Professional Documents
Culture Documents
Çehov Avda Trajedi YKY
Çehov Avda Trajedi YKY
Lıov
AVDA TRAJEDİ
(Gerçek Bir Olay)
KÂZIM TAŞKENT KLASİK YAPITLAR DİZİSİ
Çeviren
Kayhan Yükseler
K
YAPI KREDİ YAYINLARI
Yapı Kredi Yayınlan - 5628
Kâzım Taşkent
Klasik Yapıtlar Dizisi -102
Çeviriye temel alınan baskı: İzdalelskoye obyedineniye Vışça Şkola Kiev, 1989
1. baskı: İstanbul, Ağustos 2020
ISBN 978-975-08-4737-0
başından alır. Annesi gibi eski bir mezann tepesinde kendini yıl
dırım çarpmasına bırakarak öldürme hayalleri kuran neşeli, hayat
dolu “Kırmızılı Kız”dır o... (Biga'ya daha önceden ilgi duyan kâhya
Urbenin onunla evlenme hayalleri kurmaktadır. Ormandan çılgın,
yaşlı bir babanın kulübesinden çıkıp kontun kâhyasının evine gelin
gider. Pahalı elbiseler giymekten, takılar takmaktan başka derdi
sıkıntısı olmayan uçarı kız ahlaki çöküşün girdabında debelenip
durur, daha düğün yemeğinde bir mağarada Zinovyev’le birlikte
olur. Kısa bir süre sonra da kontun kollarına düşer ve sonunda
korkunç bir cinayete kurban gider. Zavallı, aldatılmış koca -ka
tilin tam olarak kim olduğu bilinmediği halde- suçlu bulunarak
Sibirya’da kürek cezasına çarptırılır.
Çehov insan ruhunun uçurumlarını bilir: Bir koca ve iki erkek
arasında paramparça olmuş evli genç bir kadın... Kont mülkünün
sefih bataklığında Çingenelerle vahşi gece âlemleri... İnsan ruhu
nun en olumsuz yanlarını üzerinde toplamış bir kont... En ufak
pişmanlık duymayan, vicdan azabı çekmeyen acımasız bir katil...
Adaletli gibi görünen ama kimi olaylarda kuşku verici tavırlar
sergileyen bir sorgu yargıcı... Pşehotski gibi çıkarcılığın doruğun
da gezinen gizemli bir tip... İnsani sorumluluk duygusuna olan
sonsuz inancından bir çivinin bile sökülemeyeceği iyiliksever
Doktor Pavel İvanoviç... Homojen olmayan Rus toplumu - kontlar,
soylular, mujikler, Çingeneler, umutsuz burjuvalar. Daha düğün
yemeği sırasında ihanete uğrayan bir koca... Av partisinde işlenen
vahşi bir cinayet, hunharca öldürülen evcil bir papağan, katilin
kim olduğunu bilen bir köylünün tutukevinde öldürülmesi... Evet,
aşk, ihanet, kıskançlık, tutku, cinayet... Bir okur için bundan daha
heyecan verici, daha çekici ne olabilir?
Eleştirmen L.İ. Vukolov, Avda Trajedi'nin yapıtlarında olgun
Çehov’u öne çıkaran çok dikkat çekici bir uygulama olduğunu,
ince mizah öykülerinin yazan olan Çehov’un gitgide okuyucunun
keşfetmesi gereken karmaşık psikolojik çatışmalann yazan haline
geldiğini öne sürer.
Avda Trajedi tezlere, araştırmalara, tartışmalara konu olmuş,
üzerine birçok yazı kaleme alınmıştır. Bu kendine özgü yapıtın
türü bugün bile ciddi bir tartışma konusu olmayı sürdürmektedir.
9
“Pek olağanüstü bir hikâye değil. İçinde çok uzun ve pürüzlü yerler
var... Yazar efektlere ve keskin ifadelere pek meraklı... Acemi ve eği
timsiz bir kalemi var... Her şeye rağmen hikâyesi kolay okunuyor.
Konu var, ruh da, en önemlisi de özgün, çok karakteristik, nasıl
derler, sui generis. Edebi açıdan az çok nitelikli olduğu söylenebilir.
Kısacası, okumaya değer...”
Kayhan Yükseler
GÎRÎŞ
Yüzü pembe, elleri kocaman, göğsü geniş ve kaslı, saçları gür, bir
çocuğunkine benziyor. Yaşı kırkın altında görünüyor. Son modaya
göre ve zevkli giyinmiş, muhtemelen bir terzinin elinden çıkmış
yeni bir tüvit takım elbise var üzerinde.
Göğsünde, küçük süslerin dizili olduğu kalın bir altın köstek,
serçe parmağında parlak minik yıldızcıklar kakılmış pırlanta bir
yüzük var. Ama en önemli şeye, bu romanın, daha doğrusu asgari
saygınlık iddiasında bulunan her romanın kahramanı açısından en
can ahcı olan meseleye gelirsek - bu adam son derece yakışıklı.
Ben ne kadınım ne de sanatçı. Erkek güzelliğinden pek anlamam
ama bu kokartlı bey dış görünüşüyle beni epey etkiledi. Yayvan
ve köşeli yüzü belleğimden hiç silinmedi. Bu yüz üzerinde hafif
kemerli gerçek bir Yunan burnu, incecik dudaklar ve iyilikle, adını
koymakta zorlandığınız bir şeyle ışıyan harika mavi gözler vardı.
Bu “bir şey” üzgün ya da acı çeken küçük hayvanların gözlerinde
de fark edilebilir. Dokunaklı, çocuksu, uysal sabır gibi bir şey...
Kurnaz ve zeki insanların gözleri asla böyle bakmaz.
Bunun yanı sıra bu yüzün tamamından bir dürüstlük, engin,
sade bir karakter ve doğruluk yayılıyordu etrafa...Yüzün ruhun
aynası olduğu yalan değilse eğer, bu kokartlı beyle tanışıklığımızın
henüz ilk gününden itibaren, asla yalan söyleyemeyeceğine yemin
edebilirim. Hatta isteyenle bu konuda bahse bile girebilirim. Bu
muhayyel bahsi kaybedip kaybetmediğimi okur, ileride görecektir.
