Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 491

459

COĞRAFYA ARAŞTIRMA
YÖNTEMLERİ

Editörler
Yılmaz ARI, İlhan KAYA
Editörler
Yılmaz Arı
İlhan Kaya

Bu kitabın Türkiye’deki her türlü yayın hakkı Coğraf-


yacılar Derneği’ne aittir. Coğrafyacılar Derneği’nden
yazılı izin alınmaksızın kitabın tamamının ya da bir
kısmının elektronik, mekanik, fotokopi ya da herhangi
bir kayıt sistemi ile çoğaltılması ve yayınlanması 5846
Yasa hükümlerine göre yasaktır.

Kapak Tasarım: A Grafik


Baskı:
Yayıncı: Coğrafyacılar Derneği, Bahçelievler Mh. Zü-
beyde Hanım Sok. No:32. Balıkesir.

ISBN:
Baskı Yılı: 2013
Coğrafya Araştırma Yöntemleri

Yazarlar
Yılmaz Arı
Erdem Bekaroğlu
Tuncer Demir
Ali Demirci
Murat Karabulut
İlhan Kaya
Nuri Yavan
Cihan Yıldız
Ben herkesin çalışmasında yapması gerekeni yaptım:
Öncekilerin başarılarını minnettarlıkla karşılamak, onla-
rın yanlışlarını ürkmeden düzeltmek, kendisine gerçek
olarak görüneni gelecek kuşaklara ve sonrakilere emanet
etmek (El-Biruni, öl. 1048).

Bu kitabı yetişmemizde emeği geçen bütün hocalarımıza


minnet ve şükran duygularıyla ithaf ediyoruz.
TEŞEKKÜR
Bu kitabın planlama, yazım ve baskı aşamasında çok sa-
yıda kişinin katkısı oldu. Öncelikle aylarca özverili bir
şekilde çalışarak kitap bölümlerini tamamlayan değer-
li yazarlara şükranlarımızı sunuyoruz. Ayrıca Piri Reis
projesi kapsamında Balıkesir, Edremit’te düzenlenen
Research Methods Workshop’a katılarak bilgi ve de-
neyimlerini bizimle paylaşan Avurupa Coğrafyacılar
Derneği Başkanı Karl Donert’e, Almanya Köln Üni-
versitesi‘nden Prof. Dr. Daniela Schmeinck’a, Romanya
Dimitri Kantemir Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mihai Vo-
da’ya teşekkür ediyoruz. Kitabın referanslarını kontrol
eden Balıkesir Üniversitesi’nden Arş. Gör. Yasin Koç’a,
tasarım ve baskı süreçlerinde özverili çalışmalarda bulu-
nan Dicle Üniversitesi’nden Arş. Gör. Yasir Aydogmus’a,
Arş. Gör. İsmail Keskin’e şükranlarımızı sunuyoruz. Son
olarak, Piri Reis projesine finansal destek sağlayan Tür-
kiye Ulusal Ajans’ına ve projenin yürütülmesi sırasında
işimizi daha doğru bir şekilde yürütmek için destekleri-
ni ve görüşlerini esirgemeyen Ulusal Ajans uzmanlarına
teşekkürü bir borç biliyoruz.
ÖZET

Yazarlar hakkında........................................................................................................................................................................................XXII

Önsöz........................................................................................................................................................................................................... XXVII

Bu kitap nasıl kullanılmalı?....................................................................................................................................................................XXIX

Birinci bölüm: Bilim, araştırma ve coğrafi araştırma.................................................................................................................................1

İkinci bölüm: Coğrafi düşüncenin değişimi ve paradigmalar...............................................................................................................19

Üçüncü bölüm: Araştırma konusunun belirlenmesi ve planlanması..................................................................................................51

Dördüncü bölüm: Literatür taraması..........................................................................................................................................................73

Beşinci bölüm: Akademik araştırmalarda yazım aşaması................................................................................................................... 107

Altıncı bölüm: Örneklem ve örnekleme yöntemleri............................................................................................................................. 153

Yedinci bölüm: Nicel araştırma tasarımı.................................................................................................................................................. 173

Sekizinci bölüm : Nicel araştırmada ölçme, değişken ve ölçekler...................................................................................................... 197

Dokuzuncu bölüm: Nicel araştırmalarda veri ve veri toplama teknikleri....................................................................................... 217

Onuncu bölüm: Nitel araştırma yöntemleri............................................................................................................................................ 265

On birinci bölüm: Coğrafyada saha öğretimi ve saha araştırmaları................................................................................................. 299

On ikinci bölüm: Jeomorfolojide temel araştırma yöntemleri........................................................................................................... 315

On üçüncü bölüm: Klimatolojide araştırma yöntemleri..................................................................................................................... 341

On dördüncü bölüm: Vejetasyon coğrafyası araştırma yöntemleri.................................................................................................. 351

On beşinci bölüm: Az eğimli yamaçlarda yüzey erozyonunun belirlenmesinde kullanılan bazı yöntemler.......................... 363

On altıncı bölüm: Radyometrik tarihleme metodları.......................................................................................................................... 378

On yedinci bölüm: Uzaktan algılama teknikleri.................................................................................................................................... 405

On sekizinci bölüm : Mekânsal istatistik teknikleri.............................................................................................................................. 421

On dokuzuncu bölüm: Coğrafi bilgi teknolojilerinin coğrafi araştırmalarda kullanımı............................................................. 435

Index.................................................................................................................................................................................................................. 452
AY R I N T I

YAZARLAR LAR HAKKINDA XXII


ÖNSÖZ XXVII
BU KİTAP NASIL KULLANILMALI? XXIX

1. BÖLÜM: BİLİM, ARAŞTIRMA VE COĞRAFİ ARAŞTIRMA 1


Giriş 1
Bilim ve Amacı 1
Araştırma nedir? Niçin Araştırma Yaparız? 4
Bilimsel Yöntem ve Özellikleri 5
Araştırma Yöntemlerinde Temel Dönüşüm 9
Bilimsel olan ve olmayan sorular 10
Coğrafi Araştırma Nedir ve Onu Diğer Araştırma Şekillerinden Farklı Kılan Şeyler Nelerdir? 11
Sonuç 15
Kaynakça 16
Okuma Listesi 17

2. BÖLÜM: COĞRAFİ DÜŞÜNCENİN DEĞİŞİMİ VE PARADİGMALAR 19


Giriş 19
Coğrafi Bilgi Üretiminin Bağlamı 21
Yeni Paradigmalar Dönemi ve Coğrafi Düşüncedeki Değişimler 25
Ampirik-Analitik Yaklaşımlar 25
Ampirizm 26
Pozitivizm ve Kantitatif Devrim 26
Yorumlamacı Yaklaşımlar 29
Davranışçı Coğrafya 30
Fenomenoloji 31
Varoluşçuluk 32
İdealizm 33
Pragmatizm 34
Eleştirel Yaklaşımlar 35
Marksizm 35
Realizm 38
Giddens’ın Yapılaşma Teorisi 39
Postmodernizm 40
Feminizm 41
Sonuç 44
Kaynakça 44
Okuma Listesi 49

3. BÖLÜM: ARAŞTIRMA KONUSUNUN BELİRLENMESİ VE PLANLANMASI 51


Giriş 51
Çalışma konusunun belirlenmesi 52
Konunun daraltılması ve odağının netleştirilmesi 55
Çalışma konularının belirlenmesinde kullanılabilecek yöntemler 57
Amacın açık ve net olarak ortaya konulması 59
Araştırma Sorularının Belirlenmesi 60
Araştırmalarda Hipotez 61
Literatür Analizi 62
Yöntemin Belirlenmesi 63
Araştırmanın amacının ele alınması 64
Temel kavram, yöntem ve ölçülerin tanımlanması 64
Araştırmanın evreni, örneklemi ve sahasının belirlenmesi 65
İhtiyaç duyulan verilerin belirlenmesi ve toplanması 66
Verilerin analizi ve değerlendirilmesi 67
Verilerin geçerlik ve güvenirliğinin değerlendirilmesi 67
Araştırmanın Tasarımı 68
Araştırma takviminin hazırlanması 69
Araştırmanın mali boyutu 69
Araştırmanın etik ilkelere uygunluğu 69
Araştırma önerisinin hazırlanması 70
Sonuç 71
Okuma Listesi 71
Kaynakça 72

4. BÖLÜM: LİTERATÜR TARAMASI 73


Giriş 73
Literatür taraması neden ve ne zaman yapılır? 74
Literatür taraması nasıl yapılır? 77
Planlama 77
Kaynakların araştırılması, bulunması 80
Kaynakların güvenilirliği ve yeterliliği 91
Kaynaklar nasıl araştırılır, nasıl bulunur? 92
Çalışmanın teorik ve metodolojik temellerini oluşturacak kaynakların tespiti 99
Kaynakların incelenmesi ve literatür dokümanının oluşturulması 99
Kaynakların incelenmesi, okunması 100
Literatür dokümanının hazırlanması 102
Literatürün metne aktarılması, yazılması 105
Sonuç 105
Okuma Listesi 106
Kaynakça 106

5. BÖLÜM: AKADEMİK ARAŞTIRMALARDA YAZIM AŞAMASI 107


Giriş 107
Akademik yazının amacı nedir? 108
Bilimsel araştırmalar için kullanılan temel yazı türleri nelerdir? 109
Makaleler 109
Kitaplar 110
Kongre bildiri tam metinleri 111
Kitap eleştirisi/değerlendirmeleri 111
Tezler 111
Bilimsel metinler hangi bölümlerden oluşur? 112
Başlık, yazar isimleri ve adres bilgileri 113
Özet ve anahtar kelimeler 113
Giriş 115
Yöntem 116
Bulgular 116
Sonuç ve Tartışma 117
Kaynakça 119
Katkı belirtme ve ekler 119
Yazım aşamasında yapılan hatalar ve hatalardan kaçınma yolları 120
Akademik yazmada okumanın önemi 121
Yazma alışkanlığının kazanılması ve düşünerek yazmak 122
Genel paragraf ve imlâ kurallarını öğrenmek 123
Akademik yazılarda kullanılan teknikler 125
Özetlemek 125
Yeniden yazmak 126
Alıntı Yapmak 127
Akademik yazıya nasıl başlanmalı? 129
Yazım koşullarının belirlenmesi 130
Yazı planının oluşturulması 131
Taslak metnin yazılması 132
Yazının kontrol edilmesi ve son şeklinin verilmesi 134
Akademik metinlerde format ve kaynak gösterme yöntemleri 135
APA formatı (American Psychological Association) 137
MLA formatı (Modern Language Association) 141
Chicago Formatı 143
Akademik yazılarda etik dışı davranışlar, intihal ve kaçınma yolları 144
Yazma işlemine yardımcı olabilecek yazılım ve elektronik kaynaklar 146
Akademik yazılarda Microsoft Office Word Yazılımının Kullanılması 146
Yazım aşamasında EndNote yazılımından yararlanma 147
Yazım aşamasında yararlanılabilecek diğer Web kaynakları 148
Yazıların sunum olarak hazırlanması 148
Sonuç 150
Kaynakça 150
Okuma Listesi 151
6. BÖLÜM: ÖRNEKLEM VE ÖRNEKLEME YÖNTEMLERİ 153
Giriş 153
Araştırmada Evren ve Örneklemin Mantığı 153
Örneklem Konusundaki Temel Kavramlar 156
Evren 156
Örneklem 156
Diğer Örneklem Kavramları 156
Örnekleme Türleri 157
Olasılıklı Örnekleme Türleri 158
Olasılıklı Olmayan Örnekleme Türleri 163
Örneklem Büyüklüğü ve Hesaplanması 166
Örnekleme Hatası 166
Güven Aralığı 167
Örneklem Büyüklüğünün Hesaplaması 168
Sonuç 169
Okuma Listesi 170
Kaynakça 170

7. BÖLÜM: NİCEL ARAŞTIRMA TASARIMI 173


Giriş 173
Pozitivist Yaklaşım ve Temel Özellikleri 174
Pozitivist Metodolojide Araştırma Tasarımının Mantıksal Yapısı 175
Nicel Araştırma Yaklaşımı ve Nicel Bir Araştırmanın Temel Özellikleri 177
Nicel Araştırma Sürecinin Aşamaları 179
Hipotezlerin Oluşturulması: Hipotez Kurma Veya Hipotez Yazma 186
Hipotez Türleri: Sıfır Hipotezi ve Araştırma Hipotezi 190
Nicel Araştırmada Analiz Birimi ve Mekânsal Ölçek 191
Sonuç 194
Kaynakça 195
Okuma Listesi 196
8. BÖLÜM : NİCEL ARAŞTIRMADA ÖLÇME, DEĞİŞKEN VE ÖLÇEKLER 197
Giriş 197
Ölçüm Süreci ve Ölçme İşlemi 197
Soyut Kurgudan Somut Ölçüye 198
İşlemselleştirme 199
Güvenirlik ve Geçerlilik 200
Güvenirlik 200
Geçerlilik 201
Değişken ve Değişken Türleri 201
Sürekli Değişken ve Kesikli Değişken 202
Bağımlı Değişken 202
Bağımsız Değişken 202
Kontrol Değişkeni 203
Veri Seti ve Ölçme İle İlgili Bazı Kavramlar 206
Ölçüm Düzeyi ve Ölçek Türleri 207
Sınıflama Ölçeği 207
Sıralama Ölçeği 208
Aralıklı Ölçek 211
Oransal Ölçek 211
Coğrafyada Değişkenlerin Ölçüm Düzeyi Niçin Önemlidir? 211
Sonuç 213
Okuma Listesi 214
Kaynakça 214

9. BÖLÜM: NİCEL ARAŞTIRMALARDA VERİ VE


VERİ TOPLAMA TEKNİKLERİ 217
Giriş 217
Nicel Araştırmada Veri Türleri 217
Birincil Veri 218
İkincil Veri 219
Birincil Veri: Anket 219
Anket Uygulama Türleri 228
İkincil veriler 232
İkincil Verilerin Özellikleri ve Türleri 232
İkincil Verilerin Avantajları 236
İkincil Verilerin Dezavantajları 237
İkincil Veri Kaynakları 239
Uluslararası İkincil Veri Kaynakları 239
Ulusal İkincil Veri Kaynakları 246
Bölgesel ve Yerel Veri Kaynakları 250
Türkiye’de Bölgesel İstatistiklerin Kaynağı 256
Sonuç 260
Kaynakça 262
Okuma Listesi 263

10. BÖLÜM: NİTEL ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ 265


Giriş 265
Nitel Araştırma Çeşitleri 267
Nitel Araştırma Tasarımı 268
Fenomenoloji Yaklaşımı 270
Gömülü Teori Yaklaşımı 272
EtnografyaYaklaşımı 273
Tarihsel Analiz Yaklaşımı 274
Vaka Araştırmaları 275
İçerik Analizi Yaklaşımı 276
Nitel Araştırmalarda Güvenirlik ve Geçerlilik 278
Nitel Araştırmalarda Veri Kaynakları 279
Nitel Araştırmalarda Veri Toplama Yöntemleri 279
Görüşme 280
Odak Grubu 288
Gözlem 288
İkincil Veriler 292
Nitel Araştırmalarda Örnekleme Yöntemleri 292
Nitel Araştırmalarda Veri Analizi ve Raporlama 293
Nitel Araştırmalarda Etik 295
Sonuç 296
Kaynakça 297
Okuma Listesi 298

11. BÖLÜM: COĞRAFYADA SAHA ÖĞRETİMİ VE SAHA ARAŞTIRMALARI 299


Giriş 299
Öğretim Amaçlı Saha Çalışmaları 300
Araştırma Amaçlı Saha Çalışmaları 302
Saha araştırmalarının amaçları ve kısa tarihi 302
Saha çalışmasının aşamaları 305
Saha Araştırmalarında Etik konular 310
Sonuç 311
Kaynakça 311
Okuma Listesi 312

12. BÖLÜM: JEOMORFOLOJİDE TEMEL ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ 315


Giriş 315
Kıyı Çizgileri ve Deniz Seviyesi Değişimleri 318
Aktif Tektonik ve Yerşekilleri 324
Yanal atımlı faylanmaya bağlı yerşekilleri 325
Normal faylanmaya bağlı yerşekilleri 327
Ters faylanmaya bağlı yerşekilleri 328
Morfometrik Analizler 329
Hipsometrik eğri ve hipsometrik integral 330
Drenaj havzası asimetrisi 330
Topoğrafik simetri faktörü 331
Dağ-önü sinüslülük indeksi 334
Nispi tektonik aktivitenin sınıflandırılması 335
Sonuç 336
Kaynakça 336
Okuma Listesi 339
13. BÖLÜM: KLİMATOLOJİDE ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ 341
Giriş 341
İstatistiksel Metotlar 342
Veri Seti Değerlendirme 343
Homojenlik Testi 343
Hesap Periyotlarının Belirlenmesi 344
Veri Setinin Nitel Görsel Sunumu 344
Zaman Serileri 346
Çok Değişkenli Analiz 346
Sayısal Modellemeler 347
Sonuç 348
Kaynakça 348
Okuma Listesi 350

14. BÖLÜM: VEJETASYON COĞRAFYASI ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ 351


Giriş 351
Güncel Bitki Örtüsü 352
Arazi Metotları 354
Çizgi Transekt 354
Kuşak Transekt 354
Kuadrat Metodu 355
Geçmiş Dönemlerdeki Bitki Örtüsü 355
Etkinin Sabitliği Prensibi 356
Kritik Faktör Prensibi 357
Büyüme Etkenleri Prensibi 357
Ekolojik Yetişme Ortamı Prensibi 357
Deneme Alanı Seçimi 357
Kronolojinin Oluşturulması 357
Tekerrürün Sağlanması 357
Uzaktan Algılama ve Bitki Örtüsü 358
Sonuç 359
Kaynakça 360
Okuma Listesi 360
Giriş 361

15. BÖLÜM: AZ EĞİMLİ YAMAÇLARDA YÜZEY EROZYONUNUN


BELİRLENMESİNDE KULLANILAN BAZI YÖNTEMLER 361
Giriş 361
Erozyon Çubukları Yöntemi 363
Erozyon Çubuklarının Özellikleri ve Kurulumu 364
Erozyon Çubuklarında Çalışma Süresi ve Kayıtların Tutulması 365
Erozyon Çubukları Yönteminin Avantaj ve Dezavantajları 365
Erozyon Çubuklarında Ölçüm Sonuçlarının Analiz Edilmesi 365
Erozyon Köprüsü Metodu 366
Yöntemin Kurulum Özellikleri ve Kullanılan Ekipmanlar 367
Metodun Avantaj ve Dezavantajları 368
Veri Analizi 368
Yüzeysel Akış Parseli 369
Parsellerin Kurulumu 370
Bağlantı Düzeneği 371
Depolama Birimi 371
Avantaj ve Dezavantajları 372
Yüzeysel Akış Parselinde Çalışma Süresi ve Kayıtların Tutulması 372
Yüzeysel Akış Parselinde Tutulan Kaba Materyalin Laboratuarda İncelenme Aşamaları 372
Tane Boyu Analizi 373
Yüzeysel Akış Parselinde Tutulan İnce Materyalin Laboratuvarda İncelenme Aşamaları 374
Sonuç 375
Kaynakça 376
Okuma Listesi 378
16. BÖLÜM: RADYOMETRİK TARİHLEME METODLARI 379
Giriş 379
Radyometrik Tarihleme 381
Radyokarbon 383
Argon 386
Uranyum-Toryum 389
Lüminesans 392
ESR 395
Kozmojenik 396
Diğer radyometrik tarihleme yöntemleri 398
Sonuç 398
Kaynakça 400
Okuma listesi 404

17. BÖLÜM: UZAKTAN ALGILAMA TEKNİKLERİ 405


Giriş 405
Uzaktan Algılama Kullanımının Amaçları 406
Haritalama 406
Ölçme 406
Keşif 406
İzleme 407
Envanter İşleri 407
Uzaktan Algılamada Çözünürlük 408
Mekânsal Çözünürlük 409
Radyometrik Çözünürlük 409
Spektral Çözünürlük 409
Zamansal Çözünürlük 409
Uzaktan Algılamada Veri Türleri ve Kaynakları 410
Görüntü Yorumlama 411
Konum 411
Coğrafi Bölge 411
Uzaktan Algılama Sistemi 411
Görüntü Yorumlamanın kapsamı 411
Görüntü Yorumlama Çıktıları 412
Görüntü Yorumlama Elementleri 413
Dijital Görüntü İşleme Yöntemleri 416
Sonuç 419
Kaynakça 420
Okuma Listesi 420

18. BÖLÜM: MEKÂNSAL İSTATİSTİK TEKNİKLERİ 421


Giriş 421
Mekânsal Verilerin Merkezi Eğilim Ölçüleri 422
Ortalama Merkez 422
Ağırlıklı Ortalama Merkez 424
Mekânsal Verilerde Yayılım Ölçüleri 425
Standart Mesafe 426
Standart Sapma Elipsi 427
Rölatif Mesafe 427
Mekânsal Otokorelasyon 428
Moran’s I 429
Geary’s C 430
Mekansal Enterpolasyon 430
Yarı variogram 431
Sonuç 432
Kaynakça 432
Okuma Listesi 433

19. BÖLÜM: COĞRAFİ BİLGİ TEKNOLOJİLERİNİN


COĞRAFİ ARAŞTIRMALARDA KULLANIMI 435
Giriş 435
Coğrafi Bilgi Teknolojileri ve Geleneksel Coğrafya 436
Coğrafi Bilgi Sistemleri 437
Veri toplama 439
Veri depolama ve gözden geçirme 439
Veri işleme ve analiz 439
Raporlama 440
Coğrafi Veri 441
Coğrafi Verilerin CBS Ortamında Sunumu 441
Vektörel veri modeli 442
Raster Hücresel Veri Modeli 442
Mekânsal Analiz 443
Mekân 444
Öznitelik 444
Coğrafi Varlık 444
Harita 444
Mekânsal Heterojenlik 445
Mekânsal Örnekleme 445
Mesafe 445
Mekânsal Bağlantı 446
Mekânsal Bağımlılık 446
Alan Mücadelesi 446
Ağ 447
Ölçek 447
Belirsizlik 447
Alan 448
Yoğunluk Tahminleri 448
Mekânsal Olasılık 448
Sonuç 449
Kaynakça 449
Okuma Listesi 450
INDEX 452
Y A Z A R L A R H A K K I N D A
Yılmaz ARI
1990 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi, Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi, Coğrafya
Öğretmenliği Bölümü’nden mezun oldu. Bir süre orta öğretimde öğretmenlik yaptıktan
sonra 1994-2001 yılları arasında lisansüstü eğitimi çalışmalarını Amerika Birleşik Devlet-
leri’nde tamamladı. Texas State University’de Coğrafi Bilgi Sistemleri alanında yüksek lisans,
The University of Texas at Austin’de doktora çalışmalarını yaptı. Burada çevre sorunları ve
kültürel coğrafya alanındaki doktora çalışmalarını 2001 yılında tamamladı. Balıkesir Üni-
versitesi’ne dönerek 2002 yılında Yardımcı Doçent, 2006 yılında Doçent, 2012 yılında da
Profesör unvanı aldı. Arı, Türkiye Coğrafyacılar Derneği kurucu başkanı ve Avrupa Coğ-
rafyacılar Derneği başkan yardımcısıdır. Ayrıca, Dünya Doğayı Koruma Birliği (IUCN)
Çevresel, Ekonomik ve Sosyal Politikalar Komisyonu üyesidir. ARI’nın araştırmaları doğa
koruma, kültürel ve siyasal ekoloji, coğrafya tarihi ve felsefesi üzerine yoğunlaşmaktadır.

Erdem BEKAROĞLU
Erdem Bekaroğlu, 2005 yılından beri Ankara Üniversitesi, Coğrafya Bölümünde görev
yapmaktadır. 2009-2010 yılları arasında The Australian National University, Research
School of Earth Sciences bölümünde “Climate and Sea-Level Changes over the Last
200.000 years” temalı deneysel bir doktora programına katılan Bekaroğlu, 2011 yılında
“Son İnterglasyal’deki Deniz Seviyesi Değişimlerinin TIMS U/Th Tarihleme Metoduy-
la Belirlenmesi” başlıklı doktora tezini tamamlamıştır. Halen aynı üniversitede öğretim
üyesi olarak çalışan Bekaroğlu’nun başlıca ilgi alanları arasında Kuaterner paleocoğrafyası,
bilim felsefesi açısından coğrafi düşünce tarihi ve coğrafya teorisi bulunmaktadır.

Tuncer DEMİR
1987 Yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Coğrafya Bölümü’n-
den mezun oldu. 1990-93 yılları arsında coğrafya öğretmenliği yaptı. 1993-96 yılları arasın-
da İngiltere- Swansea University’de Fiziki Coğrafya Anabilim Dalı’nda Flüviyal Jeomorfo-
loji alanında Master of Philosophy ve 1996-2000 yılları arasında ise yine İngiltere-Durham
University, Coğrafya Bölümü’nde flüviyal jeomorfoloji alanında akarsu yataklarında taşı-
nan erozyon materyallerinin taşınma mekanizmaları üzerine doktora yaptı. 1991 yılında
Harran Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Coğrafya Bölümü’nde Arş. Gör. Dr. olarak gö-
revine başladı. 1991 yılında Yardımcı Doçent Dr. unvanı verildi. 1996 yılında Doçent Dr.
ve 2011 yılında ise Profesör Dr. oldu. Prof. Dr. Tuncer Demir’in araştırma ilgi alanları; flü-
viyal jeomorfoloji ve Kuvaterner Jeomorfoloji kapsamına giren konulardan oluşmaktadır.

Ali DEMİRCİ
Ali Demirci doktorasını Marmara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü’nde coğrafya
eğitimi üzerine yapmış olduğu tez ile 2004 yılında tamamlamıştır. Halen Fatih Üniversi-
tesi Coğrafya Bölümünde bölüm başkanı olarak görev yapan Ali Demirci doğal afetler,
iklim değişimleri, Coğrafi Bilgi Sistemleri (CBS) ve araştırma yöntemleri gibi alanlarda
farklı araştırmalar yapmış olmakla birlikte genelde coğrafya eğitimi, özelde de mekânsal
teknolojilerin eğitimde kullanımı üzerinde çalışmalar yürütmektedir. Çok sayıda ulusal ve
XXIII
uluslararası makale ve kitapları bulunan Ali Demirci “Journal of Geography” ve “Journal
of Geography in Higher Education” gibi dergilerin yayın kurulunda yer almaktadır. TÜBİ-
TAK ve Avrupa Birliği Projeleri başta olmak üzere bugüne kadar yürütmüş olduğu farklı
bilimsel çalışmaları çeşitli ulusal ve uluslararası kuruluşlar tarafından takdir görmüş olan
Ali Demirci “Journal of Geography” dergisinde yayınlanan makalesi ile Amerika’da “Ulusal
Coğrafya Eğitim Kurulu” tarafından 2012 yılında ödüle layık görülmüş, mekânsal tekno-
lojilerin eğitimde kullanımı üzerinde çalışmaları ile de yine 2012 yılında Esri tarafından
Özel Başarı Ödülü almıştır. Uluslararası Coğrafyacılar Birliği (IGU) kapsamında faaliyet
gösteren Eğitim Komisyonu üyesi olan Ali Demirci, aynı zamanda 2012 yılında kurulan
Türkiye Coğrafyacılar Derneği’nde başkan yardımcısı olarak görev yapmaktadır.

Murat KARABULUT
Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesini (DTCF) 1990 yılında bitirdi. Üç yıl
süre ile Milli Eğitim Bakanlığı’nda öğretmenlik yaptı. 1994 yılında Kahramanmaraş Sütçü
imam Üniversitesi adına lisansüstü eğitim için ABD’ye gitti. 1994 - 1996 yılları arasında
Ohio eyaletinin Toledo Üniversitesi’nde fizikî coğrafyada yüksek lisans eğitimini tamamla-
dı. 1996 - 2001 yılları arasında Nebraska Üniversitesinde yine Fizikî Coğrafya konusunda
doktorasını bitirdi. 2001 yılından beri Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Fen-E-
debiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Dr. Karabulut
özellikle Fizikî Coğrafya konularını yeni teknik ve teknolojiler kullanarak çalışmaktadır.

İlhan KAYA
1994 yılında Atatürk Üniversitesi Coğrafya Öğretmenliği bölümünden mezun olan Kaya,
MEB bursu kazanarak, lisansüstü eğitimini yapmak üzere 1996 yılında ABD’ye gitti. Yük-
sek Lisans ve Doktora eğitimini Florida State University’de yapan Kaya, aynı üniversitede
beş yıl beşeri ve kültürel coğrafya dersleri verdi. Birleşmiş Milletler, Florida Ekonomi Ba-
kanlığı ve Florida Çevre Bakanlığı’nda kısa surelerle çalışan İlhan Kaya, 2004 yılında Tür-
kiye’ye dönerek Dicle Üniversitesi’nde göreve başladı. Kaya, 2005 yılında yardımcı doçent,
2008 yılında ise doçent unvanını aldı. 2013 yılının sonunda, Dicle Üniversitesi’nden ayrılan
Kaya, Yıldız Teknik Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri bölümüne geçmiştir. Ulusal ve
uluslararası dergi ve kitaplarda yayınlanmış birçok çalışması bulunan Kaya, mekân-kimlik
ilişkisi, sosyal teori, coğrafi düşünce, azınlıklar, etnik ve dini kimlikler, Kürt sorunu, ulusla-
rarası göç ve seçim coğrafyası gibi konularda çalışmalar yürütmektedir. Azınlıklar ve Kürt
Sorunu konusunda araştırmaları ile bilinen Uluslararası Kültürel Araştırmalar Merkezi
(UKAM) başkanlığını yürüten Kaya, aynı zamanda Coğrafyacılar Derneği’nin kurucuları
arasında yer aldı. Halen bu derneğin genel sekreterliği görevini yürütmektedir.

Nuri YAVAN
Nuri Yavan, lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimini Ankara Üniversitesi Dil ve Ta-
rih-Coğrafya Fakültesi Coğrafya Bölümü’nden aldı. 2002 yılında Ankara Üniversitesi
DTCF Coğrafya Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışmaya başlayan Yavan, halen bu
bölümdeki görevine devam etmektedir. Dr. Yavan, 2003-2004 yılında Güney Kore devlet
XXIV
araştırma bursunu kazanarak 1 yıl süreyle Seoul National Üniversitesi’nde misafir öğretim
üyesi olarak bulundu. Dr. Yavan, 2005’de Uluslararası Yatırımcılar Derneği “YASED Aka-
demik İnceleme Yarışması Birincilik Ödülünü”, 2006’da “İktisadi Araştırmalar Vakfı Ünal
Aysal Ödülünü” ve 2010’da da “Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Ekonomik ve Mali Araştır-
ma Yarışması Birincilik Ödülünü” aldı. Yavan’ın, ekonomik coğrafya, bölgesel kalkınma,
kent ekonomisi, yabancı yatırım, teşvikler ve coğrafyanın tarihi ve felsefesi üzerine çeşitli
araştırmaları bulunmaktadır. Yavan, ulusal ölçekte çeşitli kurumlara ve projelere danış-
manlık yapmış, 10. Kalkınma Planı’nın hazırlanmasında görev almıştır. Dr. Yavan, Ulusla-
rarası Coğrafya Birliği (IGU) Ekonomik Coğrafya Komisyonu’nun yönetim kurulu üyesi,
Coğrafyacılar Derneği’nin de başkan yardımcısıdır.

Cihan YILDIZ
2003 yılında Ege Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Coğrafya Bölümü’nden mezun oldu.
2005 Yılında Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Coğrafya Eğitimi Tezsiz Yüksek
Lisans Programını tamamladı. 2006 yılında coğrafya öğretmeni olarak bir orta öğretim
kurumunda göreve başladı. 2011 yılında Harran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Coğrafya Anabilim Dalı’nda yüksek lisans öğrenimine başladı. Halen yüksek lisans öğreni-
mine devam eden Cihan Yıldız’ın araştırma ilgi alanları; flüviyal süreçler, yamaç gerilemesi
süreçleri ve yüzey erozyonu konularından oluşmaktadır.

XXV
XXVI
ÖNSÖZ
Türkiye’de hâkim coğrafya geleneği yıllarca betimsel bölgesel coğrafya olmuştur. Coğ-
rafyanın bir disiplin olarak yaşadığı hızlı değişim, diğer disiplinlerle girdiği etkileşim
ve değişen sosyal, kültürel, siyasi ve küresel bağlam, bu yaklaşımın yoğun bir şekilde
eleştirilmesine neden olmuş ve yeni arayışları tetiklemiştir. Geleneksel coğrafyanın en
büyük sorunu sistematik bir yöntem geliştirmekte, teorik derinlik oluşturmada ve de-
ğişen bağlamı anlamakta eksik kalmasıdır. Bu eksiklik, Türk coğrafyasında uluslararası
yayınların, konferans katılımlarının ve projelerin istenen düzeyde olmamasının temel
nedenlerinden birisidir. Bu kitapta anlatılan yöntemlerin birçoğu Batı coğrafya bilim
pratiğinde önemli bir geçmişe sahipken, Türk coğrafyası bunlarla henüz tanışmaya baş-
lamıştır. Eğer coğrafya Türkiye’de saygın bir yer edinmek istiyorsa epistemolojik ve on-
tolojik durumunu gözden geçirmeli ve kendisini yeniden yapılandırmalıdır. Coğrafya
bilimi diğer bilimler gibi oldukça dinamiktir ve yeni durumlara göre yeni yaklaşımlar ve
yöntemler geliştirmek zorundadır. Disiplinin farklı ülkelerdeki gelişim tarihi incelendi-
ğinde, farklı dönemlerde bu tür yeniden yapılanmaların yaşandığı görülecektir. Mesela
Amerikan coğrafyasında 1950’lerde ortaya çıkan sayısal devrim böyle bir sorgulamanın
sonucuydu ve disiplinde büyük bir değişimin yaşanmasına neden oldu. Bu bakımdan,
Türk coğrafyasında da ‘her şeyden biraz anlayan’ araştırmacı coğrafyacı profilinden, belli
alanlarda uzmanlaşan coğrafyacı profiline geçilmesi bir zorunluluktur. Bunu yapmanın
yolu da genel araştırma yöntemleri yanında, bu uzmanlık alanları ile ilgili araştırma yön-
temlerine hâkim olmaktır.
Türk coğrafyasının metodolojik problemleri değişik platformlarda dile getirilmiş, elekt-
ronik bir tartışma platformu olan Türk Coğrafya Tartışma Listesi’nde uzun yıllar tartışıl-
mış, ancak bu tartışmalarda ortaya çıkar fikirler konusunda somut adımlar atılmamıştı.
Coğrafyacılar Derneği’ni kurarak, disiplin için akademik ağlar, platformlar ve gelişimi
hedefleyen bir grup coğrafyacı, disiplinin en büyük sorunlarından bir olarak yöntem ek-
sikliğini görmüş ve buna çareler aramıştır. Bu kitap, bu düşünce ve arayışın bir ürünüdür.
Türkiye’de neredeyse tüm coğrafya ve coğrafya eğitimi bölümlerinin müfredatında hem
lisans hem de lisansüstü düzeyde araştırma yöntemleri dersi olmasına rağmen bu ders-
lerde okutulabilecek ve coğrafyacıların ihtiyaçlarına cevap verebilecek güncel bir yön-
tem kitabı maalesef yoktur. Bu kitap, bu ihtiyacı karşılamak üzere planlanmış ve yazılmış
bir ders kitabıdır.
Coğrafyada metodoloji konusunda daha önce yazılmış eserler yok değildir. Örneğin
Prof. Dr. Nazmiye Özgüç tarafından yazılan Beşeri Coğrafyada Veri Toplama ve De-
ğerlendirme Yöntemleri kitabı 1979’da İstanbul Üniversitesi tarafından yayınlanmış-
tır. Beşeri coğrafyada kullanılabilecek veri toplama yöntemleri ve istatistiksel analiz
tekniklerini konu alan bu kitap, ilk baskısından sonra yayınlanmamıştır. Konu ile ilgili
ikinci çalışma ise Prof. Dr. Hayati Doğanay tarafından ilk baskısı 1990 yılında yayınla-
nan Coğrafya’da Metodoloji isimli kitaptır. Daha sonra 1993’te Milli Eğitim Bakanlığı
tarafından Coğrafya’da Metodoloji: Genel Metodlar ve Özel Öğretim Metotları ismiyle
XXVII
tekrar basılan bu kitap, araştırma yöntemlerinden çok, orta dereceli okullarda coğrafya
öğretiminin metotları üzerinde durmuştur. Kitap ayrıca coğrafi araştırmalarda kullanı-
lan birçok metot ve tekniği ele almıştır. Ancak bu kitap da daha sonraki yıllarda tekrar
basılmamıştır.
Güncel ve araştırma yöntemlerini bütüncül bir şekilde ele alan bir Türkçe ders kitabı-
na olan ihtiyaç açıktır. Bu kitabın yazarları, bu ihtiyacı karşılamak üzere yola çıkmış ve
elinizde eser ortaya çıkmıştır. Kuşkusuz coğrafya gibi oldukça çeşitli konuları araştıran
ve birçok farklı disiplinin kesişme alanında bulunan bir bilimin, araştırma metodolo-
jisini yazmaya kalkışmak kolay bir iş değildir. Fiziki ve beşeri coğrafya alanlarında çok
farklı yöntemlerin kullanılması, sorunu daha da karmaşık hale getirmektedir. Ayrıca
coğrafyanın bütün alt dallarını ele aldığımızda sayılamayacak kadar çok araştırma yön-
temi vardır. Dolayısıyla, bu kitabın tüm araştırma yöntem ve teknikleri ihtiyacına cevap
verme iddiası yoktur. Kitap, genel bir araştırma yöntemi kitabı olarak tasarlanmıştır. Bi-
zim amacımız bütün bu yöntemleri tarif eden ansiklopedik bir kaynak ortaya koymak
değildir. Aksine en çok kullanıldığını düşündüğümüz bazı yöntemleri ve bunların nasıl
kullanılacağını göstermektir. Her ne kadar bu kitap, araştırma yöntemleri konusunda
bir ihtiyaca cevap vermek niyetiyle ortaya çıkmışsa da tek başına bu ihtiyacı karşılaması
elbette ki mümkün değildir. Kuşkusuz meslektaşlarımızın bu alandaki yeni çalışmaları,
farklı ihtiyaçlara cevap verecek ve Türkiye’de coğrafyanın daha ileri düzeylere taşınması-
nı sağlayacaktır.
Elinizdeki bu kitabın, öğrencilere ve araştırma yöntemlerinde kendini geliştirmek iste-
yen herkese yararlı olması dileklerimizle.

XXVIII
BU KİTAP NASIL KULLANILMALI ?
Bu kitap coğrafyada kullanılan bütün araştırma yöntemlerini tarif etmeye çalı-
şan bir el kitabı değildir. Kitabın amacı her seviyedeki araştırmacılara araştırma
yöntemleri konusunda temel bir perspektif kazanmaları konusunda yardımcı ol-
maktır. Bu nedenle, kitapta bilimsel araştırmanın çeşitli boyutları ele alınmış ve
bazı yöntemlere ayrıntılı olarak yer verilmiştir. Bütün yöntemlere aynı şekilde
yer vermek hem yöntemlerin çokluğu hem de kitabın hacmi düşünüldüğünde
mümkün değildir. Kitabın bütün bölümleri okuyucuya konu hakkında temel
bir anlayış kazandırmak için giriş bölümü ile başlamakta ve sonuç bölümünde-
ki değerlendirmelerle bitmektedir. Ayrıca her bölümün sonunda o bölümde atıf
yapılan eserler yanında, bir de okuma listesi verilerek, o yöntem ya da tekniğin
kullanıldığı çalışmalar veya o konuda destekleyici nitelikteki eserler okuyucunun
dikkatine sunulmuştur.
Bu kitap on dokuz bölümden oluşmaktadır. Kitabın birinci bölümünde genel
anlamda bilimsel araştırma ve bunun arkasındaki temel düşünce biçimlerine yer
verilmiştir. Burada bilimsel araştırmanın temel özellikleri ve onu diğer bilme şe-
killerinden ayıran noktalara vurgu yapılmaya çalışılmıştır. Ayrıca araştırma çeşit-
leri, neden araştırma yaparız, araştırma ile teori ilişkisi ve coğrafi bir araştırma ile
diğer araştırmalar arasındaki farklar ve benzerlikler bu bölümde ele alınan diğer
konulardır.
Kitabın ikinci bölümünde ise coğrafi bilgi üretiminin bağlamı ve coğrafi dü-
şüncedeki değişimler ele alınmaktadır. Bölüm, coğrafya araştırmalarında teorik
temelin önemine vurgu yapmakta, özellikle Anglo Sakson coğrafyasındaki pa-
radigmatik değişimi, epistemolojik ve ontolojik dönüşümleri irdelemektedir. Bu
dönüşümleri ampirik-analitik, yorumlamacı ve eleştirel yaklaşımlar olarak sınıf-
layan bölüm, farklı paradigmaların düşünsel ve felsefi arka planları, yöntemsel
tercihleri ve bunların nasıl uygulandığına dair bilgiler sunmaktadır.
Üçüncü bölümde ise bir araştırma konusunun nasıl kararlaştırıldığı, olgunlaştı-
rıldığı ve planlandığı anlatılmaktadır. Bu konuda araştırma tasarımının nasıl ya-
pılabileceği, amacının nasıl ifade edilebileceği, yönteminin nasıl belirlenebileceği
ve literatür taramasının nasıl yapılabileceği konusunda pratik bilgiler sunulmak-
tadır. Araştırmalarda dikkat edilecek etik kurallar ve bütçeleme konusu da ayrıca
bu bölümde ele alınan konulardır.
Kitabın dördüncü bölümü iyi bir literatür taramasının nasıl yapılabileceğine
dair önemli bilgiler sunmaktadır. Bölümde literatür taraması neden ve ne zaman
yapılır, tarama nasıl planlanır, ilgili kaynaklara nasıl ulaşılır ve raporlaştırılır ko-
nularında pratik bilgiler verilmektedir.
Bilimsel yazımın diğer yazım şekillerinden ayrılan belirgin kuralları ve bir dili
vardır.Bilimsel araştırmaların niteliğine ve argüman geliştirmesi bakımından
XXIX
oldukça önemlidir. Beşinci bölümde akademik araştırmalarda yazım süreci ele
alınmakta ve bilimsel araştırmaların planlama, literatür taraması ve akademik
yazım gibi önemli aşamalarında sistematik olarak takip edilebilecek yöntemler
irdelenmektedir.
Altıncı bölüm örneklem ve evren konuları üzerinde durmaktadır. Araştırmacı-
lar araştırdıkları konu hakkındaki herkesten veya her alandan veri toplayamazlar.
Bu nedenle, araştırılan hedef kitle veya alanın özelliklerini yansıtan bir kesit ala-
rak, inceleme ve analizlerini yaparlar. Bu bölümde, araştırmacıların doğru örnek-
lem seçimi yapmaları için sistematik ve pratik bilgiler sunulmaktadır.
Yedinci bölümde iki büyük araştırma geleneğinden biri olan nicel araştırma-
larda tasarım konusu ele alınmaktadır. Bölümde pozitivist yaklaşım ve temel
özellikleri, pozitivist metodolojide araştırma tasarımının mantıksal yapısı, nicel
araştırma yaklaşımı ve nicel bir araştırmanın temel özellikleri, aşamaları, nicel
araştırmada hipotez, nicel araştırmada analiz birimi ve mekânsal ölçek gibi ko-
nular irdelenmektedir.
Sekizinci bölümde nicel araştırmada ölçme, değişken ve ölçekler konusu ince-
lenmektedir. Bölümde ölçüm süreci ve ölçme işlemi, ölçümün kalitesi, değişken
ve değişken türleri, veri seti ve ölçme ile ilgili bazı kavramlar ve prosedürler ele
alınmaktadır.
Dokuzuncu bölüm ise nicel araştırmalarda veri ve veri toplama teknikleri ele
alınmaktadır. Nicel araştırmada veri türleri, birincil veri ve ikincil verilerin top-
lanma biçimleri, avantajları ve dezavantajları, araçları ve bu araçların geliştirilme-
si gibi konular üzerinde durulmaktadır.
Onuncu bölümde nitel araştırma yöntemleri üzerinde durulmaktadır. Nitel
araştırmalar, pozitivist yaklaşımlara tepki olarak ortaya çıkan paradigmaların
geliştirdikleri bir araştırma geleneğidir. Teori-veri ilişkisini merkeze alan ve bul-
guların yorumlanmasında sübjektif deneyime, anlamlar dünyasına ve yaşamın
bütün yalınlığı ile aktarılmasına önem veren bir yöntemsel yaklaşımdır. Bölüm,
ayrıca nitel araştırma çeşitleri, tasarımı, veri kaynakları, örnekleme yöntemleri,
veri analizi, raporlama ve nitel araştırmalarda etik gibi konuları ele almaktadır.
On birinci bölümde ise coğrafyada saha öğretimi ve saha araştırmaları incelen-
mektedir. Araştırma amaçlı saha çalışmaları, saha araştırmalarının amaçları ve
kısa tarihi, saha çalışmasının aşamaları ve saha araştırmalarında etik konular, bu
bölümde üzerinde durulan konulardır.
On ikinci bölüm jeomorfolojide temel araştırma yöntemlerini ele almaktadır.
Bu anlamda, kıyı çizgileri ve deniz seviyesi değişimleri, aktif tektonik ve yerşe-
killeri, yanal atımlı faylanmaya bağlı yerşekilleri, normal faylanmaya bağlı yerşe-
killeri, ters faylanmaya bağlı yerşekillerinden bahsedildikten sonra, morfomet-
rik analizler, hipsometrik eğri ve hipsometrik integral, drenaj havzası asimetrisi,
XXX
topoğrafik simetri faktörü, akarsu uzunluk indeksi, dağ-önü sinüslülük indeksi,
vadi tabanı genişliği/vadi yüksekliği oranı indeksi ve nispi tektonik aktivitenin
sınıflandırılması gibi kavramlar üzerinde durulmaktadır.
Klimatolojide araştırma yöntemleri on üçüncü bölümde ele alınmaktadır. Bu
bölümde, istatistiksel metotlar ve sayısal modellemeler üzerinde durulmaktadır.
Ayrıca veri seti değerlendirme, homojenlik testi, hesap periyotlarının belirlenme-
si, veri setinin görsel sunumu, zaman serileri ve çok değişkenli analizi konuları
irdelenmektedir.
On dördüncü bölümde ise vejetasyon coğrafyası araştırma yöntemleri incelen-
mektedir. Burada güncel bitki örtüsü, geçmiş dönemlerdeki bitki örtüsü, uzaktan
algılama ve bitki örtüsü ile arazi metotları, çizgi transekt, kuşak transekt ve kuad-
rat metodu gibi konular ele alınmaktadır.
On beşinci bölümde az eğimli yamaçlarda yüzey erozyonunun belirlenmesin-
de kullanılan bazı yöntemleri irdelenmektedir. Bölümde, erozyon çubukları ve
erozyon köprüsü yöntemleri üzerinde durularak, bu yöntemlerde kullanılan veri
toplama ve analiz yöntemlerine, bunların avantaj ve dezavantajlarına yer veril-
mektedir.
On altıncı bölümde radyometrik tarihleme yöntemleri ve bunlardan radyokar-
bon, argon, uranyum-toryum, lüminesans, ESR, kozmojenik ve diğer radyomet-
rik tarihleme yöntemleri ele alınmaktadır.
On yedinci bölümde uzaktan algılama teknikleri ele alınmakta, uzaktan algıla-
ma kullanımının amaçları, elektromanyetik spektrum, uzaktan algılamada çö-
zünürlük, uzaktan agılamada veri türleri ve kaynakları, görüntü yorumlama ve
dijital görüntü işleme yöntemleri üzerinde durulmaktadır.
On sekizinci bölümde ise mekânsal istatistik teknikleri hakkında önemli bilgiler
sunulmaktadır. Bu anlamda, mekânsal verilerin merkezi eğilim ölçüleri, mekân-
sal verilerde yayılım ölçüleri, mekânsal otokorelasyon, mekansal enterpolasyon,
yarı variogram ve krigleme enterpolasyon yöntemleri ayrıntılı bir şekilde ele alın-
maktadır.
Son bölüm olan on dokuzuncu bölüm coğrafi bilgi teknolojilerinin coğrafi araş-
tırmalarda kullanımı konusunda bilgiler sunulmaktadır. Burada, coğrafi bilgi
teknolojileri ve geleneksel coğrafya, coğrafi bilgi sistemleri, veri toplama, veri
depolama ve gözden geçirme, veri işleme ve analiz, raporlama, coğrafi verilerin
CBS ortamında sunumu, vektörel veri modeli, raster hücresel veri modeli ve
mekânsal analiz konuları üzerinde durulmaktadır.
Araştırma yöntemlerine giriş kitabı niteliğinde olan bu eser, hem lisans öğren-
cilerinin hem de lisansüstü öğrencilerin başvurabileceği bir kaynaktır. Farklı
yöntemler konusunda bilgi sahibi olmak isteyen deneyimli araştırmacılar da bu

XXXI
kitapta kendilerine hitap eden önemli kısımların olduğunu göreceklerdir. Bir
araştırma yönteminin pekiştirilmesi, o yöntem hakkında teorik bilgiler edinil-
mesine ve bununla ilgili bir kısım uygulamalar yapılmasına bağlıdır. Bu nedenle,
bu kitabı ders kitabı olarak okutacak öğretim üyelerine ve elemanlarına öneri-
miz, araştırma öğretimini bir kısım uygulamalarla desteklemeleridir. Bu amaçla,
yöntem anlatan hocalarımızın araştırma tasarımı ile ilgili bölümde verilen araş-
tırma önerisi formatını kullanarak, öğrencilerine ilgi duydukları bir alanda araş-
tırma önerisi yazdırmalarını ısrarla tavsiye ediyoruz. Öğrencilere verilen haftalık
ödevlerle, öğrendikleri yöntemlerin uygulaması yaptırılmalı ve dönem sonunda
hazırlanacak olan araştırma önerisine yansıtmaları sağlanmalıdır. Böylece öğren-
ciler bir araştırma konusu seçmeyi, bu konuda bir araştırma problemini tanım-
lamayı, bu problemle ilgili araştırma soruları sorabilmeyi, bu sorulara cevaplar
bulabilmek için gerekli yöntemi belirlemeyi ve ne tür verilerin toplamaları gerek-
tiğini öğreneceklerdir. Ayrıca bu verilerin nasıl toplanacağı ve analiz edileceğini
kitabın sonraki bölümleri yardımı ile belirlemiş olacaklardır. Böylece bu dersi
alarak deneyim kazanan öğrenciler tez yazma sürecine avantajlı bir şekilde baş-
layacaklardır.
Lisans ve lisansüstü programlarda verilen araştırma yöntemleri derslerinin, ki-
tapta yer alan tüm konuları kapsayacak şekilde tasarlanması oldukça önemlidir.
Böylelikle, her öğrenci farklı araştırma geleneklerini, bu geleneklerin sıklıkla baş-
vurduğu araştırma tekniklerini görecek, araştırma konusunda seçeneklerinin ne
olduğunun farkına varacak ve kendine uygun araştırma geleneğini ve teknikleri-
ni tespit etme olanağı bulacaktır. Bu kitabı ders kitabı olarak kullanacak öğretim
elemanları, işlenen konular ve konularla ilgili uygulamaların seviyesini lisans ve
lisansüstü programlar arasında farkları dikkate alarak belirlemelidir.
Kitap, coğrafyada genel araştırma yöntemlerinin konu edindiği dersler dışında,
daha farklı derslerde de yardımcı kitap olarak kullanılabilir. Coğrafyada nicel
veya nitel araştırma yöntemleri gibi ayrı ayrı verilen derslerde, coğrafyaya giriş,
jeomorfoloji, klimatoloji, bitki coğrafyası, Coğrafi Bilgi Sistemleri ve Uzaktan Al-
gılama gibi coğrafyanın farklı alanlarına yönelik öğretilen derslerde ve öğrencile-
re akademik metinleri okuma ve yazma becerileri kazandırmaya yönelik olarak
verilen akademik okuma ve yazma derslerinde de kitabın ilgili bölümlerinden
yararlanılabilir.

XXXII
BİRİNCİ BÖLÜM
BİLİM, ARAŞTIRMA VE COĞRAFİ ARAŞTIRMA
Yılmaz ARI
Balıkesir Üniversitesi

Bilim ve Amacı
Araştırma
Coğrafya Araştırmaları
Araştırma Çeşitleri

Giriş
Bilim ve Amacı
Türk Dil Kurumu’nun Büyük Türkçe Sözlüğü bilimi ‘Evrenin veya olayların bir bölümünü konu olarak seçen,
deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmaya çalışan düzenli bilgi, ilim’ olarak
tanımlamaktadır (TDK, 2012). İlk insanların dünyayı tanımak, çevrelerinde olup, bitenleri anlamlandırma
çabası zamanla bilim denen özel bir öğrenme alanını ortaya çıkarmıştır.
Bilimsel araştırmaların genel amacı dünyayı daha iyi bilip, anlayarak insanlığın yaşam kalitesini arttırmaktır.
Bunu yaparken bilim insanları yaşam kalitesi ile ilgili sorunları tespit ederek bunların çözümü üzerinde du-
rurlar. Bu nedenle, bütün bilimsel çalışmaların çıkış noktası aslında bir problemi çözme isteğidir. Bu problem,
hayatı doğrudan ilgilendiren bir problem olacağı gibi, bilim içerisinde çözülmesi gereken, doğrudan uygu-
lamaya aktarılamayacak teorik bir problem de olabilir. Genel anlamda bilimsel çalışmaların amacı kendimiz
ve dünyamız hakkında bilinmeyenleri öğrenmek olmakla birlikte, farklı bilimlerin amaçları da çok genel olan
dünyayı fiziki ve kültürel anlamda anlamanın belli bir kısmına odaklanmaktadır. Mesela jeoloji yerin içyapısı
ile ilgilenirken biyoloji canlılarla ilgilenmektedir. Ancak genel amaç, dünya ve insan yaşamındaki olgu ve olay-
ları anlamak, açıklamak, tahmin etmek ve yorumlamaktır.
Bilim, dünyadaki olay ve olguları anlamayı, bunlar arasındaki ilişkileri, kuralları ve kanunları keşfetmeyi
amaçlar. Bilim kümülâtiftir ve şu an geldiği seviyeye binlerce yıllık birikim ile gelmiştir. Bilim adamları olay ve
olguları hiçbir zaman tam olarak anlayıp, açıklayamazlar. Çünkü her bir yeni bilgi, gerçek, kanun ve kural yeni
soruları gündeme getirir. O nedenle, bilimsel gelişme hiçbir zaman durmaz ve hiçbir zaman da sonuçlanmaz.

1
Bilimsel birikimin, bilimsel çalışmalar yolu ile sürekli yeni nesillere aktarılmasından dolayı, günümüzdeki bi-
lim insanları bu bilgileri erken yaşlarda öğrenmekte ve bu bilgileri daha da geliştirerek yeni nesillere aktar-
maktadır (Singleton, vd., 2009).
Bilimsel çalışmaların arka planında bazı temel varsayımlar vardır. Erkuş (2005: 26-27) ve Karasar’dan özetle
(2005) bu varsayımlardan bazıları şunlardır:
• Kendi dışımızdaki bir olgular dünyasının var olduğu bir gerçektir.
• Doğanın işleyişinde bir düzen vardır.
• Doğayı bilmemiz ve anlamamız olanaklıdır.
• Doğal olayların nedenleri vardır.
• Deneyim yolu ile ve tümevarım-tümdengelim sentezi ile geçerli ve güvenilir bilgi elde edilebilir.
Bilimsel çalışmalar olay ve olgular arasında var olduğuna inanılan düzeni çözmeye çalışır. Bunu yaparken
bilim sistematik bir yol izler ve olayları betimlemeye, anlamaya, açıklamaya ve tahmin etmeye çalışır. Bi-
limsel süreç aslında bir döngüye benzetilebilir: bilimsel teoriler belli tahminler yapmaya, bu tahminler yeni
gözlemlere ya da araştırmalara, araştırmalar da yeni genellemelere götürür ve bu yeni genellemeler de yeni
teorilerin başlangıcını oluşturur (Erkuş, 2005).
Bilim temelde olay ve olguları betimlemeye çalışır. Araştırılan olay ve olguların teyit edilebilir olması için bu
olay ve olguların ve bunlarla ilgili yapılan gözlem, deney ve ölçmelerin ‘ne’ oldukları tereddüde yer vermeye-
cek şekilde tarif edilmesi gerekmektedir. Her bilim dalı bu betimlemeyi, alana özgü bir dille yapar. O nedenle
bilimsel çalışmalarda kullanılan dil özel bir öneme sahiptir. Dil anlaşılmayı zorlaştırmayacağı gibi, alana özgü
terminolojiyi de (jargon) uygun bir şekilde kullanmalıdır. Kavram ve terimlerin kullanımı, bilimsel sonuçların
başkalarına iletilmesi ve bilimsel birikime katkı yapması anlamında oldukça önemlidir. Coğrafyada tasvir
dediğimiz tanımlama her çalışmada, özellikle belli bir yer ile ilgili olan her çalışmada az ya da çok vardır ve
olmalıdır da. Ancak tasvir, çalışma yapılacak yeri hem araştırmacının hem de okuyucunun daha iyi anlaması
için yapılır. Sadece tasvirden oluşan bir çalışma, belki diğer disiplinler için coğrafyacıların sağlayacağı veriler
olabilir coğrafi araştırma tasvirden öte bir değere sahiptir. Analitik bir yaklaşım, olay ve olgular arasındaki
ilişkiler, onların etkileşimi ile otaya çıkan yeni kombinasyonlar ve bunların ne anlama geldiği ile de ilgilenir.
Coğrafi çalışmalarda bir yer, bir olay ya da araştırmaya konu olan problem elbette ki tasvir edilmelidir. Ancak
tasvir, daha yüksek düzeyli anlayış ve kavrayışları kolaylaştıra bir aşama olarak görülmelidir. Tasvir nihai amaç
değil, ona götüren ön çalışma niteliğindedir.
Bilim ayrıca olay ve olguların oluş, ilişki, neden ve sonuçlarını açıklamaya çalışır. Açıklama insan merakını
gidermeyi amaçlar. Bilimin etrafımızdaki olaylarla ilgili genellemeler yapması, ilke ve kuramlar geliştirmesi,
bu olaylarla ilgili ‘nasıl ve neden’ gibi sorulara cevap araması açıklama olarak bilinir. ‘Bir gazın hacmi sabitse
ve sıcaklığı artarsa, gazın basıncı da artar’ ifadesi bir açıklamadır (Singleton, vd., 2009). Birinci durumda gazın
hacmi sabittir ve sıcaklığı artmaktadır. Sonuç olarak da gazın basıncı artmaktadır. Bu durumun gerçekleşmesi
halinde sonuç her zaman aynıdır. Bu nedenle bu bir bilimsel açıklamadır.
Bilim aynı zamanda olay ve olguları kendi mekânsal ve zamansal bağlamı içinde anlamaya çalışır. Anlama,
empati ve sübjektiviteyi de ima eder; objektif verilere nereden bakıldığı ve onlardan ne anlamak gerektiğini
etkiler. Öreğin, ABD askerlerinin Irak’ta savaşması, bir Amerikalı için bir kahramanlık hikâyesi olarak okunabi-
lir. Amerikalılar bunu özgürlüğün olmadığı bir yere, özgürlüğün götürülmesi olarak anlayabilir. Ancak bir Iraklı
için, Amerikan askerinin Irak topraklarındaki varlığı çok daha farklı anlam taşıyabilir. Onları bir işgal kuvveti
olarak görebilir ve ona sevgi değil öfke duyabilir. Dolayısıyla, araştırmada insanların sübjektif deneyimlerinin
anlaşılması yeni coğrafya yaklaşımlarında oldukça önemli görülmüştür.

2
Bilimsel açıklamaları kolaylaştırmak için geliştirilmiş bir bilim dili ve jargonu vardır. Bu dil sayesinde bilimsel
olaylar kolayca anlatılmakta ve aktarılmaktadır. Bu anlamda bazı anahtar terimlere değinmekte yarar vardır.
Gözlenebilir olaylarla ilgili mantıksal tahminlere hipotez adı verilir. Hipotez, henüz doğruluğu gözlem, de-
ney ve testlerle ispat edilmemiş, bir sürecin nasıl gerçekleştiği ya da nasıl sonuçlanacağına dair bir tahmin-
dir. Hipotez bilimsel çalışmalarda önemli bir çıkış noktasıdır çünkü temelde bütün araştırmalar bir hipotezi
doğrulamak ya da yanlışlaşmak için yapılır. Bazı araştırmalarda hipotezler açıkça ifade edilirken bazılarında
örtülü şekilde ifade edilir (Ayrıntı için Nicel Yöntemler bölümüne bakınız). Eğer hipotezler geçerli ve güvenilir
yöntemlerle test edilir ve doğruluğu tartışmasız bir şekilde herkes tarafından kabul edilirse o zaman buna
bilimsel kanun adı verilir.
Kuram ‘sistemli bir biçimde düzenlenmiş birçok olayı açıklayan ve bir bilime temel olan kurallar, yasalar
bütünü, nazariye, teori’ (Büyük Türkçe Sözlük, 2012) demektir. Kuramlar, bilimsel ve soyut düşünebilmeyi
sağlayan araçlardır. Hatta denebilir ki bilimsel düşünmeye ilk adımı oluştururlar ve bilimin yapmaya çalıştığı
şeyler hakkında genç araştırmacılara çok gerekli olan ipuçları veririler. O yüzden kuram ya da teoriler bilimsel
açıklamada özel bir öneme sahiptir. Bilimsel düşünme biçimini anlamaya çalışan genç araştırmacıların yap-
ması gereken en temel şeylerden birisi, kendi alanları ile ilgili teorileri ve modelleri öğrenmek olmalıdır. Bu
kitabın 3. Bölümü’nde (Paradigmalar) anlatıldığı gibi eğer teori ve modeller bilinmezse, bilimsel veriler tek
başına pek bir şey ifade etmezler. Teoriler o verilerin nasıl okunacağını ve anlaşılacağını kolaylaştırır.
Bilimsel açıklamalarda kullanılan yaygın terimlerden biri paradigmadır. Bu terim Amerikalı bilim tarihçisi
Thomas Kuhn’un 1962 tarihli Bilimsel Devrimlerin Yapısı (The Structure of Scientific Revolutions) adlı ça-
lışmasında ortaya atılmış bir terimdir. Her ne kadar orijinal eserde böyle tanımlamamışsa da paradigma
‘belli bir zaman dilimi içerisinde bir grubun ya da topluluğun düşünme biçimi ve davranışlarını belirleyen bir
dünya görüşü, bir algı dayanağı, bir izlenceler bütünü, bir perspektif, bir model’ olarak tanımlanmıştır (Şim-
şek, 1997). Kuhn, bilimin devrimler, sıçramalar ve paradigma değişimleri ile gerçekleştiğini iddia etmektedir.
Bilimsel düşünce biçimlerindeki değişimleri açıklamak için bu terim artık oldukça yaygın bir şekilde kullanıl-
maktadır. Paradigmalar herhangi bir zamanda bir bilim disiplininde yaygın düşünme biçimini de belirlerler.
Mesela çevresel determinist paradigma ilk çağlardan 1920’lere kadar coğrafyanın temel paradigması, dü-
şünce biçimiydi. Ancak o tarihlerden sonra hızlı bir şekilde alternatif paradigmalar ön plana çıkmaya başladı
ve bu görüş terk edildi. Artık günümüzde çevresel determinist düşünce çağdışı bir coğrafi anlayış olarak
kabul edilmektedir. Hatta aynı zaman dilimi içerisinde, birden fazla paradigma etkin olabilir. Özellikle son
dönemlerde dile getirilen “çoklu paradigma” anlayışı bu çerçevede anlaşılmalı.
Nesnel yargı bilimsel açıklamalarda oldukça önemsenen bir konudur ve bilimsel çıkarımların olabildiğince
nesnel olması arzu edilir. Modernist bilim anlayışı araştırma sürecini araştırandan bağımsız, sonuçları da
objektif bulgular olarak kabul etmiştir. Ancak post-modern, ya da yorumlamacı bilim anlayışı aslında hiçbir
araştırmanın araştırmacının kişisel durumundan, görüşlerinden ve pozisyonundan bağımsız olmadığını or-
taya koymuştur (Yıldırım ve Şimşek 2005). Ancak yine de nesnel yargı bilimsel çalışmalarda ve açıklamalarda
önemli bir yer kaplar. Doherty ve Shemberg (1978, 5) sosyal bilimlerde nesnelliği aşağıdaki örnekle açıkla-
maktadır:
Bir öğrenciyi ‘düşmanca davranışlar’ açısından değerlendirmek üzere bir sınıfa iki gözlemci gönderirseniz
ve bu iki gözlemcinin değerlendirmelerinin çok farklı olmasını bekleyebilirsiniz. ‘Düşmanca davranış’ ibaresi
farklı şekillerde yorumlanabilir. Bu yüzden gözlem objektif olmayacaktır. Diğer taraftan gözlemcilerden bir
öğrencinin diğer çocuklara vurmaları ya da ittirmelerini saymalarını isteyiniz ve vurma ve ittirme ile neyi
kastettiğinizi açıkça tarif ediniz ve bu tarifi keskinleştirmek için vurma ya da itmenin tam olarak ne olduğunu
gösteren videolar izletiniz. Sonra da onları gözlem yapmak için sınıfa gönderiniz. Gözlemcilerin büyük oran-
da hemfikir olduklarını göreceksiniz. İşte objektiflik budur.
Objektifliği gerçekleştirmek için bilim insanları araştırmalarını ayrıntılı bir şekilde betimlemeli, araştırma
metodunu ve mantığını, o araştırmayı başka araştırmacıların da değerlendirebilmesi ve tekrar edebilmesi

3
için açıkça yazmalıdır.Bu yaklaşımla olay ve olgulara bakan nicel araştırmalarda araştırıcı olay ve olgulardan
bağımsız olup, bunları kendi varlığı, pozisyonu, düşünce biçimi ya da inançları ile etkilememeli, olabildiğin-
ce nesnel bir şekilde yaklaşmalıdır. Ancak nitel araştırmalarda araştırmacının hiçbir etkisinin olmadığı bir
araştırmanın mümkün olmadığı, yani mutlak objektifliğin sağlanamayacağı, bu nedenle nitel araştırmalarda
nesnellik kavramı yerine teyit edilebilirlik kavramı önerilmektedir (Yıldırım ve Şimşek, 2005).
Bilim aynı zamanda gelecekle ilgili tahmin ve öngörüde bulunur. Eğer yeryüzünde ilgilendiğimiz olaylar ve
bu olaylar arasındaki bağlantı ve etkileşimler tespit edilebiliyorsa o zaman gelecekte de bu ilişki ve etkile-
şimlerin nasıl olacağı konusunda bir kestirimde bulunulabiliriz. Ancak bu bilimsel bir tahmin olacağı için
daha önce tanımları verilen kuram, paradigma, hipotez gibi terimleri kullanır ve bu tahmin sadece kabaca
bir öngörü değil, geleceğin olabildiğince gerçek bir resmini içerir. Bilimsel hipotezler aslında geleceğe dönük
birer tahmindir.
Araştırma nedir? Niçin Araştırma Yaparız?
Sözlük anlamıyla araştırma ‘Bir gerçeği ortaya çıkarmak, bir sorunu çözümlemek ve eldeki verileri arttırmak
için bilimsel yöntem ve tekniklerden yararlanılarak yapılan düzenli çalışma’ olarak tarif edilmektedir (Eğitim
Terimleri Sözlüğü, 1974). Araştırma soruları, cevaplamanın iyi organize edilmiş, sistematik bir yoludur. Eğer
dünyadaki olay ve olgulara dair gerçekler, kalıplar, eğilimler ve teoriler bilinecekse öncelikle bizi düşünmeye
sevk eden ve fikirlerin oluşmasını sağlayan bilimsel bilgilere ihtiyaç vardır. Bilimin bugün gelmiş olduğu ileri
seviyeye rağmen halen bilinmeyenler, çözülmemiş problemler, keşfedilmemiş kalıplar ve ilişkiler mevcuttur.
O halde bilinmeyen bir şeyi bilmenin yolları nelerdir?
Büyüköztürk v.d (2011), Fraenkel ve Wallen (2006)’dan alıntı ile bu soruyu cevaplarken bilmenin çeşitli yol-
larını aşağıdaki gibi sıralamaktadırlar. Bilinmeyen bir şeyi bilmenin ilk yolu deneyimdir. Etrafımızdaki olay-
ları beş duyumuz vasıtası ile görürüz, duyarız, tadarız, koklarız ve dokunuruz. Aslında bilinmeyen bir şeyi
bilmenin en kestirme ve hızlı yolu deneyimdir. Ancak deneyim yolu ile elde ettiğimiz algısal bilgiler bazen
yanıltıcı olabilir. Mesela dışarıda termometrede sıcaklığın kaç derece olduğunu okumamız, sıcaklık algımızı
düzeltebilir. Ya da her zaman dinlediğimiz bir şarkıyı, daha kaliteli bir ses sistemi aracılığı ile dinlememiz algı-
mızı değiştirebilir. Yani duyularımız bizi yanıltabilir. Bu nedenle, deneyim yoluyla yeryüzündeki gerçeklikler
hakkında sadece bir fikir ediniriz ancak bu gerçekliklerin eksiksiz bir resmini elde edemeyiz.
Bilgiyi elde etmenin diğer bir yolu görüş birliği yapmaktır. Bu durumda genellikle algılar yolu ile elde et-
tiğimiz bilgiyi, bir başkası ile teyit ederek kesinleştirmeye çalışırız. Yemek sana da acı geldi mi? Nane gibi
kokuyor, değil mi? Sen de havada uçan bir cisim gördün mü? Bu teyit ettirme girişiminin arkasında yatan
şey, yanlış olabilecek algılamalardan kurtularak daha doğru bilgilere erişmektir. Böylece hayatımızda daha
rasyonel kararlar verebilecek duruma geliriz. Ancak görüş birliği yolu ile elde edilen bilgiler de her zaman
doğru olmayabilir ya da gerçekliğin tam bir resmini bize göstermez. Mesela bir kavşaktaki bir trafik kazasını
gözlemleyen iki ya da daha çok kişi orada tam olarak ne olduğu ya da kimin haklı olduğu konusunda fikir
birliğine varamayabilir. Dolayısı ile görüş birliği de gerçeklikleri anlamamızda yeterli bir yöntem değildir.
Bir diğer bilgi edinme yolu da uzman görüşüne başvurmadır. Uzmanlar genellikle uzun bir süre belli bir
konuda çalıştıklarından, o konudaki bilgi birikimine sahip olduklarından ya da o konuda gözlem ya da deney
yaptıklarından birçok kişinin bilmediği bilgilere sahip olabilirler. Bu durumdan dolayı o konuda tavsiyeye
ihtiyaç duyanlara tavsiyede bulunabilirler. Sağlık konularında uzman doktorların tavsiyelerine uyma eğili-
mindeyizdir ya da çözemediğimiz bir matematik problemini matematik öğretmenine sorarız. Ancak her du-
rumda sorularımıza cevap alamayabiliriz. Uzmanlar da her konuda her şeyi bilemeyebilirler. O nedenle bu
yolla bilgi elde etme günlük yaşantımızı kolaylaştırıp, yaşam kalitemizi arttırsa da doğru bilgi ile ilgili bütün
sorunlarımızı çözemez.
Bilgiye ulaşmanın bir başka yolu mantıksal çözümlemedir. Mantık, akıl yürütmemize olanak verir ve akıl
yürütme yolu ile bilgi elde edebiliriz. Mantık bir tür çıkarım yapma ve kanıt gösterme bilimidir. Eğer yeterli

4
kanıtlar varsa belli bir durumla ilgili çıkarımlar yapılarak yeni bilgilere ulaşılabilir. Aşağıdaki önerme ve çıka-
rımı inceleyelim:
• Fay hatlarının yoğun olduğu alanlarda deprem riski yüksektir.
• Anadolu’da fay hatları yoğundur.
• O halde, Anadolu’da deprem riski yüksektir.
Mantık bilimi bu cümlelerden ilkine büyük önerme adını vermektedir. Bu durumda bilimsel araştırmalar fay-
ların yoğun olduğu bölgelerde sıklıkla deprem olduğunu ortaya koymuştur. Bu, gözlenebilen bir durumdur.
İkinci ifadeye küçük önerme adı verilir ve bu da bilimsel çalışmalarla ortaya konulmuştur. Hatta deneyimli
birisi bu fay hatlarını arazide de gözlemleyebilir. Bu durumda mantığımız yargı diye adlandırılan üçüncü ifa-
denin doğruluğunu onaylar. Bu yol iyi bir bilgi edinme yolu olmasına rağmen, edinilen bilginin doğru olabil-
mesi için büyük ve küçük önermenin her ikisinin de doğru olması ve bu doğruluk konusunda bir tereddüdün
olmaması gerekmektedir. Dolayısı ile bu yol da her zaman güvenilir bir bilgi edinme yolu olmayabilir.
İşte bu bilgi edinme yollarının her birinin kısıtlılıkları bilimsel yöntemi en sağlam bilgi edinme yolu olarak
karşımıza çıkarır. Şimdi bu yöntem üzerinde ayrıntılı bir şekilde duralım.
Bilimsel Yöntem ve Özellikleri
Yukarıda değinildiği üzere bilimin asıl amacı insanların karşı karşıya olduğu problemleri çözerek yaşam kali-
tesini arttırmaktır. Bilimin problemleri çözme yöntemi araştırmalardır. Dolayısı ile her araştırmanın merke-
zinde bir problem ve bu problemi çözme isteği vardır. Bir problemin çözümüne odaklanmayan, sadece bir
yerdeki olay ve olguları tasvir eden ya da bir yerdeki kaynakların envanterini çıkarma uğraşlarını bilimsel bir
faaliyet olarak kabul etmek güçtür. Bilimsel bir metot kullanarak olay ve olguları eleştirel bir süzgeçten geçir-
meyen, belli analiz ve sentez yöntemlerine yer vermeyen çalışmalar bilim dışı olarak tasnif edilebilir. Özellikle
II. Dünya Savaşı sonrasında bazı önemli Amerikan üniversitelerinde coğrafya bölümlerinin kapatılmasının
nedeni coğrafi çalışmaların tasviri ve envanter çıkarmaya dönük çalışmalar olduğunun düşünülmesi, dolayısı
ile yeterince bilimsel olmadığı iddialarıdır (Arı, 2005, Bu konu için ayrıca kitabın 2. Bölümüne bakınız).
Bilimsel yöntem bilgi elde etmenin en sağlam yolu olarak kabul edilir. Çünkü deneyle, dikkatli gözlemler ve
tecrübe ile olay ve olgular hakkında belli hükümlere ulaşılmaya çalışılır. Buna göre araştırmacı önce kendi
gözlemlerine dayanarak olay ve olguların oluşumu, etkileşimi ya da bağlantıları hakkında bazı ‘denemelik
genellemeler’de bulunur (Karasar, 2005). Bu genellemeler çoğu kere tekil bir olayın gözlenmesi sonucu or-
taya atılan, doğruluğu henüz kanıtlanmamış, doğru olup olmadığı araştırma sürecinin sonunda belli olacak
olan hipotez ya da denencelerdir. Bu denenceler genellikle tek bir olaydan hareketle o olay ya da olgunun
nasıl gerçekleştiğine dair genel bir hüküm çıkarmaya çalışır ki buna tümevarım yöntemi denir. Aslında bi-
limsel yöntem, bu genel yargıların sınanmasıdır. Acaba bu tek bir gözleme dayanan tahmin genel anlamda
kabul edilebilir bir yargı olabilir mi? Acaba bu genel yargı, veriler, gözlemler, deneyler yoluyla doğrulanabilir
ya da yanlışlanabilir mi?
Burada bilimsel yöntemin diğer önemli elemanları devreye girer. Bu genel yargıyı test edebilmek için hangi
tür deney, gözlem ve ölçme yapılacaktır? Bu işlemlerde kullanılacak bilimsel veriler nelerdir ve bu veriler
nasıl elde edilecektir? Bunlarda hangi özellikler aranmalıdır? Testler sırasında hangi araçlar ve yöntemler kul-
lanılacaktır? Sonunda eğer bu deney, gözlem ya da ölçmeler hipotezi destekliyorsa o hipotez bilimsel olarak
doğrulanmış olur ve genel bir kural olarak kabul edilir. Sonra da bu kural incelenen tekil bir olaya uygulanarak
bir öngörüde bulunulur ki buna da tümdengelim yöntemi adı verilir.
Bilimsel yöntem sistematik bir bilgi edinme süreci olduğu için diğer bilgi edinme türlerine göre yanılma oranı
daha düşüktür. Yanılgı durumunda bile yapılan çalışma değerlidir çünkü bizden sonrakilere nasıl düşünmele-
ri gerektiği ya da neyi artık araştırmalarına gerek kalmadığı konusunda yol gösterilir. Sistematik bilgi edinme

5
süreci bazı adımların dikkatlice takip edilmesiyle olur. Farklı araştırmacılar bu adımlarla ilgili küçük farklılıklar
önermesine rağmen bilimsel yöntemin bu aşamaları genel anlamda aşağıdaki gibidir (Sarantakos, 1998,
Karasar, 2005; Silverman, 2005; Cresswell, 2009).
Şekil 1: Araştırmanın Süreçleri

•Araşrma probleminin ve sorularının tespi


1

•Araşrma problemi hakkında daha önce yapılan çalışmaların analizi (literatür


2 analizi)

3 •Çözüm konusunda tahminde bulunma (Hipotez geliş rme)

4 •Tahmini test etmek için veri ve yöntem tespit etme

5 •Verileri toplama ve analiz etme

6 •Sonucu raporlaşrma

Bilimsel düşünmenin ilk aşaması hayatta var olan problemlerin farkına varılması ile olur. Bu problemler
topluma zorluk çıkardığı için bazen kolayca görülebilir. Mesela bir akarsuyun kirlenmesi ve çevreye kötü
kokular yayması; bir bölgede sık sık meydana gelen heyelan olayları; bir bölgede bulunan endemik bitki
türlerinin ticarileşmesi nedeniyle yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalması; bir şehirde hava kirliliğinin insan
sağlığını tehdit eder duruma gelmesi; uzun zamandır korunan bazı alanlarda bazı yaban hayvan türlerinin
aşırı artışı nedeniyle insan topluluklarına zarar vermeye başlaması araştırmacıların kolayca tespit edebile-
ceği sorunlardır. Ancak bazı problemleri de kanıksadığımız için onları görmeme eğilimindeyizdir. Eğer bu
sorunlarla uzun zamandır iç içe yaşıyorsak ve bunların çözümünün de artık mümkün olmadığı yönünde
bir inancımız varsa o zaman sorunları doğru bir şekilde tespit edemeyiz. Özellikle bilimsel araştırmaya yeni
başlayan genç araştırmacılar araştırma konusu ve problemleri bulmakta zorluk çekerler. Araştırma proble-
mini bulmak her zaman zor olmamakla birlikte öncelikle olay ve olgulara eleştirel bakmayı gerektirir. Eleş-
tirmeksizin, sorgulamaksızın, olaylar üzerinde yeniden düşünmeksizin problem tespiti yapmak mümkün
değildir. Literatürde araştırma probleminin nasıl bulunabileceğine dair bazı tavsiyeler vardır (Balcı, 2005).
Ayrıca bu kitabın Bilimsel Araştırma Dizaynı ve Yazımı bölümü konu hakkında ayrıntılı bilgilere yer vermekte-
dir.
İlgili alandaki literatür çoğu kere belli problemlerin daha önce çözüldüğünü bazı problemlerin de halen çö-
züm beklediğini işaret etmektedir.1 Bilim de devam eden bir süreç olduğuna göre belli bir konudaki araştır-
ma problemlerinin ne olduğu, bunların hangilerinin çözüldüğü, hangilerinin halen çözüm beklediğini öğ-
renmenin en kestirme yolu o konudaki literatürü ayrıntılı bir şekilde okumaktır. Problem tespit etmenin
başka yolları da olmasına rağmen literatür yolu ile sorunları tespit etme, araştırmanın sonraki aşamalarını
da kolaylaştıran bir durumdur.
1- Bunun bir örneği için Arı 2003’e bakınız. Bu çalışmanın sonuç bölümünde yazar, yeni araştırma konuları önermektedir.

6
Belli bir konuda uygulama yapan kişiler problemlerin farkına varabilirler ancak çoğu kere bu kişiler araştır-
ma ortamından uzaktırlar. O nedenle bazen bu sorunlar araştırmalara konu olmamaktadır. Sorunları tespit
etmenin iyi yollarından birisi de araştırma konusunda uygulama yapan özel ve kamu görevlileri ile iletişim
içerisinde olarak uygulamadaki problemlerden haberdar olmaktır. Araştırma kurumlarının, kamu ve özel
sektörde kendi konularında çalışan uzmanlarla bağlantı halinde olmaları önemlidir. Örneğin, doğa koruma
ile ilgili uygulamada karşılaşılan problemleri en iyi bilebilecek olanlar Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel
Müdürlüğü elemanları ya da milli park mühendisleridir. Yine CBS (Coğrafi Bilgi Sistemleri) gibi bazı konularda
bazı kurumlar üniversitelerden daha uzmanlaşmış olabilirler ve ellerindeki veri imkânları bakımından üni-
versitelerden daha avantajlı olabilirler.
Deneyimli araştırmacılar kendi alanlarındaki araştırma problemlerinden genellikle haberdardırlar ve yeni
problemleri kendi deneyimlerine dayanarak tespit edebilirler. Bir alandaki uzmanlar arasındaki bilimsel tar-
tışmaları takip eden bir araştırmacı problem olabilecek durumları görebilir. Ayrıca başka amaçlarla toplanan
verilerden de problemler tespit edilebilir (Balcı, 2005). Erkuş’a (2005; 47) göre ‘bütün bu kaynaklar çevrede
mevcut olabilir, ancak önemli olan tüm okunanlara, gözlenenlere eleştirel yaklaşıp, bitmek tükenmek bilme-
yen bir merakla bakabilmektir; yoksa tüm bu problemlerin farkına varmamak olasıdır… bazı önemli bilimci-
lerin ürünlerini ‘dogma’ gibi görüp ya da duygusal yaklaşarak bilimde yeniliklere ulaşmak olası değildir; böyle
bakıldığında araştırma problemi bulmak hiç de zor olmaz.’
İyi bir araştırma probleminde aşağıdaki özellikler olmalıdır (Erkuş, 2005; Seyidoğlu, 2000).
1. Orijinal olma
Araştırma problemi üzerinde aynı yöntem ve araştırma sorularını sorarak daha önce araştırma yapılmamış
olmalıdır. Aynı konu ve problem üzerinde başka yöntemlerle ya da farklı araştırma soruları sorularak araştır-
ma yapılabilir. Ya da aynı konu üzerinde zamanla meydana gelen değişmeleri tespit etmek için aynı araştır-
ma soruları sorularak araştırma yapılabilir. Bu durum orijinalliği zedeleyen bir durum değildir.
2. Önemli olma
Üzerinde çalışılan konu ve problem önemli olmalıdır. Bu problem bilimsel tartışmalar bakımından önemli
olacağı gibi uygulamada önemli bir sorunu çözmeye yönelik de olabilir. Coğrafya çalışmalarının genellikle
çevre ve planlama ile ilgili bir tarafı vardır. Ancak coğrafyacılar Türkiye’de çevre yönetimi ya da planlama ça-
lışmalarına etkin olarak katılmazlar. Bunun sebeplerinden birisi de coğrafi çalışmaların çevre ve planlamacı-
lar için önemli kabul edilen problemlere eğilmemeleri, araştırma konusu ve problemi belirlerken uygulayıcı-
ların önemli buldukları konulara dikkat etmemeleri, bilimin teorik yanını uygulama ile desteklememeleridir.
3. Yenilik getirici olma
Bir konu ya da problemin çözümü bilime yenilik getirici nitelikte olmalı, halen çözülmüş problemlerin bir
tekrarı niteliğinde olmamalıdır.
4. Sınırlanabilir olma
Bazen bilimsel problemler, belli bir sürede çözülemeyecek kadar büyük ve karmaşık olabilir. Araştırmanın
belli bir sürede, sağlıklı bir şekilde sonuçlandırılabilmesi için konu ve problemin sınırlandırılabilir olmalı ve
daha büyük bir problemden belli bir sınır konularak ayrılabilmelidir.

7
Şekil 2: İyi Bir Araştırma Problemi (Seyidoğlu, 2000 ve Erkuş 2005)

Orjinal Önemli

İyi Bir Araşrma


Problemi

Yenilikçi Sınırlanabilir

Öte yandan bir araştırmacı da araştırma konusu ve problemi belirlerken bazı ölçütleri dikkate almalıdır.
Bir araştırmacıyı kısıtlayan bazı durumlar vardır ve araştırmacı bu durumlarda baştan yanlış karar vermesi
durumunda ileride içinden çıkılamayacak kadar büyük sorunlarla karşı karşıya kalabilir. Bu kitabın Bilimsel
Araştırma Tasarımı ve Yazımı bölümünde araştırmacının konu seçiminde dikkat edeceği hususlar ayrıntılı bir
şekilde anlatılmıştır.
Araştırma probleminin tespiti araştırma sorularını gündeme getirir. Bunlar birbirine benzemekle beraber
aslında belirgin bir şekilde birbirlerinden ayrılırlar. Araştırma problemi çözülmesi gereken sorundur. Araş-
tırma soruları ise bu problemi çözmek için cevabını arayacağımız sorulardır. Baş ağrısı çeken birisi doktora
gittiğinde doktorun ‘problem nedir?’ sorusuna vereceği ‘başım ağrıyor’ cevabı çözülmesi gereken problem-
dir. Doktorun ağrının sebeplerini anlamak için soracağı her türlü soru da araştırma sorusu işlevi görecektir.
Tespit edilen problem muhtemelen daha önce başka araştırıcılar tarafından da tespit edilmiş ve üzerinde
araştırmalar yapılmıştır. Bilimsel yöntemin ikinci aşamasında başka araştırıcıların aynı problemi çözerken
yaptıkları çalışmaları incelemek araştırıcıya büyük kolaylık sağlayacaktır. Özellikle genç araştırmacılar tespit
ettikleri problemler üzerinde daha önce dünyanın değişik kesimlerinde yapılan araştırmaların çokluğu karşı-
sında şaşıracaklardır. Bu aşamada bütün bu çalışmalar incelenir ve problemin çözümünde kullanılan veriler,
yöntemler ve sonuçlar hakkında bilgi edinilir.
Bir sonraki aşamada problemin çözümünün ne olduğuna dair kaba tahminler yapılır. Hipotez ya da denence
denen bu tahminler araştırmanın başlangıç noktasını oluşturur. Nicel araştırmalarda bu denenceleri net bir
şekilde ifade etmek zorunluluğu varken, nitel araştırmalarda hipotezler yerine bazı ön kabuller aynı görevi
görebilir. Bunlar ön gözlemler ve literatür taramasından sonra yapıldığı için sadece kaba tahminler olmaktan
uzak, çözüm konusunda en gerçekçi ve sonunda kanıtlanma ihtimali yüksek olan öngörülerdir. Ancak doğal
olarak bazı durumlarda elde edilen veriler bu öngörüleri desteklemeyebilir.
Bir sonraki aşamada bu öngörüler test edilir. Öngörülerin test edilebilmesi ya da gözlenebilmesi için bilim-
sel veriye ihtiyaç vardır. Bilimsel veri ‘Sonuç çıkarmak, çıkarsama yapmak, ya da bir incelemeyi sürdürmek

8
için gerekli olaylara, ilişkilere ve sayısal ham bilgilere verilen ad’ olarak tanımlanır (TDK, 2012). Elde edilen
veriler farklı bilimsel yöntemlerle analiz edilerek olay ve olguların neden-sonuç ilişkileri, aralarındaki ilişkiler
ve etkileşimleri tespit edilmeye çalışılır. Nitel ve nicel araştırmalarda farklı analiz yöntemleri kullanılır ancak
izlenen süreç birbirine benzerdir.
Bilimsel yöntemin son aşaması araştırma bulgularının, araştırma problemi ile ilgili olan taraflara iletilmesidir.
Bu aşamaya genellikle araştırmanın raporlaştırılması adı verilir. Bu rapor bir bitirme tezi, yüksek lisans ya da
doktora tezi olacağı gibi bir makale ya da kitap da olabilir. Bu yolla çalışma sonuçları bilim dünyasına ve konu
ile ilgili uygulayıcılara duyurulmuş olur.
Araştırma Yöntemlerinde Temel Dönüşüm
Her ne kadar bilimsel yöntemin aşamaları belirtilmiş olsa da bu yöntem her zaman katı bir şekilde takip edil-
mez. Nicel ve nitel araştırmaların araştırma tasarımına yaklaşımı farklıdır. Nicel araştırmalarda daha mekanik
ve standart bir yol izlenirken nitel araştırmalarda daha esnek bir tasarım söz konusudur. Nicel araştırma
yöntemleri pozitivist bilimin araştırma yöntemleridir. Pozitivist bilim Batı’da Ortaçağ sonrasında Newton’cu
bilim anlayışı olarak gelişmişken aslında Doğu’da çok daha önceleri biliniyordu. Günümüz Avrupa merkezli
(Eurocentric) bakış açısına göre pozitivist bilimin gelişmesi, Avrupa’nın Rönesans ve Reform hareketleri son-
rasına denk gelmektedir. Ancak son zamanlarda yapılan bazı araştırmalar, aslında pozitivist bilimin ilkelerinin
Ortaçağ Doğu dünyasında biliniyor olduğunu göstermektedir. Prof. Dr. Fuat Sezgin’in Almanya’nın Goethe
Üniversitesi’ndeki bilim tarihi araştırmaları, bu anlayışın izlerini o dönem bilginlerinin çalışmalarından bula-
rak ortaya koymuştur (Sezgin, 2011) . Örneğin daha 8. yy. da özellikle İslâm dünyasında dünyanın bir sistem
dâhilinde çalıştığı, evrende olan her şeyin bir kanununun olduğu, insanın imkânsız görünen birçok şeyi ba-
şarabileceği, Allah’ın insana bu sistemi çözecek güç ve kudret verdiğine inanılıyordu. Avrupa’da Aydınlanma
çağını başlatan temel düşünce de aslında buydu.
Bu düşüncenin ortaya çıkardığı, evreni mekanik bir sistem olarak gören, dünyada olan bütün olay ve olguların
bir düzen içerisinde meydana geldiğini, her şeyin matematiksel modeller ve formüllerle izah edilebileceğini
savunan Newton’cu pozitivist, nomotetik anlayışa sahip bilim Avrupa’da Aydınlanma çağından 1950’lere
kadar geçerli bilim anlayışı olmuştur. Modernist düşünce de denilen bu anlayışta her şeyi açıklama gücüne
sahip tek doğru olduğu kabul edilir ve bilimin görevi de bu doğruyu bulmaktır. Bu anlayışa göre insanlığın
gelişebilmesi de böyle bir bilimsel uğraşın ortaya koyacağı mükemmel bilgiye bağlıdır. Pozitivistler nesnelli-
ğe büyük önem veririler çünkü bilimsel bilginin öznel yargılardan bağımsız, tamamen nesnel yaklaşımlarla
üretilmesi gerektiğini düşünürler. Onlara göre gerçeğin anlaşılabilmesi doğru ölçüm ve sayısallaştırma ile
mümkün olabilmektedir (Yıldırım ve Şimşek, 2005).
Pozitivist ya da modernist bilim anlayışı Einstein’ın görecelilik kuramı ile temelden sarsılmıştır. Böylece
1950’lerden sonra bilimsel düşünce biçiminde çok köklü ve hızlı değişimler yaşanmaya başlanmıştır. Meka-
nik anlayış yerini tek bir doğrunun değil de farklı perspektiflerin olduğu yorumlamacı bilime bırakmıştır. Bu
yeni anlayışta büyük söylemler ve kuramların gerçekliği anlamada yetersiz olduğu düşünüldüğünden bunlar
yerine öznel ve çoğulcu anlayışların önemine vurgu yapılmıştır. Bu anlayışa göre pozitivist bilimin ortaya
koyduğu doğrular sosyal kurgulardır. Bilginin elde edilmesi, kategorize edilmesi ve sunumunda tek ya da
en doğru bir yol yoktur. Fen bilimlerinin araştırma yaklaşımı olan nicel yöntemlerin sosyal bilimlerin daha
karmaşık gerçekliklerini açıklamada yetersiz kaldığı düşünülür. O nedenle bazı araştırmacılar pozitivist ve
modernist paradigmaları düşüşteki paradigma, yorumlamacı paradigmayı ise yükselişteki paradigmaolarak
kabul etmektedirler (Yıldırım ve Şimşek, 2005). Bu paradigmalar bu kitabın hem 2. Bölümünde hem de 7.
Bölümünde ele alındığından burada ayrıntıya girilmemiştir.
Her ne kadar Batı bilim pratiğinde pozitivist paradigma Aydınlanma Çağı ile başlamışsa da ilginçtir ki Batı’da

9
bu anlayışın coğrafya bilimine egemen olmaya başlaması, bu paradigmanın son düşüşe geçtiği döneme
rastlamaktadır. Modernist anlayışın Batı coğrafyasına hâkimiyeti ancak 1950’li yıllarda başlamıştır. Doğal
olarak coğrafyada sayısal devrimin etkisi kısa sürmüş ve çok perspektifli anlayışlar coğrafi araştırmaları da
derinden etkilemiştir.
Bilimsel olan ve olmayan sorular
Bir sorunun bilimsel olup olmadığı, doğrulanabilir gözleme konu olup olmaması ile ilgilidir. Yani o soru ile
ilgili bir bilim insanının yaptığı gözlem ya da deney diğer bir bilim insanı tarafından da yapıldığında aynı
sonuç gözlenebilmelidir. Bilim adamları, dünyadaki olay ve olguların bir oluş biçimi ve kalıbı olduğuna inanır
ve bilimin görevi de bu kalıpları, kuralları ve kanunları ortaya çıkarmaktır. Bunları ortaya çıkarmanın yolu da
gözlem ve deneydir. Eğer bir soru ya da sorun gözlenemiyorsa ya da deneylerle test edilemiyorsa o sorunun
bilimsel olmadığı kabul edilir (Singleton, vd., 2009).
Bu anlamda mesela belli bir yerde son 20 yılda arazi örtüsü değişimini tetikleyen unsurlar nelerdir ya da
barajların akarsu faunası üzerindeki olumsuz etkileri nelerdir gibi sorular bilimsel sorulardır. Çünkü arazi ör-
tüsünün değişimini tetikleyen, tarım, şehirleşme, çölleşme, sanayi, tarımsal teşvikler, kültürel değişimler,
göçler vs. gözlenebilir ve ölçülebilir olay ve olgulardır. Aynı şekilde herhangi bir yerde baraj yapımının o
yerdeki akarsu faunasında ne gibi değişiklikler meydana getirdiği, balık miktarını, çeşidini, göçünü vs. nasıl
etkilediği gözlenebilir ve ölçülebilir durumlardır. Diğer taraftan nükleer santrallerin yapılması etik midir ya da
insanlar aileler şeklinde mi yaşamalıdır gibi sorular bilimsel soru değildir (Singleton, vd., 2009). Aynı şekilde
‘insanlar öldükten sonra ruhları ne olur?’ şeklindeki sorular bilimsel sorular olarak kabul edilmezler çünkü
bunu gözlemek ve ölçmek mümkün değildir. Bilimsel olan ve olmayan sorular arasındaki fark şudur ki bi-
rinci gruptaki sorular için veri toplamak, gözlem, ölçme ve deney yapmak mümkündür ama ikinci grup için
bunların hiç biri mümkün değildir.
Bunlara ek olarak bilimsel olmasına rağmen bazı konularda bilimsel tespit yapmak zordur. Bu durumda ça-
lışmanın bilimselliği sorgulanacaktır. Mesela küresel ısınmanın Türk tarımına etkisi konulu bir çalışmanın ne
kadar bilimsel olduğu tartışılır bir durumdur. Çünkü Türkiye’de küresel ısınmadan kaynaklı iklim değişikliğini
bilimsel yollarla tespit etmek başlı başına neredeyse imkânsızdır. Kaydedilen sıcaklıklarda bir değişme olsa
bile bunun ne kadarının doğal iklim değişikliği ne kadarının da insan kaynaklı küresel ısınmadan kaynaklandı-
ğını sağlıklı bir şekilde ölçmek mümkün görünmemektedir. Diğer taraftan diyelim ki belli bir sıcaklık artışı ya
da azalışı tespit edildi. Bu artış ya da azalışın tarımsal üretim miktarlarını ne ölçüde etkilediğini tespit etmek
neredeyse imkânsızdır çünkü tarımsal rekolteyi etkileyen sayılamayacak kadar çok değişken vardır. Bu du-
rumda bütün bu ölçülebilir değişkenleri doğru tespit edip bunların her birinin ürün miktarlarındaki değişim
üzerine olan etkisini ölçmek gerekir. Çalışmanın ölçeği eğer bütün Türkiye olursa böyle bir çalışmadan elde
edilecek sonuçlar güvenilir olmayacaktır çünkü bu tür genellemeler bölgesel farklılıkları açıklamaktan uzak
olacaktır. Yani her sorunun çözümünü de bilimsel olarak tespit etmek mümkün olmayabilir.
Sonuçta bilimsel olan bilgi sistematik bir sürecin sonunda üretilen bilgidir. Bu bilgilerin ve bunlara dayanı-
larak ortaya çıkarılan sonuçların doğru olup olmaması, izlenen süreçle ilgilidir. Bütün bilimsel çıkarımlarda
bulunması gereken ortak özellikler vardır. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür:
• Ölçülebilir olma,
• Gözlenebilir olma,
• Tekrarlanabilir olma,
• İletilebilir olma.
Bilimsel düşünce biçiminin en güvenilir bilme yöntemi olması, zaman zaman bilimin kötüye kullanımına da
yol açmaktadır. Sahte bilim (pseudoscience) terimi bu kötüye kullanımları ifade etmek için kullanılır. Sahte

10
bilimin de bir metodu ve özel dili olduğu iddia edilir ancak bu şekilde yapılan bilim sistematik bir yol takip
etmediğinden yanıltıcıdır. Bu şekilde bilim yapanlar teknik bir jargon, karmaşık istatistikler ve formüller kul-
lanırlar ve bazı bilimsel verilere çokça efsane, hayal ve ümit katarak sunmaya çalışırlar. Bu şekilde ‘mucize
tedavi’, ‘devrim niteliğinde bir eğitim programı’, ‘çığır açıcı bir yöntem’ bulunduğu iddia edilebilir. Bunların ar-
kasında da çoğu kere o alanla ilgili olmayan bir konuda doktora derecesi almış olan birileri bulunabilir (Neu-
man, 2006). Bu tür yaklaşımlarla üretilen bilgiler hiçbir şekilde bilimsel sayılamazlar. Ayrıca Türkiye’de çokça
kitap yayınlayan ‘araştırmacı-yazar’ların bilimsel metodolojiyi takip etmeyen, çoğu kere belli ön kabullerden
yola çıkarak hazırladıkları, hiçbir denetimden geçmeden, uzman görüşü alınmadan, bilimin sistematik yolu-
nu izlemeden hazırlanan ve basılan çok sayıdaki kitabın bilimsel olduğu da söylenemez.
Ayrıca özellikle belli grupların çıkarlarını korumak, ya da onların görüşlerini desteklemek amacıyla bilimsel
verilerin sadece bir kısmının amaçlı olarak kullanılarak, muhatapları yanıltılmaya yönelik çabalara çöp bilim
(junk science) adı verilir. Çöp bilim daha çok büyük şirketlerin, çıkar gruplarının ya da belli bir kesimin korun-
masına yönelik sistematik bir çabadır ve bilimsel yöntemin çarpıtılmış olmasından dolayı gerçek bilim olarak
kabul edilemez. Çöp bilimi çok farklı kesimler değişik amaçlar için kullanabilir. Mesela büyük şirketler rakip
firmanın ürünleri hakkında bu tür yanıltıcı ‘sözde’ gerçekleri yayarken, hükümetler çıkarmak istedikleri yeni
bir kanunla ilgili aynı yola başvurup, kanun yapıcıların önceliklerine yer verebilirler. Aynı şekilde medya ya
da siyasi baskı grupları kendi çıkarlarını öncelemek için bu tür bir yola başvurabilirler. Bu durumlarda yapılan
işte belli ölçüde bilimsel içerik olmasına rağmen, veriler belli bir amaç için çarpıtıldığından elde dilen sonuç
bilimsel değildir. Bütün bilimsel çalışmalarda uyulması gereken etik konular vardır ve yukarıda anlatılan du-
rumlar etik ihlali anlamına gelmektedir.
Coğrafi Araştırma Nedir ve Onu Diğer Araştırma Şekillerinden Farklı Kılan Şeyler Nelerdir?
Kuşkusuz bir bilim olarak coğrafyanın amacı da diğer bilimlerin amacından büyük bir farklılık göstermez:
dünyadaki gerçeklikleri anlamaya çalışmak. O halde bir bilimsel çalışmayı diğerlerinden ayırarak coğrafi ya-
pan şey nedir? Diğer bir deyişle bir bilimsel çalışmanın coğrafi olup olmamasına nasıl karar verilebilir? Coğ-
rafi çalışmaların ortak özellikleri olan ancak diğer bilimlerin üzerinde durmadığı şeyler nelerdir? Günümüzde
özellikle de akademik yükselme sınavlarında zaman zaman karşımıza çıkan ‘bu çalışma coğrafi değildir’ gibi
bir yargıya nasıl varılabilir?
Aslında coğrafyacılar arasında ‘dağılımı yapılabilen her şey coğrafyanın konusuna girer’ ya da ‘mekân ile
ilişkilendirilebilen her şeyin coğrafyası yapılabilir’ gibi bir algı söz konusudur. Bu kanaatin oluşmasını sağla-
yan iki temel husus vardır. Bunlardan birincisi coğrafyanın mekânsal boyutudur. Bu anlayışa göre bir çalış-
mada eğer ele alınan herhangi bir olayın mekân üzerinde bir yerden başka bir yere nasıl değiştiği, mekân
üzerinde bir yerden başka bir yere nasıl yayıldığı ya da insan faaliyetlerinin mekân üzerinde nasıl organize
edildiği üzerinde durulursa bu çalışma coğrafi olur. Bu anlamda acaba mekân üzerinde yer almayan bir şey
var mıdır sorusu gündeme gelir. Her şey bir mekânda yer aldığına göre coğrafyacı her şeyi çalışabilir. Ancak
‘her şeyi çalışma’ anlayışı pratisyen hekimliğe benzetilebilir. Pratisyen hekim de bütün hastalıklardan biraz
anlar ama ‘hiçbir şeyin uzmanı’ değildir. Oysaki çağdaş bilimlerin her birinin bir uzmanlık alanı vardır ve bir
bilimin sadece bilimler arasında sentez yapan, farklı bilimlerin bulgularını sentezleyerek saygın ve özgün bir
yer edinmesini beklemek doğru değildir.
O nedenle biz bu kitapta coğrafyada sıkça kullanılan bilimsel yöntemlere yer vermekteyiz ve coğrafyacıların
bu yöntemlerin en az bir ya da bir kaçında uzmanlaşmasının zorunlu olduğunu düşünmekteyiz. Bu uzmanlık
sadece bir metodolojinin kullanımı ile değil ama bu metodolojinin kullanıldığı alan itibari ile de uzmanlaşma
gerekmektedir. Coğrafya çok boyutlu bir bilim dalıdır ve sınırları birçok diğer sosyal, beşeri ve doğa bilimi ile
kesişmektedir (Arı, 2008). Coğrafyacılar bu çok farklı alanların sınırlarında dolaşarak, hiçbir konuda uzman-
laşmama yanlışlığına düşmemelidir. Coğrafya kendine özgü yaklaşımları ile özgün bir araştırma alanı sağlar.

11
Coğrafyacıya düşen görev coğrafyanın alt alanlarından birisinde uzmanlaşmak ama ‘coğrafi perspektif’i de
kaybetmemek için diğer alt alanlarla bağlantısını kesmemektir.
O halde bu özgün araştırma alanı nedir ve bunun özellikleri nelerdir? Bu soruya hem Türkçe literatürde hem
de diğer dillerde cevaplar verilmiştir. Örneğin Doğanay (2011) coğrafi çalışmaların araştırma yöntemleri,
düşünce ilkeleri ve ifade teknikleri bakımından diğer araştırmalardan ayrıldığını ifade etmiş ve bu yöntem,
ilke ve teknikleri ayrıntı bir şekilde tanımlamıştır. Coğrafi çalışmaların ortak özelliklerini araştıran Pattison
(1964)2 ise bu çalışmalarda 4 coğrafi özellikten (Coğrafyanın Dört Geleneği olarak ifade edilmiştir) en az
birinin bulunduğunu tespit etmiştir. Amerikan coğrafyasının klasik metinlerinden birisi olan bu makalede
yazar, coğrafi çalışmaların bu 4 özelliğin çoğu kere birden fazlasını içerdiğini belirtmektedir. Bu özelliklerden
birincisi mekânsallıktır. Mekânsallık, olayların mekânsal kalıplarını tespit etmeyi (Merkezi Yerler Teorisi ya
da Von Thünen Modeli gibi), yerler arasındaki karşılıklı ilişki ve bağımlılıkları ortaya koymayı en önemlisi de
haritaları ve haritaların dağılım ya yayılışını gösterdiği olayları konu alır. Bir akademik çalışma bu gibi konuları
ele alıyorsa a çalışmanın coğrafi bir yönü var demektir.
Pattison’a göre coğrafi çalışmaların ikinci özelliği bölgelerle ilgili olmalarıdır. Yerlerin özellikleri, farklılıkları ve
benzerlikleri eskiden beri coğrafyanın çalışma alanında yer almıştır. Özellikle coğrafya eğitimi çoğu zaman
yerlerin ve bölgelerin, ülkelerin ve kıtaların bu özellikleri üzerinde durmuştur. Dolayısı ile bu alan coğrafya
öğretmenlerinin kendilerini coğrafyanın bir parçası olarak hissetmeye devam etmesinin de garantisidir. Ay-
rıca coğrafya dışındakiler dünyanın başka yerleri ile ilgili bilgileri genellikle coğrafi bilgi olarak bilir. Bölgesel
coğrafya her ne kadar son zamanlarda bir araştırma konusu olarak zayıflasa da eğitim konusu olarak birçok
çalışmada karşımıza çıkmaktadır (Bunun sebepleri için lütfen 2. Bölüm’e bakınız). Ancak küreselleşme ve
bunun ekonomik aktiviteler bakımından farklı bölgesel kalıplar ortaya çıkarması ve bu kalıpları oluşturan
siyasal ve kültürel süreçler de yeni bölgesel coğrafyanın çalışma alanına girmektedir.
Coğrafi çalışmaların üçüncü özelliği insan ve onun sosyal ve fiziki çevresi arasındaki karşılıklı etkileşime özel
bir önem vermesidir. Tanınmış Amerikalı coğrafyacı Yi-Fu Tuan coğrafyayı ‘insanın evi olarak yeryüzünün çalı-
şılması’ olarak tarif etmektedir. Denilebilir ki hem Batı coğrafyasında hem de Türk coğrafyasında insan-çevre
özelliği her zaman merkezde yer almıştır ve eğer coğrafya tek bir özelliğe indirgenecek olsaydı, o özellik de bu
olurdu. Coğrafyacılar M.Ö. dönemlerde Hipokrat zamanından 20. yüzyılın başına kadar fiziki çevrenin insan
yaşamını nasıl etkilediği üzerinde durmuşken bu tarihten sonra daha çok insan faaliyetlerinin fiziki ortamı
nasıl değiştirdiği ve şekillendirdiği üzerinde durmuştur. Her ne kadar Türk coğrafyası ve batı coğrafyasında bu
yaklaşım merkezde yer alsa da Batı coğrafyasında yaklaşık 100 yıl önce terk edilmiş olan çevreci determinist
yaklaşım, Türk coğrafyasında 20. Yüzyılda da hakim paradigma durumundaydı.
Dördüncü ve son özellik ise coğrafi çalışmalarda yeryüzü bilimi özelliğinin olmasıdır. Yeryüzü bilimi aslında
yer kürenin ‘dünyalaşmasını’ konu alan bir çalışma alanıdır. Bu çalışma alanın içerisinde yeryüzünün fiziki un-
surları yer alır. Ancak coğrafya bu fiziki unsurları fiziki bilimlerden (örneğin fizik, kimya, mühendislik alanları)
farklı olarak insanla ilişkileri anlamında ele almalıdır. Sıkça söylendiği gibi coğrafya insan merkezli bir bilimdir
(Doğanay, 2011). Dolayısı ile coğrafi çalışmalar fiziki süreçleri de çalışsalar, bu çalışmaları fiziki bilimlerden
ayıran temel unsur insan yaşamı ve gelişmesini temel almasıdır. Mesela jeomorfoloji, yeryüzünü incelerken
her zaman yeryüzü şekillerinin oluşum ve gelişimini insan gelişimi ile ilişkilendirir (Erkal ve Taş, 2013). Bu
nedenden dolayı jeolojiden ayrıdır. Aynı şekilde klimatolojiyi, meteorolojiden ayıran da iklim olaylarının in-
san yaşantısına etkisine özel bir önem vermesidir. Yani atmosferde olan fiziki olayların insan faaliyetleri ile
karşılıklı ilişkilerini incelemek esastır.
Bunlara ek olarak bu konuların çalışılması sırasında özellikle son zamanlarda oldukça yaygın bir şekilde kul-
2 - Bu çalışmanın Türkçe çevirisi için bakınız: Pattison ,W. The Four Traditions of Geography (Coğrafya´nın Dört Geleneği. Çeviri: Yılmaz Arı, 2003). Ege
Coğrafya Dergisi, 12 (2): 119-125.

12
lanılan Coğrafi Bilgi Teknolojileri (Coğrafi Bilgi Sistemleri, Uzaktan Algılama, Küresel Konumlandırma Sistemi
vs.) ve coğrafyanın ilk ve orta dereceli okullarla, üniversitelerde öğretilmesini konu alan coğrafya eğitimi işi
de coğrafi araştırmalar kapsamındadır.
Araştırma Çeşitleri
Bilimsel araştırmalar sınıflandırma ölçütüne bağlı olarak çeşitli gruplara ayrılabilir. En genel düzeyde araş-
tırmalar hitap ettiği ve araştırma sonuçlarını kullananlara göre ikiye; amaçlarına göre üçe; zaman boyutu
açısından üçe; veri toplama ve değerlendirme yöntemleri bakımında ise ikiye ayrılır (Neuman, 2006, Tablo
1.). Araştırmaları kuşkusuz başka bakımlardan da sınıflandırmak mümkündür ve burada verilenlerden çok
farklı araştırma çeşitlerinden de bahsetmek mümkündür.
Temel araştırmaların amacı kuram geliştirmeye yönelik bilgi üretmektir. Bu tür araştırmalar uygulamaya
dönük olmayan, bilimsel düşünce içerisindeki tartışma konuları hakkında yapılır. Bunların bir başka amacı
da bilimsel bilgi birikimine yeni bilgiler ekleyebilmektir. Bilimsel teoriler ve kanunlar bu yolla geliştirilir. Bu
tür araştırmalar olayların oluş ayrıntıları, neden ve sonuçları üzerinde durarak genel geçer kurallar üretmeye
çalışır. Mesela aşınım yüzeylerinin nasıl oluştuğu üzerine yapılan bir araştırma bu tür bir araştırmadır.
Uygulamalı araştırmalar ise yeryüzünde var olan pratik bir sorunu çözmeye çalışır. Bir uygulama sırasında
meydana gelen aksaklıkların tespiti ve bunların bilimsel bilgi yolu ile çözülmesi bu tür araştırmalara örnek-
tir. Ticari şirketlerin bünyesinde kurulan Araştırma-Geliştirme (AR-GE) laboratuarlarında yapılan ve şirketin
uygulamalarının ve sunduğu çözümlerin mükemmelleştirilmesini hedefleyen araştırmalar uygulamalı araş-
tırmalardır. Yine bir kurumun ya da şirketin ürettiği ürünlerle ya da hizmetlerle ilgili etki ya da memnuniyet
araştırmaları da bu türdendir. Aksiyon araştırmaları denen bu araştırmalarda ilgili paydaşlar bir araya ge-
tirilerek var olan bir uygulamanın eleştirel değerlendirmesi yapılır. Bu tür araştırmalar spesifik bir sorunla
ilgili olduğu için genelleme amacı taşımaz (Karasar, 2005). Bu tür araştırmalar temel araştırmaların ürettiği
bilgilerden, teori ve kuramlardan yararlanır ve onlar üzerine bina edilir. Denilebilir ki uygulamalı araştırmalar
bilimin roplum için pratik amaçlar için kullanımıdır.
Tablo 1. Araştırma Çeşitleri (Neuman, 2006)

Temel Araştırmalar

Hitap ettiği kesim/ Araştırma Değerlendirme


sonuçlarını Kullananlara göre Uygulamalı
Aksiyon
Araştırmalar
Sosyal etki
Keşfedici
Amacına göre Tanımlayıcı
Açıklayıcı
Kesitsel

Zaman serisi
Zaman boyutu açısından
Boylamsal Panel
Grup
Durum Çalışması

13
Deneysel
Anket
İçerik Analizi
Nicel Araştırma
İkincil Analiz
Tepkisel olmayan
Veri toplama ve değerlen- Hazır
dirme teknikleri açısından İstatistikler
Etnografik
Saha çalışması Katılımlı göz-
Nitel Araştırma
lem
Tarihi-karşılaştırmalı

Amaçları açısından ise araştırmaları keşfedici, tanımlayıcı ve açıklayıcı olmak üzere 3 gruba ayrılmaktadır.
Neuman (2006, s. 34) ve Tonta (2012) bunların genel özelliklerini aşağıdaki gibi açıklamaktadır.

Keşfedici Araştırmalar
• Temel maddi verilerle aşinalık sağlar,
• Koşulların genel bir zihni resmini çizer,
• Gelecekte yapılacak araştırmaların sorularını formüle eder,
• Yeni fikirler, hipotezler geliştirir,
• Araştırma yapılıp yapılamayacağını kararlaştırır,
• Yeni veri bulma ve ölçme teknikleri geliştirir.
Tanımlayıcı Araştırmalar
• Detaylı, doğru bir resim oluşturur,
• Eski verilerle çelişen yeni veri bulmaya çalışır,
• Yeni bir dizi kategori oluşturur ya da türleri sınıflar,
• Nedensel bir süreci ya da mekanizmayı belgeler,
• Bir durumun arka planını ya da bağlamını rapor eder.
Açıklayıcı Araştırmalar
• Bir kuramın kestirimlerini ya da ilkelerini sınar,
• Bir kuramın açıklamasını detaylandırır ya da zenginleştirir,
• Bir kuramı yeni sorunlara ya da konulara uygular,
• Bir kestirim ya da açıklamayı destekler ya da çürütür,
• Sorun ya da konuları genel bir ilkeyle ilişkilendirir,
• Hangi açıklamaların en iyisi olduğunu kararlaştırır.

14
Şekil 3: Amaçlarına Göre Araştırmalar

Tanımlayıcı

Keşfedici Açıklayıcı

Amaçlarına
Göre
Araşrmalar

Zaman boyutu açısından araştırmalar kesitsel (cross-sectional), boylamsal (longitudinal) ve vaka çalışması
(case study) olmak üzere üçe ayrılır. Kesitsel araştırmalarda gözlenecek olay ve olgular verilen tek bir zaman
kesiti içerisinde ele alınırlar. Mesela bir yerdeki sanayi faaliyetlerinin durumu belli bir zamanda incelenmesi
kesitsel bir araştırmadır. Boylamsal (longitudinal) çalışma ise olay ve olguların bir süreç boyunca gözlenmesi-
ni kapsar. Sanayi faaliyetlerinin farklı zaman dilimlerindeki karşılaştırmaları ya da sürekli gözlenmesi de boy-
lamsal çalışmadır. Vaka çalışmasında ise bir duruma ilişkin etkenler kendi doğal ortamı içerisinde bütüncül
bir yaklaşımla derinlemesine araştırılır (Yıldırım ve Şimşek, 2006). Bu tür çalışmalarda ele alınan ana araştır-
ma temaları derinlemesine bir ya da iki durumla incelenir. Veri toplama ve değerlendirme çeşitleri açısından
ise araştırmalar nicel (quantitative) ve nitel (qualitative) olmak üzere ikiye ayrılır ve bu kitabın Nitel ve Nicel
Yöntemleri ele alan bölümleri bu tür araştırmaları anlatmaktadır.

Sonuç
Bilimsel araştırma sistematik bilgi üretme ve edinme yoludur. Diğer bilgi edinme yollarına göre çok daha
tutarlıdır. Bilimsel yöntem, Karasar’ın (2005, 17) ifadesi ile ‘açık seçiktir, denetlenebilir; yansızdır; eleştirici
ve düzelticidir; deneyicidir; seçicidir; akla uygundur; duyarlığı yüksektir; olgusal düzeyde, bilinen en güvenli
problem çözme yöntemidir.’ Bilimsel çalışmaların geçerliği ve güvenirliği test edildiği için gerçeğe en yakın
sonuçların bilimin sistematik düşünce yapısı ile elde edildiği varsayılır. Elde edilen sonuçlar denetime açıktır.
Hatta bilimsel çalışmaların yöntem kısmında kullanılan yöntem o kadar ayrıntılı ve açık seçik olarak anlatıl-
malıdır ki başka bir araştırmacı da o yöntemi takip ederek aynı araştırmayı yapması durumunda aynı sonuç-
lara ulaşmalıdır. Türkiye’de coğrafi araştırmalarda yöntem bölümü çoğu kere çok özet olarak yer almaktadır
ve bu şekilde yazılan bir bölüm benzer çalışmaları yapanlara yol gösterici olmamaktadır. Örneğin bir çok ça-
lışmada veri toplamak için saha çalışması yapıldığı yazılır ama bu saha çalışmasının ne zaman, ne kadar süre
ile hangi koşullarda yapıldığı, saha çalışmasında kullanılan veri toplama yönteminin ayrıntılarının ne olduğu

15
(görüşme, gözlem, mülakat vs.) konusunda çoğu kere ayrıntı verilmez.
Bazı ülkelerde bilimsel yöntemleri kullanmayan coğrafi araştırmalar bir bilim olarak coğrafyanın saygınlığını
zedelemiş ve bu yüzden bu ülkelerdeki önemli üniversitelerde coğrafya bölümleri kapatılmıştır. Buna tepki
olarak da coğrafyacılar coğrafyayı daha bilimsel bir akademik disiplin haline getirmek için coğrafyaya ge-
çerliliği tartışılmayan bilimsel yöntemleri yerleştirmeye çalışmışlardır. Özellikle 1950’lderden sonra coğrafya
diğer bilim dallarını da etkileyen sayısal devrim, realizm, feminizm, hümanizm, postmodernizm ve Mark-
sizm gibi akımlardan etkilenmiştir (bu akımların coğrafyaya etkileri 2. Bölümde açıklanmıştır). Türkiye’de de
coğrafyanın saygın bir yer edinmesi coğrafi araştırmaların kalitesinin artması ile doğrudan ilişkilidir. Coğrafi
araştırmaların kalitesini arttırmanın en temel yolu bu çalışmaların teorik temellerini güçlendirmek ve meto-
dolojik noksanlıklarını gidermektir.
Aslında bilimsel düşünce biçimi sadece bilimsel araştırmalar için gerekli değildir. İleri düzeyde ya da üniver-
site eğitimi alan her bireyin bilimsel düşüncenin ilkelerine hâkim olması beklenir. Böyle bir eğitim öncelikle
hayatı zorlaştıran problemleri tespit ederek bunların çözümü konusunda sistematik bir tavır geliştirmeyi öğ-
retir. Bilimsel düşünce biçimi hayata ne kadar hâkim olursa sorunların çözümünün de o kadar kolay olacağı
açıktır. Üniversite eğitimi alan her bireyin araştırmacı olması beklenmez fakat bu bakış açısına sahip olarak
kendi çevresindeki problemlerin çözümüne her zaman daha pozitif katkı yapması beklenir.

Kaynakça
Arı, Y. (2003). Manyas Gölü´nün kültürel ekolojisi: Tarihi süreçte adaptasyon ve değişim. Türk Coğrafya
Dergisi, 40(1), 75-97.
Arı, Y. (Ed.) (2005). 20. yüzyılda Amerikan coğrafyasının gelişimi. Konya: Çizgi Yayınevi.
Arı, Y. (2008). Coğrafyayı neden çok boyutlu olarak tanımlama ve öğretmeye ihtiyaç vardır? Özey, R. Ve
Demirci, A (Ed.), Coğrafya öğretiminde yöntem ve yaklaşımlar içinde (ss. 1-22). İstanbul: Aktif Yayınevi.
Balcı, A. (2005). Sosyal bilimlerde araştırma: Yöntem, teknik ve ilkeler (5. bs.). Ankara: Pegem A Yayınları.
Büyüköztürk, Ş., Çakmak, E.K, Akgün, Ö.E, Karadeniz, Ş., Demirel, F. (2011). Bilimsel araştırma yöntem-
leri (8. bs.). Ankara: Pegem Akademi.
Cresswell, J. W. (2009). Research design qualitative, quantitative and mixed method approaches (3rd
ed.). Sage Publications: Los Angeles.
Doğanay, H. (2011). Anlamı, tanımı, konusu ve felsefesi bakımından coğrafya ilmi hakkında bazı düşün-
celer. Doğu Coğrafya Dergisi,25(1), 1-44.
Doherty, M. E. and Shemberg, K. M. (1978). Asking questions about behaviour: An Introduction to what
psychologists do (2nd ed.). Glenview: Scott Foresman & Co.
Erkal, T. ve Taş, B. (2013). Jeomorfoloji ve insan: Uygulamalı jeomorfoloji. İstanbul: Yeditepe yayınları.

16
Erkuş, A. (2005). Bilimsel araştırma sarmalı. Ankara: Seçkin.
Fraenkel, J. R. and Wallen, N. E. (2006). How to design and evaluate reserach in education. New York:
McGraw-Hill International Edition.
Karasar, N. (2005). Bilimsel araştırma yöntemi: Kavramlar, ilkeler, teknikler (15. bs.). Ankara: Nobel Yayın
Dağıtım.
Kuhn, S. T. (2006). Bilimsel devrimlerin yapısı, (N. Kuyaş, Çev.). İstanbul: Kırmızı Yayınları.
Martyn, S. (2008). Purpose of research. Retrieved 13 Nov. 2012 from Explorable: http://explorable.
com/purpose-of-research.html
Neuman, W.L. (2006). Social research methods: Qualitative and quantitative approaches (6nd ed.) Bos-
ton, MA: Pearson.
Pattison, W. Coğrafya´nın Dört Geleneği (Y. Arı, Çev.). Ege Coğrafya Dergisi, 12(2), 19-125. (İlk basım
tarihi 1964, Orijinal isim: The four traditions of geography).
Sarantakos, S. (1998). Social research (2nd ed.). London: Macmillan Press Ltd.
Seyidoğlu, H. (2000). Bilimsel araştırma ve yazma el kitabı (8. bs.). İstanbul: Güzem.
Sezgin, F. (2011). Bilim tarihi sohbetleri. Söyleşi: Sefer Turan (3. bs.). İstanbul: Timaş.
Silvermen, D. (2007). Doing qualitative research. Los Angeles: Sage Publications.
Singleton, R., Straits, M. M., McAllister R.J., Straits B. C. (2009). Approaches to social research. (5th Ed.).
New York: Oxford University Press.
Şimşek, H. (1997). 21. yüzyılda paradigmalar savaşı, kaostaki Türkiye. İstanbul: Sistem yayıncılık.
TDK, Türk Dil Kurumu, Büyük Türkçe Sözlük. 4 Ekim 2012 tarihinde http://tdkterim.gov.tr/bts/ adresin-
den erişildi.
Tonta, Y. (2012). sosyal bilimlerde araştırma yöntemleri. 10 Ekim 2012 tarihinde http://www.acikders.
org.tr /course/view.php?id=80. adresinden erişildi.
Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2005). Sosyal bilimlerde nitel araştırma yöntemleri (Genişletilmiş 5. bs.). An-
kara: Seçkin.
Okuma Listesi
Arıkan, R. (2000). Araştırma teknikleri ve rapor yazma. Ankara: Gazi Kitabevi.
Arlı, M. ve Nazik, M. H. (2003). Bilimsel araştırmaya giriş. Ankara: Başak.
Baloğlu, B. (2009). Sosyal bilimlerde araştırma yöntemi (4. bs.). İstanbul: Der Yayınları.
Baş, T. (2001). Anket: Anket nasıl hazırlanır? Anket nasıl uygulanır? Anket nasıl değerlendirilir? Ankara:
Seçkin.
Day, R. A. (1996). Bilimsel bir makale nasıl yazılır ve yayımlanır? (G. A. Altay, Çev.). Ankara: TÜBİTAK.
Gökçe, O. (2006). İçerik analizi: Kuramsal ve pratik bilgiler. Ankara: Siyasal Kitabevi.
Neuman, W. L. (2008). Toplumsal araştırma yöntemleri: Nitel ve nicel yaklaşımlar (2. cilt) (2. bs.) (S.
Özge, Çev.). İstanbul: Yayınodası.
Şencan, H. (2007). Sosyal ve davranışsal bilimlerde bilimsel araştırma. Ankara: Seçkin.
Punch, K. F. (2011). Sosyal araştırmalara giriş, nicel ve nitel yaklaşımlar (D. Bayrak, H. B. Aslan, Z. Akyüz,
Çev.). Ankara: Siyasal Kitabevi.

17
18
İKİNCİ BÖLÜM
COĞRAFİ DÜŞÜNCENİN
DEĞİŞİMİ VE PARADİGMALAR
İlhan KAYA
Yıldız Teknik Üniversitesi

Coğrafi Bilgi Üretiminin Bağlamı


Coğrafi Düşüncedeki Değişimler
Ampirik-Analitik Yaklaşımlar
Yorumlamacı Yaklaşımlar
Eleştirel Yaklaşımlar

Giriş
Bilimsel çalışmalarda veri oldukça önemlidir. Verisiz konuşmak ve yazmak sorunlu bir yaklaşımdır. Veri ol-
madan, düşünen insanları ikna etmeniz mümkün değildir. Ancak verinin anlamlandırılması, en az verinin
kendisi ve niteliği kadar önemlidir. Parçalar halindeki verilerin ve bilgi kırıntılarının neleri ifade ettiği, hangi
anlamları içerdiği ve bunların kavramlaştırılması; ancak derinlikli bir teorik çerçeve ve entelektüel bir birikim
ile olabilir. Bu ise hemen başarılabilecek bir bilimsel düzey değildir. Bu anlamda bilginin doğası, oluşturulma
ve anlamlandırma süreci ve bunun sunulma biçimi ayrı bir hüner ister ve bunu herkes kolaylıkla başarama-
yabilir.
Bir araştırmacının elinde çok miktarda veri olması, otomatik olarak o araştırmacının anlamlı bilgiler oluş-
turmasını sağlamaz. Eğer böyle bir şey olsaydı, en derinlikli bilgileri ve düşence üretimini istatistik kurumla-
rının yapması gerekirdi. Başka bir örnekle bunu daha somut hale getirebiliriz. Muhtemelen Karl Marks’tan
önce de insanlar, zengin ile fakir arasında bir kısım farklılıklarının olduğunu, bunun toplumda ayrışmalara
ve farklılaşmalara yol açtığını görüyorlardı ve biliyorlardı. Bu kanaatlerini ve bilgilerini gündelik hayatın içeri-
sinde, sistematik olmayan gözlemlerle edindikleri verilerle oluşturmuşlardı. Ancak Karl Marks’ın bunları kav-
ramlaştırması, anlamlı bilgilere ve teorik çerçevelere dönüştürmesi, onu sosyal bilimlerin düşünce tarihin-
de sıradan insanlardan ve araştırmacılardan farklı bir yere koydu. Marks, toplumdaki sınıfsal mücadeleler,
bunların tarihsel arka planları ve sosyo-ekonomik yansımaları konusunda yepyeni açılımlar getirdi ve sosyal
bilimler üzerinde büyük etkiler bıraktı. O’nun kavramlaştırmaları, toplumdaki sosyal, politik, ekonomik ve
kültürel ilişkileri anlamaya ayrı bir boyut getirdi. Marks’ın sergilediği ontolojik ve epistemolojik yaklaşımlar
vardı. Nelerin bilinebileceği ve nelerin bilinemeyeceği, bilinen şeylerin nasıl bilinebileceği, neye dayanarak

19
bilindiği konusunda bir yaklaşım ortaya koydu. Bu da onu sıradan hikmetler serdeden diğer düşünür ve en-
telektüellerden farklı kılmış ve sosyal bilimler üzerinde büyük etkiler bırakmasına neden olmuştur (Bassett,
2009). Aynı şekilde Newton’dan önce de insanlar, ağaçlardan elmaların, armutların ve ayvaların düştüğünü
görüyorlardı ve belki de üzerinde düşünme ihtiyacı duymuyorlardı. Ancak Newton, düşen elmayı fark ettiği
gibi bu düşmenin ne anlama geldiğini de kavrayabilmiş biriydi. O da fen bilimlerinde çığır açacak ve yeni
gelişmeleri sağlayacak kavramlaştırmalar yaptı ve formüller üretti.
İşte bu anlamda bilim insanı, sıradan insanın bakıp da göremediği olay veya olguları görebilen, bunlar ara-
sında anlamlı ilişkiler kurabilen, bunlar hakkında kavramlaştırmalar yapabilen kişidir. Bu da, sadece verilere
dayanılarak geliştirilen bir beceri değildir. Bu konuda yapılmış olan çalışmalar, oluşturulan entelektüel bi-
rikim, kavramlaştırmalar ve teorik çerçeveler yol göstericidir. Çünkü bilgi kümülatiftir. Farklı beyinlerin ve
düşüncelerin biriktirdikleri ortak mirastır. Bu insanların, öncekilerin birikimlerine dayanarak oluşturdukları
düşünme, anlama ve anlamlandırmaların, münferit olay, olgu ve nesneleri anlamada büyük bir önemi var-
dır. Bu bakımdan sadece veriye dayanmak, bu birikim ve mirası görmezlikten gelmeyi ve bundan faydalan-
mayı güçleştirir.
Teori ile veri arasında bir ilişkinin kurulması, Türk coğrafyasında yaygın bir gelenek değildir. Bu, aslında Türki-
ye’de coğrafya biliminin yaşadığı en önemli sorunlardan biridir ve sistematik bir çalışma yapmayı da zorlaş-
tırmaktadır. Bu nedenle, coğrafya araştırmalarında üretilen bilginin ontolojik ve epistemolojik boyutları üze-
rinde pek durulmaz ve bunların, felsefenin veya diğer sosyal bilimlerin ilgilenmesi gereken konular olduğu
düşünülür (Kaya, 2005). Hâlbuki durum hiç de öyle değildir. İster fiziki coğrafya, ister beşeri coğrafya, isterse
coğrafya eğitimi çalışılsın, varlık hakkında bir kısım varsayımlarda bulunuyoruz ve onların nasıl bilinebileceği
konusunda farklı yollar izliyoruz. Bu da, ister istemez bizi, ontolojik ve epistemolojik sorulara götürmekte,
neyi bilemeyeceğimiz ve nasıl bileceğimiz konuları üzerinde düşünmeyi zorunlu kılmaktadır.
Coğrafyanın bir bilme şekli olduğunu ve bunun da kendine göre bir kısım ontolojik ve epistemolojik yak-
laşımlar gerektirdiğini bilmemizde fayda vardır (Peet, 1998). Başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İn-
giltere olmak üzere Batı dünyasındaki coğrafyanın gelişimine baktığımızda, ne zaman yüzeysel ve tasvire
dayalı bir yaklaşım sergilendi ise coğrafya akademik bir disiplin olarak, hem akademik camia hem de toplum
nezdinde sorunlar yaşamıştır. Ne zaman ki işin entelektüel boyutu ıskalanmış ve teorik tartışmaların dışında
kalınmışsa, o zaman coğrafya da çağın ruhunu okuyamamış ve istenen gelişmeyi sağlayamamıştır (Murp-
hy, 2006). Sonuçta coğrafya, akademik dünyanın bilgi ve düşünce üretim süreçlerinden bağımsız olamaz.
Aynı şekilde coğrafyacılar, içerisinde yaşadıkları toplumun değerlerinden, değişimlerinden, kaygılarından ve
dünya bakışlarından bağımsız değildir. Örneğin coğrafya, coğrafi keşiflerin olduğu dönemlerde, dönemin ih-
tiyaçlarına uygun olarak daha çok haritacılık ve keşfedilen bölgelerin envanterlerinin çıkarılması şeklinde bir
fonksiyon görmüştür (Gregory, 1995). Bu yaklaşım, büyük ölçüde sömürge döneminde de devam etmiştir.
Bu dönem, Fiziki Coğrafya araştırmalarının daha yoğun olarak yapıldığı bir dönemdir. Alexander von Hum-
bolt ve William Morris Davis gibi coğrafyacılar bu geleneğin kurucuları sayılır.
Burada anlatılmak istenen diğer bir mevzu, coğrafi bilgi üretiminde bir kısım dönemselliklerin, bağlamsallık-
ların ve konjonktürlerin etkili olduğudur. Bu da ontolojik, epistemolojik ve metodolojik soruların değişmesi
ve yeni yaklaşımların geliştirilmesi anlamına gelmektedir. Bu yaklaşımlara ve bu yaklaşımların üzerinde or-
taklaştıkları ontolojik, epistemolojik ve metodolojik düşence çerçevelerine veya kalıplarına paradigma denir
(Kuhn, 1962). Bu kavramı bilimsel çalışmaların niteliğini anlatmak için ilk kez kullanan kişi ünlü bilim tarihçisi
Thomas Kuhn’dur. Kuhn’a göre paradigma geniş anlamıyla, bilimsel bir geleneği ve değerler dizisini ifade
eder (Kuhn, 1962). Aslında belli bir takım sosyal, ekonomik, kültürel veya siyasi sorunlara karşı bir kısım
bilim insanın ortaklaştığı değerler dizisinden bahsetmekteyiz. Bu anlamda, bir paradigmanın bazı dönemler
taraftarları çok olabilir, bazı dönemler ise taraftarlarını kaybedebilir. Hatta büsbütün anlamını yitirebilir ve

20
ortadan kalkabilir. Bu bakımdan, paradigmalar bir bakıma içerisinde doğdukları toplumsal, siyasi, ekonomik
ve kültürel bağlamın ürünleridir. Uzun soluklu da olabilirler, kısa soluklu da.
Thomas Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı adlı eserinde paradigma kavramından bahsederken, varlığın nasıl
tanımlanacağı, nasıl bilinebileceği, hangi soruların sorularak bilinebileceği, bu soruların nasıl sorulacağı, elde
edilen bilgilerin nasıl yorumlanabileceği gibi konulara değinmektedir (Kuhn, 1962). Dolayısıyla, bir paradig-
madan bahsederken, kendine özgü ontolojisi, epistemolojisi ve metodolojisi ima edilmektedir. Bu bakım-
dan, paradigma bir kuram (teori) değildir. Paradigma, uzun deneyimleri ve kanıtlarını içerisinde barındıran,
bir olay ya da olguyu bilmek için sergilenen yaklaşım, benimsenen stratejiler ve izlenen yöntemleri içeren bir
modeldir (Henderson & Waterstone, 2009).
Kuhn, bir paradigmadan bir paradigmaya geçişin devrimsel boyutu olduğuna inanır. Buna göre, bir bilimsel
yaklaşım belli bir dönemin ihtiyaçlarına cevap verir nitelikte ise, bir süre sonra bir taraftar kitlesine ulaşır ve
bilimsel bilgi üretimi için model olur. Örneğin sömürgecilik ve coğrafi keşifler döneminde, dünyanın farklı
bölgelerinin tasvirlerinin yapılması, coğrafyanın öncelikleri arasına girmeye başlamıştır. Bu bakımdan farklı
bölgelerin beşeri ve fiziki özelliklerinin tespiti, orada yetişen bitki ve hayvan türlerinin sınıflandırılması ve
insan topluluklarının temel özelliklerinin ortaya konulması konusunda önemli çalışmalar yapılmıştır (Gre-
gory, 1995). Ancak zaman içerisinde bu çalışmaların yüzeysel olduğu, toplumsal ve kültürel değerleri, top-
lumun karmaşık yapısını ve toplumdaki güç ilişkilerini anlamada eksik kaldığı düşünülmüş ve bu paradigma
eleştirilere uğramıştır. Bu tip coğrafi araştırmalar yapanların sayısı giderek azalmış, bilim camiasındaki yeri
sorgulanmaya başlanmıştır.
Bir paradigmanın mensuplarının sayısının azalması, otomatik olarak o paradigmayı ortadan kaldırmaz. Az
sayıda temsilci ile de yoluna devam edebilir. Bu anlamda, bölgesel tasvirler bölgesel coğrafyaya dönüşerek,
günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Ancak söz konusu yaklaşım, artık ana akım (mainstream) yaklaşım
olmaktan çıkmış, yerini yeni modellere (pozitivizm, hümanizm ve postmodernizm gibi) bırakmıştır. Bu da
Thomas Kuhn’un bahsettiği bilimsel devrim olayıdır. Bir paradigma düşüşe geçerken, ötekisi yükselişe geç-
mektedir. Bu, bir yaklaşımın veya düşünce üretim modelinin yaygın değerini kaybederek, yerini başka bir
yaklaşım veya düşünce üretim modeline bırakması olayıdır.
Burada aslında anlatılmak istenen şudur: bilimsel bilgi ve onu üretme biçimi dinamiktir ve zamanın ve top-
lumun ihtiyaçlarına göre yeni formlar alır. Bu yeni form ve modellere de paradigma diyoruz. Anglosakson
coğrafyasında coğrafi düşüncenin tarihi, değişimi ve yeniden biçim alışı, önemli bir çalışma alanıdır. Böylece
disiplinin durumu değerlendirilmekte, durum tespitleri yapılmakta ve buna göre bir gelecek kurgusu ya-
pılmaktadır. Bunun Türkiye’de yapıldığını söylemek oldukça güçtür (Kaya, 2005). Bu, Türkiye coğrafyasında
bir kısım dönemselliklerin ve bu dönemselliklerde ortaya çıkan bir kısım paradigmaların olmadığı anlamına
gelmez. Buradaki sorun, bu tür tanımlamaların ve kavramlaştırmaların henüz yapılmamış olmasıdır.

Coğrafi Bilgi Üretiminin Bağlamı


Coğrafyanın akademik bir disiplin olarak ortaya çıkması, kurumsallaşması ve farklı paradigmalar ile dönüş-
mesi, farklı evrelerden geçmesi ile mümkün olmuştur. Bu bakımdan, coğrafyanın gelişim tarihine bakıldı-
ğında, farklı dönemselliklerden bahsetmek mümkündür. İlk dönemlerde seyahatnameler, bölgesel tasvirler
ve haritacılık gibi çalışmalarla sınırlı olan coğrafi bilgi üretimi, Aydınlanma Çağı ile birlikte profesyonel bir
akademik disiplinin doğuşuyla sonuçlanmıştır (Arı, 2005). Aydınlanma ile birlikte, coğrafya daha kurumsal-
laşan ve sistematize olan bir disipline dönüşmüştür. Ancak bu dönemde, coğrafyanın araçsallaştırılması ve
coğrafi bilginin yeni yerlerin işgali ve sömürgeleştirilmesi için kullanılması söz konusu olmuştur (Gregory,
1979). Çevresel Determinizm ile birlikte de bu faaliyetlerin meşrulaştırılması süreci ve bunun bilimsel bir
kisve içerisinde sunulması dikkat çekicidir (Gregory, 2004).

21
Coğrafyanın akademik bir disiplin olarak ortaya çıkması ve üniversitelerde yer edinmesinden sonra da, coğ-
rafi bilgi ve üretimi dönemin koşullarına göre nitelik değiştirmiştir. Sömürge döneminde saha araştırmaları
ile önem kazanan coğrafya, dönemin Darvinci görüşlerinden ve sosyal bilimlerin yaklaşım biçiminden etki-
lenmiş ve Çevresel Determinizmin etkisi altına girmiştir (Kaya, 2005). Ancak daha sonra kültürel coğrafya
araştırmaları ile farklı kültürel deneyim ve insanın özne olarak doğayı değiştirme kapasitesinin anlaşılması ile
olabilircilik (possibilizm) fikri benimsenmiştir (Özgüç & Tümertekin, 2000). 20. yüzyılın ortalarından itibaren
ise pozitivizmin, daha sonraki dönemlerde ise postpozitivist, postyapısalcı ve postmodernizmin etkin oldu-
ğu dönemler olmuştur. Coğrafyanın bir akademik disiplin olarak ortaya çıkmasından, kimliklerin, siyasetin,
bedenin, sembollerin ve güç ilişkilerinin fazlaca tartışıldığı postmodern döneme kadar oldukça renkli ve fark-
lı paradigmalar ortaya çıkmış ve coğrafyanın dönüşmesini sağlamıştır.
Almanya ve Fransa, coğrafyayı formel disiplinlere dönüştüren ilk ülkeler olmuştur. Coğrafya, ilk başlarda
Fiziki Coğrafya yönü ağır basan bir akademik disiplin olarak kurumsallaşmış; ancak daha sonra insan-çevre
odaklı bir disipline dönüşmüştür. Bu anlamda, Alexander von Humbolt, Thomas Henry Huxley, Halford John
Mackinder’in çalışmaları, coğrafyanın akademik bir disiplin olarak ortaya çıkmasını sağlamış, 19. yüzyılda
bağımsız bir akademik disipline dönüşmesiyle sonuçlanmış ve üniversitelerde okutulmaya başlanmıştır
(Murphy, 2007).
Kuzey Amerika’da coğrafyanın ne olduğu ve nasıl çalışılması gerektiği konusundaki tartışmalar, coğrafyanın
bir disiplin olarak ortaya çıktığı ilk zamanlara kadar uzanır. İlk dönemler Avrupa’ya benzer olarak, fiziki coğ-
rafyanın daha fazla taraftar bulduğu bir dönemdir. Bu dönemde W. M. Davis’in Fiziki Coğrafya ve Jeomor-
foloji çalışmaları dikkat çekicidir. O dönemdeki diğer birçok coğrafyacı gibi Ratzel’den etkilenen ve Amerika
Coğrafyacılar Birliğinin (AAG) başkanlığını yapan Davis, geliştirdiği Aşınım Döngüsü Teorisi ile yeryüzü şekil-
lerinin evrimini açıklamaya çalışmış ve coğrafyacıların dikkatlerini üzerine çekmiştir. O da birçok çağdaşı gibi
fiziki çevrenin insan faaliyetleri üzerindeki belirleyiciliğine inanıyordu (Arı, 2005).
Sömürgecilik sırasında ve sonrasındaki çalışmalarda determinist etkiler oldukça baskındır. Özellikle 1920’li
yıllar, Çevresel Determinizm’in daha belirgin hale geldiği bir dönemdir. Bu yaklaşımın en önemli temsilcileri
olan Ellen Churchill Semple, Ellsworth Huntington ve Thomas Griffith Taylor, fiziki çevre koşullarının insan
davranışları ile ekonomi ve uygarlık faaliyetlerini belirlediğini savunmuşlardır (Unwin, 1992). Bu yaklaşımlar
aynı zamanda sömürgeciliğin meşrulaştırılmasının söylemsel aracı olmuştur. Örneğin Afrika’daki topluluklar
ve milletlerin kendilerini yönetecek entelektüel, siyasi ve idari birikime sahip olmadıkları ve Avrupalı dev-
letlerin bunu daha iyi yapabileceği ifade edilerek sömürgecilik meşrulaştırılmıştır (Abu-Lughod, 1989). Bu
nedenle Rogers bu yaklaşımla yapılan coğrafyayı etik bulmamaktadır.
Çevresel Determinizm ve bunun sosyal olaylara uyarlanmış hali olan Sosyal Darwinizm’in önemli savunucu-
larından olan Allen Churchill Semple, Ratzel’in Anthropogeographie eserinden derin bir şekilde etkilenmiştir.
Darwin’in birçok fikrini de benimseyen Semple’ın fikirleri ırkçı izler taşıyor ve sömürgecilik ve emperyalizmi
meşru faaliyetler olarak görüyordu. Semple ve onun gibi düşünen coğrafyacılar medeniyetlerin yükselişi ile
doğal çevre koşulları arasında direk bir ilişki kurarak, Çevresel Determinizmin hâkimiyetini kabul ediyorlardı.
Bu anlamda, ılıman iklim bölgelerindeki insanların dünyaya egemen olmasındaki birinci faktörün, fiziki çevre
koşulları (özelliklede iklimin) olduğu kabul ediliyordu (Tümertekin & Özgüç, 1998).
Ancak 20. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren, Çevresel Determinizm ciddi manada eleştirilmeye başlandı. Bu
anlamda İnsan Ekolojisi Olarak Coğrafya makalesinde Çevresel Determinizme önemli eleştiriler yönelten
Barrows, coğrafyanın asıl konusunun bir yerin fiziki coğrafya özelliklerini ortaya koymak değil, çevre ile in-
san arasındaki ilişkileri incelemek olduğunu savunuyordu (Barrows, 1923). Bir aktör ve özne olarak insanın,
doğanın kontrolündeki pasif bir varlık olmadığını, çevreyi dönüştüren ve onu etkileyen bir varlık olduğunu
vurguluyordu. Çevresel Determinizme önemli eleştiriler getiren diğer bir akım ise Kültürel Coğrafya ekolü-

22
dür. Carl Sauer tarafından temsil edilen bu akım, Çevresel Determinizmi eleştirerek, insanın çevreyi dönüş-
türme gücünün görmezlikten geldiğini vurgulamıştır. Coğrafyada Berkley ekolü olarak tanımlanan bu akım,
kültürel peyzajın ve insanın çevre üzerindeki etkisinin anlaşılması gerektiğini savunmuştur. Kültürel Coğrafya
ekolü, bir kısım değişikler geçirerek coğrafyada varlığını bugün de sürdürmektedir (Gregory, 1994). Peyzajın
Morfolojisi (The Morphology of Landscape) kitabının yazarı Carl Sauer, Çevresel Determinizmi eleştirerek,
coğrafyanın asıl çalışma konusunun kültürel peyzaj olduğunu belirtiyordu (Sauer, 1925). Berkley ekolünün
mimarı olarak kabul edilen Sauer’ın görüşleri Kuzey Amerika’da akademik coğrafyanın içeriği ve nasıl çalışıl-
dığı konusunda çok önemli değişikliklerin yaşanmasını sağladı (Arı, 2005).
Türk coğrafyasında da zaman zaman çevreci determinist yaklaşımı eleştiren yazılar yazılmış olmasına rağ-
men, Amerikan coğrafya literatüründe 1920’lerde sona ermiş olan bu anlayış, aradan neredeyse 100 yıl
geçmiş olmasına rağmen Türkçe coğrafi literatürde halen görülebilmekte hatta bu literatürü domine et-
mektedir. Yücel (1987, 1) bu anlayışı ‘sakat coğrafi görüş’ olarak kabul etmiş; Özgüç ve Tümertekin başka
kaynaklardan alıntı ile bu anlayışın ‘ne bilimsel olarak bir şey ifade eder ne de ahlaki olarak kabul edilebilir bir
yaklaşım olduğunu’; Doğanay (2011, 15) ise ‘modası çoktan geçmiş ve yaklaşık 1850-1900 devresinde kal-
mış determinist görüşlerle coğrafya araştırmaları yapmak, coğrafyanın bütünlüğünü zedeleyen bir yaklaşım
olur’ diyerek bu anlayışa karşı çıkmışlardır. Ancak her nedense çok açıkça ifade edilen bu görüşler coğrafyada
bu determinist paradigmanın terk edilmesini sağlayamamıştır.
Çevresel Determinizm’in sorgulanması, alternatif bakış açılarının gelişmesiyle sonuçlandı. Bu anlamda ör-
neğin, ABD’de klasik tasviri coğrafyanın yerini alansal farklılaşmayı önceleyen Bölgesel Coğrafya almaya baş-
ladı. Richard Harshorne gibi AAG’nin başkanlığını da yapmış coğrafyacıların temsilciliğini yaptığı Bölgesel
Coğrafya, farklı mekânların özgünlüğüne odaklanan bir yaklaşım olarak ön plana çıktı. Richard Hartshorne
1939 yılında yazdığı Coğrafyanın Doğası (The Nature of Geography) isimli eserinde, Bölgesel Coğrafya’nın en
yüksek düzeyli coğrafya olduğunu savunuyordu (Hartshorne, 1939). Bu dönem, monografya tarzı çalışmala-
rın fazlaca yapıldığı bir periyodu temsil eder. Türkiye’deki dar alanlı araştırmalar da, bu minvalde düşünülebi-
lecek araştırmalardır. Fakat Bölgesel Coğrafya araştırmaları, daha sonra başta Kantitatif Devrim olmak üzere
diğer coğrafi yaklaşımlar tarafından şiddetle eleştirilmiş ve zayıflamaya başlamıştır. Bu anlamda, Anglosak-
son coğrafya araştırmalarında ve coğrafi bilgi üretiminde asıl önemli değişiklikler, 1950’li yılların sonunda
başlayan, coğrafyanın yöntemlerinin ve bilgi üretim sisteminin “bilimsel” olmadığını savunan ve modern bi-
limsel araştırma yöntemlerinin coğrafyaya uyarlanmasını isteyen “Kantitatif Coğrafya” akımı ile başlamıştır.
Anglosakson coğrafyada eğer bir düşünsel kriz dönemi tanımlanacaksa o da 1920’lerde başlayan ve
1960’lara kadar devam eden dönemdir. Çevresel Determinizmin oluşturduğu olumsuz bakış açısı, Bölgesel
Coğrafyanın katalogçu ve tasvire dayalı yüzeysel yaklaşımı ve Kültürel Coğrafyanın toplum-çevre ilişkilerini
açıklamadaki eksikliği, coğrafyanın ABD’de prestij kaybetmesine neden olmuştur. Başta Harvard, Yale ve
Cornell olmak üzere birçok prestijli üniversite, coğrafyadan akademik bir disiplin olmayacağını belirtmiş ve
coğrafya bölümlerini kapatmaya başlamıştır (Murphy, 2007; Unwin, 1992).
I. Dünya Savaşı’ndan sonra başta ABD olmak üzere birçok ülkede, bir içe kapanma süreci yaşandı. Bu da coğ-
rafyanın ulusal sınırların dışına çıkmaması gibi garip bir durum oluşturdu. Bir çeşit izolasyonun yaşandığı bu
dönemde, coğrafyaya ilgi azaldı. Coğrafyaya olan ilginin azlığı sadece izolasyondan kaynaklanmıyordu. Pozi-
tivist yaklaşımların bilimsel araştırmalarda egemen olması, coğrafyanın ise henüz böyle bir sürece girmemiş
olması ve farklı bölgeler hakkında spesifik bilgiler sunan bir disiplin olarak görülmesi, coğrafyanın akademik
dünyada değer kaybetmesine neden oldu.
Pozitivizm spesifik bilgilerden çok evrensel doğrular peşinde iken (nomotetik bilim), coğrafya mekânsal
farklılıklar ve özgünlükler (idiyografik bilim) peşinde idi. Ayrıca pozitivizm ile yaygın hale gelen uzmanlaş-
ma, coğrafya gibi çok farklı eğilimleri bir arada tutan bir disiplini üniversite yöneticilerinin gözünde daha da

23
sorunlu hale getirdi. Bu da akademik alanda coğrafyanın kendine bir yer bulmasını güçleştirdi. Coğrafyanın
katalogçu yapısı ve toplum-çevre arasındaki ilişkiler konusundaki sorunlu genellemeleri, coğrafyanın özgün
bir akademik disiplin olarak kendine yer edinmesini zorlaştırdı. Harvard Üniversitesi’nin rektörü coğrafya
bölümünü kapatırken, coğrafyanın üniversite seviyesinde akademik bir disiplin olmadığını savunması bunun
en belirgin yansıması idi (Murphy, 2007).
Bu dönem, coğrafyacıların özgüven kaybı yaşadıkları bir dönemdir. Ancak coğrafyacılar bu kriz döneminden
güçlü çıkmayı başardılar. Özellikle 1950’li yıllarda başlayan Kantitatif Devrim veya Sayısal Devrim, coğrafya-
nın kendini yeniden tanımlanmasına ve bilimsel pozisyonunu yeniden belirlemesine neden oldu. Coğrafya
için bu dönem yeniden aydınlanma dönemidir. Coğrafyacılar ciddi teorik tartışmalara girmiş ve bilimsel are-
nada kendine yeniden saygın bir yer edinmiştir. Bir taraftan coğrafya bölümleri kapatılırken, öte taraftan
coğrafyacılar coğrafyanın ne olduğu ve coğrafyacıların ne yaptığı konusunda aydınlatıcı teorik tartışmalar
yürütüyorlardı. Coğrafyanın fiziki ve beşeri coğrafya şeklinde iki ayrı uzmanlık alanına ayrılması, en hara-
retli tartışmaların başında geliyordu (Gregory, 1995). Bu tartışmalar coğrafya içinde fiziki coğrafya ve beşeri
coğrafya olarak iki alt alanın oluşması ile sonuçlandı. Birçok bölüm ya fiziki coğrafya ya da beşeri coğrafya
konusunda uzmanlaştı.
Fiziki ve beşerî coğrafya ayrımlarının yanında, coğrafyanın yeterince “bilimsel” olmadığı yönündeki tartışma-
lar uzun süre coğrafyacıların gündemini işgal etti. Coğrafyanın fazlaca tasvirci olduğu, üniversitelerde oku-
tulabilecek bağımsız bir disiplin olmadığı; ancak ilköğretim ve ortaöğretim kurumlarında okutulabilecek bir
ders olabileceği iddia edildi. Coğrafyanın bir disiplin olarak farklı mekânlar ve insanlar hakkında basit veriler
sunan katalogcu bir disiplin olduğu ve entelektüel katkılar sunabilecek derinlikte olmadığı sıklıkla vurgula-
nan bir durumdu. Bu iddiaların sahipleri, sadece coğrafya dışındaki entelektüel çevrelerden gelmiyordu.
Aynı zamanda coğrafya içinden de bu konuda önemli eleştiriler mevcuttu. Bu eleştiriler, coğrafyacıları yeni
arayışlara itti (Bkz. Figure 1). Bu da, coğrafya içinde birbirinden çok farklı yeni yaklaşımların veya paradigma-
ların ortaya çıkmasına neden oldu (Unwin, 1992).

Şekil 1: Coğrafi Düşüncenin Değişim Serüveni (Peet, 1998)

24
Yeni Paradigmalar Dönemi ve Coğrafi Düşüncedeki Değişimler
Coğrafyanın sosyal teori ile tanışması, coğrafi düşüncenin gelişmesini ve diğer disiplinler ile entelektüel etki-
leşimlere girmesini sağladı. Coğrafya, zamanla sosyal teoriye katkı sağlayan bir disipline dönüştü. Mekânsal
perspektif, sosyal teorinin ve diğer sosyal bilimlerin ilgilendikleri ve analizlerine ekledikleri bir perspektif oldu
(Warf, 1995). Bu anlamda, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren etkili olan ana akım paradigmalara baktığı-
mızda üç temel yaklaşımın ön plana çıktığı görürüz (Bkz. Şekil 2). Ampirik-Analitik yaklaşımlar, Tarihsel-Yo-
rumlayıcı yaklaşımlar ve Eleştirel Yaklaşımlar (Unwin, 1992). Ancak burada şunu ifade etmekte fayda var. Her
ne kadar yeni paradigmalar dönemi coğrafyanın bambaşka bir çehre kazanmasına neden olsa da, eski gele-
nekler tamamıyla ortadan kalkmadı. Bazıları yeni formlar alarak coğrafyanın içerisinde yeniden bir konum
edindi. Örneğin Kültürel Coğrafya Yeni Kültürel Coğrafya, Bölgesel Coğrafya ise Yeni Bölgesel Coğrafya olarak
tekrar disiplin içinde arzı endam etti. Sosyal teori ile bezenmiş bu yeni coğrafyalar, ufuk açıcı yaklaşımları ile
coğrafyanın dinamik yapısı içinde kendilerine yer buldular. Zaten yukarıda da ifade edildiği gibi, paradigmatik
değişim, eski paradigmanın yok olması demek değildir. Çoğu zaman eski paradigma eğer krizi atlatabilirse,
yeni bir form alarak disiplin içerisinde varlığını sürdürür.
Şekil 2: 1950 Sonrası Coğrafi Düşüncede Değişim ve Yeni Paradigmalar Dönemi (Unwin, 1992)

Ampirik-Analitik Yaklaşımlar
Ampirik-Analitik yaklaşımlar, Ampirizm ve Pozitivizm olmak üzere iki temel paradigmadan oluşur. Bu iki pa-
radigmanın ortaklaştığı temel nokta, ontolojik yaklaşımları ve araştırma yöntemlerindeki benzerlikte saklı-
dır. İkisi de varlığı “duyularla ölçülebilirlik” meselesi olarak görür ve ona göre bilimsel araştırmayı kurgularlar.

25
Bu bakımdan, istatistikî verilerin toplanması, analiz edilmesi ve değerlendirilmesi hem Ampirizm hem de
Pozitivizm için oldukça önemlidir. Farklılaştıkları nokta ise teori-veri ilişkisi noktasındadır. Pozitivizm, bir hi-
potezin kurulması ve sınanmasını önemserken, Ampirizm için bu önemli değildir.
Ampirizm
Ampirizm bilginin ve anlamanın duyularla tecrübeye dayandığını kabul eden bir felsefi akımdır. Her ne kadar
kökeni eski Yunan felsefesine dayansa da, Ampirizm 17.yüzyılda John Locke gibi bilim felsefecileri tarafından
formüle edilen ve modern düşüncelerin temelini oluşturan bir felsefi akımdır. Deneyselcilik olarak da ad-
landırılan Ampirizm, deneysel bilimin epistemolojik temelini oluşturmaktadır (Warf, 2006a). Bugün birçok
coğrafyacı ve bilim insanı, iddialarını ampirik verilere dayandırarak meşrulaştırır.
Ampirizme göre ontolojik olarak gerçekler, ölçülebilen olgu, durum ve olaylardır. Bu bakımdan bilim, ölçü-
lebilen gerçekler ve objeleri açıklamakla meşgul olmalıdır. Duyularla ölçülebilirlik, bilimsel araştırmanın te-
melidir. Bu nedenle, epistemolojik olarak coğrafi araştırmalar, duyularla ölçülebilen gerçekleri araştırmakla
mükelleftir (Kitchin & Tate, 2000). Teoriye ihtiyaç yoktur; çünkü rakamlar avukata ihtiyaç duymaz ve kendi
adlarına konuşabilir ve gerçeği yansıtabilirler.
Farklı formları olmakla birlikte Ampirizm, varlığın veya bir olgunun doğruluğunun test edilmesine dayanır.
Örneğin, taşın sert olduğunun veya dolabın içinde bir elmanın olduğunu taşa dokunarak veya dolabı açarak
öğrenebiliriz. Böylelikle bir bilginin doğruluğunu veya yanlışlığını test etmiş oluruz. Bu nedenle, duyularla öl-
çülebilen gerçeklere, objelere ve olgulara odaklanan Ampirizm, normatif sorularla ilgilenmez. Ölçülemeyen
gerçekler, bilimsel araştırma konusu olmazlar; çünkü ölçülemezler. Bu bakımdan metafizik, coğrafi araştır-
manın konusu olamaz. Niyetler ve toplumsal değerler araştırma konuları olamazlar; çünkü ölçülemezler ve
bundan dolayı da bilinemezler (Barnes, 2009a).
Ampirizme göre bilim bir olgunun nasıl olması gerektiği ile değil, nasıl olduğu ile ilgilenir. Ampiristlerin re-
aliteyi duyularla ölçülebilirliğe indirgemesi, özellikle rasyonalistler tarafından yoğun olarak eleştirilmiştir.
Rasyonalistler (akılcılar), insan aklının duyulardan bağımsız olarak sezgileri ile metafizik doğruları idrak ede-
bildiğini ifade etmektedirler. Rasyonalistlere göre Ampirizm, adalet, güzellik ve iyilik gibi değerleri doğrula-
yamamaktadır (Smith, 2006).
Ampirik araştırmalarda veri toplama araçları, çoktan seçmeli sorular ve standart ölçeklerdir. Hazırlanan so-
rular ve seçeneklere verilen cevaplar analiz edilir ve bunlardan anlamlı bilgiler üretilir. Somut bir örnek vere-
cek olursak; dünyadaki yoksulluğu çalışan bir araştırmacı, dünyada kaynakların nasıl dağılması gerektiği ile
ilgilenmez. Bunun yerine, kaynakların nasıl dağıldığı ile ilgilenir. Kaynakların nasıl dağılması gerektiği konusu,
değerlerle ilgili bir durumdur ve coğrafi araştırmanın konusu değildir (Kitchin & Tate, 2000).
Ampirizm, coğrafyaya Kantitatif Devrim üzerinden girmiştir. Ampirizm birçok yönüyle pozitivizm ile örtüşen
bir yaklaşımdır. Hatta Pozitivizm, Ampirizme ait tüm özellikleri barındırmakla birlikte, Ampirizmi de içine ala-
cak daha kapsayıcı bir yaklaşım olarak dikkat çeker. Ampirizmin, özellikle teori-veri ilişkisi konusunda yetersiz
kaldığı ifade edilmekte ve eleştirilmektedir (Smith, 2006).
Pozitivizm ve Kantitatif Devrim
Temelleri Fransız düşünür ve sosyolog Auguste Comte’nin bilim felsefesine dayanan pozitivizm, sübjektivi-
teyi değil objektiviteyi, betimlemeyi değil açıklamayı, yereli değil evrenseli, özeli değil geneli amaçlayan ve
buna göre araştırma prosedürleri ve yöntemleri geliştiren bir yaklaşımdır (Cloke, Philo, & Sadler, 1991). An-
cak bu, pozitivizmin yekpare bir düşünce akımı ve çerçevesi olduğu anlamına gelmez. Oldukça farklı formları
vardır (Yavan, 2005). Fakat coğrafya üzerinde etkili olan ise temelde mantıksal pozitivizmdir. Mantıksal po-
zitivizm 1920 ve 1930’larda Viyana’da ortaya çıkan ve Moritz Schlick etrafında toplanan ve “Viyana Halkası”

26
olarak adlandırılan felsefeciler ile Oscar Neurath, Friedrich Waismann, Rudolf Carnap ve Karl Popper (farklı
bir yaklaşımla) gibi düşünürler tarafından geliştirilen bir bilimsel düşünce akımıdır (Barnes, 2006a).
Mantıksal pozitivizme göre gerçek bilgi, mantıksal tutarlılık ve ampirik doğrulanmaya dayanır. Bu anlamda,
doğru bir önerme ile yanlış bir önermeyi ayırt edebilmek, felsefecileri sürekli meşgul etmiştir. Mantıksal
pozitivizm, analitik ve ampirik olmak üzere iki çeşit önermeden bahseder. Analitik önermeler, tanımlama
gereği olarak doğrudur ve aralarında mantıksal bir ilişki vardır. Bu nedenle, fen bilimleri, mantık ve matema-
tiğin temelini oluştururlar. Ampirik önermeler ise ampirik olarak, dünyadaki gerçekliklerin gözlemlenmesi
ile doğrulanabilir önermelerdir (Barnes, 2006a). Dolayısıyla, ampirik verilerdeki düzen, kanunlara ulaşmayı
sağlar ve bu da bilimsel açıklama için oldukça önemlidir.
Mantıksal pozitivizmin coğrafyada etkili olması 1950’li yılların sonlarına dayanır. Mantıksal pozitivizmi coğ-
rafyaya taşıyan ve coğrafyada Kantitatif Devrimi başlatanlar “Viyana Halkası”dan Gustav Bergmann’in öğ-
rencileri olan Fred Schaefer ve William Bunge, idi. Gustav Bergmann Viyana’dan ABD’ye göç eden ve Iowa
Üniversitesi’nde çalışan bir akademisyendi (Barnes, 2006b). Schaefer ve Bunge, tasviri ve bölgesel coğrafya
yaklaşımlarını eleştirerek, coğrafyanın mevcut haliyle bir bilim olmadığını ve bilim olması için bilimsel yön-
temin coğrafyaya uyarlanması gerektiğini savundular (Bunge, 1979; Schaefer, 1953). Bir kısım teorilerin/
hipotezlerin ortaya konularak, bunların test edilmesi ve modellerin oluşturulması gerektiğini vurguladılar.
İşin ilginç tarafı, daha sonra coğrafya disiplininde çok önemli bir yere sahip olacak olan ve Marksist coğrafya-
nın baş mimarlarından biri haline gelecek olan David Harvey’in de Kantitatif Devrimin teorik ve metodolojik
çerçevelerini belirleyen coğrafyacılardan biri olmasıydı. David Harvey’in Coğrafya’da Açıklama (Explanation
in Geography) adlı eseri, kantitatif coğrafya alanındaki en temel çalışmalardan biridir (Harvey, 1969). Ancak
Harvey, kısa süre sonra, kantitatif coğrafya macerasını terk edip, Marksist Coğrafya’nın en önemli teorisyen-
lerinden biri olmuştur.
Kantitatif Devrim, coğrafya içinde ilk temelli ontolojik, epistemolojik ve metodolojik tartışmaları başlatan
coğrafi düşünce akımı oldu (Barnes, 2006b). Bunun sonucunda, bölgesel coğrafyacılar ile kantitatif dev-
rimciler arasında çok büyük tartışmalar yaşandı. 20. yüzyılın ortalarından itibaren ortaya çıkan kantitatif
coğrafya ile birlikte coğrafyanın bilim anlayışı, amaçları ve çalışma biçiminde önemli değişiklikler oldu. Temel
bilimsel yaklaşımlarını pozitivizme dayandıran kantitatif devrimciler, bilgisayarlı istatistikî teknikleri, araştır-
malarda model kullanımını ve “objektif” bilimsel prosedürleri coğrafi araştırmalara uyarlamaya başladılar
(Gatrell, 2006). Pozitivist felsefeye dayanan kantitatif coğrafya, kısa zamanda birçok coğrafyacı tarafından
benimsenmiş ve en önemli paradigmalardan biri olmuştur.
Aslında pozitivist bilim felsefesi Aydınlanma dönemine dayanmasına rağmen, coğrafyacıların pozitivist fel-
sefeyi ve metodolojiyi coğrafyaya uyarlaması; ancak 20. yüzyılın ortalarında mümkün olabildi. Kantitatif
coğrafyanın öncüsü konumundaki Schaefer (1953), bilimin ölçülebilen gerçeklerle uğraşması gerektiğini
savunuyor ve bu anlamda coğrafyanın amacının yeryüzündeki belli özelliklerin dağılışını belirleyen kanun-
ları ortaya koymak olduğunu iddia ediyordu (Bunge, 1979). Kantitatif coğrafya, fen bilimlerinde uygulanan
metodolojiden derin bir şekilde etkilenerek, insan davranışlarını ve toplumu mekanik bir şekilde ele alıyor,
mutlak objektifliği savunuyordu (Peet, 1998). CBS’nin ortaya çıkışı Kantitatif coğrafyadaki gelişmelerin bir
sonucuydu.
Kantitatif coğrafya da diyebileceğimiz bu yeni paradigma, ontolojik ve epistemolojik açıdan önemli yeni
yaklaşımlar ortaya koyarak, coğrafi araştırmalarda önemli bir yer kazandı. Kantitatif coğrafya, temel felsefi
dayanaklarını pozitivizmden alan bir yaklaşımdır. Bu bakımdan, realiteyi ontolojik olarak duyular ile ölçüle-
bilen varlıklarla sınırlayan bir yaklaşımdır (Gatrell, 2006). Gerçekler, duyularla ölçülebilen olgu ve nesneler-
den oluşur. Dolayısıyla, epistemolojik olarak ölçülemeyen olgular, coğrafi araştırmanın konusu olamazlar.
Bu anlamda, Ampirizme benzer bir pozisyon sergiler, metafizik ve niyetlerin coğrafi araştırmanın konusu

27
olamayacağını savunur. Ayrıca bu yaklaşıma göre bilimsel coğrafya, objektiftir. Dolayısıyla, normatif sorularla
ilgilenmez (Kitchin & Tate, 2000).
Kantitatif coğrafya aslında Ampirizme dair birçok özelliği barındıran bir yaklaşımdır. Ampirizmde önemli
olan, verilerin ortaya konulmasıdır. Rakamlar aracısız bir biçimde gerçeği haykırabilir. Ancak kantitatif coğraf-
ya, Ampirizmden farklı olarak, hipotez-test olgusunu da coğrafi araştırmalara uyarlayarak, anlamlı ilişkilerin
tanımlanması ve sınanmasını sağladı. Bu, veri ile teori arasında bir ilişkinin kurulması demekti. Dolayısıyla,
sadece rakamların ortaya konulması değil, aynı zamanda bu veriler arasında anlamlı ilişkilerin kurulması ve
buna göre gerçekliğin açıklanması, kantitatif coğrafyanın temel amaçlarındandır.
Kantitatif coğrafya, coğrafya disiplininin yıllarca alışık olduğu, betimlemeci ve bölgesel yaklaşımları derinden
sarsmıştır. Coğrafya, diğer sosyal bilimlerin bir kısmının erken tanıştığı pozitivizm ile geç de olsa tanışmış-
tır. Pozitivizm, 1960’lardan sonra Amerikan coğrafyasının en yaygın yaklaşımlarından biri oldu. Pozitivizmin
coğrafyadaki yansıması olan Kantitatif Coğrafya, ontolojik olarak varlığı duyularla ölçülebilen varlıklar olarak
tanımladı. Epistemolojik olarak da “bilimsel yöntemi” benimsedi. İstatistiki modellemeler ve mekânsal ana-
lizler coğrafi araştırmaların en önemli araştırma tekniklerinden oldu. Sosyal olay ve olgular, fen bilimleri ba-
kış açısı ile çalışılmaya başlandı. Bilim insanının objektifliği ve varlık hakkındaki mesafeli yaklaşımı, kantitatif
coğrafya içinde temel ilkelerden biri oldu (Cresswell, 2012).
Kantitatif coğrafya ile ortaya çıkan uzmanlaşma eğilimi ve kendini bilim dünyasına kabul ettirme arzusu,
coğrafya bölümlerinin yapısı ve organizasyonu üzerinde derin etkiler bıraktı. Birçok coğrafya bölümü jeoloji
ve çevre bilimi bölümleri ile birleşti. Uzmanlaşma arzusu, beşerî ve fiziki coğrafyanın daha fazla ayrışmasına
neden oldu. Birçok coğrafya bölümü beşerî coğrafya, fiziki coğrafya ya da çevrebilimi alanında uzmanlaştı
(Livingstone, 1993). Yine coğrafya ve bölgesel planlama arasında daha önemli bir yakınlaşma başladı. Kanti-
tatif coğrafyanın en sağlam olarak fiziki coğrafyada yer edindiğini söylemekte fayda var. Pozitivist, ontolojik
ve epistemolojik yaklaşımlar ile takip edilen araştırma teknikleri, fiziki coğrafya içinde daha yoğun bir şekilde
kabul gördü.
Kantitatif coğrafya, ontolojik olarak realitenin ölçülebilir olgular, olaylar ve nesnelerden oluştuğunu savu-
nur. Buradaki ölçülebilirlik, duyularla ölçülebilirliktir. Ölçülemeyen şeylerin bilimin ve haliyle coğrafi araştır-
maların konusu olamayacağını ima eder. Bu bakımdan, normatif sorularla ilgilenmez ve niyetlerin çalışma
konusu olamayacağını ifade eder (Gatrell, 2006). Kantitatif coğrafyacılar bilimin objektif bir uğraş olduğunu,
sübjektif ve ölçülemeyen olguların bilim konusu olamayacağını savunurlar. Kantitatif coğrafyadan doğmuş
olan Mekânsal Coğrafya, planlama ile ilgili önemli uygulamalar geliştirdi. Araştırma için teorik bir arkaplanın
oluşturulması gerektiği fikri netlik kazandı.
Ancak kısa süre sonra, kantitatif coğrafyanın da sınırlılıkları fark edildi. Uygulamalı geometri, fizik, klasik Al-
man lokasyon teorisi, neoklasik ekonomi gibi eski geleneklere dayanan Kantitatif coğrafya mekanik bir bakış
açısına sahipti. Mekân anlayışı Kartezyen bir anlayıştı. Bu anlayış coğrafyayı geometriye, peyzajı (landscape)
ise izotropik yüzeylere indirgiyordu. Gerçekliğin, duyularla ölçülebilirlikle sınırlandırılması, estetik, siyasi dü-
şünce ve çeşitli metafizik yaklaşımları anlamaktan uzaktı ve bu nedenle de yoğun bir şekilde eleştirildi (Warf,
2006b).
Ayrıca, kantitatif coğrafyanın “objektivite” söyleminin oldukça sorunlu olduğu, araştırmacının değer yargı-
larından, yaşam biçiminden, toplumsal algılayışından, siyasi düşüncesinden ve sosyal sınıfından bağımsız
düşünülemeyeceği, dolayısıyla da mutlak bir objektiviteden söz edilemeyeceği birçok coğrafyacı tarafından
dile getirilmeye başlandı. Ayrıca pozitivizmin mekanik ve determinist dünya tasavvurunun oldukça sorunlu
olduğu, sosyal olgular ile doğa olaylarının aynı yaklaşım ve yöntemle çalışılmasının çok sorunlu olduğu ifade
edildi. Kantitatif coğrafyanın izlediği yöntem ve prosedürlerin, realitenin bazı kısımlarını es geçtiği, realite

28
tanımlamasının hayatın bütünlüğünü görmekten uzak olduğu yönünde yoğun eleştirilere maruz kaldı (Ley
& Samuels, 1978; Peet, 1998; Pocock, 1981; Relph, 1981). Bunlar yeni tartışmaların ve paradigmaların do-
ğuşunun emareleriydi.
Pozitivist bir yaklaşımla yoksulluk konusunu çalışan bir coğrafyacı, kaynakların nasıl dağılması gerektiği ile
değil, nasıl dağıldığı ile ilgilenir. Nasıl dağılması gerektiği, normatif bir konudur ve bilimsel araştırmanın mev-
zusu değildir. Kaynakların nasıl dağıldığı ise istatistiki analizlerle ortaya konulur. Bunun için de ya geliştirilen
bir ölçekle araştırmacının kendisi veriyi toplar ve analiz eder ya da toplanan ikincil verileri kullanarak analiz-
lerini yapar. Analizlerinin sonucunda da hipotezlerinin doğru ya da yanlış olduğunu ortaya koyar (Kitchin &
Tate, 2000).

Yorumlamacı Yaklaşımlar
Coğrafya içerisindeki paradigmadik değişim ve dönüşümleri mutlak bir tarihi silsile içerisinde ele almak
mümkün değildir. Diğer bir ifade ile bir paradigmanın tamamen ortadan kalkması ile yeni bir paradigmanın
baskın hale gelmesi gibi bir durum yoktur. Her paradigma “ihtişamlı” günlerinden sonra düşüşe geçse de, bir
kısım araştırmacılar tarafından temsil edilmeye devam etmiş veya yenilenerek tekrar etki alanını genişlettiği
zamanlar olmuştur. Bu analiz, özellikle kantitatif coğrafya için daha doğru bir değerlendirmedir. Dolayısıyla,
her ne kadar pozitivizmin coğrafya içerisindeki doğuşu ve yükselişi 1950’li yılların sonları ve 1960’lı yılların
başlarına tekabül etse de kantitatif coğrafya, kendini sürekli yenilenmiş ve hâlâ etkinliğini büyük oranda ko-
rumuştur. Ancak bu, eleştirilmediği anlamına gelmiyor. Tam aksine, çok büyük eleştirilere maruz kalmasına
rağmen varlığını sürdürebilmiştir.
Kantitatif coğrafyaya yöneltilen eleştiriler, bu paradigmanın başlangıcından itibaren başlasa da, asıl eleştiri
dönemi 1960’lı yılların sonları ve 1970’li yılların başlarıdır. Kantitatif coğrafyanın duyularla ölçülebilirlikle
sınırlı ontolojik yaklaşımı ve varlık varsayımı, hümanist coğrafya tarafından en fazla eleştirilen mevzulardan
biri olmuştur. Fenomenoloji, varoluşçuluk ve idealizm gibi felsefi akımlardan beslenen ve köken olarak her-
menotik geleneğe dayanan bir paradigmadır. Fenomenoloji coğrafyadaki en önemli hümanist yaklaşım ol-
muştur. Ayrıca belirtmek gerekir ki, hümanist coğrafyanın kantitatif coğrafyaya eleştirileri, sadece ontoloji ile
sınırlı değildi (Warf, 2006b). Pozitivist epistemoloji de önemli bir eleştiri konusu oldu. Varlığın ne olduğu ve
nelerin bilinip nelerin bilinemeyeceği konusu ile bunların nasıl bilinebileceği konusu, hümanist coğrafyacıla-
rın sorguladıkları konular oldu (Unwin, 1992). Felsefi argümanlarını Edmund Husserl (1859–1939) ve Martin
Heidegger’e (1889–1976) dayandıran hümanist coğrafyacılar, insanı, araştırmalarının ve sosyal analizlerinin
merkezine koydular. Bu anlamda, psikoloji, hümanist felsefe, edebiyat ve dil analizi gibi farklı yaklaşım ve
yöntemleri entegre ederek, insanın zengin bir portresini sunmak ve karmaşık sembolik anlam ağlarını inşa
etmeye çalıştılar (Warf, 2006b).
Ancak burada şunu da ifade etmekte fayda var; hümanist coğrafya kendi içerisinde oldukça farklı yaklaşım-
ları barındıran bir genel yaklaşımı ifade eder. Dolayısıyla, hümanist coğrafya söz konusu olduğunda, hâlâ
pozitivizm ile ciddi alakası devam eden ve aynı zamanda bazı yönleri ayrışan davranışçı coğrafyadan, daha
ağır eleştiriler getiren ve yepyeni ontolojik ve epistemolojik yaklaşımlar ortaya koyan fenomenolojiye kadar
çok farklı yaklaşımlardan bahsetmek mümkündür.
Hümanist coğrafya, coğrafyanın merkezine insanı oturtmaya çalışan bir düşünce akımıdır. Bir yandan me-
kanik ve insanı makineleştiren (dehumanization) pozitivizme tepkiler, öteki yandan determinist bulunan
yapısal Marksizme tepkiler, hümanist coğrafyacıları bir araya getiren ortak yanlardır. Ancak bu, hümanist
coğrafyanın yekpare bir paradigma olduğunu göstermez. Tam aksine, oldukça farklı düşünce modellerini ve
yaklaşım tarzlarını barındırır. Davranışçılık, Fenomenoloji, Varoluşçuluk, İdealizm ve Pragmatizm, hümanist
coğrafya içinde oldukça farklı eğilimleri barındırmaktadır. Birçok hümanist coğrafyacıya göre dünya, insan

29
deneyimlerinin “dış gerçeklikle” etkileşimlerinin toplamıdır. Bu ise ancak insan zihni ile anlaşılabilecek bir
durumdur (Cloke vd., 1991). Öte yandan bazı hümanist coğrafyacılar ise daha az indirgemeci bir yaklaşım
sergileyerek, “dış dünya”nın anlaşılmasının ancak karmaşık sübjektif anlam dünyasının anlaşılmasıyla müm-
kün olacağına inanırlar. Dolayısıyla, hümanist coğrafya farklı felsefi, ontolojik ve epistemolojik yaklaşımları
bünyesinde bulunduran bir genel yaklaşımı ifade eder.
Davranışçı Coğrafya
Pozitivizmin, mekanik ve determinist anlayışı kısa zaman içerisinde ağır eleştirilere maruz kaldı. 1960’lı yılla-
rın sonlarına doğru, daha sonra Davranışçılık diye isimlendirilen bir akım, kantitatif coğrafyanın, insan dav-
ranışlarını anlamada eksik kaldığını, insan davranışlarının varsayılandan daha karmaşık olduğunu savundu.
Golledge (1981), davranışçı coğrafyanın en önemli temsilcilerden biridir. Davranışçılar, insan davranışlarının
daha iyi anlaşılması için bir kısım modellerin geliştirilmesi gerektiğini savundular. İnsanın, karar verme, ha-
rekete geçme ve çevre ile etkileşime geçme eylemlerinin, bilgi ve verilerin zihinde işlenmesi ve değerlendi-
rilmesi ile ilgili olduğunu, bu nedenle de insanın davranışlarını anlamak için zihin dünyasının anlaşılması ge-
rektiğini savunurlar. Bu bakımdan, davranışçılar ontolojik olarak göç, seyahat, turizm, doğal olaylara verilen
tepkiler ve diğer mekânsal davranışların anlaşılması için modeller geliştirmeyi önerirler (Jacobson, 2006).
İnsanın davranışlarının anlaşılması için, zihinsel faaliyetlerinin, hatırlama becerisinin ve coğrafi bilgiyi değer-
lendirme biçiminin anlaşılması gerekir. Bu nedenle, davranışçılar için mekânsal karar verme ve seçeneklerde
bulunma süreçlerinin anlaşılması büyük önem taşır.
Davranışçıların epistemolojik yaklaşımlarına bakıldığında, pozitivizmden çok da ayrışmadıkları görülür. Bu
bakımdan, davranışçılar yaptıkları araştırmalarla (özellikle algı araştırmaları ve lokasyon analizi çalışmaları
ile) hümanistlerden çok, pozitivistlere benzerler. Örneğin insanların alışveriş ve seyahat yer seçimleri ile afet-
lerden korunmak için sergiledikleri mekânsal davranışlar, davranışçıların önemli araştırma alanlarındandır.
İnsanların zihinsel algılarının coğrafi olarak rasyonel kararlar vermeleri üzerindeki etkileri, davranışçılar için
anlaşılması önemsenen mevzulardır. Zihin haritaları araştırmaları bu konudaki önemli araştırmalardandır
(Gould & White, 1974). Son zamanlarda çevresel öğrenme, mekânsal araştırma, mekânsal biliş ve kartograf-
ya ile Golledge’in (1993) engelliler hakkındaki çalışmaları davranışçı ekole örnek araştırma alanlarıdır (Gre-
gory, 2009b).
Davranışçılar da çoktan seçmeli sorulardan oluşan standart testleri en önemli veri toplama aracı olarak gö-
rürler. Ancak buradaki temel farklılık, insanın davranışlarına odaklanmış olmalarıdır. Davranışçılar için psiko-
lojik testler, en önemli veri toplama ve insan davranışları konusunda kanaat oluşturma araçlarıdır (Kitchin &
Tate, 2000).
Davranışçıların araştırma yaklaşımlarına baktığımızda, bunu daha rahat somutlaştırabiliriz. Örneğin yoksul-
luk çalışan bir davranışçı, veri toplama aracı olarak standart ölçekler geliştirir. Bu ölçekler, genelde çoktan
seçmeli olup, zaman, mekân ve kültür farkı gözetmeksizin her bağlamda geçerliliği olduğu söylenen stan-
dart testlerdir. Hipotezlerini, geliştirdikleri standart ölçeklerle sınayarak bir gerçekliğe ulaşmayı hedeflerler.
Ontolojik olarak ise farklı bir realite kurguları vardır. Bunu yoksulluğun ortaya çıkış nedeni konusundaki var-
sayımlarına ve hipotezlerine bakarak anlayabiliriz. Acaba yoksul insanların yoksullukları, onların kişilik özel-
liklerinden (örneğin özgüven eksikliği) mi kaynaklanıyor diye bakarlar. Bu özgüven eksikliği ile iş bulma veya
işten çıkarılma arasında nasıl bir ilişki kurulabilir gibi konulara odaklanırlar (Kitchin & Tate, 2000).
Davranışçı ekol de kısa zaman içerisinde eleştirilerden nasibini almaya başladı. Bu eleştirilerin başında ise
davranışçıların eleştirdikleri pozitivistlere benzemeleri geliyordu. Bu eleştirilere göre davranışçılar aynen
pozitivistler gibi hâlâ oldukça mekanik ve deterministlerdi. Aşırı ampirik olmaları, realiteyi görmelerine
engel olduğu ifade ediliyordu. Ayrıca insan davranışlarının bulunulan sosyal ve kültürel çevreden bağımsız

30
bir biçimde ele alınması ve bir iç zihinsel duruma indirgenmesi en büyük eleştiri konularından biri olmuş-
tur. Bu bakımdan, davranışçı ekolün, insan, toplum ve mekânı bir bütünlük içerisinde kavrayamadığı iddia
edilmiştir(Jacobson, 2006).
Fenomenoloji
Fenomenoloji oldukça eski bir düşünce akımıdır. Coğrafyaya yansıyan kısmıyla daha çok Edmun Husserl’ın
(1859-1938) düşüncelerine dayanır. Martin Hiedegger, Roman Ingarden, Maurice Merleau Ponty, Jean Paul
Sartre, Max Scheler, Alfred Schütz, Jacques Derrida, Emmanuel Levinas, Alain Badiou ve Giorgio Agamben,
Fenomenolojiye ayrıca katkı sunmuş düşünürlerdir. Ancak bu düşünürler aynı zamanda başka felsefi düşün-
celere katkı sağlamış kişilerdir. Bu anlamda, her ne kadar Fenomenoloji Kant’tan, Hegel’e kadar farklı kişiler
tarafından kullanılan bir kavram olsa da temelde 20. Yüzyıldan itibaren büyük ölçüde Husserl’ın düşüncele-
rine dayandırılmaktadır (Casino, 2006).
Coğrafyanın fenomenoloji ile tanışması 1960 yıllarının sonu ile 1970’li yılların başında Tuan, Relph, Buttimer
ve Enrikin gibi “hümanist coğrafyacılar” üzerinden olmuştur (Pickles, 2009b). Davranışçı yaklaşımlar, her ne
kadar pozitivistlere önemli eleştiriler getirseler de pozitivist yaklaşımlardan bir kopuşu temsil etmediler. Bir-
çok bakımdan pozitivizmin izlerini taşıdılar. Bu nedenle, pozitivizme asıl tepki, fenomenolojiden geldi (Peet,
1998). Bu coğrafyacılar, pozitivist yaklaşımları determinist ve mekanik buldular. İnsanın duygu ve düşüncele-
ri ile karmaşık bir varlık olduğunu vurgulayarak, pozitivist yaklaşımların mekanik bakış açısı ile insanın davra-
nışlarının arkasındaki derin anlamları ortaya çıkarmasının mümkün olmadığını belirttiler. Onlara göre aslında
pozitivizmin mutlak objektiflik iddiası tam bir safsatadır. Araştırmacının, parçası olduğu siyasi düşünceden,
kültürel değerlerden ve sosyal ortamdan bağımsız bir şekilde, kendini objektif bir varlık olarak konumlandır-
ması mümkün değildir (Buttimer, 1974, 1983; Relph, 1976; Tuan, 1982).
Fenomenoloji, değerler konusunun anlaşılması gerektiğine vurgu yaparak, gündelik hayata, özne olarak in-
sana, harekete, yere, mekâna, sosyal ve çevresel ahlâka önem verir. Açıklamadan ziyade anlamayı önceleyen
bir yaklaşımdır. Bu manada anlam, tecrübe, bağlam, sübjektivite, tefekkür ve yorumlama Fenomenolojinin
en temel vurgu alanlarıdır (Buttimer, 1993). Bunlar Fenomenolojinin ontolojik ve epistemolojik duruşunu
biçimlendiren temel olgulardır. Bu bakımdan ontolojik olarak, pozitivistlerin araştırma konusu olamayacağı-
nı savundukları niyetler ve objelerin esasları, fenomenoloji için davranışların ve olguların arkasındaki mana-
ları anlamak için oldukça önemlidir. Ontolojik olarak dünya, sadece fiziki dünyadan ibaret değildir. Metafizik
dünya da önemlidir ve davranışların anlamlarını anlamak için kritik değere sahiptir. Haliyle, sadece duyularla
ölçülebilirlik realiteyi sınırlayıcıdır. Gerçeklik, duyularla ölçülebilen olgulara indirgenemez (Cloke vd., 1991;
Tretter, 2008).
Fenomenolojinin temsilcileri için insan davranışları, davranışçıların öne sürdüğü gibi bireyin iç dünyası ve
kişilik özellikleri ile anlaşılamaz. Bu, sınırlı bir yaklaşımdır. Bu bakımdan, insan davranışlarının biçimlenmesi,
sosyal bağlamdan, kültürden, günlük yaşamdan ve mekânla olan etkileşimlerinden bağımsız düşünülemez.
İnsanın bulunduğu mekâna aidiyet geliştirmesi, onunla bağlar kurması anlaşılmaya değer önemli olgulardır
(Warf, 2006b).
Fenomenoloji, pozitivistlerin dünya tasavvurunu oldukça sınırlı bulur. Fenomenolojiye göre dünya, poziti-
vistlerin varsaydığından daha karmaşık ve anlaşılması daha güçtür. Bu anlamda pozitivist epistemoloji, bu
karmaşık dünyayı anlamaktan uzaktır. Ayrıca, kullanılan araştırma metodu, varılan sonuçları etkiler. Neleri
varsaydığımız ve neleri varsaymadığınız, varlık tasavvurumuzu belirler. Nelerin bilinip, nelerin bilenemeyece-
ği, bilinecek şeylerin nasıl bilineceği meselesi yeni bir epistemolojiyi zorunlu kılmaktadır (Kaya, 2005).
Fenomenoloji için nicel yöntemlerden ziyade, nitel yöntemler daha önemlidir. Ancak böylece yaşamın o çok
boyutlu ve karmaşık dünyası anlaşılabilir. Fenomenolojiye göre kabul edilen birçok teori sorunludur; çünkü

31
varsayımları ile sosyal dünyayı anlamamızı engeller. Özellikle derinlemesine mülakatlar, etnografya, odak
grupları, vaka çalışmaları ve gözlem gibi yöntemler, fenomenoloji için önemli veri toplama ve analiz yön-
temleridir. Yaşamın bütün yalınlığı, doğallığı ve karmaşıklığı ile anlaşılması oldukça önemlidir (Kitchin & Tate,
2000). Fenomenoloji, bireyin sübjektif tecrübesine vurgu yaparak, davranışlardaki niyetin ve anlamların
anlaşılmasına önem verir. Araştırmacının, kendisini çalıştığı toplumdan tamamıyla soyutlayarak, hadiselere
kuşbakışı bakmasının mümkün olmadığını savunur. İnsanın mekanik bir varlık olmadığını ve bu nedenle de
pozitivistlerin iddia ettiği gibi mutlak bir objektivite içinde çalışılamayacağını iddia eder (Peet, 1998).
Fenomenolojinin coğrafyaya uyarlanma biçimi coğrafyacılar tarafında eleştirilmiştir. Örneğin John Pickles,
coğrafyadaki fenomenolojinin, Husserl ve Hiedgger’in bilimdeki objektivite ve sübjektivite olgularını es
geçtiğini savunur. Pickles’a göre Batı biliminde, Avrupa merkezli (eurocentric) ve yerel temelli düşünce ve
anlayışların evrenselmiş gibi yansıtılması ve buna bir objektivite kılıfının giydirilmesi oldukça sorunludur. Bu
nedenle, Batı biliminin deneyimleri evrensel değildir ve genellenemez. Pickles, coğrafi fenomenolojinin bu
tartışmalara girmemesini eleştirmiştir (Pickles, 2009b).
1990’lı ve 2000’li yıllarla coğrafyadaki yeni yönelişler ve post-kantitatif coğrafya döneminde, yeni feno-
menoloji okumaları coğrafi düşünceye farklı bir boyut kazandırmıştır. Fenomenoloji, Postmodern ve Post-
yapısalcı yaklaşımlar içinde ve Giorgio Agamben, Jacques Derrida, Michel Foucault ve Gayatri Spivak’ın
yazılarında, eleştirel yaklaşımların önemli bir parçası olmuştur. Özellikle kimlik tartışmaları, bilgi-güç ilişkisi
ve Avrupa merkezli düşüncenin eleştirisi mevzularında, fenomenolojinin derin izlerini görmek mümkün-
dür. Fenomenoloji hem tarihsel olarak hem de postpozitivist yaklaşımlar içindeki yeri bakımından oldukça
önemlidir(Pickles, 2009b; Warf, 2006b).
Fenomenolojinin, yoksulluk konusunu nasıl araştıracağı konusuna baktığımızda, yoksul insanların anlam
dünyalarının anlaşılması, bu dünyanın yeniden inşasıyla mümkündür. Yani onların gözüyle, duygularıyla ve
bakış açıları ile dünyaya bakmaktır. Bu da onların tecrübelerinin ve yaşam deneyimlerinin anlaşılması ile
mümkündür. Bu nedenle, mülakatlar, katılımcı gözlemler ve etnografya çalışmaları ile yoksulluğun öğrenil-
mesi ve onların diliyle bunların ifade edilmesi oldukça önemlidir (Kitchin & Tate, 2000; Unwin, 1992).
Varoluşçuluk
Varoluşçuluk, Friedrich Nietzsche, Søren Kierkegaard, Martin Heidegger ve Jean-Paul Sartre gibi modern
düşünürlerin fikirlerine dayanır. Ancak Fransız düşünür Sartre’nin ayrı bir yeri vardır. Varoluşçuluk, bireysel
ifadeyi ve aksiyonu, sistemik nedenselliğe ve davranışa tercih eder (Cresswell, 2012). Varoluşçuluk, algı ve
bilişin, insanları hayvanlardan farklı kıldığını, muhakeme ve tefekkür olanağı sağladığını savunur.
Aslında varoluşçuluğu, determinizm ve kaderci anlayışlara (teleological) karşı insan özgürlüğünü savunan
radikal bir düşünce akımı olarak da tanımlamak mümkündür. Bu anlamda varoluşçular çevre, sosyal statü,
ekonomik etkenler ve determinizm kokan diğer anlayışlara şiddetle karşı çıkar ve insanın kendisini gerçek-
leştirmesine vurgu yaparlar. Sömürgecilik, çevresel determinizm, ve Soğuk Savaş fikirlerine tepki, varoluşçu-
luğun ortaya çıkışında önemli bir rol oynamıştır (Dixon, 2006a).
Varoluşçuluk yapıyı değil özneyi, yani insanı ve bireyi öne çıkarır. İnsanların yaşadığı deneyimlerin farklı ol-
ması, onların farklı ve özgün kişilikler kazanmasıyla sonuçlanmaktadır. Bir anlamda, insanlar kendi doğalarını
ve kişiliklerini kendileri oluştururlar. Zaman ve mekân bağlamsallığına ve deneyimlenmesine bağlı olarak da
bu doğa ve kişilik değişir. Dolayısıyla, varoluşçuluk kavramı egonun/kişinin sürekli olarak deneyimle yeniden
inşasına bağlıdır (Pickles, 2009a).
Sartre’ye göre var olma, endişe yüklüdür ve ürkütücüdür; çünkü insanlar dış bir onaya ihtiyaç duymadan
verdikleri kararların ve bulundukları tercihlerin doğru olmasını arzu ederler. Ancak evrende bir “düzen”
olmadığı için bu mümkün değildir. Benzer şekilde Heidegger’e göre insanlar, hayatın akışı içinde herkesi

32
bağlayan genel-geçer kuralların olmadığını fark ederler ve ona göre stratejiler takip ederler. İnsanlar haya-
tın içindedir ve hayatları ile ilgili seçeneklerde bulunmak zorundadırlar. Seçeneklerde bulunma özgürlüğü,
insanlara hem bir fırsat sunmaktadır hem de büyük bir sorumluluk yüklemektedir. Seçenekte bulunmama
dahi bir seçenektir (Dixon, 2006a; Pickles, 2009a).
Bu yaklaşımlar, hayata, aktörlere ve ikisi arasındaki ilişkilere farklı bir bakış getirmektedir. Bu da, coğrafi
araştırmalar için insanların tercihleri, hayatı anlamlandırmaları ve birbirleri ile olan ilişkilerini anlama ba-
kımından farklı sorular sorma, cevaplar arama, veri toplama ve analizler yapma seçenekleri sunmaktadır.
İnsanların tercihlerinin kendi özgün kişiliklerine göre olduğu düşünüldüğünde, başkalarının bu davranış ve
kararların mantığını ve arkasındaki anlamları tam olarak anlaması mümkün değildir. Bu nedenle, araştırmacı
başkalarının davranış, karar ve tercihlerini anlamaya çalıştığında, açıklamadan ziyade empatiden bahsedebi-
lir. Araştırma ve analiz, objektif bir kısım hipotez ve gözlemlerden ziyade başkaları ile bir diyalog ve etkileşimi
ifade eder (Dixon, 2006a).
Varoluşçuluk yaklaşımı, varoluşçu felsefeye dayanır. Buna göre realite, insanların özgür iradeleri ile inşa et-
tikleri bir olgudur. Realite bir bakıma olmaktır. Kendini gerçekleştirmektir. Bu nedenle fenomenoloji mana
ile ilgilenirken, varoluşçuluk insanın anlam dünyasını ve yaşama bakış açısını şekillendiren değerlerle ilgilenir.
İnsanların objelere, mekâna, topluma ve başka varlıklara nasıl anlamlar yüklediği konuları ile ilgilenen varo-
luşçuluk, insanların anlam dünyalarını nasıl biçimlendirdiğini ve bu anlamların günlük hayatı ve akışı nasıl
etkilediğini, araştırmalarının merkezine oturtur. Bu anlamda fenomenolojideki “genel özcülük” anlayışına
karşı çıkar. Bunun yerine, bireysel özlere ve bireyselliğe vurgu yapar. Bireysel özlerin şekillenmesinde sosyal,
kültürel, ekonomik, siyasi ve fiziki çevrenin rolünü anlamaya çalışır (Cloke vd., 1991).
Varoluşçuluk 19. yüzyılda ortaya çıkan bir felsefe olmasına rağmen, coğrafyacıların bu felsefe ile teması
1970’li yıllara dayanır. Coğrafyacıların varoluşçuluğu araştırmalarına direk entegre etmesi sınırlı olmuştur.
Ancak yine de gündelik hayata, dünyevilik ve dünyevi deneyimlere vurgular, hümanist, postpozitivist ve
postyapısalcı coğrafyacılar için oldukça önemli olmuştur. Karşılıklı sübjektivite yaklaşımı ve derinlemesine
etnografik yöntemler, marjindeki insanlar, dezavantajlı gruplar, kimlik politikaları gibi konuları anlamada bü-
yük değer ifade eder. Yine, özellikle neden-sonuç ilişkisini anlamaya dönük tefekkür (reflexivity) yaklaşımı,
sübjektif deneyimlerin bazen dışardan edinilmiş objektif gözlemlerden daha önemli ve tercih edilir olduğu-
nu ortaya koyar (Henderson & Waterstone, 2009; Peet, 1998).
Yoksulluk konusunu çalışan bir varoluşçu, derinlemesine mülakatlar, etnografya ve katılımcı gözlem gibi yön-
temlere başvurur. Yoksul insanların yoksulluklarını anlamak, onların dünyayı nasıl algıladıkları ve bu dünya
ile nasıl bir etkileşime geçtiklerinin anlaşılması ile mümkün olabilir. Bu nedenle, yoksul insanların paralarını
nasıl harcadıklarının anlaşılması gerekir. Harcama eğilimleri ve pratikleri ile değer dünyaları arasında nasıl bir
ilişkinin olduğunun anlaşılması, onların yoksulluklarının anlaşılmasında oldukça önemlidir. İnsanların değer-
leri, temelde neyi doğru neyi yanlış, neyi önemli neyi önemsiz gördükleri konusunda önemli ipuçları sunar
(Kitchin & Tate, 2000; Unwin, 1992).
Varoluşçuluk özellikle radikal ve yapısalcı yaklaşımlardan büyük eleştiriler almıştır. Özellikle sübjektivitenin
muğlaklığı konusu, radikal yapısalcılar ve pozitivistler tarafından eleştirilmiş, dışsal ve çevresel faktörleri gör-
mezlikten geldiklerini iddia edilmiştir (Unwin, 1992).
İdealizm
İdealizm, aslında var olan her şeyi düşünceye bağlar. Dolayısıyla varlık, düşüncenin ürettiğidir. İdealizm, dü-
şünce dışında nesnel bir varlıktan söz etmenin mümkün olmadığı, düşünceden bağımsız bir gerçekliğin bu-
lunmadığı fikrine dayanır. Bu da, onun materyalizm ve natüralizm gibi felsefi akımların tersi tarafında olduğu
anlamına gelmektedir. Gerçeklik, bilinç ve düşünceye dayanır. Bu nedenle, idealistler aklın sağladıkları dışına

33
gerçekliğe ulaşmanın imkansız olduğunu öne sürerler. Somutlaştıracak olursak, elmanın var olduğunu söy-
leyemem; ama gördüğümü, hissettiğimi, kokladığımı ve tattığımı söyleyebilirim. Bu bakımdan, var olmak
bir anlamda algılanmış olmaktır. Haliyle, varlığı ona atfettiğimiz niteliklerle ve duyu deneyimlerimizle biliriz
(Sharp, 2009).
Hümanist yaklaşımlar içinde yer alan idealizmin coğrafyaya yansıması, pozitivist ve determinist yaklaşımlara
olan tepkilerin sonucunda olmuştur. İdealizm, pozitivist epistemolojiyi eleştirir ve materyalizme karşı çıkar.
Pozitivizmin ve mekânsal analizin, gözlemi ve “objektif kanıtı” yücelten anlayışına tepki olarak ortaya çık-
mıştır. Bu anlayışların maddeyi, zihnin ve ruhun önüne çıkardığını ifade eder. İdealist felsefeye göre realite,
insanın gözlemleri ve temsili dışında aklın inşa ettiği bir şeydir. Bir davranışı anlamanın yolu, o davranışın
arkasındaki düşünceleri anlamaktır (Peet, 1998).
İdealizmin coğrafyadaki yansıması, Leonard Guelke’nin çalışmaları vasıtasıyla oldu. Çalışmalarını tarihçi R.G.
Collingwood’un “bütün tarihler insanın düşünce tarihidir” fikrine dayandıran Guelke, davranışların arkasın-
daki düşüncelerin yeniden düşünülmesi gerektiğini önerir. Guelke, davranışların ve aksiyonların arkasındaki
derin anlamların anlaşılmasının, coğrafi fenomenleri anlamada daha önemli olduğunu ifade etmiştir. Bunu
anlama, özne olarak insanın (human agency) anlaşılmasını sağlar. Asıl olan, niyettir, çünkü gücün kaynağı
teoridir. İnsanlar rasyonel varlıklardır; ancak rasyonellikleri, olguları ve dünyayı nasıl anladıkları ve kavram-
laştırdıkları ile ilgilidir. Özne olarak insanın karar mekanizması, ekonomik yapıların ve kültürel söylemin zor-
laştırıcılığını veya kolaylaştırıcılığını görmezlikten gelerek işler (Guelke, 1974).
İdealistlerde yine diğer hümanisttik ekollere benzer olarak derinlemesine mülakat ve etnografyayı en önem-
li veri toplama aracı olarak görürler. Nitel yöntemlerle verilerini toplar ve analiz ederler (Benko & Strohma-
yer, 1997; Kitchin & Tate, 2000).
Pragmatizm
Pragmatizm, 19. yüzyılda ABD’de ortaya çıkan ve John Dewey (1859-1952), William James (1842-1910) ve
Charles Sanders Peirce (1839-1914) gibi düşünürler tarafından temsil edilen bir felsefe geleneğidir. Başta
ABD’de olmak üzere, 20. yüzyılın ilk yarısında etkili olmuş ve II. Dünya Savaşı’ndan sonra etkinliği azalmış bir
düşünce akımıdır. 1980’lerle birlikte, Richard Rorty ve Richard Bernstein ile yeniden canlanmıştır (Barnes,
2009b).
Pragmatizmin temel mantığına göre bilginin değeri, kullanılabilirliği ile ilgilidir. Bu nedenle, pragmatizme
pratik başarının felsefesi de denir. Eğer fikirler insanların bir kısım şeyleri yapmalarına ve dünyada işlerini
kolaylaştırmalarına olanak sağlıyorsa, doğru kabul edilir. Pragmatizm, düşüncenin fonksiyonunun realiteyi
tasvir, temsil ve gerçeğe ayna olması gerektiği fikrini reddeder. Bunun yerine, düşüncenin fonksiyonunun
tahmin etme, aksiyonda bulunma ve problem çözme olması gerektiğini savunur. Pragmatistler, dil, kavram-
lar, inanç, bilim ve bilginin pratik kullanımına ve başarısına odaklanırlar. Bunlar, doğrunun temsilinden daha
önemli bulunur (Malachowski, 2012).
Pragmatizme göre bireylerden ziyade toplum ve bireylerin toplum içindeki etkileşimleri anlaşılmalıdır. Anla-
ma bilgiden değil davranış ve tecrübelerden çıkarılmalıdır. Bu nedenle, toplumu çalışmakla, toplumu şekil-
lendiren inanç ve tavırları anlamış oluruz.
Pragmatizmin coğrafyadaki etkinliği sistematik ve devamlı olmamıştır. Özellikle Jackson ve Smith (1984)
Mead’ın yaklaşımlarını sosyal coğrafya analizlerine entegre etmiştir. Yine White, pragmatistler Barnes ve
Gibson (2006), Rorty’nin, Sunley (1996) ise Hilary Putnam’ın çalışmalarını ekonomik coğrafya analizlerinde
kullanmıştır. Geoforum dergisi, pragmatist coğrafyacıların entelektüel çalışmalarının temel platformu ol-
muştur. Aynı şekilde Allen (2008), Bridge (2008) ve Jones (2008) pragmatizmin farklı yönlerini coğrafi araş-
tırmalara yansıtmışlardır (Barnes, 2009b).

34
Pragmatistler, nitel yöntemleri araştırma yöntemi olarak benimserler. Özellikle etnografya ve katılımcı göz-
lem, anlama çabasının en önemli araçlarıdır. Bu anlamda yoksulluğu meydana getiren sosyal bağlam ve
durumun anlaşılması yoksulluğun anlaşılmasında başat role sahiptir. Suç oranlarının yüksekliği mi acaba
yoksulluğa neden olmaktadır sorusuna cevap arayacak bir yaklaşım sergilerler. Dolayısıyla dışsal koşullar ile
sosyal olgular arasında ilişkiyi öne çıkarırlar (Kitchin & Tate, 2000; Malachowski, 2012).

Eleştirel Yaklaşımlar
Marksizm
Siyaset felsefesi ve toplum işleyişini anlamaya çalışan bir teorik çerçeve olarak Marksizm, Almanya’dan İngil-
tere’ye sürgünle giden Karl Marks’ın görüşlerine dayanır. Marks, filozof, tarihçi, ekonomist, devrimci ve siyasi
teorisyen gibi çok farklı özellikleri bir arada barındıran farklı bir entelektüeldi. Onun Almanya’dan İngiltere’ye
sürgüne gitmesinde devrimci kişiliği ve kimliği büyük bir rol oynamıştı. Karl Marks, bazıları Friedrich Engels
ile birlikle olmak üzere, çok sayıda kitap yazdı. Ancak özellikle arkadaşı ve siyasi yoldaşı Engels ile yazdığı Ko-
münist Manifesto en etkili eserlerinden biridir. Alman İdeolojisi ve Kapital diğer önemli eserleridir (Bassett,
2009). Kapitalizmin ciddi eleştirisi üzerine temellenen Marksizm, sosyal adalet argümanı ile gelir dağılımının
yeniden düzenlenmesi için öneriler sunar. Marksistlere göre işçi sınıfının sömürüsüne dayalı olan kapitalist
sistem, işçinin yabancılaşmasına neden olmaktadır (Barański & Short, 1985).
Marks’ı sosyal bilimler alanında ve toplum üzerinde etkili bir şahsiyete dönüştüren, onun tarih ve kapitalist
ekonomik sistem konusundaki eleştirel analizleriydi. Marks, başta Hegel olmak üzere Adam Smith ve David
Richardo gibi önemli filozoflardan ve ekonomistlerden etkilenmişti. Marks ve Engels’in yapıtlarına dayanan
Marksist felsefenin ise üç temel kaynağı vardır: Alman felsefesi, İngiliz siyasal ekonomisi ve ütopyacı Fransız
sosyalizmi. Alman filozof Hegel’den diyalektiği, ekonomistler Adam Smith ve David Richardo’dan işçi de-
ğer teorisi ve ütopyacı Fransız sosyalistlerden sosyalizmi/komünizmi uyarlayan Marks, Hegel gibi çizgisel
bir tarih anlayışını ve diyalektik yöntemini benimsemiştir (Herod, 2006). Ancak ondan farklı olarak, tarihsel
materyalizm yöntemini geliştirmiş ve materyal ekonomik/siyasi çıkarların tarihsel ve toplumsal değişimi bi-
çimlendirdiğini belirtmiştir. Dolayısıyla Marks, sosyal değişimi temelde ekonomik ve siyasi çatışmanın bir
ürünü olarak görüyordu. Marks, sadece toplumu anlamaya çalışan biri değil, aynı zamanda onu değiştirme-
ye çalışan biriydi (Henderson & Waterstone, 2009).
Tarihsel materyalizme dayanan Marksizm, üretim faaliyeti sırasında meydana gelen süreçleri ortaya koyma-
ya çalışır. Marksizm sınıf, üretim süreci ve işçinin önemi gibi konulara odaklanır. Ayrıca toplumların tarihsel
olarak nasıl inşa edildikleri ve farklı toplumlarda güç-siyaset ilişkilerinin yansımaları Marksistlerin ilgisini çe-
ken önemli mevzulardır (Barański & Short, 1985).
Marksizm’e göre tarihsel ve sosyal değişim farklı toplumsal sınıfların mücadelesi ile ortaya çıkar ve şekillenir.
Bugün toplum ve siyasal sistem, kapitalist üretimin devamını sağlayacak şekilde ekonomik ve siyasal olarak
yapılanmıştır. Bu anlamda kapitalist üretim ve tüketim tarzının bu ekonomik ve siyasal yapıların devamını
sağlamadaki rolü, Marksistlerin önemli ilgi alanlarıdır (Peet, 1993).
Marksistlerin diğer yaklaşımlardan en önemli farklarından biri, toplumu çalışmanın yanında toplumu değiş-
tirmeyi de amaçlar. Dolayısıyla akademik araştırma ile sosyal aktivizm iç içe olgulardır (Kaya, 2005). Kapita-
lizmin ortaya çıkardığı ekonomik ve sosyal dengesizlik ve adaletsizlik, Marksistlerin en önemli ilgi alanlarıdır.
Toplumdaki bu adaletsizlikler ve bunun devamını sağlayan saklı yapıların olduğunu ileri süren Marksistler, bu
yapıların ortaya çıkarılmasını ve toplumsal değişimin sağlanması gerektiğini savunurlar. İşçiler ve yoksullar
kısır bir döngü ve sosyal yapı içinde sömürülmektedirler. Bu döngü kırılmadıkça, onların yoksulluk kısır dön-
güsünden çıkmaları mümkün değildir (Bassett, 2009).

35
Marksizmin coğrafyaya yansıması ve Marksist coğrafyanın doğuşu 1970’li yıllara rastlar (Peet, 1998). Mark-
sist coğrafya, Marksist felsefeye dayanır. Bu anlamda Marksist coğrafyacılar, sosyal değişim önündeki ka-
lıpları ortaya çıkaramayan pozitivist yaklaşımları tenkit eder ve kapitalizmin farklı zaman ve mekânlardaki
işleyişine dikkat çekerler. David Harvey, Richard Peet ve William Bunge gibi coğrafyacılar, coğrafya içindeki
tartışmalara ciddi bir entelektüel boyut getirerek birçok coğrafyacıyı şaşırttılar. Çünkü kullanılan dil oldukça
karmaşık, öne sürülen fikirler ise oldukça derindi (Herod, 2006). Bu coğrafyacılar mekân, sosyal yapılar ve
siyasal ekonomi ile ilgili önemli tartışmaları coğrafyaya taşıdı. Onlar da hümanistler gibi kantitatif coğrafyayı
eleştirerek, bilimin asıl amacının toplumu oluşturan sosyal yapıları ortaya koymak ve sosyal adaletsizliklere
çözüm üretmek olduğunu ifade ediyorlardı. Marksist coğrafyacılara göre dünyadaki ekonomik dengesizliğin
temelinde kapitalist küresel ekonominin yapısı ve yerleşik toplumsal kalıplar vardır (Harvey, 1973, 1996).
Marksist coğrafyanın öncüsü konumundaki Harvey’in çalışmaları bugün bile birçok coğrafyacı tarafından
tartışılmaktadır. Harvey, zaman ve mekânın toplumun dışında olan mutlaklıklar olmadığını, sosyal inşalar
olduğunu ortaya koymuştur (Warf, 2006b).
Marksizm’i coğrafyaya taşıyan coğrafyacılar, politik ekonomiye dayalı bir mekân ve peyzaj anlayışı geliştir-
diler. Onlar, mekânı tarihsel olarak değişen sosyal yapıların ve ilişkilerin inşası olarak gördüler. Bu nedenle
mekân, onlar için sosyal bir olguydu. Bu anlamda, coğrafyanın Marksizm ile tanışması bir anlamda Mark-
sizmin mekânlaşması idi (Harvey, 2006b). Coğrafyacılar bir taraftan Marksizm’i mekânla tanıştırırken, diğer
taraftan da coğrafyayı Marksizm ile tanıştırdılar. Irkçılık, emperyalizm, çevresel bozulma ve yoksulluk gibi
konular, Marksist coğrafyacıların en fazla ilgi gösterdikleri alanlar olmuştur (Harvey, 1996; McCarthy, 2009;
Peet, 1979).
Bu coğrafyacıların en başında ise şüphesiz David Harvey gelmektedir. Harvey’in etkisi sadece coğrafya ile
sınırlı kalmadı, diğer disiplinleri de etkileyecek düzeyde oldu. Harvey, zaman ve mekânın toplumun dışında
mutlak olgular olmadığını, tam aksine toplumun ürettiği sosyal inşalar olduğunu savundu. Ayrıca kapitalizm
sistemi altında metaların paraya dönüşmesi ve paranın metalara dönüşmesini bir döngü olarak gören Har-
vey, her sosyal inşanın kendine uygun bir mekânsal format ürettiğini belirtmiştir (Castree & Gregory, 2006).
Marksist coğrafyacıların, coğrafya disiplininin çalışma ve yaklaşım biçimi üzerinde büyük bir etkisi oldu. Baş-
ta David Harvey olmak üzere Marksist coğrafyacılar, dünyadaki eşitsiz gelişmenin anlaşılması ve mekânsal
iş bölümü, devletin bu eşitsizlikleri oluşturma ve devam etmesini sağlayacak mekanizmalar oluşturması,
kent teorisinin üzerinde yeniden çalışarak üretim, sınıf, yeniden üretim ve banliyöleşme, kentsel yoksulluk,
kentsel yenilenme gibi konuları coğrafyanın gündemine taşıdılar (Gregory, 1995; Harvey, 2005, 2006a). Her
ne kadar Marksist coğrafyacılar ağırlıklı olarak ekonomik sorunlara eğilseler de, çevre politikaları ve doğanın
sosyal inşası, kültür ve güç arasındaki ilişkiler gibi başka konularda da coğrafi çalışmalara önemli katkılar
sundular (McCarthy, 2009). Marksist coğrafyacılar eşitsiz kalkınma, mekânsal iş bölümü, devletin kapitalist
ilişkileri oluşturma ve devam ettirmedeki rolü, üretim, sınıf, sosyal yeniden üretim, kentsel yoksulluk, ba-
ğımlılık teorisi, dünya sistemleri teorisi, uluslararası politik ekonomi gibi bir çok alanda önemli entelektüel
katkılarda bulundular (Warf, 2006b).
1970 ve 1980’li yıllarda Marksist Coğrafya, eleştirel beşeri coğrafyanın en önemli paradigmalarından biriydi.
Bu dönemde Marksist coğrafyacılar, kapitalizmin coğrafi dinamikleri üzerinde önemli çalışmalar yürüttüler.
Antipode, Marksist coğrafyacıların çalışmalarını yayınladıkları önemli bir dergi oldu. Coğrafyacılar aslında
Marksizm’e de önemli katkılar sağladılar. Özellikle mekânsal dinamikleri es geçen Marksist teorilerin, kapi-
talizmi anlamaktan uzak olduğunu vurguladılar. Fransız Marksist filozof Henri Lefebre’nin Mekânın Üretimi
gibi çalışmalarını coğrafyaya entegre ederek, mekânın dönüştürücü ve dinamik yapısı konusunda farklı bir
yaklaşım ortaya koydular. Marksist coğrafyacılara göre kapitalizm, istediği gibi işlemek ve hakim olmak için
mekânsal bir kısım konfigürasyonlar oluşturmaktadır. Aynı şekilde yaşanan birçok çevresel ve beşeri coğ-

36
rafya sorununun temelinde kapitalist süreçlerin ve ilişkilerin olduğunu coğrafyacıların dikkatine sundular
(Herod, 2006; McCarthy, 2009; Peet, 1998).
Marksist coğrafya denince David Harvey’e ayrı bir parantez açmak gerekir. David Harvey, Sermayenin Sınırla-
rı (The Limits to Capital) ve Sosyal Adalet ve Kent (Social Justice and City) gibi eserlerinde kapitalizmin mekâ-
nı ve coğrafi ilişkileri nasıl kullandığı ve nasıl ürettiği konularına odaklandı. Harvey, eşitsiz kalkınma, sınıfsal
farklılıklar, çevre politikaları ve doğanın tahribi gibi olguları mekânsal bir bakış açısı ile ele aldı ve analizler
yaptı (Castree & Gregory, 2006). Neil Smith, Doreen Massey, Richard Peet ve Manual Castels gibi coğrafyacı-
lar, Marksist coğrafyanın en önemli temsilcileridir (Cloke vd., 1991; Peet, 1998; Unwin, 1992).
Marksist coğrafya özellikle başta Latin Amerika olmak üzere Üçüncü Dünya Marksizmleri üzerinde de etkili
oldu. Bu anlamda, küresel kapitalist ekonominin teorileştirilmesinde ve anlaşılmasında Marksist coğrafyanın
önemli katkıları oldu. Örneğin Immanual Wallerstein’in Dünya Sistemleri Teorisi, bu minvalde düşünebile-
cek teorilerdendir. Marksist coğrafyacıların çalışmaları sadece ekonomi ve kapitalizm ile sınırlı kalmadı. Aynı
zamanda Siyasal Ekoloji gibi yaklaşımlarla çevre konusunda, kültürel ve siyasi coğrafya alanında da önemli
çalışmalar yürüttüler (Herod, 2006; McCarthy, 2009).
Ancak diğer paradigmalar gibi Marksizm’de zamanla önemli eleştirilere maruz kaldı. Özellikle hümanist ve
postyapısalcı yaklaşımlar içindeki coğrafyacılar, Marksist coğrafyaya çok önemli eleştiriler getirdiler. Bunlar-
dan en önemlisi Marksizm’in determinist olduğu yönünde idi. Yapılan tartışmalarda çevresel determinizmin
doğal çevreye yüklediği rolü, Marksist coğrafyacıların ekonomiye yüklediği yönünde idi. Dolayısıyla insan
ekonomik süreçler içinde pasif bir varlığa dönüştürülüyordu. Aynı zamanda Marksizm’in çizgisel tarih anlayı-
şı basit ve problemli bulunarak, olayın çok daha kompleks olduğu savunulmuştur (Warf, 1992).
En önemli eleştiri alanlarından biri de Marksizm’in modern bir paradigma olduğu, evrensel yaklaşımları ile
toplumun karmaşık yapısını anlamada eksik kaldığı ve her şeyi Marksist teori ile açıklamasının sorunlu oldu-
ğu yönünde idi. Bunun da toplumların farklı deneyimlerini ve özel durumlarını anlamaktan uzak olduğu vur-
gulandı. Postyapısalcılar, Marksizm’in bazı yönlerini kabul etseler de birçok bakımdan kullanışsız bir yaklaşım
olduğunu savundular. Bu anlamda Marksist coğrafyayı özellikle ırkçılık, cinsiyet, cinsellik ve post-sömürgeci-
liği anlamaktan uzak olduğu yönünde eleştirdiler. Aynı şekilde, Marksizm’in kapitalizme sahip olduğundan
fazla bir tutarlılık ve güç atfedildiğini ve bunun da doğru olmadığını belirttiler (Henderson & Waterstone,
2009; Herod, 2006).
Marksist coğrafyaya en büyük eleştiri, Marksizm’in ekonomik determinizmi ve mekanik yapısalcılığının insan
iradesi ve özne olarak birey ve topluma yer bırakmadığı yönünde olmuştur. Bu yaklaşım, ekonomik ilişkileri
açıklama bakımından önemli bir perspektif sağlasa da, sosyal yaşamın karmaşık yapısını anlamaktan uzak-
tır. Özellikle kimlik mevzusunun sınıfsal özelliklere indirgenmesi büyük eleştirilere neden olmuştur (Unwin,
1992).
Marksistler hem ontolojik olarak hem de epistemolojik olarak oldukça farklı pozisyonlar alırlar. Bu anlamda
insan davranışları ve eylemleri üzerinde adeta ipotek kurmuş olan yapılar anlaşılmadan, toplum ve toplum-
daki adaletsizlikler anlaşılamaz. Araştırmacı sadece bir kısım verileri ortaya koyan ve bu adaletsizliklere göz
yuman bir varlık değildir. O, aynı zamanda değişimi tetikleyecek bir aktivizm ve örgütlenme içinde olmalıdır
(Cloke vd., 1991).
Marksistler, spesifik olgulardan ziyade büyük olgulara ve büyük resme odaklanmayı önemserler. Bu anlam-
da, bireyin iç dünyasından çok onu çevreleyen, avantajlı veya dezavantajlı kılan, hareket kabiliyetini belirle-
yen sosyal yapıların anlaşılması büyük bir öneme haizdir (Gregory, 2009b). Bundan dolayı yöntem olarak,
gözlem ve ikincil verilere dayalı analizler yaparlar. Tarihsel materyalizm en önemli yaklaşım biçimidir. Yok-
sulluk konusunu çalışan bir Marksist coğrafyacı, yoksulluk ile kapitalist piyasa arasındaki ilişkiye odaklanır.

37
Buna göre yoksulluk, kapitalist sistemin bir ürünüdür. Bu sistemde zengin avantajlı kılınmıştır ve zengin fakiri
sömürür. Bu bakımdan, kapitalist düzenin işleyişinin ve sömürünün boyutlarının ortaya konulması ve toplu-
mun bu konuda harekete geçmesinin sağlanması gerekir (Kitchin & Tate, 2000).
Realizm
Kökü çok eskilere dayanan realist felsefenin, birçok şeklinden bahsetmek mümkündür. Ancak, ana akım re-
alizme göre varlıklar ve olaylar, insanın gözlemlerinden, bilgisinden ve inancından bağımsız olarak meydana
gelir. Realizm, bir anlamda idealizmin karşıtıdır. İdealizm, realiteyi aklın inşa ettiği veya düşüncenin ürettiği
bir olgu olarak görürken, realizm, realitenin düşüncelerimizden ve bildiklerimizden bağımsız olduğunu savu-
nur (R. A. Sayer, 2000). Örneğin, inançlarımız, bilgilerimiz ve gözlemlerimize bağlı olarak, dünyanın düz veya
yuvarlak olduğunu söylememiz, dünyanın gerçekteki durumunu etkilemez. Dünya düz desek dahi, dün-
yanın gerçekteki yuvarlaklık durumunu etkilemez. Bizim düz dememiz, dünyanın düz olmasını sağlamaz;
çünkü dünya gerçekte yuvarlaktır. Dolayısıyla dünyanın şeklinin ne olduğu, gözlemlerimize, bilgimize veya
inancımıza bağlı değildir. Bizim, aynen bu örnekteki gibi dünya, varlık ve olaylar hakkındaki düşüncelerimiz
gerçekliğin durumunu etkilemez. Varlık ne ise odur ve bilmemizden bağımsızdır (Dixon, 2006b).
Realizme göre gördüğümüz, duyduğumuz, dokunduğumuz, kokladığımız, hissettiğimiz ve ikincil kaynaklar-
dan öğrendiğimiz tüm nesneler ve olaylar bizim gözlemlerimizden ve bilgilerimizden bağımsızdır. Bir şeyin
varlığı ve nasıl olduğuna yönelik kanıtlarımız, o şey hakkındaki gözlemlerimiz, inançlarımız ve başkalarından
öğrendiklerimizdir. Bunlar dışında gerçek bir kanıtımız yoktur. Bu nedenle, realizme göre bir gerçeğin, bilme-
miz ile bir ilgisi yoktur. Bir şey ya vardır ya da yoktur. Onun var olması veya olmaması, bilmemiz veya bilme-
memizle ilgili bir durum değildir. Realizmin, gerçeklere kanıt bulamayacağı yaklaşımının, onu belirsizliklere
götürdüğü ve bir çeşit nihilizm ile sonuçlandığı ifade edilmektedir. Öte yandan, realizmin yeterince eleştirel
olmayan bilimsel yöntem seçimi, realizmin bilimselcilik ile suçlanmasına neden olmuştur (Dixon, 2006b).
Roy Bhaskar’ın formüle ettiği eleştirel ve bilimsel realizm, bazı yönleri ile Ampirizm ve Pozitivizme benzese
de daha kompleks bir ontolojik pozisyon alır. Bu anlamda, nesne ve olayları ampirik, gerçek ve reel (em-
prical, actual, real) olarak sınıflandırır. Ayrıca pozitivizmin nedensellik mantığını reddeder. Çünkü eleştirel
realistlere göre toplum, bilimsel deneylerdeki gibi yapay ve kapalı bir laboratuvar değildir. Ancak bu, olaylar
arasında bir sebep-sonuç ilişkisi olmadığı anlamına gelmez. Sebep-sonuç ilişkisi muhtemel ve durumsaldır,
sabit ve statik değildir. Bu nedenle, farklı sosyal, siyasi, ekonomik ve kültürel ortamlarda farklı sonuçlar verir
(Bhaskar, 1991).
Realist felsefenin özellikle de eleştirel realizmin yeniden yorumlanması ile ortaya çıkan realist coğrafya, Yapı-
salcı Teorinin epistemolojik ve ontolojik birçok soruya cevap vermediğini vurgular. Gündelik hayatın daha iyi
anlaşılmasını önemser. Coğrafyada realizmin en büyük temsilcisi olan Sayer, bilimsel bilginin gündelik bilgi-
den daha geçerli olduğunu savunmanın doğru olmadığını ifade eder ve gündelik hayatın daha iyi anlaşılması
gerektiğini belirtir (Dixon, 2006b; A. Sayer, 1992).
Realizm, karmaşık sosyal hayatı açıklamak için iki farklı metodoloji öngörür: ekstansif ve intansif araştırma.
Ekstansif araştırma ile genellemelere ulaşılacak, intansif araştırma ile de derinlemesine incelemeler yapılmış
olacaktır (Cloke vd., 1991). Bu aslında hümanist coğrafya ile Marksist yapısal coğrafya arasında bir denge
oluşturma çabasıdır. Bu nedenle, realizm Marksizm’in koyu yapısalcığına, determinizmine ve mekanik bakış
açısına karşı çıkar. Bunun esnetilmesi ve aktör olarak insana ve topluma daha geniş bir yer verilmesi gerekti-
ğini savunur. Dolayısıyla realizme, Marksizm’in determinist yapısalcılığı ile fenomenolojinin bireyselciliğinin
arasını bulma çabası olarak bakabiliriz. Amaç, sosyal yapılar (social structures) ile özne olarak insanın (hu-
man agency) arasını bulmaktır (Bhaskar, 1998; Dixon, 2006b).
Realizm, sosyal ilişkileri meydana getiren mekanizmaları, yapıları ve realiteyi meydana getiren temelleri or-

38
taya çıkarmaya çalışır. Bu nedenle, insanlar arasındaki etkileşimden ziyade plan ve pratiklerin mekanizması
ile ilgilenir. Bir fenomenin nasıl meydana geldiğini ve ne kadar yaygınlıkta olduğunu anlamaya çalışır. Bu
anlamda, sosyal değişime sebep olan olguların neler olduğunu ortaya koymaya çalışır (Cloke vd., 1991; Gre-
gory, 2009a).
Bunu yapmak için karma bir araştırma yöntemi, realistlerin araştırma biçimini şekillendirir. Bu da, nicel ve ni-
tel yöntemlerin entegre bir biçimde uygulanması anlamına gelmektedir. Nicel yöntemlerle büyük resim an-
laşılmaya çalışılır. Yani bir olgunun ne kadar yaygınlıkta olduğu ortaya konulur. Nitel yöntemle de bir olgunun
derinliği ve niteliği tespit edilmeye çalışılır (Cloke vd., 1991; Unwin, 1992). Bu da, hem istatistiki tekniklerin
hem de nitel yöntemlerin birlikte kullanılması anlamına gelir.
Yoksulluk örneğinde bunu somutlaştıracak olursak; nicel yöntemlerle yoksulluğun toplumdaki yaygınlık dü-
zeyi ve sayısal boyutu ortaya konulurken, nitel yöntemlerle de bunun yerelde nasıl işlediği, mekanizmala-
rının neler olduğu bağlamsallığı ile ortaya konulmaya çalışılır. Bu anlamda, ortaya çıkabilecek sonuçlardan
biri, yoksulluğun mekanizmalarının belirlenmesidir. Modernleşme sürecinin düzensiz işleyişi ile yoksulluk
arasındaki ilişki ortaya konularak sorunun mekanizmaları anlaşılmaya çalışılır (Kitchin & Tate, 2000).
Giddens’ın Yapılaşma Teorisi
Marksist ve hümanist paradigmaların kantitatif coğrafya eleştirisi ve bunların birbirlerine olan eleştirileri
coğrafya içindeki yaklaşım çeşitliliğini artırdı. Bu anlamda hümanist coğrafyanın bireyin iç dünyasına fazlaca
eğilerek, geniş toplumsal olayları ve yapıları okumada eksik kaldığı ve Marksizm’in özne olarak insana ye-
terince yer vermediği düşüncesi, yeni arayışlar ve yaklaşımlar doğurdu. Bu çabalardan biri İngiliz sosyolog
Anhony Giddens’ın Yapılaşma (Stracturation) Teorisidir. Giddens özne olarak insan ile sosyal yapıların kesi-
şimlerini açıklamaya çalışır. Giddens’a göre sosyal hayatın açıklamasına yönelik çabalara bakıldığında, ya öz-
neyi ya da yapıyı öne çıkardıkları görülmektedir. Giddens, sosyal hayatın süregelen üretim ve yeniden üretim
süreçlerinin bir sonucu olduğunu ifade etmektedir. Yapı, gündelik hayat içerisinde yeniden üretilirken, özne
de bu yapıların zorlaştırıcılığı ve kolaylaştırıcılığı ile değişir ve dönüşür. Bu nedenle, yapılar sadece engelleyici
unsurlar değil aynı zamanda sosyal aksiyonun durumu ve bağlamıdır. Yapı ve özne karşılıklı olarak etkileşir ve
birbirini dönüştürür. Bu anlamda, yapı, sosyal değişimin hem aracı hem de sonucudur (Warf, 2006c).
Giddens’a göre Ortodoks teoriler (Yapısal Marksizm), öznenin seçim yapma ve gücü kullanma kapasitesini
anlamaktan uzaktır. Özne, sosyal değişimin dışında bir olgu olarak yansıtılmakta ve özneye rağmen sosyal
değişimin olduğu varsayılmaktadır. Oysa Giddens’a göre insanlar bilgi ve bilinç sahibi varlıklardır. Her insan
kendi çapında bir sosyologdur ve toplum bilgisine göre davranış ve eğilimlerini belirler (Giddens, 1984). Bu
nedenle, sosyal yapıların özneyi nasıl değiştirdiği düşünülüyorsa, aynı şekilde özne de günübirlik pratikleri ile
yapıyı değiştirir ve dönüştürür. Bu nedenle, toplumun yeniden üretimi ve bireyin sosyalleşmesi aynı madal-
yonun farklı yüzleridir. Bu durumda sosyal yapı ve özne, karşılıklı olarak belirleyici ve şekillendiricidir (Warf,
2006c; Warf & Arias, 2009).
Giddens, yapıları kural ve kaynaklar olarak tanımlar. Bu kural ve kaynaklar, insanları sınırladıkları gibi yeni
şeyler yapmalarına ve değişimi geliştirmelerine de katkı sağlar. İnsanlar gündelik pratikleri, performansları
ve yaşamları ile bilinçli ya da bilinçsiz olarak sosyal yapıları yeniden üretir ve biçimlendirirler. Dolayısıyla
gündelik düşünce, davranış ve pratikler sadece sosyal hayata ve dünyaya ayinedarlık etmez, aynı zamanda
onları biçimlendirir. Tarih ve coğrafya, gündelik hayat pratikleri, dinamizmi ve rutinleri ile üretilir. Giddens’ın
analizinde zaman ve mekân doğal ve sosyal ilişkilerin dışında olgular değil insanın ürettiği ve biçim verdiği
olgulardır (Unwin, 1992; Warf, 2006c).
Giddens, Yapılaşma Teorisi’ni farklı yazarların felsefi ve teorik tartışmalarına açtı. Bu yazar ve düşünürler,
Giddens’ın öngördüğü sentezin imkânsız olduğunu ve geliştirdiği soyut kavramlaştırmaların, ampirik ve aka-

39
demik araştırmalara uyarlanmasının oldukça güç olduğunu ifade ettiler. Bu anlamda, Yapılaşma Teorisi’nin
bir araştırma programından ziyade bir sentezleme aracı olarak kullanılabileceği ifade edilmiştir. Yapılaşma
Teorisi’ni coğrafyaya uyarlayan Thrift, Pred ve Duncan gibi coğrafyacılar, etken olarak insana sosyal yapılar
içinde daha esnek bir rol veriyor ve insanın sosyal yapıları değiştirebileceğini vurguluyordu (Cloke vd., 1991;
Peet, 1998). Giddens’ın analizleri coğrafyacılar için önemli olmuştur. Mekânın üretimi, sosyal yapıların in-
şası, bireyin sosyalleşmesi ve sosyal yapıyı değiştirmesi, gündelik yaşam ve pratikler, zaman ve mekânın
büzüşmesi gibi konularda coğrafyacıların analizler ve araştırmalarına entegre ettikleri değerli teorik açılımlar
olmuştur (Gregory, 1994).
Postmodernizm
Temelde modernizme tepki olarak ortaya çıkan postmodernizmin düşünce temelini, Lyotard ve Jame-
son’nun görüşlerinin oluşturduğu kabul edilir. Fransız filozof Foucault’un düşünceleri de postmodern felsefe
içinde önemli yer tutar. Postmodernizme göre modern paradigmaların (Pozitivizm ve Marksizm dahil) ileri
sürdüğü zamandan, mekândan ve araştırmacının/teorisyenin pozisyonundan bağımsız evrensel doğrular id-
diası bir safsatadır. Tek doğru değil, belki doğrulardan bahsedilebilir. Modern paradigmaların karmaşık olan
toplumu tek bir teori ile açıklama çabaları bir hayaldir. Dünyanın bir komplekslik, bağlamsallık ve karmaşıklık
içerisinde düşünülüp çalışılması gerekir (Kaya, 2005).
Bazı postmodernistlere göre postmodernizm bir paradigma değildir. Aksine postmodernizm bütün para-
digmalara karşıdır (Warf, 1992). Bu nedenle, bilimsel yaklaşımlar olarak, önümüze konulan bütün moder-
nist yaklaşımlara şüphe ile bakarlar. Araştırmacının kültürü, hayat tecrübesi ve bilim felsefesi realiteyi farklı
görmesine neden olur. Haliyle modern bilimin iddia ettiği gibi bir objektiflik sadece bir ütopyadır. Postmo-
dernizm (kendi içinde farklı görüşler olsa da) farklılıklara, dile, temsil olayına, metin ve sembollere özenle
vurgu yapar. Dikkat çekilmesi gerekenin aynılık değil, farklılık, düzen değil, düzensizlik, kalıcılık değil, geçicilik
olduğunu savunur. Bilim, ideoloji, politika ve metafizik gibi kavramların bir kez daha irdelenmesi ve bilgi ile
güç arasındaki ilişkinin ortaya konulması postmodernizmin önemli amaçlarını teşkil eder (Soja, 1993).
Postmodernizm, bütün genellemeci ve evrensel doğrucu yaklaşımlara karşı çıkmış bir paradigmadır. Diğer
bir ifade ile bütün modernist paradigmalara karşı bir paradigmadır. Postmodernizme göre ontolojik olarak
toplum, modernistlerin varsaydığından çok daha karmaşıktır. Toplum, toplumu anlamak üzere inşa ettiğimiz
teoriler ve genellemeci söylemlerden (meta narratives) çok daha karmaşıktır. Dolayısıyla bütün bu yaklaşım-
lar toplumu anlamak ve açıklamaktan uzak, indirgemeci yaklaşımlardır (Woodard, 2009).
Postmodernizm evrensel doğrulara karşı olan bir düşünce akımıdır. Bilginin ve anlamanın zamana, mekâna
ve konjonktüre bağlı olan bağlamsallığına büyük bir önem verir. Bu bakımdan tek doğru ve sorunlara tek
cevap ve tek yaklaşım yoktur. Doğrulardan çok, okumalar vardır. Bulgulardan ziyade okumalara vurgu yapar
(Peet, 1998).
Postmodernizm, oldukça farklı biçimlerde tanımlanmakta ve bu farklı tanımlamalar kafa karışıklıklarına ne-
den olabilmektedir. Bunun nedeni, postmodernizmin nesne ve duruş olmak üzere iki şekilde tanımlanma-
sıdır. Nesne olarak tanımlanması, daha çok bir dönemsellikle ilgilidir. Postmodernizm bir taraftan edebiyat,
sanat ve mimari ile tanımlanırken, öte yandan kapitalist üretim modelleri ve süreçleri ile tanımlanmıştır.
Postmodernizm ayrıca duruş veya dünyayı algılama biçimi olarak da tanımlanabilir. Postmodern dönemi
tanımlayan nesneler ve süreçler, postmedernizmi bir duruş/tavır olarak pekiştirir ve yeniden üretir. Bu du-
ruş, dünyayı postmodern bir yolla anlamaya çalışan ahenkli düşünceler sunar ve karşılıklı karmaşık ilişkileri
anlamaya çalışır (Berg, 2006).
Postmodernizm aynı zamanda bir yöntemi veya sosyal dünyaya bakışı ifade eder. İster yöntem isterse bir
duruşu ifade etsin, postmodernizm değişim söyleminin kesinliğini ve Batı entelektüel uğraşısının modern

40
temellerini teşkil eden Aydınlanmayı reddeder. Meta söylemleri ve teorileri (metanarratives) reddeden
postmodernizm, sekülerizm, hümanizm ve bilimsel rasyonalizm gibi evrensel doğrucu yaklaşımları kabul
etmez (Berg, 2006).
Postmodernizmin, “çarşı her şeye karşı” tarzı yaklaşımı büyük eleştirilere neden olmuştur. Postmoderniz-
me tepki gösteren sosyal bilimciler ve coğrafyacılar, postmodernizmin toplumu anlamaya dönük bir projesi
olmadığını, sadece karşı olmanın bir şeyi çözmediğini savunmuşlardır. Onlara göre postmodernizm, büyük
belirsizlikler oluşturarak, toplumu anlamayı daha da güçleştirmiştir (Harvey, 1989).
Fakat bütün eleştirilere rağmen, postmodernizmin getirdiği ontolojik ve epistemolojik eleştiriler önemli dü-
şünsel dönüşümleri de beraberinde getirdiği için görmezlikten gelinmesi de mümkün olmamıştır. Özellikle
bilgi ve güç arasındaki ilişkiler konusunda ortaya koyduğu gerçekler, kimseyi bu paradigmaya bigane bırak-
mamıştır. Postmodernizme göre toplumdaki güç ilişkilerini anlamadan toplumu anlamak mümkün değildir
(Warf, 1995). Bu bağlamda özellikle kimlik politikalarını çalışanların büyük ilgi gösterdiği bir paradigma ol-
muştur.
Postmodernizm araştırma yöntemi olarak spesifik bir yöntem önermez. Her çeşit yöntemin kullanılabilece-
ğini ve bunun araştırmacının inisiyatifinde bir şey olduğunu belirtir. Postmodernistler için metottan ziyade
eleştirel bakış açısının sergilenmesi önemlidir. Özellikle yapıbozum yaklaşımı, alışık olduğumuz geleneksel
bilgi, tanımlama ve yaklaşımlara şüphe ile bakma ve bu bilgilerin yeniden tanımlanması ve inşası bakımın-
dan oldukça önemlidir. Bu nedenle postmodernistler, evrenselci Avrupa/Batı merkezli (Eurocentric) yakla-
şımların, tanımlamaların ve inşaların yanlış yönlendirmeler yaptığını ve anlamayı güçleştirdiğini savunurlar
(Benko & Strohmayer, 1997).
Yoksulluk konusuna tekrar gelecek olursak; postmodernizme göre yoksulluğu anlamak için toplumdaki güç
ilişkilerini anlamamız gerekir. Toplumda düzensiz bir güç dağılımı vardır ve bu da bazılarını avantajlı kılarken
bazılarını dezavantajlı kılar. Ayrıca yoksulluğun söylemsel olarak nasıl inşa edildiğini ve bu söylemin toplum-
daki eşitsizlikleri meşrulaştırdığını savunurlar (Kitchin & Tate, 2000).
Feminizm
Her ne kadar farklı feminizmler olsa da, feminizmi sistematik cinsiyet eşitsizliği, cinsiyet farklılığı, maskuli-
nizm, heteronormallik, sembolik şiddet ve diğer sosyal dışlamaları tanımlama, ortadan kaldırma ve araştır-
maya çalışan bir sosyal hareket ve düşünce akımı olarak tanımlamak mümkündür. Kadınların yaşam kalitesi-
nin artırılması, kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması, eğitimde, hukukta, siyasi hayatta ve iş alanında
fırsat eşitliğinin sağlanması feministlerin temel ilgi alanlarıdır. Feministler, bu konulardaki eşitsizliğin gideril-
mesi için sosyal aktivizm ile akademik araştırmaları iç-içe olgular olarak görürler. Feministler için bilim ve sa-
nat yoluyla gündelik yaşamdaki düşüncelerde devrimsel değişiklikler yapmak ve alışageldiğimiz kadın-erkek
rollerini, bilgi üretimi ve kavramlaştırmaları ve bilgi ile pratik arasındaki ilişkiyi yeniden düzenlemek büyük
bir misyondur (Hanson, 1992; McCann, 2009; Thomas, 2006).
Modern Batı feminizmi, bireysel özgürlükler temelinde inşa edilmiştir. Bireysellik ise liberal sosyal ve ekono-
mik katılım ve içermeye dayanır. Kadınlar, evrensel olduğu söylenen bu normlara ve liberalizmin özgürlükçü
iddialarına rağmen dışlanmıştır. Feministler, bu normları kullanarak sosyal, ekonomik ve siyasi katılımlarını
ve eşitlik haklarını savunmuşlardır. Bu mücadelelerini sürdürürken dışlanmış başka gruplarla işbirliği yapa-
rak, eşitsiz olduğunu düşündükleri yapılarla mücadele etmişlerdir (Thomas, 2006).
Feminizm temelde kadın-erkek eşitsizliğine karşı olarak çıkmış bir sosyal hareket olmasına rağmen, zaman-
la bilimsel araştırmalarının yapılma biçimine de etki etmiş bir yaklaşımdır. Feministlere göre toplumdaki
ilişkiler, güç dağılımı ve temsil olguları cinsiyet temelinde eşitsizliklerle doludur. Bu bakımdan, toplumdaki
bu eşitsizlikleri doğuran ve devam ettiren tüm kurumsal yapıların mutlaka yeninden müzakere edilmesi ve
yeniden dizayn edilmesi gerekir (Bondi, 2002; Unwin, 1992).

