 9 4 8 E. H. Ayverdi'de (M ü n ir Nureddin, İzzettin ve
Tahsin öz ile ).
16 — 6 Şubat 19 4 8
17 — 10 Kasım 1 9 4 8 Ankara'da Ankara Palasda (A fi Canip, H alil
Vedat, T efik M ustafa, Rahmeti Beyler ve eşim le.)
18 — 11 Kasım 1 9 4 8 Ankara Palasda.
19 — 13 Kasım 19 4 8 Ankara Palasda.
2 0 — ^ 1 8 Ekim 19 4 9 Topkapı Sarayı Müzesinde, (Tahsin Öz ve Ha­
lûk Şehsuvaroğlu ile ).

- 11-
21 — 21 Oak 1 9 5 0 Cerrahpaşa Ha«tahanesi.
22 — 29 Mayıs 1 9 5 0 Park Otelde.
2 3 — 15 Eylül 1951 Park Otelde,
24 — 5 Aralık 195 2 Park Otelde Bir Kısım Öğrencflerim le.'
25 — 11 Mayıs 1953 T ıp Tarihi Enstitüsü'nde.
26*— 2 7 Kasım 1 9 5 3 Park Otelde.
27 — 10 Aralık 1 9 5 3 Tıp Tarihi Enstitusü'nde.
28 — İSİOcak 1 95 4 Abdullah Efendi Lokantasında.
29 — 12 M a rt 1 9 5 4 Abdullah Efendi Lokantasında.
30 — 19 Kasım 19 5 4 Park O telde (Faruk Haznedar, General Cevdet
Çulpan, Bn. Nadide ve Ayten.)
31 — 3 Aralık 1 9 5 4 Tıp Tarihi Enstitusü'nde.
32 — 2 0 Aralık 19 5 4 Tıp Tarihi Enstitüsü'nde.
33 — 15 M a rt 1 9 5 5 General H alil Sedes'te (Ebul Ü lâ, Sıddık Sami
ev Haluk Şehsuaroğlu ile ).
34 — 9 Aralık 195 5 Tıp Tarihi Enstitüsü'nde (O peratör Ali Rıza Faik,
İsmail Ünai, Prof. Fazıl IMoyan ve Ahm et Yakuboğlu ile .)
35 — 2 9 M art 1 95 6
36 — 20 Haziran 1 9 5 6 T ıp Tarihi Enstitüsü'nde.
37 — 5 Aralık 1S56 Tıp Tarihi Enstitüsü'nde (3 0 Kişi Huzurunda.)

-1 2 -
KAİNAT
VE
ALLAH

— Fa:sGal çok büyük bir adam. Modern Melâmî.


Bu kürre-i arzın etrafı, nih ayeti olm ayan bir sirkon-
ferans (daire) ve her yer merkezdir. Bundan bir rubaî
çıkardım, ü ç m ısraı benim , birincisi Pascal’m.
(<. Bomboş sonu yok m uhit hep merkez
H allak ne canibdedir insan bilemez.
İdrakini yorma, zevke dal gülşende
Gülrenk lebinden öpülür duhteri rez.;j
— Eski Peygam berler coğrafya bilm ediklerinden
zannederlerm iş k i bir sem a var, bir yer var. B ilseler ki
bu bir kürrei arzdır, altı yine sem a’dır. D öndüğünü an­
cak 300 senedir biliyoruz. Beşeriyet bu m uam m a içinde
m ilyarlarca senelik. B eşeriyet de yenidir. Beşeriyet bir
cinstir ki, evveli var, âhiri var. în sa m h da sonu gelir.
Topraktan her ‘s efer yeni bir şey gelir.
M uam m anın kuvvetine bakın, in sa n bel kem iğinin
ve kaburga kem iğinin bugünkü duruma gelm esi için
birkaç m ilyon seneye ihtiyacı varmış. N atıka (konuş­
ma) ve gülm e. H ayvanlar gülm ez ve söylem ez. M ilyar­
larca sene lâzım . '
«Natıka» bizi hayvanlardan ayırır. Lâkin bu insan­
oğlu ikam et ettiği küre-i arzın bir yıldız olduğunu 400
senedir öğreniyor. Bel kem iği için m ilyonlarca sene lâ­
zım. B unu hâlâ bilm eyen kabileler var. Hazreti Muham-
m ed’in bu tarzda çok âkilâne görüşlerinden biri de m i-
raçdadır. Çok nazarı dikkatim i çekmiştir. A llah’ın da­
vetine icabet ediyor, ik i saat içinde oluyor. Cebrail ön­
de;. gidiyorlar. Gidiyorlar.
Bir yere geliyorlar ki, (sizi yalnız bırakacağım . Be­
nim m ezuniyetim buraya kadar. Siz yalnız gidebilirsi­
niz. Zira yaklaştık.) diyor.
-1 3 -
Kendisi, yalnız olarak, A llah’ın karşısına çıkacak..
Hep tüller. Hep gidiyor,^ Tüller. Sonrasını anlatmıyor.
Demek ki görülmez bu. Peygamber görüyor.. Fakat söy­
lemiyor. Gördüm, diyor. N asıldır diyene söylemiyor. Söy­
lemez. Muammadır diyor. Çok zekice.
H ıristiyanlar da Allah'ı insan gibi telâkki ediyor..
Peygamberlerden sonra Peygamber çıkmadı. Peygamber
olduklarını iddia edenler zuhur etti. Hazreti Muhammed
o itibarla sondur, P ^ gam b erlik onunla sona ermiştir.

MEVLANA
VE-
TASAVVUF

— Mevlânâ âyiûlflfe bir gazelim vardır. îsm â il De-


de’nin kâinatı.
M evlâna’ya pek vakıf değilim,, ama,, yine de’ öiıun
hayranıyım.
îsmâ'il Dede’nifiî kâıinatr: BfeyhiHdeldi kâinatı Mes­
nevi şevkini eflâke çıkarmış.
•— Mevlâna B elh’den vatanım ızın en mağdur ve en
mazlum zam anına geldi. Babası Sultaiîül-U lem a ile
B elh’den geldiğinde yedi yaşında. I22S dö: gelmiş, Cengiz
;ââmanı katliamdan kurtulmak için.
Şeyh deyince şim diki gibi saym ayın. Tebaası var,
Konya p zaman perişan. K onya’da öaıhacirlefdenv
’Tebriz’den gfelöıiş Şpmsi Tebrizî var. Dinââaik ruMamn'
en harikuladesi. M evlâna’nın üstadı oluyor. Tasavvufun’
esası olan vahdet-i vücut felsefesini aşılıyor. Onufi' ter­
biyesinde yetişiyor. Talebesi, yani müridleri var. Oğlu
Sultan Veled çok iyi yetişmiş.- Mevlâna- iki eser bırakıyor.
Birisi Mesnevi, diğeri Divan-ı Kebir, Nesirleri de var.
Mesnevi muhakkak yalftTz JElevlânâ’hın. Fakat Mev-

-1 4 -
İĞvi’ler derler Asıl eseri Öîvan-ı Eiebir’Üir, Divan-ı
Kebir’de çok serbesttir. Siıriıll m ezfiepl6finl köllkyan hâ­
li var. Vahdeti vücut gizli kapaklıdır. Üleöıa; Mieshevi’yi
tekfir etmemiş, D ivan-ı Kebir’i tekfir etm iştlr.>
Mevlâna ne muazzam adam. Divan-ı Kefcir’de 1500
rubai var. im an m ülhem, im an kuvveti, ir a n lıia r Mes­
nevi lisanını bilmezler. Divan-ı Kebir m uhkem ,’fnökem-
mel. Meft-unîâi’i söylem iş.
Hindistarı’da bulunan Divan bizdekinden büyük. Nu-
ruosm aniye’deki yazına nüsha daha küçük. M emlekete
göre büyüyor, küçülüyor.
Sonra, Mevlevi tarikatım M evlâna’ya ,^şık olanlar
çıkarmış.. Sema ederdi, ney dinlerdi diye Mevlâna haya­
tın ı yazmışlar. Konya'daki Asitane teşekkül etmiş. Mu­
sikişinaslar ve şairlerle büyümüş. Türkiye’de pek çok
M evlevihane vardı., İran, H indistan, M ısır ve Halep’de
bile var.
Vahdet-i vücut, M evlâna’ya ve tarikine o kuvvet ve­
riyor.
D inler ikiye ayrılır. Panteizma: Vahdet-i Vücut. Y u­
nanı, İranı konsepsiyon. B ütün m ahlûkat U lûhiyetine
b ir cüzüdür.
Monoteizma: Vahdaniyet. Eski îbraniler’den geliyor.
B ir Allah va,r. Hâlik, o m ahlukâttan ayrılır.
İşte M esnevî’n in başında gizli surette bu nazariye
görülür)
N ahifi tercümesinden: D inle neyden... Tabiatın sesi
N ey’den.
Mevlâna, Vahdet-i Vücut nazariyesine M esnevî’den
başlar, Sünnîlik ve başka şeylere kaçar. Vahdet-i Vücut
bize üç m enba’dan girmiş. 13. asırda. Hülâgü katliâm ı
, zamanında. Arap, Acem ve Türk’den.
Eşraf ve Selçuk hanedanı kaçmış. Köyü yalnız kal­

- 15
-
mış. Çok ıztıraplı birşey. in san kitlesinin birşeye sarıl­
ma ihtiyacı var, «Horasan erleri». Cengiz’den kaçanlar
gelmişler. Taptuklar v.s... T eselli vermişler.
Arap’dan Muhiddin'i Arabî ile gelm işler. Muazzam
alîm. Aslen Endülüslü. Galiba K onya’ya kadar gelmiş.
Damadı Sadrüddin-i Konevi.
Vahdet-i Vücut nazariyyesi çok mudil (karışık ve
çapraşık) halk nufuz edemez. «Havas» zümresinde kal­
mış.
Türk’den gelen Ahmed Yesevî'den. Bunlar Horasan
İl. Türk Edebiyatını, Türk halkı çabuk anlıyor. Türkçe
olduğu için.
Gelen Horasan erlerinden biri Hacı Bektaş Velî.
Kırşehir’de bir tekke yapmış. Onun için herkes oraya ya­
pışmış. Oradan Bektaşîlik ve M elâm îlik yavılm ıs. Aran
ve Acem kolundan geleni de öğrenmiş. Sonra buna ha­
cet kalmamış. Arap ve Acem’den öğrenm iş, sonra Melâ­
m ilik çıkmış. Yüzlerce şeh it vermiş. Zamanımıza kadar
da geldi. İşte ayni zamanda çok güzel şiirler bıraktılar,
Melâmiler. Bilhassa, onlardan Nev’îzade Ataî, lyiurad-ı
Rabî zamanında dünyevî şeylerle iftihar ederlerdi. fSöy-
leyenler kendisini bilmez, bilenler söylem ez), (Cûylar
kim yardılar deryaya hâmuş oldular)... gibi lâ tif şeyler
söylemişlerdir.
İslâm iyet bunu tekfir ^ e r . M üslümanlar tey’il eder.
Tam yahdanî birşey.
Konya softaları Mevlevilere düşman.
Ya Allah ayrıdır, ya bizim le birdir. Te’lif edilmez,
ama telif etmişler.
TARİH
— Uzun .H asan’a karşı zafer, Türk’ü şiilik tahakkü­
münden kurtarmaktır.
— Patrona.'Halil ihtilâli sosyaldir.
— R um eli m uzafferiyetleri, Varna, K osova... Türk>

~ 16 -
lüğün diğer m uzaffçriyetlerine benzemez.
— OsmanlI 'Padişahları m uzafferiyetleri zamanı İha-
ta noktasından mühimdir. Hiçbir m uzafferiyete teşbih
edilemez. Sonraki Napolyon ve Hitler Harbleri, zaferle­
ri mekânidir, geçicidir, N eticeler mâlum, v6Q0 sene R u­
m eli’de kalmışız. Suriye ve Mısır’da 400 sene kalmışız.
— İstanbul F eth i’ne ait birşey yok. Tursun Bey bu­
günkü dile çevrilm esin. H erşeyiyanhş. Bursa’Iı Cebe Ali
Bey biraderi, tarihi kırk sene sonra yazdığından un ut­
muş. Görüş adesesi Mahmud Paşa ile. F atih ’le bulunm a­
mış.
«Tursun Bey hatıratı»nı Meşrutiyet zamanında Said
Paşa’dan öğrendik. Bunun bizde el yazması var, dedi:
B unlar m eçhulattan. Fakat m alu m bir vak’aya baktığı­
mızda m uhayyelem ize fazla yer yok.
îb n î K em âl’in M uhaçnâmesi var. K anunî Sultan Sü­
leym an’ın o zam an m üftüsü. îb n î Kemâl çok âlim, m ü­
kemmel nâsir. Yazdıklarında M ohaç’dan başka herşey
var. Y alnız Muhaç yok içinde. Laflar ve ne istersen var,
Muhaç yok. Nesrimiz bu kadar feci, tki cahil: Evliya
Çelebi ile silahdar yetişm eseym iş fena; eseri im lâ yan­
lışları ile dolu. Ama yine de bunlar olmasa imiş tarihi­
m izi bilmiyecekm işiz.
— Kritovulos F atih ’in lehindedir. Fakat Türk m ille­
tin in aleyhindedir. M illete Barbar, diyor.
— Eski ve yeni odalar banisi F atih ’dir, Asıl merkez
yeri odalar. Şehzade Camiî yapılınca yeni odalara dönül­
dü. (Orta Camii) değil, (Ortalar Camii) dir. Yeniçeri
merkezi yeni odalar, yani Etmeydanı.
— Yeniçeriliği K anunî bozdu. Adedini çoğalttı. Rağ­
bet çoğalınca bozuldu.
— Y eniçeriliği asıl bozan Veledeş kanunudur. U le­
m ayı bozan-, beşik ulem ası, Tekkeleri asıl bozan da baba­
dan oğula geçmek.

-1 7 -
— Vak’ai Hayriye hazırlanırken îzzet Mehmed Paşa
Sadrıazam. Saray-ı Atik) kadınları tahliye edilmiş, Eski
Sarayın sonu. Muharebe başlayınca Ağa Hüseyin Paşa
beraber yürümeğe başladılar. Tersane ve Tophane as­
kerleri, (talebesi ulum)' ve halk hücum ettiler. Y eniçe­
ri sinmiş. Y eni Odalar’a dolmuş. Eski odalar Şeyhzâde-
başmda. Y enileri Et meydanında. Bayezidde iki kol ay­
rılmış. Ağa Hüseyin Paşa Şehzâde’de. İzzet Mehmed Pa­
şa da Aksaray’dan gelip sarmışlar.
( Karacehennem İbrahim Ağa, Cesur bir adam. Y eni­
çeriler Şehir içinde top atılır zannetm em işler. Tomruk
dairesi topa tutulm uş. «Odalar» böyle fethedilm iş. Y eni­
çeri kaçsın diye göz yummuşlar. N itekim katliâm olm a­
sın diye yapmamışlar. İstanbul’da 6-7 bin kişi ölm üş.)
Ağa, Hüseyin Paşa ordu, ile Eski Sarayı işgâl etmiş.
Sonra yeniçeri taraftarları uyanarak yangın çıkardı. Ah-
şab yangın kulesi yandı. Ağa Hüseyin Paşa yangını sön­
dürdü ve eşki Sarayı terketmedi. îlk Serasker Ağa Hüse­
yin Paşadır. Her daire teşekkül edince yeni bir bina ya­
pılıyor. Eski Saray kalktı, sonra Babı Seraskerî ö,ldu.
Ağa Hüseyin Paşa cahil. O zaman en gözde ve gayretli,
modern adam Hügrev Paşa. Ağa Hüseyin Paşa azlolun-
ca yerine geldi.
Aynen X uhcu Sari gibi bir esvab yaptılar. Başka
şapka olmuyor. Cezayirliler fes giyiyor. Tersane Acemi-
oğlanları fes giyiyor. Alışıklık var. Padişah ve Sadrı’azam
sorguçlu fes giydi ve gâvur elbisesi giydiler diye irtica
ve reaksiyon olmadı.
M aattessüf Rus Harbi çıktı, Ruslar babasının evine
gîder gibi Eflâk Buğdan’a, Bulgaristan’a ve hatta Edir­
n e’ye kadar girdi. Sultan Mahmud ham iyyet gösterdi.
1229 da Edirne muahedenamesi.
inkilâp’da inat etti, Mehmed Ali ile ihtilaf. Sonra
sulh. Sonra İki sene kadar karışık bir devir.

-1 8 -
Hüsrev Paşa Sultân Mahmüd’u Mehmed Ali’ye sevk
etti. 1232 de Harp başladı. Mehıried Ali oğlu İbrahim
Paşamı Akkâ’ya sevk etti. Abdullah Paşa orada mukave­
m et edeceğine teslim oldu. İbrahim Paşa K ütahya’ya ka­
dar geldi. Ağa Hüseyin Paşa ihtiyardı, öldü. Yerine Gür­
cü Reşid Paşa geçti.
Mısır ordusu tâlim görmîış. Bizimki 7 senelik. M eh­
med Ali oğlu İbrahim’in OsmanlI Ordusunu yenmesi
-807-1808 de (Nizamı Cedid) bizde kaldırılmış, fakat Mı­
sır’da kaldırılmamış. Fransız m uallim leri ve Süleym an
Paşa tarafından oradaki ordu yetiştirilm iş. Biz daha çok
Lazlardan asker alırdık. Talim li olan talim li olmayana^
galebe, çalmıştır, K üthya’da bizim orduyu kandırıyorlar.
H afız Paşa mektebi Harbiyeden mezun amma be­
ceriksiz. Fakat Sultan M ahmud’un itim adı var.
Moltke N izib’jde var: 1838, K onya’da yok: 1833. K on­
ya’da İbrahim ' Paşa’ya iki defâ mağlûp olmuşuz. Ordu­
muz perişan. Reşid Mehmed Paşa K onya’da yalnız kal­
mış. Ordu serapa firar^etmiş. ibra:him Paşa Sadrıazama
sadrazam hörm eti yapmış. Şehir şehir sadnazam la K ü­
tahya’ya geldiler. Sultan Mahmud korkusundan Rus ta­
rafına iltica etti.
Bu ilticada Rusya Beykoz’a 40.000 asker çıkardı. İn­
giltere şaşırdı. Bütün dünya, Devleti Osm aniyenin battığı­
na hükmetti. İngiltere ne yapacak bakıyordu. İngiltere
Fransa’yı tehdid İle hahgi taraf dansın? 24 saatde haber
ver, dedi. Louis Philip korktu ve İngiltere’ye iltihak etti.
M em leketten ayrıldı. İngiltere, Fransa ve Prusya bera-
bei’ oldu. İtalya’ya kapıldı. Avrupa konseyi teşekkül etti.
tngilîere ki,. istaribüF seıfinne
eı^ret. Mehmed A li^ e Fransa’nın ;Ondari ayrıldığını bii-
{iırsin. Ordu K ütahya’d a n çekilsin. Beh de senirije bera-
değilim. Şü vaziyete a n la tı ki, İbrahim İstanbul’a

-1 9 -
giremez. Oğlunu K ütahya’dan çekti. K onya’dan çekil de­
diler. K onya’dan çekilmem dedi. Devletler nam m a Rus­
ya’ya nota verdi. Biz tam am iyeti m ülkiye taraftarıyız.
Sen ne dersin? dediler. O da tam am iyeti Mülkiye taraf­
tarıyım , dedi.
Feleğin ve mukadderatın bizi kurtarmasına sebeb ol­
du. Rusya şim di onlar beş kişi. Ben bir kişiyim. Neye
harbedeyim dedi.
Eğer Fevzi Paşa’yı yaltaya gönderip iltica etmese
idik, Sam sun’a kadar ben işgal edeceğim, deseydi onlar
çıkmazdı. Vazo kırılınca tam ir edilmez. Birinci Nikola’-
dan bizi tem am iyet kurtardı.
Mehmed Ali K onya’dan çekilmem deyince 6 sene m ü­
zakere edildi. Anadolu elim izden çıkmış. Toplanma yeri
eski Malatya. Hafız Paşanın yeri. Karargâh orada. Esas
onun. 1838 senesine girdik. Mehmed Ali halâ direnme­
de. İngiltere bizi ona karşı sevkediyor. O zaman Moltke
var. B izim ordu yürüm eğe başladı. Mehmed Ali harb et­
m eyin diye yalvardı. Fellah M ısır’ı zaif görüyordu. Bağ-
dad ecnebi taarruzdan emin. Arkada Basra ve Arabistan
var.
Plurşid Bey, parayı Arap rüesasına kaptırdı, parasız
kaldı. Askerine verecek birşey kalmadı. Bizim ordu yü­
rüyüp Nizib’e gelince, Süleym an Paşa ve İbrahim Paşa
bizim ordunun efradını para ile kaçırtarak bir günde
mağlup ettiler. İngiliz yüzünden başımız belâya uğradı.
Nizib haberi gelmeden Sultan Mahmud öldü. Nizib
ölmüş, fakat haber gelmemiş. Hemşiresi Esma Sultan’ın
Sarıkaya’da köşkünde 56 yaşında öldü.
*
it ir ■

— Biz acaib rejimlere tabiiz. Bizde meşrutiyet oldu


ama bizimki gibi oldu. Diktatörlük ve Cumhuriyet oldu
ama bizim ki gibi oldu. Eskiden rejim lere iman vardı.
Şimdi risjimlere iman -yok. Osmanlı H anedanının 600

-2 0 -
sene durması sebebi bu imandan. Halkda işu iman var­
dı ki bu sülâle devam ederse nizam ıâlem devam eder.
Sığaya çekilen Padişah devlete itaat etmemiştir. Zım­
nî veya tahteşşuur: Devlet nizam larına hörmet etmedin.
Seni sığaya çekeriz, diyor. Vak’ai Vakvakiye’de (ayak di­
vanı) ve Sipanilerin yaptığı budur.
Bayezid-i Veli’nih sıygaya çekilmesi. Dem işler ki sen
serdarlık etmiyorsun. Acemden, Çerkes’den dayak yedin,
sen yapamıyorsun? Padişahlık ayak üstünde olur. Oğlun
yerine geçsin.
Bayezid-i Veli iyi bir insan. Amma Osmanlı. Padi­
şahı serdar olm adım ı dayak yiyor. Y eniçerinin dediği
ölur. 20 sene dayak yediğim iz Çerkeslere Yavuz dayak
attığı gibi onların padişahlarını im ha ediyor ve Acem’e
dönüyor. Y ine aynı m illetle başta iş gördü. Zira yapma­
sını biliyor.

**
— Dâhî yoktur, yalan. Ne Napolyon ve ne diğerleri.
M istik bazı insanlar dahiye inanırlar. Jül Sezar bütün
insanlardan biraz başkadır. Çok da başka olamaz. Zira
insan tabiatı buna mani.
Bir de çok seziş vardır. İnsanlar budur, yaratamaz­
sın. O insanları tanım ak meselesi. Yavuz, başa geçince
hem en değiştiriyor, laikin mevcudla. H atta kendine iti­
raz edenlerle. Sinan Paşa saltanatına itiraz etm işti; Si­
nan Paşa’yı Anadolu Beylerbeyi yaptı. B ilir ki Şah İs­
m ail’e bununla gidilir. Sinan Paşa ve Haşan Paşa ile Çal­
dıranca gidilir. Seziş kuvveti.
— İhtifaller ve arm ağanlar elzemdir. İfratlara neü-
zübillah.
— Padişahlar bir muahede’de kazandığı şeyi değişti­
remezler. Muahedeye^ dokunulmaz. Zira bütün muahede
sarsılır.
— Tanzim atın ne kadar hayranı olsak yeri vardır.

-2 1 -
o kadar itidal ve derin düşünmek vardır ki,- asıl m esele
de budur.
•b
* K
Tanzimat diyoruz. Eski rejimden yeni rejim e geçme.
N asıl uymuş ve uydurmuştur. Eski silahlarla vuruşulmu­
yordu. O kadar ustalıkla hareket ediliyor-ki düşününüz.
Mahkemei Şeriye’de Fransız ceza kanununu tatbikine
ustalıkla ve ne normal geçiş. Fesi mezar taşına soktu. Biz
sokamadık. Olsaydı sokardık. Onu stilize ederek yapa­
mazdı,
— Y eni mezarlık ne şenaat. Hangi m illetindir belli
dpgil. Kapısında edebî bir lâkırdı. Burası sükûn yeri, böy­
le şiir olur mu?
— OsmanlI çok yaman. Bizans gibi kendine çok faik
bir medeniyet payitahtını alıyor. Kendi m ezarlığım ko­
yuyor. Ondan birşey konmuyor. Ondan başkasını koyu­
yor. Hamamı alıyor. Türk yapıyor. Mezarlıklar sırf Türk.
Hamam esasen R om a’nın. Acem ve Arap’da yok,”Oralar­
da OsmanlI devri ham amları var, AvrupalI Romen ha­
mamına Türk diyor. Çünkü onlar da bizde görmüşler.
Bizans şiir Edebiyatında bizim kayık yok. K ayığı da
icad etmişiz. Bizim ki ne zarifdir^
— Vekayii tarihiyeyi kendi vicdanım a vururum. 93
harbinde ben olsam ne yapardım? 1876 da bulunmak
şartıyla düşündüm. Ben de Tuna’yı eli kolu bağlı vere­
mezdim. Bir devlet tasfiyesinde ham iyetli bir insan buriu
yapamaz.
Bugün Tuna için yapılan yarın K onya için yapılır.
Rus harbi mukadder, bin defa mukadder.,,
- - Resul, nebî almam ışız. Peygamber diyoruz. H a­
ber verici m anâsına Farisîden gelme. M üslim demiyoruz.
Müslüman almışız. Bu da Farisî. Çaryar, cihari yarı gü-
zin, Acemcedir. Arapdan almam ışız,
— «Dârâ zamanında konuşulan dil. Gobineau H istö-

-2 2 -
ire de la Perse: 2 cilt. Onu okuyun. Abidevî bir eser, tranı,
K adisiyle muharebesi ikiye böler. O kadar şedMdir ki. Es­
ki iraıi orada lisa n iy le,. diliyle birgünde yok oldu.. N asıl
ki Vezüv bir gecede Pom pei’yi kül altında bırakmış. Arap-
1ar Ispanya’da Gotları yok etmiş.
Acem eski şiirde veznini halâ bilm iyor. M üslüman
Acem sırf yeni bir teessüs. Arapça öyle bir yerleşiş yer­
leşm iş ki. İşte biz islâm iyeti endirekt olarak bundan te­
lâkki ediyoruz. İslâm din ve ilim lerini ve devletini hep
Acemden alıyoruz.' Arabistan bu kadar sene bize bağU,
ondan almam ışız.
Bizim nem iz var, nem iz yok, çok şeyim iz Acemden
alınm ış. Padişah farisî bir sözdür. Oğlu ism i Şehzadedir,
iskem le ismi taht, oturduğu şehir payitahttır. Sarayın­
da ne varsa rikâbdar, sancakdar, silahdar, dar...dar. dar..
Hep Farisî. Adetler farisî.
Selçuk zamanında büsbütün. Keyhusrev, Keykavus,
bıi.sbütün Acem. EsKI Bizans m üellifleri Selçuk’u Acem
itibar ediyor. Vakia Selçuk’da Alp Arslan’da ve Melik-
şah’da sonra Acemleşmiş.
Türkler, Anadolu Selçukluları sayesinde bu güne gel­
m iştir. Şiî olsaydık, Acem olurduk. Şiî M üslüman amma,
Acem müslüman. Şiîler Acemleştiriyor.
Sünnilikte Kürt, Türk ve Çerkeş oluyorsun.
Bizim sebebi zuhurumuz Sünniliktir. Ve devamımız
yine ondadır. Ecdadımız M averaünnehir’de Sünniliği,
Şiîliğe karşı m üdafaa vesilesi diye almış. Bağdad halifesi
Ali Beye, Acem hanedanı tazyiki altında şiîliği kabul et,
demiş. Ordüsu da yok, ne yapsın? Selçukları çağırmış,
bunlar için tam fırsat. Sünniliği m üdafaa vesilesiyle Ho­
rasana hücum ile Âli B ey’i def ettiler. Biraz ilerlesem,
Irak’a gitsem dedi; Tuğrul Bey dördüncü batında,
Selçuk Horasan’a yerleşince Dördüncü batında Tuğ­
rul B ey’I verdi. Bağdad Şiîleşm iş. Kerh şehri Şiiliğin yu­
vası idi.
-2 3 -
H alife, gel, bizi buradan kurtar, dedi. -Tuğrul B ey’in
istediği şey, Bağdat’a girdi. G elenler belki vahşidir diye
H alife korkmuş, m ahzenlere saklanm ış. Tuğrul Bey, Ha­
life bizden neden korkuyor, demiş.
Düşünün kurtaranlardan koricmuş.
50 Sahanlı yemek ikram etmişler. Bizimkilerin at sü­
tü, sarmusaklı yemekleri m utadı idi. Sarayda yedikleri­
nizi beğendiniz mi? dem işler de iyi ama sarm usağı eksik
demiş.
Tuğrul B ey çok siyasî. H alifenin elini öpelim, bizim
halifem iz, demiş.
— Sen şuraya otur, halifesin. „ tslâm iyeti idare et.
Yer yüzünde vekilin benim demiş. M inberlerde halifeden
sonra ism i söyleniyor. H alife m atbu’u mevkiine düşüyor.
Tuğrul Bey iki sene sonra öldü ,oğlu yok. Çağrı Bey
kardeşi, o da ölm üştü. Onun oğlu Alp Arslan. H alifenin
vekili sıfatıyla tahta geçiyor telâffuzu A tillâ’dır. Silivri’­
ye kadar gelmiş. Yukardan Avrupa’ya geliyor. Hunlar ve
Bulgarlar Turanı kavim.
— Bizde cehalet telâkki ediyor. Bizde cehaletin en­
vai var. Cehalet zehir. Allah çok vermez, ölçülü verir.
— Sünnîlik sebebi vücudumuz olmuştur. Fatih, Ya­
vuz, K anunî ve Muradı Salis Sünnîliği müdafaa için bir-
raber Vezüv ind ifain m Pom pei’yi m ahvettiği gibi yok
etti. Araplar iki m illeti mahvetti: 1— Acemler, 2— Got-
1ar’ (Ispanya’da), Araplar İran’ı fethedince H indistan ve
Çin’e bile geçtiler. Ne ise Şim âle doğru gittiler. Kutaybe
bizim ecdadımızı dine davet etti. T arihin en büyük ehem ­
m iyeti haiz oldu.
Araplar, İslâm iyet inkilâbından sonra islâm iyete da­
vet etmekle Türkleri keşfettiler. Araplar 200 sene sonra
düştü. Amma bu sefer İslâmiyet Türklerin eline geçti.
Kuteybe’nin gitm esi ehem m iyetlidir.
Ecdadımız peyderpey m üslüm an oldu.

-2 4 -
Asıl ecdadımız Selçuklular. Tuğrul Bey, biraderi Çağ­
rı B ey’in oğlu ve H alefi 1060 da kiendi yerine geçince,
Anadolu fütuhatına girdi. M alazgirt’de 1071 de Anado­
lu ’ya girdik.
Anatolikos yalnız Konya diyarına denir, bütün Ana­
dolu’ya denmezdi. Selçuklular Van cihetinde taarruz et­
tiler. Malazgird vücudumuzun olduğu yerdir.
Alpaslan Agustos’da Malazgird’i kazandı. Tarihin en
m ühim ve m üthiş m uharebelerinden biri. Çünkü Türki­
ye’ye vücud verecek ve Türkiye oradan çıkacakmış. Av­
rupa başına birçok işler çıkaran m illet buradan çıkacak­
mış. Bizim ecdadımız İran içinden peyderpey (diyarı
Rum ’a) aktı. Roma diyarına geliyoruz. Anadolu’da hal­
ka Rum deriz. R o m a -R u m , R u m -R o m a lı, demek. Hep
Kostantinden kalan hatıra, Araplara geçmiş. Onlardan
bize geçmiş.
M alazgirtten 10 sene sonra, bütün Türk aşiretlerinin
Anadolu içine yürümesi 10 sene sürmüş. Anadolu fatihi
Süleym an bin Kurtulmuş, ordu ile Üsküdar’a gelerek
Ayasofyayı gördü. Süleym ân izn ik ’e girerek oraya yer­
leşti.
izn ik ’de İstanbul fethine az birşey kalm ıştı.
tznik’e yerleştikten 15 sene sonra tarihde im ponde-
rable (intizar edilm eyen), (hesapta olm ayan) hadiseler­
den biri çıktı.
Kudüs'i fethe Haçlı ordusu geldi. Bizi tznik’den attı­
lar. Mukadderatımız değişti. Bizim kiler m üthiş harp et­
tiler. AvrupalIlar hayret içinde kaldı.
’ Ne m illet bu dediler. Birinci kolu yendi, ikinci kol
çok Ş İÎ katlettiler. Sünnilik Şiî olmamak demek. Şiî o l­
madın mı Acem olmuyorsun, demek. Bu manâca güzel bir
telâkki, bu sayede biz Türk kalmışız.
Anadolu Selçuklarım beğenmiyorlar. Onlar olma-
saym ış Türklük mü varmış? Ne oldu İran Selçukluları?
Acemleşti.
-2 5 -
— Köprülü Mehmed Paşa, Haşan Paşa hanında m i­
safir iken sadaret teklif olunmuş.
— F atih 31 sene saltanat sürdü. Lâkin Mahmud Paşa
sadareti zamanı parlaktır. D iğerlerinde o parlaklık yok­
tur. Mahmud Paşa sadrı’azam olm adığı zaman da yani
Bosna, Mora ordular, ve K aptânı Derya olduğu zamanda
dalma parlaktır.
— B iritiş Muzeumda Alparslan’ın bir minyatürü var­
mış, R auf Ahmet Bey söylem iştir.
— Din değişm esiyle (H ıristiyanlığın zuhuru ile) Kü-
rei arzın bu kısımda mühim bir .tahavvül oluyordu. İkin­
ci birşey değişiyordu. Payitaht Rom a iken buraya (İstan­
bul’a) gelince yeni ve eski Roma olamaz. Ahali Romen
değil Elendi. Lisan, din ve ırk değişecekti. K ostantin bel­
ki bunun farkında değildi. M illetler yerlerini değiştir­
mişlerdi.
Bu hep Roma üzerine geliyor, tik harekete geçen Ger­
menlerdi. Bizansı ezeceklerdi. İşte K ostantin’in 330 da
buraya verdiği şeyler. O zannediyor ki burası eski ve te­
m iz bir Rom a olacak. Halk Lâtince konuşacak ve Roma
Saltanatı devam edecek. Annesi ile H ıristiyanlık el altın ­
dan saraya girmiş ve Elena’n m annesi H ıristiyan olm uş­
tu. Askerin çoğu Hıristiyan, K ostantin düşündü; Asayiş
ve siiiîı ve sükûnun m uhafazası için H ıristiyanlık da ser­
best olsun, Putpei’estlik de.
Hıristiyanlık serbest bırakılınca hem en kiliseler yap­
mağa başladılar. Biraz sonra Putperest m abetlerini yıka­
rak mazlum mevkiinden zalim m evkiine geçtiler.
Hıristiyanlık gaz yağı gibi parladı ve etrafa yayıldı.
Hiristiyanlar galip geldiler. Bu aralık (H iristiyan veya
değil), İzm it veya Hereke taraflarında öldü. Cenazesi Fa­
tih civarında bir yere gömüldü.
Hanedanı da 30 sene kadar durabildi. Jülyanus is­
minde güzide bir genç, putperest terbiyesi alm ıştı, tahta

-2 6 -
geçti. H ıristiyanlığı sevmiyordu. Gayret gösterdi. Hiris-
tiyanlar (mürted Jülyanus) derler. Acemlerle muharebe­
de öldü, ölürken Tuas Vaincu G allileen «G allileyi yen­
din» diye bir rivayet var.
Sonra, vaktiyle Rom a’da olduğu gibi en kuvvetli Ge­
neral kral olm ağa başladı. H iristiyanlık günden güne
yerleşti.
(Burüncu Teodos) 1360 de H iristiyanlığı resmî din
yaptı. K ostantiniye’de 30 sene sonra latinceyi kim se ko­
nuşmuyor. Ğarb ve Şark farkları bu suretle başladı. K ay­
ser Rum ca konuşuyor. D in Hıristiyanlık.
Anlaşıldı ki, Rom a’dan başka bir şeye K ostantin far­
kında olmıyarak vucut vermiş. Şim di Rumlar Roma
anane ve dinini reddediyor ama arazisini istiyor. Lâkin
R om alı olmak istemiyor.
R om a’da papa' yok, bir piskapos var. Binaenaleyh
İkinci Teodos zam anından sonra Lâtinlik tam âm iyle unu­
tuldu, Putperestlik m em nudü.'Bizim zamanımızda gâvur
olmak ne ise o da öyle oldu; .
Ortaya bir Rum imparatorluğu, (Bizans) çıktı. İtal­
ya kendisine yabancı idi. Biz Rum diyorduk. Biz nasıl
Rum kelim esini benimsedik. Oraya gelelim.
Derken İslâm iyet zuhur etti. Hesapta olm ayan bir-
şey Hazreti Ömer zamanında Yenbuğ m uzafferiyetini ka­
zandı. Kadisiye m uharabesiyle 3 harbi vardır. M uzaffe-
riyet sebebi Yenbuğ, Kadisiye ve Mısır.
Birincisi, Bizans’ı Suriyeden kovdu. K adisiye, Acemi
kovdu. Mısır’da Fustata’a girdi. Herakliyos sersemledi.
Peygamber zamanında bir mektup almış, dine davet edi­
yor. Buna gülmüşler. Bir Arap Şeyhi mektup gönder­
miş, öyle zannetm işler,
Yenbuğ ve Fustat’tan sonra M ısır ve Suriye’den ko­
vulmak akıllarını başlarına getirdi. Mısır’da kalmadı, Tâ

-2 7 -
Septe boğazına kadar geldi, Berberîler’i buldu. Orada
durmayarak Serte’den Ispanya’ya ve Fransaya geçti.
Poitiers’ye kadar geldi.
Arapl^r göm lekler ve ciritlerle Kadisiye de harbi ka­
zandı. Bunlar yabanı. îran m üdhiş medenî. O müdhiş m e­
denî m illeti bu bedeviler âdeta im ha etti. Bundan Önce
İran medeniyeti, dil ve sanatı varken îran m illetiyle be-
daha kuvvetli. Lâkin ona yenildi. Sonra K onya’ya çekil­
di, Ehli salib yakarak ve kaHâm ile Antakya’ya geldi.
Orayı da aldılar. Kudüs’e gitti. 1099 da İsa’nın kabri olan
Kudüs’ü fethetti.
Bu vak’a m üthiş bir tesir yaptı (İsa’nın kabrini al­
d ı), diye. Ordu m üflis, Zadegan yer yer fethe geliyor­
lardı. Baronluklar, kontluklar (Ekseri Fransız, sonra Al­
m an, İngiliz) Fransa’da olduğu gibi Suriye’nin sahil kıs­
mında kontluklar ve baronluklar yaptılar ve taksim et­
tiler.
Tunus kontu, Kudüs fethinde büyük iş görmüş. Ku­
düs krallığm ı kendisine verecekler zannetti. Başkasını
yaptılar. Muğber oldu.
Askerini alıp Fransa’ya gitm ek üzere iken Bizans
Kayseri; — Kal burada, seninle Anadolu’yu fethedelim .
Anadolu Hükümdarı sen olursun ve bana tâbi’ kalırsın,
dedi. İnandı ve kaldı. Bizans kuvvetli bir ordu kurdu.
Askerin başına geçirdi. 1102 senesinde, Kudüs’ün feth in ­
den 3 sene sonra!
Bir ham lede Ankara’yı aldı. Anadolu’yu zaptediyor-
lardı. «Malazgirt zaferimizden çok az bir zaman geçm iş­
ti. Henüz yerleşmemiştik.
D anişm end’in oturduğu yer Sivas. D anişm entler faz­
la egoist, Sivas’a yerleşince Eskişehir’de H açlılar savaşı­
na imdada gelmedi, asıl, Selçuk kazanmasın diye;.
Frenk ve Bizans ordusu var kuvvetiyle yürüyor. Sam­
sun’a gelince «Bafra’ya» B irinci K ılınç Arslan kuvvetleri

