Professional Documents
Culture Documents
Kütüb-I Sitte 11
Kütüb-I Sitte 11
Badis: 3/11
MUHTASARI
TERCÜME VE ŞERHİ
11. c i l t
ﻧﺈ و،> ' ;أﻗﺒﺎ'اى: ﻻل٠ا ﺋ ﻸ. ' ﻟﯫ ﺋ ﻰ٠] 'وﻓﻰ رواة 3787
KÜTÜB-İ SITTE MUHTASARI 1İ..CÎLT
böyle bir hükümde bulunmuşlardır. Ancak hadîs,-' bu- hükmün merdUd olduğu
hususunda sarihtir.,
ب٢ ikametle namaz arasında ,konuşmak câizdir.
★ Cünüb, yıkanmay-ı hadesin vak ؛olduğu andan tehir edebilir, câizdir.
٠ ث٠| ا . ] ﻗ ﺪ, - : ﻓ ﻘ ﺎ ل- ً ﻣﺎ,ا ﺣ ﺘ ﻼ .ﻗ ﻮﻟ ﻪ زواﻳﺔ ﺑﻌﺪ وﻓﻰ 3789
re göre, aslı itibariyle teiniz sayılsa da bevl, mezi ve vedî yolundan çıktığı için
necis addedilmesine kâfidir.
4- Hz. Ömer'‘in’. ‘‘Halkın işini üzerime aldığım günden beri ihtilam olmaya
başladım” sözünün Zürkânî’ de şöyle açıklandığmı gömmz: ‘‘Doğruyu Allah
bilir ya, bu hal, onun devlet işleriyle gece gündüz meşgul olup kadınlarını
ihmâl etmesinden ileri gelmiştir. Bu sebeple ihtilam olma hadisesi artmıştır.”
5- Bazı âlimler, imam ve diğer memurlann kendi dünyevi işlerine de
zaman ayırması câizdir hükmünü çıkarmıştır.
6- Z«rÂ:٥h/, hadîsi şerhederken ^z. Ömer’le ilgili olarak şunlan kaydeder:
“Dendi ki, Hz. Ömer Medine’ye gelen heyetlere yemek yeriyor ve gönüllerini
hoş etmek için oturup onlarla kendisi de yiyordu. Ancak, ondan gelen meşhur
habere göre, halife olunca önceki yaşayış tarzım değiştirmernişti, o da herkes
gibi yiyor, husûsî yemek yaptırmıyordu. Böyle davranışı onlara örnek olup,
israf yapmamayı öğretmek içindi. Muhtemelen, halk bundan önce, darlık içiît^
deydi, bu sebeple yağ ve tereyağı gibi şeyleri yemiyordu. Bu davranışıyiayaz is
tihlâkte diğer müslümanlar gibi olmayı hedefliyordu.” Bu maksadla,; tereyağı
pahalı kaldığı müddetçe zeytinyağı yemeye azmedip, halk tereyağı yiyinceye
kadar tereyağı yemekten imtina ettiğini belirten Zürkâni, //z. Ömer’in halk zen
ginleşip tereyağı, ve benzeri kıymetli yağlar yemeye başladıktan sonra Onlardan
yemeye başladığını kaydeder.
7- Zürkânî, hadîsten şu hükmü de çıkarır.• “Hz. Ömer’in namazı tek başına
iade etmesi gösterir ki, imam unutarak yanlışlıkla cünüb veya abdestsiz olarak
namaz kıldırır, cemaat de onun bu hâlini bilmeyerek namaz kılarsa, hatırlayın
ca imam iade etse de cemaate iade gerekmez, onların namazları sahihtir. .Tabii
ki, durumu bilirlerse onların namazı da bâtıl olur.”
İmam Şâfı’î ve îbnu Nâfı der ki: “İmama uyanlar bilmedikleri takdirde iki
cihetinki de sahihtir. Zira cemaat, imamın halini bilmekle mükellef değildir.
Sehv’de değil, taammüdde imam günahkâr olur.”
Ebu Hanîfe: “Her iki tarafın (yani hern imamın kem de cemaatin) namazı
da bâtıldır. Çünkü cemaatin namazı imamın namazına bağlıdır” demiştir.
tKİNCt FASIL
. H a y i z l i v e . n Jf a s l i
K A D IN L A R IN Y IK A N M A SI
■[ﻗ ﻌ ﻌ ﻬ ﻦ ﻓ ﻰ ا ﻟ ﺪ ي
lünû gıılemek ﻟﺔا£ﺟﻼ٣( ^جfısıldanarak)- kadına: "Oaıı kaa bulaşığına tatbik et'١
dedi. Esmd de٣ 'ki:“Cenâbetten nıkanma hususunda da sordum. Bana: ، ، Şu \ة١
temizlen' ve temizliği giizel kıl'veya temizliği mübalağalı yapj'sonra bagtna
su.dök.ve onu٠ovala,ta su.saç diplerine-varıncaya kada.r.'Sonra üz'e'rine su
dökî” dedi. Ai§e radıyallahu anhâ devamla der ki: “Ensar kadınlan ne iyi ka-
dınlardı, haya onların dinlerini öğrenmelerine mânî olmadı.” (Müslim, Hayiz
61,٠(332).' ذ
أﺑﻮ داو
4. (3793)- Ümeyye îbnu Ebi’s-Salt, Benî Gıfârlı -isminde zikrettiği- bir ka-
dmdan nakleder ki, kadın şöyle demiştir: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm,
beni devesinin döşüne serilen örtünün üzerine bindirdi ” Kadın devamla der
ki: ‘‘Allah’a yemin olsun, sabahleyin indi ve deveyi ıhtırdı. Ben de terkiden
İndim.. Örtüde benden bulaşan kan vardı. Bu benim ilk hayız kanım idi. Görün
ce deveye doğru sıçradım ve utandım.. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ten
deki bu hâlifarkedip, kanı da görünce:
“Neyin var? Belki de hayız oldun?” buyurdular. Ben “Evet! ” dedim.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Öyleyse (hayız görenlerin ,tedbirlerine
başvurarak) kendine çekidüzen ver. Sonra da bir su kabı al, içerisine tuz
at. Sonra örtüye değen kanı yıka, sonra bineğine dön! ” ferman buyurdular.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Hayber’i fethettiği zaman ganimetten
bize de bağışta bulundu.
(Ümeyye Bintu Ebi’s-Salt) dQT ki: “(Gıfarlı Sahabiyye), suyuna tuz katma
dan hayız kanını yıkamazdı. Öldüğü zaman cenazesinin yıkanacağı suya da tuz
atılmasını vasiyet etmiştir.” [Ebu Dâvud, Taharet 122, (313).]
AÇIKLAMA:
1- Son hadîsle ilgili olarak Hattâbî der ki: -‘Hadîste, elbisenin yıkanma
sında ve kan bulaşığının temizlenmesinde suya tuz atıldığı görülmektedir. Hal
buki tUz, bir gıda maddesidir. Öyleyse, bir çamaşıra sabun iyi gelmezse onun
bal ile yıkanması câiz olur. Keza mürekkep değen bir şey de sirke ile yıkanabi
lir.” Hattabî bu misâlleri zikrettikten sonra temizlik maddesi olarakj gerekiyor
sa her çeşit gıda maddesinin kullanılabileceğine dair bir netice çıkarır.
2- Hadîste ğeçen hakîbe, devenin semerden sonra gelen arka kısmma seri
len bir nevî çuldur. Resûlullah, kızı bunun üzerine oturtmuştur. Bunun üzerine
oturanın noma^al havıd (semer) üzerinde oturanla teması mümkün değildir.
.; ÜÇÜNCÜ F A S IL : ٠ : ; : ٠٠
ذ G U M A tv E B A ^ A M G U SLÜ
2 . (37 وEbu Hiireyre radıyallahu 5)- ٥„-Â.derdi ki: “Cuma günü guslet
”.mck, her muhtelim’e (bulûğa ermiş kimseye).tıpki'cenabet gusitt 'gibi ^dcibtir
Muvatta,Cuma ].2, ( 1٠ ا101).ل
.رﺳﻮل وﻗﺎ ل: ﻗ ﺎ ل- اﺗﻠﻪ'' ﻋﻨ ﻪ رﺻﻰ,-ﻋﺎ ز ب ﺑﻦ اﻟﺒﺮاﺀ و ﺀ ن,.- ا٣ "
f J r ؟'د ش
' I اﻟﺬي J
rj]أن ^ _ وﻋﺖ ا ى اﻟ ﻤﺎ ق٠٤ I
ﻳ ﻊ اس ض ﺑﻤﺒﺄ٠ ; أ ذ > ﻗ ﻠ ﻲ ﺀ ذ ؟ إن ﻏﯫ ; م: س ك.
ﺷﺐ ﻏﻼا ﻳﺼﺌﻠﻪ أن ﺷ ﺊ ﺀ ر0ن ﺀﺋﺪ، ﻗﻤﻦ ك-٠|ىﺷﻠﻮ
. أﺧﺮﺟﻪ ﻣﺎﻟ ﻚ.[ ب ^ا ل
4., (3797)- Ubeydullâh Îb m ’s-Sebbâk rahimehullah’im gelen bir rivayette,
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm cumalardan'birinde §öyle:buyUrmu§tur٠٠١ ،،Ey
-raüsJUmanJarl Bu öyle bir gündür ki, Allâh Teâla'Hazretleri onu (sizlere)
.bayram kılmıştır, öyleyse, yıkanın. Kimin yanında' bir 'tiyb (sUrUnme mad-
desi)- varsa ondan sUrUnmesinde bir zarar yoktur. Size mîsvâkı'.da tavsiye
ediyorum." (Muvatta, Tah.âret 113,'(1, 05-66)؛' ؛bnu''Mâce, Ikâmetu١s-Salât
83, ('109Ş). (!bnu.Mace’de.rivayetraevsuldUr).) .
< ]أﻟ ﻢ ﻟﻤﺌﺘﻎ رﺳﻮل: ﺋﺈه ﻋﻨﻪ١ وﻓﻰ ﺣﺪﻓﺚ أ ف ﻫﺮﻳﺮة رﺿﻰ- - ٦
ﺛﻘﺔ ﻫﺘﺸﻤﻮ٠ﺧﻤﻠﻢ^ اﺋﻎ.ﺀ أﺣﺬ1إذا ج. ح | ﻳﻘﻮل ﻟﺬه١].
6., (37) وو- Ebu HiirVyre'nm bif. hadîsinde: “(Hz. Ömer, Hz. Osman'a:)
“Resûlullah aleyhissalatu vesselam’ın; “Biriniz cumaya giderken'yıkans.n”
dediğini duymadın mı?” demiştir. (Buharî,'Cuma 'Cuma 3, (845)؛
M'u٧atta,-٠Cuma 3١ (1,101. 102); Ebu^ Dâ ٧ud, Tahâret'129, '(340)؛. Tltmlzî,
Salât^ 255, (493)-.J,
AÇIKLAMA؛
1- Cuma gün'ü mUslUnlamn haftalık bayram ve tâtil günüdür, o günün
daha,önce açıkladığımız(.) pekçok faziletleri.vardır Bunlardan b'iri.cemaatle kı-,
lınan c m a namazı'diT. Bu, namaz hutbeye .bağlıdır. MUnferid kılınamadıgı i'çin
mUslümaıılar o.'vesile-ile'höyük cemâat.ler. hâlinde bir araya gelir'ler. Bu.toplan-
mad.a.birbirlerini,hiç.bir sûrette:؛ahatsız etrnemelidirler. Resûlullah bu maksad-
la, -eh yeni, en tCmiz elbiselerin giyilmesl.ni İr§ad buyurmuş, güzel k.kü sürül-,
mesini tavsiye etmiş ve. cuma gMslü’nü emretmiştir. Bu irşacllara riaye.t edildig'i
'takdirde,- n-ezafet yOnUyle cemaatten hâsıl olabilecek -rahatsızlıklar, asgariye dü-
şecektir. îbnu Hacer der ki: “Cuma günü gusül ve nezafetin emredilişindeki hik-
metin' cemaati kötü kokularla rahatsu etmemek olduğu ahlaşılınca,'namaza'
kadar gün boyu kirlenmekten korkan kimselerin, guslii., namaza gitme ٠anına .
kadai. te ١bir.etmeleri uygun olur. Nitekim, imam 'Malik gusülle camiye gitme'
arasına fasıla girmemesi şartını bu mülahaza ile koymuş olmalı. Böyle yapılın-
ca gusül' ile'hâsıl .olan temizlik bozulmadan camiye gitme garantilenmiş olur. ١١'
tbnu Abdilberr g'uslü namazdan .sonra yapan' k.imsenin cuma -guslU yapmış .sayıl-'
mayacagı, bu gu.sül'l'e hadisteki'emrinyerine gelmiş olmayacağı hususunda üle-
mânı'n '..İc'ma-,ettiğini sOy.ler.'Kaydedilen 'hadîslerde g'örüldüğü ve müteakip bir
kısı.m hadislerde d ؟g'ö'r'üleceği üzere Aleyhissalâtu vesselâm efendimiz ,cuma
günü yıkanma İşine ayrı bir ehemmiyet atfetmiştir. 13una göre, her' İns'an-haftada
en ,az. bir sefer 'yıkanmalıdır, bunu da cuma -gününe rastlatmalıdır (3806). Bazı'.
-hadîslerde bu' gUsliin, cenabetten temizlenme guslii giblolması şeklinde İfâde
edünt'iş, bâzı ;âlimler,.buna dayanarak, 0 gün temasta bulunmanın müstehab ola-
cağını belirtmiştir. Bu irşâd-ı nebevi, bir bakıma, cuma günü yıkanmayı garanti,
lemeye yönelik bir tedbir olarak değierlendirilebilir.
2- Cuma guslünün, ehemmiyetini duyurma, fiiliyatını garantileme
husûşunda Resûlullah'm yer verdiği bir başka tedbir, guslün hükmüyle ilgilidir.
Yukanda kaydedilen ilk iki hadîste görüldüğü üzere, birçok hadîslerde v٠n7>
kelimesiyle ifâde edilmiştir. dini bakından, yapılmadığı takdirde günahı
gerektiren kesin bir emri ifâde eder, tıpkı farz gibi ... Nitekim 3798 numaralı
hadîste, //z. Ömer'm Hz. Osman gibi Ashab’ın Önde gelen bir büyüğüne bu se
beple nasıl çıkıştığını gördük. Keza 3800 numaralı hadîste, Sahâbe’nin cuma
guslü farz mı değil mi münakaşasını yaptığım göreceğiz. Birkısım fakihlerin
farz mânasında vâcib olduğuna hükmetmiş olması da cmw٥ guslü'nün ehemmi
yetini göstermeye yeteriidir, Ancak şunu belirtelim ki, eksen ülemâ
guslü’ne “müstahab” demiştir. Bunlar hadîslerde gelen emir sîgasmı
vücûb sigasını ؛e ' e hamlederek tevilde bulunurlar. Resûlullah'm bu husus
taki beyanları ve ısrarları çok da olsa, sâdece nassların zahirini esas alan Zâhirî-
\qt İ\q Ahrned îbnu Hanbel gibi bazıları İ3u gusle farz derken, diğer imamlar
sünnetd müekkede ĞtmişÛT.
3- Ülemâ cuma guslünün cuma namazına katılanlar hakkında teşrT edildi
ğini belirttikten sonra kadın ve çocuğa da gerekip gerekmediğini münakaşa et
miştir. îbnu Hacer, kadın ve çocuğa cuma farz değil ise de, cumanın faziletin
den istifâde maksadıyla cuma namazına katılacak olanların kim olursa olsun,
cumanın ^iğer âdabları mey anında ck/m٥ eH5/M١ne de riayet etmeleri gereğini
kaydeder. Namaza tesadüfen katılmış bulunanlardan bu gereğin düşece
ğini belirtir. Ancak -/٥«M / / ٥c6’>٠'e göre zayıf addedilse de- bir kısım ülemâ
curna gn^/ö’nün namaza değil, güne tâbi olduğu kanaatindedir. Bunlara göre, o
güne eren herkes gusletmelidir, namaza gitse de gitmese de, cuma namazı ken
dine ferz olsa da olmasa da.
4- Yukarıda 3798 numarada kaydedilen rivayette, cuma hutbesi okuduğu
sırada mescide giren Hz. Osman’a, Hz. Ömer'in “Niçin geciktin?” manasındaki
hitabı basit bir sual olmayıp, bu davranışı reddetme, bu davranıştan dolayı Hz.
Osman'ı tevbîh etme, sigâya çekme manasında ciddi bir tavır almadır. Halife sı
fatıyla Hz. Ömer'in izhar ettiği bu hal, cuma meselesinin şeriatteki ehemmiye
tini anlama noktasında üzerinde durulması gereken bir husustur. Unutmayalım
ki // ؟. Osman, âşhab arasında sıradan biri değil, ileri gelenlerden, itibarlı biridir.
Farklı rivayetlerde gelen ziyadeler meseleyi daha vâzıh hale getirmektedir. Bir
rivayette Halife-i zi-şân: “Namaza niye vaktinde gelmiyorsunuz?" diye sormuş-
ا ا. ٧ ًا ا ا CUMA VE BAYRAM GUSLU 17
tur. Bir.diger rivayette: «ﺀ'ﺀ ﻧﺎﺑﺎو وﺟﺎل بﺀﻟﺤﺮون 'ﺑﻐﺪ اﻟﺌﺪا ؛erkeklere ne oluyor ki
namaza ezandan sonra geliyorlar?” demiştir.
Muhtemelen ^ 2. â ıe r , .bunların, hepsini söylemiştir, 'ancak râviler, hatır-
-'layabildiklerini rivayet etmişlerdir. Bir.rivayette Hz. Osman'ın cevabi şOyledir:
^. اﻟﺌﺪاة٠ ﻓ ﻤ ﻐ ﺚ،İjİJ. ن٠ i^\U Ç ar§ıdan dönmüştüm ki ezani işittim..” Sadedinde
olduğumuz rivayetteki “Abdest alma dışında bir oyalanmam o h d ı ” j i ç û r
'ması Hz. . 5 ٥w٥«’ın,eyde0yalanmayıp,'abdesti alıp mesc-ide hemen geldiğini
'--v e .hutbenin bidayetlerinde İçeri girdiğini gösterir. Ancak Hz. Ömer bunarag.
, men sigaya ؟ekmiştir. -
§unudabelirtelim^ki:^ 2 ﺀ. ٠ w ٥«,’ın cevabmda ikinci bh. h'atî
,'daha tesbit etmiştir: Cumaya gelirken abdestle. yetinmesi. .Yani gerekli, olaı
cu'ma gusllinii terketmiş olması.'^^z. Ömer, keza “abdest!” sözüyle: “Gecik
mekte mazursun ama ya guslU terketmen? Sen sadece erken gelme faziletin
kavbctmekle k a ild in , guslii de terkedip abdestle yetindin, burada da.'kay^
uğradın” .demek.istemiştir.(2) R iv a y e tle ri. Osman’ın ne cevap'verdiğini'^
'lirtmez. Belki'de .sUkUt.ederek yakit hususundaki gafletini beyan 'etmekle.-^
ikinci suale de ayrii şekilde özür beyan, etmiş olduğuna hu^ıetmiştir. z a gUs.
:1ün terki.de vakt'i bilememe husUsundaki gafletin bir neticCsi olmuştur, ö n ^ k
cevabmda ezani işitince gusü'l yaparak-hutbeye yetişme şıkkından İkincisini tef'
dh'.etmiş olduğunun'beyanı d'a mevcuttur. Esasen hadîslerde hem, hutbeye yetiş
me ve hCm de' gusletme her-ikisine de teşvik edil'miştir. Hz. Osman bunlarda,
hutbeye yetişmeyi tercih etmiş olmaktadn. '
5- îbnu Ömer hadîsinûtn .(3798) ؟ıkanlan FAYDALAR’dan bazılan:
' ★'' 'اH utbe okurken minberde ayakta durulur. ٠
Cuma guslü vacib'degil diyenler bu hadisi delil gösterir. Ancak vâcib diyenler Hz. Osman’ın s ( 2
bahleyin gusletmiş .labilecegini .söylerler ve delil ,olarak “Hz. Osman râ y a lla h u anh’ın her gün guslettiği
ifade eden rivayetleri gösterirler. Zira bazı rivayetler onun her gün mutlaka guslettiğini beyan etm e k ti ”
verebilir.
★ Yetkiliye, özür beyan edilir.
★ Cuma günü, ezandan önce meşguliyet mubahtır, hatta “namaza erken
gelme", “cuma guslü yapma” gibi faziletleri terke müncer olsa bile. Çünkü Hz.
Ömer radıyallahu anh bu vak’adan sonra cuma günleri çarşının kapanmasını
emretmemiştir. Hatta İmam Mâlik bu rivâyete dayanar^ cuma günü, ezandan
önce çarşının kapatılamayacağı hükmünü vermiştir. Çünkü demiştir, “Hz. Ömer
zamanında açıktı, ve Hz. Osman gibi birisi çarşıya gitmiştir."
★ Faziletli insanlar da çarşıya gidebilir, ticâret yapabilir.
★ Cumaya erken gitme fazileti ezandan önceki gelmede hasıl olur.
١; V
. ى’ ه Jm ٠ىى٠.اﻣﺮةح y j ' وﺟﻪ رﺳﻮى
اﺑﻦ- ﻗﺎل٠ ﺣﺜﻤﺊ( اﻫﺼﻞ ﻣﺎ ﺟ ﻖ ﻳﻦ' دﺋﺒﺆ و?لﺀﺑﺆ1 ، وﻳ ﺺ،ﻫﺎﻣﺤﺴﻠﻮا
ﻟﺒﺜﺮ زﺑﺴﯯا ص اﻟﻤﺘﻮف ؤﻛﻤﻮا اﻟ ﺴﻞ٠ 'ﺛﺰ ﺑ ﺎ ؛ 'اﺋﻠﺔ ﺛ ﺘ ﺎ ز إا:ﻋﺒﺎس
ﻣ ﻦ٠ وﻧ ﺸ ﺐ ﺳﺾ اﻟﺬ ى ﻛﺎ ن ﻳﻮذى ﺳﻤﻤﻬﻢ ب;ﺿﺎ،.;Uifj. ؤوﻣﻊ
٠ﻏﻔﻠﻪ5 ١ و ط،'ا ﻣ ﺨﺎ ن' وأﺑ ﻮ داود.'أ ر ﺟ ﻪ.اﻟﺜ ﺰ ي ﺀ
'ﺀ 7; ؛3 و٠.)- tkrime rahimehullah H ı y o t : “!raklılardan bir grup kimse
dersin'' diye sordu. Ibnu Abbds şu açıklamayı yapti: “[Farz değil), ancak te-
11:CILT CUMA VE BAYRAM' GUSLÜ .19
het'teıı yıkanmak, cuma guslü’nün de yerine geçer, cuma guslU'ne niyet etmiş
olsa da olmasa da.” Bunu şu sebeple kaydediyoruz: Bazj âlimler, başka.riva-
,yellerden,hareketle, ,cenabet'ten'temizlenmek İçin yapıl.an gusliin cuma guslii
sayılamıyacagı, cuma İşin müstakil bir- gusUl ge'rektigi hükmünü ,çıkarmıştır.
Ru mesele münakaşalı' ise de, ülemâ umumiyetle şu hususta müttefiktir:
"Fecir doğmazdan önce yapılan gusül cuma guslii sayılmaz.”
3- “Cuına günü yıkanın” emrini,'“başlarınızı da yıkayın” erririnin takip
,etmesinin müb.alağa 've te’kid' i'çin olacagı ifade edilmiştir. Yani "Vücudunuzu
tam olarak yıkayın, haşa su döküp geçmek kâfi değil, şayet örgülü ise saçlarını-
;ı da açarak yıkamayı tam yapm, cuma guslu İşin ,de bOylesi.bir guşül
mııteherdir” denmek istenmiştir.
4- Cuma guslü’nün emredilişi'ile alakalı'olarak İhniA Abbâs radıyallahu
anh’m yaptığı'açıklama cuma, guslü.’nün mâhiyet ve gâyesini anlamada .mâni-
'dardır. '.Birkısım âlimler, 'buna dayanarak cuma guslü’nün, vacib olmamaktan'
öte, koku sürünerek,,'ter vs: kokusunu bast-irmanın da bu guslün yerine geçebile-
cegini,söylemiştir. Ancak bu-,çeşit aşırı ^iddialar'reddedilmiştir.„ ١
Bir kı's'ı'm hadisler, 'yıkanmayı emretmekle kalmamış, koku 'sürUnmCyi de
emretmiştir, öyleyse birinin, .diğerinin de. yerini tutması^mâkul olamaz.٠Dinde
esas olan, maslahatı sebebin yerine İkâme etmek değil, o- İşin -asil sebehi olan
emr'\ yerine get؛rmektir.-'Öyleyse Resûlullah)m l d ola'n emir.'Cuma günü؛
gusletmektir, bunu bu niyetle yapan, sünnete' uyarak^ ibadet yapmış-olma ecrini
alacaktır.ض zaten nazıfim” .düşüncesiyle-koku sürünmekle 'iktifa eden
kimse,, bu' 'ibade'ti terketmiş ve', faziletinden mahrum kalmış olur. Sırat-ı' nlüsta-
ki'in miinferi'd'fetvalarda değil,-cumhUmn fet١^alarındadır.,. .
5- ibnu Abbâs radıyallahu anh'm cuma günü koku.da .sürünme hususuyla,
ilgili soruya "Bilmiyorum!” 'diye cevap.vermesi, ne kadar büyük'de. olsa: Ashab-
tan bazılannın sünnette gelen her meseleyi bilmediğini, bilmeyince de hiç çe-
kinmeden. "Bilmiyorum!” dGdigim, böyle bilmem'elerin onların yüceliğine nâki-'
sa olmadıgin'ı gösterir.
‘Bu hadis, cuma guslU nün, kişiye vacih olmaksızın fazilet taşıdığına delâ-
let eder”k y u m r .
Bu rivâyet birçok tarîkten gelmiştir.
I« » .
11. (3804)"' Nâfi' rahimehullah der ki: 'ilbnu Ömer radıyallahu anhiima
ihramlı olmadıkça yağlanıp kokulanmadan cumaya gitmezdi ” !Muvatta, Cuma
17,(1,I10).J / , . ٠
؛ A Ç IA M A : ٠
Önceki hadîste,. R esıllla h 'm 'tavsiye,buyurduğu husfisun Ashab tarafın-
dan tatbik edildiğine ibnu Ömer’den bir'.ömek görmekteyiz. YağlanıUa ve koku-,
lanmayı beraberce yapması,'bu.davranışının cuma günü tezeyyUn gayesini güt-
tüğünü İfâde eder. Selman-I Farisi radıyallahu anh de'r .ki: "Kişi, cuma günü
yıkanır ve elinden geldiğince paklanır, yağından yağ, evindeki kokudan koku
sürünür çıkıp gider, iki kişinin arasını açmaksızih farz olan namazım kılar,
imam könuşunca sessizce dinle'rse bu 'cuma ile .diğer cuma arasındaki (ku ؟uk١
günahları mutlaka affedilir.”
ll.C tL T CUMA VE BAYRAM G ٧SL٧ ة3
ﻋﻦ 'أم ﻋﻄﻴﺔ اﻷﻧﺼﺎرﻳﺔ رﺻﻰ اﻫﻪ' ﻏﺒﺎ ﻗﺎﻟﺖ ا ]ﻟﺤﻞ ﻋﺎﻳﺎ٠ ١ | ج
، اؤ ﺧﻨﺴﺄ، ﺛﻼﻋﺄİ 1 \ :ال٠ ي ﺣﻴﻦ ﻳ ﺆ ت أﺑﺜﻪ ﻫﻪ- رﺳﻮل ا ﺗﺈ ه
] وااﺟﻄﺚ ى أﻷﻣﻢ٠ﻣﻴﺜﻞ٠ ﻫﺎ؛ و،ص ذ>ﻻغ٠ ان را،آؤ أ ﺑ ﻮ ﻣﻦ ذإك
,:'ﻗﺎل.. ﺧﺌﺰ؛.اةﺋﺔاى,.ة.اوﺋﯫآذﯪ. ذﺗﯫ. ﻓﺎذا وﻏﺜﻦ ذآﻧ ﺶ:ﻛﺄﻓﻮارأ
2. (3808)" Bir dlger riyâyette: “Onu ü ؟, beş, yed ؛ve daha fazJa 'olmak
üzere tek Olarak yıkayın. Sagtaraftndan ve abdest uzuvlarından yıkamaya
başlaysn” buyurdu?’ denmiştir. Ayni riyayette ümmü Atiyye radıyallahu anhâ:
“Yıkayan kadınlar. Resûlullah alcyHissalatu vesselam’ın kilinin başına üç örgü
yaptılar. (Şöyle ki): önce saçının Örgülerini bozdular sonra yıkadılar, en sonda
tekrar üç örgü yaptılar."
SüyfanĞeT\â: “Örgünün ikisi yanda biri alnında idi.”
Sidre (cem’î sîdr gelir), bir ağaç olup, kurutulup dövülen yapraklan yı
kanmalarda sabun gibi temizlik maddesi olarak kullanılır.
Kâfür: Hindistan’da yetişen bir ağacın zamkından yapılan beyaz renkli,
kokulu bir maddedir. Cenazenin sonuncu defa bununla yıkanması, kokusu sebe
biyledir.
Kadı İyaz, sidrenin kullanılmasının, cenazedeki bazı pisliklerin giderilmesi
için birinci yıkamada kifayet edeceğini, müteakip yıkamalarda sidre kulanılma-
sma gerek olmadığmı kaydeder. Sidrenin aynca, cenazenin bozulmasını gecik
tirme, şayet varsa bazı haşereleri izâle etme gibi başka faydalarma da dikkat
çeker. İbnu'l-Hûmâm der ki: “Hadîs cenazeyi yıkarken temizlikte değil nezafet
te mübalağa etmenin matlûb olduğunu ifade eder” Ona göre sadece su, tek ba-
şma temizlik için yeterlidir. Suyun ısıtılması, sidre ve kâfûr’un kullanılması
gibi hususlar daha ziyade şer’an matlub olan nezâfet ve nezâketin artınlmasma
yöneliktir.
Bazı âlimler, cesedin önce saf su ile yıkanıp kaba pisliklerinin giderilme
sinin, sonra sidreli su ile yıkanıp temizliğin tamamlanmasının, en sonunda da
kafûrlu su ile yıkayıp kokulanmasının uygun olacağım söylemiştir. El-
Hidâye'ye göre evla olanı ilk iki yıkamayı su ve sidre ile yapmaktır.
_Şunu da belirtelim ki, bazı âlimler, hadîsten her yıkamada sîdreli su kul
lanma gereğini anlamıştır.
4- Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm kendi izânnı teberrüken veriyor ve
bunun Hz. Zeyneb’ia cesedine ilk sanlan şey olmasını söylüyor. Gerçi hadîste
،.bunu ona şiâr yapın” denmektedir. Şi’ar, Arapçada bedene ilk giyilen şey
mânâsına gelir. Dilimizde “iç gömlek" tabiriyle karşılayabiliriz. Hadîsteki:
‘،Ona şiar yapın” ifadesini, “Oha önce bunu sarın” diye çevirdik. Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm’ m kendi izannı kefenin altına şiar kılınmak üzere ver
mesi, kızı Zeyneb’e bereket ulaşması gayesine mâtuf olmalıdır.
5- Hadîste Hz. Zeyneb radıyallahu anha'nm saçının üç örgü halinde tan
zim edilip arka tarafına salındığı belirtilmektedir. Kurtubî, bu ameliyenin
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’m emriyle mi, yoksa Ûmmü Ariyye’nin şah
sen istihsan ederek mi yaptığmın rivayetlerde tasrîh edilmediğini, ild halin de
muhtemel olduğunu söyler. Netice olarak ülemâ, bu hususta ihtilâf etmiştir. Ba-
zılan kadınm saçlarmm örülmesine karşı çıkmış, diğer bazılan da sadedinde ol
duğumuz hadîsi esas alarak örülmesi gereğine hükmetmiştir. Evzâ’i ve
Hanefîİere göre kadının saçınm bir miktan yüzüne, bir miktan da arkaya salınır.
İL !T ÖLÜNON YIKANMASI ve ÖLO y IKAYANIN YIKANMASI 27
[ ﻫﻘﺘﻮﺻﺎ.ًﺣﺘﺎ ة ]وﻣﻦ:''وزاد
5. (3811)-7/2. Ebu HUreyre radıyallahu anh anJatjyor: iiResûlullah aley-
hissalatu vesselâm: “Kim ÖİÜ yjkarsa, y'ıkansjn’’ buyurdular:’ Ebu Dâvud'un
rivayetinde: “Kim, ,de cenaze, taçtrsa abdestiensîn’? ziyadesi mevcuttur. (Ebu
Dâvud, Cenâiz 39, (3161); ًا ا٢0 أا2 اأCenâiz 17,(993).ل
AÇIKLAMA:
Bu,'hadis, cenaze yıkayan kimseye gusletmeyi, taşıyana da abdeşt. airaayı
emretmektedir. Hadis.-muhtelif tariklerden de gelmiştir. 'Alinller ؛hadîsin Sihha-
tini mazbut'bulmadıkları' İçin hükm-öyle amel husUsunda ihtilâf etmişlerdir.
Hadisle ilgili olarak' Tirmizi şu açıklamayı yapar: “ Hadis h a s e ir . Ebu
Hiireyre radıyallahu anh’tan mevkuf (kendi sözü) olarak da rivdyet edilmiştir.
Ölüyü yıkayan kimse hakkında ülemd ihtilâf etmiştir. Ashab -ve daha sonra gc-
lenlerden bir kısım ilim ehil': “ölü yıkayana gusletmesi'gerekir" demistir.bazı-
lan da, “Abdest gerekir” demiştir, imam Mâlik: “ölü yıkayanın gusletmesini
müstehab addederim, bunu vâcib görmüyorum” demiştir. Şâfı’î’nin hükmü de
boyledir. fiihmed İbnu Hanbel: “Kim ölü yıkarsa ona gusletmesinin vâcib olma:
yacagını ümid ediyorum. Abdeste gelince, hakkında söylenebilecek şeyin en azı-
'dır.١١ fshak ٤bnuRdhüye: "Abdestgereklidir” derken, Abdullah-İbnu.Mübârck
de: “Ölüyıkamaktan dolayı ne gusül, nC de abdest vardır"'.demiştir.’.’
Bu görüşte olanlar, Beyhaki’nin ibnu Abbas t i n d e n kaydettiği bir rivâ-
yete-d3ha dayanırlar.. Orada Resulullah: «ÖIâJer؛n؛zî.y،kama sebebiyle size
gusletmek'gerekmez. Öl٥ler؛n؛Zj''tâh؛r. olarak ölür, nccis değillerdir. Elleri-
'.nizi yıkamak size kâfidir” buyurmaktadır. İbnu Hacer, bu riv a y e tle '.« HU-
reyre rivâyetinin .arasını şöyle te’lif eder: “Ebu Hureyre hadîsindeki emir vucub
değil, nedb İfâde eder, veya gusül ile, ibni Abbas hadîsinde tasrih edildiği üzere
ellerinyıkanması kastedilmiştir.”
3815' numarada kay'dedil'ecek bir Muvatta rivayetine göre, Hz. Ebu Bekr
radıyallahu anh v'efat edince, hanımı Esmâ Bintu Umeys 'onu yıkar ve İŞİ bitin
ll.CJLT ÖLÜNÜN YIKANMASI VE ÖLÜ YIKAYANIN YIKANMASI 29
ce etrafındaki muhâcirlere sorar: "Bugün çok soğuk bir gün, ben orugluyum da.
Bana gusletmem gerekir mi?" Orada'bulunaniar:'“^ ٥^7٤'r.'" derler.
Şu halde, bu şekilde, cen-aze yıkayan kimseye gusiil emrinin vUcub degil,
istihbab .İfâde ettiğine del'alet eden rivayetler mevcuttur, öte'yandan Abdullah
ibnu Mübarek gibi, bazı büyükler de bunun' miistehab bile olmayacağına kâil.
olmuşlardır.
Sadedinde olduğumuz hadisin mensuh-Oİdugunu' söyleyenler de çıkmıştır.
Razı .âlimler-nesh.İddiasını reddederler. “Zanla nesh sübut bulmaz" derler -ve
hadisin ihticaca elverişli sıhhatte olmadığnı söylerler. ' ,
Bu Inevzuyu Ömer’den kaydedilen bir rivayet de .aydınlatır: "Biz
ölüyüyıkardık. (işi bitince١ bazılarımızyıkanırdı. bazılarımızyıkanmazdı.”
Hattabi 'der ki: "ölü yıkamaktan güsül yapmanın veya taşımaktan dolayı
da abdest almanın vacib olduğuna hükmeden tek fakih bilmiyorum. Bu mesele-
deki emir,'istihbab İçin beyan edilmişe, benziyor. Şu da. mümkündür: Yıkayor
kimseye yıkantı suyundan sıçramalar olmuştur, ölünün bedeninde yeri bilinme-
yen bazı necaset bulaşığı vardır, böylece yıkayan kimseye pis su isabet eder, ٥٤
sebeple tam olarak arınmak İçin tepeden tırnağa bir gusülde bulunmak muvafii
olur.” .
// ٥؛rd٥f٠ taşıyanın abdest almasıyla ilgili emrin 'de şöyle 'bir açıklamayj
dahi-tâbi tutulduğunu kaydeder... ' ٠٣٠^٤yöw abdestli olmalıdır, ta ki cenaze nama
Zinakatılabilsin.”
ﺷﺦ اﻟﺾ\ل1 إن ﺗ ﺸ ﺎ: ﺗ ﺎ ﺷ ﺪ ﻇ ﻒ أ ﺗ ﻎ ; ه ش ا ﺻ ﺖ
اةةﺑﻰ٠ ﺗﻢ ﻷ ﺣﺪﻗ ﻦ ﺗ ﴼ ﻋﺶ ث،ﺑﺎﻷ٩ -ر١إﻓﻠﻲ ذؤ١ :'اﺗﺎث ﺋﻘﺎ'ق.ك
' ﻃ ﻐﺎ ق[ أﺧﺮﺟﻪ أﺑﻮ داود واﺳﺎى., ذاﻓ ﻚ-ؤازﻗﺬ ﻗﺘﺎﺛﺌﺜﺬ ﯪﺗﺰﻳﻰ.
■ ■ ' '■
vâcib olmaksızın nezâfet maksadıyla istihbab olarak yıkanmak söylenmiş olabi
lir.
★ Ölü yıkama sebebiyle de yıkanmanın vâcib olmayacağı hususunda üle.
mânın ittifakını yukanda kaydettik.
س. ﻋﻤﺮو ﺑﻦ' ﺣﺰم.ﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ.ﻟﻰ اﺑﻜﺰ. ن ﻋﺒﺪ اﺗﻨﻪ ﺑﻨﺄ۶ \ و٩ I
ﻋﻐ ﺊ ي٠
ﺀﺑﻤﺎا..اﺗﺬة.'رﺿﺘﻰ.ﻣﺮأة إﻳﻰ ﺑﺔو١ ﺟ ﺴ ﻦ- ٩ ﻳﺊk : \ ]ﺀن
،ﺣﻔﺘﺬﻗﺎ ﻣﺊ اﻫﻠﺜﺔاﺣﻮئ- ﻣﺬ. ح ﺟﺰﻳﺚ ﻗ ﺌ ﻎ. .غ ﺟﺊ ﻗﺬﻓﻖ/
ﻏﻮ؟ ﻣﺬ اﻫﻠﺜﺮد ﺋﻬﺪ ﻋﻠﻰ٠ﺛﺪﻳﻞ.?ﺋﺆ, ؤإذ ذذا، ا ر ﺻﺎﺑﺘﺄ:.،İJ U İ
. ك51 ﺟ ﻪ م/ ﻵ[ب أ:ﺋﻘﺄ;ا
9. (3815). Abdullah ibnu Ebt Bekr ibni Muhammed ibni Amr ibni Hazm
anlatıy.r: “Hz. Ebu Bekr’in hanımı Esmâ Bintu Umeys radıyallahli anhümâ
vefat ettiği zaman Hz. Ebu Bekr’i yıkadı. Sonra (dışarı) çıkıp, cenazenin yanın-
da hazır bulunan muhacirlere: “Ben oruçluyum. Şu gün de, çok soğuk bir gün.
Bana gusul gerekir mi?” diye sordu. Hepsi birden, “Hayır!” dediler.” fMuvat-
t a ٠C enâiz3,(l١223).J .ا
AÇIKLAMA İçin 3811 numaralıhadîsebakılsın..
BEŞINCJ FASIL
MÜSLÜMAN OLUNCA GUŞÜL
AÇIKLAMA:
Bazı âlimler bu hadîslerden hareketle yeni müslüman olan bir kimseye yı
kanmayı emretmek gerektiğini, bu nebevi emrin vücub ifâde ettiğini söylemiş
tir. Ancak, Hattabî: *‘Ülemanın çoğuna göre, bu yıkanmanın vâcib olmayıp
müstehab” olduğunu belirtil. İmam merhum: “Kâfir müslüman olunca,
bir de yıkanması hoşuma gider, şayet yıkanmasa cünüb sayılmaz, abdest alıp
namaz kılması ona kâfidir’’ dtrciıştiî.
Ahmed İbnu Hanbel ve Ebû Sevr, hadîsin zâhirinden hareketle bir kâfir
müslüman olduğu vakit öncelikle yıkanmasının vâcib olduğunu belirtirler.
“Çünkü derler, kâfirlik günlerinde, cima, ihtilam gibi yıkanmayı gerektiren hal
lerden uzak değildir. Ancak yıkanmaz, yıkansa bile ondan (bu yıkanma) sahih
ve muteber olamaz. Zira cenabetten yıkanmak, dinin farzlarından bir farzdır.
Bu da, namaz ve zekat gibi, ancak imandan sonra makbuldür. O ise bu guslü,
henüz İmana girmezden önce yapmıştır.”
İmam Mâlik de müslüman olunca kâfirin yıkanması gerektiği görüşünde
idi. ■V
Şirkten henüz çıkmamış iken abdest alip sonra müslüman olan müşrikin
durumunda ihtilâf edümiştir. A^/ıah-ı Reı’y ’den bazılan: “Müşrikken aldığı ab-
destle namaz kılabilir, âricak müşrikken teyemmüm etmiş idiyse, müslüman
olunca bu teyemmümle namaz kılması câiz olmaz, su bulamazsa müslüman
olunca yeniden teyemmüm yapar. Bunlara göre, aradaki fark şundan ileri gelir:
Teyemmümde niyet esastır. Müşrik’in ibadet niyeti ise sahih olmaz. Halbuki su
ile temizlik niyete mütevakkıf değildir. Öyle ise, müşrikken temizlik yapmış ise,
bu tıpkı müslüman kimsenin temizliği gibi sahihtir.”
İmam §âfi^ ı: “Bir kimse müşrikken abdest alsa veya teyemmüm yapsa
sonra müslüman olsa, namaz için dbdesti yenilemesi gerekir, teyemmüm de
böyledir, aralarında fark y.Aımr.” Ancak, müşrik cünüblükten yıkanıp müslü
man olsa, bunun durumu hakkında ^djfî’r’nin ashâbı ihtilâf etmiştir. Bazılan,
“yeniden gusül yapması vacibtir, tıpkı abdestte olduğu gibi” demiştir. Bu daha
muvafık, daha doğru gözükmektedir . Bir kısmı da “İkisi arasında fark görüp
he.r halükârda abdesti tazelemesi gerekir, ancak guslü yenilemesi gerekmez”
demiştir. Hepsi şunu demekte ittifak eder: “Müslüman olur ve kendisine kâfir
ken cünüblük isabet etmediğini yakînen bilirse, ona gusül gerekmez.”
“Müslüman olunca, kâfire yıkanması vad ٥؛/r” diyenlerin kavli, hadîsin
:p irin e uygundur. Çünkü emrin hakikati, aksine bir hüküm ifâde ettiğini göste
11. c ilt MÜSLÜMAN OLUNCA GUSÜL 35
.داود واﻟﺘﺰﻣﻨﻰ-.ا ﺧ ﺮ ﺟ ﻪ^ أﺑ ﻮ
meko izar, belden aşağıyı örten giyecek .Iduguna göre, avret yerlerini açarak
hamamlara gitmek-yasaklanmış olmaktadır.: Allah.’a ve .ir e t e inanan 'her müs-
'himan-avret yerlerini hamamlarda hile açmamalıdır. Şu'halde,.hadîsler,..avret
yeriçrini açarak-hamama gitmeyi kesin bh dd
',,2- 'Kadınlann'-.hamama ’gi'tmesi meselesine ^gelince, bazı hadîsler mutlak
olarak.tahrim 'ederken (1,-2 ve 4٠hadîsler),'bir hadîste de.(3. hadîs) tedâyiye yö-
nelik- bir özre, binâen kadınlarin'da hamama '.gitmesine- nıhsat tanıyor. Ş'u'halde'
.İzarlı' Ve tesettürlii de olsa, kadınlann :hamama, -gitmeleri^ Zaruret olmadıkça
.haram'edilmiş olmaktadır., '
Ğazâlî nîn kaydına göre, 'Ashab, ş ٥w’da 'haraamlara gidince, bir kısmı:.-'
“Şu hammam deneri evler ne iyi yerdir, orada bedeni kirden temizliyöruz” de-
'mişlerdir. Bir kısmı da: uşu hammâm denen evler ne kötü yerdir, avretler açül-
yor, haya gidiyor” demiştir. Gazali: “Afetinden kaçmüdıği: takdirde, (temizlik,
tedavi gibi bir) faide düşünerek gitmede bir beis yoktur” dss.
Razı şârihler'-kadınlar hakk,ında yasaklanmasını şöyle izah etmiştir:
“Çünkü onla٣tn bedçnierinin.ber tarafı avrettir, örtülmesi farzdır, hiç.'bir,yerle-
rinin zaruret olmadıkça açılması caiz değildir. Hastadır, tedavi İçin girer veya
nifâstan çıkmıştır: temizlenmek İçin girer. Veya cünübtür, hava soğuktur, ,su
'ısıtma-imkdnt. yoktur ve soguk'su kullanması halinde ,zarar göreceğinden 'kor-
kulmaktadır. Bu gibi zaruretler karşısında kadınların avretlerini örtmeleri kay-
dıyla girmelerine izin verilmiştir.”
Görüldüğü'üzere hamamlar, kadmlar h a k ^
lınraamıştır. ■
DOKUZUNCUBÂB
H A Y IZ H A K K IN D A D IR
(B u bab ta iki fasıl var )
★
B İR İN C İ F A S IL
H A Y IZ L I V E H A Y IZ L IY L A ÎLG ÎLÎ H Ü K Ü M L E R
İK İN C İ F A S IL
M Ü S T E H Â Z E V E N ÎFA S H A L LER İ
Hayz, kelime olarak akmak demektir, örfte kadınların'belli yerlerinden,
muayyen vakitlerde kanlan'ntn .akmasıdır. Dilimizde ay hâli veya aybaşı ٨٥*'-
.veya adet hali de ,denir. Hayız'gören kadına Arap' ؟a olarak'٨ ةﻟﻤﺔdenilir.'Aslında
haiz, ism-i'-fâil vemUzekkerdir. Ancak feU'hal.kadınlara'mahsus oldugıı ؟؛in
hâize denmeksizin, hâiz'k kadın .kastedilir.'Kur’an’da mahız ,kelimesi ^٥yz.mâ٥
nasında.kullanılmıştır. ,Eu.-halle- ilgili'Olarak'âyette §0yle bJyrulur: -“ (Ey Mu-,
'.ha'mmedî) Sana kadınlarm aybaşı'hail-(mahiz)'hakkında da sorarlar. De
k i:“ 0 ',bir ezâdır. Aybaşı halinde.'iken kadınlardan uzak.ka'1'ın, temizlenme-
lerine kadar ortlara'.yaklaşmayın. Temizlendikleri .zaman Allah’ın size bu-
'yurdugu yoldan, yaklaşın.” . Allah' şüphesiz dâima tevbe edenleri.sever, te-
,inizlenenleri.de sever’’'(Eakara^222.). : ا
,Hayız h'âli, ,kadınlarda' biilug yaşı ile. başlar' ve ,yei.s hâli, denen hamilelikten
Umid kesiinıe devresine kadar devam eder.
Hayız'(veya âdet).hali,' kadınl'arda, en ,az 'dokuz yaşında gOrUlmeye başlar.'
iştisn'âî durumlarda'da olsa'altı.'yaşında da âdet hâlinin olabileceği,'kabul' ed'il-
miştir. Bu hal' normal olarak elli'.-veya elliheş yaşına 'kadar .devam eder. Daha'
'evvel^âdet'hâlinin kesildiği de.olur. Adethâl-inin.'kesilmesine'' İyâs denir. Bu
maksadla'iyas yaşı veya sirın i iyaş tâbirleri' kullanılır.^Bu yaşa ulaşan kadına d'a
دق, ﺀﺀ'اdenir.
Adet müddeti, 'mezheplere' göre farkll olabilir. 'Şâfi’dere göre bu müddetin
en'-az sın'ırı bir gün'-bir gece, en - ؟oğü.on. beş .gündür. 'Mâükîlere göre' ise ؛.en .azı,.'
'kani. gOrecek'kadaT :Zamandır. Bir saat, b ile olabilir. .Adet^ müddeti Hanefilere'
göre'.en'az üç gün. ü ' ؟gece yani yetmişiki.saat, en faz'la on g'ün on gecedir, yani
ikiyUzkırk.-saattir. Ru iki nlUddet arasında görülecek', kanlar âdet kani sayilır. .Bu
m.üddet eshasında kanin, devamı^şart değildir,' zaman Z i a n kesilebilir., S'özgeü-
mi bir kaduı ü ؟gün,kan görüp, sonra ,.iki -g'ün kesilse, sonra tekrar^ ü ؟gün görse.,
bu S'ekiz günlük müddet onun, âdet süresini ^teşkil eder. Kadının tekarrur eden
.müddetinden 'fazla kan.gelecek olursa o .kan. âdet kani'sayılmaz. Mesela bir ka-
11. CİLT um umi AÇIKLAMA 41
dmm mutad kan görme müddeti yedi olarak takarrür çtti ise, sekizinci ve doku
zuncu... günlerde göreceği kan istihâze kanıdır, bir özre bağlı olarak geİmekte-
■dir.
Bazı kadınlarda âdet günleri sâbit değildir, devamlı değişir. Bunlar bir ay
beş, bir başka ay altı veya daha fazla günlerde kanama görebilirler. Bu durum
larda ihtiyatla hareket edip, böyle bir kadın altıncı gün yıkanır, namazını kılar,
çünkü bunun istihâze kanı olma ihtimali var. Müddet uzaması -veya kısalması-
üst üste iki ay devam edince müddetin değiştiğine hükmedilir. Mutaddan fazla
olan kanama on güne çıksa bunun âdet olması melhuzdur, on günü taşarsa âdet
sayılmaZ.Meselâ mutadı yedi gün olan bir kadının kanaması on gün devam etse
bu hayz sayılır, onbir gün devam etse, yediden fazlası istihâze kanı sayılır.
Böyle değerlendirmenin sebebi, hayz hâlinin on günden fazla olmayacağının
kabul edilmesinden ileri gelir.
Hayız halinde nanıaz, oruç gibi ibadetler terkedilir, zevciyat muamelesi
yapılamaz. Kur’an okunamaz, Mushaf’a el sürülemez, câmiye girilemez, Kâbe
tavaf edilemez.
Görüldüğü üzere, hayz hâli ile iigili, bilinmesi gereken bir kısım ahkam
vardır. Her müslüman erkek ve kadının bunları bilmesi gerekir. Teferruat için
mutlaka ilmihal kitaplanna müracaat edilmelidir.
۶ أ ﻗﺠﺎﺀ ﺧﺄ ﻗﺄ ي؛ أذ ر ﯪ ﺛ ﻲ إ ﻻ اﻟﺰﻳﻖ ﺀن 'ﻳ ﺪ غ ﻣﻦ,' ذ ا ' ز ﻳ ﺬ ذذا
:AÇIKLAMA
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm -efendimiz, bu hadîslerinde, dîn-i -1
müMn-i İslam’ın yasakladığı'üç ameli şiddeth.
.Hayızlıkadınlamünasebet-iCinsiyye.★ - ' '
'.Kadmlara'arkauzuvdan.temas ★ '
G'aybî. um٥ru öğrenmek ,veya hir'' işe karar ve'rmede yardımını te’mîn ★ , <
.gibi bir'maksadla kâhine mtiraacat etmek
BUameller,hadîste,.tslam , ,' '' ؛dan.yüz ^ ؟evirmeko
Tirmizl.: “Bu hadîsin â â s ı tagliz (yani yasakta şiddetli bir üslûba yer
-vermekytir" dedikten s٠nra:' *‘Nitekini Resûlullah’tan şu hadîş rivayet edilmiş
'”. tir: “Kim hayızlı.kadma temas ederse bir di'nar tasadduk etsin” -der
,-Sadedinde olduğumuz hadisten maksadın'r^.-değil,' tdğlîz olduğunu be
limne sadedinde,Tirmlrl''der ki: “Hayızlı k â n a temas küfrü gerektiren bir.
-amelolsaydı, Resûlullah aleyhissalatu veşselâm, bu günah İçin kefarette bulun
، ”.mayi emretmezdi
-Kadınlara.'arka-uzvUndan temas,.bir nevî'lUtiliktir. Dinimiz bUnu şiddet -2
..-le yasaklar. BU daYranış, mUnâsebet-i cinsiye-âdabını'tesfeit eden'âyete de-aykı
ndur: ^ ٤٥ ' > ت ' ق؛ ﯪﻗﻮا > ﻗ ﯫ اش-Kadmları’m z.şizin ter،an ٠z٠l٠r, tarl-a،،.-'^،۶
mza',i.stediğiniz.'g-îbi .gelin-j .(؟,ocuk yaparak)-,istikbal- İçin hazırhkb'olun
-Allah’tan şakının (kadına hu âdaba .uymayan teıUasta bulunmayın,)” (Ba
kara. 223).
.Resûlullah bir hadîslerinde: ،،Hanımina arka',., uzvundan teıUas 'edenin
yüzüne Allah bakmaz’» der. Böyleleri bazı hadîslerde ■'...mel’un” olarak tavsif
edilirken.bazılarmda.da.
اKâhin -3 ؟eSelesi -daha önce , ؛١de geçmiş, olmakla .bİTlikte,ok- geniş, e k i ,
JLCİLT 'HAYIZLI VEHAYIZLÎYLA ÎLGÎLİ HÜKÜMLER 45
•[...^.-ى ﺋ ﺬ ح ﻣ ﻤ ﻴ ﻬ ﺎ٠
:].-.أف دواد-وف^ رواﻳﺔ
3824) 3' ا. ٠)- Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: ‘‘Bizden biri hayızlı olur,
Resûluliah aleyhissalâtu ve vesselam da onunla mübâşeret etmek dilerse, ona,
hayız olur olmaz İzarını bağlamasını emreder, sonra mübâşeret ederdi. Sizden
hanginiz, nefsine, Resûluliah aleyhissalâtu vesselâm.ın nefsine i i m oldugu
kadar hâkim olur?”
Ebu Dâvud’ım bir rivâyetinde۶. “fçvr” (evvelinde -ki “hayz olur olmaz”
diyekarsıladık-) yerine “fevk” denilmiştir (ki buda “çoğunda” ve “evvelinde”
manasına gelir).
46 KÜTÜB-1 SİTTE MUHTASARI ll.C tL T
- ر وﻳ ﻦ أرﺟﻪ . [ ﺑﻠﻠ ﻖ ; ﺀ ﻗ ﺼ ﻞ
.,8..-(382)و- !Hz. Mu’âz radıyallahu dnh m ktiyot: “Ey Allah'ın Resûlü
dedim, hanmım h ş z l ı iken bana helal olan nedir?" .؛îzâr’ın
٥٠٠dan da s a k in in daha Ş İ olur !” ٥«٠r /’ [Rezin/y«rrfM ج etti (Ebu
0 ﺷ ﺆ ; ة آ ة ﺗ ﺔ83 ة ة ا2 ا3)ذ ... ,٤
ll.C lLT HAYIZLI' VEHAYIZLIYLA ÎLGİU HÜKÜMLER 49
AÇIKLAMA:
1- Kaydettiğimiz son dört rivayet, hayızlı hanımına hatâen temasta bulun
manın hükmü ve müeyyidesi üzerinedir. Hadîslerin hepsi aslında birdir ve mah
reci İbnu Abbas’tn, ancak metinde ve İsnadmda ızdırab vaki olmuştur. Hadîs
hazan merfu bazanm؛evkuf olarak rivâyet edilmiştir.
2- Hanımına hayızlı iken temas eden kimse hakkında ülemânın hükmü de
farklı olmuştur. Hattabî der ki: “Ülemânın ekserisi “bu kimseye bir şey gerek
mez, Allah'a istiğfar eder” diye hükmetmiştir.”
Bunlar “Bir şey derken metindeki ızdırabı gösterirler, çünkü
hadîsin muhtelif vecihlerinde farklı müeyyideler gelmiştir. Şöyle ki:
★ Bir rivayette: “Bû. d/«٥r, diye tereddütlü gelmiştir.
★ Bir rivayette: “Bir dinar tasadduk eder, bülama’zsa yarım dinar” denir.
★ Bir rivayette: “Kanama hâli ile kanın kesilme haline göre bir veya
y٥n w tefriki yapılır.
İLClLT -HAYIZLI VE HAYIZLIYLA İLGİLİ HÜKÜMLER 5ا-
★ Bir-riYayette: “Kan kırmızı ise birdinar, sari ise yarim dinar” denir.
Bir rivayette: “Kan yeni ise birdinar tasadduk eder, sari ise yarim
dinar..:’ (kmr.
'.Ancak bazı âlimler, ızdırabaragmen hadîsin bütün ve^
yidenin zikredilmiş-٠lmasını,^gözönüne alarak: “Bu hadisler, hayızlı kadınate-
masta bulunan erkeğe kefaretin vacib olduğuna delildir’’ demirli ؟. H'attabî,^ ١i
.hükme ,varanlar^ meyanmda' Katdde, Ahmed ibnu Hanbel, ve îshâk ibnu
Râhûye’yi 'kaydeder, imam Şâfı’î merhUm da kavl-i kadîminde bu. görüşü ileri"
-s.iirtnüş', sonra k:a١^l-îcedîdin'de demiştir. '
Bir şey .gerekmez .diyenlerin İle.ri .sürdükleri'.,bir 'fikirlerine -göre.١ hadîs
,,s'ahîh bi'r senetle^.merfu olarak rivayet edilmemiştir, mürsel veya ibnu Abbas’di
.,göre' mevkuftur,- “Kesin bir hüccet olmadıkça insanlar müeyyideden beridir”
. 'demişlerdir.
ibnu Abbas .ise şöyle hükmediyordu: “Kanamanın başında hanımına
temds"eden kimse bir dinar, tasadduk ede'r, kanamanın.sonlarında.tentas etmiş
ise yarim dinar.” Katdde: “Hayız -halinde, temas, eden bir'dinar,'kadın yıkan-
mazdan önce temas eden yarim dinar tasadduk eder” derdi. Ahmed ibnu Han-:
beVm de:' k‘O kimSe bir dinarla yarim dinar arasında muhayyerdir” dedigi .riva-
yet "edilmiştir.. Basri hazretleri ise:, “Bu kimseye, hanımına ramazan
ayında temas eden kimseye tereddiip eden ceza terettüp eder” demiştir.
,. اﻟﺘﺮ'ﻣﺬى ﺑﻰ ﺣﺠﺮى ؤاﯪ ﺣﺎﺋﺾ ﻗﻤﺮا اﻟﻌﺮآذ[ أﺧﺮﺟﻪ اﻟﺨﻤﺴﺔ إﻻ
, ' ' 15.(383)ي- Yine Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resulullah aleyhis-
52 KÜTÜB-J S؛TTE MUHTASARI n .c lL T
. ﻣ ﻦ د ﻓ ﻌﺎ ف اﻟ ﺤﻴ ﻔ ﻰ., ﺣ ﺬ ة٠'ﻟﻮا٠
ا-' اﻟ ﺪ ﻓ ﻌ ﺔ
Yine Hz Aişe radıyallahu anhâ anlatıy.r “ResûluUah aley- ( 3837 ) .16
(hissalatu vesseldm, (bir gun) bana (kendisi vnescidde iken
.getiriyer!” buyurdular
.Hayızlıyım’f diye cevap verdim“
Seniırhayızın elinde değil ki!” J d i/e r ،،." زم
Dâ٧٧d,iahâret 104, (261) أT؛rm٤ZÎ,.Tahâret l0İ,^(134)î N ^ â î, H ayz ' ا8, ^ 1 ا-
ا' ﺀ- ٠ 'ز
ﻳﺎﺣ ﯯ إ ذ ا ﻋﻄﻒ. ﻋﻠﻴﻪ.و ﺣﻨﺎ '، ﻣﺎﺋ ﻼ.أﻧﺜﻨ ﻰ ﻋﻠﻴﻪ إذا. ﻳ ﺤﺬ ى٠«)) ﺧ ﻰ ﻋﻠﻴﻪ
عU â e ibnu Gurâb’ın anlattıgına g.öre, bir- ha'l.as'ı kendi'sine) 20٠ -,(384.1
radıyallahu ٥«; Âd١dan. şöyle sorduğunu anlatmıştur: "Biriniiz hayız ö
duğumuzzâmanbcamızlaayrıyatmamızmümkün değil, tekyatagımızvarr
.56 K٧ TÜ٠ -Î SlTTE 'MUHTASARI 11. c ilt
hıdır.- iPrada namaz kıldı), fakat bir türlü ayrılmadı. Derken benim gözlerim
kûpânmıŞı soğuk da onuüğütmüs. Gelip “Bana yaklaş!" كﺀى،'. Ben ﺀك.". “Hayızlı-
yıml" (dedim. Resûlullah aleyhissalatu vesselam: “öyle de ölsaî Uyluklarım
aç!” dedi. Uyluklarımı açtım. Göğüs' ve yanağını uyiuklarımm üzerine koydu.
Ben de üzerine eğildim. Isınıp uyuyuncaya kadar böyle durduk.” '[Ebu Dâvud,
Tahâret)[07,( 270);]
٠
; ق:ﻗﻴﻔﺘﺎ f '] و ىأ ﺧ ﺮﻳ ﻜﺎ ذ ت- ا٢ T
zm m ىﻗ ﺸﺜ ﻤﺎ ﺿﺘ ﺖ:ﺗﺌﺲ؛اﺀ)ب ﻏ ﺬ
• [ ( ي ﺑﺊ اﻟ ﻘ ﺪ٠ع, ﺑ ﺼﻊ ئ ﺣ ﺚ و ﺻ ﺖ
IICİLT HAYiZLI VEHAYIZLIYLA İLGİLİ HÜKÜMLER 57
tanımıştır. İbâdet hususunda sınırlamaya sebep, olan, hades hâlinin, maddi degil, د
hükmî, bir pislik, olduğunu, kadınin eli. veya.dudağıyla dokunması sebebiyle do-,
kunduğu geylere-bu pisliğin geçmiyeceğini kabuleder.'B u. sebepledir ki,
Resûlulidh Hz. A i§ e )t hayızh halinde ba§ını٠yıkatmı§,-.su içtiği kaptan.ağzını
ağzının değdiği yere koyarak su içmiş, kemik üzerindeki etten ısırdığı yerden
isırarak.yemiştir.
Bütün bunlar., hayızlı kadınla münasebetlerin؛nerelere kadar .,caiz olduğuhu.
-gOsterU...,.- . -
Hz. Aişe'nîn, kendisine soru soran kadına: “Sen Hururîye misin?” demekle,
"sen sünneti terk mi ediﻻors١دn, kerkesin. müşterek tatbifaıtınd٠n ٥۴ ı mi kalmak
istiyorsun? Sünnete göre, hayız hâlinde kılınmayan namazların kazası yoktur!”
demek'istemiştir.'Haricî^fırkalann hepsinde-müşterek'Olan bir umde.(prensip).’
-Kur’an'da geleni.esas alıp,.sünnetin İlâve ettiklerini reddetmektir.-
Hz. Aişe radıyallahu anhâ, kendisinesorU tevcih eden kadına -ki, bazı riva-
yetler.^^M'.dze diye tesmiyi eder- istifham-ı ink^rî.tevcih, etmiş, sorusunun yersiz.,
oldugunu^belirtmiştir.
2- 'Yeri .gelmişken ,şunu belirtelim ki, hayızh kadmın orucu.kaza-etmekle
.birlikte namazı kaza etmeyişini- ülemâ 'Şöyle izah 'Cder: “Namaz her gün teker-
rür etmektedir, zorluk sebebiyle kazasına gerek yoktur. Halbuki oruç öyle değil,
0 hergiin tekerrür'etmez,'senede bir aydır., .öyleyse onunkazası gerekir.''..
.داود اﺑﻮ
26. (3847)- ismi Miissetü l-Ezdiyye ölan ümmü Süsse anlatıyor:, “Hacc
yapmıştım. Hacc sırasında ûmmü Seleme radıyallahu anha’ya uğradım. Kendi-
sine, “Ey müzminlerin annesi, Semüre îbnu Ciindub radıyallahu anh, kadınlara,
hayız sırasında kılınmayan namaziların kazasını emrediyor (ne dersiniz)?}' diye
sordum, şu cevabi verdi: “Hayır, kaza etmezler. Resûlullah aleyhissalâtu vesse-
lâm’ın kadınlarından biri, nifas sebebiyle kırk gece (namaz klimadan) dururdu
da.-Resûlullah aleyhlssaldtu.'vesseldm nifas-namazını kaza etmesini emretmez-
dî.''tEbuDâvudTahâret-121,(312).J-. .
61), KÜTÜB-I SlTO'MUHTASARI ll.CİLT
,,.A Ç IK L A M A .:'..
1- Hadîste geçen “Resûlullah’m kadınlan” tabİTİyk zevcelerinin Lastedil-
'.medJgi belirti!ir. Kadtniarı diye çevirdiğimiz nisâ kelimesi, zevce -dışındaki kız-
iar.-câriyeler ve'yakın akrabalan da İçine aliT.,
2" T im izi der ki: 4‘Sahâbe, Tabiin ve daha sonrakilerden ehl-i ilim, nifas
gören (doğumyapan)kadınların kırk gün namazı terkedeceklerinâe icma etmi§-
.ie١
٠di١',.,Yete٣ki,, i a ,önce, temizlik, basil 0lmasın..Bw taktirde dekadın temizlendi-
gini.Jarkedince yıkanır ve namazına başlar: Kırk genden''Sonra-kan görmeye
'devam ederse, dlimler. ؟O'gnnink itibariyle: '"Kırktan sonra görûl'en kan'sebe-
biyle namüzı terketmez" demiştir. SUfyan Sevri, İbnu’l Mubârek, Şâfl’i, Ahmed
ibnu Hanbel, ishak İbnu Râhûye hep böyle hükmetmiştir."
Hasan 5 ٥5r٤’:n'in:''^.« devam ederse elli gün namazı bırakır” dedigi, Afd .
-ve ^ ٥'.٥?١nin biradır'' dedigi.rivaj^etedilmi-ştir.' -
,Bu gOriişlerin' en .doğrusu ve.delili en kuvvetli, olan'1 ktrk gün diyendir.,
-'Ekalli (asgarî müddeti)'İçin kesin-rakam yoktur ؛-temizlenir temizlenmez yıka-.-
-.nıp namaza başlar..,
' 'اﻟﺘﺮأؤ-ﺑﻰ- ':. ﻗﺎﻧﺊ, ' ]أﺋﻴﺎ,'اﻟﻨﻪ' ﻋﺒﺎ, ' ﺿ ﻲ. ر- وﻋﻦ ﻋﺎﺋﺸﺔ. Y V H
..ﺑﻼﻏﺎ ﻣﺎ و ا ﺗ ﺮ ﺟ ﻪ. [ ﺛ ﺪ غ اﻟ ﺼ ﻼ ة اﻗﻬﺎ : م1 اا رى ا٠٠اﻟ ﺤﺎﻣ ﺆ
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayet Cünüb ve hayızlının Kur’an’dan az veya, çok bir parça 'oku-
yanııyacagını.. İfâde etmektedir. Bu babta hepsi de zayıf olan bir kısım rivayetler
gelmiştir: 'ü.lemâ'bun.lan.n .birbirlerini desteklediğini ve Ortaya- çıkan hükümle
'amel etmek gerektiğini söylemiştir. ٠ .
Tirmizi der ki: “Sahâbe, Tâbiîn ve daha sonra gelen ehl-i ilmin çoğu bu
görmedir. SüfyanSevri, İbnu’l-Mubârek, Şâfı’î, Ahmed ve îshâk: “Ne hayızit,
ne cüniib Kur’an’dan hiç Mr şey okuyamazlar, sadece bir âyetin bir İarafını,
bir harfi ve benzer bir şeyi okuyabilirler. Cünüb ve hayizlının tesbıh ve tehlil
getirmesine ruhsat tanınmıştır” demişlerdir.
2- 'C٥nüb ve hayızlının Kur’ah okumasına çoğunluğun haram-dediği 'belir-
tildiğine gOre,'aZınlık tarafından, İleri.sürülen-bazı ؛ştisnâî görüşler olmalıdır..
'Onların.da'bilinmesifaydahdır: ;-
.★ İbrahim NehaU cünüb kimsenin bir âyet okumasında bir. beis görmez-.
Itıiş. : .
i i h n u Ahhas m da cünübü'n.Kur’.an okumasında bir beis görmediği'rivayet
edilmiştir. ^Bunlar bütün, hallerinde Allah’ı zikre'ttiğine dair-riva-
yeti e s a s . alırlar. ,AyriGa,.hacc sırasında hayız.olan Hz. A iş e )t, “tavaf dışında
hacıldrın bütün yaptıklarım yapmasım’’ emr€l\%[\r. HaCı.ların yaptıkları'.ara-
'Sinda zikir^.. ,.telb'؛i^e,- du.a, 'kıi’aat hep.si olduğuna .'göre, bu'nlar caiz, olmalıdır de-
millerdir..'Tavafın yasaklanışı onun husuSi bir-namaz-olmaSı.sebebiyledir.
62 KÜTÜB-Î SÎTTE MUHTASARI ll.C tL T
UMUMÎAÇIKLAMA:
/57،؛î۵ze, hayız kanı olmayan, bir özre binâen kadından gelen kana denir,
îstihaze kanaması olan kadına müstehâze denir, bir bakıma özürlü demektir.
Hay izli ile müstehâze'nin dini bakımdan tâbi oldukları hükümler farklıdır. Ön
ceki fasılda hayızlınm ahkâmını gördük. Bu fasılda müstehâze ile ilgili bazı hu
susî durumlan mevzubahis^eden hadîsleri göreceğiz.
3. (3852)- MüsUm'm bir diğer rivayetinde şöyle gelmiştir: “Hz. Aise dedi
ki. Ünvfiü Hahthe, kız kardeşi Zeyneb Bintu Cahş' ın hücresinde bir leğenin
içinde yıkanırdı. Kanın kızıllığı (bazan) suya galebe çalardı.”
AÇIKLAMA;
1- Bu rivâyetlerde adı geçen istihâzeli kadın Ümmü Hahîhe ResûluÜah
aleyhisselâtu vesselâm'm baldızıdır. Yani, ümmühâtu’l- mü’minîn olma şerefi
ne eren yüce validemiz Zeyneh Bintu Cahş radıyallahu anhâ'mn kız kardeşidir.
Rivayetten de sarîh olarak anlaşıldığı üzere müzmin bir kanama hâline
dûçardır. Öyle ki yıkandığı zaman kanın rengi suyun rengini kızıla boyamakta
dır.
2- Hadîslerde ResûluÜah'm tavsiyesi bazan “her vakit için abdest al ve
namaz kıl” şeklindedir, baizı rivayetlerde ise her vakit için yıkan ve na
mazı kıl” şeklindedir.
Ayrıca Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'm Ümmü Hahîhe'ye verdiği yı
kanma emri bazı rivayetlerde mutlaktır. Bu çeşit emirden her namaz için yıkan
ma gereği anlaşılabildiği gibi, bazan yıkanmanın yeteceği de anlaşılabilir. Ebu
Dâvud’da gelen bir rivayette yıkanma emri her namaz için olmaktadır.