41
Feministlere göre dünyada, toplumda ve bilimde, tarihsel olarak (beyaz) erkek hakimiyeti vardır. Toplumda
egemen olan erkek bakış açısıdır. Ancak bu eksik ve sorunlu bir bakış açısıdır. Beyaz erkeğin deneyimleri,
dünya algısı ve toplumu anlama biçimi evrensel değildir. Erkek ayrıcalıklı bir statüye sahiptir ve bunu tarih
boyunca pervasız bir biçimde kullanmıştır (Bondi, 2002). Beyaz erkek bakış açısı sadece Batı dünyasında
değil, aynı zamanda doğu dünyasında da kendini göstermiştir. Hatta toplumun diğer kesimleri ve dünyanın
farklı bölgelerindeki topluluklar da bu bakış açısı ile kendilerini, toplumlarını ve doğa ile ilişkilerini anlamaya
çalışmıştır. Ancak bu sorunlu bir bakış açısıdır; çünkü toplumdaki güç ilişkileri bilginin üretimini ve inşa biçi-
mini sorunlu hale getirmiştir. Daha adil bir sistem için mevcut kurumsal ve sosyal yapıların değişmesi gerekir
(Linda McDowell, 1999).
Bu anlamda, feministler Marksistler gibi sadece toplumu anlamaya değil aynı zamanda değiştirmeye çalı-
şırlar. Beyaz erkeğin yaklaşımları, deneyim ve kavrayışları evrensel olmadığı için, farklı perspektiflere ihtiyaç
vardır. Bu bakımdan, kadınların sunacakları çok önemli yaklaşımlar vardır. Bu yaklaşımların ifadesine izin
veren, daha eşitlikçi bir toplumsal ve bilimsel yapıya ihtiyaç vardır. Herkesin sesini ve soluğu duyurabileceği
bir düzen, feministler için vazgeçilmezdir. Bu nedenle, farklı grupların seslerini duyurmalarına ve tecrübele-
rini paylaşmalarına fırsat verilmelidir (Linda McDowell & Sharp, 1999). Feministlerin kısmen Marksistlere
benzeyen tarafları bilimsel araştırma ile sosyal aktivizm arasında ilişki kurmalarıdır. Buna göre araştırmacı
sadece sorunu ortaya koymakla yetinmemeli, aynı zamanda toplumun ve bilimsel toplulukların değişimine
de katkı sağlamalıdır (Peet, 1998).
Feminizm öteden beri mekânsal bir pratik olmuştur. Mekânın geleneksel organizasyonun tartışılması ve
yeniden yapılandırılması, özellikle de ‘özel alan’ ve ‘kamusal alan’ tartışmaları feministlerin önemli bir ilgi
alanları olmuştur. Feministlerin dile getirdikleri ‘kişisel olan aynı zamanda siyasidir’ söylemi geleneksek özel
alan ve kamusal alan bölümlemelerini reddetmiştir (Hanson, 1992; McCann, 2009).
Feminizmin coğrafya disiplinine etkisi, 1960’lı yılların kadın hareketlerinden sonra 1970’li yıllarla mümkün
olmuştur. Feminist coğrafya, cinsiyet ve coğrafyaların nasıl karşılıklı olarak üretildiğine ve dönüştürüldüğüne,
cinsiyet farklılığının sosyal hayata nasıl nüfuz ettiğine ve diğer kategorik ayrımları nasıl normalleştirildiğine
odaklanır (Dias & Blecha, 2007). Feminizm, coğrafya disiplinini çalışma şekli, odaklandığı konular ve kurum-
sal yapısı bakımdan derinden etkiledi. Bu etkileri, hem yayınlanan coğrafya dergilerinde hem de yazılan ki-
taplarda görmek mümkündür. Feminist coğrafyaya adanmış coğrafya dergileri olduğu gibi, buna özel sayılar
ayıran ve rutin yayınlarında geniş yer veren coğrafya dergileri de azımsanmayacak kadar çoktur (McCann,
2009).
Feminist coğrafyacılar eleştirel yaklaşımları ile bilinirler (Bondi, 2002; Nagar, 2009). Bu eleştirel yaklaşımlar,
sadece kadın-erkek eşitsizliği ve heteronormalite ile sınırlı olmayıp, coğrafyanın tüm geleneklerini kritiğe
tabi tutmakta, erkek egemen (maskulinity) bir bakış açısı içinde olduklarını ortaya koymakta, eşitsizlik ve
normalitenin coğrafi bilgi üretiminde nasıl yeniden üretildiğini ve canlı tutulduğunu çalışmaları ile dikkate
sunmaktadırlar. Bu nedenle, feminist coğrafyanın temsilcileri akademik coğrafyadaki varsayımlar ve disip-
linin pratik edilme şeklinin problemli olduğunu ve bunun değişmesi gerektiğini savunmuşlardır (McCann,
2009; L McDowell, 1993). Onlara göre mevcut bilimin yapılma şekli, erkeklerin düşünce dünyası ve var-
sayımlarına dayanmaktadır. Halbuki, erkeklerin tecrübeleri evrensel değildir. Kadınların kendine göre bir
yaşam tecrübesi, bilim anlayışı ve dünyaya bakış açısı vardır. Bu anlamda, örneğin coğrafyacılar, yoksulluk
konusunu incelerken, yoksulluğun genel dağılımına veya sosyal sınıflar yönüne bakarlar. Halbuki, kimin daha
çok yoksulluk ve açlığa maruz kaldığı dikkatlice incelenecek olursa, görülecektir ki cinsiyet önemli bir rol
oynamaktadır.
Feminist coğrafyanın en önemli özelliklerinden biri de coğrafi bilgi üretiminin aynı zamanda siyasi olarak
sosyal değişimi gerçekleştirmeyi amaçlamış olmasıdır. Coğrafi kurumlardaki seksizm eğilimlerini ortaya ko-

42
yan feminist coğrafyacılar, akademik personel alımlarında, yayın süreçlerinde ve ders anlatımında yaşanan
ayrımcılık ve eşitsizlikleri eleştirmekte ve değiştirilmesi yönünde büyük gayret sarf etmektedirler. Feminist
coğrafyacıların akademik araştırma ile sosyal aktivizmi sentezleyen yaklaşımları sonuç vermiş ve coğrafya-
nın kurumsal yapısında ve işleyişinde önemli değişiklikler olmuştur. Marksistler teorilerini sınıf mücadelesi
(class struggle) üzerine bina ederken, feministler erkek egemenliğinin (patriarchy) eleştirisine dayandırırlar
(Thomas, 2006).
Feminist yaklaşımlar coğrafya içinde L. McDowell ve J. Monk gibi önemli temsilciler buldu. Susan Hanson
coğrafya ile feminizm arasında üç temel ortak yanın olduğunu savunur: Hem feminizm hem de coğrafya
gündelik hayata vurgu yapar, bağlamın önemini kabul eder ve farklılıklara dikkati çeker (Hanson, 1992). Fe-
ministler, yaptıkları araştırmalarla coğrafyada disiplinler arası ve karşılaştırmalı bölgesel araştırmalar ile coğ-
rafyanın yapılma biçimini de etkilemiştir. Feministlerin geliştirdikleri yerleştirmeli bilgi (situated knowledge)
yaklaşımı, empatiyi, deneyimi, alan araştırmasını, yerelin sesi ve soluğu olmayı önemser. Bu yaklaşımlar,
coğrafyada feminist metotlar diye bir alanın gelişmesini sağlamıştır.
Feminizm tek bir deneyimi veya yaklaşımı ifade etmez. Oldukça farklı yaklaşımlar feminizm ve feminist coğ-
rafya içinde kendine yer bulmuştur. Bu anlamda, Batı feminizmi dışlayıcı olmakla suçlanmakta ve eleşti-
rilere maruz kalmaktadır. Özellikle siyah ve üçüncü dünya ülkeleri feminizmleri, Batı feminizminin beyaz,
heteroseksüel ve orta sınıfçı olduğunu, beyaz kadının yaşam deneyimlerini temel aldığını, bu deneyimleri
bir evrensellik içinde sunduğunu ve diğer eşitsizliklere ilgisiz kaldığını iddia etmişlerdir (Hooks, 1981, 2000).
Eleştiriler, feminizmin zamanla çeşitlenmesine ve farklı formlar almasına neden olmuştur. Cinsiyet eşitsizliği
ile yola çıkan feminist coğrafya, zamanla oldukça farklı formlar almıştır. Sosyalist feminizmden (eşitsizlik,
ataerkillik ve kapitalizm arasındaki ilişkiler), feminist farklılıklar coğrafyasına (kimlik, ırkçılık, heteroseksüelite
ve doğanın sosyal inşası gibi) ve oradan feminist çapraz coğrafyalara (vatandaşlık, milliyetçilik, jeopolitika ve
siyasi ekoloji gibi) kadar çok değişik formlarda feminist coğrafyalar görmek mümkündür (Thomas, 2006).
Özetle şunu söylemek gerekir ki, feminist coğrafyaların katkılarını üç temel alanda görmek mümkündür:
kadının daha görünür kılınması, coğrafi bilgi üretimine eleştirel bir bakış getirerek hem odaklanılan konuları
hem de çalışma yöntemini dönüştürülmesi ve coğrafya kurumlarının işleyiş biçimini eleştirerek dönüşümü-
nün sağlanmasıdır. Küreselleşen dünyanın dinamik yapısı ve kimlik politikalarının son on yıllarda siyasi, kül-
türel, sosyal ve siyasal her alanında hissedilmesi, feminist coğrafyaları daha da önemli kılmış ve çeşitlenerek
sorunlara cevap aramasına neden olmuştur (Thomas, 2006).
Feminizm kısa zaman içerisinde özellikle kadın araştırmacılar için çok önemli bir yaklaşım olmuştur. Yine
özellikle dezavantajlı grupların argümanlarına sıkça başvurduğu bir paradigma olmuştur. Coğrafya içerisinde
de kısa zamanda önemli bir yere kavuşmuştur. Her yıl düzenli olarak yapılan birçok kongre ve konferanslarda
birçok feminist coğrafya oturumu düzenlenmekte ve bu alanda yayın yapan dergilere rastlanmaktadır.
Feministlerin de kendilerine özgü spesifik bir araştırma yöntemi yoktur. Onlar için önemli olan eşitsiz top-
lumsal yapının gözler önüne serilmesi ve kenarda kalmış grupların seslerinin duyurulmasıdır. Ayrıca araş-
tırmacının sürekli olarak pozisyonunu gözden geçirmesi, bunun doğurduğu sonuçlar üzerinde düşünmesi
feministler için oldukça önemlidir. Feministler hem kantitatif hem de kalitatif yöntemleri kullanarak araştır-
malarını sonuçlandırırlar.
Yoksulluk konusuna bakan bir feminist, araştırmacının yoksulların dünyasını anlamasına büyük önem verir
ve onların seslerini duyurmalarına aracılık eder. Bu nedenle, yoksulların bilgi ve deneyimlerini paylaşmala-
rına özen gösterir. Yoksullara göre toplum nasıl olmalıdır ki yoksulluğu ortaya çıkaran adaletsizlikler ortadan
kalksın (Kitchin & Tate, 2000)?

43
Sonuç
Coğrafya farklı disiplinlerin kavşak noktasında yer alan bir bilim dalı olduğu için oldukça farklı düşünce akım-
larıyla sürekli alışveriş içinde olmuştur. Onlardan beslenmiş veya onları beslemiştir. Bir yandan, başta fen
bilimlerinden entegre edilen ve ağırlıklı olarak pozitivist düşünce çerçeveleri, öte yandan sosyal bilimlerin
zengin düşünce sistemlerinden entegre edilen yorumlamacı düşünce çerçeveleri, coğrafi çalışmaları de-
rinden etkilemiştir. Coğrafyada kayaçlardan, mekânsal ilişkilere; göçten, yağış ve volkanizmaya; etnisite ve
dinden, bitki coğrafyasına kadar farklı uzmanlık alanlarının olması, coğrafyaya sadece düşünsel bir çeşitlilik
getirmemiş, aynı zamanda araştırma yöntemlerini de çeşitlendirmiştir. Coğrafyanın zengin araştırma alanla-
rı, hem felsefi yaklaşımların zenginliğini hem de gerçeklik arayışında farklı yolların coğrafi araştırmaya dâhil
edilmesini sağlamıştır.
Kuzey Amerika’da coğrafyadaki paradigmatik değişimleri ne kadar kronolojik olarak sunmaya çalışsak da,
aynı devirde farklı ekollerin temsilci bulduğunu belirtmek gerekir. Ortaya çıkan bir çok yeni ekolün yanında,
eski ekoller de varlıklarını devam ettirmişlerdir. Dolayısıyla sosyal, siyasal, ekonomik ve çevresel sorunlara
çok farklı açılardan bakan coğrafi yaklaşımlar aynı devirde etkin olmaya çalışmış ve her dönemin sosyal ve
siyasal bağlamına göre farklı yaklaşımlar ortaya çıkmıştır.
Hızla değişen ve küreselleşen dünya, çevre bozulmasından, toplumsal çatışmalara, ekonomik krizden kül-
türel uyuma, siyasi kriz ve istikrarsızlıklardan mekânsal değişimlere kadar farklı sorunlara yaklaşımları ge-
liştirmeyi zorunlu kılmaktadır. Disiplinler, değişerek toplumsal taleplere cevap verirler. Her yeni toplumsal
bağlam, sorunların ele alış biçiminde yeniliği zorunlu kılmaktadır. Türkiye’de de değişen toplumsal bağlam,
akademik hayat, sorunların boyut değiştirmesi, coğrafi düşüncenin dinamik olmasını ve yenilenmesini bir
zorunluluk haline getirmektedir. Esnek düşünebilmek, sorunları doğru şekilde analiz etmek ve politika yapı-
mına yön vermek, coğrafi düşüncenin farklılıklara açık olmasını gerektirmektedir. Bunun yolu da kalıplaşmış
statik düşünceler yerine, daha esnek ve toplumu, değişimi, çevre-insan ilişkilerini, küreselleşmeyi, kültürel
değişimi, tarihselliği, siyaset, kültür, ekonomi ve doğal çevre arasındaki karmaşık ve dinamik ilişkileri anla-
yacak yaklaşımları geliştirmektir. Kaba tasvirin ve katalogcu yaklaşımların bunu sağlamayacağı açıktır. Bu
nedenle, daha analitik, daha kuşatıcı ve daha çözüm üretici yöntemleri geliştirilmesi şarttır. Türkiye’de coğ-
rafi araştırmalar ontolojisi, epistemolojisi ve metodolojisi ile ayağı yere sağlam basan gelenekler üretmek
zorundadır. Bunun en önemli yollarında biri ise tartışma ve eleştirel düşünce kanallarının açık tutulması
ve değişimlerin doğru bir şekilde izlenmesidir. Ayrıca coğrafyayı dar akademik kalıplarımıza hapsetmeden,
diğer akademik disiplinlerle verimli etkileşimlere girmemiz gerekmektedir. Ancak bu şekilde zenginleşen
ve dünyadaki değişimleri doğru okuyan ve buna göre pozisyon belirleyen bir coğrafi düşünce sistematiği
geliştirebiliriz.

Kaynakça
Abu-Lughod, J. L. (1989). Before European hegemony: the world system A.D. 1250-1350. New York: Ox-
ford University Press.
Arı, Y. (2005). 20. Yüzyılda amerikan coğrafyası: Genel bir değerlendirme. Konya: Çizgi.
Barański, Z. G. and Short, J. R. (1985). Developing contemporary Marxism. New York: St. Martin’s Press.
Barnes, T. J. (2006a). Logical positivism. B. Warf (Ed.), Encylopedia of Human Geography in (pp. 288-289).
Thousand Oaks, California: Sage.
Barnes, T. J. (2006b). Quantitative revolution. B. Warf (Ed.), Encylopedia of human geography in (pp.
394-396). Thousand Oaks, California: Sage.
Barnes, T. J. (2009a). Empiricism. In D. Gregory, R. Johnston, G. Pratt, M. Watts and S. Whatmore (Ed.),

44
The dictionary of human geography (5th ed.) in (pp. 577-578). Malden, MA: Blackwell.
Barnes, T. J. (2009b). Pragmatism. D. Gregory, R. Johnston, G. Pratt, M. Watts and S. Whatmore (ed.), The
dictionary of human geography (5th ed.) in (pp. 577-578). Malden, MA: Blackwell.
Barrows, H. H. (1923). Geography as Human Ecology. Annals of the Association of American Geograp-
hers, 13(1), 1-14. doi: 10.2307/2560816
Bassett, K. (2009). Marxism. D. Gregory, R. Johnston, G. Pratt, M. Watts and S. Whatmore (Ed.), The
dictionary of human geography (5th ed.) in (pp. 577-578). Malden, MA: Blackwell.
Benko, G. and Strohmayer, U. (1997). Space and social theory: interpreting modernity and postmoder-
nity. Oxford, UK ; Malden, MA: Blackwell Publishers.
Berg, L. (2006). Postmodernism. B. Warf (Ed.) Encylopedia of Human Geography in (pp. 374-375). Thou-
sand Oaks, California: Sage.
Bhaskar, R. (1991). Philosophy and the idea of freedom. Oxford, UK ; Cambridge, USA: B. Blackwell.
Bhaskar, R. (1998). The possibility of naturalism : a philosophical critique of the contemporary human
sciences (3rd ed.). London ; New York: Routledge.
Bondi, L. (2002). Subjectivities, knowledges, and feminist geographies: the subjects and ethics of social
research. Lanham, Md.: Rowman & Littlefield.
Bunge, W. (1979). Fred K. Schaefer and the science of geography. Annals of the Association of American
Geographers, 69(1), 128.
Buttimer, A. (1974). Values in geography. Washington,: Association of American Geographers.
Buttimer, A. (1983). The practice of geography. London ; New York: Longman.
Buttimer, A. (1993). Geography and the human spirit. Baltimore: Johns Hopkins University Press.
Casino, V. J. D. (2006). Phenomenology. B. Warf (Ed.), Encylopedia of Human Geography in (pp. 253-
354). Thousand Oaks, California: Sage.
Castree, N. and Gregory, D. (2006). David Harvey : a critical reader. Malden, MA ; Oxford: Blackwell Pub.
Cloke, P., Philo, C. and Sadler, D. (1991). Approaching human geography: an introduction to contempo-
rary theoretical debates. New York: Guilford.
Cresswell, T. (2012). Geographic thought: a critical introduction. Hoboken, NJ: Wiley-Blackwell.
Dias, K. and Blecha, J. (2007). Feminism and social theory in geography: An introduction. The Professio-
nal Geographer, 59(1), 1-9. doi: doi:10.1111/j.1467-9272.2007.00586.x
Dixon, D. (2006a). Existentialism. B. Warf (Ed.), Encylopedia of Human Geography in (pp. 143-144).
Thousand Oaks, California: Sage.
Dixon, D. (2006b). Realism. B. Warf (Ed.), Encylopedia of Human Geography in (pp. 403-404). Thousand
Oaks, California: Sage.
Doğanay, H., (2011). Anlamı, tanımı, konusu bakımından coğrafya ilmi hakkında bazı düşünceler. Doğu
Coğrafya Dergisi, 25 (1), 1-43.
Gatrell, J. (2006). Quantitative methods. B. Warf (Ed.), Encylopedia of Human Geography in (pp. 393-
394). Thousand Oaks, California: Sage.

45
Giddens, A. (1984). The constitution of society. Berkley: University of California Press.
Gould, P. ve White, R. (1974). Mental maps. Harmondsworth,: Penguin.
Gregory, D. (1979). Ideology, science and human geography. New York: St. Martin’s Press.
Gregory, D. (1994). Geographical imaginations. Cambridge, MA: Blackwell.
Gregory, D. (1995). Imaginative geographies. Progress in Human Geography, 19, 447-485.
Gregory, D. (2004). The colonial present : Afghanistan, Palestine, and Iraq. Malden, MA: Blackwell Pub.
Gregory, D. (2009a). The dictionary of human geography (5th ed.). Malden, MA: Blackwell.
Gregory, D. (2009b). Imaginative geographies. D. Gregory, R. Johnston, G. Pratt, M. Watts and S. What-
more (ed.), The dictionary of human geography (5th ed.) in (pp. xvi, 1052 .). Malden, MA: Blackwell.
Guelke, L. (1974). An idealist alternative in human geography. Annals of the Association of American
Geographers 64(2), 193-202.
Hanson, S. (1992). Geography and feminism: Worlds in collusion? Annals of the Association of American
Geographers, 82, 569-586.
Hartshorne, R. (1939). The nature of geography; a critical survey of current thought in the light of the
past. Lancaster, Pa.,: The Association of American Geographers.
Harvey, D. (1969). Explanation in geography. London: Edward Arnold.
Harvey, D. (1973). Social justice and the city. London: Edward Arnold.
Harvey, D. (1989). The condition of postmodernity: An enquiry into the origins of cultural change. Oxford
[England] ; Cambridge, Mass., USA: Blackwell.
Harvey, D. (1996). Justice, nature and the geography of difference. Cambridge, Mass.: Blackwell Publis-
hers.
Harvey, D. (2005). The new imperialism. Oxford ; New York: Oxford University Press.
Harvey, D. (2006a). The limits to capital (New and fully updated ed.). London ; New York: Verso.
Harvey, D. (2006b). Spaces of global capitalism. London ; New York, NY: Verso.
Henderson, G. L. and Waterstone, M. (2009). Geographic thought: a praxis perspective. London ; New
York: Routledge.
Herod, A. (2006). Marxism and geography. B. Warf (Ed.), Encylopedia of Human Geography in (pp. 293-
296). Thousand Oaks, California: Sage.
Hooks, B. (1981). Ain’t I a woman : Black women and feminism. Boston, MA: South End Press.
Hooks, B. (2000). Feminism is for everybody : passionate politics. Cambridge, MA: South End Press.
Jacobson, D. (2006). Behavioral geography. B. Warf (Ed.), Encylopedia of Human Geography in (pp. 17-
18). Thousand Oaks, California: Sage.
Kaya, İ. (2005) Sosyal Teori ve Beşeri Coğrafya, İçinde: Avcı, S. ve Turoğlu, H., (Eds.) Ulusal Coğrafya Kong-
resi 2005 Bildiriler Kitabı, İstanbul, 257-266.
Kitchin, R.and Tate, N. (2000). Conducting researh into human geography: Theory, methodology and
practice. Essex-England: Pearson Education Limited.

46
Kuhn, T. S. (1962). The structure of scientific revolutions. Chicago: University of Chicago Press.
Ley, D. and Samuels, M. S. (1978). Humanistic geography: prospects and problems. Chicago: Maaroufa
Press.
Livingstone, D. N. (1993). The geographical tradition: episodes in the history of a contested enterprise.
Oxford, UK ; Cambridge, USA: Blackwell.
Malachowski, A. R. (2012). The Cambridge companion to pragmatism. Cambridge; New York: Cambrid-
ge University Press.
McCann, E. (2009). Feminism. D. Gregory, R. Johnston, G. Pratt, M. Watts and S. Whatmore (Ed.), The
dictionary of human geography (5th ed.) in (pp. 244-247). Malden, MA: Blackwell.
McCarthy, J. (2009). Marxist geography. D. Gregory, R. Johnston, G. Pratt, M. Watts and S. Whatmore
(Ed.), The dictionary of human geography (5th ed.) in (pp. 566-569). Malden, MA: Blackwell.
McDowell, L. (1993). Space, place and gender relations: Part I. Feminist empricism and the geography of
social relations. Progress in human geography, 17(2), 157-179.
McDowell, L. (1999). Gender, identity, and place: understanding feminist geographies. Minneapolis: Uni-
versity of Minnesota Press.
McDowell, L. and Sharp, J. P. (1999). A feminist glossary of human geography. London ; New York
New York: Arnold ; Co-published in the U.S.A. by Oxford University Press.
Murphy, A. B. (2006). Enhancing geography’s role in public debate. Annals of the Association of Ameri-
can Geographers, 96(1), 1-13.
Murphy, A. B. (2007). Geography’s place in higher education in the United States. Journal of Geography
in Higher Education, 31(1), 121-141. doi: 10.1080/03098260601033068
Nagar, R. (2009). Feminist geographies. D. Gregory, R. Johnston, G. Pratt, M. Watts, and S. Whatmore
(Ed.), The dictionary of human geography (5th ed.) in (pp. 244-248). Malden, MA: Blackwell.
Özgüç, N. ve Tümertekin, E. (2000). Coğrafya: geçmiş, kavramlar, coğrafyacılar. İstanbul: Çantay.
Peet, R. (1979). Societal contradiction and marxist geography. Annals of the Association of American
Geographers, 69(1), 164.
Peet, R. (1993). On geographical determinism in fin-de-siecle marxism: Georgii Plekhanov and the envi-
ronmental basis of russian history by Bassin: reinventing marxist geography: A critique of bassin. Annals
of the Association of American Geographers, 83(1), 156.
Peet, R. (1998). Modern geographic thought. Oxford ; Malden, MA: Blackwell Publishers.
Pickles, J. (2009a). Existentialism. D. Gregory, R. Johnston, G. Pratt, M. Watts and S. Whatmore (Ed.), The
dictionary of human geography (5th ed) in (pp. 228-229). Malden, MA: Blackwell.
Pickles, J. (2009b). Phenomenology. D. Gregory, R. Johnston, G. Pratt, M. Watts, and S. Whatmore (Ed.),
The dictionary of human geography (5th ed.) in (pp. 528-529). Malden, MA: Blackwell.
Pocock, D. C. D. (1981). Humanistic geography and literature: essays on the experience of place. London
Totowa, N. J.: Croom Helm; Barnes & Noble.
Relph, E. C. (1976). The phenomenological foundations of geography. Toronto: Dept. of Geography Uni-
versity of Toronto.

47
Relph, E. C. (1981). Rational landscapes and humanistic geography. London Totowa, N.J.: Croom Helm ;
Barnes & Noble Books.
Sauer, C. O. (1925). The morphology of landscape. Berkeley, Calif.,: University of California press.
Sayer, A. (1992). Method in social science: A realist approach. London: Routledge.
Sayer, R. A. (2000). Realism and social science. London ; Thousand Oaks, Calif.: Sage.
Schaefer, F. K. (1953). Exceptionalism in geography: A methodological examination. Annals of the Asso-
ciation of American Geographers, 43(3), 23.
Sharp, J. (2009). Idealism. D. Gregory, R. Johnston, G. Pratt, M. Watts, and S. Whatmore (Ed.), The dicti-
onary of human geography (5th ed.) in (pp. 363-364). Malden, MA: Blackwell.
Smith, J. (2006). Empiricism. B. Warf (Ed.), Encylopedia of human geography in (pp. 131-132). Thousand
Oaks, California: Sage.
Soja, E. (1993). Postmodern geographies and the critique of historicism. J. Jones, W. Natter and T. Sc-
hatzki (ed.), Postmodern Contentions. New York: Guilford.
Thomas, M. (2006). Feminisms. B. Warf (Ed.), Encylopedia of human geography in (pp. 155-158). Thou-
sand Oaks, California: Sage.
Tretter, E. M. (2008). Martin Heidegger: Theorist of space. [Book Review]. Annals of the Association of
American Geographers, 98(4), 953-954.
Tuan, Y.-f. (1982). Segmented worlds and self: Group life and individual consciousness. Minneapolis: Uni-
versity of Minnesota Press.
Tümertekin, E. ve Özgüç, N. (1998). Beşeri coğrafya: insan, kültür, mekân. İstanbul: Çantay Kitapevi.
Unwin, T. (1992). The place of geography. Essex: Longman.
Warf, B. (1992). Postmodernism and the localities debate: Ontological questions and
epistemological implications. Tijdschrift voor Economische en Sociale Geografie, 84, 161-168.
Warf, B. (1995). Separated at birth? Regional science and social theory. International Regional Science
Review, 18(2), 185-194.
Warf, B. (2006a). Encyclopedia of human geography. Thousand Oaks, Calif.: Sage Publications.
Warf, B. (2006b). History of geography. B. Warf (Ed.), Encylopedia of Human Geography in (pp. 217-225).
Thousand Oaks, California: Sage.
Warf, B. (2006c). Structuration theory. B. Warf (Ed.), Encylopedia of human geography in (pp. 466-468).
Thousand Oaks, California: Sage.
Warf, B. and Arias, S. (2009). The spatial turn : interdisciplinary perspectives. London ; New York: Routle-
dge.
Woodard, K. (2009). Postmodernism. D. Gregory, R. Johnston, G. Pratt, M. Watts and S. Whatmore (ed.),
The dictionary of human geography (5th ed.) in (pp. 566-569). Malden, MA: Blackwell.
Yavan, N. (2005). Bilim Felsefesi Bakımından Coğrafyada Pozitivist Yaklaşım, İçinde Avcı, S. ve Turoğlu, H.
(Eds.) Ulusal Coğrafya Kongresi 2005 Bildiriler Kitabı, İstanbul, s.405-414.
Yücel, T., (1987). Türkiye coğrafyası. Ankara: Türk Kültürünün Araştırma Enstitüsü Yayınları, 68, Seri: 7,
Sayı: A.5.

48
Okuma Listesi
Arı, Y. (2005). 20. Yüzyılda Amerikan coğrafyası: Genel bir değerlendirme. Konya: Çizgi.
Cresswell, Tim. (2012). Geographic thought: a critical introduction. Hoboken, NJ: Wiley-Blackwell.
Cloke, P, Philo, C, and Sadler, D. (1991). Approaching human geography: An introduction to contempo-
rary theoretical debates. New York: Guilford.
Gregory, Derek. (1995). Imaginative Geographies. Progress In Human Geography, 19, 447-485.
Peet, Richard. (1998). Modern geographic thought. Oxford ; Malden, MA: Blackwell Publishers.
Yavan, N. (2005). Bilim felsefesi bakımından coğrafyada pozitivist yaklaşım. İçinde Avcı, S. ve Turoğlu, H.,
(Eds). Ulusal Coğrafya Kongresi 2005 Bildiriler Kitabı, ss. 405-414, İstanbul.

49
50
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ARAŞTIRMA KONUSUNUN
BELİRLENMESİ VE PLANLANMASI
Ali DEMİRCİ
Fatih Üniversitesi

Çalışma Konusunun Belirlenmesi


Literatür Analizi
Yöntemin Belirlenmesi
Araştırmanın Tasarımı
Araştırmanın etik ilkelere uygunluğu

Giriş
Günlük hayatta, küçük büyük demeden işlere başlamadan önce planlar yaparız. Bir yere seyahate gitmeden
önce ulaşım, konaklama, yemek ve giyinme gibi konularda yapmış olduğumuz ayarlamalar, evden dışarı
çıkmadan önce nereye, neden gitmek istediğimizi önceden düşünmemiz hayatımızda sık sık başvurduğu-
muz planlama faaliyetlerinden bazılarıdır. Çoğu zaman dikkat etmesek de planlarımızla yapmış olduğumuz
faaliyetlerin verimli, sorunsuz ve başarılı olarak sonuçlanması arasında sıkı bir ilişki vardır. Trafikte harcana-
cak zamanı dikkate almadan yapılan bir planlama sonucunda uçağını kaçıran veya önceden rezervasyon
yapılmadığı için otelde konaklayacak oda bulamayan kişilerin haberleri, bu ilişkiyi gözler önüne sermektedir.
Bu örneklerden de görüleceği üzere, gereği gibi planlanmayan faaliyetlerde problemlerle karşılaşma olası-
lığı artmaktadır. Günlük hayatımızda içli dışlı olduğumuz pek çok faaliyete göre daha karmaşık, daha uzun
zaman alan akademik çalışmaların düzenli, amacına uygun ve verimli olarak sonuçlandırılabilmesi için de
planlamaya ihtiyaç vardır.
Akademik çalışmalarda planlama; neyin, neden, nasıl, kim için ve ne zaman yapılacağının, çıktıların ne şekil-
de hedef kitleye ulaştırılacağının araştırma başlamadan önce detayları ile belirlenmesini ifade etmektedir.
Araştırmanın konusu, amacı, hangi yöntemle yapılacağı, hangi verilere ihtiyaç duyulacağı ve bu verilerin
nasıl toplanıp analiz edileceği planlama aşamasında belirlenir. Araştırmanın farklı aşamalarında ortaya çı-
kabilecek olası problemler de planlama aşamasında tespit edilmeye çalışılır. Planlama sayesinde, sonuçsuz
kalacak araştırmalar daha işin başındayken engellenerek, emek ve kaynak israfının önüne geçilir. Araştırma
planının hazırlanması, faydaları açısından değerlendirildiğinde, bir araştırmanın en önemli ve öncelikli aşa-
masını oluşturur. Bu açıdan, ister yüksek lisans veya doktora tezleri olsun isterse proje veya daha küçük çaplı

51
akademik çalışmalar olsun araştırmalara bir planlama ile başlanmalıdır.
Araştırmalarda planlamanın içeriği ve şekli çalışmanın konusu, amacı, süresi ve çalışmada ele alınan yak-
laşımlar gibi farklı şartlara göre değişiklik gösterebilir. Çalışmanın çıktılarının tez, makale ve kitap gibi farklı
formatlarda sunulacak olmasının da araştırma planı üzerinde etkisi bulunmaktadır. Ancak çalışmanın şekli
ne olursa olsun planlamanın tüm akademik araştırmalarda geçerli olan bazı ortak noktaları bulunmaktadır.
Şekil 1’de görüldüğü üzere bir araştırma planı yapılırken genel olarak araştırmanın konusu, amacı, yöntemi
ve çalışma takvimi belirlenir ve ilgili literatür analizi yapılır. Bu bölümde bir araştırma planı ve önerisi yapılır-
ken dikkate alınması gereken bu aşamalar sırasıyla ele alınmıştır.

Şekil1. Araştırma planının temel aşamaları

Çalışma konusunun belirlenmesi


Çalışma konusunun belirlenmesi akademik araştırmaların ilk adımını oluşturur. Akademik araştırmaların
başlangıç noktasını oluşturan bu adım araştırmaların sonraki aşamalarını, detaylarını ve varış noktalarını
da temel hatları ile ortaya koymaktadır. Bu açıdan, çalışma konusunun belirlenmesi, sadece kısa süreli bir
düşünme faaliyeti ile konu bulma olarak ele alınmamalı, çalışmanın başarı ile sonuçlanabilmesi için son de-
rece önemli bir süreç olarak değerlendirilmelidir. Bu süreç gereği gibi ele alınmadığı takdirde araştırmaların
uzaması, etkinlik ve güvenirliklerinin azalması, hatalı olarak yürütülmesi, plan ve faaliyetlerinde değişiklikle-
rin yapılması ve hatta sonuçsuz kalması gibi olumsuz durumlarla karşılaşılabilmektedir. Bu da öğrenciler için
tezlerin kabul edilmemesi ve dolayısıyla linsans, yüksek lisans ve doktora öğrenim sürelerinin uzaması veya

52
sona ermesi, akademisyenler için ise proje önerilerinin sonuçsuz kalması ve toplumda karşılığı olan çalışma-
ların yürütülememesi gibi olumsuz sonuçları meydana getirebilmektedir.
Lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin ve akademisyenlerin tez, proje ve çalışma konularını belirler-
ken tecrübe ettikleri üzere, yeni çalışma konularının bulunması her zaman kolay olmamaktadır. Belirli kriter-
lere dikkat edilerek, sistemli bir şekilde takip edilirse fazla zaman almayacak bir süreç sonrasında üzerinde
çalışılabilir, özgün bir araştırma konusuna sahip olunabilmektedir. Bu nedenle, çalışma konusu belirlenirken
Tablo 1’de gösterilen kriterlerin dikkate alınması faydalı olacaktır. Bu kriterler çalışmanın türüne ve konusuna
göre değişebilmekte, çoğalabilmekte ve kriterlerin birbirlerine göre önem dereceleri farklılaşabilmektedir.
Araştırma konusunun belirlenmesinde dikkate alınması gerekli kriterler araştırmacı ve araştırma/konu ile
ilgili olanlar şeklinde ikiye ayrılabilir (Tablo 1). Araştırmacı ile ilgili olan kriterler konunun araştırmacının ilgi
alanı, eğitim seviyesi ve sahip olduğu bilgi, beceri ve tecrübe düzeyi ile uygun olması gibi özellikleri içermek-
tedir.
Tablo 1. Çalışma konusu belirlenirken dikkate alınması gereken kriterler

Kriter Açıklama
Araştırmacının; Konunun
İlgi alanı Araştırmacının ilgi alanı ile uygunluğu, ilgisini çekmesi
Eğitim seviyesi Araştırmacının eğitim seviyesi ile uygunluğu
Bilgi, beceri ve tecrübesi Araştırmacının bilgi, beceri ve tecrübesi ile sürdürülebilir, gerçekleştirilebilir olması
Danışmanının ilgi alanı Yüksek lisans veya doktora tezleri için danışmanın ilgi alanı ile uygun olması veya danışma-
ve istekli olması nın konu hakkında çalışmada istekli olması
Araştırmanın; Konunun/Araştırmanın
Yüksek lisans veya doktora tezi için mi, yoksa proje veya farklı ölçekteki bir akademik ça-
Türü
lışma için mi? çalışıldığı?
Neden çalışılacağı, hangi araştırma sorularını cevaplamak için, hipotezi test etmek için
Amacı
çalışılacağı
Aynı içerik, aynı yöntem ve sahada daha önce çalışılmamış olması, neden çalışılması ge-
Özgünlüğü rektiği hakkında güçlü gerekçeleri olması, probleme veya bir ihtiyacın karşılanmasına da-
yalı olması
Hangi hedef kitleye yönelik olarak hazırlandığı, sonuçlanması ile hedef kitleden nelerin
Hedef kitlesi
beklendiği
Gerek duyduğu veriler var mı? Verilerin nasıl temin edileceği ve analiz edileceği, araştırıcı-
Yöntemi
nın hangi birincil verileri elde edeceği
Süresi ve zamanı Tamamlanması için gerekli süre, gerçekleştirileceği zaman
Mevcut araç-gereç, veri, yöntem, kaynak ve insan gücü ile belirtilen sürede tamamlana-
Yapılabilirliği
bilirliği
İlgili bilim ile ilişkisi Konu, amaç ve içerik olarak ilgili bilim ile uygunluğu
Çalışma sahası Gerçekleştirileceği çalışma sahasının konum ve büyüklük açısından uygunluğu
Kapsamı Yeterli ölçüde daraltılmış olup olmaması

53
Araştırma konusunun seçilmesinde öncelikle konunun araştırmacının ilgi alanı ile uygun olmasına bakıl-
malıdır. Bu durum tez konusu araştıran lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencileri açısından daha önem
kazanmaktadır. Öğrencilerin ilgilerini çekmeyen, daha az başarılı oldukları veya kendilerinde öğrenme aşkı
ve merakı uyandırmayacak olan konuları tezleri için seçmeleri sağlıklı ve sürdürülebilir bir çalışma ortamı
oluşturmayacaktır.
Seçilen konunun araştırmacının eğitim seviyesine ve sahip olduğu bilgi, beceri ve tecrübe düzeyine uygun
olması gerekmektedir. Yöntem olarak üstesinden gelinemeyecek, çalışılması çok güç veya imkânsız olan
araştırma konularının seçilmesi zaman ve kaynak israfına neden olabilir. Bu durum tez konusu belirleyen
öğrenciler açısından daha önem kazanmaktadır. Ancak danışmanlardan veya farklı kurumlardan gerekli des-
tekler alınabilirse öğrencilerin kendi sınırlarını zorlamaları akademik gelişim sağlama açısından önemlidir.
Yüksek lisans ve doktora tezlerinde konunun öğrencinin ilgi alanı ile olduğu kadar danışman öğretim üyesi-
nin çalışma alanları ile uygunluğuna da dikkat edilmelidir. Bu uygunluk farklı ilgi alanlarına sahip çok sayıda
öğrenciye karşılık, sınırlı ilgi alanlarında çalışma yürüten az sayıda öğretim elemanın bulunduğu coğrafya
programlarında tam olarak sağlanamamaktadır. Bu durumda, öğrencinin tez konusunu kayıtlı bulunduğu
programda yer alan öğretim üyelerinin ilgi alanlarından seçmesi en doğru olanıdır. Ancak bu da farklı ilgi
alanlarında çalışmak isteyecek öğrenciler açısından bir dezavantajdır. Bu dezavantajın ortadan kaldırılabil-
mesi için ilgili Anabilim Dalı Başkanı ve Enstitü ile görüşülerek farklı üniversitelerde ilgili alandaki bir öğretim
üyesi ile danışman veya eş danışman olarak çalışma yolları aranabilir.
Araştırma konusunun belirlenmesinde araştırmanın türü de dikkate alınmalıdır. Araştırma konuları lisans,
yüksek lisans ve doktora programlarında yürütülen tezlere göre değişiklik gösterir. Lisans bitirme, yüksek
lisans ve doktora tezleri için yürütülen araştırmalar kapsam, derinlik ve analiz yönü açısından farklıdır. Ör-
neğin; coğrafya bölümü lisans bitirme tezi için daha çok literatür taraması ağırlıklı çalışmaları içeren “İstan-
bul’un su kaynakları” başlıklı bir konu seçilebilirken aynı konu yüksek lisans tez konusu olarak yeterli değildir.
Yüksek lisans tezlerinde “1990-2010 yılları arasında İstanbul’un su havzalarındaki arazi kullanım değişimle-
rinin belirlenmesi” gibi öğrenciyi daha fazla yönteme, analize ve sorgulamaya yönelten konular seçilmelidir.
Doktora çalışmaları ise özgünlük, derinlik ve etki açısından önemli akademik çalışmaları oluşturur. Bu açıdan
doktora tezleri için konuların daha dikkatli seçilmeleri gerekmektedir. Doktora tez çalışmalarında “2050-
2080 yılları arasında Ömerli Havzası’na düşecek yağış miktarının CBS yöntemleri ile tahmini” gibi daha de-
taylı konular seçilebilir.
Araştırma konusunun belirlenmesinde çalışmanın özgünlüğü de dikkate alınmalıdır. Konuların aynı yöntem,
aynı içerik ve aynı çalışma sahasında daha önce çalışılmamış olmaları gerekir. Tez yazma sürecinin ortaların-
da, aynı çalışmanın başkaları tarafından yapılmış olduğunun farkına varılması sonucunda yeni tez konusu
aramak zorunda kalan öğrencilerin sayısı az değildir. Akademik çalışmalarda amaç, belli alanlarda ihtiyaç du-
yulan konuları araştırmak ve yeni bilgilere ulaşmak olduğundan dolayı daha önce yapılan bir çalışmanın bire
bir yeniden tekrarlanmasının zaman ve kaynak kaybından öte bir katkısı olmayacaktır. Ancak bazı alanlarda
zamansal değişimleri tespit edebilmek için belli zaman aralıkları ile aynı çalışma tekrar edilebilir.
Çalışmanın amacı ve hedef kitlesi de konu belirlemede dikkate alınmalıdır. Yeni bir çalışma konusu bulun-
duğunda “neden?” sorusu sorularak ilgili konunun neden çalışılması gerektiği, bu konunun çalışılmasıyla
araştırmacının tam olarak neyi bulmak, hangi soruları cevaplamak istediğinin açık ve net olarak belirlenmesi
gerekmektedir. Eğer neden sorusu net olarak cevaplanamıyorsa konu yeniden gözden geçirilmeli, düzeltil-
meli veya değiştirilmelidir. Çalışmanın sonuçlarına kimlerin ihtiyaç duyduğunu gösteren hedef kitlenin de
önceden düşünülmesi ve belirlenmesi araştırma konularının bulunmasına yardımcı olur. İhtiyaç duyulma-
yan ve hedef kitlesi net olmayan çalışmaları kapsayacak konulardan kaçınılmalıdır.

54
Araştırma konusunun seçiminde dikkat edilmesi gereken önemli bir husus da yöntemdir. Bir araştırma ko-
nusunun seçiminde ilgili araştırmanın hangi verileri gerektireceği, bu verilerin nasıl toplanıp, nasıl analiz
edileceği gibi konuların da ele alınması gerekir. Araştırma için gerekli verilerin çalışma süresinde toplanması
mümkün olmayabilir. Mevcut veriler olsa bile bunların ilgili kurumlardan temininde problemler yaşanabilir.
Veri türleri ve verilerin nasıl toplanacakları belirlenebilir. Ancak bunların toplanması için gerekli olan araç-ge-
reç temin edilemeyebilir. Veriler toplanabilir. Ancak verilerin analiz edilmesinde kullanılacak yazılımlar temin
edilemez veya bunların analizler için ne şekilde kullanılacağı bilinmeyebilir. Bu gibi problemler, başlamış olan
araştırmalarda her zaman karşılaşılabilecek olumsuz durumlardır. Ancak planlama aşamasında bu hususlar
dikkate alınarak konu belirlenirse benzer sorunların yaşanma olasılığı da düşecektir. Bu nedenle, araştırma
konusu belirlenirken, mevcut ve elde edilebilir bilgi, beceri ve imkânlarla gerçekleştirilebilecek araştırmalara
odaklanmalı, üstesinden gelinemeyecek araştırmalardan uzak durulmalıdır.
Yüksek lisans ve doktora tezlerinde ağırlıklı olarak öğrencilerden kendi verilerini üretmeleri ve toplamaları
istenmektedir. Bu açıdan yüksek lisans ve doktora tezlerinde konu belirlerken öğrencilerin kendi verilerini
üretebilecekleri konuların seçilmesine dikkat edilmelidir.
Araştırmanın süresi ve zamanı da konu seçiminde etkili olmaktadır. Yüksek lisans programlarında tez aşama-
larının bir yılda tamamlanması öngörülmektedir. Doktora tezlerinde ise bu süre konuya göre iki yıl veya daha
uzun bir zaman alabilmektedir. Verilen sürede tamamlanabilecek araştırma konuları seçilmelidir. “İklim de-
ğişimlerinin belirli bitki türlerinin dağılışları üzerindeki etkileri” veya “sulamalı tarımın nüfusun sosyo-eko-
nomik özellikleri üzerindeki etkileri” gibi konuların araştırılması için bir yıldan daha uzun bir süre gerekebilir.
Ancak “su havzalarında kirlilik analizleri”, “kentleşmenin orman örtüsü üzerindeki etkisi” gibi konular, gerekli
veriler temin edilirse daha kısa sürede tamamlanabilir. Konu belirlenirken araştırmada ihtiyaç duyulan ve-
rilerin ne olduğu ve ne zaman toplanacağının da dikkate alınması gerekir. Uzaktan algılama teknikleri ile
ormanlık alanlardaki ağaç türlerinin belirlenmesi ile ilgili bir araştırma için yaz ayları, şehirleşmenin ısı ada-
larının oluşumu üzerine etkilerini konu alan bir araştırma için ise kış ayları veri toplama için gerekli zamanı
oluşturur. Bazı araştırmalarda ise tüm yıl boyu süren gözlemler yapmak gerekebilir.
Yüksek lisans ve doktora tezlerinde konu seçiminde dikkat edilmesi gereken bir husus da tez konusunun
tezin hazırlandığı program açısından uygunluğudur. Tez konularının içerik açısından ilgili ana bilim dalı ve
bu dalla ilişkili olan diğer bilim dallarını kapsayacak şekilde belirlenmeleri gerekmektedir. Buna bir örnek
vermek gerekirse, üniversitelerin eğitim bilimleri enstitülerinde yürütülen yüksek lisans ve doktora tezleri
eğitimle ilgili konularda yapılmalıdır. Ancak bu durum tezlerin sadece bir alanda uzmanlık gerektiren konu-
larda hazırlanması gerektiği gibi yanlış bir düşünceye kapı aralamamalıdır. Akademik araştırmalarda birbiri
ile ilişkili olan disiplinler arası çalışmalara her geçen gün daha fazla önem verilmektedir.
Çalışma sahasının konumu ve büyüklüğü de konu belirlemede önemlidir. Lisans eğitimi sırasında ödev ve
bitirme tezleri için yürütülen araştırmalar daha çok genel konular üzerinde, dünya, kıta ve ülke gibi geniş
çalışma sahalarını kapsayacak şekilde belirlenebilmektedir. Yüksek lisans ve doktora çalışmalarında ise ya
çalışma sahaları il, ilçe veya havza boyutunda küçülmekte ya da çalışma konusu mümkün olduğunca daraltıl-
maktadır. Çalışma sahasının konumu da en az büyüklüğü kadar konu seçiminde önemlidir. Çalışma sahasının
erişilebilir yakınlıkta olması araştırmanın sorunsuz olarak yürütülebilmesini kolaylaştırmaktadır.
Konunun daraltılması ve odağının netleştirilmesi
Çalışma konusunun belirlenmesinde dikkate alınması gereken önemli hususlardan biri konunun yeterince
daraltılıp daraltılmadığıdır. Özellikle yüksek lisans ve doktora tezlerinde çok genel konulardan kaçınılmalı, bir
problem durumunu ele alan, odak noktası ve çözmek için hedef aldığı araştırma soruları net olan konular
seçilmelidir. Ancak yeni bir tez konusu belirleme sürecinde hemen tüm öğrencilerin yaşadığı üzere konu-

55
nun daraltılarak çalışmanın odak noktasının netleştirilmesi çok da kolay gerçekleştirilememektedir. Bundan
dolayı da özellikle Türkiye’de yapılan yüksek lisans ve doktora tezlerinde sık sık görüldüğü üzere tezler için
belli bir il, yöre veya bölgenin fiziki/beşeri coğrafya özellikleri veya doğal ortam etüdü gibi çok genel konular
seçilebilmektedir. Belirli alanların coğrafi özelliklerinin sistematik olarak araştırılmasına ve tanımlanmasına
dayalı olarak yürütülen bu çalışmalar gerek duyulduğunda farklı kurum ve araştırmacılar tarafından yürü-
tülmektedir. Bu tür çalışmaların sonuçları genel olarak ders ve araştırma kitaplarında yer almaktadır. Ancak
özellikle ABD, Kanada, Avustralya ve pek çok AB ülkesinde görüldüğü üzere genel tanımlamaya yönelik ola-
rak yapılan çalışmalar yüksek lisans ve doktora tez konusu olarak seçilmediği gibi bu yöndeki çalışmaların
sonuçları da bilimsel dergilerde yayınlanmak üzere makale olarak kabul edilmemektedir. Bu kitabın 2. bölü-
münde değinildiği üzere bu tür ‘tasviri bölgesel coğrafya’ dönemi çağdaş bilimsel anlayışta çoktan bitmiştir
ve bunun yerine problem temelli çalışmalar önem kazanmıştır. Bu açıdan özellikle yüksek lisans ve doktora
tez konusu belirlenirken; Çukurova’da tarım, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde turizm, Yukarı Kızılırmak Hav-
zası’nın coğrafi etüdü, Tuz Gölü’nün coğrafi özellikleri, Türkiye’nin beşeri coğrafya özellikleri, Çorlu’da sanayi
ve Akdeniz Bölgesi’nde karstik oluşumlar gibi odak noktası net olmayan ve genel tanımlar içeren konular
seçilmemelidir. Ancak bu durum bu konuların çalışılmaması gerektiği anlamına gelmemektedir. Yukarıda
örnekleri verilen tüm konular gerekli daraltılma yapıldığı takdirde tez konusu haline dönüştürülebilir.
Yeterli düzeyde daraltılmış çalışma konuları bulmak veya genel olarak bulunan konuları daraltabilmek için
farklı yöntemler takip edilebilir. Ancak bu yöntemler içerisinde en önemli ve etkili olanı çalışılmanın hangi
problem durumu ile ilgili ortaya çıkan hangi araştırma sorularına cevap bulmak için yapılmak istendiğinin
net olarak belirlenmesidir. Örneğin; sadece “Çukurova’da tarım” şeklinde seçilen bir tez konusunun araştır-
ma sorusu; “Çukurova’daki tarım faaliyetlerinin ve tarımsal ürünlerin neler olduğunun belirlenmesi” olarak
ifade edilebilir. Ancak tanıma dayalı olan ve çalışmayı tetikleyen problem durumunun net olmadığı bu genel
konu ve araştırma sorusu tez açısından yeterli değildir. O halde konunun biraz daraltılması ve odak noktası-
nın belirlenmesi gerekmektedir. Bu açıdan aynı konuya bir problem durumu bulmak açısından yaklaşılabilir.
Bunun için de Çukurova’daki tarımla ilgili olarak ortaya çıkan veya çıkması muhtemel problemler üzerinde
durulabilir. Bunlar; belli tarım ürünlerinin verimliliğinde gözlemlenen düşüş, yanlış sulama yöntemlerinin
uygulanması ile tarım topraklarının tuzlanması, kentsel alanların giderek tarım alanlarını işgal etmesi, mev-
simlik işçilerin sosyo-ekonomik problemleri, muhtemel bir kuraklıktan tarımın etkilenmesi vb. gibi hususlar
olabilir. Daha sonraki adımda bu problem durumlarından uygun olan biri üzerinde odaklanır ve ilgili problem
durumuna göre uygun araştırma soruları ve konu belirlenir. Örneğin; “kentsel alanların giderek tarım alan-
larını işgal etmesi” şeklinde ifade edilen problem durumunun seçilmesi ile hızlı kentleşmenin Türkiye’nin en
önemli tarım alanlarından biri olan Çukurova’nın tarımsal verimliliğini tehdit edebileceği, bu durumun da
bölge ve Türkiye açısından olumsuz sonuçlar doğuracağı üzerinde durulabilir. Bu tehdit durumunun boyutla-
rının ortaya konulabilmesi için de çalışmada; Çukurova’da kentsel büyümenin hangi hızda ve hangi alanlarda
gerçekleştiğinin ve kentleşmeye bağlı olarak tarım alanlarının ne kadar azaldığının belirlenmesi şeklinde iki
araştırma sorusu seçilebilir. İlgili problem durumu ve seçilen araştırma sorularına uygun olarak da başlangıç-
ta çok genel bir şekilde, “Çukurova’da tarım” olarak belirlenen tez konusu, “Çukurova’da 1980-2010 yılları
arasındaki kentsel büyümenin tarım alanları üzerindeki etkisi” şeklinde daraltılabilir. Daha farklı daraltılmış
tez konusu örnekleri için Tablo 2’ye bakılabilir.
Genel araştırma konularının daraltılmasında, yukarıdaki Çukurova örneğinde detayı ile gösterildiği üzere
konu üzerinde daraltma uygulanabileceği gibi çalışmanın araştırdığı zaman aralığında veya çalışma saha-
sında da daraltma yapılabilir. Örneğin; “Tuz Gölü’nde su seviyesi değişimlerinin belirlenmesi” şeklindeki bir
çalışma konusu, “Tuz Gölü’nde 1980-2010 yılları arasındaki su seviyesi değişimlerinin belirlenmesi” olarak
zamansal açıdan daraltılabilir. Aynı şekilde “turizm faaliyetlerinin yerel kültür üzerindeki etkileri” olarak be-
lirlenen bir çalışma konusu da “Mardin’de turizm faaliyetlerinin yerel kültür üzerindeki etkileri” şeklinde
çalışma sahası açısından daraltılabilir.
56
Tablo 2. Genel ve daraltılmış tez konularına örnekler
Genel Konu Daraltılmış Konu
Çukurova’da 1980-2010 yılları arasındaki kentsel büyümenin tarım
alanları üzerindeki etkisi. Çukurova’da yanlış sulama uygulamaları
Çukurova’da tarım
ve olumsuz etkileri. Çukurova’da 2000-2010 yılları arasında pamuk
ekim alanlarının değişimi ve ekonomik etkileri
Şanlıurfa’nın kültürel turizm potansiyelinin belirlenmesi ve
değerlendirilmesi. Mardin’de turizm faaliyetlerinin yerel kültür
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde turizm üzerindeki etkileri 2005-2012 yılları arasında Gaziantep’e gelen
yabancı turist sayılarındaki değişimin sebep ve sonuçları ile değer-
lendirilmesi
1970-2010 yılları arasında Yukarı Kızılırmak Havzası’ndaki yağış re-
jimindeki değişimlerin belirlenmesi. Yukarı Kızılırmak Havzası’ndaki
Yukarı Kızılırmak Havzası’nın coğrafi etüdü
tarımsal potansiyelin mevcut tarımsal üretim ve verimlilik açısın-
dan değerlendirilmesi
Tuz Gölü’nde 1980-2010 yılları arasındaki su seviyesi değişimleri-
Tuz Gölü’nün coğrafi özellikleri nin belirlenmesi. Tuz Gölü’nde su kirliliğinin biyoçeşitlilik üzerinde-
ki etkilerinin değerlendirilmesi

Çalışma konularının belirlenmesinde kullanılabilecek yöntemler


Çalışma konularının belirlenmesi ile ilgili genel sorumluluk araştırmacının kendisine aittir. Ancak, lisans,
yüksek lisans ve doktora öğrencilerinde bu sorumluluğun danışmanlar üzerine atılması yönünde bir eğilim
vardır. Her ne kadar araştırma konularının daha doğru seçilmesi açısından danışmanların etkisinin önemi ka-
çınılmaz olsa da öğrencilerin tez konularını belirleme süreçlerini yönetmelerinin kendileri açısından önemli
faydaları bulunmaktadır. Bu açıdan, yüksek lisans ve doktora tezleri için konu seçilirken doğrudan konunun
danışman tarafından verilmesi yerine öğrencinin kendi konusunu belirlemesi istenmeli, bu sayede öğrenci-
nin neyi neden çalışmak istediğini sorgulayarak belirlemesi sağlanmalıdır.
Yukarıda çalışma konusunun belirlenmesi ve konu daraltma ile ilgili bilgilere yer verildi. Bu bölümde çalışma
konusu belirlemede kullanılabilecek bazı yöntemler ağırlıklı olarak yüksek lisans ve doktora tezleri açısından
ele alınmıştır.
Kendi ilgi alanlarına odaklanmak: Konu bulma işlemine araştırmacı kendi ilgi alanlarını ele alarak başlama-
lıdır. Bunun için de araştırmacı; hangi konuda daha fazla bilgi sahibi olduğu, hangi konunun kendinde daha
fazla merak uyandırdığı, en son hangi konuda kitap okuduğu, hangi derslerden en fazla başarılı olduğu, han-
gi konudaki haberlerin dikkatini çektiği gibi soruları sorarak kendi ilgi alanlarını belirleyebilir. Örneğin; üniver-
sitede ilgi ile takip edilen ve hakkında severek ödev yapılan bir alan araştırma konusu bulmak için başlangıç
noktası olabilir. İlgi alanları başlangıçta trafik problemleri, iklim değişimleri, doğal afetler, yerleşme ve kültü-
rel coğrafya gibi genel konular şeklinde ortaya çıkar. Araştırmacı bir veya birkaç ilgi alanını bu şekilde genel
kavramlar olarak belirledikten sonra bu kavramlarla ilgili daha detaylı bilgiler edinme sürecine başlayabilir.
İlgi alanları ile ilgili kavram ve konuları araştırmak: İlgi alanına göre üzerinde çalışılabilecek bazı temel konu
başlıkları belirlendikten sonra bu konu başlıkları hakkında genel bilgi edinme süreci başlar. Bu süreçte an-
siklopedi, kitaplar ve İnternet yardımı ile seçilen konular ve bunlarla ilgili temel kavramlar hakkında genel
bilgiler elde edilir. Bu konularla ilgili dergi ve gazetelerde ne tür haberlerin çıktığı takip edilerek konuların
güncel hayatla ilişkisi anlaşılmaya çalışılır. Bu süreçte başlangıçta seçilen genel konu başlıklarının altında çok

57
farklı alt başlıkların olduğu fark edilir. Örneğin; iklim değişimleri konusunu kendi ilgi alanları içerisinde belir-
leyen bir araştırmacı konu hakkında kitap, ansiklopedi ve İnternet kaynaklarından genel bilgi toplarken iklim
değişiminin çok farklı boyutlarının olduğunu anlar. İklim değişiminin gözlenmesi, belirlenmesi, nedenleri ve
küresel, bölgesel ve yerel etkilerinin ortaya çıkarılması bu boyutlardan sadece bazılarıdır. İklim değişiminin
gelecekte hangi boyutlara ulaşabileceğinin ve hangi sektörlerde ne gibi etkilerde bulunabileceğinin tahmin
edilmesi ve yeni durumlara karşı ne gibi önlemlerin alınabileceği gibi konular da iklim değişimlerinin diğer
bir boyutunu oluşturmaktadır. Araştırmacı ilgili olduğu konu hakkında ne kadar okur ve araştırırsa o konu
hakkında üzerinde çalışabileceği daha fazla alt konulara ulaşmış olur. Bu da araştırmacıyı uygun bir tez konu-
su bulmaya bir adım daha yakınlaştırır. Genellikle araştırmaya yeni başlayan genç araştırmacıların aklına ilk
gelen konular daha önce araştırılmıştır. Bu konlarla ilgili daha önce nelerin araştırıldığı ancak ilgili literatürün
incelenmesi ile anlaşılabilir.
Konu ile ilgili akademik çalışmaları incelemek: Çalışma konusu bulmada en etkili yöntemlerden biri de ilgi
alanlarına göre seçilen konularda daha önceden ne gibi araştırmaların yapıldığının incelenmesi, dolayısıyla
literatür taramasının yapılmasıdır. Bilimsel dergiler, kitaplar, bildiriler, tezler ve projeler kütüphane veya İn-
ternet yolu ile elektronik veri tabanları yardımı ile taranarak daha önceden belirlenmiş konu ve kavramlar
üzerinde ne gibi çalışmaların yapılmış olduğu incelenebilir. Bu incelemede çoğu zaman başlıkların okunması
bile yeterli olmaktadır. Bu sayede yapılan çalışmalar araştırmacıda farklı çağrışımlar meydana getirecek ve
yeni araştırma konularının bulunmasına yardımcı olacaktır. Tez konusu belirlenirken daha önce aynı alanla
ilgili yapılan tez başlıklarının incelenmesi gerekmektedir. Bu yolla araştırma konusunda başka nelerin ya-
pılabileceği ile ilgili fikir almanın yanında aynı veya çok benzer tez konuları üzerinde çalışmanın önüne de
geçilmiş olunur.
Seçilen konu ve kavramlar üzerinde ne gibi çalışmaların yapıldığı yönündeki araştırma sadece Türkiye’de
yapılan ve Türkçe olarak yayınlanan kaynaklarla sınırlı bırakılmamalıdır. 21. Yüzyılın başında tüm İnternet
sayfalarının %78’i İngilizce olarak yazılmıştı. İngilizceyi ikinci sırada takip eden dil de %2,5 ile Japonca’ydı
(Getis vd., 2009). İngilizce, akademik çalışmaların yayınlanmasında çok yaygın olarak kullanılan uluslararası
bir dildir. Konu bulmak için yapılacak literatür taramalarında aynı kavramlar İngilizce ve gerekli olursa diğer
başka dillerde de aranmalıdır. Bu sayede sadece Türkiye’de yapılan çalışmalar ve çalışma konuları değil, tüm
dünyada yapılmış olan çalışmalar hakkında da bilgi sahibi olunabilmektedir. Konunun önemini bir örnekle
daha da vurgulayabiliriz. Google arama motorunda 2012 yılı sonu itibari ile “iklim” kelimesi arandığında
yaklaşık 23 milyon, bu kelimenin İngilizcesi olan “climate” kelimesi arandığında ise yaklaşık 393 milyon so-
nuç çıkmaktadır. “iklim değişikliği” ifadesi bir bütün olarak arandığında 665 bin, bu ifadenin İngilizcesi olan
“climate change” arandığında ise 122 milyon sonuç gözükmektedir. Aynı motorda yine “iklim değişiminin
etkileri” ifadesi arandığında sadece 14 bin sonuç çıkarken bu ifade İngilizce olarak “effects of climate chan-
ge” şeklinde arandığında ise bu sayı 40 milyonu geçmektedir.
İçinde yaşanılan çevrenin gözlenmesi: Araştırma konusunun seçilmesinde içinde yaşanılan çevrenin göz-
lenmesinin önemli katkıları olur. İçinde yaşanılan çevre, özellikle coğrafyacılar için iklimden, jeomorfolojiye,
nüfustan, ulaşıma kadar çok farklı konuların güncel hayatta ne şekilde yer ettiğinin öğrenilmesi açısından
önemli bir ortam oluşturur. Araştırmacıların içinde yaşadıkları mahalle, köy, ilçe ve ilde gezerek farklı çevre-
sel şartları, problemleri ve bunların etkilerini gözlemlemeleri uygun araştırma konularının bulunması açısın-
dan faydalı olur.
İlgi alanlarına yönelik olarak seçilen konuların ansiklopedi ve kitaplardan araştırılması kadar içinde yaşanılan
çevredeki durumlarının gözlenmesi de çalışma konusunun netleştirilmesi açısından önemlidir. Bu sayede
araştırmacı ilgi alanı ile ilgili içinde bulunduğu çevre ve toplumda ne gibi problemlerin yaşandığının, hangi
ihtiyaçların ortaya çıktığının ve ne tür araştırmaların yapılması gerektiğinin farkına varır. Araştırmacı bu bil-

58
giler yardımıyla sadece araştırma konusunu değil aynı zamanda araştırmanın problem durumunu, cevap
aradığı soruları ve hedef kitlesini de oluşturmaya başlar. Örneğin; başlangıçta iklim değişimi konusunu ilgi
alanı olarak seçen ve sonrasında yapmış olduğu okumalar ile bu ilgisini iklim değişiminin yerel etkilerinin
belirlenmesine yönelten bir araştırmacı, içinde yaşadığı Bursa ilinde bu konuyu araştırdıktan sonra oluşan
ihtiyaç durumuna bağlı olarak iklim değişiminin Uludağ’daki kış turizmi üzerindeki etkisini çalışma konusu
olarak seçebilir.
İlgili kurumları ziyaret etmek, uzmanlarla görüşmek: Coğrafyanın tüm alanları ile ilgilenen çok farklı kurum
ve kuruluşlar, buralarda çalışan uzman insanlar bulunmaktadır. Üniversiteler, araştırma merkezleri, belediye
ve bakanlıkların ilgili birimleri, başta akademisyenler olmak üzere çok sayıda uzman personel çalıştırmakta-
dır. Seçilen çalışma konuları ile ilgilenen kurumların ziyaret edilerek buralarda çalışan uzmanlarla görüşülme-
si çalışma konuları hakkında daha etraflıca bilgi alınmasına, konu ile ilgili yeni bakış açılarının kazanılmasına,
aynı konu ile ilgili farklı problem durumlarının, dolayısıyla farklı çalışma alanlarının belirlenmesine imkân
verecektir. Kurum ziyaretleri ve uzmanlarla görüşmek ayrıca çalışma konusu hakkında toplum için nelerin
yapıldığı, hangi toplumsal sorunlarla karşılaşıldığı, nelerin yapılmak istendiği ve nelerin yapılması gerektiği
konularında da önemli bilgiler sağlayabilecektir. İlgili kurumlar ve uzmanlarla görüşme araştırmacıların top-
lumda karşılığı olan ve ihtiyaç duyulan konularda araştırma yapmalarına yardımcı olacaktır. Araştırma için
seçilen konunun bilimdeki yerinin, daha önce çalışılıp çalışılmadığının, çalışılabilirliğinin ve öneminin belirle-
nebilmesi için o alanda çalışma yapan akademisyenlerle görüşmenin önemli katkıları olacaktır. Ancak genç
araştırmacıların yaptığı önemli hatalardan birisi bir konudaki literatürü yerince irdelemeden, o konunun
temel kavram ve yaklaşımlarına hakim olmadan konunun uzmanları ile konuşmak istemeleridir. Bu durum
uzmanlar üzerinde oldukça negatif olabilecek izlenimler bırakabilir. O nedenle konu uzmanları ile görüşül-
meden konuyu literatür yolu ile iyi kavramak gerekmektedir.

Amacın açık ve net olarak ortaya konulması


Akademik araştırmalarda çalışmanın konusu ve amacı birlikte belirlenir. Ancak çalışma konusu çoğu zaman
amacı net olarak ortaya koymayabilir. Bu nedenle araştırmalarda amacın önemi ve fonksiyonu, nasıl belirle-
neceği, araştırma soruları ve hipotezle ilişkileri gibi konular bu bölümde ayrı olarak ele alınmıştır.
Akademik araştırmalar ihtiyaç duyulan bir bilginin üretilmesine, bir anlayışın kazanılmasına dayalı olarak
yürütülür. Bilimsel araştırmalar sadece araştırma yapmak için, diploma ve unvan almak için veya CV’de gös-
terilmek üzere yapılmaz. Bu yönde yapılan araştırmalar genellikle amaç ve hedef kitlesi tam olarak netleşti-
rilmemiş, araştırmacı başta olmak üzere başkalarına ve ilme olan katkısı tartışılan çalışmalardır.
Akademik araştırmalarda amacın belirlenmesi araştırmanın tüm süreçlerinin net olarak planlanabilmesi,
doğru ve etkin olarak gerçekleştirilebilmesi ve çalışmanın sonuçlandırılması açısından son derece önemlidir.
Amaç, araştırmalarda adeta bir kılavuz görevi görmekte, çalışmanın ele alacağı teori ve yaklaşımlar, veri top-
lama ve analizinde kullanacağı yöntemler hep amaca göre şekil almaktadır. Amacı net olarak tespit edilme-
yen çalışmalar ne alınacağını önceden belirlemeden alış-verişe gitmeye benzer. Alınacaklarla ilgili olarak bir
planı olmadan alış-verişe giden insanlar alış-veriş merkezlerinde genellikle fazla zaman harcarlar ve çoğu za-
man da gerçekten ihtiyaç duyulmayan ürünleri alırlar. Amacı net olarak ortaya konulmayan araştırmalarda
da araştırmacılar nerede ne yapmaları gerektiğini isabetli olarak belirleyemezler ve amacı net olan çalışma-
larla kıyas yapıldığında daha uzun süre çalışır, daha fazla yorulur ve sonuçta da daha az etkinliğe ve özgünlü-
ğe sahip sonuçlara ulaşırlar. Bu açıdan, akademik araştırmalarda konu ile birlikte amacın, çalışmanın hedef
kitlesinin ve çalışma ile literatürde hangi boşluğun doldurulacağının net olarak belirlenmesi gerekmektedir.
Akademik araştırmalarda amaç çalışmanın neden yapıldığını bildirir. Çalışma konusuna göre amaç farklı
şekillerde ve içerikte ifade edilir. Bazı araştırmalarda amaç yazılırken soru kalıbı yerine düz cümleler kul-

59
lanılır. Örneğin bir akademik araştırmada amaç “İstanbul’da Metrobüs uygulamasının trafik probleminin
çözümüne katkısının değerlendirilmesi” şeklinde ifade edilebilir. Diğer bir çalışmada ise amaç “Erzincan şe-
hir merkezinde deprem riskinin belirlenmesi” veya “karikatürlerin çevre bilincinin geliştirilmesine katkısının
araştırılması” şeklinde tespit edilebilir. Örneklerde kullanıldığı şekli ile genel ifadeler çalışmanın amacını gös-
termekle birlikte çalışmada tam olarak neyin araştırılacağı ve araştırma sonucunda nereye varılmak istendiği
ile ilgili gerekli bilgileri vermez. Genel olarak belirlenmiş amaçlar araştırmacıya, araştırmada gerekli olan
verilerin ve veri analiz yöntemlerinin tespitinde de yeterince yardımcı olamaz. Bu durumda bilimsel çalışma-
larda amacın tam olarak netleştirilmesi için araştırma sorularının belirlenmesi gerekmektedir.
Araştırma Sorularının Belirlenmesi
Araştırma soruları çalışma ile cevabı aranacak soruları ifade eder. Araştırmanın yöntemi ve araştırmada
kullanılacak veri ve araçlar araştırma sorularına göre belirlenir. Araştırılan konu ve detaya göre değişmekle
birlikte bir araştırmada bir veya birden fazla araştırma sorusu yer alabilir.
Araştırma sorularını araştırma konusundan bağımsız olarak düşünmemek gerekir. Araştırma konusu bulma-
da daha önce anlatılan stratejiler ve örnekler araştırma sorularının bulunması için de kullanılabilir. Araştırma
sorularının belirlenmesine temel olarak problem durumundan başlanabilir. Problem durumu araştırmanın
yapılma gerekçesini oluşturur ve çoğu zaman çalışılan konuda ve sahadaki ihtiyaç, sorun ve problemlerle
ilgilidir. Bu açıdan problem durumu iyi olarak tespit edilen bir konuda araştırma soruları üretmek daha kolay
olur. Farklı problem durumlarına göre oluşturulmuş araştırma sorusu örnekleri için Tablo 3’e bakınız.

Tablo 3. Problem durumlarına göre farklı araştırmalar için oluşturulabilecek araştırma sorusu örnekleri
Problem Durumu (ihtiyaç,
Farklı Araştırmalar için Üretilebilecek Araştırma Soruları
sorun)
Aşırı nüfus artışı kentleşmeyi nasıl etkiler?
Şehirlerde aşırı nüfus artışı Aşırı nüfus artışı kiralık ve satılık daire fiyatlarında ne gibi etkiler meydana getirir?
Belli yıllar arasında belli çalışma sahasındaki nüfus artış hızı ne ölçüde değişmiştir?

Drama tekniği coğrafya derslerinde öğrenci başarısını ne ölçüde etkiler?


Coğrafya öğretiminde
Coğrafi Bilgi Sistemleri coğrafya derslerinde problem tabanlı öğretimi destekleyecek
kalıcı öğrenmeyi sağlamak
şekilde nasıl kullanılabilir?
için neler yapılabilir?
Bilgisayar kullanımının artması coğrafya derslerinde kalıcı öğrenmeyi arttırır
mı?Bilgisayar oyunlarından coğrafya eğitiminde yararlanılabilir mi?

Türkiye’de 1980-2012 yılları arasında aylık, mevsimlik ve yıllık sıcaklık ortalamaları ne


Türkiye iklim ölçüde değişmiştir?
değişimlerinden gelecekte Türkiye’de 1980-2012 yılları arasında buzulların yayıldığı ve kapladığı alanlarda ne gibi
nasıl etkilenebilir? değişiklikler olmuştur?
1980-2012 yılları arasında Türkiye’ye düşen aylık, mevsimlik ve yıllık ortalama yağış
miktarlarında ne gibi değişimler yaşanmıştır?
Türkiye’de son 30 yılda barajların doluluk oranlarında ne gibi değişimler yaşanmıştır?
Not: Yukarıdaki tabloda sunulan araştırma sorularının her biri farklı bir araştırma için örneklendirilmiştir. Ancak araştır-
malarda aynı konuda birbiri ile ilişkili birden fazla araştırma sorusuna yer verilebilir.

60
Araştırma soruları hazırlanırken bazı hususlara dikkat edilmelidir. Araştırma sorularının soru şeklinde so-
rulması, aynı araştırma için hazırlanan birden fazla soru var ise bunların aynı problem durumuna yönelik
olarak birbiri ile ilişkili olarak sorulması, her bir araştırma sorusunun tek bir konuyu araştırması, soruların
daha önce başka çalışmalarda cevaplanmamış olması, soruların açık olarak anlaşılır olması ve önemli bir
problem durumuna yönelik olarak hazırlanması araştırma sorularının hazırlanmasında dikkat edilebilecek
ayrıntılardır.
Araştırma soruları nicel ve nitel araştırmalarda kullanılabilir. Ancak soru şekilleri bu farklı araştırma yön-
temlerine göre değişir. Örneğin; İstanbul’un trafik sorununa çözüm bulmak için geliştirilen en önemli toplu
taşıma araçlarından biri olan metrobüslerle ilgili olarak yürütülecek bir çalışmada iki araştırma sorusunun
seçilmiş olduğunu varsayalım. Bunlar; (1) Metrobüs İstanbul’da metrobüsü kullanan yolcuların ihtiyaçlarını
karşılıyor mu? (2) Karşılamıyorsa Metrobüs’le ilgili olarak yolcuların ihtiyaçlarını karşılamak için neler yapı-
labilir? şeklinde olabilir. Bu sorulardan ilki metrobüs yolcuları üzerinde uygulanacak bir anket çalışması ile
cevaplanabilir ve sonuçlar istatistiksel olarak analiz edilebileceğinden nicel araştırma yöntemi ile ilgilidir.
İkinci soru ise farklı kaynaklardan, gözlemlerden ve önerilerden yola çıkılarak cevaplanabileceğinden nitel
araştırma yöntemleri ile ilgilidir.
Bazı çalışmalarda sadece araştırma sorularının belirlenmesi yeterli olmayabilir. Araştırma nicel araştırma
yöntemlerine dayalı ise, araştırma sorusunun veya sorularının cevaplanması için deneye dayalı bir yaklaşım
gerektiriyorsa ve çalışılan olay, durum veya araştırma sorularının cevabı hakkında araştırma gerçekleştiril-
meden önce bir varsayımda bulunulmuşsa bu durumda araştırma sorusuna ek olarak çalışma için bir de
hipotezin geliştirilmesi gerekmektedir.

Araştırmalarda Hipotez
Türkçe karşılığı varsayım olarak ifade edilen hipotez araştırma sorusunun cevabının, dolayısıyla araştırmanın
sonucunun daha araştırma yapılmadan önce tahminini gösteren bir açıklamadır. Araştırma sorularından
üretilen hipotezler soru kalıbında değil, iki veya daha fazla değişken arasındaki ilişki hakkında ortaya atı-
lan önergeler şeklinde hazırlanır. Bir hipotezde değişkenler, popülasyon (araştırma evreni) ve değişkenler
arasında araştırılan ilişki belli olmalıdır. Hipotezlerin doğruluk ve yanlışlıkları kanıtlanabilir olmaları gerek-
mektedir. Hipotezin araştırma sorularına çözüm önermesi yanında, deney ve gözlem yolu ile test edilebilir,
ölçülebilir ve denenebilir olması da gerekmektedir.
Hipotezler genellikle deneysel nicel araştırmalarda kullanılır. Hipotezlerin oluşturulmasına araştırma soru-
sunun belirlenmesi ile başlanır. Ardından bu araştırma sorusunun cevabına dair bir varsayımda bulunulur
ve bu varsayım bir önerge şeklinde yazılır. Araştırma bu varsayımın geçerli olup olmadığını test etme üzerine
kurgulanır. Araştırmada ilgili evren üzerinde gerekli araç ve yöntemlerle veriler toplanarak analiz edilir ve
istatistiksel yöntemlerle hipotezin doğruluğu ölçülür. Elde edilen bulgulara göre hipotez ya kabul edilir veya
ret edilir. Genellikle kimya, biyoloji ve tıp gibi sayısal alanlarda çok yaygın olarak kullanılan hipotezler nicel
coğrafi araştırmalarda da kullanılır.
Bir araştırmada, “Doğu Karadeniz Bölgesi’nde ailelerin gelir seviyesi göçü nasıl etkiler?” şeklinde bir araştır-
ma sorusuna sahip olduğumuzu var sayalım. Bu araştırma sorusu aralarındaki ilişkinin belirlenmek istendiği
iki değişkene sahiptir. Bunlardan biri ailelerin gelir seviyesi diğeri ise bölgeden göç eden insanlardır. Bu araş-
tırma sorusu kullanılarak ilgili araştırma için “Doğu Karadeniz Bölgesi’nde gelir seviyeleri arttıkça ailelerin
başka bölgelere göç etme isteği azalmaktadır.” şeklinde düz cümleden oluşan bir hipotez geliştirilebilir. Bu
örnekte de görüldüğü üzere araştırma sorusuna cevap için test edilebilir bir varsayım oluşturulmuştur. Bu
aşamadan sonra oluşturulan varsayımın bir örneklem insan grubu üzerinde yapılacak anket yardımı ile veya
bölgeden göç eden kişilerin ekonomik durumları ile ilgili elde edilebilecek verilerle doğru olup olmadığı test
edilecektir. İki veya daha fazla değişken arasında ilişkinin ölçülmesine dayalı olarak oluşturulacak hipotezler
61
beşeri ve fiziki coğrafya ile ilgili pek çok konuda nicel araştırmalarda sıklıkla kullanılmaktadır. Bu açıdan özel-
likle deneysel nicel coğrafi araştırmalarda araştırmanın hipotezinin veya hipotezlerinin oluşturulması araş-
tırmanın amacının netleştirilmesi, varılmak istenilen hedefin ve amacın tam olarak belirlenmesi açısından
önemlidir.

Literatür Analizi
Araştırmanın planlanmasında üzerinde dikkatle durulması gereken hususlardan biri de literatür analizidir. Li-
teratür analizi, genel olarak araştırma konusunda ve araştırmada kullanılacak, ele alınacak temel kavramlar,
yaklaşımlar ve yöntemler hakkında daha önce yapılan akademik araştırmalarda yer alan bulgu, tartışma ve
sonuçların değerlendirilmesidir. Bu yönde yapılacak bir literatür analizi özellikle araştırmanın planlanması aşa-
masında neyin, neden ve nasıl araştırılacağının doğru olarak belirlenmesi açısından faydalı olacaktır.
Bu bölümün başında araştırmaların belli problem durumları üzerinde yapılandırılmasının önemine değinilmiş-
ti. Planlama aşamasında yapılacak uygun bir literatür analizi ile araştırılan konu ve ele alınan problem durumu
ile ilgili olarak daha önce hangi akademik çalışmaların yapıldığı, hangi sonuçlara varıldığı ve nelerin tartışıldığı
tespit edilerek yürütülecek yeni araştırma ile literatüre hangi katkının yapılacağı ortaya konulabilmektedir.
Akademik araştırmaların en önemli parçalarından biri olan literatür analizleri yeni başlanılacak tüm araştır-
malar için mutlaka yapılmalıdır. Eğitimin tüm kademelerinde hazırlanan ödevlerde bile farklı ölçeklerde gerek
duyulan literatür analizleri özellikle lisans, yüksek lisans ve doktora tezlerinde çok önemsenmektedir. Bu ne-
denle hazırlanan tez önerilerinde ve tezlerle ilgili araştırma planlarında uygun literatür analizlerinin yapılması
gerekmektedir.
Araştırma/tez önerilerinde yapılan literatür analizi tamamlanmış tezlerdeki literatür analizlerine göre çok özet
olarak sunulmaktadır. Araştırma/Tez önerilerinde yapılacak literatür analizlerinde, araştırma konusunda daha
önce yapılan akademik çalışmaların liste şeklinde ve özetlenerek sunulması gibi yanlış yöntemlere başvurulma-
malıdır. Literatür analizleri araştırmacının kendi kelimelerinden oluşan düz metinler şeklinde, mevcut literatü-
rün eleştirel olarak değerlendirilmesinden meydana gelmelidir.
Araştırmanın alanına, konusuna ve şekline göre değişmekle birlikte araştırmanın planlanması aşamasında ya-
pılacak literatür analizinde araştırmacı farklı kaynaklardan yararlanarak öncelikle araştırma konusu ile ilgili te-
mel kavramları tarif eder ve problem durumunu ortaya koyar. Literatür analizinde problem durumunun farklı
kaynaklardan alınacak veri, bilgi ve örneklerle desteklenmesi son derece önemlidir. Araştırmacı daha sonra
araştırma konusu ve araştırma ile ilgili problem durumu hakkında farklı akademik araştırmalarda ortaya çıka-
rılan sonuçları, yapılan tartışmaları eleştirel olarak değerlendirir, literatürde yer alan boşlukları, hataları belirler
ve yapılması gerekli çalışmalarla ilgili ihtiyaçları ortaya koyar. Daha sonra da kendi araştırmasının ilgili literatüre
teori ve uygulama açısından ne gibi katkılar yapacağını, problem durumu ile ilgili hangi ihtiyaçları karşılayacağını
ifade eder.
Akademik araştırmalar uygulama ağırlıklı olarak yürütülse bile belli teori ve yaklaşımlar üzerine inşa edilirler.
Akademik araştırmalarda çalışılan konu ile ilgili öne sürülen teori ve yaklaşımların bilinmesi, çalışmada yapı-
lacak uygulamaların bu teori ve yaklaşımlar üzerine bina edilmesi, sonuçların yine bu teori ve yaklaşımlarla
ilişkilendirilerek yorumlanması gerekmektedir. Bu açıdan yöntem belirlenirken araştırmanın hangi teori ve yak-
laşımlar üzerine kurgulanacağı ve araştırmada teorik ve pratik ilişkisinin nasıl kurulacağı da literatür analizinde
belirlenmelidir.
Konunun biraz daha somutlaştırılabilmesi için “toplumdaki zihinsel haritaların geliştirilmesi üzerinde yazılı
basının rolü” başlıklı olarak yürütüldüğünü varsaydığımız bir çalışmayı örnek olarak ele alalım. İlgili çalış-
manın teorik altyapısını oluşturmak için farklı bilimsel çalışmaları ve içerdikleri sonuçları inceledikten sonra

62
zihinsel harita, zihinsel haritaların önemi, faydaları, geliştirilmesi, zihinsel haritaların geliştirilmesi önündeki
engeller, toplumda zihinsel haritaların kullanımı, zihinsel haritalarla ilgili olarak toplumda yaşanılan prob-
lemler ve bu problemlerin nedenleri gibi konularda çok farklı bilgilere ulaştığımızı düşünelim. Bu bilgiler ışı-
ğında toplumda zihinsel haritaların kullanımının yeterli seviyede olmamasının nedenleri olarak eğitim başta
olmak üzere çok çeşitli sebeplerin teorik olarak ileri sürüldüğünü düşünelim. Bütünüyle literatür çalışması
sonrasında elde ettiğimiz bu teorik bilgiler, yaklaşımlar ve bakış açılarını değerlendirdikten sonra araştırmacı
olarak zihinsel haritaların toplumda yeterli düzeyde geliştirilmemiş olması üzerinde yazılı basının da rolü
olduğu yönünde bir hipotez geliştirdiğimizi varsayalım. Bu durumda yürüteceğimiz araştırma ile birlikte bu
varsayımın doğruluğunu test etmiş olduğumuzu düşünelim. Farklı gazetelerde yayınlanan haritaların nice-
lik ve niteliklerinin araştırılmasına dayalı olarak yürütülecek bu çalışma sonrasında elde ettiğimiz sonuçları
mevcut literatürde konu ile ilgili olarak kullanılan teorilerle birlikte değerlendirdiğimizde araştırmamızda
teori ve pratik ilişkisini kurmuş oluruz. Kısaca belirtmek gerekirse, uygulamamız sonucunda elde ettiğimiz
bilgilerin literatürde teorik olarak ortaya çıkan hangi boşlukları doldurduğunu çalışmamız sonucunda belirt-
memiz gerekmektedir. Sadece uygulama planında kalan ve teoride neyi ortaya koyduğu net olarak belirle-
nemeyen çalışmaların literatüre katkısı da sınırlı ölçülerde olmaktadır.
Araştırmaların planlama da dâhil tüm aşamalarında literatür taramalarının ne şekilde yapılacağı ile ilgili de-
taylı bilgiler 4. bölümde geniş olarak ele alınmıştır.

Yöntemin Belirlenmesi
Bir araştırma planında olması gereken en önemli unsurlardan biri yöntemdir. Araştırmanın planlama aşama-
sında yönteme gerekli önem verilirse ileriki aşamalarda araştırmanın yapılabilirliği, güvenirliliği, yeterliliği ve
doğruluğu olumlu olarak etkilenmektedir. Ancak planlama aşamasında yöntem gerekli titizlik ve önemle ele
alınmazsa araştırmanın uzaması, içerik ve yöntem açısından sık sık değişikliğe uğraması ve sonuçsuz kalması
gibi olumsuz durumlar ortaya çıkabilmektedir.
Araştırmada yöntem çalışmanın nasıl gerçekleştirileceğini anlatmaktadır. Bu da çalışmada belirtilen amaca
nasıl ulaşılacağının, oluşturulan araştırma sorularının ne şekilde cevaplanacağının ve geliştirilen hipotezin ne
şekilde test edileceğinin net olarak ifade edilmesidir. Bu nedenle yöntem belirlenmeden önce araştırmada
tam olarak ne yapılmak istenildiğinin, çalışmanın amacı, araştırma soruları ve hipotezleri ile birlikte net ola-
rak ortaya konulması gerekmektedir.
Araştırmanın planlama aşamasında çalışmanın amacına ulaşabilmek, araştırma sorularını cevaplayabilmek
ve hipotezleri test edebilmek için hangi sahada, hangi örnek grup üzerinde çalışılacağı, hangi verilere ihtiyaç
duyulacağı, hangi verilerin nereden temin edileceği, veya nasıl toplanacağı, verilerin toplanması ve üretil-
mesinde hangi araç-gereçlerin kullanılacağı, verilerin hangi yöntemle, araç-gereçlerle nasıl analiz edileceği,
verilerin analizinde hangi istatistiksel yöntemlerle hangi test ve uygulamaların yapılacağı gibi soruların araş-
tırılarak cevaplanması gerekmektedir. Bu sorular çalışmada yer alan tüm araştırma soruları için ve hipotezler
için teker teker sorulmalı ve cevaplanmalıdır.
Araştırma yöntemlerinin içeriği araştırma konusuna ve amacına, araştırmada ele alınan temel yaklaşım ve
paradigmalara, araştırma sorularının tiplerine göre değişiklik ve çeşitlilik göstermektedir. Araştırmalarda uy-
gun yöntemin kullanılıyor olduğundan emin olmak için literatürden yararlanılmalıdır. Güncel literatür gözden
geçirilerek benzer araştırmalar için farklı bilimsel çalışmalarda hangi yöntemlerin kullanıldığı, bu yöntemle-
rin sınırlılıkları, zayıf ve güçlü yönlerinin neler olduğu gibi bilgilere ulaşılabilir. Literatürün araştırma yöntemi
açısından gözden geçirilmesi çalışmada kullanılacak yöntemin geçerliliğinin belirlenmesi için de önemlidir.
Araştırma planlarında yöntemle ilgili bölümler yazılırken ilgili yöntemin kullanıldığı farklı çalışmalardan da
bahsedilmelidir.

63
Araştırmanın yöntemi belirlenirken tüm araştırma süreçleri boyunca farklı amaçlarla ihtiyaç duyulacak olan
maddi kaynaklar da dikkate alınmalıdır. Konudan konuya değişmekle birlikte araştırmalarda özellikle verile-
rin satın alınmasında, verilerin toplanması ve analizi sırasında kullanılacak araç-gereçlerin temininde maddi
kaynaklara ihtiyaç duyulabilmektedir. Tez aşamasının ortasında gerekli verilerin temini için ihtiyaç duyulan
maddi imkânlara sahip olunamadığı için araştırma konusunu değiştirmek zorunda kalan yüksek lisans ve
doktora öğrencilerinin sayıları az değildir. Tezin ileriki aşamalarında buna benzer sürprizlerle karşılaşmamak
için araştırmanın gerektirebileceği maddi giderlerin de önceden belirlenmesi son derece önemlidir.
Aşağıda bir araştırma planında yöntemle ilgili olarak dikkate alınabilecek bazı hususlar temel alt başlıklar
altında sunulmuştur. Ancak bu hususların içerik ve önem durumlarının çalışmadan çalışmaya değişiklik gös-
terebileceği unutulmamalıdır.
Araştırmanın amacının ele alınması
Araştırma yönteminin belirlenmesi çalışmanın amacına, çalışmada cevapları aranan araştırma sorularına
ve hipoteze bakmak ile başlar. Çalışmada öncelikle araştırmanın nicel mi, nitel mi olduğu veya her ikisini
kapsayıp kapsamadığı belirlenir. Bu da araştırma sorularının tipine bakılarak mümkün olur. Araştırma soru-
ları eğer bir hipotezin test edilmesine ve daha çok rakamlarla istatistiksel yöntemlerin kullanılmasına dayalı
ise çalışmada nicel araştırma yöntemleri kullanılıyor demektir. Özellikle fiziki coğrafya konularında çalışma
sahasında çok farklı araç-gereçle yapılan ölçümlere dayalı olan, beşeri coğrafya konularında da çok çeşitli
sayısal verilerin kullanıldığı, sonuçlarının sayısal olarak değerlendirildiği anket ve mülâkat gibi yöntemlerin
ele alındığı çalışmalar nicel araştırmalar grubuna girmektedir. Bir hipotezin test edilmesi değil ancak sosyal
ve beşeri problemlerin çok farklı bakış açıları dikkate alınarak anlaşılmasına dayalı olarak yürütülen, veriyi
rakam yerine kelimelerle ele alan çalışmalar da nitel araştırmalar grubunu oluşturmaktadır. Bu tür araştır-
malar verinin farklı araç-gereçlerle ölçülerek değil, gözlem, inceleme, mülâkat gibi yöntemlerle toplanması-
na dayalı olarak yürütülür. Araştırmanın nicel veya nitel olması çalışmada kullanılacak olan yöntemi ve bakış
açısını doğrudan etkilemektedir.
Araştırma soruları ve eğer varsa bu soruların cevabı ile ilgili olarak geliştirilen hipotezler teker teker ele alı-
narak bu soruların nasıl cevaplanacağı ve hipotezin nasıl test edileceği belirlenir. Yöntem açıklanırken ça-
lışmada seçilen tüm araştırma soruları teker teker ele alınmalı ve her bir araştırma sorusunun ne şekilde
cevaplanacağı detayları ile belirtilmelidir.
Temel kavram, yöntem ve ölçülerin tanımlanması
Araştırmanın yöntemi belirlenirken araştırmada ele alınan temel kavramların, araştırma sorularına cevaplar
aranırken kullanılacak yöntemlerin ve verilerin toplanması ve analizinde yararlanılacak ölçü ve kriterlerin ta-
nımlanması gerekmektedir. Tanımlamalar araştırmalarda neyin hangi çerçevede yapıldığını ortaya koyar ve
araştırmacının çalışmayı daha bilinçli ve kararlı olarak sürdürmesine olanak sağlar. Kavramsal tanımlamalar
araştırmalarda ayrıca neyin hangi boyutlardan ele alınmadığını veya yapılmadığını ortaya koyarak araştırma
sonuçlarının amaç dışı yorumlanmasının da önüne geçmiş olur.
Araştırmalarda kullanılan çok farklı nicel ve nitel yöntemler vardır. Araştırmacı çalışmanın amacına uygun
olan yöntemi literatürden destek alarak belirlemeli ve bu yöntemin kendi çalışması için neden kullanılacağını
gerekçeleri ile ortaya koymalıdır. Yöntem belirlenirken sadece yüzeysel olarak yöntemin adı ele alınmamalı,
yöntemin kim(ler) tarafından nasıl geliştirildiğinin kısa bir tarihi geçmişi ve gelişimi verilerek, araştırma açı-
sından taşıdığı avantaj ve dezavantajlarla birlikte detaylı bir tanımı yapılmalıdır.
Yöntem denildiğinde sadece verilerin belli araç-gereçlerle toplanması ve CBS veya SPSS gibi farklı analiz ve
istatistik programları ile analiz edilmesi anlamına gelmemektedir. Yöntem ayrıca verilerin analiz edilmesi
sırasında kullanılacak olan kavramsal çerçevenin, varsayımların ve sınırlılıkların da belirlenmesini gerektir-

64
mektedir. Bu açıdan araştırmalarda elde edilecek verilerin analiz edilmesi ve değerlendirilmesinde kullanı-
lacak olan kavramsal çerçevenin, var ise varsayımların ve sınırlılıkların da yöntem bölümünde tanımlanması
gerekmektedir.

Araştırmanın evreni, örneklemi ve sahasının belirlenmesi


Tüm akademik çalışmalarda insan da dâhil olmak üzere canlı ve cansız varlıklar, olaylar, sistemler ve prob-
lemlerden oluşan ve üzerinde çalışma yürütülen bir grup vardır. Bu gruba genel olarak çalışmanın evreni adı
verilir. Heyelanı konu alan bir çalışmanın evreni heyelanlardır. Aynı şekilde öğrencilerin çevre ile ilgili temel
kavramlara karşı takınmış oldukları tutumlarının belirlenmesine dayalı olarak hazırlanan başka bir çalışmada
ise evreni öğrenciler oluşturmaktadır. Farklı konularda yapılabilecek diğer coğrafi araştırmalarda çalışmanın
evrenini bir göl, tatlı su ortamları, ormanlar, şehir merkezleri, hastaneler, 60 yaş üzeri insanlar, ortaokullar-
daki öğretmenler ve üniversite sınavına hazırlanan öğrenciler oluşturabilir. Yöntem belirlenirken araştırma
sorularının cevaplanması için üzerinde çalışma yürütülecek olan evrenin de somut olarak tespit edilmesi
gerekmektedir.
Zaman ve kaynak yetersizliğinden dolayı çalışma evreninin bütününde araştırma yapmak mümkün olma-
yabilir. Pek çok araştırmada ortaya çıktığı üzere bu gibi durumlarda çalışma evrenini oluşturan tüm grup
yerine çalışma evreninin genel özelliklerini temsil eden daha küçük bir grup üzerinde araştırma yürütülebilir.
Araştırmalarda çalışma evreninden belli kurallara bağlı olarak seçilen ve evreni genel özellikleri ile yansıtan
ve temsil eden küçük çalışma gruplarına örneklem denilir. Diğer alanlarda olduğu gibi coğrafya konularında
yapılan araştırmaların çoğunda çalışma evreni olarak örneklem üzerinde durulur. Örneğin; Erzurum’da mes-
kenlerin kış şartlarından etkilenmemesi için alınan tedbirlerin incelenmesini konu alan bir çalışmanın evre-
nini mesken tipleri oluşturmaktadır. Araştırmada Erzurum’da inşa edilen tüm mesken tiplerinin incelenmesi
çok zor olduğundan örneklem olarak Erzurum’un Aşkale ilçesine bağlı Akçataş, Dalbaşı ve Gerek köylerinde-
ki meskenler seçilebilir. Bu durumda kış şartlarının mesken tipleri üzerindeki etkilerinin araştırıldığı bu çalış-
mada örneklem daha daraltılmaz ise seçilen üç köy içindeki tüm meskenlerin incelenmesi gerekmektedir.
Araştırmada örneklem üzerinde yürütülen çalışmada elde edilen bulgular çalışmanın evreni açısından ge-
nellenerek yorumlanacaktır. Bu açıdan araştırmalarda örneklem rastsal seçilmemeli, çalışmanın evrenini
genel özellikleri ile yansıtan örneklemler tespit edilmelidir. Araştırmada yöntem olarak bir örneklem üzerin-
de çalışılacaksa bu örneklemin hangi kriterlere göre seçildiği, hangi özellikler açısından çalışmanın evrenini
temsil ettiği açık olarak ifade edilmelidir.
Araştırma belli bir örnekleme dayalı olarak yürütülecekse örneklemin çalışmanın evrenini temsil edecek
büyüklükte ve nitelikte seçilmesi gerekmektedir. Örneklemin büyüklük açısından yeterliliği Akdeniz iklim
kuşağındaki maki bitki türlerini konu edinen bir çalışma için daha çok örneklem olarak seçilen alanların bü-
yüklükleri, sayı ve konumları ile ilgili iken öğretmenlerin coğrafya öğretim programlarına karşı tutumlarının
belirlenmesine dayalı bir çalışmada ise anket uygulanacak olan öğretmen sayısı ile ve bunların ülke veya ilçe
genelindeki dağılımları ile ilgilidir. Örneklemin nitelik açısından yeterliliği ise yukarıda sunulan Akdeniz iklim
kuşağındaki maki bitki türlerini konu alan bir çalışma için örneklem olarak seçilen alanların Akdeniz iklim
kuşağındaki maki bitki türlerindeki çeşitliliği yansıtacak özellikleri taşımasıdır. Öğretmenlerin tutumlarına
yönelik olarak yapılacak bir çalışmada ise örneklemin nitelik açısından uygunluğu daha farklı bir sınırlandır-
ma getirilmediyse anket uygulanan öğretmenlerin çalıştıkları okul türleri, mesleki deneyimleri, bay ve bayan
olma durumları gibi özellikleri ile evreni temsil yeteneği ile ilgilidir.
Araştırmalarda konuya göre değişmekle birlikte çok farklı örnekleme yöntemleri kullanılmaktadır. Bunlar
genel olarak olasılıklı ve olasılıksız şeklinde iki temel kategori içerisinde ele alınır. Olasılıklı örnekleme yön-

65
temlerinde örneklem evrenden rastsal seçilerek oluşturulur. Bu yöntemde örneklemi oluşturan unsurların/
elemanların seçilme olasılığı eşittir. Basit rastsal, tabakalı rastsal, küme ve sistematik örnekleme yöntemleri
bu grupta yer alan temel yöntemlerdir. Olasılıksız örnekleme yöntemlerinde ise örneklem rastsal seçilmez
ve dolayısıyla örneklemi oluşturan elemanların seçilme olasılıkları aynı değildir. Kota, amaçlı ve gelişigüzel
örnekleme yöntemleri bu gruba girmektedir. Araştırmalarda eğer örneklem kullanılacaksa bunların araştır-
manın amacına en uygun olan yöntemle belirlenmesi gerekmektedir.
Akademik araştırmalarda çalışmanın evreni ve örneklemi genel olarak çalışma sahası adı altında değerlendi-
rilir. Bu açıdan akademik araştırmalarda çalışma sahasının ve bu saha içerisinde çalışmanın evreninin ve eğer
var ise örneklemin araştırmanın planlanması aşamasında belirlenmesi gerekmektedir. Çalışmanın evreni ile
ilişkili olarak çalışma sahası bir kıta veya ülke gibi çok geniş alanlar olabileceği gibi bir il, ilçe, köy ve mahalle
gibi daha küçük alanları da içerebilir. Çalışma sahasının ölçeği ne olursa olsun neden araştırmada seçildiği
araştırma planının yöntem bölümünde ifade edilmelidir.
İhtiyaç duyulan verilerin belirlenmesi ve toplanması
Bilimsel çalışmalarda araştırma sorularına cevap bulmak için farklı yöntemlerle toplanan/temin edilen bil-
gilere veri denir. Veriler deneyler ya da gözlemler sonucunda elde edilen ve henüz değerlendirilmemiş ka-
yıtlardır. Değerlendirme sonrasında kişinin veriye yönelttiği anlam ise bilgi olarak adlandırılır (TDK, 2013).
Araştırmalarda esas olan araştırma sorularının cevaplanması için gerekli olan bilgilere ulaşmaktır. Bunun için
de tüm araştırmalarda verilerden yararlanılır.
Araştırmanın amacına yönelik olarak ihtiyaç duyulan veriler çok çeşitli olabilir. Veriler sözlü ve yazılı ifadeler-
den meydana gelebileceği gibi rakam, sembol ve şekillerden de oluşabilir. Veriler genel olarak nicel ve nitel
olarak sınıflandırılır. Sayısal olarak ifade edilen veriler nicel, sayısal olarak ifade edilmeyen veriler ise nitel
verileri oluşturur. Örneğin; santigrat derece olarak ifade edilen, bir yere ait sıcaklık ve yağış ortalamaları, il
ve ilçe nüfusları, gelir seviyesi veya bir ürüne ait üretim miktarları, toprak, su ve hava gibi farklı ortamlarda
aletsel olarak yapılan ölçüm sonuçları rakamlarla ifade edildiklerinden dolayı nicel veri grubuna dâhildirler.
Cinsiyet, evlilik durumu, en son alınan diploma derecesi, ülke başkentleri, kişilerin çeşitli olay ve duruma
karşı takındıkları tutumlar, yer, olay ve insanla ilgili olarak sayılarla ifade edilemeyen tüm özellikler nitel veri-
leri oluşturmaktadır. Araştırmalarda amaca göre sadece nitel ve nicel verilerin veya her ikisinin kullanılması
gerekebilir. Örneğin; İstanbul’da 1980-2010 yılları arasında aylık ortalama sıcaklıklardaki trendin analizine
yönelik olarak planlanan bir araştırmada sadece aylık ortalama sıcaklık değerlerinden oluşan nicel veriler
kullanılabilirken, İstanbul’da metrobüsün trafik sorununa çözüm oluşturup oluşturmadığının metrobüs yol-
cularının anket yolu ile fikirleri alınarak anlaşılmasına dayalı olarak yürütülen bir araştırmada ise ağırlıklı
olarak nitel verilerden yararlanılır.
Veriler çok çeşitli kaynaklardan temin edilir. Kaynaklarına göre veriler birincil ve ikincil veriler olarak iki gruba
ayrılır. Araştırmacıların farklı yöntem ve araçlar kullanarak topladıkları ve ürettikleri verilere birincil veriler
adı verilir. Çeşitli araç-gereçler kullanarak yapılan ölçümlerle elde edilen bulgular, anket, gözlem ve mülâ-
kat gibi farklı yöntemlerin uygulanması ile üretilen veriler bu gruba girmektedir. Birincil veri kaynaklarından
yararlanılarak oluşturulan verilere ise ikincil veriler denilir. İkincil veriler Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve
Meteoroloji Genel Müdürlüğü (MGM) gibi farklı kurumlar tarafından ölçülen, toplanan ve farklı formatlarda
sunulan veriler başta olmak daha önce yayınlanmış eserlerde yer alan verilerden oluşur.
Akademik araştırmalarda araştırmacıların kendi verilerini toplamaları ve dolayısıyla araştırmalar için birincil
veri kaynaklarına yönelmeleri beklenmektedir. Bu husus özellikle yüksek lisans ve doktora tezleri için daha
da önem kazanmaktadır. Ancak araştırmanın konusuna göre ikincil veriler çalışmanın gerek duyduğu temel
verileri oluşturabilir. Örneğin, nüfus artış hızı ve göçlerle ilgili yapılan araştırmalarda olduğu gibi nüfus üzerin-

66
de yapılan pek çok çalışmada TÜİK tarafından üretilen veriler temel veri olarak kullanılır. Akarsuların akımları
ile ilgili geçmişe yönelik olarak yapılacak farklı çalışmalarda ise Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün (DSİ)
akarsu akımları ile ilgili düzenli olarak topladığı verilerden yararlanılabilir.
Araştırmanın planlanmasında hangi verilere ihtiyaç duyulacağı, bunların hangilerinin birincil veriler olarak
araştırmacının kendisi tarafından, hangi araç-gereçler kullanılarak nasıl üretileceği, hangilerinin ise ikincil
veri kaynaklarından temin edileceği detaylandırılmalıdır. Araştırma sorularının cevaplanabilmesi için ihti-
yaç duyulan verilerin gözlem, anket, röportaj veya mülâkat yolu ile mi, farklı aletler kullanılarak yapılacak
ölçüm ve deneylerle mi veya farklı kurumlardan temin edilmek suretiyle mi elde edileceği belirlenmelidir.
Araştırmanın planlanmasında ikincil verilerin temin edilmesinde veri kaynaklarının güvenirliği, verilerin elde
edilebilirliği, verilerin çalışma konusuna göre yeterliliği ve maliyet gibi hususların dikkate alınması gerek-
mektedir. Planlama aşamasında, birincil verilerin üretilmesinde kullanılacak araç-gereçlerin yeterlilikleri ve
güvenirlilikleri, verilerin nerede, ne zaman ve nasıl toplanarak hangi formatta nasıl kayıt altına alınacağı da
ayrıca belirlenmelidir.
Akademik araştırmalarda veri toplanması sırasında dikkate alınması gereken diğer bir husus da etikle ilgilidir.
Gerek çalışmanın evreninin, örnekleminin belirlenmesinde gerekse örneklem üzerinde verilerin toplanma-
sında etik kurallara aykırı bir durumun olup olmadığı göz önünde bulundurulmalıdır. Özellikle yaşlılar, çocuk-
lar, öğrenciler ve engelliler başta olmak üzere toplumun farklı kesimleri üzerinde yapılmak istenilen çalışma-
larda farklı kurumlardan izin belgesine ihtiyaç olup olmadığı araştırılmalıdır. Okullarda öğrenciler üzerinde
yapılmak istenilen anket çalışmalarında okulun bağlı bulunduğu İlçe veya İl Milli Eğitim Müdürlüklerinden,
üniversitelerde öğrenciler üzerinde yapılacak çalışmalarda ise üniversite Rektörlüğünden resmi izin alınması
gerekebilir. Resmi kurum ve kuruluşlara ve özel şahıslara ait olan arazilerde veri toplamak, fotoğraf çekmek
belli izinlere bağlı olabilir. Sonradan sorun yaşamamak açısından araştırmanın başlangıcında bu kurumlar-
dan resmi izin alınması faydalı olacaktır.
Verilerin analizi ve değerlendirilmesi
Akademik araştırmalarda verilerin toplanması kadar doğru yöntemle analiz edilmeleri de önemlidir. Araş-
tırma planları yapılırken verilerin hangi araç-gereç kullanılarak ne şekilde değerlendirileceği, analiz edileceği
ve sunulacağı da belirlenmelidir. Farklı konulara göre çok çeşitli veri analiz yöntemleri bulunmaktadır. Nicel
araştırmalarda özellikle hipotezlerin test edilmesine dayalı olarak farklı değişkenler arasındaki ilişkilerin or-
taya çıkarılmasına yönelik çalışmalarda istatistiksel yöntemler kullanılmaktadır. Regresyon analizi, ANOVA, k
kare ve uygunluk analizleri nicel araştırmalarda öne çıkan analiz çeşitleridir. Nitel araştırmalarda ise daha çok
betimsel analiz, içerik analizi gibi yöntemlerden yararlanılır. Verilerin analizinde hangi istatistiksel yöntem ve
testlerin neden kullanılacağı farklı literatürdeki karşılıkları ile birlikte araştırma planında belirtilmelidir.
Günümüzde özellikle konumsal bilgileri ile birlikte araziden toplanan verilerin analiz edilmesinde Coğrafi
Bilgi Sistemleri (CBS) gibi teknolojiler yaygın olarak kullanılmaktadır. CBS çok farklı mekânsal analizlere imkân
vermektedir. Araştırmanın doğasına göre çalışmada CBS kullanılacaksa CBS’nin çalışmanın hangi aşamasın-
da ne amaçla kullanılacağı, CBS’de hangi analizlerin neden yapılacağı açık olarak ifade edilmelidir.
Verilerin geçerlik ve güvenirliğinin değerlendirilmesi
Araştırma yönteminin belirlenmesinde dikkat edilmesi gereken en önemli hususlardan biri de araştırma
sorularına cevaplar bulmak için ihtiyaç duyulan verilerin toplanmasında ve analiz edilmesinde kullanılan
araçların ve yöntemlerin geçerli ve güvenilir olmasıdır. Geçerlilik, elde edilen verilerin araştırma sorularını
cevaplamadaki uygunlukları ile ilgilidir. Geçerlilik, araştırmada kullanılan verilerin, bunların toplanması ve
analizinde yararlanılan araç ve yöntemlerin araştırmanın amacını gerçekleştirebilecek düzeyde, araştırma
sorularını tam olarak cevaplayabilecek yeterlilikte olup olmadığını belirlemek için kullanılan bir terimdir.

67
Geçerlilik, araştırmalarda ne ölçülmek isteniyorsa ona göre uygun yöntem, araç ve verilerin kullanılması ile
sağlanabilir. Bu açıdan araştırma planı yapılırken sırası ile önce araştırma sorularını eksiksiz olarak cevaplaya-
bilmek için hangi verilere ihtiyaç duyulacağı tespit edilmeli, sonradan bu verilerin en doğru ve yeterli olarak
toplanabilmesi ve analiz edilebilmesi için hangi araç-gereçlerin, yöntemlerin kullanılacağı belirlenmelidir.
Geçerliliğin belirlenmesi araştırmaların nicel veya nitel olma durumuna göre değişmektedir. Belli aletsel öl-
çümlere ve sayısal verileri elde etmeye dayalı nicel araştırmalarda geçerliliği tam olarak elde etmek müm-
kündür. Örneğin, uzaktan algılama yöntemleri kullanılarak bir yerin farklı zaman aralıklarındaki arazi kulla-
nım değişimlerini belirlemeye yönelik olarak yürütülen bir çalışmada geçerliliğin sağlanabilmesi için sahanın
ilgili zaman aralıklarına ait uygun çözünürlük ve teknik özelliklere sahip uydu görüntülerinin temin edilmesi,
bunların uzaktan algılama yazılımları ile uygun sınıflandırma yöntemleri kullanılarak analiz edilmesi yeterli
olacaktır. Ancak daha çok araştırmacının gözlemlerine, yorumlarına ve yöntem açısından müdehalelerine
dayalı olarak yürütülen nitel araştırmalarda geçerliliği bu kadar kolay elde etmek pek mümkün olmayabilir.
Örneğin; Doğu Karadeniz’de Hidroelektrik Enerji Santrallerinin (HES) kırsal bölgelerdeki ekonomiye etkilerini
araştıran ve araştırmanın bir parçası olarak da halkın HES’lere karşı olan tutumlarını ölçmek isteyen bir araş-
tırmacı çalışmanın geçerliliğini sağlamak için yeterli sayıda ve uygun olarak sorulmuş sorulardan oluşan bir
anket hazırlamalı, bu anketi doğru olarak seçilmiş bir örneklem içerisinde yer alan uygun sayıda insan üze-
rinde uygulamalı, sonuçları ise objectif ve doğru olarak yorumlamalıdır. İlgili çalışmada anketin geçerli ola-
bilmesi için soruların sadece ölçülmek istenilen özellikleri ölçmeye yönelik olarak sorulması gerekmektedir.
Araştırmalarda doğru sonuçlara ulaşabilmek için geçerlilik kadar önemli olan diğer bir husus da güvenirli-
liktir. Güvenirlik bir araştırmada kullanılan yöntemin tekrar edilmesi sonrasında aynı bulgulara ulaşılması-
nı ifade etmektedir. Aynı yöntemin aynı örneklem veya çalışma sahası üzerinde her tekrar edilişinde farklı
sonuçlar elde ediliyorsa ilgili araştırmanın güvenirliğinin düşük olduğu anlaşılmaktadır. Geçerlilikte olduğu
gibi, nicel araştırmalarda güvenirliği tespit etmek nitel araştırmalara göre daha kolaydır. Deniz suyu kirli-
liğinin ölçülmesine yönelik olarak yürütülen nicel bir araştırmada, deniz suyunun farklı özelliklerini tespit
etmek için kullanılan aletin aynı özelliği her ölçtüğünde farklı sonuç vermesi aletin güvenirliğinin olmadığını
göstermektedir. Bu durumda araştırmaya başlamadan önce aletle ilgili sorunun çözülmesi gerekmektedir.
Nitel araştırmalarda ise güvenirliği sağlamak daha zordur. Örneğin, anket yolu ile öğrenci ve öğretmenlerin
farklı öğretim yöntemlerine karşı takındıkları tutumların belirlenmesine yönelik olarak yürütülmek istenilen
bir çalışmada hazırlanan anket farklı zamanlarda aynı öğrenci grubu üzerine bile uygulansa farklı sonuçlarla
karşılaşılması büyük olasılıktır. Bu açıdan nitel araştırmalarda güvenirliği sağlamak için veriler, veri kaynakları,
verilerin temini ve analizinde kullanılan yöntem ve yaklaşımlar, sonuçlara ulaşmada verilerden ne şekilde
yararlanıldığı gibi konuların açıkça ifade edilmesi gerekmektedir. Araştırmalarda mümkün olduğunca tarafsız
olunması, konu ile ilgili farklı kaynaklardaki değerlendirme ve yaklaşımların dikkate alınması ve elde edilen
verilerin olduğu gibi saklanması ve sunulması da araştırmalarda güvenirliği artıran etkenlerdir.
Araştırmalarda veri toplarken, ölçme ve analizlerde kullanılacak yöntem ve araç-gereç belirlenirken mutlaka
geçerlilik ve güvenirlik durumları dikkate alınmalı, yürütülecek araştırmanın geçerlilik ve güvenirlikleri tespit
edilmeli, bunun için farklı araştırma konularına göre değişebilecek istatistiksel yöntemler başta olmak üzere
değişik strateji ve yollardan yararlanılmalıdır.

Araştırmanın Tasarımı
Araştırma planı yapılırken araştırmanın konusu, amacı ve yöntemi yanında daha çok çalışmanın sürdürülebi-
lirliği ile ilgili olan farklı hususların da dikkate alınması gerekmektedir. Bu hususlar araştırmanın takvimi, mali
boyutu, etik ilkeler açısından uygunluğu ve araştırma önerisinin hazırlanması şeklinde alt başlıklar olarak bu
bölümde kısaca açıklanmıştır.

68
Araştırma takviminin hazırlanması
Araştırma planı yapılırken dikkate alınması gereken hususlardan biri de araştırmanın planlama aşamasın-
dan bitiş aşamasına kadar takip edilecek süreçler ve yerine getirilecek faaliyetler açısından belli bir zaman
çizelgesinin, çalışma takviminin hazırlanmasıdır. Çalışma takvimi hazırlamaya araştırma için ayrılan toplam
sürenin bilinmesi ile başlanır. Bu süre lisans tezleri için bir ya da iki dönem, yüksek lisans tezleri için genellikle
bir, doktora tezleri için ise ortalama üç-beş yıl olabilmektedir. Bu süre üniversite destekli araştırma projele-
rinde genellikle bir iki yıl, farklı Avrupa Birliği ve TÜBİTAK projelerinde birden üç yıla kadar çıkabilmektedir.
Araştırma süresi belirlenirken farklı aşamalarda ortaya çıkabilecek tüm aksaklıklar da dikkate alınmalıdır.
Çalışma takviminde literatür taraması, verilerin toplanması, analiz edilmesi, sonuçların yazılması, çıktı ürü-
nün gerekli formata göre hazırlanması ve sonuçların sunulması gibi araştırmanın tüm aşamaları bütünüyle
ele alınmalı ve her bir iş paketinin en son hangi tarihe kadar bitmesi gerektiği belirtilmelidir. Gerçek bir çalış-
ma takviminin oluşturulması araştırmanın tüm aşamaları ile doğru olarak planlanmasına bağlıdır. Bu açıdan
çalışma takvimi oluşturulmadan önce araştırmanın tüm aşamalarının tüm ayrıntıları, risk durumları ve B
planları ile tasarlanması gerekmektedir. Çalışma takvimi oluşturulurken gerçekçi olunmalı ve takip edilebilir
bir çalışma planı hazırlanmalıdır.
Araştırmanın mali boyutu
Bilimsel çalışmalarda zaman ve iş gücü yanında maddi kaynaklara da ihtiyaç duyulabilmektedir. Araştırma
konusuna göre değişmekle birlikte maddi kaynaklara ağırlıklı olarak verilerin temin edilmesi ve analizi aşa-
malarında ihtiyaç duyulmaktadır. Özellikle arazi çalışmaları için gerek duyulan seyahat ve konaklama gider-
leri, verilerin ölçülmesi, toplanması ve analiz edilmesinde gerek duyulabilecek araç-gereç ve yazılımlar hatta
bazen farklı kurumlar tarafından üretilen verilerin satın alınması gibi durumlarda ciddi boyutlarda maddi
kaynaklara ihtiyaç duyulabilir. Bir araştırma konusu seçilirken ilgili araştırma için hangi aşamalarda ne türlü
maddi kaynaklara ihtiyaç duyulacağının, dolayısıyla araştırmanın bütçesinin belirlenmesi araştırmanın ileriki
safhalarında bu kaynakların temin edilememesinden dolayı araştırmanın sonuçsuz kalması gibi olumsuz-
luklarla karşılaşılmaması açısından son derece önemlidir. Mevcut maddi imkânlarla veya farklı kaynaklardan
proje destekleri ile sürdürülemeyecek olan araştırma konularında, eğer kaynak bulmada farklı alternatifler
değerlendirilemeyecekse çalışılmaması en doğru olanıdır.
Araştırmanın etik ilkelere uygunluğu
Akademik araştırmalar toplumun ve insanlığın ihtiyaç duyduğu bilgilerin, verilerin, fikir ve yaklaşımların or-
taya çıkarılması için yürütülen ciddi çalışmalardır. Bu çalışmalar yürütülürken evrensel etik kurallara dikkat
edilmeli, başta kendimize olmak üzere çevremize ve insanlara karşı saygılı olunmalı, araştırmanın tüm süreç-
lerinde doğru ve dürüst hareket edilmelidir.
Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) bir bilim insanının çalışmalarında kendisi, diğer bilim insanları ve toplum
için uyması gerekli olduğu temel kurallarla ilgili ilkeleri; dürüstlük, güvenirlik, nesnellik (objektif olma), taraf-
sızlık, bağımsızlık, açıklık, hakkaniyet, saygı, sakınma ve sorumluluk olarak belirtmiştir (TÜBA, 2011). Bilim
adamı araştırmalarını planlarken ve yürütürken dürüst olmalı, sonuçlarını açıklarken güvenilir olmalıdır. Bi-
lim insanı araştırmalarını değerlendirirken objektif olmalı, bağımsız ve tarafsız davranmalıdır. Bilim insanı ay-
rıca; elde ettiği sonuçları paylaşmaya açık olmalı, farklı insanların yapmış oldukları çalışmaları kendi eserle-
rinde kullanırken hakkaniyete riayet etmeli, çalışmalarını insanlar, doğa ve diğer canlılara saygı çerçevesinde
yürütmeli, zarara sebebiyet verebilecek her türlü durumlardan sakınmalı, bilgi, beceri ve tecrübelerini genç
bilim adamlarının yetiştirilmesi için kullanma konusunda sorumluluk taşımalıdır (TÜBA, 2011).
Her alanda olduğu gibi akademik araştırmalarda da bilerek veya bilmeyerek bazı etik kurallara aykırı hareket

69
edilebilmektedir. Akademik yazılarda etik dışı davranışlar “akademik araştırmalarda yazım aşaması” başlıklı
bölümde daha detaylı olarak ele alınmıştır. Bu bölümde akademik araştırmaların daha çok planlanması ve
yürütülmesi aşamalarında yapılan etik dışı davranışlara örnekler verilmiştir. Gerek yüksek lisans ve doktora
öğrencilerinin gerekse tüm coğrafyacı akademisyenlerin bu etik dışı davranışlar konusunda hassas olmaları
ve bu davranışlardan sakınmaları gerekmektedir.

Akademik araştırmalarda yapılan etik dışı davranışlara örnekler


 Başkalarına ait, başkalarının düşünerek şekillendirdiği ve projelendirdiği araştırma konu ve planlarının
kendisininmiş gibi alınması ve kullanılması,
 Daha önce yapılan tez/araştırma konularının yeni tez/araştırma konusu olarak seçilmesi,
 Daha önce yapılan tezlerin/araştırmaların tamamının veya bir bölümünün kopyalanması,
 Başkalarına ait bilgilerin kaynak göstermeden kullanılması,
 Araştırma sahasına gitmeden gidilmiş gibi göstermek,
 Toplanılmadığı halde kafadan veri uydurmak,
 Çalışmanın sonuçlarını tüm açıklığı ile sunmamak, bazı bölümleri kasıtlı olarak yok saymak
 Çalışmanın sonuçlarını çarpıtmak, olmadığı halde sonuç uydurmak,
 Yöntem açısından örnek aldığı çalışmaları araştırmalarında bahsetmemek,
 Araştırma yapılması izne bağlı olan konularda gerekli yerlerden izin almamak,
 Araştırma yaparken, veri toplarken ve sonuçları sunarken toplumun değer yargılarına aykırı hareket
etmek
Araştırma önerisinin hazırlanması
Tüm akademik araştırmalar için bir zorunluluk olmasa da yüksek lisans ve doktora tezleri başta olmak üzere
farklı ulusal ve uluslar arası kuruluşlar tarafından desteklenen araştırma projeleri için araştırma önerilerinin
hazırlanması istenmektedir. Araştırma önerisi neyin, hangi hedef kitleye yönelik, neden, nasıl ve ne zaman
yapılacağını gösteren ayrıntılı bir araştırma planıdır. Araştırma önerilerinin hazırlanması bilimsel çalışmaların
belirtilen sürede, doğru olarak tamamlanabilmesini sağlamak için önemsenmektedir. Hazırlanan araştırma
önerileri sunuldukları enstitü, araştırma merkezleri ve proje desteği sağlayan çeşitli ulusal ve uluslararası
kuruluşlar tarafından farklı kriterler açısından incelenir ve uygun görülen araştırmalar tez veya proje olarak
çalışılmak üzere kabul edilir.
Proje önerisinin ilgili kurum tarafından belirlenen kriterlere ve formata göre hazırlanması önerinin kabul
edilmesindeki en önemli koşuldur. Ev sahibi kurumun proje önerisi ile ilgili olarak sağlamış olduğu tüm açık-
layıcı ve yardımcı dokümanların dikkatlice okunması, örnek olarak sunulmuş olan taslakların incelenmesi
proje önerilerinin eksiksiz ve doğru olarak hazırlanması açısından önemlidir. Araştırma önerilerinin hazır-
lanmasında gerekli açıklayıcı bilgilerin olmadığı durumlarda daha önce kabul edilen ve tamamlanan araş-
tırmalardan yararlanılabilir. Aynı kurum tarafından kabul almış ve desteklenmiş bir araştırma, yeni proje
önerilerinin hazırlanması açısından faydalı bir kılavuz olabilir.
Formatı kurumdan kuruma değişiklik gösterse de tüm araştırma önerilerinin taşıması gerekli olduğu bazı
temel içerikler vardır. Bunlar genel hatları ile aşağıda sunulmuştur:

70
 Başlık sayfası
 Özet
 Anahtar kelimeler
 Amaç (problem durumu, araştırma soruları, hipotezler)
 Literatür (temel kavram ve yaklaşımlar, farklı çalışmalarda elde edilen bulgular, konu ile ilgili literatürdeki
boşluklar, tartışma vb.)
 Yöntem
 İçindekiler listesi (tezler için bölümler, bölümler altındaki ana ve alt başlıklar)
 Zaman çizelgesi
 Bütçe (genellikle projeler için)
 Sonuçların yayılması (sonuç çıktılarının ne şekilde nasıl yayılacağı, projeler için)
 Kaynakça

Sonuç
Planlama, akademik araştırmaların başarılı olarak sonuçlanmasını olumsuz etkileyecek sürprizlerle karşı-
laşmadan yürütülebilmesi için önemli olan bir aşamadır. Bu aşamada araştırmanın tüm detay ve süreçleri
gereği gibi düşünülüp değerlendirilmeli, kısaca araştırmada neyin, neden, nerede, nasıl ve ne zaman yapı-
lacağı gerekçeleri ile birlikte ortaya konulmalıdır. Araştırma ve araştırmacı açısından göz ardı edilmeyecek
derecede önemli olan faydaları düşünülerek planlama aşamasına yeterli zaman ayrılmalı ve gerekli ciddiyet
gösterilmelidir. Sadece düşünerek ve akla gelenlerin not alınması ile planlama aşamasının gereği gibi yapıla-
mayacağı bilinmeli, bu aşamanın okuma, araştırma, düşünme, farklı kişilere danışma, not alma, öğrenme ve
öğrendiklerini sorgulama gibi çok yönlü faaliyetlerle birlikte sürdürülmesi gerekmektedir.

Okuma Listesi
Akdiş, C. A. (2004). Neden Bilim? Türkiye’de ve Dünya’da bilimin organizasyonu ve finansmanı sorular ve
sorunlar. Bilim, Eğitim ve Düşünce Dergisi, 4(1), http://www.universite toplum.org/text.php3?id=174
Bülbül, T. (2004). Bilimsel yayınlarda etik. Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 15, 53-61.
http://pauegitimdergi.pau.edu.tr/Makaleler/398736680_5-B%C4%B0L%C4%B0MSEL%20YAYINLAR-
DA%20ET%C4%B0K.pdf
Erdem, A. R. (2012). Bilim insanı yetiştirmede araştırma eğitimi. Yükseköğretim ve Bilim Dergisi, 2(3),
166-175. http://www.higheredu-sci.org/pdf/pdf_HIG_1587.pdf
Kansu, E. (2007). Bilim ve etik: Bilimsel araştırmalar ve araştırma etiği. Türkiye Bilimler Akademisi, Bi-
lim dünyasından görüşler, 22 Ocak 2007, http://www.tuba.gov.tr/tr/haberler/bilim-dunyasindan-
gorusler/166-BILIM-VE-ETIK-Bilimsel-Arastirmalar-ve-Arastirma-Etigi--22-Ocak-2007-20.html
Özdamar, K. (2003). Modern bilimsel araştırma yöntemleri. Eskişehir: Kaan Kitabevi.
Tufan, İ. (t.y.). Ampirik araştırma yöntemleri: Teori ve pratik. s.61. 29 Mart 2013 tarihinde http://www.
itgevakif.com/pdfs/AmpirikAra%C5%9Ft%C4%B1rmaY%C3%B6ntemleri_itufan_sicher.pdf adresinden
erişildi.
Tunçel, H. (2001). Coğrafya çalışmalarında konu seçimi. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 11(1),

71
87-98.
Yapıcı, M. (2005). Bilim ve Bilim İnsanının Nitelikleri. Bilim, Eğitim ve Düşünce Dergisi, 5(1), 4 Aralık 2013
tarihinde http://www.universite-toplum.org/text.php3?id=231?ref=hikayee.net adresinden erişildi.

Kaynakça
Getis, A, Getis, J. and Fellmann, J.D. (2009). Introduction to geography. Newyork: McGrawHill.
Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) (2011). Bilimsel Doğruluk İlkeleri. 22 Mart 2013 tarihinde http://
www.tuba.gov.tr/en/scientific-meetings-and-lectures/tuba-lectures/887.html adresinden erişildi.
Türk Dil Kurumu (TDK) (2013). Büyük Türkçe Sözlük. 21 Ekim 2013 tarihinde http://www.tdk.gov.tr/in-
dex.php?option=com_bts adresinden erişildi.

72
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
LİTERATÜR TARAMASI

Ali DEMİRCİ
Fatih Üniversitesi

Literatür Taraması
Planlama
Kaynakların araştırılması ve bulunması
Kaynakların incelenmesi ve literatür dokümanının hazırlanması
Literatürün metne aktarılması

Giriş
Akademik araştırmalar, daha önce yapılan bilimsel çalışmalarla elde edilen bulgular, dile getirilen fikirler
ve ele alınan yaklaşımlar üzerine bina edilir. Birbirinin devamı niteliğinde yürütülen akademik araştırma-
larda araştırma konusu ile ilgili olarak daha önce yapılan çalışmaların gözden geçirilmesi gerekmektedir.
Akademik araştırmalarda literatür taraması olarak adlandırılan bu süreç araştırma konusu ile ilgili daha önce
yayınlanan eserlerin araştırılması, bulunması, incelenmesi, okunması, tasnif edilmesi, özetlenmesi ve sen-
tez edilmesi gibi çalışmaları içermektedir. Literatür taramasının ve analizinin asıl amacı önceki literatürün
araştırılan konu hakkında geldiği noktayı tespit etmek, literatürdeki boşluk ve atlamaları ortaya koymak ve
kendi çalışmamızın önceki literatür içerisinde nereye oturacağını tespit etmektir.
Literatür taraması akademik araştırmalar için olmazsa olmaz bir şarttır. Akademik çalışmalarda; amaç, araş-
tırma soruları, problem durumu, hipotezler, yöntem, bulgu ve sonuçlar literatür taraması sonucunda elde
edilen bilgilerle desteklenerek sunulur. Akademik araştırmalar gereği gibi yapılmış literatür taraması ile bi-
limsel bir derinlik ve kimlik kazanır. Akademik araştırmaların insanlığa ve bilime katkısı da literatür taraması-
na verdiği önem nispetinde değişiklik gösterir. Konu ile ilgili daha önce yapılan çalışmalar dikkate alınmadan
yürütülen araştırmaların özgünlük, yeterlilik, hedef kitlenin ihtiyaçlarına cevap verme ve bilime katkı gibi
konularda önemli eksiklikleri olmaktadır. Günlük hayatın bir parçası olan teknoloji, araç-gereç, sistem, fikir
ve akımların hemen hepsi yeterli ölçüde literatür taraması ile gerçekleştirilen bilimsel çalışmalar sonucunda
ortaya çıkmıştır.

73
Kitap ve makale çalışmaları, lisans, yüksek lisans ve doktora tezleri, proje ve tez önerileri, hatta ödevlerde
bile farklı format ve detaylarda literatür taramasına ihtiyaç duyulur. Literatür taramalarına tez önerileri ve
tezlerde ayrı bölüm olarak, makalelerde ise ağırlıklı olarak giriş bölümlerinde yer verilmektedir. Literatür
taraması yapmak, bulunan kaynakları okumak ve sentezleyerek yazıya aktarmak özellikle yüksek lisans ve
doktora öğrencilerinin tez aşamasında karşılaştıkları üzere kolay olmayan, titizlikle ve sistemli bir şekilde ta-
kip edilmesi gereken önemli bir süreçtir. Bu bölümde, literatür taramasının neden ve nasıl yapılacağı, araştır-
mada gerekli olan kaynaklara ne şekilde ulaşılacağı, kaynakların ne şekilde değerlendirilip yazı aşamasından
önce tasnif edileceği ve literatürün ne şekilde metne aktarılacağı ile ilgili bilgilere yer verilmiştir.

Literatür taraması neden ve ne zaman yapılır?


Literatür taramasında araştırma konusu ile ilgili daha önce yayınlanmış kitaplar, makaleler, tezler, konferans
bildirileri, tarihi kayıtlar ve raporlar gibi eserler aranır, bulunur, incelenir ve bu sayede çalışmaya katkı sağ-
layacak bilgiler elde edilmeye çalışılır. Literatür taramasının amacı kısaca, araştırma konusunda ihtiyaç du-
yulan bilgilerin elde edilmesi şeklinde ifade edilebilir. Literatür taramasının farklı amaçlarını Bourner (1996)
aşağıdaki gibi maddeler halinde açıklamıştır.
· Literatürdeki boşlukları ve araştırmaya ihtiyaç duyulan alanları tanımlamak
· Tekerleği yeniden icat etmekten kaçınmak (daha önce yapılan çalışmaları tekrar etmemek, başkalarının
yapmış oldukları aynı hatalara düşmemek, zaman kazanmak)
· Diğerlerinin ulaştıkları yeri tespit edip daha ileriye gitmek (araştırmanın mevcut bilgi ve fikirlerden olu-
şan bir platform üzerinde yükselmesini sağlamak)
· Aynı alanda çalışan diğer insanları tanımak ve fikirlerine yer vererek haklarını teslim etmek
· Araştırma konusunda bilgi seviyesini artırmak
· Araştırma alanında çığır açan, ufuk kazandıran eserleri belirlemek
· Araştırmaya entelektüel bir içerik kazandırmak, araştırmayı diğer çalışmalarla ilişkili bir yere yerleştir-
mek
· Karşıt görüşleri belirlemek
· Araştırmaya derinlik kazandırmak
· Bir alanda önceden yapılmış çalışmalara ulaşılabileceğini göstermek
· Araştırma konusu ile ilgili olan bilgi ve fikirleri belirlemek
· Araştırma ile ilgili olabilecek yöntemleri tanımlamak

Literatür taraması; daha önce çalışılmamış, ihtiyaç duyulan ve özgün bir araştırma konusunun belirlenmesi,
konu hakkında daha önce yaşanan tartışma ve gelişmelerin, temel kavram ve fikirlerin öğrenilmesi, araş-
tırmanın gerekçesinin netleştirilerek araştırma soruları ve hipotezlerin oluşturulması, araştırma için uygun
yöntemlerin belirlenmesi ve sonuçların bilime sağladığı katkıların tartışılması gibi amaçlarla gerçekleştiril-
mektedir.
Amaçlarına bakıldığında literatür taramasının araştırmanın başından sonuna kadar devam eden bir süreç
olduğu anlaşılmaktadır. Ancak tüm araştırma sürecinde literatür taramasının şekli, içeriği ve yoğunluğu da
değişmektedir. Literatür taraması ilk olarak araştırma planının hazırlanması aşamasında başlar. Bir araştır-

74
mada neyin, neden ve nasıl yapılacağının belirlenmesi ancak gereği gibi yapılan bir literatür taraması ile
mümkün olabilir. Bu nedenle, araştırmanın başında çalışma konusunun, araştırma soruları ve hipotezin,
araştırma yönteminin belirlenmesinde o alanda daha önce yapılan çalışmalara göz atmak gerekmektedir.
Bir araştırmada literatür taramasına öncelikle konu belirlenirken ve konu daraltılırken ihtiyaç duyulur. Araş-
tırmacının ilgi alanına giren konularda genel bilgiler içeren kitap, ansiklopedi ve gazete gibi farklı kaynaklar
okunmaya başlanır. Bu süreçte araştırmacı konu hakkındaki temel kavramları, alt başlıkları, önemli noktaları
ve gelişmeleri öğrenerek konu ile ilgili öncelikli tartışma alanlarının ve problem durumlarının farkına va-
rır. Bu farkındalık, araştırmacıda konu ile ilgili araştırma sorularının şekillenmesine yardımcı olur. Araştırma
konusunun ve sorularının şekillenmesi ile literatür taraması bir başka formata bürünür. Bu aşamada aynı
konuda ve benzer araştırma sorularını içeren, daha önce yapılan akademik çalışmaların araştırılması için
öncelikli olarak bilimsel dergilerde yayınlanmış makaleler, tez ve kitaplar taranır. Böylece, yapılan çalışmalar-
da araştırma konusu ile ilgili nelerin söylendiği, tartışıldığı, hangi araştırma sorularına ne şekilde cevapların
bulunduğu, hangi önerilerin yapıldığı ve hangi alanlarda yeni araştırmalar için boşlukların bulunduğu yeterli
sayıda makale, tez ve kitabın okunması ile belirlenir. Bu aşamada araştırma konusu ve sorularının daha önce
çalışılıp çalışılmadığı da tespit edilir. Eğer aynı konu daha önce aynı amaç, bakış açısı ve yöntem ile çalışılmış-
sa literatür taraması sonucunda ortaya çıkan öncelik alanlarına yönelik olarak çalışmanın araştırma soruları
değiştirilir.
Araştırmada kullanılabilecek yöntemlerin ve bu yöntemlerle ilgili olarak daha önceki çalışmalarda yaşanan
sıkıntıların belirlenmesi için de yine önceden yapılan çalışmalardan yararlanılır (Tablo 1). Araştırmada neden
belirli yöntemlerin seçildiğinin literatürle desteklenerek açıklanmasına ihtiyaç duyulur. Bu açıdan, özellikle
en yeni kaynaklardan başlanarak benzer konularda kullanılan yöntemler incelenmeli ve çalışma için en doğ-
ru yöntem gerekçeleri ile birlikte belirlenmelidir.

75
Tablo 1. Literatür taraması akademik araştırmaların hangi bölümlerinde ne için yapılır?

Araştırma bölümü Literatür taramasının amacı


· Temel konu, kavram ve yaklaşımların tanımlanması
· Çalışmanın teorik ve metodolojik altyapısının tarihi bir
perspektiften anlatılması
· Farklı çalışmalarda konu ile ilgili ifade edilen tartışmalar,
gelişmeler, problemler, araştırılması gerekli olan noktala-
rın belirtilmesi
· Konunun önemini vurgulayan yerel ve küresel örneklerin
Tez önerileri ve tezlerde sunulması
“Literatür Taraması” bölüm-
lerinde · Çalışmanın yapılma gerekçesi olan problem durumunu
anlatan ve gösteren bilgi ve örneklerin sunulması
· Araştırma soruları ve hipotezin geçerliliğinin farklı çalış-
Makalelerin “Giriş” bö- malarda konu ile ilgili dile getirilen boşlukları dolduracak
lümlerinde şekilde ifade edilmesi
· Konu ile ilgili en önemli ulusal ve uluslar arası kaynakların
bulunması, bu kaynaklarda konunun ele alınış biçimi, tar-
tışma alanları ve araştırma sonuçlarının yeni çalışmanın
içeriğine uygun olarak değerlendirilmesi, analiz edilmesi
· Literatür taramasının yapılmasında kullanılan kriterlerin,
hangi literatürün neden değerlendirmeye alındığı veya
alınmadığının ifade edilmesi
· Çalışmada kullanılan yöntemlerin tarifi, nasıl geliştirildiği,
“Yöntem” bölümlerinde* nerelerde kullanıldığı, sınırlılıkları ve güçlü yanlarının farklı
örneklerle birlikte sunulması
· Araştırma sahasının konu ile ilgili olan genel özelliklerinin
ifade edilmesi
Genel metinlerde
· Metin içinde ifade edilen ana fikirlerin örnek, veri ve farklı
detaylarla desteklenmesi
· Araştırma sonuçlarının farklı çalışmalarda elde edilen bul-
“Sonuç”ve “Tartışma” gu ve sonuçlarla karşılaştırılması
bölümlerinde · Farklı çalışmalardaki bulgu ve sonuçlarla destekli olarak
sonraki çalışmalar için önerilerin yapılması
*Belli yöntemlerin kullanımının test edildiği tezlerde yöntem ile ilgili literatür de literatür taraması bölümle-
rinde ele alınmaktadır.
Literatür taraması; konu, amaç, araştırma soruları ve yöntem gibi detayların belirlendiği araştırma planının
hazırlanması sonrasında da devam eder. Bu aşamada, çalışmanın teorik ve metodolojik altyapısının ifade
edilmesinde yararlanılabilecek makale ağırlıklı kaynaklar taranır. Araştırmada ele alınan temel kavramlar,
fikirler, yaklaşımlar, gelişmeler ve tartışmaların farklı kaynaklarda ne şekilde değerlendirildiği derinlemesine
araştırılır. Araştırma konusunu, problem durumunu, çalışmanın gerekçelerini ve çalışmada yer verilecek ana

76
fikirleri açıklayıcı, örneklendirici ve destekleyici bilgiler literatür taraması ile farklı kaynaklardan temin edilir.
Bu amaçla; makale, kitap, tezler, konferans bildiri kitapları ve raporlar yanında konuya göre değişiklik göster-
mekle birlikte gazete ve daha önce yayınlanmış röportaj, mülâkat gibi farklı kaynaklardan da yararlanılabilir.
Literatür taraması, araştırma sonuçlarının farklı kaynaklardaki bulgularla karşılaştırılmasının yapılması ama-
cıyla da gerçekleştirilir. Bu amaçla gerçekleştirilen literatür taraması sonuçları akademik çalışmalarda genel-
likle sonuç ve tartışma bölümlerinde kullanılır. Ancak, bu literatür taraması sadece diğer çalışmalarda ortaya
çıkan sonuçların incelenmesi amacıyla değil, yeni araştırma ile elde edilen sonuçların, alanla ilgili olarak farklı
çalışmalarda bir yere kadar getirilen teorik ve metodolojik tartışma seviyesine yaptığı katkının değerlendiril-
mesi için de gerçekleştirilmektedir.
Literatür taraması, her ne kadar belli aşamalarda daha yoğun olarak yapılsa da bir akademik araştırmanın
başından sonuna kadar devam eden bir süreçtir. Araştırma süresince her ne zaman yeni tanım, bilgi, örnek
ve yaklaşımlara ihtiyaç duyulsa farklı çerçevelerde de olsa literatür taramasına baş vurulur.

Literatür taraması nasıl yapılır?


Literatür taraması sadece araştırma konusunda yayınlanan makale, kitap ve tez gibi yayınların araştırılıp
bulunması işleminden oluşmamaktadır. Bulunan yayınların araştırma konusu, yaklaşımları ve sorularına yö-
nelik olarak teker teker ele alınması, değerlendirilmesi ve analiz edilmesi gerekmektedir. Bu değerlendirme
sonuçlarının da araştırmanın formatına uygun olarak yazıya aktarılması gerekmektedir. Ancak bu aktarım,
Türkiye’de pek çok tezde ve makalede rastlandığı üzere çalışma alanı ile ilgili yayınlanmış eserlerin kısa özet-
lerinin liste olarak verilmesi şeklinde değil, eserlere ait değerlendirme ve analizlerin araştırmacıya ait fikirler-
le birlikte sentez edilerek sunulması tarzında olmalıdır.
Literatür taraması disiplinden disipline ve araştırılan konudan konuya şekil ve yöntem olarak değişiklik gös-
termektedir. Araştırma konusunun nicel veya nitel olması, teorik veya uygulamaya dayalı olması, çalışmanın
tez, proje ve rapor gibi farklı formatta sunulacak olması, çalışmaya ayrılacak süre ve çalışma konusunun
yeni bir araştırma sahası ile ilgili olup olmaması gibi hususların literatür taramasının yöntemi üzerinde etkisi
vardır. Ancak, farklı şartlara ve durumlara göre değişiklik gösterse de akademik araştırmalar için yürütülecek
olan literatür taramalarında takip edilecek temel bazı aşamalar bulunmaktadır. Bu aşamalar, özellikle lisans,
yüksek lisans ve doktora tezleri için başlangıçtan sona doğru aşağıdaki gibi sıralanabilir.
1. Planlama
2. Kaynakların araştırılması, bulunması
3. Kaynakların incelenmesi, literatür dokümanının hazırlanması
4. Literatürün metne aktarılması, yazılması
Planlama
Literatür taramasının ilk adımında hangi kavram ve bilgilerin araştırılacağının ortaya çıkarılması, dolayısıyla
bir planlamanın yapılması gerekmektedir. Planlama aşamasında kısaca; araştırılacak konu başlıkları, kav-
ramlar, anahtar kelimeler ve çalışma için ihtiyaç duyulacak diğer bilgiler belirlenir. Planlama ne kadar detaylı
ve düzenli yapılırsa literatür taraması da araştırmaya o ölçüde katkı sağlayacaktır. Bu nedenle, literatür tara-
masına başlamadan önce mutlaka bir planlama yapılmalı ve çalışmada ihtiyaç duyulacak bilgiler net olarak
belirlenmelidir.
Planlama, dar bir çerçevede araştırma konusu ve konu ile ilgili temel kavramlar üzerinden gerçekleştirilebi-
leceği gibi daha geniş bir çerçevede başlığı, araştırma soruları, çalışma sahası ve yöntemi ile temel çerçeve-
si belirlenmiş bir akademik çalışma üzerinden de yapılabilir. Araştırma sorularının, dolayısıyla araştırmanın

77
amacının tam olarak netleştirilmediği durumlarda çalışma konusu ve konu ile ilgili temel kavram ve kelime-
ler üzerinden bir literatür taraması yapılabilir. Örneğin; toprak erozyonu üzerinde doktora tezi yapmak iste-
yen bir öğrenci bu konu ile ilgili temel çalışmalar, kavramlar, tartışmalar ve yöntemler hakkında bilgi sahibi
olmak, araştırma soruları ve çalışma sahasını netleştirmek için literatür taramasına başvurabilir. Bu amaçla
yapılacak bir literatür taraması için planlama aşamasında aranacak bilgiler aşağıdaki şekilde belirlenebilir.
· Toprak erozyonu nedir?
· Toprak erozyonunun sebepleri nelerdir? (doğal ve beşeri faktörler)
· Toprak erozyonunun çeşitleri nelerdir?
· Toprak erozyonunun etkileri nelerdir?
· Türkiye’de ve dünyada toprak erozyonunun etkilerine örnekler (erozyonla meydana gelen toprak kayıp-
larına örnekler)
· Erozyonla meydana gelen toprak kaybının belirlenmesinde kullanılan yöntemler nelerdir?
· Toprak erozyonu tahmini yapılabilir mi? Nasıl yapılır?
· Toprak erozyonu üzerinde yapılan çalışmalarda en fazla öne çıkan konu başlıkları nelerdir?
· Toprak erozyonu ile ilgili Türkiye’de yapılan yüksek lisans ve doktora tezleri nelerdir?
Temel kavramlar ve anahtar kelimeler üzerinde yapılan literatür taraması ile üzerinde çalışılmak istenilen
konu hakkında detaylı bilgiler edinilir. Öğrenci, bu bilgilerden yararlanarak çalışma alanını, konusunu, amacı-
nı ve tezi ile cevap arayacağı araştırma sorularını netleştirir. Bu durumda; adı, amacı, gerekçeleri, araştırma
soruları, yöntemi ve çalışma sahası belirlenmiş bir doktora tezi için daha detaylı bir literatür taraması yapıla-
bilir. Örnekteki doktora öğrencisinin okumuş olduğu farklı kitap ve makale gibi kaynaklardan ve konu ile ilgili
edinmiş olduğu bilgilerden yola çıkarak tez başlığını; “Büyükçekmece Gölü Su Havzası’nda toprak erozyon
riskinin RUSLE yöntemi ile belirlenmesi” şeklinde seçmiş olduğunu düşünelim. Bu başlığa göre yapılacak
detaylı bir literatür taraması için öncelikle tezin genel hatları ile içindekiler listesi oluşturulur. İçindekiler lis-
tesinde bölümler, başlık ve alt başlıklar belirlenir. Ardından, her bir başlık altına o bölümde yazılması gerekli
olan kavramlar, konular, bilgiler ve veriler anahtar kelimeler ve kısa cümlelerle not edilir. İşte, bu notlar, ilgili
tezin literatür taraması ile hakkında bilgi toplanacak olan konuları, dolayısıyla literatür taramasının detaylı
bir planını oluşturmaktadır. Bu bilgiler temel başlıklar altında alt alta sıralanırsa, bu liste, tez için yapılacak
literatür taramasının planını oluşturacaktır. Örnekteki tez başlığına göre basitleştirilmiş olarak oluşturulmuş
bir literatür taraması planı Tablo 2’de sunulmuştur.
Literatür planı ve içerdiği konuların detayları ile sunuluş biçimleri çalışmanın teori veya uygulamaya dayalı,
nicel veya nitel olup olmaması gibi farklı durumlara göre değişiklik gösterebilir. Çalışma teori ağırlıklı ise lite-
ratür planındaki araştırılacak konular daha çok kavramlar, fikirler, yaklaşımlar, hipotezler ve farklı araştırma-
cıların bunlar hakkındaki düşünce, sentez ve analizleri üzerine yoğunlaşacaktır. Ancak belli yöntemlerin farklı
alanlardaki kullanımının test edildiği çalışmaların literatür planında ağırlıklı olarak, araştırmada ele alınan
yöntemin geliştirilmesi, sınırlılıkları, kullanım alanları ve örnekleri ile ilgili konular yer bulacaktır.
Literatür planı Tablo 2’de sunulan örnekte kullanılan biçimden farklı olarak da hazırlanabilir. Örnekte, çalış-
mada ihtiyaç duyulan bilgiler soru kalıbında sunulmuştur. Planda sadece konu başlıkları ve anahtar kelimeler
yazılabileceği gibi daha detaylı açıklayıcı bilgilere de yer verilebilir. Araştırmada ihtiyaç duyulabilecek; bir
yerin nüfusu, nüfus artış hızı, belli bir depremde hayatını kaybeden insan sayısı vb. gibi daha detaylı veriler
var ise bunlar da plan üzerine ayrıca not edilebilir.
Literatür planı başlangıçta araştırmada ihtiyaç duyulacak tüm bilgileri içeren mükemmel bir plan olmayabilir.
Bu çok doğaldır. Önemli olan çalışma için gerekli olan temel kavram, fikir, yöntem ve bilgilerin literatür tara-
masına başlamadan önce belirlenmesi ve literatür taramasının bilinçli olarak yapılmasıdır. Literatür taraması
başladıktan sonra, yeni kaynakların görülmesi ve farklı fikirlerin elde edilmesi ile literatür planına, dolayısıyla

78
araştırmaya yeni konuların girmesi ve araştırmanın derinlik kazanması tüm akademik çalışmalar için bekle-
nilen ve istenilen bir durumdur.

Tablo 2. “Büyükçekmece Gölü Su Havzası’nda toprak erozyon riskinin RUSLE yöntemi ile belirlenmesi” baş-
lıklı bir tez çalışması için hazırlanmış örnek bir literatür planı

Konu başlıkları Araştırılacak konular


 Toprak erozyonu nedir?
 Toprak erozyonu neden meydana gelir? (doğal ve beşeri faktörler)
 Toprak erozyonunun çeşitleri nelerdir?
Temel kavramlar
 Toprak erozyonunun etkileri nelerdir?
 Türkiye’de ve dünyada toprak erozyonunun etkilerine örnekler
(erozyonla meydana gelen toprak kayıplarına örnekler)
 Çalışma sahasının, Büyükçekmece Gölü’nün ve havzanın yüzölçümü
nedir?
Çalışma sahası  Sahanın arazi kullanımı nasıldır? (tarım, yerleşme, ulaşım, orman
(Büyükçekmece Gölü alanı, vb.)
Havzası)  Sahanın toprak erozyonunu etkileyen hidrolojik, jeomorfolojik ve
jeolojik özellikleri
 Sahanın toprak özellikleri nelerdir?
 Erozyonla meydana gelen toprak kaybının belirlenmesinde kullanı-
lan yöntemler nelerdir?
 Toprak erozyonu riskinin belirlenmesinde hangi yöntemler kullanı-
lır? Bu yöntemlerde geçmişten günümüze hangi değişimler yaşan-
Yöntem (Toprak
mıştır?
erozyonunun
 RUSLE yöntemi nedir? Nasıl geliştirilmiştir? Bu yöntemle toprak
ölçülmesi, tahmini)
erozyon riski nasıl tahmin edilir?
 RUSLE yöntemi neden kullanılır? Bu yöntemin sınırlılıkları var mıdır?
 Coğrafi Bilgi Sistemleri ve Uzaktan Algılama RUSLE yöntemi ile nasıl
kullanılır?
Türkiye’de ve Bü-
yükçekmece Gölü  Türkiye’de erozyonla kayıp edilen toprak miktarı nedir?
Havzası’nda toprak  Çalışma sahasında toprak erozyonu riski nedir?
erozyonu
 Toprak erozyon riskinin belirlenmesine yönelik olarak yapılan
Çalışmanın teorik güncel yayınlar hangileridir?
ve metodolojik
altyapısını teşkil  RUSLE yöntemi ile toprak erozyonu riskinin tahmin edildiği ör-
edecek yayınlar nek çalışmalar var mıdır?
 Türkiye’de ve çalışma sahasında toprak erozyonu ve erozyon
riski ile ilgili ne gibi çalışmalar yapılmıştır?

Titizlikle hazırlanmış olan bir plan, literatür taraması sonucunda elde edilen kaynakların incelenmesi, okun-
ması ve özetlenmesi gibi işlemlerin daha seri ve bilinçli olarak sürdürülebilmesi için de önemli katkılar sağlar.

79
Özellikle yüksek lisans ve doktora tezlerinde görüldüğü üzere, plansız yapılan literatür taramalarında öğren-
ciler, elde ettikleri kaynakları çoğu zaman neyi neden aradığını bilmeden baştan sona okumaktadırlar. Bu
durumda da araştırma için çok önemli olan kaynaklar çoğu zaman göz ardı edilebilmekte ve gereksiz yere
vakit harcanabilmektedir.
Kaynakların araştırılması, bulunması
Araştırmada ihtiyaç duyulacak bilgilerin bir plan üzerinde ortaya konulmasından sonra bu bilgilerin yer aldığı
kaynakların araştırılması ve bulunması aşamasına geçilir. Akademik araştırmalarda ulaşılabilecek bilimsel
derinlik, elde edilen kaynaklara ve bu kaynaklarda bulunan bilgilere göre değişeceğinden bu aşamada da
planlamada olduğu gibi çok titiz davranılması gerekmektedir. Araştırmacının kaynak aramasına başlamadan
önce hangi bilgiler için hangi kaynaklara başvurması gerektiğini, güvenilir ve yeterli sayıda kaynağa ulaştığın-
dan nasıl emin olabileceğini ve araştırmasında hangi kütüphane ve elektronik kaynaklardan yararlanabile-
ceğini bilmesi faydalı olacaktır.
a. Hangi kaynaklardan yararlanılabilir?
Akademik araştırmalar bilimsel ilkelere bağlı olarak gerçekleştirilir. Akademik çalışmalar için yararlanılacak
kaynakların da yine aynı bilimsellik çerçevesine sahip olmaları gerekmektedir. Akademik araştırmalarda
ağırlıklı olarak bilimsel dergilerde yayınlanan makaleler, kitaplar, konferans bildiri kitapları, tezler, farklı ku-
rumlar tarafından hazırlanan ve yayınlanan raporlar gibi bilimsel kaynaklar kullanılır. Aşağıda bu kaynaklar
temel özellikleri ile açıklanmıştır.
b. Bilimsel dergilerde yayınlanan makaleler
Akademik çalışmalarda en sık yararlanılan kaynaklar bilimsel dergilerde yayınlanan makalelerdir. Bilimsel
makaleler araştırma konusu ile ilgili en son yapılan akademik çalışmaları ve alandaki gelişme ve tartışmaları
içerir. Bu açıdan araştırmacı kendi çalışma sahası ile ilgili en güncel araştırma sonuçlarına ulaşmak istiyor-
sa makalelere başvurması gerekmektedir. Bilimsel dergiler periyodik olarak yılda iki veya daha fazla sayıda
yayınlanır ve her bir sayısında farklı yazarlar tarafından yazılan makalelere yer verir. Dergiden dergiye değiş-
mekle birlikte bir dergi sayısında ortalama 10-15 makale yayınlanabilir.
Makaleler yazarları tarafından yayınlanmak için değerlendirilmek üzere dergilere gönderilir. Dergiye gönde-
rilen makaleler başlangıçta o alanda uzman olan bir editör tarafından incelenmekte, sonrasında ise yine aynı
alanda uzman en az iki hakemin değerlendirmesine sunulmaktadır. Bu değerlendirmeler sonrasında makale
eğer o alana uygun bilimsellik ilkeleri dikkate alınarak hazırlanmışsa ve alana katkısı olduğu düşünülürse
gerekli düzeltmelerden sonra dergide yayınlanmak üzere kabul edilmektedir. Konuya ve yayının türüne göre
değişmekle birlikte, akademik çalışmalarda kullanılan kaynaklar içerisinde makalelerin oranı bir tezde %70-
80’e, bilimsel dergilerde ise %80-90’a, hatta %100’e kadar çıkabilmektedir.
Bilimsel dergiler genellikle üniversitelerdeki ilgili bölüm ve enstitüler, mesleki dernekler ve farklı yayınevleri
tarafından yayınlanır. Genel konu başlıklarında farklı dillerde yayınlanan yüzlerce hatta binlerce dergi olabilir.
Bu dergilerin bazıları basılır, bazıları ise elektronik ortamda yayınlanır. Elektronik ortamda yayınlanan dergi-
lerin sayısı her geçen gün artmaktadır. Eskiden kâğıt ortamda basılan dergilerin çoğu elektronik ortamda da
yayın yapmaya başlamış hatta bazıları tamamen elektronik ortama geçmiştir.
Genel coğrafya ve coğrafyanın farklı alt dalları ile ilgili farklı kurumlar tarafından yayınlanan çok sayıda ulu-
sal ve uluslararası dergi bulunmaktadır. Literatür taramalarında araştırma konusu ile ilgili olan dergilerdeki
makalelerin taranması faydalı olur. Özellikle uzun yayın geçmişine sahip olan alan dergilerindeki makalelerin
geçmişten günümüze taranması o alanla ilgili gelişmelerin, eğilimlerin ve değişimlerin takip edilmesi açısın-
dan da önemlidir. Amerikan Coğrafyacılar Derneği (Asssociation of American Geographers-AAG) tarafından
yayınlanan “Annals” dergisi bunlara örnek olarak verilebilir. Annals dergisinde coğrafyanın tüm alanlarında
80
makale yayınlanmaktadır. Derginin ilk sayısı 1911 yılında yayınlanmıştır. Annals, 1923 yılına kadar yılda bir
sayı, 1923-2008 yılları arasında yılda dörder sayı yayınlamıştır. Günümüzde yılda 6 sayı çıkaran dergide yüz
yılı aşkın süredir coğrafyanın farklı alanlarında binlerce makale yayınlanmıştır. Sadece bu dergide yayınlanan
makalelerdeki konu başlıklarının bile geçmişten günümüze değerlendirilmesi coğrafya biliminde yaşanan
değişimlerle ilgili önemli fikirler verecektir. Hidroloji alanında makalelerin yayınlandığı en temel dergilerden
biri olan “Journal of Hydroloji (Hidroloji Dergisi)” de uzun bir geçmişe sahip olan dergilerden biridir. 1963 yı-
lında yayın hayatına başlayan derginin 2013 yılı Ocak ayında 478. sayısı yayınlanmıştır. Türkiye’de de coğraf-
ya alanında uzun yayın geçmişine sahip dergiler mevcuttur. Türk Coğrafya Kurumu tarafından ilk sayısı 1943
yılında yayınlanan Türk Coğrafya Dergisi bunlardan biridir. Yayınlanması geçmişte zaman zaman kesintiye
uğrasa da dergi günümüzde elektronik ortamda yayınlanmaya devam etmektedir.
Coğrafya alanında yayınlanan bilimsel dergiler 1960-70’li yıllara kadar ağırlıklı olarak genel coğrafya ile ilgili
konuları kapsamaktaydı. Ancak coğrafyanın çok farklı alt dallarında yapılan araştırma sonuçlarını içeren ma-
kalelerin yayınlandığı dergilerin sayılarında son 30-40 yılda artış meydana gelmiştir. Örneğin; Wiley yayınevi
tarafından yayınlanan “Journal of Biogeography/Biyocoğrafya Dergisi” 1974 yılında, Elsevier yayınevi tara-
fından basılan “Journal of Historical Geography/Tarihi Coğrafya Dergisi” 1975 yılında ve Taylor ve Francis
yayınevi tarafından çıkarılan “Journal of Cultural Geography/Kültürel Coğrafya Dergisi” ise 1980 yılında yayın
hayatına başlamıştır (Tablo 3). Coğrafyanın çok daha farklı alt dallarında İngilizce başta olmak üzere değişik
dillerde yayınlanan dergilerin sayıları günümüzde daha da artmıştır.

Tablo 3. Coğrafya ve alt dalları ile ilgili yayınlanan bazı önemli ulusal ve uluslararası dergiler
Yayına başlama
Dergi Adı Konusu Yayınevi
yılı
Fiziki Coğrafya
Journal of the Atmospheric Amerikan Meteoroloji
Atmosfer bilimleri 1944
Sciences Kurumu
Journal of Hydrology Hidroloji Elsevier 1963

Journal of Biogeography Biyocoğrafya WILEY 1974


Earth Surface Processes and
Jeomorfoloji WILEY 1976
Landforms
Progress in Physical Geography Fiziki coğrafya SAGE 1977
Journal of Soil and Water Toprak ve Su Koruma
Su ve toprak koruma 1981
Conservation Kurumu
Beşeri Coğrafya
Economic Geography Ekonomik coğrafya Clark University 1925
Journal of Historical Geography Tarihi coğrafya Elsevier 1975
Urban Geography Şehir coğrafyası Bellwether 1980

Journal of Cultural Geography Kültürel coğrafya Taylor & Francis 1980

Political Geography Siyasi coğrafya Elsevier 1982

Social and Cultural Geography Sosyal ve kültürel coğrafya Taylor & Francis 2000

81
Coğrafya Eğitimi
Journal of Geography Coğrafya eğitimi Taylor & Francis 1902
Journal of Geography in Higher Edu- Yüksek öğretimde coğraf-
Taylor & Francis 1977
cation ya eğitimi
Avustralya Coğrafya
Geographical Education Coğrafya eğitimi Öğretmenleri Kuru- 1988
mu
International Research in Geograp-
Coğrafya ve çevre eğitimi Taylor & Francis 1992
hical and Environmental Education
Marmara Üniv. Ata-
Marmara Coğrafya Dergisi Coğrafya eğitimi 1996
türk Eğitim Fakültesi
Diğerleri (Genel, teknik, vb.)
Annals of the Association of Ameri-
Coğrafya Taylor & Francis 1911
can Geographers
Türk Coğrafya Kuru-
Türk Coğrafya Dergisi Genel coğrafya 1943
mu
Professional Geographer Genel coğrafya Taylor & Francis 1949
Remote Sensing of Environment Uzaktan Algılama Elsevier 1969
GeoJournal Genel coğrafya Springer 1977
Applied Geography Uygulamalı coğrafya Elsevier 1981
Ege Coğrafya Dergisi Genel coğrafya Ege Üniversitesi 1983
Coğrafya Dergisi Genel coğrafya İstanbul Üniversitesi 1985
International Journal of Geographic
Coğrafi Bilgi Sistemleri Taylor & Francis 1987
Information Science
Doğu Coğrafya Dergisi Genel Coğrafya Atatürk Üniversitesi 1995
Coğrafi Bilimler Dergisi Genel Coğrafya Ankara Üniversitesi 2003
Not: Listede sunulan örnek dergiler yayına başlama yıllarına göre en eskiden en yeniye doğru sıralanmıştır.
Literatür taramalarında konu ile ilgili bütün dergilere ulaşmak ve yayınlanan bütün makaleleri okumak çok
zor, hatta imkânsız olduğu kadar gerekli de değildir. Araştırmacıların kendi çalışma alanları ile ilgili en önemli
kaynak durumundaki dergileri takip etmeleri akademik çalışmaları açısından gereklidir. Literatür taramaları
için de konu ile ilgili en önemli kaynak durumunda olan dergilerin gözden kaçırılmaması gerekmektedir.
Çok farklı disiplinlerde bilimsel makalelerin yayınlandığı dergilerin sayıları her geçen gün artmaktadır. Bunda
da İnternetin çok büyük bir katkısı olmaktadır. Geçmişte sadece kâğıt ortamında basılan ve alıcılarına posta
ile ulaştırılan dergilerin yayınlanması önemli bir maddi kaynak gerektiriyordu. Bu açıdan dergiler çoğunluk-
la yayınevleri ve üniversiteler gibi belli bir kurumsal kimliğe sahip oluşumlar tarafından yayınlanmaktaydı.
Ancak İnternet ile birlikte yayın ve dağıtım masrafları da büyük ölçüde azaldı. Artık günümüzde elektronik
ortamda yeni dergilerin yayınlanması ve dağıtılması çok kolaylaştı. Bundan dolayı da kurumlar yanında farklı
alanlarda uzmanlığa sahip bireyler tarafından elektronik ortamda yayınlanan dergilerin sayıları da günümüz-

82
de hızla artmaktadır. Akademik araştırmalar açısından önemli faydaları olan bu durum bazı riskleri de bera-
berinde getirmiştir. Her yıl yayınlanan binlerce dergi içerisinde bazıları bilime katkı için değil, maddi kazanç
sağlamak için yayınlanabilmekte, dolayısıyla gelen makaleleri gereği gibi editörlük ve hakemlik süreçlerine
tabi tutmadan yayınlayabilmektedir. Bu durumda, her yıl yayınlanan yüzlerce dergi içerisinde hangilerinin
alanında uzman editörler tarafından gerekli hakemlik süreçleri ile takip edildiğinin ve alana önemli katkı
sağladığının bilinmesi önemlidir. Bunun için de günümüzde yaygın olarak ulusal ve uluslararası indeksler
kullanılmaktadır.
İndeksler, periyodik olarak yılda en az iki sayı yayınlayan, belli sayıda alanında uzman editörleri bulunan,
makale değerlendirmelerini ciddi editörlük ve hakemlik süreçleri ile takip eden ve alanda önemli bir boşluğu
doldurduğu kanıtlanmış dergileri takip eder. İndeksler takip ettikleri dergilerde yayınlanan makaleleri, maka-
lelerin yayınlanma tarihlerini, yazarlarını ve yazarların çalıştıkları kurumları kayıt altına alır. Günümüzde Web
tabanlı olarak çalışan indeksler tarafından taranan dergilerde belli konularda hangi makalelerin yayınlandığı,
hangi yazarın kaç yayınının olduğu ve hangi makalenin kaç defa hangi yayın tarafından kullanıldığı, dolayısıy-
la atıf aldığı gibi önemli bilgilere ulaşılabilmektedir. İndeksler içerdikleri dergilerin performanslarını periyodik
olarak takip eder, farklı ölçütlere göre dergi açısından olumsuz bir durum tespit etmeleri durumunda dergi-
leri değerlendirmeden çıkarabilmektedirler. Bu durumda her yıl için indeksler tarafından taranan dergilerde
değişiklik olabilmektedir. Uluslararası alanda kabul edilme durumunu gösterdiklerinden dolayı dergilerin
belli başlı önemli indeksler tarafından taranıyor olması önemlidir. Bu açıdan akademik araştırmalar için kay-
nak olarak takip edilen ve yararlanılan dergilerin hangi indeksler tarafından taranıyor olduğuna bakılması
faydalı olur. Aynı dergi birden fazla ve farklı indekslerce taranabilir.
Farklı alanlarda çok değişik sayılarda dergileri tarayan çeşitli ulusal ve uluslararası indeksler mevcuttur. Gü-
nümüzde bilim çevrelerince en fazla kabul gören üç önemli uluslararası indeks mevcuttur. Bunlar; (1) fen
bilimleri alanındaki dergileri içeren ve SCI kısaltma adı ile anılan Fen Bilimleri Atıf İndeksi (Science Citation
Index), (2) sosyal bilimlerle ilgili dergileri tarayan ve SSCI kısaltması ile bilinen Sosyal Bilimler Atıf İndeksi
(Social Sciences Citation Index) ve (3) sanat alanları ile ilgili dergileri kapsayan ve A&HCI kısaltması ile bilinen
Sanat ve İnsan Bilimleri Atıf İndeksi’dir (Art & Humanities Citation Index). Bu indeksler Thomson Reuters
tarafından yönetilen “Web of Science” adı altında hizmet verirler. 2013 yılı başında SCI-Expanded kapsamın-
da 8576 dergi, SSCI kapsamında 3090 dergi, A&HCI kapsamında ise 1717 dergi Web of Science içerisinde
taranmaktaydı. Bir derginin Web of Science içinde yer alıp almadığını anlamak için ilgili Web adresinden
(http://ip-science.thomsonreuters.com/mjl/) indekslerin sayfalarına, oradan da indekslerde yer alan dergi-
lerin sorgulanacağı ekrana ulaşılabilir.
Web of Science içerisindeki dergilerin aldıkları atıf sayılarına göre bir de etki faktörleri (Impact factor-IF)
belirlenir. Etki faktörü, dergilerde yayınlanan makalelerin bir yıl içinde aldıkları ortalama atıf sayısını ifade
etmektedir. Örneğin, bir derginin etki faktörü 2 ise bu, o dergide yayınlanan her bir makalenin aynı indeks
içinde yer alan diğer dergilerde yayınlanan makalelerde bir yılda ortalama iki defa atıf aldığını göstermekte-
dir. Dergilerin etki faktörü dergilerin son iki yıl içindeki aldıkları atıf sayılarının dergi içindeki makale sayısına
göre yıllık ortalamaları alınarak hesaplanır. Web of Science içindeki tüm dergilerin etki faktörleri yıllık olarak
hesaplanır ve dergi atıf raporu (Journal Citation Report) olarak yayınlanır. Etki faktörünün yüksek olması
o derginin uluslararası bilim çevrelerince daha fazla takip edildiğini göstermektedir. Dergi atıf raporlarına
Thomson Reuters’in ilgili Web sayfasından ulaşılabilir (http://wokinfo.com/products_tools/analytical/jcr/).
Örnek olarak vermek gerekirse 2011 yılına ait etki faktörü, Tablo 3’te sunulan dergilerden Journal of Bioge-
ography için 4,544, Progress in Physical Geography için 3,360, Earth Surface Processess and Landforms için
2,432, Journal of Geography in Higher Education için 1,156’dır.

83
Web of Science grubuna giren indeksler dışında benzer alanlarda yayın yapan dergilerin tarandığı alan in-
deksleri de mevcuttur. Thomson Reuters, Web of Science altında sunulan indekslere ilave olarak farklı baş-
lıklar altında alan indeksleri de oluşturmuştur (http://ip-science.thomsonreuters.com/mjl/). Ocak 2013 ta-
rihi itibari ile bunlardan Tarım, Biyoloji ve Çevre Bilimleri İndeksi’nde (Agriculture, Biology & Environmental
Sciences) 1288 dergi yer almaktadır. Thomson Reuters tarafından oluşturulan Yaşam Bilimleri İndeksi’nde
(Life Sciences) 1395, Fiziksel, Kimyasal ve Yer Bilimleri İndeksi’nde (Physical, Chemical & Earth Sciences)
1429 ve Sosyal ve Davranış Bilimleri İndeksi’nde (Social & Behavioral Sciences) ise 2521 dergi yer almak-
tadır. Bunların dışında başka alan indeksleri de mevcuttur. Avustralya Eğitim İndeksi (Australian Education
Index-AEI), İngiliz Eğitim İndeksi (British Education Index) ve ERIC (Education Resources Information Center)
tarafından takip edilen eğitim indeksi, eğitim alanında yayın yapan dergileri içeren alan indekslerine örnek
olarak verilebilir.
Uluslararası indeksler dergileri genel olarak yayınlandıkları ülkelere ve bölgelere göre sınıflandırmazlar. Yuka-
rıda örnekleri verilen uluslararası indekslerde çok farklı ülkelerde yayın yapan dergileri görmek mümkündür.
İngilizce yayın yapan dergiler ağırlıklı olsa bile, bu indekslerde Türkçe de dâhil farklı dillerde yayın yapan
dergiler yer alabilmektedir.
Uluslararası indekslerin dışında Türkiye’de de kullanılan farklı indeksler mevcuttur. Bunlardan en önemli-
leri TÜBİTAK’a bağlı bir enstitü olarak kurulan Ulusal Akademik Ağ ve Bilgi Merkezi (ULAKBİM) tarafından
oluşturulan ulusal veri tabanlarıdır (http://www.ulakbim.gov.tr/cabim/vt/index.uhtml). ULAKBİM tarafın-
dan oluşturulan bu veri tabanlarında Türkiye’de Türkçe ve farklı dillerde yayın yapan dergiler yer almaktadır.
Ocak 2013 tarihi itibari ile ulusal veri tabanlarında yer alan dergi sayısı Mühendislik ve Temel Bilimler Veri
Tabanında 29, Sosyal ve Beşeri Bilimler Veri Tabanında 174, Yaşam Bilimleri Veri Tabanında 51, Tıp Veri Taba-
nında 103 ve Hukuk Veri Tabanında ise 23’tür.
Coğrafyanın farklı alt dallarında yayın yapan ve uluslararası indekslerce taranan çok sayıda dergi vardır. Fi-
ziki coğrafya konularındaki makaleler yer bilimleri ile ilgili alan indeksleri başta olmak üzere SCI-Expanded
grubuna giren pek çok dergide yayınlanabilmektedir. Bu dergilerin adlarında coğrafya ifadesinin geçmesi
zorunlu değildir. Örneğin; SCI-Expanded indeksinde yer alan Environmental Monitoring and Assessment
dergisi arazi kullanım değişimleri, kirlilik ve şehirleşme gibi çok farklı konularda coğrafya ile ilgili makaleler
yayınlamaktadır. Beşeri coğrafya ve coğrafya eğitimi ile ilgili makaleler ise yine sosyal ve beşeri bilimlerle, eği-
timle ilgili olan alan indeksleri başta olmak üzere SSCI indeksine giren dergilerde yayınlanmaktadır. Örneğin;
Tablo 3’te sunulan beşeri coğrafya ile ilgili dergilerden Economic Geography, Urban Geography ve Political
Geography SSCI indeksi içinde yer almaktadır.
ULAKBİM tarafından yayınlanan ulusal veri tabanlarında Türkiye’deki coğrafya bölümleri tarafından yayın-
lanan dergiler de yer almaktadır. Ocak 2013 tarihli aramada ULAKBİM tarafından oluşturulan ulusal veri
tabanlarında coğrafya bölümlerince yayınlanan Doğu Coğrafya Dergisi ve Marmara Coğrafya Dergisi yer
almıştır. Ancak bu durum Türkiye’de coğrafya konularında yayınların yapıldığı dergi sayılarının az olduğu an-
lamına gelmemektedir. Nitekim ULAKBİM ulusal veri tabanlarında yer alan çok farklı dergilerde coğrafya
konularında yayınları görmek mümkündür. Örneğin, ULAKBİM Mühendislik ulusal veri tabanında bulunan
Ekoloji, Harita Dergisi, İstanbul Yerbilimleri Dergisi, Turkish Journal of Earth Sciences, Yerbilimleri gibi çok
farklı dergiler coğrafya ile ilgili konularda da makaleler içermektedir. Aynı şekilde ULAKBİM’deki Sosyal ve
Beşeri Bilimler ve Yaşam bilimleri veri tabanlarında coğrafyaya yönelik yayınları içeren çok sayıda dergi bu-
lunmaktadır.
Derginin kalitesi hakkında önemli ipuçları içerse de sadece ulusal veya uluslararası indekslerce taranan der-
gilerin kaliteli olduğu veya indekslere girmeyen dergilerin kalitesiz olduğu gibi kanılarda bulunmak yanlış
olur. Web of Science’a bağlı uluslararası indekslerde yer aldığı halde bilime katkısı tartışılır çok sayıda makale
olduğu gibi Web of Science’ta yer almayan ancak bilimsel olarak alana önemli katkılar sağlayan makaleler

84
de bulunmaktadır. Bu açıdan ister Web of Science tarafından isterse ulusal veya uluslararası alan indeksleri
tarafından taransın önemli olan dergideki makalelerin araştırma konusu ile ilgili olarak hangi yeni fikir veya
gelişmeleri ortaya koyduğudur.
c. Kitaplar
Akademik çalışmalarda makaleler kadar olmasa da sıklıkla kullanılan diğer bir kaynak da kitaplardır. Ancak
akademik araştırmalarda yararlanılan kitapların akademik amaçla kaleme alınmış olmaları gerekmektedir.
Bilimsel çalışmalarda ağırlıklı olarak belli bir sahada yürütülen araştırma sonuçlarını içeren kitaplardan yarar-
lanılır. Kitaplar belirli konu başlıklarında genel bilgiler içerir. Bu açıdan konu ile ilgili genel kavramlar hakkında
detaylı bilgi sahibi olunmak isteniyorsa kitaplara müracaat edilebilir. Araştırmacıların alanlarında güncel ka-
labilmeleri için çalışma konuları ile ilgili yayınlanan önemli kitapları takip etmeleri gerekmektedir. Araştırma-
lar için yapılan literatür taramalarında da çalışma konusunda yayınlanan temel eser niteliğindeki kitaplardan
mutlaka yararlanılmalıdır. Konuya ve yazının türüne göre değişmekle birlikte akademik kitapların kullanılan
kaynaklar içindeki oranı tezlerde %15-20’ye, bilimsel makalelerde ise %10-15’e kadar çıkabilmektedir.
Kitaplar, alanında uzman araştırmacılar tarafından, uzun yıllar boyunca elde edilen tecrübe ve araştırmalar
sonucunda hazırlanır ve belli yayın evleri tarafından çoğunlukla alanında uzman hakemlerin değerlendir-
meleri sonrasında yayınlanır. Kitaplardaki yazar sayısı da değişiklik gösterir. Bazı kitaplar tek yazara sahipken
iki ve daha fazla yazarlı kitaplar da mevcuttur. Bazı kitaplarda ise farklı bölümler farklı yazarlar tarafından
kaleme alınır ve kitap, alanında uzman olan akademisyenlerin editörlüğünde yayınlanır.
Bilimsel kitaplar, makalelerde olduğu gibi çoğunlukla üniversiteler, mesleki dernekler ve yayınevleri tara-
fından yayınlanır. Genellikle üniversitelerdeki öğretim üyeleri tarafından kaleme alınan kitapların yayınlan-
ma süreci ile ilgili olarak farklı uygulamalar söz konusudur. Kitaplar, yazarları tarafından bazen bütünüyle
yazıldıktan sonra bazen de örnek bir bölümle birlikte öneri olarak yayınevlerine sunulur. Alanında uzman
akademisyenlerden oluşan farklı editör ve hakemlerin değerlendirmelerinden sonra konu ile ilgili önemli bir
boşluğu dolduracağı ve anlamlı büyüklükte bir hedef kitlesine sahip olduğu düşünülen eserler yayınlanmak
üzere kabul edilir. Bazen de kitapların yazılması için editör ve yazarlar yayınevleri tarafından davet edilir.
Dergilerde olduğu gibi kitaplarda da son yıllarda elektronik yayınlara daha fazla ağırlık verilmektedir. Özellik-
le uluslararası pek çok yayınevi yayınladığı kitapları kâğıt ve elektronik ortamda sunmaktadır. Sadece elek-
tronik ortamda sunulan kitaplar da her geçen gün yaygınlaşmaktadır. Bu husus, kitaplara erişimi de kolaylaş-
tırmaktadır. Pek çok kitaba elektronik ortamda ücretsiz olarak ulaşılabilmekte, yeni yayınlanan kitapların ise
elektronik formatta olanları kâğıt baskıya göre daha ucuza, aynı yayınevinden temin edilebilmektedir. Bazı
yayınevleri kitap içindeki farklı bölümleri elektronik ortamda ayrı ayrı satışa sunabilmektedir. Bu şekilde, tüm
kitaba ihtiyaç duyulmadığı durumlarda kitabın belli bölümleri daha ucuza temin edilebilmektedir.
Coğrafya ile ilgili konularda kitap yayınlayan çok sayıda yerli ve yabancı yayınevi bulunmaktadır. Yayınevleri
ticari kuruluşlar oldukları için bir kitabı yayınlamadan önce kaç adet satış yapabileceklerini düşünürler. Daha
fazla satış yapma potansiyeli bulunduğu için de ağırlıklı olarak üniversite ders kitaplarını tercih ederler. Ancak
farklı disiplinlerde temel konu ve kavramları yüzeysel olarak anlatan ve çoğunlukla da metin içinde neyin
nereden alındığını göstermeyen ders kitaplarından genel olarak akademik araştırmalarda yararlanılmaz. Bu
nedenle akademik araştırmalarda yararlanılacak kitaplar tercih edilirken ders kitabı değil, araştırma sonuç-
larını içeren kitaplar olmalarına dikkat edilmelidir.
Coğrafi araştırmalarda kaynak olarak yararlanılabilecek, coğrafyanın çeşitli alt dallarıyla ilgili, farklı dillerde
yayınlanmış çok sayıda kitap mevcuttur. Literatür taramalarında coğrafya ile ilgili konularda kitap yayınlayan
belli başlı yayın evlerinin Web sayfalarına bakılması, alanla ilgili son olarak yayınlanan kitapların bulunması
açısından faydalı olabilir. Springer coğrafya ile ilgili bilimsel kitapların yayınlandığı uluslararası yayınevlerin-

85
den biridir. Springer’e ait İnternet sayfasında anahtar kelime ile arama yapılabileceği gibi farklı alanlar altında
yayınlanmış olan kitaplar da liste halinde görülebilir. Springer’de coğrafya ile ilgili konularda yayınlanmış ve
Atmosfer Bilimleri, Çevre Bilimleri, Coğrafya, CBS ve Uzaktan Algılama gibi farklı başlıklar altında sıralanmış
çok çeşitli kitaplar mevcuttur. Elsevier, Routledge, Pearson, Sage, Blackwell, McGraw-Hill, Ashgate ve Free-
man coğrafya ile ilgili kitap yayınlayan diğer uluslararası yayınevlerinden bazılarıdır. Türkiye’de de coğrafya ile
ilgili üniversite ders kitapları ve araştırma kitapları yayınlayan Aktif Yayınevi, Pagem, İnkılap, Asil Yayın, Nobel
Yayın, Gazi Kitabevi, Gençlik Yayınları ve Çantay Kitabevi gibi yayınevleri bulunmaktadır.
Coğrafya ile ilgili kitaplar yayınevleri dışında üniversiteler ve farklı mesleki dernekler tarafından da yayınlan-
maktadır. Oxford Üniversitesi, Cambridge Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi gibi üniversite yayınevleri ile
Milli Eğitim Bakanlığı gibi kurumlara ait yayınevleri de coğrafya alanında kitaplar yayınlamaktadır.
d. Konferans bildiri kitapları
Konferanslarda sunulan bildirilerin basıldığı bildiri kitaplarından da akademik araştırmalarda kaynak olarak
yararlanılmaktadır. Bildiri kitapları konferanslarda çoğunlukla akademisyenler tarafından sunulan bilimsel
araştırmaların tam metinlerinin yayınlandığı eserlerdir. Yayınlanmadan önce çoğunlukla bir veya birkaç edi-
tör tarafından kontrol edilen tam metinler araştırmacıların adı ile bildiriler kitabında yer alır. Bildiri kitapları
içerdiği bilgiler açısından tamamen akademiktir. Ancak çoğu zaman bilimsel dergilerde yayınlanan maka-
lelerde olduğu gibi dikkatli bir hakemlik sürecinden geçmedikleri için akademik araştırmalarda makaleler
kadar yoğun kullanılmazlar.
Konferanslar alanla ilgili bilimsel gelişmelerin takip edilmesi, aynı alanda çalışma yapan akademisyenlerin bir
araya gelmesi ve ileriye yönelik olarak farklı ortak çalışmalar için zemin hazırlamak için üniversite, dernek ve
kurumlar tarafından organize edilir. Konferanslarla ilgili tüm detaylar öncelikle Web sayfalarından duyurulur.
Konferansta sözlü veya poster şeklinde sunum yapmak isteyen araştırmacılar, istenilen bilgilerle birlikte kon-
feransa genellikle elektronik ortamda açılan kayıt formları aracılığı ile kayıt yaptırırlar. Konferans bilim komi-
tesi tarafından kabul edilen bildiriler konferansta yazarlar tarafından sunulur. Konferansta sunulan bildiriler
bazen özet olarak, bazen de bildiriler kitabında tam metin olarak yayınlanır. Bazı konferanslarda ise sunulan
bildiriler arasından seçilenleri farklı dergilerde yayınlanmak üzere kabul edilebilmektedir.
Coğrafya ve alt dalları ile ilgili çok farklı kurum tarafından organize edilen ulusal ve uluslararası konferanslar
mevcuttur. Bunlardan bazıları her yıl düzenli olarak organize edilir ve binlerce akademisyeni bir araya getirir.
Genel coğrafya alanında düzenli olarak organize edilen ve çok fazla katılımcının bir araya geldiği iki büyük
uluslararası konferans vardır. Bunlardan biri Amerikan Coğrafyacılar Birliği tarafından her yıl düzenli olarak
ABD’de organize edilen yıllık toplantıdır. Her yıl ABD’nin farklı eyaletlerinde organize edilen bu konferansa,
yaklaşık %25-30’u farklı ülkelerden olmak üzere 8-9 bin katılımcı iştirak etmektedir (http://www.aag.org/cs/
annualmeeting). Başvuru yapan herkesin sunum yapmak için kabul edildiği bu konferans yaklaşık beş gün
sürmekte ve konferansta sunulan bildirilerin özetleri elektronik ortamda yayınlanmaktadır.
Çok farklı ülkelerden binlerce coğrafyacıyı bir araya getiren diğer önemli uluslararası konferans ise 1922
yılında kurulan Uluslararası Coğrafyacılar Birliği (International Geographical Union-IGU) tarafından organi-
ze edilmektedir (http://www.igu-online.org/site/). IGU her dört yılda bir ana konferans, diğer yıllarda ise
bölgesel konferansları düzenli organize etmektedir. Ana konferanslar 2008 yılında Tunus’ta, 2012 yılında
ise Almanya’da organize edilmiştir. Bir sonraki iki konferans 2016’da Çin’de, 2020 yılında ise Türk Coğraf-
ya Kurumu organizatörlüğünde İstanbul’da düzenlenecektir. IGU konferanslarına yapılan başvurular bilim
komitesi tarafından değerlendirilmekte ve sunum için kabul edilenler konferansta sunulmaktadır. Ana ve
bölgesel konferanslar dışında IGU altında faaliyet yapan alt komisyonlar tarafından da düzenli konferanslar
düzenlenmektedir. 2013 yılı başı itibari ile IGU altında faaliyet gösteren 41 farklı alt komisyon vardır ve bu

86
komisyonlardan bazıları IGU konferansı dışında farklı zamanlarda yıllık toplantı düzenlemektedir. Coğrafya
Eğitimi Komisyonu bunlardan biridir. Bu komisyonun 2010 yılındaki konferansı İstanbul Fatih Üniversitesi’n-
de organize edilmiştir. Alt komisyonlar tarafından organize edilen konferansların bildiri kitapları genel olarak
bu komisyonlara ait İnternet sayfalarından yayınlanmaktadır.
Ulusal ve uluslararası platformlarda coğrafyacıları bir araya getiren konferanslar bunlarla sınırlı değildir. Av-
rupa Coğrafyacılar Birliği-EUROGEO (http://www.eurogeography.eu) ve Güneydoğu Asya Coğrafya Kuru-
mu-SEAGA (http://www.seaga.info/) gibi bölgesel coğrafyacı birlikleri de her yıl düzenli olarak konferanslar
düzenlemektedir. Bunun yanında ABD, İngiltere ve Kanada’da olduğu gibi farklı ülkelerdeki coğrafya kurum-
ları da yıllık toplantılar organize etmektedir. Türk Coğrafya Kurumu düzenli olmasa da zaman zaman ulusal
konferanslar düzenlemektedir. 15 Haziran 2012 tarihinde Türkiye’deki coğrafyacılar arasında dayanışma ve
işbirliğini geliştirmek amacıyla kurulan Coğrafyacılar Derneği de düzenli yıllık toplantılar organize etmektedir.
Jeomorfoloji, su kaynakları, CBS, Uzaktan Algılama, doğal afetler, toprak, orman, enerji, ulaşım, ekonomi,
kentleşme, iklim değişimleri, çevre, eğitim, turizm, tarım ve biyoçeşitlilik gibi coğrafyanın çok farklı alt dalla-
rına yönelik olarak da ulusal ve uluslararası konferanslar düzenlenmektedir. Araştırmacıların kendi alanları
ile ilgili olarak organize edilen konferansları takip etmeleri, alanda araştırma yapan ve aktif olan önemli aka-
demisyenleri tanıyabilmek ve alanla ilgili ön plana çıkan güncel konulardan haberdar olabilmek açısından
önemlidir.
e. Tezler
Makale ve kitaplar kadar yaygın olmasa da yüksek lisans ve doktora tezleri de akademik araştırmalarda
kullanılır. Tezler bütünüyle akademik çalışmalardan oluşur. Tezler öğrencilere belli konularda bilgi ve beceri
kazandırmayı, ancak bundan da önemlisi akademik araştırma yapma yeterliliği sağlamayı hedeflemektedir.
Her biri özgün konularda akademik araştırmaları içerse de tüm tezlerde ortaya çıkan sonuçlar alanla ilgili
yeni bir durumu, fikri veya analizi ortaya koymayabilir. Bundan dolayı, akademik araştırmalarda özellikle yük-
sek lisans tezlerinin kullanılmasında dikkat edilmelidir. Tezlerden bir makale veya kitap üretilmişse akademik
araştırmalarda doğrudan tezlerin kullanılması yerine yayınlanmış eserlerden yararlanılması daha uygundur.
Tezler gerek duyulduğunda akademik çalışmalarda kaynak olarak kullanılır. Ancak bunun sayısı tezlerde biraz
daha fazla olmakla ve konudan konuya değişmekle birlikte makaleler için bir ikiyi geçmemektedir.
Coğrafyanın farklı alanlarında dünya genelinde yürütülmekte olan çok sayıda yüksek lisans ve doktora prog-
ramları vardır. Her yıl yüzlerce hatta binlerce mezun veren bu programlarda çok sayıda tez tamamlanmak-
tadır. Tezler 10-15 yıl öncesine kadar sadece çıktı halinde enstitülere teslim edilmekteydi. Bu durum tezlere
ulaşmak için ilgili üniversitelere gidilmesini zorunlu kılmaktaydı. Ancak günümüzde Türkiye’de de uygulanan
sistemle tüm yüksek lisans ve doktora programlarında tamamlanan tezler elektronik ortamda başta üniver-
sitelerde, sonrasında ise yüksek öğretimle ilgili belli başlı kurumlarca arşivlenmekte ve İnternet ortamında
kullanıcıların erişimine sunulmaktadır. Türkiye’deki tezlerin elektronik ortamdaki bir kopyaları Yükseköğre-
tim Kurulu (YÖK) Ulusal Tez Merkezi’ne gönderilmektedir. Yazarları tarafından çoğaltılması ve yayımı için
izin verilen tezlerin tam metinleri pdf formatında bu merkezden erişime açılmaktadır (http://tez2.yok.gov.
tr/). Ulusal Tez Merkezi’nden Türkiye’deki tüm enstitülerce tamamlanmış olan tezler hakkında; yazar, tez
adı ve farklı anahtar kelimeler kullanılarak sorgulama yapılabilmekte, tezlerin Türkçe ve İngilizce özetlerine
ulaşılabilmektedir. Gerekli üyelik işlemi tamamlandıktan sonra erişime açık ise tezlerin tam metinleri de aynı
Web sayfasından incelenebilmektedir. Yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin tez konuları ile ilgili Türkiye’de
daha önce yapılan tezlerin olup olmadığını Ulusal Tez Merkezi’ne ait İnternet sayfasından kontrol etmeleri
faydalı olacaktır.

87
Farklı ülkelerde coğrafya alanı ile ilgili yapılan yüksek lisans ve doktora tezlerine erişim Türkiye’deki kadar ko-
lay olmamaktadır. Bu amaçla öncelikle coğrafya alanında uzun bir yüksek lisans ve doktora programı geçmişi
olan üniversitelerin kütüphaneleri taranabilir. Bunun dışında, farklı ülkelerde tamamlanan yüksek lisans ve
doktora tezlerini arşivleyen ve İnternet ortamında kullanıma açan uluslararası firmalardan yararlanılabilir.
ProQuest bunlardan biridir (http://www.proquest.co.uk). ProQuest’e ait hizmetlerden biri yüksek lisans ve
doktora tezi tam metin kılavuzudur. İnternet ortamında hizmet veren bu kılavuz ile çok farklı alanlarda ve
ülkelerde tamamlanmış olan milyonlarca tezin tam metinlerine erişim sağlanabilmektedir. Ücretli üyelik sis-
temi ile erişilebilen bu sisteme her yıl binlerce yeni tez ilave edilmektedir.
f. Ansiklopedi ve sözlükler
Çok yaygın olarak kullanılmasa da akademik araştırmalarda yararlanılan kaynaklardan bir diğeri de ansik-
lopedilerdir. Ansiklopedilerden daha çok konunun genel tanımı ve alt dallarını öğrenmek için yararlanılır.
Ancak ansiklopedilerin kaynak olarak kullanılmasında çok dikkatli olunmalıdır. Belli kurumlar tarafından ya-
yınlanan, içindeki maddeleri alanında uzman kişiler tarafından yazılan ve yazarları belli olan yayınlanmış
ansiklopediler kaynak olarak kullanılabilir. Ancak Wikipedia gibi herkesin bilgi girişi yapabileceği, uzman kon-
trolü olmadan yazılan, yazarların kim olduğu belli olmayan ve içeriği sık sık değiştirilen İnternet ortamındaki
ansiklopedilerin akademik çalışmalarda kullanılması uygun değildir. Sunmuş oldukları verilerin kaynağı ve
güvenilirliği ile ilgili sorunlardan dolayı İnternet ortamında hizmet veren Wikipedia ve benzeri ansiklopedile-
rin tez ve makaleler bir yana, lisans düzeyindeki ödev ve projelerde dahi kullanılması kabul edilmemektedir.
Özel alanlarla ilgili olarak hazırlanan ansiklopedilerin akademik çalışmalarda kullanılması daha yaygındır.
Coğrafya Ansiklopedisi (Warf, 2010), Uluslararası Beşeri Coğrafya Ansiklopedisi (Kitchin ve Thrift, 2009),
Ülkeler Coğrafyası Ansiklopedisi (Mccoll, 2005) ve Göl ve Rezervuar Ansiklopedisi (Bengtsson vd., 2012)
alanında uzman araştırmacılar tarafından kaleme alınmış, coğrafya alanında akademik çalışmalarda yararla-
nılabilecek olan uluslararası ansiklopedilere örnek olarak verilebilir (Tablo 4).
Araştırma konularında alanla ilgili temel kavramları öğrenmek ve farklı referanslara ulaşabilmek için sözlük-
lerden de yararlanılabilir. Uluslararası coğrafya sözlüklerine örnek olarak Coğrafya Sözlüğü (Mayhew, 2009),
Beşeri Coğrafya Sözlüğü (Gregory vd., 2009), Modern Coğrafya Sözlüğü (Small ve Witherick, 2001) veri-
lebilir. Türkçe olarak hazırlanan coğrafya sözlükleri de vardır. Bunlardan en önemlisi Prof. Dr. Reşat İzbırak
tarafından hazırlanan ve Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları olarak 1992 yılında yayınlanan Coğrafya Terimler
Sözlüğü’dür (İzbırak, 1992). Coğrafya sözlüğü olarak Türkiye’deki en temel kaynak olan bu çalışmadan farklı
sözlükler de sonradan kaleme alınmıştır. Prof. Dr. Ferruh Sanır tarafından hazırlanan ve 2000 yılında yayınla-
nan Coğrafya Terimler Sözlüğü bunlardan biridir (Sanır, 2000).

Tablo 4. Coğrafya ile ilgili yararlanılabilecek ansiklopedi ve sözlüklere örnekler

Ansiklopediler
SAGE yayın evi tarafından altı cilt olarak yayınlanmış bu ansiklopedide yer
Coğrafya Ansiklopedisi
alan konular web sitesinden görülebilir. http://www.sagepub.com/books/
(Encyclopedia of Geography)
Book230922#tabview=toc
Uluslar arası Beşeri Coğrafya Elsevier yayınevi tarafından yayınlanan bu ansiklopedi sciencedirect tarafından
Ansiklopedisi elektronik ortamda da erişime açıktır. http://www.sciencedirect.com/science/
(International Encyclopedia of referenceworks/9780080449104
Human Geography)

88
Ülkeler Coğafyası Ansiklopedisi Facts on File yayın evi tarafında üç cilt olarak yayınlanmıştır. Elektronik ortamda
(Encyclopedia of World erişilebilmektedir. http://books.google.com.tr/books/about/Encyclopedia_of_
Geography) World_Geography.html?id=DJgnebGbAB8C&redir_esc=y
Göl ve Rezervuar Ansiklopedisi Springer yayınevi tarafından 2012 yılında yayınlanan ansiklopedi 954 sayfadır.
(Encyclopedia of lakes and http://www.springer.com/earth+sciences+and+geography/hydrogeology/
reservoirs) book/978-1-4020-5616-1
Sözlükler
Oxford yayınları olarak basılan bu sözlüğün ilk baskısı 1992 yılında 4. Baskısı
Coğrafya Sözlüğü
ise 2009 yılında yapılmıştır. http://www.amazon.com/Dictionary-Geography-
(Dictionary of Geography)
Oxford-Paperback-Reference/dp/019923180X
Arnold yayın evi tarafından ilk olarak 1986 yılında yayınlanan sözlüğün
Modern Coğrafya Sözlüğü
günümüzde 2001 yılında yayınlanan dördüncü baskısı mevcuttur.
(A Modern Dictionary of
http://www.amazon.co.uk/Modern-Dictionary-Geography-Student-Reference/
Geography)
dp/0340762101
Wiley-Blackwell yayın evi tarafından ilk baskısı 1981 yılında yayınlanan bu
Beşeri Coğrafya Sözlüğü
sözlüğün genişletilmiş 5. Baskısı 2009 yılında çıkmıştır. Elektronik ortamda
(The Dictionary of Human
pdf formatında erişime açıktır. http://walk2geographies.files.wordpress.
Geography)
com/2009/03/gregory-etal_dictionary_human_geography_2009.pdf
1992 yılında Milli Eğitim Bakanlığı yayınları arasında çıkan bu sözlük Prof. Dr.
Coğrafya Terimler Sözlüğü Reşat İzbırak tarafından hazırlanmıştır. Türkiye’de hazırlanan ilk ve en önemli
coğrafya sözlüğüdür.
Doç. Dr. Ferruh Sanır tarafından kaleme alınan bu sözlük 2000 yılında Gazi
Coğrafya Terimler Sözlüğü
Kitabevi tarafından yayınlanmıştır.
g. Kurumsal yayın ve raporlar
Bilimsel çalışmalarda kullanılan diğer önemli kaynaklar da farklı kurumlar tarafından hazırlanan raporlar ve
istatistiklerdir. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Meteoroloji Genel Müdürlüğü, Afet ve Acil Durum Yöneti-
mi Başkanlığı (AFAD) gibi kurumlar kendi ilgi alanları ile ilgili düzenli olarak veri toplamakta ve bu verilerle
birlikte kendi bünyelerinde hazırladıkları farklı bilimsel çalışmaları rapor ve yayın olarak sunmaktadırlar. İlgili
kurumlar tarafından yayınlanan yayın, rapor ve istatistikler de akademik çalışmalarda kaynak olarak kulla-
nılır. Özellikle resmi kurumlara ait olan yayınlarda makale, kitap, bildiri tam metni ve tezlerde olduğu gibi
direk olarak metni hazırlayan yazar isimleri yer almayabilir. Bu durumda dokümanı hazırlayan ve yayınlayan
kurum direk olarak yazar olarak ele alınır.
Ulusal ve uluslararası kurumlar sahip oldukları maddi kaynaklar, çalıştırdıkları uzman personel ve yetkilerle
üniversite ve araştırma merkezlerinin üstesinden kalkamayacağı ölçüde büyük araştırmalara imza atabil-
mekte ve çok önemli bilimsel çalışmalar yapabilmektedir. Özellikle Birleşmiş Milletler (BM) bünyesinde ça-
lışan uluslararası organizasyonlar ile ulusal düzeyde devlete bağlı olarak faaliyet gösteren kurumların hazır-
layıp sundukları veriler, istatistikler, kitaplar ve raporlar akademik çalışmalar için son derece önemli kaynak
durumundadır. BM, farklı alanlarda hizmet veren pek çok birimi ile belki bu yöndeki en önemli uluslararası
kuruluştur. Örneğin, BM’nin Ekonomik ve Sosyal İşler Bölümü içinde faaliyet gösteren nüfus birimi (http://
www.un.org/esa/population/) dünya nüfusu, göçler ve kentleşme gibi konularda her yıl düzenli olarak ra-
por, istatistik ve kitaplar yayınlamaktadır. Dünya Ticaret Örgütü (WTO) (http://www.wto.org) her yıl düzenli
olarak dünya ticaret raporları, uluslararası ticaret istatistikleri ve ülkelerin ticaret profilleri ile ilgili kitap ve

89
istatistikler yayınlamaktadır. Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) (http://www.wmo.int) ülkeler ve dünya ile
ilgili iklim ve hava durumu hakkında bilgiler, iklim değişimleri, ekstrem hava olayları ile ilgili rapor ve istatis-
tikler yayınlamaktadır. Coğrafi araştırmalar açısından uluslararası düzeyde faydalı olan diğer bir kurum da
Amerikan Jeoloji Araştırma Kurumu’dur (USGS). Bu kurum (http://www.usgs.gov) sadece ABD’de değil tüm
dünya genelinde doğal afetler, doğal kaynaklar, iklim değişimi ve etkileri, çevre ve ekosistem gibi konularda
araştırma yapar, veri toplar ve veri sağlar. USGS, dünya genelinde meydana gelen depremler başta olmak
üzere farklı doğal olay ve afetlerin konumları, büyüklükleri ve etkileri ile ilgili veriler toplar ve uzun yıllara ait
bu verileri İnternet ortamından sunar. Aynı kurumun özellikle arazi kullanımı ve değişimleri ile ilgili uluslara-
rası alanda yürütülen çalışmalara yaptığı en önemli katkılardan biri de 30 metre çözünürlükte Landsat uydu
görüntülerine ücretsiz olarak erişim imkânı vermesidir. Bu hizmet yardımı ile dünyanın farklı bölgelerinde
farklı zamanlarda çekilmiş Landsat görüntüleri ücretsiz olarak temin edilebilmekte ve farklı yıllardaki gö-
rüntüler karşılaştırılarak aynı bölgede yaşanan arazi kullanım değişimleri tespit edilebilmektedir. Bu veriler
Türkiye’de yapılan pek çok akademik çalışmada da kullanılmıştır (Karaburun vd., 2010).
Türkiye’de ulusal düzeyde farklı alanlarda faaliyet gösteren devlet kurumları, uluslararası kuruluşlarda ol-
duğu gibi coğrafi araştırmalarda kullanılabilecek veri, rapor ve yayınlar sağlamaktadır. Nüfusla ilgili olan
araştırmalarda TÜİK en önemli veri sağlayıcı kurumdur. Türkiye’de nüfus, cinsiyet, yaş durumları, hane halkı
büyüklükleri, nüfusun il ve ilçelere göre dağılışları, nüfus artış hızı, ortalama yaşam süresi, farklı sektörlere
göre çalışan nüfus, ölüm ve doğum oranları, göçler gibi nüfusla ilgili çok farklı sosyo-ekonomik gösterge-
ler bu kurumdan sağlanan verilerle ortaya çıkarılmaktadır. Bu kurum ayrıca enflasyon, istihdam ve işsizlik,
konut, turizm, sosyal güvenlik ve sağlık, eğitim, kültür, spor, tüketim harcamaları, gelir dağılımı, yoksulluk,
ulaştırma, haberleşme, çevre ve enerji konularında da istatistikler sağlamaktadır. Türkiye’de beşeri ve eko-
nomik coğrafya ile ilgili yapılan pek çok tezde bu kurumdan alınan istatistiksel veriler kullanılmaktadır. Tür-
kiye’de özellikle iklimle ilgili olarak yapılan yüksek lisans ve doktora tezlerinde çok yoğun olarak yararlanılan
kurumların başında Meteoroloji Genel Müdürlüğü gelmektedir. Bu kurum tüm Türkiye genelinde bulunan
meteoroloji istasyonlarından sürekli sıcaklık, yağış, rüzgâr hızı ve nem başta olmak üzere çok farklı meteo-
rolojik verileri toplamakta; bunları aylık, yıllık ve uzun yıllar ortalamaları ile yayınlamaktadır. Günümüzde bu
kurumdan tek tek istasyonlara ait bilgiler temin edilebileceği gibi illere göre farklı meteorolojik veriler, farklı
zaman aralıklarına göre de istenebilmektedir.
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı da altında faaliyet gösteren çok farklı birimlerle birlikte değişik alanlar-
da istatistikî veriler, raporlar, kanunlar ve yönetmelikler yayınlamaktadır. İlgili kurumun Web sayfasından
Türkiye’de balıkçılık, bitkisel üretim, çay üretimi, hayvancılık ve tarım gibi alanlarda çok farklı raporlara ulaşı-
labilmektedir. Aynı şekilde Ekonomi Bakanlığı, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, Orman ve Su
İşleri Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, İç İşleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve
diğer tüm bakanlıklarla bunlara bağlı bulunan çok çeşitli alt müdürlüklerde coğrafyanın çok farklı konularını
ilgilendiren alanlarda faaliyetler yürütülmekte, dolayısıyla çok farklı istatistiksel veriler, raporlar, kanun ve
yönetmelikler ve kitaplar yayınlanmaktadır. Tüm bu kurumlar tarafından üretilen kaynaklar coğrafi araştır-
malar açısından da önemli olabilmektedir.
h. Diğer yayınlar
Akademik çalışmalarda kitap, makale, tez ve bildiri dışında daha farklı kaynaklardan da yararlanılır. Çalışma-
nın konusuna ve çalışmada ortaya çıkan farklı ihtiyaçlara göre gazeteler, günlükler, mektuplar, tarihi belge-
ler, fotoğraflar, filmler ve belgeseller gibi değişik formatlarda sunulan eserlerden de araştırmalarda kaynak
olarak yararlanılabilir. Ancak bu tür kaynaklarda kaynağı meydana getiren kişi veya kurumun, ne zaman
oluşturulduğunun belli olması gerekmektedir.

90
Kaynakların güvenilirliği ve yeterliliği
Bilgisayar ve İnternet teknolojisinin gelişmesi ile günümüzde hemen her konuda çok fazla bilgi ve kaynağa
ulaşılabilmektedir. Ancak, özellikle akademik çalışmalar için bulunan kaynakların güvenilirliğinin araştırılması
önemlidir. Bir akademik eserin güvenilirliği bilimsel ilkelere göre hazırlanması ve sunduğu bilgilerin doğru-
luğu ile ilgilidir. Ancak bu da çok kolay tespit edilememektedir. Bilimsel dergilerde yayınlanan makalelerin
hakemler tarafından incelendiğini daha önce belirtmiştik. Ancak hakemsiz olarak ve gereği gibi denetlenme-
den, makalelerin gönderildiği gibi yayınlandığı dergiler bulunmaktadır. Aynı şekilde piyasada yeterli kaynak
taraması yapılmadan, alanla ilgili temel teorik ve metodolojik altyapıyı yansıtmadan, uzman olmayan kimse-
ler tarafından hazırlanan çok sayıda kitap bulunmaktadır. Bu nedenle bulunan kaynakların uzman kimseler
tarafından kaleme alınıp alınmadığının ve çalışma için güncellik, içerik, teorik ve metodolojik açıdan yeterli
olup olmadığının araştırılması gerekmektedir. Literatür taraması sırasında amacın sadece belli sayıda kayna-
ğa erişmek değil; doğru, güvenilir ve güncel kaynaklara ulaşmak olduğu unutulmamalıdır.
Akademik araştırmalarda yararlanılan kaynakların güvenilirliği özellikle geçmişe nazaran günümüzde çok
daha önemsenmesi gereken bir konudur. İnternet yardımı ile geçmişe göre çok daha kolay, hızlı ve dene-
tim olmadan yayın yapılabilmektedir. Geçmişte çalışma konusu ile ilgili yayınlanmış eserlerin sayısı az, buna
karşılık bu eserlerin elde edilmesi ile ilgili zorluklar fazlaydı. Belli kaynaklara ulaşmak için şehirlerarası hatta
ülkeler arası seyahatlerle farklı araştırma merkezleri, üniversiteler ve kütüphanelerin ziyaret edilmesi gere-
kebilmeydi. Ancak günümüzde İnternet üzerinden belli konularda çok kısa bir sürede yüzlerce hatta binlerce
kaynağa rahatlıkla ulaşılabilmektedir. Bu açıdan günümüzde akademik araştırmalarda kaynaklara erişmek-
ten çok, fazla kaynak içinden doğru, güncel ve güvenilir olanlarını bulabilmek daha da önem kazanmaktadır.
Bu durum özellikle akademik araştırma konusunda yeterli tecrübeye sahip olmayan yüksek lisans ve dokto-
ra öğrencileri açısından son derece önemlidir.
Araştırmalarda kaynak olarak kullanılacak eserlerin kimler tarafından yazıldığı, ne zaman, nerede, hangi
başlık altında yayınlandığı gibi bilgilerin araştırılması gerekmektedir. Kaynak olarak kullanılacak makalelerin
yazarı, yayınlanma yılı, yayınlandığı derginin adı, sayısı ve dergide yayınlandığı sayfa numaraları belli olma-
lıdır. Bu bilgilerin yer almadığı ve çoğu İnternet ortamında rahatlıkla bulunan yayınlardan araştırmalarda
uzak durulmalıdır. Araştırma konusunda tanınmış araştırma merkezleri, ulusal ve uluslararası dernekler ve
üniversitelerce basılan hakemli dergilerde yayınlanan makaleler, kitaplar ve diğer yayınlar öncelikli olarak
tercih edilmelidir. SCI, SSCI ve A&HCI başta olmak üzere çok farklı araştırma konularında yapılan yayınları
takip eden alan indekslerine giren dergilerdeki makaleler öncelikle araştırılmalıdır. Bu indekslere girmeyen
çok kaliteli dergiler de mevcuttur. Ancak bu indekslerce taranan dergilerde yayınlanan makalelerin uluslara-
rası güvenilirliği yüksektir.
Literatür taramasında teorik ve metodolojik anlamda araştırma konusuna katkısı büyük olmuş, uluslararası
üne sahip, alanın en önemli araştırmacıları tespit edilmeli ve bunlara ait makale ve kitaplar araştırılmalıdır.
Öğrenciler açısından bu isimlerin bulunması zor olabilir. Ancak alanda çalışma yapan akademisyenler ve
danışmanlardan bu konuda yardım alınabilir. Ayrıca bu isimler ve çalışmaları benzer konularda yapılan aka-
demik yayınlarda sıkça atıf alırlar. Bu nedenle konu ile ilgili yayınlanan makalelere bakılmalı, bu makalelerde
eserlerine sık sık atıf yapılan isimler üzerinde durulmalıdır. Bu şekilde araştırma konusu ile ilgili teorik ve
metodolojik altyapıyı oluşturacak yayınların literatür taramasında bulunmuş olduğundan emin olunmalıdır.
İnternette genel arama motorları ile yapılan aramalar sonrasında çok farklı sitelerde karşılaşılan, yazarı,
başlığı ve yayın evi belli olmayan metin ve dokümanlar akademik araştırmalarda kaynak olarak kullanılma-
malıdır. İnternetten yapılan literatür taramalarında .org, .edu, ve .gov uzantılı sitelere daha fazla bakılabilir.
Mesleki anlamda kurulan derneklere ait web sayfaları genellikle .org uzantılı, üniversiteler .edu uzantılı ve
kamu kurumları ise .gov uzantılı web adreslerine sahiptir.
Literatür taramasında kaynakların yayınlanma yılları da önemlidir. Akademik çalışmalarda araştırma konu-
sunun ortaya çıkışı ve gelişiminin anlatılabilmesi, konu hakkında öne sürülen teorik ve metodolojik yakla-

91
şımların tartışılabilmesi için çok eskiye ait yayınların taranması gerekebilir. Bu, belli başlı araştırma konuları
için bir zorunluluk bile olabilmektedir. Ancak önceden de belirtildiği üzere akademik çalışmalar birbirinin
devamıdır ve yeni çalışmaların bilime katkı sağlayabilmesi için o alanda en son yapılan çalışmalar dikkate
alınarak yürütülmeleri gerekmektedir. Bu açıdan literatür taramasında mutlaka ilgili alanda yapılan en son
ve güncel çalışmalar da aranmalıdır.
Bilimsel gelişmelerin takip edilmesinde yabancı dil engeli olmamalıdır. Alanla ilgili önemli olduğu düşünülen
kaynaklar farklı dillerde de olsa mutlaka elde edilmeli ve çalışmalarda kullanılmalıdır. Günümüzde akade-
mik olarak uluslararası alanda en yaygın olarak kullanılan dil İngilizce’dir. Hemen tüm ülkelerde araştırmacı-
lar çalışmalarının sonuçlarını kendi dillerinde yayınladıkları gibi uluslararası çevrelerde daha fazla okuyucu
kitlesine ulaşabilmek için İngilizce yayın yapan uluslararası yayınevlerini de tercih etmektedirler. Türkiye’de
yapılacak çalışmalar için literatür taramasını sadece Türkçe elde edilebilir kaynaklar üzerinde yoğunlaştır-
mak çalışmanın güncelliği, yeterliliği ve uluslararası bilime katkısı açısından önemli sorunlar oluşturacaktır.
Bu açıdan literatür taramasında Türkçe yayınlanmış olanlar kadar uluslararası alanda yapılan yayınlar da
hedeflenmeli, özellikle anahtar kelimeler üzerinden arama yapılırken kelime ve kavramların Türkçeleri ka-
dar İngilizce’leri üzerinden de aramalar tekrarlanmalıdır. Bu durumun önemini göstermesi açısından bir iki
örneğin sunulması faydalı olacaktır. 6 Ocak 2013 tarihinde Google Akademik arama motorundan “kentsel
büyümenin etkisi” olarak Türkçe girilen arama sonucunda hiç bir sayfaya rastlanmazken aynı ifadenin “im-
pact of urban growth” olarak İngilizce’si ile arama yapıldığında 866 sayfa ile karşılaşılmıştır. Diğer bir örnekte
ise yine aynı arama motoru üzerinden “deprem riskinin değerlendirilmesi” şeklinde Türkçe yapılan aramada
sadece 4 sonuç bulunurken aynı ifadenin İngilizce’si olan “evaluation of earthquake risk” şeklinde yapılan
aramada ise 153 sonuç bulunmuştur.
Literatür taramasında nerede başlanılacağı kadar nerede durulacağının da bilinmesi önemlidir. Taramada
amaç bulunan tüm eserlerin okunması değildir. Özellikle İnternetin çok daha hızlı geliştiği ve yayınların her
geçen gün elektronik ortama daha hızlı aktarıldığı günümüzde bunun yapılması neredeyse imkânsızdır. Bu
açıdan araştırmanın konusu, büyüklüğü ve araştırmaya ayrılacak zaman dikkate alınarak literatür tarama-
sına gereği kadar zaman ayrılmalıdır. Literatür taraması için yapılan planlamada ortaya konulan bilgilere
ulaşıldığı ve araştırma için önemli olan kaynaklar temin edildiği düşünüldüğünde genel literatür taraması
sonlandırılmalıdır.
Kaynaklar nasıl araştırılır, nasıl bulunur?
Literatür taramalarında araştırmada ihtiyaç duyulan bilgilerin temini için dikkatli ve detaylı bir arama yap-
mak gerekmektedir. Bazı durumlarda araştırmacı çalışma için belirli bir kitap, makale veya tezi araştırabilir.
Ancak çoğu zaman araştırmacılar hangi bilgileri aradıklarını önceden belirlemekle birlikte, bu bilgilerle ilgili
hangi kitap ve makalelerin yayınlandığını, hangi kurumlarda hangi kaynakların mevcut olduğunu bilmezler.
Sonuçta da araştırmacılar literatür taramalarında kendilerinin buldukları kaynaklarla yetinmek zorunda ka-
lırlar. Ancak temin edilebilir kaynaklarla ilgili genel resmi bilmediklerinden dolayı literatür taramasını etkin
olarak yapıp yapmadıklarını da belirleyemezler. Bu durumda araştırma konusu ile ilgili farklı kurumlarca ya-
yınlanmış olan bilinen veya bilinmeyen kaynaklara ulaşabilmek için değişik stratejilerden yararlanmak fay-
dalı olacaktır.
Çalışma alanı ile ilgili en temel kaynakların belirlenebilmesi için o alanla ilgili daha önce araştırma yapmış
olan akademisyenlerden, tez üzerinde çalışılıyorsa tez danışmanından ve kütüphane yetkililerinden yardım
alınabilir. Alanla ilgili önemli eserlerin neler olduğunu anlamak için konu ile ilgili en güncel olarak temin edi-
lebilen yayınların kaynakça listesine de bakılabilir. Özellikle kitap ve makalelerin kaynakça listeleri o alanda
daha önce yayınlanmış önemli eserleri içerebilir.

92
Literatür taraması sadece kaynakların aranması değil, aynı zamanda arama sonucunda bulunan kaynakların
çalışma için faydalı olup olmayacağını belirlemek, yararlı olacağı düşünülen kaynakların tasnifini yapmak ve
mümkünse kaynakların tam metinlerini kaydetmek işlemlerini de içermektedir. Bu açıdan literatür tarama-
sına başlamadan önce bilgisayarda kaynaklarla ilgili bir klasörün açılması faydalı olacaktır. Arama sonucun-
da bulunan kaynaklar başlangıçta yayının adının okunması, sonrasında ise gerekirse özetin okunması ile ilk
değerlendirmeye tabi tutulabilir; eğer çalışma için faydalı olacağı konusunda fikir edinilmişse bilgisayardaki
kaynak klasörüne tam metin olarak indirilebilir. Tam metinlerin bilgisayara yayın adı ile kaydedilmesi, araştır-
manın devamında özellikle kaynakların değerlendirilmesi aşamasında faydalı olacaktır.
Literatür taramalarında yararlanılabilecek bazı stratejiler bu bölümde kütüphane kaynakları ve elektronik
kaynaklar olarak iki başlık altında tarif edilmiştir.
a. Kütüphane kaynakları
Literatür taraması denilince yakın geçmişe kadar ilk olarak akla gelen kütüphanelerin ziyaret edilmesi olur-
du. Tez üzerinde çalışan öğrenciler farklı kütüphaneleri ziyaret eder ve kartlardan oluşmuş fişler üzerinden
arama yapar ve yararlı olduğu düşünülen eserlerden her defasından sınırlı sayıda olanı talep ederlerdi. Bu
şartlarda belli bir sürenin beklenmesinden sonra eserler çoğunlukla kütüphanede mesai bitimine kadar in-
celenebilir ve eserlerin ancak belli bölümleri fotokopi çekilebilirdi. Günümüzde ise kütüphaneler çok değişti.
Kartlar üzerinden yapılan aramalar yerlerini bilgisayar ve İnternet tabanlı olarak çalışan kaynak tarama sis-
temlerine terk etti. Cilt cilt kitaplara ek olarak kütüphaneler çok farklı alanlarda binlerce yayına erişimi sağla-
yan ulusal ve uluslararası elektronik veri tabanlarına da abone olmaya başladı. İnternet tabanlı olarak çalışan
sistemler yardımı ile günümüzde kütüphaneye gitmeden kütüphane veri tabanlarına ulaşılabilmekte, dijital
ortamda farklı kaynaklara erişilebilmekte ve inceleme yapmak üzere kitap siparişi verilebilmektedir. Her ne
kadar geçmişteki gibi sıklıkla ziyaret edilmese de kütüphaneler, bilgisayar ve İnternet teknolojilerin sağlamış
olduğu avantajlarla araştırmacılar açısından halen önemini korumaktadır.
Türkiye’de farklı kurumlar tarafından yönetilen kütüphaneler mevcuttur. Bunlardan en yaygın olanları Kültür
ve Turizm Bakanlığı’na bağlı olarak işletilirler. Halk kütüphaneleri olarak adlandırılan bu kütüphaneler dışın-
da belediyeler ve vakıflar tarafından da yönetilen kütüphaneler mevcuttur. Türkiye’de akademik araştırma-
larda da yararlanılan ve çok farklı kaynaklar barındıran önemli kütüphanelere İstanbul’daki Atatürk Kitaplığı,
Beyazıt Devlet Kütüphanesi, Süleymaniye Kütüphanesi, İzmir’deki Milli Kütüphane, Atatürk İl Kütüphanesi
ve Ankara’daki Milli Kütüphane verilebilir. Örneklerdeki kütüphanelerde binlerce kitap ve periyodik dergi
yanında gazete, takvim, harita, atlas, el yazmaları, resimler, mikrofilmler ve kartpostal gibi çok farklı eserlere
ulaşılabilmektedir. İstanbul Taksim’deki Atatürk Kütüphanesi üniversite öğrencilerinden akademisyenlere
kadar uzanan çok geniş bir araştırmacı grubuna hizmet vermektedir (İBB, 2013). Kütüphanenin 150 yılı aşkın
bir zaman dilimini içeren gazete arşivi bulunmaktadır. Gazeteler üzerinden yapılabilecek arşiv çalışmalarında
bu kütüphaneden yararlanan çok sayıda araştırmacı bulunmaktadır. Ankara’daki Milli Kütüphane’nin tarihi
yaklaşık 150 yıl öncesine gitmektedir. Çok farklı eserler dışında bu kütüphane aracılığı ile farklı elektronik veri
tabanlarına erişilebilmektedir. Ebrary elektronik kitap veri tabanı, ProQuest tez veritabanı, Elsevier-Science
Direct veri tabanı, Springer Link Milli Kütüphane aracılığı ile erişime açılan elektronik veri tabanlarından
bazılarıdır (Milli Kütüphane, 2013).
Üniversite kütüphaneleri özellikle yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin yürüttükleri tez çalışmaları için ya-
rarlanabilecekleri önemli sayıda kaynak bulundurur. İstanbul Üniversitesi ve Bilkent Üniversitesi kütüphane-
leri gibi bazı büyük kütüphaneler bir kenara bırakılırsa üniversite kütüphaneleri görsel olarak barındırdıkları
kitap sayısı açısından her zaman kullanıcılarına çok cazip gelmeyebilir. Ancak üniversite kütüphaneleri nor-
mal şartlarda ücretli olarak kullanıma açık olan pek çok elektronik veri tabanına ücretsiz erişim sağlayabilir.
Bu nedenle özellikle yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin tez konularında araştırma yaparken üniversite

93
kütüphanelerindeki imkânları kontrol etmeleri, kütüphanenin sahip olduğu kitaplar ve elektronik veri ta-
banlarından yararlanmaları faydalı olur.
b. Elektronik kaynaklar
Günümüzde akademik araştırmalarda en yaygın olarak kullanılan kaynaklar elektronik veri tabanlarıdır. Elek-
tronik veri tabanları özellikle uluslararası firmalar tarafından geliştirilir ve kitaplar, bilimsel makaleler ve tez-
ler başta olmak üzere çok farklı yayınlara elektronik ortamda erişim sağlar. Elektronik veri tabanları İnternet
ortamında kullanılır ve çoğu ücretlidir. Kütüphaneler, elektronik veri tabanlarına ücretli olarak yıllık abone
olur ve veri tabanlarını kendi personeli ve öğrencilerine ücretsiz olarak erişime açar.
Elektronik veri tabanları İnternet üzerinden kullanılır. Ara yüzleri farklı görünümde olsa da veri tabanlarının
benzer fonksiyonlara sahip kaynak tarama yöntemleri vardır. Elektronik veri tabanlarında kaynaklar belirli
anahtar kelimeler kullanılarak aranır. Arama ekranında yayınlar; anahtar kelimeler, yazar adları, başlıkta ge-
çen kelimeler, yayınlanma yılı, yayınevi ve konu gibi kavramlar kullanılarak taranır. Veri tabanlarının arama
ekranında basit arama olduğu gibi geliştirilmiş arama seçenekleri de mevcuttur. Geliştirilmiş arama seçe-
nekleri ile belli zaman aralığında yayınlanmış olan; kitap, makale veya tez gibi farklı formatta yayınlanan, tam
metine erişim olanlar gibi farklı özelliklere sahip yayınların taranması yapılabilmektedir.
Elektronik veri tabanlarında tarama sonuçları liste olarak sunulur. Veri tabanının özelliklerine göre değiş-
mekle birlikte, erişim hakkı bulunan kullanıcılar arama sonucunda ortaya çıkan yayınların tam metinlerine
ulaşabilmektedir. Genel olarak pdf formatında tam metinleri sunulan yayınlar, kullanıcılar tarafından açıla-
bilmekte ve bilgisayara kaydedilebilmektedir. Bazı elektronik veri tabanlarına üye olmadan veya üniversite
dışından da erişim sağlanabilmekte, kaynaklar aranabilmekte ancak tam metinlere erişim engellenmekte-
dir. Elektronik veri tabanlarına en kolay erişim üniversite içlerinden ve kütüphanelerin Web sayfalarından
sağlanabilmektedir. Bazı üniversiteler, öğretim elemanları ve öğrencilerine üniversite dışından da şifre ile
veri tabanlarına erişim hakkı tanımaktadır. Bazı devlet kütüphaneleri ise Web sayfalarından veri tabanlarına
erişimi mümkün kılmaktadır. Üyelik sağlanan elektronik veri tabanları üniversiteden üniversiteye, kütüpha-
neden kütüphaneye değişmektedir. Hangi kütüphanenin hangi veri tabanına erişim sağladığını öğrenmek
için kütüphanelerin İnternet sayfalarına bakılmalıdır.
Veri tabanlarının hiç biri kaynaklara %100 erişim sağlamaz. Bazı veri tabanları sadece elektronik kitaplara
erişim için bazıları periyodik olarak yayınlanan makaleler, bazıları ise tezlerin tam metinlerine ulaşmak için
geliştirilmiştir. Bilimsel makaleler gibi aynı formatta sunulan yayınlar için bile farklı veri tabanları bulmak
mümkündür. Farklı veri tabanları kullanılarak yapılacak bir arama sonucunda farklı makalelerle karşılaşılabi-
lir. Bundan dolayı literatür taramaları için yapılacak aramalarda bir elektronik veri tabanı ile yetinilmemeli,
aramalar farklı bir kaç veri tabanından yapılmalıdır.
Elektronik veri tabanları kendi bünyelerine aldıkları dergilerin farklı ortamlarda ücretsiz olarak sunulmasını
istemez, buna da izin vermezler. Ancak, İnternet ortamında ücretsiz olarak erişilebilen binlerce farklı dergi
bulunmaktadır. Ücretsiz olarak tam metinlerine ulaşılabilen kitapların sayısı da az değildir. İnternet üzerin-
den makale, kitap ve rapor gibi farklı akademik çalışmaların taranmasına yarayan ve ücretsiz olanların tam
metinlerine erişim imkânı sağlayan genel bir arama motoru da Google Akademik’tir.
Elektronik veri tabanlarının çoğu uluslararası firmalar tarafından işletilmekte ve ağırlıklı olarak da İngilizce
eserleri barındırmaktadır. Türkiye’de ULAKBİM farklı ulusal ve uluslararası veri tabanlarına erişim imkânı sağ-
lamakta ve tüm üniversitelere ücretsiz olarak farklı hizmetler sunmaktadır.
Akademik araştırmalarda kullanılabilecek elektronik veri tabanlarının hepsini tanımlamak imkânsızdır. Aşa-
ğıda coğrafyanın farklı ilgi alanları ile ilgili konularda yapılan çalışmalar için yararlanılabilecek bazı temel veri
tabanları genel fonksiyonları ile açıklanmıştır. İlgili bölümün sonuna genel akademik araştırmalarda en yay-

94
gın olarak kullanılan Google Akademik de ilave edilmiştir. Elektronik veri tabanları ile ilgili çok hızlı yenilik
ve gelişmeler yaşanmaktadır. Araştırmacıların aşağıda örnekleri sunulan veri tabanları ile yetinmeyip hangi
güncel veri tabanlarının araştırma konusu ile ilgili olarak daha faydalı olacağını araştırmaları gerekmektedir.
EBSCOhost (http://search.ebscohost.com): Bünyesinde 20’den fazla farklı veri tabanı bulunan, akademik
araştırmalarda en yaygın olarak kullanılan çok geniş bir veri sağlayıcıdır. Farklı alanlarda sunmuş olduğu veri
tabanları içerisinde; Academic Search Complete, ERIC, Humanities International Complete, Environment
Complete, Book Index with Reviews gibi olanları coğrafya ile ilgili çalışmalarda yaygın olarak kullanılabilir.
Bunlar içinde en önemli veri tabanı Academic Search Complete’dir. Bu veri tabanı tam metinli olarak erişim
sağlamak üzere içerdiği dergi sayısı açısından dünyanın en kapsamlı akademik veri tabanıdır. 8500’den fazla
dergiye tam metin olarak erişim sağlamaktadır. Bunlardan yaklaşık 7300’ü farklı bilimsel konularda hakemli
dergilerden meydana gelmektedir. Bu veri tabanı ULAKBİM tarafından üniversite kütüphanelerine ücretsiz
kullanıma açılmıştır. Veri tabanı içerisinde coğrafya ile ilgili de çok sayıda dergi bulunmaktadır. Bunlardan ba-
zıları şunlardır: Applied Geography, Economic Geography, Eurasian Geography & Economics, Gender, Place
& Culture: A Journal of Feminist Geography, Geography, Geography Compass, Global Ecology & Biogeog-
raphy, Journal of Biogeography, Journal of Cultural Geography, Journal of Geography & Geology, Journal of
Geography in Higher Education, Journal of Historical Geography, Journal of Transport Geography, Norwegi-
an Journal of Geography, Philosophy & Geography, Political Geography, Post-Soviet Geography, Progress in
Human Geography, Progress in Physical Geography, Social & Cultural Geography, Social Geography.
ScienceDirect (http://www.sciencedirect.com/): Coğrafyanın tüm alanları ile ilgili konularda hakemli der-
gilerde yayınlanan makaleler ve bilimsel kitapların tam metinlerine erişimi sağlayan, bilim çevrelerinde en
yaygın olarak kullanılan veri tabanlarından biridir. 2500’den fazla dergiyi düzenli olarak takip etmektedir.
11 binden fazla kitabın da tam metnine erişim sağlamaktadır. Veri tabanının arama sayfasından genel ara-
ma yapılabileceği gibi aramalar farklı konu başlıkları altında makale veya kitaplar üzerinde veya farklı bir
zaman aralığı içerisinde de sınırlandırılabilmektedir. Coğrafya ile ilgili çok farklı konularda yayın yapan der-
giler içermektedir. Bunlardan bazıları şunlardır: Journal of Transportation Geography, Journal of Historical
Geography, Political Geography, Applied Geography, Advanced Remote Sensing, Advances in Water Re-
sources, Atmospheric Environment, Catena, Earth Science Frontiers, Geography and Natural Resources,
Geomorphology, Journal of Photogrammetry and Remote Sensing, Journal of Arid Environments, Journal of
Hydrology, Minerals Engineering, Methods in Oceanography, Quaternary Research, Remote Sensing of En-
vironment, Soil and Foundations, Spatial Statistics, Urban Climate, Water Research, Annals of Tourism Re-
search, Cities, City, Culture and Society, Environmental Hazards, Geoforum, International Journal of Tourism
Management, Landscape and Urban Planning, The Social Science Journal, Urban Ecology, Urban Systems.
Taylor & Francis (http://www.tandfonline.com/): Coğrafya ile ilgili önemli sayıda dergi ve kitap yayınlayan
uluslararası yayınevlerinden biridir. Veri tabanında 23 binden fazla e-kitap, yüzlerce kitap ve periyodik olarak
yayınlanan yaklaşık 2 bin dergi bulunmaktadır. Bünyesinde yer bilimleri ile ilgili 77 dergi, coğrafya ile ilgili
128 dergi, Sosyal Bilimlerle ilgili 224 dergi, Turizmle ilgili 27 dergi bulunmaktadır. Coğrafya alanında tam
metinlerine erişim sağladığı dergilerden bazıları şunlardır. Anatolia, Annals of GIS, Asian Geographer, Aus-
tralian Geographer, Biodiversity, Climate and Development, Environmental Hazards, Geodesy and Cartog-
raphy, International Journal of Remote Sensing, Journal of Architecture and Urbanism, Journal of Cultural
Geography, Journal of Geography, Journal of Geography in Higher Education, Journal of Land Use Science,
Journal of Maps, Jurnal of Urban Design, Landscape History, National Identities, The Professional Geograp-
her, Regional Studies, Social & Cultural Geography, Society & Natural Resources, Spatial Economic Analysis,
Transportation Planning and Technology, Urban Policy and Research.