-2 ^
Danişm end ile Frenkleri mağlup^ etti. Sivas kurtuldu ve
Frenklere m a’ni oldu. Türklük Anadolu’da kaldı.
Danişmend, K ılınç Arslan’a tekrar ihanet etti. Ana­
dolu’dan kovulmamağa Bafra’daki m uzafferiyetler se-
bebdir.
Suriye’ye 8 Haçlı seferi var. En m ühim i birincisi. Y i­
ne Suriye'ye dönelim. Bu (şalibiyyun), eğer Danişm end
Eskişehir’e gelip de ihanet etmeselerm iş, orada boğula­
cakmış. D anişm entlerin bu ihaneti fena olmuştur.
ikinci salib seferi 1125 de yapıldı, Şam üzerine. Mu­
vaffak olamadılar, iş i gevşek tuttular, alamadılar.
Şimdi m ühim bir bahse geçiyoruz.
Ceddimiz Selçuk’un ceddi Tuğrul 1060 da Bağdat’a
gelmiş, H alifenin vekili olmuştur. Alp Arslan zamanında
da m ühim bir inkişaf yaptı. M elikşahlar zamanında oğul­
la n bozulmağa başladılar. Acemleşmeğe başladılar, Ra-
havete duçar oldular. Cengâverlikleri kalmadı. Selçuk
(İran Selçuklan) bizim babalarımız. Çünkü Anadolu Sel­
çukluları’nın babalan. Gevşediler. Bu sefer, o zaman ol­
du.
Suriye’ye yardiAı edemediler ve m uvaffak olam adı­
lar. 30 sene kadar Müslürnanlar, H ıristiyanlar elinde maz­
lum bir halde kaldılar.
Derken İslâm iâleminde bir uyanıklık husule gelme­
ğe başladı.
Bunu kim yapacak. T ürk-hanedanından Musul Ata-
beğleri Zenki hanedanından idi. îrnadüddin Zengi. B u­
na, H alife iltica etti. Bu h iristiyan lan Suriye’den atabi­
lirsen, seni bütün Suriye’ye Emir yaparım, dedi. Oğlu
Nureddin’i beraber aldı, Frenkler üzerine yürüdü. Ha-
leb e geldi. Kapandı. Ordu durdu. Frenlderle iyi döğüştü-
1er. Frenkler hayret etti. Fövkâlade bir adamdı, imadüd-
din. Kaleleri birer birer düşürdü.
Bu sefer rehavet sırası onlara geldi. Avrupa’dan yar­

-2 9 -
dım çok. İslâm iyet dirilm eğe «başladı.' îm âdüddin öldü.
Oğlu geçti. Peygamberden sonra îslâm iyetin en m innet­
tar olm ası icabeden bir insan da budur. Çok ham iyetli,
îş in başına geçince bütün müslüm anlarda dögüşme az­
m i vardı. Sen adam m ısın —N eye mücadele ile şehid ol­
muyorsun—, derdi. îslâm iyeti m üdhiş uyandırdı. Ordu­
nun % 95 i Türk, % 5 i Kürt.
Nurisddih Hâleb’deki em aret’ini genişletti. Nerede ise
Kudüs’ü alacaktı: K endisine "celbettiği emirler arasında
Kürt Salahaddin-i Eyubî vardı, Kürtlerle gelm işti.
Nureddin düşündü ki Mısır’ı fethetm eksizin Kudüs
fetholunam az. Frenkler tekrar gelir alır, Mısır’da Fati-
m îler hükümran. Arap değil fakât araplaşmış. Bâğdad
ve bizler sünnî. O zaman. Şiî ve Sünnî farkı müdhiş.
Eyyubun oglu Salahaddin’e hayrandı. Salahaddin’i
seçti ve M ısır’a memur etti.
Halep ve Mısır sünnî olunca Kudüs’ü geri alsınlar,
dedi, Kürt ailesi Mısır’a gitti. B innetice Mısır’ı aldılar.
M ısır’a girdi. Zengin bir kıta. Haleb e benziyor._
Mısır’a girer girmez ihanet fikirleri uyandı. Ayrıl-
sak dediler. Lâkin ordu Türktü, Nureddin de, mukaddes
bir insan gibi benim sem işti. Nureddin bir Kürd ailesi iha­
netini hissetti. Bunlara çok müşkül bir vazife verdi. Dedi
ki: Şiîliği kaldırın, Sünnîliği, ikam e edin. Bu gerçekti.
Düşündü, yapamam dedi. Fakat birgün de Şiîliği m en’
ettiler, Fatim îlerden itiraz edenler asıldı. Sünnî oldu. BU”
nu Salahaddin yaptı. Nureddin kendi kuyusunu kazdı.
Salahaddin’in nam ı büyüdü, nifakı kaldırdı diye.
Bir cUvan yapılmış. Salahaddin’in Babası Eyüp sağ.
Divanda Nureddin’den ayrılmağa karar vermişler, Sala-
ahddin tatbika başlamış, üm era, bu kadar çalıştık, elbet-
bette ki siz de nim etlere nail olm alısınız. Biz de saltanat
olalım , dediler.
Eyüb kalkarak: sus, küstah, ne biçim lâkırdı. Nured-

-3 0 -
na inanm ayız dediler. Salahaddin pekâla, Haleb’i size
veriyorum dedi. M üslümanlar bak ne diyör? dediler.
Salahaddin’in nüfuzu Irak’a kadar gitti ve hüküm ­
dar oldu. Zenginler kanmadı. Lâkin Salahaddin Kudüs’e
girdi. Kudüs, 80 sene Frenk idaresinde kalm ıştı.
H iristiyanlar girince katliam yapmışlardı. Bu, bilâ­
kis insanlık gösterdi., ,
Fakat Kudüs’ün rgeriye alınm ası Avrupa’da top gibi
pâtladı. Alman imparatoru, ben gideceğim, dedi,
din Emirül m üm ini efendim iz, O bizi buraya gönderdi,
sus, demiş.
Susmuş. Divandan sonra; Bu aşikâre konuşulur mu,
yayılır. Amma böyle budalalık olur mu? Hepsi Türk, de-
miş.
Salahaddin-i Eyyubî’nin Kürd’lük nam ına Türklük­
ten ayrılması karşısında bunun ihanet olduğunu anladı.
Nureddin samimi. Bir müddet sonra Eyyüb öldü. Sala­
haddin Mısır başında kaldı. Kudüs’ü geri alacağız. Siz
M ısır’dan yürüyün. Ben de yukardan ineceğim , dedi.
•Salahaddin bunu bir pusuya düşürülme anladı. Tut-
du, ayak diredi ve lüzumsuz yere bazı kaleleri sardı. Lâ­
kin gelmedi. Nureddin bekledi, ih an et olduğunu anladı.
Belki de Nureddin’in niyeti, Salahaddin’i harcamaktı,
tşte Nureddin’le. Salahaddin arasında nifak çıktı. Lâ­
kin Nureddin öldü. Alemi İslâm ’da bir buhran çıktı. Çe­
şitli dedikodular başladı.
Salahaddin, Emir reisim iz öldü. Kim geçerse geç­
sin, ben yerine geçmek istemem diye ağız yaptı. Bu is-
tin kâf . lehine döndü. Maksad Kudüs’ü geri almak. Bize
lâzım olan bir erdir. Varsın Salahaddin olsun, dediler.
Ben Nureddin yetiştirm esiyim , onun hanedanına sa-
dıkım, dedi.. Fakat, Zengi hanedanı, Nureddin oğluna:
Babana ihanet etti, sözüne inanm a dediler.
Oğlu Haleb’e kapandı. Kurt masalı söyledi; biz sa-

-3 î-
üçün cü haçlı seferini daha müdhiş yaptılar, Saıa-
haddin baktı, Kudüs’ü geri almağa geliyorlar. Sıkıştı.
Bir ihanet daha yaptı. R um eli (diyarı Rum) Selçuklan
toprağını B izans’a peşkeş çekti. Bu bize ihanetti. Ham-
dolsun icra edilemedi. Amma muahedeyi imza etti.
Frederik, Barbaros, Arslan kalbli Rişar da Karade­
n iz’den geldiler. Bizans imparatoru korktu, vaz geçti. Fre­
derik Çanakkale’ye çıktı. Anadolu garbinden yürümeğe
ve ortalığı tahrib etmeğe başladı,
Rişar evvelâ İzm ir’e çıktı. İzmir’de Karşıyaka’ya
(Kordelyo) Derler (Rişard Ceur da Lion’dan gelir.)
Salahaddin bize ihanetle beraber, çok m ahirane ha­
reket etti, M üslümanları birbirine düşürerek Kudüs’ü
vermedi. Frederik Barbaros, Tarsus’da boğuldu. Araların­
da nifak çıktı. Rişard’da çekildi, Salahaddin Kudüs’ü ver­
medi.
. İşte Salahaddin Avrupa nazarında büyüdü. Elân bü­
yüktür. M ısır’da oturmuyor, Şam’da oturuyordu, Sala­
haddin öldü. Biraderi M elik-ül Adil yerine geçti. Son 50
sene .hülâsası:
Eyyübîler yüz sene kadar Mısır’da kaldılar. Dejenere
oldular. M ısır toprağı dejenere ediyor. Melik Şah zama­
nında (5 ini batın) bir Türk cariye (Şeceret-üd-dür) sa­
rayı eline aldı. M ısır’da 10 bin asker ;Türk vardı. Bariyo
diyorlardı... Elcezire de kışlaları var.
MeHk Şah zamanında (Şeceretüddür) kocasına ha­
kim olunca Türk ordusuna istinad etti. Parayı onlara
verdi. Türklere geçm esine bu sebeb oldu. (Baybars) m
basm a iki buçuk m etre boyunda bir dev (Ejderhalı bir
Türk) M oğollar katlinden yalnız bu kalmış. Satılm ağa
değer. Bunu, şuna buna satmışlar. Fındık Dâî nam ında
bir Türk em irine satılm ış, O da Baybars’a satmış. Bari-
yon askerine katılmış. Dev gibi. Lâkin zeki, işte Şecerüt-
dür’de Bariyon başında, 1248 de... St Louis’yi para ile

-3 2 -
zâdegâniyle beraber satın aldılar,
Eyyübi Hanedanı bitti... Türkler M ısır’ın başına geç­
ti. Suriye’yi feth ile nihayet buldu.
— Kandihar. İskender’den geliyor. İskender tesis et­
miş, İskender’i kendi hükümdarı addeder. Cengiz, Hulâ-
gu ve Alparslan padişahı. K im galebe etm iş ise orada
padişah olmuş. İran bunları kendinden sayar.
— Büyük İskender Y unanlıları Arabistan’a yerleştir-
seydi yine İslâm kültürü çıkardı. Lâkin daha başka bir
müslüm anlık olurdu. Zira gittiği yere, Yunan kültürünü
götürüyordu. H indistan’ı alabilseydi orada izleri olacak-
tı.
— İskender’in üç büyük zaferi:
.Acemlere karşı Granikos savaşı. Ankara önüne gel­
m işti, Sencan köyü’ne kadar. Sonra Adana’ya geçer. Dört
yol (P ayas),.Sis, Sus m uzafferiyeti orada. Mısır’ı feth ile
kendisini orada ilâh ilân ettirdi. (Arbel) Erbil’e gelerek
Dârâ’yı (Daryüs) öldürdü, ira n lılâ n m ^ u p etti. Perse-
polis’e girdi. Tahran yok, Rey vardı.)
Persepolis’e girince, İran’ın şa’şaa ve şöhretiyle gözü
kamaştı. Acemleşmeğe başladı. Bir İran prensesi aldı.
Roksan (Rûşen) isminde. Aceıp tarzında giyindi. Kritus
adında bir kumandanı bunu beğenmedi. Geceleri çeşitli
eğlence ve rezaletler.
M illî ahlakın m üdafaasını güden K ritus’u okla öl­
dürmesi trajedilere m isâl olmuştur, öldürülünce ağlar.
Sonra İskender Pencab ve Sind’e giderek fetheder.
D aha sonra Irak’a döndük 33 yaşında Bağdat’la Basra
arasında bir yerde öldü.
Beşer tarihi bundan büyük yürüyüş görmemiş. Efsa­
neler yapıldı. Generalleri memleketi taksim ettiler. Bat-
lemyus Mısır’ı aldı. Slokiyus (Slokidler) Antalya tarafını
aldı.
AvrupalI, her bilinen şeyi bilir, bilmediği şeyi uydur­

-3 3 -
ma?;. İskender’in hocası Aristo. İskender hem Yıınanis-
la n ’ı imha eUi hcın o kültürü dünyaya yaydı. Babasınnı
payitahtı Vodina idi. Mekedonya m illeti artılî yok.
— Bizim yatanım ızda iki m illet tamamen ortadan
kalkmıştır:
1 — MakedonyalIlar, R um eli’de.
2 — Frikyalılar, Anadolu’da
Zira bunlar katledildi. Frikyalılar Anadolu’nun ze­
ki ve.çalışk an en çetin ve kuvvetli unsuru. Ermeni ve
Burnu bırakmış, bunu bırakmamış. Selçuklular tem izle­
miş.
Yunanistan ve İskender’den sonra Roma geldi. Bun­
ların yerine geçti.
— Edirne’yi I. Murad fethetti. Yıldırım Çukurova’­
da mağlup oldu. Osmanh devleti Anadolu’da zail oldu,.
R um eli’de kaldı. Bosna, Hersek ve Arnavutluk henüz fet-
hedilmertıiş. Türk olan Osmanh D evletinin R um eli’de
kalabilmesi için bir Türk unsura istinad etm esi lâzım ge­
liyordu. Biz Türk unsurlarını Anadolu’dan bu 42 senede
mi muhaceret ettirmiştik. Şimdi mümkün olabilen bu
muhaceret, o zaman 42 senede olabilir mi idi?
1360 da geçen Türkler, R um eli’de o zaman Peçenck-
lerin, Oğuzların, R om anların ve Vardar Türklerinin ne­
sillerini bulmuşlardı. Bu nesiller gerçi Bulgar, Sırp, Ar­
navut ve Rum, Ortadoks kilisesine tabidiler. Hiristiyan-
dılar. Amma göçebe oldukları için H iristiyânhklan zaifdi
ve Türkçe konuşuyorlardı.
İşte Osmanh Türkleri aslen Türk olan bu Ortadoks-
ları ihtida ettirdiler, ilk Yeniçeri devşirmeleri tabiatıyle
bu unsurlar tarafından yapıldı. Bunun içindir ki Yeniçeri
Ocağı Türk mizacında bir ocaktı.
Buna delil: İstanbul’da, Rumeli ve Anadolu şehirle­
rinde gördüğümüz sütçü, yoğurtçu helvacı gibi kısa veya
orta boylu esnaf, yani Arnavut tipi; buna mukabil uzun,

-3 4 -
kemiljli, sarışın olanlar malisör yani dağlı tipidir. B un­
lara katiyen benzemez.
Sütçülük ve yoğurtçuluk gibi sanatları aslında Arna-
vutlar yapmaz. Bu, eskidenberi Turanı bir sanattır. On­
lar yapar. Acaba bu sütçü ve yoğurtçular, fizikçe ve boy­
ca, vaktiyle Arnavut kilisesine dahil olmuş, sonra Müs­
lüman olmuş ve Arnavutlara dahil olan Pccenekler ol­
masın? Çünkü Peçenek tipindedirler.
MEDENİYET
VE
DİN
— Medeniyet parça parçadır. Akdenizde olduğumuz­
dan bir İslâm m edeniyeti ve bir Avrupa m edeniyeti ola­
rak iki zannediyoruz. Halbuki ötede koca bir Çin mede­
niyeti var, bunlarla alâkadar değil. Esasını ararsanız m e­
deniyet birdir.
Alimler «medeniyet beynelm ilel ve müşterektir», de­
mişler. Beynelm ileldir. Yalnız iklim değiştiriyor. Vaktiy­
le medeniyet M ısır’da imiş, itibardan düşünce Bağdat’a,
Irak’a gelmiş. Asur ve Kaide medeniyeti. Derken Yunan
m edeniyeti diye harikulâde medeniyet zuhur etmiş. K a­
litece hepsine faik. Zira beşerî bir şey. İnsana yaklaştır­
mış.
Asur ve K alde’de medeniyet hareketsiz, cansız. Esk:l
Y u n an d a vücut her tarafta oynuyor. Büyük heykeltraç-
lık var.
Derken trajedi yapmış. Hem o zamanlarda. Hâlâ o
ayarda trajedi yapılamıyor. Sofokles tarzında bir eser
yapmak kabil değil. Nitekim bir «Venüs de Mile» yapı­
lamıyor.
İnsan anlar ve iyi okursa ve tem sil olunduğunu gö­
rürse gözleri kamaşıyor. Medeniyet Eski Y unan’da bir­
den patladı. Partenon yapıldı. Müverrihlerden biri (nesri
o kadar sağlam ki, zannedersiniz, bugün yazılmış, hiçbir
pürüzü yok) der.

-3 5 -
Buna Y unan m azisi diyorlar. Bu lâkırdı doğrudur.
Bunu kim se idrak edememiş. Yükseldi, birdenbire eski
m edeniyetlerin hepsini sildi. (Orta çağ) karanlık bir
alem doğdu.'H er şey mühmel. Sonra bir şafak. Buna
R önesans diyorlar.
Evvelâ İtalya’da doğdu. Herkes oradan feyz aldı. Son­
ra Şim ale gitti. Şimdi Şimaldedir, Anglo-Saksönlarda.
Tecrübe zam anla m antıki yendi. Onun için, m antıki
bıraktılar tecrübeye geçtiler. M antıkin hududu var, tec­
rübenin hududu yok.
Uçak yapmış, uçuyor. Yüzbinlercesi uçuyor. Tecrübe­
nin hududu yok,
Aristo m antıki (filan şey o lm a z); diyor, duruyor.
Amerika medeniyeti öyle terakki etti ki eskiler bu- •
nu fark etmezdi ve bilmezdi. Atom’u geliştirdi. K im bilir
daha neler bulacak. Bunu, tecrübe yapıyor, Amerika’da
öyle bir m edeniyet teşekkül etti ki, Avrupa’ya geldik köy
zannettik, diyorlar.
Bu medeniyet, eski medeniyetler gibi yalnız m a­
nevî değil, biraz da maddî. Ahlâkı kıvamında bırakmış.
Bunun haricinde m üthiş bir hürriyet’e erişmiş. M edeni­
yetin bu dei’ece terakkisinden sonra iptidaî m illetlere
j^anmak, yakılmak düşüyor, yetişm ek kabil değil. Mede­
niyet, toprağı akıllıca işlem esini biliyor.
Dünyanın altınını o çekiyor. Saklayacak yeri yok. Bir
şeye ihtiyacı yok. Herşey sanayileşm iş. Evvelce zanne­
derdik ki yağ, mandadan veya kojmndan olur. Y eni m e­
deniyet nebatî yağ yaptı. Görüyorsunus, ne kadar sıhhî,
3^aptığı işe bak işe. Yarın belki büğda-yı, ekmeği değiş­
tirecek.
Gelelim bu kadar ilerlem esine mukabil ilerlem ediği
noktalar var. insanların nasıl idare edileceğini bilmiyor,
idare Hukuku lâzım. Keşke m edeniyet bu kadar ilerle­
mese idi de, (kendimizi idare) olsaj^dî.

-3 6 -
— Göz neye bakarsa orasını görür. Eskiden gözler
.insanın içine dönmüştü. M illetler eskiden azlıktı. Atina
10.000 idi. Şimdiki Y unanlıların Y unanlılıkla münasebeti
yok. Rom a’da en fazla m illet 200.000.
E flatun bir odalı evde oturur, elbisesi iki kat. Aklı
fikri felsefede. Eski A tina’da büyüklerin evleri basit. Göz­
lerin teveccüh ettiği şey başka, onlar Amerika’yı keşfe
bakmıyor. Atina Cumhuriyeti, bir iki saat mesafede. Ak­
lı fikri trajedi ve heykel. Floransa’ya gittim . Fatih zama­
nı DükaJar Sarayı var. Dükalar Sarayından Floransa hu­
dudu görülüyor. Bu Floransa bütün dikkatini heykeltraş-
lığa, şiire vermiş.
— îpek kozasını ham alıyor, kumaş yapıyorlar. Av­
rupa’da fazla para var, îpek alıyorlar. Sata sata ipekçi­
likten zengin oluyorlar. Parasını kime versin, ressam ve
tiyatrocuya veriyor.
Floransa’da İpekçi Sarayı yanında Dolmabahçe Sa­
rayı ahır kalır. Güzel Mimarî işte. Bütün Avrupa Kralları
bu ipekçilerin kızlarını alır. Medicis Floransa’dan. Hep
bunlard.an Avrupa Saraylarına Floransa’nın ihtişam ını
götürdüler. Bu artan parayı artistlere vermesi şerefti. Bir
ipekçi galerisi var. R afael ve M ikelanj’ın heykeli lazım.
Bunları koyacak.
— Amerikalılar işi çok maddileştirdi. Beşe^riyet her
gün daha m addîliğe gidiyor. Lâkin K iliseler dolu. D insiz­
lik yok. Kiliseler muhteşem. Şimdi inceldiler. Zengin olun­
ca incelik kolay. Fakirlikte güç. Hanım lar güzelleştiler.,
Amerikan kadını güzel kadın oldu.
— Gönül ister ki insanlık terakki etsin. San Pran-
sisko’yu telefonla istersin. Bundan ne çıkar? Perişan
halkı mesut göreyim, bana bu lâzım. Bazılarında var, di­
ğerlerinde yok. Gönül ne ister, bunu bütün beşeriyet te­
m in edebilsin.

-3 7 -
— Beynelm ilel m edeniyet Şark’dân Şim ale doğru git­
miş. Oradan Fransa ve İtalya’ya geçerken zayıflam ış.
Şimdi Angolasaksonlar'da. (Batı) dediğimiz M edeniyet­
te Y unanlılık var. D isiplinde Rom a Hukuku var. D in in ­
de Yahudi dini. Irk’ında Cermanizm Var.( Avrupa başlıca
üç ırklı. Cermen. K elt ve İslav Irkından teşekkül etmiş.
Bunların kaliteleri yüksek.)
— Doğu) ya gelince; Çök daha eşki, A suf, Mıisır’a:
gitm iyelim . İslam (şark) ında başta Araptân gelnıiş, bir
başkalık var. İnsanın gözlerini kamaştırır. Bir Hazrcti
Muhammed çıktı. Arabistan’dan. ‘Cebelüttârık ye :sönrâ
Fransa’ya vardı. Ezah-i M uhammed’i oraya kadar ğelmiş:
Hem de Cebel-ül Tarık’a gelenler arasında Hazreti Mu-
ham m ed’l görenler olmuş. Bir de G anj’âj »Çin’e ka:dar gitr
mis. Bu mucizeli bir işdir.
Gelgelelim kafasına. Arabın kafâsiy Y unan kafgisı
gibi değil. Bir zaman m edeniyet Endülüs’e inmiş. Yunan
eserlerini o anlam ış. Onu anlam ak bir şt>ref oluyor. Yu­
n an ’a ne diyelim? Onu yaratmış.
Arab onun m antığını anlam ış, sanat tarafını anla­
mamış.
İbn-i Rüşid gibi muazzam bir kafa, Aristoyu oku­
muş, anlam ış, hazmetmiş.
İslam m edeniyetinin iki üstadı var. ö n c e Arab, sonra
Acem. Bizim de iki üstadımız var olmuş. Y alnız Arat
olmamış. Acem ’in tahakkümünde Müsliiman olmuşuz.
Peygambere nebi dememişiz de Farsça Peygamber demi­
şiz. Namaz, oruç, abdest, hep Acem kelimesidir. İşte biz
Acem’in irşadıyle M üslüman olmuşuz. Fakat, Acem in esi­
ri değil, hâkimi olmuşuz. Gaznelilerde ve Selçuklularda
onları hakim iyetim iz altına almışız. O da bizi m edeni­
yeti ile ezmiş.
— Avrupa m edeniyetinin en feyizli menbaı: Yunan
ve Roma. Bizim ise en feyizli m enbaimız Arab ve Acem.

-3 8 -
Buna, bir de Asyalılığı katın, Asya ahlak ve mizacını.
Mommsen der kİ: Asya’da H ind’de, Çin’de ve İran’da
büyük saraylar, süsler ve kumaşlar var. Felsefeye benzer
bir hususiyetleri de var. Fakat Hürriyet, demokrasi ve
Hukuk bir saniye yer tutm am ıştır.
Beşeriyeti iyi yola, doğru yola sevk eden hukuk ve
hürriyet fikridir. Bizde hürriyet fikri; ferdin hürriyeti
fikridir. (Kendi hukukum) vardır. O egoizmdir.
— R om a’da kadın haremde idi. Muhterem mevkie
getirdi. Seksüel ahlâk yüksek. Şark sekse, başka türlü ba­
kıyor. Söğme hep seks ile ilgilidir. Batı bunu pek anla­
maz. Orada kadın muhteremdir. Dost veya zevce diye
bakar. Doğu öyle bakmaz.
— H ıristiyanlığa gelelim . Yahudi m enşeinden bir
din olduğu halde hem yahudilikten ayrıldı. Hem de Av-
i’upaî bir din oldu. Tohum toprağa karışınca başka şey
verir. Din, diyanet ihtiyacından doğuyor. Bir m illet inan­
mak ve teselli istiyor. îlk vesile’yi yakalıyor. Bizde ilk (ve­
sile) islâm lılık oluyor, islâm lılıkta, hıristiyanlığın zaman
ve manâ farkı var. İsa ve Meryemleri kendi hayaline uy­
durdu.
İsa heykelleri maddidir. H ollanda’da oralı gence ben­
zer. Meryem, H ollanda’lı kadındır. Çinde Meryem, Çin
kadınıdır. Bizde de başka türlü değildir. D in Arab dini
değil, biz onu kendimize uydurmuşuz.
— Ispanya’da Arablardan ■üç şey kalmış;
(1) Boğayı, almışlar. Arablardan kalma, tspanyollar
başka şekil vermişler, Ispanya’da çok münteşir. Araplar
bunu döğüştürüyor. Onlar da çingenelerden almışlar.
B ulgaristan’daki çingenelerden bize başka türlü geçmiş.
Horoz döğüşü gibi.
(2) İspanyol dansı,. Arablardan kalma.
(3) Mani, MakamU okuma. Ispanya’nın belli başlı

39-
özellikleri de, bu üçüdür.
— Çingene zengin olunca Osm anlı düğünü yapıyor
ve OsmanlI elbisesi giyiyor,
— Araplar Ispanya’nın yarısına hakim oldular. Bir
kısmında îspanyollar var. Araplar nerede durmuşlar.
Hurmanın bittiği yerde.
— (Toro) önce Arablarda var. ispanyollara bu oyu­
nu vermişler. Şimdi halkın sevdiği, tuttuğu oyun.
— Trablus Şam ’daki bir kadayıf cinin fikrindeyim:
1923 de Vâlâ Nureddin’e sorrnuşlar: — Türkler dini kal­
dırdılar mı? Cevap; — Yok Canım m ürtecilerin lafı. Ne
dini kaldırdılar, n e de devletten ayırdılar.
Ram azan’da kandiller yanıyormu? Sim it çıkıyor mu?
Davullar çalıyor mu? sorusuna «evet» deyince: — O h al­
de din yerinde duruyor, demiş.
Biz işin eşkâline bakarız. Böyle M üslümanız, m anâ­
sına bakmayız.
— Bir katolik papazı, o kıyafette Madrid’e geldi. Fa-
külte’de Arab ortantalisti. Papazın ağzından Islâm ve
Arap m uhabbetini hissettim . Ezanın ispahya’da ve Fran­
sa’da kaç sene okunduğunu! Bordeaux, da, Poitiers’de ora­
da burada, altı sene Ezan-ı Muhammedi okunmuş. Poi-
tiers dediler. Abdürrahman-ı sani hatırım a geldi. Nere­
de ise Paris’e gideceklermiş. O kadar yakın.
— İnsan Kurtuba’da yüksek, binalardan alçak bina­
lara iniyor. Sokakta K arpuz-yiyen adamı görünce kendi­
m izi Anadolu’da sandık. Camii kebir’e doğru gittik. Ka­
la kala köprü başlıkları kalmış. Kızılırmak ve Yeşilır-
mak’a benzer. Yazın kurur. Ortada ince, pis bir su akar.
Camii kebir’i dolaşıyorum. Camii Kebir yok. Fotoğrafçı
camii Kebir’e dair resimler satıyor M...... nerede dedim,
kışlayı gösterdi, inkisar-ı hayale uğradım. K ilise avlusu
ve kuyu gibi bir yer. Kapıdan girdik, tş değişti. Bir sütun
ormanı. Ufuklara kadar gidiyor. Devam ediyor, için e dal­

-4 0 -
dım. Abdürrahman-ı Saliş zamanında yapılmış ve tevsi
edilmiş.
Süleym aniye, Bayezid, Sultan Ahmed gibi bir bina
değil. Sütunlar gidiyor. Tavanı da gayet alçak. Türkle
Arab’ın farkını orada gördüm. Türk, (ayakta dönüyor)
gibi. Bunlar orada (oturmuş) gibi. Kurtubayı îspanyol-
1ar 1226 da almışlar. İspanyolların âdeti var. Bunun etra­
fına ayrı şapeller yapmışlar, daralmış. Ortasına o za­
manki m üslüm anlığı ezmek için Rönesans bir bina ya­
parak bu eseri küçük düşürmek istemişler. Kral Charle,
yıktığınız şey yapılmaz, fakat bu yaptığınız her zaman
yapılır, demiş. ■
EBEDÎ
MESLEKLER
— Realizm i Flaubert’den beri bir asırdır biliyoruz.
(Ecole de Realism e) sonra. E. Zola geldi de N aturalisim e
dedi. Felsefe dolayısıyle iştigal beyhude. E Cole, şudur,
budur dediler.
R ealite nedir? Bu ECole zamanında yapılm ıştır. Ne
yapmışlardır. Realizm roman yapmış, bu sahayı geçeme­
m iştir. Gerek G. Flaubert ve gerek E. Zola indî birçok
şeyler söylemişler. Bunun bir (V aleur)’ü varsa küçük­
tür. Asıl (Valeur) nedir?
Realisler Flaubert’den sonra tngilizler de Thakery’-
dir. Sonra Dosticveski hem naturalizm , hem realizm yap­
tı.
Yüz senelik bir bahisti. Ondan evvel yoktur ve ola­
mazdı. Eskiden edebiyatta Klâsik o kadar ruhlara işle­
m işti ki, (Yunan işi derler. Ondan ötesi yok. Bizde şiir
Acem şi’iri idi. Acem kâinatından mürekkepti. Onda
mahbus idi. tik defa romantikler bu şeyi kırdı. Klâsik bu
demektir. Orada Yunanı, Bizde tranî. Orası m ühim. Bu
işleri çıkaran hep Avrupa.
Derken Alm anya’da Schlegel kardeşler ve Orim kar­

-4 1 -
deşler başka bir şiir kâinatı olduğunu isbat ettiler. Nie-
belungen’i keşfettiler. D em ek .ilyada’danda başka varmış.
Hurafe. Herkes demeğe başladı ki, Yunan diye sap­
lanm ışız. Şimâl âlem i varmış dediler. Çok geometrik
Parthenon. Akropolda yükselen bir mim ariyi niçin bun­
dan ibret farzediyoruz. Zira mabet zıddı Parthenon.
Ne kadar aydınlık ve geometrik ise bu da o kadar karan­
lık. Katedral derin. Parthenon sathî. Gözle görülebilir.
Parthenon’da esas güzellik. Kuyruklu cinler, gözleri fır­
lamış mahluklar. Çirkinlik de bazan güzeldir. Çirkin gü­
zeldir diyenler var. Parthenon’da geometrik hakim, ka-
tedral’da bu yok.
Derken Orim kardeşler N iebelung’i haîk ağzından
buldular. Kral Arthur masalları, Danim arka’da Ham let
m asalları aldı yürüdü. Şairler şi’riyatın tahtında şiir yaz^
dılar. Ba’zıları Y unan’ı inkâr ettiler. Parthenon ve illad a
sathidir dediler. İşte romanizm buna diyorlar,
K lassisim ’in iklim i Akdeniz. Merkez Yunan, Daha
merkez Atina, D aha merkez Akropol. İkinci merkez Şi­
maldir,
Klassizm ’in esası ilk çağlardır. Bu, Germenlerde yü­
rümeğe başladı, ve XIX uncu asır başında dünyayı istilâ
etti. Fakat, klasik şiir soğuktu,
Byron denizi bundan hariç tasvir etti. Daha etrafa
bakalım dediler. Muztarib am ele sın ıfı gördüler, Burju*
vaya yetişm iş. Sonra realizm doğdu.
Daha birçok şeyler doğdu. Bu arada Egzotizm doğ-
dn. Rom antizm den sonra bizi, İran’ı Çin’i sevdiler. K en­
di zevklerinin haricinde zevk olduğuna inandılar. R ea­
lizm eskiyi durdurdu.
— Şiir iptidaî birşeydir. İnsanlar cahil iken şiir söy­
lemiş. Hugo bir yabanidir. Orta Çağ’dan kopmuş, ara­
mızda yaşıyor dediler. Mevzun olmaz, bundan vazgeç­
meli, dediler.

-4 2 -
İbreyi çevirdiler. Edebiyatta modalar biribirini ta ’-
kiij eder. Zamanla hayal zayi oldu. Zola realizm kâfi de­
ğil, natüralizm , lâzım dedi. Çiğ şeylere kadar gitti. La
Ferre, romanm da çiğlikler yazdı. Bu iflas etti. Geriye
ruc’u. Psikolojik roman, ruhu tah lil etti.
Stendhal rom anlarm ı yazınca 1880 den sonra ben ı
anlayacaklar, demiş.
Naturalist roman da realist roman gibi iflâs etti.
EDEBİYAT —
İDARE —
ORDU —
DUYĞU
— Toprakla insan beraber görünür. Edebiyatın top­
rağa dönmesi icabederdi.
— (Gönüldendir şikâyet, kim seden feryadımız yok­
tur) .Ne geliyorsa ondan geliyor başımıza.
— Gözü dışarıda olalı m illetin edebiyatı olamaz: (Ah­
m et H am diTanpınar)..
— Yeniçeri devşirmesi evlenemez. Evlenenler kışlayı
bırakamamış. İstem iş ki oğlu da girsin. N itekim padi­
şahın soytarısı bile girmiş, işte Yeniçeri bundan bozuldu.
Sonra çöküntü devam etti. Vak’a-i H ayriye’de yandan
fazlası Kürt ham alı. D elâletle girmişler. Kabadayı, m a­
sum adam lan şehir ortasında öldürdü.
— Varşova'da bir çok ziyafet verdim. Bir kadehi ida­
re ederek şarap içerdim ve herkese içirirdim. G ittiğim
yerlerde ise iki kadeh. K atiyen bir sefir herkesin gözü
önünde içm em eli. Fikren çoşm alı, alkol ile asla. Varşo­
va’da Madrit’te böyle yaptım.

^3-
ŞAİR,
ŞİİR
VE
MUSİKÎ
— Şiir doğrudan doğruya fikri söyler. Demek ki san’-
a tla n en beşerisi. İnsanı dile getiren san’at şiirdir,
— M usikinin notası vardır. M uganni notaya bakar,
okur, falso belli olur. Şiiri okuyanın falsosu fark edile­
mez, (tnce) 1er fark eder.
— M usikinin notası vardır, fakat şiirin yok. Şiire
nota yapmak imkân haricindedir.
— Kelim eleri fertler değil, cem iyetler yapar. Şair
cem iyetin kelim esini söyler,
— Ne kadar şair varsa o kadar şiir vardır,
— Şiir beşerîdir, hayvan söyleyemez. Yıldırımdan
çıkmaz. Deniz gürültüsü onu ifade etmez. K elim eyi yal­
nız insan söyler.
— Bir m ısranın, denildiği gibi okunması elzemdir.
— Bestesi yapılm ış bir şiiri nesir okuyoruz, O zaman
şiir kayboluyor.
— Şiir, m anâsı güzel olduğu için değil, kelim elerin
dizilm esi ile güzel oluyor. N ice manâlar var şiir değil,
is tif sürüklerse olur,
— Mallarme, Degas a demiş ki: — Azizim, doğan fi­
kirlerle şiir yazılmaz, kelim elerle yazılır. M allarme de­
mek istiyor ki, bir m ısranın kelim eleri şi’iri ifade eder,
— Şiir m usikisinin başka türlü bir nağmesidir.
Şiir okumak gençlerin arzusudur ve bizim m em leket­
te bu meseledir. Şiir okumak Avrupa lisanlarında mües
ses bir san’attır.
— Sadası güzel olm ayan, şi’iri bilse de okuyamaz.
Okumak bir Allah vergisi’dir.
— •'Şiir olm ayan mısra şiirleştirilem ez. K ötü bir m u­
ganni şiir olan bir mısraı bozabilir. Bizde ekseriya oku­
yanlar bozmaktadır.
-4 4 -
— inşad eden şi’iri söylemiyor. Kendi aklından bir-
şey söylüyor, şüphesiz ki her mısra şiir değildir. Y ani ak­
tör, şiir olm ayan bir m ısraı güzel okursa da şiirleştire-
mez. Zira mısra şiir değildir ki..
— Şiiri şairin yazdığı gibi okumak. îşte muganniler,
bize şairin yazdığı gibi okumaz. Bir şey ilâve, falso yap­
mak demektir.
— 19 uncu asırda şairlerim iz m eşhur da, bestekâr­
larım ız değil. Bizim bestekârlar şairlere, nazaran bin defa
yüksek. îsm aii dede Efendi, bestesinde Ham id’in şi’rin-
den yü k ^ k .
— Musiki’yi anlayan var ki şi’iri anlamaz.
- r Bütün filozofların ittifak ettiği bir nokta: Şiir,
Wr duyuşu deyiş haline getirmektir.
— Musiki sada ile, şiir kelim e ile ifade edilir.
— R acine Fransızlığın ifadesidir. Fransız’ı anlamak
isteyen onu ökümalı. Bütün Fransızlar R acine’i anlam ı­
yor. Şeftâli ağacı şeftali vermeğe yarar, şeftalinin lezze­
tin i vermez. Onun gövdesinde, dallarında, yaprakların­
da şeftali kokusu, lezzeti yoktur, tşte Racine odur, şeftali
değildir. B elki şeftalinin lezzetidir. Verdiği meyva, şef­
talidir.
Bir şiir, okuyucusunu kendisine hayran bırakma­
lı, hayretlere sokmamalı. Y eniler hayret uyandırıcı. Hal­
buki hayret çabuk geçer, hayranlık ise uzun müddet de­
vam eder. Genç şairler hayret ettirmek yolunu tutm a­
malıdır, Zira şiirin gayesi hayret ettirm ek değildir,
— G ençler şiirin nasıl yazılacağını bilmiyorlar. Me­
selâ bir Boks maçl tasavvur edin. Boks, eldivenle ve mu-
ayyen_^kaidelerle yapılır. Halbuki bir taraf boks eldiveni
yerine tabanca kullanırsa bu, bokstan başka* bir şey olur.
Gençlerin şiirleri de böyle. Çünkü gençlere üslûpsuz yaz­
mak ve vezin bilmemek meziyettir, dediler. Gençler de

-4 5 -
meğer biz ne m eziyetli insanlarm ışız da haberimiz yok­
muş diye sarıldılar kaleme.
— Makale eskir ama, hakiki şiir her zaman yeni ola­
rak kalır.
— Gençler, eski yazılar eskidir, diyorlar. O halde bu­
gün yazdıkları üç asır sonra eskiyecek. Hiç böyle şey olur-
mu?
— Şüphesiz kı'her dilin kendine göre bir şiriyeti var­
dır. Fakat onu ifade etmek hünerdir,
— Dil bir realitedir, kural değildir. Ben realiteyi ka­
bul ederim. Ben evvelâ dili arayıp buldum, sonra şiir yaz­
dım.
— Şi’irin mevzuu herşey olabilir. H atta bir şiir ce­
m iyetin aleyhinde de olabilir. Yeter ki şiir olsun.
— Frenk şi’irinin kuvveti fikri kanunlaştırmasıdır,
ifadesi m atematik kurallara tabidir.
—^;Şiir, lisan demektir. Sultan Velet Farsça şiir Ha­
fız gibi söylüyor. Türkçe söylemiyor. Çünkü Türkceyi ifa ­
de etmek istediği şey için kâfi görmüyor.)
— Ahmed Paşa’dan sonra bakmışlar Necâti bir adım
atmış. Bayezid’in oğlu Şehzade Mahmud Kastamonu Va­
lisi iken hocasıdır. Genç yaşında ölünce bu talebesine
mersiye yazmış. Bu beyit o zaman ifade m ükemmeliyeti
addedilmiş;
Yanında bunca kulundan bir ademi bile yok.
Beyim bu nice seferdir ki ihtiyar ettin.
Yani Şehzade ahirette yalnız gidiyor. Yanında kimse yok.
Şiir manzumla değil, her şeyden önce; edasıyla, tavrıyla
ifade etmektedir.
— Bizim, musikim iz yazılmamiştiri Musiki edebiya­
tım ız da yok. Esad E fendi’nin «Etİ’abul-Âsar» .eseri de
yeterli değildir. 74 kişinin 6 0 1 Sultan İy^ Mehmed zama­
nında Sultan I. Ahmed’e ködar, daha eski zamanlara ka­
dar gitmiyor.