Rivayetlerdeki bu farklılıklara tâbi olarak, fukaha da meseleyi farklı şekil
lerde hükme bağlamıştır;
★ Cumhûr, her namaz için yeni bir abdest almasına hükmetmiş, bu abdest-
le, eda veya kaza sadece bir namaz kılabileceğini söylemiştir. Aynı vakitte ikin
ci bir namaz için yeni bir abdest almalıdır.
★ Hanefılere göre, abdest, namaz vaktiyle ilgilidir. Öyleyse, vakit girince
aldığı abdestle, hem o vaktin farzını hem de o vakit içinde dilediği kadar başka
kaza namazları kılabilir.
★ Malikîlere göre, kadının her bir namaz için abdest alması müstehabtır,
vacib değildir. Yeter ki kanama dışında bir başka hades vukûa gelmesin.
ir Ahmed îbnu Hanhel ve İshak İhnu Râhuye ise; "Kadının, her namaz
vaktinde gusletmesi ihtiyata uygundur” â&mişlerĞİT.
3- Hadîs, bir kadının, kadınlıkla ilgili meselelerini bir erkekten bizzat sor
masının câiz olduğunu göstermektedir.
4- Hadîste, kadının, hayız kanını istihâze kanından tefrik edebildiği takdir
de, bunu hayız itibar edeceğine, böylece hayız zanıanının başlangıç ve bitme
vaktine kendisinin karar verebileceğine delîl vardır. Böylece hayız müddeti bit
tikten sonraki kanamaları istihâze kanı sayılır ve mezhebine göre, yukarda açık
66 KÜTÜB-Î SİTTE MUHTASARI
lanan şekilde amel eder. Sözgelimi Hanefi.ise, vakit girince abdestini tâzeJer, 0
ab'destle ikinci birnam ^ vakti girinceyekadar özür kanaması se^biyle abdesti
bczulmamış sayılır ye dilediği kadar 'namaz kılabilir. Kur’an’.a el sürebilir,- câ-
miye girebilir vs. Yani abdestliye câiz .lan amellerin.hepsini yapabilir.
اﻏﻴﺐ
ll.C iL T JSTtHAZE VE'NÎ'FAS HAKKINDA 67
meye gücün yeterse öğle ile ikindiyi birJeştir. Keza akşamı geciktirip .yats،-
yi tâcü etmek, sonra, 'da gusJetmek, suretiyle de 'bu iki namaz* birleştir..
Sabah İçin de ayrjca guslet. Bu şekle gücün' yeterse orucunu da bOylece tu-
tarsm.”
. Resulullah aleyhissalâtu vesselâm, (birini seçmede beni muhayyer bıraktı-
ğı bu iki tarzı zikrettikten sonra ilaveten dedi ki: “Bu, (ikiricisi, zikrettigijn)
. tarz*n, benin ١'daha ؟ok hoşuma gidenidir.”
Kavilerden biri dedi ki: “tJamne radıyallahu anhâ dedi ki: "Bw. iki tarz-
dan benim daba ؟ok boşuma gidenidir. Kavi böylece, bu. sözün Resûlullab’a ait
olmayıp H am ne'ye ait olduğunu İfâde etmiş oldu." JEbu’Dâvud, Taharet 1100,
(287) ؛Tirmizl, Tâharet 95١(I25).j
AÇIKLAMA:
Bu ,hâdis, önceki hadîste israi.' geçen üm m ü H abıbe'm n kardeşi.
Hamne'nıvL de istihâzeli tir kadın olduğunu'göstermektedir. Bâzı şârîhler riv'â-
yellerde geien bilgilere dayanarak aleyhissalâtu vesselâm zamanında
mUstehâze olan kadınlann-isimlerini tadâd eder: ü m m ü Habıbe B intuC ahş 've
.bunun iki kız kardeşi: Zeyneb K Hamne; R esûlullah'ın zevcelerinden-
. ne’nin anne bir kızıkadeşi.^md, F a tm a Bintu E M H ubeyş, Sehie Bintu Süheyl,
Seyde Bintü Zem a’a (Resûlullah'ın zevcesi), Zeynep Bintu üm m ü Seleme, Esmâ
el-Hârisiyye ve Bâdiye Bintu Gaylân. B'unlardan bazılarıyla'ilgili.rivayet gele-
cek.
2- $ârih HattaM, hadîste geçen “altı-yedi gün" tabirini Resûlullah)nSdh-
. dîd maksadıyla zikretmeyip, emsalinin durumuna göre itibar etmesine bir İşaret
olarak. zik٢ettigini belirtir. Bu sebeple altı veya şeklinde olması ge-
reken tercümeyi altı-yedi şeklinde yapmayı uygun bulduk. Yani kadın, normal
hayız müddetini hatırlıyabilirSe onu 'esaS alacaktır. Bu müddetin, Hanefîlere
göre 3 ile 10 gün arasında değiştiğini.belirtmiş idik.' Hatırlıyamazsa -ki böylele-
rine .fıkhen mutehayyire denir- .ailesindeki, kendi yaşındaki emsallerine göre
.'takdiredecektir. Resulullah bu-'takdire- telmihan 6-7' demiş olmalıdır. Hanefiler
mütehayyire’nin zann-1' gâiible hareket .edeceğini, -daha da olmazsa ihtiyaten-
azami müddet olan 10 günü esas alıp ؛ke.ndini her ay on gün'- hayızlı addedece-
gini söyler. ..
3- iiAllah’ın ilminde ifâdesi ile "senin altı gün m ü yedi gün m uhayızlı
olduğunu Allah bilir. Bıi müddet seninle Allah arasındadır, 0 senin ne miktar
tayin edeceğini bilir" veya "Allah’ın hükmünde yani sana emrettiğim Allah’ın
U.CÎLT JSTİHAZE VE NtFAS HAKKINDA 6؟
.أﺑﻮ ذا ود.أﺧﺮﺟﻪ
.7.. (3 ﺀ5) ه- Esma Bintu Umeys radtyallahu anhd anlatıyor: “Ey Allah’ın re-
sulu! dedim. Fâtıma Bintu Ebî Hubeyş, şu şu ,kadar z a şn d a n beri bnam d ge-
giriyor) namazı bırâ tıl " (Bu sözün üzerine Aleyliissalâtu vesselâm):
‘؛SUbhanaHahî (hiç riainaz bır.akılır mı?) . « ’şeytandan (bir oyun. Ka-
primamalıydı. Söyleyin 0 . ) , hir legene (su k ٠yu ؟-i؟îne) ٠otUrsun. Eger
-suyun UstUnde (kanamadan hâsıl olan) bir ;Sarilik görürse. . . e ve ٠îk؛ndi
İçin tek'bir-gusUl yapsınj 'akş٠
a m.ve yatsı.îçîn de. tek .bir .gusUl yajisın.'sibah-
İçin dé ayrı.bir gışUl yapsın.- Bu .arada-(kılacağı namazlar,İçin) abdest.
alsın». buyurdular." İbnu Abbas radıyallahu ankümâ ddîlâL: ".(Her namaz İçin)
gusletmek, kâ n cü ğ ıza zor gelmeye başlayınca iki namazın arasını birleştirme-
yi emretmistL"[Ebu Dâvud, Tahâret 116,(296).]
AÇIKLAMA:
. 1- Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, kanaması olan Fâtıma Bintu Ebî
Hubeyş*în, içerisinde su bulunan bir .legene. Oturmasım sOyleınCsinin sebebi,
kanamanın hayız kanaması mı, istihâze kanaması. ٠mı Olduğunu t e f i , etmesi
içindir. Çünkü, kan suyUn Üzerinde.san r e ^ ’hSsıI ederse bu ınustahâze kanidir.
Başkaca bir renk ise bu da hayızdır.
H.CÎLT tSTÎHAZE VE NİFAS HAKKINDA 71
ذث١ ك٥î; \ . ' ﺋ ﺔ,: ك.ﺀﺑﺎ’ 'ﻗﺎ.اﻟﺬذ: أم' ﺳﻠﻤﺔ ؤﺿﻰ وﻋﻦ- ٨
“tstihâZe kani' başlam azdan önce, bir' ay içerisinde, ka ؟gün., ve 'gece
hayız kani gelmekte olduğuna baksın, her ay 0 k ad ar m üddette namazı ter-
ketsin.-٠ u zam an çıkınca hem en.yıkansm ve (fercine pam uk koyup) bir
bezle sargı y a p a ra k .namazi.ni kılsın.».. (Muvattâ) Tahâret '105, (1, 62)٠, .E bu
'..Dâvud,Tahâretl08,.(274,'275,276,,277',2.78,)îN.esâi٠Hayz(l,.182).J..
AÇIKLAMA:
1- en-N؛hâye’de i s t i s . (و- )ا İçin şu açıklama yapılır: “Kadının,
-pamuk tıkadıktan sonra,fercini genişCe bir'bezle sarıp bezin iki ucu üst üste ka-.
v ş n c a o r t a s ı â n bir şeyle bağlamasıdır. Boylece kdriın akmasına mâni
olur.f’
.72 'KÜTÜB-Î S i n e MUHTASARI ll.C iLT
إﻧﻤﺎ ﻫﻮ، > ن ﻃﻬﺮ إﻟﻰ٠ ف أض ﺣ ﺪﻳ ﺚ 'اﺑﻦ ا:ث٧ ى, وى' ل-
. ﻟﻮﻋﻢ داﺣﻞ ب1 ن ﻇﻬﺮ إ و ﻇﻬﺮ و ﻷ ش٠
olursa bir bezle sargı yapar.” (Ebu Dâvud, Tahâret 114, (301).)
im am M âlik dedi ki: “Zannım ٠ ki, ibnu M üseyyeh’in hadîsi ذ > إ ر٠
> *temizlik vaktinden temizlik'vaktine” olacaktı; > ذ > ا ر٠ “öğle
vaktinden .Ogle vaktine” şeklinde gelhliştir. Herhalde buna ٥,',.. vehim karışmış."
Bu hadisi e/.M/'Sver ibnu Abdilmelik de' rivayet etmiştir. Onuh.rivâyetinde
de > “ ' ^ > ا رtemizlik vaktinden temizlik vaktine” 'eklinde'gelmiştir.
'§u halde raviler bunu > ** ض > ا رöğleden'ög!eye” :diye ؟evirmiş .imali.
Derim ki:0)“f^âd îîyaz'ın zikrine göre, ^ ن > اﻟﻰ٠ şeklinde noktalı rivayet
sahihtir. Doğruyu Allah bilir."
'.AÇIKLAM A:
B'urivayete göre, ibnu Mûseyyeb, mUstahâze’nin öğleden öğleye yıkanaca-
.gına fetva vermiştir. Hatta, Ebu Dâvud, Abdullah ibnu Ömer ve Enes Hazretle-
I٠،'nden de bu şekilde rivayet .olduğunu, Hasan Basri, Sâlim, Atâ gibi tâbiîn bü-
yüklerinin de bu görüşte olduklarım kaydeder.
Ancak ne var ki, imam M âlik bu rivayette bir tashif olacağı kanaatindedir,
imla noktasız olarak ص ﻃﻴﺮ ا ر ﻟﻤﻴﺮşeklinde olmalıdır. Bu durumda mânâ, ,müs-
tehâze’nin temizl'ik vaktinden temizlik vaktine yıkanacağını İfâde eder. .Bu ise.
hayzın ؛nkıta'vakti demektir. Yani yıkanma öğleden öğleye değil, hayız kana-
maşının kesilme,'anında yapılıp müteakip kesilme ânına kadar yapılmayacaktır,,
tıpkı, müstahaze olmayan no.rmal k'adındaki gibi. Hattahi de im am MalikTm gö-
rüşüne katılır ve: “Çünkü, mustehâzenin öğleden öğleye yıkanmasının bir mâ-
nası yoktur” der. ilaveten hiçbir fakihin böyle bir kavline 'rastlamadığım belirtir
ve doğrusunun ^ ﻃﻴ ﺮ ا ر ﻃﻴ ﺮolm ası gerektiğini te’yid eder.
Münâkaşaya dâhil olan Ebu Bekr İh n u lA ra b î, H attabV yt katılmaz ve der
Yv. . Onun İstib’adı doğru değildir.. Çünkü, müstehdze.olan kudınd.n,. sebep, ol-
duğu meşakket sebebiyle "her namazda yıkanm ak düşecek olursa, hiç. olsun
günde bir sefer, öğlenin Sicak'Vaktinde yıkanu., bu da temri
AÇIKLAMA:
Rurada.kadının sual sonnaşına sebep .lan kanama hâdisesi, ay hali kana-
ması değildir.' Şarihler, kanamanın, geri dönüp bekl.eme, yıkanıp ikinci-sefer zi-
yarete gelme hâdiselerinin ayni gün içerisinde cereyan etmiş olacagmı'l^lirtir-
ler. Nitekim bu çeşit âdet-dışı kanamalar, hadislerde hep ز ئ ﺟﺬ اﻟﺤﻄﺎيdiye
şeytandan gelen bir zarar olarak İfâde .e d ilm iş le r d i r ...k e l im e olarak
d a r b e , gibi mânalara gelir. Kanamanın şeytan darbesi olarak' tav.sifi, iba-
dete' mâni olması ,seciyledir. Aynca, bunun 'ibâdeti İbtâl edeceğine dâir v.erdi-
gi vesvese sebebiyle de şeytana nisbet edildiği söylenmiştir.
ibnu Abdilberr, Abdullah ibnu Ömer*m “yıkan” fetvasını, kanamanın ne
hayız kani oldugu ne de .mUstehâze’nin Ka’be’yi ziyareti 'İçin yıkanmaşınm-
vacib oldugu kanaatine binaen vermediğini, bilakis onun “Ka’bç'yi ziyaretten
önce yıkanmak mendubtur" kanaatini taşıdıguu, kadu؛a olan “yıkan, sonra da
tavafını yap!” ؟mrini buna binaen verdigini bClirtir:
dolup) temizlik dönemç bûşladıjctan sopm görülen Bulanık ve sarı akıntıyı cid
diye almazdık ." [Ebu Dâvud, Tahâret 119, (307, 308); Nesâî, Hayz, 7, (1,
186,187).]
AÇIKLAMA:
1- .drİOTi’nin rivayetinde “...yıkût/jdikto/ij./ı/..” denmiştir.
2- Hattabî der ki: *‘Ûlema, temizlikten sonra gelen akıntı hususunda ihtilaf
76 KÜTÜB-1 SİTTE .MUHTASARI M.CİLT
etmiştir:'
★ Hz. Airden rivayete göre: "Bu, hayız değildir, onun İçin namaz terke-
dilmez, abdestini alır, namazını kılar" demiştir. Süfyan S evriK EvzâVmn görü-
şüdebüdur.
'★ Sa’îd Îbnu'1-Müseyyeh: "Kadın böyle bir şey gördü mü, yıkanır sonra
namaz kılar" demiştir. Ahmed tbnu Hanbel de bü kanaattedir.
★ Ebu Hanîfe'nin "Hayızdan ve kanin kesilmesinden sonra, kadın bir
veya iki gün sari ve bulanık akıntı görürse ve bu on günü aşmazsa, bu hayızdan
kaynaklanır, saf beyaz akıntıyı görünceye kadar yıkanmaz" dedlgl nakledilnriş-.
tir.
.★ Bu mevzuda' Çafi’î’ler farklı görüşler.ileri, sürmüştür. Mezhebin
Ashab’ından meşhur olan görüş,şöyledir: "Kadın, eğer adet kaninin kesilmesini
müteakip onbeş gün geçmeden sarilik veya bulanıklık görürse « ةhayız kani-
dır." Bazdan: "Adet günlerinde bunu gördü ise hayızdır, âdet günlerinin dışın-
da gördü ise, itibar etmemelidir." Ancak, bu hal^ yeni, hayız görmeye başlayan
.kızın başına gelmiş've,i؛k defa kan, göriirken sarilik'.veya bulanıklık' görmüş ise,
bu halde -fakihlerin ؟oguna göre- kız henüz adet görmeye 'başlamış s-ayılmaz.
Bu görüş Hz. Aişe ve A؛٥ ’dan da rivayet edilmiştir. J ٥/x'f’nin Ashabından'bazısı
ﻣﺔ.. “Hayza yeni basl٥ ؛٠ c٥ k olan kızın gördüğü bulanıklık, ve sarılığın hükmü
rirlerdi. Bu pamuklar kaﻻı ة,ka»u ﻻla sari lekeler taşırdı. ( Bu safhada) nama:
kılınıp kılınmayacağım sorarlardı.
Hz. Âi§e radı^allahu anhâ,: “Beﻻaz akınt^ı.görttnee ؟e kadar aeele'etme-
yin!” diye cevap verirdi. Beyaz akıntıdan temizliği kastederdi." (M uvatta, Ta-
hâret 97, (1, 59).. Buharî, bunu bab başlığında senetsiz alarak kaydetmiştir.
(Hayzl9).J ١ ب
AÇIKLAMA: ' '
1- Burada, hayız hallerinin sona.erip ermediğinde tereddüde düşen hanim--
İarın başvurdukları değişik bir yol görmekteyiz: Akıntı.larını tutmak üzere bağ-
ladıklaıı pamuğu 7/z. Aişe radıyallahu a n h â ) 2i g'Ondererek, akıntının, pamuk
üzerindeki renginden, bunun hayız akmtısı olup olnladg
Hz. Aişe, akıntı le.keli ve renkli-oldugu mUddetce nanlaza başlanılmasında,
acele etmemelerini söylüyor.,
2- Rivayetten, 'müs'lüman kadınların hayız hallerini,takipte eskiden 'beri
.pamuk kullandıkları 'görülmektedir. Beyazlığı ve rut'ubeti emici vasfı sebebiyle
pamuk pratik olmalıdır. -Ufak bir' leke pamuk beyazlığında ken'dini hemen gös-
tereceginden'hayız akıntılarının teşhis ve tahli.linde eskiden beri birinci derece-',
de raUracaatvasıtası yapılmıştır.. .
imam Mâlik: "Beyaz akıntı hususunda kadınlara .mordum. Gördüm ki, hu
onlar nezdinde malum bir şeydir, o akıntıyı temizliğe erince görmektedirler ''
der.
Nifas, doğumdan sonra gelen k ^d ır. Bu kan kırk gün devam eder. Daha önce
den kesilmesi hâlinde yıkamp namaz Ve oruca başlayabilir. Kırk günden sonra
gelecek kam. âlimlerin çoğu istihâze kam addeder. Mezhebimizce de esas olan
bu görüştür.
2- Hadîsin üdnci kısmmda, Resûlullah aleyhiissalâtu vesselâm devrinde
kadınlann kendi aralarmda veya evlerkıde kocalarma karşı bazı güzellik madde
leri süründükleri görülmektedir.
★ Vers, boyamada kullanılan san bir bitki. Kadmlar yüzlerine kırmızılık
kazandırarak güzelleşmek için kullanırlanmş. Bitki Yemen’de yetişir.
★ Kelef, kızılla siyah arası bir renktir. Bu renk yüze sürülür. Yüzün rengi
ne siyah ve kızıla çalan (esmerimsi) bir renk kazandırmaktadır. Rivayet, kadm-
larm bu rengi elde etmede vers’i kullandıklarım ifâde etmektedir.
12“ \ة 0 ٢١ع yaşına ıık ta ş a n bir kıza sâbip o k n bilgili ve anlayışlı bir.tttt-.
neye, bu devrede düşen en m ühim vazife nedir?”
başısınıri her ayin belli günlerinde başlayıp bitmesine, aybaşı kanım n normal
m ikddrdave ağrısız olarak gelmesine. ^ani n o r ı l bir aybaşı görmesine boglı-
dır.ff
11. CİLT AYBAŞI 8i
Cevap: “Evet; o günlerde her kadının ter ve nefesinden, etrâfa -az veyâ
çok- böyle zehirli bir koku yayılır. Hattâ bu, bâzan o derece şiddetli olabilir ki,
mayaların üremesini durdurabilir, çiçekleri soldurabilir, sirke ve konserveleri
bozabilir. Nitekim bâzı uyanık kadınlar, bunun farkına vardıkları için, aybaşı
günlerinde çiçek bakımı ile; maya, sirke ve konserve gibi işlerle yakından
meşgul olmazlar.”
Soru: “Temizliğin kadın için fevkalâde olan önemini anlamış olduk•
Peki kadın, bu temizliği nasıl yapmalıdır?”
d în i y ö n l e r i n i a ç ı k l a y a r a k d e v a m e d e r .
YİYECEKLER BÖLÜMÜ
(Bu bölümde beş bab var)
B tR tN C t B Â B
YEME ADABI
★ YİYECEK ALETLERİ
★ BESMELE
★ YEMEK NE SURETLE YENMELİDİR?
★ EL VE AĞZIN YIKANMASI
★ ÇOK YEMENİN ZEMMİ
★ MÜTEFERRİK ÂDABLAR
tK İN C t B Â B
MUBAH VE MEKRUH YİYECEKLER
(Bu babta iki fasıl var)
B tR tN C t F A S IL
HAYVANLARDAN MUBAH VE MEKRUH OLANLAR
Keler Tavşan★ Sırtlan ★ Kirpi ★ Toy ★ Çekirge ★ At
Pislik Yiyenler (Sadır Hayvanı)
★ Haşereler ★ Muzdar
★ C i^ e ve Sadaka Devesi ★ E t
ÎKİNCt FASIL
HAYVANÎ OLMAYAN MEKRUH YİYECEKLER
YABANCILARIN YEMEĞİ
ÜÇÜNCÜ BÂB
HARAM YİYECEKLER
DÖRDÛNCÜBÂB
HZ. PEYGAMBER VE ASHABININ YEDİKLERİ VE
BUNLARIN MEDHİ
BEŞİN Cİ BÂB
BAZI VESİLELERLE YENEN YEMEKLER
★ DÜĞÜN ZİYAFETİ
★ AKİKA
★ FERE’ VE ATîRE KURBANLARI
■
um um i A Ç IK LA M A
b ir jn c jb â b ''
Y E M E Â D Â .I
, ■: ■٠
, * YtYECEKAtETLERt
rin teçhizini emretmiş, Hz. Osman bu.maksadla bin deve'vermiştir vs. Yani As-
habın, zenginliğini İfâde eden ömek.hadîşjer_ var.
ﻻ ؟iia zıt durumna۶ıl izah eddebilir?
Şârihler bu meseleyi tahlil edip .şöyle'açıklığa kavuşturmuşlardır: “Bu soy-
Venenlcr. onların yaşadığı farklı devreleri İfâde eder’. Maldan kaçınıp, darlığı
tercih etme diye bir gâye yoktur. Bilakis bu rivayetler hazan ikram İfâde eder,
baîan da-- ؟ok yemenin, doyuncaya kadar yemenin mekruh olduğunu ifade
eder."
tbhu ^ .e e r bu'hususa dikkat' ؟ektikten, sonra’der ki: “Zenginliği mutlak
olarak ne^etme-mânasında . ؟ıkarılacak bir hUkiim, kaydettiğimin hadisler mu-
vacehesinde, çok su götürür. Jbnu Hibbân Sahîh'ı'«de, Hz. Aişe'den şunu kay-
deder: ن اﺛﺌﺮ٠ ﻓﻴﺨﺚ ﻫﻮﻳﻈﺔ ا ﻣﺒﺎ ﻋ ﺄ. اÛ ﺛﺌﺮ ﻗﻔﻦ ﻛﺌﺒﻤﻒ;ا١ﻧ ﻦ ﺣﻔﺜﻚ;أ اى ي ﻧ ﺜ ﻊ ﻣﻦ
زاﺋﺆذذ
★ ,BESMELE ؟EKMEK
Nefsim eJinde oJan Zâ،-J ZüîcelâJ’e yemin oJsun şeytânın-eli .'ikisinin eliy.le
-birlikte avucumdadır.” “Resûlullah aleyhissalâtu vesselam, hunlan söyledik
ten sonra besmele çekip yemeye haşladı.” tMÜS! ؛m, .Eşribe 102, (2017) ؛Ebu
Dâvud, Et'ime- 16, (3766).ل,-
.داود
98 K ü i - Î SİTTE MUHTASARI IIC İL T
. n l r r a h i m d i y e r e k ) b a s a y ı n . B O y le y a p a r s a
r e k .k d m ır .” IE b u ٧
D â ud, Eflmie 15, (37 ل)ﻣﺞibnu Mâce, Etime 17,
(32)ﺟﻮ.ل
da bari bir araya gelmek daha da ehemmiyet kazanmıştır. Bu sünnet, şuurla ih
ya edümelidir.
★ Eve girerken ve yemeğe b؛aşlarken çekilen besmele şeytanın evdeki na
sibini kesmekte, gecelemesini önlemektedir.
★ Cemâat halinde yemek yerken, en azından ilk başlayanın besmele çek
mesi gerekir. Aksi takdirde ilk başlayan besmeleyi terketse, şeytan o yemekten
yeme imkanına kavuşmaktadır. Onun yemeği istihlal etmesi (kendine helal ad
detmesi), yeme imkanına kavuşması demektir. /Vevevf cemaatten ilk başlayanlar
besmele çektiği takdirde, terkedenler de olsa şeytanın o yemekten yemeye muk
tedir olamıyacağını söyler. Nitekim 3868 numaralı hadîsin sonundan,
Resâlullûh'ın henüz yemeye başlamadan kız çocuğunu ve bedevinin besmelesiz
girişîverdikleri anlaşılmaktadır.
§ey olmamalıdır:■ es-S ahîh'desab ؛،٤؛r ki: "Şeytan soluyla yer, soluyla
Vehh ibnu Miinehhih demiştir ki: "Şeytânın çeşitlî cinsleri V.,.. Halis cinler
yeyip içmezler, nikahlaşmazlar, onlar hir nevi rth’tır (rüzgârdır). Bir cinsi de
١١٥١٠ ki bütün bu savılaniarı ١١apa١'lar١ \١€'doğumla dünﻹa ﻹa ﻵ€ ا أ٠١٠1 اة٠ اbunla؛.'es-,
Se'âlâ ve el-Gaylân ve benzeri cinsleridir." .
Şeytanla ilgiji münakaşada Kelâhâzî de şöyle der; "Şeytan hir cisimdir.
Onun sağ eli olabilir. Fakat sağ eliyle yemek yemez. Çünkü onun yaratılışı aksi-
ne çevrilmiştir, Resulullah aleyhissalatu vesselam da onun yaptığı gibi yapmak-
tan men etmiştir. (Bunun mânası) insanin ,solu uğursuzdur denebilir. Buna delil,
Resûlullah'ın, sol eli taharetlenmeye ayırması ve Kıyamet gününde kafire kita-
hinin solundan verilmesidir. Binaenaleyh şeytânın da her iki eli ,sol olabilir.
Zira kendisi uğursuzdur. Resulullah aleyhis,salâtu vesselam yemeğin bereketi
gitmesin diye mü’mine sol eliyle yemesini yasak etmiştir."
Ayni, şeytanlar hakkında'âlimlerin üç ayrı görüş ileri'sürdüklerini kayde-.
der:
★ Şeytanların bir kısmı yer içer.
★ Bir kısım şeytanlar yiyip içmezler.
★ Bütün şeytanlar yiyip içerler.
Aynî, üçünücü görüşün sâkıt olduğunu söyler.
102 KÜTOB-İ StTTE MUHTASARI JJ.CİLT
Y E M E K N E S Û R E T L E Y E N M E ltD İR ?
..Evlat! Allah’ın ismini an, sağınla ye, önünden ye! ” Bundan sonra hep
böyle yedim.'' [B uharî, Et.ime 2 3 ؛٠Müslim, Eşrîbe 108. (2022); M uvatta, Sı-
fatu’h-Nebiyy 32, (2, 934); Ebu D âvud, Et’ime 20, (3771); TirmIzî, Et.ime
47,(1858).J
AÇIKLAMA;
tasrih etmeleri veya tasrîh İfâde eden bir davram؟, bir karine ve bir delil izhar
etmeleri ile gerçekleşir, yeter ,ki bu karineler zannjn ötesinde kesi-n bir şekilde
nzalarma kanaat versin. Ne .zaman'Ortaklarm rızasından, şüphe hâ.sıl olursa,
haram olur.
Yiyecek başkasının ise, -veya sadece biri.nin ise ve bir tane yemeye rıza-
Si vasa, bu dummda rızası olmadan iki tane almak, haramdır ve kendisiyle l^ra-
ber yiyenlerden izin'istemesi mUstehabtır, vâcib'değildir.
★ Yemek'kendisinin ise, ona öbürlerini davet etmiş ise, ( bu m'al sahibinin
Onl.arla yerken) fazla alması 'haram olmaz. Ancak yiyecek.'az ise,eşitliğin ger-
çekleşmesi ؟؛in fazla almaması' mUstehabtır-, yiyecek, hepsine yetip artacak şe-
kilde. ؟ok'sa, fazla almasında, bir beis yoktur. Lâkin edeb odur ki,'yemekte de te-
eddubte bulunsun, ؟ok yeme hususunda hırsa, oburluğa yer vermesin. Şu kadar
var ki, acelesi var ve bir işe yetişme durumunda ise, dilediği şekilde davranabi-
lir. kınanmaz.
Hattâbi der :.ki: "'‘Hadîsteki hüküm, Ashâb devriyle, yiyeceğin dar olduğu
zumunla ilgilidir. Günümüzde, mal bolluğu sebebiye bu durumlarda izin isteme-
ye gerek yoktur:’
Nevevi hazretleri, bütün bu tahlilleri kaydettikten' sonTa HattâbVmn değer-
''.lendirmesine) katılmaz. .'Der ki,:' “Mesele onun söylediği gibi değildir. Gerçek,
yukarıda belirttiğimiz gibidir, şartlara göre, ayrı ayrı hükme gitmek en uygun
yoldur, ^ira, اhadأstc gelen meseleleri değerlendirmede şâyet sebep sabitse se.
bebin hususiliğine.değil, lafzın umumiliğine .itibar, edilir, ya bir de sebep sdbit'
olmazsa, bu durumda, (Reşûlullah aleyhissalâtu vesselâm, bir prensip vaz edi-
yor demektir) mutlaka lafzın İfâde ettiği hükmün umûmî mânasının esas alin-
ması gerekir.”
J^evzu ile alakalı .olarak ibhu Hacer in dermeyan ettiği açıklamalar şöyie
devam eder: ibnu Şâhin, en.'N âs؛h ٧ e '؛-M.ensuh'd ٥ şu hadîsi --Müsned-؛
.gezzâr’dan naklen-kaydeder; ﻟﻢ ﻓ ﺎ ﺑ ﺮ ا٤ ﺗ ﻎ ﻏﻖ٠زان ا ئ و
“ Sizi 'hurmada k'ırân'(birleştirme) yapmaktan, men etmiştim. ,Allah.
siz'e şimdi bolluk verdi.,Artık k،rân yapabilirsiniz.” . «„ ﺀ رHacer, hadisin.se-.
nedçe zayıflığına.dikkat-؟ektikten,sonra ^.z?w.۶.nin şu mütalaasın.! kaydeder;^,
"Nehiy hadısi i a sahih ve daha meşhurdur. fakat bumeşele, ibâdetlerle ilgili
olmayıp, dünyevî maslahatlarla alakalı oldüğu iginfazla ehemmiyet taşıyan bir
mevzu değildir. Dolayısiyle. boylesi hususlarda (cevaz İçin) kaydettiğimiz ka
l.CİLT YEME ADAS ؛. 109
darı ile iktifa edilebilir. Bunun cevazı hususunda vâki olan icma-ı ümmet de
söyleneni destekler." İbnu Hacer der ki: "HâzimVnin cevaz'dan muradı, kişinin
mevzubahis olan yiyeceğe sâhip olma hâlinde olmalıdır, hattâ Nevevî’nin takrir
ettiği gibi, bu sahiplik, kendisine verilen izin yoluyla da tahakkuk etmiş olsa
bile. Aksi takdirde, Ulemâdan hiçbiri, başkasının malında onun izni olmadan,
kırân yapmasını (kendini tercih edip öne almasını) tecviz etmemiştir. Öyle ki,
iki kişinin önüne ikram olarak yemek koyan kimsenin, bunlardan birinin diğeri
ne kendisini tercih etmesine râıı olmayacağına delalet eden bir karine bulunsa,
birinin bilerek kendini tercih etmesi haramdır. Rızasına bir karine ortaya çıksa,
bu, meselede birbirlerine karşı keremde övünme araya girer, (hu hoş olmayan
bir şeydir)." Ebu Mûsâ el-Medînî, ZeylÜ’l- Garîbîn’de Hz. Aişe ve Câhir radı-
yallahu anhümâ'’dan, oburluk ve arkadaşına karşı âdice bir tamahkarlık bulun
ması sebebiyle kırân'ın kötülüğünü zikretmiştir. İmam Mâlik dsT ki: "Kişinin,
beraber olduğu arkadaşından daha fazla yemesi (mürüvvet açısından da) hiç
latu vesselâm çiğ eli kesmiş ve ihtiyaç hâlinde etin bıçakla^ kesilebileceğini,,
bunun câiz .Iduğunu toylece göstermiştir. Nitekim BeyhakıĞN ki: “Etin bıçak-
la kesilmesi ile aldkalı yasak, pişmesi mükemmel olan et hakkındadır.’.
.داود. وأ ر,'اﻟﺸﻴﺨﺎن
٠ س٠ اﻟﻠﺢ:))اﺷﻮه
12. ( ةtbnuAbbâs radıyallahu anhûma anlatıyor -(885 ؛٠٠-Resulullah aley
hissalâtu vesselâm bmyurdular ki.’ i î i n m z yemek yeyince, yalamadık ؟, veya
yalatmadıkça «lînî m٠٠.٩بn ؟ê^'si ؛n اe ا؛n^’^. اeu.har آ,'Etﺀime 52 ؛Mösi؛m, Eşribe
ﺋﺘﻤﺶ ﻣﻦ اﻟ ﺸﯫ ن-]أ.
14. (38875. Rezln, Hz. Enes radıyailahu ٥«Â’tan,yaptığı bir rivayette şu
ziyâdeyi kaydetmiştir: “Zira yemek kabı, kendisini yalayıp yıkayana istiğfarda
bulunur ve.. "Beni şeytandan kurtardığın gibi, Allah da seni ateşten kurtarsın”
d er:
ll.C tL T 'YEME ÂDABI' 115
AÇIKLMMA:
Resû!%ilah bu rivayetlerde, israf olmaması için yemekten sonra parmak
ve kaplarda bulaşık burakılmamasmı emretmektedir. Gıda olabilecek her parça
insan vücudunda hayatî hizmete katkıda bulunabileceğine göre, onun israf edil
mesi şeytana ınisbet edilmeye layık bir zarardır.
2- Bazı âlimler, burada mevzubahis edilen mendilin, abdest aldıktan sonra
elleri ve yüzü kurulamada kullanılan mendil olmayıp, bir kısım bulaşıklan sil
mek üzere knıLlanılan mendil olduğunu belirtirler. Biz zamanımızda bunlara
mendil değil, ıl bezi diyoruz. Rivâyet, el bezi mahiyetindeki temizlik vasıtalan-
nm Resûlullû.i aleyhissaîâtu vesselâm devrinde de kullanıldığını ifâde etmesi
yönüyle de dillkat çekicidir.
3-
د- Hadîslerdeua£،au bazanc elin,
ıııı, V bazan
U M I Fparmaklann yalanmasının
U I O M U I >،u١ zikriدﺀﻷﺀح.
um ı،i9u uıı دﻟﻌﺎﺀ geçer.ل١
Ni-
.
tekim, Müşlim’de Kafb Ibnii Mâlik'ten gelen ,bir rivayette: ^ . ن زﺳﻮل اﻟﻲ
ﻻ'ﺋﺈ ا ﻣﺎ خ ز؛ةا ﻗ ﺰ ؛' ﺑ ﻬ ﺎ٤ ﻳﺎدﻗﻮع.اﻟﻠﺬ ﻋﻲ و غ٠“Resûlullah aleyhissaîâtu vesselâm
vesselâı
yemeği üç parmağıyla yer, yemekten kalkınca onları yalardı** bujrurularak,
Resûlullak'm parmağıyla yediği mevzubahis edilir. ŞMhlen parmaklarla elin
veya el ile pmrmaklann kastedilmiş olabileceğine, bunun Arap üslûbunda câri
olduğuna dikİK^t çekerler. Bekr îbnu’l-Arabi, bazı yemeklerin elin tamamı-
nm iştirakiyle yenebileceğine, bir kısım parmaklarla yenmesinin mümkün olma
yacağına dikkıat çeker ve buna örnek olarak Resûlullah*in etli kemiği kemirip, ٠
eti dişlediğine ؛dair rivayeti hatırlatarak: "Bu, elin tamamını kullanmadan yapı
lamaz*’ der. Aacak, bazı âlimler "Elin tamamını, yemek yerken kullanmak caiz
ise de, sünnet ı>lanı üç parmağı kullanmaktır” diye Ibnu'l-ArâbVye cevap ver
miştir. Kadı Îy)<i2 “üçten fazla parmakla yemek oburluktan, sû-i edebten, lok
mayı büyük tutmaktan ileri gelir...” der.
4- Hadîsim sonunda “veya yalatmadıkça” tâbiri de yer almaktadır. Neve-
vf, bundan müradm başkasına yalatmak olduğunu belirtir ve: “Bundan iğrenmer
yen baykalarıneû yalatmalıdır: 7£vce, câriye, hizmetçi, evlad ve bunlar mânasın
da herhangi bıJ yakın olabilir: Talebe gibi,• yalamada bereket olduğuna îtikad
eden biri” ğ c t . 3u yalatma işini koyun gibi bir hayvana da yaptumasınm müm
kün olduğunu belirtir.
Şurası mulıakkak ki bu âdab, o devrin şartlanna muvafıktır. Günümüzde
kaşık ve çatal gibi yemek vâsıtalarının yaygınlaşması, yalama veya yalatma ih
tiyacım asgariyle düşürmüş, bazı çevrelerde tamamen kaldırmıştır bile. Her hal
116 KÜTÜB-İ StTTE MUHTASARI IIC İL T
İçimle parmağını emmekten öte btr §6 ﻻdeğttdir. Hiç bir akil bûşındö-olan kimse,
b u â bir beis olmadığı hususunda şüpheye düşmez. Kişi hazan mazmaza ^٥^ r -
ve bit esnada parmağını ağzına sokarak dişlerini ve ağzının İçini o v a la rim a
kimse buna iğrenç veya SU-İ edeh demez.”
8- Hadîs, yemekten' sonra eli' meshetmenin miistehab olduğunu da ifade
edet. Kadı lyaz: ."'Eli silmenin munâsib olduğu yer. yıkamaksa 'gerek olmay'an
durumlardır. Yıkamakla çıkabilecek bulaşıkların olmadığı durumlar gibi,
؟.iinku. başka hadislerde yemekten sonra .elin 'yıkanması teşrik.edilmiş, terke-'
dilmemesi İçin uyarılmıştır.’}
Sadedinde olduğumuz 3885 numaralı hadîs, yalanmada,
masını da, .silinmesini- de men etmeyi' iktiza etmektedir. Zira bereketi .elde
etmek maksadıyla yıkama ve silmeden önc.e yalama hus٥su«da ,emir sarihtir.
Sonra da, kokuyu gidermek.İçin yıkamanın mendub'olacağı anlaşılır. Yıkamaya
'.işaTette bulunan h'adîsler de buna lıamledilir. Nitekim'.bir Ebu Dâvud hadîsin-
,de: .Kin»,elinde yemek kokusu'oldugu .halde yıkamadan geceler ve kendi-
sine. bir. (fenalık) isabet ederse'kendinden başka kimseyi suçlamasın” buy-
nılmuştur.
9 Hadîs,. Allah’ın fazlından hiç 'bir şeyi ihmal etmemek 'gerektiğini de
ifade etmektedir': Bu, örfçe hiç tir -ehemmiyet taşımayan ,yi.y^cek ve İçecek
.nev’indenazıcık.bir şey bile olsa. . ..
'.10- Ka’b îbnu’l-ücre, yalamanın nasjl olacağını açıklamaktadır:
“ResıVulİah aleyhissalatu vesselâm) üç parmağıyla yemek yerken gör-^
düm. Bunlar baş parmak, şehadet parmağı ve orta parmak /،fi. Sonra, silmez-
den önce bu üç parmağını yalarken gördüm. Şu sırayla yalamışıtı: Orta parmak,
sonra onu tâkib eden,sonra da baş parmak." Baz، âlimler, bu s.ralamayı şöyle
a\ ؟V\ar. "Bundaki Sir şudur: "Sanki orta parmak öbür ikisin؛: nazaran daha
'uzun oduğu İçin daha fazla bulaşığa maruzdur. Böylece onda daha çok taam'
kalmıştır. Ayrıca o uzun olduğu İçin, diğerlerinden önce yemeja banmaktadır.
Yalayan kimsenin avucunun içi muhtemelen yüzüne doğru olıı. 'Bu durUmda,
,'orta parmaktan başladı mı sağ cihetinde olan baş parmağa geçer. bOylece
ondan da sağda olan baş parmağa geçer.’*
★ elvea .Gz i n y i k a n m a s i
ﻵ ة \ ﻻ ﻹ ا ل \ ة ه0 أ ا ﻫ ﺤ ﻶ ﺀ ﺋ ﻪ ة\ ﻻ٠
.
“Bu .daw kafirken ﻻed اwîde^€ ﻻewekte^ idi.
miislüman ٠ ه ﺀ„«ﻟﻢ, yedikleri ozleğtirilip hakkında miibârek kılındı. Boylece
kâfir iken kendisine yeterli olan yedi kışımdan ٥؛/. kısmı kifâyet eder hale
] g e ld r
Bu görüşü, ibnu Abdilherr'den önce Tahâvî, Mü§k!؛ü٠j-Âsâr’da bey’an
etmiş ve:,". "ىkadis, hususi bir kâfir hakkındadır yâni yedi koyunun sütünü İçen
kâfir hakkmdadir” dmiştiY. îahâvî, ilaveten: “Hadisin, indimizde, söylediğim
miz dışındabir başka veche hamli mevzubahis değildir'! ,açıklamasını yapar.'Bü
gÖrüşeT٥/2٥v f den önce £:٥Mİ7٥ey،/e١nin yer verdiğini görmekteyiz.
§unu 'kaydetmemiz de faydalıdır: gu te’vilin “Hadisin râvisi olan Ibnu
Ömer, bundan husUs değil, umûm anlamıştır, bundan dolayı, çok yiyen kimseyi
görünce, onu yanma girmekten men etti 've bu hadisle ihticâc etti” diye tenkid^
etmişlerdir. B.u kanaatte .lan ibnu Hacer de şöyle der: “Şu da var ki, daha
önce kaydedildiği Were hâdisenin mükerrer şahıslarla alakalı olarak bir çok
vak' alarda ؛cereyan ettiği kabftl edilince ve mczkilr .badis, onlardan ber'bir. va-
kanin arkasından, benzer hâdiseye mazhdr olan kişi hakkında kaydedildikten
sonra bunu tek bir şahsa hamletmek nasıl mümkün olur?”
٠★ ★ tkinci görü§' şöyledîr: “Hadis ekseriyeti İfâde Zimnında beyan olun-
muştur, gerçek aded kastedilmemiştir.”J â m \m 2i yedi denmiş .olması ؟oklukta
mübâlağa içirıdir . Nitekim ayeti kerime’de ﻻﺋﺺ: ﺳ ﻸ آ. “ زأﻟﺒﺨﺰ 'ﻳﺌﻨﺔ ﻣﻦ ﺑﻤﺐEger
yeryiiziindeld ağaçlar kalem olsa, denizler mürekkep olsa ve -yedi misli
de'niz de yedekte'.bulunup' yazılsd" yine.de'A llah’ın ,sözleri bitmezdi” (Lok.
man 27). Yani hadisin mânası şudur: “Mü’mineyakışanhususlardgn (şe’n) bil
ri de yeme Uini az y a p ısıd ır , çünkü o, ibddete müteallik amellerle meşguldür
ve' çünkü o, bilmektedir ki tabi olduğu şeriat-1 garrdsı kendisine yemekten mak-
sadın “açlığı Örtmek”, “hayatin devamın، sağlamak” ve “ibadete yardim etmek"'
olduğunu öğretmektedir, ve çünkü 0,'yemede üç noktada özetlenen, bu'maksa-
din dısına çıktığı takdirde vereceği hesaptan korkmaktadır. Kafir ise, bu söyle,
.nenlerin hiia^ınadır. ا ﻵ٠0 0 اşeriatın tayin ettiğ i'lksa d ı tdkip edip o hududda dur-
maz, bilakis nefsin şehvetine tdbi olur ,'her hangi' bil. haram korkusu olmaksızın
kendini arzularının peşine salıverir. Boylece m.W'mi'm'w yiyeceği-:ikrettiğinıizse-
bebe binaen- kâfirin yiyeceğine nisbet edilince ,-yedide biri kadai. oluı*. Ancak bu
söylenenden, her kâfir ve her mumin hakkında ayni nishetin câri olduğu hükmü
çıkmaz. Bazen müminlerden çok yiyenler çıkar: Bu, hazan âdetten, hazan hasta-
ilk gibi herhangi bir başka sebeplen ileri gelir. Kafirler arasında da az yiyen•
\u KÜTÜB.I S lH E MUHTASARI ll.CİLT
onu doyurmaz:’ Bu göfiîlş öncekine dâhil edilebihr, ikisi tek bir cevap saytiabi-
lir.
★ ★ Altıncı görüş:: N evevfyc aittir, der ki: “Muhtar olan şu ki, bundan
murad hazı miVminler fefc bir mideye yerler, kâfirlerin çoğu yedi mideye yerler.
'Bundan,, her yedi mided٠iin birinin mu.»ninin midesi gibi.olmast gerekmez.”
Midelerin farkh٠٥lu؛Jaı٠ına, Kadı îyaz’m .ehî"'؛te§rih’den (ameiiyat doktor-
l'anndan) kaydettiği husas delildir. Onlar demiştir ki: “insan mideleri yedidir (9)
!)M ide,
2, 4 , } وBuna bûğlı âç mide daha: Bevvâb, saim, rakik. Bunlar incedirler.
5 ) A'ver (Korbarsd).
6) Kolon,
7) Müstakim. Bunlamkalındırlar.’’
Böy'leçe hadîsin m^ttası-şöyle olur: Kâfir, hırsla yedigi İçin, bu midelerin
hepsi'dolu olmayınca doymaz. Mii’mini ise bunlardan biri'nin dolması doyurur.
Kirmani, tabibJerden, bu,'yedi midenin tesmiyesini nakleder. Buria göre: ll-
kine mide, .sonra birbirin« bitişik olan üçüne rîkâk (inceler) ki bunlar onikiler
(oniki parmak barsagı), sSim (ince barsak), kolon, sonra, üç kalı,n:.۴ânifi, müs-
takim,'a’ver(kör).(١٥) .
★ ★ Yedinci görüş} ؛JevevVyt aittir. Der.ki: “Kâfirdeki yedi ile, şü sıfatla-
rın kasdedilmiş olması d a muhtemeldir: Hırs, oburluk, tûl-u emel, tamah, S U -İ
'tab١ (kötü huy), haset, ya^sevgisi. Mü ١mindeki tek 'şeyle de .ihtiyoctnın'örtUlme-
si kastedilmiştir:’
★ ★ '^Sekizinc ؛görüg: KurtubVyt aittir. Der ki: “Yemek şehveti yedidir:
Tahlat şehveti, nefis şeh١١^ ١i, göz şehveti, agız şehveti, kulak şehveti ,burun şeh-
veti ve açlık şehveti. MUs^manı yemeye sevkeden zaruri şehvet bu sonuncusu-
dur. Kâfir ise sayılanların hepsiyle yer.” ibnu Hacer der.ki: KurtuhVnm bu mü-
tâlaaSının aslını özet olarak Kâdı Ehu Bekr ihnu’1-Arahî’nin sözleri arasında
m î d e d e n i t i b a r e n d e ğ i l e n k K im l a r in ın. s a y ı l d ı ğ ı n ı g ö r m e k t e y i z : M i d c , o n i k i p a r m a k b a r s u ğ ı. k ö r b a r s a k , k a l ın
b a rs a k , k a lın b a rs a ğ ın so n k ıs ım .
( I ، » B u ik i n c i s a y ı m d a k o i o ı u . i n c c l c r s ı r a s ı n d a / . i k r c d i l m c k l c d i r . Ö n c e k i s a y ı m d a is e k a l ı n l a r s ı r a s ı n d a
١
z i k r e d i l m i ؛ti . K e z a b u İ k in c id e a V e r ( k ö r b a r s a k k l c s ı r a i ı i b â r i y l e f a r k l ı y e r d e g ö z ü k m e k t e d i r .
128 KÜTÜB-l S itte MUHTASARI- ll.C tL T
٠١f
%؛ flv ١ ٠d ٠. “Hadîste geçen ﻻ6 اقmide, beş du^u de şehvet ve ihtiyâçtan hi-
nâyedir."
ülemâder.ki: '‘Hadîsten alınacak esas, dünyalık hususunda allığa teşvik,
-bunda ziihd, ve ha٣ama gitmeden eide edilene kanaat etmeye terğibtir. Gerek
cahiliye devrinde ve gerekse Islam döneminde akıllı kimseler, hep açlığı övmüş-
ler, çok yemeyi zemmetmişler...” İbnu*î-Tîn der,ki: "Yeme hususunda insanlar
üç kısımdır: Bir grup var, her yiyeceği, ihtiyaç olsa da olmasa dayer.Bu, câhil
takımının amelidir. Bir grup var, acıktığı zaman, açlığı örtecel^ k â yer. Bir
gru^ var ki, bunlar ne^slerini açlığa mahkûm ederler, bu davranışlarıyla nefsin
şehvetini kırıp, dizginlemek murad ederler. Bunlar yedikleri vakit İhtiyâçlarını
örtecek kadar yerler.”
2 -H A D ÎS T E N Ç IK A R IL A N B A Z IH Ü K Ü M L E R ;
★ H adîs, k eza başkasına yardım cı olm ünın, başkasını sofraya alm anın b e-
. reketi .artıracağını've bu bereketin o sofraya iştirak edenlerin .hepsine, .sirayet
^edeCegini ,İfâde etm ektedir.
.12) Kifâyet: Surada belli miktar demek değildir. Yeterliliğine hukmedilmesi gerek.^„ mevcuttur. Ihtu(
Hacer: “Birlikte yeyin, ayrt yemeyin. Zira beraber olunca, bir kişilik yemek iki kişiye deyeter” hacitsi-
ni yonınılarke»: "Bu hcıcITsten atıltın: ki. “kifâye” hirlikre nUnamn bereketinden neşet eder ١۴
cemaat «<?
130 KÜTÜB-Î S İH E MUHTASARI ILCİLT
“ Ö ğ ü r tü n ü b ؛zden-uzak'.tut.^Z ؛r a , d ü n y a d a in sa n la r ın en Ç o k d o y m u ş
'olan ları. K ıy a m e t g ü n ü en. ؟o k a ' ؟k alacak .o la n la rd ır” b u y u rd u la r:’ [Tirmi-
z î, K ıyârnet.38, (2480.) ؛ib n u 'M â c e , E t’im e 5 0 . ٢33'50 ).ل
AÇIKLAMA:
Ö ğü rtü d iye.tercü m e ettiğim iz c ü ş â ’y i) M ü n âvî: “D o ym a sıra sın d a m ide
den çıkan y e l ” d iy e tarif eder. R esû lu lla h a le y h issa lâ tu vesselâ m burada öğür
m eyi takbih'etm ekle on u n .sebebi o lan ؟o k y em ey i takbih etm iş olm aktadır. N i
tekim hadîsin 'devam ında, dünyada ؟ok yiyenlerin â h irette-a ؟kalacaklarır
haber veriyor. Şu halde hadîs, ؟ok yem en in ö lçü sü hususunda bir ip ucu veı
mektedir: Y a n i'ö ğ ü ım e .hâsıl ed ecek kadar y em em ek lâzımdır,^ zira öğürm e 0؟
yelnekten. h.âsıl olan bir hâdisedir. Aksi-.takdirde R esû lu llah gayr -1 irâdî. olara
hasıl o'lan bir hâdiseden dolayı k im sey i takbîh etm ezd i, ö ğ ü r m e İradî degild
a ı , ona sebep olan ço k yem e iradîdir.
Burada-m ide, Öncelikle bir kaba ve içerisine bir. şey ler konan zarfa be.nze-
tilm ekte, bOylece deger itibâriyle düşünülm ektedir. Zira kab v e zarf, g a y e degil
vasıtadırlar. K endi za-tları seb eb iyle degil,. içerlerine konan şey ler seb eb iy le kıy-
.met taşırlar, ö y l e ise onlar d eg il: içlerine konan şeyler asild ir..H ad îs, m îd e’yi
a y n ca “ş e r li” 'Sifatıyla ta v sif ederek ikinci bir tevhfn*e (değerden' düşürm eye)
tâbi tutmaktadır. Yani' sıradan bir kap degil,-zarar veren, şer getiren bir kap. M î-
d eyi ço k doldurm anın dînî, tıbbî zararları var, zam ansız doldurm anın zararlan.
var, haram doldurm anın zararlan var,, m u v azen esiz, k a litesiz... doldurm anın za-
rarlan var. M ü n avi der ki: “M iden in d o lm a sı din v e dü n yân ın fe sa d ın a s e b e p
olu r... Çünkü kapların, dolması, dünyaya gösterilen, tamah \١ e hırstan' hâlî
olma ؛. Her iklsi'defdili İçin zararlıdır. Ayrıca tokluk, insani kötü'yerlere düşü-
٠rü r ve sdhibini haktan uzaklaştırır..Tenbellik galebe çalar١-ibâdettcn alıkoyar.
içerisinde fuzulî maddeleı. artar, gadabi'.şehveti artav, hırsı çoğalır, ihtiyatin-
dan fa zla sın ı ta le b etm eye se v k e d e r. ” B azı büyükler şö y le demiştir: "Tokluk n e -
fıste şeytânı celbeden bir nehirdir, açlık ise ruhta, melekleri celbeden bil. nellir-
d ir .” M U n a v îjG a za ird c n naklen hadîste g eçen ve "birkaç lokm acık" d'iye
tercüm e ettiğim iz L u keym at ifadesinin " .w ''dan azi ifade eden, b irsîg a o ld u g u n u
b'elirtir.
132 KÜTÜB.Î SlTTE MUHTASARI ıı.ciL T
g i b i h a v a d a n g e l e n k ı s ı m l a n k a s t e t m i ş o lm a l ı . B u r a d a e s k i h i k m e t i n a n l a y ı ş ı n ı g ö r m e k l e y i z ; H a y a t d ö r t a s l î .
u n s u r d a n m e y d a n a g e l i r ; T o p r a k , s u , h a v a , a t e ş ...
n ın t e s i r i y l e / / ، p o A r ، ، / ş ö h re tin i h â la k o ru m a k ta d ır.
!ICILT YEME ADABI 133
o lan § eh vâ n î nefsin biitiin 6أةةع٤ أﻻü zerlerin e o lan ^aki^İY etine ,d elild ir. A l
^ ew e ise on lar'için , c û d -i İla h î d en k a lp lerin e o la n nefehdtin (ü .^ cw elerin ١١
?ar-
lığın a d e lîld ir. B U lO n ları c isim le riy le m eşg u liyetten a lık o ya r. A çlık , h er kalu -
k â rd a sâ lik ١? e '^ h a k k ik i ؟in ١ sâ lik in e m ah sn s b ^ ü k h a llere ve w n h akkikin e'
h a s e sra ra n a il o lm a d a d â h ilî b ir s e b e p tir ,^ e te r ki, a çlık ta ifra d a g itm esin , ^ ira
onun İfratı, h e v e se k a ça r, aklin g itm e sin e ve m iza cın b o zu lm a sın a s e b e p olu r.
0 ١€8 أﻻ6 ﻻs â lik ’in, is te d iğ i a h v â le ulaşn tast'İçin m a tin b o lan a ç lığ a , şerh in d e n
-bir em ir a lm a d ık ca g irm e m e si g e re k ir. H'ele tek b a şın a ise a s l a b ı t işe g irişm e-
m elid ir. ٠ na düşen, ﻻem eğ i a za ltm a k , o ra c a 'd e v a m etm ek, g ece-g ü n â ü z d a h il,
gü n de bir',kere 1 ﻻ60 ا6 ﻻp r ç n s ip edin m ektir. K en d isin e, h a lin i te d b ir e d e c e k b ir
şeyh bu lu n caya k a d a r katık o la ra k p e ş p e ş e y a ğ yem em eli, h a fta d a d a iki kere-
den fa z la k atık a lm a m a lıd ır.”
★ Mü t e f e r r ik â d a b l a r
A sk e rî der ki':. “Sakin bu h adîsten R esû lu lla h ’ın ço k yem eye teşvik ettiğ i
m â n â sı çıkarılm asın! Bil b % ü k b ir b a ta o lu r. Z ira kişinin, dogmanın Je^kinde
y e m e si, h aram dır. R esûlullah haram y e m e y i n a sıl em red er? Hadisin m ânası
şu d u r: Q zam an h azıları a z y iy o r la r ve n o rm a l g ıd a la rın ı da alm ıyorlar ve
bunu d a birbirlerin e ta vsiye e d iy o rla rd ı, (bunun ü zerin e Jğ^esuluHah akşam y e -
m eklerin i ihm al etm em elerin i h a tır la ttı):’
I f ﻋﺎب اﻟﻨﺒﺰ ]ﻣﺎ :ﻋﻨﻪ ﻫﺎل وﻋﻦ أﺑﻰ ﻫﺮﻳﺮة رﺿﻰ اﺋﻪ. . ٢ | و
' أﺧﺮﺟﻪ ا ئ.['زإن ا ﻫ ﻪ دﻛﻪ،ةق٠.! اﺛﻜﻔﺎ؛. ﻛﺎن إذا،ﻫﺌﺘﺎﻣﺄ ﻗﻌﻦ
٠ إ ﻻاﻟ ﺬ ﺳﺎ ذ.
1 . ^ و ة ﻵ٦>ل- E ba Hür€ ؟re radı^ allabıt an b 0 ة\ﻫﻸ1\ ! ﻻ.. “Residullab 0 5 5 0 ^ ﻻﻋﺎ-
latu vesselâm h iç b ir v a k it herh an gi b ir y e m e ğ e la fe tm e d i, İştah duyduğu b ir y e -
m ekse yerd i, hoşuna gitm eyen b ir y em ek se terk ed erd i, (yem ezdi).’} [B u h arî,
E t’im e 21; M enâkıb 23;, MüSİ؛m,.'E§ribe 1 8 7 , (2 0 6 4 )ذ Ebu ,
(3763); Tjrm izI.Birr 8 4 , (2 0 3 2 )٠
ا
A Ç IK LA M A :
R esûlullah aleyh issalatu v e sse lâ m ’ın herhangi, bir yiyeCegi ayıplam am ası
helal ^olan yiyeceklerle ilgilidir. H aram -olanlan zem m eder, ayıplar, on lan n y e n .
m esini yasaklardı. B azı âlim ler “A yıp la m a , h ilk a ti seb eb iyle olursa m ekruhtur,
y a p ılış se b e b iy le o lu rsa m ekruh d e ğ ild ir, zira A lla h ’ın san’atı ayıplanm az, in-
san ların sa n ’atı a y ıp la n a b ilir” demiştir..
ib n u B a ttâ l der ki: “R esû lu lla h ’ın h o şla n m a d ığ ı yem ek olunca se s etm eksi-
2İn yem em esi, g u zel ab la k ta n d ır. Z il ٠a,_ yem ek ç a rd ır biri hoşlanmaz am a b ir
b a şk a sı hoşlanır. Ş eriatım ızın , ye n m e si İçin izin v e rd iğ i yiyeceklerin hiç b irin d e
(h erkesçe k abu l ed ilecek ) b ir kusur y o k tu r.”
و ى،ﺀ داﺀ
ﻗﺈذ ى أﺧﺪ ب،دات ﺑﻰ إﯪ؛ أﺧﺪرﻟﻢ ﯪﻧﺜﻠﻮة:ﺳﺔﻋﺬ'اﻟﺬ
أ ب ' ﻟ ﻰ.[ﻳﺠﺘﺎﺟﺆ اﺋﻨﻰ ﻧﻪ اﻟﯫت ،أﻵﻳﻮ ﺷﻐﺎئ
',...وأﺑﻮ دا ود
.))أﺋﺜﺄوه(( أى اﻏ ﺴﻮه
3. (3898). .Yine. E b u H iir e y r e r a d ıy a lla h u a n h anJatjyor: '*R esû lu liah a le y -
h is s a lâ tu v e s s e lâ m b u yu rd u la r, k i: “ S îz d e n b îr în iz în (y e m e k ) k a b jn a sin ek ,d U -
§ecek oJursa, o n u iy ic e b a tjr ٠n . Z ir a 'o n u n b ir k a n a d jn d a h a ste iîk , d iğ e r in d e
gifa vard m . .0 , ؟؛e r işin d e h a sta iîk oJan k a n a d jy ia k o r u n u r .” (E b u D â ٧u d ٠
E tiıU e 4 9 , (3 8 4 4 ) ؛B u h arî, T ıbb 5 8 , B e d ’ü ’J-Halk ا4؛ ؛b n u M â c e , T .b 3 İ ,
( 3 5 0 4 ,3 5 0 5 ) ؛N e s â ^ F e r a ’ ll( 7 ,1 7 8 ) .,J
',A Ç IK L A M A :
E nes sinegl parmağıyla üç kere .batınr., v e ." ٥ ؛jw ;؛/٠ A" der, sonra da:
“R e s u lu lla h b iz e b ö y le y a p m a m ız ı e m re ttir? açıklamasında bulunur.'
J 5 ) Ö n c e d e n g e ç e n a ç ı k l i a y a g o r e , ş ifa lı k a n a t, te a h h u r e d e n (g e r id e k a la n ) k a n a ttır.
ll.C tLT -YEME ÂDABI 137
b ir sa n ’a t olan p e te k le rin i ﻻa p w a اﻻve içerisin d e b a l ^apm a^ı ilb a w etw i§ tir.
Karıncaca, d a ik tif a ؟îa tn a n ı İçin g ıd a sın ı b iriktirm edi, çim len m em esi İçin d e
bn gdadi o rta d a n ikide b ö lm ed i ilbam etm iştir. O n la ra bn ilb a m la rı d .p a ^ ^ d t',
sip e g e d e kanadının b irin i ö n ce k a lla n ıp d iğ e rin i d e g e rid e taim adi ilb a m etm e-
y e k â d ir d ir "
İb n n 'l-C evzi d e t \ﺧﺎ٠. “Bil kim senin so d led ig in d e b ir g a rip lik d .k . ^ ira , a rı,
ba§ hışm ıyla b a l to p la r, a şa ğ ı hışm ıyla d a zeh ir a lır. Z eh iri ö ldü ren y ıla n ın eti,
zeb rin te d a visin d e kullanılan ila ca katılm a k ta dır. Sinek d e gözün p a rla tılm a sı
İçin ism id (den en sü rm e ç e şid iy le ) birih te e z ilir : ’ Bâzı hâzık tabibler: Sinekte
bir zehirleme kuvveti buluhdugunu, buna da sokması durumunda hâsıl olan ka-
§ıntı ve şişliğin delâlet ettiğini, bu kuvvenin onun silahı mesabesinde olduğunu,
sinek kendisine eza' vere'n bir şeye tesâduf edince onu silahi' ile karşıladığını,'
şâri Aleyhissalâtu vesselâm’ın da,, bu zehir'kuvvesine,'Allah Teâla hazretleri-
n'in, onun diğer kanadına koyduğu panzehirle karşı koymay.ı emrettiğini, böyle-
ce iki maddenin birbirine mukabele edip Allah’ın izniyle zaran ortadan kaldır-
,dığını söylerler.
6- Hadisin, bir vechinde',geçen «... sonra çıkarıp atin” ibaresinden, bazı
fakihler “sineh suyun İçinde ölm ü şse o suyu k irle tir” hükmünü çıkarmışladır.,
Ş â fiî ’nin iki ,kavlinden 'esahh olanı bOyledir., Ancak, E bû H an ıfe ve diğer bazı
fakihler, sinek öis'e de suyu kirletmez diye ,hükmetmişlerdir.
'“ Biz seninle, bey’atımızı yaptok, sen hemen ger ؛dönî” b u yu rd u la r.”
[Muslİm, Selâm 126, (2231); ibnu Mace, Tıbb 4 4 .(3544).ا
'AÇIKLAMA:
1- Bu'iki .rivâyet R esu lu llah a le y h issa lâ tu v e sse lâ m 'm cUzzamlılarla .lan
münâsebetini göstermektedir. Birinci rivayette cUzzamlıya karşı tevekkül edip
kaçmadığını, ikincide'bilakis kaçtığını, cüzzamlıyı kendisine yaklaştırmadığını
germekteyiz.
R esû lu llah a leyh issa lâ tu v e ssa lâ m 'm 'cüzzamlı'larla olan .münasebetini tes'-
bit eden başka rivayetler de var. D.aima bu iki rivayette göriilen farkli' dunımla-
nn 'varlığı söylenebilir.
'2- B'urada zikri geçen cüzzamlının'^^M٠ay^٤٥ Ibn u E b î F a tm a ed -D e v sı ol-
duğu bilinmektedir.
3- Bu rivayette R e s û lu lla h 'm M ayn cihetten tevekkül ettiği belirtim:
'★ Cü'zzamlının elinden tutması,
★ .nUnla bihrikte aynıkaptan yemek yemesi.
T ah avt, hastalarla birlikte yeme hususunda E bu ^^rr’den şu rivâyeti nakle-
.der: “ ﻛ ﺬ ﺑﻎ ﻣﺎ ﺟ ﺐ أﺗﻼﺀ ﯮاﻓﻨﻌﺎ وﺋﻠ ﺬ زاﻳﻐﺎﻵRabbine.karşı tevazu ve iman
İcabı her bir bela sahibiyle birlikte yemek yeî”
Sadedinde olduğumuz rivâyette, R esû lu lla h (H z. C â b ir ’e) ŞU'manada hi-.
tapta bulunmuştur: ,
“Ye beninileJ Ben Ailah’a olan itimadım ve İşimi ona tefviz etmem ha-
sebiy'le hastalık geçirmeyeceği hususunda 'gUven'sahibiyim.”
II.CiLT YEME ÂDABI 139
ülemâ bOyle bir neticeye bağlamamış olSa idi, bulaşıcı hastalıklara yakala-
nanlan hasta sahiplerinin de'terketmesi veya'bu hastalıklara karşı hiçbir koruyu-,
cu tedbire yer vermemek, gerekecekti., ikisi de yanlış olu'rdu.' Biri İnsanlığın,
mürüvvetin-sUkütuna, diğeri d,e salgın hasta'lıkların daha da.,yaygınlaşmasına
müncer olurdu., Rehher-i Ekmelimiz olan A llah R esu lü , ihtilaflı gibi görünen
sünneti ile İnsanî o!an-,.'takip'edilmesi gereken, sjlhat şartlarına da uyan en
doğru yolu göstermiştir: Hastalarla belli bir ö!؟ü, beJIi. bir-dikkat, ve ihtiyat ted-,
birleri çerçevesinde belki sınırlandırılmış bl.arak beceri münâsebetler devam et
140 KÜTÜB-t S tn E MUHTASARI. H.CÎLT
'yip onlara ikramda bulunması., mânidar b ؛r ' husustur.'Bu A leyh issa la tu vesse-
a m ’٠ln,'çocuklaraolan şefkatinin derecesini' gösterdiği gibi, bu ؟eşit merasimle-,
r e onlann katılmalannı teşvîk mânâsı 'da taşır. Çocuğun girdiği yer .neşe ve
hayattır, öyleyse, turfanda meyvenin R e s û lu lla h ) takdimi, hoş bir'merasim fır-
satıdır. Bu'meseleye.temas eden rivayetler birden.fazladır. Bazılarında “yılın ilk
t ^ i a â s ı ’f , bazdannda “H e r şe y in t u r f a â s ı ” geldiği zaman'. Efendimizin
dua edip, üç'defa sağ, ü ؟defa sol gözüne sürerek öptüğünü, sonra cemaatteki,
. en küçüğe verdiğini'belirtir.
nciL T YEME ÂDABI 141
AÇIKLAMA..
Burada koyunu kesen H z. A işe 'n \n ailesi mi, Ashâb mı? Rivayet bU..husus-
ta biraz mUbhem. Rivayetten, omuz hâriç hçr tarafımn isteyenlere dagjtjldjgı
anlaşılmaktadır.
Resulullah aleyhissalâtu vesselâm: “ O m u zu .h â r iç .geri, ta r a fı (b ize)
k a ld ı”buyurmakla Allah yolunda verilen, kısmın uhrevi hayat İçin tam bir yat؛-
rım olduğunu İfâde buyurmuştur. Böylece bağışlanan kısım ebediyete mazhar
0İmu§.', ebedî sâhipligine erişilmiş olmaktadır.. Zira âyet^i.ke^imede ﻣﺤﻨﻜﻲ ﺳﻘﺪu
v|U اس. ' ^ ^ ‘S iz in y a n m ız d a o la n la r tU k en ir a m a Allah^ k a tin d a o la n la r
(Nahi 96). Allah yolunda bağışlananlar bu âyete binâen ebediyete
e b e d îd ir ”
mazhar olmuştur. Hadîs de', Allah yolunda harcayınca, harCadığı şe y e 'hakîkî ve
ebedî sahiplik kazandığını beyan ediyor. Bu Rabbimizin biiyUk bir fâzlıdır.
İK JN C IB Â B
KELER
lup.ismisöylenmeyeHbiryemeğepeknâdireliniuzattrdı:'
!İ.CÎLT HAYVANLARDAN, MÜBAH- VE MEKRUH OLANLAR !43
[R esûlulah أ ة 6
أأا ﻻ 5 -vesselam kelere cim i uzatmıştı ki,l orada'kazır bulu ^ . 0
س
wan ا ﺀ ﻫ ﻶ١
ا ىأ'أ ^ أأ ه ..: biri
,2 . (3 ﻵEbu S a ’îd radıyallahu anh anlatıyor; “Bir bedevi Resûliillah -(04
:aleyhissalâlu vesselâm’a gelerek
Ben keleri hol olan bir bölgede yaşıyorum, keler ailemin yiyeceğinin *‘
144 KÜTÜB-I SlHE MUHTASARI II.C İL T
eksriyetini teşkil ediyor (bunun bir mahzuru V .,- nu; ne buyurursunuz?” diye
sordu. A m a Resulullah cevap vermedi. Biz: “Tekrar sor " ؛dedik. 0 tekrar
sordu. RcsulullaVı cevap vermedi. M am üçüncü sefer sordu, üçüncüde
ksû lu lla h adama seslenip yanm a çağırdı ve:
“Ey bedevi! dedi, Allah, Benî îsrâil’.den bir boya lâ’net etti veya gadab'
etti. (C eza olarak) onlar» yeryüzünde yürüyen hayvanlar haline ؟evirdi. Bi-
lemem, ola ki bu, 0 lânete.ugraj^an meshe ug»*ayan, kimselerdendir. Bu se.
heple ondan ne' yerim 'ne .de yiyenleri' men. ederim!” [Müsilm,'Sayd 51,
( ا95 ) ا. ذ.
AÇIKLAMA'':
!-'pirinci hadîste geşe'n Hâlid Îbnu’l-Velid''m annesinin ad. Luhâbetu’s-
Suğra'dıt- tbnu A٥٥d5’ın,annesinin adi Lükâbeti’l-Kübrâ'diT Ancak üm m ü'l-
Fadi diye, oglu Fadi Ibnu Abbâs'm adıyla .künyeleniyordu. Her ikisi de
mü’minlerin anası Meymune radıyallahu anhâ'mn kız kardeşi idiier'.
2- Önceki hadîs, Resûlullah aleyhissalatu vesselam 'm kendisine bir yemek
ikram edildiği zaman,.bunun mahiyetini ve ismini sorduğunu belirtmek-tedir.
Hatta Buhart, bu hadîse şöyle bir'bab başlığı k o y m u ş t u r : aleyhissa-
lâtu vesselâm, (bir şeyi) ismi söylenip ne olduğunu öğrenm edikte yemezdi." Şâ-
rih'ler bunu: “Araplar, yiyecek maddelerinin azlığı sebebiyle, ne bulurlarsa yer-
ler, hiç bir şeyden tiksinmeklerdi. Halbuki Alcyhissaldtu vesselam bazı
yiyeceklerden tiksinirdi” diyerek açıklamışlardır. İbnu Hacer, bu hususta daha,
tatminkar' bir açıklama, sunar: “Resulullah aleyhissalatu vesselâm'ın bunu
sorma sebebi, muhtemelen, 0 ’nun (şehirden) hâdiyeyeiii) çok az çıkması sehe-
biyle, bir çok hayvani tanımakta olması veya, şeriat’ın bazı hayvanlan helal k h
larken digerbazılarını haram kılmasıydı. Halbuki câhiliye Arapları, harani kılı-
nan şeyleri haram addetmeyip yiyorlardı. Bazan da onlar etleri, pişm iş veya
kızartılmış olarak getiriyorlardı, bu. sebeple, birbirinden tefriki ancak sormak
suretiyle yapılabiliyordu."