95
SAGE journals (http://online.sagepub.com/): Kendi yayınladığı yüzlerce derginin tam metinlerine erişimi
sağlayan bir veri tabanıdır. Veri tabanından makaleler ve dergiler üzerinden arama yapılabilmektedir. Coğraf-
ya ile ilgili olarak tam metinlerine erişilebilecek dergiler şunlardır: Cultural Geographies, Dialogues in Human
Geography, International Journal of Rural Management, International Regional Science Review, Planning
Theory, Progress in Human Geography, local Economy, Progress in Physical Geography, Space and Culture,
The Holocene, Urban Studies.
Cambridge Journals (http://journals.cambridge.org): Cambridge Üniversitesi Yayınları tarafından oluşturul-
muş ve içerisinde 300’den fazla periyodik olarak yayınlanan derginin yer aldığı bir veri tabanıdır. Veri taba-
nında tam metnine erişim sağlanabileceği coğrafya ile ilgili bazı dergiler şunlardır: African Studies, Asian
Studies, Cultural Studies, Earth and Atmospheric Science, Ecology and Conservation, Environmental Stu-
dies, Social Studies, Polar Record, Antarctic Science, Geological Magazine, Social Policy and Society, Urban
History, Journal of American Studies, International Journal of Middle East Studies, Environmental Conser-
vation, Ageing & Society.
Oxford Journals (http://www.oxfordjournals.org/): Oxford Üniversitesi Yayınları tarafından geliştirilen bu
veri tabanı içerisinde üniversite yayınları olarak periyodik olarak yayınlanan 230’un üzerinde bilimsel dergiye
tam metinli olarak erişim sağlanabilmektedir. Veri tabanı içerisinde yer alan coğrafya ile ilgili olan bazı der-
giler şunlardır: African Affairs, Environmental History, Forest & Conservation History, Journal of Economic
Geography, Journal of Environmental Law.
ProQuest (http://search.proquest.com/): Dünyanın farklı ülkelerinde çok farklı alanlarda tamamlanmış olan
yüksek lisans ve doktora tezlerinin tam metinlerine erişimi sağlayan en kapsamlı veri tabanıdır. Milyonlarca
tezin yer aldığı veri tabanına her yıl binlerce yeni tez ilave edilmektedir. Basit ve geliştirilmiş arama motoru
yardımı ile çok farklı alan ve konularda yapılan tezlere erişim sağlanabilir. Veri tabanı üzerinde Ocak 2013
tarihi itibari ile yapılan basit bir aramada başlığında “Geography” geçen 2065 tez bulunmuştur. Bunların
1088’inin tam metnine erişim izni verilmektedir.
Questa Online Library (http://www.questia.com/): Periyodik olarak yayınlanan yaklaşık 1700 dergi, 75 bin
elektronik kitap barındıran bu veri tabanı makale ve kitapların tam metinlerine erişim sağlamaktadır. Veri
tabanında Ocak 2013 tarihinde yapılan basit bir aramada, başlığında “Geography” kelimesi geçen 140 kitap,
386 bilimsel makale, 221 magazin makalesi, 394 gazete makalesi ve 4 adet de ansiklopedi maddesi bulun-
muştur. Coğrafya ile ilgili tüm akademik çalışmalarda coğrafya kelimesinin yer alma zorunluluğu olmadığı
düşünülürse bu veri tabanının coğrafya açısından da önemli bir kaynak olduğu anlaşılmaktadır.
World E-Book Library (http://community.worldebooklibrary.org): İki milyondan fazla kitabın .pdf olarak tam
metnine erişim sağlayan çok geniş bir e-kitap veri tabanıdır. Çok farklı alanlarda 200’den fazla dilde kitap
mevcuttur. Veri tabanında tarımla ilgili yaklaşık 86 bin, astronomi ile ilgili 14 bin, ekonomi ile ilgili 152 bin,
eğitimle ilgili 133 bin kitap bulunmaktadır. Coğrafyacılar, Yöntemler, Coğrafyanın Tarihi, Topoğrafya, Seyahat,
Atlaslar, Kartografya, Fiziki Coğrafya, Jeomorfoloji, Hidroloji, Doğal Afetler, Okyanusya ve Çevre Bilimleri gibi
coğrafya ile ilgili çok farklı alanlarda 32 binden fazla kitap mevcuttur.
YÖK Ulusal Tez Tarama Merkezi (http://tez2.yok.gov.tr/): Türkiye’deki üniversitelerde yayınlanan yüksek
lisans ve doktora tezlerinin yer aldığı ve YÖK Ulusal Tez Tarama Merkezi tarafından geliştirilen bir veri ta-
banıdır. Bu veri tabanından, yazarlarının erişim için izin verdiği tezlerin tam metinlerine ulaşılabilmektedir.
ULAKBİM Ulusal Veri Tabanları (http://uvt.ulakbim.gov.tr/uvt/): ULAKBİM Türkiye’deki farklı alanlarda ya-
yınlanan bilimsel dergileri periyodik olarak taramakta ve makalelerin künyeleri ile birlikte tam metinlerine
erişim sağlamaktadır. Veri tabanında dergiler Yaşam Bilimleri, TIP, Mühendislik ve Temel Bilimler, Sosyal Bi-
limler ve Hukuk alanlarında sınıflandırılmıştır. Ocak 2013 tarihi itibari ile veri tabanında kayıtlı 380 dergi

96
bulunmaktadır. Veri tabanında coğrafya ile ilgili dergiler de mevcuttur. Arama sonucunda coğrafyanın farklı
kullanım alanlarına yönelik olarak yazılmış makalelerin tam metinlerine ulaşılabilmektedir. Bu kaynaklara
erişim ücretsizdir.
ULAKBİM Uluslararası Veri Tabanları (http://uvt.ulakbim.gov.tr/uvt/): ULAKBİM Uluslararası alandaki pek
çok veri tabanına da erişim sağlamaktadır. Bu veri tabanları ağırlıklı olarak TÜBİTAK personeline ücretsiz
erişim sağlamaktadır. Bazı veri tabanlarında ise üniversitelere ücretsiz kullanım hakkı tanınmaktadır. Ulusla-
rarası veri tabanları ve içerdikleri bilgiler hakkında kurum Web sayfasına bakılmalıdır.
TÜRKİYE Makaleler Bibliyografyası (http://eyayinlar.mkutup.gov.tr/): 1995 yılından günümüze Türkiye Milli
Kütüphanesi tarafından taranan makalelerin yazar adı, makale adı, dergi adı ve yayım yılı gibi künyelerinin
yer aldığı bir veri tabanıdır. Türkiye’de yayınlanan makale ve dergiler için önemli bir kaynak oluşturmaktadır.
Tam metinlere erişimi sağlamamakta, makalelerin bibliyografik açıdan değerlendirilmeleri için kullanılmak-
tadır. Veri tabanı içerisinde Ocak 2013 tarihi itibari ile yaklaşık bin dergi bulunmaktaydı. Bu veri tabanı içe-
risinde yer alan bazı coğrafya dergileri şunlardır: Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi,
Coğrafi Bilimler Dergisi, Coğrafya Araştırmaları, Coğrafya Dergisi, Doğu Coğrafya Dergisi, Ege Coğrafya Der-
gisi, Türkiye Coğrafyası Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi.
Google Akademik (http://scholar.google.com.tr/): Google tarafından tüm Web ortamında makale, kitap,
tez ve özet gibi akademik metinler üzerinden yapılacak aramalar için geliştirilmiş bir arama motorudur. Farklı
veri tabanlarında yer alan çalışmaları da içerdiği için çok kapsamlıdır. Arama sonuçları bulunan kaynağın alın-
tı, kitap veya makale olup olmamasına göre gösterilir. Çıkan sonuçlara ait tam metinler var ise bunlara erişim
sağlar. Google Akademik, akademik araştırmalarda yaygın olarak kullanılmaktadır. Ancak tüm kaynaklara
erişimi sağlamaz. Bu açıdan akademik araştırmalarda öncelikle diğer elektronik veri tabanları kullanılmalı,
sonrasında ise Google Akademik’ten yararlanılmalıdır.
Google Akademik’te arama yapılırken bazı arama stratejilerinin bilinmesi faydalı olabilir. Aramalarda hiçbir
noktalama işareti konulmadan yazılan kelimeler, ayrı kelimeler olarak değerlendirilmekte ve bu kelimelerin
farklı yerlerde de olsa kullanıldığı sonuçlar gösterilmektedir. İklim değişimi veya nüfus artış hızı gibi kelime
grupları üzerinde aramalar yapılacaksa bunların (“_”) tırnak işareti içinde aranması gerekmektedir. Örneğin,
2013 yılı Ocak ayında tırnak işaretsiz olarak Google Akademik üzerinde iklim değişimi şeklinde yapılan ara-
ma sonucunda 7530 sonuçla karşılaşılmışken, “iklim değişimi” olarak yapılan aramada sonuç olarak çıkan
sayfa sayısı 289 olmuştur.
c. Bibliyografya yazılımlarının kaynak taramada kullanılması
Literatür taramalarında kaynakların bulunmasında yararlanılabilecek araçlardan biri de bibliyografya yazı-
lımlarıdır. Bibliyografya yazılımları çok farklı elektronik veri tabanları ile birlikte Web ortamında çalışır ve
akademik çalışmalarda makale ağırlıklı olarak yayınların bulunması, tam metinlerin indirilmesi, belli konu-
larda kişisel bibliyografya veri tabanlarının oluşturulması ve yazı aşamasında kaynakların gerek metin içinde
gerekse kaynakça listesinde farklı formatlara göre yazılmasında kullanılır.
Fonksiyonları günden güne değişen ve gelişen bibliyografya yazılımlarının akademik araştırmalara ve araştır-
macılara sağladığı önemli avantajlar ve kolaylıklar bulunmaktadır. Bilgisayara yüklendikten sonra Web orta-
mındaki çok sayıda elektronik veri tabanı ile ilişkili olarak çalışan yazılımlar, araştırma konusunda yayınlanmış
kaynakların bulunması ve tam metinlerin araştırmacının kendi bilgisayarına indirilmesi gibi fonksiyonları ile
literatür taramalarını kolaylaştırmaktadır. Microsoft Word başta olmak üzere farklı yazı programları ile bir-
likte çalışan bibliyografya programları metin içinde atıf yapma ve atıf yapılan kaynakların otomatik olarak
metin sonunda kaynakça listesinde gösterilmesi gibi fonksiyonları ile akademik yazı yazmada da araştırma-
cılara önemli faydalar sağlamaktadır.

97
Akademik araştırmalarda farklı ülkelerde yüksek lisans ve doktora öğrencileri başta olmak üzere akademis-
yenler tarafından çok yaygın olarak kullanılan bibliyografya yazılımları Türkiye’de yeterince tanınmamakta
ve kullanılmamaktadır. Bunda da çeşitli nedenler etkili olmaktadır. Yazılımların dillerinin ağırlıklı olarak İngi-
lizce olması, yazılımların ilişkili olarak çalıştıkları elektronik veri tabanlarında çoğunlukla yabancı yayınların
yer alması, yazılımların ücretli olması ve kullanımları ile ilgili yeterli tanıtımın yapılmaması bu nedenlerden
bazılarıdır. Ancak günümüzde EndNote gibi Türkçe olarak kullanılabilen, Zotero gibi ücretsiz olarak elde
edilebilen ve nasıl kullanılacakları ile ilgili Türkçe dokümanların İnternet ortamında rahatlıkla erişilebildiği
bibliyografya yazılımları mevcuttur. Pek çok üniversite de kendi öğrenci ve öğretim elemanlarına bibliyog-
rafya yazılımlarını ücretsiz olarak kullandırmaktadır. Bu açıdan, mevcut fırsatlar değerlendirilmeli ve farklı
araştırma konularında yayınlanmış eserlerden oluşan kişisel veri tabanlarının oluşturulmasına imkân veren
bu yazılımlardan Türkiye’deki akademik araştırmalarda da mümkün olduğunca yararlanılmalıdır.
Günümüzde akademik araştırmalarda kullanılan bibliyografya yazılımlarından bazıları aşağıda örnek olarak
sunulmuştur.
EndNote (http://endnote.com/): Thomson Reuters tarafından geliştirilen EndNote, Web tabanlı olarak çalı-
şan bir bilgisayar yazılımıdır. EndNote, Thomson Reuters’e ait olanlar başta olmak üzere çok farklı kurumlar
tarafından işletilen elektronik veri tabanları ile ilişkili olarak çalışmaktadır. EndNote, akademik araştırmalar-
da öncelikle araştırma konusu ile ilgili çok farklı elektronik veri tabanlarında yer alan kaynakların aranma-
sı, bulunması ve tam metinlerinin indirilmesi amacıyla kullanılmaktadır. EndNote yardımı ile araştırmacılar
kendi bilgisayarlarında araştırma konuları ile ilgili yayınların tam metinlerinden oluşan kişisel bir veri tabanı
oluşturabilmekte ve yazılımı kullanarak buldukları metinleri bu veri tabanında saklayabilmektedirler. Başka
kaynaklardan elde edilen tam metinler de EndNote içerisindeki kişisel veri tabanına aktarılabilmektedir. Çok
farklı elektronik veri tabanlarını taraması ve bulunan kaynakların erişime açık olan tam metinlerini otomatik
olarak kişisel veri tabanına indirmesi gibi özelliklerinden dolayı EndNote programından özellikle literatür
taramalarında ağırlıklı olarak yararlanılmaktadır.
EndNote araştırmacılara kaynak taraması yapmak ve tam metinleri kişisel veri tabanında depolamak yanın-
da farklı kolaylıklar da sağlamaktadır. EndNote tam metinleri pdf formatında indirmektedir. Bu açıdan tam
metinler okunurken bunların üzerinde not yazılmasını ve farklı bölümlerin değişik renklerle işaretlenmesini
mümkün kılmaktadır. EndNote, indirilen kaynaklar arasında olduğu gibi kaynaklar üzerine yapılan notlar
arasında da anahtar kelimeler üzerinden arama yapılmasına imkân tanımaktadır. Bu durum özellikle araştır-
maların yazı aşamasında kullanılan önemli bir özelliktir.
EndNote’un akademik araştırmalar açısından en önemli özelliği metin içinde atıf yapılan ve metin sonunda
liste olarak sunulan kaynakların 5 binden fazla değişik formatta yazılmasına imkân tanımasıdır. EndNote,
Microsoft Word belgesi gibi yazım programları ile ilişkili olarak çalışmakta, dolayısıyla metinler yazılırken
EndNote içindeki kişisel veri tabanındaki kaynaklardan yararlanılmakta, bu yapılırken de yararlanılan kay-
nakların kaynakça listesi de otomatik olarak oluşturulmaktadır. İstenildiği takdirde metin içi atıf yapma ve
kaynakça listesinin hazırlanmasında kullanılan format değiştirilebilmektedir.
EndNote ücretli bir yazılımdır. Ancak yazılımın bir ay gibi kısa süreli deneme kullanımları ücretsizdir. Tür-
kiye’de pek çok üniversite kütüphanesi bu yazılıma yıllık olarak abone olmakta ve öğrenci ve personeline
yazılımı ücretsiz kullanma imkânı sağlamaktadır. Özellikle yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin tez çalış-
malarının başında bu sistemden yararlanmaları daha sonraki aşamalarda gerek konu hakkında değişik kay-
naklara ulaşabilmeleri, tam metinlerden oluşan kişisel bir veri tabanı oluşturabilmeleri ve gerekse tezlerinin
bibliyograflarını doğru ve hızlı bir şekilde hazırlayabilmeleri açısından büyük kolaylıklar sağlayacaktır.
Diğer bibliyografya yazılımları: EndNote’da olduğu gibi web tabanlı olarak çalışan başka bibliyografya yazı-
lımları da vardır. Bu yazılımlar genel araçları açısından birbirine benzerler. Bibliyografya yazılımlarında elekt-

98
ronik ortamda kaynak araması yapılabilmekte, makalelerin tam metinleri aranıp indirilebilmekte ve metin-
lerde atıfların yazılması ve kaynakça listesinin oluşturulmasında yardım alınabilmektedir. Refworks (http://
www.refworks.com/), Mendeley (http://www.mendeley.com) ve Papers (http://www.mekentosj.com/
papers/), akademik araştırmalarda yaygın olarak kullanılan bibliyografya yazılımları arasında ye almaktadır.
Bunlarla birlikte ücretsiz olarak kullanıma açık olan benzer yazılımlar da mevcuttur. Qiqqa (http://www.
qiqqa.com/) ve Zotero (http://www.zotero.org/) bunlara örnek olarak verilebilir.
Çalışmanın teorik ve metodolojik temellerini oluşturacak kaynakların tespiti
Literatür taramalarında araştırma konusu hakkında çok farklı kaynaklara ulaşılabilir. Ancak bulunan kaynak-
ların çokluğu literatür taramasının yeterli olduğunu göstermemektedir. Araştırmada ihtiyaç duyulan bilgile-
rin farklı kaynaklarla elde edilmiş olması bile literatür taraması için yeterli olmayabilir. Bu nedenle literatür
taramalarında çalışmanın teorik ve metodolojik temellerini oluşturacak kaynakların bulunmasına dikkat
edilmelidir. Bu kaynaklar araştırma konusunda önemli akademik çalışmalara imza atmış, konunun tanım-
lanması, geliştirilmesi ve tartışılmasında önemli katkıları olmuş, alanında uzman olan ve benzer konularda
çalışmalar yürüten pek çok araştırmacı tarafından takip edilen kişilerce kaleme alınır. Akademik çalışma-
larda, araştırma konusu ile ilgili temel kavram ve fikirlerin belirtilmesi ve tartışılmasında bu kaynaklardan
yararlanılması son derece önemlidir.
Araştırmanın teorik ve metodolojik temellerini oluşturacak temel kaynakların kullanılıp kullanılmadığı, ma-
kalelerde olduğu gibi yüksek lisans ve doktora tezlerinin kabulü için de önemli bir göstergedir. Araştırma
konusu ile ilgili temel kaynaklardan yararlanmadan yazılan tezler eksik olarak değerlendirilmekte ve çoğu
zaman da kabul edilmemektedir. Bu açıdan akademik araştırmalarda literatür taramalarında çalışma konu-
su ile ilgili temel eserlerin neler olduğunun tespit edilmesi ve bunların temin edilmesi gerekmektedir.
Araştırmalarda kullanılan kaynakların sayısı her şeyden önce ihtiyaca göre belirlenmekle birlikte araştırma
konusuna, yönteme, çalışma sahasına ve araştırma formatına göre değişiklik gösterir. Makalelerde kullanı-
lan, dolayısıyla kaynakça listesinde yer alan kaynakların sayısı genellikle 25-50 arasında değişmekle birlikte
bundan fazla da olabilmektedir. Yüksek lisans tezlerinde ise bu sayı ortalama 100-150 arasında, doktora
tezlerinde ise daha fazla olabilmektedir.

Kaynakların incelenmesi ve literatür dokümanının oluşturulması


İnternet’in sağlamış olduğu büyük kolaylıkla araştırma konusu hakkında kısa sürede çok sayıda kaynağa eri-
şim sağlanabilmektedir. Ancak, kaynaklara erişim literatür taramasının sadece bir aşamasını oluşturmak-
tadır. Üstelik internette hiçbir denetime tabi olmadan konulan, bu kitabın ilk bölümünde tarifi verilen çöp
bilim ve sahte bilim ürünü bilgi de vardır. Ayrıca akademik çalışmalarda kullanılan bilgilerin büyük çoğunluğu
genel erişime açık olmayan veri tabanlarında saklanmaktadır ve ancak abonelerin erişimine açıktır. Kay-
nakların temin edildikten sonra incelenmesi ve çalışma için gerekli olan bilgilerin kaynaklardan ayıklanarak
kullanıma hazır hale getirilmesi gerekmektedir. Bu durumda kaynakların nasıl inceleneceği ve akademik
araştırmalarda nasıl kullanılacağı hakkında bazı stratejilerin öğrenilmesi yararlı olacaktır.
Kaynakların incelenmesi literatür taramasında kaynak araması ile başlamaktadır. Genellikle başlık ve özet
üzerinden yapılan bu yüzeysel incelemede tarama sonucunda bulunan kaynakların araştırma açısından
yararlı olup olmadığı belirlenmeye çalışılır. Bu açıdan, arama sonucunda elde edilen kaynakların öncelik-
le başlıkları, eğer bu yeterli olmazsa özetleri okunur, sonrasında ise kaynağın araştırma için faydalı olduğu
anlaşılırsa kaynağın tam metni bilgisayara kaydedilir. Elektronik ortamda olmayan kaynaklar için de aynı ön
inceleme yapılır ve çalışma için önemliyse kaynaklar temin edilmeye çalışılır.
Akademik araştırmalarda kaynakların incelenmesi aslen araştırmada yararlı olacağı düşünülen kaynakların
tam metinlerinin temin edilmesi sonrasında başlar. Bu aşamada; makaleler, kitaplar, bildiri kitapları, tezler

99
veya diğer yayınlar teker teker incelenir ve literatür planında daha önceden bulunmak üzere not edilen
bilgilerin kaynaklarda olup olmadığı araştırılır; var ise bu bilgiler kaynaklardan alınarak ayrı bir literatür do-
kümanında toplanır. Bundan dolayı, literatür incelemesi ve literatür dokümanının oluşturulması işlemleri
birlikte yapılmalıdır.
Literatür incelemesi, temin edilen kaynakların araştırmada ihtiyaç duyulan bilgilerin temin edilmesi açısın-
dan gözden geçirilmesi; literatür dokümanının oluşturulması ise bu bilgilerin yazım aşamasında kullanılmak
üzere tasnif edilmesi işlemlerinden oluşmaktadır. Her iki işlemde de çok farklı stratejiler kullanılabilir. Bu
bölümde bu işlemlerin nasıl yapılabileceği ile ilgili bazı yöntemler açıklanmaya çalışılacaktır.
Kaynakların incelenmesi, okunması
Yeterli tecrübeye sahip olmayan araştırmacılar genellikle literatür taramaları sonucu buldukları tüm yayınla-
rı sırası ile ve baştan sona okurlar. Ancak bu, akademik araştırmalar için gerekli olmadığı gibi çoğunlukla da
zaman kaybına neden olmaktadır. Kaynakların incelenmesi; yerine göre metinler üzerinde göz gezdirme, ta-
rama yapma, yerine göre ise metinlerin baştan sona veya kritik yaparak okunması gibi işlemleri içermekte-
dir. Kaynağın özelliğine ve kaynak üzerinde aranan bilginin türüne göre incelemede kullanılacak yöntem de-
ğişebilmektedir. Hatta inceleme yöntemi aynı kaynağın farklı bölümlerinde de değişiklik gösterebilmektedir.
Kaynaklar incelenirken kaynakların çalışma için güvenilirliği ve yeterlilikleri de kontrol edilmelidir. Bu bölüm-
de daha önce detayları ile açıklandığı üzere, yayınlanan tüm eserlerdeki bilgilerin mutlaka doğru oldukları
yönünde bir güvence yoktur. Bu açıdan araştırma konusu ile ilgili önemli bilgileri de sunmuş olsa, kaynaklar-
dan alınacak olan bilgi, fikir ve örneklerin doğruluklarının, bilimselliklerinin, geçerliliklerinin ve yeterli sayıda
delille desteklenip desteklenmediklerinin sorgulanması gerekmektedir. Yeterli sayıda delil ile desteklenme-
miş, araştırma sonucunda tespit edilmemiş ancak, yazarların kendi varsayımlarına dayalı olan açıklamaların
araştırma konusu ile ilgili genel kabul görmüş gerçekler olarak ele alınmaları yanlış olacaktır. Bu nedenle,
inceleme sırasında yeterlilik ve güvenilirlikle ilgili soru işaretleri bulunan kaynakların özellikle de internet
kaynaklarının değerlendirmeye alınmamaları uygun olacaktır.
Kaynaklar incelenirken literatür planında belirlenen konu başlıkları altında yeterli sayıda ve nitelikte kaynağa
ulaşılıp ulaşılmadığı da kontrol edilmelidir. Bu kontrol sırasında araştırma açısından son derece önemli olan
kaynakların bulunup bulunmadığı, farklı konularda araştırmacının fikirlerini destekleyecek örnek ve verileri
gösteren kaynaklara ulaşılıp ulaşılmadığı da kontrol edilmelidir. Bu kontroller sonrasında ihtiyaç duyulursa
boşlukların doldurulması açısından daha küçük çaplı da olsa yeniden literatür taramasına başvurulmalıdır.
Kaynakların incelenmesinde kullanılabilecek bazı yöntemler aşağıda genel hatları ile anlatılmıştır.
a. Tarama yöntemi
Tarama, kaynakların tarih, isim veya bir istatistik gibi belirli bilgilerin bulunması amacıyla hızlı bir şekilde göz-
den geçirilmesi için kullanılan bir yöntemdir (McWhorter, 2009). Bu yöntem, literatür taraması sonucunda
bulunan tüm yayınların incelenmesi için kullanılmaz. Tarama yöntemine, daha önce literatür planında tespit
edilen, araştırma ile ilgili olarak ihtiyaç duyulacak örneğin; bir ilin nüfusu, bir doğal afetin meydana geldiği
yıl veya belli bir yılda, belli bir yerde ölçülen en düşük sıcaklık gibi bilgilerin metin üzerinde bulunması için
başvurulur.
Tarama yönteminin uygulanabilmesi için öncelikle hangi bilgilerin arandığının net olarak belirlenmesi gerek-
mektedir. Daha sonra bu bilgilerin metin içinde nerelerde, hangi şekilde bulunabileceğinin tahmin edilmesi
gerekmektedir. Örneğin; bir yerin nüfusunu öğrenmek için bir yayının temin edildiği düşünülürse, nüfusun
genellikle metin içinde rakamlarla ifade edilebileceği öngörülüp, tarama rakamlar üzerinde yoğunlaştırıla-
bilir.

100
Tarama yönteminde metin normal okuma gibi okunmaz. Metin baştan sona hızlı bir şekilde gözle taranır
ve metin üzerinde aranan bilgi bulunmaya çalışılır. Taramada kelimelere tek tek odaklanılmaz. Şekil1’de de
görüldüğü üzere 6-7 kelimeden oluşan dar sütunlar şeklinde yazılan paragraflarda metin, yukarıdan aşağıya
doğru orta yerinden hızlıca taranır. Metinlerin bir sayfada tek sütun şeklinde sunulduğu daha geniş parag-
raflarda ise metin yukarıdan aşağıya doğru zikzaklar yaparak taranır.
Şekil1. Tarama yönteminde metinlerin okunması (McWhorter, 2009’den alınarak yeniden çizilmiştir.)

Tarama yöntemi araştırmacıya literatür taramasının daha etkin ve kısa sürede tamamlanabilmesi için yar-
dımcı olur. Ancak bu yöntemin kullanılmasında dikkatli olunmalı, araştırmanın teorik ve metodolojik altyapı-
sının oluşturulmasında önemli olan kaynakların incelenmesinde bu yönteme başvurulmamalıdır. Araştırma
konusuna, süresine ve bulunan kaynakların sayısına göre değişebilmekle birlikte bir akademik çalışmanın
literatür taramasında tarama yöntemine kaynakların ortalama % 10-15’inin değerlendirilmesinde başvuru-
labilir.
b. Atlayarak okuma
Akademik araştırmalarda elde edilen kaynakların önemli bir bölümü baştan sona okunmasına gerek olma-
yan yayınlardan oluşur. Başlığına bakılarak temin edilen, tam metinleri bilgisayara indirilen yayınların çoğu
araştırma açısından çok faydalı bilgiler sunmayabilir. Ancak, kaynakların araştırma için ihtiyaç duyulan bilgi-
leri içerip içermediklerinin belirlenmesi de genel hatları ile okunmalarına bağlıdır. Bu açıdan akademik araş-
tırmalarda, temin edilen yayınların başlangıç aşamasında değerlendirilmesinde genellikle atlayarak okuma
yönteminden yararlanılır.
Atlayarak okuma, adından da anlaşılacağı üzere metinlerin araştırma açısından en önemli fikir ve bilgilerin
temin edilmesi için seçili kısımlarının okunmasına dayalı bir literatür inceleme yöntemidir. Bu yöntemde
metin baştan sona okunmaz. Metin içinde sırası ile başlık, alt başlıklar, giriş bölümünde ilk paragraf, daha
sonraki paragrafların ilk cümleleri, şekil ve tabloların adları ve son paragraf okunur; diğer bölümler atlanır.
Paragrafların ilk cümlelerinin okunması, paragraf ana fikirlerinin çoğunlukla ilk cümlelerde olmasından kay-
naklanmaktadır. Paragrafın ana fikirden sonraki cümleleri ise bu ana fikri destekleyen detaylardır. Bu açıdan,
paragrafların ilk cümlelerinin okunması ile paragrafın devamında nelerden bahsedileceği tahmin edilmiş
olur. Paragrafların ilk cümleleri araştırma konusu ile ilgili önemli bilgileri içeriyor ise paragrafın devamı da
okunabilir. Diğer paragrafların ilk cümleden sonraki bölümleri ise gerek duyulursa tarama yöntemi ile göz-
den geçirilebilir.
Atlayarak okuma sonucunda bir yayının araştırma açısından yararlı olup olmadığı belirlenmiş olur. Araştır-
malara fikir ve bilgi açısından hiçbir katkı sağlamayan yayınlar araştırmanın literatüründe kullanılmamış olur.

101
Ancak atlayarak okuma sırasında bir yayının teorik ve metodolojik olarak araştırmaya önemli katkısı olacağı
anlaşılırsa bu defa ilgili yayın kritik okumaya tabi tutulur.
Atlayarak okuma literatürün incelenmesinde en yaygın olarak kullanılan yöntemdir. Araştırma konusuna ve
temin edilen kaynakların durumlarına göre değişmekle birlikte, literatür taramalarında kaynakların ortala-
ma %50-60 oranındaki bölümünün incelenmesinde atlayarak okuma yönteminden yararlanılmaktadır.
c. Kritik okuma
Akademik araştırmalarda çalışma açısından önemli olan kaynakların incelenmesinde kritik okumaya başvu-
rulur. Kritik okuma, metinlerin tarama ve atlayarak okuma yöntemlerinden farklı olarak detaylı bir şekilde
okunmasını ifade etmektedir. Bu okumada tüm metin baştan sona detaylı bir şekilde okunur. Okuma sırasın-
da sadece yazılanlar değil, yazar tarafından satır aralarında bahsedilmek istenilen ana fikir ve düşünceler de
ortaya çıkarılmaya çalışılır. Metindeki farklı bölümlerde ifade edilen fikir ve düşünceler, bunları desteklemek
için yazarın kullandığı kanıtlarla birlikte anlaşılmaya çalışılır. Yayında anlatılan araştırmanın neden kaleme
alındığı, hangi araştırma sorularına cevaplar bulmak için hangi yöntemlerle yürütüldüğü, çalışma sonrasın-
da hangi sonuçlara ulaşıldığı kritik okuma ile bulunmaya çalışılır. İlgili yayının literatür açısından faydaları
anlaşılmaya çalışılır ve araştırmanın teorik ve metodolojik alt yapısının oluşturulmasında ne ölçüde katkı
sağlayacağı da araştırılır.
Kritik okumada farklı stratejiler kullanılabilir. Bazı araştırmacılar okurken not almayı sever. Bu sayede me-
tinle diyaloga girer ve metinde geçen ifadelerin özetlerini, soru kalıplarına dönüştürülmüş hallerini metin
kenarlarına not eder. Bazı araştırmacılar ise metin üzerinde önemli kelime ve cümlelerin altını çizer veya
renkli kalemlerle üzerlerini boyar. Bunlardan farklı yöntemlerin de uygulanabileceği bu kritik okuma şeklin-
de metin tüm detayları ile kritiğe tabi tutularak analiz edilmeye çalışılır. Kritik okuma ile metinde geçen ve
araştırmada kullanılacak olan bilgi, fikir, yöntem, düşünce ve öneriler tespit edilmeye çalışılır. Kritik okuma
yapılırken metinle ilgili olarak akla gelen fikir, düşünce veya açıklamaların makale üzerine veya bir yere not
edilmeleri gerekmektedir. Bu durum bu araştırmacıya ait olan farklı fikirlerin kaynağının belirlenmesi ve yazı
aşamasında bunların hatırlanabilmesi açısından önemlidir.
Araştırmanın teorik ve metodolojik altyapısının oluşturulması için önemli olan yayınların kritik okuma ile
incelenmeleri gerekmektedir. Akademik araştırmalarda bu yöndeki yayınlar çok olmayabilir. Ancak, konuya,
araştırmanın şekline ve kaynakların nicelik ve niteliğine göre değişmekle birlikte akademik araştırmaların li-
teratür taramalarında temin edilen eserlerin yaklaşık %25-40 oranındaki bölümlerinin incelenmesinde kritik
okumadan yararlanılmaktadır.
Literatür dokümanının hazırlanması
Literatür taramalarında en önemli işlerden biri temin edilen kaynakların araştırmanın amacına hizmet ede-
cek şekilde incelenmesi ve sonuçların yazı aşamasında kullanılmak üzere tasnif edilmesidir. Literatür tarama-
sı ile elde edilen kaynakların incelenmesi ve okunması farklı stratejilerle birlikte mümkün olmaktadır. Ancak
incelenen ve okunan yüzlerce yayının yazı aşamasında tüm detayları ile birlikte akılda tutulması imkânsızdır.
Bu nedenle, literatür inceleme sonuçlarının yazı aşamasında kullanılabilmesi için belli bir tasnifle kayıt al-
tına alınmaları gerekmektedir. Literatürün okunması sonucunda elde edilen bilgiler belli bir sisteme göre
tasnifi edilmediğinde, özellikle tez öğrencilerinin tez yazımı aşamasında sıklıkla karşılaştıkları üzere, okunan
bazı kaynakların metinde kullanımlarının unutulması, aynı kaynakların çok defa yeniden okunmak zorun-
da kalınması ve yazı aşamasında hangi bölümlerin yazımında hangi kaynaklardan yararlanılacağının tam
olarak bilinememesi gibi çeşitli sorunlarla karşılaşılabilmektedir. Bu sorunların ortadan kaldırılabilmesi için
literatürün incelenmesinde olduğu kadar literatürün tasnif edilmesi için de uygun bir yöntemin geliştirilmesi
gerekmektedir.

102
Bilgisayarın akademik çevrelerce yaygın olarak kullanılmadığı zamanlarda literatür taramaları sonucunda
bulunan eserler okunur, eserlerdeki önemli görülen bilgi ve fikirler ise genellikle küçük bibliyografya kartları
üzerine yazılırdı. Bu kartlar üzerine eserden yapılan alıntı kısaca yazılır, bununla birlikte alıntının nereden ya-
pıldığının daha sonra hatırlanabilmesi için eserin künyesi de karta ilave edilirdi. Yazı aşamasına geçildiğinde
eserlere yeniden bakmak yerine bibliyografya kartları kullanılırdı. Bilgisayar ve İnternet’in getirmiş olduğu
kolaylıklar ile okunan kaynaklarda bulunan ve araştırma açısından önemli olduğu düşünülen bilgilerin tasnif
edilmesi günümüzde çok daha kolay olmaktadır. Ancak, bilgisayar ve İnternet teknolojisindeki hızlı gelişme-
lere rağmen, literatür tarama sonuçlarını yazı aşamasında kullanabilecek şekilde tasnif eden mükemmel
sistemlerden bahsetmek, ne yazık ki henüz mümkün değildir. Araştırmacıların bu amaçla kullanılan farklı
yöntemleri öğrenmeleri ve zamanla daha verimli olarak kullanabilecekleri kendi yöntemlerini geliştirmeleri
daha sağlıklı olacaktır.
Günümüzde literatür tasnifinde kullanılan çok çeşitli yöntemler vardır. Bu yöntemler araştırmacıya, konuya
ve elde edilebilir fırsatlara göre değişiklik göstermektedir. EndNote gibi farklı bibliyografya yazılımları lite-
ratür tasnifinde bazı kolaylıklar sunmaktadır. Araştırma konusuna göre kaynakların tam metinlerinin farklı
klasörlerde sınıflandırılabileceği bibliyografya yazılımları, okunan metinler üzerinde not alımını, kelime ve
cümlelerin işaretlenmesini mümkün kılmaktadır. Yazı aşamasına geçildiğinde, yazılım üzerinden anahtar
kelimeler kullanılarak daha önce araştırma ile ilgili olarak indirilen tam metinler ve bu metinler üzerinde alı-
nan notlar arasından arama yapılabilmektedir. Dolayısıyla, bibliyografya yazılımları sayesinde farklı kavram,
kelime ve konular hakkında yazı yazılırken bunlarla ilgili veri tabanında kayıtlı olan tam metinlerde nelerin
söylendiği ve araştırmacının mevcut metinler üzerinde hangi notları tuttuğu görülebilmektedir. Yazılımın
bu fonksiyonu araştırmacılar açısından önemli kolaylıklar sağlamaktadır. Bu kolaylıklardan dolayı, özellikle
yazılımları kullanmada tecrübe sahibi olmuş pek çok akademisyen literatür tasniflerinde bibliyografya ya-
zılımlarından yararlanmaktadır. Ancak bibliyografya yazılımları, araştırmacının farklı kaynaklarda çalışması
için faydalı olarak bulduğu ve belirlediği bilgileri farklı konu başlıkları altında sınıflandırıp yazı aşamasında
bir arada sunmamaktadır. Bu durumda yazılım da kullanılmış olsa kaynakların tam metinlerine tekrar tekrar
dönülmesi gerekebilmektedir.
Literatür tasnifinde kullanılabilecek en etkili yöntemlerden biri literatür dokümanının hazırlanmasıdır. Li-
teratür dokümanı okunan kaynaklarda araştırma için önemli olan bilgilerin farklı konu başlıkları altında bir
Microsoft Word (MS Word) belgesi üzerine aktarılması ile oluşturulur. Literatür dokümanının hazırlanışı çok
kolay ve akademik yazı aşamasında da araştırmacılara çok büyük kolaylıklar sunar.
Literatür dokümanının hazırlanmasına literatür planı ile başlanılır. Bir MS Word belgesi üzerine araştırmanın
başlığı yazılır ve altında literatür planında belirlenen, araştırmanın ana başlıkları maddeler halinde sıralanır.
Daha sonra her bir başlık ayrı bir sayfanın başına kopyalanarak, ilgili başlık hakkındaki bilgilerin aktarılması
için belgede yer açılır. Literatür dokümanının buraya kadar ki şablon bölümü kaynakların incelenmesi ve
okunmasından önce hazırlanmalıdır. Şablon hazırlandıktan sonra literatür taraması ile tespit edilen ve tam
metinleri temin edilen tüm kaynaklar sırası ile okunur. Okuma sırasında her ne zaman araştırma ile ilgili
önemli bir bilgiyle karşılaşılırsa bu bilgi literatür dokümanında, ilgili olduğu başlık altına yapıştırılır. Bilginin
hangi kaynaktan alındığının belli olması için de kaynağın tam referans bilgileri de yazılır (Şekil2). Belge üze-
rinde farklı kaynaklardan alınan bilgilerin karışmaması için önce referans bilgisi kalın karakterde ve farklı bir
renkte, alıntı yapılan metin ise onun altına normal karakterde yerleştirilebilir. Literatür okunurken araştırma-
cıya ait yorumlar, fikir ve düşünce şeklinde açıklamalar yapılması gerekli ise bunlar da direk alıntılar altında
farklı bir renk veya karakter olarak not edilir. Araştırmacının kendine ait açıklamaların literatür dokümanında
farklı olarak sunulması, sonradan hangi düşüncenin metnin yazarına, hangi düşüncenin ise araştırmacıya ait
olduğunun belirlenmesi açısından önemlidir. Bu nedenle araştırmacıya ait kaynaklarla ilgili açıklamalar lite-
ratür dokümanında “notlarım” başlığı altında sunulabilir. Aynı kaynaktan literatür dokümanının farklı başlık-

103
ları altına farklı bilgiler yerleştirilebilir. Ancak farklı başlıklar altında yapılacak alıntılarda her bir yerleştirmede
referans bilgisi yeniden kullanılmalıdır. Aynı yöntemle tüm kaynaklar bir yandan okunur, diğer yandan araş-
tırmada gerekli olan bilgiler kaynaklardan alınarak literatür dokümanına taşınmış olur.
Yukarıdaki anlatıldığı şekli ile bir literatür dokümanının hazırlanmasının çok yönlü faydaları bulunmaktadır.
Literatür planına göre bilinçli olarak yapıldıklarında araştırma açısından önemli olan konularda yeterli kay-
nağa ulaşılıp ulaşılamadığı literatür dokümanı ile belirlenebilmektedir. Tüm kaynaklar araştırmanın amacına
göre taranmış ve faydalı olan bilgiler literatür dokümanına aktarılmış olacağından kaynakların tam metin-
leri tekrar tekrar okunmak zorunda kalınmayacaktır. Tamamlanmış bir literatür dokümanında araştırmanın
temel konu başlıkları ve bu başlıklar altında farklı kaynaklarda bahsedilen önemli hususlar yer alacağından
dolayı, çalışmanın yazım aşaması da kolaylaşacaktır. İlgili bölümlerin yazılması sırasında literatür dokümanın-
da o başlıkla ilgili olarak yer alan alıntılar ve araştırmacının bu alıntılarla ilgili olarak yapmış olduğu yorum ve
açıklamalar kullanılacaktır.
Farklı konu başlıklarında yapılacak literatür taramaları belli zaman aralıklarında güncellenebilir. Bu durumda
oluşturulan bir literatür dokümanı aynı konu ile ilgili daha sonra yapılmak istenilen araştırmalar için de baş-
vurulacak önemli bir kaynak olacaktır.
Şekil2. Toprak erozyonunun belirlenmesi konulu bir tez için örnek literatür dokümanının ilk sayfası

104
Literatürün metne aktarılması, yazılması
Literatür taraması sadece araştırma konusu ile ilgili kaynakları aramak, temin etmek, okumak ve literatür
dokümanı oluşturmak için yapılmaz. Tüm kaynaklardan elde edilen bilgilerin araştırmacıların kendi çalış-
malarına aktarılması gerekmektedir. Ancak bu aktarma, pek çok öğrencinin tezlerinde uyguladığı gibi konu
hakkında yapılan çalışmaların literatür taraması başlığı altında özetlenmesi şeklinde olmamalıdır. Literatür
analizinin asıl amacı önceki literatürün konu hakkında geldiği noktayı tespit etmek, literatürdeki boşluk ve
atlamaları ortaya koymak ve kendi çalışmamızın önceki literatür içerisinde nereye oturacağının tespit et-
mektir. O nedenle literatür hiçbir zaman kendi ilgili çalışmaların, herhangi bir değerlendirme yapılmaksızın
özetlenmesinden oluşmaz. Literatür dokümanında bir araya getirilen fikirlerin, bilgilerin, örneklerin araş-
tırmacının kendi çalışmasında ortaya koyduğu veya koyacağı fikir, düşünce ve bulguları desteklemek için
kullanılması gerekmektedir. Bunu yaparken de literatürdeki bilgilerin araştırmacının kendi fikirlerini geliştir-
mesi, açıklaması ve sunmasının önüne geçmesine izin verilmemelidir. Bu nedenle, araştırmacılar öncelikle
yazılarında neyi söylemek, vurgulamak istediklerini belirlemeli ve kendi fikirlerini sunmalı, sonrasında ise
bunları farklı kaynaklardakilerle desteklemelidirler.
Literatürün metne aktarılması işlemi sıkıntılı bir süreçtir. Ancak neyin nasıl yapılacağı konusunda bir plan ya-
parak işe başlamak bu sıkıntıları büyük ölçüde ortadan kaldıracaktır. Daha önce dile getirildiği üzere literatür,
ağırlıklı olarak makalelerin giriş bölümlerinde, tezlerde ise ayrı bölüm başlıkları altında metne aktarılır. Bu
aktarım sırasında, daha önce yapılan araştırma planından da yararlanılarak, metin üzerinde öncelikle nelerin
yazılacağı, yazılması gerektiği ile ilgili temel ve alt başlıklar, bunların altında ise hangi ana fikirlerin anlatıla-
cağı belirlenir. Sonrasında ise bu başlık ve fikirlerle ilgili olarak literatür dokümanında farklı kaynaklardan
toplanan bilgiler metin üzerinde ilgili başlık ve ana fikirler altına yerleştirilir. Daha sonra her bir başlık altında
araştırmacı tarafından oluşturulan ana fikirler, literatürdeki fikir, örnek ve verilerle desteklenerek, akademik
metin oluşturulur. Bu yöntemle literatür taraması ile toplanan bilgiler akademik metne aktarılmış olur.
Literatür taraması, kendimize ait olan ve daha önce yayınlanan eserler hariç, başka araştırmacılar tarafından
yapılan ve yazılan kaynakları içermektedir. Bu kaynaklardan elde edilen bilgilerin hiç biri bize ait değildir. Bu
nedenle literatürün kendi çalışmalarımıza aktarılması sırasında, başka araştırmacıların telif haklarını dikkate
almalı ve yararlanılan kaynakları metin içinde ve metin sonundaki kaynakça listesinde mutlaka göstermeli-
yiz. Fikir, bilgi ve veri olarak az veya çok yararlanılan kaynakların metin içinde belirtilmemesi, bir nevi bilimsel
hırsızlık olan intihal anlamına gelir. Bu da akademik çevrelerde kabul edilmeyen önemli bir suçtur. Akademik
yazı yazma, kaynak gösterme ve intihal ile ilgili konular için akademik araştırmalar için yazım aşamasından
yararlanılabilir.

Sonuç
Literatür taraması akademik araştırmaların en önemli safhasını oluşturur. Titizlikle ve sistematik bir şekilde
yapılan literatür taramaları araştırmacıların çalışmalarını; neyin, nerede ve nasıl yapılacağını bilerek, bilinç-
li ve doğru olarak yürütmelerini sağlamaktadır. Literatür taramasının gereği gibi yapılmadığı çalışmalarda
ise araştırmacılar ne zaman hangi adımı atacaklarını, neyi nerede söyleyeceklerini ve tam olarak ne yaza-
caklarını bilemezler. Bir akademik çalışmanın araştırmacıya bilimsel yönden yaptığı en büyük katkı literatür
taraması ile öğrendiği yeni bilgilerden gelmektedir. Akademik araştırmaların geçerliliğini ve bilime katkısını
belirleyen ve akademisyenlerin çalışma sahalarındaki uzmanlıklarını gösteren literatür taramalarına, küçük
büyük demeden, ödev, tez ve proje gibi tüm akademik çalışmalarda önem verilmelidir.

105
Okuma Listesi
Şen, Z. (1999). Bilgi kaynaklarına ulaşma ve bilimsel eser verebilme açısından başarının ilkeleri. İstanbul:
Türdav Yayınevi.
Uçak, N. Ö. ve Al, U. (2000). İnternet’te bilgi arama davranışları. Türk Kütüphaneciliği, 14(3), 317-331. http://
www.bby.hacettepe.edu.tr/yayinlar/dosyalar/1661-3321-1-PB.pdf

Kaynakça
Bengtsson, L., Herschy, R. W. and Fairbridge, R.W. (Ed.) (2012). Encyclopedia of lakes and reservoirs.
Dordrecht: Springer.
Bourner, T. (1996). The research process: Four steps to success. Greenfield, T. (Ed.), Research methods:
guidance for postgraduatesin (pp. 7-11). London: Arnold.
Gregory, D., Johnston, R., Pratt, G., Watts, M.J. and Whatmore, S. (2009). The dictionary of human geog-
raphy (5. bs.). Singapore: Wiley-Blackwell Publication.
İBB. (2013). Atatürk Kitaplığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi. 10 Ocak 2013 tarihinde http://www.ibb.
gov.tr/sites/kultur/kulturel_mekanlar/Pages/AtaturkKitapligi.aspx adresinden erişildi.
İzbırak, R. (1992). Coğrafya terimler sözlüğü. İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.
Karaburun, A., Demirci, A. and Suen, I.S. (2010). Impacts of urban growth on forest cover in Istanbul
(1987-2007). Environmental Monitoring and Assessment, 166, 266-277.
Kitchin, R. ve Thrift, N. (Ed.) (2009). International encyclopedia of human geography. New York: Elsevier.
Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü. (2013). Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kütüphaneler ve Ya-
yımlar Genel Müdürlüğü. 10 Ocak 2013 tarihinde http://www.kygm.gov.tr/TR,131/kutuphaneler.html
adresinden erişildi.
Mayhew, S. (2009). Dictionary of geography (4. bs.). New York: Oxford University Press.
Milli Kütüphane. (2013). Kültür ve Turizm Bakanlığı Milli Kütüphane. 10 Ocak 2013 tarihinde http://
www.mkutup.gov.tradresinden erişildi.
Mccoll, R. W. (ed.) (2005). Encyclopedia of world geography. New York: Facts On File.
McWhorter, K. T. (2009). Academic reading: College major and career applications (7. bs.). New York:
Pearson/Longman.
Sanır, F. (2000). Coğrafya terimler sözlüğü. Ankara: Gazi Kitabevi.
Small, J. ve Witherick, M. (2001). A Modern dictionary of geography (4. bs.). London: John Wiley & Sons.
Warf, B. (Ed.). (2010). Encyclopedia of geography. Thousand Oaks, CA: SAGE Publications.

106
BEŞİNCİ BÖLÜM
AKADEMİK ARAŞTIRMALARDA
YAZIM AŞAMASI
Ali DEMİRCİ
Fatih Üniversitesi

Akademik yazının amacı ve farkları


Bilimsel araştırmalarda temel yazı türleri
Bilimsel metinlerin bölümleri
Akademik yazılarda kullanılan teknikler
Akademik yazılarda etik

Giriş
Bilimsel araştırmaların en temel unsurlarından birini akademik yazılar oluşturur. Akademik yazılar, belli bir
amaca yönelik olarak yürütülen bilimsel araştırmaları ve bu araştırmalarda elde edilen bulgu ve sonuçları
akademik bir üslupla anlatan metinlerdir. Akademik yazılarda amaç, araştırmacının yani yazarın araştırma
ile ortaya çıkardığı, geliştirdiği ve şekillendirdiği mesajı hedef kitleye ulaştırmaktır. Bu açıdan, akademik araş-
tırmaların bilime, insanlığa ve topluma geri dönüşünün sağlanabilmesi, hedef kitlenin ihtiyaçlarına ve duru-
muna göre uygun yöntem ve formatta hazırlanmış akademik yazılarla mümkün olmaktadır.
Günlük hayatta karşılaştığımız çok farklı yazı türleri vardır. Magazinler, gazete haberleri, gazetelerdeki köşe
yazıları, insanların birbirlerine gönderdikleri e-postalar farklı yazı türlerine örnek olarak verilebilir. Hemen
her gün ya okuduğumuz veya bizzat yazarak kendimizin meydana getirdiği bu yazılar her ne kadar akade-
mik araştırmaların sonuçlarından bahsediyor olsa bile format açısından akademik yazı grubuna girmezler.
Bu tür yazılarda metin içinde farklı kaynaklara atıf yapılmadığı gibi metin sonunda da kullanılan kaynaklar
gösterilmez. Akademik yazılarda ise ağırlıklı olarak başka yazarların eserleri ile etkileşim içerisinde olunur. Bu
etkileşime bağlı olarak metin içinde farklı araştırmalarda ortaya çıkan sorulara cevaplar verilir ve sonuçlar
farklı çalışma sonuçları ile karşılaştırılır. Böylece, benzer konuda daha önce yapılan diğer akademik araştır-
malarda ortaya çıkan fikir ve sonuçlar yeni oluşturulan akademik yazıya transfer edilir. Bu özelliğinden dolayı
akademik yazılarda metin içinde farklı kaynaklara atıf yapıldığı gibi bu kaynakların detayları metin sonunda
kaynakça listesinde sunulur. Akademik yazılarda hangi bilgi ve fikirlerin yazara, hangilerinin ise farklı insanla-
ra ait olduğu bu yolla anlaşılır.
Akademik yazı yazma özellikle yazma konusunda yeterli tecrübesi olmayanlar için sıkıntılı bir süreçtir. Bu ko-
nuda en büyük sıkıntıyı da akademik yazı yazma ile ilgili ders almamış, farklı kaynaklardan bilgi edinmemiş ve

107
yeterli deneyime sahip olmayan, tez yazım aşamasındaki yüksek lisans ve doktora öğrencileri yaşamaktadır.
Tezin yazımına nereden ve nasıl başlamalıyım? Hangi başlıklar altında neyi yazmalıyım? Tezin farklı bölümle-
rinde hangi yazı dili ve üslubunu kullanmalıyım? Farklı kaynaklardan elde ettiğim fikir ve sonuçları tezimde
ne şekilde kullanmalıyım? Tezde yararlanılan kaynakları metin içinde ve sonunda ne şekilde göstermeliyim?
gibi sorular tez aşamasında olan yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin gündemini devamlı meşgul eder. Bu
soruların doğru cevaplarını öğrenmeden tez yazımına başlayan öğrenciler çoğunlukla yanlışlar yapar, emek
ve zaman kaybına uğrar. Ancak, akademik yazı yazma konusunda tecrübe sahibi olmuş, neyin, nerede ve
nasıl yazılacağı hususunda bilgi sahibi olmuş öğrenciler için tez yazımı büyük bir sıkıntı olmaktan çıkmak-
tadır. Akademik yazı yazma konusunda yeterli tecrübesi olmayan akademisyenler için de durum bundan
farksızdır. Akademik yazı yazma prensiplerine uygun olarak gereği gibi hazırlanmamış makale, kitap ve proje
önerisi gibi eserlerin, dergi ve kitap editörleri ile projelerin değerlendirildiği kurullar tarafından kabul edilme
şansları çok düşüktür.
Akademik yazı yazma; üniversitelerdeki lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencilerinden, farklı devlet daire-
lerinde görev yapan personele ve özellikle de hayatını araştırma yaparak sürdüren akademisyenlere kadar
çok geniş kitlelerce ihtiyaç duyulan önemli bir beceridir. Lisans eğitimi sırasında öğrencilerin farklı derslerden
yaptıkları ödevler, yazdıkları deneme yazıları ve yürüttükleri bitirme tezleri akademik yazı yazmayı gerektirir.
Yüksek lisans ve doktora öğrencileri için gerek tezlerin yazımında, gerekse farklı derslerle ilgili verilen ödev
ve projelerin tamamlanmasında akademik yazı yazma becerisinden yararlanılır. Farklı devlet kurumlarında
değişik unvanlar altında görev yapan personelin hazırladıkları rapor ve değerlendirmeler akademik yazı yaz-
ma prensipleri ile kaleme alınır. Üniversiteler, araştırma merkezleri ve farklı kurumların Ar-Ge bölümlerinde
çalışan akademisyen ve araştırmacılardan meslek hayatları boyunca devamlı olarak araştırma yapmaları ve
bunları makale, kitap ve rapor olarak yazarak ilgili kurum ve kişilerle paylaşmaları beklenir. Bu örneklerden
de görüldüğü üzere akademik yazı yazma ile ilgili deneyim sahibi olmaları başta öğrenci ve akademisyen-
ler olmak üzere çok farklı kurumlarda çalışan insanların yaptıkları işte iyi olabilmeleri açısından son derece
önemlidir.
Akademik yazı yazmada kullanılan tek bir yöntem yoktur. Yöntem; yazının formatına, türüne, konusuna ve
yazarın deneyimine bağlı olarak değişebilir. Yazı dili ve üslubu da yazarın bilgi, beceri ve deneyimine bağlı
olarak farklılık gösterebilir. Ancak akademik yazıların sahip olmaları gereken bazı temel prensipler vardır. Bu
açıdan akademik yazı yazmada başlangıç olarak bu temel prensiplerin öğrenilmesi, bu prensiplere göre yazı
yazmaya başlanması, zamanla yanlış yaparak, yanlışlardan ders çıkararak ve tecrübe ederek akademik yazı
yazma becerisinin geliştirilmesi gerekmektedir. Tecrübe ve deneyim, zamanla yazarların akademik yazı yaz-
mada kendi yöntem ve üsluplarını geliştirmelerine katkıda bulunacaktır. Bu bölümde akademik yazı yazma-
da önemli olan temel prensipler ve bu prensiplerin ne şekilde akademik yazıya aktarılacağı farklı örnekleri
ile birlikte sunulmuştur. Bölümde akademik yazının amacı, akademik yazı türleri, akademik yazılarda öne
çıkan bölümler ve bunların nasıl yazıldığı, akademik yazılarda intihal olayları ve bunlardan kaçınma yolları
gibi konulara yer verilmiştir. Bölümde ayrıca akademik yazı yazmaya ilk başlayanların yaşayabilecekleri temel
sıkıntılar, yazılarda yapılan temel hatalar ve bunların ortadan kaldırılması için yapılabilecekler örnekleri ile
sunulmuştur.
Akademik yazının amacı nedir?
Akademik yazılarda format; tez, makale veya kitap olarak değişse de amaç aynıdır. Bu da; araştırma sonuç-
larının ilgili bilim çevrelerine duyurularak uluslararası bilime katkı sağlanması ve araştırma sonucunun ve
araştırma sonucunda ortaya çıkan mesajın ilgili hedef kitleye ulaştırılmasıdır. Akademik yazıların bu şekilde
doğrudan amaçları olduğu gibi bir de dolaylı amaçları bulunmaktadır. Bunlar aşağıdaki gibi özetlenebilir.
1. Araştırma ile ilgili karar vericileri bilgilendirmek ve konu ile ilgili verilen kararlara etki etmek,

108
2. Araştırma sonuçlarını konu ile ilgili çalışma yapan kurumlara ulaştırmak,
3. Araştırma konusu ile ilgili toplumda yaşanmakta olan sorunlara dikkat çekmek ve çözümlerine katkıda
bulunmak,
4. Araştırma konusu ile ilgili toplumu bilgilendirmek ve yönlendirmek.
Akademik yazılar, yazının konusu ile ilgilenen başta bilim adamları, devlet kurumlarında çalışan politikacı
ve karar vericiler olmak üzere farklı kişiler tarafından okunmak üzere yazılır. Hiç kimsenin okumadığı, belli
bir hedef kitleye yönelik olarak kaleme alınmayan, belli bir amacı ve mesajı olmayan akademik yazıların
bilime ve topluma katkısı yoktur. Bu bakış açısı ile konu incelendiğinde, bir akademik yazının amacının bir
tez için yüksek lisans ve doktora diploması almak, bir makale veya kitap için ise akademik unvan almak ve
CV’de göstermek olmadığı anlaşılmaktadır. Bundan dolayıdır ki, pek çok ülkede yıllardır uygulamada olan ve
Türkiye’de de yeni yeni oturtulmaya çalışılan bir sistemle, yüksek lisans ve doktora diploması alabilmek için
öğrencilerden tezleri ile ortaya çıkardıkları araştırma sonuçlarını bir makale, kongre bildirisi, kitap bölümü
veya kitap şeklinde yayınlayarak bilim dünyası ile paylaşmaları istenmektedir. Yine aynı gerekçelerden dolayı
akademisyenler yapmış oldukları araştırmaların sonuçlarını içeren makalelerini daha fazla okuyucu kitlesine
sahip, etki faktörü yüksek olan ulusal ve uluslararası dergilerde yayınlamak için çalışmaktadırlar.

Bilimsel araştırmalar için kullanılan temel yazı türleri nelerdir?


Günlük hayatta çok farklı yazılarla karşı karşıya kalırız. Günlük olarak okuduğumuz gazetelerden, farklı konu-
lardaki magazin ve dergilere, hikâye ve romanlardan çeşitli konularda yazılmış fikir ve düşünce kitaplarına
kadar değişen eserlerin her biri belli bir yazarı, amacı ve hedef kitlesi olan yazı türleridir. Bu eserleri mey-
dana getiren yazar kitlesinde, akademisyenler de dâhil çok farklı alanlarda uzmanlığa sahip kişileri görmek
mümkündür. Ancak akademik yazılar çoğunlukla ilgili alanda bilimsel araştırmalar yürüten akademisyenler
tarafından kaleme alınır.
Akademik yazıların hepsinde genel bir akademik bakış ve tarz görülür. Ancak yazının türü; yazının amacına,
hedef kitlesine ve yazı ile birlikte ne yapılmak istendiğine bağlı olarak değişir. Akademisyenlerin kaleme aldı-
ğı, dolayısıyla akademik çalışmaların en yaygın olarak yer aldığı başlıca yazı türleri; makaleler, kitaplar, kongre
bildiri tam metinleri, kitap eleştirileri/değerlendirmeleri ve tezlerdir. Akademik araştırma sonuçlarının yer
aldığı bu yazı türlerinin her biri farklı amaçlarla ve farklı formatlarda hazırlanır.
Makaleler
Akademisyenlerin yapmış oldukları araştırmaların sonuçlarını bilim çevrelerine duyurmak, ulusal ve ulus-
lararası literatüre kazandırmak için öncelikli olarak tercih ettikleri yazı türü makalelerdir. Bilimsel dergilerde
yayınlanan makalelerde; özetin ve metnin uzunluğu, metin içinde kullanılan başlıklar, yazı karakteri ve bo-
yutu, tablo ve şekil özellikleri, paragraf arası boşluklar ve kaynak gösterme gibi format özellikleri dergiden
dergiye farklılık gösterir. Dergilerin yayınlamak üzere kabul ettikleri makalelerde aradıkları içerik ve format
özellikleri her yeni sayıda veya dergiye ait İnternet sayfasında belirtilmektedir. Bu açıdan, yazarların makale
yazmaya başlamadan önce araştırma konuları ile ilgili makaleleri kabul eden en uygun dergiyi belirlemeleri,
sonrasında ise makalelerini bu derginin kabul ettiği format özelliklerine göre yazmaları faydalı olacaktır. Bu
yönde yapılacak bir çalışma, içerik uyumsuzluğundan dolayı makalelerin editörler tarafından reddedilmesi-
nin ve metin üzerinde sonradan yapılacak düzeltmeler için meydana gelecek zaman ve işgücü kayıplarının
önüne geçecektir.
Format özellikleri dergiden dergiye farklılık gösterse de makalelerin bazı ortak yönleri bulunmaktadır. Ma-
kaleler başlık, özet ve kaynakçadaki bilgiler dâhil olmak üzere genel olarak 5 ile 7-8 bin kelime arasında
uzunluğa sahiptir. Tüm makalelerde özet, anahtar kelimeler, giriş, yöntem, bulgular, sonuç ve kaynakça lis-

109
tesi yer alır. Özet pek çok ulusal ve uluslararası dergilerde istendiği şekli ile 100-150 kelimeden oluşur. Bazı
uluslararası dergilerde Türkçe yazılan makalelerin bin veya daha fazla kelimeden oluşan İngilizce özetleri
istenebilmektedir. Türkçe olarak yazılan makalelerde genel olarak İngilizce özet de istenmektedir. Makaleler-
de özetten sonra 3 ile 5 arasında anahtar kelime istenmektedir. Makalelerde giriş bölümü çalışmanın ağır-
lıklı olarak literatür taramasının yer aldığı bölümdür. Araştırma konusu ile ilgili temel kavramlar ve problem
durumunun tarif edilmesi makalelerde giriş bölümünde yapılır. Makalelerde çalışmanın amacı da yine çoğu
dergide makalelerin giriş bölümlerinde belirtilir. Farklı başlıklar altında ifade edilebilse de tüm makalelerde
yöntem bölümleri vardır. Bu bölümlerde araştırmanın amacına ulaşabilmek için hangi yöntemlerin kullanıl-
dığı yazılır. Araştırmaların sonuçları makalelerde bulgular bölümünde yazılır. Ancak bu bölüm araştırmanın
içeriğine göre farklı alt başlıklar altında uzatılabilir. Araştırma ile ortaya çıkarılan somut bilgiler, değerlendir-
meler ve öneriler makalelerde sonuç başlığı altında yazılır. Bazı dergiler bu bölümün “sonuçlar ve öneriler”
başlığı altında yazılmasını, bazıları ise bu iki başlığın ayrılmasını isteyebilir. Tüm makalelerde yer alan diğer
önemli bir bölüm ise metin içinde kullanılan kaynakların gösterildiği kaynakça listesidir. Araştırmada farklı
kurum ve şahıslardan yardım alınmışsa bu yardım makalede, kaynakça öncesinde “katkı belirtme” başlığı
altında bir iki cümle ile belirtilir. Özellikle makaleye konu olan araştırma TÜBİTAK gibi farklı kurumlardan
finansal destek almışsa bu desteklerin makalelerde mutlaka belirtilmeleri gerekmektedir. Makalelerde bazı
durumlarda uzun tablolar veya araştırmada kullanılan anket soruları gibi detayların ek olarak yerleştirilmesi
gerekebilir. Ekler makalelerde kaynakça listesinden sonra konulur.
Kitaplar
Akademik araştırmaların sonuçlarına dayalı olarak kaleme alınan en yaygın yazı türlerinden biri de kitaplar-
dır. Kitaplar da makalelerde olduğu gibi araştırmaların sonuçlarının bilim çevrelerine duyurulması açısından
kaleme alınır. Ancak kitaplar belli konularda araştırma yapmak isteyen akademisyenlerin çalışma sahası ile
ilgili temel kavramları, gelişmeleri, araştırma yöntemlerini ve eğilimleri takip edebilmeleri için de yazılır. Bu
tür kitaplar alanında uzman olan akademisyenler tarafından uzun yıllar yapılan araştırmalarla elde edilen
tecrübelerle yazılır.
Kitaplar amaç, hedef kitle ve içeriğe bağlı olarak çok farklı format özelliklerine sahip olabilir. Makalelerde
olduğu gibi sabit bazı başlıklar kitaplarda yer almaz. Kitaplarda konular farklı bölümler içinde, bölümlerde
ise başlık ve alt başlıklar altında yazılır. Kitap eğer belli bir araştırma projesine dayalı olarak üretilmişse ve
araştırmanın ve araştırma sonuçlarının bilim çevrelerince tanıtımı amacıyla yazılmışsa kitabın içeriği de ona
göre şekil alabilmektedir. Bu gibi durumlarda araştırmada yürütülen literatür taraması ve kullanılan yöntem
de kitapta farklı bölümler altında sunulabilmektedir. Kitaplarda çoğunlukla özet yer almaz. Kitaplar kapak
sayfasından sonra bir önsözle başlar. Önsözlerin yazar veya editör tarafından hazırlanmasında bir sakınca
bulunmasa da kitabın konusu ile ilgili önemli ve tanınan bir araştırmacı tarafından yazılmaları daha makbul-
dür. Kitaplarda “katkı belirtme” bölümü, eğer kitabın yazılmasında ve yayınlanmasında emeği geçen şahıs
ve kurumlar var ise, önsözden sonra yazılır. Katkı belirtme bölümünü, içindekiler, şekil ve tablo listesi takip
eder. Kitapta yazar veya editörlere ait kısa bir bibliyografya konulacaksa bu şekil ve tablo listesinden sonra
ilave edilir. Ancak az sayıda yazarın kısa bibliyografyaları bazen dış kapakta da verilebilir. İçindekiler listesinde
belirtilen ana bölümlerin sırası ile yazılmalarının ardından kitap kaynakça ve indeks bölümleri ile sona erer.
İndeks bölümleri kitapta kullanılan temel kelimelerin kaç defa, hangi sayfada tekrar edildiğini göstermesi
açısından önemlidir. İndeks bölümleri yayınevleri tarafından kullanılan yazılımlar vasıtasıyla kolaylıkla üreti-
lebilmektedir.
Kitaplarda kullanılan format kitabın ders kitabı olup olmaması, tek veya çok yazarlı olması, editör içermesi
gibi durumlara göre değişiklik gösterebilmektedir. Akademik kitaplarda metin içinde yararlanılan kaynak-
lara atıf yapılmaktadır. Ancak ders kitaplarında okumayı kolaylaştırmak için metin içinde atıf kullanılmaz.

110
Yararlanılan kaynakların listesi kitabın sonunda kaynakça başlığı altında listelenir. Konuya ve tercihe göre
değişmekle birlikte bazı kitapların ilk bölümleri giriş, son bölümleri ise değerlendirmeye ayrılabilir. Özellikle
bölümlerin farklı yazarlar tarafından kaleme alındığı editörlü kitaplarda bu yönde bir uygulama görülebil-
mektedir. Kitapların kendilerinde bir özet genelde görülmez. Ancak bazı durumlarda kitabın içindeki her
bir bölümün kendi içinde özet, giriş, gelişme ve sonuç gibi bölümleri yer alabilir. Farklı yazarlar tarafından
hazırlanan bölümlerde daha yaygın olarak görülen bu formatta, bölüm içinde yararlanılan kaynaklar da her
bölüm sonrasına ilave edilir.
Kongre bildiri tam metinleri
Etkinliği kitap ve makaleler kadar olmasa da akademik araştırma sonuçlarının yer aldığı temel yazı tür-
lerinden birini de kongrelerde sunulan bildirilerin tam metinleri oluşturmaktadır. Eskiden kongrelerde
sunulan bildirilerin tam metinlerinin yayınlanması daha yaygındı. Günümüzde kongrelerde tam metin ye-
rine özetler yayınlanmakta, bazılarında tam metinler elektronik ortamda bazılarında ise sadece İnternet
ortamında sunulmaktadır. Tam metinler bazı kongrelerde kongre öncesinde bazılarında ise kongre son-
rasında yayınlanmaktadır. İster kâğıt isterse elektronik ortamda yayınlansın, bildiri tam metinleri bilimsel
çalışmaların farklı bilim çevrelerine duyurulması açısından günümüzde hala önemli kaynaklar arasında
yer almaktadır.
Bildiri tam metinlerinin formatı makalelere benzer. Ancak genel içerik ve format özellikleri kongreden
kongreye değişebilmektedir. Bu açıdan bildiri tam metinleri yazılırken kongrenin istemiş olduğu içerik ve
format özellikleri dikkate alınmalıdır. Bildiri tam metinleri makalelere göre çoğunlukla daha kısa olabil-
mektedir. Çoğu kongrede bildiri metinlerinin 8-10 sayfayı geçmemesi istenmektedir. Bildiri metinlerinde
makalelerde olduğu gibi başlık, özet, anahtar kelimeler, giriş, yöntem, bulgular, sonuç ve kaynakça bölüm-
leri yer almaktadır.
Kitap eleştirisi/değerlendirmeleri
Akademisyenler tarafından yazılan akademik yazılardan bir diğeri de kitap eleştirileridir. Kitap eleştirileri
farklı akademik sahalarda yayınlanan kitapların içerik, anlatım ve alana katkı açısından değerlendirilmeleri-
dir. Akademik kitapların eleştirileri ağırlıklı olarak bilimsel dergilerde yayınlanır. Periyodik olarak yayınlanan
pek çok dergi her sayısında belli sayıda kitap eleştirisine de yer vermektedir. Kitap eleştirileri makalelerde
olduğu gibi yazıldıktan sonra dergilerin editörlerine gönderilmekte ve editörler tarafından değerlendirilmek-
tedir. Kitap eleştirilerinin formatı dergiden dergiye değişmektedir. Kitap eleştirileri genel olarak birkaç say-
fadan oluşan, fazla alt başlığa sahip olmayan, giriş, gelişme ve sonuç bölümleri genellikle paragraflarla ayırt
edilen ve tek bir yazar tarafından kaleme alınan akademik metinlerdir.
Tezler
Yüksek lisans ve doktora programları öğrencilere belli konularda uzmanlaşma sağlama ve bilimsel araştırma
yapma ile ilgili temel bilgi, beceri ve deneyim kazandırma amacını taşımaktadır. Bu amaca ulaşmada kullanı-
lan en önemli araçlardan biri de tezlerdir. Yüksek lisans ve doktora tezleri tamamen akademik araştırmalara
dayalı olarak hazırlandıklarından dolayı içerik ve format açısından akademik yazı türleri arasında değerlen-
dirilirler. Ancak bilimsel araştırmalarda kaynak olarak kullanılma açısından etkileri makale ve kitaplar kadar
fazla değildir.
Yüksek lisans ve doktora tezleri içerik açısından benzer olmakla birlikte format özellikleri üniversitelerdeki
ilgili enstitülere göre değişebilmektedir. Tezler yazılırken hangi içerik ve format özelliklerine dikkat edilmesi
gerektiği ilgili enstitülerin hazırlamış ve sunmuş olduğu tez yazım kılavuzlarında detayları ile anlatılmaktadır.
Bu açıdan tezlerin yazımına başlamadan önce mutlaka ilgili yazım kılavuzlarının incelenmesi gerekmektedir.

111
Tezlerde kitap ve makalelerden farklı bir format kullanılmaktadır. İçerik disipline ve enstitülere bağlı olarak
değişmekle birlikte tezlere önsözle başlanmakta, Türkçe ve İngilizce özet, içindekiler, tablo ve şekil listeleri ile
devam edilmektedir. Tezlerin ilk bölümleri; çalışmanın amacı, problem durumu, çalışma sahası ve çalışma-
da kullanılan yönteme ayrılmaktadır. Tezlerde literatür taramalarına büyük önem verilmektedir. Bu açıdan
amaç ve yöntemle ilgili bölümlerden sonra tezlerde literatür bölümüne yer verilir. Literatür bölümü dokto-
ra tezlerinde yüksek lisans tezlerine göre daha detaylı anlatılır. Tezin konusu ile ilgili olan temel kavramlar,
fikirler, gelişmeler ve tartışmalar literatür bölümünde ana ve alt başlıklar altında gruplandırılarak detayları
ile ele alınır. Tez konusunda yürütülen araştırma ile elde edilen bulgular tezlerde literatür bölümlerinden
sonra sunulur. Bunun için bazen bulgular başlığı kullanılırken çoğu zaman da içerikle uyumlu farklı başlıklar
oluşturulur. Tezin konusuna göre değişmekle birlikte çalışmanın bulguları ile ilgili olarak birden fazla bölüm
oluşturulabilir. Bulgular bölümünden sonra tezlerde sonuç ve öneriler bölümleri yer alır. Tezler kaynakça ve
ekler bölümü ile sona erer.
Pek çok üniversitede yüksek lisans ve doktora diploması alınabilmesi için tez konusu ile ilgili olarak üretilmiş
en az bir yayın şartı aranmaktadır. Bu yönde bir yayın şartı olsun olmasın, tez kapsamında yürütülen aka-
demik araştırmaların ulusal ve uluslararası literatüre dâhil edilebilmesi için makale veya kitap olarak yayın-
lanmaları son derece önemlidir. Bu açıdan teze başlandığında tez konusu ile ilgili yazılacak makalelerin de
planlanması, tez yazımı ile birlikte bu yayınların da yazılmaya başlanması faydalı olacaktır.

Bilimsel metinler hangi bölümlerden oluşur?


Bilimsel metinlerde yazıların sunuluş tarzları ve kullanılan ana başlıklar araştırmanın nitel veya nicel olup
olmaması, konusu ve kullanılan yazı türü gibi farklı şartlara göre değişebilmektedir. Ancak ağırlıklı olarak
makale ve tezlerde görüldüğü üzere akademik yazılarda metinler bazı ortak bölümler içerisinde sunulur.
Akademik metinlerde ağırlıklı olarak; başlık, yazarlar ve çalıştıkları kurumlar, özet, giriş, bulgular, sonuç ve
tartışma, kaynaklar, katkı belirtme ve ekler gibi bölümler yer alır (Tablo 1). Burada akademik metinler için
önemli olan bu bölümlerin ne şekilde yazılacağı temel hatları ile anlatılmıştır.

Tablo 1. Makalelerde yer alan temel bölümler ve içerikleri

Akademik metindeki bölüm Ne içeriyor?


Başlık Ne yaptın?
Özet Neyi, neden, nasıl yaptın? Ne buldun?
Giriş Problem nedir? Temel kavram ve fikirler nelerdir? Çalışmanın amacı nedir?
Yöntem Çalışmanın amacını nasıl gerçekleştirdin?
Bulgular Ne/neler buldun?
Sonuç ve tartışma Bulgular neyi anlatıyor?
Katkı belirtme Kim yardımcı oldu?
Kaynakça Kimlerin çalışmalarından yararlandın?
Ekler İlave bilgiler

112
Başlık, yazar isimleri ve adres bilgileri
Başlık okuyucuya metinle ilgili fikir veren ve okuyucuyu metne çeken ilk detaydır. Özellikle çalışma konusu ile
ilgili araştırma yapan diğer akademisyenlerin akademik metne ulaşmada öncelikli olarak kullandıkları bölüm
başlıklardır. Bu açıdan akademik metinlerde başlık seçilirken çok dikkatli olunmalıdır.
Başlık bir akademik metnin en kısa özetidir. Başlık kısa, anlaşılması kolay ve yazılan metni doğru olarak an-
latan bir yapıda olmalıdır. Başlık seçiminde metnin yazılış amacı, hedefi ve ilgili olduğu kavramlar dikkate
alınmalıdır. Başlıkta çalışmada geçen anahtar kelimelerin kullanılmasına dikkat edilmelidir. Başlıklar 10-12
kelimeyi geçmeyecek şekilde kısa yazılmalıdır. Tezler için çok yaygın olmamakla birlikte pek çok akademik
dergide başlıkların uzunluğu için kelime sayılarında sınırlamalara gidilmektedir.
Başlık belirlerken öncelikle başlık içinde kullanılması gerekli olan anahtar kelimeler tespit edilir. Örneğin;
semt pazarlarının trafik yoğunluğu üzerindeki etkilerini araştırmayı konu edinen bir akademik çalışmadaki
anahtar kelimeler semt pazarları ve trafik yoğunluğudur. Bu çalışma ile ilgili belirlenecek bir başlıkta bu iki ke-
limenin kullanılması gerekmektedir. Bunlardan birisinin kullanılmaması halinde başlık tam olarak çalışmayı
anlatmayacak dolayısı ile başlıkla ilgili yanlış bir seçim yapılmış olacaktır. Bu durumda ilgili çalışmanın başlığı
“Semt pazarlarının trafik yoğunluğu üzerindeki etkileri” şeklinde belirlenebilir. Örnekteki başlık tek ve düz bir
cümle şeklinde yazılmıştır. Ancak daha fazla dikkat çekeceği düşünülerek aynı çalışmanın başlığı soru kalıbı
kullanılarak “Semt pazarları trafik yoğunluğunu nasıl etkiler?” şeklinde de yazılabilir. Bu yönde soru kalıpları
kullanıldığında başlıktaki soru ile çalışmanın amacında belirtilen araştırma sorularının örtüşmesine dikkat
edilmelidir. Başlıklar gerek duyulduğunda iki cümle şeklinde de yazılabilir. Bu tür başlıklar daha önce farklı
alanlarda kullanılan yöntemlerin farklı çalışma alanlarında uygulanmasına dayalı olan araştırmalarda daha
sıklıkla kullanılabilmektedir. Yukarıda örnek olarak sunulan çalışmanın İstanbul’un Kadıköy ilçesindeki salı
pazarı üzerinde yapıldığı varsayıldığında çalışmanın başlığı “Semt pazarlarının trafik yoğunluğu üzerindeki
etkileri: İstanbul’un Kadıköy ilçesi Salı Pazarı Örneği” şeklinde belirlenebilir.
Akademik metinlerin önemli detaylarından biri de yazar ismi ve yazarın çalıştığı kuruma ait adres bilgileri-
dir. Yazar isimleri akademik metinlerde yazının başlığı altına yazılır. Metnin tüm yazarları ad ve soyadları ile
birlikte sıralanır. Yazarların adres bilgilerinin içeriği ve yazılış yeri açısından farklı uygulamalar olabilir. Ancak
yazarlara ait adres bilgilerinde yazarın çalıştığı kurum, şehir ve e-posta adresi yer alır. Uluslararası yayınlarda
şehirden sonra adres bilgilerine ülke adı da ilave edilir. Yazar bir üniversitede çalışıyorsa adres bilgisinde
üniversite ve bölüm adı yazılır. Örnek: Fatih Üniversitesi, Coğrafya Bölümü, İstanbul, ademirci@fatih.edu.
tr. Bazı dergilerde adres bilgilerinde ilçe adı ile posta kodu da istenebilmektedir. Yazarlara ait adres bilgileri
metnin ilk sayfasında ya yazar isminin hemen altına ya da dipnot işareti ile ilk sayfanın sonuna yerleştirilir.
Aynı kurumda çalışan yazarların adresleri ayrı ayrı değil, aynı dipnot işareti ile birlikte bir defa yazılır. Aynı
adres bilgisinin sonuna yazarların e-posta adresleri sırasıyla ilave edilir.
Özet ve anahtar kelimeler
Akademik metinlerde özellikle makale ve tezlerin olmazsa olmaz bölümlerinden biri özettir. Özet, akademik
çalışmanın ne amaçla ve nasıl yapıldığını, çalışmada elde edilen bulgu ve sonuçları çok yüzeysel olarak içeren
kısa bir metindir. Özetlerin uzunlukları farklı yazı türlerine göre değişmekle birlikte 100-300 kelime arasında
değişmektedir. Özet uzunlukları makalelerde daha kısa, tezlerde ise bir sayfayı geçmeyecek şekilde daha
uzun olabilmektedir. Özetleri akademik yazıların diğer metin bölümlerinden ayıran farklı özellikler vardır.
Özetler, özet başlığı altında tek bir paragraf halinde yazılır. Özet içerisinde farklı kaynaklara atıf yapılmaz, baş-
lık, şekil, tablo ve kısaltmalar kullanılmaz. Özet metinden bağımsız olarak yazılmamalı, özette metin içinde
bahsedilmeyen bilgi, fikir ve düşüncelere yer verilmemesine dikkat edilmelidir. Eğer özet yazarken yeni bir
fikir akla gelirse bu fikir öncelikle metin içine yerleştirilmeli, sonrasında ise gerekli ise özette kullanılmalıdır.
Özetler yazılırken geçmiş zaman dili kullanılır.

113
Özet, başlıktan sonra bir akademik metnin okuyucuya açılan en önemli penceresidir. Metin ile ilgili ilk de-
ğerlendirmeler bu pencereden bakılarak yapılır. Okuyucu ilk olarak özete bakar ve çalışma kendisi ile ilgili ise
veya dikkatini çekmişse metnin geri kalanını okur. Dergilere yayınlanmak üzere gönderilen makalelerde özet
son derece önemlidir. Gerekli özen gösterilmeden yazılan özetler yazarlara puan kaybettirir ve makalenin
dergide yayınlanmak üzere kabul edilmesini güçleştirir. Akademik metinlerin editörler tarafından değerlen-
dirilmelerinde özetler çalışmaların kalitesi hakkında önemli ipuçları taşımaktadır. Bu açıdan özetler gerekli
dikkat ve özen gösterilerek yazılmalıdır.
Özet, bir akademik araştırmanın bütününe ait bilgiler içermesinden dolayı akademik metinlerde en son
olarak kaleme alınır. Bu nedenle özet, akademik metinlerde giriş, yöntem, bulgular ve sonuç bölümleri ta-
mamlandıktan sonra yazılmalıdır. Özet yazımı, konu hakkında bilgi ve tecrübe sahibi olanlar için çok kolaydır.
Bu konuda yaşanan sıkıntılar genellikle özetin nasıl yazılacağı ile ilgili bir iki ufak detayın bilinmemesinden
kaynaklanmaktadır. Özetlerde temel olarak dört bilgiye yer verilir. Bunlar; (1) çalışmanın amacı, (2) çalış-
manın yöntemi, (3) çalışmanın bulguları, (4) çalışmanın sonucudur. Özetlerde bu bölümler yazılırken metin
içinde olduğu gibi uzun ve çok sayıda cümleler kullanılmamalıdır. Çalışma konusunda uzman olan tecrübeli
akademisyenler bu bölümleri metine geri dönüş yapmadan daha seri yazabilirler. Özet yazma konusunda
yeterli tecrübe sahibi olmayanlar ise özetin ilgili bölümlerini yazarken metinden yararlanabilirler. Bunun için
özette gerekli olan bilgiler metin içindeki yerlerinden kopyalanıp alt alta özet başlığı altına yerleştirilir. Maka-
le için hazırlanan bir özette, amaç makalenin giriş bölümünden alınır ve özetin başına yerleştirilir. Çalışmada
kullanılan temel yöntemler, varsa çalışma sahası ve örneklem, kullanılan bir teknik veya araç makalenin yön-
tem başlığı altından alınır ve özette amaçtan sonraya yerleştirilir. Çalışmada elde edilen en temel bulgular
makalenin bulgular bölümünden alınır. Çalışmanın bulgularının yazar tarafından yorumlandığı ve bunlara
dayalı olarak ortaya çıkan sonuç ifadeleri de makalenin sonuç bölümünden kopyalanır. Özette yer alması ge-
rekli olan bilgilerin metindeki yerlerinden alınıp bir araya getirilmelerinden sonra ortaya çıkan yazı istenilen
özet uzunluğuna göre kısaltılır, gerekirse yeniden yazılır ve özet tamamlanır. Yaklaşık olarak 100 kelimeden
oluşan bir özette bir-iki cümle ile çalışmanın amacı, iki-üç cümle ile çalışmanın yöntemi ve bulguları, bir-iki
cümle ile de çalışmanın sonucu ifade edilebilir. Özetin kabul edilebilir uzunluğuna göre bu bölümler gerektiği
kadar detaylandırılarak uzatılabilir.
Akademik metinlerde özetle birlikte istenilen detaylardan biri de anahtar kelimelerdir. Yazı türü ve formata
göre değişmekle birlikte anahtar kelime sayısı 3 ile 5 arasında değişebilmektedir. Anahtar kelimeler daha çok
akademik metinlerin elektronik ortamda taranması sırasında kullanılmaktadır. Bu açıdan akademik araştır-
maları en iyi ifade eden, çalışmanın en temel kavramları anahtar kelime olarak seçilmelidir. Anahtar kelime-
ler özetten sonra “Anahtar Kelimeler” başlığı yanında sıralanmaktadır.
Türkiye’de yayınlanan pek çok ulusal dergi, özet ve anahtar kelimelerin Türkçe ve İngilizce olarak iki dilde su-
nulmasını istemektedir. İngilizce özet ve anahtar kelimeler çoğu zaman Türkçe özet ve anahtar kelimelerden
sonra kullanılır. Ancak bazı dergilerde İngilizce özet ve anahtar kelimeler makalenin sonunda ayrı bir sayfada
gösterilmektedir. İngilizce özetler Türkiye’de yürütülen akademik çalışmaların yurtdışındaki akademisyenler
tarafından takip edilebilmesi açısından önemlidir. Ancak Türkiye’de yazılan İngilizce özetlerde özellikle çeviri
açısından önemli sıkıntılar olabilmektedir. Bu nedenle, İngilizce çevirilerin alanında uzman kişiler tarafın-
dan yapılması, sonradan yazar tarafından kontrol edilmesi ve en son olarak da ana dili İngilizce olan bir
kişi tarafından yeniden gözden geçirilmesi, özetlerin daha doğru ve düzgün İngilizce ile yazılması açısından
önemlidir.

114
Giriş
Giriş bölümleri makalelerin özetten sonraki ilk bölümlerini oluşturur. Araştırma konusu ile ilgili temel kav-
ramların, fikirlerin ve yaklaşımların tartışılması, çalışmanın problem durumunun ve amacının anlatılması
makalelerde giriş bölümlerinde yapılır. Ancak makalelerde giriş başlığı altında anlatılan bu detaylar tezlerde
daha geniş olarak farklı bölüm ve başlıklar altında ifade edilir. Araştırma konusu ile ilgili yapılan literatür
taraması sonuçları makalelerde ağırlıklı olarak giriş bölümlerinde, tezlerde ise ayrı olarak sunulan literatür
taraması başlıkları altında sunulmaktadır.
Giriş bölümlerinin makaleler açısından fonksiyonları iki temel başlık altında toplanabilir. Bunlar; (1) Araştır-
ma konusu ile ilgili temel kavramlar, yaklaşımlar ve tartışmaların literatüre dayalı olarak anlatılması, araştır-
manın mantıksal temelinin oluşturulması ve (2) Temel alınan problem durumuna bağlı olarak araştırmanın
amacının ve araştırma sorularının açıklanmasıdır. Giriş bölümlerinde neyin, neden araştırıldığı, araştırma
konusu ve araştırmanın dayandığı problem durumu hakkında daha önce neyin bilindiği, yeni çalışmanın bu
bilinenleri ne ölçüde ileriye taşıyacağı gibi sorulara cevaplar verilmeye çalışılmaktadır.
Giriş bölümlerinde gerekmedikçe alt başlık kullanılmaz. İçerik içerisinde anlatılması gerekli konular birbiri
ile ilişkili paragraflar şeklinde sunulur. Giriş bölümünde hangi konunun nerede ve nasıl ifade edileceği ile
ilgili çok farklı yöntemler kullanılmaktadır. Bu biraz da araştırma konusuna ve araştırmacının yazı ile ilgili tec-
rübesine dayalı olarak değişmektedir. Giriş bölümlerinin yazılmasında en yaygın olarak kullanılan yöntem-
lerden biri “Ters Üçgen” modelidir. Şekil1’de gösterildiği üzere, üçgenin üstteki en geniş bölümü araştırma
konusu hakkındaki en genel bilgileri, üçgenin alt kısmındaki dar bölümü ise çalışmanın problem durumu
ve amacını göstermektedir. Bu yapıya göre giriş bölümüne araştırma konusu ile ilgili genel bilgilerin, tanım,
kavram ve yaklaşımların anlatılması ile başlanmaktadır. Buradaki amaç, araştırma konusunda geçen temel
kavramları tanıtmak, bu kavramlarla ilgili olarak ortaya atılan farklı fikirleri tartışmak ve araştırmanın bulgu
ve sonuçlarının üzerinde yorumlanabileceği mantıki ve fikri bir altyapı oluşturmaktır. Bu bölüm konu ile ilgili
daha önce bilinenlerin tartışılması ve örneklendirilmesi ile birlikte farklı paragraflarla gereği kadar uzatıla-
bilmektedir. Giriş bölümlerinde genel konu, kavram ve yaklaşımların tartışılması sonrasında araştırmanın
hedef aldığı problem durumu örnekleri ile anlatılır. Bu bölümde araştırmaya neden ihtiyaç duyulduğu, araş-
tırmanın neden önemli olduğu farklı verilerle ispatlanmaya çalışılır. Giriş bölümünün en sonunda ise ifade
edilen problem durumu dikkate alınarak çalışmanın amacı açık olarak yazılır. Amaç yazılırken direk olarak
“Bu çalışmanın amacı …..dır.” şeklinde düz bir cümle kullanılabileceği gibi, “Bu çalışmada aşağıdaki araştır-
ma sorularının cevaplanması amaçlanmıştır.” şeklinde bir ifadenin ardından çalışmanın araştırma soruları
maddeler şeklinde sıralanabilir.

Şekil1. Giriş bölümünün yazımında kullanılabilecek Ters Üçgen Modeli.

115
Giriş bölümünün yazılmasında ağırlıklı olarak farklı kaynaklardan yararlanılır. Bu nedenle giriş bölümlerin-
deki yazıların büyük bir çoğunluğu yazara ait olmayan, farklı eserlerde konu ile ilgili olarak ortaya konulan
bilgi, fikir ve düşüncelerin özetlerinden oluşur. Makalelerde giriş, tezlerde ise literatür bölümleri metin için-
de farklı kaynaklara en fazla atıfın yapıldığı bölümlerdir. Çalışmanın teorik ve metodolojik altyapısının sunul-
duğu, çalışmadaki temel kavram ve düşüncülerin farklı kaynaklardan yararlanılarak tartışıldığı ve problem
durumunun çalışma sahası ile ilişkilendirilerek ortaya konulması ardından çalışmanın amacının belirtildiği
giriş bölümleri makalelerde yazılması en fazla zaman alan bölümlerdir. Dikkatli ve gereği gibi yazılan giriş
bölümleri, metnin sonraki bölümlerinin yazılmasını da kolaylaştıracaktır.
Giriş bölümlerinin uzunlukları yaklaşık 6 – 7 bin kelime uzunluğundaki bir makalede yaklaşık 2 bin kelimeye
kadar uzayabilmektedir. Ancak bu durum çalışmanın konusuna göre değişebilmektedir. Ancak makalelerde
giriş bölümlerinde özet olarak ve yoğun atıflar yapılarak sunulan literatür tezlerde farklı bölüm başlıkları
altında sunulmakta, dolayısıyla literatür bölümleri tezlerin hacim olarak üçte birini kaplayabilmektedir.
Yöntem
Akademik metinlerde özellikle makale ve tezlerde ön plana çıkan en önemli bölümlerden biri de yöntem-
dir. Bazı akademik metinlerde yöntem bölümleri “yöntem ve materyal” başlığı altında da verilebilmektedir.
Akademik metinlerde yöntem bölümlerinin formatı değişebilse de içeriği genelde aynıdır. Bu bölümlerde
çalışmanın nasıl yapıldığı detayları ile anlatılmaktadır.Yöntem bölümlerinde; çalışmada kullanılan veriler, ça-
lışma sahasının konumu ve araştırma konusu ile ilgili olan özellikleri, çalışmada bir örneklem kullanılmışsa
bu örneklemin nasıl seçildiği, çalışmada verilerin nasıl toplandığı veya üretildiği, bunun için ne tür araç-ge-
reçlerin kullanıldığı ve hangi süreçlerin takip edildiği, toplanılan verilerin nasıl analiz edildiği, eğer istatistik
yöntemleri kullanılmışsa bunların neler olduğu gibi konular sırası ile anlatılır.
Akademik metinlerde yöntem bölümleri ile çalışmanın amacı arasında doğrudan bir irtibat vardır. Bu açıdan
yöntem bölümleri yazılırken öncelikle çalışmanın amacı dikkate alınmalı ve bu amacın gerçekleştirilmesi için
nelerin yapıldığı sırası ile anlatılmalıdır. Yöntem bölümlerinin yazılmasında geçmiş zaman dili kullanılmalıdır.
Yöntem bölümleri makalelerde genel olarak tek bir başlık altında verilmekle beraber gerek duyulursa farklı
alt başlıklar altında da yazılmaktadır.
Yöntem bölümlerinde makalelerin giriş bölümleri veya tezlerin literatür bölümlerinde olduğu kadar yoğun-
lukta farklı kaynaklara yer verilmemektedir. Bu bölümlerin yazılmasında çok fazla yoruma girilmeden çalış-
manın ne şekilde yapıldığı net olarak anlatılmalıdır. Ancak yöntemin ön plana çıktığı ve çalışmanın amacının
farklı yöntemlerin test edilmesi üzerine odaklandığı çalışmalarda yöntemle ilgili olan literatür de genellikle
yöntem bölümünde değil, makalelerin giriş, tezlerin ise literatür bölümlerinde verilmektedir.
Bulgular
Bilimsel araştırmalarda elde edilen bilgiler ve üretilen veriler akademik metinlerde bulgular başlığı altında
sunulur. Akademik metinlerde bulgular ile sonuç bölümleri fonksiyonları açısından birbiri ile karıştırılabil-
mektedir. Bulgular bölümü, araştırmanın amacına yönelik olarak takip edilen yöntemler sonucunda elde
edilen veya üretilen bilgi ve verilerin yorumlanmadan sunulduğu bölümdür. Yorumların yapılmadığı ve bul-
guların farklı kaynaklardaki sonuçlarla karşılaştırılmadığı bu bölümlerde çok az sayıda atıf yer alır. Sonuç
bölümü ise bulguların daha çok araştırma sorularını cevaplamada ne ölçüde yeterli olduğunun tartışıldığı,
dolayısıyla da yazar tarafından yorumlandığı bölümdür. İngilizce olarak yayınlanan dergilerde “Results” ve
“Conclusion” olarak yer bulan bu iki bölümün akademik metinlerde bu farklı fonksiyonları dikkate alınarak
yazılmaları son derece önemlidir.
Bulgular bölümünde araştırmada elde edilen temel bulgular belli bir mantıksal sıraya göre yazılır. Bu man-

116
tıksal sırada da genellikle araştırmanın amaç ve yöntem bölümlerinde takip edilen sıra göz önünde bulun-
durulur (Şekil2). Tek araştırma sorusuna sahip olan çalışmalarda bulgular uygun bir sıralama ile sunulur.
Birden çok araştırma sorusuna sahip olan çalışmalarda ise bulgular araştırma sorularının sırasına göre sunu-
lur. Buna göre ilk araştırma sorusuna yönelik olarak elde edilen bulgular önce, diğerleri ise sonra sunulacak
şekilde bulgular yazılır. Bulgular bölümü makalelerde gerektiği kadar alt başlıklar altında, tezlerde ise farklı
bölümler altında sunulabilir.

Şekil2. Akademik metinlerde amaç, yöntem,bulgular ve sonuç bölümlerinin yazımında takip edilecek yöntem

Bulgular bölümünün akademik metinlerde en dikkat çekici özelliklerinden biri tablo ve şekillere yer verme-
sidir. Araştırmada elde edilen istatistiksel veriler genellikle tablolar içerisinde sunulur. Tablo kullanıldığında
tablo içindeki tüm verilerin metin olarak tekrar yazılmasına gerek yoktur. Ancak metin içinde tablodaki ve-
rilerin ne olduğu en temel özellikleri ile anlatılmalı ve bu şekilde kullanılan tabloya numarası verilerek atıf
yapılmalıdır. Bulgular bölümünde verilerin sunulmasında harita, grafik, uygu görüntüsü ve fotoğraflardan
da yararlanılabilir. Akademik metinlerde bu görsellerin tümü şekil olarak adlandırılır. Kullanılan tüm şekillere
metin içinde atıf yapılmalıdır.
Bulgular bölümünün yazılmasında mümkün olduğunda objektif davranılmalı ve araştırmada elde edilen
veriler doğru olarak sunulmalıdır. Akademik metinlerin diğer bölümlerinde ağırlıklı olarak kullanıldığı üzere
bu bölümde de dil açısından geçmiş zaman kullanılmalıdır.
Sonuç ve Tartışma
Akademik metinlerde, özellikle de makalelerdeki en önemli bölümlerden biri sonuç bölümleridir. Ancak
dergilerin formatına göre bu bölümlerin başlıkları değişebilmektedir. Bazı dergilerde sonuç başlığı altında
araştırmanın sonuçları, tartışmaları ve önerileri birlikte sunulurken, bazı dergilerde ise öneriler ayrı başlıklar
altında sunulabilmektedir. Tezlerde de sonuç ayrı bölüm içerisinde ele alınmakta ve makalelere göre daha
detaylı ve uzun olarak verilmektedir.

117
Sonuç bölümünün en önemli fonksiyonu, çalışmanın bulgularının konu ile ilgili olarak daha önce nelerin
bilindiğinden yola çıkılarak yorumlanmasıdır. Bu nedenle sonuç bölümü yazılırken ağırlıklı olarak bulgular ve
giriş bölümlerinden yararlanılır. Sonuç bölümünde yapılan çalışmanın mevcut literatür üzerine yenilik olarak
neler getirdiği tartışılır. Bu açıdan sonuç bölümü makalelerde giriş, tezlerde ise literatür bölümlerinden son-
ra farklı kaynaklara en fazla atfın yapıldığı bölümdür.
Akademik metinlerde sonuç bölümlerinin gereği gibi yazılabilmesi için çalışmanın daha önceki aşamalarının
doğru ve düzenli olarak tamamlanması gerekmektedir. Amacı tam olarak netleştirilmemiş, literatürde ça-
lışma konusu ile ilgili olarak en son gelinen bilimsel, kavramsal ve metodolojik düzey anlatılmamış, hipotez
veya araştırma soruları sağlam bir problem durumu üzerine inşa edilmemiş metinlerde sonuç bölümlerinin
düzgün ve beklendiği şekilde yazılmasına imkân yoktur. Bu gibi sorunları taşıyan metinlerin sonuç bölümleri
genel olarak yeterli düzeyde tartışmadan yoksun olarak, yeterli kaynağa atıf yapılmadan ve genelde bulgu-
lar bölümündeki ifadelerin tekrarını içerecek şekilde kaleme alınmaktadır. Bu gibi metinlerin de literatüre
katkısını belirlemek oldukça güçtür.
Sonuç bölümleri, akademik metinlerde giriş bölümlerinden sonra yazımı en zor olan bölümdür. Ancak ge-
rekli özen ve dikkat gösterilirse zamanla bu konuda da tecrübe sahibi olunabilmekte ve sonuç bölümlerinin
yazımı da kolaylaşmaktadır. Sonuç bölümlerinin bulgular bölümünde ifade edilen bilgilerin tekrarına girme-
den yazılabilmesi için bu bölümlerde aşağıdaki soruların tartışılarak cevaplanması yoluna gidilebilir (Ander-
son, 2009). Bu sorular çalışmadan çalışmaya değişiklik gösterebilir.
1. Araştırmada elde edilen bulgular araştırma sorularının (çalışmanın amacı veya hipotez de olabilir) ce-
vaplanması açısından yeterli oldu mu? Eğer yeterli olduysa bulgular araştırma sorularının cevaplanması
açısından nasıl yorumlanmalı? Yeterli olmadıysa bu yetersizliğin sebepleri neler olabilir?
2. Araştırmada elde edilen sonuçlar aynı konuda daha önce farklı kaynaklarda söylenenlerle ne gibi ben-
zerlik ve farklılıklar içeriyor? Bu farklılıkların nedenleri neler olabilir?
3. Giriş bölümünde ifade edilen problem durumu ve araştırma konusu ile ilgili olarak çalışma sonrasında
ne gibi yeni fikir, düşünce ve anlayışlar ortaya çıktı? Problem durumunun anlaşılmasında çalışma sonra-
sında ne gibi değişiklikler oldu?
4. Araştırma konusunda ileride yapılması gerekli işlerle ilgili olarak hangi öneriler yapılabilir?
Sonuç bölümünün yazımında üslup açısından farklı stratejiler kullanılabilir. Ancak yöntem ve bulgular bö-
lümünde olduğu üzere bu bölümün de yazımında araştırma sorularından başlanabilir (Şekil2). Araştırma
soruları sırası ile ele alınarak bulguların bunları cevaplaması açısından yorumlanması yapılır. Bu yorumlar
yapılırken farklı kaynaklarda belirtilen durumlarla karşılaştırmalar yapılır. Bulguların araştırma sorularını
cevaplamada yeterli olup olmadıkları tartışılır. Araştırma sorularının bu sıralama ile tartışılması yapıldıktan
sonra çalışmanın sonucunda araştırmanın problem durumu ile ilgili literatürde bilinenler ve yeni çalışma ile
yeni keşfedilenler üzerinde durulur. Sonuç olarak araştırma konusu ile ilgili olarak metnin giriş bölümünde
literatür olarak verilen teorik ve metodolojik düzeyin yeni çalışma ile hangi ölçüde ileriye taşındığı tartışılır.
Sonuç bölümünde ayrıca araştırma konusu ile ilgili ileride yapılabilecek çalışmalara ışık tutması açısından
önerilerde bulunulur.
Sonuç bölümlerinin yazımında giriş ve bulgular bölümünde detaylı olarak anlatılan konuların tekrarına gidil-
memelidir. Sonuç bölümleri makalelerin özellikle problem durumu, amacı ve bulgularının özetlendiği yerler
değil, bulguların çalışmanın amacını ne ölçüde karşıladığının ve araştırma konusunda literatüre ne gibi katkı
sağladığının tartışıldığı alanlardır. Diğer bölümlerde olduğu gibi sonuç bölümünün yazımında da dil açısından
ağırlıklı olarak geçmiş zaman kullanılmalıdır.

118
Kaynakça
Akademik metinlerin en önemli özelliği, metinde kullanılan bilgi, fikir ve düşüncelerin hangilerinin yazara
ait olduğunu hangilerinin ise hangi kaynaklardan alındığını göstermeleridir. Bu da metin içinde kullanılan
kaynakların metin sonunda kaynakça başlığı altında sıralanmaları ile mümkün olmaktadır.
Kaynakça bölümleri akademik metinlerin olmazsa olmaz bölümlerinden biridir. Kaynakça akademik metin-
lerde sonuç bölümünden sonra yazılır. Kaynakçada metin içinde kullanılan kaynakların hangi yazar(lar) tara-
fından kaleme alındığı, hangi başlığı taşıdığı, nerede yayınlandığı, yayınevi gibi detaylar yazılır. Metin içinde
atıf yapma ve atıf yapılan eserlerin kaynakçada gösterilmesi ile ilgili konular ileride farklı başlıklar altında
anlatılmıştır.
Katkı belirtme ve ekler
Akademik metinlerde ihtiyaca ve isteğe bağlı olarak kullanılan farklı bölümler de vardır. Bunlardan en önem-
lileri katkı belirtme ve ekler bölümleridir. Katkı belirtme, adından da anlaşıldığı üzere akademik metinde
anlatılan araştırmaya somut katkıları olan kişi veya kurumların katkılarının belirtildiği yerlerdir. Katkı belirtme
kitaplarda ve tezlerde önsözde veya önsözden sonra katkı belirtme başlığı ile ayrı bir sayfada, makalelerde
sonuç bölümünden sonra katkı belirtme başlığı altında verilmektedir.
Bir katkının akademik metinde belirtilebilmesi için somut ve çalışmanın meydana gelmesinde belli bir öne-
me sahip olması gerekmektedir. Bir araştırmaya ücretsiz olarak veri sağlayan, belli araç-gereçlerin kullanıl-
masına ücretsiz olarak izin veren, araştırmanın yapılmasına finansal olarak destek sağlayan ve fikir olarak
araştırmanın şekillenmesinde katkısı olan kişi ve kurumların katkılarının akademik metinlerde katkı belirtme
altında belirtilmesi gerekmektedir. Ancak araştırmaya başından sonuna katılan ve yazı aşamasında metinde
katkısı olan kişilerin katkı belirtme bölümlerinde değil yazarlar listesinde yer almaları gerekir.
Makalelerde katkı belirtme bölümleri önemli bir katkı olmadığı sürece çok yaygın olarak kullanılmamaktadır.
Ancak TÜBİTAK ve üniversiteler gibi farklı kurumlar tarafından finansal destek alarak yürütülen çalışmalar
sonucunda üretilen makalelerde bu kurumların desteklerinin mutlaka belirtilmesi gerekmektedir. Makale-
lerde katkı belirtme çok kısa bir veya iki cümle ile ifade edilir. Katkı yapan kuruma bu katkı içinde teşekkür
edilmez. Üniversitelerin Bilimsel Araştırma Projesi (BAP) desteği ile yürütülen bir projeye kapsamında ya-
zılan bir makalenin katkı belirtme bölümü; “Bu çalışma Fatih Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Fonu
tarafından 12345 proje numarası ile desteklenmiştir.” şeklinde yazılabilir.
Tezlerde çalışmanın teorik ve metodolojik altyapısının şekillenmesinden verilerin toplanmasına, analiz edil-
mesine ve yorumlanmasına kadar geçen süreçlerde hangi kişi ve kurumların destekleri olmuşsa bunlar katkı
belirtme bölümünde yazılır. Tezlerin katkı belirtme bölümleri makalelerden farklı olarak daha detaylı ve uzun
yazılabilir. Kişi ve kurumların kısaca adları ve ne yönden çalışmaya katkı sağladıkları belirtildikten sonra bu
kişi ve kurumlara teşekkür edilir. Tezlerdeki katkı belirtme bölümlerine öncelikle tez danışmanın katkıları
yazılır ve kendisine teşekkür edilir.
Akademik metinlerde gerektiğinde yer alan diğer bir bölüm de eklerdir. Ekler, metin içinde verilen bazı bil-
gilerin daha derinlemesine anlaşılmasına yarayan ancak çok uzun veya detaylı oldukları için metin içinde
okunmayı zorlaştırmamak için metin sonuna alınan genellikle de tablo şeklinde sunulan bilgilerdir. Araştır-
mada elde edilen uzun istatistikî bilgiler, fazla soru içeren anket formları eğer dergi tarafından kabul edilirse
makalelerin sonuna ek olarak ilave edilebilmektedir. Ekler akademik metinlerde kaynakçadan sonra yerleş-
tirilir.

119
Yazım aşamasında yapılan hatalar ve hatalardan kaçınma yolları
Yazı yazma insan olarak doğuştan kazandığımız bir özellik değildir. Yazı yazmak öğrenme yolu ile gerçekleşir
ve deneyim kazanmayla birlikte yazı yazma becerisi de giderek gelişir. Akademik metinlerin yazımı da ayrı bir
beceri olarak değerlendirilebilir. İlk defa bir akademik metin yazmaya kalkıştığımızda çoğu zaman yazmaya
nasıl başlayacağımızı bilemeyiz. Saatler alan bir çalışma sonrasında yazılan bir paragraf metnin ertesi gün
beğenilmeyip silindiğini pek çok akademisyen tecrübe etmiştir. Büyük sancılarla kaleme alınan ilk yazılar
genellikle yazarların belki de en fazla sahip çıktığı ve silmemek için uğraş verdiği ancak çok sayıda hata içeren
metinler olmuştur. Zamanla bu hatalı metinler, genellikle yapılan hatalardan alınan derslerle bazen de yazı
yazma ile ilgili alınan kurslar ve yardımlarla daha güzel yazılara dönüşmeye başlar. Böylece akademisyenler
olarak yazdıkça daha da profesyonel olmaya başlarız ve daha doğru metinler kaleme alırız.
Akademik yazıların hedef kitlede beklenilen etkiyi yapması doğru ve yeterli olarak kaleme alınmaları ile
mümkündür. Tam olarak neden yazıldığı belli olmayan, yazılanların net olarak anlaşılmadığı, sonuç bölü-
münde vermek istediği mesaj ifade edilmemiş ve yazım kuralları açısından pek çok hatalar içeren metinlerin
okuyuculara vereceği çok şey bulunmamaktadır. Bu açıdan akademik metinler yazılırken yazı yazma ile ilgili
bazı temel yanlışların ve bunlardan kaçınma yollarının bilinmesi daha doğru yazı yazma açısından önemlidir.
Yazma konusunda yeterli bilgi ve tecrübe sahibi olmayan, yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin ağırlıklı ola-
rak yapabileceği çok çeşitli yazım hataları bulunabilmektedir. Bu bölümde bunların en temel olanları içerik
ve formatla ilgili olarak aşağıda sıralanmıştır.
Akademik metinlerde yapılan içerikle ilgili hatalar
• Çalışmanın konusu, problem durumu ve amacının net olarak yazılmaması,
• Çalışmanın konusu ile ilgili temel teorik ve metodolojik altyapının literatür ile sunulmaması,
• Yöntemin tüm detayları ile farklı araştırmacıların kendi başlarına uygulayabilmelerine imkân tanıyabile-
cek bir açıklıkta verilmemesi,
• Bulguların yeterli açıklıkta ve düzeyde sunulmaması,
• Sonuç bölümünün giriş ve bulguların tekrarı olarak yazılması,
• Sonucun okuyucuya iletilmek istenilen mesajı tam olarak içermemesi,
• Çok az veya yetersiz kanıt ile sonuca varılması,
• Aynı bilgilerin farklı başlıklar altında tekrar edilmesi,
• Çalışma konusu ile ilgili olmayan fazla ve gereksiz bilgilerin verilmesi,
• Çalışmada ortaya atılan tezleri destekleyecek ve güçlendirecek yeterli bilgilerin ve örneklerin verilme-
mesi,
• Sorgulanmaya açık olan bir fikrin kanıtlanmış veya kanıtlanmamış şeklinde sunulması,
• Tartışmalarda ilgisiz bir fikrin okuyucunun dikkatini dağıtacak şekilde metnin arasına girmesi,
• Bilgilerin olması gerekli yerlerde verilmemesi,
• Bilgilerin yeterli literatür ve örneklerle desteklenmemesi,
• Birbiri ile çelişen ifadelerin kullanılması, metinde tutarlılığın olmaması,
• Metnin farklı bölümleri, başlıkları ve paragrafları arasında anlatılanlar arasında bir bütünlüğün olmaması,

120
• Sonuç bölümünde gerekli destek ve ispatlar yapılmadan, araştırmada elde edilen bulgulara dayalı olma-
yan subjektif yorumların yapılması,
• Alanında uzman olmayan kişilerin görüşlerinin uzman bir kişinin görüşüymüş gibi sunulması,
• Devamlı başka yazarların söylediklerinin tekrar edilmesi, yazarın kendi fikir ve düşüncelerinin verilmemesi,
• Hiç veya yeterli sayıda kaynak kullanılmaması,
• Özetlerin çalışmayı anlatacak yeterli nitelikleri taşımaması,
Akademik metinlerde yapılan formatla ilgili hatalar
• Dil bilgisi kurallarına uyulmaması (noktalama, paragraf boşlukları, özne ve yüklem uyumsuzlukları, vb.)
• Metinlerin net ve anlaşılır olarak yazılmaması, anlatım bozukları içermesi,
• Paragrafların birden fazla ana fikir içermesi ve yeterli destek cümleleri içermemesi,
• Cümle, paragraf ve bölümlerin birbiri ile uyum içinde verilmemesi,
• Metinlerin yayınevi, dergi veya enstitülerin aradıkları format özelliklerine göre hazırlanmaması,
• Başkalarına ait olan bilgi, veri, fikir ve düşüncelerin kaynaklarının metin içinde ve sonunda gösterilme-
mesi,
• Şekillerin (harita, grafik, vb.) anlaşılır, okunur ve net olarak hazırlanmamış olması,
• Metinde kullanılan tablo ve şekillere metin içinde numaraları ile birlikte atıf yapılmaması,
• Metinlerin hazırlanan yazı türüne göre çok kısa veya çok uzun yazılması,
• Yazıda fillerin uygun zaman dillerinin kullanılmaması,
• Yazılarda “veri topladım, ben ölçtüm” gibi şahıs eklerinin kullanılması,
• Her zaman, hepsi, hiçbir zaman, hiç kimse gibi genelleme ifade edilen kelimelerin kullanılması,
• Kısaltmaların ilk kullanıldıkları yerlerde parantez içinde açıklamalarının verilmemesi,
• İngilizce özetlerin çevirilerinin yanlış yapılması, bozuk İngilizce ile yazılmaları.
Metinlerde bunlar gibi daha pek çok içerik ve format hataları yapılabilir. Bu gibi hataların önüne geçmek için
çok yönlü strateji ve yöntemler kullanılabilir. Bu bölümde bu yöntemlerden üçüne dikkat çekilecektir.
Akademik yazmada okumanın önemi
Akademik yazı yazma konusunda günümüzde kendimizi geliştirmek için kullanabileceğimiz çok sayıda yön-
tem bulunmaktadır. Bunların en önemlilerinden biri okumaktır. Okumak, akademisyenlere çok yönlü fayda-
lar sağlar. Bilgi sağlama yönünü bir kenara bırakırsak doğru ve düzenli olarak yapılan okumalar akademis-
yenlerin kelime haznesini geliştirir, dolayısıyla kendilerini sözlü ve yazılı olarak daha iyi ifade edebilmelerine
yardımcı olur. Okuma, akademisyenlere metinlerin hem farklı kaynaklardaki fikirlerle birlikte yoğrularak
sunulmasına, dolayısıyla içerik açısından doyurucu olmasına hem de anlatım ve dil bilgisi açısından daha
doğru olarak kaleme alınmasına yardımcı olur. Bu açıdan akademisyenlerin kendi ilgi alanları ile ilgili daha
önce yayınlanmış olan kitap ve makale gibi eserleri sürekli olarak okumaları ve alanlarında canlı kalmaları
gerekmektedir.
Daha önce yayınlanan akademik metinler yazı ile ilgili hemen tüm konularda yazarlara kendilerini geliştirme
açısından önemli bilgiler verir. Yeni bir kitap yazmak isteyenler için farklı yayınevleri tarafından daha önce

121
yayınlanmış olan kitaplar, bilimsel bir dergide yayınlanmak üzere makale yazmak isteyenler için ise farklı ko-
nularda yazılmış makaleler çok güzel eğitici örnek görevi görür. Bir makalenin yazılmasına başlamadan önce
ilgili alanda daha önce yazılan bir makalenin içerik ve format açısından incelenmesi yazıda takip edilebilecek
üslubun öğrenilmesi açısından yardımcı olacaktır. Tezlerin yazılmasında da bu yöntem kullanılabilir. Enstitü-
lerden alınacak tez yazım kılavuzlarına bağlı olarak kaleme alınacak tezlerin yazımında aynı enstitüde ve aynı
programda daha önce yazılan ve kabul edilen tezlere bakılması istenilen tez içeriği ve formatının anlaşılması
açısından yararlı olur.
Akademik yazı yazmada daha ileriye gidebilmek için akademik okumalarda farklı stratejilerden yararlanılabi-
lir. Not alarak okuma, okunanların özetlenmesi, okurken anlatılanların kritik edilmesi, metinleri farklı bölüm-
leri ve her bölümde anlatılanlar açısından analiz etme, metinleri bütünlük ve tutarlılık açısından değerlen-
dirme, yazarın vermek istediği mesajı arama, makalelerde giriş, yöntem, bulgular ve sonuç gibi bölümlerin
ne şekilde yazıldığını inceleme, yazı dili olarak ne gibi üsluplar kullanıldığına bakma gibi işlemler yazarlıkta
ileriye gitmek isteyenler için her türlü akademik yazılar üzerinde uygulanabilecek etkili yöntemlerden bazı-
larıdır.
Yazma alışkanlığının kazanılması ve düşünerek yazmak
Akademik yazı yazma herkesin kolaylıkla elde edebileceği bir beceri değildir. Hatta yazı yazmaya küçük yaş-
lardan itibaren ilgi duymayan ve yazma ile ilgili yeterli tecrübesi olmayanlar için akademik yazı yazma sıkıcı
ve yorucu da olabilmektedir. Ancak bu durumda bile olsa sistemli ve kararlı bir şekilde yazı yazmaya devam
edilirse pek çok beceride olduğu üzere akademik yazmada da önemli gelişme ve ilerlemeler yaşanabilmek-
te, hatta yazı yazma eğlenceli bir etkinlik haline dönüşebilmektedir.
Akademik yazı yazma akademisyenlerin meslek hayatlarında en fazla meşgul olacakları belki de en önemli
iştir. Bu açıdan akademik yazı yazmayı çile unsuru olmaktan çıkarmak ve akademisyenlerin kolaylıkla üs-
tesinden gelecekleri bir duruma getirmek gerekmektedir. Bu da yazma alışkanlığının kazanılması ile olur.
Yazma alışkanlığı da ancak sürekli yazma ile kazanılabilir. Bu açıdan yazı yazma ile ilgili tüm fırsatlar değerlen-
dirilmeli, arkadaşlar arasında gönderilen e-postalarda bile temel yazı kurallarına riayet edilmeli, bir sempoz-
yum veya toplantıda konuşmalar dinlenirken mutlaka not alınmalı, okunulan metinlerle yazarak diyaloğa
girilmeli ve metinlerin önemli noktaları özetlenmelidir.
Yükseköğretimde öğrencilerin ödev ve projelerle yazma konusunda teşvik edilmesi ileride yazı yazma alış-
kanlığına sahip olabilmeleri açısından çok önemlidir. Ancak İnternet üzerinden kopyala-kes-yapıştır yöntemi
ile hazırlanan ödevlerin öğrencilerin yazı becerileri üzerinde hiçbir etkisinin olmadığı unutulmamalıdır. Bu
açıdan, ödevlerde öğrencilerin farklı kaynaklarda bulduklarından ziyade, kaynaklardaki bilgiler hakkında ne
düşündüklerini yazmaları istenmeli, bu yolla kendi düşüncelerini kendi kelimeleri ile ifade etmeleri sağlan-
malıdır. Yükseköğretimde verilen ödev ve projelerin öğrenciler açısından en önemli hedeflerinden biri de
yazı yazma becerilerinin geliştirilmesi olmalıdır.
Akademik yazılara belli bir senaryoya göre çekilen filmler gibi bakılabilir. Filmlerde senaryoda anlatılan hikâ-
ye ve konu en doğru bir şekilde izleyicilere anlatılmaya çalışılır. Bunun için de sahnede kullanılan tüm detay-
lar senaryoda anlatılan bir durumu yansıtma ile ilişkilidir. Bu açıdan izlemiş olduğumuz film karelerinde gö-
rülen tüm küçük ve büyük detayların filmdeki konu ile bir bağlantısı vardır. Duvardaki küçük bir çatlak, kalın
çerçeveli eski bir ayna veya karakterin üzerindeki kırmızı renkli kravat senaryo gereği belli bir konuyu vermek
için düşünülerek özenle seçilmiş ve kare içine yerleştirilmiştir. En basit bir kuralla, neden orada bulunduğu
ile ilgili önemli bir gerekçesi bulunmayan hiçbir detay film karesinde yer almaz. Akademik metinlerde de
içerik açısından film karelerine benzer bir durum söz konusudur. Akademik yazılarda yer alan tüm metin,
tablo ve şekil gibi detayların hepsinin belli bir düşünce süzgecinden geçirildikten sonra neden bulundukları

122
yerde oldukları ile ilgili güçlü gerekçelerle belirlenmesi gerekmektedir. Olması veya olmaması arasında yazı
açısından önemli bir farklılık oluşturmayan, yazının amacının hedef kitleye ulaştırılması açısından bir vazifesi
bulunmayan detaylar akademik metinlerde yer almamalıdır. Akademik metinlerde bunun gerçekleştirilebil-
mesi için ise düşünerek yazmaya büyük önem verilmelidir.
Düşünerek yazma, akademik metinlerde neyin, nerede, neden, nasıl ve ne kadar verilmesi gerektiğinin
sorgulanarak belirlenmesini ifade etmektedir. Düşünerek yazma, yazılacakların, yazma ile birlikte verilecek
mesajların önceden belirlenmesi ve yazının belli bir plan çerçevesinde kaleme alınması anlamına gelmek-
tedir. Düşünerek yazma akla gelen her şeyin rastsal yazılması değil, yazılması gerekli olanların yazılmasıdır.
Akademik metinler için düşünerek yazmanın bu şekilde ele alınması fikir ve düşüncelerin sınırlandırılması
anlamına gelmemekte, çok farklı düşünme yöntemleri ile birlikte ortaya çıkan farklı bilgi ve fikirlerin yazının
amacına uygun olarak kullanılmasını ifade etmektedir. Akademisyenlerin bu çerçevede ifade edilen düşü-
nerek yazma alışkanlığını kazanmaya ihtiyaçları vardır. Bunun için ise düşünerek yazmalı, yazılanları tekrar
yazının amacına göre gözden geçirmeli, tekrar yazmalı ve bu yolla daha kaliteli akademik metinler meydana
getirilmelidir.
Genel paragraf ve imlâ kurallarını öğrenmek
Akademik metinlerin yazımında karşılaşılan hataların çoğu genel paragraf ve imlâ kuralları ile ilgilidir. Nokta
ve virgüllerin kullanılmasında, sayıların rakam veya harfle yazılmasında ve büyük harfle başlaması gereken
kelimelerin yazımında hatalar yapılabilmektedir. Bu hataların çoğu da temel yazım kurallarının öğrenilmesi
ile ortadan kalkabilir. Akademik yazı yazmaya yeni başlayan, özellikle de yüksek lisans ve doktora öğrencileri-
nin temel yazım ve dil bilgisi kurallarını öğrenmeleri gerekmektedir. Bunun için de Türk Dil Kurumu’nun web
sayfasından yararlanılabilir (http://www.tdk.gov.tr/). Bu sayfada genel dil bilgisi kurallarının yanında çok
kapsamlı bir genel Türkçe sözlük de yer almaktadır. Bu sözlük Türkçe kelimelerin doğru yazılışlarının öğrenil-
mesi açısından önemli ve kullanışı kolay bir kaynaktır. Örneğin; “laboratuar” şeklinde yanlış yazılabilecek bir
kelimenin bu sözlükte karşılığı yoktur. Ancak aynı sözlük vasıtasıyla sözcüğün doğru yazımının “laboratuvar”
şeklinde olduğu öğrenilebilir.
Tezlerde daha sık görüldüğü üzere akademik metinlerde ağırlıklı olarak yapılan yanlışlardan biri paragraf
yapıları ile ilgilidir. Ana fikrin verilmemesi, birden fazla ana fikrin yer alması, anlatım bozuklukları, ana fikrin
yeterli örneklerle desteklenmemesi, paragraflar arasında geçişlerde problemlerin olması ve tüm bunlara
bağlı olarak da anlaşılması kolay, akıcı bir üslupla yazılmış metinlerin oluşmaması paragraflarla ilgili metinler-
de görülen en önemli problemlerdir. Bu problemlerin ortadan kaldırılabilmesi ve daha doğru metinler yazı-
labilmesi için genel paragraf yapısının ve paragraf yazımı ile ilgili temel kuralların anlaşılması gerekmektedir.
Akademik metinler bölümlerden, bölümler paragraflardan meydana gelir. Her bir paragraf kendi içinde
mantıksal bir bağla önceki ve sonraki paragraflarla ilişkilidir. Her bir paragraf bir ana fikir etrafında yazılır. Bu
açıdan her bir paragrafın bir ana fikri vardır. Ana fikirler akademik metinlerde çoğunlukla ilk cümlede, bazen
de son cümlede yer alır. Ancak bazı durumlarda ana fikir doğrudan bir cümle ile değil, paragraf içinde anla-
tılanlar arasında anlam olarak da bulunabilir. Akademik yazı yazmaya ilk başlayanlar paragrafın ana fikrini ilk
cümle olarak yazıp sonra da bu ana fikri destekleyen diğer ayrıntı, açıklama, fikir, veri ve örnekleri yazarak
paragrafı sonlandırabilirler.
Paragrafların uzunluğu ana fikrin desteklenmek için ihtiyaç duyacağı diğer detaylara bağlı olarak değişebilir.
Ancak bu uzunluk 100-150 kelime veya 5-9 cümle arasında olabilir. Bir iki cümleden oluşan paragraflar oku-
yucuya yeterli bilgi vermeyebilir. Uzun paragraflarda ise gereksiz detaylar bulunabileceği gibi birden fazla
ana fikir de yer alabilir.
Paragraflar arasında her bir başlık içinde mantıksal bir sıralanış ve birbiri ile ilişki vardır. Aslında bu ilişki me-

123
tin içinde verilmek istenilen ana fikirler arasındaki ilişkidir. Bu açıdan bir başlık altında yazılmak istenilenler
ana fikirler olarak öncelikle sıralanmalı, sonradan bunların veriliş sıraları düzenlenmeli ve gerek duyulduğu
kadar detayla her bir ana fikir desteklenerek paragraflar oluşturulmalıdır. Paragraf ve paragraflar arasındaki
ilişkinin daha detaylı olarak anlaşılabilmesi için aşağıdaki örneğe bakılabilir.
Paragraf yapısı ile ilgili bir örnek:
Küresel iklim değişimi ile ilgili senaryolardan bahsedildiği bir metinde Şekil3’te görüldüğü üzere üç ana fikrin
bulunduğunu düşünelim. Bu üç ana fikir birbiri ile kurgusal ve mantıksal bir ilişki içerisinde bulunmaktadır.

Şekil3. Küresel iklim değişimi senaryoları ile ilgili metinde üç paragraf için oluşturulmuş üç ana fikir.

Şimdi bu üç ana fikir cümlesinin her birine destek cümleleri eklenecek ve paragraflar oluşturulacaktır. Bunun
için Şekil 4’e bakınız. Şekilde ana fikir ile destek cümlelerinin farklarına dikkat ediniz. Her paragraftaki destek
cümleleri ana fikri açıklayan, destekleyen veya örneklendiren detaylardır. Ana fikir ile ilişkisi olmayan destek
cümleleri metinlerde anlam bozukluğu meydana getirir.

124
Şekil4. Küresel iklim değişimi senaryoları ile ilgili metinde üç ana fikir ve destek cümleleri ile oluşturulmuş
üç paragraf.

Akademik yazılarda kullanılan teknikler


Akademik metinlerin en önemli özelliklerinden birinin farklı kaynaklarda metnin konusu ile ilgili daha önce
söylenen, keşfedilen fikir, düşünce ve yaklaşımlara yer vermesi olduğu bu bölümde daha önce ifade edil-
mişti. Bu özelliğinden dolayı akademik metinlerde ağırlıklı olarak farklı kaynaklardaki bilgi ve düşünceler
özetlenir, yeniden yazılır veya doğrudan alıntı yapılarak kullanılır. Akademik yazı yazma açısından son derece
önemli olan bu yöntemlerin ne olduğu ve metinlerde nasıl uygulanabilecekleri bu bölümde genel hatları ile
anlatılmıştır.
Özetlemek
Akademik metinler yazılırken en sıklıkta kullandığımız yöntemlerden biri farklı eserlerdeki bilgi ve fikirlerin
özetlenerek metne aktarılmasıdır. Özet, daha önce yazılan bir kitabın, kitapta bir bölümün, bir makalenin
veya bir paragrafın hatta bir toplantıda yapılan konuşmaların kısaca yeniden ifade edilmesi, yazılmasıdır.
Özet çıkarmada metinlerin ana fikir ve önemli detayları yeniden yazılır ve özet içine özeti yazanın fikir ve
düşünceleri karıştırılmaz. Özetlerin en önemli özellikleri kısa, öz ve objektif olmalarıdır.
Özetin uzunluğu özeti çıkarılacak metne ve özet için verilen kelime sayısına göre değişmektedir. Akademik

125
metinlerin en kısa ve öz özetlerini başlıkları oluşturur. Farklı devlet kurumları tarafından yazılan raporların
önemli noktaları ile farklı hedef kitlelere ulaştırılabilmeleri için genellikle birkaç sayfadan oluşan genişletil-
miş özet bölümleri yazılır. 7- 8 bin kelimelik makalelerde istenilen özet uzunluğu yaklaşık 100-150 kelimedir.
Bu kelime sayısı içine makalelerin amaç, yöntem, bulgu ve sonuç bölümlerinden en önemli detayları sığdı-
rılabilmektedir.
Akademik metinlerde genellikle farklı kaynaklardaki bilgi ve fikirler özetlenerek kullanılır. Okunan kaynak-
ların ve bu kaynaklardaki önemli detayların ne şekilde özetleneceğinin bilinmesi yazı aşamasında akade-
misyenlere önemli kolaylıklar sağlar. Okunan kitap ve makale gibi eserlerin veya konferansta dinlenilen bir
konuşmanın özetlenmesi akademisyenlere not alma ve özet yazma alışkanlığı kazandırır. Özet yazma alış-
kanlığının kazanılması öncelikle okunan veya dinlenilenlerin daha iyi anlaşılması açısından yardımcı olur. Bu
alışkanlık daha sonra akademik eserlerin kaleme alınmasına katkı sağlar.
Özet yazabilmek için öncelikle metin dikkatlice okunur. Metinde farklı bölüm ve paragraflarda kullanılan ana
fikirler tespit edilmeye çalışılır ve bu yolla metnin ne anlatmak istediği ve içerdiği önemli detaylar anlaşılma-
ya çalışılır. Daha sonra metinden anlaşılanlar metne bakmadan farklı kelimelerle yazılmaya başlanır. Özete,
okunan metnin ana teması, yani yazarın tezini ifade eden bir cümle ile başlanır. Daha sonra yazarın bu tezi ile
ilgili ifade ettiği farklı durum ve yaklaşımlar en önemli detayları ile birlikte yazılarak özet tamamlanır. Makale
veya kitap özetlerinin yazılmasında öncelikle metin baştan sonra bir kez okunur. Bu okuma esnasında ana
fikirler ve metinle ilgili önemli detaylar birer cümle ile bulundukları yerlerde farklı kelimelerle yeniden ifade
edilir. Daha sonra bu cümleler kullanılarak özet kaleme alınır.
Özet yazmak sadece kitap ve makalelerin özetlenmesi anlamına gelmemektedir. Okunan bir makale veya
kitaptaki önemli bazı fikir ve düşünceler de bir-iki cümle ile özetlenebilir. Bu yönde oluşturulan özetler aka-
demik metinlerde daha sıklıkla kullanılmaktadır. Ancak akademik metinlerde kullandığımız özetlerin kelime-
leri her ne kadar bize ait olsa da özetlenen bilgi ve fikirlerin aslen başkalarına ait olduğu unutulmamalıdır. Bu
açıdan farklı kaynaklardan özetleyerek yazılarımıza aktardığımız bilgi ve fikirlerin kaynaklarını mutlaka ilgili
yerlerde belirtmeliyiz.
Yeniden yazmak
Akademik yazı yazarken çoğu zaman farklı yazarların ifadelerinden yararlanırız. Ancak orijinal metindeki ifa-
deleri aynen yazıldıkları gibi değil, kendi kelimelerimizle yeniden yazarak metne aktarırız. Buna İngilizce’de
başka kelimelerle izah etme anlamına gelen “paraphrasing” denir. Özellikle makalelerde giriş ve tezlerde
literatür bölümlerinin yazımında büyük ölçüde bu yöntemden yararlanılır. Bu yöntem özet çıkarmaya benze-
mektedir. Özette de farklı metinlerdeki ifadelerin kendi kelimelerimizle yeniden yazılması vardır. Ancak özet
çıkarmada metnin ana fikir ve detayları özetlenir. Yeniden yazma yönteminde ise orijinal metin özetlenmez,
anlamı aynı kalacak şekilde farklı kelimelerle bütünüyle yeniden yazılır. Orijinal metin ile yeniden yazılan
metin hemen hemen aynı uzunluktadır. Yeniden yazma yöntemi bir yönü ile farklı eserlerdeki bilgi ve fikir-
lerin kendi üslubumuz ve dilimizle kendi yazımıza aktarılmasıdır. Bu yöntemin uygulanması sırasında özette
olduğu gibi objektif olunmalı, metnin orijinal anlamında değişiklik yapılmamalıdır.
Yeniden yazma yönteminde kendi metnimize aktarmak istediğimiz ifadelerin doğru olarak anlaşılması çok
önemlidir. Bunun için metni cümle cümle okur ve kendi kelimelerimizle anlamı aynı kalacak şekilde yeniden
yazarız. Yeniden yazma işleminde cümlelerin filleri edilgen veya etken şeklinde, kelimeleri ise eş anlamlı yeni
kelimelerle değiştirilir. Sonuçta kendi metnimize aktarmak istediğimiz tüm metin bu şekilde yeniden yazıl-
mış olur. Daha sonra metin baştan sona okunur ve varsa yazım hataları düzeltilir. Yeniden yazma yöntemin-
de her ne kadar aktarma işlemini kendi kelimelerimizle yapmış olsak bile aktarılan metnin sahibi biz değiliz.
Bu açıdan her nerede bu yöntem kullanılırsa kullanılsın orijinal metin mutlaka kaynak olarak gösterilmelidir.

126
Aşağıdaki örnekte bir cümlenin orijinal metindeki hali ve bunun iki farklı cümle olarak yeniden yazılması gös-
terilmiştir. Orijinal hali literatür taraması sonucunda farklı bir kaynakta bulduğumuz ve yazımızda kullanılma-
sının faydalı olduğunu düşündüğümüz cümleyi göstermektedir. Yeniden yazılmış halleri ise (Paraphrase 1 ve
2) bu orijinal metnin kendi kelimelerimizle değiştirilerek yazımıza aktarılışını iki farklı örnekle sunmaktadır.

Orijinal metin
İklim değişmelerine bağlı olarak 20. yy. boyunca küresel deniz seviyesinde
ortalama olarak 0.1-0.2 metre bir yükselme meydana gelmiştir (IPCC, 2001).

(Paraphrase 1): 20. yüzyılda küresel deniz seviyesi iklim değişimleri


sonucunda yaklaşık olarak 10-20 cm yükselmiştir (IPCC, 2001).

(Paraphrase 2): İklimde meydana gelen değişimler yeryüzünde deniz


seviyesinin 20. yüzyıl içerisinde 10-20 cm yükselmesine neden olmuştur (IPCC, 2001).

Alıntı Yapmak
Akademik metinlerde özetleme ve paraphrasing (yeniden yazma) kadar olmasa da yaygın olarak kullanılan
yazı yöntemlerinden biri de alıntı yapmaktır. Alıntı yapmak, farklı kişilere ait olan sözlü veya yazılı ifadelerin
kendi yazımızda kullanılmasıdır. Alıntı yapmaya kendi yazımızı farklı yazarların önemli sözleri ile destekle-
mek, farklı yazarların daha açık ve net olarak kullanmış oldukları tanım ve ifadeleri yazımıza aktarmak ve
yazımızın inanırlılığını ve güvenirliliğini artırmak için başvururuz.
Alıntı yapmak gerektiği yerde ve gereği gibi kullanıldığında yazıda anlatılan mesajın daha etkin olarak su-
nulmasına yardımcı olmaktadır. Ancak metinde nerelerde alıntı yapmaya ihtiyaç duyulduğunun ve alıntının
ne şekilde yapılması gerektiğinin bilinmesi gerekmektedir. Akademik metinlerde alıntı yapılırken iki farklı
yöntem kullanılır. Bunlar; doğrudan alıntı ve dolaylı alıntı yöntemleridir. Doğrudan alıntı yönteminde, alıntı
yapılacak olan metin hiç değiştirilmeden alınır ve metinde tırnak işareti (“…”) arasında verilir. Dolaylı alıntı
yönteminde ise alıntı anlam olarak aynen alınır ancak kelimelerde değişiklikler yapılarak verilebilir. Bu du-
rumda alıntı tırnak işareti içerisinde verilmez. Her iki yöntemde de alıntının yapıldığı kişi veya kurum (yazar-
lar) ya cümle içinde verilir veya cümle sonunda kaynakçada belirtilir. Alıntı sahiplerinin cümle içinde verildiği
metinlerde alıntı yapılan eserin yayınlanma yılı isimlerden sonra parantez içerisinde yazılır. Cümle sonunda
ise noktadan önce parantez içinde alıntının yapıldığı sayfa numarası belirtilir. Bu tip cümle sonlarında ayrıca
kaynağın baştan yazılmasına gerek yoktur. Alıntıda cümle içinde isimler yazılmazsa yazarın soyadı, eserin ya-
yınlanma yılı ve alıntının yapıldığı sayfa numarası cümle sonunda noktadan önce parantez içerisinde verilir.
Doğrudan veya dolaylı alıntıların gösterilme biçimleri kullanılan formata göre değişebilir. Aşağıdaki örnekler
sosyal bilimlerde yaygın olarak kullanılan APA (American Psychological Association) formatına uygun olarak
verilmiştir.

127
Doğrudan alıntı
• Tümertekin 1990 yılında yayınlanan çalışmasında “bugün artık alan, mekân ve coğrafya kelimeleri eşanlamlı-
dır” dedi (s. 35).
• Tümertekin’e (1990) göre “bugün artık alan, mekân ve coğrafya kelimeleri eşanlamlıdır” (s. 35).
• Türmertekin (1990) “bugün artık alan, mekân ve coğrafya kelimeleri eşanlamlıdır” (s.35) diyerek coğrafyanın
mekânla olan ilişkisine vurgu yapmıştır.
• “Bugün artık alan, mekân ve coğrafya kelimeleri eşanlamlıdır” (Tümertekin, 1990, s. 35).

Dolaylı alıntı
• Tümertekin 1990 yılında yayınlanan çalışmasında alan, mekân ve coğrafya kelimelerinin eşanlamlı olduğunu
söyledi (s. 35).
• Günümüzde alan, mekân ve coğrafya kelimeleri eşanlamlı olarak kullanılmaktadır (Tümertekin, 1990, s. 35).

Doğrudan alıntılarda bazı durumlarda cümlenin ortasından bir kelime veya kelime grubunun silinip geri ka-
lan bölümlerin kullanılması istenilebilir. Bu durumda cümlenin ilgili bölümlerinin silinmiş olduğunu belirt-
mek için bu alanlarda üç nokta (…) işareti kullanılır. Ancak cümlenin başından ve sonundan kesilen bölümler
için üç nokta kullanılmasına gerek yoktur. Doğrudan alıntı yapılan cümle içine bir kelimeye açıklık getirmek
gibi farklı sebeplerle yeni kelime eklemek gerekebilir. Bu durumda cümleye ilave edilen yeni kelime, ilgili
yere köşeli parantez “[...]” içinde yazılır. Dolaylı alıntılarda cümlenin ifade ediliş biçimlerinde değişiklikler
yapılabildiği için cümle içinde üç nokta kullanma veya köşeli parantez içinde yeni kelimeler ilave edilmesi gibi
farklı uygulamaların kullanılmasına gerek yoktur.

Doğrudan alıntılarda eksiltme


• Erinç (1984) ortam ve çevre sözcükleri ile ilgili şunları söylemiştir: “İster … ortam, ister … çevre sözcü-
ğünü kullanalım, her ikisi de alansal sınırları bakımından elâstikî olan genel terimlerdir” (s.3).

Doğrudan alıntılarda kelime ekleme


• Doğanay’a (1993) göre “Coğrafyanın bilimler sistematiğinde bağımsız bir ilim sayılması için, sadece
bu ilkenin [dağılım] uygulanması yeterli bir nedendir” (s. 18).

Bazı durumlarda doğrudan alıntı yapılacak metin bir cümleden fazla olabilir. Alıntı yapılan metin yaklaşık
olarak 40 kelimeden fazla ise bu metin ayrı bir paragraf içinde yazılır ve paragraf sayfanın sol kenarından
biraz içeriden başlatılır. Alıntı yapılan paragrafın ortasından bir cümle çıkarılacaksa, çıkan cümlenin yerine
dört nokta işareti konulur. Alıntı yapılan metnin en son cümlesinin sonunda yazarın soyadı, yayınlanma yılı
ve sayfa numarası parantez içinde verilir.
Doğrudan alıntı, alanında önemli derecede uzmanlığa sahip olan kişi veya kuruluşlar tarafından yapılan
önemli tanımların, anlatılan problem durumlarının veya açıklamaların kendi yazımıza aktarılması için yapılır.
Bu nedenle doğrudan alıntı yapılırken genellikle iki özelliğe bakılır. Bunlardan biri doğrudan alıntı yapılan
kaynağın alanında gerekli uzmanlığa ve otoriteye sahip olması, diğeri ise alıntı yapılan ifadenin yazı açısından
alınmaya değer bir öneme sahip olmasıdır. Bu iki özelliğe sahip olmayan ifadelerin doğrudan alıntı yapılma-
sına gerek yoktur.
Önemli bir gerekçesi yoksa uzun metinlerin paragraf paragraf doğrudan alıntı yapılarak metinlere aktarılma-
sı akademik metinler için hoş karşılanmayan bir durumdur. Bu açıdan akademik yazılarda uzun metinlerin
doğrudan alıntılanmasından kaçınılmalı, gerçekten yazı açısından önemli ise kısa cümleler şeklinde doğru-

128
dan alıntıya yer verilmeli, ancak ağırlıklı olarak farklı kaynaklardaki bilgi ve fikirlerin metne aktarılmasında
yeniden yazma ve özetleme yöntemlerinden yararlanılmalıdır. Ancak, alıntı yapılırken dikkat edilmesi gerekli
bir husus da alıntıların metni yönlendirmesine izin verilmemesidir. Metinler, yazarın ortaya koymuş olduğu
ana fikirler etrafında farklı kaynaklardan elde edilen bilgi ve düşüncelerle destekli bir şekilde tartışılarak
yazılmalıdır.

Akademik yazıya nasıl başlanmalı?


“Bir işe başlamak, bitirmenin yarısıdır” şeklinde bir atasözü vardır. Bu atasözü akademik metinlerin yazımı
için de geçerlidir. Ancak her işte olduğu gibi akademik yazılara başlama da kolay olmamaktadır. Bunun için
yazıya ne zaman, nereden ve nasıl başlanılacağının bilinmesi gerekmektedir.
Yazı yazmada kullanılabilecek ve adım adım takip edilebilecek bir sistemden bahsetmek güçtür. Daha önceki
bölümlerde farklı şekillerde izah edildiği üzere akademik yazıda kullanılan strateji ve tazlar yazardan yazara
değişiklik göstermektedir. Ancak makale, kitap veya tez gibi akademik metinlerin yazımı için takip edilebi-
lecek, farklı disiplinlere göre önemli ölçüde değişmeyen bazı temel aşamalardan bahsedilebilir. Akademik
metinlerin yazımında takip edilebilecek temel aşamalar, Fowler ve Aaron’dan (2010) yararlanılarak Şekil5’te
sunulmuştur. Şekilden de görüldüğü üzere akademik metinler benzer aktivitelerin ve aşamaların bir döngü
içinde tekrarlandığı bir süreç içerisinde yazılır. Bu süreç aynı anda araştırmayı, okumayı, düşünmeyi ve yaz-
mayı gerektirir. Aşağıda bu aşamalar ayrı başlıklar altında genel hatları ile anlatılmıştır.

Şekil5. Akademik yazıda aşamalar (Fowler ve Aaron’dan (2010) esinlenerek oluşturulmuştur.)

129
Yazım koşullarının belirlenmesi
Yazım koşullarının belirlenmesi yazıyı etkileyen, şekillendiren ve yazının oluşmasını sağlayan tüm koşulların
tespit edilmesi ve yazıya başlamadan önce yapılması gereken hazırlıkların tamamlanmasını ifade etmekte-
dir. Yazının türü, konusu, amacı, hedef kitlesi, önemli tarihleri ve format özellikleri gibi hususlar bu aşamada
belirlenir. Bu aşama biraz da kitabın daha önceki bölümlerinde anlatılan araştırmanın planlanması ve litera-
tür taraması gibi bölümleri de kapsamaktadır.
Yazıya başlamadan önce yazının türünün belirlenmesi gerekmektedir. Yazı türü makale, kitap, tez veya rapor
olabilir. Yazı türü; yazının uzunluğu, genel başlıkları, sunuş tarzı gibi çok farklı içerik ve format özellikleri üze-
rinde etkili olabilir. Bu açıdan yazı türünün belirlenmesi ve bu yazı türüne göre içerik ve format olarak takip
edilmesi gerekli olan kurallar varsa bunların öğrenilmesi faydalı olacaktır.
Akademik metinler, akademik araştırmalara dayalı olarak kaleme alındıklarından dolayı araştırmanın ko-
nusu aynı zamanda yazının konusunu oluşturur. Yazının konusu, yazılanın ne ile ilgili olduğu, yazarın konu
hakkında ne bildiği ve ne yazmak istediği gibi hususlarla ilgilidir. Akademik metinlerin yazılabilmesi için ilgili
konudaki araştırma ve incelemelerin gereği gibi yapılmış ve sonuçlandırılmış olması gerekmektedir. Özellikle
metinlerde içerikle ilgili olarak yapılan pek çok hatanın aslında araştırmadaki yanlış kurgu, bakış açıları ve
yöntemlerden kaynaklandığı unutulmamalıdır.
Yazıya başlamadan önce yazının amacı ve hedef kitlesinin de net olarak belirlenmesi gerekmektedir. Yazının
amacı neden kaleme alındığı ile ilgili iken hedef kitlesi ise yazının kimlerin okuması için oluşturulduğudur.
Bu ikisi arasında önemli bir ilişki vardır. Yazının amacı, araştırmanın bilimsel amacından daha ziyade yazının
kaleme alınmasındaki gerekçedir. Yazı ile neyin başarılmak istendiği, hedef kitle, yani okuyucular üzerinde
hangi etkilerin bırakılmak istendiği net olarak belirlenmeli, metin yazılırken de bu amacın en iyi şekilde ger-
çekleştirilebilmesine çalışılmalıdır. Yazının hedef kitlesinin belirlenmesi yazının içeriği ve üslubu açısından
da önemlidir. Hedef kitlenin konu hakkındaki bilgisi, düşünceleri ve yazıyı okuduktan sonra hedef kitlede
oluşturulmak istenilen davranış değişikliklerinin de bilinmesi yazının içerik ve kullanılan dil açısından şekil-
lenmesine yardımcı olacaktır.
Yazı yazarken dikkate alınması gerekli olan bir diğer koşul da yazının tamamlanması için ne kadar bir zamanın
olduğudur. Yazıya ayrılacak zamanın araştırmanın bütünü içinde mutlaka ele alınması gerekmektedir. Bu
durum özellikle tez ve proje gibi bitmesi için belli bir son tarihi olan akademik metinlerin yazımında önem
kazanmaktadır. Makale gibi metinlerin yazılmasında çoğu zaman bir zaman sınırlaması bulunmamaktadır.
Yazılar ne zaman tamamlanırsa o zaman dergilere gönderilir. Ancak herhangi bir zaman sınırlaması olmasa
bile akademik metinlerin yazımı için bir zaman çizelgesinin oluşturulması ve metne son şeklinin verilmesi
için bir tarih belirlenmesi çalışmaların daha seri ve düzenli olarak yazıya aktarılabilmesi açısından önem ka-
zanmaktadır.
Yazıya başlamadan önce belirlenmesinde önemli faydaların olduğu diğer bir husus da yazının türüne göre
hangi format özelliklerinin kullanılacağıdır. Akademik metinlerde format genellikle yazının karakteri, karak-
ter büyüklüğü, sayfa kenarı boşlukları, paragraf boşlukları, başlık ve alt başlıkların yazımı, kaynakların metin
içinde ve sonunda gösterilmesi, metin içinde olması gerekli olan bölüm ve başlıkların belirlenmesi, özet ve
ana metnin uzunlukları gibi özellikleri içermektedir. Format özelliklerinin bilinmesi yazıların istenilen forma-
ta göre hazırlanmalarını sağlayacak, dolayısıyla sonradan metin üzerinde formata uydurmak için yapılmak
zorunda bırakılan bazı değişikliklerin de önüne geçilecektir.

130
Yazı planının oluşturulması
Akademik yazı yazmaya ilk başlayanların genellikle tecrübe ettiği üzere ilk defa bir metin yazmaya başladığı-
mızda çoğu zaman yazıya ne zaman, nereden ve nasıl başlayacağımızı bilemeyiz. Bu nedenle yazı yazma ço-
ğumuz açısından sıkıntılı bir süreç halini alır. Ancak diğer pek çok işte olduğu gibi akademik yazı yazmaya bir
planla başlanırsa yazı yazmanın düşünüldüğü gibi sıkıntı veren bir süreç olmadığı anlaşılacaktır. Bu nedenle
akademik metinlerin yazımına yukarıda anlatılan yazım koşulları dikkate alınarak oluşturulmuş bir yazı planı
ile başlanması en doğru yoldur.
Yazı planı, kısaca neyin nerede yazılacağının belirlenmesidir. Bunun için öncelikle yazım koşulları, özellikle de
yazı türü ve içerikle ilgili beklenilen format dikkate alınarak yazılacak metnin bir içindekiler listesi oluşturulur
(Şekil 6). Bu içindekiler listesi yazının başlığı, bölümleri, ana ve alt başlıklarını içerir. Ana ve alt başlıklar şek-
linde içindekiler listesi oluşturulduktan sonra ikinci aşamada her bir başlık altında verilmek istenilen bilgi ve
mesajlar ayrı ayrı ana fikirler olarak sıralanır. Her bir ana fikir altında ayrıca bu fikri destekleyecek diğer bilgi-
ler, örnekler ve veriler hakkında da kısaca notlar yazılır. Her bir ana fikir ve bu fikirle ilgili verilen diğer detaylar
yazım aşamasında ayrı bir paragraf olarak birleştirilecektir. Başlıklar, alt başlıklar ve bunların altında yazılan
ana fikirlerle ilgili sıralama yapılırken aynı zamanda düşüncelerin akışı, paragraflar ve bölümler arasındaki
ilişki, geçişler ve bağlantılara da dikkat edilmelidir.

Şekil6. Akademik metinlerde yazı planının oluşturulmasında takip edilebilecek aşamalar

Yazı planının oluşturulmasında üçüncü aşamada daha önce literatür taraması ile elde edilen bilgi, veri ve
örnekler, ilgili oldukları ana fikirlerin altına yerleştirilir. Bunun için daha önce oluşturulan literatür doküma-
nından yararlanılır. Çalışmanın ana başlık ve fikirlerine göre hazırlanan literatür dokümanının nasıl oluşturul-
duğu literatür taraması bölümünde detayları ile sunulmuştur. Literatür dokümanındaki bilgiler, gerek farklı
kaynaklardan doğrudan alınanlar gerekse alıntılarla ilgili yazarın yazmış olduğu yorumlar bir bütün olarak
yazı planına aktarılır. Ancak bu aktarım sırasında bilgilerin hangi kaynaklardan alındıkları da unutulmamalı,
bilgiler kaynakları ile birlikte yazı planına aktarılmalıdır.
Literatürün yazı planına aktarılması sonrasında dördüncü aşamada yazı planındaki başlıklar, bunların altında
verilen ana fikirler ve destek cümleleri, literatürden her bir ana fikir hakkında elde edilenler bir bütün olarak
değerlendirilir ve kontrol edilir. Bu kontrol edişte başlıklar, ana fikirler, detaylar ve literatürün yeterliliği ve
sunuluş yerinin doğruluğu dikkate alınır. Ana fikirlerin ve detayların verilişinde gerek duyulursa yer değiş-
tirmeler, ilaveler ve silmeler yapılır. Dolayısıyla yazıma başlamadan önce yazı planına son hali verilir. İyi bir
yazı planı yazara yazı için gerek duyacağı tüm detayları sunmalıdır. Bu nedenle yazı planı sadece metinde

131
yer alacak olan konu başlıklarını değil, her bir başlığın altında anlatılmak istenilen ana fikirleri, bu fikirleri
desteklemek için çoğunlukla literatür taraması ile elde edilen bilgi, örnek ve verileri, dolayısıyla ana fikirlerle
ilgili daha önce kimin ne söylediğini kaynakları ile birlikte yazara sunmalıdır. Bu yönde bir plan hazırlandıktan
sonra metnin yazılmasına başlanılabilir.
Taslak metnin yazılması
Yazı planı hazırlandıktan sonra yazı aşamasına başlanabilir. Yazı aşamasına her bir başlık altında sunulan ana
fikirlerle başlanır. Ana fikirler yazar tarafından kaleme alındıkları ve ilgili başlık altında anlatılmak istenilen
temel konuları içerdiklerinden dolayı bir kaynağa ihtiyaç duymazlar. Ana fikirden sonra bu fikrin olgunlaştırıl-
ması için yazarın kendinden vermek istediği diğer detaylar, aynı fikirle ilgili olan ve literatür taraması sırasın-
da farklı kaynaklardan elde edilen bilgi, veri, düşünce ve örnekler aynı paragraf içinde anlamlı ve mantıksal
bir sıralama ile verilir. Her bir ana fikir kendini destekleyen diğer cümlelerle birlikte metinde ayrı bir paragraf
oluşturacak şekilde yazılır.
Taslak metin oluşturulurken farklı kaynaklardan doğrudan yazı planına aktarılmış bulunan bilgilerin aynı ya-
zılış şekilleri ile kullanılmamalarına dikkat edilmelidir. Literatür, bu bölümde daha önce anlatılan özetleme,
yeniden yazma ve dolaylı alıntı yapma yöntemleri kullanılarak yazarın kendi kelimeleri ile metne aktarılmalı,
ana fikir ile uyumlu olacak şekilde paragrafta sunulmalıdır. Literatürün verilmesinde gerek duyulduğunda
doğrudan alıntı yöntemi de kullanılabilir. Farklı kaynaklardan yararlanılarak metne aktarılan literatür için
mutlaka kullanıldıkları yerde kaynak gösterilmelidir.
Taslak metin, her bir başlık altında yer alan ana fikirlerin ilgili destek cümleleri ile birlikte paragraf paragraf
yazılmaları ile birlikte tamamlanır. Ancak, oluşturulan taslak metinde bölümler ve başlıklar arasında olduğu
gibi her bir başlık altındaki paragraflar arasında da bir anlatım bütünlüğü olmalıdır. Başlıklar altında verile-
cek ana fikirlerin, dolayısıyla ana fikirlerle ilgili olan paragrafların sıralanmasında kullanılan farklı yöntemler
bulunmaktadır. Konuların sunumunda ağırlıklı olarak tüme varım ve tümden gelim gibi yöntemler kullanılır.
Ancak genel başlıklar altında verilecek ana fikirlerde önem sırasına göre önceliklerin belirlenmesi daha doğ-
ru olacaktır. Bu yöntemde başlık altında anlatılmak istenen ana fikirlerden, doğrudan konu ile alakalı olan
ve en önemli olanları önde, daha az önemli olanlar ise sonra gelecek şekilde paragraf düzeni sağlanmalıdır.
Taslak metin hazırlanırken yazının amacı ve hedef kitlesi devamlı hatırda tutulmalıdır. Bunun için de sık sık
yazının başlığına bakılmalı ve metin yazılırken hangi detayların yazı için gerekli olup olmadığı sorgulanarak
yazıya devam edilmelidir. Yazının tüm bölümleri, başlıklar, başlıklar altında verilen ana fikirler ve diğer detay-
lar yazının amacına hizmet edecek şekilde, birbirleri ile anlamlı ve mantıksal bir ilişki içerisinde sunulmalıdır.
Bu husus yazıların bütünlüğü ve tutarlığı açısından önemlidir. Eğer bir akademik metnin tüm bölümleri ve
bölümler içerisinde sunulan bilgiler yazının amacı ile ilgiliyse ve bu amacı destekleyecek şekilde sunulmuşsa
bu metnin bütünlüğe sahip olduğu anlaşılmaktadır. Eğer bir metin içinde okuyucular bölümler arasındaki
ilişkileri kolayca anlayabiliyorlarsa o zaman da metnin tutarlı olduğu söylenebilir.
Taslak metin hazırlanırken yazı planında belirlenen başlıklar, alt başlıklar ve ana fikirlerde değişikler olması
çok doğaldır. Bu durum, yazarken yeni fikirlerin akla gelmesi, plan üzerinde yapılan yanlışlar ve eksiklikle-
rin farkına varılması gibi nedenlerle ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla taslak oluşturulurken yazı planına sadık
kalma gibi bir sınırlamaya gidilmemelidir. Taslak metnin oluşturulması sürecini düşünme, okuma, yazma ve
yeniden literatür taraması yapma gibi faaliyetlerle birlikte ele almak yerinde olur.
Taslak metin adı üzerinde metnin son hali değil, taslağıdır. Bu açıdan taslak metin yazılırken daha çok içeriğe
dikkat edilmeli ve kullanılan cümlelerin daha iyi ifade edilebilmesi için fazla zaman harcanmamalıdır. Taslak
metin oluşturulurken fikirlere ve anlatılmak istenilenlere öncelik verilmeli, akla gelen hemen her şey ilgili
yerde yazılmalıdır. Bu yöntem kısa sürede daha fazla bölümün yazılmasına imkân vermekte, dolayısıyla yazı

132
yazma sürecini büyük bir sıkıntı kaynağı olmaktan çıkarmaktadır. Ancak taslak metni anlatım ve dil bilgisi
kurallarına dikkat ederek daha dikkatli bir şekilde kaleme alan yazarlar da bulunmaktadır.
Taslak metnin yazılmasına ne zaman ve nereden başlanmalı sorusu özellikle tez aşamasında bulunan yüksek
lisans ve doktora öğrencileri için önemlidir. Yazı planı oluşturulduktan sonra yazının başlaması için tezdeki
tüm araştırmaların sonlandırılması beklenmemelidir. Yazıya, en kolay olarak kaleme alınabilecek ve yazım
için gerekli bilgilerin hazır olduğu bölümlerle başlamak en akıllıca olanıdır. Bu nedenle tez aşamasında bulu-
nan öğrenciler yazım için araştırmalarının sonlandırılmasını beklememeli, tezlerinin giriş, problem durumu,
amaç, yöntem ve literatür bölümlerinin yazımına bir an önce başlamalıdırlar. Diğer bölümler de tamamlanır
tamamlanmaz yazılmalıdır. Bu durumda tez yazılırken araştırma ile birlikte yazım aşamasının birlikte başla-
ması en doğru bir yöntemdir.
Taslak metin hazırlanırken metnin gerekli tablo ve şekillerle destekli olarak sunulmasına dikkat edilmelidir.
Metin içinde kullanılan fotoğrafların yazarın kendisine ait olması en arzu edilen durumdur. Ancak bunun
mümkün olmadığı durumlarda fotoğraf farklı bir kaynaktan alınacaksa bunun için mutlaka ilgili kaynağın
metinde belirlenmesi ile birlikte fotoğrafın sahibinden yazılı bir izin alınmalıdır. Bu durum telif hakları ile
ilgili olarak yazarın ileride bir problemle karşılaşmaması açısından önemlidir. Tablo ve şekiller yazıyı destek-
leyecek şekilde sunulmalı, yazar tarafından hazırlanmalı, farklı kaynaklardan alınıyorsa kaynakları ile birlikte
kullanılmakla birlikte farklı bir üslupla yeniden çizilmelidir.
Taslak metin yazının giriş, gelişme ve sonuç bölümleri ile oluşturulduktan sonra kaynakça ve özet bölümleri-
nin yazılması ile tamamlanmış olur. Akademik metinlerin yazılması tecrübe ettikçe zamanla geliştirilebilecek
becerilerle ilgilidir. Aşağıda akademik metinlerin yazımında yararlı olacağını düşündüğümüz bazı hususlar
maddeler halinde verilmiştir.
Akademik metinlerin yazımı için bazı tavsiyeler
• Yazı işi karışık ve sıkıcı olarak görülmemelidir. Bu durum yazarların kendilerini olumsuz yönde motive
etmelerine ve yazı işlemini sıkıcı hale getirmelerine sebep olmaktadır.
• Yazı yazmaya ne şekilde başlanacağı ile ilgili sorun yaşandığında, konu bir arkadaşa veya öğrenciye anla-
tılıyormuş gibi düşünülerek metinlerin yazımına başlanılabilir.
• Yazıya en iyi anlatılabileceği düşünülen bölümlerden başlanabilir.
• Yazı yazmak çok ciddi zihinsel faaliyet gerektirir. Yazarın kendi fikirlerini farklı düşüncelerle harmanlayıp
yeni bir üslupla sunabilmesi için uygun ortamda çalışıyor olması gerekmektedir. Bu açıdan yazı için en az
birkaç saat rahatsız edilmeyecek, fiziksel olarak uygun ortamların seçilmesi faydalı olacaktır.
• Yazı yazma tecrübe ile daha da gelişir. Bu nedenle başlangıçta güzel yazı yazılamadığı için moral bozuk-
luğuna girilmemeli, yazı yazmada ısrarcı olunmalı ve sistemli olarak yazarak bu önemli beceri geliştiril-
melidir.
• Yazı yazmak bazıları için zevkli olabilir. Ancak bazıları için ise sıkıcı ve yorucudur. Sıkıcı ve yorucu işlere
başlamak her zaman işin en zor kısmını oluşturur. Bunun bilincinde olarak uygun zaman ve ortamın
sağlanarak yazıya başlanması gerekir. Yazıya başlandığında zamanın nasıl aktığının farkına varmadan,
ortamdan ve ortamda yaşananlardan soyutlanarak yazı ile içli dışlı olunuyorsa o zaman gerçek anlamda
yazı yazılıyor demektir. Eğer dikkat edilirse bu boyuta girildiğinde yazı yazmanın sıkıntı veren bir durum
olmadığı da anlaşılmaktadır. Bu açıdan zamanı verimli kullanmak ve daha doğru yazabilmek için bu bo-
yutta çalışma durumları oluşturulmalıdır.
• Yazı yazarken yazı yazma deneyimine sahip akademisyenlerin tecrübelerinden de yararlanılabilir. Yazı-

133
lan metinler alanında uzman kişilere gönderilip bunların kontrol edilmesi sağlanabilir.
• Yazı yazarken hata yapmaktan korkulmamalıdır. Ancak hataların düzeltilmemesi ve aynı hataların farklı
metinlerde tekrar edilmesi hoş bir durum değildir. Bu açıdan her yazılan yeni metnin bir önceki me-
tinlere göre daha doğru ve düzgün yazılmasına dikkat edilmelidir. Yazarların geçmişte yazmış oldukları
metinleri dil ve üslup açısından beğenmemeleri yazma konusunda ilerleme kaydettiklerinin göstergesi
olarak değerlendirilebilir.
• Yazı yazarken her zaman aynı motivasyon ve isteğe sahip olunmayabilir. Bazen belli bölümlerin yazıl-
masından sonra yazıya devam etmek istemeyebiliriz. Bu anlarda durmalı, farklı işler yaparak dinlenmeli
ve yazı konusunda yeniden motive olmaya çalışmalıyız. Bazen bir gün gibi bir aranın verilmesi farklı
fikirlerin olgunlaşması ve yazıya yeniden odaklanabilmek için faydalı olabilmektedir. Ancak yazıya ara
verildiği durumlarda daha sonra yazıya ne zaman başlanacağı ve hangi konu ve fikirlerin yazılacağının
not edilmesi, sistemli çalışmanın bir gereği olmanın yanında daha sonra yazmaya başlandığında kalınan
yerden sorunsuz olarak devam edilebilmesi için faydalı olacaktır.
• Yazı yazarken devamlı olarak tüm yazıdan oluşan büyük resmi düşünüp daha yazılacak çok şey var şek-
linde olumsuz düşüncelere girmeye gerek yoktur. Bu gibi düşünceler çoğu zaman yazarın yazı konu-
sundaki cesaretini kırar, yazıyı da olumsuz etkiler. Bunun yerine yazı işlemini parçalara ayırmak ve her
bir parça için farklı tarihler belirlemek daha faydalı olacaktır. Bu sayede yazı yazma işi büyük bir iş gibi
görülmeyecek, aynı işlemin daha kolay ve sıkıntısız olarak tamamlanması sağlanacaktır.
• Yazı yazılırken önceden yazılanların beğenilmemesi, silinmesi ve yeniden yazılması çok doğaldır. Bu ne-
denle bu gibi durumlarda moral bozukluğuna düşülmemeli, ısrarcı olarak yazmaya devam edilmelidir.
• Fiziki ortam özellikleri ve kişinin psikolojik durumuna bağlı olarak günlük kaleme alınan metin uzunluğu
çok değişebilmektedir. Bir gün boyunca çalışıp da ancak bir sayfa metin yazan akademisyenler olduğu
gibi sayfalarca metni bir güne sığdırabilenler de olabilmektedir. Bunlar farklı metinlerin yazılmasında he-
men tüm akademisyenlerin başına gelebilmektedir. Hızlı ve doğru yazabilmek güzel bir beceri olmakla
birlikte bir günde bir iki sayfa bile yazı yazabilmeyi başarısızlık olarak görmemek gerekmektedir. Önemli
olan az da olsa devamlı olarak yazı yazmayı gündemde tutmak ve yazmaya devam etmektir.
Yazının kontrol edilmesi ve son şeklinin verilmesi
Taslak metin tüm bölümleri, başlıkları, özet ve kaynakça listesi ile birlikte yazarın kendi kelimeleri ile kaleme
alındıktan sonra yazının kontrol edilmesi aşamasına geçilebilir. Yazının kontrol edilmesi aşamasında metin
baştan sona gerek içerik, gerekse dil bilgisi ve format özellikleri açısından kontrol edilir, gerekli düzeltmeler
yapılır ve yazıya ilgili yere gönderilmek üzere son şekli verilir.
Taslak metnin tamamlanmasının ardından bazı yazarlar kontrole başlamadan önce birkaç gün beklerler. Bu
süre, yazarken meydana gelebilecek olan zihinsel yorgunluğun giderilmesi ve metnin daha dikkatli ve objek-
tif olarak kontrol edilebilmesi ve düzeltilebilmesi için faydalı olabilmektedir. Metnin kontrol edilmesinde tas-
lak metin ilk olarak başlıktan başlamak suretiyle kritik yapılarak yavaş yavaş okunur. Bu okunuşta öncelikle
metin içerik açısından değerlendirilir. Metinde sunulan bilgilerin yeterlilikleri, paragraflardaki ana fikirler ve
bu fikirlerin yeterli cümlelerle desteklenip desteklenmemesi, paragraflar arasındaki geçişler, sunulan bilgi-
lerin veriliş yerleri, tekrara girilip girilmediği, mesajın doğru ve yeterli olarak verilip verilmediği gibi hususlar
dikkatlice kontrol edilir ve gerekli düzeltmeler yapılır. Bu kontrollerde metinde kullanılan şekil ve tabloların
yeterlilikleri, kullanılma yerleri ve metin içinde atıf yapılma durumları da kontrol edilir. İçerik açısından yapı-
lan kontrolde metinde sunulan tüm detayların çalışmanın amacıyla uygunluğu da değerlendirilir.
İçerik açısından gerekli kontrol ve düzeltmelerin yapılmasının ardından taslak metin anlatım ve dil bilgisi
açısından gerekli düzeltmelerin yapılması için yeniden okunur. Bu okumada içeriğe dikkat edilmez. Metin

134
baştan sona yavaş yavaş okunur. Cümlelerdeki anlatım bozuklukları, dil bilgisi açısından yapılan yanlışlıklar
düzeltilir. Uzun olduğu için anlaşılması zor olan cümleler kısaltılarak yeniden yazılır. Özne yüklem uyum-
suzlukları ve noktalama konusunda yapılan yanlışlar düzeltilir. Kelimelerin doğru kullanılıp kullanılmadıkları
kontrol edilir. Metinlerdeki kelimelerin doğru şekilde yazılıp yazılmadıklarının kontrolü için Microsoft Word
heceleme programından yararlanılabilir. Ancak bu yazılımların anlatım bozukluklarını tespit edemedikleri,
sadece yanlış yazılan kelimeleri gösterdikleri bilinerek dil bilgisi açısından yapılacak kontrollerde yalnızca bu
yazılımlara güvenilmemelidir.
Taslak metin içerik ve dil bilgisi kuralları açısından kontrol edildikten sonra gönderilecek yerin kabul ettiği
format özellikleri açısından bir kez daha elden geçirilir. Sayfa sayısı, özetin uzunluğu, anahtar kelimeler, met-
nin uzunluğu, istenilen temel başlıkların kullanılıp kullanılmadığı, yazı karakteri ve büyüklüğü, sayfanın kenar
boşlukları, paragraf ve satır boşlukları, başlıkların yazılış özellikleri, kaynakların metin içinde ve sonunda ve-
riliş özellikleri metinde kabul edilen formata göre şekillendirilir. Metin, format özellikleri kontrol edildikten
sonra son halini alır.
Metinlerin format özellikleri metnin gönderileceği kurum tarafından belirlenir. Kurumlar da genellikle aka-
demik çevrelerce en yoğun olarak kullanılan temel format özelliklerinden birini tercih ederler. Bunlar da
APA, MLA ve Chicago gibi formatlardan biri olabilmektedir. Bu formatlar hakkındaki genel bilgiler bir sonraki
başlık altında açıklanmıştır.
Bazı yazarlar son şekli verilen metinleri ilgili yere göndermeden önce bir arkadaş veya yakın aile bireylerin-
den birine okutmaktadırlar. Yazarlar bu yolla metin üzerinde kendilerinin gözden kaçırdığı, özellikle dil bilgisi
hatalarının ve anlatım bozukluklarının fark edilmesini sağlarlar. Makale gibi kısa metinlerin kontrol edilme-
sinde bu yöntem faydalı ve yeterli olabilmektedir. Ancak kitap gibi uzun olan akademik metinlerde dil bilgisi
ve anlatım açısından metnin değerlendirilmesinin bir dil bilgisi uzmanı tarafından yapılması daha faydalı ola-
caktır. Metinlerin son şekilleri verildikten sonra son bir kez çıktı üzerinden okunmaları da daha önce gözden
kaçan bazı hataların fark edilmesi açısından faydalı olabilmektedir.
Akademik metinler, yazarların son kontrol ve düzeltmelerinin ardından makale ise dergi editörlerine, tez ise
enstitülere, kitap ise yayınevleri tarafından görevlendirilecek kitap editörlerine gönderilmektedir. Farklı alan
uzmanlarından oluşan hakemler tarafından kontrol edilen metinler gerek duyulduğunda ret edilebilmekte,
olduğu gibi kabul edilebilmekte veya düzeltme yapılmak üzere yazara geri gönderilebilmektedir. Yazarlar,
hakemlerden gelen düzeltmeleri kendilerinin yetersizliğini ortaya çıkaran olumsuz bir durum olarak değil,
yazılarının daha kaliteli, anlaşılır ve hedefe yönelik olarak hazırlanabilmesi için bir avantaj olarak değerlen-
dirmelidirler. Bu nedenle, hakemlerden gelen düzeltmeler dikkatle okunmalı ve mümkün olduğunca metin
üzerinde gerekli düzeltmeler yapılmalıdır. Ancak bu durum yazarların hakemlerden gelecek düzeltme ta-
leplerine körü körüne uyması gerektiği anlamını taşımamaktadır. Yazarlar hakemden gelen bazı düzeltme
taleplerinin doğru olmadığını düşünüyorsa bunu gerekçesi ile izah ederek editöre bildirmesi gerekmektedir.
İlk düzeltmeler yapıldıktan sonra metin ilgili yere tekrar gönderilir ve metnin yazarlar tarafından yeniden dü-
zeltmeleri yapılır. Bu süreç hakemlerin ve sonunda editörün yazının yayınlanması için gerekli kaliteye sahip
olduğunu düşündükleri ana kadar devam edebilir.

Akademik metinlerde format ve kaynak gösterme yöntemleri


Akademik metinlerde format, yazının daha iyi okunabilmesi için kullanılır. Sayfa boyutu ve kenar boşlukları,
yazı karakteri ve büyüklüğü, satır ve paragraf arasındaki boşluklar, kısaltmalar, kelimelerin yazılışları, başlık-
lar, şekil ve tabloların konulma biçimleri, çerçeveler, metin içinde alıntı yapma şekilleri ve kaynakça listesinin
oluşturulması gibi yazıların şekille ilgili özellikleri yazı formatını oluşturmaktadır. Yazı formatı yazım işleminin
belli standartlara göre hazırlanmış olduğunu gösterir. Bu açıdan belirli formatlara göre hazırlanmış olan yazı-
ların görünüşleri daha estetik olduğu gibi okunmaları da daha kolaydır.

135
Akademik metinlerde kullanılan format çok çeşitlilik göstermektedir. Format yayınevine göre, aynı yayınevi
tarafından yayınlanan kitap, dergi gibi farklı yayın türlerine göre değişebilmektedir. Tezler için takip edile-
cek format enstitüler tarafından belirlenmektedir. Akademik metinler yayınlanırken metnin gönderileceği
yayınevi, dergi veya enstitünün benimsediği format kullanılmalıdır. Bu açıdan yazarların metinlerinde kul-
lanacakları formatı ilgili kurum ve kuruluştan temin etmeleri gerekmektedir. Yazı formatı dergiler için ya-
yınlanmış dergilerden veya web sayfalarından, kitaplar için yayınevlerinin web sayfalarından, tezler için ise
enstitülerin tez yazım kılavuzlarından öğrenilebilir. Bazı durumlarda yazar, yayınlayacağı bir kitap için format
özelliklerini kendisi belirlemek zorunda kalabilir. Bu durumda akademik çevrelerde yaygın olarak kullanılan
formatlardan biri veya tamamen yazar tarafından oluşturulacak farklı bir format tercih edilebilir.
Akademik metinlerde kullanılan binlerce farklı format vardır. Tüm bu formatlar içinde özellikle kaynakların
metin içinde ve kaynakça listesinde sunulması ile ilgili temelde iki farklı yöntem takip edilmektedir. Bunlar-
dan en yaygın olarak kullanılan yönteme göre kaynaklar metin içinde yazarın soyadı ve kaynağın yayınlan-
ma yılının birlikte verilmesi ile gösterilir. Metin içinde bu şekilde kısaca gösterilen kaynakların detayları ise
metnin sonunda kaynakça listesinde, yazarların soyadlarına göre alfabetik bir sırada verilir. Kaynak gösterme
açısından ikinci en yaygın olarak kullanılan yöntemde ise kaynaklar metin içinde yazar ve yayın yılı ile değil,
numara ile gösterilir. Metinde kullanılan kaynaklar birden başlayarak numaralandırılır ve her bir numaranın
göstermiş olduğu kaynak sayfanın dipnotunda tüm detayları ile gösterilir. Bu yöntemde tüm metinde dipnot
olarak gösterilen kaynakların metin sonunda tekrar bibliyografya başlığı altında toplu olarak verilmelerine
gerek yoktur. Ancak bazı yayınevleri bu yönde bir uygulama isteyebilmektedir.
Akademik metinlerin şekilsel olarak sunuluş özellikleri bir formattan diğerine değişebilmektedir. Ancak yazı-
ya ait bazı özellikler farklı formatlarda da genel hatları ile benzer veya aynı olabilmektedir. Örneğin; yüksek
lisans ve doktora tezlerinde satırlar çift aralık verilerek yazılır. Bir akademik dergiye gönderilecek makaleler-
de de aynı yöntem kullanılır. Ancak yayınlanmak üzere kabul edilen makalelerde bu aralık bire iner. Kitaplar-
da da satır boşluğu genellikle birdir. Akademik metinlerde süslü yazı tiplerinden uzak durulur ve genellikle
okunması kolay olan tırnaksız karakterler tercih edilir. Akademik metinlerde en yaygın olarak tercih edilen
yazı tipi Times New Roman ve Arial’dir. Metinlerde kullanılan karakter boyutu 10-12 arasında değişir.
Akademik yazılarda renkler genel olarak kullanılmaz. Çok yaygın olmasa da metinlerde bazı kelimelere vurgu
yapılmak istenirse italik yazma, bold yazma veya altını çizme gibi yöntemlerden yararlanılabilir. Ancak bu tür
uygulamaların metin içinde fazla olması okumayı kolaylaştırmaktan öte güçleştirmektedir. Bu açıdan akade-
mik metinlerde bu tür uygulamalardan da mümkün olduğunda kaçınılmaktadır.
Akademik metinlerde başlıkların sunuluş biçimi başlıkların önem derecesine göre değişir. Aynı önem dere-
cesine sahip olan başlıklar aynı şekilde sunulur. Bu açıdan bir akademik metinde en büyük ve dikkat çekici
olarak yazılan başlık yazının ana başlığıdır. Bundan sonraki bölüm başlıkları aynı karakter boyutunda ve aynı
tarzda, alt başlıklar ise daha küçük bir karakter boyutunda veya italik olarak sunulabilmektedir. Başlıkların
önem dereceleri karakter boyutunda yapılan değişiklikle olduğu gibi büyük ve küçük harfle yazma veya
numaralandırma yöntemleri ile de gösterilebilmektedir. Ana başlıklar birden başlayarak (1., 2., 3.) rakamla
numaralandırılmakta, alt başlıklar ise ilgili başlığın numarasının yanında birden başlayarak (2.1., 2.2., 2.3.,)
yeniden numaralandırılmaktadır.
Akademik metinlerde format sadece yazılarla ilgili standartları belirlemez. Metin içinde kullanılan tüm tablo
ve şekillerin de belli formata göre sunulmaları gerekmektedir. Akademik metinlerde tablo ve şekillerde kul-
lanılan çizgi kalınlıkları genellikle incedir. Şekiller için kalın çizgi ile oluşturulmuş çerçeveler kullanılmaz. Şekil
ve tablolarda sunulan tüm yazı ve detayların okunur ve anlaşılır olmaları gerekmektedir. Çıktısı alındığında
üzerindeki yazılar okunmayan ve detaylar anlaşılmayan şekiller metinlerde kullanılmamalıdır. Tablo ve şekil-
lerin kullanımı ile ilgili formata göre değişmeyen bazı kurallar vardır. Bunlardan en önemlisi kullanılan tablo
ve şekillere metin içinde atıf yapılması gerektiğidir. Tablo ve şekillerin boyutları da formata göre belirlenen
sayfa sınırlarını aşmamalıdır. Tablolar sayfadan taşıp ikinci sayfadan devam edecek şekilde sunulmamalı, bir
sayfaya sığmayan tablolar iki farklı tablo şeklinde sunulmalıdır. Her şekil ve tablonun mutlaka ismi olmalı ve

136
tablo ve şekiller ayrı ayrı sırası ile numaralandırılmalıdır. Akademik metinlerde yaygın olarak kullanılan diğer
bir yöntem de tablo haricindeki görsellerin şekil olarak adlandırılmasıdır. Metinlerdeki harita, grafik, fotoğ-
raf, uydu görüntüsü gibi tüm görseller rakamla birden başlayarak metin içinde numaralandırılarak sunulur.
Akademik metinlerde tablo adları tabloların üst kısımlarında, şekil adları ise şekillerin alt kısımlarında sunu-
lur. Eğer farklı kaynaklardan alınmışlarsa tablo ve şekillerin kaynaklarının mutlaka sunulmaları gerekmekte-
dir. Bazı durumlarda kaynak tablo ve şekil adları ile birlikte, bazı durumlarda ise tablo ve şekillerin altlarında
normal karakter boyutundan daha küçük olarak ayrı olarak yazılmaktadır.
Bilimsel dergiler genel olarak siyah beyaz olarak yayınlanır. Ancak son yıllarda hem kâğıt hem de elektronik
ortamda veya sadece elektronik ortamda yayınlanan dergilerin sayıları artmaktadır. Elektronik ortamda ya-
yınlanan dergiler için metin içindeki şekillerin renkli olarak hazırlanmasında bir mahsur bulunmamaktadır.
Ancak makale kâğıt ortamında yayınlanacaksa o zaman şekillerdeki detayların siyah beyaz çıktıları alındığın-
da anlaşılabilir olmalarına dikkat edilmelidir. Bazı durumlarda yayınevi farklı ortamlarda kullanmak üzere
aynı şeklin siyah-beyaz ve varsa renkli olarak hazırlanmış örneklerini isteyebilmektedir. Bazen de yayınevleri
yazarın istemesi durumunda şeklin renkli basımına imkân tanımakta, ancak bunun için yazardan bir ücret
talep etmektedir.
Günümüzde Türkiye ve dünyada akademik çevrelerce yaygın olarak kullanılan bazı yazı formatları vardır.
American Psychological Association (APA), Chicago, Modern Language Association (MLA), Council of Scien-
ce Editors (CSE) akademik metinlerde en yaygın olarak kullanılan formatlar arasında yer almaktadır. Ancak
çoğunlukla farklı akademik dernekler, üniversiteler ve yayınevleri tarafından oluşturulan bu formatlara uyup
uymamak bütünüyle akademik metinleri yayınlayan kurum ve kuruluşlara aittir.
Coğrafya alanında yayın yapan dergilere bakıldığında çok farklı formatların kullanıldığı görülmektedir. Ör-
neğin; Clark Üniversitesi tarafından yayınlanan “Economic Geography (Ekonomik Coğrafya)” ve Bellwether
yayınevi tarafından yayınlanan “Urban Geography (Şehir Coğrafyası)” dergilerinde Chicago formatı kullanıl-
maktadır. Taylor & Francis tarafından yayınlanan “Journal of Cultural Geography (Kültürel Coğrafya Dergisi)”
ile SAGE yayınevi tarafından yayınlanan “Progress in Physical Geography (Fiziki Coğrafyada Süreçler)” başlıklı
dergide Harvard referans sistemi kullanılmaktadır. Taylor & Francis tarafından yayınlanan “Journal of Geog-
raphy in Higher Education (Yüksek Öğretimde Coğrafya Eğitimi Dergisi)”nde ise APA formatı kullanılmakta-
dır. Kendine özgü bir format tercih eden coğrafya ile ilgili dergiler de vardır.
Akademik çevrelerde yaygın olarak kullanılan uluslararası formatlar yazı ile ilgili çok detaylı konularda stan-
dartlar sunmaktadır. Sayfa yapısı, ana başlık, yazar isimlerinin ve çalıştıkları kurumların nasıl yazılacağı, yazı
tipi ve karakter boyutları, başlıklar, şekil ve tablolar gibi yazı ile ilgili çok çeşitli standartlar ilgili formatları
gösteren ve yüzlerce sayfa uzunluğundaki kitaplar yayınlanır. Çok farklı ihtiyaçlara göre hazırlanmış olan bu
uluslararası formatların detaylı olarak bu bölümse sunulması güç olmakla birlikte gerekli de değildir. Coğ-
rafya ile ilgili akademik metinlerde kullanılan formatlardan APA, Chicago ve MLA metin içinde ve sonunda
kaynakların gösterilmeleri ile ilgili genel kuralları ile birlikte bu bölümde ayrı başlıklar altında sunulmuştur.
İlgili formatlar hakkında daha detaylı bilgi için kurumların web sayfalarından veya formatlarla ilgili yayınla-
nan kitaplardan yararlanılabilir.
APA formatı (American Psychological Association)
Amerikan Psikoloji Derneği (American Psychological Association) tarafından geliştirilen ve bu derneğin keli-
melerinin ilk harflerinin kullanılması ile ifade edilen APA formatı ağırlıklı olarak sosyal bilimlerde kullanılmak-
tadır. APA formatı yaklaşık 80 yıl önce sosyal bilimlerde çalışan bir akademisyen grubu tarafından geliştirildi
ve farklı zamanlarda yapılan değişikliklerle günümüze kadar taşındı. APA formatı, “Amerikan Psikoloji Der-
neği’nin Yayın Kılavuzu (The publication Manual of the American Psycological Association)” başlıklı bir refe-

137
rans kitap olarak yayınlanmaktadır. Günümüzde bu kitabın 6. baskısı kullanılmaktadır (http://www.apastyle.
org/).
APA, bitirme tezlerinden araştırma raporlarına, literatür taramalarından teorik, metodolojik ve uygulamaya
dayalı makalelerde yaygın olarak kullanılan bir yazı formatıdır. Yukarıda verilen web sayfasından bu formatın
farklı yazı tipleri ve özellikleri için nasıl kullanılacağı örnekleri ile anlatılmıştır. Bu bölümde APA formatının
metin içinde ve kaynakça listesinde kaynakların temel özellikleri ile nasıl gösterileceği anlatılmıştır.
Metin içinde kaynak gösterme: APA formatında metin içinde atıf yapılan kaynakların gösterilmesinde yazar
soyadı ve yayın yılı yöntemi kullanılır. Bunun için tek yazarlı kaynaklarda metin içinde alıntının yapıldığı yer-
de açılacak bir parantez içinde yazarın soyadı ve virgülden sonra kaynağın yayınlanma yılı yazılır. İki ile beş
yazarlı kaynaklara metin içinde ilk olarak atıf yapılacaksa parantez içinde öncelikle tüm yazarların soyadları
sıralanır ve yayın yılı yazılır. Aynı kaynağa ikinci ve sonraki atıflar yapılırsa bu defa parantez içinde tüm yazar-
lar gösterilmez, ilk yazarın soyadı ve “ve diğerleri” anlamına gelen “vd.” ifadesi kullanıldıktan sonra virgülle
birlikte kaynağın yayın yılı yazılır. Kaynağın bir kuruma ait olduğu durumlarda ise parantez içinde öncelikle
kurumun tam adı yazılır, sonradan köşeli parantez içinde kurumun kısaltma adı yazılır ve yayınlanma yılı
verilir. APA formatına göre metin içinde kaynakların nasıl gösterileceği Tablo 2’de sunulmuştur. Doğrudan
alıntı yapılması durumunda metin içinde kaynak gösterilirken alıntının yapıldığı sayfa da yayın yılından sonra
virgül işareti sonrasında yazılmalıdır.
Tablo 2. APA formatına göre metin içinde kaynak gösterme yöntemleri (“Basics of APA Style,” 2009)’dan
yararlanılmıştır.
Yazar cümle
Parantez içinde Yazar cümle içinde
Atıf türü Parantez içinde (ilk atıf) içinde (sonraki
(sonraki atıflar) (ilk atıf)
atıflar)
Tek yazarlı (Doğanay, 1993) (Doğanay, 1993) Doğanay (1993) Doğanay (1993)
Yavan ve Kaya
İki yazarlı (Yavan ve Kaya, 2012) (Yavan ve Kaya, 2012) Yavan ve Kaya (2012)
(2012)
(Milson, Demirci ve Milson, Demirci ve (Milson vd.,
3-5 arası yazarlı (Milson vd., 2012)
Kerski, 2012) Kerski (2012) 2012)
6 ve daha fazla
(Ökten vd., 2005) (Ökten vd., 2005) Ökten vd. (2005) Ökten vd. (2005)
yazarlı yayın
Yazarın kurum
(Türkiye İstatistik Türkiye İstatistik
veya organizasyon (TÜİK, 2010) TÜİK (2010)
Kurumu [TÜİK], 2010) Kurumu (TÜİK, 2010)
olduğu durumlar

APA formatına göre metin içinde birden fazla kaynak aynı parantez içinde verilecekse kaynaklar arasında
noktalı virgül “;” işareti kullanılır ve kaynaklar soyadına göre alfabetik olarak sıralanır. Aynı yazara veya yazar
listesine ait aynı yılda yayınlanmış birden fazla kaynak var ise bu yayınlar yayın yılının yanına harf (a, b, c gibi)
verilerek ayırt edilir.
Birden fazla kaynağın bir arada gösterilmesi: (Demirci ve Karaburun, 2009; Stoltman, 2003; Vildan, 2010).
Aynı yazara ait aynı yılda yayınlanmış kaynakların gösterilmesi: (Arı, 1999a, 1999b; Karabağ, 2010a, 2010b).
Kaynakça listesinin oluşturulması: APA formatında metin içinde atıf yapılan kaynakların tam referans bilgi-
leri metin sonunda kaynakça başlığı altında verilir. Bunun için metin içinde kullanılan tüm kaynaklar ilk ya-

138
zarın soyadına göre alfabetik olarak üstten aşağıya doğru sıralanır. Sıralama yapılırken her bir kaynak metin
içinde sola doğru dayalı olarak yazılır. Ancak kaynağın ikinci ve sonraki satırları paragraf yapısı yaklaşık 1,27
cm içeriden asılı olacak şekilde listelenir. Metinde aynı yazara ait birden fazla kaynak var ise bunlar yayınlan-
ma tarihi en eski olanlar önce gelecek şekilde listelenir. Aynı yazarın aynı yıla ait birden fazla kaynağı var ise
bunlar metinde olduğu gibi yayınlanma yılından sonra harflerle numaralanır (Örn: Arı, 1999a) ve kaynakça-
da yayının başlığına bakılarak alfabetik olarak önce gelen ilk olacak şekilde listelenir.
APA formatında değişik yazı türlerine göre kullanılan çok farklı formatlar bulunmaktadır. Bu bölümde akade-
mik metinlerde en yaygın olarak kullanılan kaynakların APA formatında göre kaynakça listesinde ne şekilde
yazılacakları makale, kitap, kitap bölümü, bildiri kitabı ve web kaynakları için örneklerle gösterilmiştir. Daha
farklı kaynaklar için kullanılan format için ilgili kılavuz kitaptan veya İnternet sayfasından yararlanılabilir.
Makale: Makalelerin kaynakçada gösterilmesinde sırası ile yazar(lar)ın soyadı, adı, yıl olarak derginin yayın-
lanma tarihi, makalenin adı, yayınlandığı derginin adı, derginin sayısı, varsa cilt numarası ve makalenin dergi-
de yer aldığı sayfa numaraları yazılır. Makalenin adı cümlenin ilk kelimesi büyük olacak şekilde düz, derginin
adı ise kelimelerin ilk harfleri büyük harfle ve italik olarak yazılır. Bir elektronik veri tabanında yer alan der-
gilerdeki makaleler kullanılıyorsa bu durumda referansın sonuna makalenin DOI numarası ilave edilir. DOI,
dijital nesne tanımlayıcısıdır ve İngilizce “Digital Object Identifier” ifadesinin kısaltılmışıdır. Eğer makalenin
DOI numarası bulunmaz ise bu durumda URL adresi referansın sonuna eklenebilir. DOI numarası veya URL
adresi kaynaklara eklenirse sonlarına nokta yerleştirilmez.

Farklı makale örnekleri;


Arı, Y. ve Derinöz, B. (2011). Bir sulak alan nasıl yönetilmez? Kültürel ekolojik perspektif ile Marmara Gölü
(Manisa) örneği. Coğrafi Bilimler Dergisi, 9(1), 41-60.
Yazıcı, H., Özdemir, Ü. ve Sever, R. (1999). Erzurum-Yenişehir Beldesi’nin Yıldızkent şehirsel alanı ve başlıca
sorunlar. Türk Coğrafya Dergisi, 35, 123-138.
Demirci, A. ve Karaburun, A. (2012). Estimation of soil erosion using RUSLE in a GIS framework: A case
study in the Buyukcekmece Lake watershed, northwest Turkey. Environmental Earth Science, 66, 903-913.

139
doi:10.1007/s12665-011-1300-9
Mitchell, J. T. (2013). Hazards education and academic standards in the Southeast United States. Internatio-
nal Research in Geographical and Environmental Education, 18(2), 134-148. http://www.tandfonline.com/
doi/abs/10.1080/10382040902861221
Kitap: Kitaplarda, makalede olduğu gibi yazar isimleri ve tarih yazıldıktan sonra kitabın adı italik olarak ve
cümlenin ilk harfi büyük olacak şekilde yazılır. Ardından kitabın yayınlandığı il şehir adı olarak yazıldıktan son-
ra yayınevi belirtilir. Editörlü kitaplarda yazar isimleri olarak editörler gösterilir ve yazar isimlerinden sonra
parantez içinde editör kelimesi (Ed.) şeklinde ifade edilir. Kitabın sonraki baskıları için kitabın adından sonra
parantez içinde kaçıncı baskısı olduğu belirtilir.
Özey, R. (2009). Afrika coğrafyası. İstanbul: Aktif Yayınları.
Milson, A. J., Demirci, A. ve Kerski, J. J. (Ed.) (2012). International perspectives on teaching and learning with
GIS in secondary schools. New York: Springer.
Atalay, İ. (1990). Genel fiziki coğrafya (3. bs.). İzmir: Ege Üniversitesi Basımevi.
Kitap içinde bölüm: Farklı bölümleri farklı yazarlar tarafından yazılan editörlü kitaplarda eğer kitabın bütünü
yerine içindeki bir bölümü kaynak olarak gösterilmek isteniyorsa bu durumda kaynak atıf yapılan bölüme
göre yazılır. Ancak kaynağın içinde kitabın adı ve editörleri de gösterilir. Bunun için öncelikle bölümün yazar-
ları ve kitabın yayınlanma yılı yazılır. Ardından bölümün başlığı, cümlenin ilk harfi büyük olacak şekilde düz
olarak yazılır. Daha sonra editörlerin isimleri, kitabın adı (italik ve cümlenin ilk harfi büyük), alıntı yapılan
bölümün sayfa numaraları (parantez içinde), kitabın yayınlandığı şehir ve yayınevinin adı yazılarak referans
tamamlanır.
Demiralp, N. (2007). Coğrafya eğitiminde öğretim materyalleri. S. Karabağ ve S. Şahin (Ed.), Kuram ve uygu-
lamada coğrafya eğitimi içinde (ss. 137-174). Ankara: Gazi Kitabevi.
Bildiriler kitabında bildiri: Bildiriler kitabında yayınlanan bildiri metinlerinin kaynak gösterilmesinde bölüm-
leri farklı yazarlar tarafından kaleme alınan editörlü kitaplardaki format kullanılır.
Biricik, A. S. (2013). Amik Gölü havzasında plânlama kriterleri. H. Korkmaz ve A. Karataş (Ed.), III. Ulusal jeo-
morfoloji sempozyumu bildiriler kitabı içinde (ss. 290-309). Hatay: Mustafa Kemal Üniversitesi.
Yayınlanmamış doktora tezi: Yayınlanmamış doktora tezleri kaynakçada gösterilirken sırası ile yazar adı, yıl,
ve tez adı yazılır. Sonradan tezin yayınlanmamış olduğu ifade edildikten sonra üniversite ve şehir adı yazılır.
Kaya, H. (2007). Türkiye’de ve İngiltere’de ortaöğretim coğrafya eğitim ve öğretiminin müfredat, metot ve
araç-gereçler açısından değerlendirilmesi. Yayınlanmamış doktora tezi, Marmara Üniversitesi, İstanbul.
Web sayfalarının kaynakçada gösterilmesi: Metin içinde bir web adresine içindeki detaylar bahsedilmeden
atıf yapılacaksa ilgili web adresi URL olarak parantez içinde gösterilir. Ancak aynı web adresinin kaynakça
listesinde gösterilmesine gerek yoktur. Örneğin; “Türkiye İstatistik Kurumuna (TÜİK) ait web sayfasından
çok farklı istatistik veriler temin edilebilir” şeklinde metinde yapmış olduğumuz ifade sonrasında cümle so-
nunda parantez içinde (http://www.tuik.gov.tr) kurumun URL adresi verilir ve bu adres kaynakçada tekrar
gösterilmez. Ancak bir web sayfasındaki bilgi veya bir dokümana atıf yapılıyorsa ilgili web sayfasına metin
içinde ve kaynakça listesinde yer verilmelidir. APA formatında web sayfalarının kaynakçada gösterilmesinde
dört bilgiye ihtiyaç duyulur. Bunlar sırası ile yazar veya kurum adı, yayınlanma yılı, doküman veya yazının
başlığı ve web sayfasının adresidir (Fowler ve Aaron, 2010).
Meteoroloji Genel Müdürlüğü. (2012). 2012 yılı iklim değerlendirmesi, Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Mete-

140
oroloji Genel Müdürlüğü’nden alındı: http://www.mgm.gov.tr/FILES/iklim/2012-yili-iklim-degerlendirmesi.
pdf
APA formatında, yayınlanma tarihi doküman üzerinde belli olan ve kaynağının değişmesi pek mümkün ol-
mayan durumlarda web sayfasındaki bilginin alındığı tarihin kaynakçada gösterilmesi gerekmemektedir. Bu-
nun aksi durumlarda kaynağa İnternetten ne zaman ulaşıldığı kaynakçada belirtilmelidir.
Meteoroloji Genel Müdürlüğü. (2012). Hortum. 27 Mart 2013 tarihinde http://www.mgm.gov.tr/FILES/
arastirma/afetler/hortum.pdf adresinden erişildi.
İnternet ortamında bazı durumlarda yazarı veya tarihi belli olmayan kaynaklarla karşılaşılabilir. Bu tür kay-
nakların akademik çalışmalarda kullanılmaması en doğru olan yöntemdir. Ancak gerekli olduğu durumlarda
yazarı belli olmayan dokümanların başlığı kaynakçada yazar yerine yazılır. Bu tür yayınların metin içinde kul-
lanılmasında yazar adı yerine başlığın bir, iki veya üç kelimesi kısaltılarak yazılır. Yayınlanma tarihi belli olma-
yan dokümanlar için ise kaynağın yayınlanma yılı yerine parantez içerisinde “tarih yok” anlamına gelen (t.y.)
kısaltması yazılır. Web ortamından doğrudan alıntı yapılmasının gerekli olduğu durumlarda, dokümanda
sayfa numarası bulunmaz ise sayfa numarası yerine paragraf sayısı veya bölüm sayısı kullanılabilir. Doğrudan
alıntı yapılan bölüm, dokümanın baştan kaçıncı paragrafında yer alıyorsa sayfa sayısı (s.14) yerine paragraf
sayısı (para. 5) yazılır.
MLA formatı (Modern Language Association)
MLA Amerika’da bulunan İngilizce Modern Dil Derneği (Modern Language Association) tarafından geliştiril-
miştir. Bu format beşeri bilimlerde ağırlıklı olarak da dil ve edebiyat alanlarında kullanılır. MLA formatına ait
detaylar “Araştırmacı Yazarlar için MLA El Kitabı” başlığını taşıyan bir kitap halinde yayınlanmaktadır. Günü-
müzde bu kitabın 7. baskısı kullanımdadır. MLA el kitabı sadece metin içi ve sonunda atıfların nasıl gösteri-
leceğini değil akademik yazılarla ilgili çok farklı konularda örnekler eşliğinde bilgiler sunmaktadır. Kitap satın
alındığında kullanıcılara, el kitabının web sayfasını kullanabilmek için bir de şifre verilmektedir. Bu şifre saye-
sinde MLA formatı ile ilgili çok daha detaylı bilgi ve örneklere ulaşılabilmektedir (http://www.mla.org/style).
Metin içinde kaynak gösterme: MLA formatı metin içinde kaynak gösterme açısından APA formatına ben-
zer ancak bazı detaylarda ondan ayrılır. MLA formatında metin içinde yazarın soyadından sonra eserin ya-
yınlanma yılı yazılmaz. Bu bilgi kaynakça listesinde verildiği için metin içinde tekrarına girilmez. Ancak bu
formatta metin içinde yazar soyadından sonra eserde alıntı yapılan bilginin yer aldığı sayfa numarası yazılır.
Eğer metinde kaynaktaki belirli bir sayfadaki bilgilere atıf yapılmıyor ve tüm doküman kullanılıyor ise bu du-
rumda sadece yazarın soyadı parantez içinde sayfa numarası gösterilmeden kullanılır. Eğer kaynak iki veya üç
yazarlı ise metin içinde yazarların soyadları aralarında virgülle birlikte verilir ve eserdeki alıntı yapılan sayfa
numarası yazılır. Üçten fazla yazarlı olan kaynakların metin içinde atıf yapılmalarında ise istenirse tüm yazar-
ların soyadları sırasıyla yazılır, istenirse sadece ilk yazarın soyadı yazılır ve ardından “vd.” işareti kullanılır. MLA
formatında uzun yazar listesine sahip olan eserlerde yazar isimleri istenirse dipnot şeklinde de verilebilir.
(Ekinci 136), (Mert 86-87)
(Şengün ve Engin 558)
(Utlu, Toprak ve Özdemir 769)
(Kulaksızoğlu, Erkan, Savaş ve Söylemez 602) veya (Kulaksızoğlu vd. 602)
MLA formatında bir metinde aynı yazara ait iki veya daha fazla kaynak kullanılıyor ise bunlara metin içinde
atıf yapılırken kaynakların birbirine karışmaması gerekmektedir. Bu durumda ilgili kaynakların başlıklarının
ilk bir iki kelimesi yazar adından sonra italik olarak metin içindeki kaynak gösterimine eklenir. Örneğin; De-

141
mirci’ye ait iki farklı kaynağın metin içinde gösterilmek istendiği durumda önce soyadı yazılır sonra virgülden
sonra italik olarak ilgili kaynağın başlığının ilk kelimesi yazılır, ardından alıntı yapılan sayfa numarası belirtilir
(Örn: Demirci, Türkiye’deki 110-112). Eğer kaynak bir yazar veya editör içermiyorsa bu durumda yazar ye-
rine alıntı yapılan metnin başlığının ilk bir, iki veya üçüncü kelimelerini içeren kısaltılmış şekli metin içinde
kullanılır. Örneğin, web ortamında bulunan, yazarı belli olmayan ve “İstanbul’daki trafik sorunları” başlıklı bir
dokümandan alıntı yapılmak isteniyorsa bunun metin içindeki gösterimi (İstanbul’daki 15) şeklinde olmak-
tadır. Eğer sayfa numarası rakamla belirtilmemişse bunun yerine paragraf veya bölüm sayısı da yazılabilir.
Akademik metinlerde bir kaynaktaki farklı bir kaynağa yapılan atıflar genel olarak kullanılmaz. Bu durumda
orijinal kaynak temin edilmeli ve alıntı bu kaynaktan yapılmalıdır. Ancak orijinal kaynağın elde edilmesinin
mümkün olmadığı durumlarda yaygın olmasa da bu yönteme başvurulmaktadır. Bu türde alıntılar metin
içinde parantez içinde aktarma ile gösterilir (örn. Aktaran: Tugay 48). Bu durumlarda kaynakça listesinde
orijinal metnin değil, alıntı yapılan eserin referans bilgileri yazılır. Metin içinde aynı yerde birden fazla kay-
nağa alıntı yapılacaksa bunlar aralarında noktalı virgül ile birlikte harf sırasına göre sıralanır (Örn: Öktem 52;
Atabay 63).
Kaynakça listesinin oluşturulması: MLA formatta metin içinde kullanılan kaynaklar metin sonunda yer alan
kaynakça listesinde yazar soyadına göre alfabetik olarak sıralanır. Aynı yazara ait olan birden fazla kaynak
olduğunda yazar ismi listedeki ilk kaynakta yer alır. Diğer kaynaklarda ise yazar adı yerine yan yana iki uzun
çizgi (veya üç tire işareti) ve bir nokta (——.) kullanılır. Daha sonra referans diğer detaylarla tamamlanır. MLA
formatında kaynakça listesinde yazarların soyadı ve adları tam olarak yazılır. Tek yazarlı kaynaklarda yazarın
önce soyadı ve virgülden sonra adı yazılır. İki ve üç yazarlı kaynaklarda ise ilk yazarın önce soyadı ve adı yazılır,
ikinci ve üçüncü yazarların isimleri ise önce ad sonra soyadı gelecek şekilde verilir. İki yazarlı kaynaklarda ya-
zar adları arasında, üç yazarlı kaynaklarda ise ikinci ve üçüncü yazarlar arasında “ve” bağlacı kullanılır. Üçten
fazla yazarlı kaynakların gösterilmesinde istenirse tüm yazarlar yukarıda anlatılan sisteme göre sıralanır, iste-
nirse ilk yazarın soyadı ve adı yazıldıktan sonra “vd.” işareti kullanılır. Yazarı belli olmayan eserlerin kaynakça
listesinde gösterilmesinde yazar adı yerine yararlanılan metnin tam başlığı kullanılır.
MLA formatının çok farklı durumlarda ne şekilde kullanılacağı ilgili kılavuz kitaptan öğrenilebilir (http://
www.mla.org/style). Bu bölümde çok genel hatları ile kaynakça listesinde makale, kitap, kitap bölümü, bil-
diriler kitabı ve bir web kaynağının MLA formatına göre ne şekilde yazılacağı gösterilmiştir.
Makale: Makalelerde yazarın soyadından sonra bir virgül konulur ve yazarın adı yazılır. Noktadan sonra tır-
nak işareti içinde her kelimenin baş harfi büyük olacak şekilde makalenin başlığı yazılır. Makalenin başlı-
ğından sonra tırnak işaretinden önce bir nokta konulur. Daha sonra sırası ile derginin adı (italik), sayı ve cilt
numaraları, yayınlanma yılı (parantez içinde) ve makalenin dergideki sayfa numaraları yazılır.
Karabulut, Murat. “An Examination of Relationships Between Vegetation and Rainfall Using Maximum Va-
lue Composite AVHRR-NDVI Data.” Turkish Journal of Botany 27 (2003): 93-101.
Tuna, Fikret, Ali Demirci, ve Nilgün Gültekin. “Temel Coğrafi Bilgi ve Beceriler Toplumda Ne Ölçüde Kullanı-
lıyor? Yön, Konum ve Harita Becerilerinde Mevcut Durum Analizi.” Milli Eğitim Dergisi 195 (2012): 211-227.
Kitap: Kitaplarda yazar adları makalelerde olduğu gibi yazılır. Yazar adlarından sonra italik ve kelimelerin baş
harfleri büyük olacak şekilde kitabın adı yazılır. Noktadan sonra kitabın yayınlandığı şehir adı, sonrasında
iki nokta üst üste işaretinden sonra yayınevinin adı yazılır. Virgülden sonra kitabın yayınlanma yılı yazılır ve
nokta konulur. İkinci ve daha sonraki baskılarda kitabın kaçıncı baskısı olduğu kitabın adından sonra (2. baskı)
şeklinde ifade edilir. Editörlü kitapların kaynakçada gösterilmesinde yazar ismi yerine editör isimleri yazılır ve
virgülden sonra (ed.) ifadesi eklenir.
Güney, Emrullah, ve Umut Güney. Türkiye Coğrafyasının Uygarlıkları. Ankara: Nobel Yayın, 2011.

142
Turoğlu, Hüseyin. Coğrafi Bilgi Sistemlerinin Temel Esasları. 3. baskı. İstanbul: Çantay Kitabevi, 2011.
Özey, Ramazan, ve Süleyman İncekara, ed. Coğrafya Eğitiminde Kavram ve Değişimler. Ankara: Pegem Ya-
yıncılık, 2010.
Kitap içinde bölüm/bildiri kitabında bildiri: Editörlü bir kitapta farklı yazarlar tarafından yazılan bir bölüm
kaynakta gösterilmek isteniyorsa bu durumda önce bölümün yazar(lar)ı sonra bölümün başlığı tırnak işareti
içinde verilir. Ardından kitabın adı ya italik veya altı çizili olarak yazılır. Kitap editör içeriyor ise editörlerin isim-
leri ad ve soyadları ile birlikte, birden fazla editörlerde aralarında “ve” bağlacı ile yazılır. Daha sonra yayınlan-
dığı şehir, yayınevi, yayınlanma yılı ve en son olarak da kitap içindeki bölümün sayfaları yazılır. Yayınlanmış
bildiriler kitabındaki bir bildirinin kaynakçada gösterilmesinde de aynı yöntem kullanılır.
Karatepe, Akif. “Coğrafya Öğretiminde Mekânsal Teknolojiler.” Coğrafya Öğretiminde Yöntem ve Yaklaşım-
lar. Ramazan Özey ve Ali Demirci (Ed.). Ankara: Aktif Yayınevi, 2010. 193-216.
Karakuyu, Mehmet. “İstanbul’un Mekânsal Gelişiminin Analizi.” 4. Coğrafi Bilgi Sistemleri Bilişim Günleri
Bildiriler Kitabı. Ali Demirci, Mehmet Karakuyu ve Michael A. Mcadams (Ed.). İstanbul: Fatih Üniversitesi
Yayınları, 2006. 207-216.
Web sayfalarının kaynakçada gösterilmesi: MLA İnternette sunulan çok farklı eserlerin kaynakçada yazımı
ile ilgili standartlar belirlemiştir. Bu standartlara göre kaynağın yazımına yazarın soyadı ve adı ile başlanır.
Daha sonra alıntı yapılan çalışmanın başlığı yazılır. Eğer alıntı yapılan eser bir makale ise başlık tırnak işareti
içinde yazılır. Ancak alıntı bir kitaba ait ise bu durumda başlık tırnak işaretsiz ancak italik olarak yazılır. Daha
sonra web sayfasının başlığı italik olarak yazılır. Eğer var ise sponsor kuruluşun adı yazılır. Ardından alıntı ya-
pılan dokümanın yayınlanma yılı yazılır. Eğer yayınlanma yılı belirtilmemişse bu durumda tarih yok anlamına
gelen “t.y.” ifadesi kullanılır. En son olarak da alıntı yapılan esere İnternette erişim yapıldığı tarih gün, ay ve
yıl olarak yazılır. MLA İnternet sayfalarının URL adreslerinin yazılmasını istememektedir. Ancak İnternetteki
kaynağın başka türlü bulunmasının mümkün olmadığı durumlarda URL adresi kaynağın en sonuna konulur.
İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü. Stratejik Plan 2011-2015. İstanbul Büyükşehir Beledi-
yesi. 2010. 27 Mart 2013.
Kültür ve Turizm Bakanlığı. Türkiye’de Kültür ve Turizm Verileri 2002-2011. 2012. 27 Mart 2013. http://basin.
kultur.gov.tr/basinodasi-edergi/2002-2011/index.html
Chicago Formatı
Chicago veya CMS (Chicago Manual of Style) olarak ifade edilen bu format Chicago Üniversitesi tarafından
ilk olarak 1906 yılında geliştirilmiş ve yayınlanan 16 baskıda yapılan değişikliklerle günümüze kadar taşınmış-
tır (Chicago Manual of Style, 2013). Format, elektronik ortamda ücretli olarak kullanılabilmekte veya kitap
olarak satın alınabilmektedir. Kitabın içindekiler listesi elektronik ortamda görülebilmekte ancak ilgili başlık-
lara ulaşabilmek için şifre istenmektedir (http://www.chicagomanualofstyle.org/16/contents.html). Kitapta
akademik metinlerin yazım aşamalarında nelere dikkat edilmesi gerektiği ve farklı bölümlerin ne şekilde ya-
zılacağı ile ilgili çok farklı bölümler yer almaktadır. Chicago formatı, bir metindeki yazım kuralları, dil bilgisi ve
noktalama kuralları, heceleme, kelimeler ve kullanışları, isim ve sayılar, kısaltmalar, yabancı dilde kelimelerin
kullanışları, matematiksel sembollerin kullanılışı, denklemler, metin içi ve kaynakça listesinde kaynakların
yazımı, tablo ve şekillerin hazırlanışı ve numaralanması gibi çok farklı konularda standartlar sunmaktadır.
Chicago formatı ağırlıklı olarak beşeri bilimlerde özellikle de edebiyat, sanat ve tarih gibi alanlarda yaygın
olarak kullanılır. Kaynakların metin içinde ve kaynakça listesinde gösterilmesinde iki yöntem kullanılır. Bun-
lar; numaralama ve yazar-tarih sistemidir. Numaralama sisteminde metin içinde kullanılan her bir kaynağa
birden başlanarak numara verilir ve metin içinde ilgili yere sadece bu numara yazılır. Daha sonra bu numara

143
sayfanın sonuna dipnot veya sonnot olarak yazılır ve kaynağın tüm referans bilgileri burada gösterilir. Bu
yöntemde sayfa sonlarında dipnot olarak sunulan referansların ayrıca metin sonunda kaynakça listesinde
sunulmasına gerek yoktur. Ancak isteğe bağlı olarak bu da yapılabilmektedir.
Chicago formatında kaynak gösterme ile ilgili olarak kullanılan ikinci yöntem yazar-tarih yöntemidir. Bu yön-
tem APA formatına çok benzemektedir. Yazar-tarih sistemi fen ve sosyal bilimlerde yıllardır yaygın olarak kul-
lanılan bir sistemdir. Coğrafya alanında yayın yapan pek çok dergide kaynak göstermede Chicago formatının
yazar-tarih yönteminden yararlanılmaktadır.

Akademik yazılarda etik dışı davranışlar, intihal ve kaçınma yolları


Amerika’da Teching Geography (Coğrafya Öğretimi) başlıklı kitabın yazarı olan Phil Gersmehl Amerikan Coğ-
rafyacılar Derneği’nin (AAG) 2009 yılında Las Vegas’ta yapılan yıllık toplantısında katıldığı bir oturumda aka-
demisyenlerin ömürleri boyunca söylediklerinin büyük bir çoğunluğunun başkalarının söylediklerinin tekrarı
olduğunu ve hayatı boyunca 3-4 yeni şey söyleyen bir akademisyenin başarılı sayılacağını ifade etmişti. Belki
akademisyen olarak bu sınırları zorlayabilir ve araştırmalarımız sonrasında burada ifade edilenden çok daha
fazla yeni fikir ve yaklaşım ortaya koyabiliriz. Ancak ne yaparsak yapalım Phil Gersmehl’in bahsettiği üzere
akademisyen olarak söylediklerimizin ve yazdıklarımızın büyük bir çoğunluğunun başkalarına ait olacağı ger-
çeği değişmeyecektir. Başkaları tarafından söylenenlerin kendi eserlerimizde yer alması akademik açıdan
normal olmanın ötesinde bilimsel gelişimin sağlanabilmesi için de bir zorunluluktur. Ancak, başkalarına ait
olan bilgi, düşünce ve yaklaşımları kendi eserlerimize aktarırken belli başlı kurallara dikkat etmezsek yayın
etiği kurallarına aykırı hareket etmiş olur ve bunun sonucunda da bir takım cezai müeyyidelerle karşı karşıya
kalırız. Akademisyen olarak bu yönde bir sıkıntı yaşamamak için yayın etiği kurallarını öğrenmemiz ve aka-
demik metinleri yazarken bu kuralları dikkate almalıyız.
TÜBİTAK’ın 2006 yılında yayınlamış olduğu belgeye göre yayınlarda yapılan etik dışı davranışlar şu şekildedir:
1. Uydurma (fabrication): Araştırmada elde edilmediği halde uydurma verileri yayınlarda kullanmak,
2. Çarpıtma (falsification): Araştırmada elde edilen verileri, sonuçları değiştirmek, çarpıtmak,
3. İntihal (Plagiarism): Başkalarına ait olan veri, fikir, yöntem, şekil ve yazıları sahiplerine atıf yapmadan
kullanmak,
4. Duplikasyon (Duplication): Aynı araştırma sonuçlarını birden fazla yayında kullanmak,
5. Dilimleme (Least Publishable Units): Araştırma sonuçlarını bütünlüğü bozacak şekilde dilimlere ayırarak
çok sayıda yayın yapmak,
6. Katkı belirtmeme: Araştırmaya destek veren kurum ve kuruluşların katkılarının yayınlarda belirtilme-
mesi,
7. Yazar adlarında değişiklik yapma: Katkısı olmadığı halde yayına yazar eklemek veya katkısı olduğu halde
kişileri yazar listesine almamak,
8. Diğer davranışlar: Araştırma ve yayın etiği ilkelerine uymayan diğer davranışlarda bulunmak.
Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) 19 Temmuz 2011 tarihinde yapmış olduğu duyuru ile bilimsel doğruluk
ilkelerini yayınlamıştır. Bu ilkelere göre “Bilim insanları, bulgularını ve yöntemlerini, açıklıkla, çarpıtmadan 
yayımlamalı, yararlandıkları tüm kaynakları ve alıntıları açık ve  eksiksiz şekilde vermeli, kendilerinin ve baş-
kalarının katkılarını ve sorumluluklarını titizlikle ve hakkaniyetle belirtmeli, çalışmaya  katkısı olmayanları
eser sahibi olarak göstermemelidirler” (TÜBA, 2011).
Akademik yayınlarda yapılan etik dışı davranışlara bakıldığında bunların içinde intihalin (plagiarism) daha
yaygın olduğu görülmektedir. İntihal Arapça kökenli olup Türkçedeki aşırma kelimesine karşılık gelmektedir
ve Türk Dil Kurumu’na göre “Başkalarının yazılarından bölümler, dizeler alıp kendisininmiş gibi gösterme

144
veya başkalarının konularını benimseyip değişik bir biçimde anlatma” şeklinde tanımlanmaktadır (TDK,
2013). İntihal, başka bir kaynaktan alınan bir ifade, cümle veya daha uzun bir metnin kaynak gösterilmeden
kullanılması, özetlenmesi veya yeniden ifade edilmesidir.
İntihal çoğunlukla bilinmeden yapılır. Çoğu zaman kendi kelimelerimizle yazmış olduğumuz yazılar için kay-
nak göstermememiz gerektiğini düşünebiliriz. Ancak kendi kelimelerimizle bile yazılsa veri, fikir ve düşünce-
nin sahibini ve kaynağını metinde mutlaka göstermeliyiz. Bazen farklı metinler okunurken not alınmayabili-
yor ve daha sonradan bu metinlerden öğrenilen bilgiler yazıya aktarılırken kaynak unutulabiliyor. Doğrudan
alıntı yapılan metinlerin tırnak işaretsiz kullanılması, daha önce metinde kaynak gösterilen bilgilerin tekrar
kullanıldıklarında kaynaksız yazılmaları, yazılı olmasalar bile başkalarının sözlü olarak ifade ettiği fikir ve dü-
şüncelerin kaynaksız olarak kullanılması, İnternetten rastsal bulunan ve kaynağı bilinmeyen ifadelerin kulla-
nılması, başka öğrencilere ait olan ödevlerin sahiplenilmesi farklı türlerde de olsa intihale girmektedir.
Akademik metinlerde yararlanılan kaynakların metin içinde belirtilmesinin hiçbir riski bulunmamaktadır.
Bir cümlede gerektiğinde birden fazla kaynak kullanılabilmektedir. Metin içinde eğer doğru olarak kullanıl-
mışlarsa fazla kaynağa yer vermek konu hakkında yazarın daha fazla bilgi sahibi olduğunu göstermektedir.
Ancak metinlerde gerektiği yerde kaynak kullanmamanın yazarlar açısından önemli riskleri bulunmaktadır.
Günümüzde farklı bilgisayar yazılımları vasıtasıyla metinlerdeki intihal olayları tespit edilebilmektedir. Mic-
rosoft Word içerisinde yer alan karşılaştırma özelliği iki farklı word belgesinin seçilip metin açısından karşı-
laştırmanın yapılmasına imkân vermektedir. Bu sayede hangi alanların iki metinde de aynı olduğu görüle-
bilmektedir. Bunun dışında 2002 yılında Virginia Üniversitesi tarafından geliştirilen WCopyFind adlı yazılım
da word, html ve pdf gibi formatlarda farklı metinlerin karşılaştırılmasını yapabilmektedir (Uçak ve Birinci,
2008). Ücretsiz olarak internet tabanlı olarak kullanılan bu yazılım farklı metinlerin İnternet ortamında elek-
tronik olarak yayınlanan kaynaklardan ne ölçüde alındığını otomatik olarak tespit etmek için değil, yazılım
içerisinde gösterilen kaynak dokümanlar arasında metin karşılaştırması yapmak için kullanılmaktadır. Aynı
anda çok sayıda dokümanın karşılaştırmasına imkân veren bu sistem http://plagiarism.bloomfieldmedia.
com/z-wordpress/software/ sayfasından indirilebilir.
Metinlerde İnternetteki elektronik kaynakları tarayarak intihal olayını tespit etmek için kullanılan daha pro-
fesyonel yazılımlar da vardır. iThenticate ve turnitin en yaygın olarak kullanılan intihal programları arasında
yer almaktadır. iThenticate 32 milyardan fazla web sayfasını, 91 milyondan fazla dergi, magazin, ansiklopedi
ve özetleri, 34 milyondan fazla bilimsel makale, kitap ve konferans bildirilerini tarayarak bir metinde intihal
olayının olup olmadığını, var ise bunun ne düzeyde yapıldığını, hangi bölümlerin hangi kaynaklardan alın-
dığını kısa bir sürede ortaya çıkarabilmektedir (www.ithenticate.com). iThenticate yazılımı ücretlidir. Ancak
akademik çalışmalarda intihal olaylarını tespit etmek için yaygın olarak kullanılmakta olduğundan dolayı TÜ-
BİTAK, ULAKBİM tarafından Türkiye genelindeki üniversitelerde görev yapan öğretim üyelerinin kullanımına
sunulmuştur. Yazılımın çalışma prensibi çok kolaydır. Yukarıda verilen İnternet sayfasından yazılıma ulaşıla-
bilir. Giriş sayfasından e-posta ve şifre girerek yazılıma erişilebilmektedir. Yazılım açıldığında intihal olup ol-
madığı tespit edilmek istenilen metin veya metinler yazılımın sağladığı klasör içerisine çağrılıyor. Daha sonra
program çalıştırılıyor ve orijinal metnin hangi oranda farklı metinlerden alıntılardan oluştuğu tespit ediliyor.
İntihal belirlemede kullanılan diğer bir yazılım olan turnitin ise ağırlıklı olarak öğrencilerin hazırlamış oldukla-
rı metinlerin ne düzeyde orijinal olduklarını tespit etmek üzere kullanılır. Bu yazılım 250 milyondan fazla arşiv
dokümanı, 110 binden fazla dergi ve kitabı, 24 milyardan fazla arşivlenmiş web sayfasını kontrol etmekte ve
metinlerin ne düzeyde intihale yer verdiklerinin belirlemektedir. 126 ülkede binlerce eğitim kurumunda bir
milyondan fazla öğretmen ve 20 milyondan fazla öğrenci tarafından kullanılan bu yazılım ücretlidir (http://
turnitin.com/tr/). Yazılımın kullanılması iThenticate’de olduğu gibi kolaydır. İntihal derecesi belirlenmek is-
tenilen metin yazılımda ilgili klasöre yerleştirilir ve program çalıştırılır. Turnitin orijinal metin üzerinde hangi

145
bölümlerin nerelerden alındığını, metnin yüzde kaçının alıntı yapıldığını, metinde alıntı yapılan ancak kay-
nak gösterilmeyen yerleri ve buralardaki bilgilerin nerelerden alındığını tespit etmektedir. Turnitin sadece
intihal belirlemede değil, ağırlıklı olarak intihalin önlenmesi için yaygın olarak kullanılmaktadır. Öğrenciler
bu yazılımla hazırladıkları ödev veya tezleri teslim etmeden önce kontrol edebilmekte, nerelerde bilerek
veya bilmeyerek intihal yaptıklarını öğrenebilmektedirler. Bu yolla kaynak göstermeleri gerekli olan yerleri
tespit edebilmekte hatta bu yerlerin hangi metinlerden alındıklarını, dolayısıyla bunların kaynaklarını da
öğrenebilmektedirler. Turnitin yazılımı öğretmen ve akademisyenlerin öğrencilerinin ve kendilerinin hazır-
lamış oldukları metinlerdeki intihal olayını tespit etmede de yararlanılmaktadır. Akademisyenler bir metni
ilgili dergiye veya yayınevine göndermeden önce bu yazılımla intihal durumunu kontrol edebilir ve metin
üzerinde var ise gerekli düzeltmeleri yapabilirler.
Bilerek veya bilmeyerek yapılsın intihal olayı bir suçtur. Bu nedenle hangi tür olursa olsun akademik metinle-
rin yazımında bu suçtan kaçınılmalıdır. Bunun için öncelikle intihal olayının tanınması sonrasında ise bundan
kaçınma yollarının öğrenilmesi gerekmektedir. İntihal olayından kaçınmanın en önemli yolu, yazımızda bize
ait olmayan tüm bilgi, fikir, düşünce, veri, şekil ve tabloların bilinmesi, tarafımızdan yeniden yazılmış ve çizil-
miş olsalar bile bunlara ait kaynakların metin içinde ve metin sonundaki kaynakça listesinde belirtilmesidir.

Yazma işlemine yardımcı olabilecek yazılım ve elektronik kaynaklar


Akademik metinlerin gerek dil bilgisi kuralları açısından kontrollerinin yapılabilmesi gerekse istenilen format
özelliklerine göre hazırlanabilmeleri için kullanılan farklı yazılımlar ve Web tabanlı kaynaklar mevcuttur. Üc-
retli ve ücretsiz olarak yararlanılabilecek bu yazılım ve kaynaklar akademik metinlerin daha doğru yazılması-
na imkân verdiği gibi formatla ilgili düzenlemelerin doğru ve kısa sürede yapılabilmelerini sağlamaktadır. Bu
bölümde akademik metinlerin yazımında yararlanılabilecek elektronik kaynaklar; Microsoft Word Belgesi,
EndNote ve diğer web kaynakları olarak üç alt başlık altında anlatılmıştır.
Akademik yazılarda Microsoft Office Word Yazılımının Kullanılması
Microsoft Office Word (MS Word) öğrenciden öğretmene, akademisyenden memura çok farklı kurumlarda
çalışan insanların yazı yazmak için tercih ettikleri ve dünyada en yaygın olarak kullanılan yazı programıdır.
Her ne kadar çok yaygın olarak kullansak da akademisyen olarak bu yazılımdan doğru ve etkin olarak ya-
rarlandığımızı söylememiz güçtür. MS Word üzerinde sayfa ayarları, yazı tipi ve karakter boyutu, paragraf
boşlukları gibi temel konularda düzenlemelerin nasıl yapıldığı pek çok kişi tarafından bilinmektedir. Ancak
içindekiler listesinin oluşturulması, tablo ve şekil adlarının yazımı ve bunların listelerinin oluşturulması, me-
tin içinde atıf yapma ve kaynakça listesinin oluşturulması gibi akademik metinlerde devamlı olarak ihtiyaç
duyulan konularda MS Word yazılımından yeterince yararlanılmamaktadır.
MS Word yazı yazma, şekil çizme, tablo oluşturma gibi çok farklı konularda yazarlara önemli kolaylıklar sağ-
lamaktadır. Metinlerin genel dil bilgisi kurallarına göre yazılması, sayfa tasarımlarının yapılması, metinler
üzerinde düzeltmelerin yapılması ve notların ilave edilmesi MS Word üzerinde en yaygın olarak kullanılan
özelliklerdendir. Bu bölümde MS Word yazılımının akademik metinlerin yazımında önemli kolaylıklar sağla-
yan üç özelliği hakkında bilgi verilmiştir. Bunlar; (1) metinlerde başlıkların yazımı ve içindekiler tablosunun
oluşturulması, (2) şekil ve tablo isimlerinin ve listelerinin oluşturulması, (3) metin içinde atıfların yapılması
ve metin sonunda kaynakça listesinin oluşturulmasıdır.
MS Word metinlerde içindekiler tablosunun otomatik olarak hazırlanmasına imkân vermektedir. Bunun için
metin yazılırken yazı stilleri galerisinden yararlanılması yeterli olmaktadır. Metnin başlığı, ana ve alt başlıklar
kendilerine ait statüye göre yazı stilleri galerisinden başlık 1, başlık 2 ve başlık 3 şeklinde oluşturulan stiller
seçilerek yazılırsa metnin içindekiler tablosunun hazırlanması için gerekli işlemler yapılmış olur. Yazım aşa-
ması bitmiş metinlerde de metnin başlığı dâhil olmak üzere tüm ana ve alt başlıklar teker teker seçilerek ve

146
ilgili yazı stili üzerine tıklanarak aynı işlem yapılabilmektedir. İçindekiler tablosu oluşturulmak istendiğinde
tablonun yerleştirilmek istendiği yere gelinir ve “Başvurular” sekmesinin “İçindekiler Tablosu” grubunda
yer alan “İçindekiler Tablosu” üzerine tıklanır. Burada yer alan şablonlardan biri seçildiğinde aynı biçime
sahip içindekiler tablosu metindeki tüm ana ve alt başlıklara göre oluşturulacaktır. Metinde yapılacak farklı
düzenlemeler sonrasında istendiğinde içindekiler tablosu, üzerindeki ilgili linke tıklama yolu ile güncellene-
bilmektedir (İçindekiler, t.y.).
MS Word’ün akademik metinler için sahip olduğu önemli özelliklerden biri de şekil ve tablo listelerinin oluş-
turulması ile ilgilidir. MS Word, metin içindeki tüm şekil ve tabloların listelerini istendiğinde otomatik olarak
oluşturmaktadır. Bunun için tüm şekil ve tablo adlarının yazılıma tanıtılacak şekilde yazılmaları gerekmekte-
dir. Bu işlem için metin içindeki şekiller seçilir, ardından “Başvurular” sekmesinin “Resim Yazıları” grubunda
bulunan “Resim Yazısı Ekle” üzerine tıklanır. İşlem sonlandırıldığında şeklin altına “Şekil 1” olarak şekil yazısı
oluşturulur. Daha sonra şeklin açıklaması ilgili yerin devamına yazılır. Aynı işlem takip edilerek tüm şekil ad-
ları yazılır. Tablo adlarının yazılması için de önce ilgili tablo seçilir ve şekil adları için yukarıda anlatılan işlem
tekrarlanır. Tablo adları otomatik olarak tablonun üzerine gelecek şekilde oluşturulur. Şekil ve tablo listele-
rinin oluşturulması için de yine “Başvurular sekmesinin “Resim Yazıları” grubundaki “Şekiller Tablosu Ekle”
üzerine tıklanır. Listenin biçimi ile ilgili mevcut formatlar kullanılabileceği gibi farklı biçimler de oluşturulabilir.
Şekil ve tablo listeleri istendiğinde güncellenebilmektedir (Şekiller tablosu, t.y.).
MS Word üzerinde akademik yazılarda çok faydalı olabilecek ancak yeterince tanınmayan bir özellik daha
vardır. Bu da metin içinde atıf yapma ve kaynakça listelerinin oluşturulması ile ilgilidir. MS Word, APA, MLA,
Chicago ve Harvard gibi çeşitli formatlara göre metin içinde atıfların oluşturulmasına ve otomatik olarak
bunların kaynakça listelerinin hazırlanmasına imkân vermektedir. Bu işlem de çok kolaydır. Bunun için ön-
celikle metin içinde alıntı yapılacak yere veya cümlenin sonuna gelinir ve MS Word üzerinde “Başvurular”
sekmesinde, “Alıntılar ve Kaynakça” grubunda “Stil” üzerine tıklanır. Buradan, APA veya MLA gibi alıntı için
kullanılmak istenen format seçilir. Ardından yine “Başvurular” sekmesinde “Alıntılar ve Kaynakça” grubunda
“Alıntı Ekle” bölümüne tıklanır. Buradan “Yeni Kaynak Ekle” alanı seçilir ve “Kaynak türü” bölümünün yanın-
daki ok yardımı ile açılan pencerede kaynağa ait bilgiler doldurulur. Kaynakla ilgili daha detaylı bilgiler ilave
edilmek istendiğinde ilgili pencerenin “Tüm Kaynakça Alanlarını Göster” butonuna tıklanarak diğer alanlar
görünür yapılır. Eğer kaynak bilgilerinin doldurulma işlemi daha sonra yapılmak isteniyorsa bu durumda
aynı yerde bulunan “Yeni Yer Tutucu Ekle” seçeneği kullanılır. Metin içinde bu şekilde alıntılar gösterildikten
sonra kaynakça listesinin oluşturulması çok kolaydır. Bunun için kaynakçanın yerleştirilmesi istenilen yere tık-
lanır ve burada “Başvurular” sekmesinde, “Alıntılar ve Kaynakça” grubunda, “Kaynakça” üzerine tıklanır. Açı-
lan pencerede mevcut şablonlardan biri seçilir ve kaynakça listesi istenilen formata göre oluşturulmuş olur.
Bu liste daha sonra istenildiğinde güncellenebilmektedir. Metin üzerine daha sonra detayları girilmek üzere
yerleştirilmiş olan yer tutucular “Kaynakları Yönet” penceresinden görülebilir ve bunlara ait eksik bilgiler
doldurulabilir (Kaynakça oluşturma, t.y.). MS Word üzerinde burada anlatılanların daha ayrıntılı açıklamaları
ve diğer format özelliklerinin ne şekilde yapılabileceği ile ilgili bilgilere MS Word’ün Web ortamında sağladığı
ofis desteğinden yararlanılabilir (http://office.microsoft.com/tr-tr/word-help/).
Yazım aşamasında EndNote yazılımından yararlanma
EndNote yazılımı ile ilgili genel bilgiler daha önceki literatür taraması bölümünde anlatılmıştır. Bu bölümde
tekrara girmeden EndNote yazılımının akademik metinlere format kazandırmak açısından ne şekilde kulla-
nılabileceği üzerinde durulmuştur.
Ücretli olarak kullanılabilen ve üniversite kütüphaneleri tarafından öğrenci ve öğretim elemanlarının kul-
lanımına sunulabilen EndNote programı akademik yazılara çok yönlü olarak katkıda bulunan profesyonel
bir yazılımdır. EndNote’un en güçlü yanlarından biri, kaynakların metin içinde alıntı yapılmasında ve metin

147
sonunda kaynakça listesinde sunulmasında yaklaşık 5 bin farklı formatı desteklemesidir. EndNote yardımı ile
akademik metinler hazırlandığında atıf gösterme ile ilgili format istendiğinde değiştirilebilmektedir. EndNo-
te yazılımı yüklendiğinde Web tabanlı olarak çalışmakta ve MS Word belgesi üzerinde bir linkle görünmek-
tedir. MS Word belgesi üzerinde yazı yazarken alıntı yapılmak istendiğinde belge üzerindeki EndNote pence-
resi yardımı ile alıntı yapılmaktadır. Ancak EndNote üzerinde alıntı yapabilmek için alıntı yapılmak istenilen
kaynakların EndNote programı ile oluşturulan kişisel veri tabanında bulunması gerekmektedir.
Kişisel veri tabanı elektronik ortamdaki kaynakların tam metinlerinin bilgisayarda yer alan bir klasörde sis-
temli bir şekilde tutulmaları ile oluşturulur. EndNote kişisel veri tabanının oluşturulması için Web ortamında
çalışan arama motorları içerir. Program, erişim hakkı tanınan veri tabanları ile otomatik olarak bağlantıya
girerek anahtar kelimeler yardımı ile bilimsel kaynakların taranmasını, bulunan ve istenilen kaynakların tam
metinlerinin kişisel veri tabanına indirilmesini sağlar. Daha sonra akademik metinler yazılırken kişisel veri
tabanında yer alan bir makaleden alıntı yapılmak istendiğinde bu makale EndNote penceresi üzerinden
bulunur ve alıntı belirlenen formata göre metin içinde görünür. Metin sonundaki kaynakça listesi de aynı
formata göre otomatik olarak oluşturulmaya başlanır. İstenildiği zaman metinde kullanılan format değiştiri-
lebilir ve değişiklikler otomatik olarak metin üzerinde gerçekleştirilir. EndNote yazılımı ile ilgili genel bilgiler
için programın İnternet adresinden yararlanılabilir (http://endnote.com/).
Yazım aşamasında yararlanılabilecek diğer Web kaynakları
Akademik yazılarda bazı kaynakların metin içinde atıf olarak ve metin sonunda kaynakça listesinde farklı for-
matlarda nasıl gösterileceği bilinmeyebilir. Bu konuda yaşanan sıkıntıların ortadan kaldırılabilmesi için Web
tabanlı bazı çözümler geliştirilmiştir. Bu çözümler kullanıcıların kaynak bilgilerini verilen alanlara girmelerini
ve farklı formatlara göre kaynaklara ait referansların oluşturulmasını sağlamaktadır. Metinlerdeki atıfların
farklı formatlara göre ne şekilde yapıldığını gösteren çok çeşitli Web sayfaları bulunmaktadır. Bunlardan biri
“Atıf makinesinin oğlu (Son of Citation Machine) adı ile hizmet vermektedir (http://citationmachine.net/
index2.php). İlgili sitede çok farklı kaynakların MLA, APA, Turabian ve Chicago gibi formatlarda ne şekilde
kaynakça listesine aktarılabileceği belirlenebilmektedir. Bunun için öncelikle ilgili format seçilir, sonrasında
akademik yayının türü belirlenir ve ardından açılan alanlara kaynağın detayları doğru olarak girilir. İşlem
tamamlandıktan sonra ilgili butona tıklandığında detayları girilen kaynağın istenilen formata göre tam refe-
ransı hazırlanmış olur.
Otomatik olarak atıf ve kaynakça oluşturmak için Web tabanlı olarak yararlanılan yazılımlardan biri de Eas-
yBib’dir (http://www.easybib.com). Bu yazılım vasıtasıyla kaynak bilgileri kullanılarak MLA, APA ve Chicago
gibi formatlara göre referanslar oluşturulabilmektedir. EasyBib ücretli bir programdır. Ancak MLA formatına
göre kaynakçanın oluşturulması ücretsizdir. Bunun için ilgili web sayfasından öncelikle akademik metnin
türü seçilir. Sonrasında ilgili bilgiler girildikten sonra MLA formatına göre kaynakça oluşturulur.
Atıf ve kaynakça oluşturmak için Web ortamında ücretsiz olarak yararlanılabilecek diğer bir kaynak da Kni-
ghtCite’dır (http://www.calvin.edu/library/knightcite/). İlgili sayfadan yararlanılarak kaynaklar MLA, APA ve
Chicago formatlarına göre yazılabilmektedir. Bunun için sayfada öncelikle format tipi seçilir. Ardından akade-
mik kaynağın türü seçilir. Sonra da pencerede kaynakla ilgili bilgiler ilgili alanlara yerleştirilir. Seçilen formata
göre kaynakça oluşturulur.