-46-
— Fatih’in şiir le r in i, okumuşumdur, ama hatırımda
değil. Dikkat edilecek bir beytini görmedim. Şu beyit il­
ginçtir:
Benim le saltanat lâfın edermiş ol Karamanî
Hûda fırsat verirse ger kara yire karam anı.
Sonra o kara yere koydu. Karamanoğlunun bize ihaneti
ağırdır. Etrafımızı kışkırttı.
— N aili-i Kadim 1650-1660 da Türkçeyi şiir lisanına
hakim etmiş. Türkçe lisanını (Vilâyat-ı Şarkiye) ağzıy­
la söyler. Ahmed Paşa’da böyle şark şivesine hakim. Nai­
li-i Kadimden sonra ise İstanbul lehçesi hakim oldu.
— Ziya Paşa diyor ki: K ültür merkezi İstanbul iken,
Türkçenin güzelliğini iki taşralı yaptı. Biri N ef’i, diğeri
Nabi. Urfa’lı N abi’de İstanbul şivesi nazara çarpar. N ailî
Istanbul’lu. Bunun hizm eti çok. Şeyhülislâm Yahya da
böyle. Gittikçe İstanbul Türkçesi hâkim oluyor. Nâbi İs­
tanbul Türkçesini, hanım ların vay efendim , sadalanm
beğeniyor. K endini ona kaptırmış. İstanbul Türkçe ve şi­
vesi zamanla şi’ire hâkim oldu.
—[^Her dil diğer bir dilden tah rif edilm iştir. Mese]â
İspanyolca ve İtalyanca, Lâtinceden muharreftir. Arap.r.
ca, İbraniceden m uharreftir. Fransızca hakeza Lâtince­
den, Lâtince Yunancadan, Yunanca kimden muharref?
— Şiir okumak gençlerin arzusu. Bu bizim memle­
kette bir mesele. Şiir okumak Avrupa lisanlarında mües­
ses bir sanattır. Şiir nasıl okunur? bütün şartlarıyla bel­
lidir. Bizde medeniyet ikiye ayrılmıştır. Birisi 7-8 yüzyıl
D oğu’ya. Son yüzyıllarda ise B atı’ya. Bizde şiir okumak
değişti. Eski şairler fazla mevzun okurlardı. Güzel oku­
yuştu. Yeni şiirde o değişti. Hatta (fâilâtün) bile çirkin­
leşti. Y eni şiir esasları Avrupa’dan geliyor.
Şi’irin okunma şartı hakikatte bir maddelik pedago­
ji. Şiirin tam kendi tarifi bir maddelik bir derstir. Onu
da basitleştirir ve ilm ileştirirsek, şiir şairin yazdığı gibi

-4 7 -
okunmalı. Okuyanın rolü şairin yazdığı gibi okunmak ol­
malı.
Şair, denebilir ki şi’irin bestesini yapmıştır. Nasıl ki
m usiki’de de Mozart, Bethoven aynı şeyi yapm ıştır. Okur­
ken kıl ucu kadar söylediğinden ayrılmak olamaz. Aksi
halde böyle okumağa falso derler. Bu ne demektir? Bu
demektir ki, şiir bir nağmedir, cüm le değil. M usikinin
başka türlü bir nağmesidir. O nağm eyi, inşad eden Ba­
kînin. N afi’nin, R uhî’nin, N ailîi K adim ’in yaptığı beste­
de okumalı.
Demek ki şiir bir bestedir. Bir cümledir. Şiir arasına
konmuş nesir parçaları vardır. Bunlar şiir addedilmez.
Ancak b ir beste gibi olan şiirdir. Beste .ftasıl olur?
Şiiri bir çok kim seler tarif etmek istem iş. Çok kimse
tarafından pek çok tarif edilm iş de, tam tarif edilem e­
miş. Bence en güzel tarifi M allarme yapmış. Bunun bir
arkadaşı, sevdiği bir ressam vardı: Degas. Kibarlık âle­
m i resim lerini yapar. Birgün demiş ki: B ir şair yapmak
istedim, olmadı. (Niye olmadı bu?) dem iş’ Mallarm^ de­
m iş ki, Azizim doğan fikirle şiir yazılmaz, kelim elerle
yazılır. N için kelim elerle yazılır? Mallarme demek isti­
yor ki: bir mısraın kelim eleri şiiri ifade eder, istif halin ­
de okursa, İstif teşekkül ederse, ritm içinde olursa, şiir
olur. Meselâ çoğumuz biliriz. Nedim ’in:
(Dökülen mey, kırılan şişe-i rinden olsun) mısraını
ele alalım. Şiiri anlam ayan bazı acem iler m ânası güzel
zannederler.
Varsın dökülen şampanya, kırılan şampanya şişesi
olsun.
Varsın dökülen şarap, kırılan şarap şişesi olsun.
Bu şiir oldu mu? Olmadı. Yani, yalnız bunun m anâsı gü­
zel olduğu için değil, her şeyden evvel kelim elerin dizil­
m esi ile güzel oluyor,
Nedim bile her zaman şiir söylem eye kabiliyetli o l­
maz.

-4 8 -
Demek şiir kelimelerle, istifle. Nice mânalar var, şiir
değil; istif sürüklerse şiir var.
Büyük şair Bâki bir sonbahar halini anlatıyor.
Bakî çekmende hayli perişan im iş varak
Benzer ki bir şikâyeti var ruzigârdan
Ton üzerinden bir ütü geçiriyor. Manâ kayboluyor. (Hay­
li) koymazsanız m anâ ta:m olmaz. Demek o bestesini yap­
mış. Bestesi yapılm ış bir şiiri okuyoruz. O zaman şiir kay­
boluyor. Hem toplayarak, hem de yayılarak anlam ak ve
anlatm ak istiyor. Şairin söylediğini aynen söylemek., Y a­
yılarak anlattığım ızda ton, tavır, eda tesiri vardır.
Şiir, bir duyuşu deyiş haline getirmektir. Bazı şair­
leri bu duyuşu deyiş haline getirebiliyor;
Gönüldendir şikâyet kimseden feryadımız yoktur)
Ne geliyorsa ondan (gönül’den) geliyor.
Şiir kelim e ile ifade edilir. Musiki ile ne kadar ayrı­
lıyor; Şiir beşeridir. Hayvan söyleyemez. Yıldırım dan çık­
maz. Denizin gürültüsü ifade etmez. K elim eyi yalnız ih ­
san söyler. Daha derin bir bahse girdik.
İnsanlar aynı lisanla mı konuşur? Lâtince, Arapça,
İngilizce söyler. Lisan ayrıdır. Ne kadar m illet varsa o
kadar lisan ve o kadar şiir vardır.
Fransızca’da Nuage, Nue, Nuee, bulut kelim esini ve­
rir. Bunlarla bir m ünasebeti yok. Türk şairi bu istifi ya-
’ parken bulut demek istediğinde bulut diyor.
Kelim eleri fertler yapmıyor. Cemiyet yapıyor.
Ş a ir cem iyetin söylediği kelim eyi söylüyor. Fransız­
ca’da Nuaj, Türkçe’de bulut diyor. Şu da ayrıca bir m e­
sele: Türkçe deniz kelim esi eskiden bizde tengiz. Anado­
lu’da deniz olmuş. M illetin yum uşattığı kelim eyi, böyle-
ce söylediğinde duyuyoruz. Bütün Türkler aynı kelim e­
yi ayni şekilde söylemiyor. Kendi iklim inde söylendiği g i­
bi söylenm iş olursa duyuyor.
Musiki noktası yapılm ıştır. Do, re, mi, fa, sol... Bu,

^9-
bir sondur. Bu hem insan’dan ve hem de tabiattan çıkar.
Bir bakıma manâsı yok. Fakat her birinin bir m anâsı var.
Tepe, kıyı... gibi.
Yalnız biz değil, bütün m illetler sanat bahislerinde
geridir. İngiliz W estem inister’den birşey anlamaz, Fran­
sız’a sorsan (Nötre Dame) bir binadır, der. Chef d’oeuv-
re olduğunu bilmez. Bizim memleketim izde de böyledir.
M ilyonlarca insan kendisini tem sil eden bu sanatlardan
bihaberdir. Sanat müntesipleri, meselâ Türk mimarisi
yoktur, derler. Hem de bunlar cahillerden değil, bu işi
bilenlerdendir. M evcudiyetini görüyor. Sanat müntesib-
lerinde böyle cahiller var.
— Meselâ birisi Türk m usikisi yoktur der. Konser
denilen yerde yanlış şeyleri okuyunca herkes neşeli. It­
riyi okudunuz mu? sıkılıyor ve anlamıyorlar. Bestekâr­
lar 19. asırda birinci sırada Sultan III. Selim ’in Hocası
İshak, Vardakosta Ahmed Ağa, en büyükleri ism ail Dede,
o zamanki şiirimizden sonsuz derecede yüksek.
— Şairin yazdığı gibi okumak. Halbuki bizde çok de­
fa şairin yazdığı gibi okunmazlar. Birşey ilâve veya her­
hangi bir yanlış okuma falso demektir.
— Herkes şiir okuyamaz, herkes teganni edeme?. Ses
ve tamperaman'ın dahli var. Sadası güzel olm ıyan şi’iri
rışık. Y enilik bir ham lede olmuyor. Eski şiirde Eylül yok­
tu. Takvim vardı, ism i de yoktu bunun.
Eskilerde son bahar görmedim, ilkbahar’a Evvelba-
har derler. Köhnebahar, Sonbahar olacak. Aynı zaman­
da köhne diyerek bir maksat güdüyor, bir ima yapıyor.
— İstanbul’un baharı yok. Yaz, Kış ve Sonbahar var.
Bazı köşelerde ilkbahar var, Çenub köşelerinde olduğu
gibi değil,
Türkçe’de Dördüncü mevsim ismi yok. Güz, Yaz, K ış
isimleri var.
Fikret’de bazı ihm aller var. (Terennüm eyliyor sesin,

-50-
ne söylüyor bilirmisin?» diyor. Ses terennüm etmez, insan
terennüm eder. Ses söylemez.
Fikret’te Sonbahar çok güzel değildir. «Temaşayı Ha­
zan» Çenab’m. Bu m utlak surette bir sonbahardır.
Bahar çok gür bir şekilde tasvir edilmiş, Baki’de, Ne-
fî’de ve Nedim’de bilhassa, var. En güzel manzumeyi Şey­
hülislâm Yahya Efendi yazmıştır;
Bülbüller öter, güller açar, şâd gönül yok,
Hiç böyleliğin görmemişiz fasl-ı baharın, diyor.
Milletin hüzniyle terennüm etmiş, zira Genç Osman öl­
dürülmüş.
îzzet Molla’dan:
Bir meysim-i baharına geldik ki âlemin
Bülbül hamûş, havz tehî, Gülsitan harâb,
— İnsanı incelten kuvvet mahdud. Milletleri musiki
inceltir. Bizi de öyle.
■— Avrupa musikisi geniş tabiatta inkişaf etmiş. Alet­
leri tabiata göre çok ses çıkarır. Bizimkiler ince, İnce saz.
Tanbur ve kemençe azdır, ince saz oda içinde icra edilir.
Avrupa musikisi Allahın kubbesi altında. Bizimki baş­
ka bir kubbe altında.
Allahın kubbesi içinde kapalı. Onun için ses içinde­
dir. Tanbur açık havuzda kaybolur.
İkincisi besteler, şarkılar, K ârlar bile küçük eserler­
dir. 2-3 dakika söylenir. Batı’daki muhakkak uzun sürer.
Bizdeki melodi esasına müesses, ve tek ses üzerine. Onlar­
da müteaddid sesler, İncelten kuvvet daima az. Bunun
için notaya lüzum yok. Mahdud bir âlemde herkes bili­
yor.
İsmail Dede dâhimiz, Avrupa notasmı bilmemiş. Za­
manında .Kumkapı’da bir Hamparsum çıkmış. Bir nota
yapmış. Bizim musikiyi unutulm aktan kurtarm ış. Ham-
parsüm notasından istifade edilerek bir çok besteler kur­
tulmuş.

-5 1 -
Şeyhülislâm Esad Efendi m usikişinaslar’a dair küçük
risalesinde Itrî’den bahsederek: Büyük eserleri vardı, am ­
ma Hamparsum’a kadar yirmi bestesi gelebilmiş, diğer­
leri kaybolmuş, diyor.
Seyyid Nuh, Diyarbekir’li. Bâzı şiir mecmualarında
güfteleri var. Fakat malesef besteleri kaybolmuş. Nota,
yok ki kaydolunsun. M ahdut bir (Elit) tabaka imişler.
H attat mahdud, şair, bestekâr, muganni ve sazende mah-
dud. Musiki bütün millete sari değil.
Itrî’ye Mozart ve Bach’dari fazla kıymet veriyorum.
Onlar Avrupa âleminde yetişmişler.
Musikiden bizde anlayanlar nihayet iki bin. Itrî bir
Bethoven ayarında. Dehaları aynı derecededir. O Harmo­
ni, bizimki melodi üzerine müesses.
Subhi Ziya dedi ki: Sultan II. Murad zamanından
beri neden beste yok. Sultan IV, Mehmed zam anına geç.
O zamana kadar 350 senede ne imiş.
Bestekârlar, güfteler ve makam isimleri var. Fakat
eser yok.
Subhı Ziya şöyle bir söz söyledi: Galiba musikimiz
mükemmel değildi. Bakî gelinceye kadar şVirimiz gibi.
BursalI Ahmed Paşa zâmarimda m onüman olur. Sonra
Bakî de monürnan olur. Ondan evvel ya Rum ya Acem
kokuyordu. Musikimiz Itri’de millileşti. Her devirde mü­
kemmel olmaz. Bir devirde olur. Mükemmeliyet aynı su­
rette zirvede durmaz. Sonra bozulur tabiî.
Musiki mühim bir bahis. Ruhun içeri taraflarında
birşey. Birgün gençlerden biri dediki bizim şi’irimiz ile
musikimiz arasında değer farkları nedir? dedi. O genç’e
şunu dedim. Biz musikiyi Acemden almışız. Rum dan al­
dıklarımızla meze etmişiz. Ordular Mora ve M acaristan’a
girince havalar almışız. Itrî zamanına gelince bu tam a­
men Türk olmuş. Sentez tam am olmuş; Musiki de %
1000, şiirde % 50 Türkleşmişiz. Musikiyi bir Zaharya ya­
pabilir. Şi’iri, entellektüel yapar. Zaharya belki bir Itrî
- 52 -
derecesinde. Rum, Ermeni ve Türk iştirak etmiş. Biz ha­
kimiyetimiz altında bulundurduğumuz milletlere musi­
kideki vadeti yayabilmiş olsa idik, tek bir millet olurduk.
İki-üç yüzyıl gitmiş. O yüzyıllardan beste yok. Mühim
olarak biliyoruz ki II. Murad zamanında Abdulkâdir Me-
rağı ve oğlu gelmiş. Lâkin vesika yok. I. Ahmed’e kadar
elimizde vesika yok. Makam isimleri var. Lâkin eserleri
yok. I. Ahmed zamanında bir eser, T atarın bestesi var,
bilmiyoruz. Sultan İbrahim zam anında küçük Mustafa
Efendi, Hatipzâde Osman var. Itri, IV. Murad zam anın­
da bir altın devir başlıyor, O zamana kadar tekevvün ha­
linde. Itrîde tam Türkleşmiş. Şiir niye Türkleşmemiş?
Çünki musiki arkasında farisi yok, Şakir ağa gibi F a­
risi ve Arabi bilmeyen de yapıyor. Acem’in teşbih, istia­
re ve estetiğini bırakacaksınız, Acem, Yenişehirli Avni ve
Muallim Naci’ye kadar yakamızı bırakmamış. Musikide
Nevakâr tam Türk olmuş. I. Mahmud zamanında bir
kürkçü Rum, Zaharya Türk bestekârı olmuş. Onun bes­
teleri kadar mühim az eser var. Bestesinin bugün pabucu
olamayız. îsak Ortaköylü Yahudi. Dernek ki şiirde Acem
divanı ensemizi bırakmamış. Musikiyi herkes yapabildi­
ğinden İstanbul iklimi havasını alarak ilerlemiş.
— Şiirimizde sentez yok, beyitler ve m ısralar var.
Itrî, Zaharya, İsmail Dede ve Arif Efendi’nin gazelleri
var, devam eder, bitmez. Musiki bu cihetle sentetiktir.
Bunu takviye eden diğer bir misal: Arab ve Acem musi­
kisi halâ sentetik değil. Bizde sentetik. Avrupa’da Sabas-
tien Bach’da olduğu gibi bizde beste var. Bunlar birer
eserdir.
Diğer bir üstünlüğü: Itrî’den, eser olmak üzere 20
eseri kalmış. Eh büyük şairimiz Bakî ve Nedim’in ancak
bu kadar mısraı var. Nedim’in 150 mısraı var. Nailiî Ka­
dimin ancak 5-6 mısraı gelir. Diğerleri harcıâlem Musi­
kimiz öyle değil. Kolosal eser.

- 53 .
SANAT
— Her sanatı anlayış, insanların derecesine göredir.
Mimarîyi ince adam lar anlar, h atta heykeli ve resmi.
Bunu da anlayanların dereceleri vardır. Bu çok değildir.
Şiiri anlayanlar da beşeriyette azdır. Bu beşeriyetin ga-
rib tecellisidir.
— Yalnız biz değil, bütün milletler san’at bahislerin­
de geridir. Bir İngiliz Westeministerden pek bir şey an­
lamaz. Fransız’a sorsam Nötre Dame bir binadır. Şahe­
ser olduğunu pek bilmez. Milyonlarca insan kendisini
temsil eden bu sanatlardan habersizdir.
— Sanatlar: Güzellik sanatları. Büyük Sanatlar: Bel­
li başlı mimarî, resim, heykeltraş, musiki ve şiirdir.
Küçük sanatlar daha az ehemmiyetli. Dekor gibi. Sa­
n a ttır ama resim yanında birşey değildir. Bütün sanat
ikiye ayrılır. Birisine plastik sanat diyorlar. Resim, hey-
keltraşı ve mimarı gibi. Gözle görülenler.
İkincisi ritm ik sanatlardır. Nazım sanatları gibi. Ku­
lakla işitilir, iki büyük sanat, biri şiir, diğeri musiki. Na­
zım sanatı diye ayrıirnış.
Bu sanatlardan musiki sada ile ifade edilir. Bunun
da alfebesini yapmışlar. Do re mi fa sol... zabtetmişler.
Çünkü musiki sadalarla ifade edilir. Hem insan hem
de hayvan ve hem taştan zuhur eder. Tabiat birçok şey­
lerden zuhur eder. Sada, vâhidi kıyasî (birimi) bir tek
şeydir. Ya «re» dir ya «fa» dir. Ya ‘sol’.
— Veraset. Müzelerimizde gördüğümüz dekorlar, ha­
lı. Bunlardan zevk almak ve yürümek, model zannettiği­
miz şeyler birer varıştır. Bir meşaledir, devrilir, elden ele
geçer. Millet de odur, medeniyet de odur. Şimdi bir kök­
süz sanat var.
Maurice Meterling 7-8 dram yazdı. Eşhas hep ken­
disinin tehayyülü. öyle isimler yok. Herşeyi kendi icat
etti. Lâkin bu tutm adı. 50-60 sene evvel, işte bir dahî,

-5 4 -
her yarattığı kendinindir. Böylelikle meşhur oldu.
Biz gençler çok hayrandık Ben unutalı 30 sene oldu.
Antolojide ismi yok. Unutuldu gitti. Hani nahî idi?
icad eserleri idi. Racine’de ise Yunan’da ise isimleri
meşhur idi. Euripide’den almadır. Sofoklede vardır, isim ­
leri de mevcud. Racine 350 sene önce öldüğü halde hala
yaşıyor. Daha bin sene de yaşar.
Yaratıcılık eşhasın isim ve cismiyle (nebi) yapmak
değil; edebiyat ve şiirde aynı oyunları almak, tekrar yap­
maktır. Yunanca bilenler bakar ki Euripid’in mısraı var.
Bunu yapmaktan çekinmiyor. Yaratıcılığına dokunmu­
yor.
Bu mukayeseyi yaparken bir neticeye varalım.
Racine verasete m âliktir. Bütün güzellikleri tevatüs
etmiş. Bir daha yapıyor. Süheyl (Ünver) müzede ve câ-
m l’de gördüklerini massetmiş. Kökü var, yapıyor. Kökün
çok mühim rolü var.
Ziya Gökalp dostum mazi eserlerine bağlılığı görüp
de demişti ki, neden mazideki eserlerle uğraşıyorsun. Ken­
din ol. Harabelerle meşgulsün. Harabati değilsin. «Hara-
bisin, harabati değilsin». «Gözün mazidedir, ati değilsin.
Ne harabı ne harabatiyim
Kökü mazide olan atîyim.
Racine’den bahsediyorum. Bunun îfigeni diye bir
trajedisi vardır. Ağamemnun’un kızıdır, ilahlara kurban
edilmiştir. K âhinler kurban edip, demişler. Lâkin ilâhlar
onu kesmemiş. Kurban etmişler. Racine 1695 de bir daha
yazmış. Bir şaheser. Mevzuu almış, ismini de almış. Ola^
nın Lejand’ım değiştirmemiş. Versaille sarayında yaşa­
yan sembolik, kadınlar ve erkeklerle ifigeni mevzuunda
bir şahaser yapmış. Jan Moeeasi, benim üstadım, şair, ifi­
geni yazdı, 1900 a doğru. Fransız tiyatrosuna verdi. Di­
rektör bunu oynayamıyor ve ayak diriyor. Neye oynat­
mıyorsun? Ama herkes ifigeni yazıyor demiş. Başka bir
ifigeni Racine’nin, bu da bankadır.
-5 5 -
Klâsik sanat bu demektir. Veraset değildir, tevarüs
edilmiştir.
Bizde tevarüs acemden olmuş. Ondan tevarüs. Teva­
rüs amma taklid değil. Çoğu karıştırıyor.
Zamanımızda Paul Valery, sıkı surette Stephane Mal-
larme tilmizidir. Diğer bir münakkid demiş ki, çok kimse
Paul Valery’yi imitasyonla itham eder, Filiasyondur, di­
yor.
Klâsik dediğimiz de verasettir. Racine klâsiktir. Sha-
kespeare rom antikdir. Verasette ikisi birleşir.
Jules Cesar Dramı var. Shakespeare çalmış dersiniz.
Cümleler var geçiyor. Hamlet en m eşhur dramı. Danimar­
ka m asalının dram halinde yazılışıdır. Kraliçe Elizabeth
zamanında Danimarka halk hikâyeleri moda imiş, 1595 e
doğru bu yayılmış. Shakespare tiyatro sahibi. Bakmış m a­
sal çok güzel. Shakespeare yapınca bir milyon defa güzel
olmuş. Danimarka masalını almış, dram yapmış. Shakes­
peare o zaman Chef d’oevure (şaheser) yaptığının o za­
m an farkında değil. O dram yapıyordu.
Makbet, tskoçya masalıdır. Diğer biri bir Britanya
masalıdır. Romeo Juiette îtalyan masalıdır. Otello, oda
bir masal. Bizim Lala Mustafa Paşa 1575 de Kıbrıs’ı isti­
laya gidiyor. îtalyanlar Kıbrıs fethinde bu dramı yazmış­
lar. Otello bir asilzade kızına aşık. Lâkin kendisi zenci.
Aileyi kazanmak için kahram anlıklar göstermek lâzım.
Dram, Kıbrıs fethi.
20 sene sonra Shakespeare bir dram yapmış. Mevzuu
bu. Verasettir, Ondan önceki güzelliğe şekil vermesi.
Stephane Mallarme sembolistlerin piridir. Biri H6-
radiade diğeri L’apres-midi d’un faune. Bir diğer dramı
çok güzeldir. Her m ısradan güzellik akar. Daha doğrusu
fragmandır. Eserine bakarsanız Yunan ve Lâtin trajedi­
si, aynı zamandâ bir İbranî masalıdır. Tabiat nasıl uya­
nıyor, Sembolistler de verasete bağlıdır.
M atern hiç bir yere bağlı olmayan şeyi yapmış. Di­
ğer eser ve dram ları oynanıyor. Edebiyatta o kadar infi­
- 56 -
sah etti ki, bu günün şairleri arasına koymuyorlar. Se­
bebi köksüzlük. Sırf kendi hayalinden alıyor.
Şimdi bizim Türklüğe gelelim:
Biz istedik ki şair, ressam, mütefekkir, hakkâk, nak­
kaş hepsi m illetin yaptığı Türk güzelliği ve ikliminden
yapsınlar. 7-8 yüz senelik bir kök var. Bizim vatanda
bundan mülhem olsunlar. Bu güzellikleri mass edip ken­
dileri birşey yapsınlar.
Birçok gafiller, maziye tapınm ak dersi veriyorsunuz,
diye ayaklandılar. Mazi acaba varmıdır? Vakti, insanlar
bir vehme uyarak üçe taksim ederler. Mazi (geçmiş), hal
(şimdi). istikbal (gelecek).
Hakikatte bunların üçü de yok. Yürüyen birşey var.
Hâl bugün, Aralık ayının beşidir. Cuma. Hal içindeyiz
zannederiz. Yarın mazîye intikal ediyor, istikbal diyo­
ruz. Gelecek ay Cuma günü, gün geçecek mâzi olacak.
İstikbâl dediğimiz mâzi olacak. Her üçü yok, bir im-
tidad var. Devamlılık var.
îm tidad bir m illetin hayatında var. Biz bu imtidad
içinde maziye mi; tapıyoruz. Maziye değil, ondaki güzel­
liklere tapıyoruz. Çünkü güzel şey,
(^.Fatih’in, Mahmud Paşa’yı öldürmesine tapmıyoruz.
Biz maziye tapmıyoruz, iyi şeylere tapıyoruz. Güzellik
yapmışsa ona tapıyoruz.
Mimarını dayakla öldürmüş diyorlar, Süleyman, de­
demin m im ar vak’asını hatırlasın, demiş. F atih ’i müba­
rek bilir, mimarı öldürmesini çirkinlik sayarız. Bunu h â­
le tatbik ediniz. Bugün de böyle.)
On sene, elli sene sonra bir yüksek insan çıkarsa
ona da tapacağız. Bir Türk şairi bir vatandaşı öldürürse
hayran değiliz. Bu imtidad sırasında güzelliklere tapıyo­
ruz.
Demek güttüğümüz güzelliklerdir. Mazi çok geniş.
Mazide güzellik çok. Zira bir yığıntıdır. Herşey var. Raf-

-5 7 -
hael, Racine, herşey var. Artistleri seviyoruz. Lâkin bur­
juvaların namussuzluklarını sevmiyoruz. Fazla radikal
düşünenler, hayır diyorlar: Beşeriyieti Islâh için maziyi
unutmalı. Bilhassa güzellikleri mahvedelim ki bağlanmı-
yalım. Yanı senedleri var gibi. Güya istikbâlde herşeyi
güzel yapacaklar.
— Şair Moreas emsalsiz sözler söylerdi. Birgün kah­
vede kırmızı gül almış, güle bakıyormuş. Bir ressam de­
miş ki: neye bakıyorsun o kadar. Moreas mimarisine ba­
kıyorum, demiş. Gülde düz çizgi yok.
MİLLİYET
VE
RESİM
— Maksat Türk olmamız değil, Türklüğü sevmektir.
— Ne talihsizliktir ki milliyet cereyanı bile Türklü­
ğün aleyhine dönmüştür. Delâletlerle kendisini unuttu­
racak hale gelmiştir. Hiç bir şey ona zahîr yardımcı de-
ğil ki, kendisini görebilsin.
— Mazi yoktur, bir im tidat var. Devamlılığı koruya­
bilelim. Kesilmiyelim. Kesilirsek biz olmayız. Bugün, ya­
rın mazi olacak, istikbâlde, öyle. Ben maziyi sevmiyorum,
güzelliklerini seviyorum.
— Milliyetim idrak eden millet, ölüleri ile birlikte
yaşar.
— Türkler ikâmetgâhdan ziyade mezara ehemmiyet
vermiş. Ecdad tercümei halleri yok, yattığı yer mühim.
— Bizim vatanımız her vatan gibi feth edilmiş. Fetlı
edilince Türkleştirmek için mezarları esaslandırmış. Bu
mezarlarla vatanımızı Müslüman etmişiz. Onun için me­
zara ehemmiyet vermişiz. Ecdadımızdan bir çokları için
nerede oturur demeyiz de, nerede gömülü olduğunu ya­
zarız. Biz ölülerimizle yaşıyoruz.
' — iyilik eden muhterem. Fenalık etmişse ona bu iyi­

-5 8 -
lik mevkiini vermeyiz. Vatandaş iyiliği kötülüğü ayırt et­
meli. İyiliğe iyilik,'kötülüğe kötülük demeli.
— AvrupalIların: Lâtin ve Yunan medeniyeti tesir­
lerini aldıklanndan iftih ar ettikleri gibi, bizim de Bizans
ve İran ’dan bir şeyler almamız iftiharı mucibidir.
— Azeri Türktür, lâkin bizim Türk değil, Anadolu
Türk’ünden farklı.
— OsmanlIlarda padişah devam etmedi, millet de­
vam etti. Acemlik bizde devam etmezdi. Nitekim elli se­
ne sonra Uzun Haşan sülâlesi devam etmedi.
— Ordu bir yeri aldı mı, âmire itaat bizi çok ilerlet­
miş. Hareketi milliye de bundan olmuştur. Türk milleti
bunu itaatten yapar. Bunun fena tarafı subaya itaat edi­
yor, amma çok defa müstebide de itaat ediyor.
— Düşünce tarafım ız noksan. Her meziyet bir nakise
bırakıyor.
— 18 milyon Türk değiliz (1944) de. Malazgirtten be­
ri ölülerimizle birlikte belki 200 milyondan fazla, belkide
fazlayız. Biz ölülerle yaşıyoruz, ö lü ler ölmemişlerdir.
Hangi vatandaşımız F atih kadar yaşar? Fatih gibi yaşa­
maktadır.
— Delâlet bir, hepsi fânidir. Türk milleti bâkidir.
— Milliyetini idrak eden millet, ölüleri ile birlikte
yaşar. Döğüşmüşler. Fethetmişler. Hayrat bırakmışlar.
— Lam artin der ki: Vatan ecdadın küllerinden ya­
pılmış bir toprakdır.
— Bizim vatanımız, her vatan gibi fethedilmiştir.
Fethedince Türkleştirmek lâzımdır. Bunun için mezar­
ları esaslandırmak lâzım.
— Ben vatanı milletle beraber düşünür, yani mille­
tin yerleştiği toprak sayarım. B enim . nazarımda mille­
tin ruhunun estiği ve esmediği topraklar var.
— Camilerimiz Balkanlarda bile, Budapeşte’den baş­
layıp Atina’ya kadar devam ediyor.

-5 9 -
— Birçok milliyetçilere (maziperest) geçmişi sever
diyorlar. Asıl milliyetçiler maziperest değildir. F atih ’i se­
veriz, fetihler yapmış. Amma mim arını dayakla öldürt­
müş, hareketini beğenmeyiz. Biz tarih in güzel şeylerini
seviyoruz. Beğenmediklerimizi sevmiyoruz. Demek mazi­
yi sevmiyoruz, iyi olan ve güzel olan şeyi seviyoruz.
— Seveceğimiz mazi,-hal değil; güzellik, iyilik ve doğ­
ruluktur. F atih ’in Halil ve Mahmud Paşaları öldürmesini
sevmiyoruz. Halil Paşa’yı garazına ve hasedine mebni öl-
dürtüyor. Halil Paşa sayesinde İstanbul’a girmişizdir, Ha­
lil Paşa olmasaydı, belki de Varna ve Kosova olmazdı.
1444 de F atih ’i alaşağı edip II. M urad’ı getirdi. Varna’yı
kazanmasaydık İstanbul’u alamazdık. II. M urad’ı getir-
meseydi İstanbul’a giremezdik. Veya çok gecikirdik.
İkinci defa F atih ’i hal’ ettirdi. Demek ki maziyi sev­
miyoruz. Ayırd ediyoruz. Biz çirkin ile güzelliği ayırt et-
.mediğimizden bu halde bulunuyoruz. Fenalığa fenalık,
iyiliğe iyilik desek bu hal olmaz.
— Bizim işlerimiz çapaçuldur. Cehaletten mi? değil,
-Çapaçulluktam
— Şark çapaçulluğu. Arabın, Acemin, Türkün tarih ­
lerine bakınız. Kim in velâdetini (doğumunu) söyler, ki­
m inin söylemez. Bazı yeri ibni Haldun gibi, palavrayla
doldurur. Bunların bir ciddi tarafı yoktur. Lâtin reviz­
yon’.' vardır. Şüpheli ya^Biaz. Mutlaka riyazi (matema-
tUcKol) olacak. Meselâ vefatını bilmezse şüpheli koymaz,
biliyoruz, der.
— Türk milleti, ordu m illettir, p a lâ da öyleyiz,
— 190S e doğru bizim gençlik kozmopolitti. Vatan
haricine çıkmak arzuları doğardı. Din ve milliyetimize
m uhalif. Osmanlılık; ve Müslümanlığı terk eden ruhla
Paris’e geldim. Milliyetimin kıymetini Paris’te duydum.
Talebe öyle hassas ki, alkışları yerinde sarf ediyor ve can
kulağı ile dinliyorlardı. '
Paris’te Tâki zaferi görürsiinüz. Muharebe resimleri
var. Hükümleri az sürmüş. Bizim öyle takımız yok. Niğ-
bolu ve Kosava muharebeleri sembolleri ile Rumeli’de 600
sene durmuşuz.
— Hem Avrupa resmi, hem de m inyatür var. Minya­
türü Acemden almışız. Sonra kendimize has yapmışız,
— Resmimiz olmadığından millî tarihim izi doğru dü­
rüst bilmiyoruz.
— Bizim milliyetimiz cidden çok kuvvetlidir. Muhay­
yileyi tahrik edecek resim ve nesir olmadığı halde bu ka­
dar kuvvetli. Ya olsa idik. Bizim milliyetimizin za’fı, re­
sim yok. Eski zaferleri bundan dolayı bilmiyoruz.
— Malazgirt’! bir Ermeni papaz yazmasa bizde yok.
Vatanıniizın teşekkülüne sebeb olmuş vak’a muhayyile­
mizde ecdadımız, şehitlerimiz yok. Nesir yok.
— Türklerin milâdî 1300 den sonraki tekevvünü hak­
kında malesef zamanımızda bazı bilgiçler bir delâlete
düştüler. Tekevvününüz, asıl 1300 den sonradır.
Milliyetimiz bu tarihden sonra bir manzara arzetti.
O manzara mimarisi ile gözümüzün önünde. Nihayet biz
kadm-erkek bir milletiz. Şüphesiz terekküb etmişiz. Ori­
jin değiliz. Orijinler Rumeli’de ve Anadolu’da duruyor.
Terkip îstanbul’da oldu. Herşey başkentte teşekkül eder,
bir merkezde olur. 5-10 yerde olmaz. Fransa, Paris’e, İn ­
giltere Londra’da tekevvün etmiş.
Meselâ teşekkülümüz jKonya’da olabilirdi. O da Ka­
ram anda olan elemanlarla dolu. Mukadderat istedi ki, İs­
tanbul’da teşekkül edelim.
Bu teşekkül, bu üslûbu bizim milletimize verdi. İstan­
bul üslûbu. Başta lisan gelir. Türkçeyi İstanbul öyle hâle
koydu ki, mevcud Türkçelerin en güzeli. Bu Türkçe
Türk’ün şiarından gelme. Bu şiarı nedir? Fatihliği.
Fatih birçok arazî fetheder. Halkın bir kısmını ken­
disine, dinine âdetlerine uydurur. Onlarla terekküb eder.

-6 1 -
Türk milleti, (Fatih) olduğundan bir çok eenebî unsur­
ları Türkçeleştiriyor. İstanbul’a getirdi. Ordu, Enderun,
medrese ve konaklarda yuğurup kendi kılığma koymuş­
tur. Bunlar âdetçe ve meşrebçe Türk’ün yabancısı. İslâm
olunca hepsini unutur. Asıl Türklüğü alıyordu. Acaba us-
lûbu alıyor mu idi?
Bu terkibin asıl göze çarpan noktası lisan diyordum.
Yine diyordum ki İstanbul’da yüzde yetmiş mikyasda
fethedilmiş toprakların müslüman edilmiş milletleri var­
dır. Hiristiyan kalanları mevzuu bahis değildir. Onlar
reâyâ.
İc+ç,n|-.,;V;j gclon bir Gürcü kadın, esir düşmüş. Ca­
riye diye satmışlar. Yine hariçden kendisi gibi gelen bir
Hırvatla evlenmiş. Hırvat Mehmed olmuş, Mehmed Ağa
sonra Hacca giderek Hacı Mehmed Ağa olmuş. Evlen­
miş. Bir çocuğu olmuş.
— Şair Necati Rum çocuğu. Edirne taraflarından
yetim geliyor. Esir. Bunu alan kadın iyi okutmuş. Zam an­
la şehzâde hocası olmuş. Şehzade Abdullah, Kastamonu
Beyi. Bu Necatı iyi Farisî biliyor. Neye Türkçe böyle de­
ğil, ona üzülüyor. Şehzâde Abdullah, genç ölmüş, ona bir
mersiye yazmış.
Beğim bu nice seferdir ki ihtiyar ettin...
Yapayalnız gidiyorsun diyor.
Necati, zâti, Ahmed Paşa istiyorlar ki Türkçede F ari­
si gibi birşey olsun. Fuzulî 50-60 sene sonra şiir farisî
iken nazik olur, Türkçede olmuyor, diyor Fuzulî bile şi­
kâyet ediyor.
Şairlerden ziyade halk konuşa konuşa, zaman ve me­
kânla ala ala bu şive ile konuşarak İstanbul' şivesini ya­
pıyor. Bu mukadderdi. Böyle oldu.
— Malazgirt Meydan muharebesinden sonra Türk
Anadoluya bir sel gibi girdi. Türk aşirçtleri gelmeğe baş­
ladılar.