6- h a d is t e n ÇIKARILAN FAYDALAR:
★ Keler eti, kaydedilen hadîslerde câiz görünüyor ise de ülemâ arasında
bazı ihtilaflara da sebep olmuştur. Tahâvî, Şerhu Mâ’ani’l- Asâr'da Ebu Hanî-
fe , Ebu Yûsuf îmamı M uhammed rahimehümuUah her üçünün de mekruh ad
dettiğini belirtir. Bu hususta İmam M uhammed’in delili bir başka rivayettir:
Hz. Aişe anlatıyor: “ResûluUah aleyhissalâtü vesselam’a bir keler hediye edil
mişti. Yemedi. Derken bir dilenci geldi. Aişe, dilenciye bu keleri vermek istedi.
ResûluUah kendisine: “Sen yemediğin şeyi mi vermek istiyorsun?” diye mü
dahale etti." K tza Ebu Dâvud’da kayda yer verilmeden “ResûluUah'ın keler
yem eyi nehyettiği” rivayet edilmiştir. Hülasa, İmam Muhammed gibi bâzı Ha-
nefıler, kerahetin tahrimî olduğuna hükmetmiş jse de çoğunluk tenzihî olduğu
na meyleder ve şöyle derler: “ResûluUah’ın sofrasında, huzurunda yenmiş ol
duğu halde müdâhele etmemesi, bunun mühah olduğuna delildir. Kerâhet ise,
kerahet-i tenzihiyedir.” '
Görüldüğü üzere keler eti meselesi oldukça münâkaşa edilmiş bir husus
tur. Daha ziyâde Hanefıler, kesin bir üslubla “helal'’ demekten kaçınmışlardır.
★ Hadîste şu husus da görülmektedir:
Bir meselenin hükmüne açıklık kazandırmak için, şüphe edilen cihetin
açıklanması gerekir. ResûluUah öyle yapmıştır: Keler etinden yememiş, yeme-
yiş sebebini açıklamıştır.
146 KÜTÜB-İ SÎTTE MUHTASARI II. CİLT
★ TAVŞAN .
وﺟﻞ أزﺋﺒﺄ ﺛﺠﺎﺀ ﺑﻬﺎ ]ﺻﺎن :ﺑﻦ اﻟﺤﻮﻳﺮث ﻗﺎل ﺧﺎﻟﺪ ص٠ ١ ^٠
ذا'ﺀﺛﺮل؟ ﻧﻔﺎل ﻗﺊ ﺟﻰ؛. :اﻟﻰ ﻳ ﺪ \'ش اﺑﻦ ﻏﺘﺰ رﺻﻰ ا ع ﻇﻴﺘﺎ ﻓﻘﺎل
،اﺑﻠﺔا ذ'ﻟﻠﻢ ﻗﺔ ﻋﻦ ﺀ'ةﻫﺎ:'ﻗﺬﻟﻢ,ﺗﺘﺔ ه اﻟﻰ ر ﺳ ﻮ ؤ س ا ز أ ى
- أﺑﻮ داود. أﺧﺮج.[) ? ا ي ﺋ ﺠﻐﺬ/}
ا. ( 3 و٠5)- m i i d tbnu’l-Huveyris radıyallahu anh anlatıyor: “٥ /r adam bir
-tavşan avladı ve Abdullah ibnu Ömer radıyallahu anhUma’ya gelip: “Ne dersi
-niz (bunun eti yenir m i ? r diye sordu. Abdullah: “Tavşan Resulullah aleyhissa
Idtu vesselâm’a da (böyle avlanıp) getirilmişti. Ben de o Sirada yanında -oturu4 ■
yordum. Ondan ne yedi ne de onun yenmesini yasakladı, tavşanın hayız
gördüğüne inanıyordu” dedi.” (Ebu^ Dâvud, Et’ime 27١(3792).]
. أﺛﺮﻧﺎ:(())اﻓﻴﺜﺎ
2 . (3 وHz, Enes radıyallahu anh _(٠6 ا-anlatıyor: “Yürüdük ve M errVz
Zahran.dan bîr ta \ §an Çaldırdık. Arkadaşlarımız peşinden koştiAİar ve (sonunda
١
EneS'e: “Yedi mi, (gördün mil yediğini ' '') ؟diye sorwlmwştw. Yani'kabul
etti” dedi.” IBuharî, Sayd 32, 10, Hibe 5 ؛Müs!!m, Sayd 53, ( 1953) ؛-Ebu Dâ
vud, Et’ime 27,.(3791) ؛٢ ؛rm ؛z ؛, Et’ime2,'(1790 ),٠Nesâî,'Sayd25 ١(7 , 196).].
;AÇIKLAMA
Câhız, tavşan hakkında, devrinin bilgilerini bize şöyle aktarır: “Tavşan -1
!I.CÎLT HAYVANLARDAN MÜBAH VE MEKRUH OLANLAR 149
Bu manayı sadedinde olduğumuz bâbın birinci hadîsi (3905) de, tey'-îd eder.
Hülasa. Nevevi: “ta vşa n eti, im am Mâlîk, Ebu Hanife, Şâfı’î, Ahm ed ibnu
Hanbel ve digerpekgok ulemâ nezdinde helaldir" der.
,diğî takdirde basit bir şeyin bile hediy.e edilebileceğine delil kılınmıştır
Hadiste -6, ؟. cugun velisinin, ؟-ocuğun mâlik olduğu ,şeylerde çocuğun le
.hine tasarrufta bulunabileceği gözükmektedir
SIRTLAN ★
.اﻟﺘﺮﻣﺬى
1. (3907)- Ahdurrahman İhım EM Ammâr rahimehıdlah 'anlatıyor: “Hz,
Câhir radıyallahu anh’a: “Sırtlan av mıdır?” diye sordum.. “Evet!” dedi. Ben
tekrar: “Etini yiyeyim m i?” dedim. “Evet!” dedi.
“Bu c\evap Resulullah aleyhissalâtu vesselam’dan m ıdır?” de_dim.“Evet!”
dedi..”
ﻵﻵك رزل :ﻗ ﺎ ل ﻋﺬه.ر ض 'اﺗﻨﻪ ﺟﺰﺀ ' وﻋﻦ ﺧﺰﻳﻤﺔ ﺑﻦ- ٣ ٠
ﻛﻠﻲ٤ﺑﻼ اﻟ ﺔ غﺀﺣﺖ؟ وا ى ﺀت.أز؛ .، ﻟﻐﻴﺮ١ﻋﻦ Iش
-ﺛﻢ،أ د ﺣ ﻪ اﻛﻂ أ ز ا ﻛ ﻞ اﻟ ﺪ ك أ ظ : ل1ﻫﻖ ، ك1ال
ll.CİLT HAYVANLARDAN MÜBA'H VE'MEKRUH OLANLAR 151
-3. (3909)- Huzeyme tbn C ezlra d ıya lla h u anh anlatıyor:. uResulullah aley-
hissalâtu vesselâm’a sırtlan hakkında (eti helal mi?)” diye sordum.
“Sırtlanı yiyen'bîrî de var m»?” dedi. Bunun üzerine kurdun etinin yen-
mesini sordum.
“Kendisinde hayır olup da kurdu' yiyen biri ^var nu?” diye cevap ver-
.^L'''ITlrm!zl,Et١ime,4٠(1739).J
AÇIKLAMA:
'Yukarıda-kaydedilen.rivâyetler sırtlan -etinin yenip,yenmiyecegi ile ilgili-
dir. 'Önceki iki rivayette yenebileceği, helal odugu^ söylenmiş ise de sonuncu ri-
vayete göre helal değildir, yenmemesi gerekir.,
Rivâyetlerden'de anlaşılacağı üzere sırtlan eti hususunda ülemâ ihtilaf et-
'miştir. H attâbrtıin açıklamasına göre, S a 'd Ibnu Ebi Vakkâs, ibnu Abbâs,'Atâ,
îshâk, Ebu Sevr, İmâm Sâfî’î ve Ahm ed Ibnu Hanbel sırtlanın etinin câiz ol-
duguna hükmetmiştir.
Ancak ülem'ânın çoğunluğu da haram.odugunu s ö y l e m i ş t i r : , Sevrı,
Ashâb -1 R e’y ve imam M âlik, S a 'îd ibnu Müseyyeb, bunlar arasındadır. Bunlar
haram, derken, sırtlanın vahşî, bir hayvan olduğunu, Resulullah aleyhissalâtu
vesselâm .)! vahşilerden, köpek (parçalayıcı) dişi olanların'etini yemeyi nehyet-
tiğini belirtmişlerdir..Helal olduğunu 'Söyleyenler,' yukardaki .ilk iki rivayeti
gösterirler ve' üçüncü rivâyetin amel edilemiyecek kadar'zayıf olduğuna dikkat
.çekerler.
Sırtlanın helal olduğunu' söyleyen-Ulemaya hak vermeye'-çalışan ib n u ’1-
^ ٥yy٤ffi'’in-açıklamalan meyanında. şu sözleri dikkate değer: “Resûlullah’ın
haram kıldığı hayvanlarda iki vasıf beraber var;
KİRPİ
Ancak, yanında bu lm a n bir yaşlı dedi ٤؛.. "Ben Ebu Hüreyre radıyallahu
anh’ı dinled\m demişti ki': “Resûlwllab. leybissaldtM vesseldm’ın yanında kirpi"
١ ٠
AÇIKLAMA:
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ’m bu٠beyanlarında, kirpi habîs ,olarak
tavsif buyrulmuştur. Habls şeyler, Kur’ân.-ı K eîîm ’in nassı ile haramdır. 'Anc^k
kirpinin d۴ mu ihtilaflıdır. Es-Süfaü.؛ü.٠s - S e ؛a m ’da §u.açıklama yapılmıştır:
.İ.CİLT HAYVANLARDAN MÜRAH VE MEKRUH OLANLAR ا53
“R âfi î.dei. ki; “Kirpi hususunda iki göru§ var: Birine gOrc harawdır. Ebu
١
★ TOY
★ ç e k ir g e l e r
veya dini olarak (sıcak suya) atılıp haşlanmak veya ateşte kızartılmak gibi bir
sebeple öldürülürse helaldir, kendiliğinden veya bir kap içerisinde ölmüş kal
mışsa ym m esi helal olmaz” demişlerdir.
tbtAT
A Ç IK L A M A :
1- B u ,'iki riv a y e tin h e r 'ikisi d e at e tin in -y e n m e sin i m iib a h îiâ n 'e tm e k te d ir.,
A.flcak b a ؛k a riv a y e tle r m u v a c e h e sin d e te z e k k ü r e d in c e ü le m â ih tila f etm iştir.
B ahsi, N e v e v t rahim ehullafı şö y le özetler: (‘A lim ler, a t etin in m ü bah olm a sı hu-
sm u n d a ih tilâ f etm iştir :
“Ben onu (pis bir şeyler yerken gördüm ve tiksindim ve yememeye yemin
ettim ” cevabım v e rd i . Bunun üzerine Ebu M usa:
★ Domuz sütü ile beslenen bir kuzunun eti yenilebilir, bir mahzur yoktur,
çünkü süt istihlak edilmiştir.
3- Mücesseme: Ok ys. atışlarında hedef yapılan hayvandır. Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm hayvanların tâlim vs. maksadlarla yapılacak atışlarda he
!.CiLT 'HAY٧ ANLARDAN.. MUBAH VE^MEKRUH OLANLAR 159
★ H A Ş E R E L E R .-
I ، ] ﺋ ﺠ ﻴ ﺖ اﻷغ : ض أ ﻳ ﻪ ﻗﺎ ل ص ا ﺳ ﺎ م ﺑﻦ ﺗ ﻒ- ١ ٠
Hattabi açıklamasına devam ediyor; "Abmler, eşyada a sil olan ihahe mi,
mahzur mu olduğu hususunda ihtilaf etmiştir. Bu, usul -1 fıkhın büyük problem-
lerinden biridir. Bazı âlimler: 'Ih n h e ’jye hükmederken, hazılan da i'm ah:ûr”a
hükmetmiştir. Bu meyanda bil. kısmı da "mutlak'Olardk “İbâhe'' veya,"mah-
zw ’”a hükmetmek yanlıştır, bazıları İçin ‘‘m ubah”ın, bazıları İçin “m ahzur”un
esas olduğunu söylemek daha uygundur” demiştir...”
MUZ٠ A R ★ ^ '^ .
19) Dön ayaklı, kısa kuyruk!u.,0؟kta tüyü olan bir'hayvan olarak tarif edilir.
II.CILT HAYVANLARDAN MÜBAH VE MEKRUH OLANLAR 161
.زﻗﻚ' ارﻣﺜﻮل, :ﻗﺎف اﺋﻠﻪ ﻋﻨﻪ ر ﺿﻰ اﻟﻔﺠﻴﻊ اﻟﻌﺎر ى ﺀ ن٠و > ا٢ 1
ﻧﻜﺘﺒﻖ :\ﺋﻖ ﺷﺎ ش ؟ ﺗﺎ:'ﻗﺎذ ﻣﻦ اﻟﺘﺌﺌﺔ؟ ق ﻳﺠﻞ ﺗﺎ٠
| اﻟﻨﻪ
ﻧﺬ ع ﺋﺬؤ؛ع:‘ ﻗﺜﺰة إى ﻏﺒﺔ٠ زان اﺑﻮ ص ر و ﺀﺑ ﻪ.وﺑﺼﻄﺒﺢ
. ﺋ ﻰ ﻫﺬه٠٠ا ﯪ ﺣ ﺆ ى( اﻟﺒﺘﻪ،'اﻟﻐﻮغ,ذاﻷ؛'ؤاﻧﻰ : ﻏ ﺜ ﺔ ﻗﺎ ذ٠ﺦ ﺋ٠و
,. أﺧﺮﺟﻪ أﺑﻮ داود..[اﻟﺤﺎﻟﻲ
2. (3922)- el- Fucey’ el-Âmirî radıyallahu anh anlatıyor:
"Ey Allak’ın.Resûlii. dedim, meyteden bize belal olan (miktar) nedir?.'
“Yiyeceğiniz ne (m iktarda)dır” diye sordu. Bîz: “Ak§am ١ ﺀرsabah yiyo-
ruz" diye cevap verdik."
Ebıt Nuaym Mevlâ ٧ kbc d ^ r ^ ٠.-"Ukbe bana bu ifâdeyi açıkladı; ''Bir bar-
؛lak sabableyin٠١bir bardak da akşam vakti demektir.” Dedi ki'; “Durum-bu.,
babamın hayatınayemin olsun bu yetmez!" Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesse- /'
lâm mezkur durumda meyteyi yemelerine ruhsat tanıdı.” (Ebu Dâvud,' Et’ime
37,(3817).)
, A Ç IK L A M A ;'
1- Bu hadîs de, meyte’nin yenmesine ruhsat ,tanıyacak fakirlik ,derecesini
162 KÜTÜB-I SiTTE MUHTASAR! ll.CILT
\ ا ً\\ةﻵ١ﻻخ0 أ.٠ Hattabi ﴽ ة ه١in bb. kadeh, akşamleyin bir kadeh (sutb<Sabahle“ .VÂ٠
bedeni, ﻻ6 أ6٣1 ااbeslemese, taw bir do^ıtm sağlamasa da açlığı brter ve kişinin 06
-belini doğrultur. Resûlullah hu miktar İmkâna rağmen meyteden alıp yemele
rine ruhsat tanıdı. Bb^lece hadîs, nefsin'^ıda İhti^aeını meyteden almaşını
milbah kılmaktadır, imam Malik ve iki görüşünden birinde §âfi'i bınııı İ'lti^am
-etmiştir.'' ŞevkamdetVÂ.. “§afi١îindinde râcih görüş, açlığı örtecek kadarla ve
".tinmektir.Ebır Hanîfe ١١e iki kavlindenbirinde Mâlik tie bil görüştedir
Ayet-İ 'kerime de meyteyi^haram kılmış fakat muzdar kalma hâlini istisna
etmiştir: “AçJjktan darda kalan, gUriaha kaymaksızın yiyebilir” (Maide )ؤ.
',Ancak-zaruret' hâli kalkınca meytenin yenmesi helal olmaz. Açlığın örtülmesi
:zarureti ortadan kaldırır (daha fazla yemeyi helal kılmaz'). Ancak bazı âlimler
Mıızdar kim.se ızdırar halinde, ızdırarın olmadığı zamandaki mııtadı ne ise“ ()
/77ﺀا/٠/٠،/٠ ;ز/);ةﺀ/.demişlerdir "././7
Ibnu Hacer ﴽ ة ه-Asi". “Ayetin Itlakına göre, bu rdcih görüştür. Ulemâ, izdi
': râr deyip, meytenin yenmesini he.lal kı.lacak hali.n tavsifinde ihtilâf etmiştir
Cumhur’a göre, bu açlığın h'elak etme noktasına veya hela'ka götürecek ★ -
, .hastalığa'ulaşma notasına gelmeşitlir
Bazı Mâlikilere göre, “Açlığın üç giiri devam etmesidir ★ .”
.ﻣﺎﻟﻚ
13923) )ت- Eslem Mevlâ Ömer Îbnu’î-Hattâh radıyallahu anh anlatıyor^
“Hz. Ömer’e: “Binekler arasında kor bir deve var!': dedim. Bana: “Onu bir
aileye.١٠e١٠١ ondan istifade etsinler”dedi. Ben-‘‘0 kov oldn^n lıalde (ondan isti-
fade w,' olur)?” dedim. “Onu deve sürüsüne katsınlar (otlanıaya sürsünler)"
dedi. Ben: “iyi ٥^ ٥ arazide nasıl yayılacak?” dedim. “Bu hayvan cizye devesi
wi-sadaka dedesi mi?” diye sovdn. Ben, “cizye devesi!" deyince: “Vallahi S.İZ
bunu yemek istiyorsunuz " dedi. Ben de: “üzerinde cizye devesi mührü var?”
dedim. Bunun iizerine Ömer radıyallahu anh devenin kesilmesini emvettti ve
kesildi. Hz. Ömer'in y a n ı â dokuz adet tabak vardı. Meyve, çerez her ne olsa
ondan bu tabaklara• koyup ResUlullah aleyhissaldtu vesseldm’ın zevcelerine
gönderirdi. Bu gönderdiklerinin en sonuncusu, kızı Hafsa’ya gönderdiği ٠/«,٠-
du. E ؛ev'bunda eksiklik oluı.sa, kendi hissesinden tamamlardı
î§te bu devenin etinden d.e-0 tabaklara koydu ve Reshlullah aleyhissaldtu
vesselâmiın zevcelerine gönderdi. Bu devenin etinden artd kalanın yemek yapıl-
masını emretti. Sonra Muhacir ve Ensar'ı ondan yemeye davet et؛/'." [Muvatta,
.Zekât44١(l,-279).J'.
.AÇIKLAMA:
1 -Rivayet, sadaka devesi ile'cizye devesi arasında tefrikte.buluna
Çünkü sadaka devesinden sadece fakirler istifade edebilir, cizye devesi olunca,
ondan zengin-fakir herkes istifâde edebilir. Eslem, bu hususu belirt'mek İçin ciz-
ye 'devesi olduğunu, üzerinde cizye'mühürü bulunduğunu belirt.ir.
ﻵ- Hz. Ömer radıyallahu anh, Reshlullah aleyhissaldtu vesseldm’ın vda-
tından sonra, kendi hilafeti sırasında, Eıvâc -1 Muttahharât'4İ ilgi ve saygısını
hi ؟kesmemi؛, onları memnun kılmayı hep birinci plana'almıştır. Onlar arasın-
'da, ken.di kızı olan Hafsa Yâlidemizi en son düşünmüştür. Z'ira vukdu m'uhtemel
ba'zı aksamalar', sebebiyle ,kızının kendisine darılmayacağım, öbürlerini., babası-
nın kendisine,takdim et'mesine gönül koymayıprdzı 'olacağını bildiği İçin böyle
davranmıştır. Bu hal, Hz. ömer'm, diğer ümmühâtiVl-mü'münîırt: “önıpr i r•
164 KÜTÜB-J SİTTE MUHTASARI n.C ÎLT
اش. ﺋﺺ رﺑ ﻲ ' ]أﻧﺮﻛﺒﻰ:'ﻗﺎل. آد ﺀذه وﺀن ﺟﺎﺑﺮ رﺿﻰ _ ٢ا
: ■ا ﺗﺎ ﻫﺪا؟: ﻓﻐﺎل،٠ ﻫﺠﻰث ﻣ ﻦ اﻟﯯق زﺑ ﻰ ﺣﯫف ﻟﺨﻢ١ زأئ،ئ
ILC lL T HAY٧ ANLARDAN MÜBAH VE MEKRUH OLANLAR 165
ﺛﻜﻬﺌﻎ ﺛ ﺊ1; أزﻛ ﺖJ U . أ٠ 'ﻟﻎ٠ﺛﺔزى د ذ ذ م,ز ى إﻟﻰ ا'ﻟﺌﺨﻢ' ذا
..'[ا'ﺛﺌﺔى. ﯪ ﺑﺊ ا ﻟ ﺪ ب ان ﻧﺄﺑﻞ ر ' ﺗ ﺎ٠ﺛﺌﻠﻴﺔت؟ ﺧﻨ ﺖ اﺣﻲ,|
. أﺧﺮﺟﻪ ﻣﺎﻟﻚ
إﻟﻴﻪ.' 'وﻣﺎﻟﺖ ﻧﻔﺴﻪ٥-أﺷﺘﻬﺎ. :(())*ﻫﺮم إﺋﻰ اﻟﻤﺜﺮ؛
2. (3 2 5 ) و- Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyOT: “Ben, çarşıdan et almış
hamala vermiş eve dönüyordum. Hz. Ömer radıyallahu anh yolda bana yetişip:
“Bu da ne?” diye sordu.
“Canimiz et çekmişti, gidip bil. diıbemlik et satın aidim", dedim. Bunun
üzerine: “Canin bir şey çektikçe gidip ondan alıyor musun? Herkese, israfola-
rak, caninin her istediğini yemesi yeter!” diye çıkıştı." [M uvatta, Sıfatu’n-Nebi
36,( 936).].. ٠ •
AÇIKLAMA:
Bu iki hadîs, ؟ok et'yememeyi tavsiye .etmektedir.- Bu-rivâyetlerden hare-
ketle, “et yemek mekruhtur" diye bir hükme gidilmemiştir. Resûlullah ve
Ashâb’ın e، ؛.yedikleri b'ilinmektedir. Ancak her şeyin , ؟ogu gibi etin de çoğu,
mahzurludur.
Hadîsin Muvatta’daki aslında bazı ziyâdeler, var. .Hadîsin, sonunda
Omer: “Şu ayet sizlere hitabetmiyor mu?" der ve hatırlatır: “inkar edenler,,
ateşe sunuldukları giin, onlara.: “Dünyadaki hayatınızda sizin İçin güzel
olan her şeyi harcadınız, onları.n zevkini sür'dünüz, ama bugün, yeryUzün-
-.de haksiz y'ere büyüklük,' ,taslamanızı.n ve yoldan çıkmanızın'karşılığında,
alçaltıcı bir azab göreceksiniz” denir” .(Ahkâf 20).
ÎKÎNCÎ FASIL
H A Y V A N IO L M A Y A N M EKRUH YİYECEKLER
YABANCILARIN YEMEGI
rumuyla ilgilidir'' demiştir. Bunu te’yid eden bir rivayet Ebu Hûreyre'den gel
mektedir: “Biz bir seferde Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile beraberdik.
Sağmal bir deve gördük. (Sütünden istifâde etmek üzere) ona doğru atüdık.
Aleyhissalâtu vesselâm bize mâni oldu ve: “Bu deve müslüman bir âileye ait
tir ve bu onların yegane geçimlikleridir. Siz azık bohçalarınıza gidib onu
boş bulmaktan memnun olur musunuzV^ dedi. Biz. “H ayırr deyince: “Sizin
bu yapacağınız iş de öbüründen farksızdır”
★ Bazdan: “İzin, mal sahibinin muhtaç olmadığı duruma; nehiy hadîsi de
mal sâhibinin zenginlik aradığı duruma hamledilir” demiştir.
★ Bazdan izni, devenin, musarrât (yani memesi yavruya karşı bağlanmış)
olmasına; nehyi de, memesi bağl،ınmamış deveye hamletmiştir. Ancak, Ah-
med İbnu Hanbel'm Müsned’inde gelen bir hadîste şu ibareye de yer verilmiş
tir “... M utlaka yapmak zorunda iseniz, için, fakat berâber götürmeyin.”
Bu rivayet iznin sadece memesi bağlı olmayan develere ait olmayıp, âmm ol
duğun u٠ ؛sütü bekletilen ve bekletilmeyen hepsine şâmil bulunduğunu gösterir.
İbnu’l-Arabı, âdete hamledilmesini tercih eder ve der ki: “Hicaz, Şam vs.
beldelerde halkın âdeti, bu meselede, bizim beldenin hilafına, müsâmaha idi.”
İbun'l-Arahî devamla der ki: “Bazıları, bir daha dönmeyeceği, hiç uğramıya-
cağı bir yolda bile olsa, yolcuya ondan almak câiz olur.” Bu hadîste, ruhsatın
sadece muhtaçlara hasredilmesine bir işaret vardır. Ebu Dâvud, Sünen’de, bu
nun gazvede olan yoculara rhahsus bir ruhsat olduğuna işâret eder. Diğer üle-
mâ, izinin sâdece ehl-i zimmenin malına; nehyin de müslümanların malına
mahsus olduğunu söylemiştir. Bu husus, Sahâbe’nin sulh akdi sırasında ehl-i
zimme’ye miislümanları ağırlama şartını koymuş olması durumuyla delillendi-
rilmiştir. Bu, Hz. Ömer'in bir tatbikatıdır. İbnu Vehb, İmam Mâlik'in “Yolcu ,
zımmîye misafir olur. Ancak, izni olmadan hiçbir şey almaz” dediğini kayde
der.
İmam Mâlik'q: “Peki onlara vazife kılınan ağırlama ne oldu?” denilmiş, o
da; “O zaman, bu ağırlama vazifesi sebebiyle (devlete karşı vergi borçları) ha
fifletiliyordu, ama şimdi böyle bir şey yok” cevabını verdi.
Bazı âlimler izn’in neshedildiği görüşüne meyletmiştir. Bu husustaki ri
vayetleri, bu âlimler, zekâtın vâcib. olmazdan önceki zamana hamlederler. Der-
20) Mıtsaırâf: Sağmal hayvanların, yavnilarıyla beraber otlamaları halinde, yavrunun anneyi emmesi
i.stenmezse. memeye bir kılıf geçirilir, buna w///X/#T،î/ denmektedir.
ll.CİLT HAYVANI OLMAYAN MEKRUH YİYECEKLER ا7ا
ler k'ı:“Ağır{ama İŞİ, 0 zaman (ehl-i zimme’ye) vâcib idi, sonra hu, zekat farıe-
ftiiince neshedildi.t’BuraĞa zekâtı “vergi” -mânasında anlamamız gerekir.
Nevevi dtv ki: “ülema, bir bahçeye veya ekine veya dağda otlayan sürüye
uğrayan şahıs hakkında ihtilaf eder.”
★ Cumhur'der ki: “Böyle bir şahsa ondan bir şey alması caiz olmaz. Za-
ruret varsa alır, fakat Şâfif ve cumhura göre mal sahihine borçlanır. Seleften
ba:\sı ise: “Bu alma mukabili, mal sâbibine herhangi bir ödeme^apma ٤ "' de- ,
nıişriı:" '
Ahmed ibnu Hanherdtn gelen iki rivayetten esahına göre: “Bahçenin et-
rafında duvar yoksa, buraya uğrayana ta^e meyvelei'den yemesi'cdiz'-olur, hatta
buna muhtaç obnasa bile.” Digei' rivayette: “Adam muhtaçsa her iki halde de
adama zemân (tazminat) gerekmez” denmiştir.
4- .Hadisten, bir kısım meselelerin anlaşılmasını kolaylaştırmak İçin darb-1
nıesel yapmanın, hafi (kapalı) ol'anı açıkla temsil etmenin câiz oldugu anlaşıl-
maktadır.
5- Hadiste, hükmü illetiyle zikretmek, illeti de zikrettikten sonra, te’kiden
ve takriren lıükmü tekra.r etmek örneği vardır.
Hadisten, kıyâsın-sıhhati İçin fer'in asl’a her hususta müsavân-şart olma-
dıgı hükmü de çıkar. Bilakis, hazan asılda bir meziyet buluuurki, düşmesi -her
ikisi.nin,' Sifatın aslında müşterek olmaları'halinde- fer’e zarar vennez. Zîrâ.hay^
vanın memesi, korumada'hazine ile ayni ayarda değildir, tıpkj 'memenin yavru-
sundan'korunması İçin baglanmasijkilitlemeye müsâvi,olmadığı'gibi. Buna-rağ-
men, Şâri Aleyhissalâtu vesselâm -bağlanmış hayvan memesini, h'ükümde,
kilitlenmiş hâzineye dâhil etti 've.her 'ikisinden de sahibinin.izni olmadan bir şey
-almayı haramîlân'etti. -
6- Hadîste, yiyeceği, ona ihtiyaç duyulma anma kadar depolamanın mübah
olduğu ,görülmektedir. 'Halbuki ,aşırılığa kaçan zühd ehli (kendi he.vâlarından
- hareketle) ,5^İ5^٩cek depolanmasını jzasak addetmişlerdir.
7'- Hadîste süte “yiyecek” tesmiye edilmiştir.' BOylece, bir' kimse, süt sağ-
mayi niyet e'derek “yiyecek almayacağım” diye,yemin etse.'hânis (yeminine uy-,
mamış) olur.
. واﻟﺘﺮﻣﺬى و ﺻﺤﺤﻪ
2. ( 3 3 و٠)- Semiire Ihnu Cûndüh radıyalllahu anh anJat.yor: “ResûluHah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Biriniz bir. sürüye ugradjgjnîzda., sa-
„bibi başında'.îse izin ,aisjn, izin.verirse.süt sagjp İçsin, sâhibi orada yoksa,'
ii ؟,sefer sesiensin, cevap verîrse izin istesin, cevap ,vermezse sağsîn ve İç-
s؛n.” [Ebu.Dâvud٠Cihâd93١,(2619)îTlrmlzî٠Büyû60,..(l^
AÇIKLAMA..
1- Bu. rivayet,' ihtiyaç içerisinde olarak sağmal hayvana uğrayan kimseye
oldukça gerçekçi bir yol tavsiye etmektedir: Hayvanin sâhihi orada ise. onun rı-
zasım alarak istifâde etmek, görünmüyorsa seslenip çağırmak. Ola ki, bir kuytu-
.da istir'ahat .etmektedir, sesi'ni duyunca ؛ıkıp gelecektir. Hayvan sâhibi ortalıkta
yoksa, yine de İhtiyâcını, g id erm ek ..
Hadis.tek başına alındığında.'Ondan ç'ıkan mâna bu. Ancak, .önceki hadiste
de görüldüğü üze.re, ayni meseleye temas eden başka rivayetler de n ı Hattahî,
bu ruhsatın.mUzdar' kalıp, İhtiyac.ını giderecek bir ş'ey bulamayan ve. h.elak ol-
,maktan-korkan kişi hakkında olduğunu ^lirtir. Mala tecav.üzü .en 'bUyUk
' cürümlerden (hudfid) ilan edip, el kesmek gibi çok ağır bir mUeyyi'de. koyan 'is-
'lâm’ı. böyle bir ruhsat vermey.e sevkeden ikinci bir perensip daha var: 'Hayatin
korUnmasi.,. 'Hayatin konuması prensibi'^uzdar, kalanlara pek çok harami
mUbah kılar. Zaruretlerin haramlan h.elal kılması.dinitnizinküllî'kaidelerinden
biri olarak MeCe!ie.'de'yer-almıştır.
2- §Unu da. belirtelim: Bâzı muhaddisler, bu hadi.se dayanarak., muzdar
kişrnin, hayvandan sağdığı .bu süt için:'.''٥w Resulullah aleyhissalâtu vesse-
lam’w o.nabir temlikidir i ؟ti.ği. sütün kıymetini mal'sdhibine vetmesi gerekmez"
demiştir Ancak fakihler ekseriyetle: “Onun kıymetini vermesi gerekir, ödemeye
muktedir olunca ödemesi gerekir, zira Resulullah aleyhissalâtu vesselâm:
ا ﻻ ﺑﻌ ﻲ ﻗ ﺮ ﺀ ﺟﻐﻒ. اﻧﺮى؛ ﻧ ﺐj u jwu'٠^“Müslüman kimsenin m alı.onun rızası ol-
madan kimseye helal olmaz.» buyurmuştur” demişlerdir.
Jİ.CİLT HAYVANÎ olm ayan m ekruh YİYECEKLER 173
:AÇIKLAMA
Bu hadîs .de,muhteva itibâriyle önceki hadîse benzemektedir..Dolayisiyle'
bunun' hakkın'da,da önCeki. söylenenler aynen muteberdir: Razı ihtilaflı görüşler
mevcut ise de Cumhur, sadece muzdar olanın borçlanmak kaydıyla s'âhibinin
'.gıyabında malından alabileceğini söylemiştir
'Bu mal, sadedinde olduğumuz h'adîste .olduğu üzere meyve olabilir, veya
ekin olabilir, 'ihtiya' ؟-hâline göre bir başka şey de olabilir. Belirtilen hüküm hep
.si İçin câridir
-Osmanlı. ask'crlerinin fetihler sırasında gayr-1 mUslimlerin bağlarından top
-İadıkl'arı meyvelere mukabil, ağaçlara .para-bağlamaları, bu kaide gereğince'ol
malidir.
' 4 . (3 و-Râfı ibnu Amr radtyallahu anh anlatıyor: “Ben [küçükken] En "(32
-sâr'ın hurmalarım taşlıyordum. Beni yakalayıp Resulullah aleyhisssalatu vesse
.lâm'a götürdüler
./^/، ” ? Ey Rafi’ niye başkastnm hurm alartnj taşiıyorsun “
' .Açlık sebebiyle ey Allahf iri Resûlü!” dedim“
Taşiama, kendiliğinden [dibine] düşeni ycî” [deyip] başımı okşadı ve“ :
!.74 KÜTÜB-Î SİTTE MUHTASARI ll.C iLT
ؤ
ؤﻣﺄ4أ ﻏ ﻮ ﻗﺜﺆ'ﺣﻼﺻﻞ u
i، ؤﻟﻢ > ا ﺗ ﺔ٠ وأ ﺣ ﻞ ﺣﻼاﺷﺰ،ت:ذاوق'؟ا.
ىذ٢ ﻫﻞ ﻻآ٠Ju٧ ؤﺛﻼ ﻗﺆﺋﺬ، ﻏﻐﺬ.ؤذا ﺳﻜ ﺚ ﻋﺜﻪص-،ؤﻟ ﻢ ﻗﺜﺰ' ﺣﺬام
.[ ﻳ ﻐ ﻤ ﻪ إ ﻷ أن ﻳﻔﻮ ن ﻣﻜﻪ اﻵﻳﺔ٢ إ ز ﺛ ﺤ ﺰا ﻋﻖ ط\ﺀ٠ﻓ ﺎ ا و ج
' .أﺧﺮﺟﻪ أﺑﻮ داود
2. (3935)- Ihnu Abhas radıyallahu anhümâ anlatıyor: (‘Cahiliye halkı,hir-
çok şeyi (hela! addedip) yiyor, birçoğunu da pis addederek yemiyordu. Allah
Tcâla hazretleri Resûlünü sönderdi.kitabıhı indirdi, helalini helal, haramini da
haram kılaı. 'Helal kıldığı helaldir, haram kıldığı da haramdır, sükut buyurduğu
da.aff(edilmiş)dir.f’
ibnu Abhas, sonra şu ayet-i kerîmeyi okudu: “(Ey Muhammedi) De kîî
“Bana vahyolunanda, leş, akıtılmış^kan, domuz, eti, -ki pistir- ve günah ݧ-
lenerek Allah’tan başkası adına kesilen 'hayvandan başkasını yemenin ha-
ram olduğuna dair bir emir bulamıyorum. Fakat darda kalan,.-başkasının
payına el uzatmamak ve zaruret miktarım aşmamak üzere- bunlardan da
yiyebilir. Doğrusu Rabbin- bağışlar ve merhamet eder” (En’'ân 145).'[Ebu
,Dâ٧u d ,E t ١ime31,(3800).J
AÇIKLAMA:
,Bu,rivayet, câhiliye 'Araplarının herhangi ilâh'i bir temele dayanmaksızın
,heva ve şehvetlerine tâbi olarak, baz.1 şeyleri lezîz'addedip yediklerini, bazı şey
Î.C İL T HARAM YİYECEKLER ا77
leri de pis addedip yemediklerini İfâde eder.. İslâmiyet ise, 'tamamen ilâh.î İrç'adla.
bir k'isım yiyecekleri helâl, bir kısmını da haram ilan etmi§١bazıları hakkında da
' hükUm'beyanetmemiçtir. Bunl'ar'müeyyide dışıdır.,-
İbnu Abbâs radıyallahu anhıima, bu hus'usu belirttikten s٠nra٠ Kur’an-1 ,
Kerim’de haram'yiyecekleri beyan eden bir .âyeti'okuyOr. §ârihler٠,bu okuyuşta'
câhiliye davranışını redd.yattığını belirtirler.. Yâni .nların yedikleri şeylerde de.,
yemedikleri şeylerde'de hevayı esâs al'dikları İçin yanıldıklannı ,göstermek, 'Is-
lam’ın getirdiği helal-haram ölçülerinin esas alınması gerektiğini.belirtmek
maksadıyla'ayet-i'kerimeyi-okumuş olmaktadır'. Nitekim Araplar bahire, sâite.
vasile, hâm^ vs. adi altın'da degişlk'vasıftaki develeri haram.addedip.yemezlerdi.
Resûlullah aleyhissalatu vessa la m k inançların'Kur’an'da olmadığını insanlara
duyurmakla emrolundu. Âyet ise h.aram olanlan birer.birer saymıştır. Ayet٠''bu'
sayılanlar dışında, kalanlann. haram olmadığını^.ifâde'etmekte ve “Siz. Allah’،"',
haram etmediği şeyi neye' dayanarak haram .k،l،y٠rsunnz?” manasında mU".
i z e yoluyla onlan reddetmektedir.
Ancak âyet hususunda ülemU üç ayn görüş^ileri sürerek ihtilaf etmiştiri
1) Ayet s.ünneüe mensuhtur.' Z in , Resûlullah aleyhissalâtu vesseldm ehli
eşek etini, pençeli vahşi,kuşların etini.,'kesici dişi olan vahşilerin eti.ni haram,
kılmıştır.
'2) Bu âyet muhkemdir, âyette zikredil.enler dışında haram,yoktur.' Hz. Ai§e
bOylesöylemiştir.
]) Ziihri ve iki' kavlinin'biri.nde Mâlik: “Âyet muhkemdir ancak buna
sünnette gelen haramlar da İlâve edilmelidir" demiştir. Bazı teferruat'.daha
önce geçti.'
((اﻟﺌﺤﻮغ(( اﻟﻨﺎﺛﻢ.
.وأﻳﻮداود واﻟﻨﺴﺎﻧﻰ
,4.- (3937)- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh an'latıyor: "Resulullah aley-
hissalâtu vesselâm buyurdular ki: .٠Vah§؟îerden ٠kesici dişi oîan.b'er bir, hay-'
vanın yenmesi haram dır.”
vanm (^1933')؛..Muvatta, ؛Sayd 2١) 14ا١
dır." .(Müslim, Sayd 15, (^1933');..Muvatta,
496) ؛Tirmizî,.,
4.96); TirmizkSayd
.Sayd 3٠ (1479);
, (1.4'/9 hJesâî.-.Sayd
'ةN '200). ًا-إ
esâî١-.S-ayd 2 8 ,(7٠'200)..
,. :AÇIKLAMA
numarab hadîste geçti 3934.
AÇIKLAMA:
Bu hadîs, ât etini de haramlar arasında zikretmekle, daha önce geçen sahih
hadîslere muhalefet eder. At etinin durumu hakkmda yeterli bilgi daha önce
geçti (3915,3916. hadîsler).
'W r d ü n c 0 .. b â b
R E S .L U L L A H VE A SH ABININ YEDİĞ İ YEM EK LER
VE O NLARIN M E D H l.
و ﺳﻮل Jıi] ة ﻋﻨﻤﻤﺎ ﻗﺎﻻذ٤وﺻﻰ ال غ ﺀ د٠٠ ﴽ. ووق ﻋﻤﻮ وﻋﺊ ٠س٢ OH
أﺧﺮﺟﻪ ! ﻗﺈﺋﺖ ﻳ ﺬ ﺷ ﻢ، وﺑ ﺚ وائ؛ﺗﻮا ! ؛.'ﻛﻠﻮا اش
اﻟﺮﻣﺬى.
182 KÜTÜB.t SİTTE MUHTASARI ll.CtLT
Zeytinyağı üzerine el:C âm i’u'S "S ağir’de iki hadîs daha kaydedilir: \ﯮ٠
■
r ^ ب ئ؛ و ي: ١“ ا ؤ ب ﻻﺋﺠﻴﻞZeytinyagmı yiyin, ve Onunla yağlanm, çünkü
۶ ه اﻟﻎ؛ام. ذا؛. ﻳﺊﺀ ئ ﺗﻒ، ﻻة ؛٠ ق؛ذوا٧ ﺋ ﺚ,ﺀا ٠- .
ﺀZeytinyağını yîyîn ve onunla yaglanln, zira onda y e tm iş derde şifa var.
. B unlardanbiri.de.cüzzâmdır.”
:AÇIKLAMA
'.- ذ ث١ زأز: اﻟﻠﻪ ﻋﻨﻬﺎ ﻗﺎﻟﺖ-ﺋﺸﺔ رﺿﻰ-ﺀا- ﻋﻤﻦ. د وﻷف داود٨
ﺀﻟﺌﺔا ﺑﺸﺊ؛٠ﺗﺐ | ئ ( اﻫﺒﻞ.ن ﺋ ﺘ ﺶ اﻟﺜﺤﻮإى ﻋﻨﻰ رﺳﻮﺑﻰ١ا'ﻣﻰ
ﺋ ﺘ ﺒ ﺌ ﺬ ﺀﺋﻬﺪ'ﻓﴼ ﺣ ﺴ ﺊ،ﻟﻤﺒﻶ٠ﻟﺆﯪة' ﻳﺎ ؤ١ ﻛ ﺌ ﺌ ﻰ٠ ﻣﺎ رﻳﻦ ﺣﺶ ا٠.
س . - .
9. (3 و4) و- Biisr es-Siilemrnm iki oğlu radıyallahu anhümâ anlatıyor:
“ Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm yanımıza girdi. Biz kendilerine tereyagı ve
hurma İkrâm ettik. Aleyhissalâtu vesselâm yagla hurmayı [Ebu Dâ-
٧ud٠Et’im e45٠,(3837)î؛b n u M ace,E t’ime43,(3334).J.-'.'
AÇIKLAMA:
1- ٥ M.5r’ün iki oğlu ye A٥،/M///٠/j٠dır.
2- Bu hadis, Resûlullah aleyhissalâtu yesselâm)n hum a ile tereyağını be-
raber yediğini ifade etmektedir.
. داود,أﺣﺮﺟﻪ أﺑﻮ
11. (3 5 1 ")وtb m Ahhas radıyallahu anhümâ anlatjyor: "Resiilullah aley-
hissalatm yesselam’m en çok sevdiği yiyecek ekmekten yapılan tirid ve hays'dan
yapılan tirididi." [Ebu Dâvud ١'Et’؛me 2 3 ,(3?83).ل
AÇIKLAMA؛
1- Tirid, ekmeğin elle ufalanmasından senra- üzerine et -suyu dökülerek
elde edilen yemeğe Arapiar tirîd der. Ayni kelime dilimize tirid olarak girmiş
durumda . Biz de biraz bayatlayan ekmek parçalarım biriktiiip-küçük küçük par٣
ça!adıktan sonra u.zerine et suyu'veya yağ, salça, haharat vs., ,katkı maddeleri ile
terbiyelenen suyu dökmek suretiyle eld.e ettiğimiz yedeğe tirid deriz. Belki de
sünnetten geldiği ve Resulullah aleyhissalâtu vesselâm severek yediği İçin hal-
kımıZ. tarafından zev.kle yenen, yapılıbası kolay bir-yeraek çeşididir. Bayatlayan
ekmek parçalarım değerlendirerek-İsrafı önlemesi, bakımından ayrı, bir ,ehem-,
miyeti .olan bu yemeğin Resûlullah'm takdirine mazhar olması .ona ayrı bir lez-
'zet katmaktad'ir.. Tiridin sünnet olduğunu, Aleyhissalâtu veSıielam'm -övgüsüne,
sevgisine, mazhar olduğunu bilen aileler, onu bir sünnetin İhya.sı ola.rak, bir- baş-
ka niyetle, bir başka hazla yerler. Afiyet ye nör olsUn, Kıyamete ka'dar'mutfak-
. larımızdaneksik'olmâsın.
E.fendimiz, tiridi 0 kadar severmiş ki, bazan.bir başka şeye' ol۶n sevgisinin
büyüklüğünü ,İfâde İçin tiride atıf yaptığı olmuştur.-Meseia Hz. Ai§e radıyallahu
anhâ validemizin üstünlüğünü, şöyle İfâde buyurmuşlardır: ئ ﻏﺎﺑﺜﻨﺔ ﻏﻠﻰ ا ب ؛
ص اﻟﺸﺎم: اﻟﻬﺮﻳﺪ'ﻏﻠﻰﺳﺎ.. ■ ئ٤؛.,,Ai§e١n!n başka kadınlara ü.؟،ünlüğü tiridin diger
'yemçklere üstünlüğü gibidir.”, Aleyhissalâtu vesselam bur'ada, her' ikisini, ,tle
yüceltmiş, her ikisine de ayrı bir muhabbeti olduğunu belirtmiş olmaktadır.
2- Hays‘. Îhnu'l-Esîr, Hays'1: i'/iurmâ, ke§ ve yaji veya keşe bedel un veya
ekmek ufağı katılarak yapılan yemek'’ diye tarif eder.
زر7 ﻫﻔﻰ»ر.؟/ ة,' اda .şöyle tarif eder: “Hays'm sıfatı, hurma alımr, içerisinden
çekirdeği dyıklamr, yağ veya benzeri bir şeyle birlikte yoğrulur. Sonra serid
gibi oluncaya kadar eldç'.(A'ulur١ ba^an da içerisine kavud katılır."
Şu h.alde, ekmek.tiridi' ',deyince. et.,.suy'una ekmek parçalan',katarak elde
edilen tiridi ؛hays tiri'di deyince.de hurma, bal, keş-ve benzer'i şeylere ekmek
parçalarım, katmakla elde ,edilen yemeği anlayacağız. Bu katkılı yemeklerin ke-'
''Sİn değişmez belli'bir, terkibi olmas.a gerek.'Mutfağın imkanla'rına göre'et.suyu,
' , ٠١'؛١ğ. b al. ا'ل'!ااا,ا؛ اا. peynir 'jibi farklı kalıklar, un. ekmek.'k:ı'؛ıı(l eibi ‘١na.madde
ا(راا KÜTÜB-1 SJTTE m uhta sar! ll.CİLT
آي ]ﻛﺎذ ﻧ ﺘ ﻮ ل: ﻋﻨﻪ ﻗﺎل. آد. ﺳﻌﻮد ر ﺿ ﻰ٠ وص ا ن, - ١. .٤. , .
.[ ﻛﺎق ﺗﺰى أذ اﻳﻴﺰذ ﺳﯯة3 ،ﻓ ﻰ'اﻟﺬزا ع- و ﺀ.,،' ﻗﺌﺠﺘﺔ اﻇﺰ'اغ.
-.ﺟﻪ أﺑﻮ داود.أﺧﺮ.
192 KÜTÜB-1 SİTTE MUHTASARI !I.CİLT
ا .ل
'15.( ل39S.S)- Sehl ibhu Sa’d radıyallahu dnh anlatıyor: "Biz cuma günü
-olunca sevinirdik. Çünkü bizim yaşlı bir kadın akrabamız vardı. Pazı kökü bu
lur, tencereye koyar, üzerine de arpa öğütüp ilavede bulunurdu. Vallahi, bunun
İçinde ne kuyrukyağı ne de'iç yağı olurdu. Cuma namazını kıldık mı, mescidden
ayrılır, ٠ ihtiyar k â n a selam verip hdnesine girerdik. 0 dia mezkur yemeği
önümüze koyardı, !şte bu sebeple biz cuma olunca sevinirdik.}’ (Buharî, Et’ime
Cuma 40,41,' Hars 21, Isti’zân 16,39; Müslim, Cuma ',1.7-30,32 , (859,. ؟60)'.)
AÇIKLAMA: , -
“Bizden bi٣ İcadın, tai'lasındalci dOıt .evleklilc. Icışnıa pazı ekerdi, Cwma
günü olunca, pa 2i köklerinden söker, bir tencereye koyar, üzerine bir avuç çe-
kiimi§ a٣pa-ilâ١١e eder pişirirdi. Pazı k ةk اeri,' ﻻewc غin adeta, etli kemimi ﻻerine
geçerdi. Biz Ciana namazından 'çıkar, kadına-selam ﻻe,ı٠ir ﻻاa.nın'a ^^irerdik. 0 da
önümüze bu yemekten getirirdi, biz de yerdik. Biz cuma günlerini bu yemek
sebebiyle iple çekerdik.}’
Hadîsin bir vechinde,٠cuma günleri.(namaza erken-'gidebilmek İçin) sabah
.ye^^egi'-ve' kaylû!eyi namazdan s,o٠nraﺛﻤﺪa اbıraktıkları da bel'irtilir.
2-HADÎSTENÇIKARILANBAZIFAYDALAR: .
. ★ Kadına selam-vermek câizdir
★ Ne kadar değersiz bile olsa bi'r şeyler ikram etmek müstehabtı؟.
,★ .Sahabelerin'kanaatkârlıkları, -geçimdeki darlıkları, n'amaza olan heyC-
'Canlı koğuşları gözükmektedir.
★ Ahrtıed İbnUiHanbel bu.hadîse dayanarak Cuma’nın .zevalden önce kj-
.lınabileçegini,.bunun câiz olduğunu söylemiştir. A.ncak Zeyri îbnu’l Münîr, ak-
'S.ine, hadîsten' cumanın zevalden-sonra kılındığı'- h'ükm.ünün çıkarılması gerek-
tigini söyler.. “Çünkü der, kayluleden (gündüz uykusu) âdetleri zeyâlden önce
yapmak idi. Sabâbî, cuma günleri, cuma, İçin hususi hazırlıkla 'meşgul olmaları,
sebebiyle kaylUleyi cuma namazından sonrayd'te’hir'ettiklerini haber vermekte-
dir.”
AÇIKLAMA:
\- MerriCz-Zahrân, Mekke’ye bir merhale mesafede bir yer adıdır.
2- Şârihler, “Koyun güttün mü?" sorusunun “Koyun güttün tnü ki kebas
denen meyvenin siyahının daha iyi olduğunu biliyorsun?" takdirinde olduğunu
belirtirler. Bu ifMtden kebâsın ziraatının yapılmayıp, pazarlarda satılmadığı,
dağlarda hüda-yı nâbit olarak bittiği ve çobanlar tarafından bilinip istifade edil
diği anlaşılmaktadır. Mâmafıh, lügatçiler ^e٥٠j ’ı insan, deve ve hatta koyunla-
nn da yediğini belirtirler.
3- Alimler, bu hadîsten, dağlarda sahipsiz olarak yetişen ağaçların meyve
lerinden yemenin mübah olduğu hükmünü çıkarmışlardır.
4- Alimler, peygamberlerin, nübüvvetten önce çobanlıktan geçmelerindeki
hikmetler sadedinde şu açıklamayı yaparlar: “Koyun gütmek, ümmetlerinin işle
rini yürütme hususunda temrin yapmak, tecrübe kazanmak içindir. Çünkü ko-
yanlarla haşir neşir olmakla hilm, şefkat gibi duygular gelişir. Zira, koyanları
güdüp, onları kırda dağılmalarından sonra toplamaya,,b ir otlaktan diğerine
sevketmeye, canavar, hırsız gibi koyun düşmanlarından onları korumaya sab
rettiler, onların tabiatlarındaki farklılıkları, zayıflıklarına ve beraberliğe olan
ihtiyaçlarına rağmen şiddetli tefrikalara düştüklerini öğrendiler mi, bu suretle,
ümmete karşı sabırlı olmaya alışırlar ,ve onların akılcd aralarındaki seviye
farklarını, tabiatlarındaki çeşitlilikleri anlarlar. Böylece kırgınları barıştırırlar,
zayıflara merhametli olurlar, onlarla muamelelerinde iyi davranırlar. Neticede
bu işlerin meşakkatlerine tahammülleri, aynı işlere çobanlık yapmaksızın birden
bire verilme durumuna kıyasla çok daha kolay olur. Halbuki bu erdem, koyun
çobanlığıyla tedricen kazanılmıştır. Bu işte, bilhassa koyun zikredilmiştir. Zira
o diğerlerine nazaran daha zayıf, dağılmaları da deve veya sığırın dağılmasın
dan daha fazladır. Büyüklerin bağlanması, alışılan âdet üzere, daha çok imkan
dahilindedir. Ne var ki koyunlar, onlara nazaran daha çok dağılsa da, toplayıp
zabt u rabt altına alınmaları öbürlerinden daha sür’adidir."
BEŞİNCİ BÂB
BAZI v e s il e l e r d e y en en Ye m e k l e r -
^ d Av e t y e ^ e ğ I
وﺳﻮل اﺗﻠﻪ ]ةأل..: ﻋﻦ أﺑﻦ ﻋﻤﺮ رﺿﻰ اﻟﻠﻪ ﻋﻨﻬﻤﺎ ﻗﺎل٠ ١ |ا| ج
ﺛ ﺬ ة٠ وﻛﺄن اﺑﻦ ﻏﺘﺮ ^ اﻟﺊ، ﺧﻴﺒﻮا ﻫﺬه اﻟﺊﺀوه إذا دﻋﻴﻘﻢ١
. أﺧﺮﺟﻪ اﻟﺨﻤﺴﺔ إﻻ اﻟ ﺴﺎ د.[ﺑ ﻰ'اﻟﺜﺬ س زﻫﯯ؛ ؤﺛﺆ ﺻﺎﺋﻢ
„/٠lâtü
!\ ه:؛ ئM l)"ebuyurdular
vesselâm ،!^ ! ئ: : ^ : ki:
بr n : ! r : ﺋﺜﻞ
“Davet : : l ! ı ا:^ ﻷعyz٠٢
ediidiginiz ت7nﺀج.س
am h /“ ؛/ﺀﻣﻤﻪﺀره٠'؛ هf “ هﺀ
edin. [Naß der ki:] îbnu Ömer, oruçlu bile olsa, düğün ve diğer davetlere
mutlaka İcâbet ederdi.’’
Ülemâ, bu davetlerin hepsini bir tutmamıştır. Daha çok düğün için yapılan dâ-
vete icabet etmenin vâcib olduğunda ittifak etmiştir. İbnu Hazm bu hükmün Sa-
hâbe ve Tâbiîn’in cumhurunun görüşü olduğunu söylemiştir. Bazı Şâfı’îlerin
hükmü de böyledir. Ancak Mâlikiler^ Hanefîler, Hanbeliler ve Şâfi’îlerin cum
huru, düğün dışındaki davetlere icâbetin vâcib olmadığına hükmetmişlerdir.
Başta İbnu Hacer, bir kısım ülemâ, düğün dâvetine icebeti de mutlak bir
vecîbe kabûl etmezler, bâzı şartlar tahtında vâcib olacağını söylerler. O şartlan
şöyle özetliyebiliriz:
★ Dâveti yapan mükellef, hür, reşîd olmalıdır.
★ Dâvet sâdece zenginlere yapılmış olmamalı, fakirlere de şâmil olmalı-
dır.
★ ' Sevgi-veya korkunun ^.şevkiyle muayyen' bir şahsa sevgi izhar ebnek
maksadıyla o lm ialıd ır.
★ Esahh görüşe göre davetçi, mUslüman olmalıdlr. '
★ 'MeşhUr.görüşe göre ilk güne has olmalıdır.
★ Bir başka dâvet öne. geçmemeli. Hang'i davet' önce yapılmışsa ona icabet'
.edilmelidir.
'★ tki ayn''dâvet ayni anda gelirse, esahh. görüşe göre, kan yönünden daha,
.yakın olan’.kom şuluk yönünden yakın olana tercih edilir, elitseler kur’a ؟ekilir.
icabet mekruhtur; ikinci günkü icabet ise birinci gündeki gibi asla müstehab de
ğ ild ir’ demiştir.
HaneffIerden Hidâye sâhibi der kı: “Kendisi örnek alınan biri değilse,
böyle bir sofraya oturup yemesinde bir beis yok. Münker varsa değiştirecek
güçte değilse çıksın gitsin, çünkü o sofrada dine hakâret var, günah kapısını
198 KÜTÜB-J S tlT E MUHTASARI ll.CJLT
ه٠ﻟﺌﻼم ﻗﺎ ل- اﻟﻴ ﻮ غ ﻳﻬﻪ٠ز ﻓﻰ ﻗﺮ ف 'ﻋﻠﻴﻪ و ﺳﻠ ﻢ اﺋﻨﺔ. ' ﺻﻞ.اﻟﺒﻰ:
ﺋ ﻞ ; تل اﴽأذ١ ن-رﻳﺬ ا,'ا ﻫﺈر ، ﻟ ﺼ ﺴ ﻞ ﺋﻤﻲ1 ﻗ ﺎ٠ ﺳﻊ ]ﻧﺎ٠٠وﺋﺤﻠﺪ' ا
!LC İLT BAZI v e s il e l e r d e YENEN YEMEKLER 199
اﻟﻠﺔ ﻋﻠﻴﻪ. ﺻﻞ, ﻗﻨﻌﺎ رﺳﻮل اﻟﻠﻪ،ﺻﻞ اﺗﻠﺔ ﻋﻠﻴﻪ وﻳﻤﻠﻢ ﺣﺎﺑﺲ ﺣﻨﺘ ﺆ
★ 'DÜGUNYEMEGI (VELÎME)..,',
. [ f H ''أذﺑﻠﻢ ؤﻟﺆ.،'آاز ﻵاا ى ﺗ ﻚ: ٠ ﺋﻘﺎل، ف ﻣﻦ ﺋﻰ ززن ﺛﺰاؤ
ب اﻟﺼﺪاق ﻣﻌﻠ ﺆ ﻻ. وﺗﻘﺪم"ﻓﻰ ﻛﺘﺎ،' اﻟﺴﺘﺔ.أﺧﺮﺟﻪ.
1. (3962)- Hz. Enes radıyaliahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm Abdıırrahmân ibnu Avf radıyallahu ânh'ın elbisesinde bir sarilik
görmüş idi. “Hayrola, bu da ne?” ﺀي٠ ﺟﺮدsordu. Abdurrahman: “Bir kadınla, bir
-nevat ağırlığında mehil.'ödeyerek, evlendim' ؟, açıklamasını yaptı. Aleyhişsaiatu,
vesselâm: “Allah (evliliği) sana mübarek'etsin, anc'ak bir .koyunla da olsa
202 KÜTÜB-Î SİTTE MUHTASAR,. IIC İL T
bîr'ziyafet varî” ' ٥My«r^M^٠۶٠.” ,(Buharî,. N ikâh'68, 69; MUsiim,. Nikah 87,
(1428); Ebu Dâvud, Et'ime. 2, (3743);,T؛٢rnlzî, Nikah 10, (1094); Nösâî.Nikah
67; Muvatta, Nikah'47).ل
Hadîs,-.Mehir bölümünde 3460 nuınarada geniş .laralt ge؟ti٠,
, AÇIKLAMA:- ^
- 1- Hadîs Mehir bahsinde daha önce ge؟mi§ ve mehri'alakadar eden yönü
a ؟,klanmı§tır. Burada hadîsin düğün yemegi.ile ilgili kısmına temasedecegiz.
2- Velîme (2 ) اkelimesi ile, Şâfı'î ve Ashâbı;' ‘‘Nikah, sünnet vesaire gibi
hâdiselerin sürürünü yaşamak maksadıyla tertiplenen davet yemekleri anlaşı-
lir” deniiş'ise de, ؟ogunlukbununla'sadece.düğün ziyafe'tlerinin kastedildiğini
,kabUl etmişti؟. .Herhangi bir kayjt olmadan velîme diye m'utlak kullanddjmı
düğün yemegi. anlaşılır. Maverdî ve Kurtuhı b u . hususta cezmederler.
Resûlullah)n İcâbet.etmeyi vâcib kıldığı davet de'bu dâvetti'r. Nitekim bu.hu-
,susları 3958 numarah.hadîste.aşıkladık.
3- Reâlullah ,bu hadîsin T a b e râ n r’de ge.len yah§i ibnu Harb rivayetinde:
'آﻟﺰﻳﻔﺔ ﺧﻮ. “DUgUn ziyafeti (fakir-zengin -herkese şâmil) bir haktir’ ؟buyur-
muştur. M üsil^’in bir rivayetinde.ؤ اﻟﻄﻔﺎم ﻃﻐﺎﻟﻢ اﻟﻮﻟﻐﺔ ﻳﻨﻌﻰ اﻟ ﻌ ﺪ زإﺑﺰﻟﺔ ا ﻟ ﺒ ﻌ ﻦ
“En kötü yemek,'Sâdece, zenginlerin .' ؟agrılarak'fakirlerin-terkediidigi
düğün y'emeğidir’’.buj'nılmuştur. Bir « ه ﺀ rivaj^ednde: t j اﻟﺰﻳﻨﺔ ﺧﻮ
ﻧ ﺮ ﺻﺎ ﺗ ﺠ ﺐ ﻗﻔﻦ ﻋﻤﻰ- ^ ﻓ ﻨ ﻦDüğün yemeği haktir, sünnettir. Kim ؟ağrılır da
icabet etmezse âsî'olmuştur’’ buyrulmuştur.
ibnu Hacer burada “hak” tan muradın vâcib olmadığını, burada, ziyafetin
batıl olmadığının, mendub olduğunun-takrîr edildiğini, faziletli bir sünnet ol-,
d'uğunuü ifade edildiğini belirtir, tbnu ٥٥؛؛٥/’m “Hiç kimse, ziyafet (vermeyi)
vâcib aâ tm em iştir” dediğini kaydeder.Sonra da-^ıTw٥î’nin vâcib olduğuna
dâir ,naklettiği rivayeti ,görmemiş' olduğunu.' belirterek hükmünün yanlışlığına
dikkat ؟eker. Ziyafet .Verildiği takdirde ona.icâbet y^cib. ise. de, düğün vesîle-
siyle ziyafet vermek bir vecibe değildir. Ancak §afi''îİ6rden bazı'sı Resülullah)n
Abdurrahmah ibnu Avfa. “ziyafet ver" diye emretmiş, olması ile, ziyafet dave-
ti'ne icabetin 'vâcib olmasını ğözOnüne alarak- ziyafet vermenin de vâcib' olduğu-
nu söylemiştir. '
l ı n ı n b i r ş e y i t a m a m e t m e , to p l a m a m â n a s ı n a g e l d i ğ i n i s ö y l e r .
IJ.C iL T BAZI ٧ESlLELERDE YENEN YEM'EKLER 203
. -وأﺑﻮ' داود
-2. (3963)-Yine H Z ; Enes radıyallahu anh anlatıyor^ “Resûlullah aleyhis-
saldtu vesselam Zeytıeb Bintu’l-Cah§ ın düğününde verdiği ziyafeti, diğer zev--
١
Cenab-ı Hakk١ın vaKvyle nikahlamış 0lması ﻻla mazha٣ olduğu nimetin §Uk٣Unü
eda etmektir:’ (22)
Ancak, «„ﺀرHacer, £٠ne٠s’in b e y i n i, "Bildiğine göre.n” 'diyerek ka-,
y ıtlıa n ın . daha uygun olacağını veya-bir tek koyun ve ekmekle, ؟ok sayıda
müslUmanın doymasıyla hâsıl ,olan, bereketi kastetmiş olacagına hamletmenin
. gerekeceğini söyler ve, ilave eder:' “Zira görünen o ki, Umretu’l-Kazd emasın-
da Mekke’de Meymûne Bintu’l-Hâris’le evlendiği zaman verdiği ziyafet bir ko-
yundan fazla,olmalıdır. ^İra.'bu yemeğe Mekkelilerden de ؟ok kimSenin katil-
masını istemişti, ,üstelik 0 gUnki şartlan fazlaca 'kesmeye.-imkan tanıyacak
d u r u ia idi, bolluğa kavuşmuştu. Zira bu hâdise Hayber'in fethinden sonra
-vukUa'gelmiştir. Nitekim o.r'anı-n'fethinden itibaren .Al؛ahmU ١minlerc bolluk na-
sîb etmişti.”
2- ikinci hadîs, Resulullah’ın Hz. Safiyye radıyallahu anhâ'mn düğün ye-'
meğinin mütev-.âzi olduğunu, üçüncü ri.vayet bu tevazu ve sâdeliğin iki müdd ar-
pada'n yapılan yemeğe kadar'dayandığını'ifade eder. Hangi hanımının'ziyafe-
tinde iki müdd arpanın kullanıldığını rivayetler .tasrîh etmez./٥/2MHacer bunu
teyid eden-en'-yakin rivayetin ünımü Seleme ık ilgili oldug'unu-belirtir, ibnu
s'ad, ’da' yer alan bir rivayet, ümmü Seleme radıyallahu anhâ)[[[ evleniş-hi-
kâyeSirti anlatır. ,Burada.. ،؟e/eme, düğün yemeğini kendi- eliyle Oğüttüğü'
bir miktar arpadan 'hazırladığını belirtmektedir,..
- 3 -Hz. Safiyye radıyallahu anhâ'nîn düğününde ve'rilen ziyafetle ilgili Sa-
hlheyn''rivayetinde hurma, ke§ v.e tereyağından mâmul ha^s ikram edildiği'be-
lirtilmiştir.
Aliyyu l-Kâri, .Mlrkâfda bu 'iki farklı' rivayeti şöyle te’lıf eder: ‘‘Safiy-
ye'nin-ziyafetinde her iki yemek de mevcuttur, rüvilcrden her, biri kendi gördü-
ğü yemeği anlatmıştır."
A K İK A ★ . - . . '
gün) saçı da traş edilir ve çocuğa isim de verilir.” [Ebu Dâvud, Edâhî 21,
(2837,2838); Tirmizî, Edâhi 23, (1572); Nesâî, Akîka 5, (7,166).]
AÇIKLAMA; •
1- Akika kelimesinin aslı, ^/-f'^m.’f’nin açıkladığı üzere, doğduğu sırada
çocuğun başındaki saç mânasına gelir. Çocuk için kesilen koyun da akîka diye
isimlendirilmiştir. Zira, kurbanın kesilmesi sırasında bu saç traş edilir. Ebu
Ubeyd der ki: "Bu bir şeyin, beraber olduğu veya sebebiyle olduğu bir başka
şeyle isimlendirilmesi nev’inden bir isimlendirmediı\" Bazı alimler de: "Akika,
kesilen kurbandır, kurban bu ismi almıştır. Zira, koyun vs.’nin kesimi bir
bölme, parçalama işidir. ;٠^ lügatte saklama, bölme, kesme manasına gelir"
demiştir. Ahmed îbnu Hanbel,el-Esma’ı ve diğerlerinin "akîka çocuğun saçı
dır” gibi açıklamalarını reddeder ve bunun kesilen kurbanın kendisi olduğunu
s ö y l e r . b u açıklamayı daha muvafık bulur.
2- Bu hadîs, çocuğun doğumunun yedinci gününde çocuk adma akîka kur
banı adıyla bir kurban kesilmesini irşad buyurinaktadır. Bunun gereği, ço
cuğun rehineye benzetilmesi suretiyle ifade edilmek istenıniştir. Çocuğun rehi-
nelenmesi ne demekl Hattâbi, bu hususta farklı yorumlar ileri sürüldüğünü
söyledikten sonra, en güzel açıklamayı Ahmed İbnu Hanbel merhumun yaptığı
nı belirterek kaydeder: "Bu şefâattedir. Demek ister ki: Çocuk için akîka kurba
nı kesilmez, çocuk da çocuk iken ölürse, ebeveynine şefaatçi olmaz." en-
Nihaye’de /ib««'/ el-Cezerî der ]d:“Akîka çocuk için mutlaka gereklidir.
Bu sebeple, akîkanın çocuğa olan gereği ve çocuğun ondan kurtarılmayışını
. mürtehinin (rehin malı yanında tutan kimsenin) elinde olan bir rehineye benzet
miştir." Yani borç ödenmezse, rehin olarak bırakılan şey kurtanlamaz. Öyle
ise, çocuk da buna benzer, kurban mukabilinde kurtarılabilecektir.
Türbüştî der ki; "Yani çocuk, sank\ rehin bırakılmış bir şey gibidir. Çocuk
bu rehinelik halinden kurtarılmadıkça çocuktan istifade etmemiz mümkün de
ğildir. Nitekim bir nimete mazhar olan kimse, vazifesini ve o nimetin şükrünü
eda etmedikçe, bu nimet tamamlanıp kemâlini bulmaz. Bu nimetin gerektirdiği
şükr ise Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'm sünnet kıldığı şeydir.” Yani Al
lah’a şükür ve çocuğun selametini taleb maksadıyla onun adma kurban kesmek
tir. Muhtemelen, aleyhissalâtu vesselâm, bu hadîsleriyle çocuğun
selametinin ve güzel bir hal üzere büyümesinin akîka kurbanı ile rehinelenmiş
olduğunu söylemek istemiştir.
!l c Jl t . BAZJ VES.LELERDE'YENEN .YEMEKLER. 209
23) Resûlutlah’ın giizel isim koymaya teşvikleri, kötö isimtenlen zecT etme ve. hatta isimleri değiftir-
melerivlC iİBİİiharfistftr. ا1٩
٠' وﻛﺎnıımaral■ ا١
٠^ﺀ؛1٠ﺀ٠
ﺀ٠٠
٠ "ب- „ ٠
؛
'210 KÜtÜB.I S İH E MUHTASARI ll.ÇÎLT
وﻻ،' وﻋﻦ اﻟﺠﺎرﻳﺔ ﺛﺎة،'ﻵ. ﺣﺎﻟﺠﺜﺎ. ى.'ﺳﺎﺛﺎ م ا]ﻋﻼ ﻋن٠٠ت ﻳﻘﻮل
اﻟ ﺴﻨ ﻦ .أ'ﺣﺮﺟﻪ أ ﺻﺤﺎب.,,٤ﯪﺛﴼ,إ. ذﻧﻤﺮاﻧﴼ' ﻛ ﻦ أم.
n hâiz olması, birinin tam kurbanlık, diğerinin gerekli şartlardan nâkıs olmama
sı istenmektedir. Her ikisi de normal kurbanlık hay vandan olmalıdır.
2- Bu hadîsle amel ederek, oğlan için iki koç kesilmesine hükmeden ule
mâ, rivayetlerin de dışına çıkarak bazı delillerle kendi görüşlerini takviye eder
ler. Ezcümle derler yî\: “Şeriatımız, mirasta, şehâdette, diyânette, ıtk bahsinde
kadınlara yarım hükmeder. Ehu Ûmâme ve başka bir kısım sahabelerden yapı
lan bir rivayette Aleyhissalâtu vesselâm der ki: ،،Müslüman bir kimse,
müslüman bir erkek köleyi azad ederse, ateşten çıkmasına vesile olur :Köle
den her bir uzuv onun bir uzvunu ateşten kurtarır. Müslüman bir kimse,
iki müslüman kadın köleyi azad ederse, bu dâ ateşten kurtulmasına vesile
olur. Kadınlardan ikisinin iki uzvu onun bir uzvunu ateşten k u rtarır.” Bu
durumda, akîkamn hükmü de bu kaideye muvafık düşmektedir.”