Kestane rengi gür saçı ve sakalı, ipek gibi, yumuşacık görü
nüyor... Yumuşak saçların naif, sevecen, “ipek gibi” bir kalbin
belirtisi olduğu söylenir genelde... Suçluların, zalim ve inatçı
karakterlerin çoğunlukla sık saçları vardır. Bunun doğru olup
olmadığını da okur ileride görecektir... Ancak bu kokartlı beyin
ne yüzündeki ifade ne de sakalının yumuşaklığı, yumuşaklık ve
zariflikte o devasa cüssesinin hareketleriyle boy ölçüşebilirdi. Bu
hareketlerinden eğitimlilik, rahatlık, zarafet ve hatta -af buyurun-
kadınsı bir şeyler yayılıyordu etrafa... Kahramanımın bir at nalını
bükmesi ya da bir sardalye kutusunu yumruğuyla yamyassı etmesi
için fazla çaba göstermesi gerekmiyor, öte yandan, tek bir hareketi
bile fiziksel gücünü açık etmiyor. Kapı tokmağına ya da şapkaya,
bir kelebeğe dokunuyormuş gibi dokunuyor: Yumuşak ve dikkatli
15
BİRİNCİ BÖLÜM
2 Fransız polisiye roman yazarı Emile Gaboriau’nun (1832-1873) kahramanı, (ç. n.)
22
“Ama bu konuk değil ki!” dedi dostum yalvaran bir sesle. “Yolcu
luktan sonra dinlenmene engel olmayacak. Ona resmi davranma,
rica ederim!.. Nasıl bir insanmış göreceksin! Onu hemen sevecek
onunla, dost olacaksın, kuzum!”
Leylak ağacının arkasından çıktım ve masaya doğru yöneldim.
Kont beni gördü, tanıdı ve aydınlanan yüzüne tatlı bir gülümseme
yayıldı.
“İşte o! İşte o!” diye bağırdı, sevinçten kıpkırmızı kesilerek ve
masadan fırladı. “Çok lütufkârsmız!”
Koşar adım bana doğru gelerek beni kucakladı, sert bıyıkları
birkaç kez yanaklarımı çizdi. Ardından bunu öpüşme, uzunca bir
tokalaşma ve gözlerimin içine bakma faslı izledi.
“Ah, Sergey, hiç değişmemişsin! Hâlâ aynısın! Aynı yakışıklı,
güçlü erkek! Davetimi kabul edip geldiğin için teşekkür ederim!”
Kontun kollarından kurtulduktan sonra, eski ahbabım kâhyayla
selâmlaşıp masaya oturdum.
30
“Bu son derece saygıya değer kişi” uzun, dalgalı san saçları ve
tatlı mavi gözleriyle on dokuz yaşında bir kızdı. Üzerinde, ne küçük
bir çocuğa ne de bir genç kıza uygun şekilde dikilmiş kıpkırmızı bir
elbise vardı. Kalem gibi ince bacaklanna kırmızı çorap geçirmiş, kız
çocuklarına özgü küçücük potinler giymişti. Ben ona hayranlıkla
bakarken yuvarlak omuzlan, gözlerim onlan ısırmış ya da ürpermiş
gibi işveyle titriyordu.
“Bu kadar genç bir yüzde bu ne harika hatlar!” dedi kont fısıl
dayarak. Kadınlara saygı gösterme duyarlılığını daha delikanlılık
çağında yitirmişti ve onlara ancak şımank bir hayvanın bakış açı
sından bakabiliyordu.
Göğsümü iyi bir duygunun kapladığını anımsıyorum. Hâlâ bir
şairdim ve ormanlar âleminde, bir mayıs akşamında ve ışıldamaya
başlayan akşam yıldızlarının altında, bir kadına ancak bir şair
gözüyle bakabilirdim... “Kırmızı elbiseli kıza” ormanlara, dağlara,
mavi gökyüzüne bakmaya alışkın olduğum derin saygı duygusuyla
bakmıştım. O zamanlar, Alman annemden miras aldığım duygu
sallığın bir miktarını hâlâ koruyordum.
“Kim bu kız?” diye sordu kont.
“Orman bekçisi Skvortsov’un kızı, ekselansları” dedi Urbenin.
“Tek gözlü köylünün söz ettiği Olenka mı?”
“Evet” diye yanıtladı kâhya, bana kocaman açılmış, yalvaran
gözlerle bakarak.
Kırmızılı kız bizim farkımıza bile varmadan yanından geçme
mize izin verdi. Gözleri yan taraftaki bir şeye çevrilmişti ama ben,
kadınları iyi tanıyan biri olarak gözlerini yüzümde hissediyordum.
“Hangisi kont?” diye kızın arkamızda fısıldadığını duydum.
“Uzun bıyıklı olanı” diye yanıtladı lise öğrencisi.
Ve arkamızda berrak bir kahkaha duyduk... Hayal kırıklığı
kahkahasıydı bu... Kız kontun, bu devasa ormanın ve büyük gö
lün sahibinin alkolik yüzüyle ve uzun bıyığıyla bir cüce değil, ben
olduğumu düşünmüştü...
Tıknaz Urbenin’in sapasağlam göğsünün derin bir iç çekişle
kabardığını duydum. Çelik gibi adam ayakta zor duruyordu.
“Kâhyaya izin ver” dedim konta alçak sesle. “Hasta ya da...
sarhoş galiba.”
39
da reşit olmayan bir kızınki kadardır... Çok iyi bir kız. Bakın
yağmur geliyor, gökyüzü nihayet yağmurdan söz etmeye başladı..."
Birden gümbürtü duyuldu, uzaktaki bir arabanın ya da do
kuz kuka oyununun gürültüsüne benziyordu... Ormanın ardında
uzaklarda gök gürledi... Sürekli bizi izleyen Mitka irkildi ve hemen
istavroz çıkardı...
“Fırtına!” dedi kont şaşkınlıkla. “İşte bunu beklemiyordum! Yol
da yağmura yakalanacağız... Hava da karardı! ‘Sana geri dönelim!’
dedim. Ama hayır, sen yine de yürümeye devam ettin.:.”
“Fırtına geçene kadar bekçinin kulübesinde bekleyelim” dedim.
“Neden kulübede kalıyoruz?” dedi Urbenin aceleyle ve güzleri
tuhaf bir şekilde parladı. “Yağmur bütün gece yağacak, geceyi bu
kulübede mi geçireceğiz? Lütfen endişelenmeyin. Siz yürümeye
devam edin, Mitka önden koşarak arabanızın sizi gelip almasını
sağlar.”
“Zararı yok,” dedim, “yağmur bütün gece yağmayabilir... Fırtına
bulutları genellikle çabuk geçer... Yeri gelmişken, yeni ormancıyla
henüz tanışmadım, şu Olenkayia sohbet etmek... nasıl bir kız ol
duğunu öğrenmek isterdim...”
“Hayır demem!” diye kabul etti kont.
Urbenin endişeyle “Ama oraya nasıl gideceksiniz, ya... ya etraf
dağınıksa?” diye eveleyip gevelemeye başladı. “Ekselansları, evde
olabileceğiniz yerde, burada, boğucu ortamda oturmak... Bundan
nasıl zevk aldığınızı anlayamıyorum!.. Hem, ormancı hastaysa nasıl
tanışacaksınız...”