-6 2 -
Ayvalık ve îzm ir İskelesine gelen ilk Türk Aşireti de­
nizi gördü.
Deniz sahilinde bir yer var. Ceneviz, Venedik gemileri
duruyor.
Susuyorlar, Buna ne derler? Eskala. Bundan iskele
yapıyor.
Yemek satılan yerde Logandayı, Lokanta yapıyor.
Yeşil birşey yiyorlar; Salada, Salata yapıyor.
Şişede satılan; Levanda, Lavanta yapıyor.
Çanta, çanta. Para bozdurmağa banka.
Yolcuların gittiği, Açanta (Acenta), Anahtar, Dala-
vera, Konişmento, Tonilato bunlar halâ var. Türk, îzmir
lisanından kaç şey öğreniyor.
— Bir millet yeni mefhumları lisaniyle birlikde alı­
yor. Yalnız Türk milleti mi? Fransızlar da alıyor. Boks,
Golf, onlara İngiltere’den gelmiş. Fransa medenî bir lisa­
na sahib iken o da alıyor. Vaktiyle bizim lisanımızda
Fransızca kelime yoklu. Hep İtalyanca idi. Salon, Pan-
talon, komisyon. XIX üncü asırda Fransiüilanu
sonra başladı.
Mukabillerini ilk önce Türkler Arapça ve Farsça ile
alıyorlar. Sonra komisyon demeyelim, encümen diyelim
diyorlar. Bu kelimeyi bir ecncbi m illetten diğcı* ccrıebi
bir millete devrediyoruz.
Voltaire şimdi kalksa, bu Fransızca lisanını garip
bulur. Fransızlar buket’i almış, Almanlar da almış, bu
İngilizce kelimedir. Bir m illetten diğer m illetin alma­
ması kabil değildir.
Tahtelbahir yanlış. Suyabatan dedim, olmaz dediler.
Yerebatan gibi olurdu.
Teyyareye uçan dedim, olmaz dediler, Fransızcadan
Avion almadık. Araba geçirdik tayyare dedik. Daha doğ­
rusu Avion almalı İdik. Her millet mefhumu ötekinden
alıyor. Tezyini sanatlar var, pentür yok. Bizde tazyinî sa­

-6 3 -
nalların ilmi yok. İstılahları yok. Dekorasyon, dekoratör
gibi,
Pentür, desen, birbirini tefrik etmezdik. Pentürün
desenden farkı olduğunu bilmezdik. Desen yapana Des-
sinatör diyor. Pentür yapana Pentr diyor. Olduğu gibi ola­
cağız. Acemin zâten bundan haberi yok. Haberi olsaydı,
bizim de haberimiz olurdu.
— Lisanımız, bizim milliyetimizdir.
— Türkçede (ekstra ordiner) yok. Biz fevkalâdeyi
uydurmuşuz. Bu fevkalâde yetişti. Bir de harikülâde pey*
da oldur. M üfrit Türkçüler olağanüstü yaptılar.
— Arapça mükemmel, zengin bir dil olabilir. Lâkin
hürriyet Arapça’da yok. Namık Kemâl icadı. Vatan, yal­
nız birisinin doğduğu yer. Onu memlekete teşmil etti.
Milliyet dendi. Konsiyans’a vicdan dendi.
Bir devirde mevcud olmayan m efhum ların isimleri
de olmuyor. Mefhum vücuda gelince istilahı moda olu­
yor. Selçuklular’da komplo vardı. Fakat ismi yoktu. At-
tentat-süikast vardı, ismi yoktu. Sonra suikasd dendi.
Demek bir millete mevcud olmayan nosyonlara isim
lâzım. Komplo yapıyoruz da, komplo yaptığımızın farkın­
da değiliz.
Fransızca öğrenmeseydik grev kelimesi olmazdı. Grev
yok mu idi, vardı. Fakat ismi yoktu, bize de geçti. Tari­
himizde inkilaplan var. Fakat kelimesini bilmezdik.
— Bir millet lisanını terketmez. Zira vatanından es­
ki, En eski millî unsurumuz bu. Fakir olsun, fakat son­
ra zengin olur. Bizi birleştiren odur. Asırlar aşırı birleş­
tirir.
300 sene evvel Şeyhülislâm Yahya Efendi:
(Neler çeker bu gönül söylesem şikâyet olur), dedi,
bizi birleştiriyor, O zaman da birleştiriyordu. Bunu na­
sıl terkederiz?
— İftiharım ız taklide kadar gidiyor, ileriye gidemi­

-6 4 -
yoruz. Onun aynını alacağımıza biz de birşey icadedelim.
Arabi ve Acemi olduğu gibi almışız, bunu da alırsak çı­
raklıktan başka birşey olmaz,
— Amerika’ya çok büyük, Hollandaya çok küçük de­
mek olmaz, Büyük küçük değil, onun gibi kreatör (yara­
tıcı) olmak lâzım. Biz medenileşmede, istemede bile geri
kalmışız. Mukallitler ve taklit' edilenler aşağı olur.
— Buzbek, Sokullu ile görüşerek Hırvatlığını anla­
mamış. Birgün ona şöyle demiş, Müslüman olsana. Seni
sevdiğimden yanmayasın diye söylüyorum demiş. Buzbek
milyonla tebaası olan bir Hırvat sefiri iken farkında de­
ğil. Millet o zaman yekpare.
— Türk miletini iki şey öldürmüştür. Nesr’in ve res­
min olmaması. Türk milletini çok söndürmüştür. Bu iki
sanat varsa da'gayet sönük bir mikyastadır. Eski resim­
lerimizde muhayyele. Yani vâk’alan diriltmek hassası
yüzde doksan dokuz, bir mikyasta yoktur.
İstanbul fethinde hazır bulunan Dursun Bey gördü­
ğünü anlatmadığı gibi, Muhaç’ta hazır bulunan ve mu-
zafferiyeti Muhaçname’sinde güya tasvir eden en büyük
bir edibimiz yani ibni Kemâl vak’ayı zerre kadar dirilt­
miyor ve bize birşey Öğretmiyor. Çaldıran, Merci Dâbık
ve diğer muzafferiyetlerimiz hep bu pısırık nesirle cansız
ve kansız olarak beş on satırda anlatılm ıştır. Eğer Malaz-
girdi bir Ermeni papazı sağlam bir nesirle mümkün ol­
duğu kadar bir nesirle tasvir etmeseydi, Anadolu’da vata­
nımızın kuruluşuna dair olan en mübarek bir vak’ayı
bilmezdik.
Httnername’nin, Nusretname’nin resimleri üzerimiz­
de np kadar müdhiş bir tesir yapıyor. Eğer bütün devir­
lerimizde cedlerimiz, şehirlerimiz, ev, sokak hayatları­
mız, kalabalıklarımız resmedilmiş bulunsalardı zamanın
işlemesi içinde idrak ederek daha ne kadar kuvvetli olur­
duk.

-6 5 -
— Padişah devam etmedi. Millet devam etti. Acemlik
devam etmezdi. Nitekim 50 sene sonra Uzun Haşan sü­
lâlesi devam etmedi.
— Çaldıran muzafferiyeti olmuştur. Bununla Kızıl­
başlığı kaldırarak vahdeti bulmuştur.
— Benim babam doğramacıdır. Ben onu severim, is­
terse kimseye faik olmasın. Ben milliyetimi severim. Yap­
tıklarını severim.
— İngiliz Shakspeare’i yetiştirmiş, lâkin musikiyi
yapmamış. Hollanda’nın musikisi var. Lâkin onun Shaks-
peare'i yok. Ben kendimi severim.
r— Biz -071 den beri yeni bir devletiz ve yeni bir ır­
kız. 870 sene eder. (1). 1071 den evvel kaç. 870 sene vardı
ki gösterilebilsin. Meçhul değil, yoktur. Ondan önce bir
Süleymâniye, bir Çaldıran yoktur. Merci Dabık sayesinde
400 sene Mısır’da, Suriye’de 402 sene durmuşuz. Cengiz ve
İskender bile bu kadar duramamış. Alman orduları üç yıl
cihanı fethetti, ü ç yıl sonra birşey yok. Herkes Berlin’e
geldi. Nayolyon’un bütün zaferleri 4 seneye çıkar. Aus-
terlitz’in hükmü 6 sene.
Biz Mercidabık’dan sonra Suriye’den ancak ittihatçı­
lar sayesinde çıkmışız.
— Milletler bir terkibdir. 1071 den sonra başka bir
terkibiz.
— Anadolu’ya 1071 den sonra giren aşiretler Selçuk-
dur. Oğuz boylarıdır. Türk girdiği yöre birçok şeyler geti­
riyor. Girdiği yerde birçok şeyler buluyor.
Anadolu’ya girerken pencereyi biliyoruz. Bilmesey­
dik Rumca'dan alacaktık. Bıçak, kaşık Türkçedir. Kev-
glr-kefegir. Kepçe-kefce, Farsça. Kelime Türkçe değil
İran’dan alınmış, Anadolu’ya girmiş. Isgarayı almış. Alan
Türkdür. Almayan millet yok. İngiliz ve Fransızlar da al-

(1 ) 18 Kanunusani 1947 ye göre.

- 66 -
mışlar. îş terkibi yapabilmedir. Rum ve Ermeni yemeğini
almışız. O kadar bi?:im olmuş ki Rum vc Ermeni aşçılık
ediyor... Almadığımızı o kadar Türkleştirmişiz. Yazıda
çok ilerlemişiz. Arap Elham ra’da «velâ galibe illallah» ı
yazamamış. Bakmaya taham m ül olunmaz,
— Vatan cedlerin küllerinden yapılmıştır. Her mem­
lekette olduğu gibi m illetin kendisini his ettirdiği kadar,
lüç hissettirmediği yerler var. Kocamustafa Paşa’da Türk­
lüğü hissedemezsiniz. Ama yanyana.
Bursa’da hissedilir. Ama bazı yerlerde hissolunmaz.
F a tih ’de olduğu gibi değil. Kocamustafa Paşa şiirimde:
Nice asırlardan beri .ecdadımız bir yerde kökleşmiş. Ta­
bii asırlarca ruhunu;, mizacını ve şiarını o toprağa ver­
miş. Böyle topraklar Anadolu’da ve Rumeli’de çoktur.
Şimdi o topraklarda doğmuyoruz. Şişli gibi toprağın his-
solunmadığı yerlerde doğuyoruz. Bazı yerlerde çok, bazı
yerlerde az ama yine hissedilirdi. Simdi bu eskisi gibi de­
ğil-
Viyana’da bir Viyana’lı arkadaş diyor ki, eski Viya-
n a ’da Avusturya ruhu vardı. Bugün yok. Buna şimdi us-
lüb şuursuzluğu derler. Her m illetin başına bu gelebilir,
üslûbda şuursuzluk devri geliyor. Bir millet uslûbunu his­
setmiyor.
Bizde 1730 dan sonra Millî mimarimizi hissetmemeğe
başladık, üslûbu hissetmiyor, Mekân, bina olsun da ne
olursa olsun. Türk de ne imiş gibi bir şeyler geldi. Mimar
Kemâl ve Vedad Beyler memlekete geldiklerinde bir Türk
üslûbunun vücudunu haber verdiler.>
Otomobil ile geçerken Ebulfadî medresesini aradım,
bulamad:im. Mimar kem âleddin onu kurtarm ağa uğraştı.
Yarısını kurtarabildi. Bizim üslûbun en asil zam arm dan-
dı. Belediye Sarayı gibi bina her yerde yapılabilir, fakat
Ebülfadi medresesi yapılamaz. Şimdi her millet milliye­
tini bildiren şeyleri muhafazaya çok dikkat ediyor.

-6 7 -
Tevarüs ettiğimiz şeyler var. Meselâ Bizans. Onun da
varisiyiz. Onlar bize miras. Valenis kemeri yolu tutuyor.
Varsm tutsun. Yol başka yerden geçsin. İstanbul bina
edildiğinde ve im parator olunca kemeri yapmış, su ge­
tirmiş. Muhafaza edilmeli, Roma’nm, ziyam yok, Roma’-
m n .varisi biziz.
— Eski ve millî. Her eski millî değil. Boğaziçi millî
üslûp. Yalısı olanlar az. Lâkin peyzaj yapmış. Millî değil
de eski. Bir de millî var. Onunla iftihar ederiz. Duvar m il­
li. Milliyetimizin en tabiî olduğu zamanda vücuda geti­
rilmiş.
Mimar Kemâleddin’den Acem Ali’sine, Koca Sinan’a,
Davut Ağa’ya ve Mehmed Aga’ya kadar devir şiirine ka­
dar millî, Itrî musikisi ne kadar millî ise, mimarîsi de o
kadar millî. Mimar Koca Sinan su katılmamış kadar m il­
lî. Bunlardan taş koparmak günâh.
Şimdi ne garibtir ki eski millet nazariyyesi 100 ve
200 sene önce yoktu. Fransızlar ve Almanlar eskiyi yık­
tıklarına bu gün tessüf ediyorlar. Şimdi biz onlafın yıkr
ma devrine girdik.
Paris'de bizim Alafranga vatandaşlardan biri 1856 da
Paris ta lim in e hayran olmuş. Paris’i Haussmann boz^
muz diyorlar, şimdh Paris o zaman semt semt. Her sem­
tin başka bir farkı, özelliği varmış. Silmiş, dümdüz yap- ;
îiîiş. Şimdi istan b u ru n güzelliği «Varie» ve çeşitli olüşun-
dâ.
— Mİillî olan cihetlerde cadde neye açılır? Galatâyı
F atih ’e benzetemezsiniz. Lüzumsuz. Ticaret Eminöriüne
gelmiştir. Kocamustafa Paşa sükûn içinde. Galatadaki ti­
careti F atih’e nakledemezsiniz. Bursa’da Yeşirde, yol ge­
nişledi, ne faidesi oldu? Orasının havası bâzuldu. İstan­
bul ve Üsküdar semtlerinin milliliği muhafaza lâzırri. Ka­
dıköy tarafı geniş, genişlet. Milliyeti yok.
Orta Anadolu var, Trakyamız var. Vatan Anadolu ol­

- 68 -
duğuna. ve kamyon devrinde olduğumuza göre kamyon
ve otomobil en büyük vasıtadır, Anadolu iskelesi Kadı­
köy'dür, Moda'dır. Erzurum ’dan. Van’dan kalkan hep ora­
ya gelir, istediğin yeri aç. Z ira orada yıkılacak Ebulfadi
medresesi yok.
Hem caddeleri açmak hem de millî eserleri m uha­
faza kabil. Camiler yanında yüksek bina lâzım değil. Ha-
ussmann’ı beğenmiyen Paris'liler karşısında halâ uyuyo­
ruz. Eksikliği m uhafaza edenlere eski kafa diyoruz.
Yüz, Yüz otuz sene evvel bu fikirlerin tanzim at za­
m anında büyük tesiri olmamıştı. O zaman bu muhafaza
ediliyordu. Bu millete bazı nazariyeler birçok tahribata
sebeb olmuştur.
Modern, yani alafranga diyoruz. Türkler bu nazari-
yeyi hissetmiyor. Eski bir eserin yıkılmamasına teessüf
ediyor.. Niçün diyorsunuz? Yol açılıyor, diyor,
Birgün acı birşey söyledim. Ufak şeyleri yıkıyorsu­
nuz, Küçük câmi’, sebil yıkıyorsunuz. Birşey değil. Süley-
mâniyeyi yıkmalısınız, ki birşey yapmış olasınız.
Herşey bir a n ’ane olmıyor, Ba’zılan milliyeti hissedi­
yor, bazıları hissetmiyor. Bir arada olamıyor.
— Fuzulî biraz geç kalm ıştır. Avrupa’da Fuzulî kadar
kıymetli olmayan şairlerin kadrini bilir ve büyük değer
verirler. Bir tarafta bir büyük şairimiz olan Fuzulî’de
■geç kalmışız. 1530 dan beri ve bizim Bağdat’a girdiğimiz
zaman Fuzulî’yi o zaman buldular. O zamandan şimdiye
kadar tekkelerde ve konaklarda, saraylarda ve her evde
diğer şairlerden fazla okunmuş, söylenmiş ve yüceltilmiş-
tir.
K anunî ordusu ile sulhan Bağdat’a girdiğinde, garib-
tirki o kadar münevver ve şair padişah, Fuzulî’yi çağırıp,
görüşmüyor ve Fuzulî’yi İstanbul’a getirmiyor, Nasil olur
anlamıyorlar.
Getirilmemiş. Eline berat vermişler, Evkaftan fay­

- 69 -
dalansın diye. Bunu da kendisine vermemişler. Bu devir­
de bu ricalin gafleti şöyle tevil olunabilir:
Milliyet hissi tabi’dir. Rum Türkleri (Anadolu Türk-
leri ile Azerî Türkleri birbirinden farklıdır.
ihtim al, şiirlerini şive bakımından birşeye benzete-
mediklerinden tutm uyorlardı,
O zaman orduda Tım ar Beylerinden Taşlı cali Yah­
ya ve Hayalî Beyler Fuzuli’yi görmüşler, demişler ki:
Leylâ ile Mecnun hikâyesi Arap ve Acem’de çoktur.
Türklerde bu hikâye yoktur. Bizim Türkçe lehçemizde de
oldun. O da öyle yazıyor. Fuzulî ayarında şairimiz yok­
tur,
Bağdad’a Kanunî girdiğinde, onu bize getirseydi. Fu­
zulî 55 yaşlarında Bakî 9 yaşında» Elbette başka olurdu,
İstanbul’a gelince İstanbul şivesini alırdı.
Şiiliğe ulema ve münevver halk ehemmiyet vermez­
lerdi. Zira bütün halk’ın hepsi değildi. Rical taassub bil­
mezdi. Taassub ülemayâ mahsusdu. Belki Fuzulî’yi bize
getirmemekte bu farkın da tesiri vardı.
< Determinizm Felsefesi milliyetle beraber gider. Oldu­
ğu gibi kabul eder. Eğer o kafa ve o ruhda olmasalardı,
belki yapamazlardı. Bizim bu kadar aklımız var da niye
K anunî Sultan Süleyman Devri eserlerini yapmıyoruz.
Onlar öyle idiler. H ataları ve faziletleri ile böyle idiler.
Bir kül idiler
Bağdat’ı alacak kadar meziyetleri vardı. Fuzulî’yi ge­
tirmeyecek kadar da ne hataları vardı. Bunları böyle al­
maktan, kabul etmekten başka çare yok. Böyle idiler.
— Türk milliyetçiliğini olduğu gibi almazsak o za­
m an dağılırız. Eksiklik (Nakısa) ve olgunluk (kemâl)
aynı vücutta bulunuyor.
( F uzuIî Divanı m ısralan bizi çok sarıyor. Osmanlı şa­
irlerinde o kalite yok. Amma incelik ve tekammül nokta­
sından onu zaman zaman çok geçiyorlar.;

-7 0 -
— Şiir bahsi, Yunanlıİardan beri Lâtinlerden gele­
rek tekemmül eden şiir tarif edilememiştir, Daima elden
kaçan birşey, anlatılamıyor. Şi’irin m uhtelif tarifleri var.
Tam tarif imkânsız. Ben zannediyorum ki, tarif edile­
memesinin sebebi bir adam tarafından yapılmış olması­
dır. Bir kişi yazıyor. Bir kişi ise değişik kompleksleri plan
bir mahlûk. Anlaşılamıyor. Ne gibi (veraset) lerden teşek­
kül ediyor, basit birşey değil. Şair «filan», Şair «Racine«
... birer kişi. Hepsi de birbirine benzemiyor, işte tarif edi­
lememesi bundan geliyor.
Şiir bir şuur değil, bir şahsın ayrı görüşüdür. Söyle­
mek sanatı, vezin tarif edilir. Dünya’da bütün şairleri al­
sanız şiir nedir, nasıl söylenir tarif edemezsiniz. Şi’iri en
iyi bilen, asla en iyi şair değildir.
Racine acemi, Nedim de acemi. Paule Valery sıfır ola­
rak da düşünülebilir. Nasıl söylemesini biliyor, lâkin söy­
lemiyor. Bundan anlıyoruz ki şiir bir kuşun ötmesidir.
Bu anlaşılıyor.
Dünyanın en büyük şairlerinden biri demiş ki (ben
bir kuşum bir dalda öterim). Her mısra musiki. Şüphe­
siz ki okuyabildiğimiz şairlerin en ziyade manâyı nağme
hâline getirmesi budur.
Valery şiirin nasıl söylendiğini biliyor. Lâkin Allah
onu şair yaratmamış.
CFuzulî, Bakî bu bahisleri yazmakta cahil kalırlardı.
O nlar Valery’den Mallame'den çok iyi şiir söylemişlerdir.
Mısra’la r söylemişlerdir. Bakî’de 50, 60 mısra var ki fev-
k a lâ d ^ .^ ö tü m ısra’lar da çok. Nedim’de kötü m ısra’lar
istediğiniz kadar. Onun söylediği (fena) lan herkes söy-
ter'/ Hafız ve Sadî de böyledir. Bir kısım mıs’ralar nefis,
bir kısmını da yazmış, sanki onların değiL^j;^
Gide’in (ele avuca sığmayan şiir) dediği, şahsî görü­
şümle, bu anlaşmazlık. Şiirin m uhtelif şahıslar tarafın ­
dan, şairlerin mütenevvi, söylemelerinden ileri geliyor.'

- 71 -
Hafız, Sâdı ve Hayyam’ın ve frenk şairlerinin bazı­
larının bir çok noksanlan vardır. Fakat, şair yaradılmış
bir şahıs olm alarından ileri geliyor. Amma şiir sanatı
malum. Onu Valery de biliyor. Şiir sanatını bilen söyle­
miyor da bilmeyen Nedim söylüyor.
Fuzulî’de kötü kötü mıs’ralar da var. Bazı gazeller­
de bir mısraı görürsünüz, inci gibi, diğerleri derbeder. Asıl
Fuzulî, inci gibi olandır. Güzel mısra ve beyitleri dışında
tam bir gazelini hatırlamıyorum.
Sorsa canâ bilmezem kâmı dili şeydâ nedir
Güzel, çok güzel bir beyit.
Ne yanar kimse bana âteşi dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayri.
Âşıkân-i l*ah-ı tecridiz, hatar havfin çekip
Gâh Mecnun, gâh ben devr île mevlud bekleriz.
Şeytanın hatırına gelmez.
Neler var, nefis şeyler.........
inşad Acem tarzında olursa güzel oliıyor. Azerî baş­
ka, her zaman hoşumuza gitmiyor. Ziı'a -iklim bizi ayır­
mış. Portekiz Ispanya’dan ayrılmış, amma bir, k ıt’a. Şiir
ayni iklim istiyor.
Memleketimizin, milletimizin dehası büyük, kalbi bü­
yük, Fakat adedi fazla değil. Fethettiğim iz diyarı kucak-
lıyamamışız. Bağdad’ı almışız, içine girememişiz.-Dehası
büyük; herşeyi büyük.
Fikret’in;
Sığmamış sadrı pelengâhına kalbi şi’irin
Bizim milletin arsîân kalbi var. Fakat fethettiği diyar
büyük, kucaklıyamamış. Bağdat’da ve Suriye’de 4 asır ya­
bancı kalmışız. Arap o iklimden, biz o iklimden değiliz.
Türk köylüsü Bağdat’ta ziraat yapamıyor. Hararete daya-
narnıyor.
Mısır’ı fethetmişiz. Yukarı Mısır’da 65 derecede dur­
mak lâzım. Yarım saat duramazsın. Orada yalnız fellah
durabilir.
-7 2 -
— Ispanya’da bulunduğumda Arapların Ispanya’yı
fethiyle meşgul oldum. Bir İspanyol tarihçisine sordum.
Yalnız Endülüs’de kaldılar da yukarda kalmadılar, ne­
dendir? dedim. T uhaf bir cevap vererek;
— Araplar hurm anın yetişdiği yere kadar gittiler,
dedi. Biz de bizim m ahsullerin olduğu yere kadar gitmi­
şiz, ondan ötesine gidememişiz. H arran çok münbit, fakat
Türk köylüsü dayanamıyor. Bütün bir sene oturamıyor.
H arran bir zaman bütün Bizans’ı beslermiş, o kadar m ün­
bit.
İklim çok mühim mesele.
Biz Kuzeydeniz. Hem aslen Türk olanlar, hem de son­
radan Türk olanlar. Şimalden. Mutedil iklimlerde otur­
muşlar. Fakat ekvator’a doğru gidemiyorlar. Ingilizler
(m ütegallib), (istilâcı) olarak gidiyor. Topu, tüfeği var.
Kendi ayrı yaşıyor.
— Elli senedir varlığımızı hafiften idrak ediyoruz,
îslâm san’atı diyorduk. İçinde Türk şuurunu 40 senedir
biliyoruz. Cami’, medrese gibi dinî ve han, kervansaray
gibi sivil mimaride. H atta Prof, Sedad Hakkı Eldem gibi
milliyetçi bir mimar, nihayet bazı motifler ilâve etti. Mi­
m arî konpensiyondan ibaret, ü ç yüz sene evvelki şartlar
başka, bugün iş başka. Mesele iktisâdı durum a yaslanıyor.
Eskiden yaşama basit. Yer sofrası. Şimdi yemek sofrası
lâzım. Basık tavanlı eski ikamet yerlerimizde sofra kur­
sak başımız tavana değer. Ecdadımız yaradıcı adam lar­
mış. Nasıl yaşıyorlarsa, her şeyi ona göre yapmışlar. Pen­
cere açmazlar, yerde otururlar.
Boğaziçinde yalı yapmış ve bize mahsus kayık ve ka­
yıkçılar meydana getirmiş, binlerce insan bunlarla ge­
çiniyor. Kimi kayık, kimi kürek yapıyor. Gömlekleri için
tezgâh yapmış. Kayığa ne lâzımsa yapmış. Bizde şimdi he­
men herşey Avrupadan. Onlar kendinden yapıyor.
— Biz milliyetimizi muhakkak seviyoruz. Eski Türk.

-7 3 -
Türk olduğunu bilmez amm a yaratıcı. Kendine güveni
var.
— Boğaziçi Türk için bir (cadde). Ayrıca caddeye lü­
zum görmüyor. Kayık yapıyor, sandalı devrilıne:z, kayık­
çı mükemmel.
Nedim’de bir beyit. Göksuya gidiyor sıkılıyorlar, Çu­
buklu kalabalık, K âğıthane’ye gidelim diyorlar. Çünkü
kayık gidiyor. Hem de çabuk. Fakat şimdi vesait bol oldu­
ğu halde gidemiyoruz. Onlar için kolay.
Kandilli’de Niko var. Onun balığı güzel. Gece yarısı,
haydi gidelim, diyorlar. Sultan Selim’den kalkıyorlar.
Bunlar için kolay. Hayat farkları ne kadar başka. Bir ba­
lık içifi gidiyorlar.'Bügün yapamazsınız. (Niko balığı) şöh­
reti oraya kadar gelmiiş.
— Niçin mimarımız Türk evini yapamıyor?
İngiliz, İngiliz evini yapıyor. Zira refah içindedir.
Biz değiliz. 24 milyon insan m üreffeh değildir. Herşeyi
düşüneceği gibi evini de düşünür. Eskiden bu gün oldu­
ğu kadar düşünmeden Türk evini yapardı. Şimdi ancak
gece kondu kuvveti var.
— Biz Türk ve Müslüman olmak istiyoruz. «Alaf­
rangalar»^ ne olursak olalım, diyorlar. Medenî âlemde İn­
giliz, İtalyan var. Biz ne olacağız, ismi var, cismi yok.
Ankâmı? Biz buna razı değiliz. Onlar Türk ismini lâf için
söylüyor.
Şaşılacak şeydir^ ecda.dımizııi bıraktığı şeyler. Bunu,
(alafranga Türkiye) ye anlatam adık. Çünkü kültürü mü*
sait değil.
Hem Avrupa medeniyetini alalım, hem biz olalım.
— Yeniçeri ocağı çok Türktü. Mizaç, tavır, psikoloji
itibariyle, memleketin eh Piyade Türklük ifade eder oca­
ğı idi. Acaba bu Türklük Yeniçeri ocağına nereden geli­
yor.
İlk devşirmelerin Rumeli’li Hiristiyan çocuklarından

-7 4 -
yapıldığı muhakkakdır. Murad Hudavendigâr zamanında
Arnavutluk ve Bosna’yı fethetmiş değildir ki onların ço­
cuklarından devşirme yapalım. Milâdî 13İ60 dan sonra
OsmanlIlar Rumeli’de Peçenekler, Oğuzlar, Komanlar ve
Vardar Türklerini buldular. Bunlar Bizans tarafından
Serhad Askeri olarak yetiştirildi. Bunların orada vücudu
ve 1200 M. den sonra isimleri kaybolmağa başlıyor. Or­
todoks kiliselerine giriyorlar. Göçebedirler. Türkçe konu-
şvıyorlar. Irk itibarilc Türktüler.' O cihetle Yeniçeri Dev­
şirmelerinde Türk an ’anesi vardı.
— Bugünkü fikirlerimizin bir çoğunu bugünkü dert­
lerimizden mülhem olarak edinmişiz. Ve yanlış yaptığı­
mızın farkında olmayarak bugünkü dertlerimizden mül­
hem olan bu fikirleri dört-beş yüz sene evveline tatbik
ediyoruz. Halbuki o zaman o dertler ve o vaziyet yoktu.
Mesela Evliya Çelebi’nin bir nüshasına, herhangi bir
nüshasına, herhangi bir müstensih tarafından Yavuz’un
Rusya’yı imha etmek hakkında bir vasiyeti dere olunmuş­
tur. Belli ki bu haşiye Rusya bizim başımıza belâ olduk­
tan sonra yazılmıştır. Çünkü Yavuz zamanında Rusya
yoktu ve Rusya’nın derdi de yoktu. Yavuz öyle bir vasiy-
yeti bırakamazdı.
— Yeniçeri Devşirmelerden olunca mükemmeldi.
Müthiş bir seçme ile alıyorlardı. Bu kalkınca bozuldu.
Ayni zamanda Hiristiyanları azaltmak için an ’anevî bir
siyaset idi.
— Türk ilk defa İzm ir’e sahile gelince yemek yenen
(lokanta) olduğunu öğreniyor, alıyor.
Biber, frenkce, Patlıcan-Arapca, Fasulya-italyanca.
Bize girmiş. Demek medeniyet müşterek ve beynelmilel­
dir.
Rum ve Ermeni yemeğini almışız. O kadar bizim ol­
muş ki Türkler gibi Rum ve Ermeni de şimdi bize aşçılık
ediyor. Aldığımızı o kadar Türkleştirmişiz.

-7 5 -
Mühim bir mesele, İran ’dan getirdiğimiz yemekler
var. Fetihlerden sonra Rum eli’den, Rum ve Macar’dan
aldıklarımız var. Bundan bir sentez hasıl olmuş. Sonra
bizim ) Mutfak) ımız teessüs etmiş. Bu temsil kabiliyeti­
nin kuvvetine misâldir.
— 1453 den sonra Türk milleti Avrupa medeniyeti­
nin hayat ve teknik şartlarnia m utlak olarak' mensubdur.
Bu da hem mukadder ve hem doğrudur. Böyle olunca (es­
ki İstanbul) un muhafaza edilmesi, yahud da yine ken­
dimize benzer bir üslûp yaratılması bazı kısa görüşlülere
imkânsız gibi görünüyor. Halbuki bu pek mühimdir ve
mümkündür.
— Ne aleyhimizde olandan korkmalıyız ne de lehimi­
ze istemeliyiz. Babinger’in düşmanlık on parmağından
akar. Roman gibi yaKmamjş, düşman gibi yazmış. Fa­
tih'in aleyhine yazmamış, Türkün aleyhine yazmış. Mü­
verrih gibi yazmamış, hiristiyan gibi yazmış, O kadar
ki... Varna zaferimize öyle kızmış ki, nerede ise mağlup
oldular diyecek. Bunlara kulp buluyor ve Kosova’yı da
tcnkid ediyor,
F atih ’e dair he kadar iftira varsa ve iftira olduk­
ları muhakkaksa onları bir defa, koyuyor. Sonra da, belki
doğru değildir diyor amma, bir defa yazıyor.
Pespaye ruhlu. Müverrih değil, Almanlığa bu adam
leke olmuş. Müverrihliğin şan ve şerefi olduysa, bu da
şerefsizliği olmuştur. . : ,
Babinger vukuatı da iyi bilmiyor. F atih 3 defa cülüs
etmiş. 1444-1445 sonuncusu kafi, 1451 de. 1444 de haline
ait vukuatı 1445 dekilerle karıştın yor. Tarih bilmediğin­
den 1444. ü alıyor. Yeniçerilerin ayaklanmasında II. Mu-
rad’ı: çağırıyorlar.
F atih ’in ikinci Kosova muharebesinde Sancak beyi
olarak hazır öldüğünü bilmiyorduk. Bunu Babinger'den
ilk. defa duyuyoruz.

-7 6 -
F atih ’iri'bizzat bulunduğu muharebeler cülüsiyle baş­
lar. Hepisinin başında bulunmuştur. Bosna llhakmda bu­
lunmamıştır. üsküp’de idi. Oraya Mahmut Paşa gitmiş­
tir. Belgirad’da da ,bulunmuş ve hatta yaralanm ıştır, Fa­
tih ’in muvaffak olmamasına Hıristiyan taassubiyle mem­
nun da oluyor,
Osmanlılık camiai İslâmî idi. Anadolu Türkleriyle
Devşirmeler arasında kavga çıkıyor. Muvaffakiyet Dev­
şirmelerde kalıyor. Bu devleti yapan Devşirmeler diye ya­
zıyor.
Babinger, Anadolu T ürk’ü bayağı, Devşirme • esastır
diyor.: (Dönme) ve (Dönme olmayan) yok, hep biziz.
— Türkler hem mekânı ve hem zamanı fethediyor.
M acaristan’da 140 seneden fazla kalmışız. Sırbı ve Ma­
caristan'ı biz. yöntm uş,ve'zelil hale getirmiştik.,M acaris­
tan durdukça Rumeli’de durarnazdık,
— Hoca Sadettin Efendi’nin (Tacüttevarih) i nefis
bir eser. Keşke yeni harflerirnizle de basılsa. Yavuz ölün-
rce sevab olsun diye Gatmr-mahallesi Fenere gömdüler.
Kanunî, mahrem hizmetinde bulunauları-tekaüd etti. Ha-
•san Can Bursa'ya gitti. oM sce- TiirJr.^)
ti^fnolundu.
— Haşan Can Yavuz’un hayatını anlatıyor. (Vâlid
der idi ki..) der. Hususî hayatına dair 20 kadar fıkra var.
Bir anekdot var. (Vâlidi der idi fıkraları) nm birinde.
Cennetmekân Hünkâr ile Yeni Sarayın yazın bahçesinde
idik. Halimi Çelebi de vardı. Mabeyincilerden biri gelerek
lebi deryada köşk yapmış. Görmek istermisiniz, dedi.
Hep beraber indik. Köşkü seyrettik. Nakkaşlardan bi­
ri Ebülfeth’in tasvirini resmetmişti. Eline aldı ve; Ben
bu büyükbabamı tanırım . Nakkaş çalışmış amma ben-
zetememiş. Beni kucağına alır, hoplatırdı, dedi.
— İstanbul’u fethi’ne dair hadis’e sahih demezler.
Amma en sahih hadis budur.

-7 7 -
— Mensup olduğum T ürk m illetine inanırım . Bir
Türkiye var. Malazgirt’ten beri camili, medreseli bir mem­
leket, dindar bir millet yapmış. Bu maksatla yüzde elli
seve seve ölmüştür. Ayasofya’yı cami etmiştir. Bunu cami
yapmağa o kadar özenmiştir ki, Müterake’de kilise yapa­
mamışlardır. Niçin Türkiye vardır. Türkiye Müslüman-
dır. İnanm asa yapamazdı. Y aptıklarına inandığı için ya­
pabildi. Bu uğurda şehid oldu. İşte ben buna inanıyorum.
Türk m illetinin inandığı şeye.
Meselâ, Müslüman Bursa’da Psikoterapi yaptı. Mille^-
tim e inanıyorum.
— (Fatih’in yanlışları var mı idi) sualine karşı, yan­
lışı doğruyu nasıl tefrik edelim. Hiçbir şeyi doğru dürüst
bilmiyoruz ki, vesikaları görmekten aciziz.
— Bizde Islâmiyetin m en’ ettiği herşey kalkmış de­
ğil. Hem men’ edilmiş, hem yapılmış. Hem Avrupa resmi,
hem m inyatür var. Acemden almışız. Sonra kendimize
has yapmışız. Belgrad’da bile m inyatür çarşısı var. Sul­
tan III. Selim devrinde m inyatür çarşısı var.
— Çinili Köşk. Orada mukadder bir şey olmuş. Ora­
dan (Kozbekçiler koğuşu) kaldırılmış, yıkılmış, yerine
müze yapılmış. Müzenin o tarihlerdeki endişelerle saray
surları içinde bulunması mukadder bir düşünce addedi­
lir. Ancak o peyisajı boğduğu da inkâr olunamaz.
— Biz Bizans’dan da almışız. Terbiye, nezaket ve in­
celiği bir derece Kumlardan almışız. Fuzulî söylüyor,
(Leylâ ve Mecnun) iptidasında:
(Bir nice zarihi H ıttai Rûm. Rumi ki dedik kaziyye
m alûm ). Bizanstan çok şey almışız. Azerî Türk ile bugün­
kü Türkün farkı bundan doğmuş. Anadolu Türk’ü çok
karışmış.
Onun servisini almış, Türk yapmışız. Divarmı bile
aynen almışız. Hamamını aynen almışız. Lâkin onu (biz)
yapmışız (bizden yapmışız). Aslımız Türko-grek H atta

-7 8 -
Greko-Iraniyen. Fakat bunlardan biz kendimize, onlara
benzememek, lâkin onlardan almak şartiyle bir çok şey­
ler almış ve (biz) olmuşuz.
Hükümetimizi Bizans’m topraklan üzerinde kurm u­
şuz. Her veçhile onları istihlaf etmişiz. Onların halefi ol­
muşuz, Amma biz yapmışız, bize döndürmüşüz.
— Bugünkü keskin cerayan, sanat telakkisini alt üst
etti. Sanat için, Picasso mücerreddir dedi. Nasıl mücer-
red?
Mücerred yoktur. Mücerred matematikdir. Hiçbirşey
bir milimetre şaşmaz. Matematik gibi, sanat da mücerred­
dir, dedi.
İzzet Melih, Nejad'ı Paris’de gördüm. Onlar söylüyor­
du, ben dinliyordum. (Canım çizgi fazladır. Çizgi olma­
malı; Renk, renk. Renk de olmamalı), ne olmalı, dedim.
(Böyle şçyı gitmeli) diyörlar. Duvar buraya kadar gidi­
yor.
Stilize resimleri beğeniyor. Bizim halı veya H arir ha­
lısını. Hah ; yerde. Oha resim diyori d n d an mülhem ol-
m uşlan Eskiler buna stilize resim disrlerdi. Yani hiçbir
cismi olmayacak. Konsepsiyon olacak. Esasından değiş­
tirdiler. Bir de tarih var.
Rönesans’ta kaç ekol var. Her bir ekol bir moda. Mo­
dası geçince başka ekol geliyor, ötekiler nasıl geçtiler, bu
da geçecek.
Felsefede birşey ki başlıyor, biter diyorlar. Allahdan
başka başlangıc’ı ve son’u olmayan şey yoktur. Ona da
akıl erdiremeyiz.
İnsan düşünse aklı başından gider. K âinata kimse
akıl erdirememiş. Pascal yalnız bir isim vermiş. {Bomboş,
sonu yok, muhit, heryer merkez,) diyor,
— İslâmlık domuz eti' ve şarabı men’ eder. Biz ka­
birlere ehemmiyet vermişiz. Kabirler sayesinde vatanı

-79-
Türk etmişiz. Biri ölmüş, biz onu aziz gibi saklamışız.
Temsil kudretine bakın, Kocamustafa Paşa Camii bir ki­
lise idi. Orası şimdi çok Müslümandır. Ayazma’sını Sün-
bül Efendi Müslüman etmiş. Merkez Efendi de oradaki
Ayazmayı Müslüman etmiş. Bunlar islamiyete uygun de­
ğildir. Bereket versin ki uygun değildir, yoksa orası Rum
kalırdı,
— İslâmiyet Arab’a Acem’e uygun değildir^Tançalda.
cam i’e gitim. Pantolonlu cami’e sokmadılar, (gâvur) di-
ye7 Orada (teganni) günah. Çünkü (maliki) . Biz teganni
ediyoruz.
— Mevlid. Tahminen 1400 senelerinde. Hazreti Mu-
hammed’in annesi Amîne Hatun, Bursa’lı bir kadın hava­
sı yaşar. O sanki, Bursa’da bir nalıncının eşidir. İstan­
bul’da Hazreti Muhammed, Şeyh Galip’e göre, Ortaköy’-
de ipekler içinde oturan bir Efendi gibi oluyor:
Sen Ahmed-ü Mahmud-u Muhammed’sin Efendim.
İklime ve zamana uyan şey. B unlar bize aittir. Subjektif-
dir. Nasıl ki Hollanda’da Meryem sarışındır. Bizde de böy-
ledir.
— Avrupalı’lar (Orta Çağ) rüyasından uyanınca, göz­
lerini Roma’ya ve Y unan’a açtılar. Lâtinceyi öğrendiler,
Incil’i okumağa başladılar. Biz Arapça öğrendik, K ur’anı
anlamağa pek çalışmadık. ,
— Bizde Lütfü Paşa tarihi var. K anunî’nin hemşire­
sini tutar. Âlim ve Sadnazam. 50 kadar kitabı var. Bir kı­
sım Arapça. İkisi Türkçe. Birisi tarihî. Birisi Asafnâme,
yani sadrıazamlık sanatı.
Tarihinde bir fıkra neşrediyor: Mabeyinde iken Ya­
vuzla Mısır’a ğitmiş. 1517 senesinde Yavuz, Mısır fethi bi­
tince, Mısır’ın acaibini, dağlarını görmeğe gittik, diyor.
Yavuz piramitlere çok hayret etmiş. Beraberindeki erkân­
dan biri demiş ki: Mısır’da bir ihtiyar var, o bilir.
İhtiyar, Arapça demiş ki, Ey Emir-i Rum. Ne oldu-

-8 0 -
ğunıi kimse bilmez. Sen bana Nil’i sor. O zaman Lütfü
Ağa, orada bunu duymuş. îbnî Kemâl ve Celalzâde’de var.
B unlar cahil değil. Zira Yavuz âlimdi. îbni Kemâl ve Lüt­
fü Ata da âlim. Lâkin bu tarafım bilmiyor, Piram itleri
bilmiyorlar. T arih ve Coğrafya bilenler (Asrı Saadet) in
Öncesini pek bilmez. Demek ki Herodote’den okumayınca
Piram it bilinmez. AvrupalIlar Mısır’a girmemişlerdi, lâkin
bilirlerdi. Zira ondan okumuşlardı. Onlar medeniyetin
bir başkasına biz bir başkasına bağlıyız.
AvrupalIların Rönesansından ve Fransız inkilâbından
sonra ilimler ve teknik doğdu. Şark eski hâlinde kaldı.
Arap ve Acem Nasyonalistleri hep (bizi Türk mahvetti)
derler. Pekiyi mahvetmediği diğer yerlerde siz ne yaptı­
nız?
Biz İran’ın her tarafına mı gittik? Biz Endülüs’e, biz
Hind’e mi gittik? Onlar neden geri kaldı? Hakikatte, m u­
kadderat bizi İslâmlık dünyasma, onları da Hiristiyanlık
dünyasına attı. Tarih, kaza ve kaderden ibarettir.
islâmiyete girdik ve sayesinde İm parator olduk. Za­
rarları değil, faydaları olmuştur. Sekiz yüz senelik iş.
Ufak bir iş değil.
Şark milletleri arasında rekabet. Kim evvel aldı? Ba-
tı’nın meziyeti Roma’dan alması. Bugün emsalsiz bir fai-
kiyeti var. Türklüğümüzü bile G arp’den öğrendik.
Yarım Avrupalılaşan Kozmopolit, tam AvrupalI olan
Türk oluyor. İdrak, yüzde yüz Avrupalı olan Türktecjir.
Tarihi tashih etmeği bir tarafa bırakalım.. Neyi tas­
hih edeceğiz? Tashih edilemez ki. Realiteyi kabul edelim.
Biz büyuz diyelim. Malazgirt’den beri biz buyuz diyelim.
Onu birleştirmiş olan her unsur millîdir. Dağıtmış
olan her unsur millî değildir, Mısır üç defa millileşmiş.
Türkler orada büyük cami’ler yapmış. Fakat Arap üslû­
bunda. Banisi Türk. Kale içinde Süleyman Paşa camiini
gördüm, Türk.