3. Hadîsin zâhiri akîka kurbanı kesmeyi vâcib ifade ediyorsa da, İslam
ülemâsı, mevzu üzerine gelen başka rivayetleri de esas alarak “Vâcib” deme
miştir. Sâdece Zâhiriye mesleğinde gidenler akîka’ya vâcib diye hükmetrniştir.
Şâfîî, HanbeU ve Mâliki mezhepleri bunun sünnet olduğuna, Hanefîler ise
mübah ve nihâyet mendub olduğuna hükmetmişlerdir. Terkine hiç bir şey te
rettüp etmez: Ülemâmn çoğunlukla benimsediği hükme göre, kız ve erkek için
birer kurban yeterlidir. Nitekim müteakip iki rivayet, başta sünnete harfi harfine
uymakla thnman Abdullah İbnu Ömer olmak üzere pekçok büyükler erkek ve
kız için birer koyun kestiklerini göstermektedir. Bazıları, sadedinde olduğumuz
rivayeti esas alarak erkekler için iki kurbanın kesilmesine kâil olmuştur. Akîka
için kesilecek hayvanda, kurbanlığın bütün şartları eksiksiz bulunmalıdır: Has
ta, topal, kör, kulaksız, körpe vs. olmamalıdır. Akîkaya temas eden hadîslerde
hep koyunun mevzubahis edilnrıesi sebebiyle bazı âlimler, akîka kurbanının
koyun olması gereğinden bahsetmiştir. Ancak cumhur, deve ve sığırın da bu
inaksadla kesilebileceğini söylemiştir. Mâmafih Taberâni ’nin bir rivayetinde
deve, sığır ve davarla ak ^ a kesilebileceği belirtilmiştir.
Irşâdu’S-Şârî.de der \â: “Akîkd kurbanı da diğer ziyâfetlerde
olduğu gibi pişirilir. Sadece ayağı pişirilmez. Ayak, Hâkimd in bir rivayeti muci
bince, çiğ olarak, çocuğun ebesine verilir.” Akîka kurbanının kemikleri kırıl
maz. mafsallardan ayrılır ve öylece pişirilir. Böyle yapmakla çocuğun sıhhat ve
selametinetefe.üledilir. Mâmafih çocuğun tevazuuna, ihtiraslardan, beşerî kaba-
hlrlandap nezâhete ermesine tefe.ülen kemiklerin kınİması müstehab diyen de
o٠
lınu^tur. Al^ta.nm etinden kurban sahipleri de yiyebilir.
KÜTÜB-I SİTTE MUHTASAR؛ U .C İL T
vud’da Amr îb m Şu’ayb an ebıhi an ceddihı tar؛k ؛.-nden benzer bir rivayet de er
kek çncyklar İçin iki k.yunun kesilmesini ifade .'etmek.tedir. ibnii Hacer: "Ebu
-Dâyud’un bu rivayetinin sâhit olduğunu farzetsek bile, hadis, erkek İçin iki ke
,sileceğini bey.n'.edeî. ve hadîsleri hükümden azletmemizi ^rektirm ez, bilakis
٨ dcd §art.degil, ,.bir kurbanın da kesilebileceğinin caiz olduguha delâlet eder
mustehabtır” der. ■ ;/
AÇIKLAMA:
-Bu iki rivâyet-.'^fz., Fâtıma radıyallahıı anlıâ'nm, .dört çocuğu 0 ا ؟ا,'
Resûlullah'm emriyle tatbik. ettigi-,ba§ların'،' traş ettirme hâdisesini-nakletmekte-.
dir.' OnCeki. rivayette Hz. Haşan v t Hz. Hüseyin radıyallahıı anhiımcı İçin'
214 KÜTÜB-t Stt^E'M UHTASARJ İLCİLT
“Ey Allah’ın Resulü! Biz, câhiliye devrinde, Receb aymda atıre kurbcmı
kesiyorduk. Şimdi ne yapmamızı emir buyurursunuz?”
Resûlullah §u cevak verdi:
''“Hangi ayda olursa olsun, Allah i؟în kesin ve Allah'îçîn hayır hase-
natta bulunun,'Allah İçin yedirip İçirin.” Yine sordular: *‘Cahiliye d e v r i â
Fere’ kurbanı kesiyorduk, §imdi ne yapmamızı emredersiniz?”
ResûluUaVı aleyhlssalatu vesselam dedi ki:
“Kırda otlayan h er'b ir .sürü' İçin bir fere'١ kurhanı 'Vardjr. Bu '0 yıl-
dogah ve hacılara yük-taşıyacak güce gelinceye kadar . r t e r i y l c birlikte
beslediğin.bir hayvand'ır-.^.o saflıaya gelince kesip etini .yolculara taSadduk
edersin.”
Ebu Kılâbe’ye dendi ki:
“Birfere’ kurbani gerektiren sürü ne miktar olmalıdır?” “Yüz (baş hay-
Van)” diye cevap verdi.” [Ebii Dâ٧ud٠Edâhî 20, (2830) ؛Nesâî, Fere. 7 - 8 7 ا.(٠
ا6 9 ا ا71 ز. إ., ' .'' ا
★ ZİYAFETLER
İslam’da davetlerin ayn bir yeri ve ehemmiyeti vardır. Dâvetler bir bakı
ma, meşru eğlence fırsatlarıdır. B uiûsû: dışında Resûİullah ayrı bir eğlence prog
ramı tavsiye etmemiş, hatta: “Eğlenmek için yaratılmadık” demiştir. İşte,
“meşru eğlence fııraîları" olarak değerlendirdiğimiz doğum,, sünnet düğünü,
karşılama, hatim, temel atma, meslekte hazakat, turfanda meyve merasimleri
umumiyetle bir kısım ziyâfetle noktalanmaktadır. Bundan başka merasimi öl-
mayah ziyâfetler de mevcuttur. Bu sebeble, ziyâfetlere ayrıca diİckat çekmemiz
de fayda var. Mevz u üzerinde duran âlimlerimiz, hadîslere dayanarak, ziyâfetle
ilgili pek çok âdât ı belirtmişlerdir. Bazı lüzumlu teferruâtı “dwğw/î”Ie ilgili
açıklamalara bırak؛ırak, âlimlerimizin sünnete uygun gördükleri ve müstakil
isim taşıdıklarını belirttikleri sekiz çeşit ziyâfeti kaydedeceğiz:
1 - Sünnet (hitan) ziyâfeti. ٠
2 - Doğum ziyâfçti.
3 - Akîka ziyâfeti.
4 - Kadının boşanmadan kurtulma ziyâfeti.
5 - Yolcunun keferden dönüş ziyâfeti.
6 - Yeni meskjene girme ziyâfeti.
7 - Musibetteri kurtuluş ziyâfeti.
i 8 - Herhangi llir sebeb Olmaksızın verileli ziyâfet.
Düğün vesilesiyle verilen ziyâfet üzerinde ayrıca duracağız.
2IK KÜTÜB-1 SITTE MUHTASARI I.CİLT
★ DUGUN
Tıpkı bayramlar gibi, düğünler de muayyen şartlar ve belli ölçüler çerçe
vesinde eğlenmenin caiz olduğu fırsatlardır. Hattâ cevazın ötesinde /?،..؟///»//./ı
aleyhissalâtu vesselam'm teşvikleri vardır. Bir hadîste “Helâl ile haramın
arasım ayıran, evlenme sırasında çalınan defle söylenen türküdür“ buyura
rak, evlenmelerin gizlilikten çıkarılıp alenî yapılmasını emreder. Bu hadîs, ev
lenmelere alenilik kazandırılmasında en muteber yolun “davul ve şarkının” da
yer alacağı eğlence olduğunu tebâruz ettirmektedir. Hz. Resûlullah aleyliissaleh
tu vesselâm'm bu mevzudaki kararlılığını İhım Ahhâs'taiı gelen bir başka riva
yet de te.yîd eder : Rivayete göre, Hz. Âişe radıyallahu anhâ Medîneli bir yakı
nını evlendirir. Düğün yerine gelen Hz. Peygamber aleyhissalûtu vesselam.■
“Kızı zevcinin evine gönderdiniz mi?” diye sorar. . çevabını alınca
“Kızla birlikte türkü söyleyecek birini de gönderdiniz mi?” der. //-.
Âişe'nin “//،/.v// ” diye cevap vermesi üzerine de; “Ensâf (Medineliler) arasın
da (bu çeşit fırsatlarda) eğlence geleneği vardır. Keşke kızla birlikte şarkı
söyleyecek birisini gönderseydiniz de onlara şöyle söyleyiverseydi:
“Size geldik, size geldik.
Bize şenlik, size şenlik.”
Keza, Ehû L eheb'm kızının evlenmesi sırasında hazır bulunan /?،’.?;؟/m//،//;
aleyhissalâtu vesselam yine “Eğlence yok mu?” diye sormuştur. /?«/>،'v\7٠
Bintu Muavviz de, /?،’،؟ı//w//d/7١ın kendi düğününde hazır bulunduğunu, def çala
rak Bedir savaşıyla ilgili (hamasî) şarkılar söyleyen iki câriyeyi dinlediğini, câ-
riyelerden birinin: “Aramızda, yarın ne olacağını hilen hir de peygamber var"
demesi üzerine nağmelerini keserejk : “Bırak o sözü, önceki söylediklerine
devam et, gaybı ancak Allah bilir” diye müdâhale ettiğini anlatır. :j
Bir evden kulağına gelen def ve başkaca çalgı sesleri, üzerine 7/r. Pey
gamber aleyhissalâtu vesselâm eyde ne olduğunu ^orar. “Düğün" cevâbını alın
ca: “Bu nikâhtır, sifâh (zinâ) değildir” diyerek takdir ifâde eder.
Düğün vesilesiyle başkaca eğlenceli sahnelerin de cevâzını ifâde eden bir
rivâyeti daha kaydediyoruz: A^//r/r İbiıu Cehel'in anlattığına göre, kendisi Hz.
Peygamber aleyhissalâtu ve.s.selâm ile birlikte Ensâr.dan birinin düğününde bu
lunur. Hz. Peygamber kızı isleyip nikâhı kıydıktan sonra; “Allah iyi geçim,
hayırlar ve uğurlar nasîb etsin, rızkınıza bolluk bereket versin, sizi mübâ-
rek kılsın” diye dua eder. Âdet veçhile damadın başı üzerinde def çalınmasını
ILC lLT BAZI-VESİLELERLE YENEN YEMEKLER 219
★ MÛSİKÎ
stsuvv ة ه٠. “Çünkü onlar kadın degil, 'bülüga^.e,١٠wem.l§-k١î ؟ocukları idi"- ه١ه ل ا
açıklamışlardır.
6 دBu çeşit rivayetlere dayanarak: mUsikinin ,haram olduğuna hükmeden
bir.kısım âlimler, hUkUmlerine Kur’ân’'danda Şii ayeti dçl'il jlarak'göstermişler-
dir: “ insanlar İçinde, bilgisizce, Allah- yolundan'saptırmak, onu' bir eğlence
edinmek içînbo§ lâfa,,mü§teri Çıkan nice .adam vardır.»'’
Âyette. geçen'^'“bo§ lâ^’tan-n^uradm mûsiki ve benzeri'şeyler oldugu'na
dâir// ﺋ ﻪ٠« / Basri ve tbnu Abbâs'tan rivâyetler gelmiştir.
Yukarıda kaydedilen delillerden"hareket .eden âlimler '؟mûsiki'hakkında
verilecek hüküm mevzUunda ihtilâf ederler: ' .
!-:pakîhlerden'hir kısmı Umutlak haram" olduğuna,'-dinlemenin de bir
maSİyet (Allah’'a isyan ve g'ünah)''-bul.unduğuna',hükmetmiştir..'Bunlara'gö're, ani
işitmenin bir günahı yoktur.
2- ,Bazı,ları kafiye ve.fesâhat mizânını kavramada'mûsikiden faydalanma^
nın gUnah olmayacağını söylemiştir.
3- Bir kısmı tek' başına olan'kimsenin, yaln'ızlığı defettnek gâyesiyle-şarkı
sOylemesini câiz addetmiştir, .ancak "eğlenmek gayesiyle olmamasını" şart
koşmuştur.
4" okunan şiir (gUfte). hikme'tier, ibretler, -fıkıh (gibi faydalı, bilgiler)' ihti-
va ediyOrsa bunda da beis görmezler.
' '. ' 5- Bâzı âlimler, bayramlarda (ve düğünlerde) def çalmada da'bir mahzur
görmezler.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: -Mûsikiye, nıutlak. olarak ‘{haram" veya
"helâl" dem'ek rnümkUndeğildir. 'Cevaz.İfâde eden sahih rivâyetleri,.hadîs, ilmi-
nin objekti'f ve rasyonel prensiblerine'mutabık d:üşmeyen-tekellüflû-(zorlamah)
-te’vîl'yollarına başvurarak,-mensUh addedip mûsikinin mutlak şekilde haram ol-
.'dugunu sOyleinek câiz değildir, 'öte taraftan., bir kısım zaaftan hâlî olamasa bile.,
musiki1 رلyasaklayan' rivâyetleri de görmemezlikten .gelmek mümkün- değildir.'-
Hadîs ilminin umûmî'kaidelerinden-birine göre, bir babta. birden-fazla.'zayıf
hadîs .gelmiş-ise, bunlar birbirl.erini kuvvetlendirerek, sahih bir asl'a dayandıkla-
rını İfâde ederler. Kaldıki.,.yukarıda^paragrafta. el-Müstedrek١ten rlaklettlgimiz
hadîsin kesinlikle sıhhatine hükmedilmiştir.
Lehte ye^aleyhte'-gelen riyâyetler arasında’ci.ddi bir ihtüâ.f.görerek'
222 KÜTÜB-J SiTTE. MUHTASARI I.G tL T
hUzunleri, Rabbani ﻻ5 آاﻻﻻiras eden sesler helaldir. Yeti.Hânc hiiıunleri. ıu.Jsûni şehevfin tahrik eden'se.sler.
haramdır. Şeriatın tayin etmediği kısım /.ve. senin rııliıınn. vicdahma yaptığı tesire ٠٠
/,//،//» » « / « ' <s. 7«).
11. CİLT BAZI VESİLELERLE YENEN YEMEKLER 223
B İR ÎN C t BÂB
TIB HAKKINDA
TEDAVİNİN CEVAZI
TEDAVİNİN MEKRUHLUĞU
İK İN C İ BÂB
RUKYE VE TEMAİM
BİR İN C İ FASIL
RUKYENİN CEVAZI
İK İN C İ FASIL
RUKYENİN NEHYİ
ÜÇÜNCÜ FASIL
TAUN VE VEBA
DÖRDÜNCÜ FASIL
GÖZ DEĞMESİ
11. CİLT V TIB VERUKYE 225
PTİZÂR
Okuyucularımız, TIB BÖLÜMÜ’nün tanzimini, diğer bölümlere nazaran
biraz farklı ve mevzuun dışına taşmış bulacaklar. Zira normal olarak bölümler,
-ihtiyaca göre uzun veya kısa olan- bir UMUMÎ AÇIKLAMA kısmından sonra
hadîsler ve hadîslerle ilgili açıklamalardan meydana gelir.
Burada ise, iki ilâvede bulunduk: Birinci ilavemiz UMUMÎ AÇIKLAMA-
I ’dir. İkinci ilâvemiz en sona koyduğumuz TIBB-INEBEVÎ ١dir.
Niye böyle yaptık? Özrümüzü beyan edelim:
1- Bu bölümü de mütad şekilde hazırladıktan sonra, günümüzde Batı tipi
-mikrop, irsiyet, bulaşma, münhasıran maddî müdahale ile, tedavi gibi belli başlı
esaslara dayanan- tababete karşı alternatif tıb adı altmda gelişen ve halk tababe
ti, akapunktur, telkinle, oruçla tedavi gibi insanlığın binlerce yıllık tedavi me-
todlanna da yer veren yeni tıb anlayışlannm rağbet görmeye başlaması, münâ
kaşa ve tatbik safhasına konması karşısında, TIBB-I NEBEVÎ’yi derli toplu
olarak sistematik şekilde vermeyi uygun gördük. Bu sebeple, bölümde mevcut
hadîsler ve onlarla ilgili açıklamalardan sonra, buralarda oldukça dağmık ve in
sicamsız olarak gççen meseleleri özetleyerek ve' bazı yeni ilavelerde buluna
rak sistematize etmeyi faydalı ve gerekli bulduk. Böylece görülecek ki, Tıbb-ı
Nebevi, Batı tıbbına reaksiyon olarak günümüzde ortaya çıkan alternatif tıp te
lakkisine çok yakın bir mâhiyet arzetmektedir. Çünkü nebevî tıp sirayete inana
rak karantina ve ilaca yer verdiği gibi, dua, telkîn, ibâdet ve kıraat-^ı Kur’an ve
hatta sabır ve tevekküle varıncaya kadar çok değişik metodlarla tedaviye yer
vermektedir. İlâveten İslam dışında kalan insanlığın tecrübesine kapıyı açık bı
rakarak zamanla ortaya çıkabilecek her çeşit tıbbî metodu sinesinde banndıra-
cak bir mahiyette olduğu görülecektir. Şu halde bu durumları belli bir sistemle
topluca gösterme gereği, bizi, TIBB-I NEBEVÎ başlığı altmda bir özet-sonuç
kısnaı ilavesine şevketti.
2- Hadîslerin açıklanmasında eski ülemânın.bir tavrı dikkatimizi çekti:
Hemen hemen .bütün şârihler, müellifler hadisleri açıklarken, Tıbb-ı nebevî adlı
kitaplarım tanzim ederken, devirlerinde tıp âlemine hâkim olan görüşleri, bazı
zaruri ihtiyatlar dışında aynen benimsemişler, had؛îs-i şerifleri, doktorlar arasın
da, câri ve müsellem mefhumlara göre açıklamışlar ve bu işi yaparken tıbbî ta
birleri kUllammşlafdır. Sözgelimi hılt, ahlat, sevda, s a f r a . tabirlere yer
vermişlerdir. Üadislerin hep bu tabirlerle açıklandığı görülecek. Bu tabirler ise
226 KÜTÜB-Î SİTTE MUHTASARI 11.CİLT
hemen hemen müslümah müelliflerce Bokrat diye anılan Hipocrafm tıbbına ait
tercüme kelimelerden ibaret.
Kısacası, hadîsle ilgili bir kısım açıklamaları anlayabilmek içen eski tıp di
yeceğimiz, geçmiş devirlere hakim olmuş tıp anlayışının temel mefhumlannı
anlamamız gerekmektedir، Okuyuculanmıza da bu hususta yardımcı olmak, ha
dîslerin geçmiş asırlarda anlaşılmasında şârihlere müessir olmuş, onları yön
lendirmiş belli başlı mefhum (kavram) ve telakkileri müstakillen kaydetme ge
reğini duyduk. Eski tıb hakkıhdaki açıklamalarımızdan sonra günümüz tıbbı
hakkında da kısaca bir bilgi sunduk. Böylece, kitabımızın tıb bölümüne girer
ken, karşılaşacağımız UMUMÎ AÇIKLAMA-I ortaya çıktı. Bu kısmı yaptık
diye önceden hazırlamış olduğumuz ve esasını İbnu Hacer'in Buhari
Şerhi’nden aldığımız UMUMÎ AÇIKLAMA’ya hiç dokunmadık, sa٠dece II
diye numaraladık.
★ Yeri gelmişken şunu belirtmek isteriz ؛Bilhassa bu ilk kısmın hazırlan
ması eski tıbbı tanıtıcı kaynaklara müracaat gerektirdi. Esefle belirtelim ki, yeni
tıp tedrisatımız eski tıp anlayışını tanıtıcı mevzulara müfredat ve programında
hiç yer vermemektedir. Halbuki insanlığa en az ikibin yıl boyu hâkim olmuş bir
tıp anlayışının tamamen terki büyük bir eksiklik. Bugün bir doktorumuz merak
sâikasıyla bunu anlamak istese pek çok müşküle karşılaşacak demektir: Herşey-
den önce eskiyi anlatan kitaplar eski yazı ile yazılmış, okuyamaz. Yazı işini hal-
letse dil değişmiş؛anlayamaz. Hipokrafdm da evvele dayanıp asırlann tecrübe
leriyle zenginleşen bu tıbbın özetle tanıtılması, en azından insanlığa ve insanlık
tarihine saygının bir gereği idi. Kaldı ki, bizzat ٥ r. Süheyl Unver gibi bir kısım
mütehassıslarm ifade ettiği üzere, bu tıbbın pek çok telakkileri hâla muteberliği
ni muhafaz٩ etmektedir. Alterm tif tıbcûaı ise son zamanlarda bunu bir doktrin
haline getirmiş, iddia eder olmuşlardır. Meseleye hangi açıdan bakılırsa bakıl
sın > jit/rt ٥٥’ın günümüz tabiblerinin anlayacağı üslûbta açıklanması gereğine
inanıyoruz. Îslamî çevreler için bu, iki kere ehemmiyetlidir. Zira, eski tıpla tıbb-
ı nebevCnin pek çok meselede -tâbir caizse- izdivacı mevzubahis. Bu yoldan,
hadîs şerhlerine Îslamî olmayan bazı unsurlann girmiş olma riski var. Nitekim
herhangi tıbbî bir hadîsi anlamak için şerhlere müracaat etmek zorundayız.
Şerhlerde yer eden ve belli dönemin tıb anlayışını aksettiren bu unsurlar, bizim,
hadîsteki gerçek mesajı yakalayıp kavramamızı zorlaştıran ve hatta engelleyen
bir kısım sisler, puslar, perdeler teşkil edebilir. Nazarlarımızın bu sislerden ko
runması şerhlerdeki tıbbî unsurların temyizine bu da -söylediğimiz gibi- eski
tıbbın bilinmesine bağlıdır. , .
l ٤.CtLT TIB VE-RUKYE 227
TEŞEKKÜR
A- ESKİ TIP
Bu tıp milattan dört-beş asır öncelere dayanır. Batı’da tıp sahasında ger
çekleştirilen yeni keşiflere yani 19. asrın başlarına kadar hakimiyetini devam et
tirmiştir.
İnsanlığa ikibin yıldan fazla bir müddet boyunca hizmet eden bu tıb, aynı
zamanda cihanşümul olmuş, dünyanın her tarafında itibarını korumuştur. İslam
dünyasının da resmî tıbbı olmuştur. Bu tıbbı eski Yunan tabiblerinden Hipokrat
ve Galinos temsil eder. Esas dayanağını da ،//?/٠؛-/ erha’a nazariyesi teşkil eder.
Bu nazariye feylesofların anâsır-ı erha’a (su, hava, ateş, toprak); keyfıyyât-ı
erba’a (hararet, bürûdet, yubûset ve rutûbet) gibi başkaca felsefi akidelerinden
de istifâde etmesini bilmiştir.
Şimdi kurucularından başlayarak belli başirmeselelerini kısaca tanıyalım:
1- HİPOKRAT: Müslüman tabiblerce diya anılan bu zat, bütün ta
babetin en büyük maruf üstadı bilinir. Böyle bir insanın yaşamadığı bile ileri.sü-
rülecek derecede hayâtı efsaneleşmiş ise de, İstanköy'A^ doğduğu, M.Ö. 460-
377 yılları arasında yaşadığı umumiyetle kabul edilmiştir. Eski Tıbbın babası
kabul edilir. Bu ilmi hiç yoktan ortaya koymuş değildir. Kendinden önceki da
ğınık bilgileri felsefî bir usûl çerçevesinde terkib etmiş olması kesindir, dolayı-
siyle bu ilmin kurucusu vasfına layık görülmüştür. Ellibeş parçadan müteşekkil
Bugiin Batı'Ai hâk (25 ؛m olan yeni lıbbın ،ckevvüniintlc rol oynayan'belli ba ؛lı keşilleri ؛(؟yle halırla-
labiliriz:.
te W7//«'/wi"1895 ؛o/» ٥ ،//?ri«r.!'،'/(. röntgen ı؛ . jinını buldu
.I895 ٠te //،w/fi،'،■،//.،’/•،’/radyoaktiviteyi buldu
te Paşrör mikrobu buldu ve mikrob tâbiri ilim diline girdi. Bilha.s.sa bu, tıpta bir inlcılab yapmı’1878 ؟r
Vel'atı,.179 دolun HollandalI A. Lei’\venhoık. 300 ke.rc.bUyUten mikroskop yapmayı başardı. I934.'te
Mcırtoıı .300.(W)0-.50().000 kere büyüten elektron' mikroskobunu'yaptı.
bir inecmua ona isnad edilir. Bunlar arasındaki farklılıklar bidayetten beri, hep
sinin ona nisbetinde şüphe uyandıracak kadar büyük ise de, arkadan gelen Gali-
«٠5١un bunlan terkib ederek bir sistem ortaya koymasına mâni olmamıştır.
Onun eserlerinde yer alan ahlât-ı erba’a nazariyesi bu tıbbın temel daya
nağını teşkil eder.
Ahlât-ı E rba’a 'm n ne olduğunu açıklamaya geçmeden önce şunu belirtme
de fayda var: Araştırıcılar ahlat -ı erba’a nazariyesini HipocraVm keşfetmedi
ğini, kendisinden önce yaşamış olan Anaksagor’nn hastalıklan ahlat-ı
erba’a ’mn biri olan safra’y i hamlettiğini belirtirler. Dr. Galip Tıp Tarihi
adlı kitabında, bizzat H ipokrat’m, Tıbb-ı Atik adlı kitabının baş kısmında, ken
dinden evvelki tabiMerin keyfiyyât-ı er٥،7’،z (harâret, bürûdet, yübûset ve
rutûbet) nazariyesinde ifrat ettiklerini gösteren deliller serdederek okuyucusunu
ahlât-ı erba’a nazariyesine çekmeye çalıştığını belirtir, Demek oluyor ki, Hipok-
rat daha önce feylesoflar arasında mevcut olan fikirleri belli bir terkibe kavuş
turmuş olmaktadır.
Hipokrat, tedavide, tabiatın serbest hareket etmeye bırakılmasına dayanan
basit bir ml^amele taraftarıydı,
SIHHAT, ona göre, ahlât-ı erba’a-i asliyenin yani kan ile balganijsafra ile
sevda’mn gerek keyfiyet, gerek nisbet itibariyle tam bir tevâzün (uygunluk) ha
linde bulunmalarıyla ortaya çıkıyordu. Buna tevâzün-i ahlat (hıltlann uygunlu
ğu) deniyordu. Bu tevâzün bozulunca hastalık zuhur ediyordu.
Tevazünün bozulması ise, ahlat’tan birinin, kemiyet (miktar) itibariyle di
ğerlerine tekaddüin etmesinden, yahut evsafının (yani tatlılık, ekşilik, acılık gibi
vasıflarının) tegayyüründen, vücud içerisinde bâzı noktalarda birikmesinden,
mevkiini tebdil etmesinden ileri gelebilirdi.
TEDAVİ de, Hipokrat’a göre bozulmuş olan bu muvazenenin iadesi ile
sağlanırdı.
2- GALİNOS: Eski tıp deyince, Galinos’un da ağırlıklı bir yeri olduğunu
belirtmek gerek. Galinos da eski Yunan tabiblerindendir, M.Ö. 201-210 yılla
rında vefat etmiştir. Galinos, hastalıkların tekevvünü (oluşması) hususundaki
H îkpokrat’m ahlat nazariyesini, felsefede âlemin tekevvünü (oluşması) husu
sundaki nazariyelere istinad ettirerek bu nazariyeyi daha genişletmiş ve sistem
leştirmiş idi. O Yunan tababetinin en yüksek noktası kabul edilmiş, sonradan
yapılan tenkidlerin ortaya koyacağı üzere bazı müellifler ölçüsüz bir mübâlağa
230 KÜTÜB-t SÜTE MUHTASARI 11. CİLT
2 6 ) B a z ı k e lim e le r i s a d e le ş tird ik .
2 7 ) K u r ’a n v e h a d î s l e r d e k i t ı b b î { » s a j l a n n , b i r k ı s ı m a ş ı n l ı k v e h a t t a y a n l ı ş l a r a o t u r a n b u t ı b b a s ı k ı .
b a ğ l ı o l a n b i r e s p i r i i l e iz a h e d i l m e s i n i n m e l h u z o l d u ğ u m u h â t a r a l a r ( r i s k l e r ) g ö z ü k m e k t e d i r .
râbıt (yaş)dır. İyisinin rengi kızıl ve kokusu iyi, lezzeti tatlı olmalıdır.
2) Safra; Tatlı yemeklerden hasıl olur. Tabiatı hâr, yâbis (kuru)dur.
3) Balgam: Tabiatı soğuk ve yâbistir. Balık, yoğurt ve soğuk yemişler gibi
maddelerin yenmesinden hâsıl olur.
4) Sevda; Bârid (soğuk) ve yâbis (kuru)dur. Sarımsak gibi kuru gıdalardan
hâsıl olur.
Ahlât-ı erba’a’nın sükûnet hâli ve muvâzeneti (dengeli hâli) sıhhati teşkîl
eder. Bunlardan biri gâlip olursa hastalığa sebep olur.
Kan gâlib gelirse: Çok uyku, gerinmek, esnemek gelir, kan alınması ieabe-
den mahaller kaşınır, vücud ağırlaşır, ağızda acılık peydah olur. Vücudda sivil
celerin ve çıbanların çıkması, burun kanaması, çehre ve lisanın kızarması, rüya
da kırmızı şeyler görülmesi, kan galebesi demektir.
Safra gâlib gelirse: Ağızda'acı bir lezzet peydah olur, susama hissi artar,
uyku gelmez, iştihk zaafıyet kesbeder. Çehre sararır. Rüyada sarı renkler görü
lür.
Balgamın galebesi hazmın zâfiyetine, vücudun ağırlaşmasına, çok uykuya,
rüyada su, yağmıir ve soğuk görmeye sebep olur. Vücud ısınmaz ve soğuk bulu
nur. ،
Sevdâ gâlib geldiği takdirde, şahıs zayıf olup, iştahı kavi olur, uyku gel
mez, şahsı fena fikirler istîla eder. Kan siyahlaşır ve koyu olur: Vücudda çok
kıllar zuhur eder. Uykuda ölü ye korkulu şeyler, karanlıklar ve uçurumlar görü-
lür. Mecnunlarda, sevda gâlib addolunurdu. Kara sevda isminin çıkmasına
sebep, bu nazariye olduğu zannolunur. Çünkü sevda’nm miktarı aklın muvaze-
netini (dengesini) gösterirdi.
4 - ASIRLARCA HER YERDE AYNI İNANÇLAR:
îşte tabâbette asırlarca hüküm süren ahlât-ı erba’a’nm hakîki mâhiyeti
bunlardan ibâretti. Bu eski kanaatin sarsılmaz nazariyeleri her memleketin taba
betinde esas idi. Bütün cihân tıbbı bunlara istinad ediyordu.؟^؛١ Kitaplar bu na
zariyeleri uzun uzadıya tafsîl edi>jrlar, tabibler de muâ'yene ettikleri hastalar
üzerinde evvela ahlât-ı erba.a’dan hangisinin müessir ve gâlib olduğunu kestih-
29) Dr. Gâlib Ata, b u hu su su , “Zaten bunlar biraz ihtilaf ile Şark akvamı tababetinde dahi görülür''
d iy e if a d e e tm iş tir.
232 KÜTÜB-Î SİTTE MUHTASARI II. CİLT
mektir. Buhran iyi veya tam olmaz ise, bundan bir kısım marazi haller husule
gelir. Buhranı önceden hesaplamak mümkündür, buhranın her hâsta,
lıkta muayyen günlerde zuhur edeceğine kanaat getirmişti. Hastalığın tedavisin
de gaye, fâsid ahlâtm inhUâlini (çözülmesini) teshil etmektir. Ahlatm inhilâli ol
mayan hastalıklar, tedây isi kabul olmayan hastalıklar demektir.
7 - NABIZ VE MUAYENE:
Muayene basit idi. Hastanın çehresine bir nazar, birkaç sualden sonra nab
zın teftişi muayenenin esasını teşkil ediyordu. Nabız bilnıek tabibler için büyük
bir şart idi. Cihan tababeti de bu devirlerde nabız devri yaşıyordu.
Nabzın hali dört unsura göre mütehavvildi. Birçok hastalıkların teşhisinde
yalnız nabza bakmak ile kâB istihraçlarda bulunuluyordu: Nabzın sür’ati harare
te; betâeti (yavaşlığı) bürûdete (soğukluğa),* vüs’ati rutûbete ve madde çokluğu
na; rakîk (ince) oluşu yübûsete (kuruluğa) ve madde azlığına; kuvveti, yani par
maklara katı katı dokunması mizacın kuvvetine delalet ederdi.
Nabz muayene olunmazdan evvel hasta heyecanlanmış, korkmuş, kötü se
vinmiş, açlıktan hafiflemiş, tokluktan ağırlaşmış, sür’atle hareket etmiş olma
malı îdi.
8 - ESKİ TIB SAFSATA MI?
En büyük küsuru, müşâhede ve araştırmaya yer vermeyip ilk üstadların
görüşlerini kesin bir nass gibi benimseyerek aynen tekrar etmeye dayanan bu
eski tıp artık bir safsatalar manzumesi mi kabul edilmiştir?
Hayır. Bilhassa bugün tıb, geçmişe daha mülayim bir gözle bakmaktadır.
Laboratuvar çalışmalannın başlayıp ard arda yeni keşiflerin elde edilmeye baş
landığı heyecanlı devrelerde “sadece gördüğü ve teshit ettiği bulgulara inanma
yı" prensip edinen C/a«٥f^ Bernai'd gibi düşünenler eski tıbba merhametsiz ha
zarlarla bakmış, safsataya bile nisbet etmiş olabilir. Ancak şimdilerde birçok
tıbbî telakki ve tatbikatta yer yer yobazlığa varan bu katılığın terkedilip rukye,
telkin ve ilaca varıncaya kadar sinesinde insanlık tecrübesinin faydalılığını orta
ya çıkardığı her çeşit tedavi metoduna yer veren tıhh-ı espirisine dönül-٢
düğü görülmektedir. Dr. Süheyl Ünver, Tıb Târihi’nin başlangıç kısmında bun-
ların çeşitli örneklerini kaydeder. Hele 5000 yıl eskilere dayandığı kabul edilen
Akapunktur’la tedavi metodunun 1970Mİ yıllarda Batı'da dahi müessir bir teda
vi metodu olarak kabul edilmiş olması, şifalı otlarla tedavinin dünyanın her ta
rafında yeniden rağbete mazhar olması, eski tıbbı da bir kalemde atmamak ge
234 KÜTÜB-I SİTTE MUHTASARI ll.C tLT
rektiğini ifade eder. Daha enterasan olanı, U ttre'n m yaptığı bir araştırmadır.
Dr. S. Ünver'in kaydettiği üzere LUtre, bu son asırlar tabiblerinin buluşlanyla,
mühim bir kısmi Hipokrafdi ait külliyâttaki tarifleri karşılaştırdı. Orada bu has
talıkların tam ve hakiki tariflerini buldu. Yeni buluşlar, H ipokrat z 2iV[m\v külli
yatındaki tariflerin ve müşâhedelerin doğru plduğunu gösterdi. Bugün bu havâ-
lide (Akdeniz havzasında) mevcut hastalıkların eşkâli ta2,5 asır evvel H^ipokrat
ve haleflerinin yazdıklarının aynıdır. Ve bu külliyat bu noktadan pek ehemmi
yetlidir. Bu mahaller ve kitaplar hâla ehemmiyetini kaybetmemiştir.
Bu tarif, ferdi ruh ve bedeniyle bir bütün kabul, edip içinde bulunduğu
çevre şartlarını da değerlendirmektedir. Hipokrat telakkisinde ,sağlık, “insanı
teşkil eden ahlatın muvazenesi” olarak anlaşılmıştı. Bunun eksikliği açıktır.
REHABİLİTASYON
BUjSakat ve iş gücünü kaybedenlere, iş gücü ve çalışma imkanı sağlama, iş
bulma, işe uyum sağlama gibi hizmetleri içine alır.
KORÜYÜGÜ HEKİMLİK
Ferdlerin maddî ve mânevî her çeşit hastalıktan korunmasıdır. Bu, tedavi
den çok daha ucuzdur. Koruyucu tedbirler iki kısımdır:
1- Çevreye yönelik tedbirler.
2 - Ferde yönelik tedbirler.
Ferde yönelik tedbirleri şöyle sayabiliriz:
★ Yeterli beslenme.
II. CİLT UMUMÎ AÇIKLAMA-I 235
HASTALIĞIN SEBEPLERİ
Bugün hastalıkların şu sebeplerden biri ile ileri geldiği kabul edilir:
★ Bünyevi sebepler: Gen, hormon ve metabolizma bozukluklan.
★ Çevreyle ilgili sebepler:
★ ★ Fizikî sebepler: Hararet, soğuk, ışınlar ve travmalar.
★ ★ Kimyevi sebepler: Zehirler, kanserojenler.
★ ★ Esası madde eksikliği: Vitamin, esas! amino asitler, yağ asitleri, mina-
reller.
★ ★ Biyolojik etkenler: Mikroorganizmalar, parazitler, mantarlar.
★ ★ Psikolojik sebepler: Stres.
★ ★ İçtimaî sebepler: Kültür ve ekonomik sebepler.
miş durumda.
c - ISLAM TIBBI ( 3 0 )
'l-ESK iTIB B IN D EV A M ID IR
' Jslam tıbbi-.'(tıbb-ı nebevi'demlyoruz) esas ,itibariyle eski Yunan tıbbidir.'.
îbn-i Sma, Hâkim Râzi gibi bir kısım mUslUman âlimler'tıb sâhasında isim yap-
mı§ is'eler.de Tip'tarihi' araştıncılan'bunlann e'ski''Yunan' tıbbından temelden
ayri .rijinal. bir. sistemlerinden bahsedilemiyecegini' söylerier.(3)) Zehebrnin
Tıbb ı Nebevî'sinin ba§ kısmından kaydedeceğimiz nazariyat kıs.mında gOriile^
ceği iizere, erbaa telakkisi ve diger bir'kısım temel meflıumlar, müslü-
Jrian tabiblerce aynen benimsenmiştir.Dahası^ ^ ! ﻃﻔﻘﺎ أ ﻻ ﻧ ﺘﺎ ذ ئ ﻃﻤﺔdl،“Biz insa.
nı.'karışık,'bir sudan yarattık” (insan'2) .ayetinde ,geçen' .ا ﻣﺜﺎ ج (karışık).
.kelimesini 'eski.tıbbın kilit kelimesi ahlâtk te’vil ederek' bu tıbbı âdeta,kudsî'v'e
Kur'anl .bir cilaya kavuşturmuşlardu". Bil durum, sadece tıb. ve felsefe yönü agjr
basan tab'iblere degil mUfessir, muhaddis ve fakih .imak ü'zere diger branşlarda-
ki' âlimlere' de tesir.etmesine sebep olmuş, o'nlar da kendileriyle ilgili.âyet ve ha-
dîsleri'o'tıbbın e.saslarına Uygun olarak açıklamaktan, ıstılahlannı aynen' kullan-
maktan ؟ekinmemişlerdir. ?ârihlerin amellerine 'birçok Omegi. az ileride
hadîsleriıi anıklama kı.smında 'göreceğiz. Burada vermek.istediğimiz' enterasan'
bir'ömekeskitıbta geçen. ( ﺋ ﻠ ﺶ٠) kelimesiyle ilgili. Kelimenin asil La-
tincedir:. ٠ ﺀ«ررد.'Bu tabir ..midede .vukubulan bir'kısım hazım'hâdisesini İfâde
eder., Ş'öyle'ki: Muhtelif gıdaların,' hazmoImak'UZere midede kalma müddetleri
farklı ise de ortalama iki,'saatte keylos'm tamaralandıgı kabul .edilir. Ebced he-
sabıyla, ktelimenin Arapça' imlasında.mevcut'heş harfin sayı değeri 126,’dır.
Yani iki.,saat altı dakika. Tam tamına eski tıpta midedeki hazım'müddeti kabul
edilen'lki saatlik zam'an dilimine tekabül eden'deger.(32) Sistemin bir parçası
m i s l a m tıbbı d e y in c e , « ٥٥٠ ٥
، « e ؟v،'’.y i k a s t e n n e d i ğ i m i z ؛.p e ş i n e n i j e l i r t m e k i s t e r i z
' .'y o n ı z
- G ü n ü m ü z t ı b b ı, s i n d i r i m h a d i s e s i n i n y e n i l e n g ı d a h i n c i n s i n e ta b i . l a r a k d a h a u z u n z a m a n d a t a ( 3 2
m a m l a n d ı g ı n ı o r t a y a ç ı k a r m ı ş t ı r .'
11. CİLT UMUMÎ AÇIKLAMA-I 237
olan keylos kelimesinin izhar ettiği bu tevafuk da, sistemin bütününün nazarlar
da kudsileşmesinde rol oynamış olmalıdır. Bu tıbbın değerleri, tabirleri, böylece
zaman içinde halkın dili durumunda olan şâir ve san’atkarlara kadar intikal ede
cektir, İşte vücudda artan sevda maddesini tevzînde yani normal haline getirme
de kullanılan adlı ilaçla ilgili bir^iir:
3 3 ) M a n a ş u d u r: “Deliliğim sebebiyle, gönül alan sevgilinin zülfüne sarıldım. Ben, vücudumda artarak
sıhhatimi bozan sevda maddesinin fazla kısmını bertaraf etme çâresini, eftimunla sağladım." S e v d a n ın tıb b î
m a n a s ın ı b ilm e y e n , b u ifa d e d e n y in e d e f a z la b ir ş e y a n la y a m a z .
238 KÜTÜB-1 StTTE MUHTASARI 11. CİLT
Müellif, tıbbı, İlmî ve amelî diye ikiye ayırdıktan sonra şöyle devam eder:
A )A M E L ÎT IB
T A B İÎ U M U R N E D İR ?
34) ،fadeyl aynen k٠ raduk. CUmlelerdek؛ ؛kinci “m izac" kelimelerinin fazlalığı dikkullcn, kakmıyor.
240 KÜTÜB-Î SlTTE MUHTASARI 11. CİLT
C ) N A Z A R Î T IB ;
S E B E B L E R : Bunlar altıdır:
1) H A V A : Ruhun itidali için ona ihtiyaç vardır. H ava, pis kokulardan kötü
gazlardan uzak v e sa f olduğu m üddetçe sıhhati korur. B u hal d eğişirse hükmü
de değişir. Her m evsirn, kendine has bir hastalık getirir v e aksi olanı izale eder.
Ş ö y le ki: Y az safrayı kabartır v e onun hastalıklannı gerekli kılar; (zıddı olan
soğu k ) bârid hastalıkları tedavi eder. D iğ er m evsim lerin durumunu buna kıyas
e t ’■ ^ '
D) N A Z A R Î T IB :
Bunların m utedil olm ası da (sa ğ lığ ın ) m utedil olm asın a delalet eder.
R üyalar da. böyle: San, kırmızı renkler ve ateş görmek hararete delalet
'eder. A k si,a k sin e .
K üçük v e büyük abdestler de böyle: K esk in liği, k ızıllığ ı, ateşli oluşu hara-
rete delalet eder. Zıddı, zıddına.
★ A H L A T N A Z A R I Y E S Î N Î N K U R ’A N ’A T A T .B ÎK Î
Islam âlim lerinin ,tıb v e tedavi ile' ilg ili görüşleri, insanin m âhiyeti hakkin-
daki telakkileri ile ya ١
k ınen 'ilgilidir. Onlar Hipokrat tıbbının tem el m eselelerin -
-'den biri 'olan ahlât telak k isin i'ayn en insana 'tatbik ederler...'Söz g'elimi Zehe-
٥?١nin et-T lbbu'n-N e'bevî'sindel:.i şu pasaja.diltkat'edel'im:,
★ E B T E R (G Ü D Ü K ) K A L A N İS L Â M Î k e ş if l e r
Ortaya 'konan keşifleri tâdad burada, 'uzun' kaçar. A ncak, yin e d e 'ö z e t bir
b ilg i verm ek Uzere, Müslüman ilim öncüleri Ansiklopedisi'nm, G m ş kjsm ın-
II.CILT UMUMÎ AÇIKLAMA-I 245
da yer verilen tıbla ilg ili ^bir paragrafı k ayd ed eceğiz, sonra da m ikroptan ilk bah-
sed en T iirk âlim ini,tanıtacagız.
“Meselâ tıbbı ele alalım. Doktorların sultani olarak tanınan ibni Sînâ
{980-1037yn}n tıbba bir \:çok yenilikler getiren .Kanun akil tip kitabi, Islam
dünyasında olduğu .kadar, Avrupa'da, da., tıbbın ^temel kitabi olmuştur. “Tıbbm
Incil’i” İinyanını kazanması, 600 sene Avrupa üniversitelerinde ders kitabi ola-
rak okutulması bunun en büyük delilidir, ibhi Sînâ tip dahil, 29 ayrı .konudaki
keşi^eriyle Âvrupalı ilim adamlarına OncUlukyap^
Bazı bilginlerce ibni Sînâ ayarında bir doktor olarak kabul edilen Râzi
ا864غ925) اçiçek ve kızamık bastalıklarını kenetmiş, bu.'konuda Hk'-eşeri veren
ilim adamı olmuştur.
Fatih Sultan Mehmed’in hocası Akşeınseddin (1389-1459) mikrobu (bdr
ularına göre ibni Sînâ) keşfetmiş, ibni Cessâs (?-1009) günümüzden 1000 sene
önce, cüzzamın sebep ve tedâvllermi göstermiş, İlmî yollarla vebammbulaşıcı
bir hastalık olduğunu ibni Hatip (1313-1374) ortaya kdymuştur. Bazı kaynakla-
ra göre verem mikrobunu da Kambur V e s k (?-1761) bulmuştur.
Gözle ilgili çalışmalarıyla da müslümân doktorlar ilim dünyasına asırlar-
ca önderlik vapmislardır. Gözdeki retina tabakasının fonksiyonundan ilk bahse-
den îbni Rüşd (1126-1198)’dür. 11. yüzyılda yaşayan ünlü göz doktoru Ali Bin
îsâ’nın gözle ilgili yazdığı Tezk؛re adil eser, sahasında yüzyıllarca tek kitap
olarak kalmıştır (İ9.y y. ortalarına kadar).
Huneyn Bin ishak (80Çi873)’ın bu sahada yaptığı çalışmalar da 18. yüzyıl
ortalarına kadar kaynak olma hususiyetini korumuştur.
Ammar ise günümüzden 9 asır önçe kendine has bir metodla göz ameliya-
tınıyaptnayı gerçekleştirmiştir. Ali Bin Abbas da (7-994) ayni şekilde çağımızın
modern ameliyatlarına uygun bir ta r z â kanser ameliyatı yapmayı başarmıştır.
Kaleme aldığı KrtâbÜ'!.M.e!Ikî adındaki tip ansiklopedisi günümüzde hile hay-
ranlıkla İncelenmektedir.
Ebû’l^Kasım ez-Zehravî (963-1013), cerrahlığı bağımsız bir ilim hâline
getirmiş, 200 kadar ameliyat âletinin resimlerini çizmiş, neye yaradıklarım,
kullamhekilleriniid.sx\\ adındaki eseriyle ilim dünyasına armağan etmiştir.
ibni Sînâ başta olmak üzere Râzî, Zehravî, ibni Zuhr V.S. müslümân âlim-
lerin eserleri devamlı kaynak olagelmiş, Avrupa üniversitelerinde ders kitabi
olarak okutulmuş, kitaplarına m.üracaat edilmede'n tedav’iye cesaı:ct ؟dilmemiş
246 KÜTÜB.l SİTTE MÜHTASARI !!.CiLT
'★ ^ M tK R O B U H A B E R V E R E N İL K Â L lM
35) Beyti burad. ara demektir, yani Sjtma nöbetlerindeki aralar, fâsılalar.
II. CİLT um um i AÇIKLAMA.I 247
olan: “Müslümanlar, ilmin üçte biri olan tıb ilmini elden kaçırıp onu yahudi ve
hristiyanlara kaptırdılar” diyerek hayıflanmasına sebep oldular.?’’
İslam âlemi, bu sorunun gerçek cevabım verecek hakiki araştırıcı ve âlim
lerini bekleyedursun, bizi sistemsizliğe atıp tecrübe birikiminin eslaftan ahlâfa
artarak devam ve terakkisini sağlayacak müesseseleşmeye mani olan ve egoizm
denen mühim bir marazın teşhisine nabız olabilecek tıbba müteallik bir serenca-
mı .îbniı //.c c r’in ed-Dürerül-Kamine١sinden veriyoruz. Yorumu okuyucu ya
pacak.
“İbrahim tbnuAbdillah el-Hılâtî eş-Şerîf ed Düreydi el-Lâzurdî, takriben
720 (miladi 1320) yılında doğdu. Birçok fenlerde mahûret kesbetti. Haleb’e
gelip bir zâviyeye yerleşti. Halk kendisine çoklukla geldiler. Güçlü şahsiyete
sahip birisiydi. İdarebiler nazarında itibarı büyüktü. Tıbta ve başka fenlerde
pek başarılı çalışmaları biliniyordu. Şöhreti Melik Zahir’e kadar ulaştı. Melik
onu Haleb’ten (merkeze) celbetti ve mevkiini yüceltti. Kimya sahasında da söz
sahibi idi. Lâzûrd sanatını?3>^^ icra ederdi. Ondan çok para kazandı. Sultan
zaman zaman yanına gider, önu evinde görür, atının üstünden inmeden onunla
konuşurdu. O da bu esnada, bir kemerden başını uzatırdı. Halk da sıkça ona
uğrardı. O ise evinden pek nâdir çıkardı. 799 Cemâdiyelulâ’da vefat etti. Cena
zesine büyük kalabalık iştirak etti. Terekesi (bıraktığı'miras, eşyalar) arasında
pek çok kimya âletleri vardı. Lâzûrd hususunda bildiklerini kimsenin öğrenme
sine müsamaha etmemişti.”
KAYNAKLAR
1) Bu bahsin hazırlanmasında şu kaynaklardan istifade ettik;
Abdulbâki, (Şâir-i M tşhm Abdulbâki): M e’âlim u'l-Y akîn, M evâhibu Le-,
dünniyye Tercemesi, Hanımlara Mahsus Gazete Matbaası, İstanbul
1322/1904. Eser 1008/1599 yılında Türkçeye çevrilmiştir.
A؛٥, Dr. G٥//٥.. Tıp Târihi, Yeni Matbaa, İstanbul 1341/1925.
Istılâhât-ı Fıkhiyye K arnusu.
Notî Müelü'f s٠n iki eserin ؛،٥٥-، Nebevi cümlesinden sayılmaması gerek-
tigini belirtir.
U ؟Ün CÜ'KISIM .:.KA^P OLANLAR
1- Rjggi. mı"ı۶t٠mil٠ aaT-Tıhhı’n-Nfthftvî- d -k e ’mun el-îmam Ebu’1
. ' هﺀ« ﻵ « «ﻫﺮİçin .5 ,§ ا ^ﻟﻤﺪ1^اﻵاazan belli degil.
2- et-T٠bb٧n-Nebevî, müellifi: Abu’l-Melik ibnu Habıb el-Endülüsî
. .(174-238). '
^ - . ؛-Tıhhıın-N.hftvî
5 ^اe tT اbbU^n^Nebeص,nriiellifi:'A ﻛ ﺔW ^ ' / 5 8 1 ^510)?٦) رﻟﻤﺆهﺀﻟﺠﺞ. -
fi-.et-)٠٠. b .b u 'n - N e b e v î,m ü e llif i:5902-831) ةه ﺀ١’٤).' -
7- e ؛.-T٠bbu'n Nebevi, müellifi: eî-Habîb enİNeysaburt. 'Müellif bu'isim-
leri başta Ke§fu’z.-Zünun .imak üzere muhtelif kaynaklardan derlemiş
tir.
Tıbb, kelime olarak Arapçada ezdâddandır, hem tedavi ve hem de dâ’
(hastalık) mânasına gelir. Tabîb, hâzık demektir, yani her şeyde hazık, ancak
örfte hastalan tedâvide hâzık olanlar için kullanılmış ve bu mânada hususiyet
kazanmıştır.
İb m Hacer, kendi devrinin tıbb telakkisini şöyle anlatır: “Tıhh iki çeşittir:
★ Hıhhatin
Sıhhatin korunması.
j Eza veren şeylerden sakınma.
j Fasid maddeleri çıkarıp atma.
Kur’an’da da bu esasların herbirine İşaret eden ayetler vardır: Birinciye
temas eden âyetlerden b ir iş u d u r z /l fiS j ^ آؤ٠\ja ^؛u r j ٠j«(Raına-
,'.zan ayında).... hasta yeya'yoJcuJukta. oJan, tutamadıgı giinterin 'Saytsınca'
.dîger günlerde.tutsun».-.(Bak'ara 185). Bu sıhhati korumaya rdcidir, zira, sefer
(yolculuk), yorgunluk sebebidir, bu ise sıhhati değiştiren âmillerden biridir.
Yorgunluğa bir de oruç dahil olursa, daha da artar, öyleyse bedenin sıhhatini
korumak İçin orucun yenmesi mubah kılınmıştır. Hastalık İçin de ayni şeyler
söylenebilir.
İkinciye temas eden âyetlerden biri şudur: ؛ (‘زﻻ ﺋ ﻼ اﻧﻤﺶEyim an
.edenleri).Nefsiniz ؛öld-ürmeyinî” .(Nisa 29). Bu ayetten, soğuk suyu kullan-
maktaiı korkulması h i d e teyemmüm e tm e â cevazı İ â b a t edilmiştir.
üçüncüye temas eden âyetlerden biri şudur: k 4 ﻧﺄﺑ ﻪj f ادى٩آؤ .îç؛n:lz-
,.de has'ta olan'veya). başmdan'-rahatsıZ bulunan-varsa fidye .olarak, ya oruç
.^-tutmasj,..ya sadaka vermesi ya d a kurbankesm esl ge٢ek؛r ’۶(Rakara 196).
Burada, ihrama giren kişiye yasaklanmış olan baş traşının, başta tutulan
buhar sebebiyle hâsıl olan ezadan kurtulması İçin, cevazına işâret edilmiştir,
imam Mâlik, M u v atta’،/. Zeyd ibnu Eslemeden şu mUrsel hadîsi kaydetmiştir:
“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm iki .‘-‘Hanginiz dahatabibşîniz?” .^
diye sordu. Onlar: *‘Ey Allah'ın Resûlü! Tıbda bir hayır var mi?" diyerek
cevap verdiler. Aleyhissalâtu vesselâm: “Allah, devasını indirdiğ ؛hastahgı
’m ditmiştırjy buyurdular.”
tbnu Hacer, bir' yerde ^f٠،d.'٥f٠den'naklen..§u,kıymetli bilgileri, 'de 'derme-^
yan eder '؛Onbeşinci 'miladî aSrm telakkisini .ögrenınek maksadıyla ,kaydedi'yo^
ruz: “Tıbb iki çeşittir: Yunan tıbbı, ٥« mukâyeseye dayanır. Arap ve Hind tıbbı■
bu tecrübeyi dayanır (yani ampirik demek istiyor). Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm’ın hastalara tavsiyelerinin çoğu Arap tıbbının metoduna dayanır.
B u â d â b İT k ıs m ın a vahiyle muttali olmuştur... >1Bulmada şunu belirtmek isterizî
Bu ' ؟e§'it'İfadeler.'ülemânın böylesi-veciz üslubunu anlamayan' gUnümü?ün sığ
kişilerini,' hadisler konusunda, ce'sur ve cüretkâr değerlendirmelere itebilmekte,.
dir..Sözgelimi, “Resûlullah’ın tıbba müteallik beyanları-٠ devir tıb bilgi ve an-
!ayışının ifadesidir. 0 bilgilerde, ö anlayışlarda yanlışlık'olabilir, ةyleyse ا.
'maddihayatımızla ilgili.'hadisleri '“hadis’-’ olarak tahdis etmek ğcrekmeı...vs.’’
iddiasında olanlar var. Bu,.ger؟e'k.ten.'a ؟ık bir cehaietin'ifâdesidir. .Jslam Uleması
've hUs'usen muhaddiSler, "hadis” ''''^،î,,«e^''؛.tarif ederken'kesinlikle böy'c .
11. c ilt um um i AÇIKLAMA.II 253
TIBBIN EHEMMİYETİ
Resulullah'm \tâ 2cvi olmaya teşvîk edici beyanlan çoktur. Bunlardan bir
kısmı müteakiben gelecek. Şahsî fiilleri meyanında ilaç almak, doktor çağır
mak, kan aldırmak, rukye yapmak, dua etmek gibi tıbbî aıneliyenin hemen her
çeşidi mevcuttur. Bazı kitaplarda ٠>US١١ OUuVÎ OuLfr <ii؟İ١“İlim ikidir,
biri beden ilmi diğeri din ilmi” buyurduğu rivayet edilmiştir. Zehebî, bu sözün
İmam Şâfı’î merhuma ait olduğunu belirtir.. Bazı araştırmacılar Kur١an-ı
Kerim’de 40’tan fazla ayetin tıbba müteallik olduğunu tesbit etmiştir. İslam’ın
verdiği dersle Şâfi’î Hazretleri: “tki sınıf vardır ki, insanlar onlardan müstağni
olamazlar: Âlimler ve tabibler. Âlimler dinleri, tabibler bedenleri için lazım-
d ıy der. Yine Şâfı’Vyc göre: “Helal ve haramı bildiren ilim’den sonra tıbdan
daha asaletli bir ilim yoktur.” Alimler Ş i î 'n i n fıkıhta imamlığıyla beraber
tıbbı da iyi bildiğini belirtirler. Şunu da belirtelim ki, tıbba layık olduğu ehem
miyeti atfeden Şafiî Hazretleri, tıb sahasında müslümanlann, öncülüğü, yahudî
ve hristiyanlara kaptırdığından hayıflanmış ve böylece ilmin üçte birini onlar le-
254 KÜTÜB-I SİTTE MUHTASARI 11. CİLT
hine zayi ettiklerini söylemiştir. İkinci hicri asırda söylenen bu söz, maalesef
günümüzde hâla muteber.
b ir in c i B A B ..
T E D A V İN İN C E V A Z I
olmasındandır. Eger kurbağa, Insangibl zati itibdri ؟le haram olanlardan değil-
se, onun hakkındaki yasak bir başka sebebe hamledilebilir: Resûlullah aleyhis-
salâtu vesselâm yemekten başka maksadla hayvanın kesilmesini yasaklamış ol
maktadır.’’
Pis şeylerle tedavi hususunda H attâbî devamla şunlan söylemiştir: “Kötü
ilacın pisliği bazan iki cihetten ileri gelir:
1- Necâset pisliğinden. ٥ « da ilaca hamr (alkol) eti yenmeyen hayvan-
ların eti gibi haram edilmiş bir şeyin katılmasıyla olur. Tabibler, bazı hayvanla-
rın bevl ve kazuratlarını bazı hastalıklara tavsiye ederleı*. Halbuki., biltUn bun-
lar.pistir, murdardır, a l ı n ı ş ı h a r a i r . Bu umum iyasaktan,-sadece, sUnnetce
belirtilen deve bevli istisna tutulmuştur. Aleyhissalatu vesselâm, bir grup Urey-
.neliye 0 hususta ruhsat vermiştir. SUnnet yolu siinnett'e mevcut her şeye hakkini,
‘y ermek.yerli yerinde 'kullanılmaktıı., birini diğerine k a r ı ş t ı n ı k t ı r . llacın kö-
tîiluğü bazan da tad ve lezzet yOnUndcn ileri ,gelir. Bu keraheti'n, insan tabiatına
verdiği meşakkatten, insan nefsinin ondan tiksinmesinden İle.ri. geldiği açıktır.
.'Ne var ki, İlaçların çoğu, tad-itibariyle, kerihtir, ancak, hepst bil. olmayıp, bazısı
bazısından daha iyi, daha tahammül edilir haldedir.”
Hanefi mezhebine göre de, “H elal ve temiz olmayan şeylerle tedavide bu
lunmak esas itibariyle caiz değildir.’’ Ancak bazı fakihlere göre başka bir ilaç
bulunmadığı takdirde müslim, âdil bir tabibin göstereceği lüzum üzerine câiz
olabilir. Şöyle ki, bir hastalığın veya bir hastalığa sürükleyecek bir zaafıyetin te
davisi için mubah bir ilaç bulunmazsa böyle bir tabibin “şifa ümidi vardır’’
diye tavsiyesi üzlerine li-aynihi haram bir şey ile zaruret miktıoı tedavi caiz olur.
Fakat mücerred zâhiri bir menfaat mülahazasıyla, mesela, yalnız temizlemek ar
zusuyla böyle bir ilacı kullanmak câiz değildir. Zira bunda tedâvi mahiyeti yok
B f : tur. Bunun haram olduğunda ittifak vardır. Esasen müşlüman ve hâzık bir dok-
tor böyle bir tavsiyede bulunmaz^ bulunacak olsa, ya müslümanlığında veya
hazâkatında lîir eksiklik var demektir. Unutmayalım ki, bir ucu dine dayalı tıbbî
meselelerde dinimiz “tabıb-i müslim -i hâzık”m tavsiyesine uymayı emreder.
Bu çeşit meselelerde doktor tavsiyesine uyarken müslüman kişinin, doktorunda
bu evsafı araması gerekir. Burada müslim vasfı, müslüman olduğunu söylemek
le birlikte namazını kılmayan, haramlardan kaçınmayan kimsede tahakkuk et-
miyeceği
! ! ! ; ı-v v ^ ı kanaatindeyiz.
«v ^ a u u iA i.u yjiL •
رﺳﻮل
: j u ] ﻗﺎل،UP . اﻟﻠﻪ.ﻧﻰ٠ أف ﻫﺮﻳﺮة'ر.وﻟﻠﺒﺒﺎرى ﻋﻦ
11• . [ ل \ ى ة ﻣ ﻨ ﺬ ا ﺀ ا ﻷ أ ذ ز ﻟ ﻸ ﻗ ﺆ ا ئ٠; ا ا ذ اﻟﻠﻪ
258 KÜTÜB.I SİH E MUHTASARI IICILT
recektir، Bu husus hatıra şunu da getirmektedir; İlacın her ne kadar, şifa verme
si esas ise de onu kullananın mizacı.ilacın miktarı,kullanılış tarzı, hastadan has
taya farklı neticeler hâsıl edebilir. Bazan hakiki şifa verirken bazan kısmî şifa
verir, bâzan da hastalığı artırır, hatta yan etkiyle bir başka rahatsızlığı tahrîk
edebilir. Bu durumu bilen mü’min, “A llah’ın şifahahş izni"n'ı istihsal için ilaç
alırken de Rabbine ilticadan geri durmayacaktır. Hadîslerin maksadı arasında
mü’mine bu prensibi de vermek olduğu gözükmektedir. r
2- Bu hadîsler ilaçların tesirine inanmayı takrir etmektedir. Öte yandan,
mü’minin her şeyi Allah’tan bilip tevekkül etmesi de bir başka imânî edebtir ve
bu iki prensip arasında bir tearuz ortaya çıkmaktadır. Bu hususta şârihler şu
. açıklamayı kaydeder: “Bu hadîslerin hepsi, tedavide sebeplerin yerini teshil et
mektedir, bu doğrudur. Ancak yine hadîs gereği, te ’şirin, ilacın zâtı icabı değil,
Allah'ın onda takdir ettiği hâsiyetler ve Allah’ın izni sebebiyle hasıl olacağı
na, Allah’ın dilemesi ve takdiriyle ilacın hastalık dahi hâsıl edebileceğine iti-
kad eden kimse için A llah’a tevekküle m âni bir durum ortaya çıkarm az’’ derler.
Ayrıca bunu yemek ve içmek suretiyle açlık ve susuzluğun defedilmesiyle insa
nı helâke götürecek başka şeylerden kaçınılması durumlarıyla da kıyas edip,
“onlar tevekküle mani olmadığı gibi hu da değildir” derler.
3- Bazı rivâyetler “ihtiyarlık’’ ve “ölüm ” hastalığı dışında her hastalığın
şifası olduğunu ifâde eder. Bu durum her hastalığın mutlaka bir şifası olduğunu
vurgulayıp tabii geleni araştırmaya teşvikkar olmakta, devasız sanılan derde dü
şenlere de bir ümîd, bir teselli kaynağı sunmaktadır. Hadîste, “İhiyarhk" ve
“ölüm’ün de bir nevi hastalık sonucu hâsıl olduğuna dikkat çekilmektedir. Bu
irşâd.ı nebevî, ihtiyarlığı ortaya çıkaran hâdiseyi daha yakından tahlil edip daha
İlmî izahlar yapmaya imkân olduğu kanaatini vermektedir. Bediüzzam an’\n a%a-
ğıda kaydedeceğimiz bir notu da, mü’min doktorlara, orijinal neticeler vaade-
den ciddi araştırmalara kapı aralamakta, teşvîk unsuru olmaktadır:
“Şu âlemde cism-i zî-hayatm inkıraza ve mevte mahkûmiyeti ise, vâridat
ve masarif in muvâze ne sizli ğindendir. Çocukluktan sinn-i kemâle ka d a r ziyade
leşir, muvâzene kaybolur, o da ölür. Âlem-i ehediyyette ise, zerrât-ı cisim sâhit
kalıp terkîb ve tahlile mâruz değil veyahucl muvazene sabit kalır, varidat ile ma-
* şarif muvazenettedir. Devr-i daim î gibi cism-i zi-hayat; telazzüzât için, hayat-ı
cismaniyye tezgahının işlettirilmesiyle beraber ebedileşir.”
Merhum', bu bahse, cennetteki ölümsüzlüğü ve gençliğin bekasını açıkla
s’؛v■
‘A
ma sadedinde girer.
i:
l ':١
aüi ؛،)١٠٥ ^.٠^ *١٠٧١ ؛.٠5٠٠^ ٠٠j ./ ؟١٠٥^ 4i؛.٥p .^.ji۶ . ٠١ § 1^^1
37) 1966١da tâb edilmiş Lejeun adlı kitaptan aldığımız bu ifadeyi doktorlar günümüzde biraz, ihtiyatla
karşılıyorlar: Ateşli hastanın iştahı kesilince aldığı gıdanın fayda değil, zararlı olacağını le'yîd etmekle bera
ber "B(i^ır\(ikra çiiıiinu■ " diye h ir hadise o lm a:. ate$ halinde m ide kahıd etmez. Etse hile hayırsaklara sa l
maz. .saldığı takdirde. Inığırsuklardan d ışa rı a tılır" derler.
261 t e d a v in in m e k r u h l u G u I I .C lL J
. . . ﻋﻴﻪ ﺑﻴﻪ
2 . (3 و8) ة- ' Hz. Aişe radıyallaku anhâ anlatıyor: “R e s û lu lla ia le y h îs s a li
vesselâm'a hastalığı sırasında ağzından İlaç içirdik. Bize içirmemem izi İşaret
-etti. Ancak biz (İtirazını) hastalarda ilaca kqrşı görülen nefret (diye) değerlen
dirmiş (ve içirmişük). Kendine gelince: “Bana İlaç vermeyin demedim mi’ ؟.
diye biri payladı. B h , davranışım ım sebebini; “(Herhalde) hastaların i l d t t
gösterdikleri nefret olarak değerlendirdik” diye açıkladık. (Resûlullah, buna
rağmen öfke İzhâr edip, herkesi cezalandırmak üzere): “ilaçtan İçraedi.k kimse
262 KÜTÜB-l S i n e MUHTASAR؛ ll.CİLT
ka اn اayacak ا’ إemretti ve: “Abbâs h ar ؟؛hep ؛n ؛gör ٠ceg z٤؛m, z؛ra ٠ (bana
z٠r ؛a .؛؛a ؛؟؛ ؟r ؛rken)'yanjn«zda deg ؛؛d ”؛buyurdu ." ؛Buhârî, Tıbb 21, Megâzî
M üslim . Selâm ;83 83, (2213).]
ر ;AÇIKLAMA
-.Bu hadîs, Hz. Peygamber aleyhissalâtu v e sse la m ) hasta iken, arzusu hi
laf.na (ragmen) ؟؛-irilen İlacın hikayesini anlatmaktadır. Ledud “ağzın bir tara
.fm d a n İlaç içirmek" mânasına gelmektedir
-ResıVullah aleyhissalâtu vesselâm kendine-gelince, kendisine, .arzu etme
mesine,. ؟؛-irmeyin diye içâret buyurmasına ragmen .emrinin hilafına 'şahsi .yo
rum-larıyla zorJa ؟؛.irenlere cez'a olarak' ayni ilaçtan birer parça içiriyor
٠wı"dır gibi bazı değerlen-^'Resııliillah'm bu davranışı İçin i kısas"tiT, "ı٠nn
.dirmeler yapılmıştır
ibnu Hacer: “Bana öyle geliyor ki Aleyhissalâtu vesselâm bununla
"te'dibde bulunmak istedi, ta ki bil. daha benzer harekette bulunmasınlar
,yorumlar.'ŞOyle yorum yapan da olmuştur; “Resulullah aleyhissalâtu vesselâm
tedaviye başvurduğu halde, bul.ada ila . ؛.alm ak.istem edi, zira bu hastalığında
-vefat edeceğini anladı'. Artık ölecegi kesinleşen kimsenin İlaç alması- mekruh '
-tur." ibnu Hacer, bu yoruma katılmaz veder ki; “Bana görünen şudur: Bu hâ
-dise, tahyir (38) ve tahakkuktan önce idi. Tedaviyi hoş karşılamadı, zira, bu has
talıgına uygun değildi. Zira yanındakiler, Aleyhissalâtu vesselâm'ın zâtulcenb
-olduğunu zannetmiş idiler ve verdikleri İlaç buna uygundu. Halbuki, haberin si
yakından da anlaşılacağı Üzere, onda bu hastalık yoktu . ”
'ﻟﻢ' ﻳﻜ ﻦ.'ﺑﻪ ﻣﺎ. ﺳﺮ.ﻻ ﺑﺎس. ﻣﻌﺮوف و.وﻫﻮ ,'اﻟﺪ رﻳﺎ ق ﻫﻮ 9)) اﻟ ﻮآا ق
Ta h yir, bazı hadislerde geldiği a z e K . R esûluU ah'ın Rabbine dcintne veya dUnyadu ( 38 ا' ااﻻﺛﻤﻸ١ ا٤ أ، ا،1 ا ا..
sanki bunun ilaç ve şifa vereceğine inanırlardı. Resûlullah bunları şirk ilan etti,
çünkü onlar kendilerine yazılmış bulunan “takdir”i bunlarla defedeceklerini
zannediyorlar, kendilerine gelecek ezânın defedilmesini, asıl defedecek olan
A llah’tan değil, gayrından talebediyorlardı” diye açıklarlar.
Sindi der ki: “Burada kastedilen muskalar, cahiliye muskalarıdır, bir
kısım boncuklar, vahşi hayvanların tırnak ve kemikleri gibi. Am a K ur’a n ’dan rc
264 KÜTÜB.I SİTTE MUHTASARI II. CİLT
J 4 “j :J li ^ 4İJI ^ — ١
edilir?” diyerek hadîse dil uzattılar. Buna cevabimiz şudur: Bu söz, söyleyenin
cehdletini ortaya kor. Onların.bu davranışı, şu'âyetin şUmûlûne girer: 0 \ س ه ﺀ ﻷ١
^ - .^
آ5 ا ا١ ا ﯪ ﺟﺎا ^ ا0 ة ا ﻻ0 ﻗﺎ١ ' €
ﺀ٠ ١ﻟﻢ ٨ اا ﻵ ﻫﺎا'^ ةا « ﻻ ا1ﺀ ٠ ﻵﻫ ﻖ . اا ﻻا £§ . '
1ا ا ا
.اﻟﺸﻴﺨﺎن واﻟﺘﺮﻣﺬى
.ﻣﺴﻠﻢ
Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıy.r: uResûlullah aleyhissalâtu ) 4 ٠"(3988
-vesselâm buyurdular ki: “(Medine’nin Necd cihetinde yer alan) Âliye acve
sinde §îfa.vardı_r. o sabahın ilk vakti-nde (y.enirse) panzehirdir ,.؛ ’؛Müs ؛؛,'m
E§ri^ ' 156٠(2048).]
