Professional Documents
Culture Documents
Tarih Felsefesi I
Tarih Felsefesi I
Tarih Felsefesi I
TARİH FELSEFESİ I
Yazar
Yrd.Doç.Dr. Hüseyin Fırat ŞENOL (Ünite 1, 2, 3, 4, 5, 6)
Editör
Prof.Dr. Doğan ÖZLEM
ANADOLU ÜNİVERSİTESİ
Bu kitabın basım, yayım ve satış hakları Anadolu Üniversitesine aittir.
“Uzaktan Öğretim” tekniğine uygun olarak hazırlanan bu kitabın bütün hakları saklıdır.
İlgili kuruluştan izin almadan kitabın tümü ya da bölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt
veya başka şekillerde çoğaltılamaz, basılamaz ve dağıtılamaz.
Birim Yöneticisi
Doç.Dr. Alper Tolga Kumtepe
Öğretim Tasarımcısı
Prof.Dr. Tevfik Volkan Yüzer
Kapak Düzeni
Doç.Dr. Halit Turgay Ünalan
Dizgi
Kitap Hazırlama Grubu
Tarih Felsefesi I
E-ISBN
978-975-06-2717-0
İçindekiler
Önsöz .................................................................................................................... v
Önsöz
“Tarih Felsefesi”, “tarih” sözcüğünün anlamlarına koşut olarak, ikili bir anlam içeriği
ne sahiptir. Bu anlamlardan ilki, yaşanmış geçmişin tümü olarak tarih iken, ikincisi, bu
geçmişi konu edinen bir bilime işaret eder. Dolayısıyla tarih felsefesi yaparken, hem tarihi
yaşanmış geçmiş olarak bir bütün halinde kavramaya ve insan yaşamını anlamlandırma
da tarihsel varlık alanının yerini ve konumunu belirlemeye, hem de bu yaşanmış geçmişte
olup bitenlerin anlatıldığı yazılı yapıtların doğru, nesnel, bilimsel vb. bilgi verme özelliği
ne sahip olması için sağlanması gereken ölçütleri ortaya koymaya çalışırız.
Ne var ki, Ortaçağ başlarında Augustinus’un ve Ortaçağ’ın sonlarına doğru İbn Hal
dûn’un gerçekleştirdiği istisnai çıkışları dikkate almazsak, gerek tarihe yönelik olumsuz
yaklaşımların azalması ve tarihe ilginin artması, gerekse tarihi varlık ve bilgi sorunları
çerçevesinde irdeleyen görüşlerin “tarih felsefesi” adıyla anılması için, Avrupa kültürü ve
insanlığın, 1700’lü yıllara dek beklemesi gerektiğini söyleyebiliriz.
Elinizdeki ders kitabını, tarih felsefesi disiplininin temel kavramları, sorunları ve bu
disiplinin ortaya çıkış süreci ile ilgili bilgileri altı ünite halinde derleyen bir giriş çalışması
olarak değerlendirebilirsiniz. Bu bağlamda, ilk ünitede, tarihin ve tarih felsefesinin anlam
larına, res gestae, historia rerum gestarum gibi Latince kökenli kavramların anlamlarına
ve tarih felsefesinin hangi tarihsel-kültürel koşullarda ortaya çıktığına ilişkin bir özet su
nulmuştur.
İkinci üniteden itibaren, bu disiplinin farklı çağlarda farklı medeniyetlerde nasıl ve
hangi sorular altında ortaya çıktığı ele alınmaya başlanmıştır. İlkin Antikçağ Yunan me
deniyetindeki efsane temelli tarih anlayışı, buna karşı bilimselliği ve nesnelliği öne çıkaran
yeni anlayış ve en sonunda Platon’un tarih kavrayışı verildikten sonra, Aristoteles’in çağla
ra damga vuran theoria-historia ayrımı çerçevesinde tarihe karşı tutumu irdelenmiş ve bu
tutumun etkisini yüzyıllar boyunca sürdüreceği savıyla ünite tamamlanmıştır.
Üçüncü ünitede, Hıristiyanlığın damga vurduğu Avrupa kültürünün Ortaçağ’daki ge
nel özellikleri, Hıristiyan tarih anlayışı ve “ilk tarih filozofu” olarak anılan Aurelius -ya da
Aziz-Augustinus’un tarih ontolojisi kurma denemesi işlenirken; dördüncü ünitede yine
Ortaçağ kültürü, bu kez İslâm medeniyetindeki izdüşümleriyle açıklanmıştır. Bu ünitede
tarih felsefesine katkıları yadsınamayacak olan ünlü İslâm düşünürü İbn Haldûn, hem
yaşadığı dönemin koşulları, hem öz yaşam öyküsü, hem de dünya çapında tanınmış olan
yapıtı Mukaddime’yi özgün kılan yönleriyle tanıtılmış, bugüne dek pek çok ders kitabın
da-çeşitli nedenlerden dolayı- atlanan ya da gözden kaçan pek çok bilgi ve önemli ayrıntı,
başarılı şekilde bir araya getirilmiştir.
Beşinci ve altıncı üniteler, Yeniçağ’dan itibaren Avrupa’yı dönüştüren kültür çerçeve
sinde tarihin konumunu işlemeye ayrılmıştır. Bu bağlamda, Rönesans düşünürlerinden
başlanarak, Descartes ve ona bağlı kalan düşünürlerin tarihe karşı tutumları ve tarihle
ilgili yapıtların “Modern” olarak adlandırılan dönem içerisinde dahi, yüzyıllardan gelen
alışkanlıkla nasıl “kıssadan hisse” anlayışı çerçevesinde bir yazın ürününden öte değer
görmediğine dikkat çekilmektedir. Son ünitedeyse Vico’nun Descartesçı anlayışa meydan
okuması ve Voltaire’in asırlar önce felsefi düşünce içinde doğmuş olan bir çalışma alanı
nın adını koyması anlatılmıştır ve böylelikle tarih felsefesinin yüzyıllar içerisindeki geli
şim süreci, başlıca unsurları ve önde gelen düşünürlerin görüşleriyle yoğrularak elinizdeki
kitap ortaya çıkmıştır.
vi Önsöz
Verdiği tüm bu bilgilerin yanında, elinizdeki ders kitabının ünitelerinde, hem metin
içinde hem de kaynakça listelerinde, tarih felsefesi üzerine Türkçe’de yayınlanmış başarılı
çeviriler ve özgün telif eserlerin de bibliyografik bilgileri verilmiş, böylelikle bu alanda
literatür taraması yapmak ve temel kaynaklara ulaşmak isteyen öğrencilerimize bir yol
açılmıştır.
Yoğun çalışma programını bir bahane kabul etmeksizin, kısa zamanda bu denli yoğun
ve karmaşık bilgileri derleyen ve anlaşılır bir dille siz değerli öğrencilerimize sunan yazar
Yrd.Doç.Dr. Hüseyin Fırat Şenol’a gösterdiği titizlik ve özen için çok teşekkür ediyor, Ta
rih Felsefesi 1 ders kitabını keyifle ve merakla okumanızı diliyorum.
Editör
Prof.Dr. Doğan Özlem
1
TARİH FELSEFESİ I
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Res gestae, historia, historia rerum gestarum gibi terimleri tanımlayabilecek,
Tarih felsefesinin ne olduğunu açıklayabilecek,
Tarih felsefesinin temel soru ve sorunlarını tanıyabilecek ve ayırt edebilecek,
Tarih felsefesinin ortaya çıkış koşullarını anlatabileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Historein • Tarih Ontolojisi
• Tarihselcilik • Historia Rerum Gestarum
• Historia • Tarih Epistemolojisi
• Tarih Metafiziği • Eleştirel-Bilimsel Tarih
• Res Gestae • Analitik Tarih Felsefesi
İçindekiler
Çağımızda, tarihin üç farklı duğunu gösteren bir yol haritasıdır” (a.y.). Konu edilen alanda görülen sorunları,
anlamından söz edilebilir:
1. Zamandizinsel (kronolojik) nedenleri, gelişim seyirleri ve sonuçlarıyla ele alma amacını gütmek anlamında
anlam, kullanıldığında-ki Bıçak bu terimi tam da bu anlamda kullanmakta olduğunu ifade
2. Geçmişin tümü olarak tarih, eder- “yol haritası” çok uygun bir tanımlama olarak görünmektedir (a.y.). Üçüncü
3. Geçmişe ilişkin araştırmalar
yapan bir çalışma alanı olarak anlamdaki tarihin ürünü olan tarih yazıcılığı, yine Bıçak’a göre, ilgili kültürün “yol
tarih. Tarih yazıcılığı, üçüncüharitası”nı çıkarmakla, ayrıca söz konusu kültürün yakın ilişkide olduğu diğer kül-
anlamıyla tarihin bir ürünüdür.
türlerle ilişkilerini de ortaya koymakla yükümlüdür (a.y.).
Tarihi, insanı anlamanın ve onun neyi neden yaptığına ilişkin bilgi ortaya ko-
yabilmenin ya da ortaya konmuş bilgileri kavrayabilmenin olmazsa olmaz koşulu
diye tanımlamak da olanaklıdır. Tarihin konu edildiği yerde insandan, insanın
konu edildiği yerde tarihten söz etmeden geçmek olanaksızdır; çünkü insanı in-
san yapan, insana bir kimlik veren, onun geçmişinden başkası değildir. Bu geç-
miş, “kimlik kartı” olarak sürekli peşimizden gelir ve ne durumda bulunursak
bulunalım, yanımızdadır (a.y., s. 18).
Bazı düşünürlerin tarihe bakışlarını özetle aktarmak gerekirse, şunlar söylene-
bilir: Batı’da tarih felsefesinin kurucusu olarak görülen Giambattista Vico’ya göre
tarih, insan topluluklarının ve onların kurumlarının tarihidir. Vico ilkel insanın
başlattığı gelişmelerden ne çıkacağını önceden gördüğü fikrini temelsiz bulur
(Collingwood 2010, s. 80). Tarih insan yapıp etmelerinden oluştuğundan onda
bir plan varsa da bu plan bütünüyle insana aittir (Bıçak 2004, s. 119). Vico’nun
düşüncesinde tarih salt insan zihninin bir ürünü değildir, aksine, insan doğası
ancak tarih aracılığıyla anlaşılabilmektedir (a.y.). Çünkü tarih, insanların farklı
zamanlarda değişik biçimlerde kendilerini ifade etmelerini kapsamakta, insanın
bir bakıma karakterini oluşturmaktadır (Gardiner 1962, s. 10). Tarihi yapan in-
san olduğu için, tarih insan tarafından bilinebilir (a.y., s. 11), hatta Yeni Bilim’de
doğruluğun bilgisi için tek sağlam kalkış noktası, verum ile factum’un-yani doğru
ile olgunun- birbirlerine geçtiği ve dönüştüğü “toplumsal-sivil dünya”nın bizzat
kendisi olarak gösterilmektedir (Löwith 2004, s. 267).
Raymond Aron tarihe, dar anlamıyla insan geçmişinin bilimi, geniş an-
lamıyla kültürün, türlerin, gökyüzünün ve yeryüzünün araştırılması tanımı-
nı getirmiş ve bu tanımlamada doğa-insan ilişkisini göz önünde bulundur-
muştur (Aron 1961, s. 13). Doğa-insan ilişkisini göz önünde tutan bir başka
yaklaşım da Teoman Duralı’ya aittir. Duralı’ya göre tarih, “İnsanın biyolojik
olarak eksikliğini duyduğu şeyin yerine geçmek üzere girişimde bulunup ka-
zandığı olaydır....evrimin oldukça kendine özgü bir devamlılığı olarak görü-
lür” (Duralı 1991, s. 95).
Karl Jaspers’e göre tarih, Karl Jaspers de doğa-insan ilişkisini-her ikisi de zaman süreci içinde var olan-
insana kendini görmeyi, doğa tarihi ve insan tarihi biçimlerinde ele almaktadır (Jaspers 1953, s. 235).
değerlendirmeyi öğretmesi
bakımından, onu kendi İnsan, doğada bulunmayan bir ayrıcalığa kendine özgü olan bilinci ve amaçlılığı
çağına bağnazca ve bilinçsizce sayesinde kendi kültürel sürecini dönüştürme ve kendini bir tarih varlığı olarak
bağlanmaktan kurtarır.
var kılma ayrıcalığına sahiptir ve tam da bu bakımdan doğa tarihsiz, insan tarihli-
dir (a.y.). Tarih, Jaspers’e göre insanın kendisini onaylaması bakımından en güçlü
nesnel gerçekliktir ve insanlığı en geniş haliyle tabloya aktarır, çağdaş insan için
gerekli ölçütleri ortaya koyar ve çağa bilinçsizce bir bağlılıktan insanı kurtarır;
kısacası, insana kendini ‘görmeyi’ öğretir (Jaspers 1986, s. 110).
Öyleyse insanın kendini nasıl göreceği, daha da önemlisi, nasıl bileceği sorusu
yanıt bekleyen bir soru olarak önümüzde durmaktadır. İnsanın kendini bilmesi
için temel şart kökenlerini bilmesiyse, insanın kendini bilmesinin şartı evren an-
layışının oluşturulmasıyla ilişkilidir demek yanlış olmayacaktır; çünkü insan kök-
1. Ünite - Tarih Felsefesi Nedir? 5
lerinin ne olduğu sorusuna yanıt ararken, aynı zamanda evrenin ve dünyanın na-
sıl oluştuğu sorularına da yanıt aramakta, bu yanıtların toplamı da bir evren anla-
yışı olarak ortaya çıkmaktadır (Bıçak 2004, s. 19). Evreni kavramada temel sorun
insanın yaratılışı, yaşadığı ortamın düzenlenişi, bu dünyaya gelişindeki amaçlar,
bu dünyada nasıl yaşaması gerektiği ve öldükten sonra gideceği yerin özelliklerini
belirlemektir (Bıçak 2004, s. 31). Din temelli medeniyetlerde evren anlayışının
sınırları din tarafından çizilir ve insanın yapıp ettiği her şey için din temelli bir
açıklama bulmak olanaklıdır (a.y). Özellikle de tek Tanrılı dinler insana kendini
görmeyi öğreten birer evren modeli sunarak insanların kökenleriyle ilgili tered-
dütlerini gidermiş, dolayısıyla bir tür tarihçilik yapmış ve onlara kurtuluş vaadi
vererek belli amaçlar doğrultusunda insan hayatını düzenlemişlerdir. Tek tanrılı
dinler arasında özellikle Hristiyanlığın tarih anlayışı, önce Yeniçağ Avrupa me-
deniyetinin ve gitgide günümüz Batı toplumlarının oluşumunda önemli ölçüde
etkilidir (a.y.). Braudel, Avrupa düşüncesinin Hristiyanlıkla sürdürülen diyalog
ve şiddetli tartışmalar çerçevesinde kavranabileceğini ileri sürmüştür (Braudel
1996, s. 352).
Karl Popper’e göre, insanın tarihinin en önemli kısmı felsefeyi ve dini de içe- Karl Popper’e göre tarih,
insanlığın bilgisi ve bu
ren insan düşüncesi ve bilgisinin tarihidir (Popper 1975, s. 185); çünkü Popper bilgi üzerine ortaya atılan
tarihin insanlığın bilgisi ve bu bilgi üzerine ortaya atılan kuramların toplamından kuramların toplamından
oluşur; bu yüzden de insanın
oluştuğu görüşündedir (a.y., s. 286). Yani tarih, düşünce ve kuramların genişliğiy- tarihinin en önemli kısmı
le sınırlanmış, çerçevesi çizilmiştir (a.y., s. 300). Böyle bir yaklaşım, tarih anlayı- felsefeyi ve dini de içeren
şının evren, dünya, canlılık ve insanın geçmişini kapsayacak boyutlarda ve tarih insan düşüncesi ve bilgisinin
tarihidir.
kuramının da bu derinliği ve genişliği açıklayabilecek nitelikte olmasını gerekli
kılar (Bıçak 2004, s. 20).
Ortega y Gasset şeyler için doğa ile insan için tarihin aynı anlama geldiğini
ileri sürmüş, insanın kendi yaptıkları dışında doğasının olmadığını söylemiştir
(Gasset 1941, s. 217). Geçmişi insanın yaşamının kendisi olarak değerlendiren
Gasset’e göre tarih, “....içinde yaşadığımız en kesin güncelliğin bilimidir” (Gasset
1992, s. 113). Öyleyse geçmiş anlamında kullanılan tarihin, insanı önemli ölçüde
belirlemekte ve günlük hayatı da etkilemekte olduğu göz önüne alındığında gün-
lük hayatın sorunlarının da tarih araştırmalarına konu olması neredeyse kaçınıl-
mazlaşır (Bıçak 2004, s. 20).
Braudel’in tarihe ilişkin düşüncesi de tarihin insanlar, insanların da tarih ta-
rafından yapıldığı ve kaderlerinin onun tarafından biçimlendirildiği yönündedir
(Braudel 1992, s. 31). Braudel’e göre tarih, olanaklı tüm tarihlerin-dünün, bugü-
nün, geleceğin öğretilerinin-bir toplamıdır ve en büyük hata, bu toplamı oluş-
turan parçalardan herhangi birini diğerlerini dışlayacak biçimde tercih etmektir
(a.y., s. 64-65). Böyle bir tercih yapıp ona saplanmak tarihçinin diğer öğretilerin
yaklaşımlarını gözden kaçırması sorunuyla karşılaşmasına neden olur (a.y.).
20. yüzyıl düşünürlerimizden Takiyettin Mengüşoğlu ise tarihi, “tarihi varlık
sahası” adı altında ontolojik bir tabaka olarak tanımlamıştır:
“Doğal varlık alanının tam karşıtı olan başka bir varlık alanı da ‘tarihsel
varlık-alanı’dır. Bu varlık-alanı da birçok bilimlerin kendisiyle uğraştığı bir
alandır. Bu varlık alanına ‘tarihsel varlık-alanı’ adının verilmesinin nedeni,
bir yandan bu alanın insan grupları, sosyal-birlikler arasında olup biten olay-
ların alanı olması; öte yandan bütün insan eylemlerinin sonucunda ortaya
çıkan başarıların bu alanın içinde yer alması ve bütün bunların da oluş ve
gelişme içinde bulunmasıdır” (Mengüşoğlu 2005, s.158).
6 Tarih Felsefesi I
İnsan varoluşuna dayanak oluşturan her türlü ilke, düşünce, değer, gelenek ve
kurum ve bunlar dolayısıyla ortaya çıkan her türlü kültür verisi, Mengüşoğlu’ya
göre tarihsel varlık alanının oluşumunu sağlar ve bu varlık sahasını anlamamızın
en önemli rehberi olarak karşımıza çıkar (a.y.). Buraya kadar özetlediğimiz tanım
ve değerlendirmeler de gösteriyor ki, tarih insan olmanın temel dayanaklarından
biridir. Felsefî düşünce ile karşılaştırıldığında, tarih düşüncesi ortaya çıkış zamanı
bakımından da öncedir.
Felsefî düşüncenin ortaya çıkışıyla tarihin yeni bir kullanım alanı bulduğunu
söylemek olanaklıdır (Bıçak 2004, s. 22-23). Felsefenin başlangıcına neden olan
farklılıkların, değişimlerin ve çeşitliliğin arkasında yatan şeyi ya da şeyleri araş-
tırmak ve bulmak üzere yapılması gereken çalışma yine tarih çalışması olmuştur
(a.y., s. 23). Antik Yunan doğa filozoflarınca ele alınan ilk sorun olan arkhenin ne
olduğunun anlaşılması ile insana ve onu çevreleyen evrene ilişkin diğer unsur-
ların da açıklanmasının kolaylaşacağı beklenebilir (a.y.). Genellikle tüm varlığın
oluşumundaki “ana madde”-”ilk madde” olarak anlaşılan arkhenin, felsefenin iş
gördüğü “ilkeler” olarak da anlaşılabilmesi olanaklıdır. Hatta bu biçimde anlaşı-
lınca, felsefenin, önce incelediği soruna ve/veya alana ilişkin ilkeleri bulup sonra
bulduğu ilkeler temelinde açıklama yapmayı yöntem haline getirdiği daha açık
olarak anlaşılabilir (a.y.). İlkelere varma, ilk olanı keşfetme kaygılarının sonucu
olan böyle bir yöntem de tarih düşüncesi içerisinde- onun başka bir çalışma alanı
olarak-düşüncenin oluşumunu ve gelişimini bir süreç halinde ele alan düşünce
tarihinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır (a.y.). Düşünce tarihi günümüzde
de hem tarihin hem de felsefenin en önemli konularından biri olarak kabul edil-
mektedir.
Bıçak’a göre, tarih düşüncesinin felsefe alanındaki yerinin sağlamlaşması, fel-
sefenin gündemine ahlâk, devlet, toplum vb. sorunların girmesiyle birlikte olmuş;
arkhe, devlet, toplum sorunları ve felsefenin kendi tarihi, felsefe ile tarih arasın-
da içten içe bir bağlantı oluşmasına yol açmıştır (a.y.). Felsefenin tarihe yaptığı
önemli katkılardan biri geçmişe ilişkin bilgilerin güvenilirliği sorunudur (a.y.).
Tam da bu noktada, Collingwood’un tarihçiye yüklediği felsefeci gibi düşünebil-
me, düşünme üzerine düşünme gibi ödevlerin ne anlama geldiği ve tarih felsefe-
sinin neden gerekli olduğu sorularını sormayı daha fazla erteleyemeyeceğimiz bir
konumdayız. Tarih ve felsefe, yukarıdaki açıklamalar ve görüşlerin de işaret ettiği
gibi, iç içe geçmiş iki önemli insan etkinliği olarak hem birbirinden besleniyor
hem de birbirini besliyor. Bu durumda, felsefenin disiplinleri arasında, başlı ba-
şına tarihi inceleyen, onun varlık ve bilgi alanlarındaki konumunu bir bütünlük
içerisinde ortaya koymayı amaçlayan, yer yer sorgulayan ve eleştiren, yer yer de
tarihsel varlık alanını ve tarih bilgisini temellendirmeye çalışan bir çalışma alanı-
nın bulunmasını bir zorunluluk olarak görmek de abartılı bir tutum olmaz.
Şimdi “Tarih Felsefesi nedir?” sorusuna verilen iki temel yanıtı ve bu yanıtla-
rın Tarih Felsefesi’ni başlangıcından günümüze nasıl biçimlendirdiğini anlamaya
çalışacağız. Bu yanıtlardan ilki düşünce ufkumuzu tarihin ontolojik bir yorumla-
nışına doğru açarken, ikincisiyse tarihi, bir bilgi, hatta bilimsel bilgi sorunu olarak
görmemize olanak sağlıyor.
Ayhan Bıçak’ın Tarih Düşüncesi I: Tarih Düşüncesinin Oluşumu adlı yapıtı, in-
sanın tarihle olan buluşmasını ve tarih disiplininin dayandığı düşünsel temellerin
keşfini açıklayan, kapsamlı bir çalışmadır (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2004).
1. Ünite - Tarih Felsefesi Nedir? 7
anlamı, nereden gelip nereye gittiğimiz, geleceğin neler getirebileceği gibi soru ve
sorunların kesin ve doyurucu yanıtlara kavuştuğu anlamına da gelmez. Bu du-
rumda, “Tarihe felsefece yaklaşmanın biricik yolu ontolojik sorular mıdır?” soru-
suna yanıt vermemiz gerekir-ki tarih felsefesindeki gelişmeler, böyle bir sorunun
olumsuz yanıtlanması gerektiğini gösterir. Tarihi, geçmiş hakkında bilgi veren,
dahası, sistemli, düzenli ve güvenilir bilgi veren bir çalışma alanı, hatta bilim ola-
rak tanımladığımızda, ona yüklenen ikinci anlamla da karşılaşmış oluruz, yani
historia rerum gestarumla. Şimdi ikinci anlamıyla tarihi anlamaya çalışalım.
Sizce tarihsel varlık alanı diye doğadan ayrı başına bir varlık alanı olabilir mi? Bu
1 soruya verilebilecek olumlu ve olumsuz yanıtlar üzerinde düşünün, aranızda grup-
lar oluşturarak tartışın.
göre tarihin ne olduğu sorusuna verilecek en uygun yanıt, ilk etapta onun bir çeşit Tarihselcilik (historismus/
historism), insanın düşünce
araştırma olduğudur (a.y.). Bilimi bilmediğimiz bir şeyleri keşfedip ortaya çıkar- ve emeğinden çıkmış her şeyin
ma etkinliği olarak gördüğümüzde, tarih aynı zamanda bilimdir de (a.y.). Öyleyse tarih içerisinde, bir birliktelik-
bu bilimin neyi keşfettiği sorusu da sorulabilir. Collingwood bu sorunun yanıtını toplumsallık ortamında
oluştuğunu ve bu şeylerin
Latince’de res gestae tamlaması ile ifade edilen, geçmişte gerçekleştirilmiş tüm in- tarihin her döneminde
san edimleri, diye vermiştir (a.y.). Dolayısıyla tarih biliminin nesnesi geçmişteki değişikliğe uğradığını savunan
görüştür. Bu görüşe göre,
insan edimleri olarak belirlenmiş olur. Tarih biliminde ilerleme nasıl olur, soru- bilim, sanat, meslekler, hatta
suna Collingwood’un verdiği yanıt, “kanıtların yorumlanması” diye ifade edile- felsefe bile, tarihsel bir temele
sahiptir; insanın bu düşünce
bilir (a.y., s. 9-10). Burada “kanıt” derken Collingwood tek tek belgelerin oluş- ve eylem ürünlerinin her
turduğu bir topluluğu kastetmiş olduğunu da söyleyerek, tarihte yöntemin temel biri, insan ve toplum tarih
sürecinde değiştikçe değişim
olarak bu kanıtların yorumlanmasından ibaret olduğu yönlü düşüncesini yineler gösterir.
(a.y., s. 10). Geriye kalan sorunun, yani tarihin ne için olduğu sorusunun yanıtı
Collingwood’a göre “insanın kendisini bilmesi için”dir (a.y.). Collingwood’un in- Collingwood, tarihe ilişkin dört
temel soru sorar:
sanın “kendisini bilmesi” ile kastettiği, insanın insan olarak doğasını- yani insanı 1. Tarihin tanımı nedir?,
insan yapan şeyi ya da şeyleri- bilmesidir ve tarihin değeri de insanın ne yapıp 2. Tarihin nesnesi nedir-yani
tarih neyi araştırır?,
ettiğini dolayısıyla da ne olduğunu bize öğretmesindedir (a.y.). 3. Tarihin yöntemi nedir? ve
Yukarıda söylenenlerden de anlayabileceğimiz üzere, tarih felsefesi, felsefenin 4. Tarihin (hem geçmişin tümü
olarak hem de bir bilim olarak)
iki temel sorusunu, varlığa ve bilgiye ilişkin soruları temel alan ve bu sorular ek- ereği nedir?
seninde tarihi anlamaya ve yorumlamaya çalışan bir disiplindir. Fakat geçmişi ne Collingwood’a göre tarihin
değeri, insanın ne yapıp
kadar eskiye ve derinlere uzanırsa uzansın, bu disiplinin günümüzde andığımız ettiğini dolayısıyla ne
gibi, yani “Tarih Felsefesi” adıyla ortaya çıkışı ancak Aydınlanma Dönemi’ne ka- olduğunu, yani doğasını bize
dar geri gider. Ünitemizin bundan sonraki bölümünde, “Tarih Felsefesi” disipli- öğretmesindedir.
ninin ortaya çıkış serüvenini, düşünce tarihi çerçevesinde görmeye çalışacağız.
Collingwood’a göre, 18. yöntemi gibi yöntemler kullanılarak anlaşılamayacak yeni bir soru ya da sorunlar
yüzyıla gelindiğinde
matematik yöntem, grubu karşımıza çıkmakta ve bu sorunlar grubu da-yani düzenlenmiş-örgütlen-
teolojik yöntem ya da doğa miş ve sistemleştirilmiş tarih araştırmalarının varlığıyla ortaya çıkan felsefî so-
bilimlerinin yöntemi gibi runlar grubu-ayrı ve kendine özgü bir çalışma alanının varlığını zorunlu kılmak-
yöntemler kullanılarak
anlaşılamayacak yeni bir tadır: İşte “Tarih Felsefesi” tam da bu çalışma alanının hak ettiği isimdir (a.y., s.
soru ya da sorunlar grubu 6). Sözü geçen tarzda sorunlarla ilgilenen tarih felsefesi, bu niteliğiyle, yalnızca
karşımıza çıkmakta ve
düzenlenmiş-örgütlenmiş geleneksel tarih anlayışına değil geleneksel felsefeye de karşı çıkmaktadır; çünkü
ve sistemleştirilmiş tarih genel bir kural gibi kabul edilen herhangi bir felsefenin kabul etmediği ya da öne
araştırmalarının varlığıyla
ortaya çıkan felsefî sorunlar sürmediği bir düşünceyi yadsıdığı gerçeği, tarih felsefesinin “tarihsel bilgi olanaklı
grubu, ayrı ve kendine özgü değildir” yargısını içeren geleneksel felsefelere karşı çıkmasını ve hatta tarihin ve
bir çalışma alanının, yani tarih
felsefesinin varlığını zorunlu tarih bilgisinin nasıl olanaklı olduğuna ilişkin bağımsız bir kanıtlama geliştirme-
kılmaktadır diği sürece, geleneksel felsefe ile arasına mesafe koymasını gerektirmektedir (a.y.).
Pitirim Sorokin’e göre, derin ve uzayan bunalım koşullarında insanın, toplum
ve insanlığın nasılı, niçini, nereden gelip nereye gittiği üzerinde düşünme ve in-
celeme eğilimi artmaktadır (Sorokin 1972, s. 15). Hatta Sorokin anlamlı tarih fel-
sefelerinin, anlaşılabilir tarihsel olay yorumlarının ve toplumsal-kültürel süreçler
üzerine yapılan önemli genellemelerin çoğu bunalım-felâket ya da geçiş-çözülme
dönemlerinde, yahut bu tür dönemlerin hemen öncesinde ve sonrasında orta-
Sorokin’e göre, anlamlı ya çıktığını savunur (a.y. , s. 15-16). Bu savını da Eski Çin ve Hint kültüründen
tarih felsefeleri, anlaşılabilir
tarihsel olay yorumları ve Batı kültürüne kadar pek çok örnekle gerekçelendirmeye çalışır. İbn Haldûn’un
toplumsal-kültürel süreçler Mukaddimesi de bu geniş örnek yelpazesinde yerini almıştır:
üzerine yapılan kaydadeğer
genellemelerin önemli
çoğunluğu, bunalım ya “....gelmiş geçmiş tarih felsefelerinin en büyüklerinden biri olan İbn Haldûn’un
da geçiş, bazen çözülme Mukaddime’si de derin bir bunalım ve çürüyüşün Arap kültürünü etkisi altı-
dönemlerinde, yahut bu tür
dönemlerin hemen öncesinde na aldığı on dördüncü yüzyılda ortaya konulmuştur. İbn Haldûn’un kendisi
ve sonrasında ortaya bu bunalım dönemini ve çektiği sıkıntıları Berberîler’in Tarihi’nde, kendi hayat
çıkmaktadır. Sorokin, bu tezine
İbn Haldûn’un Mukaddime hikâyesinde ve Mukaddime’sinde parlak bir biçimde anlatmaktadır” (a.y., s. 17).
adlı yapıtını örnek olarak
gösterir.
19. yüzyıldaki pozitivistler gibi tarihten hakikati arama ve açıklama yönleriyle
doğa biliminden beklenenler aynı biçimde beklenecekse, bugün de tarih felsefesinin
bilim felsefesinin bir kolu gibi görülmesinin olanaklı olduğu söylenebilir. Ronald
Field Atkinson’a göre tarihi sorun olarak ele alan düşünürler asıl olarak anlam, tarih
ifadelerinin doğruluğu-nesnelliği, açıklama, nedensellik gibi sorunlarla da ilgilen-
mişlerdir (Atkinson 1978, s. 4). Tarih, hakikati arama ve açıklama yönleriyle her ne
kadar doğa bilimine benzerlik gösterse de sözü edilen özellikleri doğa bilimlerinden
farklı bir yöntemle ele almaktadır (a.y., s. 5-6). Öncelikle tarihçinin ilgilendiği so-
runlar alanı ile tarih felsefesinin sorunlarının birbirinden uzak olduğu bilinmelidir
(a.y., s. 6). Bu uzaklığın nedenini Atkinson şöyle açıklamaktadır:
Tarih felsefesi Walsh’a göre kendi içinde ikiye ayrılır: bunlardan ilki, tarihte Walsh’a göre tarih felsefesi,
tarihte anlam, bütünlük, yasa,
anlam, bütünlük, yasa, amaç gibi sorunları inceleyen tarih metafiziği; ikincisi de amaç gibi sorunları inceleyen
tarih çalışmalarında ortaya çıkan sorunları, tarihte araştırma yöntemi/yöntemle- tarih metafiziği ve tarih
ri, bilginin güvenilirliği, açıklama, kanıtlama vb. sorunları konu edinen analitik çalışmalarında ortaya çıkan
sorunları, tarihte araştırma
tarih felsefesidir (Walsh 1976, s. 26). Analitik tarih felsefesini, bu konulara eğil- yöntemi/yöntemleri, bilginin
mesiyle, bilim felsefesinin bir kolu olarak değerlendirmek olanaklıdır. güvenilirliği, açıklama,
kanıtlama gibi sorunları
Atkinson tarih metafiziğine şu nedenlerden dolayı çok fazla eleştiri yöneltil- konu edinen analitik tarih
diğini ve tarih metafiziğinin güvenilmez bulunduğunu ileri sürmüştür: 1. Geniş felsefesi olmak üzere, kendi
içinde ikiye ayrılır.
genellemeler tarihsel kanıtlar kullanılmadan yapılmaktadır; 2. Tarih zorunlu il-
kelere dayanarak açıklanmaya çalışılmakta fakat bu çaba tarihten verilerle des-
teklenememektedir (Atkinson 1978, s. 9). Atkinson’un bildirdiği nedenler ve po-
zitivist bilim anlayışı 20. yüzyılda tarih metafiziğinin gerilemesine neden olmuş,
dolayısıyla tarih dar alan çalışmalarından, tarih felsefesi de tarih çalışmalarının
epistemolojisi olmaktan öteye gitmemiştir (Bıçak 2004, s. 25).
Şimdiye kadar söylediklerimizden hareketle, şu değerlendirmeyi yapabiliriz:
Tarih ve felsefe, insanın kendini anlaması ve varlığını temellendirmesi bakımların-
dan, ortaya çıkış zamanlarındaki farkı göz önünden kaçıracak ölçüde birbirlerine
içten içe bağlanmış ve birbirlerini sürekli besleyen iki çalışma alanıdır.
Doğan Özlem’in Tarih Felsefesi adlı yapıtı, tarih felsefesinin iki temel sorun alanı-
nı oluşturan tarih ontolojileri ve tarih epistemolojilerini başlangıcından 20. yüzyıl
sonlarına dek kapsamakta, tarih epistemolojilerinin tarih ontolojilerinden nasıl
çıktığının ilginç öyküsünü sunmaktadır (İstanbul: Say Yayınları, 2010).
Tarih felsefesinin ne olduğu ve nasıl ortaya çıktığıyla ilgili belli başlı görüşleri artık
tanıyorsunuz. Sizce “Türkiye’de tarih eğitimi nasıl verilmelidir?” sorusu, tarih felse- 3
fesi kapsamında değerlendirilebilir mi, nasıl? Tartışın.
12 Tarih Felsefesi I
Özet
Res gestae, historia, historia rerum gestarum gibi
Tarih felsefesinin ne olduğunu açıklamak.
1 terimleri tanımlamak. 2
Tarih nedir? Bu soruyu insan kendi yapıp ettik-
İlk olarak, Sami dillerinde daha çok zamanla il-
lerini yazılı olarak kayda geçirmeye başladığı za-
gili anlamlar yüklenmiş olan ve Türkçe’de böyle
mandan bu yana sık sık kendisine sormuştur ve
bir kullanımı da bulunan ‘tarih’in, İslâm tarih-
bu soru, tarih için bir çerçeve çizme gereksini-
çiliğinde, tanık olunmuş olayları kayıt altına al-
minden, onu diğer çalışma alanlarından ayırma
mak üzere yıllıklar (annales) yazma anlamında
çabasından kaynaklanan, felsefi yönü de olan
kullanıldığı söylenebilir.
bir sorudur. “Nedir?” sorusunun yapısal nitelik
Batı dillerinde history, historia, vb. biçimlerde
taşıdığı ve aslında sorguladığı şeyin erek nede-
karşımıza çıkan ve bizdeki ‘tarih’in karşılığı olan
nini, yani o şeyin ne için var olduğunu ortaya
sözcük de Yunanca historeinden gelmektedir.
koymayı amaçladığı da göz önüne alındığında,
Historia Yunanca’da araştırma yoluyla bilme/
bu felsefî yön daha da belirginleşir. Öyleyse ta-
öğrenme anlamında, ayrıca hikâye ve tarih an-
rihe felsefî bir bakışla yönelmenin düşünce ta-
lamlarında kullanılmıştır.
rihindeki başlangıcı daha uzak, daha köklü bir
Res gestae, Latince’de yapılmış işler/şeyler anla-
geçmişe dayanır.
mında kullanılan bir tamlamadır. Bu tamlama,
Tarihe felsefenin gözüyle yaklaşmaktan anlaşı-
zamanla, geçmişte yapılmış tüm işlere gönder-
lan şey, geçmişte kalmış olayların ne anlam ifade
mede bulunmak üzere kullanılmış ve bu kulla-
ettiğini sorgulamaktan başlayarak gitgide insan-
nım, bizde ‘tarih’ sözcüğüyle karşılanan ‘historia’
lığın tüm yaşanmış geçmişine -yani bir tür “dün-
sözcüğünün ilk anlamını oluşturmuştur.
ya tarihi”ne- yönelmiş bir çalışma olmuştur. Bu
Historia rerum gestarum, Latince’de yapılmış
çalışma, giderek tüm insanlık tarihine yönelik
işlerin/şeylerin anlatımı, öykülenmesi anla-
bir öte/üst bakış edinmeye ve insanlık tarihinin
mında kullanılan bir tamlamadır. Bu tamlama,
bütününü kavramayı ve açıklamayı hedefleyen
geçmişte yapılmış tüm işlerin yazıya geçirilmesi
bir felsefe sistemi kurmaya, tüm insanlık tarihini
anlamında kullanılır ve bu kullanım, bizde ‘ta-
de böyle bir felsefe sistemi üzerinden açıklama-
rih’ sözcüğüyle karşılanan ‘historia’ sözcüğünün
ya kadar uzanır. Geçmişte kalan insan-toplum
ikinci temel anlamını oluşturur. Historia rerum
olaylarını bir bütün olarak ifade eden Latince
gestarum anlamıyla tarih felsefesi, tarih yazan
terim res gestae, nitelikleri kısaca dile getirilen
kişinin bilgi etkinliğini asıl sorun olarak öne çı-
türden bir çalışmayı içerir.
karan bir tür bilim felsefesi, bir metodoloji eleş-
Tarihi bir bilim olarak görmek de onu geçmişin
tirisi özelliği taşır.
bütününü kavrayıp yorumlamak amacıyla bir
varlık sorunu olarak ortaya koymak da “tarihsel
olayların bilinebildiği” varsayımını gerektirir.
Historia rerum gestarum anlamıyla tarih felsefe-
si, tarih yazan kişinin bilgi etkinliğini asıl sorun
olarak öne çıkaran bir tür “bilim felsefesi”, bir
“metodoloji eleştirisi”dir.
1. Ünite - Tarih Felsefesi Nedir? 13
Tarih felsefesinin temel soru ve sorunlarını tanı- Tarih felsefesinin ortaya çıkış koşullarını anlat-
3 mak ve ayırt etmek. 4 mak.
Geleneksel tarih felsefesi çalışmalarının önem- “Tarih Felsefesi” bir çalışma alanının adı olarak
li çoğunluğu, insanda hiçbir zaman eksilmeyen ilkin 18. yüzyılda, Voltaire tarafından kullanıl-
bir merakı gidermeye, en genel ve basit ifade mıştır. Voltaire bu terimi-tarihçinin eski kitap-
biçimiyle “Nereden geldik, nereye gidiyoruz?” larda bulduğu hikâyeleri tekrar etmektense ken-
sorularına yanıt vermeye yöneliktir, fakat filo- di düşüncelerini geliştirmeye çalıştığı bir tarih
zofların üzerinde uzlaştığı tek bir yanıttan söz düşünüşünü kastederek-eleştirel ya da bilimsel
etmek de olanaksızdır. Tarihte var olduğu ileri tarih anlamında kullanmıştır. Yani insanlık ta-
sürülen ereklilik konusunda ortaya atılan savlar, rihinin eleştirel bir bakışla ele alınmasını ve il-
bu söylenenlere iyi bir örnek oluşturur. Kimi dü- kelerinin belirlenmesini amaçlayan bir çalışma-
şünürlere göre, 1. Tarihte bir ereklilik vardır, 2. ya-başka bir söyleyişle, geleneksel tarih anlayı-
Tarihteki ereğin ne olduğunu geçmişe bakarak şından kopmaya- duyulan gereksinim Avrupa’da
saptayabiliriz ve 3. Bu sayede gelecek hakkında ancak 18. yüzyılda ortaya çıkmıştır.
öndeyilerde bulunabiliriz. Bu söylenenlere karşı Collingwood’un da belirttiği gibi, 1. 18. yüzyıla
çıkarak, tarihte sanılanın aksine ereklilik adına gelindiğinde matematik yöntem, teolojik yön-
en küçük bir şey bile yoktur, bu yüzden gelecek tem ya da doğa bilimlerinin yöntemi gibi yön-
hakkında söz söylemeye de hakkımız yoktur, di- temler kullanılarak anlaşılamayacak yeni bir
yen düşünürler de bulunur. Bir başka örnek de soru ya da sorunlar grubu karşımıza çıkmıştır, 2.
çizgisel ve döngüsel zaman anlayışlarını savunan Düzenlenmiş/örgütlenmiş ve sistemleştirilmiş
düşünürler arasındaki karşıtlıktır: Kimi düşü- tarih araştırmalarının varlığıyla ortaya çıkan
nürlere göre, tarih belirli bir ereğe doğru ilerle- felsefî sorunlar grubu ayrı ve kendine özgü bir
yen ve bir daha tekrarı gerçekleşmeyecek olay- çalışma alanının varlığını zorunlu kılmaktadır,
lardan örülü bir süreçtir, bu bakımdan da çizgi- 3. “Tarih Felsefesi”, tam da bu çalışma alanının
sel olarak ilerler. Kimi düşünürlere göreyse, tarih hak ettiği isimdir. Sözü geçen tarzda sorunlar-
belli dönemler halinde devinip duran döngüsel la ilgilenen tarih felsefesi, bu niteliğiyle, yalnız-
bir süreçtir-yani daha bilinen bir ifadeyle, “tarih ca geleneksel tarih anlayışına değil geleneksel
tekerrürden ibarettir”. Bu çokseslilik, tarih felse- felsefeye de karşı çıkmaktadır; çünkü genel bir
fesini bir bilgi etkinliği olarak gören ve gösteren kural gibi kabul edilen herhangi bir felsefenin
düşünürler tarafından eleştirilir. Collingwood, kabul etmediği ya da öne sürmediği bir düşün-
tarihin tanımını, nesnesini, yöntemini ve ereğini, ceyi yadsıdığı gerçeği, tarih felsefesinin “tarihsel
sorgularken, aslında tarihin epistemolojik yönü- bilgi olanaklı değildir” yargısını içeren gelenek-
nü öne çıkarmakta, yani historia rerum gestarum sel felsefelere karşı çıkmasını ve hatta tarihin ve
anlamıyla tarih felsefesi yapmaktadır. Öyleyse, tarih bilgisinin nasıl olanaklı olduğuna ilişkin
tarih felsefesinin, daha çok felsefenin varlık ve bağımsız bir kanıtlama geliştirmediği sürece,
bilgi temelli sorularından beslendiği, tarihi olay- geleneksel felsefe ile arasına mesafe koymasını
lar yığını olarak ele alırken ontolojiye, olayların gerektirmektedir.
kayda geçirilmesi olarak yorumlarken de epis-
temolojiye dayalı bir araştırma etkinliği olduğu
söylenebilir.