- 81 -
ibnî Sina ve Fafabî Türk diyoruz. Aslen Türk. Ter-
kible Türk Lâkin Sokullu Mehmed Paşa, Gedik Ahmed
Paşa, Mahmud Paşa Türkdür.
Ben Türküm. Fakat, Çaldıran’ı duya duya Türk ol­
dum, Malazgirt’ten beiri Türküz. Ama kanımıza karışmış.
Mahmut Pasa’nıh babası hırvat, anası Rum. Bu adam
Hırvatlıgı ve Rumluğu perişan eden ve dağıtan bir adam.
Kendisi o kadar Türk ve Müslümandı ki, Hurufilere kar­
şı çıkmış idi^ Acem’den bir takım saçma adam lar geliyor,
onları karıştırmayın, diyor. Dini bütün. Bu millet ona
bundan dolayı Mahmud Paşa’yı Velî demiştir. Milleti tan ­
zim elti. Otluk Belin’e bu millet onu çağırdı. Bursa Me­
busu Rafet Bey kıymetli bir adamdı. Sen Yavuz ve K a­
nuni devri’ni beğenirsin, serdarları Türk değil, dedi. (Dur,
nasıl) dedim. Türk, istemezmisin o devre dönmeği? Bun­
ların, bu şeylerin hepsi T ürk’dü.
Davut Paşa semti. Tam Türk semti. Irkan Türk de­
ğil. Koca Mustafa Paşa, Kasım Paşa Türk değil. Lâkin
hepsi Türk olmuştur. Hem de tam Türk. Eyüp Sultan’da
Sokullu, Türk tabutu içinde yatar. Bunlar o semti o ka­
dar Türkleştirm iştir.
— Milletler sentezlerdir. Biz de böyleyiz.
ingilizler Selt, Danim arka’lı ve Norman v.b. karışık­
tır. 5 unsurdafTmürekkepdir. Bunlarla önce İngiliz tipi
çıkmamıştır. Norman’lardan sonra çıkar. İngiliz tipinden
İngiltere çıktı, trkan Germendirler. Niye birbirleriyle
cenk ettiler.
Fransızlar’da Cermen karışıktır. Niçin Almanlarla
harp ediyor, iş, evvelce olan kanda değil, sonra olan sen­
tezdedir.
Türklerden de biz sentez olmuşuz. Biz bugün bütün
Türklere el uzatmadan Azerîlere uzatamayız. Lâkin on­
dan uzaklaşmışız. Otluk Beli, Çaldıran nedir? (Çaldıran,
ben Acem olmam), muharebesidir. Birleştirin olmaz. Zira

-8 2 -
sentezler ayrıdır. Türk, Şi’î olmuş ve bana saldırmış ise
o Türk değildir,
Türk, Mahmut Paşa’ya derler. Türk, Mimar Koca Si­
nan ’a derler.
— Vatan devletsiz, milletsiz ve dinsiz de olmuyor.
—{^ıl917 de Ziya Gökalp bana dedi ki:
Harabîsin, harabati, değilsin.
Gözün mazidedir, atî değilsin.
Ona cevap olarak dedim ki;
Ne harabı ne harabatiyim
Kökü mazide olan atiyim.
Meselâ inkılâpçılardan, kökünden herşeyi koparan takı­
ma denilebilir ki Alman’ı, Alman-Fransız hududundan,
Almanları ve Rusları birbirinden ne ayırıyorsa bizi de
o ayırsın.
Biz devlette nice mevkiler vardır ki, hiçbir iş gör­
mez. Lâkin bu, oraya bir liyakatsizin tayinini icabettir-
mez. Devlet, u m y ettir. Devletin faaliyet göstermiyen kı­
sımları vücudumuzun zaman zaman faaliyet göstermiyen
kısımları gibi olabilir.
— Koca Mustafa (Paşa) Rum. Bir Kiliseyi Cami ya­
pıyor.
— Temsil kabiliyetimiz o kadar kuvvetli ki. Aldıkla­
rımızdan Türk m utbahı yapinışız. Sonra Rum ve Ermeni,
aşçımız olmuş.
— Motifleri almışız, Türk musikisi olmuş. Ermeni-
1er sonra Türk bestekârı olmuş.
— Hamam Romendir, sonra Bizans’a geçmiştir. Ha­
mamı o kadar Türkleştirmişiz ki ona şimdi herkes (Türk
Hamamı) diyor.
— Servi Rum ve Arap’dı. Onu o kadar Türkleştirm i­
şiz ki. Temamen Türk olmuş. Amma şimdi. Karacaah-
löed’de hergün eksiliyor. Lâkin eskiler tekrar dikerlermiş.
— Ispanya’da Endülüs eserleri sayılıdır. Bizde eski

-8 3 -
Yunan, Romen, Bizans eserleri pek çoktur. Biz çok, mu­
hafaza etmişiz. Frenkler yıkmışız diye bühtan ederler.
İstanbul’da ne varmış? Ayasofya. Havariyyum Kilisesi
zaten yıkık ve haraptı. Ayakta duranlarını kullanmışız.
— Atina'da Akrepol’da Fethiye Camii; (Hikmetha-
ne-i Eflatun) demişiz. Minare kaidesi içerdedir. Yarım
metre açıktan yapılmış, mimarisine halel gelmesin ve
ahengi bozulmasın diye.
— Bizim milliyetimizde ne vaki’ oldu ise biz buyuz
demek lâzım. Onları tashih etmemeli.
— Malazgirt’ten bugüne kadar bir şekilde, olarhayız,
(Hat) da, (musiki) de, (şiir) de üslûb aynı olmamış ise bun­
da da olmaz. Fakat biz buyuz demek lâzım. Bir zaman
zâde imişiz, sonra oğlu olmuşuz. Değişme söz’de.
— Bayezid’deki Türkocağından beri Türküz değil.
Kendimize Türk demediğimiz, Türklüğe kötü baktığımız
zamanda da çok Türk idik. Frenk gömleğini giydik, gâvur
oluruz korkusu vardı. Türk’ü kaba saba manâsına kul­
landık. Lâkin realite Türktü. Ne zaman milliyetimize uy­
gun olursak, o zaman Türk oluruz.
— Hep harcıâlem lâkırdılar söylenmiş tarihimize da­
ir. Vesikalara şimdiye kadar lüzumu, kadar m üracaat olun­
mamış.
-- Mıihim bir mesele. İran'dan getirdiğimiz yemek­
ler var. Sonra Rumeli’den Rum ve Macardan aldıkları­
mız var. Bundan bir sentez olmuş. Sonra bizim (mutfak)
ımız teessüs etmiş.
— Bir insan kendisini bir işe verdi mi dağılmama­
lı. Biz Türküz. Malesef Şarklı’yız, kendimizi dağıtıyo­
ruz. Bizim eski Türk’ün disiplini, bugün Avrupa’da var.
İşleri teker teker ele almalı ve teker teker yürütmeli.
— Devlet teşkilâtı isimleri Acemcedir. Veliahd’a Şah-
zâde derler. Hükümdar padişahtır. Taht, saray hep Aciem-
cedir. Görülüyor ki Acem kültüründen çıkmışız, Avrupa­
lIların Lâtin’den çıktığı gibi.
-8 4 -
Acemlerden diyarı Rum’u almışız, Rum elemanı gir­
miş. Rum lardan da almışız. Sahillere gelen İtalyanlar-
dan almışız. Rum evini, duvarını almışız. Temsil kabili­
yetimizin büyüklüğüne misâl. Lâkin o kadar Türkleştir­
mişiz ki, meselâ yemekleri öyle yapmışız ki, Türk aşları­
nı Rum ve Ermeniler yapmağa başlamış. Tabiî Türk aş­
çılar da var.
Servi Grek’di. Sonra Türk olmuş. Roma Hamamı’nı
Türk hamamı yapmışız. Bugün Avrupa’da (Türk Hama­
mı) diye meşhur. Yeni aldığımız vatanda yeni aldıkları­
mızı o kadar meze etmişiz ki, o kadar Türk olmuş ki.
Acem kafasından çok şey almışız. Arab’ın ona ver­
diği ile beraber biz Acem’den çok şey almışız. Arabistan'ı
sonra almışız. Medreselerimizde Arapça okumuşuz. Arap­
lık bize nüfus edememiş. Biz Acemden almışız. Rumdan
direktman hayat kısmım almışız. Duvar, kuvveyi Rum­
dan almışız amma şeklini ve yüksekliğini hepsini Türk­
leştirmişiz. Bizans duvarı artık Türk duvarı olmuş. Biz
öyle mezcetmişiz ki, üstünlüğümüz inkâr olunamaz.
— Milliyete ne mazî, ne hal, ne atî vardır. Maziyi,
bir milliyetçi sever zannedilir. Lâkin bu yanlış bir düşün­
cedir. Çünkü bu mâzinin güzeUiklerini sever. Demek ki
maziyi değil, güzelliklerini sever.
Hâl, yarın mazi olacak. Mazi olmayacak bir vakit
yoktur ki. Hal’in nasıl çirkinliklerini sevmiyoruz, güzel­
liklerini seviyoruz. Hal, takvim yaprağı çevrilince mazi
olacak, güzelliklerini yine seveceğiz, çirkinliklerini sevmi-
yeceğiz. Maziyi bir kül olarak sevseydik, meselâ İstanbul
fethini güzel birşey nlarnk sevdiğimiz kadar, F atih’in
Mimarbaşını dayak altında öldürmesini de sevmemiz lâ-
z!ım gelirdi. Onu sevmiyoruz. Onu çirkin addediyoruz.
— Fütuhatı yaptıran m illiyettir. H urufilik’de Acem
tesiri gören Mahmut Paşa, bunu men’etmek ister. Fahret­
tin ’i kışkırtır. Onda işin milliyet tarafı var. Bizi Acemlik-

-8 5
den ayıran her şey m übarektir. Ayrılmayan Azerî Acem-
leşmişlerdir. Türkü Türk yapan, bu ayrılıktır.
—r:!Milliyet nazariyesl tabiat üzerine müessesdir. İn ­
sanları beş yüz defa dünyaya ayırsak beş yüz millet olur.
Tabiatta (hattı müştekim) olmadığı gibi Milliyette de
yoktur. Milliyet nazariyesl hürriyeti kabul eder, Radika­
lizm i kabul etmez. Dinden dinsizliğe kadar herşeyi ka­
bul eder.
— Maziyi vatandan ayırmak, ruhu bedenden ayır­
mak kadar imkânsızdır.
— 1071 M alazgirt’ten Türk vatanının tessüsünün
başlangıcıdır.
— Millet başka, milliyet başkadır. Birçok insanlar
vardır ki, Türk milletinden değildir. Fakat milliyeti Türk-
dür.
— OsmanlI sınıfı fukaralık üzerine müesses. Fukara
semtini çok beğenir. Bunu ekonomik faktör yapmışız.
Millet fukaralıkdan yiyememiş, yiyemediğinden sağlam
kalmış. Mollazâdeler ve Paşazadeler dejenere olmuşlar,
jem işler. Millet fukaralıktan şikayet etmemiş, bunu gü­
zelleştirmiştir. Millet fukara olduğundan semti ahşab-
dır, dardır. Yangın siler süpürür. Bir paşayı medh için
(fukaraya bakardı) denir. Fukara o kadai bol ki nerede
ise meziyet olmuş. Eskiler buna rağmen bize koca bir va­
tan bıraktılar.
— Mezhep farkı bizi İran ’dan ayırmış. Eğer mezhe­
bimiz aynı olsaydı biz belki de ira n ’lı olacaktık.
— Fukaralık ruhumuzu güzelleştirmiş. Semtlerini
de güzelleştirmiş.
— Biraz da irfan yoksulluğu. Millî eksikliklerimiz,
Millî mefahirimiz ve meziyetlerimiz gibi devam ediyor.
Meselâ tanzim at’tan sonra boğaz sahilleri binalarla dol­
muş,. Yol arkada, Avrupa’da görüyor, bizde aksini yapı­
yor, Boğazı tenvir için iki Rum Meyhanesinin aydınlığı­
na muhtacız. Anadolu Yakası ise temamen karanlık.
- 86 -
— Şark kültürünün vârisi biziz. Arapça, Farsça, Türk­
çe. Eflâtun bize Arapdan intikal etmiş. Aceme de Arap-
dan. Esası Arap. Yakut, Şeyh Hamdullah ve Nafiz Osman
yazıları bizim,
— Çandarlv. ailesi. OsmanlIlar ailesinden daha ol­
gun, Acemleşmiş. Tim urleng’e Yıldırım mağlup olunca,
Lütfü Paşa ya2 iyor. Bir Yeniçeri kalkarak ona tevhibde
bulundu. Ve dönüp T atar’a teslim oldu, diyor. Milli ah­
lâkin misali. Askerlikde Millî ahlâkdan ayrıldın mı, böy­
le oluyor. Ahlâkî sağlamlığı milliyette gören bir neferin
bu sözü yıldırım’ın ağırına gidiyor.
— Biz vatanımızın nasıl bir hazine olduğunu idrak
etmek şöyle dursun, Avrupayı bile tanzim attan sonra bi­
liyoruz. Daha önce kendimizi de bilmezdik.
— Aşağı yukarı biliyoruz ki m inyatürün esası Çin-
dir. Şark dâ en eski Çin’dir. Sonra Hind’dir. Sonra Acem’­
dir. Bizim en sona gelişimizin esası söyledin Milletin
oluşması sonradır da ondan.
Her milletin bir sentezi olduğuna göre, muayyen bir
devrede tekevvün eder. Medeniyeti Islâmiyeyi Acem’den
almışız. Din, devlet, sanat ne varsa hepsinde Acem tesiri
büyüktür. Arap’la vasıtalı münasebetimiz var. Acem ile
doğrudan doğruya. Yalnız sanatta değil, herşeyde...
Din^ İranlI Müslümanlar tarafından geldiğinden, İs­
tılahlar acemledir. Meselâ Peygamber (Nebi, Resul değil),
Salâta nemaz diyoruz, Farisîdir. Savm ve siyam demiyo­
ruz, oruç diyoruz.
Garibdir, îjulefayı Raşidin’e Çihar yârı Güzin diyo­
ruz. ,
Resim’i günah saymışız, hatta şiddetle. Dinin diğer
hususlarında olduğu gibi bunu da günah saymışız. Hem
şarap içmişiz, hem de şarabı şi’irde teganni etmişiz. Gü­
nah olduğu halde, yani bütün günah olan şeyleri yaptı­
ğımız gibi yapmışız.

-8 7 -
Resimde kendimizden çok şey katmışız. Katmamak
kabil değil. Bir insan yaptığı işe mutlaka şahsiyetini
verir.
Resimde İslâmiyet bize geniş m iktarda tesir etmiş.
Kaçak eşya gibi kullanılmış.. Asıl tesiri: medresede resim
öğretilmemiş. Türk miDeti bunun zevkini alamamış, 2i-
ra mektepde iken Arab’a, Acem’e ve bize çocuk iken re­
sim öğretilmediğinden, zevkimize girmemiş ve bunun
muhayyileye büyük zararı olmuş.
Tarihimizi muhayyilemize nakletmemişiz. Ecdadımı­
zı, şehirlerimiz ve muharebelerimizi resimlerimizde göre­
medik. Bu, büyük zarar olmakla beraber, asıl zarar, çiz­
ginin terbiyesini almaması yaratıcılıkta vahim bir nok­
san teşkil etmiş. Eliyle Tablat’ı tekrar yaratm ak noksanı.
— Milliyetini idrak eden m illet ölüleriyle birlikte
yaşar.
— Türkler ikâmetgâhdan ziyade mezara ehemmiyet
vermiş. Ecdadımızın tercümeihâlleri noksan, yattıkları
yer mühim.
— Bizim vatanımız her vatan gibi fethedilmiş. Fet­
hedilince Türkleştirm ek için mezarları esaslaştırmış. Bu
m ezarlarla vatanımızı Müslüman etmiş. Onun için meza­
ra ehemmiyet vermişiz. Ecdadımızın birçokları için ne­
rede oturuf demeyiz de nerede gömülü olduğunu yazarız.
Biz ölülerimizle yaşıyoruz.
DİL
Türkçe zaman geçtikçe güzelleşmiş. İstanbul lehçesi
şiire yüz sene sonra geçmiş.
— tng;ilizçe Almanca’dan m uharref. İstanbul şivesi
eski Türkçe’dien m uharef. Başka türlü, olamaz. Madem
ki bir m m an, mekân vardır. Bir çok tesirleri olacaka JD1-'
ger- bin şeyler alacak.
— Lisan tekevvür ettikçe neleri almış. Lisan durm u­
yor. Canlı bir hâlde bizden hariç yaşıyor. Bazen lü2uırflu

- 88 -
kelimeleri atıyor. Rumeli’den gelen «kaçan-haçan» atıl­
mıştır.
Lisan canlılığına misâl «haçan.» Bir Türk’e sorun,
çirkin değil. Modadan düştüğünden çirkin oluyor. Hâçan
çirkin, kaçan çirkin değil. Lisan bu lüzumlu kelimeyi at­
mış.
«tmdiyi» atmış. Şimdi Türkçede yoktur; şu imdi: Şim­
di olmuş, imdi gitmiş. Bazen lüzumlu kelimeleri atıyor.
İmdi, Kaçan sözlerini atmış. Fantazisine son yok. Canlı
bir lisan. «01», «Sol» kelimesi yerine «şu», «bu»yu alıyor.
Lisan canlı bir şey. Millet tarafından telaffuz edilir. Bu­
gün Lâtincehin durumu gibi olur. Kimse konuşmaz. K i­
taplarda kalır, (Langue Morte). ölü dil olur. Lâtince ve
İbranice'artık üniversitelerde okutuluyor.
İstanbul şivesi Türkçenin hakimi olduktan sonra,
Rumeli ve Anadolu’ya yayılır. Her Türk İstanbul lehçesi
ile konuşmak ister. İstanbul’a ilk geldiğimde çocuklar be­
nim lisanımla alay ederdi. İstanbul şimdi bunu yapmıyor.
Ben bugün eski Türkçenin halisini, en iyisini konuşuyo­
rum. İstanbul o zaman dili yontuyordu. H attâ K aram an’-
lıyı, Gürcü’yü ve K ürd’ü yontarak terbiye ediyordu. Med­
dahların alay ettiği Acem dili değil, Azerî Türk dilidir.
İstanbul olacağına lisanın değiştiği merkez Konya olsay­
dı, o zaman «Konkunç»a, «Gorkunc» derdik. Bizim ırkı­
mızın şiarı ne ise milleti o oldu. İstanbul’un millî olan ta ­
biatı, inceliği.
—^Çok eskiden bir genç hakim Paris’e staja gönderil­
miş. Gidince otuz gün mektup yollamamış. Sonra bir
Fransızca mektup yollamış. Burada Türkçemi unuttum
demiş. Aklınca babasını hayran edecek. Babası da zarif
adam. Cevabımda: Oğlum sana otuz senede öğrettiğim
Türkçeyi otuz günde unutursan, geldiğinde, öğrendiğin
Fransızcayı kaç günde unutacaksın demiş, ^
— Ziya Gökalp ile karşılaştık. Türkçe için bir top­

-8 9 -
lantıda idi. İhtilâf Yahya Kemâl ve Ziya Gökalp arasın­
da. Reis Halide Edip, ikisi de vâzih konuşsunlar, dedi:
— Yahya Kemâl - Türkçe hangi m illetin lisanıdır?
Ziya Gökalp - Türk m illetinin lisanıdır, '
Y.K, — Türk milleti hangi kıtalarda sakindir.
Z,G. — Türkiye’de Anadolu, ■Rumeli, İstanbul, kay­
bettiğimiz yerlerde, Türkiye haricinde İran ’da, Rusya’­
nın Şark ve Garbinde, bir çok Çin’de Hind’de, şurda bür-
da, birçok kıtalarda.
Y.K. — Bu kıtalarda ikamet eden Türkler aynı Türk-
çeyi mi konuşuyorlar.
Z.G. — Nahiyen olarak m utlaka, gramer olarak vasi’
bir mikyasta lehçe farkları ile konuşurlar. Ulema ve
edipler isterse, mükemmel bir edebiyat yaparlarsa, bu
ülkelerde oturan Türkler konuşurlar.
Y.K. — Sual ve cevap burada Kafidir. Çünki ben böy­
le düşünmüyorum. Âlimler ve şairler ittifak etseler, bir
edebi lisan yapsalar, bu kıtalard'aki Türkler yine aynı
T'ürkçeyi konuşamazlar.
T arlh’de bu âna kadar âlimlerin, ediplerin ve şairle­
rin ittifak edip bir dil yaptıkları görülmez. Bunlar belki,
m illetlerin yaptığı lisanlardan âbideler yapmışlardır.
Z.G. — Yahya Kemâl Bey kendi fikrini kendi izah
etsin-
Y.K. — Tura,nî ırka mensup milletlerin lisan muka­
yesesi bitmez, tükenmez. Zaten ben bunların m ütehassı­
sı değilim. Ben memleketimizin Türkçesinden bahsederek
, düşüncemi açıkça anlatm ış olacağım.
^Biz Türkler dil bakım ından Ural-Altay zümresinde­
niz. Amma Ural-Altay’ın Türk kısmındasınız. Çünkü Türk
kısmından ojmavan Turan île rja r d ir. Türklerin Oğuz' kıs-
ıHina mensubuz. Buna mensub olam ıyanlar vardır. Oğuz
töresinden İran ’a gelen Selçuklardanız.)
— Selçuklulara mensubuz ama 1071 den sonra Ana-

-9 0 -
dolu’ya, sonra Rum ’eliye geçip, sonra İstanbul’u alan v^e
Türkiye’yi vücuda getiren Türkleriz. Bugünkü Türkçe, o
Türklerin 800 :bu kadar sene tekâmülünden sonra vücu­
da gelmiştir. Bu derecede olmaksızın Tabiat’ın tekevvü-^
nünü görmek imkânsızdır, Türkçeye Röntgen şuaları ile
bakmak mümkün olsaydı, Türkçeye girmiş bir kelimenin
hangi ve ne gibi mecburiyetle girmiş olduğunu görürdük.
Meselâ şöyle bir misâl alıyorum; ,
<$ 1071 de Malazgird’de döğüşenler 1081 e doğru Üskü­
dar, İznik, Ayvalık ve İzm ir’e geldiler. Müfrezelerden bi­
ri İzmir Limanına geliyor, O zamana kadar görmemiş.
Deniz kenarında bir iskele var ve orada Venedik, Kata-
lan ve Diyar-ı Rum gemileri duruyor.. Soruyor, buraya ne
derler? Iskala, derler. İlk gördüğü şeyden iskele alıyor.
Yemek yedikleri yere lokanta derler, alıyor. Liman, Rum-
cadan, alıyor. Dalavire, çanta... yoktan kelimeler derler,
alıyor. Liman, Rumcadan, alıyor. Dalavire, çanta... yok­
tan kelimeler Türkçeye giriyops
iskele kelimesini Türkçeden atm ak hatadır. Malazgirt
Türkünün İzmir’e gelmek hatırasını atmak demekticf
işte Türkler İran ’dan neyi getirmiş belli, neyi getir­
memiş belli. Bir Türk’e pencereyi gösterin, pencere der.
Pencere, cam, çerçeve kelimeleri farisi olduğu için bunları
İran ’dan biliyor. Bilmeseydi Rumca’dan alırdı. Pancur ve
terasayı sonradan almış. Şehnişini biliyor. Sonradan Şah­
niş olmuş. Biber frenkce. Patlıcan Arapça, Fasulya ital-
yanca, bize girmiş. Demek ki m edem yet~îM ’ş Tefe^ve
beynelmileldir, Fransızca böyledir. Her millet böyledir.^’
— fistılâhlar biitün milletlerde değişmiştir. Bizde de
değişiyor. Vatan ve Millet ismi değişmiş, lâkin ifade etti­
ği şey aynıdır. (Millet-i islâmiye) dendiği zaman millet
ne ise şimdi Türk m illeti diyince odur. (Memalik-i Mah-
ruse-i Şahane) de öyle. Şimdi Türkiye diyoruz. Aynı şey­
dir.''

-9 1 -
Namık Kem âl vatan kelimesini bulmuş, Fransızcası
Patrie. Millet, milliyet kelimesini bulmuş. Nation’a kar­
şı vatan vardı. O kadar şiddetli vardıki Türk milleti Bu-
din'i zihinden çıkaramamıştır. 1680 den sonra sükût etti.
Türklcrin içinde bir yara idi.
Budin kızlarını esir etmişler. Avusturya neferleri al­
mışlar, Budin müftüsü kızı acıklı bir türkü bırakmış, h at­
tâ bestesiyle birlikte:
Ben güzel Budiıı’de M üftü kızıydım,
Anamın babamın iki gözüydüm,
Ben de bir yuvada körpe kuzuydum.
Aldı Nemçe bizim nazlı Budin’i.

Sabah ezanında düştü bir yıldız


Deftere yazıldı ön iki bin kız
Anam padişahım biz de tslâmız
Aldı Nemçe bizim nazlı Budin'i,
«La chose est meme» millet aynıdır, isim değişir^ Maa­
tteessüf cedlerimiz Anadoluyu Feshettikten sonra bütün
isimleri değiştirmemişler. Edirne, Trabzon, İstanbul. Yal­
nız Türkçe konuşursa doğru tah rif etmişler.
İnegöl'ün aslı Asya Aya Nikolâ imiş. Polis’i, Boli-Bo-
lu yapmış.
Vatanımız genişlemiş, Arapların istilâ ettikleri yeri
almışız Tri polis (üç Şehir) Garb Trablusü demiş. Tire
Polise: Tirebolu demişiz. Adriyarto Polis — Edirne, ik i
asır evvel Edirne olmuş. Bizde iki defa değişmiş. Flipe
Polis — Flibe demişiz.)
İstanbul — istinbolis, (De la ville â la ville) demek.
Etrafdaki köj'lüler şehirden şehire derlermiş. Türkler ci­
varda oturur, bir kısmı şehirde. Bizimkiler bunu isim zan-
m ile İstanbul kelimesi kalmış.
Bazı kelimeleri olduğu gibi almışız. Ayasofya’yı mu­
hafaza şayan-ı hayret. Dini bir tabir, Ayasofya camii şe­

-9 2 -
rifi demişiz. M anastır camii demişiz. Değiştirmeğe lüzum
görmemişiz. Ayostafonos, Hiristos demişiz. Olduğu gibi
almışız. Rumeli Türkçe olmuş. Rumeli, Diyar-ı Rum de­
mek. Bu tuhaf bir şeydir.
Roma, Roma im paratorluğu demek. Biz Anadolu ve
Rumeliyi Bizans’dan fethettik. Rom diyemiyor, Rum di­
yor, BizanslIlar buraları aldı, böyle, dedi. Sonra biz al­
dık, Rum tâbirini buradan aldık. Diyar-ı Rum «Pays Ro-
m ain’i» fethettik. Bizans Roma’nın tebaası olduğundan,
kendini Bizans, Roma’nm varisi addederdi.
İSTANBUL
— Bir kadın bazen bir eser ortaya koyar ki hayret
edersiniz; Meselâ F atih’in annesini düşünün, o ne kadın!
Yavuz’un K anunî’nin annelerini düşünün.
— Keşke bütün kültürümüzü İstanbul’da yapsaydık.
Vilâyetlerde olursa ayrılır, vahdet olmaz,
— Hiçbir devlet İstanbul kadar güzel bir payitahta
m alik olamadı. Zira her veçhile eşsiz. Lâkin fakirlik ve
zaruretten kurtulamadı. Bizim millet fukaralığa istinad
eder. Her zamanda çok kanaatkârdır.
Müterakede düşman içine girdi, yine alamadı, öyîe
bir manzume bırakmış ki alınamaz. Kader bizlere öyle
birşey bıraktı ki, İstanbul’u imardan önce, Türk halkını
im ar etmeli. Bugün kozmopolit millet yok. Ma’muriyet ol­
sun. Kimin için? Bizim için olmazsa, olmasın o m a’mu­
riyet,
— Fikrimce herşeyden önce İstanbul bir Türk şeh­
ri olmalı ve bu esas dahilinde imar edilmelidir, İstan­
bul’un yalnız millî ve siyasî bakımdan ve hukukça Türk
olması kâfi değildir. Şekilce üslûbca Türk olması şarttır.
Eski İstanbul’un muhafaza edilmesi ve kendimize ben­
zer bir üslûbda yaratılması bazı kısa görüşlülere imkân­
sız gibi görülüyor. Halbuki bu pek mümkündür.
— Barbaros’un medresesi var, kitapları var. Kefere

-9 3 -
zamanındaki ayazma muhafaza olunmalı, diyor.
— «İstanbul’da sehabe kabirleri» mezar değil, m a­
kamdır.
— insandan, faziletkâr insandan ayrılma.
— Eyüp Sultan serapa rüyadır. Askerin ruhunda Ak-
şemseddin bir şey sezmiştir. Kazmışlar bir sanduka bul­
muşlar. Nerede öldü malum değil. Bütün bu Türk işidir.
Türk bu rüyayı görmüştür, T ürk askerinin ruhunu bes­
leyen budur. Fatih, Cami ve Türbesini bina etti. Sütçü
köyü iken Eyüp Sultan doğdu.
İtikadın şekli mühim. Eyüp Sultan diyoruz, Türk gi­
bi. Eshab Sultan olur mu? ismi Halid. Bu Eyübün baba­
sı. İsmen dahi Türkleştirmişiz. Aslı olsa bu kadar güzel
olurmuydu? Bu efsaneden bir şehir çıkmış. Askerin iti­
kadının ne kadar kuvvetli olduğuna bakın ki. Camiini
kendi camiinden önce yapmış.
— Bizim tarihim iz vak’alarla doludur, yazılmamıştır.
Meselâ Üsküdar İstanbul’un m uhasarasını 53 gün seyret­
miş. Ne seyrediş? Hiçbir şehrimizde böyle bir mazhariyet
olmamış. Herkes seyretmiş. Fetih sabahı, 53 üncü gün
Ayasofya’nın üzerinden haçı indirdiklerini görmüştür.
Hayal gibi geliyor ama vaki olmuştur.
— (Ni’melceyş’den) Ne demek? Peygamberimizin ha­
disine işaret. İstanbul’u fethedecek askerî cennetle tepşir
ediyor. Döğüşen askeri (Ni’melceyş) addetmişlerdir. «Ne
mübarek» denilen asker. Bugünkü istiklâl madalyası gibi
olmuş.
— İstanbul medeniyetinin yansı Bizans, ama Bo­
ğaziçi medeniyeti bizim.
— Ebu Eyüp’den beri İstanbul m uhasarasına birçok
eshab gelmiş, burada döğüşmüş. Fetihden sonra onlara
makam yapmak. Heykel yapmıyorlar da makam yapıyor­
lar. Halk bunları mezar sanıyor.
— Roma İstanbul gibi güzel değil. Şimdiki Roma ise

-9 4 -
eskisinin ellide biridir. Persepolis o kadar güzel bir şey
değil. Memfis keza. Resim payitahtımız, (Başkentimiz)
aldığımız Bizans’tan daha güzel. Eyüp bir sütçü köyü,
Boğaziçi yok. Boğaziçi Türktür. Çamlıca ve Üsküdar Türk-
tür. Üsküdar vardı ama, küçüktü.
Mütarekede düşman içine girdi yine alamadı, öyle
bir şehir olmuş ki İstanbul, içine girsen yine alınmaz.
— İstanbul bir transit şehridir. % 5 mikyasında. Bü­
yük nisbette değil. İstanbul arkasında Karadeniz ve ar­
kasında Rusya var. İstanbul T ransitten kazanamaz. İkin­
cisi büyük sanayi’. Şimdi başka yerlere de yapılıyor. Kü­
çük sanayi’den İstanbul çok istifade ediyor. Kalıyor Tu­
rizm. Dehşetli, bir m enba’. İstanbul’dan daha turistik im­
kânları olan bir memleket yok. Türkleri otelcilikte kul­
lanmıyoruz. Otel endüstrisi Türk olmalı ki biz burada
yaşayabilelim. Bir garson mektebi bile açmamışız.
— İstanbul’u im ardan önce İstanbul’un Türk halkı­
nı im ar etmeli... Ne olacak bu millî düşünmemek? Bu­
gün kozmopolit m illet yok. Millet bizden ayrı birşey. Mil­
letin müdafii, sahibi yok. Mamurluk olsun.’ Kimin için?
Bizim için olmazsa olmasın o mamurluk. İstanbul ima­
rından önce kimler burada oturacak? Türk, önce onu dü­
şünmek lâzım. Şüphesiz ki bu halde kalamayız,
— Her milletin İstanbul gibi şehri yoktur. Kendisi­
ne göre herşeyi yapmış. Beş yüz sene kendi sanayimizle
giyinmişiz. Bir gün olmuş yapamamış. Yapamayan yal­
nız biz miyiz? Nice milletler de yapamıyor. «Herşey» iler­
lemiş, azalmış ve bitmiş.
— Fatih üç gün İstanbul’a girmemiş. Ancak Cuma
günü sabahı girmiştir, ü ç gün şehir içinde mücadele de­
vam etmiştir. Fatih, fethinden sonra 27 gün burada kal­
mıştır. Kanaatim Topkapı’dan girmiştir, Vlaherna’ye gir­
di demek, şehre girmek değildir. Sura yakın, kapılarını
açtırmış, girmiştir.