Açıklama, önceki'hadîste ge؟ti ٠
. ]ﻗﺎو وﺳﻮل اﺗﻨﺆ: وﻋﻦ ﻣ ﻌﻴﺪ ﺑﻦ زﻳﺪ' رﺻﻰ اﺋﻠﺔ ﻋﻨﻪ ﻗﺎل - ٠-
,ا أﺧﺮﺟﻪ اﻟﺸﻴﺨﺎن.['ؤﺗﺎوﺧﺎ ﺑﻘﺎة إﺗﺘﺌﺚ.'،ﻟﺘﺬ١ اﺋﻜﺌﺄة ﻣﺊ.- : ا
.. واﻟﺘﺮﻣﺬى
5. (39S9)- Saîd ibnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor: UResûlullah aleyhis-
salâtu vesselâm buyurdular ki: “.Mantar kudret helvası cinsindendi'r. Suyu
göze-§ifehdır._” JBuharî, Tıbb 20,. Tefsîr, .Bakara 3 ؛Müslim, E§ribeİ57,
(2049); Tirmizî, Tıbb 22, (2068).],
39) lsra٠'٤oğu»an'na indirilen kUdreJ helvası ile ilg'ili ayeller: Bakara 57, A ’raf 160..
ll.CİLT RESÛLULLAHI VASFETTlĞl İLAÇLAR 273
Bekr İbnu A bdi’l- B akî anlattı ki: *‘Bazı kim seler mantarın suyunu sıkıp gözleri
ne sürdüler ve gözleri kör oldu.”
2) İkinci görüşe göre mantann suyundan murad, mantan bitiren sudur.
Çünkü, (baharda) yere düşen ilk yağmurla (sürme maddeleri= ekhâl) büyürler.
Ancak bu görüşün zayıf olduğu belirtilmiştir.
îbnu Haçer, îbnu’l-CevzVnm mantann göz tedâvisinde çık’la (yani bir
başka madde ile kanştınlmaksızın) kullanılmayacağına dair iddiasını tıbbî uy
gulamaya muvafık bulmaz ,ve gerekçe olarak Kadı İyaz’m bazı doktorlardan
yaptığı nakli kaydeder; "Gözdeki harareti teskin için tedavi uygulanacaksa
m antar suyu tek başına kullanılır. Başka çeşit bir tedavi güdülüyorsa mürekkeb
(karıştırılmış) şekilde kullanılır." Îbnu’l-Arabî de bu görüşe cezmeder Ve der
ki: "Sahîh olan şu ki, (mantar suyu) bir halde a slî hâliyle fa yd a verir bir başka
halde karışımıyla. Bu tecrübe edildi ve doğru bulundu." îbnu H acer devamla
der ki: "Evet Hattâbî, îb n u ’l-C evzf nin söylediği hususta cezm eder ve der ki:
“Onunla (bahar yağmuruyla) sürme maddelerinden olan tûtiya taşı b ü y ü r ’’ Ve
der ki: "(M antar suyu) çık’la kullanılmaz zira bu, göze zarar v e r ir e l- G â fik î,
el Müfredât’ta der ki: "M antar suyu, ismid’le macun yapılıp göze çekildiği tak
dirde göz için ilaçların en sâlihi olur. Çünkü, göz kapaklarını takviye eder ve
görme gücünü keskinlik ve kuvvet yönleriyle artırır ve gelecek ârazları bertaraf
eder." N evevî rahimehullah der ki: "Bu meselede doğru olanı şudur: "M anta
rın suyu, göz için "mutlak" şifadır. M antar sıkılır, suyundan göze tatbik edilir."
Der ki: "Ben ye zamanımda başkaları hep gördük ki gözünü kaybetmiş, görmez
olmuş olan bir zât gözüne s u f m antar suyu çekmiş, şifa bulmuş ve tekrar görür
olmuştur. Bu zât, eş~Şeyhu’l-adi el-Emîn el-Kemâl îbnu A bd i’d-DımeşkVâis:, ha
dîste rivây et ve salâh sâhibi bir kimsedir. O, m antar suyunu, hadîs-i şerife
inanarak teberrük için kullanmıştı, Allah da onunla kendisini fa idelen drm iş-
tir.” îbnu H'acer, bu naklinde N evevî’yi biraz ihtiyatsız bularak der ki: "Bunu,
sözünün sonunda işâret ettiği üzere, "kendinde hadîsin sıhhati ve onunla amel
hususunda itikad gücünü bulan”Ja kayıtlaması gerekirdi. Bu sözü, daha önce
kullandığı "m utlak” kelimesine aykırıdır. Tirmizi Ckvni'inde, K atâde’ye kadar
sahih bir senetle kaydeder ki Katâde şöyle demiştir: "Bana rivayet edildi ki,
Ebu Hüreyre *radıyallahu anh dedi ki: "Üç veya beş veya yedi m antar aldım.
Onları sıkıp suyunu bir şişeye koydum. (Gözünden hasta olan) câriyemin gözü
ne ondan çektim, o da iyileşti." îb n u ’l-Kayyim der ki: "Büyük tabibler,m antar
'اﺋﻠﻪ. ]ﻣﺎ ﻧﻤﺎن ﻳﻨﺎل وﺳﻮل:اﻗﺎ ك. وﺳﻠﻢ واﺻﻬﺎ ﺳﻠﻤﻰ رﺿﻰ اﻟﻠﺖ ﻋﻤﺎ
276' KÜTÜB-J StTTE MUHTASARI lI.C tLT
' : AÇIKLAMA
ü lem â , kınanın hâsıl.edecegi'bürddet (sogaklak) ile, yaranın hâsıl edeceği
harâretinahfif edileceğini söyler,
إﻟﻰ ﺑﺎﻟ ﻤ ﺸ ﻰ. ا ﻟ ﺘ ﺰ د د. إﻟ ﻰ٠ا ﻻﻧ ﺴﺎ ن ﻓﺔه ﻻ ﺣ ﺘ ﻴ ﺎ ج. . , ' و ﻛ ﻨ ﻰ ' ' ﻋ ﻦ ' ' ذ ﻟ ﻚ '' ﺑ ﺎ ﻟ ﻤ ﺸ ﻰ
. ■.اﻟ ﺨ ﻼ ﺀ
,2- Esma, Resûluliah’ın İkazı üzerine sena denen ve daha' ziyade tedâvide
kullanılan bir bitkiyi kullanmaya başlar,. Aleyhissalâtu vesseiâm bunu işitince'
tasvib-eder ve o'tu takdirkar ifâdede bulunur., Şârihl.er, sena denen'otun Hicaz»da
yetiştiğini,tedavidedeğerli bir yeri olduğunu, mUtedil bir'tesir has.ıl .etmesi se-
.bebiyle-emniyetle kullan'ıldığını, Sicak ve ٤m٠«.-,,tabiatlı olduğunu, safrayı'teshîl.
edip kalbi kuvvetlendirdiği.ni.'belirtir. Senâ’nın insana hâsıl ettiği pek çok ؛ayda-
lar. arasında vesveseyi.önlemesi, adaleleri açması, saçlan büyütmesi,'baş ağrısı,
basur, sara -gibi hastalıklara şifa'vermesi vs. sayılır. Kaynatılıp .suyUnun^içilme-
si, dövülerek' içilmesinden, daha.iyi,olduğu belirtihr. içilecek'miktan yüz dir-
؛emden, beş, dirheme,., üç dirheme kadar olabilir. Onun menekşe çiçeği ve si.yah
kuru'üzüm ile kaynatılması daha faydahdır.
.'ﻳﺎﻻﺻﺦ
. اﻹﻋﻼق واﻟﻤﺮوف، ﻛ ﺪ ا ض ﺑﻌﺾ اﻟﺮواﻳﺎت:((و))اﻟﻌﻶق٠
. اﻟﺪم.و))اﻳﺬرة((ذ وﺟﻊ ﻳﻌﺮص ﻓﻰ اﻟﺤﻠﻖ ﻣﻦ
9 . (39 و3) ﺀûm m ü Kays Bintu M ihsan radıyallahu anhâ anlatıyor: {‘Ben
-küçük bir oğlumla birlikte Resulullah aleyhissalâtu vesselam’ın huzuruna gir
-dim. ( 0 Sirada b û ğ a z ı â k i hastalığı sebebiyle çocuğa (V lâk denen) î e â v i uy
.guUunıştım
0 ؟ “ زﻏﻮﻛﻢ ﺑﺎﻟ ﺌ ﻨ ﺪcuk ١arîn ٠za, boğaz raha،s،zJîk،arî ؟؛în s،،ma tedavi"
. sine başvurarak eziyet etmeyin, kust (damias») uyguiay.n.” ٠
4 ٠ Hadîs üzerinde 'değerlendirmede b u i ı a n ZührîyResulullah aleyhissala-
tu vesselâm’m Kust-u HÎndî’de yedi derde' deva olduğunu., belirttiği halde, bUn-
lardan ikisi'ni zikredip'diğçr beşinin-hangi -hastalıklar olduğunu belirtmediğine,
dikkat ؟eker. Ancak İhım Hacer, tabi.blerden nak'len,'. Kust’un faydalarım sayar:
"idrar.söktürür, kadınlarda adet kanını tahrik-eder. M îde .kurtlarım öldürür,
zehirı ve dört gunde hir gelen harareti (humma’r-rıb) ve diğer harareti defeder
ve mideyi ısıtır', cim'a şehvetini a tır r. merhem gibi) sürm ek suretiyle ؟iller.,gi-
١٠ ١ ا ا
derilir.”
Tabiblerin gösterdiği faydalar yediyi -geçer' ise de bazı, şârihler bu duruma:
"Yedi,.vahiyle bilinenlerdir, tabiblerin 'îiyadeleritecrübe ile bilinenlerdir. Aley-
hissaldtu vesselâm, kesinliği sebebiyle yedi ile iktifa etm iştir” diyerek eevap'ge-
,tirmişlerdir.
Bu. duruma ibnu H acer’ın getirdiği yorum da ..burada kayda değer:,
uResûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın hadîslerinde gelen ‘)e d V ’den murad, te-
davide başvurulan belli, başlı tarzlar da olabilir: Çünkü bunlar ya deriye sür-,
m ek itaia jya İçmek,, ya tekm îd.lhasta uzvu, Üzer.ine-Sicak b'ir şey koyarak ısıt-
١
mak ',ya tentîl şifalı otukaynatarakelde edilçn su ile has'talıklı uzvu yıkamak),
١ ا
وﻣ ﻮل اﺗﻨﻪ, ]ﻗﺎ ل:ﺑﻦ ﻋﺒﺎس رﺿﻰ اﺗﻨﻦ ﻋﺘﻔﻤﺎ ﻗﺎل. 'وﻋﻦ ا- ا١ ٠
و ب،ا ﺻ ﺰ. 'ﻳ ﻈ ﻮا:ﻻىا1ذذ ض ﺧ ﻢ ﺀ ﻛ ﻎ1 ﻻ ﻟ ﻲ ؛1ﺀ ﻗ ﯫ ب
\ ا } ا 0
ا ١ ٠ ب
42) Cevâm V ul-kelim . az sözle çok geniş mânalar ifade eden özlü, veciz kelamlara denir. Resûlullah bü
. واﻷوﻟﻰ زﻧﻴﻦ،اﻷﺧﻴﺮة
'1,1. (3 و وBir başka, rivayette Şöyle gelmiştir:' uResûlullah aleyhissalâtu -(5
v e s s e D n b t süımedam vardj. Her geçe şu g d l e üç, öbür gözüne de ﺀﻻ
kere sürme çekerdir [TIrmizî, Libas 23, (1٩57), Tibb 9 , (2049) ذNesâî.ZJne't
28,'(.8,. 150) !؛bnu,M âce,T ıbb25 , ( 3497) ؛Eb ٧ D âv u d ,L ib fel6 ٠d
' . : AÇIKLAMA
-Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm burad'a göz sağljğı'için s.ürme çekme- }
. yi tavsiye etmekte, ve, sürme raaddesi olarak ismid*[ 'emretmektedir.. Ismidi sür
medekullandan bir taştır. Rengi kızıla ؟-alan siyahtır.. Hicaz memleketinde bulu
nur. Daha kalitelisi Isbahân’dan getirilendir,-^^« Side, ismid kelimesi ile süm e
؟-ıkanlan taş mı kastedilir.'yoksa .bizzat s ü ^ e ıhi kastedilir? Bu konuda âlimle
rin ihtilaf ,ettiğini kaydeder. 7 «٢ ﻣ ﻚ« ﺀ-der ki: “Bu madeni bir taştır. Ancafc Isfe
hânı sürme’ye ismid dendiği olmuştur. Gözdeki yaşı v ﺀcerahatları emer, gözün
sıhhatini korur^', gözün damarlarım bilhassa 'yaslılarda v e - ؟.ocuklarda takviye
.-".eder'
Jsmidle sii^elenme'yi .tav'siye'' eden' rivayetler 'Sahlheyn.dışındalti hadîs
mecmualarında'gelmiştir. ئ؛ إﻳﻬﺬر ذﺑﺔة ﻟﻠﻰ؛م ﺋﺪﺑﻤﺊ ﻫﺪ ى.ﻏﺜﺌ ﻲ ا ص ﻓﺈﺋﺬ
n
k
“ Jsm؛d.kullamn٥ya devam ed'inj ؟٥ ٥ .Saçı gürleştirir, ça'pağ'ı ,0
giderir, görmeyi, sanaştırır, (netleştirir).” « ﺀ ﺀ-Dâvud*un bir rivayetinde, ya
tarken i, ؟erisine-misk 'katılmış^ismid’in-süriilmesi'ni tavsij^eeder:
. ﻻﻳﺐ٠
اا.اةﻷ؛ل,ا ش٠ ه. ﻟ ﺒ ﺬ ج
Sadedinde Oldugmuz hadîs Resûlullah'm 'sürme -2 ؟ekme usulünü göster-
mektedir:
★ Ismîdle sürme çekmekte.
282 KUTUB I SITTE MUHTASARI H .C ÎLT
anhâ kendisine hummalı (ateşli) bir kadın getirilince, ona dua eder, suyu alıp
yakasının İç kısmına dökerdi ve derdi ki: ‘‘Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm,
hummayı su ile sogutmamızi emrederdi."
Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm, hummalı hastalara suyun nasıl- tat-,
bik edileceğini niçin açıklamadı? Meseleyi, mücmel bırakmış olm asının sebebi'
-nedir? gibi,.akla gelm esi muhtem el bir.soruya cevap Yerme sadçdinde ibnu
Hacer, el-M â zirV kn ؟u anıklamayı- kaydeder:' "Şurası muhakkak ki, tıb ilmi
ilimler arasında tafsilata en çok muhtaç olanıdır. ö y le ki, bir şey hastaya İlaç
iken ona ârı^'olan .mesela- öfke gibi, mizacını kiîdu 'an bir sebeple, aî-sonra,
٠
zehir olur. Ve böylece İlacı da değişir. Bunun örneği çoktur. (44) öyleyse, bir
halette iken ,bir ؟eyin bil. kimseye ؟ifa vereceği farîedilse, başka hallerde ayni'
şeyin ona veya bir diğerine ayni şekilde şifa vereceği söylenemez. Tabıbler şu
hususta icma ederler: “Ayni bir hastalıgın İlacı, yaş, zaman, âdet, önceki gıda,
alışkanlığın tesiri ve tabiatının kuvvetine göre değişir.” Sonra yukanda kaydet-
tiklerimize benzer ؟eyler söyler. H epsi derler.'ki:- “(Hadîste) vücudun tamamım
yikama ile İlgil-İ bir. sarahatin vdrid -olduğunu farzedecek olsak, bu 'sefer de.
şöyle cevap verilecekti: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yıkanma İşinin
hummânın atılmasından sonra yapılmasını m urad etmiş olması muhtemeldir:’
Bu ise uzak bil. ihtimal-dir..MuayyCn bir vakitte m uayyen'bir sayıda olması da
muhtemeldir. Bu durumda ٠ , Resûlullah aleyhissalâtu yesselâm ’ın vahiyle mut-
tali olduğu hususiyetlerden olur. Bu durumda da tıb ehlinin bUtUn sözleri, mttz-
, mtıhil.'olu.r. N itekim Tir'm izî 'Sevbdn rivayeti-ola,i"akResUlullo-h’tiın ؟unu tahric
١
etmiştir; “B irinize h u m m a gelCcek olu rsa -ki 0 ateşten bir. parçadır- 'kendi-
sinden 'onu su ile sön.dürsün, akan' b ir .n e h r in -؟؛ine .girip dursun. Suyun'
Hz. Esmâ radıyallahu anhâ, Resûlullah aleyhissalâtu (3'4ﺀﺀﺀﺀ' ا/ا ' ا» ة,ﻻbaldız, ؛d؛. Z ira ";. Af^?؛nin kiz
.kardeşi bulunuyoıdu
Bugün tabibler şöyie demeyi P.rensip yapmışlardır: “" ؛ ﺀه٠ﻟﻢ, ، ﻟﻤﺪ٠ﺀ,. ١,٥,-"
286 K üT üB -t StTTE 'MUHTASARI II.CİLT
'dan su dökün.”
.٠رد ﺟﻦ ا ﺗ ﺮ ﻗﻼت ﻟﻴﺎؤ١اﺣﺬﺑﻠﻢ ﻓ ﻴ ﻦ ﻏﻲ ﻣﻦ اﻟﻐﺎ؛ اي.-ﺀاذا ﺧﻠﻢ.. “Bîrinizina،€§i
artarsa, ü ؟gece seher vaktinde üze.r'ine soğuk su bogaltsjn.” '
ﻏ ﺘ ﻜ ﻢ ﻏﻴﻨﺎ ص ى زا'ﺑﺬ ا ﻟ ﺬ ؤ ت ز ﺟ ﻰ ﺳ ﺨ ﻦ اﻟﻠﻪ ﻏﻰ اﻻز ص ﻗﺒﺮذوا ﻟﻔﺎ اﻟﻐﺎة ﻏﻰ اﻟﻐﻨﺎف ﻧﺼﺒﻮه٠ا ﻟ ﺦ
ش اﻟﺨﻔﺮ ب واﻟ ﻤﺜﺎ؛ ﻗﺎو ﺋ ﺮ ا ﻓﻨﻤ ﺖ ﻏﺌﻬﺐ٠“ أ ﻷذاHumma ölümün öncüsüdür,
o A îa h ’.n yeryUzUndeki' hapishanesidir de. öyleyse, onun İçin suyu tuluk-,
'larda soğutarak (hazjrljklj olun).' Ateş basjnca iki ezan arasjnda yani
akşam^yatsj arasjnda üzerinize dökün..” Ravi der ki: “Böyle yapıldığı oldu
ve yapanların harareti geçti.”
ibnu Hacer, bu hadîsleri kaydettikten sOnra der ki: “Bunların hepsi, “Onu
sogutun" emrini “saduka vererek” diye te'vîl eden kimsenin söriişünû'redde-
der" der. Bu görüş hakkında İhnu'l-Kayyiın şıt açıklamayı yapmıştır: “Zannım
o k i.h n d is te hıunmcımn su ile söndiiriiijne emrini “su ile sadakada bulunarak"
diye te'vîl eden kimseyi hınıa sevkeden husus şudur: “Hıımmcıda suyu kullan-
ma İ§İ ona ka ,ma§ık'bir İş geldi, o da'böyle bir te'vile yÖneldi. ؛ ؟Gerçi bu.
١٠ ٩ ١
te’vilin de hoş bir yönü var. Zira, ceza amel cınsindendir. Şöyle ki, ٠ susuzun
aîeşin.i'su ile söndürünce Allah da mükaafat olarak ondan huntma ateşini sön-'
diirecektir. Ancak bu, hadisin İfâde ettigi m d n a ve işaretten çıkarılan bir yorum-
dur. Amma hadîste güdülen esas gaye hu değil, açıklandığı iizere, asil murad
suyun bedende fiTlen kullanılmasıdır....Nitekim ibnu Ömer de: “Humma gel-
digi zamarı ' ا ﻛ ﺒ ﻒ ﻏﯫ اﻟﺰﻟﺠﺰ// diyerek hummanın kaldırılmasını talebetmiştir.
ibnu Ömer ki, hummanın asil itibariyle cehennemden olduğunu, kime İsâbet
ederse, onun bununla azablandınldığım , bu asabin, geldigi şahsa göre'farklı
bit. mahiyet kaıandığını, eıciVmle miVinine gelmişse günahlarına kefaret ve. uh-
revî ücretlerinde artma vesilesi olduğunu, kafire gelmiş ise, yaptıklarından
kam alarak daha dünyada bir, ce ؛a'kılındığını bildigi halde, humm.dnın kaldırıl-
masını AllaN tan istemiştir. Evet ibnu ö/ner, hummaya maruz kalmadaki sevabı
bildiği halde bunu talebetmiştir. Çünkü -kendini huzursuz eden bir musibet ol-
madan da A llah'T ed la Hazretlerinin günâhlarını örtüp 'sevabını artırmaya
kâdir olması hasebiyle- hummânın kaldırılmasını Allah Tedla Hazretlerinden
talebetmenin meşruluğunu da biliyordu."
45) Bu zât İb n u 'l-En h â rî'd İT . Bu zâta bummaya karşı su kullanma işinin karmaşık gelmesi, emrin tat
bikini mutlak anlamış olmasından kaynaklanmış olmalıdır. Alimlerin yaptığı üzere işin' üzerine tahkîk ve
tahlil ile gidilince, hummânın çok çeşitleri görülmekte, herbirine su kullanma zamanı, tarzı değişmektedir. Bu
“tarza" dikkat edilmedi mi su kullanma işi zararlı olabilmektedir. Bunu .su tusadâuku olarak te'vil, işin için
“S u te d a v is i, b u g ü n b ir y e r d e a te ş l i h a s t U a r d a s e r u m tedd-
v i o la r a k ş e k i l d e ğ iş tir m iş tir .
A t e ş l i k a s t i s e b e p le r i ç o k tu r . B u n l a r d a n b ir t a n e s i d e h u m -
m a d tr . H u m m a n ı n g ü n ü m ü z tib b m d a k i d ig e r a d i S i t m a d ı r . B u n a
r a ğ m e n d iğ e r h a s t i l a r d a g ö â n a t e ş l i d u r u m l a r a h u m m a d e n il-
d iğ i v a k i , d m e k o la ra k , a f t h u m m a s ı, d e â d o i m i e r e sebep
o la n h a s ta lık la r d ır ö a zü , k ız a m ık , k ız a m ık ç ık , ç iç e k ye siu ç iç e ğ i
gibi). E m z ir m e v e d o ğ u m h u m m a s t v e y a b h u s a h u m m a s ı, m a lta
h u m m ası (B ru ce llo sis) رغh u m m a s ı (k e n e le r le g e ç e r) g i b i I
B û t û n b u n la r d a ö n e â o la n d t e ş i d ü ş û m e i . A t e ş l i k a s t i -
l a r d a te r le m e h ız lı o l d u ğ u n d a n f a r k m d a o l m a d a n v ü c u t s u k a y b ı-
n a u ğ ra r. B u su . k a y b ij b e lli lim itle r in a l t m d a h a y a t i t e h l ik e y e ,
s o k a r . B u n u n i ç i i ki, y a v ü c u d u n a t e ş i n i d ü ş ü r e r e k s u k a y b m a
m a n i o lu n u r, u e y a 'd a r u a r - ^ e s e r u m ueröerefc s u k a y b ı n a m a n i
o lu m
A te ş d ¥ i k e n ik i ş ş d ik k a t e d i l m e l i :
a- A t e ş b ir d e n b ire d ü ş ü r ü l m e m e l i . A n i d e n a t e ş i n d ü ş ü r ü l-
m e s i, a n i ö l ü â r e v a r a c â k a d a r , başkçL 'd a h a $ h â d is e le r in or-
t a y a Ç ik m a s m a s e b e b olur. B u n u n iç in d ir k i, ateşi y a v a ş y a v a ş d u -
ş u r û h lid ir .S u ile y ık a n m d ıv e b u n u a r d tk liy a p m a H .B u n u s u
p a n s u m a n ı ş e k l m d e v e y a s u y a g irip ç k a ş e k l i n d e y a p i T İ
m ü i û n d ü r . D e v a m lı s u İçinde b u L u n m a k te h lik e li o l a b ğ .
K a ld ı kii k u V a n ü a n s u y u n s ı c H ı ğ ı d a d i k k a t e a l m m a s ı g e r e k
il o la n b ir b a ş k a h u s u s tu r . Ş ö y le fci s v c a k h ğ a b a ğ â o la r a k s u
İç tn d e a z v e y a ç o k k a l m O r .
b- A t e ş i n t a m a m e n d ü ş ü r ü l m e s i ise t e d a v i s i a ç ıs ı n d a n z a r a r lı
.aiabiiiı... Çüu^:U, h ٠ ,a،eş v ü c u tt a k i s a v u n m a ,mefcanizmas'ının
d a h a iyi çaiışm d sıaı 50'’”. ﺀؤ0 أ٠
٠وزةن
14. ( 3 8 _)ووibnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıy.r: uResûİullah aley-
hissalatu vesklâm buyurdular ki: “Cibrîî ateyhlseîam .bana, bir İlaç öğretti.
Bu bUtUn.hastalîklara devâd،r٠Ayrıca dedi kiî «Ben bu Mac. Levh-İ Mah-
fuz’dan'istinsah edip yazd،m.” (٥ ac. şöyle tarif etti:) «Dam özerinden, ak-
mayan yağmur suyundan temiz bir' kaba.'alırsjn. üzerine Fâtiha suresini
yetmiş kere okursun. Bir 0 kadar-da Ayetü»l-'Körsi'»yi, bir '0 kadar da Jhlas'
sûresini,, bir 0 kadar-Kul.eUzu bi-Rabbi٠l-Felâk'’،,.,b؛r 0 kadar'Kul eUzu bi,"
İ b i . n - N a ş ’ı, Lâ-îlâhe ٤!lallâhu vahdehu.,!â şerike leh. LehUl mUlkU .ve
1 ا ﻫ ﻢhamdu y'uhyî ve yUmit ve hUve hayyun la yemuhj bi-yedikel hayr. ve-
-hUve ala kUlli- §ey»in 'kadir’i ٥kur ٠Sonra yedi gön'oruç tutar ve her'gun hu
suMeorucunu.açar.” ' .
Rezîiî ilâvesidir.- Kaynagı 'bulunamamıştır. ^Câm؛٠u-’l-٧ sûl -'muhakkiki Ab
dulkâdir el-Arnavud:( “Z a y ıflık v ş mevzttiuk alâmeti gözükmektedir” .!ﻫﺔ
اﺋﻠﻪ--- ' ز ﻣ ﻮأ هJ i^ ] : . ﺛﻂ٠ﻗﺎل ﻟﺬه ﺀ^ا٠ا رﺿﻰ ﺀا ﺛ ﺜ ﺔ وﻏﻦ ٠١٥
' أ ﺧ ﺮ ﺟ ﻪ. [ ﻳ ﺸ ﻔ ﻲ اﻟﺤﺰ ف٠4 وﻗﺌ ﻬ ﻢ٠إ ة ا ﻟ ﻴ ﺬ ﻗ ﺠ ﺈ ﺛﻮان' اﻟﺘﻴﻴ ﻬ ﺮ ؤ
اﻟﺸﻴﺨﺎن.
1 5 . (3999)جHz. Aişe radıyallahu anhd anlatıyor: “Resûlullah aleyhissaldtu
vesseldm buyurdular ki: «Telbine (denen'sUtlU'çorba)'hastanın kalbini din-,,
lendirir, hüznün., bir kısmını götUrUr.” (Buharî, Tıbb -8, Et’ime '24؛, Müslîm,
Selam-90,(2^16)'.J .
AÇIKLAMA:
.1"- Tetbme bir ؟orbadır... Terkibi hakkında'farklı yoruıniar.. yapılmıştır, sut
demek olan. Lehe« kelimesinden siitleme mânasında telbine denmiş'old'ugu-na„
bakarak,, âlimler-؟ogunlukla süt, un. ve bal karışımı bir çorba diye tarif ederler.'
Hadîsin Bıtharî'de kaydedilen bir vechi, Hz. A ı'e’nin'bunu hem hastalara, hem
,de bir yakını öldüğü.İçin acı çeken ,mahzunlara.yedi.rdigini gösterir. Riv-ayetin'
. s o n u n d a , P eyg a m b erh . şöyle'işittiğini kaydeder: *‘Telbine, hastanın kal-
bi'ni. rahatlatır, (Üzüntü- çekenin) bir kısim üzöntösünü giderir.” -Bir başka'
JLCİLT .RESCLULLAH’IN' VASFE^،6J il a ç l a r 291
.اﻟﺤﺰن
.ﻳﺸﺪه وﻳﻐﺬﻳﻪ « ﺛ ﺆاذ اﻟ ﺤ ﺆ ي و س وﻳﯯ :
'.ﺀذه > ه وﻳﺰﻳﻠﻪ. وﺀﻳﺴﺮو ص ﺋﻨﺎؤ اﻟﺜﻘﻴﻢ « أى ﻳﻜﺸ ﻒ،
l 6 ,{ 4 m ) ’ YmeHz.Aişeradıyallahuanhâdii\myoT: “Resûlullah aieyhis-
s a l vesselâm, dile h a lk lâ n birine humma (rahaîsızhğı) gelince hamurcun
çorba y a p ılış ın ı emrcderdi ve '؟orba yaplUrdv. Sonra hastalara 'emrederdi ١ر.€ا:',
o n la r d a o â n a g ır ağır içerlerdi. R esûliahaleyhissalâtuvesselâm deriki:
“Çorba hüzânlö ,kimsenin kalbini' takviye eder,, -
eiero ؟ ؛ıkarır, tıpkı birinizin, sn ile yiizUnden kir. ؛çıkarması gibi/? [Tîrmizî,
Tıbb3,(2M0)..J-
ه'ﺗﻮا٤ ﻣﻦ ﻋﻨﻘﻪ . ' ﯪ ﺳﺄ, ] أ ة ا:ﺀذه ﺋﺬه١. رﺻﻰ وﻋﻦ أض ^ ١^٧ '
geçtiği İçin, burada, tıbb bahsine girmeyen teferruata girmeyeceğiz. Orada kay
naklan da tam olarak gösterdik (6. cilt 1587-1588. hadîsler).
2- Hadîsin tıbba giren yönünü anlama sadedinde vâkıayı kısaca bir özetli-
yelim: /٥«M //.ce/ ’in açıkladığı üzere, Medine’ye sekiz kişilik bir grup gelir:
Bunlardan dördü Ukl, üçü Ureyne kabilesinden, biri de onlara katılmış bir başka
kabileye mensup biridir. Medîne’ye inince, kendilerini rahatsız hissederek
Resûlullah aleyhissalatü yesselâm'dan barınma ve yemek falebederl٠er.
ResûIuUah onlara imkan tanır ve açlıklarını giderir. Onlar da iyileşip, kendileri
ne gelirler. Bu birinci rahatsızlıklarının, yorgunluk veya açlık gibi yokluktan
gelen herkeste bulunacak şeyler olduğu belirtilmiştir. Şu halde bir müddet ika
met ve istirahatle kendilerine gelip yorgunluğu atan bu yabancılar, Medine’den
yakınmaya, buranın hastalıklı (vahime) olduğunu söylemeye başlarlar. Bu duru
mun, onlar çölde yaşamaları sebebiyle, Medîne’nin havasına alışamayıp rahat
sızlanmış olabilecekleriyle izah edilmiştir. Zira rutubetli olan Medîne’nih çölün
kurak havasından gelenlere dokunduğu bilinen, müşâhede edilen bir husustur.
Nitekim ilk hicret sırasında, Mekke’den gelen muhâcirler de Medîne’nin hava-
sıha uyum sağlayamamışve hemen hemen hepsi hastalanmıştı.
Ancak bu hey’etin, sırf Medîne’nin havasına uymamaktan değil, orada
umûmiyetle rastlanan “hummâ"ya yakalanmış olmaları sebebiyle de
Resûlullah\a müracaat ederek sızlanıp Medîne’den şikâyet etmiş olmaları üze
rinde durulmuştur.
Her hâl u k^da Aleyhİssalâtu vesselâm, onları sadaka develerinin yani ha-
zineye.ait onbeş kadar devenin otlatıldığı c/-//٥;r٥’ya gönderir. Burada çöl ha
vası hâkimdir. Resûlullah onları buraya gönderirken, develerin sütlerinden ve
bevillerinden içmelerini tenbihler. Bedevîler, oraya varır, tenbihlenen hususlara
riayet ederler ve iyileşirler. Ancak iyileşince büyük bir ihârtete düşerek, çoban
ları öldürüp develeri sürüp kaçırmaya yeltenirler. Resûlullah aleyhissalâtu ves
selam durumdan heberdar olunca, arkalarına tâkipcj gönderip yakalatır ve ağır
şekilde cezalandırır.
Hadîsenin özöti bu. Tefsilatı Hudud bölümünde geçti. Burada hadîsin bizi
ilgilendiren kısmı, hastalıktan şifa bulmak için deve sidiğinin tavsiye edilmiş ol
masıdır. Ihnu Ahhâshn rivayet ettiği bir başka hadîste de Resûlullah deve sidi-
47)H ıın u ıu hhararetin artmasıdır. Pek'çok hastalık böyle tezahür eder. Ureynelilerin yüzlerinin .soldu-
ğu. kannlarının. ؟ittiğine dair de rivayetler gelmiştir.
29. KÜTÜB-J SİTTE MUHTASARI ı ıc lu r .
ş s UTVE.BEVLDE'ÇIFAMUTLAKM'I?
Şu hususu .da'belirtelim.ki, Jslam âlhnleri, ,hayvanlar ,belirtilen şartlara
uygun olarak beslense bile.sütünde veya,beklinde mutlak bir şifa'bulundugunu-
..,iddia etmezler..Şahsın hastalığı, niizacı, bes'lenme rejimi, bulunduğu bOlge şart-
lan gihi değişik,dUrumlara٠bağlı,.kayıtlı bir şifa vaadederek ihtiyatlı konuşmayı
,tercih,ederler. GünümUzUn'getirdigi. yen'i ve',sun’î durumlar, hîl.e.er göz ,önüne
.alınınca .ihtiyat ,payı..daha da'artar. ülemâmızın ihtiyatın.a.örnek olarak’Ehw.
Bekr ib m ’l-ArabVnin bir yorumunu kaydediyoruz: “Deve süt ve bevllerinin
bân ahvâlde, bazı hastalıklar İçin, bazı şahı,sla١٠a ١'baîi.beldele٢dedevâ olması
mumteni (akla uıak) değildir. (Alimler) dedileı. ki: “Eri salih süt, kadın sütüdür,
sonra eşek sütü sonra'deve s.ütû, sonra keçi sütü, sonra'sığır "sütü, sonra koyun
sütü gelir ve hu en katisidir.” Îhnül-Arahî sözüne- şöyle devam eder:' “(Sütlerin
eniefdalini' belirtme hususunda) tıbbî tâ'i'üheye dayanan hu tertibi zikretmeye
sadedin.de olduğumu ؛hadis mâni değildiı٠i,^i ١٠a hadis, bedevi.muhataba', onla-
rın hastalığına en uygun olan süte İşaret huyurmaktadır. Çünkü onlar hu süt
üzere neş’et ettiler, hu seheplevo sut, (yani deve sütü) onların hedenlerine mu-
vafık düşer (ve şifâhahş olur). Herkesçe bilinip kabul edilen görüşe göl'e, sütle-
'.rin hepsi-bil. değildir', süt aldığımı: hayvanin, sütü İçen bedenlerin ihtilafına,
hava durumuna, zamanlara meralara, bölgelere gore sütler farklılıklar arze-
-der.... Burada sörûldûğü û:ere ١sâdece'deve., koyun, keçi sütlerininfarklı hâsi-
yetler taşıması degil, söz gelimi bir deveden diğerine hayvan değiştikçe veya
ayııı deveiiiii sütü, gıdası, nıcv.sinıi. bulunduğu bölğe değiştikçe ,sUtttndeki hâ-
siyetin değişeceğine dikkat çekilmektedir. Sütü alıcı durumda olan bünyeler de
elbette ayııı siitefarklı aksülameller (reaksiyon) gösterebilecektir.” :
296 KÜTÜB t S i MUHTASARI llC lL T
sidigi V. d؛٥er eti yenen dert ayakJı' hayvanlann sidiği necaset'-' ؛.hafifc.dir. Fıkıh'açısından h٥k٥m,teri bîr de
ğüdir. Harara ve .pis jeyle-tcdavi tecviz edilmez, üstelik insan' İdrarı', ile tedavinin sBnnctte ertçği de yok.
!!.CILT r e s Ol u l u h in V A SFEnlG l il a ç l a r 297
AÇIKLAMA:
B uharî bu hadîsi "Şifa üç şeydedir" başlığı altında verir, böylece bu hu
sustaki kanaatini cezmen beyan etmiş olur. îbnu Hacer, Resûlullah aleyhissalâ-
tu vesselâm'm bu hadîsteki maksadının şifa veren maddeleri üçe hasretmek ol
madığını zira başka maddelerde de şifa olduğunu belirtir. Ni١ tekim çörek otu,
süt, hurma gibi pek çok yiyecek maddesinin şifa yönü muhtelif hadîslerde mev،.
zubahis edilmektedir. Öyleyse, burada Efendimiz, Usulü’l-ilâç denen tedavide
başvumlan ana maddelere dikkat çekmektedir, tbnu Hacer, hadîsi devrinin tıp
anlayışına tatbik edip, o anlayışa uygun bir şekilde izah etmek üzere şöyle
devam eder. “Çünkü imtilâî hastalıklar^^^^ya dernevî, ya safravî, ya halgamt, ya
da sevdâvfdir. Dernevî olanların şifası kan çıkarmakla hasıl olur. Hacamat’ ı
zikretmiş olması Arapların buna çok yer vermelerinden, fasd (damar yarma),
[Sülük koyma g i b i k a n almayı ifâde eden diğer metodlardan çok, hacamat
metoduyla kan aldırmaya alışmış olmalarındandır. Zira -fasd dahi her nekadar
hacamat manasında ise de- Araplar çoğunlukla buna alışmamışlardı, hatta
٠٥^
؛ tabiri, fasd’ı da içine almış olsa bile. Keza, hacâmat usulüyle
kan aldırma sıcak memleketlerde fasd usulüyle aldırmaktan daha pratiktir, fasd
usûlü ise sıcak olmayan yerlerde hacamattan daha pratiktir.’’ .■^١^
A 9 )Im tilâ î hastalık hasla edici, zararlı maddelerin vUcuddaki birikimi ve ؟.ğalm asıyla hasıl olan has.
'talıkl ؟rdır. SözgClimi yara imliiat değildir, zira.viicudda zararlı olan bir maddenin birikimi mevzubahis değil-
dir.
.50 ) Bıj misal ^ynf’dendir. ?؛
5 1 ) « ة ر، ؛/ / ٠ ،-«-. bir başka babta meseleyi Sâh ibü ’l-H٠ d y ’dennaW “H a ca n u lt IV
ildir, F a sd ise hilakistir. B il sebeple A٠ ،٠٥OT٠ ,. b ilhassa ço cu k la r v e fa sd 'a m u k â v im olniayan kim selere daha
fa yd a lıdır " M uvaffak el-Bağdadt de şöyle der: “H a ca m a t bedenin sathini, fa s d ’d aiı d a h a ’iy i tem izler. F a sd
' i k bedenin d e rin liklerin i temizler. H acam at çiK 'u kla r için d ir. Ş)ca k memleketlerde hacam at, fa sd 'd d n e vladır
v e t e h lik e le r d e n e m in d ir . B u . b i r ç o k i l a ç l a r d a n m i i s t a ğ n i k ı l a r . B u s e b e p le h a c a m a t l e h i n d e p e k ç ٠١k Itttdls
52) I b m E b i C em re 'nın bu mütalaasına hak vermek mümkün değil. Nitekim müteakip açıklamalardan
îfitıti anlaşılacaktır.
53) I b m H a c e r gayr-t m addi hastalık tabiriyle, az sonra görüleceği üzere bugün ruhî dediğimiz cündn
veya, stres dediğimiz psikolojik hastalıkları kasdetmiyor. Bilakis beden hararetinin artması şeklinde tezâhür
eden ve hepsine hummâ denen ve mahiyeti o devirde açıklanamayan hastalıkları kastetmektedir. Mâmafİh
kendisi de “m â n e v r , “r û h r gibi bir tâbir yerine g a yr-ı m addi tâbirini kullanma zekâvetini gö.stermiştir.
İLCİLT RESÛLULLAH’IN VASFETTÎĞI İLAÇLAR 299
olunca sadedinde olduğumuz ha^rde, bir misal vermek suretiyle tedavinin asit-
na dikkat ؟ekilmiş olmaktadır: Hârre (sıcak.) olan hastalık, kanin ؟ıkanlması su-
retiyle tedavi'cdilir, zira kanin ؟ıkanlmasında (hastalık'veren) mad'denin atllma--.
SI (isti^âğ). ve mizâcın soğutulması mevzubahistir. -Baide .(soğuk) 'olan
hastalık, bal alınmak-.suretiyle tedavi0؛İunmaktadır.'Çünkü -balda ısıtma, olgun-
'laçtırma, parçalama, 'inceltme, sürdürme ve yumuşatma hassaları vardır. B.öyle-
..ce, zararlı maddeden kurtuluş n ^ la ve kolaylıkla hâsıl.olur.-
D agliayai gelince, bu, müzmin hastalığın tedavisine mahsustur. Çünkü
müzmini hastalık bârid'(soğuk) 'maddeden hâsıl olur ve ؟oğu kere uzvun mizacı-
nı bozar. D a ğ lın c a bu h a s i uzuvdan çıkar،
(Dağlama ile ilgili-geniş açıklama 4018 numaralı hadiste gelecek.),
G'aj^r-ı maddî olaıı hastalıltlara gelince bunlann ilacına, hadiste:.ص
ر ذ و ﺧﺎ ﻷﻧﻨﺎ ؛، “ ﻗﺢﺀ ﺟﺔﺗﻠﻢHummâ.cehennemden h؛r.kabarm adır, su de
onu sogutun” denilmek suretiyle İşaret edilmiştir.
ﻣﻢU
٠ ؤﺑﻤﻲ١ ? وم ا ﺳﻤﻢ دا٠ ﻋﺎ؟٠ 'ﺳﺪوى ى-٠٤ﻟﺨﺘﻊ اﺑﻤﻠﻎ ﻻغ ﻓﺪا ﻏﻼﻟﻢ#
AÇIKLAMA:
-1" Hacamatın kan-aldırmak .Idugu -daha önce.a ؟ıklanmı§tır.'5٥'M؛, burna
؛la ؟akıtmaktır, ?arihler bu ameliyey؛.: uOmuzların altına bir yastık koyup başı
.§ ٠ اغsarkıttıktan .sonra burna İlaç damlatıp beyin içlerine^ niifuz etmesinin
sağlanması” diye tarif ederler. Bundan maksad haStalıga sebep'olan zararlı.bi-
rikiriılerin 'akmtı yoluyla dışarı atılmasını sağlamaktır. Damlatılan İlaçla tahrik'
edilen hapşırma, arzu edile'n ,akın'tıya yardımci'Oİacaktı؟. Bu'ma damlatılan. şi'faİ!
mayi,''sade olacagı gibi birka ؟maddeden mürekkep, bir'karışım da olabilir.
M ı s Resûlullah'm bu ؟eşit tedaviye başvurduğunu İfâde etmektedir.
l-Kıydiy&iResûlullahaleyhissalâtuvesselâm’m k c i d i m i y k k d L [ -
dırdığını İfâde etmekten başka, doktora ücret verdiğini de takrir etmektedir.^BU"
hari'nin diğer bâzı.rivayetlerinde ResûlullaKın k'an aldınrken ihramh'olduğu-'
nu, Mekke yolunda bulunduğunu tasrih eder. Yani.hacc veya 'umre İçin seferde
' olduğu bir sırad'aj^0İesna.sında kan çıldırıştır'. -
3- tbnu Hdcer, .tabiblerin hacamatla ilgili pek'çok^faydalar saydığmı kay-
deder. Hacamat.yapılan uzva göre, .hâsıl ol'acak faydalar farklılıklar arzetmekte-
dir. Hacamat .akciğer,, karaciğer, dalak', baş, boğaz, 'göz, tailak, diş, burun, ba-
caklar, baldırlar, ٩ıide, vs. .pek؟ok uzuvdaki muhtelif rahatsızlıklara.fayda
اgetimıektedir.-
Not: ,.acaraatla ilgili daha geniş açıklam'â 4002 numaralı hadiste 'az önce
geçti.
Bu hadiste, bazı hastalıklarda tatbik edilmesi 'gereken perhize bir ö'mek gö-
rülıhektedir ؛Resûlullah, hastalıktan y-eni çıkmış ve h-enüz sağlığına, t'am olarak
kavuşamamış, o l a n , A / / ’yi ؟agla hurmayı yemekten men. etmektedir.
dığını görünce bir parça hasır aldı. Onu yakıp iyice kül hâline gelince yaraya
bastı. Böylece kan da durdu." [B uharî, Cihâd 80, 85, 163, Vudû 72, Megâzî
24. Nikâh 123, Tıbb 27; M üslîm , Cihâd 101, (1790); Tirmizî, Tıbb 34 (2086);
İbnu M âce, Tıbb 15 (3464).]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivâyet, câhiiiye devrinde bilinen tabâbete bir örnek olmaktadır:
Külle kanm durdunılması.Rivâyetteher ne kadar hasır külü mevzubahis edilmiş
ise de, şârihler herhangi bir külün aynı fonksiyonu ifa edeceğini belirtirler. Nite
kim halkımız hâla bu usule başvurur ve âcil durumlarda bir bez parçası yakarak
yaraya basar. Her halde dikkat edilmesi gereken husus külün taze olmasıdu*.
Zira taze elde edilen kül mikroptan âridir. Bayatlamış, steril olmayan yerlere
değerek kirlenmiş külden sakınmak gerek.
İbnu Hacer: "Derin olmayan yaranın su ile yıkanması câizdir, derin olur
sa suyun zararından emin olunamaz" der. Şüphesiz imkân elverdiği diınımlar-
da yaranm su ile yıkanmasmdan kaçmmalı, yaraya zarar vermeyecek steril mâ-
yilerle, en azından kaynatılmış su ile yıkanmalıdır. Aksi takdirde yaranm sudan
mikrop kapması melhuzdur.
2- Sadedinde olduğumuz hadîs Resûlullah*m Uhud savaşı esnasında yara
lanma hâdisesini anlatmaktadır. Uhud savaşı müslümanlann maruz kaldığı en
ciddî ibtUalardan biri olmuştur. Bedir yenilgisinin kiniyle dolu olan Mekke
müşriklerini birinci safhadaki mağlubiyetten sonra, müslümanlan arka canibten
gelecek tehdide karşı korumak üzere bırakılan "okçuların düşman mağlub oldu,
savaş artık bitti" diyerek yerlerini terketmeleri üzerine, o âm bekleyen Hâlid
İbnu Velîd komutasmdaki ath birliğin, müslümanlara yaptığı âni baskın ile der
lenip toparlanmış ve mukabil saldm ile çok sayıda müslümanı şehid etmişti. Bu
meyanda Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm da oldukça kritik anlar yaşamıştı:
Yüzünün birçok yerinden yara almıştı. Azı dişi kırılmış, elmacık kemiklerinin
üzerinden, alt dudağmdan. almpdan yaralar almıştı. Abduhezzâk'm bir rivâyeti-
ne göre, o gün Aleyhissalâtu vesselâm'm. vech-i mübareklerine yetmiş kadar
darbe gelmiş, ancak Cenab-ı Hak. onlarm zaranndan korumuştur. Bu saldınlan
yapanlann başmda İbnu KcanVa admda bir müşrik gelmektedir.
3- Hadîsin delalet ettiği bir husıis açıktır: Tedavinin cevazı.. Bu meselenin
teferruatma bu bölümün baş kısımnda temas ettiğimiz için burada tekrar ele al
mayacağız. Ancak، Resûlullah*m hu tedavi ameliyesine itiraz etmemiş bulun-
masınm saıüı bir şekilde tedavinin cevazmı gösterdiğini vurgulamayı gerektirir.
308 -KÜTÜ٥ -t SÎTTE MUHTASARI l l .d L T
53) Günümüzde bir kısım ilaçlar ve bilhassa şuruplar alkolün, belli bir nisbette karışımı ile elde edil
mektedir. Tıbb ilmi en çok gelişme gösteren bir ilimdir. Günün birinde yeni bir terkibin geliştirilmesi ile bu
tatbikattan vazgeçilmesi mümkündür. Biz bugünkü hali değişmez nihâî durum diye kabul edemeyiz. Esas
II.CJLT RESÛLULLAH’IN VASFETTİĞl İLAÇLAR 309
mıyor. Bugünkü doğru ve faydalı bilinen bir kısım tatbikatın zararlı olduğunun
anlaşılabileceğini, ondan vazgeçilebileceğini peşinen kabul ediyor.
Hemen belirtelim ki, sadedinde olduğumuz hadîsin bu meseledeki tavrının
kesin bir üslûbla menfi olmasına rağmen, dinin getirdiği başka nass ve prensip
leri de değerlendiren İslam ülemâsı bu meselede tam bir görüş birliğine varama
mıştır. Nevevî hazretleri, Resûlullah’m “O, deva değil, derttir” sözünü şöyle
açıkl^; "Bm ifade, hamrın kullanılmasının veya .sirkeye çevrilmesinin haram ol
duğuna delildir” diye hükmeder. Devamla der ki: “Hadîste, hamrın devâ olma
dığı, onunla tedavide bulunmanın haram olduğu hususunda sarâhat var. Çünkü
o derttir. Ashabımız (Şafiîler) nezdinde sahih olan görüş, hamrla tedavinin
haram olduğudur. Keza, susuzluğu gidermek için içilmesi de haramdır. Ancak
boğaza takılan lokmayı geçirmek için hamrdan başka içecek bir şey bulunmar
ma durumunda, hamra başvurmak gerekir. Zira bu halde, onunla şifâ kesinlik
kazanmış olmaktadır. Tedavide ise, durum böyle değildir.”
Ancak bazı âlimler, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'm- 4001 numaralı
hadîste izahı geçen- Ureynelîlere deve sidiğiyle tedavi olmalanna vermiş oldu
ğu ruhsatla mukayese yaparak zaruret hâlinde tedavide hamnn da kullanılması
nı mubah addetmiştir. Bunlara göre: “Deve sidiği haramdır, ancak, bazı hasta
lıklara da şifa olmaktadır, işte bu sebeple o haramın kullamlmasma
Aleyhissalâtu vesselâm ruhsat tanımıştır.”
Ülemanın ekseriyet itibariyle hamnn tedavide kullanılmasına “haram” de
diğini belirten Hattâbî yukanda kaydettiğimiz kıyasla tedavide kullanılabilece-
olan ve değişmez gerçekleri ifâde eden vahye müstenid nebevî irşadlardır. Gerçek, mahiyetiyle onun anlaşıl
masına ehemmiyet vermek gerekir. İslam Ulemâsı bu meselede ihtilaflıdır. Görüleceği üzere biz ilaç sanayiin
de alkole ‘‘h a yır” diyelim veya “evet!” diyelim diye bir teklif getirmiyoruz. Bu meselenin hâzık mUslüman
tabiblerce. her çeşit peşin hükümden âri olarak, ciddî şekilde araştırılması gerekmektedir. Bunu yaparken fiı-
56) N evevî, tedavide ilacın tesirinin yüzde yüz olmayıp zanna dayanma durumunu nazara vermektedir.
Şu halde, boğazdaki lokmayı kaydırarak boğulmaktan kurtulma gibi şifa verme durumu kesinlik kazanan hal
lerde, V evevfye göre hanuın işti’mali caizdir, başka hallerde d٠ğ ؛١■
310 KÜTÜB-J S.E 'M U H T A SA R I II.CİLT
ğine hükmedenlere şu cevabi verir: “Derim ki: “Bu görüş sâhibinin birleştirdi-
ği iki şeyi Resulullah aleyhissalâtu vesselâm tefrik etmiş (ayrı ayrı
değerlendirmece tdbl kılmışı, birinin “zararlı olduğu" na hükmetmiş, diğerine,
de “mubah” demiştir. Zararlı dediği “hamrPfdır, m â h dediği de “deve sidi-
ği’٠dir: Nass’ın aralarım tefrik ettiği iki şeci birleştirmek' lacnı hukme tdbi kil-
mak)câiz değildir.”
Hattâbi, h am r'm ev zu u n d a ResûlullahTm tavizsiz' ta v n n ı b ir başka nokta-i
nazardan değerlendirir. E hem m iyetine binaen 'Okuyucumuzun nazar-ı ibretle
tedkiklerine arzediyorum : “Keza, halk hamrı haram kılınmazdan önce çokça
içiyordu. Herkes İçki mUbtelası'olmuştu ve 'ondan alacağı kcCn.,pesinde idi'.
Haram edilince 'onun,terki ve ondan uzaklaşılması çok zor geldi.'Şeriat, hamr
alana ceza taMir e l e k suretiyle ٠ hususta sert davrandı, tâ ki bundan vazgeç-
sinler ve İçmeyi, terketsinler.'Bu .sebeple., İçmede, tedavide VS'."her hususta kesin,
yaSak. koydu, td ki kimse temdruz 've tesSkum ederek lyani'kendisinin hasta ol-..,.'
duğunu ileri sürerek) hamrın alınmasını mubah addedip (yasağın ciddiyetini
bozmasın, gevşeklik hasıl etmesin). Halbuki deve sidiği hususunda böyle bir en-
dişe mevcut değildir, çünkü onu İçmeye sevkeden herhangi bir sebep yoktur,
insan tabiatı, deve sidiğini içmekten kendi kendine-sıkıntı duyar've iğrenir. Oy-
leyse (bu yönüyle temeldenfarklı) iki şeyi iltibasla birbirine kıyas etmek sahih
değildir', doğru da olamaz.١١
Ibnu’l-Kcıyyim'm getirdiği bir izah da. burada kayda değer.- Merhum,
haram, edihniş. olan şeylerle, tedavinin .hem şeriat ve hem de,akil nazannda
“kabih (çirkin)” olduğunu ^ irttik ten sonra, öncelikle şer’î-yönünü ele alır ve
haram şeylerle tedaviyi'yasaklayan hadîsleri kaydeder -ki. bunlardan' biri '-sade-'
dinde olduğumuz hadîstir, bir diğeri 3978’de kaydedilmiştir- soma aklî yönünü
ele alarak derﻧﺠﺎ
“Allah Teâla Hazretleri hantrı pis olduğu İçin haram kılmıştır. Zira ٠
celle şânuhu bu ümmete, temiz bir şeyi ceza olsun diye haram Mmamıştır. Te-
mizi, ceza o la r i, y a h H e r e haram kıldığını âyet-i kerime beyan eder: ,“Yahu-
. dMerin haksızlıldanndan, çoklannı Allah yolundan -men' etmelerinden,
-yasak, edilmişken faiz, almalar، ve insanların 'mallarmı haksKlıkla yemele.
rinden OtUrU,'kendilerine helal kliman temiz şeyleri onlara haram kıldık...”'
(Nisa 160).
Bu u m ı t e boyle bir ceza verilmediğine. gOre, haram edilenlerin hiç biri
temiz değildir. Bu Ummete her-ne haram edilmişse pis oldukları İçin haram edil
II. CİLT RESÛLULLAH’IN VASFETTİĞl İLAÇLAR 311
ölüm korkusu getiren haldir. Tedavi olmak asıl olarak■ vacib değildir, öyleyse
onda harama başvurmak nasıl mubah olur?”
Bütün bu farklı mütâlâalardan sonra Rahmeten lil-âlemitı olan ResûluUah
aleyhissalâtu vesselâm'm “Ümmetimin ihtilafı rahm ettir” hadîsini hatırlat
mak ve ihtilaflı meselelerde ümmet için kolaylık ve ruhsatm varlığı prensibi se
bebiyle haram hükmünde cezmedilemiyeceği prensibini kaydetmek isteriz.
Ancak, dinin selameti, şüpheli şeylerden kaçmadadır.
AÇIKLAMA:
Rivayette, Resûluİlah'ın sual sahibine, kurbağa etini ilaç olarak kullanma
yı yasaklamıyor gibidir. Fakat öldürülmeleri yasaklanınca, dolayısiyle etlerinin
ilaç yapımmda kullanılmalan da yasaklanmış olmaktadır. Şârihler. kurbağa
hakkmda gelen yasağm, onun necisliği veya tiksinti verici olmasından ileri gel-
iii& in i illr a ItI a of ٠l،٠n t h lîın jilin Ha rtn ıın h a r a m va Ho I îiv ic îv Ia IfA c ım in în va v ah-
A Ç IK L A M A :.-'
1- Bu rivayet Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’m iki 'ayn. yerden kan al-
dırdığını göstermektedir: Baş ve omuzlan.arası.'Bu ameliyeler ayn ayrı zaman-
-larda da, ayni zanlanda da icra edilmiş olabilir.
2- Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm burada.deri üzerinde'Zuhunı ehli ta-
rafından teşhîs edilen alametlerle'vUcudda.biriktiği anlaşılan zararlı kandan bir.
miktarının akıtılmasını,. Sihhat İçin fevkalâde faydalı mülâhaza etmektedir.
Bunu, hacaınat olmanın bütün hastalıklara karşı herhangi bir İlaç almanın yerini-
tutacağım söyleyerek İfâde buyurur.
HACA M ATGU n U ★
Hacamatla-ilgili .hadislerde Prof. Dr. Zeki Çıkman Bey’m tesbit ettigi bir
:in celi, ve bazı yorumlan aynen kaydediyoruz
-A- Hacamat olunacak günlere temas eden hadîsler toptan de
:ğerlendirHecek o lu rsa şu hususlar dikkatimizi çekmektedir
Pazartesi ve s ig ü n le r i her s e j e r i â hcucamat g iM olarak (1
,tavsiye edilmekte
Çarşamba g û n û â hacamat otunmaması israrkL istenmek (2-
'te.
3) Perşembe günü bazı hadîslerde tavsiye edilmekte, bazda-
rmda edilmemekte.
4) Haftanm diğer günlerinde ise ısrarlı olmasa da tavstye edil-
memesi esüsobmktadLr.
B- Diger tarajian karnen takvim esas alınarak aym 17, 19 ve
21. günlerinde hacamat olunması istenmekte, bilhassa J7.Sİ ısrar-
la tavsiye edUmektedir. ibnu Abbas ra d ıy o M u a â m a f d a n
geletı bir rıuayette;ن اﻟﺜﻬﺮﻓﻼ ﻳﺠﺎورﻫﺎ٠ ﻣﻦ واﻓﻞ ﺣﺠﺎﻧﺘﺔ ﻳﺆم اﻗﻸﻗﺎ ؛ ﻟﺠﻎ ﻏﺜﺰة ﻓﻨ ﺶ
۶“ ض ﻳﺨﻌﺞKimin hacamat aym 17 saiısma rastJarsa, sakin hacamat 0İ>٢
mayi ihmal etmesin»’, buyurulmaktadır. H a ayuı IT'sininsabya
rastlaması senede bir veya birkaç kere ya olur ya ٠îm a z .( 5 8 ) Hele
her aym 17’s l salıya rastlaması m û â û n d e g i Hadîslerde ha-
cama، olmak içm gün olarak sdmın, tarih olarak da aym 17*şinin
terin d e, diğer gün ve t a r l r e nazaran ısrar edilmiş olmasmdan
başka, yukanda metniyle birlikte fcaydett^fmiz rivayet dahi aym
17'sine rastlayan sah günü te r m d e aynca dikkaderimizi çekmek-
tedir.
Öyleyse:
a) P r f o â ı olarâ, 'Sihht bir tedbir maksadıyla hacamat ola-
cak kimselerin acele etmeyip kameri i v i m e gore aym 17’stne
rastlayan sah günü kan aİdırması tavsiye-i nebevi olmaktadır.
b) Çarşamba g ü n û â hocama، o l m a n i ısraria tavsiye eda
mediğine gore, aym 17*sine bile rastlasa terki evladır.
c) Eğer hacamat oimamayı gerektiren âcü durunûar varsa çar-
şamba dışında herhangi bir gımde hacamat o lu n a b ls e de ayin
17, 19 ve 21.kgünlerinde olmasievM ır.
d) Bu tarihlerden birine pazartesi veya sakyı rastlatmaya çatı-
şıimaiıdır.
e) AciUyet h a k d e perşembe günüde tercih e d i l e b t
j) Çok daha adi hallerde cuma, cumartesi ^ızar günleri de
başvurâıbüir.
وهBöylece aniaşıiır k i normal h d k rd e ayin 19 7 و٠ve 21. gün-
58) Son i yıldır y^Miğiin tedkiklenle iumiyetle yılda bir kere 17’si salıya rastladı, sadece i yı•
hadaSdefasaUT’yerasdâ
11. CİLT RESÛLULLAH’IN VASFETTİĞI İLAÇLAR 3.9
lerinde her seferinde hacamat olunabût diye bir kaide yoktur. Zira
çarşambaya rastlama halinde o günlerde dahi kaçmmak esastır.
C- Hadîslerde gün ve tarih üzerine gelen ifadelen bize, bir
başka husı^u hatırlatmaktadır. Şöyle k t Zikredüen rakamlarla
(yani öym İ7, 19 ve 2 !.günleriyle)ilgili zamanm dolunaydan sonra
olması ve haftanın belli günlerinin tayin edilmesi şu hikmetlere
mebni olabilir:
1) Bu rakam ve günlerin çakıştığı zamanlarda vücudumuzda
müsbet yönde bazı hâdiselerin geUştîğini;
2) Çarşamba günü o tarihlerle çakışsa bile, bu günde vücudu
muzu menft (ters) yönde etkileyen bazı hâdiselerin geliştiğini ve
bazı hastahklann inkişâfi için ortamı hazırladığı veya bu günde
vücudun mukavemetinin kınlabileceğine işaret edümiş olabilir.
Hadîs-i şeriflerin metinlerine dikkat edilirse, beklenen hasta
lıklar (cüzzam ve baras) çarşamba günü hacamat olan herkeste
görüleceği değil, bazdarmda görülebileceğine işaret edilmektedir.
3) Günümüz tıbbı bu gün ve tarihlerin işaret ettiği zamanlarda
ne gibi flzikî ve ftzyolojik hâdiseler zincirinin husule geldiğini
henüz bilmemektedir. Bu bûemeyişimiz, hal-i hazırdaki teknoloji'
mizin yeterli incelik ve hassasiyete ulaşamadığmı ve çok daha ge
rilerde olduğunu ortaya koyar.
4) Hadîs bize günümüz tibbmm eksikliğini ve birçok hususlar
da yetersiz olduğunu da ûham etmektedir.
D- HACAMAT HANGİ HALDE OLMALI?
Hacamat aç İken yapılmalıdır. Çünkü bunun deva (şifa ve te
davi edici) olduğu Râmuzu’l-Ehâdis.te iki ayn hadîste bildirilmekte
dir.
Kaldı ki, Sahih-i Buharî deki bir hadis-i şerifte Peygamberimizin
oruçluolarak da hacamat olduğu bildirilmiştir.
Yine Römuzda, bir hadts-i ş p r i f t e karnına hacamat olmak
derttir” buyurulmofctadır.
Ibn-i Mâce’de. hacamatın aç kamma yapılması ayrıca tavsiye
edilmektedir.
320' KÜTÜB-t StTTE MUHTASARI I J .^ T
K A N V E R M E K H A C A M A T IN Y E R İN E G K E R M t?.-
Zaman Z ia n şu soruyla karşılaşıyoruz;
3- Ahmed îbnu Hanbel ve bir grup âlim hür ile köle arasında bir tefrik ya
parak:- “Kölenin bu hizmete mukabil ücret alması mutlak olarak mübahtır,
ancak, hür kimsenin hacamat yapmayı meslek edinmesi mekruhtur, bu işten al
dığı parayı kendisine harcaması haramdır, köle ve hayvanlara harcaması caiz
dir” demişlerdir. Bunların delili M uvatta ve diğer S ü n e n le r’de gelen Muhay-
yısa hadîsiöâî. Buna göre, Resûlullah’tan, kölesinin hacamat mukabili kazandığı
parayı kullanma cevazı ister. Resûlullah reddeder, öbürü ihtiyacım var diyerek
ısrar edince: îJ İ ij iîlpi “Öyleyse onu develerine yem, kölele
rine yiyecek parası yap!” ferman eder.
4- Ülemânm kerahet-i tenzihiye’ye hamlettikleri bu hali, İbnu’l-Cezvî
şöyle açıklamıştır: “//accdm’m ücreti mekruh görülmüştür, çünkü bu ihtiyaç
hâlinde müslümanın müslümana yapması vâcib olan yardımlara dâhildir. Bu
durumda vâcib olan bir vazifesi mukabilinde ücret alması mekruhdur.” îbnu’l^
Arabî, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'm haccâmm ücretini habîs ilan eden
hadîs-i şerifleriyle, haccâma ücret ödediğini beyan eden sadedinde öldüğümüz'
hadîs arasmı şöyle te’lif eder: “Eğer ücret malum belli bir iş mukabili ise bu ca
izdir, aksine meçhul bir işe mukabil ise caiz değildir, (yasak böyle bir durumla
ilgili olmalıdır).” \
★ Hadîste hacamatın mübah olduğu gözükmektedir, Tedavi gayesiyle kan
alma metodlan ve diğer tıbbî muamelelerin hepsi buna da؛j,ildir.
★ Tıbbî hizmetlere mukabil ücret caizdir.
5- îbnu Hacer, tahkik ederek, Resûlullah'a. hacamat yapan kölenin Nâfı'
r ٠yy/٥e adında biri olduğunu tesbit eder...
6- HACCAMIN ÜCRETİ NE KADAR? Sadedinde olduğumuz babta, hac
câma ödenen ücretin miktarıyla ilgili bir rivayet olmamakla birlikte, mevzuun
tavzihi ve ücretin kabarıklığı hususunda bir fikir vermek maksadılya Buharî’de
gelen bir rivayeti kaydetmeyi uygun bulduk.//?. Enes der ki: “Resûlullah aley
hissalâtu yesselâm^haccâm bir köleyi çağırıp hacamat oldu ve ona bir veya iki
sa* yahut bir veya iki müdd [hurma] verilmesini emretti. Ayrıca ilgililere, bun
dan alınan verginin azaltılmasını söyledi. Verginin azaltılmasıyla ilgili rivayet
te Aleyhissalâtu vesselâm ne kadar vergi ödediğini sorar: “İki sa'!” deyince bir
sâ’ının düşülmesini emreder.” îbnu Hacer, ücretin miktarı hakkında yukarıda
kaydettiğimiz “bir veya iki sa’” şeklindeki tereddütteki sebebin bu rivayetle an
laşıldığını belirtir.
JLCİLT RESÛLULLAH’IN ٧ ASFE ٣٢töl İLAÇLAR 323
. . ﺀ
ر ﺳ ﻮ و اﻟﻠ ﻪ ا ﻗﺎ ل٠
. ل.ﻋ ﻨ ﺒ ﺈ ﻗﺎ ^ ' ' ر س ' ا ى٢ , ل و ص أﺑ ﺖ ٣٢
“K a n ın o g û n d e d u r m a m a s ı” ta b ir i b a z ı ş a H e r c e uKiştnin k a n
k a y b m d a n ö lm e ş i d e m e k tir . ﻻجifa d e: b Ğ zı h a c a m a t d m e liy e le r m in
k a r i l i .d u r m a m a s ı s o n u c u ö lü m le n e tic e le n m e h â d is e le r in e İ ş a r e t
o lm a k t a d ır ” d i y e a ç ık ٤
a,am ış' i s e d e , ş u a ç ık İ a m a b i z e ' d a h a m a k u l
g e lm e k te d ir : '“h a d i s t e k i İfâde, kan ayan kanm d a r m a y a c c ^ ıa ı
d eğ il, v ü c u tta k i k a n y a p m ı n m d u r m a k s m n d e v a m e d e c e ğ in i v e
v ü c u tta k a n m g e r e ğ in d e n f a z l a a r t a c a ğ ım i f â e tm e lid ir. Dolojyı-
s iy l e .h a d is te n s a i l g ü n ü h a c a m a t o lm a m a y a d e ğ il, h a c a m a t o b n d -
y a ' t e ş u i k ' a n t a ş ı t m a i ı d ı r . - ^ e n h a d i la fz ın m z a h ir i d e b ö y le d e
m e k te d ir .'. ﻻفa ç ık la m a d a n s a h g ü n ü h a c a m a t o lm o n m s i h k t İçin
e lv e r iş li o l d $ h ü k m ü n e v a n lv r.” (Z.ç.)
34. (4018)- /iz. Câbı'r radıyallahu anh anlatıyor: “Sa’d İbnıı MU’âz radı
yallahu anh kolundaki (can) damarından isabet aldığı zaman Resûlullah aley-
hissalâtuycsselam onu 'el١ndeki uzunca bir. demir çubukla bizzat dagladt.. Ancak
yarası tekrar şişti. Resûlullah da ikinci sefer dağladı.” [Müslim, Selam 75.
ll.CİLT RESOLULLAH’IN VASFETTİĞI iLAÇLAR 325
'A Ç IK L A M A :. '
ancak daglaTna ile teda ١;i edilebileceği ve dağlama lekedildiği takdimde beldke
götüreceği tefee^ün eden müzmin hastalıklara karşı dağlamanın gerekli olda-
ğnnıı belirtir.. Bu hükmüne delil olarak sadedinde olduğumuz .hadiste işârct edi-
len hadisemi gösterir: Sa ١d Ibnu Mudz'ın kani durdurulamamıştı. Â lehissalatu
vesselam kan ka^bı sebebimle helak olmasından korkarak onu dağladı, nitekim
. eli ve ﻻa bacağı kesilenler kani durdurmak İçin dağlanırlar.”
2- Uzuv kesilince kani yakma veya bir başka yolla durmayan yaralara^ ka-
nını durdurmak İçin'.yapılan dağlama, bu durumda onun şifası ٨ llah ın takdir'I
ilebu dağlam a ameyilesindedir.
★ Gü n ü m üz TIB.BINDA D A Ğ L A M A
K o n u y a b u ,a ç ıd a n b a k ı l d $ r i d a , g ü n ü m ü z d e d a ğ la m a n ın m ü -
te m m im le ri d u r u m u n d a b a z ı u y g u la m a la r ın v a r ö l d $ g ö rü lm e k -
led ir . A n c a k b a ş v u r u la n m e to d , v a k ’a y a ııe m a k s a d a u y g u n ola--
r a k f a r k l ı ş e k ille r d e g e liş m iş tir . B u n la n s ı r a s ı y l a s a y a c a k o lu rsa k :
K o te r, d t t e r m i lıs ılıc ı, k e s ic i, k o a g ü la tü r), r a d y o te r a p i (n ü k le e r
ışın la m a ), in fra n g v e u ltr a v io le v e h a tta c r y o (d o n d u rm a ) ile llylll
328 KÜTÜB-I SİTTE MUHTASARI 11. c i l t
BİRİNCİ FASIL
RUK YE VE TEMIMELERÎN (M USKALAR IN) CEVAZI
İKİNCİ FASIL
R U K YEDEN NEHÎY
Ü Ç Ü N C Ü F A S IL
T A U N VE VEBA
D Ö R D Ü N C Ü F A S IL
GÖZ DEĞMESİ
BlRİN Cİ F A S IL
um um i A Ç IK L A M A :
2 ٢. Yine daha OnCe temas edilm iş olan temime (cem ’i: temâim) -de câhiliye
-geleneğinde, mevcut bir ta.tbikattır, ö n -N Ih â y e’de: “Câhiliye Araplarının Ç0 -
cuklara, goz değmesine karşı taktıkları boncuklar” d.iye tarif edilir ve İslam’ın
bunu yasakladığı belirti'lir.. D i l i m i z d e k e l i m e s i y l e karşılanan temimenın
'-müteakipaçıklamalarda görülece.ği üzere-'dinim izce mutlak olarak.yasaklandı-:,
ğını 'söylemek gerçeği aksettirmez.'Alimler,-meselenin bazı kayıtlar çerçevesin-
d e meşrugun^hükmetmiştir.
'★ Bir kısm ı, batıl' itikadlardır. Bunlar yaratılış, insanin bidayeti, âkibeti,
kader,, u'luhiyet,.. nübüvvet 'gibi iman esaslarına giren meselelerdir. Bu hususl.ar-
da.Islâm ’ın tebligatına uymayan her inam.ş tarzi' m ânevi.bir hastalıktır. §11 halde
bu ,meselelerde 'Kur’an 'gerçek olanı. deli'lleriyle birlikte zikrederek batıl m ez-
hepleri ibtai etm iş, mU’minlerini sapıklıklardan konımuştur.'