Kâhyanın, ormancının evine girmemizi kesinlikle istemediği
açıktı. Hatta bizi engellemek ister gibi kollarını iki yana açtı... Bizi
içeri sokmamak için nedenleri olduğunu yüzünden anladım. Baş
kalarının nedenlerine ve sırlarına saygı duyarım ama bu kez merak
duygusu kışkırttı beni. Israr ettim ve sonunda eve girdik.
Sevinçten neredeyse nefesi sıkışan çıplak ayaklı Mitka, “Lütfen
misafir odasına geçin!” dedi ağzından tükürükler saçarak...
Boyasız ahşap duvarlarıyla dünyanın en küçük misafir odasını
hayal edin bir. Duvarlara “Niva”nın1 taklit yağlıboya resimleri, kavkı
1 19. yüzyılın ortalarında Rusya’da çıkan haftalık popüler edebiyat dergisi, (ç. n.)
^3
2 19. yüzyılın ünlü Rus şairlerinden Fyodor Tyutçev’in (1803-1873) “İlkbahar Fır
tınası" adlı şiirinin ilk dizesi, (ç. n.)
45
1 Aperatif olarak, akşam yemeğinden önce iştah açması ve mideyi diri tutması için
alman votka benzeri alkollü içki. (ç. n.)
52
Telgraf tek gözlü Kuzmayia gönderildi... llya’ya bir saat sonra is
tasyona araba yollaması emredildi... Biraz vakit öldürmek için, tüm
odaların lambalarını ve mumlarını ağır ağır yakmaya başladım, sonra
piyanoyu açıp parmaklarımı tuşlar üzerine gezdirdim...
Sonra, aynı divana uzandığımı, hiçbir şey düşünmediğimi,
konuşmalarıyla beni rahatsız eden kontu hiç konuşmadan elimle
uzaklaştırmaya çalıştığımı anımsıyorum... Bir çeşit bilinçsizlik, yarı
59
Yüzüme kan hücum etti, bir aşağı bir yukarı dolaşmaya baş
ladım.
“Öldürsen de hatırlamıyorum!” dedim belleğimi tüm gücümle
zorlayarak, “Hatırlamıyorum! ‘Küplere binerek...’ demiş, ha! Sarhoş
olduğum zaman affedilmez pislikler yapıyorum!”
“Bundan âlâsı can sağlığı!”
“Bu adam belli ki bir skandal yaratmak istiyor ama bu önemli
değil... Önemli olan gerçek - bu dayak... Kavgaya eğilimli biri mi
yim ben? Ve zavallı bir adama neden vurayım?”
“Evet, efendim! Elbette ona rapor veremedim ama size ulaşma
sını tavsiye ettim hemen... Bir şekilde onunla uzlaşın... Çürükler
hafif ama gayn resmi olarak yorumlarsak, kafatasına nüfuz eden bir
baş yarası ciddi bir meseledir... Dıştan bakıldığında hafif darbeler
sonucu oluşan en basitinden bir baş yarasının kafatası kemiklerinin
nekrozuna neden olduğu, dolayısıyla adputres’le1 sonuçlandığı pek
çok olay vardır.”
Konuşurken heyecanlanan “İspinoz” ayağa kalktı, duvarların
dibinden ayrılmayarak odayı arşınlamaya ve karşımda elini kolunu
sallayarak cerrahi patolojiyle ilgili bilgilerini sayıp dökmeye baş
ladı... Kafatası kemiklerinin ölümü, beyin iltihabı, ölüm ve diğer
dehşetler, bunlara eşlik eden makro ve mikro işlemler, bunların
hepsi benim için gayet puslu ve hiç de ilginç olmayan bir terra
incognita12 idi.
“Yeter, sus artık!” diye bağırıp doktorun tıbbi gevezeliğine son
verdim. “Bu konuların beni ne kadar rahatsız ettiğini bilmiyor
musun?”
“Bunun seni rahatsız edip etmemesi önemli değil... Dinlemeli ve
vicdan azabı çekmelisin... Belki ileride daha dikkatli olur, gereksiz
saçmalıklar yapmazsın... Onunla uzlaşmazsan bu hödük Osipov
yüzünden mevkiini kaybedebilirsin! Themis’in3 rahibinin dayak
için yargılanması... Düpedüz skandal!..”
Pavel İvanoviç yargılarını rahatlıkla, yüzümü asmadan dinledi
ğim, gözlerime sorgulayıcı biçimde bakmasına ve araştırıcı eliyle
ama hasta beyninde, bir çivi gibi yerinden oynamış küçük bir parça
var ki, üzgünüm, her türlü pisliği yapabilecek nitelikte...”
“Çok teşekkür ederim.”
“Kızma, canım... Umarım, yanılmışımdır ama biraz psikopat bir
yanın varmış gibi geliyor bana. Bazen sende, seni dürüst bir insan
olarak tanıyan herkesi şaşırtan, iradene ve iyi karakterinin eğili
mine aykırı istek ve davranışlar ön plana çıkıyor... Bilme onuruna
eriştiğim yüksek ahlaki ilkelerinin, sonunda aleni bir iğrençliğe
vardıran bu ani dürtülerinle bir arada yaşayabilmesi gerçekten çok
şaşırtıcı! Nasıl bir hayvan bu?” diye birden satıcıya döndü Pavel
İvanoviç sesinin tonunu değiştirerek; yüzüne bir insan burnu
kondurulmuş, yeleli ve sırtı gri çizgilerle kaph bir ahşap hayvanı
gözlerine yaklaştırdı.
“Aslan” diye esnedi satıcı. “Belki de başka bir yaratıktır. Şeytan
bilir ne olduğunu!”
Oyuncakçı barakasından çıkıp hummalı bir alışverişin döndüğü
tekstil tezgâhlarına yöneldik.
“Bu oyuncaklar çocukları aldatır sadece” dedi doktor. “Bitki
ve hayvan dünyası hakkında en yanlış fikirlere yol açar. Şu aslan,
örneğin... Çizgili, koyu kırmızı, bir de gıcırdıyor. Gıcırdayan aslan
nerede görülmüş?”
“Bana bak, İspinozcuk,” dedim. “Gördüğüm kadarıyla, bana söy
lemek istediğin bir şey var ama söylemeye çekiniyorsun... Konuş...
Bana tatsız şeyler söylesen bile seni dinlemek hoşuma gidiyor...”
“Dostum, tatsız ya da değil sadece dinle... Seninle birçok şey
hakkında konuşmak istiyorum...”
“Başla o zaman... Can kulağıyla dinliyorum.”
“Sana bir psikopat olduğuna dair düşüncemi daha önce söyle
miştim. Şimdi, kanıtlan duymak ister misin? Açıkçası, gayet dürüst,
hatta bazen sert laflar edeceğim... Sözlerim seni biraz kırabilir
ama kızma, dostum... Sana olan duygulanım bilirsin: İlçede seni
herkesten çok sever, saygı duyarım... Seni kınamak, incitmek ya
da başına kakmak için söylemem bunları. İkimiz de nesnel olalım,
dostum... Psikolojine bir karaciğer yahut mide gibi tarafsız bir
gözle bakalım...”