14 Tarih Felsefesi I
Kendimizi Sınayalım
1. “Tarih”, aşağıdaki medeniyetlerin hangisinin tarih an- 6. “Tarih Felsefesi” terimini bir çalışma alanının adı
layışında, “tanık olunmuş olayları kayıt altına almak üzere olarak kullanan ilk düşünür aşağıdakilerden hangi-
yıllıklar (annales) yazma” anlamında kullanılmıştır? sidir?
a. Mısır a. Voltaire
b. Yunan b. Vico
c. Fenike c. Rousseau
d. Roma d. Hegel
e. İslâm e. Herder
2. “Araştırma yoluyla bilme, öğrenme” ve “öyküleme, 7. Anlamlı tarih felsefelerinin çoğunun bunalım ya da
tarih” anlamlarında kullanılan sözcüğün kök hali ve ait geçiş dönemlerinde ortaya çıktığını savunan düşünür
olduğu dil aşağıdakilerden hangisidir? aşağıdakilerden hangisidir?
a. Geschichte-Almanca a. Collingwood
b. History-İngilizce b. Sorokin
c. Historia-Latince c. Atkinson
d. Historein-Yunanca d. Walsh
e. Tarih-Arapça e. Gasset
3. Geçmişte kalan insan-toplum olaylarını bir bütün ola- 8. Tarihten hakikati arama ve açıklama yönleriyle
rak ifade eden Latince terim aşağıdakilerden hangisidir? doğa biliminden beklenen açıklığı ve kesinliği aynı öl-
a. Rerum natura çüde bekleyen yaklaşım aşağıdakilerden hangisidir?
b. Res cogitans a. Marxizm
c. Res gestae b. Tarihselcilik
d. Historia rerum gestarum c. Pozitivizm
e. Res extentia d. İdealizm
e. Hegelcilik
4. Tarihi bir varlık sorunu olarak yorumlayan bir fel-
sefeciyle, onu bir bilgi etkinliği olarak gören felsefeci- 9. Walsh’a göre analitik tarih felsefesi, aşağıdaki soru-
nin ortak varsayımı aşağıdakilerden hangisidir? lardan hangisinin yanıtını aramaz?
a. Tarihte ereklilik vardır. a. Tarihin araştırma yöntemi nedir?
b. Tarihsel olaylar bilinebilir. b. Tarihten elde edilen bilginin güvenilirliği nasıl
c. Tarih tekerrürden ibarettir. anlaşılır?
d. Tarihte yasalar vardır. c. Belgelerin tarih olaylarına ilişkin bilginin güve-
e. Tarih geçmiş olayların konu edildiği bilimdir. nilirliğine katkısı nedir?
d. Tarihte yasa var mıdır?
5. Tarihselcilik (historicism) aşağıdakilerden hangisi- e. Tarih olayına ilişkin bilginin sağlamlığı kanıtla-
ni savunmaz? nabilir mi, nasıl?
a. Tüm insan bilimlerinin doğa bilimi yöntemine
göre kurulması gerektiğini 10. Aşağıdakilerden hangisi bir tarih metafiziği sorusu
b. İnsanın düşünce ve emeğinden çıkmış her şeyin değildir?
tarih içerisinde oluştuğunu a. Tarihte zorunlu yasalar var mıdır?
c. İnsan ürünü her şeyin tarihin her döneminde b. Tarihin anlamı nedir?
değişikliğe uğradığını c. Tarih bir ereğe doğru ilerlemekte midir?
d. Bilimin, mesleklerin, hatta felsefenin bile, tarih- d. Tarih tekerrürden mi ibarettir?
sel bir temele sahip olduğunu e. Tarih güvenilir bilgi verebilir mi?
e. İnsanın düşünce ve eylem ürünlerinin toplum-
lar değiştikçe değiştiğini
1. Ünite - Tarih Felsefesi Nedir? 15
Okuma Parçası
...Benim ‘tarih felsefesi’ terimini kullanışım bunların şey, felsefe için bilgi kuramıdır. Psikologun “Tarihçiler
hepsinden farklıdır; ondan ne anladığımı açıklamak nasıl düşünür?” diye sorduğu yerde, filozof “Tarihçiler
için de, önce felsefe anlayışıma ilişkin bir şeyler söy- nasıl bilir? Geçmişi nasıl kavrarlar?” diye sorar. Buna
leyeceğim. karşılık, geçmişi kendinde bir şey olarak kavramak ör-
Felsefe kendine dönük düşünmedir. Felsefe yapan zi- neğin, şu kadar yıl önce şu şu olayların gerçekten oldu-
hin hiçbir zaman yalnızca bir nesne hakkında düşün- ğunu söylemek, filozofun değil, tarihçinin işidir...
mez; herhangi bir nesneyi düşünürken, aynı zamanda
hep o nesneye ilişkin kendi düşüncesi hakkında dü- Kaynak: Collingwood, R.G. (2010). Tarih Tasarımı,
şünür. O zaman, felsefeye ikinci dereceden düşün- çev. Kurtuluş Dinçer, Ankara: DoğuBatı (4. Baskı), s.
ce, düşünce hakkında düşünce denebilir. Örneğin, 36-38.
Dünya’nın Güneş’ten uzaklığını keşfetmek, düşünce
için birinci dereceden bir işi, bu durumda gökbilimin
işidir; Dünya’nın Güneş’ten uzaklığını keşfederken bi-
zim yaptığımızın tam olarak ne olduğunu keşfetmek Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı
ikinci dereceden düşünce işi, bu durumda mantığın ya 1. e Yanıtınız doğru değilse, ünitenin “Tarih
da bilim kuramının işidir. Felsefesi Hangi Anlama/Anlamlara Gelir?”
Bu, felsefe zihin bilimi ya da psikolojidir demek değil- başlıklı bölümünü yeniden okuyunuz.
dir. Psikoloji birinci dereceden düşüncedir; zihni tıpkı 2. d Yanıtınız doğru değilse, ünitenin “Tarih
biyolojinin yaşamı incelediği gibi inceler. Düşünce ile Felsefesi Hangi Anlama/Anlamlara Gelir?”
nesnesi arasındaki ilişkiyle uğraşmaz, nesnesinden ta- başlıklı bölümünü yeniden okuyunuz.
mamen ayrı bir şey olarak, yalnızca dünyada olup biten 3. c Yanıtınız doğru değilse, ünitenin “Tarih
bir şey olarak, kendi başına tartışılabilen özel türden Felsefesi Hangi Anlama/Anlamlara Gelir?”
bir fenomen olarak doğrudan doğruya düşünceyle başlıklı bölümünü yeniden okuyunuz.
uğraşır. Felsefe hiçbir zaman kendi başına düşüncey- 4. b Yanıtınız doğru değilse, ünitenin “Tarih
le ilgili değildir; hep onun nesnesiyle ilişkisine bakar, Felsefesi Hangi Anlama/Anlamlara Gelir?”
dolayısıyla düşünceyle olduğu kadar nesneyle ilgilidir. başlıklı bölümünü yeniden okuyunuz.
Felsefeyle psikoloji arasındaki bu farklılık, şimdilik 5. a Yanıtınız doğru değilse, ünitenin “Tarih
geçmiş diye tanımlayacağımız özel türden bir nesneyle Felsefesi Hangi Anlama/Anlamlara Gelir?”
ilgili özel türden bir düşünme olan tarihsel düşünme başlıklı bölümünü yeniden okuyunuz.
konusunda bu disiplinlerce benimsenmiş farklı tutum- 6. a Yanıtınız doğru değilse, ünitenin “Tarih
lara bakarak betimlenebilir. Psikolog tarihsel düşün- Felsefesinin Ortaya Çıkışı” başlıklı bölümünü
meye ilgi duyabilir; tarihçide sürüp giden zihinsel ola- yeniden okuyunuz.
yın özel türlerini çözümleyebilir; örneğin, tarihçilerin, 7. b Yanıtınız doğru değilse, ünitenin “Tarih
gerçek dünyada doğru dürüst yaşayamayacak kadar Felsefesinin Ortaya Çıkışı” başlıklı bölümünü
nevrotik olduklarından, sanatçılar gibi bir düş dünyası yeniden okuyunuz.
kurmuş insanlar olduklarını ama sanatçıların tersine, 8. c Yanıtınız doğru değilse, ünitenin “Tarih
bu düş dünyasını geçmişe yansıttıklarını, çünkü nev- Felsefesinin Ortaya Çıkışı” başlıklı bölümünü
rozlarının köklerini çocukluklarındaki geçmiş olaylara yeniden okuyunuz.
bağladıklarını, bu nevrozlardan kurtulmak için boş bir 9. d Yanıtınız doğru değilse, ünitenin “Tarih
çabayala hep geçmişe döndüklerini ileri sürebilir... Felsefesinin Ortaya Çıkışı” başlıklı bölümünü
Filozof için dikkat isteyen olgu, ne tarihçi için olduğu yeniden okuyunuz.
gibi kendi başına geçmiştir ne de psikolog için olduğu 10. e Yanıtınız doğru değilse, ünitenin “Tarih
gibi tarihçinin kendi başına geçmişe ilişkin düşünce- Felsefesinin Ortaya Çıkışı” başlıklı bölümünü
sidir; karşılıklı ilişkileri içinde her ikisidir. Nesnesiyle yeniden okuyunuz.
ilişkisi içinde düşünce, salt düşünce değil, bilgidir; o
zaman psikoloji için salt düşünce kuramı, herhangi
bir nesneden soyutlanmış zihin olayları kuramı olan
16 Tarih Felsefesi I
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Antikçağ Yunan toplumunda ortaya çıkan efsaneye dayalı tarih anlayışını özet-
leyebilecek,
Sofistler’den sonra Yunan toplumunda tarihçiliğin ve tarih yazıcılığının kazan-
dığı yeni özellikleri ve yönelimleri değerlendirebilecek,
Platon’un kurduğu felsefe sisteminin tarih anlayışına nasıl yansıdığını yorum-
layabilecek,
Platon ve Aristoteles’in felsefe sistemlerini Antikçağ Yunan kültüründeki theo-
ria-historia karşıtlığıyla ilişkilendirebilecek,
Theoria-historia karşıtlığının, tarihin Batı kültüründeki konumu üzerine etki-
lerini değerlendirebileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Historein • Çağlar Öğretisi
• Evren Anlayışı • Yöntem
• Efsane/Mythos • Kehanet
• Akılcılık • Theoria-Historia Karşıtlığı
İçindekiler
• ANTİKÇAĞ YUNAN DÜNYASINDA
EFSANEYE DAYALI TARİH ANLAYIŞI
• SOFİSTLER’DEN SONRA YUNAN
Antikçağ Yunan Dünyasında
Tarih Felsefesi I TARİHÇİLİĞİ VE TARİH YAZICILIĞI
Tarih Anlayışı • PLATON’UN TARİH ANLAYIŞI
• THEORİA-HİSTORİA KARŞITLIĞININ
OLUŞMASI VE YERLEŞMESİ
Antikçağ Yunan Dünyasında
Tarih Anlayışı
Homeros ve Hesiodos
Antikçağ Yunan medeniyetinde tarih konusunun, diğer pek çok medeniyette ol Homeros’un bilinen en
duğu gibi, efsaneler tarafından işlendiği söylenebilir (Bıçak 2004, s. 50). Herodo büyük yapıtları, İlyada ve
Odysseia adlı iki destanıdır. Bu
tos’un başlattığı tarihçilik geleneğine kadar etkili olan efsaneye dayalı bu dönem destanlarda din, kahramanlık
de etkili olmuş başlıca isimler Homeros ve Hesiodos’tur. Hatta Yunanlılara göre ve gelenek ağırlıklı yer tutar.
Hesiodos’un Theogonia ile
Homeros ve Hesiodos’un insanlığın ilk çağları için yetkili tarihçiler oldukları da İşler ve Günler yapıtlarında da
öne sürülür (Sikes 1914, s. 2). Homeros’un kendi destanlarında kültüre, toplumun bu konuların ön plana çıktığı
görülebilir.
değer ve yaşama biçimlerine yer vermesi, hatta tanrıların, kahramanların, soylu
ailelerin soykütüklerini aktarması, tarihçilik açısından önemli veriler olarak yo
rumlanmaya uygundur (Bıçak 2004, s. 50).
Homeros ve Hesiodos’un destanlarında din, kahramanlık ve gelenek gibi ko
nuların ağırlıklı yer tutmasını ve her iki ozan-düşünürün de konuları işlerken
tarihe sıklıkla gönderme yapmış olmalarını, onların tarihçilik görevini yerine ge
tirmek gibi bir kaygıya da sahip olduklarının bir belirtisi olarak yorumlayabiliriz
(Forsdyke 1956, s. 138).
M.Ö. 8. yüzyılda yaşamış olan Hesiodos, Antik Yunan tarih düşüncesini ana
hatlarıyla ortaya koyan ilk düşünürdür, demek yanlış olmaz. Hesiodos, tarih dü
şüncesini içeren iki ayrı yapıtında, tarihi iki ana bölüme ayırmıştır: Theogonia’da
20 Tarih Felsefesi I
Hesiodos, zaman ilerledikçe (2006), evrenin oluş sürecini, tanrıların özelliklerini ve görevlerini, insanın ortaya
insanların tanrılardan
uzaklaştıkları, bozuldukları ve çıkışını ele almış, daha çok tanrıların tarihini anlatmaya yoğunlaşmıştır. Works
kötüleştikleri görüşündedir. and Days’de (2006) (Türkçesi: İşler ve Günler, 1977) ise, insanın tarihi ağırlıklı
yer tutmuş, hatta Hesiodos bu yapıtında kendinden önceki ve sonraki nesilleri
kapsayacak şekilde insanın geçmişini ve geleceğini-daha doğrusu insanın geçmişi
ve geleceği konusunda kendi öngörülerini- ele almıştır. Hesiodos, zamana bağlı
olarak insanlığın kötüye gittiği, insanın özelliklerinin olumsuza doğru değiştiği
görüşlerini “Çağlar Öğretisi” de denilebilecek bir temellendirme çerçevesinde or
taya koymuştur.
Hesiodos’un eserleri için verilecek referans numaraları sayfa değil, fragman numa-
raları olarak anlaşılmalıdır. Örneğin (Works and Days, 155-160), İşler ve Günler
eserinin 155. ilâ 160. fragmanları arasındaki anlatıma işaret eder.
Hesiodos, çağlar öğretisiyle, tarihte “kötüye gidiş” fikrinin ilke olarak kabul edil
mesinde ve tarih felsefesinin oluşumunda öncü olmuştur. Efsaneye dayalı tarih
anlayışının Homeros ve Hesiodos ile birlikte bir başka temsilcisi de Pindaros’tur.
Şimdi Pindaros’un Yunan tarihçiliğine katkılarını daha yakından tanıyalım.
Pindaros
Pindaros (M.Ö. 518-438) da Homeros ve Hesiodos gibi, Antik Yunan medeni
yetinin ozan-düşlünürlerindendir. Starr’a göre, Pindaros’u, Yunan tarihçiliğinde
efsane etkisinden kurtuluşun örneklerinden biri olarak, “bilimsel” tarihi başlat
tığı ileri sürülen Herodotos için de bir hazırlayıcı -yani bir geçiş dönemi tarih
çisi-olarak yorumlamamız olanaklıdır (Starr 1967, s. 403). Pindaros, Olympian
Odes’ da (VII. Kitap), Rodos’un efsaneye dayalı tarihini anlatmştır ve bu anlatıda
geçmiş, değişmeyen gerçeklik olarak anlaşılmıştır (a.y., s. 394). Geçmişin Pindaros
için önemi büyüktür; fakat Pindaros’un fliirlerinde genel olarak zaman, her üç bo
yutuyla da (geçmiş, bugün, gelecek) önemli yer tutmuştur. Hatta ilk olarak tarih
olaylarını zaman boyutunda değerlendirenin de Pindaros olduğunu söyleyebiliriz
(Olympian Odes X, 1997, 115).Yine de Pindaros, ailelere, olimpiyatlara, devlete
fazlasıyla yer ayırdığı tarih anlatılarında, ele aldığı konular çerçevesinde ortaya
çıkan sorunları, konuyla ilgili efsaneleri tekrarlayarak aşmaya çalışmıştır (Starr
1967, s. 394).
Pindaros’un şiir biçiminde dile getirdiği tarih düşüncesinin zamanla ilişkili Pindaros’un şiirlerinde
ön plana çıkan önemli
boyutu da olduğunu söylemiştik. Şimdi Pindaros’un düşüncesinde ön plana çıkan unsurlardan biri de tüm
diğer temel özellikleri sıralayalım: boyutlarıyla zamandır.
• Pindaros’a göre, geçmiş yaşamın niteliği ve özü, kendi günündekinden çok Dithrambos: Tanrı Dionisos
farklı değildir, hatta Pindaros geçmiş insanların “kıskançlık ve nefret” ile onuruna söylenen, onun
yaşamından, acı ve tatlı
yönlendirilmiş olduğunu bile söylemiştir (Nemean Odes VII, 1997, 399). serüvenlerinden söz eden,
• Pindaros, eski dithrambos yazarlarını hem kullandıkları terimler hem de kimi kez ciddi kimi kez de açık
saçık ezgiler. Tanrı olmasına
uzun ve zor anlaşılır cümle kurdukları gerekçeleriyle eleştirimiş ve yenilikle karşın, Dionisos da ölmüş,
rin, yenilikçilerin-kendisi dahil- ortaya çıkacağını savunmuştur. Fakat yeni ama Zeus ona yeniden can
liklerin değişikliği de getirdiğinin farkında bir ozan-düşünür olarak, değişik vermiştir. Böylece, Dionisos,
“iki kez doğan” anlamına
lik konusunda zamanın etkisini dikkate almıştır (Starr 1967, s. 394-395). gelen dithrambos niteliğini
• Pindaros’a göre, insanların gelecek hakkında kehânette bulunmaları yersiz kazanır. Sonradan onun için
koro ile söylenen ezgilere de
ve anlamsızdır (Olympian Odes XII, 1997, 129). dithrambos denilmiştir. Bu da,
• Efsaneler Pindaros’a göre bizi aldatan ustaca düzenlenmiş hikâyelerdir, dithrambos teriminin zaman
içinde birden fazla anlama
oysa şairin görevi hakikati araştırmaktır (Starr 1967, s. 399). Pindaros, bu kavuştuğuna işaret eder.
düşüncelerine karşın, efsanelerin güvenilirliğini de gerekçelendirmeye ça
lışmış, çünkü yeni olayları açıklamada temel malzeme olarak yine efsane
lerden yararlanmıştır (Bıçak 2004, s. 54).
• Pindaros, zamandaki ve tarihteki değişikliklere ilişkin farkındalığını yapıt
larına yansıtan, Starr’ın vurgusuyla, “tarihsel bir dünyada yaşadığını açık
lıkla dile getiren” bir ozan olmuştur (Starr 1967, s. 400).
Pindaros’a göre, insanların
• Pindaros, geleneklerin değişken olduğunun farkındadır ve geleneğin dün gelecek hakkında kehânette
yanın yöneticisi olduğu görüşünü ileri sürmüştür (a.y.). bulunmaları yersiz ve
anlamsızdır.
Yukarıda sıraladığımız temel özelliklerle bezenmiş olan Pindaros’un bazı dü
şüncelerinden-sözgelimi gelenek hakkındaki görüşlerinden Herodotos (Herodot Pindaros, tarihsel bir dünyada
yaşadığını açıklıkla dile getiren
Tarihi, 1983, III/38) ve Platon (Gorgias, 484b) tarafından yararlanılmış olduğunu bir ozan-düşünürdür.
görebiliriz.
Şimdi de efsane temeline dayanmayan, daha doğrusu, Antik Yunan’da felse
fenin ortaya çıkmasından ve geleneksel değerlerin kapsamlı bir sorgulamadan
22 Tarih Felsefesi I
geçmesinden sonra ortaya çıkan tarih anlayışını ele alacağız. Bu dönemin tarih
anlayışına damga vuran başlıca düşünürler olarak da Herodotos ve Thukydides’i
tanımaya çalışacağız.
Geçmişinizi anlamak ve birine anlatmak için efsanelerden, söylenceden başka bir malzeme-
1 niz olmasaydı, kendi toplumunuzun tarihini nasıl anlatırdınız? Bu anlatının sizden sonra
gelecek kuşaklar tarafından dikkate alınması için hangi yollara başvururdunuz? Düşünün.
Kozmogoni: Antik Yunan Evrenin nasıl oluştuğu sorusuna aranan ve önerilen yanıtlar, başlı başına ta
dilinde “evren”, “düzen” rihli olduklarından, tarih düşüncesinin Antikçağ Yunan medeniyetinin evren an
anlamlarına gelen kosmos ile,
“doğum”, “oluşum”, “köken” layışının merkezine oturmasına yol açmışlardır. Felsefeye dayalı evren anlayışı da
gibi anlamları karşılayan efsaneler ve kozmogoniler gibi, oluşu açıklarken evrenin oluş tarihini de konu
goneia sözcüklerinin
birleşiminden oluşan, “evrenin edinir (a.y., s. 111). Toplumsal sorunların çözümünde de sorunu ortaya çıkaranla
kökeni hakkında ortaya atılmış rı ve sorunların kaynaklarını araştırma yolunun izlenmesi, geçmişe ilgiyi artırmış
bilimsel kuram ya da efsane
temelli açıklama” anlamında ve sorunları geçmişi göz önüne alarak çözme girişimleri, insan ve kültür hakkında
kullanılan terim. çeşitli düşüncelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur (a.y., s. 111).
İnsanı ve onunla ilgili olarak ahlak, toplum, devlet gibi sorunları felsefenin
temel sorunları arasında kalıcı biçimde konumlandırmış olan Sofistler, Guthrie’ye
göre, insanın evrimini görmüş, kültüre ve toplumun gelişmesine yönelik ilgile
ri ve görüşleri olan, bunları ele almada felsefeciler arasında ilk olan düşünür
lerdir (Guthrie 1969, s. 46). Dahası, günlük hayatla iç içe olan, şairlerin-başta
Theognis’in, Simonides’in ve Pindaros’un- izleyicileri olarak, erdemin öğretilip
öğretilemeyeceği vb. konuları ayrıntılı biçimde ve felsefî düşünme olanakları içe
risinde tartışıp geliştirmişlerdir (Jaeger 1965, s. 295-296).
2. Ünite - Antikçağ Yunan Dünyasında Tarih Anlayışı 23
“İnsan her şeyin ölçüsüdür; olanların olduklarının, olmayanların, olmadıkla Protagoras’a göre insan ve
onun yetileri, var olanların
rının” sözünün sahibi Protagoras, tanrıları dışarıda tutup, kültürü oluşturan her oldukları, var olmayan şeylerin
tür değerin üreticisi olarak insana işaret etmiştir. Protagoras’ın bakış açısı, Bıçak’a ise olmadıkları konusunda
göre, kültürdeki değerleri temellendirmek üzere kültürlerin köklerinin araştırıl biricik ölçüttür.
masına duyulan gereksinime bağlı olarak, tarih düşüncesinde yeni bir bakış açısı
nın ortaya çıkmasına yol açmıştır (Bıçak 2004, s. 113).
M.Ö. 5. yüzyılda tarihçiler, kendi çağlarındaki sorunlara odaklanırken, fel
sefeciler, sorunlara yaklaşım için farklı bir yola yönelmiştir: Toulmin’e göre,
Pythagoras ve Parmenides’in etkileriyle felsefenin metafizik yoluna girmesi, doğa
bilimlerinin tarihsel görünüşten ziyade kuramsal fizik-matematik yönünde geliş
mesine zemin hazırlamıştır (Toulmin 1965, s. 40).
Felsefe ve tarihin birbirine paralel gelişimi, iki alandaki düşünürlerin benzer
sorunlara farklı tarzda açıklamalar getirmeleri, fakat her iki alanın da birbirini
beslemesi ve birbirinden kopuk düşünülememesi, Herodotos ve Thukydides gibi
tarihçilerin, daha çözümleyici bir bakış açısıyla, günümüzdeki “bilimsel” tarih
anlayışının ilk örneklerini serimlemelerine yol açmıştır. Şimdi bu iki tarihçinin,
sırasıyla, hangi ilkleri başardığına yakından bakalım.
Herodotos
Herodotos’un tarih yazımında taşıdığı kaygıyı ve yazdığı malzemeyi nasıl değer
lendirdiğini kendi sözlerinden okuyarak işe başlayacağız: Herodotos’un Halikarnassos
olarak andığı yer, günümüzde
Muğla ilinin Bodrum ilçesidir.
“Bu, Halikarnassos’lu Herodots’un kamuya sunduğu araştırmadır. İnsanoğlunun
yaptıkları zamanla unutulmasın ve gerek Yunanlıların gerekse Barbarların mey- Barbar, her ne kadar
günümüzde “medeniyet
dana getirdikleri harikalar bir gün adsız kalmasın, tek amacı budur; bir de bunlar bilmeyen”, “vahşi”, “önüne
birbirleriyle neden dövüşürlerdi diye merakta kalınmasın...” (Herodotos 1983, I/21). geleni öldüren” gibi anlamlar
yüklenerek ve çeşitli
toplumlar için bir niteleme
Aşağı yukarı tüm tarihçilerin, tarih anlatan yapıtlar kaleme almadan önce ve olarak kullanılsa da, sözcük,
Eski Yunanca’da, “yabancı
yazarken, benzer kaygılar taşıdığı söylenebilir. Fakat Herodotos’u özgün kılan, bir devletten/toplumdan”,
yalnızca bu kaygıları mıdır? Bu soruya olumlu yanıt vermemiz olanaklı değil “Yunanca konuşmayan”
dir. Olaylara bakış açısı da Herodotos’u özgün ve ilk kılan unsurlardan biridir. anlamlarına gelecek biçimde
kullanılmıştır.
Herodotos, tarih araştırmasında ve aktarımındaki bakış açısını, “Ödevim, bana
anlatılan neyse onu vermektir. İnanmaya gelince, hiçbir şey beni buna zorlayamaz Herodotos, edindiği bilgiyi
değiştirmeden aktarma
ve bunu bütün anlattıklarım için söylüyorum” sözleriyle dile getirir (a.y., VII/52). ve gerekmedikçe kişisel
Herodotos, bu bakış açısına sadık kalarak, anlattığı konuyla ilgili birbirinden görüşlerini aktardığı olaylara
katmama gibi özellikleriyle,
farklı söylentilerin tümünü yapıtına almaya çalışmıştır. tarih yazıcılığında rastlanan ilk
Ayrıca, birbirine karşıt düşünceleri görmezden gelmemesi, anlattığı konuyla ilgili farklı modeli oluşturur.
yazılı belgeler elde ettiği zaman belgeye bağlı kalarak değerlendirme yapması, bilgisinin Herodotos, yazılı belgelere
yetersiz kaldığı durumda bunu açıkça dile getirmesi, kişisel yorumlarını işin içine kattı dayanarak tarih olaylarını
ğında yalnızca beğenilerine ve hayranlıklarına değil de çirkin ve tuhaf bulduğu olaylara değerlendirme konusunda da
bir ilktir.
da yer vermesi, Herodotos’u özgün ve öncü bir tarihçi kılan diğer yönleridir, diyebiliriz.
Bury’ye göre, Herodotos’un eleştirel olarak da nitelenebilecek tavrının geneline Herodotos, birincil kaynakları
her durumda ikincil olanlara
yayılan üç temel nitelikten söz etme olanağı vardır: 1. Sıradan, gündelik deneyimler üstün tutması ve farklı
dışında ortaya çıkan tüm insanüstü ya da mucize olaylara şüpheyle yaklaşmış, fakat söylentileri karşılaştırırken
eleştirel olmasına karşın, Atina
kehânet ve rüyaları, bu tip olaylar kapsamında görmemiştir; 2. Aynı olaya ilişkin farklı geleneğine karşı tutumunun
söylentileri ve dayanaklarını karşılaştırırken eleştirel olmasına karşın, Atina geleneği etkisinden tamamıyla
kurtulamamıştır; bu yönü
ne muhalif olan önyargılı eğilimden kendisini bütünüyle sıyırmayı başaramamıştır; 3. de zaman zaman onun
Doğrudan kaynağından, yani birinci elden/ağızdan alınmış her tür bilgiyi, yazılı-söz nesnelliğine-tarafsızlığına
lü ayırt etmeksizin, ikincil verilerden üstün tutmuştur (Bury 1958, s. 69-70). gölge düşürür.
24 Tarih Felsefesi I
Thukydides
Günümüze ulaşan ve dolayısıyla bilinen tek eseri Peloponnesos Savaşı olan Thuky
dides de yukarıda belirttiğimiz gibi, Herodotos ile birlikte Yunan tarihçiliğinin
önemli isimlerinden biridir. Thukydides, Herodotos’tan farklı olarak, gezdiği
yerler hakkında pek bilgi vermez; yalnızca Peloponnesos Savaşı’nın nedenlerini
ayrıntılı biçimde vermekle yetinir. Hatta savaşın nedenlerini öylesine detaylı ver
miştir ki, Peloponnesos Savaşı’nın 1. kitabının önemli bir kısmı yalnızca Yunan
coğrafyasının bu savaşa nasıl sürüklendiğinin anlatılmasına ayrılmıştır. Thukydi
des’e göre savaşın başlıca nedeni, iç huzursuzluk ve şehir devletleri arasında pat
lak veren kavgalardan kaynaklı göçlere bağlı olarak ortaya çıkan bunalımlardır
(Thukydides 1976, I/2 vd.).
Thukydides, ekonomik etkenleri değişimlerin ve iç savaşların nedeni olarak
gören belki de ilk tarihçidir. Ekonominin değişimler ve savaşlar üzerindeki et
kililiği yönlü savını gerekçelendirmek üzere, Truva savaşı sonrasında müstem
leke olayının artmasını araştırmış, bu olayı ekonomik nedenlere bağlamıştır:
Thukydides’e göre müstemleke sayısındaki artış, gelirlerin de artmasına, gelir artı
şı toplum yapısında değişime, siyasette de tiranların (zorbaların) yönetimi ele ala
rak savaş sanayini geliştirip yayılmacı bir tutumu benimsemelerine kadar uzanıp
Tyrannos, ya da daha bilinen giden olaylara yol açmıştır (a.y., I/12-13).
biçimiyle tiran, halkını silah Thukydides, tarih olaylarını incelerken akılcı bir tutum takınmış, buna bağlı
gücüyle yöneten, kendini olarak tarih olayları karşısında kuşkucu olunması ve öne sürülen her aktarıma
toplumunun üzerinde görerek
vatandaşına karşı sorumluluk ve delile inanılmaması gerektiğini şu sözleriyle savunmuştur: “Bu insanlar eski
duygusuyla hareket etmeyen, zamanların olayları hakkında söylenenleri, hattâ bunlar kendi öz vatanları olsa
zorba bir yönetici olarak
tanımlanabilir. Günümüzdeki bile, yine aynı şekilde araştırmadan alıveriyorlar” (a.y., I/20). Thukydides’in bu
karşılığı, kökeni Latince sözlerinde ortaya çıkan şüpheci tavır, Thompson’a göre onun tarih yazımına,
olan diktatördür. Platon ve
Aristoteles’e göre tiranlık, araştırma ve delillerini derleyip denetlerken çağdaşı tarihçilerde rastlanmayan bir
monarşinin, yani tek kişinin karşılaştırma yöntemi geliştirip uygularken de yansımıştır; bu karşılaştırma üslu
yönetimine dayalı siyasal
sistemin bozulmuş-yozlaşmış bu da Thukydides’in bir başka özgün yönünü ortaya çıkarır (Thompson 1958, s.
biçimidir. 29). Thukydides de Herodotos ile benzer biçimde, öncelikle birincil kaynaklara,
olayın doğrudan kendisine ilişkin belgelere başvurmayı yeğlemiştir (a.y., s. 30).
Olayların ardındaki neden ve ilkeleri araştırıp bulma isteği, Thukydides’in, ince
lediği olaylarda ortaya çıkan sonuçlara, amaçlara ve motiflere odaklanmasına yol
açmıştır. Bu da Thukydides’in tarihçiliğindeki pragmatik yöne işaret eder (a.y.).
Thukydides, bu sayılan yönleriyle Yunan tarihçiliğinde bilimsel yönelişin zir
veye çıktığı bir düşünür olmuştur. İnsan eylemlerini konu alan bilim olan tarih
ya da tarihe böyle bir özelliğin-beklentinin yüklenmesi, Yunan tarih yazımında
efsanelerin etkisinin azalarak olayların araştırılmasının ön plana çıkmasını sağla
mıştır (Bıçak 2004, s. 129-130).
20. yüzyılın ünlü tarih felsefecisi Robin George Collingwood (1889-1943), Yunan
tarihçiliğinin Thukydides ile birlikte hemen hemen tüm özelliklerini kazandığı
düşüncesindedir ve ona göre bu temel özellikler şunlardır: 1. Geçmişi anlamak ve
yorumlamak isteyen tarihçinin, işe sorunlarla başlayarak, bilimsel olması gerektiği
düşüncesi oluşmuştur; 2. Geçmişte insanların yaptıkları hakkında sorular sorul
maya başlanmıştır; 3. Tarihçi için akılcılık özelliğinin kaçınılmazlığı ve zorunlulu
ğu vurgulanmış, tarihçinin ele aldığı soru ve sorunları bazı temellere oturtması ve
2. Ünite - Antikçağ Yunan Dünyasında Tarih Anlayışı 25
Herodotos, neden “tarihin babası” olarak anılır? Herodotos ile Thukydides’in ba-
şardıklarının, günümüz tarih anlayışının oluşumuna katkısı nedir? Düşünün. 2
Platon’un felsefesiyle ilgili bilgilerinizi tazelemek için, İlkçağ Felsefesi (Serdar Uslu,
editör: İskender Taşdelen, Eskişehir: Açıköğretim Fakültesi Yayınları-No:1025,
2010) ders kitabınızın 6. ve 7. ünitelerini tekrar okuyun.
Ruh nasıl bir varlıktır, özellikleri nelerdir? Platon’un ruha yüklediği temel
özellikleri ölümsüzlük, maddesizlik ve görünmezlik olarak sayabiliriz (Phaedo
78b-79b; Republic 435e-444e). Aynı zamanda ruh, tutku, cesaret ve akıl olmak
üzere üç ana bileşene sahip bir yapıdır; hatta ruhun söz konusu bölümlerinin top
lumlarda görünümü de bulunur. Platon bu görünümler için şu örnekleri vermiş
tir: İnsanın zevk ve haz arama eğiliminin temelindeki tutkular Fenikeliler’e, şan
ve şöhrete kavuşma isteğini karşılamak için saldırganlık kuzeydeki yabancılara
ve nihayet, bilgelik-doğruluk gibi kalıcı şeyler peşinde olan akıl da Yunanlılar’a
verilmiştir (Republic, 435e).
Ruhun bölümlerinin farklı toplumlarda farklı düzeylerde ortaya çıkması, ta
rihte bir çeşitliliği kaçınılmaz kılmakta ve bu çeşitliliğin nedeni olarak da yine
insan ve toplumların değişik ruhlara sahip oluşları gösterilmektedir. Öyleyse ruh,
iyileşmeden sorumlu olduğu ölçüde, toplumdaki bozulmadan da aynı ölçüde so
rumludur denilebilir. Bu durumda, Bıçak’a göre, tarih olaylarının tümünü, ruhun
çeşitli biçimlerde ortaya çıkarak kendini gerçekleştirmesi diye yorumlamamız
olanaklı olur (Bıçak 2004, s. 174).
Platon’un Devlet (Politeia) adlı Platon’a göre insanın mutlu yaşaması, 1. Ruhun bölümleri arasında, 2. Devlette
yapıtının 8. ve 9. kitaplarında,
kurumların ve yönetimlerin ve kurumlarında düzen ve uyumun olmasına bağlıdır. Bu iki unsurda ortaya çı
bozuluşları anlatılır ve bu kan düzensizlik ve uyumsuzluklara tarihten derlediği, sıkı bir eleştiri ve sorgu
yönüyle yapıtın, belli açılardan süzgecinden geçirdiği malzemeyle açıklama getirme girişiminin, yani geçmişi
tarih felsefesinin sorunlarını
da kapsadığı düşünülebilir. önemseyerek tarih olaylarını efsanelerden ayıklamasının, Platon’u toplumsal ta
rih anlayışına yönelttiğini söyleyebiliriz (Bıçak 2004, s. 175-176).
Toplumsal tarihte de yalnızca kötü olaylar yer almaz, aksine zenaatların, sanat
ların, bilimin ve felsefenin ortaya çıkmaları ve gelişmeleri gibi iyi olaylar da tarih
te yer alır. Platon, bu düşüncesiyle bir ilerlemeyi kabul ettiğinin işaretini vermiş,
hatta bu iyimser ve umutlu tavrını, felsefî temellere dayalı bir siyaset düzeninin
kurularak kötüye gidişin durdurulabileceği düşüncesinde de korumuştur, diye
biliriz. Bu felsefî temellere dayalı düzeni kuracak olan da Platon’a göre, ruhunun
akıl bölümünün rehberliğinde, yine insandan başkası değildir.
Ruhun tarihte bozulmaya da ilerlemeye de neden olduğu yönlü görüşü,
Platon’un, tarihte bir ilerlemenin olup olmadığı, insanın kökeninin ve tarihteki
amacının ne olduğu ya da olması gerektiği gibi soruları da sormasını gerektir
miş, bu sorulara verdiği yanıtlar da Platon’un tarih metafiziği yapmasının yolunu
açmıştır. Şimdi Platon’un tarih metafiziğindeki ana unsurların neler olduğu ve
Tarih metafiziği, bunun nasıl bir tarih yorumuna götürdüğü üzerinde düşünelim.
temelde, insanı bütünlüklü
bir yapı olarak ele alıp
tarih bağlamında ortaya
koyan düşünce tarzıdır.
Platon’da Tarih Metafiziği ve Tarihin Yorumlanışı
Tarih metafizikleri, evreni Platon’un tarih anlayışına yön veren anahtar kavramlardan birinin ruh olduğunu
kavramada ve açıklamada yukarıda dile getirmiştik. Platon’a göre ruhun iyi eylemleri gelişmeye-ilerlemeye,
ortaya çıkan sorunlara çözüm
getirmeyi ya da yeni bir kötü eylemleri de bozulmaya yol açmaktaydı. İşte Platon’un tarih metafiziğinin
evren kavrayışı geliştirmeyi temelinde de “belirleyici ilke”, “insanın kökeni”, “insanın amacı” ve “tarihte iler
hedefleyen düşünce ürünleri
olarak, evren kavrayışında leme olup olmadığı” sorularına felsefece temellendirilmiş yanıtlar bulma kaygısı
içerilen tüm soruları da vardır (Bıçak 2004, s. 204).
yanıtlama çabasındadır.
2. Ünite - Antikçağ Yunan Dünyasında Tarih Anlayışı 27
Şimdi bu kaygının Platon’da nasıl ifade bulduğuna biraz daha yakından ba İlerleme, değişme, gelişme
gibi olgulara yer yer olumlu
kalım. Platon, Timaios (Timaeus), Kritias (Critias) ve Devlet Adamı (Statesman) yaklaşması, Platon’u
diyaloglarında, kendi yaşadığı dönemin insanlarını, bir felâket sonrasında ya “ilerlemeci” bir “tarih filozofu”
şama tutunmayı başarabilen kişilerin torunları (descendants) olarak nitelemiş, saymamız için yeterli değildir;
çünkü Platon ilerlemenin
felâket gelmeden önceki medeniyetin ya da düzenin felâketle yok olması sonra olanaklılığını teslim ettiği
sında sağ kalanların yaşamlarını sürdürmek için gerekli tüm şeyleri adım adım ölçüde, bozulmadan duyduğu
kaygıları da ifade etmekten
fakat bir hayli zahmete katlanarak elde ettiğini savunmuştur. Bu savunmaya geri durmamıştır.
uygun bir örnek, Timaios ve Kritias diyaloglarında geçen “Atlantis” efsanesi
olabilir (Timaeus, 22b-25d; Critias, 109b-110d). Bu söylenenler, Bıçak’a göre,
Platon’un kültürü ve tarihi ilerlemeci bir tarzda yorumladığı düşüncesini uyan
dırabilir (Bıçak 2004, s. 197).
Fakat kültürde ilerleme, şu aşamalar temelinde görüldüğünde, ruhta bozul Toplumsal yaşam hem
insanın varlığını sürdürmesi
maları da beraberinde getiren bir süreç olur: 1. İnsanın yaşamını sürdürmesi için için zorunlu olması hem de
toplumlar hâlinde yaşamaları zorunludur, toplum yaşamı da işbölümünü berabe refahta artış ve kurumlarda
gelişmişlikle birlikte insanı
rinde getirir, 2. Toplumlarda zenginlik ve kurumlaşma artınca, ahlâkta bozulma bozması nedeniyle çelişki
baş gösterir ve bu bozulma gitgide artar, 3. Toplum bir yandan insan olmanın doğurmaktadır.
gereğiyken, öte yandan insanı her yönüyle bozar, bu da bir çelişki doğurur.
Platon, tüm bu aşamaların zorunlu olduğunun, tarihin başlangıcından ken
di yaşadığı zamana kadar belirli ölçüde bir ilerlemenin sürdüğünün farkındadır
ve insana-topluma ilişkin iyimserliğini temellendirmek üzere, felsefeyi kullanır.
Platon’a göre, 1. İnsan, ahlâkta bozulmanın getirdiği olumsuzlukları, ilerleme sü
recinde geliştirdiği kurumları ve bilgileri kullanarak saf dışı edebilir, 2. Devlet
aşamasına ulaşma ve felsefenin doğuşuyla, kültürde ilerleme zirveye çıkmış olur,
3. Ruhta saklı olan Tanrı öğütleri-yani doğruluğun bilgisinin kaynağı, ruhun ar
keolojisi yapılarak (Phaedrus, 249 c-d) felsefe sayesinde ortaya çıkarılıp, doğru
bilgi temeline uygun devlet kurulunca, çelişki ortadan kalkar.
Platon’un ahlâk ile tarihteki kültürel ilerleme arasında olduğuna işaret ettiği Dialektike, ya da Türkçe
yazılışıyla diyalektik,
çelişkiyi aşma çabası, onun tarihi yorumlama üslubuna da yansımıştır. Devlet ile Platon’da felsefece
Yasalar adlı yapıtlarında, Platon, insanlığın tarihin çeşitli aşamalarında bozulmuş düşünmenin bilgisine, bilginin
gerçek nesneleri olan ideaları
olmalarına karşın insanın gerçekte mükemmel olduğuna işaret eden düşünceler kavrama yoluna yönelten
ortaya koymuştur. Bu düşünceler ekseninde, tarih olayının betimlenmesi ve açık bir yöntemdir. Sokrates de
diyalektiği, karşıtlıklar içinde
lanmasıyla ilgili her bir aşamanın, aşağıdan yukarıya doğru bir diyalektik sürecin yol alan bir karşılıklı konuşma
aşamaları olduğu ileri sürülebilir. Bu diyalektik süreç, adım adım devlet ve felsefe ve bizi ahlak kavramlarının
aşamasına kadar uzanan siyasal ve zihinsel gelişmelerin bütünüdür (Bıçak 2004, tanımlarına vardıracak bir yol
olarak görmüş ve bu biçimde
s. 206). Bu gelişmelerin her bir aşamasının ve sürecin tamamının Platon’daki dile kullanmıştır.
getirilişleri, Bıçak’a göre, tarih felsefesiyle uyumluluk gösterir (a.y.).
Platon’un tarihi yorumlayış üslubu, tarihçilik ve tarih yazımı açılarından bakıl
dığında, Timaios, Kritias ve Yasalar gibi yapıtlarında, Devlet ve Devlet Adamı gibi
daha genç olduğu zamana ait yapıtlarına kıyasla farklıdır (a.y.). Timaios, Kritias ve
Yasalar’da yalnızca “bozulma” ilkesinin tarihin geneline yayılmasıyla kalınmaz,
insanla ilgili daha önceki yapıtlarda gündeme gelmemiş başka somut unsurlar
da ortaya çıkar ve bu tarih sorunu, enine boyuna incelenir (Gunnell 1968, s. 173-
174). Fakat bu incelemeyi daha çok felsefece kaygılar yönlendirdiğinden, Platon’u
bir tarihçi olarak göremeyiz; çünkü tarih sorununu enine boyuna irdelediği söz
konusu yapıtlarında bile, Platon, tek tek tarih olaylarının detayına-gerekli görme
dikçe-girmemiştir (a.y., s. 174). Platon, düşüncesinde gitgide daha baskın olarak
belirecek biçimde, geçmişi, insanlığın kendini gerçekleştirdiği bir alan, anlamlı
bir bütünlük olarak değerlendirmiştir, denilebilir (a.y.).
28 Tarih Felsefesi I
Ayhan Bıçak’ın Tarih Düşüncesi II: Felsefe ve Tarih adlı yapıtı, tarihin ve felsefe-
nin iç içe geçme ve birbirini besleyen çalışmalar olma sürecinin ayrıntılı bir çözüm-
lemesini içerir (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2004).
Artık Platon’un tarih anlayışına hangi kaygıların yön verdiği konusunda temel bir
3 fikir sahibisiniz. Siz Platon’un yerinde olsaydınız, tüm değerleri yıkıp yepyeni bir
sistem mi kurmaya çalışırdınız, yoksa içinde bulunduğunuz toplumdaki yapıyı yal-
nızca gereksinilen ölçüde bir dönüşümden geçirmenin yolunu mu arardınız? Ne-
den? Aranızda gruplar oluşturarak tartışın.
sinde “bildirme”, “haber alma yoluyla bilgi edinme” anlamında kullanılırken, Attika
lehçesinde “görerek, tanık olarak bilme” anlamının yanı sıra fizikten coğrafyaya,
astronomiye, botanik ve zoolojiye, hatta gitgide doğa bilgisini kuşatacak ölçüde
geniş bir anlam içeriğine sahip olmuştur (Özlem 2004, s. 21). Bu kadar zengin
anlam içeriğine ek olarak, Özlem, historein’in bir anlamından daha söz eder, o da
(içinde bulunulan an için) açıklanması olanaklı olmayan ve bu bakımdan olağan
dışı sayılan doğa olguları hakkında tanıklık bilgisidir (a.y.). Bu anlam, Platon’un
Phaidon diyaloğunda, “genel bir açıklamaya sokulamayan, ancak gözlenen, ya da
tanık olunan (historein) olayların bilgisine verilen isim” anlamında da kullanılmış
tır (Phaedo, 96a).