Yazıların sunum olarak hazırlanması


Akademik araştırmalar ve araştırmaların sonuçları yazılı olduğu gibi sözlü de sunulabilmektedir. Yüksek li-
sans ve doktora öğrencileri gerek almış oldukları seminer derslerinde gerekse tez savunmalarında yapmış
oldukları çalışmaları sözlü olarak sunarlar. Akademisyenler de benzer sunumları kongrelerde yaparlar. İster
öğrenciler isterse akademisyenler tarafından yapılsın sözlü sunumlarda yararlanılan en önemli araçlardan

148
birini görsel ve işitsel sunular oluşturur. Görsel ve işitsel sunular konuşmacının kendine verilen süre içeri-
sinde anlatmak istediklerini daha sistemli ve açık olarak aktarabilmesine, katılımcıların ise anlatılanları farklı
görsel materyaller eşliğinde daha doğru, etraflı ve sıkılmadan takip edebilmelerine imkân tanımaktadır. Bu
açıdan görsel sunuların hazırlanması gelişigüzel değil, sunumun amacına uygun olarak planlı bir şekilde ya-
pılmalıdır.
Akademik çalışmalara yönelik sunumların hazırlanmasında en önce dikkate alınması gerekli husus süredir.
Süreye göre sunumun içeriği, sunum araçları ve sunum içinde yer alacak bilgiler belirlenir. Akademik araştır-
maların sunumunda farklı yazılımlardan yararlanılabilir. Ancak bu konuda en yaygın olarak kullanılan yazılım
PowerPoint’tir. Farklı renk, şekil, stil, efekt ve şablonlarda sunum hazırlamaya yaran PowerPoint video ve
ses dosyaları gibi değişik araçlarla birlikte kullanılabilmektedir. Akademik çalışmalar için sunum hazırlarken
dikkat edilmesi gerekli hususlar temel hatları ile aşağıda açıklanmıştır.
1. Sunumlar PowerPoint gibi yazılımlar kullanılarak hazırlanmalıdır.
2. Sunumlarda kullanılan sayfalarda mümkün olduğu kadar sade renk ve tasarımlardan yararlanılmalı, ko-
nudan çok tasarıma odaklanmaya sebebiyet verecek abartılı süsleme, ses ve hareket efektleri ve tasa-
rımlar kullanılmamalıdır.
3. Sunum materyalleri ve slâyt sayısı verilen süreye göre ayarlanmalıdır.
4. Ayrılan sürenin son beş dakikası soru-cevap bölümü için düşünülmeli, sunum uzunluğu ve slaytlar buna
göre hazırlanmalıdır.
5. Sunumun içeriği akademik metindeki içeriğe dayalı olarak hazırlanmalıdır. Buna göre ilk olarak üzerinde
araştırmanın başlığı ve araştırmacıların ad ve kurumlarının yer aldığı başlık sayfası oluşturulur. Daha
sonraki sayfada kısaca sunumdaki ana başlıklar verilerek içerik hakkında kısaca bilgi verilir. Devam eden
slâytlarda problem durumu, araştırmanın amacı, yöntem, bulgular, sonuç ve öneriler çok temel hatları
ile sunulur. İlgili başlıklar altında gerektiği kadar yeni slaytlar oluşturulur. En son slaytta sunumun sona
erdiği belirtilir ve izleyicilere dinledikleri için teşekkür edilebilir.
6. Araştırmadaki tüm detayların sunulması için çaba harcanmamalıdır. Verilen süreyi en iyi şekilde kullana-
rak araştırmada öne çıkan noktalar üzerinde durulmalı, araştırmanın bütününde verilmeye çalışılacak
mesaj mutlaka vurgulanmalıdır.
7. Slaytların iç tasarımında mümkün olduğunca görsel ve metin bir arada kullanılmalıdır. Sadece uzun me-
tinlerden oluşan slaytlar fazla kullanılmamalıdır.
8. Sunumlarda yazı tipi ve karakter boyutu izleyicilerin metni rahatlıkla okuyabilecekleri şekilde seçilmeli-
dir. Bu açıdan Arial, Calibri ve Verdana gibi tırnaksız yazı tipleri seçilebilir. Başlıklar için 40-50 arası, ana
metin için ise 25-30 arası karakter boyutu seçilebilir.
9. Akademik metinlerdeki uzun ifadeler aynen alınıp sunumlar üzerine kopyalanmamalı, ifadeler kısa ve
öz olarak yazılmalıdır.
10. Sunumlardaki tablo ve şekiller uzaktan okunabilecek şekilde kullanılmalı, tablo ve görseller adları ile
verilmelidir.
11. Sunum yapılırken slaytlar üzerindeki metinler okunmamalı, mümkün olduğunca slaytlardaki görseller
ve kısa ifadeler eşliğinde sunum yapılmalıdır.
12. Sunumlarda izleyicilerden gelen soruların cevaplanması zaruri bir durum olmadıkça en sona bırakılmalı,
sorulara mümkün olduğunca net ve kısa cevaplar verilmelidir.

149
Sonuç
Bilimsel araştırmaların amacına ulaşabilmesi, topluma ve bilime katkısının olabilmesi ancak akademik yazı-
larla mümkün olmaktadır. Ancak akademik yazıların da amacına yönelik olarak hedef kitle üzerinde bekle-
nilen etkiyi oluşturması nasıl yazıldığına bağlı olarak değişmektedir. Bu açıdan öğrenci, öğretmen, öğretim
üyesi ve mesleği gereği akademik yazılar kaleme almak zorunda olan diğer tüm insanlar olarak güzel akade-
mik yazı yazmaya özen göstermeliyiz.
Akademik yazı yazmak çoklarının düşündüğünün aksine zor ve sıkıcı değildir. Yazı konusunda yeterli tecrü-
beye sahip olmayanların ilk olarak yazmaya başlarken karşılaştıkları zorluk ve sıkıntılar, zamanla tecrübe
edindikçe ortadan kalkmaktadır. Bu açıdan sistemli olarak yazmaya devam etmeli ve her defasında daha iyi
metinler yazmaya gayret göstermeliyiz. Akademik yazı yazma konusunda becerilerimizi geliştirebilmek için
okumaya önem vermeli, Türkçeyi doğru kullanmalı, yazma konusunda gerekirse kurs veya farklı kaynaklar-
dan yardım almalı, bu konuda tecrübeli olan kişilerin deneyimlerinden yararlanmalıyız. Yazımızı geliştirmek
için her türlü elektronik kaynaktan da yararlanmalıyız. Amaçsız yazmamalı, düşünerek, neyi neden yazdığını
sorgulayarak yazmalı ve yazarken de içerik kadar dış görünüşteki estetiği ve formatı göz ardı etmemeliyiz.
Her yeni bir yazının kendimizi geliştirmek için yeni bir fırsat oluşturduğu unutulmamalı, mevcutla yetinilme-
meli ve daha iyi yazılar kaleme almak için devamlı bir arayış ve çaba içinde olunmalıdır.

Kaynakça
Anderson, G. (2009). How to write a paper in scientific journal style and format. Bates College, De-
partment of Biology. 14 Mart 2013 tarihinde http://abacus.bates.edu/~ganderso/biology/resources/
writing/HT Wtoc.html adresinden erişildi.
Basics of APA Style Tutorial. (2009). 21 Mart 2013 tarihinde http://www.apastyle.org/ adresinden erişil-
di.
Chicago Manual of Style (2013). The Chicago manual of style online. 28 Mart 2013 tarihinde http://
www.chicagomanualofstyle.org/home.html adresinden erişildi.
Fowler, H. R. and Aaron, J. E. (2010). The little, brown handbook. US: Pearson Education.
İçindekiler Tablosu Oluşturma. (t.y.). Microsoft Ofis Desteği. 27 Mart 2013 tarihinde http://office.micro-
soft.com/tr-tr/word-help/HP001225372.aspx adresinden erişildi.
Kaynakça Oluşturma. (t.y.). Microsoft Ofis Desteği. 27 Mart 2013 tarihinde http://office.microsoft.com/
tr-tr/word-help/HA102809686.aspx?CTT=1adresinden erişildi.
Şekiller Tablosu Oluşturma. (t.y.). Microsoft Ofis Desteği. 27 Mart 2013 tarihinde http://office.microsoft.
com/tr-tr/word-help/HA102237177.aspx?CTT=1adresinden erişildi.
TDK. (2013). Türk Dil Kurumu, genel Türkçe sözlük. 22 Mart 2013 tarihinde http://tdk.gov.tr/ adresinden
erişildi.
TÜBA. (2011). Türkiye Bilimler Akademisi bilimsel doğruluk ilkeleri. 22 Mart 2013 tarihinde http://
www.tuba.gov.tr/en/scientific-meetings-and-lectures/tuba-lectures/887.html adresinden erişildi.
TÜBİTAK. (2006). Bilimsel dergilere gönderilen makalelerde dikkat edilmesi gereken noktalar. 22 Mart
2013 tarihinde http://journals.tubitak.gov.tr/genel/brosur.pdf adresinden erişildi.
Uçak, N. Ö. ve Birinci, H. G. (2008). Bilimsel etik ve intihal. Türk Kütüphaneciliği, 22(2), 187-204.

150
Okuma Listesi
Toy, B. Y. ve Tosunoğlu, N. G. (2007). Sosyal bilimler alanındaki araştırmalarda bilimsel araştırma süreci, ista-
tistiksel teknikler ve yapılan hatalar. Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Dergisi, 1, 1-20.
Cebeci, S. (2010). Bilimsel araştırma ve yazma teknikleri. İstanbul: Alfa Yayınları.
Day, R. A. (1994). Bilimsel bir makale nasıl yazılır ve yayımlanır? Oryx Press, (G. A. Altay, Çev.). TÜBİTAK,
http://journals.tubitak.gov.tr/kitap/maknasyaz/maknasyaz.pdf
Seyidoğlu, H. (2009). Bilimsel araştırma ve yazma el kitabı (10. bs.). İstanbul: Güzem Yayınları.
Ekmekçi, A. ve Konaç, E. (2009). Bilimsel yazımın bazı temel kuralları. TUBAV Bilim Dergisi, 2(1), 117-121.
http://www.calvin.edu/library/knightcite
http://www.easybib.com
http://citationmachine.net/index2.php
http://turnitin.com/tr/
www.ithenticate.com
http://www.cws.illinois.edu/workshop/writers/citation/
http://owl.english.purdue.edu/owl/resource/747/06/

151
152
ALTINCI BÖLÜM
ÖRNEKLEM VE ÖRNEKLEME YÖNTEMLERİ

Nuri YAVAN
Ankara Üniversitesi

Araştırmada Evren ve Örneklemin


Örneklem Konusundaki Temel Kavramlar
Örnekleme Türleri
Olasılıklı Olmayan Örnekleme Türleri
Örneklem Büyüklüğü ve Hesaplanması

Giriş
Bu bölüm dört alt bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm, araştırmada örneklemin mantığını ele alan bir tartış-
ma ile başlamaktadır. Bu kısımda örneklemin gerekliliği, önemi ve mekanizması açıklandıktan sonra, örnek-
lemin gücü ABD ve Türkiye seçim tahminleri örneği üzerinden incelenmektedir. İkinci bölümde, örneklem
konusundaki temel kavramlar tanımlanmaktadır. Bu çerçevede evren, örneklem, örneklem çerçevesi, birimi
ve oranı gibi kavramlar ile denek terimi açıklanmaktadır. Üçüncü bölümde, nicel bir araştırmanın merkezin-
de yer alan olasılıklı örnekleme yöntemleri ile hem nicel, hem de nitel araştırmalarda birlikte kullanılan olası-
lıksız örnekleme türleri detaylı bir şekilde ele alınmaktadır. Dördüncü bölümde ise, örneklem büyüklüğünün
belirlenmesinde kullanılan kavramlar ve kriterler ile örneklemin hesaplanması üzerinde durulmaktadır.
Araştırmada Evren ve Örneklemin Mantığı
Tüm bilimsel araştırmalar, örneklem kullanır. Örneklemsiz bir araştırma hemen hemen düşünülemez. Çünkü
hiçbir araştırma her şeyi, herkesi ve her yeri kapsayamaz. Bir araştırma, her şeyi kapsadığı, herkesi içerdiği ve
her yeri de araştırdığı yönünde bir iddia ortaya koyuyorsa, böyle bir çalışmanın hem güvenilirliğinden hem
de geçerliliğinden büyük kuşku duyulur. Nitekim bu tip çalışmalar çoğu zaman ciddiye alınmaz ve önemli
bilimsel dergilerde de yayınlanmaz. Bu nedenle bilimsel bir araştırmada seçimler yapmak, sınırlamalar ge-
tirmek ve örnekler almak adeta bir zorunluluktur. Bu bağlamda bir bilimsel araştırmanın en önemli basa-
makların biri, örnekleme aşamasıdır.
Daha öncede vurgulandığı gibi nicel araştırmanın temel amacı, yasalara ve genellemelere ulaşmak, yani tüm
toplum için her yerde uygulanabilecek genel-geçer bilgi üretmektir. Tüm toplum için geçerli olacak bir bilgi-
nin üretimi ise ancak veri toplamakla mümkündür. Veri toplama sürecinde araştırmacı, konu ettiği, hakkında

153
inceleme yaptığı, çalışmasının kapsamına giren tüm insanları veya grupları yani hedef kitlesinin tamamını,
çeşitli teknikler kullanarak (örneğin anket, görüşme vb.) saymasına tamsayım denir. Bir araştırmada tam-
sayım yaparak tüm kitleye/evrene ulaşmak çoğu zaman ancak ideal bir durumdur. Çok çeşitli nedenlerden
dolayı (maliyet yüksekliği, süre kısalığı, kontrolün zorluğu, etik zorunluluklar, uzun zaman gerektirmesi vb.)
her zaman tamsayım yapmak mümkün olmaz. Bu durumda istenilen bilginin/verinin üretilebilmesi için, ta-
nımlanan evrenden, onu en iyi şekilde temsil eden, daha sınırlı sayıda bir kitlenin seçilmesi (örneklem) ve
böylece gerekli veri toplama işleminin gerçekleştirilmesi gerekir. Bir diğer ifade ile evrenden örneklem seç-
mek yoluyla verilerin toplanması söz konusudur.
Nicel araştırma esasında örneklemlerden elde edilen bulguların evrene genellemesi üzerine kurgulanmış
bir araştırma yaklaşımıdır. Şekil 1’de nicel bir araştırmadaki örneklemin mantığı görülmektedir. Buna göre,
nicel araştırmalarda veriler tipik olarak örneklemden elde edilir ve elde edilen bu veriler çeşitli istatistiksel
tekniklerle analiz edilerek sonuçlara ulaşılır. Böylece örneklemden elde edilen ampirik bulgulardan çekildik-
leri evren hakkında çıkarımlarda bulunulur. Yani örneklemden hareketle evren hakkında genellemeler ya-
pılır. İşte nicel bir bilimsel çalışmada, araştırmacı evren hakkında çıkarım yapabilmek veya bulguları evrene
genelleyebilmek için örneklemeye ihtiyaç duyar. Tam bu noktada temel mesele, örneklemin evreni temsil
etme gücünün ne derece olduğudur. Nicel araştırmalarda bir örneklemin temsil gücünün son derece yüksek
olması çok önemlidir.
Şekil 1. Nicel bir araştırmada evren ve örneklemin mantığı (Neuman, 2010:330, Punch, 2005:103 ve Mon-
tello ve Sutton, 2006:140’dan değiştirilerek yapılmıştır)

Kutu 1: Örneklemden Evren Doğru Şekilde Tahmin Edebilir Mi?


Küçük bir örneklemden büyük bir evren hakkında doğru bir tahmin yapmak ne derece mümkündür? Pratik
hayatta örneklem çok sık kullanılır. Çünkü tüm evreni kapsamanın pahalı olması, uzun zaman gerektirme-
si ve pratik olmamasından dolayı tamsayım yapmak çoğu zaman mümkün değildir. Bu nedenle örneklem
kaçınılmazdır. Günlük gerçek hayatta, firmalar, hükümetler, insanlar veya partiler bir şey hakkında bilgi sa-
hibi olabilmek, anlayış geliştirebilmek, davranış ve tutum sergileyebilmek için araştırmaya ihtiyaç duyarlar.
Örneğin firmalar yeni bir ürün geliştirdiklerinde pazarlama araştırması yoluyla bunun tüketiciler tarafından

154
ne ölçüde beğenilip beğenilmediğini araştırırlar. Bunun için milyonlarca tüketicilerden veri toplamak yeri-
ne 500-1000 kişilik bir kitleden örneklem seçerler. Hükümetler, belirli konularda vatandaşların fikri almak,
tutumunu öğrenmek için örneklem yoluyla araştırma yaparlar. Örneğin hükümetler firmalara verdikleri
teşviklerin hangi alanda eksik olduğunu öğrenmek için, tüm ülkedeki yüzbinlerce girişimciden değil, belli
oldukça az sayıdaki bir işadamının (kabaca 100-500 kişi) görüşlerini kullanılırlar. Veya kamu kurumları sosyal
yardımlardan memnuniyeti ölçmek için devletten sosyal yardım alan milyonlarca kişi yerine az sayıdaki bir
kitleden (yaklaşık 500-1500 civarı) bu memnuniyeti ortaya koyarlar. Bu tip örneklerin sayısını çoğaltmak
mümkündür.
Ancak örneklem konusunun anlaşılmasında kullanılabilecek belki de en güzel ve tipik örnek, kamuoyu araş-
tırma şirketlerinin seçimler öncesi yaptığı “seçim tahminleri”dir. Bilindiği gibi her seçim öncesi, kamuoyu
araştırma şirketleri partiler ve adaylar için seçim tahmini yaparlar ve bu yaptıkları tahminin sonuçları yayın-
larlar. Gerçekten de gerek Türkiye’de, gerekse diğer ülkelerde seçimleri tahmin etmede örnekleme yöntemi
çok yaygın olarak kullanılır ve bu yöntemle araştırma şirketleri gerçek seçim sonuçlarına çok yakın, hatta ba-
zen birebir aynı tahmin yayınlarlar. Bunun için örnek olarak 2008 yılında ABD’de, 2011 yılında da Türkiye’de
yapılan seçimlerin sonuçları ele alalım:
Aşağıdaki iki tablo ABD ve Türkiye’de yapılan seçimlerin gerçek resmi sonucu ile seçim öncesi örneklem kul-
lanılarak yapılan seçim tahminleri gösterilmektedir. İlk tabloda ABD seçimleri için, ikinci Tabloda da Türkiye
seçimleri için birçok kamuoyu araştırma şirketinin yaptığı tahminler ile seçimlerin resmi sonuçları verilmek-
tedir. Her iki tabloda da açıkça görüldüğü gibi, kamuoyu araştırma şirketleri çok küçük bir örneklemden
hareketle evrene ait yani tüm seçmenlerin oy verme davranışını çok küçük hata payları ile hemen hemen
birebir doğru şekilde tahmin etmiştir.

ABD 2008 başkanlık seçimi tahminleri Türkiye 2011 genel seçim tahminleri
Oy Oranı* (%)  Kamuoyu Araştırma Oy Oranı* (%)
Kamuoyu Araştırma Şirketi
Obama McCain Şirketi AKP CHP MHP BDP
Reuters/CSPAN/Zogby 50 43 Sonar 51 26 12 5
Pew Center for Research 49 42 Konsensus 49 28 12 6
Investor’s Business Daily/TIPP 47 45 Pollmark 47 25 13 7
ABC News/Washington Post 54 43 Genar 49 25 12 6
CNN 51 44 Andy-Ar 52 27 11 7
Zogby Daily Tracking 49 44 Koda 47 27 11 7
Gallup 53 40
NBC News/Wall Street Journal 51 43
Rasmussen Daily Tracking 52 46
Şirketlerinin ortalaması 51 43 Şirketlerinin ortalaması 49 26 12 6
RESMİ SEÇİM SONUÇLARI 53 46 RESMİ SEÇİM SONUÇLARI 50 26 13 7
Kaynak: Tonta, 2012
*Yüzdeler tam sayıya yuvarlanmıştır.

Görüldüğü gibi her iki ülkede de kamuoyuaraştırma şirketleri seçimler öncesi gerçek seçim sonuçlarına çok
yakın tahminler yayınlamıştır. Türkiye’de yaklaşık 50 milyon seçmen var. ABD’de de 220 milyon civarında bir

155
seçmen kitlesinin olduğu düşünülürse, bu şirketler oy verme davranışını doğruya çok yakın tahmin etmek
için acaba kaç kişiyle görüşmüş olabilirler? Yani Türkiye için evrenin 50 milyon, ABD için de 220 milyon oldu-
ğu dikkate alındığında, acaba kaç denekle görüşme yapılmıştır? Yani kaç kişilik örneklem kullanılmıştır? 50
milyon? 10 milyon? 1 milyon? 100 bin? 10 bin?... Hayır, genellikle yaklaşık 1500-2000 kişilik bir örneklem
kullanılmaktadır (Tonta, 2012). Yani araştırma şirketleri sadece 1500-2000 kişiyle görüşerek 50 milyon veya
220 milyon seçmenin seçimde nasıl oy kullanacaklarını, hangi parti/adayı seçeceğini uygun örneklem seçme
teknikleri kullanarak doğru bir şekilde tahmin edebilmektedir.
Yukarıda verilen örnek, doğru örneklem seçimi durumunda, tamsayım yapmaksızın, örnekleme ait bulgu ile
evrenin doğru tahmin edebileceğini, onun hakkında doğru çıkarımlarda bulunulabileceğini ve buradan da
genellemelere erişilebileceğini açık ve net bir biçimde göstermektedir.
Örneklem Konusundaki Temel Kavramlar
Tüm bu açıklamalardan sonra, örneklemle ilgili bazı temel kavramları tanımlayabiliriz. Öncelikle daha önce
açıklanan analiz birimi kavramını kullanarak evreni tanımlayalım.
Evren
Evren, bir araştırmada ele alınan konuya ait olan tüm analiz birimlerinin toplamına verilen addır. Türkçe
literatürde evren kavramı yerine zaman zaman “ana kütle”, “kitle”, “nüfus” veya “popülasyon” terimlerinin
de kullanıldığı görülmektedir. Evrene ilişkin çok sayıda örnek verilebilir. Örneğin yukarıdaki örnekten hareket
edilirse, Türkiye’deki 50 milyon seçmen evrendir. Eğer bir kentteki engellilerle ilgili bir araştırma yürütüyor-
sak, evren o kentteki tüm engellilerdir. Eğer Doğu Karadeniz’deki yayların turizm açısından değerlendirilmesi
üzerine bir araştırma yürütüyorsak, evren Doğu Karadeniz’de tüm yaylalardır. Eğer Ankara’daki AVM’lerin
yer seçimi üzerine bir araştırma yapılıyorsa, evren Ankara’daki tüm AVM’lerdir. Bu örnekleri çoğaltmak
mümkündür. Evrenle ilişkili olan bir diğer kavram parametredir. Parametre, bir evrenin özelliklerini belir-
leyen sayısal karakteristiklere verilen addır. Parametre, evrene ait gerçek bir özellik olduğundan ne olduğu
yani değeri bilinemez ve ancak örneklemden yola çıkılarak değeri tahmin edilebilir.
Örneklem
Örneklem, evreni oluşturan birimler arasından seçilen ve onu temsil ettiği varsayılan daha küçük birimlerin
toplamıdır. Bir başka ifade ile örneklem, evrenden belirli yöntemlerle seçilmiş birimlerin oluşturduğu bir
topluluk olup, evrenin alt kümesi ya da bir parçasıdır. Örneklem kendi başına bir anlam ifade etmez, onun
önemi seçildiği evreni temsil etmedeki gücünde yatmaktadır. Bu nedenle bir araştırma örneklemin seçilmiş
olması, o araştırmayı bilimsel kılmaz, zira örneklem seçilmiş olabilir ancak eğer bu yansız değilse, evrendeki
özellikler ile benzerlikler taşımıyorsa ve belli bir büyüklüğe sahip değilse, bu örneklem hiçbir anlam ifade et-
mez. Çünkü evreni gerçekten temsil etmiyordur. Bu nedenle en iyi örneklem, evreni en mükemmel şekilde
temsil eden örneklemdir.
Diğer Örneklem Kavramları
Örneklem konusunun ayrıntılarına girmeden önce, örneklemle ilgili bazı temel kavramları açıklamak gerekir.
 Denek:Örnekleme seçilen unsurların her birine denek adı verilir. Denek, bazen bir kişi olurken, bazen
bir hanehalkı veya firma olabilir. Anket sorularına cevap vererek analiz için veri sağlayan kişiye de denek
veya cevaplayıcı denilir.
 Örneklem birimi: Örneklemin belli aşamalarında seçim için düşünülen öge/unsur ya da ögeler setidir
(Tonta, 2012). Her örnekleme işleminde bir örnekleme birimi bulunur. Buna göre örneğin, TÜİK her yıl
Türkiye’deki sanayiye ilişkin istatistikler toplamaktadır. Bu sanayi sayımlarındaki örneklem birimi ‘giri-
şim’ yani ‘firma’dır.

156
 Örneklem çerçevesi:Tanımlı bir evrene ait bütün birimlerin yer aldığı, örneklemin içinden çıkarıldığı
tüm birimlerinin geçerli bir listesidir (Neuman, 2010). Örneğin, nüfus kayıtları, telefon rehberleri, seç-
men kütükleri, vergi kayıtları, işyeri kayıtları veya tapu kayıtları evreni tahmin etmede birer örneklem
çerçevesi olabilir. Bu bağlamda mesela TÜİK’in sanayi sayımlarında kullandığı örneklem çerçevesi, “iş
kayıtları ve bunların adresi”dir.
 Örneklem oranı:Örneklem büyüklüğünün evren büyüklüğüne oranıdır. Örneğin evren 50.000 kişi
iken, araştırmacı bunun içinden 150 kişilik bir örneklem çekerse, bu durumda örnekleme oranı
150/50.000=0,003 yani %3’tür. Eğer evren 500 ise ve araştırmacı 100 kişilik bir örneklem çekiyorsa,
bu durumda örnekleme oranı 100/500=0,20 yani %20’dir (Neuman, 2010:327-328).Örneğin TÜİK’in
sanayi sayımlarında örneklem oranı iki şekilde tespit edilmektedir. İlki, 20’den fazla çalışanı olan tüm
girişim/firmalar tamsayım yöntemi ile örnekleme dahil edilmektedir. İkincisi, 20’den az çalışanı olan
firmalar ise, tabakalı basit rasgele örnekleme yöntemi kullanılarak sayılmaktadır.

Örneklemenin iki temel kuralı olan vardır: “yansızlık” ve “temsiliyet”. Yansızlık ilkesi, evrendeki her bir biri-
min/öğenin örnekleme seçilmede eşit şansa sahip olmasıdır. Bu ilke, araştırmacının örnekleme girecek olan
birim/öğelere karşı önyargısız, tarafsız, bağımsız olmasını ve eşit mesafede durması anlamına gelmektedir.
Temsiliyet ilkesi ise, örneklemenin temelinde yatar. Burada temsiliyetin anlamı, örneklemden elde edilen
bilgi ile evrenin sayımından elde edilen bilginin aynı olmasını ifade etmektedir. Her bir örneklemin evreni
mümkün olduğunca en iyi şekilde temsil etmesi gerekir. Tam ve mutlak bir temsiliyet mümkün değildir, çün-
kü her örneklemin ölçmeden veya örneklem seçiminde dolayı oluşan bir “örnekleme hatası” vardır. Ancak
araştırmacının görevi, evreni en iyi temsil gücüne sahip bir örneklem türü seçmektir.
Örnekleme Türleri
Coğrafyacılar tarafından kullanılan iki tür örnekleme yöntemi vardır. Bunlar olasılıklı örnekleme yöntemleri
ve olasılıklı olmayan örnekleme yöntemleri (Şekil 2 ve Tablo 1).

Şekil 2. Örnekleme yöntemleri ve örnekleme türleri Neuman, 2010:321 ve 349’dan yararlanılarak oluştu-
rulmuştur.

157
Tablo 1. Örnekleme türlerinin kısa bir özeti (Neuman, 2010:321 ve 349’dan yararlanılarak oluşturulmuştur).

Olasılıklı Örnekleme Türleri Olasılıklı Olmayan Örneklem Türleri

Basit Rastsal Örnekleme: Bir araştırmacının bir örneklem çerçe-


vesi oluşturduğu ve örnek olayları seçmek için saf bir rastsal süreç Gelişigüzel/Kolaycı Örnekleme: Uygun olan
kullandığı, böylece evrendeki her örnekleme unsurunun eşit seçil- herhangi bir biçimde herhangi bir olayı seçme
me olasılığının bulunduğu bir rastlantısal örneklemdir.
Sistematik Örnekleme: Bir araştırmacının bir örnekleme aralığı Amaçlı/Yargısal Örnekleme: Çeşitli yöntemler
kullanarak örnekleme çerçevesi içindeki her k’ıncı (örneğin 12.) kullanarak belirli kriterlere uygun olası tüm örnek
örnek olayı seçtiği rastlantısal örneklemedir. olayları seçme
Kotalı Örnekleme: Gelişigüzel yöntemler kul-
Tabakalı Örnekleme: Pek çok örnek olay kategorisinin her bir ka-
lanarak evrenin çeşitliliğini yansıtacak olan her biri
tegorisinden bir rastlantısal örneklem çekilir ve sonra çok sayıda
önceden belirlenmiş olan pek çok kategoriden be-
örnekleme birleştirilir.
lirli sayıda örnek olay seçme
Küme Örneklemesi: Daha büyük küme birimleri için bir ör-
Kartopu Örneklemesi: Bir ya da birkaç örnek
nekleme çevresi oluşturulur, küme birimlerinden bir rastlantısal
olaydan gelen göndermeleri kullanarak örnek
örneklem çekilir, seçilen her bir küme birimi içindeki örnek olaylar
olaylar seçme ve sonra bu örnek olaylardan gelen
için bir örneklem çerçevesi oluşturulur, sonra örnek olaylardan bir
göndermeleri kullanma vb.
rastlantısal örneklem çekilir, böyle devam edilir.

Olasılıklı Örnekleme Türleri


Olasılıklı örnekleme yöntemleri, adından da anlaşılacağı üzere matematikteki olasılık kuramına dayalıdır. Bu
yöntemde örneklemler, olasılık hesabına dayalı olarak seçilir. Nicel araştırmada tercih edilen esas örneklem
yöntemi olasılığa dayalı örneklemlerdir. Çünkü bu yöntemin evreni temsil edebilme özelliği diğer yöntemler-
den (olasılıksız örneklem türlerinden) çok daha yüksektir ve bu nedenle örneklemden elde edilen bilgi evre-
ne güvenli bir şekilde genellenebilir. Genellemeye gitmek için bu yöntemin kullanılması bir zorunluluktur. Bu
yöntem, ileri istatistiksel tekniklerin kullanılmasına imkan vererek çıkarım yapmayı ve tahminde bulunmayı
sağlar. Yine bu yöntemde örneklemin büyüklüğü hesaplanabilir, evrenden sapma hatası ölçülebilir. Hatta
birçok araştırmacıya göre, tek bir örneklem yöntemi vardır, o da olasılıklı yöntemdir. Bu yüzden olasılığa da-
yanmayan örnekleme yöntemleri bilimsel olarak kabul edilmemeli ve ciddiye alınmamalıdır.Bu yöntemin te-
mel özelliği, örneklemenin iki temel kuralı olan “yansızlık” ve “temsiliyet” ilkeleri üzerine dayanmasıdır. Yani
örneklem birimleri şans yoluyla seçilir ve her bir birimin örnekleme seçilme olasılığı eşittir, böylece örnek-
lem evreni güçlü bir şekilde temsil eder. Olasılıklı örnekleme yönteminin,basit rastsal örnekleme, sistematik
örnekleme, tabakalı örnekleme ve küme örnekleme olmak üzere başlıca dört türü bulunmaktadır (Şekil 2).
Basit Rastsal Örnekleme
Bu örnekleme türünde, evreni oluşturan her bir birimin örnekleme seçilme şansı eşittir. Bir birimin örnek-
leme girmesi, diğerlerinin seçilmesine bağlı değildir, her birimin eşit girme olasılığı vardır (Bkz. Şekil 3). Aynı
şekilde örnekleme çerçevesinin içindeki her bir biriminde seçilme olasılığı eşittir (Lo, 2009; Rice, 2010). Rast-
sal örneklemde, örnekleme çerçevesinin yeterliliği çok önemlidir. Bu nedenle bu örneklem için tüm evreni
kapsayan sağlam, güncel bir örneklem çerçevesinin/listesinin bulunması gerekir.
Rastsal örnekleme, iki şekilde yapılır. Ya çoğu istatistik kitaplarında hazır bulunan ‘rastsal sayılar tablosu’
(Bkz. Tablo 2) yardımıyla elle yapılır ya da rastsal sayılar Excel veya SPSS paket programı kullanılarak veya in-
ternet üzerinde yer alan rastsal sayı tablosu üretme programı aracılığıyla bilgisayarla yaratılabilir. Buna göre,
örneğin varsayalım 200 üyeden oluşan bir örneklem çerçevemiz var ve burada rastsal sayılar tablosunu kul-

158
lanarak 5 rastsal örneklem çekmek istiyoruz. Öncelikle 1’den 200’e kadar olan herbir örneklem birimine bir
numara verilir. 200 üç haneli olduğu için tabloda 3 haneli rakamlar kullanılır. Seçme işlemine başlamak için
tablodan rastsal bir sayı seçilir, varsayalım 1. satırın, 2. sütunundaki 187 seçildi, böylece örnekleme girecek
ilk birim rastsal usulle seçilmiş olur. Bir sonraki sayı 781’dir, ancak bizim çerçevemizde/listemizde o sayılı üye
olmadığından, onu atlar ve bir sonrakine geçeriz, bu işlemi sırasıyla tüm satır ve sütunlar için tekrar ettiği-
mizde, tabloda 1 ile 200 arasında uzanan 3 haneli toplam 4 rakam buluruz. Tablo 2’de gösterilen bu beş ra-
kam ile liste/çerçeve üzerindeki sayılar aynı olduğu için, bu rakamlar sonuçta bizim örneklemimizi oluşturur.

Tablo 2. Basit rastsal örneklem oluşturmak için üretilmiş bir rastsal sayılar tablosu parçası(Lo, 2009:4)
Sütun 1 Sütun 1 Sütun 1 Sütun 1 Sütun 1
Satır 1 3009 1879 0440 7916 6643
Satır 1 9865 7813 7468 8493 3293
Satır 1 1196 1251 2368 1262 5769
Satır 1 1067 3716 8897 1970 8799
Satır 1 5160 5563 6527 7861 3477
Satır 1 4560 0094 8284 7604 1667
Satır 1 7697 2151 4860 0739 4370
Basit rastsal örneklem, olasılıklı örnekleme yöntemleri arasında en kolay olan ve en çok kullanılan örnek-
leme türüdür (Montello ve Sutton, 2006). Bu teknik güçlü matematiksel ve kuramsal temele sahiptir. Öte
yandan bu teknik küçük örneklemler için uygun olmakla birlikte, büyük evrenlerde çok pahalı ve yorucu
olabilir. Özellikle evren geniş bir coğrafi alanı kapsıyorsa ve heterojen bir yapıya sahipse, tavsiye edilen bir
yöntem değildir (Lo, 2009).

Şekil 3. Basit rastsal örneklem (n=12, N=36,) Şekil 4. Sistematik örneklem (n=12, N=36, k=3)
(Statistics Canada, 2010:96) Statistics Canada, 2010:98

Sistematik Örnekleme
Sistematik örnekleme rastsal örneklemin biraz değiştirilmiş versiyonudur. Bu yöntem, bir alan veya birey-
lerin sistematik olarak örneklenmesini içermektedir. Sistematik örneklemede örneklem, “örneklem aralığı”
adı verilen bir hesaplamanın ortaya koyduğu kurala göre seçilir. Böylece bu yöntemde, evrendeki her bir

159
k’ıncı birim örnekleme seçilir. Buna göre, örneklem aralığı, k ile gösterilir ve evren büyüklüğünün örneklem
büyüklüğüne oranı (k=N/n) şeklinde tanımlanır (Neuman, 2010). örneklem aralığı olan k en basit biçimde
örneğin her 5. km, her 30. dakika veya her 10. kişi vb. şekilde olabilir. Yukarıda yer alan aynı örnekten de-
vam edersek, yani evrenin 200, örneklem büyüklüğünün 5 ve örneklem aralığının da, k=200/5=40 olduğunu
düşünürsek, tıpkı basit rastsal örneklemde olduğu gibi burada da başlangıç değeri rastsal bir şekilde seçilir,
mesela 7. sayı. Burada örneklem aralığı, k=40 olduğu için, örneklem çerçevesinde yer alan her 40. üyenin ör-
nekleme seçileceğini kurala bağlıyor. Yani örneklem listesinden her k’ıncı öge seçilir, bu seçilen sayı ilk başta
seçilen örneklem birimine eklenerek, ikinci örneklem seçilmiş olur. Bu süreç, yeterli örneklem hacmine ula-
şılıncaya kadar tekrar eder, buna göre de örneklem 7, 47, 87, 127 ve 167 nolu birimlerden oluşur (Lo, 2009).
Bu yöntemin uygulaması basit ancak örneklem tüm evren boyunca yayılmıştır. Bu yöntem örneklem aralığı
ile örneklem çerçevenin çakışmadığı sürece sorunsuz işler, bu yüzden çerçevedeki ögeler devirsel olmama-
lıdır yani, örneğin, her k’ıncı öge aynı özellikleri taşımamalıdır (Lo, 2009; Fotheringham, 2005; Rice, 2010;
Jensen ve Shumway, 2010; Kitchin ve Tate, 2000). Şekil 4, 36 kişilik bir evren içinden 12 kişilik bir sistematik
örneklem seçimini göstermektedir. Bu şekilde örneklem aralığı 3 olduğu için, araştırmacı rastsal bir başlangıç
noktasından sonra her k’ıncı yani 3. ismi/örnek olay olarak seçmiştir.
Tabakalı Örnekleme
Rastsal ve sistematik örnekleme evrenin görece homojen olduğunda durumlarda kullanılır, oysa gerçek ha-
yatta birçok şey heterojendir ve çoğu durumda evren birçok farklı özelliklerin bir kombinasyonundan mey-
dana gelir. Eğer evren farklı özelliklere sahip çok farklı gruplar veya alt gruplardan oluşuyorsa, bu durumda
tabakalı örneklem kullanılır (Jensen ve Shumway, 2010). Tabakalı örneklem, farklı gruplar/sektörler için farklı
tahminlere gereksinim duyulduğu zaman kullanılır. Bu örneklem türünde evren, büyüklüğü önceden bilinen
farklı tabakalara veya homojen gruplara bölünür. Tabakaların veya benzer grupların oluşturulmasında yaş,
gelir, cinsiyet, ırk, gelir düzeyi ve coğrafi bölge gibi birçok unsur kullanılabilir (Lo, 2009). Bu örneklemde, rast-
sal ve sistematik örneklemeden farklı olarak, örneklem çerçevesinden her bir birimin seçilme şansı eşit de-
ğildir, birimin ait olduğu tabakaya göre değişiklik gösterir (Rice, 2010). Tabakalar oluşturulduktan sonra, her
bir tabaka için rastsal örneklemler seçilir. Tabakanın örneklem büyüklüğü, tabaka evreninin büyüklüğüne
orantılı veya orantısız olabilir. Orantılı tabakalı örneklemde, evrenin örnekleme oranı tüm tabakalar için ay-
nıdır. Yani tüm tabakalara aynı oran uygulanır. Buna karşın, bazı özel durumlarda araştırmacılar bir tabakanın
oranının evrendeki gerçek oranından farklı olmasını isteyebilirler, yani her tabaka için farklı büyüklük/oran
uygulanır, buna orantısız tabakalı örnekleme denir (Fotheringham, 2005; Rice, 2010). Örneğin araştırmacılar
evrene oranı çok küçük olan bir tabakaya daha fazla ağırlık verilmesini istiyorsa, bu tabakanın temsil gücünü
artırmak için daha fazla örneklem seçilebilir. Öte yandan tüm evrenin parametlerini tahmin etme durumu
söz konusu olduğunda, yani evrene genelleme yapılmak isteniyorsa, orantısız tabakalı örneklemenin kulla-
nımında dikkatli olunması gerekir. Zira bu durumda her bir tabaka evrendeki yerine göre uygun tekniklerle
ağırlıklandırılmalıdır, aksi takdirde örneklemden evrene genelleme yapılamaz. Her bir tabaka içindeki örnek-
lem birimi ya rastsal örneklem ya da sistematik örneklem metoduyla seçilir.
Tabakalı örneklemin evreni temsil yeteneği, basit rastsal örneklem ve sistematik örneklemden daha yük-
sektir. Çünkü bu örneklem türünde, evrenin tabakalara ayrılması, her bir katmanın örneklem içinde yer
bulmasını sağlayarak temsil gücünü artırır ve bu da örnekleme hatasını küçültür. Bunula birlikte, eğer yeterli
ön bilgi yoksa ve örneklem çerçevesi alt grupları da içerecek şekilde ayrıntılı değilse, evreni tabakalamak her
zaman mümkün değildir.
Şekil 5 orantılı seçime dayalı, rastsal seçim yöntemi ile yapılmış bir örneği göstermektedir (Lo, 2009). Bu
örnekte, 117 öge/denek/birimden oluşan bir evren a, b, c ve d şeklinde dört tabakaya ayrılmıştır. Her bir
tabakada sırasıyla 21, 34, 35 ve 27 eleman vardır. Varsayalım bu örneklem için 1000 TL paramız var ve her
bir denekten bilgi elde etmenin yani anket yapmanın maliyeti 34 TL. Buna göre bu para ile maksimum 29

160
tane anket yapabiliriz (1000/34=29). Bu sayıyı tüm örnekleme oranladığımızda, her bir tabaka için ancak ¼
oranındaki denekle anket yapabileceğimiz ortaya çıkıyor. Bu orantı a tabakasında 5, b tabakasında 8, c ta-
bakasında 9 ve d tabakasında da 7 deneklik bir örneklem vermektedir. Şekil 6’da 36 kişilik bir evren içinden
12 kişilik bir tabakalı örneklem seçimini göstermektedir. Bu şekilde evren dört tabakaya ayrılmış ve tabaka
başına 3 birim seçilmiştir.
Örneğin TÜİK, yıllık sanayi ve hizmetistatistiklerinin toplanmasında, tabakalı örnekleme yöntemini kullan-
maktadır. Burada TÜİK, örneklem çerçevesini oluşturan tüm firmaları sektörel bazda alt gruplara/tabakalara
ayırmakta ve her bir tabakanın büyüklüğünün belirlenmesinde de işçi sayısını esas almaktadır. Buna göre
imalat sanayi içerisinde yer alan 23 alt sektör tabaklara ayrılmış yani 23 tabaka elde edilmiş ve her bir ta-
bakada bulunması gereken örneklem hacmi o sektörün 4’lü kodda yer alan alt sektörlerinin sayısına oranla
dağıtılmıştır. Böylece firma sayısının çok az olduğu tabakaların bile örneklem içinde temsili sağlanmış ve
bunun içinde her bir tabakada minimum 3 firma sabit olarak örnekleme alınmıştır (Ayrıntılı bilgi için bkz.
TÜİK, 2010).
Şekil 5. Tabakalı örnekleme örneği Şekil 6.Tabakalı örneklem
(n=12, N=36) (Lo, 2009:5) (Statistics Canada, 2010:107)

Küme Örneklemesi
Küme örneklemesi, evren içinde doğal bir gruplaşmanın bulunduğu, iyi ve yeterli bir örnekleme çerçevesi-
nin olmadığı durumlarda kullanılır. Bu örneklem türü hem basit rastsal örneklemden hem de tabakalı ör-
neklemden daha az kesindir, ancak onlara göre oldukça ekonomiktir, nitekim bu örneklem türü özellikle
pazarlama araştırmalarında yaygındır çünkü spesifik gruplarla ilgilidir. (Lo, 2009). Küme örneklemesi, bir
dizi hiyerarşik aşamadan oluşur. İlk önce evren içindeki kümeler tespit edilir ve bu kümeler rastsal yöntemle
örneklenir. Bu aşamada seçilmiş kümedeki tüm birimler örnekleme dâhil olursa, bu yönteme “küme örnek-
lemesi” veya “tek aşamalı örnekleme” denilir (Bkz. Şekil 7 ve 8). Görüldüğü gibi Şekil 7’de öncelikle evren
içindeki 7 küme belirlenmiş, daha sonra da bunlardan 3 küme rastsal yöntemle örnekleme olarak seçilmiş-
tir. Şekil 8’de ise, 36 birimlik bir evren öncelikle 10 kümeye ayrılmış, daha sonra bunun içinde 4 küme tüm
elemanlarıyla birlikte rastsal olarak örneklem seçilmiştir. Bu örneklem tipi tek aşamalı olduğu için hem Şekil
7’de, hem de Şekil 8’de örneklem seçilen kümelerin tüm birimlerinin/elemanlarının örnekleme dahil edildiği
görülmektedir. Buna göre Şekil 7’de n=62 iken, Şekil 8’de n=12’dir.

161
Şekil 7.Küme örneklemesi (Lo, 2009:5) Şekil 8.Küme örneklemesi
(Statistics Canada, 2010:104)

Burada küme ifadesiyle kastedilen şey okullar, kentler, devletler ve üniversiteler gibi varolan birimlerdir. Yani
evreni oluşturan ve içsel olarak heterojen olan her bir grup küme olarak adlandırılır. Bu örneklem türü taba-
kalı örneklemin tam tersidir çünkü tabakalı örneklemde, her bir tabaka içsel olarak homojen elemanlardan
oluşur, oysa kümeler heterojendir. Ancak eğer bir kümeler hiyerarşisi varsa, bu durumda örnekleme seçme
süreci iki veya daha fazla aşamalı küme seçimi olur. Bu duruma aynı zamanda “çok aşamalı örnekleme” veya
“çok aşamalı küme örneklemesi” denilir. Bu aşamada önce seçilen her bir kümenin içindeki küçük kümeler
örneklenir, daha sonra örneklenen küçük kümelerin içindeki ögeler örneklenir (Şekil 9 ve 10). Çok aşamalı
örneklemede genellikle bölgelere veya daha alt coğrafi birimlere göre kümeler oluşturulur. Bu yüzden coğ-
rafi araştırmalarda üç aşamalı bir örneklem çekme yolu izlenir (Fotheringham, 2005). Örneğin Şekil 9’da
öncelikle evren içinden 7 küme belirlenmiş, daha sonra da bunlardan 4 küme rastsal yöntemle örnekleme
olarak seçilmiştir. İkinci aşamada ise, örneklem alınan her bir küme içinden rastsal olarak bazı birimler ör-
nekleme alınmıştır. Buna göre örneğin, Türkiye’nin 81 şehrindeki üniversite öğrencilerin performansını ele
alan bir çalışmada, ilk olarak 10 kent rastsal seçilir, daha sonra bu 10 kent içindeki 5 mahalle seçilir, bir son-
raki aşamada da bu 5 mahalle içindeki 3’er okul örnekleme seçilir. Eğer süreci devam ettirirsek, okul içindeki
bazı sınıfların seçimi ve buradan da sınıftaki bazı bireylere kadar giden bir örnekleme süreci işler. Böylece
içiçe geçen, büyükten küçüğe doğru sıralanan ve birbirini izleyen birçok aşamalı küme örneklem türü ortaya
çıkar. Çok aşamalı örnekleme, özellikle coğrafi olarak çok geniş bir evrenin bulunduğu durumlarda etkili ola-
rak kullanılan bir yöntemdir (Rice, 2010). Örneğin Şekil 10, iki aşamalı bir küme örneklemesini göstermekte-
dir. Buna göre, ilk aşamada 36 birimlik evren 10 adet kümeye ayrılmış ve bunların içinden rastsal yöntemle 6
adet küme örneklem olarak seçilmiştir. İkinci aşamada, örneklem seçilen her bir kümenin içindeki birimler/
elamanların tamamı değil, yine rastsaln yöntemle bazıları seçilmiştir. Nitekim bazı kümelerden sadece 1
eleman seçilirken, bazılarından 3 adet birim/eleman seçilmiştir.

162
Şekil 9. İki aşamalı küme örneklemesi Şekil 10. İki aşamalı küme örneklemesi
(Lo, 2009:6) (Statistics Canada, 2010:109)

Olasılıklı Olmayan Örnekleme Türleri


Olasılıklı olmayan örnekleme yöntemleri, adından anlaşılacağı üzere, olasılık dışı veya olasılığa dayanmayan
bir yöntemdir. Bu yöntemde araştırmacının isteği, deneyimi ve yargısı örneklem birimlerinin seçiminde ve
örneklem hacminin belirlenmesinde temel belirleyici olduğundan, subjektif bir örneklem seçimi söz konu-
sudur. Bu yöntemin tercih edilmesindeki temel çekicilik, kolaylığı ve ekonomik olmasıdır. Olasılık hesaplama-
larına dayanmayan bu yöntem ile evren hakkında çıkarım yapılamaz, örneklemden elde edilen bilgiler ev-
rene genelleştirilemez. Bu nedenle örneklem seçiminde bu yöntemin seçilmesi durumunda, araştırmacının
en baştan bu yöntemin genelleştirmeye uygun olmadığını, bu yapılsa bile sonuçların çok dikkatle kullanılma-
sı gerektiğini kabul etmesi gerekir. Bu yöntemde, her bir birimin örnekleme seçilme olasılığı bilinmediği için,
örneklemin evreni temsil edip etmediği de bilinemez. Bu yüzden bu tür örnekleme yöntemleri tipik olarak
evrene genellemenin önemli olmadığı, örneklemin kendisinin betimsel olarak açıklanmaya çalışıldığı araştır-
malarda kullanılmaktadır (Balcı, 2009:92; Jensen ve Shumway, 2010:81). Olasılıklı olmayan örnekleme yön-
temleri bu yüzden sıklıkla nitel araştırmacılar tarafından da tercih edilir. Olasılıklı olmayan çeşitli örnekleme
yöntemleri olmasına rağmen, coğrafyada en yaygın kullanılan olasılıksız örnekleme türleri gelişigüzel/kolay
örnekleme, kotalı örnekleme, amaçlı/yargısal örnekleme ve kartopu örneklemesidir (Şekil 2).
Gelişigüzel/Kolaycı Örnekleme
Bu örneklem türüne kazara örnekleme, keyfi örnekleme, erişilebilir örnekleme ve uygun örnekleme gibi çok
faklı adlar verilmektedir. Bu örnekleme türünde, araştırmacı önüne çıkan, en kolay erişebildiği, en yakınında
bulduğu herhangi birini örneklem olarak seçer. Bu örneklem türü zaman ve para açısından büyük tasarruf
sağlar, çok hızlıca, kolay bir şekilde, ucuz maliyetle yapılır, Çünkü sokakta gördüğün vatandaşlar, işyerinde-
ki arkadaşların, yakın çevrende tanıdığın kişiler ve herhangi bir yerde rastladığın veya yakaladığın insanlar
örneklem için hazır olan denekler durumundadır. Ancak bu örneklem türünde, araştırmacı kendine uygun
olan denekleri gelişigüzel seçtiği için evreni temsil etme gücü çok düşüktür. Bu nedenle hiç bir yöntem kitabı
yazarı, yukarıdaki gerekçelerden ötürü bu tür örneklemeyi kullanmayı tavsiye etmemektedir (Rice, 2010;
Jensen ve Shumway, 2010; Balcı, 2009; Neuman, 2010; Lo, 2009). Zira bu örnekleme yöntemi örneklemenin
iki temel kuralı olan yansızlık ve temsiliyet ilkelerini kolaylıkla çiğnemektedir. Bu örneklem türüne çok sayıda
örnek verilebilir. Mesela kuyrukta bekleyen insanlara anket uygulamak, bir kahvehanede oturan insanları
denek olarak seçmek, bir sokaktan gelip geçenleri örneklem seçmek, sadece erişimi kolay yol boyunda olan
yerleşmeleri örnekleme almak veya elinizde e-mail adresi olan kişilere anket uygulamak birer ‘gelişigüzel/

163
kolaycı örnekleme yöntemi’dir. Tüm bu sakıncalarına rağmen, gerek Jensen ve Shumway (2010), gerekse Lo
(2009)çalışma evreninin homojen olduğu durumlarda, gelişigüzel/kolaycı örnekleme yönteminin pekâlâ kul-
lanılabileceğini belirtmektedir. Örneğin suyun çok iyi karışım sağladığı bir rezervuarın herhangi bir yerinden
alınan su örneği/örneklemi yoluyla su kaynağının kirlenip kirlenmediği doğru şekilde belirlenebilir(Jensen ve
Shumway, 2010:81). Burada örneklem rezervuarın neresinden alınırsa alınsın, benzer bilgiyi taşıdığı için aynı
sonucu verir, çünkü homojendir.
Amaçlı Örnekleme
Bu örnekleme türünde, örnekleme tümüyle araştırmacının önceki deneyimi veya uzman yargısına dayalı
olarak seçilir. Araştırmacı, evreni temsil ettiğine inandığı ve çalışma amacı için en uygun olduğunu düşün-
düğü birimleri örnekleme alır. Tümüyle sübjektif yargı kullanıldığı için bu örneklemede objektivite büyük bir
problemdir. Çünkü araştırmacının sınırlı deneyimi, önyargıları, bakış açısı ve beklentileri seçme sürecini yanlı
hale getirir. Ayrıca bu tür örneklemede, örneklem seçiminde sıklıkla uzman görüşüne başvurulur (Lo, 2009).
Amaçlı örneklemede önümüze çıkan herkes örneklemeye dahil edilmez, sadece belirli kriter ve ölçütleri
temsil edenler örneklem içine alınır. Bu örnekleme “amaçlı” denmesinin nedeni, araştırmacının özellikle be-
lirli, diğerine benzemeyen “özel” durumlar ve “uç” olaylar için bu örneklem türünü kullanılmasıdır (Kitchin
ve Tate, 2000; Rice, 2010; Jensen ve Shumway, 2010; Balcı, 2009; Neuman, 2010; Lo, 2009). Bu denekler de
uç/özel tipler olabilir. Örneğin terör örgütüne üye olmuş gençler, töre cinayetlerinden mağdur kalan kadın-
lar, unutulmaya yüz tutmuş bir dili konuşan veya dine inanan insanlar gibi. Bu yüzden buörnekleme türü
tipik ve genel-geçer olan durumlar için kullanılmaz.
Kotalı Örnekleme
Olasılıklı olmayan örnekleme yöntemleri arasında en çok tercih edilen örnekleme türüdür (Fotheringham,
2005). Bu örnekleme türü, diğer olasılıksız örnekleme türlerine göre daha yüksek temsil gücüne sahiptir
(Rice, 2010; Jensen ve Shumway, 2010; Kitchin ve Tate, 2000) ve birçok bakımdan olasılıklı örnekleme en
yakın örneklemedir. Kotalı örneklem, diğer olasılıksız türlere göre daha ileri ve karmaşıktır. Bu yüzden bu
yöntemin uygulanabilmesi için çalışma evrenine ilişkin bazı temel verilerin ve ön bilgilerin olması gerekir.
Kotalı örnekleme birbirini izleyen birkaç aşamadan oluşur (Lo, 2009): İlk önce araştırmacı sahip olduğu evre-
ne ve çalışma konusuna uygun olarak yaş, cinsiyet, meslek ve coğrafi bölge gibi belirli kategoriler belirler. Bu
kategoriler bir nevi tabakaya benzer biçimde olur. Mesela her bir ilçe veya bölge ya da yaş grubu bir kategori
olarak düşünülebilir. Daha sonra araştırmacı mevcut verileri kullanarak, her kategorinin evrendeki temsil
oranını hesaplayarak, her bir kategori için kota koyar. Örneğin yaşı 0-20 arasında olan 60 kişi ile, 20-40 yaş
arası olan 100 kişi ile ve 40-60 yaş aralığında olan 40 kişi ile görüşülecek gibi. Ya da örneğin bunların %30’ı
Keçiören’den, % 25’i Çankaya’dan, %20’si Yenimahalle’den, %15’i Mamak’tan ve %10’u’da Altındağ ve Sin-
can’da oturan olmalı şeklinde. Çankaya’dan örnekleme katılacak olanların %60’ı kadın, %40’ı erkek olmalı ve
bunların %20’si İlköğretim, %30’u Lise, %50’si de üniversite mezunu olmalıdır gibi kotalar belirlenir. Böylece
araştırmacı evrene ait çeşitli farklılıkların örneklemde bulunmasını garanti ederek, temsiliyeti artırır. Son
aşamada ise, kotaya girecek deneklerin sahada bulunması gelir. Bu aşamada araştırmacı, elinde bir kota (ör-
neğin 25 kadın, 15 erkek, 40 üniversite mezunu gibi) olsa bile deneklerin seçiminde tamamen keyfi davranır.
Çünkü deneklerin seçimi anketi yapan kişinin tercihlerine kalır. Kuşkusuz bu safhada örneklem birimlerin
seçiminde bir dereceye kadar kontrol olabilir ancak her bir kota grubu içindeki deneklerin seçimi tamamen
keyfi ya da yargısaldır. Bu nedenle araştırmacılar denek seçiminde önyargılı olmamalı, aksi takdirde seçilen
örneklem genelleme yapılacak gerçek evreni temsil etmez. Bu örneklem türü, olasılıklı yönteme göre, göre-
ce maliyeti düşük ve uygulanması kolaydır. Bu nedenle kamuoyu ve pazar araştırmaların çok sıklıkla kullanılır
(Lo, 2009). Ancak kategorilerin belirlenmesinde ortaya çıkan hatalar, deneklerin keyfi seçilmesi ve kotaların
doldurulmasındaki zorlukları dezavantajlar olarak belirtmek gerekir.

164
Kartopu Örneklemesi
Bu örnekleme türü, evren hakkında hiçbir çerçevenin olmadığı ve bilinmediği durumlar ile tipik olarak eri-
şilmesi zor gruplar ve kişilerden oluşan bir evren bulunduğu zaman kullanılır (Lo, 2009; Jensen ve Shumway,
2010; Neuman, 2010). Örneğin evsizler, fahişeler, gangasterler, kaçak işçiler vb. Burada araştırmacı ilk önce
amacına uygun olarak birkaç denek belirleyerek onlarla temasa geçer. Ardından bu deneklerden yararlana-
rak benzer özelliklere sahip diğer kişilere ulaşılır. Bu süreç bir kartopu gibi büyür ve böylece araştırmacı ev-
renini temsil edecek yeterli sayıda örnekleme ulaşır. Bu yöntemde, araştırmacı bir veya birkaç kişi ile sürece
başlar, daha sonra bu süreç bir ağ örme şeklinde zincirleme birbiriyle bağlantılı ilişkilere dayanarak genişler
ve tekrarlanarak keyfi bir örneklem hacmine ulaşıncaya kadar eder. Çok ucuz ve kolay bir yöntem olmakla
birlikte, örneklemin evreni temsil edip etmediğinden emin olunamaz. Örneklemin kendisi deneğe bağımlı
olduğu için, yanlılık çok yüksektir. Tüm bu kusurlarına rağmen kullanımı gittikçe yaygınlaşan bir yöntemdir.

Kutu 2: Örnekleme Sürecinin Aşamaları


(1) Evrenin tanımlanması: Örnekleme işleminde ilk yapılması gereken iş, evrenin belirlenmesidir. Evren, çok
büyük, soyut ve genel bir kapsamda ele alınabileceği gibi (örneğin herhangi bir olgunun evreni tüm dünyadan
başlatılabilir), aynı zamanda daha somut, sınırlı ve ulaşılabilir bir kapsamda da ele alınabilir. Burada kastedilen
versiyon, coğrafi yeri, sınırı ve zaman aralığı belli olan somut çalışma evreni yani hedef evrendir. Çalışma evreni,
araştırma konusuna göre değişmekle birlikte, genellikle insanlar, nesneler, olaylar, olgular, kurumlar veya
firmalardan oluşan somut bir topluluktur. Çalışma evreni ile incelenen insan/olgu/kurum/firmanın coğrafi ve
zamansal sınırları ayrıntılı bir biçimde tanımlanır ve böylece hangi birimlerin örneklemde yer alıp, hangilerinin
almayacağı netleştirilir.
(2) Örneklem çerçevesinin belirlenmesi: Örneklem oluşturma sürecinin ikinci aşaması, örnekleme çerçevesinin
belirlenmesidir. Örneklem çerçevesi, daha öncede tanımlandığı gibi tanımlı bir evrene ait bütün birimlerin yer
aldığı bir listesidir. Nüfus kayıtları, telefon rehberleri, seçmen kütükleri, vergi kayıtları, haritalar, hava fotoğ-
rafları, işyeri kayıtları veya tapu kayıtları evreni tahmin etmede birer örneklem çerçevesi olabilir. Örnekleme
başlamadan önce amaca uygun bir çerçevenin olup olmadığı kontrol edilmeli ve varsa güncellenerek bu çerçeve
kullanılmalıdır. Böyle bir çerçeve yoksa oluşturulmalıdır, çünkü çerçeve olmaksızın ne tamsayım, ne de örnek-
leme yapılamaz. Örneğin TÜİK’in her yıl yaptığı sanayi sayımları için iş kayıtlarını (sanayi ve ticaret odalarına
kayıtlı firmaların listesi) örneklem çerçevesi olarak kullanmaktadır. Çerçeve belirleme işi, her araştırmaya göre
değişir ancak genel olarak evrene girdiği düşünülen tüm birimlerin dışarıda bırakılmayacak şekilde, mümkünse
tümünün, değilse çoğunun kapsanması gerekir. Örneğin bir ilçedeki kırsal kalkınma konusu çalışılıyorsa ve amaç
kırsal alandaki gelişmişlik düzeyini ortaya koymak ise, o ilçeye ait tüm köylerin listesi, nüfusları, hane halkı sayısı,
mahalle sayıları elde edilerek, bunlar örneklem çerçevesi olarak kullanılabilir.
(3) Örneklem yönteminin seçilmesi: Bu aşamada örneklem için hangi yöntemin seçileceğine karar verilir. Ör-
nekleme yöntemleri, olasılıklı ve olasılıklı olmayan yöntem olarak ikiye ayrılır. Araştırmacı bu aşamada öncelikle,
olasılığa dayanmayan, temsil gücü düşük, keyfi ama pratik bir özelliğe sahip bir örnekleme yöntemi mi seçe-
ceğine, yoksa matematiksel kurama dayalı, sonuçları genelleme yapma imkânı veren olasılıklı bir örnekleme
yöntemi mi seçeceğine karar vermelidir. Ardından seçtiği yönteme bağlı olarak hangi örnekleme türünü kulla-
nılacağına karar vermelidir.
(4) Örneklem hacminin hesaplanması: Bu aşamada hangi büyüklükte bir örneklemin evreni temsil edeceğinin
belirlenmesi gerekir. Örneklem sayısının kaç olacağına dair kesin bir cevap vermek mümkün değildir. Çünkü
çok sayıda faktör bunu etkiler. Genel bir kural olarak, n sayısının en az 25-30 olması gerekir. Ancak çoğu zaman
örneklem hacmi, örneklem dağılım kuramına dayalı olarak oluşturulan formüllerle hesaplanır.
(5) Örneklemin seçimi: Örnekleme sürecinin bu son aşamasında, örnekleme girecek birimler seçilerek, veri
toplama aşamasına geçilir.

165
Örneklem Büyüklüğü ve Hesaplanması
Örneklem büyüklüğünün ne kadar olması gerektiği, örnekleme sürecinde (Bkz. Kutu 2) cevaplanması ge-
reken en önemli sorunlardan biridir. Daha önceleri vurgulandığı gibi hiçbir örneklem evrenin tam olarak
temsil edemez. Bu yüzden hangi büyüklükte bir örneklemin evreni temsil edeceğinin belirlenmesi oldukça
zor bir meseledir (Lindsay, 1997). Örneklem büyüklüğünü etkileyen çok sayıda faktör bulunmaktadır. Bir
çalışmanın amacı (betimleyici, açıklayıcı), türü (nicel, nitel), istatistiksel analiz biçimi (betimsel, çıkarımsal),
evrenin homojenliği (incelenen olayın çeşitliliği, karakteristiklerin değişkenliği, değişken ve alt grupları sayısı)
ve güven düzeyi (örneklem parametrelerinin evren parametrelerinden %5 veya %1’den daha fazla değişme
göstermeyeceği) bunların başında gelmektedir. Ancak bunlardan çok daha önemlisi zaman ve paradır. Sahip
olduğunuz mali kaynaklar ve kısıtlar ile süre tahdidi örneklemin büyüklüğünde temel belirleyici rol oynar
(Lo, 2009; Jensen ve Shumway, 2010; Lindsay, 1997; Montello ve Sutton, 2006). Gerçek hayatta çoğu zaman
araştırmaya ayrılan kaynaklar çok sınırlıdır. Bir araştırma projeniz olsa bile bilimsel çalışma hem para, hem
de sürenin baskısı altındadır. Bu nedenle araştırmacılar mümkün olduğunca küçük örneklemlerle çalışmayı
yeğlerler. Ancak küçük örneklem aynı zamanda düşük temsil ve büyük örnekleme hatası anlamına gelir. Bu
nedenle genellikle örneklem büyüklüğü ile sahip olunan kaynaklar (para ve zaman) arasında hem bir pozitif
korelasyon, hem de bir ödünleşme vardır. Dolayısıyla bu faktörler örneklemenin büyüklüğünü ve yöntemini
belirlerler.
Örneklem büyüklüğünün kaç olacağına dair kesin bir cevap vermek mümkün değildir. Ancak genel olarak iki
pratik kural sıkça tavsiye edilir (Kitchin ve Tate, 2000:59; Lo, 2009; Neuman, 2010):
(1) “Büyük iyidir”, yani örneklem ne kadar büyükse, o kadar iyi olur, çünkü büyük örneklem küçük örnek-
lemden evreni daha iyi tahmin eder. Gerçekten de, örneklem büyüklüğü arttıkça, ortalamanın standart ha-
tası küçülür, yani örnekleme hatası küçülür. Bunun anlamı büyük olan küçükten daha iyidir. Eğer evren çok
homojen ve çalışma çok ayrıntılı değilse, küçük örneklemler oldukça iyi sonuçlar verirler. Evrenin gerçek bir
temsiline olan ihtiyaç çok önemli ise, büyük örneklem bir zorunluluktur. Evren içindeki değişkenliğin de-
recesi (yani standart sapma) çok önemlidir. Kuşkusuz eğer evren çeşitli ve heterojen ise, büyük örneklem
yine gereklidir. Özellikle de veriler çıkarımsal istatistiksel analiz için kullanılacaksa, istatistiksel olarak anlamlı
sonuçlar elde etmek için minimum örneklem büyüklüğü gereklidir. Ancak örneklemin büyük olması tek ba-
şına yeterli değildir. Aynı zamanda örneklemin rastsal yöntemle seçilmesi ve iyi bir örnekleme çerçevesine
sahip olması gerekir. Dolayısıyla bu koşulları sağlamayan büyük bir örneklem yerine, koşulları sağlayan ancak
küçük olan bir örneklem daha iyi sonuç verir.
(2) Örneklem sayısının minimum 20-30 olması gerekir. Örneğin Kitchin ve Tate (2000:59) örneklem büyük-
lüğünün minimum 20-30 arasında olması gerektiğini belirtirken, Lo (2009:8) 25’den daha düşük olmaması
gerektiğini vurgulamaktadır. Bu konuda kesin bir sayı söz konusu değildir, ancak genel bir kabul olarak 30’un
altına düşen örneklemden çoğu istatistiksel analizi yapmak mümkün değildir. Bu nedenle örneklem büyük-
lüğünün normal dağılıma uyacak düzeye gelebilmesi ve en temel istatistiksel yöntemlerin uygulanabilmesi
için en az 25-30 örneklemin olması gerektiği konusunda literatürde ortak bir konsensüs vardır.
Örnek büyüklüğünün hesaplamasında kullanılan iki temel kavram/istatistik vardır: Örnekleme Hatası ve Gü-
ven Düzeyi/Aralığı. Bu iki istatistik, bir örneklemin evreni ne kadar iyi temsil ettiğini ortaya koyar ve bu iki
istatistiğin seçimi örneklem büyüklüğünün belirlenmesinde temel rol oynar.
Örnekleme Hatası
Eğer aynı evrenden, aynı metot kullanarak, farklı örneklemler çekiliyorsa, yani her bir çekilen örneklemin
ortalama (farklı örneklem birimlerinin seçilme şansından dolayı) değeri diğerinden farklı ise, bu durumda
evrenin ortalaması ile örneklemin ortalaması arasındaki fark vardır demektir ki bu farka örneklem hatası
denilir. Evrenden sapmayı gösteren bu hata, sonuçlar üzerinde etkili olur (Lo, 2009; Rice, 2010). Örneklem

166
büyüklüğü arttıkça, örneklem ortalamasının standart hatası küçülür, yani örnekleme hatası azalır. Bu ne-
denle büyük olan örneklem küçükten daha iyidir. Bu nedenle örnekle hatasının toleransı, bir diğer ifade ile
tahminin kesinlik düzeyinin tam olarak ne olması gerektiği önemlidir. Örneklemden beklenen kesinlik düzeyi
yükseldikçe, örneklem büyüklüğü de o derecede artar.
Güven Aralığı
Güven düzeyi, adı üstünde bulguların güvenirliliğini gösterir. Güven aralığı, örneklemden tahmin edilen pa-
rametrelerin, belirli bir güven aralığı içinde gerçek bir evren parametresi olduğunu ifade etmektir. Güven
düzeyi/aralığı, standart olarak üç şekilde ifade edilir: ilki, %0.1 veya %99,9; ikincisi, %1 veya %99 ve üçüncüsü
de %5 veya %95’dir. Öte yandan bazen güven düzeyinin %10 veya %90 şeklinde dördüncü şekilde de kurul-
duğu görülür, ancak bu nadirdir ve pek tercih edilmeyin bir düzeydir. En yaygın şekilde kullanılan standart
düzeyi ise, %95’dir. Buna göre, %5 güven aralığı veya tersinden söylenirse %95 güven düzeyi şu anlama
gelir: Eğer bir çalışma/anket 100 kez farklı örneklem kullanılarak yapılsa bile, bunların 95’inde elde edilen
sonuçlar diğer örneklemden edinilen sonuçlarla aynı olur. Buna güven düzeyi denir. Bir başka ifade ile elde
sözkonusu çalışmanın örnekleminden edilen sonuçların evrenden farklı olma olasılığı yani şans eseri olma
ihtimali (hata payı) %5’dir. Örneğin, bir anket araştırmasının, ±%3 hata payı ve %95 güven düzeyine sahip
olduğunu söylüyorsak, bunun anlamı, bu anket araştırması 20 kez yapılsa, bunun 19’unda (%95’inde) elde
edilen sonuçlar, örneklemden edinilen sonuçların artı ya da eksi %3 puan altında veya üstünde olur. Bu
yüzden eğer bir araştırmacı örneklem hacmini hesaplarken ±%3 hata payı ve %95 güven düzeyini baz olarak
seçerse, tahmin ettiği örneklem değerinin ±%3’den fazla farklı olmaksızın gerçek evren değeri olduğunu
%95 eminlikle söyleyebilir.
Tablo 3 örneklem büyüklüğü ile güven düzeyi ve örneklem hatası arasındaki ilişkiyi göstermektedir. Görül-
düğü gibi ister %90, isterse %95 güven düzeyinde olsun, her güven aralığında örneklem büyüklüğü arttıkça
hata payı azalmaktadır. Ancak belirli bir noktanın ötesinde, örneklem sayısı çok artırılsa bile hata payındaki
düşme çok azalır. Nitekim 1000 kişilik bir örneklemde %95 güven düzeyinde, örneklem hatası ±%3’tür. Ör-
neklem büyüklüğünü iki katına çıkarırsak, yani 2000 kişilik bir örneklemde yine %95 güven düzeyi ile hata
payı ±%3’den, ±%2,1’e iner (Lo, 2009: 8). Aynı örneklem büyüklüğünde düşük güven aralığı düşük hata payı
vermektedir.

Tablo 3. Örnekle büyüklüğü ile güven düzeyi ve örneklem hatası arasındaki ilişki (Lo, 2009:9)
Örneklem Hatası* (%)
Örneklem Büyüklüğü Güven Düzeyi
%90 %95
50 ± 11,6 ± 13,8
100 ± 8,2 ± 9,8
500 ± 3,6 ± 4,3
1000 ± 2,5 ± 3,0
1500 ± 2,0 ± 2,4
2000 ± 1,7 ± 2,1
* Normal dağılım varsayımı altında

167
Örneklem Büyüklüğünün Hesaplaması
Örnek büyüklüğünün hesaplamasında çok basit ve net bir hesaplama veya formül yoktur. Farklı araştırma-
cılar, farklı bir takım hesaplama mantığı veya formüller ileri sürmektedir, ancak herkesçe ortak kabul edilmiş
basit bir kural bulunmamaktadır. Ancak genel olarak örneklem büyüklüğünün belirlenmesinde kullanılan
belli başlı dört farklı stratejiler şunlardır:
Küçük örneklemler için tam sayım yapmak: Genel olarak İstatistikte örneklem 30 veya daha az (n<30) ise,
buna küçük örneklem denilir. Eğer evren küçükse, bu durumda tam sayım yapmak çok daha iyidir. Bu durum
örneklemden kaynaklanan tüm sorunları ortadan kaldırır. Örneğin Ankara’da AVM’lerin lokasyon seçimini
ele alan bir çalışmada, kentte toplam 31 AVM bulunduğu için böyle bir durumda örnekleme yerine tam
sayım tercih edilmelidir.

Benzer çalışmaların örneklem hacmini kullanmak: Literatürdeki benzer başka çalışmalarda kullanılan ör-
neklem hacmi fikir verici olabilir. Bunun için araştırmacının kendi çalışmasına emsal teşvik edecek ‘tipik’
çalışmalar bulması gerekir. Bu yöntem oldukça pratik olmakla birlikte, ‘tipik’ olan benzer türde çalışma bul-
mak, bulunsa bile birebir aynı koşulları tutturmak çok zordur.
Hazırlanmış örneklem büyüklüğü tablosu kullanmak: Tablo 3 farklı büyüklükteki evrenler için oluşturulmuş
örneklem büyüklüğünü göstermektedir. Bu tablo %95 ve %99 güven düzeyi ve örneklem hatası gibi belir-
li bazı kriterler göz önüne alınarak hazırlanmıştır. Bir araştırmacı bu tabloya göre, örneklem büyüklüğünü
belirleyebilir. Nitekim aşağıda yer alan tablo değerlendirildiğinde, çok net bir çıkarım yapmak mümkündür:
Genel bir ilke olarak, küçük evrenler için büyük örneklemler gerekirken, büyük evrenler için çok küçük örnek-
lemler yeterlidir. Örneğin evrenin 100 kişi veya firma olduğu bir çalışma için %90 güven düzeyinde 80 kişi/
firma ile anket yapmak gerekirken, kişi/firma sayısı 200’e ve güven düzeyi de %99’a çıkarılırsa, bu durum-
da 171 anketin yapılması gerekir. Görüldüğü gibi ilk örnekte araştırmacı evrenin %80’ini kapsarken, ikinci
örnekte bu oran %85,5’e yükselir. Bu durum küçük örneklemlerde yüksek doğruluk elde edebilmek için
örneklem büyüklüğünün oldukça yüksek olması gerektiğini ortaya koymaktadır. Buna karşın, evrenin 1.000
olduğu bir örnekte, araştırmacının güven düzeyine göre yaklaşık 300-600 arasında bir örneklem büyüklü-
ğüne ihtiyacı vardır. Bununla birlikte, evren oldukça büyük hale geldikçe, ihtiyaç duyulan örneklem sayısı da
doğrusal olarak artmaz, daha doğrusu örneklem büyüklüğünün evrene oranı %1’lere kadar düşer. Çünkü
görece küçücük örneklemler ile çok büyük bir doğruluk yakalamak mümkündür.1 Mesela yaklaşık 400 kişilik
bir örneklemle 10 bin nüfusa sahip bir kasabayı ya da 1 milyonluk bir büyük kenti veya 10 milyonluk bir me-
gapolün nüfusunu doğru şekilde tahmin edebilirsiniz. Yine yaklaşık 2500 kişilik bir örneklem ile 25 milyonluk
veya 250 milyonluk bir evreni aynı doğrulukta tahmin etmek mümkündür.2

1 Bu durumun matematiksel ispatı Olasılık Teorisi ve Merkezi Limit Teoremi’nde yatar. Nitekim bu teoreme göre örneklem büyüklüğü arttıkça, örneklemin
ortalamasının dağılımı, normal dağılıma yaklaşır. Böylece örneklemin parametreleri ile evrenin parametrelerinin doğru bir şekilde tahmin etmek mümkün
hale gelir. Bunun için daha detaylı teknik bilgi ve istatistiki bir tartışma için coğrafyadaki istatistik kitaplarına bakınız.
2 Bu kitap bölümünün başında 1500-2000 kişilik bir örneklemle ABD ve Türkiye’de seçim sonuçlarının nasıl doğru şekilde tahmin edildiğini gösteren örneği
hatırlayınız.

168
Tablo 4. Farklı evren büyüklükleri için hesaplanmış örneklem büyüklüğü (Statistics Canada, 2010: 155 ve
Neuman, 2010:351’den yararlanılarak hazırlanmıştır.)

Örneklem Örneklem
Evren Bü- Örneklemdeki Evren Bü- Örneklemdeki
Büyüklüğü (%95 Büyüklüğü (%99
yüklüğü Evrenin %’si yüklüğü Evrenin %’si
güven düzeyi) güven düzeyi)

50 44 88,0 200 171 85,5


100 80 80,0 500 352 70,4
500 222 44,4 1.000 543 54,3
1.000 286 28,6 2.000 745 37,2
5.000 370 7,4 5.000 960 19,2
10.000 385 3,9 10.000 1061 10,6
100.000 398 0,4 20.000 1121 5,6
1.000.000 400 0,04 50.000 1160 2,3
10.000.000 400 0,004 100.000 1173 1,2

Formül kullanmak: Örneklem büyüklük tablosu, örneklem hacminin belirlenmesinde çok önemli yararlar
sağlamakla birlikte, farklı evren büyüklüğü ile güven ve hata düzeyleri için örneklem büyüklüğünün hesap-
lanması gerektiğinde işe yaramazlar. Bunun için çoğu zaman örneklem hacmi, örneklem dağılım kuramına
dayalı olarak oluşturulan formüllerle hesaplanır. Örneklem büyüklüklerinin hesaplanmasında birkaç farklı
formül geliştirilmiştir. Bunlardan birisi,
n= (Zα/2σ/E)2
n = örneklem büyüklüğü, Z = kritik değer, a (alpha)= güven aralığı, σ (sigma) = evrenin standart sapması, ve
E = örneklem hatasıdır.
Bu formül ilgilenilen değişken normal dağılıma uygun sürekli değişken ise uygulanabilir. Bu formülün hesap-
lanması için araştırmacının a anlamlılık düzeyini ve örneklem hatasının değerini ve evrenin varyansı/stan-
dart sapmasını bilmesi gerekir. Ancak çoğu zaman evrenin varyansı/standart sapması bilinmez. Bu durumda
iki şey yapılabilir, ya küçük ölçekli bir pilot örnekleme yapılarak evrenin varyansı/standart sapması tahmin
edilebilir ya da daha önce benzer konuda yapılmış çalışmalarda kullanılan değerden yararlanılabilir.
Örneklem büyüklüğünün hesaplanmasında kullanılan başka formüller de bulunmaktadır. Ancak bu for-
müller teknik düzeyde oldukları için farklı durumları ele alan diğer formüller için çeşitli istatistik kitaplarına
bakılabilir. Öte yandan örneklem hacminin hesaplanmasında MINITAB3, PASS ve SAS/STAT gibi istatistiksel
paket programlarından yararlanılabilir. Ayrıca son yıllarda örneklem büyüklüğünü saptamak için “örneklem
büyüklüğühesap makinesi” (sample size calculator) adı verilen bir araç geliştirilmiştir. Creative Research Sys-
tems (2013) ve Raosoft (2013) şirketlerinin web sayfası üzerinden ücretsiz olarak sunulan bu araç yoluyla
internet üzerinden online olarak örneklem büyüklüğünü hesaplamak mümkündür. Çok yararlı ve pratik olan
bu aracı kullanmak için evren büyüklüğünün önceden bilinmesi gerektiğini belirtmek gerekir.
Sonuç
Nicel araştırma esasında örneklemden elde edilen bulguların evrene genellemesi üzerine kurgulanmış bir
araştırma yaklaşımıdır. Yani örneklemden hareketle evren hakkında genellemelere ulaşılır. Bu nedenle he-
men hemen tüm nicel araştırmalar örneklem kullanır ve dolayısıyla örneklemsiz bir nicel araştırma düşünü-
3 Örneğin örneklem büyüklüğünü MINITAB istatistik programını kullanarak saptamak için şu kitaba bakılabilir: Özdamar, 2004.

169
lemez. Bu durum coğrafi araştırmalar içinde geçerlidir.
Nicel bir araştırmada örneklem süreci, beş aşamadan oluşur. Nicel araştırmacılar öncelikle araştırmaya
konu olan deneklerin tümünün oluşturduğu kitleyi yani evreni tanımlarlar. Burada kastedilen evren, ideal
genel evrenden ziyade, gerçekçi çalışma evrenidir. Bu çalışma evreni belirlendikten sonra, araştırmacılar
sözkonusu evreni temsil ettiği düşünülen bir örnekleme çerçevesi elde eder. Amaca uygun bir çerçevenin
oluşturulmasından sonra, örneklem için hangi yöntemin seçileceğine karar verilir. Genellikle nicel araştır-
macılar matematiğin olasılık kuramına dayanan olasılıklı örnekleme yöntemlerinden birini seçerken, nitel
araştırmacılar olasılıklı olmayan örnekleme türlerini tercih eder. Örneklemin türü belirlendikten sonra, hangi
büyüklükte bir örneklemin evreni temsil edeceğinin belirlenmesi gerekir. Bu aşamada çeşitli formüller veya
hazır örneklem tabloları kullanılarak örneklem hacmi belirlenir. Örneklem hacmi belirlendikten sonra yapıla-
cak son iş ise, örnekleme girecek birimlerin veya deneklerin bizzat seçilerek, sahada veri toplama aşamasına
geçilmesidir.
Nicel bir araştırmanın tasarımından örneklem meselesi çok önemli bir konu olmakla birlikte, Türkiye’deki
coğrafi araştırmalarda örneklem konusunun en fazla ihmal edilen husus olduğu dikkati çekmektedir. Ger-
çekten de Türk coğrafyasında sahaya dayalı çalışma geleneği çok vurgulanmakta ve çoğu çalışma sadece be-
lirli mekanları kapsamakta ve anket yapımı üzerine odaklanmaktadır. Bu durumda örneklem konusu hayati
hale gelmektedir. Ancak Türkiye’deki coğrafya dergilerinde yer alan makaleler, akademik kitaplar ve doktora
tezleri incelendiğinde, örneklem bahsine ya hiç değinilmediği, ya da üstünkörü şekilde çok basit ve önemsiz
bir ayrıntıymış gibi değinildiğine şahit olunmaktadır. Çoğu coğrafi araştırmada örneklem seçimlerinin hiçbir
rasyonel gerekçeye dayandırılmadan tamamen keyfi seçimlerle ve atadan kalma usullerle yapıldığı görül-
mektedir. Oysa bu bölümde de açıkça görüldüğü üzere, örneklem seçimi ciddi bir konudur ve coğrafyacılar
bu durumu ciddiyetle araştırmalarında ele almak durumundadır.
Okuma Listesi
Clark, W. A. V. ve Hosking, P. L. (1986). Statistical methods for geographers. New York: John Wiley and
Sons.
Çıngı, H. (2009) Örnekleme kuramı (3.bs.). Ankara: Bizim Büro Basımevi.
Neuman, W. L. (2010). Toplumsal araştırma yöntemleri: Nitel ve nicel yaklaşımlar (Cilt 1-2, 4. bs.) (S.
Özge, Çev.). İstanbul: Yayınodası.
Walford, N. (2011). Practical statistics for geographers and earth scientists.New York: Wiley-Blackwell.
Kaynakça
Balcı, A. (2009). Sosyal bilimlerde araştırma: Yöntem, teknik ve ilkeler (7. bs.).Ankara: Pegem Akademi
Yayınları.
Creative Research Systems (2013). Sample size calculator. 11 Mayıs 2013 tarihinde http://www.sur-
veysystem.com/sscalc.htm adresinden erişildi.
Fotheringham, A.S. (2005). Analysing numerical spatial data. R. Flowerdew ve M. David (Eds.), Methods
in human geography (2. bs., s. 191-206). Essex: Pearson.
Jensen, R. R. ve Shumway, J. M. (2010). Sampling our world. B. Gomez ve J. J. Jones III (Eds.) Research
methods in geography içinde (s. 77-90). West Sussex: Wiley-Blacwell.
Kitchin, R. ve Tate, N.J. (2000). Conducting research in human geography: Theory, methodology and
Practice, Harlow: Prentice Hall.
Lindsay, J.M. (1997) Techniques in human geography. London: Routledge.
Lo, L. (2009). Sampling. R. Kitchin ve N. Thrift (Eds.) Internatıonal encyclopedia of human geography

170
içinde (s. 1-10). Amsterdam: Elsevier.
Montello, D.R. ve Sutton, P.C. (2006). An introduction to scientific research methodsingeography, Thou-
sand Oaks: Sage Publications.
Neuman, W. L. (2010). Toplumsal araştırma yöntemleri: Nitel ve nicel yaklaşımlar (Cilt 1-2 , 4. bs.) (S.
Özge, Çev.). İstanbul: Yayınodası.
Özdamar, K. (2004). Paket programlar ile istatistiksel veri analizi 1 (5. bs.). Eskişehir: Kaan Kitabevi Yayın-
ları.
Punch, K. F. (2005). Sosyal araştırmalara giriş: Nicel ve nitel yaklaşımlar (D. Bayrak, H. B. Aslan, Z. Akyüz,
Çev.). Ankara: Siyasal Kitabevi.
Raosoft (2013). Sample size calculator. 11 Mayıs 2013 tarihinde http://www.raosoft.com/samplesize.
html adresinden erişildi.
Madge, C. (2010). Internet media research. N. Clifford, S. French ve G. Valentine (Ed.) Key methods in
geography içinde (2. Bs., s. 230-252). London: Sage.
Statistics Canada (2010). Survey methods and practices. Minister of Industry: Ottowa. 11 Mayıs 2012
tarihinde www.statcan.gc.ca/pub/12-587-x/12-587-x2003001-eng.pdf adresinden erişildi.
Tonta, Y. (2012) Sosyal bilimlerde araştırma yöntemleri, Erişim Tarihi 11 Kasım 2012, http://www.acik-
ders.org.tr/course/view.php?id=80.
TÜİK (2010) Yıllık sanayi ve hizmet istatistikleri2007, Ankara: TÜİK Yayınları.

171
172
YEDİNCİ BÖLÜM
NİCEL ARAŞTIRMA TASARIMI

Nuri YAVAN
Ankara Üniversitesi

Pozitivist Yaklaşım
Araştırma Tasarımının Mantıksal Yapısı
Nicel Araştırma Sürecinin Aşamaları
Nicel Araştırmada Hipotez
Nicel Araştırmada Analiz Birimi ve Mekânsal Ölçek

Giriş
Bu kitap gerek nicel, gerekse nitel araştırmada kullanılan yöntemlerin ayrıntılı teknik özelliklerini açıklayan
ve her bir yöntemin uygulanma biçimini adım adım gösteren bir yaklaşıma sahip değildir. Dolayısıyla kitabın
genel yaklaşımına bağlı kalarak, bundan sonraki dört bölümde nicel bir araştırmanın nasıl tasarlandığı yani
nicel araştırma tasarımının arkasındaki mantık ve esasının ne olduğu; nicel araştırmada ölçme, ölçek ve
değişkenlerin rolü ve kullanılması; nicel araştırmada örneklem ve örnekleme yöntemleri; nicel araştırmada
hangi tür verilerin, ne şekilde toplandığı ve ne tür veri toplama yöntemleri olduğu ele alınmaktadır. Dola-
yısıyla, kitabın birbirini izleyen dört bölümünde coğrafyada yapılan nicel araştırmaların arkasındaki mantık,
temelindeki ilkeler ve bunların araştırmaya uygulanması ele alınmaktadır. Nicel verilerin analiz edilmesi yani
kısacası coğrafyada istatistiksel yöntemler bölümü ise kitabın genel yaklaşımına bağlı kalarak, ayrı bir çalış-
ma olarak değerlendirilmiş ve çoğu araştırma yöntemi kitabında olduğu gibi kapsam dışında bırakılmıştır.
Çünkü nicel verilerin çözümlenmesi yani istatistiksel analiz, başlı başına ayrı bir kitap konusu olup, içerisinde
çok geniş bir yelpazeyi barındıran, matematiksel bir arkaplan gerektiren ve teknik yönleri olan bir konudur.
Bu nedenle araştırmacılar, nicel verilerin nasıl analiz edildiğini öğrenmek için herhangi bir istatistik kitabına
veya tercihen coğrafyada istatiksel yöntemler kitaplarına başvurmalıdır.
Bu bölüm, dört alt bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde, nicel araştırma geleneğinin dayandığı pozitivist
yaklaşımın mantığı ve metodolojisi ortaya konulmaktadır. İkinci bölümde, nicel araştırmanın temel özellikle-
ri nitel araştırma ile karşılaştırılarak açıklandıktan sonra, nicel bir araştırma sürecinin basamakları üzerinde
durulmaktadır. Üçüncü bölümde, nicel bir araştırmanın merkezinde yer alan hipotez konusu ele alınmak-
tadır. Bu kısımda hipotezin yapısı, bileşenleri, oluşturulma biçimi ve türleri incelenmektedir. Bu bölümün

173
son kısmında ise, nicel araştırma tasarımında temel kavramlardan biri olan analiz birimi ve mekânsal ölçek
meselesi üzerinde durulduktan sonra bununla ilişkili bir konu olan ve nicel araştırmalarda en önemli sorun-
lardan biri olarak karşımıza çıkan ekolojik yanılgı ve indirgemecilik problemi tartışılmaktadır.
Pozitivist Yaklaşım ve Temel Özellikleri
Nicel araştırma tasarımı ve yöntemleri temelde pozitivist yaklaşımla uyumlu/ilişkili olup, bu (pozitivist) para-
digmanın metodolojik özelliklerini taşımaktadır. Nicel araştırma yönteminin anlaşılabilmesi için öncelikle po-
zitivist metodolojideki araştırma mantığının üzerinde biraz durmak gerekir. Kitabın 2. bölümünde pozitivist
paradigmanın1 özellikleri üzerinde durulduğundan, burada sadece pozitivist yaklaşımın metodolojik arkap-
lanı ve araştırma anlayışı/tasarımına değinilecektir. Çünkü nicel yöntemler esas olarak pozitivist kavram ve
terimlerle inşa edilir ve bilim camiası içinde nicel araştırma yöntemleri hem düşünsel ve tasarımsal olarak,
hem de uygulama biçimi ve vardığı sonuçlar bakımından pozitivist olarak görülmektedir.
Pozitivist yaklaşım çoğunlukla “bilim” olarak bilinir veya adlandırılır. Pozitivist yaklaşımın temel özellikleri şu
şekilde açıklanabilir (Johnston, 1986; Yavan, 2005; Neuman, 2010): Pozitivist yaklaşımda bilimin ana amacı
“açıklama” yapmaktır. Yani insan davranışlarının evrensel nedenselyasalarını keşfetmek veya genelleştirme-
lere erişmektir. Pozitivizmde bilginin kaynağı, deney, duyu ve gözleme dayalı olduğu için gerçeklik nesnel ola-
rak vardır. Yani ampirik olarak verilidir, gözlemlenebilir ve keşfedilmeyi bekler. Bilim insanının görevi, doğada
veya toplumda varolan duyularımızı kullanarak gözlemlenebilecek olan nesnel gerçekliklerin mekanizmala-
rını, oluşum yasalarını ve nasıl bir düzenlilik gösterdiğini ortaya çıkarmaktır. Pozitivist yaklaşımda insanların
doğası mekanik ve deterministtir. Yani insanlar rasyonel davranan, kendi çıkarının peşinde koşan atomistik
bireylerdir. Bu nedenle, insanların eylemleri, davranışları ve karar alma süreçleri belirlenebilir (determinist)
veya tahmin edilebilir. Pozitivist yaklaşıma göre, bilimsel bilgi diğer tüm bilgilerden üstündür ve doğruya
giden en iyi yoldur. Pozitivist yaklaşım açıklamayı hedeflediği için metodolojik olarak nomotetiktir (nedensel
yasalar) ve tümdengelimci mantıkla bilgiyi üretir. Toplumsal yaşamı kapsayan, tüm zaman ve mekân için ge-
çerli, genel neden-sonuç ilişkisi ve bunun belirleyicileri üzerine odaklanır. Pozitivist yaklaşımda, açıklamalar
diğer araştırmacılar tarafından yinelenerek doğrulanır. Yani pozitivist yöntemde her araştırmanın sonuçları
tekrar edilebilir veya yeniden üretilebilir, bu şekilde üretilen bilginin güvenilirliği ve yansızlığı garanti altına
alınır. Böylece bir açıklamanın doğru veya yanlış olduğu başka araştırmacılar tarafından aynı prosedür, ölçüt-
ler ve testler uygulanmak suretiyle test edilebilir. Pozitivist yaklaşımda üretilen bilgi teknik özelliklidir ve pra-
tik amaçlar için uygulamada kullanılabilir. Bu durum pozitivist yaklaşımda bir nevi toplum için yararlı, fayda
sağlayan bilgi üretiminin esas ve değerli olduğunu ortaya koyarken aynı zamanda bilginin çeşitli kurum ve
şirketler tarafından uygulamaya dönük bir araç olarak da kullanılabilmesine olanak sağlamaktadır. Pozitivist
yaklaşımda bilim değerden bağımsız ve objektiftir, çünkü pozitivist araştırmacı bilim yaparken kendi değer
yargılarını, politik görüşlerini ve inançlarını işin içine katmadan sadece ampirik kanıtlara dayalı olarak tarafsız
bir şekilde araştırmayı yürütür.
Sonuç olarak, pozitivist yaklaşımın epistemolojisi, bilginin duyu organları, gözlem ve deney yoluyla elde edi-
lebileceğini kabul ederek, (spekülatif, hayali, duygusal, belirsiz ve romantik olan) sezgi, ilham, inanç, duygu,
ahlak ve metafizik türü bilgiyi reddederken; ontolojik düzeyde, sadece gözlemlenebilen ve algılanan şeylerin
varlığının doğrulanabileceğini ileri sürer. Pozitivist yaklaşımın metodolojisi ise, hipotezlerin doğrulanabilirliği
ilkesine dayalı bazen tümevarım, çoğu zaman dayanlışlanabilirlik ilkesine dayalı olan tümdengelim yöntemi
olarak adlandırılan “bilimsel yöntem”dir2(Yavan, 2005). Böylece “bilimsel yöntem”3 (Bkz. Şekil 1), tümden-
gelim ve tümevarımın bir sentezi olan bir bilgi/bilim üretme yoludur.
1 Coğrafyada pozitivist paradigmanın epistemolojisi ve metodolojisi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Yavan, 2005.
2 “Bilimsel yöntem” (scientific method) Türkçe’de sıradan bir ifade olarak görülmekte ise de İngilizce’deki kullanımı özel bir anlama sahiptir ve pozitivist felsefesinin me-
todolojik yaklaşımını ifade eder. Bu nedenle okuyucunun metin içinde “bilimsel yöntem” ifadesinin geçtiği yerleri bu şekilde ele alması gerekir.
3 Neuman (2010:16) bilimsel yöntemi, bilimsel topluluk tarafından benimsenen fikirler, kurallar, teknikler ve yaklaşımların kullanılarak yeni bir bilginin üretilmesi veya
varolan bilginin yeniden değerlendirilmesi süreci olarak tanımlamaktadır.

174
Pozitivist Metodolojide Araştırma Tasarımının Mantıksal Yapısı
Pozitivizmin metodolojisi olan “bilimsel yöntem” de nedensel yasalar bulmak ve bu yasaları doğrulamaki-
çinbazen tümevarım, çoğu zaman da tümdengelim yöntemi kullanılır. Pozitivist metodolojide bilgi doğrula-
nabilirlik (verifiability) ilkesine dayalı tümevarım yöntemi benimsenerek bilimsel bir temele oturtulmakta-
dır. Bu ilkeye göre, bir şeyi bilme iddiası ancak bilgiyi ampirik olarak test etme ve doğrulamak mümkünse
anlamlı olur. Böylece gözlemlenen ampirik kanıtları yasa ve teorilere karşı test etmek sadece doğa bilim-
lerinin tipik bir özelliği değil, aynı zamanda diğer bilimlerinde bilgiye erişmesinin tek olası yolu olarak gö-
rülmektedir. Popper’ın 1968’de yayınladığı ünlü çalışmasına kadar, doğrulama ilkesi ve tümevarım yöntemi
pozitivist yöntemi ayakta tutan yegâne unsurdu. Ancak Popper, bilimsel hipotezleri test etmenin mantığı
olarak doğrulanabilirlik ilkesi yerine yanlışlanabilirliği (falsification), tümevarım yöntemi yerine de hipote-
tik-tümdengelimciliği getirmiştir. Popper’e göre, araştırmacının görevi hipotezlerin doğruluğunu kanıtlamak
değil, yanlışlamak olmalıdır. Çünkü doğruyu belirlemenin imkanı yoktur, doğruya yaklaşılabilir ancak tam
anlamıyla ulaşılamaz. Bu nedenle bilimsel olanla olmayanı ayırt eden şey, bilimsel bilgi iddiasının ampirik
olarak çürütülebilirliğidir (refutable). Bilim insanlarının gerçekte yaptığı şey, yasa ve teorileri test ederken
onların yanlış olup olmadığını görmek için karşı kanıt aramak zorunda olmasıdır. Popper’a göre, test edilen
teori yanlışlanırsa, teorinin kendisi hatalı olduğundan terkedilmeli ve bunun yerine yeni bir teori formüle
edilmelidir. Böylece yanlışlanabilirlik ilkesi ve hipotetik-tümdengelim yöntemi 1970’leri takip eden yıllarda
pozitivizme eklenmiştir (Yavan, 2005).
Tümevarım
Pozitivizmin metodolojisi olan bilimsel yöntemde doğru bilgiyi elde etmede kullanılan ilk metot gelenek-
sel olarak tümevarım yöntemi olmuştur (Şekil 1). Bir çıkarım ve genelleme aracı olarak tümevarım, tek tek
bilgilerden hareketle bir genel yargıya varma yoludur. Tümevarımda araştırmacı “özel”den “genel”e doğru
giden bir mantık yürütme yolu izler. Bu yöntemle örneğin, 1’den 1000’e kadar fabrikaların kuruluş yeri seçi-
mi ile ilgili gözlemler yapılıp, hep aynı sonuçlar elde ediliyorsa, 1000’den sonraki yapılacak her gözleminde
aynı sonucu vereceği ya da çok farklı olmayacağı varsayımı yapılarak bilgiye ulaşılır, genellemeler yapılır ve
en sonunda yasa/kuralar konulur veya teori oluşturulur. Örneğin böyle tespit ettiğimiz binlerce araştırma/
gözlemden sonra “sanayinin lokasyonunda işgücü önemlidir ya da tüm tesisler işgücüne bağlı olarak kuru-
lur” şeklinde tümevarım yoluyla bir sonuca varmak mümkündür. Ancak bu çıkarım, pratik olarak kullanışlı
olsa da mantıksal olarak tam bir kesinlik taşımamaktadır. Çünkü gözlemlediğimiz binlerce fabrikanın işgü-
nüne dayalı olarak kurulması, tüm fabrikaların işgücüne dayalı kurulduğu anlamına gelmeyebilir. Gözlem
alanımızın dışında kalan fabrikaların işgücüne dayalı olmadan kurulmuş olanlarının da mevcut olma olasılığı
vardır. Nitekim istatistik bilimi her çıkarımı ya da genellemeyi bir olasılık payı ile ifade eder veya tam tersine
olmama ihtimali ile sonuçlarını verir. Tümevarım yolu birçok eleştiriye uğramıştır. Çünkü bu yolla tam doğru-
lama yapılamaz. Çok sayıda olgu varsa ancak örneklem yoluyla hipotezler doğrulanabilir. Hâlbuki genelleme
yapabilmek için hipotezler tam anlamıyla test edilmelidir. Ancak yine de tümevarım pek çok pozitivist araş-
tırmanın vazgeçilmez unsurudur ve bilimsel ilerleme içinde son derece hayatidir (Yavan, 2005).4
Tümdengelim
Pozitivist bilimsel yöntem hipotez oluştururken ikinci sırada ve sık sık tümdengelim yolunu kullanır (Şekil 1).
Tümdengelim yönteminde araştırma “genel”den “özel”e doğru giden bir mantık yürütme yolu izler. Hipo-
tetik-dedüktif yöntem de denilen bu metotta, genel bir önermeden veya teoriden yola çıkılarak hipotezler
üretilir. Bu genel önerme, daha önceden kabul edilmiş yasaların varsayımlarını mantıksal muhakeme yoluy-
la elde edilmesi şeklinde olabileceği gibi, bilim insanının mecaz veya analoji (benzerlik) kullanması yoluyla
da yapılabilir. Görüldüğü gibi, tümdengelimci yöntem soyut düşünme, kavramlar arasında mantıksal ilişkileri
4 Nitekim Gregory (2000:606-607) pozitivist yaklaşımda en çok kullanılan yöntemin tümevarım olduğunu ve coğrafyada ilk çalışmaların birçoğunun tümevarımla yapıl-
dığını vurgulamaktadır.

175
olan kuramsal model/önermeler geliştirme veya toplumsal dünyaya ilişkin tahayyül etme süreci ile başlar.
Yani ilk aşamada araştırmacı soyut/teorik bir önerme ile yola çıkar. Daha sonra sözkonusu kuramsal öner-
meler daha somut, ampirik, test edilebilir hipotezlere çevrilir. Bir sonraki aşamada öne sürülen hipotezleri
sınamak için gerekli verilerin toplanması gelir ki bu aşamada kesin nicel veriler tercih edilir. Ampirik veriler
toplandıktan sonra hipotezler istatiksel olarak test edilir. Eğer veriler/ampirik kanıtlar hipotezleri doğruluyor-
sa başlangıçtaki kuramsal önermenin veya mevcut/geçici teorinin açıklayıcı olduğu kabul edilir veya yeni bir
yasa/kuram5 oluşturulur, eğer doğrulanmıyorsa hipotezler reddedilir ve yeni hipotezlerin oluşturulması için
başa dönülür. Görüldüğü gibi, tümdengelim yöntemi iyice düşünülmüş soyut kavramlar ve kuramsal öner-
melerle (fikirler) başlayıp hipotezler üreten ve bunları yinelenen gözlemlere karşı test ettikten sonra gerçek,
nesnel, kesin, ölçülebilen ampirik kanıtlara dayalı nedensel yasalar inşa eden bir yoldur. Bu haliyle de tüm-
dengelim yöntemi pozitivist araştırmanın esas yöntemi olup nicel araştırma yaklaşımın temelini oluşturur.

Şekil 1. Pozitivizmin metodolojisi olan bilimsel yöntemde bilgi elde etmede kullanılan başlıca yollar (Yavan,
2005’den değiştirilerek)

5 Bilimsel yöntemde “yasa”konsepti 3 aşamalı bir özelliğe sahiptir (Harvey, 1969:31): (1) Olgusal açıklama, (2) ampirik genelleme, (3) evrensel yasalar. Coğrafi araştırmala-
rın doğası dikkate alındığında, coğrafya alanında üretilen bilginin çoğu zaman “olgusal açıklama” düzeyinde olduğu görülmektedir. Yine coğrafi araştırmalar sonucu olarak
üretilen ve belirli bir zaman ve mekân için geçerli olan “ampirik genelleme”nin coğrafya için oldukça yaygın olduğu bir diğer husustur. Son olarak “evrensel yasalar”, tüm
zaman ve mekânlar için geçerli olan bir durum olup, bu tür araştırmalar sadece fizik ve kimya bilimine özgüdür. Coğrafi bir evrensel yasadan hemen hemen bahsedilemez.
Bunun belki de tek istisnası ünlü coğrafyacı Tobler (1970) tarafından ortaya konulan ve coğrafyanın ilk yasası olarak kabul edilen “Herşey birbiriyle ilişkilidir fakat yakın
olan şeyler uzak olan şeylerden daha fazla ilişkidir” önermesidir. Bu yasa, coğrafyadaki kantitatif tekniklerin, mekânsal analiz araçlarının, daha spesifik olarak da mekânsal
istatistik ya da mekânsal otokorelasyonun temelini oluşturur.

176
Nicel Araştırma Yaklaşımı ve Nicel Bir Araştırmanın Temel Özellikleri
Nicel (sayısal, kantitatif) bir araştırmanın temel özelliklerinin neler olduğunu kolaylıkla anlayabilmek için,
onu karşıtı olan nitel bir araştırma ile karşılaştırmak gerekir. Nitekim Tablo 1’de nicel ve nitel araştırma yak-
laşımları arasındaki farklılıklar yer almaktadır. Buna göre nicel araştırma pozitivist metodolojide bulunan
mantığı ve ilkeleri kullanır. Bu nedenle nicel araştırmada rasyonel bir yaklaşım ve doğrusal bir araştırma yolu
izlenir. Nicel yöntemde araştırmanın nasıl yapılacağı son derece açık, düzenli ve idealleştirilmiştir. Araştırma
süreci sistematik bir biçimde kesin kurallara, formel prosedürlere ve tekniklere göre belirlenmiştir. Gerçek-
ten de nicel araştırmalarda yapılacak şeylerin kuralları çok açık ve standartlaştırılmıştır ve çoğu nicel araştır-
macı neyi ne zaman hangi sıra ile yapacağını adım adım önceden bilebilmektedir. Nicel yöntemin bir diğer
belirgin özelliği hipotezler ve değişkenler üzerine odaklanmasıdır. Bu yaklaşımda araştırmacılar başlangıçta
öne sürdükleri hipotezleri test ederler. Bu nedenle hipotezlerin test edilmesi temel öneme sahiptir. Nicel
yöntemde kavramlar farklı değişkenler biçimindedir ve değişkenler kesin olarak sayılarla ölçülür. Nicel araş-
tırmada veriler, kesin ölçümlerden elde edilen sayılar şeklindedir, sayılamayan veya ölçülemeyen verilerin
objektifliğinden kuşku duyulur, çünkü nicel yaklaşımda güvenirlik hayati öneme sahiptir ve bunun yolu da
en başta kesin ifade, sayısal ölçüm ve istatistiksel kanıtlardan geçer. Bu nedenle nicel araştırmada veriler
ya laboratuvarda yahut bunun benzeri gerçek hayatta yapılan deneylerden elde edilir veya geniş kitlelere
uygulanan anketlerden üretilir ya da devletin resmi istatistiksel verilerden derlenir. Toplanan sayısal veriler
için nicel araştırmalar genellikle istatistiksel analiz gerektirir. Bu yüzden istatistik nicel çalışmanın kalbinde
yer alır. Nicel analiz sonuçları, genellikle istatistiksel tabloların kullanılarak elde edilen ampirik kanıtların hi-
potezlerle nasıl ilişkilendiğini tartışarak ilerler.

Tablo 1. Nicel ve nitel araştırma yaklaşımlarının özellikleri ve arasındaki farklılıklar (Neuman, 2010:21 ve
233’ten yaralanarak bölüm yazarı tarafından oluşturulmuştur)

Nicel Araştırmanın Temel Özellikleri Nitel Araştırma Temel Özellikleri


 Nesnel/Maddi olguların ölçer  Sosyal gerçeklik, kültürel anlam inşa eder.
 Değişkenler üzerine odaklanır  Etkileşimli süreçlere, olaylara odaklanır.
 Güvenilirlik kilit önemdedir.  Gerçeğe uygunluk/hakikilik kilit önemdedir.
 Değerden arındırılmıştır.  Değer yargıları var ve açıkça görünür.
 Kuram ve veriler ayrıdır.  Kuram ve veriler kaynaşmıştır.
 Bağlamdan bağımsızdır.  Durumla sınırlı, bağlam bağımlıdır.
 Çok sayıda olay/denek vardır.  Az sayıda olay/denek vardır.
 İstatistiksel analiz gerektirir.  Tematik analiz gerektirir.
 Araştırmacı olayın dışında, tarafsızdır.  Araştırmacı olayın içinde, yanlıdır.

177
Nicel Araştırmanın Yöntemi Nitel Araştırma Yöntemi
 Araştırmacı başlarken oluşturduğu hipotezi test  Araştırmacı verilere gömüldükten sonra anlamı yakalar
eder. ve keşfeder.
 Kavramlar farklı değişkenler biçimindedir.  Kavramlar, temalar, motifler, genellemeler ve taksono-
miler biçimindedir.
 Ölçütler veri toplamaya başlamadan önce
sistematik olarak oluşturulur ve standartlaştırılır.  Ölçütler özel olarak oluşturulur ve çoğunlukla tek bir
ortama veya araştırmacıya özgüdür.
 Veriler kesin ölçümlerden elde dilen sayılar biçi-
mindedir.  Veriler belgeler, gözlemler ve yazıya dökülmüş konuş-
malardan kelimeler ve imgeler biçimindedir.
 Kuram büyük ölçüde nedenseldir ve tümdengelim-
lidir.  Kuram, nedensel olabileceği gibi olmayabilir de ve
genellikle tümevarımcıdır.
 Prosedürler standarttır ve yinelemeye sık rastlanır.
 Araştırma prosedürleri özeldir ve yinelenmeye pek
 Analiz istatistik, tablolar veya çizelgeler kullanarak rastlanmaz.
ve bunların gösterdiklerinin hipotezlerle nasıl ilişki-
lendiğini tartışarak ilerler.  Analiz, kanıtlardan temalar veya genellemeler çıka-
rarak ve verileri tutarlı, anlaşılır bir resim oluşturacak
şekilde düzenleyerek ilerler.
Nicel Araştırma Türleri Nitel Araştırma Türleri
 Deneysel araştırma  Saha araştırması (Etnografik araştırmalar ve Örnek
olay/vaka analizi)
 Betimsel araştırma
 Tarihsel-karşılaştırmalı araştırma (Anlatıma dayalı araş-
 İstatistiksel araştırma tırmalar)
Nicel Veri Toplama ve Analiz Teknikleri Nitel Veri Toplama ve Analiz Teknikleri
 Deney  Derinlemesine görüşme
 Anket  Odak grup görüşmesi
 İkincil veriler  Katılımcı gözlem
 İstatistiksel analiz  Metin/belge inceleme
 Matematiksel modelleme  Söylem analizi

Kutu 1: Coğrafyada Yaygın ve Yoğun Araştırma


Coğrafyada iki farklı araştırma metodolojisi/yaklaşımı vardır. Bunlar nicel (kantitatif/sayısal/istatistik-
sel) ve nitel (kalitatif/sözel) araştırma metodolojisidir. Coğrafyacı Sayer (1992) bu geleneksel ayrıma
“yaygın araştırma” (extensive) ve “yoğun araştırma” (intensive) stratejisi adını vermektedir. Aşağıdaki
çizelge Sayer’in yaptığı ayrımın temel özelliklerini göstermektedir.

Özellikler Yaygın Araştırma Yoğun Araştırma


Bir evrenin ayırt edici özellikleri, ortak örüntüsü Bir süreç, belirli bir durumda veya az sayıda-
ve düzenlilikleri nelerdir? ki örnek olayda nasıl işliyor? Belirli bir değişi-
Araştırma sorusu
Belirli karakteristikler ve süreçler ne genişlikte mi meydana getiren şey nedir? Aktörün ger-
dağılıyor veya temsil ediliyor? çekten bu örnekte ne yapıyor, rolü nedir?
İlişkiler Benzerliklerin formel ilişkileri Bağlantıların kuşatıcı ilişkileri
Çalışılan Grup Tipleri Taksonomik gruplar Nedensel gruplar
Elde Edilen Açıklama- Belirli olgu/olayların meydana gelmesinde
Betimsel temsili genelleştirme
nın Türü nedensel açıklama (Temsili olmasa bile)

178
Evren/örnekleme dayalı büyük ölçekli anket Nedensel bir bağlamda bireysel/tekil aktör-
Tipik Kullandığı Yön-
araştırması, tam yapılandırılmış görüşme, ista- lerin çalışılması, interaktif görüşme, etnog-
tem
tistiksel analiz rafya ve nitel teknikler
Sınırlı açıklama gücü. Ekolojik yanılgı gibi neden- Gerçek somut örüntüler ve ilişkiler temsil
Sınırlılıkları lerden dolayı, örneklemin evrene genelleştiril- edici, ortalamaya yansıtan ve genelleştirile-
mesi sınırlı bilir değil. Bağlam bağımlı
Uygun Test Yineleme Doğrulama
Kaynak: Sayer, 1992:243

Sayer’in yaptığı bu ayrım nicel ve nitel araştırmanın doğasını ve farklılığını çok iyi bir şekilde ortaya koymak-
tadır. Buna göre, yaygın araştırma, nicel bilimsel yöntemi kullanan pozitivist geleneğin ilkelerine bağlı bir
araştırma stratejisi iken, yoğun araştırma nitel yöntemler kullanarak yorumlayıcı bir perspektiften dünyaya
yaklaşan bir araştırma yaklaşımıdır.
Nicel Araştırma Sürecinin Aşamaları
Yukarıda da ifade edildiği gibi nicel araştırmalarda, bir çalışmayı yürütme süreci çok açık bir şekilde belirli
olup sırasıyla birbirini izleyen adımlardan oluşmaktadır. Ancak yine de araştırmaların kesin sırası araştırma-
nın amacına (keşfedici, betimleyici ve açıklayıcı) ve türüne (temel/ampirik araştırma, uygulamalı/değerlen-
dirme araştırması) göre küçük bazı farklılıklar gösterebilmektedir. Nicel araştırma sürecinde her bir adım/
aşama diğerine bağlıdır. Örneğin hipotezler belirlenmeden araştırmanın tasarımı yapılamaz, veriler toplan-
madan analiz edilemez gibi.
Genel olarak nicel bir araştırma tasarımı 9 aşamadan oluşur. Şekil 2,nicel bir araştırma sürecinin basamakla-
rını göstermektedir. Buna göre, öncelikle nicel araştırmacılar daha öncede vurgulandığı gibi açık veya örtük
bir şekilde pozitivist6 bir paradigma/yaklaşıma dayalı ampirik-analitik bir araştırma çerçevesi benimserler.
Böylece nicel araştırmanın ilk aşaması, pozitivist epistemolojinin ve böylece metodolojinin temel varsa-
yımlarının, kabullerinin ve karakteristiklerinin zımnen ya da bir arkaplan olarak kabul edilmesidir.
İkinci aşama, konu seçimidir. Konu seçimi akademik/kişisel merak veya ilgiye dayalı olabileceği gibi, toplum-
sal bir sorunu çözme ya da güncel ihtiyaçlara cevap verme gereksinimi yoluyla olabilir. Ancak genellikle nicel
araştırmalarda konu seçiminde rol oynayan en önemli etken, yeni bir kuram sınama veya mevcut kuramı
geliştirme/ilerletme isteği ile ampirik literatürde varolan boşluğu doldurmadır. Yani kısacası bir alandaki te-
orik ve ampirik bilginin durumu konu seçiminin temel belirleyicisidir.
Nicel araştırmanın üçüncü aşaması, araştırma probleminin ortaya konulması safhasıdır. Bu aşamada nicel
araştırmacılar genellikle çok geniş bir konu içindeki belirli bir araştırma problemine odaklanır. Yani araştırı-
cılar, konuyu bir araştırma problemi ya da sorusuna doğru inceltir ve sınırlandırırlar. Araştırma probleminin
tanımlanması iki aşamalı bir süreçtir. İlki, araştırmanın amacının açık seçik ve net bir şekilde yazılmasıdır.
İkincisi, amaçla bağlantılı olarak araştırma sorularının açıkça, sınırlandırılmış ve dar şekilde odaklanmış
soru formatında ifade edilmesidir. Gerçekten de nicel araştırmalarda araştırma soruları, az sayıdaki değiş-
kenler arasındaki ilişkileri yansıtır. Nicel bir araştırmada araştırma probleminin yani amacın ve araştırma
sorularının açıkça ifade edilmesi çok önemlidir. Araştırma amacı ve araştırma soruları belli olmayan bir
araştırmacının, yapacağı araştırmadan, konu hakkındaki bilgisinden ve bilincinden ciddi kuşku duyulur.
Bu aşamada altı çizilmesi gereken bir diğer önemli husus da, araştırmanın amacı ve araştırma soruları
ortaya konulduktan sonra, araştırmanın önemi (significance) ve yapılış gerekçesinin (justification) deaçık
6 Nicel araştırma yürüten bir çok araştırmacı, pozitivist paradigmaya karşı yapılan eleştirilerden dolayı pozitivist olduğunu kabul etmese de, pozitivizm çoğu nicel kanti-
tatif coğrafi çalışmanın “gizli” paradigmasıdır.

179
ve net bir biçimde ifade edilmesidir. Araştırmanın neden önemli olduğu, literatüre ve/veya topluma nasıl,
hangi katkıyı sağlayacağı, neden böyle bir araştırmaya ihtiyaç duyulduğu, hangi motivasyonla bu araştırma-
nın yapıldığı gerekçeli olarak yazılmalıdır. Özetle nicel araştırmacı çalışmasının önemini ve yararın açıklamak;
özgünlüğünü ve hakkaniyetini literatürden (örneğin, literatürdeki bilgi boşluğunu doldurma gibi) ve/veya
kuramdan getireceği güçlü gerekçelerle makul göstermek zorundadır.
Nicel araştırmanın dördüncü basamağı, hipotez kurma/oluşturma aşamasıdır. Bu aşamada eğer sözkonusu
nicel araştırma modeli formel hipotezleri test edecekse, bu durumda araştırma sorularındansonra prob-
lem/sorunun çözümüne ilişkin hipotezlerin ifade edilmesi gerekir. İyi ifade edilmiş bir araştırma sorusunda,
hipotezle ilgili ipuçları bulunur, bu nedenle iyi formüle edilmiş bir araştırma sorusu hipotezle büyük paralel-
lik gösterir. Çünkü genel olarak hipotezlerin, araştırma sorularına önceden verilmiş tahmini ve geçici bir ce-
vap olduğu söylenebilir. Nitekim Punch (2005:45), iyi sorulan bir araştırma sorusunun, yarısı yanıtlanmış bir
soru olduğunu belirtir. Nicel yöntemlerde hipotezlere çok büyük önem verilir, çünkü hipotez nicel yöntemin
temel kavramıdır. Bu nedenle çoğu nicel araştırmada araştırma sorularından sonra hipotezler ileri sürülür ve
bu hipotezlerde formel olarak yazılır. Ancak bu bir zorunluluk da değildir, zira nicel araştırmalar “hipotezli”
olabileceği gibi “hipotezsiz” de olabilir. Tam bu noktada ölçüt nedir? Yani hipotez ile araştırma sorusu ara-
sındaki ince çizgi nereden başlar? Ne zaman sadece araştırma sorusu ile yetinilir? Hangi durumda hipotez
ileri sürülür? Bir hipotez hem bir araştırma sorusuna verilen cevap iken, hem de bir teorinin test edilmemiş
önermesidir (Neuman, 2010). Dolayısıyla araştırma sorularının hipoteze çevrilebilmesi için arkasında açık
veya örtük bir kuramın/teorinin bulunması gerekir (Punch, 2005). Çünkü hipotez bir sorunun a priori olarak
cevaplanması veya tahmin edilmesi olduğu için öngörülen cevap yani hipotezin kendisi tümdengelimsel
olarak türetilen bir kuramdır veya hâlihazırda varolan bir kuramdan elde edilen bir cevap, olası beklenti veya
öngörüdür. Dolayısıyla eğer araştırmacının elinde hâlihazırda bir açıklama (kuram) varsa ve bu açıklamaya
bağlı olarak güvenilir bir tahmin/öngörüde bulunabiliyorsa, bu durumda hipotezler ileri sürülür ve test edi-
lebilir, aksi durumda sadece araştırma soruları ile yetinilmek durumundadır. Böylece hipotezler sınanırken,
kuram da sınanmış olur. Görüldüğü gibi nicel ampirik araştırmalarda eğer çalışma için yerinde ve uygunsa
hipotezler kullanılır, illaki hipotez olsun diye hipotez öne sürmenin hiçbir anlamı ve gereği yoktur, çalışma
pekâlâ araştırma sorularıyla da sorunsuz şekilde yapılabilir (Punch, 2005).
Nicel araştırmanın beşinci aşamasınıkuramsal/kavramsal çerçeve oluşturur. Aslında kuramsal çerçeve nicel
araştırmanın tüm aşamalarını etkileyen, bütün süreçlerle karşılıklı etkileşim halinde olan bir adıma işaret
eder. Ancak tipik bir nicel araştırma modelinde, kuramsal çerçeve araştırma problemi/sorusundan sonra
gelir ve çoğunlukla hipotezlerle (eğer varsa) birlikte ele alınır/geliştirilir. Bir nicel araştırmada kuramsal çer-
çeveyi belirlemek, esas olarak araştırma konusunda ne oranda ön bilgi ve kuramlaştırma olduğuna bağlıdır
(Punch, 2005:56). Bu bağlamda kuramsal/kavramsal çerçeve bir yandan araştırılan konu/sorun hakkında
literatürde varolan ampirik düzeydeki bilgiye bağlı iken, öbür yanda ele alınan konu/sorun üzerinde soyut
düzeyde varolan kuramlaştırma ve kavramsallaştırma bağlıdır. Sonuç olarak bu aşamada araştırma proble-
mi/sorusuyla ilgili önceki/varolan teorik ve ampirik literatürün değerlendirilmesi sonucu çalışmanın kavram-
sal/kuramsal çerçeveyi belirlenmektedir.Kuramsal çerçeve,araştırılan konu hakkındaki soyut kavramlar, var-
sayımlar, ilişkiler, tanımlar ve nedenselliklerden oluşur.Kuramsal çerçeve, araştırılan konu üzerindeki temel
varsayımları ortaya koyar, kavramlar arasındaki ilişkileri kurar, ve bu ilişkilerin hangi yönde, ne tür bir ilişki
olduğunu, neden ve nasıl var olup olmadığınıçoğu zaman başka olgularla ilişkilendirerek açıklamaya çalışır.
Kısacası, kuram ya da teori, bir konuya/probleme nasıl yaklaşacağımızı ve onun hakkında ne düşündüğü-
müzü belirleyerek, araştırılan konu/problem hakkındaki neden ve nasıl sorularının cevabını vermeye çalışır.
Neuman’ın (2010:113) benzetmesiyle kuram, bir araştırmacının tek bir ağacı değil, tüm ormanı görmesine
yardımcı olur. Kuramsal çerçeve iyi ve kaliteli bir araştırmanın olmazsa olmazıdır. Kuramsız ilerleyen araştır-
macılar, yüksek kalitede araştırma yapamazlar (Neuman, 2010:115). Dolayısıyla kuramsal çerçevesi olma-
yan bir araştırma, denizdeki bir akıntıya benzer, nereye sürükleneceği belli olmaz, rüzgâr nereden eserse

180
oraya sürüklenir. Yönünü bulamaz, belirsizliğe kapılır ve verilerden anlam çıkaramaz ve sadece veri toplayıp,
bunları sunan bir duruma düşer. Kuram çalışmanın tasarlanmasına, sonuçların yorumlanmasına, diğer araş-
tırmacıların bulguları ile bağlantı kurulmasına kılavuzluk eder.
Şekil 2. Nicel bir araştırma sürecinin basamakları

181
Nicel araştırmada altıncı basamak, araştırma tasarımı/deseninin oluşturulmasıdır. Bu aşamada nicel araş-
tırmacılar, veriyi toplama ve analiz etmeye başlamadan önce nasıl tasarlayacağına karar verir. Bunun için ön-
celikle kavramlarla verileri nasıl bağlantılandırılacağı üzerinde durur, ardından da araştırılacak değişkenleri
gerçekte nasıl ölçeceğini düşünür. Daha teknik bir ifade ile kavramsallaştırma ve işlemselleştirme sürecine
karar verir. Yine bu aşamada hangi veri tipi ve araştırma tekniğinin kullanılacağı, evren ve örneklemin nasıl
seçileceği, verilerin hangi yöntemle analiz edileceğine kadar verilir. Tasarım aşamasını biraz daha ayrıntı-
landırırsak, kavramsallaştırma sürecinde, kuramsal/kavramsal çerçevede kullanılan kavramlar/hipotezler ile
araştırılacak değişkenlerin anlamlarının tanımlanması yapılır. Öncelikle araştırmacı soyut, teorik bir kavramı/
değişkeni rafine, açık bir kavramsal tanımlama haline getirerek kavramsallaştırır. Yani kavramsallaştırma ile
değişkenler net, belirli ve spesifik bir anlama kavuşur. Daha sonra kavramsal olarak tanımladığı değişkenleri
gerçek dünyayı temsil eden bir gösterge veya ölçüm seti/kriteri aracılığıyla işlemselleştirir. İşlemselleştirme
süreci, ölçme süresindeki soyut kavramları, düşünsel dünyayı, somut, ampirik gerçekliğe bağlayan bir köp-
rüdür. Son aşama da ise, değişkenleri oluşturan göstergelerin değerlerinin belirlenerek veri toplamak için
gerçek ampirik dünyaya uygulama sürecidir (Neuman, 2010:272). Araştırma tasarım sürecinde yapılan diğer
işlemler sırasıyla ölçümlerin geçerlilik ve güvenirliklerinin dikkatle ele alınması, değişken tiplerinin ve ölçme
düzeylerinin belirlenmesi (ölçme düzeyleri daha sonra uygulanacak istatistik testleri belirler), analiz birimine
(mikro-mezo-makro veya yerel-bölgesel-ulusal-küresel) karar verilmesidir.
Nicel araştırmada yedinci basamak, yöntem bölümünden oluşur. Yöntem bölümü, veri toplama ve veriyi
analiz etme olmak üzere iki alt basamaktan meydana gelir. Nicel bir araştırmacı, çalışmasını tasarladıktan
sonra hipotezlerini sınamak için veri toplamaya başlar. Nicel veriler, sayılar şeklinde olduğundan ölçme işle-
mi çok önemlidir ve titizlikle yapılması gerekir. Çünkü ölçme verileri sayıya dönüştürme sürecidir ve bu süreç
ölçüm araçları yoluyla gerçekleştirilir. Bu nedenle nicel veriler, önceden belirlenen bir yapı taşırlar. Nicel ve-
riler üç farklı teknikle toplanır: Deney, anket ve mevcut istatistikler. Hangi teknikle toplanırsa toplansın, nicel
veriler genellikle büyük veri seti oluşturduklarından kaydedilmesi, depolanması, doğrulanması ve işlenmesi
özenli ve titiz bir süreç ve genellikle de bilgisayar ve çeşitli paket programlar gerektirmektedir.
Veri toplama işlemi tamamlandıktan sonra verilerin analiz edilmesi süreci başlar. Nicel veriler genellikle iki
şekilde analiz edilir. İlki betimsel analiz diye adlandırılabilecek olan grafik, harita, şekil ve tablolardan oluşan
görsel araçlardır. İkincisi, çıkarımsal istatistiksel analiz olarak bilenen sayısal tekniklerdir. Esasında nicel ve-
riler genellikle istatistiksel yöntemler kullanılarak analiz edilir. Dolayısıyla veri analiz aşamasında, öncelikle
toplanan veriler bilgisayar yazılımları ve istatistiksel paket programlar yoluyla işlenir/kodlanır, daha sonra da
betimsel veya çıkarımsal istatistiksel analiz yöntemleriyle analiz edilir.
Nicel araştırmada sekizinci basamak,ampirik bulguların ortaya konmasıdır. Bu aşamada eğer sözkonusu
çalışma ‘hipotezli’ ise, nicel araştırmacı daha önce öne sürdüğü hipotezleri test ederek, verilerin analiz
edilmesinden elde edilen bulgu ve sonuçları yorumlar. Verilerin hipotezleri doğrulayıp doğrulamadığı ista-
tistiksel kanıtlarla açıkça gösterilir. Eğer çalışma ‘hipotezsiz’ ise, bu durumda nicel araştırmacı başlangıçta
ortaya koyduğu araştırma sorularının yanıtlarını verir. Bu aşamada, ampirik bulgular yorumlanırken, hem
kavramsal/kuramsal çerçeveden hem de daha önce yapılan ampirik çalışmaların bulgularından yararlanı-
lır ve elde edilen sonuçlar önceki araştırmalarınkiyle karşılaştırılır. En son olarak da, elde edilen sonuçların
ne ölçüde genelleştirilebileceği ve teoriye katkısı verilir. Yine bu aşama da, çalışmanın uygulama ve/veya
politikaya yönelik çıkarımları ile gelecek araştırmalar için önerdiği araştırma sorunu gündeme getirilir.
Nicel araştırmadaki son basamak, rapor etme ve yayın sürecidir. Bir diğer ifade ile bu aşama tamamlanan
araştırmanın yazılması ile elde edilen sonuçların duyurulmasından oluşur. Bu süreçte ilk olarak biten araş-
tırma belirli bir yazı formatına göre yazılarak rapor haline getirilir. İkinci adımda ise, çalışmadan elde edilen
sonuçların çeşitli konferanslarda sunulması, kamuoyu ile paylaşılması ve nihayetinde de kitap, makale vb.
şekilde yayınlaması süreci gelmektedir.

182
Kutu 2: Coğrafyada Nicel Bir Araştırma Örneği
Yavan (2012) tarafından “Türkiye’de Yatırım Teşviklerinin Bölgesel Belirleyicileri”ni inceleyen bir
ampirik çalışma, coğrafyada yapılan tipik bir nicel araştırma örneğidir. Yazar bu çalışmasında, teş-
viklerin bölgesel ölçekte tahsisi ve dağılımına odaklanarak, illere verilen yatırım teşviklerinin hangi
faktörler tarafından belirlendiğini istatistiksel yöntemler kullanarak analiz etmektedir. Aşağıda bu
çalışma örneğinde beşeri coğrafya alanında yapılan nicel bir araştırma sürecinin basamakları göste-
rilmektedir. Bu örnek çalışmanın ayrıntıları için bkz. Yavan (2012).

Paradigma  Pozitivist yaklaşım

 Teşviklerin bölgesel tahsisi/dağılımı

Konu ve Amaç  Türkiye’de 2001-2008 döneminde illere verilen yatırım teş-


viklerinin hangi faktörler tarafından belirlendiğini ampirik
olarak analiz etmektir.
 Türkiye’de teşviklerin coğrafi/mekânsal dağılımının altında
yatan faktörler nelerdir?
Araştırma soruları
 Teşviklerin bir il/bölgeye tahsisini hangi faktör(ler) (ekono-
mik potansiyel, politik güç, kurumsal yapı), belirlemektedir?

 Teşviklerin mekânsal dağılımını belirleyen temel faktör, sa-


dece arz ve talep ilişkisine dayalı ekonomik etkenler değil,
(Ana) Hipotez bunun yanı sıra küresel, politik ve kurumsal et
 enlerinde bölgesel tahsiste belirleyici olmasıdır.

 H1a: Bir ildeki gelir arttıkça, o ile verilen teşvik miktarı artar.
 H1b: Bir ildeki gelir azaldıkça, o ile verilen teşvik miktarı ar-
tar.
 H2: Bir ilde işsizlik arttıkça, o ile verilen teşvik miktarı artar.
 H3: Bir ildeki sanayileşme arttıkça, o ile giden teşvik miktarı
artar.
 H4a: Bir ilin dış ticarete açıklık derecesi arttıkça, o ile verilen
teşvik miktarı artar.
Formel Hipotezler  H4b: Bir ilin dış ticarete açıklık derecesi arttıkça, o ile verilen
teşvik miktarı azalır.
 H5a: Bir ilin yabancı sermayeye açıklık derecesi arttıkça, o
ile verilen teşvik miktar artar.
 H5b: Bir ilde yabancı firmaların yatırımları yoğunlaştıkça, o
ile verilen teşvikler azalır.
 H6: Bir ilde iktidarda olan sağ-muhafazakâr partinin oy oranı
arttıkça, o ile verilen teşvik artar.
 H7: Bir ili temsil eden milletvekili sayısı arttıkça, o ile giden
teşvik azalır.

183
 Çalışma kuramsal bakımdan iki farklı teorik çerçeveden
beslenmiştir:
Kuramsal Çerçeve
 Neoklasik Bölgesel Kalkınma Kuramı
 Coğrafi Politik Ekonomi ve Kurumsal Yaklaşım

Veri Kaynağı  İkincil veriler: Mevcut resmi istatistikler kullanılmıştır.

 İl (Düzey 3 bölgesi): 2001-2008 dönemindeki 81 il kapsan-


Analiz birimi
mıştır.

Veri
 Bir ile verilen veya bir ilde kişi başına düşen yatırım teşviki-
nin sayısı, yatırımın tutarı ve yarattığı istihdamın miktarı, bir
Bağımlı Değişken
il/bölgenin teşviklerden aldığı payın büyüklüğünü gösterip
göstermediği.

 Araştırma hipotezlerini test etmek için teşviklerin potansi-


yel belirleyicileri olan 8 bağımsız değişken seçilerek kulla-
nılmıştır. Bunlar:
Bağımsız Değişenler
 Gelir/ekonomik büyüklük, işsizlik, ekonomik yapı/sanayileş-
me, dış ticarete açıklık, yabancı sermayeye açıklık, iktidar
partisi/ideoloji, seçim/politik güç, bölgesel politika

 İleri sürülen hipotezler regresyon analizi ile tahmin edilmiştir.


Yöntem  Betimsel analiz: Şekil, Tablo ve Harita kullanılmıştır.
 İstatistiksel Test: Regresyon Analizi yapılmıştır.

 Regresyon analizinden elde edilen ampirik bulgular sonucu,


öne sürülen bazı hipotezlerin büyük bölümü kabul edilirken
bazıları reddedilmiştir. Buna göre, gelir düzeyi, sanayi yatı-
rımlarının seviyesi, dış ticarete açıklık derecesi, politik güç,
Bulur iktidar partisinin ideolojisi ve kalkınmada öncelikli yöre sta-
tüsüne sahiplik değişkenlerinin bir il/bölgeye giden teşvikle-
rin miktarını belirleyen etkenler olduğunu ortaya koymuş-
tur. Bir ildeki işsizlik düzeyi ile yabancı sermayeye açıklığın
teşviklerin dağılımında etkili olmadığı görülmüştür.

 Türkiye’de illere verilen teşviklerin mekânsal tahsisi sadece


ekonomik faktörler tarafından değil, aynı zamanda politik,
Sonuç
küresel ve kurumsal faktörler tarafından da belirlenmekte-
dir.

184
Nicel Araştırmada Hipotez
Hipotez, nicel yöntemin temel kavramıdır. Nicel araştırmada hipotezlere çok büyük önem verilir, çünkü hi-
potez bilimin nihai amacı olan açıklamaya (kuram) ulaşmada en temel yapıtaşıdır, zira hem yeni bir teori
(açıklama) inşa etme hem de mevcut olanı sınamak için hipotezlere ihtiyaç vardır. Hipotez, en yalın ifade ile
iki değişken arasındaki ilişkinin tahmini bir ifadesidir. Daha geniş bir ifade ile hipotez, henüz ampirik kanıtlar-
la test edilmemiş ve doğrulanmamış olan, ancak kanıtlanması olası görülen ilişkilerini anlatan bir önermedir
(Neuman, 2010). Bir başka açıdan hipotezlerin araştırma sorularına a priori olarak önceden verilmiş tahmi-
ni/öngörülen veya geçici bir cevap olduğu söylenebilir (Punch, 2005). Hipotezler ampirik gerçeklik hakkında
tahmini bir ifade olduğu için değerden bağımsız bir şekilde ifade edilirler. Hipotezlerin gerçeği açıklayıp açık-
lamadığı araştırma sonunda ortaya çıkar.
Hipotezlerin Özellikleri
Nicel araştırmada nedensel bir hipotezin beş özelliği bulunmaktadır (Neuman, 2010:241). Bunlar;
 En az iki değişkeni vardır.
 Değişkenler arasında nedensel ilişkiyi ya da neden-sonuç ilişkisini açıklar.
 Bir tahmin ya da gelecekte olması beklenen sonuç olarak ifade edilebilir.
 Mantıksal olarak bir araştırma sorusuna ve bir kurama bağlıdır.
 Yanlışlanabilir, yani ampirik verilerle test edilebilir ve doğru ya da yanlış olduğu gösterilebilir.
Hipotezler, en az bir bağımsız ve bir bağımlı değişken olmak üzere iki veya daha fazla değişkenden oluşan
önermelerdir. Hipotezler değişkenler arasındaki bir ilişkinin yönünü ve gücünü test etmek için kullanılır. Hi-
potezin içerdiği tahmin ampirik olarak ölçülebilecek, sınanabilecek bir önerme olmalıdır. Hipotezler, akla ve
mantığa uygun, yeniden yorum gerektirmeyecek kadar açık ve yalın bir şekilde ifade edilmelidir. Hipotezler,
araştırma sorusunu yanıtlamak ya da teoriye ampirik kanıt bulmak amacını taşıdığı için mutlaka belirli bir
kuramla ilişkili olmalı veya kurama dayalı olmalıdır. Hipotezler, gerçeklenmeye açık olmalı, bilimsel olmayan,
normatif değer yargısı bildiren veya ampirik gözlemle yanlışlanması olanaksız olan iddialar (örneğin kürtaj
yasaklanmalı mıdır? İdam cezası uygulanmalı mıdır? gibi) içermemelidir. Ayrıca iyi bir hipotez, pratik bir ge-
reksinimden kaynaklanmalı ve yeni bir bilgi üretmeye yönelik olmalıdır (Neuman, 2010).
Hipotezler, hem kelimelerle hem de rakamlar/sembollerle ifade edilebilir. Genel bir kural olarak, X nedeni,
Y’de sonucu gösterir (Şekil 3). Buna göre, basit bir nedensel hipotez şöyle ifade edilir (Neuman, 2010:101;
Visser ve Jones III, 2010): X, Y’ye neden olur, yani Y, X nedeniyle meydana gelir/gerçekleşir. Veya Eğer X
olursa, Y gerçekleşir; X, Y’ye yol açar; X, Y’yi etkiler; X, Y ile ilişkilidir; X ne kadar artarsa/büyükse, Y o kadar
artar/yüksek olur. Genel bir kural olarak, bağımsız değişkenler X ile bağımlı değişken de Y ile temsil edilir.
Eğer bağımsız değişken sayısı, birden fazla ise, bu durumda her bir değişken X1, X2, X3 gibi alt simgelerle
gösterilir (Şekil 3). Değişkenler arasındaki ilişkiler oklarla gösterilir. Değişkenler arasındaki ilişkiler, pozitif (+)
veya negatif olabilir. Dolayısıyla değişkenler ister kelimelerle, isterse matematiksel denklem şeklinde ifade
edilsin, eğer artı (+) işareti alıyorsa pozitif bir ilişki olduğunu, eksi işareti (-) varsa, negatif bir ilişkinin oldu-
ğunu gösterir. Değişkenler arasında pozitif ilişkinin olması, biri arttığında diğerinin de arttığını gösterir yani
neden değişkendeki değer ne kadar yüksekse, sonuç değişkenindeki değerde o kadar yüksek olur anlamına
gelir. Buna karşın negatif ilişki, biri arttığında diğerinin azaldığını gösterir yani neden değişkendeki değer ne
kadar yüksekse, sonuç değişkenindeki değerin o kadar düşük olması anlamına gelir (Neuman, 2010:102).
Dolayısıyla hipotezler yazılırken, ilişkinin yönü ya pozitif, ya da negatif şekilde ifade edilir.

185
Şekil 3. Bir hipotezin yapısı

Hipotezlerin Oluşturulması: Hipotez Kurma Veya Hipotez Yazma


Hipotez kurma ya da yazma veya oluşturma çok farklı şekillerde ifade edilebilir. Hipotezler yazılırken, ge-
nellikle iki değişken arasındaki ilişki, “neden olur”, ”artar/azalır”, “ilişkilidir”, “etkiler”, “sonuçlanır” gibi farklı
şekillerde ifade edilebilir. Çünkü hipotezler iki değişken arasında neden-sonuç ilişkisini (nedensellik) ortaya
koyduğu için, bir hipotezin nedensellik ölçütlerini sağlaması gerekir. Yani daha somut bir ifade ile yazılan
ifadenin hipotez olabilmesi için:
 Neden sonuçtan önce gelmeli
 Değişkenler arasında mantıksal ve nedensel korelasyon/ilişki olmalı

Neden sonuçtan önce gelmeli: İlk kriter, yazılan hipotez cümlesinde nedenin (bağımsız değişken) sonuçtan
(bağımlı değişken) önce gelmesi gerektiğini belirtmektedir ki, bu bir hipotez cümlesinde en az bir neden ile
bir sonuca ihtiyacınız olduğunu göstermektedir. Bu ilk kriter aynı zamanda nedenselliğin yönünü de belirler.
Yani hipotezlerde nedensel ilişkiler genellikle tek yönlü yani nedenden sonuca doğru ifade edilir, yani ba-
ğımsız değişkenden, bağımlı değişkene doğru bir işleyiş vardır. Buna göre coğrafi bazı hipotez örnekleri şu
şekilde ifade edilebilir:
Hipotez 1: Bir ildeki işsizlik arttıkça, o ile verilen teşvik miktarı artar.
Hipotez 2: Bir bölgedeki gelir düzeyinin (alım gücü) yükselmesi, o ile yapılan yabancı yatırımları pozitif yön-
de etkiler.
Hipotez 3: Bir mahallede eğitim düzeyi azaldıkça, gelir düzeyi de azalır.
Hipotez 4: Bir ülkenin işçi maliyeti düştükçe, o ülkeye giden yabancı firma sayısı artar.
Örneğin ilk hipotezi ele alırsak, burada işsizlik artışı bir neden (X yani bağımsız değişken), teşvik miktarının
artması da bir sonuçtur (Y yani bağımlı değişken). Yine bu örnekte hipotezin ya da ilişkinin yönü pozitif (+)’tir.

186
Değişkenler arasında korelasyon/ilişki olmalı: Bir hipotezin nedensel olabilmesi için, X ile Y arasında man-
tıksal bir ilişkinin, bağın olması gerekir. Yani bağımsız değişken ile bağımlı değişken arasındaki olayın veya
özelliğin biri gerçekleştiğinde/varolduğunda, diğerinin de büyük olasılıkla gerçekleşeceği/varolacağı şekilde
birlikte meydana gelmesi gerekir. Bir başka ifade ile ilişkinin gerçek gözlenen bir ilişki olması, anlamlı olması,
sahte olmaması gerekir. Çünkü iki şeyin/değişkenin birbiriyle ilişkili olması onların nedensellik taşıdığını gös-
termez. Örneğin, ilk hipotezi ele alırsak, işsizlik ile teşvik arasında gerçekten mantıksal, rasyonel bir ilişkinin
olduğu açıktır. Nitekim devletler bir bölgede işsizliği düşürmek için çeşitli teşvikler verirler, bu nedenle bir
yerde işsizlik artınca, oraya daha fazla teşvikin verilmesi mümkün, olası bir durumdur. Buna karşın şöyle bir
örnek ilişkinin gerçek olmadığını, sahte bir yapıda olduğunu gösterebilir. Örneğin son 10 yılda Ankara ken-
tinde kişi başına düşen cep telefonu sayısı ile kişi başına düşen araba sayısının birbirine paralel olarak büyük
artış kaydettiği görülmektedir. Yani cep telefonu sayısı artarken, aynı zamanda araba sayısının da artma-
sı, bu iki değişkenin ilişkili olduğunu, birlikte değişkenlik gösterdiğini göstermektedir. Ancak bu iki değişken
arasında hiçbir mantıksal ve nedensel bağlantı bulunmamaktadır, tamamen şans eseri olarak cep telefonu
sayısındaki artış ile araba sayısındaki artış aynı zamana denk gelmiştir. Çünkü cep telefonu kullanımındaki
artış, araba sayısında bir artışa yol açmayacağı gibi, araba sayısındaki yükseliş de, cep telefonu sayısının
artmasında bir etken değildir. Bu iki değişken arasında matematiksel olarak bir ilişki/korelasyon vardır ancak
bu nedensel ve mantıksal değildir. Sonuç olarak böyle bir örnek iki değişken arasında bir ilişkinin olduğunu
ancak bunun mantıksal gerçek bir ilişki olmadığını, sahte bir ilişki olduğunu göstermektedir. İşte böyle bir
ilişkiyi içeren durumlarda bilimsel bir hipotez kurulamaz.

Kutu 3: Beşeri Coğrafya Çalışmalarında Kullanılan Bazı Hipotez Örnekleri


Yavan (2006) tarafından “Türkiye’de yabancı yatırımların lokasyon seçimini” ele alan bir ampirik ça-
lışmada, beşeri coğrafya alanında yapılan tipik bir nicel araştırma örneğinde, farklı hipotez örnekleri
formüle edilmiştir. Yazar ilk önce Türkiye’de yabancı yatırımların lokasyon seçimini etkileyen olası/
potansiyel değişkenleri belirlemiş ve daha sonra da bu değişkenlerin Türkiye örneğine uygulanabi-
lirliği tartışılarak araştırmanın hipotezlerini formüle etmiştir. Buna göre, sözkonusu araştırmanın ileri
sürdüğüana hipotez“Türkiye’nin her bir ilindeki doğrudan yabancı yatırım, o ilin lokasyona özgü avan-
tajları tarafından belirlenmektedir” şeklinde ifade edilmektedir. Bu hipoteze göre, eğer bir lokasyon
daha fazla olanağa ve avantaja sahipse, daha fazla yabancı yatırım çekecektir. Bir başka ifade ile, bir
ilin sahip olduğu avantajların çoğalması, sunduğu fırsatların artması, yabancı firmaların o ile daha
fazla yatırım yapmasına yol açacaktır. Böylece yabancı firmaların bir ili/lokasyonu yatırım yeri olarak
seçmesi bir tesadüf değil, o ilin ya da lokasyonun firmaya sunduğu imkanlar ve çekiciliklerle yakından
ilgilidir. Dolayısıyla bu çalışma Türkiye’de bir ilin lokasyona özgü avantajları arttıkça o ile yapılan doğru-
dan yabancı yatırımın artmakta olduğunu savunmaktadır. Bu araştırmanın altında yatan ana hipotez
genel bir çerçeve sunmaktadır. Bu ana hipotezin doğruluğunu veya yanlışlığını ortaya koyacak daha
spesifik alt hipotezlere ihtiyaç vardır. Böylece ana hipotez çok sayıda alt hipoteze ayrılarak daha açık,
somut ve anlamlı hale getirilmiştir.

187
Beklenen
Hipotezler Sonuç
etki
Ana Hipotez: Türkiye’nin her bir ilindeki doğrudan yabancı
yatırım, o ilin lokasyona özgü avantajları tarafından belirlen- Evet Doğru
mektedir
Spesifik Araştırma Hipotezleri:
H1: Bir ilde yabancı firmaların bulunması o ile yapılan
+ Kabul
doğrudan yabancı yatırımları pozitif şekilde etkiler.
H2: Bir ilde hizmet sektörünün gelişmiş olması o ile yapılan
+ Kabul
doğrudan yabancı yatırımları pozitif şekilde etkiler.
H3: Bir ilde kentleşme düzeyinin gelişmiş olması o ile yapı-
+ Kabul
lan doğrudan yabancı yatırımları pozitif yönde etkiler.
H4a: Bir ilde yerli firmaların bulunması o ile yapılan doğu- + Kabul
dan yabancı yatırımları pozitif şekilde etkiler.
H4b: Bir ilde yerli firmaların bulunması o ile yapılan doğru- - Red
dan yabancı yatırımları negatif şekilde etkiler.
H8: Bir ilin emek maliyeti o ile yapılan doğrudan yabancı
? Red
yatırımları etkilememektedir.
H12: Bir ilin sendikalaşma düzeyi o ile yapılan doğrudan
? Kabul
yabancı yatırımları etkilememektedir.
H21: Bir ilin coğrafi alanının büyük olması o ile yapılan
? Kabul
doğrudan yabancı yatırımları etkilememektedir.

Kaynak: Yavan, 2006’dan yararlanarak bölüm yazarı tarafından oluşturulmuştur.

Yazar, hem ana hipotezi daha açıklayıcı kılmak, hem de her bir lokasyon faktörünün yer seçimindeki öne-
mini açığa çıkarmak için, ana hipotezle bağlantılı toplam 25spesifik araştırma hipotez ileri sürmüştür. Bu
araştırma hipotezlerinden tipik olan bazıları aşağıdaki tabloda yer almaktadır. Tablo da aynı zamanda her bir
hipotezin yönü (+, -, ?) yani hipotezlerin beklenen etkisi ile analiz sonucuna ortaya çıkan sonuçlar (kabul/red)
bulunmaktadır. Bu örnek çalışmanın ayrıntıları için bkz. Yavan (2006).
Hipotezlerin kabulü ve reddinin anlamı: Bir araştırmada bir hipotezin desteklenmiş olması, bilim insanları-
nın onu kabul etmesi için yeterli değildir. Çünkü yinelenme ilkesi gereği, bir hipotezin bilim camiasında geniş
kabul görebilmesi için yapılan birçok teste aynı tutarlı sonuca ve tekrarlanan desteğe gereksinimi vardır.
Hipoteze olan güveni artırmanın bir diğer yolu da, hipotezin üretildiği kuramdaki ilgili nedensel bağlarla bir-
likte test edilmesidir. Bir hipotez ne kadar çok alternatifle test edilirse, o hipoteze olan güven o kadar artar
ve sonunda en fazla ampirik kanıta sahip olan hipotez, belli bir zamanda en güçlü ve en iyi açıklama olarak
bilim insanları arasında kabul görür. Eğer hipotez testinden elde edilen ampirik kanıtlar bazı hipotezleri des-
teklemekte yetersiz kalırsa, yani test sonucu hipotez reddedilirse, bu tip hipotezler yavaş yavaş elenir ve en
sonunda da tamamen değerlendirme dışında kalır (Neuman 2010:242). Bilimsel bilgideki ilerleme veya ku-
ramlaştırma süreci pek çok hipotezin reddedilerek elenmesi ve yerine yeni hipotezlerin geliştirilmesi, buna
karşın testi geçenlerinden kabul edilmesi şeklinde diyalektik bir süreçle süzülerek ilerler ve gelişir.

188
Kutu 4: Hipotezsiz Araştırmalar: Örtülü Hipotez
Genellikle pozitivist bir yaklaşım ve metodoloji benimsemeyen araştırmalarda “formel olarak ya da
açıkça yazılmış hipotezlere” pek rastlamaz. Bu durumda çoğu zaman bu tip çalışmaların hipotezsiz
olduğu düşünülür veya öne sürülür. Oysa bu durum doğru değildir. Yani açıkça hipotezin yazılmadığı
çalışmalarda da aslında hipotez bulunur. Ancak bu hipotezler “cümle formatında yani örtük şekilde”
çalışmada bulunurlar (Altunışık vd., 2012). Bu tür çalışmalarda hipotezler istatistiksel testlerle sınan-
mazlar, bunun yerine başka ampirik kanıtlarla (örneğin belirli rakamsal veriler, çeşitli materyaller, ar-
şiv belgeleri vb.) veya başka çalışmaların bulgularını kullanarak doğrulanmaya çalışırlar. Dolayısıyla
aslında her çalışma açık veya örtük şekilde hipoteze sahiptir. Bu nedenle formel istatistiksel hipotezi
olmayan çalışmaların, hipotezsiz olduğu söylenemez. Bu duruma ilişkin coğrafyada çok sayıda örnek
vermek mümkündür. Mesela Arı ve Köse (2005) tarafından yapılan bir çalışmayı ele alalım:
Arı ve Köse (2005) tarafından yapılan bir araştırmada, Türkiye’de coğrafyada insan-çevre etkileşimini
ele alan çalışmaların daha çok çevresel perspektiften olaylara yaklaştığı, insan faaliyetlerinin belir-
leyen temel unsurun fiziksel çevre elemanları olduğu, mekânın esas olarak çevresel koşullar ve fak-
törler ışığında yorumlandığı ifade edilmiştir. Yazarlar bu argümanlarına karşılık alternatif bir yaklaşım
ileri sürmüşlerdir. Yazarlara göre, insan-çevre etkileşimini anlamak ve yorumlamak için esas üzerinde
durulması gereken şey çevre değil, kültürdür. Benzer fiziki çevrede yasayan insanların farklı uygarlık-
lar geliştirmesi ve farklı gelişmişlik düzeylerine sahip olması, fiziki çevreye dayalı etmenlerden ziyade,
kültürel farklılıkların temel belirleyici olduğunu göstermektedir. Gelişmiş Batı ülkelerindeki coğrafi
çalışmalarda insan-çevre etkileşimi kültürel bir perspektiften bakılarak yorumlanır ve insanın doğa-
yı nasıl şekillendirdiği ve dönüştürdüğü vurgulanır. Buna karşın Türkiye’deki coğrafya araştırmalarda
doğanın insanoğlunu ve onun yaşadığı mekânı şekillendirdiği esas alınarak çevrenin belirleyiciliği ve
üstünlüğü vurgulanır. Yazarlar çalışmasında Türkiye’de insan-çevre arasındaki etkileşimi açıklamada
çevresel determinist yaklaşım yerine kültürel perspektifin kullanılması gerektiğini belirtmektedir. Ya-
zarlara göre, Türkiye’de coğrafyanın çağdaş toplumsal sorunlara çözüm getirememesinde, insan ve
onun kültürünü, yeteneğini, birikimini ve gücünü dikkate almayan, toplumdan kopuk bir coğrafya
anlayışının yani çevresel determinist bakış açısının uzun yıllardır disipline hakim olması yatmaktadır.
Olaylar çevre gözlüğünden bakan, insanı, kültürü ve toplumu geri plana iten bir coğrafya yaklaşımı,
sadece dünyadan kopuk kalmamış aynı zamanda disiplin olarak da akademide zayıf kalmıştır.
Yukarıda özetlenen çalışmanın “açıkça ifade edilmiş bir hipotezi” yoktur. Ancak söz konusu çalışma-
nın esasında örtülü olan birkaç tane hipotezi bulunmaktadır. Bu “örtülü hipotezler” şu şekilde ifade
edilebilir.
H1:Türk coğrafyasına çok uzun yıllar boyunca çevresel determinist yer bilimi geleneği hakim olmuştur.
H2: Türkiye’de coğrafya disiplininin zayıf olmasının ve toplumda ortaya çıkan birçok soruna çözüm
üretememesinin temel nedeni çevresel determinist yer bilimi geleneğinin baskınlığıdır.
H3: Türk coğrafyasının güçlenmesi ve çağdaş toplumsal sorunların çözümüne katkı sağlaması, insan
kültürüne daha fazla ağırlık vermesine bağlıdır.
H4: Kültürel yaklaşım insan-çevre etkileşimini anlama ve yorumlamada çevresel determinist yakla-
şımda daha üstündür.

189
Hipotez Türleri: Sıfır Hipotezi ve Araştırma Hipotezi
Nicel bir coğrafi araştırmada hipotezler, oluşturulma biçimine göre sıfır (istatistiksel) hipotezi ve araştırma
(alternatif) olmak üzere ikiye ayrılır (Montello ve Sutton, 2006).
Sıfır hipotezi, değişkenler arasında bir ilişki veya farkın olmadığını ifade eder. İstatistiksel hipotez olarak da
adlandırılan sıfır hipotezi H0 ile gösterilir. Buna göre, sıfır hipotezi, bir bağımsız değişkenin bağımlı değişken
üzerinde hiçbir etkisinin bulunmadığını, etki/ilişki varsa bile bunun tamamen şans eseri ortaya çıktığını be-
lirten bir hipotezdir. Böylece sıfır hipotezi, değişkenler arasında ilişkisizliği ve farksızlığı iddia eder. Buna göre
bir sıfır hipotezi şu şekilde yazılabilir:
H0: Bir ildeki işsizlik artışı (ia) ile o ile verilen teşvik miktarı (tm) arasında ilişki bulunmamaktadır.
Bu sıfır hipotezi işlemsel olarak şu şekilde ifade edilebilir: H0: ria=rtm
H0: Bir şehirde yabancı firmalar (yf) ile ulusal firmaların (uf) kentiçindeki yer seçim tercihleri arasında an-
lamlı bir fark yoktur.
Bu sıfır hipotezi işlemsel olarak şu şekilde ifade edilebilir:H0: μyf – μuf =0
Nicel bir araştırmada bir bağımsız değişkenin bağımlı değişkene karşı olan anlamlılığı/önemliliği, sıfır hipo-
tezine (H0:μ1=0) karşı araştırma hipotezi (H1:μ1≠0) kurularak test edilir (Yavan, 2006). Bu nedenle bir araştır-
mada hipotez yazılırken, sıfır hipotezi ve araştırma hipotezi ile birlikte kullanılır ve bunlar anlam bakımından
birbiriyle uyumlu olmak zorundadır. Çünkü sıfır hipotezi, araştırma hipotezinin tam tersi veya karşıtıdır.
Buna göre araştırma hipotezi, değişkenler arasında bir farkın veya ilişkinin varolduğunu ifade eder. Alter-
natif hipotez olarak da adlandırılan araştırma hipotezi H1 ile gösterilir. Araştırma hipotezi, sıfır hipotezinde
belirtilen bağımsız değişkenin bağımlı değişken üzerinde anlamlı/önemli bir etkisinin bulunduğunu belirtir.
Araştırmacılar esas olarak, sıfır hipoteziyle değil araştırma hipotezi ile ilgilenirler. Çünkü “hipotez” tanımı
gereği değişkenler arasında bir ilişkinin varolduğunu ileri sürer ki, bu araştırma hipotezinin ta kendisidir ve
aynı zamanda araştırma hipotezi özünde araştırma sorusunun bir başka ifadesidir. Bir diğer ifadeyle araş-
tırma hipotezi, araştırmacının topladığı verileri analiz ettikten sonra doğrulamayı öngördüğü ilişkinin bizzat
kendisi olduğu için, araştırmacı esas olarak bu hipotezi sınamayı amaçlar. Araştırma hipotezi, yön belirten
(yönlü) ve yön belirtmeyen (yönsüz) olmak üzere iki şekilde kurulabilir. Eğer hipotez yazılırken değişkenler
arasıdaki ilişkinin yönü belirtilmezse, yani sadece değişkenler arasında bir ilişki veya farkın olduğu belirtilirse,
bu araştırma hipotezine yönsüz, ancak ilişki/farkın yönü belirtilirse bu araştırma hipotezine yönlü araştırma
hipotezi denilir. Buna göre “araştırma hipotezleri” şöyle yazılabilir:
H1: Bir ildeki işsizlik artışı (ia) ile o ile verilen teşvik miktarı (tm) arasında ilişki vardır.
Bu araştırma hipotezi işlemsel olarak şu şekilde ifade edilebilir:H1: ria-tm≠0.
Bu araştırma hipotezi yönsüzdür çünkü ilişkinin varolduğunu belirtmekte ancak yönünü belirtmemektedir.
Bu hipotezi yönlü hale getirmek için, hipotez şu şekilde yeniden formüle edilmelidir:
H1: Bir ildeki işsizlik artışı (ia) ile o ile verilen teşvik miktarı (tm) arasında pozitif ilişki vardır. Bir başka ifade ile
bir ilde işsizlik arttıkça, o ile verilen teşvik miktarı artar.
Bu araştırma hipotezi işlemsel olarak şu şekilde ifade edilebilir:H1:ria-tm>0. Görüldüğü gibi bu araştırma hipo-
tezi belirli bir yön belirtir, yani değişkenler arasında ilişkinin olduğunu ve bu ilişkinin “pozitif” yönde olduğu-
nu ifade eder.
Aynı hipotezi yönü negatif olacak şekilde de yazabiliriz. Bu durumda hipotez şu hale gelir:
H1: Bir ildeki işsizlik artışı (ia) ile o ile verilen teşvik miktarı (tm) arasında negatif ilişki vardır. Bir başka ifade ile

190
bir ilde işsizlik arttıkça, o ile verilen teşvik miktarı azalır.
Bu araştırma hipotezi işlemsel olarak şu şekilde ifade edilebilir:H1: ria-tm<0.
Görüldüğü gibi hipotezler, düz cümleler şeklinde yazılabileceği gibi, işlemsel semboller kullanılarak da for-
müle edilebilir. Örneğin, sıfır hipotezi işlemsel olarak H0: μ1=μ1 veya H0: μ1-μ1=0 şeklinde gösterilirken, araş-
tırma hipotezi, H1: μ1≠μ1 veya H0: μ1-μ1≠0 şeklinde gösterilir.
Hipotez testinin temel hedefi, sıfır hipotezine karşı kurulan araştırma hipotezinde ileri sürülen iddianın kabul
edilip edilmeyeceğini matematiksel bir kesinlik/olasılıkla ortaya koymaktır (Yavan, 2006). Buna göre, nicel
bir ampirik araştırmada her sıfır hipotezine karşılık mutlaka bir araştırma hipotezi bulunur. Yukarıdaki örnek-
lerden aynen devam etmek gerekirse, örneğin işsizlik ile teşvik arasındaki ilişkiyi ele alan bir araştırmada;
hipotezler düz cümleler şeklinde şu şekilde oluşturulur:
H0 hipotezi:
 H0:“Bir ildeki işsizlik artışı ile o ile verilen teşvik miktarı arasında ilişki bulunmamaktadır/yoktur” şeklin-
dedir.
H1 hipotezi:
 H1: “Bir ildeki işsizlik artışıyla o ile verilen teşvik miktarı arasında ilişki vardır” şeklinde kurulabilir (Yönsüz)
veya
 H1: “Bir ilde işsizlik arttıkça, o ile verilen teşvik miktarı artar” şeklinde kurulabilir (Yönlü) ya da
 H1: “Bir ilde işsizlik arttıkça, o ile verilen teşvik miktarı azalır” şeklinde kurulabilir. (Yönlü)
Sözkonusu hipotezler, işlemsel semboller kullanılarak da şu şekilde formüle edilir:
H0 hipotezi:
 H0: ria=rtm
H1 hipotezi:
 H1: ria-tm≠0 şeklinde kurulabilir (Yönsüz) veya
 H1: ria-tm>0 şeklinde kurulabilir (Yönlü) ya da
 H1: ria-tm<0 şeklinde kurulabilir. (Yönlü)
Hangi şekilde kurulursa kurulsun, genel bir kural olarak gerek sosyal bilimlerde, gerekse coğrafyadaki çalış-
malarda H0 hipotezi açık bir şekilde yazılmaz, sadece H1 hipotezi araştırmalarda açıkça yazılır. Bu yüzden H1
hipotezini gören kimse, bunun bir sıfır hipotezi olduğunu ve araştırma hipotezinin sıfır hipotezi yoluyla test
edildiğini zaten bilir veya bilmek durumundadır.
Nicel Araştırmada Analiz Birimi ve Mekânsal Ölçek
Nicel bir araştırma tasarımında önemli olan bir diğer kavram, mekânsal ‘analiz birimi/düzeyi’ ya da ‘coğrafi
ölçek’tir. Nicel bir araştırma planlanırken, analiz biriminin/düzeyinin/ölçeğinin ne olacağı düşünülmelidir.
Aslında her araştırma bir analiz birimi/düzeyine sahiptir ancak çoğu zaman araştırmacılar bunu açıkça ta-
nımlamazlar. Ancak nicel araştırmada analiz düzeyinin ne olacağının başlangıçta doğru bir şekilde belirlen-
mesi gerekir, çünkü analiz birimi bir araştırmacının değişkenleri nasıl ölçtüğünü belirleyerek, araştırmacının
nedenselliği kurmada mantıksal hatadan kaçınmasına yardımcı olur. Ayrıca araştırma konusu/sorusu ile
analiz birimi arasında yakın bir ilişki vardır ve bir araştırma tasarlanırken, araştırma sorusu ile analiz birimi-
nin birbirine uygun olması gerekir, aksi takdirde ekolojik yanılgı ve indirgemecilik adı verilen mantık hatasına
düşülebilir (Bkz. Kutu 5).

191
Kutu 5: Ekolojik Yanılgı ve İndirgemecilik
Coğrafyada analiz birimleriyle ilgili iki önemli kavram bulunmaktadır: Ekolojik yanılgı ve İndirgemeci-
lik.
Ekolojik yanılgı, analiz birimlerinin yanlış eşleştirilmesinden kaynaklana bir açıklama hatasıdır. Büyük
ölçekli analiz birimleri için toplanan veriden elde edilen bulguların aşırı, kanıtların izin verdiğinin öte-
sinde, çok küçük analiz birimlerini açıklamakta kullanılması sonucu ortaya çıkan yanılgıdır (Neuman,
2010:249; Martin ve Pavlovskaya, 2010). Örneğin bir araştırmacı Türkiye’deki büyük şehirler için veri
toplar ve sonra o verilerden köyler hakkında sonuçlar çıkarırsa ekolojik yanılgıya düşer, çünkü bir
analiz birimi olarak şehir düzeyinde gerçekleşen olaylar/durumların köy düzeyinde de olması söz ko-
nusu olmayabilir, kentte olanın köyde de geçerli olacağı yönünde bir tahmin/açıklama yanılgı ve hata
yaratır. Dolayısıyla ekolojik yanılgı, toplulaştırılmış veriden bireysel düzeydeki özelliklerin çıkarılma-
sı, yanlış ilişkisellik kurulması sonucu ortaya çıkan bir problemdir. Örneğin Türkiye’de iller düzeyinde
elde edilen işsizlik oranları verisinden, bir bölge/ildeki örneğin Ankara’nın Çankaya ilçesinde oturan
hanehalklarının işsizlik düzeyinin çıkarılması böyle bir ekolojik yanılgıya işaret eder. Yine tüm Türkiye
sanayisi için elde edilmiş bir veriden, tek tek firmalar için çıkarım yapmak veya örneğin gıda sana-
yinde faaliyet gösteren şu firmalar içinde bunlar geçerlidir demek, ekolojik yanılgıdır. Ekolojik yanılgı
nicel araştırmalarda çok sık karşılaşılan bir hata türüdür ve bundan kaçınmanın yolu, açıklanmak is-
tenilen analiz birimi ile veri toplanılan analiz biriminin aynı veya birbirine çok yakın olmasıdır. Ekolojik
yanılgının tam tersi araştırmacının İndirgemecilik hatasına düşmesidir ki bu da nicel araştırmalarda
çok sık karşılaşılan bir diğer hata türüdür.
İndirgemecilik: İndirgemecilik sorunu, metodolojik ve teorik olarak iki düzeyde ele alınabilir. Meto-
dolojik bakımdan indirgemecilik araştırmacıların, mikro düzeyde kişilere/firmalara ait veriler/bilgiler
üzerinden makro düzeydeki birimlerin işleyişi ve dinamiklerini hakkında çıkarımda bulunması sonucu
ortaya çıkan ve bu nedenle önemle üzerinden durulması ve kaçınılması gereken bir sorundur. Araş-
tırmacılar, küçük ölçekli analiz birimleri arasında bulunan ilişkiler üzerinden aşırı genellemeler yaptık-
larından indirgemecilik hatasına düşerler (Neuman, 2010). Çünkü eldeki ampirik gözlemler nedensel
ilişkiyi açıklamak için çok alt düzeydedir. Örneğin Ahmet işsiz kaldığı ve yeni araba alamadığı için ülke
ekonomisi durgundur şeklinde bir çıkarım yapmak ya da I. Dünya Savaşının nedeni Sırp prensinin
öldürülmesidir demek indirgemecilik hatasına düşmektir. Çünkü bireysel düzeydeki bir eylem veya
veri, çok komplike nedenleri olan makro düzeydeki bir olayın kanıtı olarak gösterilemez. Teorik ba-
kımdan ise indirgemecilik, belirli ve dar kapsamlı kavramlar kullanarak her şeyi açıklamak ve belirli
analiz birimlerinin diğerlerinden daha ilgili olduğunu kabul etmektir (Barnes, 2009). Sosyologların
sadece sosyolojik değişkenlere (değerler, normlar, kurallar), ekonomistlerin sadece ekonomik değiş-
kenlere (arz-talep) ve coğrafyacılarında sadece mekânsal değişkenlere (yer, mekân, bölge, lokasyon)
bakarak olgu ve olayları açıklamaya çalışmalarıdır. Hatta coğrafyada kullanılan “mekânsal fetişizm”
(tüm sosyal ilişkileri tümüyle mekânsal ilişki olarak ele almak) kavramı, böyle bir indirgemeciliğe işa-
ret eder. Yani her sosyal durum, olgu ve olayın nedenini mekana bağlamak ve bunun üzerinden açık-
lamaya çalışmak, çok yönlü ve kompleks olan sosyal ilişkileri daha basit bir duruma indirgeme ve tek
bir temel nedene bağlamadır. Örneğin en basit anlamda, bir kişinin mekânsal davranışını yani yaşaya-
cağı mahalleyi, alışveriş yapacağı marketi veya çalışacağı işyerini sadece ‘coğrafi mesafe’ (yakınlık ve
uzaklık) ve bunun getireceği maliyet (zaman ve para) üzerinden açıklamak, olayın diğer bağlamlarını
dışlamak İndirgemecilik hatasının açık bir örneğidir.

192
Analiz birimi, coğrafi bir çalışmada incelenen, araştırılan mekânsal boyut/düzey, bir başka ifade ile coğrafi
ölçektir. Beşeri coğrafya çalışmalarında analiz birimi mikro düzeyden (birey/beden) başlayıp, makro (küre)
düzeye kadar değişiklik gösterir. Beşeri coğrafya çalışmalarında en yaygın kullanılan analiz birimi/düzeyi ye-
rel (mahalle, şehir, metropol), bölgesel (iller, bölgeler), ulusal (ülkeler) ve küresel (Avrupa Birliği, Afrika kıtası
gibi makro bölgeler, dünya) coğrafi birimlerdir (Bkz. Kutu 6). Kuşkusuz bunlar nicel araştırmalarda en çok
kullanılan mekânsal analiz birimleri olmakla birlikte, farklı coğrafi teori ve yaklaşımlar başka analiz birimle-
rini de coğrafi araştırmalarda kullanır. Örneğin, insanlar/bireyler, gruplar (kadınlar, eşcinseller) ve kurumlar
(firmalar, işyerleri, ev/konut) sıklıkla kullanılan diğer mekânsal analiz birimleridir. Örneğin Yavan (2011)’ın
teşviklerin bölgesel kalkınmaya etkisi makalesinde analiz birimi “il” iken, Bayar’ın (2005) Ankara’daki Alışve-
riş Merkezlerinin yer seçimini inceleyen çalışmasındaki analiz birimi “mahalle”dir. Buna karşın Ünal’ın (2011)
Türkiye’deki imalat sanayiinin coğrafi dağılımını ele alan çalışmasında analiz birimi “bölge” iken, Gürbüz ve
Karabulut’un (2008) Bağımsız Devletler Topluluğu ülkelerindeki yaşam süresi ile sosyo-ekonomik gelişmişlik
düzeyini ilişkilendiren araştırmasındaki analiz birimi “ülke”dir. Analiz biriminin seçimi, hem araştırılan ko-
nunun doğasına bağlı iken, hem de teorik çerçeveye ve araştırmacının bireysel ilgi ve tercihine bağlı olarak
değişiklik gösterebilir, ancak burada önemli olan husus araştırılacak konu/soruna ilişkin uygun analiz birimi-
nin seçilmesidir. Bu bağlamda örneğin teşviklerin geri kalmış bölgelerde kalkınma üzerine etkisini çalışan bir
coğrafyacı, analiz birimi olarak çok sayıda seçeneğe sahiptir. Buna göre sözkonusu araştırmacı analiz birimi
olarak tek bir firmayı (analiz birimi: bireysel/işyeri ölçeği) seçebileceği gibi (örneğin Antepli Sanko holding
gibi), Muş’un Bulanık ilçesindeki firmaları da (analiz birimi: yerel düzey) seçebilir veya tüm Doğu Anadolu
Bölgesi’ndeki illerde (analiz birimi: il düzeyi) teşvik alan firmaları da analiz birimi olarak alabilir ya da tüm
Kalkınmada Öncelikli Yöre kapsamındaki bölgelerdeki firmaları (analiz birimi: bölgesel düzey) veya dünyanın
az gelişmiş ülkelerinin (analiz birimi: ulusal düzey) firmalarını analiz birimi olarak seçebilir.

Kutu 6: Coğrafyada Kullanılan Mekânsal Ölçekler ve/veya Analiz Birimleri


“Ölçek” veya “mekansal ölçek”, coğrafyanın en sık kullanılan temel kavramlarından biridir. Coğraf-
yada ölçeğin çok farklı türleri ve anlamları vardır. Geleneksel olarak en basit ve bilinen ölçek türü,
haritalarda kullanılan kartografik ölçektir. Ancak çağdaş coğrafyada ölçek kavramı esas olarak bu basit
geleneksel harita anlamın çok ötesinde kullanılır. Buna göre ölçek esasında metodolojik bir tanım ve
anlama sahiptir. Nitekim coğrafi araştırmalarda ölçek, esas olarak mekânsal analiz birimlerinin tanım-
laması için kullanılır. Buna göre mekânsal ölçek, belirli bir coğrafi bir mekânın düzeyini, alanını, boyu-
tunu, büyüklüğünü, ilişkisini ve mesafesini tanımlamayı ve sınıflandırmayı sağlar (Sayre ve Di Vittorio,
2009). Ölçekler arasında kesin bir ayrım yoktur, genellikle bir mekânsal ölçeği diğerinden ayıran kesin
kriterler bulunmaz, buradaki ayrım biraz ‘keyfi’ ya da ‘ortak kabule’ dayalıdır. Buna göre coğrafyada
mekânsal ölçekler, alansal ve büyüklük bakımından mikro ölçek, mezo ölçek ve makro ölçek şeklinde
ayrıma tabi tutulabileceği gibi, yerel ölçek, bölgesel ölçek, ulusal ölçek ve küresel ölçek şeklinde de
ayrılabilir (Herod, 2003). Nitekim günümüzde coğrafi araştırmalarda ortak kabul edilmiş mekânsal
ölçekler aşağıdaki şekilde gösterilmektedir. Buna göre mikro ölçek, en küçük analiz birimidir ve coğ-
rafi anlamda geleneksel olarak ‘yerel’e karşılık gelir. Yerel ölçek, klasik anlamda bir mahalle veya semt
olabileceği gibi, büyük bir kentte olabilir. Ancak son 30 yılda coğrafya anlayışındaki meydana gelen
gelişmeler sonucu mikro/yerel ölçek aynı zamanda bireysel/kişisel ölçek coğrafi analizin önemli bir
parçası haline gelmiştir. Bu bağlamda kişi/insan, işyeri, konut/ev, firma, aile ve hatta insan bedeni
coğrafyanın mikro düzeydeki yerel ölçeğidir. Mezo ölçek, genellikle orta erimli bir düzeyi ima eden
bir analiz birimidir ve coğrafi anlamda geleneksel olarak ‘bölgesel’e karşılık gelir. Klasik anlamda coğ-

193
rafyada bölgesel ölçek, yerelden büyük ancak ulusal küçük bir coğrafi birimi ifade eder. Yani bölgesel
ölçek çoğu zaman ülkealtı düzeyde bir alansal ayrıma işaret eder. Buna göre, ülkelerin sahip olduğu
coğrafi veya istatistiki bölgeler ile iller, eyaletler ve metropol/kent-bölgeler bölgesel ölçeğe tekabül
eden analiz birimleridir. Makro ölçek ise, en büyük analiz birimidir ve coğrafyada ulusal (ülke/ulus),
makro-bölgesel (ülkeüstü/ulusaşırı bölgeler) ve küresel (uluslararası) ölçeğe karşılık gelir. Görüldüğü
gibi makro ölçek coğrafyada üç farklı düzeyde ele alınır. Buna göre makro ölçeğin en alt basamağında
bir ülke ve ulus devlet yer alırken, bunun üzerinde bir kıta veya ülkelerin biraraya gelmesinden oluşan
ekonomik, siyasi veya kültürel bir coğrafi birlik olarak makro-bölgeler yer alır. Makro mekansal ölçe-
ğin en üst basamağında ise uluslararası oluşumlar veya tüm dünya yer almaktadır.

Sonuç
Bu bölümde, nicel araştırmanın doğası ve felsefi arkaplanına değinilerek, nicel araştırmanın açık veya örtük
bir şekilde pozitivist paradigmaya dayandığı vurgulanmaktadır. Bu bağlamda öncelikle nicel araştırmanın-
tasarımı ve yönteminin temelinde yatan pozitivist yaklaşımın temel özellikleri açıklandıktan sonra bu (pozi-
tivist) paradigmanın metodolojik arkaplanı ve araştırma anlayışı/tasarımı ele alınmaktadır. Coğrafya bilimi
içinde nicel bilimsel yöntemi kullanan pozitivist geleneğin ilkelerine bağlı bir araştırma stratejisi oldukça
önemli bir yer tutmaktadır. Günümüzde nicel araştırma yürüten çoğu coğrafyacı, pozitivist paradigmaya
karşı yapılan eleştirilerden dolayı pozitivist olduğunu kabul etmese de, pozitivizm çoğu nicel (kantitatif/
sayısal/istatistiksel) coğrafi çalışmanın “gizli” paradigmasıdır. Nicel araştırmacılar çalışmalarını tasarlarken
daha çok tümdengelimci bir yol izledikleri için veri toplama ve verilerin analizinden önce ayrıntılı bir plan
yapmaya büyük önem verirler. Çünkü nicel araştırmacılar doğrusal bir araştırma mantığını yeğlerler ki, bu
nicel araştırma sürecinin her bir aşamasının açık, mantıklı ve adım adım ele alınmasını gerektirir. Bu nedenle
bu bölümde nicel araştırma yaklaşımının özellikleri ve aşamaları ayrıntılı bir şekilde incelenmektedir. Coğ-
rafyada nicel yaklaşımı kullanan birçok çalışma tasarım ve araştırma süreci bakımından tümdengelimlidir.
Örneğin mekansal analiz yapan, kantitatif teknikleri, matematiksel modelleri ve istatistiksel yöntemleri kul-
lanan coğrafi araştırmalar tipik olarak böyledir. Bir diğer bölümde nicel araştırmanın merkezinde yer alan bir
kavram olan hipotez konusu detaylı bir biçimde ele alınmaktadır. Nicel araştırmada hipotezlere çok büyük
önem verilir. Bu nedenle hipotezlerin ne oldukları, nasıl oluşturuldukları, hangi türlerinin bulunduğu ve ne
şekilde test edildikleri nicel çalışmalar için hayati önemdedir. Bu nedenle bu kısımda, coğrafi araştırmalarda

194
hipotezin yeri ortaya konulmuş ve her coğrafi araştırmanın açık (formel) veya örtük hipotezinin bulunduğu
vurgulanmıştır. Bu nedenle çoğu nicel coğrafi çalışmada araştırma sorularından sonra hipotezler ileri sürülür
ve bu hipotezlerde formel olarak yazılır. Ancak bu bir zorunluluk değildir, zira nicel araştırmalar “hipotezli”
olabileceği gibi “hipotezsiz” de olabilir. Bu bölümde, son olarak nicel araştırmada analiz birimi ve mekânsal
ölçek konusu incelenmektedir. Nicel araştırmalarda analiz biriminin/ölçeğinin doğru tanımlanmaması, araş-
tırmacıların sık sık ekolojik yanılgı ve indirgemecilik adı verilen mantık hatasına düşmesine yol açmaktadır.
Bu nedenle nicel coğrafi araştırmalarda analiz birimi ve mekânsal ölçeğin ne olduğunun açık bir şekilde
belirlenmesi özellikle önemli olup, bu durum araştırmacının nedenselliği kurmada mantıksal hatadan ve
potansiyel tuzaktan kaçınmasına yardımcı olur.
Kaynakça
Altunışık, R., Coşkun, R., Bayraktaroğlu, S. ve Yıldırım, E. (2012). Sosyal bilimlerde araştırma yöntemleri:
SPSS uygulamalı. Adapazarı: Sakarya Kitabevi.
Arı, Y. ve Köse, A. (2005). İnsan-çevre etkileşimini yorumlamada yeni bir alternatif: Kültürel coğrafya, S.
Avcı ve H. Turoğlu (Eds.) Ulusal coğrafya kongresi 2005 bildiriler kitabı içinde (s. 51-59). İstanbul.
Barnes, T. (2009). Reductionism. D. J. Gregory, R. J. Johnston, G. Pratt, M.J. Watts ve S. Whatmore (Eds.),
Thedictionary of human geography içinde (5. bs., s. 626-627). Chichester: Wiley-Blackwell.
Bayar, R. (2005). CBS yardımıyla modern alışveriş merkezleri için uygun yer seçimi: Ankara örneği. Coğ-
rafi Bilimler Dergisi, 3(2), 19-38.
Gregory, D. (2000). Positivism. R. J. Johnston, D. Gregory, G. Pratt ve M. Watts (Eds.), The dictionary of
human geography içinde (4. bs., s. 606-608). Oxford: Blackwell.
Gürbüz, M. ve Karabulut, M. (2008). SSCB’nin dağılmasıyla bağımsızlığına kavuşanülkelerde ortalama
yasam süresi ile sosyo-ekonomik değişkenler arasındaki ilişkiler. Coğrafi Bilimler Dergisi, 6(1), 69-83.
Harvey, D. (1969). Explanation in geography. London: Arnold.
Herod, A. (2003). Scale: The local and the global. S. Holloway, S. Rice ve G. Valentine (Eds.), Key concepts
in geography içinde (s. 229 247). London: Sage Publication.
Johnston, R. J. (1986) Philosophy and human geography (2. bs.). London: Arnold.
Martin, K. ve Pavlovskaya, M. (2010). Secondary data. B. Gomez ve J. J. Jones III (Eds.) Research methods
in geography içinde (s. 173-193). West Sussex: Wiley-Blacwell.
Montello, D.R. ve Sutton, P.C. (2006). An introduction to scientific research methodsingeography.Thou-
sand Oaks: Sage Publications.
Neuman, W. L. (2010). Toplumsal araştırma yöntemleri: Nitel ve nicel yaklaşımlar (Cilt 1 -2, 4. bs.) (S.
Özge, Çev.). İstanbul: Yayınodası.
Punch, K.F. (2005). Sosyal araştırmalara giriş: Nicel ve nitel yaklaşımlar. (D. Bayrak, H. B. Arslan ve Z. Ak-
yüz, Çev.). Ankara: Siyasal Kitabevi.
Sayer, A. (1992). Method in social science. London: Routledge.
Sayre, N. F. ve Di Vittorio, A. V. (2009). Scale. R. Kitchin ve N. Thrift (Eds.) Internatıonal encyclopedia of
human geography içinde (s. 19-28). Amsterdam: Elsevier.
Tobler, W. (1970). A computer movie simulating urban growth in the Detroit region. Economic Geograp-
hy, 46, 234-240.
Ünal, Ç. (2011). Türkiye’deki imalat sanayiinin 1. Düzey bölgelerindeki gelişimi ve karşılaştırılması. Türk
Coğrafya Dergisi, 56, 39-54.

195
Visser, S. ve Jones III, J. P. (2010).Measurement and interpretation. B. Gomez ve J. J. Jones III (Eds.) Rese-
arch methods in geography içinde (s. 41-59). West Sussex: Wiley-Blacwell.
Yavan, N. (2005). Bilim felsefesi bakımından coğrafyada pozitivist yaklaşım. S. Avcı ve H. Turoğlu (Eds.)
Ulusal coğrafya kongresi 2005 bildiriler kitabı içinde (s. 405-414). İstanbul.
Yavan, N. (2006). Türkiye’de doğrudan yabancı yatırımların lokasyon seçimi. İstanbul: İktisadi Araştırma-
lar Vakfı Yayınları.
Yavan, N. (2011). Teşviklerin bölgesel ekonomik büyüme üzerindeki etkisi: Ampirik bir analiz. Ekonomik
Yaklaşım, 22(81), 65-104.

Yavan, N. (2012). Türkiye’de yatırım teşviklerinin bölgesel belirleyicileri: Mekânsal ve istatistiksel bir ana-
liz. Coğrafi Bilimler Dergisi, 10(1), 9-37.
Okuma Listesi
Altunışık, R., Coşkun, R., Bayraktaroğlu, S. ve Yıldırım, E. (2012). Sosyal bilimlerde araştırma yöntemleri:
SPSS uygulamalı.
Erdoğan, İ. (2001). Sosyal bilimlerde pozitivist-ampirik akademik araştırmaların tasarım ve yöntem so-
runları. Anatolia: Turizm Araştırmaları Dergisi, 12, 17-34.
Erdoğan, İ. (2012). Pozitivist metodoloji ve ötesi: araştırma tasarımları, niteliksel ve istatistiksel yöntem-
ler (3.bs.). Ankara: Erk Yayınları.
Kuş, E. (2012). Nicel-nitel araştırma teknikleri (4. bs.). Ankara: Anı Yayıncılık.
Rhoads, B. L. ve Wilson, D. (2010).Observing our world. B. Gomez ve J. J. Jones III (Eds.) Research met-
hods in geography içinde (s. 26-40). West Sussex: Wiley-Blacwell.
Tekeli, İ. (2010). Mekansal ve toplumsal olanın bilgibilimi yazıları, İstanbul: Tarih Yurt Vakfı Yayınları.
Yavan, N. (2005). Bilim felsefesi bakımından coğrafyada pozitivist yaklaşım. S. Avcı ve H. Turoğlu (Eds.)
Ulusal coğrafya kongresi 2005 bildiriler kitabı içinde (s. 405-414). İstanbul.
Yavan, N. (2012). Türkiye’de yatırım teşviklerinin bölgesel belirleyicileri: Mekânsal ve istatistiksel bir ana-
liz. Coğrafi Bilimler Dergisi, 10(1), 9-37.

196
SEKİZİNCİ BÖLÜM
NİCEL ARAŞTIRMADA ÖLÇME,
DEĞİŞKEN VE ÖLÇEKLER
Nuri YAVAN
Ankara Üniversitesi

Ölçme İşlemi
Ölçüm Kalitesi
Değişken ve Değişken Türleri
Veri Seti ve Ölçme
Ölçüm Düzeyi ve Ölçek Türleri

Giriş
Bu bölümde nicel araştırmada ölçme işlemi, değişken türleri ve ölçekler konusu ele alınmaktadır. Bu bölüm
dört alt bölümden meydana gelmektedir. İlk bölümde, nicel araştırmanın temelini oluşturan ölçme süreci-
nin altında yatan düşünceler ve bunun araştırmaya uygulanması incelenmektedir. Bu bağlamda ölçme işle-
minin temelini oluşturan kavramlarla verilerin bağlantısını kurma yani kavramsallaştırma ve bu kavramları
somut göstergelerle ilişkilendirme yani işlemselleştirme süreci ele alınmaktadır. İkinci bölümde, bir bilimsel
araştırmada yapılan ölçümün kalitesini ortaya koyan, ölçümün temel meselelerinden biri olan güvenirlik ve
geçerlilik konusu tartışılmaktadır. Üçüncü bölümde, nicel araştırmanın dilini oluşturan “değişken” kavramı
ile çeşitli değişken türleri ve bunların coğrafi araştırmadaki somut örnekleri üzerinde durulmaktadır. Dör-
düncü ve son bölümde ise, nicel araştırmada kullanılan verilerin veya değişkenlerin ölçüm düzeyi ve/veya
ölçek türü ile bunların coğrafi bir analizdeki önemi açıklanmaktadır. Bu kısımda verilerin toplanmasında veya
değişkenlerin ölçümünde elde edilecek bilginin niteliğini ve kesinliğini ortaya koyan ölçüm düzeyinin ne ola-
cağı ile bunun elde etmede kullanılan çeşitli ölçek türleri tartışılmaktadır. Bu bölüm, coğrafi araştırmalarda
farklı ölçüm düzeyine ve veri/değişken türüne göre analiz tekniklerinin nasıl bir değişim gösterdiğini ortaya
koyarak son bulmaktadır.

Ölçüm Süreci ve Ölçme İşlemi


Nicel bir araştırmada ölçüm süreci ve ölçme işlemi merkezi bir role sahiptir. Çünkü ölçüm kesinlik ve nes-
nellik sağlar, doğrudan görünmeyen veya bilinmeyen şeylerin gözlemlenmesini mümkün kılar. Gerçekten
de ölçme, yaş, cinsiyet ve deri rengi gibi duyu organları yoluyla doğrudan gözlemlenebilen özelliklerin kesin

197
sayısal verilere dönüşmesine olanak verirken, aynı zamanda fiziksel dünyanın duyularla görünmeyen çok
küçük (örneğin molekül) ve çok büyük (örneğin gezegenler) nesneleri ile toplumsal dünyanın doğrudan göz-
lemlenemeyen olgularının (örneğin tutumlar, ideolojiler, boşanma oranları vb.) ölçülerek kesin sayısal bilgi/
veri haline getirilmesine yardımcı olur (Neuman, 2010:265-266).
Nicel araştırmacılar, veriyi toplamadan önce, onu nasıl ölçeçeğini, ölçümü hangi değişkenler ve gösterge-
ler kullanarak yapacağını, ölçme aracının ne olacağını, ölçüm düzeyinin hangi kesinlikte olacağını, ölçülen
göstergelerin ne derece güvenilir ve geçerli olacağına karar verir. Kısacası nicel araştırma yapılaşmış bir araş-
tırma türü olduğundan, başlangıçta iyi bir ölçümün nasıl olması gerektiğinin ilkeleri ve süreçleri açıkça belir-
lenerek ölçme işi sıkı, tutarlı ve hatasız bir biçimde yapılmaya çalışılır, çünkü ölçüm sürecinde yapılan hatalar
daha sonraki tüm aşamalar doğru şekilde yapılsa bile telafi edilmesi zor sonuçlar doğurarak araştırmaya
zarar verebilir.
Nicel bir araştırmada ölçme süreci tümdengelimsel bir yol izlenerek tamamlanır (Neuman, 2010). Buna
göre tüm ölçme süreci soyut kavramların, fikirlerın veya inşaların oluşturulması ile başlar ve ampirik olarak
gözlemlenebilen, spesifik göstergelerin ölçümünün geliştirilmesiyle biter. Kısacası, ölçme işlemi kavramlarla
verilerin bağlantısını kurma yani kavramsallaştırmave bu kavramları somut göstergelerle ilişkilendirme yani
işlemselleştirme sürecidir (Şekil 1). Bu nedenle kavramsallaştırma ve işlemselleştirme ölçmenin temelidir.
Kavramsallaştırma
Nicel bir araştırmada ölçme işlemi birbirini izleyen üç basamakta gerçekleştirilir: Kavramsallaştırmaİşlem-
selleştirmeGerçek dünyada ölçme (Şekil 1).Buna göre, nicel araştırmada ölçme işleminde ilk basamak
kavramlarla verilerin nasıl bağlantılandıralacağı konusudur. Çünkü nicel araştırmada süreç kavramlardan
veriye doğru işler (Punch, 2005:47). Nicel veriler kesin sayısal bilgilerden oluşur ve bu sayısal veriler, so-
yut kavramların ampirik bir temsilcisidir. Yani ölçüm teknikleriyle toplanan her bir sayısal veri aslında bir
kavramı/fikri/inşayı temsil eder. Kavramsallaştırma sürecinde, kuramsal/kavramsal çerçevede kullanılan
kavramlar/hipotezler ile araştırılacak değişkenlerin anlamlarının tanımlanması yapılır. Öncelikle araştırmacı
soyut, teorik bir kavramı/değişkeni rafine, açık bir kavramsal tanımlama haline getirerek kavramsallaştırır.
Yani kavramsallaştırma ile değişkenler net, belirli ve spesifik bir anlama/tanıma kavuşur. Böylece araştırmacı
kullandığı kavram/terim ile neyi kastettiğini, ne demek istediğini çok net ve açık bir şekilde ortaya koyar.

Soyut Kurgudan Somut Ölçüye

Hipotetik Kuram
Nedensel İlişki Düzeyi

198
Şekil 1. Nicelaraştırmada kavramsallaştırma ve işletimselleştirme sürecinin basamakları (Neuman,
2010:273)

İşlemselleştirme
Nicel araştırmada ölçme işleminde ikinci basamak, araştırılacak değişkenlerin gerçekte nasıl ölçüleceğinin
belirlenmesidir. Soyut fikirler/kavramlar net, sistematk bir biçimde tanımlandıktan sonra yani kavramsallaş-
tırma işlemi yapıldıktan sonra, bu kavramlar ile veriler arasında köprü kuran ölçüm işleminin/prosedürünün
belirlenmesi yani işlemselleştirme süreci başlar. İşlemselleştirme süreci, ölçme süresicindeki soyut kavram-
ları, düşünsel dünyayı, somut, ampirik gerçekliğe bağlayan bir köprüdür. İşletimselleştirme, kavramsal ola-
rak tanımlanan değişkenlere gerçek dünyayı temsil eden bir gösterge veya ölçüm prosedürü geliştirilmesi
işlemidir. Bu aşamada, kavramlar nasıl ölçülerek sayısal veri haline getirilecek? Tanımlanan kavramı gerçek
dünyada temsil edecek en iyi gösterge nedir? Bu göstergenin ölçü birimi ne olmalıdır? Şeklinde bir dizi soru
gündeme gelmektedir ki, toplanacak her bir sayısal verinin tanımlanan kavramı gerçekten temsil etmesi çok
önemlidir. Ölçüm sürecinin son aşamasında ise, değişkenleri oluşturan göstergelerin değerleri belirlenerek
veri toplamak için gerçek ampirik dünyaya uygulama süreci başlar. Kavramsallaştırma ve İşlemselleştirme
işlemi her bir değişken için yapılmalıdır. Görüldüğü gibi, kavramsallaştırma ve işlemselleştirme süreci birbi-
riyle çok yakından ilgilidir.
Neuman (2010:272), hipotetik-tümdengelimsel bir nicel ölçüm sürecinde dikkat edilmesi gereken üç dü-
zey olduğu belirtir: Kavramsal, işlemsel ve ampirik düzey. En soyut olan kuramsal düzeyde, araştırmacı iki
yapı/inşa arasındaki nedensel ilişkiyle ya da kavramsal hipotezle ilgilenir. Bu aşamada, araştırmacı elindeki
değişkeni net, belirli ve spesifik bir anlam yükleyerek tanımlar yani kavramsallaştırılır (Bkz. Şekil 1). İşlemsel
düzeyde, araştırmacı göstergeler arasındaki ilişkinin derecesini belirlemek için ampirik hipotezi test etmekle
ilgilenir. Bu düzey korelasyonların, istatistiklerin ve anketlerin kullanıldığı aşamadır. Bu aşamada araştırmacı
elindeki değişken için ölçülebilir bir tanım veya göstergeler seti belirleyerek onu işlemselleştirir. Üçüncü dü-
zey, somut ampirik dünyadır. Bu düzeyde eğer değişkenlerin işlemsel göstergeleri (örneğin anketler) man-

199
tıksal olarak bir yapı/inşaya bağlıysa, bunlar ampirik dünyada varolanı gerçekliği yakalar ve bunu kavramsal
düzeyle ilişkilendirir. Bu aşamada araştırmacı, elindeki göstergeleri verileri toplamak ve hipotezlerini test
etmek için kullanır ve gerçek dünyaya uygular. Nihai olarak bu ampirik testler, tekrardan kavramsal hipoteze
ve teori dünyasındaki nedensel ilişkilere bağlanır.

Güvenirlik ve Geçerlilik
Tüm bilimsel araştırmalar geçerli ve güvenilir olmayı amaçlar (Kitchin ve Tate, 2000:34). Bu yüzden de araş-
tırmacılar geçerli ve güvenir ölçüm yapmak isterler. Bu nedenle bütün bilimsel ölçümlerin temel meselele-
rinden biri güvenirlik ve geçerlilik konusudur. Güvenirlik ve geçerlilik bir bilimsel araştırmada çok önemlidir,
çünkü her ikisi de yapılan ölçümün kalitesini ortaya koyar. Araştırmacılar, ölçümlerin hatasını minimize et-
meye, bu karşın güvenirlik ve geçerliliklerini maksimize etmeye çalışırlar. Dolayısıyla mükemmel bir güvenir-
lik ve geçerlilik hemen hemen imkânsızdır. Bunlar daha çok araştırmacıların gerçekleştirmek istediği ideal-
lerdir. Güvenirlik ve geçerlilik, araştırmadan elde edilen bulguların doğruluğunu, tutarlılığını, sağlamlılığını ve
inanırlılığını sağlamaya yardımcı olur (Neuman, 2010:276).
Güvenirlik
Bir ölçüm veya göstergenin tutarlılığını ifade eder. Bir göstergenin farklı zamanda ve farklı yerlerde ölçülmesi
durumunda, ölçümlerin tutarlı bir biçimde aynı sonucu vermesidir. Eğer bir gösterge, ölçülen şeyin kendisi
değişmediği müddetçe, her ölçümde aynı sonucu veriyorsa, bu durumda ölçüm veya gösterge güvenilirdir.
Örneğin bir grup insana beş sorudan oluşan bir anket uygulandı ve cevapları alındı. Eğer aynı anket aynı in-
sanlara, aynı koşullar altında, daha sonraki bir tarihte (örneğin 2 yıl sonra) uyguladığında (verdikleri cevapları
hatırlamadığını varsayıyoruz), onların ankete verdiği yanıtlar önceki ile aynı şekilde ise, sözkonusu ölçme
güvenilirdir. Ölçüm yapıldığında aynı sonuçlar elde edilmiyorsa, o araç (bu örnekte anket) ya da ölçüm gü-
venilir değildir. Ancak güvenilirlik doğruluk anlamına gelmez, çünkü ölçümler “tutarlı” olsa da yanlış olabilir.
Örneğin bir yükseklik ölçer, her seferinde 500 m olan yükseltiyi 490 m olarak ölçüyorsa, bu araç güvenilirdir
ancak doğru değildir (Visser ve Jones III, 2010:47). Dolayısıyla ölçüm bu örnekte olduğu gibi güvenilir olabilir
ancak doğru olmayabilir.
Nicel araştırmada üç tür güvenirlik vardır (Kitchin ve Tate, 2000; Montello ve Sutton, 2006): İstikrarlılık,
temsiliyet ve eşdeğerlilik. İstikrarlılık güvenirliliği, zaman içinde ölçümün güvenirliliğidir. Ölçülen şeyin faklı
zaman dilimlerinde uygulandığında tutarlı bir sonuç/ölçüm vermesidir. Bir göstergenin istikrarlı bir güvenir-
liliğe sahip olup olmadığı tekrarlanan test yöntemi kullanarak doğrulanabilir. Temsil güvenirliliği, alt gruplar
arasındaki ölçüm güvenirliliğidir. Bir gösterge veya ölçümün farklı insan gruplarına uygulandığında aynı ya-
nıtı/sonucu vermesidir. Eşdeğerlik güvenirliliği ise, göstergeler arasındaki ölçümün güvenirliliğidir. Bir yapı/
inşanın birden çok gösterge kullanılarak ölçüldüğü zaman tutarlı sonuçlar vermesidir (Neuman, 2010:277-
278).
Kusursuz bir güvenirlik mümkün değildir (Montello ve Sutton, 2006). Her ölçümün az ya da çok güvenilir
olmayan bir tarafı, daha teknik bir ifade ile hata payı vardır. Bu yüzden ölçüm sonuçları, doğru sonuçlar ile
hatalardan oluşur. Hata ne kadar küçükse, ölçümün sonucu gerçeğe o kadar yakındır. Bununla birlikte Neu-
man (2010:279) ölçümlerin güvenirliliğini şu dört ilkeyi uygulamak yoluyla artırmanın mümkün olduğunu
belirtmektedir. Bunlar;
 Soyut yapı/inşaların açık ve net bir biçimde kavramsallaştırılması
 Tam/kesin bir ölçüm düzeyinin kullanılması
 Bir değişken için birden çok göstergenin kullanılması
 Ön test veya pilot testlerin kullanılması.

200
Geçerlilik
Ölçülen yapı veya inşanın, onu ölçen gösterge veya ölçüm ile ne derecede örtüştüğü, birbirine uyum sağla-
dığı, yani ölçülen şeyin göstergeler tarafından gerçekten ölçülüp ölçülmediğine işaret eder. Ölçüm geçerli-
ğinde esas olan kavramsal tanımla, işlemsel tanımın birbirine uygun olması, yani yapılan ölçümün araştırılan
kavramın gerçek anlamını yansıtmasıdır (Neuman, 2010). Somut göstergeler, soyut kavram/yapı/inşaya ne
kadar uyum sağlarsa, ölçüm gerçerliliği o kadar yüksek olur. Bir ölçümde geçerliliğin sağlanması, güvenir-
lilikten çok daha zordur. Bu nedenle ölçümün geçerliliğinden kesin olarak emin olamayız, ancak bazı öl-
çümlerin diğerlerinden daha geçerli olduğu kesindir (Neuman, 2010; Kitchin ve Tate, 2000; Punch, 2005).
Örneğin varsayalım Türkiyede bölgesel düzeyde sanayinin büyüklüğünü ölçüyoruz. Teorik olarak “sanayinin
büyüklüğü” çok boyutlu bir kavram, çünkü bir bölgedeki sanayinin büyüklüğünü tek bir gösterge ile ölçmek
mümkün değildir. Örneğin sanayinin büyüklüğünü ölçmek için sadece firma sayısını mı baz alacağız, yoksa
işçi sayısını mı, veya yaratılan katma değeri mi ya da firmaların ciro büyüklüğünü mü veya üretim değerini
mi? Bu kavramı en iyi şekilde ölçmek için en az beşli (firma sayısı, işci sayısı, katma değer, ciro, üretim değeri)
bir kategori inşa edilmeli ki ölçümün geçerliliği yüksek olsun. Örneğin sadece işçi sayısını baz alan bir ölçüt
kamu işletmelerinin çok olduğu bölgeleri sanayi bakımından büyük gösterirken, sadece katma değerin esas
alındığı bir ölçüt ileri yüksek teknoloji üreten bölgeleri sanayi bakımından en büyük gösterir. İşte bu örnekte
olduğu gibi geçerlilik, ölçmeyi amaçladığımız göstergelerin inşa ettiğimiz kavramı ne ölçüde ölçtüğü, onu ne
derecede yakaladığı/uyduğu ve hangi oranda göstergenin kavramı karşıladığı meselesidir. Özelllikle beşeri
coğrafyada teorik olarak inşa edilen kavramların değişkenler yoluyla ölçülmesi son derece güçtür ve araştır-
macıların doğru değişken/gösterge bulmasına yönelik ciddi oranda caba harcaması gerekir.
Ölçüm geçerliliğinin dört türü vardır: (Neuman, 2010:282-285; Montello ve Sutton, 2006:216). Bunlar, yüz/
görünüş, kapsam, kriter/ölçüt ve yapı geçerliğidir. Yüz/görünüş geçerliği, bir gösterge veya ölçümün, görü-
nüşte bir yapı/kavramı ölçüp ölçmediğine dair olan yargıdır. Eğer bilim camiası kavram ile göstergenin gerçek
dünyaya uyduğunu düşünüyorsa, bu geçerlilik sağlanmış olur. Kapsam geçerliği, bir ölçümün bir kavramın
tüm öğelerini ve farklı anlamlarını kapsaması, temsil etmesidir. Kriter/Ölçüt geçerliği: Bir ölçümün veya gös-
tergenin, bir yapı/inşanın göstergesi olduğunu doğrulamak için daha önceden varolan mevcut bir ölçüme
dayandırılması veya mantıksal olarak tutarlı olan bir gelecek olayın gerçekleşmesine bağlı olan geçerliliktir.
Yapı geçerliği ise,birden çok göstergenin birbiriyle tutarlı olduğu geçerliliktir. Bir yapının göstergelerinden
benzer olanların benzer şekilde, farklı olanlarında farklı şekilde sonuçlar vermesine dayanan ölçüm geçerli-
liğidir.
Değişken ve Değişken Türleri
Nicel araştırmada “değişken” temel öneme sahip bir kavramdır. Çünkü nicel araştırma, değişkenler ile de-
ğişkenler arasındaki ilişkinin dilini kullanır (Neuman, 2010:237). Değişkenler, ölçebileceğimiz, sayısal değer
atayabileceğimiz somut ölçüme dayalı bir kavramdır. Buna göre, değişken, değişebilen, en az iki değer/ka-
tegori/özellik alabilen her şeyi ifade eder. Örneğin ‘cinsiyet’ bir değişken olup, erkek ya da kadın şeklinde
iki değer/özellik/kategoriden birini alabilir. Yine ‘eğitim durumu’ bir değişkendir ve ilkokul, ortaokul, lise ve
üniversite şeklinde en az dört özellik/değer alabilir. Benzer biçimde ‘işsizlik oranı’ bir değişkendir ve sıfırdan
100’e kadar bir değer alabilir.
Nicel bir araştırmada değişkenler aldığı değer ve ilişki türüne göre iki şekilde sınıflandırılabilir (Şekil 2). Buna
göre, değişkenler aldıkları değerler bakımından sürekli ve kesikli değişken olmak üzere ikiye ayrılır. Öte yan-
dan neden-sonuç ilişkisini araştıran nicel araştırmalar genellikle bir sonuç ile başlayıp, sonra onun nedenleri
aramaya başlar. Bu nedenle nicel araştırmalarda değişkenler nedensel bir ilişkideki konumlarına göre üçe
türe ayrılır: Bağımlı değişken, bağımsız değişken ve kontrol değişkeni (Şekil 3).

201
Sürekli Değişken ve Kesikli Değişken
Sürekli değişken, sınırsız sayıda değer alabilen, aldığı değerler çok küçük artışlara ayrılabilen değişkendir. Ör-
neğin, yaş, gelir ve suç oranı gibi değişkenler sürekli değişkendir. Kesikli değişken, sadece sınırlı sayıda değer
alabilen, belirli ayrı kategorileri içeren değişkendir. Örneğin, cinsiyet (kadın, erkek), medeni durumu (evli,
bekar, dul) ve eğitim düzeyi (ilkokul, ortaokul, lise, üniversite) gibi değişkenler kesikli değişkendir.
Şekil 2. Değişken türleri

Bağımlı Değişken
Açıklanan değişken, sonuç değişkeni veya cevap değişkeni olarak da adlandırılır. Bir araştırmada değeri di-
ğer değişkenlerin, faktörlerin veya etmenlerin değişiminden etkilenen sonuç değişkenidir. Bir başka ifade
ile bağımsız değişken tarafından etkilenen değişken, bağımlı değişkendir. Örneğin Ankara’da ev sahibi olan
kişilerin, yeni bir ev satın alma sebebinin araştırıldığı bir çalışmada, ‘yeni bir ev satın alma kararı’ bağımlı
değişkendir (Şekil 4).

Şekil 3. Bağımlı, bağımsız ve kontrol değişkeni

Bağımsız Değişken
Açıklayan değişken veya neden değişkeni olarak da ifade edilebilir. Bağımlı değişken üzerinde etkisi olan
değişkenlere bağımsız değişken denir. Bağımsız değişken, bağımlı değişkenin sonucunu belirleyen onu şekil-
lendiren yani nedeni açıklayan değişkendir. Örneğin Ankara’da ev sahibi olan kişilerin yeni bir ev satın alma
kararını etkileyen çeşitli faktörler (evin lokasyonu, kira getiri düzeyi, fiyatı ve büyüklüğü) bağımsız değişken-
lerdir (Şekil 4).

202
Neden-sonuç ilişkisinin esas olduğu tipik bir nicel araştırmada bir neden (etki) yani bağımsız değişken ile
bir sonuç yani bağımlı değişken bulunur. Ancak bağımlı ve bağımsız değişkenler arasındaki ilişkinin araştırıl-
masında, ilişkinin düzgün, açık ve net bir şekilde kurulabilmesi için bazı faktörlerin etkisinin sabit tutulması
gerekir (Parfitt, 2005:80). Aksi halde bağımlı değişken üzerindeki etkinin nereden kaynaklandığı bilinemez.
İşte bu tip değişkenlere kontrol değişkeni denir.

Şekil 4. Bağımlı değişken ile bağımsız ve kontrol değişkenleri arasındaki ilişkiyi gösteren bir örnek

Kontrol Değişkeni
Etkilerini gidermek ya da kısmen dışarıda tutmak veya denetlemek istediğimiz değişkene kontrol değişkeni
denir. Kontrol değişkenleri, aslında araştırmacının gerçekten araştırmak istediği değişkenler değildir. Ancak
kontrol değişkenleri araştırılmak istenen değişkenleri ve bunlar arasındaki ilişkileri etkileme potansiyeli olan
değişkenlerdir. Bu nedenle de araştırmacılar, bu değişkenlerin etkilerini ortadan kaldırmak isterler (Punch,
2005:68). Kontrol değişkenleri de aslında bağımsız değişkenlerdir. Örneğin Ankara’da ev sahibi olan kişilerin
yeni bir ev satın alma kararını örneğinden devam edersek, daha önce yeni bir ev satın alma kararını etkile-
yen başlıca faktörlerin evin lokasyonu, kira getiri düzeyi, fiyatı ve büyüklüğü olduğunu belirtmiştik. Bunlar
çalışmadaki bağımsız değişkenlerdir. Eğer yeni bir ev satın alma kararında refah durumununda önemli ol-
duğunu düşünüyorsak, bu durumda ‘refah/gelir durumu’ bir kontrol değişkeni olabilir (Şekil 4). Buna göre
aynı gelir durumuna sahip insanların ev alırken aynı seçimi yapıp yapmadığını bilmek istiyorsak, bu durumda
refah/gelir durumunu bir kontrol değişkeni olarak kullanabilir. Yani gelir durumu değişkeni sabit tutularak,
diğer bağımsız değişkenlerin (evin lokasyonu, kira getiri düzeyi, fiyatı ve büyüklüğü gibi) yeni bir ev satın
alma kararını üzerindeki etkisi incelenebilir. Kuşkusuz bir ampirik araştırmada birden fazla kontrol değişkeni
olabilir. Mesela bu örnekte ev satın alma kararında mevsimsel etkinin olduğunu düşünüyorsak, bu durumda
zaman faktörü bir diğer kontrol değişkeni olabilir.

203
Sonuç olarak, bir ampirik araştırmanın en önemli aşamalarından biri bağımlı ve bağımsız değişkenlerin oluş-
turulması sürecidir (Yavan, 2006). Coğrafyadaki nicel bir araştırma tasarımında genellikle biri bağımlı, diğeri
bağımsız olmak üzere 2 farklı değişken bulunur1. Ancak çalışmanın doğasına göre bunlara kontrol değişken-
leri de ilave edilebilir (Bkz. Kutu 1).2 Fakat bir ampirik çalışmada kontrol değişkenin bulunması bir zorunluluk
değildir. Öte yandan bir değişkenin bağımlı mı, bağımsız mı yoksa kontrol değişkeni mi olacağını belirlemek
araştırmacının işidir. Araştırmacı, çalıştığı konuya/probleme, ileri sürdüğü hipoteze veya dayandığı kurama
göre değişkenlerini belirlemelidir. Fakat genel bir kural olarak araştırmacılar öncelikle bağımlı değişkeni be-
lirler, çünkü araştırma sorusu/hipotezinin kendisi daha öncede vurgulandığı gibi bir nevi yarı cevap/sonuç
şeklinde olduğundan bağımlı değişken genellikle otomatik olarak ortaya çıkar. Ancak değişkenlerin konumu
bir araştırmadan diğerine hatta aynı araştırma içinde bir testen öbürüne farklılık gösterebilir. Bu nedenle bir
değişken, bir çalışmada bağımsız değişken iken, diğerinde bağımlı değişken olabilir, bir başkasında da kontrol
değişkeni olabilir.

1 Coğrafyada bağımlı ve bağımsız değişkenler kullanılarak yapılmış bir nicel araştırmaörneği için bkz. Yavan, 2012
2 Coğrafyada bağımlı ve bağımsız değişkenlerin yanısıra, kontrol değişkeni de kullanılarak yapılmış bir nicel araştırma örneği için bkz. Yavan, 2011

204
205
Veri Seti ve Ölçme İle İlgili Bazı Kavramlar
Veri matrisi/seti, satır ve sütunlardan oluşar ve verileri organize etmeyi sağlayan bir sayfadır. Hemen hemen
tüm istatistiksel analiz yapan paket programlarda veriler, veri matrisi formatında organize edilir. Veri matrisi,
hem verilerin analiz için nasıl hazır hale getirildiği gösterir, hem de açısından değişken ve ölçümlerin (göz-
lem) doğasını ortaya koyar (Visser ve Jones III, 2010:48-49; Field, 2010:320). Tablo 1 ve 2’de yer alan örnek
veri matrisi/seti, veri tiplerinin, ölçüm düzeylerinin ve değişkenlerin somut olarak nasıl gözüktüklerini ortaya
koymak için hazırlanmıştır. Buna göre Tablo 1’deki veri matrisinde her bir sütun değişkenleri, her bir satırda
ölçüm/gözlemleri içermektedir. Ancak bir veri matrisinde ilk sütun analiz birimini (bu örnekte bireyler ve
iller) tanımlamak için kullanılır. Bir başka ifade ile ilk sütun herbir birimin veya gözlemin/ölçümün bir nevi
kimlik numarasıdır. Bu nedenle ilk sütun bir değişken değildir. Örneğin Tablo 1’de bireyler, Tablo 2’de de İller
sütunu bir değişken değildir. Bununla birlikte Tablo 1’de yaş, aylık gelir ve boy sütunları ile Tablo 2’deki nüfus,
kişi başına gelir ve işsizlik oranı birer değişkendir. Ancak bu değişkenler, sürekli değişkenler iken, Tablo 1’deki
veri setinde yer alan cinsiyet ve eğitim düzeyi değişkeni ile Tablo 2’deki veri setindeki havaalanı ve gelişmişlik
düzeyi değişkeni, birer kesikli değişkendir. Analiz birimi, Tablo 1’de bireyler iken, Tablo 2’de illerdir. Keza ölçü
birimi, örneğin aylık gelir değişkeni için TL, kişi başına gelir için Dolar ve boy için cm iken, cinsiyet (Erkek:0,
Kadın:1), gelişmişlik düzeyi (Gelişmiş:1, Gelişmekte Olan:2, Az Gelişmiş:3) ve eğitim düzeyi (İlkokul:1, Ortao-
kul:2, Lise:3, Üniversite:4, Doktora:5) için kategoridir.

Tablo 1. Analiz birimi bireyler olan bir örnek veri matrisi/seti


Bireyler Yaş Cinsiyet Eğitim düzeyi Aylık Gelir (TL) Boy (cm) Doğum Yeri
Ahmet 49 0 5 6.150 1,77 4
Ayşe 40 1 4 3.400 1,65 1
Mehmet 28 0 3 2.153 1,89 3
Fatma 53 1 4 5.000 1,73 2
Zeynep 61 1 2 800 1,58 5
Not: Erkek:0, Kadın: 1; İlkokul:1, Ortaokul:2, Lise:3, Üniversite:4, Doktora:5; 1: Ankara, 2: İstanbul, 3: Kars, 4: Manisa,
5:Mardin

Tablo 2. Analiz birimi il olan bir örnek veri matrisi/seti


Kişi Başına Gelir Sanayi Tesisi Gelişmişlik İşsizlik
İller Nüfus (Kişi) Havaalanı
(Dolar) (adet) Düzeyi Oranı (%)
Ankara 4.007.860 2.752 825 1 1 11,60
Bartın 184.178 1.061 17 0 2 3,90
Diyarbakır 1.362.708 1.313 33 1 3 14,20
İstanbul 10.018.735 3.063 3.417 1 1 12,70
Tunceli 93.584 1.584 1 0 3 6,20
Not: Havaalanı Var:1, Havaalanı Yok: 0; Gelişmiş:1, Gelişmekte Olan:2, Az Gelişmiş:3

206
Ölçüm Düzeyi ve Ölçek Türleri
Ölçüm düzeyi ve/veya ölçek türü, nicel araştırmada çok sıklıkla kullanılan önemli bir kavramdır. Bir değişke-
nin ölçüm düzeyi temelde iki unsura bağlıdır. İlki, değişkenin nasıl kavramsallaştırıldığına, ilkincisi onun nasıl
işlemselleştirildiğine yani değişkenin ölçümünde hangi göstergenin veya aracın kullanıldığına. Bir araştırma-
cının bir değişkeni kavramsallaştırma biçimi, kullanabileceği ölçüm düzeyini yani değişkenin ne kadar kesin-
likle ölçülebileceğini sınırlar (Neuman, 2010). Gerçekten de bir değişkenin sürekli veya kesikli olması ölçüm
düzeyini etkiler. Örneğin, cinsiyet (kadın, erkek) veya medeni durumu (evli, bekar, dul) gibi kesikli değişken-
ler, sürekli bir değişken olarak kavramsallaştırılamaz, buna karşın yaş değişkeni hem sürekli (bir kişinin yıl,
ay, gün, saat ve dakika olarak yaşı) hem de kesikli (bebeklik, çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık gibi) bir
değişken olarak kavramsallaştırabilir. Bir araştırmacının kullandığı ölçüm düzeyi aynı zamanda, o araştırma-
da kullanılabilecek olan istatistiksel analiz türünü de belirler (Kitchin ve Tate, 2000; Visser ve Jones III, 2010).
Örneğin, yüksek kesinliği olan ölçüm düzeyleri ile birçok ileri düzey istatistiksel analiz yapmak mümkünken,
düşük kesinlikli ölçüm düzeyleri için sadece sınırlı sayıda istatistiksel analizler yapılabilir.
Ölçme konusunda bir diğer bilinmesi gereken husus, ölçümün birimidir. Buna göre ölçü birimi, bir ölçme işle-
minde bir değişkeni, diğerinden bazı özellikleri nedeniyle ayırmada kullanılan kategori veya metrik birimdir.
Örneğin uzunluk için ölçü birimi metre, ağırlık için kg ve sıcaklık için C ͦ ’dir. Buna göre, Ali’nin boyu 1,77 cm,
ağırlığıda 69 kg’dır ifadesindeki cm ve kg sayısal veya metrik ölçü birimidir. Buna karşın cinsiyet için ölçü biri,
kategoridir. Cinsiyet kategorisi kadın ve erkek şeklindeki gösterilebileceği gibi, sayısal bir değerle kadın:1 ve
erkek:0 şeklinde de ifade edilebilir.
Değişkenlerin ölçümünde bilgiyi en düşük kesinlikten en yüksek kesinlik düzeyine göre ölçen dört ayrı ölçüm
düzeyi veya ölçek türü vardır (Kitchin ve Tate, 2000; Visser ve Jones III, 2010; Montello ve Sutton, 2006).
Bunlar, sınıflama, sıralama, aralıklı ve oransal ölçektir.
Sınıflama Ölçeği
Bir değişkenin kategorleri arasındaki farklılığın bulunduğunu gösteren ölçümdür. Bu ölçüm düzeyine nomi-
nal (isimsel) veya kategorik ölçüm adı da verilir. Bu ölçüm tipi, en az bilgi içeren, en az kesinlik veren ölçüm
düzeyidir. Bu ölçüm düzeyi görece homejen grupların özelliklerinin bir sınıflamasıdır. Burada amaç, özellik-
lerle ilgili olan gözlemlerin birbirinden farklılaşmasını sağlamaktır. Örneğin cinsiyet değişkeni, kadın ve erkek
olmak üzere ikili yapıya sahip bir sınıflama değişkenidir. Bu değişken değerlendirilirken, Kadın=1, Erkek=2
şeklinde kodlanır. Bu ölçüm düzeyinde elde edilen veriler kesiklidir, yani sadece belirli değerler alır, katego-
riler arasında sıralama yapma imkânı yoktur. Sınıflama ölçümünden elde edilen veriye “isimsel/nominal/
kategorik veri” adı verilir. Örneğin coğrafyada sıklıkla kullanılan arazi kullanım tiplerini tarım alanları, orman
alanları, otlak alanları, yerleşim alanları ve akarsu/göl gibi sulak alanlar şeklinde gibi sınıflamak nominal bir
ölçüm yapmak veya ölçek kullanmaktır. İşte bu örnekteki her bir arazi kullanım sınıfındaki gözlem sayısı,
nominal veriyi oluşturur. Yine toprak tipleri, sanayinin ana sektörleri ve doğum yerleri coğrafi çalışmalarda
kullanılan diğer nominal ölçüm düzeyleridir. Aşağıda nominal bir ölçüm/veri sağlayan anket sorusu örnekleri
görülmektedir.
Firmanız Ostim’deki hangi kümenin üyesidir?
( ) İş ve İnşaat Makineleri Kümesi
( ) Medikal Sanayi Kümesi
( ) Savunma ve Havacılık Kümesi
( ) Yenilenebilir Enerji ve Çevre Teknolojileri Kümesi

207
Firmanız kümeye üye olduktan sonra teşvik ve hibe desteklerinden yararlandı mı?
( ) Evet ( ) Hayır
Sıralama Ölçeği
Bir değişkenin kategorileri arasında farklılık olduğunu belirleyen ve bu kategorilerin derecelerine göre sı-
ralanmasına imkân veren ölçüm düzeyidir. Sıralama ölçeği, değişkenleri hem sınıflamayı (kategorilerarası
eşitlik) hem de sıralamayı (kategorilerarası eşitlik + mesafenin derecesi yani birinin diğerinden daha büyük/
küçük olması) sağladığı için sınıflama ölçeğine göre daha fazla bilgi/veri içerir. Sıralama ölçümünden elde
edilen veriye “sıralı veri” adı verilir. Bu ölçüm ile elde edilen veriler, birbirini artan biçimde izleyen bir sıra
dizisini gösterir ve mantıksal olarak küçükten-büyüğe, azdan-çoğa, düşükten-yükseğe, negatifden pozitife
gibi sıralanabilen değerler alır. Dolayısıyla bu ölçüm düzeyi ile kategorilerin azlık/çokluk durumu ve görece
konumları elde edilir. Ancak bir kategorinin diğerinden ne kadar az veya çok miktarda olduğu, arasındaki far-
kın mutlak boyutunun ne olduğu belirlenemez. Nitekim sıralama ölçeğinde veri toplandıktan sonra, her bir
kategoriye atanan numaralar, sadece sıralamanın düzeni hakkında bilgi taşır. Her bir sıra arasındaki aralığın
matematiksel olarak eşit olduğu anlamına gelmez. Bu nedenle her bir özellik için atanan numaraların sayısal
anlamda bir değeri yoktur. Örneğin her bir özelliğe 1’den 5’e kadar numara atayabileceğimiz gibi, bunun
yerini 10, 20, 30, 40 ve 50 gibi rakamsal kodlar verebiliriz.
Sıralama ölçeği coğrafi araştırmalarda çok sıklıkla kullanılmaktadır. Genel olarak bu ölçüm düzeyi coğrafi ça-
lışmalarda iki şekilde ele alınmaktadır. İlki, örneğin ülkelerin/bölgelerin kalkınma düzeylerine göre gelişmiş,
gelişmekte olan ve az gelişmiş şeklinde sıralanması veya yerleşim yerlerinin köy, kasaba, kent, metropol, me-
gapol şeklinde büyüklüğüne göre sıralanması şeklinde olan ölçümdür. İkincisi, özellikle ankete dayalı araştır-
malarda, kişilerin fikir, tutum ve davranışlarını değerlendirmede sıralama ölçeğinin kullanımı çok önemlidir
ve coğrafyada yaygın olarak kullanılır. Örneğin anketlerde sıklıkla kullanılan likert ölçeğine göre sorulan “hiç
Katılmıyorum, katılmıyorum, kararsızım, katılıyorum, kesinlikle katılıyorum” şeklinde verilen kategoriler sı-
ralı bir ölçüm şeklidir. Kutu 2’de gösterilen örnek sorular tipik bir sıralama ölçeği kullanımını yansıtmaktadır.
Yine aşağıda verilen anket soruları sıralı bir ölçüm/veri örnek teşkil etmektedir.
Eğitim düzeyiniz nedir?
[ ] İlkokul
[ ] Ortaokul
[ ] Lise
[ ] Üniversite
[ ] Yüksek Lisans
[ ] Doktora
Bu alışveriş merkezini (AVM) geleneksel sınıflandırmaya göre en iyi şekilde nasıl tanımlayabilirsiniz?
[ ] Yerel AVM
[ ] Yöresel AVM
[ ] Bölgesel AVM
[ ] Süper Bölgesel AVM

208
Kutu 2: Likert Ölçeği
Ankete dayalı nicel araştırmalarda en çok kullanılan, en yaygın ölçek Likert ölçeğidir. Likert ölçeği, insan-
ların bir konu hakkındaki tutum ve davranışlarını belirlemeyi amaçlayan bir ölçektir. Bu ölçekte seçenek-
ler/kategoriler sıralı biçimde ardışık olarak dizilirler. Bu nedenle likert ölçeği sıralama düzeyinde ölçüm
yapan bir ölçektir. Bu ölçekte insanların tüm sorulara verdiği cevaplar toplanarak, toplam puan o konu
hakkındaki davranış ve tutumu belirler.
Likert ölçeği, esasında iki uç veya karşıt pozisyon arasındaki cevaplardan oluşur. Bu nedenle likert ölçe-
ğinde en az iki kategori/seçeneğin olması gerekir. Örneğin “beğendim-beğenmedim”; “mükemmel-za-
yıf”; “katılıyorum-katılmıyorum” veya “önemli-önemsiz” gibi. Likert ölçeğinde seçenek sayısı keyfidir,
yani araştırmacı amacına ve ankete cevap vereceklerin bilgi ve algı düzeylerine göre 2 ile 20 arasında bir
seçenek/kategori seçebilir. Ancak genellikle tipik bir likert ölçeği üç, beş veya yedi seçenek/kategoriden
meydana gelir. Seçenek sayısı artıkça ölçümün kesinliği ve bilgi sağlama düzeyi artar, yani 5 seçenekli
bir ölçek, 3 seçenekli bir ölçekten daha fazla bilgi ve kesinlik sağlar ancak kategorilerin sayısı arttıkça,
cevaplayıcıların kategoriler arasında ayrım yapma yeteneği azalır ve cevaplar anlamını yitirmeye başlar.
Bu yüzden araştırmacılar genelikle en fazla beş seçenekli likert ölçeğini tercih ederler.
Aşağıda coğrafi araştırmalardalikert ölçeği kullanılarak hazırlanmış çeşitli örnekler gösterilmektedir:
1. Aydınlıkevler mahallesindeki okulların kalitesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
(1) Mükemmel (2) İyi (3) Orta (4) Zayıf
2. Çoruh nehri üzerine hidroelektrik santralin yapımı hakkındaki düşünceniz nedir?
(1) Destekliyorum (2) Desteklemiyorum

3. Doğu Karadenizdeki yaylalarınkorunması için ne


ölçüde desteğe ihtiyaç olduğunu düşünüyorsunuz? () Hç (2) Biraz (3) Çok
Parasal desteğe ihtiyaç var.
Basına ihtiyaç var.
Toplumsal örgütlenmeye ihtiyaç var.
Politik/siyasi desteğe ihtiyaç var.
Çevre bilinci için eğitime ihtaç var.

209
4. Ankara kentini yatırım yeri olarak Hiç
Önemli Çok
seçmenizde aşağıda sıralanan muhtemel Önemli Kararzım Önemli
Değil Önemli
sebeplerin “ne ölçüde önem taşıdığını” Değil (3) (4)
(2) (5)
belirtiniz. (1)
Yerel pazarın büyüklüğü (nü
usu)
Yerel pazarın alım gücü
Yerel pazarın büyüme pota
siyeli
Başkent olması
Bölgenin çekim merkezi olması
Rakiplerin lokasyon olarak Ankara’yı seçmiş
olması
Yerel arsa fiyatlarının uy
unluğu
Yerel arazinin bulunulabilirliği
Yerel emeğin mal
yeti
İşsizlik oranının düşüklüğü
Genel yatırım teşviklerinin varlığı

Kesinlikle Katılıyorum
5. Aşağıda yer alan her bir ifadeye ne derecede
Hiç Katılmıyorum

katıldığınızı yandaki seçeneklerden uygun olanı


Büyük Ölçüde

Büyük Ölçüde
Katılmıyorum

Katılmıyorum

ile belirtiniz.
Katılıyorum

Katılıyorum
Kararsızım

AVM’lerin çevresindeki yerleşim sahaları değer


1 2 3 4 5 6 7
kazanmaktadır.
AVM’ler kentin önemli imgeleri haline
1 2 4 5 6 7
gelmektedir.
AVM’ler kendilerini kent merkezine bir
1 2 3 4 5 6 7
alternatif alarak sunmaktadır.
AVM’ler karşısında kent merkezi eski
1 2 3 4 5 6
popülaritesini yitirmektedir.

210
Aralıklı Ölçek
Bir değişkenin sahip olduğu özellikleri sınıflayan, sıralayan ve bunlar arasındaki mesafenin/farklılığın boyu-
tunu miktar olarak ölçen ölçüm düzeyidir. Aralıklı bir değişkenin elde ettiği veriler nicel sayısal rakamlardır,
bu nedenle bu ölçümden elde edilen veriye “aralıklı veri” adı verilir. Değişkenlerin her bir özelliği anlamlı
sayılar şeklindedir. Bu nedenle bu ölçüm düzeyinde 1 ve 2 arasındaki mesafe ile 78 ile 79 arasındaki mesafe
aynıdır. Bu ölçüm düzeyi, hem nominal hem de sıralı ölçümün tüm özelliklerine sahip, ayrıca nesneler ara-
sındaki farkın/uzaklığın da bilgisini taşımasına rağmen, aralıklı ölçümle elde edilen verilerdeki sıfır gerçek sıfır
değildir. Aralıklı ölçüm için verilen en tipik örneklerden biri sıcaklıktır. Sıcaklık, aralıklı bir ölçümle elde edilen
bir değişkendir. Nitekim sıfır derece sıcaklık, sıcaklığın olmadığı anlamın gelmez, -1’den çok, +1 dereceden
az anlamına gelir. Aynı şey tarih/zaman ölçümleri içinde geçerlidir. Örneğin sıfır yılı yokluk anlamına gelmez.
Keza MÖ 250 ile MÖ 200 arasındaki fark -50 yıl iken, 1950 ile 2000 yılı arasındaki fark +50 yıldır, bunlar ma-
tematiksel olarak aynı şey değildir ancak kategorik olarak eşit aralıklı aynı zaman dilimidir. Coğrafyada aralıklı
ölçümün bir diğer tipik örneği mekânsal konum sistemi olan enlem ve boylamdır. Mesela sıfır enlemi, o
lokasyonun olmadığı anlamına gelmez, çünkü buradaki sıfır gerçek sıfır değildir.
Oransal Ölçek
Bu ölçüm düzeyi en yüksek, en kesin bilgiyi sağlar. Diğer ölçüm düzeylerinin yaptığı herşeyi yapar, yani ka-
tegoriler arasında sınıflama, sıralama ve mesafe ölçmeyi yapar, buna ek olarak değişkenin özelliklerini oran
ve orantı şeklinde gerçek miktar olarak ortaya koyar. Bu ölçüm düzeyinde gerçek sıfır değeri bulunup, sıfır
değerinin anlamı vardır. Örneğin eğer bir değişkenin değeri sıfır ise, o değişkenin miktarı gerçekten sıfırdır.
Mesala bir ilçede meydana gelen trafik kazalarının gün gün bir veri tabanına kaydedildiğini düşünelim. Eğer
bu veri tabanında bazı günler için sıfır değeri yer alıyorsa, bunun anlamı, o gün o ilçede trafik kazası olma-
mıştır demektir. Dolayısıyla bu ölçüm düzeyinde sıfır değerinin anlamı gerçektir.
Oransal değişkenler, sürekli değişkenlerdir. Bu tip değişkenlerden elde edilen veriye “oransal veri” denir.
Oransal ölçümle elde edilen veriler, gerçek sayısal veri olduğundan istatistiksel analizlerde en çok tercih
edilen ve en yaygın kullanılan en iyi veri tipidir. İstatistik üreten kurumların çoğu, ölçümünü/veriyi oransal
düzeyde toplar. Bu nedenle coğrafya kullanılan tipik nüfus verileri (mesela nüfus sayısı, doğum ve ölüm
oranları ve eğitim süresi gibi), ekonomik faaliyetlere ilişkin veriler (mesela kişi başına düşün milli gelir, işsizlik
oranları, sanayi ve hizmet sektöründe çalışan sayısı, buğday üretim miktarı vb.) oransal ölçüm düzeyinde
toplanan verilerdir. Oransal ölçüm, sıralama ya da sınıflama düzeyine çevrilerek kullanılabilir. Örneğin yaş
verisi, ‘çocuk’, ‘genç’, ‘yetişkin’ ve ‘yaşlı’ diye sıralama düzeyinde verilebileceği gibi, ‘yurtiçinde doğanlar’ ve
‘yurtdışında doğanlar’ şeklinde sınıflama düzeyinde de verilebilir.
Coğrafyada Değişkenlerin Ölçüm Düzeyi Niçin Önemlidir?
Coğrafi araştırmalarda ölçüm düzeyi (veya ölçek türü) çok önemli bir husustur. Nitekim bir değişkenin ölçüm
düzeyi veya kullanılan ölçek türü, elde edilen verinin türünü, tipini ve kalitesini belirler. Verinin türü, tipi ve
kalitesi de daha sonra yapılacak analizin çeşidini ve uygulanacak istatistiksel tekniğin ne olacağını belirler
(Bkz. Tablo 3 ve 4). Dolayısıyla, ölçüm düzeyi (veya ölçek türü) konusu veriyi toplanmadan ve istatistiksel
analiz tekniğini belirlenmeden önce üzerinde dikkatle düşünülmesi ve durulması gereken çok mühim bir
aşamadır.

211
Tablo 3. Dört ölçüm düzeyine göre uygun istatistiksel testler ve coğrafi örnekleri
Ölçüm Türü Tanımlanan İlişkiler Uygun İstatistik Testler Coğrafyadan Örnekler
Parametrik Olmayan Alansal isimler
Sınıflama Eşdeğerlik
İstatistiksel Test Arazi kullanım kategorileri
Eşdeğerlik Parametrik Olmayan Kentsel Hiyerarşi
Sıralı
Büyüklük İstatistiksel Test Sosyal sınıflar
Eşdeğerlik Parametrik Olmayan Sıcaklık
Aralıklı Büyüklük İstatistiksel Test Tarih
İki aralığın oranı Parametrik İstatistiksel Test Konum
Eşdeğerlik Nüfus büyüklüğü
Parametrik Olmayan
Büyüklük Gelir Düzeyi
Oransal İstatistiksel Test
İki aralığın oranı Mesafe
Parametrik İstatistiksel Test
İki ölçümün oranı İşsizlik Oranı
Kaynak: O’Brien, 1992:33’den yararlanılarak bölüm yazarı tarafından yapılmıştır.