“Peki, nesnel olahm” diye kabul ettim.
78
kadar içerdim. Sabah kalkar kalkmaz, aklıma hep aynı şey düşerdi...
Elbette, doğal olarak dolabın önünde bulurdum kendimi. Şimdi,
Tann’ya şükür, votkada boğulmamı gerektirecek bir durum yok.”
Urbenin bir bardak şeriyi içti. Bir daha doldurdum. Bunu da
içti ve farkına varmadan sarhoş oldu...
“Buna inanamıyorum...” dedi, mutlu çocuksu bir kahkahayla
gülerek. “Burada şu yüzüğe bakıyorum, kabul ederken söylediği
sözleri hatırlıyorum ve inanamıyorum... Hatta gülünç geliyor...
Evet, şu yaşımla ve fiziğimle, bu değerli kızın yetim çocuklarımın
annesi olmaktan yüksünmeyeceğini nasıl bekleyebilirdim? Gerçek
ten güzel bir kız, gördüğünüz gibi, ete kemiğe bürünmüş bir melek!
Tek kelimeyle mucize! Bana yine içki mi koydunuz? Peki, bu son ol
sun... Kederden içiyordum, şimdi de mutluluğa içeceğim. Ne acılar
çektim beyler, ne dertlere katlandım! Onu bir yıl önce görmüştüm,
inanır mısınız? O zamandan beri ne huzurla uyuduğum bir gecem,
ne de içki içmediğim günüm oldu... ne de budalalığım yüzünden
ahmakça zayıflığıma lanet etmediğim bir gün... Ona pencereden
bakar, hayran kalırdım ve... tutup saçlarımı yolardım... Bu arada
kendimi asabilirdim de... Ama Tann’ya şükür... göze alamadım,
teklif ettim, bilirsiniz, gerçekten de heyecandan ölebilirdim! Ha-ha-
ha! Kulaklanma inanamıyordum... ‘Kabul ediyorum’ dedi bana ama
‘Defol, cehennemin dibine, seni lanet moruk!’ der gibi gelmişti...
Ama beni sonra gerçekten öptüğünde inanmıştım.”
Ellilik Urbenin romantik Olenka’nın bu ilk öpücüğünü anarken
gözlerini bir çocuk gibi kapadı, kızardı, yüzü kıpkırmızı oldu... Bu
tablo gözüme iğrenç göründü...
“Beyler,” dedi bize mutlu ve nazik gözlerle bakarak. “Neden
evlenmiyorsunuz? Neden hayatınızı boş yere harcıyor, pencereden
dışarı atıyorsunuz? Neden yeryüzündeki tüm canlı varlıkların en
lütufkân olanlara bu kadar yabancısınız? Sonuçta sefahatin ver
diği hazlar, huzurlu bir aile yaşamının sunduklarının yüzde birini
sağlamaz! Gençler... Ekselanstan ve siz, Sergey Petroviç... Şimdi
mutluyum ve... Tann ikinizi ne kadar çok sevdiğimi biliyor! Ap
talca tavsiyelerim için beni bağışlayınız ama... gerçek şu ki mutlu
olmanızı istiyorum! Neden evlenmiyorsunuz? Aile hayatı bir mut
luluktur... Bu herkesin görevidir!..”
93
Genç bir kızla evlenecek olan ve sefih hayatımızı mutlu bir aile
için değiştirmemizi öğütleyen yaşlı bir adamın mutlu ve dokunaklı
tavrı benim için dayanılmaz hal almıştı.
“Evet,” dedim, “aile hayatı bir görevdir. Sana katılıyorum. Demek
ki, bu görevi ikinci kez yerine getireceksin, öyle mi?”
“Evet, ikinci kez... Genellikle aile hayatını severim. Benim için
bekâr yahut dul olmak yarım bir hayat sürmektir. Ne derseniz deyin,
beyler, evlilik harika bir şey!”
“Ya, elbette... Kocanın yaşı karısından neredeyse üç kat büyük
olsa bile mi?”
Urbenin’in yüzü pancar gibi oldu. Ağzına bir kaşık çorba götüren
eli titredi, çorba tabağa döküldü.
“Ne demek istediğinizi anlıyorum, Sergey Petroviç” diye mırıl
dandı. “Açık sözlülüğünüz için size teşekkür ederim. Bunun acıma
sızca olup olmadığını kendi kendime soruyorum, bana acı veriyor!
Ancak yaşlılığımı, ucubeliğimi... ve her şeyi unutmuşken, kendimi
her dakika mutlu hissederken burada kendimi neden sorgulayayım
ve farklı çözümler arayayım? Homo sum3 Sergey Petroviç! Yaş farkı
sorusu bir saniyeliğine aklıma düştüğünde, yanıtlamak için kendi
mi zorlamıyor, elimden geldiğince kendimi yatıştırıyorum. Olga’ya
mutluluk verdiğimi hissediyorum. Ona bir baba, çocuklarıma da bir
anne verdiğimi düşünüyorum. Gelgeldim bütün bunlar bir roman
gibi ve... başım dönüyor. Bana bu kadar şeriyi gereksiz yere içirdiniz.”
Urbenin ayağa kalktı, yüzünü peçeteyle sildi ve tekrar oturdu.
Bir dakika sonra bir kadeh şeriyi bir dikişte içti, merhamet diler gibi
dokunaklı gözlerle uzun uzun bana baktı, sonra omuzlan sarsılmaya
başladı ve birden bir çocuk gibi ağlamaya başladı.
“Önemli değil efendim... önemli değil” diye mırıldandı, hıçkırık
larını zapt etmeye çalışarak. “Endişelenmeyin. Sizin sözlerinizden
sonra kötü bir önsezi sıkıştırdı kalbimi. Ama bu önemli bir şey
değil efendim.”
Urbenin’in önsezisi gerçekleşti, öyle çabuk gerçekleşti ki kalemi
mi değiştirmeye ve yeni bir sayfa açmaya bile zaman bulamadım. Bir
3 İnsanım. (Lat.) Latin oyun yazan Terentius'a ait bir özdeyiş. Cümlenin tamamı
şöyle: Homo sum, humani nil a me alienum puto. (İnsanım, insana ait olan hiçbir
şey bana yabancı değildir.) (yayıncının notu)
94
Bir saat sonra hep beraber uzun masalara oturmuş akşam yemeği
yiyorduk.