Fakat bütün bu anlatılanlar, historein kavramının yalnızca doğa olaylarına,
insanın dışında kalan olaylara ilişkin bir anlam taşıdığı izlenimi verir. Oysa yu
karıda Yunan tarihçiliğinde pek çok ilki başardığını anlattığımız “tarihin babası”
Herodotos’un, historein kavramını insanların ve toplumların başından geçenleri
kaydetme yoluyla edinilen bilgi anlamına gelecek biçimde kullanma konusunda
da bir ilk olduğu söylenmeden geçilemez (Herodotos 1983, I/1-2). Herodotos’un
bu tavrı, onun kendi yazdığı tarih yapıtına, “tanık olunan ve haber alınan şeylerin
anlatımı” demek olan Historias Apodeiksis adını vermesinde de kendini gösterir
(a.y., 11b). Thukydides de historein sözcüğünün anlam içeriğine bir katkıda bu
lunur: Ona göre historein, yalnızca geçmişteki olayların aktarımı ve kaydından
ibaret değildir, aynı zamanda geçmişte kalan insan-toplum olaylarını değerlen
dirme ve yorumlama etkinliği olarak da anlaşılmalıdır. Bu durumda, historein
sözcüğünün Batı dillerindeki karşılığı olan Historie, histoire, historia, history gibi
sözcüklerin günümüzdeki anlamlarının kökleri Herodotos ve Thukydides’e uza
nıyor, diyebiliriz.
Historein sözcüğünün anlam içeriği sandığımızdan ne kadar zengin ve tarihçi
likle ilgili Antikçağ Yunan düşünürlerinin başardıkları ilkler ne kadar çok olursa
olsun, Antikçağ Yunan medeniyetinin düşünce yapısında, kosmos ile dile getirilen
düzen fikri belirgin biçimde etkilidir ve bu düzenin kalıcı, değişmeyen şeylerinin
bilgisinin, deneyim sınırlarını aşan, akıl temelli bir düşünme yoluyla edinildiği an
layışı da yaygındır. Bu anlayış, Milet Okulu’na kadar geri götürülebilir, fakat theo-
ria kavramıyla ifade bulan araştırma etkinliği ve bu etkinliğin karşısına gelip geçici Theoria’nın Yunanca’daki
şeylerin değişken bilgisini-yani historik bilgiyi ya da doxayı koyarak bir ikilik oluş temel anlamı “görme” olsa da
felsefede bu kavrama daha
turma, ne yalnızca Milet Okulu’ndan Sofistlere dek uzanan doğa filozofları tarafın çok “aklın gözüyle görme”,
dan ne de yalnızca Sofistler ve Sokrates tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu tarz bir “deneyimden bağımsız olarak
düşünülenler alanındaki
ikiliğin, dolaylı da olsa, en yetkin ifade bulduğu metinler, kendilerinden önce gelen değişmeyenleri görme”
düşünce mirasını ustaca sentezleyen ve bu sentezin üzerine kendi düşüncelerini de anlamları yüklenmiştir.
katan büyük sistem filozofları Platon’un ve Aristoteles’in yapıtları olmuştur.
Özellikle Platon’u felsefe yapmaya yönelten, toplumunun evren anlayışını sar
sılmaz temellere yaslamak ve Sofistlerin göreciliğinin aksine genel-geçer ahlak
Platon da Aristoteles de
ölçütlerini bulup temellendirmek gibi kaygılar olduğundan, Platon’un felsefeyi varlık ve bilgi konusunda,
ele alış ve işleyiş biçiminin de kalıcı bir varlık düzenini ve bunun bilgisini ortaya “değişmeyen varlığın/
varlıkların sağlam bilgisi”ni
çıkarmayı hedefleyen yapıda olması şaşırtıcı değildir. elde etmeyi başlıca hedef
Aristoteles de (M.Ö. 384-322), Akademia’sından mezun olduğu hocası Platon’un olarak görmüşlerdir.
En azından felsefe gibi
pek çok konuda izinden gitmiş, fakat yer yer onu aşan, bilimsel düşünüşe, bilimler theoriaya dayalı bir etkinlik
sınıflamasına yol açan, bütün bunlardan öte, mantık adlı yepyeni bir bilgi alanının söz konusu olduğunda,
varlığını keşfeden ve temellendiren bir filozof olmuştur. Aristoteles, theoria-his gündelik deneyimlerin ya
da tek tek doğa olaylarının
torianın birbirine karşıt olarak konumlanması konusunda, Platon’dan daha açık deneyimlenmesinin pek bir
bir söyleme sahiptir, denilebilir. Aristoteles, bilgi alanlarını şöyle sınıflandırır: 1. önemi yoktur.
30 Tarih Felsefesi I
Aristoteles’e göre bilgi alanları Teorik bilgi, 2. Pratik bilgi, 3. Poietik bilgi. Bunlardan ilkini, bilgiyi başka bir şe
üç temel sınıfa ayrılır: 1. Teorik
bilgi, 2. Pratik bilgi, 3. Poietik yin aracı değil de başlı başına kendisi için bir amaç olarak gören fizik, matematik
bilgi. Bu ayrım, genellikle ve metafizik gibi disiplinler oluşturur (Ross 2002, s. 83). İkincisi kapsamına etik,
Aristoteles’in “Bilimler politika, ekonomi gibi insan yaşamındaki eylemlerle ilişkili, iyinin nasıl elde edi
sınıflaması” olarak da bilinir,
fakat Aristoteles’in yaşadığı lebileceğini araştıran disiplinler girer (a.y., s. 220). Son olarak, poietik bilimler, an
dönemde günümüzdeki gibi lamca bilimlerin karşısına konulmuş olan güzel sanatları, yani insan ürünü şeyleri
bir felsefe-bilimler ayrımı
oluşmamıştır. Bu yüzden, kapsar-yani bilgiyi bilgi olarak değil, güzel şeyler yapmak için bir araç olarak görür
“bilimler” yerine “bilgi ve kullanır. Poietik bilgi alanına tragedya, müzik, resim, heykel gibi sanatlar girer
alanları” terimi kullanılmıştır.
(a.y., s. 319; Arslan 2007, s.41).
Aristoteles, bu bilgi alanları sınıflaması çerçevesinde, Herodotos ve
Thukydides’in kazandırdığı anlamları taşıyan historeini historiografya (tarih ya
zımı) olarak adlandırmış ve bu disiplini Peri Poietikes (Şiir Sanatı Üzerine) adlı
yapıtında bir edebiyat türü olarak şiirin altında sınıflamıştır; çünkü Aristoteles’e
göre şiir sanatı imgelem (phantasia) yoluyla bile olsa bir genelliği hedeflerken,
Aristoteles, bugün bildiğimiz tarih yazıcılığı bireysel, rastlantısal olayları edebî bir dille aktarırken böyle bir ge
ve kullandığımız anlamıyla nelliği hiçbir zaman yakalayamaz ve bu da felsefenin peşinde olduğu genellik ile
historeini şiir sanatının
altında bir edebî tür olarak tarih yazımının yalnızca rastlantısalı yakalayabilmesi arasında giderilemez biçim
görmüş ve theoria etkinliği de bir karşıtlık oluşturur (Poietika, 1451b).
olan felsefenin karşısına
koymuştur. Onun bu anlayışı, Aristoteles’te en yetkin ve açık ifadesini bulan theoria-historia-ya da felsefe-ta
yüzyıllar boyunca geçerliliğini rih karşıtlığı, Antikçağ Roma medeniyetinde de aynen korunmuş, olayları kaydet
korumuştur.
mek için yıllıklar tutma (annales) ve tarih yazıcılığı arasında yalnızca edebî ölçüt
ler temelinde ayrım yapılmıştır (Özlem 2004, s. 25): Bu ayrıma göre yıllık yazar
ları, Osmanlı’daki vak’anüvisler gibi memurken, tarih yazıcıları, Cicero’nun ifade
siyle “insanlar için geçmişten dersler çıkaran” edebiyatçılardır (a.y.). Ünitemizin
son bölümünde ele almaya çalıştığımız bu karşıtlık, tarih felsefesinin gidişine yön
verecek ölçüde belirgindir ve tarih felsefesinin özel bir tarihi yazılacak olsa, sayfa
ların önemli çoğunluğunu bu karşıtlığı aşma denemelerinin kaplayacağını söyle
mek herhalde abartı olmaz.
Doğayı anlamaya odaklanan ve yalnızca bu yöndeki çabaları bilgi adına değerli bu-
4 lan yaklaşım, günümüzde de tarih bilgisinin sağlamlığı, temellendirilebilirliği gibi
konularda ortaya koyulan görüşleri etkiliyor mu? Düşünün ve aranızda gruplar
oluşturarak tartışın.
2. Ünite - Antikçağ Yunan Dünyasında Tarih Anlayışı 31
Özet
Antikçağ Yunan toplumunda ortaya çıkan efsane- Sofistler’den sonra Yunan toplumunda tarihçiliğin
1 ye dayalı tarih anlayışını özetlemek. 2 ve tarih yazıcılığının kazandığı yeni özellikleri ve
Antikçağ Yunan medeniyetinde tarih konusu yönelimleri değerlendirmek.
nun, diğer pek çok medeniyette olduğu gibi, Evrenin nasıl oluştuğu sorusuna aranan ve öne
efsaneler tarafından işlendiği söylenebilir. rilen yanıtlar, başlı başına tarihli olduklarından,
Herodotos’un başlattığı tarihçilik geleneğine tarih düşüncesinin Antikçağ Yunan medeniyeti
kadar etkili olan efsaneye dayalı bu dönem nin evren anlayışının merkezine oturmasına yol
de etkili olmuş başlıca isimler Homeros ve açmışlardır. Felsefeye dayalı evren anlayışı da,
Hesiodos’tur. Homeros’un kendi destanlarında efsaneler ve kozmogoniler gibi, oluşu açıklarken
kültüre, toplumun değer ve yaşama biçimleri evrenin oluş tarihini de konu edinir. Toplumsal
ne yer vermesi, hatta tanrıların, kahramanların, sorunların çözümünde de sorunu ortaya çıka
soylu ailelerin soykütüklerini aktarması, tarih ranları ve sorunların kaynaklarını araştırma yo
çilik açısından önemli veriler olarak yorumlan lunun izlenmesi, geçmişe ilgiyi arttırmış ve so
maya uygundur. Hesiodos, tarih düşüncesini runları geçmişi göz önüne alarak çözme girişim
içeren iki ayrı yapıtında, tarihi iki ana bölüme leri, insan ve kültür hakkında çeşitli düşüncele
ayırmıştır: Theogonia’da (2006), evrenin oluş rin ortaya çıkmasına neden olmuştur. M.Ö. 5.
sürecini, tanrıların özelliklerini ve görevlerini, yüzyılda tarihçiler, kendi çağlarındaki sorunlara
insanın ortaya çıkışını ele almış, daha çok tanrı odaklanırken, felsefeciler, sorunlara yaklaşım
ların tarihini anlatmaya yoğunlaşmıştır. İşler ve için farklı bir yola yönelmiştir: Toulmin’e göre,
Günler’de ise insanın tarihi ağırlıklı yer tutmuş, Pythagoras ve Parmenides’in etkileriyle felsefe
hatta Hesiodos bu yapıtında kendinden önceki nin metafizik yoluna girmesi, doğa bilimlerinin
ve sonraki nesilleri kapsayacak şekilde insanın tarihsel görünüşten ziyade kuramsal fizik-mate
geçmişini ve geleceğini-daha doğrusu insanın matik yönünde gelişmesine zemin hazırlamıştır.
geçmişi ve geleceği konusunda kendi öngö Herodotos, edindiği bilgiyi değiştirmeden aktar
rülerini- ele almıştır. Hesiodos, zamana bağlı ma ve gerekmedikçe kişisel görüşlerini aktardığı
olarak insanlığın kötüye gittiği, insanın özel olaylara katmama gibi özellikleriyle, tarih yazı
liklerinin olumsuza doğru değiştiği görüşlerini cılığında rastlanan ilk farklı modeli oluşturur.
“Çağlar Öğretisi” de denilebilecek bir temellen Ayrıca, birbirine karşıt düşünceleri görmezden
dirme çerçevesinde ortaya koymuştur. Pindaros, gelmemesi, anlattığı konuyla ilgili yazılı belge
Rodos’un efsaneye dayalı tarihini anlatmıştır ve ler elde ettiği zaman belgeye bağlı kalarak de
bu anlatıda geçmiş, değişmeyen gerçeklik olarak ğerlendirme yapması, bilgisinin yetersiz kaldığı
anlaşılmıştır. Geçmişin Pindaros için önemi bü durumda bunu açıkça dile getirmesi, kişisel yo
yüktür; fakat Pindaros’un şiirlerinde genel ola rumlarını işin içine kattığında yalnızca beğeni
rak zaman, her üç boyutuyla da (geçmiş, bugün, lerine ve hayranlıklarına değil de çirkin ve tuhaf
gelecek) önemli yer tutmuştur. Hatta ilk olarak bulduğu olaylara da yer vermesi, Herodotos’u
tarih olaylarını zaman boyutunda değerlendire özgün ve öncü bir tarihçi kılan diğer yönleridir,
nin de Pindaros olduğunu söyleyebiliriz. Bunun diyebiliriz.
dışında, Pindaros, zamandaki ve tarihteki deği Thukydides de Herodotos ile birlikte Yunan
şikliklere ilişkin farkındalığını yapıtlarına yan tarihçiliğinin önemli isimlerinden biridir.
sıtan, Starr’ın vurgusuyla, “tarihsel bir dünyada Thukydides, ekonomik etkenleri değişimlerin
yaşadığını açıklıkla dile getiren” bir ozan olmuş ve iç savaşların nedeni olarak gören belki de ilk
tur. Pindaros, zamandaki ve tarihteki değişiklik tarihçidir. O, tarih olaylarını incelerken akılcı bir
lere ilişkin farkındalığını yapıtlarına yansıtan, tutum takınmış, buna bağlı olarak tarih olayları
geleneklerin değişken olduğunun farkında ve karşısında kuşkucu olunması ve öne sürülen her
geleneğin dünyanın yöneticisi olduğu görüşünü aktarıma ve delile inanılmaması gerektiğini sa
benimseyen bir ozan olmuştur. vunmuştur. Thukydides, olayların ardındaki ne
den ve ilkeleri araştırıp bulma isteğiyle bağlantılı
32 Tarih Felsefesi I
olarak, olaylarda ortaya çıkan sonuçları, amaç topluma ilişkin iyimserliğini temellendirmek üze
ları ve motifleri gözeten ve bu unsurlara odak re, felsefeyi kullanır. Platon’a göre, 1. İnsan, ahlâkta
lanan, pragmatik bir tutum sergilemiştir. Bu bozulmanın getirdiği olumsuzlukları, ilerleme
sayılan yönleriyle, Yunan tarihçiliğinde bilimsel sürecinde geliştirdiği kurumları ve bilgileri kulla
yönelişin zirveye çıktığı bir düşünür olmuştur. narak saf dışı edebilir, 2. Devlet aşamasına ulaşma
ve felsefenin doğuşuyla, kültürde ilerleme zirveye
Platon’un kurduğu felsefe sisteminin tarih anlayı- çıkmış olur, 3. Ruhta saklı olan Tanrı öğütleri-yani
3 şına nasıl yansıdığını yorumlamak. doğruluğun bilgisinin kaynağı, ruhun arkeoloji
Platon, kendi çağında tanık olduğu toplumsal si yapılarak (Phaedrus, 249 c-d) felsefe sayesinde
ve siyasi çalkantılar karşısında, şu iki tutum ortaya çıkarılıp, doğru bilgi temeline uygun devlet
arasında bir seçim yapma zorunluluğuyla baş kurulunca, çelişki ortadan kalkar.
başa kalmıştır: 1. Polisi, daha doğrusu Atina’yı Platon’un tarihi yorumlayış üslubu, tarihçilik ve
tüm kurum ve gelenekleriyle geçmişe gömme tarih yazımı açılarından bakıldığında, Timaios,
gayreti içinde olan yıkıcı güçlerle bir olup yep Kritias ve Yasalar gibi yapıtlarında, Devlet ve
yeni bir devlet ve yepyeni bir din oluşumuna Devlet Adamı gibi daha genç olduğu zamana ait
katkıda bulunmak, 2. Karşıt görüştekilerin yan yapıtlarına kıyasla farklıdır. Platon, düşüncesinde
lışlarını ortaya koyup çürüterek Polis’i ayakta gitgide daha baskın olarak belirecek biçimde, geç
tutmak için ne gerekiyorsa yapmak. Platon, bu mişi, insanlığın kendini gerçekleştirdiği bir alan,
tutumlardan ikincisini benimsemiştir ve hocası anlamlı bir bütünlük olarak değerlendirmiştir.
Sokrates’in Sofistlerle mücadelesini devam etti
rerek Polis’i sonuna kadar savunmuştur. Bu se Platon ve Aristoteles’in felsefe sistemlerini
çimi, Platon’un ömrü boyunca din, siyaset, kül 4 Antikçağ Yunan kültüründeki theoria-historia
tür gibi sorunlarla uğraşmasına yol açmış, bu karşıtlığıyla ilişkilendirmek.
sorunlara önerdiği çözümleri temellendirirken Antikçağ Yunan düşüncesinin bütününde ken
de felsefeyi ön planda tutmakla birlikte, malze disini gösteren zihniyet, felsefeyi, kalıcı ve temel
mesini tarihten derlemiştir. olan, deneyimlere ve algılara bağlı olarak değiş
Platon’un felsefesinin olduğu kadar, tarih anla meyen şeyleri araştırmaya yönelen bir etkinlik
yışının da anahtar kavramlarının başında ruh olarak kabul etmiş ve rastlantısal, tekil olaylara
gelir. Platon’a göre ruh hem ilk yaratılan varlık ilişkin bilgi edinmeyi aynı ölçüde önemseme
lardan biridir hem de tüm değişim ve dönüşüm miştir; çünkü bu zihniyet içerisinde hem doğada,
lerin başlıca nedenidir. Ruh, bütün eylemlerin, hem de insan ve toplumda genel bir düzen varsa
iyi ve kötü olarak nitelenen her şeyin ardındaki yımı egemendir. Paul Yorck von Wartenburg, bu
nedendir, yani insanların tüm eylemleri aslında zihniyetin Herakleitos’tan Aristoteles’e kadar tüm
ruhun etkinlikleridir. Platon’un ruha yüklediği Yunan düşüncesinde var olan hakiki bilgi-yani
temel özellikler ölümsüzlük, maddesizlik ve gö episteme ile sanı bilgisi, historik bilgi-yani doxa
rünmezliktir. Aynı zamanda ruh, tutku, cesaret ayrımında ifade bulduğunu ileri sürmüştür.
ve akıl olmak üzere üç ana bileşene sahip bir ya Antikçağ Yunan düşüncesinde historein kav
pıdır. Ruh, iyileşmeden sorumlu olduğu ölçüde, ramının anlam içeriği, iki yönlü olmuştur.
toplumdaki bozulmadan da aynı ölçüde sorum Bunlardan ilki, doğada gözlenen olaylara ta
ludur. Platon’a göre insanın mutlu yaşaması, 1. nıklık etme anlamını içeren, deneyimsel bilgiye
Ruhun bölümleri arasında, 2. Devlette ve ku karşılık gelir. Herodotos, historein kavramını
rumlarında düzen ve uyumun olmasına bağlıdır. insanların ve toplumların başından geçenleri
Toplumsal yaşam, hem insanın varlığını sürdür kaydetme yoluyla edinilen bilgi anlamına ge
mesi için zorunlu olması hem de refahta artış ve lecek biçimde kullanma konusunda bir ilktir.
kurumlarda gelişmişlikle birlikte insanı bozması Thukydides’e göreyse, historein, yalnızca geç
nedeniyle çelişki doğurmaktadır. Platon, tüm bu mişteki olayların aktarımı ve kaydından ibaret
aşamaların zorunlu olduğunun, tarihin başlangı değildir, aynı zamanda geçmişte kalan insan-
cından kendi yaşadığı zamana kadar belirli ölçüde toplum olaylarını değerlendirme ve yorumla
bir ilerlemenin sürdüğünün farkındadır ve insana- ma etkinliği olarak da anlaşılmalıdır. Historein
2. Ünite - Antikçağ Yunan Dünyasında Tarih Anlayışı 33
sözcüğünün anlam içeriği sandığımızdan ne ka Theoria-historia karşıtlığının, tarihin Batı kültü-
dar zengin ve tarihçilikle ilgili Antikçağ Yunan 5 ründeki konumu üzerine etkilerini değerlendir-
düşünürlerinin başardıkları ilkler ne kadar çok mek.
olursa olsun, Antikçağ Yunan medeniyetinin Aristoteles’te en yetkin ve açık ifadesini bulan
düşünce yapısında, kosmos ile dile getirilen dü theoria-historia-yani felsefe-tarih karşıtlığı,
zen fikri belirgin biçimde etkilidir ve bu düze Antikçağ Roma medeniyetinde de aynen korun
nin kalıcı, değişmeyen şeylerinin bilgisinin, de muş, olayları kaydetmek için yıllıklar tutma (an
neyim sınırlarını aşan, akıl temelli bir düşünme nales) ve tarih yazıcılığı arasında yalnızca edebi
yoluyla edinildiği anlayışı da yaygındır. ölçütler temelinde ayrım yapılmıştır. Hatta bu
Platon’u felsefe yapmaya yönelten, toplumunun karşıtlık, tarih felsefesinin gidişine yön verecek
evren anlayışını sarsılmaz temellere yaslamak ölçüde belirgindir ve tarih felsefesinin özel bir
ve Sofistlerin göreciliğinin aksine genel-geçer tarihi yazılacak olsa, sayfaların önemli çoğunlu
ahlak ölçütlerini bulup temellendirmek gibi ğunu bu karşıtlığı aşma denemeleri kaplar.
kaygılar olduğundan, Platon’un felsefeyi ele alış
ve işleyiş biçiminin de kalıcı bir varlık düzenini
ve bunun bilgisini ortaya çıkarmayı hedefleyen
yapıda olması şaşırtıcı değildir. Platon’da idealar,
yalnızca varlık sorunu bağlamında değil, bilgi
sorunu bağlamında da anahtar kavramlardan
biridir. İdealar, zaman ve mekandan bağımsız,
sonsuz-ölümsüz, ne ise o olarak kalan, hiçbir
zaman değişmeyen soyut varlıklardır ve ancak
salt akılla, düşünce yoluyla bilinebilirler. Platon,
idealarla ilgili düşüncelerini ne kadar gözden ge
çirmiş olursa olsun, idealara yüklediği bu temel
nitelikler hep aynı kalmıştır.
Aristoteles, theoria-historianın birbirine karşıt
olarak konumlanması konusunda, Platon’dan
daha açık bir söyleme sahiptir, denilebilir.
Aristoteles, bilgi alanlarını şöyle sınıflandırır:
1. Teorik bilgi, 2. Pratik bilgi, 3. Poietik bilgi.
Aristoteles, sınıflaması çerçevesinde, Herodotos
ve Thukydides’in kazandırdığı anlamları ta
şıyan historeini historiografya (tarih yazımı)
olarak adlandırmış ve bu disiplini bir edebiyat
türü olarak şiirin altında sınıflamıştır; çünkü
Aristoteles’e göre şiir sanatı hayal gücü (phanta
sia) yoluyla bile olsa bir genelliği hedefler, oysa
tarih yazıcılığı bireysel, rastlantısal olayları edebî
bir dille aktarırken böyle bir genelliği hiçbir za
man yakalayamaz ve bu da, felsefenin peşinde
olduğu genellik ile tarih yazımının yalnızca rast
lantısalı yakalayabilmesi arasında giderilemez
biçimde bir karşıtlık oluşturur.
34 Tarih Felsefesi I
Kendimizi Sınayalım
1. Antikçağ Yunan toplumunun gün geçtikçe kötüye 6. Ruh hakkında aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
gittiğini düşünen Hesiodos, bu düşüncesini aşağıdaki a. Ruhun kendisi de bir ideadır.
lerden hangisiyle temellendirmiştir? b. Ruh ölümsüzdür.
a. İnsanların yaşanmış tarihiyle c. Ruh maddesizdir.
b. Tanrıların tarihiyle d. Ruh, tutku, cesaret ve akıldan oluşan bir bütündür.
c. İşler ve Günler’le e. İyiliklerden de, kötülüklerden de ruh sorumludur.
d. Theogonia’yla
e. Çağlar Öğretisiyle 7. Platon, toplumsal yaşam ile ahlâk arasında gördüğü
çelişkinin aşağıdakilerden hangisiyle aşılacağını savu
2. Zaman unsurunu tüm boyutlarıyla tarihinde kulla nur?
nan düşünür aşağıdakilerden hangisidir? a. Kurumların gelişmesiyle
a. Herodotos b. Toplumdaki zenginliğin artmasıyla
b. Pindaros c. Doğru bilgi temelinde ideal devletin kurulma
c. Homeros sıyla
d. Hesiodos d. Zenaatların gelişmesiyle
e. Thukydides e. Savaşmak için cesaretin artmasıyla
3. “Evrenin kökeni hakkında ortaya atılmış bilimsel 8. Platon’da felsefece düşünmenin bilgisine, bilginin
kuram ya da efsane temelli açıklama” anlamına gelen gerçek nesneleri olan ideaları kavrama yoluna yönelten
terim aşağıdakilerden hangisidir? yöntemin Yunanca adı aşağıdakilerden hangisidir?
a. Kozmoloji a. Dikaiosyne
b. Kozmon Psykhe b. Sophrosyne
c. Kozmogoni c. Alethes Doxa Meta Logou
d. Kosmos d. Dialektike
e. Logos e. Aletheia
4. “İnsan her şeyin ölçüsüdür; olanların olduklarının, 9. Historein kavramını ilk kez “insanların ve toplumla
olmayanların, olmadıklarının” sözünün sahibi düşü rın başından geçenleri kaydetme yoluyla edinilen bilgi”
nür, aşağıdakilerden hangisidir? anlamında kullanan tarih düşünürü aşağıdakilerden
a. Protagoras hangisidir?
b. Gorgias a. Sokrates
c. Platon b. Herakleitos
d. Sokrates c. Aristoteles
e. Hippias d. Thukydides
e. Herodotos
5.
Aşağıdakilerden hangisi, Herodotos ile
Thukydides’in ortak yönlerinden biri değildir? 10. Aşağıdakilerden hangisi Aristoteles’in, Herodotos
a. Eleştirel tutum ve Thukydides’in kazandırdığı anlamlarla historeine
b. Nesnellik kaygısı karşı tutumunu dile getirir?
c. Birincil kaynaklara önem verme a. Empeiria adını vermiş ve doğa bilimleri arasın
d. Gezilen coğrafyaların anlatımı da sınıflamıştır.
e. Akılcılık b. Historiografya adını vererek şiir sanatının altın
da bir edebi tür olarak sınıflamıştır.
c. Pratik bilimler arasında sınıflamıştır.
d. Teorik bilimlerden biri olarak görmüştür.
e. Felsefeden beklenen genelliğin bilgisine ulaş
mayı tarihten de beklemiştir.
2. Ünite - Antikçağ Yunan Dünyasında Tarih Anlayışı 35
Okuma Parçası
ATİNALI: Adı ruh olan şeyin tanımı nedir? Şimdi söy ATİNALI: Bir tek ruh mu, birden fazla ruh mu? Ben
lediğimizden başka, yani “kendiliğinden hareket eden ikinizin yerine cevap vereyim: birden fazla. İkiden az
hareket”ten başka bir tanımı var mı? olduğunu düşünmeyelim: biri iyilik yapan, öteki de bu
KLEINIAS: Hepimizin ruh dediği varlığın “kendiliğin nun tersini yapacak güçte olan.
den hareket” olarak tanımlandığını mı söylüyorsun? KLEINIAS: Çok doğru söyledin.
ATİNALI: Evet; eğer bu böyleyse, ruhun, bütün varlık
lardaki her değişikliğin ve hareketin nedeni olduğu orta Kaynak: Platon, Yasalar (2. cilt), çev. Candan Şentuna-
ya çıktıktan sonra, şimdi var olan, daha önce var olmuş Saffet Babür, İstanbul: Kabalcı Yayınları, 1998,
ve ileride var olacak bütün nesnelerin ve karşıtlarının ilk 896a-896e7.
oluşum ve hareket ilkesiyle aynı şey olduğuna yeterince
kanıt getirilmediğinden hâlâ yakınıyor muyuz?
KLEINIAS: Hiç de değil, bütün varlıklar içinde ruhun,
hareket ilkesi olarak en eski olduğu en doyurucu bi Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı
çimde kanıtlandı. 1. e Yanıtınız doğru değilse, “Antikçağ Yunan
ATİNALI: Öyleyse, kendi dışındaki bir şeyden kay Dünyasında Efsaneye Dayalı Tarih Anlayışı”
naklanana ve hiçbir şeyi kendi içindeki güçle harekete başlıklı bölümünü yeniden okuyunuz.
geçiremeyen hareket ikinci sırada değil mi? Ya da as 2. b Yanıtınız doğru değilse, “Antikçağ Yunan
lında ruhsuz bir maddenin uğradığı değişiklik olarak Dünyasında Efsaneye Dayalı Tarih Anlayışı”
kaçıncı sıraya koymak istiyorsan, o sırada yer alması başlıklı bölümünü yeniden okuyunuz.
gerekmiyor mu? 3. c Yanıtınız doğru değilse, “Sofistlerden Sonra
KLEINIAS: Doğru. Yunan Tarihçiliği ve Tarih Yazıcılığı” başlıklı
ATİNALI: Ruh yönettiğine, madde de doğal olarak bölümünü yeniden okuyunuz.
onun yönetiminde olduğuna göre, ruhun maddeden 4. a Yanıtınız doğru değilse, “Sofistlerden Sonra
önce olduğunu, maddenin ise ondan sonra ikinci sıra Yunan Tarihçiliği ve Tarih Yazıcılığı” başlıklı
da geldiğini söylerken kesinlikle haklıydık ve son dere bölümünü yeniden okuyunuz.
ce doğru ve eksiksiz konuşmuş olduk. 5. d Yanıtınız doğru değilse, “Sofistlerden Sonra
KLEINIAS: Evet, çok doğru. Yunan Tarihçiliği ve Tarih Yazıcılığı” başlıklı
ATİNALI: Daha önceki konuşmamızda, eğer ruhun bölümünü yeniden okuyunuz.
bedenden önce olduğu ortaya çıkarsa, ruha ilişkin şey 6. a Yanıtınız doğru değilse, “Platon’un Tarih
lerin de maddeninkinden daha eski olacağı üzerinde Anlayışı” başlıklı bölümünü yeniden okuyunuz.
uzlaştığımızı anımsayalım. 7. c Yanıtınız doğru değilse, “Platon’un Tarih
KLEINIAS: Elbette. Anlayışı” başlıklı bölümünü yeniden okuyunuz.
ATİNALI: Ruh maddeden önce olduğuna göre, karak 8. d Yanıtınız doğru değilse, “Platon’un Tarih
terler, töreler, istenç, muhakeme, doğru sanı, dikkat ve Anlayışı” başlıklı bölümünü yeniden okuyunuz.
anılar da, maddelerin uzunluğundan, genişliğinden, 9. e Yanıtınız doğru değilse, “Theoria-Historia
yüksekliğinden ve gücünden öncedir. Karşıtlığının Oluşması ve Yerleşmesi” başlıklı
KLEINIAS: Zorunlu olarak. bölümünü yeniden okuyunuz.
ATİNALI: Bundan sonra da şu konuda uzlaşmak zo 10. b Yanıtınız doğru değilse, “Theoria-Historia
runlu değil mi? Ruhu her şeyin nedeni olarak koya Karşıtlığının Oluşması ve Yerleşmesi” başlıklı
caksak, iyinin ve kötünün, güzelin ve çirkinin, adaletin bölümünü yeniden okuyunuz.
ve adaletsizliğin ve bütün karşıtların da nedeni değil
midir?
KLEINIAS: Kuşkusuz.
ATİNALI: Ruh hareket eden her şeyin içinde bulundu
ğuna ve onu yönettiğine göre, gökyüzünü de yönettiği
ni söylemek zorunlu değil mi?
KLEINIAS: Elbette.
36 Tarih Felsefesi I
düşünürlere karşı mücadele etmiştir. Fakat bu, Platon’u, olup olmadığı ya da olması için ne yapılması gerektiği gibi
Atina demokrasisini ve kendi çağındaki yönetim yan konularda ortaya çıkan tartışmalarda hâlâ belli bir ağırlık
lışlarını ağır biçimde eleştirmekten de alıkoymamıştır. noktasını oluşturmaktadır. Ne var ki, pozitivisit yaklaşım,
Platon düşüncesinin idealar öğretisi, ruh görüşü, dev özellikle tarihçiler ve diğer insan-toplum bilimleri alan
let-toplum felsefesi ve tarih metafiziği gibi başlıca un larında çalışanlar arasında, kendisine geçen yüzyıldaki
surlarının tümü, hem çağının sorunlarını hem de bu ölçüde taraftar bulamamaktadır.
sorunlara Platon’un önerdiği çözümleri anlamamız açı
sından benzersiz bir malzeme sunmaktadır.
Yararlanılan ve Başvurulabilecek
Sıra Sizde 4 Kaynaklar
Doğayı anlamaya odaklanan ve yalnızca bu yöndeki Aristoteles (2005). Poietika (Şiir sanatı Üzerine), çev.
çabaları bilgi adına değerli bulan yaklaşım, Yeniçağ Nazile Kalaycı, Ankara: Bilim ve Sanat.
Avrupa Medeniyeti’nde yüzyıllar içinde gitgide pekiş Barnes, H.E. (1963). A History of Historical Writing,
miş, bu yaklaşımın etkileri de günümüze kadar uzan New York: Dover Publications.
mıştır. Hatta bu ünitede Aristoteles ile ilgili yazılanlar Barnes, J. (1982). The Presocratic Philosophers, Lon
hatırlanacak olursa, Aristoteles’in de Yeniçağ’daki dü don: Routledge& Kegan Paul.
şünce yapısından tamamen farklı kaygılarla da olsa, bu Bıçak, A. (2004). Tarih Düşüncesi II: Felsefe ve Tarih,
yaklaşıma yakın durduğu söylenebilir. İstanbul: Dergâh Yayınları.
Yalnızca gözlenebilir, deneye tâbî tutulabilir doğa olgu Bıçak, A. (2004a). Tarih Düşüncesi I: Tarih Düşünce-
larını bilginin gerçek malzemesi olarak kabul eden bu sinin Oluşumu, İstanbul: Dergâh Yayınları.
yaklaşımın 19. yüzyılda “pozitivizm” adıyla neredeyse Borst, A. (1997). Computus: Avrupa Tarihinde Zaman
tüm bilgi alanlarını etkisi altına alacak noktaya gelmesi, ve Sayı, çev. Zehra Aksu Yılmazer, Ankara: Dost.
aynı yüzyıl içerisinde Alman düşünür Wilhelm Dilthey Bury, J. B. (1958). The Ancient Greek Historians, New
tarafından da eleştirilmiştir: Dilthey, pozitivizmin tarih- York: Dover Publications.
toplum olaylarını açıklamakta yetersiz olduğu görüşünü Cole, T. (1967). Democritus and The Sources of Grek
temellendirmeye çalışmış, hatta doğa bilimci yaklaşımın Anthropology, Michigan: The American Philolo
kendisinin dahi Avrupa’nın belirli bir tarihsel-kültürel gical Association.
döneminin ürünü olmaktan öteye geçemeyeceğini sa Cornford, F. M. (1965). Thucydides: Mythiscoricus,
vunmuştur. Fakat bu eleştiriler, ne Dilthey’ın yaşadığı London: Routledge& Kegan Paul.
dönemde ne de 20. yüzyılın ilk yarısında dikkate alın Durant, W. (1954). The Story Of Civilization, New
mıştır. Aksine, pozitivizmin salt bilimci rüzgârı, 20. yüz York: Simon and Schuster Press.
yılın ikinci yarısına dek pek çok düşünürün ve düşünce Edelstein, L. (1967). The Idea of Progress In Classical
okulunun yelkenini doldurmaya yetmiştir. Antiquity, Baltimore: The Johns Hopkins Press.
Dolayısıyla, Aydınlanma’dan günümüze kadar uzanan Eliade, M. (2003). Dinsel İnançlar ve Düşünceler Ta-
süreçte, bilimlerin kendi bağımsız araştırma nesnelerini rihi (I-II), çev. Ali Berktay, İstanbul: Kabalcı.
edinmeye ve kendilerini bununla sınırlamaya yönelik tu Forsdyke, J. (1956). Greece Before Homer: Ancient
tumları belirginleşirken, insan-toplum olaylarını araştır Chronology and Mythology, London: Max Parrish.
ma konusu edinen ve bazen “kültür bilimleri”, bazen “tin Gunnell, J. G. (1968). Political Philosophy and Time,
bilimleri”, bazen de “beşeri-sosyal bilimler” adları altında Connecticut: Wesleyan University Press.
sınıflanan sosyoloji, psikoloji, ekonomi, tarih gibi disip Guthrie, W.K.C. (1957). In The Beginning, London:
linlerin doğa bilimlerindeki “yasalılık” ya da “kesinlik” öl Methuen.
çütlerine uydurulmasına çalışılmıştır. Dahası, doğa bilim Guthrie, W.K.C. (1965). A History of Greek Philosophy
lerinde öngörülen yöntemlere aykırı görülen ya da çizilen vol. II, London: Cambridge At The University Press.
sınırları yer yer aşan yöntemlerle iş görmek, “bilimsel” Guthrie, W.K.C. (1969). A History of Grek Philosophy
tutuma aykırı görülmüştür. 1950’den sonra postmoder- vol. III, London: Cambridge At The University Press.
nizm bağlamında ortaya çıkan pek çok eleştiriye karşın, Guthrie, W.K.C. (1975). A History of Grek Philosophy
pozitivist zihniyet, tarih bilgisinin bilimsel değere sahip vol. IV, London: Cambridge At The University Press.
38 Tarih Felsefesi I
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Ortaçağ Avrupa kültürünü ana hatlarıyla özetleyip açıklayabilecek,
Hıristiyanlığın temel savlarının Ortaçağ Avrupa kültürüne ve felsefesine etkile-
rini yorumlayabilecek,
Hıristiyan tarih anlayışını kaynakları ve etkileriyle birlikte değerlendirebilecek,
Augustinus’un ilk tarih filozofu ve teologu olarak görülmesinin ardındaki ne-
denleri saptayabilecek,
Antikçağ’da ortaya çıkan theoria-historia karşıtlığı ekseninde Augustinus’un
tarih felsefesine katkısını değerlendirebileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• İnkarnation • Tarihsel Süreç
• Çizgisel Zaman • Tanrı Kayrası
• Kilise • Iustus Dei
• Eskaton • Tarihsel Zaman
• Kurtuluş • Patristik
İçindekiler
Plotinos’a göre, tüm ve Onun her şeyin kendisinden türediği yaratıcı ilke, “salt iyi”, “en yüksek” olması,
varolanlar, “Bir”in kendisinden
taşması sonucu İlk Akıl’ı çoktanrıcılığı korumak isteyenler kadar Hıristiyanların da Tanrı inançlarını te-
(Nous), onun Evren Ruhunu mellendirmede Plotinos’tan yararlanmalarına yol açmıştır (a.y., s. 122).
(Kosmon Psykhe), evren Şimdi Hıristiyanlığın Avrupa’da Rönesans’a, yani Antikçağ Yunan kültürünün
ruhunun tek tek ruhları
ve son olarak ruhların da yeniden keşfedildiği “yeniden doğuş” dönemine kadar sürdüğü savunulan “dü-
maddeyi meydana getirmesi şünceyi dondurucu” etkilerini ve Batı’da Ortaçağ için olumsuz nitelemeler kul-
sayesinde oluşmuşlardır ve
varlık hiyerarşisinde en alt lanılmasının temellerini anlamaya çalışalım. Böyle bir anlama çalışmasını, iki
basamak kabul edilen maddî adımda gerçekleştireceğiz: Bu adımlardan ilkini, Hıristiyanlığın Ortaçağ kültürü
her şey, aslında Bir’den bir
zerre taşımaktadır. Bu öğretiye üzerindeki etkilerine ilişkin genel bir özet, ikincisiniyse, Ortaçağ düşüncesinin ilk
türüm ya da sudûr teorisi de dönemini simgeleyen Kilise Babaları (ya da Patristik) döneminin düşünce yapısı-
denir.
nın tanınması oluşturacak.
“Çizgisel Zaman”, Yahudi- Mircea Eliade’ye göre, İsa’nın Tanrı’nın bedenlenişi olarak yorumlanması ve
Hıristiyan tarih anlayışıyla
şekillenen yeni zaman anlayışı tarihin Tanrı’nın varlığının başka bir boyutu olarak görülmesi, tarihin yeniden
için sık kullanılan bir addır. Bu “kutsal tarih” hâline gelmesine neden olmuştur, fakat bu “kutsal tarih”, eski dinler-
anlayışta, tarih olaylarının bir de anlaşıldığı biçimiyle efsânevî bir bakış açısını barındırmaz (Eliade 1991, s. 92).
daha tekrar etmeyen, düz bir
çizgi üzerinde sürekli belirli Böyle bir kutsal tarih, yine Eliade’ye göre, bir felsefeden çok bir tanrıbilime
bir sona ya da hedefe ilerleyen ulaşmıştır; çünkü “insanlığın kurtuluşu” diye ifade edilen tarihin ereği, bu dün-
yapıda oldukları düşüncesi ön
plandadır. yadaki tarihin kendisini araçlaştırmıştır: “Kurtuluş” ile insanın ilk yaşadığı cennet
eş anlamlı görüldüğünde, “tarihin sonu”, tarih felsefesinden çok tanrıbilimin bir
sorunu hâline gelir (a.y.).
Hıristiyanlığın tarih anlayışının Ortaçağ düşüncesine ilişkin dikkat çekici incelemeleriyle tanınmış düşünür
başlıca esin kaynağı,
Yahudiliğin tarih anlayışı Etiénne Gilson, Ortaçağ Felsefesinin Ruhu adlı çalışmasında, Hıristiyan tarih an-
olmuştur. layışının başlıca niteliklerini şöyle özetlemiştir:
1. Hıristiyanlığın getirdiği tarih anlayışı daha çok ereklidir. Hıristiyanlık, do-
Tarihin başlangıcı, insanın ğanın bir parçası olan insanı doğaüstü bir amaca yönlendirerek, kendi za-
tarihteki amacı, zamanın ve manındaki tarih kavrayışını ve tarihsel bakış açısını değiştirmiştir (Gilson
tarihin sonu gibi düşünce
unsurları, Yahudiliğin de 2003, s. 439), zaman anlayışı da bu erek temelinde oluşturulmuştur (a.y.,
Hıristiyanlığın da tarih s.441-442);
düşüncesinin ıralayıcı
(karakterize edici) yönlerini 2. Hıristiyanlık, Tanrı’nın başlangıçsızlığı ve sonsuzluğu ile varlıkların gelip
oluşturmuştur. geçiciliği arasında salınıp duran insana, İsa Peygamber aracılığıyla, sonsuz-
luğa kavuşmanın yolunu açmıştır (a.y., s. 442-443);
Eliade, “kurtuluş” ile insanın 3. Yunan düşüncesindeki döngüsellik ve sonsuz dönüşün yerini süreklilik
ilk yaşadığı cennetin eşanlamlı kavramı almıştır: zaten ereğin-amacın olmadığı bir yerde, gelişme sürecin-
görülmesi durumunda,
“tarihin sonu”nun tarih den söz etmenin anlamı olmaz (a.y., s. 445);
felsefesinden çok tanrıbilimin 4. Hıristiyan düşüncesinde, insanlık tarihinin toptan bir gelişme sürecinde
bir sorunu olma yoluna girdiği
düşüncesindedir. olduğu fikri baskındır. Fakat bu, belirsiz ve sınırsız bir süreçte gelişen de-
ğil, kusursuz bir ereğe doğru ilerleyen, düzenli olaylardan örülü bir tarihtir
(a.y., s. 446).
Etiénne Gilson’un Ortaçağ Felsefesinin Ruhu adlı kitabı, Ortaçağ felsefesi ve kül-
türü üzerine son yıllarda yayınlanmış en başarılı çözümlemelerden birisidir (çev.
Şamil Öçal, İstanbul: Açılım Kitap, 2003).
