Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 131

NEDÂ

Yayın No: 1

Kitabın Adı: İlme Teşvik


Yazar: İmam Gazâli

Tercüme: Ayhan Okumuş


Tashih&Redakte: Abdullah Yıldırım

Kapak Tasarım: Mehmet Can


Dizgi: İsmail Çakırcı

Cilt: Göksu Cilt Evi (332 342 02 07)


Baskı: Form Ofset (332 342 01 28)
Baskı Yeri: Konya
Baskı Tarihi: Haziran/2010

İLETİŞİM
Tel: 0554 511 63 56
İLME TEŞVİK

İmam Gazâli

Nedâ Yayınları
İÇİNDEKİLER Kelam İlmi’nin Doğuşu ve Dindeki Yeri…………………………………….72
İçindekiler……………………………………………………………………………….5 İmam Şafiî…………………………………………………………………..…………78
Hutbetul Hace ……………………………..…………………………..……………..9 İmam Malik……………………………………………………………………..…….87
Takdim……………………………………………………………………..……………11 İmam Ebu Hanife……………………………………………………………………91
1. BÖLÜM Ahmed b. Hanbel ve Süfyan es-Sevrî………………………………..….…..94
1- İlmin Faziletine Dair Ayetler……………………………….………………..17 3. BÖLÜM
2- İlmin Faziletine Dair Hadisler……………………………….……..…..….19 Halkın Makbul İlimler Olarak Kabul Ettiği
3- İlmin Faziletine Dair Âlimlerin Sözleri.…………………………………24 Aslen Makbul Olmayan İlimler……………..………………………..……….95
4- İlim Öğrenmenin Fazileti……………………………............................28 Zamanla Muhtevaları Değiştirilen Bazı Terimler………………….….103
5- İlim Öğrenmenin Faziletine Dair 1. Fıkıh…………………………………………………………………..…………….103
Ashab'ın ve Âlimlerin Sözleri ……………………………………..…………..30 2. İlim………………………………………………………………………………….107
6- İlim Öğretmenin Fazileti……………………………………………….…….31 3. Tevhid …………………………………………………………………………….107
7- İlim Öğretmenin Faziletine Dair 4. Tezkir……………………………………………………………..…………….….110
Ashab'ın ve Âlimlerin Sözleri …………………………………………………..35 5. Şatâhat…………………………………………………………..……..………….116
8- İlmin Faziletine Dair Aklî Deliller…………………………………..…….37 6. Tammat………………………………………………………….…….………….118
9- İlmin Dünyada Sağladığı Faydalar……………………………….………39 7. Hikmet……………………………………………………………..……..……….121
10- Siyasetin Mertebeleri…………………………………………………………41 Makbul İlimlerin Medhedilen (Övülen) Miktarı…………………..…..123
2.BÖLÜM 4. BÖLÜM
İlimlerin Kısımları………………………………………………………………….45 Halkın, Hilaf ve Cedel İlimlerine
Farz-ı Ayn Olan İlimler………………………………………………………..….45 İlgi Duymasının Nedenleri…………………………………..…………………133
Uygulama (Fiiller ile İlgili Meseleler)………………………….…………….47 Münazarayı, Sahabenin Meşvereti ve
Yasaklar (Terk Edilmesi Gereken Şeyler)……………………………….…49 Selefin Müzakeresi ile Karıştırmak………………………………………….135
İtikad ve Kalbin Amelleri………………………………………….………….….49 Münazaranın Afetleri ……………………………………………………..…….143
Farz-ı Kifaye Olan İlimler………………………………………………….…….52 Münazaranın Sebep Olduğu Kötü Huylar………………………..………144
Şer’i İlimlerin Kısımları…………………………………………………..……...53 1. Hased (Çekememezlik)………………………………………….…………..144
Usul (Asıl Olan İlimler)……………………………………….…………..……..53 2. Kibir ve Tekebbür (Böbürlenme)…………………………….………….144
Füru (Asıllardan Çıkarılan İlimler)……………………….…………………57 3. Hıkd (Kin)……………………………………………………………..…………145
Mukaddimât (Öncü İlimler)……………………………………………..……..55 4. Gıybet……………………………………………………………….….………….146
Mütemmimât (Tamamlayıcı İlimler)………………….……………….……55 5. Tezkiye-i Nefs (Nefsi temize çıkarmak)…………………..…………..146
Ahiret İlminin Kısımları…………………………….……………………………63 6. Tecessüs ……………………………………………………………….…………147
1. Mükâşefe İlmi…………………………………………………………...……….63 7. Ferah ve Gam…………………………………………………………...………148
2. Muamele İlmi……………………………………………………………….……66 8. Nifak………………………………………………………………….…..……….148
9. Hakk’ı Kabul Etmemek………………………………………..……………149
10. Riya…………………………………………………..……………….………….150
Âlimler Üç Sınıfa Ayrılır………………………………………………….……..153
5. BÖLÜM
Talebenin Riayet Etmesi Gereken Edeb ve Vazifeler…………………155
İlimlerin Mertebeleri……………………………………………………………..169
İrşad Edici Muallimin Vazifeleri……………………………………………..175
6.BÖLÜM
İlmin Afetleri ……………………………………………………………….………187
Kötü Âlimlerin Alâmetleri……………………………………………………..188
Ahiret Âlimlerinin Alâmetleri………………………………………………..192
Yakînin Manası………………………………………………………………..…..232
Şek……………………………………………………………………………………...232
Zan……………………………………………………………………..……………….235
İtikad………………………………………………………………………………..…233
Yakin…………………………………………………………………………………..233
Hutbetu-l Hâce
Hamd, ezelden ebede dek yalnızca Allah’a özgüdür. O’nu
över ve O’ndan Peygamber efendimizi, O’nun ehli beytini ve
sahabilerini rahmetiyle kuşatmasını dileriz. Allah Tealâ şöyle
buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Allah’tan sakınılması gerektiği gibi sakı-
nın. Sizler, kesinlikle müslüman olarak ölün.” (3/Ali İmran
102)
“Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan, ondan eşini var
eden ve o ikisinden birçok erkekler ve kadınlar vücuda geti-
rip (dünyanın dört bir tarafına) yayan Rabbinizden (emir
ve nehiylerine riayetsizlikten) sakının. Adını anarak birbiri-
nizden dilekler dilediğiniz Allah’tan ve sıla-i rahmi kesmek-
ten korkun. Hiç şüphesiz ki O, sizin üzerinize Rakîb’tir. (En
ince ayrıntısına kadar her halinizi daima gözetendir.)” (4
Nisa/1)
“Ey iman edenler! Allah’tan (emir ve nehiylerine riayet-
sizlikten) sakının ve doğru olan sözü söyleyin ki Allah, yap-
tığınız amelleri kabul etsin ve günahlarınızı affetsin. Allah
ve Resulüne itaat eden, elbette ki bütün büyük emel ve bek-
lentilerini elde etmiştir.” (33 Ahzab/71)
Bütün hitap ve kitapların başında ifade edilmesi sünnet
olan “hamd ve salat” fasılasını ifa ettikten sonra...
En doğru söz, Allah’ın kelamı ve en mustakim yol, Mu-
hammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in rehberlik ettiği yoldur.
Yoldan saptıran en şerli şeyler, dinde sonradan çıkartılan şey-
lerdir. (Din adına başlı başına bir ibadet olması amacıyla) dinde
sonradan çıkartılan her şey bid’attir. Her bid’at sapkınlıktır. Ve
hiç şüphesiz ki, her sapkınlık azaba mustehaktır.
12 İmam Gazali

Bir ümmetin başı ne şekilde düzelmişse sonu da hiç şüphe-


siz aynı şekilde düzelecektir. Bu ümmetin başının düzelmesi ise
ilimle olmuştur. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah’ın
kendisine vahyettiği ilmi ashabına tebliğ etmiş, ashabı ise bu il-
mi Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den aldıkları gibi tedris
etmişler ve hayatlarına geçirmişlerdir. İşte böylece çok kısa bir
sürede şehid Seyyid Kutub’un ifadesiyle o eşsiz Kur’an nesli or-
Takdim taya çıkmıştır.
Hiç şüphesiz ki ilim bir nurdur. Allah için ilim tahsil etmek Tarihin sayfalarına baktığımız zaman İslam ümmetinin il-
ibadettir. İlmi aramak cihaddır. Bilmeyene öğretmek sadakadır. me ne denli önem verdiği aşikârdır. Sadece tek bir hadis öğre-
İlmi müzakere etmek tesbihtir. Allah ancak ilimle bilinir ve Al- nebilme adına günlerce katedilen yollar, ilim uğruna dünyevî
lah'a ancak ilimle ibadet edilir. Allah, kavimleri ilimle yüceltir ve her türlü lezzetten vazgeçmeler, tek bir konu hakkında ciltlerce
diğer insanlara üstün kılar. Milletler ancak ilimle doğru yola eri- verilen eserler ve burada saymakla bitiremeyeceğimiz daha nice
şebilir.1 Allah indinde konumu en yüksek olanlar, Allah ile kulla- örnekler İslam ümmetinin ilme verdiği önemin göstergeleridir.
rı arasında yer alan kimselerdir ki, bunlar da nebiler ve âlimler-
İslam ümmeti gerçekten tarih boyunca ilme büyük önem
dir.2 İblis'e fakihin ölümünden daha çok sevimli gelen hiçbir şey vermiştir. Zira yaratılış gayesi olan kulluk ancak ilimle mümkün
yoktur.3 İnsanların helakinin alameti ise hüç şüphesiz fâkihlerin
olabilmektedir. İlimsiz bir kulluğun adresi elbette mechul ola-
ölmesidir.4 caktır. Bundan dolayı İmam Buhari (rahimehullah) Sahih’inde
Yaşadığımız şu zamanda Müslümanların en büyük sorunla- “İlim Söz ve Amelden Öncedir” şeklinde bir bab açmış, herhangi
rından bir tanesi sahih olan ilimden fersah fersah uzak kalmala- bir konuda konuşmadan ya da amel etmeden önce ilmin olması
rıdır. Kendisini İslam’a nispet ettiği halde dinleri hakkında hiç- gerektiğini vurgulamıştır.
bir sahih bilgiye sahip olmayanlar bir tarafa sahih tevhid inancı-
Fitnenin yeryüzünden kalkması ve dinin tamamıyla Allah’ın
na sahip olan kesimler dahi akidelerini ilmi bir temel üzerine
olması ancak kılıç cihadı ile mümkün iken, kılıç cihadı dahi ilme
oturtamamaktadırlar.
dayandırılmıştır. Bundan dolayı Şeyhul İslam İbn-i Teymiye
(rahimehullah) “Dinin ikamesi yol gösteren kitap ve destekçi kı-
1İbn-i Abdilber bu sözü daha uzun bir şekilde Muaz b. Cebel'den merfu lıçladır” diyerek kılıç cihadının ilmi temellere dayanmaksızın
olarak rivayet etmiştir. Ancak senedi zayıftır. İmam İbn-i Teymiye ise yapılamayacağına işaret etmiştir.
Mecmuu-l Fetava isimli eserinde nakletmiştir, 10/39.
2 Hatib el-Bağdadi, Sufyan bin Uyeyne'den rivayet etmiştir. El-Fakih
Sonuç olarak bugün İslam ümmetinin, başının üzerinde du-
ve-l Mütefekkîh, 1/71. ran belalardan kurtulması ancak ilimle, ilim üzere amel ve tebliğ
3 İbn-i Abdilber, Cafer bin Muhammed'den rivayet etmiştir. Camiu ile mümkündür. İlimsiz bir liderlik kesinlikle söz konusu değil-
Beyanu-l İlm, 1/76. dir. Bundan dolayı İslam ümmetinin her bir ferdi bu noktada
4 Hatib el-Bağdadi, Said b. Cabir'den rivayet etmiştir. El-Fakih ve-l
üzerine düşeni yapmakla mükelleftir. Bu görev ümmetin her bi-
Mütefekkîh, 1/37.
İlme Teşvik 13 14 İmam Gazali

reyinin üzerine farzı ayndır. Ümmetin her ferdi ilmi diriliş hare- sonra Gazali’yi okutacak maddî gücünün olmadığını söyleyerek
ketine katılmak zorundadır. Bunun içinse öncelikle her fert ken- kendisine yeni bir medrese edinmesini söylemiştir. Bir başka
di nefsi adına eksikleri gidermekle işe başlamalıdır. Sahip olduk- medresede tahsiline devam eden İmam Gazali bu durumu şöyle
ları tevhid inancını delilleri ile bilmek, Kur’an ve Sünnet’ten na- anlatmaktadır:
siplenebildikleri kadarıyla ilme sarılmalıdırlar. “Ben aslında medreseye ilim elde etmek ve maişetimi temin
Ümmetin ilimle dirilmesi fertlerin tek başlarına ilmi tedri- etmek için başlamıştım. Ancak ilim öyle lezzetli bir hazinedir ki,
satta bulunmalarıyla elbette mümkün olmayacaktır. Bunun için kendisini dünyevi şeylere alet ettirmedi ve beni Allah için çalış-
topyekûn bir ilim hareketi başlatılmalıdır. Ümmet içinde ilmi maya sevketti.
olanlar hemen yeni fertler yetiştirmeye başlamalıdırlar. Yeni ye- İmam Gazali’nin başında şöyle bir hadise geçmiştir. Kendisi
tişecek nesil için selefin meheci üzere Kur’an ve Sünnet ilimleri- bir gün ilim seyahati esnasında Tus şehrine dönerken yolda
ni öğreten ortamlar hazırlanmalı, bu ortamların bütün ihtiyaçla- eşkiyalar tarafından önüne geçilir ve bütün eşyalarına el konu-
rı ümmetin fertleri tarafından karşılanmalıdır. Bu noktada yapı- lur. El konulan eşyaları arasında yazdığı notlar ve kitaplar da
lacak çalışma kısa vadeli, küçük hedefler üzerine kurulmamalı, vardır. İmam Gazali eşkiyaların liderine “Eşyalarım arasında
hedefler büyültülerek uzun vadeli bir çalışma içine girilmelidir. tespit ettiğim notlarım, yazılarım ve kitaplarım var. Onları alır-
Elinizde eser Hüccetu-l İslam İmam Gazali’nin “İhya-u sanız benim halim nice olur” der. Bunun üzerine eşkiyaların li-
Ulumiddin” isimli eserinin içinden küçük bir bölümdür. Bilin- deri kendisine “Sen nasıl ilim adamısın ki, notların elinden gi-
dince ortada kalıyorsun ve sermayen bitiyor” şeklinde cevap ve-
diği üzere “İhya-u Ulumiddin” oldukça hacimli bir eserdir.5 Gü-
rir. Bu cevap Gazali’nin aklını başına getirmiştir. Artık o günden
nümüz Türkiye’sinde özellikle okuma alışkanlığının olmaması
sonra kitaplardaki ilme güvenmeyi bırakmış, ilmi hafızasına al-
böyle hacimli eserlere gerekli ehemmiyetin verilmemesine nede
maya çalışmıştır.
olmaktadır. İnsanların çoğu birkaç ciltten oluşan eserleri sadece
kütüphanelerini süslemek için edinmektedirler. Bundan dolayı İmam Gazali’den söz eden bütün eserlerde kendisinin kes-
İhya-u Ulumiddin’in içinden alıntılanan bu bölüm, okuyucunun kin bir zekaya ve üstün bir idrake sahip olduğu defalarca vurgu-
anlayabileceği akışkan bir dille yeniden tercüme edilerek “İlme lanmıştır. Bir çok alanda ilim tahsil etmiştir. Özellikle Meanî
konusunda yazmış olduğu “el-Menhul” isimli eserini gören Ebu-
Teşvik” adı altında siz değerli okuyucularımıza sunulmaktadır.
l Mealî kendisine şöyle demiştir:
Burada yeri gelmişken İmam Gazali’nin hayatı hakkında da
“Ben vefat edene kadar biraz sabretseydin ya! Sen beni diri
kısaca bilgi vermekte fayda vardır.
diri gömdün. Zira senin kitabın benim kitabımın değerini yok
İmam Gazali 1058’de bugün bir kısmı İran toprakları içinde
etti.”6
kalan Horasan’ın Tus şehrinde doğmuştur. Babası kendisini bir
İmam Zehebi Gazali’nin birçok ilimde önder bir şahsiyet ol-
medreseye yerleştirdikten kısa bir süre sonra vefat etmiştir.
duğunu söylerken7 Hafız İbn-i Kesir şöyle der:
İmam Gazali’nin okuduğu medresenin müderrisi bir müddet

6 El-Muntazam 9/196
5 Türkçe’ye dört cilt olarak tercüme edilmiştir. 7 Siyeru Alami-n Nubela, 19/322-323
İlme Teşvik 15 16 İmam Gazali

“Konuştuğu ilim dallarının hepsinde alimlerin en zekisi idi. Rabbimizden yapmış olduğumuz bu çalışmayı kabul bu-
Henüz 34 yaşında ilen el üstünde tutulur olmuş, Bağdat’ta Ni- yurmasını, bu vesileyle gerek eserin müellifi İmam Gazali’yi hem
zamiye Medresesi’nde dersler vermeye başlamıştır. Derslerine de biz aciz kullarını rahmeti ile kuşatmasını niyaz ederiz.
Ebu-l Hattab, İbn-i Ukayli gibi Hanbeli mezhebinin büyük alim- Dualarımızın sonu alemlerin Rabbi olan
leri dahi katılmıştır. Bu alimler Gazali’nin fesahati ve meselelere Allah’a hamd etmektir.
olan vukufiyetine hayran kalmışlardır.”8
Ve Sallallahu alâ nebiyyina Muhammed…
Gazali’nin eleştirildiği yön ise uzun süre felsefe ile meşgul
Nedâ Yayınları
olmasıdır. Bu konuda Kadı Ebu Bekir İbnu-l Arabi şöyle demiş-
tir:
“Şeyhimiz Ebu Hamid felsefeyi yuttu. Ancak daha sonra
yuttuğu felsefeyi kusmak istedi fakat bunu başaamadı.”9
Nitekim bir çok eserde İmam Gazali’nin ömrünün sonlarına
doğru bütünüyle hadis ilmine yöneldiği de bir çok alim tarafın-
dan dile getirilmiştir. Abdulğafur “Hayatının sonlarına doğru
hadis ilmine yönelmiş, hadis ehli ile oturup kalkmaya başlamış,
Buhari ve Müslim’i okumuştur. Eğer ömrü yetseydi çok kısa za-
manda bu alanda da herkesi geçerdi” demiştir.10 Hakeza aynı
şekilde İbn-i Kesir’de ömrünün sonlarında Gazali’nin hadis il-
mine yöneldiğini Buhari ve Müslim’i ezberlemeye başladığını
söylemiştir.11
Kimileri tarafından oldukça haksız bir şekilde yerilen, kimi-
leri tarafından ise oldukça aşırı bir şekilde yüceltilen İmam Ga-
zali hakkında kanaatimizce en dengeli yaklaşım İmam
Zehebi’nin şu sözleriyle yerini bulmaktadır:
“Gazali oldukça büyük bir imamdır. Ancak alimler hata et-
mez diye bir şart yoktur.”12

8 El-bidaye ve-n Nihaye 12/173-174.


9 Siyeru Alami-n Nubela, 19/327.
10 Siyeru Alami-n Nubela, 19/322-323.

11 El-bidaye ve-n Nihaye 12/173-174.

12 Siyeru Alami-n Nubela, 19/329.


18 İmam Gazali

“Kulları içinden ancak âlimler, Allah'tan (gereğince) kor-


kar.” (35 Fâtır/28)
“De ki: Benimle sizin aranızda şahid olarak Allah ve yanın-
da Kitâb’ın bilgisi olanlar yeter.” (13 Rad/43)

1. BÖLÜM “Nezdinde kitaptan bir ilim bulunan zat 'Sen gözünü kapa-
yıp açıncaya kadar ben sana onu (Belkıs'ın tahtını)
getiririm' dedi.” (27 Neml/40)
İlmin, İlim Öğretmenin ve İlim Öğrenmenin Fazileti ve
Kitaptan bir ilme mazhar olan zat, ilmin nelere kâdir oldu-
Bunlara Dair Aklî ve Naklî Deliller
ğunu göstermek için Süleyman (Aleyhisselam)'a böyle hitap et-
miştir.
“Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şöyle dediler: Yazıklar
olsun size! İman edip iyi işler yapanlar için Allah'ın mükâfa-
tı daha hayırlıdır.” (28 Kasas/80)
Allah (Subhanehu ve Tealâ) bu ayette âhiretin kıymetinin an-
1- İlmin Faziletine Dair Ayetler: cak ilimle bilineceğini beyan etmektedir.
“Allah kendisinden başka ilah olmadığına adaletle şehadet “İşte biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz. Fakat onları
etti. Melekler ve ilim sahipleri de O'ndan başka ilah olmadı- ancak ilim ve iz'an sahipleri idrak ederler.”13 (29
ğına şehadet ettiler” (3 Ali İmran/18) Ankebut/43)
Görüldüğü üzere ayette Allah (Subhanehu ve Tealâ), kendi- “Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelince hemen
sinden başka ilah olmadığı gerçeğine önce kendi zatını daha onu yayarlar. Hâlbuki onu, Rasul'e veya aralarındaki emir
sonra melekleri, üçüncü olarak da ilim sahiplerini şahid göster- sahiplerine götürselerdi, onlardan işin içyüzünü anlayanlar,
mektedir. Bu ayet, ilmin ve ilim ehlinin yüceliğini gösteren bü- bunun ne olduğunu bilirlerdi.” (4 Nisa/83)
yük bir delildir. Allah (Subhanehu ve Tealâ) bu ayette olayların yorumunu
“…Allah, inananları ve kendilerine ilim verilenleri dereceler- âlimlerin istihraç ve istinbatına bırakmaktadır. Böylece âlimle-
le yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (58 Mü- rin mertebelerinin yüce olduğunu ve bu mertebenin peygamber-
cadele/11) ler mertebesine eşdeğer olduğunu bildirmektedir.
İbni Abbas (radıyallahu anhuma) bu ayetin tefsirinde şöyle “Ey Âdemoğulları! Sizler için avret yerlerinizi örtecek elbise
der: “Âlimler, cahillerden yedi yüz derece üstündür ve her dere-
ce arasında beş yüz yıllık mesafe vardır.”
13 Kuran'da kırk küsur kadar darb-ı mesel vardır. Selef âlimlerinden ba-
“De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu an- zıları, Kuran'ın bu darb-ı mesellerinden birini okuyup anlamadıkları
cak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.” (39 Zümer/9) zaman ağlarlar ve 'Eyvah! Demek ki ben âlimlerden değilim' diye üzü-
lürlerdi. (Zebidî)
İlme Teşvik 19 20 İmam Gazali

ve ziynet eşyası var ettik. Ancak takva elbisesi daha hayırlı- Âlim, kendi işleriyle meşgul iken yer ve gök ehli de onun affı
dır.” (7 A'raf/27) için istiğfar etmekle meşguldürler. İnsanoğlu için bundan daha
Bazı müfessirler ayette geçen avret yerini örten elbise ile il- büyük bir şeref düşünülebilir mi?
min, ziynet ile yakîn mertebesinin, takva elbisesi ile de hayânın “Şüphesiz hikmet, insanın şerefine şeref katar. Köleleri, sul-
kastedildiğini söylemişlerdir. tanların seviyesine yükseltir.”17
“Gerçekten onlara, inanan bir toplum için yol gösterici ve Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Köleleri sultanların
rahmet olarak, ilim üzere açıkladığımız bir kitap getirdik.” seviyesine yükseltir” buyurarak ilmin, bu dünyadaki semereleri-
(7 A'raf/52) ne dikkat çekmiştir. Peki ya ahirette? Hiç şüphesiz ilmin dünya-
“Ve onlara (olup bitenleri) tam bir bilgi ile mutlaka anlata- da kazandırdıkları ahirettekilere nispetle bir hiç hükmündedir.
cağız” (7 A'raf/7) Çünkü ahiret, hem dünyadan sayısız derecelerle daha üstündür,
“Hayır! O (Kur'an), kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde hem de ebedidir.
yer eden apaçık ayetlerdir. Ayetlerimizi ancak zalimler bile “İki haslet vardır ki, bu hasletler münafıkta bulunmaz. Bi-
bile inkâr ederler.” (29 Ankebut/49) rincisi güzel ahlâk, ikincisi dinde derin bilgi (fıkıh) sahibi ol-
“İnsanı yarattı, ona beyanı öğretti.” (55 Rahman/3,4) mak.”18

2- İlmin Faziletine Dair Hadisler Zamanımızdaki bazı fâkihlerin münafıklığı, seni bu hadis
hakkında kesinlikle şüpheye düşürmesin! Zira Rasulullah
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem), günümüzdeki anlamıyla fâkihlerden
“Allah (Subhanehu ve Tealâ) bir kulu için hayrı murad etti-
bahsetmemektedir. Onun kastettiği fıkıh, günümüzdeki anla-
ğinde, onu dinde fakih bir âlim yapar. Ona kendisini doğru yola
mından çok uzaktır. Fıkhın anlamı inşaAllah ileride açıklanacak-
götürecek akıl ve idrak verir.”14
tır. Fıkhın en düşük derecesi, ahiretin dünyadan daha hayırlı ol-
“Âlimler, peygamberlerin varisleridir.”15 duğunu bilip bu gerçeğe göre hareket etmektir. Fâkihte bu vasıf
Peygamberlik derecesinden daha üstün bir derecenin bu- olduğu takdirde bilgileri doğru olur. Üzerinden her türlü riya
lunmadığı herkesin malûmudur. Dolayısıyla böyle bir mertebeye hâli kalkar ve nifak tehlikesinden kurtulur.
vâris olmak da şereflerin en büyüğüdür.
“İnsanların en faziletlisi kendisine ihtiyaç duyulduğunda in-
“Yerde ve gökte bulunanların hepsi, âlim bir kimsenin affe- sanlara yardım eden ihtiyaç duyulmadığında ise ilmiyle yetine-
dilmesi için Allah'a yalvarır.”16 rek vakarlı davranan mümin âlimdir.”19

14 Buharî ve Müslim, Muaviye'den; Tirmizî ve İmam Ahmed, İbni Ab- 17 Ebu Nuaym, Hilye’de; İbn Abdulberr, Beyan’ul İlim’de; Abdülganî el-
bas’tan; İbni Mâce ise Ebu Hureyre’den rivayet etmiştir. Ezdî, Adab’ul Muhaddis’te Enes'den zayıf bir senedle rivayet etmişler-
15 Ebu Davud, Tirmizî, İbni Mâce ve İbni Hibban, Ebu Derdâ'dan riva- dir.
yet etmişlerdir. 18 Tirmizî, Ebu Hureyre’den rivayet etmiş ve hadisin garib olduğunu

16 Irakî, bu hadisi daha önceki hadisin bir parçası olarak kabul etmek- söylemiştir.
tedir. Aynı hadis başka yollardan da rivayet edilmiştir. 19 Beyhaki, Şuab'il-İman’da Ebu Derdâ'dan zayıf isnatla rivayet etmiştir.
İlme Teşvik 21 22 İmam Gazali

“İman çıplaktır; elbisesi takva, ziyneti hayâ ve meyvesi “Âlim, Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın yeryüzündeki emin
ilimdir.”20 kuludur.”28
“İnsanlar arasında peygamberlik makamına en yakın olan “Ümmetimden iki sınıf vardır. Onlar ıslah olursa herkes ıs-
kimseler, ilim ve cihad ehli olanlardır. Çünkü âlimler halkı, pey- lah olur. Onlar ifsad olursa onlarla birlikte herkes ifsad olur.
gamberlerin getirdiği hakka yöneltirler. Mücahidler ise peygam- Bunlar yöneticiler ve âlimlerdir.”29
berlerin getirdiği bu ilahî nizamı kılıçlarıyla korumak için cihad “Beni, Allah (Subhanehu ve Tealâ)’ya yaklaştıracak yeni bir
ederler.”21 ilim elde edemediğim günün üzerime doğmasında benim için
“Muhakkak ki bir kabilenin ölümü, bir âlimin ölümünden hayır yoktur”30
ehvendir.”22 “Âlimin, âbide olan üstünlüğü; benim, ashabımın en düşük
“İnsanlar, altın ve gümüş gibi farklı madenlere benzerler. derecelisine olan üstünlüğüm gibidir.”31
Dinde fâkih olmak şartıyla cahiliye döneminde hayırlı olanları, Görüldüğü üzere Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), ilim
İslâm'a girdikten sonra da en hayırlılarıdır.”23 mertebesini nübüvvet mertebesine yaklaştırmış ve ilimden yok-
“Kıyamet gününde âlimlerin mürekkebi, şehidlerin kanıyla sun amelin derecesini ise olabildiğince düşürmüştür. Eğer âbid,
tartılır.”24 eda ettiği ibadetin ilminden yoksun ise ibadetinin hiçbir anlamı
“Ümmetime ulaştırmak üzere kırk hadis ezberleyen kimseye olmadığı gibi kendisine hiçbir yararı da dokunmaz.
kıyamet gününde hem şefaatçi hem de şahid olurum.”25 “Âlim'in âbide üstünlüğü, dolunayın diğer yıldızlara olan
“Allah (Subhanehu ve Tealâ), dinini derinliğine kavrayan üstünlüğü gibidir.”32
kimseyi (fâkihi) korur ve ummadığı yerden ona rızık verir.”26 “Kıyamet gününde üç sınıf insan şefaat edebilecektir: Pey-
“Allah (Subhanehu ve Tealâ) İbrahim (Aleyhisselam)’a ‘Ey İb- gamberler, sonra âlimler, daha sonra şehidler.”33
rahim! Ben âlimim ve âlim olan her kulumu severim’ diye Şehidliğin faziletine dair gelen onca rivayete rağmen ilmin,
vahyetti.”27 Nübüvvet makamının hemen ardından zikredilip şefaat yetkisi-
nin peygamberlerden sonra âlimlere verilmesi onlar için ne bü-
20 Hâkim, Nişâbur Tarihinde Ebu Derdâ'dan rivayet etmiş, hadisin is- yük bir nimettir!
nadının zayıf olduğunu söylemiştir.
21 Ebu Nuaym, İbni Abbas (radıyallahu anhuma)'dan zayıf isnatla, ayrı-
“Allah (Subhanehu ve Tealâ)'ya din hususunda ilim sahibi
ca Ebu Talib el-Mekkî de Kut'ul-Kulûb’da Muaz b. Cebel (radıyallahu
anhu)'dan rivayet etmiştir. 28 İbn Abdulberr, Muaz b. Cebel'den rivayet etmiştir.
22 Taberani ve İbni Abdulberr, Ebu Derdâ'dan rivayet etmişlerdir. 29 İbn Abdulberr ve Ebu Nuaym, İbnu Abbas (radıyallahu anhuma)'dan
23 Buharî ve Müslim, Ebu Hureyre’den rivayet etmişlerdir. rivayet etmiştir.
24 İbnu Abdulberr, Ebu Derdâ’dan zayıf bir senedle rivayet etmiştir. 30 Taberani ve Ebu Nuaym, Aişe (radıyallahu anha)'dan rivayet etmiştir.

25 İbnu Abdulberr, İbni Ömer'den zayıf bir senedle rivayet etmiştir. 31 Tirmizî, Ebu Umame'den rivayet etmiş, hadisin hasen ve sahih oldu-

26 Hatib el-Bağdadî, Tarih. ğunu söylemiştir.


27 İbnu Abdulberr muallâk hadis olarak rivayet etmiştir. Irakî, bu hadi- 32 Ebu Davud, Tirmizî, Nesâi ve İbnu Hibban.

sin senedine rastlamadığını söylemiştir. 33 İbni Mâce, Osman (radıyallahu anhu)'dan rivayet etmiştir.
İlme Teşvik 23 24 İmam Gazali

olmaktan daha üstün bir şeyle ibadet edilmemiştir. Şeytan için Allah (Subhanehu ve Tealâ) Kıyamet gününde bütün kullarını
bir fâkihi aldatmak, bin âbidi aldatmaktan daha zordur. Her bi- diriltip mahşere getirdikten sonra âlimleri de diriltip onlara şöy-
nanın bir direği vardır. Bu dinin direği de ilimdir.”34 le hitap eder: “Ey âlimler zümresi! Sizi iyi bildiğim için ilmi size
“Dininizin en hayırlı tarafı en kolay olanıdır. İbadetlerin en verdim yoksa azap etmek için değil... O halde nimetlere koşun!
hayırlısı ise ilimdir.”35 Zira hepinizi affettim.”40
“Âlim olan mümin, âbid olan müminden yetmiş derece da- 3- İlmin Faziletine Dair
ha faziletlidir.”36 Ashab'ın ve Âlimlerin Sözleri
“Ey ashabım! Sizler fâkihlerin çok, kurrâ ve hatiplerin az; Ali (radıyallahu anhu), talebesi olan Kumeyl’e41 şöyle demiş-
ilim sahiplerinin çok, soru soranların ise az olduğu bir zamanda tir: “Ey Kumeyl! İlim maldan daha hayırlıdır. Çünkü ilim seni
bulunuyorsunuz. Bu zamanda amel, ilimden daha hayırlıdır. Fa- korur. Malı ise sen korursun. İlim hâkim, mal ise mahkûmdur.
kat insanların üzerine öyle bir zaman gelecektir ki fakihler az, Mal sarf etmekle azalır, ilim ise artar.”
kurrâ ve hatipler çok, ilim sahipleri az, soru soranlar ise çok ola-
Yine Ali (radıyallahu anhu) şöyle demiştir: “Âlim bir kimse,
caktır. O zamanda ilim, amelden daha hayırlıdır.”37
gündüzleri sürekli oruç tutan, geceleri ise ibadet edip tüm za-
“Âlim ile âbid arasında yüz derece fark vardır. Her derece- manını cihada harcayan bir kimseden daha üstündür. Âlim kim-
nin arasında, iyi beslenmiş bir koşu atının hızıyla yetmiş yıllık senin ölümüyle açılan boşluğu ancak onun seviyesindeki başka
bir mesafe vardır.”38 bir âlim doldurabilir.”
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e amellerin hangisi-
Ali (radıyallahu anhu) bir manzumesinde şöyle demektedir:
nin daha üstün ve efdal olduğu sorulduğunda “Aziz ve Celil olan
Bedenleri yönünden insanlar birbirine denktir.
Allah’ı bilmektir” diye cevap verdi. Ne tür bir bilgiyi kastettiği
sorulduğunda ise “Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'ı Anaları Havva, babaları ise Âdem’dir.
bilmeyi kastediyorum” buyurdu. Onlar: “Ya Rasulallah! Biz Soylarında iftihar vesilesi arıyorlarsa,
amelden soruyoruz, siz ise ilimden haber veriyorsunuz” deyince Bilsinler ki asılları çamur ve sudan ibarettir.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Allah'ı bilerek yapılan Âlimler, arayanlara hidayet vesilesidir.
amel ne kadar az olursa olsun insana fayda verir. Allah'ı bilmek- Her insanın kıymeti ilmiyle bilinir.
sizin yapılan ameller ise insana bir fayda sağlamaz” buyurdu.39
Cahillerdir âlimlerin en amansız düşmanları…
34
Sen ilim elde etmeye bak ve nerede kullanacağını bil!
Taberani, Ebu Bekir el- Acurî ve Ebu Nuaym, Ebu Hureyre’den riva-
yet etmişlerdir. Tüm insanlar ölürler, ancak âlimler diridir.
35 İbn Abdulberr, Enes'ten rivayet etmiştir.

36 İbn Adîy, Ebu Hureyre’den rivayet etmiştir.

37 Taberani, Huzam b. Hâkim'den rivayet etmiştir.

38 İsfehanî Tergib ve Terhib’de, Abdullah b. Amr'dan; Deylemî ise 40Taberani, Ebu Musa (radıyallahu anhu)'dan rivayet etmiştir.
Müsned'ul-Firdevs’te Ebu Hureyre’den rivayet etmiştir. 41Kumeyl, Ali (radıyallahu anhu)’nun meşhur talebelerinden birisidir.
39 İbnu Abdulberr Enes (radıyallahu anhu)'dan rivayet etmiştir. Babasının adı Ziyad’dır.
İlme Teşvik 25 26 İmam Gazali

Ebu Esved ed-Düelî42 söyle demiştir: “Dünyada ilimden da- “Kur'an bilgisine sahip olan bir kimse, başkasının maddî
ha üstün ve daha aziz bir şey yoktur. Çünkü sultanlar halka servetini daha hayırlı görürse Allah'ın büyük gördüğünü küçük
hükmederlerken, âlimler de sultanlara hükmederler.” görmüş olur.”
İbni Abbas (radıyallahu anhuma) şöyle demiştir: “Süleyman Ebu Muhammed Feth b. Said el-Mevsılî şöyle demiştir:
(Aleyhisselam)'a ilim, mal ve saltanat arasında istediğini seçmek “Hasta yemek, içmek ve tedavi edilmekten menedilirse ölmez
hakkı verildiğinde o, ilmi seçti. Onun için Allah (Subhanehu ve mi? Elbette ki ölür. İşte kalp de aynen bir hasta gibi üç gün üst
Tealâ) kendisine malı da, saltanatı da verdi.” üste ilim ve hikmetten mahrum kalırsa mânen ölür.”
İbni Mübarek’e kâmil insanların kimler olduğu soruldu- Feth b. Said el-Mevsılî ne de doğru söylemiştir. Gerçekten
ğunda “âlimler” diye cevap vermiş, gerçek sultanların kimler ol- de kalbin gıdası ilim ve hikmettir. Tıpkı bedenin yaşamasının
dukları sorulduğunda “zâhidler” demiştir. En aşağılık insanların gıdaya bağlı olması gibi kalbin yaşaması da ilim ve hikmete bağ-
kimler olduğu sorulduğunda ise “Dinlerini satarak dünyalık ka- lıdır. İlimden yoksun olanların kalbi hem hastadır hem de ölü-
zanan kimselerdir” cevabını vermiştir. dür. Üstelik dünya sevgisi ile mal düşkünlüğü ilimsiz kişiyi öyle
Dikkat edilecek olursa İbni Mübarek, âlimler dışındakileri bir hale getirir ki, bütün hislerini köreltir. Korkunun, yaranın
kâmil insan mertebesine koymamaktadır. Çünkü insanı hayvan- acısını geçici olarak engellemesi gibi o kişi de içinde bulunduğu
dan ayıran özellik sadece ilimdir. İnsan, kendisine şeref kazan- felâketin farkında olamaz. İlimsiz insanların hali işte budur. Fa-
dıran vasfıyla ancak insan sayılabilir. İnsanın şerefi, kuvvetin- kat ölüm gelip çattığında ve dünya yükünü sırtından aldığında,
den gelmez. Öyle olsaydı develerin daha üstün olması lâzım ge- kişi o zaman felakette olduğunu fark eder ve fevkalâde müteessir
lirdi. Zira develer insandan daha güçlüdürler. Cüssesinin büyük- olur. Tıpkı sarhoşken veya korku içindeyken aldığı yaralardan
lüğünden de değildir. Zira filler insanlardan daha cüsselidir. İn- sızı duymayan bir insanın, ayıldıktan veya korkudan kurtulduk-
sanın şerefi, cesur oluşundan da kaynaklanmaz. Zira ormanlar- tan sonra yaralardan duyduğu sızı gibi… Ama onların pişmanlık-
daki yırtıcı hayvanlar, insanlardan çok daha cesaretlidirler. Faz- ları kendilerine fayda vermez. Perdeleri kaldıran günün dehşe-
la yemek yemesinden de değildir. Öyle olsaydı öküzlerin daha tinden Allah (Subhanehu ve Tealâ)'ya sığınırız! İnsanoğlu uyku-
şerefli olmaları gerekirdi. Aynı şekilde fazla cinsî münasebette dadır ancak öldükten sonra uyanır. Daha önce yaptıklarının kar-
bulunmasından da değildir. Zira küçücük kuş bile cinsî kudret
şılığını görür ve fakat iş işten geçmiştir artık!
hususunda insanoğlundan daha güçlüdür. Kısaca bunların hiç-
Hasan Basrî43 şöyle demiştir: “Âlimlerin kaleminden dam-
biri insana şeref vermez. İnsana şeref veren şey sadece ilimdir!
layan mürekkep, şehidlerin kanıyla tartılır ve mürekkep, kandan
Bazıları şöyle demişlerdir: “İlmi elinden kaçıranın ne ka-
daha ağır gelir.”
zandığını, ilmi elde edenin de ne kaçıracağını bir bilseydim!”
İbn Mesud (radıyallahu anhu) şöyle demiştir: “İlim büsbütün
Nitekim Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle bu-
çekilmeden ilme sarılın! İlim ancak âlimlerin vefatıyla ortadan
yurmuştur:

42 Bu zat Hz. Ali'nin talebesidir, Arap gramerinin kurucusu olmakla bi- 43 Zeyd b. Sabit'in azatlısıdır. Asıl adı Hasan b. Yesar'dır. Hz. Ömer'in
linir. H. 169 yılında vefat etmiştir. hilâfeti devrinde doğmuş ve H.110 yılında vefat etmiştir
İlme Teşvik 27 28 İmam Gazali

kalkar. Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, Al- redeyse melik olacaklardı. İlimle takviye edilmemiş bütün izzet-
lah yolunda şehid olan kimseler; âlimlerin âhiretteki mertebele- lerin sonu zilletten başka bir şey değildir.” demiştir.
rini gördüklerinde hemen Allah (Subhanehu ve Tealâ)’dan kendi- Salim b. Ebul Ca'd şöyle der: “Efendim beni üç yüz dirheme
lerini tekrar diriltip âlim yapmasını isterler. Hiç kimse anasın- satın aldı ve sonra da azad etti. Azad olduktan sonra ilimle uğ-
dan âlim olarak doğmaz. İlim ancak çalışıp öğrenmekle elde edi- raşmaya karar verdim. Aradan uzun bir süre geçmeden yaşadı-
lir.” ğım şehrin valisi beni ziyarete geldi. Fakat ben müsait olmadı-
İbn Abbas (radıyallahu anhuma) şöyle demiştir: “Bence ge- ğım için kendisiyle görüşmemiştim.”
cenin bir kısmını ilme ayırmak, bütün geceyi ibadetle geçirmek- Zübeyr b. Ebi Bekir şöyle demiştir: “Babam bana Irak'tan
ten daha sevimlidir.” yazdığı bir mektubunda 'Oğlum ilim öğren! Zira ilim fakirliğinde
Hasan Basrî “Ey rabbimiz! Bize dünyada da hasene ver, ahirette senin için en kıymetli maldır. Zenginliğinde ise senin için ziynet-
de hasene ver! Bizi cehennem azabından koru!” (2 Bakara/201) ayeti- tir’ diyordu.”
nin tefsirinde şöyle demektedir: Lokman (Aleyhisselam) oğluna şöyle nasihatte bulunmuştur:
"Bu ayette geçen dünyadaki hasene, ilim ve ibadet'i kapsar. “Ey oğul! Âlimlerle beraber ol! Zira yeryüzünü yağmur ile diril-
Ahiretteki hasene ise cennettir.” ten Allah, insanoğlunun kalbini de ilimle diriltip yeşertir.”
Hikmet ehlinden bir zâta “Bu dünyada neyi sermaye edin- İlim ehlinden biri şöyle demiştir: “Âlim öldüğü zaman su-
mek daha kârlıdır?” diye sorulduğunda o: “(İlmi kastederek) daki balıklardan tutun da, havadaki kuşlara kadar bütün canlılar
Gemi battığında seninle kalan şeyi sermaye edin!” demiştir. ağlar. Gerçekten de ölen âlimin sadece yüzü unutulur fakat ken-
Geminin batması ile kastedilen insanın ölümü, kendisiyle kala- disi hiçbir zaman unutulmaz.”
cak sermaye de ilimdir. Zühri (rahimehullah) şöyle demiştir: “İlim lafzı müzekkerdir
Bazı âlimler de şöyle demişlerdir: “Hikmete uyan bir kimse- (eril). Onu ancak erkekler sever.”
yi, halk kendisine rehber edinir. Hikmete vukufiyetiyle tanınan 4- İlim Öğrenmenin Fazileti
kimseye ise bütün insanlar tazim ve hürmet ederler.” Allah (Subhanehu ve Tealâ) buyuruyor ki:
İmam Şâfiî der ki: “İlmin özelliğindendir ki; az da olsa on- “Her kabileden bir kısım insanların da din ilimlerinde derin-
dan payı olanlar sevinirler, olmayanlar ise mahzun kalırlar.” leşmeli ve kabileleri savaştan dönüp gelince onları uyarma-
Ömer (radıyallahu anhu) şöyle demiştir: “Ey insanlar! İlmi ları gerekir.” (9 Tevbe/122)
talep edip, öğrenin! Çünkü Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın çok “Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun!” (16 Nahl /43)
sevdiği bir elbise vardır ve o elbiseyi ilmi arayan ve aradığını bu-
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
lan kimselere giydirir. Allah'ın giydirmiş olduğu o elbiseyi giyen
“İlmin yolunu tutan kimseye Allah (Subhanehu ve Tealâ)
kimse, o elbise sırtında iken günah işlerse Allah (Subhanehu ve
cennete giden yolu gösterir.”44
Tealâ), o elbiseyi sırtından çıkarmamak için o kimseye üç kere
tevbe etmesi için teklifte bulunur.”
Ebu Bekir el-Ahnef b. Kays b. Muaviye “Âlimlerin hepsi ne- 44 Müslim, Ebu Hureyre (radıyallahu anhu)’dan rivayet etmiştir.
İlme Teşvik 29 30 İmam Gazali

“Melekler ilim tâlibinin hâlinden râzı oldukları için onun “İslâm’ı ihyâ etmek amacıyla ilimle uğraşırken kendisine
üzerine kanatlarını gererler.”45 ölüm gelen birisi ile peygamberler arasında, cennette sadece bir
“İlimden bir bahsi öğrenmen, yüz rekât namaz kılmandan derecelik fark vardır.”53
daha hayırlıdır.”46 5- İlim Öğrenmenin Faziletine
“Kişinin ilimden bir bahis öğrenmesi, dünya ve dünyadaki- Dair Ashab'ın ve Âlimlerin Sözleri
lerin tümünden daha hayırlıdır.”47 İbn Abbas (radıyallahu anhuma): “İlmi öğrenirken büyük
“İlim Çin'de bile olsa bulup öğrenin!”48 zorluklara katlandım. Fakat ilmi elde ettikten sonra aziz oldum”
“İlim öğrenmek her müslümana farzdır.”49 demiştir. İbn Ebî Müleyke: “İbn Abbas gibisini görmedim. Çün-
“İlim bir hazinedir ve anahtarı da soru sormaktır. Soru kü o konuştuğu zaman herkesten daha açık ve daha beliğ konu-
sormaktan çekinmeyin. Zira (ilimle ilgili) soru sorulmasından şur, fetva verdiği zaman da insanların en âlimi olduğunu göste-
dört kişi mükâfat kazanır: Soran, cevap veren, onları dinleyen ve rirdi” demiştir.
bu kimseleri seven!”50 İbn Mübarek: “Bir kimsenin ilim tahsil etmeden kendisini
“Cahilin, cehaletine razı olup susması, Âlimin de ilmini giz- şereflilerden saymasına şaşarım” demiştir.
leyip susması uygun değildir”51 Âlimlerden bazıları şöyle demiştir: “İlim öğrenmek istediği
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “İlim meclisinde ha- halde bir şey anlayamayan ve anladığı halde ilmi öğrenmek is-
zır bulunmak, bin rekât namazdan, bin hastayı ziyaret etmekten temeyen kimselere acıdığım kadar kimseye acımam.”
ve bin cenaze namazı kılmaktan daha faziletlidir.” buyurunca Ebu Derdâ der ki: “İlimden bir mesele öğrenmek, benim
Sahabiler (radıyallahu anhum) “Ey Allah'ın Rasûlü! Âlimin mecli- için bütün geceyi ibadetle ihya etmekten daha önemlidir.” Ayrıca
sinde bulunmak, Kur'an okumaktan da mı üstündür?” diye sor- şöyle dediği de nakledilmiştir: “Âlim ile ilim talebesi hayırda be-
du. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de “Hiç ilimsiz Kur'an raberdir. Ya âlim ya talebe ya da dinleyici ol. Bunların dışında
okumak insana fayda sağlar mı?” diye karşılık verdi.52 dördüncü bir sınıftan olma! Yoksa helâk olursun.”
Atâ şöyle demiştir: “Bir ilim meclisinde hazır bulunmak,
45 Ahmed b. Hanbel, İbn Hibban ve Hâkim, Saffan b. Assal'dan rivayet yetmiş lehviyat meclisinin kusurlarına kefaret olur.”
etmişlerdir.
46 İbn Abdulberr, Ebu Zer (radıyallahu anhu)’dan rivayet etmiştir.
İmam Şafiî ise: “İlim tahsil etmek, bütün nafile ibadetlerden
47 İbn Abdulberr, Ebu Zer (radıyallahu anhu)’dan rivayet etmiştir. daha faziletlidir” demiştir.
48 İbn Adiy ve Beyhaki, Enes (radıyallahu anhu)'dan; Taberani ise İbn Ebu Muhammed Abdullah b. Abdulhakim şöyle anlatır:
Mesud ve İbn Abbas’dan rivayet etmiştir.
Bir gün İmam Malik’in önünde ders okurken öğle ezanı
49 İbn Adiy, Beyhaki ve İbn Abdulberr, Enes (radıyallahu anhu)’dan ri-
okundu. Nafilelerimi kılmak üzere ders kitabımı kapattım. Ho-
vayet etmişlerdir.
50 Ebu Nuaym, Ali (radıyallahu anhu)’dan rivayet etmiştir. cam yüzüme bakarak şöyle dedi: “Ey genç! Eğer ihlâs ile okuyor-
51 Taberani, Cabir (radıyallahu anhu)’dan rivayet etmiştir. san okuduğun ders, namazı ilk vaktinde kılmak için kalkışman-
52 İbn Cevzî, bu hadîsi “Mevzuat” adlı eserinde Ömer (radıyallahu

anhu)’dan rivayet etmiştir. 53 Darimi, Hasan’dan rivayet etmiştir.


İlme Teşvik 31 32 İmam Gazali

dan daha faziletlidir.” “Ey Rasûlum! İnsanları Kuran ile, güzel söz ve nasihatle
Ebu Derdâ (radıyallahu anhu) şöyle demiştir: “Sabahları kal- rabbinin yoluna davet et!” (16 Nahl/125)
kıp ilim tahsiline gitmeyi cihad kabul etmeyen kimsenin aklı “Allah onlara Kitab'ı ve Hikmet'i öğretir.” (3 Ali İmran/48)
yoktur.” Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Muaz bin Cebel
6- İlim Öğretmenin Fazileti (radıyallahu anh)’ı Yemen’e gönderirken kendisine şöyle demiş-
Allah (Subhanehu ve Tealâ) buyuruyor ki: tir:
“… dinde fıkıh sahibi olmak ve kavimleri kendilerine geri “Allah'a yemin ederim ki, Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın se-
döndüğünde onları inzar etmek için…” (9 Tevbe/122) nin elinle bir kişiyi doğru yola iletmesi, dünya ve dünyanın için-
Ayette geçen “inzar” kavramıyla öğretmek ve doğru yolu de bulunanların tümünden daha hayırlıdır.”55
göstermek kastedilmiştir. “İnsanlara öğretmek maksadıyla ilimden bir bahis öğrenene
“Allah, kendilerine kitap verilenlerden, kitabı insanlara be- yetmiş sıddıkın sevabı verilir.”56
yan edecekleri ve hiçbir şekilde gizlemeyecekleri hususunda İsa (Aleyhisselam) şöyle buyurmuştur: “İlim öğrenip amel
söz almıştı.” (3 Ali İmran/187) eden ve öğrendiklerini öğreten kimse, gökler âleminde hayırla
Bu ayet ilmi öğretmenin farz olduğu göstermektedir. yâd edilir.”
“…Buna rağmen onlardan bir grup bildikleri halde hakikati “Kıyamet gününde Allah (Subhanehu ve Tealâ) âbid ve
gizlerler.” (2 Bakara/146) mücahid kullarına 'Cennete girin' deyince, âlimler Allah
Bu ayet ise ilmi gizleyip öğretmemenin haram olduğunu be- (Subhanehu ve Tealâ)'ya şöyle derler: 'Ey âlemlerin rabbi! Âbidler
yan etmektedir. Ayrıca başka bir ayette, ilmin gizlenmemesi ge- ve mücahidler, kendilerine öğrettiğimiz ilim sayesinde ibadet
rektiği gibi şahidlikten kaçınmamak gerektiği de bildirilmiştir: edip cihad ettiler'. Bunun üzerine Allah (Subhanehu ve Tealâ)
“Şehadeti gizlemeyin! Kim onu gizlerse bilsin ki kalbi gü- âlimlere 'Sizler benim nezdimde meleklerimden bazıları gibisi-
nahkârdır.” (2 Bakara/283) niz. Şefaat edin! Çünkü sizin şefaatiniz makbuldür' der. Bunun
üzerine âlimler, şefaat yetkilerini kullandıktan sonra cennete gi-
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ise şöyle buyurmuş-
rerler.”57
tur:
Bu fazilet, her âlime değil yalnızca ilmini başkalarına da öğ-
“Allah (Subhanehu ve Tealâ) peygamberlerden, ilmi açıklayıp
reten âlimlere mahsustur. “Hiç şüphesiz Allah (Subhanehu ve
gizlemeyeceklerine dair aldığı söz gibi bir söz almadıkça hiç
Tealâ) verdiği ilmi insanların göğsünden söküp almaz. Ancak
kimseye ilim vermez.”54
“Allah'a davet eden, salih amel işleyen ve 'Ben
55 Ahmed b. Hanbel, Muaz hadisinden tahric etmiştir. Ayrıca Buhari ve
Müslümanlardanım' diyenden daha güzel sözlü kim vardır?”
Müslim de rivayet etmişlerdir.
(41 Fussilet/33) 56 Ebu Mansur ed-Deylemi, İbn Mesud (radıyallahu anhu)’dan rivayet

etmiştir.
57 Ebu Abbas ez-Zehebi, İbn Abbas (radıyallahu anhuma)’dan rivayet

54 Ebu Nuaym, İbn Mesud (radıyallahu anhuma)'dan rivayet etmiştir. etmiştir.


İlme Teşvik 33 34 İmam Gazali

âlimlerin ölmesiyle ilim kaybolur. Çünkü her giden âlim, kendi- “Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir gün evinden çı-
siyle birlikte var olan ilmi de götürür. Böylece halkın içinde sa- kıp mescide geldiğinde toplanmış iki grup gördü. Bu gruplardan
dece cahil kişiler öne çıkar. Bunlardan birine ilmî bir mesele so- biri dua ve zikir ile meşgul oluyordu. Öbürü ise, birbirlerine ilim
rulduğu zaman, ilmi olmadığı halde fetva verir. Kendisi dalâlette öğretmeye çalışıyordu. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
oldukları gibi halkı da dalâlete sevk ederler.”58 zikredenlere işaret ederek şöyle buyurdu: 'Bunlar Allah'tan ister-
“Allah (Subhanehu ve Tealâ) bir ilmi öğrendiği halde, o ilmi ler. Allah (Subhanehu ve Tealâ) dilerse onlara verir, dilemezse
başkalarından esirgeyen kimsenin ağzına kıyamet gününde ateş- vermez. Sonra birbirlerine ilim öğretenlere işaret ederek: 'Bun-
ten bir gem vurur.”59 lar ise insanları eğitip, ilim öğretmeye çalışıyorlar. Zaten ben de
“Hediyelerin en güzeli; hikmetli bir sözü iyice anlayıp, oldu- öğretici olarak gönderildim' buyurdu ve ilim öğretenlerin arala-
ğu gibi müslüman kardeşine öğretmendir. Bu, bir senelik ibade- rına oturdu.”65
te denktir.”60 “Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın benimle gönderdiği ilim ve
“Dünyanın içindekiler lanetlenmiştir. Ancak Allah’ın zikri hidayet, bolca yağan yağmur gibidir. Yağmurun isabet ettiği ara-
ile birlikte onu öğreten ve öğrenen müstesna…”61 zinin bir kısmı suyu kabul eder ve orada bolca mahsul yetişir.
Arazinin diğer bir kısmı ise yağan suyu biriktirir. Biriken o su-
“Allah (Subhanehu ve Tealâ), melekler, yer ve gök ehli hatta
dan Allah (Subhanehu ve Tealâ) halkı yararlandırır. İnsanlar on-
yuvasındaki karıncalar ve denizdeki balıklar, insanlara hayrı öğ-
dan içer, hayvanlarını ve arazilerini sulayarak ekin ekerler. Ara-
retenlere salât ederler.”62
zinin son kısmı ise taşlık ve kaygan bir zemine sahip olduğu için
“Müslümanın din kardeşine, duyduğu hasen bir hadisi ak-
ne suyu üstünde tutar ne de mahsul verir.”66
tarmasından daha büyük bir yardımı olamaz.”63
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) birinci grubu ilmiyle
“Müminin, dinlediği hayırlı bir sözü başkasına öğretmesi ve
amel edip onu başkalarına da öğretenlere, ikincisini ilmiyle amel
onunla amel etmesi, bir senelik (nafile) ibadetten daha hayırlı-
etmeyip sadece başkalarına öğretenlere, üçüncüsünü de bu iki
dır.”64
faziletten de mahrum kalanlara benzetmiştir.

58
“Âdemoğlu öldüğü zaman amel defteri dürülür. Ancak şu üç
Buhari ve Müslim, Abdullah bin Amr (radıyallahu anhuma)’dan riva-
yet etmiştir. şeyden dolayı amel defterine sevap yazılmaya devam eder: İsti-
59 Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace ve İbni Hibban, Ebu Hureyre fade edilen ilim, sadaka-i câriye, salih evlât…”67
(radıyallahu anhu)’dan rivayet etmiştir. Tirmizi, hadisi hasen kabul et- “Hayır yolunu gösteren, o hayrı işleyen kişi gibidir.”68
miştir.
60 Taberani, İbn Abbas (radıyallahu anhuma)’dan rivayet etmiştir. “Ancak iki kimseye gıpta edilir. Birincisi, Allah (Subhanehu
61 Tirmizi ve İbni Mace, Ebu Hureyre (radıyallahu anhu)’dan rivayet

etmiştir. 65 İbn Mace, Abdullah b. Ömer (radıyallahu anhuma)’dan rivayet etmiş-


62 Tirmizi, Ebu Umame’den rivayet etmiştir. tir.
63 İbn Abdulberr, Muhammed b. el-Münkedir'den mürsel olarak rivayet 66 Buhari ve Müslim, Ebu Musa (radıyallahu anhu)’dan rivayet etmiştir.

etmiştir. 67 Müslim, Ebu Hureyre (radıyallahu anhu)’dan rivayet etmiştir.

64 İbn Mübarek, Zeyd b. Eslem’den mürsel olarak rivayet etmiştir. 68 Tirmizi, Enes (radıyallahu anhu)’dan rivayet etmiştir.
İlme Teşvik 35 36 İmam Gazali

ve Tealâ)'nın kendisine verdiği ilimle amel edip başkasına da öğ- Selef-i sâlihînden bir zât şöyle buyurmuştur: “Âlimler kendi
reten, ikincisi ise Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın kendisine ver- dönemlerinin kandilleridirler. Her âlim kendi dönemini aydınla-
miş olduğu malı hayra sarf eden kimsedir.”69 tır ve o devrin insanları ışıklarını onlardan alırlar.”
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Allah'ın rahmeti, ha- Hasan Basrî der ki: “Şayet âlimler olmasaydı insanlar, hay-
lifelerimin üzerine olsun!” buyurmuştur. “Senin halifelerin kim- vanların seviyesine inerlerdi. İnsanları hayvanlık seviyesinden
lerdir ya Rasulallah?” diye sorulduğunda ise: “Sünnetimi ihya lâyık oldukları insanlık mevkiine ancak âlimler yükseltir.”
edip Allah'ın kullarına öğreten kimselerdir” diye cevap vermiş- İkrime (rahimehullah) “İlmin değeri vardır” deyince ona il-
tir.70 min değerinin ne olduğu sorulur. O da şöyle cevap verir: “İlmin
7- İlim Öğretmenin Faziletine Dair değeri, onu koruyabilecek ve hiçbir şekilde zâyi etmeyecek kim-
Ashab'ın ve Âlimlerin Sözleri selere öğretmektir.”
Ömer (radıyallahu anhu) şöyle buyurmuştur: “Kim bir hadis Yahya b. Muaz: “Âlimler insanlara analarından ve babala-
öğretir ve öğrettiği bu hadisle amel edilirse, amel edenlerin se- rından daha merhametlidir. Çünkü analar ve babalar çocuklarını
vabı gibi kendisine de sevab yazılır.” ancak dünya ateşinden korurlar. Oysa âlimler ümmeti, âhiretin
İbn Abbas (radıyallahu anhuma) da şöyle demiştir: “Halka şiddetli ateşinden korurlar” demiştir.
hayrı öğreten bir kimse için denizdeki balıklara varıncaya kadar Denildi ki: “İlmin evveli sükût edip dinlemek, daha sonrası
herkes mağfiret diler.” hıfzetmek ve onunla amel etmek, en sonu da onu insanlara öğ-
Bazı âlimler şöyle demiştir: “Âlim kişi halk ile Allah retmektir.”
(Subhanehu ve Tealâ) arasına girer. O halde bu işi nasıl yapacağı-
Yine şöyle denilmiştir: “Bilmeyenlere öğret, bilmediğini öğ-
nı iyice düşünsün!”
ren! Böylece bilmediklerini öğrenir, bildiklerini de korumuş
Süfyan es-Sevrî, Askalan şehrine gelir ve orada üç gün ika- olursun.”
met eder. Hiç kimse gelip de ilmî bir mesele hakkında soru sor-
Muaz b. Cebel (radıyallahu anhu) ilmi öğrenme ve öğretme-
maz. İmam buna çok üzülür ve şöyle der: “Bana ücreti karşılı-
nin fazileti hakkında şöyle demiştir:
ğında binek verin de bu beldeden hemen gideyim. Çünkü bu
“İlmi öğrenin! Zira Allah için ilim öğrenmek, Allah’a tazim
beldede ilim ölmüş.” Muhakkak ki Süfyan es-Sevri’nin böyle
ve ibadettir. İlmi müzakere etmek tesbih, araştırmak cihaddır.
demesi ilim öğretmenin önemine ve ilmin devam etmesinin, öğ-
retmeye bağlı olduğunu göstermek içindir. Bilmeyen bir kişiye ilim öğretmek sadakaların en makbulü, ehli-
ne öğretmek ise Allah'a yakınlıktır. İlim, yalnız kalındığında en
Atâ (rahimehullah) şöyle anlatır: “Said b. Müseyyeb'i ziyaret
yakın arkadaş, tenhada ise en emin yoldaştır. Dinde kılavuzdur.
ettim ve onu ağlar bir halde buldum. Kendisine niçin ağladığını
Genişlikte ve darlıkta sabrı öğreten, dostlar yanında yardım
sorduğumda, hiç kimsenin kendisinden ilmi bir şey sormadığını
eden bir vezir, yabancılar yanında ise en büyük destektir. Cennet
söyledi.”
yolunun nişanıdır. Allah (Subhanehu ve Tealâ) ilim sayesinde top-
69 Buhari ve Müslim, İbn Mesud (radıyallahu anh)’den rivayet etmiştir. lumları yüceltir ve onları hayırda önder ve izlerinden gidilen
70 İbn Abdulberr, Hasan el Basri’den mürsel olarak rivayet etmiştir. rehberler yapar. İnsanlar onların eserlerine itibar eder ve gös-
İlme Teşvik 37 38 İmam Gazali

terdikleri yolu takip ederler. Melekler bu kimselerle dostluk Bazen bir merkep cüsse olarak attan daha büyük olabilir
yapmayı ister ve kanatlarını onların üzerine gererler. Dünyada- ama yine de merkebin attan daha üstün olduğu söylenemez.
kilerin tümü; denizdeki balıklar, karadaki yabanî ve evcil hay- Çünkü onun üstünlüğü cüsse itibariyledir. Oysa at, her zaman
vanlar, gökteki yıldızlar da onlar için Allah (Subhanehu ve merkepten daha üstün vasıflara sahiptir. Cüsse itibariyle olan
Tealâ)'dan mağfiret dilerler. Çünkü ilim, insanları karanlıktan üstünlük, gerçek bir üstünlük sayılmaz. Zira hayvanlar yetenek-
aydınlığa çıkaran bir ışıktır. Kul ancak ilmi sayesinde Allah’ın leri ve özellikleri bakımından aranılır ve kendisine sahip olun-
seçkin kullarının mertebesine varır ve yüce derecelere ulaşır. maya çalışılır yoksa sırf cüssesi için değil! Bu örneği gerçekten
İlim müzâkeresi, tüm ibadetlere denktir. Allah (Subhanehu ve anlamışsan fazilet kelimesinin anlamını da anlamışsın demektir.
Tealâ)'ya itaat ve ibadet, ancak ilimle mümkün olur. Allah'ın bir-
Diğer hayvanlara nispetle at nasıl faziletli ise, ilim vasfı da diğer
bütün vasıflara nispetle hiç kuşkusuz daha faziletlidir.
liği ancak ilimle bilinir ve yalnızca âlimler, Allah (Subhanehu ve
Tealâ)'yı hakkıyla tesbih ederler. Kişinin muttakilerden olması Atta bulunan hızlı koşma yeteneğinin bir fazilet olduğunda
da ilmi sayesindedir. Haram ve helâller yalnızca ilimle bilinir. şüphe yoksa da, bu mutlak bir fazilet sayılmaz. Ancak ilim biza-
İlim öncüdür, ameller ise her konuda ona tâbi olmak zorunda- tihi ve kayıtsız-şartsız bir fazilettir. İlim hiçbir şeyle kıyas edile-
mez. Zira ilim, Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın kemal sıfatıdır.
dır. Allah (Subhanehu ve Tealâ) ilmi, said kullarına ihsan eder,
Peygamberlerin ve meleklerin bütün şerefi ilim'den gelmektedir.
şakileri ise ondan mahrum bırakır”
Hatta atların bile zeki olanı, ahmak olanından daha faziletlidir.
Allah (Subhanehu ve Tealâ)’dan hüsn-ü tevfîk dileriz.
Sonuç olarak ilim, hiçbir meziyete izafe edilmeksizin tek başına
8- İlmin Faziletine Dair Aklî Deliller faziletin ta kendisidir.
İlmin fazilet ve değerini anlatacağımız bu bölüme başlama- Bilinmelidir ki istenilen, rağbet edilen iyilikler ancak şu üç
dan önce faziletin ne manaya geldiğini açıklamamız gerekmek- sebepten dolayı istenilir:
tedir. Zira faziletin ne anlama geldiği bilinmedikçe neyin faziletli a) Kendi zâtından dolayı
neyin faziletsiz olduğu da bilinemez. Nitekim bilgeliğin ne an-
b) Başka şeylere ulaşmak için
lama geldiğini bilmeyen bir kimsenin “Falanca bilgedir ya da
c) Hem zatından dolayı hem de başka şeylere ulaşmak için
bilge değildir” demesi şaşkınlık ve kendini bilmezlikten başka
Kişinin zatından dolayı istediği iyilik, başka şeylere ulaşmak
bir şey değildir.
için istediği iyilikten daha faziletlidir.
Fazilet kelimesi “Fazl” kökünden gelir. Ziyadelik, artış ve
Başka şeylere ulaşmak için istenilen şeylere örnek; altın ve
fazlalık demektir. Bir hususta ortak olan iki şeyden biri ortak ol-
gümüştür. Altın ve gümüş, şayet Allah (Subhanehu ve Tealâ) ken-
dukları hususta diğerinden daha üstün ise onun için “Bu diğe-
dileriyle alışveriş yapılmasını murad etmeseydi hiçbir değeri
rinden daha faziletlidir” denilir. Mesela “At merkepten daha fa-
olmayan iki maden olarak kalırlardı ve çakıl taşlarından hiç bir
ziletlidir” demek şu anlama gelir: At ve merkep yük taşımada or-
farkları kalmazdı.
tak yanları olan iki hayvandır. Fakat at, merkebe nispetle üstün-
Kişinin, zatından dolayı istediği şeye ise âhiret saadeti ve
dür. Zira at, merkepten daha fazla yük taşır ve daha hızlı koşar.
Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın cemalini müşahede etmeyi iste-
Bu özellikler onun merkepten daha faziletli olmasını sağlar.
mek, örnek olarak verilebilir.
İlme Teşvik 39 40 İmam Gazali