Gerçekten de Tablo 3 ve Tablo 4’de açıkça görüldüğü gibi, her bir ölçüm düzeyi farklı türde veri sağlar. Nite-
kim gerek sınıflama, gerekse sıralama ölçeğinde, bir değişkenin özellikleri arasında maematiksel bir işlem
yapılamaz, çünkü bu ölçüm düzeylerinde 1+1=2 etmez yani 1 kadın artı 1 erkek = 2 insan yapmaz, ya da
örneğin ormanlık alan ile otlak alan kategorisinin ortalamasını almak anlamlı değildir. Keza ‘hiç katılmıyo-
rum (1), katılmıyorum (2), kararsızım (3), katılıyorum (4), kesinlikle katılıyorum (5)’ şeklindeki bir sıralamalı
ölçekte, 1 ve 2 nolu kategorilerin arasındaki fark ile 4 ile 5 arasındaki fark aynıdır. Çünlü sınıflama ve sırala-
ma ölçeği düzeyinde elde edilen değişkenler, kesikli değişkenlerdir. Bu nedenle sınıflama ve sıralama ölçeği
kullanılarak üretilen veriler, esasında anket yoluyla toplanan kategorik verilerdir. Bu yüzden sınıflama ve
sıralama düzeyinde üretilen veriler, parametrik olmayan istatistiksel tekniklerle yani ‘kategorik veri analizi’
ile çözümlenirler (Bkz. Tablo 3 ve 4). Buna karşın, aralıklı ve oransal düzeyde ölçülen değişkenler, sürekli
değişkenlerdir. Bu nedenle, gerçek sayısal veriler üretirler. O nedenle aralıklı ve oransal düzeyde toplanan
veriler parametrik istatistiksel analizlerde kullanılabilir (Bkz. Tablo 3 ve 4). Ancak aralıklı ve oransal veriler,
istenirse sıralı ve sınıflamalı veri türüne de çevrilebildiğinden, aralıklı ve oransal verilerle parametrik olmayan
istatistiksel analizler de yapılabilir.
Tablo 4. Coğrafyada veri tiplerine göre kullanılabilecek uygun istatistiksel testler
Farklılık Testi İlişki Testi
Sabit değerli örneklemi İki Örneklemi İkiden Fazla Örneklemi İki Değişken
Karşılaştırma Karşılaştırma Karşılaştırma Arasındaki İlişkiyi
Veri Tipi Ölçme
(Tek Örneklem) (İki Örneklem) (İkiden Fazla Örneklem)
Alansal Uyumluluk
Sınıflama Ki-Kare Testi Ki-Kare Testi Ki-Kare Testi
Analizi
Wilcoxon T testi Kolmogorov-Smirnov
Kolmogorov-
Sıralı Kolmogorov-Smirnov Testi Kruskal-Wallis
Smirnov Testi
Testi Mann-Whitney U Testi
Pearson Korelasyon
Aralıklı t ve z testi t ve z testi F testi (ANOVA)
Analizi

212
Pearson Korelasyon
Oransal t ve z testi t ve z testi F testi (ANOVA)
Analizi
Kaynak: Fotheringham, 2005:188 ve Kitchin ve Tate, 2000:113’e dayanılarak bölüm yazarı tarafından hazır-
lanmıştır.
Görüldüğü gibi sınıflama ve sıralama ölçümü kullanılarak üretilen verilerle sadece sınırlı sayıda istatistik-
sel analiz yapmak mümkünken (örneğin sınıflama ölçeğiyle elde edilen veriden genellikle en fazla frekans
dağılımı yapılabilmektedir), aralıklı ve oransal ölçüm en üst düzeyde ayrıntılı veri sağladığından her türlü
matematiksel ve istatistiksel analizle kullanılabilir. Bu nedenle araştırmacıların veri toplarken, mümkünse en
yüksek düzeyde ve kesinlikte bilgi/veri sağlayan ölçeği tercih etmesi en iyi yoldur.
Sonuç
Nicel araştırmanın temeli ölçmeye dayanır. Çünkü nicel araştırmaların temel hedefi ölçümle elde edilmiş
sayısal veriler elde etmektir. Bu nedenle nicel araştırmalar ölçümle özel olarak ilgilenir, bu süreci sıkı sıkıya
denetler ve ölçümün geçerli ve güvenilir olabilmesi için özel tekniklere ve araçlara sahiptir. Daha önceki
bölümlerde vurgulandığı gibi nicel araştırma esas olarak tümdengelimsel bir yol izler. Bu nedenle ölçme
işlemine öncelikle soyut kuramsal bir yapı/kavramla başlar, daha sonra bunu sınırları çizilmiş ve tanımlanmış
bir kavrama dönüştürür yani kavramsallaştırır. Bir sonraki adımda, sözkonusu kavramı bazı gösterge veya
ölçümler kullanarak operasyonel hale getirir. İşlemselleştirme adı verilen bu işlem ile sözkonusu kavram
ölçümler sayesinde sayısal olarak ifade edilebilen kesin veriye dönüşmüş olur. Dolayısıyla nicel araştırmada
ölçme süreci, ölçekler ve değişkenler esas olarak kuramsal düzeydeki soyut fikilerin ve kavramların ampirik
düzeydeki gerçek somut veriler/göstergeler haline gelmesini sağlayan aradaki bağlantıyı ve ilişkileri kuran
aşamadır. Bu nedenle ölçemin temelinde kavramsallaştırmave işlemselleştirme süreci yatar.
Nicel araştırmada verilerin sayılara dönüştürülmesi hayati bir konudur. Bu nedenle nicel araştırmacılar sa-
yısal veriler elde edebilmek için ölçüm yaparlar. Ancak her ölçüm/ölçek aynı düzeyde veri/bilgi elde etmek
imkanı sağlamaz. Bu bakımdan ölçekler bilgiyi en düşük kesinlikten en yüksek kesinlik düzeyine göre ölçen
dört farklı ölçüm düzeyi veya ölçek türüne (sınıflama, sıralama, aralıklı ve oransal ölçek) sahiptir. Buradaki
her bir ölçek türü farklı türde ve kalitede sayısal veri sağlar ki, araştırmacılar çalışmalarını tasarlarken fark-
lı ölçüm düzeylerini dikkate alarak veriyi toplamak zorundadır. Coğrafi araştırmalarda ölçüm düzeyi (veya
ölçek türü) çok önemli bir husustur. Nitekim bir değişkenin ölçüm düzeyi veya kullanılan ölçek türü, elde
edilen verinin türünü, tipini ve kalitesini belirler, bu da daha sonra yapılacak analizin çeşidini ve uygulanacak
istatistiksel tekniğin ne olacağını belirler. Dolayısıyla, ölçüm düzeyi veya ölçek türü konusu veriyi toplanma-
dan ve istatistiksel analiz tekniğini belirlenmeden önce üzerinde dikkatle düşünülmesi ve durulması gereken
çok mühim bir aşamadır.
Nicel araştırmalar, ölçümle elde edilen sayısal verilere ve istatistiksel kanıtlara dayandığı için genellikle top-
lumsal yaşamda daha fazla ikna edici ve doğru olarak kabul görürler. Ancak sadece sayısal/istatistiksel veri
sağlamak ve ölçüm yapmak yeterli değildir. Bir bilimsel araştırmanın inandırıcı olması esas olarak veriyi elde
etme ve ölçme yöntemlerinin geçerli ve güvenilir olması ile mümkündür. Bu bağlamda güvenirlik ve geçerli-
lik bir bilimsel araştırmada çok önemlidir, çünkü her ikisi de yapılan ölçümün kalitesini dolayısıyla çalışma so-
nuçlarının inandırıcılığını ortaya koyar. Bu nedenle nicel araştırmacılar, ölçümlerin hatasını minimize etmeye,
bu karşın güvenirlik ve geçerliliklerini maksimize etmeye çalışırlar. Dolayısıyla coğrafyacılar bilimsel topluluk-
ta itibar görmek ve yüksek nitelikli sonuçlar ortaya koymak istiyorlarsa, ölçümün yapılması ve düzeyi kadar,
kalitesini de dikkate almak zorundadır.

213
Okuma Listesi
Altunışık, R., Coşkun, R., Bayraktaroğlu, S. ve Yıldırım, E. (2012). Sosyal bilimlerde araştırma yöntemleri:
SPSS uygulamalı. Adapazarı: Sakarya Kitabevi.
Büyüköztürk, Ş., Çakmak, E. K., Akgün, Ö. A., Karadeniz, Ş. ve Demirel, F. (2013). Bilimsel araştırma yön-
temleri (14. bs.). Ankara: Pegem Akademi Yayınları.
Clark, W.A.V. ve Hosking, P. L. (1986). Statistical methods for geographers. New York: John Wiley and
Sons.
Neuman, W.L. (2010). Toplumsal araştırma yöntemleri: Nitel ve nicel yaklaşımlar (Cilt 1-2, 4. bs.) (S. Özge,
Çev.). İstanbul: Yayınodası.
O’Brien, L. (1992). Introducing quantitativegeography. London: Routledge.
Visser, S. and Jones III, J. P. (2010).Measurement and interpretation. B. Gomez ve J. J. Jones III (Eds.) Re-
search methods in geography içinde (s. 41-59). West Sussex: Wiley-Blacwell.
Yavan, N. (2006). Türkiye’de doğrudan yabancı yatırımların lokasyon seçimi. istanbul: İktisadi Araştırma-
lar Vakfı Yayınları.
Kaynakça
Field, R. (2010). Data handling and representation. N. Clifford, S. French ve G. Valentine (Eds.), Key met-
hods in geography içinde (2. bs., s. 317-349). London: Sage.
Fotheringham, A. S. (2005). Analysing numerical spatial data. R. Flowerdew ve M. David (Ed.), Methods
in human geography içinde (2. bs., s. 191-206). Essex: Pearson.
Kitchin, R. ve Tate, N. J. (2000). Conducting research in human geography: Theory, methodology and
practice. Harlow: Prentice Hall.
Montello, D. R. ve Sutton, P.C. (2006). An introduction to scientific research methodsingeography. Thou-
sand Oaks: Sage Publications.
Neuman, W. L. (2010). Toplumsal araştırma yöntemleri: Nitel ve nicel yaklaşımlar (Cilt 1-2, 4. bs.) (S.
Özge, Çev.). İstanbul: Yayınodası.
O’Brien, L. (1992). Introducing quantitativegeography. London: Routledge.
Parfitt, J. (2005). Questionnaire design and sampling. R. Flowerdew ve M. David (Eds.), Methods in hu-
man geography (2. Bs., s. 78-109). Essex: Pearson.
Punch, K.F. (2005). Sosyal araştırmalara giriş: Nicel ve nitel yaklaşımlar (D. Bayrak, H. B. Arslan ve Z. Ak-
yüz, Çev.). Ankara: Siyasal Kitabevi.
Visser, S. ve Jones III, J. P. (2010). Measurement and interpretation. B. Gomez ve J. J. Jones III (Eds.) Rese-
arch methods in geography içinde (s. 41-59). West Sussex: Wiley-Blacwell.
Yavan, N. (2006). Türkiye’de doğrudan yabancı yatırımların lokasyon seçimi. İstanbul: İktisadi Araştırma-
lar Vakfı Yayınları.
Yavan, N. (2011). Teşviklerin bölgesel ekonomik büyüme üzerindeki etkisi: Ampirik bir analiz.Ekonomik
Yaklaşım, 22(81), 65-104.
Yavan, N. (2012). Türkiye’de yatırım teşviklerinin bölgesel belirleyicileri: Mekânsal ve istatistiksel bir ana-
liz.Coğrafi Bilimler Dergisi, 10(1), 9-37.

214
215
216
DOKUZUNCU BÖLÜM
NİCEL ARAŞTIRMALARDA
VERİ VE VERİ TOPLAMA TEKNİKLERİ
Nuri YAVAN
Ankara Üniversitesi

Nicel Araştırmada Veri Türleri


Birincil Veriler
İkincil Veriler
Avantaj ve Dezavantajlar

Giriş
Nicel araştırmada veri türleri ve veri toplama tekniklerini ele alan bu bölüm, üç alt bölümden meydana gel-
mektedir. İlk bölüm, nicel araştırmalarda verinin doğası, sınıflandırılması ve türleri üzerine odaklanmaktadır.
Bu kısımda, çeşitli veri türleri ve sınıflama biçimleri ele alındıktan sonra, nicel veriler elde edilme biçimine
göre birincil veriler ve ikincil veriler olmak üzere ikiye ayrılmakta ve bu bağlam her iki veri türünün özellikleri
ve coğrafi araştırmalardaki yeri ve kullanımı tartışılmaktadır. İkinci bölümde, nicel araştırmalarda en önem-
li birincil veri kaynağı olan anket konusu işlenmektedir. Bu bağlamda sözkonusu bölümde, anketin amacı,
aşamaları, tasarımı, uygulama teknikleri ve coğrafi araştırmalardaki yeri ayrıntılı bir şekilde açıklanmaktadır.
Üçüncü bölüm, nicel araştırmanın en temel veri kaynaklarından biri olan ikincil veriler üzerine odaklanmak-
tadır. Bu bağlamda bu bölümde, ikincil verilerin yapısı, özellikleri, türleri, avantaj ve dezavantajları enine
boyuna tartışıldıktan sonra, ikincil verinin kaynakları açıklanmaktadır. Bu kısımda ikincil veri kaynağı olan
mevcut istatistiklerin ulusal ve uluslararası kaynaklarının neler olduğu, bunların hangi türde veri sağladığı,
nerelerden bulunabileceği ve coğrafi ölçeğinin ne olduğu detaylı bir şekilde ortaya konulmaktadır. Bu bö-
lüm, Türkiye’de mevcut olan istatistiksel verilerin hem yerel ve bölgesel düzeyde, hem de ulusal düzeyde
kaynaklarını açıkladıktan sonra, coğrafyacıların bunları nereden bulabileceği ve nasıl kullanabileceği üzerine
yapılan tartışmalar ile son bulmaktadır.

Nicel Araştırmada Veri Türleri


Nicel araştırmada veri toplama çok önemli bir aşamadır. Nicel bir araştırmacı, çalışmasını tasarladıktan son-
ra hipotezlerini sınamak için veri toplamaya başlar. Nicel veriler sayılar şeklinde olduğundan ölçme işlemi

217
çok önemlidir ve titizlikle yapılması gerekir. Çünkü ölçme verileri sayıya dönüştürme sürecidir ve bu süreç
ölçüm araçları yoluyla gerçekleştirilir. Bu nedenle nicel veriler, önceden belirlenen bir yapı taşırlar.
Nicel coğrafi araştırmalarda1 veriler genellikle iki şekilde sınıflandırılmaktadır. Bunlardan ilki ‘değişkenin tipi
ve ölçüm düzeyine’ göre verinin sınıflandırılmasıdır. Buna göre nicel veriler değişkenin tipi bakımından sürek-
li (sayısal) veri ve kesikli (kategorik) veri şeklinde sınıflandırılırken, değişkenlerin ölçüm düzeylerine göre de,
sınıflamalı veri, sıralamalı veri, aralıklı veri ve oransal veri şeklinde sınıflandırılmaktadır. Değişkenin tipine
ve ölçüm düzeyine göre olan veri türleri kitabın daha önceki bölümünde ayrıntılı bir biçimde açıklandığı için
burada tekrar edilmeyecektir.
İkincisi, nicel veriler ‘elde edilme biçimi veya kaynağına’ göre sınıflandırılmaktadır. Buna göre nicel veriler,
birincil veriler ve ikincil veriler olmak üzere ikiye ayrılır. Veri toplama teknikleri/araçları açısından birincil ve
ikincil veri ayrımı önemlidir, çünkü bu ayrım verinin kim tarafından üretildiğini, veri üretim sürecinde araş-
tırmacının kontrolü olup olmadığını ve elde edilen verinin kaynağının ne olduğunu ortaya koyar. Buna göre
kitabın bu bölümünde veri toplama teknikleri elde edilme biçimi veya kaynağı bakımından ayrıntılı şekilde
incelenmektedir.
Birincil Veri
Birincil veri, belirli bir amaç için bizzat araştırmacının kendisi tarafından toplanan veya üretilen veridir. Bu
nedenle birincil veriler orijinal verilerdir. Bir araştırmada çoğu zaman asıl olan birincil veri kaynaklarına eriş-
mektir, yani araştırmacının kaynağını bildiği, amacına en iyi şekilde hizmet edecek olan veriyi üretmesidir.
Bu nedenle genel bir kural olarak eğer mümkünse araştırmacıların çalışmalarında birincil veri toplaması
beklenir (Kitchin ve Tate, 2000). Ancak birincil verinin üretilmesinin imkânsız/yasak veya çok pahalı olduğu
ya da çok zaman gerektirdiği durumunda ikincil veriler tercih edilir. Kuşkusuz bazı araştırmalar, doğası gereği
her zaman ikincil veri kullanılırlar. Birincil verinin üretim genellikle zor, maliyetli ve zaman alıcıdır. Ancak bu
tip verilerin çok sayıda avantajı da bulunur. İlki, birincil veriler bağlama en uygun verilerdir. Burada araştır-
macı, çalışmasının amacına uygun olarak veriyi yaratabilir. İkincisi, araştırmacı üretilen verinin kaynağını,
doğruluğunu ve sıkıntılarını bilme imkânına sahiptir. Daha doğrusu araştırmacı veri üretim sürecini kontrol
edebilir. Üçüncüsü, genel olarak bilimsel camianın beklentisi araştırmacının birincil veri üretmesidir. Burada
esas olarak bir yandan araştırmacının kolay olan yolu değil, bir anlamda zor olan yolu seçmesi ve bu yolla
veri üretmeyi öğrenmesi ve deneyim kazanması beklenirken, öbür yandan birincil verinin orijinal olmasının
getirdiği avantaj kullanılarak araştırmacının bilime yeni bilgi ve veri kazandırması sağlanmaktadır.
Tipik olarak birincil veriler ya laboratuvar ortamında elde edilir ya da saha çalışmasından elde edilirler. Beşeri
coğrafi araştırmalarda laboratuvar ortamında elde edilen birincil veriler çok sınırlıdır. Bu yüzden coğrafyada
birincil verilerin kaynağı esas olarak saha (alan/arazi)’dır. Nitekim birçok coğrafyacı, coğrafyanın laboratu-
varının “saha” olduğunu kabul eder. Bir coğrafyacı açısından saha, bir ev, işyeri, cadde/meydan, üniversite
kampüsü, organize sanayi bölgesi, mahalle, semt, ilçe, il, bölge veya ülke olabileceği gibi, bir kırsal alan,
havza, köy veya yayla da olabilir. Coğrafyada sahadan birincil veri elde etmek için kullanılan en önemli ve en
yaygın kullanılan teknik/araç ankettir2 (Parfitt, 2005; Cloke vd., 2004). Gerçekten de anket nicel/sayısal birin-
cil verinin toplanmasındaki en temel araçtır. Kuşkusuz birincil verilerinde bazı dezavantajları bulunmaktadır.
Her şeyden önce veri toplama süreci zor, zaman alıcı ve pahalıdır. Bu yüzden birincil veri üretimi, veri top-
lanmadan önce çok dikkatli olmayı, her adımı önceden hesaplamayı gerektirir. Çoğu zaman birincil veriler,
sadece o çalışmaya hastır ve söz konusu çalışma alanı ile sınırlıdır. Bu yüzden diğer sahalardaki verilerle ve
ikincil verilerle karşılaştırılabilir formatta değildir.
1 Coğrafyada kullanılan veriler birçok farklı şekilde sınıflandırılabilir. Örneğin O’Brien (1992:9) coğrafya kullanılan verileri ikili bir karşıtlık şeklinde 5 gruba ayırmaktadır:
(1) birincil veri - ikincil veri, (2) yatay-kesit veri – zaman serisi verisi, (3) katı veri – yumuşak veri, (4) mekânsal veri – mekânsal olmayan veri ve (5) Sürekli veri – kategorik
veri şeklinde.
2 Kuşkusuz anket dışında da başka birincil veri kaynakları bulunmaktadır. Örneğin derinlemesine görüşme, odak grup toplantısı ve katılımcı gözlem gibi. Ancak bu birincil
veri toplama teknikleri nicel veri analizine uygun sayısal veri üretmezler. Bu nedenle bu tip birincil veriler nitel analiz için uygundurlar ve bu kitabın diğer bölümünde ele
alınmaktadır.

218
İkincil Veri
İkincil veri, bir çalışmada araştırmacının kendisi tarafından üretilmeyen, ancak araştırmacının çalışmasında
kullandığı, başkaları tarafından üretilmiş veridir. İkincil veri, başka birileri tarafından toplanmış olan hazır,
mevcut bir veri tipi olduğu için araştırmacı açısından ‘orijinal’ değil, ‘yaratılmış’tır, yani ikincildir. Birçok coğ-
rafyacı araştırmasında kendisi veri üretmez, bunun yerine diğer araştırmacıların, devlet kurumlarının ve özel
şirketlerin topladığı veriyi kullanır. Çoğu zaman ikincil veri denildiği zaman esas kastedilen şey, bireysel bir
çaba ile toplanamayacak kadar çapı ve kapsamı büyük olan verilerdir. Bu tip veriler genellikle çok büyük veri
tabanlarında tutulurlar. İkincil verilerin en iyi bilinen tipik örneği devlet tarafından düzenli olarak yapılan çok
çeşitli türdeki ‘sayımlar’dır. Ayrıca tarihsel arşivler, gazete arşivleri, koleksiyonlar ve uydu kayıtları da tipik
ikincil verilerdir. Bazen basılmış makaleler, kitaplar ve resmi raporlarda ikincil kaynak olarak addedilir.
Coğrafyada ikincil veri elde etmek için kullanılan en önemli ve en yaygın araç/kaynak, ‘mevcut istatistik-
ler’dir. Genellikle bölgesel, ulusal veya uluslararası kurumlar tarafından yayınlanan bu istatistikler veya ikincil
veriler, istatistiksel analize uygun şekilde çok çeşitli formatlarda sunulur ve internetten indirilebilir şekilde
veri tabanlarında tutulur.
Tıpkı birincil veriler gibi ikincil verilerde bir çok avantaja ve dezavantaja sahiptir (Clark, 2005:58; Kitchin ve
Tate, 2000). İkincil verilerin en önemli avantajı, kullanıma hazır olması ve bu yüzden birincil veriye göre zah-
metsiz, çabuk şekilde ve ucuza elde edilebilesidir. Bunun yanında bu tip veriler genellikle kaliteli ve güveni-
lirdirler. Ayrıca ikincil veri havuzu çok geniştir, araştırmacı çok sayıda kaynaktan, çok farklı özellikte ve çeşitte
veri temin edebilir. Öte yandan ikincil veriler birçok sorunu da bünyesinde barındırır. Bunların bazıları şöyle
sıralanabilir: Esnek değildir yani doğrudan araştırmacının amacı için toplanmamıştır, kalitesi değiştirilemez,
çünkü birçok ölçme ve örnekleme hatasını içinde taşır ve bazı durumlarda erişimi zordur, para ve zaman
gerektirebilir ve eski bilgi içerir.
Coğrafi çalışmalarda hem birincil, hem de ikincil veri kullanımı çok yaygındır. Bu nedenle birincil ve ikincil veri
arasında ayrım veya seçim yapmak hem kolay değildir, hem de doğru değildir. Ayrım kolay değildir çünkü
bazı durumlarda bir kişi veya kurum için birincil olan veriler, diğerleri için ikincil kaynak olabilmektedir. Doğru
değildir çünkü araştırmacılar çoğu zaman çalışmalarında her iki tür veri kaynağını da birbirini tamamlayıcı
şekilde kullanırlar.
Nicel veriler 3 farklı teknikle toplanır: Deney, Anket ve Mevcut İstatistikler. Deney ve anket birincil veri
kaynağı iken, mevcut istatistikler ikincil veri kaynağıdır. Deney, coğrafi çalışmalarda kullanılan bir teknik/araç
olmadığı için burada değerlendirilmemiştir. Ancak anket ve mevcut istatistikler nicel coğrafi araştırmaların
temel veri kaynağı olduğu için bu iki araç/teknik aşağıda ayrıntılı şekilde açıklanmaktadır.

Birincil Veri: Anket


Anket tekniği, sosyal bilimlerde pozitivist yaklaşım içinde geliştirilmiştir. Anketler sosyal bilimlerde ve uy-
gulamalı alanlarda en yaygın kullanılan veri toplama tekniklerinden biridir. Anket birçok farklı amaçlar için
kullanılsa da, yaygın şekilde akademik araştırmalar, devletlerin istatistiksel veri toplama/sayım yapma araç-
ları, pazar araştırmaları ve kamuoyu araştırmaları için kullanılmaktadır (Neuman, 2010). Anketler, esasında
toplumsal dünya için istatistiksel bilgi üretirler, nitekim ilk anketler nüfus sayımları için yapılmıştır. Ancak
anketin modern anlamda bilimsel araştırmalarda kullanımı 1960’lı yıllara rastlar. Nitekim 1960 sonrası bil-
gisayarların veri işleme, depolama ve analiz etme aracı olarak hem üniversitelerde hem de özel sektördeki
kamuoyu araştırma ve pazarlama şirketleri tarafından kullanılmaya başlamasıyla anketler saygın bir bilimsel
bir yöntem haline gelmiştir. Özellikle 1970’lerde kesin ölçümler, ölçekler, endeksler ve örnekleme teknikleri-

219
nin geliştirilmesi ve bunun istatistiksel analiz yöntemlerine uygulanması ile anketler nicel sayısal araştırma-
nın temel tekniği haline gelmiştir.
Anketin Amacı, Özellikleri ve Coğrafi Araştırmalardaki Yeri
Anket3, belli bir amaca bağlı olarak, bir evrenden veya onu temsil eden örneklemden oluşan kaynak kişilere
(cevaplayıcı) bir dizi standartlaşmış sorular sorarak bilgi derleyen sistematik bir veri toplama tekniğidir. An-
ketler, tek seferde birçok şey hakkında soru sorarlar, birçok değişkeni ölçerler ve birçok hipotezi test ederler,
böylece araştırmacıya çıkarım yapma imkân verirler. Anketler, az detaylı veri sağlamalarına rağmen, kısa
zamanda büyük miktarda veri toplamayı mümkün kılarlar. Bu nedenle anketler güçlü bir teknik olup, araştır-
macılar arasında çok popülerdir. Her bir anketin bir evreni, örneklemi ve analiz birimi bulunur.
Anket, coğrafyada en yaygın şekilde ve en çok kullanılan veri toplama aracıdır (McLafferty, 2010; Parfitt,
2005; Cloke vd., 2004). Gerçekten de anket, coğrafi araştırmanın adeta ayrılmaz bir standart parçasıdır. An-
ket coğrafyada o denli yaygın kullanılan bir araçtır ki, bazen araştırmacı daha aklında herhangi bir araştırma
sorusu/problemi olmadan önce, ‘anket yapacağım’ diyerek, araştırma yapmak istediğini belirtir veya tasar-
lar (Cloke vd., 2004:131). Böyle durumlarda araştırma yapma âdete anket yapmaya indirgenir ve araştırmacı
anketten elde ettiği bilgi ile ne yapabileceğini düşünür. Yani adeta “anket yapma” hedefi, “araştırma yapma
veya tasarımlama” hedefinden önce gelir. Bu anketin coğrafi çalışmalarındaki önemini gösteren, eleştirel
ancak iyi bir örnektir. Kuşkusuz bu durum tespiti, anket tekniğinin iyi bir araç olmadığı, işe yaramadığı anla-
mına asla gelmez. Zira anket gerek coğrafya bilimi için, gerekse tüm diğer sosyal bilimler için vazgeçilemez
önemde bir araçtır. Çünkü anket toplumsal bilgi toplama ve buna dayalı istatistik bilgi/veri üretmenin adeta
yegâne aracıdır. Nicel bir veri analizi, ancak sağlam istatistiksel veriler yoluyla yapılabilir. Bununda kaynağı
ister birincil veri olsun, ister ikincil veri olsun ankettir.
Anket araştırması, coğrafyada insanların (veya kurumların/firmaların) özellikleri, algıları, tutumları, düşün-
celeri, beklentileri ve mekânsal davranışları hakkında bilgi toplamak için kullanılan bir tekniktir. Gerçekten
de anket coğrafi çalışmalardan çok eskiden beri kullanılmaktadır. Nitekim coğrafyada ilk anket araştırması
1960’lı yıllarda insanların çevresel algısını, seyahat davranışını ve tüketim tercihlerini incelemek amacıyla
davranışsal coğrafya alanında kullanılmıştır. Daha sonra beşeri coğrafyanın diğer alanlarına yayılmış ve bu-
gün doğal afetlerden, firmaların yer seçimine, çevresel davranıştan, cinsiyet farklılıklarına kadar çok geniş bir
coğrafi yelpazede, disiplinin tüm alanlarında kullanılmaktadır (McLafferty, 2010:77). Anket yöntemi ile çok
farklı türde veri toplamak mümkündür. Ancak anket tekniği, coğrafyada temelde iki amaçla kullanılır:
Görüş, tutum ve davranışları ölçmek: İnsanların özellikle ekonomik, sosyal, politik ve çevresel konulardaki
görüş, tutum ve davranışlarını ortaya çıkarmak, örneğin oturulan bir yerin yaşam kalitesini ölçmek, çevresel
bir risk ve problemi anlamak, insanların/firmaların kentiçinde yer seçme eğilimi araştırmak için sıklıkla an-
kete başvurulur.
İstatistiki veri/bilgi toplama/üretme: İnsanlar/firmalar/kurumlar hakkında istatistiki bilgi toplama/derle-
me ve sayısal veri üretme aracı olarak anket kullanılır. Buna örnek olarak, bir hane halkının, firmanın veya
köyün üretim faaliyetleri hakkında sayısal veri toplama; bir mahalle veya yaylada yaşayanların demografik
özellikleri, gelir ve eğitim düzeyleri ve sağlık durumları hakkında rakamsal veri elde etme verilebilir.
Anketin Aşamaları
Bir anket araştırması yürütmenin ana aşamaları Şekil 1’de gösterilmektedir. Buna göre bir anketin yapılması
altı aşamadan meydana gelir ve her bir aşamada yapılması gereken görevler bulunmaktadır. İlk aşamada,
araştırmacı her araştırmada olduğu gibi bir fikir/sorun/sorular ile yola çıkar. Amaç ve problem aşaması olan
bu evrede şu soruların cevaplanması gerekir: Anketi niçin yapmak istiyorum? Amacım nedir? Anket yoluyla
3 Anket tekniği, Türkçe literatürde bazen “survey” veya “tarama” türü araştırma şeklinde de kullanılmaktadır.

220
hangi temel sorunları/problemleri çözümlemek istiyorum? Başlangıç safhası çok önemlidir ve bu aşamada
anketin hizmet edeceği amaç, çözümleyeceği sorunlar, açık ve net bir biçimde açıklanmalıdır. İkinci aşama,
anket tekniğinin, sorularının ve formunun tasarlanmasıdır. Bu aşamada anketi yapan araştırmacı şu soru-
ları cevaplamalıdır: Anket ne şekilde yapılacak? Sorular nasıl geliştirilecek ve spesifik olarak neyi ölçecek?
Anket soruları açık, anlaşılır ve mantıklı bir düzende mi yerleştirilmiştir? Araştırmacının sahip olduğu zaman,
para ve insan kaynağı anketin nasıl yapılacağını belirler. Bu nedenle nihai anket uygulanmadan önce küçük
bir grupla pilot bir test yapılarak anket sorularının anlaşılırlığı, zorluğu, süresi vb. özellikleri test edilir ve buna
göre anket formuna nihai şekli verilir. Üçüncü aşama, anketin en hayati safhalarından biri olan örneklem
seçimidir. Bu aşamadan şu sorular cevaplanmalıdır: Anketin hedeflediği kitle (insan/firma/kurum) kimdir
ve ne kadardır? Bu kitlenin bir listesi/istatistiki bilgisi var mıdır? Bu kitleden anket kaç kişiye uygulanacaktır?
Denekler nasıl seçilecek? Anketin uygulanacağı coğrafi birim ve uygulama zamanı nedir? Örneklemin çekil-
diği bu safha anketten toplanacak bilginin kalitesini, güvenirliliğini ve geçerliliğini etkiler. Dördüncü aşama,
anketin sahada uygulanmasıdır. Artık araştırmacı veri toplamaya hazırdır. Bu aşamada şu soruların cevabı
verilmelidir: Anket tam olarak hangi kişilere uygulanacaktır? Bu kişiler nasıl bulunacak? Anket verileri nasıl
toplanacak veya kaydedilecek? Geri dönüş oranları nasıl değerlendirilecek? Anketin uygulaması tamamlan-
dıktan sonra, verilerin işlenmesi ve analiz edilmesi süreci başlar, bu beşinci aşamadır. Bu aşamada tamam-
lanan anketler belirli kodlama ve etiketleme sistemine göre bilgisayara girilir, verilerin çapraz kontrolü yapılır
ve istatistiksel analiz için hazır hale getirilir. İstatistiksel analiz, araştırmanın amacı ve toplanan verinin türü
dikkate alınarak yapılır. Analiz sonucu üretilen veriler, tablo ve grafik haline dönüştürülerek kolay anlaşılır
hale getirilir. Son aşama, anketten elde edilen sonuçların yorumlanarak yazılması ve kamuoyu ve bilim ca-
miası ile paylaşılmasıdır.
Şekil 1. Bir anket araştırmasının aşamaları (Parfitt, 2005:81’den yararlanarak üretilmiştir)

221
Anketin Tasarımı
Bir anket araştırması sürecinde en önemli aşamalardan biri, anketin tasarlanması safhasıdır. Bu süreç birbi-
rini izleyen bir dizi alt aşamadan oluşur. Bunlar sırasıyla,
 Anket sorularının hazırlanması/geliştirilmesi
Ankette açık ve kapalı uçlu sorular
Anket formunun tasarlanması
Anketteki soruların sıralanması ve dizilişi
Anket formunun biçimi, düzeni ve görünümü
Anketin test edilmesi: pilot uygulama ve ön test
Anketlerin cevap/geri dönüş oranları ve
Anket uygulama türlerinden meydana gelir.
Aşağıda her bir aşama ayrıntılı şekilde, sırasıyla ele alınmaktadır:
Anket Sorularının Geliştirilmesi
Bir anket çok iyi bir şekilde hazırlanması için her şey önce soruların içeriğinin araştırmanın amacına uygun
olması gerekir (Parfitt, 2005). Dolayısıyla çalışmanın amacı ve cevabını aradığı sorular/problemler, anketin
içeriğini belirleyen temel etkendir. Eğer bir çalışmanın amacı ve kapsamı net bir şekilde belirlenmemişse,
araştırma soruları açık ve spesifik bir biçimde önceden ortaya konmamışsa, çalışmada test edilecek araştır-
ma hipotezleri çok iyi bir şekilde formüle edilmemişse, böyle bir çalışmaya dayanılarak oluşturulan anketin
beklenin sonucu vermesi mümkün değildir. Bu nedenle bir ankette neyin içerilip, neyin içerilmeyeceği tama-
men çalışmanın amacına, sorularına ve hipotezlerine bağlıdır. Bir ankette yer alan tüm sorular, amaca uygun
ve gerekli ise ankette yer almalı, belki kullanılabilir veya yararlı olur gerekçesiyle hiçbir soru sorulmamalıdır.
Unutulmamalıdır ki, bir anketin uzunluğu ile toplanan verinin kalitesi doğru orantılıdır. Anketin aşırı uzun ve
geniş olması, çok zaman alması, belirli bir problem etrafında olmaması yani odağının dağınık olması, elde
edilen verinin kalitesinin düşmesine yol açar.
Bir anketin içeriği veya soruları hazırlanırken (Bkz. Kutu 1) dikkate alınması gereken ikinci temel ilke, ankete
cevap vereceklerin perspektifini akılda tutmak ve karışıklıktan kaçınmaktır (Neuman, 2010). Eğer bir anketin
nesnelliğini ve doğruluğunu artırmak ve geçerlilik ve güvenirliliğini sağlamak isteniyorsa, ölçümün çok iyi
yapılması gerekir. Bunun için ilk kriter, karışıklıktan kaçınmaktır yani cevaplayıcıların soruları çok rahat anla-
maları, karışık ve konuyla alakasız bulmamaları, verilen seçeneklerin anlamlı olduğunu hissetmeleri gerekir.
Buna göre, bir ankette yer alan sorular açık ve anlaşılır olmalı, ilgili olmalı, kısa olmalı, bir soruda iki ayrı
şey hakkında bilgi toplanmaya çalışılmamalı, olumsuz ve önyargılı sorular ve terimler içerilmemelidir. İkinci
kriter, cevap vereceklerin perspektifini gözüne almaktır. Burada kasıt, ankete cevap verenlerin hem istekli ol-
ması, hem de ehil (kompetan) olmasıdır. Ayrıca cevaplayıcıların eğitim düzeyi, yaş, cinsiyet, köken ve meslek
özellikleri gibi arkaplanlarının da anket hazırlarken önemle dikkate alınması gerekir.

Kutu 1: Ankette İyi Soru Yazma İlkeleri


Neuman (2010:403-408), anket sorularının yazılmasının, bilimsel olmaktan ziyade sanatsal bir iş ol-
duğunu belirterek, anket sorusu yazarken kaçınılması gereken hususları, yani iyi soru yazmanın ilke-
lerini 10 madde halinde şu şekilde sıralamaktadır:
Jargondan, argodan ve kısaltmalardan kaçınmak

222
Belirsizlikten, karmaşadan ve anlaşılmazlıktan kaçınmak
Duygusal dil ve prestij yanlılığından kaçınmak
Çift ve/veya çok anlamlı sorulardan kaçınmak
Yönlendirici sorulardan kaçınmak
Cevaplayıcıların bilgi ve yeteneklerini aşan sorulardan kaçınmak
Yanlış öncül/eklenti taşıyan sorulardan kaçınmak
Uzak gelecekle ilgili niyetleri sormaktan kaçınmak
Çift olumsuzluk taşıyan sorulardan kaçınmak
Üst üste binen ya da dengesiz olan cevap kategorilerinden kaçınmak
Neuman’ın ortaya koyduğu bu ilkeler başka yazarlar tarafından da önerilmiştir. Bu bağlamda coğraf-
yacılar Cloke vd. (2004:137-138), Kitchin ve Tate (2000:52) ve Parfit (2005:88-90)’in de benzer ilkeler
önerdiği ve bunları da örneklerle açıkladığı görülmektedir. Ayrıntılar için Bkz. Cloke vd. (2004:137-
138) ve Parfitt (2005:88-90).

Ankette Açık ve Kapalı Uçlu Sorular


Bir ankettin hazırlanmasında en az sorular kadar cevaplarda önemlidir. Bu yüzden anketlerde çok sayıda
farklı soru ve cevap tipleri bulunmaktadır. Genel olarak bir anket, betimsel ve analitik olmak üzere iki tip
soru veya cevabın karmasında oluşur. Betimsel sorular, “ne” sorusuna cevap ararken, analitik sorular “ne-
den/niçin” sorusuna cevap ararlar. Bu nedenle anketler insanlar hakkında hem durumsal bilgi/veri, hem de
davranışsal/düşünsel veri üretmeyi sağlar. Bir ankette sorular bakımdan en temel ayrım, sorunun açık mı,
yoksa kapalı mı olacağı noktasındadır.
Açık uçlu sorular, cevaplayıcının soruya kendi cevabını vermesidir. Bu tip sorularda cevaplayıcı soruya is-
tediği gibi yanıt verir, çünkü araştırmacı soruyu önceden yapılandırmamıştır. Bir ankette açık uçlu soruları
sormak oldukça kolayken, bu soruların cevaplaması, kodlanması ve analiz edilmesi oldukça zordur. Araş-
tırmacılar, genellikle iki durumda açık uçlu sorular sorarlar. Eğer sorunun olası cevaplarını önceden belirle-
yemiyorsa ve deneğin görüşünü ifade etme biçimi araştırma için önem taşıyorsa. Açık uçlu sorulara birçok
örnek verilebilir. Örneğin;
Bir yıllık geliriniz ne kadardır? _____________
Daha önce hangi ülkede yaşıyordunuz? _____________
Bu AVM’de toplam kaç kişi istihdam edilmektedir? _____________
Bu lokasyonu seçmenizdeki en önemli faktörler nelerdir? _____________
Bu AVM’nin rakiplerine göre lokasyon bakımından güçlü yönünün ne olduğunu düşünüyorsunuz?
_____________
Bu örneklerde de (Ayrıca Bkz. Kutu 2) görüldüğü gibi açık uçlu sorular hem nicel sayısal veriler sağlamakta
(Örneğin geliriniz ne kadardır?), hem de nitel sözel veriler (Örneğin bu AVM’nin lokasyon avantajının ne
olduğunu düşünüyorsunuz?) sağlamaktadır.
Kapalı uçlu sorular, cevaplayıcının araştırmacının sağladığı cevaplar arasından seçme yapması gereken so-
rulardır. Kapalı uçlu sorular, tümüyle yapılandırılmıştır, en az iki cevap seçeneği bulunur ve cevaplayıcılar
bunlar arasından kendine uygun olanını seçer (Bkz. Kutu 2). Genel olarak araştırmacılar eğer sorunun olası
cevaplarını önceden belirleyebiliyorsa, kapalı uçlu soruları tercih ederler. Ancak esas olarak araştırmacılar
üç ayrı ön koşulu sağladığı zaman kapalı uçlu soruları tercih ederler: (1) Eğer konu hakkında önceden iyi

223
bir keşfedici araştırma yapılmışsa yani yeterli ön bilgi varsa; (2) hipotezler ve değişkenlerin öznitelikleri be-
lirlenmişse ve (3) kullanılacak istatistik testler/analizler önceden belirlenmişse. Kapalı uçlu sorulara cevap
kategorileri yazmak oldukça zor bir iştir. Araştırmacının her bir kapalı soruya kaç cevap seçeneği yazacağı, bu
seçeneklerin ne tür bir ölçüm düzeyine (sıralı, sınıflamalı, aralıklı, orantılı) sahip olacağı, hangi sırada, yönde,
aralıkta olacağı çok önemlidir. Bu nedenle kapı uçlu sorulara verilen cevap kategorileri oluşturulurken, hangi
ölçüm düzeyinin4 kullanılacağının önceden belirlenmesi gerekir. Bu nedenle araştırmacıların her bir ölçüm
düzeyinin özelliklerini ve avantaj-dezavantajlarını dikkate alarak soruları hazırlaması gerekir. Dolayısıyla kapılı
uçlu sorular her ölçüm düzeyine göre birçok farklı şekil/format alırlar. Kutu 2, coğrafi araştırmalarda sıklıkla
kullanılan farklı kapalı uçlu soru tiplerinin örneklerinin içermektedir.
Hem açık uçlu soruların, hem de kapalı uçlu soruların avantajları ve dezavantajları vardır (Neuman, 2010;
Parfitt, 2005; McLafferty, 2010; Preston, 2009). Açık uçlu sorularda cevaplayıcı kendisini rahat hissettiği için
daha fazla bilgi ve aytıntılı cevaplar verebilir, yaklaşımını ve davranış biçimini ortaya koyarak çalışmayı zen-
ginleştirir ve cevaplar önceden tahmin edilemeyen bulguları içerebilir. Bununla birlikte, açık uçlu soruların
anket sonrası kodlanması, kategoriler haline getirilmesi çok zordur. Ayrıca ankete katılanlar için düşünmeyi
gerektirmesi, daha fazla zaman alması nedeniyle yıldırıcı olabilir.

Kutu 2: Anketlerde Kullanılan Farklı Soru Tipleri


A. Kapalı Uçlu Sorular: Anketlerde altı farklı türde kapalı soru tipi vardır:
1. Kategorik Sorular: Cevaplar belirli seçenekler halindedir. Sadece bir kategori seçilebilir.
 Medeni Durumunuz nedir?
(1) Evli (2) Bekâr
 Kaç yıldır bu mahalledeoturuyorsunuz?
[ ] 1 yıldan az [ ] 1-3 yıl [ ] 4-6 yıl [ ] 7-10 yıl [ ]11 yıl ve üzeri
2. Listelemeli Sorular: Bir dizi seçenek listelenir ve bunların herhangi biri ve bir kaçı seçilebilir.
 Ostim’deki sanayi kümesine niçin üye oldunuz? (Birden fazla seçenek işaretlenebilir)
(1) Teknolojik bakımdan ilerlemek
(2) Danışmanlık hizmeti alabilmek
(3) Ticari anlamda yeni vizyon/ticari ilişkiler kazanabilmek
(4) Devletten teşvik/destek ya da hibe alabilmek
(5) Aynı sektörde bir arada bulunmanın fayda getirdiğine inanmak
(6) Ortak bir amaç, ağ, işbirliğinin firmanın performansını artıracağı düşüncesi
(7) Rakiplerim üye olduğu için

4 Ölçme düzeyi konusu bu kitabın daha önceki bölümlerinden ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Anket konusunun en önemli parçalarından biri olan ölçme düzeyleri hakkında
ayrıntılı bilgi için kitabın ilgili bölümüne bakınız.

224
(8)Diğer - belirtiniz………………………………………………......……....
3. Sıralamalı Sorular: Bu tip sorularda, cevaplayıcılar seçenekleri önem/tercih sırası koyarlar.
 AVM’nizin bulunduğu lokasyonu seçmesinin nedeni nedir? (Lütfen tüm seçenekleri
önem sırasına göre sıralayınız:
(1 Hiç Önemli Değil, 2 Son Derece Önemsiz, 3 ÖnemliDeğil, 4 Ne Önemli Ne De Değil, 5
Önemli, 6 Son Derece Önemli 7 Çok Önemli)
[ ] Erişilebilirlik [ ] Görünülebilirlik [ ] Rekabet ortamı [ ] Arsa/arazi
durumu
[ ] Altyapı olanakları [ ] Sosyo-ekonomik yapı [ ] Gelecekteki gelişmeler
4. Ölçekli Sorular: Bu tip sorularda cevaplayıcı bir konu hakkındaki düşüncesini, tutumunu
veya davranışını sıralanmış sabit bir ölçek üzerinde işaretler.
 Yaylanızda oturduğunuz konutların kalitesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
(1) Mükemmel (2) İyi (3) Orta (4) Zayıf (5) Çok Kötü
5. Matris: Aynı cevap seçenekleri kullanarak, iki veya daha fazla sayıda sorunun bir tablo içinde veril-
mesidir.

Büyük Ölçüde Katılıyorum

katılıyorum
Aşağıda tabloda yer alan her bir cümleye ne derecede katıldığınızı
Hiç Katılmıyorum

yandaki seçeneklerden en uygun olanı ile belirtiniz.


Büyük Ölçüde
Katılmıyorum

Katılmıyorum

Katılıyorum
Kararsızım

Kesinlikle
AVM’lerin çevresindeki yerleşim sahaları değer kazanmaktadır.
AVM’ler kentin önemli imgeleri haline gelmektedir.
AVM’ler kendilerini kent merkezine bir alternatif alarak sunmaktadır.
AVM’ler karşısında kent merkezi eski popülaritesini yitirmektedir.
6. Şartlı Soru: Bu tip sorular, sadece spesfik yanıt veren cevaplayıcıya sorulur.
Firmanız daha önce herhangi bir kurumdan yatırım için teşvik aldı mı?

(1) Hayır, Almadı (2) Evet, Aldı 



18. Firmanız bu teşviki hangi kurumdan almıştır?
(1) Kalkınma Ajansı (2) Avrupa Birliği (3) Hazine Müsteşarlığı (4) KOSGEB (5) Diğer-belirtiniz…
B. Açık Uçlu Sorular:Anketlerde iki farklı türde açık uçlu soru tipi kullanılır:

225
7. Miktar Sorusu: Bu tip sorular, istatistiki veri üretmek için sorulur.
 Firmanızın 2010 yılındaki ihracat değerlerini belirtiniz.
İhracat Yapılan Ülke İhracatın Değeri ($) İhracatın Miktarı (kg) İhraç Edilen Ürün
………………………………………………………………………………………………………………………………………………
...................................................................................................................................................
...................................................................................................................................................
8. Bilgi Sorusu: Bu tip sorular, bilgi toplamak için sorulur.
 Daha önce hangi ülkede yaşıyordunuz? ______________________________________________________
 Bu lokasyonu seçmenizdeki en önemli faktörler nelerdir? _______________________________________

Kapalı uçlu sorular ise, verilerin girişi oldukça kolaydır ve istatistiksel analiz için büyük rahatlık sağlar. Sorular
denekler tarafından rahat bir şekilde cevaplanabilir, hatırlanması kolay olduğundan boş soru kalma olasılığı
daha düşüktür. Cevaplayıcılar hızla, fazla çaba ve zaman harcamaksızın yanıt verebilirler. Birçok avantajından
dolayı anket araştırmalarında genellikle kapalı uçlu soruların daha yaygın olduğu ve tercih edildiği görülür.
Buna karşılık kapalı uçlu soruların ciddi sınırlılıkları da vardır. En başta gelenlerinden biri, önceden bilineme-
yen, alanda ortaya çıkan bilgilerin yakalanmasına imkân vermez. Bir diğeri, deneğin soru hakkında hiçbir
bilgisi, görüşü olmamasına rağmen soruya cevap verebilir, yani seçenekler insanları gerçek hayatta yapma-
yacakları seçimleri işaretlemeye zorlayabilir. Çok sayıda cevap seçeneğinin varlığı kafa karıştırıcı olabilir. Ce-
vaplar hazır olduğu için cevaplayıcılar fazla düşünmeden soruları üstünkörü cevaplayabilirler. Kapalı uçlu so-
runun sahip olduğu sınırlılıklar, cevap kategorilerinin en sonuna “diğer” veya “başka varsa lütfen belirtiniz”
ifadesinin eklenmesiyle kısmen giderilmeye çalışılır.
Anket Formunun Tasarlanması
Anketin içeriği, soru ve cevapların oluşturulması bir anket hazırlamanın esasını oluşturur. Ancak bir anketin
içerik zenginliği kadar, biçimsel görünümü de önemlidir. Gerçekten de bir anketin uzunluğu, soruların sırası
ve dizilişi ile anketin biçimi ve düzeni, kısacası anket formunun tasarımı oldukça basit görünen ancak göz ardı
edilmemesi gereken bir husustur. Nitekim Parfitt (2005) bir anketin uzunluğu ile toplanan verinin kalitesi
arasında doğrusal bir ilişkinin olduğunu belirmektedir. Bir anketin ne kadar uzun olması gerektiği konusun-
da kabul edilmiş bir kriter bulunmamaktadır. Ancak literatürde genel bir kaide olarak çok uzun olmaması
yönünde telkin vardır. Yani hem soru ve sayfa sayısının uzun olmaması hem de süre olarak uzun olmaması
gerektiği. Çünkü uzun zaman ve uzun soru sayısı cevaplayıcının yorulmasına ve sıkılmasına neden olmakta,
bu da hem cevap kalitesinin ve anketi tamamlama oranının düşmesine yol açmakta hem de anketin maliye-
tinin artmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla anket ne kadar kısa ise başarı şansı da o derecede artmaktadır.
Ancak araştırmacı anketi kısa tutacağım diye amaç ve kapsamından ödün vermemelidir, hepsi arasında bir
“denge” kurmalıdır (Preston, 2009). Bazı araştırmacılar, anketin 3-5 sayfa, 15-20 soru ve 10-15 dakikada
cevap verilebilecek şekilde olmasını tavsiye ederken (Kitchin ve Tate, 2000; Madge, 2010), bazıları bunun
30-45 dakikayı geçmemesi gerektiğine (Parfitt, 2005) işaret etmektedirler.
Anketin biçim özellikleri ile ilgili bir diğer husus, kapak mektubu ve/veya anket açıklaması/yönergesi konusu-
dur. Genel bir kural olarak, her anketin en başında anketin amacını, toplanan verilerin ne amaçla kullanılaca-
ğını, beklenen cevaplama süresini, cevaplayıcının haklarını (etik ve gizlik üzerine) ve anketi niçin doldurması
gerektiği ve nasıl dolduracağının yönergesi ile araştırmacının kimliği hakkında bilgileri içeren genellikle bir
paragraflık bir açıklama konulur. Ayrıca özelikle posta yoluyla ve bırakılarak toplama yöntemi ile uygulanan
anketlerde bir kapak mektubu/üst yazı bulunur ve bu mektupta yukarıda belirtilen bütün açıklamanın ya-
nında, anketi ne zamana kadar ve nasıl geri göndereceğine ilişkin bilgiler yer alır. Kapak mektubu ve/veya an-

226
ket açıklaması/yönergesinin temel amacı, cevaplayıcıyı ankete katılmaya ikna etmektir. Gerçekten de, ikna
edici bir açıklama taşıyan, açık bir yönergesi bulunan, imzalı, mühürlü, içinde adresi üzerine yazılmış geri
dönüş zarfı olan, fiziksel olarak çekici ve kolay tasarlanmış bir anket formunun, doldurulma ve geri dönme
ihtimali oldukça yüksektir.
Anketteki Soruların Sıralanması ve Dizilişi
Ankette yer alan soruların sıralanması bir diğer önemli konudur. Sorular uygun şekilde dizilmez ise, cevapla-
yıcılarda kafa karışıklığı ve yanlılık yaratabilir. Bu nedenle sorular mantıksal bir sıra içinde ilerlemeli ve uygun
alt bölümlere ayrılmalıdır. Eğer bir anket kendi içinde anlamlı bir metin olarak düşünülürse, kapak, giriş,
gelişme ve sonuç olmak üzere basitçe dört bölümden oluşur. Genellikle bir kapak mektubu ve anket hakkın-
da açıklama ve yönerge bölümünden sonra, çoğu anketin giriş bölümünde cevaplayıcı ile ilgili demografik
özellikleri soran sorular bölümü bulunur. Demografik/kişisel sorular kolay cevaplanır olduğu için en başta yer
alırlar ancak bazı durumlarda bu tip kişisel soruların cevaplayıcıların kimliğini ortaya çıkartacak olması onla-
rın kendilerini rahatsız hissetmelerine ve dürüst cevap vermemelerine yol açabilir. Bu yüzden bu tür soru-
ların anketin en sonuna konulması da sıkça başvurulan bir yöntemdir. Anketin gelişme bölümü, esas olarak
konunun ele alındığı asıl sorulardan oluşur. Bu bölümde daha çok kapalı uçlu sorular yer alır. Genel olarak
sorular genelden başlayıp özele doğru sıralanırlar. Yani önce konu ile ilgili genel nitelikli sorular sorulur, daha
sonra onları daha spesifik ayrıntılı sorular izlerler. Aynı veya benzer konuda olan sorular bir arada olmalıdır.
Her bir konuda sorulacak sorular kümelenerek anket içinde alt bölümler oluşturulabilir. Konular arasında
anlamlı ve yumuşak geçişler olmalıdır.Anketin sonuç diye adlandırılabilecek son bölümünde ise, genellikle
açık uçlu sorular yer alır. Anket bitmeden önce, cevaplayıcının eklemek istediği diğer hususlar ile anket hak-
kında varsa başka görüşleri sorulabilir. Yine anketin sonunda, cevaplayıcının araştırmanın sonuçlarını elde
edip etmek istemediği, isteniyorsa anket araştırmasının sonucunun gönderileceği kişi ve adres bilgileri yer
alır. Eğer anket posta aracılığıyla yapılıyorsa anketin ulaştırılacağı kişi/kurumun iletişim bilgileri ve açık adresi
yer alır. Kuşkusuz her anket, ‘anket sona ermiştir, katılımınız için teşekkür ederiz’ ifadesi ile son bulmalıdır.
Anket Formunun Biçimi ve Düzeni ve Görünümü
Anket formunun görünümü ile soru ve cevapların yazılış biçimi anket hazırlarken dikkat edilmesi gereken bir
diğer husustur. Profesyonel şekilde hazırlanmış bir anket görüntüsü cevaplayıcının işini kolaylaştırdığı gibi,
aynı zamanda onu ankete katılmaya ikna eder (Neuman, 2010). Bu nedenle anket formunun şık ve kolay
cevaplanacak tarzda tasarlanması önemlidir. Bunun için, her satırda bir soru sorulmalı, sorular ve cevaplar
arasında yeterli derecede boşluk bırakılmalı, eğer şartlı sorular5 varsa oklar veya talimatlar kullanılmalı (Bkz.
Kutu 2), cevap kategorilerinin hangi işaretle doldurulacağı (□, ○, ◊, X, ü, /, —) belirtilmeli ve matrisli (gridli/
kafesli soru) sorular kolayca yanıtlanabilecek şekilde biçimlendirilmelidir. Genellikle cevapların kutu ve daire
şeklinde işaretlenmesi en kolay ve belirgin olanıdır. Yine matrisli soru tipi çok sayıda soruyu tekbir soru gibi
göstermesi nedeniyle hem yerden tasarruf sağlar, hem de cevaplanmayı kolaylaştırır.
Anketin Test Edilmesi
Bir anket sahada uygulanmadan önce, ön teste ve pilot uygulamaya tabi tutulur. Pilot uygulama ve ön test,
taslak bir anketin hazırladıktan sonra, anketi geliştirmek ve muhtemel hatalarını belirlemek için yapılan bir
provadır. Ön test, daha çok anketin aile üyelerine, yakın arkadaşlara veya meslektaşlara uygulanması yoluyla
yapılır (Preston, 2009; Kitchin ve Tate, 2000). Ön test yoluyla anketin uzunluğunun, biçiminin, düzeninin ve
görünümünün uygun olup olmadığı anlaşılır. Yine bu aşamada anlamı açık olmayan sorular, eksik ve yan-
lış ifadeler belirlenir, soruların sırası ve dizilişindeki problemler ortaya çıkarılır. Anketin sıkıcı olup olmadığı,
açıklamaların ne derecede işe yaradığı ve cevaplayıcıların ankete karşı tutum ve reaksiyonlarının ne olduğu
tespit edilir. Ön testin ardında pilot uygulama yapılır.
5 Şartlı soru, bazı sorulara verilen cevaplara bağlı olarak sadece belli deneklerin cevaplaması istenen sorudur.

227
Pilot uygulamaanketin geniş kitlelere uygulamadan önce, güvenilirlik ve geçerliliğinden emin olmayı sağlar.
Pilot uygulama, gerçek evreni temsil eden küçük bir topluluğa uygulanır. Genellikle pilot çalışmadaki kişilerin
seçimi gelişigüzel olur. Parfitt (2005), pilot uygulama için 20 kişinin gerekli olduğunu belirtirken, McLafferty
(2010) ve Preston (2009) az sayıda kişinin (yaklaşık 5-10) yeterli olduğunu belirtmektedir. Pilot uygulama
bizzat sahada yapılan gerçek bir prova olduğu için, burada gelecek bilgi anketin geliştirilmesinde ve eksiklik-
lerinin giderilmesinde çok önemli rol oynar. Özetle, eğer gerçekten başarılı bir anket araştırması yapılmak
isteniyorsa öntest ve pilot çalışma anket uygulamasının zorunlu bir parçası olarak düşünülmelidir.
Anketlerin Geri Dönüş Oranları
Bir anketin başarıya ulaşabilmesi için yeterli veya kabul edilebilir cevap verme oranlarına6 sahip olması ge-
rekir. Araştırmacılar genellikle seçtikleri tüm örneklemin bütün sorulara cevap vereceğini umarlar. Ancak
çoğu anket araştırmasında birçok farklı gerekçeden dolayı (cevaplamayı reddetme, yarım bırakma, deneğe
ulaşamama, anketin kaybolması, deneğin katılım için uygun şartlara sahip olmaması gibi) cevaplanmayan
sorular ve tamamlanmayan anketler olur. Gerçekten de cevapsızlık durumu anket araştırmasının başarı-
sındaki temel etkendir. Eğer örnekleme giren deneklerin çoğu anketi doldurmazsa, sonuçların geçerliliği
ve güvenirliliği ortadan kalkabilir. Örneğin 500 kişilik bir örneklem büyüklüğü olan bir araştırmada, ankete
100 kişinin cevap vermesi durumunda (%20) durum ne olacak? %80 geri dönüşü olmayan bir ankette, %20
’lik kitle temsil edici olabilir mi? 100 kişiden gelen veriler yani örnekleme evrene genellenebilir mi? Tonta
(2012) %50’lik cevap oranının analiz için uygun, %60’ın iyi, %70 ve üzerinin ise çok iyi olduğunu belirtmekte-
dir. Ancak çoğu araştırmada bu oranlara ulaşmak oldukça zordur. Nitekim coğrafyacı Parfitt (2005) ve Cloke
vd. (2004) anket araştırmalarında tipik cevap verme oranının %30-40 olduğunu belirtmektedir. Bu oranlar
düşük olarak kabul edildiği için, araştırmacıların anketi tasarlarken ve örneklemi belirlerken çok hassas dav-
ranması gerektiği vurgulanmaktadır. Cevap verme oranlarını artırmak için asıl önerilen husus, araştırmacının
geri dönüşleri izlemesi, hesaplama yapması ve buna göre düzenli aralıklarla anımsatma mektupları veya
e-mailleri göndermesi ya da telefonla hatırlatmada bulunmasıdır. Genel olarak tüm dünyada anketlere olan
katılım geçmişe göre azalmaktadır. İnsanlar birçok farklı nedenden ötürü (etik ihlalleri, özel yaşamın izlen-
mesi, artan suç ve güvensizlik, çok fazla anket yapılması vb.) gittikçe artan oranda ankete cevap vermeyi
reddetmektedir (Preston, 2009). Özellikle belirli insan grupları (yaşlılar, göçmenler, engelliler, az eğitimliler,
dışlanmışlar, marjinal tipler) diğerlerine nazaran daha az katılım sergilemektedir (Kitchin ve Tate, 2000). Bu
yüzden araştırmacıların anketi tasarlarken ve örneklemi seçerken cevap vermeme oranını minimize edecek
şekilde anketi ele almaları gerekmektedir.
Anket Uygulama Türleri
Bir anketin uygulanmasında dört farklı yöntem vardır. Bunlar, yüzyüze görüşme, posta ile veya bırakılarak
yapılan anketler, telefonla anket uygulama ve en son gelişen teknik olarak internete dayalı (e-posta veya
webe dayalı) anket türü. Her bir anket türünün çeşitli avantajları ve dezavantajları bulunmaktadır (Bkz. Tablo
1). Hangi anket türünün uygulanacağı öncelikle maliyet ve zamana bağlıdır, ayrıca soruların tipine, beklenen
cevap oranının düzeyine ve kalitesine göre uygulanacak anketin türü farklılık gösterir (McLafferty, 2010;
Parfitt, 2005; Kitchin ve Tate, 2000; Neuman, 2010; Cloke vd., 2004).
Yüzyüze Görüşme Yöntemi
En yaygın kullanılan anket türü kapı kapı dolaşılarak yapılan anket uygulamasıdır (Tablo 1). Bu yöntemde

6 Bir ankette cevap oranı, denek sayısının örnekleme seçilen kişi sayısına oranıdır.
7 Toplumsal istenirlik yanlılığı, anket uygulama sırasında cevaplayıcının, ankete dürüst cevaplar vermek yerine, kendini iyi göstermek veya toplumsal olarak kabul edilebilir
kılmak için yadırganmayacağı bir cevap vererek yanıtları çarpıtmasıdır.

228
anket, ya araştırmacının bizzat kendisi tarafından ya da anketör kullanılarak yapılır. Araştırmacı/anketör ile
cevaplayıcı/denek karşılıklı etkileşim halinde anketi doldururlar. Araştırmacı/anketör, en kompleks ve belirsiz
soruları bile anlamını açıklayarak sorabilir. Bu yüzden en yüksek cevap oranı bu teknik ile elde edilir. Yüzyüze
yöntemde, en uzun anketler bile rahatlıkla yapılabilir, araştırmacı tüm süreci kontrol etme imkânına sahiptir.
Buna karşın, yüzyüze görüşme tekniği, en pahalı ve en fazla zaman alan anket uygulama türüdür. Bu yöntem
ciddi bir ön hazırlık ve planlama gerektirir, uygun anketör bulmak, onları eğitmek ve masraflarını ödemek ol-
dukça maliyetlidir. Anketin sahada uygulanması da oldukça yavaş ilerler. Ayrıca bu yöntemde, anketi yapan
kişinin yanlı ve yönlendirici davranması problemi vardır, anketörün görüşünü, davranışı, soru sorma şekli
cevaplayıcıyı etkiler. Yüzyüze yönteminin önemli bir dezavantajı da, toplumsal istenirlik yanlılığına7 imkân
tanımasıdır.

Tablo 1. Yüzyüze, telefon, posta ve internet yoluyla yapılan anketlerin avantajları ve dezavantajları
Özellikler Yüzyüze Telefon Posta İnternet
İdari Meseleler
Maliyet Pahalı Orta Ucuz En Ucuz
Hız Yavaş/Orta Hızlı En Yavaş En Hızlı
Uzunluk (soru sayısı) En Uzun Kısa Orta Orta
Cevap oranı En Yüksek Orta En Düşük Orta
Araştırma Denetimi
İrdeleyerek soru sorma imkânı Evet Evet Hayır Hayır
Belirli katılımcı Evet Evet Hayır Hayır
Soru dizilişi Evet Evet Hayır Evet
Yalnızca bir yanıtlamayan Evet Evet Hayır Hayır
Görsel gözlemleme Evet Hayır Hayır Evet
Farklı Sorularda Başarı Elde Etme
Görsel yardımlar Evet Yok Kısıtlı Evet
Açık-uçlu sorular Evet Kısıtlı Kısıtlı Evet
Şartlı sorular Evet Evet Kısıtlı Evet
Karmaşık sorular Evet Kısıtlı Kısıtlı Evet
Hassas sorular Kısıtlı Kısıtlı Biraz Evet
Yanlılık Kaynakları
Toplumsal istenirlik Daha Kötü Biraz Hayır Hayır
Anketör yanlılığı Daha Kötü Biraz Hayır Hayır
Cevaplayanın okuma becerileri Hayır Hayır Evet Biraz
Kaynak: Neuman, 2010:436’dan alınmıştır.

229
Özellikler Yüzyüze Telefon Posta İnternet*
Cevap Verme Oranı
Genel Örneklem İyi İyi İyi İyi
Özel örneklem İyi İyi İyi İyi
Örneklemin Temsili
Reddetme yanlılığından kaçınma İyi İyi Zayıf Orta
Anketi tamamlamayı kontrol etme İyi Orta Zayıf Orta
Seçilmiş kişilere erişim sağlamak Orta İyi İyi İyi
Seçilmiş kişileri bulma Orta İyi İyi İyi
Anket Tasarımına Etkileri (ele alma yeteneği)
Uzun anket İyi Orta Orta Orta
Karmaşık sorular İyi Zayıf Orta Orta
Sıkıcı sorular İyi Orta Zayıf Orta
Cevapsız seçenekler İyi İyi Orta Orta
Filtreli sorular İyi İyi Zayıf Orta
Soru sırasını kontrol İyi İyi Zayıf İyi
Açık-uçlu sorular İyi İyi Zayıf İyi
Cevapların Kalitesi (çarpıtmadan sakınma yeteneği)
Toplumsal istenirliğe yönelik
Zayıf Orta İyi İyi
cevapları minimize etme
Görüşmecinin özellikleri Zayıf Orta İyi İyi
Görüşmecinin düşünceleri Orta Orta İyi İyi
Diğer insanların etkisi Orta İyi Zayıf Zayıf
Danışmaya imkan vermesi Orta Zayıf İyi İyi
Alt versiyonlardan kaçınma Zayıf Orta İyi İyi
Anketi Uygulama
Uygun anketör bulma kolaylığı Zayıf İyi İyi İyi
Hız Zayıf İyi Orta İyi
Maliyet Zayıf Orta İyi İyi

* İnternet bölüm yazarı tarafından oluşturulmuştur.


Kaynak: Cloke vd., 2004:133’den alınmıştır.

Postayla veya Elden Bırakıp Alma Usulüyle Anket


Bu yöntemde, anketler posta veya kargo ile deneklere gönderilir. Anket zarfının içinde anketin yanında bir
kapak/açıklama mektubu (en son geri dönüş tarihini belirten) ile üzerine geri dönüş adresi yazılmış, pulu

230
olan, boş bir zarfı bulunur. Bu yöntemde cevaplayıcı, anketi uygun olduğu zamanda doldurur ve posta ile
geri gönderir. Bu yöntem oldukça ucuzdur ve coğrafi olarak posta/kargonun ulaştığı çok geniş ve uzak alan-
lara rahatlıkla uygulanabilir. Bu yöntemde posta kullanıldığı için anketörden (araştırmacının bizzat kendisin-
den) kaynaklanan yanlılık sorunu olmaz. Ancak bu yöntemin ciddi dezavantajları vardır. Postayla gönderilen
anketlerin en büyük sorunu, çok düşük cevap oranıdır (Tablo 1). Özellikle pullu, adresli geri dönüş zarfının
olmadığı anketlerin geri dönüş oranı çok düşüktür. Tipik bir posta anketinin ancak %30’undan daha azı ta-
mamlanarak geri döner (McLafferty, 2010). Genellikle düşük eğitimliler ve iş yoğunluğu fazla olanlar ce-
vap vermezler. Bu durumda da geri dönen anketlerin evreni ne ölçüde temsil ettikleri kuşkuludur. Bir diğer
önemli sorun, anketlerin geri dönüşü için çok zaman gerektirmesidir. Cevaplayan için zaman baskısı olmadığı
için geri dönüşler çok yavaş olur ve uzun zaman dilimine yayılır. Bir başka sorun da, araştırmacının anket
üzerinde herhangi bir denetimi yoktur. Örneğin, anketin farklı zamanlarda doldurulması, soru sıralamasına
uyulmaması, ilgi kişi tarafından doldurulmaması, soruların tam olarak anlaşılmaması, anketin yarım bırakıl-
ması, cevapsız seçeneklerin çokluğu gibi durumlar bu yöntemde söz konusu olabilir.
Posta yöntemi ile çok yakından ilişkili olan bir diğer teknik ‘anketi elden bırakıp alma usulü’dür. Bu yöntem
postayla yapılan anket uygulamasıyla aynı mantığı paylaştığı için benzer avantaj ve dezavantajlara sahiptir.
Ancak bu yöntem genellikle örneklemin/deneklerin araştırmacıya yakın olduğu veya coğrafi olarak belli bir
bölgede yoğunlaştığı durumlarda tercih edilir. Ayrıca bu yöntemde cevap verme oranı postaya göre biraz
daha yüksektir ancak araştırmacı için daha zaman alıcıdır.
Telefonla Anket
Telefonla anket yapma yöntemi, yüzyüze görüşmeye benzeyen ve gittikçe yaygınlaşan bir uygulamadır. Bu
yöntemde, anketör/araştırmacı denekleri arayarak onlarla doğrudan iletişime geçerler, sorularını sorarlar
ve aldıkları cevabı da, ya önündeki anket formu üzerine, ya da bilgisayar destekli telefonla görüşme sistemi
üzerine kaydederler. Bu yöntemde cevaplar oldukça hızlı toplanır ve araştırmacı anketin tüm süreçlerini
kontrol edebilir. Postadan pahalı, yüzyüze görüşmeden ucuzdur (Tablo 1). Her ne kadar görece maliyetli bir
uygulama olarak kabul edilse de, genel olarak telefonun ucuzlaması ve internete dayalı telefon etme imkâ-
nının (Örneğin Skype gibi) devreye girmesiyle giderek yaygınlaşmaktadır. Cevap verme oranları da postaya
göre daha yüksektir. Ancak telefonla anket sadece kapalı uçlu kısa sorular için uygundur. Ayrıca açık uçlu ve
karmaşık sorularda oldukça yetersizdir. Telefonu olmayan insanları örneklemden dışlar. Telefonda cevapla-
mayı reddetme oranları genellikle yüksektir. Anketörün yanlılığı da söz konusu olabilir.
İnternetle Anket
İnternet yoluyla anket uygulaması son 10 yılda kullanılmaya başlanan yeni bir yöntemdir. Bu yöntem inter-
netin yaygınlaşmaya başlamasıyla birlikte giderek postayla yapılan anketin yerini almaktadır. Son yıllarda
birçok coğrafi çalışmada internete dayalı anket uygulaması kullanılmaktadır. Bu yöntem iki şekilde uygu-
lanmaktadır: (1) E-posta anketleri ve (2) webe dayalı online anketler. Ne şekilde yapılırsa yapılsın, internet
yoluyla yapılan anket postayla yapılan anket uygulaması ile çok benzerdir (Tablo 1). Nitekim anket formu
genellikle posta anketi ile aynı formata sahiptir ve e-mail yoluyla deneklerin e-posta adresine gönderilir veya
form bilgisayara dayalı olarak online (çevrimiçi) formatta8 oluşturulur ve denekler işaretleme yoluyla online
olarak anketi doldururlar.
İnternete dayalı anketin en önemli avantajı, çok ucuz hatta maliyetsiz olması ve çok hızlı şekilde cevap alı-
nabilmesidir. Ayrıca coğrafi olarak çok geniş alanlara yayılmış kişilere bu yolla ulaşılabilir. Bir diğer önemli
avantajı, internet anketlerinin harita, grafik, fotoğraf, video ve ses gibi renkli görsel unsurları içerebilmesidir.
Ayrıca bu anketler çok dilli olarak tasarlanabilmekte ve ulus ötesi yerlere de erişebilmektedir. Anketten elde
edilen veri çok kolaylıkla, hemen bilgisayara yüklenebilmekte ve farklı formatlara dönüştürülebilmektedir
(Madge, 2010).
Yine internet anketi araştırmacıya geri dönüşler için kolaylıkla anımsatma e-postaları göndermeye imkân

231
verir. Hızla yaygınlaşmasına rağmen, bu anket türünün önemli zayıflıkları da vardır. En önemlisi, internete
erişimi olmayanlar ve e-posta kullanmayanlar örneklem dışı kalırlar. İkincisi, deneklerin gelişigüzel seçilmesi
durumunda cevaplayıcıların anketi dikkate almaması sıkça karşılaşılan bir durumdur. Ayrıca istenmeyen e-
postaların (junk veya spam) çok yaygınlaşması, virüs şüphesi nedeniyle kaynağı kesin bilinmeyen e-postala-
rın açılmaması eğilimi internet anketlerinin cevap oranlarını oldukça düşürmektedir.
İkincil veriler
Bu kitap bölümünün başlangıç kısmında da belirtildiği gibi,bir çalışmada araştırmacının kendisi tarafından
üretilmeyen, ancak araştırmacının çalışmasında kullandığı, başkaları tarafından üretilmiş veriye ikincil veri
denilmektedir. İkincil veriler, farklı amaçlarla daha önceden derlenmiş veri setleri olup, hem nicel hem de
nitel şekilde bulunabilirler. Çoğu zaman ikincil veri denildiği zaman esas kastedilen şey, bireysel bir çaba ile
toplanamayacak kadar çapı ve kapsamı büyük olan ve genellikle büyük veri tabanlarında tutulan sayısal veri
setleri akla gelir. İkincil verilerin en iyi bilinen tipik örneği, devlet tarafından düzenli olarak yapılan çok çeşitli
türdeki sayımlardan elde edilen istatistiklerdir. Bu nedenle ikincil veriler genellikle nicel sayısal veriler olup,
sayısal teknikler kullanılarak analiz edilir. Ancak ikincil veriler nitel yapıda yani yazılı ve görsel materyal şeklin-
de de olabilir. Nitekim tarihi belgeler, gazete arşivleri, koleksiyonlar, basılmış dergi ve kitaplar ve raporlarda
tipik ikincil veri/kaynak olarak addedilir. Bu bölümde sadece nicel sayısal özelliğe sahip ikincil veriler yani
varolan mevcut istatistikler incelenecek, niteliksel olan ikincil kaynaklara/verilere yer verilmeyecektir. Bunlar
kitabın nitel araştırmalar bölümünde incelenmektedir.
Sayısal ikincil veriler yani varolan mevcut istatistikler, nicel veri analizinde anketten sonra kullanılan en önem-
li veri kaynağıdır. Varolan istatistiklerin coğrafi araştırmalarda kullanımı çok yaygındır. Coğrafyada özellikle de
beşeri coğrafyanın tüm alanlarında ikincil veri olarak mevcut istatistikler kullanılır. Örneğin nüfus coğrafyacı-
ları için göç verisi, ekonomik coğrafyacılar için sanayi firmalarının üretim verisi, sosyal coğrafyacılar için suç
verisi, siyasi coğrafyacılar için seçim verisi, kültürel coğrafyacı için etnik yapı verisi, ulaşım coğrafyacıları için
trafik verisi, şehir coğrafyacıları için konut verisi, ikincil veri kaynağı olan istatistiklerdir.
İkincil Verilerin Özellikleri ve Türleri
İkincil veriler yani “istatistikler”, ham şekilde olabildiği gibi, işlenmiş veya sınıflandırılmış şekilde de buluna-
bilirler. Genellikle ham veriler çok geniş bir kapsama sahiptir ve birçok durumda araştırmacı özel izin veya
istek sonucu bu tür veriye ulaşır. Kurumlar genellikle tüm ham verileri yayınlamak yerine, bunları belirli iş-
lemlerden geçirerek ve anlamlı kategorilere ayırarak yayımlarlar. Bu nedenle kamuoyuna hizmetine açık
olan ikincil veriler, çoğu zaman toplanan ikincil verilerin tümü değil, en çok kullanılan veya talep edilen sınıf-
landırılmış istatistiklerdir.
İkincil verilerin bir kısmı dijital veri seti şeklinde mevcutken, diğer kısmı basılı kâğıt şeklinde mevcuttur. 15-20
yıl öncesine kadar neredeyse tüm ikincil veri kağıt şeklinde basılı tutulmaktaydı. Veriler üzerindeki tüm iş-
lemler veya hesaplamalar elle veya hesap makinesi yoluyla yapılmaktaydı. Bugün ikincil verilerin tamamına
yakını dijital ortamda tutulmakta, veri tabanlarında depolanmaktadır. Bu veri tabanları aracılığıyla istenilen
nitelikte veri sorgulanabilmekte, tablo halinde çok farklı formatlarda (XLS, CSV, TXT, SDMX, HTML, PDF, XML,
TSV vb.) kişisel bilgisayarlara indirilebilmekte ve hatta bazı veri tabanları söz konusu verileri çeşitli türlerde
görsel grafik ve haritalama imkânı bile sunmaktadır. Artık birçok veri tabanına internet üzerinden kolaylıkla
erişilebilmekte ve söz konusu veriler çok hızlı şekilde transfer edilebilmektedir. Eskiden bir veriye ulaşmak
ve eriştikten sonra da basılı istatistik kitaplarındaki tablolardan istenilen formata sokmak günler hatta aylar
alan çok zahmetli ve zaman alıcı bir iş iken, günümüzde aynı işlemi dakikalar içinde yapmak mümkündür.
Örneğin birçok veri tabanı istatistiksel veriyi sadece Excel formatında değil, bazı istatistiksel ve ekonometrik
programlarla uyumlu çalışabilecek farklı formatlarda sunmaktadır. Bu durum araştırmacılara veriyi dönüş-
türmeye tabi tutmadan doğrudan kullanabilme esnekliği ve kolaylığı sağlamaktadır.

232
İkincil veriler üç farklı şekilde sınıflandırılabilir (Şekil 2). İlki, ikincil verilerin hangi araç kullanılarak toplandı-
ğına yani “elde ediliş biçimi” veya “veri derleme yöntemine” göre yapılan sınıflamadır. Buna göre ikincil
veriler, anketler yoluyla üretilenler ve resmi kurum ve kuruluşların idari kayıtlarında derlenen veriler olmak
üzere ikiye ayrılır (Şekil 2). İkincil verilerin büyük bir bölümü, devlete ait istatistik kurumlarının anket tekni-
ğini kullanarak yaptığı çok çeşitli sayımlar yoluyla üretilen verilerden oluşur. Bu bağlamda araştırmacı için
ikincil olan veri, istatistik kurumu için esasında birincil veri kaynağı statüsündedir. Örneğin TÜİK’in verileri-
nin önemli bir kısmı bu tiptir. Nitekim TÜİK mesela nüfus sayımları verisini kişilere, istihdam verisini hane
halkına ve sanayi sayımları verisini de firmalara uyguladığı anketler yoluyla elde eder. İkincil verilerin diğer
önemli bir kısmı da, resmi kurumların idari kayıtlardan derlenen istatistiklerden elde edilmektedir. Bu veriler
anket yoluyla değil, bizzat kurumların yaptığı faaliyet ve işlemlerin kayıt altına alınmasının bir sonucu olarak
üretilir. Merkez Bankası, BDDK, İMKB, KOSGEG, Hazine Müsteşarlığı, TÜBİTAK, Sanayi ve Ticaret Odaları ile
Sendikalar gibi birçok kurum ve kuruluşa ait ikincil veriler genellikle bu şekilde üretilmektedir. Örneğin ülke-
ler veya firmalar arasındaki para/sermaye transferi Merkez Bankası yoluyla yapıldığı için, banka Türkiye’ye
ne kadar yabancı sermaye girdiğini, hangi ülkeden, hangi sektöre, ne zaman bu sermayenin geldiğini kayıt-
larında tutar ve bunları derleyerek Türkiye’ye giren yabancı yatırımların istatistiksel veri setini oluşturur. Bir
başka örnek ekonomi bakanlığının teşvik verileriyle ilgili olarak verilebilir. Mesela Ekonomi Bakanlığı yasal
olarak Türkiye’deki teşviklerin dağıtımından sorumludur. Ülkede teşvik almak isteyen her firma bakanlığa
başvurur ve gerekli şartları sağlaması durumunda teşvik alır. Dolayısıyla bakanlık her bir firma için teşvik
belgesi düzenler. Bu belgede firmaya ilişkin her türlü bilgi yer alır. Böylece bakanlık teşvik alan her bir firmaya
ait belgedeki bilgilerden hareketle Türkiye’nin teşvikle ilgili tüm veri setini oluşturmuş ve bunu kamuoyunun
hizmetini sunmaktadır. Görüldüğü gibi birçok istatistikin veri kaynağı çeşitli konularda faaliyet yürüten ku-
rum ve kuruluşların idari kayıtlarıdır.
Nicel ikincil verilerin sınıflandırılmasında kullanılan ikinci ayrım, verinin kaynağına göre sınıflandırılmasıdır.
Buna göre, ikincil verilerin ‘resmi ikincil veriler’ ve ‘resmi olmayan ikincil veriler’ şeklinde ikiye ayrılır (Şekil 2).
Resmi veriler, devletin istatistik kurumu ve kamu kuruluşlarınca üretilen verilerdir. Bu nedenle resmi verile-
rin temel kaynağı devlettir. Bu veriler devlet tarafından toplanır ve yayımlanır. Dünyadaki mevcut istatistikle-
rin tamamına yakın kısmı resmi ikincil veri statüsündedir. Bu nedenle resmi veriler çok önemli bir istatistiksel
veri kaynağıdır. Nitekim Kutu 3 resmi verilerin doğasını ve özelliklerini ayrıntılı olarak ortaya koymaktadır.
Resmi olmayan veriler ise, devletin dışında istatistiksel veri toplayan özel şirketler ve sivil toplum kuruluşları
tarafından oluşturulan verileri kapsamaktadır. Kaynağı özel kuruluş olan bu tür ikincil veriler, hem konusal
çeşitlilik bakımından çok sınırlıdır, hem de coğrafi olarak çok dar kapsamlıdır. Genellikle bu tür veriler dü-
zensiz olarak, ihtiyaca binaen toplanan zaman ve mekân-spesifik veri setleridir. Çoğu ticari amaçlı olarak
üretilir ve bu yüzden çoğunlukla kamuya açık değildir. Ya ticari gizliliği vardır, ya da ancak belli bir maliyetle
elde edilebilir.
İkincil verilerin sınıflandırılmasında kullanılan üçüncü ayrım, verinin coğrafi düzeyine ya da mekânsal ölçe-
ğine göre yapılan sınıflamadır. Buna göre, ikincil verileri, ulusal ve uluslararası olmak üzere ikiye ayırabiliriz
(Şekil 2). Genel olarak, bir ülkenin ulusal sınırları içerisinde, bölgesel ve yerel/kentsel düzeyde üretilen, ülke-
nin kendi kamu veya özel kuruluşları tarafından üretilen istatistiksel veriler ulusal veri olarak tanımlanabilir.
Buna karşın, çeşitlik uluslararası kuruluşlar tarafından ülke düzeyinde üretilen resmi veya gayri resmi ista-
tistiksel verilere de uluslararası veriler adı denilir. Her ne kadar ülke düzeyinden üretilen uluslararası ikincil
verilerin ana kaynağı esasında ulus devletlerin bizzat kendisi de olsa, uluslararası kuruluşlar kendileri de ülke
düzeyde birçok istatistiki veri yayınlamaktadırlar.

233
Şekil 2. İkincil verilerin türleri ve sınıflandırılması

Kutu 3: Resmi Veriler


Devlet tarafından çok çeşitli türde bilgi üretilir. Bu resmi bilgiler, metinsel, grafiksel, kartografik, işitsel
ve sayısal şekilde olabilir. Örneğin herhangi bir devlet kurumu tarafından yayımlanan bir rapor, me-
tinsel bir kaynaktır, resmi bir fotoğraf, grafiksel bir kaynaktır. Devlete ait bir radyo ve TV yayını işitsel/
duyumsal bir kaynaktır. Devlet tarafından üretilen haritalar, kartografik bir kaynaktır. Son olarak dev-
let tarafından yayımlanan çeşitli istatistikler, sayısal bilgi kaynağıdır. Görüldüğü gibi resmi verilerin
nicel ve nitel birçok türü bulunmaktadır. Bu kitap bölümü sadece nicel araştırmaları incelediği için, biz
burada yalnızca devlet tarafından üretilen “resmi istatistiklere” odaklanacağız, diğer nitel resmi veri/
bilgi kaynaklarını irdelemeyeceğiz.
Resmi veriler, devletin istatistik kurumu ve kamu kuruluşlarınca üretilen verilerdir. Bu veriler “resmi”
bilgi statüsündedir. Resmi veriler coğrafyacılar için çok önemli bir kaynaktır. Genel olarak resmi veri-
lerin, devlet tarafından açıklandıkları için daha güvenilir ve doğru olduğu düşünülür. Çünkü devletler,
sahip oldukları yasal güçleri nedeniyle veri toplama hakkına sahiptirler. Veri toplamak için özel büt-
çesi, elemanları ve kurumsal yapısı vardır. Genellikle hem zamansal, hem de coğrafi olarak akademik
araştırmalara göre çok daha geniş bir örneklemi kapsarlar. Hatta çoğu zaman toplanan veri örnek-
lemden çekilen değil, evrenin kendisidir. Bu nedenle de resmi verilerin görece daha güvenilir olduğu
kabul edilir çünkü örneklem hatası içermezler.
Resmi veriler genellikle düzenli aralıklarla (haftalık, aylık, yıllık) yayımlanırlar. Genellikle herkese açık-
tır. Milli kütüphane, halk kütüphaneleri, üniversite kütüphaneleri gibi yerlerde basılı halde buluna-
bilirler. Günümüzde resmi istatistiklerin çoğu internet üzerinden erişime açıktır. Ayrıca resmi veriler
kapsam olarak çok çeşitlidir. Çünkü devlet, vatandaşlarının güçlük yaşamının birçok yönüyle ilgilenir-
ler ve bunlarla ilgili olarak da veri toplarlar, yine kamu sahip olduğu firma ve kuruluşların faaliyetlerini
izler ve bunlar hakkında çeşitli gerekçelerle (vergi toplama, lisans verme vb.) birçok farklı türde veri
tutarlar. Dolayısıyla her zaman bulunabilir/erişilebilir olması, geniş bir kapsamının olması, çok sayıda

234
konuyu içermesi, ayrıntılı olması ve güvenilir olması gibi nedenlerden dolayı, resmi veriler beşeri coğ-
rafya araştırmaları için çok kullanışlı ve yararlıdır.
Resmi verinin içeriği ve niteliği ülkeden ülkeye ciddi değişiklik gösterir. Her bir ülkenin ölçme birimi, öl-
çüm tekniği ve coğrafi ölçeği birbirinden farklılık gösterir. Bu nedenle kıyaslama yaparken çok dikkatli
olmak gerekir. Örneğin Amerika’nın bölgeleri ile AB’nin bölgeleri aynı büyüklükte değildir. Türkiye’de-
ki mahalle ölçeği ile ABD’deki sayım bölgesi (census tract) veya İngiltere’deki mahalle (ward) aynı şey
değildir, ne büyüklük (alansal ve nüfus açısından), ne yönetim şekli, ne de diğer bir takım özellikleri
aynı değildir.
Devlet tarafından toplanan resmi verilerin çok güçlü ve güvenilir olduğu yönündeki düşüncenin tam
aksini gösteren kanıtlar da mevcuttur. Tüm resmi veriler, devlet tarafından belirli amaçlar için toplanır
(Cloke vd., 2004). Buna göre resmi veriler nötr ve tarafsız değildir. Devletler toplumdaki diğer tüm
aktörler gibi belirli bir amaca ve ideolojiye sahiptir ve veriyi toplarken, değerlendirirken ve sunarken
kendi “amacını/çıkarını” veriye yansıtabilir. Çünkü tüm veriler belirli bir kültürel, politik ve ekonomik
bağlam içinde oluşturularak elde edilir ve bu bağlam ister istemez onun özelliğini ve içeriğini etkiler.
Bu çerçevede resmi devlet verilerinin bağlamdan bağımsız düşünülmemesi gerekir. Ancak bu demek
değildir ki resmi veriler güvenilir değildir ve her zaman manipüle edilir. Aksine genel kanaat resmi
verilerin diğer veri kaynaklarına göre çoğu zaman daha güvenilir ve yansız olduğu yönündedir.
Resmi istatistikler devletin performansını gösteren çıktılar olduğu için bu veriler esas olarak politik
çıktılardır. Bu çıktılar hem politikacılar tarafından maskelenir hem de devlet görevlileri tarafından
manipülasyona tabi tutulur. Çünkü resmi istatistikler, çoğu zaman bürokratik süreçlerle üretilir ve bu
süreçlere zaman zaman hükümetler müdahil olabilirler ve kendi kampanyaları için bunları kullanabi-
lirler. Gerçekten de resmi veriler esas olarak bir kamu hizmeti amacıyla toplanmazlar. Temel amacı,
devlet politikasını yönlendirmektir. Bu nedenle resmi veriler nötr ve tarafsız değildir, sosyal olarak
tepkisel temsillerdir (Cloke vd., 2004; Hoggart vd., 2002).
Resmi istatistiklerin hükümetler tarafından nasıl manipüle edildiğine dair en güzel örneklerden biri-
si, İşsizlik verileridir. Bilindiği gibi işsizlik en önemli ekonomik ve sosyal problemlerden biridir. İşsizlik
düzeyinin ölçülmesi hükümetlerin ekonomik başarısının en önemli göstergelerinden biridir. Eğer iş-
sizlik düşük olursa, bu sözkonuşu hükümetin başarılı olduğunu gösterir. Örneğin 1980’li yıllarda İn-
giltere’de işsizlik verisi üzerinde bir çok manipülasyon olmuştur. Muhafazakar hükümetin iktidarda
olduğu 1979-1997 arasında işsizlik ölçümü 30 kez değiştirilmiş, İngiliz hükümeti işsizliğin ölçümünü
giderek daraltarak, işsizliği düşük göstermiştir (Cloke vd., 2004; Hoggart vd., 2002). Mesela Türkiye’de
milli gelirin ve işsizliğin ölçümü son 10 yılda ciddi bir değişime uğramıştır. Bu nedenle resmi verilerde
zaman içinde ciddi tutarsızlıklar ve karşılaştırma problemleri ortaya çıkmıştır. Öte yandan gerek Tür-
kiye’de, gerekse başka ülkelerde nüfus sayımlarında yerel yönetimler sıklıkla nüfusu varolduğundan
daha fazla gösterme eğilimindedirler. Belediyeler, devletten daha fazla kaynak almak, güç ve prestij
sağlamak vb. nedenlerle nüfusu şişirmektedirler. Bu durum sayım verilerinde ciddi kusurlar yarat-
maktadır.
Bu nedenle iyi araştırmacılar resmi verileri ele alırken bilimsel şüpheciliği elden bırakmamalıdır. Ör-
neğin bir veri setinin niçin toplandığını, devletin/hükümetin politikaları ile ilişikli olup olmadığını,
devletin istek ve önceliklerinin veri toplama sürecindeki etkisini ve rolünün olup olmadığını dikkatle
sorgulamalıdır. Bu bağlamda, bilgi ve politika arasındaki motivasyon ile Foucault’un iktidar gücü ile
bilgi arasındaki diyalektik ilişki ve anlayışını gözden kaçırmamalıdır.

235
İkincil verinin temel özellikleri dört başlık altında toplanabilir (White, 2010):
 İkincil verilerin temel kaynağı devlettir. Bu nedenle bu veriler esas olarak olarak “resmi veriler”dir, devlet
tarafından toplanır ve yayımlanır. Kuşkusuz devletin dışında da bazı özel şirketler ve kuruluşlar tarafın-
dan ikincil veri toplanır. Ancak bunlar hem konusal bakımdan çok sınırlı, hem de coğrafi olarak çok dar
kapsamlı ve mekân-spesifiktir. Çoğu ticari amaçlı olarak üretilir, kamuya açık değildir, ya ticari gizliliği
vardır ya da ancak belli bir maliyetle elde edilebilir.
 Çoğu mevcut ikincil veri seti, oldukça güçlü bir mekânsal referans/içerik taşırlar. Özellikle devlet kurum-
ları, verileri belirli bir coğrafi sınır içerisinde, hiyerarşik bir mekânsal ölçek kullanarak toplarlar. Verile-
rin coğrafi referansları çok önemli olmakla birlikte, her veri, her mekânsal ölçekte bulunmaz. Örneğin
bazı veriler sadece ulusal düzeyde varken, bazıları sadece bölgesel düzeyde mevcuttur. Öte yandan bazı
veriler il düzeyinde varken, ilçe düzeyinde bulunmamaktadır. Birçok veri yerel ölçekte yoktur. Gerek
dünyada gerekse Türkiye’de en küçük ve ayrıntılı ölçekte bulunan veri seti genellikle nüfus sayımların-
dan elde edilen verilerdir. Örneğin Türkiye’de enflasyon verisi sadece ulusal ölçekte varken, yoksulluk
verisi sadece 12 Düzey 1 bölgesinde mevcuttur. Buna karşın, milli gelir verisi sadece 26 Düzey 2 bölgesi
ölçeğinde varken, 2002 yılından bu yana il ve ilçe düzeyinde mevcut değildir. İşsizlik verisi il düzeyinde
varken, ilçe düzeyinde yoktur. Oysa çoğu demografik özellik ile seçim/oy verisi ilçe hatta mahalle düze-
yinde bile mevcuttur. Öte yandan bazı durumlarda, ikincil verilerin en küçük coğrafi düzeyi yani lokasyo-
nu, coğrafi koordinatı ve adres bilgisi dahi bulunur. Örneğin firma düzeyinde varolan birçok veri setinin
mesela süper-hiper market mağazalarının veya yabancı sermayeli firmaların cadde/sokak düzeyinde
nokta bazında verisi bulunmaktadır.
 Genel olarak resmi verilerin, devlet tarafından yayınlandıkları için daha güvenilir ve doğru olduğu kabul
edilir. Ancak bu veriler tümüyle nötr ve tarafsız değildir. Çünkü toplanma amacı esas olarak kamu hiz-
meti değil, devlet politikasını yönlendirmektir. Bu yüzden de resmi istatistikler devletin performansını
gösteren çıktılar olduğu için esas olarak politik çıktılardır (Cloke vd., 2004; Hoggart, 2002). Bu çıktılar
hem politikacılar tarafından maskelenebilir hem de devlet görevlileri tarafından manipülasyona tabi
tutulabilir. Bu nedenle araştırmacılar resmi verileri ele alırken bilimsel şüpheciliği elden bırakmamalıdır.

İkincil verilerin çoğu doğası gereği “factual” yani mevcut durumu ortaya koyan bilgi/veri sağlar. Örneğin
insanların/firmaların sayısı, malların miktarı, değeri, oranı gibi. Tutum, davranış, beklenti, görüş ve düşünce
gibi özellikleri taşıyan ikincil veriler çok nadirdir. Ancak günümüzde giderek artan derecede bu tür davra-
nışsal ve düşünsel özellikleri içeren ikincil verilerin mevcut hale gelmeye başladığı görülmektedir. Örneğin
Dünya Değerler Araştırması (World Values Study, 2013) ve Avrupa Değerler Araştırması (European Values
Study, 2013) bu tür davranışsal özelliğe sahip ikincil verileri sunan veri tabanlarıdır.
İkincil Verilerin Avantajları
Tıpkı birincil veriler gibi ikincil verilerde birçok avantaja ve dezavantaja sahiptir (Clark, 2005; Kitchin ve Tate,
2000). İkincil verilerin en önemli avantajı, Kullanıma hazır olması ve bu yüzden birincil veriye göre zahmetsiz,
çabuk şekilde ve ucuza elde edilebilmesidir. Gerçekten de bu durum ikincil verinin en önemli üstünlüğüdür.
Bu veriler çoğu zaman araştırmacıya ve kamuoyuna ücretsiz, bedava olarak sunulur. Ulusal veya uluslararası
kurumlar tarafından yayınlanan bu istatistikler veya ikincil veriler, istatistiksel analize uygun şekilde çok çe-
şitli formatlarda sunulur ve internetten indirilebilir şekilde veri tabanlarında tutulur.
İkincil veriler, süreli ve uzunlamasına verileri değerlendirme imkânı verir, çünkü belli bir konu hakkındaki za-
man içindeki değişimi ve gelişmeleri verir. Çoğu birincil veri, bir olay veya olgunun belli bir andaki durumunu
ortaya koyan, verinin toplandığı tarihteki resmini çeken “anlık veya kesitsel” (cross-sectional) özelliğe sahip-
tir. Nitekim anket yöntemi ile yapılan çalışmalar anlık kesitsel veri sağlar. Yani veriler belli bir dönem içindeki

236
gelişmeleri değil, belirli bir dönemdeki mevcut durumu yansıtmaktadır. Dolayısıyla, birincil verilerle yapılan
analiz bir kesit çalışması niteliğindedir. Oysa bir araştırmacı 20 yıllık bir süreyi kapsayan bir veriyi toplayamaz.
İşte ikincil veriler bir olgu veya olaya ait uzun süreli periyotları içeren veriler sağlarlar. Bu yüzden ikincil ve-
riler, “süreli veya uzunlamasına” (longitudinal) araştırmalara imkân sağlayan bir özelliğe sahiptir. Örneğin
milli gelir düzeyi bakımından dünyadaki tüm ülkeleri, 1980-2012 dönemi için karşılaştıran bir çalışma ikincil
bir veri kullanmak zorundadır. Ayrıca ikincil veriler uzun sürenin yanında ayrıntılı sürelerde de veriler sağ-
lar. Çoğu istatistik yıl bazında, düzenli uzun süreli (örneğin Türkiye’nin nüfus istatistikleri 1935’den beri köy
bazında mevcuttur) veriler sunar, hatta bazı değişkenler için 6 aylık, mevsimlik (3’er aylık, sanayi üretimi,
büyüme oranları), aylık (dış ticaret verileri, yabancı sermaye girişi verisi), haftalık, günlük (döviz kuru verisi)
ve saatlik (İMKB hisseleri verisi) olarak veriler mevcuttur.
İkincil veriler ülkeler arasında ve ülkelerin bölgeleri arasında karşılaştırma imkânı verir. Özellikle ülkeleri ulus-
lararası düzeyde karşılaştırmalı olarak araştıran çalışmaların neredeyse tamamı ikincil verilere dayanmakta-
dır. AyrıcaTürkiye’nin 26 Düzey 2 bölgesi ile tüm Avrupa Birliği’nin yaklaşık 300 Düzey 2 bölgesini gelişmişlik
düzeyi veya işsizlik oranı bakımından karşılaştıran bir çalışma mutlaka ikincil veri kullanmak durumundadır.
İkincil veri, çeşitlilik ve kapsam bakımından eşsiz bir kaynaktır. Hiçbir birincil veri, konusal ve mekânsal kap-
sam bakımından ikincil veri ile yarışamaz ve onun yerine ikame edilemez. Hiçbir bireysel araştırmacı veya
araştırma grubu ikincil veri setleri ile kıyaslanabilecek büyüklük ve ölçekte veri üretemez. Çünkü çoğu zaman
sayımlar tüm ülkeyi ve tüm nüfusu kapsar, yüzlerce değişkeni içeren, birçok farklı mekânsal ölçekte veri
üretir. Gerçekten de ikincil veriler bireysel ve toplumsal yaşamın tüm alanlarına ilişkin veri toplar. Ancak ge-
nel olarak varolan istatistiklerin kapsamına bakıldığında, istatistiksel verilerin genellikle sosyal ve ekonomik
göstergeler üzerinde yoğunlaştığı dikkati çekmektedir. Özellikle ekonomik hayata ilişkin tüm faaliyetler ve
göstergelerin en uzun/eski, en kapsamlı ve en ayrıntılı istatistiksel veri setini oluşturduğu görülmektedir.
Nitekim tarım, sanayi, hizmet sektörlerine ait iş verileri, istihdam, gelir/refah, harcama, yatırım, sermaye
hareketleri, finans, dış ticaret, Ar-Ge ve yenilikçilik, ulaşım-haberleşme gibi birçok ekonomik alanda istatis-
tiksel veriler toplanmaktadır. Öte yandan sosyal göstergeler içinde de nüfus sayımlarının en eski, kapsamlı
ve ayrıntılı veri setini meydana getirdiği görülmektedir. Bunun yanında sosyal göstergeler içinde göç, konut,
eğitim, sağlık, seçim, sosyal hizmetler, sivil toplum, kültür-sanat, boş zaman, suç ve yaşam kalitesi gibi alan-
larda ikincil verileri toplandığı görülmektedir.
Son olarak, ikincil veriler genellikle kaliteli ve güvenilirdirler. Bu veriler uzun yıllardır veri toplamada uzman-
laşmış devlet kurumları tarafından, profesyonel ekiplerin kontrolünde, ön testleri yapılarak oluşturulmakta-
dır. Ayrıca ikincil veri havuzu çok geniştir, araştırmacı çok sayıda kaynaktan, çok farklı özellikte ve çeşitte veri
temin edebilir.
İkincil Verilerin Dezavantajları
İkincil verilerin birçok avantajı olmasına rağmen, aynı zamanda ciddi sınırlılıkları da bulunmaktadır (Clark,
2005; Kitchin ve Tate, 2000; White, 2010; Martin ve Pavlovskaya, 2010):
 Her şeyden önce ikincil veriler esnek değildir, yani doğrudan sizin araştırmanızın amacı için toplanma-
mıştır. İkincil veriler esas olarak belirli amaçlar için başkaları tarafından toplanmıştır. Bu nedenle bu tür
veriler üzerinde araştırmacının kontrolü yoktur ve başka gerekçelerle toplandıklarından çoğu zaman
araştırma sorularına ve hipotezlere doğrudan cevap vermeyebilirler. Bu yüzden bu verileri kendi ça-
lışma amaçları için kullanan araştırmacıların bu verilerin esas olarak başka amaçlar için toplandığının
farkında olması gerekir.
 İkincil verilere bazı durumlarda erişimi zor veya imkânsızdır, ciddi para ve zaman gerektirebilir. Gerçekten
de özellikle özel şirketler tarafından üretilen ve ticari amaçlı olarak satılan veriler oldukça pahalıdır. Ör-
neğin birçok danışmanlık ve araştırma şirketi verilerini yüksek fiyattan satmaktadır. Mesela Türkiye’de il,

237
ilçe hatta lokasyon bazında süper-hiper ve indirim marketlerin bütün özelliklerini (firma adı, kuruluş yılı,
satış alanı, çalışan sayısı, kasa sayısı, lokasyonu vb.) içeren veri sadece Nielsen araştırma şirketinde mev-
cuttur. Başka hiçbir yerden bu veriyi temin etmek mümkün değildir ancak bu veriye ulaşmak ciddi bir
para gerektirmektedir. Öte yandan bazı kurumlarda istenilen nitelikte ve kalitede veri olmasına rağmen,
gizlilik veya daha doğrusu bilgiyi esirgeme ve vermeme eğilimi nedeniyle veriye erişim söz konusu ola-
mamaktadır. Örneğin Yavan (2012) tarafından yapılan bir saha araştırmasında Diyarbakır’da firmaların
en çok KOSGEB tarafından verilen teşviklerden yararlandığı bulunmuştur. Bunun üzerine KOSGEB’den
il ve bölge düzeyinde veri talep edilmiştir, ancak alınamamıştır. Kurum istenilen verinin bulunduğunu
belirtmesine rağmen ve veri hiçbir gizlilik değeri taşımamasına rağmen, söz konusu veriyi paylaşmaktan
nedense kaçınmıştır. Bu gibi örnekleri çoğaltmak mümkündür. Öte yandan bazı durumlarda özellikle de
firma ve birey düzeyindeki veriler söz konusu olduğu zaman, analiz için hayati olmasına rağmen gizlilik
ilkesi nedeniyle varolan veri temin edilememektedir. Bu tip veriler gizlilik ilkesini çiğnememek için ancak
daha büyük bir mekânsal ölçekte toplulaştırılarak verilebilmekte, bu da veri de ciddi bir bilgi ve doğruluk
kaybına yol açmaktadır.
 Yine bazı durumlarda ikincil veriler birçok sorunu da bünyesinde barındırırlar. Örneğin birçok ülkede
nüfus sayımları 5 veya 10 yıllık aralıklarla yapılır ve bu nedenle çoğu zaman eski bilgi içerir. Yine toplanan
verilerin kalitesi değiştirilemez, çünkü bu veriler ölçme ve örnekleme hatasını içinde taşırlar. Gerçekten
de nüfus sayımları dışında çoğu veri örneklemden tahmin edilir ve bu tür veriler ister istemez örneklem
hatası ve yanlılığını bünyesinde barındırırlar.
 İkincil verilerin en önemli sorunlarından biri de, ölçüm, örnekleme ve sınıflama bakımından zaman için-
de istikrarlı bir yapı sergilememeleridir. Bu durum farklı zaman dilimlerinden toplanmış verileri kıyasla-
makta zorluk yaratmaktadır. Çünkü örneğin 1990’da toplanan bir veri seti için kullanılan ölçüm tekniği,
örnekleme kapsamı ve sınıflama biçimi 2005 yılına geldiğinde kısmen veya tamamen değiştirilebilmek-
tedir. Mesela TÜİK 1990’larda 10 ve daha fazla işçi çalıştıran tüm sanayi kuruluşlarını sayarken, 2003
yılından itibaren 20 ve üzerinde çalışanı olan firmaları tam sayıma tabi tutmakta, 20’den az olanları
örneklem yoluyla tahmin etmektedir. Bu durumda 2010 sanayi verisi ile 1990 verisi karşılaştırılabilir
değildir. Yine TÜİK daha önce ISIC (Tüm Ekonomik Faaliyetlerin Uluslararası Standart Sanayi Sınıflaması)
sınıflamasını kullanarak Türkiye’deki sanayi kuruluşlarını alt sektörlere göre sınıflayıp verileri açıklarken,
2003 sonrası NACE (Avrupa Birliğinde Ekonomik Faaliyetlerin İstatistiki Sınıflaması) sanayi sınıflamasını
kullanmaya başlamış ve verileri de bu sınıflamaya göre yayınlamaktadır. Bazı durumlarda bu sınıflama-
ları birbirine çevirmek olanaklı ise de, bu her zaman mümkün olmamaktadır. Ayrıca bazı verilerin ölç-
me kriterlerinde zaman içinde ciddi değişimler olabilmektedir. Örneğin TÜİK’in 1990’lardaki milli gelir
hesaplama yöntemi ile işsizlik oranını hesaplama tekniği, 2010 yılında aynı değildir, kapsam milli gelir
için genişletilmiş, işsizlik içinse daraltılmıştır. Bu durumda ölçülen şey sabit kalmamış, en azından tam
olarak aynı şey değildir. İkincil verinin kullanılmasında bu tip ayrıntılar çok önemlidir ve araştırmacının
bu duruma karşı uyanık olması gerekir.
 İkincil verilerde sıkça rastlanılan ve özellikle coğrafyacılar açısından önemli olan iki temel problem vardır:
Bunlardan biri ekolojik yanılgı, diğeri de değiştirilebilir alansal birim problemi’dir. Ekolojik yanılgı, daha
önce ayrıntılı bir şekilde açıklandığı üzere, büyük ölçekli analiz birimleri için toplanan veriden bireysel
düzeydeki özelliklerin çıkarılması sonucu ortaya çıkan problemdir. Örneğin Türkiye’de iller düzeyinde
elde edilen işsizlik oranları verisinden, bir bölge/ildeki örneğin Ankara’nın Çankaya ilçesinde oturan
hane halklarının işsizlik düzeyinin çıkarılması böyle bir ekolojik yanılgıya işaret eder. İkincil verileri kulla-
nan araştırmacılar dikkatli olmazsa, ekolojik yanılgıya düşme potansiyelleri oldukça yüksektir. Değiştiri-
lebilir Alansal Birim Problemi (modifiable areal unit problem) ise, mekânsal bir veriye (politik/idari ka-
rarlarla oluşan) sınırlardaki değişiminin etkisini gösteren bir problemdir (Martin ve Pavlovskaya, 2010).

238
Bu durum bir sayımdan diğerine mekânsal birimin/ölçeğin değiştirilmesinden kaynaklanmaktadır. Yani
varolan mekânsal birimlerin birleştirilmesi veya bölünmesi sonucu, ikincil verilerin zamansal kıyaslama-
sı zorlaşmakta, hatta bazen imkânsızlaşmaktadır. Bir diğer ifade ile verinin toplandığı mekânsal birimin
sınırlarının zaman içinde değişmesi sonucu, farklı zamanlarda aynı mekanı kıyaslamanın imkansız hale
gelmesidir. Örneğin 2002 yılına kadar Türkiye’de tüm mekânsal veriler il ölçeğinde toplanırken, 2002
yılında Avrupa Birliğine uyum sağlamak, özellikle de AB Bölgesel İstatistik Sistemi’ne uygun karşılaştırı-
labilir istatistiki veri tabanı oluşturulması amacıyla AB’nin İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflandırması (İBBS)
kabul edilmiş, buna göre tüm ülkede İBBS tanımlanmış ve bölgesel düzeydeki veriler bu esasa (İBBS’ye
göre sınıflandırılmıştır) dayalı olarak toplanmaya başlamıştır (Bkz Kutu 6). Nitekim TÜİK 2003 yılından
itibaren daha önce il düzeyinde açıkladığı verilerin çoğunu, sadece İBBS Düzey 2’ye göre toplamak ve
buna göre açıklamaktadır. Bu durumda daha önce mekânsal birim 81 il, iken günümüzde 26 bölgedir.
Bu durumda bazı alanlarda veriler il bazında üretilmediği için, artık 2000’li yıllardaki sosyo-ekonomik
veriler ile 1980’leri veya 1990’ları kıyaslamak neredeyse imkansızdır. Örneğin Giresun’un 1995 yılı ile
2005 yılını il bazında milli gelir veya sanayi büyüklüğünü açısından kıyaslamak mümkün değildir. Çünkü
Giresun’un 1995 yılına ait milli gelir ve sanayi büyüklüğü verisi vardır, ancak bu ilin sözkonusu iki değişke-
ni içeren 2005 yılı verisi yoktur. Daha doğru bu ilin 2005 yılına ait verisi bulunduğu Düzey 2 bölgesi olan
TR90 Doğu Karadeniz bölgesi (Trabzon, Ordu, Giresun, Rize, Artvin, Gümüşhane) içerisine içerilmiş şe-
kilde bulunmaktadır ve bu veriyi tek başına oradan çıkarıp almak mümkün değildir. Bu konuyla (sınır ve
alan değişimi) ilgili bir diğer sorun da, Türkiye’nin idari bölünüşünde 1990’lı yıllarda çok sayıda mekânsal
değişikliğin yapılmış olmasıdır. Nitekim 1988 yıllında 67 olan il sayısı, 1999 yılında 81’e ulaşmıştır. Dola-
yısıyla bu durum illerde zaman içerisinde meydana gelen gelişmeleri yansıtan istatistiksel verilerin seri
olarak elde edilmesi olanağının belirli ölçüde ortadan kalkmış bulunmaktadır.
İkincil Veri Kaynakları
Yukarıda da belirtildiği gibi, ikincil veriler, kaynak bakımından ulusal ve uluslararası olmak üzere iki gruba
ayrılır. İkincil verinin bulunabileceği çok sayıda farklı yer ve kaynak bulunmaktadır. Ancak bizim açımızdan
önemli olan coğrafi araştırmalarda yaygın şekilde kullanılan ikincil verilerin bulunduğu ulusal ve uluslararası
kaynakları ortaya koymaktır. Bu bağlamda aşağıda, coğrafi bir araştırmada kullanılan istatistiksel verilerin
uluslararası ve ulusal kaynakları sırasıyla ayrıntılı şekilde incelenmektedir:
Uluslararası İkincil Veri Kaynakları
Eğer bir coğrafyacı herhangi bir konuda ülkeler arasında karşılaştırma yapmak istiyorsa veya ele aldığı konu-
yu uluslararası ölçekte konumlamak istediğinde, uluslararası düzeyde üretilmiş ikincil veriye ihtiyaç duyar.
Böyle bir durumda araştırmacının ihtiyaç duyduğu ülkelerin verisini söz konuşu ülkelerin istatistik kurum-
larına erişerek tek tek her bir ülke için toplanması çok zor ve zaman alıcıdır. Örneğin 40 OECD ülkesindeki
işsizlik oranlarını ele alan veya bu ülkelerdeki turizm geliri ve turist sayısını kıyaslayan bir araştırma yürütmek
istendiğinde, Tablo 2’de yer alan 40 OECD ülkesine ait Ulusal İstatistik Kurumu’nun web adresinin ziyaret
edilmesi ve her bir ülkeye ilişkin söz konuşu verilerin tek tek derlenmesi gerekir. Bu çok zahmetli, zaman alıcı
ve karmaşık bir süreçtir. Zira kimi kurumların web sayfasının veya İstatistik verisinin İngilizce versiyonu bu-
lunmamaktadır. Olanlar içinde de verilerin yerini bulmak oldukça zordur, çünkü aynı konuda çok sayıda veri/
istatistik vardır ve bunlardan hangisinin doğru istenilen veri olduğunu belirlemek her zaman kolay değildir.
Bir diğer zorlukta bir ülkeden elde edilen mesela işsizlik oranı verisi ile diğer bir ülkeninkinin aynı olmama-
sı riskidir. Her ne kadar istatistiklerin ölçümü, sınıflandırılması ve hesaplanmasında uluslararası standartlar
geliştirilmiş olsa da, ölçüm, hesaplama ve sınıflama sistemi ülkeden ülkeye değişiklik gösterebilmektedir.
Bu nedenle ülkeleri birbiriyle kıyaslayan çalışmalarda, tek tek ülkelerin resmi istatistik kurumlarından veri
toplanmaz, bunun yerine uluslararası kuruluşlardan bu veriler temin edilir. Ancak eğer bir araştırmacı bir

239
veya birkaç ülke üzerinde ayrıntılı veya ülkeiçi bölgesel düzeyde bir araştırma yapacaksa, bu durumda Tablo
2’deki sözkonusu ülkeye ait Ulusal İstatistik Kurumu’nun resmi web sayfasını kullanabilir. Özellikle bir ülkenin
kentleri veya bölgeleri düzeyinde bir araştırma yürütülüyorsa, o ülkeye ait Ulusal İstatistik Kurumu’nu kul-
lanmak bir zorunluluktur, çünkü aşağıda da belirtildiği gibi EUROSTAT ve OECD dışındaki hiçbir uluslararası
kuruluşun ülke altı bölgesel düzeyde veri tutması sözkonusu değildir. Yine bir ülke düzeyinde çok ayrıntılı
değişkenler ve veriler üzerine odaklanan bir çalışmanın o ülkeye ait Ulusal İstatistik Kurumu’nun verilerini
kullanması zorunludur çünkü uluslararası kuruluşlarda fazla talep edilmeyen çok spesifik veriler genellikle
bulunmayabilir.

Tablo 2. Çeşitli ülkelerin ulusal istatistik kurumlarının web sayfaları


OECD ve BRICS* Ülkeleri Web Adresleri OECD ve BRICS Ülkeleri Web Adresleri
http://www.fedstats.gov ve http://www.cbs.gov.il/reader/?MI-
ABD İsrail
http://www.census.gov val=cw_usr_view_Folder&ID=141
Almanya http://www.destatis.de/en İsveç http://www.scb.se/eng
http://www.bfs.admin.ch/bfs/por-
Avustralya http://www.abs.gov.au İsviçre
tal/en/index.html
http://www.statistik.at/
Avusturya İtalya http://www.istat.it/english
web_en/
http://statbel.fgov.be/en/sta-
Belçika İzlanda http://www.statice.is/
tistics/figures/
http://www.ibge.gov.br/
Brezilya Japonya http://www.stat.go.jp/english
english/
http://www.czso.cz/eng/re-
Çek Cumhuriyeti Kanada http://www.statcan.gc.ca
dakce.nsf/i/home
http://www.stats.gov.cn/ http://www.statistiques.public.lu/
Çin Lüksemburg
english fr/acteurs/statec/index.html
Danimarka http://www.dst.dk/en.aspx Macaristan http://www.ksh.hu/?lang=en
Endonezya http://www.bps.go.id/eng/ Meksika http://www.inegi.gob.mx
Estonya http://www.stat.ee/en Norveç http://www.ssb.no/
http://www.stat.fi/index_
Finlandiya Polonya http://www.stat.gov.pl/english
en.html
Fransa http://www.insee.fr/en Portekiz http://www.ine.pt/en
http://www.gks.ru/wps/wcm/
Güney Afrika http://www.statssa.gov.za Rusya connect/rosstat_main/rosstat/en/
main/
http://kostat.go.kr/portal/ http://portal.statistics.sk/showdoc.
Güney Kore Slovak Cumhuriyeti
english/index.action do?docid=359
http://mospi.nic.in/Mos-
Hindistan Slovenya http://www.stat.si/eng/index.asp
pi_New/site/home.aspx
Hollanda http://www.cbs.nl/en Şili http://www.ine.cl/
İngiltere http://www.statistics.gov.uk Türkiye http://www.tuik.gov.tr/Start.do
http://www.cso.ie/en/index.
İrlanda Yeni Zelanda http://www.stats.gov.nz
html

240
http://www.statistics.gr/portal/
İspanya http://www.ine.es/en Yunanistan
page/portal/ESYE
*BRICS, dünya ekonomisinde yakın gelecekte sözsahibi olacak olan ve günümüzde de hızla büyüyen ve yükselen ekonomilere
verilen addır. Bu terim, Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’yı kapsar ve bu ülkelerin İngilizce baş harflerinden oluşur.

Yukarıda açıklanan zorlukların üstesinden gelmek için belirli uluslararası kuruluşlar ülkeler düzeyinde tutul-
muş hazır ikincil veriler sağlamaktadır. Bu uluslararası kurumların bazıları bizzat kendisi veri toplarken, bazı-
ları da çok çeşitli yollardan ve kaynaklardan verileri derlemektedir. Coğrafyanın hemen her alanı ve konusu
ile ilgili uluslararası düzeyde veriler mevcuttur. Ancak burada asıl önemli olan mesele, o kadar çok kaynak ve
veri bulunmaktadır ki, hangi verinin hangi kuruluş tarafından sağlandığını belirlemek çok güçtür. Gerçekten
de uluslararası ölçekte yüzlerce hatta binlerce değişkene ait muazzam sayıda veri mevcuttur ve bu var olan
istatistiksel verilerin yerini belirlemek iyi bir deneyim gerektirir. Bu bağlamda, coğrafyacılara kolaylık sağla-
mak için coğrafi çalışmalarda sıklıkla kullanılan ikincil uluslararası veri kaynakları Tablo 3’de verilmiştir.

Tablo 3. Uluslararası kuruluşların istatistik göstergeleri ve bunların web sayfaları


Uluslararası Kuruluşun
Sağladığı Verinin Kapsamı Web Sitesi
Kısa Adı Orijinal Adı Türkçe Adı
Statistical Office of Avrupa Birliği İstatistik Çok Çeşitli Ekonomik Ve Sosyal http://epp.eurostat.
EUROSTAT**
the European Union Ofisi Göstergeler ec.europa.eu
Organization for
http://stats.oecd.
Economic Coopera- Ekonomik İşbirliği ve OECD Ülkelerine Ait Tüm Ekonomik
OECD*** org/Index.aspx?Da-
tion and Develop- Kalkınma Örgütü Ve Sosyal Göstergeler
taSetCode#
ment
http://www.ebrd.
European Bank for Avrasya Bölgesindeki 29 Ülkeye Ait
Avrupa İmar ve Kalkın- com/pages/resear-
EBRD* Reconstruction and Ekonomik, Geçiş Ve Yapısal Değişim
ma Bankası ch/economics/data.
Development Göstergeleri
shtml
United Nations Eco- Avrupa’daki 56 Ülkeye İlişkin Eko-
Birleşmiş Milletler Avru- http://w3.unece.
UNECE* nomic Commission nomik, Cinsiyet, Göç, Ulaşım ve
pa Ekonomik Komisyonu org/pxweb/
for Europe Ormancılık İstatistikleri
http://www.eea.
European Environ- Avrupa Ülkelerindeki Çevre İle İlgili
EEA* Avrupa Çevre Ajansı europa.eu/data-
ment Agency Bir Çok Gösterge
and-maps
http://databank.
WB* World Bank Dünya Bankası Kalkınma İle İlgili Tüm Göstergeler worldbank.org/
data/home.aspx
http://info.world-
Yönetişimin Farklı Boyutları İle İlgili
WBI* World Bank Institute Dünya Bankası Enstitüsü bank.org/governan-
Göstergeler
ce/wgi/index.asp
International Mone- Tüm Makroekonomik, Finansal Ve http://www.imf.org/
IMF* Uluslararası Para Fonu
tary Fund Borçlanma İle İlgili Göstergeler external/data.htm
“Undata”, BM Ve Bağlı Kuruluşlarına
UN* United Nations Birleşmiş Milletler http://data.un.org/
İlişkin Tüm Veri Tabanlarının Sitesi

241
Uluslararası Ticaret, Ulusal Ekonomik http://unstats.
United Nations Birleşmiş Milletler İsta- un.org/unsd
UNSD* Hesaplar, Enerji, Çevre, Cinsiyet
Statistics Division tistik Bölümü
Göstergeleri
http://www.un.org/
en/development/
United Nations Po- Birleşmiş Milletler Nüfus Nüfus, Göç Ve Demografik Gösterge-
Kısa adı yok* desa/population/
pulation Division Bölümü ler İle Kentleşme Verileri
publications/data-
set/index.shtml
Unıted Nations Con- Uluslararası Yabancı Sermaye, http://unctad.org/
Birleşmiş Milletler Tica-
UNCTAD* ference on Trade Doğrudan Dış Yatırım, Uluslararası en/Pages/Statistics.
ret ve Kalkınma Örgütü
and Development Ticaret aspx
http://www.unido.
United Nations
Birleşmiş Milletler Sınai org/resources/sta-
UNIDO* Industrial Develop- Sanayi İle İlgili Tüm Göstergeler
Kalkınma Örgütü tistics/statistical-da-
ment Organization
tabases.html
http://www.wto.
World Trade Organi- org/english/res_e/
WTO* Dünya Ticaret Örgütü Dış Ticaret Göstergeleri
zation statis_e/statis_e.
htm#stats
http://www.ilo.
International Labor Uluslararası Çalışma Emek Piyasası İle İlgili Tüm Göster- org/global/statisti-
ILO*
Organization Örgütü geler cs-and-databases/
lang--en/index.htm
World Tourism Birleşmiş Milletler Dün- http://statistics.
UNWTO* Turizmle İlgili Tüm Göstergeler
Organization ya Turizm Örgütü unwto.org/
World Intellectual
Dünya Fikri Mülkiyet Patent, Faydalı Model, Marka Ve http://www.wipo.
WIPO* Property Organi-
Örgütü Endüstriyel Tasarım int/ipstats/en
zation
Food and Agricultu- Birleşmiş Milletler Gıda Beslenme, Tarım Ve Gıda, Su Kay- http://www.fao.org/
FAO*
re Organization ve Tarım Örgütü nakları, Sulama corp/statistics/en
Uluslararası İnsani Gelişme Göster-
United Nations De- Birleşmiş Milletler Kal- geleri http://hdr.undp.org/
UNDP*
velopment Program kınma Programı en/statistics/

UNICEF*
Ekonomik Ve Sosyal Göstergeler, http://www.unicef.
United Nations Children’s Fund
Bilhassa Çocuklarla İlgili İstatistikler org/statistics
Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu
United Nations
Birleşmiş Milletler http://www.uis.
Educational, Scien- Eğitim, Bilim, Teknoloji Ve Kültürler
UNESCO* Eğitim, Bilim ve Kültür unesco.org/Pages/
tific and Cultural İlgili Göstergeler
Örgütü default.aspx
Organization
World Health Orga- http://www.who.
WHO* Dünya Sağlık Örgütü Sağlık Göstergeleri
nization int/research/en/

242
http://www.itu.int/
International Tele-
Uluslararası Telekomüni- Telefon, Internet, Bilgisayar ile Bilgi en/ITU-D/Statistics/
ITU* communications
kasyon Birliği Ve İletişim Teknolojileri Göstergeleri Pages/stat/default.
Union
aspx
United Nations Fra- Birleşmiş Milletler İklim http://unfccc.
İklim Değişimini Etkileyen Altı Farklı
UNFCCC* mework Convention Değişikliği Çerçeve Söz- int/ghg_data/
Seragazı Türüne İlişkin Veriler
on Climate Change leşmesi items/3800.php
http://www.wmo.
World Meteorologi- Dünya Meteoroloji İklim Ve Klimatoloji İle İlgili Tüm
WMO* int/datastat/wmo-
cal Organization Örgütü Göstergeler
data_en.html

American Central https://www.cia.


Intelligence Amerikan Merkezi Ha- Dünyadaki Tüm Ülkeler Hakkında En gov/library/publica-
CIA*
beralma Teşkilatı Güncel Bilgiler Sunar tions/the-world-fa-
Agency ctbook/
http://www.tax-
PricewaterhouseCoo- summaries.pwc.
PricewaterhouseCo- Her Türlü Vergi (Kurumlar Vergisi,
PwC* pers Uluslararası Danış- com/uk/taxsumma-
opers Gelir Vergisi) Oranlarıyla İlgili Veriler
manlık Şirketi ries/wwts.nsf/ID/
PPAA-85RDKF
http://www.eiu.com,
http://www.euromo-
ney.com,
Economist http://www.ft.com,
Intelligence http://www.bcg.
Unit, Euromo- com,
ney, Financial
Times, McKin- http://www.mc-
Çokuluslu Şirketlerden, Dünya Kentlerinin Sıralanmasına, Uluslararası Perakende kinsey.com, http://
sey, A.T.Kear-
Zincirlerden, Ülkelerin Ekonomik Büyüme Ve Finansal Performansına Uzanan Çok www.pwc.com,
ney, Boston
Çeşitli Göstergeler, Özellikle İş Dünyasını İlgilendiren İstatistikler http://www.atke-
Consulting
Group, KPMG, arney.com, http://
Nielsen, De- www.ey.com, http://
loitte, PwC, www.nielsen.com,
Ernts&Young http://www.deloitte.
com,

http://www.kpmg.
com

*Veriler sadece ülke düzeyindedir.

**EUROSTAT, bölgesel düzeyde (Düzey 1 ama genellikle Düzey 2), metropolitan alan düzeyinde ve kent düzeyinde veriler sağlar.

***OECD, hem ülke düzeyinde, hem de ülke içindeki Düzey 2 ve 3 bölgeleri ile metropolitan bölgeler düzeyinde veri sağlamaktadır.

Uluslararası düzeyde ikincil veri sağlayan kuruluşların başında özellikle Türk coğrafyacılar için çok kullanışlı

243
olan iki kurum gelir: EUROSTAT ve OECD (Tablo 3). Her iki kuruluşta tüm dünya ülkeleri için değil, sahip oldu-
ğu statü gereği makro bölgesel birer kurum oldukları için üye ülkelerini kapsayan veri sağlarlar. EUROSTAT,
AB’ye üye olan 27 ülke + AB üyesi olmayan ülkeler ve aday ülkeler arasında hem de ulusal düzeyde, hem
bölgesel ve kentsel ölçekte çok çeşitli konularda veri sağlar. OECD ise, sahip olduğu zengin veri tabanı ile
üyesi olan 34 ülkeyi kapsayan hem ulusal, hem bölgesel ve kentsel düzeyde veri sağlar. Bu iki veri tabanı
dünyanın en zengin/gelişmiş ülkelerini kapsaması nedeniyle çok önemli bir veri çeşitliliği sağlar. Türkiye’ye
ilişkin veriler, OECD’nin üyesi olmamız, AB’ye de üyelik sürecinde olunması nedeniyle her iki veri tabanında
da bulunur. Bu nedenle Türkiye ile AB ve OECD ülkelerini karşılaştırmak için bu veri tabanı eşsiz bir zenginlik
ve ayrıntılı veri seti sunar.
EUROSTAT ve OECD’nin istatistiksel veri tabanı özellikle coğrafyacılar için çok önemli bir kaynaktır. Çünkü her
iki kuruluşta sadece ülke/ulusal düzeyde veri sağlamakla kalmıyor, bunun yanında diğer hiçbir kuruluşun
sağlamadığı ülkelerin içindeki bölgeler ve kentler düzeyinde veri sağlayarak, bir ülkenin alt bölgesi ile diğer
ülkenin alt bölgesinin kıyaslama ve değerlendirme imkanı sunmaktadır. Her iki kuruluş tüm bölgesel ölçek-
lerde yani Düzey 1, Düzey 2 ve Düzey 3 seviyesinde veri sağlamakla birlikte, esas ayrıntılı veriler bölgesel
kalkınma politikasının tasarlandığı Düzey 2 ölçeğinde tutulmaktadır. Buna göre, gerek AB gerekse, OECD
ölçeğinde, NUTSsınıflamasına (Bkz. Kutu 6) göre, Düzey 2 bölgeleri ölçeğinde çok çeşitli konularda (Bölgesel-
tarım istatistikleri,Bölgesel demografik istatistikler, Bölgesel ekonomikhesaplar, Bölgesel eğitim istatistikleri,
Bölgesel bilim ve teknolojiistatistikleri, Bölgesel yapısal iş istatistikleri, Bölgesel sağlık istatistikleri, Bölgesel
turizmistatistikleri, Bölgesel ulaşımistatistikleri, Bölgesel işgücüpiyasası istatistikleri, Bölgesel işgücü maliye
tleriistatistikleri,Bölgesel bilgi toplumuistatistikleri, Bölgesel göç istatistikleri,Bölgesel çevreveenerji istatis-
tikleri, Bölgesel yoksulluk ve sosyal dışlanmaistatistikleri) veriler elde etmek mümkündür.Öte yandan her iki
kuruluşta tüm AB ve OECD ülkelerinde yer alan ve nüfusu 250-500 bini aşan (AB için 250 bin, OECD için 500
bin) yaklaşık 300 metropolitan bölge ya da kent-bölge düzeyinde de veri sağlamaktadır. Kent/metropol böl-
ge düzeyinde dünyada çok çok sınırlı düzeyde verinin bulunduğu dikkatle alınırsa, ülkeler arasında kentsel
bölgeleri birbiriyle karşılaştırmaya olanak veren böyle bir veri tabanının ne denli önemli ve değerli olduğu
kendiliğinden ortaya çıkar. Ayrıca EUROSTAT, AB ülkelerini kapsayan tek tek kentler düzeyinde de veriler
sunmaktadır.
Makro/ulusüstü bölgesel ölçekte veri sağlayan diğer üç uluslararası kuruluş, EBRD, UNECE ve EEA’dır (Tablo
3). EBRD, Orta ve Doğu Avrupa Bölgesi ile Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya Bölgesindeki 29 ülkeye ait ekono-
mik, kurumsal ve yapısal göstergeleri içeren bir veri tabanıdır. Bu kuruluş özellikle Sovyetler Birliği’nin dağıl-
ması sonucu ortaya çıkan ve “geçiş ekonomileri” olarak tanımlanan Avrasya ülkeleri üzerinde odaklanmak-
tadır. Veri tabanı özellikle sosyalizmden demokrasiye ve komünist devletçi ekonomiden piyasa ekonomisine
geçişi temsil eden kurumsal ve yapısal değişim göstergelerini içermesi nedeniyle sözkonusu bölge üzerine
çalışan araştırmacılar için çok değerlidir. Türkiye’ye ait verilerin de bulunduğu bu veri tabanı, Türkiye’nin
yakın çevresi, komşuları ve Türki Cumhuriyetler üzerine çok ayrıntılı veri sunmaktadır. UNECE, Avrupa’daki
56 ülkeye ilişkin ekonomik ve sosyal göstergeler ile cinsiyet, göç, ulaşım, ormancılık/çevre ve binyıl kalkınma
hedeflerine ilişkin istatistikler sağlayan önemli bir veri tabanıdır. Bu veri tabanı, hem Batı Avrupa ülkelerini,
hem EBRD’nin kapsamındaki Orta, Doğu ve Güneydoğu Avrupa ülkelerini ve Orta Asya ülkelerini kapsamak-
tadır. Türkiye ile ABD ve Kanada’yı da içeren veri tabanı, Türkiye’nin yakın çevresi, AB ve Türki Cumhuriyetler
üzerine yapılan karşılaştırmalı analizler için çok önemli bir veri kaynağıdır. Öte yandan EEA’da Avrupa ülkele-
rine odaklanmakta ve bu bölgedeki çevresel birçok göstergeyi araştırmacılara sağlamaktadır.
Tablo 3’de yer alan her uluslararası kuruluş, çeşitlik “istatistik yıllıkları” yayımlarlar. Ayrıca bu yayınladıkları
istatistik göstergeleri veri tabanları yoluyla ücretsiz olarak kamuoyunun erişimine sunarlar. Nitekim UNI-
DO’nun bazı istatistikleri dışında Tablo 2’de yer alan tüm uluslararası kuruluşların verilerine web sayfaların-
daki “İstatistik veya Veri ya da Araştırma”(Statistics veya Data ya da Research) sekmesinden online erişmek
mümkündür. Uluslararası arenada ülke düzeyinde sunulan verilerin çoğu BM ve onun bağlı veya ilişkili oldu-

244
ğu uluslararası kuruluşlar tarafından sağlanan resmi nitelikte verilerdir. BM, kendine bağlı/ilişkili olduğu 19
uluslararası kuruluşun istatistiksel veri tabanlarına kullanıcıların tek bir noktadan kolaylıkla erişebilmesi için
“UNdata” adlı online bir internet sitesi kurmuştur (Bkz. Kutu 4, Tablo 3).
Kutu 4: BM “UNdata” Veri Tabanı
Aşağıdaki şekil, BM’nin “UNdata” veri tabanında yer alan uluslararası kuruluşları göstermektedir. UNdata
http://data.un.org/ adlı (UN, 2013a) bu internet sitesi aracılığıyla BM ile ilişkili tüm uluslarası kuruluşları tek
bir çatı altında toplayarak, bu kuruluşlarının sahip olduğu 34 istatistiksel veri tabanına tek bir noktadan erişi-
lebilmeyi mümkün hale getirmiştir. Bu haliyle sözkonusu veri tabanı dünyanın en büyük ikincil veri kaynağını
oluşturmaktadır.

Uluslararası kuruluşların veri tabanlarına girildiği zaman en sık karşılaşılan hususlardan biri, her bir kurulu-
şun benzer veya aynı değişkene ilişkin veriye sahip olmasıdır. Bu durumda örneğin ülke bazında nüfus veya
kişi başına düşen gelir değişkenine ilişkin veriye birçok veri tabanında rastlamak mümkündür. Dolayısıyla
birçok veri tabanındaki veriler birbiriyle çakışmaktadır. Ancak tam bu noktada araştırmacıların dikkat etmesi
gereken önemli husus vardır. Bu da, çoğu zaman her bir uluslararası kuruluşun belli bir konuda uzmanlaş-
ması ve özellikle uzmanlaştığı alanlarda ayrıntılı veri sağlamasıdır. Dolayısıyla örneğin Dünya Bankası, IMF ve
UNCTAD’ın veri tabanlarında ülkelerin ihracat ve ithalatı ile ilgili birçok veri yer alır, ancak bu kurumlar dış
ticaret konusunda uzman olmadıkları için, ihracat ve ithalatla ilgili ayrıntılı veriye sahip değildirler. Mesela bu
kurumların veri tabanında her bir ülkenin sektörel düzeyde yaptığı ihracat/ithalat değerleri yoktur. Veya bir
ülkenin hangi ülkelerden ithalat yaptığının verisi bulunmaz. Bunlar ayrıntılı verilerdir ve bu tür detaylı veri
setine ancak WTO’nun veya BM’nin “UNComtrade” veri tabanından erişilebilir. Bu tür örnekleri çoğaltmak
mümkündür.
Dolayısıyla araştırmacı uluslararası veri temin ederken, Dünya bankası gibi 1000’e yakın göstergeyi kapsayan
çok zengin ancak genel bir veri tabanının yanında, özellikle hangi konuyu çalışıyorsa o alanda veri toplayan
kuruluşun veri tabanını mutlaka ziyaret etmelidir. Buna göre, Dünya Bankası kalkınma konusunda, WBI yö-
netişim alanında, IMF makroekonomi, finans ve borçlanma alanında; UNCTAD doğrudan yabancı sermaye
yatırımları konusunda; UNIDO imalat sanayi alanında; WTO dış ticaret konusunda; ILO işgücü ve emek ko-
nusunda; UNWTO turizm sektöründe; WIPO yenilik/inovasyon ve mülkiyet hakları alanında; FAO gıda ve
tarım konusunda; UNDP insani gelişme endeksi konusunda; UNICEF çocuklarla ilgili hususlarda; UNESCO
bilim, eğitim ve kültür alanında; WHO sağlık konusunda; ITU telekomünikasyon alanında; WMO, iklimsel
ve meteorolojik alanda ve PwC vergi konusunda uzmanlaşmıştır. Bu kuruluşlar özellikle ilgi alanına giren
konularda bizzat kendileri ve ulus devletlerden talep ederek oldukça ayrıntılı, sağlıklı ve güvenilir veriler sağ-
larlar. Yine BM bünyesinde kurulan çeşitli programlar, HIV/AIDS, uyuşturucu, suç ve mülteci gibi alanlarda
ülkeler bazında veri sağlamaktadırlar. Öte yandan CIA tarafından her bir ülke için üretilen ‘world factbook’,
sürekli güncellenen ve sıkça kullanılan bir diğer veri tabanıdır. Son olarak Economist Intelligence Unit, Fi-
nancial Times, Euromoney, McKinsey, A.T.Kearney, Boston Consulting Group, KPMG, Nielsen, Deloitte, PwC
ve Ernst&Younggibi uluslararası danışmanlık ve araştırma şirketleri çok çeşitli konularda ancak özellikle iş
dünyasıyla ilgili hususlarda araştırma raporlarına dayalı istatistikler yayınlamaktadır.
Yukarıda da belirtildiği gibi Tablo 3’de yer alan EUROSTAT ve OECD dışındaki tüm uluslararası kuruluşlar, coğ-
rafi olarak ulus/ülke düzeyinde veri sağlamaktadır. Ayrıca söz konuşu veri tabanları makro bölgeler düzeyin-

245
de de (örneğin Avrupa, Afrika, Latin Amerika, Ortadoğu, Doğu 9
Asya gibi veya az gelişmiş ülkeler, geçiş ekono-
mileri, gelişmekte olan ülkeler gibi) veriler sağlamaktadır. Veri tabanlarında genellikle 1970 sonrası dönemi
içeren, özellikle de 1990 sonrasına ilişkin yıllık düzenli veriler bulunmaktadır. Ancak bazı değişkenlere ilişkin
veriler, örneğin nüfus, milli gelir ve dış ticaret gibi 1948’e kadar geri giderken, bazıları ancak 1990’ların sonra-
larından itibaren mesela yönetişim, yenilik ve çevresel göstergeler gibi tutulmaya başlanmıştır. İkincil veriler
içinde en zengin, en kapsamlı ve en çok kullanılan veri seti Dünya Bankası’na aittir (Tablo 3). Banka, 48 farklı
veri tabanını bünyesinde barından adeta dev bir veri deposudur. Ancak Dünya Bankası’nın araştırmacılar ta-
rafından en çok kullanılan, en popular ve önemli ikincil veri tabanı “World Development Indicators” (Dünya
Kalkınma Göstergeleri) adlı veri tabanıdır (World Bank, 2013). 1960’dan günümüze 53 yıllık bir dönemi ve
214 ülkeyi kapsayan, 1289 farklı değişken veya göstergeyi içeren bu veri tabanı ikincil veri dünyasının en
önemli ve kapsamlı veri tabanıdır. Yine Birleşmiş Milletlerin (UN) ana veri tabanı (United Nations Statistics
Division)ile (UN, 2013b), BM’nin bağlı kuruluşu olan UNESCO’nun UIS veri tabanı (Bkz. Tablo 3) çok kapsam-
lı ve zengin veri setine sahiptir. Örneğin UNESCO’nun UIS (UNESCO Institute for Statistics) veri tabanında
200’den fazla ülkeyi kapsayan eğitim, kültür, iletişim, bilim ve teknoloji konusunda 1000’den fazla gösterge-
yi içeren zenginlikte veri bulunmaktadır. Resmi nitelikli bu uluslararası kuruluşların yanında tamamen özel
kuruluşlar ve ticari şirketler de çeşitli konularda ikincil veriler hazırlamaktadır. Ancak bu verilerin neredeyse
tamamına yakını ticari amaçlı olup, bu tür verilere ancak belirli bir ücret karşılığı veya abonelik yoluyla eri-
şilebilmektedir. Economist Intelligence Unit, Euromoney, Neilsen, Deloitte, PwC, Ernts&Young uluslararası
ölçekte istatistiksel veri sağlayan özel kuruluşlardan bir kaçıdır. Ayrıca TÜİK’in veri tabanında 80 ülkeye ait
“Uluslararası Seçilmiş Göstergeleri” içeren bir veri setini hazırlayarak hizmete sunmuştur. TÜİK’in bu uygula-
masından yararlanarak farklı ülkelere ait seçilmiş uluslararası verilere erişilebilir.

Ulusal İkincil Veri Kaynakları


Türkiye’de mevcut olan istatistiksel veriler, verinin bulunduğu coğrafi ölçeğe/düzeye göre ikiye ayrılır:
 Ulusal/ülke ölçeğinde üretilen istatistiksel veriler ve kaynakları
 Bölgesel/yerel üretilen istatistiksel veriler ve kaynakları
Ulusal Ölçekte Üretilen İstatistiksel Veriler ve Kaynakları
Türkiye’de ikincil veri üreten tüm kurum ve kuruluşlar ulusal/ülke ölçeğinde veri sağlamaktadır (Tablo 4).
Ancak bu noktada ulusal ölçekte veri sağlayan özellikle dört kurumun vurgulanması gerekir: TÜİK, Merkez
Bankası, Hazine Müsteşarlığı ve Kalkınma Bakanlığı (Eski adıyla Devlet Planlama Teşkilatı-DPT). Ülke düze-
yinde veri üreten en önemli kurum, TÜİK’dir. TÜİK, hemen her konuda ülke düzeyinde bizzat veri üretmek-
te veya çeşitlik kuruluşlardan verileri toplayarak derlemektedir. TÜİK’in web sayfasından yer alan “Temel
İstatistikler” ve “Konularına Göre İstatistikler” bölümü üzerinden 16 farklı konuda ülke düzeyinde ikincil
verilere erişmek mümkündür. TÜİK’den sonra ulusal düzeyde veri üreten bir diğer önemli kurum, Merkez
Bankası’dır. Merkez Bankası, ekonomik hesaplar, fiyat endeksleri ve ödemeler dengesi gibi temel ekonomik
ve finansal konularda ülke düzeyinde günlük, aylık, mevsimlik ve yıllık ayrıntılı veri üretir. Hazine Müsteşar-
lığı, kamu finansmanı yani iç ve dış borçlar, KİT’ler ve özelleştirmeler, yurtdışına doğrudan yatırım, sigorta
ve özel emeklilik ile aylık temel ekonomik göstergeleri içeren Türkiye ekonomisi ile ilgili temel istatistikleri
yayınlayan ana kaynaktır. Kalkınma Bakanlığı ise, 1950-2010 arasında ülke genelindeki “ekonomik ve sosyal
göstergeler”i yıllık bazda içeren bir veri arşivine sahiptir. Yine bu kurumun aylık düzenli olarak yayımladığı
“ekonomik ve mali gelişmeler istatistikleri” ülke ekonomisinin nabzını sürekli tutan ve izleyen araştırmacılar
için çok önemli bir kaynaktır.
9 World Development Indicators, tarım, kırsal kalkınma, kalkınma yardımları, iklim değişimi, ekonomik politika, dış borç, eğitim, enerji, madencilik, çevre, finans,
cinsiyet, sağlık, altyapı, emek, sosyal koruma, yoksulluk, özel sektör, kamu sektörü, bilim ve teknoloji, sosyal gelişme ve kentsel gelişme alanlarını kapsayan konularda
verileri içermektedir.

246
Tablo 4. Türkiye’deki istatistiksel veri kaynakları ve coğrafi ölçeği
Kuruluşun Verinin Coğ-
Sağladığı Verinin Kapsamı Web Sitesi
Tam Adı Kısa Adı rafi Ölçeği
Ülke, Bölge, http://www.tuik.gov.tr/
10 Tüm Sosyal ve Ekonomik Göster-
Türkiye İstatistik Kurumu TÜİK İl, İlçe, Köy,
geler
Mahalle
BAKANLIKLAR ve BAĞLI KURUMLARI
Kamu Yatırımları, SEGE Sıralama- http://www.kalkinma.gov.tr/
Kalkınma Bakanlığı sı/Endeksi, Bölgesel Kalkınma, Kalkinma.portal,
(Eski adıyla Devlet Planla- KB/DPT Ekonomik ve Sosyal Göstergeler, Ülke, İl ve İlçe
Temel Ekonomik Ve Mali Geliş- http://www2.dpt.gov.tr/kamu-
ma Teşkilatı)
meler yat/index.html

Uluslararası Doğrudan Yabancı


Ekonomi Bakanlığı EB Yatırımlar, Teşvikler, Dış Ticaret, Bölge ve İl www.ekonomi.gov.tr
Serbest Bölgeler
Bilim, Sanayi ve Teknoloji OSB ve KSS Verileri, Sanayi ve Alt http://www.sanayi.gov.tr,
BSTB Bölge ve İl
Bakanlığı Sektörleriyle İlgili Bazı İstatistikler http://osbbs.sanayi.gov.tr/
Muhasebat Genel Mü-
dürlüğü https://portal.muhasebat.gov.
MGM Genel Bütçe İstatistikleri Ülke, İl
tr/
(Maliye Bakanlığı)

Gelir İdaresi Başkanlığı Çeşitli Vergi İstatistikleri, Gelir ve


http://www.gib.gov.tr/index.
GİB Kurumlar Vergisi, Mükellef Sayıla- İl
(Maliye Bakanlığı) php?id=271
rı, Bütçe Gelirleri
http://www.csgb.gov.tr/csg-
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Çalışma Hayatı İstatistikleri,
ÇSGB Ülke ve İl bPortal/csgb.portal?page=is-
Bakanlığı Sendikalaşma Verileri
tatistik
Sosyal Güvenlik Kapsamındaki
http://www.sgk.gov.
İşyeri Ve Sigortalıların Sayıları,
tr/wps/portal/tr/ku-
Sosyal Güvenlik Kurumu SGK Sektörleri, Kazançları, İşyeri Bü- Ülke ve İl
rumsal/istatistikler?CS-
yüklükleri, Kazaları ve Aylıkları ile
RT=15878433612590467146
İlgili Tüm İstatistikler
Okullaşma ve Eğitimle İlgili Tüm http://sgb.meb.gov.tr/www/
Milli Eğitim Bakanlığı MEB İl
Göstergeler resmi-istatistikler/icerik/64
Sağlık Araştırmaları Genel Sağlık Personeli Göstergeleri, Has-
Müdürlüğü http://www.sagem.gov.tr/de-
SAGEM tane ve Yatak Sayıları, Muayene ve Bölge
fault.aspx
(Sağlık Bakanlığı) Ameliyat İstatistikleri
Turizm İstatistikleri (Konaklama,
Tesis, Turist), Sinema, Müze, Tiyat- http://sgb.kulturturizm.gov.tr/
Kültür ve Turizm Bakanlığı KTB Ülke, Bölge, İl
ro, Kütüphane ve Sit Alanları İlgili TR,50930/istatistikler.html
Göstergeler
TÜİK’in daha önceki adı “Devlet İstatistik Enstitüsü-DİE” idi. Cumhuriyetin başında 1926 yılında “Merkezi İstatistik Dairesi” adıyla kurulan kurum, 1930 yılında “İstatistik
Umum Müdürlüğü” adını almış ve 1960’ların başına kadarda bu isim adı altında hizmet vermiştir. 1962 yılında “Devlet İstatistik Enstitüsü” (DİE) adını alan TÜİK, 2005
yılına kadar tüm verileri DİE adı altında toplamış ve yayınlamıştır (TÜİK, 2013). 2005 yılında AB’ye uyum süreci kapsamında DİE’nin adı “Türkiye İstatistik Kurumu” (TÜİK)
olarak değiştirilmiştir.

247
Üniversite Öğrenci Sayıları,
Öğrenci Seçme ve http://www.osym.gov.tr/bel-
ÖSYM Programlar ve Öğretim Elemanları İl
Yerleştirme Merkezi ge/1-128/sureli-yayinlar.html
İstatistikleri
Devlet Hava Meydanları Havalimanları, Havayolu Trafiği, http://www.dhmi.gov.tr/ista-
DHMİ İl
İşletmesi Yolcu ve Yük İstatistikleri tistik.aspx
http://www.kgm.gov.tr/Say-
Karayolları Genel Müdür- Karayolu Yol Uzunlukları, Taşıt-Yol-
KGM İl falar/KGM/SiteTr/Istatistikler/
lüğü cu ve Yük Değerleri İstatistikleri
DevletveIlYolEnvanteri.aspx
Deniz Ticareti Genel Mü- Limanlar, Deniz Ticareti, Ulaşımı https://atlantis.denizcilik.gov.
DTGM İl
dürlüğü ve Taşımacılığı İstatistikleri tr/istatistik/istatistik_filo.aspx
Türkiye Cumhuriyeti Dev- http://www.tcdd.gov.tr/home/
TCDD Demiryolu Hat Uzunlukları İl
let Demiryolları detail/?id=305#
Yüksek Seçim Kurulu Baş- Genel Seçim, Yerel Seçim ve Refe- İl, İlçe, http://www.ysk.gov.tr/ysk/
YSK
kanlığı randumla İlgili Tüm İstatistikler Mahalle, Köy index.html
KAMU KURUM VE KURULUŞLARI
Piyasa, Faiz, Kur, Para, Banka,
Menkul Kıymet, Fiyat, Dış Borç ve http://evds.tcmb.gov.tr/cbt.
Merkez Bankası TCMB Ülke
Ödemeler Dengesi, Üretim, İstih- html
dam ve Ücret İstatistikleri
Kamu Finansmanı, KİT’ler, Yurt-
dışına Doğrudan Yatırım, Sigorta
Hazine Müsteşarlığı HM Ülke www.hazine.gov.tr/
ve Aylık Ekonomik Göstergelere
İlişkin İstatistikler
Bireysel ve Sektörel Bankacılık,
Bankacılık Düzenleme ve http://ebulten.bddk.org.tr/
BDDK Kredi ve Mevduat İle İlgili Genel İl
Denetleme Kurumu haritalama/harita.aspx
Göstergeler
Paten, Faydalı Model, Marka ve http://www.tpe.gov.tr/portal/
Türk Patent Enstitüsü TPE İl
Endüstriyel Tasarım İstatistikleri default2.jsp?sayfa=640
http://www.tubitak.gov.tr/
Türkiye Bilimsel ve Tekno- Ar-Ge, Proje, Bilimsel Yayın İle İlgili
TÜBİTAK Ülke, İl tr/kurumsal/politikalar/ice-
lojik Araştırma Kurumu İstatistikler
rik-bty-istatistikleri
Küçük ve Orta Ölçekli
İşletmeleri Geliştirme ve KOBİ’ler, KOBİ Teşvik ve Destekle-
KOSGEB İl http://www.kosgeb.gov.tr/
Destekleme İdaresi Baş- riyle İlgili Göstergeler
kanlığı*

Türkiye Elektrik Dağıtım TEDAŞ


Elektrik Tüketimi Göstergeleri İl http://www.tedas.gov.tr
Anonim Şirketi*

248
ÖZEL KURULUŞLAR
http://www.tim.org.tr/tr/ihra-
İhracatın Sektörlere ve Ülkelere
Türkiye İhracatçılar Meclisi TİM İl cat-ihracat-rakamlari-tablolar.
Göre Ayrıntılı Dağılımı Verileri
html
http://www.tbb.org.tr/tr/ban-
Banka ve Şube Sayıları ile Kredi ve
Türkiye Bankalar Birliği TBB Bölge Ve İl ka-ve-sektor-bilgileri/veri-sor-
Mevduatla İlgili Tüm İstatistikler
gulama-sistemi/60
Sabit Telefon ve ADSL İnternet http://www.turktelekom.com.
Türk Telekom A.Ş* TT İl
Verileri tr/
http://www.urak.org/uluslara-
Uluslararası Rekabet Araş-
URAK Rekabetçilik Endeksi İl rasi-rekabet-arastirmalari-ku-
tırmaları Kurumu
rumu/
http://edam.org.tr/index.
Ekonomi ve Dış Politika
EDAM Rekabetçilik Endeksi İl ve Bölge php?option=com_content&-
Araştırmaları Merkezi
view=article&id=170
500 Büyük Sanayi Kuruluşu ve
İkinci 500 Büyük Sanayi Kuruluşu- http://www.iso.org.tr/tr/web/
İstanbul Sanayi Odası İSO na ilişkin Firma İl StatikSayfalar/Besyuz_Buyuk_
Gecmis_Yillar.aspx
Bilgileri
“Soysal Alışveriş Merkezi, Mağa-
zalar ve Marketler Kataloğu” adlı
Yayından http://www.soysal.com.tr/bo-
Soysal Eğitim Danışmanlık
SOYSAL İl lum/18/soysal-perakende-kata-
Şirketi* Alışveriş Merkezleri, Süper-Hiper loglari/tr
Marketler Ve Diğer Perakendeci
Mağazalarla İlgili Veriler
Sektörel Dernekler (Örneğin:Otomotiv http://www.osd.org.tr/#
Her Bir Dernek Kendi Faaliyvda-
Sanayi Derneği,Alışveriş Merkezi Yatı-
nında, Sektörel Veriler Toplamak- İl http://www.ayd.org.tr/TR/Da-
rımcıları Derneği gibi yüzlerce sektörel
tadır. taBank.aspx
dernekler olabilir)

249
YEREL KAMU KURUMLARI
Valilik ve Kaymakamlık İl veya İlçe İle İlgili Brifing Verileri İl, İlçe, Köy
Kasaba veya Şehirle İlgili Altyapı,
Mahalle,
11 Üstyapı, Atıksu Verileri, Şehir İçi
İl/İlçe/Belde Belediyesi Lokasyon/
Arazi Kullanımı, Mahalle Sınırları
Adres
ve Planlamaya İlişkin Çeşitli Veriler
Köy ve Köyaltı Yerleşmeler (Yayla,
Köy, Mahalle,
Oba, Mezra, Kom, Dam, Ağıl, vb.)
Köy veya Mahalle Muhtarlığı Lokasyon/
İle Mahallere İlişkin Çeşitli Bilgi/
Adres
Veriler
İl/İlçe Sanayi ve Ticaret Müdürlüğü Sanayi ve Ticaretle İlgili Veriler İl, İlçe
Tarım, Hayvancılık, Balıkçılık, Su
İl/İlçe Tarım Müdürlüğü İl, İlçe, Köy
Ürünleri İle İlgili Veriler
İl/İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Eğitim İlgili Veriler İl, İlçe, Köy
İl/İlçe Sağlık Müdürlüğü Sağlıkla İlgili Veriler İl, İlçe, Köy
İl/İlçe Kültür ve Turizm Müdürlüğü Kültür ve Turizm Verileri İl, İlçe, Köy
Çevresel ve Ormancılıkla İlgili
İl/İlçe Çevre ve Orman Müdürlüğü İl, İlçe, Köy
Veriler İl veya ilçedeki ilgi kurumun
Arazi Kullanımı ve Bölünüşü Ve- web sayfasına bakılabilir. Ancak
İl/İlçe Tapu ve Kadastro Müdürlüğü İl, İlçe
rileri bu kurumlardan toplanacak
İl/İlçe Sosyal Hizmetler Müdürlüğü Yoksulluk ve Yardım vb. Veriler İl, İlçe, Köy veriler esas olarak sahada
Dernek ve Sivil Toplum Kuruluşla- doğrudan kurumu ziyaret
İl/İlçe Dernekler Müdürlüğü İl, İlçe etmek yoluyla elde edilebilir.
rıyla İlgili Veriler
İl Özel İdaresi ve İl Planlama ve 12

Kamu Yatırımları İle İlgili Veriler İl, İlçe


Koordinasyon Müdürlüğü
İl, İlçe,
Sanayi ve Ticaretle İlgili Veriler, KSS
İl/İlçe Sanayi ve Ticaret Odası Lokasyon/
ve OSB Verileri
Adres
*Bu kurumların web sayfası olmasına rağmen, verileri sitede yayınlanmamaktadırlar. Sözkonusu veriler yazılı talep veya kurum
ziyareti yoluyla elde edilebilir.

Bölgesel ve Yerel Veri Kaynakları


Coğrafyacılar açısından asıl önemli olan verinin yerel/kentsel ve bölgesel ölçekte bulunmasıdır. Çünkü coğra-
fi çalışmaların büyük bir bölümü yerel ya da bölgesel ölçeğe odaklanır. Bu nedenle istatistiksel verinin bulun-
duğu mekânsal ölçek çok önemlidir. Türkiye’de coğrafi referansı olan istatistiksel veriler, 6 farklı mekânsal
ölçekte bulunur (Şekil 3). Buna göre ikincil veriler yani istatistikler, en kolay ve yaygın şekilde ülke ölçeğinde
bulunurken, en zor ve kıt şekilde köy ve mahalle ölçeğinde bulunur (Tablo 4). Mekânsal ölçek yukarıda aşa-
ğıya doğru küçüldükçe, verinin bulunabilirliği azalır. 2002 yılına kadar ‘ülke ölçeği’nden sonra en fazla veri il
ölçeğinde bulunurken, AB’ye uyumlu İBBS sistemine geçildikten sonra ülke ölçeğinden sonra en fazla veri
Düzey 2 ölçeğinde bulunmaktadır (Bkz. Kutu 6). Kuşkusuz Düzey 2’de bulunan her veri kolaylıkla ‘Düzey 1’’e
toplulaştırılabilir. Türkiye’nin bölgesel politikasının ‘Düzey 2’ ölçeğini esas alması nedeniyle günümüzde ‘il’
ölçeğinde veri bulmak giderek zorlaşmaktadır. Nitekim daha önce il ölçeğinde üretilen birçok veri artık üre-
tilmemektedir. Türkiye’de ‘ilçe’ ölçeğinde istatistiksel verinin bulunabilirliği her zaman çok sınırlı olmuştur.
11 Coğrafya ‘mekânsal ölçek’ konusu ilgili ayrıntılı bilgi için bu kitabın “Nicel Araştırma Tasarım” bölümündeki Kutu 6’ya bakınız.

250
Çünkü Türkiye’de birçok kurum il ve bölge düzeyinde örgütlendiğinden istatistiksel bilgi toplama da genelde
il düzeyinde yapılmaktadır. Bu nedenle ilçe bazında veri temininde ciddi güçlükler vardır. Bu durum klasik
genel nüfus sayımından ADNKS’ye (Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi) geçildikten sonra iyice belirginleş-
miştir, çünkü ilçe düzeyinde verilerin çoğu nüfus sayımından gelmektedir. Örneğin DPT’nin iller için yaptı-
ğı “Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması”nda (DPT, 2003), 81 ilin sosyo-ekonomik gelişmişlik
seviyesini yansıtan 100’e yakın gösterge çeşitli kurum ve kuruluşlardan temin edildikten sonra, gösterge-
lerin tutarlılığı ve güvenilirliği konusunda yapılan değerlendirmeler sonunda, il ölçeğinde 58 göstergenin
kullanılabilir nitelikte olduğu görülmüş iken, aynı araştırmanın 872 ilçe bazında yapılanın da sadece 32 adet
değişken kullanılmıştır (DPT, 2004). Bu örnek iki mekânsal ölçek arasındaki verinin bulunabilirliğini açıkça
göstermektedir (Bkz. Kutu 5).
Türkiye’de verinin bulunabileceği en küçük coğrafi ölçek/birim kentsel alanlar için mahalle, kırsal alanlar için-
se köy’dür. Bir başka ifade ile köy ve mahalle mekânsal ölçek hiyerarşisinde en alt basamakta yer alır (Şekil
3 ve 4). Köy ve mahalle düzeyindeki istatistiksel veri, 2000 yılı ve öncesinde nüfus sayımlarından elde edilir-
ken, 2007 yılından bu yana devreye sokulan ve her yıl yenilenen Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS)
yoluyla toplanmaktadır. Köy ve mahalle düzeyindeki veri TÜİK’te mevcut olmakla birlikte, bu veriye TÜİK’in
internet sitesi üzerinden erişmek mümkün değildir. Bu ölçekteki veriler ya kütüphanelerde her bir il için ayrı
ayrı yayımlanan ve nüfusun demografik, sosyal ve ekonomik niteliklerini içeren “Nüfus Sayımı” kitapların-
dan elde edilebilir, ya da TÜİK’ten dilekçe ile talep etmek suretiyle bilgisayar ortamında temin edilebilir.

Şekil 3. Türkiye’de coğrafi verinin bulunabilirliğine göre mekânsal ölçeği

12 Türkiye’de Cumhuriyetin ilanından sonraki ilk nüfus sayımı 1927 yılında, ikincisi ise 1935 yılında yapılmıştır. Nüfus sayımı,1935’den 1990 yılına kadar her 5 yılda bir
düzenli olarak yapılmıştır. Ancak nüfus sayımının1990 yılından itibaren 10 yılda bir uygulanması kararı alınmış ve son nüfus sayımı da 2000 yılında gerçekleştirilmiştir.
2007 yılından itibaren ise, klasik nüfus sayımı yerine “Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS)” denilen yepyeni bir sayım yöntemine geçilmiş ve o tarihten bu yana
nüfusla ilgili istatistikler her yılsonu itibariyle mevcut olan nüfus bilgileri şeklinde ADNKS sistemi aracılığıyla açıklanmaktadır. ADNKS’ye göre temel nüfus istatistikleri
yılda bir kez her yılsonu itibariyle mevcut olan nüfus bilgilerine göre il, ilçe, bucak, belediye, köy ve mahallelere göre yayımlanmaktadır.

251
Şekil 4. Türkiye’nin mülki/idari ve yerel/kentsel yönetim sistemi birimler ve istatistiksel verinin bulunduğu
mekânsal ölçekler

13

Türkiye’nin mülki idare sistemi köy, bucak, ilçe ve il şeklinde kademelenmiştir, buna karşın yerel/kentsel yö-
netim sistemi ise mahalle, belde belediyesi, ilçe belediyesi, il belediyesi ve büyükşehir belediyesi şeklinde
sıralanmıştır (Şekil 4A ve 4B). Buna göre köy, Türk idari yönetim sistemi içerisinde en alt mekânsal birim
olduğu içinnüfus sayımları kırsal alanda köy düzeyinde yapılırken, yerel/kentsel düzeyde mahalle ölçeğinde
yapılmaktadır. Burada altı çizilmesi gereken noktalardan biri, köy ve mahalle düzeyindeki verilerin sadece
sınırlı sayıda değişkene ait veri içermesidir. Nitekim Türkiye’deki klasik nüfus sayımlarından nüfusun de-
mografik, sosyal, ekonomik, hane halkı ve konut niteliklerine ilişkin 15-20 değişkeni içeren veri elde etmek
mümkünken, ADNKS sisteminde nüfusun ancak 5 değişkenine (yaş grubu, cinsiyeti, medeni durum, eğitim
durum ve göç) ilişkin istatistiksel veri toplanmaktadır. Bir diğer önemli nokta da, köy ve mahalle düzeyindeki
verilerinsadece nüfus sayımları yoluyla elde edilebilmesidir. Dolayısıyla Türkiye’de seçimler ve nüfus sayım-
larında ölçülen değişkenler dışında köy ve mahalle düzeyinde başka herhangi bir değişkene ilişkin veriyi elde
etmek mümkün değildir.

Kutu 5: İllerin, İlçelerin ve Bölgelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması


Eski adıyla DPT, yeni adıyla Kalkınma Bakanlığı tarafından yapılan illerin, ilçeleri ve bölgelerin Sosyo-E-
konomik Gelişmişlik Sıralaması (SEGE) araştırması Türkiye’de mekânsal ve bölgesel düzeyde varo-
lan istatistiksel verilerin kaynağını ve kapsamını gösteren çok önemli bir çalışmadır. SEGE araştırması
1970’lerden bu yana hemen her 5 yılda bir (1981, 1986, 1991, 1996, 2003, 2011) DPT tarafından dü-
zenli olarak iki farklı coğrafi ölçekte yapılmaktadır. (1) ilçeler bazında, (2) iller ve bölgeler bazında. Bu
araştırma ile illerin, ilçelerin ve bölgelerin mevcut sosyal ve ekonomik gelişmişlik durumları, kaynak
yapıları ve olası gelişme eğilimleri ortaya çıkarılmaktadır.
Devlet Planlama Teşkilatınca yayınlanan 2003 Yılı “İllerin ve Bölgelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik
Sıralaması Araştırması’nda (DPT, 2003) 2000 yılı istatistiki verileri esas alınarak, 10 farklı sosyal(de-
13 TÜİK’in istatistiklerinde, il ve ilçe merkezlerinin sınırları içinde kalan nüfus “kentsel nüfus”, alan da “kent/şehir” olarak tanımlamaktadır. İl ve ilçe merkezleri dışında
kalan, belediye teşkilatı olan yerleşim yerleri ise “belde” olarak tanımlamakta ve buna göre veriler yayımlamaktadır.

252
mografik, istihdam, eğitim, sağlık, altyapı, diğer refah) ve ekonomik(imalat, inşaat, tarım, mali) alan-
dan seçilen 58 değişken/gösterge kullanılmıştır. Ülke genelindeki 81 ilin sosyo-ekonomik gelişmişlik
seviyelerini yansıtan 58 göstergeye ait veriler başta TÜİK (Eski adıyla DİE) olmak üzere çeşitli kamu
kurum ve kuruluşlardan temin edilmiştir. Bu araştırma ile illerin, coğrafi bölgelerin ve istatistiki bölge
birimlerinin gelişmişlik sıralamaları ortaya konmuştur. Aşağıdaki Tablo A, İllerin Ve Bölgelerin Sosyo-E-
konomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırmasında kullanılan 58 değişken/göstergenin içeriğini ve verinin
temin edildiği kaynaklarını göstermektedir.

Tablo A. İllerin ve bölgelerin SEGE araştırmasında kullanılan değişkenler, kaynakları ve birimleri (DPT,
2003:42’den alınmıştır.)
YIL DEĞİŞKEN KAYNAK BİRİM
  DEMOGRAFİK GÖSTERGELER  
2000 1 Toplam Nüfus DİE*-Genel Nüfus Sayımı Kişi
2000 2 Şehirleşme Oranı DİE-Genel Nüfus Sayımı Yüzde
1990-00 3 Yıllık Ortalama Nüfus Artış Hızı DİE-Genel Nüfus Sayımı Binde
2000 4 Nüfus Yoğunluğu DİE-Genel Nüfus Sayımı Kişi/Km2
2000 5 Doğurganlık Hızı DİE-Genel Nüfus Sayımı Adet
2000 6 Ortalama Hanehalkı Büyüklüğü DİE-Genel Nüfus Sayımı Kişi
  İSTİHDAM GÖSTERGELERİ  
2000 7 Tarım İşkolunda Çalışanların Toplam İstihdama Oranı DİE-Genel Nüfus Sayımı Yüzde
2000 8 Sanayi İşkolunda Çalışanların Toplam İstihdama Oranı DİE-Genel Nüfus Sayımı Yüzde
2000 9 Ticaret İşkolunda Çalışanların Toplam İstihdama Oranı DİE-Genel Nüfus Sayımı Yüzde
2000 10 Mali Kurumlar İşkolunda Çalışanların Toplam İstihdama Oranı DİE-Genel Nüfus Sayımı Yüzde
2000 11 Ücretli Çalışanların Toplam İstihdama Oranı DİE-Genel Nüfus Sayımı Yüzde
2000 12 Ücretli Çalışan Kadınların Toplam İstihdama Oranı DİE-Genel Nüfus Sayımı Yüzde
2000 13 İşverenlerin Toplam İstihdama Oranı DİE-Genel Nüfus Sayımı Yüzde
  EĞİTİM GÖSTERGELERİ  
2000 14 Okur-Yazar Nüfus Oranı DİE-Genel Nüfus Sayımı Yüzde
2000 15 Okur-Yazar Kadın Nüfusun Toplam Kadın Nüfusa Oranı DİE-Genel Nüfus Sayımı Yüzde
2000 16 Üniversite Bitirenlerin 22+ Yaş Nüfusa Oranı DİE-Genel Nüfus Sayımı Yüzde
2000-01 17 İlkokullar Okullaşma Oranı Milli Eğitim Bakanlığı Yüzde
2000-01 18 Liseler Okullaşma Oranı Milli Eğitim Bakanlığı Yüzde
2000-01 19 Mesleki ve Teknik Liseler Okullaşma Oranı Milli Eğitim Bakanlığı Yüzde
  SAĞLIK GÖSTERGELERİ  
2000 20 Bebek Ölüm Oranı Sağlık Bakanlığı Binde
2000 21 Onbin Kişiye Düşen Hekim Sayısı Sağlık Bakanlığı Kişi
2000 22 Onbin Kişiye Düşen Diş Hekimi Sayısı Sağlık Bakanlığı Kişi
2000 23 Onbin Kişiye Düşen Eczane Sayısı Sağlık Bakanlığı Adet
2000 24 Onbin Kişiye Düşen Hastane Yatağı Sayısı Sağlık Bakanlığı Adet
  SANAYİ GÖSTERGELERİ  
2000 25 Organize Sanayi Bölgesi Parsel Sayısı Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Adet

253
2000 26 Küçük Sanayi Siteleri İşyeri Sayısı Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Adet
2000 27 İmalat Sanayii İşyeri Sayısı DİE-İmalat Sanayii İstatistikleri Adet
2000 28 İmalat Sanayii Yıllık Çalışanlar Ortalama Sayısı DİE-İmalat Sanayii İstatistikleri Kişi
Beygir
2000 29 İmalat Sanayii Kurulu Güç Kapasite Miktarı DİE-İmalat Sanayii İstatistikleri
Gücü
2000 30 Fert Başına İmalat Sanayi Elektrik Tüketimi DİE-İmalat Sanayii İstatistikleri Kws
2000 31 Fert Başına İmalat Sanayi Katma Değeri DİE-İmalat Sanayii İstatistikleri Milyon TL
  TARIM GÖSTERGELERİ  
2000 32 Kırsal Nüfus Başına Tarımsal Üretim Değeri DİE-Tarımsal Yapı ve Üretim Milyon TL
2000 33 Tarımsal Üretim Değerinin Türkiye İçindeki Payı DİE-Tarımsal Yapı ve Üretim Yüzde
  İNŞAAT GÖSTERGELERİ  
2000 34 Daire Sayısı DİE-İnşaat İstatistikleri Adet
2000 35 Borulu Su Tesisatı Bulunan Daire Oranı DİE-İnşaat İstatistikleri Yüzde
  MALİ GÖSTERGELER  
2000 36 Gayri Safi Yurt İçi Hasıla İçindeki Pay DİE-Milli Gelir Yüzde
2000 37 Fert Başına Gayri Safi Yurt İçi Hasıla DİE-Milli Gelir Milyon TL
2000 38 Banka Şube Sayısı Bankalar Birliği Adet
2000 39 Fert Başına Banka Mevduatı Bankalar Birliği Milyon TL
2000 40 Toplam Banka Mevduatı İçindeki Pay Bankalar Birliği Yüzde
2000 41 Toplam Banka Kredileri İçindeki Pay Bankalar Birliği Yüzde
2000 42 Kırsal Nüfus Başına Tarımsal Kredi Miktarı Bankalar Birliği Milyon TL
2000 43 Fert Başına Sınai, Ticari ve Turizm Kredileri Miktarı Bankalar Birliği Milyon TL
2000 44 Fert Başına Belediye Giderleri DİE Milyon TL
2000 45 Fert Başına Genel Bütçe Gelirleri Maliye Bakanlığı Milyon TL
2000 46 Fert Başına Gelir ve Kurumlar Vergisi Miktarı Maliye Bakanlığı Milyon TL
1995-00 47 Fert Başına Kamu Yatırımları Miktarı DPT Milyon TL
1995-00 48 Fert Başına Teşvik Belgeli Yatırım Tutarı Hazine Müsteşarlığı Milyon TL
1995-00 49 Fert Başına İhracat Miktarı Dış Ticaret Müsteşarlığı ABD Doları
1995-00 50 Fert Başına İthalat Miktarı Dış Ticaret Müsteşarlığı ABD Doları
  ALTYAPI GÖSTERGELERİ  
Köy Hizmetleri Genel Müdür-
2000 51 Kırsal Yerleşmelerde Asfalt Yol Oranı Yüzde
lüğü
Köy Hizmetleri Genel Müdür-
2000 52 Yeterli İçmesuyu Götürülen Nüfus Oranı Yüzde
lüğü
2000 53 Devlet ve İl Yolları Asfalt Yol Oranı Karayolları Genel Müdürlüğü Yüzde
  DİĞER REFAH GÖSTERGELERİ  
2000 54 Onbin Kişiye Düşen Özel Otomobil Sayısı DİE-Ulaştırma İstatistikleri Adet
2000 55 Onbin Kişiye Düşen Motorlu Kara Taşıtı Sayısı DİE-Ulaştırma İstatistikleri Adet
2000 56 Fert Başına Elektrik Tüketim Miktarı TEAŞ Mws
2000 57 Fert Başına Telefon Kontör Değeri Türk-Telekom AŞ Adet
2000 58 Yeşil Karta Sahip Nüfus Oranı Sağlık Bakanlığı Yüzde
*DİE, TÜİK’in eski adıdır.

254
DPT tarafından ilçe bazında yapılan en son araştırma ise, “İlçelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması
Araştırması (2004)” (DPT, 2004) adıyla2004 yılında yayımlanmıştır. 2000 yılı verilerini esas alarak yapılan bu
çalışma 81 ildeki 872 ilçeyi kapsamaktadır. 8 sosyo-ekonomik değişkenin ilçe bazında 32 farklı istatistiki gös-
terge kullanılarak ölçüldüğü bu araştırma ile ilçeler gelişmişlik endeksine göre sıralanmış ve ayrıca bulunduk-
ları il içerisinde diğer ilçelere göre sıralamaları ortaya konmuştur. Aşağıdaki Tablo B, ilçelerin sosyo-ekonomik
gelişmişlik sıralaması araştırmasında kullanılan 32 değişken/göstergenin içeriğini ve verinin temin edildiği
kaynaklarını göstermektedir.

Tablo B. İlçelerin SEGE sıralamasında kullanılan değişkenler, kaynakları ve birimleri

YILDEĞİŞKEN KAYNAKBİRİM
DEMOGRAFİK GÖSTERGELER
2000 1 ToplamNüfus DİE*-GenelNüfusSayımı Kişi
2000 2 ŞehirleşmeOranı DİE-GenelNüfusSayımı Yüzde
1990-00 3 YıllıkOrtalama NüfusArtışHızı DİE-GenelNüfusSayımı Binde
2000 4 NüfusBağımlılıkOranı DİE-GenelNüfusSayımı Yüzde
2000 5 Ortalama Hanehalkı Büyüklüğü DİE-GenelNüfusSayımı Kişi

İSTİHDAM GÖSTERGELERİ
2000 6 Sanayi İşkolunda ÇalışanlarınToplamİstihdamaOranı DİE-GenelNüfusSayımı Yüzde
2000 7 Ticaretİşkolunda ÇalışanlarınToplamİstihdamaOranı DİE-GenelNüfusSayımı Yüzde
2000 8 Ulaştırma İşkolunda Çalış.Top.İstih.Oranı DİE-GenelNüfusSayımı Yüzde
2000 9 İnşaatİşkolunda ÇalışanlarınToplamİstihdamaOranı DİE-GenelNüfusSayımı Yüzde
2000 10 MaliKurumlarİşkolundaÇalışanlarınToplam İstihdamaOranı DİE-GenelNüfusSayımı Yüzde
2000 11 ÜcretliÇalışanlarınToplamİstihdamaOranı DİE-GenelNüfusSayımı Yüzde
2000 12 ÜcretliÇalışan KadınlarınToplamİstihdamaOranı DİE-GenelNüfusSayımı Yüzde
2000 13 İşverenlerinToplamİstihdamaOranı DİE-GenelNüfusSayımı Yüzde

EĞİTİM GÖSTERGELERİ
2000 14 Okur-Yazar NüfusOranı DİE-GenelNüfusSayımı Yüzde
2000 15 Okur-Yazar Kadın NüfusOranı DİE-GenelNüfusSayımı Yüzde
2000 16 Üniversite Bitirenlerin23+ YaşNüfusa Oranı DİE-GenelNüfusSayımı Yüzde

SAĞLIK GÖSTERGELERİ
2000 17 BebekÖlümOranı DİE-GenelNüfusSayımı Binde

SANAYİ GÖSTERGELERİ
2000 18 İmalatSanayiiİşyeri Sayısı DİE-İmalatSanayiiİstatistikleri Adet
2000 19 İmalatSanayii YıllıkÇalışanlarOrtalama Sayısı DİE-İmalatSanayiiİstatistikleri Kişi
2000 20 İmalatSanayii Kurulu GüçKapasite Miktarı DİE-İmalatSanayiiİstatistikleri BeygirGücü

255
2000 21 FertBaşına İmalatSanayi ElektrikTüketimi DİE-İmalatSanayiiİstatistikleri Kws
2000 22 FertBaşına İmalatSanayi Katma Değeri DİE-İmalatSanayiiİstatistikleri MilyonTL

TARIM GÖSTERGELERİ
2000 23 TarımsalÜretimDeğerinin Türkiye İçindeki Payı DİE-Tarımsal Yapı ve Üretim Yüzde
MALİ GÖSTERGELER
2000 24 Banka Şube Sayısı Bankalar Birliği Adet
2000 25 FertBaşına Genel BütçeGelirleri Maliye Bakanlığı MilyonTL
2000 26 FertBaşına Genel BütçeGiderleri Maliye Bakanlığı MilyonTL
2000 27 Genel BütçeGelirlerininGiderlereOranı Maliye Bakanlığı Yüzde
2000 28 FertBaşına Gelir Vergisi Maliye Bakanlığı MilyonTL
2000 29 FertBaşına Kurumlar Vergisi Maliye Bakanlığı MilyonTL
2000 30 Gelir ve Kurumlar Vergisinin Türkiye İçindeki Payı Maliye Bakanlığı Yüzde

DİĞER REFAHGÖSTERGELERİ
2000 31 Hane BaşınaTelefon Abone Sayısı Türk-TelekomAŞ Adet
2000 32 Borulu Su Tesisatı Bulunan KonutOranı DİE-GenelNüfusSayımı Yüzde

Kaynak: DPT, 2004:26’dan alınmıştır.


*DİE, TÜİK’in eski adıdır.
Türkiye’de Bölgesel İstatistiklerin Kaynağı
Türkiye’de coğrafyacıların çalışmalarında sıklıkla kullandığı istatistiksel verileri yerel ve bölgesel düzeyde elde
edilebileceği beş ana kaynak bulunmaktadır (Bkz. Tablo 4). Bunlar,
• Türkiye İstatistik Kurumu,
• Bakanlıklar ve Bağlı Kurumları,
• Kamu Kurum ve Kuruluşları,
• Yerel Kamu Kurumları,
• Özel Kuruluşlar.
Bu beş kaynaktan ilk dördü devlet ait resmi veri kaynağı iken, sonuncusu özel kuruluşlar tarafından sağlanan
veri kaynağıdır. Tablo 4’de görüldüğü gibi Türkiye’de bulunan ikincil verilerin hemen hemen tamamına yakını
devlet kurum ve kuruluşları tarafından üretilmektedir. Özel kuruluşlar tarafından sağlanan ikincil veriler son
yıllarda ortaya çıkan çok yeni bir olgu olup, sadece çok sınırlı sayıda ve belli konularda endeks ve sıralama
şeklinde bulunmaktadır.
Türkiye İstatistik Kurumu-TÜİK:Türkiye’de mekânsal ve bölgesel düzeyde istatistiksel veri sağlayan kurum
ve kuruluşların listesi Tablo 4’de yer almaktadır. Buna göre, TÜİK, tıpkı ulusal düzeyde olduğu gibi mekânsal
ve bölgesel ölçekte de ikincil veri üreten en önemli kurumdur. TÜİK, bölgesel düzeyde iki farklı yöntemle veri
üretmektedir. Bunlardan birincisi, anket yöntemini kullanarak sahadan bizzat kendisi veri toplayarak üret-
mektedir. İkincisi de, çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarından verileri derleyerek üretmektedir. Örneğin TÜİK,
nüfus, göç, istihdam ve sanayi ile ilgili göstergeleri anket yoluyla kişilerden ve firmalardan elde ederken,
eğitim, sağlık, kültür ve seçimle ilgili, konulardaki verileri kamu kurumlarından toplamaktadır.
TÜİK, 23 farklı konuda, yüzü aşkın değişken bazında, mekânsal ve bölgesel istatistiki göstergelere ilişkin veri

256
sağlamaktadır (Tablo 5). Araştırmacıların, TÜİK’in web sayfasında yer alan “Bölgesel İstatistikler” veri tabanı
aracılığıyla söz konusu verilere erişmesi mümkündür. Bu veri tabanında araştırmacılar farklı değişken ve
göstergeleri dönemler ve coğrafi düzeyler bazında sorgulayabilmekte ve bunları 3-4 farklı formatta tablo
haline getirebilmektedir.
TÜİK, mekânsal/bölgesel verilerini İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflandırmasına göre Türkiye (Ulusal Ölçek),
bölge (12 Düzey 1 bölgesi), alt bölge (26 Düzey 2 bölgesi), il (81 il, Düzey 3 bölgesi) ve ilçeler (919 ilçe)
düzeyinde kamuoyuna sunmaktadır. TÜİK bölgesel istatistikler veri tabanı 1995 yılından günümüze kadar
olan dönemin verilerini kapsamaktadır. Dolayısıyla eğer bölgesel düzeyde daha eski döneme ait veriler elde
edilmek istendiğinde, araştırmacıların kütüphanelerdeki DİE istatistiklere başvurması gerekir. Tablo 5’de de
görüldüğü gibi, her konuda bütün mekânsal ölçeklerde veri bulunmamaktadır. Birçok konuda Düzey 1, Dü-
zey 2 ve Düzey 3 ölçeğinde veri varken, bazılarında sadece Düzey 1 veya Düzey 2 ölçeğinde veri vardır. Yine
Tablo 5’de görüldüğü gibi nüfus, göç ve seçim konuları dışında ilçe, köy ve mahalle düzeyinde veri söz konusu
değildir.
Ayrıca TÜİK, coğrafyacılar için çok önemli ve kullanışlı olan iki ayrı mekânsal ölçekte de istatistiksel seriye
sahiptir. Bunlardan biri, TÜİK’in son yıllarda yayımladığı “Bölgesel Göstergeler” adlı yayın serisi iken, diğeri
“Seçilmiş Göstergelerle Türkiye” adlı İl yayınları serisidir. Bölgesel Göstergeler serisi 26 Düzey 2 bölgesi ba-
zında veriler içerirken, Seçilmiş Göstergelerle Türkiye adlı yayın serisi 81 Düzey 3 bölgesi bazında sosyal ve
ekonomik yapıyı yansıtan belirli değişkenler ve göstergeler ile tablolar, grafikler ve bunlara ilişkin kısa yorum-
lardan oluşmaktadır.

Kutu 6: İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflandırması (İBBS)


NUTS (Nomenclature of Territorial Units for Statistics) olarak da bilinen “İstatistiki Bölge Birimleri
Sınıflandırması” (İBBS), AB’ye üye (27 ülke) ve aday olan ülkeler (Türkiye, Makedonya, Sırbistan, İzlan-
da ve Karadağ) ile AB üyesi olmayan ancak Avrupa’da yer alan EFTA ülkelerin (İzlanda, Lihtenştayn,
Norveçveİsviçre) kullanılmaktadır (EU, 2013). AB ülkelerinde bölgesel istatistiklerin toplanması, ge-
liştirilmesi, bölgelerin sosyo-ekonomik analizlerinin yapılması, bölgesel politikaların çerçevesinin be-
lirlenmesi ve Avrupa Birliği Bölgesel İstatistik Sistemi’ne uygun karşılaştırılabilir istatistiki veri tabanı
oluşturulması amacıyla İBBS sistemini kullanmaktadır.
Türkiye, 2002 yılında Avrupa Birliğine uyum sağlamak, özellikle de AB Bölgesel İstatistik Sistemi’ne
uygun karşılaştırılabilir istatistiki veriler oluşturmak amacıyla AB’nin İstatistiki Bölge Birimleri Sınıf-
landırmasını (İBBS) kabul ederek, tüm ülke çapında İBBS tanımlamıştır. İBBS sınıflaması 2002 yılında
Bakanlar Kurulu Kararı ile resmen uygulanmaya başlanmış (Resmi Gazete, 2002) ve bundan sonra
bölgesel düzeydeki veriler İBBS’ye dayalı olarak toplanmaya ve açıklanmaya başlanmıştır.
İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflandırması (İBBS) 3 düzeyden oluşmaktadır. Buna göre, ilk aşamada idari
yapıya uygun olarak iller, “Düzey 3 bölgesi” olarak tanımlanmıştır. Daha sonra ekonomik, sosyal ve
coğrafî yönden benzerlik gösteren komşu iller nüfus büyüklükleri ve bölgesel kalkınma durumları
dikkate alınarak gruplanmış ve böylece “Düzey 2 bölgesi” oluşturulmuştur. Yine aynı kriterler dikkate
alınarak Düzey 2 bölgelerinin gruplandırılması sonucu “Düzey 1 bölgesi” meydana getirilmiştir. So-
nuç olarak, İBBS’ye göre Türkiye, 12 Düzey 1 bölgesi, 26 Düzey 2 bölgesi ve 81 Düzey 3 bölgesinden
oluşmaktadır. Aşağıdaki Tablo İBBS’ye göre hiyerarşik olarak oluşturulmuş olan Türkiye’nin bölgelerini
göstermektedir.
Türkiye’de kullanılan istatistiki bölge birimleri sınıflaması
Kaynak: Resmi Gazete, 2002

257
İstatistiki bölge sınıflamasında yer alan her bir bölge, düzeyine göre 3, 4 ve 5 basamaklı olan bölge kodları
ile tanımlanmıştır. Yukarıdaki Tabloda, düzeylerine göre İBBS bölgeleri ve bölgelerin kodları verilmiştir. Buna
göre, İlk 2 basamak Türkiye’yi simgeleyen “TR” harflerinden oluşmaktadır. 3. basamak (1’den 9’a kadar ra-
kamlardan örneğin TR1 ve TR9 gibi ve A’dan C’ye kadar olan harflerden TRA, TRB  ve TRC şeklinde) 12 Düzey
1 bölgesini simgelemektedir. 4. basamak (her Düzey 1 bölgesi değiştiğinde 0 veya 1’den başlayarak artan ra-
kamlardan oluşur, örneğin TR10, TR72 ve TRC1 gibi) 26 Düzey 2 bölge birimini simgelemektedir. 5. Basamak
ise, Düzey 3 bölgelerini yani illeri simgelemektedir. Örneğin TR211 Tekirdağ, TR902 Ordu ve TRB23 Bitlis gibi.
Bakanlıklar ve Bağlı Kurumları:TÜİK’den sonra mekânsal ölçekte istatistiksel veri sağlayan diğer resmi ku-
rumlar Bakanlıklar ve onlara bağlı ilgili kurumlardır. Tablo 4, hangi bakanlığın hangi konuda, hangi ölçekte
veri sağladığını ve bu veriye nasıl erişim sağlanabileceğini açıkça göstermektedir. Burada vurgulanması ge-
reken noktalardan biri, çoğu bakanlık ve bağlı kurumun iyi çalışan, düzgün tutulmuş ve internetten erişimi
mümkün olan bir veri tabanının halen bulunmamasıdır. Bu nedenle söz konuşu bakanlık ve bağlı kurumların
ürettiği verilerin bazılarına kurumların internet sitelerinden erişim mümkünken, bazılarına ancak yazılı talep
üzerine veya bizzat kurumu ziyaret yoluyla erişimin mümkün olduğudur. Bir diğer önemli noktada, bakanlık-
larda bulunan verilerin bazılarının hâlihazırda TÜİK bölgesel istatistik veri tabanında bulunmasıdır. Örneğin
ÖSYM, YSK ve KGM’nin tuttuğu verilere hem TÜİK veri tabanından, hem de kurumların kendi web sayfala-
rından erişim mümkün iken, Kalkınma, Ekonomi ve Maliye Bakanlıklarının tuttuğu veriler TÜİK tarafından
toplanmamakta olup, bu verilere ancak kurumların kendi web siteleri üzerinden erişim mümkündür. Son
bir husus da, TÜİK’in verileri daha çok Düzey 2 bölgeleri bazında mevcutken, bakanlıkların sağladığı verilerin
hemen hemen tamamı Düzey 3 bölgesi yani il düzeyindedir. Bu durum küçük coğrafi birimlerde çalışmayı
daha fazla tercih eden coğrafyacılar açısından oldukça önemlidir.

Tablo 5. TÜİK’in veri tabanında bulunan mekânsal ve bölgesel istatistiklerin konularına göre dağılımı
Mekânsal/Bölgesel- Bölgesel İstatistik Verinin Verinin BulunduğuMekân-
İstatistikin Adı
Konular İçeriği sal Ölçek
İl, İlçe, Belediye Ve Köy Sayısı Ve  Genel Nüfus Sayımı, ADNKS
İdari Birimler Düzey 1, Düzey 2 Ve Düzey 3
Bunların Alansal Büyüklükleri Sonuçları
Yerleşim Yeri Nüfusları, Yaş, Cinsi-
Düzey 1, Düzey 2, Düzey 3, ADNKS Sonuçları, Genel Nü-
Nüfus Ve Göç yet, Eğitim, Medeni Durum ve Göç
İlçe, Köy*, Mahalle* fus Sayımları, Göç İstatistikleri
İstatistikleri
Doğum, Ölüm, Evlenme, Boşanma
Demografi Düzey 1, Düzey 2 Ve Düzey 3 Hayati İstatistikler
Ve İntihar İstatistikleri
Bina Sayısı, Konut Satış İstatistikleri, İnşaat İstatistikleri, Yapı İzin
Bina Düzey 1, Düzey 2 Ve Düzey 3
Yapı İzinleri İstatistikleri
Örgün Eğitim - Eğitim Göstergeleri,
Eğitim Üniversitelerde Öğrenci Ve Düzey 1, Düzey 2 Ve Düzey 3 Eğitim İstatistikleri
Öğretim Elemanları İstatistikleri
Kütüphane, Sinema Ve Tiyatro
Kültür Düzey 1, Düzey 2 Ve Düzey 3 Kültür İstatistikleri
İstatistikleri
Konaklama İstatistikleri, Giriş-Çıkış
Turizm Düzey 1, Düzey 2 Ve Düzey 3 Turizm İstatistikleri
Yapan Turist Sayıları
Sağlık Personeli Ve Hastane Yatak
Sağlık Düzey 1, Düzey 2 Ve Düzey 3  Sağlık İstatistikleri
Sayısı

258
Cezaevlerindeki Suçlu Ve Hükümlü-
Adalet Düzey 1, Düzey 2 Ve Düzey 3 Adalet İstatistikleri
lerin Sayısı, Suç Türleri
Belediye İçme Ve Kullanma
Çevre Suyu, Kanalizasyon Ve Atık Düzey 1, Düzey 2 Ve Düzey 3 Çevre İstatistikleri
İstatistikleri
Milletvekili Seçim İstatistik-
Milletvekili Sayıları, Parti Oy Oran-
Düzey 1, Düzey 2 Ve Düzey leri, Mahalli İdareler Seçim
Seçimler ları, Seçime Katılım Sayısı, Seçme
3, İlçe*, Köy*, Mahalle* İstatistikleri Ve Halk Oylaması
Sayısı
İstatistikleri
Bitkisel Üretim, Hayvancılık, Su
Tarım Ürünleri, Tarımsal Alet Ve Makine Düzey 1, Düzey 2 Ve Düzey 3 Tarım İstatistikleri
İstatistikleri
Elektrik Üretim Ve Tüketim İstatis-
Enerji Düzey 1, Düzey 2 Ve Düzey 3 Enerji İstatistikleri
tikleri
İşsizlik Oranı, Ekonomik Faaliyetler İşgücü İstatistikleri,
İşgücü Göre İşgücü Ve İstihdam Sayısı, Düzey 1, Düzey 2 Ve Düzey 3 İşgücü Maliyeti Ve Kazanç
İşgücü Maliyeti İstatistikleri
Sektörel Bazda Firma Ve Çalışan
Sayısı, Üretim, Ciro Ve Katma Yıllık Sanayi Ve Hizmet İsta-
Sanayi Düzey 1, Düzey 2 Ve Düzey 3
Değer. Açılan Ve Kapanan İşyerleri tistikleri
İstatistikleri
Sektörel Bazda Tüm Ticaret Ve
Yıllık Sanayi Ve Hizmet İsta-
Hizmet Sektörü İstatistikleri İle Ban-
Hizmet Düzey 1, Düzey 2 tistikleri, Mali Aracı Kuruluş
kacılık, Sigorta Ve Finans Kuruluşları
İstatistikleri
İstatistikleri
Yol Uzunlukları, Havayolu İstatistik-
Ulaştırma leri, Karayolu Trafik Kaza Ve Motor- Düzey 1, Düzey 2 Ve Düzey 3 Ulaştırma İstatistikleri
lu Kara Taşıtları İstatistikleri
İhracat, İthalat, Sektörlere Göre Dış
Dış Ticaret Düzey 1, Düzey 2 Ve Düzey 3 Dış Ticaret İstatistikleri
Ticaret Göstergeleri
Tüketici Fiyatları Endeksi
Enflasyon Ve Fiyat Tüketici Ve Üretici Fiyatları Endeksi Düzey 2 (Tüfe), Üretici Fiyatları Endeksi
(ÜFE)
Bölgesel Gayrisafi Katma Değer
Ulusal Hesaplar (GSKD), Kişi Başına Bölgesel GSKD, Düzey 2 Bölgesel Hesaplar
Sektörlere Göre Bölgesel GSKD
Hane Halkı Bütçe Harcamaları, Tüketim Harcamaları İstatis-
Tüketim Harcamaları Düzey 2
Kalemlere Gore Harcama Oranları tikleri
Yoksul Sayısı, Yoksulluk Sınırı Ve Toplumsal Yapı Ve Cinsiyet
Gelir Ve Yaşam Koşulları Düzey 1
Oranı İstatistikleri
Ar-Ge Harcaması Ve Ar-Ge İnsan  Araştırma Geliştirme Faali-
Araştırma Ve Geliştirme Düzey 1
Gücü yetleri Araştırması
* Köy ve mahalle düzeyindeki verilere internet üzerindeki veri tabanından erişmek mümkün değildir. Ancak yazılı talep sonucu
e-posta veya posta ile veriler kurumdan temin edilebilir.

259
Kamu Kurum ve Kuruluşları:Bu kamu kurum ve kuruluşları da tıpkı bakanlıklar gibi resmi nitelikli istatistiksel
veriler üretirler. Bu kurumlar devlete ait olmakla birlikte, görece daha özerk bir yapıya sahip olduklarından
ve belli konularda uzun süredir uzmanlaşmış olduklarından çoğunun bünyesinde iyi tutulmuş veriler ve düz-
gün işleyen veri tabanları bulunmaktadır. Bu nedenle bu kurumların verilerinin çoğuna internet üzerinden
erişmek mümkündür. Ancak örneğin BDDK ve TPE’nin verilerini online elde etmek mümkünken, KOSGEB ve
TÜBİTAK’ın verileri web üzerinden yayınlanmamaktadır, bizzat kurumlardan temin edilmesi gerekir.
Özel Kuruluşlar:Türkiye’de istatistiksel verilerin çok azı özel kuruluşlar tarafından üretilmektedir. Hatta veri
üretilenlerden TİM, TBB ve Türk Telekom gibi kurumların ne derece özel kuruluş olduğu sorgulanabilir. Çün-
kü bu kurumlar aynı zamanda yarı-kamusal nitelikli yapılardır. Gerçekten özel kuruluş olarak istatistiksel veri
üreten kuruluşlarda, ancak son yıllarda, o da sadece belli konularda veri yayınlamaya başlamışlardır. Bun-
ların hiçbirinin klasik anlamda bir veri tabanı söz konusu değildir. Verilerini raporlar şeklinde yayımlarlar
ve araştırmacı istatistiki veriyi ancak bu raporlardan çekerek elde edebilir. Örneğin EDAM, URAK böyledir.
Sektörel dernekler de aynı şekilde çalışırlar.
Yerel Kamu Kurumları:Çoğu coğrafi araştırma yerel düzeyde gerçekleşir. Yerel düzey, bazen bir ilin tamamı
olurken, bazen bir ilin ilçesi veya bir kaç ilçeyi kesen bir havza olmakta, hatta bazı durumlarda bir ve birkaç
köy/mahalle ve köye bağlı yayla/mezra yerel düzeyi oluşturmaktadır. Özellikle Türkiye’de halen yerel ölçeğe
fazlasıyla odaklanan bir araştırma pratiği bulunmaktadır. Bu nedenle yerel düzeyde istatistiksel veri temini
coğrafyacılar için çok önemlidir. Bu bağlamda, Tablo 4, Türkiye’de yerel düzeyde istatistiksel verilerin elde
edilebileceği kamu kurumlarını göstermektedir. Yerel düzeyde veri toplarken dikkat edilmesi gereken bir-
kaç husus vardır. Bu noktada vurgulanması gereken hususlardan biri, yerel düzeydeki kamu kurumlarının
web sayfası olmasına rağmen, hemen hiçbirinden online veri temininin mümkün olmamasıdır. Bu nedenle
araştırmacının bizzat söz konusu kurumları ziyaret ederek veri temini yoluna gitmeleri gerekir. Ayrıca bu ku-
rumların çoğunun sahip oldukları veriler, düzenli ve iyi tutulmuş değildir. Çoğu zaman varolan veriler tasnif
edilmemiş, ham haldedir. Tasnif edilmiş olanlarda standartlara uygun şekilde sınıflanmadığından ulusal ve
uluslararası verilerle karşılaştırılabilir değildir.Ayrıca bu kurumlarda tutulan verilerin güvenirliliği hususunda
da araştırmacının dikkatli olması gerekir. Zira yerel düzeyde tutulan verilerin yanlılığı ve manipülasyona uğ-
raması sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Son bir hususta genellikle yerelde kamu kurumlarının geriye yönelik
iyi bir veri arşivi ve deposunun olmadığı görülür, bu nedenle tarihsel boyutu olan araştırmalarda istatistiki
veri temini oldukça güçtür. Ancak birçok durumda yerel ölçekte bulunduğu yöre ile ilgilenen “yerel araştır-
macılar” vardır ve bu kişiler genellikle kamu kurumlarında ve yerel kütüphanelerde olmayan veri arşivine sa-
hiptirler. Yerel düzeyde araştırma yapan coğrafyacıların bu kaynağı da aklında tutmaları faydalı olabilir. Tüm
bu sıkıntılarına rağmen, yerel kurumlar bazı durumlarda köy veya mahalle düzeyinde hatta lokasyon/adres
ölçeğinde veriler sağlayabilirler. Ayrıca merkezi devlet kurumlarından sağlanan veriler çoğu zaman makro ve
mezo düzeyde toplulaştırılmış veriler olurken, yerel düzeydeki veriler kimi zaman mikro ölçekte yani firma
veya bireysel düzeyde bile temin edilebilmektedir.
Sonuç
Nicel araştırmada veri toplama çok önemli bir aşamadır ve titizlikle yapılması gerekir. Bu nedenle nicel bir
araştırmacı, çalışmasını tasarladıktan sonra araştırma sorularını cevaplamak ve/veya hipotezlerini sınamak
için veri toplamaya başlar. Ancak veri toplamadan önce araştırmacının ne tür bir veri setine ihtiyaç duyaca-
ğına karar vermesi gerekir. Bu aşamada nicel araştırmacıların karşısında iki seçenek vardır: (1) Anket yoluyla
birincil veri elde etmek veya (2) ikincil veriye başvurmak yani mevcut istatistikleri kullanmak. Eğer ihtiyaç du-
yulan veriler çeşitli kişi veya kurumlar tarafından önceden toplamış ve halihazırda mevcut ve erişilebilir ise
bu durumda araştırmacının sahadan yeniden veri toplamasına yani anket yapmasına gerek yoktur. Araştır-
macı ikincil verileri yani mevcut istatistikleri kullanarak araştırma sorusunu yanıtlayabilir veya hipotezlerini
test edebilir. Ancak eğer ikincil veriler mevcut değilse veya ileri sürülen araştırma sorusunun/hipotezin içe-

260
riği ikincil verilerle yanıtlanamayacak/sınanamayacak şekilde ise bu durumda nicel araştırmacının sahadan
bizzat kendi verisini toplaması yani anket yapması zorunlu olur. Kuşkusuz anket en yaygın ve en önemli birin-
cil veri toplama aracı olsa da, tek araç değildir. Birincil veriler anket dışında görüşme, gözlem vb. tekniklerle
de toplanır ancak bunlar nicel araştırmanın doğasına uygun sayısal veri üretmeye uygun olmadıkları için
nicel değil, nitel birincil veri kaynağı olarak addedilir. Nicel araştırmacılar veri toplamada ister anket, isterse
mevcut istatistikleri kullansın, her iki yönteminde avantaj ve dezavantajları bulunmaktadır. Bu bakımdan
araştırmacılar veri toplarken hangi aracı seçeceğine, araştırmanın doğasından kaynaklanan şartların yanı-
sıra, sözkonusu tekniklerin özelliklerini ve güçlü ve güçsüz yanlarını dikkate alarak karar vermeleri gerekir.
Coğrafi çalışmalarda hem birincil, hem de ikincil veri kullanımı çok yaygındır. Bu nedenle birincil ve ikincil veri
arasında ayrım veya seçim yapmak doğru değildir. Çünkü coğrafyacılar çoğu zaman çalışmalarında her iki tür
veri kaynağını da birbirini tamamlayıcı şekilde kullanırlar. Coğrafi çalışmalarda anket birincil veri kaynağı iken,
mevcut istatistikler ikincil veri kaynağıdır. Bu nedenle gerek anket gerekse mevcut istatistikler nicel coğrafi
araştırmaların temel veri kaynağı durumundadır. Gerçekten de anket, coğrafyada en yaygın şekilde ve en
çok kullanılan veri toplama aracı olup, coğrafi araştırmanın adeta ayrılmaz bir parçasıdır. Türkiye’de de anket
coğrafyacıların çok sıklıkla kullandığı bir tekniktir ancak bu kullanım biçimi öyle bir hal ve içerik almıştır ki,
birçok coğrafyacı “araştırma yapmayı” âdete “anket yapmaya” indirgemiştir. Böyle bir durumda araştırmacı
daha aklında herhangi bir araştırma sorusu/problemi/hipotezi olmadan önce, ‘anket yapacağım’ diyerek,
araştırma yapmak istediğini ortaya koymakta ve böylece “anket yapma” hedefi, gerçek “araştırma yapma”
hedefinden önce gelmektedir. Coğrafyacıların bu sağlıksız ve patolojik durumdan vazgeçmeleri ve araştırma
faaliyetini problem odaklı, bilimsel ve toplumsal gereksinimlerin bir uzantısı olacak şekilde yapmaları gere-
kir. Ayrıca anket yoluyla sağlıklı bir verinin toplanması ancak anketin amacının iyi belirlenmesi, tasarımının
çok iyi kurgulanması ve düzgün bir şekilde uygulanması ile mümkündür. Bu nedenle araştırmacıların anketi
hazırlarken soruların tipine, formatına ve ölçüm düzeyine özellikle önem vermeleri gerekir. Aksi takdirde an-
ketten istenilen ‘kalitede’ veri elde edilmesi ve bununla da ileri düzey bir istatistiksel analiz yapılması müm-
kün olmaz.
Sayısal ikincil veriler yani varolan mevcut istatistikler, coğrafi araştırmalarda kullanılan en önemli veri kay-
nağıdır. Coğrafyada özellikle de beşeri coğrafyanın tüm alanlarında ikincil veri olarak mevcut istatistikler
kullanılır. İkincil veri yani istatistikler, çeşitlilik ve kapsam bakımından eşsiz bir kaynaktır. Hiçbir birincil veri,
konusal, zamansal ve mekânsal kapsam bakımından ikincil veri ile yarışamaz ve onun yerine ikame edi-
lemez. Hiçbir bireysel araştırmacı veya araştırma grubu ikincil veri setleri ile kıyaslanabilecek büyüklük ve
ölçekte veri üretemez. Bu nedenle ikincil veriler coğrafyacılar için eşsiz nitelikte, yüzlerce değişkeni içeren,
birçok farklı mekânsal ölçekte veri sağlar. İkincil verilerin temel kaynağı devlettir. Bu nedenle bu veriler esas
olarak olarak “resmi veriler”dir, devlet tarafından toplanır ve yayımlanır. Genel olarak resmi veriler, devlet
tarafından yayınlandıkları için daha güvenilir ve doğru olarak kabul edilse de, bu verilerin tümüyle nötr ve
tarafsız olduğu söylenemez. Bu tür veriler zaman zaman politikacılar veya devlet görevlileri tarafından ma-
nipülasyona tabi tutulabilir. Bu nedenle araştırmacılar resmi verileri ele alırken bilimsel şüpheciliği elden
bırakmamalıdır.
Coğrafyacılar açısından asıl önemli ikincil verilerin yani mevcut istatistiklerin nerelerde bulunduğu ve bun-
ların mekânsal ölçeğinin ne olduğu meselesidir.Eğer bir coğrafyacı herhangi bir konuda ülkeler arasında bir
karşılaştırma yapmak istiyorsa, uluslararası düzeyde üretilmiş ikincil veriye ihtiyaç duyar. Ancak eğer bir coğ-
rafyacı bir ülke içindeki yerler ve bölgeler hakkında bir araştırma yapacaksa, bu durumda yerel/kentsel ve
bölgesel düzeydeüretilmiş istatistiksel veriye ihtiyaç duyar. Coğrafyanın hemen her alanı ve konusu ile ilgili
gerek uluslararası düzeyde, gerekse ulusal, bölgesel ve yerel düzeyde istatistiksel veriler mevcuttur. Ancak
burada asıl önemli olan mesele, o kadar çok kaynak ve veri bulunmaktadır ki, hangi verinin hangi kuruluş
tarafından sağlandığını belirlemek çok güçtür. Gerçekten de hem uluslararası, hem de ulusal ve bölgesel

261
ölçekte yüzlerce değişkene ait muazzam sayıda veri mevcuttur ve bu varolan istatistiksel verilerin yerini
belirlemek çok iyi bir deneyim gerektirir. Bu bağlamda, bu kitap bölümü gerek dünyada gerekse Türkiye’de
coğrafyacıların çalışmalarında sıklıkla kullandıkları tüm istatistiksel verilerin kaynağını, kapsamını ve mekân-
sal ölçeğini tablolar şeklinde hizmete sunmaktadır.
Kaynakça
Anketform, (2013). Ücretsiz anket oluşturma. 20 Temmuz 2013 tarihinde http://anketform.com/Defa-
ult.aspx adresinden erişildi.
Clark, G. (2005). Secondary data. R. Flowerdew ve M. David (Eds.), Methods in human geography içinde
(2. bs., s. 57-73). Essex: Pearson.
Cloke, P., Cook, I., Crang, P., Goodwin, M., Painter, J. ve Philo, C. (2004). Practising human geography.
London: Sage.
DPT, (2003). İllerin ve bölgelerin sosyo-ekonomik gelişmişlik sıralaması araştırması (2003). Ankara: DPT
Yayınları.
DPT, (2004). İlçelerin sosyo-ekonomik gelişmişlik sıralaması araştırması (2004). Ankara: DPT Yayınları.
EU, (2013). NUTS-Nomenclature of Territorial Units for Statistics. 24 Temmuz 2013 tarihinde http://epp.
eurostat.ec.europa.eu/portal/page/portal/nuts_nomenclature/introduction adresinden erişildi.
European Values Study, (2013). Data and downloads.24 Temmuz 2013 tarihinde http://www.european-
valuesstudy.eu/ adresinden erişildi.
Hoggart, K., Lees, L. ve Davies, A. (2002). Researching human geography. London: Arnold.
Kitchin, R. ve Tate, N. J. (2000). Conducting research in human geography: Theory, methodology and
practice. Harlow: Prentice Hall.
Madge, C. (2010). Internet media research. N. Clifford, S. French ve G. Valentine (Eds.), Key methods in
geography içinde (2. Bs., s. 173-188). London: Sage.
Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü, (2013).Türkiye mülki idare bölümleri envanteri. 24 Temmuz 2013
tarihinde https://www.e-icisleri.gov.tr/Anasayfa/MulkiIdariBolumleri.aspx adresiden erişildi.
Martin, K. ve Pavlovskaya, M. (2010). Secondary data. B. Gomez ve J. J. Jones III (Eds.), Research methods
in geography içinde (s. 173-193). West Sussex: Wiley-Blackwell.
McLafferty, S. L. (2010). Conducting questionnaire surveys. N. Clifford, S. French ve G. Valentine (Eds.),
Key methods in geography içinde (2. bs., s. 77-88). London: Sage.
Neuman, W.L. (2010). Toplumsal araştırma yöntemleri: Nitel ve nicel yaklaşımlar (Cilt 1-2) (S. Özge, Çev.).
İstanbul: Yayınodası.
O’Brien, L. (1992). Introducing quantitativegeography. London: Routledge.
Online Anketler, (2013). Online anket oluşturma. 20 Temmuz 2013 tarihinde https://www.onlineanket-
ler.com/ adresinden erişildi.
Parfitt, J. (2005). Questionnaire design and sampling. R. Flowerdew ve M. David (Eds.) Methods in hu-
man geography içinde (2. bs., s. 78-109). Essex: Pearson.
Preston, V. (2009). Questionnaire survey. R. Kitchin ve N. Thrift (Eds.), Internatıonal encyclopedia of
human geograph içinde (s. 46-52). Amsterdam: Elsevier.
Resmi Gazete, (2002).İstatistiki bölge birimleri sınıflandırması(İBBS) hakkında 28/8/2002 tarih ve
2002/4720 sayılı bakanlar kurulu kararı, Resmi gazete sayısı: 24844, Tarihi:22 Eylül 2002.
Surveey.com, (2013). Online anket sistemi. 20 Temmuz 2013 tarihinde http://www.surveey.com/sur-

262
vey/ adresinden erişildi.
SurveyMonkey, (2013). Anket oluşturma. 20 Temmuz 2013 tarihinde https://tr.surveymonkey.com/ ad-
resinden erişildi.
Tonta, Y. (2012.) Sosyal bilimlerde araştırma yöntemleri. 11 Kasım 2012 tarihinde http://www.acikders.
org.tr/course/view.php?id=80 adresinden erişildi.
TÜİK, (2013). Tarihçe. 24 Temmuz 2013 tarihinde http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=tarihce
adresinden erişildi.
UN, (2013a). Undata. 24 Temmuz 2013 tarihinde http://data.un.org/ adresinden erişildi.
UN, (2013b) United Nations Statistics Division. 24 Temmuz 2013 tarihinde http://unstats.un.org/unsd/
default.htm adresinden erişildi.
White, P. (2010). Making use of secondary data. N. Clifford, S. French, S. ve G. Valentine (Eds.), Key met-
hods in geography içinde (2. bs., s. 61-76). London: Sage.
World Bank, (2013). World development indicators. 24 Temmuz 2013 tarihinde http://databank.world-
bank.org/data/databases.aspx adresinden erişildi.
World Values Survey, (2013). Online data analysis. 24 Temmuz 2013 tarihinde http://www.worldvalues-
survey.org/ adresinden erişildi.
Yavan, N. (2012). Yerel ve bölgesel kalkınmada teşvik ve kredilerin etkisi: Diyarbakır örneği. Diyarbakır:
Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi Yayınları.
Okuma Listesi
Baş, T. (2013). Anket: anket nasıl hazırlanır? Anket nasıl uygulanır? Anket nasıl değerlendirilir? (7. bs.).
Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Fowler, F. J. (2009). Survey research methods (4. bs.). Thousand Oaks: Sage.
Houston, A. (2004). Anket hazırlama kılavuzu. İstatistik Merkezi, 10 Ekim 2011 tarihinde http://www.
istatistikmerkezi.com/kitap_indir,anket-hazirlama-kilavuzu,20.html adresinden erişildi.
Parfitt, J. (2005). Questionnaire design and sampling. R. Flowerdew ve M. David (Eds.), Methods in
human geography içinde (2. bs., s. 78-109). Essex: Pearson.
Tuncel, H. (2005).Coğrafya çalışmalarında kullanılan sayısal verilerin özellikleri.Y.C. Çopuroğlu (Ed.),
Prof. Dr. Halil Narman armağanı içinde (s. 117-132). Elazığ: Fırat Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Yayınları.
Walford N. (2002). Geographical data: Characteristics and sources. Chichester: John Wiley and Sons.
Yavan, N. (2012). Türkiye’de yatırım teşviklerinin bölgesel belirleyicileri: Mekânsal ve istatistiksel bir ana-
liz. Coğrafi Bilimler Dergisi, 10(1), 9-37. (Footnotes)

263
264
ONUNCU BÖLÜM

NİTEL ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ


İlhan KAYA
Yıldız Teknik Üniversitesi

Nitel Araştırma Çeşitleri


Nitel Araştırma Tasarımı
Nitel Araştırmalarda Veri Kaynakları
Nitel Araştırmalarda Örnekleme Yöntemleri
Nitel Yöntemlerde Veri Analizi ve Raporlama

Giriş
Araştırma yöntemlerinin kullandıkları veri toplama ve analiz yöntemleri bakımından temelde nicel ve ni-
tel yöntemler olmak üzere iki gruba ayrıldığından daha önce söz etmiştik. Coğrafi araştırmalarda istatistiki
yöntemlerin öne çıkması, pozitivist düşüncenin hâkim olduğu bilimsel düşünce sistemin bir ürünüydü. Bu
bakışa göre, gerçekler ancak duyularla ölçülebilen olgulardı. Bu nedenle, sayısallaştırılamayan gözlemler
ve bulgular bilimsel araştırmalara malzeme üretemezler. Ancak özellikle yorumlamacı ve hümanist ekolle-
rin devreye girmesiyle beraber biçimsel mantığın, rasyonalitenin ve objektivitenin, anlatıldığı gibi sonuçlar
vermediği anlaşıldı. Gerçekten de, olgulara ait bir kısım desenlerin gözler önüne serilmesi, rakamlarla ifade
edilmesi ve genellemelerin yapılabilmesi önemliydi. Ancak bu şekildeki bir bakış açısı, sınırlı bir bakış açısıydı
ve yaşamın karmaşık yapısını, bireylerin iç dünyasının derinliğini, davranışların arkasındaki anlamları ortaya
koyacak nitelikte değildi. Bu durum sadece pozitivist düşüncenin değil, aynı zamanda araştırma yöntemleri-
nin de sorgulanmasına neden oldu (Cloke, Philo, & Sadler, 1991; Ley, 2005; Kuhlke, 2006; Peet, 1998).
Nitel araştırmalar, aslında modernizmin bilimsel yaklaşımı olan (pozitivist) nicel yöntemlerin sorgulanması
sonucunda bilimsel araştırma yöntemlerine entegre edildi. Genellemelerden ziyade, derinliğe ve anlamaya
odaklanmayı önceleyen nitel yöntemler, veri kaynaklarından veri toplama yöntemlerine, veri analiz yön-
temlerinden bu verilerin nasıl anlamlandırılacağına kadar farklı alanlarda nicel yöntemlerden farklılaşan bir
araştırma geleneğidir.
Nitel araştırma farklı şekillerde tanımlanabilir. Yıldırım ve Şimşek (2005, 39) nitel araştırmayı ‘gözlem, görüş-
me ve doküman analizi gibi nitel veri toplama yöntemlerinin kullanıldığı, algıların ve olayların doğal ortamda

265
gerçekçi ve bütüncül bir biçimde ortaya konmasına yönelik nitel bir sürecin izlendiği araştırma’ olarak tanım-
lamaktadırlar. Nitel araştırma, Batı’da akılcı çağın yaygın bilimsel düşünme biçimi olan pozitivizmin aksine,
dünyadaki olay ve olgular ve bunlar arasındaki ilişkileri açıklayan genel-geçer kuralların olmadığını savun-
maktadır. Bu anlayışa göre bilim nomotetik (kural koyucu) değil, idiografik (durumları inceleyen) olmalıdır.
Her ne kadar genel anlamda aynı amaçlara hizmet etse de özellikle veri toplama ve analiz etme yöntemleri
itibari ile bu ikisi arasında belirgin farklar vardır. Nicel yöntemler dünyayı daha mekanik bir gözlükle görür.
Veri toplama ve analiz yöntemleri sıkı prosedürlere bağlanmıştır ve bütün araştırmalarda bu prosedürlere
sadık kalınmasına özen gösterilir. Nitel araştırma ise kural koymaktan ziyade bir olay ve olgudaki farklı pers-
pektifleri anlamayı önemser. Yorumlamacı yaklaşımların daha çok kullandığı bir yöntem olduğu için her yer
ve durumda geçerli olan tek bir doğru arayışı içerisinde değildir. Araştırmanın merkezinde prosedür değil,
araştırmacının ta kendisi vardır. Objektiviteden ziyade sübjektif deneyimi önemser. Bulguları sayısallaştırma
ve formülleştirme kaygısı yoktur. Asıl amaç, karmaşık yaşamı anlamadır. Bu nedenle, olaylara sadece dışar-
dan değil, aynı zamanda içerden bakma arzusu vardır. Yani o olaylara tanık olan veya parçası olan insanların
gözüyle hadiselere ve olgulara bakmaktır.
Nitel araştırma yöntemleri, sayısal olmayan verilerin formel yollardan toplanması ve analiz edilmesine da-
yanır. Nitel araştırma, dünyayı ve toplumu doğal haliyle anlayıp ve yorumlamayı öngörür (Gomez & Jones,
2010). Bu nedenle, olguları ve olayları doğal ortamlarında çalışmak, anlamak, yorumlamak ve raporlamak,
nitel araştırma yöntemleri için oldukça önemlidir. Bu yolla, insanların anlam dünyalarını ortaya koymayı ve
karmaşık sosyal ilişkileri derinlemesine anlamayı amaçlar (Hay, 2000).
Eğer araştırılan konu hassas, karmaşık veya geleneksel yollardan ölçülecek nitelikte değil, etkileşim ve süreç-
lerle ilgili ise nitel yöntemler daha uygun bir araştırma yöntemidir. Yine eğer araştırmanın amacı az sayıdaki
bir grubu incelemek, beyin fırtınası yapmak, derinlemesine inceleme yapmak, yorumlamak, aydınlatmak ve
örneklendirmek ise nitel yöntemler daha uygun bir araştırma geleneğidir (Montello & Sutton, 2013). Nitel
yöntemler, sadece Nicel olmayan bir kısım yöntem ve tekniklerden ibaret değildir. Araştırmaya katılanların
görüşleri, deneyimleri, anlam dünyaları ön plana çıkarılır. Burada amaç yüzeysel değil, derinlemesine ince-
leme ve araştırmadır (Hay, 2000).
Nitel veriler, genellikle düzensiz oldukları için rakamlarla ifade edilmeleri güçtür. Bu nedenle, nitel verilerin
farklı bir şekilde toplanması, analiz edilmesi ve değerlendirilmesi gerekir. Ayrıca, nitel veriler kullanılarak
yapılan çalışmaların tasarımı daha karmaşıktır. Birçok araştırmaya nitel çalışmalar daha kolay gözükebilir;
ancak nitel verilerin toplanması, analiz edilmesi ve raporlaştırılması nicel verilerden daha komleks ve yo-
rucudur. Nicel yöntemlerde veri toplama süreci daha zordur. Ancak veri toplandıktan sonra, veri üzerinde
farklı analizlere denemek daha kolaydır. Ancak nitel yöntemlerde ise asıl zor olan, elde edilen verilerin analiz
edilmesi ve onlarda anlamlı bilgilerin ve çıkarımların elde edilmesidir. Bu da teorik derinlik, ciddi planlama ve
analitik bir yaklaşım gerektirir. Bu nedenle nitel araştırmalarda veri alaniz süreci genellikle daha uzun zaman
alır (Creswell, 2003).
Nitel yöntemlerde, teorik temelin güçlü olması oldukça önemlidir. İlişkisiz gözüken birçok veri arasında an-
lamlı ilişkilerin yakalanması, zengin teorik temel ve titiz araştırma ile mümkün olabilir. Dolayısıyla, teorik
olarak enforme olmuş bir araştırmacının, nitel veri kaynaklarından anlamlı ilişkiler ortaya çıkarması daha
olasıdır. Bu nedenle, nitel araştırma yöntemlerini benimseyen araştırmacıların iyi bir teorik temele sahip
olması ve cümlelerin, mesajların, ifadelerin ve sembollerin arkasındaki anlamları keşfedecek ve retoriğini
anlayacak donanımda olması oldukça önemlidir (Creswell, 2003). Bunun için bu kitapta yer alan ikinci bölü-
mü tekrar bakmanızı öneririm.
Yıldırım ve Şimşek (2005) özellikle 1950’lerden sonra gelişen yorumlamacı yaklaşımları yükselişteki bilimsel
paradigma, daha mekanik olan modernist görüşü ise düşüşteki paradigma olarak tanımlamaktadır. Karma-

266
şık toplumsal yapı, güç ilişkileri, kültürel bağlam ve sınıfsal farklılıklar daha sofistike ve derinlemesine yakla-
şımları gerektirir. İnsanların içinde büyüdükleri ve yaşadıkları çevre, kültürel bağlam, ekonomik olanaklar ve
sosyal statüler, kaygılarının ve yaklaşımlarının farklılaşmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla, onların sübjektif
deneyimlerinin ortaya konulması en az genel bir kısım olguların ortaya çıkarılması kadar önemlidir. Burada
da nitel yöntemle devreye girmektedir.
Nitel Araştırma Çeşitleri
Nicel dünya dışında kalan dünya oldukça karmaşıktır. Bu karmaşık ve değişken dünyaona dönük anlama ça-
balarının farklılaşmasını zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle, nitel yöntemler başlığı altında toplanan yöntemler
arasında oldukça farklı yaklaşımları içerir. Bu çeşitlilik hem araştırmaların tasarım boyutunda, hem incelenen
konunun niteliği bakımından, hem veri toplama ve saha araştırması yönünden hem de analiz aşamasında
göze çarpar. Patton’a (2002) göre nitel araştırmanın üç grup altında toplanabilecek 12 temel özelliği vardır.
Bunlar:
Tasarım Aşamasında
1. Doğal Sorgulama: Nitel araştırma olay ve olguların doğal ortamda gözlemlenmesiyle yapılır. Bu gözlem
sırasında doğal ortamı manipüle etme ya da kontrol etmeye çalışılmaz. Doğal olarak alanda ne varsa o
çalışılır, ön bulgulardan hareket edilmez.
2. Araştırma Deseni Esnektir: Nitel araştırmalarda baştan belirlenmiş ve hiçbir şekilde değişmeyecek bir
kurgu söz konusu değildir. Araştırma ilerledikçe, öğrenilen bilgiler derinleştikçe, yeni bilgi ve durumlar
ortaya çıktıkça araştırma deseni bu yeni bilgi ya da durumlara uyularak yeniden gözden geçirilir ve ge-
rekli düzenlemeler yapılır.
3. Amaçlı Örneklem Seçilir: Nitel araştırmalarda ister birey, kurum, toplum ister kültür olsun, istenen bilgi-
lere sahip olduğu düşünülen durumlar çalışılmak için seçilir. Yani örneklem seçimi rastsal değildir.
Veri Toplama ve Saha Çalışması Aşamasında
1. Nitel Veri Kullanılır: Ayrıntılı gözlemler ve derin sorgulamalardan elde edilen, insanların kendi görüş ve
tecrübelerini doğrudan yansıtan veriler kullanılır.
2. Kişisel Tecrübeler ve Araştırmaya Katılım Önemlidir: Araştırmacı araştırılan obje ya da olaylara yakın-
dır ve onlarla iç içedir, araştırmacının kendi pozisyonu ve kişisel tecrübeleri araştırılan olayı anlamada
oldukça önemlidir.
3. Empati Yapan Tarafsızlık: Araştırmacı araştırılanlara karşı yargılamaksızın açık şeffaf, saygılı ve geri bil-
dirimci olmalıdır.
4. Dinamik Bir Sistem: Araştırmacı süreçlere dikkat eder, incelenen konu ister birey, kurum, kuruluş ya da
toplum olsun araştırmacı her zaman sistem ve durum dinamiklerini dikkate almalıdır.
Analiz Aşamasında
1. Özgün Durumlara Önem Verme: Araştırmacı her durumun özel ve tek olduğunu kabul eder, araştırma-
nın ilk aşaması bu duruma ait ayrıntıları doğru bir şekilde elde etmekten oluşur. Durumun kalitesine
bağlı olarak ikinci aşamada durumlar arası analiz yapılır.
2. Tümevarımcı Analiz ve Yaratıcı Sentez: Önemli kalıpları, temaları ve ilişkileri ortaya koyabilmek için
verinin ayrıntılarına girilir ve kural koymaksızın analitik prensiplerle keşifler yapılır.

3. Bütüncül Perspektif: Çalışılan durum, parçalarının toplamından daha fazla olan karmaşık bir sistem
olarak anlaşılır. Anlamsız bir şekilde ilişkisiz parçalara ayrılamayan karmaşık ilişkilere ve sistem dinamik-
lerine odaklanır.

267
4. Bağlam Duyarlıdır: Bulgular sosyal, tarihi ve zamansal bağlama oturtulur, zaman ve mekanda yapılan
genellemelerle ilgili olarak dikkatli ve şüpheci olunur. Bunun yerine yeni durumlara uygulayabilmek için
karşılaştırmalı durum analizlerine ve tahmin yapmaya odaklanılır.
5. Bireysel Görüşler ve Perspektifler Önemlidir: Nitel araştırmacının kendi düşünce ve perspektifi vardır
ve bunu araştırmasına yansıtır. Tam objektiflik imkânsızdır ve sübjektiflik güvenirliliği azaltır. Araştırmacı
bu konuda bir denge kurmak zorundadır, Bir yandan incelenen olayı bütün özgünlüğü ile yansıtmalı
ancak aynı zamanda kendi pozisyonunun da farkında olmalıdır.
Sonuç olarak, nitel yöntemlerde araştırma tasarımı, uygulanması ve raporlaştırılması nicel yöntemlerden
önemli farklılıklar gösterir. Hangi sorulara cevap aradığınız ve bu sorulara ne şekilde cevap bulmaya çalıştı-
ğınız oldukça önemlidir. Bu anlamda, nitel yöntemlerin odaklandıkları konular ve bu konuları ele alış biçimi
nicel yöntemlerden oldukça farklıdır (Creswell, 2003).
Nitel Araştırma Tasarımı
Nitel araştırmalar, sistematik ve sübjektif bir yaklaşımla yaşam deneyimlerini ve onlara verilen anlamları
tasvir etmeye amaçlar. Burada asıl gaye, bir fenomendeki ve yaşamdaki derinliği, zenginliği ve karmaşıklığı
anlamaktır. Bu nedenle, temel özelliği yumuşak bilim olmasında ve karmaşık olana odaklanmasında. Bütün-
cül bakmak, kendi bağlamı içinde nalmak, sübjektiviteyi merkeze almak, anlam ve teori geliştirmek, yorum-
lamak, iletişim kurmak, özgün olanı yakalamak nitel yöntemlerin en önemli özellikleridir. Bu kadar farklı şey-
leri bir araştırma tasarımı ile yapmak mümkün değildir. Araştırma tasarımında ve yaklaşımında bir çeşitliliği
zorunlu kılar. Ancak burada net olan bir şey var ki; o da bu tür araştırmaların iyi bir teorik temel ve kavramsal
çerçeve istediğidir. Her ne kadar veri toplama ve analiz boyutunda farklılaşmalar olsa da bu verinin teorik ve
kavramsal bir derinlik içerisinde ele alınması, nitel araştırma tasarımlarının en önemli boyutunu oluşturur.
Nitel araştırmalar, nicel araştırmalara göre daha dinamiktir. Bu nedenle, doğrusual bir araştırma tasarımın-
dan ziyade döngüsel bir araştırma tasarımından bahsedilebilir (Bkz. Şekil 1 ve 2). Araştırmanın her aşama-
sında bir esneklik vardır ve gerekirse geri dönülüp, ilgili alanda eksiklik giderilebilir. Bundan dolayıdır ki nitel
araştırmalar, genelde nicel araştırmalara göre daha uzun zaman alırlar. Karmaşık ve sayısallaştırılamayan
verilerden, sistematik ve anlamlı bilgiler çıkarmak yorucu bir iştir. Karmaşığı anlamayı hedefleyen nitel araş-
tırmalar, gücünü esnekliğinden ve rijit olmayan veri toplama sürecinden alır. Araştırmacı, süreç içerisinde
planlamasını değiştirebilir ve baştan belirlediği plandan sapmalar geliştirebilir.

Şekil 1: İnteraktif Araştırma Tasarımı Modeli (Maxwell, 2005)

268
Ayrıca nitel araştırmaların yürütülme süreci planlamadan ve tanımlanmış net prosedürlerden çok araştır-
macının bilgi, deneyim ve sezgilerine bağlıdır. Nitel yöntemlerin merkezinde sübjektivite, bağlam ve etki-
leşimler vardır. Araştırmanın merkezin objektif bir süreçten çok, araştırmacının kendisi vardır. Bu nedenle,
nitel araştırmalarda standart bir araştırma prosedüründen bahsetmek güçtür. Bunun başka nedenleri de
vardır. Bu nedenlerden en önemlileri araştırılan konunun doğası ve teorik birikimine göre araştırmacının be-
nimsediği yaklaşımdır. Seçilen konu ve odak, araştırmanın prosedürlerini bambaşka kılar. Bu anlamda, teori
geliştirmeye çalışan bir araştırmacı, gömülü teori yaklaşımını izlerken, kültürü ve gündelik yaşamın dinamik-
lerini anlamaya çalışan bir araştırmacı ise entografya yöntemini benimser. Tarihsel analiz veya derinlemesi-
ne vaka araştırmaları da ayrı araştırma tasarımları ve desenleri gerektirir. Tarihsel araştırmalar ise geçmişteki
bir kısım belge ve verilere bakarak, şimdiyi anlamaya ve geleceği projekte etmeye çalışır. Vaka araştırmaları
bir olay veya olguyu derinlemesine anlamaya ve çözümleye çabaları ve araştırma kurgusunu ona göre kurar.

Şekil 2: Nitel Araştırma Döngüsü

Nitel yöntemlerde araştırmanın yapılma biçimi, yaklaşım biçimine ve tasarlanma şekline göre farklılıklar gös-
terir. Bu anlamda, nitel araştırmalarda yaygın olarak kullanılan araştırma tasarım biçimlerinden örnekler
bulabilirsiniz (Bkz. Şekil 3). Fenomeloji, gömülü teori, etnografya, tarihsel analiz, vaka çalışması ve içerik
analizi. Her yaklaşımın kendine özgü bir araştırma prosedürü vardır. Aşağıdaki tablo bunun ayrıntılarını gös-
termektedir.

269
Şekil 3: Nitel Araştırmalarda Farklı Yaklaşımlar ve Tasarım

Fenomenoloji Yaklaşımı
Fenomenolojinin bir düşünme biçimi olarak coğrafyaya girişi 1970’li yıllara rastlar. Temel çıkış noktası, pozi-
tivist ve Marksist yaklaşımların mekanik ve deterministik bulması ve bunlara tepki olarak ortaya çıkmasıdır.
Fenomenolojiye göre dünya, toplum, günlük hayat, toplumsal ve coğrafi bağlam, insanın karmaşık duygu,
düşünce ve deneyimleri, ancak bireylerin sübjektif realitelerinin anlaşılması ile mümkün olabilir. Bu nedenle,
yaşamı bütün karmaşıklığı ile ele almayan bu yaklaşımların toplumu, mekânı ve ikisi arasındaki etkileşimi
anlaması mümkün değildir. Aslolan insanın sübjektif gerçekliğinin ve karmaşık dünyasının anlaşılmasıdır.
Bu bakış açısı, ontolojik ve epistemolojik pozisyonlarda önemli farklılıkları ima etmektedir. Hem varlık ve
gerçeklik olarak tanımlanan şeylerin farklı olmasına hem de bunların nasıl bilinebileceğine dair önemli görüş
farklılıkları oluşturmaktadır. Araştırmacının deneğe/katılımcıya aracılık etmesi ve onun sübjektif dünyasını
bütün yalınlığı ile aktarması gerekir. Fenomenoloji yaklaşımının öngördüğü araştırmanın spesifik süreçleri
ilgili ayrıntılı bilgileri Kutu 1’de görebilirsiniz. Ancak burada şunu belirtmekte fayda var. Fenomenoloji yak-
laşımı dâhil olmak üzere nitel araştırma tasarımlarında zengin bir teorik temel ve toplum bilgisi veriyi daha
anlamlı kılmaktadır. Elde edilen verilerin ve bilgilerin analiz edilmesi, bunların sentezlenmesi ve anlamlı bil-
gilerin üretilmesi, araştırmacının ne aradığını bilmesine bağlıdır. Daha önce yapılmış araştırmalar, akademik
ve teorik birikim, araştırmacının araştırma sorusunu nasıl formüle etmesi gerektiği ve elde edilen verilerden
hangi anlamları çıkarması gerektiği konusunda kritik bir öneme sahiptir. Bu konuda, bu kitapta coğrafyada-
ki teorik tartışmaların ele alındığı ikinci bölüme tekrar bakmakta fayda vardır. Bu anlamda, fenomenoloji
yaklaşımı araştırmacıya büyük bir esneklik ve özgürlük alanı bırakmaktadır. Araştırmacının objektifliğinden
ziyade entelektüel sorumluluğuna ve dürüstlüğüne büyük önem vermektedir. Dolayısıyla, araştırmacının
adeta veri ile yaşaması, onunla yatıp kalkması, elde edilen veriler ile teorik tartışmaların ilişkilendirilmesi
büyük önem taşımaktadır. Bunu yaparken de spesifik bir presedüre bağlı kalmaktan ziyade, kendi bilgi, de-
neyim ve sezgilerini kullanarak, konunun anlaşılması için gayret sarf eder. Araştırmanın birinci ve en önemli
aracı, araştırmacının ta kendisidir. Araştırma süreci, işleyişi ve sonuçlanması, araştırmacının nesnel yaklaşımı
ile şekillenir.

270
Kutu 1: Fenomenoloji Yaklaşımı
Amaç: yaşamı ve deneyimleri yaşandığı gibi tasvir etmektir
· Bireysel olarak yaşanmış deneyimlerin benzersizliğine odaklanırlar
· Her bireyin kendi realitesi vardır ve realite sübjektiftir
· Yaşamın bütün karmaşıklığı içinde ele alınması gerekir
Araştırma Sorusunun Geliştirilmesi
· Araştırılan fenomen hakkında ifade edilen duygu ve deneyimler ne anlama geliyor?
· Bu duygu ve deneyimlerin gerekli ve yeterli bileşenleri nelerdir?
· İnsan doğası nedir?
· Toplumsal, siyasi, kültürel ve ekonomik bağlam nedir?
· Bu bağlam ve davranış/deneyimler arasında nasıl bir ilişki vardır?
Yöntem
· Araştırmacının yaratıcılığını kısıtlayacak belirlenmiş adımlardan ve prosedürlerden kaçı-
nılır
· Örnekleme
· Veri Toplama
o Duygu, düşünce ve deneyimlerini içtenlikle paylaşacak insanların tespit edilmesi
o Araştırılan fenomen hakkındaki deneyimlerin tasvir edilmesi
o Bu deneyimlerin yazılması
o Direk gözlemlerin yapılması
o Görüşme
o Video ve ses kayıtlarının yapılması
o İkincil belge ve verilerin toplanması
Veri Analizi
· Verinin sınıflandırılması ve sıraya dizilmesi
· Bütünlük duygusunun korunması
· Deneyimlerin insanların farkındalıklarının ve ifade edemediklerinin ötesinde incelenmesi
Çıktılar
· Bulguların deneğin/hakkında araştırma yapılan kişi gözüyle tasvir edilmesi
· Araştırmacının ana temaları belirlemesi
· Bulgular hakkında yapısal bir açıklamanın geliştirilmesi

271
Gömülü Teori Yaklaşımı
Gömülü teori elde edilen veriler kullanılarak sistematik bir şekilde teori üretimini ifade etmektedir. Bu an-
lamda hem tümevarımsal (inductive) hem de tümdengelimsel (deductive) düşünceye başvurur. Burada
hem kavramsal düşüncelere ait hipotezlerin üretilmesi hem de başkaları tarafından geliştirilen teorilerin
test edilmesi söz konusudur (Bkz.Şekil4). Araştırmacı, katılımcılara/deneklerle görüşerek ve onlara sorular
sorarak ne gibi sorunlarla karşılaştıklarını ve bu sorunları nasıl çözdüklerini anlamaya çalışır. Bu yöntemle,
ana ve alt değişkenleri tespit ederek, teori üretimi yapar. Burada araştırmacı, nicel yöntemlerdeki gibi hipo-
tezlerle yola çıkmaz ve veriye odaklanır. Asl olan veriye dayalı ve veri ile temellendirilmiş hipotezler/teoriler
üretmektir.

Şekil 4: Gömülü Teori Üretimi

Gömülü teoride araştırmacının amacı, zaman ve mekâna bakmaksızın insanların temel sorunlarını nasıl çöz-
düklerini ortaya koymaktır. Gömülü teori metodu ile üretilen bir teoridebetimlemenin kullanılmasının temel
amacı, kavramları tanımlamaktır. Birçok davranışsal araştırmada insanlar veya bireyler temel analiz ünitele-
riyken, gömülü teoride analiz ünitesi olaydır. Genellikle birçok olay incelenerek analizler yapılır. Her katılımcı/
birey birçok olayı rapor edebilir ve bu şekildeki bir analizin çıkış mantığı da budur. Araştırmacı belirli bir
bölgede meydana gelen olayları karşılaştırırken, yeni kavramlar ve onların ilişkileri tanımlanır. Her ne kadar
gömülü teori yaklaşımında daha çok nitel araştırma verilerini kullanılsa da, kavram ve teori geliştirmesinde
her türlü veri kullanılabilir. Gömülü teori yaklaşımında geçerlilik kaygısı yoktur. Bu yaklaşımda aslolan uy-
gunluk, kullanışlılık ve modifiye edilebilirliktir. Gömülü teori yaklaşımı ile yapılan bir araştırmanın süreçlerini
görmek için Kutu 2’ye baklılabilir.

