(Hadis) İbn'i Mace 01.cilt

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 672

• •

SUNEN-I İBNI MACE


ve
C İL T -1

Mütercim Naşir
Haydar HATİPOĞLÜ Kahraman Yayınları
(Varisleri) Fethullah KAHRAMAN
(Varisleri)
KAHRAMAN YAYINLARI
Umumi Neşriyat No: 6
Kur’ân ve Hadis İlimleri Husûsi No: 1

Bu eser 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'nun 55. Maddesi

gereğince incelenmiş ve Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı


Yayımlar Dairesi Başkanlığı'nın 15.07.1985 tarih 660 Yar. Ders Kit.

Şb. Md. 04989 sayılı yazısı ile

İmam Hatip Lisesi Öğrencileri ile


Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenleri ve
Meslek Dersleri Öğretmenleri'ne tavsiye edilmiştir.

İsteme Adresi:
KAHRAMAN YAYINLARI
Davutpaşa Cad. TİM2 No: 322
Topkapı-İstanbul
Tel: 0212 613 83 05
Fax: 0212 565 25 84

Sertifika No: 16133

İstanbul 2012

Dizgi: Ayyıldız Matbaası


Baskı: Ofis Matbaa Ltd. Şti.
Davutpaşa Kışla Cd. 75/386
Topkapı-İSTANBUL

SÜNEN-İ İBNİ MÂCE Terceme ve Şerhi’nin telif ve yayın hakkı


KAHRAMAN YAYINLARİ’na aittir.
Taklit edenler mes’uldür.
SÜNEN İ İBNİ MÂCE
TERCEMESİ ve ŞERHİ
CİLT: 1

Terceme ve Şerheden:
Haydar HATİPOĞLU
İzmir Müftüsü

NEŞREDEN
KAHRAMAN YAYINLARI
Ö N S Ö Z

Din kardeşlerimize ilim yönünden de hizmet etmeyi gaye edinen


müessesemiz, yeni ve büyük bir eseri, Cenâb-ı Hakk’ın inayeti ile
yayınlamış bulunmaktadır. İlk olarak Türkçeye çevrilen ve değerli
âlimlerimizden Haydar Hatiboğlu tarafından başarılan bu Hadis-i
Şerif kitabı (10) ciid olarak tertip edilmiştir. Cildler arka arkaya
basılarak sunulacaktır. Kitabın tertip, tasnif, baskı ve ciid işleri için
gereken itina gösterilerek en mükemmel bir şekilde hazırlanmasına
çalışılmıştır.
Birinci cildin neşir sahasına çıkmasını bize müyesser kılan Allah
Teâlâ Hazretlerine hamd eder, diğer cildlerin de tamamlanması için
yardımını dileriz.
Okuyucuların istifâde ve takdirleri bizim için en büyük sürür ve
mânevi ecir vesilesi olacaktır. Cenâb-ı Allah’a hamd, Peygamberine
salât, ümmete rahmet olsun...

KAHRAMAN YAYINLARI
Fethtıliah Kahraman
Ö N S Ö Z

tbn-i Mâce’nin Sünen’i dörtbin hadîs ihtiva eden meşhur Sünen


kitablanndan biridir, tbn-i Kesir'in beyanına göre pek azı müstes­
na olmak özere bu hadislerin hepsi güzeldir. Yalnız daha Önce te’lif
edilen üç Sünen kitabından derece itibariyle biraz aşağıdır. Çün­
kü yalnız kendisinin rivâyet ettiği hadislerin zayıf olduğu söylenir.
Ama bu da alelıtlak değildir. Hafız İbn-i Hacer bunun hakkında şöy­
le demiştir: «îbn-i Mâce bir çok hadisleri yalnız kendisi rivâyet et­
miştir. Fakat bunlar sahihtir. Evlâ olan zayıf sözünü hadis râvi-
lerine hamletmektir...»
Unutmamalıdır ki zayıf hadis asılsız ve uydurma demek değil­
dir. En sahih hadisler gibi o da Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-
leml’in mübarek ağzından çıkmıştır. Onun zayıflığı bize nakledilir­
ken aranan bazı şartlarının bulunmamasından doğar. Yoksa nice
zayıf hadisler vardır ki istikbalden haber vermiş ve haber verdiği
şeyler gün»; gibi zuhur etmiş, hem de etmektedir. Kıyâmetin küçük
alâmetlerine dair zayıf hadisler vardır ki. bunlar neyi haber verdi­
lerse ya zuhur etmiş yâhut halen etmektedir. Bunlardan birinde Re­
sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kıyâmete yakın herc-u .mercin
çoğalacağını bildirmiş, Ashab-ı Kiram bunun ne demek olduğunu so­
runca : ölüm demektir. Ölüm çoğalacak fakat kim vurduğu belli ol­
mayacaktır, mânâsında beyanatta bulunmuştur.
O günlere varırsak biz ne yapmalıyız yâ ResüluUah? diye so­
rulunca :
«Devesi olan devesinin yanına koyunu (dan koyununun yanma
gitsin.» buyurmuşlardır. Şimdi bu hadisin haber verdikleri zuhur et­
ti mi etmedi mi diye azıcık düşünmek hakikati anlamak için yetip
artar. Onun için tekrar ediyorum zayıf hadis deyip geçmemeli, onla­
rı da okuyup mucebince amel etmeliyiz. İbn-i Mâce büyük bir âlim,
kudretli bir hafız ve fakîh idi. Onun bu kitabı diğer beş hadis ki­
tabında bulunmayan bir çok makbul ziyadeleri havi bulunmaktadır.
Şimdi Sünen-i İbn-i Mâee’yi İzmir Müftüsü muhterem Hâydar
Hatipoğlu bize terceme ve şerh etmiştir. Eserinin bazı yerlerini gör­
düm. Tercemesi de güzel, şerh ve izahı da. Hattâ Peygamberimiz anıl­
dıkça bazı kimselerin yaptıkları gibi (S.A.V.1 işaretiyle geçmeyip
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cümlesini tam yazması memnuniyet
ve takdirimi mucib oldu. Allah razı olsun. Zira asıl sevâb bu cümle­
yi okumaktadır. Yalnız râviler zincirini atmakta hata etmiş, keşke
bunu yapmasaydı. Nevevi gibi büyük hadis imamları bu zincirin
atılmamasını ehemmiyetle tavsiye etmişlerdir.- Başka milletlerde bu
yoktur. Bu yalnız Ömmet-i Muhammediye’ye mahsus bir mizedir ve
bizim medar-ı iftiharımızdır. İnşaallah kitabın sonraki baskılarında
bu hata tamir edilir.
Eseri Kahraman Yayınevi basmaktadır. Buracıkta hem müter­
cim ve şarihi, hem de tâbi' ve nâşiri tebrik eder; daha nice hayırlı
eserler için kendilerine Cenab-ı Hak’tan n

AHMED DAVUDOĞLU
8.1.1982
Bilindiği gibi, yüce dinimizin iki temel kaynağı vardır. Bunlar­
dan biri Kur’an-ı Kerim’dir; diğeri de Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Seîlemî'in söz ve işlerinden ibaret olan Hadis-i Şeriflerdir ki, Sün­
net ve Sünen diye de adlandırılırlar.
Kur’an-ı Kerim, peyderpey nazil olduğu zamandan itibaren bu­
güne kadar şüphe götürmez bir nakil ile (tevatür yolu ile) asliyetini
muhafaza etmiş ve asla bir değişikliğe uğramamıştır. Kıyamete ka­
dar da bu asliyetini koruyarak hiç bir tahrife uğramayacaktır; çün­
kü O'nu inzal eden Vacib Teâlâ Hazretleri, O'nu tahrif ve değişik­
likten koruyacağım yine Kur’an-ı Kerim’de va’d buyurmuştur. Bu­
nun metnini kötü niyetli ve maksatlı kişiler değiştiremez ve boza­
mazlar. Ancak âyet-i kerimelerin mânâlarım, murad olan mânâ dı­
şında tefsir etmek sureti ile insanların itikadlannı bozabilirler. Onun
için dini eserler okunurken, bunları aktaranların itikad ve ahlâkla­
rını nazan itibara almak şarttır. Buna büyük bir önem vermek ge­
rekir.
Peygamber Efendimiz’den bize intikal eden Hadis-i Şeriflerin hep­
si tevatür yolu ile sabit olmadığından, hadis âlimleri tarafından bun­
lar değerlendirilmiş, kim'i sahih, kimi zayıf, kimi de mevzu (uydur­
ma) kabul edilmiştir. Bu hadis-i şerif ilmi üzerinde pek çok eserler
yazılmış, çeşitli mevzulara ait hadîsler bir araya getirilmiştir.
Bunlar arasında Sıhah-i Sitte (Altı Sahih Kitap) yâhud «Kütüb-i
Sitte*, âlimlerin ittifakı ile en sahih hadîs kitapları olarak kabul edil­
mişlerdir. Bu altı sahih kitaptan birisi de «Sünen-i lbn-i Mâce* di­
ye adlandırılan kitaptır. Diğer sahih kitaplardan Buharl, Müslim, Ne-
seî ve Tirmizı’nin türkçeye tercemeleri yapılmış ve basılmıştır.
Şimdi de «Sünen-i İbn-i Mâce»nin tercemesi, uzun ve itinalı bir
çalışma ile değerli kardeşimiz İzmir Müftüsü Muhterem Haydar Ha-
tiboğlu tarafından başarılarak büyük bir ihtiyaç karşılanmış bulun­
maktadır. Sünen-i lbn-i Mâce. bilhassa tasnif bakımından ve ihtiva
ettiği konular yönünden de ayrı bir özellik taşıyor. Bu da. lbn-i Mâ-
ce'nin dirayetini ve ilimdeki yüksek mevkiini belirlemektedir.
Hicri 209 yılında doğup 273 yılında vefat eden ve tefsir, hadis,
tarih ilimleri üzerinde şöhret bulan Muhammed îbn-i Yezid (Ebû Ab­
dullah İbn-i Mâce) Hazretlerine Cenab-ı Hak’dan bol rahmet diler­
ken, bu kıymetli eser üzerinde yapılan hizmetten dolayı kardeşimize
teşekkür eder, ona da ecri cezil niyaz ederim.
Okuyucuların da bu nurlu kaynaktan aydınlanmalarını ve üstün
Peygamberin yolunda bulunmalarını duâ ederim.
7
r
A . Fikri Yavuz
4.1.1982
1

O * 1

^ 4*ae^j a) I Jc j l»A*— lc >^«.11j »}l«ıJI * ^niljJI i^ jj <üi AJ>"|


Ö N S Ö Z

Şer’i delillerin birincisinin Kitab (Kur’an-ı Kerim) ve İkincisinin


Sünnet (Hadis-i Şerif) olduğu bilinmektedir. Sahih hadis kitablaçı
arasında İslâm âlemince en çok itimada şayan görülen ve «Sıhâh-ı
Sitte» veya «Kütüb-i Sitte» denilen 6 hadis kitabmın taşıdığı değe­
rin yüceliği tüm müslümanlarca takdir edilmektedir.
Kütüb-i Sitte’nin başında Buhâri (194 - 256)) ve Müslim (204­
261) sahihleri gelir. Bunları, E b ü D â v ü d (202 - 275), T i r-
m i z İ (200 - 279) ve N e s â i (216-304 veya 215 - 303) sönenleri
takip eder. Bunlara «KÜTÜB-İ HAMSE» veya «SIHAH-I HAMSE» de­
nir.
İ b n - i M â c e h (209 - 275)‘in süneni ise âlimlerin çoğuna gö­
re altıncı sırada yer alır. Sebebi ise. ondaki bazı hadisler in zayii ol­
masıdır. Belli ve mahdut olan zayıf hadisler hesaplanmadığı tak­
dirde, sıhhat bakımından mezkûr beş kitabtan farksız olur. Onun
değeri ve içindeki zayıf hadislerin durumu hakkında Mukaddime'de
özlü bilgi vardır.
Sıhâh-ı Sitte’nin birbirinden farklı özellikleri vardır, l b n - i
M â c e h 'in en bâriz özelliği fıkıh kitablan ve her kitabın babla-
nmn en mükemmel şekilde şıralanmış olmasıdır.
Müslüman halkımızın son zamanlarda Dini kitablara verdiği sı­
cak ilgi ve iştiyaktan cesaret alan bazı ilim adamlarının, başta Kur’-
an-ı Kerim ve hadis kitablan olmak üzere Dini eserleri terceme ve
şerhetmeye hız vermeleri memnuniyetle müşahede edilmektedir. An­
cak gerek Kur'an-ı Kerim’in ve gerekse Hâdis-i Şeriflerin sadece me-
âllerini yazıp geçmekle piyasaya sunulan eserlerin tatmin edici oldu­
ğu kanısında değilim...
Bugüne kadar Türkçe terceme veya şerhi yapılmamış olan İ b n - i
M â c e h ’ in süneninin dilimize çevrilmesi için «Kahraman Yayın­
evinin bana yaptığı teklif, beni çok düşündürdü. Çünkü: kendim­
de bu liyakati bulmuyorum. Evet ihlaslı ve sıhhatli yapıldığı takdir­
de bu hizmet sadaka-i câriye olduğu gibi ihlassız veya hatalı ya-
X II SÜNEN-İ İBN-İ MACE

pıldığı takdirde de büyük ve altından kalkılmaz bir mes'uliyeti mu­


cip olduğunu biliyorum.
Keşfü’z-Zunûn adlı kitabın ikinci cildinin 1004. sahifesinde, söz
konusu Sünen'in 5*6 şerh veya haşiyesinin ismi verilmekte ise de
bunların piyasada bulunmayışı işin ağırlığını kat kat arttırmakta­
dır. Nihayet Yayınevi sahibi, «El-Mu’cemü’l-Müfehres li Elfâzi’l-Kur'-
an» ve «El-Lü’lü've’l-Mercân Fîma İttefaka Aieyhi’ş-Şeyhân» adlı iki
eserin yazarı M u h a m m e d F u a d A b d ü l b â k i ’ nin tet­
kikinden geçerek H. 1373 (M. 1954) yılında K a h i r e ’ de basılan
Sünen nüshasını, bunun üzerine yazılmış olaıı haşiyelerden Ş e y h ,
M u h a m m e d b i n A b d i 1 1 a h e l - A l e v i tara­
fından yazılan Milıtahü’l-Hace İ m a m E b ü ’ l - H a s a n M u ­
h a m m e d b i n A b d u l l a h e t - H â d i e l - H a n e f i'nin
te’lif ettiği Es-Sindı ve E s - S e y y i d . A 1i b i n S ü l e y m a n
e d - D i m n e t i ’ nin yazdığı Mısbalıü’z-Zücace adlı haşiyeleri ba­
na getirip tekliflerinde ısrar ettiler.
Getirilen bu eserler çok kısa olup bazı kelimeleri açıklar ve pek
az bilgi verir durumda gördüm. Kütüb-i Sitte’den B u h a r l ’ nin
Kastalânı şerhi, M ü ş l i m ’ in Nevevı şerhi, E b û D â v û d ’ ’un
El-Menhel şerhi ve T i r m i z i ’ nin Tuhfetü’l-Ahveaâ şerhini tet­
kik ettim. Hepsini bir arada bulundurmak suretiyle bu işe başlandı­
ğı takdirde yararlı bir hizmet yapılabileceği kanaatma vardım ve
Allah’tan yardım umarak bu işe girişmeye karar verdim.
M u h a m m e d F u a d A b d ü l b â k i ’ nin bahis konusu
incelemesi cidden büyük bir emeğin mahsulüdür. Mukaddime’de bu­
na kısmen işaret edilmektedir. Kendisi Sünenin sonuna, i b n - i
M â c e h - in hal tercemesini ve kitab hakkında topladığı maluma­
tı eklemiştir. Ayrıca konulara göre hazırladığı fihristten başka, kav­
li olan hadis metinlerinin başındaki kelimeleri esas alarak alfabetik
bir fihrist yapmıştır. Bu nevi fihrist, bilindiği gibi aranan hadîsin bu­
lunmasını kolaylaştırır...
M u h a m m e d F u a d A b d ü l b â k i , Kütüb-i Hamse’de
bulunmayıp bu kitabta bulunan ve «ZEVÂÎD» adı verilen hadîs me­
tinlerinin altına genellikle kısa notlar koyarak bunların isnadı hak­
kında özlü bilgi vermiştir. Okuyucunun faydalanmasını sağlamak
için bu notların arapçasım olduğu gibi gösteriyorum. Hadis metni
harekelidir ve büyük punto harflerle yazılıdır. Mezkûr notlar ise ha­
rekesizdir ve küçük punto harflerle yazılıdır. Bu nedenle notların
hadisin metnine karışması endişesi söz konusu değildir.
MÜELLİFİN ÖNSÖZÜ XIII

Terceme ederken her hadis için «TERCEMESİ» diye bir başlık


yazıp altına hadîsin mealini geçiriyorum. Meâl bitince anılan zatın
notu varsa ve konulması uygunsa paragraf başı yaparak ve «NOT*
diyerek onun notunun tercemesini yazıyorum. Bundan sonra «İZAHI»
başlığını koyup muhtelif kitablardan yararlanarak elde ettiğim bil­
gileri sunmakla hadisle ilgili açıklama ve malumatı vermeye çalışı­
yorum. Bazen birkaç hadisin mealini yazdıktan sonra açıklamaları bir
arada sunuyorum.
Hadîsin ilk râvisinin hal tercemesini genellikle açıklama bitimin­
de yazmayı uygun buluyorum. Bazı râvilerin hal tercemesini verme­
yip onun hakkında kısa bilgiyi dip notu halinde veriyorum.
Şunu da belirteyim:
Bizim gibiler herhangi, bir hadisten fıkıh hükmünü çıkarmaya
muktedir değildir. Bizim gibiler Âyet ve Hadisten hüküm çıkarmaya
kalkışınca büyük hatâ yapabilir, hattâ dalâlete gider ve başkasını
da götürebilir. Kitab ve Sünnetten ahkâm çıkartmak büyük mücte-
hidlerin işidir. İçtihadın bir takım şartları vardır. O şartlan taşıma­
yan kimselerin ictihad etmeleri geçersizdir. Bir âyet veyâ hadis men-
süh olabilir, yani onunla hüküm edilmemesi gerekebilir ve te'vile tâ­
bi olabilir. Itlak-takyid, umum-husus gibi durumlar mevcut olabilir.
Ehl-i Süııtıet âlimleri ve Selef-i Salilıin iie Müteahlıirîn-i Kirâm
hazretleri büyük emekler çekerek dört mezhebe ait fıkıh kitablarmı
İslâm âleminin istifadesine güvenle sunmuşlar ve fıkıh hükümleri­
ni hazır sofra haline getirmişlerdi. Biz müslümanlar muhtaç oldu­
ğumuz fıkıh hükümlerini fıkıh kitablarmdan çıkarıp onunla amel
etmek durumundayız. Okuyucularımız fıkha ait hadislerin açıkla­
masına göz attıkları zaman hakikatan bir hadîsten fıkıh hükmünü
çıkartmanın güçlüğünü ve ağırlığını hemen anlıyacaklardır.
Hadislerin râviier zincirleri arapça hadis metinlerinin başların­
da mevcuttur. Hadîslerin sıhhat değerinin korunması için sened de­
nilen bu zincirlerin aynen konulması zorunludur. Fakat terceme eder­
ken seneddeki bütün râvilerin isimlerini tekrar yazmayı lüzumlu bul­
madığım gibi okuyucuyu sıkabileceği mülahazasıyla senedin başın­
daki ilk râvînin ismini zikretmekle iktifa ediyorum.
Bu hayırlı hizmetin ihlaslı bir şekilde tamamlanması için Hak
Taâla'dan tevfik ve inâyet niyaz ederim.

Haydar Hatiboğlu
(İzmir Müftüsü)
MÜTERCİMİN KISA HAL TERCEMESİ

Mütercim, D i y a r b a k ı r ’ m H a z r o ilçesi cami mahal­


lesinde 1929 yılı haziran aymın ilk haftasında doğmuştur. 1954 yılın­
da ilçe teşkilatı kurulan H a z r o kasabasında fetva, irşat ve imam -
hatiplik gibi dini hizmetler yaklaşık olarak iki asırdan beri müter­
cimin baba ve dedeleri tarafından fahri olarak yapılageldiği için bu
sülale «İMAM EVİ» lâkabı ile mühitçe tanınmaktadır. Mütercimin
yedinci babası merhum O s m a n efendi namındaki âlim, Ş a f i i
mezhebine ait «EI-Envâr» adlı kaynak fıkıh kitabı üzerinde yazdığı
iki ciltlik arapça ifadeli haşiyeye «El-Kümmesrâ» ismini verdiğinden
bu sülaleye «KÜMMESRÂ EVİ» de denilir. Mütercimin merhum ba­
bası M u h a m m e d N u r i efendi 30 yılı aşkın bir zaman il­
çenin büyük cami İmam - Hatipliğini fahri olarak yaptıktan sonra
kasabada ilçe teşkilatı kurulunca halkın İsrarı üzerine ilçe Müftülü­
ğünü kabullenmiş ve 1955 yılı T e m m u z ayı başında vefat et­
miştir. Allah cümlesine rahmet eylesin, âmin.
Mütercim, ilk tahsilden sonra merhum babasından arapça der­
sini almış, evde verimli çalışamaymca babasının izni ile ilçe müder­
rislerinden merhum H a c ı A b d ü i f e t t a h efendiden birkaç
yıl ders almış, daha sonra D i y a r b a k ı r , S i i r t , B i t l i s
ve M u ş illerinde muhtelif medreselerde müteaddit müderrisler­
den ders almıştır. Ençok ders aldığı ikinci hocası S i i r t rli mer­
hum M u h a m m e d S a i d Y a r g ı c ı ’ d ı r . Arapça, Nahiv,
Sarf, Mantık, Beyân, Vazı\ Münazara, Maâni, Bedî\ Fıkıh. Tefsir, Ha­
dis, Usul-t Fıkıh, Usul-ı Hadis ve Akâid ilimlerinin derslerini ikmal
edince 1951 yılında 22 yaşında iken derslerinin çoğunu aldığı üstad-
lan H a c ı A b d ü l f e t t â h Y a z ı c ı ve M u h a mm e d
S a i d Y a r g ı c ı (Rahimehumüllah) hazretlerinden birer «İLMÎ
İCAZET» almıştır. Daha sonra hariçten Ortaokul ve Lise bitirme im­
tihanlarına katılarak üç yılda bu iki okuldan mezun olmuştur.
MÜTERCİMİN KISA HAL TERCEMESİ XV

Mütercimin yaptığı resmi dini görevler:


D i y a r b a k ı r merkezindeki F a t i h p a ş a camii imam -
Hatipliği, D i y a r b a k ı r İmam - Hatip okulu arapça öğretmen­
liği, D i y a r b a k ı r Merkez Vaizliği, H a z r o Müftülüğü.
S i i r t . B i t l i s . M u ş ve B i n g ö l illeri Gezici Vaizliği.
S i i r t Müftülüğü. U ş a k Müftülüğü, A f y o n Müftülüğü
ve son olarak İ z m i r Müftülüğü.

Mütercimin basılı eserleri t


İ. ölümden Sonraki Hayat
2. Nereye Gidiyoruz?
3. İslâm Hukuku Tarihi (Arapçadan tercemedir)
4. Sünen-i İbn-i Mâceh'in Terceme ve Şerhi (ikmali için Allah'tan
inayet umudundayız.)

KAHRAMAN YAYINLARI
MÜTERCİMİN MUKADDİMESİ
İBN-İ MÂCEH VE SÜNENİ

İbn-i Mâceh (209 - 273) ’in nesebi:


Ebû A b d i l l â h M u h a m m e d bin Y e z i d bin
M â c e h M e v l â B a b i a e l - K a z v î n i , Kütüb-i Sitte’den
sayılan mâlum sünen sahibi ve meşhur hadis hâfızlarmdandır. Ken­
disi İbn-i Mâceh künyesi ile meşhur olmuştur. Künyesini İbn-i Mâce-
te olarak bilip kullanan da çoktur. (1)
M â c e h veya M â c e t ’ e müellifin babasının lakabıdır.
R a f i t , Kazvin tarihinde böyle demiş ve bu kelimenin Farsça bir
isim olduğunu belirtmiştir. Daha sonra, M â c e t' i n onun dede­
sinin ismi olduğunun söylendiğini, fakat birincisinin daha sıhhatli
olduğunu ifade etmiştir. El-Firûzâbâdı Kamusundan d a : M â c e h’in

(1 ) A) Müellifin künyesi İbn-i Mâceh olarak kullanılan kitablar :


1. lbn-i Hacer-i Askalâni’nin Fethü’l-Bâri kitabı, Mısır H. 1300
2. Hulâsa, Mısır H. 1301
3. Sabih-i Buhâri şerhi Kastalânl, Mısır H. 1304
4. Sünen i lbn-i Mâceh, Mısır H. 1313
5. Müntahab-u Kenzi'l-Kemâl, Mısır H. 1313
6. Es-Sirâcü'l-Münir Şerh-u Cami’is-Sağîr, Mısır H. 1324
7. Tâhir Cezâiri’nln Tevcihü’n-Nazar ilâ Usuli’l-Eser, Mısır H. 1328
8. Muhammed bin Ca’fer’in er-Risaletü’l-Mustatrafa, Beyrut H. 1332
9. Miftahü’s-Sünne 11 Abdilaziz el-Hûll, Mısır H. 1347
10. Keşfü'l-Hafâ ve Müzüü’l-llbâs, Mısır H. 1351
11. Nablisi’nin Zahâirü’l-Mevâris’i, Mısır H. 1352
12. Kavâidü’t-Tahdis li Cemâllddin cl-Kasjml, Şam H. 1352
13. Ahmed Muhammed Şakir'in et-Tarlf bi kitabı Miftahi künuzi's-Sünne
Mısır H. 1353
14. Şerh-u Elfiyâti’i-Iraki, Fas H. 1354
15. Tirmizi, Mısır H. 1356
16. Et-Tarğlb ve’t-Terhlb. Mısır ?
17. El-Mu*eemü’l-Müfehres Ii Elfazi'l-Hadis, Hollanda M. 1933
B ) Müellifin künyesi İbn-i Mâcete olarak kullanılan kitablar:
1. lbn-i Mâcete sünen nüshası. Hindistan’ın Dehli şehri M. 1847 yıiı Fârûki
matbaası
HAYATİ VE ESERLERİ XVII

müellifimizin babasına ait bir lâkab olup dedesine ait olmadığı an­
laşılmaktadır.
İ b n - i H a l l i k â n cilt 3, Sah. 407, Tezkiretü’l-Huffâz cilt 2
Sah. 189, ve Şezerâtü’z-Zeheb, cilt 2 Sah. 164'te: M u h a m m e d
b i n Y e z ı d b i n M â c e h tabiri kullanıldığından bunlara
göre' M a c e h ’ in müellifin dedesinin adı olduğu sanılmakta ise
de böyle değildir. İ b n - i M â c e h , M u h a m m e d ’ in kün­
yesi olarak zikredilmiş, gramerce de ona bağlıdır.
M â c e h ’.in müellifin anasının adı olduğu da söylenmiştir.
M â c e h , kimin ismi veya lâkabı olursa olsun önemli olan hu­
sus, müellifimizin l b n - i M â c e h veya İ b n - i M â c e t e
ile tanınmış olmasıdır.
Müellifin mensub olduğu R a b i a Kabilesine gelince, İ b n - i
H a l l i k â n yukarda anılan sahifede: Bu isimde bir kaç kabile
vardır, O’nun bunlardan hangisine mensup olduğunu bilemiyeceğim,
demektedir.
Kazvin (2) ise onun memleketinin adıdır. Bir çok ilim adamının
yetiştiği bir şehirdir.
Doğum ve vefat tarihlerine gelince, İ b n - i H a i l i k a n,
E l - C e v z î , Z e h e b i ve İ b n - i H a c e . r - i . A s k â l a n ı
(Rahimahumullahu Taâia) ’nin beyanlarına göre h: 209 yılı doğmuş
ve 273 yılı Ramazan ayı bitimine 8 gün kala pazartesi günü vefât
etmiş ve sah günü defnedilmiştir.
İ b n - i H a l l i k â ’ mn beyânına göre, merhumun cenaze na­
mazı -kardeşi E b u b e k i r tarafından kıldırılmış ve defin hizme­
tini de anılan kardeşi, diğer kardeşi A b d u l l a h ve merhumun
oğlu A b d u l l a h görmüşlerdir. Allah cümlesine ve bize rahmet
eylesin.
2. lbn-i Hacer'in Takrîbü’t-Tehzîb'i, Dehli H. 1320
3. Ibn-i Hacer-i Askalânî’nin Tehzîbü’t-Tehzîb'i, Haydarâbat H. 1325
4. İbn-i Teymiye’nin ei-Münteka’sı, Dehli H. 1337
5. Yâfiî’nin M ir’âtü’l-Cenân’ı, Haydarabad H. 1334
6. İmam Ahmed’in Müsned’i, 2’nci baskı, Mısır M . 1946
7. Emin Vâsıf beyin el-Fihrist’i Kazvin kelimesi bahsi, sahife 87

(2) Kazvin (Eski ismi Kaşvin) İran’ın Irak-ı Acem eyaletinde, Tahran’dan
150 Km. mesafede Elblırz dağlarınm güney eteğinde ve 1320 m. irtifamda bulunan
bir şehirdir, (İslâm Ansiplopedisi)

F . : II
XVIII iBN-i m âce ve sü n e n !

İ b n - i M â c e h hadis ehlinin imamlarından olup, hadis ilim­


lerini ve bununla ilgili bütün hususları çok iyi bilen hafızlardandır.
Kütüb-i Sitte’den sayılan süneni meşhurdur. Aynca onun yaz­
dığı Kur’an-ı Kerîm tefsiri ve tarih kitabı vardır. Bütün bu ilimleri
iyi bilir.