Vücudun sağlıklı olmasını istemek ise hem zatından dolayı, en faziletli nimeti elde etmek, onu öğretmek ise en faziletli ni-
hem de başka bir iyiliğe ulaşmak için istenilen şeylerdendir. Me- meti başkalarına aktarmaya çalışmaktır. Şöyle ki: İnsanların is-
sela ayakların sağlıklı olması, vücudun acı duymaması için biza- teği din ve dünyadan ibarettir. Din ancak bu dünyada tatbik
tihi istenilen bir şey olmakla birlikte, yürümek ve arzu edilen ye- edildiği zaman kaim olur. Zira bu dünya, âhiretin tarlasıdır.
re ulaşmak için de istenilir. Dünya, kendisini ebediyet yurdu olarak görenleri değil, geçici bir
Bu bakış açısıyla baktığımızda ilim de hem kendisinden do- konak olarak kullananları Allah (Subhanehu ve Tealâ)’ya yakınlaş-
layı hem de ahiret saadetine ulaştıran ve Allah (Subhanehu ve tırır. Dünyanın nizamı da ancak insanların çalışmalarıyla sağla-
Tealâ)’ya yaklaştıran bir araç olduğu için istenilir. Zira Allah nır. İnsanların çalışmaları ve sanatları üç kısımda toplanır:
(Subhanehu ve Tealâ)'nın huzuruna ancak ilim ile gidilir. 1) Dünya nizamını ayakta tutmak için zaruri olan temel sa-
İnsanoğlu için en büyük rütbe, ebedî saadet olduğuna göre natlardır. Bunlar da dört bölüme ayrılır:
bu saadete ulaştıran vesile de en büyük fazilettir. Malum olduğu a) Ziraat (Yiyecek temin etmek için)
üzere ilim ve ilme dayalı amel olmaksızın bu rütbeye ulaşma im- b) Dokumacılık (Giyecek temin etmek için).
kânı yoktur! Ameller de ancak amelin keyfiyetini bildiren ilim ile c) İnşaat (Mesken temin etmek için).
yerine getirilebildiğine göre dünya ve âhiret saadetinin anahtarı
d) Siyaset (Sosyal hayatın gereği olan birlikte yaşama, yar-
ve amellerin en faziletlisi ilimdir. Nasıl olmasın ki? Her şeyin
dımlaşma, uzlaşmayı temin etmek için)
kıymeti, neticesiyle ölçülür.
2) Temel sanatların icra edilmesine yardımcı olan sanatlar-
İlmin; Allah (Subhanehu ve Tealâ)’ya yakınlaşmaya, melekler
dır. Örneğin ziraatta kullanılan aletleri hazırlayan demircilik ya
ve en yüce topluluk ile aynı seviyeye ulaşmaya vesile olduğunu
da dokumacılık yapabilmek için malzeme hazırlayan örme ve
geçtiğimiz sayfalarda beyan etmiştik. Tabii ki bu saydıklarımız,
yün eğirme sanatları gibi…
ilmin âhirette görülecek faydalarıdır.
3) Temel sanatları kemale erdiren ve süsleyen sanatlardır.
9- İlmin Dünyada Sağladığı Faydalar
Bunlar; ziraattan elde edilen mahsulün öğütülmesi, ekmek ya-
İlmin dünyada sağladığı faydalar: İzzet, vakar, sultanlar pılması, dokunan malın boyanması ve dikilmesi gibi sanatlardır.
üzerinde söz sahibi olmak ve beşerin saygısını celbetmektir. Öy-
Dünya işlerinin bu taksimi insan vücudundaki organların
le ki ahmak ve kalbi taştan daha sert olan insanlar bile âlimlere
işleyişini anımsatır. İnsan vücudundaki organlar da görevleri
hürmet gösterme gerekliliği hissederler. Çünkü tecrübeleri onla-
bakımından üç kısma ayrılır.
ra, âlimlerin kendilerinden daha bilgili olduğunu göstermiştir.
1. Temel organlar (kalp, ciğer, beyin, vs.)
Yalnız insanlar değil hayvanlar bile üstünlüğü fark eder ve ken-
2. Temel organlara hizmet eden organlar (mide, damar,
disinden üstün olan insana boyun eğerler.
mafsalları birbirine bağlayan sinirler, vs.)
İşte ilmin mutlak manada fazileti budur! İleride de sözünü
edecek olduğumuz gibi ilimler çeşitlidir. Derece ve mertebeleri- 3. Temel organları tamamlayan ve süsleyen organlar (tır-
nak, saç, parmak, vs.)
ne göre sınıflara ayrılır.
İlim, nimetlerin en faziletlisi olduğuna göre onu öğrenmek Dünya nizamını ayakta tutmak için zaruri olan temel sanat-
İlme Teşvik 41 42 İmam Gazali

ların en şereflisi; insanları birleştirici, iktisadî, içtimaî, dinî ve önce belirtmiştik. Zira bir sanatın şerefi şu üç şeyle tespit edilir:
dünyevî bütün durumlarını düzelten ve nizama koyan siyasettir. * O sanatı bilmeye vesile olan öze bakılarak. Örneğin; Aklî
Bu sebeple siyaset sanatını icra edecek kimselerde diğer hiçbir ilimler, lûgatla ve edebiyatla ilgili bütün ilimlerden üstündür. Zi-
meslek erbabında aranmayan vasıflar aranır. Zira diğer bütün ra aklî ilimler akıl vasıtasıyla, lûgat ve edebiyat ise işitmek sure-
sanatların erbabını yönetenler, siyaset sanatını elinde bulundu- tiyle öğrenilebilir. Aklın, işitme hassasından çok daha üstün ol-
ranlardır. duğu ise aşikârdır.
10- Siyasetin Mertebeleri * Sağladığı menfaatin umumiliğine bakılarak. Bir sanatın
Beşeriyeti ıslah eden, dünya ve âhirette selamete ulaştıran şerefi; halka sağladığı fayda nisbetinde yükselir. Örneğin ziraat,
siyaset, dört mertebedir: kuyumculuktan daha üstündür. Çünkü ziraatın menfaat alanı,
1. Peygamberlerin siyaseti ki en faziletli siyaset budur. Çün- kuyumculuğa nazaran daha yaygındır.
kü peygamberler, bütün insanların hem bâtınına hem de zahirî- * Üzerinde çalışılan ham maddenin kıymetine bakılarak. Bu
ne hükmetmektedirler. şekilde bakıldığı zaman kuyumculuk dericilikten üstün olur.
2. Halifelerin, melik ve sultanların siyaseti ki bunlar bütün Çünkü kuyumcu, altın gibi değerli bir maden üzerinde çalışma
halk üzerinde hüküm sahibidirler. Ancak insanların yalnızca za- yaparken, derici pis ve murdar hayvan derileri üzerinde çalış-
hirlerine hükmederler, bâtinî olarak bir otoriteleri söz konusu maktadır.
değildir. Dinî ilimlerin, âhiret yolunun aydınlanmasına vesile olduğu
3. Allah (Subhanehu ve Tealâ)'yı ve O'nun dinini bilen ve pey- herkesin malûmudur. Bu ilim ise ancak selim bir akıl ve berrak
gamberlere vâris olan âlimlerin siyaseti ki bu âlimler sadece hal- bir zekâ ile bilinir. Akıl, insana verilen nimetlerin en şereflisidir.
kın havas (seçkin) tabakasının iç âlemine (bâtınına) hükmeder- Nitekim bu hususu kitabımızın ileriki bölümlerinde geniş bir şe-
ler. Halk (avam) ise, bu âlimlerden istifade edecek vasıfta olma- kilde izah etmeye çalışacağız. Aklın en şerefli nimet oluşunun
dıkları için onlardan faydalanamazlar. Bu âlimler kötü işlerden esas sebebi, Allah'ın emanetinin (dinî emirlerin) ancak akılla
menetme ve itâate zorlama gücüne sahip değildirler. kavranabilmesi ve uygulanabilmesidir. İnsan ancak bu emirleri
4. Vaizlerin siyaseti ki bunların siyaseti sadece basit halk yerine getirmek suretiyle Allah (Subhanehu ve Tealâ)’ya yakınla-
tabakasının bâtınına hitab edebilir. Halkın üzerinde başka bir şabilir.
otoriteleri yoktur! Sağladığı menfaatin umumiliği açısından bakıldığında ilmin
Bu dört çeşit siyasetin en şereflisi hiç kuşkusuz peygamber- faydaları saymakla bitmez. Onun en büyük faydası ahiret saade-
lerin siyasetidir. Bu siyasetten hemen sonra âlimlerin siyaseti tini temin etmektir. Üzerinde çalıştığı maddenin kıymetine göre
gelir. Çünkü bunlar ilim öğretmekle halkı helâk edici kötülük- değerlendirildiğinde de ilimden daha şerefli bir sanat yoktur.
lerden arındırırlar ve onları irşad ederek güzel ahlâka yöneltir- Çünkü ilim, insanın kalbine ve bedenine tasarruf etmektedir.
ler. İşte âlimlerin siyaseti budur ve eğitim-öğretimin en mühim Yeryüzündeki mahlûkatın en şereflisi insandır ve insanın en
faydalarından birisi de bu neticeyi sağlayabilmesidir. önemli organı da kalbidir. İlmin öğretilmesi, bir yandan Allah'a
ibadetin, diğer yandan da Allah'ın halifesi olmanın gereğidir. Bu
İlmin, diğer siyaset ve sanatlardan üstün olduğunu daha
İlme Teşvik 43

haslet, insanı Allah'a halife yapar. Çünkü Allah (Subhanehu ve


Tealâ), âlimin kalbinde en mümtaz nimet olan ilmin kapısını
açmıştır.
Dolayısıyla bir âlim, kıymetli mücevherleri bekleyen bir ha-
zinedara benzer. Üstelik bu hazinedarın, korumakla mükellef
olduğu hazineden insanlara dağıtma yetkisi de bulunmaktadır.
Kul için Allah ile mahlûkatı arasına girip de onları Allah'a yakın-
laştırmaktan daha büyük bir mertebe olabilir mi? Kulların cen-
nete girmesinden elde edilecek dereceye hangi derece ulaşabilir?
Ya rabbi! Bizi bu bahtiyar kullarından eyle! Kulun ve
rasûlün Muhammed Mustafa'ya (Sallallahu Aleyhi ve Sellem),
onun âline ve ashabına salât ve selâm olsun!
46 İmam Gazali

değil de Müslümanların günlük yaşantılarında muhtaç oldukları


2.BÖLÜM meselelerin bilinmesidir.
İlimlerin Kısımları Müfessirlere ve muhaddislere göre ise müslümana farz olan
ilim, Kitab ve Sünnettir. Zira bu iki ilim bilindiği takdirde diğer
bütün ilimler bilinir. Bütün ilimlere ancak bu iki ilim vasıtasıyla
ulaşılır. Mutasavvıflar ise her müslümana farz olan ilmin Tasav-
vuf ilmi olduğunu iddia etmişlerdir. Bunların dışında çeşitli fi-
kirler de ileri sürülmüştür.
Kimileri kulun, hâlini ve Allah (Subhanehu ve Tealâ) katında-
ki makamını bilmesinin farz olduğunu söylerken, kimileri de ih-
1- Farz-ı Ayn Olan İlimler lâs, nefsin hallerini ve afetlerini bildiren, melekten gelenle şey-
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: tandan geleni ayırt etmeye yarayan ilmin her müslümana farz
“İlim öğrenmek her müslümana farzdır.”71 olduğunu söylemişlerdir. Bir grup da, her müslümana farz olan
ilmin Bâtın ilmi olduğunu ileri sürmüştür. Ancak bu ilmin yal-
“İlim, Çin'de bile olsa bulup öğrenin!”72
nızca erbabına farz olduğunu da belirtmişlerdir. Böylelikle de
Her müslümana farz olan ilim hakkında âlimler ihtilaf et-
hadis-i şerifte mutlak şekilde bildirilen ilim lâfzını umum ifade
mişler ve yirmiyi aşkın görüş ileriye sürmüşlerdir. Bütün görüş-
etmekten uzaklaştırmış olmaktadırlar.
leri zikrederek sözü uzatmaya gerek yoktur. Fakat âlimlerin bu
Ebu Tâlib el- Mekkî şöyle demektedir: Her müslümana farz
husustaki görüşlerinin hülâsası şöyledir:
olan ilim, İslâm'ın rükünlerinin beyan edildiği “İslâm dini beş
“Her fırka, kendisinin meşgul olduğu ilmin farz olduğunu
temel üzerine bina edilmiştir: Allah'tan başka ilah olmadığına ve
ileri sürmüştür. Örneğin Kelâmcılar, Kelam ilminin farz olduğu-
Muhammed'in onun kulu ve rasulu olduğuna şehadet etmek,
nu söylerler. Onlara, bunun nedeni sorulduğunda ise ancak bu
namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve oruç tutmak”73
ilim sayesinde Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın zât ve sıfatlarının
hadisindeki hususları ihtiva eden ilimdir.
bilinebileceğini ileri sürerler. Fâkihlere göre farz olan ilim Fıkıh
Hadiste zikredilen beş esasın, farz oluş keyfiyetini ve nasıl
ilmidir. Fıkıh ilminin ibadetlerin ve muamelâtın helâl ve haram
tatbik edilmeleri gerektiğini bilmek de her müslümana farzdır.
kısımları ile mutlak helâl ve haram olan hususlarda bilgi verdi-
Bütün bu sözlerin özeti ve kesin neticesinin bizim zikredeceği-
ğini ileri sürmektedirler. Ancak fakihlerin farz olduğunu söyle-
miz şu hakikat olduğu kanaatindeyiz:
diği fıkıhtan kasıt; vukû bulması pek nadir olan fıkhî meselelerin
“Muhakkak ki ilim, Muamele ve Mükâşefe ilmi olmak üzere
ikiye ayrılır. Müslümanlara farz olan ilim sadece Muamele ilmi-
71 İbn Adiy, Beyhaki ve İbnu Abdulberr, Enes (radıyallahu anhu)’dan ri-
vayet etmişlerdir.
72 İbn Adiy ve Beyhaki, Enes (radıyallahu anhu)'dan; Taberani ise İbn 73Buharî, Müslim ve Tirmizî, İbn Ömer (radıyallahu anhuma)’dan riva-
Mesud ve İbn Abbas (radıyallahu anhum)’dan rivayet etmiştir. yet etmiştir.
İlme Teşvik 47 48 İmam Gazali

dir. Akil-baliğ olan kimselerin yerine getirmekle mükellef olduk- İkinci bir görüşe göre ise amelin şartı olan ilmin; amelin
ları üç husus şunlardır: vucûbiyetinden sonra vacip olacağıdır ki bu takdirde öğle vakti
1.İtikad (İnanç) girmeden önce abdest ve namazı öğrenmek farz olmaz. Bu nok-
2. Uygulama (Yapılması gereken ameller) tada diğer namazlar da öğle namazına kıyas edilmelidir.

3. Terk (Terk edilmesi lâzım gelen davranışlar) Eğer bu kimse Ramazan ayı gelinceye kadar yaşarsa, Rama-
zan ayında yerine getirmesi gereken oruç ibadetini bilmek ken-
İhtilâm yoluyla veya yaş itibariyle bulûğa varmış olan bir
disine farz olmaktadır. Orucun; imsak vaktinden güneş batınca-
mükellefin her şeyden önce Kelime-i Şehadeti bilmesi ve anla-
ya kadar olan sürede yemekten, içmekten ve cinsî münasebetten
ması farzdır. Bu kelimelerin ifade ettiği manaya kesinlikle
kaçınmaya niyet etmek olduğunu bilmek, Ramazan ayının Şev-
inanması ve bunu şeksiz-şüphesiz doğrulaması gerekir. Bu mer-
val hilali ile son bulduğunu iki muteber şahidin şahitliğinin ye-
tebe ise sadece duymak ve taklit etmek suretiyle elde edilir. Ay-
terli olduğunu bilmesi farzdır.
rıca araştırmaya ve deliller toplamaya ihtiyaç yoktur.
Yine bu kimse sonradan servet sahibi olur veya bir servete
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), bedevilerin tasdik ve
sahip olarak bülûğ çağına ererse, kendisine farz olan zekât mik-
ikrarlarını yeterli bulmuş onların delil öğrenmelerini bekleme-
tarını bilmesi de farzdır. Fakat o zekâtı derhal vermesi gerek-
mişti. Zira yeni mükellef olan bir kul, inanarak ve anlayarak Ke-
mez. Zira malının üzerinden bir yıl geçmesi halinde zekât kendi-
lime-i Şehadeti ikrar ederse içinde bulunduğu vaktin farzını ye-
sine farz olur. Şayet deveden başka serveti yoksa sadece deveye
rine getirmiş olur. Başlangıçta bunun daha ötesini bilmek üzeri-
ait zekât miktarını bilmesi kendisine farzdır. Diğer mallarda da
ne farz değildir. Şayet o anda ölür ise itaatkâr bir mümin olarak
hüküm bu şekildedir. Eğer bu kimse hac aylarına girerse, haccın
ölür. Kelime-i Şehadeti ve anlamını öğrenmek dışındaki farzlar
şartlarını bilmek hususunda acele etmesi gerekmez.74 Zira hac,
ise başka şartlara bağlıdır. Bu şartlar ise herkes için zaruri de-
tehir imkânı olan bir farzdır. Onun için rükünlerini bilmekte
ğildir. İnsanların bazıları bu şartlardan uzak tutulur. Bu şartlar
aceleye lüzum yoktur.
da Uygulama (Fiiller), Yasaklar ve İtikat olmak üzere üç bölüme
ayrılır. Fakat İslâm âlimlerine düşen vazife; sistemli ve tedricî bir
şekilde haccın servet sahibine farz olduğunu bildirmeleridir. Bu
Uygulama (Fiiller ile İlgili Meseleler)
hususta o kimseyi ikaz etmek, her âlimin vazifesidir. Zira bu kişi,
Örneğin kuşluk vaktinde mükellef olan bir kişi öğlene kadar
belki de hac farizasını bir an önce eda etmek isteyebilir. Böyle
yaşarsa, öğle namazının vakti girdiği için abdestin nasıl alınaca-
bir niyet taşıdığı zaman haccın keyfiyetini öğrenmesi kendisine
ğını ve namazın nasıl kılınması gerektiğini öğrenmesi kendisine
farz olur. Öğrenilmesi farz olan keyfiyet sadece haccın farz ve
farz olur. Kuşluk vaktinde bedenen sağlam ise, abdestin ve na-
mazın öğrenilmesini öğle vaktine bıraktığı takdirde bu vaktin
74İmam Gazali, Şafiî mezhebinden olması nedeniyle hac ibadetini tehiri
bunları öğrenecek kadar imkân vermeyeceği de biliniyorsa kuş-
luk vaktinden itibaren abdest ve namazı öğrenmek kendisine mümkün bir farz olarak ifade etmiş ve rükûnlarının bilinmesinde acele-
ye lüzûm olmadığını söylemiştir. Ancak İmam Ebu Hanife, İmam Malik
farz olur. Demek ki vaktinden önce öğrenmesi kendisine farz gibi âlimlere göre kişinin zengin olduğu senenin hac mevsiminde hac
olmaktadır. etmesi borçtur, tehiri günahtır.
İlme Teşvik 49 50 İmam Gazali

vâcibleridir. Nafilenin bilinmesi ise farz değil, sadece nafiledir. müştür. İnançları bozan ve kalbe düşen bu şüpheler bazen, in-
Zira nafileleri bilmek hiçbir surette farz-ı ayn olmaz. Bu şahsa sanın tabiatında vardır. Fakat kişi bazen de oturduğu beldenin
asıl haccın farziyetinden bahsedilmediği takdirde âlimlerin me- insanları tarafından bu türden şüphelere düşürülebilir.
sul olup-olmadığı hususunda fıkıh kitaplarında gerekli bilgi ve- Bu bakımdan bir kişi Kelâm İlmi ile iştigal eden ve daima
rilmiştir. Diğer ibadetlerin bilinmesi de aynen hac ibadeti gibi bid'atlar hakkında konuşan bir beldede yaşıyorsa, akil-baliğ ol-
tedricîdir. duğu ilk anda kendisini bu bid'atlardan koruması gerekir. Şayet
Yasaklar (Terk Edilmesi Gereken Şeyler) kalbine batıl bir fikir yerleşmişse, hemen onu kalbinden söküp
Yasaklardan öğrenilmesi farz olanlar; kişilere ve gelişen du- atmalıdır. Ne var ki bâtılı kalpten söküp atmak çok zordur.
rumlara göre değişiklik göstermektedir. Örneğin dilsiz bir insa- Eğer bu kimse tüccar ise ve bulunduğu beldede faiz yaygın
nın konuşulması haram olan şeyleri veya gözleri görmeyen bir ise böyle bir beldede yaşayan tüccarın faizden korunma ilmini ve
kimsenin bakılması yasak olan şeyleri öğrenmesi, göçebe hayatı meşru kazanç yollarını öğrenmesi farzdır.
yaşayanların da ikamet edilmesi yasak olan yerleri bilmesi farz Farz-ı Ayn olan ilim hakkında hakiki ölçü işte budur. Farz-ı
değildir. Bu yasaklar aynı zamanda, mevcut durumun gerekleri- ayn olan ilmin manası, farz olan amelin keyfiyetini bilmektir. Bu
ne göre de değişir. Bu bakımdan vukû bulması hiçbir zaman bakımdan farz olan ilmi ve ilmin ne vakit farz olduğunu bilen bir
mümkün olmayan veya çok zor olan bir haramı bilmek kişiye kimse, farz-ı ayn olan ilmi de bilmiş olur.
farz değildir. Ancak içinde bulunduğu veya bulunma ihtimali Sûfîlerin farz-ı ayn olan ilmin, düşmanın (şeytanın) vesve-
yüksek olan haramlara dikkat edilmesi gerekir. Sözgelimi sesini ve meleğin ilhamını bilip ayırt etmek olduğunu söylemele-
müslüman olduğu sırada sırtında ipekli bir elbise varsa veya ri de doğrudur. Ancak onların böyle söylemeleri ümmetin bütün
gasp ettiği bir evde oturuyorsa veya mahremi olmayan bir kadı- fertleri için geçerli değildir. Bu ölçü sadece bu gibi durumlarla
na bakıyorsa, o kişiye bütün bunların haram olduğunu anlatmak karşılaşan, gönlünde böyle düşünceler doğan insanlar için ge-
farzdır. Hatta içki içmenin ve domuz eti yemenin âdet edinilmiş çerlidir.
olduğu bir beldede yaşıyorsa, bunların haram olduğunu o kişiye
İnsanoğlu çoğu zaman şerre neden olan riya ve hasetten
öğretmek farzdır, kendisinin uyarılması gerekir.
kurtulamaz. İnsanı helâke sürükleyen bu hususları, muhtaç ol-
İtikad ve Kalbin Amelleri duğu miktarda öğrenmesi farzdır. Nasıl farz olmasın ki?
Bunları öğrenmenin farziyeti kalbin durumuna göre deği- Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmaktadır:
şir. Örneğin Kelime-i Şehadetin delâlet ettiği manalarda şüphesi “İnsanoğlunu şu üç şey helâk eder: Kendisine boyun eğilen
olan bir kimsenin o şüpheyi giderebilecek bilgiye ulaşması farz- cimrilik, arkasından gidilen heva ve kişinin kendisini beğenme-
dır. Eğer kalbine böyle bir şüphe gelmezse; Allah'ın kelâmının si.”75
kadim olduğunu, ahirette müminlerin Allah'ın cemalini gözle-
İnsanların bu helâk edici özelliklerden kendilerini kurtar-
riyle göreceklerini, Allah'ın yaratılmışlara benzemediğini ve
maları o kadar da kolay değildir. İleride tafsilatlı bir şekilde bilgi
bunlara benzer inanılması gereken meseleleri bilmeden önce
ölürse, bütün âlimlerin ittifakıyla bu şahıs müslüman olarak öl-
75 Bezzar ve Taberânî, Enes (radıyallahu anhu)’dan rivayet etmiştir.
İlme Teşvik 51 52 İmam Gazali

vereceğimiz kalbin halleri, kibir, ucûb ve benzeri çirkin sıfatlar tedricî bir vasıf taşıdığı, vacip olmasının vakte bağlı olduğu açık-
hadiste geçen üç helâk edici sebebe bağlıdır. Bunları kalpten sö- lık kazanmış oldu.
küp atmak ise farz-ı ayn'dır. Sökülüp atılmaları da ancak mahi- 2- Farz-ı Kifaye Olan İlimler
yetlerinin bilinmesi, emarelerinin tanınması ve tedavi yöntemi- İlimler bölümlere ayrılmadıkça hangisinin farz olup hangi-
nin tespiti ile mümkündür. sinin olmadığı net bir şekilde anlaşılamaz. İlimler, esas itibariyle
Helâk edici vasıflar olarak zikrettiğimiz amillerin bilinmesi Şer’i (dinî) ilimler ve Şer’i olmayan ilimler olmak üzere ikiye ay-
farz-ı ayndır. Ancak ne yazık ki insanların çoğu malayani işlerle rılır.
meşgul olurlar da bunları terk ederler. Şer’i ilimler ile peygamberlerin getirdiği ilim kastedilmek-
Örneğimizdeki İslamî emirlerle yeni mükellef kılınmış kişi- tedir ki bu ilim; matematik ilmi gibi akılla, tıp ilmi gibi deneyle
ye dönersek; o kimseye Kelime-i Şehadetin manasını öğretildik- ve lügat ilmi gibi işitmekle elde edilemez.
ten sonra cennete, cehenneme, ölümden sonra dirilmeye ve he- Şer’i olmayan ilimler:
saba ve mizana imanın telkin edilmesi gerekir. Çünkü bunlar
1. Mahmûd (Beğenilip hoş görülen) İlimler
Kelime-i Şehadeti tamamlayan unsurlardır.
2. Mezmûm (Yerilen) İlimler
Ayrıca bu kimse Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in
3. Mübah Olan İlimler olmak üzere üç kısma ayrılır.
Allah (Subhanehu ve Tealâ) tarafından gönderilmiş bir peygamber
Mahmûd (Övülen) İlimler
olduğunu tasdik ettikten sonra O’nun tebliğ ettiği risaletin ma-
hiyetini de bilmesi gerekir ki o da Allah'a ve Rasûlüne itaat eden Tıp ve matematik ilmi gibi dünya işlerinin tanziminde gerek
kimseye cennet, isyan edene ise cehennem olduğunu bilmektir. duyulan ilimlerdir ki bunlar da öğrenilmesi farz-ı kifâye olanlar
ve öğrenilmesinde fazilet bulunanlar olmak üzere ikiye ayrılır.
Buraya kadar söylediklerimiz üzerinde düşünüldüğü tak-
dirde doğru yolun bu olduğunda şüphe kalmaz. Yine malumdur Öğrenilmesi farz-ı kifâye olan kısım, dünya işlerinin ısla-
ki insanoğlu ibadetlerinde ve muamelelerinde her an ortaya çı- hında gerekli olan insan bedeninin sağlıklı kalabilmesi için ge-
kabilecek yeni hâdiselerden uzak değildir. Karşılaşacağı bu olay- rekli tıp ilmi; ticarî ilişkiler, vasiyetler ve miras gibi hususlarda
lar sebebiyle de kendisine yeni farzlar terettüp edebilir. Meyda- bilinmesi zarurî olan hesap ilimleri gibi ilimlerdir. Eğer bir
na gelen veya gelmesi muhtemel olan bu hâdiselerin mahiyetini memlekette bu ilimleri bilenler kalmazsa, o memleket halkının
öğrenmesi ve bu hususta acele davranması gerekir. tamamı sorumlu olur. Fakat bir beldede bu ilimleri bilen bir kişi
de olsa, diğerlerinin üzerinden bu sorumluluk kalkar. Tıp ve ma-
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in: “İlim öğrenmek
tematik ilimlerinin farz-ı kifâye olduğunu söylememiz yadır-
her müslümana farzdır”76 buyruğundaki marifelik edatı taşıyan
ganmasın. Zira bu iki ilim gibi çiftçilik, dokumacılık, siyaset, ta-
“el-ilmu” ifadesiyle Müslümanlara farz olan amellere dair ilmin
babet ve terzilik sanatları ve diğer sanatların aslının öğrenilmesi
kastedildiği ve bizim açıklamalarımızla da bu ilmin öğreniminin
de farz-ı kifâyedir.
Eğer İslâm diyarında kendisine tedavi olunacak hekimler
76İbn Adiy, Beyhaki ve İbn Abdulberr, Enes (radıyallahu anhu)’dan ri- bulunmazsa, Müslümanların helâk olması kaçınılmazdır. Kendi-
vayet etmişlerdir.
İlme Teşvik 53 54 İmam Gazali

lerini felâkete sürüklemiş olmaları sebebiyle de topyekûn so- Ümmet'in İcmasının asıl olması, Sünnet'e dayanmasından
rumludurlar. Çünkü derdi veren Allah, o derdin devasını da kaynaklanmaktadır. Bu bakımdan ümmetin icması üçüncü de-
vermiş ve o devayı kullanacak kabiliyeti de insanoğluna bahset- recede bir asıldır. Âsar (Sahabe sözleri) de Ümmetin İcmâsı gibi
miştir. Bu gibi ilimleri öğrenmemek, Müslümanları felâketle baş Sünnet'e dayandığından dolayı asıl kabul edilmiştir. Çünkü sa-
başa bırakmaktır ki hiçbir şekilde caiz görülemez. habeler Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i bizzat görmüşler,
Farz olmayan fakat öğrenilmesinde fazilet bulunan ilimlere Kuran’ın indirilişine şahid olmuş ve başkalarının göremediği
gelince; bunlar sözünü ettiğimiz (Tıp ve matematik gibi) ilimle- birçok hadiseyi karineleriyle idrak etmişlerdir. Şu bir gerçektir
rin ayrıntılarına inmek, aslen zarurî olmayan ince hususlarla ki çoğu zaman ibareler, karinelerin ifade etmek istediği hakikat-
meşgul olmaktır. Elbette ki bu da zaruri olan kısımları anlamayı leri ifade etmekten aciz kalırlar. Bu sebepten âlimler, sahabeye
kolaylaştırması bakımından bir fazilet ve üstünlüktür. Nitekim uymayı ve izlerinden gitmeyi gerekli gördüler. Tabiî ki bu
bu ilimlerde derinleşen âlimlere büyük değer verilmiştir. ittibanın da kendine özgü şartları vardır. Ancak burada bu şart-
Mezmum (Yerilen) İlimler ları zikretmek uygun düşmez.

Bunlar dinde yeri olmayan sihir, tılsım, hipnotizma, el ça- İkinci Bölüm
bukluğu ve göz boyacılığı gibi sanatlardır. Füru (Asıllardan Çıkarılan İlimler)
Mübah Olan İlimler Fürûat, yukarıda zikredilen 4 asıldan elde edilir. Ancak
Mübah yani ne yasaklanmış ne de öğrenilmesi zaruri olan bunlar lâfızlarla değil, selim akılların ve ince manaları kavrayan-
ilimlerdir. Örneğin; ahlaksızlık içermeyen şiirler ile tarihî hâdi- ların, lâfızların ifade ettiği manalardan daha başka manalar çı-
seleri öğrenmek bu kısım ilimlerdendir. karmasıyla gerçekleşen ilimlerdir. Örneğin Rasulullah (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem)’in “Kadı öfkeli iken hüküm veremez (verme-
Şer’i İlimlerin Kısımları
sin)”77 hadisinden Kadı’nın tuvalet bakımından sıkışması, hasta
Bu ilimlerin hepsi makbuldür. Ancak şer’i ilimlerden oldu-
veya acıkmış olması anında da hüküm veremeyeceği neticesi çı-
ğu zannedildiği halde, aslında şer'î ilimlerle alâkası olmayanlar
karılmıştır. Fer’i ilimler de iki kısma ayrılır:
bunun dışındadır. Dolayısıyla şer’i ilimler de makbul olan ve
1. Dünya meselelerinin tanzimi ile ilgili ilimler. Bu konular
makbul olmayan diye iki kısma ayrılmıştır.
fıkıh kitaplarında ele alınır ve bu ilimle fâkihler meşgul olurlar.
Makbul olan şer’i ilimler; Usul, füru, mukaddimât ve
Fâkihler ise dünya işlerini iyi bilen kimselerdir.
mütemmimat olmak üzere dört bölüme ayrılırlar.
2. Âhiret meseleleriyle ilgili ilimler. Bunlar ahlâkın çirkini-
Birinci Bölüm
ni, güzelini ve kalbin hallerini bildiren ilimlerdir. Bu ilimler Al-
Usul (Asıl Olan İlimler)
lah (Subhanehu ve Tealâ) katında kabul gören veya görmeyen hal-
a) Kitab leri bildirirler. İbadet ve âdetlerinde kalpten azalara sirayet eden
b) Sünnet etki ve emareleri bilmek de bu kısma dâhildir.
c) Ümmet’in İcması
d) Âsar (Sahabe sözleri) 77 Buhari ve Müslim, Ebu Bekre (radıyallahu anhu)’dan rivayet etmiştir.
İlme Teşvik 55 56 İmam Gazali

Üçüncü Bölüm Mensuh, Amm ve Has, Nass ve Zâhir ve bir kısım ayetlerin di-
Mukaddimât (Öncü İlimler) ğerleriyle nasıl kullanıldıklarını bilmek Kuran’ın ahkamıyla ilgi-
Asıl ilimleri elde etmede vasıta olarak kullanılan ilimlerdir. lidir. Bu konuları elen alan ilme “Usûl-ul Fıkıh” denilmektedir.
Bu ilimlere lügat ve nahiv gibi ilimleri örnek verebiliriz. Zira lü- Bu ilim aynı zamanda Sünnet’i de içine almaktadır.
gat ve nahiv ilimleri, Allah'ın kitabını ve Rasulu’nun sünnetini Hadis ve Asar’ı (Ashab'dan gelen rivayetleri) tamamlayıcı
anlamamıza yardımcı olan ilimlerdir. Lügat ve Nahiv ilimleri ilimler ise: Rivayetleri nakleden kişileri, onların isimlerini, ne-
esasında şer’i ilimler grubuna dâhil değildir. Fakat bu iki ilmi seplerini ve sahabîlerin isimlerini ve özelliklerini bilmektir.
bilmek ve onlarda söz sahibi olmak; şer’i ilimleri bilmek ve iyice Râvilerin âdil, güvenilir ve zayıf olanlarını ayırabilmek için şahsî
öğrenmek için büyük bir ihtiyaçtır. Zira Kur’an- Kerim, Arap di- hallerinin bilinmesi; mürsel hadisi, müsned hadisten ayırabil-
liyle nazil olmuştur. Her şeriat, mensup olduğu dilin bütün de- mek için ravilerin yaşlarının bilinmesi gibi malûmatlardır.
taylarıyla bilinmesiyle anlaşılabilir. Şeriatı anlamaya yarayan İşte bütün bu saydığımız ilimlere şer'î ilimler denmektedir
âletlerden biri de yazının bilinmesi olsa da yazının bilinmesi za- ve hepsi de makbul ve mübah olan ilimlerdir. Hatta bütün bu
rurî değildir. Zira Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ümmî ilimler farz-ı kifâye olan ilimlere dâhildir.
idi ve yazı bilmezdi.78 Bir kişi her dinlediğini ezberleyebiliyorsa, Bana Fıkıh İlmini niçin dünya ilmi olarak gördüğüm sorula-
yazıyı bilmesi gerekmez. Fakat böyle bir vasıftan yoksun kimse- cak olursa şöyle derim:
ler için yazıyı bilmek çoğu zaman zarurî ve şarttır. Allah (Subhanehu ve Tealâ) Âdem (Aleyhisselam)’ı topraktan,
Dördüncü Bölüm zürriyetini de çamurdan ve atılan bir damla sudan yarattı. Onla-
Mütemmimât (Tamamlayıcı İlimler) rı babalarının belinden analarının rahmine aktardı. Anaların
Yukarıda saydığımız üç kısmı tamamlayan ilimlerdir. Ku- rahminden dünyaya, dünyadan mezara, oradan hesab yerine,
ran-ı Kerim ile alakalı tamamlayıcı ilimler şunlardır: oradan da cennete veya cehenneme gönderecektir. İşte insanın
1. Kuran-ı Kerim’i okuma şeklini (Kıraat), harflerin mahreç- başı ve sonu bu devrelerden ibarettir. Allah (Subhanehu ve Tealâ)
lerini ve okunuşunu içine alan ilimler. dünyayı ahiret azığını temin etme yeri olarak yarattı ki insanoğ-
lu kendisine yarayan azığı alsın! Demek ki insanoğlu dünyadaki
2. Tefsir gibi nakle dayanan ve Kuran-ı Kerim’in manasını
azığını adalet çerçevesinde alırsa, aralarında hiçbir husumet
anlamaya yarayan bilgilerdir. Bunlar tıpkı Lügat ve Nahiv ilim-
kalmamış olur ve fakihlerin bulunmasına gerek kalmazdı. Çün-
leri gibi işitmekle elde edilir ve başkasına nakledilir. Kuran’ı an-
kü husumet ve kavganın olmadığı yerde fâkihin yapacağı bir iş
lamak için sadece Arapça lügatini iyi bilmek yeterli değildir.
yoktur.
3. Kuran-ı Kerim’in ahkâmıyla alakalı olan ilimler. Nâsih ve
Fakat insanoğlu dünyaya şehvetleriyle bağlıdır ve böyle ol-
78 İbn Merduye, Abdullah b. Ömer'den rivayet edilen “Ben ümmi pey- duğu için de aralarında husumetlerin doğması kaçınılmazdır.
gamber Muhammed’im…” hadisinden tahric etmiştir. Ayrıca İbn Aralarındaki husumetleri giderici bir otoriteye ihtiyaçları vardır.
Hibban, Dârekutnî, Hâkim ve Beyhakî, İbn Mesud (radıyallahu Yönetimde söz sahibi olanlar toplumu idare edebilmek için ka-
anhu)'dan “Allahım! Ümmi peygamber Muhammed (Sallallahu Aleyhi
nunlara ihtiyaç duyarlar. Fâkih ise, bu siyasete ilişkin yasaları
ve Sellem)’e rahmet et deyiniz…” hadisini rivayet etmişlerdir.
İlme Teşvik 57 58 İmam Gazali

bilen kişidir. Aralarına husumet giren insanları, ancak fâkihlerin Hadiste bahsi geçen emir; imam yani hükümdardır. Çünkü
aracılığı ile uzlaştırmak mümkündür. Dolayısıyla fâkih, hüküm- ilk zamanlar devlet başkanları aynı zamanda fetva makamın-
darın danışmanı ve onun siyasetini halka ileten en önemli vası- daydı. Memurlar ise hükümdarın vekilleridir. Mütekellef ise,
tadır. Hükümdarın siyasetini düzenlemekten maksat; halkın Emir ile memurun dışında kalan ihtiyaç olmadığı halde bu vazi-
dünya hayatını düzene koymak, durumlarını ayarlamak, düzen- feyi gönüllü olarak yapan kimsedir.
siz ve başıboş bir hayat yaşamalarına izin vermemektir. Ashab-ı Kiram kendilerine Kuran'dan ve ahiret hallerinden
Yemin ederim ki Fıkıh İlmi dünyayla alâkalı olduğu kadar sorulduğu zaman hiç çekinmeden, bıkmadan ve usanmadan ce-
din ile de alâkalıdır. Fakat dinle olan alâkası, dünya vesilesiyle vap verirlerdi ancak fetva vermekten sakınırlardı. Ashab-ı Ki-
olmaktadır. Zira dünya, ahiretin tarlasıdır. Din ancak dünya ile ram’ın hepsi fetva vermemek için soranı başka bir sahabîye
tamam olur. Din ile devlet idaresi ikiz kardeştir. Din esas unsur, gönderirdi.
sultan da onun nöbetçisidir. Aslı ve temeli olmayan bir şeyin yı- Yukarıdaki hadisin bazı rivayetlerinde “mütekellef” lafzı ye-
kılacağı, yıkılmaya mahkûm olduğu herkes tarafından bilinen rine “mürai” yani fetvasına ihtiyaç duyulmadığı halde riyakârlık-
bir gerçektir. Nöbetçisi bulunmayan bir malın yağma edileceği tan dolayı fetvaya yönelen kimse lafzı geçmektedir. Gerçekten de
de açıktır. Yönetim ve halkın idaresi ancak bir sultanın varlığı ile kendiliğinden fetva gösterisinde bulunan kimse, takvadan uzak-
mümkündür. Sultan da hüküm verebilmek için fakihlere ihtiyaç laşmış, rütbe ve servet elde etmek için böyle davranmıştır. Çün-
duymaktadır. Çünkü onların düzenlediği kanunlarla hükmeder. kü böyle bir niyet taşımasaydı böyle bir tehlikeye atılmaktan ka-
Halkı siyasetle idare etmek, bizzat dinden olmayıp tamamlayıcı- çınırdı.
sı ve yardımcısı ise, saltanatı yürüten siyaseti bilmek de aynı Eğer “Fıkıh ilminin husumetler, mesuliyetler, diyet ve kısas
şeydir. fiilleri ile ilgilenmesi bakımından dünya ilmi olduğu kabul edi-
Herkesin malûmudur ki hac ibadeti, ancak soygunculardan lirse de, namaz ve oruç gibi ibadetlerle ya da haram ve helâli bil-
emin olunduğu zaman tamamlanır. Fakat hac ayrı bir şey, hac diren muamelat bölümünün de dünyalık ilim olarak görülmesi
yolunda olmak ayrı bir şeydir. Haccın tamamlayıcısı olan yol mümkün değildir” şeklinde bir itiraz gelecek olursa, şu şekilde
emniyetine onun kurallarına ve bilgisine sahip olmak da ayrı bir bir cevap veririz:
şeydir. “Fâkihin sözünü ettiği amellerden ahiret amellerine en ya-
Sonuç olarak Fıkıh İlmi; koruyuculuk ve siyaset yollarını kın olanları; İslâmiyet, namaz ve zekât ile helâl ve haramlardır.
bilmekten başka bir şey değildir. Bunun delili de şu hadistir: Şayet fakihlerin görüşlerini irdeleyecek olursanız bu üç bölüm-
“İnsanlara ancak şu üç kimse fetva verir: Emir, emire bağlı deki konularda da dünyadan öteye geçmediğini görürsünüz. Fâ-
memur veya mütekellef (kendini mükellef sayan kimse)”79 kihin ahiret amellerine en yakın görünen bu üç konu hakkındaki
durumunun böyle olduğu bilindikten sonra, diğer meseleler
hakkında konuşmaya gerek kalmaz. Şimdi söylediklerimin daha
79 İbn Mâce, Amr b. Şuayb'dan rivayet etmiştir. iyi anlaşılması için bu üç konuyu teker teker inceleyelim:
Fâkih, İslâm konusunda sadece sıhhat, fesad ve bunların
İlme Teşvik 59 60 İmam Gazali

şartlarından bahseder. Bunu yaparken yalnızca lafız ile ilgilenir Namaz konusuna gelince; Fâkih, zahirî şartlara uyularak kı-
ve ona göre hüküm verir. Kalp ise fâkihin ilgi alanı dışındadır. lınan namazın sahih olduğuna hükmetmekle mükelleftir. Bu ki-
Çünkü bizzat Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Onun kal- şi, namaz kılma esnasında çarşıdaki alışverişle meşgul olsa da
bini mi yarıp baktın?”80 buyurarak kılıç ve saltanat sahiplerini şahsî işlerini düşünse de fark etmez. Fâkih, onun namazının sa-
kalbi araştırmaktan menetmiştir. hih olduğunu kabul eder. Onun namazını gaflet içerisinde kılmış
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu sözü, Kelime-i olması fâkihin ilgi alanına girmez. Hâlbuki kalben tasdik edil-
Şehadeti söyleyen bir kimseyi öldüren sahabîsine söylemiştir. meyip yalnız dille söylenen Kelime-i Şehadet, ahirette fayda sağ-
Çünkü o sahabî, düşmanı öldürmesinin sebebi olarak öldürdüğü lamayacağı gibi gaflet içerisinde kılınan namazda ahirette bir
adamın, kılıçtan korktuğundan dolayı Kelime-i Şehadet getirdi- fayda sağlamaz. Fakat fâkih, sadece dil ile söylenen Kelime-i
ğini söylemişti. Şehadeti ve sadece zahirî şartlara riayet edilerek kılınmış namazı
Fâkihin vazifesi, kılıç zoruyla da olsa Kelime-i Şehadeti söy- sahih kabul etmek zorundadır. Çünkü dil ile kelime-i şehadet ge-
leyen kişinin imanının sahih olduğuna hükmetmektir. Bununla tirmiş kişi emre uymuş sayılır. Artık öldürülmesi veya tekdir
beraber gayet iyi bilir ki; onun imanı sağlam değildir ve fikrini edilmesi söz konusu değildir.
her zaman değiştirmesi mümkündür. Çünkü kalbine İslamiyet Zahirî amellerin ahirette fayda sağlaması için gerekli olan
işlememiştir. Aksine boynuna inecek kılıcın zoruyla ve malına el kalp huzuru ve huşûya gelince ki fâkih bundan bahsetmeye ve
konulması endişesiyle müslüman olmuştur. Onun diliyle getir- bunun inceliklerini araştırmaya yetkili değildir. Şayet böyle
diği şehadet boynunu kılıçtan, malını ise yağmadan korumuştur. yapmaya kalkışırsa kendi sahasının dışına çıkmış olur.
Bu ise sadece dünyada geçerli bir hükümdür. Zekât konusuna gelince; Fakih, sultanın isteğini karşılayan
Nitekim Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle bu- ölçülere bakar. Hatta bir kimse zekâtını vermekten kaçınsa ve
yurmuştur: “Lâ ilâhe illâllah deyinceye kadar insanlarla savaş- sultan da ondan bu zekâtı zorla alsa fakih bu kimsenin zekât
makla emrolundum. Bu kelimeyi söylemeleri halinde mallarını mükellefiyetinden kurtulmuş olduğuna hükmetmek zorundadır.
ve canlarını benden korumuş olurlar.”81 Rivayet edildiğine göre Kadı Ebu Yusuf82 zekât vermemek
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu kelimenin tesiri- için senenin sonunda kendi malını hanımına hibe eder ve hanı-
nin sadece can ve mal üzerinde olduğunu vurgulamıştır. mının malını da kendisine hibe ettirirmiş. Bu durum İmam Ebu
Âhirette malın ve canın hiçbir kıymetinin olmadığı herkesin ma- Hanife'ye bildirildiğinde Ebu Hanife “Bu, onun fıkıh bilgisin-
lûmudur. Ahirette sadece kalplerin nuru, sırrı ve ihlâsı insana dendir” demiştir.
fayda verecektir. Bunlar ise fıkhın ilgilendiği hususların dışın- Ebu Hanife doğru söylemiştir. Çünkü Ebu Yusuf’un böyle
dadır. Şayet fâkih, bu tür konulara dalarsa kelâm ve tıp ilimleri- yapması dünyada geçerli olan fıkıh ilmini iyi bilmesi sayesin-
ne dalmış gibi kendi sahasının dışına çıkmış olur. deydi. Fakat ahirette bunun vebali diğer suçların vebalinden da-

82Ebu Yusuf’un künyesi Yakub b. İbrahim'dir. Ebu Hanife'nin talebesi-


80 Müslim, Usame b. Zeyd'den rivayet etmiştir. dir. El-Hâdî ile Harun Reşid zamanında Bağdat kadılığı yapmıştır. Hic-
81 Buharî ve Müslim, Ebu Hureyre'den rivayet etmişlerdir. retin 114. yılında doğmuş, 183. yılında Bağdat’ta vefat etmiştir.
İlme Teşvik 61 62 İmam Gazali

ha büyüktür. Bu şekildeki hileli ilimler zarar verici ilimlerden fını etkilemesi yönüyle fakihin ilgi alanına girmektedir.
sayılır. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Sana
Helâl ve Haramlar konusuna gelince; Haramdan kaçınmak fetva verseler de, sana fetva verseler de, sana fetva verseler de,
dindarlıktır. Bunun da dört derecesi vardır: sen yine fetvayı kalbine danış!”86
1. Şahidlik yapabilmek için gereken adalet sıfatını sağlayan Fâkih, kalplerin ahvalinden, kalplerin düştüğü şüphelerden
açık haramlardan sakınma hâlidir. Bu takvayı terk eden kimse ve kalp ile nasıl amel edileceğinden bahsetmez. Sadece adaleti
şahidlik, kadılık ve valilik yapma ehliyetini kaybeder. zedeleyici ve yok edici haller ve sıfatlar hakkında konuşabilir.
2. Salihlerin takvası ki şüphe ihtimali taşıyan hususlardan Demek ki fâkihin vazifesi ahiret azığını hazırlama yeri olan dün-
sakınmaktır. Nitekim Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): ya işleriyle ilgilidir. Şayet fâkih, kalbin sıfatlarından ve ahiretin
ahkâmından bahsederse; bu, onun için ikinci plânda bir mesele
“Seni şüpheye düşüreni terk et, şüpheye düşürmeyene
olduğundan sözleri de ikinci planda kalır. Fâkih tıpkı mesleği dı-
koş!”83 buyurmuştur. Ayrıca:
şında kalan Tıb, Matematik, Astronomi ve Kelâm ilimlerine el
“Günah, kalpleri tırmalayan şeydir” buyurmuştur.84
attığı gibi bazen da kalp ilimleri hakkında konuşur. Aynı şekilde
3. Muttakilerin takvası ki harama sürükleyebilir endişesiyle bazen Nahiv ve Şiir ilmine hikmetin karıştırıldığı da görülür.
kesin helâl olan şeyleri terk etmektir. Rasulullah (Sallallahu Aley-
Zahirî ilimlerde asrının imamı olan Süfyan es-Sevrî
hi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
(rahimehullah) “Fıkıh ilminin gayesi, ahiret azığı değildir” derdi.
“Kişi, zararlı şeylere düşme korkusuyla sakıncası olmayan
Nasıl olsun ki? Selef-i Sâlihîn ittifakla buyurdular ki ilmin şerefi
şeyleri terk etmedikçe, muttakilerden olamaz”85 kendisiyle amel etmektedir? O halde zıhar, liân, selem, icar ve
Gıybete girmemek için daima halkın iyi hallerinden bah- sarf hususundaki bilgiler nasıl fayda verecek birer amel sayılabi-
setmek ve arzuları kabartıp haram işleri yapmaya sevk eder kay- lir? Allah'a manen yakın olmak için bu ilimleri tahsil eden kişi
gısıyla nefsin her istediğini yememek gibi haller, bunun en iyi mecnunun ta kendisidir! Amel ancak kalp ve azalarla yapılır ve
örnekleridir. şeref bu amellerdedir. Şayet “Bedenin sıhhatini ilgilendiren ve
4. Sıddîkların takvası ki Allah'a yaklaştırıcı amellerden uzak tamamen dünyalık olan tıp ilmiyle Allah (Subhanehu ve Tealâ)’nın
olmamak için ömrünün bir anını bile mâsivaya ait işlerle zayi emrine ve nehyine uyulması bakımından dini tanzim eden fıkıh
etmemek, dünyanın her şeyinden yüz çevirmektir. ilmini neden aynı seviyede tutuyorsunuz? Sizin bu iddianız bü-
Birinci mertebenin dışındaki takva, fakihin ilgi alanının dı- tün Müslümanların icmasına aykırıdır” denilirse şöyle cevap ve-
şında kalır. Şahidlere ve kadılara ait olan bu takva ise adalet vas- rilir: “İkisinin eşit olması lazım gelmez. Zaten açıklamalarımız-
dan da anlaşılacağı üzere aralarında fark vardır ve fıkıh şu üç
83
noktada tıp ilminden üstündür:
Tirmizî, Nesâî ve İbn Hibban, Hasan b. Ali (radıyallahu anhuma)'dan
rivayet etmiştir.
84 Beyhakî, Şuab'il-İman’da İbn Mesud (radıyallahu anhu)'dan rivayet

etmiştir.
85 Tirmizî, Atıyye es-Sadi’den rivayet etmiştir. 86 Ahmed b. Hanbel, Vabise (radıyallahu anhu)’dan rivayet etmiştir.
İlme Teşvik 63 64 İmam Gazali

1. Fıkıh, kaynağını nübüvvetten alan şer’i bir ilimdir. Tıp ilmini inkâr etmenin en hafif cezası, o ilimden pay sahibi ola-
ilmi ise şerî ilimlerden değildir. mamaktır.”
2. Ahiret yolcuları hasta olsalar da, olmasalar da Fıkıh ilmi- Sen kaybettiğinin kaybına razı ol!
ne muhtaçtırlar. Tıp ilmine ise ancak bedenen hasta olanlar Bu öyle bir günahtır ki cezası içindedir.
muhtaçtır. Mükâşefe ilmi sıddîkların ve Allah'a yakın olanların ilmidir.
3. Fıkıh ilmi, ahiret ilminin komşusudur. Zira Fıkıh ilmi Bu ilim, temizlenmiş ve kötü sıfatlardan arınmış bir kalpte tecel-
azaların amellerini dikkate alır. Azalarda görülen amellerin kay- li eden bir nurdan ibarettir.
nağı ise kalptir. İnsanın zahirînde görülen ameller, kalbinin dış- O nurlu hal vasıtasıyla birçok hususlar inkişâf eder. Daha
ta görülen tezahürüdür. İyi ameller ahirette insanı kurtaracak önceleri duyduğu ve birtakım müphem isimler olarak değerlen-
olan iyi ahlâktan, kötü ameller ise kötü ahlâktan kaynaklanır. dirdiği kavramları manaları ile idrak eder. Allah (Subhanehu ve
Azaların kalple ilgisinin olduğu ise açık bir gerçektir. Bedenin Tealâ)'nın zât-ı ulûhiyetini, sıfatlarını, fiillerini, dünya ve ahireti
hasta veya sıhhatli oluşuna gelince, bunun kaynağı mizacın sağ- yaratmasının hikmetini, ahireti dünyaya tercih edişinin sırrını
lam veya bozuk olmasıdır. Bu hal de bedenin tabiî özelliklerin- eksiksiz bir şekilde anlamış olur. Aynı zamanda peygamberliğin,
dendir, kalple alâkalı değildir. peygamberin, vahyin, şeytanın ve melâike sözlerinin gerçek an-
Dolayısıyla tıp ilmi, ne zaman fıkıh ile mukayese edilirse lamlarını da bilir. Yine meleğin peygamberlere nasıl göründü-
edilsin, fıkhın tıptan üstün olduğu açıkça görülür. Âhiret ilmi ile ğünü, vahyin peygamberlere ne şekilde ulaştığını ve bunların
fıkıh kıyas edildiğinde de ahiret ilminin, fıkıhtan üstün olduğu keyfiyetini bütün inceliklerine kadar anlar. Yer ve gök âlemleri-
görülecektir. nin azametine vâkıf olur. Kalbin hallerini, kalpteki şeytan ile
Ahiret İlminin Kısımları melek arasında cereyan eden mücadeleyi bütün açıklığı ile gö-
Ahiret yolunu gösteren ilmin tafsilâtı saymakla bitmez ise rür. Melekten gelen ilham ile şeytanın vesvesesini ayırt eder.
de bu ilim iki kısımdır: Ahiretin, cennetin, cehennemin, kabir azabının, sırat köprüsü-
1. Mükâşefe İlmi nün, mizanın ve hesap gününde olacakların keyfiyetini de apaçık
bir şekilde bilir.
Mükâşefe ilmi, bâtın ile alakalı bir ilimdir ve ilimlerin en
son noktasıdır. Bu nedenle ariflerden biri şöyle demiştir: “Bu “Oku kitabını! Bugün sana hesap görücü olarak nefsin yeter!” (17

ilimden nasibi olmayan kimsenin akıbetinden korkulur. Bu İsra/14) ve “Bu dünya hayatı ancak eğlence ve oyundan ibarettir.

ilimden alınacak en düşük hisse ise; tasdik etmek ve bu ilme va- Âhiret yurdu ise, işte o gerçek hayattır. Eğer bir bilselerdi…” (29

kıf olanların hakkını teslim etmektir” Ankebut/64) ayetlerinin manasını hakkıyla anlar. Allah
(Subhanehu ve Tealâ) ile karşılaşmanın, O'nun cemal-i ilâhîsine
Başka birisi de şöyle demiştir: “Kimde bid'at ve kibir bulu-
bakmanın ve ona manen yakınlaşmanın ne demek olduğunu da
nursa o kimseye ahiret ilminden bir kapı açılmaz.”
anlar. Mele-i Âla’ya (En yüce cemaat) iştirak edip melekler ve
Şöyle de denilmiştir: “Dünya’yı seven ve nefsinin arzuları-
peygamberlerle beraber olmanın anlamını da idrâk etmiş olur.
nın peşinden koşan bir kimse ahiret ilmini elde edemez. Ahiret
Cennet ehlinin derecelerinin farkını hakkıyla idrak eder. Ki
İlme Teşvik 65 66 İmam Gazali

bu fark bazı cennet ehli arasında o kadar büyüktür ki; Dünyada- nası olursa, hakikatleri o nispette aksettirir. Bu mertebeye ulaş-
kilerin gökteki yıldızlara baktığı gibi bir kısım cennet ehli de mak için riyazet yolunu takip etmek, öğrenmek ve öğretmek ge-
yüksek derecedeki diğer cennet ehline öylece bakacaktır. Daha rekir. İşte kitaplarda yazılmayan, ancak ehline açılan ilimler
sayılması çok uzun sürecek neler neler... Zira insanlar bu haki- bunlardır. Bu ilim, ancak ehli olan kimselere müzâkere yoluyla
katlerin esasını tasdik ettikten sonra, manalarda çeşitli kanaat- açılabilir.
lere sahip oldular. Nitekim Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle bu-
İnsanların bir kısmı bütün bu hakikatlerin yani Allah yurmuştur:
(Subhanehu ve Tealâ)’nın salih kulları için hazırladığı nimetlerin, İlimden bir kısım vardır ki, gizlenmiş mücevherat gibidir.
gözle görülmemiş, kulakla işitilmemiş ve hiç kimsenin hayal bile Onu ancak Allah'ı tanıyanlar bilirler. Onlar bu ilimden söz ettik-
edemeyeceği şeylerin temsilî olduğunu düşünürler. Onlara göre lerinde, sözlerini yalnızca Allah'tan gafil olan kimseler anlamaz.
insanlar cennette sadece sıfatlar ve isimlerle karşılaşacaktır. Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın bu ilmi nasip ettiği bir kulu asla
Bazı kimseler de bu hakikatlerin bir kısmının temsilî bir küçük görmeyin. Zira Allah (Subhanehu ve Tealâ) onu hor gör-
kısmının ise lâfızlarından da anlaşıldığı üzere hakikat olduğuna memiş ve bu ilmi ona vermiştir”87
inanırlar. 2. Muamele İlmi
Bazıları “Allah (Subhanehu ve Tealâ)'yı bilmenin en son nok- Bu ilim kalbin hallerini haber veren bir ilimdir. Sabır, şü-
tası; kulun Allah (Subhanehu ve Tealâ)’yı tanıma hususundaki ac- kür, korku, ümit, rıza, zühd, takva, kanaat, cömertlik ve bütün
zini itiraf etmesidir” derler iken bazıları da Allah'ı bilmek husu- bu hallerde Allah (Subhanehu ve Tealâ)'ya minnettar olduğunu
sunda büyük iddialar ortaya atmışlardır. bilmek; ihsan, hüsn-ü zan, iyi ahlâk, güzel muaşeret, doğruluk
Bazıları ise mârifetullah'ın sınırlarının halkın inancının ve ihlâs gibi güzel hasletlerden ibarettir. Bütün bu hallerin haki-
ulaştığı nokta olduğunu söylemişlerdir. Yani Allah’ın varlığına, katlerini bilmek, hududlarını anlamak ve vesilelerini idrak et-
her şeyi bildiğine, her şeye gücünün yettiğine, her şeyi görüp mek, meyvelerini devşirmek, zayıf taraflarını tedavi ederek kuv-
işittiğine inanmaktır. vetlendirmek Ahiret ilminden sayılır.
Mükâşefe ilminden kastımız; perdenin kaldırılması ve bü- Bu hallerin kötülerine gelince; fakirlik korkusu, takdir olu-
tün bu işlerde açık bir şekilde hakkın şeksiz şüphesiz görülmesi- nana razı olmamak, hile, düşmanlık, haset, doğruluktan ayrıl-
dir. Bu kabiliyet insanın yaratılışına göre mümkün bir haldir. mak, makam ve mevki peşinde koşmak, övülmeyi beklemek,
Fakat kalp aynası, dünya pisliğinin pasından arınmış ve temiz- dünyadan daha fazla lezzet almak kastıyla uzun süre yaşamayı
lenmiş ise... dilemek, kibir, riya, gazab, haksız yere böbürlenmek, düşmanlık
Âhiret ilminden kastımız; kalp aynasının pislikten temiz- hisleri taşımak, insanlara buğzetmek, tamahkâr olmak, cimrilik,
lenmesini bildiren ilimdir. O aynayı kaplayan kirler, Allah'ın za- nüfuz sahibi olmaya çalışmak, iyi konuşan bir insan oluşundan
tına, sıfatlarına ve fiillerine perde olur. Bu aynanın temizlenmesi
ise ancak şehvetlerden korunmak ve her hâlde peygambere tâbi 87Ebu Abdurrahman Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî “Erbain” isimli
olmakla mümkündür. Ayna ne kadar temizlenirse ve hakkın ay- eserinde Ebu Hureyre (radıyallahu anhu)'dan rivayet etmiştir.
İlme Teşvik 67 68 İmam Gazali

dolayı övünmek, oburluk, şehvetlerinin emrinde hareket etmek, bildiği halde) bunlar hakkında farz-ı ayn hükmünü veremez.
zenginlere hürmet gösterip fakirlerle alay etmek, böbürlenmek, Bunun yanında fâkihlere liân, zıhar, yarışma ve atıcılık konula-
nefsine güvenmek, akranlarına üstünlük taslamak, servetle rında soru sorulacak olsa, ciltler dolusu ve zamanları zayi edici
mağrur olmak, hakkı bildiği halde kabul etmemek, malayani geniş malûmatları önüne seriverir. Hâlbuki fâkihin yazacağı bu
şeylere dalmak, lüzumsuz yere konuşmak, şaşkın olmak, göste- ayrıntılara genellikle ihtiyaç duyulmaz. Şayet bu teferruata ihti-
riş için süslenmek, dininden taviz vermek, kibir ve gurura ka- yaç duyulursa, İslâm diyarında bu sahadaki güçlükleri hallede-
pılmak, nefsindeki ayıpları bırakıp başkalarının ayıplarıyla meş- cek âlimler mutlaka bulunur. Buna rağmen fakihler gece gündüz
gul olmak, üzüntü duyma hissini kalbinden söküp atmak, hiç bir kendilerini bu meseleler üzerinde yormakta, en ince detaylarına
şeyden korkmamak, nefsine dokunana hücum etmek, hakkın kadar okuyarak hıfzetmekte, din konusunda kendileri için çok
yardımına koşmamak, düşman olduğu halde düşmanlığını gizle- daha önemli olan meseleleri ise unutmaktadırlar.
yerek dostluk göstermek, Allah'ın vermiş olduğunu geri almak Eğer fakihe söz konusu meselelere niçin bu kadar önem
hususunda Allah'ın azabından emin olmak, ibadetlerine güven- verdiği sorulacak olursa “Bunlar, din ilmidir ve öğrenilmesi farz-
mek, hilekârlık ve hainlik yapmak, kandırmak, tûl-i emel, kalp ı kifaye olduğu için ihtimam gösteriyorum” diye cevap verir.
katılığı, dünya varlığı ile sevinmek, dünya varlığını kaybettiği Fâkih bu sözüyle hem kendisini hem de başkalarını kan-
için üzülmek, mahlûkata gönül vermek, merhametsiz olmak, dırmaktadır. Zeki bir insan hemen anlar ki, şayet fâkihin gayesi
aceleci olmak, az hayâ ve az merhamet hissine sâhip olmak... farz-ı kifaye hakkında İslâm'ın emrini hakkıyla eda etmek olsay-
İşte bu saydıklarımız ve benzeri diğer haller; kötülük tohu- dı, farz-ı kifâyeden önce farz-ı ayn olan ilimlere ihtimam göste-
mu ekip kötü amel mahsulünü yetiştiren kalbin kötü halleridir. rirdi. Hatta bu tür bir farz-ı kifâye yerine, gereğini çok az kimse-
Bunların zıddı olan güzel huylar ise, ibadetlerin ve Allah'a yak- nin yerine getirdiği diğer farz-ı kifâyeler üzerinde dururdu. Ör-
laştırıcı amelleri yapmanın vesilesi ve ana kaynağıdır. neğin nice İslâm beldeleri var ki; o beldelerde sadece gayr-i
Bu sıfatların hakikatlerini, sınırlarını, sebeplerini, alametle- Müslim doktorlar görev yapmaktadırlar. Oysa gayr-i Müslim
rini ve ilaçlarını bilmek; Ahiret ilmini bilmek demektir ki Ahiret doktorların tıp ile alâkalı davalarda, hukuken şahidlik yapma
ulemasının fetvasına göre, bunları bilmek farz-ı ayndır. Nasıl ki hakları bile yoktur. Böyle olduğu halde, nedense hiçbir fakihin
zahirî amellerden yüz çevirenler dünyada hükümdarların kılıçla- farz-ı kifâye olan ve gayr-i Müslimlerin elinde bulunan tıp ilmi-
rıyla helak oluyorlarsa, Ahiret ilminden yüz çevirenler de ne ilgi duyduğunu görmüyoruz. Hepsi de fıkıh ilminde, özellikle
ahirette hükümdarlar hükümdarının kahrıyla helâk olup gide- bu ilmin hilâfiyat ve cedel kısımları üzerinde yoğunlaşmaktadır-
ceklerdir. lar. Hâlbuki İslâm beldelerinde fetva veren, olaylara göre gerekli
Demek ki fâkihlerin farz-ı ayn kabul ettikleri, dünyanın sa- cevapları verebilecek kabiliyette fâkihler bulunmaktadır.
lâhı ve nizamını düzenlemek içindir. Bizim farz-ı ayn kabul et- Keşke fakihlerin toplum tarafından ifâ edilen farz-ı kifâyeler
tiklerimiz ise ahiretin salâhı ile alâkalıdır. ile meşgul olup, hiç kimsenin alâka göstermediği farz-ı kifâyeleri
Örneğin bir fakihe ihlâs, tevekkül ya da riyanın hükmü so- niçin ihmal ettikleri bir anlaşılabilse! Acaba bunun sebebi, tıp
rulsa (ihmal edilmelerinin ahiret için helak nedeni olduğunu ilmiyle vakıflar mütevelliliğine, vasiyetler memurluğuna ulaşa-
İlme Teşvik 69 70 İmam Gazali

mamak, kadılık ve memuriyetin diğer kademelerini elde ede- “Salihlere sorun, o hususu sâlihlere danışın!”90
memek olabilir mi? Tıp ilmiyle meşgul olan bir kimse ne zaman Nitekim bu hikmete binaen şöyle denilmiştir: “Zahir âlimle-
akranlarından daha üstün olabilmiş ve sevmediklerini ezme im- ri yeryüzünün ve saltanatın süsleridir. Batın âlimleri ise göklerin
kânı bulabilmiştir ki? ve melekût âleminin süsleridir”
Ne yazık ki kötü âlimlerin bu davranışları yüzünden din il- Cüneyd-i Bağdadî91şöyle anlatır: “Şeyhim Sırrı es-Sakatî92
mi ortadan kalktı. Bu konuda Müslümanların yardımcısı ancak bir gün bana:
Allah (Subhanehu ve Tealâ)’dır. Sadece O'na sığınır yalnızca O'n- -Benim meclisimden çıktığında kimin meclisine gideceksin?
dan yardım isteriz. Rabbimizden, kendisini gazaplandıran ve dedi. Ben:
şeytanın gülmesine vesile olan gururdan bizi muhafaza etmesini
-Haris el-Muhâsibî'nin93 meclisine gideceğim dedim.
diliyoruz!
-Çok güzel, onun meclisine git. Onun ilminden ve edebin-
Zahir ulemasının muttaki olanları, kalp erbabının ve bâtın
den istifade et. Fakat onun kelâm hakkındaki fikirlerini ve ke-
ulemasının faziletini daima tasdik ederlerdi. Örneğin İmam Şa-
lâmcılara yaptığı hücumlara iltifat etme, dedi. Bu sözü söyledik-
fiî, Şeybân er-Râi’nin88 huzurunda mektep sıralarında oturan
ten sonra, ben çıkmak için davrandım. Arkamdan şunları söyle-
çocuklar gibi oturur, ona sorular yöneltirdi. Şeybân da bu soru-
di:
lara gerekli cevapları verirdi.
-Allah (Subhanehu ve Tealâ) seni önce hadis ilmiyle nurlan-
İmam Şafiî’ye “Senin gibi bir âlim nasıl olur da Şeybân-ı Râi
dırsın sonra sûfi yapsın. Önce sûfi sonra muhaddis yapmasın!
gibi bir çobana sualler sorar ve aldığı cevapları muteber kabul
Sözü edilen zat, bu sözüyle hadis ilmini tahsil ettikten son-
ederek yararlanır?” diye sorulduğunda İmam Şâfiî şöyle cevap
ra tasavvufa dalan kimselerin felâh bulduğuna, hadis ilmini öğ-
vermişti: “Bizim ihmal ettiğimiz ilimlere bu zat muvaffak kılın-
renmeden tasavvufa dalan kimselerin ise kendilerini tehlikeye
mış.”
attıklarına işaret etmiştir.
Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Main89, Mâruf-u Kerhî'nin
İlimleri taksim ederken Kelâm ve Felsefe ilmini zikredip, bu
sohbetine sık sık katılırlardı. Hâlbuki Mâruf, zâhir ilminde bu iki
iki ilmin iyi veya kötü yönlerinden niçin söz etmediğim sorula-
zâtın mertebesine asla çıkamamıştı. Buna rağmen Ahmed b.
cak olursa, şöyle cevap veririm:
Hanbel ve Yahya b. Main, Mâruf-u Kerhî'ye sorular sorarak il-
minden istifade etmişlerdi. Nasıl böyle olmasın ki? Rasulullah
90 Taberani, İbn Abbas (radıyallahu anhuma)'dan rivayet etmiştir.
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e “Ey Allah'ın Rasûlü! Bize Allah'ın
91 Cüneyd-i Bağdadî'nin künyesi Muhammed b. Cüneyd Nihavendi’dir.
kitabında ve senin sünnetinde bulunmayan bir mesele soruldu-
Hicretin 298. yılında vefat etmiştir.
ğunda ne yapalım?” diye sorduklarında Rasulullah (Sallallahu 92 Künyesi İbn Muğalles b. Hasan'dır. Cüneyd-i Bağdadî’nin dayısı ve
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: şeyhidir. Mâruf-u Kerhî'nin talebesidir. Hicretin 257. yılında vefat et-
miştir.
88
Şeyban er-Râi, salâh ve takvâsı ile meşhur âriflerden biridir. 93 Künyesi Ebu Abdullah el-Hâris b. Esed'dir. Nefsini çokça hesaba çek-

89
Yahya h. Main hicretin 158. yılında doğmuş ve 233. yılında Medine-i tiğinden dolayı kendisine “el-Muhasibi” ismi verilmiştir. Hicretin 243.
Münevvere'de vefat etmiştir yılında vefat etmiştir.
İlme Teşvik 71 72 İmam Gazali