Kutu 2: Gömülü Teori Yaklaşımı


Amaç: Teori Geliştirmektir
· Sosyal alanda ne tür problemlerin olduğunu ve insanların bu problemlerle nasıl mü-
cadele ettiğini keşfetmeye çalışır
· Bir teori geliştirilene kadar formüle etmek, test etmek ve önermeleri yeniden for-
müle etmek süreçlerini içerir
Veri Toplama
· Aynı anda atılan adımlar ve sürekli karşılaştırmalı süreç vardır
· Veri toplama
o Görüşme
o Gözlem
o Kayıt ve kontrol

272
Veri Analizi
· Kavram inşası
· Kavram geliştirmesi
o İndirgeme
o Amaçlı literatür seçimi
o Amaçlı denek ve vaka seçimi
o Yeni kavramların ortaya çıkması
· Kavram değişimi ve entegrasyonu
Çıktılar · Verilerden ortaya çıkan örnekler bir teorik gelişimi sağlar
Kaynak: http://www.umsl.edu/~lindquists/qualdsgn.html ‘dan değiştirilerek

EtnografyaYaklaşımı
Nitel araştırma yöntemlerinden biri de etnografik çalışmadır. Etnografik araştırma bir paket araştırma
programı gibidir. Etnografik bir araştırma, arzulanan dünyayı ve hayatı onu yaşayanların gözüyle anlama-
ya çalışmaktır (Geertz, 1983). Bu da gözlemi, etkileşimi, sorular sormayı ve araştırılankültürü, o kültürün
mensupları ile beraber solumayı gerektirir. Dolayısıyla etnografik araştırma, gözlem, görüşme, ikincil ve-
rilerden yararlanma ve daha birçok yöntemin kullanılarak saha çalışmasına entegre edilmesidir. Özellikle
antropologların ve kültürel coğrafyacıların sıkça başvurduğu yöntemlerden biridir. Hatta bazı antropologlar
köy yaşamını araştıran bir antropologun en az iki yıl bir köyde yaşaması gerektiğini savunurlar (Grindal &
Salamone, 2006). Ancak böylelikle araştırılan hayatların, olguların ve olayların perde arkasının ve derin anla-
mının anlaşılabileceğini belirtirler (Bkz Kutu 3).
Etnografik araştırmada amaç, araştırılan kültürün temel özelliklerinin tespit edilmesidir. Bunun en önemli
yolu da, o kültürün içine girebilmek ve parçası olabilmektir. Yani saha araştırmasıdır. Saha araştırması sıra-
sında katılımcı gözlem en önemli veri toplama araçlarından biridir. Etnografik bir araştırmada, araştırmacı
insanların yaşayışlarını, değerlerini ve hayat algılarını, onlarla yaşayarak ve etkileşimlerde bulunarak, kültür-
lerinin temel özelliklerini tanımlar.Amaç, araştırdığınız insanları aldatmak değil, onların güvenini kazanarak,
hayatı onların algıladıkları ve yaşadıkları şekilde algılamak ve anlamaya çalışmaktır. Yapay bir bağlam veya
ortamdan ziyade insanları normal hayatları içerisinde gözlemleyip anlayabilmektir. Yani empati ile o hayatı
algılamak ve anlamaktır. Direk gözlem, katılımcı gözlem ve kısa mülakatlar gibi yöntemlerin hepsi veri topla-
ma sürecinin parçasıdır. Günlüklerin tutulması, ana habercilere ulaşma, gündelik rutinleri tespit ve hayatın
olağan akışı içinde anlaşılması etnografik araştırmaların özüdür (Kitchin & Tate, 2000).

273
Kutu 3: Etnografya Yaklaşımı
Amaç
· Bir kültürün özellikleri ve karakteristiklerini tespit etmektir
Veri Toplama
· Kültürün tanımlanması, araştırmanın değişkenlerinin tespit edilmesi ve literatür ta-
raması
· Veri toplama
o Araştırılan kültüre erişimin/girişin sağlanması
o Kültürün parçası olunması
o Direk gözlemlerle verinin toplanması
o Deneklerle etkileşimin sağlanması
Veri Analizi
· Kültürün temel özelliklerinin betimlenmesi
Çıktılar
· Kültürün betimlenmesi
Kaynak: http://www.umsl.edu/~lindquists/qualdsgn.html ‘dan değiştirilerek

Tarihsel Analiz Yaklaşımı


Tarihsel analiz yaklaşımında amaç geçmişin olaylarını inceleyerek, şimdiyi anlamak ve gelecek hakkında
bir kısım projeksiyonlarda bulunabilmektir. Geçmişe bakıldığı için temel veri kaynakları ikincil kaynaklardır.
Araştırmacı arşivleri, özel kütüphaneleri, yazılı ve sözlü materyalleri, özel koleksiyonları inceleyerek bir kısım
tespitlerde bulunur. Yaşananların neden yaşandığını ve nasıl yaşandığını belirlemeye çalışır. Ancak burada
dikkat etmesi gereken en önemli şeylerden biri, argümanlarını temellendireceği verilerin güvenirliliği ve ge-
çerliliği meselesidir. Bu konuda bu bölümde yer alan ikincil veri kaynakları ve güvenirliliği kısmına bakılabilir.
Araştırmacı elde ettiği verileri analiz eder, doğruluğunu veya yanlışlığını teyit eder ve elde ettiği verileri litera-
tür ışığında sentezleyerek bir kısım çıkarımlarda bulunur. Özellikle ikincil kaynaklardan yararlanan coğrafya-
cılar, tarihsel analiz yöntemine başvururlar. Bununla geçmişteki yaşamı, sosyal, siyasi, ekonomik ve kültürel
dinamikleri anlamaya çalışırlar. Tarihsel analiz yöntemi, özellikle tarihsel arkaplanı olan sosyal, siyasal ve
ekonomik sorunları inceleme bakımından oldukça önemlidir. Tarihsel analiz yönteminin araştırma süreci,
yöntemi ve genel kurgusu için Kutu 4’e bakılabilir.

274
Kutu 4: Tarihsel Analiz Yaklaşımı
Amaç
· Geçmiş olayları inceleyerek şimdiyi anlama ve geleceği tahmin etmek
Veri Toplama
· Fikrin formüle edilmesi için önce literatür okunur daha sonra konu seçimi yapılması
· Araştırma sorusunun geliştirilmesi
· Veri kaynaklarının oluşturulması
o Arşivler, özel kütüphaneler ve diğer yazılı ve sözlü materyaller
· Verinin geçerliliğini ve güvenirliğini netleştirilmesi
o Birincil kaynaklara ulaşma
o Orjinalite
o Önyargılar
· Araştırma sürecini organize için bir araştırma taslağı geliştirilmesi
· Veriyi toplanması
Veri Analizi
· Verinin sentezlenmesi
o Verinin kabul veya reddeilmesi
o Çatışan verilerin açıklığa kavuşturulması
Çıktılar
· Temsil araçlarının seçilmesi
· Kaynakça
· Kronoloji
· Makalenin yazımı
Kaynak: http://www.umsl.edu/~lindquists/qualdsgn.html ‘dan değiştirilerek

Vaka Araştırmaları
Vaka araştırmaları, bir olgunun, kişinin veya grubun kendi bağlamında derinlemesine ele alınmasıdır. Amaç
betimlemek, keşfetmek ve açıklamaktır. Ancak burada genel duruma vâkıf olmaya çalışmaktan çok, spesifik
bir vakanın derinlemesine anlaşılması amaçlanır. Spesifik inceleme ile nedensellik kendi bağlamı içinde keş-
fedilmeye çalışılır. Tipik, ideal veya aşırı durumların incelenerek bazı davranış kalıplarının ortaya çıkarılması
hedeflenir. Aynen etnografik araştırmalarda olduğu gibi nitel veri toplama yöntemlerinin tamamı (gözlem,
görüşme, ikincil veriler vb) vaka araştırmalarında da kullanılır ve analizler yapılır. Ancak burada odak, bireyler
değil, vakalardır (Bkz. Kutu 5). Veriler, nicel veya nitel olabilir. Bir vakanın (olayın) derinlemesine anlaşılması
temel amaçtır (Kitchin & Tate, 2000).
Vaka araştırmaları, Karl Popper’in yanlışlanma teorisi olarak tanımladığı ve eleştirel tefekkür diyebileceğimiz
bakımından da önemlidir. Yanlışlama teorisinicel yöntemler bölümünde bashedildiği gibi bir bilimsel öner-
menin test edilmesi bakımından oldukça önemlidir. Bu anlamda, bilimsel önermeyi yanlışlayacak tek bir du-
rum veya olay bile olsa, bu önermenin doğru olmadığına, reddedilmesine veya yeniden formüle edilmesine
neden olur. Popper’in verdiği örnekle bunu daha somutlaştırabiliriz. Popper’e göre, ”tüm kuğular beyazdır”
önermesi, tek bir siyah kuğunun tespit edilmesi ile çürütülür. Bu durumda, yeni bir teori araştırması başlar

275
ve yeni vakalar incelenir. Bu durumda bir vaka araştırması ile siyah kuğuların bulunup bulunmadığı araştırılır.
Dolayısıyla, vaka araştırmaları spesifik olayları inceleyerek, farz ettiğimiz, bildiğimizi düşündüğümüz olay ve
olguları inceleyerek, bunun yanlış olup olmadığını tespit eder. Burada her ne kadar spesifik bir vaka araştır-
ması yapılsa da, bir kısım genellemelere ve teorik açıklamalara da varmak mümkündür. Bu anlamda özellikle
gömülü teori, vaka araştırmaları mantığından gelen, kavramlaştırmalar yapan ve teoriler üreten bir yaklaşım
olmuştur. Aslında entografik araştırmalara da uzun soluklu ve derinlikli vaka araştırmaları olarak bakmak
mümkündür. Çünkü odak spesifik olandır. Oradan bir kısım genel karakteristikler ve belirleyici dinamikler
tespit etme araşıyışıdır. Sonuçta etnografya, spesifik bir grubun kültürel özelliklerini ortaya koyamaya çalışan
ve bunu derinlemesine yapan bir araştırma biçimidir.

Kutu 5: Vaka Araştırması Yaklaşımı


Amaç
· Hakkında araştırma yapılan kişi, grup, topluluk veya kurum hakkında derinlikli bir bilgiye
sahip olmaktır
Veri Toplama
· Direk gözlemler
· Deneklerle etkileşimler
· Saha çalışması
Veri Analizi
· Deneyimin sentezlenmesi
Çıktılar
· Derinlikli deneyimin betimlenmesi
Kaynak: http://www.umsl.edu/~lindquists/qualdsgn.html ‘dan değiştirilerek

İçerik Analizi Yaklaşımı


İçerik analizi veya metin analizi sosyal bilimlerde sıkça kullanılan bir yöntemdir. Özellikle iletişim içeriğini
araştıran araştırmacıların başvurdukları bir yöntemdir. Daha önce üretilmiş ve kaydedilmiş kitap, web sitesi,
video, ses kaydı, yasal düzenlemeler ve hatta resim ve tabloları içeren tüm kayıtlı envanteri içerir. İçerik
analizi yapılırken, orjinalite, yazarlık ve anlam gibi konular göz önünde bulundurulur ve buna göre temsiliyet
durumu analiz edilir. Burada kimin kime, ne ölçüde, neler söylediğine bakılır. Amaç, bu yazılı ve görsel kay-
naklarla verilen mesajların sistamatik bir şekilde analiz edilmesi ve tanımlanmasıdır. Dolayısıyla içerik analizi
temelde, ikincil kaynaklardan faydalanmayı öngörür. Bu nedenle, bu bölümün sonunda yer alan, ikincil veri
kaynakları kısmının dikkatlice incelenmesinde fayda vardır.
İçerik analizi yöntemi, araştırmacının büyük bir metinsel (yazılı veya görsel) bilgiyi/veriyi sistematik bir şekil-
de incelemesine olanak tanır (Bkz. Kutu 6). Böylece bu metinde yer alan anahtar sözcüklerin hangi sıklıkta
tekrarlandığını, hangi mesajların verilmeye çalışıldığını ve iletişimin yapısını tanımlar (Bkz. Şekil 5). Elde çok
fazla veri olduğu için bunu sistematik bir biçimde analiz etmek ve buradan bir kısım çıkarımlarda bulunmak
hiçte kolay değildir. Örneğin Türkiye’de yayın yapan gazetelerinin, asker-sivil ilişkilerinde nasıl bir dil kullan-
dıklarını, bunların zaman içerisinde ne tür bir değişiklik gösterdiğini ve farklı gazeteler arasında ne tür farklar
olduğunu tespit etmek dünya kadar metnin okunması, kodlanması ve sınıflandırılması anlamına gelmekte-
dir. Aynı şekilde Türkiye’de ders kitaplarının tarihsel olayları, Türkiye’nin komşuları ile olan ilişkileri, entik ve
dini çeşitlilik nasıl bir dil ile anlattığı konusu, araştırması çok zaman alacak bir konudur. Binlerce sayfalık kitap
metinlerinin okunması, analiz edilmesi ve bunlardan çıkarımların yapılması zaman alacak bir uğraştır. İçerik

276
analizi yönteminde de teorik arka plan çok önemlidir. Araştırmacının neyi aradığını bilmesi gerekir. Ancak bu
şekilde verilmek istenen açık ve kapalı mesajları anlayabilir ve sentezleyerek anlamlı bilgiler üretebilir.
İçerik analizi birçok bakımdan tarihsel analize benzer. Burada temel fark, daha tarihsel metinlerin yanında,
güncel iletişim araçlarınında incelenmesidir. Bunlar yazılı, elektronik veya görsel yayınlar olabilirler. Böylelik-
le gündelik hayatta insanların algısını biçimlendiren söylemler analiz edilmektedir. İnsanların her hangi bir
konuda kanaatlerini nasıl oluşturduklarını ve bunların hangi sözcükler ve cümleler ile yaptıkları tespit edil-
mektedir. İnsanlar genellikle kararlarını gerçeklere göre vermezler; gerçekleri nasıl algıladıkları ile verirler. Bu
nedenle, söylemin algıya bakan yanı dikkate alındığında ve kitle iletişim araçlarının insanların zihin dünyasını
şekillendirmede büyük bir etkiye sahip olduğu düşünüldüğünde içerik ve söylem analizinin ne kadar önemli
olduğu anlaşılır.

Şekil 5: İçerik Analizi

İçerik analizi bir anlamda söylem (discourse) analizidir veözellikle 1980’li yıllarla daha popüler hale gelmiş
bir metottur. Özellikle halkla ilişkiler, basın ve medya ile ilişkiler çalışmalarında, içerik analizi en önemli araş-
tırma yöntemlerinden biri oldu. Yöntemin özü hipotezlerden yola çıkılarak, bir kısım kodların üretilmesine
dayanmaktadır. İncelenen metinde nelerin öne çıkarıldığı, nasıl bir üslupla ele alındığını ve hangi anlamların
yüklendiği ortaya çıkarılmaya çalışılır.
İçerik analizi araştırmalarında araştırmanın odağının net olarak belirtilmesi oldukça önemlidir. Bu anlamda
binlerce doküman ve materyal arasından hangilerinin seçileceği konusu kritik değere sahiptir (Bkz. Şekil 6).
Örneğşn gazetelerin Kürt sorununu ela alma biçimini analiz etmek istediğinizde, hangi gazetelere ve hangi
tarih aralığında bakmanız gerektiğini belirlemelisiniz. Ayrıca hangi kelimelere, aktörlere ve konulara odakla-
nacağınızı da bilmelisiniz. Bunları belirledikten sonra kodlama ve analizleriniz yaparak, bir kısım çıkarımlara
varırsınız. Bu yoğun ve karmaşık bir süreçtir. Bu nedenle, araştırmacının çalışmaya başlamadan önce hipo-
tezlerini ve odaklanacağı konuları belirlemesi gerekir.

Şekil 6: İçerik Analizlerinde Veri Toplama ve Analiz Süreci

277
İçerik analizini üç aşamalı olarak sınıflandırılabilir: iletişimin geçmişi hakkında çıkarımlar, iletişimin özellikleri
hakkında çıkarımlarda bulunmak ve bunları betimlemek ve iletişimin etkileri konusunda çıkarımlarda bulun-
mak. Bu şekilde, üretilen mesajın ne olduğunu, bunun ne anlama geldiğini ve ne tür etkiler oluşturduğunu
tespit edebiliriz.

Kutu 6: İçerik Analizi Yaklaşımı


Amaç
· Metinden çıkarımlarda bulunmak
Veri Toplama
· Yazılı metinler
· Görsel metinler
Veri Analizi
· Metinde yer alan anahtar sözcüklerin hangi sıklıkta tekrarlandığını, hangi mesajların
verilmeye çalışıldığını ve iletişimin yapısını tanımlanır
· Kodlamalar
Çıktılar
· Nasıl bir söylem var ve bununla nasıl bir algı oluşuturulmak isteniyor

Nitel Araştırmalarda Güvenirlik ve Geçerlilik


Nitel yöntemlerde, güvenirlilik ve geçerlilik pozitivist geleneklerdeki yaklaşımlara göre formüle edilmez.
Araştırmacının dürüstlüğü ve etik değerler, bu konuda yol göstericidir. Dolayısıyla, nitel yöntemlerde istatis-
tiki yöntemlerdeki gibi güvenirlik ve geçerlilik meseleleri mekanik olgular olarak görülmez. Nitel yöntemler-
de asıl öne çıkan ise güvenirliliktir (trustworthiness). Bunu belirlemeninde farklı yolları vardır (Bkz. Kutu 6).
Bunlar, görüşmeci onayı ve teyidi, uzman görüşünün alınması, uzun etkileşimler ve bunların tespiti, negatif
durum analizi, denetlenebilirlik ve onaylanabilirlik gibi yöntemler kullanılarak, araştırmanın güvenirliliği sağ-
lanabilir. Ancak şunu belirtmek gerekir ki nitel araştırmalarda güvenirliliği asıl sağlayacak olan araştırmacının
kendisi ve etnelektüel dürüstlüğüdür. Araştırmacı sadece pasif bir toplayıcısı değil, araştırdığı toplum, birey
ve kurumlarla etkileşim hakindedir. Dolayısıyla, sadece araştırmanın aktörü değil aynı zamanda aracıdır. Bu
bakımdan araştırmacının pozisyonunun farkında olması ve bunu araştırma yönteminin bir parçası haline
getirmesi oldukça önemlidir. Nitel araştırmalarının bir çoğunun yöntem kısmında araştırmacının pozisyonu
diye bir kısım vardır ve araştırmacının pozisyonun sağladığı avantaj ve dezavantajlardan bahsetmesi ve bun-
ların araştırma sonuçlarına etkisinin ne olduğunun ifade edilmesi beklenir.

278
Kutu 6: Nitel Yöntemlerde Güvenirlik ve Geçerlilik
Araştırmacının kişiliği
o Deneyin yaşamı ve tecrübesine katılım
o Yeni bilgiler çıktıkça hiç kesintiye uğratmadan veri toplamaya devam etmek
Pozisyonun farkında olmak
o Konu hakkında bildiklerini bir kenara bırakmak
o Önyargılarını bir kenara bırakmak
o Bağlamı ve süreci esnek bırakmak
Sezgi
o Olguya gerçekten bakma süreci
o Bütün odağı, ilgiyi ve enejiyi konuya odaklandırmak
o Mutlak konsantrasyon ve kendini tamamıyla araştırma konusuna verme
Analiz
o Verinin analiz edilmesi ve yorumlanmasında özen
Kaynak: http://www.umsl.edu/~lindquists/qualdsgn.html ‘dan değiştirilerek

Nitel Araştırmalarda Veri Kaynakları


Nitel yöntemlerde bir araştırmacı çok farklı kaynaklardan faydalanarak araştırmasına veri toplar. Bu bakım-
dan, aynen nicel yöntemlerde olduğu gibi nitel yöntemlerde de hem birincil hem de ikincil verilerden ya-
rarlanır. Birincil veriler, daha çok araştırmacının bizzat kendisinin görüşme, gözlem, etkileşimler, etnografya
çalışmaları, vaka çalışmaları ve odak grupları gibi tekniklerle elde ettiği verilerdir. Bu tür veri toplama yön-
temleri, araştırmacının olaylara daha derinlikli bir bakış açısı ile bakmasına yardımcı olur. İkincil veri kay-
nakları ise hazır istatistikler, mektuplar, günlükler, kasetler, videolar, internet konuşmaları, bloglar, e-mailler,
afişler, broşürler ve daha çok farklı yazılı ve görsel materyallerden oluşabilir. Bunlar, sayısallaştırılması ol-
dukça zor olan veya mümkün olmayan verilerdir. Ancak bu veriler realitenin farklı boyutlarını aydınlatacak
niteliktedir. Nitel yöntemlerde veri toplama, standart nitelikteki veri toplama araçlarıyla elde edilmez. Nitel
araştırmalardaki veri toplama daha esnek ve daha çeşitlidir. Bu da araştırılan olgunun farklı yönlerini ortaya
çıkarmak için oldukça önemlidir.
Nitel araştırmalarda veri kaynakları, birincil ve ikincil kaynaklar olmak üzere iki grupta sınıflandırılabilir. İkin-
cil veri kaynakları, araştırmacının kendisinin oluşturmadığı, başkaları tarafından oluşturulan veya saklanan
verileri ifade eder. Nitel araştırmalar için oldukça önemli olan ikincil veri kaynakları çeşitli olup mektuplar,
günlükler, ses kayıtları, video kayıtları, internet yazışmaları, broşürler, afişler, sloganlar gibi oldukça farklı kay-
naklardan oluşabilir. Bu verilere erişim her zaman kolay ve mümkün olmayabilir. Bilhassa, özel nitelikteki bir
kısım mektup, ses ve video kayıtlarının araştırmacının kullanımına sunulması, oluşturulacak güvenle müm-
kün olabilir (Baş & Akturan, 2013). Birincil veriler ise araştırmanın bizzat kendisinin topladığı kaynaklardır ve
bu kaynakların toplanma biçimleri oldukça farklıdır. Görüşmeler, gözlem, odak grubu, etnografya gibi çok
farklı yöntemlerle nitel veriler toplanabilir.
Nitel Araştırmalarda Veri Toplama Yöntemleri
Yukarıda da ifade edildiği gibi nitel araştırmalarda, standart bir araştırma prosedürü belirlemek mümkün
değildir. Nitel araştırmada aslolan esnek prosedürdür. Araştırmacı alanda şaşırmayı umar ve her türlü veri
şekline ve kaynağına açıktır. Ayrıca araştırmacının kendisi araştırma sırasında bizzat bir araçtır ve sürecin içe-

279
risindedir. Yöntemini sürekli revize etme olanağına sahiptir. Ancak yine burada yaygın olarak kullanılan veri
toplama yöntemlerinin bazılarına değinmekte fayda vardır (Bkz. Şekil 7). Nitel araştırmalarda veri toplama
süreci araştırmanın amacına, araştırmacının ilgisine, konunun niteliğine ve araştırmacının benimsediği yak-
laşıma göre farklılıklar gösterir. Özellikle, araştırmanın amacı ve yaklaşımı bambaşka bir prosedürü izlemeyi
zorunlu kılabilir. Örneğin Fenomenoloji yaklaşımından hareket eden bir araştırmacının odaklanacağı bir veri
toplama süreci ile gömülü teori yaklaşımını benimseyen bir araştırmacı veya tarihsel analiz yaklaşımını be-
nimseyen bir araştırmacı arasında önemli farklar vardır. Bunların detaylarını hazırlanan kutucuklara bakarak
görebilirsiniz.

Şekil 7: Nitel Araştırmalar Yaygın Veri Toplama Yöntemleri

Ancak bu yaklaşımlardan herhangi biri ile araştırma yapan bir araştırmacının diğer veri yaklaşımlarda kul-
lanılan veri toplama yöntemlerine başvurmayacağı anlamına gelmez. Zaten nitel araştırmaların güçlü yanı
da bu esnek yapılarındadır. Örneğim gözlem, tüm nitel araştırmalarda çok önemli bir yere sahiptir. Aynı
şey görüşme ve ikincil veri kaynaklardan yararlanma konusunda da geçerlidir. Araştırmacı toplumu, yaşamı,
rutin günlük faaliyetleri, mekânsal organizasyonu, mekânsal biçimlenmeyi ve bunlar ile toplum arasındaki
etkileşimleri gözlemler ve okumalar yapar. Gerek duyarsa görüşmeler yapar, bulduğu ikincil verileri veya ta-
rihsel materyalleri kullanabilir. Araştırmacının nasıl bir veri toplama yöntemini belirleyeceği, onun vereceği
bir karardır. Araştırmacı kendini ortaya koyar ve gerekli duyduğu verileri toplamak için çok farklı yollar dener.
Nitel araştırmalarda sıkça ifade edilen veri ile yaşamak kavramının kaynağı budur.
Görüşme
Görüşme veya mülakat, nitel araştırma yöntemlerinde en sık başvurulan veri toplama yöntemlerinden biri-
dir. Görüşmeler, süreleri ve uygulanma biçimleri bakımından farklılıklar gösterir. Ancak görüşmelerde temel
amaç, derinlikli bilgilere ulaşmak ve insanların anlam dünyasına vâkıf olmaktır. Sorular sorarak, az bilinen bir
konuda derinlikli bilgilere ulaşmaktır. Karmaşık sosyal düzen, olay ve ilişkileri derinlemesine irdelemek ve
bunlardan önemli sonuçlar çıkarmaktır.
Araştırmacı, araştırdığı konu ilgili elde ettiği bilgiler doğrultusunda bir kısım sorular hazırlar ve uygun ör-
neklem yöntemi ile belirlediği kişilere görüşmelerinde bu soruları sorar (Bkz. Şekil 8). Hazırlanan sorular
temel çerçeveyi çizer ama araştırmacı görüşme sırasında yeni sorular üretebilir ve onlara da cevaplar alabi-
lir. Bazen, hazırlanan soruların tamamı her katılımcıya sorulmayabilir. Uygun olanlar seçilerek sadece onlar
sorulabilir. Bu belirleme, muhatabın durumu ile ilgilidir. Bu nedenle, görüşmelerde anket araştırmalarında
standart sorulara cevap almak ve herkese aynı soruların sorulması söz konusu olmayabilir (Glesne, 2012).

280
Görüşmelerin yapısı ve soruların biçimi, araştırılan konuya göre farklılıklar gösterebilir. Sorulan sorular daha
çok açık uçlu sorular şeklindedir. Kapalı uçlu sorular daha tasarruflu kullanılır. Çünkü ancak açık uçlu sorularla
sorunlar derinlemesine irdelenebilir.
Görüşmelerin farklı uygulanma biçimleri vardır. Bunlar, açık sonlu görüşmeler, kısa görüşmeler ve grup gö-
rüşmeleri şeklinde sınıflandırılabilir. Açık sonlu görüşmeler, uzun soluklu olup ve derinlemesine bilgilerin
elde edilmeye çalışıldığı görüşmelerdir. Kısa görüşmeler ise daha çok informel ayaküstü yapılan görüşmeler-
dir. Bu görüşmelerle, bir kısım özel bilgilerin alınması amaçlanır. Grup görüşmelerinde ise herhangi bir sorun
hakkında 8-10 kişilik gruplar oluşturulur ve o sorun hakkında gruptaki kişilerin görüşleri alınır (Seidman,
1998).

Şekil 8: Görüşme Veri Toplama ve Analiz Süreci

Açık Sonlu Görüşmeler


Açık sonlu görüşmeler, en yaygın görüşme biçimidir. Temel özelliği, derinlikli bilgiler sunmasıdır. Görüşme,
bir çeşit röportajdır. Görüştüğünüz kişinin kendini rahat hissetmesi için görüşme mekanının çok iyi ayarlan-
ması gerekir. Ortamın sessiz olması, ses kaydına uygun olması, dikkati dağıtmayacak ve odaklanmayı sağ-
layacak nitelikte olması oldukça önemlidir. Dolayısıyla, hazırlığı yapılmış görüşmeler ile çok önemli bilgiler
ortaya çıkartılabilir.
Açık sonlu görüşmeler genellikle uzun süren görüşmelerdir ve yarım saat sürdüğü gibi birkaç saat de sü-
rebilir. Bazen ikinci veya üçüncü görüşme gerekebilir. Amaç, en detaylı ve özel bilgilere ulaşarak, derin an-
lamları keşfetmektir. Bu nedenle açık sonlu görüşmeler, derinlikli görüşmeler (in-depth interview) şeklin-
de de isimlendirilir. Derinlikli görüşmeler, insanların bir konu hakkındaki detaylı bilgilerini almayı amaçlar.
Alan araştırmalarında sıkça başvurulan bir yöntemdir. Yapılandırılmış görüşmelerden en önemli farkı, esnek
yapısıdır. Yapılandırılmış görüşmelerde, görüşülen herkese aynı sorular, aynı şekilde sorulurken, açık sonlu
görüşmelerde bu çok daha esnektir. Araştırmacı yeni sorular ekleyebilir, bazı soruları çıkarabilir, soruların
sırasını değiştirebilir. Açık sonlu görüşmeler, genellikle yüz yüze yapılan görüşmelerdir. Böylelikle, esnek ya-
pının avantajları daha rahat bir şekilde kullanılabilir. Açık sonlu görüşmeler, derinlemesine analizler için çok
önemli veriler sunar. Bu görüşmeler, interaktiftir ve muhatabın durumuna göre çok farklı konular hakkında
bilgiler elde etmeyi sağlar.
Açık sonlu görüşmelerin veri analiz ve değerlendirme süreçleri en az veri toplama kadar önemlidir. Elde edi-
len verilerden anlamlı bilgilerin çıkarılması, çözümlenmesi, kodlanması ve raporlaştırılması titizlik ister. Bu
nedenle bu işlemlerin bir sistem dahilinde yapılması gerekir. Aşağıda, görüşmelerde dikkat edilmesi gereken
mevzular, örnekleme yöntemleri, veri analiz yöntemi ve elde edilen verilerin anlamlı bilgilere dönüştürülme-
si konusunda ayrıntılı bilgilere yer verilmiştir.

281
Açık sonlu görüşmeler daha çok hakkında az araştırma yapılmış ve keşfe açık konularda başvurulan bir veri
toplama yöntemidir. Örneğin Amerika Birleşik Devletlerin’deki Türklerin göç, kimlik ve entegrasyon süreçle-
rini araştıran Kaya (2003), New York metropoliten bölgesinde yaşayan Türklerle görüşmelere yaparak, on-
ların göç hikayelerini, yeni kültürel ortama entegre olma süreçlerini, vatan hasretlerini, yaşadıkları zorlukları
ve bu zorluklarla mücadele için geliştirdikleri yöntemlerini öğrenmeye çalışmıştır. ABD’deki Türklerin kültürel
uyum ve göç süreçleri konusundaki ilk çalışmalar biri olan bu araştırma göç, entegrasyon, kültürel değişim
ve kimlik inşası gibi konuları bizzat bu deneyimleri yaşayanların ağzından vererek, yaşadıkları deneyimlerden
kesitler sunmuştur.
Kısa Görüşmeler
Her ne kadar açık sonlu görüşmeler, daha derinlikli bilgiler elde etme imkânı verse de, herkesle her zaman
yapılamayabilir. Zaman darlığı olabilir veya ortam uzun görüşmeye müsait olmayabilir. Burada devreye kısa
görüşmeler girer. Kısa görüşmeler çoğu zaman ayaküstü yapılan ve önemli bazı bilgiler elde etmeyi amaç-
layan görüşmelerdir (Seidman, 1998). Kısa görüşmelerde daha özel sorular sorulabilir. Örneğin, perakende
satış yapan bir firma çalışanına, alışveriş yaparken veya mağazada dolaşırken, sigortalarının düzenli ödenip
ödenmediğini, mesai uygulamalarının nasıl olduğunu ve ne gibi sorunlar yaşadıklarını sorabilirsiniz. Aynı şe-
kilde çevre kirlenmesi çalışan bir araştırmacı, sanayi bölgesinde faaliyet gösteren işçiler ile görüşerek, fabrika
atıklarının nasıl yönetildiğini ve bunun çevre üzerindeki olumsuz etkilerini sorarak öğrenebilir. Bu şekilde
çok özel bilgilere erişebilir. Bu tür görüşmelerin hem etik açıdan hem de uygulama bakımından bir kısım
zorlukları olabilir (Ritchie & Lewis, 2003). Eğer araştırmacı soruları sorarken araştırmacı kimliğini açıklarsa,
konuşulan kişi cevap vermek istemeyebilir. Eğer açıklamazsa, o zamanda bir kısım etik ikilemleri yaşayabilir.
Görüşme sırasında, çoğu zaman herhangi bir not alınmadığında ve kayıt cihazı kullanılmadığında konuşulan-
ları akılda tutmak güçtür. Bu nedenle, konuşulanların görüşmeden sonra hemen not edilmesi, konuşulanla-
rın unutulmasını engelleyecektir.
Grup Görüşmeleri
Grup görüşmeleri, 8-10 kişilik gruplar ile yapılan ve belli başlı konularda öne çıkan mevzuların neler olduğu
hakkında veri toplayan görüşmelerdir (Lasch vd., 2000). Örneğin, bir okuldaki velilerle grup görüşmeleri ya-
parak, o okulda ne gibi sorunlar olduğunu ve neler yapılırsa o sorunların çözülebileceği konusunda yapılan
bir toplantı, grup görüşmesi olarak nitelendirilebilir. Benzer şekilde bir ekosistemin nasıl yönetilmesi gerek-
tiği konusundaki düşünceler, o ekosistemi kullanan farklı gruplarla görüşmeler yolu ile ortaya konulabilir.
Burada, sırayla grup üyelerine söz hakkı verilerek, görüşleri alınabilir. Grup görüşmelerinde, gruptaki kişilerin
hangi konularda ortaklaştığını hangi konularda ise ayrıştığını görmek mümkündür. Böylelikle temel sorunları
ve çözümleri tespit olanağı elde etmiş olunur.
Görüşmede Dikkat Edilecek Hususlar
Görüşmeyi yapacak kişinin gerekli hazırlıkları yapması, görüşmenin verimliliği için oldukça önemlidir. Bu an-
lamda, soruların hazırlanması, kıyafet ve görünüşün görüşülecek kişiye ve ortama uygun olması, muhata-
bın dikkatinin dağılmasını engelleyecek ve konuya odaklanmayı kolaylaştıracaktır. Hazırlanan sorular, nelere
odaklanması gerektiğini belirleyecek ve konunun derinlemesine analizini kolaylaştıracaktır. Ayrıca görüşme-
yi yapan kişinin iletişim becerilerinin iyi olması, görüşülen kişiye güven verilmesi ve görüşme yapılacak orta-
mın iyi ayarlanması, araştırmanın başarısını pozitif yönde etkileyecektir. Araştırmacının yaşı, cinsiyeti, etnik
kökeni, dini kimliği ve araştırmanın özelliği, toplanan verilerin niteliğini etkiler. Başarılı bir araştırmacı, bu
farklılıkların, toplanan verilerin güvenirliği üzerinde olumsuz bir etki yapmamasını sağlamakla yükümlüdür
(Lindsay, 1997).
Görüşme, sadece insanlarla konuşmaktan ve pasif bir şekilde bilgi toplamaktan ibaret değildir. Görüşme
aynı zamanda bir sosyal etkileşimdir. Bu bakımdan, bireyler arası ilişkilerde iyi olmak, görüşmede araştırma-

282
cıyı daha avantajlı kılar. Yapılan görüşmede belki de ilk kez karşılaşılan bir kişiden, kişisel görüşlerini, hayat
deneyimlerini ve özelini paylaşmasını istenebilir. Bu nedenle, onun bütün içtenliği ile açılmasının sağlanması
gerekir. Bu da ancak güven oluşturmakla mümkündür. Bu nedenle, görüşmede muhatabı düşüncesinden,
ideolojisinden ve yaşam tarzından dolayı yadırgamamak gerekir. Tam aksine, samimiyetle anlamaya çalış-
mak ve düşünce dünyasını keşfetmek, başarılı bir görüşme için vazgeçilmez şarttır. Bu bakımdan, iyi bir mü-
lakatçı aynı zamanda iyi bir dinleyicidir. Sürekli not almak, konuşmacının dikkatini dağıtır. Bu nedenle, konuş-
macıya güven vermek, ses veya görüntü kaydının alınması için izin almak, görüşme sırasında dinleyiciliğinizi
ön plana çıkarır. Arada kısa notlar alınabilir; ancak sürekli not almak, konuşmanın akışını olumsuz yönde
etkileyebilir ve muhatabın tam olarak açılmasını sağlamayabilir (Kitchin & Tate, 2000).
Görüşmede, muhatabın konuşmasının bir kısım jest ve mimiklerle desteklenmesi, onun daha rahat bir şe-
kilde açılmasını ve görüşlerini içtenlikle paylaşmasını sağlayacaktır. Ancak destekleyicilik, yönlendirmeye
neden olmayacak kıvamda olmalıdır. Burada amaç, muhatabın kendini rahat hissederek düşüncelerini ve
duygularını bütün çıplaklığı ile paylaşmasını sağlamaktır. Yüzeysel bilgilerden ziyade derin ve kapsamlı bil-
gilere ulaşmaya çalışmaktır. Bu nedenle, görüşme yapılan kişiye güven vermek, kaydedilmesini istemediği
kısımları kaydetmemek, araştırmanın başarısı için oldukça önemlidir. Verilen güvenle, muhatabın özel duygu
ve düşüncelerini ve belki de sırlarını açabilmesi sağlanabilir (Lindsay, 1997).
Muhatabın duygu ve düşüncelerini açması ve özel bilgilerini paylaşmasını sağlayacak etkenler oldukça çeşitli
olabilir. Bu anlamda, cinsiyetiniz, etnik kökeniniz, dini aidiyetiniz ve kişisel görünümünüz, muhatabın sizi
onlardan biri olarak görmesi ve güven duyması bakımından önemlidir. Sizin bu aidiyetlerinizi değiştirmeniz
mümkün değildir. Fakat bunların avantaj ve dezavantajlarını bilip, ona göre bir kısım stratejilerin geliştirilme-
si gerekir. Güven, nitelikli içten bilgilerin elde edilmesinin anahtar kavramıdır. Size güven duymayan birinin,
“iç dünyasını” açması mümkün değildir. Eğer konuştuğunuz kişi kurumsal bir kimlikle konuşmuyorsa, kim-
liğinin kesinlikle saklı kalacağı konusunda güven verilmeli ve kişi buna ikna olmalıdır. Elde ettiğiniz bilgilerin
kesinlikle kişinin kimliğini açığa çıkaracak şekilde verilmemesi gerekir.
Görüşmede dikkat edilecek hususlardan biri de giyim tarzında aşırılıklardan kaçınmaktır. Hippi giyimli biriyle
görüşmeye giderken farklı, kurumsal temsil konumunda olan biriyle görüşmeye giderken farklı kıyafetler
giyilmelidir. O kişinin, sizi kıyafetinizden dolayı yadırgamaması, konuya odaklanmanızı sağlayacaktır. Amaç,
ilgiyi kendinize değil araştırılan konuya çekmektir. Bu sizin resmi giyimli bir kişi ile resmi bir kıyafetle görüş-
meye gitmeniz gerektiği anlamına gelmez. Dikkat edilmesi gereken, görüşme ortamda çok farklı gözükme-
mektir. Görüşmede amaç, dikkati kendinize değil araştırılan konuya çekmektir (Yıldırım & Şimşek, 2011).
Görüşmedeki diğer önemli konulardan biri de konuşmadan çok dinlemeyi bilmektir., Az konuşup çok din-
lemek başarılı bir görüşme için olmazsa olmaz şartlardan biridir. Dinlerken, konuşulanları dinlemekten zevk
aldığınızı ve konuya ilginizin olduğunu hissettirmelisiniz. Sıkıldığınızı düşünen bir kişi, sorularınıza verilecek
cevapları geçiştirebilir ve düşüncelerini paylaşmaktan kaçınabilir. Hatta hızlı ve kısa cevaplar vererek görüş-
meyi bir an evvel bitirmek isteyebilir. Sizin, konuya ilgili olduğunuzu hissettirmeniz ve muhatabın düşüncele-
rine değer vermeniz, onun daha perdesiz konuşmasını sağlayacak ve istediğiniz bilgileri sizinle paylaşacaktır.
Buradaki önemli denge, muhatabın düşüncelerine olan desteğin abartılmadan yapılmasıdır ve onun pozis-
yonuna anlayışla yaklaşıldığının hissettirilmesidir.
Görüşmelerin Uygulama Biçimleri
Görüşmeler, temelde açık uçlu soruların sorulduğu veri toplama yöntemidir. Ancak uygulama biçimleri farklı
olabilmektedir. Görüşmeler, yüz yüze, telefonla, e-mail veya internet konuşmaları şeklinde olabilir (Gatrell,
2006). Görüşmelerde en yaygın uygulama yöntemi, yüz yüze yöntemidir. Bu yöntem muhatabın jest ve mi-
miklerini, ses tonunu ve vurgularını görmek için oldukça önemlidir. Aynı zamanda muhatabın samimi bir
şekilde konuşmasına daha elverişlidir. Ayrıca görüşmenin etkileşim boyutu dikkate alındığında, hem vücut

283
dilinin gözlemlenmesi hem de muhataba anında yeni soruların sorulması ve açılması gereken konuların açıl-
ması bakımından oldukça önemlidir. Yüz yüze görüşme tekniği, muhatabın içtenlikle açılması bakımından
avantajlı bir tekniktir.
Telefon görüşmeleri ise yüz yüze görüşme olanaklarının kısıtlı olduğu araştırmalarda devreye giren bir yön-
temdir. Hem zamanı etkili kullanma hem de uzun mesafelerdeki kişilerle konuşma olanakları bakımından
oldukça avantajlı bir görüşme tekniğidir. Aynen yüz yüze tekniğindeki gibi etkileşim imkânı olan bir görüşme
tekniğidir. Farklı gruplara ve coğrafyalara erişimi kolaylaştıran, zaman tasarrufu sağlayan bir tekniktir. Ancak
bu görüşme yönteminde beden dilini okumak, jest ve mimikleri görmek mümkün değildir. Telefon görüş-
melerinde muhatabın sizi reddetme olasılığı daha yüksektir. Bu nedenle, telefonun yüzünüze kapatılmaması
için görüşme zamanının iyi seçilmesi ve sıcak kanlı ve ikna edici bir dilin kullanılması önemlidir.
Bazen görüşmek istenilen kişilerin telefon numaralarına erişim mümkün olmayabilir. Bu nedenle, internet
ortamında karşılıklı yazışarak görüşmeler gerçekleştirilebilir. Özellikle bir kısım marjinal gruplar ve web grup-
ları ile ilgili araştırmalarda, internet konuşma siteleri ve sosyal medya platformları daha avantajlı olabilmek-
tedir. Böylece ulaşma olanaklarının çok kısıtlı olduğu kesimlerle görüşebilir ve önemli bilgiler alınabilir. Ancak
burada ne beden dilini ne de ses tonunu okuma olanağı vardır. İnsanların verdikleri cevaplarda ne ölçüde
dürüst davrandıklarını tespit etmek güçleşir. İstediğiniz her kişiyle görüşme olanağı olmayabileceği gibi her
istenilen soruya cevap almak da mümkün olmayabilir.
Sosyal medya siteleri, skype ya da ve messenger tarzı programlar üzerinden, görüşme saatleri ayarlayabilir
ve muhatapla görüşülebilir. Sorularınızı yazarak, karşı tarafın cevap vermesini isteyebilirsiniz. Aynı yöntem
e-mail aracılığı ile de uygulanabilir. Ancak e-maillerde etkileşim çok daha sınırlı olmakta ve açılması gereken
mevzuların açılması zorlaşmaktadır (Montello & Sutton, 2013).
Görüşmelerde Katılımı Sağlamak
Görüşme yapmak istediğiniz herkes sizinle görüşmek istemeyebilir. İnsanların günlük hayatında çok daha
önemli şeyler vardır ve size zaman ayırmak istemeyebilirler. Zamanları kısıtlı olabilir veya o anda yapmaları
gereken daha önemli işler olabilir. Bu nedenle, uygun bir dil kullanarak onları ikna etmelisiniz. Çalışmanın, si-
zin için ne kadar önemli olduğunu nazik ifadelerle iletip, size yardımcı olmalarını isteyebilirsiniz. Karşıdaki ki-
şinin katılımının sizin için önemli olduğunu, katılması halinde kendisinin de bu deneyimden mutlu olacağını
ifade edebilirsiniz. Vakitlerinin boşa harcanmayacağına inandırılan insanlar, çalışmanıza katılmayı isteyecek-
tir. Bu bakımdan, kim olduğunuzu, yaptığınız araştırmayı neden yapmak istediğinizi, kendisinin araştırmaya
katılmak üzere nasıl seçildiğini belirterek, onu çalışmanıza katılmaya ikna edebilirsiniz. Eğer görüştüğünüz
kişiyi tavsiye eden kişiler varsa, onların da isimlerini vererek katılımcıya güven verebilirsiniz. Sergileyeceğiniz
sıcak ve sempatik yaklaşım, muhatabın ikna olması için önemlidir. Hiç kimse tanımadığı bir kişi ile eziyet
çekeceği veya zevk almayacağı, uzun bir konuşmaya veya diyaloğa razı olmaz. Görüşmeye ikna ettiğiniz kişi-
de oluşturacağınız pozitif izlenim, onun çalışmaya katılmasını kolaylaştıracaktır. Ayrıca, görüşmek istediğiniz
kişinin o an vakti olmayabilir. Ona alternatif bir zaman önerip, görüşmeyi daha sonra da yapabilirsiniz. Araş-
tırmanın hakkında daha önceden hazırlanacak kısa ve öz bir not katılımcılara okutularak araştırmanın hem
kendileri için hem de toplum için önemine vurgu yapılması katılımı arttıracaktır.
Soru Sormak
İyi görüşmeler, iyi soruların sorulduğu görüşmelerdir. İyi soru ise açık, net, ve kolayca anlaşılan sorudur. Gö-
rüşme esnasında sorulan sorular çeşitli olmalı ki muhatap sıkılmadan konunun farklı yönleri açıklığa kavuş-
tursun. Sorularda kim, neden, ne, nerede, ne zaman ve nasıl soruları temel çerçeveyi çizer. Ancak, neden
soruları daha ekonomik kullanılmalı ve muhatabın defansif bir pozisyona geçmesi önlenmelidir. İnsanlar bir
kısım düşünce ve tercihlerinin nedenlerini her zaman vermek istemeyebilirler. Bu, saygı ile karşılanmalıdır.

284
Oluşturacağınız güven ve sıcak ilişki, o tür sorulara verilecek cevapları kolaylaştıracaktır. Mümkün olduğunca
açıklamaya yönelik sorular sorulmalı, evet ya da hayır gibi kısa cevaplarla soruların geçiştirilmemesi sağ-
lanmalı. Unutmamak gerekir ki görüşmeler, insanların hayat hikayelerini, deneyimlerini ve düşüncelerini
öğrenmek ve anlamak için uygulanır. Kapalı sonlu soruların bu işlevleri görmesi oldukça zordur.
Görüşmelerde, kişileştirilmiş sorularla daha verimli bilgi alınabilir. Örneğin bir kurumda müdür ile personele
aynı soruları, aynı tarzda sormamalısınız. Muhatabın durumuna göre sorular ve sorulma biçimleri revize
edilmeli. Ayrıca görüşme esnasında, sorulara verilen cevaplara göre konuyu daha da açma ve teyit ettirme
sorularını da sormak önemlidir. Araştırmacının, muhatabını dikkatlice dinlemesi ve ona uygun sorular sor-
ması, istenen verilerin toplanması için oldukça kritiktir. Örneğin, fiziksel engelli biri ile yapılan bir görüşmede,
muhatap “mekanların erişimi bakımından benim için en büyük problem merdivenler. Kamusal alanlar en
kötü alanlar” dediğinde, kamusal alandan kastının ne olduğunu sormak gerekir. Kamusal alandan kasıt nedir
diye sorduğunuzda, “resmi kurumlar, okullar, camiler ve belediyeye ait park ve bahçeler, kaldırımlar” gibi bir-
çok şey cevabını verebilir. Bu nedenle, muhatabın verdiği cevaplara uygun olarak, yeni soruların üretilmesi
ve kısaca geçilen konuların açılması oldukça önemlidir.
Görüşmede dikkat edilmesi gereken hususlardan biri de, soruları sorduğunuz kişiyi yargılamamak ve verdiği
cevaplardan dolayı mahkûm etmemektir. Burada temel amaç anlamaktır, yargılamak değil. Muhatabınızın
“saçmaladığını” düşünseniz bile o “saçmalamanın” arkasındaki anlamı, gerekçelendirmeyi ve mantığı anla-
maya çalışmalısınız.
Görüşme sorularının önceden hazırlanması ve görüşmeye hazırlıklı gidilmesi gerektiğini daha önce ifade
etmiştik. Bu bakımdan, literatürün çok iyi bir şekilde analiz edilmesi, araştırılan konunun değişik boyutları
ile anlaşılması ve görüşmeye zihnen hazırlıklı gidilmesi oldukça önemlidir. Elbette ki, görüşme sırasında mu-
hatabın vereceği cevaplara bağlı olarak yeni sorular üretilecektir. Ancak görüşme öncesi tüm hazırlıkların
yapılması, hem doğru soruların hazırlanmasını hem detaylı soruşturulacak mevzuların belirlenmesini hem
de sorduğunuz soruların doğru anlaşılıp anlaşılmadığını test etmeyi sağlayacaktır. Bu nedenle, uygulamaya
geçmeden önce bir pilot çalışma ile sorularınızın doğru anlaşılıp anlaşılmadığını test etmeniz gerekir. Kafa-
nızda bir kurgunuz olabilir; ama uygulamada karşılaşacağınız güçlükleri bir pilot çalışma ile ortaya koymanız,
veri toplama sürecinizi sağlıklı bir şekilde yürütmenize yardımcı olacak ve doğru veri toplamanızı sağlayacak-
tır (Denzin & Lincoln, 1998).
Yaygın Görüşme Hataları
Görüşme, nitel araştırma yöntemlerinin en önemli veri toplama araçlarından biridir. Ancak araştırmacıların
görüşmeler esnasında yaygın olarak yaptıkları hatalar vardır. Bunların en başında ise muhatabı dikkatlice
dinlememek gelmektedir. Sorduğunuz sorular çok güzel sorular olsa ve kayıt cihazınız verilen tüm cevapları
kaydetse bile, dinlememek muhataba değer vermediğiniz ve söylediklerini umursamadığınız izlenimini verir.
Muhatapla sürekli göz temasının olması, verdiği cevaplara yönlendirici olmamak kaydıyla bir kısım tepkilerin
verilmesi, anlatılanlardan yeni soruların üretilmesi, görüşmenin verimliliği bakımından oldukça önemlidir
(Hoggart, Lees, & Davies, 2002).
Muhataba, dinlenmediği izlenimi birçok şekilde verilebilir. Örneğin sorduğunuz bir soruya cevap verirken,
daha sonradan soracağınız bir soruya da cevap vermiş olabilir. Ama siz dikkatlice dinlemediğiniz ve soru-
larınızı sırayla sorduğunuz için o soruya cevap verildiği halde bir kez daha sorabilirsiniz. Bu da, muhatabını-
za onu dinlemediğiniz görüntüsünü verecektir. Yine muhatap, sorduğunuz bir soruya cevap verirken, sizin
başka şeylerle ilgilenmeniz ve verdiği cevaplara odaklanmamanız, dinlemediğiniz görüntüsünü verecek ve
muhatabınızı, geçiştirme cevaplar vererek görüşmeyi bir an evvel sonlandırmaya yöneltecektir. Dinlemenin
diğer bir yansıması da görüşmeyi yapan kişinin bol miktarda konuşarak, muhatabına konuşma fırsatı ver-
memesidir.

285
Görüşmelerde, soru sorduğunuz kişiyi yönlendirmemeniz gerekir. Bu nedenle, vereceği cevaplara yardım-
cı olmak, bir yönlendirmedir. Mümkün olduğunca muhatabın kendi fikrini kendi ifadeleri ile belirtmesinin
sağlanması gerekir (Limb & Dwyer, 2001). Bu, robot gibi sadece soruları sorup, tepkisiz bir şekilde cevapları
dinlemeniz anlamına gelmez. Muhataba gerekli düşünme ve ifade zamanının verilmesi gerekir. Belki tıkan-
dığı sırada çok ufak bir destek verilebilir ki bu, çok nadiren karşılaşılan bir durumdur.
Görüşmelerde yapılan bir hata da soruların belirsiz olmasıdır. Yani ne sormak istediğinizin tam olarak anla-
şılamamasıdır. Görüşmeye katılan kişi her zaman soruyu yeniden ifade etmenizi istemeyebilir. Bu nedenle,
soruların yalın bir şekilde sorulması gerekir. Açıklama yapılması gereken yerde, özlü ve hedef odaklı açıklama
yapılmalı. Bunun ötesine gitmemeli.
Görüşme büyük ölçüde empatiyi gerektirir. Karşınızdaki insanın yaşadığı güçlükler, içinde bulunduğu du-
rum, siyasi ve sosyal konular hakkındaki görüşlerini anlamaya çalışmak gerekir. Ancak araştırmacıların bazen
muhatabını aşağıladığı, farkında olmadan incittiği, yargıladığı durumlar olabilmektedir. Örneğin, engelli biri
ile yaptığınız bir görüşmede duygusuz ve duyarsız davranıp, “engelli olmak veya sakat olmak rezil bir şey
olsa gerek” demeniz muhatabınızı incitecektir. Benzer durumlar, kişinin özel hayatı ve dünya görüşü ile ilgili
de yaşanabilir. Bu bakımdan, empati yapmak, duyarlı olmak, saygı duymak, karşı tarafı rahatlatacak ve size
içtenlikle açılmasını sağlayacaktır.
Diğer bir görüşme hatası ise muhatabınızın verdiği cevapları tam anlamamak ve arkasından alakasız bir soru
sormaktır (Seidman, 1998). Özellikle uzmanlık isteyen bir alanda, konusunun uzmanı ile yaptığınız görüşme-
de böyle durumlar yaşanabilir. Araştırmacı, araştırdığı her şey konusunda uzman olmayabilir. Ama dikkatlice
dinleyip, muhataba anlamadığı yerleri tekrar sorması veya başka bir şekilde anlatmasını istemesi böyle ha-
taların miktarını azaltacaktır. Bu konu özellikle yeni araştırmacılar için önem taşımaktadır. Bir konu hakkında
yeterince bilgi ve tecrübe sahibi olmadan, o konudaki literatüre hakim olmadan konu ile ilgili kişilerle gö-
rüşme yapmanın belli sakıncaları vardır. Bu durumda muhatap, araştırmacının bilgisiz ya da ilgisiz olduğunu
düşünebilir ki, bu da araştırma verilerinin sağlıklı toplanması önünde çok önemli bir engeldir.
Görüşmelerde ilginç bir konuyu açtırmamak, planlanan rotaya fazlaca konsantre olmak bir hata olarak ka-
bul edilir. Gerçekten de planınızı uygulamanız, sorularınızı sormanız ve cevaplarınızı seri bir şekilde alma-
nız önemli olabilir. Ama bunu mekanik bir şekilde yapmamalısınız. Muhatabınızın konunuzla ilgili paylaştığı
önemli bilgileri, başka sorularla derinleştirmeniz ve detaylandırmanız oldukça önemlidir. Aksi halde, araştır-
manın o keşfedici ve aydınlatıcı yanı eksik kalacaktır. Nitel araştırma desenlerinin esnek olması gerekliliği de
buradan ortaya çıkar.
Bunun tersi bir hata durumu da söz konusudur: sorularınızın mekanik bir şekilde sorulması ve önemli konu-
ların açtırılmaması önemli bir sorundur. Ama görüşme yaptığınız kişiyi alabildiğine serbest bırakmanız, so-
runuzla ilgili olmayan konularda uzunca konuşmasına izin vereceğiniz anlamına gelmez. Dolayısıyla, burada
terazinin bir denge içinde olması gerekir.
Görüşmelerde muhatabınızın sıkılmaması, onun da görüşme sürecinde haz alması önemlidir. Bu bakım-
dan, araştırmacının sıcak kanlı olması, yeri geldiğinde eğlenceli olması ve görüşmenin akıcı ve planlı olması
önemlidir. Sıkılan muhatap, sorulara geçiştirme cevaplar verecektir.
Bazen çok iyi planlanan, çok iyi sorular hazırlanan ve çok iyi geçen bir görüşmede de hatalar olabilir. Görüş-
me yaptığınız kişinin cevaplarını kaydetmediniz, kayıt cihazını açmadınız veya pilinin bittiğini fark etmediniz.
Herhangi bir not da almadınız. Böyle bir durum, o görüşme için bir felakettir. Sorular güzel, cevaplar güzel
ama kayıtlı değil. Bu yüzden, arada kayıt cihazının kontrol edilmesi, kısa notların alınması böyle hataları ön-
leyecektir.

286
Görüşmelerde özellikle de kırsal kesimlerdeki görüşmelerde yapılan yaygın bir hata da muhataplara, sorun-
larını çözmek üzere oraya gidildiği izlenimini vermektir. Araştırmanın amacının sorunları tespit etmek ve
çözüm önerileri getirmek olduğu, çözümlerin ise uygulayıcı kişi, kurum ve kuruluşların tasarrufunda olduğu
özellikle açıkça anlatılmalıdır. Eğer bu yapılmazsa araştırma alanına sonradan yapılan ziyaretlerde muha-
tapların ‘bakın bu kadar araştırma yapıyorsunuz ama hiçbir şey değişmiyor’ gibi yakınmalarına muhatap
olunabilir.
Görüşmelerin Kayıt Altına Alınması
Görüşmeler çeşitli şekillerde kayıt altına alınabilir ve her birinin kendine göre avantaj ve dezavantajları vardır.
Örneğin video kaydı aldığınızda, muhatabınızın sadece sesini ve vurgularını değil aynı zamanda beden dilini
de kaydedebilirsiniz. Ancak, video kaydı, görüşme yapılan kişinin ses ve görüntülerini içerdiği için kimliğinin
teşhisini kolaylaştırmaktadır. Bu da onun kendini güvende hissetmemesine neden olabilmektedir (Riess-
man, 1994). Bu nedenle, birçok kişi görüşmelerin video kaydının alınmasına müsaade etmez. Video kaydının
alınmasına izin veren kişilerin de, kendilerini rahat hissetmeyebileceğini hatırdan çıkarmamak gerekir. Ancak
bazı çalışmalarda video görüntüsünün alınması araştırmacı için önemlidir. Bu nedenle, muhataplarını ikna
edip video kaydının alınmasını sağlamaya çalışmalıdır.
Görüşmelerde en yaygın kayıt şekli, ses kaydıdır. Ses kaydıyla, muhatabın tüm konuşması kayıt altına alabilir
ve daha sonra transkripsiyonunu yaparak analiz edebilir. Son teknoloji ses kayıt cihazları küçük ve çok sessiz
çalışan cihazlar olduğu için, bir masa veya sehpanın üzerine konulabilir ve belli bir süre sonra muhatabın
dikkatini bile çekmeyebilir. Ses kayıt cihazı, konuşmanın tüm ayrıntılarını kaydetmenize yardımcı olur. An-
cak ses kaydı da muhataplarda tedirginliğe neden olabilmektedir. Bu nedenle kaydın yapılıp yapılmayacağı,
görüşme yapılan kişinin durumuna göre değerlendirilmeli ve ona göre uygun yönteme karar verilmelidir.

287
Diğer bir yol da herhangi bir kayıt cihazının kullanılmaması ve görüşme sırasında araştırmacının kısa notlar
tutmasıdır. Bu yöntem, ayrıntıları yakalamak ve görüşmeye odaklanmak bakımından oldukça dezavantajlı-
dır. Mümkünse, muhatabın ikna edilerek ses kaydı izninin alınması gerekir. Ancak bazı insanlar, herhangi bir
kaydın alınmasını istemez ve rahatsız olurlar. Bu nedenle, tek yol görüşme sırasında not tutulmasıdır.
Görüşmelerin kaydedilmesi yapılacak analizler için çok önemlidir. Bu nedenle, ses veya video kaydının alın-
ması, araştırmacıya büyük avantaj sağlar. Ancak kayıt cihazının arada bir kontrol edilerek kaydın yapılıp yapıl-
madığının kontrol edilmesi gerekir. Aksi takdirde sorular ve cevaplar güzel olduğu halde kaydedilmemiş ola-
bilir. Bu konuda kullanılabilecek önemli bir strateji önemli bir görüşmeden sonra, bir süre sessiz bir ortamda
yalnız kalarak görüşmeleri kaydetmektir. Eğer birkaç önemli görüşme üst üste yapılırsa önceki görüşmelerin
ayrıntıları muhtemelen unutulacaktır. O nedenle her görüşmeden sonra araştırmacının mümkünse yanında
kimsenin olmayacağı sessiz ve sakin bir ortamda kayıt alması önemlidir. Kayıt alırken iki farklı not tutması, bi-
rincisinde o görüşme boyunca olan olayları ve konuşmaları kaydetmesi; ikincisinde ise görüşme sürecine ve
görüşülen kişi ya da kişilere ilişkin kendi yorumlarına yer vermelidir. Eğer bu tür değerlendirmeler zamanın-
da yapılmazsa sık görüşmelerin olduğu zamanlarda önemli konuların atlanma riski artar. Bu durum gözlem
için de geçerlidir. Araştırma yazılırken de bu notlardan ve izlenimlerden doğrudan alıntılar yapmak gerekir ki
bu, nitel yöntemleri nicel yöntemlerden ayıran en önemli özelliklerden biridir.
Odak Grubu
Bazı araştırmacılar tek tek bireylerle görüşmek yerine, gruplarla görüşerek hem daha kısa zamanda daha
geniş bir kitlenin görüşlerine başvurmuş olurlar, hem de gruba ait ortak bazı görüşleri tespit ederler. Grup-
lar genelde 8-10 kişiden oluşur (Lasch vd., 2000). Gruplar oluşturulurken yaş, cinsiyet ve gelir durumu gibi
değişkenler dikkate alınabilir. Burada bireylerin cevapları kadar grup içindeki etkileşimleri ve farklılıkları da
önem kazanır. Bu yöntem, bir kısım olaylar ve durumlar hakkında bilgi edinmek, farklılıkları görmek, algı ve
tutumları tespit etmek bakımından önemlidir. Ancak istatistiki sonuçlar vermez ve sübjektif bir değerlendir-
meye dayanır.
Gözlem
Gözlem, temelde bir tümevarım yöntemidir. Gözlemlerden bir kısım genellemelere ve teorilere ulaşılabi-
lir. Amaç, davranışların arkasındaki anlamların keşfedilmesidir. Bu bakımdan, gözlem aslında, sistematik bir
bakış sergileyerek, bir kısım anlam ve olguları görebilmek ve kavrayabilmektir. Gözlemle değerler, inançlar,
ideolojiler ve kültür gibi anlam dünyalarının fark edilmeyen tarafları fark edilmeye çalışılır (Gomez & Jones,
2010).
Gözlem İçin Hazırlık
Gözlemlenecek değişkenlerin detaylandırılması, bu konuda hazırlık yapılması ile mümkündür. Bu bakımdan,
araştırılan konunun gözlemlenebilir ve ölçülebilir olması önemlidir. Gözlemi güçlü kılmak için daha önce ya-
pılmış çalışmalar ve konu hakkındaki teorilerden faydalanmalıdır. Görüşmede, araştırmacı işin içine müdahil
olurken, gözlemde hiçbir şeye müdahale etmeden, bütün olay ve olguları, doğal ortamında gözlemler.
Gözlemin Gücü
Gözlemin gücü, meydana gelen olayların veya olguların direk olarak izlenmesinde yatmaktadır. İnsanların ne
dedikleri ya da ne yapacak7larını söylemelerinden ziyade, bizzat ne yaptıklarına bakarak, anlamlı bilgilere
ve ilişkilere ulaşmaya çalışılır. Örneğin, normal şartlarda çok az insan “ırkçı” “faşist” “din düşmanı” olduğunu
kabul eder veya söyler. Ancak, bu insanların verdikleri kararlara, normal ortamlardaki konuşmalarına veya
yazıp çizdiklerine bakarak, “ırkçı” veya “faşist” bir eğilim içinde olup olmadıklarını anlayabilirsiniz. “Hiç kimse
ayranım ekşi demez”; ancak hayatın günlük akışı içerisinde, gözlemler yaparak ayranın ekşi olup olmadığını
anlayabilirsiniz.

288
Gözlem, hayatı yaşandığı gibi kaydetmenize ve analiz etmenize imkan sağlar (Karasar, 2012). Görüşmede ol-
duğu gibi insanların davranışları hakkında analitik düşünmeye zorlanması söz konusu değildir. Görüşmede,
insanlar olduklarından farklı bir izlenim vermeye çalışabilirler. Gerçek düşüncelerini paylaşmak istemeyebi-
lirler. Burada devreye gözlem girer. Uzun süreli gözlemlerle, o insanları gündelik hayatlarının sıradan akışı
içerisinde değerlendirilebilir. Özellikte kendini ifade edemeyen gruplar (çocuklar gibi) çalışıldığında, gözlem
çok önemli bir araştırma tekniğidir. Kendini ifade edemeyen çocukları, akranları ve büyükleri ile olan ilişki-
lerini, sınıf içinde arkadaşları ve öğretmenleri ile ilişkilerini gözlemleyebilir ve çok nitelikli verilere ulaşılabilir.
Gözlem Yaparken Dikkat Edilecek Hususlar
Gözlem yaparken, birkaç noktaya özellikle dikkat etmek gerekir. Öncelikle, gözlem yaparken nelere bak-
mak istediğinizi, nelere odaklanmak istediğinizi bilmelisiniz. Bu anlamda, daha evvel yapılmış araştırmaları
okumak, odaklanacak konuların tespiti bakımından önemlidir. Gözlem, gidip bir eylemi seyretmek değildir.
Herkesin göremediğini, odaklanarak görmeye çalışmaktır (Sayer, 1992).
Bunu yaparken de gözlemlediğiniz insanlara, izlendikleri imajı vermemelisiniz. Hayatın normal akışını bo-
zacak bir davranışta bulunmamalısınız. Örneğin, Orta Anadolu’da geleneksel düğünler ile ilgili bir araştırma
yapıyorsunuz. Düğün sahiplerinden rica ederek bu düğünlere katılıp, düğün sırasındaki etkileşimleri, ritüel-
leri ve seremonileri anlamaya çalışıyorsunuz. Burada düğün sahibi dışında insanların, sizin bir araştırma için
orada olduğunuzu bilmelerine gerek yoktur. Ancak genç kızların, genç erkeklerin ve yetişkinlerin giyimlerini,
birbiri ile olan ilişkilerini, kendilerini ifade biçimlerini gözlemleyebilirsiniz. Düğün, aileler için önemli bir “şov”
olabilir. Ailenin varlığını, prestijini, etkinliğini gösterme aracı olabilir ve bunu bir kısım semboller ve uygula-
malarla davetlilere hissettirmek isteyebilirler. Genç kızlar düğünü, genç erkeklerle iletişim kurma mekanı
olarak görebilirler. Aynı durum genç erkekler için de geçerlidir. Ayrıca bütün bunlar, başka bir yöredeki dü-
ğünlerden daha farklı bir tarzda ifade edilebilir. Sizin amacınız, bu farklılıkları ve orijinallikleri yakalamaktır.
Sistematik Not Tutmak
Gözlemler çok zengin veri kaynaklarıdır. Ancak insan zihni “nisyan ile maluldür”, yani unutkanlığı ile bilinir.
Bu nedenle, yapılan gözlemlerin kayıt altına alınması oldukça önemlidir. Araştırmacı, gözlemlediği bir olgu-
yu veya etkinliği iş yerine, oteline veya evine gittikten sonra hemen not etmelidir. Aksi taktirde, gözlemler
taze iken kayıt altına alınmadığından, kısa zaman içinde unutulacak veya sıradanlaşacaktır. Bu bakımdan,
alan araştırması yapıldığında ve gözlemlerde bulunulduğunda, bir günlük tutulmalı ve gözlemlenen olaylar
olabildiğince detaylı bir şekilde kaydedilmelidir. Burada sadece gözlemlenen olguları kaydetmekten bahset-
miyoruz. Bu olayların, etkinliklerin, bunların sunulma biçiminin ve davranışların sizde bıraktığı izlenimleri not
etmek de oldukça önemlidir. Günlüğünüzde günlük olayları kaydederken, ayrıca bir bölüm açıp bir önceki
bölümde de anlatıldığı gibi izlenimlerinizi de yazmalısınız (Riessman, 1994).
Gözlem Çeşitleri
İki çeşit gözlemden söz etmek mümkündür: direk gözlem ve katılımcı gözlem. Araştırmanın doğasına göre
araştırmacı tercihini yapar ve ne tür bir gözlem yapacağına karar verir. Direk gözlem ve katılımcı gözlem ara-
sında tercihini yaparak, ilgili konu hakkında veri toplar ve daha sonra topladığı bu verileri analiz eder.

289
Şekil 12: Gözlem Çeşitleri

Direk Gözlem
Gözlemci mümkün olduğunca varlığını hissettirmeden gözlemde bulunur. Etkinliklere veya konuşulanlara
çok fazla müdahale etmeden, olan biteni dışarıdan izleyerek anlamaya çalışır. Olayların akışına etki etmez ve
daha çok seyirci konumundadır. Gördüklerini not alır. Bu tür gözlemler daha çok çocuklarla ilgili araştırmalar-
da başvurulan gözlemlerdir. Örneğin, ilköğretim öğrencilerinin etkileşimlerini ve mekanı kullanma biçimle-
rini araştıran bir araştırmacı, direk gözleme başvurabilir. Direk gözlemde araştırmacı, insanların doğal hayat
akışına müdahale etmeden, davranış kalıplarını, rutinlerini, tepkilerini ve etkileşimlerini anlamaya çalışır.
Katılımcı gözlem
Katılımcı gözlemde, araştırmacı gözlemlediği topluluğun faaliyet ve etkinliklerine bizzat katılır. Örneğin kül-
türel coğrafya çalışan bir araştırmacı, düğünler konusunda veri toplamak istediğinde, düğün faaliyetine katı-
lır, gerekirse halay çeker, insanlarla tanışır ve konuşur, onlara sorular sorar. Böylelikle direk gözlemde edine-
mediği duygu, düşünce ve izlenimleri öğrenme fırsatı bulur. Bir gölde balıkçılık kültürü çalışan bir coğrafyacı,
orada tutulan balıkları yakından tanımak, balıkçılık yöntemlerini öğrenmek, balıkçılığın günlük hayatta ne
kadar yer kapladığı ve ne zamanlar yapıldığını görmek, tutulan balıkların ne yapıldığını anlayabilmek için
bir süre balıkçılarla yaşayarak onların günlük hayatının bir parçası haline gelir. Böylece çalışmasında bütün
bunlara ait bilgileri ilk elden ve doğru bir şekilde aktarabilir.
Açık Gözlem
Gözlemler, araştırmacının kimliğini ifade edip etmemesine göre de sınıflandırılabilir. Açık gözlemde, araş-
tırmacı kim olduğunu, nasıl bir araştırma yaptığını ve araştırmasının ne anlama geldiğini saklamaz, hakkın-
da araştırma yaptığı kişilerle paylaşır. Açık gözlemde, araştırmacı oradaki insanların en azından bir kısmına,
örneğin düğün sahibine bir araştırma için orada olduğunu ve gözlemler yapacağını önceden söyler. Daha
sonra etkinliklere katılır.
Gizli Gözlem
Gizli gözlemde ise hiç kimse bilgilendirilmeden, araştırma mekanına ve araştırılan topluluğun herhangi bir
etkinliğine sıradan bir insan gibi gidilir ve gözlemler yapılır. Bu konuda etik bir tartışmanın olduğunu söyle-
mekte yarar vardır. Bazı araştırmacılar, araştırmacının araştırma için orada olduğunu söylemesi gerektiğini
ve gözlemlenen insanların bunu bilmeye hakları olduğunu belirtirler. Bazı araştırmacılar ise gözlemlenen
insanların kimliği deşifre edilmedikten ve onlara zarar verebilecek bir eylemde bulunmadıktan sonra, göz-

290
lemlenen kişilere bunun söylenmesine gerek olmadığını ifade etmektedirler. Çünkü amacın, bir olgunun
gözlemlenerek bilime katkı sağlaması, olduğu belirtilmektedir (Hay, 2000).
Bazı araştırmalarda, araştırmacılar kimliklerini ve ne yaptıklarını söylemeden gözlemlerde bulunabilirler.
Bu tür gözlemlerde ya araştırmacının bilinmesine ihtiyaç yoktur ya da araştırmacının kimliğini açıklaması
veri toplama sürecini olumsuz etkileyeceği için açıklanmaz. Veri toplama sürecinde araştırmacının kimliği,
veri toplamayı olumsuz yönde etkileyecek ve araştırmacının yaşamını tehlikeye sokacaksa açıklanmaması
önerilir. Bu nedenle, araştırmacı bazen araştırmacı kimliğini gizleyerek araştırma yapmak zorunda kalabilir.
Fakat araştırma etiği çalışan bazı araştırmacılar, gizli gözlemin hiçbir şekilde etik olmadığını, araştırmacının
gözlemlediği insanlara gözlem yaptığını söylemesi gerektiğini savunurlar. Ayrıca bir davranışı tetikleyen et-
menden ne kadar süre sonra o davranış gerçekleşmektedir?
Gözlemde, araştırmacı daha çok katılımcı gözlemci gözüyle not tutar. Olayları ve olguları sadece kaydetmez,
aynı zamanda bunlar hakkındaki düşüncelerini de not eder. Bazı araştırmacılar, klasik pozitivist bilimde ol-
duğu gibi objektif bir biçimde kayıt işleminin yapılması gerektiğine inanırken, bazıları ise bunun mümkün ol-
madığını vurgular. Subjektiviteyi savunanlar, araştırmacının dürüst davranıp kimliğini açıklaması ve ona göre
araştırmayı yapması gerektiğine inanır. Bu bir kısım avantaj ve dezavantajlar getirebilir. Bunun dezavantajı,
araştırmanın dışlanma riskidir. Avantaj ise daha rahat bir şekilde sorular sorma ve not alma özgürlüğünün
olmasıdır.
Gözlem, basit bir izleme eylemi değildir. Araştırmacının nelere odaklanması gerektiğini bilmesi gerekir. Bun-
lar bir olgunun meydana gelme sıklığı, zamanı, gecikme süresi ve yoğunluğu şeklinde sınıflandırılabilir. Araş-
tırmacı herhangi bir davranışın belli bir zaman aralığında ne sıklıkta meydana geldiğini gözlemleyebildiği gibi,
bir davranışın ne kadar süre ile devam ettiğini de gözlemleyebilir. Ayrıca bir davranışı tetikleyen bir unsurdan
ne kadar süre sonra o davranış gerçekleşmektedir, davranışın yoğunluk ve güç derecesi nedir gibi sistematik
bakış açıları da gözlem için önemlidir.
Gözlemde Verilerin Kaydı
Gözlemler sonucunda toplanan verilerin kayıt biçimi, gözlemin yapılma şekli ile doğrudan ilişkilidir. Eğer gizli
gözlem yapılıyorsa, araştırmacının gözlemlerini anlık olarak kaydetmesi mümkün değildir. Bu nedenle, araş-
tırmacı evine veya oteline gittikten sonra, o gün yaptığı gözlemleri taze bir biçimde kaydeder. Aksi taktirde
birçok ayrıntının kaybolma riski vardır. Araştırmacı günlük tutar ve o gün gözlemlediği olayları ve o olaylar
hakkındaki izlenimlerini yazıya döker (Geray, 2011).
Açık gözlemde kayıt seçenekleri daha çeşitli ve daha esnektir. Araştırmacı, araştırma esnasında ve sahada
rahatlıkla notlar alabilir, insanlardan izin alarak video veya ses kaydı yapabilir. Özellikle bazı çalışmalarda,
beden dilinin ve mekân organizasyonunun kaydedilmesi oldukça önemlidir. Bu nedenle, video kaydının ya-
pılması oldukça önemlidir. Bu durumda araştırmacı, hakkında araştırma yaptığı insanlardan izin alarak bunu
yapabilir. Ayrıca kayıt işleminin sürekli olarak veya aralıklarla yapılması söz konusu olabilir. Her şeyin kayde-
dilmesi, veri analizini güçleştirir. Aralıklı kayıt ise bazı noktaların kaçırılmasına neden olabilir. Hangi yolun
izleneceği araştırmacının karar vereceği bir iştir.
Sonuç olarak, gözlem basit bir şekilde olan biteni takip etmek değildir. Davranışlar ve etkileşimler gözlemle-
nirken, hazırlıklı olmak gerekir. Nelerin gözlemleneceği üzerinde düşünülmeli, hangi sorulara cevap aranaca-
ğı planlanmalıdır. Bunun için gerekirse bir liste bile çıkarılabilir. Ayrıca gözlemlenen olayların ve davranışların
nasıl kayıt altına alınacağı, ne gibi notların alınacağı planlanmalı ve hazırlıklı gidilmelidir. Bu bakımdan, birçok
araştırmacı gözlem yaptıkları saha ile ilgili günlükler tutar ve olayları bütün ayrıntıları ile kaydederler. Ayrıca
kaydedilen davranış ve olayların o anda bıraktığı etkileri de not almayı ve şerhler düzmeyi ihmal etmez.
Olayların canlılığı esnasında bütün detayları ile kaydedilmesi gözlem için oldukça önemlidir.

291
İkincil Veriler
Nitel araştırmalarda en önemli veri kaynaklarından biri şüphesiz ikincil kaynaklardır. Ancak bu veriler çok
sistematik ve düzenli olmayabilir. Daha evvel yazılmış günlükler, biyografiler, otobiyografiler, mektuplar, ya-
zışmalar, edebi kaynaklar (roman veya hikayeler gibi), resmi devlet kayıtları (salnameler, tahrir defterleri, kü-
tük bilgileri, sicil dosyaları vs), resimler, tablolar, filmler, ses kayıtları, görüntü kayıtları, broşürler, pankartlar,
bültenler gibi çok daha çeşitli yazılı ve görsel kaynak, nitel araştırmalar için önemli veri kaynaklarıdır. Bunlar
düzensiz olduğundan dolayı, analizi ve değerlendirilmesi oldukça güçtür. Bu nedenle nitel araştırmalarda
ikincil verilerden yararlanırken bazı temel hususlara dikkat etmek gerekir. Bunlar şöyle sıralanabilir (Kitchin
& Tate, 2000).
Orijinalite: Elde edilen veri kaynağı gerçek mi yoksa sahte mi? Çünkü üzerine bir argüman geliştirdiğiniz veri
sahte olabilir. Dolayısıyla, kullanılacak verinin mutlaka gerçek olması gerekir. Örneğin, Türkiye’de yaşanan bir
olay hakkında yazılmış mektup veya günlüğü veri kaynağı olarak kullandınız. Gerçekte böyle bir mektup ya
da günlük yoksa, o zaman araştırmanızın en temel dayanağı sorunlu hale gelmiş olur.
· Güvenirlik: Eğer gerçek ise anlatılan şeyler doğru mu? Mektup ya da günlük gerçek olabilir; ancak an-
latılanlar mektubu veya günlüğü yazan kişinin hayallerinin mahsulü olabilir. Gerçek gibi anlatılanlar, uy-
durma olabilir. O zaman bu verilerin teyit edilip, ona göre kullanılması önemlidir.
· Temsil: Elde edilen mektup veya günlük orijinal olabilir, orada anlatılanlar da uydurma olmayabilir. Fa-
kat yazılan veya kaydedilen görüşler, o zamanın genel durumunu temsil etmeyebilir. Marjinal ve dar
bir gruba ait bir bakış açısı olabilir. Söz konusu düşünceler bahsi geçen zaman ve mekanı temsil eder
nitelikte mi, yoksa marjinal kalan düşünceler mi? Bu durum tespit edilerek, veriler analiz edilmeli ve
değerlendirilmeli.
· Anlam: Elde edilen veriler orijinal olabilir, anlatılanlar gerçek olabilir, temsil düzeyleri de yüksek olabi-
lir. Ancak ilgili metinde veya kayıtta anlatılanlar gerçek olarak mı kullanılmalı, yoksa bir yorumlama mı
gerektirir? Bunların da tespit edilmesi gerekir. Bu nedenle, dilin yapısı, anlatımdaki imalar ve metafor-
ların doğru bir şekilde anlaşılması ve yorumlanması gerekir. Metafor, literal (gerçek) olarak algılanır ve
yorumlanırsa yanlışlıklar yapılabilir (Kitchin & Tate, 2000).

Nitel Araştırmalarda Örnekleme Yöntemleri


Nitel yöntemlerde de örnekleme başvurulabilir. Nicel yöntemler için geçerli olan örneklem çeşitleri, aynı
zamanda nitel yöntemler için de geçerlidir. Ancak nitel araştırmalarda en yaygın olarak kullanılan örneklem
yöntemleri, amaçlı örneklem ve kartopu örneklemdir (Lindsay, 1997). Araştırmanın hedef kitlesi ve bu hedef
kitleye nasıl ulaşılacağına bağlı olarak örneklem yöntemi belirlenir. Özellikle görüşme örneklem seçimini
zorunlu kılar. Çünkü araştırma evrenindeki herkes ile görüşme yapılamayacağına göre, toplumdan bir kesit
alınmak veya seçki yapılmak zorunluluğu vardır. Ancak nitel yöntemlerde, elde edilen verilerin, nicel yön-
temlerdeki gibi bir temsil kaygısı yoktur. Bu nedenle, başvurulan örnekleme yöntemleri, nicel yöntemlerden
oldukça farklıdır. Araştırmacı, konu hakkındaki bilgi ve deneyimine bağlı olarak örneklemin nasıl olacağına
karar verir. Ancak yine de nitel yöntemlerde, yaygın olarak iki çeşit örneklem yönteminin kullanıldığını söyle-
yebiliriz. Bunlar, amaçlı örneklem ve kartopu örneklemdir.
Amaçlı Örneklem
Amaçlı örneklemde kimlerle görüşüleceğini araştırmacı kararlaştırır. Bunu da konu hakkındaki bilgi ve de-
neyimine bağlı olarak yapar. Araştırmanın hedefindeki toplumun çeşitliliğini, bilgisi ölçüsünde yansıtmaya
çalışır. Toplumdaki görüş farklılıklarını ve benzerliklerini tespit etmeye gayret eder. Örneğin kadın-erkek, zen-

292
gin-fakir, genç-yaşlı, eğitim durumu, etnik ve dini farklılıklar, ideolojik ayrışmalar ve siyasi kamplaşmalar gibi
çeşitlilikleri bilgisi ve deneyimi ölçüsünde araştırmaya yansıtmaya çalışır. Bu her zaman mümkün olmayabilir
ve araştırmanın amacına göre farklılıklar arz edebilir. Her araştırmanın hedefi, toplumsal çeşitliliği ve görüş
farklılığını yansıtma olmayabilir. Bu nedenle, örneklemin hedef kitleyi temsil etmesi aynı derecede önem-
senmeyebilir (Narasimha Murthy, 1999).
Kartopu Örneklem
Kartopu örneklem de nitel araştırmalarda sıkça başvurulan bir örneklem yöntemidir. Kartopu örneklemde
süreç şöyle işler: önce araştırmacı, bilgisi, deneyimi ve tanıdıklarının yönlendirmesi ile araştırmasına katkı
sağlayacağını düşündüğü kişilerle görüşür. Daha sonra ise o kişilerden konuyla ilgili görüşebileceği kişileri so-
rar. Onların yönlendirmesi ve referans olması ile başka kişilerle görüşür. Aynı şeyi yeni görüştüğü kişilerle de
yapar ve örneklemini genişletir. Böylece giderek farklılaşan daha geniş bir kitleye ulaşır. Aynı zamanda konu
hakkında geniş malumatı olan ama araştırmacı tarafından bilinmeyen önemli kişilere ulaşır. Konu hakkında
aydınlatıcı bilgiler sunan ana habercileri bulur ve onlardan normal şartlarda edinemeyeceği önemli bilgileri
edinebilir. Kartopu örnekleminde yöntem, daha çok bir dedektif çalışmasına benzer. Bazı insanlar üzerinden
yenilerine ve işin merkezindeki insanlara ulaşır. Kartopu örneklem, amaçlı örnekleme göre temsil düzeyi
daha yüksektir. Çünkü rastsallık artıkça örneklemin temsi düzeyi artır. Kartopu örneklemde, farklı kesimlerin
araştırmaya katılım oranları, amaçlı örnekleme göre daha yüksektir. Ancak yine de nicel yöntemlerde sıkça
başvurulan basit rastsal, tabakalı ve sistematik örneklemlere göre temsil düzeyi çok daha düşüktür. Herkesin
araştırmaya dahil edilme olasılığı daha düşüktür ve sadece dar bir çevreo araştırmaya dahil edilmiş olur (Baş
& Akturan, 2013).

Nitel Araştırmalarda Veri Analizi ve Raporlama


Nitel araştırmalarda toplanan veriler oldukça çeşitli olduğundan dolayı veri analiz yöntemleri de oldukça
farklıdır. Görüşmelerden, gözlemlere ve ikincil verilere kadar oldukça farklı veri türleri vardır ve her birisinin
ayrı bir özenle analiz edilmesi gerekir. Burada önemli olan, ana temalara ve belirleyici unsurlara ulaşmak-
tır. Ancak elde edilen verilerin sistematik bir şekilde analiz edilmesi, araştırmanın güvenirliliği için oldukça
önemlidir. Ayrıca nitel yöntemlerde araştırmacı, sadece verilere dayalı bir analiz yapmaz. Literatüre hakim
olmak ve teori tartışmaların farkında nitel verilerin analizi bakımından oldukça önemlidir. Söylenen, yazılan
ve gözlemlenen davranışların arkasındaki anlamları çözmek ve bunu elde ettiği veriler ile desteklemek nitel
yöntemlerin en kritik yanlarından biridir. Yüzeysel teorik bilgiye sahip bir araştırmacının, nitelikli veriler elde
etmesi ve nitelikli analizler yapması oldukça güçtür. Bu nedenle, elde edilen veriler analiz edilirken teorik
tartışmaların farkında olmak ve derin anlamları yakalamak nitel araştırmalarda vazgeçilmez şartlardır.

Kutu 7: Nitel Araştırmalarda Veri Analizi


o Veri ile adeta yaşamak
o Sınıflandırma ve gruplandırmak
o Kavram ve temaların incelenmesi
o Kavramlar arasındaki ilişkilerin tanımlanması
Kaynak: http://www.umsl.edu/~lindquists/qualdsgn.html ‘dan değiştirilerek

Nitel yöntemlerin en önemli veri toplama araçlarından biri olan görüşmelerde çok farklı veriler toplanır.
Bunlar görüşme sırasında sorulan sorular, bu sorulara verilen cevaplar, görüşme sırasında görüşme yapılan
mekân ve bağlam hakkındaki gözlemler, görüşülen kişinin beden dili, jest ve mimikleri, bunların araştırmacı

293
üzerinde bıraktığı etkiler şeklinde kayıt altına alınmış verilerden oluşur. Bu verilerin hepsi kayıt altına alınır
ve daha sonra kodlanmak ve analiz edilmek üzere bir araya getirilir. Bu verilerden belki de en önemlisi,
görüşme esnasında sorulan sorular ve bu sorulara verilen cevapların kaydedilmesi ve daha sonra çözüm-
lerinin yapılmasıdır. Çözümlemeleri yaplan ve metne dönüştürlen görüşmeler daha sonra kodlanır ve öne
çıkan temalar tespit edilmeye çalışılır. Bu işlem her görüşme için ayrı ayrı yapılır ve araştırmada öne çıkan
ana temalar tespit edilir. Farklı görüşmelerden, araştırılan konuyu ve öne çıkan temalarkavramlaştırılır. Bu
temaları en doğru şekilde temsil ettiği düşünülen çarpıcı ifadeler seçilir ve araştırmanın sonuçları kısmında
değerlendirilir (Creswell, 2003).
Benzer bir süreç, gözlemler sırasında tutulan notlar, elde edilen ikincil veri kaynakları ve diğer metinler ve
görseller içinde geçerlidir. Araştırmacı tuttuğu notları (gözlemler ve izlenimler gibi) literatürden edindiği bil-
gi ve uzmanlığının getirdiği birikim ışığında kodlar ve önemli temaları tespit eder. Bu temalar bir anlamda
araştırmacının kavramlaştıracağı önemli bulgulardır. İyi gözlem ve analizlerle elde edilmiş bulgular, önemli
teorik açılımların önünü de açabilir. Her ne kadar nitel yöntemlerde elde edilen verilerin toplumsal davranış
kalıpları, yaşam biçimleri ve dünya algısı hakkında genellemeler yapmaya müsait olmadığı ifade edilse de,
bir bilgelik içerisinde elde edilmiş önemli veriler, toplumun geneline yaygınlaştırılabilecek önemli görüşlere
ulaşmayı sağlayabilir.
Şekil 13: Nitel Veri Analizi

Aslında nitel verilerin analizi temelde metin analizidir. Elde edilen metinlerin ve hikayelerin arkasındaki derin
anlamları keşfetmedir. Bu nedenle, nitel araştırmalarda veri analizi daha donanımlı bir akademik arka plan
gerektirir. Araştırmacının bilgisi, toplumu okuma güdüsü ve bilgeliği, elde edilen sonuçlardan daha anlamlı
bilgiler üretmeyi sağlar (Limb & Dwyer, 2001).
Nitel araştırmalarda ikincil kaynaklar büyük önem taşır. İkincil kaynaklar, yukarıda da ifade edildiği gibi ol-
dukça çeşitlidir. Elde edilen bir mektup, bir günlük, fotoğrafı çekilen bir tabela, toplanan broşürler, afişler
ya da videolar nitel yöntemler için önemli bir veri kaynağı olabildiği gibi bir roman, gazete manşeti veya
seyahatname de veri kaynağı olabilir. Oralardaki tasvirler, tanımlamalar ve detaylı anlatımlar, araştırılan
mekân ve toplum hakkında ayrıntılı bilgiler edinmeyi sağlayabilir. Uç ve ana akım yaklaşımları ayırt etmeye
yardımcı olabilir. Örneğin, Edward Said araştırmalarında Batı dünyasında yazılan romanlarda Doğu’nun ve
Ortadoğu’nun nasıl tasvir edildiğini ve hangi yönlerinin ortaya çıktığını anlamaya çalışmıştır. Analizlerinin so-
nucunda “Oryantalizm” kavramlaştırmasını yapmış ve Batı’nın Doğu hakkındaki algıları konusunda önemli
bulgular elde etmiştir. Onun bulguları ve kavramlaştırması, sosyal bilimler üzerinde derin izler bırakmıştır
(Said, 1978).

294
Nitel yöntemlerde, detaya odaklanma ve toplumun gündelik hayatı ve pratikleri içerisine gizlenmiş eğilim-
leri, tutumları, toplumsal normları ve çatışma alanlarını tespit etmek kritik bir değere sahiptir. Bu nedenle,
gözlem, analiz ve anlamlandırma becerileri büyük önem taşır. Araştırmacı, sistematik bir şekilde bu verileri
analiz eder ve anlamlı bilgiler halinde okuyucunun dikkatine sunar.
Nitel verilerin sayısallaştırılması ve istatistiklere dönüştürülmesi çoğu zaman mümkün değildir. Bu nedenle,
özellikle dar bir grupla yapılan görüşmeler ve dar bir alanda yapılan gözlemlere dayanarak, büyük genelle-
melerde bulunmak oldukça risklidir. Nitel yöntemlerle veri toplamanın güç olması, geniş alanları kapsaya-
cak araştırmalar yapmayı zorlaştırmaktadır. Örneğin, görüşmeler (mülakatlar) genellikle dar bir sahada ve
sınırlı sayıda kişi ile yapılır. Bu nedenle, temsil özellikleri düşüktür. Ancak derinlemesine elde edilen bilgiler
ve detaylı gözlemler, spesifik durumlar hakkında çok önemli veriler sağladığı gibi çok önemli genel bir kısım
yargılara varmaya da yardımcı olabilir (Gatrell, 2006).
Nitel yöntemlerde veri analizinde kodlamaların doğru yapılması oldukça önemlidir. Bu kodlar, araştırmanın
bulgular kısmının alt temalarını oluşturur. Bu nedenle, raporlamalar genellikle bu temalara göre yapılır. Te-
malar, başlıklar halinde yazılır ve o tema ile ilgili önemli mülakat bulguları verilir. Burada aynı tema ile ilgili
çok sayıda önemli alıntı söz konusu olabilir. Ancak her mülakatın mutlaka alıntılanması diye bir şart yoktur.
Bunun yerine konuyu en iyi anlattığı düşünülen alıntılar kullanılarak ilgili konu veya argüman desteklenir.
Nitel yöntemlerde elde edilen veri analizinde literatür ve teorik yaklaşımlara vakıf olmak, derinlikli analiz-
ler için vazgeçilmez şarttır. Araştırmacın entelektüel derinliği, verilerden daha anlamlı bilgilerin ve ilişkilerin
çıkarılmasını sağlar. Veri analizinin literatür ve teorik tartışmalar ışığında analiz edilmesi, çalışmayı güçlü ve
etkili kılar. Teorik ve metodolojik tartışmalardan habersiz nitel araştırmalar, yavan kalır ve istenen sonuçları
vermez. Mülakatlardan elde edilen verilerin, zengin bir teorik çerçevede ele alınması ve literatür ile harman-
lanması, araştırmanın derinlikli keşif ve yaklaşımlara ulaşmasını sağlar (Skop, 2003).
Nitel Araştırmalarda Etik
Görüşmelerden elde edilen verilerin raporlaştırılması ve araştırmalara entegre edilmesi özen göstermeyi ve
bir kısım etik kurallara uymayı gerektirir. Araştırma için görüşme yapılan kişilerin mahremiyetlerinin (priva-
cy) korunması, önem gösterilmesi gereken en önemli şeylerden biridir. Bu nedenle, görüşme yapılan kişile-
rin isimlerinin ve kimliklerinin deşifre edilmemesi gerekir. Bu, hem araştırma etiği hem de görüşülen kişilerin
pozisyonlarının risk altına konulmaması bakımından önemlidir. Bu husus, bir kısım yazılı kurallar ile güvence
altına alınmıştır ve araştırmacının bu kurallara uyması beklenir. Bunlar, gerekli kurumlardan izinlerin alınma-
sı, etik kurul onayının alınması ve görüşme yapılan kişilerin riskler hakkında bilgilendirilerek araştırma için
onaylarının alınması şeklinde sıralanabilir (Robinson, 1998).
Birçok araştırma kurumunun (üniversiteler) bir etik kurulu vardır ve bu kurul araştırmaya katılacak olan ki-
şilerin, araştırmaya katılmalarından dolayı doğabilecek riskleri tanımlamaya ve minimize etmeye çalışır. Bu
nedenle birçok kurumda, araştırmaya başlanmadan önce etik kurul başvurusu yapılır. Bu başvuruda, hazır-
lanan araştırma önerisi sunulur, gerekli formlar doldurulur ve oluşabilecek riskler tanımlanarak, bunların
nasıl önleneceği beyan edilir. Etik kurul, araştırma önerisini ve doldurulan formu inceler ve buna göre bu
araştırmanın yapılıp yapılamayacağına, yapılacaksa hangi prosedürlerle yapılacağına karar verir. Araştırma
fonu dağıtan birçok kurum, proje başvurularında etik kurul kararı ister. Örneğin, TÜBİTAK’a yapılan proje
başvurularında etik kurulu onayı almak zorunludur. Birçok araştırma kurumu benzer bir prosedürü işletir.
Özellikle yapılması planlanan bir araştırma, eğer insan ve hayvanları içeriyorsa, etik kurul kararını zorunlu
kılar. Bu olmadığı taktirde proje başvurusu işleme dahi konulmaz. Batı ülkelerinde, araştırma etiği büyük bir
ciddiyetle ele alınır. Araştırmanın nasıl yapılacağı ve risklerin nasıl minimize edileceği sıkı bir kısım prosedür-
lere bağlanmıştır.

295
Sosyal bilimlerde araştırma konusu genellikle insanlardır. Bu tür sosyal araştırmaların yapılma biçimi bir kı-
sım kurallara bağlanmıştır. Özellikle çocukları içeren araştırmalarda, bu daha sıkı bir denetime tabidir. Çocuk-
ların istismarına neden olabilecek durumlar minimize edilmeye çalışılır. Bunun için de veli, okul veya diğer
kurumlardan gerekli onay ya da izinlerin alınması gerekir. Bu onaylardan birinin eksik olması, araştırmanın
yapılamayacağı anlamına gelir (Riessman, 1994).
Yetişkinleri içeren araştırmalarda da benzer prosedürler vardır. Örneğin öğretmenler ile ilgili araştırma ya-
pan bir araştırmacı, Milli Eğitim Müdürlüğü’nden ve okul yönetiminden izin almak zorundadır. Bunun yanın-
da, görüşme yaptığı kişilere sunulmak ve imzalanmak üzere bir izin formu hazırlanır. Bu form, araştırmanın
amacının ne olduğu, elde edilen verilerin nasıl değerlendirileceği, kayıtların ne zaman ve nasıl imha edilece-
ğini anlatır. Araştırmacı bu formu görüştüğü kişilere imzalatarak, hem araştırmanın yapılabileceğine dair bir
taahhüt almış olur hem de görüşme yaptığı kişiye güven vermiş olur.
Araştırmada elde edilen kayıtların, başka insanların eline geçmeyecek şekilde saklanması ve tarihi geldiğin-
de imha edilmesi etik bir zorunluluktur. Araştırmacı tüm verilerini topladıktan, gerekli çözümlemeleri yaptık-
tan ve analizlerini yaptıktan sonra elindeki kayıtları imzalattığı taahhüte uygun olarak belirtilen tarihte imha
eder. Araştırmacı bunun önemsiz bir şey olduğunu düşünmemeli, güvenini kazanarak görüştüğü insanlara
verdiği sözü tutmalı ve o kayıtları başkasının eline geçmeyecek şekilde imha etmelidir (Hay, 2000).
Nitel araştırmalarda görüşülen ve kendisinden alıntı yapılan veya bir kısım bilgiler dayandırılan kişilerin mah-
remiyetinin korunmasının farklı yolları vardır. Öncelikle görüşme yapılan kişinin gerçek ismi ve kimlik bilgileri
kendisi bir sakınca olmadığını ifade etmedikçe kullanılarak kendisinden alıntı yapılamaz. Bunun yerine o
kişiler kodlanır, gerçek isimler yerine yeni isimler türetilir ve böylece söyledikleri alıntılanır. Görüşmelerde,
etnografik araştırmalarda ve vaka çalışmalarında, söylenen şeyler kadar kimin söylediği de önemlidir. Bu
nedenle, kendisinden alıntı yapılan kişilerin kimliğini deşifre etmeyecek şekilde bir kısım bilgilerin verilmesi
gerekir. Örneğin “üniversite öğrencisi Diyarbakırlı genç kadın” şunları söyledi gibi. Bu bilgiler, görüşülen ki-
şinin özel kimlik bilgilerini deşifre etmez; ancak okuyucu için söylenen şeylerin kim tarafından söylendiği,
önemlidir. Dolayısıyla, isimler uydurma bile olsa, bu tür bilgilerin doğru olması gerekir. Yaş, cinsiyet, ekono-
mik durum, etnik kimlik, memleket ve yapılan iş gibi bilgiler, görüş farklılığını yansıttığı için bu tür bilgilerin
verilmesi, araştırmayı daha anlamlı kılar (Kitchin & Tate, 2000).
Araştırmacılar bazen araştırmalarını bitirip, yayınladıktan sonra araştırma sürecinin bittiği gibi yanlış bir iz-
lenime kapılmaktadırlar ve bu da önemli bir etik sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Araştırmacı üzerinde
araştırma yaptığı topluluğa araştırma sonuçlarını bir şekilde aktarmakla sorumludur. O nedenle araştırma
sahasından ayrılıp, araştırma raporu yayınlandıktan sonra araştırmacı tekrar sahaya gidip, ilgili kişi ya da ku-
rumları araştırma sonucundan haberdar etmeli ve bu sorunlar hakkında kendi pozisyonunu da açıklamalıdır.

Sonuç
Coğrafya araştırmalarında kullanılan yöntemleri, coğrafya disiplininde meydana gelen değişimlerden ba-
ğımsız düşünmek mümkün değildir. Coğrafi araştırmaların niteliği, uygulanma biçimi ve elde edilen sonuç-
ların raporlaştırılması ve yaygınlaştırılması, coğrafya disiplinindeki düşünsel değişimler ile direk ilintilidir.
Örneğin klasik dönem coğrafyacılar temelde gözleme dayalı bir araştırma geleneğini takip etmişlerdir. Se-
yahat ettikleri yerler ve insan toplulukları hakkında veriler toplayarak, onları seyahatnameler ve izlenimler
şeklinde aktarmışlardır. Bölgesel coğrafya araştırmalarında detaylı bilgilerin elde edilmesi ve monografyalar
şeklinde aktarılması söz konusudur. Pozitivizmin coğrafyada etkili olması ile birlikte, bu kez nicel yöntemlerin
ve mekânsal analiz yönteminin daha önem kazandığını görmekteyiz. Nitel yöntemlerin coğrafi araştırmalar-
da kullanılması ise daha çok nicel yöntemlerin mekanik yaklaşımlarını eleştirildiği, bu yöntemlerle yapılan
analizlerin yüzeysel ve mekanik bulunduğu dönemlere denk gelir. Özellikle 1960’lı ve 1970’li yıllarla birlikte,

296
nitel yöntemler coğrafya araştırmalarında daha fazla kullanılmaya başlamıştır.
Nitel yöntemler eşya ve olayların sadece görünün yüzü ile ilgilenmez. Bu nedenle, görünenin arkasındaki
derin anlamları ve okumaları önemser. Bu da derinlikli bir entelektüel birikim ve davranışların arkasındaki
manaları çözecek analitik yaklaşımı gerektirir. Metin analizleri, sembolik objeler, ifade biçimleri, toplum ve
doğa ile etkileşimler, tasvirler, gündelik hayat, rutinler, kültürel kalıntılar ve siyasi söylemlere kadar çok farklı
konuları ve alanları nitel yöntemlerle araştırabiliriz. Bu nedenle, nitel yöntemlerin veri kaynakları oldukça
zengin olup, çok farklı konuları, çok farklı yönlerden araştırmaya olanak sağlarlar. Ancak elde edilen verilerin,
literatür ve teorik tartışmalar ışığında ele alınması ve anlamlı bilgilerin elde edilmesi oldukça önemlidir. Gö-
rüşmeler, gözlemler, ikincil veriler, odak grupları, etnografik çalışmalar ve vaka çalışmaları, nitel yöntemleri
önemli veri toplama kaynaklarıdır. Nitel yöntemlerde araştırmacı nicel yöntemlerde olduğu gibi araştırma
sürecinin dışında objektif bir varlık olarak kabul edilmez. Araştırmacının pozisyonu, değerlendirme biçimi
ve araştırdığı kimselerle etkileşimleri araştırmanın parçası olarak görülür. Araştırılan kişi ve toplulukların,
kendilerini ifade edebilmeleri nitel yöntemler için oldukça önemlidir. Ancak araştırmacının tefekkür ve yo-
rumlama gücü araştırmanın çıktılarının anlamlandırılması bakımından büyük değer taşır. Dolayısıyla, nitel
yöntemlerde araştırmacının verileri toplamasından belki daha önemli olan elde ettiği verileri yorumlaması
ve anlamlandırmasıdır. Nitel yöntemler özellikle postpozitivist yaklaşımlar için yaşamın karmaşık ve dinamik
yapısını anlamak için vazgeçilmez bir yöntem olarak görülür. Amaç tasvir ve açıklamak değil, anlamak ve
anlamlandırmaktır.

Kaynakça
Baş, T. ve Akturan, U. (2013). Nitel araştırma yöntemleri. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Cloke, P., Philo, C., and Sadler, D. (1991). Approaching human geography: an introduction to contempo-
rary theoretical debates. New York: Guilford.
Creswell, J. W. (2003). Research design : Qualitative, quantitative and mixed method approaches (2nd
ed.). Thousand Oaks, Calif.: Sage Publications.
Denzin, N. K. and Lincoln, Y. S. (1998). Strategies of qualitative inquiry. Thousand Oaks, Calif.: Sage Pub-
lications.
Gatrell, J. (2006). Quantitative methods. B. Warf (ed.), Encylopedia of Human Geography in (pp. 393-
394). Thousand Oaks, California: Sage.
Geertz, C. (1983). Local knowledge : further essays in interpretive anthropology. New York: Basic Books.
Geray, H. (2011). Toplumsal araştırmalarda nicel ve nitel yöntemlere giriş. Ankara: Genesis.
Glesne, C. (2012). Nitel araştırmaya giriş. Ankara: Anı Yayıncılık.
Gomez, B. and Jones, J. P. (2010). Research methods in geography: A critical introduction. Chichester,
West Sussex, U.K. ; Malden, MA: Wiley-Blackwell.
Grindal, B. T. and Salamone, F. A. (2006). Bridges to humanity : narratives on fieldwork and friendship
(2nd ed.). Long Grove, Ill.: Waveland Press.
Hay, I. (2000). Qualitative research methods in human geography. South Melbourne, Vic.; Oxford: Ox-
ford University Press.
Hoggart, K., Lees, L. and Davies, A. (2002). Researching human geography. London New York: Arnold;
Co-published in the U.S.A. by Oxford University Press.
Karasar, N. (2012). Bilimsel araştırma yöntemi. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
Ley, D. (2005). Öznesiz coğrafya. Y. Arı (Ed.), 20. Yüzyılda American coğrafyasının gelişimi içinde ss. 147-

297
166 (Çev. İ. Kaya). Konya: Çizgi.
Kitchin, R., and Tate, N. (2000). Conducting researh into human geography: Theory, methodology and
practice. Essex-England: Pearson Education Limited.
Kuhlke, O. (2006). Critical human geography. B. Warf (Ed.), Encylopedia of human geography in (pp. 66-
68). Thousand Oaks, California: Sage.
Lasch, K. E., Wilkes, G., Montuori, L. M., Chew, P., Leonard, C. and Hilton, S. (2000). Using focus group
methods to develop multicultural cancer pain education materials. Research Support, Non-U.S. Gov’t.
Research Support, U.S. Gov’t, P.H.S.]. Pain Manag Nurs, 1(4), 129-138. doi: 10.1053/jpmn.2000.18743
Limb, M. and Dwyer, C. (2001). Qualitative methodologies for geographers: Issues and debates. London,
New York: Arnold; Co-published in the U.S.A. by Oxford University Press.
Lindsay, J. M. (1997). Techniques in human geography. London ; New York: Routledge.
Maxwell, J. A. 2005, Qualitative Research Design: An Interactive Approach, Thousand Oaks, Calif.: SAGE.
Montello, D. R., and Sutton, P. C. (2013). An introduction to scientific research methods in geography &
environmental studies (2nd ed.). London ; Thousand Oaks, Calif.: SAGE.
Narasimha Murthy, K. L. (1999). Geographical research. New Delhi: Concept Pub. Co.
Peet, R. (1998). Modern geographic thought. Oxford ; Malden, MA: Blackwell Publishers.
Riessman, C. K. (1994). Qualitative studies in social work research. Thousand Oaks, CA: Sage Publicati-
ons.
Ritchie, J. and Lewis, J. (2003). Qualitative research practice: a guide for social science students and rese-
archers. London ; Thousand Oaks, Calif.: Sage Publications.
Robinson, G. (1998). Methods and techniques in human geography. West Sussex-England: John Wiley
& Sons.
Said, E. W. (1978). Orientalism (1st ed.). New York: Pantheon Books.
Sayer, A. (1992). Method in social science: A realist approach. London: Routledge.
Seidman, I. (1998). Interviewing as qualitative research: A guide for researchers in education and the
social sciences (2nd ed.). New York: Teachers College Press.
Skop, E. (2003). Doing ethnic geographies: Theory, method and practice. Paper presented at the The
Annual Meeting of the Association of American Geographers. New Orleans, Louisiana.
Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2011). Sosyal bilimlerde nitel araştırma yöntemleri. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Okuma Listesi
Arı, Y. (2005). 20. Yüzyılda Amerikan coğrafyası: Genel bir değerlendirme. Konya: Çizgi.
Baş, T. ve Akturan, U. (2013). Nitel araştırma yöntemleri. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Creswell, J. W. (2003). Research design : Qualitative, quantitative and mixed method approaches (2nd
ed.). Thousand Oaks, Calif.: Sage Publications.
Kitchin, R. and Tate, N. (2000). Conducting researh into human geography: Theory, methodology and
practice. Essex-England: Pearson Education Limited.
Peet, Richard. (1998). Modern geographic thought. Oxford ; Malden, MA: Blackwell Publishers.
Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2011). Sosyal bilimlerde nitel araştırma yöntemleri. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Sayer, A. (1992). Method in social science: A realist approach. London: Routledge.

298
ON BİRİNCİ BÖLÜM
COĞRAFYADA SAHA ÖĞRETİMİ VE
SAHA ARAŞTIRMALARI
Yılmaz ARI
Balıkesir Üniversitesi

Öğretim Amaçlı Saha Çalışmaları


Araştırma Amaçlı Saha Çalışmaları
Saha araştırmalarının amaçları ve kısa tarihi
Saha çalışmasının aşamaları
Saha Araştırmalarında Etik konular

Giriş
Coğrafyacı Yi-Fu Tuan (2001), her gün etrafımızda gözlem yapmamız ve elde ettiğimiz bulguları daha kali-
teli bir yaşam için kullanmamızdan dolayı aslında hayatımızın kendisinin bir saha çalışması olduğunu ifade
etmektedir. Coğrafyayı da ‘insanın evi olarak yeryüzünün çalışılması’ şeklinde tarif eden Tuan, bir anlamda
saha çalışmalarını coğrafyanın kalbine yerleştirmiştir. Saha çalışmaları dünyadaki bütün coğrafyacılar tara-
fından oldukça fazla önemsenir ve nasıl ki staj, tıp eğitiminin ana unsurlarından birisi sayılır, saha çalışma-
ları da coğrafya için aynı anlamı ifade eder (Bligh, 1975). Hatta saha çalışması olmayan bir coğrafya deney
yapmayan fen bilimlerine benzetilmiştir (Bland vd., 1996). Coğrafyacılar arasında özellikle II. Dünya Savaşı
öncesi dönemde ‘ayakkabılar kirlenmedikçe’ coğrafyacı olunamayacağına dair bir inanç oluşmuştur. Ancak
coğrafyanın odağının ampirik ve somut olmaktan soyut ve teorik olmaya kaymasıyla birlikte bu anlayış da
değişmeye başlamıştır (Lounsbury and Aldrich, 1979). Ancak saha çalışmaları halen coğrafya için vazgeçil-
mezdir. Fen-Edebiyat fakülteleri bünyesindeki biyoloji, kimya ve fizik bilimleri nasıl ki laboratuar olmaksızın
eğitimini sürdüremezse, coğrafya bölümleri de saha çalışması olmaksızın eğitimlerini devam ettiremezler.
Bütün coğrafyacılar saha çalışmalarına önem vermekte ve saha çalışmalarını hem bir eğitim aracı olarak
hem de araştırmalarında bir veri toplama aracı olarak kullanmaktadır.
Türkiye’de bu konu hep önemsenmesine rağmen konu hakkında yazılan bilimsel yazılar çok değildir. İzbırak
(1968) ve Doğanay (2002) saha çalışmalarının önemine değinerek, saha çalışmasının içeriği ve aşamalarının
ne olması gerektiğini ele almıştır. Alkış (2008) saha çalışmalarının bir eğitim aracı olarak nasıl kullanılması
gerektiği üzerinde durmuş ve öğretim amaçlı saha çalışmalarında takip edilmesi gereken aşamaları ve bun-
ların ayrıntılarını ele almıştır. Arı (2010) ise saha çalışmalarının Türk üniversitelerindeki durumunu planlama,

299
müfredattaki yeri, finansmanı ve değerlendirilmesi aşamalarıyla incelemiştir. Bu inceleme sonunda saha
çalışmalarının orta öğretimdeki durumunun ve üniversite coğrafya eğitimi içerisinde yerinin konunun öne-
mine paralel olmadığı tespit edilmiştir.
Coğrafya eğitiminde saha çalışmaları müfredatın ayrılmaz bir parçası olmalıdır. Ancak birçok üniversitede
saha çalışmaları sistematik bir yapıdan uzak, öğretim üyelerinin keyfiyetine bırakılmıştır. Çok az sayıdaki
coğrafya lisans programında saha çalışmaları bağımsız bir ders olarak yer almaktadır. Araştırmalarda saha
çalışmalarını bir veri toplama aracı olarak ele alan lisansüstü dersleri ise yok denecek kadar azdır. Coğrafyada
saha çalışmalarını çok önem verilmesine rağmen saha çalışmaları ile ilgili düzenlemelerin bu kadar gevşek
olması önemli bir tezattır. Saha çalışmalarını iki farklı ölçekte ele almak gerekmektedir. Birincisi saha çalış-
malarını bir coğrafya öğretim metodu olarak ele almak, ikincisi ise coğrafi araştırmalarda bir veri toplama
aracı olarak düşünmek. Bu nedenden dolayı bu bölüm temelde iki farklı kısımdan oluşmaktadır: öğretim
amaçlı saha çalışmaları ve araştırma amaçlı saha çalışmaları. Coğrafyada saha çalışmalarının her yönünü ve
her türlüsünü kısa bir kitap bölümünde ele almak mümkün değildir. Ancak bu bölüm saha çalışması yapacak
okuyucuların takip edebilecekleri genel bir çerçeve sunmayı amaçlamaktadır. Fiziki coğrafya konuları do-
ğal süreçleri izleyip, bunlarla ilgili veri toplama ve ölçüm yapmayı gerektiren teknik ağırlıklı saha çalışmaları
gerektirirken, beşeri konular sosyal bilimlerin yöntemlerini kullanan saha çalışmaları gerektirir. Dolayısı ile
burada spesifik konularda saha çalışmasının nasıl yapılması gerektiğine dair bir ek kitabı yaklaşımından çok,
saha araştırmalarının genel çerçevesi üzerinde durulacaktır.

Öğretim Amaçlı Saha Çalışmaları


Coğrafyada bir eğitim yöntemi olarak saha çalışmaları son 30-40 yıldır özellikle de yeni teknolojilerin kullanı-
labilir olmasından dolayı çeşitli şekil ve yöntemler kullanmaya başlamıştır. Öğretim amaçlı saha çalışmaları
çok farklı şekillerde yapılıyor olmasına rağmen yine de bazı ortak tanımlar yapılabilmektedir. Lonergan ve
Anderson (1988) sahayı ‘dört duvar arasındaki sınıf ortamlarının kısıtlılığını ortadan kaldıran ve yönlendiril-
miş öğrenmenin gerçekleşti yer’ olarak tanımlamaktadır. İngiliz Quality Assurance Agency (QAA)’nin hazırla-
dığı raporda saha çalışması ‘dış dünya ile aktif bir şekilde etkileşim’ olarak tanımlamıştır. (Fuller, 2003). Bura-
daki asıl amaç öğrencileri geleneksel sınıf ortamından dışarıya çıkararak gerçek dünyayı olduğu gibi tecrübe
etmesini sağlamaktır. Bu tecrübe çok değişik şekillerde olabilmektedir. Saha çalışması olayların gözlenmesi,
veri toplama, katılımlı gözlem, kendi-kendine alan çalışması şekillerinde olabilir. Bunlardan veri toplama te-
melde araştırmalarda diğer şekiller ise eğitimde kullanılmaktadır. Saha çalışmalarına değişik isimler veril-
mektedir. Arazi tatbikatı, ekskürsiyon, arazi çalışması, saha çalışması, arazi gezisi, gözlem gezisi (Doğanay,
2002), ekspedisyon, araştırma ve öğretim gezisi (İzbirak, 1968) bunlardan sadece bazılarıdır.
Saha çalışmaları farklı formatlarda yapılabilmektedir. Bunlardan bazıları arazide öğretim, arazi ziyareti, arazi
araştırması, kendiliğinden arazi gözlemi ya da arazi kampları şeklinde olabilir (Dando and Weidel, 1971).
Aslında arazi çalışmaları coğrafyada eskiden beri değişik şekiller almıştır. 1950’lerden sonra coğrafyacıların
saha çalışmalarına yaklaşımları değişen bir dizi faktöre bağlı olarak zamanla değişmiştir (Kent vd., 1997).
Başlangıçta yeni yerler görmek ve bu yerlerdeki coğrafi olayları gözlemlemek önemliyken, daha sonraları bu
yerlerin özel bazı problemleri üzerine odaklanılmaya başlandı (Tablo 1). Bu bir yandan öğrenmeyi pekiştiri-
yor bir yandan da yerel sorunlara dikkat çekiyordu. Bu şekilde öğrenciler teorik bilgileri pratik uygulamalarla
destekliyor ve somut uygulamalar görebiliyorlardı. Stoddart’ın (1986) söylediği gibi gerçek coğrafi bilgi ara-
zide fiziki, mental ve duyusal tecrübe ile elde edilebilir.

300
Tablo 1. Öğretim amaçlı saha çalışmalarına yaklaşımda değişimler
Yıllar Saha çalışması şekli Özellikleri
1950 Geleneksel yeni yerler görme Gözlem ve tasvir
1960 Özel ilgi alanlarına ziyaret Öğrenci pasif
1970 ‘Yeni’ coğrafya Problem ve proje temelli
1980 Ayrıntılı çoğunlukla küçük alanlara odaklanmış Rehber eşliğinde öğrenci aktif
1990 Tematik saha çalışmaları Aktarılabilen kabiliyetlerin kazanımı
2000 Aşırı büyüyen öğrenci sayıları Rehbersiz
2010 Virtüel saha çalışmaları Teknoloji
Sorce: Kent vd. (1997)’dan değiştirilerek.

Arazi çalışmaları yolu ile öğretme oldukça popüler ve öğrencilerin rağbet ettiği bir öğrenme şeklidir. Hatta
coğrafya bölümlerine yeni gelen öğrenciler sabırsızlıkla saha çalışmaları yapılacak derslerin gelmesini bek-
lerler. Coğrafyaya bilinçli bir tercih sonunda gelen öğrenciler farklı yerleri görmek konusunda oldukça istek-
lidirler. Ancak saha çalışmaları çoğu durumda müfredatın içerisine anlamlı bir şekilde yerleştirilmemiştir.
Bazı bölümlerde saha çalışması isimli bağımsız dersler yer alırken bazı bölümlerde saha çalışmaları diğer
derslerin içerisinde öğretim üyesinin keyfi uygulamalarına bırakılmıştır. İyi planlanmış saha çalışmalarının
öğrencilere birçok faydası vardır. Bunları şu şekilde özetlemek mümkündür (Arı, 2010):
 Öğrenciler coğrafi gerçekliği yerinde görür,
 Konuya ait bilgiler ilk elden edinilir,
 Teknik ve aktarılabilir yetenekler geliştirilir,
 Sosyal olarak öğretim üyeleri, arkadaşlar ve dış dünya ile iletişim kurulur (Fuller vd. 2003, 2006),,
 Aktif bir öğrenme ortamı sağlar (Haigh, 1986; Kent vd., 1997),
 Teoriyi pratik uygulamalar ile buluşturur (Kent vd., 1997)
Saha çalışmalarının daha kalıcı ve sağlıklı bir öğrenme sağladığı bir gerçektir. Üniversitelerimizde çok sayıda
teorik ders almış olmamıza rağmen çoğu kere bu dersleri değil de öğrenimimiz sırasında katıldığımız arazi
çalışmalarını hatırlamamız tesadüfî değildir.
Öğretim amaçlı saha çalışmalarının beklenen yararları sağlaması için bazı özelliklere sahip olması gerekmek-
tedir. Bunlar arazi çalışmasının müfredattaki yeri, planlama, finansal boyut ve değerlendirme ölçütleri olarak
sayılabilir (Arı, 2010). Arazi çalışmaları öncelikli olarak müfredatta yer almalıdır. Arazi öğretimi 4 yıllık lisans
eğitimlerinde ‘Arazi Çalışması’ ya da benzer adlarla bağımsız bir ders olmalıdır. Müfredatta var olan teorik
derslerin bir parçası olarak yapılan arazi öğretimi çalışmaları birçok bakımdan sorunlara sebep olmaktadır.
Arazi çalışması derslerinin müfredatta bağımsız dersler olarak bulunmasının birçok avantajı vardır. Öncelikle
müfredatta yer alan bir arazi çalışması dersi için üniversitelerden finansal destek almak teknik nedenlerden
dolayı daha kolaydır. Bağımsız bir ders şeklinde olmayan arazi çalışmalarında öğrenilenlerin test edilmesi
daha zordur. Böyle durumlarda öğrenim çıktılarının tam olarak elde edilip-edilmediği sağlıklı bir şekilde öl-
çülememekte ve tesadüflere bırakılabilmektedir. Bunlara ek olarak arazi çalışmalarının coğrafya öğretiminin
temel bir ayağı olarak üniversite yönetimlerine kabul ettirilmesi bu çalışmaların müfredatta bağımsız dersler
olarak yer almasıyla doğrudan ilgilidir.
Planlama bir arazi öğretiminin ya da çalışmasının başarılı olmasının ön koşuludur. Güzergâh, öğrenilecek
konular, ziyaret edilecek yerler ve yapılacak faaliyetlerin hepsinin içerik ve zaman olarak iyi planlanması ge-

301
rekmektedir. Öğrencilerin araziye başlamadan önce gerekli olan teorik bilgilere sahip olunduğundan emin
olunmalı, arazi çalışması sırasında yapılacak her bir faaliyetin aşamalarının, bu faaliyette kullanılacak malze-
melerin ve zamanlamasının ne olduğu bütün katılımcılarla paylaşılmalıdır. Arazi çalışmalarına alışık olmayan
yeni öğrencilerin hava durumuna ve arazi koşullarına uygun hazırlıkları önceden yaptırılmalıdır.
Öğretim amaçlı arazi çalışmalarının mutlaka bir teorisi olmalıdır. Öncelikle çalışmanın amacının, hedefleri-
nin ve öğretim çıktılarının açık ve net bir şekilde ortaya konulması gerekmektedir. Başarılı bir saha çalışması
için özellikle öğrencilerin faaliyet sonunda neyi biliyor ve yapabiliyor olmaları gerektiğini gösteren öğretim
çıktılarının yazılı olarak katılımcılara önceden verilmesi arazi çalışmasının verimliliği için gereklidir. Eğer ara-
zi çalışmaları müfredatta yer almıyorsa öğretim çıktılarının yazılmama ihtimali olduğundan arazi çalışması
planlayıcılarının bu konuda dikkatli olmaları ve her arazi çalışması sonunda öğrencilerin neyi biliyor ve ya-
pabiliyor olması gerektiğini yazılı şekilde ortaya koymaları gerekmektedir. Bunlar yapılmadığı takdirde arazi
çalışmaları kolayca turistik turlara dönüşebilmektedir.
Üniversite coğrafya öğretiminde arazi çalışmalarının önemi her zaman vurgulanmasına rağmen, arazi ça-
lışmalarının finansal boyutu çoğu zaman problemli bir konu olarak gündemde kalmıştır. Eğer coğrafyanın
laboratuarı arazi ise o zaman eğitimin en temel unsuru olarak arazi çalışmaları ilgili üniversite tarafından
finanse edilmelidir. Her ne kadar zaman zaman üniversite yöneticileri bu masrafları karşılamanın zor olduğu-
nu ifade etseler de üniversite yöneticileri coğrafyada arazi çalışmalarını diğer bazı bölümlerin teknik gezileri
ile karıştırmakta ve bunların finansal boyutunu dikkate almamaktadır. Ancak coğrafyacılar öncelikle iyi bir
müfredat planlaması yapıp, temel arazi becerilerinin kazandırılması için zorunlu olan çalışmaların üniversite
tarafından desteklenmesini sağlamalıdırlar. Finansal olarak üniversiteler tarafından desteklenmeyen arazi
çalışmaları çeşitli etik sorunlara sebep olmakta, ücretini ödeyebilen öğrenciler bu çalışmalara katılmakta,
ödeyemeyenler bu çalışmalardan mahrum kalmaktadır. Türkiye’de birçok üniversite yöneticisi coğrafyacıla-
rın arazi çalışmaları için gerekli olan maliyeti karşılama konusunda isteksizdirler ancak isteyen üniversitelerin
bu maliyetleri Sağlık, Kültür ve Spor Dairesi bütçelerinden karşılayabildikleri görülmektedir. Aslında coğraf-
yacıların saha çalışmaları maliyetleri Fen-Edebiyat fakültelerinin biyoloji, kimya ve fizik gibi laboratuarı olan
ve bu laboratuarlarda sürekli teçhizat ve sarf malzemesi kullanan bölümlerden farksızdır.
Öğretim amaçlı saha çalışmalarının sonuçlarının mutlaka değerlendirmeye tabii tutulması gerekmektedir.
Müfredatta zorunlu olarak yer almayan saha çalışmalarında çoğu kere öğrenilenlerin ölçümü sağlıklı bir şe-
kilde yapılamamaktadır. Arazi çalışmalarında, çalışmaya başlamadan önce öğrencilere ya bir rapor formatı
verilerek öğrencilerden bu arazi raporu formatını doldurmaları istenmeli ya da arazi çalışmasında öğrendik-
leri bilgi ve becerileri ölçen sınavlar yapılmalıdır. Eğer arazi çalışması coğrafya eğitimi için vazgeçilemezse o
zaman bu arazi çalışmalarında öğrenilen bilgi, beceri ve tutumların da coğrafyacının temel becerileri arasın-
da olması gerekmektedir.

Araştırma Amaçlı Saha Çalışmaları


Saha araştırmalarının amaçları ve kısa tarihi
Saha araştırmalarının amaçları çok çeşitli olabilir. Bazı saha araştırmalarının amacı bir olay ya da olguyu
yerinde gözlemek olabilirken bazılarının amaçları daha önce bilinen ya da bilindiği düşünülen bir olgu ya
da olayı ‘doğrulamak’ (grountruthing), ya da belli bir amaca yönelik olarak sistematik veri toplamak olabilir.
Bu çok amaçlı olarak yapılan saha çalışmaları ister fiziki olsun isterse beşeri coğrafya olsun coğrafyanın
bütün alanlarında gereklidir. Hatta uzaktan algılama yolu ile elde edilen verilerle yapılan çalışmaların bile
saha araştırmaları ile desteklenmesi araştırmanın geçerliğini arttıracaktır. Saha araştırmaları genel anlamda
aşağıdaki durumlarda yapılır (Lounsbury and Aldrich, 1979):

302
1. Çok ayrıntılı veri gerektiren ve bu verilerin istatistikler, haritalar, uzaktan algılama ya da başka türlü
yollarla elde edilemediği karmaşık araştırma sorularının cevaplanmasında,
2. Kısa zaman içerisinde çok büyük değişikliğe uğrayan alanların problemlerini tespit etmede,
3. Peyzajda ilk bakışta fark edilemeyen, ancak ayrıntılı yerinde çalışmalarla fark edilebilen problemlerin
çözümünde.
Modern coğrafyada arazi kullanımı ve değişimi, peyzajın fiziki özellikleri ile depremler, sel ve heyelanlar gibi
bu fiziki özelliklerde değişiklik meydana getiren doğal afetler, yerel klimatolojik verilerin elde edilmesi, eroz-
yon miktarının ölçümü gibi konular ancak yerinde yapılacak saha gözlemleri ve ölçmeleriyle tespit edilebi-
lir. İnsanların belli konulardaki düşünceleri, davranış kalıpları ve algılarını ya da doğal kaynakları kullanma
biçimlerini, geleneksel yaşam şekillerini ve kültürlerini tespit edebilmek ancak ayrıntılı saha çalışmaları ile
mümkün olabilmektedir.
Saha araştırmalarının tarihi oldukça eskiye gitmektedir. İlk çağlardan beri seyyahlar uzak ülkelere seyahat
etmeye başlamış ve gördüklerini yerleri ve farklı kültürleri tarif eden eserler bırakmışlardır. Bunların en güzel
örneklerinden birisi Evliya Çelebi’nin yazmış olduğu seyahatname’dir. Her ne kadar içerisinde abartılı tarifle-
rin olduğu iddia edilse de Seyahatname yeryüzünde yazılmış en etkileyici gezi notlarından birisidir ve Evliya
Çelebi bize 17. Yüzyılın Osmanlı coğrafyası hakkında çok değerli bilgiler sunmaktadır. (Sezgin, 2011). Avru-
palı seyyahlar, kâşifler ve misyonerlerin de bu seyahat günlükleri ve notları bilinmedik yerler ve kültürler
hakkında önemli bilgiler içermektedir. Başlangıçta bir sistematikten uzak olan bu tür seyahat notları zamanla
amaçlı seyahat ve gözlemlere dönüşmeye başlamıştır. Özellikle Avrupa imparatorlukları ve ticareti büyüyüp
geliştikçe bu tür seyahat yazılarının ve raporlarının sayısı arttı ve 19. yüzyılda seyahat eden coğrafyacıların
önemli bir kısmının seyahat notları Avrupalı devletler tarafından imparatorluk ve ticaret amaçları doğrultu-
sunda kullanılmıştır. Coğrafya bu yüzden sömürgeciliğe, emperyalizme ve işgale zemin hazırlamakla itham
edilmiş ve kötü bir şöhret de edinmiştir. Daha sonra üniversitelerde araştırma yapan ilk akademisyenler
genellikle devlet görevlilerinin, misyonerlerin ya da askerlerin hazırladıkları raporlar yolu ile diğer yerleri ve
kültürleri anlamaya çalışmışlardır.
Aslında bazı kaynaklarda sistematik saha araştırmalarının antropoloji gibi sosyal bilimlerde başladığı iddia
edilse de (Neuman, 2006) saha araştırmalarının tarihi çok daha eskidir. Özellikle Orta Çağ İslam dünyasında
birçok araştırmacı coğrafi problemleri çözebilmek için saha çalışmaları yapıyorlardı. Mesela El-Biruni (öl.
1048) Gazne’de 2.5 m çapında yarım bir yer küresi yaparak, bu küreyle beraber farklı bölgelere giderek
oraların enlem ve boylamlarını ölçüyordu. El-Biruni bu şekilde yaklaşık 5,000 km’lik yol kat etmiş ve yaklaşık
60 yerin enlem ve boylam derecelerini tespit etmiştir (Sezgin, 2011). Ancak Ortaçağ sonlarından itibaren
bu bilimsel gelenek Batılılara devredilmiştir. Bu dönemde Alman coğrafyacı Alexander von Humboldt’un
(1769-1859) Avrupa, Güney Amerika ve Rusya’da yaptığı amaçlı saha araştırmaları modern anlamda ilk
önemli saha çalışmaları olarak kabul edilebilir (Mathewson, 2001). O, bu saha araştırmaları sırasında daha
önce bilinmeyen yerler, bitki ve hayvan türleri keşfetmiş ve bunların birçoğuna da kendi adı verilmiştir. Hun-
boldt’un saha araştırmaları daha çok gittiği yerlerin fiziki coğrafyasını keşfetme üzerineydi.
Daha sonra 19. Yüzyılın sonlarına doğru sistematik ve amaçlı akademik saha çalışmaları diğer disiplinlerde
de başladı. İngiliz sosyal antropolog Bronislaw Malinowski (1844-1942) bir grup insanla uzun bir süre yaşa-
yarak onlar hakkında yazan ilk araştırmacı oldu ve daha sonra 1920’lerde yoğun saha çalışmalarını yeni bir
yöntem olarak önerdi (Neuman 2006). O yıllarda Chicago Üniversitesi Sosyoloji bölümünde toplumsal araş-
tırmaları raporlardan, gazetelerden ya da bültenlerden okumak yerine, doğrudan alana inilmesi gerektiğini,
çalışılacak hedef kitlesi ile doğrudan ilişki kurulması araştırmacıların verilerini ilk elden toplaması gerektiğini
savunan ünlü Şikago Sosyoloji Ekolü geliştirildi. Önceleri doğrudan görüşmeler, gözlemler ve sohbetlerle

303
bilgi toplanması gerektiğini öneren Şikago Ekolu 1950’lerden sonra katılımlı gözlemi önemli bir metot olarak
önerdi. Burada üç ilke öne çıktı:
1. Toplumları doğal ortamlarında gözleme,
2. İnsanları, doğrudan kendileriyle iletişim kurarak inceleme,
3. Toplumda yaşayanların bakış açılarına dayalı bir anlayış geliştirme (Neuman, 2006).
Zamanla bu yöntem olay ve olguları betimlemeden araştırmacının kuramsal analizlerine doğru gelişti. Bu
analizler çoğunlukla nitel değerlendirmelerdi. Ancak II. Dünya Savaşından sonra sosyal bilimleri daha çok
‘bilimselleştirmek’ isteyen anlayışın sonucu olarak bu tür nitel yaklaşımlar tarama araştırmaları ve nicel yön-
temlerin sert rekabetiyle karşılaştı ve sosyal araştırmalar içerisindeki oranı azaldı. Ancak diğer bilimlerde gö-
rülen bu durum coğrafyada hiçbir zaman ön plana çıkamamıştır çünkü coğrafi araştırmalarda saha araştır-
maları hiçbir zaman önemini kaybetmemiştir. Ancak diğer bilimlerde de nicel paradigmanın düşüşe geçtiği
1970 ve 1980’ler sonrasında saha araştırmaları yeniden önem kazanmıştır. Bu dönemde özellikle etnoğrafik
metot önemli bir veri toplama aracı olarak ön plana çıkmıştır.
Etnoğrafik metot beşeri coğrafyada çok sık başvurulan saha çalışması birisidir. Sosyal bilimciler bu metodu
herhangi bir yerdeki olay ve olguları kaydedip, anlamlandırmada kullanırlar. Nasıl ki coğrafya ‘yer küre hak-
kında yazmak’ anlamına gelirse, etnografya da ‘insanlar hakkında yazmak’ anlamına gelir. Antropoloji, sos-
yoloji ve halk bilimi gibi diğer sosyal bilimler daha çok insan topluluklarını bu yöntemle incelerken, coğrafya
da özellikle insanların fiziki çevreleri ile olan ilişkilerini bu yöntemle incelerler. Bu yöntemin temel metodo-
lojisi katılımlı gözlemdir. Katılımlı gözlemde araştırmacı kendisini mümkün olduğunca araştırılanın yerine ko-
yarak, onların yaşamını, günlük hayatını, kararlarını nasıl verdiklerini, birbirleri ve çevreleri ile nasıl etkileşim
halinde olduklarını anlamaya çalışır (Bu yöntemin ayrıntıları için Nitel Araştırma bölümüne bakınız).
Cloke ve arkadaşları (2004:200–4) dışarıdan birisine bir yerde bulunduğunu anlamlı bir şekilde ifade etmeye
çalışan katılımlı gözlemcinin yazılarında altı aşamalı bir betimleme olması gerektiğini ifade etmiştir. Birinci
katmanda etnografik çalışmanın yeri tarif edilir. Burası dünyanın neresindedir? Hangi ülke, bölge, yöre, şehir,
mahalle ya da yerdir ve burası hangi özellikler ile karakterize edilir? İkinci aşamada bu yerin fiziki özellikleri
ele alınır. Bu yer nasıl oluşmuştur? Hem doğal özellikleri hem de insan yapımı fiziki mekân nasıl şekillen-
miştir? Üçüncü aşamada başkalarının bu mekânla ilişkisi tarif edilir. Daha önce burada kimler çalıştı? Hangi
konuları ele aldılar? Dördüncü aşamada araştırmacının bu mekân ile ilişkisi tarif edilir. Araştırmacı burada ne
amaçla bulunuyordu? Bu çevreyle etkileşimi ne durumdaydı? Orada olup-bitenlere katılımı ne durumday-
dı? Beşinci aşamada araştırma sürecine ilişkin kendi düşüncelerinin yansımasına yer verilir. Katılımlı gözlem
önceden tahmin edilemez bir süreçtir. Araştırmanın nasıl geliştiği konusunda hiçbir zaman araştırmacının
tam kontrolü sağlanamaz. O nedenle araştırmanın gelişimi ve değişimini takip etmek için notlar alınmalıdır.
Altıncı aşamada araştırmacının kendi yorumlarına yer verilir. Burada araştırmacı deneyimlediği araştırma
sürecindeki bulguların ne anlama geldiğini önceki bilgileri doğrultusunda yorumlar.
Saha araştırmaları çok esnek bir yaklaşımla yapılmalıdır. Saha araştırmacıları, daha önce fark etmedikleri
durumlara ya da toplumdaki yeni gelişmeklere hızla adapte olabilecek bir yetenekte olmalıdır. Özellikle nitel
yöntemlerde hem araştırma tasarımı hem de bir veri toplama aracı olan saha çalışmaları gerektiğinde yeni
durumları kapsayacak şekilde değiştirilebilmelidir. Saha araştırmacısı farklı bakış açılarını, yerel aktörleri ve
bunların çıkarları ve davranış biçimlerini kavrar. Ancak bütün bunları tanıyacak kadar içine girdikten sonra
tekrar araştırmacı olduğunu hatırlar ve araştırmacı rolüne bürünür. O nedenle saha araştırması aslında çok
zor bir süreçtir. Herhangi bir olaydan mağdur olmuş bir topluma saha çalışması için giden bir araştırmacı,
onların bakış açısını öğrendikten sonra eğer yeterince profesyonelleşmemişse kendi rolünü rahatça bırakıp,
o toplumun hakları için çalışmaya başlayabilir. Araştırmacı bu tür etik konularda yeterince dikkatli olmalı,

304
bakış açılarını, yerel perspektifleri iyi anlamalı ama araştırmacı olduğunu ve alana bir taraf için gitmediğini
hatırlamalıdır. Ancak feminist ve Marksist coğrafi yaklaşımlarda olduğu gibi coğrafyacılar bazen arazide hem
teorik bilim yapabilir hem de kaçınılmaz bir şekilde o teorinin gerektirdiği aksiyonlara girişebilirler (Bu konu
için bu kitaptaki ikinci bölümüne bakınız).
Saha çalışmasının aşamaları
Esnek karakterinden dolayı saha çalışmalarında takip edilecek basamakların kesin bir sıralamasını yapmak
zordur. Yapılacak çalışmanın önemine, süresine ve amacına bağlı olarak farklı aşamalar takip edilebilir ve
aşamaların yeri değiştirilebilir. Ancak yüksek lisans ve doktora çalışmalarına temel oluşturacak bir saha
araştırmasının aşağıdaki aşamalardan oluşması beklenir (Doğanay, 1992; Shaffir and Stebbins, 1991;
Neuman 2006):
1. Araştırma problemine sahip bir saha bulma ve kısa süreli sahayı tanıma ziyareti
2. Araştırma önerisi yazma
3. Saha çalışmasında kullanılacak ölçme ve etnografik çalışma malzemelerini tespit edip, temin etme
4. Sahaya giriş için gerekli bağlantıları kurma ve yazılı prosedürleri tamamlama
5. Sahada istenen alanlara odaklanma ve örneklem seçme
6. Ölçme ve veri toplama
7. Bilgi kaynakları ile görüşme
8. Sahadan ayrılma
9. Toplanan verilerin analizi ve raporlaştırılması
10. Sahadaki bağlantıların devam ettirilmesi ve süreçlerin takibi
Saha araştırması, araştırma problemlerinin çözümü için belli bir yerden veri toplamanın gerekli olduğu
durumlarda yapılır. Coğrafyada bir yandan doğal süreçler gözlenirken bir yandan da özellikle insan-çevre
geleneğine bağlı olarak insan faaliyetlerinin fiziki süreç ve olaylarla ilişkisi yerinde gözlem ve görüşmelerle
tespit edilir. Bunun için araştırma sahasının tespit edilmesi, bu sahanın araştırma probleminin çözümüne
katkı yapıp yapmayacağı kısa süreli bir ön çalışma ile belirlenir. Saha araştırmacısı problemleri tespit etme
ve bunlara ait ayrıntıları görebilmek için özel donanıma sahip olmalıdır. Her saha çalışması aslında bir mace-
radır çünkü saha çalışması süresince hiç umulmadık durumlarla karşılaşılabilir. Araştırmacı bu öngörülme-
yen durumlara karşı hazırlıklı olmalı, arazide kendi başına ve hızlı bir şekilde karar verme yeteneğine sahip
olmalıdır. Çalışma ile ilgili öneri hazırlayabilmek için araştırma yapılacak sahanın bazı özellikleri önceden
bilinmelidir. Bu durum araştırma önerisinin aksamadan gerçekleştirilebilmesi için gereklidir. Eğer saha ye-
terince tanınmadan öneri yazılırsa saha ile ilgili önemli ayrıntılar atlanmış olur ve bu da hazırlanan önerinin
uygulanabilirlik düzeyini azaltır.
Saha yeterince tanındıktan sonra asıl saha çalışmasına başlamadan önce araştırma önerisinin mutlaka ha-
zırlanması gereklidir. Araştırma önerisi özellikle araştırma sorularını, saha çalışmasının içeriğini, süresi ve
yöntemini ortaya koymalıdır. Ön saha çalışmasının asıl amacı da zaten gerçekçi bir araştırma önerisi yazmak-
tır. Özellikle araştırma sorularının açık ve net olarak, çalışılan ve cevabı aranan konuya odaklanmış olması
gerekmektedir. Bunun olmaması durumunda araştırmacı sahada gördüğü yeni durum ve olgular tarafından
etkilenmekte ve bazen başka konulara kayarak hedefinden uzaklaşmakta ve zaman kaybetmektedir. Bunun
olmaması için sık sık geriye dönüp araştırma sorularının ne olduğu hatırlanmalı, önceden planlanan yoldan
çok fazla sapılmamalıdır. Araştırma önerisi saha çalışmasında hangi ölçümlerin yapılacağı, hangi olay ve ol-

305
guların ne kadar süre ile gözleneceği, bunların nasıl kaydedileceği gibi konularda ayrıntılar içerir. Özellikle
evrenin sınırlanırının tanınması, eğer gerekliyse örneklemin seçilmesi bu aşamada yapılmalıdır. Ancak bu
bölümün başında belirtildiği gibi araştırma tasarımı esnek olmalı ve sahada çok öne çıkan ve daha önceden
öngörülmeyen konular ve durumlar da dikkate alınmalıdır.
Araştırma önerisi tamamlandıktan sonra saha araştırmasında kullanılacak araç ve gereçler temin edilir. Fiziki
coğrafyada değişik ölçümler ve tespitler için gerekli olan alet edevat temin edilir. Yapılacak analizin türü-
ne göre bu aletler de değişecektir. Bu araç gereçlerden bazıları pahalı olup, bireysel olarak araştırıcıların
bunları satın alması söz konusu olmayabilir. Bu durumlarda araştırmanın projelendirilerek (Üniversite Bi-
limsel Araştırma Projeleri birimlerinden, TÜBİTAK’tan ya da Avrupa Birliği 8. Çerçeve programlarından), bu
aletlerin destek sağlayacak kuruluşlar tarafından satın alınması sağlanmalıdır. Bu aletler arasında haritalar,
GPS (Global Positioning Systems_Küresel Konumlandırma Sistemi), artım burgusu, değişik boyuttaki çakıl-
ları ayırmak için elekler, polen analizleri yapabilmek için gerekli olan örnek alma malzemeleri vs. olabilir. Bu
aletlerin temini kadar araziye taşınması ve orada muhafazası da planlanmalıdır. Çalışmayı sağlıklı bir şekilde
kaydetmek için gerekli olan video kaydediciler, ses kaydediciler, istenen özellikteki fotoğraf makineleri vs. de
temin edilmelidir.
Özellikle saha çalışmasına yeni başlayan araştırmacılar yapılması gereken hazırlıkları yeterince yapmadıkları
için bazı garip durumlarla karşılaşabilirler. Saha araştırmasından önce gerekli olan yazılı prosedürleri tamam-
lamama ya da izin almaksızın araştırmaya başlamanın önemli mahsurları vardır. Gidilen arazide yetkili ya da
yetkisiz çok değişik kişilerle karşılaşılır. Bu kişiler genellikle arazi çalışması yapanlardan şüphelenme eğilimin-
dedir. Bu şüphe zaman zaman saha çalışmasının kesintiye uğratılmasına neden olarak araştırmayı engeller.
Hatta eğer böyle durumlar iyi idare edilmezse çalışmayı sonlandırabileceği gibi, araştırmacının kişisel hayatı-
nı da riske atabilir. Bu sorunların çözülebilmesi için öncelikle araştırmacının bağlı olduğu kurumdan resmi bir
yazı alınmalıdır. Arazi çalışması için araziye gidildiğinde yapılacak ilk iş bu yazıyı araştırma sahasındaki mülki
amirlere göstermektir. Saha çalışmalarında kırsal kesimde özellikle muhtarlar dışarıdan gelen araştırmacı-
lara şüphe ile bakmakta ve gerçekten araştırma amacı ile orada olduklarından emin olmak istemektedir.
Böyle bir yazıya ek olarak araştırmacı her seferinde neyi araştırdığını karşılaştığı her kişiye açıklamamak için
(bazen yüzlerce kez bunu açıklamak gerekebilir) araştırmanın amacını, önemini, kapsamını ve metodunu
içeren en fazla bir sayfayı geçmeyecek yazılı bir notu yanında bulundurması yararlı olacaktır. Bu notun her
istendiğinde ilgili kişilere okutulması araştırmanın sağlıklı yürütülmesi açısından önemlidir.
Araştırmacı araştırma yapacağı ortamdaki gelişmelere duyarlı olmalı, araştırma yapmakta olduğu alandaki
güncel gelişmeleri, politik çatışmaları vs. takip edip, araştırma yaparken bu çatışmaların ortasında
kalmamaya özen göstermelidir (Kutu 1). Esneklik saha çalışmalarının en temek özelliklerinden birisi olduğu
için, araştırmacı böyle durumlarda hızlıca yeni kararlar verebilmeli ve stratejilerini değiştirebilmelidir. Aynı
şekilde doğal çevreden kaynaklanan riskler konusunda duyarlı olmalı, kaya düşmesi, sel, heyelan fırtına vs.
durumlara karşı yapılabilecekleri önceden planlamak gerekmektedir.

306
Kutu 1: Saha araştırmalarında bir tutuklanma hikayesi
“Dikili-Bergama Çevresinde Rüzgâr Enerjisi Potansiyeli” adlı yüksek lisans tezimi hazırlarken İzmir’in
Bergama ve Dikili ilçelerine birçok kez gitmiştim. Bu alanlarda son kez tezimi bitirmeden önce, rüzgâ-
rın hızı ile yönü üzerinde etkili olan meteoroloji istasyonunun yakın çevresindeki engelleri ve şehrin
panoramik görünümünü almak istiyordum. 2008 yılı sonbaharıydı. Bergama’ya asistan olarak görev
yaptığım Balıkesir’den şehirlerarası otobüsle yolculuk yapmıştım. Daha sonrasında ise fotoğraf çek-
mek için gitmek istediğim meteoroloji istasyonuna bir taksi ile ulaştım. Yanımda iki fotoğraf makinesi,
bir de boru şeklinde sırta asılan harita taşıyıcı vardı. Şehrin ana caddesine yakın bir yerde, mahalle
arasındaki en yüksek tepeden meteoroloji istasyonunun fotoğrafını çekmekteydim. Bir an, bir otomo-
bilin bana doğru geldiğini gördüm. Daha sona otomobilden inen iki sivil giyimli bey, “Ne yapıyorsun
burada? Elini kaldır?” diye bağırdı. Elimi kaldırmak yerine uzanıp kimlik kartımı çıkarmak istedim. O
an arkamdan şarjörlerin doluş sesini duydum. Çevrem farkında olmadan yaklaşık ondan fazla asker
ve polis ile sarılmıştı. Apar topar, ellerim başımda, araç ile Bergama İlçe Emniyet Müdürlüğü, Terörle
Mücadele Şubesine götürüldüm. Karakolda emniyet görevlileri ve jandarma bölge komutanlığından
görevliler tarafından sürekli “Kimle geldin? Kimsin? Hangi örgüte üyesin?” sorularına muhatap ol-
dum. Tam 10 saat tutulduğum karakolda soruların nedeninin yolculuk sırasında, otobüste bulunun ve
altın madenciliğine karşı protesto yürüyüşleri için Ovacık’a (Bergama) giden gruptan kaynaklandığını
anladım. Benim araziye gittiğim dönem Ovacık’ta maden karşıtı yürüyüşlerin yapıldığı bir dönemdi ve
ben tesadüfen bu yürüyüşe katılmak üzere Balıkesir’den gelen bir grup ile yolculuk yapmıştım. Benim
gruptan ayrılıp eylem için araziye çıkan birisi olduğum düşünülmüştü. Bütün fotoğraflarıma el ko-
nuldu. Bu nedenle tezimde Bergama Meteoroloji istasyonu ile ilgili fotoğraf kullanamamıştım. Daha
sonra görevli polis memurları Dikili’ye gitmek üzere otobüse bindirdiler. Dikili’de ise izlendiğimi fark
ettim. Akşam Dikili’deki ailemin yanına ulaştığımda ise mahallelerde terörist bir kızın tutuklandığı de-
dikodusu vardı. Daha sonra doktora çalışmam sırasında Balıkesir Ovası yakınlarındaki arazi çalışmama
çıkmadan önce Balıkesir Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’ne ve Balıkesir İl Jan-
darma Komutanlığı’na  arazi çalışması yapacağıma yönelik dilekçemi verdim. Kendileri de herhangi
bir olumsuzluk durumunda ulaşabileceğim telefon numarası verdiler. Daha sonraki çalışmalarımda
da, her zaman, emniyet birimlerini ve yerel yönetimleri arazi çalışması yaptığımla ilgili bilgilendirdim.
(Doç. Dr. Şermin TAĞIL, Balıkesir Üniversitesi).

Araştırmacının araştırma sahasına girmesi ve güven oluşturması başlı başına önemli bir konudur (Kutu
2.). Bunun için biraz önce anlatılan resmi prosedürlerin tamamlanması gerekli ama yeterli değildir. Buna
ek olarak araştırmacı sahada var olan gruplarla ya da yetkililerle güven üzerine kurulu bir ilişki kurmak
zorundadır. Aksi halde istenen verilerin sağlıklı bir şekilde elde edilmesi mümkün değildir. Güven ilişkisini
kurmak ise çok uzun bir zaman alabilir. Özellikle çok araştırma yapılan ve buna rağmen var olan sorunların
çözülemediği bölgelerde yerli halkın araştırmacılara bir tepkisi olabilir. Bu tepkileri ortadan kaldırmak için veri
kaynaklarının güvenini sağlayacak bir iletişim şekli geliştirilmelidir. Bazen bu iletişimi kurmak hiç mümkün
olmayabilir. Neuman’ ın (2006) direnenler olarak isimlendirdiği, çalışmanın yapılmasında herhangi bir fayda
görmeyen ve onu engellemeye çalışan kişiler de olabilir. Araştırmacıların önceliği çalışma konusunda veri
toplamaktır ancak bu yerel halk için hiç de önemsenmeyen bir konu olabilir.
Ayrıca araştırmacıların cinsiyeti de sahaya erişimi etkileyen bir faktördür. Bazı toplumlarda erkek araştırmacılar
kadın veri kaynaklarına erişimde zorluk yaşayabilirler. Bazen de kadın araştırmacıların güvenlik ve kültürel

307
sebeplerden dolayı veri kaynaklarına ulaşımı zor olabilir. Bu durumlarda genellikle araştırmacı gruplarının
hem kadın hem de erkek araştırmacılardan oluşturulması avantaj sağlayacaktır. Ancak araştırma kişisel bir
tez çalışması ise o zaman araştırmacı bu tür zorlukları aşabilecek stratejiler geliştirmelidir.
Bunu yaparken araştırmacı kapıcı denen ve gerek resmi gerekse gayrı resmi olarak bir topluma girişleri
kontrol eden kişilerin farkında olmalıdır (Campbell, vd, 2006). Kapıcılar toplumdaki kanaat önderleri ya da
nüfuzlu kişiler gibi resmi sıfatı olmayan kişiler olabildiği gibi resmi sıfatı olan muhtar ya da bekçi gibi kişiler
de olabilir. Çalışma sahasına girilirken bu kişilerle sağlıklı ilişkiler kurmak çalışmanın aksamadan yürütülmesi
için önem taşımaktadır.
Belli bir probleme sahip bölgelerde uzun zamandır saha araştırması yapılıyor olmasına rağmen eğer sorunlar
çözülmüyorsa bu durum yerel halkı öfkelendirecektir. Bu durumda araştırmacı empati yapabilmeli, yerel
hassasiyetleri dikkate almalı ve yerel şartlara duyarlı olmalıdır. Araştırmacı toplumun önceliklerine anlayışla
yaklaşmalı ve yargılayıcı olmamalıdır. Çalışmanın o topluma uzun vadede sağlayacağı yararlar konusunda
bilgilendirici olmalıdır. Böyle durumlarda araştırmacı için asıl olan zaten sorunları yerel perspektif ile
anlayabilmektir. Bunun için araştırmacı kendisini odaksızlaştırmalıdır. Odaksızlaşma sahadaki olay ve
olgularla ilgili olarak daha önceden geliştirilen varsayımlar ve yerleşik fikirlerden kurtularak, bu olay ve
süreçlere kendi gözlüğü ile bakabilmeyi gerektiren bir araştırma tekniğidir.

Kutu 2: Saha çalışmalarında alana giriş güçlüğü ve güven oluşturma


1998’de Manyas Gölü’nün kültürel ekolojisini konu alan bir çalışma yapmak üzere Bandırma’dan Kuş-
cenneti Köyü’ne gitmek üzere dolmuşa bindiğimde yanıma doğa fotoğrafçısı olduğunu söyleyen, at
kuyruğu bağlanmış saçları, küpesi ve kıyafetiyle sonradan yerlilerin marjinal olarak değerlendirdiğini
öğrendiğim bir adam oturdu. Kuşcenneti Köyü’ne vardığımızda adam benimle beraber dolmuştan
indi ve köy kahvesinde bir masaya oturduk. Köylülerle konuşmaya çalıştığımızda çok da istekli olma-
dıklarını fark ettim. Sürekli yanımdaki adamın küpesine ve kıyafetine bakmaktaydılar. Durumu fark
edince o adamı Kuşcenneti Milli Parkı’na gitmesi gerektiğine ikna ederek kendisine yolu gösterdim
ve geri dönerek yandaki masada oturan köylülerin masasına oturdum. Hemen bana arkadaşımı sor-
dular. ‘O benim arkadaşım’ değil dedimse de inandırmam biraz zaman aldı. Çünkü arkadaşım değil-
se neden onunla beraber geldiğimi sordular. O an anladım ki saha araştırmama en temel yanlışla
başlamıştım: sahaya ilk giriş başlı başına dikkatli bir planlamayı gerektirir. Burada yanlış bir izlenim
vermiştim ve bunu düzeltmek birkaç günümü almıştı.
Masadaki adamlardan biri bana neden oraya geldiğimi sordu, ben de Kuşcenneti Milli Parkı ile ilgili araştırma
yapmak istediğimi söyledim. O zaman yanlış yere geldiğimi, iki kilometre uzakta bulunan Milli Park İdare Mer-
kezinin olduğu binaya gitmem gerektiğini söyledi. Ben de oraya zaten gideceğimi ama kendilerinin milli parkla
ilişkilerini ve parkla ilgili ne düşündüklerini öğrenmek istediğimi söyledim. O ana kadar sıradan bir diyalog ola-
rak gelişen konuşmamız birden değişti. Yaşlı adam kaşlarını çattı, ses tonunu yükseltti ve o ana kadar olmayan
bir kararlılıkla:
-Biz o milli parkla ilgili hiçbir şey düşünmüyoruz dedi.
Cevabı beni şaşırtmıştı. Ben de tam da bunu merak ettiğimi söyledim: Nasıl oluyor da bu milli parkın yanı ba-
şındasınız ama onunla ilgili bir şey düşünmüyorsunuz? Soruyu duyunca bu defa O şaşırdı ve gel seninle şurada
bir çay içelim de ben sana neden bir şey düşünmediğimizi anlatayım dedi. Köy kahvesine oturduk ve bir yandan
çayımızı içtik bir yandan da Kuşcenneti Milli Parkı’nın yazılmayan tarihi konusunda 6 ay devam edecek dersle-
rime başlamış oldum. O konuşmayı takip eden 6 ay boyunca yöredeki çiftçilerle, avcılarla ve balıkçılarla günlük
yaşamları içerisinde katılımlı gözlem yolu ile görüştüm. O 6 ay boyunca en sık duyduğun cümle belki de ‘Kurt
Cosswig’den sonra kimse bizim ne düşündüğümüzü merak etmemişti’ cümlesiydi (Arı, 2013).

308
Ancak araştırmacıların sıkça düştükleri hatalardan birisi toplumla ilgili sorunları çözecek mercinin araştırma-
cılar olduğu konusunda verdikleri yanlış izlenimlerdir. Özellikle kırsal kesime saha araştırması için giden araş-
tırmacılar burada yaşayan halk tarafından sorunlarını çözecek kişi gibi algılanmaktadır ve araştırmacıların
bazı tavırları da bu algıyı beslemektedir. Oysaki araştırmacılar çok açık bir dille kendi görevlerinin buradaki
sorunları tespit edip, bu sorunlarla ve çözümleri ile ilgili rapor hazırlamak olduğunu ama sorunları çözmenin
resmi otoritelerin ya da sorunun muhatabının görevi olduğunu hatırlatmalıdır. Aksi takdirde eğer bir süre
sonra bu sorunlar çözülmediyse bunun sorumlusunun araştırmacı olduğu düşünülmekte ve araştırmacılara
karşı güven sorunu yaşanmaktadır.
Özellikle Türkiye’de saha araştırmalarında güven oluşturacak bazı stratejiler geliştirmekte fayda vardır. Me-
sela saha araştırması yapılacak alanda yaşayanlarla ortak tanıdıklar bulmak oldukça etkili bir stratejidir. Bu
ortak tanıdıkların yerel halka araştırmacının amacını ve neyi araştırdığını anlatması oluşabilecek güven bu-
nalımını daha baştan önleyecektir. Yerel halkın araştırma konusu ile ilgili olmayan ama kendilerini ilgilendi-
ren gündemlerine gösterilecek samimi bir ilgi de güven oluşturacaktır. Mesela önemli bir bilgi kaynağı kişinin
üniversite tercihi yapacak yakınlarının durumunu inceleyip bir takım tavsiyelerde bulunmak, bilgi kaynağı ile
özel bir bağın kurulmasını sağlayacaktır. Böyle durumlarda araştırmacı ne için o alanda bulunduğunu hiçbir
zaman unutmamalı ve sınırları ayarlama konusunda dikkatli olmalıdır. Bazı durumlarda araştırmacılar saha-
daki bazı kişi ya da gruplarla çok fazla içli-dışlı olarak objektifliğini kaybedebilir. Böyle durumlarda araştırmacı
yerlileşme denen süreçten geçerek araştırmacı olduğunu unutabilmektedir. Sahadaki gruplarla hiçbir za-
man objektifliği ortadan kaldıracak bu kadar samimi ilişkilere girilmemelidir.
Saha araştırmalarında araştırılacak konu için bazı durumlarda örneklem seçmek gerekebilir. Çalışmasının
doğası gereği çalışma alanı içerisinde bulunan bütün yerlere aynı ilgiyi göstermek gerekmeyebilir. Nitel araş-
tırmalarda neredeyse tamamen amaçlı örneklem seçme yöntemleri kullanılır (ayrıntılar için Nitel Yöntemler
bölümüne bakınız). Bu yöntemde test edilmek istenen durumla ilgili olarak amaçlı bir şekilde bütün saha
hakkında fikir verecek yerler ya da gruplar seçilir ve incelenir. Örneğin eğer bir gölün su kalitesi incelenecek-
se gölü besleyen akarsular, kirlilik kaynakları, gölde var olan kaynaklar, yerleşim yerleri vs. göz önüne alınarak
doğru sonuç vereceği düşünülen noktalardan alınan örnekler üzerinden çalışma yapılabilir. Ya da eğer bir
gölün kültürel ekolojisi incelenecekse, göl çevresinde bulunan çok sayıdaki yerleşmeden gölü belli şekillerde
kullanan yerleşmeler seçilebilir. Bu durumda balıkçı yerleşmelerin, çiftçi yerleşmelerin, avcı yerleşmelerin
ya da hayvancılıkla geçinen yerleşmelerin kullanımlarının benzer olduğu varsayılarak bu tür yerleşmelerden
birer örneklem seçilir ve çıkan sonuçlar araştırma evrenine genellenir.
Örneklem seçiminden sonra veri toplama aşamasına geçilir. Bu aşamada araştırma sorularının cevabını ve-
rebilmek için gerekli olan ölçümler, algılar, düşünceler ya da gözlemler yapılır ve bunlar bu kitabın nitel ve ni-
cel yöntemler bölümlerinde anlatılan ilkelere uygun olarak kaydedilir. Veri toplama aşaması bir saha araştır-
masının en can alıcı kısmıdır çünkü çalışma sonundaki bütün çıkarımlar bu veriler üzerinden yapılacaktır. O
nedenle verileri doğru bir şekilde toplamak ve kaydetmek çıkacak sonucun geçerlik ve güvenirliği açısından
önemlidir (Veri toplama ve kaydetmeyle ilgili ayrıntılı bilgi için Nitel ve Nicel Yöntemler bölümlerine bakınız).
Özellikle nitel araştırmalarda bilgi kaynaklarını doğru tespit etme ve onlarla yapılan görüşmeler çalışma için
oldukça kritik bir öneme sahiptir. Fiziki coğrafya araştırmalarında bunun çok önemi olmayacaktır çünkü bu
araştırmalar çoğunlukla çalışma sahasındaki fiziki olay ve süreçlere odaklanır. Ancak araştırmanın sosyal bo-
yutu öne çıkıyorsa o zaman sahadaki önemli aktörlerin doğru bir şekilde tespit edilmesi çalışmanın geçerliği
için gereklidir. Aktörlerin ve bilgi sağlayıcıların doğru tespiti çoğu kere maharet isteyen ve zaman alan bir iştir.
Eğer saha araştırmaları yeterince derinlemesine yapılmazsa araştırma sahasındaki aktörler ve bunlar arasın-
daki ilişkileri çoğu kere yakalamak mümkün değildir. Kanaatimizce Türkiye’de akademik coğrafi çalışmaların
zayıf kalmasının nedenlerinden birisi de saha araştırmalarının yeterince derinlikli olarak yapılmamasıdır. Ye-

309
terince derinlikli ve zamana yayılmayan saha araştırmalarında doğru bilgi kaynaklarına ulaşmak, sahadaki
ilişkileri ve sorunları ve bunların kaynaklarını doğru şekilde tespit etmek mümkün değildir. Ülkemizde dok-
tora tez çalışmalarının bile genellikle sadece yaz tatillerine sıkıştırılması bulguların çok yüzeysel olmasına ve
sonunda araştırmanın bilimselliğine gölge düşürmektedir. Oysaki batılı ülkelerde saha çalışması gerektiren
doktora çalışmalarında saha araştırmaları doktora süresinin 1 ile 2 yılını kaplamaktadır. Bu şekilde çalışan
araştırmacı o alanla ilgili derinlemesine bilgi sahibi olmakta, alandaki olay ve olguları doğru bir şekilde tespit
etmekte, aktörleri ve bunlar arasındaki ilişkileri okuyabilmekte ve sonunda o alanla ilgili vazgeçilmez bir
uzman haline gelmektedir.
Araştırma sahasındaki çalışmalar bittikten sonra araştırmacı sahadan ayrılır. Ancak bu, o alanla ilişkilerin
kesildiği anlamına gelmez. Saha araştırmalarının birçoğunda araştırmaya konu olan olay ve olgular sürekli
değişme eğilimindedir ve araştırmacı bu değişimleri takip etmek zorundadır. Araştırmacı alandan ayrılırken
tekrar geri döneceğini unutmamalı, bağlantılarını ve ilişkileri korumalıdır. Saha araştırmalarında yapılan te-
mel yanlışlardan birisi çalışmanın bitmesinden sonra çalışma sahası ile sağlıklı ilişkilerin sürdürülmemesidir.
Bu hem çalışmaların güvenirliği açısından önemlidir hem de araştırma sonuçlarının alandaki paydaşlarla da
paylaşılması açısından önemlidir. O nedenle asıl saha araştırması bittikten sonra da düzenli aralıklarla sahaya
gidilmeli, araştırma sonuçları yerel halk ve diğer ilgi grupları ile paylaşılmalıdır.
Saha araştırmasının en son aşaması verilerin analiz edilmesi ve raporlaştırılmasıdır. Veri analizi sonundaki
çıkarımlar, bulgular ve araştırmacının yorumları genellikle tez ya da proje raporu şeklindedir. Bu tez ya da ra-
porlar genellikle büro ortamında yapılır. Ancak verilerle ilgili bir tereddüdün olması durumunda alana tekrar
gidilerek problemli durumlar teyit edilmelidir. Hazırlanan raporların uygulama boyutu varsa ilgili kuruluşlara
ayrı raporlar halinde bunların neler olduğu bildirilmelidir.

Saha Araştırmalarında Etik konular


Saha araştırmacıları bazen araştırmacı olduklarını gizleyerek araştırma sahasına gitmekte ve sahada baş-
ka kimliklerle veriler toplayarak bu verileri araştırmalarında kullanmaktadır. Bazı çok özel durumlarda araş-
tırmacının kimliğinin gizlenmesine gerek duyulmakla birlikte bu çok istisnai bir durumdur. Araştırmacının
gerçek kimliği ve amacını gizleyerek saha çalışması yapmasına aldatma denir ki etik anlamda kabul edilmez
bir durumdur. Araştırmacı kendi kimliğini ve amacını saklamadan, oluşabilecek zorlukları da göze alarak
araştırmasını tamamlamalıdır. Türkiye’de özellikle bazı antik kentlerin olduğu alanlarda yerli halk ve define
avcıları tarafından sürekli kaçak kazılar yapıldığından, bazen başka meslek gruplarının kendi kimliklerini ve
amaçlarını gizleyerek saha araştırması yapmak da aynı şekilde etik değildir ama bazen gerekli olabilmekte-
dir. Mesela kaçak kazı yapanları yakalamak isteyen güvenlik güçlerinin araziye genellikle araştırmacı kimliği
ile gittikleri yönünde bir algı vardır.
Araştırmalar sırasında genellikle bilgi kaynakları bilimsel olan bilgiyi diğer bilgilerden ayıramaz. O nedenle
çoğu kere bilimsel olmayan, kişisel ya da mahrem bilgiler toplanabilir. Araştırmacı bu durumda bilgilerin
gizliliği ilkesine uymalıdır. Elde edilen bilgileri, sahadaki diğer bilgi kaynaklarına vermemek ve araştırma ra-
porlarında kişilik haklarına zarar vermeyecek şekilde kullanmak gerekmektedir. Özellikle politik ya da diğer
tartışmalı konularda bilgi verenlerin isimleri araştırma raporlarında kodlama ile yazılmalı ve bu kişilere gö-
rüşlerinden dolayı zarar gelmesi engellenmelidir.
Saha araştırmacısı toplumda güç sahibi olanların görüş ve önerilerini dikkate alıp, daha zayıf olanları atlama-
sı da etik ihlalidir. Aynı şekilde seçkinlere erişimin kontrollü olması, onlara erişimi güçleştireceği için sadece
diğerlerinin görüşlerinin yansıtılması da problemli bir durumdur. Buna yanlı olma adı verilir. Araştırmacı bu
durumlarda dengeli bir örneklem seçebilmeli ve sonuçlarının geçerliğini zaman zaman yerel gruplarla teyit
etmelidir.

310
Bir diğer etik ihlali var olan sorunların araştırmacı tarafından çözüleceğine dair yanlış bir izlenim vermektir.
Bazen araştırmacılar sahada istedikleri bilgi kaynaklarına erişebilmek için istemeden ya da kasıtlı olarak bu
tür bir izlenim vermiş olabilirler. Bu tür etik ihlallerine yanıltma adı verilir. Saha araştırmacıları böyle durum-
larda kendi rollerinin ne olduğu ve bulguların ne işe yarayacağı konusunda olabildiğince şeffaf olmalı, bilgi
kaynaklarını yanıltmaktan kaçınmalıdır.
Saha araştırmalarından elde edilen sonuçların araştırmanın yapıldığı toplumla paylaşılması gerekmektedir.
Saha araştırmacılarının sıkça yaptığı hatalardan birisi araştırma sonuçlarını yerel halk ile paylaşmamaktır. Bu
durum araştırmaya ve araştırmacılara olan güveni sarsmaktadır. Saha araştırmacıları araştırma sonuçlarını
içeren yazılı materyali araştırmaya konu olan toplumla ve ana bilgi sağlayıcılarla paylaşmaları gerekmektedir.

Sonuç
Saha öğretimi ve saha araştırmaları coğrafya eğitiminin ve araştırmalarının merkezinde yer alır. Yi-Fu Tuan’ın
tanımından hareketle coğrafya eğer ‘yeryüzünün insanın evi olarak çalışılması’ ise insanın evi içerisindeki
durumunu ancak saha çalışması ile anlayabiliriz. Coğrafyada hem fiziki olay ve süreçlerin hem de kültürel
konuların alan araştırmaları ile desteklenmesi gerekmektedir. Nasıl ki fen bilimleri deneylerini laboratuarlar-
da yaparlar coğrafyacılar da olay ve olguları doğal ortamlarında incelerler. O nedenle üniversite yöneticileri
laboratuarlardaki demirbaş ve sarf malzemelerinin maliyetini nasıl karşılıyorlarsa saha öğretimi ve araştır-
malarını da desteklemeleri gerekmektedir.
Araştırma amaçlı saha çalışmalarında hem fiziki hem de beşeri süreçler yeterince ve ayrıntılı incelenmelidir.
Denilebilir ki coğrafi araştırmaların diğer araştırmalardan ayrılan en önemli taraflarından birisi saha araş-
tırmalarına verdiği özel önemdir. O nedenle saha araştırmaları süre ve derinlik olarak yeterince doyurucu
olmalıdır. Saha araştırmaları yaz ya da ara tatillere sığdırılamayacak kadar derinlikli olmalıdır. Ancak Türki-
ye’de araştırmacılar genellikle tatil zamanları araziye gidebilmekte, kısıtlı süre ve olanaklarda veri toplamaya
çalışmaktadır. Bu durum sonunda ortaya konulan araştırma bulgularının yüzeysel olmasına ve uygulanabilir-
liliğinin olmamasına neden olmaktadır.

Kaynakça
Alkış, S. (2008). Coğrafya öğretiminde inceleme gezileri ve arazi çalışmaları. Özey, R., Demirci, A.,(Ed.)
Coğrafya Öğretiminde Yöntem Ve Yaklaşımlar içinde (ss.77-106). Aktif Yayınevi: İstanbul.
Arı, Y. (2013). Manyas Gölü’nde kültürel ekoloji: Sürdürülebilirliğin anahtarı. Atlas, 243, 68-69.
Arı, Y. (2010). Integrating fieldwork in undergraduate geography curriculum in Turkish universities.
proceedings of the IGU - CGE İstanbul symposium in (pp. 269-277). Istanbul: Fatih University.
Bland, K., et. al. (1996) Fieldwork. Bailey, P. and Fox, P. (Ed.) Geography Teachers’ Handbook. Geographical
Association in (pp. 165-175). Sheffield.
Bligh, D. A. (1975). Teaching students. Exeter university teaching services, Exeter.
Cloke, P., Cook, I., Crang, P., Goodwin, M., Painter, J. and Philo, C. (2004). Practising Human Geography.
London: Sage.
Dando, W. A. and Wiedel, J. W. (1971). A two-week field course with deferred papers: A possible solution
to the problem of undergraduate fieldwork, Journal of Geography, 70, 289-93.
Doğanay, H. (2002). Coğrafya öğretim yöntemleri: Orta öğretimde coğrafya eğitiminin esasları (5. bs.).
Aktif Yayınevi. Erzurum.

311
Fuller, I., Edmondson, S., France, D., Higgitt, D. and Ratinen, I. (2006). International perspectives on the
effectiveness of geography fieldwork for learning. Journal of Geography in Higher Education, 30(1),
89–101.
Fuller, I. C., Gaskin, S. and Scott, I. (2003). Student perceptions of geography and environmental science
fieldwork in the light of restricted access to the field, caused by foot and mouth disease in the UK in
2001. Journal of Geography In Higher Education, 27(1), 79-102.
Haigh, M. J. (1986). The evaluation of an experiment in physical geography teaching. Journal of
Geography in Higher Education, 10, 133-147.
İzbırak, R. (1968). Coğrafi araştırma gezileri ve hazırlıkları. Coğrafya Araştırmaları Dergisi, 2, 1-51.
Kent, M., Gilbertson, D.D. and Hunt, C.O. (1997). Fieldwork in geography teaching: a critical review of
Lonergan, N. & Andresen, L.W. (1988) Field-based education: some theoretical considerations. Higher
Education Research and Development, 7, 63-77.
Lounsbury, J. F. and Aldrich, F. T. (1979). Introduction to geographic field methods and techniques.
Columbus: Charless E. Merrill Publishing Company.
Mathewson, K. (2001). Between “in camp” and “out of bounds”: Notes on the history of fieldwork in
American Georgraphy. Geographical Review, 91 (1-2), 215-224.
Neuman, W. L. (2006). Toplumsal araştırma yöntemleri. Nitel ve nicel yaklaşımlar (S. Özge, Çev.). İstanbul:
Yayın Odası.
Sezgin, F. (2011). Bilim tarihi sohbetleri. Söyleşi: Sefer Turan (3. bs.). İstanbul: Timaş.
Shaffir, W. and Stebbins, R.A. (1991). Experiencing Fieldwork. An inside view of qualitative research.
London. Sage Publications.
Tuan Y. F. (2001). Life as a field trip. Geographical Review, 91 (1-2), 41-45.

Okuma Listesi
Christie, M. E. (2004). The cultural geography of gardens. Geographical Review, 94 ( 3), ııı-ıv.
Clifford, N. J. and Valentine, G. (2004). Key methods in geography. London: Sage.
Dobson, J. E. (2001). Fieldwork in a digital world. Geographical Review, 91(1-2): 430-440.
Gardiner V. & Unwin, D. (1986). Computers and the field class. Journal of Geography in Higher Education,
10, Pp.169-179.
Gomez, B., Jones III, J.P. (2010). Research methods in geography: A critical introduction. Singapore:
Blackwell Publishing.
Goudie, A.S. (Ed.) (1990). Geomorphological techniques (2nd. Ed.) London: Unwin Hyman.
Harris, C. (2001). Archival fieldwork. Geographical Review, 91, (1-2), 328-334.
Herbert, S. From spy to okay guy: Trust and validity in fieldwork with the police.Geographical Review, 91
(1-2), 304-310.
Hoobs, J. J. (2001). Exploration and discovery with the Bedouin of Egypt. Geographical Review, 91 (1-2),
285-294.

312
Kern, E. & Carpenter, J. (1984). Enhancement of student values, interests and attitudes in earth science
through a field-orientated approach, Journal of Geological Education, 32, 299-305.
Matheson, J. (2001). Stranger, trailer, fieldwork, girl.Geographical Review, 91 (1-2), 225-230.
Mcewen, L., and Harrıs, F. (1996). The undergraduate geography fieldweek: challenges and changes,
Journal of Geography in Higher Education, 20, 411-421.
Myers, G. A. (2001)Protecting privacy in foreign fields. Geographical Review, 91 (1-2). 192-200.
Palmer-Moloney, L. J. and Bloom, E. (2001). The classroom as the field for studying geographical
education. Geographical Review, 91(4), 641-654.
Robson, E. (2002). An unbelievable academic and personal experience: issues around teaching
undergraduate filed courses in africa. Journal of Geography in Higher Education, 26(1), 36 – 59.
Starrs, P. F. (2001). Fieldwork...with family. Geographical Review, 91 (1-2), 74-87.
Veeck, G. (2001). Talk is cheap: Cultural and linguistic fluency during field research.Geographical Review,
91 (1-2), 34-40.
Zhu, H. (2007). Field methods in remote sensing. Geographical Review, 97 (4), 577-579.

313
314
ON İKİNCİ BÖLÜM
JEOMORFOLOJİDE
TEMEL ARAŞTIRMA ÇERÇEVE
Erdem BEKAROĞLU
Ankara Üniversitesi

Kıyı Çizgileri ve Deniz Seviyesi Değişimleri


Aktif Tektonik ve Yerşekilleri
Morfometrik Analizler

Giriş
Yerşekli bilimi anlamına gelen jeomorfoloji, klasik olarak, yerşekillerinin jeomorfik süreçler, jeolojik yapı ve
zamanın bir fonksiyonu olarak oluşumu, gelişimi ve evrimini inceleyen bir bilimdir (Bkz. Şekil 1). Jeomorfoloji
çalışmaları litosfer (taş küre), hidrosfer (su küre), atmosfer (hava küre), biyosfer (canlı küre) ve krayosferdeki
(buz küre) süreçlerin yeryüzünün şekillenmesindeki etkisini de içermektedir. Bu açıdan değerlendirildiğinde,
birbirinden farklı jeolojik yapılar ve iklim rejimleri uzun zaman periyotları içerisinde farklı yerşekillerinin mey-
dana gelmesine neden olabilmektedir. Çöl bölgelerinin yerşekilleri (kumullar), örneğin, glasyal ve periglasyal
bölgelerdeki yerşekillerinden; eriyebilen kayaçlar üzerinde meydana gelen yerşekilleri, volkanik formasyon-
lar üzerinde meydana gelen yerşekillerinden büyük ölçüde farklıdır. Jeomorfolojinin temel amacı, bu çok
boyutlu farklılığın doğru bir anlayışını elde etmektir.
Çevrede gözlenen güncel yerşekillerini oluşturan yeryüzü süreçleri esasında çok yavaş bir şekilde ama sürek-
li olarak işlemektedir. Çoğu jeomorfolojik süreç düşük bir tempoda işlese de; bazen heyelan, göçme, sel gibi
büyük olaylar oldukça hızlı bir tempoda meydana gelebilmekte, insan yaşamını tehdit ederek büyük can ve
mal kayıplarına sebep olabilmektedir. Bu nedenle, jeomorfoloji, sadece yeryüzü süreçlerinin bilimsel bir me-
rakla incelenmesi değil, aynı zamanda göreceli olarak hızlı bir tempoda meydana gelen yeryüzü süreçlerinin
tespiti ile kontrolünü de içeren uygulamalı ve teknik bir bilimdir.
Çoğu jeomorfolojik süreç düşük bir tempoda işlediğinden, yerşekillerinin uzun dönemli evrimini inceleyen
jeomorfologlar bir bakıma “yerşekli dedektifleri” olarak görülebilir. Yer sistemi dinamik bir yapıya sahip ol-
duğundan gerek yapısal süreçler, gerekse de hidrosfer ve atmosferdeki süreçler zaman içerisinde değişim
gösterir. Bu nedenle, belirli bir bölgede hüküm süren süreçlerdeki değişimler sonucu söz konusu bölgede-

315
ki yerşekilleri de değişim gösterir. Bu tip değişimlerin en çarpıcı olanları iklim değişimi kökenlidir. Örneğin,
bugünkü Konya havzasında Son Buzul Maksimumu (G.Ö. ~20 bin yıl) sırasında oldukça büyük bir gölün var
olduğunu, bu sırada Doğu Karadeniz Dağları’ndaki buzul vadilerinin birkaç kilometre uzadığını, küresel deniz
seviyesinin düşmesine bağlı olarak Karadeniz’in bir göle dönüştüğünü bilmek, uzun zaman periyodu göz
önüne alındığında yeryüzünün nasıl dramatik bir biçimde değişebildiğinin sadece birkaç sıradan örneğini
oluşturmaktadır. Dolayısıyla jeomorfoloji, bu boyutuyla, yer sisteminin geçmişteki değişen işleyişinin doğru
bir anlayışının elde edilebilmesi bakımından da önemlidir.
Yerşekillerinin jeomorfik süreçler, jeolojik yapı ve zamanın bir fonksiyonu olarak oluşumu, gelişimi ve evri-
mini inceleyen jeomorfolojinin tanımındaki bu ilişki kavramsal olarak şu şekilde ifade edilmektedir (Gregory,
1978: aktaran Keller ve Rockwell, 1984):
F = f (P, M) dt (1)
Burada F yerşekilleri, f fonksiyon, P jeomorfik süreçler (günlenme, flüvyal vb.), M jeolojik yapı (litoloji ve
tektonik), dt ise zaman içerisindeki değişimi ifade etmektedir.

Şekil 1: Yeryüzü Şekillerinin Oluşumu

Bu doğrultuda, jeomorfoloji, yerşekillerinin oluşumu, gelişimi ve evrimini açıklama girişiminde üç temel öğe
üzerine odaklanmaktadır: Süreç, yapı ve zaman (Erinç, 1958). Bu unsurların her biri modern jeomorfolojinin
temel araştırma alanlarına işaret etmesi bakımından önem taşımaktadır. Nitekim, yeryüzünün şekillenme-
sinde süreçlerin rolü matematiksel modellerle süreç jeomorfolojisi; yapının rolü analitik yöntemlerle tekto-
nik jeomorfoloji ve zamanın rolü de multidisipliner yaklaşımlarla paleojeomorfoloji tarafından açıklanmaya
çalışılmaktadır.
Jeomorfoloji çalışmalarında rutin olarak takip edilen bir yöntemden bahsedilemese de, araştırma proble-
mine göre şekillenen genel bir metodolojik çerçeve çizmek mümkündür. Bu bakımdan ilk adım, her bilimsel
çalışmada olduğu gibi, bir jeomorfoloji çalışmasında da araştırma probleminin açık ve seçik olarak belir-
lenmesidir. Bu doğrultuda, araştırma probleminin ifadesi, beraberinde bu problemin ölçeğinin, kapsadığı
zaman diliminin ve de problemin inceleneceği yerin de belirlenmesini getirmektedir.

316
İkinci adım, çalışmada ne tür bir veri toplama yönteminin izleneceğine, belirlenen araştırma problemi ışı-
ğında karar vermektir. Genel olarak ifade edilirse, araştırma probleminin kapsadığı zaman diliminin belirlen-
mesi hangi tür veri toplama yönteminin uygulanacağına karar verilmesini sağlayabilir. Bu bakımdan temel
olarak iki tür veri toplama yönteminden bahsetmek mümkündür. Bunlardan birincisi aletsel kayıtlardır ve
güncel olay-süreçlere ait, bir alet yardımıyla ölçülmüş (ikincil veri kaynağı olarak, örneğin, akarsu akım göz-
lem yıllıkları) ya da ölçülebilecek (birincil veri kaynağı olarak, örneğin, akarsu akımının mobil bir istasyon
kurularak araştırıcı tarafından bizzat ölçülmesi) olan veriyi ifade etmektedir. İkincisi ise, dolaylı (proxy) kayıt-
lardır ve eski olay-süreçlere ait, belirli göstergeler yardımıyla ölçülmesi ya da yorumlanması mümkün olan
veriyi ifade etmektedir. Geçmişte gerçekleşmiş (bu bakımdan aletsel olarak ölçülmesi mümkün olmayan),
ancak izleri günümüze dek ulaşmış olay-süreçlere ait kanıtların belirli göstergeler kullanılarak elde edilme-
si dolaylı kayıtları meydana getirmektedir. Örneğin, güncel buzul erimeleri neticesinde deniz seviyelerinde
meydana gelen yükselmelere ait veriler, günümüzde aletsel kayıtlar kullanılarak elde edilebilirken, Holosen
başlarından günümüze deniz seviyelerinin değişimine ait verilerin aletsel kayıtlarla elde edilebilmesi, aletsel
kayıtlarla yapılan gözlemlerin süresi göz önüne alındığında mümkün değildir. Bu durumda, deniz seviyesinin
Holosen boyunca değişimine işaret eden morfolojik ve jeolojik göstergelerin kullanımıyla elde edilen bir
deniz seviyesi eğrisi dolaylı bir kayıttır. Çünkü burada deniz seviyesi doğrudan değil, ele alınan veriye göre
değişen özelliklerde olmak üzere dolaylı olarak ölçülmektedir. Bu bakımdan, örneğin, morenler buzul ilerle-
me ve gerilemelerinin, polenler vejetasyon değişiminin, denizel zondaki orta litoral birimler deniz seviyesi
oynamalarının, akarsu terasları iklim değişimi ve tektonik hareketlerin vb. bir dolaylı kaydıdır.
Genel olarak değerlendirildiğinde, jeomorfoloji çalışmalarının veri toplama yönteminin belirlenmesinden
sonra gelen üçüncü adımı arazi çalışmasıdır (Bkz. Şekil 2). Arazi çalışması genellikle üç aşamadan oluş-
maktadır (Turkington, 2010). Bunlardan birincisi gözlem aşamasıdır. Burada, incelenen araştırma problemi
bağlamında yerşekilleri ve gösterdikleri morfolojik özellikler arazi ortamında incelenerek haritalanır. Arazi
çalışmasının ikinci aşaması ölçümdür. Burada da, yine araştırma problemi bağlamında ilgili yerşekillerinin
(GPS vb. ölçüm aletleri yardımıyla) genel olarak konumu ve yükseltileriyle diğer fiziksel boyutları ölçülür.
Arazi çalışmasının üçüncü bölümünü ise kayıt altına alma süreci oluşturur. Kayıt altına alma süreci, izlenen
veri toplama yöntemine göre (aletsel ya da dolaylı kayıtlar) değişkenlik göstermektedir. Bu aşamada, aletsel
kayıtların elde edilmesine yönelik doğrudan ölçüm araçları kullanılarak toplanan veriler kayıt altına alınırken
(örneğin, bir dağ boyunca -etek kısmından zirve bölgesine- sıcaklık değişiminin mobil otomatik sıcaklık öl-
çerlerle kayıt altına alınması ya da akarsu debisinin-sediment yükünün mobil bir istasyonla ölçülmesi ya da
karstik mağaralardaki aktüel mağara sedimantasyonun belirlenmesi açısından damlayan suların toplanması
vb.); dolaylı kayıtların elde edilmesine yönelik olaraksa, incelenen olay-sürece ilişkin morfolojik-jeolojik vb.
göstergeler örneklenir. Örnekleme sürecinde gösterge niteliğinde olan oluşum ve birimlerden karakteristik
örnekler toplanır ve bu süreç, gözlem ve ölçüm süreçlerini de içerir. Başka bir deyişle, örneğin, Geç Buzul
Dönemi buzul hareketlerinin incelendiği bir çalışmada eski bir buzul vadisinden örneklenen morenler (ki,
bunlar eski buzul hareketlerinin bir dolaylı kaydıdır) aynı zamanda şekil incelemeyle haritalanır (gözlem) ve
daha sonra konum ve yükseltisi ve diğer fiziksel özellikleri (ölçüm) ölçülür.

317
Şekil 2: Arazi Çalışması

Kayıt alna
alma

Dördüncü adım, kayıt altında alınan verilerin analiz edilmesidir. Jeomorfolojideki analiz süreci araştırma
problemine bağlı olarak oldukça değişkenlik göstermesine rağmen, elde edilen veriler genel olarak istatistik-
sel (tanımlayıcı ya da çıkarımsal), matematiksel (modelleme) olarak; ayrıca, özellikle son zamanlarda çeşitli
laboratuvar analizleri (örn. sedimantolojik, kimyasal vb.) ve tarihleme tekniklerinin kullanımıyla da değer-
lendirilebilmektedir.
Yukarıda kısaca ana hatları verilerin araştırma çerçevesi içerisinde yürütülen jeomorfoloji araştırmaları ko-
nusal olarak büyük bir çeşitliliğe sahiptir. Çünkü yerşekillerinin oluşum, gelişim ve evriminde etkili olan süreç,
yapı ve zaman faktörleri modern jeomorfolojide çok sayıda uzmanlık alanlarıyla araştırılmakta (örn. flüvyal
jeomorfoloji, kıyı jeomorfolojisi, tektonik jeomorfoloji, karst jeomorfolojisi, buzul jeomorfolojisi, periglasyal
jeomorfoloji, kurak-yarı kurak bölge jeomorfolojisi vb.) ve bunların hemen her biri ele aldığı konu/problem
çerçevesinde farklı bir metodolojik yaklaşım sergilemektedir. Dolayısıyla, jeomorfolojinin ilgi alanı içerisinde-
ki tüm tematik (konusal) unsurların göz önüne alındığı bir metodolojik kılavuzun ortaya konabilmesi pratik
olarak mümkün değildir. Bu nedenle, burada, jeomorfolojideki araştırma metodolojisinin yukarıda çizilen
genel çerçevesi bağlamında jeomorfolojik yöntemler, sadece örnek düzeyinde, kıyı çizgileri ve deniz seviyesi
değişimleri, aktif tektonik ve yerşekilleri ve morfometrik analizler konuları özelinde ele alınacaktır.

Kıyı Çizgileri ve Deniz Seviyesi Değişimleri


Deniz seviyesi değişimlerinin belirlenmesi yerkabuğunun, iklimin, kıyı bölgelerini etkileyen tektonik ve izos-
tatik hareketlerin ve de kıyı bölgelerinin morfolojik evriminin doğru bir anlayışının elde edilmesi açısından
oldukça önemlidir. Deniz seviyesi temel olarak iki şekilde ölçülmektedir. Bunlardan birincisi, östatik deniz
seviyesi, deniz yüzeyi ile Dünya’nın merkezi arasındaki mesafenin ölçümüdür ve iki parametre tarafından
değişmektedir: Plaka tektoniğinin işleyişine bağlı olarak okyanus havzalarının geometrisindeki değişim ve
büyük ölçekli iklim değişimlerine bağlı olarak gerçekleşen okyanus havzalarının su hacmindeki değişim. Kü-
resel boyutta ve milyon yıllık zaman ölçeğinde, deniz seviyesi çalışmaları büyük ölçüde jeolojik kayıtlara
dayanır ve deniz seviyesi değişimlerine ait kanıtlar çoğunlukla stratigrafik yöntemlerle elde edilir. Bu tip yön-
temlerle yapılan çalışmalar, plaka tektoniğinin işleyişine bağlı olarak, okyanus havzalarının geometrisinde
meydana gelen değişimlerle (yeni okyanus havzalarının açılması ve okyanus ortası sırtların gelişimi) deniz

318
seviyesinin tüm jeolojik zamanlar boyunca yüzlerce metrelere varan büyük oynamalara maruz kaldığını
göstermektedir (Harrison, 1990). Oldukça yavaş bir tempoda gerçekleşen bu deniz seviyesi oynamalarına
tektono-östatik deniz seviyesi değişimleri denilmektedir. Kuaterner ölçeğinde ise, deniz seviyesi değişimleri,
buzul dönemlerinde büyük buzul örtülerinin gelişmesi, buzularası dönemlerdeyse bu buzulların erimesiyle
okyanus havzalarının su hacmindeki periyodik oynamalara bağlı olarak gerçekleşmektedir. Bu tür değişimle-
re de glasyo-östatik deniz seviyesi değişimleri denilmektedir ve bunlar büyük ölçekli iklim değişimleri tara-
fından yönetilmektedir (Lambeck vd., 2002). Jeomorfolojiyi de barındırmak üzere çok sayıda yerbilimi dalıy-
la araştırılan glasyo-östatik deniz seviyesi değişimleri, tektono-östatik deniz seviyesi değişimlerine göre daha
hızlı bir tempoda meydana gelmekte ve deniz seviyesi değişim amplitüdü (Kuaterner boyunca) 150 metreyi
geçmemektedir. İkinci olarak ise, rölatif deniz seviyesi (RDS), deniz yüzeyi ile seçilen yerel bir nokta (örn. bir
gel-git çentiği, bir denizel deponun tabanı vb.) arasında ölçülmektedir. Bu nedenle, RDS, deniz seviyesinin
pozisyonunun karaya göre (denizin, karanın ya da her ikisinin hareketiyle) değişimini ifade etmektedir. Bu
bakımdan, seçilen yerel referans noktasının tektonik olarak yükselmesi ya da çökmesi, okyanus havzalarının
su hacmindeki değişimlere bağlı olarak meydana gelen östatik hareketler, izostatik hareketler ile büyük bir
denizel deponun kompakt hale gelmesi gibi tüm yerel faktörler RDS değişiminde rol oynamaktadır.
RDS’nin (Δξ rsl) belirli bir zamanda (τ) ve belirli bir yerdeki (φ) değişimi şu şekilde ifade edilmektedir (Shen-
nan, 2007):
Δξ rsl(τ, φ) = Δξeus(τ) + Δξiso(τ, φ) + Δξtec(τ, φ) + Δξloc(τ, φ) (2)
Bu eşitlikteki Δξeus(τ) zamana bağlı olarak değişen östatik deniz seviyesi değişimi faktörünü, Δξiso(τ, φ) hem
glasyo- hem de hidro-izostazi faktörünü, Δξtec(τ, φ) kıyı bölgesini etkileyen tektonik hareket faktörünü ve de
Δξloc(τ, φ) kıyı bölgesinde etkili olan yerel süreçleri ifade etmektedir. Δξloc(τ, φ) fonksiyonu ise şu eşitlikten
elde edilmektedir:
Δξloc(τ, φ) = Δξtide (τ, φ) + Δξsed(τ, φ) (3)
Burada ise, Δξtide (τ, φ) gel-git genliğinin büyüklüğü ile deniz seviyesinin düzeyine işaret eden morfolojik biri-
min oluşum zamanında gel-git seviyesine göre olan yüksekliğini, Δξsed(τ, φ) deniz deponun oluşumundan bu
yana gerçekleşen sediment konsolidasyonunu ifade etmektedir.
Kuaterner’deki büyük ölçekli iklim değişimlerine bağlı olarak buzul dönemlerinde özellikle yüksek enlem-
lerde kalın buzul örtülerinin gelişmesi ve buzularası dönemlerde bu büyük buzul örtülerinin erimesi; ayrıca,
buzularası dönemlerde eriyen buzul sularının okyanus havzalarına transferi, RDS değişimlerinde izostatik
hareketlerin [Δξiso(τ, φ)] de önemli bir rol oynamasını sağlamaktadır (Peltier, 1990). Bu bakımdan, buzul
dönemlerinde yüksek enlem karaları üzerinde gelişen buzul örtüleri, bu bölgelerde karanın ağırlaşarak çök-
mesine; buzularası dönemlerde bu buzul örtülerinin tamamen erimesi ve/veya geri çekilmesi ise karanın ha-
fifleyerek yükselmesine neden olmaktadır. Östatik deniz seviyesi değişimlerini gecikmeli olarak takip eden
bu etki glasyo-izostazi olarak bilinmektedir. Bunun yanı sıra, aynı mekanizmaya bağlı olarak, buzularası dö-
nemlerde eriyen büyük buzul örtülerinden okyanuslara transfer olan büyük miktarda su (örneğin, Son Buzul
Maksimumu ile deniz seviyesinin günümüz düzeyine eriştiği ~ 6 bin yıl öncesi arasında yaklaşık 50x106 km3
hacmindeki su karalardan okyanuslara iletilmiştir) özellikle alçak enlem bölgelerinde okyanus tabanları üze-
rinde bir yük yaratarak bu bölgelerde deniz tabanının çökmesine neden olabilmektedir. Yine östatik deniz
seviyesi değişimlerini gecikmeli olarak takip eden bu etki ise hidro-izostazi olarak bilinmektedir.
Dolayısıyla, eşitlik (2) ve (3) birlikte düşünüldüğünde, östatik deniz seviyesinin yükselmesi, karanın tektonik
olarak çökmesi, büyük sediment depolarının kompaktlaşması, büyük buzul örtülerinin geliştiği yerlerde ka-
ranın izostatik olarak çökmesiyle RDS yükselir (transgresyon). Bu süreçlerin tersine işlemesi neticesinde ise
RDS düşer (regresyon). Bununla birlikte, belirli bir zamanda küresel olarak RDS’nin belirlenmesi esasında

319
son derece zordur. Bir örnek vermek gerekirse, okyanus havzalarının geometrisinin sabit olduğu varsayımı
altında, bir buzularası döneme geçişte (örneğin Holosen başları), buzul örtüleri artan insolasyonla hızla erir-
ken deniz seviyesi küresel olarak yükselir ve RDS açısından bu sırada genel eğilim budur. Ancak, bu arada,
buzullaşmaya direk olarak maruz kalmış yüksek enlemlerdeki kıyı bölgelerindeki karalar eriyen buzulların
etkisiyle hafiflediğinden yükselir ve bu sırada RDS düşer (glasyo-izostazi). Eski buzullaşma alanlarına yakın
olan kıyı bölgeleri ise, yüksek enlem bölgelerindeki sözü edilen yükselmeyi telafi etmek için çökerler ve bu
nedenle bu kıyı bölgelerinde RDS daha da yükselir. Diğer yandan, yüksek enlemlerdeki buzulların erime-
siyle okyanuslara transfer olan suyun okyanus tabanlarına uyguladığı basınç yüzünden deniz tabanlarının
çökmesiyle alçak enlemlerdeki kıyı bölgelerinde RDS düşer (hidro-izostazi). Bunların yanında, yeryüzünün
birbirinden çok farklı kısımlarında hüküm sürmekte olan neotektonik dinamiklerle bazı kıyı bölgeleri çö-
kerken (RDS yükselir) bazıları yükselir (RDS düşer). Östatik eğilimi negatif ya da pozitif yönde bozan tüm bu
faktörler zamansal olarak birbirinden çok farklı aralıklarda, magnitüdlerde ve eş zamanlı olmayan bir şekilde
meydana gelebilirler.
RDS’nin belirlenmesinde sözü edilen bu tür zorlukları aşmaya çalışmanın en önemli yollarından biri, yürü-
tülen çalışmada araştırılan hipoteze ve aynı zamanda çalışmanın mekansal ve zamansal çerçevesine bağlı
olarak, eşitlik (2)’nin sağ tarafındaki bir ya da birkaç faktörün sabit, bilinen ya da ihmal edilebilecek bir özellik
olarak belirlenmesidir (Shennan, 2007). Bu açıdan, çalışmanın zamansal ve mekansal boyutunun ne olduğu-
nun belirlenmesi oldukça önemlidir. Örneğin, Doğu Akdeniz havzasında son 200 bin yıldaki RDS değişimleri-
nin dik kıyılarda incelendiği bir çalışmada hakim RDS komponenti östatik deniz seviyesi değişimidir [Δξeus(τ)].
Çalışma bölgesi büyük buzul örtülerine yeterince uzak olduğundan buradaki izostatik dengelenmenin [Δξi-
so
(τ, φ)]; alan çoğunlukla dik kıyılardan oluştuğundan yerel etkilerin [Δξloc(τ, φ)] ihmal edilebilecek boyutlar-
da olduğu kabul edilebilir. Bu doğrultuda, RDS, glasyo-östatik ve tektonik faktörlerin bir fonksiyonu olarak
gelişir [Δξ rsl(τ, φ) = Δξeus(τ) + Δξtec(τ, φ)] ve çalışma bu iki faktörün belirlenmesi üzerine odaklanır. Aynı zaman
dilimindeki RDS değişiminin yüksek enlem bölgelerindeki bir kıyıda, örneğin Sibirya’nın Kuzey Okyanusu
kıyılarında araştırılması durumunda, eşitlik (2) ve (3)’teki tüm faktörler devreye girer ve özellikle izostazi ile
sediment kompaksiyonundan kaynaklanan yerel etkilerin belirlenmesi, diğerlerinin yanı sıra, büyük önem
taşır. Çalışma, yine Doğu Akdeniz havzasında ama Geç Holosen ölçeğinde bir alçak kıyı bölgesinde yürü-
tüldüğünde ise, östatik deniz seviyesinin söz konusu zaman ölçeğinde sabit olduğu varsayımı altında, RDS
değişiminde göz önüne alınması gereken faktörler tektonik ve (alçak kıyı bölgelerindeki sediment birikimi ve
konsolidasyonu vb. nedeniyle) yerel etkiler olarak öne çıkar [Δξ rsl(τ, φ) = Δξtec(τ, φ) + Δξloc(τ, φ)].
RDS değişimi çalışmalarında zamansal (τ) ve mekansal (φ) çerçevenin belirlenmesi RDS eşitliğinin çözüm-
lenmesi açısından olduğu kadar, RDS çalışmalarının araştırma metodolojisi yönünden de büyük bir önem
taşımaktadır. Bu bakımdan, zamansal ölçeğin ne olduğu oldukça belirleyicidir. RDS’nin jeolojik zaman ölçe-
ğindeki (Kuaterner öncesi dönemlerdeki)
değişiminin araştırılması durumunda RDS eşitliğindeki en önemli faktör olarak tektono-östatik deniz seviyesi
değişimleri öne çıkar ve araştırma büyük ölçüde stratigrafik yöntemlerle yürütülür. Bu türlü çalışmalarla elde
edilen sonuçlar çoğunlukla düşük çözünürlüklü olup, RDS eşitliğinde bir veya birden fazla sabit/ihmal edilen
faktör barındırır. Çalışma Kuaterner ölçeğinde yapıldığında ise, deniz seviyesi değişimlerinin hakim faktörü
olarak glasyo-östatik değişimler öne çıkar ve bu zaman ölçeğindeki çalışmalar kıyı bölgesinin özelliğine göre
jeomorfolojik, jeolojik, radyometrik, stratigrafik, paleoklimatolojik, izotopik vb. yöntemlerle gerçekleştirilir.
RDS değişimi çok daha güncel (on yıllık, yıllık ve daha kısa) zaman ölçeğinde klimatik, meteorolojik ve gel-git
orijinli faktörler etkisi altında gelişir ve bu tür değişimler aletsel kayıtlar kullanılarak belirlenir (Lambeck ve
Chappell, 2001).

320
Şekil 3: Birbirinden farklı kıyı sektörlerindeki deniz seviyesi göstergelerinin durumu (Woodroffe, 2007)

RDS çalışmalarının metodolojisi mekansal olarak da büyük farklılık göstermektedir. Çalışma alanının eski
buzul örtülerine göre konumu RDS eşitliğinin izostazi faktörü etkisi bakımından; çalışma alanının bulunduğu
yerin tektonik evrimi ve morfolojik karakteriyse, çalışmanın yürütülme tekniğini belirleyebilmesi bakımdan
önemlidir. Bu bakımdan, kıyı bölgesi üç farklı tür tektonik rejimin birinin etkisi altında olabilir (Şekil 3). Kua-
terner ölçeğinde yapılan bir çalışmada, araştırma yeri, tektonik olarak çöken bir kıyı bölgesi olabilir. Bu tür
kıyı bölgelerinde eski RDS değişimlerinin kanıtlarına ulaşmak için eğer dik ve kayalık bir kıyı morfolojisi söz
konusuysa sığ su sondajı, düz ve alçak bir kıyı morfolojisi söz konusuysa kara üzerinde sondajlar yapılması
ve elde edilen karotların sedimantolojik ve radyometrik analizlerle incelenmesi gerekir (örn. Henderson vd.,
2006). Kıyı bölgesinin tektonik olarak sakin olması durumunda (ve yerel ile izostatik faktörlerin etkisinin
ihmal edilebilir olduğu düşünüldüğünde) RDS değişimi östatik deniz seviyesi değişimlerinin kontrolü altında
gelişir [Δξ rsl(τ, φ) = Δξeus(τ)]. Bu doğrultuda, tektonik olarak sakin söz konusu kıyı bölgesi, güncel deniz sevi-
yesinin üzerinde, sadece geçmişteki buzularası dönemlerde bugünkünden daha yüksek bir düzeye erişmiş
deniz seviyesi izlerini barındırabilir (örn. Batı Avustralya: Stirling vd., 1998). Bu durumda RDS çalışması yü-
zey araştırmasına dayanır. Deniz seviyesinin güncel seviyeyle aynı olmuş olduğu dönemlerdeki izler güncel
deniz seviyesinin izleriyle örtülür/aşındırılırken; güncel seviyeden daha düşük seviyelerdeki diğer eski deniz
seviyeleri bugünkü deniz seviyesinin altında kalır. Bu durumlarda ise, RDS araştırması kıyı bölgesinin dik veya
alçak olması durumuna göre sığ su ya da kara sondajlarıyla yürütülür. Kıyı bölgesinin tektonik olarak yüksel-
mesi durumunda ise, kıyı bölgesi, alanın litolojik ve morfolojik özelliğine göre değişmekle birlikte, merdiven
basamaklarını andıran bir görünümde eski deniz seviyesi izlerini kara üzerinde birbirinden basamaklarla
ayrılmış bir şekilde barındırır (örn. Hatay: Erol, 1963; Barbados: Bekaroğlu, 2012). Bu bölgelerdeki çalışmalar
tümüyle yüzey araştırmasına dayanır ve ayrıca bu tip bir araştırma çalışmanın maliyeti, donanım gereksini-
mi ile zorluğu vb. bakımından diğerlerine göre daha avantajlıdır.
RDS değişiminin birbirinden farklı zamansal ve mekansal ölçeklerde araştırılması, oluşumları ve orijinleri
deniz seviyesi değişimlerince kontrol edilen yerli (in situ) birimlerin incelenmesine bağlıdır. Bunlar oluşum
lokalitelerinde günümüze dek korunmaları durumunda deniz seviyesi indeks noktaları olarak kullanılabil-
mektedir. Bunlar, geniş ölçekte ele alındığında erozyonal/kimyasal, biyolojik ve depozisyonel birimlerden
meydana gelmektedir (Ferranti vd., 2006). Deniz seviyesi indeks noktası olarak ele alınabilecek başlıca eroz-
yonal/kimyasal birimler gel-git çentikleri, denizel teraslar, kıyı platformları ve kıyı mağaralarıdır. Başlıca bi-
yolojik birimler ise biyokonstrükstif birimler [mercan resifleri, Akdeniz tipi resifler (dendropoma petraeum,

321
cladacora caespitosa vb.), rimler vb.] ile biyoerozif birimler (örn. Lithophaga lithophaga) olarak sıralanabilir.
Depozisyonel birimler ise, temel olarak, kıyı/lagün geçiş depoları, önkıyı ve artkıyı ile karbonatlı (örn. spe-
leothemler) depolardan oluşmaktadır. Söz konusu birimlerin kıyı çizgisine göre oluşum yükseklik/derinlik-
leri birbirinden farklıdır ve bu nedenle her birim, kıyı çizgilerini göstermek bakımından belirli hata paylarını
barındırmaktadır. Deniz seviyesi indeks noktaları RDS değişimlerinin belirlenebilmesi açısından kilit bir role
sahiptir ve genellikle dört farklı yaklaşımla ele alınmaktadır (van de Plassche, 1986).
Bunlardan birincisi, deniz seviyesi indeks noktasının lokasyonudur. Eski bir deniz seviyesinin eseri olan in-
deks noktası tespit edildiğinde, ilk olarak, söz konusu birimin yerli, yani oluşumundan sonra yer değiştir-
memiş olduğundan emin olmak gerekir. Bu bakımdan, söz konusu birimin, bu birime ait güncel örneklerin
gelişme pozisyonuna benzer bir şekilde bulunduğunun gözlenmesi, birimin yerli olup olmadığının en önde
gelen testini oluşturmaktadır. Bu aşamadan sonra birimin konumu (yani enlemi, boylamı) belirlenir.
İkinci yaklaşım, deniz seviyesi indeks noktasının yaşıdır. Eski bir deniz seviyesinin pozisyonunu gösteren
güvenilir bir indeks noktasının ne zaman oluştuğunun belirlenmesi, çalışmanın zaman boyutunun oluştu-
rulması açısından son derece önemlidir. Bu bakımdan, temel bir kural olarak, erozyonel değil, biyolojik ve
depozisyonel birimlerin radyometrik yöntemlerle tarihlenebildiğinin belirtilmesi gerekir. Erozyonel birimler
(çentikler, kıyı platformları, kaya terasları vb.) her ne kadar kesin tarihleme teknikleriyle analiz edilemese de,
eski deniz seviyelerinin pozisyonunun belirlenmesi açısından hassas veriler sağlamaktadır. Bu nedenle, RDS
çalışmalarında, erozyonel birimlerden elde edilen deniz seviyesi indeks noktalarıyla, tarihlenebilen depozis-
yonel ve biyolojik birimlerin korelasyonuna gidilerek daha kesin sonuçlara ulaşılmaya çalışılır. Deniz seviyesi
indeks noktalarını oluşturan birimler, genel olarak, birimleri oluşturan malzemenin tabiatı ve oluşum zama-
nına bağlı olarak birbirinden farklı radyometrik yöntemlerle analiz edilebilmektedir (Radyometrik Tarihleme
Yöntemleri kısmına bakınız).
Üçüncü yaklaşım, deniz seviyesi indeks noktasının yüksekliğidir. Bu bakımdan öncelikle güncel deniz sevi-
yesinin (yani 0 metre kıyı çizgisinin) ölçülmesi, eski deniz seviyelerinin ürünü olan birimlerin yüksekliğinin
doğru bir şekilde elde edilebilmesi açısından gereklidir. Bunu belirlemenin birkaç farklı yöntemi olmasına
rağmen, jeomorfolojik açıdan göreceli olarak en kolay ve de kesin olanı, güncel deniz seviyesinde gelişmiş
çentiklerin alt tabanının referans olarak alınmasıdır ki, bu nokta ortalama deniz seviyesini göstermektedir.
Deniz seviyesi indeks noktası olarak değerlendirilebilecek birimler, kıyı bölgesindeki üç farklı zona ait olabi-
lirler (Laborel ve Laborel-Deguen, 1996): Üst litoral zon, orta litoral zon ve alt litoral zon. Üst litoral zon, orta-
lama deniz seviyesinin üzerinde yer alır ve üst sınırı denizel etkilerin (dalga, sıçrayan sularla yıkanan kısımlar
vb.) erişebildiği yere kadar uzanır. Orta litoral zon, dalga ve gel-git etkisiyle düzenli olarak su altında kalan
ve ortalama deniz düzeyinde gelişen bir zondur. Bu zonda gelişmiş deniz seviyesi indekslerinin (örn. Gel-git
çentikleri, geçiş özelliği gösteren kıyı sedimentleri, lithophaga delik zonunun üst sınırı; Acropora palmata,
dendropoma petraeum, Cladocora caespitosa vb. mercanların üst kısımları) eski kıyı çizgilerinin pozisyonla-
rını göstermesi bakımından RDS değişimi çalışmalarındaki önemi büyüktür. Çünkü, gel-git genliğinin ve dalga
kuvvetinin göreceli olarak düşük olduğu kıyılarda bu zona ait indekslerin eski kıyı çizgilerini göstermeleri
bakımından sahip oldukları hata payları genel olarak çok düşüktür (< 5 m). Alt litoral zon ise, ortalama düşük
deniz seviyesi ile -25/-35 metreler arasındaki biyolojik olarak zengin bir zondur. Eski kıyı çizgilerinin tespiti
bakımından, bu zonda gelişen deniz seviyesi indekslerinin orta litoral zona yakın olanlarının tespit edilmesi,
indeksin, eski bir kıyı çizgisini daha az hata paylarıyla göstermesi açısından önemlidir.
Dördüncü yaklaşım, deniz seviyesi indeks noktasının sergilediği eğilimdir. Eğilim, indeks noktasının pozis-
yonunun RDS’nin hangi yönde (sabit, yükselme, alçalma) hareket ettiğine işaret etmektedir (Kayalık kıyılar
örneğinde genel bir değerlendirme için bkz. Bekaroğlu, 2008). Bu bakımdan, örneğin, güncel kıyı çizgisinin
üzerindeki erozyonal/kimyasal (yükselmiş gel-git çentikleri, denizel teraslar, kıyı mağaraları, platformlar vb.),

322
biyolojik (rimler, lithophaga delik bandı vb.) ve depozisyonel birimler (orta litoral-alt litoral zon geçişine ait
kıyı sedimentleri vb.), söz konusu lokalitede RDS’nin düştüğüne işaret eder. Bu duruma ilişkin en çarpıcı ör-
nekler Hatay kıyılarında gözlenebilmektedir (Erol, 1963). Güncel kıyı çizgisinin üzerinde değişik türde deniz
seviyesi indekslerinin gözlenmemesi, özellikle kireçtaşlı dik ve kayalık kıyı çizgilerinde gel-git çentiklerinin
gelişmemesi, söz konusu lokalitede RDS’nin yükseldiğine ilişkin kanıtlar olarak değerlendirilebilir (örn. Teke
Platosu kıyıları: Kayan, 1996). RDS’nin sabit olduğunun tespiti ise daha karmaşıktır ve tamamıyla ele alınan
zaman ölçeğine bağlıdır. Deniz seviyesinin östatik olarak yükselerek günümüz düzeyine eriştiği zamandan (~
6 bin yıl öncesinden) beri RDS’nin sabit olduğu, örneğin, gel-git çentiklerinin alt kenarında gelişmiş biyokons-
trüktif indekslerin kayaya yapışık en iç kısmında yer alan canlıların gelişmeye başladığı zamanın, deniz sevi-
yesinin günümüz düzeyine eriştiği zamanı göstermesi, söz konusu lokalitedeki RDS’nin yaklaşık olarak son
6 bin yıldır sabit olduğuna işaret eder. Bunun yanında, östatik seviyesi günümüz deniz seviyesinden birkaç
metre yüksek gerçekleşmiş olan Son Buzularası Dönem deniz seviyesine ait birimlerin, inceleme lokalitesin-
deki güncel kıyı çizgisinin birkaç metre üzerinde tespit edilmesi, yine söz konusu lokalitenin en az son 130 bin
yıldır sabit olduğunu belirlemek açısından kullanılabilecek anahtar noktalardan biridir (Stirling vd., 1998).

KUTU 1: Deniz seviyesi indeks noktaları


Asi nehri deltasının kuzeyi ve güneyi boyunca uzanan Hatay kıyılarındaki yükselmiş kıyı çizgilerinin
araştırıldığı bir çalışma (Pirazzoli vd., 1991), deniz seviyesi indeks noktalarının nasıl ele alınması gerek-
tiğine ilişkin iyi bir örneği oluşturmaktadır.
Bu çalışmanın temel problemi, Hatay kıyılarındaki yükselmiş kıyı çizgilerinin orijinini tespit etmektir.
Deniz seviyesi indeks noktaları açısından bakıldığında çalışmada gel-git çentikleri, dalga platformları
ve biyolojik oluşumlu eklentiler (biyokonstrüktif rimler) kullanılmıştır. Deniz seviyesi indeks noktaları
şu şekilde değerlendirilmiştir:
-Lokasyon: Asi nehri deltasının kuzey ve güney bölümleri boyunca kıyı bölgesi taranmış, deniz sevi-
yesi değişimlerinin kanıtı olarak kullanılacak birimlerin konumlarına ilişkin detaylar elde edilmiştir.
-Yaş: Yükselmiş kıyı çizgilerinden elde edilen biyolojik birimler (biyolojik oluşumlu eklentiler: Dendro-
poma, oyster örnekleri) radyokarbon yöntemiyle tarihlenmiştir.
-Yükseklik: Eski deniz seviyelerine ait birimlerin yükseklikleri ortalama deniz seviyesine göre ölçül-
müştür. Bu bakımdan, kıyı çizgisi boyunca bugünkü deniz seviyesinden yüksek iki kıyı çizgisi tespit
edilmiştir. Bunlardan birincisi bugünkü deniz seviyesinden ortalama 2 m, diğeri ise ortalama 0.8 m
yüksekliktedir. Yükseltiler, daha çok orta-litoral zona ait birimler (özellikle gel-git çentikleri) esas alı-
narak ölçülmüştür.
-Eğilim: Çalışmada incelenen deniz seviyesi indeksleri, yani yükselmiş kıyı şekilleri, Hatay kıyılarında
rölatif deniz seviyesinin düştüğüne işaret etmektedir.
Çalışmada, incelenen deniz seviyesi indekslerinin jeomorfolojik özellikleri, elde edilen radyokarbon
tarihleri ve Doğu Akdeniz havzasının diğer kıyı bölgelerindeki daha önce elde edilmiş kanıtlar birlikte
değerlendirildiğinde, Hatay’daki yükselmiş kıyı çizgilerinin sismik orijinli olduğu ve kıyı çizgisi yükse-
limlerinin Geç Holosen’de fasılalı olarak meydana geldiği sonucuna varılmıştır.

RDS değişimleriyle ilgili çalışmalarda deniz seviyesi indeks noktalarının tespit edilip haritalanması ilk aşa-
mayı oluşturur. Deniz seviyesi indekslerinin lokasyonu, yaşı, yüksekliği ve gösterdiği eğilim inceledikten son-
ra, odaklanılması gereken en önemli problem, daha önce konu edildiği gibi, RDS eşitliği (1)’deki faktörlerin
(özellikle de glasyo-östatik ve tektonik faktörlerin) birbirinden ayırt edilerek deniz seviyesi rekonstrüksiyo-
nun yapılmasıdır. Bu bakımdan izlenen bazı stratejiler vardır ve bunlardan en çok kullanılanı tektonik yükse-

323
lim doğrulamasıdır. Pleistosen buzul örtülerinin yayılım alanlarından yeterince uzak bir lokasyonda yer alan
[Δξiso(τ, φ) = 0], tektonik olarak yükselen kayalık ve dik bir kıyı bölgesinde [Δξloc(τ, φ) = 0), Geç Kuaterner ölçe-
ğindeki RDS değişimleri, temel olarak glasyo-östatik ve tektonik faktörlerin bir fonksiyonu olarak meydana
gelir [Δξ rsl(τ, φ) = Δξeus(τ) + Δξtec(τ, φ)]. Bu doğrultuda, RDS’nin evriminin doğru bir anlayışının elde edilmesi
açısından söz konusu faktörlerin birbirinden ayırt edilmesi gerekir. Kıyı bölgesinin Geç Kuaterner ölçeğindeki
tektonik yükselimini hesaplamak için Son Buzularası döneme ait kıyı çizgisine işaret eden deniz seviyesi in-
deks noktası başlangıç noktası olarak alınır (Lambeck, 2004):
∆H = H5e - δH5e (4)
Burada, ∆H Son Buzularası dönemine ait kıyı çizgisinin tektonik olarak yükselme miktarı (m), H5e gözlenen
Son Buzularası kıyı çizgisinin bugünkü kıyı çizgisine göre olan yüksekliği (m) ve δH5e Son Buzularası dönemi
sırasındaki deniz seviyesinin düzeyidir. Tektonik olarak sakin olan kıyı bölgelerinden edilen bilgiler bu düzeyin
günümüz deniz seviyesine göre 4 ± 2 metre yüksek olduğunu göstermektedir (toplu değerlendirme için bkz.
Bekaroğlu, 2011). Kıyı bölgesindeki yükselme oranı (u) ve varyansı (σ2u) ise şu şekilde ifade edilmektedir:
u = ∆H/ T5e [σ2u = σ2∆H / T25e+ (∆H / T25e)2 × σ2T 5e] (5)

Burada ise, ∆H yükselen deniz seviyesi izinin yükselme miktarı (m), T5e Son Interglasyal deniz seviyesine ait
birimin yaşıdır (σT 5e standart sapma ve σ2∆H ise tektonik yükselimin varyansıdır).
Eşitlik (4) ve (5)’ten elde edilen tektonik yükselim oranı (u), kıyı bölgesinin Geç Kuaterner tektonik yükselim
oranını vermekte ve bu oranın söz konusu periyod boyunca sabit olduğu varsayımına dayanmaktadır. Bu
varsayıma dayanarak, Son Buzularası dönemden önceki ve sonraki dönemlere ait yükselmiş ya da çökmüş
kıyı çizgilerinin rekonstüksiyonunda, kıyı bölgesini ve dolayısıyla eski kıyı çizgilerinin pozisyonunu etkileyen
tektonik faktörün [Δξtec(τ, φ)] katkısı belirlenerek RDS eşitliği çözülür. Bunun yanı sıra, RDS değişimlerinde
birer parametre olan glasyo- ve hidro-izostatik faktörler de jeofizik modellemelerle çözümlenebilmektedir
(Peltier, 1990). Alçak kıyı bölgelerindeki sediment kompaksiyonuna ilişkin RDS faktörü içinse geniş ölçekte
kabul edilmiş bir hesaplama şu an henüz geliştirilmemiştir (Shennan, 2007).

Aktif Tektonik ve Yerşekilleri


Yerşekillerini etkileyen aktif tektonik deformasyon üç şekilde meydana gelmektedir (Şekil 4). Bu bakımdan,
aktif tektonik deformasyon, depremlerle ilişkili olarak yerkabuğunun faylanmasıyla (sismik) ya da tedrici
olarak meydana gelen olaylarla ilişkili olarak yerkabuğunun çarpılması ve kıvrımlanmasıyla gerçekleşebilir
(asismik). Yeryüzünün sismo-tektonik deformasyonunda esas olarak üç grupta toplanabilecek faylanma rol
oynar. Bunlardan birincisi yanal atımlı faylardır ve burada yanal atımlı faylanmaya bağlı olarak yerşekilleri
birbirlerine ters yönde yatay doğrultuda hareket ederek yer değiştirir. Diğer iki gruptaki (normal ve ters) fay-
lanmada ise düşey atım söz konusu olduğundan, bu tip faylanmalarda morfolojik birimlerin eğim dereceleri
değişir. Asismik tektonik deformasyon içerisinde gruplanan kıvrımlanma ve çarpılmada ise, faylanmaya ben-
zer bir biçimde morfolojik birimlerin eğim dereceleri değişmektedir. Örneğin, eğim doğrultusunda meydana
gelen bir çarpılma ya da kıvrımlanma (monoklinal yapı) relief enerjisini artıracağından erozyonun şiddetlen-
mesiyle, eğim yönüne ters bir şekilde meydana gelen asismik deformasyon ise depozisyonla sonuçlanabilir.
Bu nedenle, gerek sismik gerekse de asismik deformasyon topoğrafik koşulları değiştirerek hem jeomorfo-
lojik süreçler (aşınma, taşınma ve birikme) hem de yeryüzünün şekillenmesi, yani deformasyon tipine bağlı
olarak yeni yerşekillerinin meydana gelmesi üzerinde etkili olur (Schumm vd., 2000).
Üç kategoride ele alınan aktif tektonik deformasyon içerisinde en dikkat çekici olanı, yol açtığı büyük dep-
remlerle büyük can ve mal kayıplarına sebep olabilen faylanmadır. Yeryüzünün faylanmaya bağlı aktif tek-

324
tonik deformasyonu belirli yerşekilleriyle karakterize olmaktadır. Bu yerşekillerinin tanımlanarak analiz edil-
mesi hem yeryüzü şekillerinin jeomorfik evrimde yapının rolünün diğer faktörlerden ayırt edilerek ortaya
konması, hem de yeryüzü şekillerini etkileyen tektonik deformasyonun tanımlanması ve ölçülmesini sağla-
yarak tektonik problemlerin çözülmesinde rol oynayabilmektedir. Bu nedenle, bu bölümde, yeryüzündeki
faylanmaya (yanal atımlı, normal ve ters) bağlı tektonik deformasyon ve bunlara ilişkin yerşekilleri ele alın-
maktadır.
Yanal atımlı faylanmaya bağlı yerşekilleri
Yanal atımlı faylanma, birbirine göre ters yönde ve yatay doğrultuda hareket eden fay zonlarında meydana
gelen tektonik deformasyon olarak tanımlanabilir. Bu tip fay zonlarında, her ne kadar faylar yatay doğrultu-
da ve zıt yönlerde hareket etse de, geometrik özelliklerine bağlı olarak faylar düşey atım bileşeni kazanarak
genişleme ya da sıkışma rejimi de sergileyebilmekte ve bu durum yanal atımlı fay zonlarında oldukça çeşitli
yerşekillerinin ya da yerşekli deformasyonlarının ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Yanal atımlı fay zonlarında gözlenen başlıca karakteristik yerşekilleri şu şekilde sıralanabilir (Şekil 4): Çizgisel
vadiler, sapmış drenaj, ötelenmiş dereler, basınç sırtları, kapanan sırtlar, çöküntü gölleri, fay diklikleri, kay-
naklar ve yükselmiş platformlar (Keller ve Pinter, 2002).
Yanal atımlı fay zonlarında görülen en tipik yerşekillerinden biri çizgisel vadilerdir. Birbirine göre zıt yönde ha-
reket eden yanal atımlı fay zonları boyunca kayaçların parçalanması, eğim ve erozyon koşulları bakımından
akarsu sistemi için elverişli bir durum yaratır. Bu zonlara yerleşen akarsular çizgisel bir akış özelliği sergileye-
rek bu oluklar boyunca fay hatlarını takip eder. Bunun sonucunda ise, akarsu vadisinin belirli bir kısmında
belirgin bir çizgisellik gösteren bir vadi gelişimi meydana gelir.

Şekil 4: Faylanma, kıvrımlanma ve çarpılmaya bağlı olarak meydana gelen yüzey deformasyonu (Ouchi,
1983: Schumm vd., 2000).

Not: Kutu içindeki şekiller sırasıyla kuş bakışı ve kesit görünümlerini göstermektedir.

325
Sapmış drenaj, yanal atımlı bir fay zonuna verev bir açıyla giren bir akarsuyun, faya paralel olarak belirli bir
mesafede akması ve daha sonra tekrar orijinal drenaj ağı yönüne dönmesiyle meydana gelmektedir. Drenaj-
daki sapma yanal atımlı fayın doğrultusuna göre sağ ya da sol yönü olabilir.
Dere yataklarının yanal atımlı faylarla yer değiştirmesi neticesinde ötelenmiş dereler meydana gelmektedir.
Derelerin ötelenme mesafeleri, aynı fay boyunca zaman içerisinde meydana gelen toplam ötelenme mikta-
rını göstermesi bakımından önem taşımaktadır. Ötelenme miktarının zaman içerisinde artmasıyla dereler,
fay boyunca ötelenen kısımlarını terk ederek kendilerine daha kısa bir mesafede yeni bir yatak açabilirler. Bu
durumda, derenin terk ettiği yatak kısmı zamanla kurur ve böylelikle başı kesilmiş dereler meydana gelir.
Sağ (sol) yanal atımlı fay zonlarında, fayın sola (sağa) atlaması/bükülmesi yanal atımlı fay üzerinde yerel bir
sıkışma rejiminin; aynı fay hattı boyunca fayın sağa (sola) atlaması/bükülmesi ise yerel bir genişleme rejimi-
nin meydana gelmesine neden olur. Her iki durumda da yanal atımlı fay belirli oranlarda düşey atım bileşeni
kazanır ve fayın sıkıştığı yerlerde ters faylanma, açıldığı yerlerde ise normal faylanma özelliği gözlenir. Bu
bakımdan, yanal atımlı fay zonlarında sadece yatay doğrultudaki kaymaya bağlı olarak değil, aynı zamanda
fayın düşey atım bileşeni kazanmasına bağlı olarak da belirli yerşekilleri gelişebilmektedir.
Yanal atımlı bir fay zonu boyunca, fayın sıkışma rejimi gösterdiği yerlerde oluşan tipik yerşekillerinden biri
basınç sırtlarıdır. Basınç sırtları, örneğin, sağ (sol) yanal atımlı fayın belirli bir lokalitede sola (sağa) bükülme-
si/atlaması neticesinde ters faylanmaya bağlı olarak meydana gelir ve yeryüzünde bir kabartı (sırt) olarak
topoğrafyada ayırt edilir. Bu sırt, yanal atımlı fayın ters fay özelliği kazandığı yeri belirlemesi açısından önem-
lidir. Ayrıca, basınç sırtları sıkışmaya bağlı olarak oluştukları için, jeolojik olarak eski formasyonları yeryüzüne
çıkarırlar. Bu durum, basınç sırtlarının arazide tanımlanmasında kullanılabilecek önemli bir kanıttır. Bunun
yanı sıra, fayın yatay doğrultudaki hareketiyle fay zonundaki sırtları faya paralel bir biçimde ötelemesi ve
ötelenen sırtların dere yataklarını bloke etmesiyle kapanan sırtlar oluşabilmektedir. Bu bakımdan kapanan
sırtlar, yanal atımlı fayın hareketi neticesinde fay zonu boyunca ötelenen basınç sırtları ya da akarsuları bir-
birinden ayıran sırtlardır.
Şekil 5: Yanal atımlı faylanmaya bağlı olarak meydana gelen bazı yerşekillerini gösteren blok diyagram
(Wesson vd., 1975: Keller ve Pinter, 2002)

326
Yanal atımlı bir fay zonu boyunca, fayın genişleme rejimi gösterdiği yerlerde oluşan tipik yerşekillerinden
biri çöküntü gölleridir. Çöküntü gölleri, örneğin, sağ (sol) yanal atımlı fayın belirli bir lokalitede sağa (sol) bü-
külmesi/atlaması neticesinde normal faylanmaya bağlı olarak meydana gelir ve yeryüzünde nispeten ufak
bir göl olarak topoğrafyada ayırt edilir. Bununla beraber, çöküntü gölleri, bazı durumlarda, basınç sırtlarının
yeryüzünde meydana getirdiği kabartının kenarında da meydana gelebilmektedir. Yanal atımlı fayların ge-
nişleme rejimi gösterdiği, yani, yanal atımlı fayın normal fay bileşeni kazandığı yerlerde oluşabilen çöküntü
gölleri, daha ileri bir aşamada daha büyük morfolojik elemanlara dönüşebilmekte ve böylelikle çek-ayır hav-
zaları (örn. Kelkit, Bayburt vb. havzalar) ve büyük çöküntü gölleri (örn. Hazar gölü) oluşabilmektedir (Koçyiğit
vd., 2001; Aksoy vd., 2007).
Yanal atımlı faylanmaya bağlı olarak gelişen bu başlıca yerşekillerinden başka, yanal atımlı fayların düşey
atım bileşeni kazandığı hat boyunca fay diklikleri de meydana gelebilmektedir. Bunların dışında, yine yanal
atımlı faylarla tektonik deformasyona uğrayan alanlarda gözlenen birimler arasında kaynaklar ve yükselmiş
platformlar da yer almaktadır.
Yanal atım tektoniğine bağlı olarak meydana gelen yerşekillerinin en çarpıcı örnekleri, Dünya’daki en uzun
kıta içi transform faylardan biri olan Kuzey Anadolu Fay Sistemi boyunca gözlenebilmektedir (örnek çalışma
için bkz. Tüysüz ve Erturaç, 2005; Kuterdem ve Dirik, 2007).
Normal faylanmaya bağlı yerşekilleri
Yeryüzünün en dikkat çekici bazı morfolojik birimleri tektonik olarak genişleme rejiminin etkisi altında mey-
dana gelmektedir. Genişleme tektoniğinin kontrolü altında yerkabuğunun deformasyonu, temel olarak nor-
mal faylanma, kıta kabuğunun genişlemesi ve incelmesiyle karakterize olmaktadır. Bu doğrultuda, normal
faylanmaya bağlı olarak meydana gelen ve dolayısıyla belirli bir alandaki genişleme tektoniğinin ve defor-
masyon oranının yeryüzünde belirlenmesinde birer kanıt olarak kullanılabilecek başlıca yerşekilleri dik ve
çizgisel dağ-önü cepheleri, fay façetaları, horst ve grabenler, çeşitli volkanik yerşekilleri (lav akıntıları, koniler
vb.); daha geniş ölçekteyse rift vadileri ve okyanus ortası sırtlardır.
Normal fayların morfoloji bakımından en önemli özelliklerinden biri, düşey atımlı olmaları ve eğim derece-
lerine bağlı olarak yeryüzünde relief farkı meydana getirmeleridir. Bu nedenle, aktif normal faylarla sınırla-
nan dağ-önü cepheleri genellikle oldukça dik ve çizgisel bir uzanışa sahiptir. Dağ-önü cephelerinin çizgisel
uzanışlarının derecesi (bkz. Morfometrik analizler: Dağ-önü sinüslülük indeksi), normal faylanmaya bağlı
aktif tektonik aktivite hakkında kanıtlar sunması bakımından önemlidir. Normal faylarla sınırlanan morfolo-
jik birimlerin bir relief farklı yaratması ile bu reliefin özellikle akarsu erozyonuyla şekillenmesi neticesinde fay
façetaları meydana gelmektedir (Erinç, 1958: 457). Genellikle üçgene benzeyen yapılarıyla fay façetalarının
önünde birikinti konileri gelişir. Dolayısıyla, normal faylarla sınırlanan bir relief, tipik olarak, dik ve çizgisel
dağ-önü cepheleri, fay façetaları ve bunların önündeki eğim kırıklığında gelişen birikinti konileriyle karakte-
rize olur. Normal fayların zaman içerisinde gençleşmesine bağlı olarak, dağ-önü cephesi tekrar dikleşebilir
ve oluşan birikinti konileri yeni faylarla kesilebilir. Bu doğrultuda, fay gençleşmesine bağlı olarak birikinti
konisi gelişimi tekrar başlar (Bkz. Şekil 6). Birikinti konilerinin faylarla kesilmesiyle ortaya çıkan taze yüzeyle-
rin morfolojik özelliklerinin ölçülmesi ve bu yüzeylerin kozmojenik yöntemlerle tarihlenmesi (Radyometrik
Tarihleme Yöntemleri kısmına bakınız). neticesinde ise, söz konusu alandaki aktif tektonik aktivite hakkında
daha net bilgiler edinilebilir.

327
Şekil 6: Normal faylanmaya bağlı olarak meydana gelen bazı yerşekillerini gösteren blok diyagram
(Ramsey ve Huber, 1987)

Bölgesel ölçekte ele alındığında, yeryüzünün genişleme tektoniğine bağlı olarak normal faylarla parçalan-
masıyla oluşan en önemli yerşekillerinden biri de horst ve grabenlerdir. Her iki tarafı normal faylarla kesilmiş
yüksek bloklar horst; bunun tersine, horstlarla sınırlı ve morfolojik olarak bir çukurluğa tekabül eden fay blo-
ğu ise graben olarak adlandırılır. Bu büyük ölçekli morfolojik birimlerin en dikkat çekici örnekleri Türkiye’de
Ege Bölgesi’nde yer almaktadır. Diğer yandan, yukarıda elde alınan ve normal faylanmaya bağlı olarak mey-
dana gelen şekiller, genel olarak horst ve graben kontaktlarında gözlenen morfolojik özelliklerdir. Grabenlere
ya da yarı-grabenlere (bir tarafı normal faylarla sınırlı asimetrik vadi) yerleşen akarsu drenajının morfometrik
analizi (bkz. Morfometrik analizler: Drenaj havzası asimetrisi vb.), faylarla sınırlı bu alanlarda meydana gelen
blok çarpılmalarının ölçüsü hakkında bilgi vermesi bakımından önemlidir.
Normal faylar kıta kabuğunun genişlemesi ve incelmesinin bir ürünü olduğundan, bu tektonik rejimin hü-
küm sürdüğü alanlarda genellikle volkanik aktivite de gözlenir. Ege Bölgesi’nin Kula yöresindeki volkanik
aktivitenin ürünü lav akıntıları ve koniler, bunun Türkiye’deki en ilginç örneklerini oluşturmaktadır (Erinç,
1970; Sür vd., 2002). Bunlar yeryüzünde tipik volkanik yerşekillerini meydana getirdiği gibi, aynı zamanda,
volkanik birimlerle diğer morfolojik birimlerin ilişkisi de (radyometrik tarihleme ve minimum yaş belirlenimi,
akarsu teraslarının oluşum mekanizması, buzul ve buzularası dönemlerdeki ortam şartları vb.) sahanın jeo-
morfolojik gelişiminin aydınlatılması açısından önem taşımaktadır (örn. Maddy vd., 2012 ve bkz. Bölüm XX.
Radyometrik Tarihleme Yöntemleri: Argon).
Genişleme tektoniğine bağlı yeryüzü şekillenmesinin ileri safhaları okyanusal riftleşme, kıtaların parçalan-
ması ve okyanus oluşumuyla temsil olmaktadır.
Ters faylanmaya bağlı yerşekilleri
Sıkışma tektoniğine bağlı tektonik deformasyon temel olarak ters faylanma, kıta kabuğunun kalınlaşması
ve kısalmasıyla karakterize olmaktadır. Bu doğrultuda, ters faylanmaya bağlı olarak meydana gelen ve dola-

328
yısıyla belirli bir alandaki sıkışma tektoniğinin ve deformasyon oranının yeryüzünde belirlenmesinde birer
kanıt olarak kullanılabilecek başlıca jeolojik yapılar ve yerşekilleri kıvrım dağları, dağarası havzalar, kıta-içi
volkanizma ve volkanik yerşekilleri, dik dağ cepheleri, fay diklikleri, kıvrım diklikleri, heyelan döküntüleri, de-
rin vadiler, kafesli drenaj, yükselmiş çeşitli morfolojik birimlerdir (denizel ve flüvyal teraslar vb.).
Sıkışma tektoniğine bağlı deformasyonun gözlemlendiği yerlerin sahip olduğu morfolojik karakterin en te-
mel özelliği, bu alanların yükselmiş birimlerden ve kıvrımlardan oluşmasıdır. Bu doğrultuda ters faylı birim-
ler, kıvrım dağları (antiklinal ve senklinaller), bunlar arasındaki belirli bir doğrultuya sahip dağarası havzalar
bu alanları karakterize eden temel jeolojik yapılar olarak öne çıkar. Tıpkı normal faylar gibi ters fayların da
morfoloji bakımından en önemli özelliklerinden biri, düşey atımlı olmaları ve eğim derecelerine bağlı olarak
yeryüzünde relief farkı meydana getirmeleridir. Bu doğrultuda, dik dağ cepheleri, fay diklikleri, kıvrım dik-
likleri ters faylanmanın karakteristik yerşekilleridir (Bkz. Şekil 7) ve bunların ölçümü, sıkışma rejimine bağlı
aktif tektonik deformasyonun değerlendirilmesinde oldukça önemlidir (bkz. Morfometrik analizler).
Şekil 7: Ters faylanmaya bağlı olarak meydana gelen bazı yerşekillerini gösteren blok diyagram
(Ramsey ve Huber, 1987)

Ters faylanmaya bağlı tipik yerşekillerinin en iyi örnekleri Türkiye’de Doğu Anadolu Bölgesi’nde gözlenmek-
tedir. Doğu Anadolu Bölgesi’nin paleotektonik dönemdeki jeolojik evrimine bağlı olarak oluşan yapılar (yitim
zonu, kabuk kalınlaşması ve kısalması, kıvrım dağları ve dağarası havzalar, yaygın volkanizma) ve bu yapıların
etkisi altında gelişen morfolojik birimler, neotektonik dönemde yanal atımlı faylanmayla farklı bir tektonik
rejimin etkisi altına girmiştir (Koçyiğit vd., 2001). Bu doğrultuda, bölgenin aktif tektonik açısından incelen-
mesinde hem ters faylanmaya hem de yanal atımlı faylanmaya bağlı yerşekilleriyle karşılaşılacağı gözden
uzak tutulmamalıdır.