Kontun dairelerindeki örümcek ağlarına, küflere ve Çinge
nelerin vahşi çığlıklarına alışmış olan biri bu terk edilmiş harap
odalarının sessizliğini sıradan gevezelikleriyle bozan bu yavan, can
sıkıcı kalabalığı garip karşılardı. Bu rengârenk gürültücü kalabalık,
geçerken terk edilmiş bir mezarlığa dinlenmek için inen sığırcık
sürüsünü ya da -soylu kuş bu karşılaştırma için beni affetsin!- göç
günlerinin birinde alacakaranlıklardan terk edilmiş bir şatonun
kalıntılarına inen bir leylek sürüsünü andırıyordu.
Oturdum ve kont Kameyev’lerin çürüyen zenginliğine soğuk bir
ilgiyle bakan bu kalabalıktan nefret ettim. Mozaik duvarlar, oymah
tavanlar, değerli Acem halıları ve rokoko tarzı mobilyalar coşku ve
şaşkınlık uyandırıyordu. Kontun bıyıklı yüzünden kibirli sırıtması
hiç eksik olmazdı... Konuklarının coşkulu pohpohlamalarını bir
hizmet olarak kabul ediyordu ama doğrusunu söylemek gerekirse
ihmal ettiği yuvasının zenginliğinde ve lüksünde hiçbir payı yoktu,
tam tersine, babasının ve ataların günlerce değil onlarca yıl biriktir
diği mülke karşı körü körüne ilgisizliği nedeniyle en ağır kınamaları,
hatta aşağılanmaları hak ediyordu! Ancak zihinsel olarak kör, ruhen
yoksul ruhuyla her grileşmiş mermer levhada, her tabloda, kont
bahçesinin her karanlık köşesinde şimdi çocukları kont köyünün
sefil izbelerinde yaşayan insanların terini, nasırlarını ve gözyaşlarını
görmüyordu... Ve düğün masasında oturan ve en acımasız gerçekleri
bile söylemekten çekinmeyen zengin, bağımsız çok sayıda insanın
içinden konta burnundan kıl aldırmayan gülümsemesinin, aptalca
ve yersiz olduğunu söyleyecek tek kişi bile yoktu... Herkes dalka
vukça gülümsemeyi ve ucuz övgüler düzmeyi gerekli buluyordu! Bu
“basit” bir kibarlık olsaydı (bizde pek çok şeyi kibarlığın ve edebin
üzerine yıkmayı severler), o zaman elleriyle yemek yiyen, başkasının
tabağından yiyecek alan ve iki parmağını burnuna götürüp sümkü-
ren kaba saba bir adamı kibar insanlara yeğlerdim...
------------------------------------- 100 -------------------------------------
2 Fabllarıyla ünlü Rus yazar İvan Krilov’un (1769-1844) Pavurya ve Ayı masalından
bir alınlı, (ç. n.)
3 Hanımefendi. (Fr.) (yayıncının notu)
------------------------------------- 104 -------------------------------------
“Kim?”
“Kocam! Onunla yaşayamam! Ayrıldım.”
“Rezalet!” diye masayı yumrukladı kont. “Buna ne hakkı var? Bu
zorbalık... Bunun... bunun ne olduğunu şeytan bilir ancak! Karısını
dövmek, ha? Dövmek! Bunu sana neden yaptı?”
“Hiçbir neden yokken” dedi Olya, gözyaşlarını silerek. “Cebim
den mendilimi çıkarırken, dün bana gönderdiğin mektup düştü...
hemen atıldı, mektubu ahp okudu ve... dövmeye başladı... Elime
yapıştı, kuvvetlice sıktı, bakın, elimde hâlâ çürük izleri var, sonra
bir açıklama istedi... Ben de, açıklama yapmak yerine, koşarak
buraya geldim... Bana arka çıkarsanız tabii! Onun, karısına böyle
kaba davranmaya hakkı yok! Ben aşçı kadın değilim! Asil bir
kadınım!”
Kont bir aşağı bir yukarı dolaşıyor, içkiden peltekleşmiş, dola
nan diliyle zar zor bir şeyler geveliyordu, ayık diline çevrildiğinde
“Rusya’da kadınların durumu üzerine” anlamına gelen sözler.
“Bu düpedüz barbarlıktır! Yeni Zelanda mı burası! Bu adam
kendi cenazesinde karısının da boğazlanacağını falan mı sanıyor?
Öyle ya, vahşiler dünyaya veda ederken yanlarında karılarını da
götürürler!..”
Bir türlü kendime gelemiyordum... Olga’nın gece elbisesiyle
ansızın gelişini nasıl anlamam ve ne şekilde düşünüp sonra bir
karara varmam gerekiyordu? Dayak yiyor, onuru iki paralık edili
yorsa, neden babasına ya da ev sahibine ve nihayet her şeye rağmen
ona en yakın olan bana değil de konta gitmişti? Dahası gerçekten
hakarete uğramış mıydı? Kalbim, safdil Urbenin’in masum olduğu
nu fısıldıyordu bana; kalbim gerçeği hissederken, bu sersemlemiş
kocanın o sırada hissetmesi gerektiği acıyla burkuluyordu. Sorular
sormadan ve nereden başlayacağımı bilmeden, Olga’ya bir kadeh
şarap verip onu yatıştırmaya çalıştım.
“Ne büyük bir hata yaptım! Ne büyük bir hata!” Gözyaşları
içinde içini çekti, kadehi dudaklarına götürdü. “Oysa bana kur
yaparken ne kadar uysal davranırdı! Bir insan değil, melek oldu
ğunu düşünürdüm!”
“Ama cebinden düşen mektubun onun hoşuna gideceğini mi
sandın?” diye sordum, “Kahkahalara boğulmasını mı istedin?”
------------------------------------- 125 -------------------------------------
“Neden peki?”
“Şu Olgayı anlamıyorum, dostum. Kadın değil, bir çeşit ateş...
Ateşte bir yanıyorsun, bir üşüyorsun, böylece günde beş kez değişim
geçirir. Bazen neşelidir, bazen de üzüntülü, gözyaşlarını içine atıyor
ve dua ediyor... Beni kâh seviyor, kâh sevmiyor... Oldum olası hiçbir
kadında görmediğim şekilde beni tutkuyla okşadığı anlar var ama
şöyle de oluyor: İstemeyerek uyanıyorum, gözlerimi açınca bana
çevrilmiş bir yüz görüyorum... Öyle korkunç, öyle vahşi... Bu kinle
ve tiksintiyle buruşmuş bir yüz... Böyle bir şey görünce, bütün
çekiciliği kaybolup gidiyor tabii... Sık sık bana böyle bakıyor...”
“İğrenmeyle mi?”
“Evet, evet!.. Hiçbir şekilde anlamıyorum... Beraberliğimizde
sevgi olduğuna beni inandırmaya çalışıyor ama gecem böyle bir yüz
görmeden geçmiyor. Nasıl açıklamalı bunu? Bana öyle geliyor ki,
elbette inanmak istemiyorum, bana katlanamıyor ama kendini bana
sadece ona yeni satın aldığım paçavralar yüzünden teslim ediyor.