“Kelâm ilminin ortaya koyduğu delillerin tümü Kur'an ve 2. Mantık İlmi


hadislerde bulunmaktadır. Bu ilim ise delilin mahiyet ve şartları ile tarifin mahiyet ve
Kur'an ve hadislerin dışına çıkmış deliller ise ya yerilen şartlarını araştırır. Bunlar da Kelâm ilmi içindedir.
cedeldir ki bu bidattir. (Bu hususa daha ilerideki bölümlerde 3. İlâhiyat İlmi
temas edeceğiz) ya da fırkaların birbirlerini eleştirirken çıkar- İlâhiyat ilmi, Allah'ın zatından ve sıfatlarından bahsetmek-
dıkları gürültüdür. Yahut fırkaların çoğunun hezeyandan ibaret tedir. Bu ilim de Mantık ilmi gibi Kelâm'a dâhildir. Felsefeciler
olan ve insan mizacının nefret ettiği, kulakların duymak isteme- bu ilimlerden ayrı bir bölüm meydana getirememişlerdir. Ancak
diği birtakım sözlerini uzun uzadıya bahis konusu etmesidir. Bu bir kısmı küfür, bir kısmı da bid'at olan birtakım mezheplerin
sözlerden bazıları din ile hiçbir ilgisi olmayan konulara dalmak- doğmasına sebep olmuşlardır. Mutezile ekolünün başlı başına
tan ibarettir. Selef-i Sâlihîn zamanında bu konulara dalmak ta- bir ilim olmadığı ve mensupları kelamcılardan olduğu halde ba-
mamen bid'at sayılmaktaydı. Fakat zamanımızda bu kanaat de- tıl mezhepleriyle, kelamcılardan ayrılması gibi felsefeciler de ke-
ğişti. Zira Kur'an ve Sünnet'e yönelme isteğinden insanları çevi- lâmcılardan ayrılmışlardır.
ren bidatler ortalığı doldurdu. Bu türden eserler yazıp ortalığı
4. Tabiat (Fizik) İlmi
dolduran fırkalar türedi. Selef-i Sâlihîn zamanında konuşulması
Bazı tabiat bilgileri şeriate ve hak dine aykırıdır. Bunlar esa-
yasak olan lâflardan bahsetmek, günümüz âlimlerinin ruhsatıyla
sen kâinattaki nizamı kavramaktan uzak cahilane varsayımlara
bir moda haline geldi. Kelâm İlmi'nin, bidatçilerin bid'at propa-
dayanmaktadır, ilim değildir ki ilim sınıfına dâhil olabilsin. Bu
gandalarını durdurmak için ihtiyaç duyulan kısımları, farz-ı
bilgilerin bir kısmı varlıkların sıfatlarından, hususiyetlerinden
kifâyelerden oldu. Tabiî ki bu da gelecek bölümde zikredeceği-
ve değişim aşamalarından bahseder. Bu kısım, bir bakıma dok-
miz gibi belirli bir sınıra kadardır.
torların düşüncelerine benzemektedir. Ancak doktorlar yalnızca
Felsefe ise başlı başına bir ilim değildir, dört bölümden
insan bedeni üzerinde inceleme yaparken tabiatçılar bütün
meydana gelen bir ekoldür.
maddeleri ele alarak değişim ve hareketlerini inceler. Bununla
1. Hendese ve Hesap İlmi birlikte tıp ilmi, tabiat bilimlerinden üstündür. Çünkü insan sağ-
Daha önce de söylediğimiz gibi bu ilimler mübahtır. Ancak lığı için tıp ilmi bir ihtiyaçtır ama tabiat bilgileri ihtiyaç değildir.
bu ilimler vasıtasıyla harama girmesinden endişe edilen kimse- Kelam İlmi’nin Doğuşu ve Dindeki Yeri
lerin bu ilimlerle uğraşmaları yasaklanır. Zira bu iki ilmi tahsil
Kelâm ilmi, insanların zihnini bidatçilerin saçmalıklarından
edenlerin çoğu haddi aşmış ve bid'atlara sapmışlardır. Zayıf
koruması hasebiyle farz-ı kifaye sayılan bir ilimdir. Kelâm ilmi-
kimselerin bu ilimlerle uğraşmaktan menedilmeleri, bu iki ilmin
nin farz-ı kifaye ilimlerden sayılması tıpkı yol kesicilerin ortaya
bizatihi haram olmalarından değil, o kimselerin zayıf olmaların-
çıkması nedeniyle hac yolunda hacıların muhafız bulundurmala-
dandır. Bu tıpkı yüzme bilmeyen bir çocuğun dere kenarına bı-
rının şart olmasına benzer. Şayet hacca gidenlerin yolunu kesen-
rakılmaması veya yeni müslüman olan bir kimsenin kâfirlerle
ler ortaya çıkmasaydı muhafızlara da ihtiyaç kalmazdı. İşte bu-
birlikte vakit geçirmesinin yasaklanması gibidir. İmanı kuvvetli
nun gibi eğer bidatçiler hezeyanlarını terk etselerdi, Sahabe-i Ki-
olan bir müslüman zaten kâfirlerle oturup kalkmaz.
ram zamanında kullanılan deliller yeterli olacaktı. Böyle olunca
İlme Teşvik 73 74 İmam Gazali

da kelamcıların kullandığı delillere ihtiyaç kalmayacaktı. Bu ba- nasıl oluyor da onları bu düşük mertebelere düşürüyorsunuz?”
kımdan kelâmcılar, kendilerinin dindeki yerlerinin hac yolunun denilirse şöyle cevap veririz:
muhafızlarının sahip oldukları mevki ile eşit olduğunu unut- “Hakkı şahıslarla değerlendirenler dalâlet bataklığının içine
mamalıdırlar. yuvarlanmış şaşkın kimselerdir. Eğer hak yolun yolcusu iseniz
Hacılara muhafızlık yapan kimsenin haccın gereklerini ye- önce hakkı bilmeniz gerekir ki, o hakkı temsil edenleri de bilesi-
rine getirmeden muhafızlıkla yetinerek hacca gitmesi onu hacı- niz ki böyle yapmak sizin vazifenizdir. Eğer taklidî bir yoldan in-
lardan kılmaz ise bir kelâmcı da ahiret amellerini bırakıp, kendi- sanların arasında yalan-yanlış şöhret bulmuş derecelere bağlı
sini sadece münazara ve müdafaacı olarak görüp imanın gerek- kalırsanız, unutmayınız ki Ashab-ı Kiram ve onların yüksek
lerini yerine getirmez ve kalbini ıslah etmez ise din âlimlerinden mertebesi hiç de sizin zannettiğiniz gibi fıkıh veya kelâma bağlı
sayılmaz. değildi. Ümmet içerisinde hiç kimse, Ashab-ı Kiram’ın varmış
Kelâmcının ele aldığı meseleler herkesin ortak olduğu, di- oldukları yüce makamlara erişemez. Bütün bu hakikatlerle bir-
nin inanç bölümüdür. Bu, kalp ile dilin zahirî amellerinden bir likte ashabın fazileti ne Kelâm ilmine ne de Fıkıh ilmine bağlı
bölümdür. Kelâmcının halk tabakasından ayrılması, muhafızlık olmuştur. Onların fazileti sadece Ahiret ilmîne ve Ahiret ilminin
yapmasından dolayıdır. Allah'ın sıfatlarının ve fiillerinin bilin- yolculuğuna bağlıdır.”
mesi ve Mükâşefe ilminde işaret ettiğimiz ahiret yolunun ilmi, Ebubekir Sıddîk (radıyallahu anhu) bütün insanlardan üstün
yalnızca Kelâm ilmiyle uğraşmakla bilinemez. Hatta denebilir ki olmasını; çok oruç tutmak, namaz kılmak, hadis rivayet etmek,
Kelâm ilmi bunları öğrenmenin önüne perde olur. O makamlara fetva ilmini iyi bilmek ve Kelâm ilmine dalmak sayesinde ka-
ulaşmak için hidayetin başlangıcı olan ve nefisle yapılması gere- zanmış değildir. O’nun bu yüce mertebeyi elde etmesi, kalbine
ken mücahede lâzımdır. Nitekim Allah (Subhanehu ve Tealâ) bu yerleştirilen bir sır sayesinde gerçekleşmiştir. O halde sen de Hz.
hakikati şöyle ifade buyurmaktadır: Ebubekir'i bu yüce makama eriştiren sırrı araştır. Zira bu sır,
“Biz, bizim yolumuzda cehd edenlere elbette yollarımızı gös- paha biçilmez bir mücevher ve değeri bulunmaz bir incidir.
teririz. Muhakkak ki Allah iyilik yapanlarla beraberdir” (29 Şimdi burada ayrıntılarının açıklanması uzun sürecek olan bir-
Ankebut/69) takım sebeplerden dolayı insanların saygı gösterdiği kimseleri
“İnsanların inançlarını bidatçilerin hezeyanlarından koru- boş ver!
yan kelam âlimlerini, hacıların canlarını ve eşyalarını koruyan Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) rabbine kavuştuğu
muhafızlar ile aynı seviyede tuttunuz. Aynı şekilde fâkihlerin de- zaman, binlerce sahabî vardı ve hepsi de Allah'ı bilen âlim kişi-
recesini de sultanın, zalimlerin şerrinden halkı korumada kulla- lerdi. Ama içlerinde Kelam ilmini bilen hiç kimse yoktu ve on
nacağı kanunları hıfzetmek olarak beyan ettiniz. Onlara layık küsuru müstesna hiç biri fetva vermeye yanaşmamıştı. Fetva ve-
gördüğünüz bu iki mertebe din ilmine nispetle oldukça düşük renlerden biri olan İbn Ömer (radıyallahu anhuma)’ya bir mesele
mertebelerdir. Hâlbuki Ümmet-i Muhammed'in fazilet ve şöhret sorulduğu zaman soran kimseye “Halkın idaresini omuzlarına
sahibi kimseleri fâkihler ile kelâmcılardır. Bu kimseler Allah almış emîrin yanına git. Bu fetvanın mesuliyetini onun omuzla-
(Subhanehu ve Tealâ) katında faziletli kimseler olduklarına göre, rına yükle” derdi. İbn Ömer bu sözüyle, meseleler ve ahkâmlar
İlme Teşvik 75 76 İmam Gazali

hakkında fetva vermenin velayet ve saltanat vazifesi olduğuna sırrında gizlenmiş bir husustur. Hz. Ömer'in diğer zahirî fiilleri-
işaret etmiş oluyordu. ne gelince; o fiiller, dünya mertebesine, nam ve şöhrete tâlib
Ömer bin Hattab (radıyallahu anhu) vefat ettiği zaman İbn olan herhangi bir kimsede de görülebilir. Şöhret insanı helâk
Mesud (radıyallahu anhu) şöyle buyurdu: “İlmin onda dokuzu eden afetlerden birisidir. Fazilet ise, hiç kimsenin kavrayamadı-
gitti” Bunun üzerine İbn Mesud'a “Sahabenin ileri gelenleri ha- ğı sır mahiyetinde olan işlerdendir. Fakihler ve kelâmcılar, tıpkı
len hayatta iken, sen bu sözü nasıl söylersin?” denildi. O ise şöy- halifeler ve kadılar gibidir. Bunlar da kısımlara ayrılmışlardır.
le cevap verdi: “Ben fetva ve ahkâm ilmini kastetmedim. Benim Onlardan bir kısmı ilmiyle ve fetvalarıyla Allah (Subhanehu
gayem Allah'ı tanıtan ilimdir.”94 ve Tealâ)'nın rızasını kazanmaya çalışan, Rasulullah (Sallallahu
İbn Mesud'un “Onda dokuzu gitti” dediği ilme niçin talip Aleyhi ve Sellem)’in sünnetine uyan ve hiçbir zaman ilmiyle göste-
olmuyorsunuz? Neden bu ilmin öğrenilmesine taraftar değilsi- rişe ve riyaya kaçmayan kimselerdi. Bu kimseler Allah'ın rızası-
niz? Kelâm ve Cedel ilminin kapılarını kapatan bizzat Ömer nı elde etmeye ehildirler. Onların Allah (Subhanehu ve Tealâ) ka-
(radıyallahu anhu) idi. Sabiğ95 Hz. Ömer'e Kuran’ın iki ayeti ara- tındaki faziletleri, ilimleriyle amel etmelerinden, verdikleri fet-
sında tenakuz olduğuna dair bir sual sorunca, Hz. Ömer kamçı- valarında ve açıkladıkları görüşlerinde yalnızca Allah (Subhanehu
sıyla Sabiğ'i döverek huzurundan uzaklaştırdı. Bütün halka da ve Tealâ)'nın rızasını gözetmelerindendir. Çünkü her ilim elde
Sabiğ'den uzak durmalarını tembihleyerek onunla konuşmama- edilen bir ameldir. Her amel ise ilim değildir.
larını istedi. Doktor da ilmiyle Allah (Subhanehu ve Tealâ)'ya yakınlık ka-
“Âlimlerin meşhurları fakihler ve kelâmcılardır” şeklindeki zanabilir. Allah (Subhanehu ve Tealâ)’nın rızası doğrultusunda
ifadenize gelince biliniz ki, Allah nezdinde insana fazilet kazan- kullandığı takdirde ilmi sayesinde sevap kazanabilir. Sultan da
dıran şey, sizin bildiğinizden başka bir şeydir. halkın yönetimini Allah’ın rızasını kazanmak için üstlenirse Al-
Nitekim Ebubekir Sıddîk'ın şöhreti, halife oluşu sebebiyle lah (Subhanehu ve Tealâ) kendisinden razı olur ve büyük sevap
ise de fazileti, kalbinde yerleşmiş olan sırdan ileri geliyordu. Hz. kazanır. Onun bu sevabı kazanmasının sebebi, dinî bir vazifeyi
Ömer'in şöhreti siyasetle ise de fazileti, kendisiyle birlikte giden yerine getirmiş olması değildir. Sadece yapmış olduğu amelde
ilmin onda dokuzu sayesindeydi. Velayetinde, adaletinde ve hal- Allah rızasını kastetmesi kendisine bu sevabı kazandırmıştır.
ka karşı gayet müşfik davranmasında Allah'a yakınlık niyeti ol- Allah (Subhanehu ve Tealâ)'ya yaklaşmanın üç yolu vardır:
duğu için bütün bu faziletleri elde etmiştir. Bu ise Hz. Ömer'in 1. Mücerred ilim. Bu ilim de Mükâşefe ilmidir.
2. Mücerred amel. Sultanın âdil davranması ve insanları
ilâhî nizamla idare etmesi gibi.
94 Ebu Heyseme, Kitab'ul-İlim.
95 Temim kabilesindendir. İbn Hasin'e göre Sabiğ b. Şerik diye adlandı- 3. İlim ve amelden mürekkeb olan yol. Bu da Ahiret yolunu
rılmıştır. Cemel hâdisesinde hazır bulunmuştur. Sık sık Kuran'ın gösteren ilimdir. Bu halin sahibi hem âlim hem de âmildir.
müteşabih ayetlerinden halka bahsetmekle, halka bunların manasını Kendinize şöyle bir bakın! Kıyamet gününde hangi gruptan
sormakla ve bu suretle halkı şüpheye düşürmekle şöhret bulmuştu. Hz.
Ömer, Basra valisine bir mektup yazıp, Sabiğ'in bu şehre sokulmaması-
olacağınızı düşünün! Allah’ı bilen âlimler grubundan mı? Allah
nı istemişti. için amel edenlerden mi? Yoksa her ikisinin de üstünde olan
İlme Teşvik 77 78 İmam Gazali

hem ilim sahibi hem de amel eden gruptan mı? Bu, mücerred Allah (Subhanehu ve Tealâ), bu âlimlerin cümlesinden razı
ilmin kör mukallidi olmaktan çok daha iyidir. Nitekim şöyle de- olsun! Bunların her biri âbid, zâhid, ahiret ilimlerini bilen, dün-
nilmiştir: yada halkın maslahatı ile ilgili mevzularda hâkim ve fıkıhta gös-
“Gördüğünü al, işittiklerini bırak! Güneşin yüzünde seni terdikleri çalışmalar ile Allah'ın rızasını kasteden kimselerdi.
Zuhal yıldızına muhtaç ettirmeyen bir berraklık vardır.” Yukarıda bahsettiğim hasletler, onların pek çok olan müs-
Bütün bunlara ilâve olarak ileride, geçmiş fâkihlerin güzel pet hasletlerinin içinden yalnızca beşidir. Günümüzün fâkihleri-
hallerinden bahsettiğimiz zaman görülecektir ki, onlara uydu- ne gelince; onlar bu beş hasletin ancak birinde onlara tâbi ol-
ğunu söyleyenler onlara zulmetmişlerdir. Kıyamet günü en bü- muşlardır. Bu haslet de çok mübalâğalı bir şekilde fıkıh ilminin
yük hasımları onlar olacaktır. Zira Selefin fâkihleri, ilimleriyle meşgul olduğu sahaya girip, teferruata ait meselelere dikkatli bir
ancak Allah'ın rızasına kavuşmayı niyet etmişlerdi. Âhiret âlim- şekilde eğilmeleridir. Hâlbuki ahirette işe yarayan hasletler, ge-
lerinden olduklarını bizzat yaşantıları teyid ediyordu. Onlar yal- ride kalan dört haslettir. Günümüzün fakihleri tarafından titiz-
nız Fıkıh ilmiyle meşgul olup ondan gayri her şeyi terk etmiş de- likle yerine getirilen bir haslet ise, hem dünyaya hem de ahirete
ğildi. Aynı zamanda Kalp ilmiyle meşgul olup kalplerini de mu- yarayabilir. Şayet bu hasletten sadece ahiret kastedilmişse, dün-
rakabe ederlerdi. Fakat kalp ilmi hakkında kitap yazmak ve onu ya için olan yararı zayıflar. Bizim zamanımızdaki fâkihler kolla-
okutmaktan Selef’i meneden sebep, Ashab-ı Kiram’ı Fıkıh konu- rını sıvayıp yalnızca bu haslete sarılmışlar ve böylece mübarek
sunda kitap yazmak ve okutmaktan meneden sebebin tâ kendi- imamların yolunda olduklarını iddia etmişlerdir. Ne var ki me-
sidir. leklerle demirciler arasında bir kıyaslama yapmak mümkün de-
Sahabe-i Kiram’ın her biri, fetva ilminde müstakil birer fâ- ğildir.
kih durumunda idiler. Onları bu konuda yazmaktan ve okut- Bu imamların fıkıh ilmine vukûfiyetleri herkesçe malum ol-
maktan meneden âmiller kesinlikle bilinmektedir. O âmilleri bir duğu için biz burada, diğer dört haslete delalet eden hallerini
kere daha burada zikretmeye lüzum yoktur. Fakat biz, İslâm fâ- anlatmaya çalışacağız.
kihlerinin durumundan bir nebzecik olsun bahsedelim ki, bizim 1- İmam Şafiî
sözümüzün onlara değil, kendini Fıkıh İlmi'ne bağlı olarak gös- İmama Şafiî (rahimehullah) geceyi üçe taksim eder, birinci
teren fakat ahlâk bakımından Fıkıh ilminin ve o ilmin büyükle- bölümünü ilme, ikinci bölümünü ibadete, üçüncü bölümünü de
rinin yolundan ayrılanlara ait olduğu anlaşılsın! Fıkıh ilminin uyku ve istirahata ayırırdı.
kutupları ve bu ilimle halka doğru yolu gösteren ve pek çok Rebî96 şöyle demiştir: “İmam Şafiî Ramazan ayında kıldığı
müntesibi bulunan fıkıh âlimi beş tanedir: namazlarda Kuran'ı altmış kere hatmederdi.”
1. İmam Şafiî İmamın talebelerinden olan Ebu Yakup Yusuf b. Yahya el-
2. İmam Malik
3. Ahmed b. Hanbel
96 Künyesi Rebî b. Süleyman b. Abdülcebbar b. Kâmil el-Muradi'dir.
4. İmam Ebu Hanife Hicretin 174. yılında doğmuş ve 204'de Şevval ayının 21. gecesinde ve-
5. İmam Süfyan es-Sevrî fat etmiştir.
İlme Teşvik 79 80 İmam Gazali

Buveytî de hocasına uyarak Ramazan ayında her gün bir hatim saygı ve taziminin büyüklüğünü göstermektedir ve onun Allah'ın
indirirdi. celâli hakkındaki derin ilminin en büyük delilidir.
Hasan el-Kerabasî97 şöyle demiştir: “Çok zaman İmam ile İmam Şafiî’ye bir mesele soruldu. Sükût ederek bu suale ce-
birlikte geceledim ve gördüm ki; gecenin üçte birinde namaz vap vermedi. Orada hazır bulunanlardan biri kendisine “Allah
kılmakla meşgul olurdu. Bütün bu namazlarda, elli ayetten az senden razı olsun, neden cevap vermedin?” deyince “Acaba fazi-
okuduğuna asla rastlamadım. En fazla okuduğu da yüz ayeti let bu suale cevap vermekte midir, yoksa vermemekte mi? İşte
geçmezdi. Rahmetten bahseden ayetleri okuduğu zaman kendisi bunu düşünebilmek için bekledim” diye cevap verdi. Onun dilini
ve bütün müslümanlar için Allah'ın rahmetini talep eder, azap- nasıl kontrol altında tuttuğuna dikkat et! Hâlbuki fakihlere en
tan bahseden bir ayeti okuduğu zaman da Allah'a sığınırdı. Ken- çok musallat olan illet, dillerini kontrol edememeleridir. Ayrıca
disi ve bütün müslümanlar için azaptan emin olmayı Allah'tan bu hâdise İmamın sadece Allah nezdindeki sevaba nail olmak
dilerdi. Allah korkusu ile Allah’ın rahmetini umma duygusunu için konuştuğunu veya sustuğunu göstermektedir.
birlikte yaşardı.” Ahmed b. Yahya b. Vezir98 şöyle anlatır: “Mısır’ın Kandiller
İmamın uzun süren namazlarında sadece Kuran'ın elli aye- çarşısında İmam ile birlikte gezerken baktık ki adamın biri, ilim
tini okuması; Kuran'ın esrarına vakıf olmakta ne derece ileri git- ehlinden olan birisinin gıybetinde bulunuyor. Bunu duyan
tiğini ve ayetler üzerinde ne kadar çok düşündüğünün gösterge- İmam bizlere dönerek şöyle dedi: 'Dillerinizi gıybetten ve iha-
sidir. netten koruduğunuz gibi, kulaklarınızı da bunları işitmekten ko-
İmam Şafiî şöyle demiştir: “On altı seneden beri hiçbir za- ruyun. Zira dinleyen söyleyene ortak olur. Ahlaksız kişiler kalp-
man doya doya yemek yemiş değilim. Zira tam bir şekilde doy- lerindeki kötü şeyleri sizin zihinlerinize boşaltmak isterler. Böy-
mak bedeni ağırlaştırır, kalbi katılaştırır, zekâyı körleştirir, uy- lelerinin sözlerini dinleyenler günahkâr olur, reddedenler ise sa-
kuyu celbeder ve ibadetten alıkoyar.” adete ererler.”
O’nun tıka basa yemek yemenin afetlerinden nasıl çekindi- İmam Şafiî şöyle demiştir: "Bir hakîm başka bir hakîme
ğine ve ibadetteki ciddiyetine bir bakın! O, ibadet edebilmek için yazdığı mektupta 'Allah sana bir ilim vermiş. Bu ilmi günahların
tıka-basa yemeyi terk etmiştir. Çünkü ibadetin başı, az yemekle çirkefliğiyle kirletme ki âlimlerin, ilimlerinin nuru ile yürüdük-
yetinmektir. leri kıyamet günü zulmette kalmayasın' diye yazmıştır."
İmam Şâfiî şöyle demiştir: “Gerek doğru ve gerekse yalan, İmam Şafiî’nin zühdüne gelince, o şöyle demiştir: “Dünya
hiç bir şekilde ve hiçbir zaman bütün hayatım boyunca Allah'ın ile Allah sevgisini bir kalpte barındırdığını söyleyen kimse yalan
ismiyle yemin etmedim.” söylemiştir.”
İmamın bu sözü, onun Allah (Subhanehu ve Tealâ)’ya olan

97 Ebu Ali Hasan b. Ali b. Yezid el-Kerabasî büyük bir imamdır. Öncele- 98 Künyesi Ahmed b. Yahya b. Vezir b. Süleyman b. Muhacir el-
ri Ebu Hanife'den ders almış sonra İmam Şafii’den ders alarak ona tâbi Mısrî'dir. Hicretin 171. yılında doğmuş, 251'de ve Şevval ayının altısında
olmuştur. Hicretin 245. yılında vefat etmiştir. vefat etmiştir.
İlme Teşvik 81 82 İmam Gazali

Humeydî99 şöyle anlatır: “İmam Şafiî bazı idarecilerle Ye- “Bugün dilleri tutulacak gündür. (İnkârcılara) izin verilmez
men'e gitti. Oradan da Mekke'ye geldi. O anda elinde on bin dir- ki özür dilesinler” (77 Mürselât/35-36)
hem para vardı. Mekke dışında kendisi için bir çadır kuruldu. Orada bulunan ve ayeti dinleyen Şafiî’nin benzi sarardı,
İnsanlar onu grup grup ziyaret etmeye geliyordu. O da gelen fa- âdeta tüyleri diken diken oldu. Sonra onun tir tir titreyerek yere
kirlere para dağıtıyordu. O kadar ki, o çevredeki fakirlere ver- serildiğini gördüm. Gözünü açtığı zaman Allah (Subhanehu ve
mekten elinde bir kuruş bile kalmamış ve oradan parasız olarak Tealâ)'ya şöyle niyazda bulundu.
ayrılmıştı.
“Ey yüceler yücesi Allahım! Yalancılardan olmaktan ve ga-
Bir gün İmam Şafiî hamamdan çıkarken, hamamcıya birçok fillerin yüz çevirmelerinden sana ve rahmetine sığınırım!
mal vererek ayrıldı. Elindeki kamçı bir ara yere düştüğünde bir Allahım! Ariflerin kalbi sana eğilmiş, müştekilerin boynu senin
adam kamçıyı alarak kendisine verdi. İmam Şafiî derhal o ada- rahmetinin önünde bükülmüştür. İlâhi! Cömertliği bana hibe
ma elli dinar para verdi. eyle ve beni örtünle setreyle. Yüce zatının keremiyle kusurumu
İmam Şafiî’nin cömertliği oldukça meşhurdur. Zaten züh- affet!”
dün başı cömertliktir. Çünkü insan neyi seviyorsa onu elinde Abdullah diyor ki: Bu durumdan sonra İmam Şafiî yürüdü
tutmak ister. Dünya malını ancak dünyaya ehemmiyet vermeyen ve biz de arkasından geri döndük. Ben Bağdat’a geldiğim zaman
kişiler dağıtır. Bu hal zühdün kemal hâlidir.
İmam Şâfiî de Irak'ta bulunuyordu. Dicle'nin kenarında abdest
İmamın zühdünün ne kadar ileri derecede olduğuna, Allah'- alıyordum. Birisi yanımdan geçerken bana: “Ey genç! Abdestini
tan ne kadar çok korktuğuna ve tek düşüncesinin ahiret olduğu- güzel al ki, Allah sana dünyada ve ahirette güzellik ihsan etsin”
na şu rivayet yeter de artar bile: diye seslendi. Başımı çevirip baktığım zaman yanında topluluk
Süfyan b. Uyeyne100Rekâik'den aldığı bir hadisi kendisine bulunan bir zat gördüm. Abdestimi çabucak alarak derhal peşle-
rivayet etti. İmam Şafiî hadisi duyar duymaz kendinden geçti. rine takıldım. Bir ara bana dönerek: “Bir ihtiyacın mı var?” dedi.
Süfyan'a İmamın öldüğü söylendiğinde Süfyan şöyle dedi: “Eğer Ben “Evet, Allah'ın sana öğrettiklerinden sen de bana öğret!”
Şafiî ölmüş ise, zamanının en faziletli kişisi ölmüş demektir.” dedim. O: “Bilmiş ol ki Allah'a sadakatle kulluk yapanlar kurtu-
Abdullah b. Muhammed el-Belevî şöyle anlatır: "Ben ve lur. Allah'ın dinine özen gösteren felâketten selâmet bulur. Dün-
Ömer b. Nebâte oturuyorduk. Aramızda âbidlerden ve yada zahid olanın gözleri yarın kıyamet gününde karşılaştığı se-
zâhidlerden bahsediyorduk. Ömer şöyle dedi: Muhammed b. İd- vaptan dolayı nurlanır. Daha fazlasını söyleyeyim mi?” dedi. Ben
ris Şafiî’den daha muttaki olan ve daha fasih konuşan bir kimse- “evet” dedim. O da: “Kimde üç haslet varsa o imanını kemale er-
yi görmedim. Bir gün Ömer ve Haris b. Lebid ile birlikte Safa te- dirmiştir, iyiliği emreden ve tatbik eden, münkeri yasaklayıp sa-
pesine çıkmıştık. Haris burada Kuran’ı Kerim'den şu ayetleri kınan, Allah'ın hudutlarını gözetip aşmayan. “Daha fazlasını is-
okudu: ter misin?” dedi. Ben “Evet, isterim” dedim. O: “Dünyaya sırt
çevir, ahirete yönel! Bütün işlerinde Allah'a karşı samimiyet gös-
99 Künyesi Ebubekr Abdullah b. Zübeyr b. İsa’dır. Küreyşin Esed kabile- ter ki kurtulanlarla birlikte kurtulmuş olasın” diyerek oradan
sindendir. Mekke'de hicretin 219. yılında vefat etmiştir.
100 Künyesi Ebu Muhammed'dir. Hicretin 198. yılında ve Receb ayında
uzaklaştı. O gittikten sonra kim olduğunu sordum. Bana onun
vefat etmiştir. İmam Şafiî olduğunu söylediler."
İlme Teşvik 83 84 İmam Gazali

İmam Şafiî’nin okunan Kur'an karşısında nasıl bayıldığını “Bu yeryüzünde dostu veya düşmanı olmayan hiç kimse
ve ayıldıktan sonra neler söylediğini dikkatlice düşün! Bütün bu yoktur. Mademki durum bundan ibarettir; öyleyse sen, kendini
haller İmam Şafiî'nin ne kadar zâhid bir kimse olduğunu anlat- Allah'ın ibadetine adayanlarla birlikte ol!”
maya yeter. Bu derecedeki bir Allah korkusuna ve zühde ancak Abdülkâhir b. Abdülaziz salihlerdendi ve çok muttaki bir
Allah (Subhanehu ve Tealâ)'yı tanıma sayesinde ulaşılır. Nitekim kimseydi. İşte bu muttaki zat takva hakkında İmam Şafiî’ye bir-
Allah (Subhanehu ve Tealâ) şöyle buyurmaktadır: çok sual sorardı. İmam da bu zatın suallerine takvasından dolayı
“Allah'tan kulları içinde ancak âlimler korkar” (35 Fatır/28) usanmadan cevap verirdi. Bu zat günün birinde İmam Şafiî’ye şu
İmam Şafiî bu takvayı ve zühdü selem, icare ve diğer fıkhî suali sordu:
bahislerden elde etmemiştir. O takvasını ancak Kur'an ve Sün- “Sabır mı, mihnet mi yoksa temkin mi daha üstündür?”
net'ten çıkarmış, ahiret ilimlerinden almıştır. Çünkü geçmişlerin İmam ise şöyle cevap verdi:
ve geleceklerin ilmi Kur'an ile Sünnete dayanmaktadır. “Temkin peygamberlerin derecesidir. Temkin derecesine
İmam Şafiî’nin kalbin sırlarını ve ahiret ilimlerini bilen bir ancak mihnetten sonra varılır. O hale eren kimse imtihana çe-
âlim olduğunu kendisine sorulan riya hakkındaki bir soruya kildiği zamanlarda sabreder. Sabrettiği zamanlarda ise temkine
verdiği şu cevaptan anlayabilirsiniz: varmış olur. Ey Abdülkâhir! Görmez misin? Allah (Subhanehu ve
“Riya bir fitnedir. Bu fitneyi heva ve heves meydana getir- Tealâ) kulu ve rasûlu İbrahim (Aleyhisselam)’ı önce denedi. Sonra
miş ve âlimlerin gözlerini tıkayarak görmelerine mâni olmuştur. da temkin mertebesine ulaştırdı. Hz. Musa'yı da önce imtihan
Âlimler nefislerine uyarak riyaya meylederlerse bütün amelleri etti, sonra temkin derecesine ulaştırdı. Eyyûb (Aleyhisselam)’ı da
boşa gider.” önce imtihandan geçirdi, sonra temkine ulaştırdı. Yine Süley-
Yine İmam Şafiî şöyle demiştir: “Amelini kibir ve gururun man (Aleyhisselam)’ı da imtihan ettikten sonra temkin derecesine
zedeleyeceğini hissedip korktuğun zaman, kimi razı etmek iste- vardırdı ve kendisine mülk ihsan eyledi. Demek oluyor ki tem-
diğine, hangi sevabı istediğine, hangi cezadan korktuğuna ve kin, derecelerin en üstünü ve en efdalidir.
hangi nimetten dolayı şükrettiğine dikkat et! Sen bu hususlar- “İşte böylece Yusuf’u o arzda temkin ettik (yerleştirdik)” (12
dan yalnızca birini bile düşünsen yaptığın ameller gözünde kü- Yusuf/21)
çülür.” Eyyûb (Aleyhisselam) büyük imtihandan sonra temkin mer-
İmam Şafiî’nin riyanın hakikatlerini nasıl belirtmiş olduğu- tebesine vardı. Allah (Subhanehu ve Tealâ) onun başından geçen
nu ve ayrıca riya kadar tehlikeli olan kibir ve gururun ilacını na- bu imtihan ve temkini Kur'an-ı Kerim’de şöyle ifade etmektedir:
sıl gösterdiğini düşün de, onun bu sahadaki büyük ilmini takdir “Biz de duasına icabet edip kendisindeki hastalığı giderdik.
et! Tarafımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir hatıra
İmam Şafiî şöyle demiştir: olmak üzere ona hem ailesini hem de onlarla beraber bir

“Nefsini günahlardan korumayana ilim bir fayda vermez.” mislini daha verdik.” (21 Enbiya/84)

“İlmiyle Allah'a itaat eden, ibadetinin manevî zevkine erer.” İmam Şafiî’nin verdiği bu cevap, Kuran'ın sırlarını ve Allah-
'a yönelen enbiya ve evliyanın derecelerini ne denli bildiğini gös-
İlme Teşvik 85 86 İmam Gazali

termektedir. Bu ise ahiret ilimlerini bilmenin bir sonucudur. Onun bu sözleri, fıkıh ilminde ve fıkhî münazaralarda sade-
İmam Şafiî’ye “Bir kişi ne zaman âlim olur?” diye soruldu- ce Allah'ın rızasını gözettiğinin açık göstergeleridir.
ğunda “İncelediği ilmi öğrendiği ve öteki ilimlere yönelip eksik- İmam Şafiî’den sonra gelen ve sözde onun yolunda oldukla-
lerini kavradığında” der ve şu olayı anlatır: rını iddia edenler, yukarıda bahsi geçen beş hasletten ancak bi-
Hekim Calinos'a “Niçin bir hastalık için birçok ilaçtan rinde ona tâbi olmuşlardır. Hatta sonradan o bir haslette bile
mürekkeb bir tedavi usulü tavsiye ediyorsun?” diye sorulunca bu kendisine muhalefet etmişlerdir. İşte Ebu Sevr101 “Ne ben Şafiî
sözü söyleyenlere “Esasen tedavide ilaçlardan yalnızca birisi gibi birisini gördüm ve ne de başkaları onun gibisini görecekler-
amaçtır. Diğerleri ise bu esas ilacın keskinliğini dindirmek için- dir.” sözünü bu sırra binaen söylemiştir.
dir. Zira tek ilaç öldürücüdür” şeklinde cevap vermiştir. Ahmed b. Hanbel (rahimehullah): “Kırk seneden beri her
İmam Şafiî’nin bu ve buna benzer daha nice sözleri, onun kıldığım namazda Şafiî'ye dua ediyorum” demiştir. Dua edenin
Marifetullahta ve Ahiret ilminde ne denli yüksek mertebelere kadirşinaslığına, insafına ve dua edilenin de yüksek derecesine
çıkmış olduğunu göstermektedir. dikkat edin! Daha sonra günümüzdeki âlimler ve fakihlerle kıyas
İmam Şafiî’nin fıkıhtan ve fıkhî konulardaki münazaralar- edin ve zamanımızdaki âlimlerin aralarındaki buğz ve nefreti de
dan sadece Allah'ın rızasını kastettiğine diğer bir delil ise onun düşünün ki onların “Biz, geçmiş fâkihlerin yoluna uymaktayız”
şu sözüdür: sözlerinin ne kadar samimiyetsiz olduğunu anlayabilesiniz.

“İnsanların bana isnat etmeden bu ilimden istifade etmele- Ahmed b. Hanbel, İmam Şafiî’yi dualarında çokça andığı
rini ne kadar da çok isterim.” için oğlu kendisine “Şafiî nasıl bir adamdı ki kendisine bu kadar
çok dua ediyorsun?” diye sorunca şu cevabı vermiştir:
Dikkat edilecek olursa, İmam Şafiî ilimden doğacak olan
afeti ve ilmi, şöhret için istemenin felâketini çok iyi kavramıştır. “Ey oğlum! İmam Şafiî dünya için bir güneş ve insanlar için
O (rahimehullah) ilimden gelecek olan şöhrete iltifat etmeyip kal- de afiyet kaynağıydı.”
bini benliğin her çeşidinden arındırmıştır. Tüm bu rivayetler bizlere günümüzdeki âlimlerin İmam Şa-
İmam Şafiî şöyle demiştir: “Konuştuğum kimselerin muvaf- fiî ve Ahmed b. Hanbel gibi imamların halefi olup olmaklarını
fak olmasını, doğru yolu bulmalarını ve Allah'tan yardım görme- göstermektedir.
sini, Allah'ın muhafazası altına girmelerini istemişimdir. Kimin- Yine Ahmed b. Hanbel “Eline kalem alan herkesin üzerinde
le de ilmî bir münazara yapmış isem, Allah (Subhanehu ve İmam Şafiî’nin mutlaka hakkı vardır” demiştir.
Tealâ)'nın onun diliyle mi, yoksa benim dilimle mi hakkı açığa Yahya b. Said el-Kattan ise şöyle der: “Allah (Subhanehu ve
çıkaracağını asla sorun etmedim.” Tealâ) kendisine ilim kapısını açtığı ve onu fıkıh ilminde başarılı
Yine şöyle demiştir: “Kendisine açıkladığım hakikati ve de- kıldığı için kırk yıldan beri her namazımda İmam Şafiî’ye dua
lilleri kabul eden herkese sadece saygı ve sevgi gösterdim. Ancak ederim.”
hakkı kabul etmeyen kimseler gözümden düştü ve kalbimde on-
lara karşı en küçük bir sevgi dahi kalmadı.” 101Künyesi Ebu Sevr İbrahim b. Halid b. Yamandır. Hicretin
240.yılında vefat etmiştir.
İlme Teşvik 87 88 İmam Gazali

İmam Şafiî (rahimehullah) hakkında naklettiğimiz bu riva- maz” sözü, onun ilmiyle sadece Allah'ın rızasını aradığını göste-
yetlerle yetinelim. Zira onun güzel hasletleri saymakla bitmez. ren apaçık bir delildir. Ayrıca İmam Şafiî'nin söylediği şu sözler
Burada naklettiğimiz rivayetleri, Şeyh Nasir b. İbrahim el- de bu hususu teyit etmektedir:
Makdisî102 İmam Şafiî hakkında telif ettiği “Menakıb” adlı ese- “Benim de hazır bulunduğum bir mecliste İmam Malik’e
rinden aktardık. kırk sekiz soru soruldu. İkisi hariç hepsine ‘Bilmiyorum’ cevabı-
Allah (Subhanehu ve Tealâ) İmam Şafii’den ve bütün Müslü- nı verdi.”
manlardan razı olsun! İlmiyle Allah'ın rızasını aramayan kimseler 'Bilmiyorum'
2- İmam Malik sözünü pek kullanmazlar. Zira böyle bir şeyi gururlarına yedi-
İmam Malik (rahimehullah) da bahsettiğimiz beş güzel haslet remezler. İşte bu sırrı anlatmak için İmam Şafiî şöyle demiştir:
ile bezenmişti. Kendisine “Ey İmam! İlim talebi hakkında ne "Âlimler arasında İmam Malik, karanlıkları delen bir yıldız
dersin?” diye sorulduğunda “Pek güzel bir uğraştır. Fakat sana gibidir. İmam Malik kadar minnettarı olduğum bir kimse yok-
sabahtan akşama kadar ne gerekiyorsa, sen o kadarını öğren!” tur.”
cevabını vermiştir. Rivayet edildiğine göre Halife Ebu Cafer el Mansur103,
Yine o (rahimehullah) şöyle demiştir: “İlim, fazla okuyup ri- İmam Malik’in “Karısını boşanmaya zorlayan kişinin karısının
vayet etmek değildir. Allah (Subhanehu ve Tealâ)’nın dilediği kim- boş olmayacağını” bildiren hadisi rivayet etmesine mâni olmuş-
seye verdiği bir nurdur.” tur. Daha sonra İmam Malik’in bu yasağa uyup uymadığını öğ-
İmam Malik, din ilmine çok büyük bir saygı gösteriyordu. O renmek için adamlarından birini gizlice göndererek İmam Ma-
kadar ki, bir hadisi rivayet etmek istediği zaman önce abdest lik’e bu konuyu sordurur. İmam Malik ise halkın huzurunda sual
alır, sonra o meclisin en yüksek yerinde oturur, sakalını tarar, soran kişiye “Karısını zorla boşayan kimsenin karısı boş olmaz”
kokular sürer, heybetli bir vaziyet aldıktan sonra kelimelerin diye cevap verir. Bunun üzerine Halife Ebu Cafer, İmam Malik’i
üzerine basa basa Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in sözle- kırbaçlatır. Fakat İmam, bütün bu işkencelere rağmen hadisi
rini rivayet ederdi. Bu hali kendisine sorulduğunda “Rasulullah nakletmekten bir an olsun geri durmamıştır.
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in mübarek sözlerine tazim etmeyi İmam Malik şöyle demiştir: “Bir kimse sözlerinde doğruluk-
sevdiğim için böyle davranıyorum” derdi. tan ayrılmaz ve yalan söylemez ise Allah (Subhanehu ve Tealâ)
İmamın saygı ve tazim ifade eden bu sözleri onun, Allah'ın onun aklını korur. Ne kadar yaşlanırsa yaşlansın aklına bir ek-
celâl ve azametini yakinen bilmesinden kaynaklanmaktadır. siklik gelmez ve bunamaz.”
İmamın “Din hususunda cedel, insana hiçbir şey kazandır- İmam Malik’in zahidliği zühdün zirvesine çıkmıştı. Bir gün
Emîr'ul-Mü'minîn el-Mehdî104 İmam Malik’e 'Evin var mı?' diye
102 Bu zat birçok İslâm beldesini gezerek âlimlerden ders almıştır.
Zahidlikte, kitap yazmada ve selefe uymada emsalsizdi. Sayısız kitap te- 103 Künyesi Ebu Cafer Abdullah b. Ali b. Abdullah b. Abbas’tır. Hz. Ab-
lif etmiştir. Hicretin 506. senesinde Şam'da vefat etmiştir. bas'ın neslinden gelen Abbasî halifelerinin ikincisidir.
104 Künyesi el-Mehdi Ebu Abdullah Muhammed b. Abdullah b. Ali b.

Abdullah b. Abbas tır. Abbasî halifelerinin üçüncüsüdür.


İlme Teşvik 89 90 İmam Gazali

sorar. İmam 'Hayır evim yok. Fakat size ev meselesiyle ilgili Ra- İmam Malik bu sözleriyle Harun Reşid'e: “Bana yaptığın
bia b. Ebi Abdurrahman'dan dinlediğim bir hadis nakledeyim iyiliğin karşılığı olarak beni Medine'den ayırmak istiyorsun.
der’ ve “Kişinin nesebi onun evidir”105 hadisini nakleder. Ama bana bütün dünyayı verseniz Rasulullah (Sallallahu Aleyhi
Harun Reşid, İmam Malik’e 'Evin var mı?' diye sorar. İmam ve Sellem)’in şehri olan Medine'den asla ayrılmam” diyordu.
Malik 'Hayır yok' deyince Harun Reşid, İmam Malik'e üç bin di- İmam Malik’in dünyaya karşı zühdü işte böyleydi!
nar vererek ‘Bununla kendine bir ev al’ der. İlmi ve talebeleri, dünyanın her tarafına yayıldığı sıralarda
İmam Malik, Harun Reşid'den parayı alır, fakat parayı ev her taraftan kendisine bolca para gelmekteydi. Fakat o kendisine
almak için sarf etmez. Harun Reşid Bağdat'a dönerken İmam gelen bütün paraları Allah yolunda sarf ederdi. Onun cömertliği,
Malik’ten kendisiyle birlikte Bağdat'a gelmesini ister ve: “Hz. dünyayı az sevdiğine ve zühdüne delâlet etmektedir. Zâhidlik
Osman'ın, herkesi bir tek mushafa uymaya teşvik ettiği gibi ben sadece malı sarf etmekten ibaret değildir. Zâhidlik, aynı zaman-
de herkesi senin Muvatta adlı kitabına tâbi kılmak istiyorum” da kalbi mal sevgisinden uzak tutmaktır. Nitekim peygamberle-
der. Bu söz üzerine İmam Malik şöyle der: rin en zengini olan Hz. Süleyman, mülk ve serveti hususunda
“Herkesi benim kitabıma tâbi kılmak imkânsızdır. Çünkü çok zâhid bir kişi idi.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ashabı onun ölümün- Onun dünyayı hakir gördüğüne İmam Şafiî’den gelen şu ri-
den sonra dünyanın dört bir yanına yayıldılar. Rasulullah’ın ha- vayet yeter de artar bile:
dislerini de gittikleri diyarlarda yaydılar. Bu nedenle her belde "İmam Malik’in kapısında Horasan diyarının küheylan atla-
halkında ayrı ayrı ilim vardır. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve rından ve Mısır'ın meşhur katırlarından öylelerini gördüm ki,
Sellem) “Ümmetimin ihtilâfından rahmet doğar”106 buyurmuş- onlardan daha güzelini hiçbir yerde görmemiştim. Hocam İmam
tur. Ayrıca sizinle birlikte hükümet merkezine gelmem de im- Malik’e:
kânsızdır. Çünkü Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Medine - Bunlar ne güzel şeyler' dedim. O bu sözümü işittiği zaman
hakkında “Eğer bilseler, Medine onlar için daha hayırlıdır”107 ve şöyle dedi:
“Körük, demirin kirini-pasını temizlediği gibi, Medine de gü-
- Ey Ebu Abdullah! Onlar benden sana hediye olsun. Ben de
nahkârları öylece nefyeder”108buyurmuştur. İşte bana vermiş
ona:
bulunduğunuz dinarlarınız! İster geri alın, ister bırakın…”
- Hiç olmazsa binmek için birini kendinize bırakın, dedi-
ğimde O:
105 Bu bir hadis değil, İmam Malik’in ismini verdiği Rabia'nın sözüdür. -Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in defnedilmiş oldu-
Bu söze mecaz yoluyla hadis denmiştir. Rabia, Medine'nin meşhur ğu bir şehirde binekli olarak dolaşmaya utanırım, dedi."
âlimlerindendir. Hicretin 130. yılında el-Enbarda vefat etmiştir.
106 Beyhaki, el-Eş'arıyye risalesinde ve ayrıca el-Medhal de İbn Abbas
İmam Malik’in cömertliğine bakın ki elindeki servetin ta-
hadisinden “Sahabelerimin ihtilafı sizler için bir rahmettir” lafzıyla ri- mamını birden hediye edebilmektedir. Üstelik Medine’nin top-
vayet etmiştir. Ancak isnadı zayıftır. raklarında binekli olarak dolaşmayı dahi hürmetsizlik kabul et-
107 Buhari ve Müslim, Süfyan b. Ebi Zubeyr’den rivayet etmiştir. tiği için bineğe binmiyor!
108 Buhari ve Müslim, Ebu Hureyre’den rivayet etmiştir.
İlme Teşvik 91 92 İmam Gazali

İmam Malik’in yalnızca Allah'ın rızasını gözeterek ilim talep günlerinde bütün geceyi ibadetle geçirdiğini rivayet etmiştir.
ettiğini ve dünyayı bir hiç mesabesinde gördüğünü gözler önüne Ebu Hanife hayatının ilk devrelerinde gecenin yarısını ibadetle
seren son bir rivayet ile İmam Malik hakkındaki sözlerimi nok- geçirirdi. Bir gün yoldan geçerken bir adam kendisini yanındaki-
talamak istiyorum. lere göstererek şöyle söyledi: “İşte bu zat bütün geceyi ibadetle
İmam Malik’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: ihya eden bir kimsedir” Bu sözü duyan İmam, o günden itibaren
"Harun Reşidin huzuruna girdim. Bana: kendisi hakkında bu bilgiyi taşıyan adamı yalancı çıkarmamak
- Ey Ebu Abdullah! Bize sık sık gelmen gerekir. Zira çocuk- için bütün gecelerini ibadetle ihya etmeye başladı ve “Ben, hal-
larımın senden Muvatta'yı dinlemesini istiyorum, deyince ona kın beni bende olmayan vasıflarla övmesinden dolayı Allah
şöyle cevap verdim: (Subhanehu ve Tealâ)'dan haya ederim” dedi.

- Allah (Subhanehu ve Tealâ) Emîr'ul Müminîn'i aziz kılsın. Rebî b. Asım111 şöyle anlatır: “Küfe valisi Yezid b. Ömer b.
Bu ilim bizlere siz Ehl-i Beyt'ten gelmiştir. Eğer siz ilme hürmet Hubeyre beni, Ebu Hanife’yi onun huzuruna getirmem için gön-
gösterirseniz bu ilim hürmet görür. Malumdur ki ilim, insanın derdi. Ebu Hanife de geldi. Yezid, kendisini hazinenin başına ge-
ayağına gelmez. İlmin ayağına gidilmesi gerekir. Benim bu sö- tirmek istedi ancak Ebu Hanife bu teklifi reddetti. Bunun üzeri-
zümü dinleyen Emîr'ul-Mü'minîn: ne Yezid, teklifini reddettiği için Ebu Hanife’ye yirmi kırbaç
- Doğru söylüyorsun yâ Mâlik!' diye mukabele etti. Sonra vurdurdu.”
çocuklarına dönerek: Ebu Hanife’nin işkence çekmek pahasına makam ve
- Mescide giderek halkla beraber İmam’ın derslerini dinle- mansıbdan nasıl kaçtığına dikkat et!
yin, diye emir verdi." Hakem b. Hişam Sakafi112 şöyle der: “Şam'da bulunduğum
3- İmam Ebu Hanife bir sırada bana, Ebu Hanife'nin devrin en emin insanı olduğunu
İmam Ebu Hanife âbid, zâhid, Allah'ı bilen ve O’ndan kor- söylediler. Devrin sultanı Ebu Hanife'ye Beytülmal nazırlığı tek-
kan ve ilmiyle sadece Allah'ın rızasını murad eden bir âlim idi. lif etmiş ve 'Şayet teklifimi kabul etmezsen seni kırbaçlatırım'
Onun büyük bir âbid olduğu şu rivayetten açıkça anlaşılmakta- diyerek onu tehdit etmeyi de ihmal etmemişti. Ebu Hanife ise
dır: onun vuracağı kırbaçların acısını Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın
İbn Mübarek109, “Ebu Hanife büyük bir mürüvvete sahip kendisine vereceği azabın acısından daha hafif bulduğu için
çokça ibadet eden bir zât idi” demiştir. dünya azabını tercih etti ve hükümdarın kendisine teklif ettiği
görevi reddetti."
Hammad b. Ebi Süleyman110, Ebu Hanife'nin ömrünün son
İbn Mübarek’in yanında Ebu Hanife hakkında ileri geri ko-
109
nuşulunca şöyle dedi:
Künyesi İbn Mübarek b. Vadih el-Hanzelî'dir. Muhaddislerin Sultanı
olarak kabul edilir. Hicretin 181. yılında ve 63 yaşında vefat etmiştir. “Siz öyle bir kişi hakkında konuşuyorsunuz ki, bütün dünya
Ebu Hanife'nin talebelerindendir. Hocasından birçok bilgiler nakletmiş
ve onun rahle-i tedrisinde uzun zaman kalmıştır.
110 Asıl ismi Müslim'dir, Küfelidir. Sahabe'den Ebu Musa el-Eşari'nin 111 Bazı nüshalarda Rebî b. İsmail Ebu Asım diye geçmektedir.
azatlısıdır. 112 Aslen Küfelidir, Bilahare Şam'a yerleşmiştir.
İlme Teşvik 93 94 İmam Gazali

ona ait olmak istedi. Fakat o, Allah'tan korkarak kendisini iste- ilahî sıfatlarını bilmesine gelince; dünyadaki zühd ve takvâsı ve
yen dünyadan uzaklaştı.” Allah (Subhanehu ve Tealâ)'dan şiddetle korkar olması bunun
Muhammed b. Şücâ'dan ve bir kısım arkadaşlarından riva- apaçık delilidir.
yet edildiğine göre Ebu Hanife'ye “Emîr'ul-Müminin Ebu Cafer Şerik en-Nehaî şöyle demiştir: “Ebu Hanife çok susardı, da-
Mansur size on bin dirhem verilmesini emretmiştir” denildiği ima düşünceliydi ve halk ile az konuşurdu.”
zaman Ebu Hanife “Ben bu parayı kabul etmem” diye razı olma- Bu hali Ebu Hanife’nin, bâtın ilmine sahip olduğunun açık
dığını izhar eder. Fakat sultanın bu parayı kendisine gönderece- bir delilidir. O, dinin en mühim ve hayatî konularıyla ilgili mese-
ği günün sabahı, namazını kılar ve sonra elbisesine bürünerek leler üzerinde düşünür ve netice çıkarmaya çalışırdı. Çünkü
sessiz sedasız yatağına girer ve kimseyle konuşmaz. Bu esnada susmasını bilip, sükût eden kimseye ilmin tamamı verilmiştir.
Hasan b. Kahtebe'nin113 bir adamı parayı getirerek Ebu Hanife'- Buraya kadar zikrettiğimiz menkıbeler sözü edilen üç büyük
nin huzuruna girer. İmamın yanında bulunanlardan bazıları imamın hallerinden sadece birer küçük bölümdür.
devletin gönderdiği elçiye “Ancak arada sırada ve pek az konu-
4- Ahmed b. Hanbel ve Süfyan es-Sevrî
şabiliyor. Sizin anlayacağınız kendisine bir hastalık arız olmuş-
Ahmed b. Hanbel ve Süfyan es-Sevrî'ye gelince; bu iki ima-
tur. Bu hastalık arız olduğundan bu yana hâli hep böyledir” der-
mın takipçileri diğer üç imamınkinden daha azdır. Hele Süfyan
ler. Parayı getiren elçi “O halde getirdiğim parayı şu keseye ko-
es-Sevrî'ye tâbi olanlar hemen hemen hiç kalmamıştır. Fakat bu
yup evin bir kenarına bırakın ve iyileştiği zaman da kendisine
iki zatın takvası ve zühdü apaçık ortadadır. Kitabımızın birçok
teslim edin” der. Bu hal karşısında Ebu Hanife, oğlu Hammad'a
bölümünde bu iki zâtın fiillerinden ve sözlerinden sık sık bahse-
şu vasiyette bulunur: “Öldüğüm zaman beni defneder etmez bu
dilmektedir. Bu bakımdan acele edip onlara ait menkıbeleri bu-
paraları al. Hasan b. Kahtebe'ye götür ve ona de ki: “Ebu Hani-
raya sıkıştırmak lüzumsuz olur.
fe’nin yanında emanet olarak bıraktığınız şu paranızı geri alın.”
Şimdi sen sözünü etmiş olduğumuz üç imamın hallerine
Oğlu Hammad şöyle anlatır: “Babamın vasiyetini aynen tat-
bakarak derin derin düşün! O zaman göreceksin ki bu haller,
bik ettim. Bunun üzerine Hasan bana ‘Allah'ın rahmeti babanın
sözler ve fiiller, sadece fıkıh ilminin Lian, İla, Zıhar, İcare ve Se-
üzerine olsun. O, dini hususunda çok duyarlı idi’ dedi.”
lem gibi fer’i meselelerine vakıf olmaktan dolayı elde edilecek
Ebu Hanife, kendisine baş kadılık teklif edildiğinde “Ben bu
şeyler değildir. Bunlar sadece dünyadan yüz çevirmiş ve yalnız
vazifeye lâyık değilim” demiştir. Neden lâyık olmadığı sorulduğu
Allah'a gönül vermiş kimselerin halleri, sözleri ve fiilleridir. Bir
zaman da şu cevabı vermiştir: “Eğer ben doğru sözlü biri isem
de bu zatların peşinden gittiğini iddia edenlerin hallerine bak!
işte ben bu vazifeye layık olmadığımı söylüyorum. Beni tasdik
Acaba iddialarında ne kadar haklılar?
edin! Yok, eğer yalan söylüyorsam bir yalancının kadı olması ca-
iz değildir.”
Âhiret yolunu, din işlerini ve Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın

113 Abbasî devletinin hükümet erkânından biridir.


96 İmam Gazali

Sihir ilmi, cevherlerin özelliğinden, yıldızların doğuş mer-


3.BÖLÜM kezlerini hesap etme inceliklerini bilmekten elde edilen bir ilim-
dir. Hususiyetleri bilinen bu cevherlerden, sihre tutulması iste-
nen kişinin şeklinde bir iskelet yapılır ve herhangi bir yıldızın
hususî bir vakti gözetlenir. Beklenen vakit gelir gelmez iskeletin
üzerine küfürden, şeriata muhalif olan fuhşiyattan bazı kelime-
ler hecelenir. Bu hecelenen kelimeler vasıtasıyla şeytanların
yardımına mazhar olunur. Bütün bunlardan sonra âdet-i ilahî
Halkın Makbul İlimler Olarak Kabul Ettiği gereği sihir yapılan kişide garip durumlar belirmeye başlar. İşte
Aslen Makbul Olmayan İlimler bütün bu sebepleri öğrenmek mezmum değildir. Fakat bu bili-
Mezmûm İlimlerin Yerilmesinin Nedenleri nenler sadece halka ve diğer insanlara zarar vermeye vesile olur.
Şerre vesile olan şey elbette şer olur ve böylece mezmûm sayılır.
“İlim, eşyanın hakikatini bilmek demektir. Bu manada olan
ilim, Allah'ın sıfatlarındandır. Bir şey ilim olduğu halde nasıl İyi bir adamı öldürmek isteyen bir zalime adamın saklandı-
olur da çirkin olabilir?” diye sorulacak olursa şu şekilde cevap ğı yeri söylemek; bilinen şeyi olduğu gibi ifade etme bakımından
veririz: bir ilimdir. Ancak zarara sebebiyet verdiği için mezmumdur. Do-
layısıyla burada zalimi, adamın bulunduğu yerin tam tersi isti-
“İlim, hiçbir surette ilim olmasından dolayı kötü sayılmaz.”
Fakat şu üç sebepten dolayı insanlar hakkında mezmum kabul kamete yöneltmek ve yalan söylemek vâcibdir. Burada bildiği
şeyi söylemek bir ilim ise de, şerre yol açtığı için mezmûmdur.
edilir.
2. Sahibine kârdan fazla zarar verdiği için mezmum olur.
1. Sahibini veya başkalarını kötüye sevk eden ilim. Sihir ve
Astronomi gibi... Bu ilim, ilim olmak hasebiyle zararlı bir ilim
büyü ilmi buna örnek olarak verilebilir. Çünkü bu ilimler birer
değildir. Astronomi ilmi iki kısma ayrılır:
ilim kabul edildiği halde kötülenmiştir. Bu ilimlerin var olduğu-
nu Kur'an tasdik etmektedir. Yine Kur'an bu ilmin eşlerin arası- a) Hesaba Dayalı Olan Kısım
nı açtığını bile zikretmektedir: Allah (Subhanehu ve Tealâ) Kuran'da Güneş’in ve Ay’ın bir
“…Onlar, o iki melekten, karı ile koca arasını açacak şeyleri hesab ile seyrettiğini bildirmektedir:
(sihri) öğreniyorlardı.” (2 Bakara/102) “Güneş ve Ay bir hesab iledir.” (55 Rahman/5)
Ayrıca Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e sihir yapıldı- “Aya da menziller takdir ettik. Nihayet o, kurumuş eski
ğı ve bu yüzden hastalanarak yatağa düştüğü bilinen bir gerçek- hurma dalı gibi oldu.” (36 Yasin/39)
tir. Cebrail (Aleyhisselam)’ın durumu kendisine bildirmesinden b) Ahkâmla İlgili Kısım
sonra sihir malzemelerini bir kuyunun derinliklerindeki taşın al- Bunun hülasası hâdiselerin oluşunu sebeplere bağlamaktır.
tından çıkarmıştır.114 Doktorun nabız yoklamasıyla muhtemel hastalığı keşfetmesine
benzer. Bu ilim, Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın yarattığı varlıklar
114 Buhari ve Müslim, Aişe (radıyallahu anha)’dan rivayet etmişlerdir. hakkındaki sünnet ve âdetinin cereyan tarzını bilmektir. Fakat
İlme Teşvik 97 98 İmam Gazali

şeriat bu ilmi zemmetmiştir. Nitekim Rasulullah (Sallallahu lemi görmüştür. Kalemin daha üstüne bakıp, onu tutan parmak-
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: ları göremez. Hele hele parmakların yukarısında bulunan eli ve
“Kaderden bahsedildiğinde sükût edin! Yıldızlar zikredildiği o eli idare eden iradeyi kesinlikle göremez. O iradeyi taşıyan ya-
zaman sükût edin! Ashabım zikredildiği zaman (onların arasın- zarın varlığını, o yazara bu kabiliyet ve hassasiyeti veren hakikî
daki hâdiseleri kurcalamaktan) sükût edin!”115 kudret ve kuvvet sahibini ise hiç bir şekilde idrak edemez.
“Benden sonra ümmetim hakkında üç şeyden korkuyorum: İşte tıpkı bu karınca misalinde olduğu gibi, halkın dikkati
İdarecilerin zulmü, yıldızlara inanmak ve kaderi yalanlamak.”116 çoğu zaman enginlerde ve yakın sebeplerde kalır. Bu sebepleri
Ömer b. Hattab (radıyallahu anhu) şöyle demiştir: “Yıldızla- aşıp, sebeplerin asıl müessirine varmaya muvaffak olamaz. İşte
rın ilminden size karada ve denizde yarayacak kadarını öğrenin, yıldızların ilmine dalmayı yasaklayan sebeplerden biri budur.
gerisinden ise sakının!” İkincisi; Yıldızlara bakarak netice çıkarmak tahminden
Hz. Ömer'in bizi yıldız ilminin kara ve denizlerde işimize başka bir şey değildir. Ne zan ne de yakin olarak insanlar tara-
yarayacak kısmından başkasını elde etmekten alıkoyması üç se- fından açık bir şey bilinmemektedir. O halde yıldızların doğuşu
bebe dayanır: sebebiyle ortaya atılan hüküm, cahilâne bir hükümdür ki böyle
bir hükmün hiçbir değeri yoktur. Binealeyh yerilmiş olması ilim
Birincisi; Halkın çoğuna zarar verir. Çünkü halka 'Şu olay-
olmasından dolayı değil cehalet olmasından dolayıdır. Bu ilimle
lar falan yıldızın hareketinden meydana geliyor' dendiğinde,
elde edilen marifetlerin Hz. İdris’in mucizesi olduğu kuvvetle ri-
halkın kalbinde yıldızların tesir edici ve tasarruf sahibi birer ilâh
vayet olunmaktadır. Fakat Hz. İdris'in meşgul olduğu yıldız ilmi,
oldukları kanaati yerleşmektedir. Özellikle yıldızların semavî bi-
günümüzde tamamen yok olup gitmiştir.
rer cevher oldukları hususu da bu kanaati iyice pekiştirmektedir.
Böyle olunca insanlar onlara bağlanır hayrı ve şerri; ümit veya Müneccimin yaptığı tahminlerin bazen doğru çıkması, sa-
ümitsizliği onlardan beklemeye başlarlar. Böylece Allah dece bir tesadüften ibarettir. Zira müneccim, bir kısım sebeplere
(Subhanehu ve Tealâ)'nın zikri kalplerden silinir. Çünkü inancı
muttali olsa da bu sebeplerin hakikatine muttali olmak beşerin
kudreti dışında bir keyfiyettir. Kazara ve tesadüfen Allah
zayıf olanlar daima vasıtalara bakar. Nedense bir türlü o vasıta-
(Subhanehu ve Tealâ)'nın bütün bu sebeplerin geri kalan kısımla-
nın esas müessirine bakmaya güçleri yetmez. Güneşin, ayın ve
rını takdir ettiği bir ana müneccimin hükmü tesadüf ederse mü-
yıldızların Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın teshir edilmiş birer
neccim hükmünde doğru sayılır. Tesadüf etmediği takdirde ise
mahlûku olduğunu sadece ilimde derinleşmiş âlimler bilirler.
müneccim yanılmış sayılır. Müneccimin bu durumu tıpkı bulut-
Zayıf bir insanın, ışıkların ancak Güneş doğduktan sonra et-
ların toplandığını görerek yağmurun yağacağına hükmeden bir
rafı aydınlattığını görmesi, karıncanın kâğıdın üzerindeki yazıla-
insanın durumuna benzer. Fakat çoğu zaman bulutlar dağılarak,
rın arka arkaya kâğıt üzerinde sıralanışını kalemin işi zannetme-
yağmur yağacağını iddia eden kimseleri yanıltır. Bazı zamanlar
sine benzer. Çünkü o kâğıt üzerine yazıyı yazan olarak yalnız ka-
bunun aksi de olur ve yağmur yağar. İşte nasıl sadece bulutların
bir araya gelmesi yağmurun yağmasına kâfi gelmiyor ve daha
115 Taberani, İbn Mesud'dan hasen bir isnad ile rivayet etmiştir. başka sebepler de gerekiyorsa; bir kaptanın esintiye bakarak bir
116 İbn Abdulberr ve İbn Asakir, Ebu Mahcen'den rivayet etmiştir.
İlme Teşvik 99 100 İmam Gazali

tehlike görmemesi, bir gemicinin tecrübelerine dayanarak ver- 3. Kişinin tek başına uğraşmakla yararlanamayacağı bir
miş olduğu 'gemi batmaz' hükmü de aynen böyledir. Zira bu ilimle uğraşması da zemmedilmiştir. Mesela ilimlerin zahir ve
esintilerin daha nice nedenleri vardır ki, gemici bunlara bazen kolay anlaşılan kısımlarını öğrenmeden inceliklerini ve gizli ta-
muttali olur, bazen ise olamaz. Hele bir kısmına hiçbir zaman raflarını öğrenmeye çalışmak ve ilâhî ilimlerin sırlarını araştır-
nüfuz edemez. Onun için bazen hükümlerinde isabet eder, bazen mak gibi... Felsefeciler ve kelâmcılar bu ilimlere her ne kadar
de yanılır. İşte bu nedenle kuvvetli insan da zayıf insan gibi bu vakıf olmak istemişlerse de tek başlarına bu ilimleri kavramak-
ilimden menedilir. tan uzaktırlar. Bu ilimlere tek başına vakıf olmak sadece pey-
Üçüncüsü; Yıldız ilminde hiçbir fayda yoktur. Zararlarından gamberlere ve onların izinden giden velilere mahsustur. O halde
en azı fuzulî bir iş yapmış olmaktır. Fuzulî bir iş yapmış olmak insanların böyle ilimlerden sakınması ve bütün bunları şeriatın
da en değerli hazine olan hayatı boşa harcamaktır ki bu zararla- ölçülerine havale etmesi gerekir. Zira şeriatta Allah'ın tevfikine
rın en dehşetlisidir. mazhar olan kimseler için ikna edici deliller mevcuttur.
“Bir gün Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir kişinin Nice kişiler vardır ki daldıkları ilimlerden çok zarar gör-
yanından geçerken, halkın o kişinin başına toplandığını görür ve müşlerdir. Şayet bu ilimlere dalmamış olsalardı, dinî durumları
'Bu ne toplantısı?' diye sorar. Halk 'Bu büyük bir âlimdir, onun çok daha iyi olurdu. Nitekim kuşların etinin ve bir kısım tatlıla-
için etrafında toplandık' der. Bu cevabın üzerine Allah'ın Rasûlü rın süt çocuklarına zarar verdiği gibi bazı ilimler de insanların
'Hangi meselede âlim?' diye sorar. 'Şiiri ve Arabların soylarını bir kısmına zarar vermektedir. Birçok kimsenin bazı hususlar-
çok iyi bilir' derler. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de: 'Bu daki cehaletleri, bilmelerinden daha hayırlıdır.
ilmin ne bilinmesinde bir fayda, ne bilinmemesinde bir zarar
Adamın biri doktora giderek hanımının kısır olduğundan
vardır.”117 buyurur.
şikâyet eder. Doktor, kadının nabzını yoklayarak şöyle der: “Do-
“İlim ancak muhkem bir ayet veya nesh edilmemiş bir sün- ğurmadığı iyi olmuş zira bu kadın kırk güne kadar ölür.”
net veya adaletli bir farizadan ibarettir.”118
Doktorun sözlerini dinleyen kadın dehşete kapılır, hayatı
Astroloji ve benzeri ilimlere dalmak tehlikeli olduğu gibi perişan olur. Varını yoğunu fakir fukaraya vererek vasiyetini ya-
faydasızdır ve bu ilimle meşgul olmak vakit kaybetmekten başka
zar. Kırk gün boyunca yemeden ve içmeden kesilir. Kırk gün
bir şey değildir. Allah'ın takdir ettiği şeyden kaçınmak hiç kim-
dolduktan sonra adam, doktora gelerek karısının ölmediğini bil-
senin elinde değildir. Ama tıp ilmi böyle değildir. Çünkü o ilme
dirir. Bunun üzerine doktor “Hemen eve git ve karınla cinsi mü-
insanların ihtiyacı vardır. Tıp ilminin delillerinin birçoğuna in-
nasebette bulun, derhal gebe kalacaktır” der. Doktorun bu ceva-
san vakıf olabilir. Tıp ilmi gibi rüya tabiri ilmi de her ne kadar
bına hayret eden koca “Bu nasıl olur?” diye sorar. Doktor mese-
tahmine dayalı bir ilim ise de yıldız ilminden farklıdır. Rüya ta-
leyi şöyle izah eder: “Hanımın çok şişman olduğu için yağlar ra-
birinde de faydalar vardır. Zira tabir ilmi, nübüvvetten bir cüz
him ağzını kapatmıştı. Bu yağları da ancak ölüm korkusu erite-
sayılır ve bu ilimde herhangi bir tehlike yoktur.
bilirdi. Ben de onu ölüm ile korkuttum. Şimdi yağlar eridi ve ço-
cuk yapmaya hazır bir vaziyete geldi.”
117 İbnu Abdulberr, Ebu Hureyre'den rivayet etmiştir.
İşte bu hikâye sana bazı ilimleri bilmenin bazı kimseler için
118 Ebu Davud ve İbn Mâce, Abdullah b. Ömer'den rivayet etmiştir.
İlme Teşvik 101 102 İmam Gazali

tehlikeli olduğunu haber vermekte ve Rasulullah (Sallallahu yakınlaştıran inanç ve amellerdeki esrarlı haller, ilaçlar ve ma-
Aleyhi ve Sellem)’in “Fayda vermeyen ilimden Allah'a sığınırım”119 denlerde olan esrarlardan daha önemli ve daha büyüktür. Nasıl
sözünün manasını da açıkça ve eksiksiz bir şekilde bildirmekte- ki akıllar, ilâçların faydalarını birdenbire çözemez ve hangi ilâ-
dir. cın hangi hastalığa iyi geleceğini kestiremez ve bunu ancak bir
Sen bu hikâyeden ibret al ve şeriatın zemmettiği ilimlere takım deneylerden sonra algılayabilirse; aynı akıllar, âhirette in-
dalma! Sünnet-i Seniyye yolundan bir an olsun ayrılma. Zira din sana fayda verecek şeyleri de kendi başlarına bulmaktan âcizdir-
ve dünyanın selâmeti ancak Sahabe-i Kiram’ın yolundan gitme- ler. Keşke bazı ölüler dünyaya dönselerdi de bizlere Allah'a nasıl
ye bağlıdır. Sakın “Eşyayı olduğu gibi öğrenmeye çalışıyorum. yaklaşılır, hangi fiillerin Allah'a yaklaştırıcı ve hangilerinin Al-
Bunun ne zarar var?” deme! Zira olur olmaz ilimlere dalışının lah'tan uzaklaştırıcı olduğunu söyleselerdi!
zararı, kârından fazladır. Birçok şey vardır ki onu bilmen seni Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in doğruluğuna ve
tehlikelere sürükler ve âhiretini berbat eder. Allah'ın rahmeti işaretlerinin hakikatine vâkıf olmak bakımından aklın rehberliği
sana yetişmediği takdirde bu felâketten kurtulamaz ve helâk ve menfaati sana yeter. Ondan sonra aklın vazifesi biter ve ken-
olur gidersin! Bilmiş ol ki, nasıl bir doktor kimsenin bilmediği disi için en yararlı yol Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e
tedavi usullerinin inceliklerini biliyorsa; kalplerin tabibi pey- ittiba etmektir. Sen ancak bu yolu takip ettiğin zaman selâmete
gamberler de âhiret hayatının vesilelerini bilen âlimlerdir. erersin.
Bunun için kendi aklına güvenerek onlara muhalefet etme- Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
ye kalkışma yoksa helak olursun. Örneğin birçok kimse parmağı “Muhakkak ki ilmin bir kısmı cehalet, sözün bir kısmı da
ağrıdığında üzerine birtakım merhemler sürerek tedavi etmeye yorgunluktur.”120
çalışır. Hâlbuki doktor, merhemin elin başka tarafına sürülmesi Malumdur ki ilim hiçbir zaman cehalet olmaz. Dolayısıyla
gerektiğini söyleyebilir. Damarların bedene yayılışını, köklerini hadisin manası “Bazen zarar verme hususunda cehaletin tesirine
ve bedeni nasıl çevrelediklerini bilmeyen kimseler doktorun bu benzer bir tesir gösterir” şeklindedir.
tavsiyesini yadırgayabilirler. İşte âhiret işlerinde şeriatın incelik-
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
lerinde, âdâbında, insanların bilmekle mükellef oldukları inanç-
“Az muvaffakiyet (başarı), çok bilgiden hayırlıdır.”121
larında ve lâtifelerinde de durum böyledir. Akıl bunları tek başı-
Meryem oğlu İsa (Aleyhisselam) şöyle demiştir:
na kavramaya muktedir değildir.
“Nice ağaçlar vardır meyve vermez, nice meyveler vardır
Nitekim bazı değerli madenlerin yapılarındaki bazı ilginç
tatlı değildir ve nice ilimler vardır ki insana faydası dokun-
özellikleri o konunun erbabı bile idrak edememektedir. Sözge-
maz.”122
limi, mıknatısın demiri çekmesinin mahiyetini kimse bilmez.
Kalpleri temizleyip cilalandırmak suretiyle ıslah ederek fazi-
let duygularını tattırıp insanları Allah (Subhanehu ve Tealâ)’ya
120 Ebu Davud, Büreyre (radıyallahu anhu)’dan rivayet etmiştir.
121 Deylemî, Ebu Derda (radıyallahu anhu)’dan rivayet etmiştir.
119 İbn Abdulberr, Cabir (radıyallahu anhu)’dan rivayet etmiştir. 122 Hatib el-Bağdadî.
İlme Teşvik 103 104 İmam Gazali