3. Anlatı, İsa Peygamber’in tarihsel yaşamını önceki ve sonraki tüm tarih Collingwood, günümüzde
de zamanı kendisine göre
olaylarının kendisine göre yorumlanacağı bir ölçüt olarak kabul edecek ve ölçtüğümüz Miladi takvimin
tarihi, bu bakış açısıyla, vahiy öncesi ve vahiyden sonra olmak üzere iki ana “İsa’dan Önce” ve “İsa’dan
bölüme ayıracaktır (a.y., s. 94); Sonra” ayrımını, Hıristiyan
tarih düşüncesinin bir etkisi
4. Geçmişi vahiy öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırmak, diğer alt bölümlere olarak yorumlamaktadır.
ayrımın da yolunu açacak; böylelikle tarih, her biri kendine özgü nitelikleri
olan ve her birinin kendisinden öncekiyle sınırı, bu çeşit tarih yazımının Wartenburg’a göre,
dilinde, “çağ açan olay” denen bir olayla çizilmiş çağlardan/dönemlerden Hıristiyanlığın getirdiği tarih
ve zaman anlayışı, Antikçağ
ibaret bir olaylar zinciri olarak anlaşılacaktır (a.y., s. 95). kültürüne yabancıdır ve bu
Hıristiyanlığın, Yahudiliğin etkisi altında geliştirerek benimsediği tarih anla- tarih anlayışı, insanın ve
toplumun tarihsel bir temeli
yışı, yukarıda da dile getirdiğimiz üzere, Antikçağ’ın yabancısı olduğu bir zaman olduğu yönlü önkabulün
anlayışını, fakat bundan da önemlisi, tarih bilincini getirmiştir ve bu tarih bilinci, Yeniçağ Avrupası’nda da
Hıristiyanlık’tan sonra artan bir ivmeyle, Avrupa kültüründe insanlığın tarihsel yaygınlaşmasının temel
nedenidir.
bir gerçeklik, insanın kendisinin de bir tarih varlığı olarak anlaşılmasını yaygın-
laştırmıştır (Wartenburg’dan aktaran: Özlem 2004, s. 29).
Ortaçağ Avrupa düşüncesinin ve kültürünün temel özelliklerini, buna yön ve-
ren ana unsur olan Hıristiyanlığın nasıl bir tarih ve zaman anlayışı getirdiğini
gördük. Şimdi de dikkatimizi tüm bu düşünsel altyapının Augustinus tarafından
nasıl bir açılıma dönüştürüldüğüne, dahası, Augustinus’un nasıl ilk tarih filozofu
ya da tarih teologu olduğuna yöneltelim.
Özet
Ortaçağ Avrupa kültürünü ana hatlarıyla özetle- ilişkin benimsenen düşünceleri ve felsefeyi, “bu-
1 yip açıklamak. lunmuş bir doğru” olarak benimseyip, deyim
Ortaçağ’ın din temelli düşünce yapısının, bazı yerindeyse “hazır paket program” kabul ettikleri
felsefe tarihçilerince, bir geçiş dönemi düşünü- bilgi toplamının bazı tutarsızlıklarını gidererek,
rü sayılabilecek olan Plotinos’tan başlatıldığı bu toplamın çeşitli kısımlarında onarımlar, dü-
söylenebilir. Plotinos, her türlü maddeciliğe zeltmeler yaparak işleme yolunu seçmişlerdir.
tutarlı biçimde karşı çıkmış düşünürlerdendir.
Plotinos’a göre gerçek maddeden oluşmaz, salt Hıristiyanlığın temel savlarının Ortaçağ Avrupa
tinsel niteliktedir. Ayrıca, gerçek varlığa daha 2 kültürüne ve felsefesine etkilerini yorumlamak.
yakın özellikler sergileyen ruh, Plotinos’ta,
Kilise Babaları, Ortaçağ’a temel karakterini
bedeni bir araç olarak kullanan, bölünemez veren Hıristiyan felsefesinin zeminini hazırla-
bir birliğe sahip, anımsamalarına bağlı olarak yan düşünürler için kullanılan bir addır. Kilise
hep kendisiyle özdeş, bileşik bir yapı olan be- Babaları’nın Hıristiyan dogmalarını Antikçağ
denden önce var olmuş bir temel neden ya da Yunan felsefesinin araçlarıyla biçimlendirerek
ilkedir. Dinlerin de insanlara benimsetmeye inancı da kavramsal bir forma dönüştürdükleri
çalıştığı varlık anlayışının ve ruh öğretisinin de bu döneme Patristik Felsefe de denir. Ortaçağ
Plotinos (ve öğrencisi olmakla kendisinin her felsefesinin ilk ana bölümünü oluşturan bu dö-
zaman övündüğü Platon) hakkında buraya ka- nemde (ikinci ana bölümü Skolastik Felsefe
dar söylediklerimizle oldukça tutarlı olduğunu Dönemi oluşturur) yazılanların önemli çoğun-
hatırlatmak yararlıdır. luğunu Hıristiyanlığı diğer inançlara karşı savu-
Platon ve Aristoteles gibi büyük sistem filo- nan, genel dinler tarihi ve Hıristiyan dogmala-
zoflarının yapıtlarıyla bir tür zirveye ulaşan rının tarihini ilgilendiren metinler oluşturmuş
Antikçağ Yunan düşüncesi ve buna bağlı geli- olsa da Kilise Babaları Dönemi’nin felsefeye de-
şen Yunan kültürü, M.S. 5. yüzyıla kadar etki- ğinen, felsefeyle ilgili yönlerin de bulunduğu bir
lerini sürdürse de artık eski gücünü yitirmiş ve düşünce çığırı olduğu söylenebilir. Bu çığırın en
zayıflamaya başlamıştır. M.S. 529 yılında Bizans dikkate değer düşünürlerinden biri Augustinus
(Doğu Roma) İmparatoru Iustinianus’un, ise, herhalde bir diğeri de İskenderiyeli
Platon tarafından kurulan ve o sıralarda Yeni- Clemens’tir. Clemens’e göre, inanmak, bilmekten
Platoncu (Plotinosçu) eğilimi benimsemiş olan önce gelir ve bilmenin temelini oluşturur, fakat
Akademia’yı kapatarak, Hıristiyanlığa aykırı insanın nihai ereği, Tanrı hakikatini anlamak-
gördüğü Yunan felsefesinin okutulmasını ya- tır. Felsefe ile din yahut akıl ile açınlama (vahiy)
saklaması, düşünce özgürlüğü ve farklı görüşle- arasında bir uzlaşma arayışının tarihi olarak da
re tahammül açısından Hıristiyan Ortaçağının görülebilecek olan Ortaçağ Avrupa felsefesinin
genel tutumuna ilişkin benzersiz bir örnek- neredeyse bütününe sinen bu anlamaya yönelik
tir. Yaklaşık M.S. 375 yılındaki Kavimler yaklaşımı en iyi ifade eden de Clemens’in “Credo
Göçü ve yaklaşık M.S. 476 yılında Batı Roma ut intelligam”, yani “Anlayayım diye inanıyorum”
İmparatorluğu’nun yıkılışı gibi büyük ve kit- sözüdür.
lesel olaylar, Antikçağ Yunan medeniyetinde
serpilip gelişmiş ve felsefî-bilimsel niteliği ağır
basan kültürün de varlığını tehlikeye atmıştır.
Kilise’nin Antikçağ felsefesine ilişkin benimse-
diklerini, “barbar” kabul ettikleri Roma-Germen
toplumlarına öğretmesiyle, Antikçağ düşüncesi,
Hıristiyanlaşarak Avrupa’da yayılmaya başlamış-
tır. Ortaçağ Hıristiyan dünyasındaki düşünce-
nin gelişimi, Yunan düşüncesinin tam tersi bir
yol izlemiştir: Ortaçağ düşünürleri, Antikçağ’a
3. Ünite - Tarih Felsefesinin Ortaçağdaki Kökenleri I: Hıristiyan Ortaçağı ve Augustinus 49
Hıristiyan tarih anlayışını kaynakları ve etkileriy- Augustinus’un ilk tarih filozofu ve teologu olarak
3 le birlikte değerlendirmek. 4 görülmesinin ardındaki nedenleri saptamak.
Hıristiyanlığın tarih anlayışının başlıca esin kay- Hıristiyan tarih anlayışını, tanrıbilimden de fay-
nağı, Yahudiliğin tarih anlayışı olmuştur. Tarihin dalanarak en yetkin biçimde temellendirmiş dü-
başlangıcı, insanın tarihteki amacı, zamanın ve şünür Augustinus’tur. Ona “ilk tarih filozofu” ya-
tarihin sonu gibi düşünce unsurları, Yahudiliğin kıştırması yapılmasının nedeni de Hıristiyanlığın
de Hıristiyanlığın da tarih düşüncesinin ıralayı- ana unsurlarından yararlanarak tarih düşünce-
cı (karakterize edici) yönlerini oluşturmuştur. sini kendine özgü bir yorumla temellendirmede
Wartenburg, Antik Yunan düşüncesinin fazlaca gösterdiği başarıdır. Augustinus, zamanın Tanrı
önemsemediği ya da sorunlaştırmadığı zama- değil, insan için var olan bir yapı olduğu düşün-
nın, Yahudilik ve Hıristiyanlık tarafından önem- cesindedir. Bu anlayışa göre Tanrı, yarattığı şeyler
li bir sorun olarak görüldüğü ve hatta Batı’da se- gibi, zamanın bir parçası değildir. Augustinus’a
rimlenen tarih felsefelerinin neredeyse temeline göre İsa Peygamber’in Hıristiyanlar’a kurtuluşu
yerleştirildiği görüşündedir. müjdelemek ve kurtuluşun yolunu göstermek
“Çizgisel Zaman”, Yahudi-Hıristiyan tarih an- için yeryüzünde beden olarak görünmesi, sonu
layışıyla şekillenen yeni zaman anlayışı için sık Eskaton olan tarih sürecinin başlangıcıdır.
kullanılan bir addır. Bu anlayışta, tarih olayları- Augustinus, geliştirdiği tarih ve zaman öğretisiy-
nın bir daha tekrar etmeyen, düz bir çizgi üze- le, tarihin “tekerrürden ibaret” olmak yerine, tek-
rinde sürekli belirli bir sona ya da hedefe ilerle- rarı olmayan olaylardan örülü bir defalık bir süreç
yen yapıda oldukları düşüncesi ön plandadır. olduğu düşüncesini Avrupa kültürüne yerleştir-
Eliade, “kurtuluş” ile insanın ilk yaşadığı cenne- miştir. Augustinus, Hıristiyanlığın öğretisi doğ-
tin eş anlamlı görülmesi durumunda, “tarihin rultusunda yaşayan temiz ahlâklı insanların, gele-
sonu”nun tarih felsefesinden çok tanrıbilimin cekte kurtulmuşlar arasında yer alarak, bir “Tanrı
bir sorunu olma yoluna girdiği düşüncesindedir. Devleti”nin yurttaşları olacağını savunmuştur.
Gilson’a göre Hıristiyan tarih anlayışının getirdi- Augustinus’un tarih görüşünde tarih olaylarının
ği çizgisel zaman kavrayışının temelinde, erekli- kendi başlarına bir anlamı yoktur, tarihteki olay-
lik düşüncesi vardır. Collingwood, günümüzde lar yalnızca Eskaton’da kararlaştırılacak ödülün
de zamanı kendisine göre ölçtüğümüz Miladi veya cezanın temeli olmaları bakımından bir an-
takvimin “İsa’dan Önce” ve “İsa’dan Sonra” ay- lam ifade eder. Bu yönüyle, Augustinus’un tarih
rımını, Hıristiyan tarih düşüncesinin bir etkisi görüşü, bir felsefe olmaktan çok, bir tanrıbilim
olarak yorumlamaktadır. (teoloji) olma özelliği gösterir.
Yine Wartenburg’a göre, Hıristiyanlığın getirdi-
ği tarih ve zaman anlayışı, Antikçağ kültürüne Antikçağ’da ortaya çıkan theoria-historia karşıtlı-
yabancıdır ve bu tarih anlayışı, insanın ve toplu- 5 ğı ekseninde Augustinus’un tarih felsefesine katkı-
mun tarihsel bir temeli olduğu yönlü önkabulün sını değerlendirmek.
Yeniçağ Avrupasında da yaygınlaşmasının temel Augustinus’un geliştirdiği teolojik yaklaşım,
nedenidir. Doğan Özlem’in haklı olarak belirttiği gibi, fel-
sefe düzleminde Aristoteles’in yerleştirip yay-
gınlaştırdığı theoria-historia arasındaki karşıtlığı
aşamamıştır. Hatta Augustinus’un kendisi dahi,
bilgi alanlarını sınıflarken, tarih yazımına (his-
toriografya) gramerin yanında yer ayrımıştır.
Bu etki, tüm Ortaçağ’da da görülmüştür. Zaten
Augustinus’un başlıca düşünsel kaygısı, bir tarih
felsefesi geliştirmekten çok, yaşamın her alanın-
da Hıristiyan tanrıbiliminin (teolojisi) ilkelerini
temellendirmek ve benimsetmek olduğundan,
onun theoria-historia ayrımını benimseyerek
sürdürmesini şaşırtıcı olarak görmemek gerekir.
50 Tarih Felsefesi I
Kendimizi Sınayalım
1. Gerçek îmanın, kişinin Tanrı önünde kibrini kır- 5. Etiénne Gilson’a göre aşağıdakilerden hangisi,
ması ve nefsini alçaltması olduğunu savunan düşünür Hıristiyan tarih anlayışının temel niteliklerinden biri
aşağıdakilerden hangisidir? değildir?
a. Augustinus a. Döngüsellik ve sonsuz dönüşün yerini sürekli-
b. Kartacalı Tertullianus lik kavramını alması
c. Origenes b. İnsanlık tarihinin, kusursuz bir ereğe doğru
d. Plotinos ilerlemesi
e. İskenderiyeli Clemens c. İnsanlara, asla sonsuzluğa kavuşamayacakları
düşüncesini dayatması
2. “Anlayayım diye inanıyorum” yaklaşımını savunan d. İnsanlık tarihinin toptan bir gelişme sürecinde
düşünür aşağıdakilerden hangisidir? olduğu fikrinin baskın olması
a. İskenderiyeli Clemens e. İnsanlık tarihinin, düzenli olaylardan örülü bir
b. Etiénne Gilson tarih olması
c. Augustinus
d. Kartacalı Tertullianus 6. Günümüzde de zamanı kendisine göre ölçtüğümüz
e. Mircéa Eliade Miladi takvimin “İsa’dan Önce” ve “İsa’dan Sonra” ay-
rımını, Hıristiyan tarih düşüncesinin bir etkisi olarak
3. Wartenburg ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yorumlayan düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
yanlıştır? a. Collingwood
a. Yahudilik ve Hıristiyanlık, çizgisel-teolojik bir b. Gilson
zaman anlayışı geliştirmiştir. c. Eliade
b. Hıristiyanlık, zaman anlayışı bakımından d. Wartenburg
Antikçağın bir ardılıdır. e. Dinkler
c. Antikçağ Yunan düşüncesi çizgisel zaman anla-
yışıyla tanışık değildir. 7. Augustinus’a göre zamanla ilgili aşağıdaki ifadeler-
d. Çizgisel-teolojik zaman anlayışı, Yeniçağ den hangisi yanlıştır?
Avrupası’nda dünyevîleşmiştir. a. Tanrı zamanın dışındadır.
e. Çizgisel zaman anlayışı, neredeyse tüm Batılı b. Tanrı tarafından yaratılmış her şey zamanın
tarih filozoflarında görülür. içindedir.
c. Zaman, geçmiş-şimdi-gelecek arasında bulu-
4. Mircea Eliade’ye göre, “tarihin sonu”, en çok aşağı- nan bir yapıdır.
dakilerden hangisine bağlı olarak tarih felsefesinden d. Zaman, şimdi yaşamakta olan kişinin anımsa-
çok tanrıbilimin bir sorunu haline gelir? ması ve beklentisiyle anlam kazanır.
a. İsa’nın Tanrı’nın bedenlenişi olarak yorumlan- e. Zamanın varlığının anlamlılığı, insanın anım-
masına sama ve beklentisine bağlı değildir.
b. Tarihin Tanrı’nın varlığının başka bir boyutu
olarak görülmesine 8. İnsanı yaptıklarından dolayı ödüllendirecek veya
c. Kutsal tarihin tanrıbilime ulaşmış olmasına cezalandıracak olan en yüksek ölçüt, Augustinus’a göre
d. Tarihin din ekseninden çıkarılmasına aşağıdakilerden hangisidir?
e. “Kurtuluş” ile insanın ilk yaşadığı cennetin a. Gratia
eşanlamlı görülmesine b. Iustus Dei
c. Eskaton
d. Civitas Diaboli
e. Civitas Dei
3. Ünite - Tarih Felsefesinin Ortaçağdaki Kökenleri I: Hıristiyan Ortaçağı ve Augustinus 51
9. Augustinus’a göre tarih sürecinin sonunda aşağıda- ...xxvii. Tanrı’ya Hizmet Edenlerin, Kusursuz Sükûneti
kilerden hangisi yer alır? Bu Geçici Yaşamda Elde Edilemeyen Huzuru Üzerine.
a. Îmân Fakat şimdi sahip olduğumuz huzurun tadını almamız
b. Kilise bile inanç yoluyla ve Tanrı sayesinde olduğuna göre,
c. Eskaton bu huzurun tadına sonsuza dek varabilmemiz de yine
d. Cehennem O’nun sayesinde olacaktır. Fakat, ister tüm insanlıkta
e. Kurtuluş ortak ister yalnızca kendimizin özel olarak sahip oldu-
ğu bir şey olsun, bu yaşamdaki huzura, kutsanmışlık-
10.Augustinus’un tarih görüşlerinin, aşağıdaki yargı- tan kaynaklanan bir keyif almadan çok, sefilliğimizden
lardan hangisinin yıkılmasına yol açtığı söylenebilir? kaynaklanan bir avuntu gözüyle bakmak uygun düşer.
a. Tarihin ereği vardır. Bu dünyada sahip olduğumuz adalet de, bağlı bulun-
b. Tarihteki olaylar bir defalıktır. duğu hakiki son ereğe bağlı olarak, ne kadar hakiki
c. Tarihte ilerleme vardır. olursa olsun, bu yaşam içerisinde, erdemlerin mükem-
d. Tarih tekerrürden ibarettir. melleştirilmesinden ziyade, günahlarımızın hafifleme-
e. Tarih de zaman da sonlu süreçlerdir. sinden, azalmasından ibarettir. Bu dünyada sürgünde
olan Tanrı devletinin tüm yurttaşlarının duasına ta-
nık olunuz. Bu dua Tanrı’ya şöyle yakarır: “Bize kar-
şı işlenen günahları bağışladığımız gibi, sen de bizim
günahlarımızı bağışla”. Bu dua, ölüler ve inancı körü
körüne olanlar için değil, yalnızca inancı sevgi dolu
işler (eylemler-ç.n.) ortaya çıkaran kişiler için tesirli-
Okuma Parçası dir. Bunun böyle olmasının nedeni, aklın, her ne kadar
...xxv. Hakiki Dinin Bulunmadığı Yerde Hakiki Tanrı’ya bağlı olsa da, bu fânî koşullarda ve ruha ağır
Erdemlerin de Bulunmayacağı Üzerine. basan, bozulabilir beden içerisinde, adaletli kişilerin de
Her ne kadar ruhun beden üzerinde ve aklın zaaflar böyle bir duaya gereksinim duyduğu konusunda kötü
üzerinde egemen olması övgüye değer olsa da, eğer ruh eğilimler üzerinde eksiksiz biçimde ve mutlak bir ege-
ve akıl Tanrı’ya O’nun kendisine hizmet edilmesini em- menlik kuramamasıdır...
rettiği biçimde hizmet etmiyorlarsa, bedeni ve zaafları
doğru dürüst yönettiklerinden söz etmek hiçbir şekilde Kaynak: St. Augustine, The City Of God (3 cilt),
olanaklı olmaz. Çünkü hakiki anlamda Tanrı’yı bilme- İng. çev. G. MacCracken-W. Grene, Cambridge,
yen ve O’nun emirleri yerine en kötü cinlerin baştan Massachusets: Harvard University Press, 1960, Kitap
çıkarıcılığına kendini teslim eden bir zihnin, beden ve XIX-Bölüm 25 ve 27’den çevrilmiştir (çeviren: H. Fırat
zaaflar üzerinde ne tür bir egemenliği yahut sahipliği Şenol).
olabileceğini sormak bile anlamsız olur. Bununla bir-
likte, zihnin sahip olduğunu ve onlar aracılığıyla be-
dene ve zaaflara egemen olduğunu sandığı erdemlerin
kendileri, eğer Tanrı’nın emrine tâbî değilse, erdem
olmaktan çok zaaftırlar. Her ne kadar bazıları erdem-
lerin yalnızca kendilerine bağlı oldukları ve başka bir
amaç için araçlaştırılmadıkları zaman hakiki ve şerefli
olduğunu varsayıyor olsa da, o zaman bile erdemler bir
şişinme ve gurur biçiminde kendini gösterir, böyle bir
durumda da onlara erdemden çok zaaf demek uygun
düşer. Çünkü eti canlı kılan şey etin kendisinden değil,
daha üstün bir şeyden kaynaklanır, öyleyse insana kut-
sanmış bir yaşam sürdürten şey de insanın kendisin-
den değil, ondan daha üstün bir şeyden kaynaklanır;
bu yalnızca insan için değil göklerdeki egemenlik ve
güç için de böyledir...
52 Tarih Felsefesi I
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Ortaçağ İslâm Medeniyeti’nin ve düşüncesinin temel özelliklerini özetleyip
açıklayabilecek,
14. yüzyılda İslâm Medeniyeti’nin Kuzey Afrika’daki durumunun İbn Haldûn
üzerindeki etkisini saptayabilecek,
İbn Haldûn’un yaşamı ve yapıtlarını hatırlayabilecek ve sıralayabilecek,
Mukaddime’nin içeriğini özetleyebilecek,
İbn Haldûn’un tarih felsefesine katkısını Mukaddime adlı yapıtı temelinde de-
ğerlendirebileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Allah • İlim
• Kişi Eleştirisi-Metin Eleştirisi • Asabiyet
• Kur’ân • Siyer-Meğâzî
• Umran • Hadarî
• Hikmet
• Bedevî
İçindekiler
Evren Kavrayışı
Evren kavrayışı denildiğinde, insanın yaratılışını, yaşadığı ortamın düzenlenişini, Toshihiko Izutsu, İslâm’ın
bu dünyaya gelmesindeki amacı/amaçları, bu dünyada nasıl yaşaması gerektiğini gelişiyle, varlıklar arasında
yeni bir ilişkinin kurulduğu
ve öldükten sonra gideceği varsayılan yerin özelliklerini belirlemeyi amaçlayan ve kavramların yüklendikleri
bir düşünce ürünü anlaşılır (Bıçak 2004, s.31). Temelinde din olan medeniyet- anlamlarla birlikte
birbirleriyle tamamen farklı
lerde evren kavrayışının ilkelerinin Tanrı, peygamber ve kutsal kitap tarafından ilişkilendirildiği yeni bir
belirlendiği tezi doğrultusunda (a.y.), aşağıda İslâm inanç sistemindeki evren kav- sistemin, yani yepyeni bir
evren kavrayışının ortaya
rayışının dayandığı ilkeler üzerinde durulmakta, bu bağlamda Allah, kâinât ve çıktığını savunur.
insan kısaca incelenmektedir. Izutsu’ya göre, İslâm’ın gelişiyle, varlıklar arasında
yeni bir ilişkinin kurulduğu ve kavramların yüklendikleri anlamlarla birlikte bir-
birleriyle tamamen farklı ilişkilendirildiği yeni bir sistem-yani yepyeni bir evren İslâm evren kavrayışının
kavrayışı-ortaya çıkmıştır (Izutsu 1975, s.18). temelinde, 1. Yalnızca Allah’ın
yaratıcı olduğu-yani yoktan
İslâm’ın evren kavrayışında Allah, en genel anlatımıyla, bütün evreni yarattığı- var etme gücü bulunduğu,
na, var olmak için başka bir varlığa gereksinmediğine, zaman ve mekânın dışında 2. Allah dışındaki her şeyin
yaratılmış olduğu ve 3.
olduğuna ve değişmediğine, mükemmel-kusursuz olma özelliğini taşıyan tek var- Allah’ın yarattığı her şeyin
lık olduğuna inanılan (ya da inanılması gereken) güçtür. Bu evren kavrayışında, onun emrine boyun eğdiği
varsayımları yer alır.
Allah, insanın bir parçası olduğu kâinatın nasıl yaratıldığının açıklanması için de
tek doğru kaynaktır. Yalnızca Allah’ın yaratıcı olduğu-yani yoktan var etme gücü
56 Tarih Felsefesi I
bulunduğu, Allah dışındaki her şeyin yaratılmış (mahlûk) olduğu ve Allah’ın ya-
rattığı her şeyin onun emrine boyun eğdiği varsayımları, İslâm evren kavrayışının
temellerini oluşturur.
Bu dünyadaki mutluluk, Evren kavrayışı çerçevesinde insana ilişkin soruların yanıtlanması, Kur’ân
eski bilgelerin öğretilerinde, dışında, bazı din bilginleri ve filozoflar tarafından da üstlenilmiştir. Sözgelimi,
Eski Yunan’dan Platon’un
Devlet’inde, Aristoteles’in Fârâbî’ye göre, insandaki nihâî mükemmellik mutluluktur (Fârâbî 1997, s. 90).
Nikomakhos’a Etik’inde ve Toplumlar da insanları mutluluğa ulaştırma bakımından mükemmeldirler ya da
Politika’sında gösterdikleri
yollara benzer yollardan mükemmellikten uzaktırlar: insanları mutluluğa ulaşmak için birbirine yardım
gidilerek, akıl, bilgelik ve eden toplum mükemmel toplumdur, böyle bir toplumu oluşturmayı amaçlayan
bunlar üzerinde temellenen
bir yönetimle sağlanabilir. şehir de erdemli, mükemmel bir şehirdir (el-medîne al-fâdhılâ) (Fârâbî 1997, s.
100-101). Bu durumda, Fârâbî için insanın varoluş amacının, hem bu dünyada,
hem de âhirette mutlu olmak olduğu söylenebilir. Kısacası, Fârâbî düşüncesinde
insanın amacı daha çok ahlâkî ve siyasi bir bakış açısından değerlendirilmiştir.
İbn Sînâ ise insanın varoluş amacına ilişkin daha çok metafizik nitelikli ve Allah-
insan ilişkisine göndermede bulunan bir açıklamayı tercih etmiştir: İbn Sînâ, Ruh
Kasidesi adlı yapıtında, insanın bu dünyaya gelişini, yaratılış öğretisini ve kutsal
kitaplara da geçen bazı efsaneleri kendi felsefi görüşü doğrultusunda yorumla-
yarak açıklamaya çalışmıştır. İbn Sînâ, insan bedenine hayat vermek ve onu yö-
netmek üzere ait olduğu kutsal âlemden dünyaya inen ve -kendi ifadesiyle- “ten
kafesine konuk olan” ruhun, akıl gözüyle bakanlara göre varlığı apaçık, duyularıy-
la algılamakta ısrar edenler içinse bir sır olduğunu ifade etmiştir (İbn Sînâ 2003,
s.325-326). Gazzâlî’ye göre de insan bu dünyada kalıcı değildir; bu yüzden gerek
duyduğundan fazlasını istememeli, kazancını hak yolda harcayarak dünyadaki
yaşamını dîni için araç kılmalıdır (Gazzâlî 2004, s. 46). Bu biçimde yaşayan insan
için sonsuz hayatta mutluluk, gereksiniminden fazlasını elde etmekten ve çokça
mal-mülk edinmekten uzak durmayan içinse sonsuz azap söz konusudur (a.y.).
Kaynağı Allah’a dayandırılan ilkelerin etkisi İslâm toplum yaşamında öylesi-
ne büyük olmuştur ki, adaletle yönetme vaadiyle ortaya çıkan her devlet örgütü
kendisine temel olarak dîni seçmiş, zamanla din ve devlet birbirinden beslenen
ve birbirini besleyen iki büyük kurum olarak insanlık tarihinde de izler bırakmış-
lardır. İnsanın eylemlerini belirleyeceği ahlâkî çerçeveyi çizen İslâm dininde-tüm
insanların örnek alabilecekleri bir model olarak-Peygamber, önemli bir yere sa-
hiptir. Şimdi, Peygamber’in ahlâklı toplumun oluşumundaki etkisini, İslâm’daki
toplum ve siyaset anlayışı kapsamında daha açık biçimde göreceğiz.
İslâm’ın kendi toplum yapısını üzerinde temellendirdiği en önemli ilke, zayı- “Hepiniz Adem’densiniz.
Adem ise topraktandır. Arap’ın
fın güçlüye karşı varlığını güvenceye almaktır (Hodgson 1993, s.121; Ebû Zehra Acem’e üstünlüğü yoktur.
1993, s. 307). Bu güvencenin en önemli uygulama alanı da ekonomi olmuştur. Üstünlük takvâ iledir” hadisi
Adaleti temel alan siyaset anlayışı, İbn Haldûn’un umranı devletle bağlantılı ele ve “Ey insanlar, Biz sizi bir
erkekle bir dişiden yarattık.
alırken sergilediği tutumda da belirgindir. Sizi, sırf birbirinizle tanışasınız
Bu durumda, adaletin uygulanmasının nasıl bir dayanağı olduğunu sormamız diye, büyük büyük cemiyetlere
ve küçük küçük kabilelere
gerekir. Bu sorunun yanıtı, Platon’da olduğu gibi, daha çok bilgi sahibi olmakta ayırdık. Şüphesiz sizin, Allah
ve bilgelikte odaklanmaktadır. Bu bilginin ilk sahibi ve uygulayıcısı olarak görü- nezdinde en şerefliniz, takvâca
en ileride olanınızdır. Şüphesiz
len Peygamber ve onun uygulamaları, İslâm’ın 632’den sonraki tüm uygulamaları Allah, herşeyi bilen, herşeyden
için temel bir başvuru kaynağı olmuştur, denilse herhalde abartı olmaz. Öyleyse, haberdar olandır.” ifadesiyle
dilimize çevrilen Hucûrat
İslâm’da bilgiden ve bilgelikten ne anlaşıldığına da yakından bakmamız gerekiyor. suresinin 13. âyeti, insanlar
arasındaki eşitliği vurgulamak
Bilgi ve “İlim” Anlayışı üzere kullanılmıştır.
İslâm Medeniyeti’nde bilgi, daha çok hikmet ile yani El-İsfahânî’nin tanımlama- “Allah, katında bulunan
sıyla “ilim ve akıl ile gerçeği yakalama” durumu ile ilişkili olarak değerlendirilmiş- hikmeti dilediğine verir.”
(Bakara, 269) ve “Kime hikmet
tir (aktaran: Karlığa 2004, s.16). Kur’ân’da da hikmet ve iyilik (hayr) birbiriyle iliş- verilmişse ona hayırdan pek
kilendirilmiştir; bu ilişkiye göre bir insan ancak hikmet sahibi ise hayırlıdır, yani çok şey verilmiştir.” (Bakara,
129, 151; ‘Âl-i İmrân, 48,
bilgi sahibiyse iyidir. İnsana verilen gücü ölçüsünde her şeyi bilme ödevi, sistemli 164) âyetleri, bilgi ve iyiliğin
bir öğrenimle olanaklı hâle gelir; bunun da başlıca aracı ilimlerin öğrenilmesidir. birbiriyle sıkı bir bağlantı
içinde olduğuna işaret
İlim ya da Arapça’daki yazılışıyla ‘ilm, öğrenme anlamına gelen ‘alleme eyle- etmektedir. Zaten Kur’ân da
minin edilgen ortacı olup, “öğrenilmiş olan ya da öğrenilebilecek olan her şey” “..hikmeti anlatmak üzere
anlamını taşır (Baalbaki 1996; Kutluer 2000, s. 109). İlimlerin öğrenilmesini ko- gönderilmiştir.” (İsra, 29).
laylaştıran en önemli unsur, her bir bilgi alanının neyi araştırdığının, yani nes-
nesini hangi yöntemle kavrayacağının bilinmesidir. Öyleyse, farklı bilgi alanları-
nın ve bu alanlarda kullanılan farklı yöntemlerin birbirinden açık seçik sınırlarla
ayrılması gerekmektedir. Bu ayrım kaygısı, İslâm’da ilimler sınıflamasının orta-
ya çıkmasına yol açmıştır. Felsefî ilimler-şeriât ilimleri, aklî-naklî ilimler ve bu-
nun gibi ayrımların, daha belirgin bir söyleyişle, ilimlerin sınıflanmasının İslâm
Hârezmî ilimleri sınıflarken
Medeniyeti’ndeki başlangıcı, El-Harezmî’de (780-850) örneği görüleceği üzere, fiziği ‘aşağı’, matematiği
İslâm âlimlerinin yaklaşık 10. yüzyılda ilimleri, Arap ilimleri (Ulûmu’l-Arabiyye) ‘orta’, metafiziği de ‘yüce’
ve Arap olmayan ilimler (Ulûmu’l-Evâîl ya da Ulûm-u Gayrı Arabiyye) biçiminde olarak nitelemiş ve İbn Sînâ’yı
etkilemiştir.
ayırdıkları zamandır (El-Harezmî 1895, s. 3). Bu sınıflamada ilk grubun içine dil,
fıkıh, kelâm, tarih ve edebiyat; ikinci gruba ise felsefe, doğa bilimleri ve tıp dahil
edilmiştir (a.y.). Hârezmî ilimleri sınıflarken fiziği ‘aşağı’, matematiği ‘orta’, meta-
fiziği de ‘yüce’ olarak nitelemiş ve İbn Sînâ’yı etkilemiştir (Hârezmî 1989, s. 154).
İslâm düşünürlerinin ilimleri sınıflarken, ontolojik (varlık-temelli) ve epis-
temolojik (bilgi temelli) olmak üzere iki temel ölçütü gözettikleri söylenebilir.
Ontolojik temelde yapılan ilimler sınıflamasında ilimlerin konuları, inceledikleri
varlık alanlarına göre belirlenir. Sözgelimi, metafizik ilimler akledilir alanın, fi-
zik/doğa ilimleri duyulur (deneyimlenebilen, beş duyu ile iş görülebilen) alanın
bilgisini vermeyi amaçlar. Bu tarz bir ayrıma ‘Meşşâî’ olarak adlandırılan İslâm
filozoflarında rastlanmaktadır. Örneğin Kindî, metafizik ilimleri ‘yüksek’, günü-
müzde doğa bilimlerinin kapsamına giren fizik ilimleri ‘aşağı’ ilimler olarak bir-
birinden ayırmıştır (Kindî 2002, s. 17). İlimler sınıflamasındaki ontolojik temelin
ya da ilimler sınıflaması-ontoloji ilişkisinin en belirgin ortaya koyulduğu yapıt
olarak Fârâbî’nin Siyaset El-Medeniyye’si gösterilebilir; çünkü Fârâbî bu yapıtın-
da siyaset konusuna girmeden önce var olanlara ilişkin ayrımlar yapmış, bunları
araştıran bilgi alanlarını bir ilimler sınıflaması biçiminde ifade etmemiş olsa da
anmıştır (Fârâbî 1980, s. 1-35). Fârâbî’ye göre ilimler dil ilimleri yani sarf (mor-
58 Tarih Felsefesi I
Ülken’e göre, İbn Sînâ, ilimler foloji), nahiv (gramer-dilbilgisi); içeriğini Aristoteles’in Organon kapsamındaki 8
sınıflamasında Aristoteles ve
Fârâbî’nin etkisinde kalmış kitabın oluşturduğu mantık ilimleri; aritmetik, geometri, optik, astronomi, müzik
ve ilimleri madde ve şeklin ve mekanikten oluşan matematik ilimler; doğanın incelenmesini konu edinen ve
ilişkisi bakımından üçe Aristoteles’in Fizik adlı yapıtını temel alan, ayrıca, varlığı varlık olarak inceleyen
ayırmıştır: ilkin maddesinden
ayrılmamış şekillerin ilmi fizik ve metafizik ilimler; ahlâk, siyaset, fıkıh ve kelâmı içeren medenî ilimler ola-
olarak doğa ilimleri gelir rak beş sınıfta toplanır (Fârâbî 1986, s. 1-23). İlimler sınıflamasında, sözü edilen
(Ülken 1998, s.86). İkincileyin,
maddesinden tamamen ayrı metafizik (ilâhî) ilimlerin ‘yüksek’, fizik ilimlerin ‘aşağı’ ilimler olarak nitelenmesi
olan şekillerin ilimleri olan örneğine İbn Sînâ’da da rastlanmaktadır: “...Varlıklar bu üç kısım üzere olduğun-
metafizik ve mantık yer alır-
İbn Sînâ bunlara yüksek ilimler da, nazarî ilimler de onlara göre üç kısma ayrılırlar; ilk kısma mahsus ilim tabiî,
(el-ilmu’l-âlî) demiştir ikinci kısma mahsus ilim riyâzî, üçüncü kısma mahsus ilim ilâhî diye isimlendi-
(a.y.). Üçüncü ve son olarak,
maddesinden ancak zihinde rilir” (İbn Sînâ 1867, s. 82-83).
ayrılan, bazen onunla bir İslâm’da felsefeye akılcı bir başka yaklaşım örneği sunduğu daha önce belirti-
bazen ayrı şekillerin ilmi len İhvânu’s-Safâ’nın Risâlelerinde de felsefî ilimler ve dînî ilimler ayrımına rastla-
olarak da matematiği
göstermektedir (a.y.). Yukarıda mak olanaklıdır: Çocukların, yetişme çağındaki insanların, din eğitimi görmemiş
alıntılanan metinden, Ülken’in olanların, dînî hükümleri kendisine yetecek kadar dahi bilmeyenlerin ve dinen
İbn Sînâ’nın sınıflamasını
ona bağlı kalarak açıkladığı yükümlü oldukları görevlerden habersiz olanların felsefî ilimlerle uğraşmalarını
anlaşılmaktadır. doğru bulmayan İhvânu’s-Safâ, felsefî ilimlerden de psikolojiyi, ‘matematik ilim-
Matematik, geometri, ler’ olarak nitelediği aritmetik, geometri, astronomi ve müziği, en son amaç ola-
astronomi ve müzik, Ortaçağ rak gördükleri metafizik ilimleri önemsemiştir (İhvânu’s-Safâ, 2003: 221).
Hıristiyan dünyasında
trivium-quadrivium olarak Gazzâlî, El-Müstasfâ adlı yapıtında ilimleri salt aklî, salt naklî ve hem aklî hem
ikiye ayrılan ve gramer, retorik naklî ilimler olarak genel açıdan üçe ayırmış; özellikle matematik, mantık, doğa
ve mantıktan oluşan trivium bilimleri ve felsefeyi kapsayan aklî ilimleri hakikate ulaştırmakta yetersiz kaldık-
ile bir arada sayıldığında
septem artes liberalesi (yedi ları gerekçesiyle eleştirmiş, bu eleştirilerini Dalâletten Kurtuluş’ta yinelemiştir
özgür sanat) ortaya çıkaran (Gazzâlî, 1937; 2003a; Ülken 1998, s.112).
quadrivium grubundaki bilgi
alanlarıdır. Bu bilgi alanlarının El-Hârezmî dışında klasik sayılan filozofların hemen hiçbirinin ilimler sınıflama-
İslâm dünyasına yabancı sında “tarih”e yer vermediği anlaşılıyor. Peki, tarih bir ilim midir, eğer ilimse, aklî bir
olmaması, 8.-9. yüzyıldaki
İslâm düşünürlerinin Harran, ilim midir, naklî mi? İslâm’da belirli bir tarih ve tarihçilik anlayışı olduğuna göre, ta-
Şam, Bağdat gibi dönemin rihin de bilgi değeri açısından belirli bir konuma sahip olması gerekir. İşte biz bu ve
saygın ilim merkezlerinde,
bazı Hıristiyan düşünürlerden benzeri sorunlara, şimdi “Tarih ve Tarihçilik Anlayışı” başlığı altında değineceğiz.
öğrenim görmesi sayesinde
mümkün olmuştur. Tarih ve Tarihçilik Anlayışı
Bir medeniyetin düşünce yapısı, onun hangi değer dizilerinden hareketle nasıl bir
toplumsal yaşama zemin hazırladığının anlaşılmasına yardımcı olur ve bu düşün-
ce yapısı içerisinde tarihin önemli bir rolü vardır. Bir medeniyetin tarihi, onun
temsil ettiği değerleri ve bu değerleri yansıtan düşünce ürünlerini kapsamalı, yani
düşünce yapısını yansıtmalıdır. İslâm tarihi yapıtlarında da yukarıda vurgulanan
bilgi anlayışının yansımaları görülmektedir. Bu adımda, İslâm’ın temel tarih gö-
rüşünün ne olduğu ve İslâm Medeniyeti’nde ‘tarih’ ile neyin anlaşıldığı, İslâm’da
tarihçiliğin nasıl bir gelişim izlediği ve tarih düşüncesinin beslendiği kaynakların
neler olduğu, tarihin konuları olarak nelerin ele alındığı ve tarihçilikte hangi yön-
temin/yöntemlerin izlendiği sorularını yanıtlamaya çalışacağız.
Tarihin neden yararlı bir bilgi alanı olduğu sorusuna birincil kaynaktan veri-
lecek bir yanıt, İslâm’ın tarihe ve tarihçiliğe verdiği önemi yansıtır: Tarih, İbnü’l-
Esir’e göre, geçmişe ilişkin “önemli” olayların detaylarıyla aktarılmasıdır (İbnü’l-
Esir 1985, s.2). Tarihin dünyadaki yararları, İbnü’l-Esir’e göre, şöyle sıralanabilir:
1. Ölümsüzlüğü seven insanı geçmişin olaylarıyla tanıştırır, bir araya getirir, 2.
Hükümdarlar tarih sayesinde geçmişten ders alarak toplumu yönetme biçimlerini
gözden geçirirler, 3. Tüm insanlar, tarih okuyunca, geçmişten ders alır ve gelecek
için kendi hayatlarında izleyecekleri yola ışık tutar, geçmişin deneyim ve biriki-
4. Ünite - Tarih Felsefesinin Ortaçağdaki Kökenleri II: İslâm Ortaçağı ve İbn Haldûn 59
minden yararlanırlar, 4. İyi bir ifade ve güzel bir dil ile anlatılan tarih, kişilerin
ahlâk duygularını canlandırarak, insanları iyiyi benimseme, kötüyü de reddetme
konumuna getirir (İbnü’l-Esir 1985, s. 4-5).
İbnü’l-Esir’e göre tarihin sonsuz yaşam (âhiret) için yararlı yönleri de şunlardır: 1.
Dünyadaki hayatın çalkantılarını, değişkenliğini ve sonluluğunu görüp ders alabilen
insan, kendini sonsuz yaşam yolculuğu için kurtarıcı bir biçimde donatmaya-İbnü’l-
Esir’in ifadesiyle “âhiretin mutluluk evine girmeye”-yönelir; 2. Peygamber ya da kral
bile olsa her insanın ölümlülüğü göz önüne alındığında, tarihte gerçekleştiği görülen
olayların kendi başına da gelebileceği çıkarımında bulunan insan, kıyâmetle birlikte
başlayacağı sonsuz yaşamı için en iyi ahlâk özelliklerini kazanmaya, yani dünyadaki
zor ve sıkıntılı durumlara sabırla katlanmaya yönelir (İbnü’l-Esir 1985, s.6).
Muhsin Mehdî, İslâm’ın tarihe ya da tarihçiliğe verdiği önemi, Peygamber’in
vurgulamış olduğu şu yargıya dayandırır: Dünyanın, önceden Allah tarafından Peygamber’in yaşayışı ve
belirlenen, dolayısıyla, bakıldığında açıkça görülebilecek tarihî bir düzeni var- kişiliği, kendi döneminde
dır (Mehdî 1964, s. 133). İslâm Tarihi: İlk Dönem başlıklı çalışmasında Sabri ve sonrasında her türlü
tarihsel akışın yolunu, ayrıca
Hizmetli’nin, İslâm toplumlarında tarihçilik etkinliğinin ve tarih araştırmalarının Müslümanlar’da ilk tarih
esasını neyin ya da nelerin oluşturduğu sorusuna, “Peygamber’in İslâm’a daveti- yazımının da merkezini
oluşturmuştur.
nin içerdiği tarihî bilgiler oluşturur.” biçiminde verdiği yanıt, Mehdî’nin yaptığı
vurguyla uygunluk göstermektedir (Hizmetli 1999, s. 31-33). Peygamber’in yaşa- Sîre (çoğulu Siyer), İslâm
dünyasında Peygamber’in
yışı ve kişiliği, kendi döneminde ve sonrasında her türlü tarihsel akışın yolunu, biyografisi için kullanılan bir
ayrıca Müslümanlar’da ilk tarih yazımının da merkezini oluşturmuştur (a.y.). ortak addır (ıstılâh). Mağzâ
(çoğulu Meğâzî) ‘savaş-savaş
Josef Horovitz, İslâmî Tarihçiliğin Doğuşu adlı çalışmasında, İslâm’da tarih yeri’ anlamında kullanılan bir
yazıcılığının ilk örneklerine Siyer-Meğâzî literatüründe rastlanabileceğini öne sözcük olarak, Peygamber’in
sürmüştür (Horovitz 2002, s. 7). Horovitz’e göre İslâm tarihi hakkında nitelikli savaşlarının tarihine verilen
bir ad hâline gelmiş olup
bilimsel-akademik araştırmaların yapılabilmesi için, İslâm’da her türlü tarih ya- zaman zaman Siyer ile
zıcılığının çıkış noktasını oluşturan Siyer-Meğâzî literatürünün ve bu literatüre birlikte eşanlamlı olarak
kullanılmıştır ve bu iki ortak
geçmiş çalışmaları yapan düşünürlerin bilinmesi önemlidir (Horovitz 2002, s. 7). ad-bazen ayrı, bazen birlikte-
Ünlü İslâm tarihçisi ve coğrafyacısı Mes’ûdî Mürûcu’z-Zeheb’de Siyer-Meğâzî ya- Peygamber’in hayatı ile ilgili
yazılmış yapıtlara isim olarak
zarları arasında şu önemli isimleri saymıştır: Vehb İbn Münebbih, Muhammed verilmiştir.
