Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 2

Türk toplumu da dahil birçok toplum, kadına ve erkeğe farklı anlamlar ve farkı

görevler yüklüyor. Dünyaya gelecek olan bebeğin anne karnında cinsiyeti belli
olmasından itibaren onun için belirlenen görevler ve davranış şekilleri ailenin ve
toplumun algısında hazır konumda. Kadın, toplumun içinde daha az söz sahibi olan, ev
içine daha kapanık, daha duygusal, daha fedakâr ve başına gelenler için daha
kabullenici şekilde yetiştirilirken, erkek toplumsal alanda daha aktif, duygularını belli
etmenin ayıp olduğu, daha başına buyruk bir şekilde yetiştiriliyor. Öyle ki özellikle
Türk toplumuna ve iktidarına bakıldığında bile, kadın bedeni ve cinsiyeti hakkında
rahat söylemlerini ve yakıştırmalarını görebiliyoruz. Kadınların çalışma ortamlarının
evdeki işler olduğunu, kahkaha atmanın bile ayıp olduğunu, hamile bir kadının sokakta
dolaşamayacağını ve kadınların sadece annelik yapmasını gerektiğini rahatça
söyleyebilen bir iktidar bu. Sanıyorum ki, kadınlar toplumsal alanda gerçekten de
büyük bir tehdit (!) oluşturuyor. Çünkü topluma göre “Çalışan bir kadın olma rolü ile
anne olma rolü ‘doğal olarak’ çatışan rollerdir!” (Bora, t.y., s.5) Bu tehdidin en büyük
nedeni elde edilen başarıdaki eşitlik olması ise bana muhtemel geliyor. Şu an içinde
yaşadığımız ülkenin iktidarı da dahil olmak üzere kadınlar üzerinde serbestçe
yakıştırmalar yapabiliyorken ve erkeklere de duygularını istedikleri gibi belli etmemek
de dahil yapmak istemeyecekleri tonla iş yüklerken eşit bir ortamda büyüme ve
olgunlaşma isteğimiz maalesef ki bazen ütopik bile kaçabiliyor. Eğitimli ve eşitlikçi
bir aileden gelen ve bu şekilde yetiştirilmiş bir çocuk, sokağa çıkıp toplumun algısını
fark ettiğinde bir yıkıma uğruyor çünkü. Toplumun algısı elbette bir anda değişecek
bir şey değil; zaman, eğitim, bilinçlendirme ve sosyal faaliyetler gerekli. Bir kadının
ya da bir erkeğin cinsiyetlerinden önce gelen şey, o kişinin kişiliği olmalı. Toplumun
cinsiyetler üzerinde yarattığı algı bireyleri boğmakta ve onları istemediği şeyleri
yaptırmak zorunda kalıyor; bir kadını anne olmaya zorlayan toplum, bir erkeği ev
işlerine ortak olunca aşağılıyor! 1993 yılında Altan’ın yaptığı bir araştırmada Türk
toplumunun cinsiyetlere biçtiği olumlu özelliklere bakıldığında;

Kadınlar için beklenen olumlu özellikler: Duygusal, çekici, düzenli, etkileyici, fedakâr,
görgülü, iyi huylu, kibar, terbiyeli, pratik, sabırlı, sevimli, sevecen, saygılı, sadık, tatlı
dilli, itaatkâr, üretken, yumuşak, zarif iken, erkekler için beklenen olumlu özellikler
ise: Atılgan, bağımsız, cesur, çevik, kavgacı, dayanıklı, sporsever, güçlü, girişimci,
hakkını savunabilen, hızlı, hırslı, kendine güvenen, kararlı, mert, mücadeleci, otoriter,
onurlu, sert, soğukkanlı (Dökmen, 2010, s.109).

Araştırmadan da görüldüğü üzere kadının sahip olması gereken(!) özelliklerle erkeğin


sahip olması gereken(!) özellikler, birbirinin tam tersi durumunda. Toplum, cinsel
farkı yıkmak yerine, inşa etmeye devam ederek en büyük kötülüğü yine kendine
yapmaya devam ediyor. Elbette ki ayrımcılığa karşı durmak için birçok ideoloji ve
eylemler gerçekleştirildi. Feminizm dalgaları dünyanın her tarafında yayıldığı gibi
Türkiye’de de aktif oldu. İlk dalgasında sivil ve politik haklar için savaşan
bireylerimiz, ikinci dalgasında töre kuralları, erkek egemenliği ve kendilerine
uygulanan şiddet için savaştılar (Diner ve Tokaş, 2010, s.41). Toplum ve siyaset
tarafından destek göremeseler de seslerini duyurmayı ve yapılan tüm ayrımcılıklara
karşı olduklarını gösterdiler. 20. Yüzyıldan 21. Yüzyıla yine de değişen çok şey olsa
da bu değişimi Türkiye’nin her yerine yaymak ve toplumun algısının tamamen
değiştiğini söylemek imkansız. Doğu ve güneydoğu bölgesinde yapılan bir araştırmaya
göre kadınlar eşlerinden izin almadan hastaneye gidememekte, erkek doktorlara
muayene olamamakta, aile planlaması ve bunun gibi birçok sağlık hizmetlerinden
yeterince yararlanamamaktadır. Bu bölgede yaşayan erkeklerin %60.2’si, “erkekler
kadınlardan daha akıllıdır” ve %56.7’si “eşine itaat etmeyen kadını kocasının dövmeye
hakkı vardır” yargısını onayladığı belirtilmektedir (Kitiş ve Bilgici, 2007).

You might also like