Zamanla Muhtevaları Değiştirilen Bazı Terimler maları gerekir. Umulur ki sakınırlar.” (9 Tevbe/122)
Mezmum ilimlerin, şer’i ilimlerdenmiş gibi görülmeleri, ba- Fıkıh, uyarma ve Allah korkusunu hissettiren bilgidir yoksa
zı terimlerin manalarının (ard niyetlerle) Sahabe ve ilk dönem Talâk, Lian, Selem ve İcare gibi meselelerin ayrıntılarını bilmek
Müslümanlarının kastettiği manalardan başka manalara çevril- değildir. Çünkü bunlarla kalplere Allah korkusunu yerleştirmek
mesiyle gerçekleşmiştir. Aslî anlamı değişen ve başka manalar mümkün değildir. Aksine bu meselelerle uğraşanların kalpleri
alan terimler beş tanedir: tamamen katılaşmaktadır. Nitekim zamanımızda kendini bu
1. Fıkıh ilimlere verenlerin hali ortadadır.
2. İlim “Andolsun, cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için

3. Tevhid yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, idrak etmezler; göz-


leri vardır, görmezler; kulakları vardır, işitmezler. İşte on-
4. Tezkir
lar hayvanlar gibidir. Hatta daha da şaşkındırlar. Onlar
5. Hikmet
gafillerin ta kendisidir.” (7 Araf/179)
Aslen bu terimler güzel manalara sahip idiler ve ifade ettik-
Ayette geçen “Onların kalpleri vardır, idrak etmezler” ifade-
leri manalarla bezenen kimseler dinî rütbelere sahip kimselerdi.
sinde fetvaları değil, imanın ne anlama geldiğini idrak edeme-
Fakat bu terimler günümüzde manalarını kaybetmişler ve farklı
meleri kast olunmuştur. Yemin ederim ki “fıkıh” ile “fehim” söz-
anlamlarda kullanılmaya başlanılmıştır.
cükleri aynı anlama gelir. Aralarındaki tek fark; birisinin eski
1. Fıkıh
diğerinin de yeni bir kelime olmasıdır.
Fıkıh terimi aslî manasından başka manalara çevrilmemiş “Onların (Münafıklar ve Yahudiler) içlerinde size karşı duy-
ve başka manalarda kullanılmamış sadece, ihata ettiği geniş
dukları korku, Allah'a olan korkularından daha şiddetlidir.
manalar ihmal edilerek kapsamı daraltılmıştır. Böyledir, çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.” (59
Bu terimi; fetvalardaki garip meseleleri bilmek, illetlerinin Haşr/13)
inceliklerine vakıf olmak ve konuyla alakalı görüşleri hafızada
Görüldüğü üzere ayette bahsedilen kişilerin, insanların gü-
tutmak ile sınırlandırdılar. Kimin fıkhın fürûu meselelerinde
cünü gözlerinde büyütmeleri ve bu insanlardan Allah (Subhanehu
bilgisi daha derin ise onu en büyük fâkih olarak kabul ettiler.
ve Tealâ)’dan daha fazla korkmaları, fıkıhlarının (anlayışlarının)
Hâlbuki ilk asırda fıkıh terimi; âhiret yolunu gösteren ilmi, nef-
azlığına bağlanmıştır. Peki, bu kimselerin anlayışlarının azlığı
sin afetlerini ve amelleri ifsad eden halleri bilmek, dünyayı hor
fetvaların ayrıntılarını bilmemekten mi yoksa bizim beyan etti-
görüp ahirete yönelmek ve Allah korkusunun kalbi doldurması
ğimiz fıkıh ilminin hakikatlerini idrak edememekten mi kaynak-
anlamlarında kullanılıyordu. Fıkıh teriminin bahsettiğimiz an-
lanıyor?
lamda kullanıldığına şu ayet de delalet etmektedir:
Dini meseleleri görüşmek için huzuruna gelen bir heyet
“Müminlerin hepsinin topyekûn sefere çıkmaları doğru de-
hakkında Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
ğildir. Onlardan bir gurubun dinde fakih olup kavimleri
(savaştan) döndüklerinde onları ikaz etmek için geride kal-
İlme Teşvik 105 106 İmam Gazali

“Bu gelenler âlim, fakih ve hâkimdirler”123 buyurmuştur. kavramak için Allah'ın bize olan nimetlerini düşünüyorduk.”
Sa’d b. İbrahim ez-Zührî'ye “Medinelilerin en fakihi kim- Dikkat edilirse Enes (radıyallahu anhu) Kur'an üzerinde dü-
dir?” diye sorulduğunda “Allah'tan en çok korkanları” diye cevap şünmeyi ve Allah'ın nimetlerini saymayı, fıkıh yani ince anlayış
vermiştir. O bu cevabıyla fıkhın meyve ve neticelerine dikkati olarak adlandırmaktadır.
çekmiştir. Takva ise, fetvaların ve hükümlerin değil, batın ilmi- Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmaktadır:
nin meyvesidir. “Kul, Allah’ın zatı hakkında ileri geri konuşan insanlara
Nitekim Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Size gerçek buğz etmedikçe ve Kuran'ın pek çok yönü bulunduğunu anla-
fâkihi haber vereyim mi?” diye sorunca Sahabe-i Kiram: madıkça tam olarak fakih olamaz.”126 Bu hâdis, Ebu Derdâ'dan
“Evet, ya Rasulallah! Bize gerçek fâkihi bildir” dediler. Bu- mevkuf olarak şöyle bir ilâveyle de rivayet edilmektedir:
nun üzerine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle cevap “Sonra nefsine yönelip en fazla onu kınamadıkça tam olarak
verdi: fakih olamaz.”
“İnsanları Allah'ın rahmetinden ümitsiz etmeyen ve Allah'ın Ferkad es-Senci, Hasan Basrî'ye bir soru sorar. Hasan Basrî
azabından emin kılmayan ve Allah'ın geniş rahmetinden onların cevabını verdikten sonra kendisine “Ama fâkihler senin söyledi-
ümitlerini kesmeyen, Kuran'ı bırakıp da başka kitapların arkası- ğinin tam tersini söylüyorlar” diyerek itirazda bulunur. Bunun
na takılmayan kimse, gerçek fâkihtir.”124 üzerine Hasan Basrî şöyle der: “Ey anası mâtemini tutasıca!
Enes b. Malik, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in “Şa- Acaba sen hiç fâkih gördün mü? Fâkih, dünyaya sırt çevirip,
fak zamanından güneşin doğuşuna kadar Allah'ı zikredenler ile âhirete yönelen rabbine ibadet etmeye devam eden, şüpheliler-
oturmam, dört köle azâd etmemden daha sevimlidir”125 hadisini den kaçınan, Müslümanlara dil uzatmayan, Müslümanların ma-
naklettikten sonra er-Rakkaşî ve Ziyâd en-Numeyrî'ye dönüp lını haksızlıkla almaktan kaçınan ve müslüman cemaate Allah'ın
şöyle dedi: emirlerini haykıran kimsedir.”
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in bahsettiği zikir Dikkat edilirse Hasan Basrî hiçbir şekilde fetva vermekten
meclisleri, sizin bugünkü meclislerinize benzemezdi. Sizin mec- bahsetmedi ve fâkihin fetvaları hıfzeden biri olduğunu da söy-
lislerinizde biri vaaz ve nasihatte bulunurken sözünü uzattıkça lemedi.
uzatıyor. Fakat Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in zama- Ben, fıkıh teriminin zahirî ahkâmın fetvalarını kapsamadı-
nında biz bir araya geliyor, iman konusunda konuşuyor, Kur'an ğını söylemiyorum. Fakat fıkıh tabiri, yalnızca bu fetva ehlini
ayetleri üzerinde düşünüyorduk. Dini anlamaya çalışıyor ve iyice ifade etmemekte; ancak ikinci dereceden bu hususu da içine al-
maktadır. Çünkü selef âlimleri, bu terimi fetva ilminden daha
123 Ebu Nuaym, Hilye’de; Beyhaki, ez-Zühd’de. Süveyd b. el-Hâris'den çok Ahiret ilmi hakkında kullanmışlardır.
rivayet etmişlerdir.
Sonuç olarak; insanların iyi ve kötü ilimleri birbirine karış-
124 Ebu Bekir b. Lâl, Mekârim-ül Ahlâk’ta; Ebu Bekir b. Sinnî, Hidayet-

ul Müteallimîn’de; İbn Abdulberr ise İlim Kitabında Hz. Ali'den rivayet


tırması, sonradan Fıkıh teriminin sadece fetva ilmiyle ilgili olup,
etmiştir.
125 Ebu Davud hasen bir isnadla rivayet etmiştir. 126 İbnu Abdulberr, Şeddad b. Evs’den rivayet etmiştir.
İlme Teşvik 107 108 İmam Gazali

âhiret ilmine ve kalplerin ahkâmına dair konularla ilgili olmadı- li tevhid ve'l-adl”, Kelâmcılara da “Tevhid Âlimleri” adı verildi.
ğı zannına yol açmıştır. Bâtın ilmi zordur. Onunla amel etmek Oysa ilk dönemlerde kelam sanatının hiçbir özelliği bilinmiyor-
ise daha da zordur. Bunun için insan tabiatı, bâtın ilminden ka- du. Bilinmediği gibi mücadele ve münakaşanın kapısını açanları
çar. Bâtın ilmine sahip olan insan valilik, kadılık, rütbe ve servet görseydiler, belki de onları şiddetle kınarlardı.
elde edemez. İşte bu fırsatı ganimet bilen şeytan, esasında şer’i Kuran'ın ihtiva ettiği ve ilk duyuşta insan aklının hemen
bir terim olan Fıkıh terimini teferruata tahsis ederek kalplere kabul edeceği açık deliller herkes tarafından bilinmekteydi. O
güzel göstermeye çalışmıştır. dönemde yaşayanlar Tevhidi günümüz kelâmcılarının çoğunun
2. İlim anlayamayacağı şekilde anlıyorlardı. Tevhidi, sebep ve vasıtalara
İlim sözcüğü daha önceleri Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın bakmaksızın her şeyin Allah (Subhanehu ve Tealâ)’dan geldiğine
zatını, ayetlerini ve kullarına olan muamelesini bilme anlamında inanmak olarak görüyorlardı. Hayrın tamamının Allah
kullanılırdı. Nitekim Ömer (radıyallahu anhu) vefat ettiği zaman (Subhanehu ve Tealâ)’dan olduğuna kat'î bir şekilde inanıyorlar-
İbn Mesud (radıyallahu anhu): “İlmin onda dokuzu gitti” demişti. dı. Tevekkül, rıza ve Allah'ın hükmüne teslim olmak, bu şerefli
İbn Mesud, bu sözü söylerken ilim lafzını “el-ilim” şeklinde mertebenin meyvelerindendir. Diğer bir meyvesi ise Ebubekir
mârife olarak kullanmıştır. Bu da demek oluyor ki İbni Mesud, (radıyallahu anh)’ın şu sözleridir:
belirli yani bilinen bir ilmi kastetmiştir. O da Allah (Subhanehu ve Ölümüyle neticelenen hastalığı sırasında kendisine:
Tealâ)’yı tanıma ilmidir… - Sana doktor getirelim mi? diye sorulduğunda
Daha sonra gelenler ise bu terimi, fıkıh veya diğer konular- - Beni hasta düşüren doktordur, demiştir.
da hasımlarıyla münazara etmek olarak tahsis ettiler ve sınır- - Hastalığın hakkında doktor sana ne söyledi? denildiğinde
landırdılar. Hasımlarıyla tartışmada maharetli olan kimseleri, ise:
hakikî âlim olarak, tartışmayan ve münazaradan kaçınan âlimle-
- Ben istediğimi en iyi şekilde yapan bir zâtım dedi, yanıtını
ri de zayıf ve yetersiz kimseler olarak gördüler. Ancak ayet ve
vermiştir.
hadislerde faziletlerinden bahsedilen ilim, Allah (Subhanehu ve
Tevhid, paha biçilmez bir cevherdir ve bu cevheri koruyan
Tealâ)’nın zatını, hükümlerini ve sıfatlarını bildiren ilim ve fazi-
iki kabuk vardır. İnsanlar dıştaki bu kabuğa ve kabuğu koruma-
letlerinden bahsedilen âlimler de bu ilmin ehli olan âlimlerdir.
ya tevhid ismini verir oldular da özü tamamen unuttular.
Zamanımızda ise şer’i ilimlerden ancak cedel ve hilâfiyâtı bilen
Birinci kabuk; Dille 'Lâ ilâhe illâllah' demektir ve bu kabuğa
kimselere âlim denilmektedir. Hâlbuki bu insanlar tefsir, hâdis
“Tevhid” ismi verilmiştir. Bu kabuk esasında Hıristiyanların
gibi ilimlerden bihaberdirler.
açıkça izhar ettikleri teslis inancını yıkan bir kabuktur. Fakat bu
3. Tevhid
kelimeyi, özünü reddettiği halde söyleyen münafıklar da vardır.
Zamanımızda bu terim; kelâm ilmini ve mücadele yollarını
Bu münafıklar da Tevhid kelimesini dilleriyle söylemekte ve in-
bilmek, hasımlarının taktiklerine hâkim olmak, hasmı durdura-
sanları kandırmaktadırlar.
cak sualler sormasını bilmek ve deliller ortaya koymak anlamın-
İkinci kabuk; Kalpte “Lâ ilâhe illâllah” sözüne hiçbir muha-
da kullanılmaktadır. Hatta bunlarla uğraşanların bazılarına “Eh-
İlme Teşvik 109 110 İmam Gazali

lefetin bulunmaması ve bu kelimenin anlamının olduğu gibi ka- nelerek “Şüphesiz ben yüzümü gökleri ve yeri yaratmış olan Al-
bul edilmesidir. Dilin söylediğini kalbin inkâr etmemesidir. Bu lah'a çevirdim” dediği halde kalbi Allah (Subhanehu ve Tealâ)’ya
mertebe, halk tabakasının Tevhid mertebesidir. İşte kelâmcılar yönelmeyen kimsenin durumuna benzer. Eğer bu kişi, yüz tabi-
bu kabuğu bid'at ehlinin taarruzundan korurlar. rinden zahirî anlamdaki yüzü kastediyorsa bu yanlıştır. Çünkü
Öz; Bütün vasıtalara sırt çevirmek, her şeyin Allah'tan oldu- yüzünü Allah’a değil Kâbe istikametine yöneltmektedir. Kâbe,
ğuna tam manasıyla inanmak ve Allah'a hiçbir varlığı ortak göklerin ve yerin sahibi Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın istikameti
koşmaksızın kulluk yapmaktır. Nefsinin hevasına uyan insan, değildir ki, oraya her yönelmiş olan Allah'a yönelmiş sayılsın.
Tevhid anlayışının dışında kalır. Bu bakımdan arzularına tâbi Cihetlerin ve bütün âlemlerin yaratıcısı, oralara sığmaktan mü-
olan, nefsini kendisine ilah edinmiş demektir: nezzehtir.
“Gördün mü o kimseyi ki hevasını kendisine ilâh edinmiş, Al- Eğer namaz kılan kimse “Yüzümü Allah’a çevirdim” sözüyle
lah da bir ilim üzere onu şaşırtmış, kulağını ve kalbini mü- “Kalbimi Allah’a yönelttim” anlamını kastediyorsa (ki ibadetler-
hürleyip, gözüne de bir perde çekmiştir. Artık onu Allah’tan de matlup olan budur) kalbi, dünyevî işlerinin peşinde koşarken
başka kim doğru yola getirebilir? Hâlâ düşünmez misiniz?” bu sözü nasıl doğru olabilir? O sözle yüzünü Allah'a çevireceğini
(45 Casiye/23) söylemektedir ancak kalbi, türlü türlü hileleri, mal toplamayı,
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmaktadır: dünya mertebeleri elde etmeyi ve bütün bunlara götürecek vesi-
leleri düşünen ve kendisini yalnız bunlara veren bir kişinin Al-
“Allah (Subhanehu ve Tealâ)’ya göre yeryüzünde kendisine
lah'a dönmesi mümkün müdür?
ibadet edilen en kötü ilâh hevâdır.”127
“Yüzümü Allah’a çevirdim” sözü, tevhidin hakikatini ifade
Düşünen bir insan puta tapanların, aslında o puta değil,
eden bir kelimedir. Bu nedenle muvahhid kimse; yalnız biri gö-
kendi hevalarına tapmakta olduklarını hemen anlar. Zira onu,
rür ve yüzünü yalnız O’na döndürür. Bu durum Allah (Subhanehu
ecdadının dinine bağlayan hevasıdır.
ve Tealâ)'nın “(Ey Rasûlum!) Sen Allah de! Sonra onları bırak, batıl
İnsanlara kızmak veya onlara iltifat etmek bu Tevhid anla-
sözleri içerisinde oynayadursunlar.” (6 Enam/91) ayetinde ne güzel
yışına aykırı düşer. Zira her şeyi Allah'tan bilen bir insan katiyen
de açıklanmaktadır.
kızmaz. “Her şeyin müsebbibi Allah'tır” diyen bir insan nasıl
Bu ayetteki 'Sen Allah de!' hükmünden kastedilen, dille söy-
olur da başka insanlara kızar? Selefin Tevhid teriminden anla-
lemek değildir. Çünkü dil, kalbin tercümanıdır, bazen doğru ba-
dıkları mana işte bu idi. Bu yüksek makam, Sıddîkların maka-
zen de yalan söyler. Allah (Subhanehu ve Tealâ)’nın nazar ettiği
mıdır.
yer ise, dilin tercümanlığını yaptığı kalptir. Zaten tevhidin ma-
Düşün bir bak! Günümüzde Tevhid terimini nasıl değiştir-
deni ve kaynağı da orasıdır.
diler ve hangi kabuğuyla iktifa ettiler? Tevhidin güzel ismini kul-
4. Tezkir
lanarak, övülme sebebini yitirmiş olan tevhid anlayışlarıyla nasıl
da övünüyorlar? Bu kimselerin durumu abdest alıp kıbleye yö- Allah (Subhanehu ve Tealâ) şöyle buyurmaktadır:
“Sen Kur'an ile öğüt ver! Çünkü öğüt müminlere fayda ve-
127 Taberani, Ebu Umame (radıyallahu anhu)'dan rivayet etmiştir. rir.” (51 Zâriyat/ 55)
İlme Teşvik 111 112 İmam Gazali

Zikir meclislerini öven pek çok hadis rivayet edilmiştir. “Bid'atçılara yüzünüzü değil, sırtınızı dönün!”
Bunlardan bazıları şunlardır: İbn Avn şöyle der:
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Cennet bahçelerin- “İbn Şirin’in yanına gittiğimde bana:
den geçtiğiniz zaman, oralardan faydalanın!” buyurdu. Kendisi- - Bugün ne haberler var? diye sordu. Ben de:
ne “Ey Allah'ın Rasûlü! Cennet bahçeleri ile neyi murad ediyor-
- Emir'ul Mü'minîn, hikâyecilerin hikâye anlatmalarını ya-
sunuz?” diye sorulduğunda cevaben “Zikir meclisleri...” buyur-
sakladı, dedim.
du.128
- İsabet etmiş, dedi.
Yine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuş-
Rivayet edildiğine göre A'meş, Basra camiine girdiğinde bir
tur:
hikâyecinin: “A'meş bize böyle rivayet etmiştir” dediğini duyar.
“Allah (Subhanehu ve Tealâ)’nın, insanlar için yarattığı me-
Cemaatin ortasına oturur ve koltuk altlarını yolmaya başlar. Hi-
leklerden başka yeryüzünde seyahat eden nice melekleri vardır.
kâye anlatan adam: “Ey ihtiyar! Vaaz meclislerinde koltuk altla-
Bu melekler zikir meclislerini gördükleri zaman birbirlerini ça-
rını yolmaktan utanmıyor musun?” deyince A'meş: “Neden uta-
ğırırlar ve ‘İşte aradığımız buradadır, geliniz!' derler. Her taraf-
nayım? Ben bir sünneti yerine getiriyorum, sen ise yalan söylü-
tan o meclislere gelirler ve zikir meclisini kuşatırlar ve dinlerler.
yorsun. Çünkü bahsettiğin A'meş benim ve sana böyle bir söz ri-
O halde Allah'ı çokça zikredin! Nefislerinize de hatırlatın!”129
vayet etmiş değilim” der.
Zamanımızın vaizleri zikir sözünü Kasas, Şiir, Şatâhat,
Ahmed b. Hanbel der ki: “İnsanların en yalancısı hikâyeler
Tamat gibi konulara hasretmişlerdir. Kıssa veya hikâye anlat-
anlatan ve çok soru soranlardır.”
mak bid'attır. Selef-i Sâlihîn, kıssacıların yanında oturmayı bile
Hz. Ali (radıyallahu anhu), hikâye anlatanları Basra mesci-
yasaklamışlar, hikâyecileri katiyyen dinlememişlerdir. Kıssa, ne
dinden kovmuştur. Fakat Hasan Basrî'nin yaptığı vaaza mâni
Asr-ı Saadette ne de Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer zamanında var-
olmamıştır. Çünkü Hasan Basrî (rahimehullah), âhiret ilmi,
dı. Ne zaman fitne baş gösterdi, işte o zamandan beri hikâyecilik
ölüm, nefsin ayıplarını, amellerin âfeti, şeytanın vesveselerinden
ve kıssacılık süratle yayıldı.
bahsediyor ve bunlardan sakınmanın yollarını gösteriyordu. Ay-
Rivayete göre İbn Ömer bir ara mescidden dışarı çıkar. Çı-
nı zamanda Allah'ın nimetlerini, kulun bu nimetlerin şükründe
kışının sebebini soranlara “Beni mescidden çıkaran şu hikâye
kusur ettiğini, dünyanın ayıplarını sayarak hakir ve geçici bir yer
anlatan adamdır. Eğer o olmasaydı, hiçbir surette mescidi terk
olduğunu ve âhiretin tehlikelerini ve şiddetli azabını anlatıyor-
etmezdim” diye cevap verir.
du. İşte bütün bunlar şer'an güzel kabul edilen “Tezkir” olduğu
Zûmra, Süfyân-ı Sevrî'ye “Biz hikâyecileri dinleyelim mi?” için, bunlardan konuşmakta büyük bir fayda vardır. Bu tarz
diye sorunca O şöyle cevap verdi: öğütler vermenin gerekli olduğunu Ebu Zer Gıffarî (radıyallahu
anh)'ın rivayet ettiği şu hadisten anlıyoruz:
128 Tirmizî, Enes (radıyallahu anhu)’dan rivayet etmiş ve hasen olduğu-
nu belirtmiştir. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “İlim meclisinde ha-
129 Buharî ve Müslim, Ebu Hureyre (radıyallahu anhu)’dan rivayet et- zır bulunmak, bin rekât namazdan, bin hastayı ziyaret etmekten
miştir.
İlme Teşvik 113 114 İmam Gazali

ve bin cenaze namazı kılmaktan daha faziletlidir.” buyurunca daha faziletli olan ümmetin büyükleri de aynı hataları yapmış-
Sahabiler (radıyallahu anhum): “Ey Allah'ın Rasûlü! İlim mecli- tır” diyebilirler. Dolayısıyla bu tür hikâyeler avam halkı isyana
sinde bulunmak, Kur'an okumaktan da mı üstündür?” diye sor- teşvik eder.
du. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de: “Hiç ilimsiz Kur'an Bu iki mahzurdan (yalan ve büyük zatların kusurlarını an-
okumak insana fayda sağlar mı?”130 diye karşılık verdi. latmaktan) sakınıldığı takdirde hikâye anlatmakta bir sakınca
Atâ şöyle demiştir: “Bir zikir meclisine iştirâk etmek, yetmiş yoktur. Bu sakıncaları taşımayan hikâyeler neticede Kuran'ın
lehviyat (oyun ve eğlence) meclisine girmenin kefareti olur.” zikrettiği kıssalar gibi güzel hikâyeler hâlini alır. Nitekim değerli
Dış görünüşleri güzel fakat içleri berbat olan bazı kimseler kitaplarda bu tür hikâyelerden oldukça çok sayıda bulunmakta-
bu hadisleri nefislerini temize çıkarmak için hüccet kabul ederek dır.
kendi sapkın hurafelerini “Tezkir” olarak isimlendirmişlerdir. Bazı kimseler, ibadetlere teşvik edici hikâyeler uydurmayı
Böylece makbul olan tezkirin yolunu bıraktılar da birbirleriyle caiz görürler ve niyetlerinin insanları hakka davet etmek oldu-
çelişkili, Kuran’da bahsedilen kıssalarla uyuşmayan uydurma ğunu söylerler. Hâlbuki bu, şeytanın bir fitnesidir. Zira doğrulu-
hikâyelerle meşgul oldular. ğun sahası yalana ihtiyaç bırakmayacak kadar geniştir. Allah
Bu hikâyelerin bir kısmını dinlemekte fayda olsa da hatta (Subhanehu ve Tealâ)’nın ayetleri ve Rasûlünün hadislerinde be-
bir kısmı doğru da olsa dinlenilmeleri kesinlikle zararlıdır. Hi- yan edilen hususlar yeterli değil mi ki yalan söylemeye ihtiyaç
kâyeciliği kendine şiar edinenler; eğri ile doğruyu, faydalı olanla hissedilsin? Asla!... Vaazlarda değil yalan söylemek; yapmacık
zararlı olanı karıştırdıklarından dolayı hikâyecilik yasaklanmış- davranışlar, uydurma kelimelerle kafiyeli konuşmalar dahi ya-
tır. Nitekim Ahmed b. Hanbel “Doğru da söyleseler hikâyecilere saklanmıştır.
ihtiyaç yoktur” demiştir. Sa'd b. Ebi Vakkas (radıyallahu anhu), kendisinden bir şey
Şayet bir hikâyeci peygamberlerin kıssalarından bahsediyor isteyen oğlu Ömer’in cümleleri süsleyerek konuşmaya çalıştığını
ve aynı zamanda kendisini dinleyenlere dinî emirleri bildiriyor- görünce ona “Senin bu konuşma tarzın beni kızdırdı. Bu huyun-
sa; kısaca doğru şeyleri hikâye ediyorsa, ben böyle birinin hikâ- dan vazgeçip tevbe etmedikçe dileğini asla yerine getirmem”
yelerinde hiçbir zarar görmemekteyim. Ancak yalan söylemek- demiştir.
ten, halkın mahiyetini kavrayamayacağı bazı büyük zatların zelle Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) üç ve daha fazla keli-
ve ihmalini konu eden hikâyeler anlatmaktan şiddetle kaçınma- mede secîye başvuran Abdullah b. Revaha'ya:
lıdır. Çünkü halkın çoğu o büyük zatların hatalarının ardından “Sakın secîli konuşma ey İbn Revaha!”131 demiştir.
onları örtecek iyi ameller yapmış olduklarını düşünmezler ve iş- Dinen mahzurlu olan secî, iki kelimeden fazla olanıdır. Ce-
ledikleri kusur ve günahları mazur göstermek için o büyük zatla- ninin diyeti hakkında “Yemeyen, içmeyen, bağırmayan ve ağla-
rın hatalarını öne sürerek “Ne yapalım ben kusurlu isem benden
131 Hadis bu ifade ile bulunamamıştır. Ancak Ahmed b. Hanbel, Ebu Ya-
la ve Ebu Nuaym sahih isnad ile Hz. Aişe’nin, Saib’e “Ya Saib! Sakın se-
130 İbn Cevzî, bu hadîsi “Mevzuat” adlı eserinde Ömer (radıyallahu cîli konuşma. Çünkü Rasulullah ile Sahabeleri secîli konuşmazlardı”
anhu)’dan rivayet etmiştir. dediğini rivayet etmişlerdir.
İlme Teşvik 115 116 İmam Gazali

mayan bir parça et için ne diye diyet verelim?” diyen kimseyi kendisine “Arkadaşların seni dinlemek için hazırlandılar, çık da
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Göçebelerin kafiyeli ko- onlarla konuş!” dediklerinde İbn Salim “Hayır! Bunlar benim
nuşması gibi mi konuşmak istiyorsun?” buyurarak uyarmıştır. arkadaşlarım değil! Benim arkadaşlarım havas tabakasıdır” diye
Şiirlere gelince; vaazlarda çokça şiir okumak da çirkin gö- cevap vermiştir.
rülmüştür. Allah (Subhanehu ve Tealâ) şöyle buyurmaktadır: 5. Şatâhat
“Şairler(e gelince), onlara da sapıklar uyarlar. Baksana on- Bu terimle bir kısım sufinin sonradan ortaya attığı iki husu-
lar her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar.” (26 Şua- su kastediyoruz:
râ/224,225) Birincisi; Allah (Subhanehu ve Tealâ)’ya olan aşklarını (!)
“Biz ona (Peygamber'e) şiir öğretmedik. Zaten ona yaraş- ifade eden lüzumsuz sözler ve zahiri amellerden müstağni kılan
mazdı da. Onun söyledikleri ancak Allah'tan gelmiş bir öğüt vuslat iddialarıdır. Hatta bir grup, Allah ile birleştiğini, arala-
ve apaçık bir Kuran'dır. (36 Yasin/69) rındaki perdelerin kalktığını, Allah'ı alenen gördüklerini ve ilahi
Vaizlerin okudukları şiirlerin çoğu; aşkı, maşukun güzelli- hitaba mazhar olduklarını bile iddia etmektedirler! “Allah bize
ğini, kavuşmanın hazzını ve ayrılığın acısını içeren şiirlerdir. şöyle dedi, biz de ona şöyle cevap verdik” gibi sözler söylemek
Hâlbuki vaazları dinleyenlerin çoğu, gönülleri güzel suretlere suretiyle, kendilerini daha önce bu sözleri söyleyen ve idam edi-
meyleden avam tabakasıdır. Bu tür şiirler onların gönüllerindeki len Hüseyin b. Mansur el-Hallac'a133 benzetmeye çalışırlar.
aşkı harekete geçirir ve şehvet duygularını ateşler ve sonuçta co- Hallac'ın “Ene'l-Hak” ve Beyazıd-ı Bistamî'nin134 “Subhanî,
şarak vecde gelirler. Bu şiirlerin çoğu hatta tamamı bir tür fesat- Subhanî” (Ben ortaktan münezzehim, benim hiçbir ortağım yok-
tır. Bu nedenle mev'ize ve hikmetli sözleri ihtiva eden şiirler an- tur) sözlerini de kendilerine delil gösterdiler.
cak istidlâl yoluyla nakledilebilir. Bu tür sözler halka çok büyük zarar verir. Öyle ki, çiftçilerin
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: bir kısmı bu sözleri duydu da çiftçiliği bırakarak kuru davalar
“Şiirin bir kısmı hikmettir.”132 peşinde koşmaya başladı. Çünkü bu konuşmalar acayip oldukla-
rı için insanlara cazip gelmektedir. Çünkü bu iddialar ibadet et-
Şayet mecliste bulunanlar Allah sevgisine dalmış seçkin
meden nefsin tezkiye edileceğini, yüksek makam ve mevkilere
kimseler ise o zaman görünüşte insanlara işaret eden şiirleri
ulaşılabileceği öngörmektedir. Ahmaklar bu iddialardan çekin-
okumakta bir beis yoktur. Çünkü kalpleri arınmış kimseler ne
mezler. Eğer onların iddialarına itiraz edilirse hemen şöyle ce-
dinlerlerse dinlesinler, dinlediklerini kalplerindeki muhabbete
vap verirler:
mal ederler. Bunun içindir ki Cüneyd-i Bağdadî, ancak on kişiye
hitapta bulunur ve cemaat on kişiden fazla olduğunda konuşma- “Sizin bu itirazınız ilminizden ve tartışmaya merakınızdan
sını keserdi. Cüneyd’in hiçbir zaman yirmi kişilik bir cemaate hi- geliyor. İlim, hakikatlerin önüne çekilen perde, cedel ise benlik
tap ettiği görülmemiştir.
İbn Salim'in evinin önünde kalabalık bir cemaat toplandı ve 133 Künyesi Ebu Abdullah’dır. Cüneyd-i Bağdadî’ye ve Süfyan es-
Sevrî'ye talebelik yapmıştır.
132 Buharî, Ubey b. Ka'b (radıyallahu anhu)’dan rivayet etmiştir. 134 Adı Tayfur b. İsa’dır. Hicri 261 yılında vefat etmiştir.
İlme Teşvik 117 118 İmam Gazali

işidir ve hiçbir kıymeti yoktur. Oysa bizim söylediklerimiz Hak tadır: “İnsanlarla anladıkları şekilde konuşun ve anlamadıkları
nurunun tecellisiyle içten doğan sözlerdir.” şekilde konuşmaktan sakının. Siz, Allah ve Rasûlünün yalan-
İşte bu ve benzeri iddialar, İslâm memleketlerini bir yangın lanmasını mı istiyorsunuz?”136
gibi sarmış ve bilhassa halk tabakasını yakıp kül etmiştir. Bu gi- Söyleyenin anlayıp dinleyenlerin anlayamadığı şeylerin ko-
bi iddialarda bulunan bir kimseyi öldürmek, Allah’ın dinine göre nuşulması caiz değildir. Bildiği şeyleri anlatamayanların ve an-
on kişiyi diriltmekten daha hayırlı bir iş olur. lamadığı şeyleri anlatanların durumu da böyledir. Rivayet edil-
Beyazıd-ı Bistâmî'ye mal edilen söz onun ağzından çıkma- diğine göre İsa (Aleyhisselam) şöyle demiştir: “Hikmeti, ehli ol-
mıştır. Böyle bir sözün ona mal edilmesi kesinlikle doğru değil- mayan kimselere vermeyin yoksa hikmete zulmetmiş olursunuz.
dir. Eğer gerçekten kendisinden böyle bir söz duyulmuşsa belki Ehli olan kimselerden de kıskanmayın ki idrak sahiplerine zul-
bu sözleri Allah (Subhanehu ve Tealâ)'dan hikâye edip söylemiştir. metmiş olursunuz. Sizler ilacı yalnızca yara üzerine uygulayan
Şöyle ki: Allah (Subhanehu ve Tealâ) hakkında malûmat verirken şefkatli hekimler gibi olunuz!”
“Muhakkak ben Allahım, benden başka ilâh yoktur, O halde bana iba- İsa (Aleyhisselam)’ın bu sözü şöyle de rivayet edilmiştir:
det edin” (20 Taha/14) ayetini Allah’ın kelâmı olarak hikâye etmiş “Hikmeti, ehli olmayanlara öğretmeye çalışan kimse cahildir,
olabilir. ehlinden saklayan ise zalimdir. Şüphesiz hikmetin hem hakkı
İkincisi; Anlaşılmayan bazı kelimelerden meydana gelen ve hem de ehli vardır. Öyleyse her hak sahibine hakkını verin!”137
hiçbir faydası olmayan korkunç bir takım ibarelerdir. Bu kelime- 6. Tammat
leri söyleyen kimse manalarını kendisi de bilmez, sadece aklının Şatâhat konusunda bahsettiklerimiz tammat için de geçer-
noksanlığından dolayı içindeki saçmalıkları bu kelimelere yük- lidir. Bununla birlikte tammatın “Şer’î sözleri zâhirî manaların-
ler. Bunlardan bazıları da manayı anlar, fakat gayesini anlata- dan ayırarak, hiçbir faydası olmayan bâtinî mânâlar vermek” gi-
madığı için bu ibareleri yerli yerinde kullanamaz. bi kendine has bir vasfı daha vardır. Tıpkı Batınilerin ayet ve
Bu tür sözlerde hiç bir fayda yoktur. Yalnızca kalpleri bu- hadisler üzerine yaptığı teviller gibi... İşte bunun için tammat
landırır, akılları şaşırtır ve zihinleri hayrete düşürür. Ayrıca kas- da, şatahat gibi haramdır ve zararı büyüktür. Çünkü şeriat sahi-
tedilmeyen manaların anlaşılmasına yol açar ve herkes bu keli- binden gelen nakle veya bir zarurete binaen aklî bir delile da-
melerden istediği gibi manalar çıkarmaya başlar. yanmayan tevil ile kelimeleri zahirî manalarından başka mana-
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmaktadır: lara hamletmek, kelimelere olan itimadı sarsar, Allah ve
“Sizden birinizin bir topluluğa anlamadıkları bir şekilde ko- Rasûlünün sözlerinin değeri kaybolur. Çünkü böylece herkes is-
nuşması, dinleyenler için fitnedir.”135 tediği kelimeye istediği manayı verebilir. Dolayısıyla hükümler
ortadan kaldırılmış olur.
Yine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmak-
Öyle ki artık her kelimeden bâtınî manalar çıkarılabilir. İşte

135Ukeyli, ez-Zuafa’da; Ebu Nuaym er-Riya’da İbni Abbas hadisinden


136 Buharî, Ali (radıyallahu anhu)’dan rivayet etmiştir.
zayıf isnadla rivayet etmiştir. Müslim bu sözü, İbn Mesud’un sözü ola-
rak rivayet etmiştir. 137 Ebu Talib el-Mekki, Kutul Kulûb.
İlme Teşvik 119 120 İmam Gazali

en büyük felâket budur. Bu tür bidatleri icat edenler, acayiplik- edilmesi de büyük bir hatadır. Çünkü Rasulullah (Sallallahu
ler peşinde koşan ve şöhrete ulaşmak isteyen kimselerdir. İnsan- Aleyhi ve Sellem) sahur yemeği yer ve çevresindekilere: “Bereketli
ların çoğu tabiatları gereği acayipliklere meyleder ve bunlardan gıdaya geliniz!”139 buyururdu. Onların tevillerinin bâtıl olduğu
zevk alır. İşte insanların bu zaafını iyi bilen bazı şarlatanlar bu mütevatir haber ve hisler yoluyla kolayca bilinebilir.
durumu istismar etmişlerdir. Bu tevillerin bâtıl olduğu bazı durumlarda zann-ı galib ile
Bâtıniler şeriatın zahir olan hükümlerini kendi sapkın dü- bilinir. Zann-ı galib ise hislerle algılanamayan işlerde olur.
şünceleri doğrultusunda tevil ederek şeriatın temellerini yıkmak Bütün bu teviller haramdır, dalâlettir ve dini ifsad etmektir.
ve insanları kendi yollarına çekmeye yeltenmişlerdir. Nitekim Ne sahabeden ne de tabiînden bu tevillere benzer rivayetler nak-
Batıniyye’ye reddiye olarak kaleme aldığımız “el-Mustazhar” adlı ledilmiştir. Halka vaz-u nasihat etmeye düşkün olan Hasan
eserimizde bunları uzunca açıkladık. Basrî gibi zâtlardan da bu tür teviller nakledilmemiştir. Eğer bu
“Firavun'a git! Çünkü o çok azdı.” (79 Naziat/17) teviller caiz olsaydı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in:
Batıniler, ayette geçen Firavun'dan kastın her insanın ken- “Kuran’ı kendi görüşüne göre tefsir eden kimse ateşteki ye-
disine zulmeden kalbi olduğunu iddia ettiler. rine hazırlasın!”140 hadisinin manası kalmazdı.
“Ve asânı yere bırak!” (28 Kasas/31) ayetindeki asâ kelimesi- Bu hadiste kastedilen kimseler, ilmî ve aklî bir delil olma-
nin de insanın Allah'tan başka güvendiği şeyleri temsil ettiğini dan Kuran’ı yorumlamaya kalkışanlardır. Yoksa makbul delil-
söylediler. lerden istifade ederek istinbat ve tefekkür yoluyla tefsir edenler
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in “Sahura kalkın. değildir. Çünkü bazı ayetler var ki Sahabe-i Kiram ve müfessir-
Çünkü sahur yemeğinde bereket vardır”138 hadisini de “Seher lerden beş, altı hatta yedi mana naklolunmuştur ve bu manala-
vaktinde istiğfar edin” olarak yorumladılar. rın hepsi de Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den nakle-
Bu kimseler Kur'an-ı Kerim’i baştan aşağıya te'vil etmeye dilmiş değildir. Hatta bazen bu manalar tevil edilemeyecek de-
kalkışmışlardır. İbn Abbas başta olmak üzere tüm müfessirlerin recede birbirine zıt manalar olabilmektedir. Hiç kuşkusuz bu yo-
görüşlerini görmezlikten gelerek ayetleri kendi anlayışlarına gö- rumlar, ince anlayış ve uzun tefekkür sonucunda ortaya konul-
re tahrif etmeye çalışmışlardır. Onların tevillerinin bâtıl olduğu muş yorumlardır. Bundan dolayı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve
apaçık bir gerçektir. Tıpkı Firavun'u kalp ile tefsir etmeleri gibi... Sellem) İbn Abbas hakkında şöyle buyurmuştur:

Zira Firavun, gözle görülen bir kişidir ve kendisinin Musa “Ey Allahım! Onu dinde fâkih kıl ve kendisine Kuran’ın tevi-
(Aleyhisselam) tarafından hakka davet edildiği tarihin şehadeti ile lini öğret!”141
bize kadar gelen bir gerçektir. Tıpkı Ebu Cehil ve Ebu Leheb gi- İnsanları hakka çağırdığını iddia ederek lafızları kastedilen
bi… Bu kimseler gözle görülmeyen şeytan veya melekler gibi de-
139 Ebu Davud, Nesâî ve İbn Hibban, İrbâd b. Sâriye'den rivayet etmiş-
ğiller ki tevil etmeye çalışalım.
tir.
Sahur yemeğinin “Seher vaktinde istiğfar” manasına tevil 140 Tirmizî, İbn Abbas’tan rivayet etmiştir.

141 İmam Ahmed, İbn Hibban ve Hâkim rivayet etmiştir. Hâkim, hadi-

138 Buharî ve Müslim, Enes (radıyallahu anhu)’dan rivayet etmişlerdir. sin sahih olduğunu söylemiştir.
İlme Teşvik 121 122 İmam Gazali

mananın dışındaki manalara bilerek hamleden Tammat ehli; “Kişinin hikmetten bir kelime öğrenmesi, kendisi için dün-
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in söylemediği ancak as- ya ve içindekilerden daha hayırlıdır.”143
len doğru olan bir sözü Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e Yukarıda naklettiğimiz ayet ile hadisi güzelce düşünerek
isnat eden kimseye benzer. Bu ise zulüm ve dalâletin ta kendisi- hikmetin ne manaya geldiğini anlamaya çalış! Hikmet terimini
dir. Ayrıca Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in “Benim söy- diğer terimlerle kıyasla ki sahtekâr âlimlerin hilesinden kendini
lemediğim bir sözü kasten bana mâl eden ve yalan uyduran bir koruyabilesin. Zira kötü âlimlerin dine verdiği zarar, şeytanların
kimse ateşteki yerine hazırlasın!”142 hadisindeki korkunç tehdide verdiği zarardan daha büyüktür. Çünkü şeytan, insanların kal-
muhatap olmaktır. Hatta bu tür teviller, kelimelere olan itimadı binden imanı bu kimseler vasıtasıyla çekip alır. İşte bu sebepten
sarstığı ve Kuran’dan istifade yollarını tamamen tıkadığı için bü- dolayı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e halkın en şerlisi
tün tehlikelerden daha korkunçtur. sorulduğunda cevap vermemiş ve “Allahım bağışla!” demekle
Şeytanın, insanları övülen makbul ilimlerden, yerilen bilgi- yetinmişti. Aynı sorunun birkaç defa sorulması üzerine şöyle
lere nasıl yönlendirdiği böylece açıklığa kavuşmuş oldu. Bütün buyurmuştu: “Onlar, kötü âlimlerdir.”144
bu felâketler; lafızları hakikî manalarında değil başka manalarda
Övülen ve yerilen ilimlerin neler olduğunu ve birbirine ka-
kullanan sahtekârların karıştırmaları sonucu meydana gelmek-
rıştırılma nedenlerini öğrenmiş bulunuyorsun. Artık seçim se-
tedir. Şayet lafızların ilk asırlardaki manalarını dikkate almadan
nin! İster Selef-i Sâlihîn’in yolundan gidersin istersen gurur ve
bu sapkın kişilere tâbi olursan durumun; hikmetle alâkası bu-
kibre sarılarak sonradan gelenlere benzersin. Selef-i Sâlihin’in
lunmadığı halde hakîm denilen bir kimseye tâbi olup şeref tale-
makbul gördüğü güzel ilimler günümüzde neredeyse kayboldu.
binde bulunan kimsenin durumuna benzer. Zira hikmet tâbiri
Bugünün insanını meşgul eden ilimlerin çoğu bid'attir ve sonra-
günümüzde tabip, şâir ve müneccimlere mâl edilmektedir. Bu
dan uydurulmuştur.
ise kelimelerin ifade ettiği manaları bilmemekten kaynaklan-
maktadır. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “İslâm garip olarak
başladı ve sonunda da başladığı gibi garip olacaktır. Garipler
7. Hikmet
için cennet vardır"145buyurmuştu.
Zamanımızda “Hakîm” sıfatı tabiplere, şairlere, müneccim-
“Garipler kimlerdir?” diye sorulduğunda ise şöyle cevap
lere hatta hokkabazlara ait bir sıfat haline geldi. Hâlbuki hikmet,
verdi: “Garipler o kimselerdir ki; halkın ifsad ettiği sünnetimi ıs-
Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın övdüğü bir hususiyettir:
lah edip düzelten, terkedilmiş olan sünnetimi de ihya ederler.”146
“Allah, hikmeti dilediğine ihsan eder. Kime hikmet verilmiş-
Başka bir rivayette ise: “Garipler o kimselerdir ki; sizin bu-
se, muhakkak ki ona çok hayır verilmiştir. Bunu ancak akıl
sahipleri düşünür.” (2 Bakara/269)
143 İbnu Abdulberr, Ebu Zer (radıyallahu anhu)’dan rivayet etmiştir.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de şöyle buyurmuş-
144 Darimi, Ahvas b. Hâkim’den; Bezzar da Muaz hadisinden zayıf bir
tur:
senetle tahric etmiştir.
145 Müslim, Ebu Hureyre’den; Tirmizî de Amr b. Avf’dan rivayet etmiş-

142Buhari ve Müslim, Ebu Hureyre (radıyallahu anhu)’dan rivayet et- tir.


miştir. 146 Tirmizî, Kesir b. Abdullah b. Amr b. Avf’dan rivayet etmiştir.
İlme Teşvik 123 124 İmam Gazali

gün üzerinde bulunduğunuz hakikate sarılırlar” şeklinde geç- bir fayda yoktur. Dolayısıyla bu ilimlerle meşgul olmak insanın
mektedir. en kıymetli sermayesi olan ömrünü boşuna harcaması demektir.
“Garipler, çoğunluk içerisinde bulunan az ve temiz insan- Bu ilimlerin bazılarının dünya için faydalı olduğu zannedilse de
lardır. Yaşadıkları topluluk içinde kendilerini seven az, buğz zararı, faydasından kat ve kat fazladır.
eden ise çoktur.”147 Azı da çoğu da makbul olan ilme gelince… Bu ilim; Allah
(Subhanehu ve Tealâ)’yı, sıfatlarını, fiillerini, halk üzerindeki ilâhî
Gerçekten de günümüzde bu ilimler öylesine boynu bükük
kaldı ki onları hatırlatanlara düşmanlık edilmektedir. Bundan sünnetini ve âhireti dünyadan üstün kılmasının hikmetini bil-
mektir. İşte bu ilimler, bizatihi istenen ilmin ta kendisidir ve in-
dolayı Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: “Bir âlimin dostunun çok
sanların ebedî saadete ulaşmalarına vesile olurlar.
olduğunu gördüğünüz zaman bilin ki; o âlim hak ile bâtılı birbi-
rine karıştırmıştır. Zira hak ile bâtılı birbirine karıştırmamış ol- Bu ilmin son haddine ulaşmaya çalışmak Allah (Subhanehu
saydı dostu az, düşmanı çok olurdu.” ve Tealâ)’nın azametini idrak edememekten kaynaklanmaktadır.
Zira bu ilim idrak edilemeyecek kadar geniştir. Herkes kendi gü-
Makbul İlimlerin Medhedilen (Övülen) Miktarı
cü nispetinde bu denizin etrafında ve sahilinde dolaşabilir. Pey-
İlimler, bu açıdan üç kısma ayrılır:
gamberler, veliler ve ilimde derinleşmiş âlimler ise bu denizin
1. Azı da çoğu da mezmum olan ilimler. sığ kısımlarına girebilirler. Elbette ki onlar da kendi derecelerine
2. Azı da, çoğu da makbul olan ilimler. (Bu kısma giren ve Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın kendileri için takdir ettiği de-
ilimler ne kadar çoğalırsa o kadar güzeldir.) rinliklere kadar dalabilmişlerdir.
3. Yeterli olan miktarı güzel, fazlası mezmum olan ilimler. İşte bu ilim kitapların satırlarına sığmayan gizli bir ilimdir.
İlmin durumu aynen bedenin hâline benzer. Bedene ait ba- Bu ilim ancak erbabından öğrenmekle ve âhiret âlimlerinin ah-
zı haller vardır ki azı da, çoğu da güzeldir. Meselâ, sıhhat ve gü- valini bilmekle elde edebilir. Âhiret âlimlerinin özellikleri ileri-
zellik gibi... Çirkinlik ve kötü huy ise azı da çoğu da çirkin görü- deki bölümlerde izah edilecektir. (inşaAllah)
len hallerdendir. Malı infak etmek ve şecaat gibi haller de mute- Mücahede, riyazet, kalp tasfiyesi, dünya meşgalelerinden
dil davranıldığı zaman güzel, haddi aşıldığı zaman çirkin olan kurtulma, peygamberlerin ve kâmil velilerin yolunu tutmak da
hallerdir. Meselâ malını Allah yolunda ölçülü bir şekilde harca- bu ilmin elde edilmesinde etkili olan faktörlerdir. Bununla bir-
mak güzel, saçıp savurmak ise israftır ve güzel değildir. Aynı şe- likte muvaffâkiyet, Allah (Subhanehu ve Tealâ)’dandır. Ancak her
kilde kişinin kendisini düşmandan koruyacak kadar şecaate sa- halükârda mücahede etmek gerekir. Çünkü mücahede, hidayetin
hip olması makbul, haksız yere ona buna saldırması ise tehev- anahtarıdır.
vürdür ve makbul değildir. İşte ilim de aynen böyledir. Yeterli olan miktarı güzel, fazlası mezmum olan ilimler ise
Azı da, çoğu da yerilmiş olan ilimlerin ne dünyaya ne de daha önceden açıklamış olduğumuz farz-ı kifaye olan ilimlerdir.
ahirete faydası olur. Bu bilgilerin zararı, faydasından çoktur. Si- Farz-ı kifâye olan bu ilimlerin her birinde üç mertebe vardır:
hir, tılsım ve yıldız ilimleri gibi... Bu ilimlerin bir kısmında hiç- 1. İktisâr (En az olan seviye)
2. İktisat (Ne ifrata ve ne de tefrite sapmaksızın normal olan
147 İmam Ahmed, Abdullah b. Amr'dan rivayet etmiştir. miktar)
İlme Teşvik 125 126 İmam Gazali

3. İstiksâ (Normal miktarı aşıp ömür boyunca elde etmeye rın girmesi imkânsızdır. Dolayısıyla farz-ı kifâye olan ilimlerle
çalışmak) meşgul olan kimselerin çok olduğu bir zamanda, farz-ı
Sen ya kendini ıslah edenlerden ya da kendisini ıslah ettik- kifâyelerle değil, kalp ilimleriyle meşgul olmak gerekir. Zira baş-
ten sonra başkalarını da ıslah etmeye çalışanlardan ol! Sakın kasının salâhı için kendisini helâk eden kimse ahmak sayılır. Bu
kendi nefsini ıslah etmeyip, başkalarıyla meşgul olan kimseler- kimsenin hali; Elbisesinin cepleri yılan ve akreple dolu olduğu
den olma! Eğer kendini ıslah etmek istersen, sadece vaziyetin halde kendi hayatını düşünmeyerek başkasının yüzüne konan
icabı sana farz olan ilmi ve taharet, namaz, oruç ve sair ibadetle- sinekle meşgul olan adamın haline benzer.
ri öğrenmeye bak! Ancak en önemli olup da insanların çoğunun Eğer nefsinden bu kötülükleri uzaklaştırmış isen, günahın
ihmal ettiği ilim; kalbin vasıflarıyla bunların güzel ve çirkin ola- açık ve gizli bütün hallerini terk etmeye gücün yetiyor ise ve bu
nını bildiren ilimdir. İnsanların hiçbiri hırs, hased, riya, kibir, hâl sende tabiat hâlini almışsa (ki bunun elde edilmesi çok zor-
ucûb ve benzeri sıfatlardan tamamen uzaklaşmış değildir. Bu dur) o zaman farz-ı kifâye olan ilimlerle tedricî bir şekilde meş-
kötü sıfatların tedavisini ihmal edip yalnızca zahirî amellerle uğ- gul olabilirsin.
raşmak, bedendeki yaraların içini temizlemeden sadece dışına İşe önce Allah'ın Kitabını öğrenmekle başla! Allah'ın Kita-
merhem sürmeye benzer. Meselelerin yalnızca dış yüzüyle ilgi- bı'nı öğrendikten sonra Rasulu’nun sünnetini, Kuran'ın nâsih,
lenen âlimler de gelene geçene merhem tavsiye eden doktorlara mensuh, mevsul, mefsul, muhkem ve müteşâbih ilimlerini öğ-
benzerler. Ancak Âhiret âlimleri bâtının temizlenmesine, şerri ren. Hadis ilminde de bu yolu izle. Bütün bunları öğrendikten
bütün şekilleriyle ortadan kaldırmaya ve kötülükleri kalplerden sonra fıkıh ilminin füru meseleleriyle uğraş ama üzerinde ihtilâf
söküp atmaya bakarlar. olan konularla meşgul olma! Bunu da öğrendikten sonra Usul’ul
Zahirî amellerin kolay, kalp amellerinin ise zor oluşu; kalp Fıkıh ilmine dal. Böylece ömrün müsaade ettiği nispette diğer
temizliğinin terk edilip zahirî amellere yönelmeye sebep olmuş- ilimleri de öğren ancak ömrünü yalnız bir ilme ve o ilmin zirve-
tur. Bu durum, hastalığı kökünden söküp atacak acı ilâçları al- sine çıkmaya sarf etme! Zira ilim çok, ömür ise kısadır.
maktan çekinip, zahirî yaralara merhem sürmeye rıza gösterme- Bu ilimlerin hepsi birer vasıtadır, amaç değildir. Bunların
ye benzer. Bu hastalar dıştaki yaralara merhem sürmek için yo- her biri asıl ilimlerin basamaklarıdır. Bu nedenle vasıtayla uğra-
rulurken, yaraların kökü daha da derinlere gitmekte ve hastalık şırken amacı unutup ihmal etmek doğru değildir. Mesela lügat
iyice artmaktadır. Şayet helâk olmaktan korkuyor ve ebedi saa- ilmini Arapça anlayıp konuşacak, ayet ve hadislerde geçen garib
deti elde etmek istiyorsan her şeyden önce hastalıkları derinliği- kelimeleri anlayabilecek kadar öğrenmen yeterlidir. İncelikleri-
ne bildiren ve o hastalıkların tedavisini öğreten ilmi öğren ki yü- ne dalarak vakit kaybedilmemelidir. Nahiv ilmini de Kur'an ve
ce makamlara ulaşasın. Zira kalp kötü sıfatlardan kurtulunca, o Sünnet’i ilgilendiren kavramları anlayacak miktarda öğren!
sıfatların yerini övülmüş olan sıfatlar doldurur. Aynen toprağın Çünkü her ilmin iktisar, iktisad ve istiksa mertebeleri mevcut-
yabanî otlardan temizlendiğinde, fideleri ve gülleri yetiştirmeye tur.
hazır oluşu gibi… Diğer ilimleri de bunlara kıyaslayabilmen için hadis, tefsir,
Şayet kalp, kötü sıfatlardan temizlenmezse oraya iyi sıfatla- fıkıh ve kelâm ilimlerinin bu üç mertebesini beyan edelim:
İlme Teşvik 127 128 İmam Gazali

Tefsir ilminde iktisar: Tefsirin hacminin Kuran’ın iki misli Kelâm ilimin gayesi, Ehl-i Sünnet’in Selef-i Sâlihinden nak-
olmasıdır. Mesela Ali el-Vahidi en-Nisaburî’nin148 tasnif ettiği lettiği inanç esaslarını korumaktır. Bu miktardan fazlası mesele-
“el-Veciz” isimli tefsiri gibi… İktisad ise Kuran'ın üç misli büyük- lerin sır ve hakikatlerini başka yollarda aramak demektir. Ehli
lüğünde olan tefsirdir. Bu hacimdeki tefsire örnek; yine Ali el- Sünnet akaidi, Kelâm'a ait kısa bir kitap okumak suretiyle elde
Vahidi en-Nisaburî’nin tasnif ettiği “el-Vasit” isimli tefsirdir. edilebilir ve bu iktisar mertebesidir. Bu miktar, “İhya-u Ulûm'id-
İstiksa mertebesi ise iktisad mertebesindeki tefsirlerden daha Din” adlı eserimizin “Kavâid-ul-Akaid” bölümünün muhtevası
büyük olan tefsirlerdir. Bunlar pek de lüzum olmadığı halde bir kadardır. İktisad derecesi ise yüz varaklık (iki yüz sayfa) bir ki-
ömrü bitirir, fakat kendisi bitmez. tabı örneğin “el-İktisad fi'l-İtikad” adlı eserimiz veya onun muh-
Hadis ilminde iktisar derecesi Buhari ve Müslim'in hadisle- tevasına denk olan başka bir eseri okumaktır.
rinden birer nüshayı, hadis metninin ilmine vâkıf olan bir kişi- Bid'at ehliyle mücadele etmek ve halkı onların ifsadından
nin yanında okuyarak tashih ve tahsil etmektir. Ravilerin ismini korumak için Kelam ilminin iktisad derecesinde öğrenilmesi bir
ezberlemek gerekmez. Hadis âlimlerinin bu sahada yaptıkları ihtiyaçtır. Ancak Kelâm ilmi bidatçilerin yaydığı bidatler, halk
çalışmaları takip etmek yeterlidir. Buharî veya Müslim’in metin- arasında taassup haline gelmeden önce işe yarayabilir.
lerini ezberlemek zaruri değildir. Ancak hadislerin kitabın hangi Eğer bidatçi Cedel ilminden az da olsa bir şeyler biliyorsa
bölümünde olduğunu bilmen gerekir. İktisad derecesi ise Müs- Kelâm ilminin ona tesiri olmaz. Siz onu sustursanız bile kendi
lim ve Buhârî'nin yanında sahih olan diğer hadis kitaplarını mezhebini terk etmez, yenilgisini kendi zaafından bilir. Cevap-
okuyup, onlarda bulunan hadisleri de öğrenmektir. İstiksa dere- landıramadığı konuları kendisiyle aynı fikirde olan âlimlerin ce-
cesi ise, bu kitaplarla birlikte diğer hadis kitaplarındaki zayıf, vaplandırabileceğini, senin ona mücadele gücünle galip geldiğini
kuvvetli, sahih, sakim hadisleri; rivayet yollarını, ravilerin isim- söyler.
lerini, ahvalini ve vasıflarını bilmektir. Halk tabakasının zihinleri bu tür mücadeleler ile hakikatten
Fıkıh ilminde iktisar derecesi, İmam Müzenî'nin149 “Muhta- uzaklaştırıldığında eğer bu uzaklaşma taassup derecesine var-
sar” adlı eserinin muhtevasını mütalâa etmektir. İktisad derecesi madıysa aynı mücadele yöntemiyle hak yola geri döndürmek
ise “Muhtasar” isimli kitabın üç misli bir kitap okumaktır ki “el- mümkündür. Ancak bâtılı tam mânâsıyla benimsemiş ise onun
Vasit min el-Mezâhib” adlı kitabımızın muhtevasına denk düşen dönmesi imkansız değil ise de çok zor bir iştir. Zira taassup,
kitaplardır. Fıkıh ilminde istiksa derecesi ise “el-Basit” isimli ki- inançları kalplerde kökleştiren bir felâkettir.
tabımız ve buna benzer uzun kitaplarda varid olan malûmatları Esasında taassup da kötü âlimlerin afetlerindendir. Zira on-
ayrıntılarıyla bilmektir. lar hakikati açıklama adına ifrata kaçar ve taassup gösterirler.
Muhaliflerine küçümseme ve hakaret gözüyle bakarlar. Onların
148 Bu zat İmam Ebu'l-Hasan Ali b. Ahmed b. Muhammed b. Ali el- bu hâli, muhaliflerinin de aynı şekilde karşılık vermesine, bâtıl
Vâhidî en-Nisaburî'dir. Tefsir ilminde zamanının en önde gelen âlimi davalarına dört elle sarılmasına ve davaları uğruna her türlü im-
idi. Hicretin 468. yılında vefat etmiştir. kânı kullanmalarına sebep olur. Eğer hakkın temsilcileri taassup
149 Künyesi Ebu İbrahim’dir. İsmi, İsmail b. Yahya b. Amir b. İshak'dır.
göstermeden ve hakaret etmeden tenha yerlerde, tatlı dille ve
Hicretin 176. yılında doğmuştur.
İlme Teşvik 129 130 İmam Gazali

yumuşaklıkla hakkı anlatsaydı belki muhaliflerini hakka dön- diği gibi fıkhın zevkini öldüren zararlı bilgilerdir. Fıkıh zevki bu-
dürmeye muvaffak olabilirlerdi. Fakat makam ve rütbeler, halk lunan bir müftünün Cedel kuralları doğrultusunda hareket et-
arasında çok taraftar toplamaya bağlıdır. Taraftar toplamak için mesi mümkün değildir.
de hasımlara şiddetle saldırmak, taassup gösterip te’lin etmek Cedel’e meyleden kimsenin zihni cedelin isteklerine boyun
gerekir. Ne kadar küfür yağdırılırsa, halkın o kadar hoşuna gider eğer ve fıkhın zevki bu kimseden uzaklaşır. Cedel ilmiyle sadece
ve elbette bunu yapana itibar ederler. Bundan dolayı kötü âlim- şöhret peşinde koşanlar meşgul olurlar. Bu kimseler mezhebin
ler yükselmek için taassubu meslek edindiler. Bu taassuba da inceliklerini bilmek için Cedel’e girdiklerini iddia ederler ancak
“Din’i Müdafaa” adını verdiler. Hâlbuki taassup, halkı helâk ömürleri tükenir de bir türlü kendilerini cedel ilminden kurtarıp
eden, bidatleri kalbe yerleştiren büyük bir felakettir. mezhep ilmine veremezler.
Selef-i Sâlihîn zamanında görülmeyen ancak son asırlarda Sen cinnî şeytanlardan değil de gözle görülen ins şeytanla-
ortaya çıkan ve hakkında sayısız kitaplar yazılan ihtilaflara ge- rından kendini koru! Çünkü onlar insanları ifsad etme işini, cin
lince; bunların yanına dahi yaklaşma! Öldürücü zehirden kaçın- şeytanlarından devralmış ve onları bu zahmetten kurtarmışlar-
dığın gibi bu ihtilaflardan kaçın! Çünkü bu, tedavisi olmayan bir dır.
hastalıktır. Sonuç olarak akıllı insana yakışan; bu dünyada Allah
Kendilerini temize çıkarmak için “İnsanlar, bilmediklerinin (Subhanehu ve Tealâ)’nın huzurunda tek başına olduğunu, önün-
düşmanıdır” sözünü söyleyenlere kesinlikle aldanma! Zira bu de ölümün, sorguya çekilme ve hesabın, cennet ve cehennemin
sahada bilgi sahibi olan bir kimsenin150 nasihatini dinliyorsun. olduğunu düşünerek kendisine faydalı olan ve saadetini temin
Sana bu nasihatleri, ömrünün uzun yıllarını bu sahada tüketen edecek olan şeyleri alıp bunların dışındakileri tamamen terk et-
ve kendisinden önceki kelâmcılardan çok daha fazla kitap yazan, mesidir.
tahkikat yapan, cedel ve beyana dalıp büyük mücadeleler veren Şeyhin biri rüyasında vefat eden bir âlimi görür ve:
biri yapmaktadır. Allah (Subhanehu ve Tealâ) kendisine doğru yo-
"Dünyada iken yaptığın tartışma ve münazaraların ne gibi
lu göstermiş o da eski ve kötü âdetlerini terk ederek nefsinin ku-
faydalarını gördün?” diye sorar. Âlim avucunu açıp üfler ve:
surlarını düzeltmeye çalışmaktadır.
“Hepsi toz gibi uçup gittiler. Sadece gecenin geç saatlerinde
“Fetva, şeriatın direğidir. Şeriatın gizli illetleri ise ancak ih-
ihlâs ile kıldığım iki rekât namazın faydasını gördüm” der.
tilaflı meselelerle bilinir” diyenlerin sözüne sakın aldanma! Zira
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Bir kavim, münaka-
her mezhebin incelikleri o mezhep ile ilgili kitaplarda mevcut-
şaya dalmadıkça üzerinde bulunduğu doğru yoldan sapmaz”151
tur. Bundan fazlası ise gereksiz münakaşalardır. İlk asırlarda
buyurduktan sonra şu ayeti okudu:
fetva ilminin incelikleri günümüze nazaran daha iyi bilindiği
“Bu misali sırf seninle tartışmak için ortaya attılar. Doğru-
halde, onların hilâfiyata dair hiçbir bilgileri yoktu.
su onlar çok kavgacı bir topluluktur.” (43 Zuhruf/58)
Hilâfiyat bilgileri, mezhep ilmine hiçbir fayda temin etme-
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “İşte kalplerinde kay-

150 İmam Gazali, burada kendisini kast etmektedir. 151 Tirmizî ve İbn Mâce, Ebu Umame'den rivayet etmiştir.
İlme Teşvik 131

paklık bulunanlar…” (3 Ali İmran/7) ayetini tefsir ederken şöyle


buyurmuştur:
“Onlar cedel ehlidirler, onlardan sakınınız!”152
Selef'ten bir âlim şöyle demiştir:
“Ahir zamanda üzerlerine amel kapısının kapanıp cedel ka-
pılarının sonuna kadar açılacağı bir topluluk gelecektir.”
Ebu Talib el-Mekkî, Kut'ul-Kulûb adlı eserinde isnatsız ola-
rak şu rivayeti nakletmektedir:
"Siz öyle bir zamandasınız ki, size amel etmek ilham olunu-
yor. Sizden sonra öyle bir kavim gelecektir ki onlara sadece cedel
yapmak ilham olunacaktır.”
“Allah'ın en çok buğz ettiği kul, cedelde en şedid olan kul-
dur.”153
“Hangi kavme cedel verilmişse, mutlaka o kavim amel et-
mekten menedilmiştir”154

152 Müslim ile Buharî, Hz. Âişe'den rivayet etmiştir.


153 Müslim ile Buharî, Hz. Âişe'den rivayet etmiştir.
154 Ebu Talib el-Mekkî, Kut'ul Kulûb.
134 İmam Gazali

Sultanların âlimlere olan ihtiyacını gören zamanın insanları


âlimlere teklif edilen makam ve mevkileri elde etmek için fetva
4. BÖLÜM ve ahkâm ilmini elde etmeye başladılar. Bütün vakitlerini fetva
ilmine vakfettiler ve kendilerini bu ilimle sultanlara takdim ede-
rek onlardan mevki, makam ve hediyeler istediler. Bazıları bu is-
teklerine nail oldu bazıları ise olamadı.
Bir zamanlar sultanlar tarafından aranılan fâkihler, zaman-
la sultanları arama zilletine düştüler. Sultanlardan yüz çevir-
mekle aziz olan fâkihler, makam ve mevki uğruna zillet içine
düştüler. Her asırda olduğu gibi o asırda da Allah (Subhanehu ve
Halkın, Hilaf ve Cedel İlimlerine Tealâ)'nın muhafaza ettiği âlimler vardı ve onlar bu zilleti kabul
İlgi Duymasının Nedenleri, Münazaranın Afetleri etmediler.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den sonra hilâfet ma- Daha sonraları İslam Akaidinin esasları ile ilgili bir takım
kamına, râşid halifeler geçtiler. Onlar Allah'ı bilen âlimlerin ön- sözler işiten ve bu sözlere değer veren bazı yöneticiler işbaşına
derleri idiler. Ahkâm ilminde birer büyük fâkihtiler. Karşılarına geldiler. Yöneticilerin Kelâm ilmindeki tartışmalara eğilim duy-
çıkan meseleler hakkında tek başlarına fetva verecek güçteydi- dukları herkes tarafından anlaşılmıştı. İlimle uğraşan kimseler
ler. İstişare edilmesi lâzım gelen konularda istişareye ehil olan de bu sefer Kelâm ilmine yöneldi. Bu sahada birçok kitap telif
sahabelerle istişare ederler ve sahabenin fâkihlerinden yardım edildi. Mücadelenin usulleri tespit edildi. Karşılıklı konuşmalar-
isterlerdi. Böyle olduğu halde o devrin âlimleri tamamen âhiret da, sözleri değiştirme, tersyüz etme yöntemlerine ulaşıldı ve
ilmine yönelmişlerdi. Daima bu ilmi tahsil etmeye çalışırlardı. böylece bir başka ilim ihdas edilmiş oldu.
Fetva istendiği zaman kendisinden fetva istenen kişi, isteyeni Kelamcılar bunları, Allah'ın dinini korumak, Sünnet’i ihya
başkasına gönderirdi. Dünya ile ilgili bir sual soranı, biri diğeri- etmek ve bidatçileri susturmak için yaptıklarını iddia ettiler.
ne havale ederdi. Tıpkı kendilerinden önceki fıkıhçıların Müslümanların dinî işle-
Râşid halifelerden sonra hilafet makamına geçenler, fetva rini üzerlerine almak ve halka nasihat etmek için fetva verdikle-
ve ahkâm ilminde tek başlarına hareket etme yeterliliğine sahip rini iddia ettikleri gibi…
değillerdi. Böyle olduğu için de fâkihlerden yardım istemek zo- Daha sonra gelen yöneticiler, Kelâm ilmine dalmayı ve in-
runda kaldılar. sanlara münazara kapılarını açmayı doğru bulmadılar. Çünkü
Tâbiînden olup sahabelerin izinden giden bazı âlimler de kapı açıldığı zaman büyük taassuplar doğduğunu, bu taassubun
kendilerinden fetva istendiğinde fetva vermekten kaçınırlardı. insanları birbirine düşürdüğünü ve masum kanların dökülmesi-
Kendilerine teklif edilen kadılık gibi resmi görevleri de kabul ne sebep olan husumetler meydana getirdiğini gördüler. Bunlar
etmediler. Bu sebepten dolayı da halifeler kendilerine baskı da fıkhî konularda münakaşa etmeye; Şafiî mezhebinin mi, yok-
yapmaya başladılar. sa Hanefî mezhebinin mi üstün olduğu konusunu tartışmaya
İlme Teşvik 135 136 İmam Gazali

eğilim duyuyorlardı. Böyle olunca, bu sefer halk da aynı havaya naklolunmuştur. Yine İmam Şafiî, İmam Ahmed, Muhammed b.
girmiş, kelâm ve onunla ilgili bütün ilim dallarını bırakarak Şafi- Hasan eş-Şeybanî ve başka âlimlerden de bu şekil münazaralar,
îler ile Hanefîler arasındaki ihtilâflı meselelere dalmışlardı. münakaşalar ve meşveretler nakledilmiştir” derler.
İmam Malik, Süfyân es-Sevrî, İmam Ahmed ve diğer âlimlerin Bu sözün hakkı bâtılla karıştırmak veya bâtılı hak olarak
arasındaki ihtilâflı meseleler ile ise hiç ilgilenmediler. Bunu göstermek olduğunu göstermeye çalışacağım ki hakikatler açığa
yapmaktaki gayelerinin; şeriatın inceliklerini ortaya çıkarmak, çıksın! Gerçekten de Hakkı aramak için yardımlaşma, dinin bir
mezhebin inceliklerini bildirmek ve fetva usulünün yayılmasını gereğidir. Fakat bunun sekiz şart ve alâmeti vardır:
sağlamak olduğunu iddia ederek kendilerini haklı çıkarmaya ça- 1. Farz-ı ayn olan vazifelerini yerine getirmeyen bir kişi
lıştılar. farz-ı kifâye olan münazaraya girişmemelidir. Farz-ı ayn olarak
Bu alanlarda pek çok eser telif edip, fikirler ileri sürdüler. yapması gereken vazifeleri bulunan bir kimsenin “Benim gayem
Günümüzde de bu durum hâlâ devam etmektedir. Bundan son- hakkın bilinmesidir” diyerek farz-ı kifâye ile meşgul olması ya-
raki asırların neler getireceğini ise bilmiyoruz. lancılıktan başka bir şey değildir. Bu kişinin durumu, elbise imal
İşte ihtilaflı meselelere ve tartışmalara dalmanın tüm se- eden beynamaz bir terzinin “Benim niyetim, elbise bulamadığı
bepleri yukarıda saydıklarımızdan ibarettir. Eğer yöneticiler için çıplak namaz kılmak zorunda kalanların edep yerlerini ört-
İmam Şafiî ile İmam Ebu Hanife'den başkalarının ihtilâflarını meye vesile olmaktır” deyip kendisini temize çıkarmasına ben-
tartışmaya eğilim duysalardı veya başka ilimlere yönelselerdi zer.
kuşkusuz dünyalık peşinde koşan âlimler de o ilme önem verir- Böyle bir kimsenin iddiası pek ender hallerde doğru olabilir.
lerdi. Yine bu ilimleri elde etmekteki amaçlarının yalnızca Allah- Tıpkı nadir de olsa vukuu mümkün meseleler hakkında ihtilâfla-
'ın rızasını kazanmak olduğunu iddia edeceklerdi. ra dalan fâkihin iddiası gibi... Münazara ilmiyle uğraşanlar, bü-
Münazarayı, Sahabenin Meşvereti ve tün ulemanın ittifakla varmış olduğu hükme göre, farz-ı ayn
Selefin Müzakeresi ile Karıştırmak olan birçok hususları ihmal ederler. Yerine verilmesi gereken bir
Münazarayı meslek edinmiş kişiler halkı da fikrî tartışmala- emaneti elinde bulunduran bir kimse, insanları Allah'a yaklaş-
ra çekmek için “Bizim gayemiz hakkı aramak ve ortaya çıkar- tırmakta en tesirli amel olan namaza başlayıp, emaneti teslim
maktır. Zira hakkın ortaya konması gerekir. İlmi konularda yar- etmeyi ihmal ederse Allah'a isyan etmiş olur. Kişinin zamanına,
dımlaşma ve düşüncelerin karşılaştırılması oldukça yararlıdır. şartlarına ve sırasına riayet etmeden yaptığı ibadetin, taât tü-
Ashab-ı Kiram istişarelerinde bu yolu takip ederdi. Meselâ öle- ründen bir amel olması, o kişinin Allah'a itaat eden bir kul oldu-
nin dedesi ile kardeşlerinin miras paylaşımındaki durumları, iç- ğunu göstermez.
ki içene uygulanacak had cezasının miktarı ve hata ile bir zarara 2. Kişinin münazaradan daha önemli bir farz-ı kifâyeyi ye-
sebebiyet veren Devlet reisinin diyet ödemesi meselelerindeki is- rine getirme mecburiyeti yoksa münazara edebilir. Kişinin, mü-
tişareleri böyleydi. nazaradan daha önemli bir farz-ı kifâyeyi yerine getirmesi ge-
Emir’ul Müminîn Ömer (radıyallahu anhu)’nun kendisinden rektiği halde gerekeni yapmayıp ve münazaraya dalması, Allah'a
korkarak karnındaki çocuğunu düşüren kadına diyet ödediği isyandan başka bir şey değildir. Böyle bir adamın durumu, su-
İlme Teşvik 137 138 İmam Gazali

suzluktan ölmek üzere olan bir topluluğu gören ve muktedir ol- lerinizin eline geçtiği zaman”155 diye cevap vermiştir.
duğu halde onlara su vermeyip kan alma (hacamat) işi ile uğra- 3. Münazaracı kendi görüşüne göre fetva verebilecek bir
şan kimsenin durumu gibidir. Bu kimse hacamatın farz-ı kifâye müctehid olmalıdır. Şafiî, Hanefi veya başka bir mezhebin görü-
olduğunu ve bir memlekette bu sanatı bilen olmadığı takdirde şünü aktarmamalıdır. Ebu Hanife’nin görüşünü isabetli buldu-
halkın helâk olacağını söyleyerek kendisini haklı göstermeye ça- ğunda Şafiî’nin görüşünü terk edip (Sahabe ve imamların yaptığı
lışır. Şayet kendisine bu işi yapan birçok kimsenin olduğu söyle- gibi) isabetli gördüğü görüşle fetva vermelidir.
necek olursa, o yine kendi fikrinde ısrar eder ve "Kan alıcıların İctihad mertebesine yükselemeyen bir kimse (ki asrımızda-
bulunması, bu ilmi farz-ı kifaye olmaktan çıkarmaz” der. ki bütün münazaracıların durumu budur) kendisine sorulan so-
Fetva ilmine gelince… İslam memleketlerinde fetva verecek rulara bağlı bulunduğu mezhebin görüşünü aktararak cevap ve-
birçok kimse bulunduğu halde nice farz-ı kifayeler vardır ki fâ- rebilir. Bağlı bulunduğu imamın görüşü sağlam görünmese bile
kihler, bunları ihmal etmiş, dönüp bakmayı bile külfet saymış- imamlarının görüşünden ayrılmaz. Böyle bir insanın münazara-
lardır. İhmal edilen farz-ı kifaye ilimlerin başında tıp ilmi gelir. sında ne fayda olabilir? Çünkü böyle birisinin mezhebi malûm-
Günümüzde, İslâm diyarlarının çoğunda tıbbî meselelerde fikri- dur ve bağlı olduğu mezhebin fetvaları dışında bir hüküm ver-
ne itimat edilecek, tavsiyesine güvenilecek bir müslüman doktor meye yetkisi yoktur. Böyle bir adam, kendine müşkil görünen
mevcut değildir. Buna rağmen hiçbir fâkihin bu ilimle meşgul bir mesele hakkında “Ümit ederim ki bu mesele hakkında bağlı
olduğunu göremezsiniz. bulunduğum imamın bir cevabı vardır. Şayet yoksa şer’i mesele-
Emr-i bil’Maruf, nehy-i anil’Münker de böyledir. Bu vazifeyi lerde ictihad etme kudretine sahip olamadığım için bu soruya
yerine getirmek farz-ı kifaye hükmündedir. Münazaracıların bu- cevap veremem” demelidir. Herhangi bir meselede bağlı olduğu
lunduğu meclislere ipekli elbiseler giyen veya bunun gibi yapıl- imam iki görüş ileri sürmüşse, bu görüşler üzerinde münazara
ması haram olan başka hareketlerde bulunan kimseler de iştirak yapması daha uygundur. Zira kendisi bu iki görüşten birine me-
eder. Ancak münazaracı bunlara aldırış etmez de gerçekleşme yilli olabilir. Münazara ederken öbür tarafın daha kuvvetli oldu-
ihtimali bulunmayan veya gerçekleşme ihtimali bulunsa da onu ğunu görerek belki de istifade eder. Kendisinin meylettiği hük-
halledecek nice fâkihin bulunduğu mevzularda münazara eder. mün doğruluğu hakkında münazaraya girişini yersiz ve lüzum-
Ondan sonra da kalkıp yapmış olduğu bu münazarayla Allah’ın suz bulur. Aşağı yukarı bütün tartışmacılar iki taraflı meseleleri
rızasını kastettiğini ileri sürer. terk edip hakkında kesin ihtilâf olan meselelere dalıyorlar ki bu
Enes (radıyallahu anhu)’nun rivayet ettiğine göre Rasulullah sayede çok konuşabilme imkânı bulabilsinler ve muhalifleriyle
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e, Emr-i bil’Maruf, nehy-i mücadele edebilsinler.
anil’Münkerin ne zaman terk edileceği sorulduğunda Rasulullah 4. Münazaracı, meydana gelmiş veya meydana gelmesi
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem): muhtemel olan bir mesele hakkında münazara edelebilir. Zira
“Hayırlı olanlarınızda müsamahakârlık, kötülerinizde ise Ashab-ı Kiram sık sık ortaya çıkan meseleler üzerinde müşavere
fuhuş ve zina çoğaldığı, yönetim küçüklerinizin, fıkıh da en rezil-

155 İbn Mâce, hasen bir senedle rivayet etmiştir.