ÜSTADLARI
Tezkiretü’l-Huffâz, Tehzibü’t-Tehzib ve Şezerâtü’z-Zeheb’in yu­
karda anılan sahifelerinde verilen malûmata göre başhca üstadları
şu zatlardır.
M u h a m m e d b i n A b d i l l a h b i n N û m e y r(3 ),
A b d u l l a h b i n E l - M u â v i y e (4), H i ş â m b i n A m ­
m â r (5), D â v û d b i n R ü ş e y d C e ) , Y a z l d b i n Ab­
d i l l a h E l - Y e m a m I (7), İ b r a h i m b i n e l - M ü n z i r

(3) EI-Hemedâni el-Hazifi Ebu Abdirrahman el-Kûf! hafızdır, seçkin âlim­


lerdendir. Onun şeyhleri ise, Ebu Hâlid el-Ahmer îbn-i Uyeyne’dir. Başka zatlar­
dan da hadis almıştır. Kendisinden Buhari. MüsUm ve Ebu Davud da rivayette
bulunmuşlardır. Ahmed bin Hanbel O ’nun yüceliğini dile getirmiştir. N e s â î: «O
sika ve emindir» demiştir.
İbn-i Hibbân’ın dediğine göre h. 234’te vefat etmiştir. (Hulâsa 346, 347)
(4 ) Bin Mûsa bin Ebi Galiz Naşit bin Mes'ûd bin Ümeyye bin Halef el-
Cemhi Ebu Ca’fer el-Basrî’dir. Bu zat, Hammâd bin Seleme, Mehdi bin Meymûn
ve bir cemaattan rivayette bulunmuştur. Kendisinden de Ebu Dâvûd, Tirmizî vs
müellifimiz rivayet etmişlerdir. Tirmizi ve îbn-i Hibbân onu sika görmüşlerdir.
Mûsa bin Harun’un dediğine göre yüz yaşı geçkin iken h. 243 yılı vefat etmiştir.
(Hülasa 215) Rahimehullah taâlâ.
(5 ) Es-Selmî ebü’l-Velîd ed-Dımışkî; Kurrâ, hâfız ve hatib idi. Hadis dinle­
diği başhca zatlar: İmam Mâlik, Cerrâh hin Melih, Yahya bin Hamza ve saire-
leridir. Kendisinden de Buharî, Ebu Dâvûd, Nesâl, İbn-i Mâceh ve Yahya bin Muin
hadis almışlardır. Mezkur Yahya ve İçli onun sika olduğunu; Darekutni, önün
çok sâdık olduğunu ve.Ebu Hâtim de onun rivâyet ettiği hadîslerin çok sahih ol­
duğunu, fakat yaşlanınca durvuounun değiştiğini söylemiştir. Buharî’nin beyanına
göre h. 245’te vefat etmiştir. Allah rahmet eylesin. (Hulasa 410)
(6) Ebü’l-Fadl el-Havarizmi Hâşimilerin mevlâsı olup Bağdat’ta ikamet eder­
di. Hadis aldığı başlıca sim alar: İsmail hin Ca’fer, Hâşim, Velid bin Müslim ve
başkalarıdır. Kendisinden hadis alanlar ise Buhari, Müslim, Ebu Dâvûd ve îbn-i
Mâceh’tir. Darekutni, onun çok zekî ve sika olduğunu söylemiştir. Buharİ’nin be­
yanına göre 239 yılında vefat etmiştir. (Hulasa 109)
Allah Taâlâ rahmet eylesin, âmîn.
(7) Yezid bin Abdillah büı Yezid bin Meymûn bin Mihrân el-Yeman! Ebu
Muhammed’dir. Şeyhi, İkrime bin Ammâr’dır. Râvisi işe îbn-i Mâceh’tir. İbn-i
Hibban, sika olduğunu söylemiştir. H. 240 dolaylarında vefat etmiştir. (Hulasa 423)
Allah rahmet eylesin.
HAYATI VE ESERLERİ XIX

e l - H a z â m i (8), E b û b e k i r b i n E b i Ş e y b e (9), M u ­
h a m m e d b i n Ru mh ( l O) , C ü b â r e b i n e l - M u ğ a l -
1i s (il). ’
Müellif, yukarda mezkûr âlimlerden başka bir çok zattan da ri­
vayette bulunmuştur. Onları burada anmak bir hayli zaman alır.
Sünen-i tedkik edildiği zaman bu zatların hepsinden rivayetleri gö­
rülecektir.
lbn-i Mâceh'den hadis rivayet edenler:
M u h a m m e d bin İsa e l - E b h e r i , E bû A m r
Ah m e d bin M u h a m m e d bin Hakim, Ebü'l-
H a ş a n e l - K a t t â n , S ü l e y m a n bin Y e z i d e 1-
K a z v i n i , A h m e d b i n R a v h e 1- B a ğ d a d i , A l i
bin Said bin A b d il la h el-Oadânl, İbrah im
bin Dinâr el-Cersi el-Hemedâni, Ebu Y a' l â
e 1-H a 1i 1i ’ nin dedesi olan A h m e d b i n İ b r a h i m el -
K a v z i n i , E b ü ' t - T a y y ı b A h m e d b i n R a v h e-1-
M e ş ’a r â n i , İ s h a k bin M u h a m m e d e l - K a z v i n i ,
C a ’ f e r b i n 1d r i s , H ü s ey i n b i n A l i b i n B e r â n -
yâ, S ü l e y m â n bin Y e z i d e l - K a z v î n i , M u h a m -

(8 ) İbrahim bin el-Münzir bin Abdillah bin el-Münzir bin el-Muğîre bin Ab­
dillah bin Haüd bin Hazâm el-Esedi el-Hazâmi Ebu îshak Medîne-i Münevvere-
dendir. Hadis âlimlerinin ileri gelenlerindendir. imam Mâlik, İbn-i Uyeyne ve Maan
bin Isa’dan hadis almıştır. Kendisinden de Buharî ve ibn-i Mâceh rivayette bu­
lunmuşlardır. İbn-i Muin, Nesâî, Ebu Hâtem ve Darekutni, sika olduğunu söyle­
mişlerdir. Yakub el-Fesevi’nin dediğine göre 236 yılı vefat etmiştir. Allah rahmet
eylesin. (Hulasa 22)
(9 ) Abdullah b. Muhammed b. Ebi Şeybe Abs kabilesinin azadlısıdır. Kûfe’-
de doğup büyümüştür. Müsnedi ve musannafı vardır. Üstadları: Ebü’l-Ahvas.
Abdullah b. el-Mûbarek, lbn-i Uyeyne, Cerîr bin Abdilhamid ve devrin o muhit
teki âlimleridir. Kendisinden Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesâİ ve tbn-i Mâceh
rivayette bulunmuşlardır. Ahmed bin H an bel: O çok sadıktır. Kardeşi Osman'­
dan daha çok sevilir, demiştir. Buhari onun 235 yılı Muharrem aymda vefat e t
tiğini söylemiştir. (R .A .)
(Tezkire c. 2, sah. 432 - 433 ve Hulasa 212)
(10) Muhammed bin Rumh bin el-Mühacir Ebu Abdillah el-Mısr! hadis ha­
fızıdır. Bu zat, el-Leys bin Sa’d, lbn-i lahia ve Mâlik’den rivayette bulunmuştur.
Kendisinden de Müslim, lbn-i Mâceh ve bir çok kimse rivayet etmiştir. Ebu Dâ­
vûd, onun sika olduğunu söylemiştir. Nesâİ d e : O hiç bir hadiste hata etmemiş,
demiştir. En sağlam kavle göre 242 yılı vefat etmiştir. (Hulasa 336)
(11) Cubâre ibnü’l-Muğallis el-Himani Ebu Muhammed el-Kûfi'dir. Kendisi
Kays bin Rabİ, Ebûbekir en-Nehşeli ve Ebu Avâne'den rivayette bulunmuştur. Ken­
disinden de îbn-i Mâceh rivayet etmiştir. Ibn-i Ntimeyr: O çok sadıktır, demiş­
tir. İbn-i Muin ise : O kezzabtır, demiştir. Buhari d e : O muzt&riptir, der. 241 yalı
vefat etmiştir. (Hulasa 65)
XX ÎB N -İ M Â CE V E S Ü N E N İ

me d b i n î sa e s - S a f f â r , E b ü ’l - H a s a n A l i b i n
İ b r a h i m b i n S e l e m e el - K a z v i n i e l - H â f ı z , E b u
Amr Ahmed b i n . M u h a m m e d bin Ha k im el*
Me d e n î e l - A s b a h â n i . E b û b e k i r Hâ mi d el-Eb-
h e r i , S a ’ d û n v e bir çok kimse...
Tehzibü’t-Tehzib'te belirtildiğine göre müellifin Sünenini rivayet
etmekle en meşhur olan râvileri E b ü ’ l - H a s a n el K a t t â n ,
S ü l e y m â n bin Ye z i d , Ebû C a ' f e r M u h a m m e d
b i n İ s a ve E b û B e k i r H â m i d e l - E b h e r î ' d i r .

timi Hüviyeti
l b n - i M â c e h ’ in yüce bir hadis âlimi olduğu hususunda
bütün âlimler ittifak halindedir. Hadisçilerin imamı, meşhur hafız.
Sika ve hüccet olduğu gibi hadisle ilgili bütün ilimleri çok iyi bilir­
di. Onun ilmi kudretinin derecesini takdir etmek çin şaheser olan
sünenini tetkik etmek kâfidir. Fıkhın bütün bölümlerini dikkata ala­
rak hadisleri kitablara ve her kitabı bâblara çok mükemmel ve eş­
siz bir tertible sıralamıştır.
Z e h e b i ’ nin Tezkiretü’l-Huffaz’m ikinci cildinde «îbn-i Mâ­
ceh» bahsinde kendisinden naklettiği şu sözler sünenin değerini ol­
dukça ifade eder:
Ben Süneni. E b û Z u r ' a’ya arzettim. Kendisi inceledikten
sonra buyurdu k i: «Bu kitap halkın eline geçerse mevcut câmiler
(Sahih hadis kitapları) nin tamamı veya çoğu muattal olur, ka­
nısındayım» sonra dedi k i.- «İsnadı zayıf olan hadis sayısının da otu­
zu bulmayacağını umarım.» (12)
İ b n - i M â c e h , hadis imamı olduktan başka müfessir ve
tarihçi idi bu sahalarda-da iki eser vermiştir.
İbn-i Mâceh'in hadis yazmak için yaptığı seferlers
Müellifimiz, hadîs yazmak için memleketler dolaşmış ve büyük
gayretler göstermiştir. Bu maksatla uğradığı başlıca memleketler
I rak, B a s r a , Kü f e , B a ğ d a t , Şam, M e k k e - i
M ü k e r r em e, M e d i n e - i M ü n e v v e r e , M ı s ı r , B e y
ve H o r a s a n ’ dır.

(12) Ebû Hâlim in Kitabii’l-İlel adlı eserinde anlattığına göre Sünen-i lbn-i
Mâceh'teki hadislerden Ebu Zur’a’nın zayıf veya münker gördüğü hadis sayısı
otuz değil, çoktur. Bu durumda Zehebi’nin İbn-i Tabir aracılığı ile İbn-i Mâceh’e
atfen naklettiği söz kesin olmayabilir. Yahut Sünen’in tamamı değil, bir kısmı Ebu
Zur’aya sunulduğundan sahih hadislerin azlığını ifade etmiş olabilir. (Sünen ha­
şiyesi sindi sah. 3)
HAYATI VE ESERLERİ XXI

İbn-i Mâceh'in Süneni


Dinimizin birinci kaynağı Kur’an-ı Kerim ve ikinci kaynağı Sün­
net (hadis-i Şerif) tir. En sahih hadis kitablarma Kütüb-i Sitte ( = altı
kitab) ve Sıhah-ı Sitte ( = altı sahih kitab) denildiği malumdur. Bu
kitabların başında Sahih-i Buhâri ve Sahih-i Müslim gelir. Sahihayn
diye tanınan bu iki kitabtan sonra Ebû Dâvûd (202 - 275) Nesâî (215 -
303) ve Tirmizi (209 - 279) nin sünen isimli kitabları gelir. Bu beş ki­
taba «Usûl-i Hamse» ( = Beş kaynak kitabi ismi verilmiştir.
Bunlardan sonra en sahih hadis kitabı hangisidir?
Bazıları İ m a m M â l i k (93-179) ’in Muvatta'mı, bazıları
da î b n - i M â c e h 209 - 273)'in «Sünen’ini altıncı kitab olarak
kabul etmişlerdir. Sahîhayn'm yazılışından önce, Kur'an’dan sonra
en sahih hadîs kitabı Muvatta’ olduğu için sahih hadis kitabları te­
lif edildikten sonra da bazı âlimler, Muvatta’ın yine Kütüb-i Sitte
içinde kalmasını istemişlerdir.

Âlimlerin çoğu. Kütüb-i Hamse ( -Buhari, Müslim.


E b û D â v û d . T i r m i z i ve N e s â i) 'de bulunmayan ve
makbul olan bir çok hadîsin î b n - i M â c e h ’ in süneninde bu­
lunuşunu ve bazılarının dediği kadar zayıf hadîslerin bulunmayışı­
nı dikkate alarak bu kitabı Muvatta’a tercih ederek 6 hadîs kitabın­
dan saymışlardır.

Bâzılan da E b u M u h a m m e d A b d u l l a h b. A b ­
durrahman ed-Dârimî (181 - 255)'nin «Müsned»ini al­
tıncı kitab saymak istemişlerdir.

î b n - i M â c e h ' i n *Sünenin»de ne kadar hadis bulundu­


ğunu ve bunlardan ne kadarının zayıf olduğunu bilmekte yarar var.
Hele zayıf hadisler tesbit edilip işaretlenirse bunların dışında kalan
bütün hadisler sahih veya hasen nev’inden olur ve bu takdirde sü­
nenin değeri kütüb-i hamsenin değerinden aşağı olmaz. Bilakis «Kü­
tüb-i Hamse»de bulunmayan bir hayli hadisin burada yer alması ha­
sebi ile sünen, ayrı bir özellik ve meziyet taşır.
î b n - i M â c e h ’ in süneninde mevcut hadislerin anılan du­
rumu tesbit etmek hususunda bizim bir çalışmamıza hacet kalma­
mıştır, Şöyle k i:
«El-Mücemü’l-Müfehres li Elfazi’i-Kur’an» adlı şaheseri te’life-
den M ı s ı r âlimlerinden M u h a m m e d F u â d A b d ü l -
b a k i , büyük bir gayret göstermek suretiyle î b n - i M â c e h’in
sünenindeki kitabları, bablan ve hadisleri numaralamış, hadisleri
XXII İBN-I MÂCE VE SÜNENİ

harekelemiş, bazı kelimeleri açıklayıcı bilgileri ve hadîslerin metin


veya senedi ile ilgili gerekli malumatı not olarak kaydettiği sünen
nüshası h. 1373 (M. 1954) yılı K a h i r e ' d e iki cilt halinde basıl­
mıştır. Hadislerin sened veya metni ile alâkalı bilgilere ait notlan,
hadîs metninin sonunda, diğer notlan sahifenin altında dip notu ha­
linde kaydetmiştir. Anılan zatın yaptığı hizmet bundan ibaret değil­
dir. Sünenin sonuna eklediği bir kaç sahifelik malumatı terceme işi­
nin bitiminde inşaallah okuyucularımıza sunduğumuz zaman, har­
cadığı emeği kendi kaleminden okuyacağız. Biz burada sadece süne­
nin muhtevası hakkında verdiği malumatı buraya geçirmekle yeti­
nelim. M u h a m m e d F u a d A b d u l b a k l ezcümle şöyle
der:
Hadis âlimlerinin itimad ettikleri «Kütüb-i Hamse» ye nazaran
bu sünenin değeri hakkında hadis imamlarımızın görüşleri muhte­
lif olduğu için onun hakîkî değerini tahkik ve tesbit etmek istedim.
Bu da içindeki hadisleri saymak, Kütüb-i Hamse’de bulunmadığı hal­
de burada bulunan hadîsleri tesbit edip kaç tanesinin sahih, ne ka­
darının hasen olduğunu ve zayıf veya münker ile isnadı vahi olan
hadîslerin miktarım bilmek gerekir. İşte ben bunu yaptım. Zevâid
(= Kütüb-i Hamse’de bulunmayıp bu sünende bulunan) her hadisin
altına, onun değerini (Sahih, hasen, zayıf ve münker veya vâhi) not
halinde kaydettim. Sünende mevcut hadîslerin durumu şöyledir:

SÜNENDEKİ HADİSLER
Sünen’de toplam 4341 hadis vardır. Bunlardan 3002 adedi, Kü­
tüb-i hamse sahihlerinin hepsi veya bazıları tarafından tahriç edil­
miştir.
Kütüb-i hamse’de bulunanlardan başka, Sünen’de bulunup «Ze­
vâid» ismi verilen hadîs sayısı 1339’dır.
Zevâid’in durumu şöyledir.-
Ricâlı sika ve isnadı sahih olanlar 428
İsnadı hasen olanlar 199
tsnâdı zayıf olanlar 613 (13)

(13) Sahih ve hasen hadîs şartlarının tamamını taşımayan hadfs’e zayıf


denir. Sahih ve hasen hadîs ile ihticac edilir, Şer’i hükümler için delil olur. Za­
yıf hadîs ile ihticac edilir, denemez. Senedindeki bir kopukluk veya ravisindeki bir
ta’n nedeni ile senedi zayıf olmakla beraber hadîsin metni başka bir tarik ile sa­
bit olup olmadığı -araştırılır. Varsa destek bulabilir ve hadis ilminde aranan şart­
lar tahakkuk ederse onunla amel edilir. Aksi takdiçde amel edilmez. Münker,
zayıf râvînin sika raviye muhalif olarak rivayet ettiği hadîstir. Mekzub, uydurma
hadîstir. İsnadı çok zayıf olana da isnad’ı Vâhi denir.
HADİS İLMİNE AİT BÂZI BİLGİLER XXIII

Münker, mekzûb veya isnadı vahi olanlar 99


Kütüb-i hamse sahihlerinin rivayet ettikleri 3002 hadîsi başka
tariklerle rivâyet etmek suretiyle hadislere kuvvet üstüne yeni kuv­
vet veren ve ayrıca o kitablarda bulunmayan 428’i sahih ve I99ru
hasen olmak üzere 627 -hadisi ihtiva eden bir kitabın değeri gerçek­
ten büyüktür. Başka bir meziyeti olmasa bile bu meziyet onun de­
ğerini ifade eder. Kaldı ki onun ilerde izah edilecek başka meziyetleri
ie vardır. (141
Sünen’in, mukaddimesi hariç, 37 kitabı ve 1515 adet babı vardır.

HADİS İLMİNE AİT BAZI BİLGİLER


BİRİNCİ BÖLÜM t

HADİS, SÜNNET. HABER. ESER. HADİS-İ KUTSİ. MUHADDİS,


HÂFIZ, HÜCCET, HÂKİM, İSNAD. SENED. METİN. TARÎK ve VECİH.
/
Hadis ilmi, RivâyetüT-Hadis ilmi ye Dirâyetü’l-Hadîs ilmi diye
iki kola ayrılır.
Rivayetü’İ-Hadis ilmiş Resûl-i Ekrem’e, sahâbılere ve tabiilere
isnad edilen söz,, fiil, takrir ve sıfatları bildiren yazılı malumatın dik­
katli bir tarzda nakledildiği ilimdir. Tabii Resûl-i Ekrem’in sözlerin­
den maksad, Kur’an-ı Kerim'den başka buyurduğu sözlerdir. O’na ait
fiillerden maksad ise bilumum fiillerdir. Bilindiği gibi biz O’nun bâzı
fiillerine uymakla mükellefiz. Bazı fiilleri ise O’nun özelliklerinden-
dir. Ümmetine şümûlü yoktur. Resûl-i Ekrem’in zâtına mahsûs olan
fiillerle ümmeti mükellef olmadığı için bu nevi fiiller fıkıh ilminin
konusu dışında kalmakta ise de hadis ilminin mevzûuna dahildir.
Sahih hadisleri rivâyet eden sünenler, müsnedler, mucemler ve
cüzler Rivâyetü’l-Hadîs ilmine ait kitablardır.

Dirayetü’l-Hadis ilmi s Hadis metninin ve onu rivâyet edenlerin


şâyan-ı kabul olup olmaması bakımından durumlarım belirten bil­
gilerden teşekkül eden ilimdir. Bu ilimde rivâyetin şartları, çeşitleri
ve hükümlerinden, râvilerin halleri ve şartlarından, keza rivâyet olu­
nan metnin çeşitlerinden ve ondan mânâların çıkarılması keyfiye­
tinden bahsedilir.

(14) Mukaddime’de verdiğim malumatın çoğu Muhammed Fuad Abdûlbakî'-


nin, sünenin ikinci cildinin sonuna eklediği yazısında ve Tezkiretü’l Hufîaz ile Hu-
lasa’dan alınmıştır. Diğeri de muhtelif kitablardan alınmıştır.
XXIV SÜNEN-1 ÎBN-Î MÂCE TERCÜMESİ ve ŞERHİ

İ b n - i H a c e r - i A. s k a 1 â n i ' nin Nuhbetü’l-Fikar’i v©


bunun şerhleri S u y û t i ’ nin Tedribü’r-Râvi’si, H a k i m - i N i -
s â b u r i ' nin Kitabüi-Marife’si, H a t l b - i B a ğ d a d i ’ nin
El-Kifâye Fi Kavânlni’r-Rivaye’si Dirâyetü’l-Hadis ilmine ait kitab-
lardandır. Bu ilme âit olup yazılmış olan bir çok kitap bilinmekte­
dir. İsimlerini buraya almayı lüzumlu görmüyorum.
HADÎS kelimesi, muhaddislere göre Resûl-i Ekrem'in sözleri, fiil­
leri, takrirleri ve halleridir. Usûl-ü Fıkıh âlimlerinin tarifine göre
peygamber’in hallerine hadîs denmez. Diğer üç şeye hadîs denir.
TAKRİR asr-ı saadette müslümanlar tarafından işlendiğini Re-
sül-i Ekrem gördüğü veya işittiği halde bunu yasaklamamasıdır. O'nun
susması işlenen husûsun meşruluğuna delâlet eder.
Yukarda belirttiğim gibi Peygamberim kişisel halleri muhaddis­
lere göre hadisin mefhumuna dahil iken fıkıhçılara göre dahil de­
ğildir. Çünkü O’nun halleri, ihtiyari fiil çeşidinden ise; zâten fiiller
kelimesinin kapsamına girer. Şayet siyer kitablannda anlatılan ve
şer’i hükümleri gerektirmeyen husüslardan ise fıkıhçılann çalışma
sahasının dışında kalır. Buna karşılık hadisçiler ise Peygamberimize
isnad edilen her şeyi hadis sayarlar. Çünkü onların gayesi Peygam-
ber’imizin hayatını ve hayatı boyunca buyurduğu, yaptığı, hoş gör­
düğü şeyleri ve bütün durumlarını ilgilendiren bilumum belgeleri
imkân nisbetinde toplayıp açıklamaktır.
SÜNNET kelimesi çoğunlukla peygamber’in sözleri, fiilleri ve
takrirleri anlamında kullanılır. Yukarda belirttiğim gibi Usul-u Fıkıh
âlimlerine göre hadis de bu mânâyadır. Bu durumda sünnet ile ha­
dis eş manâlıdır.
Lügatta; yol dernek olan sünnet kelimesi din ıstılahında Resûl-i
Ekrem’in izlediği dîni yol mânâsında da kullanılmıştır. Bâzen sünnet
Peygamber’in yalnız fiilleri anlamında kullanılır. Hadisçilerin «Bu
hadis, sünnet’e, îcmâa ve Kıyas'a muhaliftir» tarzındaki ifadeleri sün­
netin hadisten ayrı mânâda kullanıldığının bir örneğidir.
HABER: Bazılarınca hadis ve sünnetle eş mânâlıdır. Diğer bazı
hadisçiler haber’i, hadisten daha umumi bir mânâya almışlardır. On­
lara göre gerek Resûl-i Ekrem’den rivayet edilen hadislere ve ge­
rekse Sahâbilere veyâ tabiîlere âit rivâyetlerin hepsine Haber deni­
lir. Sahâbilere ve tabiîlere âit nakillere de hadis diyenler vardır. Bun­
lara göre; yine hadis ve haber eş mânâlı olur,
Başka bir grup âlimler de Resûl-i Ekrem’e ait rivayetlere hadis,
sahâbîler ile tabiilere âit olan rivâyetlere de Haber derler. Yâni Re-
sûl-i Ekrem’e âit olanlara Haber demezler. Bunlara göre Hadis ve
HADİS İLMÎNE AİT BAZI BİLGİLER XXV

Haber tamamen ayn ayn şeylerdir. Hiç bir Hadis’e Haber veya hiç
bir Haber’e Hadis denmez.
ESER: Hadis ve Haber’e müradif (eş mânâh) olarak kullanan­
lar olduğu gibi Merfu' ( = Peygamber’e ulaşan) Hadis’e Haber ve
Mevkuf ( = sahâbîlere ulaşan) Hadis ile Maktu’ ( = tabiîlere ulaşan)
Hadis’e Eser diyenler de vardır.
HADİS-İ KUTSİ: Resûl-i Ekrem’in Allah’tan naklen beyan ettiği
hadîslerdir. Bunun Kur’an’dan farkı şudur: Kur’an âyetleri vahiy
yolıi ile Peygamber’e inerdi. Lâfız ve mânâsı Allah’a âitti. Hadis-i
Kutsi ise mânâsı Peygamber’in kalbine ilham edilirdi. Lâfız ve ifa­
desi Resûl-i Ekrem tarafından tanzim edilirdL Hadis-i Kudst’nin met­
ni Kur’an uslûbuna benzemez. Başka bir tabirle Kur’an’m lafzında
bulunan mucizelik özelliği Hadis-i Kutsî’de bulunmaz. Çünkü kur’-
an-ı Kerim’in lafız tanzimi Allah’a âit iken Hadîs-i Kutsi nin lafzı
Resûl-i Ekrem’e âittir.
Hadis-i Kutsî'nin diğer hadislerden açık farkı Hadis-i Kutsi: «Al­
lah şöyle buyurdu» veyâ «Rabbiniz şöyle buyurdu» ve benzeri ifa­
deler ile başlar ve ifade tarzına göre konuşmacı Allah’tır. Diğer ha­
dislerde böyle bir durum yoktur. Konuşmacının Peygamber olduğu
ifade şeklinde hemen görülür.
Hadîs-i Kutsi’ye bir misal:
! il = (Allah Teâlâ bu-
yurdu ki) : «Ey kullarım! Ben zulmetmeyi şüphesiz kendime haram
kıldım...»
Hadis-i Kutsilerde genellikle Resül-i Ekrem’in, Allah Teâlâ’dan
rivâyette bulunduğunu ifade etmesine bakan âlimler Hadis-i Kutsf-
lerin Allah'a âit olduğunu söylemişlerdir. Fakat âlimlerin çoğu bu
görüşte değillerdir. Bunların görüşünü E b ü ’ l - B a k a ’ nin şu
sözü ile verelim:
«... Kur’an’m lafız ve mânâsı açık vahiy ile Allah tarafından in­
dirilmiştir. Kutsi Hadis’in ise lafzı Peygamber’e aittir. Mânâsı da
ilham yoluyla veya uykuda Peygamber’e bildirmek suretiyle Allah’a
âittir. (1)
MUHADDÎS: Senedlerin, râvilerin cerh ve tadil durumunu, is­
nadın âli veyâ nâzil olduğunu bilen ve çok sayıda hadisi hıfzeden
kimsedir. Şeyh ve imam ünvamni da alan Muhaddis, hadis ilminde
kâmil üstad olana denir.
(1) Ebü’lBaka KOI. Sah. 388
XXVI SÜNEN-İ ÎBN-Î MÂCE TERCEMESİ ve ŞERHÎ

HÂFIZ s Yüz bin hadis metinlerini senedleri ile beraber hıfzet­


miş, senedlerdeki râvilerin terceme-i hallerini, cerh ve tadil durum­
larım bilen muhaddise denir.
HÜCCET: Üçyüz bin hadisi bu şekilde bilen muhaddise denir.
HÂKİM: Bütün sünneti ihâta eden muhaddis demektir.
Yukarda belirttiğim Muhaddis, Hâfız, Hüccet ve Hâkim tarifle­
ri halk arasmda genellikle bilinen şekildir. Aslında hadisçiler bu ün-
vanlar için değişik tarifler yapmışlardır. Hattâ Muhaddis ile Hâfız
tavanlarının eş mânâlı olduğunu söyleyenler de vardır. Bu tafsilâta
girişmeyelim.
İSNAD, SENED, TARÎK VE VECİH tabirlerine gelince bunlar
mühim hususlardır.
İSNAD t Hadis’in metnini özel bir takım lafızlarla ve râvilerin
isimlerini sırayla belirtmek suretiyle merciine ulaştırmaktır. İsnad’m
karşıtı olan İRSAL ise hadisin metnini râviler aracılığı ile aldığı hal­
de bu aracıları zikretmeden nakletmektir.
SENED: Bir hadisin râvilerinin sıralanmış isimleridir. Bu du­
ruma göre İSNAD ile SENED ayn ayrı şeylerdir. Râvilerin tertiplen­
miş isimlerine Sened denir ve tertibe konan isimleri zikretmek işine
de İsnad denir.
TARİK ve VECİH: Sened mânâsındadır. Çoğu zaman senede is­
nad denir.