Bu paçavraları bir seviyor ki! Yeni elbisesiyle aynanın karşısında
sabahtan akşama kadar dikilebilir; sökülmüş bir fırfır yüzünden
gece gündüz ağlayabilir... Koşturup duruyor sürekli. Benimle ilgili
en sevdiği şey kont olmam... Kont olmasaydım beni sevmezdi. Onu
aristokrat toplumun içine sokmadığım için gözyaşlanyla bana sitem
etmediği bir öğle ya da akşam yemeği olmadı. Görüyorsun ya, bu
toplumda üstün bir konumda olmak istiyor... Tuhaf bir kadın!”
Kont donuk bakışlarını tavana dikip düşüncelere daldı. Beni şaş
kınlığa sürükleyen bir şey fark ettim, kont bu kez her zamankinden
daha ayıktı. Bu beni epey şaşırttı, hatta bana dokundu.
“Bugün normalsin,” dedim, “sarhoş değilsin, votka da istemi
yorsun. Bu rüya ne anlama geliyor?”
“Şey! İçmeye zamanım yoktu, sürekli düşünüyordum... Sana
söylemem gerek, Seryoja, gerçekten ona bağlandım, şaka yap
mıyorum. Ondan çok ama çok hoşlandım. Evet, anlaşılabilir bir
durum... Dış görünüşü bir yana, az rastlanır, sıradışı bir kadın.
Parlak zekâh değil ama onda öyle bir duygu, zarafet ve tazelik
var ki!.. Şu ana kadarki sıradan aşklarımla, Amaliya, Anjelika ve
Gruşayla kıyaslanamaz. Başka dünyadan bir varlık, bana yabancı
olan bir dünyadan...”
------------------------------------- 150 -------------------------------------
“Neden bu?”
“Bugünkü aşk için sana ödediğim para bu.”
Olga durumu kavrayamadı ve bana hayretle bakmayı sürdürdü.
“Bilirsin, kadınlar vardır,” diye açıklamaya giriştim, “para için
sevişen. Onlar satılıktır. Onlara para ödemek gerekir. Alsana!
Başkalarından alıyorsun da neden benden almak istemiyorsun?
Ayrıcalık istemem! ”
Onu aşağılayarak ne kadar hayâsızca davranırsam davranayım,
Olga beni anlamıyordu. Henüz hayatı tanımıyor “satılık” kadının
ne anlama geldiğini bilmiyordu.
6 Son cümle karalanan satırın üstüne yazılmış şöyle bir anlam çıkarılabilir: “Başını
gövdesinden ayırıp pencereleri kırardım.” (A. Ç.)
7 Bunu yazarın zihinsel dayanıklılığının ahenkli olarak gösterişli bir yorumlaması
izler. İnsani acıların görünmesi, kan, otopsi vb üzerinde hiçbir izlenim yaratmaz.
Bütün bu yer böbürlenme, aptallık, içtensizlik izleri taşır, kabalığıyla şaşırtıcıdır,
ben de bu yeri serbest bıraktım. Kamışov'un karakteristiği için bu yerin bir önemi
yoktur. (A. Ç.)
------------------------------------- 148 -------------------------------------
ortaya çıkardım. “Bu cadı doksan yaşında, canım.” Bir gün ikimiz
böyle bir kişinin otopsisini yapmak durumunda kalsaydık kesinlikle
fikir ayrılığına düşerdik. Sen yaşlılığın getirdiği beyin körelmesi
bulurdun, oysa ben onun tüm ilçemizin en zeki ve kurnaz varlığı
olduğuna seni inandırırdım... Etekli şeytan!”
Salona girince şaşırdım. Burada gördüğüm manzara kesinlikle
beklenmedikti. Tüm sandalyeler ve kanepeler işgal edilmişti...
Köşelerde ve pencerelerin yanında da ayakta duranlar vardı. Bu
insanlar nereden gelmiş olabilirlerdi? Biri daha önce burada bu
insanlarla karşılaşacağımı söylemiş olsaydı, kahkahalarla güler
dim. Olga’nın odalardan birinde öldüğü yahut ölmekte olduğu
bir zamanda bu insanların kontun evinde bulunmaları o kadar
inanılmaz ve uygunsuzdu ki! Okurun ilk bölümlerden birinde
tanıştığı “Londra” restoranından Çingene Karpov’un Çingene
korosuydu bu. İçeri girdiğimde eski arkadaşım Tina beni tanıdı
ve sevinçten çığlık atarak grupların birinin yanından ayrılarak
yanıma geldi. Elini tuttuğum zaman esmer, solgun yüzüne bir
gülümseme yayıldı ve bana bir şey söylemek isterken gözlerinden
yaşlar boşandı... Gözyaşları yüzünden konuşamıyordu ve ondan
tek kelime alamadım. Öteki Çingenelere yöneldim ve burada bu
lunma sebeplerini onlardan öğrendim. Kont sabahleyin onlara,
kente bir telgraf gönderip koronun tüm ekiple birlikte akşam
saat dokuzda kontun malikânesinde mutlaka hazır bulunmasını
istemiş. Bu “emri” yerine getirerek trene binmişler ve saat sekizde
bu salona gelmişler...
“Ekselanslarına ve konuklara keyifli bir akşam sunmayı hayal
etmiştik...” dedi Çingenelerden biri. “O kadar çok yeni romans
öğrendik ki!.. Ama sonra birden...
Sonra birden bir köylü at sırtında çıkageldi, av sırasında hun
harca bir cinayetin işlendiğini söyledi ve Olga Nikolayevna’ya bir
yatak hazırlanması talimatını bildirdi. Köylüye inanmadık çünkü
adam ‘körkütük’ sarhoştu, ancak merdivenlerde bir gürültü duyup
koridorda da siyah bir bedenin taşındığını görünce artık şüphelen
memiz için bir neden kalmamıştı...
“Şimdi ne yapacağımızı bilmiyoruz! Burada kalamayız... Or
tama bir rahip girdiğinde, eğlence için gelmişlerin gitmesi lazım
------------------------------------- 151 -------------------------------------
“A! A!” diye bir çığlık attı, titriyor, sevinçten kabına sığmıyordu.
“Ee?”
Birkaç anlaşılmaz ses çıkardıktan sonra, koluma yapışıp beni
kanepeye sürükledi, oturmamı bekledikten sonra, ürkmüş bir kö
pek yavrusu gibi bana sokuldu ve içini dökmeye başladı...