İlme Teşvik 139 140 İmam Gazali

eder ve fikirlerini beyan ederlerdi. Münazaracı, rakibini düşman değil bir yardımcı olarak değer-
Günümüzdeki tartışmacıların halkın ihtiyacı olan meseleler lendirmelidir. Hatasını gösterip hakkın ortaya çıkmasına yar-
üzerinde değil de sadece kendilerini şöhrete ulaştıracak mesele- dımcı olduğu için ona teşekkür etmelidir. Çünkü insan yitiğini
ler üzerinde tartıştıkları bir gerçektir. Halledilmesi elzem olan bulmasına yardımcı olan kardeşine teşekkür eder ve ikramda
meseleler üzerine eğilme ihtiyacı hissetmezler ve: “Bu meseleler bulunur. Birbirini hak namına ikaz eden Sahabe-i Kiramın meş-
nakle dayanan ve baş başa görüşülecek meselelerdir. Bunların vereti işte böyle idi.
herkesin önünde konuşulması yersizdir” derler. Bir kadın, halka konuşma yapmakta olan Hz. Ömer'e itiraz
Ele alınması gereken bir mesele olsun da daha önce hak- ederek kendisini uyarır. Bunun üzerine Hz. Ömer cemaate şöyle
kında söz söylenmiş olduğu için üzerinde durulmasın... Hakika- der: “Bir kadın hakkı söyledi, bir erkek yanıldı.”
tini bildirmek için hiçbir gayret gösterilmesin... Bu kadar saçma Bir kişi Hz. Ali (radıyallahu anhu)’ya bir soru sorar. Hz. Ali,
bir iddia olabilir mi? sorulan soruya cevap verdiğinde, soruyu soran kişi: “Ey Emîr'el
5. Münazaranın tenha yerlerde yapılmasını büyük şahsiyet- Mü'minîn! Verdiğin cevap yanlış! Bence bu suale şöyle şöyle ce-
lerin huzurunda ve halkın önünde yapılmasına tercih etmek. Zi- vap verilebilir...” der. Bunun üzerine Hz. Ali (radıyallahu anhu):
ra tenha yerlerde yapılan münazara, sultanlar ve sair büyükler “Sen haklısın, ben ise yanıldım” diyerek adamın hakkını itiraf
yanında yapılan münazaradan daha faydalıdır. Çünkü tenha yer- eder ve: “Her ilim sahibinden daha büyük bir ilim sahibi vardır”
lerde tartışmacı düşündüklerini daha iyi anlatır, idraki daha der.
berrak ve kavrayışı yüksek olur. Oysa cemaat huzurunda yapılan Küfe valisi Ebu Musa (radıyallahu anhu)'ya, Allah yolunda
münazara, tartışmacıları riyaya sürükleyebilir. Çünkü cemaat savaşıp öldürülen bir kimsenin hali sorulur. O da cennetlik ol-
huzurunda münazara yapanlar mağlup olmak korkusuyla yanlış- duğunu söyler. Bunun üzerine mecliste hazır bulunan Abdullah
larında diretirler. İster haklı olsun, isterse haksız, kendilerini b. Mesud (radıyallahu anhu) ayağa kalkar ve sual sorana hitaben:
haklı çıkarmaya bakarlar. Tartışmacıların kalabalık huzurunda “Valiye sualini ikinci kez tekrarla! Sualini iyi anlamamış olmalı”
tartışma yapmak istemeleri, Allah rızasını kazanmak niyetiyle der. Bu ikaz üzerine adam sualini tekrarlar ve Ebu Musa yine
değildir. Çünkü tartışmacılar kendi başlarına kaldıkları zaman aynı cevabı verir. İbn Mesud ise: “Bence öldürülen kimse hakkı
kalabalıkta tartıştıkları konuyu katiyyen aralarında tartışmazlar. bulmuş ise cennetlik olur” der. Bunun üzerine Ebu Musa: “İbn
Hatta kendisine bir soru yöneltildiğinde cevap bile vermezler. Mesud doğru söylüyor. Aranızda bu âlim varken bana bir şey
Fakat bir cemaat huzurunda oldukları zaman hile yayında, ne sormayın!” der.
kadar ok varsa birbirlerinin göğsüne saplamaya çalışırlar ki mü- Hakkı arayanlar işte böyle insaflı olmalıdır! Buna benzer bir
nazarada üstad kabul edilsinler! itiraz zamanımızın en düşük fakihine yapılsa İbn Mesud’un
6. Münazara sadece hakkı bulmak ve anlamak için yapılma- "hakkı bulmuş ise” sözünü kabul etmez ve: “Çünkü Allah yolun-
lıdır. Münazaracı gerçeğin açığa çıkarılması hususunda kaybo- da öldürülen bir kişinin hakka isabet ettiği herkesçe malûmdur"
lan malını arayan yitiğin kendisi veya arkadaşı tarafından bu- der.
lunması arasında bir ayırım gözetmeyen kimse gibi olmalıdır. Günümüzün insafsız tartışmacılarının haline dikkatle bir
İlme Teşvik 141 142 İmam Gazali

bakın! Şayet hakikat, hasımlarının dilinden ifade edilmişse, yü- Bu miskin itirazcının “Ben bilirim fakat söylemem. Çünkü
zü kızarır ve utanır. Hakkı kabul etmemek için sonuna kadar di- söylemek mecburiyetinde değilim” sözü şeriata yapılan bir ifti-
renir. Bütün hayatı boyunca kendisini mağlup eden insan hak- radan başka bir şey değildir. Şöyle ki: Şayet itirazcı, söylenen de-
kında kötü konuşur ve onu küçük düşürmeye çalışır. Bütün bun- lilin manasını bilmiyor ve ancak hasmını susturmak için kuru
lardan sonra da kendini hakkın ortaya çıkması için yardımlaşan bir iddiada bulunuyorsa, böyle bir adam fâsıktır, yalancıdır. Al-
sahabelere benzetmekten de çekinmez. lah'a isyan etmiştir ve bu hâlinden dolayı Allah'ın gazabını üze-
7. Münazara ettiği kimsenin bir delilden başka bir delile, bir rine çekmiştir. Zira bilmediği bir şeyi biliyor görünmeye çalış-
şüpheden başka bir şüpheye geçmesine engel olmamak. Zira se- mıştır. Şayet hakikaten biliyor da söylemiyor ise yine fâsık olur.
lefin münazaraları bu şekilde cereyan ediyordu. Çünkü şeriatın bir emrini gizlemiştir. Hâlbuki bu emri gizleme-
“Bu söz beni bağlamaz, tenakuza düştün” gibi sözlerden ka- se, belki de bir müslüman kardeşini yanlış düşünmekten kurta-
çınılmalıdır. İster lehinde ister aleyhinde olsun bid'at olan racak, doğrunun yayılmasına vesile olacaktır. Şayet itirazcının
cedelin bütün inceliklerini, konuşmasının dışında tutmalıdır. görüşü zayıf ise karşısındaki, kendisine iddiasının zayıf olduğu-
Önceki sözünü nakzediyor diye doğru sözü reddetmek yanlıştır. nu izah edecek ve böylece itirazcı cehaletin karanlığından bilgi-
Hâlbuki sen tartışmacıların bütün toplantılarının, mücadele ve nin aydınlığına çıkmaya imkân bulacaktır.
münakaşa içinde geçtiğini görürsün. Hatta delil getiren bir in- Hiç kuşkusuz dinî ilimlere ait bir husus sorulduğu zaman
san, bilinen bir kaidenin üzerine zannettiği bir illete dayanarak bilen kişinin cevap vermesinin vacip olduğunda ihtilaf yoktur. O
kıyas etmeye kalkıştığı zaman, derhal karşıdaki mücadeleci tara- halde bu itirazcının “Bunu söylemek mecburiyetinde değilim”
fından kendisine asıldaki hükmün hangi illetle mâlül olduğuna demesi, “Bizim ihdas ettiğimiz mücadele ve münazara kuralları-
dair delil sorulur. Delil getiren zat: na göre bildiklerimi söylemek zorunda değilim” anlamına gel-
- Ben bu şekilde düşünüyorum. Şayet sen bundan daha isa- mektedir. Oysa Allah'ın şeriatına göre bildiklerini açıkça bildir-
betli bir görüşe sahip isen delillerini söyle de birlikte tetkik ede- mesi gerekir. Söylemeyen kişi ya fâsıktır, ya da yalancı...
lim, diye cevap verir. Bunun üzerine itiraz eden kişi şöyle der: Bu nedenle Sahabe-i Kiram’ın meşveretini ve Selef-i
- Senin bildiğin ve zikrettiğin manalardan başka daha nice Sâlihîn’in bir mesele hakkındaki müzakeresini tetkik et! Acaba
manalar var burada... Fakat bunları söylemek üzerime düşen bir onların arasında bu çeşit bir münazara ve mücadele görecek mi-
vazife olmadığından söylemeyeceğim. Delil getiren taraf konuş- sin? Ya da onlar bir delilden başka bir delile, kıyastan habere,
masına şöyle devam eder: hadisten bir ayete geçmek isteyen arkadaşlarını bundan alıkoy-
muş mudur? Hayır! İşte Sahabenin ve Selefin bütün münazara-
- Bundan başka bir iddian var ise beyan et ki malûmatımız
ları yukarıda anlattığımız şekilde idi. Çünkü onlar zihinlerinde
olsun. İtiraz eden kişi:
olanı olduğu gibi söyler ve ona göre müzakere ederlerdi.
- Hakikat senin söylediğinden başkadır ve ben bunu biliyo-
8. Münazara, kendisinden istifade edinilmesi umulan âlim-
rum. Fakat söylemek üzerime düşen bir vazife değildir, diyerek
lerle yapılmalıdır.
itirazında ısrar eder. Böylece münazara meclislerinde bir netice
alınmadan tartışmalar devam eder gider. Günümüzdeki tartışmacıların çoğunu, âlimlerle ve ilimde
İlme Teşvik 143 144 İmam Gazali

otorite sahibi olanlarla münazara etmekten kaçınır görürsün. Münazaranın Sebep Olduğu Kötü Huylar
Çünkü hakkın hasımlarının sözleriyle ortaya çıkmasından endi- 1. Hased (Çekememezlik)
şe duyarlar. Onun için de ilim ve bilgi bakımından kendisinden Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
daha aşağı seviyede olanlarla tartışmayı tercih ederler.
“Ateşin odunu yakması gibi hased de sevapları yiyerek biti-
Münazara hususunda saydığımız bu sekiz şarttan başka da- rir.”156
ha nice şartlar vardır. Fakat bu sekiz şartı iyice öğrendikten son-
Münazara edenler kendilerini hasetten katiyyen kurtara-
ra kimlerin Allah için kimlerin de dünya için münazara ettiğini
maz. Çünkü bir tartışmacı, bazen galip gelir bazen de mağlup
teşhis edebilirsin.
olur. Bazen onun konuşması övülür, bazen de karşısındaki has-
Sonuç olarak; En büyük düşmanı olan, kalbine tasallut eden mının…
ve kendisini helake hazırlayan şeytanı bırakıp ictihadî mesele-
O halde dünya ilminde kuvvetli ve görüşlerinin isabetli ol-
lerde münazaraya dalan bir kimse şeytanın maskarası, ihlâs ehli
duğu kabul edilen birileri oldukça veya “Filân adam senden da-
için de bir ibret vesikası olur.
ha iyi anlıyor ve daha isabetli kararlar veriyor” denilme ihtimali
Tevfik ve yardım Allah'tandır. bulundukça, münazara eden kimselerin hased edeceği muhak-
Münazaranın Afetleri kaktır. Kendisinden üstün görülen kişinin elindeki nimetlerin
Hasmına üstün gelmek, onu susturmak, insanlar arasında kaybolmasını ve ona teveccüh eden kalplerin yalnızca kendisine
yücelik ve fazilet elde etmekle övünmek ve halkın teveccühünü yönelmesini arzular.
çekmek için yapılan münazaralar, Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın Hased, helâk edici bir ateştir. Hased ateşiyle yanan bir kişi,
razı olmadığı, şeytanın ise güzel gördüğü bütün kötü huyların bu dünyada büyük bir ızdırap içindedir. Ahiretteki azabı ise,
kaynağıdır. dünyadakinden kat ve kat fazla olacaktır.
Bu münazaraların; kibir, ucûb, hased, nefsini temize çıkar- İbn Abbas (radıyallahu anhuma) şöyle demiştir:
ma, makam düşkünlüğü ve benzeri bâtın fuhşiyat ile olan müna- “İlmi nerede bulursanız alın. Fakihlerin birbirinin aleyhin-
sebeti; İçki içmek ile zina, iftira, adam öldürmek ve hırsızlık gibi deki sözlerine kulak vermeyin. Çünkü onlar ağıldaki birbirini
zahirî fuhşiyat arasındaki münasebet gibidir. Mesela bu kıskanan tekeler gibidir.”
fuhşiyatları yapmak hususunda muhayyer bırakılan bir kişi, iç-
2. Kibir ve Tekebbür (Böbürlenme)
kiyi daha ehven görerek onu içer. Ancak iş burada bitmez. İçki
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
içen kişi, sarhoşluğun da etkisi ile diğer bütün fuhşiyatı yapabi-
“Kim büyüklenirse, Allah (Subhanehu ve Tealâ) onu alçaltır.
lir. İşte aynen bunun gibi münazaralarda hasmına üstün gel-
Kim de tevazu gösterirse onu yükseltir.”157
mek, onu susturmak, makam elde etmek sevgisi kime galip ge-
lirse o kişiyi her türlü kötülüğe sürükler ve bütün kötü ahlâkın Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Allah (Subhanehu ve
bu adamda toplanmasına vesile olur.
156 Ebu Davud, Ebu Hureyre’den rivayet etmiştir.
157 Hatib, Ömer (radıyallahu anhu)'dan sahih bir senedle rivayet etmiş-
tir.
İlme Teşvik 145 146 İmam Gazali

Tealâ)’nın şöyle buyurduğunu haber vermektedir: kilde kendi sözlerini dinlemeyenleri iyi niyetle karşılamıyor. İşte
“Azamet benim izârım, büyüklük de ridâmdır. Bu iki husus- bundan dolayıdır ki bir tartışmacı, diğer tartışmacıya kin tutma-
ta benimle çekişeni helak ederim.”158 ya mecbur oluyor. O kini nefsinde taşıdığı halde gizli tutması
Münazaracılar emsallerine karşı kibirlenmekten ve kendini ancak nifakla mümkün olmaktadır. Fakat çoğu zaman beslenen
onlardan üstün görme hastalığından hiçbir zaman kurtulamaz. kin, apaçık ortaya çıkıyor ve bunu herkes müşahede ediyor.
Olduğundan daha üstün görünmek isterler. Öyleyse münazaracı kendisini kin tutmaktan nasıl kurtara-
Bu kimseler münakaşa meclislerinde bazen çocuklar gibi bilir? Bütün dinleyenlerin ona hak verme, ortaya koyduğu delil-
yer kavgası ederler. Meclisin başında oturmak, baş koltuğun leri kabul etme imkânı yoktur. Ayrıca sözlerini azıcık da olsa ha-
kendilerine ait olduğunu iddia etmek peşindedirler. Kendilerin- fife alan, kıymet vermeyen hasmını kesinlikle affetmez. Bundan
den başkasına bu yerleri lâyık görmedikleri için itişip kakışırlar. dolayı duyduğu kini hayatının sonuna kadar kalbinden söküp
Dar bir yoldan geçildiği zaman ben önde giderim, sen önde gi- atamaz. (İşte bu, felâketin ta kendisidir).
dersin diye itişir dururlar. Bunu yaparken de biz böyle davran- 4. Gıybet
makla ilmin izzetini koruyoruz. Zira “Müminin kendisini zelil Münazaranın doğurduğu kötü huylardan birisi de gıybettir.
etmesi yasaklanmıştır”159 diyerek kendilerini müdafaa ederler. Allah (Subhanehu ve Tealâ) gıybet etmeyi ölü eti yemeye benzet-
Şu hilebazların yaptığına bir bak! Allah ve Rasûlünün miştir.
medhettiği tevazuya “zillet”, Allah ve Rasûlu’nun buğz ettiği te- Münazaracı, hasmının sözlerini nakledip onu kötülemekten
kebbüre de “izzet” adını vermektedirler. Kelimeleri tahrif ederek kendini bir türlü kurtaramadığından dolayı sürekli olarak ölü eti
halkın dalâlete sapmasına vesile oluyorlar. Aynen hikmet, ilim yemektedir. Hasmının sözlerini aktarırken doğru söyleyip yala-
ve benzeri kelimeleri tahrif ettikleri gibi… na sapmamaya dikkat eder ama bu sözlerin kusurlu, eksik ve
3. Hıkd (Kin) önemsiz olduğunu söylemekten de geri durmaz. İşte bu gıybetin
Münazaracılar kin tutmaktan hiçbir zaman kendisini kurta- ta kendisidir. Zaten yalan söylerse o zaman iftira etmiş olur.
ramaz. Hâlbuki Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle bu- Ayrıca münazaracı hasmının sözlerine önem verip kendisi-
yurmuştur: nin sözlerine kulak vermeyenlere de saldırır. Onları cehalet,
“Mümin, kinci değildir”160 ahmaklık ve dar anlayışlılıkla itham eder.

Kin tutmayı zemmeden daha birçok rivayet vardır. Bir mü- 5. Tezkiye-i Nefs (Nefsi temize çıkarmak)
nazara esnasında hasmını tasdik edercesine başını sallayarak Münazaranın doğurduğu kötü huylardan birisi de insanın
ona kin tutmayan hiçbir tartışmacıya rastlamadım. Yine aynı şe- kendisini temize çıkarma gayretleridir. Allah (Subhanehu ve
Tealâ) bu hususta şöyle buyurmaktadır:

158
“Nefislerinizi temize çıkarmayın! Çünkü Allah, kötülükten
Ebu Dâvud, İbn Mâce ve İbn Hibban, Ebu Hureyre'den rivayet et-
miştir. sakınanın kim olduğunu en iyi bilendir.” (53 Necm/32)
159 Tirmizî ve İbn Mace, Ebu Hureyre’den rivayet etmiştir. Hakîm bir zata “Çirkin olan doğru söz hangisidir?” diye
160 Irakî, bu hadise vâkıf olamamıştır.
İlme Teşvik 147 148 İmam Gazali

sorduklarında “Kişinin nefsini övmesidir” diye cevap vermiştir. 7. Ferah ve Gam


Münazaracı kuvvetli olmakla, galip gelmekle ve fazilet ba- Karşısındaki kimselerin kötü duruma düşmeleri sebebiyle
kımından emsallerinden üstün olmakla övünmekten kendini sevinmek, iyi durumlarına da üzülmek münazaranın doğurduğu
kurtaramaz. Kendini övmek ve sözlerinin kabul görmesi amacıy- kötü huylardan bir diğeridir. Hâlbuki kendisi için istediğini din
la şöyle der: “Ben bu işleri bilmeyenlerden değilim. Aklî ve Naklî kardeşi için de istemeyen müminlerin ahlakından uzaklaşmış
ilimlerde ihtisasım var. Her ilmin usulünü ve metodunu bilirim. olur.
Ayrıca ezberimde pek çok hadis bulunmaktadır.” Hâlbuki herkes Faziletlerini öne sürerek başkalarına karşı övünme peşinde
bilir ki benlik, övünme ve nefsini temize çıkarmak şer'an ve ak- koşan kimseler, rakibinin ayağının kaymasına sevinir. Onların
len çirkin sayılmıştır. bu tavrı, iki kumanın birbirlerine karşı aldıkları tavra benzer.
6. Tecessüs Nasıl ki bir kuma, öbürünü gördüğünde titremeye başlar ve
Münazaranın yol açtığı afetlerden birisi de tecessüs yani katiyyen onu görmeye tahammül edemezse bir tartışmacı da di-
başkalarının kusurunu araştırmaktadır. Allah (Subhanehu ve ğer tartışmacıyı gördüğü zaman benzi atar, tir tir titrer ve onu
Tealâ) şöyle buyurmaktadır: görmek istemez. Sanki hilekâr bir şeytan veya kanını emmeye
“Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın çalışan bir canavar görmüş gibi olur.
bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Bi- Hani nerede kaldı İslâmiyet'in istediği yakınlık ve ünsiyet?
riniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin.” (49 Hucurât/12) Hani din âlimlerinin birbirlerine karşı gösterdikleri sevgi ve say-
Münazaracı daima emsalinin ayıplarını araştırır, hasmının gı? Hani her hangi bir müşkilde birbirlerine yaptıkları yardım-
kusurlarını bulmak için çalışır. Yaşadığı bölgeye yeni bir müna- lar? Hani kardeşlik, yardım ve muhabbet?
zaracının geldiğini duyduğu zaman hemen tartışmacının kim ol- İmam Şafiî (rahimehullah) şöyle der: “İlim, fazilet ve akıl er-
duğunu, geçmişini, bedensel kusur ve ayıplarını öğrenmeye çalı- babı arasında yakınlık ve dostluğu sağlayan bir bağdır.”
şır ve gizli hallerini araştırır. Öyle ki, münazara yapmak üzere O halde ilmi, düşmanlığa vesile yapan kişiler, kendilerinin
karşı karşıya geldikleri zaman rakibini bu ayıplarından dolayı İmam Şafiî’nin takipçisi olduklarını nasıl söyleyebilirler? Acaba
mahcup vaziyete düşürebilsin ve münazarada rakibine üstün ge- arkadaşını mağlup etmekle övünen bir cemiyette, kardeşlik, ün-
lebilmek için bir silâh olarak kullanabilsin... siyet düşünülebilir mi? Elbette ki düşünülemez! Seni mümin ve
Münazarada mağlup olma tehlikesi ile karşılaştığı zaman, muttaki kulların ahlâkından uzaklaştırıp münafıkların ahlâkına
rakibinin bu kusurlarına temas ederek onu mahcup etmeye çalı- iten kötülükler şer olarak sana yeter!
şır. Şayet münazara bahsinde muktedir bir kişi ise bu sefer de 8. Nifak
rakibinin kusurlarını ima yoluyla belirterek söyler. Şayet mağrur Münazaranın doğurduğu kötü huylardan birisi de nifaktır.
ve mağrur olduğundan ötürü de ahmak biri ise, bütün bu kusur- Aslen nifakın kötü olduğunu bildirmek için delil getirmeye ve
larını rakibinin yüzüne karşı bağıra bağıra söyler. Nitekim tar- kötülüğünü delillerle ispat etmeye ihtiyaç yoktur. Tartışmacılar
tışmacıların önde gelenlerinin bu yola başvurduğuna dair riva- âdeta nifaka düşmeye mecburdurlar. Çünkü hasımlarıyla ve on-
yetler pek çoktur. ların dostlarıyla karşılaştıklarında dilleriyle onlara sevgi göster-
İlme Teşvik 149 150 İmam Gazali

mek ve muhabbetini izhar etmekten başka bir şey yapmazlar. lah (Subhanehu ve Tealâ) cennetin ortasında bir köşk ihsan eder.
Hâlbuki bu sevgi gösterisinin yapmacık olduğunu her iki taraf Haklı olduğu halde mücadeleyi terk eden kimseye ise cennetin
hatta bu durumu gören herkes bilir. en yüksek yerinde bir köşk ihsan eder.”162
Çünkü onlar dilleriyle birbirlerine sevgi gösterisinde bulun- Allah (Subhanehu ve Tealâ) kendisine iftira eden ile Hakk’ı
salar da kalplerinde birbirlerine karşı silinmez bir buğz taşımak- yalanlayanı bir tutmuştur:
tadırlar. Biz böyle bir nifaktan şanı yüce Allah'a sığınırız! “Allah'a iftira ederek yalan uyduran veya Hakk’ı yalanla-
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: yandan daha zalim kim olabilir? Şüphe yok ki o zalimler
“İnsanlar ilmi öğrendikleri ve ameli terk ettikleri, dil ile se- kurtuluşa eremezler.” (6 Enam/21)
vişip kalplerinde buğz taşıdıkları ve aralarında sıla-i rahmi kes- “Allah'a karşı yalan uyduran, kendisine gelen Hakk’ı (Ku-
tikleri vakit, Allah onlara lânet eder. Kulaklarını sağır, gözlerini ran'ı) yalan sayandan daha zalim kimdir? Kâfirlerin yeri
kör eder!”161 cehennemde değil mi?” (39 Zümer/32)
Günümüzde şahid olduğumuz birçok olay, bu hadisin ma- 10. Riya
nasını teyid etmektedir. Halka gösteriş yapmak ve halkın kalbini kendine çekme
9. Hakk’ı Kabul Etmemek gayretine düşmek de münazaranın afetlerinden birisidir. Riya,
Münazaranın doğurduğu kötü huylardan birisi de Hak’tan insanı en büyük günahlara iten tedavisi olmayan korkunç bir
yüz çevirmek ve nefret etmektir. hastalıktır. Tartışmacıların tüm gayretleri, yapmış oldukları
Tartışmacıların en nefret ettiği şey Hakk’ın, hasmının ağ- münazara ile halkın gönlünü kazanmak ve kendisine taraftar
zından çıkmasıdır. Eğer ki Hakk, hasmının ağzından çıkarsa, toplamaktır.
onu var kuvvetiyle reddetmeye ve hasmını Hakk’tan vazgeçir- Buraya kadar saydığımız menfî hasletler, ahlakî hastalıkla-
meye çalışır. Demek ki düşmanlık ve Hakk’ı reddetmek, tartış- rın büyükleridir. Tartışmacılarda bu on hasletten başka daha ni-
macının tabiî ve normal hâli olmaktadır. Sanki o, ister Hakk ol- ce kötü hasletler vardır. Bu kötü hasletler, kendisini zapt ede-
sun isterse bâtıl, dinlediği her şeyi reddetmekle mükelleftir. Hat- meyen tartışmacıları sonunda vuruşmaya, yumruklaşmaya, elbi-
ta o kadar ki Kuran'dan getirilen delillere dahi itiraz eder ve on- se yırtmaya, sakal yolmaya, ana-babaya ve hocalara küfretmeye,
ları tevil eder. Muhkem nassları dahi birbiri ile nakzetmeye çalı- açık açık birbirlerine iftira atmaya sürükler. Böyleleri normal in-
şır. Hâlbuki hakikatleri savunmak için olanı bir kenara, haksız- san sınıfından sayılmamaktadır.
lıklar karşısında dahi mücadele etmek sakıncalıdır. Çünkü Tartışmacıların hemen hemen hiçbiri (en akıllıları dahi) yu-
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) haklı olunduğu halde da- karıda saydığımız on kötü hasletten kendilerini kurtaramaz. Ba-
hi, haksızlıklar karşısında mücadeleyi terk etmeyi şu sözleri ile zı tartışmacılar ise bu kötü hasletlerden uzak kalabilirler. Fakat
teşvik etmiştir: bu iyiliği ancak kendisinden çok aşağı veya yukarı yahut memle-
“Haksız olduğunu anlayıp mücadeleyi terk eden kimseye Al- ket itibarıyla kendisinden çok uzak, maişet konusunda da kendi-

161 Taberani, Selman (radıyallahu anhu)’dan rivayet etmiştir. 162 Tirmizî ve İbn Mâce, Enes (radıyallahu anhu)’dan rivayet etmiştir.
İlme Teşvik 151 152 İmam Gazali

siyle çatışmayan kimselere gösterirler. Kendisiyle aynı ayarda başka şeyler peşinde olan herkeste bu kötü hasletler bulunur.
olan akranlarına bu iyiliği göstermeleri imkânsızdır. Demek ki ilim, âlimin yakasını bırakmaz. Onu ya ebedi felakete
Bu on hasletin her birinden en az on tane daha rezalet do- ya da ebedî hayatın saadetine ulaştırır. Bu sebeple Rasulullah
ğar. Biz bunların hepsini teker teker sayarak konuyu uzatmak is- (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
temedik. Meselâ her birinden şu rezaletler doğar: Kendini mü- “İnsanlardan kıyamet gününde en ağır azaba çarptırılacak
dafaa etmek gayreti, öfke, tamah, buğz, rütbe ve mal sevgisi, olan kişi; Allah’ın, ilimlerinden kendilerini faydalandırmadığı
hasmına galip gelmekten dolayı gururlanma, nankörlük, ifrata âlimlerdir.”163
kaçmak, mallarından dolayı zenginlere ve sultanlara hürmetkâr Böyle kimselerin ilmi, kendilerine bir fayda sağlamadığı gibi
olmak, onlarla sıkı münasebetlerde bulunmak, onların haram çok büyük zararlara da sebebiyet verir. Keşke böyle bir kimse,
yollardan elde ettiği şeylerden almak, atlarla, bineklerle ve mah- başına büyük felâketler getirecek ilimden kurtulmuş olsaydı.
zurlu elbiselerle süslenmek, kibir ve azametinden dolayı herkesi Fakat ne yazık ki, bundan kurtulması mümkün değildir. İlmin
hâkir görmek, malayani hususlara dalmak, çok konuşmak, gö- tehlikesi çok büyüktür. İlmi talep eden, ebedi mülkü ve serveti
nülden Allah korkusu ve acıma duygusunun çıkması, ifrat dere- talep ediyor. Onun için bu talipler ya mülk ve servetten veya fe-
cesinde gaflete düşüp bir namaz içinde ne kadar namaz kıldığını, lâketten yakalarını kurtaramazlar. Âlimin hâli, tıpkı dünyada
neyi okuduğunu ve kime münacatta bulunduğunu fark edeme- mülk isteyen diğer insanların hâline benzer. Servet peşinde ko-
mek, münazarasında kendisine yardım eden ilimler üzerinde bir şanlar eğer servete ulaşma imkânı bulamazsa kendisini zilletten
ömür tükettiği halde kalbinde haşyet hissinin teşekkül etmeme- kurtaramaz.
si, ibareleri güzel okumak, kelimeleri kafiyeli sarf etmek, olması Eğer “Münazara etmeye ruhsat vermekte, halkı ilme teşvik
ender hâdiseleri ve hikâyeleri ezberlemek gibi saymakla bitme- etmek gibi büyük bir fayda vardır. Şayet baş olmak arzusu bu-
yecek kadar felâketler doğurur. lunmazsa hiç kimse ilme heves etmez ve ilim de böylece kaybo-
Tartışmacılar, yeteneklerine göre derecelere ayrılırlar. Fa- lur” denilirse:
kat din, ilim, akıl ve fazilet bakımından en üstünleri dahi yuka- Bu söz bir bakıma doğrudur ama yeterli bir gerekçe değil-
rıda saydığımız kötü huylardan kendilerini kurtaramazlar. Böy- dir. Zira top ve kuşlarla oynamak vaadi olmasaydı, çocuklar
lelerinin yapabilecekleri tek şey; ellerinden geldiği kadar kötü- mektebe gitmezdi. Böyle olmakla birlikte, bu eğlencelere teşvik
lüklerini gizlemek ve bu kötülükleri nefislerinden uzaklaştırma- etmek makbuldür denilemez. Aynı şekilde “Şayet riyaset hırsı
ya gayret etmektir. olmasaydı, ilim gerçekten inkıraza uğrardı” demek, riyaseti iste-
Sayılan bu rezil huyların sadece tartışmacılara ait vasıflar yen necat buldu anlamına gelmez. Belki bu kimseler Rasulullah
olmadığı; ün salma, mevki ve servet edinme peşinde koşan vaiz- (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in “Hiç kuşkusuz Allah (Subhanehu ve
lerin ve kadılık makamına yükselmek, evkaf idareciliğini kap- Tealâ) bu dini, nasipsiz kimselerle de takviye eder”164 ve “Hiç
mak ve akranlarını geçmek amacıyla mezhep ve fetva ilimleriyle
uğraşan fıkıhçıların da vasfı olduğu unutulmamalıdır.
163 Irakî kaynak göstermemiştir.
Kısacası; ilmiyle Allah (Subhanehu ve Tealâ)’nın rızasından
164 Nesâi, Enes'den sahih bir senedle rivayet etmiştir.
İlme Teşvik 153

kuşkusuz Allah (Subhanehu ve Tealâ), bu dini yalancı bir kişiyle


de takviye eder”165 buyurduğu kimselerden olur.
Aslında riyaset peşinde olmak bizzat helake götüren bir
davranıştır. Fakat böyle bir kimse sevgisini gizler, dış görüntü-
süyle Selef âlimlerine benzer ve dünyaya sırt çevirmeye davet
eder ise bu kişinin sayesinde başkaları düzelebilir. Böyle kişiler
mum misali, etrafını aydınlatırken kendisi yanar ve mahvolur.
Eğer insanları dünyaya bağlanmaya götürüyorsa, o zaman hem
kendini ve hem de başkalarını yakan bir ateş olur.
Âlimler Üç Sınıfa Ayrılır
1. Hem kendilerini hem de başkalarını helâke sürükleyenler.
Bunlar açık bir şekilde dünya nimetlerini isterler ve onlara da-
larlar.
2. Hem kendilerini ve hem de başkalarını ebedi saadete er-
diren âlimler. Bunlar bâtın ve zâhirde insanları Allah'a dâvet
ederler.
3. Kendilerini helâke sürüklerlerken başkalarının kurtulu-
şuna vesile olan âlimler. Bunlar, halkın kalbini kazanmak, hal-
kın gözüne girmek, şan ve şöhret kazanabilmek için uğraşırlar.
Bu nedenle ey müslüman! Hangi zümreden olduğunu dü-
şün ve bul! Kime düşmanlık yaptığını idrak etmeye çalış! Allah
(Subhanehu ve Tealâ)'nın, kendisi için yapılan amelden başkasını
kabul edeceğini hiçbir zaman aklına getirme...

165Buhârî ve Müslim, Ebu Hureyre’den sahih bir senedle rivayet etmiş-


lerdir.
156 İmam Gazali

leri tertemiz olur. Fakat cevherleri (bâtınları) necistir.


Necaset, sakınılması ve kendisinden uzak durulması gere-
5. BÖLÜM ken bir şey olduğuna göre manevi necasetten korunmak, zahirî
necasetten korunmaktan daha mühimdir. Zira manevi necaset-
ler bu dünyada pis oldukları gibi ahirette de insanı helake sürük-
ler.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu manayı şöyle ifade
buyurmaktadır:
“Melekler, içinde köpek bulunan bir eve girmezler.”167
Hoca ve Talebenin Riayet Etmesi
Kalp, meleklerin indiği konaklayıp yerleşmek istedikleri bir
Gereken Edeb ve Vazifeler
evdir. Ucûb, kibir, hased, kin, şehvet, gazab ve benzeri rezil sı-
Talebenin riayet etmesi gereken edeb ve vazifeler pek çok- fatlar ise havlayan köpeklerdir. Köpeklerle dolu olan bir yere
tur. Bunları on madde halinde toplamak mümkündür: melekler nasıl girer? Hâlbuki Allah (Subhanehu ve Tealâ), ilim
1. İlim Talebesinin birinci vazifesi; her şeyden önce kalbini nurunu insanların kalbine melekleri vasıtasıyla ilka eder.
düşük huylardan ve rezil sıfatlardan temizlemektir. Zira ilim, “Hiçbir insan yoktur ki, Allah'ın onunla (doğrudan doğruya)
kalbin ibadeti ve bâtının Allah (Subhanehu ve Tealâ)’ya yaklaşma- konuşması olsun. Ancak vahiy ile veya perde arkasından
sıdır. Nasıl ki azaların vazifesi olan namaz, ancak zahirî necaset yahut bir peygamber gönderip de kendi izniyle dileyeceğini
ve taharetten temiz olmakla sahih ve caiz oluyorsa, bâtının iba- vahyetmesi suretiyle olur. Çünkü o çok yücedir, hikmet sahi-
deti ve kalbin ilimle ihya edilmesi de necis sıfatlar ve habis ah- bidir.” (42 Şûra/51)
lâkların uzaklaştırılmasından sonra caiz olabilir.
Aynı şekilde ilim rahmetini de kalplere doğrudan doğruya
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: ilka etmez. İlim rahmetini de vazifeli olan melekler vasıtasıyla
“Din, nezafet (temizlik) temeli üzerine kurulmuştur.”166 gönderir. Melekler her türlü kötü ve çirkin sıfatlardan uzak, pak
İster zahirî olsun, isterse bâtınî, nezafet dinin temelidir. Al- ve temizdirler. Onlar ancak güzel yerlere inerler. Yanlarında bu-
lah (Subhanehu ve Tealâ) Kuran'da şöyle buyurmaktadır: lunan rahmet hazineleriyle yalnızca temiz yerleri tamir ederler.
“Müşrikler necistir.” (9 Tevbe/28) Sakın benim hadiste geçen “Beyt” kelimesinden gaye kalp,
Allah (Subhanehu ve Tealâ) bu ayette taharet ve necasetin “kelb” kelimesinden gaye de çirkin sıfatlardır, dediğim zanne-
yalnızca duyu organlarıyla algılanabilen zahirî birer olgu olma- dilmesin. Sadece, hadiste bunlara da işaret vardır demekteyim.
dığına aynı zamanda bâtın ile de alakalı olduğuna dikkatleri Terimleri zahirî manalarını dikkate almadan bâtınî manala-
çekmektedir. Zira müşriklerin bazen bedeni yıkanmış ve elbise- ra hamletmekle, zahirî manalarını esas almakla birlikte “Bâtınî
olarak da şuna işaret ediyor” demek arasında büyük bir fark
166
Bu lafızlarla bulunamamıştır. Fakat benzer bir hadisi İbn Hibban ve
Taberani rivayet etmişlerdir. 167 Buhârî ve Müslim, Ebu Talha el-Ensarî'den rivayet etmiştir.
İlme Teşvik 157 158 İmam Gazali

vardır. Bâtıniye fırkası işte bu inceliği kavrayamamış, kelimeleri Bu manaları ifade eden daha birçok hâdis rivayet edildiği
asıl manalarından soyutlayarak başka bir manada kullanmışlar- gibi basiret sahibi kimseler de buna şahitlik etmektedirler.
dır. Eğer “Nice bozuk ahlâklı kimseler vardır ki hepsi de ilim
Bizim izlediğimiz yol ise kâmil âlimlerin de benimseyip uy- tahsili yapmıştır” dersen şöyle cevap veririz:
guladıkları “itibar” yoludur. İtibarın manası ise ibret almaktır. Onların bilgisi, ahirette kendisine faydası dokunacak, saa-
Yani asıl manayı kabul etmekle birlikte, bu mana ile yetinmeyip detini temin edecek hakikî ilimlerden değildir. Bu kişi nerede,
başka manalar çıkarmaktır. Mesela, akıllı bir kimse başına mu- hakikî ilim tahsili nerede? Zira hakikî ilim, insana daha başlan-
sibet gelen birini gördüğünde o musibetten ibret alır, kendisinin gıçta günahları öldürücü birer zehir olarak gösterir. Öldürücü
de başına böyle bir musibetin gelebileceğini düşünür. Bu dünya olduğunu bile bile zehir içen kimseyi hiç gördün mü? Dilleriyle
inkılâplar dünyasıdır. Bugün başkasının başına gelen musibetin söyledikleri bir sözü kalpleriyle reddeden âlim görünüşlü kişi-
yarın senin başına gelmesi mümkündür hatta mukadderdir. Bu lerden ayet ya da hadis duyman, onun âlim olduğunu göstermez.
sebeple kişinin başkalarının başına gelen musibetlerden ibret İbn Mesud (radıyallahu anhu) şöyle demiştir:
alması akıllıca ve güzel bir hareket olur. “İlim çok rivayette bulunmak değildir. İlim, kalbe atılan bir
O halde sen de insanların yapısı olan “ev” kelimesinden Al- nurdur.”
lah (Subhanehu ve Tealâ)'nın manevî evi olan kalbi, suretinden Başka bir âlim de şöyle der: “İlim, Allah'tan korkmaktan
dolayı değil de yırtıcılığından dolayı zemmedilen köpek kelime- ibarettir. Çünkü Allah (Subhanehu ve Tealâ) “Kulları içinde Allah'-
sinden de köpekleşmiş ruhları anla! tan ancak âlimler korkar” (35 Fâtır/28) buyurmuştur.”
Gazab, oburluk, dünyaya dört elle sarılmak ve insanların şe- Allah (Subhanehu ve Tealâ) bu ayetle ilim meyvelerinin en
ref ve haysiyetleri ile oynamak gibi kötü sıfatlarla dolu olan bir âlâsına işaret buyurmaktadır. Bu sebepten tahkik ehli bir zat,
kalp manen köpektir. Basiret nuru ise suretlere değil manalara âlimlerin “Biz ilmi başka gayeler için öğrenmek istedik. Fakat
bakar. ilim başkası için olmaktan çekindi ve yalnızca Allah için olmayı
Bu âlemde suretler, manalara galip gelmiştir ve manalar su- kabul etti” sözlerinin “İlim bizden uzaklaştı, hakikatini bize gös-
retlerin içindedir. Ahirette ise tam tersi olacak ve suretler mana- termedi. Biz onun ancak kabuğunu ve lâfızlarını elde ettik” ma-
lara tâbi olacak ve manalar üstün gelecektir. İşte bu hikmete bi- nasına geldiğini söylemiştir.
naen her şahıs manevî sureti esas alınarak haşrolunur. Nitekim Eğer “Ben, muhakkik ve fâkihlerden, füru ve usul ilimlerin-
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: de derinleşmiş ve en gözde âlimlerden sayılan birçok kişi gör-
“İnsanların namus perdesini yırtanlar, saldırgan bir köpek; düm ki çirkin ve kötü ahlâklardan arınmış değillerdi” dersen
mallarına ve mülklerine göz dikenler açgözlü bir kurt; onlara şöyle cevap veririz:
karşı gurur ve kibir taslayanlar, kaplan; riyaset peşinde koşanlar İlimlerin mertebelerini ve ahiret ilmini kavradıysan bu kişi-
ise aslan suretinde haşr olacaklardır.”168 lerin uğraştığı ilimlerin faydasının az olduğunu da kavramış ol-
malısın. İlmin zenginliği, bilinenin Allah rızası için tatbik edil-
168 Salebi, et-Tefsir’de Berrâ b. Azib'den rivayet etmiştir. mesindendir. İlimle, Allah'a yaklaşmak kast olunduğu takdirde
İlme Teşvik 159 160 İmam Gazali

onda büyük faydalar vardır. Bu mesele daha önce de açıklanmış- Allah Rasûlünün amcasının oğlu! Üzengimi bırak!' dedi. İbn
tı. Abbas (radıyallahu anhuma) ‘Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve
2. İlim talebesinin ikinci vazifesi ise dünya ile alakasını Sellem) âlimlere hürmet etmemizi emretti' diye cevap verdi. Bu-
azaltıp ehlinden ve yurdundan uzaklaşmaktır. Çünkü dünya ile nu duyan Zeyd, eğilip İbn Abbas'ın elini öptü ve biz de
meşguliyet, ilim tahsil etmekten alıkoyar. Allah (Subhanehu ve Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ehli beytine böyle yap-
Tealâ) şöyle buyurmuştur: makla emrolunduk’ diye karşılık verdi.”170

“Allah, bir adamın içinde iki kalp yaratmamıştır.” (33 Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Ahzab/4) “Zillet müminin ahlâkından değildir. Fakat ilim tahsil eden
Düşünce başka başka sahalar üzerine dağıldığında gerçekle- talebe, hocasına temellük edebilir.”171
ri kavrama gücü de o nispette azalır. Bu hikmeti ifade etmek için Bütün bu sözlerden anlaşılıyor ki, talebe hocasına karşı
şöyle denilmiştir: hürmetkâr olmalı, saygıda kusur etmemelidir.
“İlim, senin tamamını almadıkça birazını bile sana vermez. Hocasından değil de, şöhretli kişilerden istifadeye kalkış-
Ona tamamını versen bile onun birazını alabilmen yine şüpheli- mak, talebenin hocaya karşı böbürlenmesidir. Böyle bir hareket,
dir.” ahmaklığın ta kendisidir. Zira ilim, kurtuluş ve saadete ulaşma
vesilesidir. Bir canavardan kurtulmanın yolunu, ister meşhur bir
Değişik meselelere dağılmış zihinler, çeşitli arklara ayrılmış
kişi göstermiş olsun, isterse namı şanı duyulmayan bir insan,
dereye benzer ki suyun bir kısmını arklar emer, diğer kısmı da
ikisinin arasında hiç bir fark yoktur.
buhar olup uçar. Geriye ekinleri sulayacak bir damla su bile
Hâlbuki cehennem ateşinin Allah'ı bilmeyenlere saldırması,
kalmaz.
canavarın insanlara saldırmasından daha şiddetlidir. Hikmet
3. İlim talebesi ilmiyle kibirlenmemeli ve hocasına karşı
(ilim) müminin kaybetmiş olduğu malıdır. Onu nerede görürse
ukalalık etmemelidir. Her konuda hocasının söylediklerini can
hemen malına sahip çıkar. Kim olursa olsun kendisini bu mala
kulağı ile dinlemelidir. Nasıl ki bir hasta, doktorunun söyledik-
ulaştırana teşekkürü bir borç bilir. İşte bu sebepten dolayı şöyle
lerini can kulağı ile dinleyip söylediklerini harfiyen yerine getiri-
denildi:
yorsa ilim talebesinin durumu da aynen öyle olmalıdır. Hocası-
“Sel, tümseklerin düşmanı olduğu gibi ilim de kibirli gencin
na daima mütevazı davranmalı, hocasına hizmet etmeyi kendisi
düşmanıdır.”
için en büyük bir şeref bilmelidir.
İlim, ancak tevazu göstermek ve dinlemek ile elde edilir. Ni-
Şa'bî169 şöyle anlatır: “Zeyd b. Sabit bir cenaze namazını kıl-
tekim Allah (Subhanehu ve Tealâ) şöyle buyurmaktadır:
dırdıktan sonra kendisini bir katıra bindirmek istediler. Orada
“Muhakkak ki bunda kalbi olan veya hazır bulunup kulak
bulunan İbn Abbas, âlim olan Zeyd'in üzengisini tuttu. Zeyd 'Ey
verenlere büyük bir öğüt vardır.” (50 Kâf/37)

169 170 Taberani, Hâkim ve Beyhaki, el-Medhal: Hâkim'e göre senedi sahih-
Şa'bî çok muttaki ve kıymetli bir âlimdir. Künyesi Ebu Amr, ismi ise
Amr b. Şurahbil'dir. Hemedanlıdır. H.100 senesinde seksen yaşlarında tir.
iken vefat etmiştir. 171 İbn Adiy, Muaz ve Ebu Umame’den zayıf bir senedle rivayet etmiştir.
İlme Teşvik 161 162 İmam Gazali

Ayette geçen “kalbi olan” tabiri ile ilimde anlayışlı ve kabili- sen doğru bir söz söylemiş olursun. Fakat bir talebe hocanın izin
yetli olmak kastedilmiştir. Fakat sadece anlayış ve kabiliyet ye- verdiği konuda soru sorabilir. Zira talebe kendi kendine istediği
terli değildir. Kendisine söylenenlere karşı teşekkür ve tevazu gibi soru sorma hakkına sahip olursa, henüz kavrama imkânın-
göstererek can kulağıyla dinlemesi de gerekir. dan yoksun olduğu meseleleri sorar, bu ise zararlıdır. Bundan
Talebe, hocasına karşı yağan bol yağmuru tamamıyla içine dolayı yol arkadaşı, Musa (Aleyhisselam)’ı zamanı gelmeden önce
çeken yumuşak toprak gibi olmalıdır. Hocasının öğütlerini kabul soru sormaktan menetmiştir. Demek ki hoca, talebenin hangi
etmelidir. Hocası kendisine öğretmek kastıyla bir şey söylerse bilgiyi, ne zaman öğreneceğini daha iyi bilir. Henüz anlaşılama-
hocasının sözünü tutmalı, şahsî fikirlerini bırakarak hocasının yacak derecede olan konulardan soru sorulmaması gerekir.
fikrine sarılmalıdır. Zira hocasının yanlış sözü kendi doğru bilgi- Hz. Ali (radıyallahu anhu) şöyle demiştir: “Kendisine çok so-
sinden daha hayırlıdır. Çünkü tecrübe, insanı garip ve menfaati ru sormamak, cevabında inad etmemek, yorulduğu zaman onu
büyük olan inceliklere ulaştırır. Ateşi çok yükselmiş nice hasta- cevap vermeye zorlamamak, kalkıp gitmeye çalıştığı zaman elbi-
lar vardır ki, doktor onun ateşini başka bir ateşle yükseltmeye sesine yapışıp durdurmaya çalışmamak, gizli yanlarını halka ifşa
kalktığı zaman taaccüp eder ve itiraz etmeye kalkarlar. Hâlbuki etmemek, yanında kimseyi çekiştirmemek, yanılmasını arzu et-
doktorun verdiği hararet, vücuttaki hararetle birleşir ve hastanın memek, yanıldığı zaman mazeretini kabul etmek, Allah'ın emir-
bünyesi doktorun sonradan vereceği ilâçlara mukavemet edecek lerini muhafaza ettiği müddetçe kendisine Allah rızası için hür-
kuvveti kazanır. Doktorun böyle bir muameleye girişmesi, taba- met göstermen, önünde diz çöküp oturman, şayet ihtiyacı varsa
bet ilminden haberi bulunmayan birine çok tuhaf görünebilir. ona herkesten önce hizmet etmeye koşman, âlimin senin üze-
Allah (Subhanehu ve Tealâ), Musa (Aleyhisselam) ve yol arka- rindeki haklarındandır.”
daşı ile ilgili kıssada şöyle buyurmaktadır: 4. İlim talebesi, özellikle tahsilinin ilk dönemlerinde ihtilâf-
“Doğrusu sen benimle olmaya asla sabredemezsin. İçyüzünü lı konulara kulak vermekten çekinmelidir. İhtilâf edilen şey ister
bilmediğin şeye nasıl sabredebilirsin?” (18 Kehf/67,68) dünya ilmi olsun, isterse ahiret ilmi... Çünkü ihtilâflı konular,
Daha sonra da Musa (Aleyhisselam)’a kendisi açıklayıncaya ilme yeni muhatap olan talebenin aklını karıştırır, zihnini bu-
kadar susmasını şart koşarak: landırır, görüşlerini gevşetir, konuları algılama ve araştırmada
umutsuzluğa düşürür.
“O halde bana tâbi olacaksan, ben sana bir şey söylemedikçe sen
bana hiçbir şey sorma!” (18 Kehf/ 70) dedi. Ancak Musa İlim talebesinin ilk olarak yapması gereken; hocasının be-
(Aleyhisselam) sabredemeyerek sorularını sürdürdü ve sorduğu nimsediği yolu, adamakıllı öğrenmektir. Bunu öğrendikten son-
bu sorular ayrılmalarına sebep oldu. ra diğer mezhepleri ve mezhepler arasındaki ihtilafları araştırıp
bu ihtilâfların inceliklerini keşfetmeye çalışmalıdır. Şayet hocası
Sonuç olarak; hocasının görüşlerini dikkate almayıp kendi
müstakil bir görüşe sahip değilse ve sadece mezhepleri, mezhep-
görüşleri doğrultusunda hareket eden talebenin feyizden mah-
ler arasındaki görüş ayrılıklarını aktaran birisi ise onun yanın-
rum olduğunu ve zarara düştüğünü bil!
dan kesinlikle uzaklaşmalıdır. Zira böyle bir hoca, insanı irşad
Allah (Subhanehu ve Tealâ) “Eğer bilmiyorsanız zikir ehlinden
etmekten ziyade dalâlete sürükler. İki gözü kör olan bir adamın
sorun!” (16 Nahl/43) buyurarak bizi öğrenmeye teşvik ediyor der-
İlme Teşvik 163 164 İmam Gazali

körlere yol göstermesi mümkün müdür? Müstakil görüş sahibi Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e bu hususta ruhsat veril-
olmayan bir kimse cahildir, cahil bir insanın ilim verebilmesi ise miştir: “Hatta dokuz kadınla evlenmesi kendisine mübah kılın-
mümkün değildir. dı.”172
İlim tahsiline yeni başlayan bir talebeyi, ihtilâflı ve şüpheli Çünkü Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), ne kadar çok
konulardan uzak tutmak, yeni müslüman olan bir kimseyi, kâfir- olsalar da hanımlarını adil bir şekilde idare edebilecek güçteydi.
lerle bir araya gelmekten ve onlarla birlikte bulunmaktan me- Ancak Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den başkalarının,
netmeye benzer. Aklı ve idrâki sağlam, güçlü bir alimi ihtilaflı bu adaleti sağlamasının mümkün olmamasından dolayı dörtten
meselelere eğilmeye teşvik etmek ise imanı güçlü bir Müslümanı fazlası ile evlenmelerine izin verilmemiştir.
kâfirlerle haşır-neşir olmaya teşvik etmeye benzer. Bundan do- 5. İlim talebesi, faydalı olan ilimlerin hiçbirini ihmal etme-
layı korkak bir kimsenin kâfir saflarına hücum etmesi yasakla- melidir. Her ilimden en azından kendi maksadına yardım ede-
nırken yiğit bir kişinin hücum etmesi teşvik edilmiştir. cek derecede istifade etmeye bakmalıdır. Şayet Allah (Subhanehu
Bu incelikten haberdar olmayan bazı kimseler, imanı sağ- ve Tealâ) kendisine uzun ömür verirse, bu ilimlerin tümünde de-
lam insanlar için yapılması caiz olan ve teşvik edilen kolaylığın rinleşmeye bakmalıdır. Hepsiyle birden meşgul olma imkânına
kendileri için de caiz olduğunu zannettiler. Ancak kuvvetli in- sahip değilse en önemli olana öncelik vererek mükemmel bir şe-
sanlarla zayıf insanların yapacakları şeyler başkadır. Çünkü kilde öğrenmeli, diğer ilimleri ise genel hatlarıyla öğrenmelidir.
kuvvetli ile zayıf arasında büyük fark vardır. İlimler birbirleriyle bağlantılı ve biri diğerine yardımcıdır.
Bir âlim: “Beni ilk zamanlarımda gören sıddîk, sonraları gö- Tam manasıyla meşgul olmak imkânı bulamadığı ilimler hak-
ren ise zındık oldu” demiştir. Çünkü nihayette farzlar ve kında birazcık olsun haberdar olması, en azından onların aley-
müekked sünnetler dışındaki ameller zahirden bâtına intikal hinde bulunmasına mâni olur. Çünkü insan, cahili olduğu şeyin
eder. Bu kimseyi görenler de tembelleştiğini, ibadetleri ihmal et- düşmanıdır. Allah (Subhanehu ve Tealâ) şöyle buyurmuştur:
tiğini zannederler. Aslında durum onların zannettiği gibi değil- “Kâfirler iman edenler hakkında şöyle dediler: "Eğer İs-
dir. Çünkü o, kalbî amellerin en faziletlisi olan zikirle ve müşa- lâm'da bir hayır olsaydı bunnlar, onu kabulde bizi geçemez-
hedeyle meşguldür. lerdi." Bununla muvaffak olamayınca da: "Bu eski bir ya-
Zayıfların, büyük insanların hâl ve hareketlerine bakarak landır" diyeceklerdir.” (46 Ahkaf/11)
kendilerini onlara benzetmeye çalışması, içine azıcık pislik atıl- Ağzının tadı olmayan hasta, en tatlı suyu bile acı bulur.
dığında “Bu necasetin kat kat fazlası denizlere atılmaktadır. Ma- İlimler derecelerine göre, ya insanoğlunu Allah (Subhanehu
demki o necis olmuyor, ben de necis olmam” diyen testinin hâli- ve Tealâ)’nın rızasına ulaştırır ya da ulaştırmaya yardımcı olur.
ne benzer. Biraz necaset testideki suyu necis yapar ama denizi İlimlerin, hedefe yaklaştırma ve uzaklaştırma açısından birçok
asla!
Mesela Allah (Subhanehu ve Tealâ), Rasulüne vermiş olduğu
172 Buhârî ve Müslim, İbn Abbas’tan rivayet etmiştir.
bazı ruhsatları diğer kullara vermemiştir. Mesela başkalarının
dört kadından fazlasıyla evlenmeleri caiz olmamasına rağmen
İlme Teşvik 165 166 İmam Gazali

mertebeleri vardır. İlim tahsilinde olanlar, nöbet bekleyen as- ehemmiyet vermeyenler ve “Bütün bu sözler sûfîlerin uydurdu-
kerler gibidir. Her bir mertebenin de bir rütbesi olup Allah rızası ğu akıl dışı sözlerdir” diyenlere şaşılır.
kastedildiği takdirde rütbelerine göre sevaba nail olurlar. Senin yapman gereken bu gibi durumlarda teenniyle hare-
6. İlim talebesi, birdenbire ilmin herhangi bir dalına dal- ket etmektir. O halde ey hakkı aramaya tâlib olan kişi! Fâkih ve
mamalı, sıra gözetip en önemlisinden başlamalıdır. Çünkü insa- kelâmcıların vâkıf olamadıkları, Ebu Bekir (radıyallahu anh)’ı en
noğlu bütün ilimleri, kısacık bir ömre sığdırmaya muktedir de- yüksek rütbeye ulaştıran sırrı öğrenmeye çalış! Unutma ki o sır-
ğildir. Öyleyse tedbirli davranıp her ilmin güzel ve faydalı kısım- ra ancak aşırı bir istek ve gayretle ulaşabilirsin.
ları ile iktifa ederek bütün gücünü ilimlerin en faziletlisi olan Hülasa; Bütün ilimlerin hedefi, ilimlerin en şereflisi olan
ahiret ilmine harcamalıdır. Ahiret ilminden kastımız; Muamele marifet ilmine sahip olmaktır. Bu marifet ilmi öyle bir deryadır
ve Mükâşefe ilimleridir. Muamele ilminin neticesi Mükâşefe, ki, onun derinliğine hiçbir zaman vâkıf olunamaz. Bu hususta en
Mükâşefenin hedefi ise Marifetullahtır. yüksek mertebeye ulaşanlar; peygamberler, veliler ve onlara tâbi
Marifetullah sözüyle halkın dinleyerek öğrendiği veya vera- olanlardır.
set yoluyla sahip olduğu itikadı ya da kelamcıların hasımlarına Rivayet edilir ki, eski bir mâbedde iki hâkimin heykeli bu-
karşı uyguladıkları mücadele yollarını kastetmiyorum. Kastetti- lunmuş. Birinin elindeki levhada “Her şeyi en güzel bir şekilde
ğim, mücahede ile bâtınını temizlemiş bir kimsenin kalbine Al- yapsan da Allah (Subhanehu ve Tealâ)’yı tanımadıkça, onun her
lah (Subhanehu ve Tealâ) tarafından atılan nûrun semeresi olan şeyin yaratıcısı olduğuna inanmadıkça bir şey yaptığını sanma!”
“Yakîn” ilmidir. Öyle ki kişi bu ilim sayesinde Rasulullah diğerinin elindeki levhada ise “Allah'ı bilmezden önce içerdim
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in “(Peygamberler hariç) bütün kâi- fakat kanmazdım. Allah'ı bildikten sonra ise içmeden kandım”
natın imanı terazinin bir kefesine, onunki diğer kefesine konsa yazılıymış.
Ebu Bekir’in imanı ağır basardı”173 buyurduğu Ebu Bekir 7. İlim talebesi, ilk önce öğrenilmesi gereken ilmi öğrenme-
(radıyallahu anhu)’nun imanı seviyesine yükselir. den başka bir ilme geçmemelidir. Zira ilimlerde takip edilmesi
Bana göre halk yığınlarının inancı ile Kelamcıların düzene zarurî olan tertip ve sıralar vardır. Bazı ilimler, daha üst seviye-
koyduğu ilkeler arasında fark yoktur. Aralarındaki tek fark; Ke- deki ilimler için bir basamaktır. Unutma ki, başarıya ulaşanlar
lamcılar, savundukları ilkelere “Kelâm” adını vermişler ve halkın bu tertip ve sıraya riayet edenlerdir. Allah (Subhanehu ve Tealâ)
inancından ayrı bir havaya büründürmüşlerdir o kadar... şöyle buyurmuştur:
Hâlbuki Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve diğer sahabîler “Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, o kitabı gereği gibi
(radıyallahu anhum) ve kalbindeki sarsılmaz iman ile diğerlerin- okurlar…” (2 Bakara/121)
den üstün olan Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anhu), “Kelam” ilmine Yani bir ilmi veya fenni gereğince öğrenmedikçe başka ilim
vâkıf değillerdi. Ancak onlar imanın zirvesine çıkmışlardı. Bu veya fenne geçmezler. O halde talebenin gayesi; okuduğu ilmi
gerçekleri Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den dinleyip de güzelce kavrayıp bir üst derecedeki ilme yükselmek olmalıdır.
Bir talebenin, müntesipleri arasında ihtilafın bulunmasını,
173 İbn Adiy. Beyhaki de eş-Şuab’da mevkuf olarak nakletmiştir. kişilerin hatalarını veya ilimlerinin gereğiyle amel etmemelerini
İlme Teşvik 167 168 İmam Gazali

mazeret göstererek o ilmin fasitliğine hükmetmesi gerekir. Bazı olduğu halde tıp ilmi, matematik ilminden daha şerefli sayılmış-
kimselerin “Şayet bu ilimlerin aslı-esası olsaydı erbabları ihtilâfa tır.
düşmezlerdi” diyerek aklî ve naklî ilimlere itibar etmediklerini Bu izahatımızdan sonra iyice anlaşılıyor ki, ilimlerin en şe-
görürsün. Bu şüpheler “Miyar'ul-Ulûm” adlı eserimizle izale reflisi Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini bildiren
edilmiştir. İsteyenler oraya bakıp şüphelerden kurtulmaya çalı- ve bu gayeye götürücü yolları gösteren ilimdir. Öyleyse ey ilim
şabilirler. tâlibi! Bu ilimden başka ilimlere, şiddetli bir şekilde tâlip olma!
Bazı kimseler vardır ki; bir doktorun hata yapması sebebiy- Bütün gayen, en şerefli olan bu ilmi elde etmek olsun!
le tıp ilmini tamamen inkâr eder. Bazıları da bir müneccimin sö- 9. İlim talebesinin gayesi iç âlemini faziletlerle süslemek,
zü doğru çıktığı zaman astroloji ilmini en üstün ilim sayar. Yine ileride ise Allah'a mânen yaklaşmak ve mele-i âlaya mukarreb
başka bir grup ise müneccimin yanıldığını görür ve topyekûn meleklerin komşuluğuna yükselmek olmalıdır. Hiçbir zaman öğ-
astrolojiyi inkâra eder. İşte bütün bu gruplar hata yapmaktadır- rendiği ilimle, rütbe, servet ve riyaset peşinde koşmamalıdır.
lar. Doğru olan ise şudur: Bir şeyin öncelikle özü bilinmelidir. Akranlarına karşı böbürlenmeyi veya ayak takımıyla mücadele
Hiçbir ilim, şahıslara göre değerlendirilmemelidir. etmeyi amaçlamamalıdır.
Hz. Ali (radıyallahu anhu) ne güzel söylemiştir: “Hakikati Hiç şüpheye düşmeden kendisi için makbul olan ilmi talep
şahıslara bakarak tanımaya kalkışma! Önce hakikatin kendisini etmelidir ki, bu da ahiret ilmidir. Bu ilmi talep etmekle birlikte
öğren sonra mensuplarını tanırsın.” diğer ilimleri de küçümsememelidir. Farz-ı kifaye olup Kur’an ve
8. İlim talebesi, İlimleri şereflendiren ve değer katan unsur- Sünnet’i anlamaya yardımcı olan fetva, nahiv ve lügat gibi ilim-
ları bilmelidir. İlimlerin değeri iki şey ile ölçülür: lere de hakâret gözüyle bakmamalıdır.
a) Elde edilen semerenin (neticenin) yüceliği Ahiret ilmini fazla övdüğümüze bakıp, diğer bütün ilimleri
b) Delilinin güvenilirliği ve gücü hakir gördüğümüzü zannetme! Zira ilim taşıyanlar, aynen İslâm
Neticesine göre değerlendirilen ilimler din ve tıp ilimleridir. devletinin hudutlarını bekleyen askerlere benzerler. Tıpkı Allah
Bu ilimlerden birinin gayesi ebedî hayat, öbürünün ise dünya yolunda savaşan ve nöbet tutan gaziler gibidirler. Bu gazilerin
hayatıdır. Böyle olunca din ilmi daha şereflidir. bir kısmı muharebe meydanlarında harp eder, bir kısmı ise
harbedenlere yardımcı olur. Bir kısmı muhariplere su taşır, bir
Bir de matematik ve astronomi gibi ilimler vardır. Matema-
diğer kısmı ordunun ağırlığını yani hayvanlarını ve yiyeceklerini
tik ilmi, delilleri daha kuvvetli olduğu için, astronomi'den daha
bekler. Bunların hiçbiri cihad sevabından mahrum kalmaz. Ye-
şereflidir. Fakat tababeti matematikle kıyaslarsak neticesi bakı-
ter ki gaye sadece ganimet elde etmek olmasın! İşte ilimler de
mından tıp ilminin daha şerefli olduğunu söyleriz. Fakat delil
böyledir.
bakımından matematik daha şerefli bir yer işgal eder. Ancak
semerenin, delilden daha kıymetli oluşu, şeref bakımından da Nitekim Allah (Subhanehu ve Tealâ) şöyle buyurmaktadır:
yüksekliğine delâlet eder. “Allah, iman edenlerinizi yükseltir. Kendilerine ilim verilen-