İKİNCİ BÖLÜM

SAHİH, HASEN VE ZAYIF HADİSLER

Hadisler çeşitli bakımlardan kısımlara ayrılır. Meselâ: İlk za­


manlardaki meşhurluğu ve yaygınlığı derecesine göre Mütevatir,
Meşhur, Mustafîz, Aziz ve Garib; Peygamber’e veya Sahâbîler'e ya­
hut da Tabiîlere ulaşması bakımından Merfû*, Mevkuf ve Maktû’; Ke­
za anılan zatlardan herhangi birisine isnad edilen hadis’e ait sene­
din ittisal ve mkıtaı yönünden Muttasıl veya Müsned, Mürsel, Mudel,
Munkati, Müdelles, Muan’an ve Muallak; kısımlarına ayrılır. Bir de
râvilerin sıfatına ve senedin durumuna göre Sahih, Hasen ve Zayıf
diye 3 çeşit hadis bulunur. Anılan bu taksimlerin dışında kalan bir
takım taksim şekilleri var ise de onlara temas etmiyeceğiz. Burada
önce son taksimi esas alarak ele alacağız. Çünkü hiç bir hadîs bu
taksimin dışında kalmaz.
HADİS İLMİNE AİT BÂZI BİLQİLER XXVII

SAHİH HADİS
Sahih Badis s Şâz ve muallel olmayarak Peygamber’e veya Sa-
hâbi’ye yahud da tabil’ye ulaşmcaya kadar âdil ve tam zabıt sahi­
bi kimselerin muttasıl sened halinde rivayet ettikleri hadistir.
Tarife göre Sahih hadiste aşağıda yazılı şartların bulunması zo­
runludur : ■
1. Hadis, Müsned; başka bir deyimle Muttasıl olacaktır. Yani
ilk râvîsinden son râvisine kadar hepsinin senedde anılması gerekir.
Mürsel hadisin senedinden bir sâhâbi düşürüldüğü için sened mutta­
sıl değil ve dolayısıyla sahih sayılmaz. Fakat Mürsel ile amel etmeyi
câiz gören fıkıhçılara göre; diğer şartlan taşıyan Mürsel hadis sa­
hihtir. Muallak, Munkati ve Mudal olan hadisler ise Sahih'in tarifin­
den çıkmıştır. Zira bunlann senedinden en az bir kişi düşmüş veya
durumu müsbet kaldığı için düşmüş sayılır.
2. Bütün râvileri adalet sıfatına haiz olacaklar. Adalet sahibi ol­
maktan maksad, râvinin din işlerinde haktan aynlmaması, her çe­
şit günahtan sakınması ve kişiliğini yıpratıcı davranışlardan kaçın­
ması demektir. Âdil olmayarak tanınan veyâ adaletli oluşu meçhul
olan yahut tanınmayan râvinin yer aldığı hadis sahih değildir.
3. Râvilerin hepsi tam zabıt sahibi yani aldığı malûmatı eksik­
siz ve ilâvesiz olarak bellemiş kimseler olacaktır. Böyle olmayan kim­
senin yanılması muhtemel olduğu için rivayet ettiği hadis sahih de­
ğildir.
4. Hadis, şâz olmayacaktır. Şâz hadis, sika bir râvinin, kendi­
sinden daha sika ravilere muhalif olarak naklettiği hadise denir. Da­
ha makbul râvilerin naklettikleri hadise de Mahfuz denir, Şâz ha­
dis başka şekillerde de tarif edilmiştir.
5. Hadis, Muallel de olmayacaktır. Muallel hadis, görünüşte il­
letten sâlim ise de sahihliğini zedeleyici gizli bir illeti meydana çıka­
rılan hadistir.
Yukarda kısaca belirtilen şartlan taşımıyan hadis sahih sayıl­
maz. Bazı âlimler bir hadisin sahih sayılması için başka bir kaç şart
daha koşmuş ise de bu hususlar ihtilaflı olduğu ve uzun izah istediği
için buna temas etmiyorum.
Sahih hadis: Makbûl olma vasıflarını tamamen taşıyorsa ona:
«Li Zâtihi Sahih» ismi verilir.
Şayet bu vâsıflann tamamım ihtiva etmemekle beraber haricen
gördüğü bir destekle sahih sayılırsa ona «Li Gayrihi Sahih» denir.
xxvm SÜNEN-Î ÎBN-Î MACB TERCEMESİ ve Ş1RHÎ

Sahih Hadisler Ne Kadardır?


Buhar! ve Müslim’in sahihlerindeki hadislerin hepsi sahihtir. Ba­
zıları sahih hadislerin bu iki kitabda bulunan hadislerden ibaret sa­
nırlar. Tabii durum hiç de öyle değildir. Nitekim Buhari bizzat şöy­
le buyurmuştur: ‘...Kitabım pek uzun olmasın diye bir çok sahih
hadisi ona dahil etmedim...’ Müslim d e : ‘... Bence sahih sayılan ha­
dislerin hepsini bu kitabıma almış değilim. Sadece sahihliği hakkın­
da icmâ bulunan hadisleri aldım...’ demiştir. M ii s İ i m ’ in icma
tabirinden maksadı A h m e d b. H a n b e 1, Y a h y â b.
M u i n , O s m a n b i n E b i Ş e y b e ve S a i d b. M a n -
s û r E l - H o r a s a n i ’ nin ittifakıdır.
M ü s 1 i m ’ İn şerhinde N e v e v i : ‘Doğrusu B u h a r i
ve M 6 s İ i m ’ in sahihleri ile E b û D â v û d . T i r m i z i
ve N e s â i ‘ nin sünenlerindeki hadislerden başka sahih hadis az­
dır'. demiştir. N e v e v i , i b n - i M â c e h ’ in süneninden bah­
setmemiştir. Çünkü bu sünen kitabı onun zamanında yazılmış ve
bilahare diğer sünen kitablanna eklenerek hepsine birden Kütüb-i
Sitte ismi verilmiştir, t b n - i M â c e h ’ in sünenini ilk olarak di­
ğer sünen kitablanna dahil eden zat M u h a m m e d î b n - i T â ­
b i r E l - M a k d i s î ’ dir. (448 - 507) Bu kitabı diğer sünen kitab-
larma dahil etmekte tereddüt edenlerin beyan ettikleri sebep, az bi­
le olsa içinde zayıf hadislerin bulunmasıdır. Fakat bu nevi hadis sa­
yısı pek az olup tesbit edilmiştir. N e v e v i bu nedenle î b n - i
M â c e h ’ in kitabını saymamıştır. Zayıf olan hadisleri hakkında
Mukaddimede gereken bilgi verilmiş, ayrıca terceme ederken bun­
lar okuyuculara tanıtılacaktır. Mahdut olan bu tür hadisler berta­
raf edilince bu kitabın makbuliyet bakımından derecesi diğer sünen-
lerin derecesinden farksızdır.
N e v e v i ’ nin yukardaki sözü itiraz konusudur. Çünkü B u -
h a r i : Yüzbini Sahih ve yüzbini gayr-ı sahih olmak üzere 200 bin
hadis hıfzımdadır, demiştir.
İ b n ü ’ l - C e v z i ’ nin rivayetine göre A h m e d b i n
H a f i b el sahih hadislerin miktarı yediyüzbin küsurdur, demiştir.
Bu duruma göre Kütüb-i Sitte’de bulunmayan bir çok sahih ha­
dis vardır.
SAHİH HADÎSLERİN DERECELERİ
Sahih hadis kitaplarında yer alan sahih hadislerin sıhhat dere­
cesi ayni değildir. Çünkü sıhhat için gerekli vasıfların farklı olması
nedeniyle sıhhat derecesi de değişik olur. N e v e v i , sıhhat kuv­
veti bakımından sahih hadisleri yedi guruba ayırmıştır.
HADİS İLMÎNE AİT BÂZI BİLGİLER XXIX

1. B u h a r i ve. M ü s l i m ’ in ittifakla rivayet ettikleri ha­


disler. Hadisçiler: «Müttefekun aleyh» veyahut «Müttefekun alâ sıh-
hatih» dedikleri zaman bunu kasdederler. Bu iki zatın sahih saydık­
ları bir hadis bütün hadisçilerce sahih görülür ve bütün müslüman-
larca makbuldür.
2. B u h a r î ’ nin rivayet edip M ü s 1 i m ’ de bulunmayan
hadisler.
3. 2’nci’nin aksine yalnız M ü s 1i m ’ in rivâyet ettiği hadisler.
4. B u h a r i ve M ü s l i m ’ de rivayet edilmemekle beraber
bunların şartlarına uygun olan hadisler.
5. B u h a r i * nin şartına uyan, fakat B u h a r i ’ de yer al­
mayan hadisler.
6. M ü s 1 i m ’ in şartına uyup onun sahihinde bulunmayan
hadisler.
7. B u h a r i ve M ü s l i m ’ in şartlarına uymayan, fakat
hadis imamlarınca sahih addedilen hadisler.
H â k i m Ebû A b d i l l a h e n - N i s â b û r î (321 -405)
sahih hadisleri 10 kısma ayırarak 5 kısmın sıhhatmda ittifak bulun­
duğunu ve diğerlerinkinin ihtilaflı olduğuna ifade ederek şöyle söy­
ler :
SAHİH OLDUĞU İTTİFAKLA KABUL EDİLEN NEVİLER :
l.nci Kısımî B u h â r i ve M ü s l i j n ’ in seçtikleri hadis­
lerdir. Bu hadisler sahih'in birinci derecesidir. Bunlann aldıkları
hadisleri Resûl-i Ekrem’den rivayet eden zatm, meşhur sahâbîlerden
olması ve an az iki mevsûk râvisinin bulunması şarttır. Kezâ, o sa-
hâbiden rivayet eden zâtın meşhur tabiilerden olması ve en az iki
mevsûk râvisinin bulunması gerekir. O tabiî’den de ayni şartla Tâ-
lebe-i tabiin’den H â k i m ’ in iddiasına göre bu kısımdan meşhur
bir hafızın rivayet etmesi ve nihayetine kadar senedin böyle meşhur
zatlardan teşekkül etmesi gerekir. Bu şartla rivayet olunan hadisle­
rin toplamı on bini bulmaz.
B u h a r i ve M ü s l i m ’ de bulunan hadislerin bu duru­
munu belirten Hâkim kendi incelemesiyle bu sonuca varmıştır. B u -
h a r i ve M ü s l i m ’ in şartlan olarak anılan bu özellik B u -
h a r i ve M ü s l i m , tarafından açıkça beyan edilmiş değildir.
H â k i m ’ den sonra gelenler sahihayn’daki hadisleri daha derin
inceleyerek H â k i m ’ in yukarda beyan ettiği durumun genellik­
le sahıhayn hadislerinde mevcut olmakla beraber böyle olmıyan ha­
dis de sahihayn’da yok değildir. Nitekim H â k i m ' in bu beyanı ile
alâkalı olarak İ b n - i T â h i r : «... Bu dâva, tek râvisi olan bir
çok sahabi'den de B u h a r i ve M ü s l i m ’ in rivayet etmiş
olması ile nakzediar.» demiştir.
XXX SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE TERCEMESİ ve ŞERHİ

2.BCİ Kısım : Birinci gibidir. Yalnız hurdaki sahâbî’nin bir râvi-


si vardır. Meselâ: U r v e b i n M u d a r r i s (Radiyallahü
Anh) 'in Ş a ’ b i ' den başka râvisi yoktur. H â k i m bu gibi ha­
dislerin B u h a r i ve M ü s l i m ’ de bulunmadığını söylemiş
ise de î b n - i H a c e r tek" râvisi olan bir hayli sahâbl’nin ha­
dislerinin sahihayn’da mevcut olduğunu misalleri ile zikrediyor.
3.ncü Kısım: Bu da birinci ve ikinci kısım gibidir. Yalnız bur­
daki tabiîn’in tek râvisi bulunur. Buna misâl M u h a m m e d
b i n C ü b e y r ile A b d u r r a h m a n b i n F e r r ü h .
yoktur. Halbuki İ b n - i H a c e r bu nevi zatların hadislerinin
sahihaynda bulunduğunu örnek vererek belirtiyor.
4.ncü Kısım: Mevsük ve âdil râvilerin rivayet ettikleri ferd ve
garib hadislerdir. Z i y a ü ’d - D î n - i M a k d i s l (569-643)
Garâibü’s-Sahih’inden B u h a r i ve M ü s l i m ’ de bu neviden
ikiyüz hadisin bulunduğunu saymak suretiyle beyan ediyor.
5.nci Kısım : Hadis imamlarından bir grubun, babalan vâsıta­
sıyla dedelerinden rivayet edip kendilerinin rivayeti tevatür haddi­
ne ulaştığı halde babalannm dedelerinden almış olduklan rivayet te­
vatür haddine ulaşmamış olan hadislerdir. Meselâ: A m r b i n
Ş u a y b ’ m, babasmdan onun da kendi babasından rivayeti, ke­
za B e h z b i n H â k i m ’ in, babasından onun da kendi baba­
sından aldığı rivayet ve A l i b i n e l - H - u s e y n ’ in, babasm­
dan onun da kendi babasından yaptığı rivayet bu türdendir. Bu zat­
lar ve babalan sikalardan olup dedeleri de sahâbilerdendir.
î b n - i H a c e r : «...Bu gibi hadislerin sahihaynda bulunma­
masının sebebi bu zatların babalanndan ve onlann da dedelerinden
rivayet etmiş olmalan değil, B u h a r ! ve M ü s l i m ’ in şart-
lanna uygun olmayışlarıdır...» der.
H â k i m ' in dediğine göre bu beş nev’i hadis, imamların kitab-
lannda rivayet olunmuş olup, delil olarak gösterilmeye elverişlidir.
B u h a r i ve M ü s l i m ’ de bu nevilerden yalmz birincisi tah-
riç edilmiş olup diğer dört nevi’den olan hadisler tahriç edilmemiştir.
Bununla beraber hepsi ile ihticac olunur.

İHTİLAFLI OLAN BEŞ KISIM


1) Mürsel hadisler.
2) Sika olan Müdellislerin kimden işittiğini belirtmeksizin ri­
vayet ettikleri hadisler.
3) Bir çok mevsuk râvi tarafından müsned olarak rivayet edil­
diği halde bir sika râvi tarafından Mürsel olarak rivayet edilen ha­
disler.
HADİS İLMÎNE AİT BÂZI BİLGİLER XXXI

4) Hâfız olmayan sika zatların rivayet ettikleri hadisler.


5) Doğru söyleyen bid’at ehlinin rivayet ettikleri hadisler.

HADİS NAKLEDENLERİN TABAKALARI


E n d ü l ü s ’ lü H u s e y n b i n M u h a m m e d e l - C e y -
y a n i hadis nakledenleri yedi tabakaya bölmüş olup üçü makbul
üçü merdud biri de ihtilaflı olarak göstermiştir.

MAKBUL OLAN RÂVÎLER


Birinci Tabaka s Hadis imamları ve Hâfızlardır. Bunlar muha­
liflerine tercih edildiler. Münferid olarak yaptıkları rivayetler de ka­
bul olunur.
İkinci Tabaka s Hıfz ve zabit hususunda birinci tabakadan aşa­
ğıdır. Bazı rivayetlerinde vehim ve hataları olmuştur. Çoğunlukla
hadisleri sahihtir. Hatâ ettikleri yerler birinci tabakanın rivayetle­
rine bakılarak düzeltilir.
Üçüncü Tabaka: Sadakat ve mârifetleri sabit olmakla beraber
ehl-i bid’at mezheblerine taşkınlık yapmadan temayül edenlerdir.
Hadis âlimleri bu üç tabakanın rivayetlerini kabul etmiştir. Ha-
disçilere göre rivayetlerin medarı bu üç tabakaya dahil olan zatlar­
dır.
MERDÛD OLAN RAVİLER:
Birinci Tabaka: Hadîs uydurmakla ve yalancılıkla itham edilen
ravüer.
İkinci Tabaka: Vehim ve hatası fazla olanlar.
Üçüncü Tabaka: Aşın bid’atçı olup bit’atçılık propagandası ya­
pan ve rivayetleri kendilerine hüccet olabilecek şekilde değiştiren­
lerdir. Anılan bu üç tabakanın rivayetleri kabul edilmiyerek red edil­
miştir.

İHTİLAFLI OLAN HÂVİLER:


Bu tabakayı teşkil eden râviler adaleti meçhul olanlardır. Bun­
lar tek başına rivayetlerde bulunmuş, fakat rivayetlerini te’yid eden
mutaba’larını getirememişlerdir. Bazı âlimler böylelerin rivayetini
kabul etmiş, diğerleri çekimser kalmışlardır.
İmam N e v e v i aşırılığı olmayan ve bid’atçılık propaganda1 -
sı yapmayan ehl-i bid’at hakkmdaki E l - C e y y a n i ’ nin beya­
nını kabul etmemiş ve aşırılığı olsun olmasın bütün bid’atçıların ri­
XXXII SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE TERCEMESİ ve ŞERHİ

vayetlerinin kabul olunup olunmıyacağı hususunda ihtilaf bulundu­


ğunu söylemiştir.
Adaleti meçhul olanlar üç kısma ayrılır:
1) Hem zahiren hem batman adaleti meçhul olan.
2) Zahiren âdil fakat batman adaleti meçhul.
3) Meçhulü’l-Ayn,
Âlimlerin cumhuruna göre birinci kısım meçhul ile ihticac edil­
mez. Diğer iki kısım râvilerle bir çok muhakkik âlim ihticac etmiş-
tir.
HA/SEN HADİS
Bu nevi hadis çeşitli şekillerde tarif edilmiştir. İ b n - ı H a -
c e r -i A s k a l â n I Nuhbetü’l-Fiker’de Lizatihi sahih hadisi şöy­
le tarif eder:
«Muallel ve şaz olmayarak, zaptı tam olan âdil râvinin muttasıl
bir senedle rivayet ettiği hadistir.» Daha sonra şöyle der: «Eğer sa­
hih hadisin tarifindeki şartlardan zabıt vasfı biraz kuvvetten düşer­
se hadis «Li zâtihl Hâsen» olur.»
Şu halde sahih hadis için aranan şartlardan ‘mükemmel zabıt’,
şartı hariç diğer şartlar 'Li zâtihi Hasen’ hadis için de aranır. Bu du­
ruma göre şöyle söylenebilir:
Şâz ve Muallel olmayan ve senedi muttasıl olan bir hadisin ra-
vileri âdil ise; bakılır, şayet râvilerin hıfz ve zabtı tam ise o hadis
‘Li zâtihi sahihtir’. Eğer hıfz ve zabıt vasfı biraz gevşek ise o hadis
’Ii zâtihi Hasen’dir. Ama râvinin hafızası ve zabtı zayıf ve hatâsı
çok ise onun hadisi hasen değil zayıf sayılır.
Hulâsa; senedin ittisali, râvinin adaleti, malûllük ve şazlığm ol­
mayışı gibi şartlar, sahih li zâtihi sayılan hadislerde bulunduğu gibi
hasen ‘Li zâtihi sayılan hadislerde de bulunur. Aralarındaki fark sa­
hih hadis ricalinin hafızaları ve zabıtları kuvvetli, hasen hadisin ri­
calinin hafıza ve zabıtları o kadar kuvvetli değildir.
Hasen li zâtihi olan hadisi şöyle tarif etmek mümkündür:
Adâlet ve oldukça zabıt sahibi râviler tarafından muttasıl bir se-
,ned ile rivayet olunup şâz ve malûl olmayan hadistir. Bunun ravi-
lerindeki zabıt ve hafıza kuvveti sahih hadis râvilerinde mevcut
zabıt kuvvetinden biraz azdır.
T i r m i z i , Hasen hadisi şöyle tarif etmiştir: «... Senedinde
yalancılıkla itham edilmiş hiç bir kimse bulunmamakla beraber, şaz
olmayan ve kendi gibi başka tariklerden de rivayet edilen hadistir.»
Bu tarife göre; hafızası kuvvetli olmadığı için biraz hata eder;
yahut hakkında cerh ve ta’dile dair bir nakil yapılmamış olan; ya-
HADÎS İLMÎNE AİT BÂZI BİLGİLER XXXIII

hut yapılmış ise de ne cerh ne de tadil tarafı tercih edildiği bilinme­


yen mesturü'l-hal ravinin yer aldığı yâhut an’ane ile tedlis eden bir
müdellisin bulunduğu sened ile rivayet olunan hadis hasen olmuş
olur.
T i r m i z i , Hasen hadisi sahih hadisten iki özellikle ayırıyor:
Birincisi : Hasen’in ravisi sahih'in ravisinden derece bakımından
eksiktir. Şöyle ki; Hasen’in ravisinin yalancılıkla itham edilmemiş
olmasmı yeterli görüyor buna karşılık sahih’in ravisinin sika olması
gerekir.
İkincisi s Hasen’in başka tarîklerden rivayet edilmiş olmasını şart
koşmuş ki; bu râvilerinin sahih’in râvilerinden aşağı mertebede oluş­
larından ileri gelir. Çünkü râviler sika olursa tek bir tarîkten riva­
yet edilmesi bir hadisin sahih olmasına mâni değildir. )
E l - H a t t â b ı de Hasen hadisi şöyle tarif etmiştir: «Mah­
reci maruf ve râvileri meşhur olan hadistir.»
Hadisin mahrecinden maksad rivâyet edildiği memlekettir. Yâ­
ni hadis M ı s ı r , Ş a m , M e d i n e , M e k k e , I r a k gibi
diyarlardan hangisinde rivâyet edildiği bilinmeli ve o belde halkının
râviden hadîs rivâyetinde bulunduğu meşhur olmalıdır. Râvilerin
meşhur olmasından maksad onlann adâlet ve zabt ile tanınmış ol­
malarıdır. Ancak bunların şöhretinin sahih’in ravilerindeki şöhret­
ten az olmasını kasdetmiştir.
E■b ü A m r b i n e s - S a l â h ' ı Ş e h r d Z û r i Hasen
hadisi iki. kışıma ayırmıştır.
Birincisi: Senedi, ehliyeti gerçekleşmemiş mesturü’l-hal fakat ri­
vayetinde yanılması çok olmayan, kasıtlı yalan söylediği görülme­
yen, fasıklığı gerektiren başka bir sebep de bulunmayan râviden boş
kalmayan hadistir. Böyle hadisin başka tariklerden bir veya birkaç
benzerinin rivayet edilmesi suretiyle metni malum olmuş olur. Yâ­
ni, mütâbî ve şâhid ile kuvvet kazanmış olur.
İkincisi; Râvileri doğru söz ve emânetle meşhur olmakla bera-
ber sâhih hadîs ricâlinin derecesine yükselemeyip hafıza ve zabıt ba­
kımından onlann mertebesine erişemeyen, ancak tek başlarına olduk-
lan rivayetlerde hadisleri münker sayılan râvîlerden daha yüksek
derecede bulunan râvilerin hadisleridir.
t b n - i S a l â h diyor k i: T i r m i z i ’ nin sözü birinci kıs­
ma H a t t â b i ' nin sözü ise ikinci kısma aittir.»
Hasen hadis sahih hadisten bir derece aşağı ise de hüccet ol­
ması bakımından o da sahih gibidir.

F .. III
XXXIV SÜNEN-Î İBN-1 HkCZ TERCEMESİ ve ŞERHİ

Hasen hadis 13 zâtihi hasen, li gayrihî hasen olmak üzere iki-çe­


şittir.
Mutlak olarak söylenen Hasen sözü ile li zâtihi hasen kasdedi-
lir. Bunun târifi yukarda geçtiği için tekrar iârife lüzum yoktur.
14 zâtihi Hasen denilişinin sebebi de ondaki güzelliğin bizzat kendi­
sinde buhınup dışardan gelmeyişidûf.
ti gayrihî Hasen; Sadedindeki râvilerden biri çok hata yapacak
kadar dalgın veya yalancılıkla itham edilmiş olmamakla beraber ehli­
yetli veya ehliyetsiz olduğu anlaşılmayacak kadar durumu kapalı bu­
lunan ve metni mütâbi veya şahidle takviye edilmiş olan hadistir.

HASEN - SAHÎH HADİS TABİRİ


, s ~ s
Hadis, kitablarmda bazen; O-*--»-
Hasen -sahih bir hadistir.» ifadesi kullanılır. Bü tâbiri kullanmanm
sebebi şudur : O hadisin iki isnadı bulunur. Birisi Hasen, diğeri de
sahih’tir; Böyle olan bir hadis, sahih -hadisten daha kuvvetlidir. Çün­
kü sahih bir isnadı bulunduğu gibi onu takviye eden haşan bir is­
nadı da bulunuyor. Bazen de bu tabiri kullanmana sebebi, ilgili ha­
disin tek bir isnadr buhmün Müctehid o isnadın sahih veya hasen
olduğu hüsüsunda tereddüt ettiği için ,bu tabiri kullanmış olur; Bü
takdirde tereddüdü ifade eden kelime cümleden atılmış olur. Çün­
kü tabir şöyle olmalıydı : ‘Bu, hasen veyâ sahih bir hadistir.* tabir
bu mânâda kullanılmış ise böyle olan bir hadis, sahih hadis kadar
kuvvetli Sayılamaz.

ZAYIFHADİS
Sahihve Hasen hadislerin sıfatlarını taşımayan hadise zayıf
hadis denir. Buna, Sakim (hasta) ye Mertluî (red ölünmüş) adlan
da verilir. Sahih ve .Hasen hadis bahsinde geçtiği gibi, ıftakbüi Sayı­
lan bu iki çeşit hadiste, aranan sıfatlar senedin" muttaSıl ölUıasi, ra-
vilerin adaleti, onlann zabtı (fazla hatadan ve gafletten salim olma­
sı), hali mestuf olan râvi' hakkında hadisin başka tariklerden de ri­
vayet edilmiş olmakla kuvvet bulmuş olması, şazlık ve illetli olmak­
tan sâlim olmasıdır.
Bu şartlardan her hangi birisi yok ise; hadis zayıf sayılır. Tabii
bir kaç şart bulunmaması hâlinde hadîs, daha çok zayıf ölür. Be ne­
denle zayıf hadisin çeşitleri ve dereceleri çoğalmış olur; Bu çeşitle­
rin hadisçilerce malum bir takım hükümleri vardır. Bu konuda ge­
niş malumat isteyenler, hadis ilimleri hususunda yazılmış olan eser­
lere müracaat edebilirler.
HADÎS İLMÎNE ÂİT BÂZI BİLGİLER XXXV

Hadisin zayıf sayılması sebebi ya senedinin muttasıl olmaması


veyahut râvilerinden bir veya bir kaçma ta’n edilmesidir. Senedin
muttasıl olmaması demek, senedden bazı râvilerin düşmesi suretiy­
le sened zincirinin kopuk olması demektir. Bu yüzden zayıf olan ha­
disler: ‘Muallak, Mürsel, Mu’dal ve Munkatı’ çeşitlerine ayrılır.
Râviye ta’n durumuna gelince; Onun rivayetini merdud saymak
için on sebep vardır. Bunların beşi râvinin adaletine, diğer beşi de
zabtına aittir ki toplamına «Matâin-i Aşere» derler.

SENEDİNDE İTTİSAL BULUNMADIĞI İÇİN


ZAYIF SAYILAN HADİSLER*
1 — MUALLAK * Senedin hadisçi tarafındaki baş kısmından bir
veya birden fazla râvinin atılmış olduğu hadistir. Yani hadisçi, bir
hadisi senediyle rivayet ederken hadis aldığı şeyhinin ismini veya
kendi şeyhi ile şeyhinin şeyhini anmadan yahut da şeyhinden itiba­
ren sırasıyla bir kaç râvinin ismini atarak daha yukarıdaki râviden
rivayet ettiği hadistir. Muallak hadisin Merdûd sayılmasının sebebi
senedden atılmış olan şeyhlerin (râvilerin) hallerinin meçhul olma­
sıdır. Senedden atılan râvilerin sika oldukları bilindiği zaman Mual­
lak hadis makbul sayılır. Meselâ; aynı hadis, başka bir tarîkten riva­
yet edilirken orada o râvinin adı veya künyesi, yahut da lakabı sa­
rahaten geçmiş ise Muallak hadisin senedinden atılmış olan zatm
durumu bilinmiş olur.
2 — MÜRSEL * Senedinden sahâbl düşmüş olan hadistir. Mese­
lâ, bir tâbiî «Resûlullah.şöyle buyurdu» derse buna Mürsel denir.
Hadisçilerin çoğu, bu nevi hadisi merdud sayarak onunla ihticac et­
memişlerdir. Çünkü tâbiîn’in zayıf bir tâbiî’den rivayet etmiş olma­
sı ve o tâbiin'in ismini düşürmüş olması muhtemeldir. M â 1 i k- ve
A h m e d meşhur kavillerine göre Mürsel hadis ile ihticac etme­
mişlerdir. E b û H a n i f e de : Eğer tâbiîn’in düşürdüğü ravi-
nin sika olduğu bilinirse, Mürsel hadis ile ihticac edilir, demiştir.
$ a f i I ise : Mürsel hadiŞ başka bir tarîk ile takviye edilmedikçe
kabul olunmaz, demiştir.
3 — MU’DAL * = Senedinden ardarda iki râvinin düşürüldüğü
hadistir. Düşürülen iki râvi ister senedin, baş kısmından, ister sonun­
dan veyahut ortasından düşmüş olsun, netice değişmez.
4 — MUNKATI’ .== Sahâbiden önce senedinin her hangi bir ye­
rinden bir râvisi düşen hadis’e denir. Eğer, senedin bir kaç yerinde
râvi düşüşü olmuş ise, o kadar yerinden munkatı’ sayılır. Bazıları;
Munkatı’ : Senedi muttasıl olmayan hadistir, diye tarif etmişlerdir.
XXXVI SÜNEN-Î İBN-I MACE TERCEMESİ ve ŞERHl

SENEDDEN RÂVİ DÜŞÜRMEK İKİ KISIMDIR:


l — Açık, 2 — Kapalı
Araştırma yapmadan râvinin atıldığı bilinirse buna açık denir.
Meselâ B u h a r î , doğrudan İ b n - i Ö m e r ’ den veyâ E b û
H a n i f e ' den rivayette bulunursa, B u h a r i ile bu zatlar ara­
sındaki râvilerin adlarının anılmadığı besbellidir.
Araştırma neticesinde râvinin atıldığı bilinebiliyorsa buna giz­
li (kapalı) denir. Bu da Müdelles ve Mürsel-i Hafi kısımlarına ay­
rılır.