Kur’an’da en az altı.tane şifa ayeti vardır. (خ ٠( ا'ف' ﺑﻞﺀﻳﺐ4 ا:د٠ﻓﺎﺗﻠﻮﻫﺐي
ﻣﺠﻦ٠ ﯮ. ﻋﻴﻬﻢ وﻧﻘ ﻒ ﻣﺪ و ر ﻗﺆم. زﺟﻄﺰﻏﻠﻢ.ﺀﺀOn'larla nıuhârebe edin iti». Allah -sizi
ellerinizle ؟nlarj azablandırsjri, onlarıriisvay etsin,size onlara karşı, nusret
'vereto,.m٥٠m talerzâm ^ n tag ٥ ٠ sleriniferahlandıreiB” ('revbel4). '
334 KÜTÜB-İ SÎTTE MUHTASARI !l.C ÎL T
ﻏﻮا٠ﻳﻦ ا4ئ1 و٤ ﻫﻞ De ki: “Bu, mti’minlere doğruluk rehberi ve.
gOnUlle'rine şifâdır” (Fussilet 44).
]ﻛﻔﺎ ر ى ى.ب. ﻣﺎﻟﻚ رﺿﻰ آﻟﺘﻪ ﻋﻨﻪ ﻗﺎ٠ ﻋﻮف 'ﺑﻦ. ﻋﻦf ١l
اﺋﺮﺋﺘﻮا: و ى ﻓ ﻰ ذإﻟﺬ؟'ﻓﻘﺎق. ﻛ ﻢ: ﯪزﺛﻮق اﻟﻠﺆ: ﻧﻌﺶ، ا ﻟ ﺠ ﺎ ﻫ ﺜ ﺔ
' أﺧﺮﺟﻪ ﺳﻔﻢ وأﺑﻮ:ﺑﺰﻷﺀ.س ت ﻗﺰ'ﺑﺔه٤ ﻻﺑﺎ: ﻹ ه \ ل، رﻗﺎرﻟﻢ- ' ﺀ ز
. داود
'A Ç IK L A M A :.
اارؤى ؟ ':^ ١' ل ر١٠ﻳﺎر وﺟﻞ ﻫﻤﺎل ،ﻏﻘﺰب. ﺗﻠﻪ١رﻣﺮﺑﻰ ﻣﻊ
. ﻣﺴﻠﻢ. أﺧﺮﺟﻪ.ﺟﻨﻎ أ ﺧﺎ ه ﻟﺌﻨﻌﻞﺀ.. أ ن ,'اﺷﻼغ ? C
. اﻟﺴﺎﻟﻢ:((و))اﻟﻐﺌﺔ.,'
5.(4025)" Yine Ebu D â v u â ' ı Sehl ibnu H u n eyftm yaptığı bir diger riva.
^yetinde: “Rukye sadece nefse (insana değen gözden), veya zehire veya sokmaya
karşı vardır." [Ebu D âvud. Tıbb 18, (3888).]
اﻟ ﺘ ﺮ ﻣ ﺬ ى اﺣﺮﺟﻪ
. . I
ll.C tL T RUKYE VETEMÎMENİN (MUSKANIN) CEVAZI 337
.اﻟﺘ ﺮ ﻣﺬ ى
ا ﺻﺈ اﻷﻟﻢ. U(>gis
Ğ p\ ]أذ : ﻋﻔﻪ .ﺛ ﯫ’س رﺻﻰ اﺗﻨﻦ ص ﺑﻦ و ﻋ ﻦ ﺛﺎ ﺑ ﺖ ﺑﻦ ذ٨. د
338' KÜTÖB-t StTTE MUHTASARI I I . CJl T
m e m iş o la n , s â d e ila ç d e m e k tir.
340 KÜTÜB-I SİTTE MÜHTASARI 11. CİLT
diri ilk aslı topraktan var ettin. Sonra onu bayağı bir sudan (mâ.i
mşl|iı١٠den) yarattın. Öyleyse başlangıcı bu olan kimseye şifa vermek sana
kolajydır.”
d) Yukanda kaydedilen-toprak hakkmdaki-yunan menşeli telakkileri ha
dîslere tatbik ederek, toprağm mutlak olarak şifa vereceği görüşüne meyleden
îslam âlimlerini tenkîd eden Kurtubî hazretleri der ki: “Bu tedavi (tükrüğe top
rak yapıştırarak uygulanan tedavi) tatbikatta uyulması gereken kanunlara ria
yet edildiği takdirde netice verir. “Uyulması gereken kanun” deyince toprak ve
tükrüğûn (karışımındaki) miktarları ile onu münâsib vakitlerinde kullanmaya
devam etmeyi kastediyoruz. Halbuki, hadîsteki tavsiyede nefes etmek ve şehâdet
parmağını yere koymak vardır. Parmağa ise, ilgisi ve tesiri olmayan şey yapı
şır. Halbuki bu ameliye, Allah’ın esması .ve Resulü’nün sünnetiyle teberrükten
ibarettir. Parmağın yere konması ise, muhtemelen bunda mevcut olan bir hâsi-
yet için veya mûtad esbaba mubâşerette bulunarak, ilahi kudretin âsarını gizle
me hikmetine, binaendir,”
Şu halde, rukye bahsi, diğer birçok bahisler gibi, hadîslerden biriyle amel
etmede istical edilmemesi gereken bir mevzudur. Büyük otoriteler bile farklı
görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu görüşlerden birini diğerine tercih gibi bir ölçü
süzlüğe düşmeyi tavsiye etmeden tekrar ediyoruz: Tıbb-ı nebevî bir ihtisas işi
dir. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’m sünnetinden, mütehassıslar bir kısım
prensipler yakalayıp, farklı şartlarda, farklı bünyelerde onun tatbikatmı göstere
bilecekleri gibi bazı ilaç ve terkibler de ortaya çıkarabilirler. Tükrük ve toprakta
tedavi edici bir hassa var mıdır, yok mudur? Günümüzde, buna “var” veya
“yok” diyerek kısadan cevap vermeden önce araştırma yapmak gerekir. Kişi ile
yaşadığı yerin toprağı arasmda sıhhati ilgilendiren maddi bir bağ var mıdır, ya
bancı yerin suyu kişiye menfî tesirler hasıl eder mi etmez mi? Rukye, Kurtu-
bVnm dediği gibi sadece bir teberrükten ibaret ise, Resûlullah niçin Buthâ vadi
si’n\n toprağını isti’mal etmiştir? Resûlullah’m bu davranışı gözönüne alınarak
ve Medine’nin, toprağı iyice sterilize eden sıcak ikliminin o bölge toprağma ka
zandırdığı bir hususiyetten de söz edilerek, hadîsin hükmünü -en azmdan belli
hastalıklar veya şahıslar için- kayıtlamak, kayıtlamış olan âlimlere de bir haklı
lık tanım ^ gerekmez mi? Bütün bu sorular, meselenin araştırmaya hâlen açık
olduğunu söylemekte bize cesâret vermektedir.
Yâni tıbb-ı nebevîyi inkar mümkün değil, ancak onunla tedaviye yeltenme
işi ihtiyat ve ihtisas gerektirmektedir, bunu da kabul etmehyîz tıpkı ahkâm-ı
3.42 KÜTÜB-I SİTTE MUHTASARI ll.ClLT
lere karşı şana okuyorum. Allah sana şifa versin, ben Allah’ın adıyla sana dua
eidiyonım).” [Müslim, Selam 40. (2186); Tirmizî, Cenâiz 4, (972).]
':AÇIKLAMA
Burada geçen “nefs” 'ten maksad insan^ nefsi (=.kötü insanlar) mânaSına -1-
gelebileceği'gibi, Ugoz" mânasına da gelir. Göz mânasına alındığı takdirde göz-
demek olan ikinci kelime ٥۶٠ .te’kiden gelmiş olmaktadır
-GOz-değmesiyle ilgili geniş açıklama az' ilerde 4042-^045 nuınaralı'ha -2
dişlerin sonunda gelecek . ..
affet. Sen'(kötü' söz ve tî؛١îerden ka ؟،nan) bütün iyi. kimselerin Râbbîsîn. Bu,
ağrıya. Rahmetinden bir rahmet, şifândan bir §ifa indir, iyileşsin.”
(Ebu١d-Derda r iy a lla h u anh, a d a i ) bu duayı o k u is ın ı emretti. 0 do
okudu ve /ي;د/ﺀئﺀ/.". [Ebu D âvud, T ıb b i9 ,3892). ]
AÇIKLAMA;
1- Tirmizî ve Ebu D âvud'm rivayetleri şu farkla başlar: “Beni helak ede-
yazan bir ağrı sebebiyle (yatıyordum), Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm beni
görmeye geldi. Bana, Aleyhissalâtu vesselâm dedi ki: “Sağ elinle yedi kere
(ağrının üzerinden) meshet ve şu duayı oku: “Eûzu bi-izzetillahi ve ve kud-
retihı...”
2- Bazı hastalıklara karşı rukye yapmca bu tarzı takip etmek gerekir: Yani
rukyeyi yapan kimse hastanm ağnyan yerinin üzerini sağ elle ovup mezkur
I I . CIl T RUKYE VETEMÎMENtN (MUSKANIN) CEVAZI 345
ﻳﻰ٠ ﺳﺴﺎ ﺟﻨ ﻲ. ﻹﺋﻔﺪﺛﻮا:. ﻗﻠﺜﺎ، ﻛﺎﺑﺎ۶ ﻳﺎﻟ ﻢ ال. ﻻ ;ارﺋﺘﺖ إﻻ: ﻓﻤﺎل
ﺛﺬ'رﺑﺪ.-ذى...: ﻓﻘﺎل، ﺋ ﻴﺎ ة ﻟﺬ. ' ﻗﺈ ﺗ ﯫ- ذ ﺗ ﯫ، ﺳ ﺎ ﻷ- | . ئ ; ل ا س
٠ﺤ ﺎ إ ﻻ ا ﻛ ﺴﺎ ف ﻟ١ أ ﺧ ﺮ ﺟ ﻪ.[ م ﺀ٠ا ﺳﺌ ﺔ.' ر-' ؤاﺋﺘ ﺮ'ﺑ ﻮا. ٠'ا. ﻳﺜﺰ٠٠اة.''رةة؟, أ ي
. أ ى ﻧﺘﻬﻤﻪ:((وﺟﻌﻨﻰ إ)ﺛﺄاﺗﺔ.
346 K T Ü B -J StTTE MUHTASARI ll.C tL T
13. (4.33)- Hz. Ebu Sa’îd radıyallahu anh anlatıyor: “Biz, [Resûlullah
aleynissalâtu vesselâm’ın çıkardığı askerî] bir seferdeydik. Bir yerde konakla
dik. Yanımıza bir câriye gelip: “Obamızın efendisi Selim’{ bir zehirli soktu. '
Onunla meşgul'olacak erkekler de şu anda yoklar. S id e rukye yapan biri var
mı?r dedi. Bunun üzerine bizden rukye hususunda mahâretini bilmediğimiz bir-
adam kalkıp onunla gitti ve â m a okuyuverdi. Adam iyileşti. Kendisine otuz
koyun verdiler. Bize sütünden İçirdi. Ona: “Yahu sen rukye bilir miydin?”
dedik.“Hayır, ben sadece F a l okuyarak r u ^ e yaptım” ^dedi '-Biî kendisine
uResUlullaH aleyhissaldtu vesselam’a sormadan (bu verdiklerine) dokun-. ٠
f) Onlann ısran üzerine ücret taleb ederek pazarlıkla, otuz aded koyun kar
şılığında rukye yoluyla tedaviyi kabul ederler.
g) Rukye yapmak üzere, bu işin erbabı (profesyoneli) de olmayan biri,
Ebu Sâ’îdi’l-Hudrî gider. Fatiha suresini üç -veya yedi- kere okuyarak, adamın
tedavi olmasmı sağlar. Sadedinde olduğumuz hadîste râvi olan Ebu Said bir
başka şahıstan bahsediyor gibi görünse de, başka rivayetlerin tahlili, burada
kendisini kasdettiğini ortaya çıkarmıştır.
h) Onun başansı o anda arkadaşlannı şaşırttığı gibi, bilahare Resûlullah’ı
da hayrete düşürür ve: “Sen Fatiha’nm rukye olarak okunacağını nereden
biliyordun?” diye sormasına mucib olur.
Ebu Sa’id, Aleyhissalâtu vesselâm’si:. ،^ ١ “İçimden öyle geçti”
cevabım verir.
ı) Bazı rivâyetlerde tedavinin akrep sokmasına karşı değil, tecennüne (deli
liğe) karşı yapıldığı ifâde edilmiş ise de, meselenin tahkiki, bunun râvilerden
biri tarafından bir başka hâdiseyle iltibas edilmesinden ileri geldiğini, bunun
ayn, öbürünün ayn bir vak’a olduğunu ortaya çıkarmıştır.
i) Ashab, tedavideki başarı üzerine sütlerinden içmiş, koyunlannı almıştır.
Koyunlan aralannda pay edecekleri zaman bizzat tedaviyi gerçekleştirenin tek
lifi ile bunun helal olup olmâdığmı Resûlullah’a sormayı kararlaştınp, pay et
mezler.
j) Medine’yc dönüşte vak’a Aleyhissalâtu vesselâm'a hikâye edilir. A/cy-
hissalâtu vesselâm: ^^Sizin üzerine ücret almada en haklı olduğunuz şey Ki-
tabullah’tır” diyerek bunun caiz olduğunu ifâde eder ve -hattâ bu cevaz hük
münü te’kiden-“Bir hisse de bana ayırın!” ferman buyurur.
Ukkâşe radıyallahu anh kalkıp: “Ey Allah’ın Resulü! Dua buyur, Allah
beni onlardan kılsın!" dedi. Aleyhissâlatu vesselam: ،؛Sen onlardansın!” müj
desini verdi. Bir başkası daha kalkıp: “Ey Allah’ın Resulü! Beni de onlardan
kılması için Allah’a dua ediver!” dedi. Aleyhissâlatu vesselâm: ؛؛O hususta
Ukkâşe senden önce davrandı!” cevabını v^rd/.” [Müslim, İman, 371, (218).]
AÇIKLAMA:
Nevevî, bu hadîs hakkında şu açıklamayı sunar: Ulemâ bu hadîsin ifâde
ettiği mâna hususunda ihtilaf etmiştir. İmam Mâzirî der ki: “Bazı alimler bu
hadîsten hareketle tedâvinin mekruh olduğu hükmünü çıkardılar. Ama büyük
çoğunluk bunun aksine hükmetmiştir. Bu husus, Resûlulidh aleyhissalâtu vesse
lâm’dan ilaçlarım ve yiyeceklerin faydası üzerine vârid olan çok sayıda hadîsi
ll.C iL T RUKYEDEN NEHÎY 351
netidir, O’nun hikmetidir, kişinin bir menfaati celb, bir mazarratı defedemiye-
ceği hususunda kesin bilgisidir. Her şiey tek olan Allah’tandır.” Kadı lyaz’m
sözü bitti.
el-Imam el-Üstâz Ebu’l-Kasım el-Kuşeyrî merhum der ki: "Bil ki tevekkü
lün mahalli kalbtir. Zâhire göre hareket etmek kalbteki tevekküle zıt değildir,
yeter ki kul, güvenin Allah’a olacağım bilsin. Bir şey zorlaşırsa bu O’nun takdi-
riyledir, eğer kolaylaşırsa bu da O’nun kolaylaştırmasıyladır.” Sehl îbnu Abdil-
lah et-Tüsterî der ki: "Tevekkül, kişinin kendisini Allah’ın dilediği şekle bırak
masıdır.” Ebu Osman el- Cebrî der ki: "Tevekkül, Allah’a güvenle birlikte
O’nunla iktifa etmektir.” Şu da söylenmiştir: "Tevekkül azlığın ve çokluğun kişi
nazarında müsâvi olmasıdır.” Doğruyu Allah bilir.
r e t m e k , ç ö z m e k g i b i m â n a l a r a g e l ir .
356 KÜTÜB-I S ÎÜ E MUHTASARI ll.C iL T
ا ٠
6 ) N a z a r i k d iy e t e r c ü m e e t t i g i m i z vede'a, d e n i z d e n ؟t k a r ı l t p , n a z a r k o r k u .s u y la ؟. c u k l a r a t a k ıla n
l « y a z İJİr c i s i m ( N i h â y e ) . '
II. CİLT RUKYEDEN NEHİY 357
îeri gerçekleşmez, ümidleri yerine gelmez. Bu söylenenler, pek çok şer’î nasslar
ve fiilî tecrübelerde kesinlik kazanmış bir husustur.”
Hülasa temîme, rukye, muska, nüşre, vede’a gibi nazara, hastalıklara, ke
derlere vs.’ye karşı başvurulan her çeşit okuma ve takınma ile ilgili olarak gelen
yasakların cahiliye âdabına uygun manasız veya küfür ifade eden bir muhteva
da olanları ve mededi, te’siri onlardan bekler gibi bir inançla hareket etmeleri
kastedilmektedir. Bu söylenen kirliliklerden pak olan İslâmî muhtevalı, İslâmî
inanca uygun telakkiler içinde yer verilenler yasağın dışında ^çalmaktadır. Bu
hususta ülemâ ittifak etmiştir. Buna d ^ a bazı münferid karşı çıkmalar olmuş
ise de ümmetin yolu ekseriyetin, cumhurun yoludur.
U Ç U N C U F A S IL
'TAUN VE VEBA
62) Vebii. larih boyunta büyüt: ölümitre sebep olmu ؛Jur: 1337-1339 yıllarında Orta Asya- ؛ ؟n arasın-
da 13.mily،١.n; ,I.34ş'dc A ٧ rupa'da Ortaya çıkan bir veba, halkın %28'ini: I375’de %13'iinü etkisine almıştır.
Tahminler .Avrupa'da 25 mily.on insanin veba'dan öldüğünü^ Asya’da da' bir'o kadarının ona kurban gittiğini
sOyler. I466؛da Tesalya. 'Makedonya vç İstanbul'da;' I478'de Venedik'te ,veba salgınlan olmuş, çok sayıda
ölüme sebebiyet venııişlir. 1664-1665'dc Londra'da çık.an bir veba 46() bin kişinin 100 binini alip 'götürmüş-
tUr. 1720-1722 y ıll؛ırında Ma'rsilya'da'40 bin kişiyi öldürmüştür. 1S7S-1S79 yıllarında Rusya'nın ,Volga hav-
zasıııda: I920;،le Paris'te: I930'da Cezayir'de görüle.n veba salgınlan' tarihin kaydettiği en son ılıUhim salgın-
İardır..
I!.C İL T TAUN ٧ E VEBA 359
bebiyle “tau n ” h " veb a” ayrı manaya gelen iki kelime durumuna ge.lmiştir.'
Öyle ki bazı müellifler, "Tdun v e b a d ır ” demiştir.
en-N؛hâye'de: " T â m , um um î b ir h a stalıktır, h avayı ifsa d ed er, bu
bozu k h a va yla d a insan ların b ed en ve m iza çla rı b o zu lu r” denmiştir. Eski iile-
mâdan E bu ’l-V elid el-B dcV n in açıklaması da kayda deger: "Tdun, herhangi b ir
y e r d e in san lara gelen m u ta d H astalıkların hilâfına, ؟ok sa y ıd a insana sira y e t
eden bil" Hastalıktır, 0 g elin ce, d ig e r ijakitlerdekinin aksin e. Herkes ay'nı Hastalı-
g a ya ka lan m ış'o ld u gu Halde,, lıa sta lık la r m u h te lif olur." Ibnu Sina da
؟، I ؟m$\xî". “Tdun te h ir li .bir maddedii", OldiirUcU ş işle r Hasıl edei". Bu ş i ş l e r '١îU-
cudun yum uşak yerle rin d e ve koltuk altların.da o rta ya ؟ıkar. En . ؟ok k oltu k altı
ve kulak arka sın da veya burun yu m u şağın ın ya n ın d a g ö rü lü r...” Ibnu Sina ve-,
banin sebebiyle i'lgili, devri'ndeki telakkiye uygun açıklamalara'geçer ki kayde.t-
meyi'gerekli görmüyoruz. Zira veba, 1894 yılında keşfedilen mikrobuyla mahi-
yeti hakkında.daha sağlıklı bilgiye'kavuşulmuştur.
.2- Bizim İçin burada. Veba mevzuunda R esû lu lla h 'm getirdiği tedbirler,
onun va’zettigi beyanlar mühimdir. 'Sadedinde olduğumuz rivayet bunu, kâfirler
İçin. 'Allah’ın'bir. cezası olduğu halde, sabretmeleri' şartıyla mU’minler içi.n
Allah’ın bir rahmeti olarak .gösterir. Hadis d'ikkatlice incelendiği takdirde, sa-
bırdan maksadın, hastalık bulunduğumuz yerde zuhur etmişse “bör/7٥ d a bulaş-
m a sın ” endişesine kapılarak orayı terketmemek oldu.gu anlaşılır. Yani, bulundu--
ğu beldede veba çıkan mü’min “A lla h ’ın y a zd ığ ı b a n a u la şır” diye düşünüp'
orayı' terketmeyecek, yerinde kalacaktır. İşte bu davranışı izhar- eden kimse
şehîd sevabı.alacatır. Yin'e Buharî’de gelen-bir başka rivayette R esululiah,
"veba çıkan y e r e g itm e m e y i” de emretmiştir, öyle ise s a b ır ’dan hem y'ebalı yer-
den çıkmamayı, hemde vebali yere, gitmemeyi anl'amak gerekecek ki bu, hastalı-
ğın ^7aj7ilmasını Onle'mede en mUhi^ tedbir ol'an ^ö/"٥„tl„a.’.dır.
3-. Hadîste, vebanı'n kafirlere azab, mü’minlere rahmet olduğu belirtil-
mektedir. Bazı âlimler, âsi ve fâsıklar hakkında da rahmet,mi, ۶ ؟nkü onl.ar da
mü’mindir? diye bir sor'u sorup cevap aramışlard'ır. Asi İçin de rahmet olmadığı
.kanaatinde olan.Islam alimleri der.ler ki: “ Aiî/.'den maksad “büyük günah İşle-
y e n ” dir. Eğer 0, isyanında ısrarlı bir halde iken tauna yakalanırsa, şehid olmaz.
g ı ü ١ \ \ i m d a “işle m e k te o ldu ğu isyan ın uğursuzlu ğu se b e b iy le şeH idlik de-,
h'ükmünü vermemizi gerektiren şu
recesin in ikram ed ilm esin e m ü steh a k o lm a z”
âyet var.-(Meâlen): “Yoksa’kötülük'.٤§»eyen kimseler, ölümlerinde 've hayat-
larjnda, kendilerini, iman edip saliJı ameller.işleyen kimseler ile bir tutaca-
360 KÜTÜB-، StTTE MUHTASARI II.CİLT
63) Hadîste geçen ve "fuhşiyat (haramlar)” diye tercüme ettiğimiz fâhişe kelimesi öncelikle zina ma-
nasın'، taşıdığı vehatta .bir'başka hadîste: . ةو س اﻟﺌﺆث٠ؤﻷ ﻟ ﻪ اﻟﺆﻻ ﻳﻰ اؤم ئ اﻷ
kavimde zina a rtarsa ölüm de a rta r” denmiş olduğu i؛؟n birçoklarım, gUnümUzde zuhur ede'n AİDS,hastalı-
ğı ile 'te’vile sevketmiştir Çünkü .AİDS. esas itibariyle 'zina ve'lutîliğ؛n meşruiyet kazanacak kadar yaygınlaş-
masından zuhur etmiştir, henüz tedavisi-bulunamamıştır. Ve kitleler halinde ölUmlere-sebep olacagı.l»lirtil-
mektedir. Resdlullah'm gerçekten büyük bir mucizesi ile karşı karşıyayız.
ll.C İL T 'TAUN VE VEBA 361
.اﻟﻄﻌﺎم. :و))اﻟﻄﺔ(آ
2- Oncek.i hadîste ifade edilen “vebali yere gitme ve vebali yerden çıkma
yasaği'mn hiikmU aiimlerce münâkaşa edilmiştir: Haram mı..ifade ؟diyor, ten
zihmi?..
Bâzı alimler bunun caiz olduğuna hükmetmiştir.
ll.C iL T TAUN VE VEBA 36٠٩
dedi. Sonra: "Bana Ensârı çağırın!" emretti. Ben de onları çağırdım. Hz. Ömer
onlarla da istişare etti. Ensar da. Muhâcirler gibi fikir birliğine varamadılar,
öbürleri gibi (bir kısmı gidelim, bir kısmı dönelim diyerek) ihtilaf ettiler. Hz.
Ötner onlara da "beni (bir müddet)yalnız bırakın!" buyurdu. Sonra bana: "Bu
rada Fetih muhacirlerinden olan KureyşIi yaşlılardan kim varsa bana onları
çağır!” dedi. Onları da çağırdım. Bunlardan iki kişi olsun bir ihtilafa düşen ol
madı. Hepsi aynı görüşte idi: "Biz, buradan toptan geri dönmeyi, hiç kimseyi
vebanın üzerine göndermemenizi uygun görüyoruz!” dediler. Bunun üzerine Hz.
Ömer, halka ilan etti: "Ben sabahleyin geri dönüyorum, peşimden siz de
g elin r Ebu Ubeyde îbnu’l-Cerrâh bu emri muvafık bulmayarak, "Yani
Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?" (diyerek itiraz etmek estedi). Hz. Ömer ra-
dıyallahu anh: "Ey Ebu Ubeyde! Bu sözü keşke başkası söyleseydi (de senden
işitmeseydim). Evet biz Allah’ın kaderinden kaçıyor, Allah’ın kaderine iltica
ediyoruz! Şimdi sen devenle seyahat ederken iki yakalı bir vadiye uğrasan,
bunun bir yakası münbit ve otlu, ötekisi kıraç ve otsuz; burada deveni münbit
tarafta otlatman Allah’ın kaderinden[ (değil de), kıraç tarafta otlatman mı
Allah’ın kaderinden?” dedi. Bu sırada, bir ihtiyacı sebebiyle orada bulunma
yan Abdurrahman îbriu Afv radıyallahu anh geldi. (Meseleye muttali olunca):
"Bu hususta ben kesin bir ilim, sahibiyim, zira Resûlullah aleyhissalâtu yesse-
lâm’ın: “Bir yerde veba olduğunu işitince oraya girmeyin, bulunduğunuz
yerde veba çıkacak olursa, ondan kaçmak için orayı terketmeyin!’’ dediğini
işittim!" dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer radıyallahu anh (kararlarındaki isabet
sebebiyle) Allah’a hamdetti ve geri döndüler.”
Şunu da kaydedelim ki, îbnu Hacer bu rivayeti açıklarken, Hz. Ömer’in
bilahare bu geri dönme kararma pişman olduğuna dâir bazı rivayetler de kayde
der.
Teferriıata girmiyoruz. Ancak Dr. Zeki Çıkman’ın bir açıklamasını kayde
diyoruz:
"Stcayet y o k tu r ” ib a r e s i üe "veba bu lu n a n y e r d e n çıkm ayın ız,
v e b a bu lu n an y e r e g ir m e y in iz ’’ h a d îs-i şerifleri birlikte m ü ta la a e d i
lecek olursa, iki k e s in ifâ d en in belirginliği o r ta y a çıkm aktadır:
1- A lla h ’u T e â la ta k d ir e tm e d ik ç e h a s ta lık m e y d a n a g e lm e z.
B ıçağm v a z ife s i k e sm e k tir, b u n a ra ğ m en H z. îs m â il a le y h is s e lâ m ’ı
k e s m e s i y a s a k la n d ığ ı için k e sm e z k e n , ta ş ı e m re d ild iğ i için k e s m e
s i g ib i.. E m ir v e ta k d ir a ltın d a b ıç a k e ti k e s m e z k e n , ta ş ı k e s m iş ti
١١.C،LT TAUN VE VEBA 365
و))اﻟﺘﺔﺋﺄة 1-:((-ﻏﺘﺮة.
tığı gibi, bu hulul ile birlikte helaki yarattığını" iddia eder. Ancak burada kesin
iddiada bulunan hata eder. Bunun kat’î, tabiî bir şey olmaksızın bir adet-i İlâhî
olması caizdir." îbnu Hacer bu açıklamayı takdîr eder.
Mâzirî, bizzat bazı tabiatçıların göz değmesini inkar edemeyip: “Gözü
değen kimsenin gözünden, zehirli bir kuvvenin fışkırıp gözzedeye ulaştığını,
onu helak veya ifsad ettiğini, bunun e fa yılanının nazarının isabeti nev’inden
inkarı mümkün olamayan bir hâdise olduğunu söylediklerini belirtir. ”
el-M evâhİbu’l-LedÜnnİye’de Kastalânî, göz değmesinin inkâr edilmeme
si gereğine -MâzirVâen naklen- bir başka yaklaşımla temas eder: “Ehl-i
bid’a’dan bazıları mânâsız bir tavırla göz değmesini inkara yeltendiler. Halbu
ki:
a) Zatında muhal olmayan;
b) Herhangi bir hakikatin ters yüz edilmesini netice vermeyen;
c) Bir delilin ifsadını gerektirmeyen bir şey, aklen câizdir. Öyleyse Şâri’-
i mübîn Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselâm, (böyle aklen câiz olan) bir şeyi
haber vermişse onu tasdik etmek gerekir. Bunu inkâr mânâsız olur. Bunun inka
rı ile âhirete müteallik haberlerini inkar arasında hiç bir fark yoktur." Böylece,
sahih hadîsle sâbit olan bir meseleyi inkar etmenin dinî mahzuruna dikkat çek
miş olmaktâdu'.
Mevâhib-İ Ledünniye’yi 1008 hicri senesinde (yani dörtyüz yıl önce)
temiz bir Türkçe ile dilimize çeviren Abdülbâki merhumun meseleye kattığı bir
açıklama, göz değmesini kavramada yardımcı olacağı için buraya aynen alıyo
ruz: “Göz değmek dedikleri havâss-ı eşyâ kâbilindendir, bir eserdir, görünür ve
lâkin sırrı bilinmez ve sebebi ne idiği Hak Sübhânehu ve Te’âla Hazretlerinden
gayra mâlum olMaz. Görmez misin ki, mıknatıs demiri kendine çeker, sebebi ne
idiğin kimse bilmez..."
★ İbnu Hacer’in, “Göz değmesi haktır’, hadisinden çıkardığı hükümler
meyanmda şunu da kaydetmemiz gerekmektedir; “Göz değmesi, herhangi bir
şeyin hoşa gitmesiyle hâsıl olur. Bakan kimse, hased etmiş olmasa da, baktığı
kimseyi seven bir dostu da olsa,sâlih bir kimse de olsa’.’
h e la k o ld u ğ u ş ö h re t b u lm u ş tu r.
ll.C tL T GÖZ d eğ m esi 37ا
< ص أﻻش وﻣﻦ > ﻃﻮاري اﻟﻴ ﻖ واﻟﻌﻬﺎر ا ﻷ ب اﻵز ض' زﺟﻦ > ظ ﻳ ﺤ ﺮ ج ﻳﺌﻔﺎ و ﻣ ﺬ د زأ ﻓﻰ٠ ذا-
^'ا., 'ا رﻗﺎﻓ ﻬ ﻮ ﻗﻴ ﺨ ﻘ ﺮﻳﺎ ز ﺧ ﺲ
sana eza veren her şeyden, her nefsin ve her hâsid gözün şerrinden sana
rukye yapıyorum. Şifayı Allah verir, ben Allah’ın adıyla rukye yaparım.”
★ FİİLÎ TEDBİR: Göz değmesi, başkasının hoşlanıp gıpta ettiği bir gü
zellik sebebiyle vukua geldiği için, birçok büyükler, göz değmesine tedbir ola
rak güzellikleri izhar etmeyip, setretrneyi yani kişinin kendisini olsun evladını
olsun fazla süsleyip dikkat çekmemesini tavsiye etmiştir. İmam BegavVmn nak
line göre Hz. Osman yakışıklı bir oğlan görünce, sahiplerine çocuğa göz değmer
mesi için yüzünü biraz karartarak çirkinleştirmelerini tavsiye etmiştir.
kimse bilinmemektedir.”
★ T E C Z tY E M ، ? .'..-
Resmî tedbir meyamnda, âlimler, gözü degenin kadı tarafından cezalandı-
nlması'meselesini de.münkaga etmiştir. Kurtubi der ki:“G٠ ؛ZMdeğen kimse bir
zarqra sebep olsa onu tazmin eder, ölüme sebep olursa, üzerine kısas veya diyet
'..gerekir. Şayet bunun vukûu. bir adet halini almış olacak şekilde, ondan tekr'arla
vaki olmuşsa...}’ ibnu Hacer der ki: “Şâfi’îler, bu hususta kısasa hükmetmezler,
'bilakis, kısası yasaklarlar. Derler ki:. “Böyle birisi öldürülme^, mUhlik (zarar
vermiş) de addedilmez.” Hatt'a Nevevi, er-Ravza'،/٥ der ki: “Bu şahsa ne diyet
ne. .de kejdrct gerekir, ؟iinkii hiikiim, istikrar kesbetmiş umumi haRere terettüp
eder, bazı a h a le tâbi olarak bazı .şahıslarda gOriilen istikrar bwlwamı§.hususi
hallere değil. Nitekim, kişiden göz değme hadisesi, hased gayesi veya onun maz-
har oldugu nimetln'ze٦?alini teme'nni etmesi halinde vaki ol'uyor. Keza,-göz deg-'
meşinden neş’et eden şey, bazan o şahsa herhangi bir kötülüğün husûlüdür, bu
kötülük hayatin zevâline has kılınamaz; 0 kimseye, göz değmesinin tesiriyle
başka sufette de bir kötülük g e le b ilirİb n u Hacer ds؛îV î ٠."Buna ancak, sihir-
bazın öldürülmesiyle Hgili.'hüküm uygun düşer. Çünkü, buhun hali onun haii.ne
uygundur, ikisi arastndafa ٣k bulmak zaten zordur.".
3. Gözü D؟gen Ne Yapmalı?
Resûlullah aleyhissaidtu vesseldm, kaydettiğimiz üzere göz değme hâdi-
"sesine karşı bir kısım önleyici tedbirler tavsiye eder. B.unların'.'bazısı, gözü
„değen zâtla'ilg'ilidU’.:B'u c ü m l e d e n ' o l a r a k . vesseldm, b.öy!eki٩ se.-.
lere, hoşlanna'giden bir şey 'gördüğü zaman, bdrekallah diye'tebrîkde bulunma-
-İannı tavsiye, etmektedir. 4044 numaralı hadiste bu husus işlenmişti. Nesâî ve
!bnu Mace'de .J^ine ^mdwe١den gelen.bir başka vecihte':' آﺧﺪﺣﻤﻠﻢ, ادا زاى
ﻟﺔزﻛﺔ٩ ﻟﺔ.‘؛ ' ﻣﺬ اﺧﻪ ئ ﺑﻤﺠﺔ ﻓﻴﺪ غBiriniz kardeşinde hosuna giden
bir-şey'görünce'ona'bereket duası ediversin” buyurulmuştur. “Allah onu
sana mübarek kılsın. H a k k ı â hayırlı kılsın” mânasına gelen bdrekallah duası-
nın gözdeki' değmesinden' korkulan hassayı gidereceği'.beyan edilmiştir.'
Abdilberr der ki-: “Kişi, bu d u r u â "T.b.ârekaHahu'AhSenu’l'hâlikîn’۶; “Al-
' labiimme bârik.fihi” .,demelidir. “Herhangi bir şey, hoşuna giden herkesin
tebrik duası okum sı ona vdcibtir. Bereket duasında bulununca muhakkak su-
rette, mahzur bertaraf olur.” el Mdziri der ki: “Burada hdsıl olan tesir, İzahı ve
anlaSılması-aklen mUmkün olmayan hâdiselerdendir. Her^bllinen şey'in mahiye-
'tinikavramak akl'ın.gücüdışındadır. Oyleyşe'mahiyeti'anlaşılmadı diye bu hâ-".
374 KÜTÜB-I SİTTE MUHTASARI !.CtLT
§unu da' belirtelim ki, 'bir kısım alimler gözü .d.eğen kim'senin bu abdesti
alması-İşine vâcib demişlerdir. Yani bu. nlaksadla abdest alm'ası 'taleb'edildiği
takdirde ta'lebi reddeflnez. “Zira derler, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın
.“ kardeşin-.İçin .abdest''al” ''i'eya' “...yı,kamver” şeklindeki buyrukları vüc'ub
İfâde eder.” Zürkâni devamla der'ki: “Kimseye, kardeşine fayda verecek bir
şeye mâni olması veya zarar vermesi uygun olmaz, hele bu zarar kendisi yüzün-
den olmuşsa. Aksi takdirde ona karşı cinayet İşlemiş olur, öyleyse nazari değen
kimseye hu sebeple gusletmesi (abdest alması) vâcibtir.”
2 - g ö z 'd e ö m e s IYl e î l g İl I b a z i m ü t e f e r r î k 'h ü k ü
Şarihlerimizin beyan-ettiği'bazl hükümleri de mevzumuzun tamamlanma-
SI İçin kaydediyoruz:'. '
376 KÜTÜB-I S tlT E MUHTASARI 11. c il t
diğerine zarar gelmede cereyan eden İlahî âdetle meydana gelir." Bilhassa Hat-
tâbî açık ifadelerle, felsefecilerin gözde mevcut, mahiyeti bilinmeyen bir
“^ n a ”nm karşı tarafta zarar hâsıl ettiği fikrinin yanlışlığma dikkat çeker. O.
bu hâdisenin, zarar husulünde Allah’ın icra ettiği kanunla vukûa geldiğini belirt
mede ısrar eder. Der ki: *‘Allah âdetini, cisimlere ve ruhlara dercettiği bir kısım
kuvvetlerin mevcudiyetiyle icra eder. Nitekim kişi, kendisine haya ettiği birisi
baktığı zaman, duyduğu utanma ile yüzünde, daha önce bulunmayan şiddetli bir
kızarma hâsıl olur. Korktuğu birisini görünce de yüzü sararır. Birçok insan
korktuğu şeyi mücerred görmekte rahatsızlaşır ve kuvvetleri zaafa uğrar. Bütün
bu cereyan eden hâdiseler Allah' m ruhlarda yaratmış olduğu “te’sirler”den
hâsıl olur. İşte bu “te’sirler" in, gözle olan irtibatının kuvveti sebebiyle vukûa
gelen fiil göze nisbet edilerek göz denmiştir. Aslında bu fiilin vukuunda asıl mü
essir (te’sir sâhibi) göz değildir, tesir ruha aittir. Ruhlar tabiatça, kuvvetçe,
keyfiyetçe, havâsca çok farklıdırlar. Bir kısım ruhlar, kötülüğünün şiddeti ve
keyfiyetinin habisliği sebebiyle, bedende sırfrü’yetle tesir hasıl eder, bunun âna
ittisal peyda etmesi gerekmez.
Hülasa te’sir, Allah’ın iradesi ve yaratmasıyladır, cismânî bir ittisâle
münhasır değildir. Gerçi bdzan ittisalle de olur, ancak bdzan karşı karşıya gel
mekle, bazan sırf bir görme ile, bazan da ruhun teveccühüyle hasıl olur. Bu
cümleden olarak dualarla, rukyelerle, Allah’a iltica ile hasıl olan tesir gösteri
lebilir. Keza tevehhüm ve tahayyül ile de te’şirin vukûa geldiği bir gerçektir.
Bakan kimsenin gözünden çıkan şey ise mânevî bir oktur, korumasız olan bir
bedene değdi mi onda tesir meydana getirir. Beden korumalı olursa ok ona
nüfuz etmez, belki de sâhibine geri döner. Maddî ok da böyle değil mi?"
(ÎKİNCÎ İLAVE)
TIBB-INEBEVÎ
TIBB-INEBEVÎ, MAHİYETİ VE EHEMMİYETİ
(Tıbb-ı Nebevi’ye Yeniden Eğilmenin Gereği)
Biz bu yazımızda, tıbb-ı nebevî hakkında toplu bir bilgi verepilmek için,
onun dayandığı ana prensipleri belirtmeye çalışacağız. Göreceğiz ki, hakîkaten
tıbb-ı nebevî, ؛nev-i şahsına münhasır tamâmen orijinal bir tababet çeşididir.
Katı, değişmez esaslara dayanmaz. İnsanlar için faydalı olan bütün metodlara si
nesinde yer، verir. Zira insan mizacındaki farkılıklan kabul ederek, bu metod Vö
ilaçlardan mizaca uygun gelenin netice vereceğini kabul eder.
Tıbb-ı nebevî sahasında, mütehassislarca sistematik çalışmalar yapıldiğ؛ı
takdirde, insanlığa orijinal tedâvi ve şifâ yolları sunulabileceğine inancımız tam
dır.
11. CİLT TIBB-I NEBEVİ, MAHİYETİ VE EHEMMİYETİ 379
İle ilgili olduğu halde namaz, oruç gibi ibâdetlerle, domuz eti başta olmak üizere
bir kısım yiyecekler ve alkollü içki ve uyuşturucularla ilgili haram ve yasaklar
da dolaylı olarak sıhhatin korunmasıyla ilgilidir.
★ TEMİZLİK;
" “Temizlik imanın yarısıdır” hâdisinde ifadesini bulduğu üzere Hz. Pey
gamber aleyhissalâtu ,vm^/d/n temizliği İslam’ın yansı ilan etmiştir. Öyle bir
yarı ki, ikinci yansının muteberliği buna bağlı. Temizlik olmadıkça, ne namaz,
ne oruç, ne diğer ibâdetler hiçbiri makbul değildir. Nitekim hadîste “Namazın
anahtarı temizliktir” buyrulmuştur.
Temizliğin dindeki ehemmiyetine binâen hâdis kitaplannda olsun, fıkıh
kitaplannda olsun tamamına yakınında ilk bölümü Kltabu’t-tahâre adını taşı
yan temizlikle ilgili bahisler teşkil eder.
Maddî ve niânevî, rûhî ve bedeni her iki temizliğe berâberce yer veren
İslam, maddî temizliği şu dört seviyede anlar ve emreder:
1- Elbise temizliği,
2 - Beden temizliği,
3- Mekan ve mesken temizliği,
4 - Çevre temizliği.
★ BESLENME;
Dinimiz sağlıklı beslenmeye de geniş yer venniştir. Dinin ana kaynağın
da “Yeyin, için, israf etmeyin” denmiş olması bu mevzuun dinde kazandığı
ehemmiyeti göstermeye yeterlidir.
Hz. Peyğamber aleyhissalâtu vesselâm, yenecek şeylerin çeşidinden mik-
tanna, hangi şeyleri hangi şeylerle berâber yemek gerektiğinden hangi çeşit ra
hatsızlıkta hangi çeşit yemeklerin yenmesi gereğine kadar çeşitli tavsiyelerde
bulunur. Teferruata girmeden şu esaslara temas edebiliriz:
Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm yiyeceklerin mütenevvî olmasını
emreder. Yani et, sebze, meyve, tahıl, yağ, tatlı, peynir, çiğ, pişmiş her çeşit
gıda maddelerinden muvazeneli şekilde yenilmelidir. Müslüman her eline geçe
ni yiyemez, haram olan yiyecekler vardır. Sünnete göre, sabah ve akş٤un olmak
üzere günde biri tercihen meyve olmak üzere iki seferden fazla yenmemelidif:
Biri sabah biri akşam. Aleyhissalâtu vesselâm, “akşam yemeğinin terki, ihti-
11. CİLT TIBB-I NEBEVÎ, MAHtYETÎ VE EHEMMİYETİ 381
67) Bu mevzudaki müdellel bir tahlili Hz. Peygamber’in Sünnetinde Terbiye kitabımızda yaptık
(S . 2 1 8 -2 2 0 ).
382 KÜTÜB-Î SİTTE 'MUHTASARI ,!!.C ILT
★ ,i s t i r a h a t ؛
Yani, ister hastalık olsun„ ister şifa olsun Allah’ın iradesi, bilgisi, meşîeti dışın
da cereyân eden tesâdüfî birşey değildir. İmtihan, ikaz, ceza, mükâfaat gibi pek-
çok gâye ve hikmetlere binaen hem h a s lığ ı yaratmıştır, hem de şifayı. Ağaçtan
yere düşen bir yaprak bile O’nun bilgisinden hâriç olmazsa, hilkat ağacmm
meyvesi, yeryüzünün halîfesi olarak yaratılan insanlarm sağlığını hem de binler-
cesinin birden hayatını ilgilendiren hastalıkların, salgmlann O’nun bilgisinden
hâriç kalması inanç mantığıyla bağdaşınaz. Kaldı ki, pek çok âyet ve hadîsler
hastalık ve sağlığın Allah’tan olduğunu açık olarak ifâde eder. Bir ayet şöyle
buyurur: ،.Muhakkak ki sizi, biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlar•؛
dan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenlere müjdele. Onlara
bir musibet geldiğinde; “Biz Allah’ınız ve elbette O ’na döneceğiz” derler.
(Bakara 155-156).
Az ilerde açıklayacağımız üzere karantina usûlünü bir tedâvî metodu ola
rak tatbik etmek suretiyle hastalıkların sirâyetine inanan Hz. Peygamber aley-
hissalâtu vesselâm, hastalıkların Allah’dan olduğu fikrini zihinlerde tesbît
maksadıyla çok çarpıcı bir üsluba başvurarak sirayeti inkar eder:
،،Ne sirâyet vardır, ne uğursuzluk vardır, ne de (cahiliye devrinde
inandığınız üzere öldürülenlerin başından çıkıp kan> kan, intikam! inti
kam! diye intikamı alınıncaya kadar bağıran hortlak ruh) hâme vardır. Bu
inançların hepsi batıldır.”
Dinleyenlerden biri: “Nasıl sirâyet olmaz, hastalıklı bir deve sağlamların
arasına girdi mi onlar da hastalanıyor” der. Resûîulîah aleyhissalâtu vesselâm
asıl maksadı tebliğ eder: ،،Pekiyi hastalıklı deve nereden hastalık aldı?”
ResûluUah'ın burada maksadı, ne sirâyeti öğretmek ne de inkâr etmek.
Zîra görüldüğü üzere sirâyet zaten bilinmekte. O halde //z. Peygamber aleyhis
salâtu vesselâm'm o saatteki dersinin gâyesi, bilinmeyen bir hususu böyle bir
metodla. öğretmektir. Muhakkak ki dinleyenlerin ilk etapta kendisine itiraz ede
ceklerini de biliyordu. Gâye en güzel şekilde hâsıl olmuştu: Öyle ya, sürüyü
hasta eden hastalıklı deve nereden hastalık almıştı?
b) TEDÂVÎYE İNANÇ:
İslam her hususta ümidsizlik ve ye’si reddeder. Tevbesi kabul edilmeyen
günah olmadığı gibi, tedâvisi olmayan hastalık da yoktur. Bizce Tıbb-ı Nebe-
vî’nin dinamiği denecek derecede ehemmiyetli bir prensibi, tedâvîsiz hastalık
yoktur mmcıdii.
386 KÜTÜB-t SİTTE MUHTASARI 11. CİLT
68) Bu mevzu için, Hak Dini Kur’an Dili Tefsîrine bakılmâlıdır: (9. cilt. s. 6396-6397).
llC tL T .TIBB-1 NEBEVÎ, ^AHlYETl VE EHEMMlYETl 387
hastalık için bir deva vardır. Eğer hastalığa deva olan ilaca tesadüf edilirse
Allah’ın izni ile şifâ hâsıl olur” dedirtmiştir.
Başlıca tedavi yollarını şöyle sayabiliriz: Perhiz, kan aldırma, dağlama,
ilaç, hava değişikliği, rukye, dua, sabır. /
Şimdi bunları kısa kısa açıklayalım:
!.PE R H İZ :
Bu, hastalara verilecek gıdalann miktar ve cinsi hususunda konan bâzı
tahdidleri ifâde eder. Rivâyetler, ev halkından biri hastalanınca Hz. Peygamber
aleyhissalâtu vesselâm'm ilk iş olarak gıdasıyla ilgilendiğini, su, un ve yağdan
müteşekkil, hafif bir yiyecek olan çorba hazırlanmasını emrettiğini haber verir.
Çorba için şöyle buyurmuştur; “Çorba, hastanın kalbini kuvvetlendirir, has
talığını temizleı;, tıpkı sizden birinin su ile yüzündeki kiri temizlediği gibi.”
Bir başka rivayette, “bal, süt ve undan yapılan bir çorbanın karnı yıkayaca
ğı” yeminle ifade klilmiştir.
Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm hastalara ve hastalıktan yeni çı
kanlara, gözünde iltihap olanlara hurma (gibi hararet verici gıdalar) yemeyi ya
sakladığı gibi, hastalık sebebiyle iştahı kesilenlere de gıda alma hususunda zor
lamamayı emreder. Der ki: “Hastalarınızı yemeye ve içmeye zorlamayın.
Zira Allah onlara yedirip içirmektedir.”
Bu mevzu ile ilgili nebevî bir başka tavsiye, hastaya camnın çektiği yiye
ceklerden (zararlı olmayanlardan) behemahal vermektir.
. 2. KAN ALDIRMA:
Cahiliye devrinde rastlanan bir tedâvî metodudur, //z. Peygamber aley
hissalâtu vesselâm bunu te’yid etmekle kalmamış bizzat kan aldırmış ve ashâbı-
na da tavsiye etmiştir.
3. DAĞ VURDURMA:
Bu da Tıbb-ı Nebevice te’yîd edilen İslam öncesi bir tedavi yoludur. Bazı
hadîslerde tavsiye ve hatta tatbikatına rastlandığı halde, bazı hadîslerde de ya
saklandığı görülür. Bu durumu, alimler, ızdırap veren, tehlikeli ve maharet iste
yen bir tedâvi metodu olması hasebiyle, mecbur kalmadıkça, ehil kişi bulmadık
ça başvurulmaması gerekir şeklinde yorumlaflar.
4. AMELİYAT:
ameliyattır. Belki de, o günün Arap cemiyetinde ve hatta komşu milletlerde te-
dâvîde bu metoda başvurulmadığından olacak Hz. Peygamber'in hadîslerinde
bu bahse, ne lehte ne aleyhte yer verilmez. Gerçi, boğaz iltihabına yakalanan
çocukları, tedavi için, bez dolanmış parmakla bademciklerinin alındığı ve Hz.
Peygamber'in hnnn müdâhale ederek, bir nevi damla tatbikatı olan hindiyi
(topalak) tavsiye^ ettiği rivayetlerde vardır. Buna dayanarak ameliyat metodunu
yasaklamak mümkün değildir. İnşirah suresinde göğüs yarılmasından söz edildi
ği gibi, Hz. Peygamber'in muhtelif seferler, mucizevi tarzda göğsünün yarıldığı,
içerisinin temizlenip, dikildiği ve hatta, dikiş izlerinin sonradan belli olduğu rivâ-
yetlerde mevcuttur.
5.ÎLAÇ:
Bir kısım hastalıkların tedâvisinde ilaç esastır. İlacın o devirde bilinen her
çeşidine hadîste rastlamak mümkündür; Ağızdan alınanlar, kulak, burun, göz ve
boğaza damlatılanlar V.s.
İlaçların ham maddesi esas itibariyle şifâlı otlardır. Bal, çörek otu, ud-i
hindî, zeytinyağı, mantar, hasır külü, kına gibi çeşitli nebâtî maddeler hadîslerde
zikredilmiştir.
★ HÂRAM MADDEDEN ÎLAÇ://z.Peyg(awî٠>٥r ٠/e٠ y/M's5٥/٥m
haram edilen maddelerden ilaç yapılmayacağını beyan eder: “Allah haram kılı
nan şeyde şifâ yaratmamıştır” ; “Haramla tedâvide bulunmayın.” Şarabi te
davide kullanmak için müracaat edenlere: “O, şifa değil, hastalıktır” diyerek
reddeder. Keza kurbağadan ilaç yapmak isteyen bir doktoru bundan men eder,
çünkü kurbağa, öldürülmesi haram hayvanlardandır.
6.SUTATBİKİ:
Hz. Peygamber aleyhissâlâtu vesselâm çeşitli hastahklann hararetini dü
şürmek için vücuda soğuk su tatbikini tavsiye eder. Kendisini ölüme götüren
hastalığı sırasında bile bunu bizzat tatbik etmiştir.
7.TEBDÎL-İMEKAN:
İklim değişmesiyle hastaların bazılarinı tedavi etmek için Hz. Peygamber
tebdîl-i mekana başvurmuştur. Söz gelimi, Medine’nin rutûbetli havasından ra
hatsızlanan bir grup bedeviyi, hazîne develerinin otlatıldığı yaylaya göndererek
tedâvi olmalarını sağlamıştır. Yeni girdikleri evden hastalık ve uğursuzluk bul
duklarını söyleyenlere de orayı terketmelerini tavsiye etmiştir.
ll.CİLT TlBB-1 NEBEVÎ, MAHlYETl VE EHEMMIYETÎ 391
, 8.RUKYEÎ,
Cahiliye devrinde mevcut bir 'tedavi usulüdür. Dilimizde buna
veya nefes etmek denir. 'Bir kısım ,hadîsler bunu,.-tevekküle aykırılığı haysiye-
tiyle- yasaklar. Ancak, Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm'ın göz değmesi,
zehirli' hayvan ısırması,', nemle denen yara ,'kurduna kar§i' rukyeye başvurduğu
da bilinmektedir.
Islam âlimleri farklı hadisleri değerlendirerek, yasağın, "rukye İçin oku-
nan dua ’dzi câhiliye küfrünU'devâm.^ettiren elfazın varlığına hıletm işlerdır.
.,Bu yasak biUıassa'hicretten önceki' döneme^,aittir., Hz. Peygamber Medine’de,
hastalara rukye yapmayı meslek edinenleri dinleyerek dualarında elfâz- 1 kUfiir-
.lup olmadığ'ını'k.ntrol eder.ve olraa^^anlara iz ^ veı٠ir.
Al'imler rukyenin cevazında icma olduğunu açıklar. Çer’an yasak olan
؟
ﻵ ه ﻫ ﺎ \ا١ “efsunculann ve emleri teshir iddia eden cincilerin nefesidir
9.DUA..
.Tıbb-1 nebevide dua, daha ö'nce temas ettiğimiz iizere. sadece hastalıktan,
korunma safhasında başvurulan bir metpd değildir. Hastalanan, kimsenin tedâvi-
si Sirasmda 'da başvurulması gereken-bir medoddur, çaredir. 'Az yukanda.kay-
dettiğimiz bir hadisin son kısmı şöyle )idi: زآﺟﺬوا ﻟ ﺒ ﻼ ؛ اﻟﺪ ﻏﺎة. “Belaya dua ٠
We
kar§j, koyun.” Bu dunımda kişi, bizzat kendi'si için'.dua-edip, Allah.'tan şifa ta-
leb edebileceği, gibi, yakınlari' da ona dua edebilirler.„ Her iki çeşit dua'da Hz.
P e y g ıb e r ’in tavsiyleri arasında yer alır."“M ü’m؛n؛n m-ü’mine duası mUste^
cabdır” diyen Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın hastalan ziﻟﻤﺬaret .ettiğinde
'şGyle dua e'ttîği belirtilir.: “Ey'inananlartn Rabbi.» Şu hastalığı.gider, §ifâ
ver, §ifâ veren ancak 'sensin. Senin ?ifandan başka şifâ yoktur. ,Hi ؟bir has-
talik bırakmayan ?ifa ileşifa ver.”
' lO.TEBDÎL-lM EK AN ؛,',
Medine’nin .havası iyi gelmeyen Ureynelileri Aleyhissalâtu vesselâm’m
tedavileri İçin kira gö'nderme. örneğini.değerlendiren- Islara ulemâsı'tebdîl-i
mekan (veya tebdil-i h'avanın' da bir tedavi metçdu olarak sünnette'yet' aldığını,
',,belirtmiştir. Buna,başka örnekler'de var.
ll.K UV VE-İM ANEVİY EYİTAK VtYE:
Alimler, bazı hadisleri, tedavide m o h l takviyesi metodu olarak değerlen-
dirmi,?tir... ل أﻵﺟﻠﻲ.ا ﻟ ﻪ ﻋ ﺮ اﻟﻨﻮﺑﻐﺐ ﺷ ﻮ ا ﻟﺔ.“ ' اذBir hastanın yanma gi-
rince onu uzun yaşayacağı hususunda ümitlendirin. B.u (Umitlendirıne) ka-.
392 KÜTÜB-Î SİTTE MUHTASARI II-.CÎLT
. 69) G a yle (gıyle de dşıuhektedir): Zevcin çocuk emziımekte olan zevcesi ile cima yapmasına denir. ’
Kadın hâmile kaldığı takdirde süt, onu emen bebeğe zararlı bir mahiyet kazandığı için Araplar bu hali hoş
karşılamazlarmış. *
11. CİLT TIBB-I NEBEVİ, MAHtVETİ VE EHEMMİYETİ 393
4 - TEDAVİ EDİCİLER:
Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm, tedavi ediciler üzerinde de dur
muştur. Bunların liyakatli؛olması gerekir. Liyakatli olmayan tedavici sebep ola
cağı kazadan sorumlu tutulacaktır.^^.^ Liyakat olunca, müslim-gayr-i müslim
ayırımı yapılmadığı gibi kadın erkek ayrımı dâ söz konusu değildir. Hadîslerde
gelen örneklerden hareket eden İslam âlimleri, yabancı bile olsa kadının erkeği,
erkeğin de kadını tedavi edebileceğini, muayene için gerekli olan bakmak, elle
dokunhıak gibi ameliyelere yer verebileceğini hükme bağlamışlardır.
5. TIBBÎ TATBİKATI MURAKABE;
Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselam tedaviye giren prensiplerin (liyâ-
katli ellerde yürümesi, yasak tedavi medodlarııia başvurulmaması gibi) tatbikat
tını kontrol etmeyi de ihmal etmemiştir.
Ebu D â v u d ’un bildirdiğine göre, Medine’de hastalara rukye yapmakla
tanınmış kimselerin okuduklan duaları dinleyerek, kullandıklan elfazı kontrol
etmiş, küfür ve şirk ifâde eden sözlerin bulunmadığından emin_olunca onlara
izin vermiştir. Cin dağıtmaya mahsus bir rukye çeşidini de (nüşre) içinde yer a-
lan put, cin, şeytan isimleri sebebiyle yasaklamıştır.
Keza sünnetçi kadınlan çağırtıp, sünnet şuasında dikkat etmeleri gereken
incelikleri kendilerine açıklaımştır.
6 - KAYNAKLAR:
Tıbb-ı nebevi’nin kaynağı bizce, ayet ve hadîslerdir. Gerek Kur’ân’da ve-
gerekse hadîslerde tıbbı ve sağlığı ilgilendiren pasajlar, doğrudan ve dolaylı işâ-
retler, imalar hepsi tıbb-ı nebevî’nin gerçek kaynaklannı teşkil eder.
Belki de burada, bize itirazla, “tıbb-ı nebevi" üzerine yazılan birçok eser
lerin varlığı hatırlatılacak. Biz gerek klasik devirlerde ve gerekse modem za
manlarda tıbb-ı nebevî üzerine verilen pek çok eserlerin varlığını bilerek tıbb-ı
nebevinin gerçek kaynağını âyet ve hadîslerin teşkil ettiğini söylüyomz.
Klasik dönemde yazılan eserlerde, hadîse dayanmayan birçok meseleler
var. Bunlar bizi aldatabilir. Bazen es ؛.rin yazıldığı asrın tabâbet anlayışını,
bazan bir kısım hükemâ sözlerini, halk tabâbetini, sağlıkla ilgili vecize ve ata
sözlerini hatta kadim yunan feylesoflarının tıbbî nasihatlannı bu kitaplarda, ger-
70) Doktorun sebep olacağı kazalar ve sorumluluklar çeşitli şartlara göre değişir. Burada teferruata gir
meyeceğiz.
394 KÜTÜB-İ SÎTTE MUHTASARI 11. CİLT
tıbb-î nebevî kitabının hazırlanması işini, hadîsci olmam haysiyetiyle bana teklif
etmişti. Bir müddet düşündükten sonra, yukarıda belirttiğim gibi, işe yarar bir
çalışmanın ortaya çıkması için tıbbî formasyon gerekeceğini açıklayarak özür
beyan ettim. İlk anda bu işi yapabileceğimde ısrar etti ise de, bir başka karşılaş
mamızda “namazın göz sağlığına etkisini bildiren hadîs var mı?” diye sordu.
“Göz tedavisiyle ilgili hadîs çok ama, namazın göz sağlığına etkisinden bahse
den hadîs hatırlamıyorum” dedim. “Var” dedi ve Resûlullah aleyhissalâtu ves
selamım: “Dünyanızda hana üç şey sevdirilmiştir...” diye başlayan hadîsini
hatırlatarak orada geçen ve gözümün nuru namaz” tabirini gösterdi. Ben:
“Burada “çok sevdiğim” manasında olmak üzere “gözümün nuru” demiştir.
Bu Arapçada söylediğim maksadld kullanılan bir tâbirdir, nitekim biz de, çok
sevdiğimiz bir şeye, “gözümün nuru” deriz. Bunun göz sağlığı ile ilgisini göre-
rniyorum” diye itiraz ettim.
Tabib arkadaşım, öyle açıklamalar yaptı ki bu hadîste yer alan tıbb-ı ne
bevî hususunda ikna oldum. Ezcümle, “göz nuru” denen gönne gücünün her
yaşta zinde kalabilmesi için gözün, uzak, yakın, çok uzak, çok yakın olmak
üzere farklı mesafelere devamlı uyum temrini yapmak zorunda olduğunu, na
mazda iken ayakta, rükûda, secdede, oturma ve selam verme hallerinde çok
farklı mesafelere bakarak gözün bu “uyum temrini”m yaptığını, bazı göz bo-
zukluklannı gidermek için tabiblerin kadınlara örgü tavsiye ettiklerini...vs. söy
ledi ve ilâve etti: “Namazda gözleri kapamak niçin mekruhmuş, şimdi daha iyi
anlaşılmalı.”
Ben bu açıklama ile göz nurumuzun büyük ölçüde namaza, bağh olduğu
nu anlamış olmaktan başka, müessir bir tıbb-ı nebevî çalışmasını ancak tabible
rin yapabileceğine dair düşünceme, mukni bir delil bulmuştum. Meseleyi şimdi
lerde daha da aç؟m doktorumuzun açıklaması şöyle:
“G özün n a m a zd a k i tâdîl-i erkânı, n a m a zın ka ra n lıkta . kdm~
m a sın ın m ekruhlıığu, gözlerin n a m a z d a ka p a lı o lm a sm m m ekruh-
luğu, g ö zü m ü zü n k a ta ra k t v e g lo k o m ’d a n (yani k a r o s u ha sta lığ ın
dan) ko ru n m a sı için h u s u s î işaretler olızp “iki gözümün nuru namaz”
hadîsi, n a m a zın d eğ er verilen, sevilen bir k ıy m e t o ld u ğ u n u a n la ttı
ğ ı gibi, “iki g ö zü m e n u r veren n a m a z ” ib a resin in d e sa k lı olduğu
k a n a a tin d eyiz. K işi sevd iğ i üe ka rşıla ştığ ı z a m a n “s e n i görünce
g ö zü m gö n lü m a y d m la n d ı” d iy e re k p siko lo jik bir sevin ci ifşa ettiği
gibi: n a m a z d irekt ola ra k m a d d î g ö z ü m ü z ü n sa ğ lığ ın d a etkilidir.
11. CİLT TIBB-I NEBEVÎ, MAHİYETİ VE EHEMMİYETİ 397
B İR İN C İ F A S IL
TALAKTA KULLANILAN ELFAZ
İK İN C İ FASIL
DUHÛLDEN (GERDEKTEN) ÖNCE TALAK
ÜÇÜNCÜ FASIL
HAYIZLI KADININ TALAKI
DÖRDÜNCÜ FASIL
İCBÂR EDÎLENİN (MÜKREH), DELİNİN, SARHOŞUN TALAKI
B EŞİN C İ FASIL
NİKAHDAN ÖNCEKİ TALAK
A LTIN C I FASIL
KÖLE VE CÂRİYENİN TALAKI
Y ED İN Cİ FASIL
MÜTEFERRİK HÜKÜMLER
Tâlak, Arapçada, lUgat olarak bağı çözmek â k a . gdin. Gönderme ve
te r k e le i k s m a L gelen itlâkdan' müştaktır. Çer’î bir ıstılah. olarak, kadmla
erkek' arasında, evlenme akdi ile tesis edilen, nikah bagınm'çöZülme'sidU.. Görül-
dügü üzere talâk, bu manasıyla.lügavî medlulüne muvafık düşmektedir.
islam dini, .hristiyanlıgın aksine .talâkı, meşrû addeder,, ancak hoş karşıla-
maz. Çünkü talak. i ؟timaî'bh٠yaradu., ؟ocukların sahipsiz kalmasma, terbiyeleri-
n-in..aksaması'na,. '..'ferdler ve aileler arasına huzursuzluklarm ghrneslne sebep
olur. Bir cemiyette boşanma nisbeti, bir bakıma İçtimaî huzunın g'Ostergesi du-'..
rumundadır. Aileler ne. kadar saglam. ve ferdleri dayanışma İçinde, olursa, cemi-
yet de,o kad'ar 'saglam ve güçlü.demektir. Resûlullah müslüman 'ailelere.boşan-'
raayı tavsiye' etmez ve 0'nu '. > ا]ﺣﻼ;ل اش اﻟﻨﻪ اﻟﻄﻼئ: “ أAHah’ın. en zîyâde
nefret .ettigi. mü'bah” ,olarak tari.f eder.. Evet talâk, dinimizde haram değildir,
fakat Çenab-1 Hakk.’ın en çok. nefret ettigi bir cevazdır, İmkân nisbetinde ondan .
kaçınmak gerekir..
§unu da bilelim'ki,Islam١datalâk.bahsi çok teferruat! olan bfr mevzudur.
Gerek kadın. v.e gerekse erkegin hukukunu kOrumayı hedefleyen prensipler. Si-'
.nırlamalaı. vardır.'.Bu cümleden olarak aiim'ler talakı öncelikle, birkaç kategori-
dedealnlar:
1- Haram olan talak: Bu talâkü’l-bid’a'â]!, az ilerde kıs.aca temasedilece-
gi üzere, farklısûretlerde cereyan, eder.
.2-' M e tu h olan talak: Kadın iyi bir hal üzere oldugu hal'de, mâkul, meşru
bir sebep ohnaksızın vukua gelen taaktn.
.3- Bu.da farklı sûı٠etlerde'cere5^an eder, geçimsizlik sebe-
biyle, âyet-i kerimede zikri geçen iki'hakemin: (Nisa 35) boşanmaya hükmetme-
si halindeki boşanma.gibi.
4- M e â b olan talâk: Kadının- iffetini bozması durumundaki boşanradır.
5 - Câiz olan talak: Erkegin kadını is.tememesi, -cinsî yönden tatmin bula-
400 KÜTÜB-Î SJ^E'MUHTASARI' IJ.CtLT
niadjgı 'İçin' 'kadının külfetini ؟ekmeye nefsinin, .fazı olamaması halindeki boşa-
madır. ibnu Hacer, boşamanın'bu ؟eşidini. Aﺀﻟﻢvﺀv?’nin nefyettiğini kaydeder.
B.fr başka açıdan talak u ؟kısma^ayrılır: .
!٠- Sünnî talak ( ) ﻃﻼﻟﻰ اﻟ ﻜ ﺔ: Bu, .kadını tahâret' '(temizlik) müddeti iç'e-
risinde temasta bulunmadan boşamaktır., ibnu dan. gelen bir'açıklama,
Rabb .Teâlâ’nın: ؛؛ ﺋﻘﻮﺧﻦ إ ﺟﻨﺒ ﻸKadınları iddetleri' ؟؛erisinde .boşayın...’»
(Talak ,1) emrinden maksat budur:. “Temizlik müddetlerinde, temas etmeksizin"
demektir. BU tefsir, sâdece ibnu Mes’udrzL hBS değildir, Sahâbe ve Tabiînden
birçoklan ayni gOriiştedir..
Sünnî talak,.'sünni-i hasen ve sünnî-i'ahsen kısımlanna ,aynlır..Eğer.boşa-
ma her.- mhur 'müddetinde, temasa yer .vermeden- -üç.kere tekrarlanırsa' buna.
sünnî-i hasen denir.-Eğer, duhûl edilmiş kadın,.tuhur^ müddeti ..içerisinde bir
talak-ı'ric.’î ile boşanır ve.bu şekilde, iddetini tamamlarsa yani ü ؟hayız müddeti
tamam olursa'.boşanma tamamlanmış olUr. Buna Sünni-İ ahsen denir.
2- Bid’îtalâk (ﻗﺊﺀة١ )ﻃﻼﻟﻰ- ذBu, kadınıhayız halindeyken veya temiz-
.lik hâlinde temas yapmış-oldugu halde boşamaktır. B'u durunida kadının hamile
kalmış olma ihtimali bulundugu.için.bu boşanma bid’at addedilmiştir.
3- ' Üçüncü, kısımı.sün’î veya bid’î vasıflan ile tavsif edilemeyen bir kısım-,
dır: Hen.üz ؟ocuk olan zevcenin veya âyise'olan(yani.hayızdan.kesilmiş, hâmile
.k'alma ihtimali kalmayan) zevcenin veya, doğumu yaklaşmış hâmile zevcenin',
yahutda henüz duhûl.edilnıemiş zevcenin boşanması bu kısm'ı teşkîl eder. Hu-''
kukî durumu bilen bir.kadının, 'kendi'talebi üzerine, vâki olan.talakla, kadını ؟ta;
lebiyle vâki olan hul. da buray.a girer. Şâfiîler nazannda bu, talâktır.
'Hayızlı kadını boşamak, esas itibariyle) haram.ise de bazı şekilleri 'haram
'değildir. §öyle(ki:
★ Eğer kadın .hâmile ise ve kan görmüşse §afı’î!ere göre, hayız gören' hâ-'
milenin boşanmaşı bid’î değildir,'' hususen, boşama doğuma yak'in' vaki’olmuşsa.-
★ Hâkim efendiden boşarsa 've bu b.şa'ma'haj'iz hâline rast,larsa.' '
★ iki h.akemin boşaması usulünde,؛hakemler aradaki geçimsizliğin'be'rta-'
raf ؟dilmesi İçin buna karar vermişlerse.
★ Hul ’ .(yani kad.ının talebi.ile)'.gerçekleşen boşama.^Zikredilen bu dört
çeşit b o ş ı a , hayız sırasında vukua gelse de haram sayılmaz.
11. CİLT um um ! AÇIKLAMA 401
bin-i mübîn-i İslam, prensip olarak boşanmayı hoş karşılamaz ise de, ba2i
hallerde kadın ve erkek her iki tarafa da boşanma talebinde bulunma hakkı
tanu.. Buna fıkıhta hıyâr-ı tefrika denir. Hemen belirtelim ki, hıyâr-ı tefrika er-
kekden ziyade kadın için mevzubahistir. Çünkü erkek boşama yetkisine sâhip
olması sebebiyip, İmâm-ı Muhammed gibi bazı fakihler. erkek için bir dc hıyar-
2؛e^ii١zmın mevzubahis olmasını gereksiz bulmuştur.
Bu husustaki teferruata girmeden, şunu belirtmek istiyoruz: Gerek erkekte
ve gerekse kadmda bulunan bir kısım özürler, hastalıklar, kötü huylar, niukâbil
tarafa boşanmak üzere hâkime müracaat hakkı tanımaktadır. Bu ârazlan şöyle
özetleyebiliriz:
1) Cinsî teması önleyen ârazlar: Kadmlarda karn, retak, fetk denen haller٢
le erkeklerde hadımlık, innet (adem-i iktidar), mecbubiyet (erkeklik uzvu ve
husyelerin kesilme hali)... gibi haller. Evlilikten asıl mâksâd olmamakla birlik
te, aranan hususlardan birinin cinsî tatmin olması sebebiyle, taraflardan birinde
buna mâni olan bir ârazın varlığı, mukabil tarafa boşanma hakkı doğurmaktadur.
2) Hunûset: Bir şahısta hem erkek ve hem de kadına aît tenâsül uzvıuıun
varlığı.
3 ) Cünûn yani delilik:
4) Bazı irsî bulaşıcı hastalıklar: Bu grupta cüzzam, beres, zührevî hasta
lıklar zikredilir.
Bu ârazlann evlilikten sonra mâlum olma veya vukûa gelme dürumlan, te
davi edilebilir veya edilememe durumlan, delilikte olduğu üzere tahammül edi
lebilecek veya edilemiyecek derecelerde olmalan gibi farklı durumlar vardır.