Onun için neticeyi, daha itibarlı kabul etmek daha mantıklı ler için ise (cennette) dereceler vardır. Allah bütün yaptıkla-

ve evlâdır. Bu sebeple daha ziyade nazariye üzerine bina edilmiş rınızdan haberdardır.” (58 Mücadele/11)
İlme Teşvik 169 170 İmam Gazali

“Onlar, Allah katında derece derecedirler. Allah onların rirsen hem âzâd edileceksin hem de mülk sahibi olacaksın. Fa-
yaptıklarını görmektedir.” (3 Ali İmran/163) kat hac etmek üzere hazırlanıp da önüne birtakım engeller çıktı-
Demek ki fazilet nispidir. Sultanlarla kıyaslandığında hâkir ğından dolayı hac edemezsen sadece âzâd olur ve kölelik felâke-
görülen sarraflar, çöpçülerle kıyaslandıklarında ne kadar da üs- tinden kurtulursun. Fakat mülk sahibi olamazsın.”
tün olurlar? Öyleyse en üstün dereceye yükselmeyen birinin Şimdi bu kölenin önünde yapması gereken üç iş vardır:
kıymetsiz bir kişi olduğunu zannetme! Zira en yüce mertebe 1. Binek, azık ve su tedarik etmek.
peygamberlerin, sonra evliyaların, sonra ilimde derinleşmiş 2. Vatanından ayrılarak Kâbe cihetine doğru hareket etmek.
âlimlerin, sonra derece derece sâlihlerindir.
3. Hacda, haccın rükünlerini yerine getirdikten sonra ih-
“Kim zerre miktarı bir hayır işlerse onun mükâfatını göre- ramdan çıkıp geri dönme hazırlıklarını yapmak.
cektir. Kim de zerre miktarı bir kötülük işlerse onun cezasını
Şimdi bu köle yol hazırlıklarının başından sonuna kadar,
görecektir.” (99 Zilzal 7,8)
yola koyulduktan Mekke’ye varıncaya kadar ve orada haccın ilk
(Hangi ilim olursa olsun) İlmiyle Allah (Subhanehu ve rüknünden sonuncusuna kadar, her makamda bir takım merte-
Tealâ)'nın rızasını kastedenin ilmi, kendisine menfaat verir ve beleri geçmek zorundadır. Ebetteki haccın rükünlerine başlayan
değerini yükseltir. bir köle; özgürlüğe, binek ve azık tedarik etmeye yeni başlamış
10. İlim talebesi, ilimlerin maksada ulaştırıcı olan nispetle- bir köleden daha yakındır. Hac rükünlerini tamamlamış olan ise
rini bilmelidir ki, yüce ve yakın olanı değersiz ve uzak olana, mutlu sona en yakın olandır.
önemli olanı da önemli olmayana tercih edebilsin. Şüphesiz kişi İlimler de aynı şekilde üç aşamadan oluşur:
için en önemli olan dünya ve ahiretini ilgilendiren meselelerdir.
1. Azık ve binek hazırlığının yerine geçen kısımdır ki bunlar:
Kuran'ın ifade ettiği ve basiret sahiplerinin müşahede ettiği Tıp, fıkıh ve dünyada bedenin rahatlığını temin eden ilimlerdir.
gibi dünya ile ahireti bir araya getirebilmek mümkün olmadığı
2. Çölleri ve uzun yolları aşarak Mekke’ye ulaşma devresi
için en önemli olan şey, ebedî olandır. Dolayısıyla dünya senin
yerine geçen ilimlerdir. Bu da insanı acz içerisinde bırakan o
için bir misafirhane olur. Beden bir binek, ameller ise maksada
muazzam manevî geçitleri aşmak suretiyle bâtınını, kötü sıfat-
doğru atılan adımlardır. Maksat ise, Allah (Subhanehu ve
lardan temizlemektir. İşte bu hal, yolun başlangıcıdır. Bu yolun
Tealâ)’nın rızasını kazanmaktan başka bir şey değildir.
ilmini tahsil etmek ise, Mekke’ye giden yolun istikametini ve
İlimlerin Mertebeleri konaklarını bilmek gibidir. Yola çıkılmadığı müddetçe yolun is-
Allah (Subhanehu ve Tealâ)'ya mülâki olmaya ve cemalini tikametini ve konak yerlerini bilmenin hiç bir faydası olamaya-
seyretme şerefine göre ilimler üç mertebeye ayrılır. Cemal-i İlâ- cağı gibi ahlakî temizliğe yönelmeden de ahlak ilimlerini bilme-
hî’nin seyrinden maksad; Halk tabakasının ve Kelâmcıların an- nin bir faydası yoktur. Ancak unutulmamalıdır ki yolun istika-
ladığı gibi değil peygamberlerin istediği ve anladığı seyirdir. Bu metini ve konaklarını bilmeden de yola koyulmak mümkün de-
mertebeleri vereceğimiz şu misalle anlatabiliriz: ğildir.
Azâd edilmesi ve mülk sahibi olması için hacca gitmesi şart 3. Haccın ve hac erkânının ifa edilmesi devresi yerine geçen
koşulan bir köleye şöyle denilir: “Eğer hac farizasını yerine geti-
İlme Teşvik 171 172 İmam Gazali

ilimlerdir. Bunlar; Allah'ın zatını, sıfatlarını, fiillerini, melekle- ahiret ilmine tâlip olduktan sonra elde edilen muamele ilminden
rini kısacası Mükâşefe ilmi bölümünde zikrettiğimiz hususların sonra kavuşulan bir nimettir. Kötü sıfatlardan temizlenme yolu-
bütününü bildiren ilimdir. Şayet Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın na girme de, sıfat ilminden sonradır. Tedavi yolu ve bu yolda na-
rızası gözetilirse, bunları öğrenmek ve yapmakta kurtuluş ve sa- sıl hareket edileceğini bildiren ilim ise, beden selâmeti ilminin
adet vardır. Fakat saadete ulaşmak ise yalnızca Allah (Subhanehu ve yardımcısı olan sıhhat sebeplerinin ötesindedir.
ve Tealâ)’yı bilen ariflere mahsustur. Bunlar Civar-ı İlahi’de ve Beden sağlığı ise mesken, yiyecek ve giyecek gibi insanların
Cennet-i Naim’de tertemiz nimetlerle rızıklandırılan, Allah gereksinim duyduğu zorunlu ihtiyaçları temin etmeye yarayan
(Subhanehu ve Tealâ)’ya yakın olma şerefine nail olmuş kişilerdir. yardımlaşma, dayanışma ve cemiyet düzeni içinde yaşamakla
Nitekim Allah (Subhanehu ve Tealâ) şöyle buyurmaktadır: elde edilir. Bu ise hükümdara ve halkı adalet ile yönetecek ka-
“Ölen o kişi, hayırda ileri geçenlerden ise artık onun için bir nunlarına bağlıdır. Kanunları çıkarmak İslam hukukçularının
rahatlık, hoş bir rızık ve nâim cenneti vardır.” (56 Va- vazifeleri iken sıhhat sebepleri ile ilgilenmek de tabiplerin işidir.
kıa/88,89) O halde “İlim, Beden ilmi ve Din ilimleri olmak üzere ikiye ayrı-
Bu mertebeye ulaşamayan yolculara da necat ve selamet lır” diyen bir kişinin din ilimlerinden kastı; bâtınî ilimler değil,
vardır, ancak ulaşanlara verilenler gibi değil… halk arasında yaygın olan zahiri ilimlerdir.
“Fakat amel defterleri sağdan verilenlerden ise ona, 'Sana Eğer “Neden tıp ve fıkıh ilmini yolcunun binek ve azığına
selâm olsun' denir.” (56 Vakıa/90,91) benzettin?” diye sorulacak olursa şöyle cevap veririm:
Maksada yönelmeyen, hedefe ulaşma azminde olmayan ve- Bil ki, Allah (Subhanehu ve Tealâ)'ya yaklaşmak için O'nun
ya hedefe doğru gidip bu gidişte gayesi Allah (Subhanehu ve yolunda adım atan kalptir, beden değildir. Kalp ile gayem elle
Tealâ)’nın rızası değil de geçici birtakım çıkarlar olan bir kimse tutulan, gözle görülen et parçası değildir. Bahsettiğim kalp, es-
ise, Ashab-ı Şimal’den olup, dalâlete düşenler zümresinden sayı- rar-ı ilâhiyyeden bir sırdır ve o, hislerle idrak edilemez. Kalp,
lır. Bu gibiler için kaynar sudan bir ziyafet ve cehennem vardır. ilahî bir letafettir ve bazen ruh ile bazen de “Nefs-i mutmainne”
İlimde derinleşen âlimler indinde makbul olan hakk'el- (itminan ve sükûna kavuşan nefis) ile isimlendirilir. Şeriat ise
yakin, budur. Yani onlar basiret nuru ile bunu görüp kavramış- ona kalp demektedir. Çünkü bu sırrın ilk basamağı kalp diye
lardır. Onların bu müşahedeleri baş gözünün görmesinden daha isimlendirilen bir et parçasıdır. Onun aracılığı ile bütün beden o
güçlüdür. Onlar sadece dinlemekle iktifa etmeyip, onların mana- sırrı yüklenir. Bu sırrın perdesini kaldırmak ancak, Mükâşefe
larına nüfuz etmeye çalışarak yüce derecelere ulaşmışlardır. On- ilmiyle mümkündür. Fakat bu ilmin yazılmasına ve söylenmesi-
ların hâli; verilen haberi tasdik ettikten sonra haberin kaynağını ne izin verilmemiştir. Kalb hakkında yalnızca: “O çok kıymetli
araştırıp gerçeği gözleri ile gören kimsenin hali gibidir. Böyle bir cevher ve kâinatta tertip ve tanzim edilen bütün varlıklardan
olmayanların hâli ise duyduklarını kabullenip gözleriyle görme- çok daha şerefli ve aziz bir mücevherdir ve o, ancak Allah'ın bir
den kabullenen kimse gibidir. Bunlar hakikati müşahede ede- emridir” denilebilir. Zaten Allah (Subhanehu ve Tealâ) şöyle bu-
memişler ve yakîn mertebesine ulaşamamışlardır. yurmaktadır:

O halde saadet, Mükâşefe ilminden sonradır. Mükâşefe ise


İlme Teşvik 173 174 İmam Gazali

“Sana ruh hakkında soruyorlar. De ki: Ruh rabbimin em- rı elde etmeye gücü yetmez. Mesela tek başına ziraat yapması,
rindendir.”(18 İsrâ/85) yiyecek, elbise, mesken ve bunları meydana getiren vasıtaları
Bütün yaratıklar Allah (Subhanehu ve Tealâ)’ya nispet edilir. temin etmesi düşünülemez. Bütün bunları gerçekleştirmek için
Fakat ruhun Allah'a nispeti diğer varlıklardan daha uygun, daha birlikte yaşamak ve yardımlaşmak, zorunluluktur.
münasip ve daha şereflidir. Yaratmak da emir (tedbir ve idare İnsanoğlu bir araya geldiği zaman şehvetler ve arzular da
etmek) de Allah (Subhanehu ve Tealâ)’ya aittir. Ancak emir, ya- çoğalır. Bu sebepten aralarında münazara ve çekişmeler başlar.
ratmaktan daha yücedir. İç mizaçları bozulup yakalandıkları hastalıklar yüzünden ve ha-
Allah'ın emanetini yüklenen nefis ve cevher işte bu ruhtur rici etkilerin doğurduğu rekabet sonucunda meydana gelen sa-
ve bu emaneti yüklendiği için göklerde ve yerde ne varsa hep- vaşlar yüzünden helak olurlar.
sinden yüce ve şerefli olmuştur. Çünkü ondan gayrı bütün var- İç unsurların itidalinin yolunu bilmek tıp ilmidir. Muamele
lıklar bu emaneti yüklenmekten kaçınmışlardır. Zira emir âle- ve fiillerde insanlığın hallerini mutedil bir şekilde korumak yolu
minden korkmuşlardır. Fakat bu kadar övülüyor diye ruhun eze- ise fıkıh ilmidir. Bütün bunlar kalbin bineği olan bedenin ko-
lî olduğu sanılmasın. Zira ruhların ezelî olduğunu iddia eden runması içindir. Kalbini ıslah etmeden, ahlakını düzeltmeden
kimse, ne dediğini bilmeyen mağrur bir cahildir. kendini sadece fıkıh ve tıp ilmine adayan kimsenin durumu; bi-
Konumuzun dışında olan bu mesele üzerinde daha fazla neğini satın alan, yediren, içiren, su kabını hazırlayan fakat bü-
durmayalım. Buradaki gayemiz şunu beyan etmektir: İlâhî bir tün hazırlıklardan sonra hacca gitmeyen kimsenin durumuna
lâtife olan kalp, Allah'a yaklaştırıcı yegâne hassadır. Çünkü Al- benzer.
lah'ın emrindendir. Onun çıkışı emirden olduğu gibi dönüşü de Fıkıh mücadelelerinde, kullanılan kelimelerin inceliklerini
emirdir. Beden ise kalbin bineğidir. Kalp onun vasıtasıyla hare- öğrenmeye çalışmakla ömrünü geçiren bir kimse, bütün hayatını
ket eder. Şu halde hac yolundaki biri için deve ne demek ise, Al- hac yolunda su taşımaya yarayan kabını güzelleştirmekle geçiren
lah yolundaki bir kalp için de beden o demektir. müflis bir kimseye benzer. Bu gibilerin, mükâşefe yoluna götü-
Ruh, bedenin muhtaç olduğu suyu taşıyan kaba benzer. rücü âlet olan kalbin ıslahına uğraşmaları ve buna nispet edil-
Onun için bir ilim, bedenin ihtiyaçlarını gidermeye ve onu selâ- meleri, yukarıdaki insan tipinin hac yolculuğunu ve haccın er-
mette tutmaya çalışıyorsa, o ilim ruha yardım ediyor demektir. kânını bilfiil yapanlara nispet edilmesi gibidir.
Çünkü beden ruhun taşıyıcısıdır. Tıbbın böyle bir ilim olduğu Her şeyden evvel bunu güzelce anlamaya çalış! Sonra, bu
apaçık bir gerçektir. Zira insan, bedenî sıhhatini zahmetlere katlanan, vakitlerinin yüzde altmışını bunları anla-
korumak maksadıyla bazen tıp ilmine müracaat etmek zorunda maya haşreden, avamın ve havassın mücerred şehvetten doğan
kalır. Yalnızken bile insan bu ilme muhtaçtır. taklitçiliğinden kurtulan kimsenin nasihatini dinle! Öğrencinin
Fıkıh ilmi bu noktada tıp ilminden ayrılır: Çünkü insan tek vazifesini anlatmaya bu kadar malûmat yeterlidir.
başına yaşadığı zaman fıkhın çoğu hükmüne ihtiyacı olmaz. An-
cak insan tek başına yaşayamayacak bir fıtratta yaratılmıştır. Zi-
ra tek başına çalışarak yaşaması için gerekli olan bütün vasıtala-
İlme Teşvik 175 176 İmam Gazali

İrşad Edici Muallimin Vazifeleri O, bir lamba fitiline benzer.


İnsanlar, mal ve servet kazanma işinde olduğu gibi ilim Kendisi yanarken başkasını aydınlatır.
edinme işinde de dört durum ile karşı karşıyadır. Mal sahibinin Muallim, bildiklerini öğretmeye başladığı zaman pek büyük
hâlleri şunlardır: ve şerefli bir vazife üstlenmiş olur. Öyleyse muallim, bu şerefli
1. Mal elde etmek için uğraşır. vazifenin adabını ve icaplarını bilmelidir ki bu şerefi korumaya
2. Malı ile kendisini dilenmekten kurtarır. muvaffak olabilsin. Muallimin riayet etmesi gereken kurallar
3. Kazandığı malı kendisi için harcar ve malından menfaat şunlardır:
elde eder. 1. Muallim, öğrencilerine karşı gayet müşfik olmalıdır. On-
4. Elde ettiği malı başkalarına da verir. Bu sayede kişi cö- ları öz evlâdı gibi bilmeli ve öyle muamele etmelidir.
mert ve fazilet sahibi olur. Bu sonuncusu hâllerin en şereflisidir. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
İlim sahibi için de şu dört hal geçerlidir: “Baba evladı için nasılsa ben de sizler için öyleyim.”174
1.İlmi arama ve elde etme aşaması. Muallimin en başta gelen vazifesi, talebelerini ahiret ateşin-
2.Başkalarına soru sormaktan kurtulacağı, kendi kendine den kurtarmaktır. Bu, ana-babanın çocuklarını dünya felâketle-
yeterli olma aşaması. rinden korumasından daha önemlidir. İşte bundan dolayı mual-
limin hakkı, ana-babanın hakkından daha üstündür.
3. Elde ettiği ilim üzerinde düşünme ve ondan istifade etme
aşaması. Ana ve baba, dünyadaki fâni hayatın vesilesidir. Muallim ise
ebedî olan ahiret hayatını kazanmaya vesile olur. Şayet muallim
4. Başkalarına öğretme, ilmini başkaları için de faydalı hâle
olmasaydı babası vesilesiyle elde ettiği, kendisini ebedî felakete
getirme aşaması.
götürürdü. Ebedî ahiret hayatını insana tanıtan yalnızca mual-
Öğrenmek, öğrendiğiyle amel etmek ve bildiklerini başkala-
limlerdir. Muallimden kastımız; ahiret ilimlerini öğreten veya
rına aktarmak, insanı gökler âleminde saygın bir makama ulaş-
dünyadaki tüm uğraşı, ahireti elde etmek olan muallimdir. Yok-
tırır. Çünkü böyle bir insan Güneş gibidir. Kendisini aydınlattığı
sa dünyalık temini maksadıyla ilim öğreten âlimleri kastetmiyo-
gibi başkalarını da aydınlatır ya da kendi kokusundan başkala-
rum. Dünyalık için ilim öğretmek, felâketin ta kendisidir ve öğ-
rını da faydalandıran bir misktir.
reteni helâke sürükler. Böyle bir niyetle öğretmekten Allah'a sı-
Bildikleri ile amel etmeyen kimse ise başkalarına fayda ve- ğınırız.
ren, fakat üzerindeki yazıdan fayda görmeyen bir kitaba ya da
Bir ailenin çocukları arasında nasıl karşılıklı güven, sevgi,
bıçağı bilediği halde kendisi keskinleşmeyen bileme taşına ben-
saygı ve yardımlaşma varsa bir âlimin talebeleri arasında da bu
zer. Aynı şekilde bu kişinin durumu, kendisi çıplak olup da baş-
hasletler yer edinmelidir. Bu da ancak gayeler yalnızca ahiret ol-
kaları için elbise diken iğneye ya da başkalarını aydınlatırken
duğu zaman gerçekleşebilir. Çünkü dünyevî menfaatler peşinde
kendisi yanıp kül olan fitile benzemektedir. Nitekim şair şöyle
söylemiştir:
174Ebu Davud, Nesâî, İbn Mâce ve İbn Hibban, Ebu Hureyre’den riva-
yet etmişlerdir.
İlme Teşvik 177 178 İmam Gazali

koşanların arasında kin ve kıskançlıktan başka bir şey bulun- mektedirler. Muallim kendisini, tarlasını işletmek için başkasına
maz. veren bir adamın amelesi gibi görmelidir. Elbette ki amele, tar-
Âlimler ve ahiret ehli, Allah'a giden yolun yolcularıdır. lanın sahibinden daha fazla menfaate kavuşur. Eğer tarla sahibi
Dünyada geçen ay ve yıllar, o yolun konaklama yerleri mesabe- tarlasını vermemiş olsaydı amelenin çalışma imkânı olmayacak-
sindedir. Birlikte uzak yerlere yolculuk yapanlar arasında kar- tı.
deşlik ve sevgi bağı hâsıl olur. Demek ki yolculuk, sevgi ve mu- Muallim talebesine nasıl minnet yükleyebilir? Hâlbuki kim-
habbete vesile olmaktadır. Öyleyse Firdevs-i âlâ'ya doğru yapı- seye verilmeyen bedeli Allah nezdinde o alacaktır! Şayet öğrenci
lan yolculukta meydana gelen sevgi ve muhabbeti var sen kıyas bulamasaydı bu sevaba nasıl nail olurdu? O halde muallimler
et! çalışmalarının karşılığını sadece Allah'tan beklemelidir. Allah
Dünya saadetleri sınırlıdır. Böyle olduğu için onu elde et- (Subhanehu ve Tealâ) şöyle buyurur:
mek isteyenler birbirleriyle dalaşır, itişip kakışırlar. Âhiret saa- “Ey kavmim! Allah'ın emirlerini bildirmeye karşılık sizden
detinin ise hududu yoktur. Ahiret saadetinde kısıtlama ve darlık herhangi bir mal istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Al-
olmadığından dolayı bu yolun yolcularını birbirleriyle çatışır lah'a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim. Elbette on-
görmezsin. İlmiyle riyaset talep edenler veya ilmini riyaset elde lar rablerine kavuşacaklar.” (11 Hûd/29)
etmek için kullananlar, Allah (Subhanehu ve Tealâ)’nın şu ayeti- Zira bu dünyada (mal da dâhil) mevcut olan her şey bede-
nin ifade ettiği mana dışında kalmaktadırlar: nin hizmetkârıdır. Beden ise ruhun bineğidir. Hizmet edilen sa-
“Muhakkak ki iman edenler kardeştirler.” (49 Hucurât/10) dece ilimdir. Zira insanın şerefi ancak ilimle yükselir. Öyleyse
Onların hali şu ayette kastedilenlerin haline benzemektedir: ilimle mal talep eden kimse, ayakkabısının altını yüzüne sürerek
“(Küfürde birleşip sevişen) dostlar, o gün birbirlerine düş- temizlenmeye çalışan bir kimse gibidir. Çünkü bu kimse, hizmet
mandırlar. Takva sahipleri ise bundan müstesnadır.” (43 edilmesi gereken şeyi hizmetçi, hizmetle mükellef olanı da efen-
Zuhruf/67) di yapmıştır. Tepe üstü düşmek işte budur. Dünyalık karşılığın-
da ilim öğreten kimse Kıyamet günü Allah (Subhanehu ve
2. Muallim, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in sünne-
Tealâ)’nın huzurunda mücrimler safında, başını eğenlerle bera-
tine uymalı ve öğrettiği şeyler için kimseden ücret istememeli-
ber olacaktır. Minnet duymak, muallime ait bir hâldir.
dir. Hatta teşekkür bile beklememelidir. Sadece Allah
(Subhanehu ve Tealâ)'nın rızasını kazanmak ve O'na yaklaşma Günümüzde din, fıkıh okutmakla, kelâm öğretmekle kendi-
maksadıyla öğretmelidir. lerini Allah'ın manevî huzuruna yaklaşmış sayanların eline kal-
mıştır. Bunlar, mal ve rütbe peşinde koşar ve bunları elde etmek
Öğrettiği insanları minnet duygusu altında bırakmamalıdır.
için de zilletin her türlüsüne katlanır. Eğer bu kişiler dalkavuk-
Gerçi talebeler kendisine saygı besleyecektir, fakat muallim böy-
luğu terk ederlerse başka bir meziyetleri olmadığı için kendileri-
le bir şey beklememelidir. Talebelerini, kendisinden öğrenmeye
ni insanların terk edeceğini gayet iyi bilirler.
azmettikleri için takdir etmeli ve onları kendisinden faziletli
görmelidir. Çünkü o öğrenciler kalplerini temizlemek ve Allah'a Öyle muallimler görüyoruz ki, başlarına bir felaket geldi-
yaklaşmak için ilim talebinde bulunmakta ve kendisini dinle- ğinde talebelerinin yanı başlarında bulunmasını, düşmanına
İlme Teşvik 179 180 İmam Gazali

düşmanlık yapmasını, her türlü ihtiyacını karşılamalarını bek- mak lâzımdır. Çünkü talebe belki de bu ilimlerle vaaz etmeyi ve
lemektedir. Eğer talebe, hizmette kusur eder ve yardıma koş- Müslümanları peşinden sürüklemeyi düşünmektedir. İlmi de bu
mazsa, onu en büyük suçu işlemiş gibi kabul ederler ve kendisini gayeyle öğrenmiştir. Fakat bir de bakarsın ki, işin ortasında veya
affedilmez düşman olarak bilirler. Bu zillete düşen kimseler bir sonunda hatasını anlayarak geri döner ve Allah yolunun yolcula-
de utanmadan “Ders vermekteki amacım Allah rızasını kazan- rı arasına katılır. Çünkü öğrenmiş olduğu ilimler içinde dünya-
maktır” derler. Aldanmışların kötü niyetlerine delalet eden bu dan soğutan ve Allah'tan korkutan nice düsturlar vardır. Başka-
alâmetlere bak da ibret al! sına ibret dersi olmak için anlattığı bu düsturlar bir gün kendi
3. Muallim talebelerine nasihat etmeyi kesinlikle ihmal et- kalbini de etkileyebilir.
memelidir. Nasihatlerinde her meseleyi en ince ayrıntısına ka- İlim sayesinde dünyalık elde etmek ve halk tarafından kabul
dar anlatmalıdır. Meselâ, talebenin lâyık olmadığı bir mertebeyi edilmek, aynen kuşun yakalanması için tuzağın içine saçılan
istemesine müsaade etmemelidir. Bir talebenin basit ilim bö- yemlere benzer. Aslında bu yöntemi Allah (Subhanehu ve Tealâ),
lümlerini öğrenmeden gizli ve nispeten kapalı sayılan bölümleri kulları üzerinde uygulamış ve neslin devamı için onların fıtratı-
öğrenmesine mâni olmalıdır. İlim öğrenmedeki gayenin; Allah na cinsî istekler yerleştirmiştir. Aynı şekilde ilmi tahsil etmek
(Subhanehu ve Tealâ)'ya yaklaşmak olduğunu, bundan başka hiç- için, insanın kalbine makam sevgisini ilka etmiştir. Tefsir, Hadis
bir gayenin makbul olmadığını öğretmelidir. veya ahirete yönelik ilimlerde bu yöntem faydalı olabilir. Ancak
Mümkün olduğu ve gücünün yettiği ölçüde ilmiyle dünya sadece hilafiyat (ihtilâflı meseleler), kelâmî mücadeleler ve orta-
malı elde etmeyi çirkin göstermelidir. Hatta bunu öncelikle ken- ya çıkma ihtimali yüzde bir olan teferruat bilgileriyle yetinip di-
di nefsinde göstermelidir. Zira söylediklerini tatbik etmeyen kişi ğer ilim dallarına yönelmemek; gaflet, kalp katılığı, sapıklıkta
yalancıdır ve yalancı, ıslahtan çok ifsad etmeye vesile olur. devam etme ve riyaset sevdasını arttırmaktan başka bir işe ya-
Eğer muallim, talebesinin ilimle sadece dünyayı talep etti- ramaz.
ğini fark ederse, o zaman talebesinin istediği ilme bakmalıdır. Tabii ki Allah (Subhanehu ve Tealâ) bu kişinin kurtuluşunu
Eğer talebesinin istediği ilim, fıkhın ihtilaflı meseleleri, kelâmın murad etmiş ise veya o, tehlikeli olan ilimlerle birlikte dinî ilim-
cedel metodu, ahkâm ve husumet fetvaları ise bu ilimlerin leri de tahsil etmişse kurtulması umulur. Bu sözümüzün delili
ahirette insana fayda vermeyeceğini ve “Biz ilmi Allah için değil, tecrübe ve gözlemlerimizdir. Öyleyse basiret gözünü aç ve sade-
O'ndan gayrı şeyleri elde etmek için öğrendik. Fakat ilim kendi- ce yukarıda saydığımız tehlikeli meselelerle meşgul olanların
sini bize vermedi. Allah'ı kast etmediğimiz için bize yâr olmadı” durumundan ibret al! Allah (Subhanehu ve Tealâ), tek yardımcı-
sözünde kast edilen ilim olmadığını açıklamalıdır. mız ve sığınağımızdır.
Yukarıdaki sözde kast edilen ilimlere gelince onlar tefsir, Süfyan-ı Sevrî'yi mahzun bir halde görenler kendisine bu-
hadis ve Selef-i sâlihînin meşgul olduğu ilimlerdir. Yani nefsin nun sebebini sorarlar, o da şöyle cevap verir: “Biz, dünyayı iste-
ahlâkını ve o ahlâkın kötülüklerinin nasıl temizleneceğini bildi- yenler için ticaret vasıtası olduk. Onlardan bazıları yanımıza
ren ilimlerdir. Talebe bu ilimleri öğrendiği zaman, öğrendikle- geldi ve ders aldı. Bizden öğrendikleriyle kadı, vali ya da kahra-
riyle yine dünyayı isterse o zaman talebeyi kendi hâline bırak- man oldular.”
İlme Teşvik 181 182 İmam Gazali

4. Muallimliğin ince hususiyetlerinden birisi de Muallim, ilimleri küçük görmemelidir. Öğrenciye ilim öğrenmenin yolla-
talebesinin kötü ahlâkını apaçık bir şekilde ve hâkir görerek de- rını açmalı ve başka ilimlerin de faydalarının olduğunu anlatma-
ğil de îma yoluyla ve şefkatli bir şekilde bildirmeli, onu bu kötü lıdır. Şayet muallim, birçok ilmi öğretiyor ise, öğrencinin kabili-
huylardan menetmelidir. Çünkü muallimin talebesini, açık bir yetini göz önünde bulundurarak tedrici bir şekilde devam etme-
şekilde azarlaması, talebenin hayâsızlığını ve karşılık verme ce- lidir.
saretini arttırır, aralarındaki hayâ perdesi yırtılır ve talebe hoca- 6. Muallim talebenin kabiliyetini tespit etmeli ve kaldırabi-
sına muhalefet etmeye cesaret bulur. Muallimlerin muallimi leceği kadar ders vermelidir. Aklının almadığı veya kalbine
olan Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: usanç veren konuları tekrar edip durmamalıdır. Bu hususta da
“Eğer insanlar bir tezeği ufalamaktan menedilseler ‘Mutlaka Allah’ın Rasulüne uymalıdır.
bunda bir şey var’ diyerek o tezeği ufalarlar.”175 Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Âdem (Aleyhisselam) ile zevcesinin yasak edilen ağaca karşı “Biz peygamberler, insanlara seviyesine göre muamelede
takındıkları tavır malumundur. Bu misaller kıssaları bildirmek bulunmak ve anlayabilecekleri şekilde hitab etmekle
için değil onlardan ders ve ibret alman için anlatılmaktadır. Aynı emrolunduk.”176
zamanda îma yoluyla yapılan uyarılar, faziletli ve zeki insanları Öyleyse muallim, talebenin anlayacağı zamanı gözetmeli ve
söylenilen sözlerden anlam çıkarmaya sevk eder. Sezdikleri ma- hakikati o anda söylemelidir. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve
nalardan dolayı mesrur olurlar ve uyarının gereğini yerine ge- Sellem) şöyle buyurmuştur:
tirmeye azmederler.
“İnsanlara akıllarının ermeyeceği sözleri söylemek onlardan
5. Muallimin vazifelerinden birisi de uzmanı olduğu ilimle- bir kısmının sapıtmasına sebep olur.”177
rin dışında kalan ilimleri yermemektir. Lügat ilmiyle uğraşanla-
Hz. Ali (radıyallahu anhu) göğsüne işaret ederek şöyle bu-
rın fıkıh ilmini, fıkıh ilmiyle uğraşanların ise hadis ve tefsir il-
yurdu: “Burada birçok ilimler var. Keşke bu ilimleri devredebile-
mini kötülemesi gibi…
ceğim birisini bulabilsem.”
Mesela fıkıhçılardan bazıları hadis ve tefsir ilimleri için
Hz. Ali (radıyallahu anhu) ne kadar da doğru söylemiştir!
“Sadece işitme ve nakle dayanan, aklın dahlinin bulunmadığı ve
Çünkü iyilerin kalpleri, sırlar mezarıdır.
koca karıların uğraşacağı işlerdir” derler. Kelâm ile uğraşanlar
Âlimin, bildiklerini her yerde söylemesi uygun değildir. Bu
ise fıkıh ilmi hakkında “O, kadınların hayız hâlinden bahseden,
durum, talebenin anlayacağı fakat söylemekle herhangi bir men-
fer'î meseleleri ele alan bir ilimdir. Allah'ın sıfatlarından bahse-
faatin bahis mevzuu edilemeyeceği hallerde böyledir. Acaba bir
den kelâm ilmi ile böyle bir ilim hiç mukayese edilir mi?” derler.
İşte bu ahlâk, muallimler için kerih görülen ahlâklardandır.
Bir ilme sahip olan muallim, bu duruma düşmemek için başka 176Ebu Davud, Aişe (radıyallahu anha)’dan, Ebubekir b. Salur ise İbn
Ömer'den rivayet etmişlerdir. Ebu Huzeyme, es-Siyase’de hadisin sahih
175
“el-Zeria” adlı eserde değişik bir ibareyle zikredilmiştir. İbn Şahin bu olduğunu söylemiştir.
hadisi zayıf bir senedle rivayet etmiştir ve İmam Suyuti tezek yerine di- 177 Ukaylî, İbn Sünnî ve Ebu Nuaym, İbn Abbas (radıyallahu

ken tabirini kullanmıştır. anhuma)'dan zayıf bir senedle rivayet etmişlerdir.


İlme Teşvik 183 184 İmam Gazali

de talebe hiçbir şey anlamazsa nasıl bir durum ortaya çıkmakta- Koyunlar incinin kıymetini ne bilsin?
dır ve bunun için hüküm nedir? İsa (Aleyhisselam) şöyle buyur- İnciyi boyunlarına gerdanlık mı yapayım?
muştur: Eğer lâtif olan Allah kerem eyler de
“Mücevheratı domuzların boynuna takmaktan sakının!”178 İlim ehli birisiyle karşılaşırsam,
İlim ve hikmet, mücevherlerin en kıymetli olanıdır. Onun İlmi ona sunar ve sevgisini kazanırım.
için hikmet ve ilme buğz eden kimse domuzların en çirkinidir.
Ehlini bulamaz isem ilim yanımda kalsın
Bu hikmete binaen “Herkesi kendi aklının ayarıyla ölç ve kendi
Zira ilmi ehlinden gizleyen zalimdir.
bilgisinin terazisiyle tart ki sen ondan emin olasın ve o da sen-
Ehil olmayana veren ise onu zâyi eder.
den bir fayda elde edebilsin” denilmiştir.
7. Muallim, kabiliyetsiz talebelere anlayabileceği kadarını
Âlimin birine bir şey sorulur. Cevap vermeyince suali soran
anlatmalı ve onu da açıkça anlatmalıdır. Böyle bir talebeye “Sa-
kişi kızarak o âlime: “Sen Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve
na öğrettiğim ilmin daha nice incelikleri vardır. Fakat şu anda
Sellem)’in ‘Faydalı bir ilmi gizleyip söylemeyen kimse, kıyamet
bunları kavrayacak durumda olmadığın için söylemiyorum” de-
gününde ateşten yapılmış bir gemle gemlenerek Allah'ın huzu-
mekten sakınmalıdır. Çünkü böyle bir söz o talebenin gayretini
runa getirilir’179 buyurduğunu duymadın mı?” der.
gevşetir, zihnini karıştırır ve hayalini, daima hocasının kendi-
Bunun üzerine âlim: “Sen gemi bırak ve git! Eğer bu sözün
sinden sakladığı şeyler işgal eder ve ilimden anlayabileceği kısmı
manasını anlayan biri gelir de, bu ilmi ondan saklarsam Allah
da tahsil edemez. Çünkü her insan kabiliyet derecesi ne olursa
(Subhanehu ve Tealâ) beni kıyamet gününde onunla gemlendir-
olsun kendini her ilme ehliyetli bulur. Hiç kimsenin kendisine
sin” der.
verilen akıldan (akılsız olsa dahi) şikâyet ettiğini göremezsin.
Allah (Subhanehu ve Tealâ) şöyle buyurmuştur:
Bunların en akılsızı, mevcut olmayan aklının kemaliyle övünen-
“Allah'ın geçiminize dayanak kıldığı mallarınızı aklı ermez- dir. Bu hakikatten anlaşılıyor ki, halk tabakasından, şeriat zinci-
lere (reşit olmayanlara) vermeyin! O mallarla onları besle- riyle bağlanıp teşbih ve te'vil yapmaksızın Seleften gelen inanç-
yin, giydirin ve onlara güzel söz söyleyin.” (4 Nisa/5) ları kalplerine yerleştiren ve bununla beraber gidişatlarını düzel-
Malda hüküm böyle olunca ilimde de yapılması gerekenin ten ve aklına, kaldıramayacağı yükü yükletmeyen kişi, en iyisini
bu olduğu hususunda şüphe yoktur. Ehil olmayan kimselere ilmi yapmıştır. Böylece gereken vazifeyi yerine getirmiş olur. Dolayı-
vermemek, vermekten daha iyidir. Nitekim hak sahibine hakkını sıyla bu anlayışta olan halk tabakasının inancını şüphelere it-
vermemek ne kadar zulüm ise bir kimseye hak etmediğini ver- mek, doğru bir hareket olmaz. Âlimlere düşen vazife, bu insanla-
mek de öylece zulümdür. Nitekim şair şöyle demiştir: rı kendi inançlarıyla ve işleriyle baş başa bırakmaktır. Şayet âlim
İncileri, koyunlar arasına mı saçayım? zahirî tevilleri bu tip insanlara söylerse avam kaydını ortadan
Saçayım da çobanları zengin mi edeyim? kaldırmış ve havassa da bağlayamamış olur.
Böyle olunca halk ile günahlar arasındaki perdeler kalkar ve
178 Ebu Talib el-Mekkî, Kut-ül Külâh; Suyutî, el-Leâli'il-Mesnua. zavallılar inatçı birer şeytan kesilir. Hem kendisini ve hem de
179 İbn Mâce, Ebu Said'den zayıf bir senedle rivayet etmiştir.
İlme Teşvik 185 186 İmam Gazali

başkalarını felâkete sürükler. Halk tabakası ile ilmin ince mese- Allah (Subhanehu ve Tealâ) şöyle buyuruyor:
lelerine dalmak doğru bir hareket değildir. En uygun hareket “Kitab'ı okuduğunuz halde insanlara iyiliği emredip kendi-
onlara ibadetleri öğretmek, yaptıkları işlerde emin birer kişi ol- nizi unutuyor musunuz?” (2 Bakara/44)
malarını temin etmek, Kur'an-ı Kerim’in buyurduğu şekilde Âlime verilen cezanın, cahilin cezasından kat kat üstün olu-
kalplerini cehennem korkusuyla ve cennet aşkıyla doldurmak şunun hikmeti budur. Zira bir âlimin yanlış yola gitmesiyle bü-
için telkinlerde bulunmaktır. Halkı şüphelere itici meselelere gi- yük bir insanlık kitlesi dalâlete düşerek âlime uyabilir. Söz ve
rilmemelidir. Çünkü avamdan bir kişinin kalbini şüpheler sara- hareketlerini doğru bulup onlara uygun hareket edebilir. Onun
bilir. Bu şüphelerden kendisini kurtaracak kabiliyette olmadığı için Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
için derin konularda içine yuvarlandığı şüpheler, helâkine sebep “Kötü bir çığır açan, onun günahını defterine, açtığı o çığırın
olur. günahı yazıldığı gibi o çığıra uyanların günahı kadar daha ilâve
Halkın önünde münakaşa kapısı açılmamalıdır. Çünkü böy- edilir.”
le bir hareket halkın nizamını bozar ve bütün insanların maişe- Hz. Ali (radıyallahu anhu) şöyle buyurmuştur: “İki tip insan
tini tanzim eden ve bunu devam ettiren sanatlar üzerindeki ça- benim belimi kırmıştır: İlmiyle âmil olmayan âlim, ibadetlere
lışmaları gevşetir ve havassın hayatını köreltir. dalan cahil. Çünkü cahil, ameliyle halkı aldatır, âlim ise amelsiz-
8. Muallim ilmiyle âmil olmalıdır. Yani bildiklerini ve öğ- liğiyle…” Ne kadar da güzel bir söz!
rettiklerini öncelikle kendisi yaşamalıdır. Zira bir insanın âlim
olduğu ancak basiretli kimseler tarafından bilinebilir. Amel ise
gözle görülebilen bir hal olduğundan dolayı herkes tarafından
görülebilir.
Kişinin yaptıkları ile söylediklerinin çelişmesi, o kimsenin
sözlerinin değerini iptal eder. Bir insanın kendi işlediği bir fiili
halka yasaklaması gülünç bir davranıştır. Mesela bir şeyden
yeyip de “Onu yemeyin! Çünkü o öldürücü bir zehirdir” diyen
kimseye insanlar sadece güler. Hatta bu sözü söyleyenin yaptı-
ğının daha kötüsünü yaparlar. Kendi kendilerine “Eğer o tatlı
olmasaydı kendisi yemezdi” derler.
İrşad edici bir muallimle irşad edilen öğrencinin durumu,
çamur ile çamura şekil veren kalıbın veya çubuk ile gölgesinin
durumuna benzer. Kalıp olmadan çamura nasıl bir şekil verilebi-
lir? Eğri bir çubuğun da gölgesinin doğru olması imkânsızdır.
Kendin yapmakta olduğun şeyden başkalarını menetme!
Böyle yaparsan bu senin için büyük bir ayıp olur.
188 İmam Gazali

“Ahir zamanda zırcahil abidler ile fasık âlimler olacaktır.”183


6.BÖLÜM “Âlimlere karşı böbürlenmeyin! İlmi de sefihlerle mücadele
etmek ve halkın takdirini kazanmak için öğrenmeyin. Çünkü
böyle yapan ateştedir”184
“Kim bildiği ilmi ehlinden kıskanırsa, Allah onu ateşten bir
gem ile gemler!”185
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Sizin için deccaldan
daha fazla korktuğum bazı kimseler vardır” buyurunca
İlmin Afetleri
Sahabîler: 'Kimdir onlar?' diye sorar. Rasulullah (Sallallahu Aley-
Bundan önce ilim ve âlimlerin faziletleri ile ilgili ayet ve ha-
hi ve Sellem): “Dalâlete sürükleyen önderlerdir” diye cevap ve-
disleri zikretmiştik. Kötü âlimlerin kıyamet günü herkesten da-
rir.186
ha çok eziyet çekeceklerini de bildirmiştik. Burada Müslümanla-
“İlmi çoğaldığı halde hidayeti artmayan kimse Allah'tan
ra düşen vazife ise kötü âlimler ile ahiret âlimlerini birbirinden
uzaklaşıyor demektir”187
ayıran alâmetleri iyice öğrenmektir.
İsa (Aleyhisselam) şöyle buyurmuştur: “Kendiniz şaşkınlıkta
Dünya âlimleri ifadesiyle kastettiklerim dünya lezzetlerine
olduğunuz halde, yolunu kaybedenlere ne zamana kadar rehber-
dalan ve dünya rütbelerine ulaşmak için ilim elde etmeye çalışan
lik etmeye devam edeceksiniz?”188
insanlardır.
Bunlar gibi daha nice hadisler, ilmin büyük tehlikeler içer-
Nitekim Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle bu-
diğine işaret etmektedir. Demek ki âlimler ya ebedî saadete veya
yurmuştur:
ebedî felâkete namzet kimselerdir. Kişi, ilme dalmakla saadet
“Kıyamet gününde en şiddetli azaba duçar olacak kişiler, Al-
bulamamışsa, mutlaka felâketle karşılaşır.
lah (Subhanehu ve Tealâ)'nın ilimlerinden kendilerini faydalan-
Kötü Âlimlerin Alâmetleri
dırmadığı âlimlerdir.”180
Hz. Ömer (radıyallahu anhu): “Bu ümmet için en çok kork-
“Kişi bildiği ile amel etmezse âlim olamaz.”181
tuğum kişiler, münafık âlimlerdir” der. “Bir âlim nasıl münafık
“İlim ikidir: Birincisi, dil ile söylenen ilimdir ki Allah'ın
olur?” diye sorulduğunda ise: “Dili ile âlim, fakat kalbi ve ameli
mahlûkatı üzerindeki bir delilidir. İkincisi ise kalpte olan ilimdir
ile cahil olmak suretiyle” der.
ki kişiye yararı olacak ilim de budur.”182

183 Hâkim, Enes'den zayıf bir senedle rivayet etmiştir.


180 184 İbn Mâce, Cabir’den rivayet etmiştir.
Bu hadis daha önce geçmişti.
181 İbn Hibban, Ravzatu'l Ukalâ’da Ebu Derda (radıyallahu anhu)’dan 185 İbn Mâce, Ebu Said'den zayıf bir senedle rivayet etmiştir.

186 Ahmed b. Hanbel, Ebu Zer (radıyallahu anhu)’dan rivayet etmiştir.


rivayet etmiştir.
182 Tirmizî, en-Nevâdir’de, İbn Abdulberr ise Hasan Basri’den sahih bir 187 Deylemî.

senedle rivayet etmişlerdir. 188 Hâtib, İktizaul-İlm ve'l-Amel.


İlme Teşvik 189 190 İmam Gazali

Hasan el-Basrî der ki: “Âlimlerin ilmini, hâkimlerin hikmet- minin efendisi iken mevkiini kaybedene, zengin iken fakir düşe-
lerini öğrenip de, cahillerin amellerini yapan ahmaklardan ol- ne, dünyanın oyuncağı hâline gelmiş âlime.”
ma!” Hasan Basrî ise: “Âlimlerin cezası kalplerinin ölmesidir.
Bir kişi Ebu Hureyre (radıyallahu anhu)'ya “İlim öğrenmek Kalbin ölümü ise âhiret ameliyle dünyayı istemektir” demiştir.
istiyorum, fakat kaybetmekten korkuyorum” der. Ebu Hureyre Şair şöyle der:
de şöyle cevap verir: “Zaten insanoğlu için ilim öğrenmemekten Hidayeti verip de dalâleti satın alana hayret ederim.
daha büyük bir kayıp yoktur”
Dinini verip dünyayı satın alana daha çok hayret ederim.
İbrahim b. Uyeyne'ye “İnsanlar içerisinde en çok pişman
Dinini başkası için feda edene ise şaşarım.
olanlar kimlerdir?” diye sorulduğunda şöyle der: “Dünyada, yap-
Zira hepsinden daha şaşırtıcı olanı budur.
tığı takdir edilmeyen, âhirette ise âlim olduğu halde ameli nok-
san olan kimselerdir.” Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

Halil b. Ahmed189 şöyle demiştir: “İnsanlar dört kısma ayrı- “Kötü olan âlime öyle şiddetli bir azap verilir ki, azabın şid-
lır: detinden ötürü bütün cehennem ehli seyrine gelir.”191

1. Bilen ve bildiğinin bilincinde olan. Bu kişi âlimdir, ona Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu sözüyle yalancı
tâbi olunuz! âlimi kastetmektedir. Usame b. Zeyd, Rasulullah (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem)’den şu hadisi de rivayet eder:
2. Bilen fakat bildiğinin bilincinde olmayan. Böyle bir kimse
uykudadır, onu uyandırınız! “Kıyamet gününde, âlim getirilip ateşe atılır. Ateşin şidde-
3. Bilmeyen fakat bilmediğinin bilincinde olan. Böyle bir ki- tiyle bağırsakları dışarı fırlar. Değirmen çeviren merkep gibi
şi irşada muhtaçtır. Onu irşad ediniz! onunla döner. Bütün cehennem ehli onu seyre gelir ve: 'Sen ne
yaptın da bu şiddetli azaba uğratıldın?' diye sorarlar. Âlim şöyle
4. Bilmeyen ve bilmediğinin bilincinde olmayan. Böyle bir
cevap verir: 'Ben (dünyada) herkese hayrı tavsiye ediyordum fa-
adam kara cahildir. Ondan kaçınız!”
kat kendim yapmıyordum. Şerden sakındırıyordum fakat ken-
Süfyân es-Sevrî ise: “İlim, ameli çağırır. Gelirse ne âlâ ama
dim işliyordum.”192
gelmezse ilim de kaçıp gider” demiştir.
İbn Mübarek şöyle demiştir:
İbn Mübarek der ki: “Kişi, ilim talebinde bulundukça âlim-
dir. Fakat her şeyi bildiğini iddia eden cahil olur.” “Âlimin en büyük günahı, bildiği halde günah işlemesinden
doğar. İşte bundan dolayı âlim, büyük azaba dûçar olur.”
Fudayl b. Iyaz190 der ki: “Üç kişiye gerçekten acırım: Kav-
“Muhakkak ki münafıklar cehennemin en aşağı tabakasın-

189
dadırlar.” (4 Nisa/145)
Basra'nın Feraid nahiyesindendir. Nahiv ve aruz ilminin büyük oto-
ritelerindendir. H. 100 senesinde doğmuş ve H. 160 (veya 170-175) se-
nesinde vefat etmiştir.
190 Künyesi Ebu Ali'dir. Dedesi Mansur b. Bişr et-Temimî el-Mervezî el- 191 Bu hadis, kendisinden sonra gelen Usame hadisine mana bakımın-
Mekkî'dir. H.187 senesinde Mekke'de vefat etmiştir. Cennet-ul-Muaila dan benzemekte ise de muhaddisler bu ibarelerle rivayet etmemişlerdir.
denen Mekke mezarlığında defnedilmiştir. 192 Buhâri ve Müslim.
İlme Teşvik 191 192 İmam Gazali

Çünkü münafıklar gerçeği bile bile inkâr etmişlerdir. Bu se- kat içi pislik doludur. Yine kötü âlimler, kabirlere benzer. Dışı
beple Allah (Subhanehu ve Tealâ), Yahudileri Hristiyanlardan da- mamur, içi ise ölü kemikleriyle doludur.”
ha kötü olmakla nitelendirmiştir. Hâlbuki 'Üzeyir Allah'ın Bütün bu rivayetler göstermektedir ki dünyaya meyletmiş
oğludur' diyen küçük bir grup haricinde hiçbir Yahudi, Allah'a âlimlerin kıyamet gününde çekecekleri azap, cahil kimselere na-
oğul izafe etmez ve 'Allah üçün üçüncüsüdür’ gibi küfür söz söy- zaran daha şiddetlidir. Kurtuluşa erenler ve Allah'ın rahmetine
lemez. Fakat onları bu büyük cezalara muhatap eden şey, bildik- nail olanlar ise âhiret âlimleridir.
leri halde inkâr etmeleridir. Allah (Subhanehu ve Tealâ) şöyle bu- Ahiret Âlimlerinin Alâmetleri
yurmaktadır: Ahiret âlimlerinin özelliklerinden ilki: Onlar ilimleriyle
“Kendilerine kitap verdiklerimiz, Peygamber'i öz oğullarını dünyayı talep etmezler. Zira ilmin en aşağı derecesi; dünyanın
tanır gibi tanırlar. Böyle olduğu halde içlerinden bir toplu- hakir, değerinin düşük, karanlık ve geçici olduğunu âhiretin ise
luk hak ve hakikati bile bile gizler.” (2 Bakara/146) yüce, devamlı, nimetlerinin berrak ve ebedî, mülkünün ise aza-
“Daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken kendilerine Al- metli olduğunu bilmektir. Âlim bilmelidir ki dünya ile âhiret,
lah katından ellerindeki kitabı doğrulayan bir kitap gelince birbirinin zıddıdır ve birini razı etsen diğerini küstüreceğin iki
ve bilip öğrendikleri hakikatler karşılarına dikilince onu in- kuma gibidirler. Terazinin kefesi gibidirler. Biri ağır bastığı za-
kâr ettiler. İşte Allah'ın lâneti böyle inkârcıların üzerinedir.” man, öbürü mutlaka hafif gelir. Doğu ile batı gibidirler, birine
(2 Bakara/89)
yaklaştığın takdirde öbüründen uzaklaşırsın. Biri dolu, öbürü
boş fincan gibidir. Doludan ne kadar boşaltırsan boş olanı o ka-
“(Ey Rasûlüm!) Yahudilere o kimsenin haberini oku ki, ken-
dar dolar.
disine ayetlerimizi vermiştik de o, bunları inkâr ederek
Dünyanın hakirliğini, bulanıklığını, lezzetlerinin elemle ka-
imandan çıkmıştı. Böylece şeytan onu arkasına takmış da
rışık olduğunu ve nimetlerin geçip gittiğini bilmeyen kimse aklî
azgınlardan olmuştu. İşte onun hâli, üzerine varsan da ken-
dengesini kaybetmiş bir mecnundur. Çünkü gözlem ve tecrübe-
di hâline bıraksan da dilini sarkıtıp soluyan köpeğin hâline
ler insana dünyanın böyle olduğunu göstermektedir. Öyleyse ak-
benzer.” (7 Araf/175,176)
lı olmayan bir insan nasıl âlim olabilir? Ahiret işinin azamet ve
Fâcir âlim de böyledir. Çünkü ayette işaret edilen Bela’m
sürekliliğini bilmeyen kimse âlim değil belki kâfirin ta kendisi-
b. Baûra'ya, Allah'ın Kitabı verildiği halde şehvetlerinin peşin-
dir. Peki, imanı olmayan bir kimse nasıl İslâm âlimi olabilir?
den gitmesi sebebiyle köpeğe benzetilmiştir. Bu gibi kimselere
Dünyanın âhirete zıt düştüğünü, ikisini bir arada tutmanın
ister hikmet verilsin ister verilmesin, daima nefsinin istekleri
muhal olduğunu bilmeyen bir kişi, tüm peygamberlerin şeraitle-
peşinde koşar.
rine cahil ve Kuran’ı başından sonuna kadar inkâr eden bir kişi-
Hz. İsa (Aleyhisselam) şöyle buyurmuştur: dir. Bu adam, nasıl olur da âlimler zümresine dâhil edilebilir?
“Kötü âlimler, bir arkın içine düşüp suyun akmasına mâni Allah'ın dinini kâmil bir şekilde bilen kişi, bütün bilgisine
olan taşın durumuna benzer. Sudan ne kendisi su içer ne de tar- rağmen, âhireti dünyaya tercih etmiyorsa, şeytanın esiridir.
la ve bostanlara ulaşarak onların istifade etmelerine müsaade Şehvetleri onu helâke sürüklemiştir. Böyle bir kişi nasıl olur da
eder. Ayrıca bataklıktaki ota da benzer. Dışı parlak görünür fa- âlimler zümresinden sayılabilir?
İlme Teşvik 193 194 İmam Gazali

Davud (Aleyhisselam) ile ilgili haberlerden birinde Allah leri, ayakkabılarınız Sultan Calut'un ayakkabıları, binekleriniz
(Subhanehu ve Tealâ)’nın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Karun'un binekleri, eşyalarınız Firavun'un eşyaları, günahlarınız
“Şehvetini, bana olan sevgisinden daha üstün tutan âlime cahiliye devrinin insanlarının günahları gibi… Gittiğiniz yol ise
vereceğim en hafif ceza, onu bana münacatta bulunma lezzetin- şeytanın yolunun aynısı… Nerede kaldı Muhammed (Sallallahu
den mahrum etmemdir. Ey Davud! Dünya sevgisi kendisini sar- Aleyhi ve Sellem)'in şeriatı?” Şair der ki:
hoş eden bir âlimi benden sorma! Böyleleri seni, beni sevmekten Çoban, koyununu kurttan korur
alıkoyar. Çünkü böyleleri, kullarımın yolunu kesen eşkıyalardır. Kurt çoban olursa, durum ne olur?
Ey Davud! Beni arayan birini gördüğün zaman, ona hizmetçi ol! Bir başka şair de şöyle demektedir:
Benden kaçan bir kişiyi geri çevirip benim yoluma getireni basi-
Ey memleketin tuzu olan âlimler!
ret sahibi, hâdiselerin inceliklerine vakıf birisi olarak yazarım.
Tuz bozulduğunda ne ile düzeltilir?
Artık bu kimseye kesinlikle azap etmem.”
Arif bir zata “Sence, günahlardan uzaklaşmayıp onlardan
Hasan Basrî demiştir ki: “Âlimin cezası kalbinin ölmüş ol-
zevk alan bir kişi Allah'ı tanıyabilir mi?” diye sorulunca şöyle
masıdır. Kalbin ölmesi ise, âhiret amelleriyle dünyalık peşinde
der: “Dünyayı âhirete tercih edenin Allah'ı tanımayacağından
koşmaktır.”
hiç şüphem yoktur. Hâlbuki senin bana sorduğun kişi, dünyayı
Yahya b. Muaz da şöyle demiştir: “İlim ve hikmetle dünya
ahirete tercih edenlerden daha kötüdür.”
talep edildiği zaman ikisinin de güzellikleri kaybolur.”
Sakın serveti terk eden her âlimi âhiret âlimi zannetme! Zi-
Said b. Müseyyeb der ki: “Sultan ve emirlerle düşüp kalkan
ra makam hırsı, mal hırsından daha zararlıdır.
bir âlim görürseniz bilin ki o hırsızdır.”
Bişr b. Hars el-Hafi şöyle der: “Haddesena (bize söyledi)
Hz. Ömer (radıyallahu anhu) der ki: “Âlimin dünyayı sevdi-
deyimi dünyalık kapılarından birisidir. Bir kişi ‘Haddesena’ de-
ğini görürsen dininiz adına kendisini suçlayın. Zira kişi neyi se-
diği zaman, bil ki o insan "Bana yol açınız ve imamlık yeriniz!”
verse, sevdiği şeye dalar.”
demek istiyordur. Bişr b. Hars, on küsur sandık dolusu kitabını
Mâlik b. Dinar der ki: “Önceki peygamberlere ait bazı kitap- gömmüş ve şöyle demiştir: “Nefsim konuşmamı arzu ediyor.
larda okuduğuma göre Allah (Subhanehu ve Tealâ): 'Dünyayı se- Eğer nefsimin bu arzusunu kırabilseydim konuşurdum.”
ven âlime vereceğim azâbın en hafifi, münâcaatımın tadını onun
Bazı âlimler de şöyle demişlerdir: “Nefsin konuşmayı arzu
kalbinden söküp almaktır' diye buyurmuştur.”
ettiği zaman sakın konuşma! Aksine sükût et! Fakat nefsin ko-
Salih bir kişi, dostuna şöyle bir mektup yazmıştı: “Sana ilim nuşmayı sevmez bir hâle geldiği zaman konuşmaya çalış! Ko-
verilmiştir. İlminin nurunu günahların zulmetiyle söndürme! nuşma kabiliyeti insana büyük bir haz verir. İrşad seviyesinde
Yoksa ilim sahipleri Kıyamet günü ilimlerinin nuruyla dolaşır- olmak ise insana dünya nimetlerinin hemen hemen hepsinden
ken sen karanlıklar içinde kalırsın.” daha çok haz verir. Bu bakımdan nefsinin isteğine uyanlar, dün-
Yahya b. Muaz er-Râzî dünya peşinde koşan âlimlere şöyle yaya bağlanan kişilerden olur.”
hitab ediyordu: “Ey ilim sahipleri! Köşkleriniz kayserlerin köşk-
leri, evleriniz kisrâların evleri, elbiseleriniz vezir Tahir'in elbise-
İlme Teşvik 195 196 İmam Gazali

Süfyân es-Sevri der ki: “Konuşmanın fitnesi, malın ve çocu- sıflandırmıştır ve dünya âlimleri (kötü âlimler) hakkında şöyle
ğun fitnesinden daha şiddetlidir. Konuşma fitnesinden nasıl buyurmuştur:
korkmazsın? Hâlbuki Allah (Subhanehu ve Tealâ) rasûllerin efen- “Vaktiyle Allah, kendilerine kitap verilenlerden (âlimlerden)
disine şöyle buyurmaktadır: şöyle teminat almıştı: Cemâlim hakkı için, Kitab'ı muhakkak
“Eğer biz sana sebat vermemiş olsaydık, sen onlara az da ol- insanlara açıklayıp anlatacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz!
sa meyledecektin.” (17 İsrâ/74) Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa de-
Sehl193 şöyle demiştir: “İlmin tamamı dünyalıktır. Ahiret ğiştiler. Yaptıkları alış-veriş ne kadar da kötü!” (3 Ali İm-
için olan ilim ise onunla amel edilendir. Ameller de kasırganın ran/187)
önündeki toz gibidir. İhlâslı kısmı müstesna…” Âhiret âlimleri hakkında ise şöyle buyurmuştur:
Yine Sehl şöyle demiştir: “Âlimler hariç, bütün insanlar “Şüphesiz kitap ehlinden (Hıristiyan ve Yahudilerden) kimi
ölüdür. İlmiyle amel edenler hariç, bütün âlimler sarhoştur. de vardır ki, hakka boyun eğer oldukları halde Allah'a iman
Amelinde ihlâslı olanlar hariç, amel sahiplerinin hepsi de mağ- ettikleri gibi size indirilen Kuran'a da, kendilerine indirilen
rurdur. İhlâslı kimse ise büyük bir korkunun içinde yaşayan Tevrat ve İncil'e de iman ederler. Allah'ın ayetlerini birkaç
kimsedir. Çünkü sonunun nasıl olacağını bilmemektedir.” paraya satıp dünya menfaati elde etmezler! İşte bu mümin-
İsa (Aleyhisselam) şöyle buyurmuştur: “Varacağı yer âhiret lere rableri katında mükâfatlar vardır.” (3 Ali İmran/198)
iken dünyaya meyleden kimse nasıl olur da ilim erbabından sa- Seleften bazıları şöyle demiştir: “Âlimler, peygamberler
yılabilir? Amel etmek için değil de başkalarına anlatmak için zümresiyle, kadılar ise sultanlarla beraber haşrolunur.” Kadılar
ilim öğrenen kimse nasıl âlim olabilir?” zümresi içine ilmiyle dünya talebinde bulunan her fâkih girer.
Salih b. Keysan el-Basrî şöyle buyurmuştur: “Medine-i Mü- Ebu Derda (radıyallahu anhu)’dan rivayet edildiğine göre
nevvere ve diğer İslâm beldelerinde yaşayan büyük âlimlere ye- Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
tiştim. Hepsi de hadis bilen ve aynı zamanda fâcir olan âlimden “Allah (Subhanehu ve Tealâ), peygamberlerinden bazılarına
Allah'a sığınırlardı.” şöyle vahyetti: Amel etmek için değil de başka gayeler için ilim
Ebu Hureyre (radıyallahu anhu)’dan rivayet edildiğine göre tahsil eden, ahiret ameliyle dünyayı talep eden, din için değil
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: dünya menfaatleri için ilim öğrenenlere, kalpleri kurt kalbi gibi
“Kendisiyle Allah (Subhanehu ve Tealâ)’nın rızası kazanılacak olup halk için koyun postuna bürünenlere, dilleri baldan tatlı,
olan bir ilmi, sırf dünyalık elde etmek için talep eden kimse Kı- kalpleri sabır otundan daha acı olanlara, beni kandırmaya çalı-
yamet günü cennetin kokusunu alamaz.”194 şıp benimle istihza edenlere söyleyin! İzzetim hakkı için onlara
Allah (Subhanehu ve Tealâ) kötü âlimleri, ilimleriyle dünyalık öyle bir fitne kapısı açarım ki, en hâlim olanlarını bile şaşkın bı-
elde edenler olarak, ahiret âlimlerini ise huşû ve zahidlik ile va- rakır.”195
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
193 Zinnûn-i Mısrî'nin talebesidir. H. 283 yılında vefat etmiştir.
194 Ebu Davud ve İbn Mace. 195 İbn Abdulberr, zayıf bir isnadla rivayet etmiştir.
İlme Teşvik 197 198 İmam Gazali

“Bu ümmetin âlimleri iki sınıftır. Birincisi; Allah'ın kendi- (Subhanehu ve Tealâ) da Musa (Aleyhisselam)’a ‘Âdem ve Âdem'-
sine lütfederek verdiği ilmi sadece Allah rızasını kazanmak için, den sonraki peygamberlerin dua ettikleri gibi dua etsen de bu
başka hiç bir karşılık beklemeden halka öğretir. Bunlar için ha- dileğini yerine getirmem. Fakat onu neden bu hâle getirdiğimi
vada uçan kuşlar, denizde yüzen balıklar, karada gezen hayvan- sana haber vereyim. Çünkü o, din ile dünyalık elde etmeye çalı-
lar ve Kirâmen Kâtibin melekleri dua ederler. Bu kimseler, şe- şıyordu’ diye vahyetti.”
refli bir efendi olarak peygamberlerin refakatinde kıyamet gü- Bu hikâyeden daha dehşet verici olanı da bazı rivayetlere
nünde Allah'ın huzuruna çıkar. İkincisi; Allah (Subhanehu ve göre Muaz b. Cebel’in sözü, bazı rivayetlere göre de Rasulullah
Tealâ)'nın kendisine öğrettiği ilimde cimrilik edip bildiklerini Al- (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in hadisi olarak aktarılan şu rivayet-
lah'ın kullarına sadece dünya malı karşılığı öğretir. Böyle bir tir:
kimse kıyamet gününde ağzına ateşten gem vurulduğu halde “Âlimin maruz kaldığı fitnelerden biri de dinlemekten çok
huzura gelecektir ve bir münadi şöyle seslenecektir: 'Şu falan oğ- konuşmayı sevmesidir.”197
lu filândır! Dünyada Allah ona ilim verdi. O ise, Allah'ın verdiği
Konuşmada, süsleme ve uzatma olduğu için, konuşanın ya-
bu ilmi Allah'ın kullarından esirgedi onun karşılığında dünyalık
nılgıdan kurtulması çok zordur. Sükûtta ise selâmet ve ilim var-
aldı ve ilmi karşılığında dünya menfaati sağladı ve az bir paha ile
dır. Âlimler kısım kısımdır:
sattı.’ Bu kişi insanların hesabı bitinceye kadar bu şekilde azap
1. İlmini kıskanır ve başkaları tarafından bilinmesini iste-
içinde kalacaktır.”196
mediği için kimseye bir şey öğretmez. Böyle bir âlim, ateşin bi-
Bu hadisten daha şiddetlisi de vardır ki o da rivayet edilen
rinci tabakasındadır.
şu hikâyedir:
2. İlmî konularda kendisine itiraz edildiği veya fikrine karşı
“Vaktiyle Hz. Musa'ya hizmet etmiş bir kişi sürekli olarak
konulduğu zaman büyük bir öfkeye kapılan âlimler. Bunların ye-
'Allah'ın temiz kulu Musa, bana şöyle söyledi, Allah'ın sırdaş ku-
ri ateşin ikinci tabakasıdır.
lu Musa, bana şunu söyledi. Allah'ın kendisiyle konuştuğu Musa,
3. İlmini ve hikmetli sözlerini zenginlere ve makam sahiple-
bana böyle söyledi' diyerek birçok servet elde etti ve zengin oldu.
rine tahsis edip, fakirlere hiçbir şey vermeyen âlimler. Bunların
Serveti çoğalınca Hz. Musa'nın huzuruna gelmez oldu. Hz. Musa
yeri ise ateşin üçüncü tabakasıdır.
herkese ondan haber soruyor fakat bir türlü izine rastlayamı-
4. Kendisini fetvaya ehil görüp yanlış fetvalar veren âlimler.
yordu. Günün birinde Hz. Musa'nın huzuruna elinde domuz ve
Hâlbuki Allah (Subhanehu ve Tealâ) kendiliğinden fetva verenlere
domuzun boynunda siyah bir ip bulunan birisi geldi. O gelen ki-
buğz eder. Bunlar, ateşin dördüncü tabakasındadırlar.
şiye Hz. Musa eski dostunu sordu, adam 'Evet, o sorduğun adam
şu gördüğün domuzdur' diye cevap verince Hz. Musa, Allah'a 5. İlminin çok olduğunu göstermek için Yahudi ve Hıristi-
yalvararak 'Ya Rab, onu eski hâline döndür! Döndür de ona ne- yanların kelâmıyla konuşan âlimler. Bunlar da ateşin beşinci ta-
den bu hâle geldiğini sorayım' diye niyazda bulundu. Allah bakasındadır.
6. İlmini, insanlar arasında üstünlük ve şöhret vasıtası ola-
196Taberani el-Evsat’ta, İbn Abbas (radıyallahu anhuma)’dan zayıf bir
isnadla rivayet etmiştir. 197 Ebu Nuaym; İbn Cevzî, Mevzuat.
İlme Teşvik 199 200 İmam Gazali

rak kullanan âlimler. “Derken Karun, ihtişamı içinde kavminin karşısına çıktı.
7. Kibir ve gururlarına yenilen, başkalarına vaaz ettiği za- Dünya hayatını arzulayanlar: ‘Keşke Karun'a verilenin ben-
man sert davranan, kendisine vaaz edildiğinde ise gurur ve kibri zeri bizim de olsaydı. Doğrusu o çok şanslı’ dediler. Kendile-
sebebiyle nasihat dinlemeyen âlimlerdir. İşte bunlar da ateşin rine ilim verilmiş olanlar ise: ‘Yazıklar olsun size! İman edip
yedinci tabakasındadır. Kardeşim! Sen susmayı tercih et! Sus- iyi işler yapanlara göre Allah'ın mükâfatı daha üstündür.
mayı tercih et ki, bu hâlinle şeytanı mağlup edebilesin! Gereksiz Ona da ancak sabredenler kavuşabilir’ demişlerdi.” (28
yere gülmekten ve amaçsız yürümekten sakın! Bir başka hadiste Kasas/79,80)
şöyle buyrulmaktadır: Allah (Subhanehu ve Tealâ) bu ayette ilim ehlini, âhireti dün-
“Bazı kimselerin medh-u senası doğudan batıya yayıldığı yaya tercih etmekle nitelemektedir.
halde Allah indindeki değeri bir sivrisinek kanadı kadar bile de- Ahiret âlimlerinin alâmetlerinden bir diğeri de fiillerinin,
ğildir.”198 sözlerine zıt olmaması ve kendisinin yapmadığı bir fiili başkası-
Hasan Basrî’nin vaazını dinleyen Horasanlı bir kişi vaazdan na tavsiye etmemesidir.
sonra Hasan Basrî’ye içinde beş bin dirhem bulunan bir kese ve Allah (Subhanehu ve Tealâ) şöyle buyuruyor:
ince bir kumaştan yapılmış on elbise hediye eder ve: “… insanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz?”
“Ey Ebu Said! Bu keseyi nafaka olarak, elbiseleri de giyin- (2 Bakara/44)
men için sana veriyorum” der. Hasan Basrî şöyle karşılık verir: “Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında sevilmeyen
“Allah sana afiyet versin! Benim bu hediyelere ihtiyacım yoktur. bir şeydir.” (61 Saf/3)
Onun için sen bunları al ve götür! Zira benim gibi vaaz kürsüle- Allah (Subhanehu ve Tealâ) Şuayb (Aleyhisselam)'ın kıssasında
rine oturan kişiler halktan hediye alırsa, kıyamet günü Allah'ın şöyle buyurur:
huzuruna nasipsiz olarak çıkar.”
“Şuayb şöyle dedi: Ey kavmim! Söyleyin bakayım, eğer ben
Câbir (radıyallahu anhu)’dan mevkuf ve merfû olarak şöyle rabbimden bir peygamberlik üzerinde bulunuyorsam ve O,
rivayet edilir: bana katından güzel bir rızık vermiş ise ne yapayım? Ben
“Her âlimin yanında oturmayınız! Ancak sizi şu beş şeyden aykırı hareket etmek suretiyle sizi alıkoyduğum şeylere ken-
sakındırıp diğer beş şeye davet eden âlimlerin yanında oturun: dim düşmek istemiyorum.” (11 Hûd/88)
Şekten yakîne, riyadan ihlâsa, dünya isteğinden zühde, kibirden “Allah'tan korkun! Allah size gerekli olanı öğretiyor. Allah
tevâzûya, adavetten nasihate...”199 her şeyi bilmektedir.” (2 Bakara/282)
Çünkü Allah (Subhanehu ve Tealâ) şöyle buyuruyor: “Allah'tan korkun ve muhakkak O'nun huzuruna varacağı-
nızı bilin. Takva sahibi müminlere cenneti müjdele!” (2 Ba-
198 Ebu Talib el-Mekkî, Kut'ul Kulûb. Irakî böyle bir metne rastlamadı-
kara/223)
ğını söylemiştir. Ancak Buhârî ve Müslim farklı lafızlarla Ebu
Hureyre’den nakletmişlerdir. “Allah'tan korkun ve emrini dinleyin!” (5 Mâide/108)
199 Ebu Nuaym, el-Hilye; İbn Cevzî bu hadisin uydurma olduğunu söy-
Allah (Subhanehu ve Tealâ), kulu ve rasulu olan İsa
lemiştir.
İlme Teşvik 201 202 İmam Gazali

(Aleyhisselam)’a şöyle vahyetmiştir: “Ey Meryem'in oğlu! Evvelâ Hatem el-Asam der ki: “Kıyamette en büyük hasreti çekecek
nefsine nasihat et. Eğer bu nasihati nefsin kabul ederse, ondan olanlar, öğrettiği ile başkası amel edip kurtulduğu halde kendisi
sonra nefsinin kabul ettiği şeyi halka tavsiye et. Şayet nefsin ka- amel etmeyip helak olan âlimdir.”
bul etmezse onu başkalarına tavsiye etmekten, benden utanarak Malik b. Dinar şöyle buyurmuştur: “Âlim, ilmiyle amel et-
kaçın!” medikçe, vaaz ve nasihati başkasının kalbinde yerleşmez. Tıpkı
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: yağmurun kupkuru taşlara tesir edemediği gibi…”
“İsrâ gecesinde dudakları ateşten makaslarla kesilen bazı Şair ne de güzel söylemiştir:
insanların yanından geçerken onlara kim olduklarını sordum.
Ey halka nasihat eden! Sen töhmet altındasın…
Bana ‘Biz, dünyada halka iyiliği emreder fakat kendimiz yap-
Ayıp saydığın şeyleri sen işliyorsun.
mazdık. Sakındırdığımız kötülükleri biz kendimiz yapardık’ diye
cevap verdiler.”200 Var kuvvetinle halka nasihat ediyorsun.
“Ümmetimin helâki, fâcir âlim ile cahil âbidler yüzünden- Yemin ederim ki felâketleri sen topluyorsun.
dir. Şerlilerin en şerlisi kötü âlimler, hayırlıların en hayırlısı ise Dünyayı ve onu isteyenleri ayıpladığın halde
iyi âlimlerdir.”201 Onu, onlardan daha çok seviyorsun.
Evzai şöyle demiştir: “Kabirler, kâfir leşlerinden duydukları Başka bir şair ise şöyle söyler:
kötü kokudan Allah'a sığındıkları zaman Allah (Subhanehu ve
Benzerini yaptığın bir fiili başkasına yasak etme!
Tealâ) onlara şöyle vahyetti: Kötü âlimlerin içi sizin içinizdeki
Böyle bir hareket senin için, en büyük ayıptır.
leşlerden daha pis kokuyor.”
İbrahim b. Ethem der ki: “Mekke-i Mükerreme'de bir taş
Fudayl b. Iyaz der ki: “Bana ulaşan bilgilere göre kıyamette
gördüm. Üzerinde aynen şunlar yazılıydı: 'Beni çevir ve ibret al!'
kötü âlimler putperestlerden önce azap göreceklermiş.”
Taşı çevirdim ve bu sefer şöyle bir yazı ile karşılaştım: Bildiğinle
Şa'bî şöyle demiştir: “Kıyamet gününde cennetliklerden bir
amel etmeyen sen, niçin bilmediğin şeyin ilmini talep ediyor-
grup, cehennemliklerden bir gruba şöyle seslenecektir: 'Sizi ce-
sun!”
henneme sokan şey nedir? Hâlbuki sizin bize bildirmiş olduğu-
nuz ilim ve edeb sayesinde biz, Allah'ın rahmetine nail olduk ve İbn Semmak202 şöyle der: “Allah'ı hatırlatan nice kimseler
cennete girdik. Siz nasıl oluyor da cehennemdesiniz?' Cehen- vardır ki Allah'ı unutmuştur. Nice kimseler vardır ki, halkı Al-
nemde olanlar şöyle cevap verecekler: 'Biz, hayrı emreder fakat lah'a yaklaştırmaya çalışır fakat kendisi alabildiğine Allah'tan
kendimiz yapmazdık, kötülüklerden sakındırır fakat kendimiz uzaktır. Yine nice kimseler de vardır ki, Allah'ın Kitabı'nı okur
işlerdik.” fakat okuduğundan bir fayda görmez!”
İbrahim b. Ethem der ki: “Vallahi sözlerimizde kurallara
200 İbn Hibban, Enes (radıyallahu anhu)’dan rivayet etmiştir. özen gösteriyor ve hata yapmıyoruz fakat iş amele gelince, hata
201 Darimi, Ahvas b. Hakîm'den rivayet etmiştir.