MÜDELLES VE MÜRSEL-İ HAFÎ


A) — Müdelles, ftç kısma ayrılır:
1 — isnadı Müdelles olan hadis. Bu nevi Müdellesde hadisçi ha­
dis aldığı zatı düşürür ve dinlemediği bir şeyhten rivayet eder. Oku­
yucu hadisçihin o şeyhten dinlediğini sanıyor. Bununla beraber ha­
disçi, ittisali gerektirmeyen bir ifade kullanır. Meselâ: «Falan şeyh
demiş ki., veya falan şeyhten rivayet edildiğine göre...* gibi bir ta­
bir kullanır. Zaten: «Bana hadis nakletti» gibi ittisali gerektiren bir
ifade kullanırsa yalancı olur.
2 — Şeyhleri Müdelles olan hadis: Bu tür Müdelles'te hadisçi,
hadis işittiği zatı tanınmış olduğu isim veya künye veyahut lâkab-
tan başka bir şekilde anıyor,
3 — Tesviye tedUsi: Bu nevi Müdellesde hadisçi, bir biriyle gö­
rüşmüş iki sika arasından bir zayıfı düşünüyor ve sika olan şeyhini
zikrettikten sonra onun üstündeki zayıf raviyi atlayarak sika olan
üçüncü râviden ikinci derecede rivayet edilmiş gibi bir ifade kul­
lanmak suretiyle seneddeki bütün râvileri mevsuk gösteriyor. En
çirkin Müdelles bu çeşittir. Şu’be’nin sözünün zahirine göre, bu ne­
vi tedlis haramdır. Çünkü ihticaea elverişli olmayanı elverişli gibi
gösteriyor. Bundan sonra yerilen tedlis birinci nevidir. En hafifi ikin­
ci nevi tedlistir.
Böyle tedlislerle tanınan ravi; «Ben falandan işittim» gibi sene­
din muttasıl olduğunu ifade eder bir tabir ile bir hadis getirdiği tak­
dirde eğer âdil ise; sahih kavle göre onun hadisi makbuldür. Zayıf
bir kavle göre tedlis yapmakla tanınan ravi mecruh sayılır. Yani
âdil sayılmaz. Senedin ittisalini gerektiren ifadeyi kullanmış olsa bi­
le, hiç bir surette onun rivayeti kabul olunmaz. Râvi, yalnız bir defa
bile tedlis yapmış ise hükmü budur.
B) — Mürsel-i Hafi s Muhaddisin buluşmadığı bir muâsırından
rivayet ettiği hadistir.
HADİS İLMÎNE AİT BÂZI BİLGİLER XXXVII

RÂVİYE TA’N SEBEBLERİ


Râviye ta’n demek râviyi kusurlu görmek ve bir neyi mânen ya­
ralamak demektir. Râvinin kusurlu sayılması on sebebten birisine da-
yanır. Bunların beşi râvide bulunması gereken adaletle, diğer beşi de
zabıtla ilgilidir.

Adaletle ilgili kusurlar :

1— Râvinin kizbi: Yani, Peygamber (Sâllallahü Aleyhi ve Sel­


lem)'den buyurmadığı bir sözü kasten rivayet etmesi.
2 — Râvinin kizb ile itham edilmiş olması: Yâni bile bile Resûl-i
Ekrem adına hadis uydurma suçunu işlediği bilinmemekle beraber
yalancılık töhmeti altında bulunması.
3 — Râvinin söz ve fiillerinde din’den çıkmayı gerektirmemek
şartıyla fâsıklığının açıkça bilinmesi.
4 — Râvinin cerh ve tâdil durumunun meçhul olması.
5 — Küfrü mucib olmamak kaydtylâ, inatçılık olmaksızın ve
şüphe mahsulü olarak râvinin bid’atçı olması. Şayet râvinin itikad
ettiği bid’at kâfir olmayı gerektirirse onun rivayeti katiyyen kabul
edilmez. Meselâ: Âhirette cesedlerin haşrine inanmaması gibi. Eğer
onun bid'atı küfrü değil, fasıklığı mûcib ise mesela; kulun kendi
irâdesi altındaki fiillerinin yaratıcısı olduğunu itikad ederse onun ri­
vayeti makbuldür. Ancak yaptığı rivayet itikad ettiği bid'atı teyid eder
durumda ise; makbul sayılmaz.

Râvinin zabtı ile ilgili kusurlar:

1 — Râvinin çok yanılması.


2 — Râvinin aşırı gafleti ve dikkatsizliği. Yani bellediğini mu­
hafaza etmekten fazlası ile zuhül etmesi.
3 — Râvinin kesin bilgisi olmadan, vehim ve tereddüdü bulun­
duğu halde rivayette bulunması.
4 — Râvinin sika râvilere muhalefet etmesi, yani râvinin ken­
disinden daha sika olan râvilere muhalif rivayette bulunması.
5 — Râvinin sû-i hıfzı ve karıştırması.
Karıştırma ve yanılma hususu eğer râvide daima bulunuyorsa
onun rivayeti makbul değildir. Şayet, bü kusur, yaşlılık, zayıflık ve
kitablarınm zâyi olması gibi bir neden ile sonradan peyda olmuş ise,
bu kusur doğmadan önceki zamana ait olan hadisleri makbul sayı­
lır. Fakat ondan sonraki zamanda yaptığı rivayetler reddedilir.
XXXVIII SÜNEN*! IBN-I MÂCE TERCEMESİ VE ŞERH!

RÂVİYE TA’N SEBEBİYLE ZAYIF OLAN HADİSLER


1 — Mevzu: Hâvi tarafından bile bile uydurulan hadistir. Bu­
na «muhtelak» da denilir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in
söylemediği bir sözü ona atfederek «Peygamber böyle söyledi» demek
kadar çirkin bir iftira düşünülemez. Bu nedenle hadis uyduran müf­
terilerin kâfir-olduklarına bâzı âlimler hükmetmişlerdir. Mevzû ha­
disi rivâyet etmek ve onunla amel etmek kesinlikle haramdır,
2 — Metrûk: Yalancılıkla ithamı, aşırı galatı, fazla gafleti veyâ
açık fâsıklığı gibi bir nedenle zayıflığı hakkında icma edilen bir râ­
vinin tek başına rivâyet ettiği hadistir. î m a m S u y û t i Metrûk
hadisi böyle tarif etmiştir.
3 — Muallel : Kusurdan sâlim imiş gibi râvi tarafından nakle­
dildikten sonra yapılan araştırma neticesinde kusurlu olduğu anla­
şılan hadistir. Bundaki gizli kusur Mürsel veya munkatı' olduğu hal­
de muttasıl gibi gösterilmesi veya sika bir râvinin zayıf bir râvi ile
değiştirilmesi veyahut bir hadisin başka bir hadis’e ithal edilmesi­
dir.
4 — Müdrecü’I-İsnâd: Râvisi sikalara muhalefet ederek isnadı­
nın gelişini değiştirdiği hadistir. Bu da üç kısma ayrılır:
a) İsnadında ihtilaf* düşen bir cemâat arasında bulunan ihti­
lâfı açıklamadan râvinin tek bir isnad ile ö cemaattan rivayet ettiği
hadis.
b) Râvinin şeyhi hadis metninin bir parçasını bir isnad ile ve
kalan parçasını başka bir isnad ile rivayet etmiş iken ravi metnin
tamamım şeyhinden rivayet ederken yalnız bir isnadı zikreder.
c) Bir zat iki hadisi iki ayn sened ile rivayet eder, sonra bir
râvi her iki hadisi mezkûr senedlerden birisi ile rivayet eder. Veya­
hut bir hadisi senediyle rivayet eder de o hadis’e diğer hadisin bir
parçasını ilâve eder.
5 — Müdrecıi’l-Metn: Râvisi sikalara muhalif olarak rivayet et­
tiği hadistir. Meselâ râvi hadisin bir kelimesini açıklamak için metne
bir ilâve yapar. Fakat ilâve olduğunu belirtmez. Bunâ bir misal ve-
. relim:
Z ü h r i , Â i ş e (Radıyallâhü anha) ’dan şu hadisi rivayet et­
miştir :
** / • ' . . . > a «r- -* - - * "
'A j.* J j ^

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hıra mağarasmda ta-


hannüs ederdi. Tahannüs sayılı gecelerde ibadet etmektir.»
HADÎS ÎLMÎNE ÂtT BAZI BİLGİLER XXXIX

Burada; iAİJİ cümlesi tahannüs


✓ -
kelimesini açıklamak için hadis metnine ilâve edilmiştir, buna Müd-
rec denir.
6 ~ Maklûb: Râvisi sikalara muhalefet ederek senedinde veyâ
metninde takdim veya tehir yaptığı hadistir. Yani râvi seneddeki
bazı isimlerin yerini öne veya geriye alır. Yahut metindeki bazı ke­
limeleri öne veya geriye alır. Meselâ senedde «Mürre bin Ka’b» ye­
rine «Kâ’b b in Mürre» kullanır. Kezâ Allah Teâla’nın, âhiret günü
arşının gölgesinde gölgeleyeceği yedi sınıf müslümanlar baklandaki
E b û H ü r e y r e (Radıyallâhü anh)’in hadisinde bulunan;

V ÂJ J
" * ” f> ' > .* .>1

«. .. Yedi kişiden birisi de o adamdır ki; sadaka verirken öyle giz­


li verir ki sağ elinin verdiği sadakayı sol eli bilmez.» sözünün sonunu
1 1 ,1 » A >/. . /A - > .» -
râvîlerden birisi «Uuf“ (J-aA-» U :J u j y . . . şek­
linde rivayette bulunmakla maklûb etmiştir.
? — İsnadlan muttasıl olanda mezld : Hâvisinin, sikalara muha­
lefet ederek muttasıl senedinin herhangi bir yerine bir veya daha çok
râvi ilâve ettiği hadistir. Yani zabıt sıfatı bakımından çok kuvvetli
bir râvi muttasıl bir sened ile bir hadisi rivâyet etmiş, zabıt bakımın­
dan onun kadar kuvvetli olmayan başka bir râvi. de aynr senede bir
dis etti...» diyerek rivayette bulunur. Zabıt bakımından o râvi kadar
kuvvetli olmayan başka bir râvi ise bu nesedi şöyle zikreder:
jt jl UfA». dîlU UTA»-,; = «Bize Mâlik tahdîs etti. (O
da dedi ki) Bize Nâfi tahdîs etti (o da dedi ki) Bize İbn-i Ömer tah-
disetti...» diyerek rivayette bulunur. Zabıt bakanından ö râvi kuv­
vetli Olmayan başka bir râvi ise bu senedi şöyle zikreder :
{j\ tTjt» ll A»- l-A». düU ll A». demek suretiyle se­
nede Z u h r i ’ yi ilâve ederse onun hadisi zayıf sayılır.
8 — Muztarib i Senedinde veya metninde yâhut her ikisinde de
ihtilaf bulunan, bir birine muhalif iki rivayetten birisini tercihe ya-
nyacak bir sebep bulunmayan ve mevcut İhtilafın kaldırılması im­
kânsız plan hadistir.
Senedde ihtilaf için şöyle bir misal verelim:
XL SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE TERCEMESİ VE ŞERHİ

Meselâ: Bir Hadisin senedi şöyledir:

\f~ U,Jl_>.j ^,1 <_^.l ,jf J-cM IIju>- Jü

İkinci senedi ise şöyledir:


fi A fi«A C ^ E K .
j>l U«-X>- kX** U-G-j jJr jıl L,A>- 4*«i ( j U» A>-^JtJcJS

Metinde ihtilaf için de şöyle bir misal verelim :


«... Fatıme binti Kays (Radıyallâhü anhâ)’den rivâyet edildiğine
göre ResüluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, de­
miştir :
yj\ y » \JL>- Jlli (3 j| = «Şüphesiz malda zekâttan başka
bir hak vardır.»
Hadis, anılan F .â t i m e ’ den bu lafızla rivayet edilmiştir.
Ayrıca yine ondan şu lafızla rivayet edilmiştir:
■ JTJ S j-~ O-*" ^ ti u**-p — «Malda zekâttan başka hiç
bir hak yoktur.»
Görüldüğü gibi Hadis’in metninde ihtilaf vardır. Birisi malda
zekâttan başka bir hakkm bulunduğunu hükme bağlarken diğer
metin zekâttan başka hiç bir hakkın bulunmadığını bildiriyor. Bu
nedenle hadisçilerin bir kısmı bu hadisin «Muztarib» neviden oldu­
ğuna hükmetmiştir. Bazı hadis âlimleri ise metinler arasındaki ihti­
lafı hal ederek her ikisini de geçerli kılmak için birinci metindeki
«hak» kelimesini müstahab olan hak ve ikinci metindeki hak keli­
mesini de farz olan hak ile yorumlamışlardır. Yani malda zekâttan
başka farz olan bir hak yoktur. Fakat müstahab olan hak vardır.
9 — Musahhaf: Bir kelimesinin noktası değiştirilerek yanlış ri­
vayet edilen hadistir. Meselâ: E b û B e k i r e s - S û l l :
(Jl j-Z> (j* C :.- I üLa-» j =s «Kim Rama­
zan orucunu tutup ondan sonra da Şevval ayından 6 gün oruç tu­
tarsa...» hadisindeki t , — = «6 gün», kelimesinin noktalarını Cy .t
= «Bir şey», kelimesinin noktalan ile değiştirmiştir. Hali ile kelime­
nin mânâsı da değişmiş olur. Çünkü kelimenin mânâsı «6 gün» iken
noktalan değişince «Bir şey» yani az bir zaman, anlamı oluyor.
HADİS İLMİNE AİT BÂZI BİLGİLER XLI

10 — Muharref •. Kelimenin harekeleri değiştirilerek yanlış ri-


J
vayet olunan hadistir. Meselâ: Bir hadiste geçen lj> ) = «Übey»
kelimesi ,3 ' = «Ebi» diye okunursa bu hadis’e Muharref denir.
Kelimenin harekeleri değiştirilince mânâsı da! değişir. Nitekim bu­
rada «Übey» okununca özel isim olur «Ebî» diye okunursa mânâsı
«Benim babam» demektir.
11 — Mübhem •. Senedinde bir râvinin adı zikredilmediği için
kim olduğu meçhul bırakılarak rivayet olunan hadistir.
Meselâ: = «Zührî bir adamdan rivayet et­
li...» diye sened zikredilir. Ve bu adamın kim olduğunun hadîs imam­
larınca belirtildiği veyahut başka bir tarikten ayni hadis rivayet edi­
lirken bu adamın ismen anıldığı ifade edilir.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

A) Tarikleri İtibarı İle Hadis Çeşitleri


B) Senedin Nihayeti İtibarı İle Hadis Çeşitleri
C) Amel Edilip Edilmemesi Bakımından Makbul Hadis Çeşitleri.

A) TARİKLERİ İTİBARI İLE HADİS TAKSİMİ


1. MÜTEVÂTİR: Yalan söylemek için anlaşmaları akim ihti­
mal vermediği kalabalık bir camaatm kendileri gibi büyük bir ca-
maattan işitme ve görme gibi kesin bilgiye dayanmak sureti ile ri­
vayet ettikleri hadistir. Sahih kavle göre; kalabalık camaatm şu.
kadar kişiden ibaret olması gerekir diye bir sayı tayin edilmemiştir.
Meşhur kavle göre mütevatir hadis zarûrî ve kesin bilgi ifade eder.
Hâvisinin doğru söylediğini kesinlikle ifade ettiği için mütevatir ha­
dis en makbul hadistir.
2. HABER-IVÂHİD s Mütevatir olmayan hadistir. Bu da Meşhûr,
Aziz ve Garib olmak üzere üç kısma aynlır.
a) Meşhur: Mütavatir’in şartlarım taşımamakla beraber her
devirde en az üç râviden üç kişi rivâyet etmiştir. Her devrin râvi sa­
yısı tevatür haddini bulmamak kaydi ile üçten çok fazla da olabi­
lir. Fakat üçten eksik olamaz. Bir görüşe göre Meşhûr hadîse Müs-
tefîz de denilebilir.
b) AZİZ s Her devirde en az iki râviden iki kişinin rivâyet etti­
ği hadistir. Râvilerin sayısı bütün devirler çok bile olsa bir devirde
iki kişiye inince hadis Aziz sayılır.
XLII SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE TERCEMESÎ VE ŞERHİ

c) GARİBı Senedinin her hangi bir yerinde râvi sayısı bire


inen hadistir. Tek kalan râvi Sahâbî veya Tâbiln ise, ona ‘MUTLAK
GARÎB* dentr. Bunlardan başka râvi tek kalmış ise hadise ‘NİSBÎ GA-
BlB• adı verilir. Garib hadise ‘FERD’ de denilir.

MÜTÂBA, MÜTÂBt VE ŞÂHİD


‘NisbiGarib, nev’inden olan bir hadisin tek kalan râvisine baş­
ka bir râvinin muvafakat ederek aynî sahabiye varıncaya kadar ri­
vayette bulunması halinde hadis, Garîb olmaktan çıkarak Aziz nev’i-
nş yükselir. Nisbî Garîb olduğu sanılana ‘Mutâba, ve onu kuvvetlen­
direne ‘Mütabi, denir. Buna şöyle bir misâl verelim:
İ m a m Ş â f i i , El-Üm’de Mâlik’ten, o da Abdullah bin Di­
nar’dan o da .Jbtt-i Ömer (Radiyallahü anhüm) ’den rivayet ettiğine
göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Ay 29 gündür. Hi-
lâlı görmedikçe ramazan oracunâ başlamayın ve iftar ( = Bayram)
etmeyin. Eğer hava bulutlu olursa süreyi 30 güne tamamlayınız»
buyurmuştur.
Bazı âlimler Hadisin:
o ü * # V j J i ı’3 r b fıkrasını rivâyet
etmek husûsunda Ş a f i i ’ nin yalnız kaldığım ve ondan başka
kimsenin bu fıkrayı M â l i k ’ den rivayet etmediğini sanarak hadi-
1 e m e ’ nin de aynı fıkrayı M â l i k ’ ten rivayet ettiği. BuhaıT-
de ifade edilmiştir. Böylece Ş â f i i'nin hadisine «Mütâba’» ve
A b d u l l a h b i n M e s 1 e m e ’ ninkine ‘Mütabi’, denilir.
«Nisbî Garîb, kendisine lafız ve mâna bakımından veyâ yalnız
mânâca benziyen ve lâkin başka bir Sahâbîden rivâyet edilen ha­
dise «Şâhid» denilir. Şâhid üe kuvvetlenen badis de Garib olmaktan
kurtulur.

HABEBrt VÂHİD MAKBUL MU ?


Haber-i Âhâd de denilen bu nevi hadislerin delil saydabilmesi
için râvîlerinin hallerini araştırıp incelemek gerekir. Eğer râvilerin
hepsinin doğru* söylemiş olmadan ciheti kuvvetli ve rûchanh olursa
hadîs makbul saydır. Yani Cumhûra göre dnuiıla amel etmek zorun­
ludur.

Makbül olan hadisler 4 kısımdır:


i' Sahih li zâtih
2. Sahih li gayrih
HADİS İLMİNE ÂİT BÂZI BİLGİLER XLIII

3. Hasen li zâtih
4. Hasen li gayrih
Bu kısımlar hakkında Sahih ve Hasen hadîsler bahsinde kısa
bilgi verildi. Oraya bakılabilir.
Eğer Haber i Vâhid’in râvilerinin doğru söylemiş olmaları cihe­
ti ağır basmazsa hadis merdud ve zayıf sayıhr. Yani cumhura göre
onunla amel edilemez.
Bir hadisin merdud veya zayıf sayılmasını gerektiren sebebler
ve bu nevi hadisin kısımları da zayıf hadisler bahsinde gösterildi. Tek­
rarlamaya hacet yoktur.

B) SENEDİN NİHAYETİ İTİBARI İLE HADlS ÇEŞİTLERİ

1. Merfu* i Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e sarahaten


veya hükmen izâfe edilen kavil, fiil, takrir ve sifatmı ifade eden ha­
distir. Sarahaten ifade: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu veya böyle yaptı,.,* gibi tabirlerdir. Hükmen ifade ise,
sahibinin: «Peygamber bize şunu emretti veya bunu yasakladı ya­
hut mubah kildi...» gibi ifadelerdir.
Bir hadisin Merfû’ sayılması için Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)’e sahabi tarafından izafe edilmesi şart değildir. Tabiî ve­
ya daha aşağı tabakalardan bir zâtm«Peygamber, böyle buyurdu ve­
ya şöyle yaptı.» gibi bir sözle rivayet ettiği hadis Merfû’ sayılır. Bu
duruma göre Mürsel, Mu’daL Münkati ve Muallak hadisler, Merfû’
hadisin tarifine girer. Fakat Mevkuf ve Maktu’ hadisler girmez.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)’e izafe edilen kavil ve
fiil mahiyetindeki merfû’ hadis: «Peygamber (SaUaUahü Aleyhi ve
SeUem) şöyle buyurdu veya şu işi böyle yaptı.» şeklinde olabilir.
Peygamber’in huzürunda Sahâbî’nin bir şey yapıp Peygamber’in
sükut etmesi takrir mahiyetindeki Merfu’ hadis için misal olabilir.
Sıfata d a : «Besûl-i Ekrem halim, kerim idi» cümlesi örnek olarak
gösterilebilir.
2. Mevkuf: Sahâbî’nin kavil, fiil, takrir ve sifatmı muttasıl ve­
ya munkatı’ olarak ifade eden hadistir.
3. Maktu’ s Tabii veyâ daha aşağı tabakalardaki bir zatm. ka­
vil, fiti ve takririni ifade eden hadistir. Buna ve ıtievkûf kısmına ha­
dis demek bir müsamahadır. Aslında bunlar hadis değildir.
XLIV SÜNEN-I İBN-İ MÂCE TERCEMESİ VE ŞERHİ

önemli Bir Husûs


Bir Sahâbi; «Biz şunu söylerdik» veyâ «Biz şöyle yapardık» ve­
yahut «Bis bunda bir sakınca görmezdik» dediği zaman cumhurun
görüşü şudur :
Eğer sahâbi, yukardaki sözünü Resûl-i Ekrem'in zamanına izafe
etmezse onun sözü mevkûf hadis çeşidindendir. Merfû' sayılamaz.
Fakat anlattığını, onun zamanına atfederek meselâ: «Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken (veyâhut) aramızda
iken...» söylerse onun sözü Merfû’ hadis sayılır.
Bir Sahâbi: «Bununla emrolunduk, şundan menedildik, falan iş
sünnettendir» derse bu söz sahih kavle göre merfû’ saydır,

C) AMEL EDİLİP EDİLMEMESİ BAKIMINDAN MAKBUL


HADİS ÇEŞİTLERİ
Yukarda anlatılan mütevâtir hadislerin hepsi makbuldür. Âhâd
hadislerinin bir kısmı makbûl, bir kısmı ise merdud ve zayıftır. Mer-
dutluğun sebebi ya seneddeki kopukluk ya da râvideki ta’ndır. Mer-
dûd olan hiç bir hadîsle amel edilmez. Makbûl hadislerle genellikle
amel edilir. Bâzen de amel edilmez. Bu bakımdan makbûl hadisler,
kendileriyle amel ,edilen ve edilmeyen olmak üzere ikiye aynlır. Ma-
mulü’n-bih olan ( = kendisi ile amel edilen) kısım : Muhkem, Muh-
telifü’l-hadis, Nâsıh ve Racih diye çeşitlere ayrılır. Mamulü’n-bih ol­
mayan ( = kendisi ile amel edilmeyen) kısım da: Mensûfa, Mercûh
ve Mütevakkaf fib çeşitlerine bölünür.

Kendisi İle Amel Edilen Makbul Hadis Çeşitleri ı


1 — Muhkem: Muânzı olmayan makbûl hadistir.
2 — Muhtelifü’l-Hadis s Kuvvet bakımından birbirine denk iki
makbul hadis arasmda bulunan çelişki, güçlük çekilmeden kaldırıl­
mak suretiyle her ikisinin işlerliği sağlanırsa; bu tür hadislere Muh­
telifü’l-hadis denir. Buna misâl olarak şu iki hadîsi verelim :
a) “Câbir (Radiyallahü anh) 'den rivayet edildiğine göre Resû­
lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Hiç bir hastalığın bulaşması
yoktur...» buyurmuştur.” Bu hadisi A h m e d ve M u s l i n i ri­
vayet etmiştir.
b) “Ebû Hüreyre (Radiyallahü anh)’den rivayet edildiğine gö­
re Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Arslandan kaçtı­
ğın gibi cüzzamlı kişiden kaç,» buyurmuştur.” Bu hadisi de B u h a -
r i rivayet etmiştir.
HADÎS İLMÎNE AİT BAZI BİLGİLER XLV

Bu iki hadis arasmda zahiren çelişki vardır. Fakat şöyle yorum


yapılmak suretiyle görülen çelişki giderilmiştir.
Hastalıklar tabiatları itibarı ile bulaşıcı değildir. Ancak Allah
Teâlâ hasta ile ihtilat etmeyi hastalığın sağlam, adama bulaşmasına
sebep kılmıştır.
Şöyle de yorum yapılmıştır: İlk hadis itikadı çok kâmil olan için­
dir. İkinci hadis ise itikadı böyle olmayan hakkındadır.
3 — Nâsih: Makbûl iki hadis arasmda mevcût çelişkinin kaldı­
rılması mümkün olmayıp tarihleri de mâlum ise; sonradan buyuru­
lan hadis’e nâsih denir. Buna da misâl verelim:
a) “Sevbân (Radiyallahü anh)'den rivayet edildiğine göre Re­
sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: «Hacamet
yapan ve yaptıranın orucu bozulur.»”
Bu hadis, A h m e d , İ b n - i M â c e h , E b û D â v û d ,
N e s â i , İ b n - i H i b b â n tarafından rivayet edilmiş sahih ve
mütevatirdir.
b) “tbn-i Abbâs (Radiyallahü anhümâ) ‘den rivayet edildiğine
göre şöyle söylemiştir: «Nebi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ihram­
da İken hacametlendi, oruçlu iken de hacametlendi.»”
Bu hadis de B u h â r i , M ü s l i m , E b û D â v û d ve
T i r m i z i tarafından rivayet edilmiştir, T i r m i z i hadisin sa­
hihliğini de belirtmiştir.
Ş â f i i : İkinci hadisin birinci hadîsi neshettiğini, zira birinci
hadisin hicretin sekizinci yılı, ikinci hadisin ise onuncu yılı buyu-
rulduğunu beyan etmiştir.
4 — Râcih: Makbul iki hadis arasındaki çelişkinin Icaldınlma-
sı mümkün olmaz ve tarihleri de malûm değil ise, birisinin râvisinin
daha fazla sika ve senedlerinin çok oluşu gibi tercih sebepleri ile
birisini tercih etmek mümkün ise tercih edilen hadise «Râcih» de­
nilir.
Kendisiyle Amel Edilmeyen Makbul Hadis Çeşitleri ı
1. Mensûh » Makbûl iki hadis arasındaki çelişkinin kaldırılması
mümkün olmayıp tarihleri de malûm ise önce buyurulmuş olan ha-
dîs’e «Mensuh» denilir. Diğerine de Nâsih denildiğini yukarda belirt­
miş idik.
2. Mercüh; Söz konusu çelişkinin kaldırılması mümkün olma­
yıp, tarihleri de meçhul ise de tercih sebepleri ile birisi daha kuv­
XliVI SÜNEN-İ İBN-İ MACE TERCEMESİ VE ŞERHİ

vetli olduğu takdirde, tercih edilmeyen hadis’e mercûh denilir. Di­


ğerine de Râdh ismi verilir.
3. Müievakkaf fih : İkinci maddede anlatılan iM. hadisten her
hangi birisim tercih edici bir sebep bulunmadığı takdirde bu tür ha­
dislere Mütevakkaf Fih denilir. Yani iki hadisle de amel edilmez va
tavakkuf edilir (durulur).

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

DİĞER BÂZI ISTILAHLAR VE BİLGİLER


Mahfuz, Şaz, Maruf ve Münker Tabirleri s
1. Mahfuz t Çok sika olan râvinin kendisi kadar sika olmayan
râviye muhalif olarak rivayet ettiği ve bulunan ihtilafın kaldırılma­
sı mümkün olmayan hadistir.
2. Şaz > Mahfuz olan hadîsin karşıtıdır. Yani makbul olan râ­
vinin kendisinden daha makbul râviye muhalif olarak rivayet ediği
hadistir.
3. Maruf: Sika olan râvinin zayıf olan raviye muhalif olarak
rivayet ettiği hadîstir.
4. Münker: Zayıf olan râvinin sika oldn râviye muhalif olarak
rivayet ettiği hadistir. Muhalif olsun olmasın zayıf olan râvinin tek
başına rivayet ettiği hadise de Münker denilir.

HASEN - SAHİH TABİRİ


Bâzen bir hadisin durumunu açıklamak için hadisçiler butabi-
ri kullanırlar. Sebebi de şudur: O hadisin iki isnadı vardır. Birisi
Hasen diğeri de Sahihtir. Hal böyle olunca; bu hadis sahih hadisten
daha kuvvetli olur. Çünkü sahih hadisin bir tane sahih senedi var­
dır. Bununki ise birisi sahih ve diğeri hasen olmak üzere iki senedi
vardır.
Bâzen de hakkında hu tabir kullanılan hadisin bir senedi bulu­
nur. O senedin sahih veya hasen olduğu hususunda hadisçinin te­
reddüdü olduğu için bu tabiri kullanır. Bu takdirde hadisin kuVveti
sahîh hadisin kuvvetinden azdır.
Sahihlik ve Hasenlik hususunda sened ile metin arasında bir bağ­
lılık yoktur. Zira bazen bir sened zayıf olur. Fakat o senede bağlı me­
tin, başka bir sahih tarîk ile rivayet olunmak, suretiyle sahih olur.
Kezâ bazen sened sahih veya hasen dur. Fakat Şazlık veya zayıf­
latıcı başka nedenle metin zayıf olabilir.
HADİS İLMİNE! ÂİT BÂZI BİLGİLER 3ÇLVII

SENEDLERİN KISALTMA İŞARETLERİ

Hadîsçiler, senedleri yazarken = «Bize hadis


nakletti.» kelimelerini kısaltarak birincisinden \Ş
yı yazarlar, Ba-
I•*
zen de yı yazarlar. İkinci kelimeden de yalnız g t yi yazarlar.
Hadisin iki veyâ daha çok isnadı bulunduğu Zaman, bir isnaddan
diğer İsımda geçtiklerinde Q harfini yazarlar. Bu harf tahaVvül-
den alınmadır. İsnadın tahavvül ettiğini ( = değiştiğini) ifâde eder.
Okuyucu bu harfe vardığı zaman «ha» diyerek okumasına devam
eder.
Hadis hafızlarından bir cemaat bu harf yerine kelimesini
kullanmışlardır. Bu kelimenin mânası.- «Sağlamdır. Yani birinci is-
nad tamdır. Ondan bir şey düşmemiştir.
Hadîsçiler bu işaretleri kullanmayı itiyad etmişlerdir.