İbn İshak, El-Vâkıdî (Mes’ûdî 2004, s. 21). Mes’ûdî bu yazarlardan “ilk tarih ya-
Horovitz’in yapıtının Arapça
zarları” olarak bahsetmiştir (a.y.). çevirisinde çeviriyi yapan
Horovitz’e göre, Arap literatüründe Peygamber’in söz ve davranışlarının kay- Hüseyin en-Nassâr, Siyer-
nakları sayılması gereken üç alan, hadis, siyer ve tefsirdir (Horovitz 2002, s. 19). Bu Meğâzî yazarlarının anlatım
ve yorumdaki üsluplarını
alanların her birinde ana unsur, gönderimli (isnâdlı-referanslı) rivâyet sistemidir; göstermesi için çevirinin
her üç alanda da referansı (rivâyetin sahibi) metinden önce gelen biçim kullanılmış- sonuna bu yazarlardan örnek
metinler eklemiştir. Bu ekler
tır (a.y.). Siyer kitaplarında, hadisler tarafından işaret edilen olayların olduğu zama- yapıtın Türkçe çevirisinde de
na göre rivâyetler zamandizinsel (kronolojik) olarak verilmektedir (a.y.). Kısacası, aynen Arapçasındaki gibi,
çevirinin sonuna eklenmiştir
tarih haberleri ve bu haberleri okuyarak elde edilen bilgi temelde kaynaklardan na- (Rivâyet aktarımlarında
kil ölçütü ile değerlendirilmiştir. Tâberî, Vâkıdî, Mes’ûdî, Belâzurî gibi tarihçilerin izlenen yöntem örnekleri
için bkz. Horovitz 2002, s.
kendilerinden sonra gelen İbnü’l-Esir, İbn Kesir, hatta İbn Haldûn gibi tarihçiler 115-138).
için kaynak değerine sahip olması da bu bakış açısıyla açıklanabilir.
Tâberî, Kur’ân’da gökler, yer ve bunlar arasındaki varlıkların-insan dahil- ya- İbn Haldûn, rivâyete dayanan
tarihçiliği eleştirmesine karşın,
ratılmış olduğunu bildirdiği altı günün her birinde neler yaratıldığı sorusunu top- kendisi de zaman zaman
ladığı rivâyetlerle yanıtlamıştır (Tâberî 1965a, s.55-73). Tâberî’nin bu konudaki bu yönteme başvurmuştur.
Geleneksel tarihçiliği
rivâyetlerden çıkardığı bir yorum şöyledir: “...Bu rivâyetlerden kabule şayan ve doğru ve tarihçileri eleştirdiği
olanı, Tanrı’nın yeri Pazar günü, göğü Perşembe günü, yıldızları, güneşi ve ayı cuma Mukaddime’de bile “...Seyf’in
nakline göre...” gibi ifadelere
günü yaratmış olduğuna dair olan rivâyettir. Çünkü, İbn Abbas’ın Tanrı elçisinden yer yer rastlamak mümkündür
rivâyet ettiği hadis sahih bir hadistir” (Tâberî 1965a, s.58). Bu durumda sorulması (MR-I, s. 17; MU-I, s. 167).
uygun olan soru, insanın ne zaman yaratıldığı ve yaratılış sürecinin neresinde olduğu
60 Tarih Felsefesi I
sorusudur. Tâberî’nin bu soruya verdiği yanıt şudur:”Tanrı, Cuma gününün son saa-
tinde, alelacele, Âdem’i yarattı. Kıyamet de bu saatte kopar..” (Tâberî 1965a, s.56, 67).
“” imleri arasında yer alan son iki alıntı metin birlikte düşünüldüğünde,
Allah’ın, ilk insan ve ilk Peygamber olan Âdem’i, meleklerinden, gökteki ve yerde-
ki diğer varlıkları yaratmasından sonra yaratmış olduğunu çıkarmak olanaklıdır.
Âdem’in ne vakit yaratıldığı; cennette ne kadar kaldığı ve ne zaman yeryüzüne
inmiş olduğu sorularının yanıt bulması, insanın bu dünyadaki serüveninin, dola-
yısıyla tarihliliğinin başlangıcı hakkında bir açıklamaya kavuşmayı sağlayacaktır.
Tâberî’ye göre: “Tanrı Âdem’i cuma günü yaratmış, aynı günde onu cennetten
yere indirmiş; Âdem cuma günü tövbe etmiş ve ölmüştür...” (Tâberî 1965a, s.144).
Pek çok İslâm tarihçisi için kaynak değeri taşıyan Tâberî’nin (yakl. 838-923)
Tarihu’r-Rusûl ve’l-Mülûk (Peygamberler ve Melikler/Krallar Tarihi) yapıtında
önsözünü tamamlayan şu sözleri, onun tarihte izlediği yöntemi yansıtmasına ek
olarak, bu yöntemin İslâm Medeniyeti’nde fazlasıyla önem verilen “kökene yakın-
lık” ve “hakikatin değişmezliği” çerçevesine ne kadar uygun olduğu hakkında da
bize önemli bir ipucu sağlar:
Tâberî’nin Tarihu’r-Rusûl “Bu kitabımızı çalışan bilsin ki; burada anlatmaya karar verdiğim konu-
ve’l-Mülûk adlı yapıtı, Zakir lar hakkında söylediğim her şey, açıkça belirlenmiş haberlere ve isim isim
Kadiri Ugan ve Ahmet Temir
tarafından dilimize Milletler ve râvîlerine nispet ettiğim rivâyetlerden (âsâr) naklettiklerime dayanıyor. Ben,
Hükümdarlar Tarihi başlığıyla çok sınırlı durumlar dışında, ne aklî deliller yoluyla anlamaya girişiyorum ne
çevrilmiştir (çev. Zakir Kadiri
Ugan, Ahmet Temir, İstanbul: de sezgilerimle çıkarımlar yapıyorum. Çünkü geçmiş insanlarla ilgili bilgi ve
Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları şimdikiler hakkındaki mevcut haberler bu insanları bizzat görmeyen ya da
(2. Baskı), 1965).
yaşı itibarı ile onlara yetişmemiş olan kimse tarafından elde edilemez. İkinci
durumda bilgi, rasyonel akıl yürütme ya da sezgisel çıkarımla değil, râvîlerin
ya da nakledenlerin sözlerinden elde edilebilir. Eğer biz bu kitapta okuyucu-
nun hiçbir şekilde kendisine sağlıklı bir amaç ya da hakikat bulamayacağı
ölçüde, duyduğunda kabul edilemez ya da rahatsız edici olduğunu düşündü-
ğü bir haberi zikredecek olursak bilsin ki bu bizim hatamız değildir; aksine
bu, haberi bize nakledenlerin birisinin sorumluluğundadır. (Bu tür haberleri)
biz, onların bize sunduğu şekilde, yalnızca naklettik” (Tâberî 1965a, s.7-8).
Tâberî’nin kendi adına konuşmama ya da eleştirel tavrını ortaya koymama terci-
hi, İslâm Tarih Metodolojisi’nin yazarı Stephen Humphreys’e göre, o dönemde ilim
adamı gözüyle bakılan pek çok yazarın aslında derleyici olmaktan öteye gidemediği
kanısına da vardırılabilir (Humphreys 2004, s. 102-103). Fakat, yine Humphreys’e
göre, Tâberî’nin bu tavrını dindar bir alçakgönüllülük ya da katı nesnellik yerine,
erken dönem İslâm kültüründeki bilgi anlayışıyla ilişkilendirmek daha uygun gö-
rünmektedir: İlk dönem İslâm kültüründe tarihçinin yapması beklenen asıl görev,
genel olarak hukuk, din ya da siyaset açısından önemli olduğuna inanılan geçmişin
olaylarının nesnel bilgisinin aktarılmasıdır. Bu tür bilgi-yani ilim- güvenilir otorite-
lere kadar götürülen olayların anlatılarından oluşur (a.y, s. 103). Robert Simon da
Tâberî’nin kendi adına konuşma cesareti sergilememesini ya da eleştirel tavrını or-
taya koymama tercihini değerlendirirken, Joseph Schacht’ın göstermiş olduğu üze-
re, kökleri İmam Şâfiî’ye dayanan “naklî ilim” geleneğine işaret eder ve Tâberî’nin
tarihe ilişkin yapıtını Kur’ân tefsirine destek oluşturmak üzere planladığı düşünce-
sinden hareketle, Tâberî’nin yukarıdaki alıntıda örneklenen tavrına getirilebilecek
açıklamada Humphreys’e katılır (Simon 2002, s. 109).
Tâberî’nin temsil ettiği anlayıştaki sorun şu biçimde özetlenebilir: Metin eleşti-
risi, olayı aktaran tarihçinin kişilik özellikleri (güvenilirlik, dürüstlük vb.) ile bir-
4. Ünite - Tarih Felsefesinin Ortaçağdaki Kökenleri II: İslâm Ortaçağı ve İbn Haldûn 61
likte bazı temel niteliklere, yani zekâ, deneyim, neden-sonuç ilişkileri ekseninde
olayların birbiriyle bağlantısını kurma yeteneğine, kısacası, aktardığı tarih olayını
değerlendirmek için gerekli altyapıya sahip olmasını gerektirmektedir. İşte İslâm
tarihçiliğinde ve bilinen tarihçilerin yapıtlarında çoğu kez bu altyapı zayıf kalmış,
asılsız pek çok rivâyet de kişi eleştirisinin yöntemde yeterli görülmesinin bir sonu-
cu olarak tarih kitaplarında yer almıştır (Humphreys 1991; 2004; Y. Yıldırım 1990,
s. 47). Aslında metin eleştirisi, sistematik bir düzende, başlı başına bir yöntem
oluşturacak biçimde olmasa da uygulama örneklerine rastlanmış bir yöntemdir.
Gustave Edmund Von Grunebaum, Medieval Islam başlıklı çalışmasında, Mes’ûdî
(öl. 956), İbn Miskeveyh (öl. 1029) ve Bîrûnî (öl. 1061) gibi tarihçilerin yapıtların-
da bu yöntemin uygulanmasına yer yer rastlandığını öne sürmüştür; Zeki Velidi
Togan da Tarihte Usûl adlı yapıtında Grunebaum ile aynı düşünceyi paylaşmakta-
dır (Grunebaum 1953, s. 339-340; Togan 1985, s. 147, 154 vd.).
Tâberî’nin Tarihu’r-Rusûl ve’l-Mülûk yapıtının The History of Al-Tabari adıy-
la İngilizce’ye çevrilmesi projesinde editör olarak görev yapan Ehsan Yar-Shater,
İngilizce çeviri dizisi için yazdığı önsözde Tâberî’nin yaratılıştan 915 yılına ka-
dar gerçekleşmiş olayları, İslâm’ın doğuşu, Peygamber’in hayatı vb. unsurları da
kapsayacak biçimde anlattığını; bu arada, yapıtın 3. yüzyıldan 915 yılına kadarki
Sâsânî İmparatorluğu tarihini de kapsadığını belirtmiştir (Yar-Shater 1989, s. ix-
x). Bu belirleme, Tâberî’nin İslâm tarihinden önceki dönemler için Sâsânî kay-
naklarından yararlandığı izlenimini uyandırmaktadır.
Tarih olayları hakkında yer verdiği hadis rivâyetlerinin hacmi Tâberî’ninkine
göre bir hayli az sayılabilecek olan İbnü’l-Esir’in anlatımında, yeryüzünde farklı
insan tiplerinin görülmesinin altında yatan nedene de dikkat çekilmiştir (İbnü’l-
Esir 1985, s.21-22). El-Kâmil fi’t-Târih adlı yapıtının önsözünde İbn’ül-Esîr, kay-
nağının Tâberî olduğunu söylemiş, onu “anlaşmazlık hâlinde araştırmacıların
başvurduğu büyük bilgin ve tarihçi”, ayrıca “..gerçek önder bir imam, büyük bir
bilgin, her yönü ile dikkat ve doğruluk timsali, tam inanç sahibi bir zat..” ola-
rak nitelemiş ve ona büyük güven duyduğunu bildirmiştir (İbn’ül-Esîr 1985, s.
2-3). Tâberî’de eksik kalan noktaları diğer ünlü tarih kitaplarından tamamladığını
bildiren İbnü’l-Esir’in tarih yazımında izlediği yol şöyle özetlenebilir: 1. Önemli
olaylar bütünlüğünden koparılmayacak ve detaylı olarak anlatılacak, 2. Olayların İbnü’l-Esir “ünlü tarih
aktarımında zamandizin sırası korunacak, 3. Daha az önemli olaylar, geçtiği yılın kitapları” olarak andığı
yapıtların açık adlarını
önemli olaylarının arkasına eklenecek, 4. Her yıl sonunda o yıl ölen bilginler ve vermemiştir, dolayısıyla Tâberî
önde gelen kimseler bildirilecektir (İbn’ül-Esîr 1985, s. 2-3). sonrasındaki tarih olayları için
Bir başka İslâm tarihçisi İbn Kesir’in El Bidâye ve’n-Nihâye adlı yapıtı da yara- hangi kaynakları kullandığı
belirsiz kalmıştır.
tılışın başlangıcı, tüm yaratıklar, Peygamberler tarihi, Peygamber dönemine ka-
darki İsrailoğulları ve cahiliye Araplarında ortaya çıkmış olaylar, kendi zamanına Cahiliye, Arapların
İslâmiyet’ten önceki toplumsal
dek meydana gelmiş ve etkili olmuş olaylar gibi konulardan oluşmuştur. İbn Kesir, koşullarına ve çeşitli
El Bidâye ve’n-Nihâye adlı yapıtında yazım için izleyeceği yolu, yani yöntemini ve alışkanlıklarına gönderme
temel kaynaklarını şu sözlerle dile getirmiştir: yapan, İslâm öncesindeki
Arap toplumu için olumsuz
içermeyle kullanılan bir
“...Bu konularla ilgili kitab, sünnet, yapıtlar ve âlimler nezdinde menkul terimdir.
bulunan haberlerden nakiller yapacağım. O âlimler ki, peygamberlerin mi-
rasçılarıdırlar...Biz, İsrailiyat haberlerinden ancak...şeriat sahibi tarafından
izin verilenleri nakledeceğiz...Aslında dayanılacak yer, Allah’ın kitabı ile
Resûlullah’ın sünnetidir. Sünnetten de nakli sahih veya hasen olanları nakle-
deceğiz...” (İbn Kesir 1994-I, s. 3).
Tarih olaylarını bölüm bölüm, devir devir, hatta belirli bir konu çerçevesinde
ele alması bakımından Mes’ûdî’yle benzeşen El-Belâzurî de yalnızca İslâm fetih-
lerini anlattığı tarih yapıtı Fütûhu’l-Buldân’da, Tâberî’nin izlediği söylenen yön-
62 Tarih Felsefesi I
El-Belâzurî’nin diğer önemli teme uymuştur. El-Belâzurî, bu durumu adı geçen yapıtının başında şöyle ifade
yapıtı Ensâbu’l-Eşrâf adını
taşır. Fütûhu’l-Buldân’ı etmiştir: “..Hadis, Siyer ve ülkelerin fetihleriyle uğraşan bilginlerden bir topluluk
çeviren Mustafa Fayda’ya göre bana haber verdi; ben de onların sözlerini bazen aynen naklettim veya kısalttım,
Ensâbu’l-Eşrâf, Peygamber’in bazen de bir kısmını diğeriyle karşılaştırarak bütünlemeye çalıştım” (El-Belâzurî
hayatıyla başlayıp, onun
bir parçası olduğu Kureyş 2002, s.1). Fütûhu’l-Buldân’ ın bütününe bakıldığında, gerek aynı gerek farklı ko-
kabilesinin ileri gelenlerinin, nularla ilgili 1000’in üzerinde rivâyetin toplandığı ve rivâyetlerin aktarımından
Dört halîfenin, Emevî ve önce kimlerden rivâyet edildiğinin-yani kaynakların-sıralandığı görülmektedir
Abbâsî hanedanlıklarında
gelişen olayların kapsandığı (El-Belâzurî 2002). Dolayısıyla El-Belâzurî’nin, yaratılıştan kendi zamanına kadar
geniş kapsamlı bir Tabâkât gerçekleşen olayları hadis rivâyetleri biçiminde ve zamandizini içerisinde aktaran
kitabı olup, benzeri diğer Tâberî’den tek farkının, yapıtlarında belirli bir konuya-yani İslâm’ın gelişinden
kitaplardan zamandizinsel
tarih bilgileri içermesi sonra İslâm adına fethedilen ülkeler üzerine-yoğunlaşıp tarih olaylarını o konu
dolayısıyla ayrılmaktadır çerçevesinde anlatması olduğu öne sürülebilir.
(Fayda 2002, s. xx-xxi).
Humphreys, adı anılan tarihçilerin, erken dönem tarih geleneğinde üreti-
Tabâkât, İslâm Medeniyeti’nde len çok sayıda hacimli ve farklı malzemeyi sıkıca örülmemiş ama tutarlı tek bir
Peygamber ve yakın çevresinin
başına gelen önemli olayların anlatı çizgisine oturtmaya çalıştıkları; bunu yaparak da İslâm tarihinin belirsiz
anlatıldığı, yani içeriği özel olmayan, yeterince açık bir yorumunu oluşturmayı amaçladıkları görüşündedir
sınırlarla belirlenmiş tarih (Humphreys 2004, s. 101).
kitaplarına verilen genel addır.
İslâm Medeniyeti’nin başlangıcından İbn Haldûn’a kadarki dönemde gelişen
Fütûhu’l-Buldân adı da ele tarihi ve tarihçiliği, tarih tanımları, tarihçiliğin gelişimi, tarih yapıtlarında ele
alınan konuya uygun olarak
seçilmiştir: Fütûhu’l-Buldân, alınan konular ve izlenen yöntem(ler) açılarından ele aldık. Bu bağlamda, İslâm
beldelerin-Belâzurî’nin tarihçiliğinde-ilk dönemde ve sonrasında etkisini koruyan bilgi anlayışı temelin-
yaşadığı dönemde, ‘ülkelerin’-
fethedilmesi anlamına de- örneklerine sıklıkla rastlanan yöntemin, rivâyet toplama ve derleme yöntemi
gelmektedir. olduğunu da görmüş olduk. Bu yönteme göre, rivâyetlerin dayandığı kaynakların
sağlam-yani rivâyeti aktaranın kişi özelliklerinin yeterli- olması, o rivâyetlerden
derlenen tarih haberlerinin de doğruluğunun temellendirilmesi için gereklidir.
Öyleyse tarihin, İbn Haldûn öncesindeki İslâm düşünce geleneğinde daha çok
“bir va’z edenden öğrenilen ve nesilden nesle aktarılan” (MR II, s. 436; MU II,
s. 781)- yani, naklî ilimler kapsamında değerlendirilmesi uygun görünmektedir.
İslâm Medeniyeti ve düşünce yapısıyla ilgili bu noktaya kadar ele aldıkları-
mızdan yola çıkarak, 1. Dînî bir temelden beslenen ve dinin öngördüğü değer-
ler üzerine kurulan İslâm Medeniyeti’nin Araplar’a ve bu dîni benimseyen diğer
toplumlara yeni bir toplum ve yaşam modeli sunduğunu, 2. Bu yaşam modelinin
halîfelikle başlayıp saltanatla devam eden devlet örgütlenmelerinde ve devletin
çeşitli işlerini yürütmek üzere oluşturulan kurumlarda kökleştirilmesine çalışıldı-
ğını, 3. İslâm ile gelen değerlerin bilgiyi ve onun edinilmesini belirleyen esasları
derinden etkilediğini ve bu etkinin tarihçiliğe de yansıdığını söyleyebiliriz.
biçilen alanın kayda değer biçimde azaldığına da dikkat çekmiştir (a.y., s. 411).
14. yüzyılda Kuzey Afrika’daki çalkantılı koşullar için temel neden iktisâdî yapının
zayıflaması gibi görünse de bu zayıflamanın birer uzantısı olarak daha az sayıda
yazarın-düşünürün desteklenmesi, daha az zaman harcanarak üretilen yapıtların
kabulü vb. unsurlara da rastlanabilir. Fakat bu, kültürel etkinliklerdeki duraklama
ya da zayıflamanın, yalnızca iktisâdî etkenlerce belirlendiği biçiminde bir yorumu
haklı çıkarmaz (a.y., s. 418-419).
Şimdi 1332 yılında, yukarıda anlatılan koşullar içinde İfrikiye’de (bugünkü
Bilinen ilk yapıtı Fahreddin Tunus) doğan İbn Haldûn’un yaşamına ve yapıtlarına değineceğiz.
Râzî’nin El-Muhassal Fî İlmi’l-
Kelâm yapıtının açıklamalı bir
özeti niteliğindeki İbn Haldûn: Yaşamı ve Yapıtları
Lubâbu’l-Muhassal Fî Usulü’d-
Dîn olan İbn Haldûn’un İbn Haldûn, Et-Tâ’rîf ’ te kökeninin Hadramut’taki (Yemen) Arap kabile reislerin-
Mukaddime, Kitâbu’l-İber, den ve Peygamber’in sahâbesinden Vâîl bin Hucr’a kadar uzanan bir aileye dayan-
Et-Tâ’rîf ve Şifâu’s-Sâîl
dışındaki yapıtları günümüze dığını anlatmıştır (İbn Haldûn 2004, s.17). İbn Haldûn’un köklerinin dayandığı
ulaşmamıştır (Uludağ 1993, aile, devlet işlerinde yer almış, tanınan ve içinde çoğunlukla iyi eğitimli insanlara
s. 17-18). Fakat Lisânuddîn rastlanan bir ailedir (a.y.).
İbnü’l-Hatîb’in El-İhâtâ Fî
Ahbar-i Gırnâta adlı yapıtında, İbn Haldûn’un içinden geçtiği ve burada detaylarına girmeyeceğimiz eğitim
sözü geçen yapıtları dışında süreci, İslâm Medeniyeti’nde pek çok düşünürün daha önce gördükleri eğitim
İbn Haldûn’un İbn Rüşd’ün
yapıtlarıni özetleyen yazıları, gibi, çağındaki tüm ilimlerin öğrenimini kapsar; bunun da temelinde yatan şey
mantık hakkında bazı notları, İslâm’da egemen olan ilim öğrenmenin ve öğretmenin amacı, yani, ahlâklı bireyin,
hesap üzerine bir kitabı,
Lisânuddîn dolayısıyla ahlâklı toplumun oluşturulmasını sağlamaktır. Elbette, İbn Haldûn’u
İbnü’l-Hatîb’in Fıkıh Usulü Mukaddime gibi özgün çözümlemeler içeren bir yapıtı yazmaya yönelten bilgi ve
hakkında yazdığı bir
manzum yapıtın yorumu ve deneyim birikimi, yalnızca eğitim sayesinde oluşmamıştır. İbn Haldûn, yaklaşık
Kasîde-i Bürde üzerine bir 20 yaşından 45 yaşına, 4 yıllık bir aradan sonra da 49 yaşından 74 yaşına-yani ölü-
yorumu bulunduğundan söz müne dek siyasetin ve bürokrasinin çeşitli kademelerinde görev yapmış, önemli
edilmektedir (a.y., s.18).
deneyimler kazanma ve ayrıntılı gözlem yapma olanağı bulmuştur.
Sahâbe (çoğulu: ashâb), 1352 senesinde Tunus Sultanı Ebû İshak’ın yanında alâmet kâtipliği ile devlet
Arapça’da “yoldaş”, “arkadaş”
anlamlarına gelen, İslâm’ın işlerine ve siyaset hayatına atılan İbn Haldûn, siyasetteki deneyimlerini anlatmaya
yayıldığı dönemde ilk kez Ebû ‘İnân’dan başlar (İbn Haldûn 2004, s. 56-57). Endülüs’ten Mağrip bölgesine
Müslüman olan ve doğrudan
Peygamber’in kendisiyle doğru iktidarını genişletme isteğiyle Merînî şeyhlerinden, Hatip İbn Merzuk’tan
konuşmuş, bir arada ve İbn Haldûn’dan yardım gören Sultan Ebû Salim, İbn Haldûn’u Ebû ‘İnân döne-
bulunmuş kimselere işaret
etmek üzere kullanılan bir minde atıldığı hapisten serbest bırakan Vezir El-Hasan bin Ömer’in de kendisine
terimdir. bağlılığı kabul etmesiyle birlikte, Fas’a girdikten sonra 1359’da İbn Haldûn’u, adı-
na resmî mektup yazma (tersîl) ve taleplerini yazma (inşa) gibi görevlere atamış-
tır (a.y., s. 63-64). Hatta Ebû Salim, iktidarının son dönemlerinde İbn Haldûn’u
İbn Haldûn, alâmet kâtipliği yüksek yargı ve denetim (hattatu’l-mezâlim) görevine atamış; İbn Haldûn da ken-
görevinin, besmele ile
sonrasındaki yazı ya da ferman di anlatımına göre- bu görevi pek çok olumsuz şeyi ortadan kaldırarak, lâyıkıyla
arasına kalın bir kalemle “el- yerine getirmiştir (a.y., s. 71).
hamdu lillâh ve’ş-şükrü lillâh”
ibaresini koymak olduğunu 1362-1364 yılları arasında Gırnâta’da Sultan İbnu’l-Ahmer ve Vezir İbnu’l-
söylemiştir (İbn Haldûn 2004, Hatib’in yanına giden İbn Haldûn, burada meclis yüksek üyeliğinden Mağrip
s. 55).
sahili hükümdarları ile Kaştâle (Castilla) kralı “Zalim” Pedro arasında barış an-
Gırnâta, Endülüs’te laşmasının görüşmelerine kadar pek çok görev üstlenmiş; kendi anlatımına göre
(günümüzde İspanya’da), Gırnâta dönemi, vezir İbnu’l-Hatib ile arası bozulana kadar oldukça rahat, bolluk
İspanyolca adı Granada
olan şehrin Arapça’daki içinde ve huzurlu geçmiştir (a.y., s. 78-79).
sesletime uydurulmuş hâlidir. İbn Haldûn Gırnâta’dan sonra Bicâye’ye, Tilimsan’a, Fas’a, sonra tekrar
İbn Haldûn, “Gırnâta”dan
Endülüs’e ilk yolculuğu Endülüs’ e yolculuk etmiş, gittiği ve bir biçimde görevlendirildiği her yerde siyâsî
çerçevesinde bahsetmiştir. sorunlarla ve istikrarsızlıklarla karşılaşmıştır. İbn Haldûn’un siyaset hayatındaki
deneyimleri, bir hükümdar lehinde propaganda yapma, propagandasını yaptığı
hükümdara iktidarından sonra da görev aldığı alan(lar)da yardımcı olma, anlaş-
4. Ünite - Tarih Felsefesinin Ortaçağdaki Kökenleri II: İslâm Ortaçağı ve İbn Haldûn 65
mazlık içinde olan devlet ya da yönetimler için arabuluculuk biçiminde özetlene- Bicâye, Tilimsan, Fas,
Kuzeybatı Afrika’da şehir
bilir. İbn Haldûn’un Mısır’a yerleşmesinden sonra Mağrib ile bağlantısını kopar- devletlerinin birbiri ardına
madığına dikkat çeken Walter Joseph Fischel, onun özellikle Mısır ve Kuzeybatı kurulup yıkıldığı 14. yüzyılın
Afrika arasındaki diplomatik ilişkilerde, hediye değişimlerinde ve Mısır’dan geçen başlıca bölgeleridir.
önemli kişilerin karşılanmasında ve ağırlanmasında bir danışman olarak yararlı
olduğunu söylemiştir (Fischel 1951, s. 115-117).
1374-1378 arasındaki 4 yılı İbn Selâme kalesinde siyasetten ve siyasetle ilgili her
türlü işten uzak olarak, ilim çalışmaları ile geçiren İbn Haldûn, Arapların, Berberîlerin
ve Zenâte kabilesinin tarihini anlattığı Kitâbu’l-İber’i bu kalede yazmaya başladığını ve
bu yapıtına bir giriş olarak tasarladığı Mukaddime’yi de yine burada kaldığı sırada bi-
tirdiğini ifade eder (İbn Haldûn 2004, s.135-136). Şimdi de Mukaddime’nin içeriğini
özetleyerek, İbn Haldûn’u özgün kılan başlıca unsurları görelim.
İbn Haldûn’un Et-Tâ’rîf bî-İbn Haldûn Ve Rıhletûhu Garban ve Şarkan adlı otobiyog-
rafi yapıtı, Prof. Dr. Vecdi Akyüz tarafından Türkçe’ye Bilim İle Siyâset Arasında Hatı-
ralar başlığıyla çevrilmiştir (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2004). Bu yapıtı okuyarak, hem
büyük bir düşünürün deneyimleriyle birinci ağızdan tanışacak hem de İbn Haldûn’un
Mukaddime’yi yazarken dayandığı engin bilgi birikimiyle tanışacaksınız.
İslâm Medeniyeti’nin 14. yüzyıldaki koşullarını ve İbn Haldûn’u artık daha yakın-
dan tanıyorsunuz. İbn Haldûn’un kaygıları, sizce, ikinci ünitede Platon ile ilgili de- 2
ğindiğimiz kaygılarla benzeşiyor mu, nasıl? Düşünün.
Ünitemiz boyunca İbn Haldûn’un Mukaddime adlı yapıtının çeşitli sayfalarına sık
sık göndermede bulunulduğundan, şu kısaltmaların dikkate alınması yararlı ola-
caktır: 1. Franz Rosenthal çevirisine yapılan göndermeler için MR ve cilt numarası
(MR-I, MR-II vb.), 2. Süleyman Uludağ çevirisine yapılan göndermeler için MU ve
cilt numarası kullanılacaktır (MU-I, MU-II vb.). Kısaltmaların hangi kaynaklara ait
olduğunu, ünitenin sonundaki Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar baş-
lığı altındaki listede bulabilirsiniz.
İlk bölüm genel çerçeve ile insana ait medeniyetin, bu medeniyetin sınıflarının ve
dünya üzerinde kapladığı yerlerin ne kadar olduğunun anlatılmasından oluşmuştur
66 Tarih Felsefesi I
Bedevî teriminin açıklaması (MR-I, s. 83, 87-246; MU-I, s. 209, 213-320). İkinci bölümde, kırsal-yani göçebelik
temel alınarak,
bedevî-hadarî ayrımının ya da yerleşiklik farkı gözetilmeksizin, geçimlerini tarımdan, hayvancılıktan, ilkel
göçebelik-yerleşiklikten biçimlerde sağlayan ve şehirde değil, arazide yaşayan-toplulukların medeniyetleri
çok, kırsal ve kentsel toplum (İbn Haldûn’un ifadesiyle ‘bedevî umrân’), kabileler ve ilkel ya da ‘vahşî’ topluluklar
arasındaki ayrıma yakın
olduğu sonucuna varılabilir. gibi konular ele alınmıştır (MR-I, s. 83, 247-310; MU-I, s. 209, 323-369). Üçüncü
bölüm, devletleri, hanedanlıkları, hilâfeti, yönetimi ve devlet örgütlenmesindeki
aşamaları ve çeşitli konumları konu almıştır (MR-I, s. 83, 311-481;MR-II, s. 3-232;
MU-I, s. 209, 373-624). Dördüncü bölüm, İbn Haldûn’un şehirlerdeki toplulukla-
rın medeniyetleri-yani ‘hadarî umrân’, memleketler ve şehirler üzerine görüşlerini
içermektedir (MR-I, s. 83; MR-II, s. 235-308; MU-I, s. 209; 2005b: 629-690). Beşinci
Bölüm ilimler, sanatlar, geçim, kazanç ve kazanç yolları üzerine bir tartışmadan
oluşmuştur (MR-I, s. 83; MR-II, s. 311-408; MU-I, s. 209; 2005b: 693-762). Son ola-
rak altıncı bölüm, ilimleri, ilimlerin elde edilmesini ve öğrenilmesini konu almıştır
(MR-I, s. 83; MR-II, s. 411-463; MR-III, s. 3-480; MU-I, s. 209; 2005b: 765-1090).
İkinci bölüm, yukarıda da dile getirdiğimiz gibi, İbn Haldûn’un bedevî topluluk-
ları gözlemesi sonrasında vardığı yargıların temellendirilmesine ayrılmıştır. İkinci
bölümde İbn Haldûn bedevî umrânın temel niteliklerini incelerken, ilk bölümde ele
Umran kavramının genellikle aldığı umrânın genel niteliklerini de göz önünde bulundurmakta, böylelikle insan
“medeniyet” anlamında doğası unsurunu açıklamalarının zemininde tutmayı başarmaktadır. İnsan doğasının
kullanımına rastlanır. İbn
Haldûn’un Mukaddime’de en önemli özelliklerinden biri de korunmaya-varlığını sürdürmeye duyduğu gereksi-
tarihin temeline bir medeniyet nimdir. Bu gereksinimi karşılamak üzere de insanlar, toplum halinde yaşar ve birbi-
kuramı yerleştirdiği düşüncesi riyle dayanışma içinde olurlar. Bu dayanışma ruhu için İbn Haldûn, asabiyet terimini
de kavramın bu anlam
içeriğine dayandırılır. İbn kullanır. Asabiyet nedir? İbn Haldûn’a göre asabiyetin temelinde hem iyiliği hem de
Haldûn umran terimini kötülüğü insanlara işleyen Allah bulunmaktadır (MR-I, s. 261; MU-I, s. 333). İnsanın
“medeniyet” anlamına gelecek
şekilde kullandığında, insanın en önemli özelliği de az önce söylediğimiz gibi, toplumsal örgütlenmeye gereksinme-
diğer canlılardan ayrıldığı sidir. İnsan için, toplum halinde yaşamaya başladıktan sonra, umran kurmak da bir
başlıca özelliklerinden
birini imlemektedir: “umran zorunluluk hâlini alır. Fakat, bu umran kurulunca da-insan doğasında bulunan sal-
toplumla kaynaşmak dırganlık ve haksızlık etme gibi sorunlu özelliklerden dolayı- insanları birbirine karşı
ve ihtiyaçları gidermek
maksadiyle şehre veya bir koruyacak bir güce gereksinim duyulur (MR-I, s. 91; MU-I, s. 215).
konaklama yerine inmek İbn Haldûn üzerine yapılmış bazı çalışmalarda da asabiyet kavramı üzerine
ve orada birlikte ikâmet açıklama ve yorumlara rastlamak olanaklıdır. Sözgelimi, Ziyaettin Fahri Fındıkoğlu
etmekten ibarettir” (MU-I,
s. 208). ve Hilmi Ziya Ülken’in hazırladıkları İbn Haldûn başlıklı çalışmada yer alan eti-
molojik çözümlemeye kısaca değinilecek olursa, bu kavramın “asabe” kökünden
İbn Haldûn nesep ve sebep
olmak üzere iki farklı asabiyet türetildiği, “asabe”nin sözcük anlamı açısından “bağlılık” demek olduğu, yani asabi-
türünden söz etmiştir. İbn yeti enerji ve dinamizm kaynağı şeklinde tanımlamanın doğru olacağı düşünceleri
Haldûn’un “nesep” ve “sebep”
olarak adlandırdığı asabiyet ile karşılaşılabilir (Fındıkoğlu-Ülken 1940, s. 62). Yine asabiyet kavramının “çoğul
türleri, sırasıyla, “soya bağlı niteliği”nden hareketle, Fındıkoğlu ve Ülken, bağlılık yani birlik/ortaklık ve enerji
dayanışma” ve “gerekçeye
bağlı dayanışma” biçimlerinde kaynağının birden fazla olacağına işaret etmektedir. Nitekim İbn Haldûn nesep ve
de ifade edilebilir. sebep olmak üzere iki farklı asabiyet türünden söz etmiştir (a.y.).
Asabiyet, İngilizce’ye “group
Ahmet Arslan’a göre ise, ister nesep, isterse sebep asabiyeti olsun, bütün asa-
feeling” (F.Rosenthal), “group biyet türleri ortak işlevlere sahiptir: Bir kimlik aracı olmak; insanları birbirlerine
solidarity” (M.Halpern), “social bağlamak, onları birbirinin yardımına koşturmak, anlamlı ve nitelikli birlikte-
solidarity” (M.Mehdî) olarak
çevrilmiştir. Bu çevirilere karşı likler oluşturmak ve ortak hedefler çerçevesinde bütün üyelerin dayanışmalarını
da Gabrieli’nin tavrının benzer sağlamak, bu işlevlerin en önde gelenlerindendir (Arslan 2002, s. 237). Arslan,
olacağı düşünülmektedir;
çünkü onun asabiyete kendi asabiyeti, toplumdaki her türlü gelişim ve dinamizmin öncelikli şartı olarak de-
yorumu çerçevesinde yüklediği ğerlendirmiştir (a.y., s. 93).
anlam, hiçbir çeviride tam
karşılığını bulmamaktadır. Francesco Gabrieli’ye göre İbn Haldûn asabiyet kavramını tarihi yorumlar-
ken ve devlet modelini temellendirirken kullanmaktadır. Gabrieli’nin İbn Haldûn
yorumunda, asabiyet, insan toplumunun temel bağı ve tarihin itici gücüdür (mo-
4. Ünite - Tarih Felsefesinin Ortaçağdaki Kökenleri II: İslâm Ortaçağı ve İbn Haldûn 67
tive force). Bu anlayıştan hareketle bu kavramın Fransızca’ya “esprit de corps” Gabrieli’nin belirlemeleri
daha çok siyaset çerçevesinde
(De Slane), Almanca’ya “Gemeinsinn” ya da “Nationalitätsidee” (Von Kremer) yoğunlaşsa da asabiyeti,
biçiminde çevrilmesi ise, Gabrieli’ye göre, İbn Haldûn’u temelleri zayıf bir biçim- “insan toplumunun temel
de modernleştirme girişiminden başka bir şey değildir (Gabrieli 1960, s. 681). bağı ve tarihin itici gücü”
olarak açıklayan bir görüşün,
Asabiyet söz konusu olduğunda, tarihin itici gücü olma özelliği, İbn Haldûn tara- medeniyet anlamında
fından kan bağından daha fazla vurgulanmaktadır ve bu itici güç, insanları kendi- kullanılan “umran”ı da-açıkça
söze dökmemekle birlikte-
ni ortaya koyarak egemenlik için savaştıran, hanedanlıklar ve devletler kurduran hesaba kattığını söylemek
temel bir etkendir (a.y.). Asabiyetin doğal temelinden kopması, mülkün belli bir olanaklıdır.
ailenin eline geçmesinden sonra bu ailenin asabiyet yerine kendi egemenliklerini
kökleştirecek başka tedbirleri uygulamaya koymasıyla; bu tedbirlerin uygulanma-
sı da bedevî (ilkel, olgunlaşmamış, kırsal) yaşamdan hadarîliğe (gelişmiş, karma-
şıklaşmış, kentsel) geçiş tamamlandıktan sonra gerçekleşir (a.y.).
Öyleyse, mülkün ve hükümdarın yani tek elden yönetime dayalı ve kalıcı bir Mülk terimi, bu ünitede, İbn
devlet örgütlenmesinin- temelinde neyin ya da nelerin olduğunu sormak uygundur. Haldûn’un kendi kullanımı
Hükümdarın/hükümdarlığın varlığını olanaklı kılan en temel unsur İbn Haldûn’a izlenerek, “mutlak monarşi”
anlamında kullanılıyor. İbn
göre asabiyettir (MR-I, s. 313; MU-I, s. 373). İbn Haldûn’a göre kalıcı bir egemenli- Haldûn, devleti (devlet çatısı
ğin temelinde yakın kan bağından olan ya da aynı amaç doğrultusunda mücadele altındaki kurumlar dahil),
umranın varlığını sürdürmesi
ederken güçlerini birleştiren insanların yoğun bir dayanışması olduğunu söylemek için en önemli unsur olarak
uygundur. İşte asabiyet tam da bu bakımdan siyasi içerikli bir kavram olmaktadır. görürken, farklı devlet tiplerini
açıklarken halîfelik ve saltanat
İbn Haldûn, devlet sorununu tartışırken, bedevî umran aşamasında kabilelerin çerçevesi dışına çıkmaz (MR-I,
ya da aşiretlerin saltanattan (mülkten) çok önderlik (riyaset) altında birleşmele- s. 313-MR-II, s. 135; MU-I, s.
rinin yaygın olduğuna da işaret etmektedir (MR-I, s. 269-271; MU-I, s. 338-339). 373-581).
İbn Haldûn, insanın toplum hâlinde yaşamasının yaratılışından kaynaklanan “Umran”ın, “medeniyet”
bir nitelik olduğunu vurguladıktan sonra, umranın iki aşamada gerçekleştiğini anlamı yanında, “medeniyetin
ortaya çıkmasına zemin
ortaya koymuştur. Bu aşamalar, aslında insanların gereksinimlerinin niceliğine hazırlayan toplumsal
ve çeşitliliğine bağlı olarak değişen iki temel yaşam tarzıdır. İbn Haldûn zorunlu örgütlenme” anlamında
kullanıldığına da rastlamak
gereksinimlerin ön planda tutulduğu kırsal yaşam tarzını (göçebe-yerleşik ayrımı olanaklıdır.
yapmaksızın) ‘bedevî’; gereksinimlerin çoğaldığı, çeşitlendiği ve gitgide lükse var-
dığı, kasaba ve kentlerde gelişen yaşam tarzını da ‘hadarî’ olarak adlandırmış ve
umranın unsurlarını bu iki temel aşama çerçevesinde incelemiştir.
İnsan doğasını tarih ve toplum üzerine yapılan belirleme ve açıklamalarda temel
alan bu anlayışın, İbn Haldûn’u ve kendisinin kurduğunu ifade ettiği umran ilmini
özgün kılan önemli unsurlardan biri olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Bedevî umrân ile ilgili çözümlemelerden sonra yani üçüncü bölümde İbn
Haldûn devletler, hanedanlıklar, hilâfet, yönetim ve devlet örgütlenmesindeki
aşamalar, devletteki çeşitli görev alanları/konumlar üzerine görüşlerini temellen-
dirmeye çalışmıştır. Üçüncü bölümde genel olarak mülkten-yani kalıcı devlet ör-
gütlenmelerinden ve niteliklerinden söz eden İbn Haldûn’un bundan sonraki bazı
çözümlemelerinin bir kısmı hilâfeti yani din devleti başkanlığını ve halîfeliğin genel
devlet anlayışıyla bağlantılarını kapsamaktadır. Üçüncü bölümün kendi içinde izle-
diği son iki aşama, İbn Haldûn’un devlet örgütlenmelerindeki dereceler makamlar
ve bunların açıklanması ile devletin yıkılmasına ilişkin görüşlerinin açıklanmasın-
dan oluşmuştur. Kısacası, İbn Haldûn Mukaddime’nin üçüncü bölümünde, sağlam
temelli ve güçlü bir devlet için gerekli koşulların arayışına girmiştir.