Morfometrik Analizler
XX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren jeomorfolojinin en önemli enstrümanlarından biri haline gelen mor-
fometri, yerşekillerinin niceliksel yöntemlerle ölçümü olarak tanımlabilir. Yerşekillerinin morfometrik yön-
temlerle incelenmesi, birbirinden farklı morfolojik birimlerin objektif olarak birbiriyle karşılaştırılmasını ve
birimlerin belirli karakteristik özelliklerinin istatistiksel olarak değerlendirilmesini sağlayabilmektedir. Yerşe-

329
killerinin gösterdiği değişik özelliklerin değerlendirilmesinde kullanılan bir dizi morfometrik parametre (je-
omorfik indis) olmasına rağmen, bazı önde gelen morfometrik parametrelerin jeomorfolojideki kullanımı,
hızlı tektonik deformasyona (aktif tektonik) maruz kalan alanların ortaya konabilmesi bakımından büyük
bir önem taşımaktadır. Bu parametreler hipsometrik integral, drenaj havzası asimetrisi, topoğrafik simetri
faktörü, akarsu uzunluk/gradyan indeksi, dağ-önü sinüslülük indeksi, vadi tabanı genişliği/vadi yüksekliği
indeksi olarak sıralanabilir (Burbank ve Anderson, 2001; Keller ve Pinter, 2002; Goudie, 2004).
Hipsometrik eğri ve hipsometrik integral
Hipsometrik eğri, yeryüzünün tümü ya da belirli bir kısmı boyunca yükseltinin dağılışını gösteren bir morfo-
metrik parametredir (Strahler, 1952). Bir alanın hipsometrik özellikleri iki şekilde ölçülmektedir. Bunlardan
birincisinde, hipsometrik eğri, unitelerin gerçek değerlerinin ölçümü temel alınarak çizilir. Burada, y ekseni
üzerinde yükselti değerleri, x ekseni üzerindeyse belirli bir yükselti üzerindeki reliefin kümülatif alanı yer
almaktadır (detaylı bilgi için bkz. Bilgin, 1996). Bu yöntem kullanılarak Türkiye ölçeğinde ilk morfometrik
analizler (ve ayrıca ülkenin ilk hipsometrik eğrisinin çizimi) Tanoğlu (1947) tarafından yapılmıştır.
Bununla birlikte, hipsometrik analizlerde ünitelerin gerçek değerlerinin kullanılması farklı büyüklüklerde ve
farklı relief özelliklerine sahip olan alanların birbirleriyle karşılaştırılmasına izin vermemektedir. Bu zorluğu
aşmak amacıyla, farklı ölçeklerdeki topoğrafik birimlerin boyutlarının belirleyici olmadığı parametreler ge-
liştirilmiştir (Strahler, 1952). Bu parametreler kullanılarak çizilen hipsometrik eğri, nispi hipsometrik eğri,
bir alanın hipsometrik özelliklerinin ölçümünün ikinci şeklini meydana getirmektedir. Eğri, a/A (nispi alan)
ile h/H (nispi yükseklik) değerlerinin birbirine oranlanmasıyla çizilir. Burada, H havzanın reliefini (yani, mak-
simum yüksekliğin minimum yükseklikte olan farkını), A ise ardışık izohipsler arasındaki alanların toplamını
ifade etmektedir. a ise havzadaki belirli bir yüksekliğin (h) üzerindeki yüzeyin alanı olarak tanımlanmaktadır.
Hem nispi alan hem de nispi yükseklik ölçüm değerleri 0.0 ile 1.0 arasında değişir.
Belirli bir drenaj havzası için oluşturan hipsometrik eğrinin gösterdiği özellikleri aydınlatmak bakımından
kullanılan morfometrik parametrelerden biri hipsometrik integraldir (Hi). İntegral, basit olarak, hipsometrik
eğrinin altındaki alan olarak tanımlanmaktadır ve şu şekilde ifade edilmektedir:
Hi = Hm - Hmin /Hmax - Hmin (6)
Burada, Hm ortalama yükselti, Hminminimum yükseklik ve deHmax maksimum yüksekliktir. Yüksek Hi değerleri,
topoğrafyanın büyük bir kısmının Hm’ye göre yüksek (örn. dar ve derin vadilerle yarılmış yüksek platoların
bulunduğu bir topoğrafya gibi); orta ve düşük Hi değerleri ise, topoğrafyanın büyük bir kısmının Hmcivarında
ya da daha düşük olduğunu (örn. drenaj havzasının büyük oranda, fazla yükselti farkı gözetilmeksizin par-
çalandığını) gösterir. Bu değerler, aktif tektonik deformasyonun etkinliği ve aynı zamanda tektonik olarak
aktif ve pasif olan alanların ayrımı hakkında genel bir bilgi vermesi bakımından önem taşımaktadır. Nitekim,
yüksek Hi değerleri hem genç bir topoğrafyaya hem de tektonik olarak aktif alanlara; düşük Hi değerleri ise,
hem olgun-yaşlı bir topoğrafyaya ve hem de tektonik olarak pasif alanlara işaret edebilmektedir.
Drenaj havzası asimetrisi
Aktif tektonik deformasyonun hüküm sürdüğü bir alandaki akarsu drenaj örgüsü genelde belirli geometrik
özellikler sergilemektedir. Drenaj havzası asimetrisi(AF), belirli bir alandaki akarsuyun akış yönüne dik bir
şekilde meydana gelen tektonik çarpılmanın tespiti için kullanılan bir indekstir ve şu şekilde ifade edilir:
AF = 100 (Ar / At) (7)
Burada, Arhavzadaki ana akarsuyun akış yönüne göre sağ tarafındaki havza bölümünün alanı, At ise drenaj
havzasının toplam alanıdır. Havzadaki diğer koşullar (relief, litoloji, iklim, vejetasyon vb.) sabit olarak varsa-

330
yıldığında, drenaj örgüsünün tektonik olarak sakin bir bölgede gelişmesi durumunda bir havzanın AF ora-
nı yaklaşık olarak 50 civarında hesaplanır. Tektonik çarpılmanın ana akarsuyun akış yönüne dik bir şekilde
meydana gelmesi durumunda, hesaplanan AF değeri 50’den sapma gösterir. Örneğin, kuzeye doğru akan
bir akarsu havzasında meydana gelen tektonik çarpılmada inen blok batıya doğru ise, ana akarsuyun akış yö-
nüne göre doğuda (sağında) kalan kolların uzunluğu, batıda (solunda) yer alan kollara oranda daha fazladır;
bu nedenle de AForanı 50’den büyük olur (Bkz. Şekil 8). Eğer havzayı etkileyen tektonik çarpılma ters yönde
gerçekleşirse, bu takdirde AF değeri 50’den küçük çıkar. AF değerinin ortalamadan (= 50) sapması, drenaj
havzasını etkileyen tektonik deformasyonun varlığını ve yönünü ortaya koyar.
Şekil 8: Drenaj havzası asimetrisini (AF) gösteren şematik model (Keller ve Pinter, 2002).

Not:Akarsuyun akış yönü esas alındığında, ana akarsuyun sağında kalan havzanın alanının (Ar) havzanın toplam alanına
(At) oranı, havzanın batıya doğru çarpıldığını göstermektedir.
Bu indeksin uygulanması sırasında, drenaj havzasının ana akarsuya göre her iki yarısındaki relief, litoloji, iklim
ve vejetasyon özelliklerinin homojen olup olmadığının kontrol edilmesi çok önemlidir. Bu faktörlerin farklı-
laşması, AF indeksini etkileyerek hatalı yorumların yapılmasına sebep olabilir.
Topoğrafik simetri faktörü
Havza asimetrisini etkiyen ve drenaj havzası asimetrisiyle birlikte uygulanabilecek bir diğer morfometrik in-
deks topoğrafik simetri faktörüdür(T)ve şu şekilde ifade edilir:
T = Da / Dd (8)
Burada, Dahavzayı iki eşit parçaya bölen hat ile ana akarsu arasındaki mesafe, Ddise havzayı iki eşit parçaya
bölen hat ile havza sınırı arasındaki mesafedir (Bkz. Şekil 9). Tümüyle simetrik bir havzada bu hesaplamayla
T = 0 olarak ölçülür. Tektonik çarpılmanın etkisi arttıkça havza simetrik olma durumundan uzaklaşarak T
oranı 1’e yaklaşır. Ayrıca, bir havza boyunca akan akarsu boyunca T hesaplamaları farklı segmentler üzerinde
hesaplanırsa, muhtemel aktif tektonik deformasyonun yönü ve şiddeti hakkında daha geniş ölçekli bilgiler
elde edilebilir.

331
Şekil 9: Havza asimetrisini etkiyen bir morfometrik indeks olan topoğrafik simetri faktörünün (T) nasıl he-
saplandığını gösteren şematik model (Keller ve Pinter, 2002)

Not:Burada, Dahavzayı iki eşit parçaya bölen hat ile ana akarsu arasındaki mesafe, Ddise havzayı iki eşit parçaya bölen
hat ile havza sınırı arasındaki mesafedir.
AF indeksin uygulanmasında olduğu gibi burada da, genel bir kural olarak, yerel faktörlerin etkisi göz önüne
alınmalıdır. Örneğin, drenaj ağının kurulduğu havzayı oluşturan jeolojik tabakaların eğimli olması ve eğim
derecelerinin havzanın değişik segmentleri boyunca değişmesi T ölçümlerinin hatalı olarak yorumlanmasına
sebep olabilir.
Akarsu uzunluk/gradyan indeksi
Akarsu uzunluk/gradyan indeksi(SL), bir akarsuyun belirli bir kısmı ya da birden fazla kısmı için hesaplanabi-
len; akarsu gücü, litoloji, eğim ve tektonik deformasyonla ilişkili olan bir morfometrik parametre olup ifadesi
şu şekildedir (Hack, 1973):
SL = (ΔH / ΔL) L (9)
Burada, ΔH akarsuyun incelenen kısmındaki yükselti farkı, ΔL akarsuyun incelenen kısmının uzunluğu, L ise
akarsuyun incelenen kısmının orta noktası ile akarsuyun yukarı çığırındaki en yüksek nokta arasındaki me-
safedir (Bkz. Şekil 10). SL indeksi incelendiğinde, SL değerinin yüksek çıkması için akarsuyun incelenen kıs-
mındaki yükselti farkının (ΔH) ve akarsuyun incelenen kısmının orta noktası ile akarsuyun yukarı çığırındaki
en yüksek nokta arasındaki mesafenin (L) artması; buna karşın, akarsuyun incelenen kısmının (ΔL) uzunlu-
ğunun azalması gerekmektedir. Dolayısıyla, yükselti farkının (ΔH) çok olduğu uzun boylu (L) akarsularda SL
değerleri yüksek; yükselti farkının (ΔH) az olduğu kısa boylu (L) akarsularda ise SL değerleri düşük çıkar.
SL yatak eğimi, litolojik farklılık, topoğrafik koşullar ile tektonik deformasyon faktörlerine karşı oldukça du-
yarlı bir indekstir. Bu bakımdan, bir drenaj havzasındaki akarsuyun farklı kesimleri için hesaplanan SL değer-
lerinin değişimiyle havzadaki kayaçların litolojik özelliklerinin değişimi bir paralellik gösterebilir. Çünkü sert
kayaçlar aşınmaya karşı dayanıklı olduğundan bu alanlarda ΔH artarken, yumuşak kayaçlar aşınmaya karşı
daha az dayanıklı olduğundan buralarda ΔH düşer. Eşitlik (9) göz önüne alındığında, diğer faktörlerin aynı
olması durumunda ΔH’nin artması yüksek SL değerlerinin çıkmasına sebep olur.

332
Şekil 10: Akarsu uzunluk/gradyan indeksinin (SL) hipotetik bir örnek üzerinde nasıl hesaplandığını gösteren
şematik model (Keller ve Rockwell, 1984)

Not:ΔH akarsuyun incelenen kısmındaki yükselti farkı, ΔL akarsuyun incelenen kısmının uzunluğu, L ise akarsuyun ince-
lenen kısmının orta noktası ile akarsuyun yukarı çığırındaki en yüksek nokta arasındaki mesafedir.

Ancak, uzun zaman ölçeğinde, akarsu profilinin sahanın litolojik ve yapısal özelliklerine göreceli olarak çabuk
adapte olması durumu göz önüne alındığında, SL indeksi aktif tektonik deformasyonun bir kanıtı olarak da
yorumlanabilir. Özellikle aynı litolojik ünite üzerindeki anormal yüksek SL değerleri ya da yumuşak bir kayaç
üzerinde yine anormal yüksek SL değerleri bu yönde güçlü bir kanıt olarak değerlendirilebilir. Bununla bera-
ber, anormal düşük SL değerleri de aktif bir tektonik deformasyonun varlığına işaret edebilir. Çünkü, Kuzey
Anadolu Fay Sistemi gibi büyük yanal atımlı fay sistemleri boyunca kayaçlar fay hareketleriyle parçalanır. Bu
nedenle, bu fay zonları içerisinde hapsolmuş akarsuların eğimi azaldığından düşük SL değerleriyle karşılaşı-
labilir ki, bu durum da yine muhtemel tektonik bir deformasyonun kanıtı olarak değerlendirilebilir. Nitekim,
Kuzey Anadolu Fay Sistemi içerisindeki Devrez ve Soruk çayları arasındaki alanın morfometrik analizlerle
incelendiği bir çalışmada (Tüysüz ve Erturaç, 2005), fayın düşey atım bileşeni kazanmadığı kısımlarda düşük
SL; tersine, fayın kavislenip sıçramalar yaptığı yerlerde ise yüksek SL değerleri ölçülmüştür.
İncelenen drenaj havzasının SL indeksi haritasının oluşturulması, elde edilen neticelerin sahanın yapısal un-
surlarıyla birlikte incelenebilmesi açısından önem taşır. Bunun için geniş alanlar için küçük ölçekli, dar alanlar
içinse büyük ölçekli topoğrafya haritaları kullanır ve şu adımlar takip edilerek harita oluşturulur:
a. İncelenen sahanın drenaj haritası çıkarılır.
b. Belirli bir izohips aralığı belirlenir (örn. 1/25.000 ölçekli topoğrafya haritaları için 10 m, 1/250.000 ölçekli
topoğrafya haritaları için 100 m) ve belirlenen aralıktaki izohipslerin haritadaki akarsuları kestiği nokta-
lar drenaj haritası üzerinde işaretlenir.
c. Birbirini takip eden izohipsler arasındaki ΔL her bir akarsu için ölçülür (izohip aralıkları sabit olduğundan
burada ΔH her bir akarsu için aynıdır) ve saha sonra SL indeksi hesaplanır.
d. Son olarak benzer SL değerleri birbiriyle birleştirilerek SL indeksi haritası elde edilir.

333
Dağ-önü sinüslülük indeksi
Dağ-önü sinüslülük indeksi (Smf), bir dağ cephesinde hüküm süren erozyonal süreçler ile aktif tektonik de-
formasyon arasındaki dengeyi yansıtan bir indekstir ve şu şekilde ifade edilmektedir (Bull ve McFadden,
1977):
Smf = Lmf / Ls (10)
Burada, Lmfdağ-önünün eğim kırıklığı sergilediği cephesi boyunca ölçülen uzunluğu, Ls ise aynı dağ-önü
cephesi boyunca çizilen düz bir hattın uzunluğudur (Şekil 9). Eşitlik (10)’dan da açıkça belli olduğu üzere,
dağ-önünün erozyonal süreçlerle işlenerek girinti-çıkıntı hale gelmesiyle (yani Lmf’nin artmasıyla) Smf yüksek
değerler gösterir. Bu durum, dağ-önü cephesinin tektonik olarak pasif olduğuna işaret etmesi bakımından
önemlidir. Tersine, dağ-önünün çizgisel bir özellik göstermesi (yani Lmf’nin düşerek Ls’nin artması)düşük Smf
değerleriyle karakterize olur ve bu durum, söz konusu dağ-önü cephesinin tektonik olarak aktif olduğuna
(yükseldiğine) işaret eder. Örneğin, Kuzey Anadolu Fay Sistemi içerisinde yer alan bazı akarsu havzaları bo-
yunca yapılan ölçümler oldukça düşük Smf değerlerine işaret etmektedir. Bu durum, zon boyunca uzanan
vadi kesimlerindeki dağ-önü cephelerinin aktif tektonik deformasyona maruz kaldığını açıkça ortaya koy-
maktadır (Tüysüz ve Erturaç, 2005; Tarı ve Tüysüz, 2008).
Şekil 11: Dağ-önü sinüslülük indeksinin (Smf) nasıl hesapladığını gösteren şematik model (Keller ve Pinter,
2002)

Not:Lmf dağ-önünün eğim kırıklığı sergilediği cephesi boyunca ölçülen uzunluğu, Ls ise aynı dağ-önü cephesi
boyunca çizilen düz bir hattın uzunluğudur.
Smfindeksi belirli bir alan boyunca topoğrafya haritaları ya da hava fotoğrafları kullanılarak hesaplanabilir. An-
cak, verinin yüksek çözünürlüklü olması açısından bu morfometrik parametrenin hesaplanmasında büyük
ölçekli detay haritalar tercih edilmelidir.
Vadi tabanı genişliği oranı indeksi
Bir akarsu vadisi boyunca etkili olan muhtemel dikey tektonik hareketliliğin tespiti için kullanılan vadi tabanı
genişliği / vadi yüksekliği oranı indeksi (Vf) şu şekilde ifade edilir (Bull ve McFadden, 1977):
Vf = 2Vfw / [(Eld – Esc) + (Erd – Esc)] (11)
Burada, Vfwvadi tabanının genişliği, Eldvadinin akış yönüne göre sol tarafındaki su bölümü çizgisinin yüksek-

334
liği, Erdvadinin akış yönüne göre sağ tarafındaki su bölümü çizgisinin yüksekliği ve Escise vadi tabanının deniz
seviyesinden olan yüksekliğidir (Şekil 12). Vf hesaplanırken, ilgili parametreler dağ-önü cephesinden belirli
uzaklıklarda incelenen her vadi kısmı için sistematik olarak ölçülür. Eşitlik (11) yakından incelendiğinde, Vfin-
deksinin akarsu vadisinin tabanı genişledikçe arttığı, daraldıkça azaldığı görülebilmektedir. Bu doğrultuda,
Vfindeksinin yüksek çıkması, akarsuyun geniş bir vadi tabanı meydana getirdiğine ve dolayısıyla tektonik
olarak sakin koşullara; aksine, Vfindeksinin düşük çıkmasıysa, akarsuyun derin bir vadide aktığına ve tektonik
yükselimle ilişkili olarak yatağını kazdığına işaret etmektedir.
Şekil 12: Vadi tabanı genişliği / vadi yüksekliği oranı indeksinin (Vf) nasıl hesaplandığını gösteren şematik
model (Keller ve Pinter, 2002)

Not: Burada, Vfw vadi tabanının genişliği, Eld vadinin akış yönüne göre sol tarafındaki su bölümü çizgisinin
yüksekliği, Erd vadinin akış yönüne göre sağ tarafındaki su bölümü çizgisinin yüksekliği ve Esc ise vadi tabanının
deniz seviyesinden olan yüksekliğidir.
Nispi tektonik aktivitenin sınıflandırılması
Morfometrik analizlerde kullanılan jeomorfik indislerin uygulanması, yerşekilleri ile aktif tektonik deformas-
yon arasındaki ilişkinin anlaşılmasına yönelik önemli kanıtlar sağlayabilmektedir. Belirli bir bölgenin morfo-
metrik olarak analizinde birden fazla indisin kullanılması daha güvenilir sonuçlara ulaşılabilmesi bakımından
önemlidir. Örneğin, Ulubat Gölü güneyinde yer alan Soldere havzasında (Erginal ve Cürebal, 2007) ve ayrıca
Biga Yarımadası’ndaki Bayramdere havzasında (Öztürk ve Erginal, 2008) yapılan çalışmalarda, ana akarsu-
yun yüksek SL değerine sahip olduğu vadi kısımlarının aynı zamanda düşük Vf değeri göstermesi, söz konusu
havza bölümlerinin aktif tektonik deformasyona maruz kaldığına daha ikna edici bir biçimde işaret etmesi
bakımından dikkate değerdir.
Diğer yandan, dağ-önü sinüslülüğü ve akarsu uzunluk/gradyan indeksi belirli bir lokaliteye uygulandığında,
söz konusu alan için nispi tektonik aktivite sınıflaması da yapılabilmektedir. Yüksek oranda tektonik defor-
masyona işaret eden dağ-önü cepheleri (düşük Smfve Vf ile yüksek SL indeks değerleri) 1 numaralı kategori
olarak sınıflandırılır. 2 numaralı sınıf (yüksek Smfve Vf ile düşük SL indeks değerleri) düşük aktif tektonik de-
formasyon oranlarının hüküm sürdüğü dağ-önü cephelerini karakterize etmektedir. Son olarak, 3 numaralı
sınıftaki dağ-önü cephelerindeki ilgili indeks değerleri ise, 2 numaralı sınıfa ait alanlardaki tektonik aktivite-

335
den daha düşük düzeyde bir deformasyona işaret etmektedir.
Dağ-önü cephelerini hüküm süren aktif tektonik deformasyon oranları bakımından sınıflandırırken kul-
lanılan indeksler belirli eşik değerlerinden yoksundur. Yani, örneğin, SL indeksi belirli bir değeri aştığında
yüksektir ya da belirli bir değerin altıda düşerse düşüktür, demek mümkün değildir. Bu nedenle, indeks
değerlerine dayanılarak oluşturulan sınıflama nispidir ve sınıflamanın kendisi, incelenen lokalitede uygula-
nan morfometrik analizler sonucu elde edilmiş değerler üzerinden oluşturulur. Bu durum, farklı bölgelerden
elde edilmiş nispi tektonik aktivite sınıflarının birbirleriyle kolaylıkla karşılaştırılmasının önünde bir engel
oluşturmaktadır.

Sonuç
Bu bölümde, jeomorfolojik araştırma metodolojisi kıyı çizgileri ve deniz seviyesi değişimleri, aktif tektonik ve
yerşekilleri ile morfometrik analizler bağlamında ele alınmıştır. Kuşkusuz, jeomorfolojinin ilgi alanı içerisinde
yer alan araştırma konuları burada incelenenlerden daha fazladır ve bunların her birine ilişkin ayrı bir meto-
dolojik çerçeveden bahsetmek pratik olarak olmasa da mümkündür.
Jeomorfolojinin araştırma objesi durumda olan yerşekilleri, yeryüzünde kesişen birbirinden farklı süreçlerin
(yapısal, iklimsel vb.) bir fonksiyonu olarak geliştiğinden, jeomorfolojik inceleme hemen her zaman yörün-
gesinde başka bilim alanlarının bilgisini barındıran bir tabiata sahiptir. Bu durum, jeomorfoloji çalışmalarını
yürütenlerin genel olarak doğa bilimleri alanında temel bilgilere sahip olmasını, spesifik olaraksa yerbilimle-
rinin diğer alanlarında derin bir kavrayış geliştirmesini gerektirmektedir.
Jeomorfoloji çalışmaları hemen her zaman bir araştırma problemiyle başlamakta ve söz konusu problemin
çözümüne yönelik yapılan çıkarımların ya da başlangıç düzeyindeki hipotezlerin sınanmasıyla devam etmek-
tedir. Jeomorfolojik yöntemler, başlangıç düzeyinde ortaya atılan bu hipotezlerin sınanmasını mümkün kılan
bir fonksiyona sahiptir. Sınama, ilgili jeomorfolojik probleme ilişkin olgu ya da olayın tanımlaması, gözlen-
mesi, ölçülmesi ve modellenmesi gibi çeşitli metodolojik süreçlerin sonunda elde edilen verilerin hipotezi
destekleyip desteklemediğinin yorumlanmasıyla gerçekleştirilir.
Bu doğrultuda, jeomorfolojide kullanılan yöntemler bilimsel araştırma bakımından kritik önemdedir. Jeo-
morfoloji sadece yeryüzü şekillerinin betimlenmesi ve haritalanmasıyla değil, ama esas olarak bu şekil ve
süreçlerin açıklanmasıyla ilgilendiğinden, jeomorfolojik araştırma problemlerinin çözülmesine yönelik farklı
tekniklerin geliştirilmesi, bunların yakın bilim alanlarından ödünç alınması ve/veya diğer yakın bilim alanla-
rıyla işbirliği yapılması günümüzde oldukça önemli ve gereklidir.

Kaynakça
Aksoy, E., İnceöz, M. ve Koçyiğit, A. (2007). Lake Hazar basin: a negative flower structure on the east
Anatolian fault system (eafs), SE Turkey. Turkish Journal of Earth Sciences, 16, 319-338.
Bekaroğlu, E. (2008). Doğu Akdeniz’de Geç Holosen’de yükselmiş kıyı çizgileri üzerine bir değerlendirme.
Coğrafi Bilimler Dergisi, 6, 1-21.
Bekaroğlu, E. (2011). Son İnterglasyal’deki Deniz Seviyesi Değişimleri. Ankara: Sage.
Bekaroğlu, E. (2012). Sondan Bir Önceki Buzul Dönemi’nde iklim kontrolünde meydana gelen bir yüksek
deniz seviyesinin kanıtları. Türkiye Jeoloji Bülteni,55(3), 159-188.
Bilgin, T. (1996). Genel Kartoğrafya. İstanbul: Filiz.
Bull, W.B. ve McFadden, L. D. (1977). Tectonic geomorphology north and south of the Garlock Fault,
California.

336
D. O. Doehring (Ed.), Geomorphology in arid regions in (115–138). Binghamton: Publications in Geo-
morphology, State University of New York.
Burbank, D. W. and Anderson, R. S. (2001). Tectonic geomorphology. Oxford: Blackwell.
Crozier, M. J., Hardenbicker, U. and Gomez, B. (2010). Physical landscapes. İ Gomez, B. and Jones III, J. P.
(Ed.), Research methods in geography in (93-115). Oxford: Blackwell.
Erginal, A. E. ve Cürebal, İ. (2007). Soldere havzasının jeomorfolojik özelliklerine morfometrik yaklaşım:
jeomorfik indisler ile bir uygulama. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 17, 203-210.
Erinç, S. (1958). Morfoloji I. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü Yayınları.
Erinç, S. (1970). Kula ve Adala arasında genç volkan relief. İstanbul Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü Der-
gisi, 17, 7-32.
Erol, O. (1963). Asi nehri deltasının jeomorfolojisi ve dördüncü zaman deniz-akarsu sekileri. Ankara: A.Ü,
D.T.C.F Yay.
Ferranti, L., Antonioli, F., Mauz, B., Amorosi, A., Dai Pra, G., Mastronuzzi, G., Monaco, C., Orru, P., Pap-
palardo, M., Radtke, U., Renda, P., Romano, P., Sanso, P. and Verrubbi, V. (2006). Markers of the last
interglacial sea-level high stand along the coast of Italy: Tectonic implications. Quaternary International,
145–146, 30–54.
Goudie, A. S. (2004). Tectonic activity indices. A. S. Goudie (Ed.), Encyclopedia of geomorphology in
(1036-1037). London: Routledge.
Goudie, A. S., Anderson, M., Burt, T., Lewin, J., Richards, K., Whalley, B. and Worsley, P. (1990). Geomorp-
hological techniques. NY: Routledge.
Gregory, K. J. and Goudie, A. S. (Ed.) (2011). The sage handbook of geomorphology. LA: Sage.
Hack, J. T. (1973). Stream-profile analysis and stream-gradient index. U.S. Geol. Surv. J. Res., 1, 421–429.
Harrison, C. G. A. (1990). Long-term eustasy and epeirogeny in continents. Sea-level Change in (141-
160). Washington: NAP.
Henderson, G. M., Robinson, L. F., Cox, K. and Thomas, A.L. (2006). Recognition of non-Milankovitch
sea-level highstands at 185 and 343 thousand years ago from U-Th dating of Bahamas sediment. Qua-
ternary Science Reviews, 25, 3346-3358.
Inkpen, R. (2005). Science, philosophy and physical geography. Oxford: Routledge.
Kayan, İ. (1996). Holocene coastal development and archaeology in Turkey. Zeitschrift für geomorpho-
logie, supplementbande., 102, 37-59.
Kayan, İ. (1999). Holocene stratigraphy and geomorphological evolution of the Aegean coastal plains of
Anatolia. Quaternary Science Reviews, 18, 541-548.
Keller, E. A. (1986). Investigation of active tectonics: use of surficial earth processes. Active tectonics:
Impact on society in (136-147). Washington: NAP.
Keller, E. A. and Rockwell, T. K. (1984). Tectonic geomorphology, Quaternary geochronology, and paleo-
ceismicity.
J. W. Costa ve P. J. Fleisher (Ed.), Developments and applications of geomorphology in (203-239). Berlin:
Springer-Verlag.

337
Keller, E. A. and Pinter, N. (2002). Active tectonics, earthquakes, uplift, and landscape. New Jersey: Pren-
tice Hall.
Koçyiğit, A., Yılmaz, A., Adamia, S. and Kuloshvili, S. (2001). Neotectonics of east anatolian plateau (Tur-
key) and Lesser Caucasus: implication for transition from thrusting to strike-slip faulting. Geodinamica
Acta, 14, 177-195.
Kuterdem, N. K. and Dirik, K. (2007). Determination of the morpho-tectonic features and stress-state of
a region using geographic information techniques: a case study from the İsmetpaşa-Gerede segment of
the north anatolian fault zone. Türkiye Jeoloji Bülteni, 50(1), 41-55.
Laborel, J. and Laborel-Deguen, F. (1996). Biological indicators of Holocene sea-level and climatic variati-
ons on rocky coasts of tropical and subtropical regions. Quaternary International, 31, 53-60.
Lambeck, K. and Chappell, J. (2001). Sea-level change through the Last Glacial Cycle. Science, 292, 679-
686.
Lambeck, K., Esat, T. M. and Potter, E. K. (2002). Link between climate and sea levels for the past three
million years. Nature, 419, 199-206.
Lambeck, K., Antonioli, F., Purcell, A. and Silenzi, S. (2004). Sea-level change along the Italian coast for the
past 10.000 yr. Quaternary Science Reviews, 23, 1567-1598.
Lane, S. N. (2010). Numerical modelling in physical geography: Understanding explanation and predic-
tion in physical geography. N. Clifford, S. French, G. Valentine (Ed.), Key methods in geography in (274-
298). London: Sage.
Maddy, D., Demir, T., Veldkamp, A., Bridgland, D. R., Stemerdink, C., van der Schriek, T. and Schreve, D.
(2012). The obliquity-controlled early pleistocene terrace sequences of the gediz river, western Turkey:
a revised correlation and chronology. Journalof the Geological Society, London, 169, 67-82.
Öztürk, B. and Erginal, A. E. (2008). Bayramdere havzasında (Biga yarımadası, Çanakkale) havza gelişimi-
nin morfometrik analizler ve jeomorfik indislerle incelenmesi. Türk Coğrafya Dergisi, 50, 61-68.
Peltier, W. R. (1990). Glacial isostatic adjustment and relative sea level change. Sea-level Change in(73-
87). Washington: NAP.
Ramsey, J. G. and Huber, M. I. (1987). Modern structural geology. New York: Academic Press.
Rice, S. (2010). Sampling in geography. N. Clifford, S. French and G. Valentine (Ed.), Key methods in ge-
ography, pp. 230-252. London: Sage.
Schumm, S. A., Dumont, J. F. and Holbrook, J. M. (2000). Active tectonics and alluvial rivers. NY: Cambri-
dge. Shennan, I. (2007). Sea level studies. S. A. Elias (Ed.), Encyclopedia of quaternary science in (2967-
2974). Amsterdam: Elsevier.
Stirling, C. H., Esat, T. M., Lambeck, K. and McCulloch, M. T. (1998). Timing and duration of the last in-
terglacial: evidence for a restricted interval of widespread coral reef growth. Earth and Planetary Science
Letters, 160, 745–762.
Strahler, A. N. (1952). Hypsometric (area-altitude) analysis of erosional topography. Geological Society
of America Bulletin, 63, 1117-1142.
Sür, A., Sür, Ö. ve Yiğitbaşıoğlu, H. (2002). Volkanlar, Türkiye’nin volkanik yöreleri ve depremler. Ankara:
Bilim. Tanoğlu, A. (1947). Türkiye’nin irtifa kuşakları. Türk Coğrafya Dergisi, 9-10, 37-63.

338
Tarı, U., Tüysüz, O. (2008). İzmir körfezi ve çevresinin morfotektoniği. İTÜ Dergisi/d, 7(1), 17-28.
Turkington, A. (2010). Making observations and measurements in the field. N. Clifford, S. French and G.
Valentine (Ed.), Key methods in geography in (220-229). London: Sage.
Tüysüz, O. ve Erturaç, M. K. (2005). Kuzey Anadolu Fayının Devrez çayı ile Soruk çayı arasındaki kesiminin
özellikleri ve fayın morfolojik gelişimindeki etkileri. Türkiye Kuvaterner Sempozyumu TURQUA-V, 26-40.
İstanbul.
van de Plassche, O. (1986). Sea-Level Research: a manual for the collection and evaluation of data.
Norwich: GeoBooks.
Wohl, E. (2010). Analysing a natural system. N. Clifford, S. French and G. Valentine (Ed.), Key methods in
geography in (253-273). London: Sage.
Woodroffe, C.D. (2007). Sea level studies: coral records. S. A. Elias (Ed.), Encyclopedia of quaternary
science in (3006–3015). Amsterdam: Elsevier.

Okuma Listesi
Jeomorfolojik araştırma metodolojisine ilişkin daha fazla bilgi edinmek için kaynaklar listesindeki şu refe-
ranslara başvurulabilir: Erinç (1958), Crozier (2010), Goudie vd. (1990), Goudie (2004), Gregory ve Gou-
die (2011), Inkpen (2005), Lane (2010), Rice (2010), Turkington (2010), Wohl (2010).
Kıyı çizgileri ve deniz seviyesi değişimlerine yönelik örnek çalışmalar için bkz. Erol (1963), Pirazzoli vd.
(1991), Kayan (1999), Bekaroğlu (2008; 2011; 2012).
Aktif tektonik ve yerşekillerine yönelik daha detaylı bilgi için bkz. Erinç (1958), Schumm vd. (2000), Bur-
bank ve Anderson (2001), Keller ve Pinter (2002). Örnek çalışmalar için bkz. Tüysüz ve Erturaç (2005),
Kuterdem ve Dirik (2007).
Morfometrik analizler hakkında daha detaylı bilgi için bkz. Keller (1986), Keller ve Rockwell (1984), Keller
ve Pinter (2002). Örnek çalışmalar için bkz. Tüysüz ve Erturaç (2005), Erginal ve Cürebal (2007), Öztürk ve
Erginal (2008), Tarı ve Tüysüz (2008).

339
340
ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

KLİMATOLOJİDE ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ


Murat KARABULUT
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi

İstatistiksel Metotlar
Veri Seti Değerlendirme
Homojenlik Testi
Çok Değişkenli Analiz
Sayısal Modellemeler

Giriş
Herhangi bir yerde kısa bir süre içinde etkin olan atmosfer koşullarına hava veya hava durumu adı verilir
(Erol, 1985). Diğer bir ifade ile sıcaklık, nem, basınç ve rüzgâr gibi atmosferin fiziksel koşullarının herhangi bir
yerde ve kısa zaman diliminde gösterdiği durumu ifade eder. Bütün bu koşullara iklim öğeleri adı verilir ki,
bunlar yerküre ekosisteminin meydana gelmesi ve devamlılığında hayati öneme sahiptir. Atmosferin bilinen
dinamik yapısının devamını sağlayan enerjinin kaynağı güneştir. Basınç farkından doğan rüzgârlar hava küt-
lelerini harekete geçirerek dünya genelinde sıcaklık ve nemlilik koşullarının farklılaşmasına neden olur. Gün-
lük hayatımızın bir parçası olarak hava durumu yukarıda sözünü ettiğimiz atmosferik hareketler neticesinde
meydana gelir ve günden güne farklılıklar gösterir. Hatta aynı gün içerisinde dahi birbirine çok zıt özelliklere
sahip hava olaylarına rastlamak mümkündür.
Hava koşullarının herhangi bir alanda uzun yıllar içerisindeki ortalama durumuna ise iklim adı verilir. Diğer
bir ifade ile iklim günlük veya mevsimlik hava olaylarının uzun yıllar içerisindeki ortalama karakterini ortaya
koyar. İklimde de hava durumunda olduğu gibi yıllar arasında farklılaşmalar görülse de genel özellikleri dik-
kate alınarak tanımları yapılabilir. Örneğin; Akdeniz iklimini tarif ederken ‘yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılıman
ve yağışlı’ deriz. Ancak iklim detaylıca incelenirse hiçbir mevsim, bir önceki veya bir sonraki yılın mevsimi ile
aynen benzerlik göstermez. İklim konsepti aynı zamanda ekstrem hava olaylarını da içerisine alır. Örneğin;
herhangi bir yerdeki aşırı sıcak yazlar veya aşırı soğuk kışlar gibi. İnsanlar ise genellikle meydana gelen bu de-
ğişimlerden sadece ekstrem olanlarının farkına varabilir. Ayrıca ekstrem olayların frekansları birbirine benzer
iklimleri birbirinden ayırt etmede kullanılabilir. Yeryüzünde meydana gelen ve en fazla can kaybına yol açan
felaketler, iklimle veya hava durumu ile ilgili olanlardır. Özellikle kuraklık her yıl milyonlarca insanın hayatını
derinden etkilemektedir (Türkeş, 2010).

341
İklim genellikle döngüsel olup, on yıllık, yüz yıllık veya bin yıllık dönemler içerisinde değişkenlikler gösterebi-
lir. Şu anda bu döngünün neresinde olduğumuzu bilmemiz, gelecekte neler olabileceğini tahmin etmemize
yardımcı olabilir. Ancak bu süreç oldukça karmaşık bir yapıya sahip olduğu için kesin sonuçlara ulaşmak her
zaman mümkün olmaz. Özellikle sanayi devrimi ile insan faaliyetleri, atmosferdeki oranı değişen gazları etki-
lediği için yukarıdaki tahminlerin doğru bir şekilde yapılması daha da karmaşık hale gelmektedir.
Hava durumu, dolayısıyla iklim insan hayatında çok önemli bir yere sahiptir. Hava durumu günlük yaşan-
tımızda giyeceklerimizi veya yiyeceklerimizi doğrudan etkileyebilmektedir. İklim ise örneğin her hangi bir
yerde ne tür tarım yapılacağı konusunda insanların kararları üzerinde etkili olur. Hava ve iklim olayları genel
olarak insan hayatını birçok açıdan etkilese de günlük yaşantımız üzerindeki hava durumunun etkisi çok
daha önemlidir (Türkeş, 2012).
Hava durumu ve iklim sadece insan faaliyetleri üzerinde etkili olduğu için önemli olmayıp, aynı zamanda
iklim yeryüzündeki ekosistemin oluşumunu ve gelişimini sağlayan birincil faktördür. Bireysel organizmalar
üzerinde geniş alanlarda hüküm süren genel iklim koşulları çok önemli olmazken, lokal ve mikroklimatik
koşullar önemli hale gelmektedir. Yeryüzündeki ekosistemleri ayıran sınırlar incelendiğinde bunların, nem,
sıcaklık ve rüzgâr sistemlerinin genel sınırlarına paralel olduğu görülür. Diğer taraftan hava kirleticilerinin
hareketleri ve etki dereceleri hava durumu ve iklim koşullarının kontrolü altındadır.
İklimde meydana gelen değişimler ve salınımlar yerkürenin yaşı boyunca gerçekleşmiş normal bir durum-
dur. Benzer şekilde insanlık tarihi boyunca bu tür değişikliklerin sürekli yaşandığı görülmektedir. Ancak son
iki yüz yıl içerisinde insan faaliyetlerinin iklim değişkenlikleri üzerinde doğal olmayan etkiler yarattığı yapılan
çalışmalarla ortaya konmuştur. İnsan ve diğer canlılar için bu denli öneme sahip olan iklimde meydana gelen
salınımların coğrafyacılar tarafından çeşitli nicel ve nitel metotlar kullanılarak çalışılması gerekir.
Klimatolojik araştırmalarda kullanılan metotlar araştırmanın hedefine ve ölçeğine göre çeşitlilik gösterir.
Bazı sonuçların elde edilmesi için basit analizler yeterli iken diğer bazı analizler için kompleks modellerin kul-
lanılması gerekebilir. Klimatolojik analizler yaygın bir şekilde istatistiksel metotlar veya sayısal modellemeler
yoluyla yapılır.

İstatistiksel Metotlar
Bu bölümde klimatoloji çalışmalarında kullanılan yöntem ve kavramlar ele alınmıştır. Ancak çok basitten
başlayarak kompleks karaktere kadar bir çok metot bulunmasına rağmen, burada hepsinden bahsetmek
mümkün olamayacağı için en çok kullanılan yöntemler üzerinde durulacaktır. Son zamanlarda özellikle tek-
nolojinin gelişmesiyle birlikte klimatolojik çalışmalarda yeni metot ve teknikler kullanılmaktadır.
Meteoroloji istasyonlarından elde edilen verilerin basit anlamda özetlenmeleri yerine, çıkarsamalı istatis-
tiksel metotlarla incelenmesi klimatolojik araştırmaların temelini oluşturmaktadır (Gutman, 1989; Wilks,
1995;Van Storch ve Zwiers 1999; Francis ve Zwiers, 2004)). Klimatolojik verilerin yorumlanması genellikle
mekânsal ve zamansal bağlamda sonuçların karşılaştırılması prensibine dayalıdır. Bu tür karşılaştırmalar
aşağıda ifade edilen benzer sorulara cevap bulunmasına yardımcı olur.
• Belli bir zaman aralığında farklı lokasyonlarda ölçülen sıcaklık ortalamaları benzer midir?
• Farklı istasyonlarda ölçülen yağış miktarlarında meydana gelen değişkenlikler ne ölçüde benzerlik gös-
termektedir?
• Sıcaklık değerleri zaman içerisinde değişmekte midir? Nasıl?
• Alanda oraj tipinde yağış oluşma ihtimali nedir?
Meteorolojik veriler kullanılarak yapılan çıkarsamalar doğrudan probabilite teorilerini temel alır. Dolayısıyla
istatistiksel metotlarla yapılan değerlendirmeler ise çoğunlukla matematiksel işlemlerle gerçekleştirilir (Gut-

342
man, 1989). Bu bağlamda meteoroloji istasyonlarından elde edilen verileri analiz ederek ve farklı modeller
üreterek gelecekteki iklim konusunda tahmini sonuçlar üretilir. Bütün bu işlemler istatistiksel açıdan belli bir
güven düzeyinde değerlendirilir.
Veri Seti Değerlendirme
Klimatolojik çalışmalarda kullanılan veri setleri iklim elemanları ile ilgili meteoroloji istasyonlarında çeşitli
yöntemlerle ölçülen gözlem değerlerini ifade eder. Gözlem elde edilmesi muhtemel birçok değerin tek bir
ölçüm sonucunda elde edilen değerini gösterir. Örneğin, basit bir gözlem; termometre üzerindeki değerin
okunmasını veya yağışölçer üzerindeki seviyenin kaydedilmesini ifade eder. Diğer bazı meteorolojik gözlem-
ler daha da karmaşık bir yapıda olabilir. Sıcaklık ve basınç ölçümlerinde olduğu gibi bazı gözlemler devamlılık
arz eder ve hiçbir zaman ara verilmesine izin vermez (WMO, 1983). Yağış gibi bazı elamanlara ait ölçümler
süreklilik arz etmezler, sadece yağış gerçekleştiği dönemlerde yapılır. Bu durumda da devamlılık arz eden
ölçümler için popülasyonun bir sınırı olmaz ve sonsuzdur. Devamlılık arz etmeyen elemanların popülasyonu
ise belirlenen sınırlar içerisindeki sayısı kadardır. Bazı bulut tipi ve hava durumu gibi tanımsal kategoride yer
alan olayların matematiksel ifadesi olamaz ve sayısal değerlerle ifade edilmezler.
İstatistiksel analizlerin çoğu örneklem verileri kullanılarak gerçekleştirilir. Örneklem ise popülasyonu en iyi
temsil eden gözlem değerlerinden oluşur. Örneklem ne kadar büyükse popülasyonun karakterini yansıtma
ihtimali o denli yüksek olur. Klimatolojik çalışmaların büyük bir bölümü örneklem üzerinde yapılır. Ancak bu
durumda araştırıcı kullandığı veri setinin çalışma alanının genel karakterini ortaya koyacak nitelikte oldu-
ğundan emin olmalıdır. Ancak heterojenlik, zamana bağımlılık ve mekândaki değişkenlikler eldeki verinin
yorumlanmasını karmaşık hale getirebilir (WMO, 1983).
Veri setini tanımlamadan ya da kullanmadan önce eldeki verinin geçerlilik, güvenirlilik ve kesinlik testlerin-
den geçirilmesi gerekir. Daha önceki bölümlerde veri kalitesini belirleyen özellikler ele alındığı için burada
bu konuya değinilmemiştir. Hiçbir zaman ilk başta elde edilen verilerin doğru ve geçerli olduğu kabul edil-
memelidir. Bu nedenle veri setinin kontrolden geçip geçmediği konusunda bilgi sahibi olunmalıdır. Eğer veri
setinin geçmişi ile ilgili yeterli bilgi yoksa kullanılmadan önce homojenlik testlerine tabi tutulmaları gerekir.
Homojenlik Testi
Klimatolojide zaman serileri kullanılarak eğilim ve değişim analizleri yapılırken verilerin homojen olması
önemlidir (Alexandersson, 1986; Vincent vd., 2002; Della-Marta ve Wanner, 2006). Homojen iklim verileri
ise sadece zaman içerisinde iklim elemanlarına ait değerlerde meydana gelen varyasyonları ifade eder. Öl-
çüm hataları veya istasyonların yerlerinin değişmesinden kaynaklanan değişkenlikler verinin homojenliğini
bozar (Gutman, 1998). Dolayısıyla homojen veri, iklimsel değişkenliği doğru olarak ortaya koyması anlamın-
da önemlidir.
Klimatolojik çalışmalarda kullanılan veri setleri ölçüm cihazı, kodlama, süreç veya diğer nedenlerle sisteme
dâhil olacak hataları içermemelidir. Ancak iklimsel veriler, tümüyle hatasız değildir. Hatalar sistematik veya
random özellikte olabilir. Sistematik hatalar gözlemlerin tamamını aynı yolla etkiler. Bu tür hataların büyük
bir kısmı ölçüm cihazına bağlı ölçüm hatalarıdır. Random özellikteki hatalar ise pozitif veya negatif etkiye
sahip hata türüdür (WMO, 1983). Örneğin termometreyi ya da plüviyometreyi okuyup kaydeden görevlinin
sonuçları yanlış okumasıyla ortaya çıkan hata bu gruba girer. Doğru analizler ve değerlendirmeler için veri
setlerinin homojen yapıda kalması için dikkatli olunması gerekir. Örneğin kullanılan cihazların dahi değişme-
meleri gerekir. Ancak uzun süre klimatolojik gözlem yapan istasyonlarda ne yazık ki elde edilen veri setlerini
etkileyen klimatolojik olmayan birçok neden bulunmaktadır. Bu nedenler istasyonun yer değiştirmesi, arazi
kullanımının farklılaşması, cihaz tipleri gözlem hataları, hesaplama yanlışları gibi faktörleri saymak müm-
kündür. İstasyon değişimi gibi bazı durumlar veri setlerinde çok belirgin süreksizliklerin oluşmasına neden

343
olurken, diğer faktörler daha belirsiz ve tedrici hataların oluşmasına neden olur. Ancak her iki durumda da
veri seti heterojen hale gelir ve neticede de zaman serilerinin uygun bir şekilde analizlerinin yapılmasını
mümkün olmaz (Gutman, 1998; Mann, 2004)). İstasyonların yer değiştirmesi klimatik etmenlerle ilgili yapı-
lan ölçümlerin hepsini eşit şekilde etkilemeyebilir. Yukarıda sözü edilen hataların elenebilmesi için klimatolo-
jik verilerin metadata (bilgi kaynağı) bilgisi ile dağıtımlarının yapılması gerekir. Bütün bu sebeplerden dolayı
analizlere başlamadan önce veri setleri üzerinde homojenlik testlerinin uygulanması çok önemlidir. Bu tür
testlere Thoms, Kruskal-Wallis ve run testleri örnek olarak verilebilir.
Hesap Periyotlarının Belirlenmesi
Dünya meteoroloji örgütünün kuralları gereğince klimatolojik standart normaller 30 yıllık periyotlar dikka-
te alınarak belirlenmelidir (WMO, 1983). Örneğin 1 Ocak 1901 ile 31 Aralık 1930, 1 Ocak 1931- 31 Aralık
1960 gibi periyotlar kullanılmalıdır. Bu durumda güncel bir değerlendirme yapılacaksa 1 Ocak 1991-31 Aralık
2020 arasındaki periyot dikkate alınacaktır. Ancak burada istasyonlardaki ölçümlerin çok farklı zamanlarda
başladığı göz önünde bulundurulmalıdır. Bu durumda da araştırıcı çalışma alanına has 30 yıllık periyotlar be-
lirleyebilir. İklimsel trendler konusunda çalışma yapan birçok araştırıcı son otuz yıl için elde edilen ortalama
değerlerin, klimatolojik standart normallerin belirlenmesi sürecinde kullanılmasının daha doğru sonuçlar
ortaya çıkaracağını savunmaktadır. Ancak genel bir karşılaştırma için her otuz yılda bir bu tür hesaplamaların
yapılması, Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) tarafından tavsiye edilmektedir. Zorunluluk hallerinde otuz
yıllık gözlem değerlerine sahip olmayan istasyonlar için de iklimsel ortalamalar hesap edilebilir. Bu tür hesap-
larla elde edilen değerlere öncül normaller adı verilir. Ancak sağlıklı sonuçlar için gözlem periyodu 10 yıldan
az olmamalı ve başlangıç Ocak ayı bitiş ise Aralık ayına denk gelmelidir. WMO tavsiye etmese de bazı ülkeler
ortalamalarını her 10 yıl için hesaplamaktadır.
Gerekli durumlarda standart normallerin ölçüldüğü periyotlar yeniden düzenlenebilir (Dixon ve Shulman,
1984; Angel vd., 1993; Huang ve ven den Dool, 1996). Bu bağlamda çalışma alanındaki istasyonların tama-
mını kapsayan ortak bir zaman dilimi üretmek için bu tür düzenlemeler yapılabilir. Örneğin, ölçümlere 20.
yy. sonlarında başlanan istasyonların bulunduğu bir alanda 30 yıllık dönem 1980-2010 aralığını kapsayabilir.
Bazı araştırıcılar normal ortalama periyotlarının sıcaklık için 30 yıldan daha az bir sürenin optimum, yağışlar
için ise 30 yıldan daha fazla bir sürenin daha uygun olduğunu ortaya koymuşlardır (WMO, 1983)).
Veri Setinin Nitel Görsel Sunumu
Veri setlerinin ortak özellikleri olan ortalama ve tipik değerleri, gözlemlerin ranjı, beklenmedik değerlerin
varlığı veya kümelenme durumları görsel olarak nitel biçimde ortaya konulabilir. Ancak sistematik bir or-
ganizasyona sahip olmayan geniş veri setlerinin analizi ise çok zordur. O yüzden yığın halde elde edilen veri
setlerinin ilk başta görsel sunuma hazır hale gelecek şekilde düzenlenmeleri gerekir.
Meteoroloji istasyonlarından elde edilen ve kalite kontrolünden geçen veri setlerinin nitel sunumlarının ya-
pılmasını sağlayan birçok metot bulunmaktadır. Bu anlamda ilk yapılacak işlem, verilerin artış ve azalışını
gösterecek şekilde organize edilmesidir (WMO, 1983). Düzenlenmiş veriler, grafikler veya tablolar yoluyla
görsel hale getirilebilirler. Böylece veri seti ile ilgili bazı karakteristik özelliklerin ortaya konulması mümkün
hale gelir. Örneğin ekstrem durumlar veya ranj bu yolla rahatça ortaya konulabilir. Diğer bir yöntem ise veri
setinin çeşitli aralıklarda gruplandırılmasıdır. Böylece her bir aralık için sayımlar ve değerlendirmeler yapıla-
bilir. Örneğin frekans dağılımları ya da histogram grafikleri ile veri setinin dağılış biçimi ile ilgili bilgiler kolay-
lıkla elde edilebilir. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus grup sınırlarının doğru sonuçları ortaya
çıkaracak nitelikte olmasıdır. Frekans dağılımlarını en iyi ortaya koyan görsel sunum tekniklerinden birisi de
kümülatif frekans dağılım grafikleridir (Şekil a, b, c, d). Bu tür sunumlar belli yüzdelik değerlerin altındaki
veya üstündeki dağılımların belirlenmesinde kullanılır. Diğer bir görsel sunum yöntemi ise kutu grafiği ile

344
gövde ve yaprak diyagramıdır. Veri setinde zaman önemli ise gözlem değerleri zaman parametresi ile kul-
lanılarak zaman serileri elde edilir. Eğer veri seti iki elementten oluşuyorsa (örneğin rüzgâr hızı ve yönü),
saçılma diyagramı kullanılarak çeşitli sonuçlar elde edilebilir. Bir elementin kümülatif değerlerinin diğer bir
elementin kümülatif değerleri ile karşılaştırılması ile elde edilen çift kütle grafikleri klimatolojik verilerin ho-
mojenlik testlerinde kullanılır. Görsel teknikler çoğunlukla kullanıcının hayal gücüne bağlı olup, temelde bu
tür teknikler verinin hızlı bir şekilde değerlendirilmesi ya da gözden geçirilmesine imkân verir. Hangi teknik
kullanılırsa kullanılsın grafikler, veri setinin genel karakterini basit ve yorumlaması kolay bir yolla ortaya koyar.
Şekil 1: a) Kümülatif frekans, b) Kutu grafiği, c) Gövde Yaprak, d) Çift Kütle grafiği (Bovee, vd, 1998. ve Tekin,
2013)

345
Zaman Serileri
Olayların meydana geliş zamanlarına göre sıralanmaları yoluyla elde edilen veri setlerine zaman serileri adı
verilir. Zamana bağlı değişkenlikleri belirlemek amacıyla üretilen ve gözlem değerleri ile zamanın kullanıldığı
bu tür grafikler veri setlerinin nicel değerlendirilmesi açısından çok önemlidir (WMO, 1983). Klimatolojide,
ölçümü yapılan iklim elementinin tarihsel davranışını özetlemesi nedeniyle bu tür trend analizleri olduk-
ça sık kullanılır. Zaman serilerinde genellikle lineer trendler ölçülse de bazı durumlarda doğrusal olmayan
trendlerin tespit edilmesi gerekebilir. Örneğin zaman içerisinde gözlenen değerlerin yükselmesi veya düş-
mesi iklimsel değişkenliğin belirlenmesinde ya da yorumlanmasında önemli ipuçları verebilir. Doğrusal veya
doğrusal olamayan iklimsel eğilimler, iklim parametrelerinin belli bir aralıktaki değişkenliklerini açık bir şe-
kilde ortaya koyar. Zaman içerisinde iklim sistemi belli bir doğrultuda karakter ortaya koyarken, bu özelliği
değişerek ya da dramatik bir dönüşle aksi yönde bir seyir izleyebilir. Bazen zaman serilerindeki değişkenlik
çok yavaş ve belirsiz olarak uzun yıllar boyunca devam edebilir. Bu durum gelecekle ilgili tahminlerin yapıl-
masını zorlaştırabilir. Bazı durumlarda da gözlem değerlerinde çok hızlı değişkenliklerle birlikte düzensiz bir
zaman serisi ortaya çıkabilir. Bu durumda daha detaylı ve farklı zaman periyotlarını içerisine alan analizlerin
yapılması gerekir (Huang vd., 1996). Kısacası; zaman serilerinin temel amacı; belli bir zaman diliminde göz-
lenen iklim elemanlarında meydana gelen değişkenliklerin analizlerinin yapılmasıdır. Doğrusal trendler en
küçük kareler regresyon çizgisi ve eğim durumu ile ifade edilir. Doğrusal olmayan eğilimler ise matematiksel
katsayıların belirlediği uygunlukta bir gösterimle ortaya konulurlar. Örneğin polinomiyal veya logaritmik bir
şekilde gösterimleri yapılabilir (WMO, 1983).
Yaygın olarak iklim elemanları ile ilgili yapılan ölçümlerin birbirine benzeme olasılığı daha yüksektir. Birbirini
izleyen ölçümler arasındaki benzerlikleri ortaya koyan en yaygın metotlardan birisi ise otokorelasyon katsa-
yısıdır (Wang, 2008). Bu metot standart korelasyon katsayısına benzese de burada ikinci seri birinci serinin
aynısıdır ve zaman içerisinde teker teker değişim gösterir. Zaman serilerinin analizinde kullanılan diğer yay-
gın yöntemler ise otoregresyon ve hareketli ortalamadır. Otoregresyon bir tür lineer regresyon tekniği olup,
gözlem değeri ile ondan önceki bir veya daha çok değer arasındaki ilişkiyi ortaya koyar (otokorelasyon).
Hareketli ortalama tekniğinde ise gözlenen seriler, random serilerinin bir fonksiyonu olarak kabul edilir. Bu
iki metodun kombinasyonuna otoregresyon ve hareketli ortalamayı ifade edecek şekilde ARIMA analizi adı
verilir.
Çok Değişkenli Analiz
Çok değişkenli veri setleri birden fazla elementin kullanılması ya da bir elementin birden çok mekândaki
durumunun incelenmesi sırasında tercih edilir (Hair vd., 1998). Bu tür veri setleri ile çok çeşitli amaçlara
yönelik çalışmalar yapılır. En önemli kullanım amacı kompleks verilerin basit anlaşılır bir yolla sunumlarının
yapılmasıdır. Grup oluşturan elementlerin sınıflandırılmaları ya da birbirleri ile olan bağlantıları bu yöntem-
lerle incelenebilir. Gözlemlerin zamansal durumlarının incelenmesi bu tür analizlerin hedefleri arasında yer
almaz. Çünkü zamansal analizler ayrık veri setleri kullanılarak gerçekleştirilir. Aşağıda klimatolojide yaygın
olarak kullanılan çok değişkenli analizler ele alınmıştır (WMO, 1983).
Ana Bileşenler Analizi (Ampirik Ortogonal Fonksiyon) çok değişkenli veri setlerinde çok boyutluluğu azaltan
bir tekniktir. Veri setlerinin kompleks yapılarını basitleştiren bu yöntem klimatolojik çalışmalarda yaygın bir
şekilde kullanılır. Ana Bileşenler Analizi, birbirleri ile ilişkili gözlemleri ayrıştırarak veri setinin orijinal varyan-
sını içeren yeni ve ilişkisiz (ortogonal) fonksiyonları ortaya çıkarır. Elde edilen bu ampirik ortogonal fonksi-
yonlara ana bileşenler adı verilir ve sıralanmış serilerden birincisi varyansın büyük bir kısmını açıklar, ikinci
bileşen ikinci en çok paylaşılan varyansı verir ve işlem bu şekilde devam eder. Varyansların büyük bir kısmı ilk
birkaç bileşende tanımlandığı için, bu metot gözlem verilerindeki gürültü hatalarını da düşüren bir özelliğe
sahiptir. Bireysel bileşenler tek bir klimatolojik elemanla ilgili olabilir. Bu yöntem yaygın bir şekilde yüzeysel

346
sıcaklıkların analizinde kullanılmaktadır. Ayrıca yağış dağılışı, atmosferik kirleticiler, basınç ve benzer klima-
tolojik olayların incelenmesi sırasında tercih edilir. Benzer şekilde mekânsal iklim tahminleri bu yöntemle
yapılabilmektedir.
Faktör Analizi geniş data setlerinden daha az sayıda faktörün elde edilmesinde kullanılır. Klimatolojide ise
bu yöntem Yönlendirilmiş (rotated) Ana Bileşenler Tekniği olarak adlandırılır. Faktör Analizi yönteminin Ana
Bileşenler Tekniği’nden ayrılan yönü faktörlerin ilişkisiz olmasıdır. İklimsel incelemelerde faktör birden fazla
olduğu için analizleri de zordur. Bu teknik daha çok sinoptik klimatolojik analizlerde kullanılmaktadır.
Kümeleme Analizi ayrık gözlemleri kullanarak benzer grupların oluşturulması süreçlerini kapsar. Birçok kü-
meleme tekniği bulunmaktadır. Farklı metotlar kullanılarak farklı dokuların tespit edilmesi amaçlanır. Ancak,
bu metotta grup içi ortalama, diğer ikinci grubu oluşturan gözlemlerin ortalamasından farklıdır. Grup içi me-
safenin gruplar arası mesafelerden farklı olması prensibine dayalı olarak işlemler gerçekleştirilir (Karabulut
vd., 2004). Mesafelerin ölçülmesinde yaygın olarak oklid mesafesi kullanılması zorunlu olmasa da hesaplar
sırasında belli kriterlere uyulması gerekir. Kullanılması gereken kriterlerden birisi ise A ile B arasındaki mesa-
fenin ölçüm değeri, B’den A’ya olan ölçüme eşit olmalıdır (Yani ölçülen mesafe her iki yönde de eşit olmak
zorundadır). İkinci kriter ise elde edilen mesafe değerinin her zaman pozitif olmasının gerekliliğidir. Üçüncü
kriter; üçgeni oluşturan üç nokta arasındaki kenarlardan bir tanesi, diğer iki kenar toplamına eşit veya daha
küçük olmalıdır. Dördüncü kriter eğer A’dan B’ye mesafe sıfır ise A ve B aynıdır. Her bir teknik aşamalı (iterati-
ve) olarak veriyi istenilen ya da gerekli küme sayısına ulaşıncaya kadar gruplara dâhil eder. Ancak bu kararları
vermeye yarayan objektif kurallar mevut değildir. Bu nedenle klimatolog kaç grup oluşturacağını tecrübe-
si ile karar vermelidir. Bu metodu kullanarak klimatolojik olarak Türkiye bölgelere ayrılabilir. Hatta mevcut
bölge sayısı kullanılarak Türkiye bölgelerinin sınırlarının klimatik sınırlara uyup uymadığı test edilebilir. Bu
bağlamda bu teknikle çeşitli klimatik elemanlar kullanılarak homojen bölgelerin tespit edildiği çalışmalar
mevcuttur (Yurdanur vd., 2003).
Klimatolojide bağımlı değişken bir adet, bağımsız değişkenler birden fazla ise bağımlı değişken ile bağımsız
değişkenler arasındaki ilişki çoklu regresyon katsayısı ile belirlenir. Ancak herhangi bir iklim çalışması sıra-
sında bağımlı ve bağımsız değişken sayısı birden çok ise bu durumda kanonik korelasyon analizi kullanılır
(Shabbar ve Barnston, 1996; Cannon ve Hsieh, 2008; Yaeji vd., 2012). Konanik korelasyon analizi iki grup
arasındaki bağımlılığı (interdependence) ortaya koyar. Bu yöntem, birkaç doğrusal bileşen oluşturulması ile
ilgili olup, bu doğrusal bileşenler yoluyla iki veya daha fazla küme arasındaki ilişkiler en iyi şekilde ortaya
konmaktadır. Bu doğrusal bileşenler “kanonik değişkenler” ve aynı şekilde kanonik değişkenlerin benzer
çiftleri arasındaki ilişkiler de “ kanonik korelasyonlar” olarak adlandırılır. Klimatolojide bu metot tele bağlan-
tıların tahmini, istasyon olmayan alanlarda sel tahmini, basınç alanları ve rüzgâr paternleri arasındaki ilişki
incelenirken kullanılabilir.
Sayısal Modellemeler
Genel anlamda klimatolojik model; fiziksel, biyolojik ve kimyasal prensiplere dayanan yerküre iklim sistemi-
nin matematiksel sunumu olarak tanımlanabilir. Diğer bir ifade ile iklim modelleri, yerküre iklim sistemine
ait çeşitli bölümlerin sayısal temsili olarak kabul edilebilir (IPCC, 1997; Goosse vd., 2013). Bilim adamlarının
iklim modelleri üretmesinin çeşitli sebepleri bulunmaktadır. Bu sebeplerden birisi kompleks iklim yapısının
çeşitli formüller yoluyla basitleştirerek daha kolay anlaşılmalarını yada analizlerini sağlamaktadır. Ancak bu
durum özellikle basit modeller için doğrudur. Sayısal iklim modelleri tek ve basit matematiksel formülden
başlayıp daha karmaşık (okyanus-atmosfer etkileşimini ortaya koyan) formüllerle ifade edilebilir. Temel ik-
lim elemanları olan sıcaklık, yağış, basınç ve rüzgârlarla ilgili çözümlemeler oluşturulan sayısal modellerle
incelenir. Bu tür modellere Genel Dolaşım Modeli (GDM) adı verilir. Günümüzde iklim sistemleri ile ilgili en
güvenilir ve kapsamlı tahminler bu sözü edilen modeller yoluyla elde edilmektedir. Bu modeller global, ya-

347
rım küresel veya kıtasal ölçekte atmosferik olayların simülasyonu sırasında kullanılırlar. Özellikle doğal iklim
değişkenlikleri ve sera gazları emisyonuna bağlı insan kaynaklı iklim varyasyonları Genel Dolaşım Model-
leri kullanılarak analiz edilir. Bu modellerle Okyanus Genel Dolaşım Modelleri ile birlikte kullanılarak daha
kompleks problemlerin çözümü hedeflenir. Bu tür modellerle elde edilen sonuçlara Hükümetler Arası İklim
Değişikliği Paneli (IPCC) yayınlarından ulaşılabilir. Özellikle gelecekte iklimin nasıl şekilleneceği konusundaki
kestirimler GDM yoluyla yapılmaktadır (IPCC, 1997).
Bu tür modellerin ortaya koyduğu sonuçlar zaman ve mekân ölçeğinde anlam kazanırlar. Yani elde edilen
kestirimler belli zaman dilimindeki mekânsal çözünürlükten etkilenir. Örneğin; bazı modeller global veya
zonal ortalamalar ortaya koyarken, diğer bazı modellerin mekânsal çözünürlüğü 500 veya 250 km’den daha
küçük olabilir. Zaman ölçeği ise dakikadan başlayıp birçok yılı kapsayabilir. Bütün bu tür seçimler üzerinde
çalışılan süreçlere bağlı olarak değişkenlik gösterir.

Sonuç
İklim meydana getirdiği çok yönlü etkileri nedeniyle günümüzde üzerinde yoğun olarak araştırmalar yapılan
en önemli konulardan biridir. Jeolojik devirler boyunca yerküre ikliminin dengesi çeşitli nedenlerle bozulmuş
ve iklimde de büyük değişmeler meydana gelmiştir. Bu değişime 19. yüzyılın ortalarından itibaren insan
etkilerinin de katkısı olduğu düşünülmektedir. Meydana gelecek iklim değişikliklerinin özellikle kurak ve
yarı kurak bölgelerde tarım, ormancılık ve su kaynakları açısından olumsuz etkilere yol açacağına dair uyarı-
lar birçok araştırıcı tarafından yapılmaktadır. Bu nedenle klimatoloji alanında çalışma yapan coğrafyacıların
iklim ve insan etkileşimleri konusuna odaklandıkları görülmektedir. Klimatoloji biliminin temel özellikleri za-
man içerisinde çok fazla değişime uğramamış olsa da teknolojinin ilerlemesi ile birlikte veri toplama, analiz
ve değerlendirme tekniklerinde değişimler meydana gelmiştir. Özellikle bilgisayar ve uydu teknolojilerindeki
gelişmeler yani tekniklerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Klimatolojik analizlerin büyük oranda arşiv ve-
rilerine bağımlı olması, veri setlerinde heterojenlik riskinin bulunması, verilerin farklı mekânsal ve zamansal
ölçekte toplanmış olması gibi nedenler yapılacak değerlendirmelerin çok dikkatli bir şekilde tamamlanma-
sını zorunlu kılmaktadır. Diğer bir ifade ile bu tür çalışmalarda hem teknolojiye hem de sayısal tekniklere
hakim olunması gereği vardır. Çünkü kullanılan tekniklerin avantaj ve dezavantajlarının neler olduğu bilin-
meden yapılacak değerlendirmeler yanlış yorumların ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Ancak, dikkatli bir
kullanımla günümüz teknolojisi ve metotlarının, karmaşık bir yapıya sahip olan yerküre ikliminin geçmişi,
bugünü ve geleceği ile ilgili doğru ve yararlı bilgiler üreteceği bir gerçektir.

Kaynakça
Alexandersson, H., (1986). A homogeneity test applied to precipitation data. International Journal of
Climate, 6, 661‑ 675.
Angel, J.R., Easterling, W.R. and S.W. Kirtsch, (1993). Towards defining appropriate averaging periods for
climate normals. Climate Bulletin, 27, 29‑44.
Bovee, K. D., B. L. Lamb, J. M. Bartholow, C. B. Stalnaker, J. G. Taylor, and J. Henriksen, 1998, Stream
Habitat Analysis Using the Instream Flow Incremental Methodology: Biological Resources Discipline In-
formation and Technology Report USGS/BRD-1998-0004)
Cannon,A. J.and Hsieh, W. W., (2008), Robust nonlinear canonical correlation analysis: application to
seasonal climate forecasting, Nonlin. Processes Geophys., 15, 221–232,
Della‑Marta, P.M. and H. Wanner,(2006). Method of Homogenizing the Extremes and Mean of Daily
Temperature Measurements. J. Climate, 19, 4179‑4197.

348
Dixon, K.W. and M.D. Shulman, (1984). A statistical evaluation of the predictive abilities of climatic ave-
rages. J. Climate. Appl. Meteorol., 23, 1542‑1552.
Francis, W. and H. S. Zwiers, (2004). On the role of statistics in climate research, International Journal
of Climatology, 24, 665–680.
Goosse H., P.Y. Barriat, W. Lefebvre, M.F. Loutre and V. Zunz, (2013). Introduction to climate dynamics
and climate modeling. Online textbook available at http://www.elic.ucl.ac.be/textbook.
Guttman, N.B. (1989). Statistical descriptors of climate. Bull. Amer. Meteorol. Soc., 70, 602‑607.
Guttman, N. B. , (1998), Homogeneity, data adjustments and climatic normals, National Climatic Data
Center, Asheville, NC.
Hair, Joseph F., Jr., Rolph E. Anderson, Ronald L. Tatham, and William C. Black. (1998). Multivariate data
analysis, 5th edition. Upper Saddle River, New Jersey: Prentice-Hall, Incorporated.
Huang, J., van den Dool, H.M. and A.G. Barnston, (1996). Long‑lead seasonal temperature prediction
using optimal climate normals. J. Climate, 809‑817.
IPCC, (1997). An Introduction to Simple Climate Models used in the IPCC Second Assessment Report ‑
IPCC Technical Paper II (J.T. Houghton, Meira Filho, L.G., Griggs, D.J. and K.Maskell, eds).
Karabulut, M., Gürbüz, M. ve Sandal, E.K. 2004, Hiyerarşik kluster (küme) kullanılarak Türkiye illerinin
sosyo-ekonomik benzerliklerinin analizi, AÜ-DTCF, Coğrafi Bilimler Dergisi, 2(2), 65-78.
Mann, M. E., (2004). On smoothing potentially non‑stationary climate time series. Geophys. Res. Lett.,
31, L07214, doi:10.1029/2004GL019569.
Shabbar, A. and A. G. Barnston, (1996). Skill of seasonal climate forecasts in Canada using canonical cor-
relation analysis. Mon. Wea. Rev.,124 (10), 2370‑2385.
Tekin, M. E. 2013, Biyoistatistik, ders notları, http://www.veteriner.selcuk.edu.tr/resimler/biyoistatistik.
pdf
Von Storch, H., and F.W. Zwiers, (1999). Statistical analysis in climate research. Cambridge University
Press.
Vincent, L.A., Zhang, X., Bonsal, B.R. and W.D. Hogg, (2002). Homogenization of daily temperatures over
Canada. J. Climate, 15, 1322‑1334.
von Storch, H. and F.W. Zwiers, (1999). Statistical analysis in climate research. Cambridge University
Press, Cambridge.
Wilks, D.S., (1995). Statistical methods in the atmospheric sciences. Academic Press, Inc., 465p.
WMO‑No. 100, (1983). Guide to Climatological Practices, 2nd ed.
Wang, X. L., (2008). Accounting for autocorrelation in detecting mean‑shifts in climate data series using
the penalized maximal t or F test. J. Appl. Meteorol. Climatol, 47, 2423–2444.
Yurdanur, U., T. Kidnap and M. Karaca, (2003). Redefining the climate zones of Turkey using cluster analy-
sis.International Journal of Climatology, 23(9), 1045–1055.
Yaeji L, J. Seongil, L. Jaeyong, O. Hee-Seok and K. Hyun-Suk, (2012). An improvement of seasonal cli-
mate prediction by regularized canonical correlation analysis, International Journal of climatology, 32,
1503–1512.

349
Okuma Listesi
Atalay, İ., (2010). Uygulamalı Klimatoloji, İzmir: Meta Basım.
Erinç, S., (1996). Klimatoloji ve Meteoroloji. İstanbul :Alfa Basım Yayın Dağıtım.
Erlat, E., (2009). İklim Sistemi ve İklim Değişmeleri. İzmir: Ege Üniversitesi Basımevi.
Erol, O., (2004). Genel Klimatoloji. İstanbul: Çantay Kitabevi.
Karabulut, M, (2008). Küresel ısınma ve iklim değişikliği, İçinde Çınar Özer ( ed.). Çevre Kirliliği ve Kontro-
lü, s,165-193, Ankara: Nobel Yayınevi,
Türkeş, M., (2010). Klimatoloji ve Meteoroloji, İstanbul: Kriter Yayınevi.
Gomez, B., Jones III, J. P., (2010). Research Methods in Geography. Willey-Blackwell, USA.

350
ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
VEJETASYON COĞRAFYASI
ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ
Murat KARABULUT
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi

Güncel Bitki Örtüsü


Arazi Metotları
Geçmiş Dönemlerdeki Bitki Örtüsü
Uzaktan Algılama ve Bitki Örtüsü

Giriş
Vejetasyon yeryüzünün bir bölümünde benzer yaşam özelliklerine sahip bitkilerin bir araya toplanma duru-
mudur. Vejetasyon aynı türlerin bir araya gelmesiyle oluşabileceği gibi farklı türlerin de bir araya gelmesiyle
ortaya çıkabilir. Bitki örtüsü orman, çalı veya otsu türlerden meydana gelebilir. Bu oluşumlar saf birlikler oluş-
turabileceği gibi karışık halde de bulunabilir. Vejetasyon Coğrafyası ise ortaya çıkan bu bitki birliklerinin yapı-
sı, gelişim dönemleri, sınıflandırılması, dağılışı ve çevreyle olan ilişkilerini inceler (Erinç, 1977; Atalay,1994) .
Ayrıca vejetasyonda zaman içerisinde oluşan değişimler de detaylıca ele alınır.
Coğrafyada bitki örtüsü ile ilgili modern anlamda ilk bilimsel çalışma Alexander Von Humboldt tarafından
1805 yılında yapılmıştır. Bu çalışma bitki taksonlarının mekânsal dağılışları ve evrimsel ilişkileri üzerine yo-
ğunlaşmıştır. Bu özelliğinden dolayı doğa bilimleri arasında dağılışı ele alması nedeniyle klasik bir çalışma
olarak kabul edilmiştir. Zaman içerisinde vejetasyonla ilgili çalışmalar çoğalmış yeni bakış açıları ve teknikler
ortaya çıkmıştır. Coğrafyacılar ise ortaya çıkan bu tekniklerden sadece bir kısmını kullanarak araştırmalar
yapmışlardır. Yerküre üzerinde yayılan bitki örtüsü çok karmaşık bir yapıya sahiptir. Bu yüzden konu ile ilgili
yapılan çalışmaların seçici olduğu ve belli konulara ya da alanlara yöneldiği görülmektedir. Çoğu zaman bu
tür yönelişler zorunluluktur. Bu bağlamda veri toplama yöntemi ve örneklem noktalarının coğrafi lokasyon-
ları konu ile ilgili iki önemli başlığı oluşturur.
Coğrafyacılar birçok metot kullanarak bitki örtüsü ile ilgili çalışmalar yapar. Hangi metot veya metotların
kullanılacağı çalışmanın amacına bağlı olarak değişkenlik gösterir. Kullanılan metotların çoğu nicel nitelikte
olup, bitkilerin çeşitli öznitelik özelliklerini sayısal olarak ölçmeyi ve analiz etmeyi amaçlar. Belli bir alanda-

351
ki bitki türleri, sayıları, yayılım karakterleri, frekansları ve yoğunlukları rakamsal değerler kullanılarak nicel
metotlarla incelenir (Gillespie ve MacDonald, 2010). Diğer taraftan gözleme dayalı nitel metotlar da araş-
tırmanın amacına bağlı olarak tercih edilebilir. Özellikle çalışılan konu hakkında tecrübeye sahip araştırıcılar
sayısal tekniklere başvurmadan gözlem yoluyla bitki örtüsü ile ilgili genel değerlendirmeler yapabilmektedir.

Güncel Bitki Örtüsü


Örtü: Bitki örtüsüyle ilgili yapılacak olan herhangi bir çalışmada ilk önce vejetasyon hakkında hangi bilgi-
lerin toplanacağına karar verilmesi gerekir. Diğer bir ifade ile bitki örtüsüyle ilgili hangi öznitelik verilerinin
toplanacağının planlanması gerekir. Bu aşamada karar verilirken çalışmanın amacı ve hedefi önemlidir. Bitki
örtüsü yaşam formları (otsu, çalı veya orman), dağılış paternleri, ekonomik olma durumları, ölçülebilirlik ve
doğru veriye ulaşma imkânları gibi durumlar toplanacak veriyle ilgili verilecek kararları etkiler. Yaygın olarak
ölçülen vejetasyon karakteristikleri frekans, örtü derecesi, yoğunluk, üretkenlik, yapı ve tür kompozisyonları
şeklinde sıralanabilir (USDA, 1996; Elzinga vd., 1998) (Tablo 1).
Tablo 1. Vejetasyon çalışmalarında kullanılan bazı formüller (Gillespie ve MacDonald, 2010)

Frekans: Bitki örtüsü incelemelerinde frekans en kolay ve hızlı yöntemlerden birisidir. Frekans belli bir alan-
da ve belli bir zaman diliminde bitki örtüsünün varlığı ve dağılışının bir ölçüsüdür. Diğer bir ifade ile üzerinde
çalışılan örneklem alanlarındaki türlerin bulunma sıklığıdır. Genellikle yüzde (%) cinsinden hesap edilir. Ör-
neğin çalışılan 50 örnek parselin 25’inde bir tür mevcutsa, o türün frekansı % 50’dir.
Frekans kullanılan örneklem alanının boyut ve şeklinden yüksek oranda etkilenir (USDA, 1996). Dolayısıyla
frekans ölçümleri aynı şekil ve boyuttaki alanlar kullanılarak yapılmalıdır. Çalışılan alanda çok sayıda tür eğer
kümeler halinde bir dağılım gösterirse düşük frekans değeri ortaya çıkar. Diğer taraftan daha az sayıda ferde
sahip olmasına rağmen örneklem alanında dengeli bir şekilde dağılmış olan bitki topluluklarının frekansı çok
yüksek olur. Frekans bitki türlerinin tohumlarının dağılım özelliklerinden de etkilenebilir. Bu durumda bir
türün frekansı yıllar arasında farklılık gösterebilir. Ayrıca odunsu türlerin frekans verileri iklimsel değişimleri
hassas bir şekilde yansıtmaz. Bu metot bitki örtüsü ile ilgili örtü, yoğunluk ve dağılım paternlerindeki deği-
şimleri belirlemede yetersiz kalabilir. Çünkü frekans sadece dağılımlardaki düzeni ortaya koyar. Frekans, yo-
ğunluk ile birlikte kullanıldığında alandaki bitkilerin bolluğu ve dağılım özellikleri hakkında sonuçlar verebilir.
Frekans dağılımı örneklem alanın ölçülerinden etkilenir. Çünkü geniş parseller yüksek frekans değerlerinin
elde edilmesi anlamına gelir.

352
Örtü, vejetasyon ve hidrolojik karakteristikler açısından çok önemlidir. Genel olarak bir bitkinin örnek par-
seldeki kaplamış olduğu alan örtü olarak kabul edilir. Bu bilgi her bir türün bitki topluluklarına yaptığı katkıyı
belirlemede kullanılabilir (Brocklehurst, vd., 2007). Örtü aynı zamanda alandaki hidrolojik fonksiyonların be-
lirlenmesi açısından da önemli ipuçları verir. Çünkü örtü biyotik ve edafik faktörlere karşı çok hassastır. Bu
parametre çoğunlukla mutlak matematiksel terimlerle metrekare veya hektar cinsinden hesap edilir. Ancak
yaygın bir biçimde yüzde cinsinden ifade edilir. Çalışılan alandaki otsu, odunsu, çalı türleri için örtü ayrı ayrı
değerlendirilir. Bireysel küçük bir türün parselin bir bölümünü işgal edebilmesi için çok sayıda bulunması
gerekir. Diğer taraftan aynı alanı yastık formundaki bir türün örtebilmesi için daha az bitkiye ihtiyaç vardır.
Bu yüzden örtü ve bolluk parametrelerinin birlikte değerlendirilmesi gerekir.
Yoğunluk: Yaprak, kanopi (taç), bazal ve yer örtüsü şeklinde dört tür örtü ölçüm yöntemi bulunmaktadır.
Yaprak örtü bitkinin yapraklarıyla birlikte izdüşümünün hesap edilmesi yoluyla yapılır. Dallar ve yapraklar
arasındaki boşluklar toplam alana dâhil edilmez. Kanopi örtüde ise bitkinin taç kısmının tamamının iz dü-
şümünün hesap edilmesi prensibine dayanır. Dallar veya yapraklar arasındaki boşluklar hesaba dâhil edilir.
Bazal (dip kaplama alanı) bir bitkinin toprağa yakın dip kısımları ile kapladığı alandır (Gillison, 2001). Genelde
oran olarak ifade edilir. Yer örtüsü ise bitki ile kaplı alanı ifade eder. Bu durumda toprak yüzeyini kaplayan
diğer örtü türleri de (cansız bitki parçaları, taş ve çakıl gibi) ayrı ayrı hesaplanır.
Bitkilere ait örtü parametresi iklim salınımlarına karşı hassas olduğu için çoğu zaman yorumlanmaları zordur
ve yanlış olabilir. Özellikle otsu türler için bu hassasiyet çok daha da önemli hale gelebilir. Diğer taraftan karı-
şık türlerin bulunduğu yerlerde örtü parametresi çok dikkatli değerlendirilmelidir. Eğer tür kompozisyonları
tespit ediliyorsa, her bir türün kanopisi, diğer türler ile karışma durumu dikkate alınmadan bireysel olarak
hesap edilmelidir. Alanın sadece genel durumu inceleniyorsa, alanda bulunan bütün türlerin kanopisi hesap
edilmelidir. Otsu toplulukların eğilimlerinin karşılaştırılması sırasında bazal örtü parametresi daha doğru so-
nuçlar verir. Çünkü bu parametre iklim salınımlarından daha az etkilenir.
Bitki topluluklarının karakteristik özellikleri incelenirken yoğunluk parametresi yaygın olarak benzer yaşam
formları ile ilgili parametreler karşılaştırılırken kullanılır. Yoğunluk birim alandaki her bir türün birey sayısını
ortaya koyar. Ancak çalışılan alandaki türlerin hepsini tek tek saymak çoğu zaman imkânsızdır. Özellikle bu öl-
çüm işlemi otsu türler için daha da güçtür. Böyle durumlarda bolluk (zenginlik) ölçüsü kullanılabilir. Yoğunluk
bitki örtüsü incelemelerinde çoğu zaman tek başına kullanılmaz, genellikle frekans parametresi ile birlikte
kullanılır.
Yoğunluk herhangi bir alandaki nesli tehlikede olan türlerin izlenmesinde kullanışlı bir parametredir (USDA,
1996). Yine yoğunluk aynı boyuttaki benzer bitki topluluklarının karşılaştırılmaları sırasında kullanılır. Örne-
ğin çalı türlerinin diğer çalı türleri veya otsu türlerin birbirleriyle karşılaştırılmaları bu yolla yapılabilir. Trend
analizleri sırasında türe ait birey sayılarının artış veya azalışını ortaya koyduğu için tercih edilir.
Bürüt Birincil Üretim bitkinin toprak altında ve üstünde üretmiş olduğu toplam organik materyal miktarı-
dır. Biokütle ise ekosistem içerisinde yaşayan bitkinin toplam ağırlığıdır. Diğer bir ifade ile belirli bir alan ve
hacimde bulunan bir bitkinin canlı ağırlığı biyokütle veya ayakta biyokütle olarak adlandırılır. Bitki örtüsü ile
ilgili coğrafi çalışmalarda Bürüt Birincil Üretim ve biyokütle parametreleri toprak altındaki bölümü de içerdi-
ği için çok kullanılmazlar. Ancak, ayakta biyokütle ölçümleri coğrafi açıdan daha kullanışlıdır. Bu parametre
çoğunlukla gelişme döneminin sonunda ölçülür (USDA, 1996). Fakat her bir bitki türünün farklı dönemlerde
en yüksek biyokütle seviyesine ulaştığı unutulmamalıdır. Karışık bitki topluluklarının bulunduğu yerde bu
parametrenin ölçümü zordur.
Yapı (Stüktür),bitkinin üç boyutlu mekânda nasıl düzenlendiğinin ölçüsüdür. Vejetasyon çalışmalarında
strüktür, doğa hayatına yaptığı katkı anlamında değerlendirmeler yapılırken kullanılır. Bitki örtüsü, özellik-

353
le sıcaklık koşullarında meydana gelen değişmeler nedeniyle dikey yönde tabakalar şeklinde sıralanır. Her
bir katmandaki bitki topluluğunun örtü, frekans ve yoğunlu gibi özellikleri önemlidir. Vejetasyonu büyüme
formlarına göre ağaç, çalı, ot ve yosun şeklinde gruplandırabiliriz. Farklı büyüme şekilleri dikey yapıyı ya da
tabakalanmayı oluşturur.
Kompozisyon, belirli bir alan üzerinde, çeşitli bitki türlerinin toplam alana oranlarının yüzdesi olarak tanım-
lanır. Bu parametre hesap edilmiş bir öznitelik olup doğrudan araziden elde edilemez. Kompozisyon yaygın
biçimde ekolojik özelliklerin değerlendirilmesi sırasında kullanılır.

Arazi Metotları
Bitki örtüsü ile ilgili yapılan araştırmalar sırasında, çalışılan alan üzerindeki bütün türleri kapsayacak şekilde
veri toplanması imkânsızdır ya da çok zordur. Bu nedenle hem doğru bilgiye ulaştıracak hem de zaman ve
paradan tasarruf sağlayacak şekilde örneklem alanlarının seçilmesi gerekir. Örneklem alanlarının seçilme-
siyle ilgili çeşitli nicel metotlar geliştirilmiştir. Bunları çizgi transekt, kemer (kuşak) transekt, nokta çerçeve
ve kuadrat metodu şeklinde sıralayabiliriz (Bkz. Şekil 1) (USDA, 1996; DEC, 2009; Gillespie ve MacDonald,
2010; Pagare, 2010).

Şekil 1. Vejetasyon transekt örneklem metotları: a) Çizgi b) Kemer c) Kuadrat

Çizgi Transekt
Çizgisel bir hat boyunca belli aralıklarla ya da kesişme noktaları bağlamında bitki türlerinin ve yapılarının
ölçülmesi metodudur (Buckland, 2007). Örneğin; 25 m uzunluğunda bir şerit metre boyunca otsu türlerin
belirlenmesi şeklinde uygulanır (Şekil a). Kullanılan ip veya şerit metre üzerinde toplam örneklem uzunluğu
dikkate alınarak aralıklar belirlenir ve her bir aralıktaki bitkiler kaydedilir. Örneğin örneklem boyutu 25 m ise
örneklem aralıkları 1 m olacak şeklinde ayarlanırken; eğer 1 m’lik bir alanda otsu türler inceleniyorsa, her
10 cm’de bir bitki varlığı tespit edilebilir. Bitkilerle ilgili boy, tür veya yapısal özellikler hakkında bilgiler topla-
nabilir. Örneklem çizgisinin uzunluğu ve ne kadar örnek alınacağı tamamen araştırmanın veya araştırıcının
objektiflerine bağlıdır. Bu yöntem parselleme yönteminin kullanılamadığı engebeli arazilerde tercih edilir.
Özellikle yamaç arazilerde vejetasyon kuşaklarının nerede başlayıp nerede bittiği, her bir katmanın kompo-
zisyon özellikleri ve hâkim bitki türleri bu yolla ortaya konur.
Kuşak Transekt
Bu metot ile belli bir genişlikte ve uzunlukta kuşak benzeri bir örneklem alanı seçilir (Şekil b). Kuşak genişliği
vejetasyon tipine bağlı olarak belirlenir (USDA, 1996). Yoğun otsu bitki örtüsünün bulunduğu yerlerde tran-
sekt genişliği küçülürken, çalı formasyonu ya da orman bitki topluluklarının bulunduğu arazilerde genişlik
onlarca metre olabilir. Örneğin; transektler 1x10 m, 2x10 m veya 3x50 m boyutlarında tercih edilebilir. Daha

354
geniş alanı örneklendirmek için birden fazla kuşak alanı belirlenebilir. Örneğin 3x150 m ebadındaki tran-
sektler 50 m aralıklarla arazide yerleştirilebilir. Kuşak üzerine isabet eden bitkiler detaylı bir şekilde sayılır
ve kaydedilirler. Kuşağa denk gelen çalı veya ağaç formasyonundaki türlerin gövde kalınlıkları, boyları veya
diğer özellikleri ölçülür. Bu yöntemde her bir türün lokasyonu belirlenerek alandaki bitki profillerinin belir-
lenmesi de mümkün hale gelir. Bu nedenle bireysel çalı ve ağaç türlerinin belirlenmesi için bu metot idealdir.
Transekt metodunda örneklenen alan çok geniş olabildiği için, arazideki bitki varlığını en iyi ortaya koyan
teknik olarak kabul edilir.
Kuadrat Metodu
Bu metot genellikle kenar uzunlukları eşit olan kare çerçevelerin kullanılarak bitki örtüsü hakkında bilgi top-
lama süreçlerini içerir (Şekil c). Çok yaygın bir şekilde tercih edilen bu yöntem, belirlenen çerçeve içindeki
bitki türlerinin örtü dereceleri, kompozisyon, boy ve yoğunluk gibi özelliklerinin belirlenmesi esasına dayanır
(USDA, 1996; Gillespie ve MacDonald, 2010). Belirlenen alan objektiflere ve arazinin durumuna göre kare
olması yanında dikdörtgen hatta daire şeklinde de olabilir. Coğrafyacılar genellikle 1 hektarlık veya 100x100
m alanda orman örtüsü, 10x10 m’lik alanda çalı ve 1x1 m alanda otsu türlerle ilgili ölçümler yapar. Ancak
geniş parsellerin tercih edildiği çalışmalarda çerçeve alanı daha küçük eşit alanlara bölünerek ölçümler ya-
pılır. Böylece daha detaylı ve hiçbir tür gözden kaçmayacak şekilde ölçüm yapılmış olur. Özellikle orman altı
florasının belirlenmesi sırasında daha da küçük parsellerin tercih edilmesi gerekebilir. Bu nedenle kuadrat
boyutlarının doğru seçimi çok önemlidir. Ayrıca, seçilen parsellerin çalışma alanının bütününü temsil ettiğin-
den emin olunması doğru sonuçlar için gereklidir.

Geçmiş Dönemlerdeki Bitki Örtüsü


Coğrafyacılar geçmiş dönemlerde, özellikle Kuvaterner’de bitki örtüsünde meydana gelen değişimleri ik-
limle ilişkilendirerek ortaya koymaya çalışırlar (Gillespie ve MacDonald, 2010). Bu tür çalışmalar yapılırken
genellikle fosillerden ve ağaç halkalarından faydalanılır. Özellikle gölsel sedimentler veya turbalık alanlardan
elde edilen polenler bu anlamda o dönemin bitki kompozisyonu hakkında çok önemli ipuçları verir. Yaprak,
tohum, gövde veya mikroskobik polen kalıntıları geçmiş bitki örtüsünün göstergeleridir. Fosil polen analizleri
ile uğraşan alt bilim dalına palinoloji adı verilir (Akyol, 1964). Coğrafyada palinolojik çalışmalar esnasında
modern ve fosilleşmiş polenlerin yanı sıra mikro ve makro kömürler ile yosun kalıntıları gibi polen olmayan
bitkisel kalıntılar da kullanılır. Fosil nitelikteki bitki polenler, turbalıklardan, denizel sedimentler veya alüv-
yal depolar içerisinden çeşitli aletler kullanılarak toplanırlar. Örneklerin düzenli bir şekilde alınması ile bitki
örtüsünün zaman içerisinde yerel ve bölgesel ölçekte uğradığı değişiklikleri belirlemek mümkün olur. Bitki
polenleri şekil, boyut ve diğer özellikler bakımından birbirlerinden ayrılırlar. Bu farklılıklardan hareketle po-
lenleri üreten bitkiler belirlenir. Böylece geçmiş dönemlerde çalışılan alanda vejetasyon geçmişinin tespit
edilmesi mümkün olur.
Coğrafyacıların geçmiş dönemlerdeki ve modern vejetasyonda meydana gelen değişimleri incelemek ama-
cıyla kullandıkları diğer bir metot ise dendrokronolojidir (Akbulut ve Özkan, 2004; Avcı, 2007). Bu yöntemde
ölü veya yaşayan bitki gövdelerinden alınan örnekler üzerindeki yıllık büyüme halkaları incelenerek bitki ör-
tüsü ve iklim salınımları hakkında yorumlar yapılabilir. Hemen hemen bütün ağaç türleri iklimsel değişimleri
yansıtacak şekilde büyüme halkaları oluştururlar. Dendrokronoloji, ağaçlardaki yıllık halkaların incelenerek
büyüme ve gelişme özellikleriyle birlikte yaşlarının tahmin edilmesi konusunu içeren bilim dalıdır (Akkemik,
2004).
Ağaçların yıllık büyüme halkaları ılıman bölgelerde kambiyom tabakanın bölünmesi sonucunda oluşan yıllık
odun kısımlarıdır. Normal koşullar altında bir vejetasyon devresinde bir halka meydana gelir. Gelişme dev-
resinin başlarında büyük hücrelerden meydana gelen oduna “ilkbahar odunu” (erken odun ), daha küçük

355
hücrelerden oluşan ve gelişme döneminin sonuna doğru oluşan oduna ise “yaz odunu” (geç odun) denir
(Şekil 2). Dolayısıyla her bir halka bir yıla denk geldiği için bu halkaların sayımı neticesinde ağacın yaşı tespit
edilmiş olur. Hem sedimentlerden elde edilen polen bilgileri hem de dendrokronolojik bulgular geçmişteki
iklim ve çevre koşullarını yansıttığı için o dönemin vejetasyon büyüme şartlarının ortaya konmasına yardımcı
olurlar (Winchester and Harrison, 2000; Avcı, 2007).

Şekil 2: Odunun enine kesiti ve ağaç halkları (Akbulut ve Özkan, 2004)

Ağaç gövdelerindeki ortalama yıllık halka genişliği türlerin genetik özellikleri ve çevresel faktörlerden etkile-
nir. Halka genişliğini etkileyen en önemli faktörlerin başında coğrafi konum (enlem) ve rakım gelir. Bu durum
da sıcaklığın, odun üretiminde en önemli faktör olduğunu gösterir. Örneğin, aynı ağaç türünün yüksek en-
lem ve yüksek rakımda daha dar halkalar meydana getirdiği, düşük enlem ve rakımda ise daha geniş halkalar
ürettiği görülür.
İklim elemanlarında meydana gelen yıllık salınımlar ağaçlardaki yıllık halka genişliğini etkiler. Dolayısıyla yıllar
arasında yağış ve sıcaklık koşullarında meydana gelen dalgalanmaları ağaç halkalarını inceleyerek ortaya
koymak mümkün olur. Kurak ve yarı kurak bölgelerde yağışın, nemli ve yağışlı alanlarda ise sıcaklığın değişi-
mi (salınımı) ağaç halkalarında kolaylıkla izlenebilir. Kısaca özetlenecek olursa; yıllık halka genişlikleri coğrafi
konum, rakım, bakı, rüzgâr, toprak, jeolojik yapı, diğer canlılar, ağaçların yaşı ve insan faaliyetlerinden etki-
lenir.
Her bitkinin kendine has büyüme özelliklerine sahip olmasına rağmen, dendrokronolojik analizler bitki tür-
lerini ayırmadan belli prensipler doğrultusunda yapılır. Dendrokronolojik prensipler kısaca aşağıda açıklan-
mıştır (Smith and Lewis, 2007; Grissino-Mayer, 2013 ).

Etkinin Sabitliği Prensibi


Bu prensip jeomorfolojide kullanılan ve 1785 yılında James Hutton tarafından ortaya atılan daha sonra ise
Lyell’le birlikte yaygınlaşan üniformitaryanizm görüşünü benimser. Üniformitaryanizm ise yeryüzünde mey-
dana gelen değişimlerin, sürekli ve üniform bir biçimde ortaya çıkan güçlerin ve süreçlerin eseri olduğunu
savunur (kısaca ‘gün, geçmişin anahtarıdır’ şeklinde ifade edilir). Bu yaklaşıma göre, geçmişteki olayların

356
anlaşılabilmesi için günümüzde etkili olan süreçlerin bilinmesi gerekir. Böylece bugünün incelenmesi ile
geçmişin anlaşılması mümkün olur. Dolayısıyla üniformiteryanizm düşüncesini benimseyen Etkinin Sabitli-
ği Prensibi günümüzde ağaç halkalarını etkileyen faktörlerin geçmişte de mevcut olduğunu kabul eder. Bu
bakış açısından hareketle (geçmişteki çevre koşulları her yönüyle günümüzdekinin aynısı olmasa da) ağaç
halkaları kullanarak, geçmişteki iklim özelliklerini tahmin edebilir ve gelecek hakkında da kestirimlerde bulu-
nabiliriz. Bu bağlamda dendrokronolojistler üniformitaryanizm düşüncesini “geçmiş, geleceğin anahtarıdır”
şeklinde ifade ederek bu bakış açısına yeni bir anlam kazandırmışlardır.
Kritik Faktör Prensibi
Bu prensibe göre yıllık halka kalınlığının gelişimi, onu etkileyen temel faktörlerden daha hızlı olamaz. Ör-
neğin yarı kurak bölgelerde halka kalınlığını etkileyen ana faktör yağıştır. Dolayısıyla diğer iklim elemanları
(sıcaklık, rüzgâr) ya da topoğrafik ve toprak koşullarının etkisi yağıştan daha yüksek olamaz. Diğer faktörler
yeterince olmalı ama hiçbir zaman temel faktörün önüne geçmemelidir.
Büyüme Etkenleri Prensibi
Bu prensibe göre yıllık halka genişliği çevre ve insan kaynaklı birçok faktörün etkisindedir. Ağaç halkalarının
oluşumunu etkileyen faktörleri aşağıdaki gibi basit bir lineer modelle ifade edebiliriz.
RI=A+C+D1+D2+E
Formülde, Rl; herhangi bir yıl için gözlenen halka genişliğini; Ayaşı; C iklim bağlantılı sinyalleri; D1 orman içi
etki faktörlerini(meşcere içerisindeki komşuluk ilişkisi); D2 dış faktörleri; E ise açıklanmayan diğer faktörleri
ifade eder. Bu durumda da üzerinde çalışılan faktör dışındaki etkilerin minimize edilmesi gerekir. Örneğin
iklimsel etkiyi maksimize ederken, yaşla ilgili eğilimlerin devre dışı bırakılması gerekir. Bunu yapabilmenin
yolu ise örneklem alanın ve çalışılan türlerin iyi seçilmesinden geçer. Diğer bir ifade ile uygun yer ve örnek
seçimi ile diğer faktörlerin etkileri minimize edilebilir.
Ekolojik Yetişme Ortamı Prensibi
Bu prensibe göre bitki gelişimi enlem, boylam ve rakım gibi özelliklerin şekillendirdiği çevresel faktörlere
karşı hassasiyet gösterir. Bu durumda ağaç halkalarının hangi faktörün ne zaman ve ne şekilde etkilendiği-
nin bilinmesi gerekir. Örneğin yükselti faktörünün etkisinde ağaç yetişme üst sınırı civarındaki bir türün yaz
sıcaklıklarına bağlı gelişme gösterdiği dikkate alınmalıdır.
Deneme Alanı Seçimi
Bu prensibe göre örneklem alanı olarak yıllık halka gelişimini etkileyen temel faktörün etkisinin en belirgin
olduğu yerin seçilmesi gerekir. Örneğin kurak koşulların tarihsel etkisi araştırılırken taban suyunun derinde
olduğu taşlık ve kayalık yüksek alanlar tercih edilmelidir. Çünkü eğer ağaç yağış dışı farklı kaynaklardan bes-
lenebiliyorsa, bu tür alanlardaki ağaçların yıllık halkaları iklimsel etkiyi belirgin bir şekilde göstermezler.
Kronolojinin Oluşturulması
Bu prensibe göre herhangi bir çevre faktörü etkisiyle oluşmuş ağaç halkalarının başka lokasyonlardan elde
edilmiş güncel, eski kütük veya değişik tarihi yapılarda kullanılmış ağaçlardan elde edilen halkalarla karşılaş-
tırılarak geçmişe yönelik bilgi üretilmesi mümkündür.
Tekerrürün Sağlanması
Bu prensibe göre aynı ağaçtan birden fazla örnek alınması ve aynı alanda birden çok ağaçtan örnek alınması
etki faktörünün etkisinin doğru bir şekilde ortaya konulmasını sağlar ve güvenilir sonuçlara ulaşılmasına

357
neden olur. Bir ağaçtan çok örnek alınması iç değişkenliği (varyans) azaltırken, birden çok türden örnek alın-
ması ise diğer faktörlerin etkisini minimize eder.

Uzaktan Algılama ve Bitki Örtüsü


Yeryüzündeki objelere temas etmeden, cisimlerin yansıttığı elektromanyetik enerjinin ölçülmesi yoluyla
nesne hakkında bilgi elde etme yöntemi olarak tanımlayabileceğimiz uzaktan algılama, objeden yansıyan
radyasyonun ölçülmesi esasına dayanır (Karabulut, 2006). Uzaktan algılama teknolojilerinin günden güne
gelişerek sağladığı avantajlar, bitki örtüsü üzerine yapılması gerekli çalışmaları geleneksel metotlara bağım-
lılıktan kurtarmakla kalmamış; zaman, maliyet, iş gücü, doğru verilere hızlı bir şekilde ulaşma ve paylaşma
konularında da araştırmacılara büyük kolaylıklar sunmuştur. Geleneksel metotlarla yapılan ölçümler, lokal
manada doğru ve güvenilir sonuçlar vermelerine karşın geniş alanlarda aynı başarıyı göstermekten uzak
olup; örnek toplamada karşılaşılan sorunlar ve kısa sürede bitki örtüsünde meydana gelebilecek değişimleri
izlemede yetersiz kalışları sebebiyle dezavantajlıdırlar (Karabulut, 2006).
Bitki örtüsü ile ilgili yapılan çalışmalar şu iki açıdan önem taşırlar. Bunlardan ilki; bitki örtüsünün dağılışını ve
bu dağılışa etki eden etmenlerin incelenmesidir. İkincisi ise; zamansal ve mekânsal ölçeklerde bu dağılışların
değişimi ile bu değişimlere etki eden faktörlerin ortaya konulmasıdır. Özellikle son çeyrek yüzyılda geniş
ekosistemlerin doğa bilimciler ve coğrafyacılar tarafından inceleme sahası olarak ele alınışı, uzaktan algılama
tekniklerinin kullanımını ve popülaritesini arttırmıştır.
Uzaktan algılamanın bitki örtüsü çalışmalarındaki kullanımında bitkilerin biyolojik yapılarından yararlanılır.
Şöyle ki; uzaktan algılamada hedef, objeden yansıyan radyasyonun ölçülmesi olduğu için kırmızı ve yakın
infrared dalga boylarındaki ışıkların bitki üzerindeki yansıma ve yutulma oranları kullanılır. Yani; bitkiler foto-
sentez faaliyetleri sırasında kullanmak amacıyla kırmızı ışığın büyük bir kısmını bünyelerinde tutup depolar-
ken, diğer taraftan yakın infrared dalga boyundaki ışıkların büyük bir kısmını da yansıtırlar (Şekil 3).

Şekil 3. Görünür bölge ve yakın infrared dalga boyuna sahip ışınların bitki üzerindeki penetrasyon ve yansı-
ma özellikleri.

358
Uzaktan algılamada bitkinin fotosentez yaptığı bölge süngerimsi dokusundan dolayı spongy mezofil olarak
adlandırılan bölgedir. Yakın infrared dalga boyuna sahip ışınlar bitkinin mezofil kısmına penetre olabilmek-
tedir. Bir başka deyişle bitkiler fotosentez faaliyetlerinde ihtiyaç duyduğu kırmızı ışığı yutup, yakın infrared
dalga boyunu yansıtmaktadırlar. Bu sayede bitkilerin canlı olduğu, yüksek fotosentez yaptığı dönemler ko-
laylıkla tespit edilebilmektedir. İşte bu ilişkiden yararlanarak 20’den fazla bitki indisi geliştirilmiştir. En yaygın
kullanılan bitki indisi ise; Normalleştirilmiş Fark Bitki İndeksi (NDVI/NFBİ)’dir.

Standart NDVI değerleri –1 ile 1 arasında değişir ki; negatif değerler su, kar, bulut ve bitkiden yoksun nemli
alanları ifade eder diğer taraftan pozitif değerler de bitki örtüsünün varlığını gösterir. İndis değerleri bitkilerin
yeşil biomas, yaprak alanları, fotosentez için yutulan enerji miktarı gibi birçok özelliği ile yakından ilgilidir
(Karabulut, 2006). Bitkilerin ihtiyarlama dönemlerinde ya da gelişimlerinde bir kesinti meydana geldiğinde
yaprakların mezofil dokularının hücre yapılarında meydana gelen bozulmalar kızıl ötesi ışınların yansıma
değerlerinde belirgin düşüşlere neden olur. Buna paralel şekilde görünen dalga boyunda yansıma değerin-
de belirgin artışlar meydana gelir ki bu durumda klorofilin enerjiyi absorbe etme yeteneğini kaybetmeye
başladığını gösterir. Yaprakta meydana gelen bu değişme tipik yansıma ve yutma kapasitesinin bozulmasına
neden olur. Bu tür değişimler spektral olarak kolayca gözlenebilir ve uzaktan algılama ile etkili bir şekilde
ortaya konabilir.
Sonuç olarak; yansıyan enerjinin ölçülmesi esasına dayanan uzaktan algılamanın bitki örtüsü çalışmalarında
kullanımı oldukça yeni olmasına karşın; kullanımına başlanıldığı ilk yıllardan itibaren kaynakların izlenmesi ve
arazi kullanımı/arazi örtüsü haritalamada oldukça güvenilir ve yüksek doğrulukla bilgilerin elde edilmesinde
başarılı sonuçlar alındığı ve sürekli olarak bir gelişim gösterdiği anlaşılmıştır. Ayrıca bitkilerin içyapılarının da
bu başarıda etkin rol oynadığı yapılan çalışmalarda belirtilmiştir.

Sonuç
Vejetasyon Coğrafyasında farklı zaman ve mekân ölçeğinde bitki topluluklarının yapısı, gelişim dönemleri,
sınıflandırılması, dağılışları, çevreyle olan ilişkileri ve zaman içerisinde oluşan değişimleri detaylıca ele alınır.
Vejetasyon besin zincirindeki fonksiyonu nedeniyle insanlar da dahil olmak üzere bütün canlılar için hayati
öneme sahip hassas ekolojik bir değerdir. Aynı zamanda bitki örtüsü, fotosentez yoluyla atmosfere sağladığı
pozitif katkı, ilaç yapımında kullanılan temel maddelerin kaynağı olması ve insanların yiyecek ve giyecek
ihtiyaçlarının büyük bir kısmını karşılaması nedeniyle daha da önemli hale gelmektedir. Bütün bu nitelik-
lerinden dolay yer küre üzerinde bulunan bitkiler insanoğlunun her zaman ilgi odağı olmuş ve gelecekte
de olmaya devam edecektir. Özellikle bu kırılgan yapıya sahip alanlarda meydana gelebilecek değişimlerin
bilinmesi onların geleceğe sağlıklı bir şekilde ulaştırılmaları ve sürdürülebilir yönetimleri açısından önemli-
dir. Bu bağlamda biyocoğrafyacılar bir çok nitel ve nicel metot kullanarak bitki örtüsü hakkında araştırmalar
yaparlar. Palinolojik ve dendrokronolojik yöntemlerle geçmişte vejetasyon dinamiklerinde meydana gelen
değişimler, iklim varyasyonlarına verdikleri tepkiler ve insanların bu süreç içerisindeki rolleri incelenir. Benzer
şekilde bitki örtüsünün güncel durumu çeşitli enstrümanlar ve teknolojiler kullanılarak detaylı bir şekilde
ortaya konur. Özellikle mekânsal analiz teknolojileri (Coğrafi Bilgi Sistemleri ve Uzaktan Algılama) sayesinde
bu tür çalışmaların yapılması daha da kolaylaşmıştır. Vejetasyonun dinamik karakteri ve çoğunlukla geniş
alanlarda büyük miktarda mekânsal veri gerektirmesinden dolayı CBS ile Uzaktan Algılama teknikleri bitki
örtüsü çalışmalarında önemli bir konuma gelmiştir. Meydana gelen değişimlerin analiz edilmesi, izlenmesi

359
ve haritalanmasında mekânsal analiz teknolojileri, büyük miktardaki veri ile etkin bir şekilde çalışılmasına
imkân sağlamaktadır. Bu nedenle Zaman alıcı, pahalı ve çok emek isteyen geleneksel yöntemlerin yerini
yeni teknolojilerin alması kaçınılmaz hale gelmiştir.

Kaynakça
Akbulut S. ve Özkan Z. C. (2004). Dendrokronolojik çalışmalarda ağaçların seçimi ve yıllık halka ölçümleri.
Kafkas Üniversitesi Artvin Orman Fakültesi Dergisi, 1-2, 84-88.
Akyol E., (1964). Palinoloji nedir ve tatbikatı. Türkiye Jeoloji Bülteni, 9 (1-2), 63-70.
Brocklehurst P., Lewis D., Napier D., Lynch D., 2007, Northern Territory Guidelines and Field Metho-
dology for Vegetation Survey and Mapping, Technical Report No. 02/2007D. Department of Natural
Resources, Environment and the Arts, Palmerston, Northern Territory.
Buckland, S.T., D. L. Borchers, A. Johnston, P.A. Henrys and T.A. Marques, (2007). Line transect methods
for plant surveys. Biometrics, 63, 989-998.
DEC, (2009). Establishing vegetation transects, Nature Conservation Service Biodiversity, Australia.
Elzinga C. L., D. W., Salzer, J.W. Willoughby. (1998). Measuring & monitoring plant populations, Field
Techniques for Measuring Vegetation, (pp. 159-199), USDI Bureau of Land Management Technical Re-
ference 1730-1. 492p.
Grissino-Mayer, H. D. (2013). Principles of dendrochronology, http://web.utk.edu/
Gillespie, T. W. and MacDonald, G. M. (2010). Vegetation, in Gomez B. and Jones J.P. III (Ed.) Research
Methods in Geography (pp. 137-154). London: John Wiley-Blackwell.
Gillison A. N. (2001). A field manual for rapid vegetation classification and survey for general purposes,
CIFOR and ACIAR, Bogor, Indonesia.
Karabulut, M. (2006) NOAA AVHRR verilerini kullanarak Türkiye’de bitki örtüsünün izlenmesi ve incelen-
mesi. Coğrafi Bilimler Dergisi, 4(1), 29-42.
Pagare, P. (2010). Applied plant geography. Delhi: Oxford Book Company,
Smith, D. and D. Lewis, (2007). Dendrochronology. S.A. Elias (Ed.) Encyclopedia of Quaternary Science.
Elsevier Scientific, 2, 986-994.
USDA, (1996). Sampling Vegetation Attributes, Technical Reference 1734-4, Colorado, USA.
Winchester V. and Harrison S. (2000). Dendrochronologyand lichenometry: Colonization, growth rates
and dating of geomorphological events on the east side of the north patagonian icefield, Chile. Geo-
morphology, 34, 181–194.
Okuma Listesi
Akkemik Ü, (2004). Dendrokronoloji. İlkeleri, biyolojik temelleri, yöntemleri ve uygulama alanları. İstan-
bul: İ. Ü. Orman Fakültesi Yayın No: 4484/479.
Atalay İ. (1994). Türkiye vejetasyon coğrafyası. İzmir: Ege Üniversitesi Basımevi.
Atalay İ. (2008). Ekosistem ekolojisi ve coğrafyası. İzmir: Meta Basım Matbaacılık Hizmetleri.
Avcı, M. (2007). Coğrafyacılar İçin dendrokronoloji. İstanbul: Çantay
Erinç S. (1977). Vejetasyon coğrafyası. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayınları, no. 2276; Coğrafya Ensti-
tüsü Yayınları, no. 92,
Gomez, B. and Jones III, J. P. (2010). Research methods in geography. USA: Willey-Blackwell.

360
ON BEŞİNCİ BÖLÜM
AZ EĞİMLİ YAMAÇLARDA YÜZEY
EROZYONUNUN BELİRLENMESİNDE
KULLANILAN BAZI YÖNTEMLER

Tuncer DEMİR ve Cihan YILDIZ


Harran Üniversitesi

Erozyon Çubukları Yöntemi


Erozyon Köprüsü Metodu
Avantaj ve dezavantajlar

Giriş
Türkiye, coğrafi konumu, jeomorfolojik ve jeolojik yapısı, iklim ve toprak özellikleri bakımından erozyona
karşı oldukça duyarlı bir ülke durumundadır. Özellikle genç bir araziye sahip olması, deniz seviyesinden olan
ortalama yükseltisinin (1132m) birçok Avrupa ülkesinden beş kat daha fazla olması, kıvrımlı ve kırıklı bir ara-
zi yapısına sahip olması, akarsuların boyuna profillerinin denge profillerinden oldukça uzak olması ve birçok
havzanın kolayca aşınabilir Neojen depoları ile kaplı olması gibi sebepler Türkiye’ de erozyon ile meydana
gelen denüdasyon olayının oldukça yüksek olması sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Her ne kadar, Türkiye’nin
hemen hiçbir bölgesinde yıllık toplam yağış miktarları çöl iklimini karakterize eden 250 mm değerinin altına
düşmez ise de yıllık yağışların büyük bir kısmı tarımsal faaliyetlerin yoğun olduğu ilkbahar ve yaz mevsimle-
rinde değil kış mevsiminde düşmektedir. Diğer bir deyişle yağış rejimleri, Karadeniz Bölgesi hariç genellikle
düzensiz olup yağışlar genel olarak şiddetli sağanaklar şeklinde olmaktadır. Karadeniz Bölgesi’nde yağışın
mevsimlere dağılışı diğer bölgeler ile karşılaştırıldığında daha düzenli olsa da bu bölgemizde arazinin oldukça
kırıklı-eğimli olması ve zemini oluşturan kayaçların geçirgenlik oranlarının düşük olması v.b. gibi sebepler
ile düşen yağışların önemli bir kısmı yer altına sızmadan yüzeysel akışa geçmekte ve bu durum da şiddetli
erozyona ve toprak kaymalarına sebep olmaktadır. Bütün bu doğal nedenlere ilave olarak, Anadolu’nun
dünyanın en eski yerleşmeye açılmış coğrafyalarından biri olması, doğal vejetasyonun yerleşme ve tarımsal
faaliyetler nedeni ile önemli ölçüde tahribata uğratılmış olması ve daha birçok nedenlerden dolayı aslında
doğal bir süreç olan erozyon hızlandırılmış erozyona dönüşmüştür.
Erozyonun sebep olduğu zararların ortaya konulması aslında ayrı bir araştırma konusu olmakla birlikte, ge-
nel olarak belirtmek gerekirse erozyon ile taşınan topraklarla birlikte toprağın üst katmanında yer alan or-

361
ganik-inorganik türde her türlü materyal taşınmakta ve bu durum toprakların verimliliğini önemli ölçüde
azaltmaktadır. Taşınan çeşitli boyutlardaki sediman ile barajlar dolmakta, meydana gelen sel ve taşkınlar can
ve mal kayıplarına sebep olmaktadır. Gerçekten de Türkiye’nin toplam alanının %46’sı, %40’tan fazla eğime,
%62,5’den fazlası da %15’ten büyük eğime sahiptir. Türkiye’de tarım alanlarının %59’u, orman alanlarının
%54’ü, mera alanlarının %64’ü erozyon sorunuyla karşı karşıyadır (Erozyonla Mücadele Eylem Planı 2013-
2017). Toprakların korunması, doğal kaynakların sürdürülebilir yönetimi ve gıda güvenliğinin sağlanması
için erozyonla mücadele edilmesi hayati bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Söz konusu mücadelenin
gerektiği şekilde yapılabilmesi için de erozyon süreçlerinin doğru ve sonuç alıcı yöntemlerle incelenmesi
büyük önem taşımaktadır. Özellikle son yıllarda erozyonun etkileri ve erozyon miktarlarını belirlemeye yö-
nelik çalışmaların sayısındaki artış, erozyon ile ilgili bir duyarlılık oluştuğunu göstermesi bakımından oldukça
sevindirici bir gelişme olsa da bu çalışmalar Türkiye’ de daha çok orman mühendisliği, ziraat mühendisliği
ve toprak bilimciler gibi farklı disiplinlerdeki araştırmacılar tarafından yapılmaktadır. (Kocaman, 1994; Kaya,
1995; Karagül, 1999; Başyiğit, 2002; Taysun ve Yönter, 2004; Ökten,2005; Parlak ve Çanga, 2007; Barut,
2010; Şensoy, 2010; Dehşet, 2011). Konuyu coğrafi bakış açısıyla değerlendiren makale ve kitap türünde ya-
yınlanmış olan birçok eserde erozyon olayına değinilmiş ve Türkiye açısından erozyonun önemine dikkat çe-
kilmiş ise de (Tunçdilek, 1951; Atalay, 1974; Yalçınlar, 1977; Atalay, 1980; Biricik, 1985; Şahin, 1987; Erdem,
1987; (Tüfekçi, 1993; Mater, 1996; Zeybek, 2002; Yılmaz, 2006)erozyonun takibi ve bu konuda geliştirilmiş
yöntemler gibi erozyonun nicel olarak belirlenmesine yönelik araştırmalar oldukça sınırlı kalmıştır (Ertek,
Hacıyakupoğlu vd., 2004; Ekinci, 2005; Ekinci ve Cürebal, 2006).
Modern anlamda toprakların korunmasına yönelik çalışmalar ve toprak erozyonunun bilimsel anlamda öl-
çülmesine yönelik araştırmalar 1900’lü yılların başlarında ABD’de yapılmaya başlanmıştır (Sanders, 2005;
Şensoy, 2010). Bu tarihten günümüze kadar arazide doğrudan ölçümler yapmayı sağlayan yöntemlerin ya-
nında laboratuvar ortamlarında uygulanan yöntemler ve matematiksel modellemelere dayanan yöntemle-
rin sayısında da oldukça fazla bir artış görülmüştür. Bu bağlamda erozyonun arazide ölçümü ile ilgi gelişti-
rilen yöntemler oldukça çeşitlidir. Bazen erozyonla ilgi çalışma yapılan bölgenin iklim özelliklerine (Beylich,
2008), yer şekillerine (Şensoy, 2010), bitki örtüsüne ve toprak özelliklerine (Heinzen and Arulanandan, 1976;
Ökten, 2005) göre bir yöntem kullanılırken bazen de arazide incelenmek istenen erozyon çeşidine göre
farklı bir yöntem veya yöntemler kullanmak gerekebilmektedir. Örneğin kanal (bank) erozyonu için daha
çok erozyon çubukları yöntemi ve mikro cross-section yöntemi kullanılırken (Schumm, 1956; Goudie,
vd., 1990; Hadley and Lusby, 1967), yüzey erozyonu için ise erozyon köprüsü ve sediman-tuzaklama (sedi-
ment-trapping) yöntemleri kullanılmaktadır (Darlene, 1983; Bracken vd., 2005).
Erozyon konusunda günümüze kadar yapılan çalışmalar erozyon türlerinin oldukça çeşitli olduğunu gös-
termiştir. Her bir erozyon türünün sebep olduğu aşınım oran ve miktarlarının nicel olarak belirlenebilmesi
ise farklı metotların ve araçların kullanımını gerektirmektedir. Bütün erozyon türleri ve bunları belirleme
yöntemleri bu çalışmanın kapsamı dışındadır. Bu çalışmada daha ziyade bitki örtüsünden tamamen veya
kısmen yoksun olan eğimli ve az eğimli sahalarda meydana gelen erozyon olayını belirlemek için kullanılan
erozyon çubukları yöntemi, erozyon köprüsü yöntemi ve yüzeysel akış parseli yöntemi metotları ve bu me-
totların uygulanmasında kullanılan araçlar üzerinde durulmuştur.
Bu yöntemlerden erozyon çubukları yöntemi, yüzey erozyonu, yamaç erozyonu ve kanal erozyonun belir-
lenmesinde sıkça kullanılır. Bu yöntemde, toprağa çakılan bir çubuğun, üst kısmı ile toprak yüzeyi arasındaki
mesafenin ölçülmesi yolu ile toprakta meydana gelen aşınma ya da birikmenin yol açtığı seviye değişmeleri
dikkate alınarak erozyonun miktarı hakkında çeşitli tahminlerde bulunmak mümkün olabilmektedir (Hall,
2005).
Erozyon köprüsü yöntemi de özellikle yüzey erozyonunda yaygın olarak kullanılan bir yöntem olup bu yön-

362
temde üzerinde eşit aralıklarla açılmış deliklerin bulunduğu alüminyum levha üzerinde açılan delikler bo-
yunca aşağı doğru bırakılan çubukların boylarındaki değişim takip edilmektedir (Ranger,1978).
Yüzeysel akış parseli (plot) ise yüzeysel akışın ve erozyonla taşınan sedimanın miktarı ve erozyon oranının
belirlenmesine yönelik çalışmalarda sıkça kullanılan bir yöntemdir. Ancak bu yöntem erozyon çubukları ve
erozyon köprüsü yöntemine göre daha pahalı olup daha uzun süreli çalışmalarda kullanılmaktadır. Bu yön-
temde üç ayrı birimden oluşan ekipmandan yararlanılır. Bunlar; yüzeysel akış toplama alanı, bağlantı düze-
neği ve depolama birimidir (Şensoy vd., 2011).

Erozyon Çubukları Yöntemi


Erozyon çubukları yöntemi özellikle eğimli sahalardaki yamaç erozyonunda, yüzey erozyonu, kanal erozyo-
nu ve oyuntu (gully) erozyonunun belirlenmesinde yaygın bir kullanım alanına sahiptir. Erozyon çubukları
olarak genellikle ağaç, demir ya da benzeri maddelerden yapılmış ince çubuklar kullanılır. Bu çubukların
boylarındaki pozitif değişim aşınımın, negatif değişim ise birikimin etkili olduğunu göstermektedir(Hadley
and Lusby, 1967).
Bu yöntem, toprağa (zemine) dikey olarak yerleştirilen bir veya birden fazla çubuğun üst kısımlarının toprak
yüzeyine göre gösterdiği seviye değişimlerinin ölçülmesi ilkesine dayanmaktadır(Hudson, 1993). Erozyon
çubukları yöntemi ilk olarak Schumm (1956) tarafından tahta çubuklar kullanılarak uygulanmıştır. Fakat son-
raki yıllarda daha ince ve dayanıklı oldukları için bu yöntemde metal çubukların kullanımı yaygınlaşmıştır
(Şekil 1).
Bu yöntem özellikle yüzey erozyonu ve oyuntu (gully) erozyonu ile ilgili yapılan çalışmalarda oldukça yararlı
sonuçlar vermektedir(Goudie et. al., 1990). Örneğin, ABD’ de Colorado’nun batısında uzun dönemli hidro-
lojik bir çalışmanın parçası olarak 5 hektarlık bir alanda önceden belirlenmiş altı profil yüzeyi boyunca 1,5
metre aralıklarla erozyon çubukları kullanılmıştır. Bu çalışmada, zaman içerisinde erozyon çubuklarının boy-
larında meydana gelen değişmelerden hareketle söz konusu sahada meydana gelen aşınımın ve birikimin
oranı ve miktarları belirlenebilmiştir. Araştırma periyodu sonunda yüzeyden meydana gelen toprak kaybı
2.7 mm lik bir derinliğe karşılık gelirken; yüzeysel akışın toplandığı depoda biriken malzemenin de kaybedi-
len malzeme ile büyük ölçüde uyumlu olduğu (2.3 mm) tespit edilmiştir (Hadley and Lusby, 1967).
Şekil 1: Az eğimli bir yamaç üzerinde bir erozyon

363
Şekil 2 : Kanal (bank) boyunca yerleştirilen çubuğu ve çubuğun ölçülmesiyle veri alınması erozyon
çubukları (Saynor et. al., 2003)

Akarsu yataklarını sınırlandıran banklara dikey ve akış yönünde yerleştirilen erozyon çubuklarının yardımı ile
belirli bir zaman süresince, banklarda dikey ve akış yönünde oluşan erozyon oranları tespit edilebilir (Saynor,
et. al.,2003). Bu metot ile kanalın önceden belirlenen yerlerine yerleştirilen erozyon çubuklarıyla kanalın
hangi kesiminde aşınım ve hangi kesiminde ise birikim olaylarının meydana geldiği de kolaylıkla tespit edi-
lebilir (Şekil2).
Erozyon Çubuklarının Özellikleri ve Kurulumu
Erozyon çubukları yöntemi, farklı iklim, yer şekilleri, bitki örtüsü ya da toprak özelliklerine sahip birçok saha-
da kullanılabilir. Önemli olan amacın önceden tam olarak belirlenmesi ve bu amaca uygun çubukların belli
bir düzene göre yerleştirilmesidir (Hall, 2005). Dağlık ve eğimli sahalarda sıklıkla görülen oyuntu erozyonu-
nun zaman içerisindeki hız ve oranları bu yöntem ile başarılı bir şekilde ortaya konulabilir. Örneğin, oyuntu
üzerinde kare şeklinde belirlenen parselin muhtelif kesimlerine yerleştirilen erozyon çubukları sayesinde
zaman içerisinde oyuntu erozyonunun yatay ve dikey yönde gelişimi takip edilebilir. Benzer şekilde, rill (çiz-
gi) erozyonu adı da verilen küçücük oyuntuların bulunduğu yamaçlar üzerinde bu oyuntuların büyüme ve
gelişme oran ve miktarları da oyuntuların taban ve kenar kısımlarına yerleştirilecek küçük boyuttaki erozyon
çubukları yardımı ile tespit etmek mümkündür.
Erozyon çubukları, ağaç, demir ya da ucuz fakat çürümeye dayanıklı herhangi bir maddeden yapılabilmek-
tedir (Hudson,1983). Toprağa yerleştirilen erozyon çubuğunun güvenilir veriler sağlaması için belli bir uzun-
lukta olması gerekmektedir. Her ne kadar bu uzunluk yapılan çalışmanın amacına bağlı olarak değişebilir ise
de genellikle ana kayanın kalın bir depo ile kaplı olduğu zeminler için 300 mm, sığ ve gevşek dokulu zeminler
için ise daha kısa olan çubuklar önerilir. Kullanılan çubuk çaplarının ise en az 5 mm olması daha çok tercih
edilir. Çünkü daha kalın erozyon çubuklarının yüzeysel akışa engel olmaları ve aşırı yıkanmaya sebebiyet ver-
me riski bulunduğu gibi zemini oluşturan materyalin yapı ve doku özelliklerini de değiştirme ihtimali oluşur.
Çubuklar yerleştirilmeden önce dışarıda kalan kısımlarının parlak bir boyayla belirgin hale getirilmesi, çu-
buğun kaybolması durumunda bulunmasını kolaylaştıracaktır. Çubukların sayısı fazla ise her birine numara
verilmesi daha isabetli olur (Hall,2005). Kimi çalışmalarda çubuğun üzerinden metal bir pul geçirilerek pulun

364
zemin ile teması sağlanır. Böylece çubuğun boyunda zaman içerisinde meydana gelen değişme daha kolay
bir şekilde tespit edilebilir. Eğer bir oyuntuda belli noktalardaki azalma şeklinde görülen seviye değişimlerini
ortaya koymak ve bazen metal pulun malzeme ile örtülmesi durumunda biriken malzemenin ölçümü amaç-
lanıyorsa metal pul kullanımı yararlı olur; aksi taktirde metal pulun varlığı akış anında türbülansa ve yüzeyin
aşırı yıkanmasına sebep olabilir. Bazı araştırmacılar ise metal pulun sadece ölçümler sırasında düzgün bir
yüzey oluşturmak için kullanılmasını uygun görmektedirler (Goudie vd., 1990). Yüzeysel akış esnasında söz
konusu türbülansla pulun yerinden çıkma ihtimali de bulunmaktadır. Ayrıca pulun, damla erozyonuna engel
olduğunu da göz önünde bulundurmakta fayda vardır (Haigh, 1977).
Erozyon Çubuklarında Çalışma Süresi ve Kayıtların Tutulması
Erozyon çubuklarının ne kadar süreyle arazide kalacağı ve takip edileceği çalışmanın amacına bağlı olarak
değişir. Uzun süreli bir çalışmanın parçası olarak bu yöntemden yararlanılacak ise kullanılacak çubuklar bu
duruma uygun şekilde daha dayanıklı, boya vb. bir maddeyle daha belirgin hale getirilecek şekilde yerleş-
tirilir ve kayıtlar tutulmaya başlanır. Örneğin bank erozyonunun belirli bir zaman periyodu içerisinde hız ve
oranlarını belirlemek amacıyla genellikle üç yıllık bir inceleme dönemi önerilir. Bu tür bir çalışmada genellikle
6 mm çapında ve 30 cm uzunluğunda, çürümeye ve paslanmaya karşı beyaza boyanmış metal çubuklar
kullanılması tercih edilir. Ancak bazı durumlarda çalışma süresince bazı çubuklar paslanabilir ve bir kısmının
da etrafında biriken debriz, banktaki gerçek gerileme miktarını ölçmeyi zorlaştırabilir. Çubukların dışarıda
kalan kısımları ilk kurulum yapıldıktan sonra ve yağışlı dönemin hemen öncesinde ölçülür ve gerekli görülen
durumlarda yağışlı dönem öncesinde çubuklar sağlamlaştırılır. Kaybolan ya da sediman içinde gömülen çu-
buklar için metal detektör kullanımı tercih edilir (Saynor, vd., 2003). Nitekim Kuzey Avustralya’da Daintree
Nehri havzasında 2004-2006 yılları arasında yapılan bir çalışmada, nehir boyunca belirlenen 14 noktada
140 erozyon çubuğu kullanılmıştır. Bir yıllık süre sonunda farklı sebeplerden dolayı (hayvanlar tarafından
yerlerinden çıkarılma, gelişen vejetasyon arasında görülememesi, ya da erozyonla yerlerinden çıkma vb.) bu
çubuklardan ancak 86 tanesi tespit edilebilmiştir (Bartley vd., 2006).
Erozyon Çubukları Yönteminin Avantaj ve Dezavantajları
Erozyon çubukları yönteminin en önemli avantajı ucuz ve kullanımının kolay olmasıdır. Ayrıca elde edilen so-
nuçların sayısal verilere dayanması yöntemi güvenilir kılmaktadır. Erozyon çubuklarının boylarındaki değişim
araştırmaya konu olan sahanın tam olarak neresinde aşınım ve neresinde de birikim olduğunun doğrudan
belirlenmesini sağlar. Dezavantajlarının başında ise erozyon çubuklarının zemine veya akarsu kenarlarını
oluşturan banklara yerleştirilmesi esnasında zeminin doğal yapısını bozarak zeminde sıkışma veya çatlama-
lar oluşturarak doku değişmesine sebep olması gelmektedir. Bu mahsuru giderebilmek için yumuşak ve sert
zeminler için uygun çubuklar temin edilmelidir. Özellikle eğimli yamaçlara yerleştirilen erozyon çubukları-
nın sağanak yağışlar sırasında yamacın yukarı kesiminden kayması, akıntı şeklinde taşınan döküntü (debriz
akıntısı) ile tamamen örtülmesi veya yerlerinden çıkması durumları ortaya çıkabilir. Bazı eğimli yamaçlarda
ana kaya üzerindeki örtü malzemesinin kalınlığı oldukça az olabilir. Bu gibi durumlarda çubuğun zemine
sabitlenmesi oldukça zor olabildiği gibi ince örtü üzerine yerleştirilen erozyon çubukları kısa bir zaman sonra
eğilebilmekte; rüzgar veya yüzeysel akışa geçen yağmur suları ile kolaylıkla yerlerinden sökülebilmektedir.
Ayrıca erozyon çubuklarının etraflarında meydana getirdikleri akışın aşınımda ne ölçüde bir etkiye sahip
olduğu henüz tam olarak bilinmemektedir (Goudie, 1990).
Erozyon Çubuklarında Ölçüm Sonuçlarının Analiz Edilmesi
Erozyon çubuklarının arazide kurulumunu müteakip belirli periyotlarla araziye gidilerek çubukların boyla-
rındaki değişmelerin büyük bir hassasiyetle ölçülüp kaydedilmesi gerekir. Ölçüm yapılacak periyodun süresi
çalışmanın amacına göre belirlenir. Bu süre her yağıştan sonra olabileceği gibi, her yağışlı dönem veya mev-

365
sim sonrası da olabilir. Ayrıca amaca göre haftalık, aylık veya mevsimlik dönemlerde de ölçümler gerçekleş-
tirilebilir. Ölçümler arazide önce bir çizelge üzerinde kayıt altına alınır(Tablo1). Kayıt edilen bu sonuçlar daha
sonra grafik ya da şekiller haline dönüştürülerek yorumlaması yapılır (Şekil 3).

Tablo1: Erozyon çubuklarının ölçümünden elde edilen verilerin kayıt edildiği çizelge

EROZYON ÇUBUĞU YÖNTEMİ GÖZLEM FORMU

Erozyon çubuğu nu- 1.ölçüm 1.ölçüm 2.ölçüm 2.ölçüm 3.ölçüm 3.ölçüm 4.ölçüm 4.ölçüm
marası tarihi değeri tarihi değeri tarihi değeri tarihi değeri

Şekil 3: Araziye yerleştirilen erozyon çubuklarının şematik olarak gösterilmesi (Saynor vd., 1994)

Erozyon Köprüsü Metodu


Özellikle az eğimli yamaçlarda erozyon olayını tespit etmek amacı ile erozyon köprüsü metodu (Erosion
Bridge) yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. Erozyon köprüsü metodu ile zeminin mikro profilinde zaman
içerisinde meydana gelen değişimin ortaya konulması amaçlanır. Ekipmanları ucuz, arazide kullanımı ve ku-
rulumu kolay olan bir yöntem olup özellikle yangın geçirmiş orman arazilerinde erozyon oranının ve mikta-
rının belirlenmesinde bu metottan önemli ölçüde yararlanılmaktadır (Robichaud, 2000; Ypsilantis, 2011).
Nitekim 2012 yılı sonu itibarı ile 21.670.000 hektar olan Türkiye’ deki orman varlığının %46,7’sinin bozuk
vasıflı olduğu dikkate alındığında, orman alanlarının da erozyona açık olduğu ve bu alanlarda erozyon ted-
birleri alınması gerektiği ortadadır (OGM, 2013). Türkiye’ nin muhtelif bölgelerinde doğal veya antropojen
sebeplere bağlı olarak her yıl binlerce hektar orman sahasının yangınlar ile tahrip olması gerçeği göz önünde
bulundurulacak olursa bu önemli problemin coğrafi bir bakış açısı ile tespit edilip ilgili kurumların dikkatine

366
sunulması önemli bir sorumluluk olarak karşımızda durmaktadır.
Yöntemin Kurulum Özellikleri ve Kullanılan Ekipmanlar
Bu yöntemde yaklaşık 2 metre uzunluğunda ve üzerinde belirli aralıklarla (tercihen 10 cm) deliklerin bu-
lunduğu bir alüminyum levha iki demir çubuk yardımı ile yerden belli bir yükseklikte olacak şekilde yere
sabitlenir (Şekil 4). Levhanın yatay bir şekilde sabitlemesini sağlamak amacıyla su terazisinden yararlanılır
(Ypsilantis, 2011).

Şekil 4: Erozyon köprüsü düzeneği (Lee, vd., 2012)

Alüminyum
Levha

Ölçümde kullanılan demir çubukların kalınlığının 5 mm olması ve uzunluklarının ise 120 cm olması önerilir.
Her ne kadar 5 mm den daha ince çubukların taşınması daha kolay olsa da bu incelikteki çubukların çeşitli
etkilerle kolaylıkla tahrip olması riski bulunmaktadır (Ranger and Frank, 1978). Araştırma sahasında eroz-
yon köprüsünün kurulacağı yer ve yön gelişigüzel belirlenmeli ve bu lokasyon, kurulum aşamasında GPS
ile doğru bir şekilde kaydedilmelidir. (Blaney and Warrington, 1983). Belirlenen noktaların her şart altında
kolaylıkla ulaşılabilir ve zemin özelliklerinin erozyon köprüsünün dayanaklarının yerleştirilebileceği özellikte
olmasına dikkat edilmelidir.Böylece müteakip zamanlarda araziye gidildiğinde tam olarak aynı yerde ölçüm
yapılır. Daha sonra alüminyum levhanın üzerindeki deliklerden toprak yüzeyi ile temas edecek şekilde demir
çubuklar indirilir ve demir çubukların levha üzerindeki boyları büyük bir hassasiyetle milimetrik olarak ölçü-
lerek kayıt altına alınır (Şekil 5) (Blaney and Warrington, 1983; Ranger and Frank, 1978; Shakesby, 1993). Ya-
pılan çalışmalar göstermiştir ki arazide yaklaşık 4000 m² bir alan üzerinde 1 mm’ lik bir aşınma 5 tona karşılık
gelmektedir(Ypsilantis, 2011). Her incelemede metal çubukların seviyelerindeki değişimin izlenmesi toprak
yüzeyindeki değişimi ortaya koyacak böylelikle arazide aşınımın mı yoksa birikmenin mi olduğu ortaya ko-
nulmuş olacaktır. Hazırlanan düzenek, erozyon oranının belirlenmek istediği aralıklarla tekrar edilebilir(Lee,
et.al., 2012).

367
Şekil 5: Erozyon köprüsünden veri alınmasına bir örnek (Ypsilantis., 2011).

Metodun Avantaj ve Dezavantajları


Erozyon köprüsünün belli başlı avantajları; yöntemin ucuz, hızlı ve objektif olmasıdır. Bununla birlikte objek-
tifliğin sağlanabilmesi için erozyon köprüsünün yeri ve konumunun rastsal seçilmesi gerekmektedir. Erozyon
köprüsünün dezavantajlarından bazıları ise demirlerin, insanlar ve hayvanlar tarafından tahrip edilmesi ya
da donma-çözülme süreçlerinin etkisiyle sonuçların anlamsızlaşmasına sebep olmasıdır. Kıvrılabilir incelikte-
ki çubuklar kimi zaman doğru bir şekilde sabitlenememekte bu da doğru ölçümlere engel olmaktadır. Ayrıca
örneklem olarak seçilen arazinin dar olması ve ölçüm noktalarının küçük olması, örnek alınacak parsellerin
yamaçta meydana gelen erozyonu yansıtabilecek sayıda ve yaygınlıkta olmasını gerektirmektedir. İdeal olan
su erozyonunun tespitinde bir kaç düzeneğin yamacın yukarısında ve birkaçının da yamacın aşağısında
kurulmasıdır (Ypsilantis, 2011).
Veri Analizi
Ölçümler sonucunda elde edilen veriler, ortalama olarak toprak yüzeyinde meydana gelen değişimi ortaya
koyar. Bu değişimin miktarı, daha sonra erozyon oranına dönüştürülebilir. T-istatistiği, ortalama için güven
aralığının hesaplanmasında, ortalama ölçümlerle standart değerlerin karşılaştırılmasında ya da iki ortalama
ölçüm değerinin karşılaştırılmasında kullanılabilir (Ypsilantis, 2011). Nitekim, Panama Kanalı’nın genişletil-
mesi projesi kapsamında yapılan çalışmada kullanılan erozyon köprüsünden elde edilen verilere göre belir-
lenen noktalardan birisinde kurulmuş olan erozyon köprüsü üzerindeki 5 delikte toprak derinliğindeki orta-
lama azalma 22.4 mm ye karşılık gelmiştir. Ypsilantis (2011)’ e göre toprak derinliğinde 1 mm lik azalmanın
yaklaşık 4000 m ²’ de 5 tonluk bir kayba karşılık geldiği dikkate alınırsa bu noktada 18 günlük ölçümlere göre
yılda 2300 tonluk bir kaybın gerçekleştiği tespit edilmiştir(Şekil6). Söz konusu çalışmada sonucun bu kadar
yüksek olmasının birkaç nedeninin olabileceğine değinilmiştir. Buna göre bu noktada zemini oluşturan un-
surların kaba malzemeden oluşmuş olması (ufak çaplı kayalar gibi) ve arazi eğiminin fazla olması(%56 ya da
29,5 derece) etkili olmuştur. Ancak sözü edilen tahminin sadece 18 günlük bir periyottan elde edildiği, daha
uzun süreli ölçümlerin daha güçlü tahminler vereceği belirtilen diğer önemli bir husustur(Lee, et. al., 2012).

368
Şekil 6: Erozyon köprüsü yönteminden elde edilen verilerle oluşturulan grafik(Lee et.al., 2012).

Yüzeysel Akış Parseli


Yüzeysel akış parselleri, özellikle yamaçlarda veya az eğimli alanlarda meydana gelen yüzey erozyonu ile
ilgili çalışmalarda yaygın olarak kullanılmaktadır (Sheng, 1990). Yüzeysel akış parselleri yöntemi genellikle
farklı bitki örtüsü veya bakı koşullarına sahip sahalar arasında meydana gelen erozyon oranı ve miktarla-
rındaki farklılıkları ortaya koymak amacı ile uygulanan bir metot olmasının yanı sıra bu metot ile her hangi
bir sahada erozyonla taşınan materyalin terkibi (organik, inorganik), materyalin aşınma ve taşınma hızı ile
mevsimsel değişimi v.s. gibi birçok husus belirlenebilmektedir. Ayrıca, herhangi bir yamacın yukarı ve aşağı
bölümlerindeki yüzeysel akış miktarındaki farklılığı ortaya koymaya çalışan karşılaştırmalı çalışmalarda ve
farklı şekillerdeki yamaçların (dış bükey, iç bükey ve düz) toprak erozyonuna etkilerinin araştırılmasında da
bu yöntemden yararlanılmaktadır(Şensoy, 2010). Bir eşitliğin, modelin ya da toprak kaybı veya yüzeysel akış-
la ilgili bir tahminin izlenmesi de yöntemin bir diğer kullanım alanını oluşturmaktadır(Hudson, 1993).
Yüzeysel akış parsellerinde doğru sonuçlar elde etmenin ilk koşulu amacın iyi ve açık olarak belirlenmesidir.
Belirlenen bu amaç doğrultusunda toprak, eğim, yamaç uzunluğu ve bakı gibi değişkenlerden sadece bir
tanesinin farklı olması ve bu farklı olan değişkeninin etkisi üzerinde durulmalıdır(Hayward, 1967; Şensoy
vd., 2011). Örneğin, Şekil 7 de ağaç ve otsu bitkiler bakımından daha yoğun bir örtüye sahip arazi ile bitki
örtüsünün seyrekleştiği arazideki yüzeysel akış parselleri ve bu parsellerde oluşan yüzeysel akıştaki farklılık
görülmektedir(Bartley vd., 2010).
Şekil 7. Bitki örtüsünün yüzeysel akışa etkisini belirlemek amacıyla kurulmuş parseller (Bartley vd., 2010).

369
Bu yöntem yaygın bir kullanıma sahip olmakla birlikte kimi araştırmacılar tarafından ortaya koyduğu sonuç-
ların güvenilirliği ve geçerliliği sorgulanmaktadır(Priera, 1973; Hudson, 1993).
Parsellerin Kurulumu
Yüzeysel akış parsellerinin kurulumunda yamaç ve yer seçimi, parsellerin boyutları, tekrar parseli ve uygun
kurulumun sağlanması başta gelen en önemli hususlardandır(Sheng,1990). Yüzeysel akış parselleri başlıca
üç bölümden medyana gelir. Bunlar: yüzeysel akış toplama alanı, bağlantı düzeneği ve depolama birimidir(-
Hudson,1993). Şekil 8 de parseli oluşturan birimler gösterilmiştir.
Yüzeysel Akış Toplama Alanı
Yüzeysel akış toplama alanı, yüzeysel akışın toplanmasını sağlayacak, yapay ya da doğal bir malzemeyle sı-
nırları belirli bir alan oluşturularak elde edilen kısımdır. Parselin bu bölümü kurulurken dikkatli olunmalıdır.
Çünkü parsel sınırını oluşturacak malzemenin (tahta, tuğla, sac vb.) parsel dışından parsel içerisine ya da
parsel içerisinden parselin dışına sediman ya da yüzeysel akışın hareketini engelleyecek bir şekilde düzen-
lenmesi gereklidir (Mirstkhoulava, 1981).
Şekil 8. Yüzeysel akış parsel düzeneği (Şensoy vd., 2011)

Aksi taktirde elde edilen sonuçlar yanıltıcı olacaktır. Bunun dışında kenarlıklar için belirlenen malzemenin
de arazi ve iklim şartları ile kullanım amacına uygun olması gerekmektedir. Malzeme olarak sac, tahta, be-
ton, tuğla, plastik malzeme kullanılırken kimi zaman da doğrudan doğruya su bölümü çizgisini oluşturan
sırtlar parsel sınırı olarak kullanılabilmektedir (Şensoy vd., 2011). Parsel sınırını oluşturan tahta ya da diğer
malzemelerin belli bir kısmının toprağa gömülmesi toplama alanının dışarıdan gelen etkilerden korunma-
sını sağlaması bakımından önemlidir. Bu gömülmenin ne oranda olacağı arazi şartları ile doğrudan ilişkilidir.
Yüzeysel akış ile sediman hareketinin gözlenmesi ve ölçümlerin daha doğru gerçekleştirilmesinin sağlanma-
sı için parseller genellikle dikdörtgen şeklinde düzenlenir. Parsellerin uzunluğu ve genişliğiyle ilgili bir sınır
olmamakla birlikte kısa parsellerin genellikle rillerin gelişmesine engel olduğu düşünülmüştür. Bu nedenle
parsel boyutları belirlenirken doğal erozyon sürecini doğru bir şekilde yansıtabilecek boyutlar tercih edilme-

370
lidir. Örneğin oluk ve tabaka (yüzey) erozyonu için 100 m²’ den büyük parseller önerilmektedir(Bagarello and
Ferro,2004).
Bağlantı Düzeneği
Kimi araştırmalarda kullanılmasa da genellikle depolama birimiyle yüzeysel akış toplama alanı arasında
sediman iletimini sağlayan bağlantı düzenekleri parsellerin önemli parçalarındandır. Bağlantı düzeneğinin
sağlam olması, sık sık kontrol edilerek tıkanma varsa bu tıkanıklığın giderilmesi ve sızma varsa tüm sedi-
manin depolama birimine gitmesinin sağlanması doğru ölçümlerin yapılması için önem taşımaktadır(Hud-
son,1993) Bağlantı düzeneği için kullanılan malzeme, bazen demir ya da pvc kimi zaman ise plastik olabil-
mektedir. Bağlantı düzeneğinin nasıl yerleştirildiği doğru sonuçlar elde edilmesini sağlamak açısından önem
taşımaktadır. Yüzeyden yüksekte kalmış bir bağlantı düzeneğinin içinde sediman birikeceğinden dolayı bu
durum tıkanmaya neden olacak ve depolama birimine sediman akışı azalacak ya da tamamen duracaktır.
Bağlantı düzeneği çok aşağıda olursa bu sefer de doğal rillerde yapay yolla meydana gelen aşınmaya bağlı
olarak bir tahribat meydana gelecektir. Bu sebepten dolayı düzenek yerleştirilirken dikkatli olunması gerek-
mektedir (Şensoy, vd. , 2011).
Depolama Birimi
Yüzeysel akışın ve taşınan sedimanın biriktiği kısım depolama birimidir. Depolama biriminin yüzeysel akış
parselinin kurulduğu alandaki maksimum yağış değerlerini toplayabilecek kapasitede olması gereklidir. Yü-
zeysel akış parselleri ile yapılan çalışmalarda bu hususun göz ardı edilmesi güvenilir sonuçlara ulaşılmasını
büyük ölçüde engellemektedir.(Sheng, 1990). Ancak büyük tankların kullanılması yüzeysel akışların tama-
mının değerlendirilmesini sağlarken daha düşük yağışlarda ölçümlerin daha kolay yapılması için daha küçük
boyutlardaki ikinci bir tankın kullanılması araştırmacılar tarafından tercih edilmektedir (Bartley, vd., 2010)
Mekanik kaydediciler ve seviye ölçerler yardımıyla ulaşım zorlukları ya da yaz mevsimindeki buharlaşmaya
bağlı kayıplar nedeniyle ortaya çıkabilecek olumsuzluklar giderilebilir(Jackson vd., 2002; Şensoy, vd., 2011).
Buna rağmen arazi şartlarında mekanik cihazların bozulma ihtimalini de göz önünde bulundurmak ve buna
göre alternatif önlemler almak da gereklidir(Sheng, 1990).Yüzeysel akışla taşınan ince ve kaba materyalin
bir arada, sediman tankları yerine; kazılan çukurlarda biriktirildiği çalışmalar da bulunmaktadır (Şekil 9 ).

Şekil 9: Dikdörtgen şeklinde tesis edilen ve depolama birimi olarak çukurların kullanıldığı yüzeysel akış
parsel düzeneği (SLMP Project, 2009, National Soil Services Centre).

371
Avantaj ve Dezavantajları
Yüzeysel akış parselleri kullanmanın avantajları şu şekilde sıralanabilir: 1) yüzeysel akış, erozyon oranı ve
erozyon ölçümünde uzun dönemli olması 2) tekrar parseli ve kontrol parsellerinin amaca uygun bir biçimde
kurulabilmesi 3) verilerin istatistiksel yöntemlerle karşılaştırılabilmesi ve RUSLE(Revised Universal Soil Loss
Equation), WEPP(WaterErosion Prediction Project)ya da diğer erozyon tahmin modelleri analizlerinde kul-
lanılabilmesidir (Ypsilantis, 2011).
Yüzeysel akış parseli kullanımının dezavantajları ise 1)ekipman hatalarından dolayı yüzeysel akış sırasında
sedimanın parseli sınırlayan alandan taşması, biriktirme tankının dolarak taşması ya da yabani hayvanlar ta-
rafından parsellerin tahrip edilmesi 2) yer seçimi ya da parsel kurulumunun uygun olmaması ihtimali 3) tek-
rar parselleri için birbirine benzer koşullara sahip alanların bulunmasının zor olması 4) kemirgen hayvanların
parsel sınırlarının altında açtıkları oyukların buralardan sediman kaybına neden olma ihtimalinin olması 5)
bu yöntemle rüzgar erozyonun ölçülmemesi 6) yüksek kurulum ve bakım masrafları 7) parsel sınırlarının da
erozyon süreçlerine etki etmesidir(Boix-Fayos vd., 2006).
Küçük parsellerde yamacın eğim derecesine göre erozyon ölçümünde tahmin edilenden fazla ya da tahmin
edilenden az erozyon meydana gelebilmektedir. Ölçümlerin tahmin edilenden az olmasının birkaç nedeni
bulunmaktadır. Bunlardan ilki, yukarıdaki parsel sınırlarının parsel içindeki yüzeysel akışı azaltmasıdır. Ayrıca
parsel içindeki erozyonla taşınacak malzemenin taşınarak bitmiş olması da bu durumun ortaya çıkmasında
etkilidir (Taube vd., 2001). Tahmin edilenden fazla erozyon ise parsel sınırlarının tahribi sonucunda parsel
içine dışarıdan malzeme gelmesi veya parselin yukarı kesimindeki sınırların parselin içinde toprak depolan-
masını azaltmasıdır(Ypsilantis, 2011).
Yüzeysel Akış Parselinde Çalışma Süresi ve Kayıtların Tutulması
Doğal yağış koşullarında yüzeysel akış parseli yöntemi kullanılarak yapılacak olan çalışmalarda araştırma
süresinin en az üç yıl olması gerekmektedir. Altı yıllık ölçümlerden sonra ise arazideki gerçek erozyon değe-
rinden daha az değerlere ulaşılmaya başlandığı araştırmacılar tarafından belirlenmiştir(Ollech and Vacca,
2002; Şensoy vd., 2011). Ancak yine de belirtilen değerlerin, araştırmanın yapıldığı bölgenin arazi şartlarına,
iklimine ve parsel boyutları vb. faktörlere göre değişebileceği de göz ardı edilmemelidir.
Kayıtların tutulacağı aralık ile ilgili olarak ise öncelikle çalışmanın hedefinin belirlenmesi gereklidir. Çünkü,
yıllık kayıtların mı belirlenen amaç için güvenilir olacağı ya da kısa zaman aralıklarıyla değişimlerin takibine
mi ihtiyaç duyulduğu veya her bir fırtınalı döneme ait kayıtların mı gerekli olduğu amaçlarına göre ölçüm
periyodunun belirlenmesi gerekmektedir (Hudson, 1993).
Yüzeysel Akış Parselinde Tutulan Kaba Materyalin Laboratuarda İncelenme Aşamaları
Yüzeysel akış parselinde taşınan kaba materyalin miktarı ve taşınan materyalin tane boyutu laboratuar ince-
lemesi sonucunda belirlenir. Bu incelemede aşağıda belirtilen aşamalar takip edilir.

· Etiketlemiş ve ağzı kapatılmış kutulardaki sediman, buzdolabında (2-5 C derecede) muhafaza edilir.
· Elektronik terazi ile sedimanin ıslak ağırlığı bulunur.
· Sediman, 105 C derecede kuruyuncaya kadar fırınlanır.
· Fırından çıkarılan ve kurumuş olan malzemenin kuru ağırlığı elektronik terazi ile bulunur.
· Sediman 3,5 phi ile 4 phi çapındaki elekte sallanır -3,5 phi ten geniş sediman için çap elekleri
kullanılır(Johnson, 2001).

372
Tane Boyu Analizi
Tane boyu analizi kaba materyalin boyutlarına göre dağılımının belirlenmesi amacıyla yapılır. Tane boyları,
kabadan inceye doğru farklı aralık değerlerine sahip eleklerden oluşan standart test eleği ve elek sarsma
makinesi yardımıyla tespit edilir (Şekil 10). Aşağıda belirtilen aşamalar takip edilerek tane boylarının dağılımı
bulunur.
1. Dara tepsisinde örneğin toplam ağırlığı tartılır. Bunun için örneğin miktarına göre kaba (0,5g) ya da
hassas(0,01g) tartı kullanılır.
2. Sert bir fırça veya bıçak kullanılarak ince sediman, daha büyük parçalardan temizlenir. Bu materyal,
örneğin geri kalanına eklenir.
3. Örneğin tümü, doğrudan elenmeden önce 16mm(-4 phi’lik) elekte elenir.16 mm den büyük materyalin
tümü çap eleği ile ölçüm için tepsiye konulmalıdır.
4. Eğer 16 mm den küçük sedimanler birikme kabında agregratlaşmış halde ise bunlar havanda yumuşak
bir şekilde dövülmelidir. Aksi taktirde agregratlaşmamış partiküller de tahrip edilmiş olur.
5. 16mm den küçük sediman, yarım phi aralıklarla kabadan inceye doğru elenecek şekilde eleklere konur.
Elek aletinin kapağı sıkıca kapatılır ve 5 ile 10 dk. aralığında elemeye ayarlanır. Zamanın uzunluğu örne-
ğin miktarına ve boyutuna göre farklılık gösterebilir.
6. Elekteki orijinal sediman miktarının elekten bir seferde elenmeyecek kadar büyük(iri) olması halinde
beşinci aşama tekrar edilir.
7. Beşinci ve altıncı aşamalardaki sediman elek büyüklüklerine göre kaba olandan ince olana doğru tartılır.
İlk olarak eleğin içindekiler temiz bir kağıt üzerine dökülür. Elek ağlarının tuttuğu tüm partiküller elek
fırçasıyla (sadece kaba elek için) yerinden çıkartılır ve hafifçe vurulur. İkinci olarak kağıt üzerindeki sedi-
man darası alınmış temiz bir örnek tepsisine aktarılarak tartılır ve ağırlığı ön kayıt formuna yazılır.
8. Üçüncü aşamada ayrılan kırıntılar bu aşamada çap elekleri kullanılarak ölçülür. Kırıntılar aralıklardan
geçemeyecek aşamaya gelene kadar eleme işlemi devam ettirilir. Kırıntılar daha sonra her bir aralık
değerini gösteren sınıflandırma kağıtları üzerine konulur. Her kırıntı bu yolla sınıflandırıldıktan sonra
boyutları daha kaba olan kırıntıların ağırlıkları, ön kayıt formlarına kaydedilir.
9. Elekler ve diğer aletler yıkandıktan sonra bu süreç diğer örnekler için tekrar edilir(Johnson, 2001).

373
Şekil 10: Elek analizinde kullanılan araç ve gereçler (http://www.uic.edu).

Yüzeysel Akış Parselinde Tutulan İnce Materyalin Laboratuvarda İncelenme Aşamaları


Yüzeysel akış parselinde depolama biriminde yağış sularıyla biriken ince malzemenin tane boyu dağılımının
belirlenebilmesi için hidrometre yöntemi kullanılır.
Hidrometre Analizi
Hidrometre analizinde şu ekipmanlar gereklidir: Sodyum Hegza ,Meta Fosfat, elektrikli mikser ,mezür, saf su
, terazi ve beher. Analizi yapılacak olan 1 litrelik çözelti için 40 gr Sodyum Hegzametafosfat kullanılarak sey-
reltme çözeltisi oluşturulur. Çözelti hazırlanırken ve deney süresince saf sukullanılması gerekmektedir(Şekil
11).
Hidrometre deneyi yapılacak olan örnek, ağırlık bakımından kum boyutu malzemeden oluşuyorsa örnekten
yaklaşık olarak 100 gr alınır; örnek, ağırlıkça kil-silt boyutu malzemeden oluşuyorsa örnekten yaklaşık olarak
50 gr alınması yeterlidir. Belirtilen miktardaki örnek behere konularak üzerine 125 ml Sodyum Hegzame-
tafosfat çözeltisi, örneği kaplayacak ölçüde dökülür. Elde edilen karışım, tanelerin birbirinden ayrışması ve
çözeltinin tüm tanelere tesir etmesini sağlamak amacıyla en az 16 saat bekletilir. Bu işlem sonrasında ge-
rekirse pipet kullanılarak saf suyla beher içindeki tüm karışımın miksere aktarılması sağlanır. Karışım, mik-
serde yaklaşık olarak 1 dakika boyunca karıştırılır. Karıştırma işlemi bitiminde mikser kabından tekrar behere
aktarılan örneğin üzerine 250 ml ye tamamlayacak ölçüde saf su eklenir ve 5-15 dakika kadar bekletilir ve
bu karışım daha sonra mezürün içine saf su yardımıyla konulur. Mezürün içindeki toplam karışımı 1000ml
ye tamamlamak için saf su eklenir. Üst tarafı avuç içi ya da bir tıpa ile iyice kapatılan mezür bir dakika süre
ile çalkalanır ve mezür düzgün bir yüzeye konulur.

374
Şekil 11: Hidrometre analizinde kullanılan aletler(http://www.uic.edu)

Hidrometre ile 4, 15, 30, 60, 120, 240, 1440. dakikalarda ölçüm alınarak elde edilen ölçümler kaydedilir.
Doğru bir okuma sağlayabilmek için okuma zamanından yaklaşık olarak 20-25 saniye önce hidrometrenin
çözeltiye bırakılması gerekmektedir. Her okuma sonrasında çözeltinin sıcaklığı termometre ile ölçülür ve
sıcaklık not edilir. Hidrometre karışımdan çıkartılınca aynı sıcaklıkta olan saf suyun içinde bekletilir(Gee and
Bauder, 1986).

Sonuç
Yeryüzünün muhtelif sahalarında meydana gelen erozyon süreçlerinin belirlenmesi ve takibi oldukça zor
olmakla birlikte bu zorluk derecesi özellikle eğimli sahalara doğru gidildikçe daha da komplike bir hal almak-
tadır (Lal, 2001). Yapılan çalışmalar göstermiştir kiyağışın türü, miktarı ve şiddeti, topografik özellikler (özel-
likle yamaç eğimleri), bitki örtüsünün karakteri ile zemini oluşturan kayaçların direnç farkları gibi muhtelif
faktörlere bağlı olarak gerek meydana gelen erozyon olayının türü ve gerekse de erozyon materyalinin oran
ve miktarları da bir yerden başka bir yere göre değişme göstermektedir (Chisci, 1981). Erozyon türlerinde
görülen bu çeşitlilik hiç şüphesiz erozyon sonucunda ortaya çıkan erozyon malzemesinin oran ve miktarla-
rını belirlemede yararlanılan metotların da oldukça çeşitli olmasını sağlamıştır. Bu çalışmada izah edilmeye
çalışılan metotlar ise özellikle eğimli yüzeylerde oluşan erozyon olayını belirlemede kullanılan metotlardan
sadece birkaçıdır. Daha önce yapılan uygulamalar göstermiştir ki gerek bu metotların arazideki kurulumu ve
gerekse de gözlem süresi içerisindeki ölçümlerin dikkatli bir şekilde yapılması durumunda oldukça doğru ve
güvenilir sonuçlar elde etmek mümkündür (Benyamini, 2005 ). Kullanılan malzemenin yüksek bir teknoloji
ürünü olmaması ve dolayısı ile kolaylıkla temin edilebilmesi, malzemenin arazide kurulumu ve kullanımının
kolay olması gibi hususlar da bu çalışmada izahı yapılan metotların uygulanabilmesindeki en önemli avan-
tajları oluşturmaktadır.

375
Kaynakça
Atalay, İ. (1974). Sultan Dağlarında toprak erozyonu araştırmaları. Türk Coğrafya Dergisi, 26, 48–72.
Atalay, İ. (1980). Gediz Nehri Havzasında toprak erozyonu problemleri üzerine bir araştırma. Jeomorfoloji
Dergisi, 9,61-82.
Bagarello, V. and Ferro, V. (2004). Plot-scale measurement of soil erosion at the experimental area of
Sparacia (southern Italy). Hydrological Processes,18, 141-157.
Blaney,D.G. and Warrington, G. E. (1983). Estimating soil erosion using an errosion bridge.WSDG-
TP-00008.USDA Forest Service Watershed Development Group, Fort Collins,CO.
Bartley, R., Keen R. J., Hawdon, A. A., Disher, M. G. and Kinsey ,A. E. (2006). Measuring rates of bank ero-
sion and channelchange in northern Australia: A case study from the Daintree River catchment.CSIRO
Land and Water Science Report 43/06
Bartley, R., Wilkinson, S.N., Hawdon, A. A., Abbott, B. N. and Post, D. A. (2010). Impacts of improved
grazing land management on sediman yields, Part 2: catchment response. Journal of Hydrology, 389(3-
4), 249-259.
Başayiğit, L. (2002). Eğirdir Gölü havzasında erozyon riskinin saptanması üzerine araştırmalar. Yayınlan-
mamış doktora tezi, Çukurova Üniversitesi, Adana.
Benyamini, Y. (2005).Measuring and monitoring soil erosion for soil conservation and soil protection in
Israel, Soil Conservation and Protection For Europe.
Beylich, A. A. (2008). Sediman fluxes and sediman budget in latnjavagge and the potential of applying
unified methods for integrating investigations on sediman fluxes and budgets in cold-environment cat-
chments. Slagstad, T. (Ed.), Geology for Society, Geological Survey of Norway SpecialPublication in (pp.
111–130).
Biricik, S. A. (1985). Sarayköy civarında erozyon ve önlemler (Konya). İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fa-
kültesi Coğrafya Dergisi, 1, 173-180.
Boix-Fayos, C., Martínez-Mena, M., Arnau-Rosalén E., Calvo-Cases A., Castillo V., and Albaladejo J.
(2006). Measuring soil erosion by field plots: Understanding the sources of variation. Earth-Science Re-
views, 78(3-4), 267-285.
Bracken, L. J. and Kirkby, M.J. (2005). Differences in hillslope runoff and sediman transport rates within
two semi-arid catchments in southeast Spain. Geomorphology, 68, 183-200
Chisci, G. (1981). Upland erosion: evaluation and measurement, erosion and sediman transport measu-
rement (Proceedings of the FlorenceSymposium, June). IAHS Publ. no. 133.
Darlene, G. B. and Warrington, G. E. (1983). Estimating soil erosion using an erosion bridge, USDA Forest
Service, Watershed Systems Development Group, Fort Collins Colorado.
Ekinci, D. (2005). CBS tabanlı uyarlanmış rusle yöntemi ile kozlu deresi havzasında erozyon analizi. İstan-
bul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Dergisi, 13, 109-119.
Ekinci, D. ve Cürebal, İ. (2006). Kızılkeçili Deresi havzasında CBS tabanlı rusle yöntemiyle erozyon analizi.
Türk Coğrafya Dergisi, 47 ,115-130.
Erdem, F. (1987). Kelkit Havzasında erozyon – sediman ilişkileri. Jeomorfoloji Dergisi,15, 65-73.
Erozyonla Mücadele Eylem Planı 2013-2017, T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı.
Ertek, T. A., Hacıyakupoğlu, S., Walling, D. E., Karahan, G., Erginal, A. E., Çelebi, N., Ataksor, B. ve Saygın,
H. (2004). Sezyum-137 radyonüklidinin erozyon araştırmalarında kullanımı ve Türkiye’den örnekler. İs-
tanbul Üniv. Coğrafya Dergisi, 12, 47-62.

376
Gee, G. W. and J. W. Bauder. (1986). Particle-size analysismethods of soil analysis part 1. In A. Klute
(Ed.), Soil Science Society of America Book Series 5 in (Pp. 383-411). Wisconsin: Madison.
Goudie, A.(Ed.) (1990). Geomorphological techniques (2nd ed.). London: Unwin Hyman Ltd.
Hadley R.F and Lusby G. C. (1967). Runoff and hillslope erosion resulting from a high-intensity thunders-
torm near Mack, Western Colorado. Water Resources Research3(1),139-143.
Haigh M. J. (1977). The use of erosion pins in the study of slope evolution. In: Shorter Technical Methods
(II), Technical Bulletin No 18, British Geomorphological Research Group, Geo Books, Norwich, UK.
Heinzen, R. T. and Arulanandan, K. (1976). Factors influencing dispersive clays and methods of identifi-
cation. ASTM Symposium on Dispersive Clays, Chicago, Illinois.
Hudson, N. W. (1993). Field measurements of soil erosion and funoff. FAO Soil Bulletins, 68, 139
Johnson, R.,M. ( 2001). Torrent Erosion in Lake District Mountain Catchments , Thesis submitted for the
degree of doctor of philosophy, University of Durham, Durham.
Lal, R. (2001). Soil degredasyon by erosion, Land Degredasyon and Development, 12, 519-539.
Lee B., Lorch, Z. and Melong, T. (2012). Evaluation of the erosion control methods ımplemented by the
Panama Canal expansion program, major qualifying project, Worcester Polytechnic Institute .
Mater, B. (1996). Türkiye’de erozyonun boyutları, sorunlar ve çözüm önerileri. Samsun 19 Mayıs Üniver-
sitesi Erozyon Paneli, Samsun.
Measurement and maintenance of soil erosion plots for 2009 SLMP Project, National Soil Services Cen-
tre (NSSC).
Mirtskhoulava, T. E. (1981). Land erosion, research equipment, forecasting methods and prospects for
their improvement. Proceedings of the Florence Symposium, IAHS Publ. No. 133, 521-527.
Ökten, E. (2005). Toprak nem ve kil kapsamının yüzey akış ve erozyon üzerine etkisi. Yayınlanmamış yük-
sek lisans tezi, Ankara Üniversitesi , Ankara.
Ranger, G.E., Frank E.E, (1978).The 3F Erosion Bridge-A new tool for measuring soil erosion. Publication
No. 23, Department of Forestry, State of California, Sacramento, CA.
Robichaud, P. R. (2000). Forest fire effects on hillslope erosion: What we know.Moscow: USDA- Forest
Service, Rocky Mountain Research Station. Idaho.
Saynor M.J., Erskine W.D. and Evans K.G. (2003). Bank erosion in the Ngarradji catchment: Results of
erosion pin measurements between 1998 and 2001. Supervising Scientist Report 176, Supervising Sci-
entist, Darwin NT.
Saynor M J., Loughran R. J., Erskıne W D. and Scott P. F. (1994). Sediman movement on hillslopes measu-
red by caesium-137 and erosion pins, Variability in Stream Erosion and Sediman Transport. Proceedings
of the Canberra Symposium, IAHS Publ. no. 224.
Schumm, S. (1956). Evolution of drainage systems and slopes in badland at Perth Amboy, New Jersey.
Bulletin of Geological Society of America, 67, 597-646.
Shakesby, R. A. ( 1993). The soil erosion bridge: A device for micro-profiling soil surfaces. Earth Surface
Processes and Landforms , 18 (9), 823-827.
Sheng, T. C. (1990). Runoff plots and erosion phenomena on tropical steeplands. Proceedings of theFiji
Symposium, IAHS-AISH Publ. No:192.
Şahin, C. (1987). Erozyon – Toprak erozyonu – yarıntı (gully) erozyonu. Gazi Üniv.Gazi Eğitim Fak. Dergisi,
1(3), 189-223.

377
Şensoy, H. (2010). Yamaç şekillerinin toprak erozyonuna etkilerinin araştırılması. Yayınlanmamış dokto-
ra tezi, Bartın Üniversitesi, Bartın.
Şensoy, H., Kara, Ö. ve Hızal, A. (2011).Erozyonun belirlenmesinde yüzeysel akış parseli kullanımının
irdelenmesi.Bartın Orman Fakültesi Dergisi, 19(13), 1-13.
Taube, C., L. Collett, R. Hassett, N. Flood, and W. Hall. (2001 ). Ground-cover and fire monitoring in Que-
ensland’s arid and semi-arid rangelands. Geoscience and Remote Sensing Symposium.
Takei A., Kobaski S. and Fukushima Y. (1981). Erosion and sediman transport measurement in a weat-
hered granite mountain area. In: Erosion and Sediman Transport Measurement, IAHS Publ. no. 133. in
(pp. 493-502.).
Tunçdilek, N. (1951). Türkiye’de toprak erozyonuna ait gözlemler ve düşünceler. İstanbul Üniversitesi
Coğrafya Enstitüsü Dergisi, 2, 91-104.
Tüfekçi, K. (1993). Gölhisar Doğusunda (GB Türkiye) Balıkdağ ile Rahatdağ dolayında toprak erozyonu
sorunları üzerine bir araştırma, Jeomorfoloji Dergisi, 20, 49-59.
Vacca, A., Loddo, S., Ollesch, G., Puddu, R., Serra, G., Tomasi, D. and Aru, A. (2000). Measurement of
runoffand soil erosion in three areas under different land use in Sardinia (Italy). Catena , 40, 69-92.
Yalçınlar, İ. (1977). Türkiye erozyonunda disimetrik sistemler. İstanbul Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü
Dergisi, 22, 21-28.
Ypsilantis, W. G. (2011). Upland soil erosion monitoring and assessment: An overview. Technical Note
438. Bureau of Land Management, Denver: National Operations Center.
Zeybek, H. İ. (2002). Turhal Ovası ve yakın çevresinde toprak erozyonu. Doğu Coğrafya Dergisi, 8, 99
-130.
İnternet Kaynakları
http://www.awqa.org/pubs/waterqual/evalsedloss.pdf (Erişim tarihi: 12.01.2013)
http://www.uic.edu/classes/cemm/cemmlab/Experiment%206Grain%20Size%20Analysis.pdf (Erişim
tarihi: 24.02.2013)
Okuma Listesi
Akşit, S. (2004). Tarımsal topraklarda sürüm yöntemi ile çizgi (rill) erozyonu arasındaki ilişkinin analizi.GÜ,
Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, 1(24), 49-65.
Bertrand, F. (2010). Fluvial erosion measurements of streambank using photo-electronic erosion pins
(peep), Master’s Theses, The University of Iowa, Iowa City.
Carson, MA, Kirkby, M.J. (1972). Hillslope form and process. Cambridge: Cambridge University Press.
Malik I. and Owczarek, P.(2006). Dendrochronological records of erosion and sedimanation in a mid-
mountain stream (Jeseniki Mountains – Czech Republic), Proceedings of the Dendrosymposıum April
20th – 22nd Tervuren, Belgium.
Robichaud, P., R. and Robert E.B. (2002). Silt fences: An economical technique for measuring hill slope
soil erosion, USDA, Forest Service, Rocky Mountain Research Station.
Thornes, J. B. (1976). Semi-arid erosinal systems: case studies from Spain. Geographical Papers No.7,
London School of Economics.
Wells, W.G., 11, Wohlgemuth, P.M., 1987, Sediman Traps for Measuring Onslope Surface Sediman Mo-
vement. USDA Forest Service, Pacific Southwest Forest and Range Experiment Station, Research Note
PSW-393, 6 p.

378
ON ALTINCI BÖLÜM

RADYOMETRİK TARİHLEME METODLARI


Erdem BEKAROĞLU
Ankara Üniversitesi

Radyokarbon
Argon
Uranyum-Toryum
Lüminesans
ESR
Kozmojenik

Giriş
İnsanlığın geçmişteki olayların zamanlamasını belirleyerek bir kronoloji oluşturma çabasının öyküsü oldukça
eskiye gitmesine rağmen, Antik çağdaki girişimler bir yana bırakılırsa, bu yöndeki ilk “ciddi” çabalardan biri
Rönesans sonrası dönemin ünlü din adamlarından James Ussher’a aittir. XVII. yüzyılın ilk yarısında, İrlan-
da’lı başpiskopos Ussher, kutsal kitapta adı geçen dini figürlerin yaşam süreleri ve soy ilişkilerine dayanarak
Dünya’nın “yaratılış” tarihini M.Ö. 23 Ekim 4004 olarak belirlemiştir (Knell ve Lewis, 2001). Kuşkusuz, bugün
artık herhangi bir geçerliliği olmayan bu türlü bir geçmişi tarihleme çabası, yerini son derece ilerlemiş, kar-
maşık ve kesinlik derecesi yüksek yöntemlerle elde edilmiş güvenilir girişimlere bırakmıştır. Ne ki, özellikle
XIX. yüzyılın ilk yarısına kadar, coğrafi ortamda meydana gelen fiziksel değişimlerin doğru bir kronolojisinin
oluşturulması yönünde bazı önemli atılımlar olmasına rağmen, geçmişi kesin ve güvenilir yöntemlerle tarih-
lemek ancak II. Dünya Savaşı’ndan sonra radyoaktif yöntemlerin tarihleme çalışmalarında kullanılmasıyla
mümkün olmaya başlamıştır. Nitekim, Kuaterner Bilimleri’nin öncülerinden olan Flint’in, ilk baskısı 1947
yılında yapılan Glacial Geology and the Pleistocene Epoch (Buzul Jeolojisi ve Kuaterner Devri) adlı klasik kita-
bında, yer tarihinin son jeolojik döneminde meydana gelen ortam değişimlerinin kronolojisi, kesin olmayan
tarihleme yöntemlerinden elde edilen muğlak verilere dayanmakta ve ayrıca eserde radyoaktiviteye dayalı
kesin tarihleme yöntemlerinden de bahsedilmemektedir (Flint, 1955). Ancak, geçmişi tarihleme çalışmaları
XX. yüzyılın ikinci yarısında öyle ivme kazanmıştır ki, Flint’ten sadece 50 yıl sonra yayımlanan ve Kuaterner
Bilimleri’nde şimdiden klasik bir ders kitabı olmuş olan Lowe ve Walker’ın Reconstructing Quaternary En-
vironments adlı kitabında, yer tarihinin son 2,6 milyon yıllık kısmını teşkil eden son jeolojik periyodundaki
olayların kronolojisi daha çok radyoaktivite prensiplerine dayalı kesin tarihleme çalışmalarının sonuçların-
dan elde edilmiştir (Lowe ve Walker, 1997).

379
Ussher ve kendisini önceleyen dönemlerde önemli bir yönüyle entelektüel bir merak konusu olan geçmişi
tarihleme çabası, günümüzde bir zorunluluk haline gelmiş ve çok daha farklı bağlamlar kazanmıştır. Geçmişi
tarihlemeyi bir zorunluluk haline getiren en önemli faktörlerden biri, Yer’in fiziksel ortamında zaman içeri-
sinde meydana gelen değişimleri açıklamak için öne sürülen teori ve hipotezlerin test edilmesidir. Örneğin,
Kuaterner’deki buzul ve buzularası dönemlerin veya genel olarak iklimsel kararsızlıkların Dünya’nın yörünge
sistemindeki yarı döngüsel bozulmaların eseri olduğunu öne süren astronomik teorinin (Milanković, 1998)
testi, Yer tarihinin son jeolojik döneminde gerçekleşen iklimsel kararsızlıkların doğru bir kronolojisinin tesis
edilmesi ve daha sonra bu kronolojinin teori tarafından yapılan açıklamayla karşılaştırılmasıyla mümkün ola-
bilmektedir. Teorinin bir buzul dönemi olarak işaretlediği bir zaman dilimi için yerbilimsel çalışmaların (buzul
dönemlerinin bir karakteristiği olarak) küresel bir düşük deniz seviyesini belirlemesi ve teorik açıklamanın
ortaya koyduğu zamanlama ile gözlemlerle elde edilmiş bulgunun zamanlamasının çakışması, teorinin ça-
lıştığının bir kanıtını oluştururken; bu durumun tersi, yani teorinin bir buzul dönemi olarak işaretlediği bir
zaman dilimi için çalışmaların (buzularası dönemlerinin bir karakteristiği olarak) küresel bir yüksek deniz
seviyesini belirlemesi, teorinin çalışmadığının bir kanıtını meydana getirmektedir. Geçmişi tarihlemeyi bir
zorunluluk haline getiren faktörlerden ikincisi, coğrafi ortamda meydana gelen fiziksel değişimlerin deği-
şim oranının belirlenmesinin gerekliliğidir. Bu bağlamda, fiziksel ortamdaki bazı değişimler (örneğin östatik
deniz seviyesi değişimleri) tüm okyanuslar ölçeğinde eş zamanlı (synchronous) olarak meydana gelirken,
iklimsel değişimlere vejetasyon örtüsünün verdiği tepki, çoğunlukla farklı coğrafi ortamlarda farklı zamanlar-
da (time-transgressive) gerçekleşmektedir. Değişim oranlarının coğrafi ortamlarda eş zamanlı olup olmadı-
ğının, nerede-ne zaman gerçekleştiğinin, temposunun (hızlı-yavaş) ve de değişkenliğinin belirlenmesi ancak
güvenilir bir kronolojinin elde edilmesiyle mümkündür (Roberts, 1989). Üçüncü faktör ise, fiziksel ortamda
yaşanan değişimlerin sıralamasının belirlenmesi gerekliliğidir. Yer iklim sistemine iletilen bir değişim sinya-
linin (örn. Yer’in yörünge parametrelerinde meydana gelen bir değişim) fiziksel ortamda meydana getirdiği
değişimlerin hangi sıralamayla gerçekleştiğinin tespiti, geçmişin olabildiğince kesin ve hassas bir şekilde ta-
rihlenmesini gerektirmektedir. Böylelikle, fiziksel sisteme dahil olan değişim sinyallerinin hangi mekanizma-
larla sistemde ne gibi değişimler yarattığının ve bunların sıralamasının belirlenmesi mümkün olabilmektedir.
Günümüzde, geçmişi tarihlemek için kullanılan yöntemler genel olarak dört kategoride ele alınmaktadır
(Lowe ve Walker, 1997). Bunlardan birincisini radyometrik tarihleme yöntemleri oluşturmaktadır. Bu grupta
yer alan ve birbirinden farklı radyoaktif element ve izotopların bozunumu esasına dayanan yöntemlerle
(örn. 14C, U/Th) yer tarihinin geçmişinin kesin (absolute) bir kronolojisinin tesis edilmesi mümkündür. İkin-
ci grubu artımlı (incremental) tarihleme yöntemleri oluşturmaktadır. Bu grupta yer alan yöntemler (örn.
dendrokronoloji, varv kronolojisi), mevsimsel bir ritme ya da yıllık olarak gelişen bantlara sahip doğal un-
surların analizine dayanmaktadır. Yıllık gelişim özelliği gösteren unsurların (ağaç halkası, laküstrin laminalar)
makroskobik veya mikroskobik olarak sayılmasıyla geçmişe doğru uzanan kesin bir kronoloji meydana getiri-
lebilmektedir. Üçüncü grupta yer alan yöntemler yaş denkliği (age-equivalence) esasına dayanmaktadır. Bu
kategoride yer alan yöntemler, küresel ya da bölgesel ölçekte meydana gelmiş bir doğal olayın (örn. volkanik
erüpsiyon, manyetik alan değişimi vb.) fiziksel ortamda bıraktığı izlerin birbirinden farklı coğrafi ortamlarda
belirlenmesiyle korelasyona dayanan bir kronoloji ortaya koymaktadır. Son kategoride yer alan tarihleme
yöntemleri rölatif tarihleme yöntemleri başlığı altında toplanmaktadır. Bu yöntemlerle geçmişteki olaylar
görelilik esasına dayalı olarak tarihlenir. Bunların bazıları stratigrafik ilişkilere dayalı tarih belirlemelerine,
bazıları ise kayaç yüzeylerindeki, topraktaki ya da fosillerdeki günlenmenin ya da kimyasal ayrışmanın dere-
cesine dayanmaktadır.
Yer’in fiziksel sisteminde hüküm sürmekte olan güncel olay ve süreçler hakkındaki bilgilerimiz çoğunluk-
la aletsel kayıtlardan (instrumental records) elde edilmektedir. Örneğin, fay sistemleri boyunca meydana
gelen depremler sismograflar, iklimsel parametreler ise meteoroloji istasyonlarındaki aletler (termometre,

380
barometre vb.) yardımıyla ölçülmektedir. Yer’in fiziksel sisteminde geçmişte hüküm sürmüş olan olay ve
süreçler hakkındaki bilgilerimiz aletsel kayıtlar yardımıyla ölçülemeyeceğinden, bunların belirlenmesi için
dolaylı kayıtlar (proxy records) kullanılmaktadır. Örneğin, iklimsel değişimler neticesinde vejetasyon örtü-
sünde meydana gelen değişim, belirli tortulanma ortamlarındaki sedimentler içerisinde bulunan polenler
aracılığıyla tespit edilebilirken, maksimum buzul ilerlemeleri morenlerin pozisyonları değerlendirilerek be-
lirlenebilmektedir. Bu doğrultuda, polen kayıtları eski vejetasyon örtüsü, morenler ise eski buzul ilerlemeleri
için birer dolaylı kayıttır. Geçmişi tarihleme çabalarının temel amacı, yukarıda örneklenen ortam değişim-
lerinin birer kaydını tutan söz konusu dolaylı kayıtlara bir zaman boyutu kazandırmaktır. Yani, kısaca ifade
edilirse, dolaylı kayıtlar geçmişte yaşanan olaylar ve süreçlerin ne olduğunun, tarihleme çalışmaları ise söz
konusu olay ve süreçlerin ne zaman gerçekleştiğinin belirlenmesini sağlamaktadır.
Yukarıda dört genel kategoride ele alınan ve geçmişte meydana gelmiş olay/süreçlere bir zaman boyutu kat-
mak amacıyla kullanılan tarihleme yöntemlerinin uygulanabildiği materyaller ve bu yöntemler kullanılarak
işlevsel yaş belirlemelerinin yapılabildiği zaman aralıkları birbirinden oldukça farklıdır. Örneğin, ileriki bölüm-
de de söz edileceği üzere, radyoaktif tarihleme yöntemleri içerisinde yer alan radyokarbon (14C) yöntemi,
içerisinde yeter miktarda karbon bulunan ve son 50 bin yılda oluşmuş materyaller (örn. toprak, kemik, fosil,
odun vb.) üzerinde denendiğinde sonuç vermektedir. Materyalin karbon içermemesi ve/veya 50 bin yıldan
daha önce oluşmuş olması durumunda söz konusu tarihleme yöntemi ilgili materyal için kullanılamamak-
tadır. Bu bakımdan, tarihleme yönteminin seçimi, genel olarak, yöntemin tatbik edileceği materyal ve yine
yöntemin işlevsel olarak yaş belirlemesi yapabildiği zaman aralığına göre değişmektedir (Bekaroğlu, 2011,
s. 51).
Tarihleme yöntemlerinin önemli bir kısmının işlevsel yaş belirlemesi yapabildiği zaman aralığı genel olarak
son jeolojik dönem olan Kuaterner’le (son 2,6 milyon yıl) sınırlıdır. Radyometrik tarihleme yöntemleri içe-
risinde farklı izotopik yöntemler kullanılarak (örn. U/Pb) daha eski dönemlerde meydana gelmiş olaylar ve
süreçler tarihlenebilse de (örn. Witze, 2006), gerek coğrafyacıların ve diğer yerbilimcilerin, gerekse de arke-
olog ve antropologların ilgi alanlarına giren olay ve süreçler çoğunlukla son jeolojik dönem içerisinde ger-
çekleşmiştir. Bu nedenle, bu bölümde ele alınacak olan radyometrik tarihleme yöntemlerinin temel esasları
Kuaterner ölçeğinde değerlendirilecektir.
Geçmişi tarihlemek için kullanılan ve 4 ana başlık altında gruplandırılan tarihleme yöntemleri içerisinde yer
alan radyoaktif tarihleme yöntemleri kesin tarihleme yöntemleri olarak da bilinmektedir. Bu yöntemler kul-
lanılarak analiz edilen materyallerden elde edilen tarihler, belirli istatistiksel hata paylarına sahip olan kesin
yaş tahminleridir. Bu bakımdan, radyometrik tarihleme yöntemleri, yaş denkliği ile rölatif tarihleme yön-
temlerine göre belirgin bir üstünlüğe sahiptir ve bilimsel çalışmalarda da en çok bu yöntemler tercih edil-
mektedir. Bu nedenle, bu bölümde sadece radyometrik tarihleme yöntemleri başlığı altında gruplandırılan
yöntemlerin temel prensipleri konu edilecektir.

Radyometrik Tarihleme
Radyometrik tarihleme yöntemleri, radyoaktif olarak kararsız bir elementin/izotopun bozunumunun ya da
radyoaktif bozunumun belirli minerallerin kristal yapılarında meydana getirdiği etkinin ölçümü esasına da-
yanmaktadır. Bu bakımdan, birbirinden çok farklı fiziksel ve kimyasal prensiplere sahip yöntem bulunmakta-
dır. Radyometik tarihleme yöntemleri, tarihleme yöntemleri içerisinde en ileri, en karmaşık, en pahalı ve en
çok teknoloji kullanımı gerektiren grubu oluşturmaktadır. Bu nedenle, bu çalışmalar, özel olarak oluşturul-
muş laboratuvarlarda gerçekleştirilmektedir.
Radyometrik tarihleme yöntemleri grubunda yer alan tarihleme yöntemlerinin her birinin işlevsel olarak yaş
tayini yapabildiği zaman aralığı ve de uygulanabildiği materyal farklıdır. Bazı yöntemler göreceli olarak gü-

381
nümüze yakın zaman dilimlerinde kullanılabilirken (örn. radyokarbon), bazıları daha uzun bir zaman dilimini
tarihlemek için uygulanabilmektedir (örn. U/Th). Bu grupta yer alan yöntemlerin diğer bir özelliği ise, her
birinin ilkesel olarak belirli fiziksel varsayımlar üzerine kurulmuş olmasıdır. Bu varsayımların kimisi tarihleme
çalışması öncesinde ya da sonrasında denetlenebilir niteliktedir ve gerektiğinde elde edilen sonuçlar üzerin-
de gerekli düzeltmeler (correction) yapılabilmektedir. Buna karşın, tarihleme yönteminin esasını oluşturan
kimi fiziksel varsayımlar çalışmanın öncesinde ya da sonrasında sınanabilir nitelikte değildir ve elde edilen
sonuç, yalnızca sahip olunan varsayımın doğru olduğu kabul edildiğinde geçerli olabilmektedir. Yani, her bir
radyometrik tarihleme yönteminin kendine özgü sınırlılıkları (limitations) bulunmaktadır.
Radyometrik tarihleme yöntemlerinin belirli materyaller üzerinde uygulanmasıyla elde edilen tarihler, bazı
durumlarda elde edilen sonuçların kalibre edilmesi gerekli olsa da, kesin (absolute) tarihlerdir ve materyalin
takvim yaşını göstermektedir. Bununla beraber, radyometrik yaş tayinlerinin belirli hata paylarını barındır-
dığı ve de tarihlemeyle elde edilen sonucun bu hata payları içerisinde belirli bir olasılıkta bulunduğu dikka-
te alınmalıdır. Örneğin, bir bataklık sedimentinin radyokarbon yöntemiyle tarihlenmesi sonucu 1 standart
sapmayla (1σ) elde edilen G.Ö. (günümüzden önce) 6000 ± 60 yıl tarihi, materyalin G.Ö. 5940 ila 6060 yıl
tarihleri arasında oluşmuş olma olasılığının % 68 olduğunu ifade etmektedir. Aynı materyalin gerçek yaşının
2 standart sapmayla (2σ) ± 120 yıllık bir hata payıyla G.Ö. 5880 ila 6120 yılları arasında olması ise % 95.4’lük
bir olasılığa sahiptir. Yani, her radyometrik yaş tayini esasında bir tahmindir.
Tüm radyometrik tarihleme yöntemlerinin esasını, doğal olarak oluşan belirli elementlerin kararsız olması ve
bu kararsız elementlerin kararlı bir atomik yapıya kavuşmak üzere belirli değişimlere uğraması süreci oluş-
turmaktadır. Zamana bağlı olarak meydana gelen bu süreç, radyoaktif bozunma olarak adlandırılmaktadır.
Radyoaktif bozunma sürecinin başında yer alan izotopa ana izotop, bozunma ürünü olan izotopa ise yavru
izotop denmektedir. Bozunma süreci sırasında, radyoaktif sistemle dış ortam arasında herhangi bir alışve-
rişin olmaması durumunda, bozunma ürünü yeni radyoizotoplar sistem içerisinde zamanın bir fonksiyonu
olarak birikmektedir. Bu durum, radyoaktif tarihleme yöntemlerinin terminolojisinde kapalı sistem davranışı
olarak ifade edilmektedir. Buna karşın, radyoaktif bozunma sürecinde, sisteme dışarıdan başka (bozunma
ürünü) radyoaktif izotopların eklenmesi ya da sistemden dışarı (bozunma ürünü) radyoaktif izotopların çık-
ması durumunda, sistem içerisinde biriken radyoizotoplar sadece zamanın bir fonksiyonu olarak değil, aynı
zamanda dış ortamla etkileşiminin ürünü olarak birikmektedir. Bu ikinci durum ise, açık sistem davranışı
olarak ifade edilmektedir. Radyometrik tarihleme yöntemleri açısından, radyometrik bozunma zinciri esas
alınarak yaş tayini için kullanılan radyometrik sistemin kapalı sistem davranışı göstermesi oldukça önemlidir.
Radyometrik yaş belirlemelerinin değerlendirilmesinde üzerinde durulması gereken bir diğer nokta da, doğ-
ruluk (accuracy) ve hassaslık (precision) terimlerinin ne anlama geldiğinin aydınlatılmasıdır (Şekil 1). Doğru-
luk, belirli bir materyal üzerinde uygulanan radyometrik tarihleme yöntemiyle elde edilen tarihin, mater-
yalin gerçek yaşıyla olan uyumluluğudur. Hassaslık ise, belirli bir materyal üzerinde uygulanan radyometrik
tarihleme yöntemiyle elde edilen tarihin sahip olduğu istatistiksel hata payıdır (Lowe ve Walker, 1997, s:
239). Örneğin, arkeolojik kayıtlara göre günümüzden 6000 yıl önceye ait olan bir materyal radyokarbon
tarihlemesiyle günümüzden 5000 ± 10 yıl öncesine tarihlendiğinde, elde edilen bu yaş hassas ancak doğru
değildir. Materyal aynı teknikle günümüzden 6100 ± 800 yıl öncesine tarihlendiğinde ise, elde edilen yaş
doğru ancak hassas değildir. Gerçek yaşı bilinen söz konusu materyal, radyokarbon yöntemiyle günümüzden
6100 ± 100 yıl öncesine tarihlendiğinde ise, söz konusu tarihin hem doğru, hem de hassas olduğu söylene-
bilir. Bu iki koşul yerine geldiğinde, tarihleme analiziyle elde edilen sonucun güvenilir (reliable) olduğu ifade
edilir. Bu bakımdan, radyometrik tarihleme yöntemleriyle elde edilen tarihler değerlendirilirken, elde edilen
sonuçların doğruluk ve hassaslığına dikkat edilmelidir.

382
Şekil 1: Radyometrik tarihleme yöntemlerinde doğruluk ve hassaslık

Not:Doğruluk, belirli bir materyal üzerinde uygulanan radyometrik tarihleme yöntemiyle elde edilen tarihin, mater-
yalin gerçek yaşıyla olan uyumluluğudur. Hassaslık ise, belirli bir materyal üzerinde uygulanan radyometrik tarihleme
yöntemiyle elde edilen tarihin sahip olduğu istatistiksel hata payıdır.

Radyokarbon
Radyokarbon, uzaydan Yer atmosferine ulaşan kozmik ışın nötronları ile atmosferin üst katında bulunan nit-
rojen atomları arasındaki kimyasal etkileşimin bir ürünüdür. Bu etkileşim, nitrojen atomunun 14C izotopunu
meydana getirmek üzere nötron kazanması ve bir proton kaybetmesi sürecini içermektedir. 14C, oluşumunu
takiben atmosferde çok hızlı bir şekilde okside olarak 14CO2 molekülünü meydana getirir ve diğer radyoaktif
olmayan CO2 molekülleriyle birleşerek stratosferik rüzgarlarla tüm atmosfere yayılır. Böylelikle biyosfere da-
hil olan radyokarbon, bitkiler tarafından gerçekleştirilen fotosentez ve hayvanların bitki tüketimi süreçleriyle
besin zincirine girerek küresel karbon döngüsünün bir parçası haline gelir (Şekil 2; Hajdas, 2008). Biyosfer ve
hidrosferdeki sistemlerde bulunan radyokarbon sürekli olarak bozunmasına rağmen atmosferin üst katında
yeni üretilen 14C ile dengelenir. Yani, atmosferin üst katında bir yılda üretilen yaklaşık 7.5 kg yeni 14C, 14C’ün
nitrojene dönüşmek üzere gerçekleştirdiği radyoaktif bozunumla tüm dünyada kaybolan 14C ağırlığına he-
men hemen eşittir. Bu nedenle, hem bitki ve hayvan dokularında, hem de okyanuslarda depo edilmiş 14C
miktarı zaman içerisinde aynı kalmaktadır. Diğer bir ifadeyle, bitki ve hayvan dokularındaki karbon seviyesi
atmosferdeki seviyeyle aynıdır (izotopik denge durumu). Organizmanın yaşamsal faaliyeti sonlandığında ise,
canlının, üst atmosferde yeni oluşan 14C ile yenilenmesi de durmuş olur ve böylelikle organizmanın bün-
yesindeki 14C sabit bir oranda bozunmaya başlar. Yani, radyoaktif bozunma süreciyle “radyokarbon saati”
çalışır. Dolayısıyla, karbon içeren bir fosil materyalin içindeki 14C miktarı ölçüldüğünde ve bu oran modern
14
C standartıyla karşılaştırıldığında, fosil materyalin bünyesindeki 14C izotoponun ne kadarının bozunmuş
olduğu ve söz konusu bozunum için kaç yılın geçmesi gerektiği bulunarak materyalin yaşı belirlenir (Walker,
2005, s. 18).

383
Şekil 2: Karbon Döngüsü (Aitken, 1990)

Not: 14C atmosferin üst kısmında oluşmakta ve hızlı bir şekilde okside olarak CO2 haline geldikten sonra atmosferdeki
radyoaktif olmayan CO2 ile karışmaktadır. Bitkiler tarafından gerçekleştirilen fotosentez ve hayvanların bitki tüketimi
süreçleriyle biyosfere giren 14CO2, böylelikle küresel karbon döngüsüne dahil olmaktadır.
Yarılanma ömrü (half-live) 5730 yıl olan 14C, beta (β) bozunumuyla nitrojene dönüştükçe, canlının bünyesin-
deki 14C içeriği azalmaya başlar. Canlının bünyesindeki 14C içeriği, radyoaktif bozunum üssel bir şekilde ger-
çekleştiğinden, 10 yarılanma ömrü geçildiğinde (5730 yıl x 10 = 57.300 yıl), söz konusu canlının bünyesinde
başlangıç düzeyine göre sadece % 0.01 oranında karbon kalmaktadır. İçeriğinde 1 g karbon bulunan bir ör-
nekteki radyokarbon atomlarının bozunumu dakikada 15 β partikülü üretirken, organizmanın ölümünden
57.300 yıl sonra, söz konusu 1 g’lık örnekteki bozunum günde 21 β partikülü üretecektir. Bu durum, radyo-
karbon tarihlemesinin üst sınırına işaret etmesi bakımından önemlidir; çünkü, 10 yarılanma ömrü gibi bir
zaman geçtikten sonra örneğin içinde o kadar az karbon kalmakta ve bu karbonun bozunum sürecindeki β
partikülü üretimi o kadar seyrek olmaktadır ki, söz konusu miktardaki üretim ile örnekteki karbon miktarını
ölçen makinenin arka plan seviyesinde (background level) üretilen β partikülü üretimini ayırt etmek çok
zor hale gelmektedir. Bu nedenle, izotopik zenginleştirme gibi bazı yöntemlerle daha eskiye giden radyo-
metrik tarihlendirmeler henüz deneysel olarak yapılabilmekle birlikte, radyokarbon yöntemi genel olarak
yaşı 50.000 yıldan genç olan örnekler üzerinde uygulandığında sonuç verebilmektedir (Bradley, 1999, s. 52).
Bunun yanı sıra, endüstri devriminden bu yana yeraltından çıkarılan jeolojik olarak eski karbon kaynaklarının
(petrol, kömür vb.) atmosfere salınmasıyla atmosferin 14C içeriği değişmekte ve karbon içeren güncel mater-
yaller olduklarından daha yaşlı görünmektedir. Atom bombası testleri de, güncel atmosferdeki 14C içeriğini
değiştiren bir diğer kaynaktır (Suess etkisi). Bu nedenlerden dolayı, 14C tarihleme yönteminin 150 yıldan
daha genç materyaller üzerinde uygulanması sakıncalıdır (Roberts, 1989, s. 11; Hajdas, 2008).
Fosil materyalin bünyesindeki 14C içeriğinin ölçümüyle elde edilen radyokarbon yaşının, materyalin güneş/

384
takvim yılı cinsinden gerçek yaşı olup olmadığı bir dizi varsayımın sınanmasına bağlıdır. Bunlar: (a) Her bir
karbon rezervuarındaki karbon içeren materyallerdeki 14C/12C oranın zaman içerisinde (radyokarbon zaman
ölçeğinde) sabit kalmış olması, (b) 14C izotopunun dünyadaki karbon rezervuarlarına tümüyle ve hızlı bir
şekilde karışmış olması, (c) Organik materyallerdeki karbon izotop oranlarının, 14C’ün radyoaktif bozunumu
dışında, zaman içerisinde değişmemiş olması (kapalı sistem davranışı), (d) 14C izotopunun yarılanma ömrü-
nün belirli bir hassaslıkta doğru olarak ölçülebilmesi, (e) Fiziksel sistemlerdeki ve organik materyallerdeki 14C
seviyesinin doğru ve hassas bir şekilde ölçülebilmesi (Taylor, 1996).
Radyokarbon tarihleme yöntemi kullanılarak yaşı belirlenmek istenen materyalin içerdiği 14C konsantrasyo-
nu, temel olarak iki farklı teknik kullanılarak belirlenebilmektedir. Bunlardan birincisi beta sayımı (beta coun-
ting) tekniğidir. Bu teknikte, materyalin sahip olduğu 14C konsantrasyonu, belirli bir zaman süresi içerisinde
materyaldeki 14C atomlarının ne kadar β bozunumu yaptığının ölçümüyle belirlenmektedir. 1970’li yılların
sonlarına dek kullanılan bu teknik, bozunum oranının, örnekteki 14C aktivitesinin seviyesini yansıttığı ilke-
sine dayanmaktadır. Kullanılan ikinci teknik ise, hızlandırıcı kütle spektrometrisidir (AMS-accelerator mass
spectrometry) ve örneğin içerdiği 14C atomlarının nispi olarak ölçümüne dayanmaktadır (Aitken, 1999). Rad-
yokarbon çalışmalarında çok önemli bir atılım olan AMS teknolojisi, sahip olduğu üç temel avantajla öne
çıkmaktadır: (a) AMS tekniği kullanılarak 14C konsantrasyonu ölçülecek materyal için örnek kullanımı gram
ölçüsünden miligram ölçüsüne inmiştir. Yani, AMS ile çok daha az miktardaki materyalin yaş tayini için kulla-
nılabilmesi mümkün hale gelmiştir. Bunun en pratik sonuçlarından birisi, kuşkusuz, tohum, çekirdek, böcek,
fosil parçası, ince lamina gibi oldukça ufak boyuttaki materyallerin tarihleme çalışmalarında analiz edilebil-
mesidir. (b) Beta sayımında günlerce ve bazen haftalarca devam edebilen analizlerin süresi AMS ile birlikte
oldukça kısalmıştır. AMS tekniği kullanılarak bir örnek artık dakikalarla ölçülen zaman dilimleri içerisinde
analiz edilebilmektedir. (c) Henüz deneysel aşamada olsa da, AMS ile radyokarbon tarihlemesinin tarihleme
aralığı 50.000 yılın ötesine geçilebilmekte, 14C içeriği 15-20 yarılanma ömrüne varmış bir örneğin yaşının
belirlenmesi mümkün hale gelmeye başlamıştır (Taylor, 2009).
Uygulamada radyokarbon tarihleme yönteminin bir dizi hata kaynağı bulunmaktadır. Elde edilen radyokar-
bon tarihleme sonuçlarını önemli ölçüde etkileyebilen bu hata kaynaklarının başlıcaları şunlardır: (a) Kir-
lenme, (b) İzotopik ayrışma, (c) Denizel rezervuar etkisi, (d) 14C üretimindeki değişkenlik (de Vries etkisi), (e)
Suess etkisi. Pratikteki önemi bakımından burada sadece de Vries etkisine değinilecektir.
Dünya’nın jeomanyetik alanında, güneş etkinliğinde (güneş lekeleri) ve/veya okyanus sirkülasyonunda za-
man içerisinde meydana gelen değişimler, atmosferdeki 14C konsantrasyonunda yarı periyodik bir değişken-
lik yaratmaktadır. Bu değişkenlik, yukarıda da değinildiği gibi, radyokarbon tarihleme yönteminin dayandığı
birinci varsayımı bozmaktadır. Dolayısıyla, radyokarbon zaman ölçeği içerisinde, atmosferdeki 14C aktivite-
sinde meydana gelen değişkenliğin tespit edilmesi, radyokarbon yöntemiyle elde edilen yaşların güvenilirliği
açısından zaruridir. Dendrokronolojik yöntemlerle tarihlendirilen bir ağaç halkasının yaşı ile aynı ağaç halka-
sının radyokarbon yöntemiyle bulunan yaşı arasında bir ayrılık olması -radyokarbon yaşlarının daha genç
çıkması-, atmosferdeki 14C aktivitesinin zaman içerisinde sabit olmadığını ortaya koymuştur. Atmosferdeki
14
C aktivitesinin değişkenliğinden kaynaklanan bu durum, radyokarbon yaşlarının kalibre (calibration-ayar-
lanma) edilme zorunluluğunu doğurmuştur. Kalibrasyon, son 10 bin yıl ölçeğinde, radyokarbon yaşlarıyla
ağaç halkalarının dendrokronolojik yöntemlerle elde edilmiş takvim yaşları arasında yapılırken, 10 bin yıldan
daha eski olan bölüm ölçeğindeyse fosil mercan resiflerinin U/Th tarihleme sonuçları baz alınarak gerçekleş-
tirilmektedir (Stuiver vd., 1998). Günümüzde en sık kullanılan radyokarbon kalibrasyon eğrilerinden biri olan
IntCAL04, son 26 bin yıllık periyottaki radyokarbon yaşlarının kalibre edilmesi için hazırlanmıştır (Reimer vd.,
2004). Atmosferdeki 14C aktivitesinin zaman içerisindeki değişkenliği ve bu nedenle radyokarbon yaşlarının
kalibre edilme zorunluluğu, radyokarbon yöntemiyle elde edilmiş yaşların ifadesinde bir terminoloji meyda-
na getirmiştir. Uluslararası literatürde, kalibre edilmemiş bir radyokarbon yaşı, örneğin, “7540 ± 80 yr BP”

385
şeklinde ifade edilmektedir (BP: before present, günümüzden önce). Buradaki yaş, kalibrasyonlu olmadığı
için materyalin takvim yaşını değil, radyokarbon yaşını göstermektedir. Kalibrasyonlu bir radyokarbon yaşı
ise, “cal. 7540 ± 80 yr BP” şeklinde ifade edilir (cal: calendar, takvim yaşı). Radyokarbon yaşlarının değer-
lendirilmesi söz konusu olduğunda, elde edilmiş sonuçların kalibre edilmiş yaşlar mı, yoksa radyokarbon
yaşları mı olduğu ve bunların stardartizasyonu mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Nitekim, bu konuda
sık yapılan hatalardan biri, Holosen’in başlangıcı ile ilgilidir. Uzun zamandan beri bu dönemin günümüzden
10,000 yıl önce başladığı kabul edilmektedir ve birçok kaynakta da bu şekilde belirtilmektedir. Ancak, Ho-
losen’in başlangıcına işaret eden bu tarih, kalibre edilmemiş radyokarbon yaşıdır; yani, takvim yaşı değildir.
Dönemin başlangıcına işaret eden bu radyokarbon tarihi kalibre edildiğinde, dönemin yaklaşık olarak G.Ö.
11,500 bin yıl önce başladığı ortaya çıkmaktadır.
Radyokarbon tarihleme yöntemi, karbon içeren her türlü materyalin yaşını belirlemek için kullanılabilir. Bun-
lar arasında odun, odunkömürü, turba, kemik, karbonat, fosil kabuk, yeraltı suyu, böcek, tohum, toprak,
yumurta kabuğu ve hatta insan beyni bile bulunabilmektedir (Roberts, 1989, s. 11). Bu yöntem kullanılarak,
~50,000-150 yıl aralığında oluşmuş materyallerin yaşları oldukça az hata paylarıyla belirlenebilmektedir. Bu
nedenle, bu yöntem, Son Buzul Dönemi ve Holosen’in tarihlendirilmesinde kullanılan radyometrik yöntem-
lerin başında gelmektedir (Türkiye’deki bazı örnek uygulamalar için bkz. Kelletat ve Kayan, 1983; Pirazzoli
vd., 1991; Roberts vd., 1999; Bekaroğlu, 2008). Radyokarbon tarihlemesi, ileri düzeyde organize olmuş uni-
versite ve/veya araştırma enstitülerindeki laboratuvarlar tarafından ticari olarak da yapıldığından, araştırma
sürecine başlamadan önce ilgili laboratuvarla iletişime geçerek analiz sürecini kapsayan konularla ilgili (ana-
liz süresi, örnek gönderim şekli, ödeme vb.) detayların netleştirilmesi gerekir. Son olarak, arazi çalışmaları
sırasında radyokarbon analizleri için toplanan örneklerin daha genç ya da daha yaşlı karbon kaynaklarıyla
kirletilmemesine de dikkat edilmelidir. Bu nedenle, steril bir şekilde toplanan örnekler, küçük örnek poşetle-
rinin içine konularak ağzı kapanmalı (AMS tekniği ile yapılan radyokarbon tarihlemelerinde birkaç miligram
ağırlığındaki örnekler analiz için yeterli olmaktadır) ve örnek poşetinin üzerine silinmeyen bir kalemle bir kod
yazılmalıdır. Böylelikle, örneklerin sonradan birbirleriyle karıştırılması gibi bir problemin önüne geçilebilir.
Argon
1960’lı yıllarda geliştirilen ve büyük ölçüde volkanik kayaçların yaşının belirlenmesi için uygulanan argon
radyometrik tarihleme yöntemi, potasyum-40 (40K) izotopunun argon-40 (40Ar) gazına radyoaktif bozunu-
munu esas alan bir jeokronolojik sistemdir. Argon izotop tarihlemesinde jeokronolojik olarak iki farklı yakla-
şım vardır ve bunlardan birincisi potasyum-argon (40K/40Ar) yöntemidir.
Yarılanma ömrü ~1.25 x 109 yıl olan radyoaktif 40K izotopunun yaklaşık % 90’ı β emisyonuyla 40Ca’ya, % 10’u
ise elektron kazanımıyla 40Ar’a bozunur. Kalsiyum (Ca), kayaçlarda bolca bulunan bir element olduğundan,
bu tarihleme yönteminde, minerallerdeki 40Ca’nın ne kadarının doğal olarak bulunan 40Ca’dan, ne kadarının
40
K’nın radyoaktif bozunumuyla oluşan 40Ca’dan oluştuğu ayırt edilemez. Bu nedenle, bu radyoaktif tarihle-
me yöntemi, 40K izotopunun 40Ar izotopuna bozunum sistemini kullanmaktadır (Aitken, 1999).
Eriyik haldeki lavın soğuma sürecinde, lavın içerisindeki 40K izotopunun bozunumuyla oluşan 40Ar gazı at-
mosfere karışmaktadır; ancak lavın soğumasıyla, ideal koşullar altında, lavın içerisindeki bu radyoaktif gaz
kaçacak yer bulamaz ve kayaç içerisine hapsolur. Yani, lavın soğumasıyla izotopik saat “sıfırlanır”. Kayaç içe-
risinde hapsolan bu bozunma ürünü izotop (40Ar), zamanın bir fonksiyonu olarak kayaç içerisinde birikir.
Volkanik kayaçtan alınan bir örneğin laboratuvar ortamında erime sıcaklığına kadar ısıtılması neticesinde
ise, lavın soğuduğu zamandan beri kayaç içerisinde radyoaktif bozunumla biriken 40Ar açığa çıkar ve açığa
çıkan bu gaz kütle spektrometresinde ölçülür. Aynı örneğin bir başka kısmından alınan bir başka parçadan
ise, örneğin 40K içeriği bir spektrofotometreyle belirlenir. Elde edilen bu iki sonuç, yani 40K/40Ar oranı, volkanik
kayacın ne zaman soğuduğunu, dolayısıyla da volkanik aktivitenin ne zaman gerçekleştiğini gösterir (Walker,

386
2005, s. 58). 40K/40Ar tarihleme yöntemi, volkanik kayaçlardaki ve tüflerdeki sanidin, plajioklaz, biotit, hor-
nblend, olivin ve ayrıca bazı otojenik mineraller üzerinde uygulanabilmektedir. Radyoaktif 40K izotopunun
uzun yarılanma ömründen dolayı (~1.25 x 109 yıl), 40Ar izotopunun sistemdeki birikimi oldukça yavaştır. Bu
nedenle, bu yöntemin 100.000 yıldan daha genç örneklere uygulanması oldukça zordur ve daha çok son 30
milyon yılda oluşmuş volkanik kayaçların tarihlendirilmesinde kullanılmaktadır (Bradley, 1999, s. 73).
K/ Ar tarihleme yönteminin uygulanmasıyla elde edilen yaşların güvenilirliği açısından iki temel varsa-
40 40

yımın sınanması gerekmektedir: (a) Volkanik materyalin oluşumundan (soğumasından) sonra kayaç siste-
minden hiç argon gazı çıkışı gerçekleşmemiştir, (b) Volkanik materyalin oluşumundan beri radyoaktif sistem
kapalı kalmıştır (sisteme sonradan argon gazı girmemiş ya da sistemden sonradan argon gazı çıkışı olmamış-
tır). Volkanik kayacın günlenmesi, rekristalizasyon, difüzyon, sonraki volkanik aktiviteler neticesinde tekrar
erime sıcaklığına erişmesi gibi olaylar neticesinde sistemden argon çıkışı gerçekleşebilmekte ve böylelikle de
örnekten normalden daha genç yaşlar elde edilebilmektedir. Örneğin radyoaktif olarak kapalı sistem davra-
nışını bozan bu türlü etkiler, tarihleme analizlerinden önce örnek üzerinde yapılan petrografik çalışmalarla
anlaşılabilmektedir. İkinci bir yöntem ise, tarihleme analizlerinin hem tüm kayaç parçasının üzerinde, hem
de kayaç parçasından alınan mineral parçası üzerinde uygulanarak elde edilen yaşların uyumlu olup olmadı-
ğının kontrolünü yapmaktır (Walker, 2005, s. 60). Yukardaki ikinci varsayımı bozan etki ise, volkanik kayacın
günlenmiş olması, gözenekli bir yapı sergilemesi gibi sebeplerden dolayı, atmosferdeki modern argon gazı-
nın kayacın yüzeyine ve iç kısımlarına girmesiyle meydana gelebilmektedir. Atmosferik 40Ar kirlenmesi olarak
bilinen bu olay, örneğin normalden daha yaşlı görünmesine neden olmaktadır. Ancak, atmosferik argon üç
formda (36Ar, 38Ar ve 40Ar) bulunmakta ve atmosferin 40Ar/36Ar oranı bilinmektedir (295.5). Analiz edilen ör-
nekten elde edilen 40Ar/36Ar oranının atmosferdeki oranı aşması durumunda, kayaçtaki bu fazla 40Ar, ölçülen
toplam 40Ar oranından çıkarılarak yaşın doğrulaması yapılır: 40Ar × (40Ar/36Ar) = yaş (Herz ve Garrison, 1998,
s. 101).
Şekil 3: Argon Tarihlemesinde Plato Eğrisi (a) ve Açık Sistem Davranışı (b).

Not: 40Ar/39Ar yönteminde argon gazı ölçülürken, reaktördeki sıcaklık oda sıcaklığından kristalin erime sıcaklığına
(>1500 °C) adım adım çıkarılır ve hem 40Ar, hem de 39Ar izotopu her bir sıcaklık adımında ölçülerek yaş hesaplaması
yapılır. Kapalı sistem davranışı gösteren bir örnekte (a), hesaplanan yaşlar her bir sıcaklık artışında aynı çıkar ve bu du-
rum sıcaklığın artmasına rağmen yaş eğrisinin bir “plato eğrisi” yapmasıyla net olarak anlaşılır. Tipik bir plato eğrisinin
eksikliği (b), analiz edilen örneğin bozuk olduğuna (örn. açık sistem davranışı gösterdiğine) işaret etmesi bakımından
son derece önemlidir (Aitken, 1990).

387
Argon izotop tarihlemesinde jeokronolojik olarak ikinci yaklaşım argon-argon (40Ar/39Ar) yöntemidir.
40
Ar/39Ar tarihleme yönteminde, kayacın tek bir parçasından alınan örnek nükleer reaktörde yüksek enerjili
nötronlarla radyasyona tutulur. Burada, örneğin 40Ar içeriği 40K/40Ar sisteminde olduğu gibi direk olarak öl-
çülürken, örneğin 40K konsantrasyonu potasyum ve argon izotopları arasındaki bilinen oranlar kullanılarak
belirlenir. Ölçüm sırasında sabit bir izotop olan 39K, nükleer bir reaksiyonla reaktör içerisinde 39Ar izotopuna
dönüşür. Radyoaktif bir izotop olan ve atmosferde önemli bir miktarda bulunmayan 39Ar (yarılanma ömrü
~270 yıl), örnekteki potasyum oranının belirlenmesi için dolaylı olarak kullanılmaktadır. Örnekteki 39Ar oranı-
nın 39K izotopuyla orantılı olması; 39K izotopunun ise 40K izotopuyla orantılı olmasıyla örnekteki 40Ar/40K oranı
tek bir kütle spektrometresi ölçümüyle belirlenir (Dickin, 2005, s. 259; Hall, 2009).
Esasında 40Ar/39Ar yönteminin, kapalı sistem davranışı gösteren bozulmamış bir örnek üzerinde uygulanan
K/ Ar yöntemine göre belirgin bir avantajı yoktur. Yani, ideal koşullar altında, her iki yöntemin aynı örnek
40 40

üzerinde uygulanmasıyla elde edilen yaşlar birbiriyle oldukça yakın çıkmaktadır. Ancak, pratikte, çeşitli ba-
kımlardan 40Ar/39Ar yöntemi bazı avantajlara sahiptir ki, bunlarında başında 40Ar/39Ar yöntemiyle elde edilen
yaşların çok daha hassas olması gelmektedir. Bu nedenden dolayı, 100,000 yıldan daha genç örnekler gö-
receli olarak düşük hata paylarıyla bu yöntem uygulanarak tarihlenebilmektedir. Kuşkusuz, Kuaterner çalış-
maları bakımından bu oldukça önemli bir husustur. 40Ar/39Ar yönteminin ikinci avantajı, bir örnekten birkaç
tarihleme sonucunun elde edilebilmesi ve bu sonuçların istatistiksel olarak değerlendirilerek yüksek hassa-
siyette bir tarihleme sonucuna erişilebilmesidir. Üçüncü avantaj, 40K/40Ar yönteminde, K ve Ar izotopları ka-
yaç örneğinin farklı kısımlarından ölçülürken, 40Ar/39Ar yönteminde izotop ölçümlerinin kayaç örneğinin aynı
kısmı üzerinde gerçekleştirilmesinden ileri gelmektedir. Bu durum, kayaç örneğinin heterojen olması duru-
munda karşılaşılabilecek sorunları engellemektedir (Bradley, 1999, s. 74). Dördüncü avantaj ise, 40Ar/39Ar
yönteminin, uygulandığı kayaç örneğinin kapalı sistem davranışı gösterip göstermediğinin bir çeşit testini
de sağlamasıdır. Çünkü, 40Ar/39Ar yönteminde argon gazı ölçülürken, reaktördeki sıcaklık oda sıcaklığından
kristalin erime sıcaklığına (>1500 °C) adım adım çıkarılır ve hem 40Ar, hem de 39Ar izotopu her bir sıcaklık
adımında ölçülerek yaş hesaplaması yapılır (Şekil 3; Herz ve Garrison, 1998, s. 102). Kapalı sistem davranışı
gösteren bir örnekte, hesaplanan yaşlar her bir sıcaklık artışında aynı çıkar ve bu durum sıcaklığın artmasına
rağmen yaş eğrisinin bir “plato eğrisi” yapmasıyla net olarak anlaşılır. Tipik bir plato eğrisinin eksikliği, analiz
edilen örneğin bozuk olduğuna (örn. açık sistem davranışı gösterdiğine) işaret etmesi bakımından son dere-
ce önemlidir (Aitken, 1999).
Argon tarihleme yöntemi, Kuaterner ve öncesinde meydana gelmiş volkanik malzemelerin tarihlendirilme-
sinde kullanılan uygun bir jeokronolojik sistemdir. Sahip olduğu düşük analitik hata payından dolayı 40Ar/39Ar
yöntemi genç volkanik olayların güvenilir bir kronolojisinin oluşturulması açısından konvansiyonel 40K/40Ar
yöntemine göre belirgin avantajlara sahiptir. Her iki yöntem de, içerisinde sanidin, plajioklaz, biotit, hornb-
lend, olivin ve ayrıca bazı otojenik mineraller barındıran birbirinden farklı volkanik malzemeler üzerinde
uygulanabilmektedir. Argon tarihleme yöntemi direk olarak meydana gelen volkanik olayların yaşının be-
lirlenmesi için kullanılabileceği gibi, aynı zamanda çeşitli jeolojik (örn. volkanik olmayan jeolojik üniteleri,
faylar, tektonik havzalar vb.) ve jeomorfolojik birimlerin (örn. akarsu terasları, morenler, kıyı platformları vb.)
rölatif olarak tarihlendirilmesinde de kullanılabilmektedir. Örneğin, yanal atımlı bir fayın ne kadar zamandır
aktif olduğu ve yıllık ortalama hareket miktarı, argon yöntemiyle tarihlendirilen bir volkanik birimin zaman
içerisinde ne kadar ötelendiğinin hesaplanmasıyla bulunabilir (örn. Rojay vd., 2001). Benzer bir şekilde, tek-
tonik bir havzadaki akarsu teraslarını üzerleyen bir volkanik akıntı (örn. bazalt akıntısı) argon yöntemiyle ta-
rihlendirilerek terasın oluşum zamanıyla ilgili minimum bir yaş elde edilebilmektedir (örn. Maddy vd., 2005;
Doğan, 2011). Argon tarihleme analizleri için araziden örnek toplanırken, tarihleme için seçilen örneklerin
volkanik birimin iç kısmındaki taze yüzeylerden alınmasına ve örneğin gözenekli, bozulmuş bir yüzeye sahip
olmamasına özen gösterilmelidir.

388
Uranyum-Toryum
Radyoaktif uranyum elementinin bozunma zincirlerine bağlı olarak onun üzerinde uranyum tarihleme yön-
temi var olmasına rağmen, Kuaterner’de meydana gelen ortam değişimlerine bir zaman boyutu kazandır-
mak bakımından en çok tercih edilen ve en geniş ölçüde uygulananı 238U (uranyum) izotopunun bozunma
sistemini kullanan 238U-234U-230Th tarihleme yöntemidir. Bu radyoaktif sistemin bozunma zinciri ve sistemde-
ki radyoaktif izotopların yarılanma ömürleri şu şekildedir (Edwards vd., 2003):
U → α, β, β →
238 234
U →α→ Th → α → ..... →
230
Pb
206

↓ ↓ ↓
(4.49 x 109 yıl) (2.48 x 105 yıl) (7.5 x 104 yıl)
Bu sistemde, 238U alfa (α) emisyonuyla 234Th (toryum) izotopuna (yarılanma ömrü: 24.1 gün), 234Th beta (β)
emisyonuyla 234Pa (protaktinyum) izotopuna (yarılanma ömrü: 6.7 saat), 234Pa β emisyonuyla 234U izotopuna,
234
U α emisyonuyla 230Th izotopuna ve 230Th bir dizi bozunumla sonunda sabit bir izotop olan 206Pb (kurşun)
izotopuna bozunur. Radyoaktif 238U izotopunun sabit bir izotop olan 206Pb’ye bozunma sürecinde önemli
olan yavru izotoplar 234U ve 230Th’dir. Tıpkı radyoaktif 40Ar izotopunda olduğu gibi, bu teknikte de tarihleme
metodolojisi, sistemin kapalı sistem davranışı göstermesi şartıyla, radyoaktif bozunma sürecinde oluşan
230
Th yavru izotopunun sistemde birikmesi ve sonra kütle spektrometresinde ölçülmesi esasına dayanmak-
tadır (Edwards vd., 2003).
Kısaca U/Th tarihleme yöntemi olarak bilenen bu jeokronolojik sistem, karasal ve denizel karbonat depola-
rının tarihlendirilmesinde kullanılmakta ve tarihleme aralığı yaklaşık olarak son 600 bin yılı kapsamaktadır
(Stirling ve Andersen, 2009). Kuaterner’de meydana gelen iklim ve ortam değişimlerinin incelenmesi yönün-
den U/Th tarihleme yöntemi en çok mercan resiflerinin ve ikincil karbonat depoları ya da mağara sediment-
leri olarak bilinen speleothemler (sarkıt, dikit, akartaş) üzerinde uygulanmaktadır. Bu nedenle, bu bölümde,
U/Th tarihleme tekniği mercan resiflerinin ve speleothemlerin tarihlendirilmesi bağlamında ele alınacaktır.
U ana izotopunun yarılanma ömrü, bozunma ürünü olan yavru izotoplarının yarılanma ömürlerinden
238

daha fazla olduğundan, uranyum mineralinin birkaç milyon yıl boyunca bozulmadan kalması durumunda,
yavru izotoplarının aktivite oranları ana izotopun aktivite oranıyla bir denkliğe ulaşacaktır. Yani, diğer bir ifa-
deyle, 238U izotopunun kapalı sistem davranışı göstererek radyoaktif olarak bozunması durumunda, ana izo-
top ve bozunma ürünü olan yavru izotoplar arasında zamanla bir denklik durumu (secular equilibrium) var
olacaktır. Ancak, bazı fiziksel süreçler bozunma zincirinde yer alan bir izotopu seçici olarak mobilize ederek
radyoaktif sistemin bir eşitlik durumuna ulaşmasını engellemektedir (Ivanovich ve Harmon, 1992; Dickin,
2005, s. 324). U/Th tarihleme yönteminin karbonatlı materyaller üzerinde uygulanması doğal olarak gerçek-
leşen bu tip bir eşitsizlik sayesinde mümkün olduğundan, söz konusu tarihleme yöntemi aynı zamanda U/
Th eşitsizlik yöntemi olarak da bilinir.
238
U bozunma zincirindeki bu eşitsizlik durumu iki şekilde gerçekleşmektedir: (1) Günlenme süreçleri ve top-
rak oluşumu sırasında U ve Th ayrışmaya (fractionation) uğramakta ve bu elementlerin farklı jeokimyasal
özelliklerinden dolayı U suda çözünebilirken, Th çözünememekte; doğal koşullar altında partiküllerin üze-
rine tutunarak taşınmaktadır. Bu durum yüzey sularının, yeraltı sularının ve akarsuların U konsantrasyonu
bakımından zengin, Th konsantrasyonu bakımından ise fakir olmasına neden olmaktadır. Böylelikle, fiziksel
sistemlerdeki karbonat oluşumları (denizel ortamdaki kabuklu canlılar, örneğin mercanlar ve mollüksler;
karasal ortamdaki karbonatlar, örneğin speleothemler), oluşumları sırasında bünyelerine U alırken, toryu-
mun suda çözünememesi; bunun yerine partiküllere yapışarak çökelmesi neticesinde normal koşullarda hiç
Th almamaktadır. Bu jeokimyasal olay nedeniyle, karbonatlı materyaller oluştuktan sonra 238U bozunmaya

389
başlayarak “izotop saati”ni çalıştırmakta ve materyal içerisinde sadece bozunma ürünü olarak 230Th izotopu
birikmektedir. Materyal içerisinde zamanın bir fonksiyonu olarak biriken 230Th izotopunun ölçülmesiyle de,
materyalin ne zaman oluşmuş olduğu (ne zamandan beri bozunmakta olduğu) belirlenmektedir (Edwards
vd., 2003; Scholz ve Hoffmann, 2008). (2) 238U izotopunun bir α ve iki β partikülü emisyonuyla 234U izotopuna
bozunma sürecinde meydana gelen nükleer reaksiyonlar mineralin kristal yapısına ve kimyasal bağlarına za-
rar vererek, bozunma ürünü olan 234U yavru izotopunu mobilize etmektedir. Bunun doğal bir sonucu olarak
ise, fiziksel sistemlerdeki doğal suların 234U/238U oranı eşitlik değerinden farklıdır (bu oran eşitlik değerinden
yaklaşık olarak % 15 daha fazladır). Örneğin, Atlas Okyanusu’nda yapılan ölçümler deniz suyunun 234U/238U
aktivite oranının 1.14 olduğunu göstermiştir ve sonradan bu oranın birkaç buzul döngüsü boyunca dikkate
değer ölçüde değişmediği saptanmıştır (Henderson, 2002).
Sığ deniz suyunda yaşayan karbonatlı canlılar, örneğin mercanlar, karbonatlı iskeletlerini oluştururken ele-
mentleri deniz suyundan almaktadır. Uranyumun suda çözünebilmesi nedeniyle canlılar bu süreçte deniz
suyundan yaklaşık 3 ppm U alırken, toryumun suda çözünememesi nedeniyle bünyelerinde Th bulunma-
maktadır. Dolayısıyla, canlıdaki 234U radyoaktif olarak 230Th izotopuna bozunmakta ve bu süreç 238U izoto-
puyla denklik durumu yakalanana dek devam etmektedir. Karbonatlı canlı iskeletinin oluşum zamanından
beri gerçekleşen radyoaktif bozunumun kapalı bir sistem özelliği göstermesi (yani, sistemde, radyoaktif bo-
zunumla oluşan U ve Th elementlerinden başka U ve Th kaybı-kazanımının gerçekleşmemesi) durumun-
da, fosil canlıda ölçülen 230Th oranı, 234U izotopunun sistemdeki radyoaktif bozunumuyla zaman içerisinde
oluşan bir oranı yansıtacaktır. Böylelikle, izotop oranlarının kütle spektrometresinde ölçülmesi ve U/Th yaş
denkleminde çözülmesiyle fosil canlının yaşı bulunabilmektedir (Richards ve Dorale, 2003).
U/Th tarihleme tekniği, U ve Th izotoplarının aktivite oranlarının kesin ve hassas bir şekilde belirlenmesini
gerektirmektedir. 238U, 234U, 230Th izotopları birbirinden farklı kütlelere sahiptir ve hepsi α emisyonuyla bo-
zunmaktadır. U/Th jeokimyasında kullanılan geleneksel teknik α-spektrometresidir. Bu yöntemde, belirli bir
ölçüm periyodu içerisinde α-bozunumuyla meydana gelen 234U ve 230Th yavru izotopları direk olarak ölçülür.
Bu teknikte, kimyasal işlemler yoluyla ayrıştırılan U ve Th parçaları düz bir yüzey üzerine ince bir tabaka
halinde yerleştirilir ve bu parçalar, α parçalarının enerjisini ve oluşumunu ölçen detektörlerin olduğu yüksek
vakumdaki küçük odacıklar içerine konur. α emisyonuyla ortaya çıkan enerji her bir izotop için farklı oldu-
ğundan, emisyonla ortaya çıkan enerji miktarı silikon detektörler ve çok kanallı analiz cihazlarıyla enerjinin
bir fonksiyonu olarak ölçülür. Böylelikle her bir izotopun aktivitesi, enerji spektrumu eğrisindeki ölçümlerin
sayısına ilişkin veriden elde edilir. Bununla birlikte α-spektrometresi yöntemi bazı önemli dezavantajlara sa-
hiptir. Bunlardan birincisi, büyük boyuttaki numunenin kullanımının gerekli olmasıdır (Geç Pleistosen’e ait
bir numune için 5-10 g). İkincisi, 234U ve 230Th izotopları mercan numuneleri içerisinde son derece az mik-
tarda bulunduğundan, bu yöntemden elde edilen değerler göreceli olarak büyük istatistiksel hata paylarına
sahiptir. Örneğin, Son İnterglasyal’e ait (~125 bin yıllık) bir mercan numunesi için bile bu konvansiyonel yön-
tem, olayların kronolojisini 10 bin yıldan daha az bir çözünürlükte belirleyememektedir. Son olarak, α-spekt-
rometresiyle yapılan ölçümler daha hassas bir veri seti elde edebilmek için günlerce sürmektedir (Ivanovich
ve Harmon, 1992).
1980’li yıllarda U/Th tarihlemesinde uygulanmaya başlayan TIMS (thermal ionisation mass spectrometry
– ısı iyonizasyonlu kütle spektrometrisi) yöntemi çok az miktarlardaki 234U ve 230Th izotoplarının çok daha
hassas (‰ seviyesinde) bir şekilde ölçülebilmesini ve bu nedenle önceki α-spektrometrik verilerden on kat
daha iyi sonuçlar elde edilebilmesini mümkün kılmıştır. İlk TIMS ölçümleri 234U ve 230Th izotopları üzerinde
gerçekleştirmiştir (Chen vd., 1986; Edwards vd., 1987). Bu teknikte, verili bir zaman içerisinde α-bozunu-
muyla meydana gelen yavru izotopların direk olarak ölçülmesi yerine, örnek içerisindeki 238U, 234U ve 230Th
izotoplarının miktarı direk olarak ölçülür ve daha sonra kütledeki izotopik oranlar 234U/238U ile 230Th/238U
aktivite oranlarına dönüştürülür (Edwards vd., 2003). Numune içerisindeki atomların sayısı, α-bozunumuyla

390
meydana gelen yavru izotopların sayısından çok daha fazla olduğundan, analiz edilebilen tarih aralığı gün-
celden 500-600 bin yıl öncesine kadar genişlemiştir ve ayrıca, Son İnterglasyal’e ait bir örneğin analiziyle
meydana gelen olayların kronolojisi < 1000 yıllık bir çözünürlükte belirlenebilmektedir (Stirling ve Andersen,
2009). Bunların yanında, TIMS yönteminin diğer bazı üstünlükleri arasında daha az miktarda örneğin kul-
lanılabilmesi (Geç Pleistosen’e ait bir numune için 0.5-1 g), örneklerin birkaç saat gibi hızlı bir sürede analiz
edilebilmesi ve δ234U oranı ile 232Th oranının çok daha hassas bir şekilde belirlenebilmesiyle örneklerde mey-
dana gelmiş açık sistem davranışının ve de kontaminasyonun ortaya konabilmesi gibi faktörler sayılabilir
(Esat, 1995; Stirling vd., 1995; Yokoyama ve Esat, 2004).
İşlevsel yaş tayini aralığı 0-600 bin yıl olan U/Th tarihleme yöntemi, karasal (speleothem, traverten, kemik
vb.) ve denizel (mercan resifi, mollüsk vb.) kökenli karbonatlar üzerinde uygulanabilmektedir (Örnek çalış-
malar için bkz. Bekaroğlu, 2011; Bekaroğlu, 2012). Bu radyoaktif tarihleme yönteminin en önde gelen prob-
lemlerinden biri, tarihleme analizi yapılan materyalin radyoaktif bozunum sürecinde kapalı sistem davranışı
gösterip göstermediğinin testidir. Bu doğrultuda, önemli paleoklimatik verilerin üretildiği mercan resifleri-
nin kapalı sistem testi bu jeokronolojik sistemde üzerinde oldukça durulan bir konudur. Mercan resiflerin-
den elde edilen yaşların güvenilirliği petrografik analizler, U konsantrasyonu, δ234Ui oranı, 232Th oranı, 231Pa/U
korelasyonu gibi yöntemlerle denetlenebilmektedir (Bekaroğlu, 2011, s. 58). Bunların yanında, son yıllarda,
diyajeneze uğramış ve açık sistem özelliği gösteren örnekler için açık sistem modelleri de ortaya atılmıştır
(örn. Thompson vd., 2003); ancak bunların güvenilirliği şu aşamada oldukça tartışmalıdır. Speleothem tarih-
lemelerinde ise, oldukça önemli bir kapalı sistem testi olan δ234Ui oranı denetlemesini yapmak fiziksel olarak
mümkün değildir. Bunun yerine kirlenme ve bunun neticesinde sisteme dahil olabilen harici Th kaynakları
için 232Th doğrulaması speleothemler için uygulanabilmektedir (Richards ve Dorale, 2003). Bunların dışında,
kemik ve mollüsk örneklerinin U/Th yöntemi kullanılarak tarihlendirilmesi, bu malzemelerin sonradan rad-
yoaktif sisteme U almaları, yani açık sistem davranışı göstermeleri nedeniyle, oldukça sakıncalıdır (Edwards
vd., 2003). Her ne kadar bazı jeokimyasal teknikler ve modellerle bu açık sistem yaşları düzeltilse de, bunla-
rın güvenilirliği kuşkuludur.

KUTU 1: Deniz seviyesi değişimlerinin mercan resifi kayıtlarının U/Th tarihlemesi


Deniz seviyesi değişimlerinin belirlenmesi yerkabuğunun, iklimin, kıyı bölgelerini etkileyen tektonik
ve izostatik hareketlerin ve de kıyı bölgelerinin morfolojik evriminin doğru bir anlayışının elde edil-
mesi açısından oldukça önemlidir. Deniz seviyesi değişimlerinin belirlenmesine yönelik kullanılan çok
farklı kanıtlar bulunmaktadır. Ancak, deniz seviyesi değişimlerinin kanıtlarını sunan birimler toplu ola-
rak değerlendirildiğinde, bunların hepsinin kronolojik veriler sağlamadığı görülmektedir. Bu açıdan,
sığ su mercan resifleri hem düşük hata payına sahip bir deniz seviyesi indeksi hem de düşük hata
paylarıyla tarihlenebilen bir materyal olma özelliğindedir. Bu açıdan, U/Th tarihleme yönteminin kar-
bonatlar üzerinde uygulanması bakımından Sondan Bir Önceki Buzul Dönemi’nde meydana gelen bir
yüksek deniz seviyesinin kanıtlarını ele alan bir çalışma (Bekaroğlu, 2012) örnek olarak ele alınabilir.
Bu çalışmanın temel amacı, Sondan Bir Önceki Buzul Dönemi sırasında 65° K insolasyon değerlerinin
artışıyla karakterize olan bir ara dönemdeki [oksijen izotop kronolojisine göre dönem 6.5 (günümüz-
den ~175-165 bin yıl önce)] iklimsel kararsızlığı ve bu doğrultuda söz konusu ara dönemdeki bir deniz
seviyesi salınımının varlığını test etmektir.
Çalışmada, Karayipler’deki Barbados Adası’ndan örneklenen mercan resifleri U/Th yöntemiyle tarih-
lenmiş ve güvenirlik kriterlerini geçen numuneler söz konusu ara dönemdeki deniz seviyesi değişim-
lerinin yorumlanmasında kullanılmıştır. Buna göre, Sondan Bir Önceki Buzul Dönemi içerisindeki ara
dönem (dönem 6.5) kısa süreli bir deniz seviyesi salınımıyla karakterize olmaktadır. Bu sırada deniz

391
seviyesi, buzul dönemi seviyesinden (< -100 m) -40/-50 metrelere yükselmiş ve ayrıca yine bu sırada
Yer sisteminde küresel değişimler meydana gelmiş; çeşitli coğrafi bölgelerde birbirinden farklı ortam
değişimleri yaşanmıştır.