HADİS YAZAR VE OKUYUCUSUNUN


DİKKAT EDECEĞİ BİR HUSUS

Hadis yazıcısı «Allah» Teâlâ lafzını yazarken saygı ve ta’zimi ifa­


de eden ‘Teâlâ,veya (Azze ve Celle), yâhut ‘Sübhânehu ve Taâlâ, ve
benzeri bir cümleyi kullanması müstahabdır,
Kezâ Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ye Sellem)T anarken O’na
Salât ve Selâm cümlesini tam olarak yazması müstahabdır. İşaretle
yetinmemelidir.
Sahâbileri anarken de (Radiyallahü anh), ve Sahâbi oğlu sa-
hâbîyi zikrederken (Radiyallahü anhüma) cümlesini yazması müs-
tahabdır. Tabiilerden ve şâir âlimlerden birisini andığı zaman (Ra-
dıyallahuanh) yeyâ: (RahimehüÛah) , diye yazmahdır.
Hadis yazıcısı hadisi naklettiği kitahta bu cümleler yazılı olma­
sa bile bunları yazmahdır. Çünkü bu bir duadır. Rivayette bulun­
mayan bir şeyi ilâve etmek anlamını taşımaz.
Hadis okuyucusu da aynı şeylere riâyet etmeli ve bu dualar kitah­
ta yazılı olmasa bile okumalıdır.
Bu dualardan gâfil olanlar yüce bir hayırdan mahrum kalır ve
koca bir fazileti kaçırmış olur.
XLVIII SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE TERCEMESÎ VE ŞERHİ

HADÎSİ MÂNA İTİBARİ İLE NAKLETMEK


RAvI, Hadislerin lafızlarım ve kasdedilen mânâyı kesin bilmedi­
ği takdirde mânâ itibarı ile hadisi nakletmesi âlimlerin ittifakı ile
yasaktır. Hadisi ayni lafızlarla nakletmesi zorunludur. Bildiği tak­
dirde bile, hadisçiler, Fıkıhçılar ve Usul-u Fıkıhçılardan birer ce­
mâat, mânâ itiban ile nakletmeyi câiz görmemiştir. Hadis ister Pey­
gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e âit olsun İster Sahâbi’ye âit
olsun farketmez. Bu ilim dallarındaki bazı âlimler ise: «Resûl-i Ek­
rem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’e âit olan hadislerde câiz değil,
diğerlerinde câizdir» demişlerdir.

Hadis, Fıkıh ve Usûl-u Fıkıh âlimlerinin Cumhuruna göre hadis­


lerin lafızlarım ve kasdedilen mânâyı bilen kimselerin gerek Peygam­
ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e âit ve gerekse Sahâbîlere âit ha­
disleri mânâ itibariyle rivâyet etmelerini câiz görmüşlerdir. Yeterki
mânâyı tam İfade ettiğine kanaat etsin.

N e v e v i şöyle der• «Sahâbllerin ve onlardan sonra gelenle­


rin (Radıyallâhü anhüm) ahvalinin delâlet ettiği doğru görüş bu­
dur. Çünkü onlar ayni hükmü ifade eden bir hadisi muhtelif lafız­
larla rivâyet ederlerdi.
Yukarda verilen tafsilat, kitablarda yazılı olan hadislerin nak­
line âit değildir. Çünkü teliflerde yazılı hadisleri mânâya hâlel gel-
miyecek şekilde bile değiştirmek câiz değildir. Şayet râvi kitabta ke­
sin bir hataya rastlarsa cumhûrun tasvip ettiği durum budur. Râvi
doğrusunu rivâyet eder. Fakat kitaptakini değiştirmez. Ancak hata­
nın vuku bulduğu sahifenin kenarına not yazarak durumu bildirir.

Mukaddimenin hazarlanmasmda faydalanılan kitapları

KitâbınAdı_________________ Müellifi
Nuhbetü’l-Fiker Hâfız İbn-i Hacer-i Askalâni
» Şerhi »• »
Sahih-i Müslim’in Şerhi İmam-ı Nevevi
Sünen-i Ebû Dâvûd’un Şerhi Mahmud Muhammed
El-Menhelü'l-Azbü’l-Mevrûd Hattâb es-Şübkî
METNE
CİLT: 1
( u r «-51
' / *L«.w* jy I * )

9' 1' *
t v 1 ♦

M U K A D D İ M E

'«1
y ^1

,( a^ s-j 4 b J ? )

Rahman ve Rahim okra Allah'm adıyla


Salât ve selâm Efendimiz Hz, Muhammed’e, Aline, Ashâbma ve
sevenlerine olsun.
^4* <ı' J # d) (Jf j al*» ^Lt ı—
I — RESÛLULLAH (SALLALLAHÜ ALEYHİ VE SELLEM)’İN
SÜNNETİNE ÎTTÎBA’ ETMENİN GEREKLİLİĞİNE DAİR
VARİD OLAN HADİSLER BABI

SÜNNET, Arab dilinde yol tabiat sîret gibi mânâlara gelir. Bu­
rada ise şu iki İstılah! mânâya muhtemeldir:
1. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in gittiği yol. Bu
yol din yolu olduğuna göre Sünnet, gerek Kur’an-ı Kerim’le ve ge­
rekse Hadis-i Şeriflerle sâbit olan tüm Şer’i hükümlerin gösterdiği
yol olmuş olur. Bu mânâda Sünnet’e ittiba, bu yolu izlemek ve on­
dan sapmamaya dikkat etmek demektir.
SÜNEN-İ İBN-1 MÂCE

2. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selleml’in akvalî(sözleri),


efali (işledikleri) ve takribi (gördüğü veya duyduğu bir duruma kar­
şı susması) nm tümü anfarrunaclır.
Bilindiği gibi EdiUe-İ Şer’îyye (Şer'-i Şerif kaynaklan), Kitab,
Sünnet, tema* ve Kiyâs-ı Fukaha olmak üzere dörttür. SÜNNET ke­
limesi burada Şer’i delil mânâsında kullanılmış olur. SÜNNETE İT-
TÎBA’ da farz, vâcib, sünnet, mübah, haram ve mekruh gibi mükel­
lefin fiillerine medar olan Şer'î hükümlerin müktazası ile amel et­
mek mânâsına gelir.

Bu bahta geçen hadîsler, SÜNNET kelimesinin her iki mânâsı­


na uygundur. Yalnız i l numaralı hadis ve onun sonunda .Resûlul-
lâh (Sallallahü Aleyhi ye Sellem) tarafından okunduğu rivayet edi­
len E n ’ a m suresinin 153’üncü âyeti ilk mânâya dahamuvâfık olur.

SÜNNET kelimesi ister tüm dini hükümler, ister Şer’i delillerin


biri olarak alınmış olsun, sahih hadislerin tesbiti yolunda ele alı­
nan bir Öadis kitabına SÜNNETE İTTtBA BABI ile başlamış olması
cidden çok yerinde ve güzel bir iştir.

Bu bâbın SÜNNET kelimesinin ikinci mânâsı ile olan yakın mü­


nâsebetiizahtan Varestedir, îlk mânâsı ile olan yakuı alâkasına ge­
lince, gerek Kitâb ve gerekse Hadisle sâbit olma bütün Şer’î hüküm­
leri öğrenmek isteyenler, hadislere muhtaçtır.-. Zira hadisler, Kitab’ın
açıklaması durumundadır, denilebilir. Aşağıdaki Nazm-ı Çelil bü
gerçeği ifâde eder.

«... ve sana da Kur’an’ı indirdik ki, kendilerine indirilmiş olan


emir ve nehiyleri insanlara açıkça anlatasın...» (Nahil 44)

Görüldüğü gibi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’bı KurV


ân-ı Kerîm'de bulunan bir kışım mücmel âyetlerin hükümlerini be­
yan etmek. ve açıklamakla görevli olduğa* bu âyet-i celile ile anlaşı­
lıyor. Bu itibarla hadisler, Kitab'm bazı mücmel hükümlerin izah ve
tefsiri durumundadır. Bu nedenle Kitab, Şer’i hükümlerin kaynağı
olarak, yeterdir, Şünnet-i Nebeviyye kaynağına ihtiyaç yöktûr», de­
nemez. Mukaddime’nin ikinci babında bu konuya geniş yet* verildi­
ği için burada kısakeselim.
Bab: 1 MUKADDİME 7

‘3 ^ 4 ,' o* ‘ L* : *$*' S J Z -*S ~ ^

p^—^zr • *J^»i ^ '£ —>y\ ^ » : Hi§> t)ji-j 3^ : < *JL3* tJ.! İ>ft

T ERCE MES Î ‘ *
1) ... Ebû Hüreyre (RadiyaUahu anh)'âen:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Settem)'in şöyle buyurduğu rivayet edil­
miştir :
«Size ne emrettimse onu alınız 1= ona sanlınız) ve sizi neden
nehiy ettimse ondan vazgeçiniz.»

Î ZAHI
Bazı hadis âlimleri, «burada geçen emir’den maksad, yapılması
mecburî olan farz ve vâciblerdir. Mecbûri olmamakla beraber yapü-
ması mükâfata vesile olan ve mendûp diye tabir edilen ibadetlere
şümulu yoktur. Kezâ, hadiste geçen nehiy ile de haram kılman şey­
ler kasdedilmiş olup mekrûhu kapsamıyor.» demişler ise de mute-
med olan kavle göre emir ve nehiy kelimeleri umumî mânâda kul­
lanılmıştır. Dolayisı ile emir, mendubü, nehiy de mekrûhu içine
alır.
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in hadisteki muhâtab-
lan muayyen zatlar ise de bu gibi hükümleri belirli muhatablara in­
hisar etmeyip tüm mükelleflere yönelik olduğu hususunda âlimler it­
tifak halindedirler.
Bu hadis-i şerif H a ş i r suresinin 7’nci ayetinde geçen aşağıdaki
îlâhi nazmın tefsiri gibidir.

... ı y s ü ' « s . u / v ^ V f m -*
= «...ve size Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) — mal
vesaireden— ne verirse onu alınız ve sizi O Peygamber neden menet­
ti ise hemen ona son veriniz...»

Ebu Hüreyre (R .A .)’ın Hal Tercemesi


Ebu Hüreyre’nin meşhur adı Abdurrahman b. Sahr’dır. Eski ismi Abdu Şems
idi. Hesûlulah (S.A.V.) tarafından Abdurrahman adı takıldı. İbn4 Hacer’in el-îsa-
be fi Temyiz-iş’s-Sahabe adh kitabmda çeşitli Mtablardan naklen beyan ettiğine
göre hem Ebû Hüreyre hem de pederinin adı hakkında çok ihtilaf vardır. Ebû
Hüreyre {kediciğin babası) lakabı ya Resûlullah veya ailesi tarafından ona takıl­
mıştır.
(Devamı...... 8.ci sahifede)
8 SÜNEN-İ İBN-1 MÂCE

TERCE M E S t
2) ... Ebû Hüreyre (Radtyallaku anh)’den:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'ın şöyle buyurduğu rivayet edil­
miştir :
«Ben size bir şey teklif etmedikçe ve sizi bıraktıkça siz de beni
bırakınız ( = bana soru sormayınız). Çünkü sizden önceki (ümmet)
ler, lüzumsuz yere Peygamberlerine çok soru sormaları, sonra da on­
lara muhalefet etmeleri yüzünden helak oldular. Bunun için ben si­
ze bir şey emrettiğim zaman ondan gücünüzün yettiğini yapınız ve
Sizi bir şeyden nehiy ettiğim zaman ona son veriniz.»
Ebû Hüreyre ......... .............. .......... .... (Baştarafı 7.ci sahifede)
Ebû Hüreyre, Yemen’den gelerek Hayber fethi esnasında peygamberi ziya­
ret edip müslümanlığı' kabul etmiştir. Ehl-i Suffe’ye ilhak edilerek peygamber
(S.A.V.)’den ilim ve irfân almaya başlamıştır. Maddi sıkıntı ve açlığın en şid­
detti Iztirablarma dayanmış da Suffe’den aynlmayı düşünmemiştir. Resûlullah
(S-A.V.)’den feyiz almak onun büyük emeli olduğu için 0*ndan hiç ayrılmamıştır.
Bu sebeple kendisinin malumatı nadir zatlarda bulunabilir. Resûlullah (S.A.V.)’-
den çok hadis rivayet etmiştir. Ayrıca Ebû Bekir, Ömer, Übeyy b. KâT) (R .A.)
gibi ileri gelen Ashab’tan ilim almıştır. Kuvvetli hafızası sayesinde aldığı ilmi tu­
tarak aynen rivâyet etmiştir. O ’nun bu dehâ hafızası dolayısıyla TAB AK AT sahip­
leri ona, «ilim hâzineleri» anlamına gelen «Ev’iyetü’l-tlim» demişlerdir. Muhtelif ki-
tablarda anlatıldığına göre kendisi şöyle söylemiştir:
«Ben Peygamber (S.A.V.)’den iki kab dolusu ilim aldım. Bunlardan birisini
halk arasım yaydım, ö b ü r kabdakini de neşretmiş olsaydım benim boynumu vu­
rurdunuz.»
Ebû Hüreyrelıin sade hayatı, üstün takvası ve zahidliği meşhurdur. Kadın­
lar için altın zinet eşyasını kullanmak mübah olduğu halde kızım bundan men­
ettiği bir vâkıadır.
Muâviye (R .A .) zamanında iki defa Medine valiliğine atanmıştır. Son valili­
ği esnasında Ebû Hüreyre .(R A .) dağa çıkıp topladığı odunu mübarek sırtında
taşıyarak Medine çarşısına getirmiştir' Muasır valilerin bir kısmının muhteşem
hayatlarım, kendi yaşantısı ile yermiştir. O, bizzat odun taşır, çarşıda satarak ge­
çimini sağlar ve kazancının bir kısmım da sadakaya ayırırdı. Vâli olmadan önce­
ki hayatı ile vâli olduktan sonraki hayatı arasında bir farklılık görülmezdi.
Hicrî 56-58 sıralarında vefat ettiği mervîdir. (B a k : Hafız Zehebî’nin Tezkire-
tü’i-Huffaz c. I, s. 32 Mekke-h. 1374)
Bab: 1 MUKADDİME 9

İ Z A HI
Hadiste geçen «Ben sizi bıraktıkça siz de beni bırakın» cümlesin­
den maksad, her hangi bir kayıtla kayıtlanmamış ve mutlak ola­
rak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından bildirilen
emir ve yasakların kayıtlanması için O’na müracaat edilmemesidir.
İlk bakışta sanıldığı gibi Peygamber’e ilmi mes’elelerin sorulması ya­
saklanmıyor. Nitekim Sahih-i Müslim’in «Babu Farzi’l-Hacci Merre-
ten Fi’l-Ömri» babında ve Sahih-i Buharî’nin «El-İ’tisam» kitabında
E b û H ü r e y r e (Radiyallahü anh) ’den naklettikleri bu hadis-i
şerif daha tafsilatlıdır. Mufassal olan metnin baş kısmı hadis’in mak­
sadını açıklığa kavuşturuyor. Şöyle k i:
B u h a r i ve M ü s l i m ’desahih senedleri ile E b û H ü r e y r e
(Radiyallahü Anh)'den: Kendisinin şöyle söylediği rivayet edilmiş­
tir.
«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize irau buyurduğu
bir vaazda:

«Ey Nas! Allah Taâlâ üzerinize haccı farz kıldı. Hac ibadetini ifa
ediniz.» buyurdu. Bir sahabl (1)

K â ’ b e ’ y i hac etme farziyeti her yıl için mi? diye sordu.


Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu soruyu cevaplan­
dırmadı. Adam sorusunu iki kere daha tekrarladı. Üçüncü defa sor­
duktan sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Hayır, her yıl için farz değildir. Eğer ben (bu soruya cevaben)
evet deseydim her yıl hac etmek farz olurdu. Farz olunca da her se­
ne hac etmeye gücünüz yetmeyecekti. Ben sizi kendi halinize bırak­
tığım müddetçe siz de beni kendi halime bırakın. Sizden evvel gelen­
ler, hep soru sormaları ve netice itibariyle Peygamberlerine muhale­
fet etmeleri sebebiyle helâk oldular. Size bir şey emrettiğim raman
ondan gücünüzün yettiği miktarı yerine getirin. Sizi bir şeyden ne­
hiy ettiğim vakit de ondan sakınınız.» Buyurdular.

T i r m i z i ’ nin «Babu kem farzü’l-Hac» bölümünde ve İ b n - i


M a c e h ’ in «Babu Farzi’l-Hac» babında (2884 sayılı sırada) aldığı
hadis-i şerif’in Hz. A l i (Radiyallahü anh)’den rivayetleri şöyle­
dir : Hz. A 1 i buyurdu ki .•

(1 ) Süraka b. Malik’tir. Bazı âlimlere göre el-Akra’ b. Hâbıs’tır. <Bak : Bu


hart ve Müslim şerhleri.)
10 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

V /*- ^< ? ı V ^b* *'' V^**z' ^ cP-* «'*■«'*j


«Oraya yol bulabilen insanlara, Allah için Kâ’be’yi haccetmek
gereklidir...» (Al-i îmran 97)
âyeti nazil olup Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafmdan
tebliğ edilince Ashab-ı Kiram:
— Yâ Resûlullah, her yıl mı? hac yapmak farz kılındı! diye sor­
dular. Resûlullah sustu. Ashab sorularını tekrarladılar, Resûlullah
(SaUaUahü Aleyhi-ve Sellem) :
«Hayır, her sene değil. Fakat ben evet diye cevap verseydin» ger­
çekten her sene hac etmek gerekirdi.» büyürdü. Bunun üzrine şu
ayet indi:

A^\ l 'j l & J V Ij U V jÜ Ç j ı

'i ı 0Î > % '

çS j>- j jJ u i <ü)lJ

= «Ey iman edenleri öyle şeyleri sormayın ki, eğer size açık­
lanırsa sizi üzer ve eğer siz Kur’an indirildiği sırada sorarsanız on­
lar size açıklanır. Allah Taâlâ onlan af etmiştir. Allah gafur ve ha­
limdir.» (Maide 101)
Hadis-i Şerifin:
«Size bir şey emrettiğim zsunan ondan gücünüzün yettiği mik­
tarı yapınız» kısmım biraz açıklayalım:
Bu emir, önemli İslâm kaidelerinden olup içine sayısız hüküm­
ler girer. Meselâ: Bütün şart ve rükünlerine riayet edilmek.sure­
tiyle yapılması emredilen namazın bazı rükünlerine veya bir kısım
şartlarına gücü yetmeyen mükellef, gücünün dahilindeki şart ve rü­
künlerle namazım kılmakla yükümlüdür. Gücünün yetmediği rü­
kün ye şartlan yerine getirmekle me’mur değildir. Kıyam
( = ayakta durmak) namazın bir rüknüdür. Kollan yıkamak
abdestin bir rüknüdür. Ayakta duramayan veya kollan ke­
silmiş olan kişi bu rükünlerle yükümlü değildir. Çünkü buna
gücü yetmez. Verdiğimiz örneğe benzer binlerce şer’î mes’ele hadi-
sin bu genel kaidesiyle çözülür. Bu hadis; U <üs! t

= «Gücünüz yettiği nisbette Allah’tan ittika edin...» (Teğabün 16)


ayetinin bir nevi tefsiri gibidir. Zaten Cenâb-ı Hak kuluna gücünün
yettnedği şeyleri teklif etmediğini ve dinde güçlüğe yer vermediği­
ni aşağıdaki âyetlerde beyan buyurmuştur:
Bab : 1 MUKADDİME 11

ı ' v ı C _£ "a v = «Allah Taâlâ hiç kimseye


g&cünttn yetmediği bir şey teklif etm ez...» (Bakam 2861

^ Uj =s «Ve sizin üze­

rinize dinde her hangi bir güçlük kılmadı...» (Hac ‘Tül


Hadis-i Şerifin:
«Sizi U r şeyden nehiy ettiğim zaman ondan vazgeçin, yapma­
yın» ifadesi gücün yetmesiyle kayıtlanmamıştır. Çünkü bir şeyi yap­
mak gücün dışında kalabilir ise de yapmamak öyle değildir. Bir şe­
yi bırakmak ona yanaşmamak ve ondan sakınmak insan gücünün
dahilindedir. Ancak zarûret hâlinde murdarın etini yemek, tazyik
ve tehdid altında küfrü mucip söz söylemek veya içki içmek gibi
hususlar, bu şartlar altında olunca yasaklanmış menhiyyattan sayıl­
mazlar.

if - * cf jO *2 ‘ 4 J*.- ~ f

(3 ’aÛ *y« D Ş ş 3^ ' 3^ « *Jl3 * ^ ‘

. *» 3jü\ ir ii*

T E R C E ME S İ

3) ... Ebû Hüreyre ( Radiyallahü anh)’den yapılan rivayete göre Resû­


lullah (SaÜdlahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki:
«Her kim bana itaat ederse hakikatta Allah’a itaat etmiş olur
ve her kim bana isyan ederse gerçekten Allah’a isyan etmiş olur...»
Not : Bu hadis-i şerif Süıah-ı Sitte yazarlarından yalnız îbn-i Maceh’in ri­
vayet ettiği kısımdandır.

tZ A H I

Bu hadis-i şerifde Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’e


itaat, Allah’a itaat ve O’na isyan Allah’a isyan sayılmıştır. Çünkü
Peygamber, Allah’dan aldığı emirleri halka tebliğ etmeye me’mur-
12 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

dur. Onun tebliğ ettiği hususlarda O'na itaat edenler, aslında hakiki
âmir olan Allah’a itaat etmiş olur. İsyan bakımından da durum ay­
nıdır Bu hadis, N i s a suresinin aşağıda yazılı 80. ayetinin meâlini ih­
tiva eder. Ancak şu fark var ki ayet-i kerime Resûlullah’a isyan eden
kişilerin mâsiyetlerinden doğan vebalinin tamamen kendilerine
ait olduğu ve bundan dolayı Resûlullah için her hangi bir sorumlu­
luğun bahis konusu olmadığı, zira onun görevinin halkı günah işle­
mekten korumak olmadığı ve ona düşen hizmetin sadece Allah’ın
emirlerini tebliğ etmek olduğu durumunu bildirmek amacım taşıyor.

j\ £j~*3 *C2_S t i £ _ J a j

= «Her kim Peygambere itaat ederse muhakkak Allah Ta&la’ya


itaat etmiş olur ve her kim yüz çevirirse — aldırma,— Çünkü seni
onlann üzerine (günahlardan) koruyucu olarak göndermedik.»
Âyet-i Celilenin meâlini yukarıdaki hadis-i şerifin tercemesiyle
karşılaştırdığımız zaman aralarındaki yakın münasebetleri görmek
mümkündür. Biz burada ayeti celilenin izahına girmiyeceğiz. Yal­
nız bir noktayı belirtmek lüzumunu hissediyorum. O da şudur:
Ayet-i Kerîme’de:
«Her kim yüz çevirirse ey Resûl! sana uymaktan i’raz ederse al­
dırma. O, seni mahzun etmesin.» anlamım ifade eden İlâhî emir tef­
sir kitablannda beyan edildiği vechiyle cihadın farz kılınmasından
öncedir. Bilâhare inen cihad ayetleriyle bu tip insanlarla mücadele
ve savaşma emri verilmiştir.

T E R C E ME S İ

4) ... Ebû Ca’fer (Radiyallahü anh)'den, şöyle söylediği rivayet edil­


miştir.
«İbn-i Ömer (Abdullah) (Radiyallahü mıh), Peygamber (Sallal­
lahü Aleyhi ve Sellem) ’den bir hadis işittiği zaman o hadis’i işittiği
gibi aynen tutardı. Onda ifrat ve tafritte bulunmazdı.»
Bab: 1 MUKADDİME 13

İ ZAHI

Bu hadis, Sihah-ı Sitte sahiplerinden yalnız Musannif’ın rivâyet


ettiği hadislerdendir.
A b d u l l a h İ b n - i Ö m e r (Radıyallâhü anh) hazretleri
hadislere ittiba etmekle meşhur idi. T i r m i z i ’ nin rivayet ettiğine
göre Ş a m halkından birisi Hacc-ı Temettü’ (önce yalnız ömreye
niyetlenip onu ikmal ettikten sonra hac yapma) şeklini ona sorup bu
şekil haccm câiz olduğu yolunda cevap alınca, Ş a m ' İT şahıs Ona
«Baban hacc-ı Temettü’ü yasaklamıştı» diye karşılık veriyor. Bunun
üzerine İ b n - i Ö m e r (Radıyallâhü anh) adama şu soruyu yö­
neltiyor :
— Söyle bakalım! Eğer babam temettü’ haccmı yasaklarsa ve
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) temettü’ haccmı bizzat
yapmışsa babamın emrine mi uyulacak yoksa Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ’in emri mi tutulacaktır? diyor. Adam:

İbn-i Ömer ( R.A. )’in Hal Tercemesi

Hz. Ömer’in oğlu olduğu için İbn*i Ömer lakabım alan Abdullah, küçük yaş­
ta iken babası ile beraber müslümanlığı kabul etmiştir. Babası ve anası Zey-
neble beraber hicret etmiştir. O sıralarda henüz on yaşındaydı. Bedir ve Uhud
savaşları hariç olmak üzere bütün savaşlara katılmıştı. Adı geçen ilk iki savaş­
ta küçük yaşta olduğu için götürülmemişti. Üçüncü savaş olan Hendek sava­
şına on beş yaşında iken katıldı. Ashab’m en yüce âlimlerinden ve seçkin müç-
tehidlerindea idi. Müksirîni Sahabeden idi. Yani çok badis rivayet eden ashab
arasında yer almıştır. Yukarıda bir nebze anlatıldığı gibi Sünnetle amel eder, bid’at-
tan son derece kaçınırdı. 60 yıl fetva vermekle ve müslümanlann dinî mesele­
lerini çözmekle meşgul olduğu ve O ’nun hemen hemen bütün bilgilerini Nâfi’ adlı
kölesinin öğrenip yaydığı, imam Mâlik tarafından bildirilmiştir. Resûlullah’ın pey­
gamberlikle görevlendirildiğinin ikinci veya üçüncü yılında doğmuştu. Hicretin
73’âneâ yılında da vefât ettiğine göre 84 sene yaşamıştır. Haccac-ı Zâlim in dü­
zenlediği suikast neticesinde şehid edildiği rivâyet edilmiştir. Şöyle k i : Abdül-
melik b. Mervân’ın halifeliği zamanında hicazda kumandan bulunan Haccac'a
halife tarafından gönderilen yazılarda îbn-i Ömer’e saygı gösterilmesi ve dini
konularda O’nun görüşlerinin haricine çıkılmaması tavsiye ediliyordu. Şehid
edileceği yıl hac emîri olarak görevlendirilen Haccâc’a hac mes’elelerinde îbn-i
Ömer’e muhalefet etmemesi tavsiye edilmişti. Zalim vâli ise sık sık tavsiye ya­
pılmasından hoşlanmıyordu, Haccâc, sünnet olan zamandan sonra Arafat’a çık­
tı ve hutbe okumağa başladı. Bu duruma muttali* olan tbn-i Ömer hutbe oku­
yan Haccac’a : «Beytullahı yıkan ve Allah'ın velilerini öldüren zâlim, bugün de
peygamberin sünnetini tahrif ettin!» diye bağırdı. Bundan kızan Haccac’m, Arafat’­
tan dönüşte tertiplediği suikast neticesinde bir adamı tarafından yaralandı. Ze­
hirli hançer ile aldığı bu yaralama neticesinde şehit oldu. İbn-i Ömer, Hicaz
fıkhının temel taşı idi.
14 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

— Elbette Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in emri tutu­


lacaktır, diye cevap veriyor, t b n - i Ö m e r :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in temettü' haccını yap­
tığı sabittir, diyerek fetvasını kesinlikle Resûlullah’a ittiba bağlıyor.
T i r m i z i , bu olayı naklettikten sonra Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in temettü’ haccını ifa ettiğine dair t b n - i
Ö m e r ’ den rivâyet edilen hadisin hasen sahih olduğunu söyler.
Hadis-i Şerife bağlılığı ile haklı olarak şöhret kazanan t b n - i
Ö m e r ’ in babasına nasıl muhalefet ettiği burada görülüyor. Hal­
buki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in temettü’ haccını
yaptığına dair olan hadis’in babasına ulaştığına ve o hadisten daha
kuvvetli bir delil babasının elinde bulunmadıkça bu hadise muhalefet
etmediğini bildiği halde babasının fetvası hilafına fetvâ veriyor ve bi­
linen bu hadis muvacehesinde babasının sözüyle amel etenenin uy­
gun olmadığını rahatlıkla ifade ediyor.
t b n - i Ö m e r ’ in hadislerin inceliklerine riayeti husûsunda-
ki tutum ve davranışları hadis kitaplarında yazılı olup hadisçiler ara­
smda meşhurdur. Si ndi , t b n - i M a c e h’in haşiyesinde bundan bir
nebze bahsetmiştir.