İbn Haldûn’a göre güçlü bir devletin sağlam bir asabiyet kadar, belki de ondan
çok, çağın ve toplumun gereksinimlerini karşılayan sağlam temelli bir siyaset an-
layışına sahip olması gerekmektedir; aksi durumda devletin gücü ve kalıcılığı teh-
likeye düşmektedir. İbn Haldûn’un bu bölümde ortaya koydukları, yaklaşık yirmi
yıllık siyaset deneyimleri sonucunda uzun ömürlü ve istikrarlı bir siyâsî oluşum
68 Tarih Felsefesi I
Kitâbu’l İber ile ilgili yazılan 6. Kuzey Afrika ve özellikle Berberîler’in tarihinin anlatıldığı üçüncü kitap iki
5. maddede gördüğünüz
“reddetmiştir” ifadesini ciltten oluşur ve Bulak baskısının da altıncı ve yedinci ciltlerini oluşturur,
oldukça kesin bir sav gibi hatta İbn Haldûn’un tarih yapıtı yazma isteğini uyandıran, en başta yalnız-
yorumlarsak, W.Barthold’un ca bu kitabı yazmak olmuştur (a.y.);
İbn Haldûn’un Kitâbu’l-İber’i
hakkındaki yorumu üzerinde 7. Üçüncü kitapta verilen bilgiler, özellikle de Endülüs hakkında verilen ha-
bir kez daha düşünmemiz berler-gerek İbn Haldûn’un yaptığı çapta ve kapsamda bir araştırmanın
gerekir. Ayrıca,
Kitâbu’l-İber’de Uludağ’ın başkası tarafından yapılmamış olmasından, gerekse İbn Haldûn’un kişisel
kullandığı bu “reddetme” gözlemlerini ve günümüze ulaşmamış pek çok kaynağı kullanmasından-
ifadesini yanlışlayacak
yerler de vardır. Hatta, diğer tarihlerin hiçbirinde verilmemiştir ve yapıt bu bakımından da çok
Mukaddime’nin İngilizce önemlidir-öyle ki yalnızca bu üçüncü kitap 1852’de Baron MacGuckin De
çevirisine yazdığı Giriş
kısmında Franz Rosenthal Slane tarafından Fransızca’ya çevrilmiştir (a.y., s.80-81);
dahi, bir düşünür olarak 8. İbn Haldûn, tarih yapıtında olayları zamandizin sırası temeline oturtmak
İbn Haldûn’u ve yapıtını yerine-kendisinden önce Belâzurî ve Mes’ûdî’nin de yaptığı gibi- bölümle-
savunmasına karşın, Kitâbu’l-
İber’in eksiklikleri olduğunu re ve devirlere ayırarak ele almayı yeğlemiştir; fakat anlattığı ve açıkladığı
kabul etmekte; fakat bu olayları tarihsel çerçeveye oturtmak konusunda bu sayılan tarihçilerden
eksiklikleri İbn Haldûn’un
kendisinden çok, içinde daha başarılı olmuştur (a.y., s.81).
yaşadığı dönemin siyâsî Enan’a göre İbn Haldûn, tarihi üzerinde çalışmaya değer bir bilgi alanı olarak
ve toplumsal koşullarına
bağlamaktadır (F. Rosenthal, görmesi dolayısıyla yalnızca İslâm tarihçilerinden değil, kendisini önceleyen tüm
1958: lxiv-lxv). İslâm düşünürlerinden de ayrılmaktadır (Enan 1984, s. 109). Yeni bir açıklama
ve akıl yürütme yöntemiyle tarih yazmak isteyen İbn Haldûn’un kişisel dene-
yimleri ve çalışmaları, onu bir toplum felsefesi kurmaya da yöneltmiştir (a.y.).
Mukaddime, toplumsal olguları anlama ve açıklama, tarihi anlama, eleştirel süz-
geçten geçirme ve çözümleme hakkında daha önce örneğine rastlanmamış yeni
bir sistem öneren, bu yüzden de özgünlüğü dikkate değer bir yapıttır (a.y.).
Bazı yorumlara göre tarihçi, başka bazı yorumlara göre medeniyet-kültür
tarihçisi ya da tarih kuramcısı ve sosyolog, ya da ekonomist, kamu hukukçusu,
siyaset düşünürü olarak ele alınan İbn Haldûn’un düşüncesi bir bütün olarak in-
celendiğinde, sisteminin akılcılığı ve gerçekçiliği nedenleriyle bu farklı ve çeşitli
yorumların tamamen haksız ve temelsiz olmadığı sonucuna varılabilir (Uludağ
1993: 3). İbn Haldûn’un Mukaddime’de serimlediği düşüncelerini sözü edilen di-
siplinlerin salt birinin ya da bir kaçının bakış açısı ile sınırlamak, bu düşünüre
haksızlık olacağı gibi, Mukaddime’nin bütünlüğünden koparılması tehlikesini de
doğuracaktır (Hassan 1998).
Ümit Hassan’ın doktora tez çalışması olan İbn Haldûn’un Metodu ve Siyaset Teori-
si, bir yandan İbn Haldûn’un Mukaddime adlı yapıtına ilişkin değerlendirmelerde
bütüncül bir yaklaşım sergilenmediğine ve bu durumun İbn Haldûn düşüncesini
değerlendirmede sorun oluşturduğuna dikkat çeken, diğer yandan da Mukaddi-
me’deki siyasetle ilgili unsurları başarıyla çözümleyen bir yapıttır (İstanbul: Top-
Umran ilmi, bir bilgi alanı lumsal Dönüşüm Yayınları, 2. Baskı, 1998).
olarak tarihin epistemolojisi,
bir varlık alanı olarak tarihin
ontolojisidir; çünkü bu ilim, Tüm bunlardan öte, İbn Haldûn’u tarih felsefesi açısından değerlendirmemi-
insan ve toplumu genelliğinde
kavramayı amaçlayan bir ze olanak tanıyan umran ilmi, sergilediği özellikleriyle günümüzde sosyolojinin,
ilim olarak, en genel ve ekonominin, siyaset kuramının, hatta kültürel antropolojinin kapsamına girecek
en temel olanın kuramıyla
ilgilenen felsefe içerisinde konuları, genel bir çerçeveyle ve tarihteki olayların neden-sonuç ilişkileri biçimin-
temellendirilebilir. Zaten İbn de kavranmasına yardımcı olacağı kadarıyla ele almıştır. Ayrıca bu ilim, bilgi ve-
Haldûn’a göre umran ilmi ren bir disiplin olarak tarihin çerçevesini çizmeye, tarih yazıcıları için sağlıklı ve
sayesinde hikmet ilimlerinden
sayılmayı hak eden tarihin güvenilir bilgileri kayda geçirmeyi sağlayacak bir yöntem belirlemeye de yarayan
felsefî yönü tam da buradadır. bir meta-ilimdir. Öyleyse umran ilmi, bir bilgi alanı olarak tarihin epistemolojisi,
4. Ünite - Tarih Felsefesinin Ortaçağdaki Kökenleri II: İslâm Ortaçağı ve İbn Haldûn 71
bir varlık alanı olarak tarihin ontolojisidir; çünkü bu ilim, insan ve toplumu genel-
liğinde kavramayı amaçlayan bir ilim olarak, en genel ve en temel olanın kuramıy-
la ilgilenen felsefe içerisinde temellendirilebilir (Özlem 2004, s. 40). İşte umran
ilmi sayesinde hikmet ilimlerinden sayılmayı hak eden tarihin felsefî yönü tam da
buradadır. İbn Haldûn’un, ilkelerini oluşturduğunu söylediği bu ilimle, hem “geç-
mişte olan olayların bütünü”-ya da res gestae, hem de “geçmişte yaşanmış olayla-
rın anlatımı”-yani historia rerum gestarum anlamındaki tarihe katkıda bulunduğu
ileri sürülebilir (Şenol 2009, s. 171).
Özet
Ortaçağ İslâm Medeniyeti’nin ve düşüncesinin te- İbn Haldûn’un yaşamı ve yapıtlarını hatırlamak
1 mel özelliklerini özetleyip açıklamak. 3 ve sıralamak.
İslâm Medeniyeti ve düşünce yapısıyla ilgili
İbn Haldûn, Et-Tâ’rîf ’ te kökeninin
olarak, 1. Dînî bir temelden beslenen ve di- Hadramut’taki (Yemen) Arap kabile reislerinden
nin öngördüğü değerler üzerine kurulan İslâm ve Peygamber’in sahâbesinden Vâîl bin Hucr’a
Medeniyeti’nin Araplar’a ve bu dîni benimseyen kadar uzanan bir aileye dayandığını anlatmıştır.
diğer toplumlara yeni bir toplum ve yaşam mo- İbn Haldûn’un köklerinin dayandığı aile, devlet
deli sunduğu, 2. Bu yaşam modelinin halîfelikle işlerinde yer almış, tanınan ve içinde çoğunluk-
başlayıp saltanatla devam eden devlet örgütlen- la iyi eğitimli insanlara rastlanan bir ailedir. İbn
melerinde ve devletin çeşitli işlerini yürütmek Haldûn’u Mukaddime gibi özgün çözümlemeler
üzere oluşturulan kurumlarda kökleştirilmesine içeren bir yapıtı yazmaya yönelten bilgi ve dene-
çalışıldığı, 3. İslâm ile gelen değerlerin bilgiyi ve yim birikimi, yalnızca eğitim sayesinde oluşma-
onun edinilmesini belirleyen esasları, yani bilgi mıştır. İbn Haldûn, yaklaşık 20 yaşından 45 ya-
sorununa yaklaşımları derinden etkilediğini ve şına, 4 yıllık bir aradan sonra da, 49 yaşından 74
bu etkinin tarihçiliğe de yansıdığı söylenebilir. yaşına-yani ölümüne dek siyasetin ve bürokrasi-
nin çeşitli kademelerinde görev yapmış, önemli
14. yüzyılda İslâm Medeniyeti’nin Kuzey deneyimler kazanma ve ayrıntılı gözlem yapma
2
Afrika’daki durumunun İbn Haldûn üzerindeki olanağı bulmuştur.
etkisini saptamak. Bilinen ilk yapıtı Fahreddin Râzî’nin El-
İbn Haldûn’un doğduğu ve yetiştiği dönemde Muhassal Fî İlmi’l-Kelâm yapıtının açıklamalı
Endülüs ve Kuzey Afrika’da siyâsî ve medenî ya- bir özeti niteliğindeki Lubâbu’l-Muhassal Fî
şam ile ilim ve düşünce faaliyetleri gerileme aşa- Usulü’d-Dîn olan İbn Haldûn’un Mukaddime,
masındadır. Hodgson’a göre; 1259’daki Moğol Kitâbu’l-İber, Et-Tâ’rîf ve Şifâu’s-Sâîl dışın-
fetihlerinden sonra İslâm toplumları içinde çok daki yapıtları günümüze ulaşmamıştır. Fakat
küçük bir kültürel yenilenmenin gerçekleşebil- Lisânuddîn İbnü’l-Hatîb’in El-İhâtâ Fî Ahbar-i
diği bir duraklama-gerileme, hatta çöküş döne- Gırnâta adlı yapıtında, sözü geçen yapıtları dı-
minden söz edilebilir. Hitti’ye göre, 14. yüzyılda şında İbn Haldûn’un İbn Rüşd’ün yapıtlarını
Kuzey Afrika parçalanmış bir görünüm sergile- özetleyen yazıları, mantık hakkında bazı notla-
mektedir: Mısır’da Memlûk Sultanlığı, İfrikiye’de rı, hesap üzerine bir kitabı, Lisânuddîn İbnü’l-
(Tunus) Hafsoğulları, Orta Mağrib’de (Cezayir) Hatîb’in Fıkıh Usulü hakkında yazdığı bir man-
Abdülvadoğulları ve Batı/uzak Mağrib’de (Fas) zum yapıtın yorumu ve Kasîde-i Bürde üzerine
Merînîler egemenliğini sürdürmektedir, fakat bir yorumu bulunduğundan söz edilmektedir.
bu devletler gerek kendi içlerinde gerekse bir-
birleriyle sürekli çatışmaktan yıpranmışlardır.
Chapra, İslâm Medeniyeti’nin 14. yüzyılda geri-
leme sürecinde olduğunu, bunu yalnızca Abbâsî
Halîfeliği’nin Moğol saldırıları sonrasında son
bulmasıyla değil, Haçlı saldırıları (1095-1396)
ve İbn Haldûn’un ilk gençlik döneminde Kuzey
Afrika dahil geniş bir coğrafyayı etkileyen veba
salgını gibi etkenlerle de açıklama olanağı bu-
lunduğunu; tüm bu gelişmelerin, başka bazı
tarih olaylarıyla birleştiğinde, İslâm dünyasının
merkezî bölgelerinin zayıflamasına yol açtığını
söylemektedir.
4. Ünite - Tarih Felsefesinin Ortaçağdaki Kökenleri II: İslâm Ortaçağı ve İbn Haldûn 73
İbn Haldûn’un tarih felsefesine katkısını
4 Mukaddime’nin içeriğini özetlemek. 5 Mukaddime adlı yapıtı temelinde değerlendirmek.
Mukaddime’nin Giriş’inde tarih ilmine ilişkin Bazı yorumlara göre tarihçi, başka bazı yorum-
değerlendirmelerini ortaya koyarak işe başla- lara göre medeniyet-kültür tarihçisi ya da tarih
yan İbn Haldûn, Birinci Kitap’a da, dünyadaki kuramcısı ve sosyolog ya da ekonomist, kamu
umrânın doğası, ona ilişkin olan bedevîlik (gö- hukukçusu, siyaset düşünürü olarak ele alınan
çebe ya da yerleşik ayrımı yapılmaksızın, kırda- İbn Haldûn’un düşüncesi bir bütün olarak ince-
ki, arazideki yaşam), hadarîlik (kentlerdeki yer- lendiğinde, sisteminin akılcılığı ve gerçekçiliği
leşik yaşam), tagallüb (savaşta zafer elde ederek nedenleriyle bu farklı ve çeşitli yorumların tama-
egemenlik kurma), kazanç, geçim, ilimler, sanat- men haksız ve temelsiz olmadığı düşünülebilir.
lar vb. konuları ve bunlara ilişkin nedenleri ge- İbn Haldûn’un Mukaddime’de serimlediği dü-
nel bir açıdan ele alarak başlamıştır. Daha sonra şüncelerini sözü edilen disiplinlerin salt birinin
bu genel içeriği altı bölüme ayırarak-yakıştırma ya da bir kaçının bakış açısı ile sınırlamak, hem
uygunsa-”ansiklopedik” detaylarıyla ele almış ve bu düşünüre haksızlıktır, hem de Mukaddime’yi
tartışmaya açmıştır. İlk bölüm genel çerçeve ile bütünlüğünden koparmak tuzağına düşürür.
insana ait medeniyetin, bu medeniyetin sınıfla- Tüm bunlardan öte, İbn Haldûn’u tarih felsefe-
rının ve dünya üzerinde kapladığı yerlerin ne si açısından değerlendirmemize olanak tanıyan
kadar olduğunun anlatılmasından oluşmuştur. umran ilmi, sergilediği özellikleriyle günümüz-
İkinci bölümde, kırsal-yani göçebelik ya da yer- de sosyolojinin, ekonominin, siyaset kuramının,
leşiklik farkı gözetilmeksizin, geçimlerini tarım- hatta kültürel antropolojinin kapsamına girecek
dan, hayvancılıktan, ilkel biçimlerde sağlayan konuları, genel bir çerçeveyle ve tarihteki olay-
ve şehirde değil, arazide yaşayan-toplulukların ların neden-sonuç ilişkileri biçiminde kavran-
medeniyetleri (İbn Haldûn’un ifadesiyle ‘bedevî masına yardımcı olacağı kadarıyla ele almıştır.
umrân’), kabileler ve ilkel ya da ‘vahşî’ topluluk- Ayrıca bu ilim, bilgi veren bir disiplin olarak
lar gibi konular ele alınmıştır. Üçüncü bölüm, tarihin çerçevesini çizmeye, tarih yazıcıları için
devletleri, hanedanlıkları, hilâfeti, yönetimi ve sağlıklı ve güvenilir bilgileri kayda geçirmeyi
devlet örgütlenmesindeki aşamaları ve çeşitli sağlayacak bir yöntem belirlemeye de yarayan
konumları konu almıştır. Dördüncü bölüm, İbn bir meta-ilimdir.
Haldûn’un şehirlerdeki toplulukların medeni- Öyleyse umran ilmi, bir bilgi alanı olarak tarihin
yetleri-yani ‘hadarî umrân’, memleketler ve şe- epistemolojisi, bir varlık alanı olarak tarihin on-
hirler üzerine görüşlerini içermektedir. Beşinci tolojisidir; çünkü bu ilim, insan ve toplumu ge-
Bölüm ilimler, sanatlar, geçim, kazanç ve kazanç nelliğinde kavramayı amaçlayan bir ilim olarak,
yolları üzerine bir tartışmadan oluşmuştur. Son en genel ve en temel olanın kuramıyla ilgilenen
olarak altıncı bölüm, ilimleri, ilimlerin elde edil- felsefe içerisinde temellendirilebilir. İşte umran
mesini ve öğrenilmesini konu almıştır. ilmi sayesinde hikmet ilimlerinden sayılmayı
hak eden tarihin felsefî yönü tam da buradadır.
İbn Haldûn’un, ilkelerini oluşturduğunu söy-
lediği bu ilimle, hem “geçmişte olan olayların
bütünü”-ya da res gestae, hem de “geçmişte ya-
şanmış olayların anlatımı”-yani historia rerum
gestarum anlamındaki tarihe katkıda bulundu-
ğu ileri sürülebilir.
74 Tarih Felsefesi I
Kendimizi Sınayalım
1. Gramer, retorik ve mantıktan oluşan bilgi alanları 6. İbn Haldûn’un kendi yaşamını ve deneyimlerini an-
grubu için Ortaçağ Hıristiyan dünyasında aşağıdaki te- lattığı yapıtı aşağıdakilerden hangisidir?
rimlerden hangisi kullanılmıştır? a. Mukaddime
a. Theologia b. Et-Tâ’rîf bî-İbn Haldûn ve Rıhletûhu Garban ve
b. Septem artes liberales Şarkan
c. Trivium c. Kitâbu’l-İber
d. Magister d. Şifâu’s-Sâîl
e. Quadrivium e. Lubâbu’l-Muhassal Fî Usulü’d-Dîn
2. Matematik, mantık, doğa bilimleri ve felsefeyi kap- 7. İbn Haldûn, geçimlerini tarımdan, hayvancılıktan,
sadığını düşündüğü aklî ilimleri hakikate ulaştırmakta ilkel biçimlerde sağlayan ve açık arazide yaşayan toplu-
yetersiz kaldıkları gerekçesiyle eleştiren İslâm düşünü- lukların medeniyetlerine aşağıdaki terimlerden hangi-
rü aşağıdakilerden hangisidir? siyle göndermede bulunur?
a. Fârâbî a. Bedevî umran
b. İbn Sînâ b. Asabiyet
c. Hârezmî c. Hadarî umran
d. İbn Rüşd d. Mülk
e. Gazâlî e. Tagallüb
3. Aşağıdakilerden hangisi, İbnü’l-Esir’e göre, tarihin 8. İbn Haldûn’un asabiyet kavramını “insan toplumu-
dünyadaki yararlarından biri değildir? nun temel bağı ve tarihin itici gücü” biçiminde yorum-
a. Hükümdarların toplumu yönetme biçimlerini göz- layan düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
den geçirmelerini sağlaması a. Rosenthal
b. İnsanı âhiretin mutluluk evine girmeye yöneltmesi b. Von Kremer
c. Ölümsüzlüğü seven insanı geçmişin olaylarıyla ta- c. Ülken
nıştırması d. Arslan
d. Hükümdarların geçmişten ders almalarını sağla- e. Gabrieli
ması
e. İnsanları iyiyi benimseyip kötüyü reddetme konu- 9. Mukaddime’nin üçüncü bölümü için aşağıdaki ni-
muna getirmesi telemelerden hangisi uygundur?
a. İbn Haldûn’un tarih epistemolojisi
4. 14. yüzyılda Kuzey Afrika’nın parçalanmış bir siyasi b. İbn Haldûn’un tarih ontolojisi
görünümü olduğunu vurgulayan düşünür aşağıdaki- c. İbn Haldûn’un siyaset felsefesi
lerden hangisidir? d. İbn Haldûn’un hukuk felsefesi
a. Hitti e. İbn Haldûn’un kent toplumu kuramı
b. De Boer
c. Hodgson 10. Mukaddime değerlendirmelerinde bütüncül bir
d. Chapra yaklaşım sergilenmediğini ve bu durumun İbn Haldûn
e. Ülken düşüncesini değerlendirmede ciddi sorunlara yol açtı-
ğını savunan düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
5. Aşağıdakilerden hangisi, İbn Haldûn’un günümüze a. Ülken
ulaşabilmiş yapıtlarından biri değildir? b. Fındıkoğlu
a. Mukaddime c. Arslan
b. Kitâbu’l-İber d. Hassan
c. Lubâbu’l-Muhassal Fî Usulü’d-Dîn e. Uludağ
d. Kasîde-i Bürde üzerine yorumu
e. Şifâu’s-Sâîl
4. Ünite - Tarih Felsefesinin Ortaçağdaki Kökenleri II: İslâm Ortaçağı ve İbn Haldûn 75
Okuma Parçası
...I. Rızk ve kesbin hakikatine, bunların açıklanmasına ve hiç birinde faydalanmazsa bu durumda sahibine na-
kesbin, insan emeğinin kıymetinden ibaret olduğuna dair zaran bu mala “rızk” ismi verilemez. İnsanın çabası ve
Bilmek gerekir ki insan, hayatındaki bütün hal ve tavır- gücü ile mülkiyetine sahip olduğu (ama fiilen istifade
larında (doğma ve) yetişme çağından erginlik çağına ve etmediği) mal “kesb” (kazanç, profit) adını alır. Buna
ihtiyarlığa kadar kendisi için gıda ve nafaka olacak şeylere misâl mirastır. Ölene nisbetle mirasa “kesb” simi verilir
tabiatı icabı ihtiyaç duyar. “Ve Allah zengindir, siz ise fa- ama “rızk” adı verilemez. Çünkü ölen (muris) bundan
kirsiniz” (Muhammed 47/38, O’ndan başka her şey fakr (fiilen) faydalanmamıştır, faydalanmaları halinde, va-
ve ihtiyaç içindedir). Şanı yüce olan Allah, âlemde var rislere nazaran o mala “rızk” adı verilir...
olan şeylerin tümünü insan için yaratmış ve bunları, bir
çok âyetlerde insan için minnet vesilesi yapmıştır... İnsan, Kaynak: İbn Haldûn, Mukaddime (2. cilt), çev.
elini (ve gücünü) Allah’ın onu istihlaf etmesi sebebiyle Süleyman Uludağ, İstanbul, Dergâh Yayınları (4.
âleme ve orada bulunan şeylerin üzerine yaymıştır (ve Baskı), 2005, s. 693-694.
onlar üzerinde hakimiyet kurmuştur). Bütün insanların
elleri (var olan şeyleri elde etmek için yeryüzüne ve ora-
daki eşyaya) yayılmıştır. Bu hususta bütün insanlar müş- Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı
terektir (Bütün beşerî kuvvet ve imkânlar aynı durumda- 1. c Yanıtınız doğru değilse, “Ortaçağ İslâm
dır). Belli bir kişinin eli (ve mülkiyeti) altına giren bir şey Medeniyeti’nin ve Düşüncesinin Temel Özellikleri”
artık diğerinin eline geçmez, onu ancak bir bedel karşılığı başlıklı bölümünü yeniden okuyunuz.
elde edebilir. İmdi kendine hâkim olmak durumuna ge- 2. e Yanıtınız doğru değilse, “Ortaçağ İslâm
len ve (küçüklükten ileri gelen) zayıflık safhasını geçen Medeniyeti’nin ve Düşüncesinin Temel Özellikleri”
bir kimse, kazanç, (kâr ve fayda) elde etmek için çabalar. başlıklı bölümünü yeniden okuyunuz.
Maksadı ise, Allah’ın kendisine ihsan ettiği malları (Talâk, 3. b Yanıtınız doğru değilse, “Ortaçağ İslâm
65/7), bunların bedellerini ödeyerek mutad ve zarurî ih- Medeniyeti’nin ve Düşüncesinin Temel Özellikleri”
tiyaçlarını temin etmek için harcar. Yüce Allah, “Allah in- başlıklı bölümünü yeniden okuyunuz.
dinde rızk talep ediniz” (Ankebut, 29/17) buyurmuştur. 4. a Yanıtınız doğru değilse, “İbn Haldûn’un
(Kazanç peşinde olan) bir kimse için, bu durum, çaba Yaşadığı Dönemde İslâm Medeniyetinin
harcamadan da elverebilir. Meselâ ekin için yağmur ve Durumu ve İbn Haldûn’un Yaşamı” başlıklı bö-
benzeri hallerde bu durum vardır (Emek harcamadan lümünü yeniden okuyunuz.
tarla sulanmış ve bol mahsul alınmış olabilir). Fakat bu 5. d Yanıtınız doğru değilse, “İbn Haldûn’un
durum sadece belli (ve sınırlı) olarak bahiskonusu olur. Yaşadığı Dönemde İslâm Medeniyetinin
İlerde görüleceği gibi bu durum (ve tabii imkânlar) Durumu ve İbn Haldûn’un Yaşamı” başlıklı bö-
lümünü yeniden okuyunuz.
la birlikte insanın mutlaka çaba harcaması icab eder.
6. b Yanıtınız doğru değilse, “İbn Haldûn’un
İmdi bahiskonusu kazançlar, şayet zaruret ve ihtiyaç
Yaşadığı Dönemde İslâm Medeniyetinin
kadar olursa, buna “meaş” (maişet, geçim) denir. Bu
Durumu ve İbn Haldûn’un Yaşamı” başlıklı bö-
miktardan fazla olursa, o vakit de “servet ve sermaye”
lümünü yeniden okuyunuz.
(müterakim mal) adını alır. Sonra sözkonusu hâsılanın
7. a Yanıtınız doğru değilse, “Mukaddime’nin
ve biriktirilmiş malın menfaati şayet insana ait olup çı-
İçeriği: İbn Haldûn’un Tarih Felsefesi” başlıklı
karlarında ve ihtiyaçlarında harcamak suretiyle bunun
bölümünü yeniden okuyunuz.
semeresi onun için husule gelirse, buna; “rızk” (nasip,
8. e Yanıtınız doğru değilse, “Mukaddime’nin
kısmet, sustenance) adı verilir. Haz. Peygamber (s.a.),
İçeriği: İbn Haldûn’un Tarih Felsefesi” başlıklı
“Malından sana ait olan sadece yiyip de tükettiğin, gi- bölümünü yeniden okuyunuz.
yip de eskittiğin ve tasadduk edip de (ahirete) gönder- 9. c Yanıtınız doğru değilse, “Mukaddime’nin
diğindir”, buyurmuşlardır (Müslim, Zühd 3, Tirmizî, İçeriği: İbn Haldûn’un Tarih Felsefesi” başlıklı
Zühd 31, Nesaî, Vesayâ 1). O halde rızk, fiilen kullanı- bölümünü yeniden okuyunuz.
lan, faydalanılan ve istihlâk edilen maldır. 10. d Yanıtınız doğru değilse, “Mukaddime’nin
Şayet bir insan (sözkonusu kazanılmış ve biriktirilmiş İçeriği: İbn Haldûn’un Tarih Felsefesi” başlıklı
maldan), kendisiyle ilgili maslahatların ve ihtiyaçların bölümünü yeniden okuyunuz.
76 Tarih Felsefesi I
Gibb, H. A. R. (1933). “The Islamic Background of Ibn İbn Haldûn (2004). Bilim ile Siyaset Arasında Hatıra-
Khaldun’s Political Theory”, Bulletin of the School lar (Et-Tâ’rîf bî-İbn Haldûn ve Rıhletuhu Garben
of Oriental Studies VII, London (yayınevi belirtil- ve Şarken), çev. Vecdi Akyüz, İstanbul: Dergâh.
memiş), s. 23-31. İbn Haldûn (2005). Mukaddime I-II, çev. Süleyman
Görgün, T. (2006). “İbn Haldûn’un Toplum Metafiziği- Uludağ, İstanbul: Dergâh Yay. (4. Baskı) [Metin
nin Güncelliği ve Günümüzde Toplum Araştırma- içinde: MU-I ve MU-II]
ları Açısından Önemi”, İslâm Araştırmaları Dergi- İbn Kesîr (1994). El Bidâye ve’n-Nihâye (Büyük İslâm
si 16 (İbn Haldûn Özel Sayısı II), İstanbul: İSAM, Tarihi) I-III, çev. Mehmet Keskin, İstanbul: Çağrı.
s. 169-204. İbn Sînâ (1867). Risâle Fî Aksâm el-Hikme, (yayın-
Grünebaum, G. E. von (1953). Medieval Islam: A layan belirtilmemiş), İstanbul: Matbaatu’l-Cevâib.
Study In Cultural Orientation, Chicago: The Uni- İbn Sînâ (2003). “Ruh Kasidesi”, İslâm Filozofların-
versity of Chicago Press (2nd Edition). dan Felsefe Metinleri içinde, çev. ve derl. Mahmut
Gutas, D. (1999). “Ibn Khaldun”, Cambridge Dictio- Kaya, İstanbul: Klasik.
nary of Philosophy, (2. Baskı), derl. Robert Audi, İbnü’l-Esîr (1985). El-Kâmil fi’t-Târih I, çev. Beşir Er-
Londra: Cambridge University Press. yaysoy, Ahmet Ağırakça vd., İstanbul: Bahar.
Hassan, Ü. (1998). İbn Haldûn’un Metodu ve Siyaset Izutsu, T. (1975). Kur’ân’da Allah ve İnsan, çev. Sü-
Teorisi, İstanbul: Toplumsal Dönüşüm (2. Baskı). leyman Ateş, Ankara: Ankara Üniversitesi İlâhiyat
Hitti, P. K. (1980). Siyasal ve Kültürel İslâm Tarihi Fakültesi.
I-IV, çev. Salih Tuğ, İstanbul: Boğaziçi. İhvânü’s-Safâ (2003). “Risâleler”, İslâm Filozofların-
Hizmetli, S. (1999). İslâm Tarihi: İlk Dönem, Ankara: dan Felsefe Metinleri içinde, çev. ve derl. Mahmut
Ankara Okulu. Kaya, İstanbul: Klasik.
Hodgson, M. G. S. (1993). İslâm’ın Serüveni: Bir Karlığa, B. (2004). İslâm Düşüncesi’nin Batı
Dünya Medeniyetinde Bilinç ve Tarih I: İslâm’ın Düşüncesi’ne Etkileri, İstanbul: Litera.
Klasik Çağı, çev. İzzet Akyol, Senai Demirci vd., Kayapınar, A. (2006). “İbn Haldûn’un Asabiyet Kavra-
İstanbul: İz. mı: Siyaset Teorisinde Yeni Bir Açılım”, İslâm Araş-
Hodgson, M. G. S. (1993a). İslâm’ın Serüveni: Bir tırmaları Dergisi 15 (İbn Haldûn Özel Sayısı I),
Dünya Medeniyetinde Bilinç ve Tarih II: Orta İstanbul: İSAM, s. 83-114.
Dönemlerde İslâm’ın Yayılışı, çev. Alp Eker, Mutlu Kindî (2002). Felsefî Risâleler, çev. Mahmut Kaya, İs-
Bozkurt vd., İstanbul: İz. tanbul: Klasik.
Horovitz, J. C. (2002). İslâmî Tarihçiliğin Doğuşu, Kutluer, İ. (2000). “İlim”, TDV İslâm Ansiklopedisi
çev. Ramazan Altınay-Ramazan Özmen, Ankara: XII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, s. 109-114.
Ankara Okulu. Lacoste, Y. (1993). İbn Haldûn: Üçüncü Dünyanın
Humphreys, R. S. (2004). İslâm Tarih Metodolojisi, Geçmişi, Tarih Biliminin Doğuşu, çev. Mehmet
çev. Murtaza Bedir-Fuat Aydın, İstanbul: Litera. Sert, İstanbul: Sosyalist.
Ibn Khaldûn (1869). Histoire des Berberes, çev. W.M. Lakhassi, A. (1982). The Epistemological Foundati-
De Slane, Paris: Geuthner (4 cilt). ons of the Sciences in Ibn Khaldun’s Muqaddi-
İbn Haldûn (1954). Mukaddime I-III, çev. Zâkir mah (yayınlanmamış doktora tezi), Manchester:
Kâdirî Ugan, Ankara: MEB. University of Manchester.
Ibn Khaldûn (1958). The Muqaddimah I-III, çev. Franz Lakhassi, A. (2007). “İbn Haldûn”, İslâm Felsefesi Ta-
Rosenthal, New York: Routledge&Kegan Paul. [Me- rihi I, derl. Oliver Leaman ve Seyyid Hüseyin Nasr,
tin içinde: MR-I, MR-II ve MR-III] çev. Şamil Öçal-Hasan Tuncay Başoğlu, İstanbul:
İbn Haldûn (1977). Mukaddime I, çev. Turan Dursun, Açılım Kitap, s. 413-428.
Ankara: Onur Yay. Lawrence, B. B. (1984). Ibn Khaldun and Islamic Ide-
İbn Haldûn (1996). Tarikh-i Ibn Khaldûn, yay. haz. ology, Leiden: E.J. Brill.
Halil Şehhadeh-Süheyl Zekkâr, Beyrut: Dâr-el Fikr Mehdî, M. (1964). Ibn Khaldun’s Philosophy of His-
(7 cilt ve Fihrist). tory, Chicago: The University of Chicago Press.
İbn Haldûn (1998). Tasavvufun Mâhiyeti: Şifâu’s-Sâîl, Mehdî, M. (2000a). “İbn Haldûn I”, Klâsik İslâm Fi-
hazırlayan: Süleyman Uludağ, İstanbul: Dergâh (3. lozofları ve Düşünceleri içinde, çev. Mustafa Ar-
Baskı) mağan, derl. M. Muhammed Şerif, İstanbul: İnsan.
4. Ünite - Tarih Felsefesinin Ortaçağdaki Kökenleri II: İslâm Ortaçağı ve İbn Haldûn 79
Mehdî, M. (2000b). “İbn Haldûn II”, Klâsik İslâm Fi- Tâberî (1989). The History of al-Tabari I: From The
lozofları ve Düşünceleri içinde, çev. Yusuf Ziya Creation to the Flood, çev. Franz Rosenthal, ed.
Cömert, derl. M. Muhammed Şerif, İstanbul: İnsan. Ehsan Yar-Shater, New York: SUNY Press.
Okumuş, E. (2008). Osmanlı’nın Gözüyle İbn Haldûn, Talbî, M. (1971). “İbn Khaldun”, Encyclopedia of Is-
İstanbul: İz. lam III, derl. H.A.R. Gibb, J.H. Kramers, J. Schacht,
Özlem, D. (2004). Tarih Feslefesi, İstanbul: İnkılâp (8. Leiden: E.J. Brill, s. 825-831.
Baskı). Togan, Z. V. (1985). Tarihte Usûl, İstanbul: Enderun
Rabîc, M. M. (1967). The Political Theory of Ibn (4. baskı).
Khaldûn, Leiden: E.J. Brill. Uludağ, S. (1993). İbn Haldûn, Ankara: Türkiye Diya-
Rosenthal, E. I. J. (1940). “Ibn Khaldûn: A North Af- net Vakfı.
rican Muslim Thinker of the Fourteenth Century”, Uludağ, S. (2005). (haz.) “Giriş: İbn Haldûn ve Mukad-
Bulletin of The John Raylands Library XXIV, dime”, İbn Haldûn: Mukaddime I içinde, çev. Sü-
Manchester: John Raylands Library, s.1-14. leyman Uludağ, İstanbul: Dergâh (4. Baskı).
Rosenthal, F. (1958). “Translator’s Introduction”, Mu- Ülken, H. Z. (1998). Eski Yunan’dan Çağdaş Düşün-
qaddimah I içinde, çev. F. Rosenthal, New York: ceye Doğru İslâm Felsefesi: Kaynakları ve Etkile-
Routledge&Kegan Paul, s. xxix-cxv. ri, İstanbul: Ülken (5. Baskı).
Rosenthal, F. (1989). “The Life and Works of Al-Tabari”, Yar-Shater, E. (1989) (derl.) “Foreword”, The History of
The History of al-Tabari I: From The Creation to al-Tabari I: From The Creation to the Flood, New
the Flood içinde, çev. Franz Rosenthal, ed. Ehsan York: SUNY Press.
Yar-Shater, New York: SUNY Press, s. 5-134. Yıldırım, Y. (1990). İbn Haldûn’un Metodu ve Umran
Saab, H. (1967). “Ibn Khaldûn”, The Encyclopedia of Teorisi (yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstan-
Philosophy IV, derl. Paul Edwards, New York: Mac bul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitü-
Millan, s. 107-209. sü İslâm Tarihi Anabilim Dalı.
Simon, R. (2002). “Ibn Khaldun: History As Science Yıldırım, Y. (1998). İbn Haldûn’un Bedâvet Teorisi
And The Patrimonial Empire”, Biblioteca Orienta- (yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul: Marmara
lis Hungarica XLVIII, derl. György Hazai, Buda- Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslâm Tarihi
peşte: Akademia Kiado. ve Sanatları Anabilim Dalı.
Sorokin, P. A. (1972). Bir Bunalım Çağında Toplum
Felsefeleri, çev. Mete Tunçay, Ankara: Bilgi.
Şenol, H.F. (2008). “Asabiyet Umranın Önkoşulu mu-
dur?”, Yeditepe’de Felsefe 7, Editör: saffet Babür, İstan-
bul: Yeditepe Üniversitesi (yayın no:53), s. 231-245.
Şenol, H.F. (2009). İbn Haldûn’da Tarih ve Umran
Sorunu (yayınlanmamış doktora tezi), İstanbul:
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Fel-
sefe Anabilim Dalı.
Şenol, H.F. (2011). “İbn Haldûn’da Tarih-Umran İliş-
kisi”, Kutadgubilig 19, Editör: Ş. Teoman Duralı,
İstanbul: Dergâh, s. 431-442.
Şentürk, R. (2006). “Medeniyetler Sosyolojisi: Neden
Çok Medeniyetli Bir Dünya Düzeni İçin Yeniden
İbn Haldûn?”, İslâm Araştırmaları Dergisi 16 (İbn
Haldûn Özel Sayısı II), İstanbul: İSAM, s. 89-122.
Tâberî (1965a). Milletler ve Hükümdarlar Tarihi I,
çev. Zakir Kadiri Ugan, Ahmet Temir, 2. Baskı, İs-
tanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yay.
Tâberî (1965b). Milletler ve Hükümdarlar Tarihi II,
çev. Zakir Kadiri Ugan, Ahmet Temir, 2. Baskı, İs-
tanbul: MEB.
5
TARİH FELSEFESİ I
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Rönesans’ta ve Yeniçağ Avrupası’nda ortaya çıkan yeni zihniyeti özetleyip açık-
layabilecek,
Yeniçağ’da değişen bilgi anlayışı ve Antikçağ’dan miras kalan theoria-historia
karşıtlığı çerçevesinde tarihin konumunu değerlendirebilecek,
Macchiavelli, Bodin, Grotius, Bacon, Hobbes gibi düşünürlerin tarihe yakla-
şımlarını açıklayabilecek,
Usçuluğun, Descartes’ın ve Descartesçı tarih yazıcılığının 17. yüzyıldaki etkile-
rini ve bu etkilerin tarihe nasıl yansıdığını yorumlayabileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Rönesans • Mekanistik Doğabilimcilik
• Usçuluk • Descartesçılık
• Hümanizm • Historia Civilis
• Epistemoloji • Historik Bilgi
İçindekiler
Rönesans ile ilgili dikkati Rönesans’ta karşılaşılan düşünce sistemleri ve öğretiler, İlkçağ’ın ve Ortaçağ’ın ev-
çeken dört ana nokta: 1.
Çok seslilik, 2. Bireyselliğin ren ve hayat görüşlerindeki tüm renkleri taşısalar da, artık Ortaçağ’daki gibi tek seslilik
ön plana çıkması, 3. değil, İlkçağ’daki gibi çok seslilik söz konusu olur. Ayrıca, düşünürler de yapıtlarında
Araştırmacıların ve kişiliklerini, kendisini özgün kılan unsurları açıkça belirtmeye ve yavaş yavaş yazı dili
felsefecilerin kimlikleri ve 4.
Ulusal dillerde yapıt yazımınınolarak Latince yerine kendi ulusal dillerini kullanmaya başlamışlardır (Gökberk 2005,
başlaması olarak sayılabilir. s. 164). Ayrıca Rönesans’ta felsefeyi yapanlar ve işleyenler Ortaçağ’daki gibi din adamı
değil, yazarlar, araştırmacılar, üniversitelerin öğrencileri olmuştur (a.y.).
Rönesans’ta, kültürün hemen hemen tamamında görüldüğü gibi, felsefenin de
temel yönelişi kendini her türlü otoriteye bağlılıktan kurtarmak, yalnızca kendine
ve kendi yetilerine dayanmak, kısacası, kendini arayıp bulmak olmuştur. Bunun
için de dünya ve hayat üzerindeki görüşleri yalnız deneyimin ve aklın sağladığı
Rönesans’ta insan tekrar doğrulara dayanarak biçimlendirmeye çalışılmıştır. Ortaçağ’ın “bulunmuş, hazır
evrenin merkezine, hem bilgi paketi” muamelesi yaptığı doğruluklar, Rönesans’ta insan için “aranması ve
de bir mikrokosmos olarak
yerleşmiş, uluslar da birer bulunması için uğruna mücadele verilmesi gereken, sonsuz bir görev” olarak gö-
birey gibi kendine özgülükleri rülmeye başlanmıştır (a.y., s. 163).
olan yapılara kavuşmaya
çalışmışlardır. Rönesans’ın temel parolası olan otoritelerden bağımsızlaşma isteği, insanın
tekrar evrenin merkezine, hem de bir “küçük evren” (mikrokosmos) olarak yer-
leşmesine, ulusların da birer birey gibi kendine özgülükleri olan yapıya kavuşma
yoluna girmelerine yol açmıştır. Bu tavır, felsefeye de yansımış, felsefe de artık tek
yolla tek amaca yönelmiş bir bilgi türü olmaktan çıkarak, insan düşüncesini meş-
gul eden her türlü sorunu ele almaya, bu sorunları çözmek üzere o zamana kadar
bilinen-bilinmeyen yöntemleri kullanmaya girişmiştir (a.y., s. 166).
Rönesans, ayrıca, Aydınlanma ile zirveye ulaşan evrimin sağlamlaştırdığı bir
anlayışın, yani Tanrı yerine doğanın belirleyici ilke kabul edilmesi zihniyetinin
oluşmaya başladığı dönem olarak da önemlidir. Bu zihniyet, insanın denetimini-
yönetimini Tanrı’dan alarak doğaya vermeye dayalıdır (Bıçak 2004, s. 58).
Yeniçağ Avrupa Yeniçağ Avrupa Medeniyeti, Ortaçağ Hıristiyan Medeniyeti’nin dönüştürül-
Medeniyeti’nin insanın mesiyle ortaya çıkmıştır. Din temelli medeniyetin sunduğu kavramsal çerçeve, fel-
denetimini Tanrı yerine doğaya
teslim etmesi anlayışının sefe tarafından sorgulanmış ve eleştirilmiştir. Ortaçağ Hıristiyan Medeniyeti’nin
temelleri de Rönesans ekonomik ve siyasi yönlerinde, tarihsel süreçte ortaya çıkan şartlarla bağlantılı
döneminde atılmıştır.
olarak, kökten bir değişim ve dönüşüm gerçekleşmiştir. Değişme sürecinde ortaya
yeni değerlerin çıkması, yeni bir evren kavrayışının oluşumuna, dolayısıyla yeni
bir medeniyetin doğuşuna yol açmıştır: Bu evren kavrayışında Tanrı ve Kilise’nin
yerini, insan ve onun yapıntısı olan kültür dünyası alırken, tüm diğer değerler de
insanın yetenekleri ve gereksinimleri doğrultusunda betimlenmiş ve belirlenmiş-
tir (Bıçak 2004, s. 57).
İnsan anlayışında bireyin temel unsur olması, bireyciliğin gelişmesine yol aç-
mıştır. Buna bağlı olarak, Yeniçağ Avrupa Medeniyeti’nin temel kavramlarından
Rönesans’ta gelişen biri de özgürlük olmuştur. Özgürlük, yalnızca dînî ve ahlâkî denetimlerin nice-
otoritelerden bağımsızlaşma liğini ve şiddetini azaltmakla kalmamış, bilimdeki devrimler dönemi boyunca
talebinin Hümanizm ve
Reform hareketleriyle bilimsel özerklik arayışlarında, siyasi devrimler sürecinde kendi kaderini belir-
birlikte artmasının etkileri, leme taleplerinde, ekonomik etkinliklerde de mutlakiyetçi bir devletin denetim
özgürlüğün Yeniçağ Avrupa
Medeniyeti’nin temel ve düzenlemelerinden bağımsız olma isteğinde kendisini gösteren bir tür “temel
kavramları arasına girmesine kategori” olmuştur (Wagner 2003, s. 28).
kadar uzanır.
“Daha az tanrı, daha fazla insan” parolasıyla özetlenebilecek olan Rönesans ve
16. yüzyıl düşünce yapısı, böyle bir güveni ve tanrısal otoritelerden bağımsızlaşma
isteğini nasıl elde etmiştir? Şimdi bu temel sorunun yanıtını arayacağız. Bu soru-
nun yanıt bulması, Rönesans’tan başlayarak 17. yüzyılın sonlarına dek tarih çalış-
malarına nasıl yaklaşıldığı konusunda da fikir sahibi olmamızı kolaylaştıracaktır.