“Kim beklerdi? Ha? Bir dakika bekle, kuzum, bir şala sarına
yım... Sıtmalı gibi tir tir titriyorum... Zavallı kız öldürüldü! Hem
de ne vahşice! Hâlâ hayatta ama Zemstvo doktoru bu geceyi çıka
ramayacağını söylüyor... Korkunç bir gün!.. Damdan düşer gibi
geldi... şu... lanet kan... Bu en talihsiz hatamdı. Seryoja, sarhoşken
Petersburg’da evlendim. Senden saklıyordum, utanıyordum ama
işte geldi onu görebilirsin... Ona bak ve beni cezalandır... Ah, lanet
olası zayıflığım! Anın ve alkolün etkisi altında, dilediğin her şeyi
yapabilirim! Karımın gelişi birinci hediye, Olga’yla birlikte olan
skandal İkincisi... Üçüncüsünü bekliyorum... Daha neler olacağını
biliyorum... Biliyorum! Çıldıracağım!”
Biraz ağladıktan sonra üç kadeh votka içti, kendini eşek, aşağı
lık, ayyaş bir adam olarak niteledi, kont avda vuku bulan trajediyi
anlatırken heyecandan dili de, kafası da karıştı... Bana olanları aşağı
yukan şöyle anlattı:
Ben Sozya’nın gelişi nedeniyle yaşadığım büyük şaşkınlığı
atlatıp evden ayrıldıktan sonra Sozya’nın gelişinin yarattığı şok
da yavaş yavaş dağılmaya başlamış ve Sozya çalışanlarla tanışarak
ev sahibi gibi davranmaya başlamışken, yaklaşık yirmi beş otuz
dakika sonra iliklere işleyen yürek paralayıcı bir çığlık duyulmuş
ansızın. Bu çığlık ormanın içinden geliyormuş ve dört kez yankı
lanmış. O kadar sıradışıymış ki, duyanlar hemen ayağa fırlamış,
köpekler havlamaya başlamış, atlar kulaklarını dikmiş. Çığlık doğal
değilmiş ama kont bir kadın sesi olduğunu ayırt etmiş... Bu seste
umutsuzluk, dehşet çınhyormuş... Kadınlar bir hayalet ya da ani
bir bebek ölümü gördüklerinde böyle bağırırlarmış... Endişelenen
konuklar konta, kont da onlara bakmış. Birkaç dakika boyunca
ölüm sessizliği hüküm sürmüş...
Ve beyler birbirlerine bakıp sessiz kalırken, arabacılar ve uşaklar
çığlığın duyulduğu yere koşmuşlar. Acıyı ilk haber veren, yaşh uşak
İlya olmuş. Ormanın içinden koşarak gelmiş, yüzü bembeyazmış,
------------------------------------- 153 --------------------------------------
12 İlk önemli sorudan kaçınmanın lek bir amacı vardı: Zamanı uzatmak ve Olga
‘nın katilin adını veremeyeceği bilinç kaybını beklemek. Bu kendine özgü bir
yöntemdir. Doktorların bunu değerlendirmemesi de şaşırtıcıdır. (A. Ç.)
13 Bütün bunlar ilk bakışta safçadır. Açıkçası, Kamışov katil için ne gibi ağır sonuçlar
doğuracağını Olga’ya ima etmek zorundaydı. Katil onun için değerliyse, ergo [bu
nedenle (Lat ), sessiz kalmalıydı. (A. Ç.)
DOKUZUNCU BÖLÜM
Kısa bir süre sonra gelen yerel polis komiseriyle yaptığım kı
yafet incelenmesi bana pek çok ipucu verdi. İpek astarlı kadife
binici kıyafeti hâlâ ıslaktı... Bir hançer yarasının bulunduğu sağ
böğrü kana bulanmıştı ve üzerinde yer yer kan pıhtıları vardı...
Kanama çok şiddetliydi ve Olga’nın olay yerinde ölmemesi son
derece şaşırtıcıydı. Sol yanı da kan içindeydi... Sol kolunun man
şonu, omzunda ve bilek üzerinde yırtılmıştı... Üstteki iki düğme
kopuktu ve araştırmada bulunamamıştı. Siyah kaşmir binici eteği
buruş buruştu: Bu, Olga’nın ormandan arabaya, arabadan yatağı
na taşınmasından olmuştu. Sonra Olga’nın üzerinden eteği çekip
çıkardılar ve hayvan gibi mıncık mıncık ederek yatağın altına fır
lattılar. Kemer bölümünde bir yırtık vardı; bu uzunlamasına yırtık
yaklaşık yirmi beş santimetreydi. Muhtemelen taşıma sırasında,
aşağı çekilirken olmuştu; hayattayken de yapılmış olabilir: Olga
yama vb işleri yapmaktan hoşlanmayan bir kızdı, bir eteği nasıl
tamir edeceğini bilmezdi Olga, bu yırtığı kazakinin4 altına gizle
miş olabilirdi. Savcı yardımcısının daha sonra bir konuşmasında
da üzerinde durduğu gibi, bu cinayetin gözü dönmüş bir caniyle
ilgisi olmadığı kanısındayım. Kemerin sağ kısmı ve sağ cep kana
boyanmıştı. Bu cebindeki mendil ve eldiven, iki biçimsiz pas rengi
topak oluşturmuştu. Eteğin tümünde kemerden eteğin ucuna kadar
farklı şekillerde ve boyutlarda kan lekeleri serpilmişti... Çoğu, ince
leme sonunda ortaya çıkan, Olga’yı taşıyan arabacıların, uşakların
kanlı parmaklarının ve avuç içlerinin iziydi... İç gömleği kanlıydı
ve özellikle sağ tarafta, kesici aletle açılmış bir delik vardı. Tıpkı
kaftanda olduğu gibi sol omuzda ve bilek çevresinde de yarıklar
vardı... Gömlek manşonunun yarısı yırtıktı.
Olga’nın üzerindeki eşya şöyleydi: Altın saat, uzun bir altın
zincir, elmas bir broş, küpeler, yüzükler ve gümüş madalyonlu bir
cüzdan, kıyafetlerle birlikte bulundu. Katilin cinayeti çıkar amacıyla
işlemediği açıktı.
Olga’nın ölümünden bir gün sonra, benim de hazır bulunmamla
“İspinoz” ve bir Zemstvo doktoru tarafından yapılan adli otopsi,
burada genel batlarıyla verdiğim çok kapsamlı bir raporla sonuç
landı. Dış muayenede, doktorlar tarafından aşağıdaki yaralanmalar
4 Kazakin:Dar belli arkası büzgülü kaftan, (ç. n.)
------------------------------------- i 62 -------------------------------------
5 Kamışov savcı yardımcısını gereksiz yere azarlıyor. Bu savcının tek suçu, yüzünün
Bay Kamışov'un hoşuna gitmemesi. Deneyimsizliği ya da kasıtlı hataları kabul
etmek daha dürüst bir davranış olurdu. (A. Ç.)