-9 5 -
—f Zağnos ismi Çağanozdur. Devşirmelere verilen
Çağanoz, Doğan gibi isimlerdeindir. Rum lar benimsemiş­
tir. Rum müverrihlerin bazılarmı benimser. Bunu benim-
sememişlerdir^, Halil bey itikadmca Ocak Devşirmesi idi.
Saray devşirmesi değildir. F atih ’in Lalasıdır. îlk cülusun­
da bir aralık gözden düşmüş, bir kenara itilmiştir. Evka­
fı Balıkesirdedir. Orada sürülmüş olarak bulunduğu farz-
olunur. Damad olduğuna dair şüpheli kayıtlar vardır.
Türbesi de Balıkesirdedir.
Fatih Devrinde birkaç defa gözden düştüğü ve sürül­
düğü görülür, Trabzon fethinde bulunduğu elyevm Zağ-
ros köprüsü'nün mevcudiyetinden anlaşılır. Mora fethin­
de oradaki Arnavut askerlerini katliâm ettiğine ve'ettiği
için gözden düştüğüne dair «Hammer» bir kayıt görmüş­
tür.
— Ne kadar talihim iz ters dönmüş ki, Boğaziçi’nin
Türklüğünü koruyamamışız. 400 senede Türk yaptık. Şim­
di Boğaziçınde Singapur gazinosu, Lido, Borivaj var. Uta­
nılacak şey. Boğaziçi’nde, birçok sinema isimleri de öy­
le. Belediye buna itiraz etmiyor. Neşat Âbad yeri; Lido.
Reşid Paşa yalısı yeri: Borivaj. Yazık, çok yazık.
— Defterhane arkasında «Gılman Sarayı» pek m ü­
him, İbrahim Paşa Sarayında binaları birgün Şemseddin
Günaltay ile gezdik. Birisi ben eski birşey zannediyor­
dum, meğerse dört yüz senelikmiş dedi. Ben 5-6 bin se­
nelik zannediyordum, dedim.
Ben yalnız bunların değil, yıkık bir duvarın bile m u­
hafazası tarafdarıyım , dedim. Yine (o): Ne var bunda
dedi. Bizim İstanbul’da 6.000 senelik eserimiz olamaz. 500
senedir buradayız, dedim.
— Bayezid'de Simkeşhanedeki sütunları Hamdi Bey
buluyor. Meşgul olamayınca kapatıyor. Mamboury ve
Prost bunu meydana çıkarmak için binayı yıkmak isti­
yorlar. Bu prensibi kabul edemeyiz. Çünkü bu ilme fev­

-9 6 -
kalâde mugayir bir yoldur. Ana -prensib: (Alt altta, üst
üstte.) Akdeniz’de prensib şudur: En altta Prehelenik,
Helenik, Romen, Bizans ve Türk bulunur. Bazı yerlerde
bunlardan bulunan, bulunmayan olur. Bütün şehirler
hafriyat sahası olsa neye döneriz? Biz eserlerimizi muha­
faza etmişiz. Frânsa’da İtalya’da birşeyler kalmamıştır.
Biz zavallılar muhafaza etmişiz. Hem neleri m uhafaza et­
mişiz.
Bu arada birçok isim. Ayasofya. Bu ne liberalizm?
Ayasofya ismini muhafaza etmişiz. "Hiristos Tepesi demi­
şiz. Stinpolis’e, İstanbul demişiz. Kırkkilise, Neleri mu­
hafaza etmişiz.
Çimentodan şahaserler yapacaklar. Şahaser, yapıldık-
dan sonra şaheser olur. Şimdiden daha nasıl şaheser olur?
Daha proje yok.
— İstanbul başkadır. İstanbul, Anadolu ve Rumeli’yi
daima geçer.
— İstanbul olmazsa Türk olamayız. Zira Anadolu,
Uumeli ile birleşecek. Herkez orada millî terbiyesini ala­
cak.
— G alata’ya İstanbul fethinin ertesi günü Zağnos
Paşa girmiştir. G alatalılara imtiyazlar ve müsadeler ve­
rilm iştir. Halâ ferm anları Venedik’de durur. Orada sağ­
lam bir çekirdek kalmışdır,
İstanbul çürümüş bir çekirdekti. O kolayca yıkıldı.
Hemen Türk mahalleleri ile doldu. Vaktiyle İstanbul’un
Rumu ve Ermenisi, Türk kadar Türk milletine bağlı. İs­
tanbul’a yeni hayat Beyoğlundan doğdu. Şano, kanto, lo­
kanta, sigorta...
— Semt semt İstanbul’u harap bırakıp diğer yerleri
im ara aklım ermez. Hele Beyoğlu tarafının imarı bir ha­
tadır, Zira İstanbul yerine Beyoğlu diye bir şehir kuru­
lamaz. Bu hatayı önce Abdülmecid yapmış. Evvelâ Beşik-
taş’da saray yaparak oraya çıkmış. Derken cıVarı moda

-9 7 -
olmuş. Mahalle-i Teşvikiye... filân diye. Bir Nişantaşı ku­
rulmuş. Hem de ne saçma yerde. Tepe ve sırt. Poyraza
karşı barınmak güç.
— İstanbul oldukça zengindi. Çünkü kendi şalvarını
giyerdi. Para Kümelinden Anadoluya, oradan İstanbul’a
devir-i daim olurdu. Türk pantalon giydi, para Avrupa’ya
gitti. Fakirleşti. İstikrazlar başladı. İstanbul’un zengin
ve orta hallileri fakir oldu.
— Barbaros’un İstanbul muhasarasının, kronojik ta ­
rihi. Bu kitap Venediktedir. Alelade Venedik lisaniyle ya­
zılmıştır. Asıl İtalyanca’dan farklı. Bu Venedikli hekim,
m uhasara esnasında içeride bulunmuş ve hadiseleri günü
gününe tesbit etmiştir.
Francetz (Fransız okunur). Bu kitap müze kütüpha-
nesindedir. Bir nüshası Rumca, bir nüshası latincedir.
En enterasan kitaplardan biridir. Bu Kostantin Draga-
zes’ın en yakın adamıdır. Paleolog hanedan’m ın emektar
bir mensubu ve ihtiyardır. II. M urad’a bir kaç kere elçi
olarak gönderilmiştir. Fetih sabahi ailesini bırakarak bir
gemi ile İtalya’ya firar etmiş. Sonra İtalya’dan Edirne’ye
gelmiş. Galiba F atih ’i görmüş, çocuklarını da alarak dön­
müştür,
Rus tarih encümeni tarafından son bir edisyon ya­
pılmış, T arih olarak İstanbul Fethinin en mühim bir ese­
ridir. Başka küçük dokümanlar da var. Ducas tarihi. Du-
cas, Anadolu Rumlarından. Fetihden sonra F atih ’in hiz­
metine girmiş. Tarihinde aleyhimize lisan kullanmıştır.
Bizim hizmetimize girmemiş gibi oluyor., İstanbul fethi
çok güzel yazılmıştır. Eski Fransızca olarak tercümesini
İslâm Ansiklopedisi salonunda gördüm, Sabri Esad Siva-
yuşgil'den haber alınabilir. Resim yok. Resimli eserler
az.
Fetih resimleri ve madalyaları Avrupalılarca tesbit
edilmiş. D ucasın m ahsurlar arasında- bulunup bulunm a­

- 98 -
dığı malûm değil. Lâkin müşahadeye benzer bir lisanla
bahsediyor.
— Palisad. Sur etrafında Türklerin çevirdiği tahta-
perde. Surlardan kimse görülmüyor. 26-29 Mayıs'da Türk­
lerin faaliyeti yok.
— Şehzadebaşında 18 Seğmenler (sekbanlar) mezar­
lığı. İstanbul fethi sabahı şehir içinde şehid düşen ve şe-
hid düştükleri yere gömülen 18 seğmenin mezarlığıdır.
Şehzade camii karşısında M uhtar Paşa akareti'nin arka­
sındadır. Bu mezarlığın muhafazası m utlaka lâzım. Me­
zar taşlarında yalmz seğmenlerbaşı kitabelidir. Hamza
bin Rüstem yazılıdır. Diğerleri kitabesizdir. Mezarlığın
kapısının üzerinde Vak'ai Hayriyeden sonra II. Sultan
Mahmut tarafından konulmuş bir kitabe vardır.
Yeniçeriliğin ilgası ve Vak’a-i Hayriyeden sonra İs­
tanbul’un maneviyatı sarsılmış, Aksülamel olarak da Sul­
tan Mahmut İstanbul fethinde şehid düşmüşlerin kabir
Te kitabelerini ihya etmiştir. Bunlardan başka Bahçeka-
pısında şimdi iki tuhafiye mağazası arasında kalan ve
üzerinde izzet Molla'nın kitabesi bulunan türbe İstanbul
fethinde orada şehid düşmüş iki askerin mezarıdır. O da
Sultan II. Mahmud’un eseridir. Muhafazası lâzımdır. Ah­
şap Arpacılar Camii bu iki kabrin üstündedir.
Kabataş'da odunlar konan bir sed üzerinde Fatih
Hazretlerinin Hazinedar başısı var. Kitabesi varsa m uha­
fazası şarttır. Çarşıya girerken, Mercan Örücüler kapısı
yanında bir kabir var. Bu da öyle. •
Hisar üzerinde, Şehidliğin muhafazası da muhakkak
lazımdır. 1922 de Hisar’m şehitliği diye tevhidi Efkâr’da
b ir; yazı yazdım. O gezintide Bektaşî Takk-csinin (iVafi
Baba) tam önünde bir taş görmüştüm. Bu taşın üzerin­
de Şehidül Fetih Mahmud Çelebi kitabesi vardı. Bir sene
•sonra gittim , aradım. Taşı yerinde bulamadım. O tekke­
nin varisi Hüseyin Bey’e (Hüseyin Bektaş) sordum, o taş

-9 9 -
çok kıymetli olduğundan Dergâhın içine alındı, dedi. Bu
taşın alınması.
— İstanbul’u fetheden, 1444 de Varna’da ve 1447 de,
İkinci ICosova da m uzaffer olan askerdir. Bunlar arasın­
da 70-80 yaşlarında Timurlenk vak’asını Çubuk Ova’da
ve h atta Birinci Kosova muharebesini görenler vardı.
— İstanbul’u fetheden asıl Yeniçeridir. Beşinci as­
kerî kapıda (Sulukule) büyük gedikten girenlerdir.
— Üsküdar 1352 de fethedilmiştir. Bu tepeler İstan­
bul m uhasara ve fethini görmüştür.
1448 de Bertrandon de la Brouquiere İstanbul’a gel­
miş, üsküdar^dan İstanbul’a geçmiştir. Türkleri öyle med-
heder ki İstanbul’da müdhiş nufuzlar «Memoires» yazı­
yor.
— İstanbul bizim milliyetimizin yer yüzünde verdi­
ği en büyük eseridir. Roma bile şa’şaalı zamanda o kadar
güzel değildir. Biz de Boğaziçinde 1352 den, İstanbul’da
1453 den beri bulunuyoruz, Edirne’den dahi eski.
— Malazgirt meydan muharebesinden (1071) 8 sene
sonra İznik payitaht olur. Rumeli ve Anadolu Türklüğü
birleşiyor. Bizans oğuzları bize iltihak edince Malazgirt
muharebesi kazanıldı. Türklüğün İstanbul ile alâkası bu
kadar eski.
Türk’ün dimağında İstanbul fethi mukaddes' bir rü ’-
ya oldu. Vatan Rumeli’ye geçti. T una’ya kadar gitti. Ana­
dolu ile Rumeli birleşerek İstanbul’u alıp terkib imâl
etti. Fetihden 21 sene evvel, 1432 de Üsküdar’da B. dela
Brouquiere seyahatnamesi var. Gördüklerini anlatıyor:
(İstanbul üç hüküm ettir. Üsküdar Türklerin, G alata Ce-
nçvizlerin, İstanbul BizanslIlarındır. Türkler doğru ve
saPvetli. BizansUlar bunlardan titrer).
İstanbul’u, fetihden sonraki mimarisiyle biliyoruz.
Girdiğimizde Bizans nihayet bulmuştu. 330-1453 e kadar
Hiristiyan payitahtı oldu, ilk devrede Lâtin, sonra Rum,

- 100-
«Arabî Rum» oldu. Bazı seneler inkiraz seneleri idi. «Türk
İstanbul» medeniyetini bazıları beğenmediler. Bizansı
medeniyetçe büyük görürler. İstanbul’da BizanslIlardan
daha büyük bir medeniyet yapmışız. Fetihden sonra Bo­
ğaziçi medeniyetini icadettik. Eyüb’de en büyük ruhanî
bir şehir yaptılar, ö lüler bir şehir yaptılar. Şehrin hari­
cini im ar ettik.
İstanbul’u fetihden 250 sene evvel AvrupalIlar mah­
vetti. İstanbul’u yeniden yarattık. 1497 de buraya gelen
bir şövalye ortalığı hep mavi kubbe ve minare gördüm,
diyor.
İstanbul'u çok genişlettik. Profesör Gabriel’e göre
St. Apotres müstesna, Ayasofya büyük eserdir. Kariye,
Küçük Ayasofya 4-5. dereceye sürer. Aynı ayarda 20 Cami
var. Mimarimiz bu kadar şa’şaalıdır. 1453 de inkişaf et­
miştir. İki kubbeden bir kubbeye geçmiştik, Mahmud Pa­
şa Camii buna bir misâldir. Bayezid’-i veli’de yükseldi.
XVI ıncı aisır ortasında Mimar Sinan yetişti. Her tarafı
yüzlerce eserle donattı. Davud ve şakirdi Mehâıed Ağa
onun ekelünden yetişti..
<^1730 a kadar mükemmel üslûp. Sonra da üslûp var.
Türk rokokosu mühimdir. Buna misâl Hekimoğlu Ali Pa-
üslûp zayıflar. Lâkin Boğaziçi’nde güzel eserler var. ü s ­
lûp peyisajdır. İstanbul bundan zengindir. İstanbul kadar
renkli bir şehir dünyada yoktur. Kandilli Hisara, Kanli-
ca Hisara benzemez. Ortaköy, Boyacı köyü birbirine ben­
zemez, İstanbul’da sıkılma ihtim âli yoktur. O kadar m ü­
tenevvi’, o kadar değişik.)
Kocamustafa Paşa da, içine girdiniz mi başka bir âle­
me girersiniz. Kendisine göre ruhu var. Hekimoğlu ve
Eyüb başka kâinattır, Süleymâniye de Türklüğün kâina­
tıdır.
' Bu peyisajlar 400 senedir büyük yangınlarda zayi ol­
muştur, Cedlerimiz güzellikler yaratm ışlar ve 400 defa ye­
niden yapmışlardır,
- 101-
400 senelik peyisaj nadirdir. Pierre L o ti’nin dediği g i­
bi Aksaray 400 senelik değildir. Hep değişmiştir.
Semtlerde ruhaniyet alâkalıdır. Topkapı’da rühaniyet
var, Kâğıthane'de yol, Karacaahmed gibi bir mezarlık gü­
zelliği hiç bir yerde yoktur. Esasen Hiristiyan mezarlık­
ları ruhanî değildir.
— AvrupalIlar eski mühendislerin eski şehirlerini yı­
karak yeni yaptıklarına yanarlar. Bozulan eski Viyana’^
nm bugünkü şeklini fena görürler. Buda'yı yıkarak karşı-
suıda Peşte yapanları, Baron Hausman’ın e,'?ki Paris semt­
lerini kaldırmasını üzüntü ile anarlar. Paris’in eski şek­
lin i bozmuştur. Ticarete eğri büğrü cadde yaramaz der­
lerdi. İngiltere eskisini muhafaza ediyor. Venedik’! ital-
yanlar bir divarım yıkmayarak sanayi şehri yapıyorlar.
Üslûbun şuursuzluk devri diğer eski yerleri kald:rr;.;.ış­
tır. Bu bizde de carî.
— Vatan, rengini milletinden alır. İstanbul m im a­
risini oldukça muhafaza etmişti. Tanzim at İslâhatını Şi>j-
li gibi yerlerde yaptı, Şişli’nin alâm eti fârikası yoktu.
— Avrupa fik rin i alıyoruz derken, tarihine bakmalı,
1840 dan değil, 1935 den almalı.
— 1830 da Fransızlar Cezayir’i zaptedip M arsilya’ya
benzettiler. Fas’a bir mareşal gitti. İklimi,düşünerek Fas’ı
ihya etti, numunesini gösterdi. Fas en ziyade seyahat edi­
lecek bir memleket oldu.
— Eski m im arim izi bozmağa lüzum yoktur. M im ari­
y i muhafaza ederek de herşey yenileşebilir.
— Halkın iyi eserleri benimsemesinden başka çare
yoktur.
— Üsküdar im areti’ni yıkan kaymakamı azlettiler.
Yıkm am ak düşüncesi bizim kafamızda yok. Yıkm ak dü­
şüncesi zihnimizde var. Bu geriliktir. Biz bunu ilerilik sa­
yıyoruz.

-102
— Yeni, mimarîde eskiler meydana çıkarsa, yeni süse
lüzum yoktur.
— Ecnebiler eski şeyimize bayılır ve bunun için ge­
lir. Y en i şeye gelmez.
— Seyyah kitaplarında az eserden bahis vardır. İstan­
bul’da en az beşyüz mimarî eser var.
— İstanbul mesirelerini eski şekillerde yapmalı. Eğer
bunlar bozulacak olursa çocuğun terbiyesine kadar tesir
eder. Bulvar’da doğan, m illî hatıraları alamaz, anlaya­
maz. Sette doğan iyi alır, iyi duyar. Gençler şehirler hak­
kında bu düşünceleri benimsemeli.
— Bu nesil İstanbul’un yeniden fethini görmüştür.
Yeniden de ihyasını görmelidir.
— — Profesör G abfiel sizdeki eserlerin yüzde be­
şi İran ’da yok, demişti.
— İstanbul’da, Barbar denen Türkler Bizanstan ne-
, 1er saklamışlardır,
— Fikirlerin neslin kafasına yerleşmesi lazımdır. A v­
rupa Sanat âleminde yerleşmeğe başlayan bu fik ir bizde
yenidir. Bizde mühendis m imarlara anlatmak güçtür.
— Kostantin, M ilâdın 330 senelerinde Niseum (N İŞ )
şehrindendi. Babası Rom alı, orada Lejyonların kuman­
danı. O zaman Bizans’da bir general zorla tahtı alıyor.
Babaisı da bu kargaşılıkta Rom a kayseri oluyor. Sonra
oğlu da kayser oldu. Rom a’ya gitti, tahta çıktı. Ahlâksız­
lıktan üç ay sonra devriliyor. Ayaklarını denk almışlar.
Orada oturamıyor, girip çıkıyorlardı. Hemen diğer isyan
eden yerleri te’dib etti. Bizantion da isyan etti. Onu ge­
lerek yaktı. Bizans Divanyolu tarafında bir köydü. Hoşu-,
na gitti. Surla çevirdi. İstanbul’un üç devri;
1 — Septim Sever. M ilâ d ın 2 inci asrı. K ü çü k İstan­
bul. B abıâli, Sultan M ah m u d Türbesi sitesi. Forum , m a­
betler ve saray lar-v ar, küçük şeyler.
2 — Konstahtin
3 — İkinci Feodos İstanbul’u
Septim Sever îstanbul’undan Hürriyet Gazetesi mat­
baası altında bir sur parçası var, yalnız o kalmış.
Sonra Kostantin 330 da İstanbul’a geldi. Düşmanı,
Kayseri Üsküdar arkasında mağlup ederek öldürdü, ha­
kim oldu.
Kostantin Rom a’ya gittikden sonra ayağını denk aldı.
Ahlâksızlıktan hemen İhtilâl oluyor. Y en i bir pahitaht
(başkent) tesis etmek lüzumunu hissetti.
Kendisi doğduğu Niş şehrini düşünmüş. Bakmış teh­
likede. Sonra Truva harabelerini düşünmüş. Fikrini değiş­
tirmiş, İstanbul’u bulmuş.
Lejand ile karşılık bir hikâye, İstanbul için ne düşü­
nüyorsunuz diye etrafındakilere sormuş. Allah beni sev-
kediyor, demiş. Surun hududunu çizmiş. Şimdi Atatürk’ün
Unkapanı köprüsünden Langa bostamna kadar bir sur
yapmış. Ciddî bir şehir meydana getirmiş. Efes ve Suri­
ye’den etrafı soyarak İstanbul’u süslemiş. Güzel bir şehir
yapmış. K a t’î surette pahitahtı buraya nakletmiş.
Onun pahitahtını buraya nakliyle tarihin ne tesa­
düfleri oldu. B ir defa din değişti. H ıristiyanlık intişar,
etti. Ordusu Hıristiyandı. Ondan monoteizme geçmek. Es­
kiler tabiat Allahdan. Tabiat kuvvetleri A llah ’dır diyen­
ler, bir Allah vardır, tabiatı halketmiştir, dediler.
— Şarkı, eski şiirden yegâne alm adığım ız şekildir.
Gazeli ve rubai’yi almışız. M illet ibda etmiş ikiden dör­
der mısra. Üç tane dört mısra’da olabilir. İlk kıt’ada çap­
raz kafiyeli, ikinci kıt’ada üç k afiye sıra ile dördüncüsü
birincinin aynıdır. Buna şarkı veya türkü demişler. Son­
ra aruzdan olana şarkı, Hece vezninden olana da türkü
denmiş. M ünir Nureddin’in okuduğu Mihr-Abâd benim
şarkimdir.
— H içbir m illette olmayan bir mehtap eğlencemiz

-1 0 4 -
yardır. Bizans’da Rom a’da ve Avrupa’da yoktur. Mehta­
bın üç gecesi mergub: 13, 14, 15. Boğaziçi’ne mahsus ba­
kın ne kadar millî.
— Mehtap, Boğaziçi, Türk mehtabı.
Mehtab Anadolu kıyısından doğar.
Bizim musiki tek ses üzerine müesses. Bunun üzeri­
ne müesses olunca da tek hanende çalacak. O gece bütün
Boğaziçi’nde o söyleyecek. Saz takımı bir tek takım ola­
cak.
Bu an’ane devam etmiş. 1650 den beri devam etmiş.
B ir zengin devrin en büyük rafinesini yapmış.
Mehmed A lî Paşa oğlu Halim Paşa, Boğaza yerleşin­
ce bunu ihya etmiş. Bunun usulü:
Musikîye aşina zengin bir adam. H alılarla bir pazar
kayığı donatıyor. Saz orada oluyor. Boğaz’m bütün yalı­
larından hanım lar feraceli olarak kayığa biniyorlar. Birer
birer yalılardan kopuyorlar. Görmüş olanlar yaşıyanlar
var. O kadar çok ki, kayıklara basarak R um eli’den Ana'^
dolu sahiline geçmek kabil. Pazar kayığı arkasına takılı­
yorlar.
NâyI Aziz Dede, K ö r Hüsameddin Bey, Nedim Bey
(yalnız o söyleyecek) Said Halim Paşa zamanı.
Yüzlerce, binlerce kayık musiki ile sürüklenerek kör­
feze, (Anadolu Hisarı ile K anlıca arasında Bahâî körfe­
zi), giriyorlar.
Musikî âlemi orada başlıyor. Tek saz, melodi üzerine
müesses.
Tabii o zaman en büyük musikisinaslar Halim Pa­
şa yalısına mensub. Hep o yapıyor. B ir defa Müşir Fuat
Paşa biz yokmuyuz, hep Said Halim yapıyor deyince.
Paşa pekala demiş, lâkin Fuad Paşa’nınki birşeye benze­
memiş.
M evlid-i mehtaba saz açmış gümüşten şahrah
Şeb nedir körfezde M ihrâbad’dan görmüş o mah

-105
Sultan Mecid Devrine ait Prestiş
Ey naz u işve velvelei şân olan sana
öm rünce mest olur nice hayrân olan sana
Fevvare ka’n havza düşer şermşâr olup
Baktıkça gülistan’a hırâman olan sana
Her âh bir hitab idi körfezde dün gece
Bin mâh içinde bir meh-i tâbân olan sana
Her cevr her cefâ yaraşır hüsnü ânma^
Bîdâd kıl keremse de şâyân olan sana
Tavsifi musikîye bırakmak diler Kem âl
Bulmaz lisan’da nağme senâhân olan sana
Bakınız hanımlar ne söyletiyorlar insana, im'kânsız şey­
ler söyletiyorlar. H alim Paşa musikişinasları meyanında
şu zevat var;
Kem ani (...) Ağa, N ayî Aziz Dede. Abdülaziz devrin­
de kör Hüsameddin Bey. Bunlar iki tanedir. Diğeri Ab-
dülhamid devrinde «kaşı yarık Hüsameddin» Bey.
— Üsküdar'a giderken aldı da bir yağmur, K ırım
harbinde zuhur etmiş, pek halk türküsü değil.
— İstanbul bizim m illiyetim izin yer yüzünde verdiği
en büyük eserdir.
— Fatih İstanbul’u almış, Rum eli’yi Anadolu ile bir­
leştirmiş. Fakat biz kadrini bilmemişiz,
— Türkiye’de İstanbul’dan öteye gitmemeli. İstan­
bul başkadır. İstanbul, Anadolu ve Rum eli’yi daima ge­
çer.
— Türkler bile Eyyüb’e ancak peysajının sukûriunu
bir yabancı gibi hissederek bakmaktadırlar. Onun muh­
tevi olduğu hatıraları idrak etmemektedirler.
— İstanbul Türk şehri olarak mamur olmalıdır. Y o k ­
sa yalnız m illî ve siyasî hukukça Türk olması kafî de­
ğildir. Şekilce, zevkçe ve üslûbca Türk olması şarttır.
— Türk m illeti İstanbul’u, F etih ’den sonra tamamiy-
le bir Türk plânında Türk manzarasiyle yeniden yarat­

- 106 -
mıştı. Bu İstanbul eğer hiç mazisi olmayan bir ovada
bina edilmiş olsaydı, tek başına dünyanın en orijin al
b ir akameti olurdu. K aldı ki Bizans gibi Orta Çağ’ın en
şaşaalı imparatorluğunun payitahtı harabesi üzerinde ve
onun plânına ve üslûbuna aslâ benzemeyerek yaradıl-
ffliştı. Bu ne harikulade bir yaratıcılık kudretidir.
— İstanbul’un asıl şekli Süleyman Kanunî zamanın­
daki imardan sonra taayyün etmiştir.
— H iç bir devlet İstanbul kadar güzel bir payitahta
malik olamadı. Zira her veçhile eşsiz. Fakat fakr-ü zaru­
retten kurtulamadı.
— Eski İstanbul’un muhafaza edilmesi, kendimize
benzer bir üslûbda yaratılması, bazı kısa görüşlere im­
kânsız gibi görünüyor. Halbuki bu pek mümkündür,
— ikinci Sultan Abdülhamid’in culusundan birkaç
sene sonraya aid ve Fatih semtlerinden sızmış etmiş bir
rivayet:
Bu rivayet son zamanlara kadar geldi. Ancak bir
türlü tevsik edilemedi. Anlatan, o vakitte F atih ’de itfa­
iye kumandanı bulunmuş olan Mehmed Paşa imiş. R i­
vayet şudur;
senelerde yani bundan 60 sene evvel (1) Fatih
semtlerinin bir çoğunda su borulannm bozulduğu anla­
şılıyor. Bazı yerleri yerden taşan sular basmış. O zama­
nın hurafelere fazla meyyal olan bazı kimseleri F atih ’i
rüyalarmda gördüklerini ve türbesini su bastığından şi­
kâyet ettiğini ve kabrinin kurtarılmasını istediğini söy­
lemişler. Bu rivayetler vehimli bir hükümdar olan Abdül-
hamid’in kulağına gitmiş. Fatih türbesinde tam irat yap­
mak vesilesiyle türbenin açılmasmı, kabrinin kazılması­
nı, keyfiyetin hakikate uygun olup olm adığm ın tesbitini
irade etmiş.J
(jrade ettiği de aynen yapılmış. Türbenin içinde top-

(1 ) 2 4 Haziran 1 9 4 3 tarih li sohbetim ize göre.

- 107 -
rak birçok kazıldıktan sonra kabir veyahud lahid diye
hiç bir şey çıkmamış. Bilâkis bir taş basamaklı merdiven
zuhur etmiş. Bu merdivenin biri iyiden iyiye tem izlen­
dikten sonra bir demir kapı bulunmuş. Bu demir kapi
açtırılmış bir mahzen zuhur etmiş.^
Mahzenin ortasında taştan bir masa üzerinde Fatih’­
in mumyalanmış na’şij sakalı, yüzü, hatta gözleri belli
bir şekilde, vücudu iskara üzerine serilmiş olarak, hülâsa
bir mumya kılığında bulunmuş.
işte çok deveran etmiş rivayet bundan ibarettir. Bu
rivayetin tevsik edilmesi Meşrutiyet devrinde düşünül­
müş ise de, yapılmamış Hülâsa bu iş mübhem kalmıştır.
R ivayetin ilm î bir usul ile tevsikinden önce bir hü­
küm vermek doğru değilse de, mantıken hâtıra gelen dü­
şüncelerimizi açıklayabiliriz:
'Fatih ’in 1481 de (Gegbuze) Gebze yakınında, önce
Tekfur Çayırı ve sonra Hünkâr Çayırı denen yerde çadır
altında hangi gün ve hangi saatte öldüğü, ölümünden
sonra' İstanbul’da bir ordu ihtilâli çıktığı, na’şının İstan­
bul’a geç nakil edildiği ve şimdiki kabrine geç gömüldüğü
kaydedilmiş olduğundan, naşının Gebze’de mumyalanmış
olarak getirilm iş olması hatıra gelir.
Ayrıca belirtelim ki, o tarihlerden evvel ölmüş bazı
Selçuk Hükümdar ve beylerinin de mumyalanmış olarak
gömülmüş olduklarına dair kayıtlar ve tetkikler ve mü­
şahedeler vardır,
— İstanbul’un im an hakkında düşünceler (1).
İstanbul’un 500 üncü fetih senesi münasebetiyle im an
meselesi, m illî bir usul ile im arı meselesinden ayrılmaz,
ikisi aynı meseledir.
Fikrim ce, herşeyden evvel İstanbul bir Türk şehri
olmalıdır. Türk şehri olabilmesi için gerek keyfiyet ve

(1 ) 2 4 Haziran 1 9 4 3 de 13 üncü ziya retim d e not ed ilm iştir.

-1 0 8 -
gerek kemiyet itibariyle İstanbul’da nüfusunun büyük
bir ekseriyeti İstanbul mıntıkasında müstahsil olarak
yaşayabilmelidir.
Müstahsil olarak yaşayabilmesi için de, gerekenlerin
yapılması lazım gelir, istihsal vasıtalarının başında meş­
rutiyetten beri daima İstanbul’un bir transit merkezi ol­
duğu fik ri vardır.
Lâkin bu rivayet birçok tetkik ve müşahedelerden
sonra umulan kanaati vermedi ve veremezdi de. Çünkü
bugünkü dünya’da ancak Okyanusları birbirine bağlayan
noktalarda kurulmuş şehirlere transit şehri deniliyor.
İstanbul’un arkasında ise ancak Karadeniz devletleri
vardır. Y a n i bu transit mikyası İstanbul’a göre küçük­
tür. Bundan sonra büyük (endüstüri) merkezi olmak ha­
tıra gelmiştir. Lâkin İstanbul’un bir Türkiye şehri oldu-
fu ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin büyük endüst­
riyi memleketin daha münasib yerlerinde kuracağı, ni­
hayet büyük endüstri meselesinin sırf devlet işi olduğu
ve bunda İstanbul ve belediyesinin bir dahli olmayacağı
düşünülmemiştir. Bundan sonra, İstanbul halkının kü­
çük endüstriye istinad ederek m üreffeh olacağı düşünül­
müştür.
Bu düşünce hem mazide çok doğru idi, hem şimdi
de çok doğrudur. Fazla olarak Cumhuriyet devrinde İs­
tanbul’da teşebbüs edilmiş ve semere vermiş bazı işler bu
düşüncenin doğruluğunu fazlasile isbat etmişdir.
Bu istihsal vasıtasından sonra turizm gelir. Turizm
İstanbul’un o kadar feyyez bir gelir vasıtası olur ki, bu­
nu enine boyuna tahıhin etmek bile güçtür. Çok objektif
bir görüşle denilebilir ki, bütün Avrupa’da ve turistleri
tarihi kıym etinin tecessüsiyle ve iklim inin güzelliği ile
kendine cezbedecek ve aynı zamanda aylarça bağlıyacak
İstanbul gibi bir şehir yoktur. N e Roma, ne Floransa, ne
Napoli, ne Venedik, ne Endülüs, ne eski Alm an şehirleri,

-1 09 -
ne Mısır, Suriye, Filistin şehirleri, hiçbiri Turizm nokta­
sından İstanbul kadar çekici değildirler.
Ancak bugünkü cihanda, turizmin otel, gazino, plaj
ve birçok sürekli eğlence yerleriyle aynı mikyasta oto*
mobil ve otom obilcilikle bilhassa şehir ve sayfiye otel­
ciliği ile, pansiyonculuğu ile ileri bir konforun bütün te-
farrüatıiyle alâkası olduğundan, bunların temin edilme­
si hem paraya ve hem zamana mütevakkıfdır. Hakikati
söylemek lazım gelirse, İstanbul % 99 dan fazlası bir m ik­
yasta turizmin bu vasıtalarından bugün mahrumdur.
Diğer mühim bir noktayı hatırlamak gerektir. İs­
tanbul'un turistler tarafından görülmesi ve sevilmesi ica-
beden yerleri ancak % 5 mikyasta malumdur. Demek is­
tiyorum ki İstanbul’un Türk tarafının cazibesi, yalnız
yabancılar arasında değil Türkler arasında da gerektiği
gibi malum değildir.
Türkler bile Eyüb’e ancak peysajının sükûnunu bir
yabancı gibi hissederek bakmaktadırlar; ancak onun
muhtevi olduğu hatıraları idrak etmemektedirler.
İşte gerek şehrin gerek sur haricinin, gerek Boğaz-
içinin, gerek Üsküdar’ın muhtevi olduğu bütün hatıralar
iyi tetkik edilir ve iyi yaşatılırsa turizme ait kitaplar da
göze çarparsa, İstanbul’u görenler onu anlayıncaya kadar
orada kalırlar ve aylar geçirirler. O telcilik gibi vasıtalar
sayesinde konforlarını bulurlarsa şehirden kolay kolay
ayrılamazlar.
Halbuki bir taraftan konforsuzluk, diğer taraftan da
tarihî malumatın üstünkörü yazılması yüzünden, İstan­
bul'a gelen yolcular şehirde birkaç gezintide bulunuyor
ve vapurlarında limanda birkaç gece geçiriyorlar, gidi­
yorlar.
Bu noktaya işaret ederken İstanbul’u daha iyi tanıt­
mağa birinci derecede vesile olacak bir bahsi de açalım.
Hükümet zaman zaman Avrupa’nın m aruf yayınev­
leri sahiplerini İstanbul’a davet ederse, Türk güzeilikleri-
110 -
nin maasır edebiyatta tedavül etmesine çalışırsa, şimdi­
ye kadar nazarı dikkate çarpmamış olan m illî kıymetle­
rim izi m illet arasında tanıtırsa, bu çok verim li bir netice
verir. Bu mütalaaları kısaca dermeyan ettikten sonra y i­
ne ilk fikre avdet edelim.
Diyorduk ki, İstanbul Türk şehri olarak mamur ol­
malıdır. İstanbul’un yalnız siyasî hukukça Türk olması
kâfi değildir. Şekilce, zevkçe üslûbca Türk olması şarttır.
— İstanbul hakkında;
Bizans’ın orta zamanını ele alalım. Sene 960 Milâdî.
Onun bir haritasına bakalım. Aynen Osmanlı saltanatı­
nın haritasına benzer. Merkezi de İstanbul olmak şartiy-
la.
Türk m illetinin coğrafyaca Bizans'ın varisi olduğu
inkâr edilemez bir keyfiyetir. Ancak «varisi» kelimesi ge­
niş mikyasta yerinde değildir. Çünkü varisi değil, ayni
zamanda fatihidir.
Bu haritayı Türkler parça parça zamanla ve kılınç-
la fethetmişlerdir. Ve bu haritanın yerine ona zıd ola­
rak yeni din, üslûb, teşekkül itibariyle bir heyet olarak
birleşmişlerdi; Bu da Türkün Fatıhlikten başka yaratıcı
bir kudret olduğunu gösterir. En bariz misâl olarak İs­
tanbul şehrini alalım.
Fatihden sonra teşekkül eden Türk İstanbul’u Türk­
ler eğer boş bir ovada bina etselerdi bu keyfiyet tek ba­
şına onlara ne kadar orijinal olduklarını ve o âna kadar
görülmemiş ve ne kadar kendilerine benzer bir şehir yap­
tıklarını ifade edebilirdi.
Lâkin Türkler bu şehri eski Kostantiniye gibi Orta
Çağ’ın en medenî ve en büyük harabesi üzerine ve ona
asla benzemiyerek kurdular. O kadar benzemiyerek ki,
şehrin plânı bile değişti. Eski mahalleler, yollar, sarayla­
rın yerleri gibi. Fazla olarak da büyüttüler. Bizans’ın za­
manında olmayan bir Boğaziçi yarattılar.

-111
Bizans zamanında bir sütçü köyü olan Eyüb’ü sırf
kendi m illiyetlerine benzer bir ölüm şehri olarak yeni­
den yarattılar. Eski Krizopolis «Üsküdar» ı, bildiğim iz
Üsküdar haline koydular. Hülâsa eski Kostantaniye’yi es­
ki mikyasından en 'az on defa genişlettiler.
Bizans, Jüstinyen zainanından sonra surlariyle, ken­
dini ancak gelen ordulara karşı müdafaaya hazır, korkak
ve ürkek bir vaziyette idi. Halbuki Osmanlı zamanında İs­
tanbul asırlarca bir düşman tehlikesinin mevcud olacağı­
nı hatırından bile geçirmedi.
Bilâkis Türkler İstanbul’dan Macaristan’ı, Alm anya’yı
ve Rusya cenubunu, İran ’ın batısını, Arabistan’ın güneyini
fetheden.orduları çıkardılar. İstanbul müdafaa, edilen de-
bir tecavüz merkezi oldu.
Orta Çağ’ın sonlarına doğru, Osmanlı Türklüğünün
Lâtinliğe medeniyetçe ve yaratıcılık bakımından ne ka­
dar üstün olduğu inkâr edilgmez bir hakikattir,
Lâtinler yanı Fransızlar ve italyanlar İstanbul’u 1204
senesinde fethetmişlerdir. Orada 1261 senesine kadar kal­
dılar. Yaktılar, yıktılar, yağm a. ettiler ve çıkıp gittikleri
gün bir mezbele halinde bıraktılar. Bugün onların nam­
larına bir eser İstanbul’da yoktur.
işte 1453 de bu mezbeleyi tevarüs eden Osmanlı Türk-
leri onu imar ettiler ve bu imar, asırdan aşıra canlana­
rak emsalsiz bir şehir vücuda getirdi.'Bu şehir terkibi ile
ve üslûbu ile Bizans’ı hatırlatmak şöyle dursun onu or­
tadan silmişti bile.
Bu Türk İstanbul’da Bizans eserleri görebilmek için
köşede bucakta kalmış bazı kiliseleri, sarnıçları, su ke-
.merlerini aramak lâzım gelirdi.
Bunu da ilâve etmek lâzım dır ki, yine medenî bir
sâikle Türkler bu eserleri rnuhafaza etmişlerdi. Çünkü
zerre kadar mübalağa etmeksizin diyebiliriz ki, italyan ­
lar tevarüs ettikleri eski R om a’yı bu kadar olsun muha­

-1 1 2 -
faza etmemişlerdir. Fransa’nın Cenubunda ise Roma me­
deniyetini ancak arkeologlar keşfedebilir. Biz daha fazla
muhafaza etmişiz.
Gelelim Fetih sâikma:
İstanbul’un fethi bir Müslüman ideâli olarak farzo-
lunur. Vakiâ Peygambere atfedilen bir hadis ve Emevî-
1er zamanında İstanbul’un Araplar tarafından muhasa­
raları bu faraziyenin,doğruluğunu hükmettirebilir. Ancak
zıddını da iddia etmek mümkündür. Çünkü İstanbul’un
feth i münhasıran bir Müslüman ideâli olsaydı, bu idea­
lin Araplarda devam etmesi lâzım gelirdi ve Acemlerde
bulunması ve diğer milletlerde de olması iktiza ederdi.
Acem edebiyatında İstanbul fethi idealine ait bir iz
bulunmadığı gibi, Araplarda da böyle bir ideale şiir saha­
sında tesadüf edilmez.
Arapların İstanbul’a gelmeleri, onların istilâ ve celâ­
det zamanlarında herhangi bir tarafı istilâ etmeleri ka-*
bilindendi. Halbuki Türklerde fik ri sabit hâlinde bir he­
def olmuştu.
İstanbul’un fethi Müslüman ideâlinden alınmış olsa
bile, yine Türklüğün ırkî bir meyline istinad ettiği görül­
mektedir, Çünkü bu ideal Selçuk zamanında devam et­
miş, OsmanlInın ilk devrinde ise âdeta bir diyanet halini
almıştır.
işte bunun içindir ki m aruf hadiste «İstanbul’u fe t­
hedecek olan fetih askerlerinin taşlarına İNimelceyşden-
dir». cümlesi hâlinde hakkedilmiştir».
F atih ’in camiini Havariyyun kilisesinin yerine, yani
M ilâdın bin tarihine kadar oraya gömülmüş olan K a y ­
serlerin türbeleri üzerine yaptırmış olması da çok ma­
nidardır. Y a n i o Kayserlerin nam ve nişanını bırakmı-
yarak yerine Türklerin dinini, camiini koymak istediğini
gösteriyor.
Birinci Dünya H arbi’nde, harbin yanlış şartlarla ve

-1 1 3 -
erken ilân edildiğine kani idim ve İstanbul’u müdafaa
edemeyip Rus istilasma maruz kalacağımızdan korku­
yordum.
1915 de «A n afartalar» olunca, kurtulduğuna coşkun
bir sevinçle inandım. M illî harekete kadar gelen bağlılı­
ğım Anafartalar'a ve onu yapan kahramana olan hay-
ranbğımdandı. «M ustafa K em âl’e bağlılığım Anafarta-
lar'dandır.
1918 de İstanbul düşman istilâsına maruz kaldığın­
dan çok müteessirdim. O vakit yegâne teselli olarak İs­
tanbul feth i tarihini merak ettim. Okumağa başladım.
Bu, hasta ruhuma bir deva gibi idi.
Sonra gezinmeğe başladım. 1452 de bina ettiğim iz Hi-
sar’ı ve arkasındaki şehidliği sık sık ziyaret ediyordum.
Surlarda dolaşıyordum. 1453 deki son muhasaranın ve
fe th ’in haritası yerlerini keşfetmeğe çıkıyordum. İntiba-
larımı o senelerde çıkan Tevhidi Efkâr gazetesine yazmış­
tım.
İstanbul fethini gözleriyle görmüş ve gördüklerini
yazmış ve yazdıkları bize kadar gelmiş olan Françes’in,
Ducas’m ve Barbaro’nun ve diğer şahidlerin hatıralarının
peşinde idim.
Elimde Türkçe olarak yalnız Tursun Bey T arih i var­
dı. Yazık ki İstanbul’un muhasarasında ve fethinde hazır
bulunmuş olan bu yegâne müverrihimiz, ya babayağnili-
ğinden yahud Acem kitabetine fazla bağlı olduğundan çok
şeyler öğretmiyordu. Belki de eserini ihtiyarlığında İs­
tanbul fethinde hayal meyal hatırladığı senelerde yaz­
mıştı.
Bu tarih kitabının bu kadar zavallılığına rağmen na­
zarımda bir kıymeti vardı. Çünkü, fethinde hazır bulun­
muş bir adamın satırlarını ihtiva ediyordu. Türkçe vesi­
kaları keşfetmek düşünülemezdi. Mateessüf halen de bu
güçlük karşısındayız. Lâkin İstanbul’un fethinde hazır

- 114 -
buiunmuşlann mezarları vardı. Onları birbir arıyordum.
Fetih vak’asına bu alâkam o kadar artmıştı ki, 1922
de 29 Mayıs sabahı gece yarısından sonra yatağımdan
kalktım. Şehzâdebaşında 18 Seğmenler mezarlığı önün­
den geçerek Beşinci Askerî kapının yeri olan Sulukule’ye
kadar gittim ve fethin 1453 senesi 29 M ayıs’ında va’ki ol­
duğu noktadan şehre girdim ve yürümeğe başladım. Aya-
sofya'ya kadar geldim ve girdim.
O sabahıh havasını ve saatlerini çok şiddetle hisset­
tim. Bu tahassüslerimi sonraları bazı konferanslarımda
nakletmişimdir.
İstanbul fethinin merakı, bir Türk’ü Frenklerin anla­
yamadığı bir zevkle sarar. Lâkin bu hadiseye merak etmiş
olan Mordtmann, Detier, Pirs gibi Frenkler de bu mera­
ka tutulduktan sonra senelerce surlarda dolaşmışlardı.
İstanbul’un fethi askerî bir vak’a olarak bence aske­
rî vak’alardan daha ziyade mi harikulâdedir, zannetmem.
Çünkü bizim kendi tarihim izde bile İstanbul fethinden
daha ziyade hayran olunacak askerî vak’alar vardır.
Lâkin o vak’aların hiçbiri, İstanbul fethinin umman
gibi geniş bir manâsını haiz değildir. Hatta bugün yaban­
cı yazarların m.uhayyilesinde bile İstanbul'un fethi her
hangi bir fetihden çok daha mucizeli bir tesir icra etmck-
î cclir.
Pv'-îb'n brı füsunu, Avrupa’da ve Am erika’da halâ hük-
ri.u.:..a icra ediyor. Ne kadar garibdir ki fethi hikâye eden
Pırs’in, Shlumberger’in meşhur kitaplarını okunduktan
sonra bile zihinlerde yine Türklüğe karşı bir hayranlık
izi kalır.
— Türkler bir defa İstanbul’u abluka, iki defa da
muhasara etmişlerdir. Abluka Y ıld ırım Bayezid zamanın­
da olmuştun O zaman İstanbul’u açlıkla teslim olmağa
mecbur etmenin müsmir olacağı, Kayser Paleoloğun İs­
tanbul'dan Avrupa’ya firarı, Venedik, Roma, Paris ve

- 115 -
Londra’ya yardım talebi için gitmesiyle sabit olur.
O zamanı bütün m üverrihler Kaysere, gerek Vene­
dik, gerek Papa ve gerek Fransa ve İngiltere kralları ta­
rafından çok iltifa t gösterilmediği ve işe yarar bir mua­
venet vadedilmediğini yazmışlardır. Demek ki Bizans’ın
vaziyeti ümidsizdir. Aynı müverrihler Bizans’ın bu Türk
ablukasından ancak Tim urleng’in Çubuk Ova’ya gelme­
si ile ve OsmanlI saltanatını Anadolu’da 1402 de yıkması
ile kurtulduğunu kaydederler.
ilk askeri muhasara 1422 de II. Murad’ı tarafından
vazedilmiştir. O zaman İstanbul mucize kabilinden kur­
tulmuştur. Fetih nihayet 153 senesine kalmıştır.
1452 de M art’tan Ağustos’a kadar beş ay zarfında
Rumeli Hisarı yapılmıştır. Kayser’in M ora’daki kardeşle­
rinin bitaraflıklarını temin etmek için, Gazi Turhan Bey
ve oğulları burada kalmışlardır. Fatih 1453 M art’ında
Edirne’den İstanbul’a doğru yürümüştür. Muhasara 6 Ni-
san’da başlamış ve 28 Mayısı, 29 Mayıs sabahına bağla­
yan târihe kadar 53 gün sürmüştür.
Donanma m a’teessüf büyük bir iş görememiştir. K e ­
za bir kısım h a fif gem ilerin karadan H alic’e indirilmesi
de f i ’li bir tesir icra edememiştir.
Fetih, Edirnekapı ile Topkapı arasındaki en çukur
jerd e, Beşinci Askerî kapının yerinde vaki olmuştur. T o ­
pun buradaki sura açmış olduğu rahneye, Rum müver­
rih leri tarafından «Büyük gedik» namı verilmiştir. Ora­
da döğüşmekte olan Cenevizli Jüstinyen’in önünde ve mu­
hasara esnasında acele olarak ve baştan sonuna yapılmış
olan duvara aynı müverrih «M u r de fortu ne» namı ver­
mişlerdir.
F e tih ,, güneşin tulu’undan aa evvel, Y en içeri ortala­
rının açılan gediğe , kesif bir hücum yapması ile ve iki
sur arasındaki m üdafî’leri öldürmeğe başlaması ile vaki’
olmuştur.