. * 3jü\ If ıİjjJ-l li*


T E R C E ME S İ

5) ... Ebii’d-Derdâ’ {Radiyallahü a«A)’den:


Şöyle dediği rivayet edilmiştir: Biz fakirliği anlatırken ve ondan duydu­
Bâb: 1 MUKADDİME 15

ğumuz endişeleri belirtirken, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) çıkıp bu


konuşmamız üzerine geldi ve :
«Fakir düşmekten mi korkuyorsunuz? Nefsim kudret elinde olan
Allah Taâlaya yemin ederim ki, muhakkak surette dünya malı üze­
rinize akıtılacaktır, ( = bol bol verilecektir.) öyle (zengin olacaksı­
nız) ki servetten başka hiçbir şey her hangi birinizin kalbini hak yol­
dan sapıtmıyacaktır. (Servetinin bolluğu kişinin hak yoldan inhiraf
etmesine sebebiyet verebilecektir.) Allah Taâlâya yemin ederim ki,
ben sizleri gecesi ve gündüzü apaydın olması bakımından eşit olan
tertemiz gönüllere sahib olarak bıraktım.» buyurdu.
Ebü’d-Derdâ’ diyor k i: «Vallahi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) doğru söyledi. Vallahi gecesi ve gündüzü aydınlık olması ba­
kımından eşit olan tertemiz gönüllere sahib olarak bizi bıraktı.»
Not : Bu Hadts-i Şerif, Sıhah-ı Sitte yazarlarından yalnız tbn-1 Maceh’in ri­
vayet ettiği kısımdandır.

İ ZAHI

Hadîs-i Şerifte geçen gündüzden maksat bolluk ve ferahlık ha­


lidir. Geceden maksat ise fakirlik ve sıkıntı durumudur. Gecesi ve
gündüzü eşit olan gönüllerden maksad da gerek bolluk ve ferahlık
, zam anında ve gerekse sıkıntı ve yokluk zamanında, daima hakka
bağlı ve haksızlığa eğilmekten çok uzak duran pak ve nezih müs-
lümanlannkalbleridir.

Ebû Cafer'in Hâl Tercemesi


Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib’dir. Ebû Ca’fer El-Bakır
olarak tanınır. Medine’nin meşhur ilim adamlanndandır. Hadis rivayet ettiği
başlıca zatlar: Babası Ali b. Hüseyin, Câbir b. Abdillah, Ebû. Saîd, Ibn-i Ömer
ve Abdullah b. Cafer'dir. Kendisinden hadîs rivayet edenlerin başhcalan : Oğlu
Ca’fer. Amr b. Dinar, El-A’meş, El-Evzâi, İbn-i Cüreyc ve Kurret b. Hâlid’dir. Hicri
56. yjij doğmuştur. Zamanındaİd Haşimîlerin büyüğü idi. Günde 150 rek’at nafile na­
maz kılmayı prensip haline getirmişti. Neşâ! ve diğer kuvvetli hadis alimleri,
O ’nu Tabiin’ıûn Medine fıkıhçılanndan sayarlardı. Ebû Naîm ile bir cemaatın
rivayetine göre h. 114 yılı, bir başka rivayete göre h. 117 yılı vefat etti. Radiyal-
lahu anhüm. (Bak : TezkîretüT-Huffaz c. I, s. 124-125 - Mekke h. 1374)

Ebü’d-Derda’nın Hal Tercemesi


Adı Uveymir olan Ebü’d-Derda’nın babasmm adı hususunda 3 rivayet var­
dır, Zeyd, Abdullah ve Sü’lebe isimleri üzerinde durulmuştur. Zeyd olması ihti-
(Devam ı...... 16cı sahifede)
16 SÜNEN-Î ÎBN-İ MÂCE

* - •* 'i" r - » * " f* -i*- <** •*«"<* ı. a» M


t •J* ü < 4**-» 11 « j i * » - <jf -*-«<* < j L j <jr Jutf ^
** " 0 * ^ ' *

A i * « ' i ' a ç v . g ® â a ^ s a t =^
<h-|S ,ı •* AC *» •'
. 8 4cl«J> (,5*" |*f*

T E R C E ME S İ

6) ... Kurret b. Eyas (Radiyallahü ank)’den: (2)


Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in şöyle söylediği rivayet edil­
miştir:
«Benim ümmetimden, daima Allah Taâlâ tarafmdan destekle­
nen ve onlara yardımcı olmayan halkın zarar veremiyeceği bir ce­
mâat kıyamet kopuncaya kadar hiç eksik olmayacak (Ümmetim için­
de daima böyle bîr taife bulunacak) tır.»

İ ZAHI

Bu hadis-i şerif, İslâm âleminde Allah Taâlâ’nm sevgi ve yardı-

Ebû Derda .................. .......................... ................ ( Baştarafı 15.ci sahifede)


mali kuvvetlidir. Ensar’m Hazreç kabilesinden: olan Ebü’d-Derda’, büyük âlim ve
mutasavvıflardandır. 0 ’n a / «B u ümmetin hakimi» denilirdi. Bedir savaşı günü
müslüman olduğu söylenir. Uhud savaşına katılmıştır. Kur'an-ı K erim î Peygam­
berden hıfzetti. Suriye halkının filimi, Şam ehlinin fakihi, kadısı ve karii idi.
Kendisinden hadis riv&yet edenlerin başında, oğlu Bilâl ve fıkıhçı olan ka­
rısı Ümmü’d-Derda’ gelir. Aynea Cübeyr b. Nefir, Alkame, Said b. el-Müseyyeb.
Ebû idris el-Hulanî vesair zatlar kendisinden hadis almışlardır.
Kendisinin şöyle söylediği. Am r b. Mürre’den rivâyet edilmiştir:
«Resûlullah (S.A.V.) peygamber olarak görevlendirildiği ve müslümanlığı
kabul ettiğim sıralarda ben tüccar idim. İbadet ve ticareti birlikte yürütmek is­
tedim. Bunu yapamadım, bunun üzerine ticareti bırakıp ibadete yöneldim...»
Yine şöyle söylediği ayni râviden nakledilmiştir:
«Ben Rabbıma iştiyaklı olduğum için ölümü. Rabbrma karşı olan tevazuum
dolayısı ile fakirliği ve hatalarıma keffaret olması için hastalanmayı severim (bun­
lardan hoşnut olurum).»
îlim ve fazileti anlatmakla bitmeyen hu zat hakkında hu kısa bilgi ile ikti­
fa ediyorum. H. 32’de vefât etti. (Bak : Tezkiretü'l-Huffaz c. 1, s. 24 Mekke -h. 1374)

(2 ) Kurret b. Eyas b. Hilal el-Müzeni Ebu Muâviye el-Başrî’dir, 22 hadis


rivayet etniiştir. Havisi, oğlu MUavâyedir. Hz. Muâviye (R .A .) zamanında haricî-
ler’in biz kolu olan Ezraklar tarafmdan şehid edildi. (Bak : Hulasatu Tezhib-i Tez-
hibi’l Kemal, s. 315-316-Bulak h, 1301)
Bab : 1 MUKADDİME 17

mma mazhar olan bir cemâatin her devirde bulunacağım ve kıya­


mete kadar bu halin devam edeceğini müjdeliyor.
Bu cemâatin Allah Taâjâ tarafından alacakları yardımı: «Mün­
kirlere karşı kullandıkları susturucu hüccetler, hak ve hakikatlan
isbatlayıcı burhanlar ve ikna edici deliller» diye yorumlayan hadis
âlimlerine göre bu cemaat ilim ehlidir. Yardım ve desteği kılıçlar,
mızraklar ve benzeri silâhlar ile açıklayanlara göre ise; bu cemaat
gâzilerdir. Yetkili âlimlerin çoğu birinci görüştedirler. İ b n - i M â ­
c e h de hadis-i şerifi bu konuya almakla ilk görüşe temayül etmiş
oluyor.
E l - H â k i m , Ulûmü’l-Hadls adlı kitabında, İ m a m A h m e d
b. H a n b e l ’ in bu taife hakkında şöyle söylediğini nakleder:
«Eğer bu taife hadis ehli değil ise hangi zümre olduğunu bile­
mem.» K a d ı I y â z da: «Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) bu taife ile Ehl-i Sünnet ve'l-cemaatı ve hadis ehlinin mezhe­
bine inananları kasdetmiştir», diyor. B u h a r i de Sahih’inde «Bü
taife ilim ehlidir», demiştir. 1 m a m - 1 S u y û t İ ise bu hadîsi nak­
lettikten sonra: «Bu taife ile müctehidler kasdedilmiştir. Çünkü mu­
kallide âlim denmez. Bu hadis ictihad kapısının kıyamete kadar açık
olduğuna delalet eder», diyor. 1 m a m - ı N e v e v i de bu taife­
nin muayyen bir zümre olmayıp, Allah Teâlâ yolunda hizmet eden
mücahitler, fıkıhçılar, hadisçiler, tasavvufçular ve ma’rûfu emredip
münkeri nehiyedenler gibi zümreler içerisinde dağınık halde bulun­
ması muhtemeldir. Bu taifenin muayyen bir yerde ve toplu halde bu­
lunmaları gerekli değildir. Muhtelif ülkelerde yek diğerinden ayn
olabilirler.» der. (3)
Hadis-i şerifte, kıyâmet kopuncaya kadar böyle bir tâifenin bu­
lunacağını bildirmektedir. Kıyametten maksad asıl kıyamet olmayıp
O’na yakın bir zamandır çünkü, hadislerle sabit olduğu veçhile kı­
yamet yaklaşınca esen bir rüzgâr ile beraber bütün müminlerin ruh-
lan kabzedilecek, yer yüzünde ehl-i iman var oldukça asıl kıyamet
kopmayacak. Ne zaman ki mü’min kimse kalmaz, hepsi vefat eder
ve yer yüzü kâfirlerden ibaret olursa o zaman asıl kıyamet ko­
par. (4)

(3 ) îbn-i Maceh’in Es-Stndi haşiyesi s. 4. Mısır h. 1313

(4 ) İbn-i Maceh’in Es-Stndi haşiyesi s. 4. Mısır h. 13İ3

Sünen-i İbn-i Mâce — E . : 2


18 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

<i y t - » - " tfÂa- : OU <#


Cj / f a - jlÜf <jr• i\l i *^> U? : OU « *«SI
'' sf a j»0 ~- V

i fafa^S İ*J> O ‘ >7~Vl <j fa ilrc ‘ ^Oİ* cî V-ai <«Âlx jt#l : OU


fa <* * «** “* «» *» • •

S*\cJp ci*' ûi ^ S V » OU 41 0 j-> Ol i i j 'j * fa y *

, « («îüll ^ U^-â i V
TERCEMES İ

7) ... Ebû Hüreyre (Radiyallahü anh) şöyle söylemiştir:

‘Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Srllrnı) buyurdular k i:

«Ümmetimden bir tâife daima Allah Taâlâ'nın emrine bağlı ka­


lacak ( = ondan katiyyen ayrılmıyacakltır ve kendilerine muhale­
fet edenler, onlara zarar veremiyecektir.»

İ ZAHI

Bu hadis-i şerifte de Ümmet-i Muhammediyyeden bir grub her


devirde îslâm dinini ve $er-i şerifi dosdoğru ve tam mânasıyla yaşı-
yacak, yaşatacak, sünnet-i seniyyeyi ihya edecek, ehl-i küfür ile ci­
had edecektir, diye îslâm âlemine müjde veriliyor.

<0 * fa O Ü?i JU < Ol fa . j> l — fa

<H Ol j f a £ £ £ * f a jü o^i t J y j £ \ Xfa i\ f a f a : ou Sı


ilâ j fa fa Jo' O 'l v *0 > ; H 01 o7.3 'f a f a : ou
. ( C eli (j

T ERCE MES İ

8) ... Ebâ İnebe el-Havlânî (Radiyallahü anh) ’den şöyle demiştir:

Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )'den işittim, buyurdular k i :

«Allah Taâlâ bu dinin mensublannı İlâhi emirlere itaat etme uğ­


runda çalıştıracak adamı daima onların içinden çıkarır. Böyle adamı
eksik etmez.»
Bab : 1 MUKADDİME 19

İ ZAHI

Hadis-i Şerifin her devirde bulunduğunu haber verdiği rehber


ve yönetici, her yüz yılda bir, çıkan Müceddid olabilir. Yâhud da
halkı İslâmi yaşantıya, Allah'a itâat etmeye ve Resûlullah'm sün­
net-! seniyyesine davet etme durumunda olan herkes kasdedilmiş
olabilir.
Hadis-i şerifin ilk râvisi olan E b â 1 n e b e ’ nin her iki kıble­
ye müteveccihen Peygamberin arkasında namaz kılanlardan oldu­
ğu, bu hadis’in senedinde î b n - i M â c e h tarafından rivayet edil­
miştir. Sindi haşiyesi bu hadisin izahı bahsinde, bu zâtın adının
A b d u l l a h olduğunu bir rivâyete göre de A m m a r e olduğunu
belirttikten sonra E 1 - B a ğ a v i ' nin Mu’cem adlı eserinde bu
zatın M u â z b. C e bel' in arkadaşı olduğunu ve Resûlullah ha­
yatta iken müslüman olduğunu ifade ettiğini söyler. Sindi bu ara­
da E b â İ n e b e * nin peygamberi gördüğünü inkârla ancak Tabii­
lerin ileri gelenlerinden olduğunu söyleyenler de vardır, diyor.

<slLjl Cj ü %Aîll Cj ü \
• \i~' t: • i* ■
r f i ü î 3 j r ’p j J İ Z\ =3 tâ Ç j i v j Z \i ,J ? &

•u-ü'jp cer fciDı v »3>; S î 'D j i S ^

TERCEMES Î

9) ... Şuayb (5) (Radiyallahü ank)'ûen. şöyle söylediği rivayet edilmiştir:

Muâviye (Radiyallahü anh) irad ettiği bir hutbede: «Alimleriniz


nerededirler, âlimleriniz nerededirler? (söyliyeceği sözlerin âlimlerce
doğrulanması için bu soruyu yöneltiyor) Ben Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'den işittim buyuruyordu ki:
«Kıyâmet ancak ümmetimden bir taife, insanlara galip olduğu
halde kopacaktır. Bu taife ne kendilerine yardımcı olmayanlara ne

(5) Şuayb, b. Muhammed b. Abdillah b. Amr b. el-As es-Sehmi’dir. Baba­


sından, dedesinden, İbn-i Abbas ve İbn-i Ömer’den hadis rivayet etmiştir. Ken­
disinden de oğullan Am r ile Ömer, Sabit el-Bennanl ve başkaları rivayette bu­
lunmuşlardır. İbn-i Hibban, O ’nun sika olduğunu söylemiştir. (Bak : Hulasatu
Tezhib-i Tehzibi’l-Kemal Bulak h. 1301)
28 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

de yardımcı olanlara bakmıyacaklar (onların davranışlarına ehem­


miyet vermiyecekler) dır.»

( İ>w ^ <jaJL) jf JUm» ^ A-J& İm < )!/ (jf \♦

ü ü v . au g | 3£ ■ ', a ı- M. ? £ , ; « ( ı f y ıı t f l J i ; . i > ; J * .
V ✓ <

•®c£3 <jA"" er” pr^tlr* ^ ‘tf <3^'e^ ût/'C jî


T E R C E ME S İ

10) ... Sevbân ( Radiyallahü anh)'den :


Resülallah (Sallallahü Aleyhi ve Seller»)’in şöyle buyurduğu rivayet edil­
miştir :
«Benim ümmetimden, hak üzerinde, düşmanlarım yener ve mu­
haliflerinden zarar görmez bir cemaat, Allah (Azze ve Celle) ’nin em­
ri (kıyamet günü) gelinceye kadar eksik olmıyacaktır.»

t Z A H I

Bu hadis-i şerifte geçen kıyamet gününden maksadın ne oldu­


ğu 6 noiu hadis-i şerifin izahında geçtiği için oraya müracaat edi­
lebilir. t m a m - ı S ü y û t î , altıncı hadisin izahında belirttiğimiz
veçhiyle 6 ve 9 noiu hadislere dayanarak ietihad kapısının açık oldu­
ğu görüşünü savunmuştur. H a n b e 1i mezhebine mensup âlimle­
rin çoğu ve onların dışında kalan bazı âlimler bu hadislere istinaden
her zamanda müctehidlerin bulunmasının gerekli olduğu ve herhan­
gi bir zamanın müetehidsiz kalmasının caiz olmadığını söylemişler­
dir. Cumhur-ı Ulemâ ise zamanın müetehidsiz kalmasının câiz ve
mümkün olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Cumhur’un delillerin­
den birisi şudur:

Muâviye (K .A .)’nin Hal Tercemesi

Muâviye (R .A .) Ebû Siifyan Sahr ibn-i Harb’ın oğludur. Mekke fethi sıra­
larında îslâmiyetâ kabul etmişti. 28 yıl valilik ve bir o kadar yıl emirlik yaptığı
malumdur. Bir rivayete göre Resülüllah (S.A.V.) ona şöyle söylemiştir: «Eğer
Melik olursan âdil ol.»
Kendisinden 130 hadis rivayet edilmiştir. Bunlann bir kısmı Buhari ve Müs­
lim sahihlerinde mevcuttur. Hz. Muâviye (R .A .)’dan hadis rivayet edenler a ra
smda Ebû Zerr-i Gıfârf, îbn-i Abbas gibi Sahabiler bulunduğu gibi Tabiinden
Cübeyr b. Nüfeyr, Said bin Müseyyeb ve benzerleri vardır. Hicri 60. yıl Receb
ayında vefat etmiştir.
Bab: 1 MUKADDİME 21

B u h a r î , M ü s l i m ve diğer sahih hadis kitap sahiplerinin


«Kitabü’l-îlim» bahsinde ve musannifimizin 52 numarada rivayet et­
tikleri aşağıdaki sahih hadis-i şerif, ilmin kalkacağım, âlimlerin tü­
keneceğini, cahillerin Mimlerin yerlerine geçirileceklerini bildiriyor.
İlim ve âlimlerin yokluğu ictihad ve müctehidin yokluğunu gerekti­
rir. Şu halde bir zamanın müctehidsiz kalması mukadderdir. (6)
a " M. S S „ s » '
Allı dil U j—
»*j ü| Cjf

<_rö ı o fjs ‘ö j

ö ûı t3-H. ^ >y-n u*v*-t


ı A » İy ili İ J İ Ü 'y £ l t £ ” j &
«fi *J +
= Abdullah b. Amri’bni’l-As ( Radiyallahü anA)’den şöyle dediği rivayet
edilmiştir.
Resûlullah CSallallahü Aleyhi ve Se£e«A)’den (Vedâ haccmda) işittim. Bu­
yurdular ki:
«Allah Taâlâ ilmi, kullarının göğüslerinden söküp çıkarmak sü­
ratiyle değil, âlimlerin ruhlarım kabzetmek süratiyle alıp neticede
hiç bir âlim bırakmayınca halk bir takım cahil kimseleri kendileri­
ne reis kılarlar. Bunlara dini sorular sorulur. Bu cahiller de bilme­
dikleri halde fetva vermeğe girişirler. Dolayısıyla dalalete düşerler.
Halkı da dalalete sürüklerler.»
. J P V I JS Î- j j c . ( i A - 3 i l \ \

.d i ö '; j..ç i ; , ‘J a ^ k (&


~ V ** ** #* • • v .**

J U lau-jV^ lailî (j

'j % İ V j i ü n ‘ü lj ) W UÂİ» # 3^ - & »

( \»TiŞj\.l fuVuJr- / n ) •( D r-5'


TERCEMESÎ '
11) ... Câbir b. Abdillah ( Radiyallahü ank)’dtn şöyle söylediği rivayet
edilmiştir:

(6) Kastaland dit 7. sh. 317 Mısır h. 1306


22 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

Biz peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanında idik. Bir


çizgi çizdi. O’nun sağma ve soluna da ikişer çizgi çizdikten sonra
mübarek elini ortadaki çizginin üzerine bırakıp; «Bu, Allah’m yolu­
dur» buyurdu. Sonra bu ayeti okudu:

J-?— ^ 1j LŞı J V i * r*
. . . j..c

= «Gerçekten bu benim dosdoğru yolumdur. Artık O’na uyu­


nuz. Başka yolları takip etmeyiniz. Sonra bunlar sizi Allah Taâlâ’-
nuı yanından ayırır...» (En’am 153)

İZAHI

Bu ayeti celile ve hadis-i şerifte işaret edilen Allah’m yolu Kur’-


an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’nin göstermiş olduğu din yoludur.
Mü’minlerin, bütün durum ve davranışlarında, söz ve yaşantıların­
da bu doğru İlâhi yolu takip ile mükellef oldukları ayette apaçık
olarak bildirilerek buyuruluyor ki; Ey Ftesûlullahın ümmeti! Artık
siz de bu dosdoğru yolu izleyiniz. Bütün imkân ve gayretlerinizi bu
yolu takip etmeğe harcayınız. Sakın başka yollan izlemeyiniz. Is­
lâm dinine aykırı batıl ve dalalet yollarına girmeyiniz. Aksi takdir­
de Allah Taâlâ’nm sizler için seçmiş olduğu dosdoğru ve mutluluk
hedefine ulaştırıcı Sırat-ı Müstakim’den ayrılır da sapıklıklara dü-
şüverirsiniz.
Resûlullah (Sallallahü Alehyi ve Sellem)’de ilk çizdiği çizginin
sağ ve solunadört çizgi çizmekle ve bu gerçekleri ifade eden ayet-i
celileyi tilâvet buyurmakla İslâm dininin ve bu dine sülük edenlerin
durumunu belirtmiş oluyor ve müslümanlann sırat-ı müstakimden en
ufak bir inhirafa meydan vermemelerinin lüzumuna, dalalete götürü­
cü yolların görünüşte doğru yola çok yakın olup O’na benzediği için
az bir dikkatsizlik yüzünden bile batıl yollara saplanma tehlikesine
dikkatleri çekmiş oluyor.
Bab : 2 MUKADDİME 23

.la 4J ı A>- 1 Aı

2 — RESÛLULLAH (SALLALLAHÜ ALEYHİ VE SELLEM) İN


HADÎSİNE TAZİM VE ONA MUÂRIZ OLANI TEHDİD BABI

_• , > >'\A. *• ' î,* ' * *» *.


« rf^'O Cj \ _)'•*-* t k_jLL.t Li a 5 Li <a.^î. \Li y u jm 'Cs'j# — 1 X
>*- ' * <• »•’ * • - •^
«11i ^İAâ^ll < ,/J^ ci Lr**^ "^>fc

<x>- fjA LL>^^ j\ ®


*" * ^ i ''■* % " * -
<-* ÜJı>-j L*j . »ÜkL—l Lrî 5-* ^ i J ^ >
_Az5T *JU3
I" •
«^ r. £ . H ^ 3 ji-S 'r> u 4 5 v î . i û - ■

TERCEMES İ

12) ... El i l ikdam b. Ma’dîkerib el-Kindıy (Radiyallahü atih)\\en ri­


vayet edildiğine »öre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki :

«Süslü tahtına — koltuğuna— yaslanmış adama, benim hadis­


lerimden birisi okunur da o (kişi)nin, vaziyetini hiç bozmadan «Biz-
lerle sizler arasında Allah Teâlâ’mn Kitabı vardır. Ondan bulduğu­
muz helâl şeyleri, helâl sayıyoruz, haram olarak bulduğumuz şey­
leri de haram kabul ediyoruz.» (Yani bu hadis Kur’an’da bulunan
hükümlerin dışındadır: Onun için bu hadise itibar etmeyiz.) diye­
bilme zamanı yaklaşmıştır. Sizleri ikaz ediyorum! (Kur’an-ı Kerim’-
de bulunan bütün hükümler haktır.) Ve Resûlullah (Sallallahü Aley­
hi ve Sellem) 'in haram kıldığı şeyler Allah Taâlâ'nın haram kıldığı
şeyler gibidir. (Kitab ve Sünnet arasında bir ayırım yapılamaz.)»

İZAHI

Hadis-i şerifin baş kısmı hadisi dinleme âdâbma riâyet etme­


meği kınıyor. Hadis-i şerifi dinliyenin edebli, saygılı, inançlı bir tarz­
da ve kendine bir çekidüzen vermek suretiyle dinlemesinin lüzumu­
na işaret ediyor.
Hadîsin son kısmı da dini kaynak olması bakımından hadislerin
ayetler hükmünde olduğunu, mü'minlerin dikkatini çekerek bildiri­
yor. Çünkü gerek ayetleri ve gerekse hadisleri tebliğ eden, Peygam-
24 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

ber CSalIallahü Aleyhi ve Sellem) ’dir. Hepsini O’ndan alıyoruz. Haki­


katte ise Resûlullâh’ın tebliğ ettiği bilümum hükümler İlâhîdir. Şâr-i
Hakiki Allah Taâlâ’dır.

HADİSTEN ÇIKARILAN HÜKÜM

Hadis-i şeriflerle amel etmek ve onlara tâbi olmak mecburiyeti


vardır. H a t t a b i diyor k i.- Kur’an-ı Kerim’de bulunmayan mes’e-
lelerde sünnet-i seniyye’ye muhalefet etmenin tehlikesi bu hadis’te
behrtüiyor, gerekli ikaz yapılıyor. H a r i c i l e r ve R â f ı z î l e r ,
Kur’an’m zahirini tutup O’nun beyanı mahiyetindeki sünneti terket-
tiler. Bu yüzden şaşırıp dalalete düştüler. H a t t a b i , sözlerine
devamla diyor ki: Bir sahih hadise rastlandığı zaman, Kur’an’da
bulunmayan bir hüküm ifade eder gerekçesiyle red edilemiyecektir.
Çünkü sabit olan hadis’in kendi başına hüccet olduğu bu hadis-i şe­
riften anlaşılıyor.

T E R C E M E S İ

13) ... Ebu R â fî’ (7) ( Radiyallahü «zwA)’den rivayet edildiğine göre Re­
sûlullah (Sdlallaku Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular:
«Herhangi birinizi tahtana — koltuğuna— yaslanmış olup benim
emrettiğim veya yasakladığım bir husus ona intikal edince (umur­
samadan) bilemem (Kur’an’dan başka bir şey tanımam ve tabi ol-

(7) Ebu Bâfi’ Peygamberin mevlasıdır. îsmi, İbrahim veya Eşlem veya­
hut Sabit’dir. Uhud ve Hendek savaşma katılmıştır. 68 hadis rivayet etmiş olup
bunlardan Buharî, bir Müslim’de üç hadis almıştır. Kendisinden, oğlu Ubeydul-
lah, Süleyman b. Yesar hadis rivayet ederler. Vakıcti, Ö ’nun Hz. Osman'ın şeha-
«Jetinden biraz sonra vefat ettiğini söyler. Hz. Osman’dan önce vefat ettiğini ve
bir başka rivayete göre Hz. Ali’nin hilafeti devresinde vefat ettiğini söyleyenler
de vardır. (Bak : Hulasatu Tezhibi Tehzibi'l-Kemal, M ısır- Bulak h. 1301)
Bab: 2 M UKADDİM E 25

mam) Biz Kitabullah’da ne bulduksa ona tâbi olduk. (Artık hadise


tâbi olmayız) söyler durumda bulmıyayım.»

>(«■•»r j’vı j t* ♦ [V - *

^ *#0 i ö® * £ .(V ^ b ® ' ö®1

•■>• *■
TE R C E M E S İ

14) ... Âişe (Radiyallahü anhâ)’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah


(Sallallahü Aleyhi ve SeUem) buyurdular k i :
Kim bu dinden olmayan bir şeyi onda ihdas ederse onun icat et­
tiği şey merdûd ve batıldır.»

İZA HI
Bu hadîs-i şerifi B u h a r ! Sulh kitabının 4. babında, M ü s ­
l i m de Kadâlar kitabının 8. babında almışlardır. Diğer sahih ki-
tablarda da mevcuttur. î b n - i M â c e ’ nin Sindi adlı haşiye­
sinin müellifi bu hadîs’in izahında, Masâbıh şârihi E 1 - K a d ı ’ dan
naklen şöyle der:
Kim, Kitab ve Sünnette bulunan açık veya kapalı bir delile da­
yanmayan bir re’yi (görüşü) İslâm dinine sokmak isterse b r e ’yi
reddetmek, onun bâtıl olduğunu bildirmek müslümanlara düşen va­
cip bir görevdir. Hiç kimse o re’ye tabi olamaz, onu taklid edemez.
İ m a m - ı N e v e v i de M ü s l i m ' i n şerhinde bu hadisirizah
ederken şu rivayeti de ahyor:

ij li f/s*\ (J-*-6, (j *
«Kim, hakkmda emrimiz olmayan bir amel işlerse, o amel ba­
tıldır.»