------------------------------------- 171 -------------------------------------
2 İyi bir sorgu yargıcı! Soruşturmaya devam etmek ve zorlayarak yararlı kanıtlar
bulmak yerine sinirlendi. Bir sorgu yargıcının göreviyle bağdaşmayan bir davranış.
Bunlara çok az inanıyorum Kamışov görev sorumluluğundan uzak biri olsa bile,
insani bir merakla kendini soruşturmaya zorlamalıydı. (A. Ç.)
------------------------------------- 180 -------------------------------------
S. Zinovyev
SON
El yazmasının altında şunlar yazılı:
Yıl ve tarih.
• • •
Tam bir sessizlik oldu. Bir aşağı bir yukarı dolaşmaya başladım.
Kamışov da aynısını yaptı.
“Öldürdüm,” diye konuşmasını sürdürdü Kamışov, “sırra ne
redeyse varmışsınız, ne mutlu size! Çok az insan başarır bunu:
Okuyucularınızın yarısından çoğu yaşlı Urbenin’i lanetleyecek,
benim araştırmacı zekâma da hayran kalacak.”
Bu sırada çalışma arkadaşlarımdan biri odama geldi, sohbeti
mizi kesti. Meşgul ve çok heyecanlı olduğumu fark edince masa
mın etrafında dolaştı, Kamışov’a meraklı gözlerle baktı ve çıktı.
Ayrıldıktan sonra, Kamışov pencereye yürüdü ve cama nefesini
üfürmeye başladı.
“O zamandan beri sekiz yıl geçti” dedi, kısa bir sessizliğin ardın
dan, “Bu sim sekiz yıl yüreğimde taşıdım. Ancak sırlar ve canlı kan
aynı organizmada barınamaz; insanlığın geri kalanının bilmediği
şeyi ceza görmeksizin bilmek mümkün değildir. Sekiz yıl boyunca
kendimi bir çilekeş gibi hissettim. Bana acı çektiren vicdan değildi,
hayır! Vicdan - elbette tartışılmaz... ama ona kulak asmıyorum
şimdi: Vicdanın esnekliği konusunda makul akıl yürütmelerle gayet
güzel bir şekilde bastırılabilir. Beynim çalışmazsa, vicdanımı şarapla
ve kadınlarla bastırırım. A propos6 kadınlarla ilişkide eskisi gibi ba
şarılıyım. Ama bana işkence eden başka bir şeydi: İnsanların bana
sıradan biriymişim gibi bakmaları bana her zaman tuhaf geliyordu;
bu sekiz yıl boyunca tek bir canlı ruh bana meraklı gözlerle bakma
dı; saklanmak zorunda kalmamam bana garip görünüyordu; içime
çöreklenmiş korkunç bir sır var... Birden sokaklarda dolaşıyorum,
akşam yemeklerine katılıyor, kadınlara tath diller döküyorum! Bir
suçlu için böyle bir durum doğal değil, acı verici... Saklanmak ve
kaçınmak zorunda kalsaydım acı çekmezdim. Bu psikoz, efendim!
Sonunda bir tür coşkuya kapıldım... Birden duygularımı bir şekilde
dökmek istedim: İnsanlarla şakalaşmak, tüm sırlarımı bir hamlede
söylemek... Özel bir şey yapmak... Ve ben de bu hikâyeyi yazdım,
sadece kıt akıllı bir kişinin içimde sırrı olan bir adamı tanımakta
zorlanacağı bir belge... Çözüm için anahtar olmayan tek bir sayfa
yok... Öyle değil mi? Siz büyük olasılıkla hemen anladınız. Yazarken
ortalama okuyucu seviyesini dikkate aldım...”
6 Yeri gelmişken (Fr.) (yayıncının notu)
------------------------------------- 1% -------------------------------------
Yine rahatsız edildik. İçeri Andrey girdi, tepsiyle iki bardak çay
getirdi... Onu hemen başımdan savdım...
“Sanki şimdi daha kolay oldu,” diye sırıttı Kamışov, “şimdi bana
sırrı olan sıradışı bir insanmışım gibi bakıyorsun, ben de kendimi
doğal durumda hissediyorum... Ama... beni üç saattir arabada
bekliyorlar...”
“Durun, şapkanızı yerine koyun... Sizi yazarlığa neyin getirdiğini
anlattınız, şimdi nasıl öldürdüğünüzü anlatın.”
“Okuduklarınıza ek olarak neler olduğunu bilmek istiyorsunuz,
öyle mi? Affedersiniz... Geçici bir deliliğin etkisiyle öldürdüm.
Öyle ya, günümüzde geçici deliliğin etkisiyle çay da, sigara da
içenler var. İşte bakın, siz heyecan içinde kendi bardağınız yerine
benimkini aldınız, her zamankinden çok da sigara içiyorsunuz...
Hayat kesintisiz bir cinnet hali... Bana böyle geliyor... Ormana
gittiğimde cinayet düşüncesi aklımda yoktu. Oraya sadece Olga’yı
bulmak ve onu incitmek amacıyla gitmiştim... Sarhoş olduğum
zamanlar içimde sürekli birinin canını acıtma gereksinimi doğar...
Orman kenarından yaklaşık iki yüz adım uzaklıkta onu gördüm...
Bir ağacın altında durmuş, düşünceli bir şekilde gökyüzüne ba
kıyordu... Ona seslendim... Beni görünce, gülümsedi ve kollarını
bana doğru uzattı...
‘Beni azarlama’ dedi ‘mutsuzum!’
O akşam o kadar güzeldi ki, sarhoştum, dünyamı, her şeyi
unutmuştum ve ona sarıldım... Benden başka hiç kimseyi, hiçbir
zaman sevmediğine yeminler etmeye başladı... Bu doğruydu: Beni
sevmişti... Ama yeminlerin doruk noktasında, aklına nereden esriy
se birden iğrenç sözler söylemeye başladı: Ah,ne kadar mutsuzum!
Urbenin’le evlenmemiş olsaydım şimdi kontla evlenebilirdim!’ Bu
cümle karşısında kendimi başımdan aşağı bir kova soğuk su dökül
müş gibi hissettim... Göğsümde bir şeyler fokurdamaya başladı...
İçimi karşı konulmaz bir iğrenme ve nefret duygusu kaplamıştı...
Bu küçük, aşağılık yaratığı omzundan yakalayıp top atar gibi yere
fırlattım. Öfkem doruk noktasına ulaşmıştı... Şey... işini bitirdim...
tutup işini bitirdim... Kuzma olayı da sizce kolayca anlaşılmıştır...”
Kamışov’a baktım. Yüzünde ne pişmanlık ne de üzüntü vardı.
“Tutup işini bitirdim.” - gayet sakin bir tavırla, “Tutup bir sigara
------------------------------------- 197 -------------------------------------