202Künyesi Ebu Abbas Muhammed b. Sebîh'dir. H. 183 yılında vefat


etmiştir.
İlme Teşvik 203 204 İmam Gazali

üstüne hata yapıyoruz.” İbn Mesud (radıyallahu anhu) şöyle demiştir: “İnsanlar üze-
Evzai der ki: “İrab203 geldiği zaman kalpte bulunması gere- rine öyle bir zaman gelecek ki imanın verdiği tatlılık, tuza bula-
ken huşû gider.” nacaktır. Ne âlim ilminden ne de talebe öğrendiğinden fayda
Mekhul, Abdurrahman b. Ganem’in şöyle dediğini rivayet görmeyecektir. O zamandaki âlimlerin kalpleri çorak ve tuzlu bir
eder: Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ashabından on ki- araziye benzer. Üzerine yağmur yağar fakat yağmur, araziye fay-
şi bana şöyle bir nakilde bulundu: 'Biz sahabelerden bir grup, da vermez. Bu durum, âlimlerin kalplerinin dünyaya meylettiği
Kuba mescidinde ilim tedris ediyorduk. Bu esnada Allah'ın ve dünyayı âhirete tercih ettiği zaman hâsıl olur. İşte o zaman
Rasulu çıkageldi. Bizi, okur ve okutur halde gördükleri zaman Allah (Subhanehu ve Tealâ), hikmet pınarlarını onlara kapatır ve
şöyle buyurdular: gönüllerindeki hidayet kandillerini söndürür. O zamanın âlimle-
rine rastladığında onları (dilleriyle) Allah'tan korkar görürsün.
“Öğrenebildiğiniz kadar öğreniniz fakat öğrendiklerinizle
Hâlbuki amellerindeki eksiklik aşikârdır. İşte o zaman diller
amel etmedikçe, Allah size mükâfat vermez.”204
zengin, gönüller ise fakirdir. Kendisinden başka ilah olmayan
İsa (Aleyhisselam) şöyle buyurmuştur: “Öğrenip de öğrendi-
Allah'a yemin ederim ki bunların yegâne sebebi, Muallimlerin
ğiyle amel etmeyen kişinin hâli, gizlice zina eden ve hâmile ol-
de talebelerin de gayelerinin Allah (Subhanehu ve Tealâ)’nın rızası
duğu görüldüğü zaman rezil olan kadının durumuna benzer.
olmamasıdır.”
Aynen zâniye kadın gibi ilmiyle amel etmeyen kimseyi de Allah
Tevrat ve İncil'de “Bildiğinizle amel etmedikçe bilmedikle-
(Subhanehu ve Tealâ) kıyamet gününde herkesin gözü önünde re-
rinizi araştırmayın!” hükmü yer alır.
zil eder.”
Huzeyfe (radıyallahu anhu) şöyle der: “Siz öyle bir zamanda-
Muaz (radıyallahu anhu) şöyle buyuruyor: “Âlimin hataya
sınız ki, bildiklerinizin onda birini terk etseniz helâk olursunuz.
düşmesinden Allah'a sığınınız. Çünkü insanlar nezdindeki iti-
Fakat bir zaman gelecektir ki, kişi bildiğinin onda birini uygula-
barları yüksektir ve hata ettiğinde de ona uyarlar.”
dığında kurtulacaktır. Bunun sebebi ise o zamanda tembellerin
Hz. Ömer (radıyallahu anhu) der ki: “Âlim, bir hataya düştü-
çoğalmasıdır.”
ğü zaman halk da onunla birlikte aynı hataya düşer.”
Bil ki âlimler, kadılar gibidir. Kadılar hakkında Rasulullah
Yine Ömer (radıyallahu anhu) şöyle der: “Üç şey vardır ki,
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor: “Kadılar üç kısma
onlarla bu âlemin nizamı sarsılır. Bunlardan birisi âlimin hataya
ayrılır:
sapmasıdır…”205
1- Bildiği halde hak ile hükmeden kadı ki böyle bir kadı,
cennetliktir.
203 Bir ibareyi gramere göre düzgün okumak.
204 İbn Abdulberr, İlim.
2- İster bilsin isterse bilmesin, zulümle hükmeden kadı ki
205 Hz. Ömer'in işaret buyurduğu üç şey Muaz (radıyallahu anhu)'dan böylesi cehennemliktir.
nakledilen bir hadiste şöyle geçer: "Âlimin günaha sapması, Kuran'ı bi- 3- Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın emrinin dışındaki birtakım
len münafığın tartışması, kapılarını insana ardına kadar açan bir dün-
ya...
İlme Teşvik 205 206 İmam Gazali

hükümlerle hükmeden kadı ki bu da cehennem ehlindendir.”206 hiçbir ecir yoktur. Sefihlerin gayesi, ilmi sadece rivayet etmektir.
Kab'ul-Ahbar şöyle der: “Ahir zamanda insanları dünyadan Âlimlerin gayesi ise rivayet değil, o ilme riayet etmektir.”
menedip kendileri bütün güçleriyle dünyaya sarılan, halkı Allah- Mâlik şöyle demiştir: “İyi niyetle olmak şartıyla ilim tahsil
'ın azabından korkuttuğu halde kendileri korkmayan, yöneticile- etmek de ilmi neşretmek de çok güzeldir. Öyleyse sabahtan ak-
rin yanına girmekten menedip kendileri yöneticilerin eşiğini şama kadar sana gerekli amelleri gözden geçir ve hiçbir şeyi on-
aşındıran, dünyayı âhirete tercih eden, zenginlerle konuşup fa- lara tercih etme!”
kirlere sırt çeviren, karılarını kıskanan bir koca gibi ilmini baş- İbn Mesud şöyle der: “Kuran, kendisiyle amel edilmek için
kalarından kıskanan, kendini dinleyenlerden birisi, başka vaize gönderildiği halde siz sadece onun okunmasını amel kabul edi-
gittiği zaman hiddete kapılan âlimler olacaktır. İşte mütekebbir yorsunuz. Sizden sonra öyle kimseler gelecek ki Kuran'ı harfle-
ve Allah'ın düşmanları bunlardır.” rin mahreçlerine riayet ederek pek güzel okuyacaklardır. Fakat
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Şeytan sizi çoğu za- onların en hayırlınız olduğunu sanmayın. Zira bildiği ile amel
man ilimle aldatır” buyurunca Sahabiler: “Ey Allah'ın Rasûlü! etmeyen kişi; ilaçların ismini sayan, özelliklerini anlatan ama
Bu nasıl olur?” diye sordular. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve kullanamayan hastalar gibidir. Ya da yemeklerin lezzetini anla-
Sellem): “Şeytan, ‘İlim öğren fakat iyice öğrenmedikçe onunla tan ama yeme imkânı bulamayan açlar gibidir.”
amel etme!' diyerek sizi ilme teşvik eder gibi görünüp amelden Allah (Subhanehu ve Tealâ) şöyle buyurmaktadır:
uzaklaştırır. Öyle ki sonunda eceliniz sizi amelsiz yakalar”207 “Allah'a isnad ettiğiniz (noksan) vasıflardan ötürü yazıklar
Sırrı es-Sakâtî der ki: “Zahirî ilimlere karşı aşırı istekli olan olsun size!” (21 Enbiya/18)
birisi, belli bir süre sonra inzivaya çekilip kendini tamamen iba- Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) söyle buyurmuştur:
dete verdi. Ona bu halinin sebebini sorduğumda şöyle cevap
“Âlimin hataya düşmesi ile münafığın Kur'an hakkındaki
verdi: ‘Rüyamda bana “Allah seni zayi etsin, daha ne zamana
mücadelesi, ümmetim için en çok korktuğum şeylerdendir.”208
kadar ilmi zayi edeceksin” diyen bir zât gördüm. Bu söz üzerine
Âhiret âlimlerinin alametlerinden birisi de cedele ve kıyl-ü
ilmi zayi etmediğimi, ancak ezberlemek için büyük gayret sarf
kâle çokça yer veren ve menfaati az olan ilimlerden uzak durup
ettiğimi söyledim. Bunun üzerine bana “Bir ilmin hıfzedilmesi
itaate teşvik eden ve âhirette menfaat sağlayacak ilimleri öğ-
onunla amel etmek demektir” diye cevap verdi. İşte bu rüyadan
renmeleridir.
sonra ilim tahsil etmeyi bırakarak amel etmeye başladım.”
Ameli teşvik eden ilimlerden yüz çevirip cedelle uğraşan
İbn Mesud (radıyallahu anhu) şöyle der: “İlim, Allah’tan
âlimin durumu, birçok hastalıklara müptelâ olup hastalıklarını
haşyet duymaktır yoksa çok şeyler bilip rivayet etmek değildir.”
tedavi edebilecek doktora rastlayan ve bu doktora derdini açaca-
Hasan-ı Basrî ise şöyle demiştir: “İstediğiniz kadar ilim öğ-
ğına ilâçların mahiyetini soran, tıp ilminin zor meselelerine da-
reniniz, Allah'a yemin ederim ki o ilimle amel etmezseniz size
lan ve bizzat içinde bulunduğu hayatî meseleleri terk eden has-

206 Sünen sahipleri, Bureyde'den rivayet etmişlerdir. 208Taberani, Ebu Derdâ'dan; İbn Hibban ise İmran b. Hüseyin’den ri-
207 el-Câmi’de Enes'ten zayıf bir senedle rivayet edilmiştir. vayet etmiştir.
İlme Teşvik 207 208 İmam Gazali

taya benzer. Böyle bir davranış ahmaklık değil de nedir? Rivayet başkasını öğrenmedim.
olunduğuna göre adamın biri Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve - O halde benden öğrendiğin sekiz meselenin ne olduğunu
Sellem)'in huzuruna gelir ve şöyle der: anlat bakalım!
- Ey Allah'ın Rasûlü! Bana garib ilimlerden öğret! - Mahlûkata baktım, her birinin bir dostu olduğunu gör-
- İlmin başı hakkında ne yaptın? düm. Fakat bütün bu dostlar kendilerini, en çok kabire kadar ta-
- İlmin başı nedir? kip etmekte ve orada bırakarak geri dönmektedir. Bunu görünce
- Allah (Subhanehu ve Tealâ)’yı biliyor musun? kendime sevapları dost edindim ki mezarda da benden ayrılma-
sınlar ve beni takip etsinler.
- Evet!
- Çok güzel söyledin! İkincisi nedir?
- Allah’a karşı nasıl bir kulluk yaptın?
- Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın “Fakat her kim de rabbinin
- Allah'ın dilediği kadar yaptım.
makamından korkmuş ve nefsini heva ve hevesten alıkoymuşsa, onun
- Ölümü tanıdın mı?
varacağı yer muhakkak cennettir.” (79 Naziat/40,41) ayetine baktım
-Evet!
ve bildim ki hak, ancak Allah'ın sözündedir. Onun için var kuv-
- O halde ölüm için ne hazırladın? vetim ile nefsimi şehvetlerden uzaklaştırmaya çalışıp Allah'ın
- Allah neyi dilemişse onu! ibadetlerinde istikrara kavuşturdum.
- İşte git, onları güzelce yap, ondan sonra gel de sana ilmin Üçüncüsü; Mahlûkata baktım ve gördüm ki, herkesin ya-
garib meselelerini öğretelim.”209 nında kıymetli saydığı bir eşya vardır ve bu onu yükseltmekte-
İlim talebeleri, Şakik-i Belhî'nin öğrencisi olan Hatem-i dir. Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın “Sizin yanınızdaki dünya malı
Esem'in rivayet ettiği davranışları yerine getirmelidir. Bir gün tükenir; Allah katındakiler ise bâkidir” (16 Nahl/96) sözünü düşün-
Şakik, talebesi Hatem'e sorar: düm. Onun için elime ne geçerse, nefsime kıymetli görünen ne
- Ne kadar zamandır derslerime devam ediyorsun? varsa onu Allah'ın rızasını kazanmak için dağıtıyorum.

- Otuz üç seneden beri... Dördüncüsü; Mahlûkata baktığım zaman gördüm ki; her-
- O halde söyle bakalım, bu zaman zarfında benden neler kes mala, ticarete, şan ve şöhrete meylediyor. Bütün bunların
öğrendin? manasını düşündüm ve hepsinin boş şeyler olduğunu anladım.
Sonra Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın. “Allah katında en şerefliniz
- Sizden sekiz mesele öğrendim.
takvaca en ileri olanınızdır.” (49 Hucurât/13) ayetini gördükten
- (İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn) Ömrüm seninle birlikte
sonra takvaya sarılarak Allah nezdinde şerefli olmayı istedim.
geçti de sen benden ancak sekiz mesele mi öğrendin?
Beşincisi; Mahlûkata baktım ve gördüm ki, birbirine saldı-
- Ben yalan söyleyemem. Gerçekten ben bu sekiz meseleden
rıp birbirini kötüler ve lânet okurlar. Bunların sebebinin hased
olduğunu gördüm. Sonra Allah (Subhanehu ve Tealâ)’nın “Onların
209 İbn Sünnî ve Ebu Nuaym Kitabu’r-Riyad’da Abdullah b.
dünya hayatındaki maişetlerini biz taksim ettik” (43 Zuhruf/32) aye-
Müsavver'den zayıf bir senedle nakletmişlerdir. İbn Abdulberr’in de
mürsel olarak rivayet ettiği bu hadisin senedi oldukça zayıftır. tine sarılarak hasetten şiddetle kaçındım. Çünkü rızık taksima-
İlme Teşvik 209 210 İmam Gazali

tını Allah (Subhanehu ve Tealâ)’nın yaptığına yakînen inandım. felendirip gönderdiği ilimleri tamamen ihmal ederler.
Böylece insanlara düşmanlık etmekten kendimi korumuş ol- Dahhak b. Mezahim: "Ben selef âlimlerine yetiştim. Onlar
dum. birbirlerinden ancak vera ve takvâyı öğreniyorlardı. Şimdiki
Altıncısı; Mahlûkata baktım ve gördüm ki herkes birbirine âlimler ise birbirlerinden yalnızca kelâm ilmini öğreniyorlar”
saldırıp kavga ediyor. Bu manzarayı görünce Allah (Subhanehu ve demiştir.
Tealâ)'nın “Hakikaten şeytan (öteden beri) size düşmandır. Siz de onu Ahiret âlimlerinin alâmetlerinden birisi de mesken, ev eşya-
düşman edinin!” (35 Fâtır/6) ayetini düşündüm ve sadece ezelî sı, elbise, yiyecek ve içeceklerinde şatafata kaçmamak ve israf
düşmanımız olan şeytana düşmanlık yaptım. Çünkü onun bana etmemektir. Alim bu hususlarda en azıyla iktifa etmeli ve Selefe
düşman olduğuna Allah (Subhanehu ve Tealâ) şahidlik etmekte- benzemelidir. Bütün bu hususlarda iktisada riayet ettiğinde Al-
dir. lah (Subhanehu ve Tealâ)'ya yaklaştığını ve âhiret âlimleri zümre-
Yedincisi; Mahlûkata baktım ve gördüm ki, herkes bir parça sine katıldığını bilmelidir.
ekmek uğruna helal-haram gözetmeden her türlü zillete katlanı- Hatem-i Esem'in talebelerinden Ebu Abdullah el-Havas'dan
yor. Bunu görünce Allah (Subhanehu ve Tealâ)’nın “Yerde yürüyen nakledilen hikâye de bu hususa işaret etmektedir. Ebu Abdullah
ne kadar canlı varsa hepsinin rızkı Allah'a aittir.” (11 Hûd/6) ayetini şöyle anlatır:
düşündüm ve rızkı Allah'a ait olan canlılardan birisinin de ben “Hatem'le birlikte Horasan'a bağlı olan Rey şehrine girdik.
olduğumu hatırladım. Allah’ın üzerimdeki hakları ile uğraşmaya Beraberimizde sırtlarında yalnız yün cübbeler bulunan, azıksız
koyuldum ve Allah'ın üstlendiği rızkımı ise Allah’a bıraktım. ve dağarcıksız üç yüz yirmi kişi daha vardı. Hatem'le birlikte
Sekizinci; Gördüm ki, insanların bazıları, kendisi gibi yara- hacca gidiyorlardı. Adı geçen şehirde yoksulları seven bir tüccar
tılmış olanlara sırtını dayamış. Kimisi tarlasına, kimisi ticareti- o gece bizi de misafir etmişti. Sabah olduğunda Hatem'e şöyle
ne, kimisi beden gücüne ve kimisi de sanatına güvenmektedir. dedi:
Ben de Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın “Kim Allah'a tevekkül ederse - Şehrimizde hasta bir fâkih var. Onu ziyaret etmeye gidiyo-
O, ona yeter. Muhakkak ki Allah emrini yerine getirendir.” (65 Ta- rum. Bana söyleyeceğiniz bir şey var mı?
lâk/3) ayetine sarıldım ve sadece Allah'a tevekkül ettim ve O ba-
- Hastayı ziyaret büyük bir fazilettir. Fakihin yüzüne bak-
na kâfidir dedim.
mak ise ibadettir. Onun için ben de seninle birlikte ziyarete geli-
Bunun üzerine Şakik: “Ey Hâtem! Allah seni muvaffak et- yorum.
sin. Ben Tevrat, İncil, Zebur ve Kuran’ı tetkik ettim ve bütün di-
Hasta fâkih, Rey şehrinin kadısı Muhammed b. Mukatil idi.
ni işleri ve hayır çeşitlerini senin saydığın meseleler üzerinde ce-
Fâkihin evine geldiğimiz zaman güzel ve yüksek bir konak ile
reyan ettiğini gördüm. Bu sekiz esasa riayet eden kimse dört
karşılaştık. Hatem hayret ederek “Âlim bir kişiye mütevazı bir ev
mukaddes kitaba da uygun hareket etmiş olur” dedi.
yeterdi” dedi. O sırada kapı açılmış ve girmemize izin verilmişti.
İlmin bu dalı ile ancak âhiret âlimleri meşgul olurlar. Dün- İçeri girdiğimiz zaman geniş salonlar ve gayet kıymetli eşyalarla
yaya dalan âlimler ise rütbe ve mal hangi ilimle elde edilirse karşılaştık. Hatem'in hayreti biraz daha arttı. Derken hastanın
onun peşinde koşarlar. Onun için Allah'ın peygamberlerini vazi- yattığı odaya girdik. Hasta, gayet rahat bir yatağa uzanmış, ba-
İlme Teşvik 211 212 İmam Gazali

şında da kendini yelpazeleyen bir hizmetkâr vardı. Ziyaretçi tüc- dünyaya bağlanmamak gibi yüce ahlâklar lâzımdır.
car, hastanın yanına giderek oturdu, hal ve hatırını sordu. - Öyleyse sen Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e mi,
Hatem ise ayakta bekledi. Bir ara gözünü açan hasta ayakta gör- sahabelere mi, salih kimselere mi yoksa ilk defa tuğla ve taş ev-
düğü Hatem'e oturması için işaret ederek şöyle dedi: ler yaptırıp içinde oturan Nemrud ve Firavun'a mı uydun? Ey
- Bir şeye mi ihtiyacın var? kötü âlimler! Sizin gibi dünyaya sarılan âlimleri gören halk 'Ma-
- Evet demki âlim böyle yapıyor, demek ki böyle yapmakta bir günah
- Nedir ihtiyacın? yok' diyerek sizleri takip ediyor” deyip oradan ayrıldı. Bu hâdi-
seden sonra İbn Mukatil'in hastalığı büsbütün arttı.
- Senden bir mesele hususunda bilgi almak istiyorum.
Hatem ile İbn Mukatil arasında geçenleri işiten halk,
- Söyle bakalım neymiş meselen?
Hatem'i ziyaret etmeye başladı. Bu arada içlerinden bazıları
- Evvela yatağında dikilerek otur da ondan sonra sorayım
Kazvin şehrinde İbn Mukatil'inkinden daha debdebeli hayat sü-
suâlimi!' Bunun üzerine hasta, yatağın içinde doğrularak oturdu.
ren Tenafûsî isimli bir fakihten bahsettiler. Bunun üzerine
Hatem sualini sormaya başladı.
Hatem, Tenafûsi'yi görmek için Kazvin'e gitti. Onu bularak hu-
- Sen ilmini kimden aldın? zuruna çıktı.
- Güvenilir âlimlerden.
- Ey İmam! Allah'ın rahmeti üzerine olsun. Ben Acem diya-
- Onlar kimden öğrenmişler? rından gelme garip bir kişiyim. Bana dinimin başını ve namazı-
- Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ashabından. mın anahtarını öğretmeni istiyorum. Bu nedenle bana abdestin
- Onlar kimden öğrenmişler? nasıl alınacağını öğretebilir misin? Tenafûsî ‘Peki, memnuniyet-
- Allah'ın Rasûlünden. le’ deyip hizmetçisinden abdest kabını istedi. Hizmetkâr, emri
- Allah'ın Rasûlü kimden öğrendi? yerine getirdi. Tenafûsî oturarak abdest almaya başladı. Bütün
azalarını üçer kere yıkayarak abdestini aldı ve sonra Hatem'e
- O da Cebrail'den, Cebrail ise Allah'tan öğrendi.
dönerek şöyle dedi:
- Öyleyse söyle bana! Cebrail'in Allah'tan, Rasûlün Cebrail'-
- İşte abdest böyle alınır!
den, sahâbîlerin Resul’den, senin hocalarının sahabelerden öğ-
- Lüften yerinizden ayrılmayın. Ben huzurunuzda bir abdest
rendiği ilimde, evi gösterişli ve geniş olanın Allah katındaki de-
alayım, siz de beni seyredin. Bakalım tarifiniz üzere abdesti öğ-
ğerinin yüksek olduğuna dair bir bilgi mi var?
renebilmiş miyim?
- Hayır!
Hatem abdest almaya başladı. Fakat azalarını üçer kere yı-
- O halde sen nereden işiterek bu debdebeli hayata daldın?
kayacağı yerde dörder kere yıkadı. Abdest bittikten sonra
Daha doğrusu sana ders veren hocalar ne dediler bu konuda?
Tenafûsî şöyle söyledi:
- Onlardan öğrendiğim şey şu olmuştu: Allah'ın indinde
- Olmadı! Azalarına fazla su dökmek suretiyle israf etmiş
makbul bir kul olabilmek için, âhiret âlemine yönelmek, dünya-
oldun.
ya tapmaktan kaçmak ve fakirleri sevmek, âhirete tâlip olup
- Neden israf olsun?
İlme Teşvik 213 214 İmam Gazali

- Neden olacak? Azalarını üçer kere yıkayacağına dörder ke- Hatem, Medine'ye doğru yol aldı. Medine halkı onu karşı-
re yıkadığın için? lamaya çıkmışlardı. Hatem halka şöyle seslendi:
- Sübhanallah'il-azim! Ben bir avuç fazla su dökmekle müs- -Ey ahali! Bu şehir hangi şehirdir?'
rif oluyorum da sen bu kadar debdebe içinde nasıl oluyor da is- - Allah'ın Rasûlu’nun şehridir!
raf etmemiş olabiliyorsun? - O halde bana Allah'ın Rasulu’nun köşkünü gösterin, orada
Tenafûsî, Hatem’in maksadını anladı ve evine kapanarak iki rekât namaz kılayım.
utancından kırk gün halkın içine çıkamadı. - Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in köşkü yok ki!
Hatem, Bağdat'a geldiği zaman kendisini ziyarete geliyorlar Onun küçük ve sade bir evi vardı.
ve şöyle söylüyorlardı: - O halde sahabîlerin köşklerini gösterin, orada namaz kıla-
“Ey Ebu Abdurrahman! Sen dili peltek bir acemsin ama se- yım.
ninle konuşan herkesi susturuyorsun. Bunun hikmeti nedir?” - Onların da köşkleri yoktu. Onların evleri yerlere bitişik ve
Hatem şöyle cevap verdi: gayet mütevazı evlerdi.
“Şu üç hasletle onları susturuyorum: - Ey ahali! Öyleyse burası Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve
1. Hasmım doğruyu bulunca seviniyorum. Sellem)’in değil, Firavun'un şehridir.
2. Şayet hasmım yanılırsa üzüntü duyuyorum. Bu söz üzerine Hatem'i tutup valinin yanına götürdüler ve
3.Hasmımın cehaletini yüzüne vurmamaya özen gösteriyo- “Bu yabancı Medine'ye Firavun'un şehri demektedir” diye valiye
rum.” şikâyet ettiler. Vali, Hatem'e niçin böyle dediğini sorunca,
Ahmed b. Hanbel, Hatem'in bu sözünü işittiği zaman Hatem: “Acele etme! Ben Acem diyarından gelme bir garip kişi-
“Subhanallah! Ne akıllı kişiymiş, haydi yanına gidelim” diyerek yim. Bulunduğum yerin neresi olduğunu bilmiyordum. Öğrene-
talebeleriyle birlikte Hatem'i ziyaret eder. Huzuruna vardığı za- yim diye sual sordum. Cevap olarak burasının Rasulullah
man şöyle sorar: (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in şehri olduğunu söylediler. Bunun
üzerine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in hanesi nerede-
- Ey Ebu Abdurrahman! Dünyada nasıl selâmette kalınır?
dir diye soracak oldum ve bana şöyle şöyle dediler…” diyerek ba-
Hatem:
şından geçenleri anlatır. Daha sonra sözlerine şöyle devam eder:
- Ey Ebu Abdullah210! Şu dört haslete sahip olmadıkça dün-
- Allah (Subhanehu ve Tealâ) şöyle buyuruyor:
yada selâmet bulamazsın:
"Gerçekten Allah'ı ve âhiret gününü arzulayan ve Allah'ı çok
1. İnsanların cehaletini affedeceksin.
zikredenler için Allah'ın Rasûlünde güzel örnekler vardır.”
2. Onlara karşı cahillik yapmamaya dikkat edeceksin.
(33 Ahzab/21)
3. Malını onlar için harcayacaksın.
O halde ey bu şehrin sakinleri! Size soruyorum, Rasulullah
4. Onlardan hiçbir şey istemeyeceksin. (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e mi yoksa yeryüzünde ilk tuğla bina-
yı yapan Firavun'a mı uyuyorsunuz?
210 İmam Ahmed'in künyesi.
İlme Teşvik 215 216 İmam Gazali

Hatem'in bu suali karşısında cevap vermekten aciz kalan “Rahman ve Rahim Allah'ın ismiyle mektubuma başlıyo-
Medineliler dağılıp gittiler. Hatem-i Esem'in hikâyesi işte bu- rum. Allah (Subhanehu ve Tealâ) efendimize, onun âline ve asha-
dur… Selef-i Sâlihînin sade yaşantılarını, onların nasıl süsü terk bına salât ve selâm etsin. Bu mektup Malik b. Enes'den, Yahya b.
edip mütevazı kıyafetlere rağbet ettiklerini yeri geldikçe beyan Yezid'e yazılmıştır. Allah'ın selâmı üzerine olsun!
edeceğiz. Mektubunuz elime geçti. Nasihat, şefkat ve edeb olarak kal-
Doğrusu, mübah ile süslenmek haram değildir. Fakat süsle bimde yerleşti. Allah (Subhanehu ve Tealâ) takvanızı arttırsın. Na-
fazla meşgul olmak, onu tabiat haline getirir ve bir daha ayrıl- sihatinizden dolayı hayırlar ihsan etsin. Ben Allah'tan tevfikini
ması çok zor olur. Konforlu hayatı devam ettirmek için birçok isterim. Mektubunuzda yazmış olduğunuz elenmiş unlardan ya-
sebeplere tevessül edilir. İşte bunları korumak için de haramın pılmış ekmekler yeme, ince elbiseler giyme, kapımda nöbetçiler
ta kendisi olan müdahane etmeyi, halkın iltifatına mazhar olma- bulundurma ve yumuşak minderler üzerinde oturma meselesine
ya çalışmayı, riyakârlık yapmayı ve daha başka nice mahzurlu gelince… Bunların hepsini yapar ve Allah'tan af dileriz. Allah
şeyleri yapmayı beraberinde getirir. Onun için en salim yol, kon- (Subhanehu ve Tealâ):
forlu hayattan uzak kalmaktır. Çünkü dünyaya dalan, kesinlikle “De ki: Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti (elbiseleri) temiz ve
felâkettedir. Eğer dünyaya dalmakla kurtuluş, yan yana müm- helâl rızıkları kim haram etmiştir? De ki: Bu ziynet ve hoş rızıklar,
kün olabilseydi Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu dünya- dünya hayatında iman edenler içindir. (Kâfirler de faydalanır) Fakat
ya sırt çevirmezdi. Hatta o kadar ki, hutbe okuduğu zaman par- kıyamet gününde yalnız müminler içindir.” (7 A'raf/32) buyuruyor.
mağında bulunan altın yüzüğü ve sırtında bulunan nakışlı göm- Hiç şüphe yok ki ben, bunları yapmamanın, yapmaktan daha
leği bile çıkarırdı. hayırlı olduğunu çok iyi biliyorum. Mektubunu bizden esirgeme!
Hikâye edildiğine göre Yahya b. Yezid, İmam Malik’e şu Biz de size daima mektup göndermeye devam edeceğiz. Allah'ın
mektubu yazmıştır: selâmı üzerinize olsun!”
“Rahman ve Rahim Allah'ın ismiyle başlarım. Allah'ın salât İşte İmam Malik’in insafı… Yahya b. Yezid’in mektubunda
ve selâmı evvelin ve ahirin efendisi Muhammed Mustafa'ya ol- bahsettiği konuların hepsinin mübah olduğuna fetva verdikten
sun! Bu mektup, Yahya b. Yezid b. Abdulmelik'ten Malik b. sonra hepsini terk etmenin daha hayırlı olacağını itiraf etmekte-
Enes'e yazılmıştır. Ey Malik! İşitiyorum ki sen ince elbiseler gi- dir. Her iki görüşünde de haklıdır.
yerek, elenmiş unlardan yapılmış ekmekler yiyormuşsun. Mef- İmam Malik gibi büyük bir insan dahi kendisini kusurlu gö-
ruşat üzerinde oturuyor, kapında nöbetçiler bekletiyormuşsun. rüyor ve nasihatle kendisine çekidüzen veriyor. Malik ki
Halk sana koşup seni imam biliyor ve senin sözlerine kulak ve- mübahların hududunda kendini durdurmaya muktedir bir in-
rerek arkandan gidiyor. O halde ey Malik! Allah'tan kork ve te- sandır. Mübahları elde etmek için dalkavukluk, riyakârlık ve
vazudan ayrılma. Benden sana bir nasihat olmak üzere bu mek- gayri meşru işlere kaymaz. Fakat herkes İmam Malik gibi
tubu yazıyorum. Mektubumun içindekileri Allah'tan başka kim- mübahların hududunda kendini tutmaya muktedir olamaz.
se bilmiyor. Allah'ın selâmı üzerine olsun.” Onun için bu gibi insanların normali aşan mübahlarla lezzet-
İmam Malik ise cevap olarak şunları yazar: lenmeleri kendileri için büyük tehlikedir.
İlme Teşvik 217 218 İmam Gazali

Nefsine hâkim olamama ihtimali bulunan kimselerin aşırı rinden razı bulunanı Allah rahmetinden uzaklaştırır” buyurunca
derecede mübaha dalmaları korku makamından uzaklaştıklarını Sahabeler “Biz onlarla muharebe edelim mi?” diye sordular.
gösterir. Hâlbuki âlimlerin özelliği Allah (Subhanehu ve Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Hayır! Onlar namazı
Tealâ)’dan korkmaktır. Korkunun belirtisi ise tehlikeli işlerden kıldıkça onlarla muharebe etmeyiniz” dedi.212
uzak durmaktır. Süfyan es-Sevrî: “Cehennemde bir vadi vardır. Oranın sa-
Ahiret âlimlerinin alâmetlerinden bir diğeri de sultanlardan kinleri, padişahları ve sultanları ziyaret eden âlimlerdir” demiş-
uzaklaşmaktır. Âlim, ayrı kalma imkânı olduğu sürece onlara tir.
kesinlikle yaklaşmamalıdır. Hatta sultanlar, kendi kapılarına Huzeyfe b. Yeman: “Fitne yerlerinden sakınınız!” deyince
gelse bile onlara yakınlık göstermekten kaçınmalıdır. Zira dünya oraların neresi olduğu kendisine sorulur ve şöyle cevap verir:
tatlıdır ve gemleri sultanların elindedir. Sultanlara yaklaşanlar, “Emirlerin kapılarıdır. Çünkü herhangi biriniz emîrin yanına
zalim olsalar bile onları memnun etmek zorunda kalır. Hâlbuki girdiği zaman onun yalanlarını tasdik edip kendisine övgüler
her dindar kişi, sultanların zulümlerini yüzlerine vurup kendile- sunar.”
rini sıkıştırmak, yaptıklarının çirkinliğini dile getirmek ile yü- Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
kümlüdür.
“Âlimler, yöneticilerle düşüp kalkmadıkça insanlar arasında
Sultanların yanına girip çıkan kişiler ya onların ihtişamları- peygamberlerin vekilleridir. Fakat yöneticilerle düşüp kalkmaya
na bakar ve kendisine verilen nimetleri küçük görür ya da ni- başladıkları zaman peygamberlere ihanet etmiş olurlar. İşte o
metlere kavuşmak maksadıyla onların uygunsuz hareketlerine zaman böyle âlimlerden kendinizi korumak için uzaklaşınız”213
katılarak ikiyüzlü olur. Veya onları hoşnut etmek için kendilerini
Ameş'i ziyarete gelenler “Çok talebe yetiştirmek suretiyle
metheden konuşmalar yapar veya ellerindeki dünyalıktan istifa-
ilmi ihya ettin” dediler. A'meş:
de etmeye kalkışır ki bu, haramdan başka bir şey değildir.
“Hüküm vermekte acele etmeyin! Benden ilim öğrenenle-
Kısacası, sultanlarla yakın ilişkiler kurmak her şerrin anah-
rin üçte biri tam yetişmeden ölür. Üçte biri ise sultan kapılarını
tarıdır. Âhiret âlimlerinin yolu, ihtiyatı katiyyen elden bırak-
aşındırır ve insanların en kötüsü olur. Kalan üçte birinin de çok
mamaktır. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki:
az bir miktarı felâha kavuşur” dedi.
“Kim çölde yaşarsa kabalaşır. Av ardından koşan Allah’tan
Said b. Müseyyeb “Sultan kapısında akşamlayan âlimden
gafil olur. Sultana sokulan ise fitneye düşer.”211
sakının! Çünkü o hayduttur” demiştir.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Benden sonra başı-
Evzai ise: “Allah (Subhanehu ve Tealâ)’nın en çok buğz ettiği
nıza bir kısım yöneticiler geçecektir. Onların bazı hareketlerini
kul, yöneticileri ziyaret eden âlimlerdir” demiştir.
tasvip edip bazılarına ise karşı çıkacaksınız. Onların hareketle-
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in şöyle buyurduğu
rini reddeden bir kimse, kendini günahtan korumuş olur. Onları
hoş görmeyen, selâmette kalır. Fakat onlara tâbi olan ve halle-
212Müslim, Ümmü Seleme'den rivayet etmiştir.
213Ukaylî, zayıf senedle Enes’ten rivayet etmiştir. İbn Cevzî uydurma
211 İmam Ahmed, Ebu Davud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhaki. olduğunu söylemiştir.
İlme Teşvik 219 220 İmam Gazali

rivayet edilmiştir: “Âlimlerin en şerlileri yöneticilerin, yönetici- ğunu söylemiştir) Bu zat, yöneticilerin yanına girip çıkmaz, on-
lerin en iyisi de âlimlerin ayağına gidenlerdir.”214 lardan daima kaçardı. Bundan dolayı ihtiyaç içerisinde kalan ço-
Meçhul-u Dimeşkî şöyle demiştir: “Kuran'ı öğrenip, dinde cukları kendisine:
fakih olduktan sonra, servetinden istifade etmek maksadıyla sul- - Senden sonra müslüman olmuş ve Rasulullah (Sallallahu
tana yaklaşan ve ona dalkavukluk eden kimse, bu maksatla attığı Aleyhi ve Sellem)’in sohbetinde senin kadar bulunmamış nice in-
adımlar sayısınca cehennemin ateş denizine yaklaşmış olur.” san yöneticilerin yanına gidiyor ve kendilerine birçok menfaatler
Semnun şöyle der: “O ne kötü âlimdir ki; bir şeyler öğren- elde ediyorlar. Öyleyse sen de onların huzuruna çıksan ve bize
mek için meclisine gelenler onun, emîrin yanında olduğunu öğ- bir şeyler temin etsen olmaz mı?' dediler. O kişi:
renirler.” - Evlâtlarım! Dört tarafından leşlerle çevrilmiş bir yere mi
Semnun sözlerine şöyle devam etmiştir: gideyim? Allah'a yemin ederim ki, gücümün yettiği kadar o leş-
“Daha evvel hocalarımın ‘Âlimin dünyaya bağlı olduğunu lerden uzak duracağım, dedi. Çocukları:
gördüğünüz zaman din hususunda ona güvenmeyiniz!’ dedikle- - Öyleyse biz de böyle yoksulluktan kıvranırız.
rini duymuştum. Ben, bunu bizzat denedim. Padişahın huzuru- - Evlâtlarım! Zayıf fakat imanlı olarak ölmeyi, kuvvetli bir
na girip çıktığım zaman nefsimi hesaba çektim ve gördüm ki, münafık olarak ölmeye tercih ederim, diye cevap verdi.
bazı yerlerde tehlikeye girmişim. Hâlbuki herkesin bildiği gibi Allah'a yemin ederim ki O zat, imanıyla çocuklarına galebe
sultana karşı en ağır ve en galiz konuşmayı ben yapıyordum. çaldı. Çünkü o biliyordu ki toprak, insanın bedeninde bulunan et
Ona en çok ben muhalefet gösteriyordum. Buna rağmen, yine de ve yağı yiyebilir fakat imanı asla!”
tam manasıyla tehlikelerden kurtulamıyordum. Bir yudum su- Bu kıssada, sultanın huzuruna çıkan kişinin kendisini nifak-
yunu içmediğim ve hiçbir şeyini kabul etmediğim halde yanına tan kurtaramayacağına işaret vardır. Nifak ise imanla katîyyen
gitmekten kurtulmayı istiyordum. bağdaşmaz.
Zamanımızdaki âlimler, İsrail oğullarının âlimlerinden da- Ebu Zer el-Gıffarî, Seleme'ye şöyle nasihat etmişti:
ha kötüdür. Çünkü zamanımızın âlimleri, sultanların arzularına
“Ey Seleme! Sakın sultanların kapılarına gitme. Zira onların
göre fetva verirler. Eğer böyle yapmayıp sultanların aleyhine gibi
dünyalıklarından ne kadar alırsan, onlar senin dininden daha
görünen hakikatte ise azaptan kurtulmalarına vesile olacak fet-
fazlasını alırlar.”
vaları verseydiler (ki yapmaları gereken budur) sultan onlara kı-
Yöneticilere yakınlaşmak, âlimler için korkunç bir fitnedir.
zar ve huzuruna kabul etmezdi. Bu durum da Allah (Subhanehu
Şeytanın onları nifaka düşürmek için hazırladığı en büyük tu-
ve Tealâ)’nın katında âlimler için bir mazeret olurdu.”
zaktır. Hele sultanlara yaklaşan âlim konuşmalarıyla sultanlara
Hasan Basrî der ki: “Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve
hoş görünmeye çalışıyorsa şeytanın işi daha da kolaylaşır. Şey-
Sellem)’in sohbetinde bulunmuş ilk Müslümanlardan bir kimse
tan ona:
vardı. (Abdullah b. Mübarek, bu kişinin Sa'd b. Ebi Vakkas oldu-
“Yöneticilerin huzuruna gidip onlara vaaz ve nasihatte bu-
lunabilir ve onları, yapacakları zulümlerden engelleyebilirsin.
214 İbn Mâce, Ebu Hureyre’den zayıf bir senedle rivayet etmiştir.
İlme Teşvik 221 222 İmam Gazali

Ayrıca şeriatın emirlerini uygulamaya teşvik edebilirsin” diyerek bir kimse, kendisine bir mesele hakkında sual sorulduğu zaman
telkinde bulunur. ihtiyatlı davranmalı ve sualin sahibini kendinden daha ehil biri-
Zavallı adam bu telkinlere aldanarak, yöneticilerin yanına sine göndermelidir. İşte fetva hususunda en sağlam yol budur.
gitmenin dinî bir vazife olduğu fikrine kapılır. Fakat yöneticile- Zira ictihad etmek suretiyle cevap vermenin tehlikeleri büyük-
rin huzuruna çıkmaya başladığında çok sürmez, sözlerini yumu- tür. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
şatır, dalkavukluk yapar ve onu haddinden fazla över. İşte bütün “İlim üç şeyden ibarettir: Konuşan kitap (Kur’an), sabit-
bunlar, kişinin kalbinden dini söküp atmaktadır. leşmiş sünnet ve ‘bilmiyorum’ demek.”215
Eskiler şöyle derler: “Âlimler, bildikleriyle amel ederler, Şa'bî derki : “Bilmiyorum, demek ilmin yarısıdır.”
amel ettikleri zaman meşguliyetleri olur. Meşgul olduklarında Kendisine soru sorulan kimse cevabı bilmiyorsa Allah için
ortalıkta görünmezler ve bunun için de aranırlardı. İşte bu âlim- susması, konuşmasından daha hayırlıdır. Kişinin bilmediğini ik-
ler, ele geçmemek için köşe bucak kaçarlardı.” rar etmesi nefsine çok ağır gelir. Sahabe-i Kiram ve onları takip
Âdil halife Ömer b. Abdülaziz, Hasan Basrî’den Allah yo- eden selef âlimlerinin âdetleri böyle idi.
lunda kendisine yardımcı olabilecek âlimleri bildirmesini ister. İbn Ömer (radıyallahu anhuma)'dan fetva istendiği zaman
Hasan Basrî şu cevabı verir: şöyle derdi:
“Dindar âlimler senin yanında bulunmayı istemez. Sen de “İnsanların idaresini yüklenen emire gidin ve bunun vebali-
dünyaya dalanları istemezsin. Öyleyse nesep bakımından şerefli ni onun omuzlarına yükleyin!”
olanları ara! Çünkü onlar, şereflerini hıyanetle kirletmezler.” İbn Mesud (radıyallahu anhu): “İnsanların her sorusuna ce-
Zamanının en büyük zahidi ve en âdil halifesi olan Ömer b. vap veren kimse mecnundur. Âlimin kalkanı ‘bilmiyorum’ de-
Abdülaziz’e yakınlaşmak bu kadar zararlıysa ve âlimler ona yak- mektir. Şayet âlim, bu kalkanı elinden bırakırsa öldürücü darbe-
laşmaktan korkuyorlarsa, diğer yöneticilere yaklaşmanın ne kö- ler yer” demiştir.
tülükler getireceğini bir düşün! İbrahim b. Ethem der ki: “Şeytanı en çok sinirlendiren şey,
Hasan Basrî, Süfyan es-Sevrî, İbn Mübarek, Fudayl b. Iyaz, âlimin bazı meselelerde konuşup bazılarında sukut etmesidir.
İbrahim b. Ethem ve Yusuf b. Esbat gibi selef âlimleri, Mekkeli, Şeytan der ki: Şu adama bakın! Konuşmaması, konuşmasından
Şamlı ve daha başka memleketli birçok âlimi, dünyaya sımsıkı daha zor geliyor bana!”
bağlanmaları ya da yöneticilerle sıkı ilişkiler kurmaları sebebiyle Bir kısım âlim, abdalları şöyle tanımlamışlardır:
ağır bir şekilde eleştirmişlerdir.
“Onlar, ihtiyaç olmadıkça yemez, uyku zorlamadıkça uyu-
Âhiret âlimlerinin alâmetlerinden birisi de, fetva verme he- maz ve mecbur olmadıkça da konuşmazlar. Yani sorulmadıkça
vesinde olmamalarıdır. Hatta bu âlimler, sükûtla geçiştirme im-
kânı bulunduğunda fetva vermekten şiddetle kaçınırlar. Sorulan
215
Hatib, İbn Ömer'den mevkuf olarak; Ebu Davud ve İbn Mâce ise İbn
mesele hakkında Kur'an, Sünnet, İcmâ-ı Ümmet veya açık kıyas-
Ömer'den merfû olarak rivayet etmişlerdir.
la kesin bir bilgi sahibi oldukları takdirde cevap verirlerdi.
İctihad ve tahminle doğru cevap verebileceğini zanneden
İlme Teşvik 223 224 İmam Gazali

konuşmazlar. Sorulduğu zaman, kendilerinden daha doğru ce- 'Bilmiyorum' diye cevap verdi. Cebrail (Aleyhisselam) gelince
vap verebilecek biri varsa suali ona havale ederler. Fakat böyle Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) aynı suali Cebrail'e sordu.
biri bulunmadığı zaman mecburen cevap verirler. Onlar sorul- Cebrail (Aleyhisselam) da 'Bilmiyorum' şeklinde cevap verdi. So-
madığı halde konuşmayı, söze karşı duyulan şehvet olarak gö- nunda Allah (Subhanehu ve Tealâ), Cebrail'e “Yeryüzünün en ha-
rürler.” yırlı yerinin mescidler ve en kötü yerinin de çarşılar”217 olduğu-
Hz. Ali ile Abdullah b. Abbas, halka vaaz eden birinin ya- nu bildirdi.
nından geçerken: “Bu kişi diliyle kendini tanıtmak istiyor” de- İbn Ömer'e on mesele sorulursa yalnız birine cevap veriyor,
mişlerdir. dokuzunda susuyordu. Fakihler arasında 'bilmiyorum’ lafzını
Bazı âlimler şöyle buyurmuştur: “Âlim, kendisine sual so- kullananlar 'biliyorum’ lafzını kullananlardan daha fazlaydı.
rulduğu zaman, sağlam dişi çekilmiş gibi ızdırap duyan kimse- Süfyân-ı Sevrî, İmam Malik, İmam Ahmed, Fudayl b. Iyaz, Bişr
el-Hafi bunlardandı.
dir.”
Abdurrahman b. Ebi Leylâ şöyle der: “Medine'nin şu mesci-
İbn Ömer (radıyallahu anhuma) kendisinden fetva isteyenle-
dinde Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in 120 arkadaşına
re “Bizi, üzerimizden geçmek için cehennem köprüsü yapmak mı
yetiştim. Onlardan herhangi birine, bir hadisin manası veya fet-
istiyorsunuz?” demiştir.
va sorulduğu zaman kardeşlerinden soruya cevap vererek mane-
Ebu Hafs en-Nisaburî der ki: "Hakiki âlim, kendisine soru-
vî yükünden kendisini kurtarmalarını rica ederdi” Başka bir ri-
lan soruyu cevaplandırırken Kıyamet günü “Bu cevabı nereden
vayette ise şöyle demiştir: “Fıkhî bir mesele onlardan birine ha-
buldun?” diye sorulacağından korkan kimsedir.
vale edildiği zaman, herkes bir diğerine devreder, sonunda döne
İbrahim et-Teymi'ye bir sual sorulduğu zaman ağlamaya dolaşa ilk sorulana geri dönerdi. O zaman cevap vermek duru-
başlar ve şöyle derdi: “Başkasını bulamadınız mı ki, bana muh- munda kalırdı.”
taç oldunuz?” Rivayet edilir ki: Ashab-ı Suffe'den birine, pişirilmiş bir ko-
Ebu Âli er-Rıyahî, İbrahim b. Ethem ve Süfyan es-Sevrî, an- yun kellesi hediye edildi. Karnı çok aç olduğu halde onu yanın-
cak iki-üç kişilik cemaate vaaz ve nasihat ederdi. Konuşmayı daki arkadaşına ikram etti. Arkadaşı yanındakine, o da yanında-
dinleyenler çoğaldığı zaman kalkar giderlerdi. kine devrederek döne dolaşa ilk sahibinin eline geldi. Bir de za-
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: manımızdaki âlimlere bak da işlerin nasıl tersine döndüğünü
“Üzeyir'in peygamber olup olmadığını bilmiyorum. gör! Eskiden kendisinden kaçınılanlar, aranan; arananlar da ka-
Tubba'nın mel'un olup olmadığını bilmiyorum. Zülkarneyn'in çınılan durumuna geldi.
nebi olup olmadığını bilmiyorum."216 Fetva vermekten kaçınmanın güzelliğine, Rasulullah
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e ‘Yeryüzünün neresi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den rivayet edilen şu hadis şahitlik
en hayırlı, neresi en şerlidir?’ diye sorulduğunda buna etmektedir:

216Ebu Davud ve Hâkim, Ebu Hureyre’den rivayet etmiştir. Hâkim ha- 217
Ahmed b. Hanbel, Ebu Ya'lâ, Bezzar ve Hâkim. Hâkim sahih olduğu-
disin sahih olduğunu söylemiştir. nu söylemiştir.
İlme Teşvik 225 226 İmam Gazali

“Ümmetime ancak üç sınıf insan fetva verebilir: Emir, Me- Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmaktadır:
mur ve Mütekellif (kendiliğinden bu görevi üstlenen)” “Kişiyi sükût ve zâhidlik içinde gördüğünüz zaman ona yak-
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in mübarek arkadaş- laşın! Çünkü o hikmet sahibidir.”219
ları dört vazifeyi birbirlerine havale ederlerdi: İmamlık, Vasilik, Şöyle denmiştir: Âlimler iki kısımdan ibarettir:
Emanetçilik ve Fetva vermek. 1. Helal ve haramı ayırt eden avam âlimler. Bunlar müftüler
Bir kısım âlim şöyle demiştir: “Fetva vermede herkesten olup aynı zamanda yöneticilerin adamlarıdır.
önce davrananlar ilimsiz, en çok kaçınanlar da muttaki kimse- 2. Tevhid ve kalp amellerini bilen Havas âlimler. Bunlar in-
lerdir.” sanlardan ayrılmış, tek başına yaşayan ve İslâm'ı yaşatan âlim-
Sahabe-i Kiram ve Tabiîn (Allah hepsinden razı olsun), beş lerdir.
şey ile meşgul olurlardı: Kur'an okumak, mescidleri imar etmek, Eskiler şöyle söylerdi: “Ahmed b. Hanbel, Dicle nehrine
Allah'ı anmak, mârufu emretmek, münkeri nehyetmek. Böyle benzer. İnsanlar ondan avucunu doldurarak kana kana içer. Bişr
yapmalarının sebebi Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den b. Haris ise tatlı suyu olan üstü kapalı bir kuyu gibidir. İnsanlar
duydukları şu hadistir: ancak nöbetle ve birbirinin ardı sıra kuyunun başına gelebilir-
“Âdemoğlunun bütün konuşmaları kendi aleyhindedir. An- ler.”
cak marufu emretmek ve münkeri nehyetmek ile Allah'ı zikret- Ebu Süleyman “Marifet, konuşmaktan daha çok sükûta ya-
mek müstesna…”218 kındır” demiştir.
Allah (Subhanehu ve Tealâ) şöyle buyurur: Ayrıca “İlmin çoğalması konuşmayı azaltır. Konuşmanın
“Onların fısıldaşmalarının birçoğunda hayır yoktur. Ancak çoğalması ise ilmi azaltır” denilmiştir.
bir sadaka yahut bir iyilik yahut da insanların arasını dü- Selman-ı Farisî, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in
zeltmeyi isteyenin fısıldaşması müstesna… Kim Allah'ın rı- kendisine kardeş yaptığı Ebu Derda’ya şöyle bir mektup yazmış-
zasını elde etmek için bunu yaparsa, biz ona yakında büyük tı:
bir mükâfat vereceğiz.” (4 Nisa/114)
“Kardeşim! Duyduğuma göre sana gelen hastaları bir dok-
İbn Hasin şöyle demiştir: “Zamanımızdaki âlimler, öyle me- tor gibi tedavi ediyormuşsun. Dikkat et! Şayet doktor isen ko-
seleler hakkında fetva veriyorlar ki eğer o mesele Ömer b. nuş, sözlerin şifadır. Eğer doktorluk taslıyorsan, o zaman böyle
Hattab (radıyallahu anhu)’dan sorulsaydı Bedir savaşına iştirak bir işi yapmaya kalkışma! Sana gelen Müslümanları elinle öl-
etmiş bütün sahabeleri toplar, onlarla istişare eder ve sonra ce- dürme!”
vap verirdi.”
Selman'ın bu mektubunu alan Ebu Derda, yaşadığı müddet-
Öyleyse ilim sahiplerinin en bariz vasıflarından biri de sus- çe kendisine getirilen meseleleri çok düşünür ve öyle cevaplan-
maktır. Ancak zaruret hâli hariç... Nitekim Rasulullah (Sallallahu dırırdı.