-1 1 6 -
A yn ı saatta şehir içinde «şehir ahndı» narasiyle ya­
yılan bozgun, surlardan m üdafi’lerin umumi bir kaçışı
ile her taraftan mubassırların girmesini intaç etmiştir.
Hatta donanmadaki efrad dahi gem ilerini bırakarak der­
hal şehre girdikleri için,, bu hale şahid olan Venedikli
hekim ■Barbaro eğer ö saatte, herkes fevkalâde şaşırma­
mış bulunsaydı, Türk donanmasını yedeğe alıp götürmek
mümkündü, dismışti;
Birbirine zıd şahadetlerde bulunan m üverrihlerin hâ­
tıraları incedöh in ceyi tetkik edilirse, Salı sabahından
Cuma’ya kadar şehirde, kıtal ve yağmanın devam ettiği
ve F atih ’in ancak şehre Cuma günü-girdiği ve Cum^ na­
m azım Ayasbfya’da kıldığı anlaşılmaktadır.
Kayser Kostântin Dragazes’ın öldürülmesi ve na’şı-
nın bulunmasına" dâir olan birbirine zıd rivayetler, bu
hadiseyi o k^dar karıştırmaktadır ki mevcud rivayetleri
sıralayıp zikretmekten başka çare yoktur.
Kayserin bir Ar;ap neferi tarafından katledildiğine
dair Türkçe bir eiski el yazinasında görülen şey bir h a rf
yahlışındah ibarettir.; Eskiler/ .ya,zıda; .nokta, koymadıkla­
rından, Arab-lârm Azeb nefer'i olması çok muhtemeldir.
Çünkü kayser’Ih beşinci kapı arasında A?ep askerleri ta­
rafından muharara edildiği kaydedilmiştir, Eski ya z:^ ız-
da, arab ve azeb kelim eleri arasında ancak tek bir nokta
farkı vardır.
Evliyai Çelebi’nin İstanbul fethine dair, Seyahatna­
mesinde yazdıklarında o kadar çok yanlış vardır ki 200
sene sonra yazılmış bu sahifelere ciddî bir göz ile bak­
mamak lâzım gelir.
Türkler İstanbul’u çok harab ve sefil halde bulmuş­
lardır. Charles Diehl fethe tekaddüm eden senelerde Bi­
zans’ın para dertlerini ve mâliyesindeki iflas yüzünden
Venedik vesayeti altına düştüğünü iyi tetkik etmiş ve be­
lirtm iştir.

^117-
Hatta bu meyanda Kayserin Ayasofya etrafındaki
manastırlarda rahib ve rahibelerin iaşe masrafını öde­
yebilmek zaruretiyle, Selanik şehri üzerindeki hukuku­
nu Venediğe sattığına dair bir vesika neşretmiştir.
İstanbul bu derece sefil bîr hâlde idi.
1204 deki ma’ruf Latin yağmasından beri İstanbul
tekrar mamur olamamıştı. Hatta o zamandan sonra bir­
çok Kayserlerin Ayasofya’da icra edilen taç giyme mera­
siminde, elbiselerinde sahte mücevherat kullanmağa mec­
bur oldukları muhakkaktır.
Fethi taTcib eden günlerde mecvud kiliselerden yal­
nız Ayasofya’nın camie tahvil edildiği doğrudur. Diğer
kiliselerin Bayezid’i Velî zamanında cami’e tahvil edildi­
ğine dair kayıtlar bulunmuştur.
Fetihle beraber çarşı teşkilâtının hemen başladığı ve
Fatih'in bir çok firarileri davet Mtiği, birkaç kalmış ve­
sikadan anlaşılır. Bu kabilden birkaç ferman, Tarih-i
Encümeni mecmuasında mevcuttur.
Fetih’den 50 sene sonra İstanbul’a gelen ba’zı Avru­
pa seyyahları şehrin camilerle bezendiği ve tam bir müs-
lüman şehrine benzediğini görmüşlerdir.
Tarihini İstanbul fethinden 70 sene sonra yazan îb-
ni Kemâl İstanbul fethinden bahsederken, eski zihniyet­
le, ganimetin ne kadar çok olduğunu belirtmek için di­
yor ki:
Zamanımızda «yani I. Sdim zamanında» mirasyedi
bir kimseye, «Meğer sen İstanbul doyumluğunda bile
idik» (1) derlerdi diyor, İbni Kemâl’in bu görüşü Char­
les Diehl görüşiyle bir tezad teşkil etmektedir,
İstanbul’un asıl şekli Kanunî Sultan Süleyman za­
manındaki imardan sonra taayyün etmiştir. Asıl büyük
âbideler o zamandan beridir. Fatih camii malesef 1768
zelzelesinde yıkılmış ve LTI. Mn.'itafa tarafından tekrar

(1 ) Bile idik, yani beraber mi idik?

- 118 -
bina edilmiştir. M im arim izin hayli kötü olduğu ve o za­
manda Fatih devri M im arisi, karşısında ne kadar sönük
olduğu, bu cami’de Fatih devrinden kalan harem kısmiy­
le, yeni bina edilen câmiin mimarisi arasındaki büyük
farktan anlaşılır. I I I . Mustafa keşke eski camii harabe
hâlinde bıraksaydı dah^ iy i olurdu.
Fatih eserlerinden Eyüb Sultan Câmii de böyle bir
tam ir ve imar faciasına uğramış ve yerinden kaldırılm ış­
tır. Fatih devrindeki m im arim izin ne kadar güzel olduğu,
R um eli Hisarında anlaşıldığı gibi, daha da fazla olarak,
F atih câmiinin 'harem dairesinden ve karşısındaki Fatih
imaretinden açıkça anlaşılır.
istanburun fethinden sonra Osmanlı saltanatında
'h e r cihette mükemmeliyete doğru bir geçiş göze çarptığı
gibi, mimaride de göze çarpar.
H er’ halde tek kubbeli cami meselesi, ya’ni muvah-
hitleri tek kubbe altına alıp birlik ve bütünlük arzetmek,
o devrin bir merhalesidir. O devirden sonra birçok kub­
beli veya iki kubbeli cami’ler pek azdır.
— Tursun Bey: Fatih, Çinili Köşkü Ekâsire tarzın­
da yaptırdı diyor. Bir m illi mim arî var, bir de^cnebi mi-
marisi var.
— Rönesans ttalyandır. Fakat aslen Lâtindir.
— Ayasofya'da Süleymaniye'nin gövdesi yoktur.
— Itrin in en büyük eserleri başka y^rde yoktur.
Biz kendimize dönelim.
K İŞ İL E R
— Hâm id’in söylemek islediği muazzamdır, fakat
söyleyememiştir; Saka,t ifadeleri var. «Lâkin, «Türbe-i
F atih ’i ziyaret», «Tü rbe-i Selim-i ziyaret» güzeldir,
— H alil Paşa fena adam olamaz. Fatih o ’na haksız­
lık etmiştir. 26 ,sene kalmış, ihaneti vataniye ihtim ali za­
yıf, Bu F atih ’in bir hatasıdır. Çandarlılar devleti kuran-
lanndandır, hain olamaz.

- 119 -
— Napolyon ve Hitler harpleri muayyen bir zaman
ve mekândan dolayı sınırlıdır. Neticeler mühim. 600 se­
ne Rumeli’de, kalmışız. Suriye’de 400 sene kalmışız. Biz
(zamanı fethetmesini bilmişiz)
— Yenikapı Mevlevîhanesi şeyhi merhum; .Abdülba-
kî Efendi zarif sözler söylerdi, Dergâhlar kapanmadan
önce. Beyefendi, tşte Darülfunun, işte bizim dergâh. M u­
kayese edin. Bizim dergâh aynı zamanda Şeyh Galip ile
İsmail Dede’yi yetiştirmiştir, demişti.
D ÜŞÜNCELER
— Sefaretler ehliyetli adam yetiştirmeye yarar.
Londra Sefaretine, ileride Sadn’azam ve hariciye nazın
yapacağımız adamı seçmişiz.
Tanzimatm ricali hep sefaretten geldi. Reşid Paşa,
Âli Paşa, Münif Paşâ> Ahmed Vefik Paşa hepsi Sefaret­
ten. Sefaretlerde bulunmaları mühim. Onlara, sefaretler
çok şey kazandırmıştır.
— Valilik staj yeri. (Ecille-i Bical-i Devlet) in (1)
staj fermam var. Bazen bir müşir tek, bir işe yarar, ba­
zen yaramaz. Yaramaz diye oraya bir liyakatsiz konmaz.
Şu anda Uıır işe yaramıyor. Bu demek değildir ki hiç bir
işe yaramıyor.
— Ulemamızdan ISbüsuud ve Zenbilli’ler ve daha
başkaları ne muazzam kimseler idi. Sonra (Beşik ulema­
sı) (2) başladı, bozuldu gitti.
Ulema; iki nevi: Ulema-yı Rüsun, Ulema-yı Hakiki­
ye. Ulema-yı Rüsun, fodla yiyenler. İçinde mükemriıel
çıkan da olmuş.
— Sefir niçin istihdam edilir? İş orada değil. Bir se­
fir bir Milleti temsil eder, ahlâk ve karakterce ileri olma­
lı. Yabancılar sefirle konuşunca Türkiye’yi görmeli. Man-

n) Devlatfn ileri getenlerî.


(2) Doğuştan rütbe verilmesi.

-1 2 0 -
tıalitesini anlamalı. Türkiye’nin timsali olmalı. Beynel­
milel müriasebatı mükemmel bilmeli,, Böyle sefir ecnebi
memleketlerde daha da olgunlaşır. Sonra devletin elindei
cn Sadnazam namzedi bulunur.
— Sultan Mecid devrinde sık sık Sadnazam değiş­
tirilmiş. Reşid Paşa, Alî Paşa, Rüştii Paşa defalarla de­
ğişmiş. Sultan Mecid el değiştirmek için yeni kabine kur­
duğunda, elinin altında beş altı adamı vardı.
— Doğu, da hakim olan (adalet-i ilâhiye)dir, (ada-
let-i insaniye).
K E N D İS İ
•— üsküb’de doğmasaydım yanardım. Bursa’yıda pek
severim. Bana üskûb’de mi veya Bursa’da mı doğmak is­
terdin deseler, Bursa’yı isterdim. Fakat üsküb’ü de arzu
ederdimı.
— üsküb’ü severim. Zira orada doğdum. Çünkü çok
Türk. Benim zihniyetime büyük tesiri oldu. Annem derdi
ki: Evvela Peygamberimizi sonra Sultan Murad Efendi­
mizi severim. Hangi Murad bilmezdi. Namaz kılarken, bi­
zi buraya getirmişler diye, dua ederdi. Maksat büyük
olan I. Murad’dır. Napolyon’dan çok büyük. Napolyon
onun yanında cüce. Murad üç hükümdarı kaldırarak Ko-
sova’yı alıyor. Ve 600 sene kalıyor. Ne Fatih?
— Ben maziyi olduğu gibi ve tamamını sevseydim,
muayyen bir devrenin çirkinliklerini de sevmek icab eder­
di,
— Ben hali de seviyorum. Fakat sevilecek şeyi seviyo­
rum. İstiklâlimiz var, seviyorum.
— Bazıları diyor ki, sen öldükten sonra yaşayacak­
sın. Canım, hayattayken yaşamak yok mu?
—: üniversite talebe cemiyeti mümessilleri geldiler.
Bir toplantı istiyorlar. Bana bu çok dokundu. Gençlere
söz vermek mühim bir şeydir. Ben sözümde durur bir
adamım. Bütün hayatımı gençlere ve Türklere verdim.

-121
Gençlerin içinde yaşadım. Mütareke senelerinde Darül-
fünun’un başında bulundum. Gençlerden ayrılmadım.
Gençlerle beraber bugüne geldim.
ÖZ
D E Y İŞ
— Mutlak meziyet yok. Bir meziyet veya hasisa fay­
dalı mı, zararlı tarafı da oluyor.
— Tabiatta ufuk beş para etmez. İnsandaki ufuk.
Ufuk, başka bir insanın ruhudur. Ufuk deriz, ufuk dağ
değildir, Boğaziçi güzelmiş, bunu bırak, insan ufuksuz,
Hisarın ne tadı var?
— Tabiatın insana verdiği m evhibeleri tanımak lâ­
zım.
— İlim vüsuka doğru gitmektedir.
— Kökü mazide olan atiyim. Mazi, hal bir vehimdir.
M azi yoktur. Bugün, yarın mazi olacak, İstikbal de ve­
himdir. O da mazi olacak.
— Cenabı hak âdil olduğundan cehaleti şiddetli ver­
miyor, mutedil veriyor. Fazla cahiller var. Tabiatın ver­
diğinden fazla.
— Medeniyet meş’aledir, elden ele verilir.
— Zaten tabiatte asıl yoktur. Asıl ararsanız arkasın-,
da bir modeli var. O rijinal bir şey yok, elden ele.
— Hükümet insanları iktidara getirirken munsifle-
rini geçirsin. Mutlaka en cahilini getirmemeli,
— Allah bu kadar cehil vermez. Tahammül derece­
sinden fazla olamaz. Zira cehil de bir zehirdir. Sahibini
zehirler,
— Cahilin ihtisası yoktur,
— Y o la çıkıldı mı, şuna buna bakılmaz,
— Yeryüzünde pek çok çiçek var. Lâkin meşhuru 4-5
tanedir. Gül, K aran fil, Yasemin, Lâle...
— Bazıları namus mefhumu üzerine yemin eder.
— Ben münakaşalardan kaçınırım. Çünkü bu laflar

- 122 -
birşey değiştirmez. Lâflarla, beyhude münakaşalarla ba­
şımıza dertler getirmişiz. Müsamahada emperiyal geniş­
liğim iz var. Münakaşalar ne birşeyi tashih eder, ne be­
nim bir fedâ edeceğim vardır.
— Bilinm iyor demek de bir ilimdir. H ayır biliriz, di­
yorlar.
— Fen, müsbet ilim herşeyin ve her bilginin fevkin-
dedir.
— Şaheser, yapıldıktan sonra şaheesr olur.
— R ivayetin ilm î bir usul ile tevsikinden önce bir
hüküm vermek doğru değilse de, mantıken hatıra gelen
mütalaaları zikredebiliriz,
— tyilik eden muhterem fenalık etmişse, ona iyilik
mevkiini vermeyiz.
A N A D O LU
FE TH İN D E N
İKİ
SENE
SONRA
İL K
VE
SON
BİR
M A Ğ L Û B İY E T
Yine Yahya Kemârin bir sohbetinden;
«... 900 yıl önce M alazgird’de Alp Arslan Bizans or­
dusunu harikulade bir mahâretle yendi. Anadolu’nun her
ta ra fı bize açıldı. O kadar ki iki senede yer yer fetihler
tamam oldu ve İznik’i payitaht yaptık.
Lâkin bir haçlı savleti oldu ve maglub olduk. Ordu­
muzdan kalanlar güçlükle K onya dağlarına çekilebildi.
Bu gibi üzücü hâdiselerle karşılaşmamak için toplanıp
bir karar verelim, dediler,

-1 2 3 -
Devletin büyükleri toplanarak «B iz kısa bir zaman
önce hârikulâde büyük bir zafer kazandık; artık bu gibi
harplerde yenilmeyiz, diyorduk. Bu ânî yenilişin sebebi
nedir? Ne yapalim ki bizi kimse mağlub edemesin. M ille­
tim izi manen olgunlaştıralım ki bir daha böyle bir du­
rumla karşılaşmıyalım..» dediler.
îşte bundan sonradır ki gâyet saıriimi ve lâkin hiç
İJİr maddî çıkar sağlamayacak örnek şahsiyetleri mem­
leketimize getirelim . Onlarla bir şey karşılığı olmaya-
lak memleketimizi ruhen kalkındırahm, diye karar ver­
diler.
«Horasan E rleri» birçok gezginci dedeler, dervişler ve
şeyhler mem leketimize akın ettiler ve bir karşılık bekle­
meyerek mânevîyatım ızı yükselttiler. M em leketimiz bir
bütün olarak rühen yükseltildi, işte bu pekleşen kalkın­
ma ile önce Rum eli’ye sahip olduk, tâ Viyana kapılarına
kadar dayandık...»
îşte bu büyük, ince ve duygulu şâirimiz çok samimi
toplantılarda biz talebesine böyle hisse kapılacak konuş-,
malarda bulunurlardı. Bu. da onlardan biridir. Ruhu şâd
clfiun,.!
TÜRK
EVİ
M U H A R R İR İ
Y A H Y A K E M A L (* )
(M isafirim vatanın bir, harabezarmda) diyen şair,
son zamanların Türkünü ne kadar canlı bir levhada gös­
termiş; hepimiz bu mısraı söyleyen gibi, vatanın bir hâ-
rabezannda misafiriz.
Y ak ın vakitlere kadar «k ira cı» sıfatı müstahkar bir
s.ıfattn

(*) Eski h arflerle ye m ütareke yılların a a it o lm alı, çünkü, bu m aka­


lenin neşir yeri ve senesi b elli d eğil.

- 124 -
. Mahalle kiracının vücudunu his ederdi: Şimdi ne
bu sıfatın ma’nası kaldı, ne de bu his. Türklerin evi olan­
ları da olm ayanları gibi kiralık evde oturuyorlar.
Uzun zamandan beri hayatım ızı sarsan göçlerden
sonra fikirlerde yavaş yavaş bir aksülamel hasıl oluyor
zannediyorum.
K aç kişiden hasretli bir sesle «ah b ir evim olsa, ha­
yatta birşey İstemezdim.» temennisini işittim. Böyle bir
arzu besleyen kaç kişi nerede ve nasıl bir ev tahayyül et­
tiğin i anlattı.
Benim birkaç erkek ağzından işittiğim bu hasret ka­
dınlarım ızın kalbinde kim bilir ne kadar derindir?
Onlar böyle bir saadeti acaba nasıl özlerler? Bizimki
lisanımızda izdivaç kelimesi «e v » lenmek masdarı ile ifa ­
de olunur. İzdivaç etmiş erkeğe ve kadına «e v » li denilir.
«E v bark, hayatta en güzel bîr kıym eti ifade eder.
«E v kadını» kadınlığa izafe edilen en yüksek bir sıfattır.
Bilakis «bekâr» ve «iç güveyisi» hoş telâffu z olunur keli­
melerden değildirler. Böyle uzun süren bir göçebe haya-'
tından bezeceğimiz tabiî idi.
Şimdi: «a h bir evim olsa...» diyenler çok irsî bir ar­
zuyu ifade ediyorlar.
Türk evi bozulduktan sonra yalnız ev zevkini değil,
cedlerimizin yere, yurda çok bağlı olduklarını da unut­
tuk.
Avrupa’dan aldıkları yarım ilim le yetinen tarihçile­
rimiz, m uharrirlerim iz bizim aslen bir göçebe halkı oldu­
ğumuzu bin kerre yazdılar, isbata kalkıştılar.
Yataklarım ızı gece dolaptan çıkarıp yere serdiğimi­
zi, sabahleyin tekrar kaldırıp dolaba koyduğumuzu göçe­
beliğim izin bakîyyesinden bir misâl gibi gösterdiler.
Evlerimizde mangalı, şilteleri hep nakli kolay eşya
gibi telâkki ettiler. Fakat bunların iddialarını ispat için
gösterdikleri sebebler ne derece doğrudur? Çünkü diğer

-1 2 5 -
misâller varki, bunları şiddetle nakz ediyorlar; eski Türk
evlerinde dıvarlar, topla yıkılmayacak kadar kalın ve me­
tindirler.
K ış odalarındaki ocaklar çiniden ve asırlarca duran
eserlerdir. Nakli kolay eşya mutlaka göçebe hayatına mı
delalet eder. Kadim A tin a’da ve kadim Rom a’da ev gayet
sâde ve eşyası, bizde olduğu gibi nakle elverişliydi.
M am afih eski AtinalIlar ve eski R om alılar çok yer­
li yurtlu insanlardılar. Bizi göçebe gösteren bilgiçlerin
kafaları karışık, iddiaları yalandır. Daha açık bir ifadey­
le, Türkün bu vatanda yerleşmemiş ve muhacerete hazır
bir unsur olduğunu ispat etmeğe çalışan yabancılar bu
fik irleri yaydılar.
Bizim bilgiçlerim izi avladılar, Cedlerimiz göçebe de­
ğildiler. Fethettikleri memleketlerde yerleştiler. Şehir,
mahalle, sokak, semt, dere, tepe ve simit isimlerini unut­
turmak bir türlü kabil olmuyor. B iz ancak bu son asırda,
Türk evi bozulduktan beridir kiralık evlerde sürünüyoruz.
Eski Türk evini tahayyül, şiir sahasında kalsın, onu
hayatta bir daha ihya etmek mümkün değildir.
Cedlerim izin evleri ve eşyası yaşayışlarının tarzından
doğmuştu. Bağdaş kurmak şilteyi, minderi, sahandan el
île yem ek yendiğinden leğenle ibriği, el silecek sırma hav­
luları icad etmişti.
Bütün bu güzel şeylere elveda! Avrupa’nın yaşayış
tarzı bizi de değiştirdi. Tepeden tırnağa kadar yeni mü-
rebbilerimize benziyoruz, saçlarımızı onlar gibi kestiri­
yoruz, onlar gibi traş oluyoruz, onlar gibi yatıyor, onlar
gibi ayakta duruyor ve oturuyoruz.
Y en i m ürebbilerimizin yaşayışına, giyinişine, yiyip
içişine özendiğimizden beri «Tü rk çarşısı» yıkıldı. «Tü rk
üslûbu» ortadan kalktı. Bütün bu güzel şeyleri biz de
AvrupalIlar gibi, eski zamanların yadigârı olarak, duvar­
larımızda, masalarımızın üzerinde seyredeceğiz.

- 126 -
Bununla beraber yeni bir (Türk evi) ni hasretle bek­
liyoruz. Hangi m imarımız bu güzel hayale vücut verecek?
Yedi, sekiz sene evvel Hamdullah Suphi ile böyle bir fik ­
ri kanatlandırmak istiyorduk.
Arzu ediyorduk ki Türk m im arları toplansın, Türkün
yeni hayatına göre «İn g iliz evi» gibi bir «Tü rk evi tasav­
vur edilsin, bulunacak netice her Türkün hayaline nak­
şettirilsin, yaptıracağı evin plânı ve üslûbunu kendi key­
fine göre uyduran, yahutta mimann kcyfûic bırakanlara
yol gösterilsin. Hasılı yeni l:\ayatta yeni bir ev tecelli et­
kin. Bu güzel hayali, harp ve onu takip ed en ' felâketler
unutturdu.
Bu düşünceler bugünlere göre midir? Ben bilakis
zannediyorum, ki on, onbeş sene evvelki senelerimizde
bunları ne düşünür? ne de yapardık.
Bü son feci imtahan bizde hayat arzularını, yer ve
yurt sevdalarım şiddetlendirdi. Hayat için mücadele gös­
terdiğim iz kudreti, sulhdan sonra bu sahalarda da gös­
terebiliriz. Düşündükten sonra da yapmak kolaylaşır.
R EALİTE N, 1919 Sene 1944
TÜRK
İN G İL İZ
Y A K IN L IĞ I
Yazan:
Yahya Kemâl
R E A L İT E , Büyük şair Yahya K em âl’in bir müddet
sükûtunu bozmak cesaretini bulmuştur. Yahya Kemâl
ile geçirdiğim iz bu bir kaç saat içinde Shakespeare’le mu­
asır olan Bakî devrinden yani K raliçe Elizabeth'le Murat
I I I . zamanından beri İngilizlerle Türklerin dostluk mü­
nasebetlerinden uzun boylu bahsettikten sonra, bilhassa
19 uncu asır ortasında herkesin hayâlinde halâ yaşayan
hatıraları yadettik.
Bu konuşma, R E A L İT E ’nin bir çok nüshalarında

427 -
birçok makalelere ziemin olabilir. Bu nüshamızda, şairin
Türk - İn g iliz edebî ve fik rî anlayışı hakkındaki bir mü­
talâasını dercediyoruz;
Türkiye ile İngiltere arasında üç yüz seneden fazla
bir müddet tutan dostluk merhalelerinde kaybedilmiş fır ­
satları düşünürken, sınaî, ticarî ve İktisadî fırsatların
kaybından ziyade, kiMtür bakımından ettiğim iz kayba
acıyorum.
Bu kayıp bilhassa 1832-1878 seneleri arasında oldu
demek doğrudur. Çünkü bu devrede zaten batılılaşıyor­
duk. Bağım sızlığım ızın müdafaasına en ziyade yardım
eden devlet de Büyük Britanya idi. Yenileşm em izin 1839
dan sonra büyük yıldızı olan Reşit Paşa’nın şahsında,
Londra'nın yüksek siyasî m ahfilleri, halis Türklüğü iyi
tanımışlardı.
Reşit Paşa’nın kendi hayatında, ondan sonra da onun
yetiştirdiği birinci sınıf devlet adamlarının sayesinde,
T ü rk-Ingiliz dostlüğu bir meş’ale gibi yüksek tutuldu, iş*
te bütün Türklerin hayalinde halâ canlı kalan bu güzel
dostluk devresinde, İn giliz kültürünü almamak gibi bir
kaybımız oldu. Reşit Paşa bunu idrak ederdi. O devrin
büyük İngiliz, diplom atları nasıl oldu da bizi bu sahada
aydınlatmadılar, şaşılacak iştir.
Şayet bu nokta ihmal edilmeseydi, İn g iliz kültürü
edebî ve İlm î her sahada Türkiye’ye yayılsaydı, edeceği­
m iz hudutsuz yararlardan başka, Sultan Abdülhamid’in
halledemediği anlaşmazlıklar vukua gelmezdi. Fikrim ce
bu ihmalin neticeleri hiç de iyi olmamıştır. Bu görüşü
teyit eden bir görüş hemen hatıra geliyor. Neden sonra,
İngilizceyi ve İn giliz Kültürünü, Rum elihisar’ının tepe­
lerinden, Am erikan pedagojisi ile, elli sene içinde ne gü­
zel sağlam semereler vermişti. Eğer İn giliz pedagojisi 1832
den sonra malûm olan kudreti ile o tepelere ve başka yer­

-1 2 8 -
lere aynı mükemmeliyetde olan kollejleriyle yerleşmiş
olsaydı, İn giliz kültürünün feyzi, yüzonuncu senesini id­
rak etmiş olurduk.
Kaybedilmiş fırsatların üzüntüsünü duymak çok lü­
zumludur. Çünkü, gelecek fırsatları kaybetmemeğe yarar.
Şimdi bizim gelişmiş bir Avrupa irfanım ız vardır. Bu ir­
fan içinde başta Halide Edip gibi emsalsiz bir şahsiyet ol­
mak üzere, İn giliz edebiyatının ufuklarını açanlar bulu­
nuyor.
Ancak, bu bir başlangıç sayılmalıdır. İn giliz edebi­
yatı, en az Fransızcada olduğu kadar, enine boyuna ve bü­
tün derinliğine Türkçede parıldamalıdır. Diğer taraftan
da Türklüğün şiir, tarih, mim arî ve güzel sanatlar namı­
na bütün varlıkları İngilizcede bulunmalıdır. G ib’in dai­
ma hayranlıkla andığımız- antolojisi, Türklüğü İngilizce­
de yaşatmağa kâfi: değildir.
Yapılacak çok büyük işler vardır. Eğer iki m illet kar­
şılıklı olarak birbirlerinin varlıklarını kendi lisanların­
da her saat: görebilir Ve bulabilirlerse çok başka türlü an­
laşmış olurlar.
Fikrim ce Türk-ingiliz Kültür anlaşması aramızda bi­
rinci derecede düşünülecek bir bahistir. Bu bahsin 19.
a sır ortasında ihm al edilmesi, dediğimiz gibi iyi cimaöı.
liâk in şimdiden sonra anlaşılması güzel ve hayırlı bir iş
olur.
(Sahife 28-29)
R İN T L E R İN Ö LÜ M Ü
H a fız’m kabri olan bahçede bir gül varmış
Yeniden her gün açarmış kanayan rengi ile.
Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
Eski şiraz’ı hayal ettiren âhengiyle.

ö lü m âsûde bahar ülkesidir bir rinde


Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.

- 129 -
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher l?ir gül açar, her gece bir bülbül öter

B ÎR TE PE D E N

Rüya gibi bir akşamı seyretmeğe geldim.


Simanı veren memleketin her tepesinde:
Baktım, konuşurken daha bin kere güzeldin
İstanbul’u duydum daha bin kere sesinde.

Irkın seni iklimine benzer yaratırken,


K aç feth ’e koşan tuğlar ufuklarda yarışmış?
Tarih in i aksettirebilsin diye çehren
K aç fatihin altın kanı mermerle karışmış.
T Ü R K İY E ’N İN
NÜ FÛ SU
80
M İL Y O N
Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ü N V E R
Tam yerini öğrenemedim ama ya Madrit, ya Varşova
büyük elçiliği görevinde iken d a vetlileri'gib i biraz çakır
keyf, yani neşeli ânında Yah ya K em âl’imize Türkiye’nin
nüfusunun kaç olduğunu sormuşlar, üstad hiç düşünme­
den hemen:
— 80 milyon, demiş.
Davetlilerden biri: — Efendim, bugünlerde bir gaze­
tenin verdiği bilgiye göre memleketinizde yeni nüfus sa­
yıma yapılmış.. Onbeş m ilyon kadar imişsiniz, deyince;
Yahya Kem âl yine düşünmeden şu cevabı vermiş:
— Ben ölenlerim izi de saydım. Cevabım doğrudur.
Zira biz onlarla bir arada yaşarız.

- 130 -
YAHYA
K E M A L İN
«Ü S K Ü B ’Ü » (* )
Ord, Prof. Dr. A. Süheyl Ü N V E R
üsküb’de 1392 den 1913 e kadar bir milli bucak ya­
rattık, evliyası ve efsaneleri ile 600 sene kaldık. Oradan
çeilmiş bulunuyoruz. Fakat ahlâk ve âdetlerimizi ma­
hallinde bıraktık. Oralarda ne varsa halâ Türktür. Tari-
.himizin en büyük kaybı Kümelinden çıkmamızdır, üsküb
fe havalisi hâlen bizim değildir, fakat biz oralara manen
bağlıyız. Son nesil oradan hicret etti, ölülerimiz orada
kaldı. Bu cihetle hatıraları içinde yaşıyoruz.
Gazeteler yazıyor: Oradaki eserlerimizin çoğu yıkıl­
mış. Diğer taraflar, elbete zamanla yapılır. Fakat, bu
(Türk üsküb) bir daha yapılamayacaktır. Ziyanı yok, o
bir zaman hakikatti, şimdi hayal oldu. Bir gün gelecek,
bu dünyada her vey hayal olacak. Fakat, üsküb’ün halâ
ruhan bizim olduğunu terennüm edecek. Onu kalbleri-
mizdeki yoldan yürüyerek daima karşımızda arayalım.
Bana: «Haydi, üsküb’ü gidip görelim» deseler «hayır»
cevabını verirdim. Çünkü, buna lüzum görmem. JSTe gö­
receğim, içimdeki üsküb’ü artık bulamayacağım, O halde,
sizlere, hayatında 39 sohbetini tesbit ettiğim aziz Yahya
Kemâl’i doğuran ve onu ruhan yetiştiren üsküb’ü bizzat
kendisinden muhtelif zamanlardaki ifadeleri ile zabt et­
tiğim gibi nakledeyim:
«Babam, «Türk» Nişli, Annem, Nakiye Hanım ki, ona
Rumeli ağzıyla «Nakış Hanım» derlerdi, -J^iş yanında
«Türk» Veranya’lı, ikisi de, buraları Sırbistan’a geçince
üsküb’e hicret ediyor. Bu cihetle üsküb’de doğdum. Ora­
da doğmasaydım yanardım. Bursa’yı pek severim. Bana:
«üsküb’de mi doğmak, Bursa’da mı doğmak isterdin?»

(*J, Cumhuriyet g. 4 VIII. 1963 yer depremi münasebeti ile.

-1 3 1 -
deseler Bursa’yı da isterdim. Zira üsküb'ün aynı idi, fa­
kat üsküb’ü arzu ederdim.
üsküb Bursa"ya benzer. Y ıld ırım almış ve kurmuş,
Murad-ı Sâni vücude getirmiş. Hiristiyan olan Arnavut
ve Boşnaklara demir çivi gibi bir yer lâzım. Fatihleri K o- ,
sova meydan muharebesinden üç sene sonra alınca 1392
de Üsküb’ü onun için kurmuş. Ruhanî bir Türk şehri
olarak tesis etmiş, iki tepe üzerinde iki cami. B iri Mu-
rad-ı Sâni, diğeri Mustafa Paşa. Bursa’da kiliseden çev­
rilmiş, orada kendinin var.
Oğlu Gazi ishak Bey’in Camii, Yahya Paşa Camii.
Sulak ve yeşillik içinde. Türbe, türbe, m illi türbeler... Bü­
tün döğüşmüş insanların türbeleri. Bukağılı Baba, Hay­
dar Baba. 1100 (1688) de AvusturyalIlar zabtında şehit
düşmüş. Diğerleri Çelebi Mehmed ve Murad-ı Sâni za­
manında. Tekkeler, tekkeler, türbeler türbeler. 500 sene
ruhaniyetleri altında oturm.uşuz. O kadar ki, üsküb’le
Bağdat evliya bolluğunda yanşa çıkmışlar. H er iki taraf
saymıya başlamış. Biter mi" hiç. Nihayet: «Y a üsküb’de
veya Bursa’da bir evliya fazla veya noksan ama nerede?
Daha malûm değil.» derlermiş. Akşam lan üsküb manevi
bir âlem halini alır.
İshak Paşa Camii yanında doğdum, ibni K em al’de is-
hakiye Medresesinde yetişmiş, Ga2i' İshak Bey AmasyalI
bir adam oluyor.
K on ya’ya nazaran Mevlâna, Ankara’ya nazaran Hacı
Bayram gibi. Buranın fatihi de bu. Gazi ishak Bey, ilk
gömülen fatihlerden Meddah Baba, Nam ina Camii ve
medresesi var.
«Ecdad», ruhanî cam ileri Kosova’da vücude getirmiş­
ler. Bayramlar, Ramazanlar ve kandiller .muazzam.
üsküb İstanbul fethedilince 60 senelik bir şehir, üs-
küb'e söylemişler, fetihde yardım etsinler diye. Fetihden
sonra İstanbul'un imarına çalışmışlar, Üskübî mahallesi­

■^-132-
ni ve camiini yapmışlar, Unkapanı yanında. Üskiib’ü çok
severim. Çünkü çok Türk. Benim zihniyetim e çok büyük
tesiri var. Annem derdi ki:
— Peygamberimizi, sonra Sultan Murad Efendim izi
sev. Hangi Murad bilmezdi. Namaz kılarken; «B izi bura­
ya getirm işler» diye dua ederdi. Maksud büyük olan birin­
ci Murad’dır. Napolyon'dan büyük. Üç hükümdarı orta­
dan kaldırarak Kosova’yı alıyor ve 600 sene kalıyor. Ne
Fatih bu. Üsküb Bursa'nın küçük kardeşi, Bursa’ya ben­
zer. Cam ileri Bursa’dan iyi. Mehib camileri mevcut. Bun­
ların namütenahi evkafı vardı. Şimdi almışlar. Bilmem
ki ne kadar durur? Bunlar şehre bir İstanbul manzarası
veriyor. 1925 de üsküb’e gittim . Sırbistan ile dostluk mua­
hedesi imzalandı, üsküb’de annemin kabrini ziyaret ede­
yim dedim ...»
Yah ya K em âl’in bu konuşmasını yerin darlığından
izah ettiği mucib sebepleri ile genişletemedim. Hele, K â ­
m il Kepecioğlu namında tarihçi ve arşivci bir dostum,
.RumeTThde bıraktığım ız medeni eserlerin bir defterini
yapmış, sayısız büyük eser. Onu enstitümüze hediye etti,
şöyle bir karıştırdım; Üsküb’de dört mektep, üç medrese,
29 cami, 9 mescit, 10 tekke, 4 türbe, 8 imaret 2 han, 1 ha­
mam, müteaddit vakıflar, hele civar köylerinde camiler
ve zaviyeler, isim leriyle ve tarihleriyle sıralamış.
B ir de Evliya Çelebi karıştırılsa ve eski resimleri de
bulunup basılsa. Bursa kadar bir Üsküb kitabı olur.
Dünyanın garezkâr tarihçileri derlerki: «B izler R u­
m eli’de hiç bir tesir bırakmamışız. Sizler, tarafsız ve doğ­
ruyu yazan bugünün tarihçileri. Gidin, görün, Küm eli­
de Türkün bıraktığı hasletlerden ve içtim ai meziyetlerden
başka neler varki? Biz oralardan çekildik. Fakat manen
mağlı olduğumuz Rum eli bizi hâtıraları ile hâla yaşat­
makta.
Bugün Türk ve Müslüman üsküb yıkıldı. Fakat ma­

- 133 -
neviyatı gönüllerimizde yaşamakta devam edecektir. Zi­
ra Rumelide 600 sene bizi bu tesirler korumuştur.
KÖR
K A Z M A (*)
YAH YA KEMÂL
Dün Küçüksu'da Sultan III. Selim hatıralanndan
olan karakolu, enkazından kimbilir ne deposu yapmak
için yıkıyorlardı.
Kör Kazma Türk İstanbul’un bir uzvunu daha kırı­
yor. Pencereleri çaprast, demir kafesli, sarı badanalı Ni-
zam-ı Cedid neferlerinin ilk karargâhı olan bu binalar­
dan köşede, b.ucakda birkaç tane daha var.
Bu binalarki Üsküdar’da Selimiye Kışlası’nın yavru­
larıdır. Bize bir asır evvel yeni bir hayata girdiğimizi ha­
tırlatır: zaten ekseriya şehir dışında oldukları için yıkıl-
masalar da olurdu, değil mi?
Bu binaları yıkmadan hâsıl olacak kâr bir arsa bile
değil, ancak biraz enkazdır. Lâkin biz son devrin Türkle-
ri, «Yeni» kafalı insanlarız, bu şehri harab görmekden-
se, dümdüz görmekten daha ziyade zevk alırız. Bunun
için de bir asırdan beri gücümüz ancak harabeleri yık­
mağa yetti.
Dört sene önce bir ecnebi mimarla Haydar Paşa va-
purundaydım. Vapur denize açıldıktan sonra, Anadolu sa­
hili görünür görünmez bu ecnebi mimar: «N e güzel mi­
marî» dedi. Ben Haydarpaşa garından bahsediyor san­
dım: «Son senelerde yeni yapıldı.» dedim, yüzüme hay­
retle baktı: «Hayır o müstekreh anbarı kasd etmiyorum,
şu dört koşe, kuleli bina güzel» dedi ve Selimiye Kışla­
sı’nı gösterdi.
Bütün Türkler bu şehirde herhangi bir binayı bu

(*) Cum huriyet g. O cak 1 3 3 7 (1 9 2 1 ) k. aslı eski harflerle. Eski T ürk


evleri d efterim den.