Fıkıh kitaplan meseleyi yeterli genişlikte tahlil ederler. Biz burada işaret etmek
le yetineceğiz.
5} Geçimsizlik: Kan veya kocaya boşanma hakkı getiren bir diğer husus
su~i imtizaçtır, yani geçimsizlik diye ifâde ettiğimiz huzursuzluk halidir. Bu.
çoğunlukla taraflardan birinin haddini tecâvüzden, su-i ahlaktan ileri gelir.
Bazan bu haller her iki tarafta da bulunabilir. Her h؟tl u kârda îs|am dini geçim
sizlik hâlini de boşanmada meşru bir sebep kabul etmiştir. Bu prensip, bilhassa
boşama yetkisi olmayan kadm için avantajh bir durum teşkîl etmekte ve hâkime
müracaat hakkı tanımaktadır. Hâkim iki hakem tayin ederek ıheşeleyi tahkik
402 KÜTÜB-Î SİTTE MUHTASARI M. CİLT
eder, aralarını düzeltmeye çalışır, hakemlerin vereceği rapora (ve hatta hükme)
göre karara vanr.
Bu gruba geren haller meyânmda erkeğin kadının hukukunu yerine getir
memesi: Mesela nafakasını te’min etmemesi, haksız yere dövmesi, tahkir etme
si, sövmesi, kadını terkedip konuşmaması zikredilebilir. Ancak kadın, kocasının
yapacağı yeni evlilik sebebiyle, dinin kocaya tanıdığı tedîb hakkını kullanması
sebebiyle muhayyerlik hakkı kullanamaz, şikâyete gidemez.
Şu hususu da tekrar etmek isteriz: îslam bayılan noktalarda talak mesele
sinde muhayyerlik hakkı tanımış ise de, bunun istismar edilmemesi gerekir.
Zikri geçen bu ârazlar çoğu kere izafi değerlendirmelerdir. Aslolan evliliğin de
vamıdır. Evlililde bir araya gelen insanlann birbirlerinin eksikliklerine, nahoş
taraflarına sabır ve tahammülü prensip edinmeleri gerekmektedir. "Din hana
hak tanıyor” diy& boşama veya mahkemeye gitmede isti’cal etmek ne İslâmî ne
de İnsanî bir davramştu.. îslam ülemâsı, yukarıda belirtilen âraZların sübûtunda
dahi sabır ve tahammülü tavsiye eder. Alimlerimize göre, evliliğin asıl gâyesi,
bir aile tesis etmek, karı ile koca arasında bir dayanışma, bir yardımlaşma ve
ünsiyet vücûde getirmek'tir. Cinsî tatmin, çocuk sahibi olmak gibi başka husus
lar evliliğin semere ve meyveİerindendir. Öyleyse taraflardan birine gelen âraz-
la bu meyvelerden bir veya birkaçının hâsıl olmaması, evliliğin sona erdirilme
sine sevketmemelidir. Yukanda sayılan. hastalıkların tedavisi, sakatlıkların
giderilmesi, bulaşmalara karşı mukâbil tedbirlerin alınması bilhassa günümüz
şartlarinda imkân dâhiline girmiştir. Fakihlerimiz bu bahisleri günümüziin tıbbî
şartlarında yeniden tedvin edecek olsa, yukarıda sayılan bir kısım ârazları "Bo
şanmaya sebep olan haller” listesinden çıkarabilirler.
HAKEM ؟:YN;
Talak bahsinde bilinmesi gereken bir husus hakem meselesidir. Yani, karı-
koca arasındaki geçimsizlikler, boşanmaya vardırılmadan halledilmesi gerek
mektedir. Bunun da en iyi yolu biri erkek, diğeri de kadın tarafmdan seçilecek
iki hakemin araya girerek, aradaki imtizaçsızlığın mahiyetini araştınp hal yolu
na gitmesidir. Bunlar barıştırma yollannı denerler. Her iki tarafa da nasihat
ederler. Hakemler, Hanefî, Şâfîî, Zâhirî imamlara ve Ahmed tbnü HanbeVd&n
bir kavle göre sadece barıştırma selahiyetine sâhiptirler. Boşandırmaya hükme-
demezler. Mâlikilere göre, boşandırma yetkileri de vardır. Onlara göre kendile
ll.C tL T UMUM ؟AÇIKLAMA 403
'Hakem lerin erkek, re§îd, âdil, nüşGz hükümlerine vâkıf, hük.üm verecekle-
-Ti husUs hakkında fakîh olınalan şarttır..' Bineanaleyh kadın, ؟ocuk,'m ecnun,
fâsık veya Sefih-olanlann, nü§۵z hükmüne vâkıf olmayanların .hükme baglaya-
caklan hususun §er١î yönünü bilmeyenlerin boşanmaya veya evliliğin devamına
dair verecekleri hüküm.bâtıldır. Ancak.fakîh olmayanlar ülem â ile istişare yapa-
rak-hareket.etmeleri hâ,!inde Iıilkii'mleri mUteber olur.'
Daha önce de belirttiğimiz gibi,- talak bahsi pek ؟ok teferm ata şamildir.
H er bir tâli m esele İçin müstaki.1 ıstılahlar'vardır.. Burada onlann' hepsine yer
v e m e k bizi mevz'umuzun dışına atar., .Ancak, müteakiben, gelecek-hadîslerin''
açıklanması esnasında kullanılacak bazı 'istılah'Ve tabirleri 'burada, açıklamada
gerek var:(72).
TALAKIN'ÇEÇÎTLERİYLElLGtLlTABlRLER
Boşam a bahsinde- en ؟ok geçecek-tabirlerin bir kısm ı'talak ؟eşitleriyle ilgi",
lidir. Öncelikle onlann kısaca açıklanması münasiptir.,'.Bunlardan,her biri yeri
' geldikçe genişçe açıkl'anac'ak. Talakın başlıca şu ؟elitleri var: '
''. l - T a l a k - ı B â i n . '.
4 - Talak-ı Selâse.
a) H ul ١.
b ) Lian.
5 - Zıhâr.
1. TA LA K I BÂİN:
Kesin boşamayı ifâde eden söz veya işâretle yapılan boşamadır. Erkek, bu
suretle boşadığı hanımma tekrar kavuşabilmek için kadınm nzasım almak, yeni
den nıehir ödemek ve nikah akdi yapm ak zorundadır. Şu dört şekilde cereyan
eden boşamalar M m ’dir:
1) Nikahtan sonra fakat temastan Ve h a lv e t- i şahikam dan önceki boşama.
2).K inâî sözlerle yeya m übâlağa ve-şiddet İfâde eden .sözlerle yapılan bo-
şama..
,3) AfMM/ö’a yoluyla yani kadıHın İsteği ile karşılıklı anlaşarak yapılan'bo-'
'şama’٠ ’
2.TA LÂ K -IR٤C’؛Î
'Fiilen.evlenipkan-koca olduktan sonra, erkegin'zevcesini sarahaten veya
İşâreten üç adedine de.lâlet etmeyen sarih söz v'e hareketle boşamasıdır. .Bu çeşit
boşamadan sonra, erkek tekrar nikah yapmaya ve, mehir ödemeye'muhtaç Olma^.
dan zevcesiyle normal' âile hayatına dönebilir.. Bu 'söretle kişi, hanımını iki 'kere
boşayabilir, üçüncü kere boşadı 'mı, hanim bir başkasıyla'.evlenip ondan da bo-
şanmış oln?٠a d^ça bh. daha kan-koca olamazlar.
.', .'3.TALÂKU,’L-BETTE:
e l-B e tte , kesinlikle dem ektir.Talâku’l-Bette, e l-B e tte kelimesi, kullanılarak
yapılan bir talaktır:'- آﻳ ﺔ ( ﻧ ﺖ ﻃﺎﻟﻖ “S e n k e s in lik le b o şsu n " cümlesinde oldu-.,.'
ğu gibi. Şu 'halde bu ayn bir talak .çeşidi değil.'Içerisinde rakam olmadığı.'onun
yerine k e s in lik le mânâsına gelen e l- B e tte .tâbiri'olduğu İçin .bu tabir b â in mi
İfâde eder-, r i ç ’î tm İfâde eder, ihtilâf konusu olmuştur..MUteâkiben 4049. hadis^''.
te'-tafsilat gelecektir.
II. CİLT UMUMÎ AÇIKLAMA 405
4. T A L A K -IS E L A Ş E ;
C) İLÂ: Lügat açısından yemîn etmek mânâsm a gelir. Istılah olarak zevce
ye en az dört ay süre ile takarrüb etmemek (temasta bulunmamak) üzere yapılan
yemindir. Bu yemin bâzan belli bir müddet için yapılır, ki en azı dört aydır.
Bazan ebedi olarak tem asta bulunmamak üzere, bazan da vakit belli etm em ek
sûretiyle yapılır. Yeri gelince gerekli açıklam a yapılacaktır.
T E F V ÎZ -I T A L A K :
Talakda câri olan usullerden biri ؛e/vfz’dîr. Yani m ükellef kimse, hammını
406 KÜTÜB-t S ^ E . MUHTASARI ll.CİLT
b٠§ama yetkisini bir vekile veya bizzat .zevcesinin velisine tevdi edebilir. İşte
bU' tevdi İşine tefvîz denir. Temizde ü ؟tabir kullanıln:
Tahyir,emrbVl-yed,me§iyyet. ي
Lügat olarak tâdad, İhsa (saymak) ve müddet mânasına gelir. Istılah olarak
bir erkek veya kadının boşanmadan sonra yeni bir evlenme yapamayıp bekle
mesi mânâsına gelir. Aynı zamanda beklemeleri gereken müddete de iddet denir.
Boşanan bir kadın için üç hayız müddeti, kocası ölen kadın için de dört ay on
gündür. ,
İddet erkek için de câri ise de, mutlak kullanılınca kadının iddeti kastedi
lir. ,■
NOT: Bu umumî açıklama kısmında son olarak şunu belirtmek isteriz:
Boşanma bahsi dinimizin çok ehemmiyet verdiği, hassasiyet gösterdiği bir mev
408 KÜTÜB-I StTTE MUHTASARI 11. CİLT
-1. (4.45)- tbnu Ahbâs radıyallahu anhûmâ demiştir ki: “رزه. erkek hammı-
na bir defada “Sen üç talaWa b §swn!" dese, bü bir talak saçılır." P u
٠
Dâvud,TalŞk'lO,(219.7)l
|إر : ]أن وﺟﻼ ﻗﺎو ﻟﺬ:س رﺿﻰ اﺗﻠﺔ ﻋﻬﻤﺎ٠و ﻟ ﻞ وﻋﻦ اﺑﻦ ﻋﻴﺎ
ﻃﻘﻎ ﺗ ﻎ:J u . وي ي1د1س# ﺋﺚ1 مJ;\ â
ﺑ ﺮ ﺟ ﻪ ﻣﺎﻟﻚ.[ووأ.ﻋﻮن اﺋ ﺤﺪ ت ﺑﻬﺎ آﻳﺎ ت ا ش1 ؤ ﺧ ﻊ ؤل،ﺑﺜ ﻼ ث
ﺑﻼﻏﺎ.
3. '(4.47)- ibnu Abbâs radıyallahu ٥«ÂW٠w ٠’nın anlatıgına göre, bir adam
kendisine gelip: “Ben hanımımı yüz talakla boşadm , bu hususta fikriniz nedir
(bana bir şey gCrçkir mi)?” diye sordu.'Benden şu cevabı.aldı: “Kadın senden
üç talakta boşanmıştır. Geri kalan doksan yedisi ile Allah’ın âyetleriyle alay
etmiş oluyorsun.” [Muvatta, Talak 2, ( 2 ,552 ).ل
412 KÜTÜB-t StTTE MUHTASARI IJ.CtLT
AÇIKLAMA:
1- Hanımını üç talakla bir anda b o şa y « ^ talaklannm sahih olup, hanımm
boş sayılacağı bu meselede icma'dan bahsedilebilecek bir çoğunluğun fikir bir
liğine sahip olduğu önceki rivayette açıklandı.
2- îbnn Abbâs, üçten fazla talakla boşamayı ciddiyetsizlik, dinin ahkamıy
la istihza olarak tavsif etmektedir. Çünkü Rab Teâla talakı üç kılmışhr. Ağzm-
d w çıkanı tartmakla sommiu olan müslüman, hanımını boşamaya karar verince
üç talakla boşar, fazlası ne oluyor?
mem؛şt؛r. Çünkü gaye tçvbih ve taglizdir. Yani'ü ؟talakı birden vermenin köüi-.'
Jügünü beyanla bundan zecrdir. ü ç -talakı birden, 'venne hususunda' imamlar
biraz ihtilâf ederler. Ehu Hartife, Mâlik, Evzaî, Leys rahimehümullah‘^ göre bu
bidatdır. Şâfıt, Ahmed, Ebu Sevr rahimehûmullah>2Lgöre haram degiJdir, ancak.
٠nاara g.öre de evla olan ayrı ayrı yapılmasıdır. Hadîsin zhiri.tahrim İfâde eder.
-Cumhur, üçünü birden veren kimseye ü ؟talakın'birden vaki olacağında mütte-
fiktir, bu' hususta muhalif bir görüşün onlar nazarında hiç bir değeri yoktur.)
sinlikle” 'tabirinin İçinde rakam bulunmadığı İçin, takdir İŞİ esas itibariyle niyete
bağlı kılınmıştır. ,Ebu ö âvud’un rivayetinde'bu kad'ının SUheyme ٠lduğu tasrih'
edilir.
Hüttâbî der ki: “Bu k ä s , birden fazla talakı kastetmemiş olma halinde
talâku’l-bette'nin bir tek sayılması gerekeceğine, dolayısiyle bunun ric’î bir
talâk olup, bâin oirnadığına delalet eder. Kişi bununla iki veya üç talaka niyet
ederse, hukmu niyete göredir:’- Âüyyu’l-Kâri, talâku .l-bctte  ^ Şâfi i ؟v e ia d e
١ ١ ١
“bir ye ric’î talak’) .sayıldığını,'Onunla iki ٧eya üçe,niyet ederse niyetinin esas
.iduğunu, Ebu Hanî/e’ye göre de 'bir ve bâin sayıldığını,-' üçe niyet ederse üç
'.lacağını,. MâUk’e göre ise .üç .Idugunu kaydeder. Aynî, u ^ d e ’de Hz. Ali, ibnu
Ömer, İbnu Miiseyyeb, Urve, Zührî, İbnu EbîLeyla, Evzâ’î, Ebu U b eß gibi se-
lefden bazılanıim da dediklerini kaydeder.
^/-^drfl’ya göre hadîste şu faideler var:
★ ,Sözlerinin z i , tekzib etmediği mUddetce, kocanın İddi'a ettiği, husus
.yemin ednce tasdik edilir. '
★ 'Kesinlikle, ,(el-bette). tâbiri, talâkın, adedinde müessirdir (yani,'birden
fazla talâk İfâde edebilir), aksi takdirde Aleyhissalâtu Vesselam, sadece'bir talak
kastettiğine,dair yemin'',ettirmezdi. Nitekim TIrm؛zl'nin kaydCttiği açıklamada
talâku’l-betteyı Hz. Ömer’in bir talâk kabul ettiği., Hz. Ali’nin 'ise üç' talak'kabul
ettiği'^lirtilir.
★ “Kendisine yemin terettüp eden kimse, 'hdkim yemin'ettirmeden önce
ye"„.« etmiş olsa, bu yemin muteber değildir. Şayet mûteber olsaydı Resulullah,
'٠««« önceki yeminiyle yetinir, yemin teklifetmezdi.”Hattâbî’y ib u h ln \X çıkar-
maya götüren husus, nvâyetin Ebu Dâvu'd.’daki'ölr vechidir. Zira orada
radıyallahu anfı, Resûlullah’ın yanma meselesini arzetmek üzere varınca, " ﻟﻤﻪ’ ا-
lahi ...” diye yeminle başhyor. Biz bu tabiri,'tercUnıeyi köşeli parantez içerisin-
dedercettik.
'★ 'Hâkimin, .mu'ttali old.uğü menfi hallere- şikâyetçi olmadan, muâheze ve
hesaba çekme yetkisi vardır...
3- -Son..olarak' şunu da kaydedeliıp: Bâzı, âlimler,, hadisteki ،zdırab, ye
Resûlullah deYrinde talakın tek' olduğuna dair ؤر,?„ Abbas rivayetine muhalefet
gibi' sel^plerle.ortaya çıkan'zaafı sebebiyle, hadîsle, amel etmenin, .ihticacda.bu-
.lunmanmmümkünolmayacağmısöylemişitir., '
j l c Jlt
TALAKTA KULLANILAN ELFAz
4 !5
Ömer ona: “Sen kimsin” diye sordu. Adam kendini tanıtarak: “Ben .؟em. bulma-
mı emrettiğin (İraklı) kimseyim!” dedi. Bunun Üzerine Hz. Ömer: “Ben sana şu
Beyt-İ Muazzama’nın Rabbi adına soruyorum:“ipin hoynundadır!”derken ne
kastettin?" dedi.'Adam:.'"'Sen bu nıUkaddes mekandan başka bir'^'erde vemin
erse)d؛n 'sana doğru> u söylemezdim. Bcn'-bununla ayrılık kastetmiştim”' dedi.
١١ ١
ﺣﺰﻟﻢ٠ ' س:ﻓﺎ'ل ]أﺋﻦ :ب ﻟﻠﺬ١ ، ر ض, ٣ ﺀط وﻋﻦ ا ٩ ^0
II ClLT TALAKTA K l A N I L A N ELFÂZ 4J7
gerekir.
A Ç IA İ:
Daha önce de belirttiğimiz üzere tefviz suretiyle yapılan talak ric’î midir,.
hâin midir, bir midir, üç müdür? ihtilaf edilmiştir. Ancak umumiyetle niyete
bağlı olduğu benimsenmiştir. Yani, boşama yetkisini vereıi erkek, bu sırada tek
talaka veya iki veya üç talaka da niyet ederek kadma tefviz edebilir. Bunu, tef
viz sıracında belirtmelidir. Kadın da, yetkisini kullanu٠ken kaç talakla boşadığı
nı belirtmelidir.
Tahyir sûretiyle yapılan tefviz mutlak ise, üç talak icabetttiği kabul edil
miştir. Yani erkek, hanımma: “Nefsini ihtiyar et” der de.kadın da”N^/5/m///in٠-
y٥r em.m” dedi mi üç talak vâki olur.
Zürkânî'yt göre, sadedinde.olduğumuz rivayet, bu ,meselede Zeyd îbnu
Sabit radıyallahu anh)n tahyir, sUrCtiyle bOşamada'kadının ',mutlak olarak bir
-boşama h.akkına sah'ip olduğu kan’aatinde olduğunu'göstemaektedir. Çünkü riva
y'ette, Muhammed îbnu Atîk’e “Sen ona daha çok hak sâhibisin” diyerek sahip
olduğu diğer iki talak yetkisine işâret emiş, olmalıdn'.
. [ ؛؟îS Û . ^ ؛İJI
hükme muhalefet ettiği için bir kısım itirazlara sebep olmuştur. Üç talak bahsi
nin günümüzde de zaman zaman münâkaşa edildiği, ve hattâ bir anda verilen üç
talâkın, Hz. Ömer'den sonra “üç ayrı talak" kabul edilmeye başlandığı yanlış
inancının hâlen mevcudiyeti sebebiyle, meseleye Nevevî'nin getirdiği açıklama
yı tavzih edici küçük tasarruflarla aynen kaydediyoruz; Bu hadîs, müşkil hadis
lerden sayılmıştır. Ü/emd, hanimma: üç talak boşsun" diyen şahıs hsüdanda
ihtilâf etmiştir. Şafiî, Mâlik, Ebu Hanîfe, Ahmed ve selef ve haleften
cemâhîru’l-ülemâ: “Üç talak da vâki olur" demişleıdiı. Tâvus ve Ehl-i
Zâhir’den bazıltm: “Bununla tek talak vâki olur" demişlerdir. Bu görüş, Hac-
câc İbnu’l-Ertât, Muhammed lbnu İshâk’dan da rivayet edilmiştir. Haçcâc
İbnu’l-Ertâf ian meşhur olan görüş: “Bununla hiç bir şeyin vâki olmayacağı"
dır. Bu, ibnu MukâtiVm de kavli, Muhammed îbnu İshâk'ian da rivayettir. Bu
zevât, sadedinde oldn^vnnz İbnu Abbâs rivâyetinden başka İbnu Ömer'in hanı-
mmı hayızlı iken üç talakla boşayıp buna itibar, etmediğine dair rivayetle, Rükâ-
ne hadîsinde, onun hanımım üç kere boşamasma rağmen Resâlullah'ın hanımı
na dönmeyi eım;ettiğine daîr geleıi rivayetlerle de ihticac ederler. Cumhur ise:
^ “Boşanma iki defadır. Ya iyilikle
tutma ya da iyilik yaparak bifakmadır... Bunlar Allah’ın hudududur. Kim
bunları aşarsa onlar zalimlerdir” (Bakara 229) ayetiyle amel etmiştir. Ayetin
başında, karılarını boşamak isteyenlere bunun usulü anlatılır, sonunda ise belir
tilen usule uymayanlaıın zâlimler olduğu ifade edilir. Cumhur der ki: “Ayette
temas edilen hududu aşıp nefse zulmetmenin mânası şudur: “Hanımım üç kere
boşayan, sonradan pişmanlık duyar. Ancak beynûnet (kesin ayrılık) hâsıl oldu
ğu için, bunun düzeltilmesi, dolayısiyle karısına dönmesi mümkün değildir.
JEğer üç talak bir sayılsa idi, boşayan adam karısına dönebilir, pişman da ol
mazdı." Rükâne jtadisine g e lin c e ,c u m h u r onu, bir başka tarîkten gelen veö-
hiyle değerlendirir. Bu vechine göre: “O, hanımını talâku’l-bette ile boşamıştı.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselam ٠n٥; “Sen bir talak kastettiğine yemin
eder misin?” dedi. O da: “Vallahi tek talak kastettim" dedi."
Bu da gösterir ki, kişi üçe niyet edince, üçü birden vâki olmaktadır. Aksi
takdirde Resûlullah aleyhissalâtu vesselam'm Rükâne'yt yemin teklîf etmesinin
bir mânası olmazdı. .
Muhâlif görüşte olanlann kaydettikleri rivayete gelince, buıia
7 3 ) B u n u n la 4 0 4 9 n u m a ra d a g e ç e n r iv a y e t k a s te d ilir.
IL C tL T .DUHÛLDEN (g e r d e k T e n ) On c e bo şam a 425
7 4 ) B u n u n la 4 0 6 1 n u m a r a lı h a d îs i k a s te tm e k te d ir.
' 7 5 ) B u n u n la 4 0 4 5 - 4 0 4 6 n u m a ra lı h a d îs k a s te d ilir.
426 KÜTÜB-I §ÎTTp MUHTASARI M,CİLT
anhUm, ona (bu usule aykırı davranışı sebebiyle) (76) şiddetle reddedip, k r s i
çıkarlardı, Nesh İddiasını ileri sûren kimse, buradaki neshin Resûlullah dşvrin?
de cereyan etmis bulunduğunu söyleyecek olsa, bu iddia daha makul olur,
ancak, hadfsin z a h ir iğ n dısarı çıkar. Zira, böyle bir sey olsaydı, râvinin Uhu
h |û n , I u Bekir devri, ile Hz. Ömer devriîiiw ilk yıllarına kftdar d e v i
ettiğinr söylemesi câizolmazdi."
Şöyle denecek olursa: “Ashab nesh hususunda icma ederse, ٥« onlardan
kabul edilir.}} Cevabimiz şü olur. “Evet Sahâbenin icmal makbuldür, ancak on-
lann icmaları ile nasih’e istidlal edilir. K e i arzularımla neshetnvelerüs؛e\e?؛i
mevzubahis olursa, la z a lla h bu dUşUuUlemez. ^ İra ’bömle bir kabul, onların
hata (izerine icma etmeleri mânasına gelir. H a lb ii onlar böyle bir d u ru m
düsmektenmsufndurlar.”
Şöyle ؟enecek^olursa: uRoyle bir neshin varlığını Ashab’ın önceleri bile:
meyip, Hz. Ömer zamanında farkına varmıs olması da mümkündür?’} Deriz k٤:
“Bu düşünce de yanlıştır. Çünkü, bu d u r u â , Hz. Ebu Bekir zamanında hata
üzerine icmanın vaki olmus bulunduğu manası çıkar. Halbuki usulçü muhakkik-
ler, icmanın sıhhati İçin, o asrin İnkırazını sart kosmzlar.}}
Ebu Dâvud’uu SUnen’inde'gelen: “Bu hüküm henüz gerdek yapılmams
olan kadın hakkındadır” ifadesine" gelince, bu hükmü, ibnu Abbâs’ın ashabın:
dan. bazılan ileri sürmüştür.'.nlar dediler ki:-. “Temas edilmemiş olana üç tâlük
vaki olmaz, çünkü böyle bir kadın bir defa آلﺀ 'ﻏﺎق “Sen bossun*' d en
mokle talâk ıbâîn ile bos olur, ve “üç talakla” sözü, beynunet (yani kesin ayrı-
ilk) vukûa geldikten sonra Söylenmiş olur, ayrılığın husulünden sonra söylenen
üç talakla sözüne yeni bir hükUm terettüp etmez.' C m k y bu iddiaya karşt de-
miştirki; “Bu ifade yanlıştır. Bilakis, üç talakla SÖZÜ Üzerine üç talak vaki olur.
Çünkü اش ﻏﺎﻟﻖ “sen bossun” sözünün mânası sen tâlâk sâhibisin dc:
mcktir. Bu'söz bir .talak i'؟in'٠ge ؟erl'idir ve aded ifade eder.. Ama ondan sonra-
söylenen “üç” rakamı bunu tefsir eder ve adedin üç olduğunu açıklar Ancak
Ebu ülyutâ’da geçen bu rivayet zayıftır.Bunu EyyubesSahtiyantmeghmma:
hıslar yoluyla Tavus’tan, ٠ da îbnuAbbâs’tan rivayet etmiştir. Bu vasıftakibir
hadîsle ihticac edilmez.}} Doğrusunu Alloh bilir.” (NeyevVnin açıklaması bitti,)
١
7 6 ) U s ö e a y k ı h d i y o n ı z , ç ü n k U n e .sh y e t k j s ؛s a d e c e Hz. Peygamher't Ü T . B a ؛k a k im s e n e s h e y e jte -
İ Ü L . . ■ .j^ H Ş ^ E N (GERDEKTEN) Ö N G E B O Ş İA 427
¥ ﻗﺎﻷ؛ﻵﺑﻰ٠رﺳﻢ^غﺀﺋﻴﻢ/'ﺻﺘﺔlﺳﺘﺬ ﻏﺎﺑﻨ ﺔ; وأ ب
ﺋ ﺔأ\ ﺀ \ ; ا٠ا ؛٠ط٠ﴽ ، اﻳﺎ ؛،: r ا0 ا1 ﺧﻪ/ / ٠ ؛؛١ م/ I / / ﻛ ﻬﺎ
١٠ ٠
/ ٠
# ا ط
ا
٠ ء,
. أﺧﺮﺟﻪ ﻣﺎﻟﻚ.[.زؤﺟﺄ ص
3. (4060)- Atâ Ibnu Yesar rahimehullah anlatıyor: “Bir adam Abdullah
İbnuAmrİbni l-Âs radıyallahu anhümâ’ya, temastan (gerdekten) ance hanımı-
nı üç talakla boşayan kiw.senl'n durumunu sordu. Atâ ب der kl: “Ben
bâkh-enîn talâkı birdir” dedim. Ancak Abdullah bana dedi ki: “Sen hikâyecisin
(kafadan attın). Bir talak, talâk-1 bdinle kadını boş^kılar, üç ise, kadını bir baş-
kasıyla eklenip ondan boşanıncaya kadai. eski koc.asına baram kılar.” | ل ١\ةا-
'ta,.Talâk33,(2,.570).J .
AÇIKLAMA:
1- Bu riydiyti Abdullah ibnu Amr tbnVl-As radıyallahu çmhümâ’nm dSi bir
anda' verilen, ü ؟talâkın,' temas edilmiş'olsun olmasın, kadını ü ؟talakla boş kıla-
cağı kanaatinde olduğunu gösteriyor.
2^AâكMﻫﻠﻤﻠﻢâ ln , A ق؛yasa^fettiği: ش٠آذث ئ “sen hikayecisin” sözü,
“Sen bu meselenin fıkhi hükmünü bilmiyorsun. Kulağına gelen rastgele sözle
fetva verdin” mânasına gelir. Kâss, “kıssa anlatan” demektir. Dilimizde. ﻃﻠﻢ'ار-.
yeci\m tabiriyle'karşılanlamız uygundur. Bilenlerin, yaşlılann meydanlarda, köşe
başlarında, çarşı-paz'arda halkalar'te'şkîl edip tarihi kıssalar eyyâmu’l-Arap vs.
anlatmaları,. Tâ-ha Hüseyinrm bir nevi.otobiyografisi, olan. el-Eyyâm'dm .anla-
sıldıgına göre, yakın zamana kadar'devam etrai'? olan'eski bir Arap geleneğidir.
ذ٠ذﺋﻖ اﻧﺮأﺛﺬ و٠ ر ﻟﻀﻰ اس ﻋﺒﺎت ]أﺋﻪ٠ _ا ﺀن اﺑﻦ ﺀ١ا
، ﻋﻠﻴﺬاﻣﺌﻬﺎ٥; : J
u .؟ ا ﻷه ئ: ﺳﺄو ﻏﺘﺰ رﻫﺒﻰ ا٤^ ^ .
ﺀ ذ م5 ذ ﻳﺪا٤ ، ﻣ ﺠ ﺺ ﺛ ﺐ، ﻹ ' ﺗ ﻴ ﺔ ﻫﺂ ﻏﺶ ﺛ ﺶ.
و ﺟ ﻞ[•'أ ر ﺟﻪ 'ﺀؤ..اﺋﻠﺔ. ﯪ اﺗﺰ٠ ﻋﺸﺊ اﺑﺬة،ض |ن ﺷﺌﻬﺎ1ﺋﻴﻄﻠﻌﻪ
.ﻻ :
Ayet-İ kçrîme’de zikri geçen iddet,. sayılj âdet günleridir. Oyleyse, .âyet-i'
kerime bu rauddetin nazar-j dikkate almmasmı, rastgele boşama yapıiraamasmj
emretnıiş olmaktadır. Yani kadm, bir temizlik müddetini.' çıkaracak, o esnada
kadın'a temas edilmeyeceki müteakip'bir temizlik müddetine girincetemastan
önce boşayacak. Sünnî, talakto bu, tam üç hayız müdde'tidir. Bu suretle kadının
' hamile kalıp-kalmadığı da ortaya çıkmış olacaktır.
§afi'۶îler, ayette geçen iddet- () ﺗﻨ ﻚ اﻟﺨﺪة tâbirinden, boşanan kadınla-'
nn iddetinin' üç ' hayız i d d e t i oldu'gunu istidlal -ettiler. Dediler' ki:
"Resûlullah’ın, kadını tuhur i ı a l i â boşamayı emretmesi ve bunu iddet kilması
ve hayz içerisinde boşamayı yasaklaması ve hayızı iddet olmaktan çıkarması ﺀﺀ-
bebiyle sâbit olmuştur ki, kuru zamanlarfii) temizlik zamanlarıdır:’ Hanefilere
göre ise ayette geçen kuru’zamanlan hayız zamanlarıdır.^؛d^'îgörüşü beni'mse-,
yenlere göre,' iddetin nihayeti üç' tem'izlik-, devresinden sonraki, hayız kaninin.gö-
rUlmesidir.Böylece'iddet sona erer, iddetin üç.hayız devres.i olduğunu söyleyen
,Hanefilere .göre..iddet, kadın'ın üçüncü'hayızından .yıkanm'ası 'veya bi'r_ namaz
vaktinin geçmesiyle-sona erer.
Kadınırt, belirtilen üç tuhur müddetinin her.birinde bir'kere olmak-, üzere
talakların'ın tamamlanarak boşanmasına sûnni-ihasen denir. Eğe.r birinci talakla
üç tuhur mii'ddetinin geçmesi, yani iddetinin tamamlanması sağlanırsa bu.çeşi't
boşamayarsiinni-i ahsen denir. \
3- Resulultah aleyhissaiâtu vesselam*\r\ kadını tutmayı, em'retmesi.ndekl
hikmet' nedir? Bu hususta ,ülemâ değişik sebepler teklif etmiştir:'
• . İmamuŞâfı’î jo y k açıklar:. “Bununla, kadını boşamış bulunduğu hayız-
dan sonra tani'bir tuhur müddeti, arkasındanda tam bir hayız-mUddetince tuta-
rak istibrasını ihamilemi.değil mi, bilinmesini١ sağlamayı arıu etmiş olması
'muhtemeldir. Kadın. iddetinin h.amileliklc mi hayııla m,ı,^eçeceğin.i bOylece
k e n d i l e r i ü ç k u r u ’ m ü d d e t i b e k l e r l e r ” ( B a k a r a 2 2 8 ) a y e t i n d e g e ç e n k u r u 'd u r . B u k e l i m e e z d a d d a n d ı r . Y a n i
z ı d m a n a l a r d a g e l e n k e l i m e l e r d e n d i r . H e m t e m i z l i k d e v r e s i h e r n d e h a y ı z d e v r e s i m â n a s ı n a g e l ir .
İL C J L T HAYIZLI KADININ TALAKI 431
Hülasa, zikredilen bu hallerin hCpsi de, insan iradesi-ni, aklin -kontrolü al-
tında hür olarak kullanamadığı hallerdir.
3'-'Bu.hallerde kişinin .fıkıh.açısından sorumluluğu mevzuunda’selef üle-
mâsının ihtilafi-vardiT. Yukardak'i rivayetlere bakınca, bu altı meseleyi -s'orum-
luluktan^istisna etmede heps'inin ittifak İçinde olmadığı ilk nazara çaıpan husus-
lardan^ biri olmaktadır.. Aynca Hz. ٠ ﺀwقW’a 'v e İbnii Abbas’a. ait Buharî
rivayetleri merfu'değil, mevkuf olarak, kaydedilmiştir. Şi.mdi'bunların, her biri
.hakkmdaki ülem ^m hükmünü belirtelim: -
★ MUKREH: ihtilaflıdır.. İbrahim Nehâî “mUhrehTİn talâkı muteberdir,
ç ü â ü bununla nefsini kurtarmıştır” der.Ehl i Rey (Haneriler) de-bu görüştedir.-
İbrahim Nehâî: “Mükreh tevriye ile (kelime oyunu ile yanıltma) boşarsa talâk
vaki olmaz” demiştir. Şa’bî: “Hırsızların zorlaması ile boşarsa vaki olur, sul-
tan zorlarsa vâki olmaz” der. Hırsızın öldürebileceği, sultan’ın iseOldürmeye-
. ceği melhuz olduği!İ ؟in,.bu ayrıma yer verir.
Ancak cumhur, mükreh’ten vâki olan söze itibar edilmemesi gerektiğine
hükmetmiştir.
Bu gOriişte ola'n Atâ, زﺋﻴﺔ ﺛﻬﻠﻘﺒﺔ ﻳﴼﻻﻳﻔﻦ٠/ ( ا ﻷ ﻣﻦ “Gönlü imanla
dolu 'olduğu halde zor alttnda olan.,kimse müstesna, 'inandıktan' sonra
Allah’. İnkâr edip gö'nlünü kâfirliğe açanlara Allah'katinda bir gazab.var-
' dır. Büy'ük ,azab da' .onlar idindir.” (Nahi 1'06) âyetine dayanır. “Şirk,
talâk’tan ,daha büyüktür” der.
İmam Şâfi’î de ,bu'görüşü'benimser ve der ki: “Allah Teâla hazretleri, zor
altında k ü ^ ü .t e la ^ etmek mecburiyetinde kalanı. affeder ve,0 kimseden, kiffUr-
le ilgili hükümleri 'kaldırırsa, .^or altında işlenen -küfür dışındaki günahları
haydi'haydi affeder ؛çünkü.günahların-en büyüğükilfflrdiir. öyleyse 0 affedildi
mi ondan küçük olanların ajfı evleviyetle caizdir ”
★ SARH٠ § ’un durumu da İhtijâflıdır. >4؛. , Tâvus, ikrime, Kâsım, Ömer
ibnu Abdilazifin sarhoşken v'erilen talâkın vaki olmayacağı kanaatinde.'olduk-
1-annı ibnu Ebi Şeybe kaydeder, /?eb/'a Leys, İshâk, Müzenî ve Tahâvrmn d'e
-sarhoşun 'talâkı vâki olmayacağı -kanaatinde- oldukları ؛Tahâvî’nm: “ûlemâ
. ma'.tuh'ün tuldki vaki değildir demekte icma eder-,,.sarhoş, da-sarhoşluğuyla
ma’tuhdur” dediğini ibnu Hacer kaydeder.
Ancak Tabiinden 5a?d ibriu Miiseyyeb, Hasan Basil, İbrahim Neha’î,
Zührî, Şâ’bî iibi .bir kısmı,.sarhoşun talâkının vaki olduğuna hükmetmişlerdir.
11. CİLT tCBAR EDİLEN, DELİNİN, SARHOŞUN TALAKI 435
ler, aksi kanaattedir: “Bir kimse hanımına bir şey demek istese ancak yanlışlıkla
ağzından “sen boşsun” cümlesi gıkıverse, hanımı boş olur.”
★ MECNUN: Mecnunun.(delinin) fiillerinden'S٠ rumlu .imayacagı husu-
sunda alimler icma etmişlerdir. Aynca talaklarmın sayılmayacağı da sarih riva-'
yetler de.gelmiştir..
'Buhsrî'nin bir rivayetinde Hz. A^’nin, ﺣﻤﺆ 'ﻃﻼق ﺟﺎﺑﺆ إ ﻷ ﻃﻼى اﻻ ﺻﻪ.
“Ma’tuh’unki harig, bütün talaklar caizdir” dediği rivayet edilmiş .ve buradan
Ç'ocuğun talâkı da caiz'dir 'mânâsının çıkarılabileceğine dikkat çekilmiştir.'f ؛٢m؛-.
2 اأbu hadisi, 'sonuna اﻟﻨﻔﻠﻮب ﻋ ﺮ ﺑﻤﻔﻴﺪ. ibaresinin ziyadesiyle,merfii olarak
,kaydeder, ,ülemâ.'yanhşhğa meydan, vermemek-İçin’''^w٥ ؛،«٨١ tan muradın '„ ء-
nâkısu'1-akl .yani' ٥^ ٤ noksan kimse olduğunu belirtir ve, bu ibarenin' İçine'
gocuk, deli ve sarhoş'uû girdiğini söyler.
Te^ar,edelim.: Cumhur, m'a.tuhtan' ؟adır olan,talaka itibar edilmemesi, ge-
regine hükmetmiştir.
tbnu Mes’ud, Sâlim ibnu AbdillahıKasım ibnu Muhammed, tbnu Şîhab, suiey-
man lbnu Yesar radıyallahu atthiim şöyle hükmediyorlardı: “Kişi evlenmezden
önce hanımını boşadığına dair yemin eder de sonra (yeminini tutmayarak)
gilhak işlerse, İşte bu, evlenince ٠ adama gerekli olur.'' | ل١ةﺣﻬﺔا١ أ ﺀ: ا٦ ا؟١ أ:ث١
584).] ^
AÇIKLAMA:
Burada? henüz bekar iken, hanımının nikahı üzerine bir hususta yemin'edip
sonra o', söylediğini yapamayarak hânis olan, kimsenin dummu açıklığa kavuştu-
nılmaktadır: Evlendiği takdirde hanımı boş olur.-Bu me'sele, bir şarta muallak
olan-talak’ın', 0 şart yerine getirilmediği', takdirde .vâki olacağına dair bahse gir-
inektedir. 'Rivayetteadi geçen zevat dışında başkaları da ayni.görüşü paylaşmış-
tir.
Ancajt.-cumhur, Ahmed, Şâfi’î, Mâlik gibi' daha başkaları, da böyle bir du-
.mmda tal'âk’ın.'v'alti olmayacağına hükmetmişlerdir..
Ebu Hantfe ve Ashabı: “Mutlak olarak vâki olur, çünkü bir şarta ia’ilk
etmek yemindih yeminin sıhhati, yemin edilen şeyin kendisine sahip olmayı ge-
rektirmez, nitekimAllah Teâld’ya yapılan yemin de öyledir” demiştir.
Görüldüğü' üzere bu, .ülemanın' ihtilaf .ettiği hususlardan.'birtdir.,I٥wMAbdil-
berr der ki: “Talak'ın vuku bulmayacağına dair birçok hadîs var ise de hadîsci-
438' KÜTÜB-I S İH E MUHTASARI II. c il t
ler nazarında hepsi illetlidir. Gerçi., bazıları bu hadîslerden bir hışmının sahih
olduğunu ileri sürmüştür. Bu rivayetlerden en sıhhatlisi Tirmizı ve Kasını îhnu
Esbag’m merfu olarak rivâyet ettikleri şu hadîsle ٠ﺗﺔاح: ﻃﻼى ا ﻷ ﺳﺚSl“Talak ni-
kahtan sonra caizdir” ؟Ebu Davud'm rivayet ettigi: () ﻵ ﻃﻼق إ ﻷ ﻧ ﺜ ﺎ ﻳ ﺲ
.“Mâlik olunanın talâkı caizdir” ' hadîsleridir. Buhari: “Bu, evlenmezden önce
boşama meselesindeki hadîslerin en sahihidir” demiştir. .Bu' iki hadîsin hükrnü-
n^muhalif .taraf şu cev.abı verir: ‘-Biz, onların hükmünü reddetmiyoruz. Zira on-
ların delâlet ettikleri şey, nikahtan önce talakın olmaması keyfiyetidir, bu hu-
susta ihtilaf yok. ihtilafımız.nikahtanönceonauyiklığımızdadır.”
IbnuAbbâs’a: “Falan kadınia evlenirsem boş olsun” diyen kimse hakkin-'
da somlunca: “Bunun bir değeri yoktur, zira talâk, mâlik olunan şey hakkında-
cevabim, vermiştir. Ona:- “Ama ibnu Meş’ud: “Bir kimse bir vakte talik
ederek bir şey söylerse, dediğine göre hükmolunur" buyurdu” denilmişti.
“Âllah Ebu Abdirrahman'a rahmet kılsın, eger dediği gibi olsaydı, Allah şöyle
derdi: “Siz mü min kadınlan boşar sonra da onlarla evlenirseniz...” cevabini'
'''verdi. Bu cevapta'demek isteneni şu rivayette daha açık olarak görmekteyiz:
TaberânVmn rivâyetine' göTCt İbnu Abbâs), ibnu Mes’ud'ün: “Kişi evlen-
mCdeği kadını boşayacak 'olsa, bu 'talâk cdizdir’'--dad\g\ ibnu Abbds:
“Bu görüşünde hata etmiştir. Zira Allah ٣ed/٥.٠.“Mü'»min'kadınları nikah .etti-
'. 'giniz zam an.'temastan'Once'onları boşarsanız...” ,'(A'hzâb 49) diyor, ama,
"MUmin kadınlan boşayıp .sonra da nikahladığınız zaman..'.", demiyor".'diye
cevap verdi.
أ ر ﺟ ﻪ .ؤﺧﺔ اﺋﻨﻪﺀ ﺑﻪ ص إﻷ ﺳﺎ زﻷ'ﺋﺬز،زﺣﻴﻢﺀ ذﻻا ﻳﻤﻘﻦ ﻟﻪ
' .أﺑﻮ داود واﻟﺘﺮﻣﺬى
3 . (4٠ ة:Amr tbnıı Şuayb an ebıhi an ceddihi radıyallahu anh anlatıy.r -(8
ama, azadlık, satış'§“Resulullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki: “B٠
niâlik olunan ؛eyler ,î ؟Jn- 'câîzdîr. Kim gUnah bir §ey özerine yemin ederse
ona yemin, yoktur. Kim sıia -1 rahm i *ذ yemin ederse, ona da
yemin' yoktur. Nezir- de.kendisiyle Allah’ın .rızası taleb edilen .؛eyler özerine
yapıhr.” [E buD âvud Talâk 7 ( ا2190,.2191,2192 ) ؛Tlrmlzi, Talâk 6, ( 1181).ًا
edilen sözle yapılan talak. Sahabe, Tabiîn ve daha sonra gelenlerin cumhuruna
göre, vâki olmaz.
★ Ebu Hanîfe ve A^/ınbı’ndan talakın mutlak olarak caiz olduğunu söyle
dikleri rivayet edilmiştir.
★ //n٥m M٥//k -kendisinden meşhur olan- görüşünde, Rebfa, Sevrî, Leys,
Evzâ’îjb n u Ebî Leyla da bu meseleyi tafsil etmişler, "Eğer kişi: "Falanlardan
veya falan köyden nikah edeceğim her kadın boştur" dese talâk sahihtir, kadın
boştuı; ama, umûmi bir ifâde ile "alacağım kadınlar boştur" dese hiçbir şey
gerekmez" Bunlara göre, nikah vuku bulmadan talâk vâki olmaz.
2- Hadîs, kişinin sahibi olmadığı bir şeyi satamıyacağını, mülkiyetinde ol-
mıyan bir köleyi azad edemiyeceğini ifade eder. Meselâ kendine ait olmadığı
halde, "Şu köleyi azad ettim" dese bu söz lağvdır. O köleyi bilahare satın alsa
yeniden azad etmedikçe, eski sözüyle köle azad edilmiş olmaz.
3- Mâsiyet üzerine yemin, '*Şu günahı işleyeceğim" diye yapılan yemin
dir. Resûlullah bir kardeşi ile küsmeye yemin etmeyi de bu gruba dahil ederek
"bu, yemin olmaz" buyurmuştur.
bu ifadenin iki mânâyâ geldiğini belirtir:
★ Bununla mutlak yemîni kastetmiş olabilir. Bu durumda mâna şöyle olur:
“Ona yemin yoktur" yani yeminini tutarak paklanma yok, fakat hânis olarak ke
faret öder. Nitekim bir hadîste Resûlullah: “Kim bir m esele için yemin eder,
sonra bunun aksini yapmanın daha hayırlı olacağını anlarsa, bu hayırlıyı
yapsın ve ettiği yemini bozarak kefarette bulunsun’, buyurmuştur. Şu halde
yemin etmişim diyerek zararlı şeylerde inatlaşmanın bir gereği yok. Rehberi
miz, yemin d ^ i etmiş olsak faydalı varken faydasızda, çok faydalı varken az
faydalıda direnmememizi emretmektedir.
★ Hadîsteh anlaşılan ikinci mâna şu: “Bu sözle yemine dayalı bir nezirde
bulunmuş olabilir" Bir kimsenin, “şu işi yaparsam yemin olsun çocuğumu ke
seceğim" demesi gibi. Bu yemin bâtıldır. Buna uymak câiz değildir. Bu yemin
sebebiyle adama ne kefâret ne de fidye gerekmez. Keza iyilik ve Allah’a yak
laşmak gayesiyle çocuğunu kesmeyi nezreden kimse hakkındaki hüküm de böy-
ledir. Burada nezir sahih değildir, böyle bir nezre uymak da gerekmez, bu se
beple kefâret ödemesi de gerekmez. Zira bu nezir, nezir değil, yemin de yemin
değildir. .
II. CİLT NÎKAHDAN ÖNCEKİ TALÂK 441
4071
، ٠ ﻹدا ﻟﻤﺄ٠ :ﻳ ﻤ ﺎ ﻟ ﺾ ﺷ ﺄ٠ ﺀ ص: و و ﻋ ﻦ اﺑ ﻦ:
İL C İL T K ö l e .VECARtYENiN TALAKI' 443
2. (4071)-' ibnu Ömer radıyallahu anhümâ derdi ki: “Kole, hanımını iki ta-
lakia boşadı mı artık kadın. başka bir kocaca ^ar(ıp ondan 'boşanıldıkça ona
haram olıtr. Bu kölenin hanimi hiir, de olsa,'köle de olsahiikUm bönledir. HUr
ktıdının iddetiüç Ha٥ ız müddeti, kOle kadının iddeki iki ha^ız müddetidir.” ^ -د١
٧.attâ,T aIâk 5 0 ,(2 ,5 7 4 ).J.'..
AÇIKLAMA:
Bu hadîs boşama meselCsinde öncelikle.kocanın nazar-ı itibara alındığını,
.'iddet müddeti -meselesinde ise kadinın nazar ابitibaTe alındığını göstermektedir.
،İIİU ا ; ﺑ ﺖ
. أ ﺧ ﺮ ﺟ ﻪ ر زﻳ ﻦ
Kân: “U^gun olanı önce erkeği azad etmektir, çdnkû erkek ekwel,١١e efdaldir
؟'اﻫﻼﺟﻼ٠ اأأﻣﺎة١ ىﻻمkadın köle bir kocaca razı olwaz, erkek ise bilakisdir” ةﻻ\ه
açıklaş Hattabî der ki: “Bu hadîs, câriyenin, bir kölenin .nikahında olması ha-
,linde.-azadlık sonunda, kadına wuba^^erlik bakkının doğduğunu gösternıekte-
dir. cariﻻe اbUr bir erkeğin, nikalu. altında ا . - - bulunmuş ol-
saydı, “kocasının ondan önce azad edilmesV’nin bir mânası ve faidesi
uımuzaı.
olmazdı.'
.ا ز ا
'8. '(4077؛- Yine Hz. Ai§e radıyallahu .-«Âd-anlaljyor: “Berire radıyallahu
anhâ’âa üç sünnet vardı:
1) Azad edildi ve kocasını tercih edip etmemede muhayyer kılındı.
2) Resulullah aleyhissalâtu vesselam onun hakkında: a y âzad edene-
dJr” buyurdu.
3) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, tencere kaynarken eve girmişti. Ken-
disine ekmek ve e^vde bulunan katıktan bir sofra kuruldu.
‘؛Galiba' bir tencerenin kaynadtgjnj. görüyorum’[ buyurdu. Oradakiler:
“Evet ama, bu Beıire’ye tasadduk edilen bir ettir. Sen ise sadaka yemiyor
sun!” dediler. Aleyhissalâtu vesselam: “Bu Ona sadakadjr. (ania ondan) bize
hediyedir!” buyurdu.” [Buharî, Talâk-14,.Nikâh 1.8, Etim e 31, Itk 10, Ferâiz
22, 23, 19,'25 ؛MUsiim, Itk. 14, (1504) ؛Muvattâ, Talâk 25, (2, 562) ؛Ebu
Dâvud, Talâk-19, (223'3, 2235,'2236)' ؛Tirmizi, R.adâ.’ 7„ (1154, 1155)' ؛Nesâî,'
Talâk2 9 ,3 0 (6 1 6 2 .؛, I63).j
AÇIKLAMA:
1- Berire radıyallahu anlıâ Hz. A/^e’nin cariyesi idi ٧e Mugis adinda bi'r
JL C tL T KÖLE VECARtYENJN TALAKI 447
köle ile evli idi. Hz. Ai§e, B erîre)î azad etmiştir, o azad olunca hakk-1 hıyânnı
kullanarak: köle kocasından boşanmayı'tercih etmiştir. Kocası ise, müteakip ha-
diste görüleceği üzere Berîre)[ hayret uyandıracak şiddetli bir sevgi ile- sev-^
mektedir. Ancak Resûlullah'm Muğîs'lt evlenmesi hususundaki, şefâati-,
' ni kabul etmeyecek derecede kocasmı sevmemektedir.
2 - Hz. Ai§e radıyailahu anhâ, bu hadîslerinde, vesilesiyle üç.ahkâ-
'mınteşrîedildiğini belirtir:-
★ Azad edilince muhayyerlik hakki tanınmış, o da bunu ,kullanmış ve köle
olan kocasından ayrılmıştır.-.Bir rivayette, Resulullah aleyhissalâtu vesselamTm
Bertre’ye (“ اان د ﺑ ﻚ ﻗﻼ ﺣﻤﺎو ﻧﻠﻒMuhayyer olduktan.sonra'hakkini -hemen
kullanmalısın. Ak.si ,takdirde hıyâr hakkini, kullanmadan' Once kocan) sana
temasta.bulupursa muhayyerliğin kalmaz” der.
★ Hz. Aişe’nîn belirttiği, ikinci teşriat, Resûlullah'm: âzad etlene
aittir” sözüdür. Velâ, hükmî ve hu'kukî bir .akrabalıktır,. .١^erâsete sebeptir. Veia.
akidle.te’sis edilirse veîâ-i muvâlât denir. Azad etme ,ile hası'1 olursa velâd atak
denir.
.Şu halde, hadîs, Bertre'nm vc/d١sının Hz. A i§ e )t ,ait olduğu'nu, onun, hük"
men Hz. Ai§e ile akraba sayılacağını, şartlar ,tahakkuk ettiği takdirde veli olarak
Hz. Ai§e'mx[ B e rire )t miras !؟olabileceğini- belirtmektedir. ,Ancak bu hüküm'-
sâdece Bertre -Hz. Aişe arasındaki.bir mesele'olmayıp köle- ^âzad eden arasında'
umumî bir hü.kümdür, Aleyhissalâtu vesselam bu ves.ile ile, teşrî buyurmuştur.
i Hz. Aı'^c’nin'belirttiği üçüncü teşriat bir kimseye sadaka ol'arak verilen
bir mal, 0 kimse tarafından hediye, bağış vs. tarzında'tasarrufu hâlinde sadaka
olma vâsfını kaybedeceğidir. Bilindiği üzere Resulullah] ve âl-i beyt-i müker-
remine kesin bir haramdır. Bu sebeple onlara devlet gelirlerinden zekat-
sadaka bölüm'üne giren kışımdan ma.aş verilmez,'pay ayrılmaz. îşte 'durumu bu
olan Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Berîre'yt sadaka olarak gelen etten
yiyor. Bunun ,ona sadaka olarak geldiği hatı.rlatılınca, “Bu, Berîre’ye sadaka
ise de, bize değil. Çünkü .0, hize sadaka olarak vermiyor, kendi malmdan
he'diye etmiş olmaktad-ır...” açıklamasında bu.lunuyor.
,2- Berîre'nm kocası hür müdür,.'köle.midir, rivayetlerde ihtilâf'var.'Bazısı
hür, bazısı, da köle olduğunu 'belirt'ir. 'Ancak köle olduğunu İfâde',eden rivayetler'
esahh kabul edilmiştir. , -
Kocanın köle olduğunu esas,, alan'bir, kısı'm ülemâ: i‘Cariye. hür kocanın
448 KÜTÜB-I^'SÎ'^E. MUHTASARI i i . c Jl t
kıssasında, açık bîr şekilde buna merfu bir delil rivayet edilmiştir.”
Esasen imam Mâlik de bu görüşü benimser ve azad edilen câriye, fikrini,
kocasının temasından sonra beyan ederse kabul edilmeyeceğin^ “ben bilmiyor
dum, sonradan öğrendim” gibi getireceği mâzeretin de muteber addedilemeye
ceğini söyler.
YED lN dFA SIL
M Ü rp R R tK H Û K İE R
veya İ ı n ı boşasa, sonra kadın tekrar ilk kocası ile, eklense, ba kadın onun ^a-
nında , oncedenbaki kalan talak(lar) Üzerine olur.’}
imam Mdlik VÂ.. “î§te bu, bi ؟bir.ibtilaf.olwaksiîin'kabullendigiwİ2 .'
ﴽ ﻫ ﺔ
“Seni boşayacağım, iddetin bitmek üzere iken geri döneceğim. (Bu şekilde
tekrar edeceğim) cevabini verdi. Kadiri bunun üzerine Aişe radıyallahu anha’ya
gidip durumu haber verdi Aişe, Resulullah gelinceye kadar cevap vermedi. Du-
rumu 0 ’na anlattı. Aleyhissalâtu vesselam da sükût buyurdular. Derken şu ayet
indi. (Meâlen): “Boşama,.iki d e fa d ır. (O ndan sonrası) ya iyiWk،e tutmak,.ya..
gtizeHikle salm aktır.'(E ykocalari Bo§andıgınız'za-ınan).onlara (kadınlara)
''verdiğiniz b ir §eyî ('mehri geri) alm anız size helal olmaz...” , (Bakara.229).
Âi§e radiNallahu anVıa AekiVi*. “Bunun üzerine kalk lo 'gü.ndcn'itib'âren talâka
١
[yeniden yonelip] gözden geçirdi, bir kısmı boşadı, bir kısmı boşamadı." [Tirmi-
.2 أ, Talâk 16,(1192).)
ANIKLAMA:
Hadîs, gOrüldügü.’üzere, câhiliye. devrinde câri, 'kadınlar' aleyhine iglenCn
'bir'zulmü aksettirmektedir: Erkek' kadını اdilediği kadar boşayabilmekte, ^buna
Tagmen kendinde tutabilmekte, yeter ki iddeti dolmadan-'rücû'. etsin. Rücû etm'e-
,.dig'takdئde'٤,,ردﺀnK'W ؛ﺀdenen ko^ma'hasılolmaktadı؟..
Islam, talâkı ayet-i kerime ile'ikiye^indirmiştir. ikiden .sonra, erkek ya rücû
اedijj boşama İşine Son.yerecek ya da üçüncü talakı kullandıgı.takdirde beynu-
' net-i^'kübra' hasıl olacak, kesin. .b,o'ş٠
anma'vukûa gele,cektir.
,'.'EOyle bi'r^bâin talak v'ukûa gelince kadın bir başkasıyla evlenm.edikçe, eski
kocasına'nikahlanamaz.
A Ç IK L A M A :
imam Mâlik ve bir kavlinde Şâfil: “Ric atte işhâd vacibtir" derler.,'
E azı şarihlei de bu rivayetle ihticac ed ilem iy eceg in i ؟ünkü^ihtiçâca ç l ۶e -
rişli'.lm a d ığ ın ı, rivâyetin ihticacın câri oldugu.bir .m eselede b ir-S a h a b î.sö zü o l-,
.du'ğun.u, bu' ؟eşit-ifadeleri'n h ü ccet olmayacağını^ sOylern^iştir. -
K ad er. ؟,' (2 , '9 0 0 ) ؛, EbU'-'Dâ ٧ud,. T a lâ k .2', .(21 76 ) ؛-Tirmizî, .Talâk'. 14,' (1 1 9 0 )؛,:
'N e s â î, B üyü 1 9 , ('7,,'258).'ذ..'
A Ç IK L A M A :
2 ا. B u h'adîs,. kendisi evlenm ek' g a y e siy le .bir- başka k a n yı'k ocasın d an ayir-
nıak ist'e.yecek kadınl.an bu. ç e şit davranışlardan yasaklam aktadır.'T ٥٥٥gm d ٥k،٠
«î
boşaltmak, kinay'eü'.bİT'Sözdür, ayırm ayı, boşandırm ayı.kaSteder. Hadîste, g eçen
وﻓﺌﻜﺦ ibaresi burada 'şeklinde em r-l'g a ib tir..B a za n وﻗﺌﻜﺦ
şeklinde g elm iş, “evlenmek İçin’} mariaşını ifa d e,etm iştir..B iz m etinde bu m â- .
nayatevC ih .ettik, ö n c e k i şek il e'sas alınırsa. m m “evlensin”o[uT ki, yapılan bir.
ç o k tevcihlerden biri şoyledir: “Kardeşinin boşandırıtmasını isteyen ٥« kadın,
bir başkasıyla evlensin, bu kocayı hammına bıraksın” veya, Ujsu kadın, eğer
beraber olmaya sâlih ise, kız kardeşinin kocasıyla evlensin ve ona ortak (kih
458 KÜTÜB.I SITTE MUHTASAR,. ﯮ.!
larıyladaolsa,farkelez.”
ﻻﻛﻪ٤ : ق ﻧﺘﻮق ش ا١ ]ق: اد٤ ﻏﺘﻦ,٠ اﺋﺬذ.. رﺿﻰ.ا وﻋﻨﻪ- ٨ "
أﺑﻮ, أﺧﺮﺟﻪ..[ﻳﺘﺔ٠ زاو،ﻃﻼى5 وا،اﻟﺦ٤ اﻟﺊ:ﺟﺪﻫﻦ ﺟﺪ وﻫﺮﺋﻬﻦ ﺟﺊ
' .داود واﻳﺰﻣﺪى
8. (4.87)". Yine Ebu Hureyre radıydilahu anh anlattyor: “Resulullah aley-
hissalâtu vesselam buyurdular ki: ١‘û ؟.§cy.vard»r ki .nlarm. ciddisi de,ciddi,
şakası da ciddidir: Nikâh, talâk,'ric’a،.” JEbu 'Dâvud, Talâk'.9١(2,194)؛,.'Tir-..
m؛ZÎ.Talâk9,(1184).J
AÇIKLAMA:
Hattabî Ğer VÂ: “Ehid ilmin kahir çoğunluğu §u hususta itifak etmiştir:
“Talâka delalet ederi sarih Ictfız, bâliğ, âkil bir insanin dilinden dökülecek olur-
sa o bundan sorumlu tutulur.” Onun: “Ben şaka yapıyordum": “laf olsun diye
söylemiştim”: “boşamaya niyet etmemiştim” gibi mazaretler, ileri' sürmesi fayda
.'Vermez. ö u hüknie, birkts.m âlimler §u âyetten delil getirmişlerdir; .'ﻗﺨﺬوا. :ز ﻻ
ت'ا ي و وأ، ‘‘ ' اAllah’ın ayetlerini eglence yeri^
1 \ . tienvt \Cv. “Eger bu meselede balka, suhulet gösterilmiş olsaydı, bunlarla
ﻵ ١
ilgili hükümler muattal hale gelirdi, dyle ki boşayan veya evlenen veya kale
azad eden kimsenin “Ben hu sözümde şaka yapmıştım” demeyeceğinden emin
olunamazdı. Bu davranışla da Allah’ın hükmü iptal olurdu. Bu ise câiz değildir.
Bu hadiste zikri geçen şeylerden herhangi birini kim telaffuz ederse hükmü ona
terettüp eder. Aksi bir iddiada bulunsa ondan kabul edilmez. Bu üç şeyin zikri
ferçle ilgili ümûrun ehemmiyetini te’kid içindir.”
Bazı rivayetlerde şakası.'Olmayan ü ؟. şeyin, üçüncüsü olarak Hak z'ikredilir:
“Ûç şey vardır onlarda eğlence C'âiz değildir: talâk, nikâh, ıtâk... Kim bunları
telaffuz ederse vacih oluverirler ” ,
'j m ) ” ..dediğini İ ؛itir. O 'v a k it b irin in 6 ؟آ1 ة,sıh h a te k a v u şa c a ğ ı,.d iğ e rin in İçine d e
^yitiğini b u la c a ğ ı h u su su n d a b ir 'ü m id ışığ ı d o ğ ar... N ite k im Resûlullah aleyhis-
ل٠ /ق/ « v ﻋﻞﺀ٠ ﺀ/ ı ' ه.٠“ f ' ﺀ/ 7 ^ ﺀ، //r .?٠٠ d iy e so ru lu n ca : “ G u z e l s ö z d ü r ., d iy e ta rif e t-
m i ş t ir .....'.
464 'KÜTÜB-I srrrE MUHTA5ARI ll.G lL T
ﻳﻌﺘﺮﻳﻪ.اإ ﻻ ﻣ ﻦ, ذا٠'' ﻣﺎ. و.''ا،٥ﻣ ﺤﻨ ﻮ ف وﺗﻘﺪﻳ ﺮ ﻻ{( ﻓﻴ ﻪ ﻣﻨﺎ ا.ﻗﻮﻟﻪ )) ز ﺗ ﺎ.-'
'. ﻓﻬﻢ ' ﺀﻟ ﻰ,اﺧﺼﺎرأ 'واﺀﺋﺠﺎذأ ﻒ ﻧﻠﻠﺚ ﻓ ﺨﻨ اﻟﻜﺮاﻫﺔ ﻗ ﺒ ﻪ, 'ا ﻟﺘ ﻄﻴﺮ' وﺗ ﺴﺒ ﻖ إﻟﻰ,-
'ﻫﻮ ﻋﻨﺪ ى ﻣ ﻦ. إﻟﻰ'ا آ ﺧ ﺮ ه.(( ﺑﯫ, )ر' ؤ ذا: ﺣ ﺮ ب ﻗﻮﻟﻪ, ﺑ ﻦ.ف ﺑﺎ وﻗﺎل-..
'' ؛,..ا. ؛.' .' .' ,ا : . ' ' ا : .ﺻ ﺪا س ﻧﻴ ﻮ
7 9 ) B u te r c ü m e n i n p a r a n t e z i ç e r i s i n d e k i k t s m t il e i i g ili faiir a ç ı k l ı a İ ç in b a k i n i z : 9 , 9 .
ILClLT UĞURSUZLUK ٧ E FAL'BÖL٧ M٧ 465
Siyer 47 ( ا1614).ًا
,,A Ç IK L A M A :.
1- Burada uğursuzluğa inanmak şirkllan edilmektedir. Alimler §öyle izah
ﻪ ﻬ . .‘.Bir kimsenin kendisine zarar veren.fayda celbeden şeyler .Iduguna
ﻣ ﺀ ٠
inanması sebebiyle şirke düşer. Eğer bir de bu inancın mUcibiyle amel ederse
sanki Allah’a şirk koşmuş olur ve buna şirk-i hafi denir. Bir de Allah d ı ş ı â
hir §eyin müstakillen a r a r ,.c jayda. dereceği.itikadı^ dü§erse htt.§irk-i celi'
١
olur.” el-Kâdî der ki: “Resûlullah bunu şirk olarak isimlendirdi, çünkü Araplar
uğursuz addettikleri şeyi kötülüğün hâşıl olmasında müessir bir sebep biliyor-
lardı.. Esasen esbaba tesir sermek §irk-i hafidir. Buna bir de cehalet ve 'kötü iti-
kad inzimâm edince durumun he olacağı açıktır.”
2- Resûlullah’m ؛؛uğursuzluk çıkarmak şirktir” diye üç kere tekran. me-
sele-husuSundaki Zecri möbalagaiı-kılmak,''müessh^^
3f Hadîsin'sonunda,.kalbe. eski’alışkanlıktan ötürü vey
'uğursuzluk, düşünceşinin ânz'.olması setebiyle hasıl olacak zarar.-vehiminin
Allah’a.''tevekkül^sayes,inde.bertaraf o,lacağı,telirtlİ5^ o r . '
“Ey Allah’ın Resulü! öyle de, k u â geyik gibi olan develer, uyuzlu bir
deve aralarına girince hepsine uyuz bulaşması nasıl oluyor?” diye sordu. Aley-
hissalâtu vesselam şucevabı verd iyifeki, b؛r ؛ncîye kim sirayet ettirdi?” [Bu-
harî, Tıbb 54; Müslim, Selam 2220)- ا0 ;) ا اEbu D'âvud,'Tıbb 24, (3911,3912,
:3913,3914.3915).].,. .
. اﻟ ﺨ ﻂ ((و))اﻟﻌﺠﺎﻓﺔ
10. (4.98)'" Katan ibnu Kubeysa babası radiyallahu anh’t&n naklen' anlatı-
yOr:. “Resûlullah aleyhissalâtu vesselam’ın şöyle söylediğini işittim: “iyafe, tJ-
'.yere, tark.si'hirdendir.” [Ebu Dâ^ud','Tı,bb'23١(3'907). إ..'
- AÇIKLAMA:''' .
'B'u kaydedilen hadîslerde, Resûlullah devrinde yer verilen 'birçok ngur-
suz addetme nevlerinin zikri..geçmekte, ye..hepsinin' de Aleyhissalâtu vesselam
'tarafından, reddedildiği, yasaklandığı ^görülmektedir:' ..Baz,!, tabirl.erin,- .h'emen
hemen bütün,.hadîs!erde 'tekrarla geçt.lgi.için١bu hadîsl'eri birleştirerek,, geçep ta.-
''birleri ayrı ayrı açıklamayı uygun .bulduk. Aç^
- sirayet etmek yani .hastalığın bUlaşması demekt.ir.
468 KÜTÜB-I SİTTE MUHTASARI -II.'.CİLT
/ ٥/ı«'/ £:sır’in açıklamasina .göre ,ayni kokten'ism-i fâil olan âif, bir nevi'-kâhîn-
470 KÜTÜB-t 8 د .MUHTASARI' !l.C،LT
dİT,' fal ..l^yan'.eden sezgi .ve zann'da bulunan' kimsedir. Mesela Şüreyh'm 'âif 'ol-
dugunu yan.i isabetli- sezgi..ve- zanlarda bulunan biri olduğunu örnek olarak kay-
deder.. Araplar zarinında. isabetli, olana sözün.de , tesirli olana, sâhir
’dedikleri.gibi-, sezgi,ve^^zann؛nda'yanılmayana da âif-derlermi§:.
.Kısacası Resûluliah aleyhissalau vesselâm bunu sihrin bir çeşidi' ilan ede-
.rek yasaklamıştır.'
★ '^ ^ ..B U 'k ad ın lan n .çakıl v.urarak İc'ra'ettikleri' bir fal çeşididir,, ihnu'1-
Esir bazılannın.kum üzerine çizilen, hatlarla yapılan k e h â n e tio 'la r a k ا8آ.0ذا
lendirdiklerini kaydeder. Şu halde-.bu 'da bir kehânet çeşididir Resûluliah bunu.
. da yasaklamıştır.. .
f NEV’: .Burada kaydedilen hadîslerde, geçmiyor ise de, bu ،eşit'rivayetle-
rinbazılannda Resûluliah aleyhissalâtu vesselamdın fiev*i de yaşakladıgı helirti-
\îı. Nev’ yıldıZ' dÇmektir.. Ancak' nev’in' yasaklanması, 'yıldızlarla ilgili, batıl bir
.inancın yasaklanması demektir..' 'Bu inanca.göre b'iri şarkta, dige'ri garbta iki yıl-
'diz..var. şarktaki dogunca ^onun' mukabili de garbtan featmaktadır, yagmur ve.
. riiz'gar bu.dogan vej^'a batan, Jزıl'dı'zlann-te’siriﺛﻤﺬlé hasıl,.0İmaktadır.
Kazı şârihler ise,''nev’in, sabahın gelmesiyle menâz-ilU’l-kamerden bir. 'yıl-'
dizin 'batmasından ibaret Olduğunu söylemiştir. ,Bu yıldızlar'yimisekizdir.- Her
oöüç.gecede .bir tanesi" güneşin .dogmasıyla magribten batar ؛buna.mukabil ayni
anda bir digeri dogudan dogar.
Resûluliah aleyhissalâtu vesselam, mâzinin karanlıklarından intikal-edip,
insanlann 'kalplerinde' tevhid^nurunun ,bütün, haşmetiyle .dogmasına ^m'âni olup
onları kUsufa tutup, lekeleyen, gölgeleyen bu'hakikatsız- İnançları'n hepsine hâti-
me çekmiş, bâtıl.olduklannı, şirk .olduklannı, kesin bir diH,e۶haTam. edilmiş bu'^
.lunan sihr^’in, kehânetin birer şubesi olduklannı açık şekilde ilan etmiştir. Ancak
ne 'var ki, ilim asn olmakla iftihareden, ilmîligi, aydınlıgı-kimseye bırakmayan
g'ünümüz insanı؛Jjile'hâla-yıldız'falları,,çeşitl.lisimler altında.'tezahiir eden falcı-
lık-.٧e'kehânetlerle meşgul, olmakta, kendini aldatmakta,' şarlataHlara'soyulmakta--
.d r" - ا ' ا, . , . . , ' . : ا,"' ا : ,'.١' ؛.
2- Burada., 4Ö95.nUmaralı hadîste teıU'aS'^edilen at, kadın ve meskende uğur-
suzluk meselesine de temas etmemiz.gerekmektedir. 'HadîstC Resûluliah: “Eğer
bir şeyde (uğursuzluk) .Isaydı, bu attajkadında,- meskende'olurdu” buyur-
. maktad’ır. Hadîs bu muhtev'ası'ile eşyada- ugursuzIugu kökten reddetmektedir.
Ancak,'lاadîsin'b ﺋ ﺈı-vecih leri ..اةزﻣﻰزاﻟﺬاو,ةﻓﺆاﻟﻨﺬاؤ' زا.,'اﻟﺌﺆﻟﻢ ش.-زاﻟﺬا.ﻷ ﻏ ﺪ ز ى ز ﻷ ﺟ ﺔ
ll.CÎLT UĞURSUZLUK VE FAL BÖLÜMÜ 471
81) Islanıî meskeıle ilgili geniş açıklamayı 3. cilne sunduk (S. 179 - 216).