Lüminesans
Lüminesans (luminescence) yöntemi, buraya kadar ele alınan radyoaktif tarihleme yöntemlerinden farklı
olarak, minerallerin, bulundukları ortamda var olan düşük seviyedeki radyasyon sayesinde serbest kalan
elektronların kristal örgülerindeki yapısal kusurlarda (elektron kafesleri) hapsolması ve bunların laboratuvar
ortamında ölçülmesi esasına dayanmaktadır.
Doğal olarak oluşan radyoaktif elementler içeren ya da bu radyoaktif elementleri içeren materyallerin ya-
kın çevresinde bulunan materyaller (sedimentler ve insan yapımı araç-gereçler), depolanma ortamlarında
düşük dozda nükleer radyasyona maruz kalmaktadır. Lüminesans tarihlemesindeki nükleer radyasyonun
kaynağı, doğada hemen her yerde çok az miktarlarda da olsa mevcut olan uranyum (U), toryum (Th) ve
potasyum (40K) gibi radyoaktif elementlerdir. Diğerlerine göre daha düşük dozda olsa da, kozmik ışınlar ve
rubidyum-87 de radyasyonda etkilidir (Aitken, 1998).
Depolanma ortamlarındaki sedimentler içerisinde bulunan radyoizotopların (U, Th, K) bozunması, atomla-
rın iyonizasyonuna sebep olarak elektronları serbest hale getirir ve bu serbest elektronlar sediment mat-
riksindeki minerallerin kristal yapılarında varolan yapısal kusurlarda hapsolur ki, bunlara elektron kafesleri
de denmektedir. Laboratuvardaki yapay ısı ya da ışık kaynaklarıyla uyarıldıklarında minerallerdeki elektron
kafeslerinde tuzaklanan bu elektronlar serbest hale gelerek tuzaklanan elektron miktarıyla orantılı olarak bir
ışık yaymaktadır. Buna lüminesans sinyali denmektedir. Dolayısıyla, dopolanma ortamındaki mineraller ne
kadar uzun süre radyasyona maruz kalıp yapısal kusurlarında elektron hapsetmişlerse, lüminesans sinyalleri
de o oranda yüksek olmaktadır. Bu hapsolmuş elektronlar laboratuvar ortamında ısı ya da ışık tarafından
serbest bırakılarak lüminesans saati ölçülür. Bu saatin ölçümü neticesinde elde edilen veriler, analiz edilen
materyalin en son ne zaman yandığını ya da güneş gördüğünü ortaya koyar (Berger, 1986).
Lüminesans yönteminde analiz edilecek bir örneğin lüminesans saatinin son depolanma olayından önce
sıfırlanmış olması gerekmektedir. Çanak-çömlek gibi arkeolojik buluntuların ve sedimentlerin, depolanma
ortamlarına taşınmalarından önceki lüminesans sinyallerinin sıfırlanması (bleaching) iki şekilde mümkün
olmaktadır: Isı ve ışık. Arkeolojik materyallerin (çanak-çömlek vb.) lüminesans sinyalleri, bu materyallerin
pişirilerek yapımı sırasında maruz kaldıkları yüksek sıcaklık (200-400 °C); jeolojik materyallerin (kuvars ve
feldispat içeren sedimentler) lüminesans sinyalleri ise, bu materyallerin erozyon, transportasyon ve depozis-
yon süreçlerinde gün ışığına maruz kalmaları sırasında (1-100 s) sıfırlanmaktadır. Materyalin taşıdığı jeolojik
olarak eski lüminesans sinyalinin sıfırlanmasından sonra bir tortulanma ortamında (örneğin flüvyal, eolian,
glasyal, lakustrin, kıyı ve arkeolojik sediment serileri içerisinde) gün ışığı ve ısı kaynaklarıyla ilişiğinin kesile-
rek depolanmasıyla “lüminesans saati” çalışmaya başlamaktadır (Şekil 4). Depolanan materyali oluşturan
kristallerin yapısal kusurlarında radyoaktif bozunmayla serbest kalan elektronların hapsolması ya da tuzak-
lanmasıyla çalışmaya başlayan lüminesans saati, prensip bakımından şarj edilebilir pillere benzetilmektedir
(Rhodes, 2011): Lüminesans yöntemi uygulanarak yapılan tarihleme analizlerinin doğru olması açısından,
şarj edilen pil (arkeolojik buluntu, sediment), şarjdan önce tamamıyla boşalmıştır (lüminesans sinyalinin
sıfırlanması), pil elektriğe bağlanarak şarj edilir (doğal lüminesans sinyali birikir) ve sonunda pilin ne kadar
şarj olduğu ölçülür (ışıkçoklayıcı).

392
Lüminesans tarihlemesinde, tuzaklanan elektronları serbest hale getirerek materyalin lüminesans saati-
ni ölçmek için uygulanan farklı iki yöntem bulunmaktadır. Bunlardan birincisi olan termolüminesans (TL)
yönteminde, materyalin ısıtılmasıyla serbest kalan TL sinyalinin şiddeti, son depolanma olayından bu yana
tuzaklanan elektron miktarıyla orantılıdır. Kuvars ya da feldispat içeren mineraller üzerinde uygulanan bu
teknikte materyal > 500 °C ısıtılır ve lüminesans merkezlerinden ortaya ışık (foton) yayılır. Bu ışık, bir ışıkçok-
layıcı (photomultiplier) kullanılarak elektrik atımlarına dönüştürülür ve ışık emisyonu daha önce verilmiş
olan sıcaklıkla oranlanır. Daha sonraki süreçte doğal TL sinyaliyle yapay TL sinyali karşılaştırılır. Buradaki ya-
pay sinyal, radyasyon dozu bilinen örnekten elde edilen orana eşittir. Tüm bu süreçler sonucunda eşdeğer
doz (equivalent dose, De) elde edilir. Eşdeğer doz, materyalin TL saati başladıktan sonra elde etmiş olduğu
sinyale eşit bir TL sinyalinin meydana getirilmesini sağlayan radyasyon miktarının ölçüsüdür. Daha yalın bir
ifadeyle, eşdeğer doz, örneğin gömülü kaldığı sürece almış olduğu dozdur (Aitken, 1998).
Şekil 4: Lüminesans Tarihlemesinde Sıfırlanma ve Doğal Sinyal Birikimi (Aitken, 1998).

Not: Materyalin, taşıdığı jeolojik olarak eski lüminesans sinyalinin sıfırlanmasından sonra bir tortulanma ortamında
gün ışığı ve ısı kaynaklarıyla ilişiğinin kesilerek depolanmasıyla “lüminesans saati” çalışmaya başlamaktadır. Lüminesans
yöntemi, minerallerin, bulundukları ortamda var olan düşük seviyedeki radyasyon sayesinde serbest kalan elektron-
ların kristal örgülerindeki yapısal kusurlarda hapsolması ve bunların laboratuvar ortamında ölçülmesi esasına dayan-
maktadır (Aitken, 1998).
Optik uyarmalı lüminesans (OSL) yöntemi ise, TL ile benzer prensiplere sahiptir. Aralarındaki temel fark,
tuzaklanmış elektronların ölçümünün elektronların ısı değil, ışık kullanılarak serbest bırakılmasıdır. İlk kez
Huntley ve arkadaşlarının 1985 yılında önerdiği bu teknikte, eşdeğer dozun belirlenimi TL’den farklılık gös-
terir. OSL yönteminde laboratuvar ölçümü yapılırken sadece termal olarak stabil olan tuzakları seçmenin
bir yolu olmadığından, analiz edilecek örnek laboratuvar ortamında ısıtılarak termal olarak kararsız olan
tuzaklar boşaltılır. Analizde, maksimum emisyonu 470 nm olan LED ya da yeşil lazer emisyonu (532/514 nm)
kullanılarak örneğin OSL sinyali bir ışıkçoklayıcıyla ölçülmektedir (Rhodes, 2011).

393
TL veya OSL yöntemiyle tarih elde edebilmek için bir parametreye daha ihtiyaç vardır: Ortamdaki doz oranı
(ya da yıllık doz). Bu parametreyle mineralin lüminesans saatinin sıfırlanmasından bu yana zaman birimde
absorbe ettiği radyasyon dozu ölçülür. Bu, örneğin içindeki ya da yakın çevresindeki radyoaktif elementlerin
analiziyle hesaplanmaktadır (Walker, 2005).
Bununla birlikte, tarihlenecek örneğin sahip olduğu toplam doz oranının (total dose rate) ölçümü zordur.
Çünkü örtülme durumunda örnek yalnızca alfa-beta-gama ışınlarına değil, aynı zamanda kozmik radyasyona
da maruz kalır. Bu kozmik radyasyonun kuvveti örneğin yüzeyden ne kadar derinde bulunduğuna göre deği-
şir. Diğer bir komplikasyon faktörü, sediment matriksinde su ve organik maddelerin mevcudiyetidir. Bunlar,
mineralin farklı oranlarda radyasyon emmesine sebep olduğu için doz oranı hesaplamalarında dikkate alınır.
Pratikte, hem arazide gama ışını spektrometresi ya da dozimetreyle yapılan ölçümler, hem de laboratuvar-
da radyoaktif element konsantrasyonunu belirlemeye yönelik yapılan analizler harici doz oranının (exter-
nal dose rate) belirlenmesi için gereklidir. Bu işlemler, ideal olarak % 5’lik hata paylarıyla yapılabilmektedir
(Grün, 2001).
Lüminesans yaşının belirlenmesi için gerekli olan parametreler olan (a) doğal lüminesans sinyali, (b) lümi-
nesans hassasiyeti (uygulanan radyasyon dozuna lüminesans sinyalinin verdiği tepki) ve (c) doz oranının
ölçümüyle analiz edilen örneğin yaşı şu şekilde hesaplanır (Aitken, 1998):
Yaş (yıl olarak)= Eşdeğer doz (De) (Gy)/ Doz oranı (Gy yıl-1)
Lüminesans yönteminde, diğer yöntemlerde de olduğu gibi hata kaynakları vardır. Bunlardan birincisi depo-
zisyon ortamından kaynaklanan zorluklardır. Bazı durumlarda lüminesans saatinin son depolanma olayından
önce tümüyle sıfırlanmaması, analiz edilen örneğin normalden daha yaşlı görünmesine sebep olabilmek-
tedir. İkinci hata kaynağı, reworking olarak ifade edilen, örneğin deposiyondan sonra tekrar bir başka lokali-
tede depolanmasıdır. Bunun yanında, örneklerin aralıklı olarak gün ışığına maruz kalması da söz konusudur
ve bu durum, lüminesans yaşının olması gerekenden daha genç çıkmasına sebep olmaktadır. Feldispatta
lüminesans sinyalinin değişkenlik göstermesi ve termal olarak kararlı elektron tuzaklarından olan elektron
sızıntısını ifade eden anomalous fading etkisi de hata kaynakları arasında değerlendirilmektedir. Bunların
yanında uranyum bozunma zincirindeki düzensizlikler, sedimentin su içeriğindeki eski değişimler ve labora-
tuvardaki teknik aksaklıklar tarihlemelerden elde edilen yaşların güvenilirliğini azaltmaktadır (Aitken, 1998).
Lüminesans yönteminin tarihleme aralığı değişkendir ve aralığın alt sınırı, tarihlenecek materyalin hassas-
lığına ve sıfırlanma sürecinin etkisine bağlı olarak değişmektedir. OSL ile 10 yıl, TL ile elde edilmiş 100 yıllık
yaşlar mevcuttur (örn. Ballarini vd., 2003). Tarihleme aralığının üst sınırı ise, ilave radyasyon dozunun lümi-
nesansı arttırmadığı noktaya dek uzanır (doygunluk seviyesi-saturation). OSL yöntemiyle kuvars ve feldispat
içeren çok çeşitli ortamlarda (denizel, flüvyal, laküstrin, eolian vb.) son 200 bin yılda oluşmuş sedimentler
tarihlenebilmektedir. Analiz edilebilen sedimentler kum ve silt boyutundan oluşmaktadır. OSL yöntemiyle
elde edilen yaşların hata payı, ideal koşullarda, ± % 5-10 (1σ) arasındadır (Rhodes, 2011). TL yöntemi esas
olarak arkeolojik buluntulara uygulanmaktadır ve istisnalar olsa da, TL ile elde edilen yaşların üst sınırı genel
olarak 200 bin yıldır. Bu yöntemle elde edilen yaşlar genel olarak ± % 10’luk bir hata payına sahiptir. Sahip
olduğu görece yüksek hata payı ve bunun sonucu olarak düşük hassasiyeti yüzünden, şartlar uygun oldu-
ğunda (analiz edilecek buluntunun güvenilir olması ve Holosen katmanları içerisinde yer alması vb.) örneğin
tarihlenmesi için radyokarbon yöntemi tercih edilmelidir. Bununla birlikte, son 1000 yıla ait buluntular TL
yöntemiyle oldukça hassas bir şekilde tarihlenebilmektedir ve hatta son 300 yıl için TL yöntemi radyokar-
bon aktivitesindeki değişkenlikler nedeniyle daha avantajlıdır. Radyokarbon kalibrasyon eğrisinin kapsadığı
zaman diliminden daha önceye ait olan buluntuların TL ile tarihlenmesi yine daha avantajlı olabilmektedir;
çünkü, her ne kadar hassaslık azalsa da, TL ile elde edilen yaşlar bu zaman dilimleri için materyalin takvim
yaşını vermektedir. Diğer yandan, radyokarbon tarihleme yönteminin işlevsel yaş tayini yapabildiği zaman

394
aralığından daha eski (yani > 50 bin yıl) olan buluntular içinse TL yöntemi en uygun seçenek olarak değer-
lendirilebilir (Aitken, 1990).
Lüminesans tarihleme yönteminde analiz edilecek materyallerin örneklenmesi, diğer radyoaktif tarihleme
yöntemlerinin konvansiyonel örnekleme prosedürlerinden farklıdır. Koşullar uygun olduğunda çalışma/kazı
alanına laboratuvar uzmanıyla gidilmeli ve örneklenecek materyalin stratigrafik pozisyonu, su içeriği ve se-
diment makriksi vb. hususlar birlikte değerlendirilmelidir. Örneklemin lüminesans hassasiyetinin belirlen-
mesi içinse bir pilot çalışma yapılması oldukça gereklidir. Lüminesans tarihlemesi için belirlenen materyalin
tarihleme için uygun koşullarda olup olmadığı (örneğin materyalin yeterli miktarda kuvars ve/veya feldispat
içerip içermediği, materyalin lüminesans hassasiyetinin güçlü olup olmadığı vb.) bu tip bir pilot çalışmayla
anlaşılabilir. Temel bir prensip olarak, lüminesans yöntemiyle analiz edilecek materyallerin depolanma or-
tamından gün ışığı görmeyecek bir şekilde alınması zorunludur. OSL sinyalinin gün ışığında çok kısa bir süre
içerisinde (1-100 s) sıfırlanması nedeniyle, özellikle OSL ile analiz edilecek örnekler kesinlikle karanlık bir
ortamda örneklenmelidir. Bunun için örnekleme ya geceleyin yapılmalı ya da sedimentin örneklenmesi için
ışığı geçirmeyen kapalı silindir tüpler kullanılmalıdır. Örneklemenin yapılacağı materyaller yüzeyden en az
30 cm aşağıda bulunan homojen bir stratigrafik tabakanın içinden elde edilmelidir. Doz oranının ölçümü,
sedimentin organik materyal ve su içeriği, örneklemin ne kadar olması gerektiği vb. konular tarihleme çalış-
masının gerçekleştirileceği laboratuvarla ilişkiye geçilerek netleştirilmeli, örnek alımı ve saklanmasıyla ilgili
gerekli tavsiyeler alınmalıdır (Örnek çalışmalar için bkz. Meriç vd., 2006; Erginal vd., 2008; Erginal ve Kıyak,
2008; Erginal vd., 2009; Yeğingil vd., 2009).

KUTU 2: Kıyı kumullarının OSL yöntemiyle tarihlenmesi


Kıyı şekilleri içerisinde önemli birimlerden biri olan kıyı kumulları, kıyı bölgelerinde hüküm süren
süreçlerin anlaşılması bakımından kilit önemdedir. Jeomorfolojik olarak farklı bölümlerden oluşan
kıyı kumullarının detaylı analizi, bu birimlerin zaman içerisinde nasıl bir gelişim gösterdiğinin doğru
bir anlayışının elde edilmesini mümkün kılabilmektedir. Kıyı kumulları kuvars ve feldispat yönünden
genellikle zengin olduğundan, bu birimlerin zaman içerisindeki gelişimini anlamak bakımından kul-
lanılabilecek ideal tarihleme yöntemi OSL’dir. Saros Körfezi’ndeki Kavak deltası üzerinde gelişen kıyı
kumullarının OSL yöntemiyle incelendiği bir çalışma (Erginal vd., 2009) bu açıdan bir örnek niteliğin-
dedir.
Çalışmanın amacı, Kavak deltasındaki kuvars içeriği zengin kıyı kumullarının orijininin, oluşum yaşının
ve zaman içerindeki gelişiminin belirlenmesidir. Çalışmada kumulu oluşturan farklı birimler tanımlan-
mış ve kumulun farklı kesimlerinden alınan toplam 11 örnek OSL yöntemiyle analiz edilmiştir. Elde
edilen sonuçlara göre, deltadaki kumul gelişimi ≤ 670 ± 40 yıl önce başlamıştır. Kumulun en genç
birimleri ise 140 ± 60 yıl öncesine tarihlenmiştir. Kıyı kumulu serisinin içerisindeki 15-20 cm kalınlığın-
daki bir bant ise süngertaşı çakıllarından oluşmaktadır ve bu seri OSL yöntemiyle günümüzden 340
± 40 yıl öncesine tarihlenmiştir. Süngertaşı serisinin analizi, bunların Santorini volkanının M.Ö. 1628
yılındaki patlamasıyla çevreye yayılan süngertaşı çakıllarıyla benzer özelliklerde olduğa işaret ettiğin-
den, çalışmada, bu serinin muhtemelen M.S 1672 yılında Kuzey Ege’yi etkilen bir tsunami olayıyla
ilişkili olduğu öne sürülmektedir.

ESR
20. yüzyılın son çeyreğinde Japon fizikçi Ikeya tarafından geliştirilen ESR (electron spin resonance) tarihleme
yönteminin temel prensipleri, lüminesans tarihleme yöntemiyle benzer özellikler taşımaktadır. ESR yönte-
minde de, tarihlenecek materyal, ESR sinyalinin sıfırlanmasından sonra depolanma ortamındaki radyoaktif

395
elementlerin bozunması nedeniyle radyasyona maruz kalır ve serbest elektronlar materyalin kristal yapı-
sındaki kafeslerde birikir. Böylelikle, lüminesans yönteminde olduğu gibi, elektronların mineral kafeslerinde
birikmesiyle “ESR saati” çalışmaya başlamakta ve elektronların tuzaklanması zamanın bir fonksiyonu olarak
gelişmektedir.
Bununla beraber, temel prensipleri büyük benzerlik taşımakla birlikte, ESR ile lüminesans yöntemi arasın-
da bazı önemli farklar da bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, ESR yöntemiyle tarihlenecek materyallerin
bir çoğunun ESR sinyalinin sıfırlanması olayının kristallerin oluşumuyla gerçekleşmesidir (Schellmann vd.,
2008). İkincisi, lüminesans yönteminde elektronların tutuldukları tuzaklardan boşaltılması (ısı ya da ışık) öl-
çüm sürecinin ayrılmaz bir parçasıyken, ESR yönteminde elektronların boşaltılması gibi işlem gerçekleştiril-
memektedir. ESR’de, tuzaklanan elektronlar, yüksek frekanslı elektromanyetik radyasyona verilen tepkiyle
ölçülmektedir. Bunun için kullanılan sabit özellikte güçlü bir manyetik alan yavaşça değiştirilmektedir. Belirli
bir frekansta, manyetik alanın yavaşça değiştirilmesi sırasında belirli bir değerde elektronlar rezonansa geç-
mektedir. Elektronlar rezonansa geçtiğinde elektromanyetik emilim (absorption) gerçekleştiğinden, bu yolla
son sıfırlanmadan bu yana biriken ESR sinyali saptanabilmektedir. Dolayısıyla, tuzaklanan elektron miktarı
oranında emilim olmakta; tuzaklanan elektron miktarı arttıkça, emilim de artmaktadır (Aitken, 1990). ESR
sinyalinin belirlenmesi sonrasında (equivalent dose), ortamdaki doz oranının da ölçülmesiyle lüminesans
yöntemindeki yaş eşitliği kullanılarak örneğin oluşum tarihi belirlenmektedir.
Lüminesans tarihleme yöntemi için geçerli olan birçok hata kaynağı ESR yöntemi için de geçerlidir. ESR
elektron saatinin sıfırlanmaması, elektron tuzaklarından gerçekleşen sızma, depozisyon kökenli problem-
ler (reworking, yeraltı suyu hareketleri vb.) söz konusu hata kaynakları arasındadır (Walker, 2005). Bu hata
kaynakları arasında en önemli olanlarından biri, kuşkusuz, karbonatlı materyallerin (diş, kemik, mollüsk ka-
bukları vb.) post-depozisyonel uranyum alımı yapmalarıdır (açık-sistem davranışı). Materyalin oluşumunun
ve yaşamsal aktivitesini sonlandırmasının ardından gerçekleşen uranyum alım sürecinin ne zaman ve hangi
miktarda olduğu bilinemediğinden, bu süreç bazı varsayımlarla modellenmektedir ve bu durum, söz konusu
materyallerden elde edilen yaşların güvenilirliğini azaltmaktadır. Peleodoz ve yıllık doz oranı belirlemelerin-
deki belirsizliklerden dolayı, her ne kadar ESR yöntemiyle doğruluk derecesi yüksek yaşlar elde edilebilse
de, bu yaşların hassaslığı göreceli olarak düşük olmakta ve elde edilen yaşların hata oranı nadiren % 10’dan
daha az olmaktadır (Rink, 1997). Bu yüzden, ESR tarihleme yöntemiyle elde edilen yaşların, var olan hata
kaynakları nedeniyle bir başka tarihleme yöntemiyle (örn. U/Th) kontrol edilmesi gerekebilmekte ve tavsiye
edilmektedir (Schellmann, vd., 2008; bu tip bir kontrol için bkz. Schellmann vd., 2004).
ESR yöntemi mercan, mollüsk, foraminifer, speleothem, kuvars ve diş-kemik gibi karbonatlı canlı kısımlarına
uygulanabilmektedir (Örnek çalışmalar için bkz. Erol, 1998; Schellmann vd., 2004; Ulusoy vd., 2007). Söz
konusu yöntemin tarihleme aralığı göreceli olarak oldukça geniş olup birkaç bin yıldan 2 milyon yıla kadar
uzanmaktadır. Bununla birlikte, yapılan en önemli yaş belirlemeleri 40 bin yıl ila 200 bin yıl arasında yer
almaktadır (Rink, 1997).
Genel bir kural olarak, ESR sinyali gün ışığı etkisiyle sıfırlanmamaktadır. Bu nedenle örneklerin gün ışığı gör-
meden toplanması gerekmemektedir. Bu durumun bir diğer sonucu ise, aynı örnek üzerinde birden fazla
ESR analizinin yapılabilmesinin mümkün olmasıdır (lüminesans yönteminde aynı örnek üzerinde tekrarla-
malı analizler yapılamamaktadır). Normal şartlarda analiz için 5 g ağırlığında bir örnek yeterli olmaktadır.
Analizden önce örneğin 2 mm’lik yüzey kısmı kirleticilerden arındırılmak için temizlendiğinden, alınan ör-
neğin temiz olmaması durumu ESR için yapılan örneklemelerde önemli bir husus değildir (Aitken, 1990).
Kozmojenik
Kozmojenik nüklid jeokronolojisi, kozmik radyasyona maruz kalan materyallerde oluşan belirli nüklidlerin
zaman içerisindeki birikiminin ölçülmesi esasına dayanmaktadır (Zreda ve Phillips, 2000).

396
Dünya atmosferini sürekli olarak bombardımana tutan yüksek enerjili kozmik ışınların büyük bir kısmı, kay-
nağını Samanyolu galaksisi içerisindeki süper nova patlamalarından almaktadır. Bu ışınlar Yer atmosferiyle
çarpıştığında büyük oranda nötronlardan oluşan ikincil kozmik ışınlar meydana gelmekte ve bunların ol-
dukça az bir kısmı yerkabuğuna ulaşabilmektedir. İkincil kozmik ışınların kayaç ve toprak gibi yerkabuğunu
oluşturan karasal malzemeyle temas etmesi neticesinde, bu malzemelerin en üst 1-2 metrelik kısımlarında
kozmojenik nüklidler oluşmaktadır. Radyasyona maruz kalan karasal malzemelerin yüzeyinde zamanla biri-
ken bu kozmojenik nüklidlerin ölçülmesi, materyallerin ne zamandan beri gün yüzü gördüğünün kantitatif
olarak belirlenmesini sağlamaktadır (Ivy-Ochs ve Kober, 2008).
Yerkabuğunu oluşturan malzemenin en az 1-2 metre altında bulunan kayaçlar, üzerlerindeki kayaç-toprak
örtüsü sayesinde kozmik radyasyondan korunduğundan, bu materyallerin kozmojenik izotop konsantrasyo-
nu sıfırdır. Yüzeyin altında bulunan bu materyaller çeşitli jeomorfolojik/jeolojik süreçlerle gün yüzüne çıktı-
ğında, ikincil kozmik ışın bombardımanına maruz kalarak (özellikle kuvars, kalsit, feldispat ve olivin mineral-
leri içeren materyallerin) üzerlerinde bir dizi nükleer reaksiyonla yeni kozmojenik nüklidler oluşmaya başlar.
Materyallerin yüzey kısımlarında biriken bu yeni kozmojenik nüklidlerin miktarı, materyalin ne kadar süre
ile kozmik radyasyona maruz kaldığına bağlıdır. Bu nedenle, bu nüklidlerin konsantrasyonlarının ölçümüyle
materyallerin ne kadar süreden beri gün yüzü gördüğü hesaplanabilmektedir (Örnek çalışmalar için bkz.
Zreda vd., 2004; Vardar vd., 2006; Akçar vd., 2007; Akçar vd., 2008; Sarıkaya vd., 2008; Sarıkaya vd., 2009;
Zahno vd., 2009; Zahno vd., 2010; Zreda vd., 2011; Akçar vd., 2012). Bu sayede, kozmojenik nüklid yöntemi
jeomorfolojik birimlerin yaşı, denüdasyon oranı, belirli jeomorfolojik süreçlerin zamanlamasının belirlenme-
sinde; arkeolojik açıdan ise fosillerin, insan yapımı araç-gereçler ve yapılar ile kayaç-sediment yüzeylerinin
tarihlenmesinde kullanılabilmektedir (Zreda ve Phillips, 2000; Akçar vd., 2008).
Karasal materyallerin kozmik radyasyona maruz kalmasıyla 12 adet kozmojenik izotop oluşmaktadır; an-
cak, jeokronolojik olarak bunların 6 tanesi önemlidir: 3He, 10Be,14C,21Ne, 26Al, 36Cl. Kozmojenik nüklid yönte-
minde kullanılan bu izotopların oranı zamana ve mekana göre değiştiğinden, tarihleme çalışmalarında bir
dizi faktör göz önüne alınmak zorundadır. Kozmojenik nüklidlerin oranı hedef materyal içinde bulundukları
derinliğe, deniz seviyesinden olan yüksekliğe, enleme ve topoğrafik pozisyona bağlı olarak mekansal bir
değişkenlik göstermektedir. Söz konusu nüklidlerin oluşumu zamansal bir değişkenlik de sergilemektedir.
Bunda etkili olan en önemli faktörler jeomanyetik alandaki ve kozmik radyasyondaki değişimler, difüzyon
yoluyla kozmojenik nüklidlerde gerçekleşen kayıp, yangın etkisi ve örneklerin bulunduğu yüksekliğin değiş-
mesidir (Cockburn ve Summerfield, 2004). Kozmojenik tarihleme yönteminde göz önüne alınan yukarıdaki
faktörlerin yanı sıra, örneklerin yaşlarının hesaplanmasında 3 temel koşulun da sınanması gerekmektedir.
Bunlardan birincisi, örneklerdeki kozmojenik izotop konsantrasyonlarının başlangıçta sıfır olması, yani ör-
neklerin gün yüzü görmeden önce kozmik radyasyona maruz kalmamış olması; ikincisi, örneklerin kapalı sis-
tem davranışı göstermesi ve üçüncüsü ise, gün yüzü gören örneklerde oluşan kozmojenik nüklidlerin üretim
oranının doğru olarak bilinmesi ve bunun, örneğin gün yüzü gördüğü zaman boyunca sabit kalmış olmasıdır
(Akçar vd., 2008).
Kozmojenik nüklidlerin yarılanma ömrü 5730 yıl ila 1.5 milyon yıl arasında değişmektedir. Bu nedenle, bu ta-
rihleme tekniğiyle, 100 yıl ila 5 milyon yıllık bir zaman aralığı içerisinde olmak üzere, materyallerin ne kadar
zamandır gün yüzü gördüğü belirlenebilmektedir. Tarihleme çalışmasında hangi izotopun kullanılacağı tarih-
lenecek materyale, bu materyalin muhtemel yaşına ve örneklerin analiz edileceği laboratuvarın koşullarına
göre değişkenlik göstermektedir (Zreda ve Phillips, 2000). Kozmojenik nüklid tarihleme yönteminin sahip ol-
duğu göreceli olarak geniş tarihleme aralığı ve uygulanış şekli, bu yöntemi jeomorfoloji çalışmaları açısından
oldukça önemli kılmaktadır. Söz konusu yöntemle volkanik yerşekillerinin, depozisyonel birimlerin, tektonik
yer değiştirmelerin, episodik denüdasyonun, buzul hareketlerinin yaşı şu an için % ~10-20 oranında bir hata
payıyla belirlenebilmektedir (Gosse ve Phillips, 2001; Cockburn ve Summerfield, 2004).

397
Kozmojenik nüklid tarihlemesi yöntemiyle analiz edilecek materyallerin örneklenmesinde göz önüne alın-
ması gereken bir dizi faktör bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, yüzey geometrisiyle ilgilidir. Örneklenecek
materyalin yeterince geniş ve düz bir yüzeye (kenar kısımlardan en az 50 cm uzak olması) ve yatay bir
uzanışa sahip olması gerekmektedir. Bu doğrultuda, kesitlerin ya da blokların kenar kısımlarına yakın olan
yerlerden örnekleme yapılmasından kaçınılmaktadır. İkinci faktör, örneklerin tanımlanması işlemlerini kap-
samaktadır. Burada, toplanan örneklerin büyüklüğü, şekli, rengi, tekstürü, lokasyonu, eğimi, kalınlığı, ör-
neklerin üzerini kapatabilen unsurlar (kar, sediment gibi) detaylı olarak tanımlanır ve örneklerin fotoğrafı
çekilip taslakları hazırlanır. Üçüncü faktör ise, örneklerin arazi ortamından toplanmasıyla ilgilidir. Kozmojenik
tarihleme analizleri için belirlenen materyaller, kayaç yüzeyinin en üst 2 cm’lik kısmından genellikle çekiç ve
keski yardımıyla örneklenir. Bunların yanı sıra, elektrikli testere veya portatif delici de kullanılabilmektedir
(Gosse ve Phillips, 2001).
Diğer radyometrik tarihleme yöntemleri
Geçmişi tarihlemek için kullanılan ve birbirinden farklı fiziksel prensiplere sahip olan radyometrik tarihle-
me yöntemleri içerisinde buraya kadar ele alınanlar, yoğun olarak kullanılan ve en başarılı sonuçların elde
edildiği grubu oluşturmaktadır. Bunlardan başka, yine radyometrik tarihleme yöntemleri içerisinde yer alan
ancak diğerlerine göre daha az kullanılan yöntemler de bulunmaktadır. Bu grup içerisindeki radyometrik
yöntemler arasında, çoğunlukla volkanik materyallerin yaşının belirlenmesi için kullanılan “fizyon track” tek-
niği ile güncel sediment serilerinin (200-300 yıllık) tarihlenmesinde kullanılan kısa yarılanma ömrüne sahip
radyoizotop (210Pb, 137Cs) sistemleri bulunmaktadır.
Sonuç
Geçmişi tarihleme çabasının en önemli kısmını oluşturan radyometrik tarihleme yöntemleri, sağladığı doğ-
ru, kesinlik derecesi yüksek ve güvenilir sonuçlarla birçok disiplin tarafından çok çeşitli amaçlarla kullanıl-
maktadır. Kuşkusuz, radyometrik tarihleme yöntemleri geniş ölçüde fizik ve kimyayla ilgili yoğun bir bilgi
altyapısına sahiptir ve bu nedenle çalışmalar, bazı istisnalar olmakla birlikle, esas olarak bu bilgi altyapısına
sahip uzman kişilerce gerçekleştirilmektedir. Bu durum, söz konusu radyometrik tarihleme yöntemini haya-
ta geçiren uygulayıcılarla, çalışmalarında söz konusu yöntemin sonuçlarından yararlanan kullanıcıları birbi-
rinden ayırt etmektedir. Bu çerçevede ele alındığında, radyometrik tarihleme yöntemini hayata geçiren uy-
gulayıcı ile yöntemin sonuçlarından yararlanan kullanıcı arasında oldukça önemli bir bağlantı vardır. İletişim
yönü bir yana bırakılırsa, bu bağlantı, uygulayıcının genellikle tarihlenecek malzemenin bağlam boyutunu,
kullanıcının ise tarihleme yönteminin teknik boyutunu yeterli ölçüde bilmemesinden kaynaklanmaktadır.
Dolayısıyla, uygulayıcı ile kullanıcının uygun bir birlikteliği, görünüşteki sorunu ortadan kaldırarak başarılı
sonuçların elde edilmesini sağlayabilmektedir.
Radyometrik tarihleme yöntemlerinin uygulanmasıyla elde edilen sonuçlardan yararlanan kullanıcıların ya
da değerlendiricilerin, radyometrik tarihleme yöntemlerine bazı faktörleri göz önünde bulundurarak yak-
laşmaları gerekmektedir. Bunların başında, tarihleme çalışmasının gerekçesi gelmektedir. Bu bakımdan, ta-
rihlenecek materyalin bilimsel araştırmanın çerçevesi içerisinde belirli bir problemi çözmesi ya da cevap
niteliğinde bulgular sağlaması gerekmektedir. İkinci olarak, hangi radyometrik tarihleme yönteminin çalış-
maya uygun olduğunun tespitinin yapılması gerekmektedir. Bu bakımdan üç parametre mutlaka göz önün-
de bulundurulmalıdır:
(1) Tarihlenecek materyalin özelliklerinin belirlenmesi ve bu materyalin hangi radyometrik tarihleme yön-
temiyleanaliz edilebildiğinin tespit edilmesi. Bu bakımdan, radyometik tarihleme yöntemlerinin uygulana-
bildiği materyaller birbirinden farklılık gösterebilmektedir. Örneğin, 14C yöntemiyle tarihlenecek materyalin
ölçülebilir miktarda karbon içermesi, OSL yöntemiyle tarihlenecek sedimentin yeterli ölçüde kuvars ya da
feldispat içermesi, U/Th yöntemiyle tarihlenecek materyalin karbonatlı olması vb. gerekmektedir (Tablo 1).

398
Tablo 1. Radyometrik tarihleme yöntemlerinin sahip oldukları başlıca özellikler bakımından karşılaştırılması.

Tarihleme yön- Çoğunlukla uygulandığı


Bozunma / Süreç Yarılanma ömrü İşlevsel tarihleme aralığı
temi materyal

Organik materyaller, karbo-


C
14 14
C -----14N 5730 yıl 150 – 50,000 yıl
natlar
Argon 40
K β-bozunumu 1.25 x 109 yıl <104 – 109 yıl Volkanik materyaller
U/Th 238
U -- Th --
230
Pb
206
75,200 yıl 0 - 600,000 yıl Denizel ve karasal karbonatlar

Lüminesans Ortamdaki radyasyona maruz kalma Kuvars ve feldispat içeren ince


10 – 200,000 yıl taneli kırıntılı sedimentler, ar-
(TL / OSL) (U, Th, K) ve
keolojik kalıntılar (seramikler)
serbest elektronların yapısal kusurlarda birikmesi
ESR Karbonatlar
Birkaç bin yıl – birkaç milyon yıl
3
He, 10Be, 21Ne, 26Al, Özellikle kuvars, kalsit,
Kozmojenik Cl, 14C nüklidlerinin
36
5730 – 1.5 milyon yıl 100 – 5 milyon yıl feldispat ve olivin mineralleri
oluşumu içeren materyaller

(2) Tarihlenecek materyalin muhtemel yaşının tercih edilen radyometrik tarihleme yönteminin işlevsel olarak
yaş tayini yapabildiği zaman aralığında olup olmadığının belirlenmesi. Radyometrik tarihleme yöntemlerinin
işlevsel yaş tayini yapabildiği zaman aralığı birbirinden oldukça farklıdır (Tablo 1). Dolayısıyla, örneğin, tarihle-
necek materyal organik olmasına rağmen, 14C yönteminin işlevsel yaş belirlemesi yapabildiği zaman aralığının
dışında (yani, 50 bin yıldan daha eski bir zamanda) oluşmuş olabilir. Bu durumda, kuşkusuz, söz konusu yön-
tem kullanılamaz. Bu durumda, başka bir arayışa girmek ve örneğin, materyalin karbonatlı olması durumunda
U/Th ya da ESR yöntemini tercih etmek gerekebilir.
(3) Tarihlenecek materyalden elde edilecek radyometrik yaşın sahip olduğu analitik hata payının, çalışma çer-
çevesi göz önüne alındığında, tatmin edici olup olmadığına karar verilmesi. Radyometrik tarihleme yöntem-
lerinin hata payları materyalin jeokimyasal özelliğine, analiz sırasında kullanılan makineye, ölçüm süresine ve
tekniğine vb. bağlı olarak değişiklik göstermektedir.
Bu yüzden, kullanılacak olan yöntemin ideal koşullar altında sahip olduğu hata paylarının oranı mutlaka göz
önüne alınmalı ve bu hata paylarının çalışma açısından tatmin edici olup olmadığının belirlenmesi gerekmek-
tedir. Örneğin, Son Buzularası Dönem (~130-115 bin yıl) sırasında oluşmuş mercan resiflerinin hem U/Th hem
de ESR yöntemiyle tarihlenmesi mümkündür. Eğer, çalışmanın amacı, Son Buzularası Dönem’deki bin yıllık
ölçeklerdeki deniz seviyesi değişimlerini incelemek ise, burada ESR yöntemiyle elde edilen tarihlerin söz konu-
su amaca yönelik işe yarar sonuçlar ortaya koyması beklenmemelidir. Çünkü, söz konusu dönemde oluşmuş
mercanlar ESR yöntemiyle ortalama olarak % 10’luk hata paylarıyla tarihlenebilmektedir. Bu durum, örneğin,
125 bin yıllık bir mercan örneğinin 125,000 ± 12,500 yıla tarihlenmesi anlamına gelir ki, böylelikle mercanın
dönemin başında mı, yoksa sonunda mı oluştuğuna kesin olarak karar verilemez. Halbuki, aynı mercan, U/Th
yöntemiyle ± 1000 yıllık bir hata payıyla tarihlenebildiğinden, dönem içerisindeki kısa süreli değişimleri göz-
lemlemek bu yöntemin kullanımıyla mümkün olabilmektedir (Bekaroğlu, 2011).
Radyometrik tarihleme yöntemlerinin coğrafya ve diğer yerbilimlerindeki kullanımı, tarihsel olarak değerlen-
dirildiğinde bu alanlardaki çalışmalara olağanüstü bir katkı sağlamıştır. Giderek artan ölçüde devam eden bu
ilişki, farklı disiplinler arasındaki işbirliğinin en mükemmel örneklerinden biridir. Bu nedenle, radyometrik ta-
rihleme yöntemlerinin temellerinin doğru bir anlayışının elde edilmesi ve bu alanlardaki gelişmelerin takip
edilmesi, coğrafya ve diğer yerbilimleri için son derece önemlidir.

399
Kaynakça
Aitken, M. J. (1990). Science-based dating in archaeology. New York: Longman.
Aitken, M. J. (1998). An introduction to optical dating. The dating of Quaternary sediments by the use of
photon-stimulated luminescence. New York: Oxford University Press.
Aitken, M. J. (1999). Archaeological dating using physical phenomena. Rep. Prog. Phys, 62, 1333-1376.
Akçar, N., Yavuz, V., Ivy-Ochs, S., Kubik, P.W., Vardar, M. and Schlüchter, C. (2007). Paleoglacial records
from kavron valley, NE Turey: Field and cosmogenic exposure dating evidence. Quaternary Internatio-
nal, 1664-165, 170-183.
Akçar, N., Ivy-Ochs, and Schlüchter, C. (2008). Application of in-situ produced terrestrial cosmogenic
nuclides to archaeology: a schematic review. Quaternary Science Journal,57, 226-238.
Akçar, N., Yavuz, V., Ivy-Ochs, S., Kubik, P.W., Vardar, M. and Schlüchter, C. (2008). A case for a downwas-
ting mountain glacier during Termination I, Verçenik Valley,northeastern Turkey. Journal of Quaternary
Science, 23, 273-285.
Akçar, N., Tikhomirov, D., Özkaymak, C., Ivy-Ochs, S., Alfimov, V., Sözbilir, H., Uzel, B. and Schlüchter, C.
(2012). 36Cl exposure of dating paleoearthquakes in the Eastern Mediterranean: First results from the
western Anatolian Extensional Province, Manisa fault zone, Turkey. GSA Bulletin,124, 1724-1735.
Ballarini, M., Wallinga, J., Murray, A.S., van Heteren, S., Oost, A.P., Bos, A.J.J. and van Eijk, C.W.E. (2003).
Optical dating of young coastal dunes on a decadal timescale. Quaternary Science Reviews, 22, 1011–
1018.
Bekaroğlu, E. (2008). Doğu Akdeniz’de geç Holosen’de yükselmiş kıyı çizgileri üzerine bir değerlendirme.
Coğrafi Bilimler Dergisi, 6, 1-21.
Bekaroğlu, E. (2011). Son İnterglasyal’deki deniz seviyesi değişimleri. Ankara: Sage.
Bekaroğlu, E. (2012). Sondan Bir Önceki Buzul Dönemi’nde iklim kontrolünde meydana gelen bir yüksek
deniz seviyesinin kanıtları. Türkiye Jeoloji Bülteni,55(3), 159-188.
Berger, G. W. (1986). Dating Quaternary deposits by luminescence – recent advances. Geoscience Ca-
nada, 13, 15-21.
Bradley, R. S. (1999). Paleoclimatology, reconstructing climates of the Quaternary. CA: Academic Press.
Chen, J.H., Edwards, R.L. and Wasserburg, G. J. (1986). 238U, 234U and 232Th in seawater. Earth and Plane-
tary Science Letters, 80, 241–251.
Cockburn, H. A. P. and Summerfield, M. A. (2004). Geomorphological applications of cosmogenic isoto-
pe analysis. Progress in Physical Geography,28, 1-42.
Dickin, A. P. (2005). Radiogenic isotope geology. NY: Cambridge University Press.
Doğan, U. (2011). Climate-controlled river terrace formation in the Kızılırmak valley, Cappadocia section,
Turkey: inferred from Ar-Ar dating of Quaternary basalts and terrace stratigraphy. Geomorphology, 126,
66-81.
Edwards, R. L., Chen, J. H., Ku, T. L. and Wasserburg, G. J. (1987). Precise timing of the Last Interglacial
period from mass spectrometric determination of thorium-230 in corals. Science, 236, 1547-1553.

400
Edwards, R.L., Gallup, C.D. and Cheng, H. (2003). Uranium-series dating of marine and lacustrine carbo-
nates. B. Bourdon, G.M. Henderson, C.C. Lundstrom and S.P Turner (Ed.), Uranium-series geochemistry
in (363-405). Washington, DC: Mineralogical Society of America.
Erginal, A. E. ve Kıyak, N. G. (2008). Çanakkale doğusundaki Geç Pleistosen alüvyal çökellerin kökeni ve
OSL yöntemi ile tarihlendirilmesi: Ön sonuçlar. Türk Coğrafya Dergisi,51, 1-11.
Erginal, A. E., Kıyak, N. G., Bozcu, M., Ertek, A., Güngüneş, H., Sungur, A. and Türker, G. (2008). On the
origin and age of the Arıburnu beachrock, Gelibolu Peninsula, Turkey. Turkish Journal of Earth Sciences,
17, 803-819.
Erginal, A. E., Kıyak, N. and G, Özcan, H. (2009). Optically stimulated luminescence to date coastal dunes
and a possible tsunami layer on Kavak delta (Saros gulf, NW Turkey). Turkish Journal of Earth Sciences,
18, 465-474.
Erol, O. (1998). Dating of Pleistocene caliche formations in the paleosols of Çukurova and their part in
the geomorphology and Turkish red soils. Yerbilimleri/Geosound, 33, 29-46.
Esat, T. (1995). Charge collection thermal ion mass spectrometry of thorium. International Journal of
Mass Spectrometry and Ion Processes, 148, 159–170.
Flint, R. F. (1955). Glacial geology and the Pleistocene epoch. NY: Wiley.
Gosse, J. C. and Phillips, F. M. (2001). Terrestial in situ cosmogenic nuclides: theory and application. Qu-
aternary Science Reviews,20, 1475-1560.
Grün, R. (2001). Trapped charge dating (ESR, TL, OSL). D.E. Brothwell, A.M. Pollard (Ed.), Handbook of
Archaeological Sciences in (47–62). Chichester: Wiley.
Hajdas, I. (2008). Radiocarbon dating and its applications in Quaternary studies. Quaternary Science
Journal,57, 2- 24.
Hall, C. M. (2009). Radiometric methods. Gornitz (Ed.), Encyclopedia of paleolimatology and ancient
environments in(pp 255-260). Dordrecht: Springer.
Henderson, G. M. (2002). Seawater 234U/238U during the last 800 thousand years. Earth and Planetary
Science Letters,199, 97-110.
Herz, N. and Garrison, E. G. (1998). Geological methods for archaeology. NY: Oxford University Press.
Ivanovich, M. ve Harmon, R. S. (1992). Uranium series disequilibrium: Applications to Earth, Marine and
Environmental Sciences. Oxford: Clarendon Press.
Ivy-Ochs, S. and Kober, F. (2008). Surface exposure dating with cosmogenic nuclides. Quaternary Science
Journal,57, 179-209.
Kelletat, D., and Kayan, İ. (1983). Alanya batısındaki kıyılarda ilk C14 tarihlendirmelerinin ışığında Geç
Holosen tektonik hareketleri. Türkiye Jeoloji Kurumu Bülteni, 26, 83-87.
Knell, S. J. and Lewis, C. L. E. (ed.) (2001). Celebrating the age of the Earth. The age of the Earth from
4004 in(1-14). London: Goelogical Society Special Publication.
Lowe, J. J. and Walker, M. J. C. (1997). Reconstructing Quaternary environments. Essex: Prentice Hall.

401
Maddy, D., Demir, T., Bridgland, D., Velkamp, A., Stemerdink, C., Schriek, V.S. and Schreve, D. (2005). An
obliquity-controlled Early Pleistocene river terrace record from Western Turkey? Quaternary Resear-
ch,63, 339-346.
Meriç, N., Demirtaş, R., Atlıhan, M. A., Erkmen, C., Yaman, M., Eravcı, B., Tepeuğur, B. ve Aktan, T. (2006).
Büyük Menderes çöküntüsünün paleosismolojisi kapsamında bölgedeki diri fayların yaş tayinine ön ça-
lışma olarak, fay zonlarından alınan numunelerin OSL (optik uyarmalı lüminesans) metodu ile paleodoz
(doğal doz) miktarının tayini. TÜBİTAK YDABAG proje no: 105Y006.
Milanković, M. (1998). Canon of insolation and the ice-age problem. Beograd: Zavod za udzbenike i
nastavna sredstva.
Noller, J. S., Sowers, J. M. and Lettis, W. R., (Ed.) (2000). Quaternary geochronology: Methods and appli-
cations. Washington DC: American Geophysical Union.
Pirazzoli, P.A., Laborel, J., Saliége, J.F., Erol, O., Kayan, İ. and Person, A. (1991). Holocene raised shorelines
on the Hatay coasts (Turkey): palaeoecological and tectonic implications. Marine Geology,96, 295-311.
(Çeviri: Kayan, İ. 1993. Hatay’da yükselmis Holosen kıyı çizgileri: paleoekolojik ve tektonik değerlendir-
meler. Ege Coğrafya Dergisi, 7, 43-76.)
Reimer, P. J., Baillie, M. G. L., Bard, E., Bayliss, A., Beck, J. W., Bertrand, C. J. H., Blackwell, P. G., Buck, C. E.,
Burr, G. S., Cutler, K. B., Damon, P. E., Edwards, R. L., Fairbanks, R. G., Friedrich, M., Guilderson, T. P., Hogg,
A. G., Hughen, K. A., Kromer, B., McCormac, F. G., Manning, S. W., Ramsey, C. B., Reimer, R. W., Remmele,
S., Southon, J. R., Stuiver, M., Talamo, S., Taylor, F. W., van der Plicht, J. and Weyhenmeyer, C. E. (2004).
IntCal04 Terrestrial radiocarbon age calibration, 26 - 0 ka BP. Radiocarbon,46, 1029-1058.
Rhodes, E. J. (2011). Optically stimulated luminescence dating of sediments over the past 200,000 years.
Annu. Rev. Earth Planet. Sci,39, 461-488.
Richards, D. A. and Dorale, J. A. (2003). Uranium-series chronology and environmental applications of
speleothem. B. Bourdon, G.M. Henderson, C.C. Lundstrom and S. P. Turner (Ed.), Uranium-series Geoc-
hemistry in (407-460). Washington, DC: Mineralogical Society of America.
Rink, W. J. (1997). Electron spin resonance (ESR) dating and ESR applications in Quaternary science and
archaeometry. Radiation Measurements, 27, 975–1025.
Roberts, N. (1989). The Holocene, an environmental history. Cambridge: Blackwell.
Roberts, N., Black, S., Boyer, P., Eastwood, W. J., Griffiths, H. I., Lamb, H. F., Leng, M. J., Parish, R., Reed,
J. M.,
Twigg, D. and Yiǧitbaşioğlu, H. (1999). Chronology and stratigraphy of Late Quaternary sediments in the
Konya Basin, Turkey: Results from the KOPAL Project. Quaternary Science Reviews, 18, 611-630.
Rojay, B., Heimann, A. and Toprak, V. (2001). Neotectonics and volcanic characteristics of the Karasu fa-
ult zone (Anatolia, Turkey): The transition zone between the Dead Sea transform and the East Anatolian
fault zone. Geodinamica Acta, 14, 197-232.
Sarıkaya, M. A., Zreda, M., Çiner, A. and Zweck, C. (2008). Cold and wet Last Glacial Maximum on Mount
Sandıras, SW Turkey, inferred from cosmogenic dating and glacier modeling.Quaternary Science Re-
views, 27, 769-780.

402
Sarıkaya, M. A., Zreda, M. and Çiner, A. (2009). Glaciations and paleoclimate of Mount Erciyes, central
Turkey, since the Last Glacial Maximum, inferred from 36Cl cosmogenic dating and glacier modeling.
Quaternary Science Reviews,28, 2326-2341.
Schellmann, G., Radtke, U., Potter, E. K., Esat, T. M. and McCulloch, M. T. (2004). Comparations of ESR
and TIMS U/Th dating of marine isotope stage (mis) 5e, 5c, and 5a from Barbados – implications for
palaeo sea-level changes in the Caribbean. Quaternary International,120, 41-50.
Schellmann, G., Beerten, K. and Radtke, U. (2008). Electron spin resonance (ESR) dating of Quaternary
materials. Quaternary Science Journal,57, 150-178.
Scholz, D. and Hoffmann, D. L. (2008). 230Th/U-dating of fossil corals and speleothems. Quaternary
Science Journal, 57, 52-77.
Stirling, C.H., Esat, T.M., McCulloch, M.T. and Lambeck, K. (1995). High-precision U-series dating of corals
from Western Australia and implications for the timing and duration of the Last Interglacial. Earth and
Planetary Science Letters, 135, 115–130.
Stirling, C.H. and Andersen, M.B. (2009). Uranium-series dating of fossil coral reefs: Extending the sea-le-
vel record beyond the last glacial cycle. Earth and Planetary Science Letters, 284, 269-283.
Stuiver, M., Reimer, P.J., Bard, E., Beck, J.W., Burr, G.S., Hughen, K.A., Kromer, B., McCormac, G., van der
Plicht J. and Spurk, M. (1998). INTCAL98 Radiocarbon Age Calibration, 24000-0 cal BP. Radiocarbon, 40,
1041-1083.
Şengör, A. M. C. (2000). Jeolojik takvim. Cogito, 22, 1-47.
Taylor, R. E. (1996). Radiocarbon dating: the continuing revolution. Evolutionary Anthropology,4, 169-
181.
Taylor, R. E. (2009). Radiocarbon dating. V. Gornitz (Ed.), Encyclopedia of Paleolimatology and Ancient
Environments (863-869). Dordrecht: Springer.
Thompson, W. G., Spiegelman, M. W., Goldstein, S. L. and Speed, R. C. (2003). An open system model for
U-series age determinations of fossil corals. Earth and Planetary Science Letters,210, 365-381.
Ulusoy, Ü., Bayarı, S., Anbar, G. ve Özyurt, N. (2007). Mağara çökellerinin ESR ile yaş tayini ve bu çökellerin
mikro-jeokimyasal analiz ile de incelenerek paleo-iklim koşullarının araştırılması. TÜBİTAK ÇAYDAG proje
no: 104Y203.
Vardar, M., Schlüchter, C., Sunar, F., Yavuz, V. and Akçar, N. (2004). Doğu Karadeniz dağlarının Kuvaterner
buzullaşması ve paleoiklimsel sonuçları. TÜBİTAK YDABAG Proje no: 103Y114.
Walker, M. J. C. (2005). Quaternary dating methods. (2nd ed.), Chichester: Wiley.
Witze, A. (2006). The start of the World as we know it, Nature,442, 128-131.
Yeğingil, Z., Çetin, H., Yeğingil, İ., Topaksu, M., Doğan, T. ve Duygun, F. (2009). Doğu Anadolu Fay Sistemi
(DAFS)
Türkoğlu-Antakya segmentinin paleosismolojisinin temolüminesans (TL) / optiksel uyarılmayla lümine-
sans (OSL) tarihleme yöntemleriyle çalışılması. TÜBİTAK-ÇAYDAG 105Y349, 1-57.
Yokoyama, Y., Esat, T.M. (2004). Long term variations of uranium isotopes and radiocarbon in the surface
seawater recorded in corals (279–309). İçinde: Global Environmental Change in the Ocean and on Land,
eds. by M. Shiyomi vd., Tokyo: TERRAPUB.

403
Zahno, C., Akçar, N., Yavuz, V., Kubik, P., Schlüchter, C. (2009). Surface exposure dating of Late Pleistoce-
ne glaciations at the Dedegöl Mountains (Lake Beysehir, SW Turkey). Journal of Quaternary Science,24,
1016-1028.
Zahno, C., Akçar, N., Yavuz, V., Kubik, P.W. and Schlüchter, C. (2010). Chronology of Late Pleistocene gla-
cier variations at the Uludağ Mountain, NW Turkey. Quaternary Science Reviews, 29, 1173-1187.
Zreda, M. G. ve Phillips, F. M. (2000). Cosmogenic nuclide buildup in surficial materials. J. S. Noller, J. M.
Sowers and W. R. Lettis (ed.), Quaternary Geochronology: Methods and Application in (61-76). Washin-
gton DC: American Geophysical Union.
Zreda, M., Ciner, A., Bayari, S. and Sarıkaya, M.A. (2004). Magnitude of Quaternary glaciers and glaciati-
ons from low to high latitudes: global or local dominant controlling factors. TÜBİTAK ÇAYDAG proje no:
101Y002.
Zreda, M., Ciner, A., Sarıkaya, M.A., Zweck, C. and Bayari, S. (2011). Remarkably extensive glaciation and
fast deglaciation and climate change in Turkey near the Pleistocene Holocene boundary.Geology, 39
(11), 1051-1054.

Okuma listesi
Aitken, M. J. (1998). An introduction to optical dating. The dating of Quaternary sediments by the use of
photon-stimulated luminescence. New York: Oxford University Press.
Akçar, N., Ivy-Ochs, and Schlüchter, C. (2008). Application of in-situ produced terrestrial cosmogenic
nuclides to archaeology: a schematic review. Quaternary Science Journal,57, 226-238.
Erol, O. (1998). Dating of Pleistocene caliche formations in the paleosols of Çukurova and their part in
the geomorphology and Turkish red soils. Yerbilimleri/Geosound, 33, 29-46.
Taylor, R. E. (2009). Radiocarbon dating. V. Gornitz (Ed.), Encyclopedia of Paleolimatology and Ancient
Environments (863-869). Dordrecht: Springer.

404
ON YEDİNCİ BÖLÜM

UZAKTAN ALGILAMA TEKNİKLERİ


Murat KARABULUT
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi

Elektromanyetik Spektrum
Uzaktan Algılamada Çözünürlük
Uzaktan Agılamada Veri Türleri
Görüntü Yorumlama
Dijital Görüntü İşleme Yöntemleri

Giriş
Coğrafya, mekân üzerinde dağılmış bulunan fiziki ve beşeri özellikleri çalışır. Coğrafi çalışmalarda bu özellik-
lerin haritalanması bir zorunluluktur. Bu ihtiyaç geniş alanlarda, istenilen mekânsal ölçekte ve sürekli bir şe-
kilde elde edilen ve bilgisayar ortamında dijital tekniklerle analizleri yapılabilen uzaktan algılama verileriyle
kolaylıkla giderilebilmektedir. Bu alanda coğrafyacılar dünya literatürüne önemli katkılar sağlamışlardır. İlk
fotoğrafın çekimi ile başlatabileceğimiz uzaktan algılama ilk zamanlarda hava fotoğrafları ve yorumlanması
kapsamında gerçekleşmiştir. Ancak 1960’lı yıllarda bilgisayarın icadı, uydu teknolojilerinde meydana gelen
gelişmelerle birlikte analog olmayan verilerin üretimini de beraberinde getirmiştir. Bu dönemde uçaklarla
toplanan veriler ile uydulardan elde edilen verilerin amaçları aynı olsa da özellikleri farklı olduğu için yeni bir
kavramla ele alınması zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda her iki veriyi içerisine alan “uzaktan algıla-
ma” terimi kullanılmaya başlanmıştır. Uzaktan algılama kısaca üzerinde çalışılan obje, alan veya fenomene
temas etmeden çeşitli algılayıcılar yoluyla bilgi toplama bilimi ve sanatıdır (Lillesand ve Kiefer, 1994). Veri
toplama işlemi objeler üzerinden yansıyan elektromanyetik dalgaların bir algılayıcı sistem tarafından kayde-
dilmesini kapsar. Algılama sistemleri kısa dalgalardan başlayarak çok uzun dalga boylarında da veri toplar.
Yani ultraviyoleden başlayıp, radyo dalgalarına kadar geniş bir spektrumda veri toplanır. Veri toplanırken kul-
lanılan ışığın kaynağı bağlamında aktif ve pasif olmak üzere iki türlü uzaktan algılamadan bahsedilebilir. Pasif
uzaktan algılamada ışığın kaynağı, algılama sisteminden bağımsızdır. Işık başka bir kaynak tarafından üretilir,
algılayıcı sistem bu ışığın çeşitli ortamlardan yansıyan bölümlerini toplar. Yeryüzünün algılanması sırasında
kullanılan enerji kaynağı ise güneştir. Atmosferden veya yeryüzünden yansıyan ışınım algılayıcılar tarafından
kaydedilir. Aktif sistemde ise ışığın kaynağı ile algılayıcı sistem çoğu zaman beraberdir. Diğer bir ifade ile ışığın

405
kaynağı veri toplama sırasında kontrol altındadır ve algılayıcı sistemle birlikte çalışır. Dolayısıyla yapay bir
ışık kaynağından gönderilen ışınımın objelerden yansıdıktan sonra bir sistem tarafından toplanmasına aktif
uzaktan algılama adı verilir. Bu tür algılama çoğu zaman elektromanyetik spektrumun (EMS) uzun dalga böl-
gesinde gerçekleşir (Elachi ve van Zyl, 2006). Radyo dalgalarını içeren aktif algılama her türlü atmosfer ko-
şulunda çalışıyor olmasından dolayı bazı coğrafya çalışmalarında sıkça tercih edilir. Kısaca RADAR adı verilen
sistemlerle özellikle atmosferik olayların incelenmesi ve topoğrafik durumun tespit edilmesi mümkündür.
EMS dalgaları algılayıcı sistem tarafından iki yolla kayıt edilir. Bunlardan birincisi film üzerine yapılan analog
kayıtlar, ikincisi ise tarama yoluyla hafızaya yapılan nümerik kayıtlardır. Dolayısıyla uzaktan algılama veri-
leri fotoğrafik veya dijital formatta elde edilirler. Her iki format da coğrafi mekânın görsel haritasını ortaya
koyarak hem görsel yorumlamaya hem de dijital işlemlerin yapılmasına olanak sağlar. Özellikle bilgisayar
ortamında dijital görüntü işleme teknikleri vasıtasıyla mekânın sayısal analizi kolaylıkla yapılabilir. Örneğin
herhangi bir alanın arazi kullanım durumu, sıcaklık ve topoğrafik özellikleri kantitatif yöntemlerle analiz edi-
lebilir.
Bu bölümde coğrafi çalışmalarda son yıllarda çok yoğun bir şekilde tercih edilen uzaktan algılama sisteminin
özellikleri ele alınacaktır. Bu bağlamda fotoğrafik ve dijital formattaki verilerin özellikleri, kullanım alanları ve
değerlendirilme yöntemleri üzerinde durulacaktır. Örnekler genellikle coğrafya alanından seçilmeye çalışıla-
cak, ancak bazı durumlarda diğer alanlardan örneklere de yer verilecektir.

Uzaktan Algılama Kullanımının Amaçları


Uzaktan algılama yöntemleriyle elde edilen görüntüler ya da veriler coğrafyada çeşitli amaçlarla kullanı-
lır. Coğrafyada uzaktan algılama verilerinin kullanım amaçları aşağıda çeşitli başlıklar altında incelenecektir
(Campbell, 1987; Lillesand ve Kiefer, 1994; Arnold, 1996).
Haritalama
Uzaktan algılama verisi farklı yollarla elde edilen coğrafi veriler için temel oluşturarak haritaların üretiminde
kullanılır. Özellikle çeşitli amaçlara yönelik olarak haritaların eksikliğinde ya da güncel haritaların bulunmadı-
ğı alanlarda veya istenilen ölçekte haritaların olmadığı durumlarda uzaktan algılama verileri harita ihtiyacını
karşılayabilmektedir. Doğru ve güncel arazi kullanım/örtüsü haritalarına gerek duyulan çalışmalarda bu ihti-
yacın karşılanabildiği birincil kaynak uzaktan algılamadır. Örneğin ülkemizde güncel durumu gösteren arazi
kullanım haritaları mevcut değildir. 1960’lı yıllarda yapılan doğruluğu şüpheli arazi kullanım haritaları bugün
de kullanılmaya devam edilmektedir. Hâlbuki dinamik bir özelliğe sahip coğrafi peyzajın güncel verilerle,
haritalarla gösterilmesi gerekir. Bugün eski tarihli arazi kullanım haritalarıyla yapılan çalışmaların doğru so-
nuçlar üretmesi mümkün olmadığından uzaktan algılama tekniklerini kullanmak zorunlu hale gelmektedir.
Ölçme
Çıplak gözle ya da manuel olarak herhangi bir arazi örtüsünün ne olduğuna çoğu zaman kolaylıkla karar vere-
biliriz. Ancak sözü edilen alanın ne kadar olduğu sorusuna kolay cevap veremeyiz. Uzaktan algılama verileri
ön işlem sırasında geometrik olarak düzeltilmişse ve koordinat sistemi tanımlanmış ise bu verileri kullanarak
her bir arazi sınıfının ne kadar alan kapladığı kolayca hesap edilebilir. Bu yapılan analizlerle aynı alanda farklı
arazi kullanım özelliklerinde ne gibi değişikliklerin meydana geldiği kantitatif olarak ortaya konmuş olur.
Keşif
Uzaktan algılama verileri yoluyla herhangi bir alanda daha önce bilinen veya bilinmeyen özellikler tespit
edilebilir ya da listelenebilir. Bunun için hem manuel hem de dijital yöntemler kullanılabilir. Her iki durumda
konu hakkında yeterli bilgiye sahip olunması gerekir. Uzaktan algılamanın keşfedici yönü özellikle geniş alan-

406
larda meydana gelen coğrafi olayların tespiti sırasında kullanılabilir. Örneğin ülkemizin kuzeyinde uzanan ve
önemli depremlere sebep olan Kuzey Anadolu fay hattının çeşitli özellikleri uzaktan algılama verileri ile daha
doğru ve etkili bir şekilde ortaya konulabilir. Benzer şekilde, Çin’de bulunan ve dünyanın en büyüğü kabul
edilen Kosi birikinti yelpazesi ancak uydu verilerinin sağladığı görüş açısı sayesinde keşfedilmiştir. Hâlbuki bu
alan jeomorfolojik olarak daha önce birikinti yelpazesi olarak adlandırılmamaktaydı.
İzleme
Uzaktan algılama verileri herhangi bir alanın durum veya statüsünün etkili bir şekilde izlenebilmesine olanak
sağlar. Örneğin herhangi bir yerdeki tarımsal ürünlerin fenolojilerinin izlenmesi suretiyle, normal gelişime
sahip olup olmadıkları tespit edilebilir. Çalışılan alan üzerinde herhangi bir olumsuzluk varsa bu, seri uzaktan
algılama verileriyle ortaya konulabilir. Buna benzer birçok örnek verilebilir. Mesela fabrika atıklarının deşarj
edildiği bir göl veya baraj uzaktan algılama verileriyle izlenerek su kalite durumları güncel ve devamlı bir
biçimde izlenebilir. Bu tür uygulamalar diğer manuel yöntemlere entegre edilerek daha da etkili hale geti-
rilebilir.
Envanter İşleri
Envanter çalışmaları arazi özelliklerinin sayılması ve listelenmesi süreçlerini içerir. Sayısal anlamda döküm
çalışmaları istatistiksel örnekleme süreçlerini kapsar. Sayma ve listeleme işlemleri genellikle doğal kaynak-
larla ilgili yapılır. Örneğin orman alanlarında tomruk kapasitesi ve tarım alanları ile ilgili veriler içerir. Yüksek
çözünürlüklü verilerle herhangi yerleşmede kaçak yapıların tespit edilmesi gibi araştırmacılar beşeri özellik-
lerle ilgili de envanter çalışmaları yapabilir. Envanter işlemleri sayma ve listeleme işlemlerini içerdiğine göre
çok geniş alanlarda bu işlemin geleneksel metotlarla kolayca tamamlanması mümkün değildir. Bu ihtiyacın
geniş alanlarda veri elde etme kapasitesine sahip, güncellenebilir ve nitelikli uzaktan algılama yöntemleriyle
giderilmesi mümkündür.
Elektromanyetik Spektrum (EMS)
Uzaktan algılama verileri elektromanyetik dalgaların bir algılayıcı sistem tarafından kayıt edilmesi prensibine
dayandığı için EMS’nin çeşitli özelliklerinin bu bölümde tartışılması yerinde olacaktır. Elektromanyetik rad-
yasyon belli anda elektrik ve manyetik alanın yönü ve boyutunda meydana gelen değişimin ortaya çıkardığı
durumdur. Bu durum elektrik ve manyetik alanları oluşturan kaynakta meydana gelen değişmeler netice-
sinde ortaya çıkar. Elektromanyetik radyasyon o halde kısaca elektrik ve manyetizma formunda uzayda veya
maddelerin içerisinde üretilen enerjidir. Elektromanyetik radyasyon elektrik şarjı ivme kazandığında çevreye
yayılır. Bu yayılma genellikle dalgalar halinde meydana gelir. Atomlar, elektronlar, iyonlar ve moleküller elekt-
rikle yüklenerek elektromanyetik radyasyon üretirler.
Uzaktan algılamada ve diğer birçok bilim alanında elektromanyetik radyasyon dalga uzunluklarına göre ka-
tegorize edilmesi ile oluşturulan elektromanyetik spektrum kullanılır (Elachi ve van Zyl, 2006) . Spektrum
üzerinde dalga boylarını belirtmek için en yaygın kullanılan ölçü birimi mikrometredir (µm). 1 µm 1x10-6
m’ye eşittir. Ancak daha pratik kullanım için bazen nanometre (nm) ölçü birimi de kullanılmaktadır (1 µm
=1000 nm). Elektromanyetik spektrum üzerinde dalga boylarının alanları belirlenmemiş olsa da birbirine
komşu spektral alanları kesin bir sınırla ayırmak mümkün değildir. Bu nedenle elektromanyetik spektrum-
daki ana bölümler net olmayan sınırlarla belirlenmiştir (Elachi ve van Zyl, 2006), . Ancak uzaktan algılamada
pratik yarar elde etmek amacı ile şekildeki gibi bölümleme yapmak mümkündür. Burada birçok bilim dalının
farklı sınırlar kullanabileceği unutulmamalıdır.

407
Şekil 1: Elektromanyetik spektrum (Campbell, 1987)

Uzaktan algılamada en çok tercih edilen dalga boyu aralıkları görünen, infrared, termal ve mikro dalga şek-
linde sıralanabilir. Bu dalga boyları ve coğrafyada kullanım alanları Tablo 1’de verilmiştir.

Tablo 1. Uzaktan algılamada en çok kullanılan EMS bölgeleri ve kullanım alanları.

Spektral Bölge ( µm) Uygulama Alanları

Bitki ve toprak arasındaki farklılıkların belirlenmesi, Ormanlık alanlar kıyı çizgisinin ve sığ
Mavi (0.450 - 0.520)
suların haritalanması
Kültürel alanlar ve Bitki örtüsü ile ilgili uygulamalar. Özellikle bitki örtüsünün biyolojik ge-
Yeşil (0.520 - 0.600)
lişiminin izlenmesi
Farklı bitki türlerinin tespiti, fenolojik özelliklerin belirlenmesi ve izlenmesi, litoloji ve top-
Kırmızı (0.600 - 0.690)
rak araştırmaları
Yakın Kızılötesi (0.750 Bitkilerin miktarını saptamada fenolojik özelliklerin belirlenmesi ve izlenmesi, litolojilerin
- 0.900) tanımlanmasında, toprak nemliliğinin tespit edilmesi, kara-su ayrımında (Sel analizleri)
Kısa Dalga Kızılötesi
Kurak alanlar, su miktarı, kar ve buz arasındaki farkın tespit edilmesi
(1.550- 1.750)
Bileşimine göre kayaç tiplerinin ayrımı (Silikatlar, kil mineralleri vb.), toprak ve bitkilerde
Orta Dalga Kızılötesi
nemliliğin tespiti, jeolojik yapıların haritalanması, su / kara sınırlarının belirlenmesi ve yan-
(2.000 - 2.350)
gın alanlarının izlenmesi
Termal Kızılötesi (10.4
Sıcaklık miktarı, bitkiler, termal kirliliğin ve jeotermal alanların belirlenmesinde
- 12.5)
RADAR (1 cm-1 m) Topoğrafik haritalama, yüzey deformasyonlarının tespiti (heyelan ve deprem)

Uzaktan Algılamada Çözünürlük


Uzaktan algılamada kullanılan çözünürlük kavramı daha önceleri hava fotoğraflarının tespit edebileceği en
küçük detayın boyutu anlamında uzun süre kullanılmıştır. Bu kavram haritalardaki ölçeğin karşılığı olarak
kabul edilmiştir. Ancak dijital formattaki görüntüler için çözünürlük kavramını daha geniş bir çerçevede ele
almak gerekir. Bu bağlamda düşünüldüğünde mekânsal, radyometrik, spektral ve zamansal çözünürlükten
bahsedilebilir (Jensen, 2007).

408
Mekânsal Çözünürlük
Her algılayıcının yeryüzünde tespit edebileceği minimum alan olarak kabul edeceğimiz mekânsal çözünür-
lük uzaktan algılama detayların incelenmesinde çok önemlidir. Her sensörün görüntü üzerinde kayıt ede-
bileceği en küçük alan farkıdır. Bu minimum alan görüntünün ne kadar detaylı bilgi içerdiğini belirler. Bazı
uzaktan algılama sistemleri için bu en küçük alan veya piksel (resim elementi) çok detaylı bir şekilde kü-
çük objelerin dahi tespit edilmesini mümkün kılarken diğer birçok sensör daha az detaylı bilgilere ulaşmayı
olanaklı hale getirir. Piksel boyutunun küçülmesi yeryüzündeki daha küçük varlıkların algılanması anlamına
gelirken, piksel boyutunun büyümesi daha az detay bilgi içeren görüntünün elde edilmesi manasına gelir.
Mekânsal çözünürlük daha çok, kullanılan sensör ve platformun yeryüzüne olan mesafesine ve optik özel-
liklerine bağlıdır. Ancak yeryüzünün her bölümünün kendisine has mekânsal kompleks yapıya sahip olduğu
unutulmamalıdır. Bazı alanlar daha kaba mekânsal çözünürlüğe sahip algılayıcılarla ortaya konabilirken, bazı
kompleks alanlar rölatif olarak daha iyi mekânsal çözünürlüğe sahip algılayıcılarla dahi belirlenemeyebilir.
Detayı gösterme yeteneği olan verilere yüksek çözünürlüklü (Ikonos: 1m ve Quick Bird: 60cm), detayı daha
az gösteren görüntülere ise kaba çözünürlüklü (NOAA AVHRR: 1km) denir.
Radyometrik Çözünürlük
Uzaktan algılama sistemleri tarafından elde edilen görüntülerin incelenmesi objelerin parlaklık özelliklerinin
(parlaklık farklarının) belirlenmesine bağlıdır. Görüntü tek başına parlaklık farklarını yansıtacak yeterli zıtlığa
sahip olmalı ve sensörde bu zıtlığı kaydedecek kapasiteye sahip olmalıdır. Bu özellikler olmadan görüntüyü
yorumlamak mümkün olmaz. Bu nedenle aletlerin parlaklık zıtlıklarını tespit edecek hassasiyete sahip olma-
ları gerekir. Uzaktan algılamada sensörlerin kaç farklı renk tonunu tespit edebildiği radyometrik çözünürlük
kavramıyla açıklanır. Yüksek radyometrik çözünürlük çok fazla renk tonunun belirlenmesi anlamını taşır. Ör-
neğin 256 farklı renk tonu ayırt edebilen algılayıcının radyometrik çözünürlüğü 8 bit (28 ), 2048 renk tonunu
ayırt edebilen bir sistemin çözünürlüğü 11 bit (211 ), olarak ifade edilir. Örneğin, Landstat TM uydusu 8 bit,
Quickbird uydusu 11 bit radyometrik çözünürlüğe sahiptir.
Spektral Çözünürlük
Spektral çözünürlük algılayıcı sistemin kaç farklı dalga boyunda veri topladığını ifade eder. Çünkü uzaktan
algılama, objelerden yayılan veya yansıyan enerjinin spektral farklılıklarının tespit edilmesi prensibine da-
yalıdır. Diğer bir ifade ile objelerin renk farklılıkları uzaktan algılamanın temelini oluşturur. Bu prensip multi
spektral uzaktan algılamanın doğmasına neden olmuştur. Çünkü uzaktan algılamada objelerle ilgili farklı
dalga boylarında bilgi toplamak ana hedeftir. Bu bağlamda her objenin her dalga boyunda farklı tepki oluş-
turması nedeniyle spektral imza kavramı geliştirilmiştir. Bütün bu bilgilerin ışığında uzaktan algılama sensör-
lerinin spektral özellikte kaydetme kapasiteleri önem kazanmaktadır. Birden fazla dalga boyunda enerji top-
layan sistemin spektral çözünürlüğü band sayısının artmasına paralel olarak yükselmektedir. Mesela SPOT
dört banda veri toplarken Landsat TM 7 band veri toplaması nedeniyle daha yüksek spektral çözünürlüğe
sahip olmaktadır. Tabloda çeşitli platformların spektral özellikleri, band sayıları ve dalga boyu aralıkları ve-
rilmiştir. Bu algılayıcılar elektromanyetik spektrumun görünür, yakın kızılötesi ve orta-kızılötesi bölgelerinde
yüzlerce küçük spektral aralıkta algılama yapmaktadırlar.
Zamansal Çözünürlük
Zamansal çözünürlük algılayıcı sistemin kaç farklı dalga boyunda veri topladığını ifade eder. Çünkü uzak-
tan çözünürlük bir uzaktan algılama sisteminin aynı bölgeyi görüntüleme sıklığı ile ilgilidir. Diğer bir ifade ile
algılayıcı sensörün bir kez algıladığı (ya da taradığı) alanı tekrar taramak için geçirdiği süreye denir. Örnek;
Landsat TM Uydusu 16 günde bir aynı alanı tarayabilirken SPOT Uydusu aynı alanı 26 gün aralıkta tarayabilir.
Bir bölgedeki spektral karakteristikler zamanla değişebilir ve çok zamanlı görüntü setleri kullanılarak değişim
analizi yapılabilir.

409
Uzaktan Algılamada Veri Türleri ve Kaynakları
Genel olarak uzaktan algılama verilerinin elde edilmesi ileri teknoloji ve mali kaynak ister. O nedenle uydu
ve diğer algılama sistemlerine büyük oranda gelişmiş devletler yatırım yapmaktadır. Büyük masraflarla üre-
tilen ve sivil kullanıma sunulan uzaktan algılama verilerine çeşitli kaynaklardan ulaşmak mümkündür. Büyük
oranda ücrete tabii olan verilerin ücretsiz olanları da mevcuttur. Özellikle internet yoluyla öğrenci ve araştı-
rıcılar bu verilerin bir kısmına kolaylıkla ulaşabilirler. Uzaktan algılama verileri birçok teknik özellikle birlikte
sunulmaktadır. Söz konusu veriler mekânsal, radyometrik, spektral ve zamansal çözünürlük özellikleri ba-
kımından çeşitlilik gösterirler. Coğrafi bir çalışmada kullanılmak üzere uzaktan algılama verisi toplanırken
çözünürlük özellikleri ve kapsadığı alan önemlidir.
Farklı uzaktan algılama verilerini birbirlerinden ayıran en temel özellik verinin ilk defa toplanışı sırasında
kullanılan platform (uçak veya uydu) ve kullanılan algılayıcı tipidir (fotoğrafik veya dijital). Radyometre ya da
spektrometre gibi algılayıcı sistemler spektrumun belirli dalga boyları bağlamında veri toplarlarken, fotoğra-
fik görüntü alan cihazlar ise yeryüzünde belli bir alanı teknik kapasitelerine göre görüntülerler. Uçaklara veya
uydulara yerleştirilen algılayıcı sistemler hem analog hem de dijital formatta veri elde edecek şekilde kom-
bine edilerek kullanılabilmektedirler. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte uçak ve diğer hava araçlarına (balon
gibi) monte edilen sistemlerde dijital veri toplama kapasitesine sahip olsalar da, uydu dışı platformlardan
sağlanan verilerin büyük bir kısmı fotoğrafiktir. Bu fotoğrafların yeryüzüne olan mesafeleri elde edilecek
verinin amacına bağlı olarak çok çeşitlidir. Kontrol edilebilir sistemler olmaları ve yeryüzüne yakın mesa-
felerden elde edilebilmeleri nedeniyle hava fotoğrafları rölatif olarak daha yüksek mekânsal çözünürlüğe
dolayısıyla daha fazla yer detayına sahiptirler. Ancak kapladıkları alanlar oldukça sınırlıdır. Diğer taraftan
uydu algılayıcılarının büyük bir çoğunluğu daha geniş alanda, fakat daha düşük mekânsal çözünürlükte veri
toplarlar. Ancak son zamanlarda Quick Bird (60 cm) ve İkonos (1 m) gibi uydular yüksek mekânsal çözü-
nürlük özellikleri ile dikkat çekmektedir. Buna karşın uzun zamandır kullanımda olan Landsat TM 185*185
km ve SPOT ise 60*60 km’lik bir alanı tarama kapasitesine sahiptirler. Uyduların aynı alanı tekrar algılamak
için geçirdikleri süreyi ifade eden zamansal çözünürlük ise mekânsal çözünürlüğün iyileşmesine bağlı olarak
zayıflarken öte yandan mekânsal çözünürlüğün düşmesi ile güçlenir. Örneğin 30 m mekânsal çözünürlüğe
sahip Landsat TM 16 gün, 20 m çözünürlüklü SPOT 26 gün ve 1 km çözünürlüğe sahip olan NOAA AVHRR
uydusunun ise günde 2 kez görüntü alma kapasitesi mevcuttur (Jensen, 2007).
Fotoğrafik sistemler belli bir dalga boyunda yeryüzünün bir bölümünü film üzerine aktarırlar. Algılayıcı siste-
min yeryüzüne mesafesi ve odak uzaklığı hava fotoğrafının ölçeğini belirleyen iki faktördür. Fotoğrafik ürün-
ler çoğunlukla siyah-beyaz (pankromatik) veya infrared dalga boyunda toplanırlar. Bu analog çıktılar yaygın
olarak 23*23 cm boyutundadır. Bu tür uzaktan algılama verileri coğrafi çalışmalarda büyük oranda görsel
olarak nitel yöntemlerle yorumlanırlar. Fakat iyi sonuçların elde edilmesi için sistematik yaklaşım şarttır
(Whiteford, 1978). İleriki kısımlarda fotoğraf yorumlama teknikleri üzerinde detaylı bir şekilde durulacaktır.
Her türlü uzaktan algılama verisine belli bir miktar harcama yapılarak ulaşılabilir. Türkiye de ücretsiz olarak
ulaşılabilecek herhangi bir kaynak veya devlet kuruluşu mevcut değildir. Ücreti ödendiği takdirde Harita Ge-
nel Komutanlığı ve Maden Tetkik Arama gibi kurumlardan uzaktan algılama verisi sağlanabilir. Diğer taraftan
yerel belediyeler, valilikler veya diğer devlet kurumları (DSİ, Karayolları GM) ücret talep etmeden sahip ol-
dukları verilerin kopyasını resmi talep yazısı ile öğrenci araştırıcılara verebilmektedirler. Devlet kurumları-
nın dışında birçok özel şirket (İşlem, NİK, Başarsoft.) ücreti karşılığında dağıtım yapmaktadır. Ücretsiz veriye
ulaşılabilecek kaynakların çoğu ABD adreslidir. Özellikle ABD jeoloji servisi (USGS) ve NASA dünya geneli
için bazı uydu verilerinin ve hava fotoğraflarının ücretsiz indirilmesine izin vermektedir. Bunlara ilave olarak
bazı Amerikan üniversiteleri de veri sağlanmasına yardımcı olmaktadır. Bu tür ücretsiz veri sağlayan internet
kaynaklarının adresleri bölüm sonunda listelenmiştir.

410
Görüntü Yorumlama
Uzaktan algılama yoluyla elde edilen veriler (görüntüler), başka herhangi bir şekilde elde edemeyeceğimiz
bilgileri sunarlar. Görüntüler farklı renk ve ton özellikleriyle coğrafi varlıkların mekân üzerindeki durumlarını
açık bir şekilde ortaya koyarlar. Ancak görüntülerden gerekli ya da ihtiyaç duyulan bilgileri çıkarabilmek için
görüntü yorumlama tekniklerini bilmemiz ve çalışılan alan hakkında yeterli bilgiye sahip olmamız gerekir.
Yani görüntü yorumlama işlemleri verinin teknik özellikleri ve alanın coğrafyasının iyi bilinmesini zorunlu
kılar. Doktorun herhangi bir hastalığı doğru teşhis edebilmesi, hem insan metabolizmasının nasıl çalıştığını
hem de belli durumlarda röntgen veya kan tahlili sonuçları gibi verileri iyi yorumlamasına bağlıdır. Benzer
şekilde doğru ve etkili görüntü yorumlama için coğrafi bölgenin (alanın) ve uzaktan algılama sisteminin iyi
bilinmesi gereklidir. Genel olarak bu durumu üç grupta ele almak mümkündür (Campbell, 1987; Lillesand
ve Keifer).
Konum
Görüntü yorumlamanın hangi konu üzerinde olacağının net bir şekilde belli olması çok önemlidir. Doğru
yorum, bu anlamda üzerinde çalışılan konu hakkında ne kadar bilgimiz olduğuna bağlı olarak şekillenir. Ör-
neğin; bir toprak türünün yorumlanması, o alandaki jeolojik formasyon özellikleri, topoğrafik durum, bitki
örtüsü gibi diğer alanlarda bilgimizin var olmasını zorunlu kılar. Diğer bir ifade ile toprakla ilgili doğru yorum
ortaya koyabilmek için, toprak oluşumunu etkileyen birçok faktör hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Çünkü
sadece topoğrafyanın görüntüdeki durumu bize o toprakla ilgili bilgileri açık bir şekilde göstermiyor olabilir.
Sonuç olarak, iyi bir görüntü yorumcusu olabilmek için mekânın diğer özelliklerini çözebilecek yeterli bilgiye
ve tecrübeye sahip olunması şarttır.
Coğrafi Bölge
Çalışılan alan hakkında bilgi sahibi olmak doğru yorumlama için hayati önem taşır. Çünkü her lokasyon eşsiz
karakter arz ettiği için görüntü üzerinde de farklı doku ve özelliklerle ifade edilirler. Dolayısıyla görüntü alanı
ile ilgili bilgiye önceden sahip olunması yorumların doğru ve hızlı yapılmasını sağlar. Eğer bilinmeyen bir alan-
la ilgili çalışma yapılıyorsa, o alanın iklim, topoğrafya, arazi kullanım bilgilerini içeren verilerin daha önceden
bulunması ve değerlendirilmesi gerekir. Hatta eğer mümkünse arazi çalışmaları da yapılmalıdır.
Uzaktan Algılama Sistemi
Uzaktan algılama sistemi hakkında yeterli bilgi olmadan görüntü yorumlaması yapılamaz (yapılmamalıdır).
Aksi durumda radyolojik çıktılardan anlamayan bir doktorun, röntgen filmlerine bakarak hastalık teşhis et-
mesine benzer bir durum ortaya çıkar. O nedenle yorumcu görüntüyle ilgili teknik özelliklere haiz olmalıdır.
Çünkü elde edilen veri algılayıcı sistemin özelliklerine bağlı olarak elde edilmektedir. Örneğin verinin spektral
çözünürlüğü nedir? Sorusunun cevabı bilinmiyorsa görüntü üzerindeki renk tonlarına göre yorum yapılması
imkânsız hale gelir. Bu durumda da arazi örtüsü ile ilgili doğru yorumlar yapmak mümkün olmaz. Örneğin;
yakın infrared dalga boyunda alınmış bir görüntüde bitki örtüsü açık tonlarla ifade edilirken, görünen dalga
boyunda çıplak alanlar açık tonlarla ifade edilir. Benzer şekilde sistemin radyometrik, mekânsal ve zamansal
çözünürlükleri bilinmiyorsa yorumlamada sorunlar yaşanabilir. Bu nedenle yorumcu sistem özelliklerinde
meydana gelen değişimlerin veri üzerinde ne gibi farklılıklar yaratacağı konusunda bilgi sahibi olmalıdır.
Görüntü Yorumlamanın kapsamı
İnsan gözü farklı renk, ton, şekil, doku gibi özellikleri ayırt edebilme yetenekleri nedeniyle objeleri veya coğ-
rafi varlıkları birbirinden ayırır. Hatta çoğu kompleks ve birbirine geçmiş karmaşık yapıları dahi ayırt etme
özelliğine sahiptir. Bu denli güçlü özelliklerin geliştirilmesi eğitim ve bilgilendirme yoluyla mümkündür. Tüm

411
bu yetilere sahip olunmasına rağmen eğer konu, coğrafi bölge ve uzaktan algılama sistemi hakkında yeterli
bilgiye sahip değilsek, görüntülerden sonuçların üretilmesi mümkün olmaz. Bu yüzden iyi bir görüntü yo-
rumcusu olabilmek için yeteneklerin geliştirilmesi zorunludur.
Diğer taraftan uzaktan algılama verileri günlük algılarımızla bazı yönlerden farklılıklar gösterir. Bunlardan
birincisi, uzaktan algılama verileri genellikle dikey bakış açısı ile alınırken; insan gözü oblik (eğik, yatay) bakış
açısı ile olayları algılar. Bu nedenle dikey elde edilmiş görüntülerin yorumu için gözün ve beynin eğitilmiş
olması gerekir. Yani olayların veya varlıkların dikey görüntü özelliklerinin bilinmesi gerekir. Diğer bir fark da
uzaktan algılama verilerinin insan gözünün algılayamadığı ya da çözemediği değişik dalga boylarında top-
lanıyor olmasıdır. Bu şekilde farklı spektral özellikler elde edilmekte ve çok değerli bilgilere ulaşılmaktadır.
İnsan gözünün ayırt edemediği dalga boylarında objeler genellikle alışılmışın dışında farklı renk ve tonlarda
görülür. Örneğin, röntgen filmleri x dalgaları ile elde edilmekte, alışık olduğumuz görüntüden farklı oldu-
ğu içinde tecrübesiz insanlar için anlaşılması imkânsız bir biçimde görülmektedir. Üçüncü fark ise, uzaktan
algılama verilerinin çeşitli mekânsal ölçeklerde toplanıyor olmasıdır. Dolayısıyla detay derecesi mekânsal
çözünürlüğe bağlı olarak değişmektedir. Bütün bunların sonucunda alışılagelmiş boyutun ve detayın dışın-
da görüntüler elde edilmektedir. Dolayısıyla görüntü hakkında doğru yorum yapabilmek için tecrübe şart
hale gelmektedir. Bu bölümde sadece görüntü yorumlamanın sanatsal ve bilimsel yönleri ele alınmaktadır.
Öğrenciler buradan aldıkları bilgilerle profesyonel yorumcuya dönüşeceklerini düşünmemelidirler. Çünkü
tecrübe, daha doğru yorumun anahtarıdır.
Görüntü Yorumlama Çıktıları
Uzaktan algılama verilerinin yorumlanmasıyla birçok çıktı elde edilebilir (Avery ve Berlin, 1992; Campbell,
1987; Paine, 1981; Whiteford, 1978 ). Bu çıktılar aşağıda kısaca maddeler halinde ele alınacaktır.
Sınıflama
Uzaktan algılama verileri arazi sınıflama çalışmalarında çok sık kullanılır. Objeler ve varlıklar çeşitli özellikleri
dikkate alınarak benzer gruplarda bir araya getirilerek sınıflandırma işlemlerine tabi tutulurlar. Bu işlemin
üç temel aşaması bulunur. Birinci aşamanın amacı objenin var olup olmadığının tespitidir. Yani ilk önce coğ-
rafi varlığın ‘keşfi’ söz konusudur. İkinci aşama ise daha çok tecrübe ve yoğun bilgi gerektiren tanıma ya da
tanımlama aşamasıdır. Üçüncü aşama ise coğrafi varlığa ‘kimlik’ kazandırarak hangi arazi sınıfında olaca-
ğına karar verme basamağıdır. Ancak uzaktan algılama verilerini kullanarak kesin olarak arazi sınıflarının
belirlenmesi çok zordur. Bu yüzden çoğu zaman yorumcu kendi güven seviyesini ‘olmalı’ ya da ‘olabilir’ gibi
ifadelerle ortaya koyar.
Listeleme
Bu aşamada görüntü üzerindeki farklı varlıkların listelenmesi söz konusudur. Şehir alanı sınıflandırılırken ko-
nut alanı, ticaret ve hizmet, sanayi, ulaşım, vb. gibi sınıflar belirlenip rakamsal olarak sayılarının verilmesi
bu tür çıktıya örnek verilebilir. Bu aşamada etkili ve kullanılabilir sonuçların elde edilmesi kesinlikle doğru
sınıflamaya bağlıdır.
Ölçme
Uzaktan algılama verileri ile yapılan çalışmaların çoğunda ölçme hedefi vardır. İki tür ölçme bu bağlamda
önemlidir. Birinci ölçme grubu; mesafe, yükselti, hacim ve alan ölçümlerinden meydana gelir. Birçok coğrafi
çalışma yukarıda söz edilen ölçümlerin yapılmasını zorunlu kılar. İkinci ölçme çeşidi ise görüntü parlaklığının
nicel yöntemlerle ölçülmesini içerir. Bu tür ölçümler analog görüntüler üzerinde desimetre ile yapılırken,
dijital verilerde parlaklık düzeyleri rakamlarla ifade edilir. Görüntü parlaklığının ölçülmesi, üzerinde çalışılan
objelerin bio-fiziksel özelliklerinin tespitinde kullanılır. Örneğin, bir su kütlesinin parlaklık düzeyine bakılarak
kalitesi hakkında yargıya varılabilmektedir.

412
Sınırları Belirleme
Uzaktan algılama verileri kullanılarak coğrafi varlıkların sınırlarının doğru bir şekilde belirlenmesi mümkün-
dür. Görüntü yorumlama sırasında özel renk tonları kullanılarak çalışılan objenin sınırları tespit edilebilir.
Örneğin arazi kullanım tiplerinin sınırlarının belirlenmesi bu tür kullanıma örnek olarak verilebilir. Ancak iki
ünite arasında çok belirgin farkın olmadığı durumlarda sınırların doğru bir şekilde ortaya konulması çoğu
zaman zordur. Bu durumun ortaya çıkışında parsellerin çok küçük olması ve çeşitli sebeplerle arasındaki
birimler çizgisel sınırın belirgin olmaması etkilidir.
Yukarıda saydığımız işlemler kullanıcı tarafından sürekli bir şekilde yapılabilir. Tanıma, sınır belirleme ve ölç-
me görüntü analizleri sırasında çoğu zaman zorunludur. Bazı durumlar çok özel teknikleri gerektirebilir.
Görüntü Yorumlama Elementleri
Uzaktan algılama yoluyla elde edilen görüntüleri yorumlarken çeşitli elementler dikkate alınır. Bu elementler
genellikle varlıkları karakterize eden özellikler içerir. Görüntü yorumlama sırasında bu elementler birlikte
ve ayrı ayrı kullanılabilir. Yorumlama elementleri aşağıda maddeler halinde ele alınacaktır (Avery ve Berlin,
1992; Campbell, 1987; Erol ve Öner, 2011; Paine, 1981, Whiteford, 1978).
Renk Tonu
Çalışılan alanda görüntü üzerindeki parlaklık veya koyulukları ifade eder. Siyah beyaz görüntüler için renk
tonu; açık, açık gri, koyu gri veya koyu gibi tonlarla karakterize edilir. Dolayısıyla uzaktan algılanan veri siyah
ile beyaz arasındaki renk tonları vasıtasıyla nitel olarak analiz edilebilir. Diğer taraftan renkli infrared ise koyu
kırmızı, açık yeşil veya açık pembe gibi renklere sahip olabilir. Neticede görüntü renk tonu mekân üzerindeki
varlıkların parlaklık özelliklerini karakterize ettiği için çeşitli sonuçların elde edilmesine yardımcı olur.
Görüntü üzerinde farklı renk tonlarının oluşmasında ışık yoğunluğu ve açısının yanı sıra filmin işlenme tek-
nikleri etkilidir. Tek bir uzaktan algılama görüntüsünde renk ve ton özellikleri çok belirgin farkların oluşması-
na sebep olur. Görüntü üzerinde köşelerde koyu tonların oluşması mümkündür. Bu nedenle yorumcu renk
tonu bilgisini kullanırken çok dikkatli olmalıdır. Çünkü gerçek durum dışında başka bir neden ton farkına
sebep olmuş olabilir. Yine benzer şekilde çok koyu veya çok açık tonlarla ifade edilen alanlar, lineer olmayan
karakteristik bir durumla ilgili olabileceği unutulmamalıdır. Yani obje veya coğrafi varlık gerçek tonunda kay-
dedilmemiş olabilir. Bu durumlarda özellikle fotoğrafik olmayan ve dijital formdaki görüntüler daha doğru
bilgileri içerebilir. Siyah beyaz görüntüler için ton analizi daha uygun iken, renklilerde bu durum söz konusu
olmaz.
Tekstür
Görüntü veya fotoğraf üzerindeki pürüzlülük durumu tekstür olarak adlandırılır. Diğer bir ifade ile mekân
üzerindeki coğrafi varlıkların dış yapı özelliklerini gösteren doku özellikleridir. Tekstür, oblik (eğik) açıyla gelen
ışığın varlıkların dış yapıları nedeniyle parlak veya gölgeli durumlar oluşturması sonucunda meydana gelir.
Örneğin, farklı orman örtüsü ile tahıl alanı karşılaştırıldığında; tekstür farkı belirgin bir biçimde ortaya çıkar.
Orman daha kaba bir dokuya sahipken, tahıl alanı daha yumuşak veya düz bir tekstüre sahip olur. İnsan gözü
de bu tür farklılıkları ayırt etme yeteneklerine sahip olduğu için varlıklar kolaylıkla ayırt edilebilirler. Görüntü
yorumlamada tekstür analizleri renk ve ton kadar kullanışlıdır.
Varlıklara ait tekstür özellikleri sadece dış yapılarla ilgili olmayıp, ışık alma açısını da bağlıdır. Dolayısıyla ışığın
gelme durumuna ve algılayıcı sistemin yeteneklerine bağlı olarak değişkenlik gösterir. Yani iyi bir lens ve iyi
bir algılayıcı ile elde edilmiş görüntülerde tekstür daha iyi ayırt edici bir element olarak kullanılabilir.
Gölgelilik
Gölge genellikle görüntü yorumlamada dolaylı ipuçları verir. Örneğin dikey bakış açısıyla şekli ve boyutu çok

413
iyi anlaşılmayan bir obje oluşturduğu gölge sayesinde rahatlıkla değerlendirilebilir. Özellikle bireysel objele-
rin veya varlıkların tespitinde kullanılır. Örneğin askeri uygulamalarda bireysel hedeflerin seçilmesi sırasında
çok önemli ipuçları sağlar. Coğrafi olarak vadi yamaçlarının eğimi ve derinlikleri, bireysel orman ağaçlarının
boyları ile ilgili bilgiler gölge sayesinde tespit edilebilir. Bazı durumlarda görüntüde algılanmayacak derecede
küçük olan bazı varlıklar gölge sayesinde tespit edilebilmektedir. Örneğin elektrik hatlarının normal görün-
tü üzerinde algılanması zorken, eğer gölgesi düşmüş ise böylece oluşturdukları gölgelerle kolayca varlıkları
anlaşılabilmektedir.
Doku
Hava fotoğrafı veya diğer uzaktan algılama görüntüleri üzerindeki coğrafi varlıklar ayırt edici ve tekrarlanan
düzenleri sayesinde kolayca ayırt edilebilirler. Görüntü üzerindeki doku bireysel varlıkların fonksiyonel ilişki-
lerini ortaya koyacak şekilde kompozit bir yapı arz eder. Örneğin bir çiftlik alanındaki varlıklar bireysel yapıla-
rıyla ve fonksiyonel bağlantılarıyla kompozit bir doku meydana getirir. Bu özelliği ile yorumlamaya yardımcı
olur, özellikle kültürel farklılıkların görüntü yoluyla ortaya konulması mümkündür. Örneğin; parsel boyutları
ve şekillerinin ortaya çıkardığı dokular incelenerek ekonomik durum hatta kültürel yapı tahmin edilebilir.
Gelişmiş ülkelerdeki coğrafi peyzaj ile gelişmemiş ülkelerdeki peyzaj değişimi, doku farklılıkları nedeniyle net
bir şekilde görüntü üzerinde izlenebilir.
Bağlantılılık
Görüntü üzerinde mekânsal doku çok belirgin bir şekilde fonksiyonel ilişkiyi göstermeyebilir. Bu durumda
coğrafyada sıkça kullanılan bağlantılılık ilkesi kullanılmalıdır. Örneğin; bir fabrikanın yer aldığı kıyı kesimin-
de su yüzeyinde olağan dışı bir doku tespit edilmiş olsun. Bu olağan dışı görüntü bağlantılılık yaklaşımı ile
fabrika-su kütlesi ilişkisi yönünden değerlendirilerek problem çözülebilir. Yani fabrikanın su kütlesi üzerinde
yaratacağı durumlar bağlantılılık yaklaşımı ile kolayca ortaya konulabilir. Diğer birkaç örnek verecek olursak;
termik santral şehir merkezinde olamazken, şehir içerisindeki bitkiyle ilgili görüntü bilgileri parklara denk
gelir. Sulak alan, göl veya nehirle ilgili iken, çeşitli ticari yapılar yollarla bağlantılı olarak görüntüde yer alabilir.
Şekil
Varlıkların tanınmasında şekil en belirgin ipuçlarını veren yorumlama elementidir. Çünkü bireysel varlıklar,
kendi eşsiz yapıları içerisinde şekil özellikleri ile kolayca belirlenebilirler. İnsanların varlıkları tanımlarken en
çok kullandıkları element şekil özellikleridir. Mekânda yer alan kültürel veya doğal yapılar şekilleri vasıtasıyla
görüntülerde birbirlerinden kolayca ayırt edilebilirler. Örneğin; göl, nehir gibi doğal varlıklar şekilleri nede-
niyle net bir şekilde ortaya konarken, kültürel yapılar ise düzenli ve sınırlarının belirgin olması nedeniyle ken-
dilerine has şekilleri bağlamında doğal ortamlardan ayrılırlar. Stadyum, park ve bina gibi insan yapısı varlıklar
şekilleri sayesinde kolayca tespit edilirler.
Boyut
Boyut iki yönden önemlidir. Birincisi; görece (rölatif) boyuttur. Objelerin ya da coğrafi varlıkların birbirlerine
göre durumlarını ortaya koyan rölatif boyut yorumlamada önemli bir elementtir. Görece boyut ise, uzaktan
algılama verilerinde ölçeğin ya da mekânsal çözünürlüğün bir fonksiyonu olarak ortaya çıkar. Veri üzerinde
ölçüm yapılırken bu durum daha da önem kazanır. Boyut bu anlamda öncelikli olarak varlıkların tanınma-
sında (yol, akarsu veya yerleşme), daha sonra ise çeşitli karakteristiklerin ölçümleri (alan, mesafe) sırasında
kullanılan bir elementtir. İkinci olarak boyut elementi, coğrafi varlıkların mutlak ölçümlerinin yapılmasının
gerekli olduğu durumlarda önemlidir. Çünkü bazı durumlarda varlıkların boyutlarının ölçülmesi doğru ta-
nımlanmalarının ve yorumlanmalarının ön şartı olabilir. Yine ölçüm yoluyla çalışılan alandaki olayların sayısal
olarak karşılattırılması mümkün hale gelir.

414
Sit
Sit topoğrafik pozisyonu gösterir. Bazı coğrafi varlıklar belirgin topoğrafik konumlarda bulunurlar. Örneğin;
akarsu sekileri nehir yatağının her iki tarafında belli yükseltilerde bulunurlar. Benzer şekilde bazı tarım faali-
yetler belli topoğrafik özellikler bağlamında yer seçer. Örneğin vadi tabanları don olaylarına karşı riskli oldu-
ğu için bağ alanları daha yüksek yamaçlarda bulunur. Bu nedenle coğrafi varlığın ya da olayın gerçekleştiği
yer hava fotoğrafı kullanıcısına önemli ipuçları verir.
Görüntü Yorumlama Stratejileri
Görüntü yorumlama stratejisi sistematik bir yaklaşımla görüntü üzerindeki mekânın analiz aşamalarını içerir.
Bu aşamalar aşağıda maddeler halinde ele alınacaktır (Avery ve Berlin, 1992; Campbell, 1987; Paine, 1981;
Whiteford, 1978) .
Arazi Gözlemleri
Arazi çalışması her türlü coğrafi araştırmanın temelini oluşturur. Uzaktan algılama verileri kullanarak çeşitli
problemlerin aydınlanması sırasında da arazi gözlemleri gereklidir. Özellikle çalışılan alan hakkında çok bilgi-
miz yoksa görüntüden net sonuçlar çıkarılamıyorsa arazi çalışmaları zorunlu hale gelir. Böylece arazi üzerin-
deki varlıklar arasındaki bağlantılar gözle görülebilecek ve daha etkili yorumlama ile sonuçlanacaktır. Diğer
taraftan her türlü uzaktan algılama çalışması doğruluk analizleri gerektirir. Doğruluk analizleri çoğu zaman
arazi çalışmaları sonucu toplanan veriler kullanılarak yapılır.
Doğrudan Tanıma
Bu aşamada yorumcunun tecrübe, yetenek ve yargı özelliklerinin kullanılarak görüntü üzerinde çeşitli so-
nuçların elde edilmesi söz konusudur. Bu süreç genel olarak görsel ve mantıksal ipuçlarını kullanır. Sonuçlar
ise büyük oranda nitel ve sübjektif karakterdedir. Günlük yaşamda objeleri doğrudan tanıma sezgiseldir.
Ancak görüntü yorumlama sırasında daha sistematik olunmalıdır.
Sonuç Çıkarma
Bu strateji uzaktan algılama verisi veya görüntüsü üzerinde görünmeyen bilgilerin çeşitli ipuçlarından ha-
reketle yorumlanması süreçlerini içerir. Çoğu zaman fotoğrafik görüntü varlıkların dış özelliklerini yansıtır.
Ancak görüntü üzerinde bazı özellikler açıkça belirgin olmasa da çeşitli ipuçları kullanarak daha detaylı bilgi-
lere ulaşmak mümkündür. Örneğin toprak kalınlığı görüntü üzerinde belli olmaz. Ancak; yer şekilleri ve bitki
örtüsü durumuna bakılarak toprağın kalınlığı ve diğer özellikleri hakkında bilgi toplamak mümkün olur. Hatta
toprağın altında kalmış tarihi kalıntılar, bitki örtüsündeki değişimler analiz edilerek tespit edilebilir. Ancak bu
tür yorumları yapabilmek için konu ve alan hakkında yeterince bilgiye ihtiyaç vardır.
Olasılıksal Yorumlama
Olasılıksal yorumlamada genellikle sayısal teknikler kullanılarak uzaktan algılama sınıflama süreçlerinin gö-
rüntü dışı bilgiler yoluyla yorumlarının yapılması aşamalarını kapsar. Örneğin; fenolojik bilgiler kullanılarak
görüntü üzerindeki yorumlar şekillenebilir. Tarım ürünlerinin dağılışı, hasat ve ekim takvimi bağlamında
değerlendirilebilir. Dolayısıyla herhangi bir bölgedeki tarım alanları ile ilgili görüntü yorumlama o bölgenin
tarım takvimi bağlamında değerlendirilir. Bu durumda Akdeniz Bölgesinde tahıl ürünlerinin hasatı haziran
başlarında yapıldığına göre, herhangi bir ağustos görüntüsünde tahıllar ile ilgili yorum doğru olmayacak-
tır. Bu tür yorumlar genellikle olasılık hesapları yoluyla yapılır. Örneğin belirli bir topoğrafik yüzey üzerinde
herhangi bir sınıfın yer alma ihtimali 0.90 olarak kabul edilirken olmama ihtimali % 10’dur. Benzer sonuçlar
sistematik bir biçimde yorumlama akışı içerisinde kullanılır.

415
Determinist Yaklaşım
Bu strateji en güçlü ve kesin yaklaşımları içerir. Çünkü determinist yorum, görüntü özellikleri ile gerçek du-
rum arasındaki ilişkilerin kantitatif ifadesini kapsar. Diğer metotlardan farklı olarak en çok bilginin toplan-
dığı ya da ortaya konduğu bir metottur. Stereoskopik görüntüler vasıtasıyla yer şekillerinin incelenmesi bu
yaklaşıma örnek olarak verilebilir. Stereoskopik görüntüler bilindiği gibi aynı alanın % 60 oranında iki farklı
görüntüde yer alması ile elde edilirler. Böylece üç boyutlu hale gelen görüntülerin analizi daha da kolayla-
şır. Buradan hareketle yeryüzünün geometrisi ile ilgili bilgiler kullanılarak topoğrafik modellerin kurulması
mümkün hale gelir. Sonuçta da gerçek ve kesin ölçümlerin yapılması ve sayısal sonuçların üretilmesi olasılığı
artar. Diğer yaklaşımlara göre görüntü harici bilgilere daha az ihtiyaç duyulur.
Kısaca özetlenecek olursa yukarıda sayılan stratejiler genellikle birlikte kullanılır. Burada görüntü dışı diğer
kaynaklara her zaman ihtiyaç olacağı konusu asla unutulmamalıdır. Tablosal ve harita verileri görüntü yo-
rumlamanın en önemli yardımcılarıdır. Diğer taraftan envanter bilgileri, alanla ilgili yazılmış makale ve diğer
yayınlarla birlikte arazi gözlemleri doğru ve etkili yorumlama için hayati önem taşır. Ancak görüntü dışı ek bil-
giler kullanılırken çok dikkatli olunmalıdır. Özellikle görüntü alanını çok iyi ele almayan veya alanın tamamını
kapsamayan veriler yanlış sonuçların ortaya çıkmasına neden olabilir. Diğer taraftan görüntü alanı ile birebir
örtüşen bilgilere ulaşılamamış ise alana benzeyen diğer bölgelerle ilgili bilgiler dikkatli bir şekilde kullanıla-
bilir. Ancak bilgi transferinin belli süzgeçlerden geçirilerek yapılması daha doğru yorumlama için gereklidir.

Dijital Görüntü İşleme Yöntemleri


Şimdiye kadar olan kısımlarda uzaktan algılama verilerinin manuel yöntemlerle yorumlanması konusu ele
alındı. Ancak günümüzde bu veriler çoğunlukla dijital formatta ya da sayılarla ifade edilebilecek şekilde top-
lanmakta ve bilgisayar ortamında değerlendirmelere tabi tutulmaktadır. Görüntü sayısal değerden oluştuğu
için her türlü matematiksel işlemin yapılması mümkün hale gelir. Böylece dijital analiz yöntemiyle, manuel
olarak elde edemeyeceğimiz birçok bilgiye ulaşılabilir. Son zamanlarda bilgisayar ücretlerinin makul hale gel-
mesi, uzaktan algılama konusunda yetişmiş insanların artması, yazılımların yaygınlaşması ve birçok kurum
ve kuruluşun bu tür verilere yönelmesi gibi nedenlerden dolayı dijital görüntü işleme oranı artmıştır.
Dijital görüntülerden otomasyon yoluyla çeşitli sonuçların çıkarılması anlamına gelen ‘dijital görüntü işle-
me ’ teknikleri içerisinde birçok aşamayı barındıran sistemli bir yaklaşımı zorunlu kılar (Gao, 2009; Jensen,
1996). Böylece daha sofistike ve kompleks yorumlamalar (analizler) hızlı ve etkili bir biçimde yapılabilir. Za-
ten otomatik yöntemleri kullanmamızın diğer önemli bir nedeni de çok fazla miktardaki verinin kısa sürede
analizlerinin yapılabiliyor olmasıdır. Manuel yöntemlerle çok fazla miktardaki verinin hızlı bir şekilde değer-
lendirilmesi mümkün olmaz.
Burada bir konuyu açıklığa kavuşturmak gerekir: Genel olarak uzaktan algılama konusunda yeterince tecrü-
beye sahip olmayan insanların, otomatik görüntü işleme tekniklerinin insanı analiz sürecinin içerisine sok-
madığı, her şeyin makinalarca yapıldığı gibi yanlış yargılara sahip oldukları görülmektedir. Hâlbuki insandan
bağımsız olarak herhangi bir analizin yapılması neredeyse imkânsızdır. Üstelik çoğu zaman dijital analizler
manuel yorumlama ile başlar.
Görüntü yorumcusu yüksek doğrulukta sonuçlar için etkili ve kritik kararlar vermek zorundadır. Bir yer-
de otomatik işlemlerin doğruluğu, yorumcunun verdiği kararlara bağlıdır. Yani bilgisayar verilen komutları
yerine getirirken doğrudan insanın verdiği kararlardan etkilenir. Bu durumda makineleşme sadece hızlı ve
objektif sonuçların çıkmasında ön plandadır. Dolayısıyla manuel yöntemleri bilmeyen bir araştırmacı, dijital
teknikler sırasında da başarılı olamaz. Hatta coğrafya bilimine hâkim olmayan, mekânsal analiz yeteneği
bulunmayan bir kişi otomasyonu kullanabilse de asla doğru sonuçlara ulaşamaz ya da sonuçları doğru de-
ğerlendiremez. Bu nedenle analizci çalışılan konuya, alana ve kullanılan teknolojiye hâkim olmalıdır. Manuel
ve dijital görüntü analizleri Tablo 2’de karşılaştırılmıştır.

416
Tablo 2. Manuel ve dijital görüntü analiz yöntemlerinin karşılaştırılması.

Manuel Yorumlama Dijital Analiz

-Geleneksel: Tecrübe önemli -Güncel: Özel eğitim gerektirir


-Basit ve daha ucuz teçhizat -Kompleks ve pahalı teçhizat
-Görüntüdeki parlaklık ve spektral özelliklere odaklı,
-Parlaklık ve mekânsal içerik
mekânsal bağlantı sınırlı
-Çoğunlukla tek dalga boyunda veri, bazen görünen dalga
-Birçok dalga boyunda toplanmış veriyi kullanır
boyunda (3 renk)

-Sübjektif, nitel -Objektif, nicel

Dijital görüntü işleme süreci Şekil 2’de belirtilen aşamalardan geçilerek tamamlanır (Deer, 1995; Jensen,
2005; Gao, 2009). Dijital veri genellikle uydu algılayıcıları tarafından toplanır. Son zamanlarda uçaklarla da
dijital veriler toplanmaktadır. Ön işlemler aşamasında veri toplanması sırasında ortaya çıkan çeşitli prob-
lemleri, bozulmaları gidermeyi ve projeksiyonlarla ilgili yapılan işlemleri kapsar. Ön işlemleri üç grupta ele
almak mümkündür. Birincisi basitçe görüntünün açılması ve kalite kontrollerinin yapılması işlemlerini içerir.
Bu işlemler histogramlar, dağılım grafikleri veya istatistiksel özetler yoluyla veri kalitesinin kontrolü şeklinde
olur. Bu aşama herhangi bir sorunun oluşması durumunda veri üzerinde yapılacak işlemlerden oluşur. İkinci
grup işlemler radyometrik hatalarla ilgilidir. Görüntünün elde edilmesi sırasında gerek algılayıcı gerekse at-
mosferden kaynaklı gürültü hataları sisteme dâhil olur. Bunların çeşitli matematiksel yöntemlerle düzeltil-
mesi gerekir. Üçüncü grup düzeltmeler ise geometrik hatalar ile ilgilidir. Gerçek yeryüzünün düzlem üzerine
kaydedilmesi sırasında bazı geometrik bozulmalar meydana gelir. Bunların bir kısmı sensör sistemi, bir kısmı
da arazinin yapısından kaynaklanır. Bu hataların bir kısmı sistematiktir ve görüntülerden uzaklaştırılmaları
gerekir. İkinci tür geometrik dönüşümler hatalarla ilgili olmayıp projeksiyon ve ölçek dönüşümleri ile ilgilidir.
Bazı hataların kaynağı belli değildir, bu tür veriler doğru haritalar ile karşılaştırılarak düzeltilebilir. Görüntü
üzerinde yapılan her türlü işlemin veride de değişikliklere yol açtığı gerçeği asla unutulmamalıdır.
Ön işlemler tamamlandıktan sonra çalışma alanı belirlenmeli, verinin çok boyutluluğu azaltılmalı, istenilme-
yen bilgi kullanılmamalıdır. Diğer bir ifadeyle veri setinde işimize yarayacak verilerin tutularak diğer bilgileri-
nin setten çıkarılması gerekir.
Üçüncü aşamada kullanıcı çeşitli teknikler kullanmak suretiyle görüntünün görsel kalitesini arttırır. Görüntü
zenginleştirme adı verilen bu yöntemle veri, manuel yorumlamalara hazır hale getirilmiş olur. Ancak bu
işlemler sırasında nümerik veri belirgin bir biçimde değiştiği için sonuç ürün sadece görsel yorumlamalarda
kullanılmalı, herhangi bir sayısal analize tabi tutulmamalıdır. Örneğin; görüntüyü yorumlayan kişi görüntü
iyileştirme sürecinden geçen veriyi, sınıflama sırasında veya spektral ölçümler yapılırken kullanmamalıdır.

417
Şekil 1: Dijital görüntü işleme iş akış şeması
(www.kaashivinfotech.com/ImageProcessing.html Son erişim tarihi 15, 12 2013)

Karar verme ve sınıflama aşamasında birçok alternatif yaklaşım söz konusudur. Bu basamakta pikseller ben-
zer parlaklık değerleri bağlamında gruplandırılır. Bunlar çeşitli arazi kullanım/örtüsü bölgelerine karşılık gelir.
Çünkü yeryüzü örtülerinden yansıyan arazi örtüsü özelliğine bağlıdır. Birbirine benzeyen ortamlar benzer
parlaklık değerlerine sahip olur. Bu benzerlikler sayısal olarak gruplandırılarak arazi sınıfları belirlenir. Sınıf-
lama iki yöntemle yapılabilir. Bunlar kontrollü ve kontrolsüz sınıflamadır. Kontrollü sınıflamada araştırmacı
arazi hakkında yeterince bilgiye sahiptir ve görüntü üzerinde arazi sınıflarının yerlerini bilir. Bu aşamada her
bir arazi örtüsünü temsil eden piksel değerleri (eğitim alanları) belirlenerek tespit edilir. Temel olarak burada
yapılmaya çalışılan şey; her bir arazi örtüsünün piksel değerleri bakımından alt ve üst sınırlarının belirlenme-
sidir. Ancak bu çok dikkatli yapılması gereken bir iştir. Eğer temsil pikselleri yeterli olmazsa doğru sınıflamaya
hiçbir zaman ulaşılamaz.
Kontrolsüz sınıflamada ise ilk başta kullanıcı sisteme müdahalede bulunmaz. Piksel değerleri parlaklık özel-
liklerine göre doğal gruplara ayrılır, daha sonra araştırmacı her bir grubu inceleyerek sınıfları tanımlar. Gerek-
tiği yerde grupları birleştirir veya grupları ayırarak yeni kümeler oluşturur. Sınıflama işlemleri tamamlandık-
tan sonra elde edilen sonuçların doğruluklarının test edilmesi şarttır. Bunun için sınıflanmış veri kullanılarak
ve çeşitli kaynaklardan elde edilen referanslar sisteme dâhil edilerek doğruluk analizleri yapılır. Atanan sı-
nıfların doğruluk düzeyleri, birbirine karıştırılan sınıflar gibi bilgilere doğruluk analizleri neticesinde ulaşılır.
Doğruluk belli bir düzeyin üzerindeyse sonuçlar kabul edilir ve sunumları yapılır. Doğruluk analizi yapılmayan
hiçbir sınıflama sonucuna güvenilmemelidir. En son aşamada, çıktılar harita, rapor veya tablo formatında
sunulur. Harita veya görüntü çıktıları arazi sınıflarının mekân üzerinde dağılışlarını ortaya koyarken, tablosal
özellikteki veriler de her bir kategori ile ilgili rakamsal değerleri içerir. Rapor ise yapılan işlemlerin özetidir.
Raporda veri kaynağı, metot ve analizlerle birlikte elde edilen nihai sonuç mevcuttur. Uzaktan algılamada
kullanılan verileri sağlayan bazı uydular ve özellikleri Tablo 3’te verilmiştir.

418
Tablo 3. Uzaktan algılamada kullanılan bazı uydular ve teknik özellikleri

Sonuç
Kısaca özetlenecek olursa, ilk fotoğrafın çekilmesiyle başlayan uzaktan algılama başlangıçta çok ilkel bir tek-
nolojiye sahip olduğu için analiz aracı olarak tercih edilmemiştir. Ancak, 1900’lü yılların başında uçağın ica-
dı ve kısa bir süre sonra uçakla fotoğraf çekilmeye başlanmasıyla önemli bir döneme girilmiştir. Birinci ve
İkinci Dünya Savaşları fotoğrafçılığın gelişmesine önemli katkı sağlamıştır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nda
çok önemli teknolojik gelişmeler sağlanmış ve konuyla ilgili çok sayıda eleman yetişmiştir. Savaş sonrasın-
da bu kaliteli elemanlar üniversitelerde konuyla ilgili dersler vermeye başlamış ve neticede de akademik

419
uzaktan algılama ortaya çıkmıştır. Belki de uzaktan algılamanın yaygınlaşmasının en önemli nedeni 1970’li
yılların başlarında ilk sivil yer gözlem uydusunun yörüngeye yerleştirilmesidir. Bugün ise hem bilgisayar hem
de uydu teknolojileri sayesinde çok çeşitli özelliklere sahip, çok amaçlı uzaktan algılamanın varlığından söz
edebiliriz. Uzaktan algılama verileri; geniş alanları kaplaması, sürekli ve multispektral olması gibi avantajları
nedeniyle yeryüzü ile ilgili birçok problemin çözümünde kullanılmaktadır. Ancak uzaktan algılamanın ara-
zi çalışmalarını tamamen ortadan kaldırdığını söylemek mümkün değildir. Birçok açıdan bu veriler işimizi
kolaylaştırsa da arazi çalışması belli ölçüde de olsa gereklidir. O nedenle arazi gözlemleri ile destekli olarak
yapılan uzaktan algılama çalışmalarının her zaman daha değerli olacağı göz ardı edilmemelidir.
Kaynakça
Arnold, R. H. (1996). Interpretation of Air photos and Remotely Sensed Data. New Jersey: Prentice Hall.
Avery, T. E. and Berlin, G. L. (1992). Fundamentals of remote sensing and airphoto interpretation, (5th.
ed.). New York: Macmillian Pub. Com.
Campbell, J.B. (1987). Introduction to remote sensing. New York: Guilford Press.
Deer, P. (1995). Digital change detection techniques in remote sensing. Department of defence: Austra-
lia.
Elachi, C. and van Zyl, J. (2006), Introduction to the physics and techniques of remote sensing. New Jer-
sey: Willey Interscience,
Erol, O. ve Öner, E. (2011). Fiziki coğrafyada hava fotoğrafları. İzmir. Ege Üniversitesi Yay. No: 171.
Gao, J. (2009). Digital analysis of remotely sensed imagery. London: McGraw Hill.
Jensen, J.R. (2005). Introductory digital image processing: A remote sensing perspective. New Jersey:
Prentice hall.
Jensen, J. R. (2007). Remote sensing of the environment: An earth resource perspective (3nd ed.), Pren-
tice-Hall, Inc.
Paine, D.E. (1981). Aerial photography and image interpretation for resource management. New York:
John Wiley and Sons.
Whiteford, G. (1978). Aerial photograph İnterpretation as remote sensing, in Introduction to Remote
Sensing of Environment, ed. Richason, B., NCC, USA.
Okuma Listesi
Anonim, (?). Uzaktan Algılama, HAT CBS Tic. San. Aş.
Anonim, (2002). Uzaktan algılama. Ankara: .İşlem GIS.
Erol, O. ve Öner, E. (2011). Fiziki coğrafyada hava fotoğrafları. İzmir: Ege Üniversitesi Yay. No: 171.
Sesören, A. (1999). Uzaktan algılamada temel kavramlar. İstanbul: Mart Matbaacılık Sanatları.
Turoğlu, H. (2008), Coğrafi bilgi sistemlerinin temel kavramları (2. bs.). İstanbul: Çantay Yayınevi.
WEB Kaynakları
http://glcfapp.glcf.umd.edu:8080/esdi/
ftp://ftp.glcf.umd.edu/glcf/Landsat/
http://glovis.usgs.gov/
http://landsatlook.usgs.gov/
http://earthexplorer.usgs.gov/
http://gdem.ersdac.jspacesystems.or.jp/

420
ON SEKİZİNCİ BÖLÜM

MEKÂNSAL İSTATİSTİK TEKNİKLERİ


Murat KARABULUT
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi

Mekânsal Verilerin Merkezi Eğilim Ölçüleri


Mekânsal Verilerde Yayılım Ölçüleri
Mekânsal Otokorelasyon
Mekansal Enterpolasyon

Giriş
Haritalarda coğrafi varlıklar geometrik olarak nokta, çizgi, poligon (kapalı alan) şeklinde gösterilirler. Alansal
olarak yer kaplamayan ya da ölçeğe bağlı olarak çok küçük bir alanla ifade edilen varlıklar nokta ile sembol-
leştirilir. Lineer varlıklar çizgi ve alan kaplayan varlıklar ise poligonlarla ifade edilir. Genel olarak gerçekteki
varlıkları temsil eden bu nokta, çizgi ve poligonlara harita üzerinde coğrafi obje adı verilir. Harita üzerinde
coğrafi olayların sembolik gösterimleri kolayca yapılabilse de, aralarındaki ilişkileri ortaya koymak o kadar
da basit değildir. Ölçek varlıkların gösterimini etkileyen en önemli etkendir. Örneğin küçük ölçekli haritada
bir şehir nokta ile sembolleştirilirken, daha büyük ölçekli bir haritada poligonla gösterimi yapılmaktadır. Do-
layısıyla basitleştirme derecesi de varlıkların sunum şeklini etkileyen bir faktördür. Diğer taraftan noktasal
gösterimler sadece fiziki olayların gösteriminde kullanılmaz, aynı zamanda suç ve kaza gibi beşeri olayların
meydana geldiği noktaların haritalanmasında da kullanılır. Hatta bazı alansal özelliğe sahip durum ve olaylar
matematiksel modellemelerde kullanmak üzere nokta ile ifade edilirler.
Bu bölümde koordinatlı bir şekilde noktasal olarak ifade edilen coğrafi varlıkların istatiksel analiz yöntemleri
üzerinde durulacaktır. Ayrıca her bir nokta ile temsil edilen detayın öznitelik özellikleri de hesaba katılarak
yapılan hesaplama metotları değerlendirilecektir. Bu bağlamda varlıkların mekân üzerinde dağılım özellikleri
ve birbirleriyle olan ilişkileri de test edilmektedir. Örneğin noktaların yoğunlaştığı alanlar, hareket yönleri
veya öznitelikleri anlamında ağırlık merkezlerinin değişim karakteri istatistiksel olarak analiz edilebilir. Aynı
zamanda izafi yayılım durumlarını da ölçebiliriz. Kısaca mekânsal verilerin merkezi eğilimleri tek boyutlu
verilerden farklı olarak koordinat değerleri ile hesaplanabilmektedir. Ancak hem konumsal verilerin hem de
öznitelik özelliklerinin doğru olması güvenilir sonuçların elde edilmesi için bir zorunluluktur.

421
Coğrafi araştırmalarda konumsal ve alansal bilgilerin istatistiksel ifadelerini ortaya koyabilmek için mekânsal
analiz teknikleri geliştirilmiştir. İki boyutlu mekânsal bilgileri kullanan bu yöntemlerin tümüne birden jeo-
istatistik adı verilir.Jeoistatistik konsepti içerisinde mekânsal bilgi veya verilerin merkezi eğilim durumları
ortalama merkez ve medyan merkezi yöntemleriyle incelenir. Bu yöntemler dağılış ve yayılıma konu olan
birçok coğrafi verinin incelenmesinde kullanılabilir. Mekânsal yayılmanın veya dağılımın en önemli ölçeği
standart mesafedir ki bu tek boyutlu ve mekânsal özellik taşımayan veri setlerindeki standart sapmaya denk
gelir (Tablo 1).

Tablo 1. Mekânsal ve mekânsal olmayan verilerin tanımlayıcı istatistik ölçüleri


İstatistik Merkezi eğilim Mutlak yayılma Rölatif yayılma

Mekânsal olmayan Aritmetik ortalama Standart Sapma Varyans katsayısı


Mekânsal Ortalama ve Medyan merkez, Öklid Standart mesafe Rölatif mesafe
medyan

Mekânsal Verilerin Merkezi Eğilim Ölçüleri


Genel olarak klasik istatistiksel analizlerde veri setinin ortalama durumlarını ortaya koymak için aritmetik or-
talama, mod ve medyan gibi merkezi eğilim ölçüleri kullanılır. Mekânsal verilerin merkezi eğilim ölçüleri ise
koordinat değerleri de kullanılarak iki boyutlu olarak hesap edilir. En yaygın merkezi eğilim ölçüleri ise orta-
lama merkez, ağırlıklı ortalama merkez ve medyan merkezdir (McGrew ve Monroe, 1993; Rogerson, 2010) .
Coğrafi varlığın mekân üzerindeki organizasyonuna ve kullanılan haritanın teknik özelliklerine bağlı olarak
merkezi eğilimler farklı yöntemlerle hesap edilir. Varlıkların iki boyutlu düzlem üzerindeki sunumları harita
projeksiyonuna ve ölçeğe bağlı olarak farklılık gösterir. Dolayısıyla mekânsal verilerin istatistiksel analizinde
hiçbir zaman bir tek yol yoktur. O nedenle tecrübeye dayalı olarak hangi metot veya metotların kullanılacağı
önem kazanır. Burada problemin doğası ve kullanılan haritaların teknik özellikleri hiçbir zaman göz ardı edil-
memelidir.
Ortalama Merkez
Tek boyutlu verilerin merkezi eğilimlerinin ölçülmesinde kullanılan aritmetik ortalama tekniği iki boyutlu
koordinatlı verilerin karakterlerinin ortaya konulmasında kullanılmaz, onun yerine iki boyutlu referanslı veri-
leri kullanarak ortalama merkezleri hesap etmek mümkündür. Ortalama merkez mekân üzerinde dağılmış
bulunan coğrafi varlıkları temsil eden noktaların ortalama konumlarını ortaya koyar (McGrew ve Monroe,
1993; Rogerson, 2010). Harita üzerindeki noktalar kaynaklarını, tornado oluşum yerlerini veya bireysel suç
lokasyonlarını gösteriyor olabilir. Her bir nokta mekânsal olarak koordinat çifti (x,y) ile ifade edilir. Ancak
kullanılan koordinat sistemi çok çeşitli olabilir. Coğrafyacılar varlıkları bir çok projeksiyon kullanarak haritada
gösterirler. Bu haritalardan nokta ile ifade edilen varlıkların koordinat değerlerinin bulunması çok kolaydır.
Ancak bazı koordinat sistemleri yerel referans değerlerinin bilinmesini gerektirebilir.
Koordinat sistemi belli bir noktanın ortalama merkezi x ve y değerleri kullanılarak aşağıdaki formülle hesap
edilir.

422
Burada ve ortalama merkezin koordinat değerlerini, Xİ ve Yİ her bir noktanın koordinatını, N ise nokta sayı-
sını göstermektedir.
Örneğimizdeki noktaların (tornado veya suç konumları) ortalama merkezlerinin koordinatları 3,87 ve 2,62
olarak hesap edilmiştir (Tablo 2). Ortalama merkez Şekil 1 üzerinde yıldız işareti ile gösterilmiştir. Elde et-
tiğimiz bu sonucu kullanarak gelecekte meydana gelebilecek tornadoların ya da suçların oluşma ihtimali
en yüksek konumlarının neresi olabileceğini tahmin edebiliriz. Hesaplamalar yapılırken, ortalama merkez
uzaktaki konumsal değerden (B noktası) çok fazla etkilenmiştir.Yani tek boyutlu verilerin hesaplanmasında
nasıl uç değerler ortalamayı etkiliyorsa, mekânsal verilerde de uzak noktaların konum değerleri ortalama
merkezin konumunu etkilemektedir. Bu nedenle ortalama merkez, averaj konumu verirken bazı durumlarda
tipik merkezi göstermeyebilir.

Tablo 2. Ortalama merkez ve standart mesafe hesabı

Nokta Xi Yi (X i- Xc )2 (Yi- Yc )2
A 3,0 2,0 0,75 0,38
B 1,2 4,1 7,12 2,19
C 3,6 3,0 0,07 0,14
D 4,6 2,2 0,53 0,17
E 4,4 1,5 0,28 1,25
F 5,2 2,4 1,76 0,04
G 5,1 3,2 1,51 0,33
∑ 27,1 18,4 12,05 4,53
N
27,1 N
18,4
Xc = ∑ Yc = ∑
İ =1 7 İ =1 7

Xc = 3,87 Yc =2,62

SD =
∑ (X i − X c ) 2 + ∑ (Yi − Yc ) 2
SD =
12,05 + 4,53 =1,53
n 7

Şekil 1: Noktaların dağılımı ve ortalama merkezleri (McGrew ve Monroe, 1993)

423
Ağırlıklı Ortalama Merkez
Bazı durumlarda coğrafi varlığa ait noktanın konum değerlerinin hesap edilmesi yeterli olmaz. Çünkü nok-
taların mekân üzerinde bireysel dağılımları öznitelik özellikleri ile önemli hale gelebilir. Böylece dağılım eşit
koşullarda ortaya çıkmış olmaz. Bu anlamda daha doğru ortalama merkez hesabı için öznitelik özelliklerinin
de hesaba katılması gerekir. Örneğin İstanbul’daki büyük alışveriş merkezlerinin ortalama merkezi hesap
edilirken müşteri sayıları dikkate alınırsa daha gerçekçi bir merkezi eğilim hesabı yapılmış olur. Bu durumda
ortalama merkez müşteri sayıları fazla olan alışveriş merkezlerine daha yakın olacaktır (daha yakın bir ko-
numda olacaktır). Böylece müşteri çekim merkezinin neresi olduğu net bir şekilde ortaya çıkacaktır. Dolayı-
sıyla ortalama merkeze göre farklı frekans ve oluşum değerine sahip olayların analizinde ağırlıklı ortalama
merkez hesabı daha iyi bir sonuç ortaya çıkaracaktır.
Ağırlıklı ortalama merkez, x ve y koordinat değerinin hesap edilen noktanın öznitelik değeri ile çarpılması
yoluyla aşağıdaki formül kullanılarak bulunur (McGrew ve Monroe, 1993; Rogerson, 2010).

N
fiYÝ
Ywc = ∑
Ý=1 ∑ fi

Burada, Xwc ve Ywc ağırlıklı ortalama merkezin koordinat değerlerini, Xİ ve Yİ her bir noktanın koordina-
tını, fi noktaların frekanslarını göstermektedir.
Örneğimizdeki her bir nokta coğrafi merkezin tespitinde etkili olmuştur (Tablo 2). Diğer bir ifade ile her
nokta istatistiksel olarak hesaplamalar sırasında eşit öneme sahiptir.Ancak coğrafi çalışmalarda çoğu zaman
bu noktaların öznitelik özellikleri ya da frekans dağılımları anlamında birbirlerine göre farklılıklarının ortaya
konulması zorunludur. Mesela noktalar il merkezlerini gösterebilir, her bir noktanın frekans değeri de insan
sayılarını ifade edebilir.Bu nedenle grup verilerinde noktaların ağırlığı analizlerde etkili hale gelir. Bu metotla
yapılan hesaplamalar sonucunda elde edilen merkeze Ağırlıklı Ortalama Merkez adı verilir. Ağırlıklı ortalama
merkez, mekânsal dağılışın veya mekânsal paternin çekim merkezi olarak da kabul edilebilir. Bu bağlamda
ortalama merkez konsepti belki de en fazla nüfusun coğrafi merkezi veya ağırlıklı nüfus merkezi’nin hesap
edilmesi sırasında kullanılmaktadır (U.S. Department of Commerce, 2001).Tablo 2 de verilen noktalara fre-
kans değerleri atanarak ağırlıklı ortalama merkez hesap edilmiştir (Tablo 3). Görüldüğü gibi ağırlıklı merkez B
noktasının yüksek frekans değeri nedeniyle ortalama merkezin kuzey batısında yer almıştır (Şekil 2).

424
Tablo 3: Ağırlıklı ortalama merkez ve ağırlıklı standart mesafe hesabı (McGrew ve Monroe, 1993)

2 2
Nokta fi Xi Yi fiX i fiYi (X i- Xc ) (Yi- Yc )2 fi(X i- Xc ) fi(Yi- Yc )2

A 8 3,0 2,0 24 16 0,75 0,38 6,05 3,07


B 25 1,2 4,1 30 102,5 7,12 2,19 178,22 54,76
C 10 3,6 3,0 36 30 0,07 0,14 0,72 1,44
D 6 4,6 2,2 27,6 13,2 0,53 0,17 3,19 1,05
E 7 4,4 1,5 30,8 10,5 0,28 1,25 1,96 8,78
F 4 5,2 2,4 20,8 9,6 1,76 0,04 7,07 0,19
G 2 5,1 3,2 10,2 6,4 1,51 0,33 3,02 0,67
∑ 62 27,1 18,4 179,4 188,2 12,05 4,53 200,27 69,98
N
fiX İ N
fiY İ
Xwc   Ywc  
İ 1  fi İ 1  fi
N 179,4 N
188,2
Xwc   Ywc  
İ 1  62 İ 1  62

Xwc = 2,89 Ywc =3,03

SD 
 fi ( X i  X c ) 2   fi (Yi  Yc ) 2
SD 
200,27  69,98 = 2,08
 fi 62

Şekil 2. Noktaların dağılımı ve ağırlıklı ortalama merkezleri (McGrew ve Monroe, 1993)

Mekânsal Verilerde Yayılım Ölçüleri


Tek boyutlu verilerdeki yayılım ölçüsü standart sapma olurken mekânsal verilerin ortalama merkeze göre
dağılımını gösteren yayılım ölçüleri standart mesafe ve standart sapma elipsleridir (McGrew ve Monroe,
1993; Rogerson, 2010). Bu teknikleri mekânda meydana gelen olayların ortalama merkeze göre aldıkları ko-
numu belirledikleri için çok kullanışlıdırlar. Ortalama merkeze göre uzak mesafelerde noktaların yer alması
standart mesafenin büyük olması veya daha geniş standart elipsin oluşması anlamına gelir.

425
Standart Mesafe
Yukarıda ifade edildiği gibi klasik istatistiksel analizlerde kullanılan yayılım ölçülerinden standart sapmanın
mekânsal istatistikteki karşılığıdır. Her bir noktanın ortalama merkezden ne kadar saptığını ortaya koyar.
Bu durum ise koordinat değerlerinin bir fonksiyonu olarak ortaya çıkar. Standart mesafe aşağıdaki formül
kullanılarak hesaplanır.

SD =
∑(X i
− X c ) 2 + ∑ (Yi − Yc ) 2
n

X
c ve Y c noktaların ortalama merkez koordinatlarına denk gelir. Her bir noktanın öznitelik değeri dikkate
alındığında ağırlıklı standart mesafe ölçülebilir. Bu durumda aşağıdaki formül kullanılır.

SD =
∑ fi ( X i − X c ) 2 + ∑ fi (Yi − Yc ) 2
∑ fi
Burada X c ve Y c ortalama merkezin koordinat değerlerini, Xİ ve Yİ her bir noktanın koordinatını, N fi ise
noktaların ağırlık değerini gösterir.
Bu yöntemle elde edilen değerler kullanılarak dağılımın karakterini ortaya koyabilmek için çeşitli standart
mesafe daireleri çizilebilir (Şekil 3). Böylece aynı alanda meydana gelen farklı olayların veya farklı alanlar-
da meydana gelen benzer olayların karşılaştırılması mümkün olur (Gürbüz ve Karabulut, 2008). Örneğin
iki komşu mahallede aynı sayıda hırsızlık olmasına rağmen büyük standart mesafeye sahip mahallede suç
olayının daha geniş bir mekânda gerçekleştiğini yani olayların belli bir bölgede toplanmak yerine dağıldığını
gösterir. Ancak bu tür yorumlar yapılırken coğrafi alanın geometrik şekli çok önemlidir. Dolayısıyla mutlak
standart mesafe dikkatli bir şekilde yorumlanmalıdır. Bu durumda izafi mesafe değerlerinin kullanılması
daha doğru olur.
Şekil 3: Çeşitli suçlara ait ortalama merkez ve standart sapma çemberleri (Gürbüz ve Karabulut, 2008)

426
Standart Sapma Elipsi
Standart sapma çemberleri mekânda coğrafi varlıkların nasıl yayıldıklarını gösterirken, standart sapma elipsi
(Şekil 4) ise mekândaki dağılımın herhangi bir doğrultusu ya da yönü olup olmadığını gösteren en önemli
yöntemdir (Gürbüz ve Karabulut, 2008) . Örneğin bir mahallede veya şehirde meydana gelen suç olayları her
zaman dairesel bir yayılış göstermez. Bazen belli doğrultularda, örneğin bir cadde boyunca yayılıma (dağılı-
ma) sahip olabilir. Standart sapma elipsi üç farklı özellik dikkate alınarak değerlendirilir. Bunlar rotasyon açısı,
uzun eksende sapma ve kısa eksende sapma şeklinde sıralanabilir. Eğer uzun eksen çok belirginleşmiş ise
dağılmanın belli bir hat boyunca maksimum olduğunu gösterir. Kısa eksen ile uzun eksen arasındaki fark çok
az ise dağılımının belli bir yönünün ya da doğrultusunun olmadığı anlaşılır. Standart sapma elipsi aşağıdaki
formül kullanılarak hesaplanır.

S X = 2x ∑
{( X Ý − X )Cosθ − ∑ (YÝ − Y ) Sinθ }2 ∑{( X Ý − X ) Sinθ − ∑ (YÝ − Y )Cosθ }2
SY = 2 x
N −2 N −2
Burada; Sx X eksenini, Sy Y eksenini, θ ise elips oryantasyonunu göstermektedir.

Şekil 4: Çeşitli suçlara ait ortalama merkez ve standart sapma elipsi (Gürbüz, M. ve M. Karabulut, 2008)

Rölatif Mesafe
Varyans katsayısı izafi yayılmanın mekânsal olmayan en güzel ölçüsüdür. Ancak günümüzde mekânsal ve-
rilerdeki yayılmayı bu anlamda ölçecek bir yöntem bulunmaktadır. Mantıken standart mesafeyi ortalama
merkeze bölerek bu tür yayılmayı ölçmeye çalışsak da sonuçlar doğru ve anlamlı olmaz.
Bütün bu zorluklara rağmen rölatif yayılmanın bir şekilde hesap edilmesi gerekir. Örneğin, A, B, C şeklindeki
gibi üç farklı nokta dağılım desenlerini ele alalım. Noktaların dağılımı her bir alan için benzer olup standart
mesafeleri ise aynıdır. Ancak daha küçük alana sahip olan A’da noktalar yüksek rölatif yayılmaya sahiptir.
Yani noktalara alanın tamamına dengeli bir şekilde dağılmıştır. Hâlbuki C’de noktalara alanının tamamına
dengeli bir şekilde dağılmamış ortada toplanmıştır. Bu nedenle C poligonunda daha düşük bir rölatif yayılım
söz konusudur. Bunun sebebi alan daha geniş olmasına rağmen standart mesafenin değişmemiş olmasıdır.

427
Diğer taraftan D ve E poligonlarında noktalar benzer rölatif yayılıma sahiptir (Şekil 5). Çünkü her iki alanda
da noktalar alanın tamamına dengeli bir şekilde dağılmıştır. Ancak bu iki örnekte standart mesafenin değiş-
tiği gözden kaçırılmamalıdır. Bu örnekler bize rölatif yayılmanın alanın geometrisinden etkilendiğini ortaya
koymaktadır.
Yukarıda verilen örneklerden de anlaşılacağı üzere rölatif mekânsal yayılım ile ilgili tanımlayıcı ölçüler ortaya
koyabilmek için nokta desenlerinin standart mesafelerinin dağılım alanına orantılanması gerekir. Çalışılan
alanın yarıçapı bu tür hesaplamalarda kullanılabilir. Bu şekilde hesap edilen rölatif yayılım ölçüsüne izafi
(rölatif) mesafe (RD) adı verilir (McGrew ve Monroe, 1993; Rogerson, 2010).
RD= SD / rA
Burada, SD standart mesafeyi, rA ise alanın yarıçapını göstermektedir.
İzafi mesafe farklı alanlardaki dağılış özelliklerinin karşılaştırılmaları sırasında kullanılır. Ancak rölatif mesafe
hesaplamaları yapılırken çok dikkatli olunması gerekmektedir. Çoğu zaman coğrafyacılar çalıştıkları alanla-
rın sınırlarını kontrol edemezler. Çünkü sınırlar genellikle siyasidir. Coğrafi dağılımlar ise büyük oranda bu
sınırlara uyum göstermezler. Diğer bir sorun ise doğal veya yapay sınırların muntazam geometrik şekiller
oluşturmamasıdır. Özellikle dairesel özellik göstermeyen alanlarda rölatif mesafe yanıltıcı sonuçlar üretebilir.
Örneğin boyuna uzanan bir alan dairesel özelliktekine göre daha fazla rölatif mesafeye sahip olacaktır.
Ülkelerin yerleşmelerinin dağılımı ile ilgili standart mesafe veya izafi mesafeleri karşılaştırıldığında bazı ilginç
sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Mesela Japonya alansal olarak daha küçük olması ve yoğun yerleşme doku-
su nedeniyle daha düşük standart mesafeye sahipken, ülkenin boyuna uzanan geometrik yapısı nedeniyle
daha yüksek rölatif mesafeye sahiptir. Diğer taraftan daha geniş alana sahip Avustralya kümeleşmiş nüfusa
sahip olduğundan daha düşük rölatif mesafe değeri ile ifade edilmektedir.

Şekil 3. Mutlak ve rölatif dağılımların karşılaştırılması (McGrew ve Monroe, 1993)

Mekânsal Otokorelasyon
Mekânsal otokorelasyon herhangi bir değişkenin mekâna bağımlılık düzeyini ortaya koyan bir istatistik yön-
temidir. İki boyutlu bir düzlem üzerinde yer alan ve kendine has karakteristik bir yapıya sahip bir aktivi-
te ya da olayın komşu lokasyonlarda da meydana gelme ya da var olma derecesine otokorelasyon denir
(Goodchild, 1986). Bir lokasyonda bulunan bir fenomenin komşu lokasyonlarda benzer durumların ortaya
çıkma nedeni olma derecesi de otokorelasyon kavramı ile açıklanır. Bu manada düşünüldüğünde mekân-
sal otokorelasyon bir lokasyonda gözlenen bir değişkenin komşu lokasyonlardan bağımsız olup olmadığının
testi olarak da kabul edilebilir. Bu metot, Tobler (1970) tarafından ortaya konan coğrafyanın birinci kanunu
olarak ifade edilen “mekân üzerindeki her şey, başka her şeyle ilişkilidir, ancak birbirlerine yakın olan ak-

428
tiviteler uzak olanlardan daha çok ilişkilidir” yaklaşımını destekler özelliktedir. Coğrafyanın doğası gereği,
mekân üzerinde yer alan coğrafi varlıklar arasında çeşitli düzeylerde gerçekleşen bağlantıların var olmadığını
düşünmek oldukça zordur. Çünkü gerçek dünyada mekân üzerinde birbirlerinden bağımsız ve ilişkisiz olay-
ların gerçekleşmesi mümkün değildir. Herhangi bir mekân üzerinde dağılmış bulunan coğrafi varlıkların san-
ki farklı kıtalarda bulunurcasına farklılık arz etmeleri beklenemez. Örneğin alüvyal bir ova üzerinde yoluna
devam eden nehir, üzerinde aktığı mekânda bulunan hiçbir karakteristik yapıdan bağımsız değildir. Ovanın
alüvyal tabanlı olması akarsuyun bir fonksiyonu iken, taban suyu çevresindeki bitki örtüsü hatta yapılan
tarımsal faaliyet biçimi de akarsudan bağımsız değildir. Sadece yakınlık önemli bir fonksiyon olarak ortaya
çıkar. Akarsuya yakın alandaki bitki örtüsü ya da tarla akarsuya daha bağımlı iken, uzaktaki benzer üniteler
daha az bağımlı olacaktır.
Şekil 4: Otokorelasyon türleri

Pozitif ve negatif olmak üzere iki türlü otokorelasyon mevcuttur (Şekil, 4). Pozitif otokorelasyon harita üze-
rinde ya da mekân üzerinde benzeyen değerlerin birbirlerine komşu olacak şekilde konumlanmalarını ya da
grup oluşturmalarını ifade eder. Negatif otokorelasyon ise benzer durumların, varlıkların mekân üzerinde
farklı ve birbirlerinden uzak alana dağılmaları durumunda ortaya çıkar. İstatistiksel açıdan önemli bir kore-
lasyon meydana gelmediğinde mekânsal dağılış dokusu gelişigüzel ve rastsaldir (Goodchild, 1986). Moran’s
I ve Geary’s C olmak üzere iki çeşit mekânsal otokorelasyon tekniği vardır (Banerjee vd, 2004).
Moran’s I
Klasik olarak mekânsal otokorelasyon Morans I ve Geary’s C şeklinde iki türlü hesap edilir (Tablo 4). Moran
1950’li yıllarda tablodaki formülü kullanarak otokorelasyonu hesap etmiştir. Moran’s I metodunda sonuçlar
-1 ile +1 arasında değişir. Pozitif (+) değerler pozitif otokorelasyonu negatif değerler (-) ise negatif otokore-
lasyonu gösterir. 0 (sıfır) ise otokorelasyonun var olmadığını ifade eder. İki farklı noktada konumlanan değiş-
kenler karşılaştırılırken öznitelik değerleri bağlamında ağırlık fonksiyonu ile hesaplamalar yapılır (Banerjee
vd, 2004). Bu tür ölçüm yapılırken komşuluk durumunu belirleyen (tanımlayan) tanımsal kriterlere ihtiyaç
vardır.

429
Tablo 4. Mekansal otokorelasyon denklemleri (Erdoğan vd., 2008)
Moran’s I Geary’s C
n n n n
N ∑∑ w ij (x i − x)(x j − x) N ∑∑ w ij (x i − x j ) 2
i =1 j=1
I= i =1 j=1
n n n
C= n n n
( ∑∑ w ij )∑ (x i − x) 2 2( ∑∑ w ij )∑ (x i − x) 2
x i =1 j=1 i =1 i =1 j=1 i =1

Burada N: gözlem sayısını (nokta veya poligon), : gözlemlerin global ortalamasını, Xi :belli bir
lokasyondaki noktanın değişken değerini, Xj: diğer bir lokasyondaki noktanın değişken değerini ve
Wij: ağırlık değerlerini (i ve j için elde edilen göreceli ağırlık) göstermektedir.

Geary’s C
Bu ölçüm yönteminde etkileşimler ortalamadan sapmaların bir sonucu olmayıp, sapmalar gözlenen lokas-
yon çiftleri arasındaki sapma yoğunluğu ile ilgilidir (Banerjee vd, 2004). Bu teknik Moran’s I ‘nın tam tersi
bir mantıkla çalışır. Bu nedenle benzer bir sonuç ortaya koymaz, çünkü gözlem çiftleri arasındaki farklar
dikkate alınırken, çiftler arasındaki kovaryansa bakılmaz. Bu durumda Moran’s I daha çok global bir gösterge
olurken, Geary’s C katsayısı ile dar bir alanda komşuluk ilişkisi ortaya konur. Geary’s C metodunda sonuçlar
0 ile 2 arasında değişir. 0 (sıfır) değeri mükemmel otokorelasyonu (yüksek kümelenme derecesini), 2 negatif
otokorelasyonu (ayrışım-benzersizlik), 1 değeri ise otokorelasyon olmadığını (ilişkisizlik ya da düşük küme-
lenme derecesi) gösterir.

Mekansal Enterpolasyon
Mekânsal enterpolasyon tekniği mekân üzerindeki bilinen noktalardan hareketle bilinmeyenlerin kestirim
süreçlerini kapsar. Bu yöntemde belli bir alan üzerinde yer alan ve öznitelik bilgileri bilinen varlıkları kullana-
rak ölçümü yapılmamış diğer benzer olaylar tahmin edilir. Bu yöntem aynı zamanda noktasal ölçümlerden
hareketle süreklilik arz eden sonuçların elde edilmesinde de kullanılır. Enterpolasyon sonucunda elde edilen
değerlerle oluşturulan mekânsal örüntüler diğer mekânsal varlıklarla karşılaştırılabilirler. Dolayısıyla bu yön-
tem noktasal veriden hareketle süreklilik gösteren yüzeysel verilerin üretilmesi işi olarak da kabul edilebilir.
Gerekli işlemlerin yapılabilmesi için her şeyden önce üzerinde çalışılan alanın genel karakteristik özelliklerini
ortaya koyacak sayıda noktasal verinin bulunması şarttır. Benzer dönüşümlere verilebilecek en güzel örnek
yağış haritalarının üretilmesidir. Bilindiği gibi yağış ölçen istasyonlar belli sayıda bulunur. Yeryüzünde her
noktaya ölçüm istasyonu kurmak hem pratik olmaz hem de mümkün değildir. Fakat belli noktalara kurulan
istasyonlardan sağlanan ölçüm değerleri kullanılarak enterpolasyon yöntemiyle, çalışılan alanın tamamı için
yağış değerlerinin tahmin edilmesi mümkün hale gelir. Böylece bilinen bir değerden hareketle o noktaya
yakın diğer alanlar ya da noktalar için değerler tespit edilmiş olur. Enterpolasyon neticesinde ölçüm değeri
bilinen noktaya yakın alanlar birlerine daha çok benzer olurken, referans noktadan uzaklaştıkça benzerlik
sürekli bir şekilde azalacaktır. Sonuç olarak benzer değerler bir arada kümeleşirken, referans noktasına uzak
olanlar ise kendi içerisinde benzerlik oluşturacak biçimde başka bir kümeyi veya kümeleri oluşturacaktır.
Kriging (Krigleme) yöntemi ise en çok tercih edilen mekânsal enterpolasyon tekniğidir. Bu yöntemde ise
mekânsal varyasyonu ortaya koyabilmek için variogramlar kullanılır. O nedenle kriging tekniğini açıklamadan
önce yarıvariogramlar üzerinde durulacaktır.

430
Yarı variogram
Mekân üzerindeki değişkenlerin arasındaki fark, değişkenler arasındaki uzaklığın bir fonksiyonu olarak orta-
ya çıkar. Mekânsal istatistikte değişkenlerin uzaklığa bağlı olarak farklılık göstermeleri variogram yöntemiyle
gösterilir (Ölgen vd., 2009). Elde edilen fonksiyon birbirine belli bir mesafede bulunan iki değişken arasındaki
farkın varyansı olarak kabul edilir (Haining, 2004). Diğer bir ifade ile söylenecek olursa mekân üzerinde ko-
numlanan iki nokta arasındaki farka ait varyansın büyüklüğü, noktalar arasındaki uzaklığa bağlı olarak ortaya
çıkar.
Semivaryans ise iki örnek arasındaki mekânsal bağımlılığın ölçüsüdür. Noktalar arasındaki semivaryansın
derecesi (magnitüdü) aralarındaki mesafenin büyüklüğüne bağlıdır. Küçük mesafe düşük varyans, büyük
mesafe ise yüksek varyans anlamına gelir. Mesafenin bir fonksiyonu olarak elde edilen semivaryansların
gösterildiği grafiklere semivarioagram adı verilir (Şekil 5). Mesafenin artmasıyla birlikte yarı varyans da art-
maya devam eder. Ancak belli bir noktada yarı varyansın, ortalama varyans değerine eşitlenmesi ile artış
trendi durur ve düz değişmeyen bir yüzey meydana gelir. Bu değere tepe değeri adı verilir. Örneğin; denize
yaklaştıkça yağışın artma eğilimi belli bir değere ulaştığında artışını durdurur ve sabit kalır. Ya da merkeze
yaklaştıkça suç oranı artışına devam eder ve belli bir değere ulaşınca sabit devam eder.
Tipik yarıvariogram ve unsurları Şekil 7’de gösterilmiştir (İnal ve Yiğit, 2003). İlgilenilen noktadan, tepe değe-
rine kadar olan kısma bölgesel değişken adı verilir. Bu aralıkta lokasyonlar birbirleri ile ilişkilidir. Bütün bilinen
örnekler bu aralıkta yer alırlar. Diğer bir ifade ile bu mesafe kovaryansın sıfıra eşit olduğunu gösterirken,
aynı zamanda fiziksel olarak bir değişkenin etki zonunun sınırlarını belirler. Bu sınırlar dışındaki değişkenler
arasında bir ilişki söz konusu değildir ve birbirlerinden bağımsızdırlar. Dolayısıyla bu noktada bilinmeyen
değerler tahmin ediliyorsa yukarıda tarif edilen sınırlar içinde olmak zorundadır. Mekân üzerindeki noktalar
arasındaki mesafe sıfıra eşit olduğunda semivaryans kesinlikle sıfır olur. Ancak, örneklem hatası gibi birçok
sebepten dolayı, birbirine benzeyen noktalar, birbirleriyle ilgisiz gibi değerlendirilebilir. Bunun neticesinde
de variogram üzerinde kesintiler meydana gelir. Diğer bir ifade ile uzaklığa bağlı değişimi ortaya koyan hassas
bir uzaklık sınırı bulunmaktadır. Bu da bütün değişkenler içerisinde birbirine en yakın iki nokta arasındaki
uzaklığa eşittir. Elde edilen değer dağılımdaki en küçük mesafeyi ifade eder ve bu değerin altında veri bulun-
ma. Dolayısıyla daha küçük mesafeler için başka bir mesafe değeri belirlenemez. Bütün bunların neticesin-
de de variogram üzerinde süreksizler oluşur (Sluiter, 2009). Ortaya çıkan bu kesintiye nugget etkisi adı verilir.

431
Krigleme Enterpolasyon Yöntemi
Mekânsal enterpolasyon metotları içerisinde en çok kullanılan yöntem D.G. Krige isimli bir maden mühen-
disi tarafından geliştirilen kriging tekniğidir. Bir jeoistatistik tekniği olan kriging bilinen noktasal değerler
arasındaki mesafe ve varyans derecesini kullanarak bilinmeyen ya da ölçümü yapılmamış noktalara ait de-
ğerlerin tahmin edilmesinde kullanılır (Azpurua ve Dos Ramos, 2010, Ölgen vd., 2009) (Şekil 8). Krigleme
aynı zamanda ‘en iyi lineer yansız kestirici’ olarak da kabul edilir. Doğrusaldır çünkü tahmin edilen veriler,
eldeki verinin ağırlıklı lineer kombinasyonudur. Yansız olarak kabul edilir çünkü; ortalama hatası ‘0’ dır. Bu
yöntem yakındaki noktalardan daha fazla etkilenmeyi dikkate alan bir ağırlık modeli kullanarak bilinmeyen
değerlerin tahmin edilmesini amaçlar. Böylece optimal ve yansız tahminler yapılmış olur. Yine bu yöntemde
varyans hatası minimize edildiği ve tahmin hatalarının ortalaması sıfıra eşit olduğu için sonuçlar optimum ve
yansız şekilde elde edilmiş olur. Bütün bu işlemler bir önceki kısımda ele alınan semivariogram kullanılarak
gerçekleştirilir. Kriging metodu aynı zamanda kullanıcıya değişim trendlerinin yönü hakkında da bilgi verir.
Kriging tekniğinin en önemli özelliklerinden birisi de kestirim yoluyla bilinen her noktanın tahmin hata dere-
cesini vererek elde edilen sonuçların güvenirlik düzeyini ortaya koymasıdır. Bu yüzden kriging en iyi tahmin
gerektiğinde, veriler iyi olduğunda ve hata tahminleri lazım olduğu durumlarda kullanılmalıdır. Kriging me-
todunun genel denklemi aşağıdaki gibidir (Ölgen vd., 2009).

�� � � ����
���

Zp: P noktasının ondülasyon değerini, Wi: Zp’nin hesabında kullanılan her bir Zi’ye karşılık ağırlık değerini,
Zi: Zp’nin hesabında kullanılan noktaların ondülasyon değerini ve n ise kullanılan gözlem sayısını göstermek-
tedir.
Bugün literatürde birçok kriging çeşidine rastlamak mümkündür. Normal, Basit ve Evrensel (üniversal) gibi
türleri en çok kullanılanlardır.

Sonuç
Günümüzde coğrafi teknolojinin gelişmesiyle birlikte karmaşık coğrafi analizler daha kolay yapılabilir hale
gelmiştir. Bu nedenle manuel yöntemlerle yapılması oldukça zor olan jeoistatistiksel analizler coğrafyacıların
en çok tercih ettiği yöntemlerden birisi olmuştur. Jeoistatistik ise koordinatlı verileri kullanarak mekânsal
kestirimlerde bulunan yöntemlerden oluşmaktadır. Bugün mekânsal dağılımların karakterini anlamamıza
yarayan birçok teknik bulunmaktadır. Ancak elimizdeki kitabın içeriği ve kapsamı nedeniyle bu bölümde en
çok tercih edilen teknikler üzerinde durulmuştur. Burada bahsi geçmeyen ve çeşitli beşeri ve fiziki coğrafya
çalışmasında kullanılabilecek mekânsal istatistik tekniğinin bulunduğu göz ardı edilmemelidir. Özellikle CBS
tabanlı mekânsal istatistik teknikleri artan bir hızla coğrafyacılar tarafından kullanılmaktadır.

Kaynakça
Azpurua. M. and Dos Ramos. K. (2010). A comparison of spatial interpolation methods for estimation
of average electromagnetic field method. Progress In Electromagnetics Research Methods, 14, 135-145.
Banerjee, S. Carlin, B. P. and Gelfand, A. E. (2004 ). Hierarchical modeling and analysis for spatial data.
New York: Chapman and Hall.
Dobesch, H., Dumolard, P. and Dyras, I. (2007). Spatial interpolation for climate data. USA: ISTE Ltd,
Erdoğan, S., Demirel, R. ve Tiryakioğlu, İ. (2008). Coğrafi bilgi sistemlerinin neonatal tetanozun dağılı-
mının belirlenmesinde kullanılması. Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası,I. CBS Günleri Sempozyumu,
Ankara.
Goodchild, M. (1986). Spatial autocorrelation. Norwich: Geo Books,

432
Haining, R. (2004). Spatial data analysis: Theory and practice. UK: Cambridge Univ. Press,
İnal, C. ve Yiğit, Ö. C. (2003). Jeodezik uygulamalarda kriging enterpolasyon yönteminin kullanılabilirliği.
Coğrafi Bilgi Sistemleri ve Jeodezik Ağlar Çalıştayı , Konya
McGrew, J. C ve Monroe, C. B. (1993). Statistical problem solving in geography. Oxford-England: Wm. C.
Brown Publishers.
Ölgen, M. K. Erdal , Ü. ve Sökmen, Ö. (2009). Turgutlu-Salihli arasındaki organik tarım faaliyetlerinin
toprak üzerindeki etkileri. Ege Coğrafya Dergisi, 18(1-2), 17-30.
Rogerson, P. A. (2010). Statistical Methods for Geographya student’s guide(3nd ed.). USA: SAGE Publ.
Sluiter, R. (2009).Interpolation methods for climate data. KNMI intern report. Nederland: De Bilt.
Tobler, W. R. (1970). A computer movie simulating urban growth in the Detroit region. Economic Geog-
raphy ,46, 234–40.
U.S. Department of Commerce, (2001). Centers of population computation for 1950, 1960, 1970, 1980,
1990 and 2000.
Okuma Listesi
Bailey,T.C. and Gatrell,A.C. (1995). Interactive spatial data analysis. Harlow, Essex, England: Longman
Group.
Diggle,P.J. (1983). Spatial statistics. John Wiley & Sons, New York
Haining, R., (2003). Spatial data analysis - Theory and practice. Cambridge University Press, Cambridge,
UK.

433
434
ON DOKUZUNCU BÖLÜM
COĞRAFİ BİLGİ TEKNOLOJİLERİNİN COĞRAFİ
ARAŞTIRMALARDA KULLANIMI
Murat KARABULUT
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi

Coğrafi Bilgi Teknolojileri ve Geleneksel Coğrafya


Coğrafi Bilgi Sistemleri
Coğrafi Veri
Coğrafi Verilerin CBS Ortamında Sunumu
Mekânsal Analiz

Giriş
Coğrafya, tarihi süreç içerisinde genellikle olayları keşfetmeyi hedeflemiştir. Yerkürede yeni lokasyonların
keşfinin tamamlamasından sonraki dönemlerde coğrafyacılar beşeri ve fiziki olayların mekânsal dağılışlarını
ve karşılıklı etkileşimlerini incelemeye başlayarak disipline yeni bir bakış açısı kazandırmışlardır. Bu süreç içe-
risinde haritaların daha verimli ve etkili kullanımlarına yönelik olarak yöntemler geliştirerek perspektiflerini
zenginleştirmişlerdir. Bunun sonucunda da coğrafi araştırmaların hedefi yeni yerlerin sadece tasvir edilme-
sinin de ilerisine gitmeye başlamıştır. Neticede coğrafyacılar fiziki ve beşeri olaylara ait dokuların ortaya çıkış
sebepleri ile ilgili ve problem çözümüne yönelik kararlar vermeye başlamışlardır (DeMers, 1997). Kısaca
coğrafyacılar fiziki ve beşeri olayların birbirleriyle ve çevreyle olan ilişkilerinin hangi düzeyde ve ne şekilde
olduğunu anlamaya çalışmışlardır.
Günümüzde ise yerkürenin tamamına yakını ile ilgili keşifler tamamlanmış ve tasviri çalışmalar geçen yüzyı-
lın ortalarından itibaren önemini kaybetmiştir. Buna karşılık coğrafi araştırmalarda basit ve ilkel yöntemlerin
yerini bilgisayar ve uydu teknolojileri almıştır. Böylece herhangi bir alanda veri toplamak için yapılan uzun
ve tehlikeli arazi seyahatlerinin sayısı azalma göstermiştir. Bunun yerine bilgisayarda üretilmiş haritalar ve
istatistiksel veriler coğrafi araştırmaların temelini oluşturmaya başlamıştır. Bu teknoloji temelli veri toplama
ve analiz metotlarını, tıp doktorlarının hastalıkların teşhisi sırasında x-ışını filmlerini kullanması örneğinde ol-
duğu gibi, coğrafi araştırmalar için dünyaya açılan yeni ve farklı pencereler olarak kabul etmek mümkündür.
Bilgisayar ve uydu teknolojilerinin sağladığı kolaylıklar ve yeni bakış açıları sayesinde önceleri her yönden
anlayamadığımız karmaşık olayların daha detaylı bir şekilde değerlendirilmesi mümkün hale gelmiştir. Yir-
mi, otuz yıl önce bilim adamlarının hayal dahi edemediği bazı coğrafi olayların farklı yönleri ile haritalama-

435
sı ve analiz edilmesi kolaylaşmıştır. Hatta geçmişte hiç düşünmediğimiz mekânsal problemleri çözmek ve
gelecekteki durumları hakkında hesaplamalar yapmak olanaklı hale gelmiştir (Wright vd, 1997; Karabulut,
2003). Coğrafyanın en çok ilgi duyduğu konuların başında gelen olayların mekânsal dağılışı ile ilgili detaylı
hesaplamaların yeni teknolojilerle kolayca yapılabiliyor olması, mekânı daha etkili anlamamıza yardımcı ol-
muştur. Bu avantajlı ve uygulaması pratik yaklaşım sayesinde geleceğin planlanması kolaylaşmış ve coğraf-
yacıların karar verme mekanizmaları içerisindeki rollerinin önemi artmıştır. Ayrıca insan ve doğanın barışık
halde yaşayabilecekleri ve optimum faydanın sağlanabileceği sürdürülebilir düzenlemelerin yapılması da
olası hale gelmiştir.
Ancak burada gözden kaçırılmaması gereken tek gerçek coğrafyanın halen keşfedici özelliğinin devam edi-
yor olmasıdır. Değişen sadece coğrafya araştırmalarının misyonunun daha önceki zamanlara göre çok fazla
önem kazanmasıdır. Coğrafi bilgi teknolojileri yoluyla öğrenilebilecek ve kullanılabilecek fikir ve araçlar keşif
süresince işimizi daha da kolaylaştırmaktadır.

Coğrafi Bilgi Teknolojileri ve Geleneksel Coğrafya


Günümüzde coğrafi bilgi teknolojileri kullanılarak yapılan coğrafi analizler ve problem çözümleri sayısal
tekniklerin kullanılmaya başlandığı 1960’lı yılların başından beri çeşitli ölçeklerde yapılmaktadır. Ancak yeni
teknolojiler bu analizlerin daha hızlı, kolay ve etkili bir şekilde yapılmasına büyük katkılar sağlamıştır. Özel-
likle geleneksel manuel metotların pahalı, yoğun işgücü ve emek gerektiren yapıları nedeniyle birçok olayın
çözümünde ve planlanmasında yetersiz kaldıkları herkes tarafından bilinen ve kabul edilen bir gerçektir. Bu
nedenle daha önceleri coğrafi bilgi kullanılarak problem çözümü ve karar verme mekanizmalarına yardımcı
olunması çok sınırlı kalmıştır. Bugün coğrafi bilgi teknolojileri milyarlarca dolar ekonomik gücü ve dünya
çapında yüz binlerce iş imkânıyla önemli bir sektör olarak ortaya çıkmaktadır (Goodchild, 2010). Bu nedenle
birçok düzeyde eğitimi yapılmakta ve profesyonel kadrolar yetiştirilmektedir.
Bugün dünya genelinde coğrafya disiplininin varlığı ve önemi diğer bilimler tarafından yeniden benimsenir
hale gelmiştir. Coğrafyayı genel olarak birçok bilimin kesişme noktasında kabul eder ve bütünleştirici bir di-
siplin olarak tanımlarız. Bu bağlamda coğrafi bilgi teknolojileri coğrafyada birçok veri setlerini ve analizlerini
bütünleştiren yapısıyla geleneksel coğrafyayı temsil etmektedir.
Coğrafi bilgi teknolojileri özellikle kamu kurumlarında coğrafi bilinci artırarak veri kalitesi, değişim standart-
ları, veri toplamanın koordine edilmesi, veri yaygınlaştırılması konusunda olumlu etkiler yapmıştır. Dahası
coğrafi verilerin toplanması ve analiz edilmesi multi-milyar dolarlık bir sektörün doğmasına sebep olmuştur.
Bu da coğrafya eğitiminin önemini artırmış ve yeni iş olanaklarının doğmasına sebep olmuştur. Bazı bö-
lümler ihtiyacı karşılamak üzere kısa süreli kurslar düzenlemek zorunda kalmışlar ve çok sayıda öğrencinin
coğrafya bölümünü tercih etmesini sağlamışlardır. Böylece kendi kendini finansal açıdan destekleyebilen
ve uygulamalı araştırmaların yapıldığı coğrafya bölümleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Coğrafi bilgi tekno-
lojileri büyük oranda coğrafya disiplinine katkılar sağlarken bu teknolojiden diğer birçok alanda da yarar
sağlamışlardır. Yani bu alanı sadece coğrafya bölümleri kontrol etmemektedir. CBS ismi adı altında bilgisayar
tabanlı coğrafya, bilgisayar bilimleri, orman fakülteleri, bölgesel planlama, jeoloji gibi birçok alanda öğretil-
miş, geliştirilmiş ve uygulaması yapılmıştır. Bu çok önemli bir gelişmedir, çünkü geçmiş zaman içerisinde bu
bölümlerden hiçbiri programlarında coğrafya ile ilgili zorunlu derslere yer vermemişlerdir. Gelinen bu seviye
disiplinimizin yeni bir anlam ve derinlik kazandığını bize göstermektedir. Böylece büyük bütçelere sahip bö-
lümler doğmuş ve mekânsal analize yönelik çalışmalar diğer disiplinlerle birlikte ele alınmaya başlanmıştır.
Bilgisayar teknolojilerindeki baş döndürücü gelişmeler gelecekte Türkiye’de ve dünyada teknoloji temelli
coğrafyanın çevre bilimleri, sanayi, planlama, ticaret ve kamu yönetimi alanlarında daha yoğun kullanım
imkânı bulacağının sinyalini vermektedir.

436
Buraya kadar ifade ettiklerimizi özetlersek otomatikleşmiş bilgi teknolojilerinin coğrafya disiplinine üç yönde
yarar sağladığını söyleyebiliriz: 1) Coğrafi olay ve olguların otomatik yöntemlerle daha pratik ve etkili bir şe-
kilde aydınlatılması, 2) disiplinin felsefi bakış açısı üzerinde etki yaparak bütünleştirici sistem yaklaşımlarının
benimsemesini sağlaması, 3) mekânda meydana gelen fiziki ve beşeri özelliklerin harita ortamında veya
dijital olarak gösterimlerinin daha iyi ve etkileyici hale getirilmesi. Netice olarak araçlarda, bilimsel uygu-
lamalarda ve coğrafi metot kapasitelerinde teknolojik gelişmeye bağlı olarak meydana gelen değişmeler
nedeniyle kamu yöneticilerinin kompleks toplumsal ve teknolojik problemlerin çözümü sırasında ve bilim
adamlarının geniş alan analizlerini daha hızlı ve etkili yapabilmesi için coğrafyacılara ihtiyaçları daha da ar-
tacaktır. Bu yeni araçlar bilgisayarlı kartografya ve grafiklendirme, dijital uzaktan algılama, CBS, mekânsal
istatistik ve sayısal mekânsal modellemelerden oluşmaktadır. Bütün bu alanlar analitik bütünlük içerisinde
coğrafyanın her alanında kullanılabilirler. Böylece coğrafi fikirler toplumsal yapı içerisine kolayca entegre
edilmiş olacaktır.

Coğrafi Bilgi Sistemleri


CBS binlerce yıldır kesintisiz olarak devam eden coğrafi araştırmaların temelini oluşturan fikir, teori, kavram
ve felsefi yaklaşımların otomatikleşmiş hali olup çözümü aranan sorulara harita temelli olarak cevap vermek
amacıyla düzenlenmiş bir sistemdir (Karabulut, 2005). Literatürde var olan bazı tanımlar Tablo 1’de göste-
rilmektedir.

Kutu 1. Farklı bilim adamları tarafından yapılan CBS tanımları


“Gerçek dünyaya ait mekânsal (uzaysal) verileri toplayan, depolayan, gözden geçiren, dönüşümü sağ-
layan ve gösterimini yapan güçlü araçlar setidir” (Burroughs 1986, Principles of Geographical Infor-
mation Systems for Land Resources Assessment)

“Mekânsal (uzaysal) verileri kullanarak problem çözmeyi amaçlayan karar destek


sistemidir.” Cowen 1988 (Photogrammetric Engineering and Remote Sensing 54:1551-4)

“Coğrafi verileri yüklemeyi, depolamayı, işlemeyi ve yönetmeyi amaçlayan Manuel ve bilgisayar te-
melli süreçler bütünüdür.” (Aronoff 1989, Geographic Information Systems: a Management Pers-
pective).

“Mekânsal ve koordinatlarla ilişkilendirilmiş verilerle çalışmak üzere düzenlenmiş bilgi sistemi, diğer
bir ifade ile özellikle hem mekânsal verileri içeren veri tabanı sistemi olup, hem de verilerin işlenme-
sini sağlayan bir sistemdir.” Estes & Star (Clarke 2001, Getting Started with Geographic Information
Systems)

“Mekânsal olarak dağılım gösteren ve haritada çizgi, nokta ve alanla ifade edilen coğrafi özellikleri,
aktiviteleri ve olayları içeren veri tabanlarını çeşitli yöntemlerle analiz eden özel bir bilgi sistemidir.”
Dueker (Clarke 2001, Getting Started with Geographic Information Systems).

CBS tanımı birçok kez yapılmış olmasına rağmen henüz kapsamlı ve doğru bir tanım üzerinde fikir birliğine
varılamamıştır. Aslında birçok alanla ilişkili olan coğrafyanın tanımında da benzer fikir ayrılıklarının yaşan-
dığı da bir gerçektir (Wright vd, 1997). Bu süreç içerisinde CBS birçok bilim dalı tarafından melezleştiril-
mekte, değiştirilmekte ve entelektüel, kültürel, ekonomik ve politik yönlerden ele alınarak farklı tanımları
üretilmektedir (DeMers, 1997). Neticede CBS terimi esnekleştirilmekte ve yeni tanımlarda anlaşılması zor

437
teknik bir dil ortaya çıkmaktadır. Popüler literatür ve bilimsel yayınlarda bu kargaşa belirgin bir şekilde ken-
dini göstermektedir. Özellikle CBS’nin alt uygulama alanlarının CBS’nin kendisiyle eşit görüldüğü literatürden
anlaşılmaktadır (Tablo 2). Bu tür kullanımların yanlış olduğunu Şekil 1’i incelediğimizde kolayca anlayabiliriz.
Şekilden de anlaşılacağı gibi Kent Bilgi Sistemleri CBS’nin sadece alt uygulama alanlarından birisidir. Dolayı-
sıyla Kent Bilgisi Sistemleri’ni CBS’ye eşdeğer görmek, konuya hâkim olmayan ve kendi çalışma alanlarını ön
plana çıkarmak isteyenlerin yanlış bir değerlendirmesidir.
Kabul edilmiş bir tanımın bulunmamasının sebebi, CBS’nin kökeni, kapasitesi ve ne amaçla kullanılabileceği
konusunda birikmiş olan yanlış anlaşılmalarla ilgilidir. Bu tür yanlış yargılar çoğu zaman CBS’nin bilgisayarlı
kartografyadan farklı olmadığı düşüncesinin yerleşmesine sebep olmuştur. Çünkü iyi yetişmemiş bir gözlem-
ci için her iki sistemin gösterimi birbirine benzemektedir. Sadece basit ve küçük farkların var olduğu sanıl-
maktadır. Konuyla ilgili iyi eğitim almış insanların CBS’nin analitik gücü yönüyle çok farklı olduğunu bilmesi
gerekir (Tablo 3). Tecrübeli ve eğitimli bir kullanıcı için CBS’nin tanımına ihtiyaç yoktur.

Tablo 2. CBS anlamında kullanılan terminoloji ve gerisinde yatan sebepler (DeMers, 1997).
Terminoloji Kaynak
Coğrafi Bilgi Sistemleri ABD ve dünyanın çoğu ülkesinde
Coğrafik Bilgi Sistemleri İngiltere ve Avrupa
Jeomatik Kanada’da
Jeoilişkisel Bilgi Sistemi Teknoloji tabanlı
Doğal Kaynaklar Bilgi Sistemi Disiplin temelli
Arazi Kullanım Bilgi Sistemi Disiplin temelli
Kent Bilgi Sistemi Disiplin temelli
Uzaysal-Mekânsal Bilgi Sistemi Coğrafi Olmayan
Mekânsal Data Analiz Sistemi Sistemin yaptığı işle ilgili (teknoloji)

Şekil 1: Bilgi sistemlerinin şematik gösterimi.


Şekil Kent Bilgi Sistemlerinin yerini vurgulamaktadır (DeMers, 1997).

438
Tablo 3:Geleneksel uygulamalı kartografya ve CBS karşılaştırılması (DeMers, 1997)
Geleneksel Kartografya CBS
-Veri toplama: hava fotoğrafı, arazi çalışması -Veri toplama: hava fotoğrafı, uydu görüntüleri, arazi
çalışmaları, (GPS)
-Veri işleme: bir araya getirme, sınıflama gibi çizgisel -Veri işleme: bir araya getirme, sınıflama, analiz etme,
süreçler döngüsel süreçler
-Harita üretimi: final hedefi, bazen yeniden üretim, -Harita üretimi: her zaman final hedefi değil bir harita
yayma kullanılarak birçok yenisinin üretilmesi
-Yeniden harita üretimi -Yeniden harita üretimi, tablosal veriler, grafik üretimi.

CBS problemlerin çözümünde bütüncül yaklaşımı kullanır. Zaman ve mekân verileri birlikte kullanılarak çoğu
zaman otomatik olarak çözümler üretilir. Ancak her CBS çözümlemesi, bilgisayar yazılımı ve donanımı kul-
lanmak zorunda değildir. Yaygın olarak kullanılan tanımlarda hareket edilecek olunursa CBS’nin birçok alt
sistemden meydana geldiği görülür. Bu alt sistemleri aşağıdaki şekilde sıralamak mümkündür.

Veri toplama
Araştırmada kullanılacak mekânsal verilerin belirlenmesi ve birçok kaynaktan toplanarak sisteme ilave edil-
mesi işlemlerini kapsar. Bu aşamada, aynı zamanda farklı formatta elde edilen mekânsal verilerin dönüşüm-
leri de yapılır. Çünkü veriler farklı kaynaklardan elde edildiği için çoğu zaman farklı formatta olurlar. Verilerin
bazıları tablosal özellikte iken diğer bir kısmı analog harita formatında olabilir. Bitki örtüsü ile ilgili bir çalışma-
da bir taraftan çeşitli ölçeklerde üretilmiş haritalar kullanılırken, diğer taraftan floristik özelliklerin belirlendi-
ği envanter çalışmaları yoluyla sağlanan veriler başka formatta olabilmektedir. Bazı çalışmalarda ise verilerin
birincil kaynaktan elde edilmesi gerekir. Bu durumda da araştırıcı çeşitli teknikler (GPS, Hava Fotoğrafı ve
arazi çalışması) kullanarak ihtiyaç duyduğu veriyi kendisi toplaması gerekir. Burada unutulmaması gereken
en önemli konu uygun veri bulunamadığı zaman CBS çözümlemesi yapılamayacağıdır. O nedenle doğru ve-
riye ulaşmak hayati önem taşır. Arzu edilen verilere ulaşmanın da bir maliyet gerektirdiği unutulmamalıdır.

Veri depolama ve gözden geçirme


Bu aşama verinin bilgisayar ortamında veri tabanına yüklenmesi ve yönetimini içerir. Mekânsal verilerin
yüklenmesi, düzenlenmesi, gözden geçirilmesi ve değişikliklerin gerçekleştirilmesi gibi işlemler yapılır. Bu
aşamada dikkat edilmesi gereken nokta verinin hatadan arındırılmış bir şekilde sisteme ilave edilmesidir.
Veri girişi ve manipülasyonu sırasında hatalı verileri belirlemek ve düzeltmek olası problemlerin ve zorlukla-
rın önüne geçilmesi anlamında önemlidir.

Veri işleme ve analiz


Bu aşama verilerin bir araya getirilmesi veya ayrılması, parametrelerin ve sınırlılıkların belirlenmesi ve mo-
delleme fonksiyonlarının çalıştırılması işlemlerini kapsar. Burada sistem veri tabanındaki verileri kullanarak
yeni bilgiler üretir. Örneğin, siteme yüklenen topoğrafya verisi kullanılarak bakı haritası elde edilebilir. Bu
işlemler sırasında tek bir yöntem ya da sistemle sonuca çoğu zaman ulaşılamayacağı için kullanıcı hangi
aşamalardan geçerek sonuca gidilebileceği konusunda tecrübeye sahip olmalıdır. Bazı durumlarda verinin
CBS yazılımından alınıp başka ortama aktarılarak çeşitli işlemler yapıldıktan sonra tekrar CBS ortamına akta-
rılması gerekebilir. Bütün bu süreçler mekânsal analiz mantığının iyi bilinmesini gerektirir.

439
Raporlama
CBS ortamında elde edilen sonuçlarla ilgili çıktıların ortaya konduğu aşamadır. Bu çıktılar veri tabanının bir
parçası olarak tablo (örneğin her bir eğim sınıfına düşen arazi kullanım tiplerinin rakamsal dağılımları), grafik
(illerin demografik özelliklerinin grafiksel gösterimi) ve harita (erozyon risk alanlarının mekânsal dağılımını
gösteren haritalar) formatında olabilirler. Çıktıların bir kısmı dijital olabileceği gibi analog formatta kâğıt veya
film üzerinde sunulabilir. Ancak bu sonuçların başka bir coğrafi araştırmada ya da çalışmada kullanılacak
şekilde saklanması hayati önem taşır. Çünkü çoğunlukla CBS’de elde edilen çıktılar başka bir çalışmanın baş-
langıç verisini oluşturabilir (Şekil 2).
Şekil 2: CBS iş akış şeması (Georgian, T., 2009)

Yukarıda bahsedilen bu alt sistemler geleneksel kartografik çalışmalar ile CBS arasındaki benzerlik ve farklı-
lıkların ortaya konulmasında yardımcı olabilir. Birinci alt sistem kartografik süreçlerin Tablo 4’teki fonksiyon-
larına paralellik gösterir. Diğer alt sistemlerle ilgili karşılaştırmaları Tablo 4’ten izlemek mümkündür.

Tablo 4. Analog ve dijital CBS sistemlerinin karşılaştırılması (DeMers, 1997)


Fonksiyon Kartoğrafya CBS
Toplanan veri kâğıt üzerine nokta, çizgi Toplanan veriler bilgisayar ortamına nokta, çizgi
ve poligon olarak işlenir. ve poligon olarak kodlanır.
Veri Kaynakları Veri Kaynakları
-Kartografik veri kaynakları ile aynı
-Hava Fotoğrafları
-İlave olarak:
-Analog Uzaktan Algılama Verileri
DLG (Dijital Çizgi Grafik)
-Arazi Çalışması
DEM (Dijital Yükseklik Modeli)
Giriş fonksiyonları -Görsel Tanımlamalar
Dijital Ortofotolar
-Beşeri Veriler
Dijital Uzaktan Algılama Verileri
-İstatistiki Veriler
Diğer dijital veri tabanları

440
-Noktaların, çizgilerin, ve poligonların -Noktalar, çizgiler ve poligonlar bilgisayarda
sembollerle hücreler (grid) veya koordinat çiftleri şeklinde
Depolama ve gözden depolanır.
geçirme fonksiyon- kâğıt üzerine çizimleri yapılır.
-Öznitelik tabloları koordinat çiftleri ile ilişkilen-
ları
dirilir
-Basitçe harita okuma yapılır. -Bilgisayar araştırma teknikleri kullanılır
-Güçlü bilgisayarları kullanarak veri setleri ile
-Cetvel, planimetre, pusula ve benzeri
ilgili ölçme, karşılaştırma, içeriğin tanımlanması
Veri işleme ve analiz aletlerin kullanımını gerektirir.
gibi işlemleri yapar.
fonksiyonları
-Veriler sadece harita üzerinde bir araya
-Ham verilere ulaşmak kolaydır, ileriki çalışmalar
getirilmiş ve sunumları yapılmıştır, bu-
için bir araya getirmek ve yeniden sınıflandırma
nun dışında kullanım imkânları sınırlıdır.
mümkündür.

-Sadece grafik gösterim vardır. -Haritalar CBS için çıktı çeşitlerinin sadece bir
tipini ifade eder
-Birçok harita formu bulunur.
-Küçük ayrıntılar dışında CBS geleneksel al çizimi
Sonuç çıktıları -Değişiklikler kartogram içerebilir
haritaların opsiyonlarının hepsini üretebilir.
-CBS çıktıları tablo, grafik, diyagram ve fotoğraf
şeklinde de olabilir

Coğrafi Veri
Yeryüzünde veya mekânda yer alan objeler veya olayların her birine coğrafi varlık adı verilir. Mekân üzerinde
yer alan bu varlıklar sahip oldukları konumlar ve kendilerine has karakteristik özellikleri nedeniyle birbir-
leri ile ilişki içerisindedirler. Bu bağlantılar doğal olabileceği gibi yapay da olabilir. Mekânsal organizasyon
diyebileceğimiz bu durumu CBS ortamında modellemek ya da çeşitli yönleri ile analiz etmek mümkündür.
Gerekli analizleri yapabilmek için yukarıda sözü edilen coğrafi varlıkların her türlü özelliği dâhil olacak şekilde
koordinat bilgileriyle birlikte tanımlanarak bilgisayar ortamına aktarılması gerekir. Bu işlemi gerçekleştire-
bilmek için coğrafi varlığın gerçeğine benzer biçimde konumsal bilgileriyle grafiksel olarak ve karakteristik
özelliklerini içeren sözel bilgileri içeren ve grafiksel olmayan niteliklerini de kapsayacak şekilde CBS ortamına
aktarılması gerekir. Bu şekilde sisteme girilen verilere koordinat bilgileri içermeleri nedeniyle coğrafi veri adı
verilir. Dolayısıyla coğrafi veri grafiksel ve grafiksel olmayan (öznitelik) olarak iki grupta toplanabilir. Yukarıda
iki şekilde ifade edilen coğrafi veriler mekandaki fiziki (topoğrafya, nehir, jeoloji) ve beşeri (bina,yol) olayları
kapsarlar. Bütün bu özellikler belli bir ölçek dâhilinde küçültülerek haritalar üzerinde gösterilirler. Geleneksel
analog haritalarda coğrafi varlıklar ve öznitelik özellikleri çeşitli semboller yoluyla sınırlı bir şekilde gösteril-
miştir. Bu bağlamda mekânsal varlıklara ait birçok bilgiyi haritalardan elde etmek mümkündür. Ancak bu
varlıklara ait diğer kapsamlı verilerin hepsinin analog harita üzerinde sembolleştirilerek işlenmesi imkânsız-
dır. Ancak bu haritalar CBS ortamına aktarıldıklarında sınırlılıklar ortadan kalkar ve neredeyse sonsuz sayıda
öznitelik verisinin CBS ortamına aktarılması olası hale gelir.

Coğrafi Verilerin CBS Ortamında Sunumu


Yukarıda da belirtildiği üzere coğrafi varlıklar CBS ortamında grafiksel ve grafiksel olmayan bilgiler şeklinde
ifade edilirler. Grafiksel bilgi coğrafi varlığın gerçeğine yakın şeklini, boyutunu, konumunu gösterir. Coğrafi
varlıklar doğası gereği nokta, çizgi ve alan (poligon) gibi grafiksel şekillerle gösterilirler. Grafiksel bilgiler ise

441
coğrafi varlığın karakterini yansıtan sayı veya harfle ifade edilen özelliklerdir. Örneğin bir nehrin adı, havzası,
uzunluğu ve akım değeri gibi bilgiler bu gruba girer.
Bilindiği gibi gerçek yeryüzü ve üzerindeki coğrafi varlıklar haritalara belli koordinat sistemleri kullanılarak
dönüştürülürler. Bu bağlamda varlıklar Kartezyen düzlemi mantığı ile x,y koordinatları veya coğrafi olarak
enlem ve boylam değerleri ile kesin olarak tanımlanırlar. Örneğin tek bir nokta ile ifade edilen varlıklar (bina,
kaynak) sadece tek bir x,y koordinatı ile; çizgi şeklindeki varlıklar (yol, nehir) koordinat dizileri ile; alan ifade
eden varlıklar ise başlangıç ve bitiş aynı olan bir dizi koordinat değeri ile referanslandırılırlar.
Yukarıda ifade edildiği gibi koordinatlarla tanımlanan mekânsal öğelerin karakteristik özelliklerinin de bilin-
mesi ve sistemde yer alması gerekir. Bu tanımlayıcı bilgilere CBS’de öznitelik verisi adı verilir. Örneğin nok-
ta varlık olarak gösterilen bir su kaynağının, debisi, sıcaklığı, kimyasal özellikleri öznitelik verisini oluşturur.
Böylece mekânda var olup grafik gösterimi yapılan her detayın kendine has özelliği daha sonraki analizlerde
kullanılmak üzere sistemde yer almış olur.
Coğrafi varlıklar sisteme sayısallaştırma yoluyla aktarılırlar. Bu aktarım sırasında iki farklı yöntem kullanılır.
Bunlardan birincisi vektörel veri modeli, ikincisi ise raster (hücresel) veri modelidir (Şekil 3).
Vektörel veri modeli
Bu modelde coğrafi varlıklar haritalardakine benzer şekilde gerçek görünümleri ile sembolleştirilirler. Bu
veri yapısında coğrafi varlık nokta, çizgi, poligon gibi geometrik gösterimden oluşur. Her bir varlık x ve y ko-
ordinat değerleri ile tanımlanır. Yukarıda ifade edildiği gibi noktasal detaylar (bina, kaynak, kuyu) tek bir (x,y)
koordinat çifti ile tanımlanarak sembolleştirilir. Çizgisel görünümdeki detaylar ise bir başlangıç ve bir de bitiş
noktası olan koordinat dizilerinden meydana gelir. Alansal özelliğe sahip varlıklara ait detaylar ise başlangıç
ve bitiş koordinatları aynı olan birçok koordinat serisinden meydana gelir. Bu tür veriler spagetti ve topolojik
veri yapısı olmak üzere iki biçimde bilgisayar ortamında depolanır.
Raster Hücresel Veri Modeli
Bir önceki paragrafta anlatılan vektör veri modelinde varlıklar gerçek görünümleri dikkate alınarak çizgi-
sel sembolleştirmeler yoluyla sisteme aktarılırken, raster veri yapısında varlıklar küçük hücreler kullanılarak
adeta fotoğrafları çekilerek bilgisayar ortamına yüklenirler. Böylece her bir farklı değeri, dolayısıyla rengi ifa-
de eden seri haldeki piksel (hücre) adı verilen kare şekilli kutucuklardan oluşan bir veri seti elde edilmiş olur.
Piksel adı verilen fotoğraf elementleri grid olarak adlandırılır. Gridler (pikseller) temsil ettikleri coğrafi varlığın
özelliklerine bağlı olarak sayısal bir değere sahip olurlar. Bu tür veri yapısının temel özeliği varlıklar arasında
belirgin bir sınırın olmaması ve süreklilik arz etmeleridir. Bu özellikleri ile varlıklar arasında net sınırların bu-
lunduğu vektörel gösterimden ayrılırlar. Varlıklar piksel değerleri ile ilgili olan renk tonları ile birbirlerinden
ayrılırlar. Örneğin bir arazi kullanım haritasında tarım alanları koyu tonda, orman alanları açık tonda göste-
rilerek birbirlerinden farklılaşırlar. Mekân üzerinde hücresel modelde varlıkların detay gösterimleri verinin
mekânsal çözünürlüğü ile alakalıdır. Çözünürlük ise ölçeğin bir fonksiyonu olarak ortaya çıkar. Bu tür veri
yapıları özellikle sınırları belirgin olmayan, süreklilik arz eden ve tedrici geçişlerin olduğu coğrafi varlıkların
gösteriminde kullanılır. Örneğin yağış ve sıcaklık haritaları raster gösterime en uygun olanlardır.

442
Şekil 3: CBS’de kullanılan veri modelleri (Georgian, T., 2009)

Mekânsal Analiz
CBS analizlerinin özünü mekânsal analiz oluşturur. Mekânsal analiz yapabilmenin ön koşulu ise mekânın
geometrisinin iyi anlaşılmasıdır. Mekânın geometrisinin ortaya koyduğu ilişkileri anlamanın yolu ise mekânı
bütün olarak üzerinde hiçbir coğrafi varlığı dışında bırakmayacak şekilde geometrik bağlantılarıyla göstere-
bilmeye bağlıdır. Örneğin; harita formunda sunulan veriyi anlayabilme ve sonuç üretme yeteneği mekânsal
analiz için gereklidir. Harita okuma yoluyla mekânı anlama yeteneği ‘mekânsal düşünebilme’ olarak adlan-
dırılabilir. CBS’nin harita temelli olması öyle bir yeteneği gerekli kılmaktadır. Mekânsal düşünebilme; göz ve
beyinin uyumlu bir şekilde harita üzerinde gösterilen farklılıkları, dokuları ve hareketleri doğru bir şekilde
tespit edebilmesi oranında daha güçlü olur. Mekanı efektif bir şekilde sayısal yöntemlerle analiz edebilmek
için bir çok teknik geliştirilmiştir.
“Bir resim bin kelimeye, bir harita bin resme bedeldir” derken düşüncelerin şekil veya fotoğraf yoluyla çok
etkili bir biçimde ortaya konulabileceği vurgulanmaktadır. Bu yüzden birçok bilim dalında düşünceler veya
gerçekler semboller, şekiller ya da coğrafyada olduğu gibi haritalar yoluyla anlatılmaya çalışılır. Konuyla ilgili
birçok çalışma görüntü yoluyla bilginin daha etkili bir şekilde anlatıldığını ve anlaşıldığını ortaya koymaktadır.
Coğrafya biliminde de kullanılan görüntüler oldukça önemlidir. Haritalar veya diğer görsel sunumların mekâ-
nı anlamada ve anlatmada etkili bir araç olduğu görülmektedir. Neticede de coğrafyacılara has diyebileceği-
miz güçlü bir mekân algısı ortaya çıkmaktadır. Ancak coğrafya eğitimi alan her bireyin benzer mekân algısı ve
analiz yeteneğini ortaya çıkaracağı da söylemek doğru olmaz. Dolayısıyla mekânsal analiz yeteneği toplum
içerisinde çok çeşitlilik gösterir. Belki de CBS’nin en önemli fonksiyonlarından birisi de öğrencilere mekânı
anlama ve algılamada sağladığı kolaylıktır. Çünkü CBS mekânı bütün unsurları ile birlikte sunarken, diğer baş-
ka hiçbir aracın yapamadığı işi yapmaktadır. Coğrafya çalışmalarında kullanılan ve CBS’nin güçlü bir biçimde
ortaya koyduğu mekân analizi ilgili çeşitli kavramların bilinmesi önemlidir. Diğer bir ifade ile CBS yapmanın
yolu coğrafya dilini iyi bilmekten geçmektedir. Burada aslında çok kompleks bir yapının anlaşılması için basit
kavramaların öğrenilmesinin önemli olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle bundan sonraki bölümlerde bu
kavramlar üzerinde durulacaktır (Goodchild, 2010).

443
Mekân
Fiziki mekân uzayda yer kaplayan, belirgin bir sınıra sahip ve koordinatlarla konumu belirlenen alan olarak
tarif edilebilir. Üzerinde yaşadığımız yerküre gezegeninin de kendine has özelliklere sahip sayısız fiziki mekân-
dan meydana geldiğini düşünebiliriz. Çünkü insanoğlu yeryüzünü çeşitli amaçlara yönelik olarak bölümlere
ayırmış ve hepsine bir isim vermiştir. Bu mekânlar fiziki yeryüzünde matematiksel olarak ifade edilebilecek
konumlara sahiptir. Coğrafyacılar bu mekânlara ait koordinatları, isimleri veya adresleri kullanarak kendine
has özelliklere sahip bu yerleri tanımlarlar. Tanımlama işlemleri sırasında çoğu zaman yapay veya doğal sı-
nırlar kullanırlar. Coğrafyacı olmanın gereği olarak tanımlanan bu yerler hakkında fiziki veya beşeri özellikleri
içeren veriler toplanır ve analiz edilir. CBS ise bu işlemleri yapmada çok önemli bir yardımcı araç olarak kulla-
nılır. Yani mekânla ilgili her türlü sorgulama veya analiz CBS ortamında hızlı, ucuz ve etkili bir biçimde yapılır.
Öznitelik
Yukarıda bahsettiğimiz mekân üzerinde yer alan coğrafi varlıkların rakam veya sözel olarak ifade edilen
karakteristik özelliklerine öznitelik denir. Örneğin; herhangi bir toprağın adı, eğimi, topoğrafik pozisyonu
ve derinliği gibi özellikler öznitelik olarak kabul edilir. Coğrafyacılarda mekân üzerinde var olan varlıkların
özelliklerini CBS ortamında analiz ederek çeşitli sonuçlar üretirler. Öznitelik bilgilerinden hareketle çeşitli
mekânsal analizler ve sorgulamalar yapılır. Diğer bir ifade ile CBS ortamında analizler öznitelik bilgileri kul-
lanılarak gerçekleştirilir. Bu nedenle öznitelik bilgisi içermeyen veri setleri CBS ortamında hazırlansalar dahi
analiz aracı olarak kullanılamazlar. Bu nedenle doğru ve geçerli analizler öznitelik verilerinin kalitesine ve
kapsamına bağlı olarak şekillenir.
Coğrafi Varlık
Mekân üzerinde var olan beşeri veya fiziki özelliklere ait her türlü detay coğrafi varlık olarak adlandırılır.
Bunlar mekânı oluşturan ya da mekân üzerinde yer alan bireysel objeler olarak kabul edilebilir. Her bir varlık
geometrik özelliği bağlamında sembolleştirilerek CBS ortamında ifade edilebilir. CBS’de varlıkların geometrik
gösterimi nokta, çizgi ve poligon olmak üzere üç türlüdür. Bu geometrik şekiller uzunluk, alan veya şekil gibi
geometrik özelliğe sahiptir. CBS bu özelliklerinden hareketle mekân üzerindeki ilişkileri, bağlantıları ve orga-
nizasyonları analiz eder. Ancak bunu yaparken matematik biliminin topoloji kavramından yararlanır. Topoloji
ise geometriden bağımsız mekânsal ilişkileri çeşitli yöntemler kullanarak inceler. Topoloji yakınlık, komşuluk
veya sağda ya da solda olma durumlarını dikkate alarak coğrafi varlıklar arasında bağlantı kurarak çeşitli
sonuçlar üretir. Aynı zamanda CBS üst üste çakıştırma yoluyla varlıklar arası ilişkileri çözümler. Örneğin; bir
fay hattı etrafına belli mesafede bir zon çizerek, o zon üzerindeki yerleşmeleri deprem riski yönünden de-
ğerlendirmek mümkündür. Burada CBS hem üst üste çakıştırma hem de yakınlık analizi ile bir problemin
çözümüne yardımcı olmaktadır. Böylece CBS bir yandan benzer varlıkları kendi içerisinde değerlendirirken,
diğer taraftan da farklı varlıkların birbirleri ile olan bağlantılarını kurar.
Varlıkların geometrik şekilleri de coğrafya çalışmalarında önem kazanır. Örneğin varlıkların dağılış paternleri-
ni ortaya koymada noktasal gösterimler, herhangi bir şehirsel gelişimi tarihi süreç içerisinde poligon sunum-
lar ve arazi parçalanmalarının durumu ya da akarsu yatağında meydana gelen değişimler çizgisel gösterimle
etkili bir şekilde ortaya konabilir.
Harita
Gerçek dünya belli oranda küçültülerek ve çeşitli semboller kullanılarak düzlem üzerinde haritalar vasıtasıyla
görsel hale getirilir. Bu sunumlar planimetrik olarak coğrafi varlıkların mekân üzerinde dağılışını gösteren
doğru gösterimlerdir. Kısaca söylenecek olursa gerçek dünya küçültülüp bir modele dönüştürüldükten son-
ra haritalar vasıtasıyla mekâna ait coğrafi varlıkların analizi mümkün hale gelir. CBS bu ilişkilerin etkili bir

444
şekilde daha az emekle ortaya konulmalarını sağlar. Dolayısıyla haritalar CBS çalışmalarının en önemli girdi-
leri olup aynı zamanda çıktılarını da oluştururlar. Mekânın bir modele dönüştürülüp sunulması birçok yolla
olmaktadır. Yani birçok harita türünden bahsetmek mümkündür. Son dönemlerde bilgisayar teknolojisinde
meydana gelen değişmeler ve gelişmeler sayesinde birçok formda harita üretimi olanaklı hale gelmiştir. CBS
yazılımları sayesinde ölçek seçimindeki zorlukların ortadan kalkması, projeksiyon gösterimindeki gelişmeler-
le artık yerkürenin gerçeklerine benzer ortamlarda mekanın haritalanması mümkün hale gelmiştir.
Mekânın Çoklu Özellikleri
Coğrafi mekân üzerindeki varlıkların her birisi ayrı ayrı tabakalara dönüştürülerek CBS ortamında saklanırlar.
Her bir tabaka ifade ettiği varlığın öznitelik verileri ile birlikte geometrik modellerini içerir (kapsar). Örneğin
alüviyal bir ova hakkında çalışma yapan bir coğrafyacı, toprak, drenaj, eğim, ulaşım, yerleşme gibi birçok
coğrafi varlığı anlatan tabakalar kullanır. Harita sunumu sırasında yerleşmeler nokta, ulaşım ve drenaj ağları
çizgi, toprak ve eğim ise poligon tabakaları şeklinde modellenir (sembolleştirilir). CBS bu verileri bir birleri
ile ilişkilendirerek çeşitli sonuçlara ulaşır. Örneğin; eğim ve drenaj özellikleri kullanılarak sel alanlarını tahmin
edebilir. Ya da hepsi birlikte kullanılarak ovanın optimum alan kullanımı ile ilgili sonuç haritalar üretilebilir.
Mekânsal Heterojenlik
Coğrafi dünya (mekân) doğası gereği kompleks bir yapıya sahip olup çoğu zaman heterojen bir karaktere
sahiptir. Bu durum yerkürenin çeşitli parçaların birçok yönden farklılık arz ettiğini ortaya koyar. Mekânı oluş-
turan varlıkların dağılışı birçok nedene bağlı olarak çoğu zaman düzenli ve dengeli değildir. Bu yüzden hem
beşeri hem de fiziki koşullar yeryüzünün farklı parçalarında değişkenlik arz eder. Küçük ölçekte hazırlanmış
bir harita üzerinde daha homojen bir durum ortaya çıkarken, büyük ölçekte detay gösterim nedeniyle hete-
rojenlik artar. Dolayısıyla CBS’de kullanılan verilerin heterojenliği sadece gerçek fiziki mekânın bir fonksiyonu
değil, aynı zamanda kullanılan ölçeğin de bir fonksiyonu olarak ortaya çıkar. Daha öncede belirtildiği gibi
beşeri özellikler de çoğu zaman mekân üzerinde heterojen bir durum ortaya koyar. Örneğin yerleşmeler
dünyanın her yerinde dengeli bir biçimde dağılmamıştır. Hatta küçük bir ülke içerisinde dahi yüksek hetero-
jenliğe rastlamak mümkündür. Coğrafyacıların hedefleri arasında bu farklılıkların analizi yer alır. CBS ise bu
farklılıkların analizinin hızlı bir biçimde yapılmasını olanaklı hale getirir. Manuel yöntemlerle yapılması müm-
kün olmayan çoklukta veri setleri kullanılarak kompleks ilişkiler ancak CBS yöntemleri ile çözümlenebilir.
Lokasyon temelli yaklaşımlar vasıtasıyla benzer problemlere alternatifli cevaplar bulunabilir.
Mekânsal Örnekleme
Gerçek dünya ya da coğrafi mekân doğası gereği sahip olduğu fiziki ve beşeri özellikler bakımından kompleks
bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla mekânı anlamak ve ilgili problemi çözebilmek için daha basit yapıya dönüşmüş
modeller kullanmak gerekir. Coğrafya çalışmalarının çoğunda coğrafi varlıklara ait verilerin tamamına ulaş-
mak mümkün olmaz. Bu durumda örnekleme yoluyla veri toplamak kaçınılmaz hale gelir. Bu şekilde topla-
nan örnek verilerden hareketle popülasyonun tamamı hakkında yargıya varmak mümkün hale gelir. Ancak
doğru sonuçlara ulaşabilmek için etkili örnekleme metotlarının kullanılması gerekir. Yukarıda da bahsedildiği
gibi örneklem metodu ilk başta ölçekten etkilenir. Örneğin; su kalitesi analizi yapılırken toplanan örnek sayısı
sonucu doğrudan etkiler. CBS farklı örneklem metotlarını otomatik yolla yapabilme kapasitesi ile coğrafi ça-
lışmalara önemli ölçüde yol gösterir. Bu nedenle farklı örneklem yöntemlerinin kullanılmasına imkan veren
CBS kompleks sorunların çözümüne yardımcı olur.
Mesafe
Mekân üzerinde yer alan her coğrafi varlığın mutlak ve rölatif konumu mevcuttur. Coğrafyacılar çoğu zaman
varlıkların lokasyon özelliklerini kullanarak çeşitli ölçümler ve analizler yaparlar. CBS kullanarak iki nokta ara-

445
sındaki en kısa mesafeyi, çizgisel varlığın uzunluğunu ya da bazı sosyal ilişkileri ölçmek mümkündür. Örneğin;
iki yerleşme arasındaki mesafe kuş uçuşu ölçülebilirken, bir nehrin uzunluğunu ya da iki yerleşmenin sosyal
kriterler bakımından benzerliğini ölçebiliriz. CBS’nin en önemli fonksiyonlarından birisi olan zonlama (buffer)
yöntemi ile varlıkların çevrelerinde belirli aralıklarla kuşaklar oluşturmak suretiyle analizler yapılabilir. Bu tür
işlemler nokta, çizgi ve poligon geometrisi ile ifade edilen varlıklarının hepsine uygulanabilir. Yani bu kuşaklar
bir kuyu, nehir veya jeolojik formasyon çevresinde çizilebilir. Örneğin; bir akarsuyun etrafında çizilecek bir
zonla yer altı su tablasını besleme derecesi tespit edilebilir.
Mekânsal Bağlantı
Mekânda yer alan coğrafi varlıklar, çevrelerinde bulunan diğer varlıklardan etkilenirler. Herhangi bir coğrafi
olay yakın çevresini hem etkiler hem de ondan etkilenir. Yakın varlıkların etkileşimleri yüksek iken, mesa-
fenin artmasıyla etkileşimin derecesi düşer. Diğer bir ifade ile herhangi bir varlığa komşu bir olaya bakarak
varlığın kendisi hakkında bazı sonuçlara ulaşılabilir. Ancak mekânda bulunan diğer varlıklarla da az veya çok
ilişki her zaman mevcut olacaktır. Dolayısıyla mekânsal dağılış haritaları yapılmak suretiyle varlıklar arasın-
daki bağlantının tespit edilmesi mümkün hale gelmektedir. Örneğin; suç olaylarının dağılışını gösteren bir
harita, diğer beşeri özellikleri gösteren haritalarla ilişkilendirildiğinde suçun neden o lokasyonda işlendiği
konusunda ipuçları sunabilir. Yangın çıkış noktalarının haritalanması ile yangına sebep olan beşeri veya fiziki
koşulların ne veya neler olduğu, CBS ile sistematik bir yaklaşımla ortaya konabilir. Kısaca söylenecek olursa
bütün burada anlattıklarımız mekânsal analiz içerisinde önemli bir yere sahip olan komşuluk analizlerine
örnek verilebilir. CBS’nin temel topolojik fonksiyonlarından birisi de komşuluk analizi yapabilmesidir.
Mekânsal Bağımlılık
Bir önceki bölümde ele alınan komşuluk ilişkisi yakınlık bağlamında ele alındığında mekânsal bağımlılık orta-
ya çıkar. Mekânda var olan benzer varlıklar içerisinde en çok benzeyenler bir birlerine en yakın olanlardır. Di-
ğer bir ifade ile coğrafi yakınlık benzerliği artırır. Bu prensip Tobler’in coğrafyanın birinci kanunu konsepti ile
açıklanabilir. Yakın cisimler ya da varlıklar birbirlerine uzak olanlardan daha çok benzeme eğilimindedir. Bu
bakış açısı CBS uygulamalarının birçoğunun temelini oluşturur. En önemli kullanım alanı mekânsal enterpo-
lasyondur. Bu analizde iki komşu değer kullanılarak aradaki başka bir noktanın tahminini içerir. Örneğin;
yükseltisi bilinen iki nokta arasında kalan 3. bir noktanın değeri enterpolasyon yöntemi ile bulunur. Diğer bir
örnek verecek olursak; bir baraj gölünde su kalitesi analizi yapılmaktadır. Gölden sınırlı sayıda ölçüm değeri
alınmıştır. Örnek alınamayan geri kalan bölümler enterpolasyon yöntemiyle tahmin edilerek haritalanabilir.
Dolayısıyla ölçüm değeri bilinen bir coğrafi varlıktan hareketle, o varlığa yakın değerlerini tahmin etmek
CBS’nin en önemli fonksiyonlarından birisidir.
Alan Mücadelesi
Bir önceki kısımda birbirine yakın varlıkların daha benzer olduklarını vurgulamıştık. Ancak bazı sosyal ve
fiziki süreçler birbirlerinin aleyhine gelişebilir. Çünkü mekân üzerinde varlıklar ya da olaylar arasında sürekli
bir mücadelenin var olduğu bir gerçektir. Çoğu zaman bir coğrafi olayın mekândan herhangi bir lokasyonu
seçmesi, diğer süreçlerle mücadeleyi kazanmasıyla gerçekleşir. Bazen benzer ve aynı özellikteki coğrafi olu-
şumlar yan yana yaşayamazlar. Bu durum hem beşeri hem de fiziki olaylarla ilgilidir. Örneğin benzer üretimi
yapan iki işletmenin yakın olması işletme mantığına ve gerçeklere aykırı bir durum oluşturur. Çünkü aynı
pazara hitap eden işletmelerin istenilen kar düzeyini bu durumda yakalaması zor olur. Bu nedenle herhan-
gi bir yere bir işletme kurulacaksa, hedef kitlenin belirlenmesi ve hinterlandın iyi analiz edilmesi gerekir.
Coğrafyacılar gerek geleneksel metotlarla gerekse de CBS yoluyla bu şekilde hinterlant ve Pazar analizleri
yaparlar. Bütün araştırmalarda en çok kullanılan metotlardan birisi de çokgenleme (Thiessen poligonları)
tekniğidir. CBS ortamına girilen veriler çok kriterli değerlendirmelere tabi tutularak optimum yer seçimi ya-

446
pılır. CBS hastane, okul, itfaiye gibi kamuya ait kurumların binalarının yerlerinin belirlenmesinde sıkça tercih
edilmektedir. Benzer durumlar fiziki çevre için de geçerlidir. Örneğin; herhangi bir bitkinin optimum yetişme
koşulları modellenerek o bitki için en uygun alanlar belirlenebilir. Bu şekilde canlılar arası rekabette başarısız
olacak bir bitki uygun olmayan bir yerde yetiştirilmeyecek ve zamandan kazanç sağlanacaktır.
Hareket Yönü
Coğrafi mekânda varlıkların davranış yönlerinin her yönde gelişebileceği düşünülür. Yani mekânda olaylar
eşyönlü karakter gösterirler. Ancak detaylı analizler yapıldığında yönelim doğrultularının çok önemli olduğu
görülür. Örneğin; bir yamaçta suyun akış yönü, hava akımlarının ya da trafiğin akış istikameti çok önemlidir.
Çoğu zaman pratikteki katkıları ve problem çözümünde kullanımları nedeniyle mekânsal varlıkların hare-
ket yönlerinin bilinmesi önemlidir. CBS varlıkların mekân üzerindeki hareketleri ile ilgili analizleri etkin bir
biçimde yapabilir. Örneğin; yeryüzü üzerinde doğuş alanında meydana gelen bir hava kütlesinin hareket
özelliklerinin belirlenmesi iklimsel ya da hava tahminleri açısından çok önemlidir. Böylece hava kütlesinin
hangi yönde, hangi hızda ilerlediği belirlenerek tahminler yapılabilmektedir. Hatta tayfun gibi afete sebep
olacak oluşumları modellenmesi suretiyle yolu üzerindeki alanlarda önceden tedbir alınması mümkün hale
gelmektedir.

Mekân üzerinde birçok coğrafi olay birbirleri ile bağlantılı hale gelerek bir network oluşturur. Yol sistemleri,
akarsular veya alt yapı hatları bu duruma örnek gösterilebilir. Alt yapı hatlarının bağlantılarının CBS ortamın-
da tanımlı olması pratikte problemlerin çözümüne hız kazandırır. Örneğin; su şebekesinin herhangi bir yerin-
de arıza meydana geldiğinde, network bilgisi kullanılarak probleme çok hızlı bir şekilde müdahale edilebilir.
Benzer şekilde akarsu ağları hem biyolojik hayat hem de taşımacılık açısından önemlidir. Bu alanların CBS
ortamında network analizine tabi tutulması planlamada kolaylık sağlar. Belki de CBS’deki ağ analizleri içeri-
sinde en yaygın olanı acil durumlar sırasında kullanılanlardır. Örneğin; herhangi bir yangın noktasına çok kısa
sürede ulaşmak gerektiğinde ağ analizleri vasıtasıyla güzergâh belirleme işlemi kolaylıkla yapılabilmektedir.
En kısa mesafenin bulunması ya da en hızlı gidilecek güzergâhın seçilmesi sadece ağ analizleri ile mümkün
olabilmektedir.
Ölçek
Coğrafyada çalışılan konu hakkında ne kadar detaya inileceği çok önemlidir. Bazen çok kompleks ve de-
taylı analize gerek varken bazen de basit, daha az detay içeren analizler yeterlidir. Bu açıdan CBS ortamına
yüklenen veri manipülasyon yoluyla istenilen detay ölçeğinde değerlendirilebilir. Örneğin; şehir ölçeğinde
yapılan detaylı analizler mahalle sınırlarının bilinmesini gerekirken daha genel ve geniş bir araştırmada sı-
nırların önemi yoktur. Aslında bu tür çalışmalarda her şey araştırıcının hedefleri doğrultusunda şekillenir.
Bazen bir araştırıcı aynı ölçek olmasına rağmen çok daha detaylı veri ile çalışırken diğeri daha az detayla
çalışabilmektedir. Burada CBS istenilen detaya veri manipülasyonu vasıtasıyla ulaşılmasını sağlayarak ça-
lışmaya hız kazandırmaktadır. Ancak bu tür kararlar verilirken bilimsel prensiplerinden de uzaklaşılmaması
gerekir. Özellikle genellemeler yaparken verinin ve konunun doğasına aykırı kararlar vermemek gerekir. Eğer
verilerde yumuşatma yapılacaksa bu işlem, analiz sonuçlarını olumsuz yönde etkileyecek ve standartlardan
uzaklaştıracak nitelikte olmamalıdır.
Belirsizlik
Coğrafi dünyanın modellenerek haritasal olarak sunumlarının mükemmel ve hatasız yapılması imkânsızdır.
Dolayısıyla eldeki verilerde her zaman belli bir düzeyde belirsizlik mevcut olacaktır. Sözü edilen belirsizlikler
CBS çalışmalarında sonuçları doğrudan etkilediği için konunun dikkatlice ele alınması gerekir. Özellikle son

447
yıllarda CBS’deki hata kaynakları ve belirsizliklerle ilgili çalışmaların sayısı artmaktadır. Örneğin sınıflama ya
da pozisyon belirleme ile ilgili çalışmalar sırasında hata düzeylerinin bilinmesi gerekir. Beşeri olaylar doğası
gereği çoğu zaman sübjektif karakterde olduğu için değerlendirme sırasında yanılma oranı daha yüksek olur.
Örneğin arazi sınıflaması sırasında kullanıcı kararları sınıflama sonuçlarını doğrudan etkiler. Bu durumda ba-
zen doğru sınıflamaya ulaşmak mümkün olmaz. Ya da mekânın gerçekten iç içe geçmiş arazi örtüsü sınıfları-
nın ortaya konulması pratikte gerçekleştirilemez. Bu tür problemlerin bazıları CBS yöntemleri ile daha da aza
indirilebilir. Özellikle ‘bulanık mantık’ yöntemiyle sınıflama yaparak heterojen arazinin sınıflarının belirlen-
mesi, en azından daha az hata ile ortaya konması olası hale gelir. CBS ortamında bu tür hataları düşürmenin
diğer bir yolu ise, veri üzerinde yapılan işlemlerin tamamının kayıt altına alınmasıdır. Bu bağlamda metadata
kavramı içeriğinde süreçlerin takip edilmesi sağlıklı sonuçlara ulaşmada önemlidir.
Alan
Daha önceki bölümlerde de belirtildiği üzere mekân üzerindeki coğrafi varlıklar nokta, çizgi ve poligon gibi
geometrik sembollerle haritaya aktarılmaktadır. Ancak varlıkların ya da coğrafi olayların haritalanmasının
başka yolları da bulunmaktadır. Özellikle sınırları belli olmayan ve süreklilik arz eden özellikler sembolik gös-
terim yerine alansal ifadelerle haritalanabilirler. Bunun en güzel örneği varlıkların piksel adı verilen küçük ka-
reler kullanılarak gösterimlerinin yapılmasıdır. Özellikle uzaktan algılama verileri bu şekilde toplanır. CBS’de
bu şekilde elde edilen verilere ‘raster formattaki veri’ adı verilir. Temelde coğrafi varlık boyutları önceden
belirlenen küçük karelerle ifade edilir. Bu küçük parçaların birleşmesi ile bir bütün oluşur. CBS’de benzer
bir metot ise TIN olarak adlandırılan ve topoğrafik değişimi ortaya koymada kullanılan yöntemdir. Düzensiz
üçgen ağları (TIN) yoluyla topoğrafya kesintisiz ve süreklilik arz edecek şekilde bilgisayar ortamında gösterilir.
Bu tür veriler kullanılarak birçok yüzey analizini yapmak mümkün hale gelir. Coğrafyacılar özellikle iklim olay-
larının doğal sınırları bulunmadığı için burada açıklanan metotları kullanırlar. Tedrici geçişe sahip olan coğrafi
olayların açıklanmasında bu tür verilerin kullanılması daha doğru sunumların yapılması ve sonuçların elde
edilmesi için gereklidir.

Yoğunluk Tahminleri
Süreklilik arz eden objelerle (coğrafi varlık), bireysel özellikteki varlıkların konumları birbirlerinden farklıdır.
Ancak CBS ortamında bu iki farklı sunum şekilleri arasında transformasyonlar yapmak mümkün olabilmek-
tedir. Bu metotlardan birincisi var-yok anlamında olayların değerlendirilmesi ile gerçekleşir. İrdelenen alanda
o obje varsa ‘1’ değeri; yoksa ‘0’ değeri verilerek dönüşüm gerçekleşir. Diğer bir yöntem ise belli bir alana isa-
bet eden coğrafi varlık hesap edilerek yoğunluk bilgilerine ulaşılabilir. Örneğin; suç olayları münferit olarak
meydana gelir, biz bu vakaları mahalle sınırları kullanarak değerlendirdiğimizde suç yoğunluğunu mahalle
bazında elde etmiş oluruz. Ya da şehri belirli boyutlarda karelere bölüp her bir kareye oluşan suç vakasını
saymak suretiyle yine suç yoğunluk haritalarını bulmuş oluruz. CBS ortamında bu tür yoğunluk analizleri çok
hızlı ve etkili bir şekilde yapılabilmektedir.
Mekânsal Olasılık
Coğrafyacılar herhangi bir olayın meydana gelme ihtimalini bulmak isteyebilirler. Özellikle CBS ve istatistiğin
coğrafyada kullanılmaya başlamasıyla olasılık hesaplarını içeren çalışmalar artmıştır. Genellikle risk analizleri
sırasında sıkça tercih edilir. Herhangi bir yerde sel, deprem, heyelan, yangın gibi afetlerin meydana gelme
olasılıklarının bilinmesi önemlidir. Özellikle planlama ile uğraşan coğrafyacıların olasılık hesaplarını yapması
neredeyse zorunlu hale gelmiştir. CBS ise yoğun matematiksel işlemler gerektiren bu tür hesapları çok de-
taylı matematik bilmeyi gerektirmeden çözdüğü için tercih edilmektedir.

448
Bu bölümde Goodchild (2010) tarafından ortaya konan mekânsal analize yönelik özellikler değerlendirilmiş-
tir. Ancak burada açıklanan mekânsal analiz elementleri konunun her yönden ortaya konulmasında yeterli
olmayabilir. Saymadığımız diğer başka mekânsal analiz elementlerinin de bulunabileceği göz ardı edilme-
melidir.
Sonuç
Coğrafi bilgi teknolojilerini öğrenip kullanmaya geçmeden önce bazı dikkat edilmesi gereken konuların var
olduğunun unutulmaması gerekir. Yeni teknolojilerin coğrafyada kullanımı, bilinmeyen bölgelerin keşfi ka-
dar heyecan verici olabilir. Hâlbuki bilinmeyene doğru yapılan her hareket, çeşitli potansiyel problemlerin
çıkabileceğini dikkate almak zorundadır. Dolayısıyla keşfedilen yerle ilgili ne kadar çok bilgiye sahip olursak
daha az riskle yolumuza devam etmiş oluruz (DeMers, 1997). Bu nedenle iyi bir planlamanın yapılması ve
doğru araçların seçilmesi zorunludur. Geçmiş dönemlerde yaşayan insanların her türlü araca ve gerece sahip
olmaları ve kullanmaları düşünülemezse bugün de benzer sorunların mevcut olduğu göz ardı edilmemeli-
dir. Bu nedenle araştırıcı hangi aracı, nerede, nasıl etkili bir şekilde kullanacağı konusunda yeterli eğitime,
deneyime ve bakış açısına sahip olmalıdır. Teknoloji kullanımının başarısı da burada yatmaktadır. Özellikle
teknolojinin parlak ve göz kamaştırıcı çekiciliği nedeniyle temeldeki fikir ve konseptlerin unutulması, bilin-
memesi veya göz ardı edilmesi başarıyı büyük oranda etkileyecek ve zaman-para kaybıyla sonuçlanan bir
çalışma yapılmış olacaktır. Kısaca sadece teknolojiyi kullanabiliyor olmak CBS ve uzaktan algılama yapabil-
menin koşulu olmamalı, coğrafi fikir ve konseptlerin yeterince bilinmesi ve özümsenmesinin çok önemli
olduğu unutulmamalıdır.
Başarılı bir coğrafi bilgi teknolojisi uygulaması genel olarak kullanılan verilerin kalitesine bağlı bulunmaktadır.
Hatadan arındırılmış veri setlerinin kullanılmadığı uygulamalar sonucu elde edilmiş bilgilerin hiç bir değeri
yoktur. Özellikle CBS mekânsal veri tabanlarının oluşturulmasında hızlı bir şekilde kullanılmaya başlanılması-
na rağmen, veri seti ile ilgili hata kaynakları (özellikle birden fazla veri setinin entegre edilmesi durumunda)
henüz yeterli düzeyde ele alınmamış veya önemsenmemiştir. Doğruluğu konusunda bilgi sahibi olmadığımız
verilerle mekânsal analizlerin yapılması veya uyumsuz verilerin kullanılması sınırlı ve daha az güvenilir çizim-
leri ortaya çıkararak karar verme aşamasında yanlış yönlendirmelere sebep olacaktır. Hatta birçoğu hiçbir
şekilde kullanılmayacak ve neticede de zaman ve para kaybına sebep olacaktır (Karabulut, 2004).
Kaynakça
DeMers, M. N. (1997). Fundamentals of geographic information systems. New York: John Wiley.
Dobson, J. E. (1983). Automated geography. The Professional Geographer, 35, 135-143.
Dobson, J. E. (1993). Geographic revolution: A retrospective on the age of automated geography. The
Professional Geographer, 45, 431-439.
Goodchild, M. F. (2010). Geographic information systems. B. Gomez and J. J. Jones III (Ed.), Research
Methods in Geography in (pp. 376-391). West Sussex: Wiley-Blacwell.
Georgian, T., 2009, Introduction to Geographic Information Systems, Lecture Notes, St. Bonaventure
University)
Karabulut, M. (2005). Coğrafi Bilgi Sistemleri ve Otomatikleşmiş Coğrafya. Ege Coğrafi Bilgi Sistemleri
Sempozyumu, 27-29 Nisan 2005.
Karabulut, M. (2004). Coğrafi bilgi sistemleri ve hata kaynakları. 3. Coğrafi bilgi sistemleri bilişim günleri.
İstanbul: Fatih Üniversitesi.
Karabulut, M. ve Gürbüz, M. (2003). Coğrafya’da sayısal tekniklerin kullanılması. Türk Coğrafya Kurumu

449
Coğrafya Kurultayı Bildirileri İçinde (ss.281-286). Ankara: Gazi Kitabevi.
Star, J. and Estes, J. (1990). Geographic information systems. New Jersey: Prentice-Hall.
Stow, D. A. (2010). Remote sensing. B. Gomez and J. J. Jones III (Ed.), Research Methods in Geography in
(pp. 155-172). West Sussex: Wiley-Blacwell.
Wright, J. D., Goodchild, M. F. and Proctor, J. D. (1997). Demystifying the persistent ambiguity of GIS as
“Tool” versus “Science”. The Annals of the Association of American Geographers, 87(2), 346-362.
Gomez, B. and Jones III, J. P.(Ed) (2010). Research methods in geography. West Sussex: Wiley-Blacwell.
Okuma Listesi
Demirci, A. (2008). Öğretmenler için coğrafi bilgi sistemleri. İstanbul: Fatih Üniversitesi Yay.
Karabulut, M. (2005). Coğrafi bilgi sistemleri ve otomatikleşmiş coğrafya. Ege Coğrafi Bilgi Sistemleri
sempozyumu Bildiri Kitabı içinde (ss. 193-200). İzmir: Ege üniversitesi.
Karabulut, M. (2004). Coğrafi bilgi sistemleri ve hata kaynakları. 3. Coğrafi Bilgi Sistemleri Bilişim Günleri
Bildiriler Kitabı içinde (ss. 297-305). İstanbul: Fatih Üniversitesi.
Tecim, V. (2008). Coğrafi bilgi sistemleri: Harita tabanlı bilgi yönetimi. İzmir: Renk Form Ofset.
Turoğlu, H. (2008). Coğrafi bilgi sistemlerinin temel kavramları (2.bs.). İstanbul: Çantay Yayınevi.
Yomralıoğlu, T. (2000). Coğrafi bilgi sistemleri: temel kavramlar ve uygulamalar. İstanbul: Seçil Ofset.

450
451
INDEX

A araştırma soruları biomas


açık sistem araştırma tasarımı birincil veri
açık uçlu sorular araştırma ve öğretim gezisi bitki indeksi
açıklama araştırmada etik biyolojik birim
açıklayıcı araştırma arazi çalışması boylamsal araştırma
ADNKS arazi gezisi boyut
ağırlıklı ortalama merkez arazi kampı bozunma
akademik yazı arazi tatbikatı bölgesel coğrafya
akarsu AR-GE bölgesel gelenek
alan mücadelesi argon bölgesel ölçek
aldatma ARIMA buzul
aletsel kayıt Asssociation of American Geog- buzul dönemi
Alexander von Humboldt raphers buzularası dönem
alfa emisyonu Avrupa Coğrafyacılar Derneği büyüme etkenleri
alıntı yapmak Aydınlanma
alüminyum levha C
amaçlı örnekleme B Cambridge Journals
ampirizm bağımlı değişken Carl Sauer
AMS bağımsız değişken catchment
ana bileşenler analizi bağlantılılık CBS
ana fikir bank erozyonu Chicago Formatı
analiz basit rastgele örnekleme coğrafi bilgi teknolojileri
analiz birimi bata sayımı Coğrafi Bilimler Dergisi
Anhony Giddens belirsizlik coğrafi düşünce
anket Berkeley Ekolü coğrafi ölçek
anketin tasarımı beşeri coğrafya coğrafi varlık
anlama beta emisyonu coğrafi veri
Anne Buttimer betimleme coğrafyanın dört geleneği
ANOVA bilgilerin gizliliği Council of Science Editors (CSE)
antropojen bilim
APA formatı bilimsel Ç
aralıklı ölçek bilimsel araştırma çalışma evreni
araştırma hipotezi bilimsel kanun çap eleği
araştırma önerisi bilimsel yöntem çarpılma
araştırma periyodu bilimselcilik çarpıtma

452
çevresel determinizm drenaj etnografya
çizgi transekt DSİ eurostat
çok değişkenli analiz duplikasyon evren
çöküntü durum çalışması
çöp bilim Dünya Sistemleri Teorisi F
çözelti düşey atım faktör analizi
düzey 1 fay
D düzey 2 feminist
damla erozyonu düzey 3 feminizm
daraltma Fen Bilimleri Atıf İndeksi (Science
David Harvey E Citation Index)
davranışçılık EasyBib fenomenoloji
de Vries EBSCOhost fiziki coğrafya
debriz akıntısı Edmund Husserl Fred Schaefer
deformasyon Ege Coğrafya Dergisi Frederick Ratzel
değişken ekolojik yanılgı frekans
değiştirilebilir alansal birim prob- ekolojik yetişme ortamı
lemi ekskürsiyon G
dendrokronoloji ekspedisyon Geary’s C
denek El-Biruni geçerlik,
deneme alanı Elektromanyetik dalga geçerlilik
denence elektromanyetik spektrum gelişigüzel örnekleme
deneyselcilik Ellen Churchill Semple genel dolaşım modeli
deniz seviyesi Ellsworth Huntington genişleme
denüdasyon emperyalizm geri dönüş oranı
depozisyon EndNote Google Akademik
Derek Gregory enterpolasyon yöntemi gölgelilik
destek cümleleri envanter işleri gömülü teori
determinizm epistemoloji görüntü
dijital görüntü işleme erozyon görüntü yorumlama
direnenler erozyon çubukları görüş birliği
doğrudan alıntı erozyon köprüsü görüşme
doğrulama esneklik gözlem
doğruluk ESR gözlem gezisi
Doğu Coğrafya Dergisi etki faktörü gözlem ve tasvir
dolaylı alıntı etkinin sabitliği GPS
dolaylı kayıt etnografik metot gully
doz oranı etnografik yaklaşım güven aralığı

453
güven düzeyi iklim değişimi karbon
güvenirlik iklim modelleri kartezyen
güvenirlik indeks noktaları kartografya
güzergah indirgemecilik kartopu örneklemesi
insan-çevre yaklaşımı kaşif
H internetle anket kategorik veri
hareket yönü İntihal katılımcı gözlem
harita istatistiki bölge birimleri sınıflan- kavramsallaştırma
hassaslık dırması kendiliğinden arazi gözlemi
hata payı istatistikler kentsel yoksulluk
hava durumu işlemselleştirme kesikli değişken
hava fotoğrafı iThenticate kesitsel araştırma
hedef evren izostazi keşfedici araştırma
hermenotik izotop kıyı çizgisi
hızlandırılmış erozyon klimatik normal
hidrometre analizi J KnightCite
hipotez Jean-Paul Sartre kompozisyon
hipotez jeokronoloji kontrol değişkeni
hipotez kurma jeoloji kotalı örnekleme
hipsometrik eğri jeolojik kayıt kozmik radyasyon
histogram jeomorfoloji kozmojenik
holosen jeomorfoloji krigleme
homojenlik testi Journal Citation Report kritik faktör
hücre kronoloji
hümanist coğrafya K kronoloji
hümanizm kalibrasyon Kruskal_Wallis
kanal erozyonu kuadrat
I kanonik korelasyon kuaterner
International Geographical Union kanopi kuram
kantitatif araştırma kuramsal çerçeve
İ kantitatif coğrafya kuşak transekt
İBBS kantitatif devrim kültürel coğrafya
iç bükey kapak mektubu kültürel ekoloji
içerik analizi kapalı sistem kültürel peyzaj
idealism kapalı uçlu sorular küme örneklemesi
idiyografik bilim kapıcı kümeleme analizi
ikincil veri kapitalizm kümülatif frekans
iklim Karadeniz Bölgesi küresel ölçek

454
kütle spektrometresi metod online anket
metodoloji ontoloji
L mezo ölçek oransal ölçek
landsat MGM ortalama merkez
likert ölçeği mikro ölçek ortogonal fonksiyon
literatür analizi misyoner OSL
literatür taraması MLA formatı otokorelasyon
litoral modelleme otoregresyon
lüminesans modernizm Oxford Journals
makro ölçek Moran’s I oyuntu erozyonu
mantıksal çözümleme morfoloji
mantıksal pozitivizm morfometri Ö
manuel yorumlama multispektral öğretim çıktısı
marksist coğrafya mülakat ölçek
marksizm ölçek türleri
Marmara Coğrafya Dergisi N ölçme
Martin Heidegger nedensellik ölçüm düzeyi
maskulinizm Neil Smith ön işlemler
materyalizm neojen ön test
mekân nesnel yargı örneklem
mekânsal analiz network örneklem birimi
mekânsal bağımlılık NFBİ örneklem büyüklüğü
mekânsal bağlantı nicel araştırma örneklem çerçevesi
mekânsal boyut nicel yaklaşım örneklem oranı
mekânsal coğrafya nitel araştırma örnekleme
mekânsal çözünürlük nominal veri örnekleme hatası
mekânsal düşünme nomotetik bilim örtü
mekânsal heterojenlik nükleer radyasyon örtülü hipotez
mekânsal istatistik östatik
mekânsal olasılık O ötelenme
mekânsal otokorelasyon objektivite özetlemek
mekânsal ölçek odak grubu öznitelik
mekânsal örnekleme odaklanmak
Mendeley odaksızlaşma P
Merkezi Yerler Teorisi OECD palinoloji
mesafe olabilircilik Papers
metadata olasılıklı örnekleme paradigma
metal pul olasılıksız örnekleme parametre

455
paraphrasing rill SPOT
parsel rölatif mesafe SPSS
patern run standart mesafe
periyot RUSLE standart sapma elipsi
pilot uygulama su bölümü çizgisi
planlama S sübjektivite
planlama SAGE journals sürekli değişke
poligon saha çalışması
postayla anket sahte bilim Ş
postmodernizm Sanat ve İnsan Bilimleri Atıf İn- Şikago Sosyoloji Ekolü
postyapısalcılık deksi (Art & Humanities Citation
Index)
potasyum T
sayısal devrim
pozitivist metodoloji tabakalı örnekleme
ScienceDirect
pozitivist yaklaşım tahmin etme
sediment
pozitivizm takvim yaşı
sege
pragmatizm tamsayım
sensör
ProQuest tanımlayıcı araştırma
seyahatnameler
tarihsel analiz
sıfır hipotezi
Q tarihsel materyalizm
sıfırlanma
Questa Online Library tasvir
sıkışma
Taylor & Francis
sınıflama ölçeği
R tekstür
sınıflama, listeleme
radar tektonik
sınırları belirleme
radyoaktif telefonla anket
sıralama ölçeği
radyoizotop temel araştırma
sırt
radyokarbon temporal çözünürlük
sismik
radyometrik çözünürlük teori
sistematik hata
radyometrik tarihleme tez önerisi
sistematik örnekleme
raporlama Thomas Kuhn
sistematik veri toplama,
raster veri modeli THOMS
son buzul dönemi
rasyonalizm Thomson Reuters
soru tipleri
RDS (rölatif deniz seviyesi) TIMS
Sosyal Bilimler Atıf İndeksi (Social
realizm TL
Sciences Citation Index)
Refworks toplumsal istenirlik yanlılığı
sosyal darvinizm
renk tonu topografik
sosyo-ekonomik gelişmişlik sıra-
resmi olmayan veri laması toprak kaybı
resmi veri sömürgecilik toryum
Richard Harsthorne spektral çözünürlük Turabian formatı

456
turnitin veri tabanı Z
tutuklanma veri tipi zaman serileri
TÜBA veri toplama
TÜİK veri türleri
tümdengelim viyana halkası
tümevarım Von Thünen Modeli
türbülans
Türk Coğrafya Dergisi W
Türkiye Makaleler Bibliyografyası Web of Science
William Bunge
U William Morris Davis
ULAKBİM William Pattison
ulusal ikincil veri WMO
ulusal ölçek World E-Book Library
Ulusal Tez Merkezi
uluslararası ikincil veri Y
UN yamaç erozyonu
uranyum yanal atım
uydurma yanıltma
uygulamalı araştırma yanlı olma
uzaktan algılama sistemi yanlışlanabilirlik
uzaktan algılamada çözünürlük yapı
uzaktan algılma yapı
uzman görüşü yapılaşma teorisi
uzunlamasına araştırma yapısalcılık
üretkenlik yarı variogram
yarılanma ömrü
V yeniden yazmak
vadi yer şekilleri
vaka araştırması yerel ölçek
vaka çalışması yerlileşme
varoluşçuluk yeryüzü bilimi
vejetasyon yoğunluk
vejetasyon yoğunluk tahminleri
vektör veri modeli Yi-Fu Tuan
veri yüzey erozyonu
veri depolama yüzeysel akış parseli
veri matrisi yüzyüze anket

457
458

You might also like