Daha sonra diyor ki, bu hadis, îslâm dininin muazzam kaide­


lerinden ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in Cevami-i
Kelim’lerindendir. Çünkü dine sokulmak istenen her türlü icadlan ve
bid’atlan reddediyor. Hele 'ikinci rivayet daha açıktır. Zira geçmiş­
ten devam edegelen bir bid’ata bağlanan inatçı adama ilk hadis-i
şerif gösterildiği zaman, «Ben bunu icad etmiş değilim», diye kaça­
maklı; cevap verebilir. Fakat ikinci rivayete karşı hiç bir şey söyliye-
mez.
SÜ N E N -Î ÎBN -Î MÂCE

Camiü’s-Sağir’in şârihi El-Azizi, bu hadîsi açıklarken, Edille-i


Şer’iyye olan Kitab, Sünnet, îcma’ ve Kıyas-t Fukaha'dan bir mesne­
de dayanmadan dine sokulmak istenen şeyler merduttur, geçersiz­
dir, der. (8)

TE R C E M E S İ

15) ... Abdullah b. Zübeyr (Radiyallahü anh)’den :


Şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ensar’dan bir adam Harre de­
nilen mevkideki hurmalıkları suladıkları su arklarından ve su nö­
betinden dolayı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’e Zübeyr b.
Avvam aleyhinde şikâyette bulundu. (Bu arklardan geçen su önce
Zübeyr’in hurma bahçesine varıyordu. Sonra da şikâyetçi Ensari’nin
tarlasına uğruyordu. Bir defa Zübeyr hurmalığını sulamak üzere su­
yu tuttuğu sırada) müşteki ona :
— Suyu serbest bırak ki bize gelsin, diye talepte bulundu. Fa­
kat Zübeyr, kendi tarlasını sulamadan suyu bırakmak ve nöbetini
ona vermekten imtina edince iki taraf Resûlullah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)’e mes’eleîerini intikal ettirdiler. Resûlullah’m huzurunda
isteklerini karşılıklı olarak arz ettiler. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) :

(8 ) Camîü’s-Sağir şerhi El-Azizi cil c, sh. 298 Mısır h. 1306


Bab : 2 M UKADDİM E

«Ey Zübeyr! Tarlanı sula sonra suyu komşuna salıver.» buyur­


du. Müşteki hiddetlenerek:
«Zübeyr, halan oğlu olduğu için mi?» demek suretiyle Resûlul-
lah’ı tarafgirlikle itham etmek istemişti. Bu sözden üzülen Resûlul­
lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mübarek yüzü değişti. (Çünkü
fahr-ı Kâinat efendimize tarafgirlik ithamı ile büyük bir saygısızlık­
ta bulunmuştu.) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ey Zübeyr, tarlanı sula sonra suyu hapset, tâ ki, su hurma ağaç­
larının köklerine erişsin, (su hakkını tam mânası ile kullan)» bu­
yurdu.
Ravi demişti k i: Zübeyr şöyle dedi:
«Vallahi öyle sanıyorum ki şu ayet bu olay hakkında indi.»
\ \ f -ç"' ' * ' f v -M' ^ n i'-
ıt *■—'C j j

= Hayır (Resûlum), Rabbime yemin olsun onlar (mü’miniz diyen­


ler) aralarında çıkan anlaşmazlıkta seni hakem yapıp sonra verdi­
ğin karardan — hükümden — nefislerinde hiç bir güçlük duymaya­
rak tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar. (Ni­
sa suresi, ayet: 65)

HADİS-t ŞERİFİN İZAHI

Kütüb-i Sitte sahihlerinin muhtelif bahislerde zikrettikleri bu


hadisin ihtiva ettiği hükümlerden birisi şudur:
Derelerde akan ve «Mübah Nehirler» denilen sulardan halk nö­
bet usulu ile istifade eder. İstifadede nehrin akışı takip edilerek yu­
kardan başlamak suretiyle tarlalar sulanacaktır. Nöbeti gelen tar­
la sahibi kendi tarlasını suladıktan sonra suyualt tarafmdakikomşu-
suna bırakır. O da sulama işini bitirince alımdaki komşu tarlaya su­
yu salıverecektir. Bu durumda, görüldüğü gibi bir üstekinin, sula­
mada öncelik hakkı vardır.
Hadiste önce sulh yolu ile sonra şer’î hakka dayalı hüküm ile
hasımlar arasındaki ihtilafın halli öngörülüyor. Şöyle k i:
tki hasım müracaat ettiklerinde Resûlullah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) başlangıçta Z ü b e y i r (Radiyallahü anh) ’in hasmınm
biran önce tarlasını sulayabilmesi için Z ü b e y r (Radiyallahü
SÜNE N-İ İB N -İ MÂCE

anh) 'in asgarî ihtiyacını gidermesi ile yetinilerek sulh yolu ile ara­
larındaki nizaı gidermek istemişti. Onun için Z ü b e y r ’ e «Tar­
lam sula sonra suya komşuna salıver.» emri verildi. Ensarînin vaki
itirazı üzerine tarafların normal haklarını kullanmalarını hükme
bağlayan Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Z ü b e y r ’ e,
örf ve adete göre kana kana su hakkını tam kullandıktan sonra su­
yu bırakmasını emretmişti.
Hz. Z ö b e y r ’ in hasmımn ismi hadiste geçmiyor. Onun kim­
liği hakkında değişik rivayetler vardır. Fakat hiç bir rivayet kesin­
lik ifade etmediği için kimliği vuzuha kavuşmamıştır. Bunun kimli­
ği, vaki itirazla işlediği saygısızlık veya içine düştüğü hata dolayısı
ile teşhir edilmesin diye kapalı tutulduğu ihtimali vardır. Dâvanın
bir tarafım teşkil eden ilk râvi Hz. Z ü b e y r olsun diğer râviler
olsun ondan-Ensarî diye bahsederler.
Ensari diye tâbir edilen bu şahsın sahabî olup olmaması husû-
su da açıklık kazanmamıştır. Bir sahabînin Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ’in hükmüne itiraz etmesi pek düşünülmediği için
bazı âlimler ve rivayetler onun münafıklardan olduğu yolunda bilgi
verirler. î b n - i M a c e h ’ in Sindi adlı haşiyesinin müellifi: «Bu
adamın münafıklardan olması muhtemeldir. Ensar kabilesine men­
sup olduğu için Ensari diye anılmış olabilir», diyor. Sindi daha son­
ra bu şahsın sahabl olduğu ihtimali üzerinde durarak, N e s a i ’ nin
bu adamın B e d ir savaşında hazır bulunduğunu rivayet ettiğini
ifade eder. B u h a r î de Sulh kitabında:
f> X> S J jL a îV l , y
* ' **' •"'* * ~
«İ’tiraz eden şahıs Ensardandır. Bedir savaşında bulundu.» me-
âlinde kuvvetli bir rivayette bulunuyor.
Hz, Z ü b e y r (Radiyallahü anh)’in, rivayet ettiği bahis ko­
nusu hadis metninde, hasmmdan, Ensari diye bahsetmesi ve hasmı-
nın Peygamber’e, Yâ Resûlullah diye hitab etmesi onun sahabîlerden
olduğu ihtimalini kuvvetlendiriyor.
Abdullah b. Zöbeyr’in Hal Tercemesi

İsminden d e . anlaşıldığı gibi Abdullah’ın babası Zübeyr’dlr.. Zübeyr b. Av-


vam. Cennet’le müjdelenmiş olan 10 mübarek sahabi’dendir. Abdullah'ın anası
da Hz. Ebû Bekr’in kızı' Zatünnitakayn Esmâ’dır. . Hicreti müteakip Medine’de
Muhacirlerin’ ilk doğan çocuğu olan Abdullah, asil bir aileye mensup olduğu gi­
bi şahsen üstün karakter ve meziyetlere sahip idi. O’mın takvası, cesareti ve fa­
ziletleri Süyûtinin Tarihü’l-Hülefâ adlı eserinde anlatılmıştır.
(Devamı 29.cu sahifede)
Bab: 2 M UKADDİM E 29

M ü s 1 i m ’ in şârihi N e v e v i d»:
«Bir insan bugün böyle bir söz sarfederse onun hakkında mür-
ted’in hükümleri tatbik edilir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem)’in bu şahsı cezalandırmaması âlimlerce şu şekilde yorumlanı­
yor :
Hâdise, îslâm dininin yeni çıktığı zamana rastlıyordu. Peygam­
ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) halkın îslâma ısınmasına çalışı­
yordu. Her olayın iyi bir şekilde, halledilmesi gerekiyordu. Bunun
için o şahıs hakkmda cezaî hüküm tatbik edilmemiştir», diyor.

TE R C E M E S İ

16) ... İbn-i Ömer ( Radiyallahü anh) ’den rivâyet edildiğine göre kendisi
Resûlullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu demiş:
«Kadınları mescidde namaz kılmaktan menetmeyiniz.» (Bunun
üzerine) İbn-i Ömer (Abdullah’ın bir oğlu, bir rivayete göre ismi
Vakid’dir.) babasına: ‘Biz kesinlikle onlara mani olacağız, deyince
İbn-i Ömer çok kızdı ve ona dedi k i: ‘Ben sana Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)’iri hadîsini okuyorum sen j 'Biz kesinlikle onlara
mâni oluruz’ dersin... dedi.»

İ Z A H I

Bu hadis-i Şerifi B u h a r i , Cum'a kitabımn 12. Babında, M ü s ­


l i m de Namaz kitabının 29. Babında zikrediyorlar.
Abdullah b. Zübeyr .......................................................... (Baştarafı 28. sahifede)
Üstün faziletleri dolayısı ile halk tarafından çok sevilen ve sayılan Abdullah,
Hicaz, Irak, Horasan ve Yemen halkım kendisine bağlamıştı. Yezid oğlu Muâ­
viye ise Mısır ve Şam halkının kendisine biat etmelerini temin etmişti. Bilahare
bunun vefâtı üzerine ona biat edenler de Abdullah’a biat ettiler. Böylece Mısır
ve Şam halkı da Hz. Abdullah’a bağlanmış oluyordu. Fakat Mervan b. Hakem
çıkıp Şam ve Mısır’ı alınca durum değişti. Buraya alınmasını yersiz gördüğüm
ve tarih kitablarmda detayları ile yazılı çeşitli olaylar vuku’ bulduktan sonra
Haccâc-ı Zâlim, Hz. Abdullah’ı Mekke’de muhasara ve tazyik edip hicri 73’de
öldürdü. (Radiyallahü anhu ve ardahu)
30 SÜNE N-Î ÎB N -Î MÂCE

Bu hadis-i şerif kadınların mescidlere gitmelerine cevaz veri­


yor. Bu cevazın geceye mahsus olduğuna dair bir kayıt da yoktur.
Kadınların namaz için mescidlere gitmeleri hakkında yukarıda zik­
rettiğim bablara B u h a r î ve M ü s l i m müteaddit hadisleri al­
mışlardır. Bazı hadislerde gece kaydı var. B u h a r i ’ nin yukarıda
yazılı babında î b n - i Ö m e r ’ den rivayet edilen başka bir hadis-
de Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in şöyle buyurduğu nak­
lediliyor :
jı jJ fıi »u m iy irı

«Geceleyin mescidlere gitmek için kadınlara izin veriniz.»


M ü s l i m de aynı babda yine î b n - i Ö m e r ’ den şu hadisi
rivayet ediyor:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular, ki •.
JJ!)y J ^ u ' l Jl ç j j k '\ C s* «LTiil \ ^ .J v
«Geceleyin mescidlere gitmek üzere kadınların evden çıkmaları­
na mani olmayınız.»
Bazı rivayetlerde «Geceleyin» kaydı bulunduğu için bir kısım
hadis âlimleri, î b n - i M â c e h ’ in buraya aldığı rivayetteki me­
tinde olduğu gibi kayıtsız olan (geceleyin kaydı olmayan) hadisleri
kayıtlı olan hadisler gibi yorumlamışlardır. Yani kadınların gecele­
yin mescidlere gitmeleri engellenmemeli, fakat gündüz menedilebi-
lir demişlerdir. Ehl-i lisk-u iücûr akşam, yatsı ve sabah namazı za­
manında sefahat veya uyku ile meşgul oldukları için kadınlar ra­
hatlıkla mescidlere gidebilirler. Fakat gündüz öğle ve ikindi zama­
nı bu rahatlığı bulamazlar. Onun için yalnız geceleyin camiye çık­
maları caiz kılınmıştır, diye yorumda bulunurlar.
Bir kısım hadis âlimleri ise, geceleyin kadınların evden çıkma­
ları gündüze nisbeten daha çok şüphelere yol açar. Geceleyin çık­
maları tecviz edildiğine göre, gündüz de çıkmalarına izin verilmiş
sayılır. Zaten bazı rivâyetlerde ( î b n - i M â c e h ’ in rivayeti gi­
bi «gece» kaydı yoktur. Kayıtsız olan bu rivayetleri olduğu gibi ka­
bul etmek gerekir, derler. (9)
M ü s 1 i m ’ in yukarıda anılan babındaki hadisleri açıklayan
şârih N e v e v i de diyor k i:
Bu babda geçen hadislerden kadınların mescidlere gitmelerine
mâni olunamıyacağı açıkça anlaşılıyor. Ancak âlimlerin hadisler­

(9 ) Kastalâni c. 3, s. 21 Mısır h. 1306


Bab : 2 M UKADDİM E 31

den aldıkları şu şartlara riayet edilirse gitmeleri engellenmez. Aksi


takdirde gitmeleri caiz değildir.

Ş ARTLAR

1. Güzel koku sürünmeyecekler


2. Süslenmiyecekler
3. Sesi duyulan bilezik ve benzeri zinet eşyasını takınmış ol­
mayacaklar
4. Pek kıymetli elbiseleri giyinmiş olmayacaklar
5. Erkeklerle karışık gidip gelmiyecekler
6. Erkeklerin şehvet duygusunu tahrik edecek genç yaşta ve
benzeri durumda olmayacaklar
7. Yolda sarkıntılık gibi herhangi bir tehlike olmayacak. (10)
Bu şartlara tam mânasiyle riayet edildiğinde kadınlar (evli ve
câriye hariç) m mescidlere gitmelerine mani olmak haramdır. Ev­
li kadınlara ve cariyelere kocalarının ve efendilerinin mani olma­
ları ise tenzihen mekruhtur. (11)
Burada kadınların mescidlere gitmeleri hususunda H a n e f i
ve Ş a f i î mezheb görüşlerini kısaca belirtmek uygun olur, mülâ­
hazası ile kısaca anlatayım:
H a n e f i mezhebine göre; kadınların mescidlere gitmeleri mek­
ruhtur. Ancak î m a m - ı A ’ z a m ' a göre şehvet edilmeyecek ya­
şa varmış ihtiyar kadınların öğle, ikindi ve Cuma namazına gitme­
leri mekruh değildir. E b û Y û s u f ve M u h a m m e d ’ e göre
böyle kadının geceleyin de mescide gitmesi mekruh değildir. (12)
Ş â f i i mezhebinde ise İ m a m - ı N e v e v i ' nin de yukarı­
da zikrettiği şartlar tahakkuk ettiği takdirde kadınların mescidlere
namaz için gitmeleri caizdir. Fakat evde namaz kılmaları efdaldır.
Kadm şehvet edilecek yaşta ise, veya bu yaşta olmamakla beraber
süslenmiş veya güzel kokular sürünmüş ise câmiye gitmeleri mek­
ruhtur. îmam veya nâibi onlara mani olabilir. Kadının kocasından
veya velisinden veyahut cariye olup efendisinden izin almamış ise

(10) Nevevl’nin asrında kadınlar örtülü oldukları içinörtünmeşartımkoş-


mamıştır, kanısındayım. Bugün için kadınların tamamen İslâm!örtünmeye ria­
yet etmeleri şartı da koddur, yoksa gitmesi haramdır.
(11) Müslim'in şerhi Nevevi c. 4, s. 15-16, Mısır h. 1306
«12) İbn-i Abidin c. 1, s. 418-419Mısır
32 SÜNEN-l tBN-1 MÂCE

veya izin almakla beraber bir fitne korkusu varsa camiye gitmeleri
haramdır. (13)

T E R C E M E S Î

17) ... Abdullah bin Mugaffel (Radiyallahü anA)’den rivâyet edildiğine


göre yeğeni (erkek kardeşinin oğlu) onun yanında oturuyordu. Yeğeni sapan
ile fiske taşmi attı. Abdullah onu taş atmaktan menetti ve dedi k i:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), sapanla fiske taşını atmayı ya­
sakladı ve:
«Sapanla atılan taş ile av avlanmaz, düşman da yaralanmaz -kı­
rılmaz- öldürülmez Ve muhakkak diş kırar, göz yaralar - çıkarır.» bu­
yurdu.
Abdullah’ın yeğeni tekrar sapanla taş atınca Abdullah ona:
«Ben sana Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in sapanla
taş atmayı yasakladığına dair hadis-i şerif okuyorum sen yine taş
atmaya başladm artık bundan sonra ilelebed seninle konuşmayaca­
ğım», dedi.

Abdullah b. Mugaffel’in Hal Tercemesi

Abdullah b. Mugaffel M-üzenldir. Sahabilerta meşhurlarındandır. Rıdvan bîa-


tmdanda bulunanlardandır. Hz. Ömer’in hilafet devrinde Basra’ya gönderilen 10
kişilik Müderris hey’etine dahildir. Kendisinden 43 hadis mervidir. Tebûk sava­
şma fakirliğinden ve binitsizlikten katılamıyan ve bu yüzden duydukları derin
üzüntüden ağladıkları için Bâkiyn ( = ağlayanlar) lâkabını alan ve haklarında
Tevbe sûresinin 92. âyet inip savaşa katılmayışlarının meşru’ mazerete dayalı olu­
şu Kur’an’la tescil edilenlerdendir. Bu ayet O ’nun ve arkadaşlarının savaşa katıl­
mamaktan duydukları üzüntü ve ağlayışlarının ihlaslılığını da tevsik eder.
Abdullah b. Mugaffel (R .A .) h. 57'de başka bir rivayete göre 60’da vefat
etti.
(13) Nihayetü’l-Muhtac Şerhü’l-Minhac c. 1, s. 515 Mısır
Bab: 2 M UKADDİM E 33

İZA H I
Bu hadis-i şerifin ihtivâ ettiği önemli şer'I hüküm A b d u l l a h
b. M u g a f f e l ’ in «Bundan sonra ilelebed seninle konuşmayaca­
ğım» sözüdür. Demek ki, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in
sünnet-i seniyyesine muhalefetle onun yasakladığı bir şeye İsrar ve
devam eden kişiyi terketmek ve ona küs durmak caiz ve uygundur.
«Mü’mln kişinin din kardeşinden üç günden fazla küs kalma» caiz
değildir.» mealindeki hadis-i şerifin böyle bir dini mes’eleden dola­
yı küs kalmaya şümulü yoktur.
Diğer bir Şer’î hüküm de «Bununla av avlanmaz.» buyuruğudur.
Şu halde sapanla atılan fiske taşı ile vurulan ve öldürülen hayvan
eti yenmez. Bu çeşit hayvan eti, yenmesi haram olan etler hakkın-
daki M a i d e suresinin 3. ayetinde geçen «Mevkûze» (sopa ve benzeri
şeylerle vurulup öldürülen hayvan) kelimesinin şümulüne girdiği bu
hadisle açıklanmış olur.
-- I » I • » ■{' *.•>•> e* - ** * i' (.* „
££ <OU—Cİ *J. <J>A». <•j* ^ ‘ L SJ9— ^A

$|§>«JSİjj—
>j i>Lft j\ İ \

ö u*.A‘ ç* ‘ y

& 5jt l- 'j& ı <yû \# t : a & . . ^ > . yJ\ ysy

« ı'jû vj «it_j v . v[ 'jcbü* v » oA j § |

:ssç i ® . ^ vplâ j t y y v <:u'j)t U t ..Vjdi ^ a&


C.1v «sı i ^ j^ j «sı jji»3
dUuîlU s^lialıl ^ ^ «f3lü .ij xjl) (jaJ Ja* U6. » Çi *4 3Ü

aJ35i C1l 1ât* • 31» l«j <a**ÂÎİ aJlcyi» î JlJ^sı 111


.& v :l : p j j . d feij ty . dbjı 4
a•
/ â it
T E R C E M nE Sc İ i
18) ... Kabîsa oğlu İshak, babası Kabîsa f Radiyallahü anhümâ)’mn
şöyle söylediğini rivayet etmiştir :
Sünen-i tbn-i Mâce — P . : 3
34 SÜNE N-Î ÎB N -Î MÂCE

Nakibü’l-Ensar ( = Akaba görüşmelerinde Ensar’m temsilcisi)


ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in (yakın) arkadaşı Ubâ-
de b. Sâmit el-Ensârî (Radiyallahü anh) Bizanslarla yapılan savaş­
ta Muâviye (Radiyallahü anh) ile beraber savaş seferine katıldı.
Halkın, sıkkeli altın paranın kesilmiş parçalarını Dinar (= kesilme­
miş, sikkeli, altın para) lar ile mübadele ettiklerine, kezâ sikkeii, gü­
müş paranın kesilmiş parçalarını Dirhem ( = kesilmemiş, sikkeli
gümüş para)Jarla değiştirmekte olduklarına şahit oldu. (Bu müba­
delenin tartı ile değil tane hesabı ile yapıldığını görünce) şöyle dedi >
Ey Nâs! Siz bu mübadale ile kesinlikle faiz yemiş olursunuz. Ben
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’den işittim: Buyurdular ki:
«Altım altınla mubayaa etmeyiniz. Ancak değiştirilmek istenen
altınların her ikisi de (ağırlık ölçüsü ile) eşit ve peşin olsa... (bu şart­
la mübadele edebilirsiniz.)»
Muâviye (Radiyallahü anh), Ubade b. Sâmit (Radiyai-
lahü anh)’ın böyle söylediğini duyunca.- ‘Yâ Ebe’l-Velid! (Uba-
de'nin künyesidir) Ben bu mübadelede bir faiz dürumunu görmüyo­
rum. Ancak değiştirilenlerin birisi veresiye olsa o zaman fâiz olur,'
diye Ubade’nin fetvasına katılmadığını beyan etti. Ubade :
— Ben sana Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’m hâdisi-
ni okuyorum. Sen de bana şahsı görüşünü anlatıyorsun. And olsun
eğer Allah Teâla (bu .savaştan) beni çıkarırsa, senin hakimiyetin al­
tındaki bölgede seninle oturmıyacağım, dedi.
Ubade savaştan :;vri clönünce doğruca Medine’ye vardı. Halife
Omer b. Hatlab (Radiyallahü anh), O’na: ‘Neden buraya geldin. Ya
Ebe’l-Velid?’ diye geliş sebebini sorunca, Ubade (Radiyallahü anh)
hadiseyi anlattı ve Muâviye (Radiyallahü anh) ile bundan böyle aynı
bölgede oturmıyaçağına yemin ettiğini beyan etti.
Halîfe O n a : Yâ Ebe’l-Velid, ikamet ettiğin yere dön. Allah Te-

Ubade bin Sâmit (R .A .)’m Hai Tercemesi

Ebü’l-Velid künyesi ile anılan Ubâde (R .A .) Ensâr’m Hâzreç kabilesindendir.


Hicretten evvel vuku bulan meşhûr Akaba’mn her iki görüşmesinde bulunmuş,
Bedir savaşma katılmış, Ensâr’m Nakiblerindendir. Resûlullah, hayatta iken Kur’,
an-ı Kerim’i hıfz edenlerdendir. Hz. Ömer’in halifeliği devrinde Şam halkına K ur’-
an-ı Kerim’i ve İslâm dininin emirlerini talim etmek üzere kendisi, Muâz b. Ce­
bel ve Ebü’d-Derdâ Halife tarafından Suriye’ye gönderilmişti. Kendisinin bu se­
ferde Filistin’de görev yaptığı rivayet ediliyor. Remle’de bir rivayete göre de Ku-
dus’ta hicri 45 yılında vefat etmiştir.
Bab : 2 M UKADDİM E 35

âla, senin ve emsalinin bulunmadığı yerin hayrını alsın’, dedi ve


Muâviye’ye de şu meâlde bir mektup yazdı:
‘(Yâ Muâviye!) (Senin Ubade’ye hüküm etme salahiyetin yok­
tur. (Bahis konusu mes’elede) O’nun sözü (fetvası) doğrudur. Halkı
O’nun beyan ettiği fetvaya yönelt. (Yani yukarda beyan edilen mü­
badele usulünde faizcilik vardır.’

İZAHI
Bu konu , Faiz babında inşaallah etraflıca izah edileceğine gö­
re burada ı/.ahat vermeye lüzum yoktur. Çünkü mevzuumuz, faiz
mevzuu degıl. Sünnete saygı hakkındadır. Bu olayda Ashab-ı ki-
râm'ın dini hükümlerin beyanı hususunda nasıl bir söz hürriyetine
sahip oldukları ve böyle durumlarda âmir - memur münasebetlerinin
nasıl tâli derecede kaldığı görülmektedir, Allah Teâla cümlesinden
razı olsun ve bizleri onların şefaatma kavuştursun, âmin.

•a « -jc. < j j j ’ U?« fiMJİ —W

i t i l *.

. i\lî\j İIS.AİJ ollAİ j A <_£jSi |^İ|e J, ■ 2^' ^ t / *

.■
i, il <ı ir (^il Ijl*
TERC E M ES 1

19) ... îbn-i Aclânin Avn b. Abdillah (Radiyallahü anhüma)’dan riva­


yet ettiğine göre Abdullah b. Mes’ûd (Radiyallahü anh) şöyle buyurdu :
«Ben size Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den hadis ri­
vayet ettiğim zaman O’nun, hakka en uygun, hidâyete en iyi erişti­
ren ye takvâya en yaraşan söz olduğuna inanın.»
1 t «^ ( y H ^ 9* * •** «•' .1, 9 1 Z* A n s | _ A * . w
<pjA (jf. Uf < X*
^ 'd * * m ' 0 ' *

: 3^ • <i.' <y *Cf 1 Û ^J'1 ti.' h * ‘ ti.' t

. ifrlj iijûij ^ 1j £ ; ı * .^ J jL 'j y \%

T E R C E M ES İ
20) ... Ebü’l-Bahterî’nin Ebu Abdirrahman Es-Sülemî’den rivayet ettiği­
ne göre Ali b. Ebi Tâlib (Radiyallahü anhüm) şöyle buyurmuştur:
36 SÜNE N-Î İBN -Î MÂCE

«Ben size Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in hadisini


okuduğum zaman O’nun hadisinin hakka, hidayete ve takvâya en
uygun, en liyakatli söz olduğuna inanın.»

İZAHI

Kûtüb-i Sitte’den yalnız bu Sünen’de bulunan 19 ve 20 nolu yu-


kardaki hadislerin metinleri (bir zamir durumu hariç) aynıdır. Fa­
kat senedleri değişiktir.

Birinci senedeki râviler: E b û B e k i r b. e 1 - H a 11 â d


e l - B â h i l i , Y a h y â b. S a i d , Ş u ’ b e , İ b n - i A c l â n ,
A v n b. A b d i l l a h ve A b d u l l a h b. M e s ’ û d’dur. Al­
lah Taâla hepsinden razı olsun, âmin.

İkinci seneddeki râviler ise, M u h a m m e d b. B e ş ş â r ,


Y a h y â b. S a i d , Ş u ’ b e (son iki zat birinci senedde de ge­
çer) . A m r b. M ü r r e , E b ü ’ l - B a h t e r î , E b u A b d i r -
r a h m a n E s - S ü l e m i ve A l i b. E b i T â l i b’dir. (Radi­
yallahü anhüm).Müellifin A m r b. M ü r r e ’ ye ulaştırdığı3. se­
nedi de var onu belirtmedim.

Bu iki hadis-i şerif, sünnet-i seniyye hakkında müslümanlann


nasıl bir saygı, duygu ve inanç beslemelerinin gerekliliğini öğütlü-
yor. Ehl-i îman, şuna inanmalıdır ki, âlemlere rahmet olarak gön­
derilen Hz. Peygamber en kolay yolu izlemiş, (kolaylaştırın, güçleş­
tirmeyin. Müjdeleyin, nefret ettirmeyin.) buyurmakla takip ettiği yo­
lu göstermiştir. O’nun sünnet’i kolayca intibak edilebilen hüküm­
leri ihtiva eder. Sünnet-i seniyye’de intibak edilemeyen veya inti­
bakı güç olan bir hüküm yoktur. İnanmayan veya imanı çürük olan­
lara göre durum değişik olabilir.

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beşeriyet âleminin eş­


siz mürşidi olduğu için mutluluğa, hakka ve ilâhı rızaya götürücü
sırat-ı müstakim (dosdoğru yol) in tek rehberidir. Dolayısı ile gös­
terdiği yolu izleyenler gerçek hidayete erişmiş olurlar.

Keza, takvanın timsali olan yüce Peygamber’in sünnetine satı­


lanlar takvanın zirvesine ve en üstün şuuruna yükselmiş olurlar.
Bab: 2 M UKADDİM E 37

Netice itibarı ile bu iki hadisin özeti, şudur t


Peygamber’in hadisleri İlâhîdir, doğrudur, O sadece tebliğ edi­
cidir. Eksiksiz ve ziyadesiz olarak insanlara iletir. Öyle ise O’nun
sözleri ile amel etmek, saadet naimedleri için zorunludur.

• • ı**r**ll 4( ay;! Lf !o*

T ERCE MES İ

21) ... Ebû Hüreyre (Radiyallahü anA)’den :


Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in şöyle buyurduğu rivayet edil­
miştir :
«Kıraat olunan hadisimi, koltuğuna yaslanmış (edep ve saygıya
aykırı) olarak her hangi birinizin dinlemesini, sonra da okuyucuya:
Sen hadisi bırak, onun doğru veya yalan olduğunun anlaşılması için
Kur’an’dan bir şeyim* oku, dediğini katiyyen bilmiyeyim, ( = sakın
hiç biriniz hadislerime karşı böyle tutarsız ve saygısız davranış içe­
risine girmesin, böyle durumu bulmıyayım). Söylenen o güzel söz
(hadis) i ben söyledim.»

N o t: Bu hadis, Kiltüb-i Sitte sahihlerinden yalnız müellifin Tivayet ettiği


hadislerdendir.

İZAH I

Bu son cümle Peygamber’in sözünün devamıdır. Saygısız şahsın


söylediklerinin şiddetle reddi için kullanılmıştır.
Burda da sünnet-i seniyye’ye karşı gösterilmesi gerekli saygı­
nın önemi ve başka türlü davranmanın Peygamber’in nasıl bir aza­
rına maruz kalmayı mucip olduğu açıkça belirtiliyor. (Birinizin şöy­
le yaptığını bilmiyeyim.) sözü anlıyanlar için büyük bir ihtar de­
ğil mi’
38 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

L." t *-UC U. i ( 3 I O *•> ^ J-J O, ÜT ^ t*.