-1 3 4 -
kışladan fazla beğenir, çünkü beyinleri «y e n i» dedikleri
mikropla aşılanmış bir neslin çocuklarıdır.
Bu illet, bu «y e n i» sar’asıyla son asır Türkleri K ö r
K azm a’yı kaptılar: yıkılmadık ne resmî daire kaldı, ne
konak: dağılmadık ne eşya kaldı ne de döşeme.
Bereket versin Frenklerden herşeyi bir şebek ze k i­
siyle kaptığımız gibi son zamanlarda da eski şark eşyası­
nın, silahlarının, halılannın zevkini kaptık: belki bu mü-
nasebetl(2 birgün kendi eşyamızı sevmeğe alışırız.
Harp zamanında İstanbul’a bir ecnebi mim ar geldi
idi. Bu sanatkâra o zamanki hükümet Rum eli Hisarı k ar­
alarını tekrar âbâd etmek işini tek lif etti. Hisarları gi­
dip gören bu mimar, Türklerin İstanbul toprağında fe-
tihden bir sene evvel kurduğu o mim ari fnuhalledesini
asla düzenlenmeyerek, yalnız takviye etmek usülü ile ih­
ya edeceğim; söyledi.
Hatta ICaİ’a içinde büyük sofalı, kârı kadim harap
bir evi de olduğu gibi korumağı düşündü. Bizim yıkan­
larımız bir zihniyette, muhafaza edenlerimiz de ayrı bir
Zihniyettedir.
Rum eli Hisarı kal’asmın im ârı bizim mimar­
larım ıza tevdi olunsâydı, her taşını cilalarcasma temiz­
ler, kulelerin tepelerine eski kubbelerini takar, zamanını
bu taşlara sindirdiği ruhu tamamiyle sıyırarak, yepyeni
bir hâle koyarlardı. Son zamanlarda bir kaç eski camii-
m iz bu üsulle imar edilmedi mi?
İstanbul daha yüz sene evvel bütün kalıbı kıyafeti
ile bir Türk şehriydi. Bütün zevk ve kalb sahibi frenk sa­
natkârlarının öğürürcesine iğrendiği «ta tlı su» binaları,
bilhassa son devirde, tıpkı güvenin güzel bir kumaşı ye­
mesi gibi, İstanbul manzarasını, korkunç bir şekilde yi­
yor.
Bu gidişle^ bütün İstanbul yüksek kaldu’im gibi müs~
tekreh bir bina kümesi olacak. Bunun .sebebini yalnız

- -B S -
yangınlarda ve artık imar edecek kudrette olmadığım ız
yoksullukda değil, biraz da yeniye olan lüzumsuz düşkün­
lüğümüzde aramalı. Küçüksu Karakolunu yıkan K ö r K az­
ma kaza ve kaderin değil, bizim elimizdedir.
İstanbul’u uzun bir zaman daha imar edecek biz de­
ğiliz: zaten imâr etmek kudreti elimizde olsa bile, her­
halde Anadolu’nun imarından evvel teşebbüs etmek a ffe ­
dilmez bir hata olur.
İstanbul’da ancak bugünkü ekseriyetimizle barın­
mak bize yeter. Ecda;dımızdan kalma binaları koruyabi­
lirsek iyi bir medeniyet gayreti göstermiş oluruz.
Şimdiye kadar Cemil Paşa gibi sözde aydmlarımız,
bir yol açmak için M im ar Sinan’ın bir eserini K ö r K a z­
ma ile kökünden yıkar, bir iş yaptığına sahib olurdu.
Eğer itiraza uğrarsa, halkın taassubundan şikâyet
ederdi. Bunlar için, Gülhane Parkı girişindeki F atih ’in
geçdiği kapıyı yıkamamak bir iç acısı, oldu. Şimdi bize o
kapı, Gülhane Parkı’na götürecek düz bir, caddeden daha
güzel görünüyor.
Medeniyete dair bir çok kör itikatlarım ız gibi kör
kazmayı da bir tarafa bırakmalı. Ne bizim yeniliğe hay­
rım ız oldu, ne de yeniliğin bize. Birgün olur yine yeniye
vücud verebiliriz.
Elverirki, bize şimdi hiçbir zararı olmayan eski bina­
larım ız yerinde dursun. Takdirine can attığım ız frenkler,
bize F atih ’in mezarı başında beklerken, Abdülhak Ha-
m it’lc beraber:
(Durmuş başında bekler, bir kavm, türbedârın.) der­
se şimdilik kâfi bir takdir olur.
YAH YA
KEM ÂL
YENİ
Ü SKÜ BD E
Ord. Prof. Dr. Süheyl Ü N V E R
Eh, Yahya Kem âl üstelik bir de hekim olmalıymış!

- 136 -
Her halde yine şiir söyler, yine tarihim izi sever ve sev­
dirir. Dünya Edebiyatındaki mevkiimizi, Türk hasletleri­
n i yine terennüm eder ve kendi iç âleminde yine bizleri
yaşatırdı.
Neden hekim olmasını temenni ettim? Zira onda, ne
kadar büyük m evki’lere geçerse geçsin, sıradan insanlar­
da-görülem iyen görme ,ve işitme ve düşünme sezişleri ve
akletme hassası vardı. Her halde tıbbım ıza da yeni bilgi­
ler ve bulgular katardı. Niçin? Zira, İstanbulluların umur­
larında bile olmayan iki biçâre semtimizi keşf etti. Bunu
ben birhastalık keşfi kadar mühim sayarım. Z ira o iki
asil hastanın bize tavsifini verdi, işte size ondan okuya­
lım:
A T İK -V A L D E ’DEN İN E N S O K A K T A
Nihat Sami Banarlı’ya
İftardan önce gitim Atik-Valde semtine,
Kaç defa geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,
Sessizdiler. Fakat Ramazan m âneviyyeti
Bir tatlı intizâra çevirmiş sükûneti;
Semtin oruçlu halkı, süzülmüş benizliler.
Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer;
Bakkalda bekleşen fıkarâ kızcağızları
Az çok yakında sezdiriyor top ve iftarı.
Meydanda kimse kalmadı artık bütün bütün;
B îr top gürültüsüyle bu sâhilde bitti gün.
Top gürleyip oruç bozulan lâhzadan beri,
B ir nurlu neş’e kapladı kerpiçten evleri.
Yârab nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz!

Tenhâ sokakta kaldım oruçsuz ve neş’esiz.


Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı
Hadsiz yaşattı rülıuma bir gurbet akşamı.
B ir tek düşünce oldu teselli bu derdime:
A z çok ferahladım ve dedim kendi kendime:

- 137 -
«Onlardan ayrılış bana Jıer ün üzüntüdür;
Mâdem ki böyle duygularım kaldı, çok şükür.»
(Yah ya K em âl’in «K e n d i G ök Kubbem iz» adlı kitabın­
dan. Sayfa: 34) '
Hele şu Kocamustafapaşa şiirine bafen, ne diyor üs-
tâd? Onun beyitleri arasında bir dolaşalım;
KOCAM USTÂPAŞA
K oca Mustâpaşa! ücra ve fakir İstanbul!
T â fetihden beri mü’min, mütevekkil, yoksul,
Hüznü bir zevk edinenler yaşıyorlar burada.
K aldım onlarla bütün gün bu güzel rü’yâda.
ö y le sinmiş bu vatan semtine m illiyetim iz
K i biziz hem görülen, hem duyulan, yalnız biz.
M ânevi çei'ceve beş yüz senedir hep berraik;
Yaşıyanlar değil A llah ’a gidenlerden üzak.
Bir bahar yağmurU yağmış ;da;açıbm& havayı
Hisseden kiriiSe hakikat sanıyor hülyayı.
Ahiret öyle yakın seyredilen jnan&araüa,
O ka,dar komşu kf dünyâya, diyar yok ai^da.
Geçer insarî bir adıiri atsa birinden -biririe,
Kavuşu r karşıda kaybettiği .bir^sevdigine. •-

Servilikle^rde sükûn, yolda sükûn,-'evde sûkün.


Bu taraf sahki bti halkıy]£ ,ezeMen meskâh'.
Bir arif âile sassMî|i;ya^re^^
örtüyor farkı âsâletle^ç^ilmiş^ p^^
Kaldınmsız," daraÇık, ıfri /Wkak," doğni sokak..
Her geçildikçe basılnıış ve,düzelmiş toprak.
Kuru ekmekle, bayat peyniri lezzetle yiyen.
Çeşmeden her su içerken: «Şükür Allâh’0 'd iy e n
Yaşıyor sâde maîşMlerin esn şâfında;
Ruh esen küytu mezarlıkların etrâfıifıda.,
Bu vatandaş biraz ahşapla, biraz kerjıiçten
Yapabilmiş bu güzellikleri birkaç hiçten,

-1 3 8 -
Türk’ün âsûde m izâcıyle Bizans’ın kederi
Karışıp m ağfiret iklim i edinmiş bu yeri.

Şu fetih vak'ası, Yârab! N e büyük mu’cizedir!


Her tecellisini nakletmek uzundur bir bir;
B ir tecellîsi fakat, rûhu saatlerce sarar:
Koca Mustâpâşa var, camii var, semti de var.
Elli yıl geçtiği günlerde büytik mu’cizeden,
Hak’dan ilhâm ile bir gün o güzel semte giden,
Rum vezîr, edci manastırda ederken secde.
Kalbi çok dolduran îmân ile gelmiş vecde.
Onu tek Tanrısının mâbeti etmiş de hayâl,
Vakfedip lîer neye mâlikse, bütün mâl ü menâl.
Bir fetih câmii yapmak dilemiş Islâma.
Sebep olmuş bu eser yâd edilir bir nâma.

Dört asırdır inerek camiye nûr üstüne nûr


Yerde bulmuş yaşayanlar da, ölenler de huzûr.
Oha hâlâ gidilirken geçilir bir yoldan,
Göze çarpar ölüm âyetleri sağdan soldan.
Sarmaşıklar, yazılar, taşlar, ağaçlar karışık{
Hâfız Osman gibi, hattatla gömülmüş b ir ışık
Belli, kabrinde, ö , bir nûra sarılınış yatıyor.

Gece, şiYiyle sararken Koca Müstâpaşa’yı


Seyredenler görür Allâha yakın dünyâyı.
Yolda tek tük görünenler çekilir evlerine;
Gece sessizliği semtin yayılır her yerine.
Bir ziyâretçi derin zevk alarak manzaradan.
Unutur semtine yollanmayı artık buradan.
Gizli bir his bana, hâtif gibi ihtâr ediyor;
Çok yavaş, yalnız içimden duyulan sesle, diyor:
«Gitme! Kal! Sen bu taraf halkına dost insansın;
Onların meşrebi, iklîmi ve ırkındansın.

-1 3 9 -
Gece, her yerdeki efsunlu sükûnundan iyi,
Avutur gamlıyı, teskin eder endişeliyi;
Ne ledünnî gecedir! Tâ ağaran vakte kadar,
Bir mücevher gibi Sünbül Sinan’ın rûhu yanar.
Ne saâdet! Bu taraflarda, her ülfetten uzak,
Vatanın fatihi cedlerle beraber>yaşamak!...»
Geç vakit semtime döndüm Koca Mustâpaşa’dan
Kalbim ayrılmadı bir an o güzel rü’yâ’dan.
Bu muammayı uzun boylu düşündüm de yine»
Dikkatim hâdisenin vardı derinliklerine:

Bu geniş ülkede, binlerce lâtif illerde,


Nice yıl, cedlerimiz kökleşerek bir yerde.
Mânevi varlığının resmini çizmiş havaya.
— Ki bugün karşılaşan benzetiyor rü’yâya.—
Kopmuşuz bizler o öz varlık olan manzaradan.
Bahseder gerçi duyanlar bir onulmaz yaradan;
Derler; insanda derin bir yaradır köksüzlük;
Budur âlemde hudutsuz ve hazin öksüzlük.
Sızlatır bâzı saatler dayanılmaz bir acı,
Kökü toprakta kalıp kendi kesilmiş ağacı.
Rüh arar başka teselli her esen rüzgârda.
Ne yazık! Doğmuyoruz şimdi o topraklarda!
(Yahya Kemâl’in «Kendi Gök Kubbemiz» adlı kitabın­
dan, sayfa: 48)
Acaba İstanbul’da, bu iki mütevâzi’ semtden başka
mühim olanları yok mu? Var.. Çok! Onları da terennüm
etti. «Süleymaniye’de Bayram Sabahı» kolay hisolunur
ve yazılır bir konu değil... Duydu ve yazdı. Bu misâlleri
daha da çoğaltabiliriz. Zira o bir şeyi değil, her şeyi duy­
muş. Lâkin içinde hapsetmiyerek onu memleketimizin di­
line has özellikleriyle giydirip karşımıza dünya güzeli
olarak çıkarmasını bilmiştir.
Neden rûhen çok. asîl, fakat fakirliğin ruh zenginli­
ğine sahib bu iki semtimizi bu kadar hisli bir süretde bi­

-1 4 0 -
ze tanıtıyor? Bunu düşündüm, O sırada Y a h y a ;Kem âl
de hayatta idi. Kendisine soramadım, buna lüzum da his­
setmedim. Yazdıklarından başka bana ne söyleyebilirdi?
Zira, onun şiirleri içinde yazılmayan bu mânâ ve sebebi
gizli idi. B ir d e fa Yahya K em âl ne bahtiyar ki, hâlen âğ-
yâr elinde, amma kuvvetli Türk ve Müslüman olan Ru­
m eli’nin Efendisi çoğunlukla Türk olan üsküp’de doğdu.
Hem de büyük ve Yahya Kem âl olarak doğdu. O yedisin­
de ne ise, yetmişinde de o idi, İstanbul’a geldi, tahsilini
burada bitirdi. Paris’e ufak yaşta, fakat büyük olarak git-
tL
Amma Rum eli ve onun aziz üsküb’ü şeklen yâd elle­
re geçmişti. Fakat onun ruhundan geliyor ve vatan has­
retinin ateşi ile içini pişiriyor; Ondan bize bir çok şeyler
sunuyordu. İşte (A tik Valde) ve (K oca Mustâpaşa) şiirle­
rindeki ilhamı üsküb’den almıştı.
O İstanbul’da Niş ve üsküb’ü arıyordu. Zira oraları
ufak ve kubbeli Camiler, Roma kaldırım lı sokaklar, bi­
rer katlı dükkânlar, birbuçuk-iki katlı evler, bunları gü­
zelleştiren ufak mahalle m.ektebleri, suyu «V e sekahüm
Rabbühüm Şeraben tahurâ»,, « Ve Cealnâ minel..Mâi .külle
şey’in hây» Âyetlerini okuyarak akan çeşmeler, sebilcik-
İer^ medreseciklerle doluydu. Müslüman - Türk kültürüne
has bir incelikle o şehir ve bucaklarımızı bizim dekorla­
rım ız süslüyordu.
İşte K oca Musfâfapaşa ve Atik Valde, sanki onunla
birlikte memleketimize göçmüş üsküb’ün birer mahalle-
siydi.Onlara biz, burada Sultan Murad ve Mustafa Paşa
isim lerini vermiştik. Zira o isimleri, söylemiyerek Yahya
K em âl verecekdi. Bu onun hakkıydı. Çünkü bu semtler,
onun için ,üsküb şehrinin birer aynasıydı. Kendisini kay­
bedince buralarda buluyordu.
O, Koca Mustâpaşa ve Atik Valde’yi değil üsküb’e
buralara benzeyen iki Cam ili semtlere, zaman zaman gi­

-141
diyordu ve sıla hastalığını burada iyi ediyor, i|hânı peri­
leri etrafını alıyor; Şiirini her seferinde mısra ve beyit­
lerle tamamlıyordu. Zahiren, buradaki isimlerini koru­
yarak, «N e yazık, artık buralarda doğmuyoruz» diye de,
ağzından ne demek istediğini kaçırıyordu.
İşte Koca Mustâpaşa, Atik Valde tablolarım burada­
ki hüviyeti ile okuyun. İnce hisieriniz buralarda gezinir.
Bir de, Yahya Kemâl’in hisleriyle ü^fcûb ve havalisi imiş
gibi gözden geçirip, mânâsını içinize boşaltını aynım bu­
lursunuz.
Rumeli’ye giden ve oranın azınlıklannı medeniyete
sokmak için bütün yaşayış hususiyetlerini oraya götürüp
nemâlandıran koca Rumeli Medeniyetimizi biz orada
dünyaya getirdik. Onun son timsâli Yahya Kemâl id i.,
O da bunu bize şiirlerinde bildirdi. İnanın, ne yazdım-
' sa onun hislerinin bir şerhidir. Mal onundur, ondan alıp
atmadığım bir ip parçası ile derleyip bir buket hâline gfe-
tirmekden başka bif şey yapmadım.
Yazdıklarımdan bir netice çıkarmak benim hakkım
değil. Onu, bu satırları okuyanların iz’anına bırakıyorum.
S Ü LE Y M A N
EFEND İ
M E V L İD İN İ
YAZAN
KİM?
Dr. A. Süheyl Ü NVER
Yahya Kemâl üstadımızın bu konuda şifahî bir tah­
minini bu satırlara aktaracağım:
Kim bu zât BursalI deniyor. Bu zât hakkında esaslı
bilgi yok.
Ben bu zâtı merak ettim. Bunun için kalktım Bursa’-
ya gittim. Kime sordumsa bana esaslı bilgi veren çıkmadı.
Bir mezar gösterdiler. Burada gömülü dediler. Nihayet
şu neticeye vardım. Bursa’da böyle mâruf bir zât bilin-

-1 4 2 -
miyor. Rivâyetler, tahminler bile mevcûd değil. Kendimi
aydınlatamıyarak geri döndüm.
Mevlit Edirne’de yazılmıştır. Şöyle bir rivayet de var.
Bunun müellifi 11 sene Edirne’de padişahlık eden Emir
Süleyman’ın saray imamı imiş deniyor. Sakın bu mevlidi
esasen şâir tabiatinden olan Emir Süleyman yazmış ol­
masın? Bu zan ile Mevlid’i tekrar ökudum, Emir Süley­
man’ın bu Mevlid’i yazabilmesi üzerinde durmağa, başla­
dım.
üstada, niye bu ihtimâli yaymadınız ve bir şey söy­
lemediniz ve yazmadınız dedim. (Zarinım üzerinde dura­
rak bir şey yazamam; çünkü benden vesika sorarlar. Ama
ne yapalım ki bunu perçinleyebilecek bir kayıt ve işaret
yok. Bu cihetle size söylemekle iktifâ ettim.’) (1) dediler.
YAHYA
K E M A L’İN
Ü SK Ü B ’Ü
H A TIR A LA R I
üsküb'e bizler hâlâ bağlıyız. Tarihçesi, ile oralı olan­
lar ve hâlâ orada yaşıyanlarla beraberiz: Yahya Kemâl’­
imiz orali olduğundan çocukluğu ve gençliği de oralarda
geçti. Burada sıraladıklarımızla daima göz göze idi. H a­

i l ) ■^Emir Süleyman'ı bizim tarihlerimiz iânetlemiş. O Iradar ki onun


Rumeli'de 11 senelîit padişahlığını bila kayda geçirmemişler.
Garplı tarihçiler ve onlardan faydalanan yazarlar Edirne'de Ru­
meli'yi İdare eden bu hükümdah I. Süleyman sayarlar. Onların
nazarında bizim Kânûnî Sultan Süleyman II. Süleyman oluyor^
Fakat bizde Kânû'nî 1^ Süleyman'dır. O kadar ki tarihlerimiz bu­
na kuvvet vermek için ellerinden geldiği kadar o zamanın padi­
şahı Çelebi Sultat^TlVt^hmed'e yaranmak için Emir Süleyman'ı
kabil olduğu kadaK-bat^rmışlar ve hattâ onu bir çarşı hamamında
serhoş iken düşürtüp öldürtmüşlerdir. Vâkıa ölümü bir hamamda
düşme neticesidir ama sarayın şehrin en güzel manzaralı bir bör
lUmünü teşkil edan beğenerek oturduğu kasrının hamamında
bu öldürücü kaza olmuştur.

-1 4 3 -
yatta bu gibi intibâ’lar ömür boyu sürüyor ve o ilk ya­
şayış. günleri kadar ruha ferahlık veriyor. Vatanına bağ­
lılık hislerini buradan kazanıyor.
Rum eli’nde Üsküb altı buçuk asırlık tarihim iz boyun­
ca daima Türk kalmış ye hep imar edilmiştir. Yaptığım ız,
dolayısıyla burasını mamûreye çeviren binalarım ızın mü­
him ve belirli kısımlarının hâlâ var olduğunu oraya,gi­
denlerden ve resimlerinden öğreniyoruz. Orada ve bunun
gibi belli başlı şehirlerinde ve hatta köylerinde daima
çoğunlukta idik. Her şeyde olduğu gibi R um eli’mdeki tâ-
liim izin icabı 650 sene sonra oralardan çekildik. Yahya
K em âl’imizin dediği gibi «N e yazık ki artık oralarda doğ­
m uyoruz!»
Yahya K em âl’in -ikinci üsküb’ü İstanbul oldu. Bura­
nın da kültürümüz icabı, oraya benzeyen semtleri ve ta­
rafları vardı. Meselâ üstadımız sık sık Üsküdar’da Atik
Valide, İstanbul’da Koca Mustafa Paşa’ya gider ve orada
saatlerle oturur, üsküb hasretini giderir ve dönerdi. Ve
bu ziyaretleri sık sık tekrar ederdi. Zira üsküb’ün Gazi
İsâ Bey, Gazi Mustafa Paşa ve emsâli cam ileri bizim İs­
tanbul’un beğendiği semtlerindeki kadardı. Hamamları,
dükkânları, pazarları, çeşmeleri ve evlerine kadar benzer­
di. Ab bu vatan hasreti. Ah bu çocukluk semtleri...! .
Bugün Üsküb’de bulunan ve dost Yugoslavya’nın
medenî' namusuna emanet verilen eserlerimiz orada bir
kitap halinde resimleri ve planlarıyla yayınlandı mı, bil­
miyoruz. Fakat bundan yarım asır önce asker b ir tarih­
çimiz, K âm il Kepecioğlu arkadaşımız emekli olduktan
sonra Beş Vekâlet A rşivi’nde ilk defa eline geçen vesika­
ları defterler halinde tesbit ederken Rumeli evkafı içine
giren binalarımızı da ilk yapılış tarihleri bilinemiyerek
vesikalarında tam irleri vesilesiyle hâlen sahip olduğumuz
bir deftere geçirmiştir.
Bu listeyi oradan, Yahya K em âl’imizin (iç panteon)

-1 4 4 -
umuzdaki ruhundan memnunluk duyacağmı tahmin ile
bu kısa bildirim izin sonuna ekledik.
’üsküb’de;
Mekteplerden: Vesika Tarihleri
Sene
H acı AH Mektebi 1101 - 1689
Beyhan-Sultan 1212 - 1797
Hacı Kasım 1117 - 1705
G azi Yahya Paşa 1136 - 1723
Medreselerden:
Gazi İsa Bey bin
Ahmed Medresesi 1140 - 1727
Gazi ishak Bey bin
İsa Bey 1091 - 1680
Mehmed Bey 1124 - 1712
Camilerden:
Garb-zâde camii
Kazıasker Cafer
Efendi C 1257 - 1841
M elik Hamza » 107p - 1659
Tannverdi Mahallesi
Kuyucu Hamza »
Yah ya Paşa kızı Hanı,
Hatunîye C 1124 - 1712
Hacı Hurrem C 1146 - 1733
Hacı Haşan C
İbrahim Çavuş »
Gazi İsa Bey ve oğlu
Ahmed Bey C 1091 - 1680, 1257 - 1841
G azi ishak Bey » 1258 - 1842, 1274 - 1857, 1091 -
1680
G öl Bey oğlu tvâz »
K a tırlı »
Mahmud Çavuş » 1141 -1728 Yoğurt Pazarı’nda

-1 4 5 -
Kaça Mehmed Paşa » 1275 - 1858,1137 - 1724
Yahyalu Mehmed
Paşa 1134 - 1721
Sultan Mehmed » — Ilıca’da
Müezzin Hoca » 1117 - 1705
Camilerden:
Musalla C —

Hacı Muhiddin C 1232 - 1816


Murad Beşe bin
Şahin C 1274 - 1857
Gazi Mustafa Paşa ■‘t
bin Abdülkerim c 1118 - 1706, 1515 - 920
tarihli vakfiyesi var
Hacı Ömer —T
Pazar Başı » ---
Payko Oğlu » —
Sadi Efendi » — Mûrane köyünde
Nazır Sinan » İ071 - 1660
Yemen Fatihi Sinan
Paşa 1208 - 1793
Tabanofça .» —
Tanrı Verdi » —
Taşkun Paşa » — Tamsa köyünde
Yahya Paşa »
Zeynel }> 1266 -1849
Bâligrad kasabasında
Hüseyin Şah Bey 1133 - 1720 köyünde
Küncî oğlu Mescidi 1070 - 1659
Haşan oğlu » 1118 - 1706
Gazi tshak Bey vakfı var
İsmail Voyvoda » 1264 - 1847
Hazinedar İsmail » 1139 - 1726
Kasım Hacı » 1117 -1705
Kara Kapucu » 1160 - 1747

-1 4 6 -
Kocacık (oğlu) » 1237 - 1821, 1118 - 1706
Şeyh Ramazan
Efendi » 1118 - 1706
Karamanlı Hoca
Sinan »
Hacı Yunus » 1135 - 1722
Zaviye ve Tekkelerden:
Ayşe Hatun binti
Mehmed Efendi
Zâviyesi 1131 - 1718, 1150 - 1737
Karaca Ahmed Sultan » 1176 - 1762,1259
Câfer Ağa » 1118 - 1706
İplikçi Haşan Efendi » 1048 - 1638
Hümayun Hatuiı
(Mustafa Paşa
zevcesi) ' »
Şeyh Mehmed Tekkesi 1234 - 1818
Kulak Mehmed
Efendi »
Mehmed Bey »
Kaçanıklı Mehmed
Paşa » 1137 - 1724
üryan Baba » 1247 - 1831
Zekeriya » — Yılan özü nahiyesinde;
Zeynel — Zeynelâbidin
Bey Mevlevihanesi 1086 - 1675,1137 - 1724
Türbelerden
Karaca Ahmet Sultan
Türbesi 1176 - 1762 Zaviye dışında
K ara Kadı Baba » 1139 - 1726 ve 1211 - 1796
Gazi Baba Türbesi
üryan Baba ’Tûrbest
ve Mezarlığı 1118 - 1706, 1248 - 1832
Paşa Yiğit ve Baba

-1 4 7 -
K ara c a T ü rbesi 1136 - 1723
Y iğ it Baba Meddah » 1137 - 1724
im âıetler;
Sultan İm areti 1118 - 1706
Gazi tsa Bey ve oğlu
Ahmed Bey îm âreti 1091 - 1680, 1140 - 1727
Paşa Y iğ it Bey oğlu
Gazi ishak Bey îm âreti 1091 - 1680,1234-1818
İsa Bey oğlu
ishak Bey îm âreti
Yahyalu Mehmed
Paşa » 1134 - 1721 .
Büyük Mehmed
Çelebi » 1109 - 1697
Gazi Mustafa Paşa bin
Abdülkerim îm âreti 920 - 1514 tarihli vakfiyesi
var.
Gazi Yahya Paşa
im âreti 1093 - 1681
İîanîai'flan:
Bayram Paşa H am
Paşa Y iğ it oğlu ishak
Bey Kervansarayı
Cağaloğlü Rüstem
Paşa » 965 - 1557
Kaçanik Derbendinde
Hamamlardan;
Paşa Y iğ it oğlu İshak
Bey hamamı
M uhtelif:
Hüma Şah Sultan
Büyük köprüsü 1136 - 1723
Bayram Paşa Kalesi 1061 - 1650
H acı Haşan V akfı 1077 - 1666

-1 4 8 -
Sinan Paşa V akıfları 1080 - 1669
Paşa Y iğ it vakfı
EY
YAHYA
K E M Â L!
Yahya Kem âl şiirleriyle kendi edası ve konuşu'şunun ,
aynı olduğu için, halkın ve münevverlerin gönlünde ota­
ğını kurdu. Edebiyat tahtında ruhu elemsiz ve ızdırapsız
içimizde yaşıyor. Halkın, incelik hisleriyle eğitim ini ön
planda tutarken, kendisiyle temasda bulunanları da ol­
gun fikirlerinden senelerce besledi. Çoğumuzun düşün­
mediği akledebileceğimiz bir çok konuları o dile getirdi.
Sözlerinin çoğu bunun ifadeleri ile doludur.
Yahya Kem âl artık üç senedir, dönmeyecek bir seya­
hate çıktı. Fakat, içimizden uzaklaşması bahis mevzuu
değil. A rtık o bizim ilham kaynağımız. Şahsiyetinin sen­
tezini yapması bize bir nümune olsun diye bıraktı. Beğen­
diği her şiiri her sözü mirasımız. Şimdi kadirşinas dost­
ları delâleti ile belediyemiz Rum elihisannda kabrini de
yaptı. Y ed i tepeden ibaret istanbulumuzun sekizinci
«Y a h ya Kem âl tepesi» orada kuruldu.
Ben onun bizden uzaklaştığı tarihi değil, doğup ta bu
güne kadar hatıralarının geldiği doğum gününü daima
anar ve onu, annesi doğmadan önce kâmil olanlardan sa­
yarım. Yahya Kem âl en ileri çağında ne kadar olgun ise,
gençliğinde de öyle. Ben onun sözlerinde ve yazdıklarında
hısleriiide (ilk ) ve (son) kabul edenlerden değilim.
Yahya K em âl bize muazzam ve tükenmez bir (m illî
düşünce) hâzinesi bıraktı. O her sahada bizlere örnek
oldu. Kendisine yakışanı yaptı. Kalbim izin derinliklerin­
de yaşaması muhakkak ki hayatım ızı ve yaşlarımızı artı­
racak. Zira onun radyo aktivitesinden bıraktıkları, sarf-
olunmayacak kadar muazzamdır. Bu doğuşunun hatırası
olarak dağınık mevzulardaki sohbetlerinde bize neler söy­
ledi. Bir kaç misal vermekle iktifa edeyim.
-1 4 9 -
«Maksat Türk olmamız değil, Türklüğü sevmektir.»
«Ne talihsizliktir ki milliyet cereyanı bile Türklüğün
aleyhine dönmüştür. Delâletleri kendisini unutturacak
hale gelmiştir. Hiç bir şey zahir değil, tâki kendisini gö­
rebilsin.
«Kabahat bizde, namussuzlara yüz vermek.»
«Mazi yoktur, bir «devamlılık» vardır. Kesilmeyelim,
kesilirsek biz olmayız. Bu gün, yarın mşızi olacak, istik­
bal de öyle. Ben maziyi sevmiyorum. Güzelliklerini sevi­
yorum.
«Resmimiz olmadığından millî tarihimizi bilmiyo­
ruz.»
«Milliyetini idrak eden millet, ölüleriyle birlikte ya­
şar.»
«Türkler ikâmetgâhtan ziyade mezara ehemmiyet
vermiş. Ecdat tercüme-i halleri pek yok. Yattığı yer mü­
him.»
«Bizim vatanımız her vatan gibi fethedilmiş. Fethe­
dilince Türkleştirmek için mezarları esaslandırmışlar. Bu
mezarlarla vatanımızı müslüman etmişiz.O riun için me­
zara ehemmiyet vermişiz. Ecdadımızın bir çokları için ne­
rede oturur demeyiz de nerede gömülü olduğunu yazarız.
Biz ölülerle yaşıyoruz.»
«İyilik eden muhterem. Fenalık etmişse, ona bu iyilik
mevlîiini vermeyiz. Vatandaş iyiliği, kötülüğü ayırt etme­
li. İyiliğe iyilik, kötülüğe kötülük demeli.»
Hiç bir devlet İstanbul, kadar güzel bir Başkente ma­
lik olamadı. Zira, her veçhile misilsiz. Lâkin fakr-ü zaru­
retten kurtulamadı.
«Mütarekede düşman içine girdi, yine alamadı, öyle
bir manzume bırakmış ki alınamaz. Kader bizlere öyle
bir şey bıraktı ki İstanbul’u imardan önce Türk halkını
imar etmeli. Ne olacak bu milli düşünmemek. Bugün koz­
mopolit millet yok.»

-1 5 0 -
«Resmimiz ve nesrimiz olsa imiş, milletimiz çok kuv­
vetli olurmuş. Bunlar olmadığı halde yine kuvvetlidir.»
«Gönül isterdi ki, insanlıklar terakki etsin. Sanfran-
cisco’yu telefonla ararsam bundan ne çıkar. Perişan hal­
kı mes'ut göreyim. Bana bu lâzım» .
«Fikrimce her şeyden önce İstanbul bir Türk şehri
olmalıdır. Ve bu esas dahilinde imar edilmelidir. Istan-
bulun yalnız millî ve siyasî ve hukukça Türk olması kâfi
değil. Şekilce, zevkçe, üslûpça Türk olması şarttır. Eski
İstanbulun muhafaza edilmesi ve kendimize benzer bir
üslûpta yaratılması/bazı kısa görüşlere imkânsız gibi gö­
rünüyor, Halbuki bu pek mümkündür.»
D EĞ E R Lİ ŞAİRİM İZ
Y A H Y A KEM AL
B E Y A T LI’N IN
Dr. A. SÜ H E YL Ü N VER ’E
İL T İF A T LA R IN D A N
B İR K A Ç I
— TÜLAYÖLEZ —
Hocam Dr. A. Öüheyl Ün ver, ilmî toplantılar başta
völmak üzere, bilhassa kendisinin de takdir ettiği, kıymet
verdiği kişiler ile sık sık sohbet toplantıları tertip eder.
Onları/konuşturur, daha, doğrusu onlardan birşey kapar.
Bunun için ya Enstitümüze, davet eder veyahut da bir
hafta; öncesinden ziyaretlerine giderek hem hatıralarını
sorar* hem de hepimiz için faydalı bilgiler toplar.
Bu ziyaretleri sadece kuru bir konıışma içinde geç­
mez. Beğendiği güzel sözleri, duymadığı olayları ve o şa­
hıs hakkında bıirhediklerini küçük not defterlerine eski
Türkçe ile geçirir. En güzel tarafı da bu notlarını biz ta­
lebesine ye yakın dostlarına anlatmak ve kaydettirmek­
tir.
Bu bereketli defterlerini 1915 senesindenberi süregei-
len alışkanlığı ile hazırlamışlardır. Bugün hâlâ bu usul-

-1 5 1 -
le hareket etmek sayesinde, seyahat defterleri ile bini
çok aşan irili ufaklı diğer defterlerini kendi gayret ve
çalışmaları ile kurmuş olduğu «Dr. A. Süheyl Ünver A r­
şivi ve Kütüphanesi»nde herkesin rahat tetkik' edebilece­
ği bir şekilde muhafaza etmekte iken hâlen bunları Sü-
leymaniye Kütüphanesine vermiştir.
K ıym etli ilim adamlarımıza, san’ata ve san’atkârlara
çok ehemmiyet veren Hocamız, değerli Türk Şairimiz
Yahya Kem al Beyatlı ile de 39 toplantıda bulunmuş ve
kendisi ile yakından ilgilenerek sohbetler yapmıştır.
Bu yazımda Yahya K em al Bey’in, hocam ile olan soh­
betleri esnasındaki iltifatlarından bahsedeceğim;
— O kadar sizinle dolu ki kalbim, var olun.
19 Kasım 1954
— Dr. Süheyl ü n ver’e tesadüf etmek ne saadettir ya-
rabbî! B ir de aksi var.
— Senin gibi iyi kalbliler. Benim için teselli bu.
— Sizin havanızla kalbim dolu.
— Ben Süheyl gibi olana müslüman derim. Belki o
beş vakit namaz kılmaz, fakat o hakikî müslümandır,
— Dr. Süheyl sayesinde, beyhude yaşamamışız.
— Süheyl dört başı m a’murdur. Bir keşiftir o.
— Senin ne ulvî ruhun var. (Cerrahpaşa Hastahane-
sinde rahatsızlığı esnasında)
— Kahve, doktorumun yanında k eyifli oluyor.
— Şarap sizliniz. Süheyl 30 senelik şarap.
— Canım Süheyl. K albinin asaleti kadar var ol,
20.6.1956
— Asıl Süheyl’i görmek bayramdır. Zira ondan mü­
barek adam yoktur.
20.6.1956
— Bir genç için en büyük ta li’, ulvî bir hocaya düş­
mektir. Dr. Süheyl’e talebe olmak ne bahtiyarlık.
— Nizam -ı intizam sensin, nizam-ı âlem sensin, va­
rol..
-1 5 2 -
— Süheyl, memlekûtî ahlâk sahibidir, (Biraderi R e­
şat Beyath Bey’den jıaklen )
— Bunları Süheyl, senin ulvî ruhun söyletiyor. Bu
taleben ne mesuttur ki, senin gibi iyi bir m uallim bul­
muştur.
— 12 M art 1954 de Y ah ya K em al BeyHn Dr. A. Sü­
heyl’e söylediği söz:
Sen, bir numaralı vatandaşsın.
— Yahya K em arin Topkapı Sarayı Müzesine birinci
avluda Süheyl ünver ile karşılaştığı zaman, elini öper­
ken ona sözü:
«B ir portreyi, çerçevesi içinde gördüm.»
— A ziz Süheyl’e diyordum ki, tarihi tashih etmeyi
bir tarafa bırakalım. N eyi tashih edeceğiz.
— Siz olmasaydınız, ben olmazdım,
— Aziz Süheyl ile dost olursun, senin kaderin budur,
Türkiye bunlardır. 29 Ocak 1948
— Süheyl, Müzede ve camide gördüklerini masset­
miş. Kökü var, yapıyor, kökün mühim rolü var,
15 Aralık 1952
Aziz, Doktorum, Nur-u Enver adamsın. Sen olma-
san bu devir ne kadar kısır olurdu. Sen bu kadar güzel
ruhları, masum ruhları topluyorsun. Büyük insanlar ah­
lâk itibarîyle büyüktür. Süheyl’in ahlâkı da vâsi’. Sîzle­
ri görünce ümidim artıyor.
5 Aralık 1952

- 153 -
Portresi..

Lozan Anlaşm asının


imzasından sonra
bir grup arasında...
Yahya Kemal'in İstanbul'un fethine yen içeri orduları şiiri Hortlak
Necmeddin’in hattı-ile...
>1
Büyük elçi iken bir törende...

Hamdullah Suphi Tannöver ile 5 6 . yddönümiM i kutlarken....


AfganlI bir subay ile..

Dr. Muzaffer Esat’ın verdiği bir ziyafette.


Çok sevdiği İstanbul hakkında konferans verirken.

Cerrahpaşa hastanesinde...
Pakistan dönüşünde bîr dostuna veda ederken.

1/11/1961 tarihirii taşıyan kabri...

You might also like