5 Ünite - Rönesans, Yeniçağ ve 17. Yüzyıl Avrupasında Tarih Anlayışları 83
düşünce yapısını devam ettirdikleri söylenebilir. Bu iki akımın diğer ortak yönü
de tarih ve tarih yazıcılığı söz konusu olduğunda, Antikçağ Yunan düşüncesinde
yerleşen ve Ortaçağ’da Augustinus’un tanrıbilimsel denemesine karşın aşılama-
mış theoria-historia karşıtlığını devam ettirmeleridir, diyebiliriz. Bu anlayışa ilk
açık itiraz Vico’dan gelecektir. Şimdi de Rönesans’ta ve sonrasında tarihe nasıl
yaklaşıldığını yakından görelim.
Macchiavelli ve Bodin
Tarih yazıcılığının ahlâk dersleri vermeye ve kıssadan hisse çıkarmaya yönelik tutum-
dan kurtulup olayları “gerçek nedenleriyle” anlatması gerektiğini ileri süren ilk düşü-
nür, devlet ve siyasetle ilgili kuramlarından hatırlayacağımız Niccolo Macchiavelli’dir
(1469-1527). Macchiavelli, tarih yazıcılığının “devletler arasındaki düşmanlık ve iki-
liklerin nedenleri”ni siyasi açıdan araştırması gerektiğini savunmuştur (Özlem 2004, s.
47). Macchiavelli’ye göre olayları gerçek nedenleriyle anlatan böyle bir siyasi tarih ya-
zımı, her şeyden önce geçmişi doğru olarak bilmeye şiddetle gereksinim duyan devlet
yöneticilerine pragmatik bir hizmet sunacaktır (a.y.). Macchiavelli’nin bu görüşleriyle
siyasi tarihin kurucusu olduğu söylenebilir (a.y.).
15. ve 16. yüzyıllarda Rönesans, Reform ve coğrafi keşiflerin, çeşitli buluşların
birbiriyle yaklaşık aynı zaman diliminde ortaya çıktığını biliyoruz. Bu yüzyıllarda
Avrupa, kendi içine kapalılıktan çıkarak dünyanın çeşitli bölgelerine düzenledi-
ği deniz seferleri sayesinde Yakındoğu ve Uzakdoğu kültürleriyle tanışma, ilişki
5 Ünite - Rönesans, Yeniçağ ve 17. Yüzyıl Avrupasında Tarih Anlayışları 85
Ünlü felsefe tarihi uzmanı John Cottingham’ın Akılcılık adlı yapıtı, Descartes, mo-
dernizm ve 17. yüzyıla ana rengini veren düşünce olan usçuluğun başarılı bir çö-
zümlemesini içerir (çev. Bülent Gözkân, İstanbul: Sarmal Yayınları, 1996).
Descartes ve Descartesçılar
Descartes’ın, tarihin bir bilgi dalı olduğuna inanmadığını belirterek söze başla-
mak ve onu kendi sözlerinden izlemek, bu başlık kapsamında atabileceğimiz en
uygun ilk adım gibi görünüyor (Collingwood 2010, s. 104).
“...Kendi gelenek ve göreneklerimiz hakkında daha sağlam bir yargıya var-
mak ve hiçbir şey görmeyenlerin yaptığı gibi, modalarımızın tersi olan her
şeyin gülünç ve akla aykırı olduğunu sanmamak için, başka ulusların âdetleri
ve ahlâkı hakkında bazı şeyler bilmekte yarar vardır. Fakat, insan seyahatlere
çok zaman harcayınca, sonunda kendi ülkesine yabancı olur; ve geçmiş yüz-
yıllarda yapılan şeylere fazla merak gösterince, kendi yüzyılında olup biten-
lerden pek bilgisiz kalır...” (Descartes 1994, s. 11).
Descartes’ın düşünce Descartes, Metot Üzerine Konuşma adlı yapıtının ilk bölümünde tarihe ilişkin
alanındaki ilgileri matematik serimlediği bu ve benzeri yaklaşımlarla, Collingwood’a göre birbirinden ayrılma-
ve fiziğe öylesine yönelmiştir
ki, tarih hakkında yazarken, sında yarar bulunan dört noktayı vurgulamış olur: 1. Tarihsel Kaçakçılık: Tarihçi
tarihteki yanlış yöntemleri yurdundan uzakta yaşarken kendi çağına yabancılaşan bir gezgindir; 2. Tarihsel
düzeltmek gibi bir kaygısı da Pyrrhonculuk/Kuşkuculuk: Tarihsel anlatılar geçmişe ilişkin güvenilir açıklamalar
olmamıştır.
değildir, 3. Faydacılığa Karşı Tarih Tasarımı: Güvenilmez anlatılar gerçekte neyin
olanaklı olduğunu anlamamıza ve dolayısıyla şimdide etkin bir biçimde eyleme-
mize yardımcı olamaz-ki bu düşünce, 19. yüzyıl filozofu Hegel’in Tarih Felsefesi’ne
Giriş adlı yapıtının başında yer alan: “Tarihten öğrenilecek en temel ders, insanla-
rın tarihten hiçbir şekilde ders almadıklarıdır.” sözlerinde tekrar ifade bulmuştur;
4. Düş Kurma (Phantasia) Olarak Tarih: En iyi tarihçiler bile, olduğundan daha
görkemli göstermek yoluyla geçmişi çarpıtırlar (a.y., s. 105). Descartes’ın düşün-
ce alanındaki ilgileri matematik ve fiziğe öylesine yönelmiştir ki, tarih hakkında
yazarken, tarihteki yanlış yöntemleri düzeltme konusunda kendisine yapılacak bir
öneriyi yanlış anlama olasılığı büyüktür (Collingwood 2010, s. 107).
Descartes için her “tarihsel haber” kuşku götürür, çünkü historik bilgi, “seçil-
miş” tarihsel olayların bilgisidir. Böyle bir seçimde tarihçinin öznel ilgileri kadar
bilgi ve malzeme eksikliğinin de payı vardır. Bu yüzden Descartes için historia’nın
değeri, geçmiş yüzyıllarda kalmış “büyük adamlarla konuşmamızı sağlaması”nda
ve geçmişin olaylarından ders çıkarılacak düşüncelerin elde edilmesinden öte de-
ğildir (Özlem 2004, s. 52).
Descartes’ın tarihe yönelik az önce dile getirdiğimiz bu kuşkucu tavrı, tarihçi-
lerin cesaretini kırmak şöyle dursun, aksine arttırmıştır. Hatta, Collingwood’un
ifadesiyle, “...tarihçiler onu bir meydan okuma, eleştirel tarihin olanaklı oldu-
ğundan emin bir biçimde kendi işine bakmaya ve kendi yöntemlerini orta-
ya koymaya, sonra da ellerinde yeni bir bilgi dünyasıyla yeniden filozofların
karşısına çıkmaya bir çağrı olarak görmüşlerdir.” (Collingwood 2010, s. 107).
Yine Collingwood’a göre, 17. yüzyılın ikinci yarısında, Descartes’ın felsefesin-
deki sistemli kuşkuculuğu ve eleştirel ilkeleri olduğu gibi tanımaya dayanan,
Descartesçı bir tarih yazımı okulu ortaya çıkmıştır (a.y.). Bu okulun temel ba-
kış açısı, yazılı otoritelerin tanıklığının eleştirel bir süzgeçten geçirilmeden ka-
bul edilmemesi esasına dayanmıştır. Söz konusu eleştirel süzgeç de şu yöntem
kurallarına dayalıdır: 1. Descartes’ın hiçbir otoritenin bizi, gerçekleşmesinin
olanaksız olduğunu bildiğimiz şeye inanmaya zorlama hakkı yoktur şeklindeki
örtük kuralı, 2. Farklı otoritelerin birbiriyle karşılaştırılarak uyumlu kılınması
gerektiği kuralı ve 3. Yazılı otoritelerin edebî olmayan kanıtların kullanılarak
sınanmaları gerektiği kuralı. Tüm bu kurallara karşın, hâlâ yazılı otoritelere ve
Bacon’ın “anı” olarak adlandıracağı unsura dayanan bu tarih yazıcılığı okulu,
5 Ünite - Rönesans, Yeniçağ ve 17. Yüzyıl Avrupasında Tarih Anlayışları 89
lerini önemli sonuçlar olarak felsefe tarihine uygulamıştır (a.y.). Felsefe tarihi
konusunda uzun uzun yazmış birisi olmamasına karşın, Antikçağ ve Ortaçağ’ın
felsefesine ilişkin bilgileri Leibniz’in yapıtlarının hemen her yanına yerleştirilmiş
buluruz (a.y.). Hatta, “her zaman bilinmiş olan değişmez doğrulukların korunup
geliştirilerek yeni ilerlemenin sağlandığı sürekli bir tarihsel gelenek” biçiminde
anlaşılan felsefe anlayışının da kaynağı, Leibniz’den başkası değildir (a.y.).
Descartes, bilim ve felsefe alanında yaptığı işler ve bunların diğer düşünürler
üzerindeki etkileriyle, Yeniçağ Avrupa Medeniyeti’nin düşünce açısından çerçevesi-
ni çizmiş bir düşünürdür. Felsefe ve bilime getirdiği anlayış, insan anlayışının dola-
yısıyla da evreni kavrayış biçiminin büyük ölçüde değişmesine yol açmıştır. En bi-
linen sözü “Düşünüyorum, öyleyse varım” (“Cogito, ergo sum”-bkz. Descartes 1994,
s. 33), insanı evrenin merkezine yerleştiren Yeniçağ evren kavrayışının temel bir
aksiyomu olmuştur (Bıçak 2004, s. 74). Descartes’ın tarih düşüncesine katkısıysa,
ünitemizin bu kısmında değindiğimiz konular temelinde gördük ki, ancak dolaylı
olmuştur: onun getirdiği usçu bilgi anlayışı ve kesin bilgi tanımlamasının tarih ala-
nında uygulanabilir olmadığı zaten açıkça biliniyor. Fakat Descartes’ın tarih belge-
lerinden ve bu belgelere dayalı bilgilerden de kuşku duyması, tarih araştırmalarında
yöntemin ciddi biçimde ele alınmasını gerektirmiştir (a.y., s. 80).
Şimdi de 16. ve 17. yüzyıllarda yaygınlaşan tarih anlayışını değerlendireceğiz.
önerme konusunda bir ilk olmuştur: Bodin, terimi özellikle de bu anlam içeriğiyle
sınırlamak istediğini ve historia’yı “rerum ante gestarum vera narratio”-yani “geç-
mişte olup bitmiş olayların doğru olarak anlatılması” yoluyla edinilen bilgi olarak
ortaya koyma çabasında olduğunu bildirmiştir. Yine Bodin tarafından kullanılan
ve ilk ünitemizde de anlam içeriğine değindiğmiz “historia rerum gestarum”, yani
yapılmış işlerin anlatımı, daha sonra Hegel’in de aralarında bulunduğu pek çok
tarih filozofunun “tarih bilimi” dendiğinde anladıkları şey olmuştur (a.y.).
Yukarıda sözünü ettiğimiz, deneyci ya da usçu tüm düşünürler, 16.-17. yüz-
yıllarda tarihe yaklaşımı belirleyen etkilere sahip olmuşlardır ve özellikle theo-
ria-historia karşıtlığı açısından, bu düşünürlerin etkileri, bu karşıtlığı aşma çabası
yerine, onu koruma çabasına zemin hazırlamıştır. Başka bir ifadeyle, 16. ve 17.
yüzyıllar, bir yandan doğabilimini merkeze alan bilgi kuramı, öte yandan usçu
felsefe anlayışı tarafından, bizim bugün anladığımız ve kullandığımız anlamıy-
la historia’ya karşı olumsuz bir tutuma sahip yüzyıllardır (a.y.). Tarih felsefesi ve
onun ilkelerine uygun kurulabilecek bir bilimsel tarih, ortaya çıkmak için, yakla-
şık bir yüzyıl daha bekleyecektir.
Alexandre Koyré’nin Bilim Tarihi Yazıları I adlı kitabı, bir makaleler toplamı olup,
Yeniçağ Avrupası’nda bugünkü bilim zihniyetinin adım adım nasıl inşa edildiği
konusunda çarpıcı çözümlemeler içeren bir yapıttır (çev. Kurtuluş Dinçer, Ankara:
Tübitak Yayınları, 2000).
Descartes ve diğer usçu düşünürlerin tarihe nasıl yaklaştıkları hakkında artık fikir
sahibisiniz. Usçuluğu savunan bir düşünür olsaydınız, bir bilgi alanı olarak tarihe 3
karşı tutumunuz ne olurdu, hangi gerekçelerle? Düşünün.
92 Tarih Felsefesi I
Özet
Rönesans’ta ve Yeniçağ Avrupası’nda ortaya çıkan Yeniçağ’da değişen bilgi anlayışı ve Antikçağ’dan
1 yeni zihniyeti özetleyip açıklamak. 2 miras kalan theoria-historia karşıtlığı çerçevesin-
Rönesans’ın aralarında köprü kurduğu çağlardan de tarihin konumunu değerlendirmek.
biri Ortaçağ, diğeri de Yeniçağdır. Her iki çağda da Matematik fiziğin ilerlemesi, doğanın yapısının
kendine özgü bir değerler sistemine, bir dünya gö- matematik kavramlarla anlaşılıp çözümlenebile-
rüşüne ve bu dünya görüşü ekseninde oluşturul- ceği, doğanın kendisi yerine zihinden türetilmiş
muş kurumlara rastlamak olanaklıdır. Rönesans, kesin kavramlara dayanarak doğa yasalarının
Ortaçağ düzeninin çözülerek Yeniçağ’ı oluştura- bulunabileceği düşünceleri için güçlü bir zemin
cak ilkelerin ve düşünce yapısının kendini belli hazırlamıştır. Bu düşünceleri doğa ile us, evren
etmeye başladığı bir dönemin adıdır. Kökleri 14. ile zihin arasında uygunluk olduğu, hatta 17.
yüzyıla kadar geri götürülebilecek olan Rönesans yüzyıldaki usçulara göre, bu uygunluğun, aynı
hareketi, Ortaçağ’ın tek boyutlu dünya anlayışın- anda hem evrenin tümüne hem de insan ruhuna
dan ve bu anlayış karşısında insanın edilgenliğin- aynı ilkeleri yerleştirmiş olan Tanrı’dan kaynak-
den kurtulma arayışı içerisinde pek çok düşünce landığı yönlü kabuller izlemiştir.
akımını barındıran birkaç yüzyıllık bir süreçtir. Günümüzde “epistemoloji” adıyla tanınan felse-
Rönesans’ta karşılaşılan düşünce sistemleri ve fe disiplini, her ne kadar felsefe tarihinin başlan-
öğretiler, İlkçağ’ın ve Ortaçağ’ın evren ve hayat gıcından bu yana filozofları meşgul etmiş sorun-
görüşlerindeki tüm renkleri taşısalar da artık lardan oluşuyor olsa da felsefe içinde doğmuş bu
Ortaçağ’daki gibi tek seslilik değil, İlkçağ’daki gibi çocuğun adı, Yeniçağ’da John Locke tarafından
çok seslilik söz konusu olur. Ayrıca, düşünürler konulmuştur. Locke, bilginin kaynağı, doğru-
de yapıtlarında kişiliklerini, kendisini özgün kılan luğu ve sınırları sorunlarıyla çerçevesini çizdi-
unsurları açıkça belirtmeye ve yavaş yavaş yazı dili ği epistemolojiyi özel bir felsefe disiplini olarak
olarak Latince yerine kendi ulusal dillerini kullan- öne çıkarır ve tanrı, evren, yaratılış, ruh-madde
maya başlamışlardır. Ayrıca Rönesans’ta felsefeyi ilişkisi gibi konular üzerinde spekülasyonlar
yapanlar ve işleyenler Ortaçağ’daki gibi din ada- yapmadan önce, insan bilgisinin kaynaklarının,
mı değil, yazarlar, araştırmacılar, üniversitelerin sınırlarının araştırılması, yani epistemolojinin
öğrencileri olmuştur. Ayrıca, Ortaçağ’ın “bulun- temel sorunlarıyla hesaplaşılması gerektiğini sa-
muş, hazır bilgi paketi” muamelesi yaptığı doğ- vunur.
ruluklar, Rönesans’ta insan için “aranması ve bu- Aslında Descartes’ta da kesin bilgiye ulaşmak
lunması için uğruna mücadele verilmesi gereken, öne çıkan bir kaygı olmuştur, fakat Descartes’ın
sonsuz bir görev” olarak görülmeye başlanmıştır. yapıtlarında bilgi ve varlık sorunları sıkı bir bağ-
Yeniçağ’ın bütününde de bu anlayış izlenmiştir. lantı içinde ve bir bütünlük arz edecek şekilde
Bilimdeki gelişmeler, dünyanın evrenin merkezi ele alınmış, Locke’a kadar filozoflarda bilgi so-
olmadığını ortaya çıkarmış, fizik biliminin kabul runlarını felsefenin diğer sorunlarından ayrı ba-
ettiği ilkeler çerçevesinde, mekanik bakış açısı şına inceleme kaygısı ön plana çıkmamıştır.
yeni bir anlayış olarak benimsenmiş ve yerleşmiş- Böylelikle 16. yüzyılda gelişen ve Galileo Galilei,
tir. Fizik biliminin doğa hakkında sağladığı bilgi- Nicolaus Copernicus gibi düşünürlerin somut
ler, kültür alanında da aranmaya başlanmış, böy- yaşamda etkileri görülen bilim ürünleriyle per-
lelikle yaşamın bütün yönleri madde ve mekanik çinlenen matematik fizik, Kıta Avrupasında us-
ilişkisi temelinde değerlendirilmeye başlanmıştır. çuluğun, İngiltere’deyse deneyciliğin yelkenle-
Hatta madde temelli evren de deneyim ve usun rini dolduran güçlü bir rüzgar olmuştur. Kant’a
bilebildiğiyle sınırlandırılmıştır. İngiliz felsefesin- kadar sürecek yaklaşık 150-200 yıllık bir dö-
deki deneycilik ve buna bağlı gelişen bilgi anlayı- nemde Batı Avrupa felsefesinin iki ana geleneği
şı, Yeniçağ Avrupa Medeniyeti’nin felsefe anlayışı de ciddi görüş ayrılıklarına karşın, bilgi edinme
üzerinde olduğu kadar, ekonomi ve siyasetteki işinin temeline insan yetilerini koymaları bakı-
temel yönelimleri üzerinde de büyük ölçüde belir- mından, Rönesans’tan gelen yeni ve otoriteden
leyici olmuştur. kurtulmayı amaçlayan düşünce yapısını devam
5 Ünite - Rönesans, Yeniçağ ve 17. Yüzyıl Avrupasında Tarih Anlayışları 93
ettirmişlerdir. Bu iki akımın diğer ortak yönü Usçuluğun, Descartes’ın ve Descartesçı tarih yazı-
de tarih ve tarih yazıcılığı söz konusu olduğun- 4 cılığının 17. yüzyıldaki etkilerini ve bu etkilerin
da, Antikçağ Yunan düşüncesinde yerleşen ve tarihe nasıl yansıdığını yorumlamak.
Ortaçağ’da Augustinus’un tanrıbilimsel dene- Rönesans tarafından ortaya konulmuş araçla-
mesine karşın aşılamamış theoria-historia kar- rı işleyen 17. yüzyıl felsefesi, Rönesans’a göre,
şıtlığını devam ettirmeleridir. daha tek sesli bir dönemdir; çünkü bu yüzyılda,
formüllerde tam bir ışığa, sağlamlığa ulaşıldığı-
Macchiavelli, Bodin, Grotius, Bacon, Hobbes gibi na inanılmış, Rönesans’tan gelen yeni görüşler,
3 düşünürlerin tarihe yaklaşımlarını açıklamak. buluşlar ve ilkeler bağlantılı, kendi içinde birliği
Macchiavelli, tarihçilerin “devletler arasında- olan tutarlı bir düşünce yapısı içine yerleştiril-
ki düşmanlık ve ikiliklerin nedenleri”ni siyasi miştir. 17. yüzyıl, bu özellikleriyle temel rengini
açıdan araştırmaları gerektiğini savunmuştur. usçuluk (rationalism) adı verilen bir öğretide
Siyasi tarih yazımı, geçmişi doğru olarak bilme- belli etmiştir. Usçular, 1. Dünyanın anlaşılır ve
ye gereksinim duyan devlet yöneticilerine prag- düzenli bir yapısı olduğuna, 2. İnsan usunun
matik bir hizmet sunacaktır. bu düzeni ve düzenliliği saptayarak kavrama
Günümüzde de kullanılan tarih çağları ayrımı- yeteneğine neredeyse “îmân etme” düzeyinde
nı-yani tarihin Antikçağ, Ortaçağ ve Yeniçağ bel bağlamış, bunu yaparken de, son durağında
adlı dönemlere ayrılmasını borçlu olduğumuz “yeryüzü cenneti” bulunan çizgisel bir tarih ta-
kişi, Jean Bodin’den başkası değildir. sarımının belirlediği bir iyimserliği taşımış olan
Hugo Grotius, tarih sürecinin önemine, pozitif düşünürlerdir. Ayrıca, usçular, bilgi konusunda,
hukukun kavranması bağlamında değinmiştir. 1. Doğuştan gelen bazı doğrulukların bulun-
Ona göre pozitif hukuk, ancak konulduğu za- duğu, 2. Bilimin dahi malzemesinin bu doğuş-
man, yer ve durumdaki insan-toplum koşulları- tan kavramlardan tümdengelimle türetildiği,
nın bilinmesiyle, yani tarihsel zeminde kavrana- 3. Gerçeklik hakkında kesin ve apaçık bilginin
bilir. matematikte görülen modeli temel alarak edini-
Bacon’a göre us, imgelem ve anımsama, insan lebileceği yönlü önkabullere sahiptirler.
tininin olgularla ilişki sırasında hep etkin du- 17. yüzyılın ikinci yarısında, Descartes’ın felse-
rumda olan üç temel yetisidir. Felsefe usa, şiir fesindeki sistemli kuşkuculuğu ve eleştirel ilke-
imgeleme ve geçmişte olup bitenler-yani tarih leri olduğu gibi tanımaya dayanan, Descartesçı
ise, anımsamaya dayanır. Historia civilis ile işa- bir tarih yazımı okulu ortaya çıkmıştır (a.y.). Bu
ret edilen olaylar yığını, Bacon’a göre düzenlilik- okulun temel bakış açısı, yazılı otoritelerin ta-
ten uzak, rastlantısal ve bireysel olgulardır, böyle nıklığının eleştirel bir süzgeçten geçirilmeden
olgulardan da değişmez yasalar elde edilemez. kabul edilmemesi esasına dayanmıştır. Söz ko-
“İnsan-toplum olaylarının bilgisi” anlamına ge- nusu eleştirel süzgeç de şu yöntem kurallarına
len historia’yı kendi bilimsel bilgi sınıflamasına dayalıdır: 1. Descartes’ın hiçbir otoritenin bizi
dahil etmeyen Bacon, böylelikle kendi bilgi ku- gerçekleşmesinin olanaksız olduğunu bildiğimiz
ramı içerisinde theoria-historia karşıtlığını sür- şeye inanmaya zorlama hakkı yoktur şeklindeki
dürmüştür. örtük kuralı, 2. Farklı otoritelerin birbiriyle kar-
Thomas Hobbes da Bacon ile benzer biçimde, şılaştırılarak uyumlu kılınması gerektiği kuralı
historik bilgiyi “doğanın etkileri” hakkındaki ve 3. Yazılı otoritelerin edebî olmayan kanıtların
deneyim bilgisi ile “insanın toplu yaşam içinde- kullanılarak sınanmaları gerektiği kuralı. Tüm
ki istençli eylemleri” hakkındaki deneyim bilgisi bu kurallara karşın, hâlâ yazılı otoritelere ve
olarak ikiye ayırmıştır. Historia civilis, Hobbes’a Bacon’ın “anı” olarak adlandıracağı unsura daya-
göre de düzenli olgular içermeyen, theoria et- nan bu tarih yazıcılığı okulu, tarihçiler için tüm
kinliğine uygun olmayan, yalnızca ahlâk ve eği- kaynaklarına ve otoritelerine tamamıyla eleştirel
tim açısından dersler çıkarılmak üzere tarih ya- bir gözle bakma anlayışını da beraberinde getir-
zıcıları tarafından yönelinmiş düzensiz malzeme miştir. Descartesçı tarih yazımı okulu için iki ör-
yığını olmaktan öteye geçmez. nekten biri Tillemont, diğeri de Bollandistlerdir.
94 Tarih Felsefesi I
Kendimizi Sınayalım
1. Rönesans ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi 5. Tarihçilerin “devletler arasındaki düşmanlık ve iki-
yanlıştır? liklerin nedenleri”ni siyasi açıdan araştırmaları gerek-
a. Rönesans, Ortaçağ ve Yeniçağ arasında bir köprüdür. tiğini savunan düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
b. Rönesans, Ortaçağ düzeninin çözüldüğü bir dö- a. Francis Bacon
nemdir. b. Jean Bodin
c. Yeniçağ’daki düşünce yapısı kendini Rönesans’ta c. Niccolo Macchiavelli
belli etmeye başlar d. Hugo Grotius
d. Rönesans’ın kökleri 10. yüzyıla kadar uzanır. e. Thomas Hobbes
e. Rönesans, içerisinde pek çok düşünce akımını 6. Usçuların savundukları düşünceler ile ilgili aşağı-
barındıran birkaç yüzyıllık bir süreçtir. daki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a. Dünyanın anlaşılır ve düzenli bir yapısı vardır.
2. Aşağıdakilerden hangisi Ortaçağ’ın bir özelliğidir? b. İnsan usunun dünyadaki düzenliliği saptayarak
a. Düşüncede tek seslilik baskındır. kavrama yeteneği vardır.
b. Düşünürler kendi özelliklerini belli etmeye baş- c. Duyumlar bilgi edinme sürecinde ustan önce
lamışlardır. gelir ve daha temeldir.
c. Düşüncede çok seslilik kendisini belli eder. d. Doğuştan gelen bazı doğruluklar bulunur.
d. Yazı dili olarak Latince yerine ulusal dillerin e. Gerçeklik hakkında kesin ve apaçık bilgi edini-
kullanımına başlanmıştır. lebilir.
e. Felsefeyi yapanlar ve işleyenler yazarlar, araştır-
macılar, üniversitelerin öğrencileridir. 7. Avrupa’da yaklaşık 1650-1850 arasına denk gelen
zaman dilimi için aşağıdaki tanımlamalardan hangisi
3. Rönesans’ın ve hümanizmin temel sloganı aşağıda- kullanılır?
kilerden hangisidir? a. Us Çağı
a. Daha az din, daha az sorun! b. Töz Çağı
b. Daha az tanrı, daha fazla insan! c. Matematik Çağı
c. Yok olsun Kilise, varolsun özgür toplum! d. Metafizik Çağı
d. Daha fazla din, daha az bilim! e. Bilim Çağı
e. Daha fazla tanrı, daha az insan!
8. Aşağıdakilerden hangisi Descartes’ın, Metot Üzeri-
4. Matematik fiziğin ilerlemesi aşağıdakilerden han- ne Konuşma adlı yapıtının ilk bölümünde tarihe ilişkin
gisinin gelişmesine yol açmamıştır? serimlediği yaklaşımlarla birbirinden ayrılmasında ya-
a. Doğanın yapısının matematik kavramlarla an- rar gördüğü dört noktadan biri değildir?
laşılabileceği düşüncesinin a. Tarihsel Kuşkuculuk
b. Doğa ile insan usu arasında uygunluk olduğu b. Spekülatif-Metafizik Tarih Tasarımı
düşüncesinin c. Tarihsel Kaçakçılık
c. Evren ile zihin arasında uygunluk olduğu dü- d. Düş Kurma Olarak Tarih
şüncesinin e. Faydacılığa Karşı Tarih Tasarımı
d. Felsefenin konularının da salt us aracılığıyla bi-
linebileceği düşüncesinin
e. Evrenin asla çözülemeyecek gizemleri olduğu
düşüncesinin
96 Tarih Felsefesi I
Okuma Parçası
9. Doğru bilginin geçmişte olup bitmiş olanlara inan- Daha çocukken edebiyat ve bilimle beslenmiştim; ve
makla değil, her zaman genel kavramlara dayanmakla onlarla hayata yararlı her şeyin açık ve sağlam bilgi-
elde edilebileceğini savunan düşünür aşağıdakilerden sinin edinilebileceğine inandırıldığım için, onları öğ-
hangisidir? renmeye sonsuz bir istek duyuyordum. Fakat, sonunda
a. N. Macchiavelli âdet olduğu üzere insanı bilginler sırasına sokan bu
b. G. Vico okuma süresini bitirir bitirmez, görüşümü tümüyle de-
c. W. Dilthey ğiştirdim. Çünkü, öylesine içinden çıkılmaz şüphe ve
d. B. Spinoza yanlışlıklar içine düşmüş bulunuyordum ki, okumak-
e. G. W. F. Hegel tan edindiğim biricik yarar, bilgisizliğimi gittikçe daha
iyi görmek olmuştu âdeta. Oysa, Avrupa’nın en ünlü
10. Descartes’ın, insanı evrenin merkezine yerleştiren okullarından birinde bulunuyordum; ve eğer yeryüzü-
ve Yeniçağ evren kavrayışının temel bir aksiyomu olan nün herhangi bir yerinde bilgin insanlar var idiyse, on-
Latince sözü aşağıdakilerden hangisidir? ların da herhalde benim bulunduğum okulda okumuş
a. Ratio non est res extentia. olduklarını sanıyordum. Orada başkaları ne öğreniyor
b. Historia est magistra vitae. idiyse, ben de hepsini öğrenmiştim; hattâ bize okutu-
c. Verum et factum convertundur. lan bilimlerle yetinmiyerek, elime geçen, en meraklı
d. Iustitia est fundamentum regnorum. ve en nadir değerde sayılan bilimler üzerine yazılmış
e. Cogito ergo sum. bazı kitapları da gözden geçirmiştim. Bununla birlikte,
başkalarının hakkımdaki yargılarını da biliyor; ve her
ne kadar, sınıf arkadaşlarımdan bazıları hocalarımızın
yerini doldurmak için seçilmiş idiyseler de gene de on-
lardan aşağı tutulmadığımı görüyordum. Nihayet, güç-
lü zihinler bakımından yüzyılımız bana önceki yüz-
yılların herhangi biri kadar gelişkin ve verimli görün-
mekteydi. Bu da, bana, bütün öbür yüzyıllar hakkında
yargıya varmak cesaretini, ve aldığım telkinlerle daha
önceleri varlığını umduğum bir doktrinin yeryüzünde
bulunmadığını düşünmek serbestliğini veriyordu.
Böyle olmakla birlikte, okullarda okutulan dersleri
beğenmiyor değildim. Biliyordum ki, okullarda oku-
tulan diller eski kitapların anlaşılması için gereklidir;
masalların nefaseti zihni açar; tarihlerin ünlü olayları
onu yüceltir ve anlıyarak okuyunca bunlar muhake-
menin gelişmesine yardım ederler; bütün iyi kitapları
okumak, onları yazmış olan geçmiş yüzyılların en kül-
türlü insanlarıyla bir konuşma gibidir; hattâ, onların
bize, fikirlerinin sadece en iyilerini gösterdikleri, üze-
rinde inceden inceye düşünülmüş bir konuşmadır bu.
Belâgatin eşsiz güçleri ve güzellikleri; şiirin pek çekici
ve büyüleyici incelik ve tatlılıkları; matematik bilimle-
rinin, meraklıların merakını gidermek için olduğu ka-
dar bütün sanatları kolaylaştırmak ve insanların işini
hafifletmek için çok işe yarayabilen pek ince buluşla-
rı vardır. Ahlâktan söz eden yazılarda ise, pek yararlı
birçok öğretilerle erdem yönünde birçok özendirmeler
de yer alır; ilâhiyat cennete gitmenin yollarını öğretir;
felsefe insana, her şeyden doğruya benzer şekilde söz
etmek ve kendisini daha az bilgili kişilere beğendirmek
5 Ünite - Rönesans, Yeniçağ ve 17. Yüzyıl Avrupasında Tarih Anlayışları 97
Yararlanılan ve Başvurulabilecek
Kaynaklar
Oysa, usçuluğun insanın yetileriyle ilgili temel varsa- Bıçak, A. (2004). Tarih Düşüncesi III: Tarih Felsefesi-
yımlarına dayanarak, nesnel-eleştirel ve doğru bilgi nin Oluşumu, İstanbul: Dergâh.
üreten bir tarih yazımını, dolayısıyla bilimsel tarihi Collingwood, R.G. (2010). Tarih Tasarımı, çev. Kurtu-
temellendirmek de mümkündür. Doğayı, yani kendi- luş Dinçer, Ankara: DoğuBatı.
si dışında bir gerçekliği olduğu gibi kavramaya ve bu Duralı, T. (2006). Çağdaş Küresel Medeniyet: Anla-
gerçeklik hakkında doğru bilgi edinmeye yeteneği olan mı-Gelişimi-Konumu, İstanbul: Dergâh (3. Baskı).
usun, insanın doğrudan kendisi tarafından gerçekleşti- Gökberk, M. (2005). Felsefe Tarihi, İstanbul: Remzi
rilen olayları nasıl doğru kaydedemeyeceğini, olayları (16. Baskı).
neden-sonuç ilişkisi eksenine nasıl oturtamayacağını Locke, J. (1992). İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme,
ve insan eylemlerini nasıl değerlendiremeyeceğini an- çev. Vehbi Hacıkadiroğlu, İstanbul: Kabalcı.
lamak oldukça güçtür. Özlem, D. (2004). Tarih Felsefesi, İstanbul: İnkılâp (8.
Baskı).
Özlem, D. (2008). Felsefe ve Doğa Bilimleri, Ankara:
DoğuBatı.
Wagner, P. (2003). Modernliğin Sosyolojisi, çev. Meh-
met Küçük, Ankara: Doruk.
6
TARİH FELSEFESİ I
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Aydınlanma Dönemi’ndeki kültürün ve düşüncenin genel özelliklerini açıkla-
yabilecek,
Aydınlanma’da egemen bilgi anlayışıyla tarih anlayışını ilişkilendirebilecek,
İlk modern tarih filozofu olarak Vico’nun Avrupa düşüncesine katkılarını yo-
rumlayabilecek,
“Tarih Felsefesi” adını ilk kez kullanan Voltaire’in, tarihe ve tarih yazımına kat-
kılarını değerlendirebileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Us • Verum
• Corso • Sivil
• Doğabilimcilik • Factum
• Ricorso • Kayra
• Upuygunluk (correspondence) • İlerleme
Kuramı
İçindekiler
Yani, Ortaçağ’da insanlara ‘öteki dünya’, ‘ölüm sonrası yaşam’, ‘Tanrı krallığı’ gibi
soyut şeyler uğruna feda edilmesi öğütlenen dünyevi mutluluk, Aydınlanma’nın
öne çıkardığı bir değer olmuştur; eşitlik, özgürlük, kardeşlik gibi idealler de bu
mutluluk için gerekli koşullar olarak ön plana çıkmışlardır. Fakat burada da usa
duyulan güven, asıl rolü oynamaktadır; çünkü insan, usu aracılığıyla geleneklerin
boyunduruğundan kendini kurtaracak, kaderini kendisi biçimlendirecek, böyle-
likle özgürlüğünü ve mutluluğunu gitgide arttıracaktır. Hatta bu mutluluk, tek bir
intellektüel (ussal) kültür üzerinde tüm insanlığın tek bir toplum hâlinde birleş-
mesine kadar uzanacaktır.
Collingwood, Aydınlanma’yı Aydınlanma düşüncesinin laik idealleri öne çıkardığını, yani devletin din iş-
düşüncede ve kültürde bir
laikleştirme çabası olarak lerine karışmadığı bir toplum düzeni arayışında olduğunu söyledik. Bu anlayışa
tanımlarken, bu çabanın göre, devletin vatandaşlarına sağlamakla yükümlü olduğu mutluluk, en açık bi-
yalnızca kurumlaşmış dine çimde, vatandaşların hak ve özgürlük sınırlarının olabildiğince genişletilmesiyle
değil, aynı zamanda dinin
kendisine karşı bir başkaldırıyı gerçekleşebilir. “Aydınlanma’dan, 18. yüzyıl için çok kendine özgü olan, insan dü-
içerdiğini vurgular. Bu çaba, şüncesinin her yanını laikleştirme çabası anlaşılır”, diyen Collingwood, bu çaba-
Aydınlanma insanının kendi
usuna ve doğa bilimlerinin nın yalnızca kurumsal dinin gücüne değil, dinin kendisine karşı da bir başkaldırı
başarısına duyduğu güvenin olduğunu savunur (Collingwood 2010, s. 124).
zirve yapmasıyla ilişkili de
düşünülebilir. Aydınlanma’yı öne çıkaran temel düşünceleri ve bazı kavramları kısaca yeni-
den hatırladık. Ünitemizin amaçları çerçevesinde, burada Aydınlanma’ya ait iki
ana özelliği ön plana alacağız: Bunlardan ilkini, us ve doğa bilimlerine dayalı bilgi
anlayışı, ikincisini de tarih anlayışı biçiminde ifade edebiliriz.
İşte Yeniçağ’da başta fizik olmak üzere tüm doğa bilimleri, bir yandan doğayla Yeniçağ’da başta fizik olmak
üzere tüm doğa bilimlerinin
insan usu arasında tam bir upuygunluk (correspondence) olduğuna inanırken, hem usçu hem de deneyci
diğer yandan da usun tek başına doğayı bilemeyeceğini, doğa hakkındaki bilgimi- bir tutumla iş gördükleri
zin temelinde duyu verilerinin bulunduğunu, dolayısıyla da bilimlerin bilgi elde söylenebilir.
etmek üzere gözlem ve deneye başvurmasını zorunlu gören bir anlayışla, kısacası
hem usçu hem de deneyci bir tutumla iş görmüşlerdir (a.y.).
Doğan Özlem’e göre, Yeniçağ doğa bilimi, deneyci ve usçu yöntemlerle elde
ettiği başarılar sayesinde, felsefede spekülatif-metafizik düşüncelerin ve bu yön-
deki arayışların tamamını olmasa da hatırı sayılır bir kısmını dizginlemekte etkili
olmuştur (a.y.).
Bilimin elde ettiği başarılarla kesin bilginin olanaklılığı, insan bilgisinin sı-
nırları, algı ve deneyimin dış dünyayı bire bir yansıtıp yansıtamadığı, gibi bilgi
kuramıyla ilgili sorunlara ilişkin tartışmaların ön plana çıktığı bir dönem olan
Aydınlanma, bazı deneycilerin tarihe doğa bilimi temelinde yaklaşma denemele-
rinin saptandığı bir dönem olma özelliği de gösterir (Özlem 2004, s. 56). Örneğin
İskoç deneyci David Hume’a göre (1711-1776), tarihsel olaylara nüfuz edebilmek,
bu olayların taşıyıcısı olarak “insan doğası”nın öne alınmasını gerektirir (a.y.).
İnsan doğasının bilimi olarak “psikoloji”ye işaret eden Hume’a göre, tarih, psi-
kolojiye bağımlıdır ve doğanın kendisi gibi, doğanın bir parçası olan insan da
nedensellik (causality) yasalarına bağlıdır. Bu durumda, insan psikolojisinin bağlı
olduğu yasaların bulunması, tarih olaylarının niteliğinin de açık biçimde anlaşıl-
ması için bir ön koşul olur (J. Hennig’den aktaran: Özlem 2004, s. 57).
Şimdi Aydınlanma’da doğa bilimi eksenli bilgi anlayışının tarihe nasıl yansıdı-
ğını görmeye çalışalım.
Usçu Tarih Okulu’nun layış ile Newtoncu gökfiziğini çıkış noktası alarak, evreni ve toplumu genel meka-
tarihçileri, tarihi en geniş
boyutlara taşıyıp Kilise nik kuramı çerçevesinde değerlendirmiş, buna paralel olarak, insanlık tarihindeki
ve devlet entrikalarının her şeyin neden-sonuç ilişkisi sayesinde ortaya çıktığı yönlü bir anlayışı benim-
ötesine geçmişler ve semişler; dolayısıyla doğanın tarihte etkili olduğunu da dikkate almışlardır (a.y.).
toplumu, sanayiyi, ticareti ve
medeniyetleri kapsamlı bir Doğan Özlem, Aydınlanma’da tarihe karşı uyanan özel ilgi ve meraka karşın,
incelemeden geçirmişlerdir. 18. yüzyıl genelinde tarihin yine de bir edebi tür, ahlak bakımından pratik değeri
Usçu Tarih Okulu’nun önceki olan bir uğraş olarak görülmesi durumunun azalmasına karşın sürdüğü görüşün-
tarih yazıcılarından bir dedir (Özlem 2004, s. 57). Fakat önceki yüzyıllara kıyasla tarihe yönelik çalışma-
başka önemli farkı, doğanın
tarihe etkisini göz önünde lar gözle görünür oranda artmıştır ve tüm olumsuz görüşlere karşın, 18. yüzyıl,
bulundurmasıdır. tarih felsefesinin doğum yüzyılı olmuştur.
Avrupa toplumlarında Bunun altında yatan tarihsel nedenler, şöyle sıralanabilir:
18. yüzyılda ilerleme 1. 16. ve 17. yüzyıllarda doğa bilimlerinin ve bu doğrultuda uygulanan teknik
inancının yaygınlaşması, buluşların yaşamı kolaylaştırma ve iyileştirmedeki tartışılmaz başarıları,
tarih felsefesinin ortaya
çıkmasına zemin hazırlayıcı 18. yüzyıl Avrupa toplumlarının tamamına yayılan bir ilerleme (Progress,
etkenlerden birisidir. Fortschritt) inancını doğurmuş,
İlerleme, 19. yüzyıldaki tarih
metafiziklerinin vazgeçilmez 2. Avrupa ülkeleri, hümanizm ve Aydınlanma etkileriyle, ulusal farklılıkları-
kavramlarından biri olacaktır. nı yeniden keşfederek, kendilerini dil, kültür ve tarih bakımlarından farklı
uluslar olarak görmeye başlamışlar,
3. Farklı uluslar hâlinde de olsa, doğada ve toplumlarda, yani uluslarda da
ilerleme olduğu düşüncesi tüm Avrupa’ya yayılmış ve bu da, tarihte bir iler-
leme olduğu inancını getirmiştir (a.y., s. 58).
Fakat ilerleme inancı, tam anlamıyla bilimsel/bilgikuramsal zeminde geliş-
memiştir; aksine, Ortaçağ’da Augustinus’un felsefe-tarih karşıtlığını tanrıbi-
limle aşmak istemesine benzer biçimde, ilerlemeyle beslenen laik inanç, bu dü-
şüncenin yerleşerek tarih felsefesinin doğuşuna yol açmıştır (a.y., s. 59). Şimdi
“Tarih Felsefesi” adını kullanmadan tarih felsefesi yapan ilk Avrupa düşünürü
Giambattista Vico’yu (1668-1744) ve düşüncelerini yakından tanıyalım.
tanrısal kayra (Providanz, Vorsehung, İnâyet) ile aynı şey olan sonsuz bir gelişim
yasasına göre yönlenmektedir (Löwith 2004, s. 263).
Yeni Bilim eserinin niteliğini başlığın kendisinden çok, kitabın içinde yer alan
“Yeni Bir Bilimin İlkeleri” adlı alt başlığı ifade etmektedir. Vico, bu bölümde Yeni
Bilim (bundan sonra, YB) ile ilgili şu tanımlamaları yapar:
1. YB, “tanrı kayrasını ussal-sivil (uygarlık-temelli) yoldan kavramak isteyen
usçu-sivil bir teolojidir”; yani tanrı kayrasının toplumsal tarih içinde us ara-
cılığıyla kavranabilir olan işaretlerini, örneğin, evlilik, defnetme usulleri, yasa
koyma, yönetim biçimleri, sınıf savaşları gibi sivil olguları ele alacaktır. Sivil, Vico’nun Yeni Bilim’i
boyunca, doğadan ayrı başına
2. YB, bir egemenlik felsefesi, özellikle de özel mülkiyetin kökenlerine yönelik insanın var ettiği kültür
bir felsefedir; çünkü insan toplumunun ilk kurucuları, aynı zamanda özel dünyasının, medeniyetlerin
tümüne işaret edecek şekilde
mülkiyetin de kurucuları ve buna bağlı olarak da yasaların ve göreneklerin kullanılan anahtar kavramdır.
temellendiricileri (auctores) olmuşlardır.
3. YB, “insânî idelerin bir tarihidir” ve özellikle de en eski kozmolojik-dinsel
tasarımların tarihidir.
4. YB, en eski dinsel geleneklerin, özellikle de theogoniaların bir ‘felsefî Theogonia: Yunanca’da
eleştirisi’dir. “Tanrı” anlamına gelen theos
ile “doğum”, “oluşum”, “köken”
5. YB’in konusu, “tüm ulusların tarihlerinin onun içinde ve zaman olarak gibi anlamları karşılayan
akıp gittiği ideal sonsuz tarih”tir; buna göre YB, sivil süreçlerde her zaman goneia sözcüklerinin
birleşiminden oluşan,
tekrar eden tipik şemayı bulup ortaya çıkaracaktır. varlıktaki tüm unsurların
6. YB, “ulusların doğal hukuklarının bir sistemi”dir; çünkü sivil haklar, ulus- varoluşlarının kökenini
Tanrı’ya bağlayan açıklama
ların birincil gereksinimlerine ve yararlarına göre-yani doğallık gözetilerek tarzı.
düzenlenmiş haklar olarak- kaynağını insan doğasında bulurlar.