218
Tirmizî ve İbn Mâce, Ümmü Habibe’den rivayet etmişlerdir. Tirmizî
hadisin garib olduğunu söylemiştir. 219 İbn Mâce, İbn Hallad'dan zayıf bir senedle rivayet etmiştir.
İlme Teşvik 227 228 İmam Gazali

Sahabe-i Kiramdan Enes b. Malik’e bir mesele sorulduğu manlarını amel ve murakabeye hasreder, Allah da ona insan ak-
zaman “Efendiniz Hasan Basrî'den sorun!” derdi. İbn Abbas'a lını durduracak hikmet ve inceliklerin kapılarını açar.
sorulduğu zaman ise “Bu suali Haris’e veya Cabir b. Zeyd'e so- Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
run!” derdi. İbn Ömer'den bir mesele sorulduğunda ise Said b. “Bildiği ile amel eden kişiye Allah (Subhanehu ve Tealâ) bil-
Müseyyeb’e havale ederdi. mediklerinin ilmini de gösterir.”220
Hikâye edildiğine göre Sahabe-i Kiramdan birisi, Hasan Evvelki kitaplarda şöyle yazılıdır: “Ey İsrail oğulları! İlim
Basrî'nin meclisinde yirmi kusur hadis rivayet etti. Cemaat ara- göktedir, onu yere indiren kim? İlim yerlerin derinliklerindedir,
sında bulunan bir zat hadisleri rivayet eden sahabîden hadisleri onu yeryüzüne çıkaran kim? İlim denizlerin ötesindedir, deniz-
açıklamasını istedi. Sahabî şöyle cevap verdi: leri aşıp o ilimleri getiren kim? demeyiniz. Çünkü ilim bizzat
“Ben ancak râviyim, tefsirini bilmem, hepsi bu kadar…” Bu kalbinizdedir. Benim huzurumda meleklerin edebiyle edeplenin
söz üzerine Hasan Basrî, rivayet edilen hadisleri teker teker tef- ve sıddîkların ahlâklarıyla ahlâklanın ki, ben de sizi saracak ve
sir etti. Orada bulunan cemaat, onun hıfzına ve tefsir kabiliyeti- sizi ilim sahibi yapacak derecede ilim vereyim, kalbinize ilham
ne hayran oldu. Bunu gören sahâbî, yerden bir avuç kum alarak edeyim.”
hazır bulunanların yüzüne serpti ve: “Bunun gibi büyük bir âli- Sehl b. Abdullah et-Tüsterî: “Zâhidler, âbidler ve âlimler,
min yanında iken nasıl olur da bana soru sorarsınız?” diyerek kalpleri kilitli olduğu halde dünyadan göçüp giderler. Ancak
onları azarladı. sıddîk ve şehidlerin kalpleri açılmıştır” dedikten sonra şu ayeti
Âhiret âlimlerinin alâmetlerinden birisi de, âhiret yolunu okudu:
bilmeyi, kalbini murakabe altında tutmayı, bâtın ilimleriyle “Gaybın anahtarları Allah'ın katındadır. Onları ancak Al-
meşgul olmayı birinci plânda tutmak ve bu güzellikleri lah bilir.” (6 Enam/59)
mücâhede ve murakabe ile elde etmeye ihtimam göstermektir.
Eğer bâtın nuru ile nurlanmış kalplerin, zahirî ilimlere hâ-
Zira mücâhede, insana müşahede kabiliyeti verir. Kalp ilimleri-
kim olması mümkün olmasaydı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve
nin inceliklerini bilmek de kalpteki hikmet pınarlarının akması-
Sellem) şu sözü söylemezdi:
na vesile olur. Kitaplar ve öğrenilenler bunları elde etmek için
“Sana fetva verseler de, sana fetva verseler de, sana fetva
yeterli değildir. Sayılmayacak kadar çok ve hiçbir inhisar kabul
verseler de sen yine kalbine danış!”
etmeyen hikmet, ancak mücâhede, murakabe, zahir ve bâtın
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir Hadis-i Kutsi’de
amellerini edâ etmek, kalp huzuru ve saf bir fikirle tenha bir
şöyle buyurur:
yerde Allah (Subhanehu ve Tealâ) ile mânen beraber olmak sure-
tiyle elde edilir. Her şeyden tamamen alâkasını kesip sadece Al- “Kulum nafile ibadetlerle bana öyle yaklaşır ki nihayet onu
lah'a yönelmek, ilâhî keşfin anahtarıdır. Nice kimseler vardır ki, severim. Onu sevdiğim zaman da işiten kulağı ve gören gözü, iş
öğrenmek için uzun zamanlarını sarf etmelerine rağmen dinle- yapan eli, yürüyen ayağı olurum…”221
dikleriyle bir derece bile ileri gidememişlerdir. Nice kimseler de
220 Ebu Nuaym, el-Hilye’de tahriç etmiştir.
sadece öğrenilmesi mühim olan meseleleri öğrenir ve kalan za-
221 Buhari ve Müslim, Ebu Hureyre’den rivayet etmiştir.
İlme Teşvik 229 230 İmam Gazali

Kuran'da nice esrar vardır ki kendilerini zikre ve fikre ada- dostlarına dil uzatıyor ve O’nun kullarına karşı üstünlük taslı-
mış kimselerin kalplerine doğar. Tefsir kitaplarında o sırlar bu- yorlar. Diğer taraftan hakikat ehline bağlı birisi ile karşılaşıyo-
lunmaz. Müfessirlerin en büyükleri bile bu sırlara vâkıf olamaz. rum o da basiretsiz olduğu için karşılaştığı ilk şüpheli şey karşı-
Kalbini murakabe eden birisi gördüğü manaları müfessirlere arz sında derhal şüpheye düşüyor. Dolayısıyla ehil olmadıkları için
ettiği zaman, anlayışla karşılanır ve iltifat görür. Çünkü bu sır- ne bunlara ne de diğerlerine göğsümdeki ilmi aktarmam müm-
lar, Allah'a yönelmiş yüce himmetlilerin ve ilâhî lütuf ve temiz kün değil! Bazen de bu ilme; dünya lezzetlerine düşkün, şehvet-
kalplerin işaretidir. Mükâşefe ve muamele ilimlerinin sırları da lerinin peşinde koşan ve servet tutkunu kimseler tâlip oluyor.
aynen böyledir. Çünkü her ilim, bütünüyle ihata edilemeyen en- Bunlar ise çayırda otlayan hayvanlara benzerler. İşte, ilmin ha-
gin bir denizdir. Herkes kabiliyeti ve nasibi kadar bu denize da- kikî talipleri öldüğü zaman ilim de böylece ölüyor. Fakat yine de
labilir. Bu denize dalmanın en büyük vasıtası ise salih ameldir. Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın izniyle yeryüzü, ilahî hükümleri
Âhiret âlimlerinin vasfını Hz. Ali (radıyallahu anhu) şöyle koruyan ilim ehlinden mahrum kalmaz. Bu kimseler ya herkes
izah eder: tarafından bilinir ya da Allah'ın delilleri ve beyyineleri tamamen
“Kalpler, tıpkı kaplara benzer. Onların en hayırlısı iyiliğe ortadan kaldırılmasın diye gizli kalmayı tercih ederler.222 Fakat
kap olandır. İnsanlar üç sınıfa ayrılırlar: sayıları ne kadardır ve nerededirler kimse bilmez. Bunlar sayıca
çok az ama değerleri büyüktür. Şahısları gizli fakat hatıraları
1) Rabbanî âlimler
kalplerde saklıdır. Allah (Subhanehu ve Tealâ) delil ve hüccetlerini
2) Kurtuluş yolundaki öğrenciler
onlarla muhafaza eder. Ta ki kendilerinden sonra gelenlere bu
3) Her konuşana tâbi olan, her rüzgâra gönül veren, ilim
hüccetleri teslim etsinler ve kendilerine benzeyenlerin kalpleri-
nuruyla nurlanmayan, ilmin herhangi bir temeline sırtını daya-
ne de o fikirleri yerleştirsinler. İlim, bunları, işin hakikatine va-
mayan, kıymetsiz halk tabakası.
kıf kılmış, gene bunlar yakînin ruhunu bilfiil elde etmiştir. Onun
İlim, maldan hayırlıdır. Çünkü ilim seni korur, malı ise sen için, dünya ehline çok zor gelen meseleler bunlar için gayet ko-
korursun. İlim vermekle çoğalır, mal ise vermekle azalır. Din, laydır. Gafillere yabancı gelen konular bunlara çok yatkın görü-
ilim vasıtasıyla bilinir. Kişi ibadetlerini ve yapacağı bütün işleri nür. Bu kişiler, bedenleriyle dünyada görünseler de ruhlarıyla en
onun sayesinde öğrenir. Öldükten sonra da ilmiyle yâd edilir. yüce makama bağlıdırlar. İşte bunlar yeryüzünde Allah’ın dost-
İlim hâkimdir, mal ise mahkûm… Malın kaybolmasıyla verdiği larıdır.
menfaat de kaybolur. Mal biriktirme gayretine düşenler diri ol- Hz. Ali daha sonra gözyaşları içerisinde “Benim istediğim
dukları halde birer ölü sayılırlar. Fakat âlimler dünya durdukça de işte bunlardır” diyerek sözlerine son verdi. İşte Hz. Ali'nin
yaşarlar.” Bu sözlerden sonra Hz. Ali (radıyallahu anhu) uzun bir son olarak dile getirdikleri âhiret âlimlerinin vasıflarıdır. O va-
nefes aldıktan sonra göğsünü işaret ederek şöyle dedi: sıflar sadece mücâhede ve salih amelle elde edilir.
"İşte şurada geniş bir ilim vardır. Keşke bu ilmi taşıyabile-
cek kimselere rastlayabilseydim. Doğrusu ilme talip olanlar var
222 İbni Kayyım “Bu cümlenin aslı yoktur. Rafizilerin uydurması ve ek-
ama onlar da ilmi; dünyalık menfaatler için kullanıyorlar. Allah lemesidir” der. Zira Hilye’de de bu cümle yoktur. Ayrıca ilahi hüccetler
(Subhanehu ve Tealâ)'nın kendilerine verdiği nimetlerle Allah’ın gizli kalınarak korunamaz.
İlme Teşvik 231 232 İmam Gazali

Âhiret âlimlerinin alâmetlerinden bir diğeri de, yakînlerini Lokman Hekim'in oğluna verdiği nasihatler arasında şu da
güçlendirmeye azami önem verirler. Çünkü din servetinin ser- vardır:
mayesi yakîndir. “Oğlum! Amel, ancak yakîn ile gerçekleştirilir. Kişi, ancak
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: yakîni nispetinde amel eder. Amelde noksanlık, yakîn noksanlı-
“Yakîn, imanın tamamıdır.”223 ğından ileri gelir.”
Öyleyse yakîn ilminin öğrenilmesi zorunludur. Öncelikle Yahya b. Muaz şöyle buyuruyor: “Hiç şüphesiz tevhidin nû-
yakîn ilminin evveliyâtını, daha sonra kalbe açılan yolunun öğ- ru, şirkin de ateşi vardır. Muvahhidlerin günahını yok eden
renilmesi gerekmektedir. Çünkü bir ilmin başlangıcı elde edildi- tevhid nuru, müşriklerin iyiliklerini yakan şirk ateşinden daha
ği zaman kalp için hepsini kavramanın yolu açılır. Bu sebeple tesirlidir” O burada “Tevhid nûru” ile yakîni kastetmektedir. Al-
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: lah (Subhanehu ve Tealâ) birçok ayette yakîn sahiplerinden bah-
“Yakîn'i öğrenin!”224 setmiş ve yakînin; ebedi saadetin ve hayrın kaynağı olduğuna
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu sözleriyle “Yakîn işaret etmiştir.
sahipleriyle oturup kalkın! Onlardan yakîni öğrenin, hal ve gi- Yakînin Manası
dişlerinde onlara tâbi olun ki onların yakînlerinin güçlendiği gi- Yakîn mertebesinin ve bu mertebenin zayıf ve kuvvetli olu-
bi sizin de yakîniniz güçlensin!” anlamlarını kastetmiştir. şunun ne anlama geldiğini anlayabilmek için öncelikle yakînin
Yakînin azı, amelin çoğundan daha hayırlıdır. mahiyetinin bilinmesi gerekir. Zira mahiyeti anlaşılmayan bir
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e “Bir kişi vardır, ya- şeyi talep etmek mümkün değildir.
kîni güzel fakat günahı çoktur. Başka birinin de ibadeti çok, ya- Bilmiş ol ki yakîn; farklı iki fırkanın değişik mânâlarda kul-
kîni azdır. Bu iki insandan hangisi daha hayırlıdır?” diye sorul- landığı bir kelimedir. Nazariyeciler ve Kelâmcılar bu kelimeyi,
duğunda Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle cevap ver- şüphe etmemek manasında kullanmaktadırlar. Zira nefsin bir
miştir: şeyi tasdik etmesinin dört mertebesi vardır:
“Günahsız insan yoktur.”225 1. Mertebe (Şekk)
Fakat pek akıllı ve üstün yakîn sahibi bir kişiye günahlar za- Doğrulama ve yalanlamanın eşit olması. Bu durum “şekk”
rar vermez. Çünkü böyle bir kişi günah işlediği zaman hemen ile ifade edilir. Meselâ durumunu bilmediğin bir şahıs hakkında
tevbe eder. Pişman olarak şiddetli bir şekilde af diler. Bunun ne- sana “Allah (Subhanehu ve Tealâ) onu cezalandıracak mı yoksa
ticesinde günahları bağışlanır ve yanında, kendisini cennete gö- cezalandırmayacak mı?” diye sorulduğunda sen, olumlu ya da
türecek fazileti kalır. olumsuz bir yargıya varamazsın. İşte bu duruma şekk adı verilir.
2. Mertebe (Zan)
223 Beyhakî, Hatib İbn Mesud'dan hasen bir senedle rivayet etmişlerdir.
224 Ebu Nuaym, İbn Yezid'den mürsel olarak rivayet etmiştir. Her iki durumun da mümkün olduğunu bilmekle beraber,
225 Tirmizî, Enes'ten rivayet etmiştir. bir tarafa meyletmektir. Fakat zıddının mümkün görülmesi di-
ğerinin tercih edilmesine engel değildir. Meselâ, sâlih ve muttaki
İlme Teşvik 233 234 İmam Gazali

olarak bildiğin bir şahıs hakkında sana “O kişi üzerinde bulun- bi zarurî değildir. Bu nedenle fıtrî akıl, Kadîm’in varlığını hiç
duğu hal ile vefat ettiği takdirde azap görür mü görmez mi?” di- düşünmeden tasdik etmemelidir.
ye sorulduğunda sen, o kimsenin salih amellerine şahid olduğun İnsanlardan bazıları Kadîm'in varlığını işitir ve şeksiz bir
için azap görmeyeceğini düşünürsün. Fakat her şeye rağmen se- şekilde tasdik eder ve bu inancında ölünceye kadar devam eder.
nin bilmediğin gizli bir günahından dolayı azab edilebileceği ih- İnanç ve itikad işte budur. Bu hâl, bütün avam Müslümanların
timalini de göz ardı etmezsin. Ceza görmesi veya görmemesi ih- hâlidir. Bir kısım insan da Kadîm'in varlığını hüccet ve deliller
timali her ne kadar mevcut ise de ceza görmeyeceği fikrini be- ile tasdik eder. Şöyle ki: Eğer varlıkta Kadîm yoksa o zaman bü-
nimsemekte bir beis yoktur. İşte bu duruma “zan” denilir. tün varlıklar hadîs yani sonradan meydana gelmiş olurlar. Eğer
3. Mertebe (İtikad) varlıkların tümünün sonradan meydana geldiği kabul edilirse
Hatırına aksi gelmemek üzere bir şeyi tasdik etmeye mey- hepsinin veya bir kısmının failsiz vücuda geldiğini kabullenmek
letmektir. Bu tasdikte kalpte en küçük bir şüphe bulunmaz. Bu- gerekir ki böyle bir şey muhal olduğu için kabullenilmesi imkân-
lunsa da nefis onu kabul etmez. Ancak bu kanaati kat’i bir bilgi- sızdır.
ye dayanmaz. Bu mertebedeki bir kimse, kalbinden gelen vesve- O halde akıl, Kadîm’in varlığını ortaya koyma hususunu üç
se ve fısıltılara kulak verirse şüpheye düşmesi ihtimal dâhilinde- şıkta mütalaâ eder:
dir. İşte bu hâle “Yakîne yakın İtikad” adı verilir. Bu, halk taba- 1. Bütün mevcudâtın Kadîm olması.
kasının şerî meselelerdeki inancıdır. Çünkü sadece duymuş ol- 2. Bütün mevcudatın hadîs olması.
maları, bu inancı halkın kalbine yerleştirmiştir Hatta onlardan
3. Bir kısmının Kadîm ve bir kısmının hadîs olması.
her grup, mensubu oldukları mezhebin doğruluğuna, imamları-
Eğer mevcudâtın hepsi Kadîm kabul edilirse maksad hâsıl
nın haklı olduğuna öylesine inanırlar ki herhangi birisine ima-
olmuştur. Çünkü Kadîm’in varlığı ispatlanmış olur. Eğer hepsi
mının yanılabileceği söylendiğinde bunu şiddetle reddeder ve
hadîs kabul edilirse, failsiz meydana gelmeleri mümkün olmadı-
asla kabul etmez.
ğından dolayı bu, muhaldir. O halde ya birinci ya da üçüncü şık
4. Mertebe (Yakîn)
doğru olur. Bu şekilde meydana gelen ilme kelâmcılar “yakîn”
Kendisinde şüphe olmayan hatta şüpheli olması asla düşü- ismini verirler. Bu ilim ister yukarıda zikrettiğimiz gibi fikir yü-
nülemeyen, kat’i deliller yoluyla elde edilmiş inançtır. İşte böyle rütmek suretiyle elde edilsin, ister failsiz meydana gelmenin
bir inanca “Yakîn” adı verilir. Mesela; Aklı başında bir kimseye muhal olduğunu bildiren ilim gibi akıl yoluyla veya hisler ile el-
“Bu kâinatta kadîm bir varlığın bulunması mümkün müdür?” de edilsin, ister Mekke'nin varlığını bilmek gibi tevatürle elde
denildiği zaman düşünmeden hemen tasdik edemez. Çünkü ka- edilsin, ister sakmonia ilacının ishal yaptığını bilmek gibi tecrü-
dîm olan, Ay ve Güneş gibi duyu organlarıyla algılanan bir şey be ile elde edilsin ya da daha önce zikrettiğimiz gibi delille elde
değildir. Kişi, Ay ve Güneş’i gözleriyle gördüğü için tereddütsüz edilsin fark etmez. Kelâmcılar bu ilme yakîn adını verirler. Çün-
bir şekilde hemen tasdik eder. Kadîm ve ezeli olanın varlığını kü kelâmcılara göre şek ve şüphe bulunmayan her ilme yakın adı
bilmek; ikinin birden fazla olması ya da sonradan meydana ge- verilir ve yakîn zayıflıkla nitelenemez.
len şeylerin sebepsiz var olmasının imkansız oluşunu bilmek gi-
İkinci tarif ise fakihlerin, sûfîlerin ve âlimlerin çoğunun ka-
İlme Teşvik 235 236 İmam Gazali

bul ettiği tariftir. Onlara göre yakînde cevaz ve şüpheye yer yok- (Aleyhisselam)’ın varlığını tasdik etmekle Yuşâ (Aleyhisselam)'ın
tur. Bu tarife göre yakîn; ilmin aklı istilâ edip galip gelmesidir. varlığını tasdik etmekteki farklılık gibi… Hâlbuki Mekke'nin var-
Hatta ölümde şüphe olmadığı halde “Filan adamın ölüm hak- lığı gibi Fedek'in varlığı da, Musa (Aleyhisselam)’ın var oluşu gibi
kında yakîni zayıftır” denir ya da “Filân adam, rızık konusunda Yuşâ (Aleyhisselam)’ın var oluşu da kesinlikle sabit olmuş bir ha-
çok kuvvetli bir yakîne sahiptir” denir. Bu bakımdan ne zaman kikattir ve ikisinin de var oluşu görmemiş olsan da tevatür yolu
ki gönül bir şeyi tasdik etmeye meyleder ve o şey gönüle hâkim ile sana gelmiştir. Fakat buna rağmen birinin (Mekke ve Musa
olup istediği şekilde tasarrufta bulunursa, işte buna yakîn adı (Aleyhisselam)'ın senin kalbinde öbüründen (Fedek ve Yuşa'dan)
verilir. daha açık olduğunu sezersin. Çünkü birisi hakkındaki tevatür,
Bütün insanlar ölümün kesinliğine inandıkları ve hiç bir şe- öbürü hakkındaki tevatürden daha fazladır. İşte bu farkı, başka
kilde şüphe etmedikleri halde bazı kimseler ölüme inanmamış meseleler hakkında düşündüğün zaman da görürsün.
gibi onu hiç dikkate almaz ölüm için hazırlık yapmaz. Meselâ bir delil ile sabit olanın açıklığı, birden çok delille
Bazılarının da kalplerine ölüm düşüncesi hâkim olmuştur. sabit olanın açıklığı gibi olmaz. Hâlbuki şüphe edilmemesi ba-
Bu kimseler tüm gayretlerini ölüm için hazırlık yapmaya harcar- kımından ikisi de eşittir. Bu gerçeği, ilmini kitaplardan ve işitme
lar. İşte bu hal “Yakîn Kuvveti” olarak isimlendirilir. yoluyla elde eden kelâmcı inkâr eder, durumun farklılığını nef-
Bu tarife göre yakîn, zayıflık ve kuvvetlilik ile nitelenebilir. sinde muhasebe yaparak görmeye çalışmaz.
Biz, “Ahiret âlimleri gayret ve inayetlerini tamamen yakînlerini Yakînin, azlık ve çokluk bakımından farklılığına gelince, bu
güçlendirmeye harcamalıdırlar” sözümüz ile yakînin bu iki mâ- mesele yakîn ile alâkalı ayrıntılardan kaynaklanır. Meselâ, falan
nasını da kastediyoruz. Bu da şek ve şüpheyi giderdikten sonra adamın ilmi filân adamınkinden daha fazladır denilir. Bu sözle
yakîni hâkim ve tek yetkili olarak nefsin başına geçirmektir. Do- malûmatın çokluğu kastedilmektedir. Bundan dolayı bazı âlim-
layısıyla “Yakîn üç kısma ayrılır” sözümüzle yâkînin; kuvvetlilik, lerin yakîni şeriatın bütün emirlerinde kuvvetli olurken bazıları-
zayıflık, çokluk, azlık, açıklık ve gizlilik açısından üçe ayrıldığını nın sadece bir bölümünde kuvvetli olur.
kastettiğimiz de anlaşılmış olmalıdır. Eğer "Şüpheyi gidermek veya kalbi istila etmesi açısından
İkinci tarife göre yakîn, kuvvetlilik ve zayıflık diye iki kısma yakînin ne olduğunu, kuvvetini, zayıflığını, azlığını veya çoklu-
ayrılır. Bu taksim, yakînin kalbe galip gelip kalbi istilâ etmesine ğunu, açık ve gizli şeklinin ne olduğunu anladım. Ama yakîn ile
göredir. Yakîn manalarının kuvvet ve zayıflık bakımından dere- ilgili ayrıntıların nerelerde icra edildiklerini ve yakînin hangi
celeri nihayetsizdir. Halkın, ölüme hazırlıkta farklılık gösterme- konularda istendiğini bilmiyorum. Bunları bilmeden yakîni ara-
si, yakînin bu manalarındaki farklılıkla orantılıdır. yamam dersen bilmiş ol ki Peygamberlerin Allah (Subhanehu ve
Birinci tarife göre yakînin, gizlilik ve açıklık bakımından Tealâ)’dan getirdikleri, başından sonuna kadar yakînin icra edi-

taksim edilmesi inkâr edilemeyeceği gibi ikinci tanım da inkar leceği yerlerdir. Zira yakîn, hususî bir marifetten ibarettir ve şe-
edilemez. Bazen içinde şek ve şüphe bulunmayan ve inkârına riatta varid olan tüm malûmatlarla alâkalıdır. Ben bu malûmat-
imkân olmayan yakînde de farklılıklar olur. Mekke’nin varlığını ların hepsini burada sayacak değilim. Fakat ana kaidelerin bir
tasdik etmekle Fedek’in varlığını tasdik etmek ya da Musa kısmına işaret etmeye çalışacağım.
İlme Teşvik 237 238 İmam Gazali

Bu ana kaidelerden birincisi Tevhid'dir. Tevhid, kainatta ce- Üçüncüsü ise “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür.
reyan etmekte olan her hâdisenin sebepleri yaratan Allah Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” (99 Zilzal/7,8) inancı-
(Subhanehu ve Tealâ)’dan olduğunu bilmek, vâsıtalara iltifat et- nın kalbe hâkim olmasıdır. Yani sevap ve günaha katiyetle
memek ve vasıtaların hükümsüz olduğunu bilmektir. Böyle ina- inanmak kaidesidir. Böyle bir inanca sahip olan bir kişi tâatların
nan bir kişi yakîn sahibi olur. Bu imanla birlikte kalbindeki şek sevaplara nispetinin, ekmeğin doymaya nispeti gibi olduğunu,
ve şüpheleri de yok ederse iki tariften birincisine göre yakîn günahlarla cezanın arasındaki ilişkinin, zehir ve yılanların canlı-
inanç sahibi sayılmaktadır. ları helâk etmesiyle olan ilişki gibi olduğunu kavrar. Karnını do-
Şayet inancı imanla birlikte kalbine hâkim olursa vasıtalara yurmak için ekmek elde etmeye çalışıp azını ve çoğunu korudu-
öfkelenme, vasıtalardan hoşnut kalma ve vasıtalara şükretme ğu gibi az veya çok taat ve ibadetlerini yerine getirmeye gayret
gibi haller kendisinden kaybolur. Vasıtaları imzada kullanılan gösterir. Aynı şekilde zehirin azından ve çoğundan nasıl kaçınır-
kalem ve parmaklar mesabesinde görür. Ne kaleme teşekkür sa, günahın azından da çoğundan da öylece sakınır.
eder ne de ele… Ne ele kızar ne de kaleme… Bu ikisini emre Birinci manada yakîn, bütün Müslümanlarda mevcuttur.
amade iki araç olarak kabul eder. İşte böyle birisi ikinci tarife Fakat yakînin ikinci mânâsı ancak mukarreblere ait bir vasıftır.
göre yakîn sahibi olur. Bu durum birinci yakînin neticesi, seme- Bu yakînin neticesi; bütün günahlardan sakınmak için takvâda
resi, ruhu ve faydasıdır. Kalemin kâtibin emrinde olduğunu bil- ileri gitmek ve her şeyde doğru bir değerlendirme kabiliyetine
diği gibi Güneş, Ay, yıldızlar, bitki, hayvan gibi canlı-cansız tüm sahip olmaktır. Yakîn, ne nispette yüksekse takva ve ibadete yö-
varlıkların Allah (Subhanehu ve Tealâ)’nın emrinde olup her şeyin
nelmek de o nispette yüksektir.
kaynağının ezelî kudret olduğuna kanaat getirdiği vakit, kalbine
Dördüncüsü: Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın her şeye vâkıf
tevekkül, rıza ve teslimiyet gibi yüce sıfatlar hâkim olur. Kötü
olduğuna inanmak. Allah (Subhanehu ve Tealâ)’nın her hal ve ha-
ahlâk, hased, kin ve gayzdan uzak bir ehl-i yakîn olur. İşte yakîn
reketinde seni gördüğüne, kalbindeki kuruntuları, gönlünden
kapılarının birisi budur...
geçirdiğin mahrem duyguları ve her türlü fikrini müşahede etti-
İkincisi tevekküldür. Tevekkül, Allah (Subhanehu ve
ğine kesinlikle inanmaktır.
Tealâ)'nın canlıların rızıklarına kefil olduğuna inanmaktır. Nite-
Şüphe etmeme bakımından her müminde bu yakîn mevcut-
kim Allah (Subhanehu ve Tealâ) şöyle buyuruyor:
tur. Ancak yakînin ikinci manasına gelince, bu mana herkeste
“Yeryüzünde rızkı Allah'a ait olmayan hiçbir canlı yoktur. O,
bulunmaz. Ancak sıddîklara mahsus bir hâldir. Bu hâlin semere-
onların karar kıldıkları yerleri de, emaneten durdukları yer-
si; insanın tek başına bulunduğu zamanda ve her halükârda, bü-
leri de bilir. Onların hepsi apaçık bir kitaptadır. (11 Hud/6)
yük bir padişahın huzurundaymış gibi edepli, boynu bükük, pa-
Bu husustaki yakîn inancı, kişinin nerede olursa olsun tak-
dişahın murakabesi altında olduğunu bilerek oturması, edeb dışı
dir edilmiş olan rızkın kendisine mutlaka geleceğine inanması-
bütün hareketlerden şiddetle kaçınmasıdır.
dır. Bu inanç kalpte hâkim olduğunda rızkını güzel yollardan
Zahirî amellerde nasıl davranıyorsa bâtınî düşüncelerinde
arar, hırslanmaz, aç gözlülük etmez ve kaybettiklerine hayıflan-
de aynı şekilde hareket etmelidir. Böylece zâhirîni insanlar gör-
maz. Bu yakîn aynı zamanda ibadet, taat ve güzel ahlakı da
düğü gibi kalbini de Allah (Subhanehu ve Tealâ)’nın bildiğini kav-
celbeder.
İlme Teşvik 239 240 İmam Gazali

radığında büyük bir çalışmayla bâtınını temizler, tâmir ve tezyin olanlar. Bu âlimler sadece helâl ve haram hakkında fetva verebi-
eder. lir. Böyle bir ilim insana haşyet (korku) duygusu kazandırmaz.
Yakînin bu derecesi insana hayâ, korku, inkisar (kalbi kırık- 2. Allah'ın zâtını bilen ancak emir ve eyyamını bilmeyenler.
lık), kendini küçük görme, alçak gönüllülük gibi nice üstün ah- Bunlar halk tabakasını oluşturan Müslümanlardır.
lâk kazandırır. Güzel olan bu huylar da değeri yüksek ibadetlere 3. Allah'ın zâtını bilmekle birlikte emirlerini ve eyyamını da
vesile olur. bilenler. Bunlar sıddîklardır. Haşyet ve huşû sadece bunların
Yakîn, bütün bu mertebelerde bir ağaca, kalpten neşet eden kalplerinde tecelli eder.
güzel ahlâk da ağacın dallarına, o ahlâktan çıkan tâatlar ve amel- Sehl et-Tüsterî “Allah’ın eyyamı” tabiri ile Allah’ın geçmiş
ler de meyve ve çiçeklere benzer. Bu bakımdan yakîn, kök ve ve gelecekteki kullarına ihsan buyurduğu gizli nimet ve cezaları
esastır. Onun kapıları, saydıklarımızdan çok daha fazladır. Biz kastetmektedir. Çünkü Allah'ın çeşitli azaplarını ve gizli nimet-
şimdilik yakîn lafzının manasını bu kadar açıklamayı yeterli bu- lerini bilen bir kişinin korkusu artar ve içindeki huşû ortaya çı-
luyoruz. kar.
Âhiret âlimlerinin alâmetlerinden bir diğeri de; konuşma- Ömer (radıyallahu anhu) der ki: “İlmi öğrenin! İlimle birlikte
sında, sükûtunda, giyiminde ve her durumunda Allah korkusu- sükûnet, vakar ve yumuşak huylu olmayı da öğrenin. Kendisin-
nun görülmesidir. den ilim öğrendiğiniz kimselere hürmet gösterin. Sizden öğre-
Bu kişi öyle bir hâle gelmiştir ki, kendisine bakan herkes nenler de size karşı mütevazı olsunlar. Âlimlerin zalimlerinden
hemen Allah (Subhanehu ve Tealâ)'yı hatırlar. Onun sûreti, mut- olmayın! Yoksa ilminiz cehaletinize üstün gelemez.”
laka güzel olan sûretine delâlet eder. “Mert ve kahraman kişinin Allah (Subhanehu ve Tealâ) kuluna ilim ihsan ettiği zaman
yüzü, şahsiyetinin aynasıdır” denilmektedir. onunla birlikte hilm, tevazu, güzel ahlâk ve şefkat de verir. İşte
Âhiret âlimleri, tevazularıyla, Allah'ın önünde duyulan zillet bu sıfatlarla donatılan ilim, ilimdir.
ve sükûnetlerinde görünen çehre ile bilinmektedir. Allah kime ilim, zühd, tevazu ve iyi ahlâk verirse o muttaki-
Sükûnet içerisindeki huşudan daha güzel bir elbiseyi Allah lerin imamıdır.
(Subhanehu ve Tealâ) hiçbir kuluna giydirmemiştir. Bu elbise, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
peygamberlerin elbisesi, salihlerin, sıddîkların ve âlimlerin de
“Ümmetimin hayırlı kişilerinden bir grup vardır. Allah'ın
alâmetidir’ denilmiştir.
geniş rahmetinden dolayı zâhiren güler fakat şiddetli azabının
Ardı arkası gelmeyen boş sözler, ağzı yayarak konuşmalar, korkusundan da gizlice ağlarlar. Onların bedenleri yerde, kalple-
kahkahalarla gülmek, hareket ve konuşmalarda acelecilik, küf- ri göktedir. Ruhları dünyada, akılları ise âhirettedir. Yürüdükleri
ran-ı nimet ve Allah’ın azabından emin olmaktan ileri gelmekte- zaman, sükûnetle yürürler, Allah’a vesilelerle yaklaşırlar.”226
dir. Bu gibi kötü huylar Allah'tan gafil olan dünya düşkünlerinin
Hasan Basrî der ki: “Hilim ilmin veziri, şefkat babası, teva-
âdetidir. Allah'ı bilen âlimler ise, bütün bunlardan uzaktırlar.
zu ise gömleğidir.”
Sehl et-Tüsteri'nin de dediği gibi âlimler üç kısma ayrılır:
1. Allah'ın eyyamına değil sadece zâhirî emirlerine muttalî 226 Hâkim, Müstedrek; Beyhaki, Şuab'ul-iman.
İlme Teşvik 241 242 İmam Gazali

Bişr el-Hâfi ise: “İlmiyle dünya riyasetini arayan bir kimse, - İnsanların en âlimi kimdir?
Allah'a buğz ettiği bir şeyle yaklaşmak isteyendir. Böyleleri hem - Allah'tan en fazla korkanlarıdır.
gökte, hem yerde buğz edilen kimselerdir” buyurmuştur. - Bu kimselerin belirtileri nelerdir?
İsrailiyat'ta şöyle bir hikâye aktarılır: - Görüldüklerinde Allah’ı hatırlatırlar.
“Bir hakîm, hikmet konusunda 360 kitap yazmış ve haklı - İnsanların en kötüsü kimdir?
olarak hakîm vasfını almıştır. Fakat Allah (Subhanehu ve Tealâ) o
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu soruya yanıt ver-
zamandaki rasulüne o adama 'Sen yeryüzünü nifakla doldurdun.
mek istemez ve sadece “Ya rabbi, beni affeyle!” der. Sahabelerin
Onları Allah’ın rızasını gözeterek yazmadığından dolayı Allah
ısrarı üzerine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyu-
senin hezeyanlarına zerre kadar değer vermez’ demesini emret-
rur:
miştir. Bu haberi alan hakîm, pişman oldu ve o işi bırakıp halkın
- Bozgunculuk ve fesada yönelen âlimler!”227
arasına karıştı. Halkın içinde çarşılarda gezerek, alışveriş yapa-
rak tevazu sahibi oldu. Bunun üzerine de Allah (Subhanehu ve Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Tealâ) rasulüne şöyle vahyetti: O, işte şimdi benim rızamı ka- “Kıyamet gününde en fazla emniyette olan kimseler, dün-
zanmıştır.” yada en fazla düşünenlerdir. Ahirette en fazla gülecek olanlar,
dünyada en fazla ağlayanlar; âhirette en fazla sevinecek olanlar
Evzai, Bilal b. Sa'd el-Eşarî'nin şöyle dediğini rivayet eder:
ise dünyada en çok üzülen kimselerdir.”228
“Zalim zaptiyelerle karşılaştığınız zaman şerlerinden Allah'a sı-
ğınıyorsunuz fakat riyakârlık yapan ve riyaset için can atan dün- Hz. Ali (radıyallahu anhu) bir hutbesinde şöyle der:
ya âlimlerine ise hiç buğz etmiyorsunuz. Hâlbuki onlar zalim Ben rehinim ve söylediklerime kefilim. Muhakkak ki, tak-
zaptiyelerden daha tehlikelidir. Onların şerrinden Allah'a sığın- vadan ötürü bir kavmin ekini asla zarar görmez. Hidayet çime-
mak daha evlâdır.” nine dikilen bir kök asla susuz kalmaz. İnsanların en cahili, de-
Rivayet edildiğine göre Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve recesini ve kendi durumunu bilmeyendir. Allah nezdinde buğza
Sellem)’e şöyle sorulur: en müstahak olan, ilmi, şuradan buradan derleyen ve bu ilimle
fitnenin karanlığına sapan kimsedir. Bu kişiye, insanların rezil-
- Ya Rasulallah! Amellerin hangisi daha faziletlidir?
leri ve kıymetsizleri âlim demişlerdir. Hâlbuki bir tek gün bile
- Haramlardan kaçınmak. Haramlardan uzaklaştığında Al-
ilimle yaşamamıştır.
lah'ın zikrinin tadına varır ve Allah’ı çokça zikredersin.
- Hangi arkadaş daha hayırlıdır?
- Allah'ı andığın zaman sana yardım eden, unuttuğun za- 227 Irakî bu hadîsi bu şekilde toplu olarak görmediğini söylemektedir.
man hatırlatan arkadaş. Bu hadis birkaç hadisten alınmış parçalardan meydana gelmiştir. İbn
Mübarek, Zühd ve Rekaik'de Muhammed b. Adiy'den, Yunus b. Ha-
- Kötü olan arkadaşlar kimlerdir?
san'dan bu hadisin bir kısmını rivayet etmektedir. Diğer parçalar da
- Unuttuğun zaman sana Allah'ı hatırlatmayan, andığın za- başka hadislerden alınarak eklenmiştir.
228 Ebu Talib el-Mekki, Amr b. Abdullah el-Makberî'den rivayet etmiş-
man da sana yardımcı olmayan arkadaş.
tir.
İlme Teşvik 243 244 İmam Gazali

İlmin kifayet eden az bir miktarı, çok olup azdırıcı olanın- planda tutulduğu bir zamanı yaşadık. Bir sure nazil olduğunda
dan daha efdaldır. Kendisine fayda vermeyen ilimlere dalan bu öncelikle bu surede açıklanan helâl ve haramı, emir ve yasakları,
kimseler daha başkalarının şüphelerini izale etmek için mual- hangi sınırlarda durulması gerektiğini öğrenirdik. Şimdi ise,
limlik kürsüsüne çıkar ve halka yol göstermeye kalkışır. Karşısı- imandan evvel Kuran öğrenimine önem veren Fatiha suresinden
na çıkan önemli ve çözülmesi müşkil bir meselede faydasız fikir- başlayarak sonuna kadar okuyan fakat Kuran'ın emir ve yasakla-
leriyle o meseleyi çözmeye çalışır. Bu kimseler şüpheleri bertaraf rını, hangi sınırlarda durulması gerektiğini bilmeyen, okudukla-
etmekte tıpkı örümcek ağına benzer. Yanıldığını veya isabet etti- rını çürük hurmalar gibi etrafa saçan ve kıymet vermeyen nice
ğini birbirine karıştırır. Çünkü bu durumu idrak etmekten yok- kimseler görüyorum."
sundur ve körü körüne hareket eder. Bilmediği için özür dilemez Başka bir rivayette de aynı manaya gelen şu ifadelerle karşı-
ki selâmete erebilsin. İlme sıkıca sarılmaz ki fayda elde etsin. laşmaktayız:
Verdiği hükümlerle, haramlar helâl olmaktadır. Yemin ederim ki “Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in sahabîleri olarak
bulunduğu makamın ve kendisine havale edilen meselenin ehli bizler, Kuran'dan evvel imana sahip olurduk. Bizden sonra öyle
de değildir. İşte bu kimseler azab görmeye ve ömür boyu feryat bir kavim gelecektir ki onlar, imandan evvel Kuran'a sarılacak-
figan edip ağlamaya müstahak olan kimselerdir.” lardır. Kur'an harflerini güzelce okuyacaklar fakat Kuran'ın ya-
Hz. Ali (radıyallahu anhu) ayrıca şöyle demiştir: “İlmi işitti- saklarını ve hudutlarını zayi edeceklerdir. 'Biz okuduk, bizden
ğiniz zaman, dikkatle dinleyin. Sakın ilmi, ciddî olmayan mese- daha iyi okuyan var mı? Öğrendik, bizden daha iyi öğrenen var
leler ile karıştırmayın. Böyle olduğu takdirde saf kalpler onu ka- mı?' diyeceklerdir. İşte onların Kuran'dan nasibi ancak güzel
bûle yanaşmazlar.” okumakla övünmeleridir.”229
Selef âlimlerinden bazıları şöyle demişlerdir: Diğer bir rivayet ise: “Onlar yani Kur'an harflerini güzel
“Âlim, bir kere kahkaha attığında sahip olduğu ilmin bir okuyup ahkâmını dikkate almayanlar, bu ümmetin en şerlileri-
kısmını da atmış olur.” dir” diye geçmektedir.
Muallimde üç haslet toplandığı takdirde kendisinden ilim Ahiret âlimlerinin ahlakından olan beş haslet, Allah
öğrenecek kişi için nimetler tamamlanmış olur. O hasletler: Sa- (Subhanehu ve Tealâ)’nın kitabındaki şu beş ayetten alınmıştır.
bır, tevazu ve güzel ahlâktır. 1) Haşyet
Öğrenci de şu üç haslete sahip olduğu zaman, muallim için “Kulları içinde ancak âlimler, Allah'tan (gereğince) korkar.”
nimetler tamamlanmış olur. Bu hasletler: Akıl, terbiye ve anlayış (35 Fâtır/28)
kabiliyetidir. 2) Huşû
Hulasa; Ahiret âlimleri, Kuran'da işaret edilen ahlâklardan “Allah'a karşı huşû içerisindedirler ve Allah’ın ayetlerini az
katiyyen ayrılmazlar. Çünkü onlar Kuran’ı riyaset için değil amel bir değere satmazlar.” (3 Ali İmran/199)
etmek için öğrenirler.
İbn Ömer (radıyallahu anhuma) şöyle anlatır:
“Biz, Kuran ezberinden önce imanın elde edilmesinin ön 229 İbn Mâce, Cündebe'den rivayet etmiştir.
İlme Teşvik 245 246 İmam Gazali

3) Tevazu Ayrıca şu da bir gerçek ki fiilî ameller insana daha kolay ge-
“Tevazu kanadını müminler için indir!” (15 Hicr/88) lir. Fiilî amellerin en güzeli ise kalp ve dille Allah'ın zikrine de-
4) Yumuşak Davranmak vam etmektir. Bu amellerin sağlam kalması için kendilerini ifsad
ve kalbi karıştıran şeyleri iyi bilmek gerekir. Bunlar birçok şube-
“Allah'tan gelen bir merhamet sayesindedir ki, onlara (as-
haba) yumuşak davrandın.” (3 Ali İmran/159)
lere ayrılsa ve teferruatı oldukça uzun sürse de bilinmesi gerek-
mektedir. Zira bunlar âhiret yolculuğundaki herkesin müptelâ
5) Zühd
olduğu felâketlerdir.
“Kendilerine ilim verilenler şöyle dedi: Yazıklar olsun size!
Dünya âlimleri ise hüküm ve fetvalarında garib ve lüzumsuz
İman edip sâlih amel işleyenler için Allah'ın sevabı daha ha-
şeylerin peşine düşerler. Kıyamete kadar gerçekleşmesi müm-
yırlıdır.” (28 Kasas/80)
kün olmayan, olsa da kendileri için değil daha sonraki nesiller
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Allah kime hidayet et-
için söz konusu olan faraziyelerle uğraşırlar. Hâlbuki o mesele
meyi dilerse İslâm'a onun göğsünü açar, gönlüne genişlik verir.” (6
vuku bulsa bile onu çözebilecek birçok kimse de mevcuttur. İşte
Enam/125) ayetini okuduğu zaman kendisine:
dünya âlimleri, vazifeleri olmayan ve kendilerini ilgilendirmeyen
- Bu genişlikten maksad nedir? diye sorulur. Rasulullah
meselelerle meşgul olurlar da kendilerini yakından ilgilendiren
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
meselelere kulak asmazlar.
- Nur, bir kalbe akıtıldığı zaman o göğüs genişler' diye cevap
Gece ve gündüz birbiri ardınca onların üzerinden akıp gitti-
verir.
ği müddetçe, kalplerine gelen manalar, vesveseler ve amelleri
- Ey Allah'ın Rasûlü! Peki, bunun bir alâmeti var mıdır?' di-
içinde bocalayıp dururlar. Bu hallerine hiçbir çıkar yol da ara-
ye sorulduğunda ise Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
mazlar. Nefsine ait en mühim bir meseleden kaçar, başkalarını
- Evet, alâmeti vardır. Aldanma evi olan dünyadan uzak du- ilgilendiren ve meydana gelme ihtimali oldukça düşük olan me-
rup ebediyet yurduna yönelmek, ölüm gelip çatmadan önce selelere kafa yorarlar. Bu insanlar saadetten ne kadar da uzaktır-
onun için hazırlık yapmaktır' cevabını verir.”230
lar! Halka yakın olmayı hakka yakın olmaya tercih ederler.
Ahiret âlimlerinin alâmetlerinden birisi de amelleri ifsad
Bu durumdan daha kötüsü, dünyaya bağlı basiretsiz kişile-
ifsad eden, kalpleri karıştıran, vesveseye ve şerre kapı açan şey-
rin böyle kimseleri faziletli, muhakkik ve ince mevzulara vâkıf
ler üzerinde durmak ve dikkatlice araştırmaktır. Zira dinin te-
bir âlim kabul etmeleridir. Böyle bir kişiye Allah (Subhanehu ve
meli fenalıktan korunmaktır. Nitekim şair şöyle demiştir:
Tealâ) tarafından verilecek en hafif ceza, ilminin halk arasında
Şerri şer için değil rağbet görmemesi, zamanın musibetleriyle yaşamının altüst ol-
Ondan korunmak için öğrendim. ması, huzurunun kaçması ve Kıyamet gününde ilmiyle amil
Öyle ya! Şerri bilmeyen içine düşer. âlimlerin erdiği saadeti gördüğünde kendi iflasından dolayı has-
ret çekmesidir. Bu ne dehşetli bir zarardır!
230 Hâkim ve Beyhaki, İbn Mesud'dan rivayet etmişlerdir. Hasan Basrî'nin konuşma bakımından peygamberlere, hi-
dayet bakımından da sahabîlere benzediğini bütün ulema itti-
İlme Teşvik 247 248 İmam Gazali

fakla söylemektedir. Onun konuşmalarının çoğu ise kalbin şüp- sayısını söyler fakat hiçbir zaman isimlerini zikretmezdi. Hz.
hesi, amellerin fesadı, nefislerin vesvesesi ve nefis şehvetlerin- Ömer, kendisinde nifak olup olmadığını Huzeyfe (radıyallahu
den gelen çözülmesi zor, gizli sıfatlara aitti. anhu)’a sormuş o da kendisinde böyle bir belirti olmadığını söy-

Bir defasında kendisine: lemişti.

- Ey Ebu Said! Senin söylediklerini senden başka hiç kimse- Hz. Ömer, çağırıldığı cenazelerde Huzeyfe (radıyallahu
anh)'ın o cenazeye iştirak edip etmediğini araştırırdı. Şayet Hu-
den duymuyoruz. Bu konuşmaları nereden öğrendin? diye so-
ruldu. O da: zeyfe cenazeye iştirak etmişse cenazeye katılır, iştirak etmemiş
ise cenazeye katılmazdı. Bu sebeple Hz. Huzeyfe'ye sır sahibi
- Huzeyfe b. Yeman'dan öğrendim. Bir gün Huzeyfe'ye “Sen,
denilmişti.
hiçbir sahabenin konuşmadığı şeyleri söylüyorsun. Bu konuşma-
Kalp makamlarına ve hallerine itina göstermek, âhiret âlim-
ları nereden öğrendin?” diye soruldu da Huzeyfe şöyle cevap
lerinin âdetidir. Çünkü Allah'a yakın olmaya koşan kalptir. Fa-
verdi: “Bu sözleri Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sadece
kat zamanımızda bu ilim garip oldu ve hatta ortadan kalktı. Za-
bana söyledi. Çünkü diğer kimseler daima hayır ve fazilet hak-
manımızın âlimlerinden herhangi birine kalp hakkında bir sual
kında sorarlardı. Ben ise, şerden çok korktuğum için Rasulullah
sorulduğu zaman, bu sual garip karşılanmakta ve cevap vermek
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e sadece bu hususta soru soruyor-
gereksiz kabul edilmektedir.
dum. Çünkü şerri öğrendiğim zaman hayırla ilgili ilmi de elde
Bir âlim kalp ilimlerinden bahsetse, dinleyenler bunu garip
edeceğimi biliyordum.”231
ve anlamsız bularak “Bu adam yaldızlı laflar ediyor, mücadele
Huzeyfe (radıyallahu anhu) şöyle demiştir: “Apaçık bildim ki,
inceliklerini ortaya koyan o büyük vaizler nerede?” derler.
şerri bilmeyen bir kimse hayrı asla bilemez.”
Şu sözü söyleyen ne kadar doğru söylemiştir:
Başka bir rivayette ise şöyle geçmektedir:
“Yollar çeşit çeşittir fakat hak yol birdir. Hak yolunun yolcu-
"Rasulullah’ın sahabeleri, ‘Ey Allah'ın Rasûlü! Şu şu amel- ları ise fertlerdir. O yolcular bilinmez, onların maksatlarını anla-
de bulunan kimseler için ne gibi mükâfatlar vardır' diye amelle- yamazsın. Onlar ağır ağır hedeflerine yönelirler. İnsan, kendisi
rin fazileti hakkında sorarlardı. Ben ise: 'Ey Allah'ın Rasûlü! için irade edilenden gafildir. Çünkü hak yolundan habersizdir.”
Amelleri neler ifsad eder?' diye sorardım. Rasulullah (Sallallahu
Hülasa; İnsanların çoğu kolaya ve tabiatına uygun olan şeye
Aleyhi ve Sellem) de benim amellerin afetlerinden sorduğumu gö-
meyleder. Hakikat acıdır ve üzerinde sebat etmek büyük güçlük-
rünce bu ilmi hususî olarak bana öğretti." lere göğüs germekle mümkündür.
Huzeyfe (radıyallahu anhu) amelleri ifsad eden ilmi bildiği Özellikle kalbin sıfatlarını tanımak, onu ahlâkî zaaflardan
gibi münafıklara ait malûmatı, nifak ilmini, sebeplerini ve fitne- temizlemek, ruhu yerinden söküp almaktan daha zor bir iştir.
lerin inceliklerini de hususî olarak biliyordu. Hakikati benimsemiş bir kimse, şifa bulacağı umuduyla ilâcın
Hz. Ömer, Hz. Osman ve daha birçok sahabî fitneler ve ni- acılığına katlanan ya da ölüm anında meleğin müjdesiyle iftar
fak hususunda Hz. Huzeyfe'den bilgi alırlardı. O münafıkların etmek için hayatını oruçlu geçiren bir kimseye benzer. Öyleyse
bu yola rağbet ne zaman çoğalır? Bu hikmete binaen şöyle de-
231 Buhari ve Müslim. nilmiştir:
İlme Teşvik 249 250 İmam Gazali

“Basra şehrinde, vaaz ve nasihatte bulunan yüz yirmi kişi “Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den başka herkesin
olmasına rağmen yakîn ilmi ve kalbin halleri hakkında sadece üç ilminden alınan da olur atılanı da…”232
kişi konuşuyordu: Sehl et-Tüsterî, Subeyhî ve Abdurrahim. Di- İbn Abbas, Zeyd b. Sabit’ten fıkıh, Ubey b. Kab'dan kıraat
ğer vaizlerin sohbetine binlerce insan katılmasına rağmen bu üç ilmini öğrenmiştir. Sonradan, fıkıh ve kıraatte her iki hocanın
kişinin cemaati on kişiyi geçmezdi. Çünkü kıymetli mücevherat, fikirlerine muhalefet etmiş ve onlardan ayrılmıştır.
ancak hususiyet ve özellik sahibi kişilere mahsustur. Selef âlimlerinden bazıları şöyle demişlerdir: “Rasulullah
Ahiret âlimlerinin özelliklerinden biri de, ilim öğrenirken (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den bize ne gelmişse olduğu gibi ka-
kalbin saflığı ile idrak ve basiretine güvenmeleri, başkalarını bul ederiz. Sahabe-i Kiramdan gelenin bir kısmını alır, bir kıs-
taklit etmemeleridir. Emir ve buyruklarında taklid edilecek ye- mını terk ederiz. Tabiîne gelince, onlar da insan biz de insa-
gâne kişi şeriatın sahibi Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve nız.”233
Sellem)’dir. Bir de Sahabe-i Kiram… Onların taklid edilmesi de Sahabîlerin fazileti, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in
fiillerinin Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den duyup öğ- hareketlerinin karine ve delillerini bizzat görmelerinden, kalple-
rendiklerine delalet etmesi bakımındandır. rinin karinelerle bilinen birtakım emirlere bağlanmasından ileri
Bu hakikat böylece bilindikten sonra Rasulullah (Sallallahu gelir. İşte bu emirler, sahabîleri doğru yola ileten yegâne haki-
Aleyhi ve Sellem)’in söz ve fiillerini kabul etmek sureti ile taklid katlerdir. Bu hakikat ne rivayete ne de ibarelere sığmaz. Kendi-
eden kimseye düşen vazife; bu konunun sır ve hikmetlerini bil- lerini yanılgıya düşmekten koruyacak nübüvvet nuru üzerlerine
meye çalışmaktır. Zira mukallid bir fiili, şeriat sahibinin fiilidir saçılmıştır.
diye işler. Hâlbuki şeriat sahibinin her fiilinde mutlak bir hikmet Başkalarından işitilenleri taklid etmek makbul bir hareket
vardır. Öyleyse mukallid, hiç yorulmadan ve yılgınlık gösterme- sayılmaz iken kitaplara ve tasniflere bağlanıp onların mukallidi
den şeriat sahibinin amelleriyle, söylediği sözlerin hikmetlerini olmak makbul sayılmamaya daha layıktır. Çünkü kitap ve tasnif-
anlamaya gayret sarf etmelidir. ler sonradan ortaya çıkmıştır. Sahabe-i kiramın, Tabiînin ilk de-
Mukallid, söyleneni ezberlemekle kalırsa, ancak öğrendiği virlerinde kitap ve tasnif yoktu. Sahabîlerin vefatından, Tabiînin
ilmin kabı olabilir kesinlikle âlim olamaz. İşte bundan dolayı ba- özellikle de Said b. Müseyyeb ve Hasan Basrî gibi zatların vefa-
zen “Filân adam ilmin kabıdır” denilir. Şayet bu adam, sadece tından sonra yani hicretin yüz yirminci senesinden sonra kitap-
ezberlemekle iktifa eder, o söz ve fiillerin hikmetlerine nüfuz lar telif edilmeye başlanmıştır.
etmezse, böyle bir kimseye asla âlim denilmez. Evvelkiler, Kuran’ı okutmaya, manasını düşünmeye, tefek-
Kimin kalbinden perde kalkmış ve hidayetle nurlanmışsa, kür ve tezekküre engel olur korkusuyla kitapların hatta hadisle-
başkalarına da önder olur. Artık onun için Rasulullah (Sallallahu rin yazılmasını dahi hoş görmezlerdi. “Bizim ezberlediğimiz gibi
Aleyhi ve Sellem)’den başkasını taklid etmek caiz olmaz. Bundan siz de ezberleyin” diyerek ikazda bulunuyorlardı.
dolayı İbn Abbas (radıyallahu anhuma) şöyle demiştir:

232 Taberani.
233 Bu söz, İmam Ebu Hanife'ye nispet edilir.
İlme Teşvik 251 252 İmam Gazali

Hatta Ebu Bekir (radıyallahu anhu) ve Sahabenin bazısı, in- şeytanın hile ve tuzaklarını ortaya koyan ilimler garip sayıldı ve
sanlar Kuran’ı ezberlemez, eldeki mushaflara bağlanır korkusuy- azaldı. Küçük bir azınlık hariç, halk bu ilimlerden yüz çevirdi.
la Kuran'ın bir mushafta derlenmesini dahi uygun görmedi. Daha sonra cedel eden kelâmcıya âlim denilmeye başlandığı gibi
“Rasulullah'ın yapmadığı bir işi biz nasıl yapalım?” diye tered- konuşmasını secîli ve kafiyeli ibarelerle süsleyen kimselere de
düt ediyorlardı. “Kuran'ı olduğu gibi bırakalım, okumak ve âlim denilir oldu. Çünkü bunları dinleyenler ilmin hakikatini hi-
okutmak suretiyle nesilden nesile aktarılsın. Ezberleme, onların kâyelerden ayırt edebilecek kabiliyete sahip olmayan halk taba-
meşguliyeti olsun” dediler. kası idi. Ayrıca halk, Sahabe-i Kiram’ın yaşantısını ve ilmini
Ta ki Hz. Ömer ve diğer sahabenin, halkın tembelliğinden bilmiyordu ki, hakikî âlimleri sahtelerinden ayırt edebilsin!
korkması, Kuran'ın müteşabih ayetlerinin okunması ve kıraatte Âlim olmayana âlim unvanı verildi ve bu unvan nesilden
vuku bulabilecek ihtilaflarda başvurulacak kaynak olması ama- nesile aktarıldı. Böylece âhiret ilmi rafa kaldırıldı. Havas hâriç,
cıyla Kuran’ın bir mushafta toplanması yönünde görüş belirtene kelâm ile ilim arasında ayırım yapacak kimse kalmadı.
kadar böyle devam etti. Hz. Ömer ile kendisini destekleyen diğer Fakat havastan olan kimselere “Falanca mı daha âlimdir
Sahabe-i Kiram, bu mazereti beyan ettiklerinde Hz. Ebu Bekir yoksa filanca mı?” diye sorulduğunda “O ilim yönünden, bu da
(radıyallahu anh)’ın kalbi de bu işe ısınınca Kur’an tek bir kelâm yönünden daha bilgilidir” derlerdi. Çünkü havas, ilim ile
mushafta toplandı. kelamın (konuşma kabiliyeti) arasını ayırt edebilecek kabiliyet-
İmam Ahmed, İmam Malik’in “Muvatta” kitabını yazmasını teydi. İşte böylece geçmiş asırlarda din, zayıflamıştır. Acaba gü-
uygun görmemiş ve: “Sahabenin (radıyallahu anhum) yapmadı- nümüzde durum nasıldır?
ğını yaptı” demiştir. Bugün durum öyle bir hale gelmiştir ki kelâmı inkâr edenle-
Denilir ki: İslâm'da ilk kitap yazan İbn Cüreyc'dir. Bu kitap re mecnun gözüyle bakılmaktadır. Öyleyse bu zamanda yapıl-
hadislerle ilgilidir. Mekke'de Mücahid, Atâ ve İbn Abbas’ın tale- ması gereken; kişinin kendi nefsi ile meşgul olması ve başkaları
belerinden naklettiği Huruf’ut-Tefasir konusunda yazılmış bir hakkında susmayı tercih etmesidir.
kitaptır. İkincisi, Yemen'in San'a şehrinden olan Ma'mer b. Âhiret âlimlerinin alâmetlerinden birisi de ortaya çıkan
Raşid tarafından telif edilen Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve bid'atlardan şiddetle kaçınmaktır.
Sellem)’in hadislerini içeren kitaptır. Sonra İmam Malik, Medi- İnsanların çoğunluğunun Sahabe-i Kiramdan sonra meyda-
ne'de Muvatta isimli kitabı, daha sonra da Süfyan es-Sevrî'nin na çıkan bid'atlara olan teveccühü sakın seni aldatmasın! Zira
“Câmî” adlı eseri gelir. müslüman Sahabe-i Kiramın durumunu, sîretini ve amellerini
Hicretin dördüncü yüzyılında kelâm ilmine dair birçok ki- araştırmalı ve onların hangi hususlara daha fazla önem verdikle-
tap telif edildi. Kıyl-u kâl’ler, delil ve burhanlarla iptal edildi. rini öğrenmelidir.
Bunun üzerine halk, kelâm ilmine ve kıssalarla vaaz etmeye yö- Ders okutup kitap yazmaya, münazara etmeye, fetva verme-
neldi. Böylece yakîn ilmi, hicretin dördüncü asrından itibaren ye, yönetici olup vakıf müesseselerinin başına geçmeye, birileri-
yavaş yavaş yok olmaya başladı. nin vasisi olmaya yetimlerin malını yemeye, zalim yöneticilerle
O tarihten itibaren kalbin hallerini, nefsin kötü sıfatlarını ve oturup-kalkmakla onlarla iyi geçinmeye mi önem vermişler yok-
İlme Teşvik 253 254 İmam Gazali

sa Allah’tan korkup hüzünlü olmaya, mücâhede etmeye, küçük İbn Mesud'dan mevkuf ve müsned olarak şu hadis rivayet
ve büyük tüm günahlardan sakınmaya, zâhir ve bâtınını mura- edilmiştir:
kabe etmeye, nefsin gizli şehvetlerini, şeytanın tuzaklarını ve “İki şey vardır ki biri kelâm diğeri ise hidayettir. Kelâmın en
bunların benzeri bâtın ilimlerini öğrenmeye mi önem vermişler- güzeli, Allah'ın kelâmıdır. Hidayetin en güzeli de Rasulullah
dir? (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yoludur. Bid'atlardan şiddetle sa-
Şunu iyi bil ki; zamanın en âlimi ve hakka en yakın olanı, kınınız. Zira işlerin en kötüsü, sonradan ortaya çıkanlardır. Mu-
Sahabe-i Kiram'a en fazla benzeyen ve selefin yolunu en iyi bi- hakkak ki sonradan ortaya çıkan her şey bid'attır, her bidat de
lenlerdir. Zira din, onlardan alınmış ve öğrenilmiştir. Hz. Ali’ye sapıklıktır. Uyanık olun! Uzun emeller beslemeyin yoksa kalbi-
“Falancaya muhalefet ettin” denildiğinde şöyle cevap vermiştir: niz katılaşır. İyi bilin ki her gelecek olan yakındır. Uzak olan ise
“Bizim en hayırlımız bu dine en iyi şekilde uyanımızdır.” asla gelmeyecek olandır.”234
Öyleyse hakikat yolcuları Rasulullah'ın asrındaki insanlara Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir hutbelerinde şöyle
uyma hususunda kendi asrındakilere muhalefet etmekten çe- buyurmaktadırlar:
kinmemelidir. “Ayıpları, kendisini başkasının ayıplarını araştırmaktan alı-
İnsanlar tabiatları gereği yalnızca kendi yaptıklarını doğru koyana, meşru yoldan kazandığı maldan Allah yolunda infak
görmeye meyyaldirler. Hakka muhalefet etmelerinin kendilerini edene, fıkıh ve hikmet ehliyle arkadaşlık edene, yoldan çıkıp gü-
cennetten mahrum bırakmaya sebep olacağını itiraf etmezler. naha dalmış kimselerden uzak durana müjdeler olsun! Nefsini
Cennete giden yolun da ancak kendi seçtikleri yol olduğu iddia zelil görene, ahlâkını güzelleştirene, bâtınını ıslah edene, insan-
ederler. lara fenalığı dokunmayana müjdeler olsun! İlmiyle amel edene,
Bu hakikati belirtmek için Hasan Basrî şöyle demiştir: malının fazlasını Allah yolunda harcayana, sözünün fazlasını
“İslâm'da bidat yolunu açan şu iki zümredir: saklayana, sünnete sarılıp, bid'atlara sapmayana müjdeler ol-
sun!”235
1. Kötü rey sahibi olup, sadece kendisi gibi düşünenlere
cennet verileceği kanaatinde olanlar. İbn Mesud (radıyallahu anhu) der ki: “Ahir zamanda hidayet
ve güzel ahlak, çok amelden daha hayırlıdır. Siz ise öyle bir za-
2. Dünyaya tapan, dünya için öfkelenen ve dünya için razı
mandasınız ki, en hayırlınız emirleri süratle yerine getirendir.
olan ve sadece dünyayı arayan zenginler.
Fakat sizden sonra bir zaman gelecektir ki o zamandaki insanla-
Bu iki sınıfı da terk edin. Çünkü ikisi de cehenneme doğru
rın en hayırlısı, şüphelilerin çokluğundan dolayı teenni ile hare-
koşmaktadır. Bir de kendini dünyaya davet eden zenginle, nefsin
ket edenleridir.”
arzularına davet eden hevasının esiri olanın arasında olduğu
İbn Mesud ne kadar da doğru söylemiştir. Bu zamanda te-
halde Allah, kendisini her ikisinin de şerrinden korur da Selef-i
enni ile adım atmayan ve halkın yaptığı işlerde onlara uyan ve
Salihîn’e uyarak onların yaşantılarını, fiillerini sorup izlerinden
yürümek isteyenler vardır ki işte bunlar büyük mükâfata aday- 234İbn Mâce.
dırlar. Sizler de böyle olun!” 235 Ebu Nuaym, Bezzar, Taberani ve Beyhaki değişik kaynaklardan
tahriç etmişlerdir.
İlme Teşvik 255 256 İmam Gazali

onların daldığı bataklığa dalan kimse, onlar gibi helake sürükle- Ahmed b. Hanbel der ki:
nir. “Asrımızdaki insanlar, ilmi terk edip garip meselelere daldı-
Huzeyfe b. Yeman (radıyallahu anhu) ise şöyle der: lar. Onların arasındaki ilim ne kadar da azdır. Allah yardımcımız
“Bundan daha garibi, sizin bugün iyilik olarak gördüklerini- olsun.”
zin, Sahabe zamanında kötülük sayılmasıdır. Sizin bugün kötü Malik b. Enes ise “Geçmiş zamandaki insanlar bu meseleleri
olarak gördüklerinizi de gelecek nesiller iyilik olarak görecekler- sizin sorduğunuz şekilde sormuyordu. O zamanın âlimleri de
dir. Siz hakkı tanıdıkça hayır üzerinde olursunuz. Siz içinizde haram veya helâl demiyorlardı. Ben onlara yetiştim. Onlar
bulunan âlime önem verir, ihtimam gösterirsiniz.” müstehap veya mekruh diyorlardı” demiştir.
Huzeyfe (radıyallahu anhu) da doğru söylemiştir. Yaşadığı- Malik bu sözüyle, o devrin insanlarının kerahet ve
mız şu asrın iyiliklerinin çoğu Sahabe-i Kiram zamanında kötü- müstehabın inceliklerini araştırdıklarını, haramın ise herkes ta-
lük olarak kabul ediliyordu. Mesela zamanımızın iyiliklerinin en rafından bilindiğini ve çok kötü, fahiş bir şey kabul edildiğini
büyüklerinden sayılan şey; camileri süslemek, nakışlamak, kıy- kastetmektedir.
metli halılar sermek ve bu uğurda servet harcamaktır. Hâlbuki
Hişam b. Urve b. Zübeyr şöyle demiştir:
daha evvel camilerde hasırların serilmesi dahi bid'at sayılıyordu.
Hattâ “Camilere asırların serilmesi Haccac-ı Zâlim'in yaptığı bi- 'Siz, bidatçilere ortaya attıkları bidatleri sormayınız. Çünkü
datlerdendir” denilmekteydi. Çünkü Sahabe-i Kiram ve Tabiîn, onlar bidatlerini müdafaa için gereken cevabı hazırlamışlardır.
alınlarıyla toprak arasında perde olacak bir şeyi pek kullanmaz- Fakat onlara, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in sünnetini
lardı. sorun. Göreceksiniz ki onlar sünneti bilmezler.”

Aynı şekilde zamanımızda cedel ve münazara ilimlerinin in- Ebu Süleyman Daranî der ki:
celikleriyle meşgul olmak, büyük ilimlerden sayılıyor ve bu işler- “Kalbine bir iyilik ilham edilen kişi, onunla hemen amel et-
le meşgul olanlar da Allah'ın rahmetine yaklaştırıcı amellerin en memelidir. Önce şeriate uygun olup olmadığını araştırmalıdır.
değerlisini yaptıklarını zannediyorlar. Hâlbuki onların bu yap- Eğer uygun ise Allah (Subhanehu ve Tealâ)’ya hamd ederek o iyi-
tıkları, Sahabe-i Kiram ve Tabiîn zamanında kötü sayılıyordu. liği yapmalıdır.”
Zamanımızda iyi görülen fakat aslen münker olan hareket- Çünkü Asr-ı Saadet'ten sonra ortaya atılan bid'atlar her yeri
lerden birisi de Kur'an ve ezan okumakta lâhin (Sesi alçaltıp sarmış ve Allah (Subhanehu ve Tealâ)’nın koruduğu kimseler ha-
yükseltmek) yapmaktır. riç insanların kalplerinde istikrar bulmuştur. İşte bundan dolayı
İyilik sayılan münkerlerden bir diğeri de zahirî temizlikte kalplerin berraklığı bulanmakta ve bâtıl, hak olarak görülebil-
aşırıya kaçmak, taharette vesveseye düşmek ve elbisenin temiz- mektedir. Bu bakımdan bâtılı hak olarak telâkki etmemek için
liğine önem vermek fakat yiyeceklerin helâl veya haram olması- şeriatın şahitliği aranmalıdır.
na ise önem vermemektir. İbn Mesud ne güzel söylemiştir: “Siz Mervan b. Hakem bayram namazında namazgâhta minber
bugün öyle bir zamandasınız ki, nefsin hevası ilme tâbidir. Fakat yaptığı zaman, o cemaatte bulunan Ebu Said Mâlik b. Sinan el-
bir zaman gelecektir ki ilim, hevaya tâbi olacaktır!” Hudrî (radıyallahu anhu) ile aralarında şu konuşma geçmiştir:
İlme Teşvik 257 258 İmam Gazali

- Ey Mervan! Bu bid’at da nedir? Herhangi bir günahı işleyen kimseye nispetle bidatçi, sulta-
- Yaptığım bid'at değildir. Senin bildiğinden daha hayırlıdır. nın bazı emirlerine muhalefet edene nispetle hükümet yıkmak
Çünkü cemaat çoğalmıştır. Minberi yapıp onun üzerine çıkıp isteyen kimse gibidir
cemaate sesimi duyurmak istedim. Belirli bir vazifede sultanın emrine muhalefet eden kişinin
- Ey Mervan! Allah'a yemin ederim ki siz hiçbir zaman be- suçu bazen affolunur. Ama sultanın devletini yıkıp sultanlığına
nim bildiğimden daha hayırlısını getiremezsiniz ve yine Allah'a son verme teşebbüsü ise asla affolunmaz.
yemin ederim ki bugün senin arkanda bayram namazını kılma- Bazı âlimler şöyle demiştir: “Selefin konuştuğu meseleler
yacağım! hakkında susmak cefadır. Onların sustuğu meseleler hakkında
Ebu Said (radıyallahu anh)’ın itirazının sebebi: “Rasulullah konuşmak ise boşuna bir uğraştır.”
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bayram namazı ve yağmur duası hut- Hakikat ağırdır. Sınırlarını aşan zulmetmiş, ona ulaşama-
belerinde minbere çıkmaz, aksine elindeki yaya veya asâsına da- yan ise acze düşmüştür. Onun sınırlarında duran isabet
yanarak hutbesini okurdu.”236 etmiştir'.
Zira Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuş- Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
tur: “Kim dinimizden olmayan bir şeyi ihdas ederse ortaya attığı “Devamlı orta yolu tercih edin ki ilerleyenler de, gerileyen-
o şey merduttur.”237 ler de oraya dönecektir.”240
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Ümmetimi aldatanın İbn Abbas (radıyallahu anhuma) der ki: “Dalâlet ehlinin kal-
üzerine Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti olsun” binde dalâletin kendine göre bir tadı vardır.”
buyurduğu zaman kendisine: “Ey Allah'ın Rasûlü! Ümmetinin Nitekim Allah (Subhanehu ve Tealâ) şöyle buyuruyor:
kandırılması ne demektir?” diye soruldu. Rasulullah (Sallallahu
“Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve dünya haya-
Aleyhi ve Sellem) de:
tının aldattığı kimseleri bırak!” (6 Enam/70)
“Dinde olmayan bir bidati ihdas edip halkı o bidati yapmaya
“Kötü işi kendisine güzel gösterilip de onu güzel gören kimse
zorlamaktır” buyurdu.238
(kötülüğü hiç istemeyen kimseye benzer) mi?” (35 Fâtır/8)
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Sahabe devrinden sonra zaruret ve ihtiyaç miktarını aşacak
“Allah (Subhanehu ve Tealâ)'nın bir meleği vardır. O melek her
derecede icâd edilen yenilikler, oyun ve eğlencedir.
gün şöyle haykırır: Rasulullah'ın sünnetine muhalefet eden kim-
Rivayet olunduğuna göre şeytan, askerlerini Sahabe-i Ki-
seye onun şefaati ulaşmaz.”239
ram zamanında yeryüzüne salmış ve bir zaman sonra askerler,
236
ümitsiz olarak geri dönmüşler. Şeytan askerlerine sormuş:
Taberani, Berra b. Azib'den, Ebu Davud ise Şuayb'dan rivayet etmiş-
tir. - Neden böyle kızgın ve hırçınsınız?
237 Buhârî ve Müslim, Hz. Âişe'den rivayet etmiştir.

238 Darekutnî, Enes'ten zayıf bir senedle rivayet etmiştir.

239 Ebu Talib el-Mekkî, Kut'ul-Kulûb. Irakî hadisin aslına rastlamadığı- 240Ebu Ubeyde, Ali b. Ebi Tâlib'den mevkuf ve garîb bir senedle rivayet
nı söylemiştir. etmiştir. Irakî, bu hadisin merfû bir senedini bulamadığını söylemiştir.
İlme Teşvik 259 260 İmam Gazali

- Biz, bunlar gibisine asla rastlamadık. Bunlar bizi bitap dü- c) Bazen de keşif, ilham ve misallerin müşahedesiyle rüyada
şürdükleri halde biz onlara asla zarar veremedik. olduğu gibi hâdiseleri keşfederler.
- Siz onları aldatamazsınız. Çünkü onlar peygamberlerinin Keşif yollarının en yüce derecesi bu sonuncusudur. Bu, aynı
izinden gitmektedirler. Fakat üzülmeyin! Bunlardan sonra bir zamanda nübüvvetin yüksek derecelerindendir. Nitekim sadık
kavim gelecektir ki siz ihtiyaçlarınızı ve intikamınızı onlardan rüya da nübüvvetin kırk altı cüzünden bir cüzdür. Bu bakımdan
alırsınız. dikkatli ol ve anlamadığın şeyleri inkâr etmeye kalkışma! Çünkü
Tabiîn zamanı geldiğinde, şeytan yine ordularını seferber aklî ilimlerin tamamını ihata ettiklerini zannedenler, bu konuda
etmiş ama ordular yine mahrum olarak dönüp şöyle demişler- helâk olmuşlardır. Bu bakımdan sahibini Allah'ın veli kullarına
dir: ait bulunan bu işleri inkâr etmeye çağıran akıldan, cehalet daha
- Böyle acayip kimseler görmedik. Kendilerini bazen aldatıp hayırlıdır. Evliyanın ilham durumunu inkâr eden, enbiyayı da
günah işlettiğimiz olduysa da günün sonunda istiğfar ettiler. Al- inkâr etmek felâketine dûçar olur ve böylece tamamen dinin dı-
lah da onların günahlarını sevaba çevirdi. şına çıkar!

- Siz bunlardan da bir şey elde edemeyeceksiniz. Çünkü Ariflerden biri “Abdalların etrafta gizlenip halk gözünden
bunlar da Peygamberlerinin sünnetine tâbî olmakta ciddîdirler. kaybolmaları, zamanın âlimlerini görmeye tahammül edemedik-
Fakat bunlardan sonra bir kavim gelecektir. Gözleriniz onların leri içindir. Çünkü zamanın kötü âlimleri her ne kadar kendi te-
gelişi ile aydınlanacaktır. Siz onlarla oyuncak gibi oynayacaksı- lâkkilerine ve cahil halkın görüşüne göre âlim sayılıyorsa da, ab-
nız. Onları heva ve heves gemleriyle istediğiniz şekilde, istediği- dalların nezdinde Allah'ı bilmeyen cahillerdir” demiştir.
niz istikamete çekebileceksiniz. Onlar tevbe de etmezler ki Allah, Sehl et-Tüsterî şöyle der:
günahlarını sevaba çevirsin “Günahların en büyüğü, kişinin cahil olduğunu bilmemesi-
Râvi diyor ki: 'Birinci asırdan sonra öyle bir kavim geldi ki dir. Halk tabakasına bakıp gaflet sahibinin konuşmasını dinle-
Şeytan, içlerine heva ve heves tohumunu ekti, bidatleri süslü mek, abdalların yanında zamanın âlimlerine bakmaktan daha
gösterdi. Onlar da bidatleri din edindiler. O bidatleri helal say- iyidir.”241
dıklarından dolayı Allah'tan af dileyip tevbe de etmediler. Bu Dünyaya dalıp bağlanan âlimlerin sözüne kulak verilmeme-
bakımdan düşman, onlara musallat oldu ve istediği tarafa sü- lidir. Böyle bir âlimin her dediği şüpheyle karşılanmalıdır. Çün-
rükledi!' kü her insan sevdiğine dalıp ona uygun düşmeyeni reddeder. Bu
Eğer “Bu hikâyeyi rivayet eden kişi şeytanın böyle dediğini nedenle Allah (Subhanehu ve Tealâ) şöyle buyurur.
nereden biliyor? Şeytanı görmemiş ve onunla konuşmamıştır “Bizi anmak hususunda kalbine gaflet verdiğimiz kimseye
ki?” dersen, bilmiş ol ki kalp sahipleri melekûtun sırlarını üç itaat etme ki, keyfinin ardına düşmüş ve işi de haddini aş-
yoldan elde ederler: mak olmuştur” (18 Kehf/28)
a) İlham yoluyla Halk tabakasının asileri, dinin yolunu bilmediği halde ken-
b) Sadık rüyalarla
241 Parantez içindeki ibare Zebidî'ye aittir
İlme Teşvik 261 262 İmam Gazali

dilerini âlim zannedenlerden daha memnun ve mesuddurlar. Ya bu sıfatlarla bezen ya da bu sıfatları kabul edip kendi ku-
Çünkü günahkâr avam, kusurunu itiraf eder. Af dileyerek tevbe surunu itiraf et! Sakın dinini dünyaya alet edip tembel kimsele-
eder. Fakat kendisini âlim zanneden şu cahil ise, âlimlik tasla- rin hal ve gidişatını, gerçek âlimlerin hal ve gidişatına benzet-
maktadır. Meşgul olduğu ve sadece dünyaya alet olan ilimleri, mek suretiyle nefsini aldatma! Eğer böyle yaparsan cehalet ve
din yolunun aleti olarak telakki etmektedir. Bu bakımdan af di- inkârın yüzünden gaflete düşer, helâk olursun.
lemek ve tevbe etmek ihtiyacını duymamaktadır. Belki de, ölün- Şeytanın kandırmasından Allah'a sığınırız. Zira insanlar bu
ceye kadar bütün insanlar bu belâ ile müptela olmuş ve ıslahla- kandırmalar sebebiyle helâk olmuştur. Allah (Subhanehu ve
rından ümit kesilmiştir. O halde dindar kişi için en ihtiyatlı ha- Tealâ)’dan bizi, dünya hayatı ile aldanmayan ve şeytanın maska-
reket, bir kenara çekilip insanları kendi halleriyle baş başa bı- rası olmayanlardan eylemesini dileriz. Allahûmme Âmin!
rakmaktır.
Bu sırra binaen Ebu Muhammed Yusuf b. Esbat, Mer'aşlı
Huzeyfe’ye şöyle yazar:
“Tek başına kalan, beraberce Allah'ı zikretmek için bir ar-
kadaş bulamayan yahut bulduğu arkadaşı günahkâr olan veya
aralarındaki konuşma ve müzakere günaha götüren bir kimse-
nin hakkında tahminin ve hükmün ne olabilir? Çünkü bu zat,
esas arkadaşını bulamamaktadır….”
Yusuf ne de doğru söylemiş! İnsanlarla bir arada bulunmak
ya gıybete veya gıybeti dinlemeye veya herhangi bir münkere
karşı sükût etmeye götürür. Oysa insanın en güzel hali, ilim öğ-
renme veya ondan istifade etmektir. Fakat bu zavallı tam mana-
sıyla düşündüğü zaman görecektir ki, ilim öğretmesi, riyadan,
halkı arkasına takmaktan ve riyaset peşinde koşmaktan ibaret-
tir. Bunun böyle olduğunu anladığı zaman, bilecektir ki ilmi öğ-
renen de, o ilmi dünyevî arzularına alet ve şerre vesile etmek
için öğreniyor. Böyle bir insana ilim öğreten, tıpkı yol kesicilere
kılıç satan gibidir. Bu bakımdan ilim, kılıç gibidir. İlmin hayır
için salâhı, kılıcın harp için salâhı gibidir. Kılıçla yol kesmek is-
tediğini bildiğin bir kimseye kılıç satmak caiz değildir.
Buraya kadar saydığımız alametler, âhiret âlimlerinin alâ-
metidir. Bunların her birisi selef âlimlerinin güzel vasıflarıdır...
Ey okuyucu! Sen de şu iki kişiden biri ol!

You might also like