UMUMÎ AÇIKLAMA:
Zıhâryeya müzâhere, lügat olarak, arka mânasına gelen z٥/ı/٠’dan gelir. İki
şey arasında bir mutâbakat ve mümaselet vücuda getirmek mânasınadır. Boşan
ma bahsinin bir istiabı olarak: Kocanın, hanimmı neseb, reza (süt emme) veya
müsâharet (evlenmeden hasıl olan akrabalık bağı) suretiyle müebbeden mahre
mi olan bir kadmm^ kendisince bakılması câiz olmayan arkası, kamı, uyluğu
gibi bir uzvuna teşbih etmesidir. Bu muamelede daha ziyade zahr (sırt) kelimesi
kullanıldığı için z ı ^ r denmiştir. Zahr kelimesi çoğu kere, edeb icabı, karın ve
tenâsül uzvu yerine kullanılmış olur.
Bu, bir nevi boşamadır. Zira helal olan hanımını, haram olan bir yakınına
benzetmek suretiyle, onu kendisine haram kılmış olmaktadır, mezmum bir dav
ranıştır.
Böyle bir benzetme muamelesinde bulunan kimseye, zıhar kefâretinde bu
lunmadıkça hanımı haram olur. Cinsî temas, öpme, şehvetle kucaklama ve lems
(değme) gibi muamelelerde bulunamaz. Mesela bir kimsenin, hanımına: "5^/î
bana annemin arkası gibisin”; "ben sana zıhâr ettim”, ”sen bana anam gibi
sin”;^^^^"sen bana anam gibi haramsın” mv'inden sözler sarfeden kimse zıhâr-
da bulunmuş olur.
Kefaret olarak şunlardan birini yapması gerekir:
★ Köle azad etmek.
İki ay muttasıl oruç tutmak.
★ Altmış fakire sabahlı akşamlı günde iki öğün olmak üzere yemek yedir
mek.
82) B u s ö z m u t l a k o l d u ğ u iç i n z ı h a r n i y e t i y l e s ö y l e n m i ş s e t a h r i m i y e t e s e b e p o l u r . A k s i h a l d e o l m a z .
H.CÎLT
Z«ÂR BÖLÜMÜ
— — - -------- - ____475
Bu Üç şıktan birini tercih hakkı yoktur. Maddî imkanı olan, köle azad eder
Olmayan sıhhati elveriyorsa oruç tutar, değilse fakir doyurur.
Teferruat için iimihal Idtaplaıma bakıhnahdır.
İhtiyaç duyan) bir kimseydim. Ramazan ayı girince (tahammül edemeyip oruçlu
iken) hanıma temas ediveririm diye korktum. Ve Ramazan boyu devam edecek
bir zıhârda bulundum. Bir gece o bana hizmet ederken, onun bazı yerleri açıldı.
Kendimi tutamayıp temasta bulundum. Sabah olunca yakınlarıma gidip durumu
haber yerdim. Ve: “Benimle Resûlullah aleyhissalâtu vesselam’a gelin (duru
mumu sorayım)” dedim.”
“Vallahi hayır! Gelmeyiz!” dediler.
Resûlullah’a tek başıma gittim, durumu haber verdim.
“Yani sert böyle mi yaptın ey Seleme?” buyurdular.
Ben: “Evet, ben öyle yaptım! Evet ben öyle yaptım. Ancak Allah’ın emri
karşısında sabırlıyım, Allah size her ne göstermişse onu bana hükmedin^
“Bir köle azad et!” emrettiler. Ben: *‘Sizi hak peygamber olarak gönde
ren Zât-ı ZülcelâV e yemin olsun şundan başka rakabem yok” deyip rakabeme
elimle şaplattım.” “Öyleyse peş peşe iki ay oruç tutacaksın!” buyurdular.
Ben:“ Ama ben bu günahı oruç yüzünden işledim, (dayanamam)!’’dedim. “Öy
leyse buyurdular, altmış fakire bir vask kuru hurma taksim et!”
“Seni hak peygamber gönderen Zât-ı ZülcelâV e yemin olsun (ben ve
hanım, her) ikimiz aç ve yiyeceksiz olarak geceyi geçirdik” dedim. (Aleyhissalâ
tu vesselam bu sözüm üzerine):
“Benî Zureyk’in sadaka mallarına bakan memura git, o miktar (hur-
may)ı ssma versin, sen altmış fakire yedir. Geri kalan bakiyeyi de sen ve
iy M n iz yeyinV* buyurdular. Ben kavmime döndüm. Onlara: “Sizden zorluk ve
bed fikir gördüm. Resûlullah aleyhissalâtu vesselam’da ise genişlik ve güzel
fikir buldum. B am sadakanızdan verilmesini emretti!” dedim.” [Ebu D âvud,
Talâk 17, (2213); ؛Tirmizî.Talâk 20, (1200), Tefsîr, Mücâdile 3295; Ibnu M âce,
Talâk 25, (2062).]
AÇIKLAMA:
1- Burada, Zihârda bulunduğu halde yeminini tutmayan bir sahâbî’ye
Resûlullah aleyhissalâtu vesselamım verdiği hükmü ve bunun tatbikatma bir
örnek görmekteyiz.
83) Rakabe, köle demek ise de lOgat olarak boyun demektir.Sahâbî, burada, "a za d edebilecek b a jka
b ir boynum (yani kölem ) yok" mânasmda kendi boynuna eliylie şaplaüp: "Bundan başka boynum yo k!" der.
Jl.CİLT ZIHÂR,',^BÖLÜMÜ 477'
2- ١ﺀﺀﻫﺘﻢ.. AÎtnuş sa’djT. Bir sa’ ise 2٠20 ile 2, 650 litre arasında bir.hacim
^ölçüsüdür.
3- . Hadîs,, kefaret .larak -altmış fakirin deyuTuImasını âmirdir. Nitekim
îrham Şâfı’î ve imam Mâlik hazretleri böyle hükmederler. Anc'ak Ebu Harice
merhum bir'fakiri altmış gün deyurmakla'da-kefaretin yerine^getirilecegine hük-
metmiştir.
4- Bu^ hadisten.hareketle'Sevrf, Ebu Harıîfe ve-Ashâbı bir fakir i؟in.-hurma٠
'dan, aı١,a veya kuru güzümden bir.sa’, buğdaydan da yanıri'sa ؛vermenin, vacib
0İdug_una hükmetmişlerdir..
imam Şâfi’î isG, bu hususta g e le n v e vask yerine arâk tabiri geçen, başka'ri-
-vayetlerigöZ'Ö nüne,alarak: “Vâcib olan, her fakir İçin bir miidd miktarı ver-
mektir" demiştir، Ardit ise '٠n beş s a ’ 'miktannda bir h acim Ölçüsüdür.
5- Hadisin.zâhirine göre,'kişi her üç hev’ini de yerine.getirraekten aclz’de
'.Isa. kefâret yine 'de 'Sâkıt -Olmamaktadır. 'Zira,, adam köle' âzad edertiyecegini,
üstü,Steiki١ay onıç hıtemi5^acagıni,,altoış-fakiri.de'.do^ırami5^acagını.sÖ5^1e5^in-
Ce,' Resûluiiah aleyhissalâtu vesselam, oDÂ) kefaretini.yerine getirecek miktarda
yardımda bulunmuştur k m ŞafVî ve Ahmed İbniı Hanbel böyle^hUkmetmi؛-
te ^ ir .
ten önce temas eden erkeğe üç kefaret gerekir” demişlerdir. Diğer taraftan
Zührî, Saïd İbnu Cübeyr y e Ebu Yusuf “Temasla kefâretin düşeceğine” kail
olmuşlardır.
İL İM BÖLÜMÜ
(Bu bölümde yedi fasıl vardır)
BÎRÎNCt FASIL
AUMLERİN FAZİLETİ
★
İKİNCİ FASIL
İLME t e şv ik
ÜÇÜNCÜ FASIL
İLİM ÂDABI
★
■ ,
DÖRDÜNCÜ FASIL
İLİM VE ÖĞRENME ÂDABI
BEŞİNCİ FASIL
HADÎS RİVAYETİ VE NAKLİ
ALTINCI FASIL
HADÎSİN YAZILMASI
^ ٠' ★
YEDİNCİ FASIL
İLMİN KALDIRILMASI
ÜMUMÎ AÇIKLAMA
Son zamanlarda ilim çağı, ilim cemiyeti gibi' tabirler yaygmiık kazandı. Jn-
sanlığın' artık,otomasyon devrinide bırakıp ilim ؟ağına geçtiği, geleceğin'in؟an٣
' l'-ığının ر-ﻟﻤﻠﻢW'cewدﻟﻤﺬ7مﺀ،^''meذ/dana geti.recegi sOj^.lenmektedir.'.
Bütün'.bu ifadeler, ilmin ehemmiyetini v'urgulamaya yöneliktir. Ilimher-de-'
.'virde insanlık İçin, gerekli olmuş, ilimle mücehhez insanlar've cemiyetler, ilmen,
ge.ri olanlara .clâima 'üstünlüklerini korumuşlardır. Eğer, insanl'ik tarih'i', ilim'mik.-
yasıyla'bir taksime tabi tUtulacak've illa da bir ilim-devrinden.bahsedilecekse؛,
'kanaatimizce bunu Kur’an-,vahyi ile başlatmak gerekir. Beşeriyete ‘‘Ökü!"A\yt
başlayan risalet-'i''Mu.hammediy,e 'böyle bir devreyi'başlatmı.ş١ “Hiç bilenlerle
bilmeyenler bi^,o ﻵاr.m ’ ا ؟ ﻻ. اZümer 9); “Allah içinizden İnanmış ,olanlar, ve,
'kendilerine' ilim verilenleri, derecelerle yükseltşin...”(Mücadele.ll) gibi pek
.çok'ayetlerle ilmin yüceliğine dikkat çekmiş, dünyâyı isteyene de, âhireti iste-
yene de, hem dünya hem âhiret her ikisini de isteyene, hep ilmin kesbedilmesrni
^tavsiye etmiştir.. ﻧﻢ
Is'lam d ışı dU ny،, ilme olan, cidd i ve alarmant ؟ağrısını son yıl.İarda ele'ala-
-rak 'geleceğin bir. il'i'-m çaği'Oİacağın'ı.'Söy.l'em'iştir..
اﺗﻨﺔ ﺛﺜﺎﻧﻒ ؤﻣﻼﺋﻬﺊ واﻫﻞ,' إ ذ: ا وﻓﻰ رواة ﻟﻪ> ] م ﻗﺎ'ل٢ | ج
أﻷرﻣﺾ ﺣﺶ اﻟﻨﺌ ﻪ ﻓﻰ ﺟ ﺮ ﻫ ﺎ واﻟﺤﻴﺘﺎن ﻓ ﻰ اﻟﻴﺨﺮ- ﻟ ﺌ ﯯ ا ت ؤاﺋﻖ١
ﻳﺼﻠﻮن ﻋﺶ ﻣﻌﻠﻢ ا؛ذاﺳﺆ اﻟ ﺺ{ا
Yine Ti.rmizî٠nin bir rivâyetiııde şöyle gelmiştir -(4103) .2 ؟
"...Aleyhissalâtu vesselam sonra buyurdular kı: “Aliab Teâla Hazretleri ؟..--rae
, lehleri, semâvat ehli, deliğindeki karıncaya, denizindeki balıklara varınca
arz.ehli, halka'hayrı öğretene .mağRretduasında..bıılunıır.” (Hadîs ya kada ٢
(.Tirmîzî’ı١inaynîbabmdadır
' .:AÇIKLAMA'
-Birada Resûlullah aleyhissalâtu vesselam, Aliyyuyi-KârVmr[ açıklama
le farZ ibadederini yapabilecek kadar ilmi'olup, kâmil.şekilde’^'،Sina göre, d٥
ibâdetini.'yapan- 'kimseyi؛, ''aliml'e, de,' ibadetlerini eksiksiz',yapmakla birlikte
.ulûm-ı şer’iyyeyi iyi bilen kimseyi kastettiğini belirtir
Alimin şerefoe .âbide üstünlüğü, /?c'-2،؟M/n//٥/î ١ın şerefee en âmîbir sabâ-
484 KÜTÜB-İ SİTTE MUHTASARI i I . c Jl t
,-:' ﺷ ﺔ و ف ؟ ﻧﺎ ﯮا-.' ﺑ ﻮ. اﻟﺌ ﺰ. ﺗﺜﺎو ف. ﺳ ﻦ:- | ﺳ ﺄ ﻟ ﻠ ﻚ ' ﻗﺎ لjjb ' ﻗ ﺲ' ﻏ ﺊ:'' ﻗﺎ ﯮا
486 .KÜTÜB-I SİTTE MUHTASARI 1 ا. c il t
.bir haslet ilave, etmeden) eski şerefini devam ettirendir. Bu ise- şerefte en d'üçük'
merte^dir.
3)٠ü ؟üncü ,kısım: Cahiliyede şerefi ؛.olmadığı halde İslam’da.şerefli olan
ve fıkıh (ilim).'elde edendir. Bundan düşügü,-islam’-laşereflenmekle kalı^ ilim.,
eld e etme şerefini ilave etmeyendir.' '
4.) Dördüncü 'kısım: Cahiliyede şerefli olu'p İslam’la da şereflenendir. Bu.
.bir öncekinin, altındadır. Eger fıkıh öğrenirse onun mertebesi -cahi-1' şerefliden
-UstUnolur.
3- Hadîs, cahiliyeden ؟ıkıp, İslam’a giren cemiyetlerde şeref statüsünün
değişeceğini,'eski şerefin'korurimasmın ve-hatta^daha da yUceltilmesinin' miira'-
kün olduğunu-, bunun Öncelikle ilme.'-bağlı olduğunu ifade etmekle, ilhn iktisabı-
.na teşvik etmektedir.
س ﺪ ﺴ ﺴ ﺳ ٠ ﺞ ﻤ ﺳ ٠ﺐ ﻐ ﻋ ٠ ﺳ ﻎ ٠ﻊ ﺳ ٠^ ^ س ^ ^ ^
]ﺳﻤﻌﺖ ﻣﻌﺎوﻳﺔ رص اﻟﺬة: ﻗﺎل:. ر. ﻣ ﺪ ال. ﺣﻤﺖ ر. ' ﻏ ﻦ٠١ | و
ﻣﻦ ﻳﺮد اﺗﻨﻪ ﻳﻪ ﺋﻤﻮأ ﻳﻘﻘﻬﻪ:ﻳﻘﻤﻮل. اﺋﻤﻨﻪ..''رﺳﻮل-. ﺳﻤﻌﻌﺖ:ﻳﻘﻮل.اﺀﺋﻪ
اﻟ ﺸﻴ ﺨﺎ ن وأﺧﺮﺟﻪ اﻟﺘﺮﻣﺬى ﻋﻦ اﺑﻦ ﻋﺒﺎس. أﺧﺮﺟﻪ .[ ﺑﻰ اﻟﻠ ﻲ.
1..(410 ")وHurheyd ibnu Abdirrahmân anJatıyor: uHzı Muâviye radıyaila-
hu aiîh’ı işittim, demişti ki: “Resulullah aleyhissalâtu vesselâm’ın şöyle söyledi-
girii işittim: «AHah.kimin İçin hayjr murad^ederse onu dinde fekih kdar.”
'[Buharî.Farzu’l-Humus 7, llm I3 ,i’tîsâm'10 '؛Müs!'jm,-îmâre، 98.,.(1038),.Zekât
1038) . 100 ا98 ;)ا.T؛rmlzî,'îlm l,'(2647).j'
AÇIKLAm A;
Hadîsin Buharî’deki 'Vechi baZı ziyadeler Ihtiva'edçr. §öyle.-ki:'“A îah
kimin İçin^hayjrmurad ederse onu dinde f . i h kdar.-Ben.taksim'ediciyim,
esas- veren'Allah’tır. Bu ümmet Allah’î'n emrini yerinegetirmeye (Kjyame-
-te kadar),devam edecektir.'Allah’tn emri (Kıyamet) gelinceye'kadar,muha؛
lifleri,, ümmetime zarar veremiyecekler.’’.
l- İbnu Hacer bu hadîsin üç hüküm ihtiva ettiğini belirtir:
i t Dinde tefakkuh (ilim sahibi olma)mn fazileti,
i ilmi veren gerçekte Allah’tır.
i Bu Ümmetten bazdan Kıyamete kadardaima hakuzere olacaktır.
ًةﻻ١ ه\ﻫﻠﻸيdet Vlv. “Birincisi ilimle ilgili bölüme muvafıktır, İkincisi, sadaka,
larla ilgili kısma muvafıktır. Bu sebeple de Müslim, hadisi Zekât bölümünde
tahric etmiştir, Buhari de Humus bölümünde tahric etmiştir. Üçüncüsü, Eşrâ-
tu’s-Sü’at (Kıyametin Alemetleri) ile ilgili bölümde zikredilmeye muvafıktır, hi-
tekim Buhari, hadisi Vtisâm bölümünde de tahric etmiştir, zira hadiste, müçte-
hidin hiçbir vakit eksik olmayacağı hükrnü mevcuttur."
492 KÜrÜB-î SİTTE MUHTASARI İİ.CILT
j6 \
ﻖ ﺋ > ه ( اﻟﺒﺎ ئ. ﻵ ﺀ ى,.^ ^ ١ﻛ ﻮ ﻫﺆإئ:' و ز ك ر زﻳ ﻦ '
ﺑﻌﻂ ﻗﻸ ﻳﺠﺪاي ﺛﻦ ﻳﻔﻌﺒﻞ 'ﺑﻴﻴﻐﺎ.“ ﺳﺜ ﺶ ﺧﺶ ﻳﺨﻘﻠﻒ أﻻﻗﺎت ﻓﻰ أﻟﻐﻠﻢ؛Ben gidici bir kimseyim.
'Bu dim kaldırdacak. öyle .ki'.iki ki§i ferâiz hususunda ihtilafa.' düşecek. An-
cak, aralaranda ihtilaf» halledecek bir.kimse bulamayacaklar.»’ Bir.başka ha-
dîste ؛J \ غ ﺟﺊ.ؤل ﺑﺔز. زإﺋﺔ آ. ا ﺑ ﺮ. ﻣﻒ: ﻃ ﺜ ﻮ ا أﻓﺰاﺋﻬ ﺊ ﻣﺈﻗﻬﺎ,. “Ferâizi ,öğrenin. Zira
0, .ilmin yarjsjdır. Bilesiniz ümmetimden.ilk ؟ekip almaca'k ilim de odur.”
3- Hdttabi der k.i: "Bu hadiste ferâiz öğrenmeye teşvik var ve onun öğre-
nilmesinin öncelikle ele alınması istenmektedir. Muhkem ayet, Kitabuliah’tır.
II.CILT ÂLİMLERİN fa z il e t i 4^
Bu hususta ihkam (sağlamlık) şart koşmuştur. Zira ayetlerden bir kısmı men-
suhtur, onlarla amel edilmez, nâsih olanlarla amel edilir. Kâim sünnet
Resülultah aleyhissalâtu vesselâm’dan. rivayet edilenlerden sâbit olanlardır.”
el-Farîzatu' l-âdile hakkında az önce kaydettiğimize yakm bir açıklama kaydet
miştir.
ﺺ
ﻣ٠ﻣﺬ ﺣﺘﺮ ا ة ﺧ ﺪ ﻟﻠﺪ ٠ زﻣﻴﻞ زاﺟﺖ٠
ﺧﺬاﻟﺔ ﻳ ﻬﺪ ى وش ﻷن: ] ي.
ا.أﺧﺮﺟﻪ 'أﺑﻮ داود
2. (411)و- Sehl İbnuSa’d radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah dleyhis-
salâtu vesselâm buyurdular ki: “VaMahij.'sen„؛: hidayetinle bîr tek k§؛îye hi".
-dayet verilmesi, senin ؟؛in'kıymetii deveJerden'-mUteşekkil sürülerden.daha
hayırhdır.” [EbU'Dâvud, Îlm-10, (3661.) ؛Buharî, Ashabu’n-Nebi 9 ؛Müslim,
Fedâüu’l-Ashâb 34, (2046)1
AÇIKLAMA:
Bu rivayet Buharî’de daha uzun olarak kaydedilmiştir. Mezkur rivayet-
teki ziyadeye göre, hadîs, Hz. Ali radıyallahu anh'si Hayber’in fethi sırasında
söylenmiştir. Fedail bolürniinde (4407) geleceği İçin burada yer vermiyoruz.
2 - A .’ı , "e«'dw'''ın.müfredidir, sığır, davar, gibi otlatılan'hayvanların,
müşterek-ismi ise., de daha ziyade deve kastedilmiştir. Humru’n-nû’am devenin
güçlü'sü'kıymetlisi .demektir, el-ibilii’l-humru tabiriyle Arap, en enfes 'malını
İfâde etmiştir. Şu hal'de' hadîste,' bir kişinin hidâyetine' sebep olmapin' ehemmi.-'-
yeti', getireceği sevap böyle' bir teşbihle İfâde 'buyrulmuştur. Mâna: “Bir kişinin
hidayetine vesiie. o'lnıakla.elde edeceğin sevap,.en kıymetli mail tasadduk ederek
ielde edeceğin sevaptan daha iistUn” demek olur.
]ﻫﻠﻎ ﻳﺎوﺳﻮل اﺗﺔ إ ر: ﺑ ﻌ ﻐ ﻰ ﻗﺎل٠ ﺳﻠﻤﺔ ا,ذ٣ﻋﻦ ﻳﺰﻳﺪ ب. İ1٤ Ü
زﺑﻰ ﻳﻌﺒﺘﺆ٠أؤﻟﺬآﺧﺮة ذﺧﺊ,' ﺀن ﺛﻨﺴﺾ٠أﻏﺎﻗﻼ. ﺣ ﺪ ﻳ ﺜ ﴼ ﻛﺜﺜﺮأ. ﺿﻨ ﺖ ﺗ ﻎ
أرﺟﻪ اﻟﻐﺮﻣﺬي,',.[ؤﻳﯫ'ﺛﺌﺘﻠﻢ.. اﺋﻖ اﻟﻠﺔ:ل1 ﺀع..ًون ﺟﺘﺎﻋﺎ٤ث..
5٠(4122)- RehTd thnu Ebt Abdirrahmân der ki: '‘Yanında bir miktar ilim
olan 'nefsini za^i etmesi miinasib düşmez'." [Buharî bab başlığında
kaydetmiştir, (ilim 21).]
AÇIKLAMA:
1- B u h arî bu hadîsi ‘İlmin kalkması, cehaletin zuhur etmesi" diye başlık-
lanmış bir babta muallak olarak kaydeder. Bu bab, esas itibâriyle ilme teşvîk
için tanzim edilmiştir. Çünkü ilmin kalkması demek, ülemânın yok olması, yeri
ne âlimin yetişmemesi demektir. Değilse ilim, insanlara unutturulmak veya
kalplerinden sökülüp alınmak suretiyle cemiyetten çıkacak değildir. Resûlullah
aleyhissalâtu vesselârh muhtelif hadîslerinde, ilme himmet gösterilmesi, üle-
mânın yetiştirilmesi hususuna dikkat çekmek٠bunun ehemmiyetini duyurmak
için ‘‘ilmin kaldırılacağı", ‘‘çekip alınacağı" tehlikelennden bahsetmiştir. Nite
kim ıhüteakiben yedinci fasılda ilmin kaldırılmasıyla ilgili bazı hadîsler görece-
ğiz.
2- Sadedinde olduğumuz hadîs maktû bir hadîstir. Çünkü, kâili (söyleyeni)
Medine’nin meşhur fakihlerinden Rebt’atu’r-Re’y'dir, TSbnn"denĞir. Hz. Enes
radıyallahu anh ve başka sahâbîlerden hadîs almıştır. İçtihadla fazla meşgul ol
duğu için RebVatu’r-Re’y diye meşhur olduğu söylenir. 133-142 yılları arasın
da vefat etmiştir. Sünneti iyi bilen re’yde dirayetli bir kimse idi. îmam Mâlik:
‘‘Rebî’a’nııj vefat ettiği günden beri fıkhın tadı kalmadı” demiştir.
3- İbnu Hacer, RebVa'nm 6ü sözden kasdettiği şey hususunda birkaç
vecih kaydeder:
^ Kimde ilim için bir anlayış ve kabiliyet varsa, ona, nefsini ihmal etmesi
ve ilimle meşguliyeti terketmesi yakışmaz, tâ ki, bu hal ilmin kalkmasına müed-
di olmasın.
★ Veya maksadı, ehli yani liyakatliler arasında ilmin neşrine teşviktir, tâ
ki âlim, ilmi başkasma aktarmadan önce ölmesin, zira bu suretle de ilim ortadan
kalkmış olur.
^ Veya muradı, âlimin kendini ortaya çıkarması, herkese arzetmesi ve
başkalannm kendinden ilim almasını sağlamasıdır, ta ki, ilmi (kendi ölümüyle)
zayî olup gitmesin.
★ Şöyle diyen de olmuştur: "Bundan muradı ilmi tazîm ve ona saygıdır.
Öyleyse nefsini dünyalığa arzederek alçaltmamalıdır."
DÖRDÜNCÜ FASIL
İLİM VE Ö Ğ RENM E ÂDABI
EhH
ﺀﻫﺔ١ ١١ urc؟reﻫﻪ٢V C
v. "BenRcsuluH ahate^M ssalatuvesselam'dan؛.kikapdolusuhodtsbelledim
Bunlardanbirinibalka^a5d»m. Ö٠ekincgelince'.0 اﺀﻹonuﻻ0أاااﻻolsam55 ااgjrrtokkesilirdi."
BEŞİNCİ FASIL
h a d is R tv a
y e t i .v e .N A K L t
رﺳﻮود ش, ' ]ﻗﺎ^ﻟﻂ: ﻻ٠ — ﻋﻦ اﺑﻦ ﺳ ﻌ ﻮ د رﺿﻰ آﻟﻨﺔ ﻋﻨﺔ ﻗﺎ١ ٠
أﻧﻔ ﻲ٠ﺑﺘﻎﺀ٠ ﯪ٠ غ ﻣﻰ ﺛﻴﺂ ﺋ ﺌ ﺔ٠ دأ ن١' ه111 ﺛﻀﺪز: | ﺀ
.أﺧﺮﺟﻪ اﻟﺘﺮﻣﺬى و ﺻﺤﺤﻪ . [ ' ﺳﺎﻣﻴﺮ ﻣﻦ
3- İkinci hadîste farklı bir husus, ÎSrailiyat’m rivayetine cevazdır. Zira îs-
railî hikayelerde bir kısım ibretler var. Bu hikâyelerin, asla uygunluğu oldukça
ıneşkuk bir durum arzeder. Bunlar zaman içinde Uydurulmuş da olabilir. Bu,
uydurma olma ihtimaline rağmen, Resûlullah'm onları rivayet etmeye müsaade
etmesi yalan rivayetlere mhsat verme değildir. Uydurma hadîs rivayet etmenin
hükmü de hadîste belirtilmiştir.
Şu halde, İsrâilî olduğu belirtilerek yapılan rivâyetler "yalanı rivayet
etme”nin şümûlüne girmeyecektir.
4- Resûlullah'a yalan nisbctı yasaklayan rivayet çoktur ve mütevatirdir.
Belki de en çok sahabe tarafından rivayet edilme şerefine bu hadîs emiiştir.
11. CJLT CiLT HADÎS RlVAYETt VE NAKLİ 5اا
e،/ın” demektir.
★ Onlarm hikayesi, inkıtâ, belâğ her'ne-.suretJe vaki olduysa öyle rivayete
cevazdır».çünkü onları rivayette,ittisal^kurmak Mümkün-değildir. Ancak Jslamî
ahkâmı tesbit eden rivayetler böyle .degil. 'Zira.bunlan rivayette asil olan, itti-
5٥/’dir.-Öfoürü,'zamanca uzaklık sebebiyle ittisal mümkün-'değil ise,' beriki zi-
manin yakmlıgı sebebiyle ittisal mümkündür...'
.★ imam Şafiî der ki:' '*Malum olduğu iizere, Resûlullak aleyhissalâtu ves-
selâm yalan haberin rivayetini tecviz emez, öyleyse â n a : “Benî İsrail’den
yalan olduğunu bilmediklerinizi rivayet edin Size tecviz edilenlerin onlardan
rivayet edilmesinde sizin İçin bir mahzur yoktur. Bu Resûlullah’ın şu sözüne
benzer: ‘'؛Ehl-Î kitap sizeljir rivayette.bulunursa.onları ne tasdik edin ne.,de
tekzib:rSıdkı kesin olan şeylerin söylenmesi hususunda ne yasaklama, ne de
izin vârid olmadı.”
7- Ehl-İ sünnet Ulemâsı, Resûlullah’i yalan .nisbet etme .kargısında tavizsiz
olmada ittifak 'eder 've.büyük günahlardan, addeder. Şeyh Ebu Muhammed el-
CUveyni dahâ-'da ileri,gidi'p,. Resulullah’si yalan nisbet etmeye küfür hükmünü
vermiştir. Ebu Bekrİbnu’l-Arabi de 'buna meyletmiştir. Başta Kerramiye ölmek
üzere sapık'fırkalara, mensup bazılan, .dinî.ümûra hizmet. Sünnet ehlinin yolunu
güçlendirmek, tergib'Ve 'terhibe-yardımcı. olmak gibi gayeler؛e Resûlullah’sı
yalan nis'bet'Ctmenin caiz oldugunu 'söylemiş ve.'şöyle bir gerekçe deri sürmüş-
'lerdir: “Bu hususta vaîd, Resulullah’ın aleyhindeki yalan hâlanda vârid oldu,
lehindeki yalan İçin dcgil.”_''îbnw Hacer der ١d ٠. “Bu bdtıl'bir gerekçedir, zira
vaîd Aleyhissalâtu vesselâm’dan yalan nakil h a k k ı â gelmiştir, lehinde veya
aleyhinde diye bir ayırım yoktur. Dinimiz ise, Allah’a h a â l s u n H l d i r , ya-
lanla tamamlanacak bir eks.ik. yönü yoktur. Ta^.iye görmek İçin yalana, 'batıla
muhtaç değildir.’’{
AÇIKLAMA
Ebu Hiireyre hazretleri, kradai Resûlullah aleyhissalâtu vesseldm^dan öğ-
rendig ؛hadîslerden,bir kısmını rivâyet-etmekten.çekinerek ketmettigini belirt-
mektedir. ülemâ, neşredilmeyen ilmin, kotii emirlerin, isim.,ve ahvalini, ve çıka-
cakları zamanı beyan, eden hadîsler. .Idugunu ...söylerler. EbuH Ureyre'nın
bunların bazılarına kinâye.yoluyla,İşaret.ettiği, ama tasrih 'etmekten korktuğu.
٠sOj^lenmiştir. ..Mesela .şu 'sözü onlarda.n biridir:., زإﻗﺎزؤ,آﻏﻮن ﺑﺎ ي ﺑ ﺬ زأس اﻟﻐﻌﻬﺬ
‘؛ اﻟﺤﺎفAltmışın başından ve 'çocugun başkanlığından Aîa.h’a sığınırım.’,’
Bununla Yeztd tbnu Muâviye’nm hilafe'tine İş.aret ,ettiği belirti'lir. Çünkü', onun
hilafeti hicretin 60. yılında idi. Allah Ebu HUreyreynin duasınıkabul etmi ؛ve..
ruhUnu.biryılöncekabzetmiştIr. .
Ebu Hiireyre, “Gırtlağımı keserdiniz” sözüyle, zâlife' idarecileri kastet‘-
miştir. Ayıplarını 'işitmekten rahatsız.olarak, hayatına kıyacaklarından korktu-
ğunu belirtmiştir.
Hz. Ebu Hiireyre radıyailahu anh'm rivayetten çekindiği fitne ile il.gili ha-
-dîsleri, “Herkes hayırdan sorarken, gelip bana bulaşır mı korkusuyla ben sen-
den sorardım” 'diyen Huzeyfe radıyallahuh anh, kısmen rivayet.'etmiştir. Ebu
Hitreyre’nirv hakl'ilıgını,'ya'ni'„Â^s'W؟؟«؟٥Â'.١ın,.fitne ile ilg'ü'i.olarak çok sayıda.ve.
.pek tefemiatlı açık' beyanlarının bulunduğunu an.lamak 'İçin., Ebu Dâvud’da yer
alan bir Huzeyfe hadîsini kaydediyoruz. De'r ki: “VallaM bilemiyorum; arkadaş-
larım gerçekten unuttular mı, yoksa unutmuş mu görünüyorlar . , Vallahi
Resulullah aleyhissalâtu vesselâm,
؟-seıam, Kıyamete
ivıyamete kadar
Kaaar gelecek ye adamlarının
geıeceıcve aaamıarının sa-sa
yısıa ç yü zv e daha fazla olacak bütünfitne
rcak.bfttün fitne başlarını
başlarını bize
bize,adıyla,.
,adıyla, babasının
babasının.vve.
e
kabilesinin adıyla zikretti.’
85) Bu rivayeti daha önce de kaydettik (Birinci cilt 57. sayfa). Ebu Zerr'm ihtilafı diğer bir sahabî Hz!
M،<،îv/ye ile idi. Tevbe suresinin 34. ayetinin te’vili hakkında idi.
516 KÜTÜB-I SİTTE MUHTASARI n.CİLT
mi?” demesi üzerine, başını kaldınp adama yönelerek: “Yoksa sen benim mü
fettişim misin? diye çıkıştıktan sonra sarfettiğini kaydeder.. Rivayetler ara
sındaki ihtilafa burada girmeyeceğiz.
ALTINCI.FASIL
h a d îs in YAZILMASI'
:UMUMİAÇIKLAMA
.Hadislerin. yazıJması bahsini, birinci ciitte etraflıca açıkladığımız İçin (s
keza'113-132)'burada naz,ar ,38- 23؛-yetle ilgili teferruata ginneyip.'sadece hadis
lerin kısa meallerini've zaruri dummlarda müphem .n٠ktalann'kısaca''tavzihini
'-yapıp geçeçeğiz. Bu meselede'Ctraflı'bilgi edinmek isteyenlere birinci ciltte işa
rete.£lllen..b.ahisleri,görmelerinitavsij^eedi^^.mz.. ﺀ-'ا
. ' - ﺗﺈؤ١' ]اﺟﻌﻠ ﺐ ر ﺳ ﻮد:ﺋﺬة ﻋﻨﻪ ﻗﺎل.ﻧﻰ ﻫﺮﻳﺮة رﺻﻰ ا.“"" وﻋﻦ أ٣ ,
. 'ا ﻛﺒ ﻮا ﻟﻰ ; أ ز ﺑ ﻞ اش؟: ٠دو ﺛ ﺄ5 ﺷ ﻞ. ﺋ ﺬ و ذ ﻫﺔﻟﻔ ﻰ ا ﻟ ﻐ ﻴ ﻴ ﺚ
ا ذ ز ﻣ ﺬ ى و ﺑ ﺤ ﺤ ﻪ. أ ر ﺟ ﻪ.-٤ﺳﺎؤ.. ﻷﻳ ﻰ. ﯮا. .^
3. (4133)- « ه ﺀHiireyre radıyallahu anh anlatıyor: uResûlullah aleyhissa-
Idtu vesselam (bir gün, halka) hitabetti, -(Ebu Hiireyre, hadîsin vürûdu ile ilgi
li) bil" kıssa aıilattı- (-badiste 'şw'.ibare de^^ardı:) “Ebtı §abdedi ki: “Ey Allab'ın
Resûlü.ı (bu hutbeyi) bana yazıverin!” B utaleb Üzerine Aleyhissalâtıı vesselâm:
.‘؛Evet Ebu Şâh’a yazıverinî” emir buyurdular.” ITlrm؛zl, îlim.'12١(26,69) ؛Bu-'
harî ٠ . Ilm 39, Lukata 7., Diyât.8 ؛Ebu Dâvud, Ilm^3,( 3 6 9 )ي.]
,..'..AÇIKLAMA:'
Hadîste .İşaret edilen.kıssa, hadîsin v.ürûdu ile ilgili. Rivayetin Buharî'deki
bir'vechinde.kıssa mevcuttur. Şöyle dQT: ‘‘Huzâ’alıl.ar, Mekke’ninfethedildigi
senede,Eenî LeySten birini,, onların kendilerinden bir kimseyi katletmelerine
mukabil olarak öldürdüler. Bu durum, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a
babet^verildi. Bunun illerine bineğine.atlayaıak bir hitapta bulundu. Dedi ki:
“Allah Mekke’den katil veya fiil’lengelled ؛.” .. ٠
-Buharî fiil veya, kati şekkinin hocadan.' geldiğini belirtir." Ancak:.
Resûlullah’. ve mU’minleri onlara rausallat etti.'Bilesiniz, Mekke’de kan
İLCİLT h a d îs in YAZILMASI 5ا9
dökmek benden Önce kimseye helai degildi.. Renden sonra da kiniseye heiai
olmayacak. Bilesiniz, bana da,^bîr gündüzün belli'bir ânında helal k ٠hnd».
Haberiniz olsun,'o.da §uândır. (Mekke.he'rkese) haramdîr. Dikenine v'ar،n٠
caya kadar, hiç bir otu yolunaraaz, ,agacj- sökülemez, yerde 'görülen yit'ik
inallar alinamaZj'ilan"etmek, sahibini'arainak İçin almabilir. .Kim öldürü-
,lürse iki şıktan biriyle muhayyerdir: “Katil' öldürülür .veya öldürü-len.'tara-
ftn ailesine diyet ödenir.”-
(Resûlullah’ın bu hutbesi üzerine), Yemenlileıden-biri gelerek: “Ey
Allah’ın Resulü! Bu hutbeyi bana yazıverin!” dedi. Resıılullah: ‘'Ebu Fülâna'-
yaz.verinJ'” .emir buyurdu. Kureyş'ten biri: “Ey Allah’ın Resûlü! izhir’i yasak-
tan hâriç tutun, çünkü biz, onu eylerde ye 'kabirlerde kullanıyoruz '' ؟dedi. '
Resûlüllah aleyhissalâtu vesselam da: “Izhir hâriç, İz'hir. h.âriçî” dediler...”
Şu 'halde, sadedinde olduğumuz hadiste İş'aret edilen k-ıssa -budur. BOylece
Ebu Şah’m, Mekke’nin fethedildiği g'ün Resûlullah tarafından'irad .edilen.hutbe-
nin-metnini İşlediği anlaşılmış olmaktadır. Resûlullah bu.metnin yazılıp. Ebu
Şah’a verilmesini emir buyuruyor.' Buharı, bu rivayeti Aleyhissalâtu vesse-
..^dw’m,-hadîslerin, yazılmasına karşı olmadığını göstermek İçin kaydetmiş bu-
lunmaktadır.
0 1 ]ﻗﺎل ﻧﺴﺘﻮل: ا رﺻﻰ اﺗﻨﻦ ﻋﻨﻪ ﻗﺎو4 >ا> وﻋﻦ أد ' د د اﻟﺨﺪ٧
٠ ة ﺑ ﴼ ﻛ ﻮ اوآي٠ ئ٠ زس، وا ' ﺧ ﺮ ' ﺛ ﻴﺄ ص اﻟﺒﺎن: ا ﻻ ة.: .' ا ' ش
ﻣﺴﻠﻢ,: أﺧﺮﺟﻪ.[ ﺛﻤ ﺤﻪ.
ﻣﺜﻪ؛ ﺑﺈ'ﺟﻤﺎع 'اﻷﻣﺔ ﻋﻞ ﺟﻮازه وﻻ..ﻟﻠﻤﻊ:, ﻧﺎﻣﺦ, .واﻹذن ق اﻟﻜﺘﺎﺑﺔ
86)
Z e y d Ib n u S â b it r a d ıy a lla h u a n k 'm y ia z i öğrenme hâdisesi daha etraflı olarak açıklanmış idi (1.
cilt, s. 417418).
H.C!LT -h a d îs in YAZILMASI 521
.AÇIKLAMA: '
Genişçe açıklandığı .üzere٠'(l.- cilt,' 26"27,"33-35). bazı.rivayetler hadîs yaz-,
mayi'yasaklarken, diğer bazılaTı teşvîk ede؛, ruhsat tanır. ülemâ yasağın.kayıtlı
'.Iduğunu, -İslam’ın başında'yazı bilenin., az'.Iduğu Sirada,'hafizası kuvvetli-
.lanlara:nıahsus'olarak- nıhsat ifade'eden hadîslerin, öbürlerini neshettiğini be-
.lirtirler. Nitekim sadedinde oldugumuz.hadîse şu.açıklama eklenmiştir؛
"Yaznzni,yazıyasağını,yazınıneevazıhususundakiicma-Iüâetilenes-
hetmiştir. ümmet, hiçbir zaman sahih olmayan bir meselede icma etmez.
UResûlullah, hadisi, K u f an’la birlikte ayni sayfaya yazmayı yasaklamıştı.
Çünkü bu durumda Kur’an’la hadis birbirine karışır, müşkilata sebep olurdu ”
dahi denmiştir.”
y e d in c i FASIL
İL M İN K A L D IR IL M A S I
,.,'واﻟﺘﺮﻣﻨﺘﻢﺀ.. .اﺷﻴﺠﺎن١'ال
1. 4138)؛- tb m Amr İbnVl-As radıyallahıı anhiima anlatıyor: “Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “AHah İlmî [verdikten sonral, insanla-
,rm'Ikalbindenl zorla söküp a'imaz. Fakat ilmi, ülemây. kabzetmek suretiy-
le aljr.'.ülemâ. kabzedilir, öyle ki,' tek .bir â'lim kalmaz. Halk da cahilleri
kendine'reis yapar. ٠,Bunlara-meseleler sorulur, onlar da ilme dayanntaks،-.
zm [kendi reyleriyle] fetva verirler, böylece h'em kendiler'ini hem'de başka-
larm l'daiaiete atarlar.” [Buharî, ilim 34, Itisam 7 ؛Müslim, ilm ا3( ا2573)؛
.Tirmizî,llm^5,(2654).].., .
AÇIKLAMA؛
Kö.şeli p'arantez içerisindeki, ziyadeler hadîsin başka veci.hlerin.den alin-'
mıştır.
2- Burada Resûlullah aleyhissalâtu vesselam, farklı b'ir. iislUbla ilme teşvîk
etmektedir: 'ilim Ihüslümanlar arasından' kaldırılacaktır. Ancak bu kald.ırma ݧİ١,
''bilenlerin göğsünden mucizevi bir'.tarzda ilim ؟ikarılarak değil,' âlimlerin birer
birer-ölmele'riyle olacaktır, öyleyse î'siam ümmeti.böyle bir tehlikeyi gözönün-
de canlı t'Utarak,. tedbirde k'usur etmemelidir.' Bunun tedbi.ri 'de yeni âl.imlerin ye-
.tişm.e'Sİ.işin gayret, göstermektir: Mektep ve medreseler ,a ؟mak١' taiabe.lere b'arı'-
nak, temin-etmek, turs vermek, onların.'İlmî gayretlerini artırmak İçin, derece.,
alanlara mükâfaatlar vermek,' eser, verenleri madden ve mânen taltif ve tatmin
JI.C iL T İLMlN KALDIRILMASI -523
.ﻳﻈﻬﺮوا-((.))ﺗﻔﺜﻮا
3. (4140)- Ömer ibnu Abdılaziz rahimehullah'ddj] nakledildiğine 'göre,
(Medîne valisi) Ebu B e t ibnu Hazm'a şöyle' yazmıştır.- “Bak. Resûlullah aley-
hisscilâtu vesselâm ın hadîsinden ne varsa yaz. Zira ben, ilmin kaybolmasından
ve Ulemânın gitmesinden korkuyorum. ReşûluUah aleyhissalatu vesselam’in ha-
dısinden başka bir şey kabul etme. Alimler ilmi yaysınlar, ilim İçin (herkese
açık yerlerde) kalkalnr teşkil etsinler, td ki bilmeyenler de. boylece öğrensin.
Zira ilim, gizli kalmazsa helak olmaz.” [Buharî, ilm 34.]
AÇIKLAMA: ,
Bu hadîs,, ,sünnetin tama'mının,-. devlet eliyle resmen yazdırılmasi demek
olan ^؛،/vf/7’in başlamasını noktalar. Ömer ibnu Abdilaziz’ın bu me.ktubu, bü.tün
taşra vilâyetlerine gOnderdiği bazı rivayetlerde tasrîh edilmiştir. 'Sadedin'de ol-
-dugumuz, rivayet,.mektubu.n' sâdeçe Medîne'٧ âlisi£ ٥wBekr ibnu Hazm'a yazıl-
'dığı.n.ı ifâd'e etmektedir. -'
Bu h a d î s b a h s i n d e ' açıklanmıştır. Fazla bügi'.için oraya.bakllmalıdır
(1. cilt, 113-118).
UMUMÎ AÇIKLAMA:
A/ve mağfiret bahsinin günah, tevbe gibi başka bahislerle de ilgisi vardır. ,
Bilhassa günah mefhumu olmak üzere bu tabirlere, geçmiş bahislerde zaman
zaman temas edilmiştir. Esasen bunları birbirinden ayn mütalaa etmek mümkün
değildir. Sözgelimi insan günah işleme fıtratında yaratılmıştır, ama tevbe emre
dilmiştir. Cenâb-Hak tevbe edenleri sevmekte ve tevbeleri kabul etmekte, gü
nahkarı affetmektedir. Böylece kul da kulluğunu anlamak suretiyle mânevi yük
seklik kazanmaktadır.
Şu halde bu mefhumları, İslam’ın bu meseledeki umumî telakkileri çerçe
vesinde kavramaya çalışmak daha uygun olacaktır. Öyleyse meselenin anlaşıl
masını, yaratılışla başlatıp insanın kemaliyle sonuçlanan bir vetire çerçevesinde
anlamak gerekecektir.
Yaratılış: İnsanoğlu, hayvan ve melek dediğimiz iki sınıf şuur ve hayat sa
hipleri arasında orta bir mevkidedir: // ٥yv،m/٥r, şehvet (arzular) sahibi fakat
aklı olmayan bir tabaka teşkil ederler. Akıllan olmadığı için davranışlannı tabiî
insiyaklarla -ki buna içgüdü 6iyox\xz- yürütürler, bu yüzden sorumluluklan yok
tur. Melekler ise, şuur ve hayat sahibi olmakla birlikte şehvetleri yoktur. Onla
rın şerre kabiliyetleri de yoktur. Verilen vazifeleri yaparlar. Dereceleri ne düşer
ne de yükselir, hep sabit kalır. İnsanlar ise, orta bir tabakadadır. Hayvanlarla
müşterek bl٩aı şehvetlere de sahip, meleklerle müşterek olan akla da... Kendisi
ne içgüdüye bedel şeriat verilmiştir, irade verilmiştir. İradesi ile şeriata uyarak
aklını o yolda kullanırsa melekleri geçebilir. İrâdesi ile şehvete uyar aklını o
yolda kullanırsa hayvanlardan aşağı düşer. Şu halde Cenab-ı Hak insana son
suzca alçalma ve sonsuzca yükselme imkanı tanıyan bir fıtrat, bir mertebe ver
miştir. Yükselmenin yolu, ihtiyar da denen irâde-i cüz’iyyesini kullanarak, şu
urla dinin emrettiği şeyleri tercih etmekten, âklını bu yolda kullanmaktan geçer.
Alçalmanın yolu ise, şeriata değil, şehvetlere uymaktan, aklını o yolda kullan
maktan geçer. İnsanoğlunun hu kaçınılmaz kaderi en veciz şekilde Tın suresin
528 KÜTÜB-1 SITTE MUHTASARI 11. CİLT
de beyan edilmiştir: “Biz insanı en güzel şekilde yarattık. Sonra onu aşağıla,
rın aşağısına çevirdik. Ancak iman edip de güzel güzel amellerde
bulunanlar başka. Çünkü onlar için kesilmez mükâfaatlar vardır” (4-^ 6).
İnsanın, hayır-şer arasında imtihana maruz bir fıtrata sahip olduğunu ٠٠ >
z٥/ı şöyle ifade eder: “Şer, insanın yaratılış toprağına katılıp yoğurulmuştur,
çok Mdir hallerde onu terkeder. Öyleyse insanın gayretlerinin hedefi, hayrını
şerrine gâlib kılmak olmalıdır’’
Diğer mahluklar arasında böyle bir durumda yaratılan insan, şehvete uy
makla şeriata uymak, inanmakla-inanmamak. hayır yapmakla-şer yapmak, ira
desini iyi veya kötü istikamette kullanmak arasında imtihan edilecektir.
Bu imtihan onun kaçınılmaz kaderidir. Zira o, ne hayvandu. ki, sadece şeh
vetine tabi olsun, ve ne de melektir ki sâdece hayra va akla tâbi olsun.
imtihan müddeti, yani hayatı boyunca, insan, kötülük işlemekle imtiham
ebediyyen kaybetmiş olmadığı gibi, iyi iş yapmakla da kurtuluşu garanti etmiş
değildir. İyilikten sanra kötülüğe düşebileceği gibi, kötülükten sonra da tekrar i-
yiliğe geçebilir.
g Un a h l a m a n e v I m e r t e b e k a z a n m a k . ٠'
'.''İslam’ın -günah telakkisinde son derece ehemmiyetli bir nokte var ki-, bıina
diğer 'd'inlerde net olarakrastlamak''İmkânsızdır. Kişi' İşlediği günahla, Allah.a.
'daha ciddi bir ilticaya,'daha ihlaslı bir yOnelişe geçebildiği İçin', İşlemiş olduğu.-'.'
günah sebebiyle mânevî yükselişe erebilmektedir. Ayet"i kerîme bu' mühim ha
kikatı “günahların sevaba dönüştürülmesr’ -diye İfâde etmiştir: إ ﻷ ﻣ ﻦ ﺛﺎ ت زاﻧﺊ
ﻳﺪل
۶ ﺧﺎ?ﻫﻠﻢ ﺧ ﺘ ﺎ د٠ اﻫﺔ ٠ﺻﺎﻟﺤﺎ' ' ﯮﻟﻴﻠ ﺊ “ وﻋﻤﻞMeğer ki (şirkden)- tevb.e edip ٠
iyi amel '(ve 'hareket)de bulunan'-kimseler ola. İşte Allah bunların kOtUlUk-
-lerini iyiliklere'çevirir. A llahgafûr ve rahim
.BU mânayı açıklayan hadisler var. Bunlardan biri 4142 numarada gelecek-
,'tir: Resûlullah orada kişinin,, yapmakta olduğu -güzel ameller sebebiyle “günah
işlemiyorum)’ hava'sına düşmesini, onun .tevbe ve.'istiğfar gibi kullu'ğunu idrak,
ettirici son de.rece kıymetli bir 'ibadetten' uzak kalmasına-sebe'p olacağı İçin,
g'ünah işlemekten daha kötü bir ruh * ٦ ' tav'sifetm'ekte, iimme-
ti İçin bundan- korktuğunu İfâde buyurmaktadır.- Evet, bu-dinin sahibi, günah, 'ا
sevab'meselelerinde Allah -namına'beyanda bulunma yetkisine sahip yegane S.ÖZ
sahibi, Şâri- O'larak '.‘Mt٥”un günahtan daha kötü bir-şey olduğunu haber, veri-
yor.
Bu,' üzerinde durulması düşünülmesi, hakkıyla anlaşılmasıgereken bir hu-
suStur.
530 KÜTÜB-Î SÎTTE MUHTASARI ll.C tLT
KULLUK. EDEBİ:
,mâna ta§ır۶ Bu halet-i ruhiye ile,işlenen gUnahların tevbesi makbul ulur mu;
Cenab-I ,Hakk’ın rahmetini celbedebilh mi, garantimiz ,yok. Zira'bir başka, ayet-
i kerînıe, affedilecek gUnahm cehaletle işle'n^iş olma şartml zikretmektedir..
ﺑﺠﻬﺎﻟﺔtjijl ﻷﻧﻴﻦ ﺑﻤﻨﻠ ﻮ ن.ى اﺋﻠﺆ٤ ﺀk p aS[ '“Allah, kötülüğü cehaletle (bilmeye-
rek) yap.p.da,'hemen teybe edenlerin tevbesinl kabul etmeyi üzerine almîş-
't»r. Allah .İşte onlarJn' tevijeslnl ^kabul. eder. Allah bilendir, hakim olandjr’?.
( N iş a l7 )..,
Bu âyetle, daha'önce .kaydettiğimiz “bütün günahlar, affeder” ayeti'ara-
Sinda tezad mevcut değildir. Zira orada her çeşit, yani bilerek'işlenen-gUnahlan
da affedebileceği ifade edilmekte İse'de, bu ayette, cehaletle işlenen günahların
affına “garanti" verilmektedir. Aynca “tevbe ederim" düşüncesi.ile günah'İşle-'
yen kimse, tevbe .etme, fırsatı bulabilecek mi, ömrü vefa edecek mi, davranışı
gadab-ı ilahiye dokunduğu takdirde Allah kendisine tevbeye dönüş fırsatı vere-
cek mi, bunlan da düşünmesi .gerekir.
TEVBENİN EDEBİ:
olan mağfiretini beyan etmektedir. Öyleyse hadîsten murad olan mâna şöyle ol
malıdır: Allah Teâla, muhsin olanlara vermeyi sevdiği gibi, günahkâr olanları
da affetmeyi sevmektedir. Buna, Allah’ın birçok ismi delalet eder: Gaffâr,
Halîm, Tevvâb, Afüvv gibi. Yahud, kullarını tek bir şe’n üzere yaratmamıştır,
nitekim melekler günah işlemekten uzak olarak yaratıldığı halde, insanlar farklı
meyillerde yaratılmıştır. Bir kısmı hevâya meyyaldir, onun gereklerini yapma
durumundadır. Allah, bu fıtratta olanları hevâya uymaktan kaçınmakla mükel
lef kılar ve ona yaklaşmayı yasaklar. Hevâ ile mübtela ettikten sonra tevbeyi
öğretir. Eğer ibtilaya rağmen hevâya uymazsa ecri Allah’a aittir. Eğer yolu şa
şırırsa, önünde tevbe vardır.”
rı kadar bîle oJsa, sonra bana dönüp ؛stigfar etsen, ؟ok 0٠u§una. bakkam ,
seni-affederim. E-y âdemoglnî.Banaarz'doJnsn hata'üe.'geîsen., sonunda h؟؛
'bîr şirk koşmaksjzîn bana kavuşursan, seni-arz dolusu mağfiretimle karşî-
larım.” [TrmızI, Da’avat 106,(3534).ًا
,. ﺳﻮ ى اﺗﻨﺆ,ر ةال. ز, : ﻗ ﺎ ل- ﻋﻨﻪ رﺿﻰ اﺗﻨﻦ ة.'ﻫﺰ'ﻳﺮ وﻋﻦ أف- 4146
'٤“ ﻳﺜﺰﻻﺑ ﺐ وﻳﻐﻔﻞ ﻧﺎدو ن ﻧ ﻠ ﻠ ﻎ ﻳﺌ ﺊ ﺳﺎAiJah kendisine girk koşan» affetmez, bunun
dışında dilediğini affeder” ayetine temessüken (uyarak), dilerse onu mükâfaat-
landırır”demektir. Bu kususa delil doksandokuz ﻻاةة أöldiirttp sonra levbe İçin
râhibe gelince, “Bunun tevbesi yok” cevabi üzerine onu da öldürüp yüze ta-
marnlaman îsrailli katildir. Bu durum, bu ümmetten öncekiler İçin sabit olursa,
kendinden önce mevcut olan birçok'agır teklifler üzerinden kaldırılmış olan bu.
ümmet İçin evleviyetle mevcuttur.”
.Yani, âlimler''getirdikleri açıklarnalara dayanarak bu hadisin zâhiriyle
amel etmezler, te’viliyle amel ederler.
LZ\D e t m e , MÜDEBBER KILMA VE MÜKÂTEBE YAPMA
VE KÖLE İLE MUSAHABE (ARKADAŞLIK) BÖLÜMÜ
(Bu bölüm dört babtır)
B tR İN C t BÂB
KÖLE ÂZAD ETMENİN FAZİLETİ
İK İN C İ BÂB
KÖLE İLE MUSAHABE VE KÖLE EDİNME ÂDABI
★ ÎYİ MUAMELE
★ KÖLEYİ AFFETMEK
★ KÖLEYİ DÖVME VE KAZF
★ KÖLEYİ TESMİYE
ÜÇÜNCÜ BÂB
ÂZAD ETME
DÖRDÜNCÜ BAB
MÜDEBBER KILMA, MÜKÂTEBE YAPMA
Kölelik insanlığın eski bir müesşesesidir. Bunu İslamiyet vaz’etmemiştir.
Kölelik e؛sas itibariyle savaştan kaynaklanmaktadır. Zira kazanan taraf, mağlub
olan tarafı esir etmekte ve köleleştirmektedir. İslam geldiğinde bu müessese
vardı.
İslam bunu tek başına kaldıramazdı, çünkü beynelmilel bir yaygmiığa
sahip idi. Öyleyse bunun ilgası beynelmilel karşılıklı anlaşmalarla mümkün idi.
İslam’ın bunu tek taraflı yasaklaması olamazdı. Zira savaşta elde edilen esirlere
yapılacak muaıhele, her iki tarafın mutabakatı ile tesbit edilir. İslam, Batılılann
yaptığı gibi hür insanlan köleleştirmeyi kabul etmez. Bilindiği gibi, bugün
Amerika’daki siyâhîlerin menşei Afrika’dan baskınlarla yakalanıp Amerika’da
köleleştirilen hür insanlardır. İslamiyet bunu tecviz etmez.
İslam kölelere birkısım haklar tanıyarak onlann durumunu düzeltmiştir.
Bazılanm hatırlatalım:
★ Kölelere okuma-yazma öğretilmesi teşvik edilmiştir.
★ Mekteplerde muallimlerin köle-hür hiçbir çocuğa aymm yapmaması,
hepsine eşit muamelede bulunması emredilmiştir.
★ Kölelerin, efendisinin yediğinden yemesi, giydiğinden giydirilmesi tav
siye edilmiştir.
★ Kölelere hürriyete kavuşma fırsatlan verilmiştir: Kefaret gerektiren bir
çok cezada ilk şık köle azad etmektir:
★ ★ Yemin kefareti.
★ ★ Zıhar kefâreti.
★ ★ Kati kefareti.
★ ★ Oruç kaîareti gibi
★ Mükâtebe, yani efendiyle anlaşarak hürriyetini kazancıyla satınalma an-
546 KÜTÜB-t SİTTE MUHTASARI 11. CİLT
!aşması yapma hakkı. 4184 numaralı rivayette görüleceği üzere, bu, âyetle sabit
olan bir haktır. Birçok âlimler kölenin mukatebe talebine efendinin itiraz hakkı
olmadığı görüşündedir.
ir Mahkeme hakkı: Köle haksız muamaleye maruz kalırsa kadıya çıkabi
lir. Efendi köleye dilediği muameleyi yapamaz.
★ Hayat hakkı: Efendi köleyi öldüremez, işkence edemez, herhangi bir uz
vunu sakatlayamaz. Aksi takdirde suçlu duruma düşer.
★ Mütaakiben görüleceği üzere köle azadı en hayırlı amellerden biri kılın
mıştır. Kölelik statüsüne İslam’ın getirdiği bu iyileşme, tarihte İslam dışı mem
leketlerden kölelerin İslam beldesine kaçmasına sebep olmuştur.
tsalm tarihi, dinin getirdiği bu ıslah sayesinde kölelikten yetişen nice sul
tanlar, vezirler, valiler, askerî komutan ve fâtihler tanır. Hele âlim o kadar çok
ki... Daha ilk asırda, Şahâbe ve Tâbiîn devrinde iliıh hayatı köle asıllıların eline
geçmiş durumdadır. Bir rivâyeti buraya kaydedeceğiz,
anlatıyor:
“Abdülmelik ib m Mervân’ın huzuruna çıkmıştım. Bana: "Ey Zührî nere
den geliyorsun?” diye sordu. Ben: “Mekke’den geliyorum” deyince, aramızda
şu konuşma geçti:
“Mekke halkına mürşidlik edecek geride kim kaldı ?”
“Atâ İbnu EM Rabâh.”
“Arap asıllı mı, mevâli mi?” (Mevali,âzadlı köle demektir.)
“Mevâlîdendir.”
“Pekâlâ MekkelUere ne ile hükmeder?”
“Diyanet ve rivâyetle” (Hz. Peygamber’in sünneti ile.)
“Diyânet ve rivayet ehli irşâd etmeye layıktır. Yemen ehline kim mürşidlik
ediyor?”
“Tâvus İbnu Keysân.”
“Arap asıllı mı, mevâliden mi?”
“Mevâlîdendir.”
“Pekâlâ onlara ne ile hükmedecek?”
“Atâ’nın hükmettiği ile (yani Diyânet ve Rivâyetle).”
11. UMUMÎ AÇIKLAMA 547
زأﺛﺌﺜﺎ زﻣﺮد:ﻗﺎل ﻋﺌﻪ اﻷﺳﻘﻊ رﺿﻰ اﺋﻠﺔ ﺑﻦ واﺋﻠﺔ وﻋﻦ ٠ ٢ '| ا إ
ﴽﻏﺆﺛﻮا ﻏﺌﺔ: ﻓﻌﺄل. ''ﺗﻌﺒﻰ اﻻار اأﺋﻌﺘﻠﻲ:ا أؤﺟﺐ٠'ﻓﻰ ص\ﺟﺊ ل ^١
.داود, أﺑﻮ١ أ ﺧ ﺮ ﺟ ﻬﺎ.[ ز ﺋ ﻐ ﺘ ﻮ ﺑﺘﺔ ﻏﻔﺘ ﻮأ ﺑﻦ اﻟﯫر٤ 'ﻗﺘ ﻲ 'اﺋﻨﺬ ي..
2. (415.)- Vâiİe İbnu’l-Eska’ radıyallahu anh anlatıyor: “Kendisine-kati
sebebiyle ateş- vacib olan bir arkadaşımızla Resûlullah aleyhissalâtu vesse-
lâm ’a gelmiştik.
“Ona-bedel .bir köle-azad edin, Allah da onun her bir uzvuna bedel
^sizden bir.uzvu ateşten azad etsinl” buyurdu." ،Ebu pâvud, Itk 13.(3 و64١.ا
KÜTÜB-1 SÎTTE MUHTASARI M, CİLT
AÇIKLAMA:
1> Bu iki rivayet köle azad etmenin faziletini beyan etmektedir: Azad
en, azad ettiği kölenin her bir uzvuna mukabil bir uzvunu cehennem ateşih-
n korumaktadır. Kur’an-ı Kerim.de iis (fekkü rakabe) tabiri de bu
؛seleye temas eder. Bir hadîste fekkü rakabe, "kölenin hürriyetine kavuşma
nde ona yardımcı olmak" olarak açıklanu-. Rabbimizin "zor geçidi aşmak"
ırak tavsîf ettiği fekkü rakabe (Beled ll-1 3 )’nin azad etme manasına da gel-
|i söylenmiştir. Azad olmasında yardımcı olmak "zor geçidi aşmak" kıymt-
de ise, bütünüyle azad etmek çok daha kıymetli bir amel olmalıdır.
2- N e s â î’nin bir rivayeti şöyİedir: “Hangi müslüman, iki köle müslü-
ın kadını azad ederse, onlar bunun ateşten kurtuluşunu sağlarlar, onlar
ın iki kemik bunun bir kendğine bedel olur. Hangi müslü.mah kadın, bir
dm müslümanı azad ederse, onun hürriyeti, bunun ateşten azadlığına
Ijep olur.” Bu hususta başka rivayetler de var.
3- Rivayetler azad etmenin faziletini ifade ederler, ancak erkeğin azad
ilmesi kadının azad edilmesinden daha kıymetli olmaktadır. İhnu Hacer
nun sebebini: "Çünkü, kadının hür kılınması, çoğu kere onun zâyi olmasına
bep olmaktadır. Halbuki erkeğin hürriyete kavuşmasında, kadında hulunma-
n bazı umumî mânalar mevcuttur: Kaza (hâkimlik yapma) yetkisi, cihâd, şe-
det gibi erkeklere mahsus ammeye bakan menfaat ve yetkiler var"
4- Hadîste geçen "Allah onun herbir uzvuna mukabil, bunutı bir uzvunu
işten halas eder" ifadesi, tam istifadenin olması için kölenin eksiksiz olması-
1, bütün uzuvlanmn mevcut bulunmasının gereğine bir işarettir. Hattâbî, iğ^
flik gibi, bir menfaat sağlayan eksikliğin, elde edilen o menfaatle telafi edile-
ğine dikkat çekmişse de, Nevevî ve diğer alimler eksiksiz olanın azad
ilmesinin her halükârda, ev/, olacağını söylemiştir.
S - İbnu'l-Müntr, kefâret olmak üzere azad edilecek kölenin müslüman ol-
ısı gereğine hadîste işaret olduğunu belirtmiştir. "Zira der, kefaret ateşten
rtarıcıdır, öyleyse, bunun ateşten kurtulmuş biriyle olması gerekir."
tK İN C lB A B
,KÖLEYLE MUSAHABE Ye MUAm ELE ÂÖABI
durumunda .lan büyüğün iyi muamele etmesini tavsiye, etmekte, bunu uğur ola-
rak tavsîf etmekte, kötü muameleyi.de uğursuzluk, ş^rihler; Efendi,' emri altın-
dakilere iyi davranırsa onlar da samimî hislerle,'Severek, isteyerek giiZel hizmet
ederler. Böylece'karşılıklı muhabbet, saygı doğar. 'Bundan da huzUr ve 'bereket
hâsıl olur.- Kötü davramş da aks'i bir netice hâsıl eder ki, Resûlullah aleyhissalâ-
ru ^ﻗﺮﺀﺀﺀﺀ' اbunu, ugırsuzluk dij^e'ta١^sîf etraiştir.
2- Köleye iyi' muameleyi'tavsiye eden Ebu Dâvud k a d îsle r iâ ü birkaçmı
.kaydediyoruz: \ﺋﻶة اﻗﻮ٠ اﻟﻐ ﻼة' ال.(ﻓ ﻼم وﻧﻮﻟﻲ ا ع ﻣ ﻮ آﻟﻨﺔ ﻏﻲ' و ظ. ذ اﺑ ﺰ١ﺟﻢ
ﻣﻨﻜﺖ آ'ﻟ ﺔاﻟ ﻺU.“ ؛Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’m ölmezden önce söylediği
en son sözü: ‘‘Na'maz, .naınaz, cîJer؛n؛z؛n 'sahib 'ol'duğ.1 - köleler'.hustJsunda
A«ah ۶tenk0rkunî” ٠w«.". ﻣﺤﺰاﻟﺔﻟﻢ ﺟﻤﻨﻴﻲ ا ع ﺋ ﻐ ﺚ 'اﻳﺪﺧﻠﻢ ﻗﻨﻦ'ﺣﻤﺎن'آﻣﺤﻮة ﺋﺨﺚ ﻳﺪ؟١ ر
ص زا'ﻟﻐﺌﺔ ﻣﻰ ﻫ ﺰ١ ﯪي٠ ' ﻗﻴﻠﻌﻨﺔ.‘Kölelerînizkardeşlerinlzdlr. Allah onlarrs؛..'
zln ellerinizin alfana(emaneten) koymuştur, öyleyse kimin elinin altmda kar.
de§i varsa,'ona, yttligindCn yedirsin, giydiğinden gi'ydirsin, yapamıyacağı İŞİ
buyurmasm,. buyurduğu takdirde yardim etsin.«»»)
ة ﻗﻜﯫزﻗﺔ أذ إﻋﺊ:آؤﺀذز
٠ وﺣﻤﺔ٤اﻟﻄﻠﻢ'ذئ.“ ةذKim 'kölesine tokat atar veya döverse
bunun kefareti onu'azadetnıesidir.”
★ KÖ LEYİ A'FFETWEK
]ﻳﺎ ؛ وﺟﻞ إﻟﻰ:اﺑﻦ ﻋﻤﺮ رﺻﻰ اﺗﻨﺔ' ﻋﻨﻬﻤﺎ ﻗﺎل.' 'ﻋﻦ, .٠١
ﻳﻢﺀ؟ ﺋ ﺖ1ﻟﺦ1ﻓﻠﻢ أﯮ ض٠ ارﺳﻮل اس،',:اﻻه' س | ﺋﻞ.رﺳﻮإط
ا ا
:؟ ﻓﺎ'ل٠ﻏﻠﻢ أﻏﯯ'ض اﻟﺤﺎدم٠.. ﯪزﺳﻮ'ل''آﻟﺔ:ﻧﻘﺶ i p i . _٠٠
.واﻟﺘﺮﻣﺬى.. داود.'أﺧﺮﺟﻪ أﺑﻮ.[ ﺗ ﻤ ﻦ'ﻧ ﻮة.'ﻳﺆمi p r اﻏﻒ' ئ ﺧﻰ
'(Ibnu Ömer radıyallahu anhiima .anlatıyor: “Bir adam .(4153
'*?Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a gelerek: “Hizmetçiyi ne kadar affedeyim
:diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm susup cevap vermedi. Adam tekrar
Ey Allah’ın Resûlü! Hizmetçimi ne kadar affedeyim?" diye sordu. Bu“
i '.
e (88 ؛r rivayette de “g٥n.d٥z ؛؛. buyuru'rsa gete buyurmaStn,'g٠ce buyurursa gündüz buyurma,
stn” emredilir.
İLClLT KÖLEYLE m u sa h a be ve MUAm ELE ÂDABI 553
sefer: “ Her gün yetmiş kere affet!” cevabını verdi." [Ebu Dâvud, Edeb 133.
(5164); Tlrm izî. B iır 31, (1950).]
ﻟﺬ
ا.. و , --
.m Ut e f e r r Jk Ad a b l a r .....................................................................................................دوا
tK İN C t BAB
MİİBAH VE M EKRUH YİYECEKLER
BJr JNCJ FASIL
HAYVANLARDAN MÜBAH .VE MEKRUH OLANLAR ....................... ....................... 1^2
KELER.............................................................................................
TAVŞAN .............................٩
.ا......................,........'....................,.....'......................
.'SIRTLAN
KiRPJ 152
TOY) ç e k ir g e l e r 5 .١
ا
AT............................................................................................................................................... 155
PiSLiK y iy e n l e r (ÇELl 'â LE) 157.
HAŞERELER 159
MUZDAR
ClZYEVE Sa D a KA d ev esi .................162 .......................................ا..ا........٠
..........................ذ
C T د ةا
İKİNCİ FASIL
HAYVANİ OLMAYAN YİYECEKI^ER..................... .... ............... .......... ........ ...............166
.y a b a n 'c il a r in ' y e m e ö '1.
-Ü Ç Ü N C Ü BAB
^HARAM YİYECEKLER 175'
' D ،)R D Ü N C Ü B A B .
RESlIİAliJ.AH VE ASHABININ YEDİĞİ YEMEKLFR..... ...................................... ISI.
B E ŞİN C Î'B A B
Ra z i v e s il e l e r l e y e n e n ^YEMEKLER 195
DA v e t yem eği ....195 .................................................................................ا.ا............................ا
DÜĞÜN YEMEĞİ( ؛VELÎME)................................................................................................. 201.
AKİKA 207
reRE. VEATÎRE............................................^.............:......................................................... 214
' d a v e t - ؟EŞİTLERİ. .EĞLENCE,' EĞLENCENİN .HAYATIMIZDAKİ, YERl.................. 217"
ZİYAFETLE'R ................................................................................................................٥
............ 217.
II. CİLT. İÇİNDEKİLER 537
Caynaklar ...3 9 3
lakemeyn .4 0 2
BİRİNCİ FASIL
ALAKTA KULLANILAN ELFAZ (LAFIZLAR) .409
İKİNCİ FASIL
UHULDEN ((JERDEKTEN) ÖNCE BOŞAMA ... .423
ÜÇÜNCÜ FASIL
4 YIZLI KADININ TA LA K I..... ......................... 429
DÖRDÜNCÜ FASIL
BAR EDİLENİN, DELİNİN, SARHOŞUN T A L A K I..... 432
ikreTı............. 434
la ve Unutma. .4 3 5
BEŞİNCİ FASIL
KAHDAN ÖNCEKİ TALÂK 437
H .e،L T tÇÎNDEKtlER 559
İKİNCİ BAB
KÖLEYE MUSAHABE VE MUAMELE ADÂBI.......................... . ........................ .......551
îyi Muamele..... ....................................................................... .................................................. ....551
Köleyi A ffetoek.................................. .......................... ....................... .......................................552
İÇİNDEKİLER ............................................ .............. ........................... ......................J........... .... 555