7. YB, pagan dünyanın profan tarihinin dayandığı “ilkeler”i, bu dünyanın en
eski ve en karanlık başlangıç dönemlerini, bu dünyanın mitoslara dayalı
tarihine egemen olan döngücü doğruluk anlayışını yorumlar.
Bu 7 tanımdan çıkacak genel sonuç, YB’in tarihsel dünyanın (mondo civile) us
yoluyla temellendirilmiş teolojisi olduğudur. YB teolojidir çünkü tarihsel dünya-
nın her köşesinde kahramanca ve şairce etkide bulunan tanrısal tinin sesi duyulur
(Löwith 2004, s. 263-264).
Tek pekin (certain) bilim olarak matematik-fizik doğa bilimini kabul eden 18.
yüzyıl başlarında böyle bir YB’i değil dile getirmek, düşünmek bile söz konusu
olamazdı. (Löwith 2004, s. 264-265). Vico’nun biliminde “yeni” olan şey, ancak
içinde yaşadığı çağın bilim anlayışına-yani Descartesçı bilime- bakılınca anlaşıla-
bilir. Gerek Yöntem Üzerine Konuşma gerekse İlk Felsefe Üzerine Düşünceler’in ilk
bölümlerinde, Descartes, tarihe, mutlak doğruluğa erişmek için gerekli olan yön-
temli bir kuşku ile yaklaşır. Vardığı sonuç, tarihin verdiği bilgilerden sonuna kadar
şüphe edilmesi gerektiği yönünde olduğundan, tarihin bir bilim olarak kurulması-
na pek de destek olacağı söylenemez. Ona göre, tarih hakkındaki bilgimiz anlam-
landırma ve haber almaya dayanır ki, bu hâliyle bir kenara atılmalıdır; çünkü bizi
çoğu kez yanıltan geleneklerde ve anlamlarda hiçbir mutlak açık-seçiklik yoktur. Vico, yaşadığı çağda egemen
Doğruluğu apaçık ve kesin olarak ortada olan Cogito ergo sum, doğuştan idelerle olan doğa bilimci bilgi
anlayışına ve Descartesçı bilim
birlikte verilmiştir. İşte buradan hareketle, fizik dünya, “doğanın doğru dili” olarak ve felsefeye açıkça meydan
matematiğin ve matematik idelerin yardımıyla bilim temelinde yeniden kurulabi- okuyan ilk düşünürdür: Vico’ya
göre, insan yapmadığı şeyi
lir. Descartes’ın tüm çabası, bu modele göre matematik bilimi ve ona bağlı kesinlik tam olarak bilemez. Buna
ölçütlerine göre felsefeyi bir reforma tâbî tutmak olmuştur (Löwith 2004, s.265). göre, insan doğayı değil,
Vico’ya göre biz ancak kendimizin neden olduğu ve kendimizin yaptığı şeyi ancak toplumlar dünyasını ve
tarihi tam olarak bilebilir.
doğru ve temelli olarak bilebiliriz. “Kuşkunun muazzam okyanusu” ortasın-
daki “biricik ve küçücük ada”, Vico’ya göre, “toplumsal-sivil dünya”dan başkası
106 Tarih Felsefesi I
Vico’nun Yeni Bilim’de değildir; çünkü insan ayaklarını ancak bu ada üzerinde sağlamca yere basabilir.
dile getirdiği en önemli
savlardan birisi de Latince’de Üstelik Vico, bu sonuca varırken Descartes’ın kullandığı yöntemli şüpheyi kul-
“Doğruluk ile olgu birbirine lanmıştır. Böylelikle, YB’de doğruluğun bilgisi için tek sağlam kalkış noktası, ve-
dönüştürülür” anlamına rum ile factum’un-yani doğruluk ile olgunun- birbirlerine geçtiği “toplumsal-sivil
gelen “Verum et factum
convertundur” olmuştur. Bu dünya”nın bizzat kendisi olmuştur (Löwith 2004, s. 266-267; Gardiner 1962, s.
sav, insanın en iyi kendi yapıp 10). Doğal dünyayı Tanrı yarattığı için, bu dünya ancak O’nun tarafından tam
etmelerini bilebileceğini dile
getiren düşünceyle birebir olarak bilinebilir; halbuki bilim, doğal dünyadan daha iyi tanıyabileceğimiz-çün-
örtüşür, çünkü doğruluk ile kü yapan bizleriz- “toplumlar dünyası”nı hep ihmal edegelmiştir. Bu yüzden YB
olgunun iç içe geçtiği yer,
toplumsal-sivil dünyadır. bir felsefedir ve aynı zamanda bir insanlık tarihidir ve olanaklıdır (Löwith 2004,
s.267; Gardiner, a.y.).
Vico, felsefede Descartesçılığa
tam bir tutarlılıkla karşı Vico, daha sonra Hegel’in yapacağı gibi, kuramsal doğruluk ile insânî-pratik
çıkarken de Tanrı inancından alanın bilgisinin olasılığı arasında Descartes’ın yapmış olduğu ayrımı, doğru-ol-
asla vazgeçmemiş inançlı gu arasındaki diyalektik ile aşmak ister. Dolayısıyla, Vico, Descartes’ın açık açık
bir Katolik olarak tanınır.
Bu yüzden, Yeni Bilim’in küçümsediği filolojiyi-tarihsel olaylar hakkında haber almamızı sağlayan bilimi-
anahtar kavramlarından felsefî bilim düzeyine yükseltir ve Hegel’den bu yana anılan adıyla tin felsefesinin
birinin de kayra olmasına
şaşırmamalıdır. Vico’nun sık modern doğa bilimlerine önceliğini vurgularken, modern doğa biliminin önceli-
sık vurguladığı-daha sonra ğini savunan Descartesçı düşünceyi eleştirir (Löwith 2004, s.269-270).
eleştirilmesine de neden
olacak olan- kayra anlayışı, Vico’ya göre tüm tarihsel ve toplumsal yaşam, insanların doğaya ve kendilerine
kayranın aslında tarihsel egemen bir tanrıyı gözeterek yaptıkları düzenlemelerle doludur. Her insan kendi
gelişimin sivil yasalarından
başka bir şey olmadığını bencilliğinin doyumu peşindedir ve tutkulardan, vahşetten açgözlülük ve kinden
söylemeye varır; hatta Vico bir toplumsal doğal hukuka geçişi sağlayan şey, ilkel insanın önce korku yoluyla
kayranın kanıt ve işaretinin tanımış olduğu tanrının bir yasasıdır, tanrı kayrasıdır (Löwith 2004, s.271).
tarihsel olgunun ta kendisi
olduğunu da kabul eder-çünkü Vico Yeni Bilim’de çağları üçe ayırır: 1. Tanrılar çağı: Pagan insanlık tanrısal
böyle olmasaydı YB tanrı bir egemenlik tasarımı altında yaşar ve tüm girişimlerinde fala ve kehânete başvu-
kayrasını ve tarihsel olguyu us
yoluyla kavrayamazdı. Uzun rur. Bu çağ, Teokratik ve poetiktir (insanın hayal gücü akıldan daha egemendir),
sözün kısası, YB’de mûcizevî dili kutsaldır; 2. Kahramanlar çağı: Aristokratik yasaların hüküm sürdüğü çağdır.
niteliklerinden arınan kayra,
Vico tarafından toplumsal Mitolojik ve poetiktir, dili simgeseldir. 3. İnsanlık çağı: İnsanların doğadan eşitli-
düzen şemasına indirgenmiş ğine inanılan, özgür cumhuriyetlerin ve monarşilerin çağıdır. Rasyoneldir (usçu),
olup en önemli içeriği de
tarih sürecinin evrensel ve yani bir us çağıdır, dili de dünyevîdir.
kalıcı düzeni hâline gelmiştir Vico, bu üç çağa göre, üç tip doğal hukuk, üç tip siyasal topluluk, vb. ayırır.
(Löwith 2004, s.272). Tüm çağlar tarihin akışı içinde kendi içlerinde dönenirler. İnsanlığın bu kurallı
ve tipik akışı, anarşiden düzene, ilkel ve kahramanca
Resim 6.1
göreneklerden akılcılaştırılmış ve medenileştirilmiş
Vico’nun Yeni Bilim göreneklere geçildiği sürece, ilerleyen bir süreçtir.
adlı yapıtının en Tarihin gerçek telos’unun düşüş ve batış olduğunu
başında yer alan
resim. kabul eden Vico’ya göre, ilerleyen bir süreçten (cor-
so) bir geriye dönüşe geçilir (ricorso) ve yine bir
Kaynak: http:// barbarlık ortaya çıkar-fakat bu barbarlık da yeniden
www3.niu.edu/
acad/english/vico/ bir yükselişe geçer (Löwith 2004, s.273-274).
big_vico.jpg Vico’nun tarih felsefesinin güçlü yanlarından biri,
tarih bilgisinin özelliklerinin tanımlanmış olmasıdır.
Leon Pompa’ya göre, Vico, bilginin tam bilimsel ol-
ması gerektiğini düşünmüştür (Pompa 1975, s. 170).
Bilginin bilimselliğiyle paralel biçimde, tarih, bilim-
sel araştırma temeline dayanmalı, nesnellik aranma-
lı ve sistematik bir yapı biçiminde serimlenmelidir
(a.y., s. 176).
6. Ünite - Aydınlanma Döneminde Tarih Anlayışı ve Tarih Felsefesinin Ortaya Çıkışı 107
Tarih bilgisinin güvenilirliği sorunu da Vico’nun gözden kaçırmadığı sorun- Vico’nun tarih felsefesinin
döngüsel olarak
lardan biridir. Vico, tarih bilgisinin güvenilir olması için tarihçinin kendisini sa- yorumlanmasına yol açan iki
kınması gereken bazı hatalara ayrıntılarıyla değinmiştir. Collingwood da Tarih anahtar kavram, corso ve
Tasarımı’nda bu hataları ve ayrıntıları anlaşılması kolay maddeler hâlinde şöyle ricorso’dur. Bu kavramlardan
ilki, insanlık adına ilerlemeleri
dile getirmiştir: ve iyileşmeleri içerirken, ikincisi
1. Eskiçağ’a ilişkin yüceltici önyargılardan kurtulunmalıdır. de yıkımlara, felaketlere
göndermede bulunur.
2. Ulusların kendini beğenmişliği, tarihçileri kendi tarihlerini yazarken nes-
nellikten uzak bir tutuma sürükler; oysa, olabildiğince uzak durulması ge- Vico’nun kayra kavramına
yüklediği anlam, tarihsel
reken şey, öznelliktir. gelişim içinde kendini gösteren
3. Tarihçi bilginin kendini beğenmişliği: Akademik kafalar, Vico’ya göre, ilgi- medeniyet yasalarıdır; zaten
Vico, yeni biliminin tanrı
lendikleri dönem ve kişilerin, tarihçinin yaşadığı dönemdeki fikir ve ey- kayrasını ve tarihsel olguyu us
lemlere sahip olduğu yanılgısına sık sık düşerler. Bu yanılgıyı önlemek için, aracılığıyla kavrayabileceğini
tarihte her şeyin yeniden oluşturulduğu görüşünü benimsemek gerekir. söylerken, kayraya dünyevi bir
anlam yüklediğinin ipucunu
4. Kökenler konusundaki yanılgı: Farklı toplumlar benzer şeylere sahip olduk- vermiştir.
larında, tarihçi diğer ulusun kendi ulusunu taklit ettiği yargısına kolaylıkla
Vico’nun kayra kavramına
varır; bu da diğer toplumları küçümsemeye/değersizleştirmeye yol açar. yüklediği anlam, tarihsel
5. Eskilerin, kendilerine daha yakın çağlar hakkında bizlerden daha bilgili gelişim içinde kendini gösteren
medeniyet yasalarıdır; zaten
oldukları önyargısı vardır. Bu önyargıdan kurtulmak, tarih verilerini bilim- Vico, yeni biliminin tanrı
sel bir yaklaşımla yeniden değerlendirme olanağı sunmakta, bir bakıma, kayrasını ve tarihsel olguyu us
aracılığıyla kavrayabileceğini
otoritelerin yönlendirmelerinden sıyrılarak nesnel/tarafsız karar vermeyi söylerken, kayraya dünyevi bir
kolaylaştırmaktadır (Collingwood 2010, s. 115-117). anlam yüklediğinin ipucunu
İşte Vico’ya göre ancak bu hatalardan kendini koruyabilmiş bir tarihçi tarafın- vermiştir.
dan verilen bilgiler güvenilir olma özelliği taşır (a.y., s. 117). Vico, tarihteki çağları üçe
Yine Collingwood, Vico’nun tarih alanında çok önemli iki işi başardığını sa- ayırarak, her birini karakteristik
özellikleriyle betimlemiştir.
vunur: 1. Eleştiri yöntemini sonuna kadar kullanan Vico, tarih düşüncesini yazılı Bu betimlemeye göre, Avrupa
otoritelere bağlılıktan kurtararak, özgün, bağımsız, bilimsel veri çözümlemesiyle, İnsanlık Çağı’ndadır. Fakat her
medeniyet aynı zamanda aynı
unutulan doğrulukların yeniden ortaya çıkmasını sağlamış, 2. Yeni Bilim’inde or- süreçlerden geçmek zorunda
taya koyduğu ilkelerden yola çıkarak, bilgi kuramına daha geniş bir yer ayırmış, olmadığından, Avrupa’da
İnsanlık Çağı yaşanırken, söz
yaygın felsefi kanının darlığıyla soyutluğunu eleştirmiş ve Descartesçılığın bilim- gelimi, Çin’de hâlâ Kahramanlar
sel-metafizik düşüncesine misilleme yapabilecek düzeye erişmiştir (a.y., s. 118). Çağı yaşanıyor olabilir.
Tarih düşüncesine getirdiği tüm yeniliklere karşın, yukarıda da ifade ettiğimiz Vico, tarihçilerin sıklıkla
gibi, Vico’nun genelde Avrupa düşüncesine ve özel olarak tarih felsefesine katkı- düştükleri hataları
ları, yaşadığı dönemde hak ettiği ilgiyi ve değeri görmemiştir. Vico’nun ve Yeni gruplandırarak açıklamış ve
bu hataların tarih bilgisinin
Bilim’in bu hak edilmiş değere kavuşması, 19. yüzyıl ortalarında ve ikinci yarısın- güvenilirliğine gölge
da Alman Tarih Okulu’nun çalışmaları sayesinde gerçekleşecektir. düşürdüğünü savunmuştur.
Giambattista Vico’nun Yeni Bilim adlı yapıtı, yakın zamanda dilimize de çevrilmiş-
tir (çev. Sema Önal, Ankara: DoğuBatı Yayınları, 2007).
Şimdi bu ünitenin son adımını atacak ve Voltaire’in tarih görüşlerini yakın- Vico, Collingwood’a göre,
dan tanımaya çalışacağız. Bu aynı zamanda Tarih Felsefesi-1 ders kitabınızda tarih Descartesçı bilim-metafizik
anlayışına meydan okuma
felsefesinin gelişimiyle ilgili kapsanan sürecin de son aşaması olacaktır. Voltaire, düzeyine erişen bir bilgi
18. yüzyıl yani Aydınlanma boyunca tarihe çeşitli düzeylerde yönelmiş olan ilgiyi kuramı geliştirmeyi
başarmıştır.
fark eden ve felsefece bir tarih yazımına, dolayısıyla da bir “Tarih Felsefesi”ne ge-
reksinim duyulduğunu açıkça dile getiren ilk düşünür olmasıyla ön plana çıkar.
Artık Voltaire’in tarih felsefesine katkılarıyla ilgili daha fazla bilgi sahibisiniz. Sizce
Voltaire, tarihin ontolojik yönüne mi, yoksa epistemolojik yönüne mi ağırlık ver- 3
miştir, neden? Yanıtınıza gerekçe(ler) göstermeye çalışın.
110 Tarih Felsefesi I
Özet
Aydınlanma Dönemi’ndeki kültürün ve düşünce- insanının kendi usuna ve doğa bilimlerinin ba-
1
nin genel özelliklerini açıklamak. şarısına duyduğu güvenin zirve yapmasıyla iliş-
Aydınlanma, 1. Tarih Felsefesi’nin bir disiplin kili de düşünülebilir.
olarak ortaya çıktığı, daha da önemlisi, ilk kez
“Tarih Felsefesi” adının kullanıldığı, 2. Tarihten Aydınlanma’da egemen bilgi anlayışıyla tarih an-
edinilen bilgiye ve tarihsel varlık alanına yönelik 2 layışını ilişkilendirmek.
yaklaşımların değiştiği bir dönemdir. Hazard’a Aydınlanma, doğayı anlamanın fazlasıyla önem-
göre Aydınlanma’daki bilimsel ve kültürel atı- sendiği ve doğa araştırmalarından elde edilen
lımların tümünün altında şüphe etme, sorgu- gözlem ve deneye dayalı bilginin kesin olduğuna
lama, eleştiri gibi vazgeçilmez unsurlar yer alır. inanıldığı bir dönemdir. Doğa bilimleri ve yön-
Gökberk’e göre Aydınlanma, doğa karşısında temleri açısından, Aydınlanma’da, insan usu ve
başarı kazanan insan usunun kültür dünyasına kavramlarıyla dış dünyanın nesneleri arasında
bir uygulaması olması, matematik doğa bilimi- birebir uygunluk-ya da denklik- olup olmadığı
ne paralel kültür bilimlerinin de kurulmasının tartışması, belki de, Yeniçağ’daki doğabilimci
amaçlanmış olması ve kültür dünyasına da yine yönelime eşlik eden en önemli tartışma olmuş-
us aracılığıyla egemen olmanın amaçlanması ba- tur. Yeniçağ epistemolojisinin Kant’a kadar et-
kımlarından, 17. yüzyılda “evrensel bilim” görü- kisini sürdürmüş iki ana kampı olan usçuluk
nümüne bürünmüş olan felsefeden farklı olarak, (rationalism) ve deneycilik (empiricism), bu
bir kültür felsefesidir. Aydınlanma’yı “insanın tartışmada, birbirine karşıt görüşler savunmuş-
usunu kendisinin kullanma cesareti göstermesi” lardır. Usçulara göre insan usu ve kavramlarıyla
olarak tanımlayan Kant, bu yetiyi eleştirmekten evrendeki nesneler arasında upuygunluk vardır,
de geri durmamış, usun kendisinin de sınırları bu durumun apaçık olduğunu görmek için ma-
olan bir yeti olduğunu savunarak, felsefe tarihin- tematiği göz önünde bulundurmak yeterlidir.
de önemli bir çığır açmıştır. Deneycilere göreyse, us yalnızca duyu verilerini
Aydınlanma’nın temel özelliklerinden biri de işleyen, düzene oturtan bir işlemcidir; duyu ve-
laik bir dünya görüşüne dayanıp bu görüşü ha- rileri olmadan us tek başına evreni bilemez. İşte
yatın her alanında tutarlı biçimde uygulamaya Yeniçağ’da başta fizik olmak üzere tüm doğa bi-
koyma çabasıdır. Yani, Ortaçağ’da insanlara ‘öte- limleri, hem usçu hem de deneyci bir tutumla iş
ki dünya’, ‘ölüm sonrası yaşam’, ‘Tanrı krallığı’ görmüşlerdir.
gibi soyut şeyler uğruna feda edilmesi öğütlenen Bilimin elde ettiği başarılarla kesin bilginin
dünyevi mutluluk, Aydınlanma’nın öne çıkardığı olanaklılığı, insan bilgisinin sınırları, algı ve
bir değer olmuştur; eşitlik, özgürlük, kardeşlik deneyimin dış dünyayı bire bir yansıtıp yansıta-
gibi idealler de bu mutluluk için gerekli koşul- madığı, gibi bilgi kuramına sorunlarına ilişkin
lar olarak ön plana çıkmışlardır. Fakat burada tartışmaların ön plana çıktığı bir dönem olan
da usa duyulan güven, asıl rolü oynamaktadır; Aydınlanma, bazı deneycilerin tarihe doğa bili-
çünkü insan, usu aracılığıyla geleneklerin bo- mi temelinde yaklaşma denemelerinin saptandı-
yunduruğundan kendini kurtaracak, kaderini ğı bir dönem olma özelliği de gösterir. Örneğin
kendisi biçimlendirecek, böylelikle özgürlüğü- David Hume’a göre, tarihsel olaylara nüfuz
nü ve mutluluğunu gitgide arttıracaktır. Hatta edebilmek, bu olayların taşıyıcısı olarak “insan
bu mutluluk, tek bir intellektüel (ussal) kültür doğası”nın öne alınmasını gerektirir. İnsan do-
üzerinde tüm insanlığın tek bir toplum halinde ğasının bilimi olarak “psikoloji”ye işaret eden
birleşmesine kadar uzanacaktır. Hume’a göre, tarih, psikolojiye bağımlıdır ve
Collingwood, Aydınlanma’yı düşüncede ve kül- doğanın kendisi gibi, doğanın bir parçası olan
türde bir laikleştirme çabası olarak tanımlarken, insan da nedensellik yasalarına bağlıdır. Bu du-
bu çabanın yalnızca kurumlaşmış dine değil, rumda, insan psikolojisinin bağlı olduğu yasa-
aynı zamanda dinin kendisine karşı bir başkal- ların bulunması, tarih olaylarının niteliğinin de
dırıyı içerdiğini vurgular. Bu çaba, Aydınlanma açık biçimde anlaşılması için bir önkoşul olur.
6. Ünite - Aydınlanma Döneminde Tarih Anlayışı ve Tarih Felsefesinin Ortaya Çıkışı 111
Aydınlanma, bir arayış, bir sorgulama ve kimlik dönüştürülür” anlamına gelen “Verum et factum
belirleme gibi unsurları bir bütün olarak kapsa- convertundur” olmuştur. Bu sav, insanın en iyi
yan, bu yüzden tarih anlayışı ve tarih yazıcılığı kendi yapıp etmelerini bilebileceğini dile getiren
bakımlarından da Avrupa kültürü için önemli düşünceyle birebir örtüşür, çünkü doğruluk ile ol-
bir dönemeçtir. Usçu Tarih Okulu’nun tarihçi- gunun iç içe geçtiği yer, toplumsal-sivil dünyadır.
leri, tarihi en geniş boyutlara taşıyıp Kilise ve Vico, felsefede Descartesçılığa tam bir tutar-
devlet entrikalarının ötesine geçmişler ve toplu- lılıkla karşı çıkarken de Tanrı inancından asla
mu, sanayiyi, ticareti ve medeniyetleri kapsam- vazgeçmemiş inançlı bir Katolik olarak tanınır.
lı bir incelemeden geçirmişlerdir. Usçu Tarih Bu yüzden, Yeni Bilim’in anahtar kavramların-
Okulu’nun önceki tarih yazıcılarından bir başka dan birinin de kayra olmasına şaşırmamalıdır.
önemli farkı, doğanın tarihe etkisini göz önünde Vico’nun kayra kavramına yüklediği anlam, ta-
bulundurmasıdır. rihsel gelişim içinde kendini gösteren medeniyet
Aydınlanma’da tarihe karşı uyanan özel ilgi ve yasalarıdır; zaten Vico, yeni biliminin tanrı kay-
meraka karşın, 18. yüzyıl genelinde tarihin yine rasını ve tarihsel olguyu us aracılığıyla kavraya-
de bir edebi tür, ahlak bakımından pratik değe- bileceğini söylerken, kayraya dünyevi bir anlam
ri olan bir uğraş olarak görülmesi durumunun yüklediğinin ipucunu vermiştir.
azalmasına karşın sürdüğü görülür. Avrupa top- Vico Yeni Bilim’de çağları üçe ayırır: 1. Tanrılar
lumlarında 18. yüzyılda ilerleme inancının yay-
çağı: Pagan insanlık tanrısal bir egemenlik ta-
gınlaşması, tarih felsefesinin ortaya çıkmasına
sarımı altında yaşar ve tüm girişimlerinde fala
zemin hazırlayıcı etkenlerden birisidir. İlerleme,
ve kehânete başvurur. Bu çağ, Teokratik ve po-
19. yüzyıldaki tarih metafiziklerinin vazgeçil-
etiktir (insanın hayal gücü akıldan daha ege-
mez kavramlarından biri olacaktır.
mendir), dili kutsaldır; 2. Kahramanlar çağı:
Aristokratik yasaların hüküm sürdüğü çağ-
İlk modern tarih filozofu olarak Vico’nun Avrupa
dır. Mitolojik ve poetiktir, dili simgeseldir. 3.
3 düşüncesine katkılarını yorumlamak.
Vico’nun yapıtı, insanlık tarihi (din, toplum, ege- İnsanlık çağı: İnsanların doğadan eşitliğine ina-
menlik biçimleri, hukuk kuramları ve diller tari- nılan, özgür cumhuriyetlerin ve monarşilerin
hini de kapsayacak biçimde) ilk empirik-temelli çağıdır. Rasyoneldir (usçu), yani bir us çağıdır,
kuramdır ve bu kuram ne ilerlemeci-tarihsel ne dili de dünyevîdir. Vico, bu üç çağa göre, üç tip
de döngüsel-kozmolojik açıdan kavranabilir olan doğal hukuk, üç tip siyasal topluluk, vb. ayırır.
felsefî bir ilkeden hareket etmektedir: İnsanlık Tüm çağlar tarihin akışı içinde kendi içlerinde
tarihi, tanrısal kayra ile aynı şey olan sonsuz bir dönenirler. İnsanlığın bu kurallı ve tipik akışı,
gelişim yasasına göre yönlenmektedir. anarşiden düzene, ilkel ve kahramanca görenek-
Sivil, Vico’nun Yeni Bilim’i boyunca, doğadan lerden akılcılaştırılmış ve medenileştirilmiş gö-
ayrı başına insanın varettiği kültür dünyasının, reneklere geçildiği sürece, ilerleyen bir süreçtir.
medeniyetlerin tümüne işaret edecek şekilde Tarihin gerçek telos’unun düşüş ve batış olduğu-
kullanılan anahtar kavramdır. Yeni Bilim ile il- nu kabul eden Vico’ya göre, ilerleyen bir süreç-
gili Vico’nun sıraladığı ilkelerden çıkacak ilk so- ten (corso) bir geriye dönüşe geçilir (ricorso) ve
nuç, “Yeni Bilim”in tarihsel dünyanın us yoluyla yine bir barbarlık ortaya çıkar-fakat bu barbarlık
temellendirilmiş teolojisi olduğudur. Bu “Yeni da yeniden bir yükselişe geçer.
Bilim” teolojidir çünkü tarihsel dünyanın her Vico, tarihçilerin sıklıkla düştükleri hataları grup-
köşesinde kahramanca ve şairce etkide bulunan landırarak açıklamış ve bu hataların tarih bilgisi-
tanrısal tinin sesi duyulur. nin güvenilirliğine gölge düşürdüğünü savunmuş-
Vico, yaşadığı çağda egemen olan doğa bilimci tur. Tarih düşüncesine getirdiği tüm yeniliklere
bilgi anlayışına ve Descartesçı bilim ve felsefeye karşın, Vico’nun genelde Avrupa düşüncesine ve
açıkça meydan okuyan ilk düşünürdür: Vico’ya özel olarak tarih felsefesine katkıları, yaşadığı
göre, insan yapmadığı şeyi tam olarak bilemez. dönemde hak ettiği ilgiyi ve değeri görmemiştir.
Buna göre, insan doğayı değil, ancak toplumlar Vico’nun hak ettiği değere kavuşması, 19. yüz-
dünyasını ve tarihi tam olarak bilebilir. Vico’nun yıl ortalarında ve ikinci yarısında Alman Tarih
Yeni Bilim’de dile getirdiği en önemli savlardan Okulu’nun çalışmaları sayesinde gerçekleşecektir.
birisi de Latince’de “Doğruluk ile olgu birbirine
112 Tarih Felsefesi I
“Tarih Felsefesi” adını ilk kez kullanan Voltaire’in, Usu insan doğasının özü olarak konumlayan,
4 tarihe ve tarih yazımına katkılarını değerlendirmek. ilerleme düşüncesinin ateşli bir taraftarı olan
1764 yılında David Hume’un Genel İngiltere tipik Aydınlanmacı Voltaire, bir yandan “Tarih
Tarihi adlı yapıtı üzerine yazdığı bir yorumunda, Felsefesi” adını kullanıp yepyeni bir felsefe
Voltaire, felsefece yazılmış bir tarihe gereksinim disiplinine içerik kazandırma çalışmalarıyla
duyulduğunu söylemiştir. Voltaire’e göre, kişisel Aydınlanma’da tarih düşüncesine yönelik ilgi-
ve keyfi değerlendirmeler ve din dogmalarıyla yi ve olumlu tutumları beslemiş, öte yandan,
dolu tarih yazımı karşısında, aydınlanmacı insan, kuşkucu tutumu tamamıyla bırakmamış, tarih
tarih yazma işinin “filozofça bir etkinliği gerektir- bilgisine güvenmek için kanıtları olmazsa ol-
diğini” anlamıştır. “Nesnel” ve “doğru” bir tarih maz görmüş ve bu yönleriyle de, theoria-histo-
yazmak, Voltaire’e göre, tarih üzerine felsefe yap- ria karşıtlığını aşma konusunda, 19. yüzyıl tarih
mayı, yani tarih felsefesini zorunlu kılar. filozoflarıyla karşılaştırıldığında, çekingen bir
Voltaire, tarihle masalı karşıt anlam içeriğine sa- düşünür profili çizmiştir.
hip olarak konumlamıştır. Buna göre, tarih, yal-
nızca doğru olanların anlatımını içerir. Voltaire,
tarihte ulusların kökenlerine ilişkin anlatımların,
zamanla araya inanılmaz olayların katılması yü-
zünden, saçma unsurlara bulandığı görüşündedir.
Voltaire’e göre gerçek ve doğru tarih, ancak bel-
gelere dayanılarak yazılabilir. Bilgi eksikliği yü-
zünden, eski çağlara ilişkin 3000 yıllık tarihin
yeterince bilinmemesi bir şaşkınlık yaratmama-
lıdır, düşüncesinde olan Voltaire, bu bilinmezli-
ğin nedenleri olarak devrimlere ve bu devrimler
sırasında tamamen yok edilen belgelere işaret
etmiştir (a.y.). Yine Voltaire’e göre, 15. yüzyıl
sonunda Yeni Dünya’nın-yani Amerika kıtası-
nın- keşfedilmesiyle, Avrupa’daki siyaset ve sa-
nat yeniden biçimlenmiş, bu dönemden sonra
Avrupa’daki her ulus kendi tarihçisine sahip ol-
maya çabalamıştır. Voltaire, tarihin bazı özellik-
lerini ele alıp onlar hakkında yargıya varırken,
tarih bilgisinin kesin olmadığını, belgelerden ve
varılan sonuçlardan kuşku duyulması, ama ka-
nıtlara da başvurulması gerektiğini bildirmiştir.
6. Ünite - Aydınlanma Döneminde Tarih Anlayışı ve Tarih Felsefesinin Ortaya Çıkışı 113
Kendimizi Sınayalım
1. Aydınlanma’yı, “insanın kendi suçu ile düşmüş ol- 6. İnsanın en iyi kendi yapıp etmelerini bilebileceğini
duğu bir ergin-olamama durumundan kurtularak usu- dile getiren düşünceyle birebir örtüşen, Vico’nun ünlü
nu kendinin kullanmaya başlaması” olarak tanımlayan Latince savı aşağıdakilerden hangisidir?
düşünür aşağıdakilerden hangisidir? a. Cogito ergo sum.
a. John Stuart Mill b. Historia est magistra vitae.
b. Francois Marie Arouet (Voltaire) c. Verum et factum convertundur.
c. Jean-Jacques Rousseau d. Deus est substantia.
d. Immanuel Kant e. Ratio non est res extentia.
e. Giambattista Vico
7. Vico’ya göre aşağıdakilerden hangisi, tarih bilgisi-
2. Aydınlanma düşüncesinde us, insanın aşağıdaki- nin güvenilirliğine gölge düşüren hatalardan biri de-
lerden hangisini sağlaması için bir araç olamaz? ğildir?
a. Geleneklerin boyunduruğundan kendini kur- a. Tarihçinin kendini beğenmişliği
tarmasını b. Her çağı ve toplumu tarafsız bir gözle inceleme
b. Ahlak açısından Kilise’nin mutlak otoritesine c. Ulusların kendini beğenmişliği
bağlanmasını d. Kökenler konusundaki yanılgı
c. Kaderini kendisinin biçimlendirmesini e. Eski çağları gereksiz yere yüceltme
d. Özgürlüğünü arttırmasını
e. Mutluluğunu arttırmasını 8. Voltaire’in zihnindeki aydınlanmacı insan modeli,
tarih yazıcılığının aşağıdakilerden hangisine gereksin-
3. Denklikçi doğruluk kuramı bağlamında, usçuluğun diğinin bilincine varmıştır?
aşağıdakilerden hangisini savunması beklenemez? a. Ulusçuluğa
a. Us ve evrenin nesneleri arasında birebir uygun- b. Dindarlığa
luk olduğunu c. Gelenekçiliğe
b. Evrenin yapısının matematik olduğunu d. Muhafazakarlığa
c. Usun yalnızca duyu verilerini işlemekten ibaret e. Filozofça bir etkinliğe
olduğunu
d. Evrendeki nesnelerin us yoluyla kavranabileceğini 9. Voltaire’e göre tarih felsefesi yapmak, en çok aşağı-
e. Usun doğa hakkında genel-geçer bilgilere ula- dakilerden hangisi için gereklidir?
şabileceğini a. Tarihin anlamını kavramak için
b. Tarihteki ilerlemeyi temellendirmek için
4. Vico’nun Yeni Bilim’i boyunca, doğadan ayrı başına c. Tarihin ereğini kavramak için
insanın varettiği kültür dünyasının tümüne işaret eden d. Nesnel ve doğru bir tarih yazımı için
kavram aşağıdakilerden hangisidir? e. Tanrı’nın insan ve doğa üzerindeki planını anla-
a. Kayra mak için
b. Corso
c. Ricorso 10. Voltaire’e göre aşağıdakilerden hangisi, hem günü-
d. Teoloji müze daha yakın olup hem de eski çağlar hakkında en
e. Sivil çok bilgiyi içeren belgedir?
a. Arundal Kitabesi
5. Vico’ya göre aşağıdakilerden hangisi insanın tam, doğ- b. Astronomi gözlemleri koleksiyonu
ru ve temellendirmeli olarak bilebileceği bir şey değildir? c. Güneşin eliptik seyri
a. Dünyanın güneş çevresindeki dönüş süresi d. Çin’deki astronomi hesaplamaları
b. Hukuk kuralları e. Ptolemaios’un astronomi gözlemleri
c. Savaşların tarihleri
d. Devlet politikaları
e. Ekonomide alınan kararlar
114 Tarih Felsefesi I
Okuma Parçası
ESERİN ANA FİKRİ tabiat içinde var olur. İlahî inayetin sivil işlerdeki idaresi
ESERİN SUNUŞUNA YARDIM EDECEK OLAN ve onun akılsal tarafı, bizim Bilimimizin başlıca işidir.
RESİMLİ SAYFANIN AÇIKLANMASI Bu bakımdan bizim Bilimimiz, İlahî İnayetin Akılsal
1. Nasıl Thebli Cebes, ahlâki kurumların bir tablosunu Sivil Teolojisi olmaktadır [342].
yapmışsa, biz de burada sivil kurumlardan birini su- 3. Gök küresini çevreleyen burçlar (zodiac) kemerinde
nuyoruz. Eserimizin başındaki resimli sayfanın, eserin Aslan (Leo) ve Başak (Virgo)’ın işaretleri, diğerlerin-
ana fikri hakkında okuyucuya yardım edeceğini umu- den daha görkemli ya da denildiği gibi derinlikli (pers-
yoruz. Okuyucu, bu kitabı okurken zihninin arka pla- pektif) görünür. Aslan, şuna işaret eder: Bilimimizin
nında bu resmi tutarak bir canlandırma yapabilecektir. ilk olarak belirlediği gibi her eski gentil ulusun kendi
2. Resimde, göksel kürenin veya tabiat dünyasının üs- kurucusu olarak övündüğü bir Herkül’ü vardır, yine,
tünde duran ve şakaklarında kanat olan bayan, me- Bilimimizin belirlediği gibi Herkül’ün yaptığı en
tafiziktir. Metafizik adı çok şey ifade eder. İçinde göz önemli iş, ateş püskürerek Nemean ormanını ateşe ve-
olan parlak üçgen, kendi inayetinin bir yönünü su- ren aslanın öldürülmesi ve öldürdüğü aslanın derisiy-
nan Tanrı’yı simgeler. Tanrı’ya dönük duran ve ekstaz le süslenen Herkül’ün yıldızlara yükselmesidir. Aslan,
hâlinde görünen Metafizik, Tanrı’yı şimdiye kadar, fi- burada, askerî kahramanları önceleyen siyasi kahra-
lozofların temaşa ettikleri doğal kuruluşların düzeni man tipi olarak bulduğumuz Herkül tarafından yakılan
üzerine yükselerek temaşa eder. Çünkü, bu eserde, o ve ekilebilir alan hâline getirilen eski büyük yeryüzü
bayan (yani Metafizik), sivil dünya veya ulusların dün- ormanına işaret etmektedir. Bu işaret, zamanın [sayı-
yasını teşkil eden insan ruhlarının dünyasında hüküm mının] başlangıcını da temsil eder...
süren Tanrı’nın inayetini göstermek için daha yüksekte
durur ve böylece, metafiziksel dünya olan insan zihin- Kaynak: Giambattista Vico. Yeni Bilim, çev. Sema
lerinin dünyasını Tanrı’da temaşa eder. Sivil dünyayı Önal, Ankara: Doğu Batı Yayınları, 2007, s. 23-24.
meydana getiren bütün kurumların elemanları resmin
altında gösterilen hiyerogliflerle temsil edilmiştir. Küre
veya fiziksel doğal dünya, yalnızca, bir kısmıyla resim-
deki sunak tarafından desteklenir. Zira, şimdiye kadar
filozoflar ilahî inayeti, yalnızca doğal düzen içinde göz-
lemledikleri için onun ancak bir kısmını göstermişler-
dir. Bunun gibi insanlar, tapınma, kutsama ve diğer ilahî
şerefleri, özgür bir Zihin ve tabiatın mutlak hâkimi olan
Tanrı’ya sunmuşlardır. Çünkü, sonsuz öğüdüyle Tanrı,
bize, tabiat içinde varoluş vermiştir ve tabiat yoluyla var
olmakta oluşu muhafaza eder. Fakat filozoflar, Tanrı’nın
inayetinin insanlara en uygun olan yanını, yani, insanla-
rın temel özelliği olan sosyal olma tabiatını henüz tema-
şa etmemişlerdir. Tanrı, insanın sosyal olma özelliğini
sağlarken, insani kurumları öyle takdir etmiştir ve öyle
düzenlemiştir ki, ilk günahla, mutlak adaletten uzaklaş-
mış olan ve çok farklı ve çok zıt bir şey yapmaya mey-
leden insanlar-yalnız kendi yararları için ve tıpkı vahşi
hayvanlar gibi yalnız yaşayacaklardı-yine yalnız kendi
yararları için yukarıda sözü geçen farklı ve zıt yolların
içinden geçerek adalet içindeki insanlar gibi yaşamaya
ve kendilerini bir toplum içinde korumaya ve böylece de
kendi sosyal tabiatlarını yerine getirmeye başlamışlardı.
İşte, bu eserde de gösterileceği üzere sosyal oluş, insan-
ların gerçek sivil tabiatıdır ve bu nedenle de bu kanun,
6. Ünite - Aydınlanma Döneminde Tarih Anlayışı ve Tarih Felsefesinin Ortaya Çıkışı 115
Yararlanılan ve Başvurulabilecek
Kaynaklar
bulunması, sonraki düşünürün öncekinden doğrudan Bacon, F. (1999). Novum Organum, çev. Sema Önal
etkilendiği yönlü bir düşünceyi haklı çıkarmak için Akkaş, Ankara: Doruk.
yeterli değildir. Vico’nun İbn Haldûn’dan etkilendiğini Barnes, H. E. (1957). A History of Historical Writing,
iddia etmek, onu tanıdığını ve Mukaddime adlı ese- New York: Dover (2nd Edition).
rini okuduğunu temellendirmeyi de gerektirir. Oysa Bıçak, A. (2004). Tarih Düşüncesi III: Tarih Felsefesi-
Mukaddime’nin Avrupa dillerinden birine ilk çevirisi- nin Oluşumu, İstanbul: Dergâh.
nin 19. yüzyılda Etiénne Quatremere tarafından ger- Collingwood, R. G. (2010). Tarih Tasarımı, çev. Kur-
çekleştirildiği de bilinen bir gerçektir. Yalnızca bu bile, tuluş Dinçer, Ankara: DoğuBatı.
iki düşünür arasında bir köprünün varlığını kanıtla- Gardiner, P. (1962). Theories of History, USA: The
mak için elimizde hiçbir yeterli tarihsel veri olmadığını Free Press of Glencoe.
anlamamıza yeter. Gökberk, M. (2005). Felsefe Tarihi, İstanbul: Remzi
Üstelik İbn Haldûn 14. yüzyılda yaşamış Kuzey Afrikalı (16. Baskı).
bir İslâm düşünürüyken, Vico 18. yüzyılda yapıt ver- Hazard, P. (1973). Batı Düşüncesindeki Büyük
miş Hıristiyan bir Avrupa düşünürüdür. Düşünürlerin Değişme-I, çev. Erol Güngör, İstanbul: Milli Eğitim
farklı yüzyıllarda farklı medeniyetler içerisinde farklı Bakanlığı.
kaygılar bağlamında öne sürdükleri arasında yer yer Horkheimer, M. (1990). Akıl Tutulması, çev. Orhan
kesişme noktaları bulunsa da bu bize Vico’nun İbn Koçak, İstanbul: Metis.
Haldûn’dan etkilendiğini söylemek için yeterli gerek- Kant, I. (1992). “An Answer to the Question: What Is
çeyi sağlamaz. Enlightenment? (1784)”, Perpetual Peace and Ot-
her Essays, trans. Ted Humphrey, Indianapolis:
Sıra Sizde 3 Hackett.
Ünitenin Voltaire ile ilgili başlığını tekrar okursanız, Löwith, K. (2004). “Vico”, Tarih Felsefesi içinde, çev.
fark edeceğiniz ilk şey Voltaire’i tarihe felsefe pence- ve haz. Doğan Özlem, İstanbul: İnkılâp (8. Baskı),
resinden yaklaşma kaygısına iten temel sorunların s. 261-276.
bilgiyle ilgili sorunlar olduğudur. İlk ünitede tarih Özlem, D. (2004). Tarih Felsefesi, İstanbul: İnkılâp (8.
ontolojisi ve epistemolojisiyle ilgili söylenenler, en Baskı).
başta da her iki alanın tarihe uyarlayarak sordukla- Özlem, D. (2008). Felsefe ve Doğa Bilimleri, Ankara:
rı temel sorular tekrar hatırlandığında, görülecektir DoğuBatı.
ki, Voltaire’in gündeme getirdiği sorular ve bunlara Özlem, D. (2010). Bilim Felsefesi, İstanbul: Notos.
önerdiği yanıtlar, daha çok epistemolojik niteliktedir. Pompa, L. (1975). Vico: A Study of the New Science,
Voltaire, daha sonraki yüzyılda Fichte’nin, Schelling’in, New York: Cambridge University Press.
Hegel’in, Schiller’in ya da Schleiermacher’in yapacağı Toulmin, S. (2002). Kozmopolis: Modernitenin Gizli
gibi tarihi bir bütün hâlinde kavramayı değil, tarihin Gündemi, çev Hüsamettin Arslan, İstanbul: Para-
güven verici, sağlam temelli bilgi üreten bir çalışma digma.
disiplini olması için yapılması gerekenleri sorgulama- Toulmin, S.& Goodfield, J. (1965). The Discovery of
yı, tarih bilgisiyle ilgili olarak kendinden önceki gele- Time, New York: Harper&Row.
neksel düşünce unsurlarıyla hesaplaşmayı denemiş bir Vico, G. (2007). Yeni Bilim, çev. Sema Önal, Ankara:
düşünür özelliği göstermektedir. Aydınlanma’nın bilgi DoğuBatı.
sorunlarının ön plana çıktığı ve felsefenin de ağırlıklı Voltaire (1991). “Histoire”, in Encyclopedie (ed. De-
gündem maddesini oluşturduğu bir dönem olduğu da nis Diderot)-aktaran: D.R. Kelley (ed.), Version of
göz önüne alındığında, zaten Voltaire’in tarihe felsefece History, London: Yale University Press, s. 442-445.
yaklaşmaktan bilgikuramsal ve eleştirel bir yaklaşımı
anlayacağı düşüncesine varmak kolaylaşır.