: *.-0 * M 31 ‘ ‘^ “* '< jjâ c ‘

. 3&V1 V ^ 3 ^ ^ ;

< *•,£ t aIİTİ ^ ^ u? t <jis' A»ft ör u? : 4*13^

. j L j "İSI ^ 3*^ ‘ •./* (X Jw^ C/t


. . ^ ^ ^ '■'

T E R C E M E S İ

22) ... Ebu Seleme’ (Radiyallahü anh) ’den rivayet edildiğine göre Ebu
Hüreyre (Radiyallahü anh), bir adama buyurdular ki:
«Ey yeğenim, ben sana Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem)'den hadis rivayet ettiğim, zaman, sen ona karşılık olarak darb ı
meselleri anlatma.»

İ ZAHI

Bu hadis-i şerif Abdest bahsinde 485 numarada daha tafsilatlı


olarak geçmektedir. İ b n - i M a c e h ’ in haşiyesi Sindî, bu ha­
disin izahında diyor ki: E b u H ü r e y r e .(Radiyallahü anh)’nin
muhatabı İ b n - i A b b a s (Radiyallahü anh)’dır. Aralarındaki
konuşma şöyle cereyan ediyor : E b u H ü r e y r e (Radiyallahü
anh) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den,

J&ll O ^ ı l . i_ £ V p

«Ateşin te’sir edip değiştirdiği maddeden dolayı abdestinizi yeni­


leyiniz (yani abdestiniz bozulmuştur, yeniden abdest almanız gere­
kir) »

Hadisi rivayet edince, İ b n - i A b b â s diyor ki, -. (buna gö­


re) Ateşte ısıtılmış su ile abdest almış olursak tekrar soğuk su ile
abdest almamız mı gerekecektir? (yani.anlattığın bu hadise göre sı­
cak su ile alman abdest geçersizdir.)

Ebû Hüreyre, hadisle kast edilen manayı şöyle açıklıyor :


Bab : 3 M UKADDİM E 39

Ateşte pişirilmiş yemeğin yenmesi, abdestin yenilenmesini ge­


rektirir. Sıcak su ile alman abdestin yenilenmesi hadiste istenme­
miştir.
Hadiste kast edilen manayı izah ettikten sonra E b u H ü ­
r e y r e (Radiyallahü anh), î b n - i A b b â s’a yukarda ter­
cemesini verdiğimiz hadisi söyliyerek, şunu demek istiyor: Hadis-i
şeriflerden kastedilen manaları iyice; bilmeli, Re’ye dayalı sözlerle
hadis-i şeritlere karşı çıkılmamalıdır. (14)
j {j* lİ '■7'^. (r )
3 — RESÛLULLAH (SALLALLAHÜ ALEYHİ VE SELLEM)’DEN
HADİS RİVAYETİ HUSÛSUNDA TEVAKKİ (SAKINMAK
ÇEKİNMEK VE ÎTHÎYATLI OLMAK) BABI

TERCEMES İ

23) ... Amr b. Meymûn ( Radiyallahü ank)’Aen şöyle söylediği rivayet


edilmiştir:

Ebû Seleme’nin Hal Tercemesi

İbn-i Mâceh’in Siinen’inde Abdest bahsinde geçen (485 n olu ) bu hadisin met­
ninde daha tafsilat olduğunu söylemiştim. Hadis’in senedinde râvi Ebû Seleme’­
nin, Abdurrahman b. A v fm oğlu olduğu tasrih edilmiştir. Bilindiği gibi aynı kün­
yeyi taşıyan başka sahabiier ve Tabiin vardır.
<14) Es-Senedi Sh. 8 Mısır . 1313
(Devamı 40. sahifede)
40 S Ü N E N -İ İB N -İ MÂCE

tbn-i Mes’ûd (Abdullah) (Radiyallahü anh) ile her perşembe


günü akşamı buluşup görüşmeyi hiç kaçırmazdım. Her hangi bir
şey hakkında hiç bir kimseye ‘Kale Resûlullahi (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem’ dediğini işitmedim. Yalnız bir akşam ‘Kale Resûlullahi (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem) ’ dedi. (Kendisinin bir hadis rivayet edece­
ği beklenirken susuverdi) ve hemen başını öne eğdi. Biraz sonra ona
baktım ki (ne bakayım) gömleğinin ilikleri çözülmüş, gözleri yaş­
larla dolup taşmış ve boyun damarları şişmiş vaziyettedir. Biraz
sonra, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (öyle) veya aşağı,
yahut yukan, ya da Ona yakın yahut ta ona benzer buyurdu’ dedi.
N o t : Bu hadis zevâid türündendir. Bunun isnadının sahih olduğu ve Buhar)
ile Müslim’in bunun senedindeki bütün ravileri hüccet saydıkları zevaid’de belir­
tilmiştir,

İZAHI

A b d u l l a h İ b n - i M e s ’ û d Radiyallahü anh), Ashab’m


ileri gelen âlimlerinden olduğu gibi ilk müslümanlardan ve Peygam­
berin sohbetine hayatını vakfeden bir zat olduğu için hadis-i şerif­
lere vukufiyeti her türlü takdirin üstünde olduğu halde hadis riva­
yetinde ,nasıl ihtiyatlı davrandığı ve bir hadis-i şerifte tek bir ke­
limenin eksik veya fazla olmasından doğacak mes’uliyetin ağırlı-
ğinı ne derece düşündüğü bu hadis râvisi A m r b. M e y m û n
(Radiyallahü anh),tarafından tasvir edilmektedir.
E b û A m r - i Ş e y b â n l de demiştir ki: «tbn-i Mes’ud’un ya­
nında bir yıl kaldım. Hiç Kale Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) demez idi. Bir ihtiyaç halinde dediği zaman vücudu bir titre­
me tutardı ve Ç j î li J \i3C> Jlâ = «Resûlul-

Ebû Seleme ............ (Baştarafı 39.cu sahifetf?)


Ebû Seleme, Abdurrahman b. Âvf’m oğludur. (R.A.). Tabiln’in büyüklerinden
ve Medine’nin meşhur alünlerindendir. İmam Malik, Ebû Seleme künyesinin oııun
adı olarak kullanıldığım söyler. Fakat adının Abdullah olduğunu söyleyenler de
vardır. Ebû Seleme, babası Abdurrâhmân'dan az hadis rivayet etmiştir. Hz.
Osman, Hz. Âişe, Ebû Katade, Ebû Hüreyre, Hassân b. Sabit (R .A .) gibi bir
çok Sahabî’den hadis rivayeti vardır. Kendisinden de Sâlim, Ebü*n-Nadr, Sa’d b.
İbrahim el-Kadı, Ebü’z-Zinâd, Zührî. /Yahyâ b. Said, Yahyâ b. Ebi Kesir, Muharft-
med b. Amr ve başkaları hadis rivâyet etmişlerdir. Ziihri diyor ki; Urve bin Zü-
-beyr. tbnü’l-Müseyyeb. Ebû Seleme, ve Ubeydullah b. Abdillah’ı birer derya ola­
rak buldum.
Ebû Seleme, çok kuvvetli fıkıh ilmine sahipti. İbn-i Abbâs (R .A .) ile İlmî
münazara yapardı. Hicrî 94 veya 104 tarihinde vefat etti. (B a k : Tezkiretü’l-Huffaz
sh. 63 Mekke h. 1374)
Bab: 3 MUKADDİM E 41

lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) böyle veyahut bunun gibi, yahut


buna yakın buyurdu» derdi.
î b n - i M e s ’ û d (Radiyallahü anh) ’un bu ihtiyatı ve titiz­
liği O’nun az hadis rivayetine vesile olmuştur. Aynı zamanda O’nun
bu yüce prensibi kendisinden ilim ve fazilet alan tilmiz (talebe) leri
ve bir çok muhaddis için gayet güzel bir ilmi düstûr haline gelmiş­
tir.

T E R C E ME S İ

24) ... Muhammed b. Sîrin {Radiyallahü a»A)’den şöyle dediği rivayet


edilmiştir:
Enes b. Malik (Radiyallahü anh), bir hadis rivayet edip bitir­
diği zamanı j İl) a l)' d C£=>
= Yâhud da Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’İn buyur­
duğu gibi, derdi.

ÎZAHI

Bu hadîs-i şerifte E n e s b. M â l i k (Radiyallahü anh)’in.


rivayet ettiği hadislerin lâfızlarında her hangi bir hata veya sehiv
yapmış olduğu ihtimalini göz önünde tuttuğu, bunun ağır mes’u-

Am r b. Meymûn (R .A .) nun I]al Tercemesi

Amr b. Meymûn Ebû Yahya el-Kufi el-Evdi'dir. Cahiliyet devrini idrak et­
miştir. Fakat peygamber (S.A.V.) ile görüşmemiştir. Ömer, Muaz b. Cebel gibi
büyük sahabllerden hadis rivayeti vardır. Kendirinden de Şabî, Said b. Cübeyr
ve Ebû İshak rivayet etmiştir. Ebû tshak O ’nun 60 ve bir rivayette 100 hac ve
Umre ettiğini bildirmiştir. îbn-i Muin O ’nun sika olduğunu söylemiştir. Ebû
Naim’in dediğine göre h. 74 yılında vefat etmiştir. (Bak : Hulasatu Tez. Teh. Sah.
294 Bulak h. 1301)
42 SÜNEN-İ İBN-t MÂCE

liyetinin altından çıkması için hadis okuyuşu hitâmında yukarıda


yazılı sözü söylemeyi itiyad haline getirdiği belirtiliyor. Burada, hem
sahabîlerin hadis rivayetinde gösterdikleri ihtiyat ve tevakki dere­
cesi ifade edilmiş oluyor. Hem de hadis rivayet ve okuyuşu ile işti­
gal edenlere ışık tutulmuş oluyor. Bunun için muhaddisler bir ha­
disi rivayet ederken, metnindeki kelimeler iyice hıfzedilmiş değil
ise hadisin bitiminde E n e s b. M a l i k ’ in kullandığı «Ev Kemâ
Kal» ( = yahut Peygamberin dediği gibi) cümlesini veya benzerini
kullanırlar.

Hadisin yalnız mânasını rivayet etmek >


Hadisin metni aynen okunmayıp başka kelimeler karıştırılarak
veyâ tamamen ayrı kelimelerle aynı manayı ifade etmek câiz midir?
Bu konuda yetkili âlimler şöyle demişlerdir:

Enes b. Malikin Hal Tercemesi

Enes (R.A.), Ensar-i Kiram'dan olup Medine’nin Benî Neceâr kabilesine men­
suptur. Hicretin başından peygamber (S.A.V.)ın vefatına kadar 10 yıl devamlı
olarak Eesûlullahin hizmetiyle müşerref olmuştur. Bedir savaşma da katıldığı
îbn-i Sa’d tarafından beyan edilmiştir. Peygamber (S.A.V.)in sohbetine uzun sü­
re devam ettiği için kendisinden 1286 hadis rivayet edilmiştir. Bunlardan 128 ha­
disi Buhari ile Müslim, ittifakla, 80 tanesini yalnız Buharî, 70’ini de Müslim tek
başma rivayet etmişlerdir. Enes (R.A.), Ebu Bekr, Ömer, Osman, Übey b. Kâ’b
ve başka zatlardan rivayet etmiştir. Kendisinden de Hasan-ı Basri, Zühri, Kata-
de, Sâbit el-Bennâni, Hümeyd-i Tavil, Süleyman-i Teymi, Yahya b. Said el-Ensârî
ve emsali bir çok zat rivayette bulunmuşlardır.
Enes (R.A.tin vefat tarihi (h. 90. 91, 92, 93) diye muhtelif rivayetler vardır.
Hulasa, Enes’in 100 yaşı mütecaviz iken vefat ettiği ve Basra'da en son vefat
eden sahabi olduğu bildiriliyor. (Bak : Tezkiretü’l-Huîfaz sah. 44 Mekke h. 1374,
Hulasalu Tez. Teh. Sah. 40. 41 Bulak h. 1301)
Muhammed b. Sîrin’in Hal Tercemesi
Muhammed b. Şirin Ebû Bekr Mevlâ Enes b. Malik (R .A .) yüce âlim ve
üstün takva sahibi olarak tanınır. Hz. Osman’ın hilafetinin bitimine iki yıl kala
doğduğu, kardeşi Enes b. Şirin tarafından haber verilmiştir. Ebu Hüreyre, îmrân
b. Hüseyn, îbn-i Abbas, îbn-i Ömer (R .A.) gibi büyük Sahabîler’den hadis riva­
yet etmiştir. Kendisinden de Eyyup, îbn-i Avn, Kurret b. HaHl, Ebu Hilal Mu­
hammed b. Selim, Avf, Hişam b. Hassan, '.yunus, Mehdi b. Mfe'Tnun, Cerir b.
Hazım ve başka bir çok kimseler rivayette bulunmuşlardır. (R.A.). Kendisi fı­
kıhta imam, hadiste Sika, ru’ya tabirinde allâme, Vera’ ve takvada reis idi. îcll
diyor k i : «Fıkıhta İbn-i Siriti’den daha takvalı ve takvada ondan fazla fıkıhçı
kimseyi görmedim.» îbn-i Avn d a : gözlerim îbn-i Sirin’in mislini görmedi. İbn-i
Avâne de : îbn-i Sîrîn’i gören herkes derhal Allah Taalâyı hatırlar,» demiştir.
H. 110. yılın Şevval ayında vefat etti. (Bak : Tezkiretü’l-Huffaz Sh. 77, 78 Mekke
h. 1374)
Bab : 3 MUKADDİME 43

Hadis rivayet eden kişi, hadisin lâfızlarını, lâfızlardan kasdedi­


len manaları ve istenen mananın bozulma inceliklerini bilmezse,
mâna itibariyle hadis rivayet edemiyeceği husûsunda âlimler müt­
tefiktir. Hadisi aynı lâfızlarla nakletmek mecburiyetindedir. Bu hu-
sûslan bildiği takdirde bile Hadis, Fıkıh ve Usul âlimlerinden bir
taifeye göre; mâna itibariyle hadis nakii caiz değildir. Diğer bir tai­
fe Resûlullah (Sallallahü Aleyh ve Sellem)’in buyurduğu hadisler
için caiz görmemekle beraber Sahabilerin ve Tabiin’in sözleri için mâ­
na itibarı ile hadis nakline cevâz vermişlerdir.
Selef ve halef cumhur-ı ulema’ya göre gerek Peygamber (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem)’in sözleri ve gerekse Ashab ve Tabiin’in
sözlerini, istenen manayı tam ifade ettiğine kesin kanaat getirmek
şartıyle âlimlerin mana itibarı ile hadis rivayetini caiz görmüşler­
dir.
İ b n - i M a c e h’in şerhi Miftahü'l-Hace müelifi bu hadis’in
şerhinde, yukarıdaki malumatı verdikten sonra diyor k i: «Doğru­
su da budur. Çünkü Ashab-ı Kiram ve Tabiin-i Fiham, aynı mes’ele
hakkmdaki bir hadıs’i, muhtelif lâfızlarla ayrı ayn rivayet etmiş­
lerdir.»
Alimlerin (yukarıda) beyan edilen fetvaları, işitmek suretiyle
hıfzedilen hadislere mahsustur. Te lif edilmiş bulunan hadis kitap­
larında yazılı hadis-i şeriflerde mânâya halel getirmese bile en ufak
bir tebdilat, katiyyen caiz değildir. Rivayette veya yazılışta kesin bir
yanlışlık vuku bulunsa gene kitap içinde bir tashihe asla girişilemez.
Cumhur diyor ki, okuyucu doğrusunu rivayet etsin. Kitabı tashihe
kalkışmasın. Kitabın ilgili sahifesinin kenarında yazacağı not ile du­
rumu belirtsin.
Râvi veyâ okuyucu hadis’in bir kelimesinde tereddüt duyar da
araştıı malaıa rağmen doğruluğundaki şüphesi giderilmezse Saha-
bîlerin yaptığı gibi o da hadis sonunda «Ev Kemâ Kal = yahut da
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in dediği gibi» ifadesini
kullansın. (15)
Râvinin hadis metninde takdim, te’hir değişikliği yapması da ih­
tilaflıdır. Mana itibarı ile hadis naklini kabul edenler bu değişikli­
ği de kabul etmişlerdir. Onu caiz görmeyenler bunu da caiz görme­
mişlerdir. Nevevi diyor ki: «Râvinin takdim ettiği kısım, tehir et­
tiği kısma bağlı değilse kesinlikle cevaz vermek gerekir.»

ı,15) Miftahü’I-Haceh Şerhu İbn-i Maceh Sah. 4


44 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

T E R C E ME S İ

25) ... Abdurrahman b. Ebî Leyla (Radiyallahü a»A)’den: Şöyle dedi­


ği rivayet edilmiştir:
Biz Zeyd b. Erkam (Radiyallahü anh) 'den, Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)’in hadis-i şeriflerinden bir şey anlatmasını rica
ettik. Buyurdular k i:
«Biz artık yaşlandık, bizde unutkanlık baş gösterdi. Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den hadis nakletmek de çok zor (mes’-
uliyeti ağır) dır.»

İ Z A H I

Ashab nazarında hadis rivayetinin önemini Z e y d b. E r k â n ı


(Radiyallahü anh) ’m cevabmdan da anlamak mümkündür. Bu öneme
binâen az hadis rivayet etmeyi prensip edinen Sahabiler arasmda
Z e y d b. Er k'â m bulunduğu gibi E bU B e k r e s - S ı d d i k ,
Z ü b e y r b. e l - A v v â m , E b û U b e y d e b. e l - C e r r a h
ve A b b a s b. A b d i ’ l - M u t t a l i b (Radiyallahü anhüm) ve
emsali yüce sahabîleri de görüyoruz. Aşere-i Mübeşşere’den olan
S a i d b. Z e y d hemen hemen rivayette bulunmamış gibidir.

Zeyd b. Erkam (R .A .)’m Hal Tercemesi

Zeyd b, E rk a m b , Zeyd b. Kays b. Nu’man b. Malik b. Ağar b. Sa’lebe b.


Amr, Hazreç kabilesindendir. Hendek savaşma ve bundan başka 17 savaşa filen
katılmıştır. Son zamanlarda Kûfe’de ikamet ederdi. 90 hadis rivayet etmiştir. Bun­
dan dördünü Buharî ve Müslim müttefikan, ikisini yalnız Buharî ve altısını yal­
nız Müslim almıştır. Kendisinden hadis rivayet edenlerin başında Abdurrahman
b. Ebî- Leyla, Tavus, Muhammed b. KâTı ve Nadr b. Enes gelir. B ir ara gözle­
rinden rahatsızlandığında Resûlullah (S.A.V.) ona uğramıştır. Kendisi Hz. Ali’nin
çok yakın ahbaplarından idi. Sıffîn’de Hz. Ali’ye refakat etmişti. H. 63 veyâ 68’de
vefat etmiştir.
Bab: 3 M UK ADDİM E 45

J l e j e < İ lli. t Uf < j j j f t> •£* <5 Ju<6 \ ls jtr — T*\

İ / j£ £ . > 3 ^ jÇ : 3 A ' : # ‘. > y j î j »


^ • V -* JS * *

T E R C E ME S İ

26) ... Şa’bî ( Rahimehullak)’den rivayet edildiğine göre kendisi demiş­


tir ki:
«Ben İbn-i Ömer (Radiyallahü anh) ile bir yıl beraber oturdum.
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den hiç bir hadis nakletti­
ğini işitmedim.»

İ Z A H I

Ashab-ı kiram, hadis-i şeriflere büyük önem verirlerdi. Hele


I = «Hazar bulunanlar, benim dedikle-
*- ' 'Vw
rimi burada bulunmayanlara tebliğ etsinler» hadis’i, onlann iştiya­
kım kat İcat artırmıştı. Fakat hadisin sıhhatinin tesbiti için de bü­
yük titizlik gösterirlerdi. Bir hadîsin sıhhat derecesinin anlaşılması
için gerektiğinde aylarca araştırma ve yolculuk ederlerdi. Bu neden­
le Ashab-ı kirâm’ııi çoğu İklal’ı yani az hadis rivayet etmeyi tercih
ederlerdi. Çok hadis rivayet eden sahabiler azdır. Hadis dilinde on­
lara MÜKSİRİN ( = çok. hadis rivayet edenler) denir. 1000’den faz­
la hadis rivayet eden MÜKSİRİN 7 zat olup 5374 hadis rivayet et­
mekle E b û H ü r e y r e (Radiyallahü anh) birinci ve I b n - i

Abdurrahman b. Ebî Leylâ <H-A.)’m Hal Tercemesi

Abdurrahman b. Ebi Leyla Ebû tsa el-Ensârî el-Kûfî, fıkıhçılıkla tanınırdı. Os­
man, Ali, İbn-i Mes’ud, Ebu Zer ve başkalarından hadis rivayet etmiştir. Hz.
Ömer’in hilafeti zamanında Medine’de doğmuştur. İbn-i Şirin diyor k î : Bir ara
onun ilim sohbetine katıldım. Arkadaşları bir emîre gösterilebilen saygı 11e ona
hürmet ederlerdi. Ebu HÜsayn’den rivayet edildiğine göre Haccac onu kadılığa
tayin etti. Sonra azletmekle de durmadı. Hz. Ali’yi kötülemeye zorladı ve bu sebb
< = kötülemen)in gerçekleştirilmesi yolunda dövdürtdü. Fakat İbn-i Ebî Ley­
la Haccac'ın hiç bir emeline alet olmadığı gibi baskı ve tehdidlere rağmen Hz.
Ali aleyhinde bir şey söylemedi. Bilâhare İbntt’l-Eş'as ile çıkıp gitti. H. 82 veya
83 yılında vefat etti.
46 SÜ N E N -İ İBN -İ MÂCE

Ö m e r (Radiyallahü anh) de 2630 hadis rivayet etmekle ikinci olur.


Bunlardan E n e s b. M â l i k 2286, Hz. Âişe 2210, t b n - i
A b b â s 1660, C â b i r b. A b d u l l a h e l - E n s a r i 1540
ve E b û S â i d - i H u d r î 1170 hadis rivayet etmişlerdir. (Ra-'
diyalîahü anhüm.)
Görüldüğü gibi î b n - i Ö m e r (Radiyallahü anh) Müksi-
rîn’in 2’ncisi olmakla beraber, gerekmedikçe hadis rivayet etmediği
Ş a ’ b i (Radiyallahü anh) nin yukarda dediği gibi bir yıl beraber
oturdukları halde onun hadis rivâyet etmesini müşahede etmemiş­
tir,
î b n - i Ö m e r (Radiyallahü anh) bir gün K â ' b e ’ yi ta-
vâf ederken E b û Ş a ’ s a C a b i r b. Z e . y d ’ e rastlayıp
Ona: «Sen Basra’nın fıkıhçılarmdansm. Tabii halk senden fetva
sorar. Fetvada dayanağın Kur’an’m apaçık ayetleri:veya sıhhati ke­
sinlikle sabit sünnet olmadıkça sakın fetva vermiyesin. Eğer başka
türlü hareket edersen hem sen helak olursun, hem başkalarını he-
laka götürürsün» dediğini H a f ı z Z e h e b i Tezkiretü’l-Huf-
faz'da naklediyor.

Şa’bi’nin Hal Tercemesi

Şa’bi Ebu Am r Âmir b. Şerâhil el-Hemedâni el-Kufi (R .A .) rivâyete göre Hz.


Ömer ( R.A. )’in hilafeti devrinde doğmuştur. Hicri 17. yılda doğduğunu söylediği
rivayet edilmiştir. Fıkıhçı, hadisçi ve çeşitli ilim dallarında maharetli idi.
Hadis aldığı başlıca zatlar:
Ali, îmran b. Huseyn, Cerir b. Abdillah, Ebû Hüreyre. îbn-i Abbas, Aişe, Ab­
dullah b. Ömer, Adi b. Hatim, Muğire b. Şu’be ve Fatıma b. K a y s : Radiyallahü
anhüm.
Kendisinden hadis alanların baslıcalan :
İsmail b . Ebî Halid, Eş’as b. Savvâr, Dâvud b. Ebi Hind, Zekeriyya b. Ebi
Zaide, Mücalid b. Sald, el-A’meş, Ebu Hanife (O, Ebû Hanife’nin en büyük üsta­
dıdır.), îbn-i Avn. Yunus b. Ebi îshak ve Sırri b. Yahya.’dır. (Radiyallahü anhüm).
Vâkidı, Ş a b l’nin Himyerilerden olduğunu söyler. Bir kardeşi Ue ikiz doğmuş­
tur. Tabiinin âllâmesi olarak nam almıştır. 500 sahabi ile görüştüğünü söylemiş­
tir. Mekhul, «ben Ş a b i’den üstün âlim görmedim» der. Ebu Huseyn de Şa’bî’den
daha fıkıhçı kimseyi görmediğini söyler. Ebu Bekr el-Hiizeli diyor ki; îbrni Şirin
bana Şa’bi’nin ilim sohbetine devam etmemi tavsiye edip dediki bir çok sahabi
varken fetva için Şa’bî'ye müracaat ediliyordu.
îbn-i Üyeyne de : «İbn-i Abbâs, Şa'bi ve Sevrî’nin her birisi kendi zamanının
en üstün âlimi idi» demiştir.
îbn-i Sirto de diyor ki ben Kufe’ye gittim. Bir çök sahabi bulunduğu halde
Şa’bi’nin etrafında büyük bir ilim halkasını buldum.
El Heysem b. Adi’nin Mücalid’den rivayet ettiğine göre Şa’bi demiştir k i : İlk
salih zatlar fazla hadis rivayetinden hoşlanmazlar idi. Eğer eskideiı de şimdiki
(Devamı 47-ci sahifede)
Bab : 3 M UKADDİM E 47

TERCEMES İ

27) ... Tâvus ( Rahimehullah) ’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir:


İbn-i Abbas (Radiyallahü anh) ‘dan işittim. Buyurdu ki:
«Gerçekten biz (itina ile) hadisi hıfzederdik. Hadis de, Resûlul-
lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)‘den hıfzedilir. (Hıfz edilmesine
önem ve kıymet verilmelidir.) Fakat siz hırçın deveye de uysal de­
veye de binmeye başlaymca (16) artık hadis almaya itimad etmek
ve bellemek işi uzaklaştı.»

İ Z A H I

İ . b n- i A b b â s (Radiyallahü anhümâ)’nm buyruğu iki şe­


kilde yorumlanabilir.
1. Biz hadis râvilerinin sadakatına itimad eder, her râviden ha­
dis alır, bellerdik. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in ha­
disleri gayet tabii hıfzedilmeye ve önem verilmeye değer. Fakat halk
hadis nakletme işinde ifrat ve tefrite, eksik ve fazla nakletmeye gi­
rişince ve bu durumda naklettikleri hadislerin doğruluğuna itimad
kalmayınca artık onlardan hadis almak ve bellemek işi uzaklaştı, ya­
naşılmaz oldu.
2. Biz hadisleri belleyerek halka rivayet ederdik. Fakat halk
hadislere gerekli önemi vermiyerek doğru yanlış rivayete girişmek-
Şa’bî ...................... ..................... ....... .......... (Baştarafı 46xı sahifede)

görüşte olsaydım hadis ehlinin ittifakla kabul ettiklerinden başka hadis rivayet
etmezdim.
Şa’bi'nin faziletleri ve ilmi kudretinin değeri pek üstündür. Bunları gereği
gibi burada izah edemiyeceğimiz malumdur. Bu kadarla iktifa «delim. Geniş iza­
hat istiyenler Tezkiretü’l-Huffaz’m 79-88 sahifelerine müracaat etsinler. Şa’bi* bir
rivayete göre h, 103’te vefat etmiştir.

(16) Hırçm ve uysal deveye binmekten maksad halkın hadis rivayeti husu­
sunda ihtiyat-ı terkedip sağlam-çürük, iyi-kötü demeden ulu orta hadisleri nak­
letmeye girişmeleri demektir.
48 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

le hıyanet etmeye başlayınca artık onlara hadis rivayet etmemiz


uzak bir ihtimal halini aldı.
İkinci şekilde yorumlanınca, yalan, yanlış hadis rivayetinden hal­
kın menedilmesi neticesine varılıyor. Fakat halkın hadis öğrenme­
meleri manası çıkmıyor; Bilakis cehalet yüzünden fazla hata ve ya­
nılmalara düşüldüğünden hadis nakletmek isteyen kimselerin kök­
lü bir öğrenime mecbur oldukları anlaşılıyor. ( 17)
M ü s l i m , bu hadisi Sahih’inin Mukaddime’sine almıştır. Ay­
rıca aym mealde daha mufassal rivayetleri de almıştır. Bunlardan
birisi şöyledir:

= ... Tâvus (Rahtmehtdlahyden, şöyle dediği rivayet edilmiştir:


Bu zat (yani Büşeyr b. Kâ’b), îbn-i Abbas (Radiyallahü anhü-

Tâvus’un Hal Tercemesi

Tâvus b. Keysan Ebû Abdirrahman el-Yemâni’dir. Zeyd b. Sabit, Âişe, Ebu


Hüreyre. Zeyd b. Erkam İbh-i Abbas (R .A .) ve başka zatlardan hadis rivayet et­
miştir. Kendisinden de oğlu Abdullah ile Zühri, İbrahim b. Meysere, Ebü’z-Zübeyr
el-Mekki, Hanzalâ b. Ebi Süfyan ve başkaları rivayet etmişlerdir. Kendisi Ye-
men’in en büyük âlim ve âmili idi. Am r b. D in a r: «Tavus gibi görmedim.» der.
Kays b. Said de : «Basra'da İbn-i Şirin nasıl eşsiz idi ise Tavus da bizde (Yemen­
de) öyledir.» der. İlim yönünden üstün olduğu gibi zühd ve takvada da üstün idi.
Yemen emîri bir defa ona 500 altııi hediye gönderiyor, fakat kendisi almıyor.
(Devamı 49.cu sahifede)
(17) Es-Sîndî S. 8 Mısır h. 1313
Bab: 3 MUKADDİME

ma)'ya geldi ve ona hadis rivayet etmeğe başladı. İbn-i Abbâs (Ra­
diyallahü anh) kendisine:
— Şu ve bu hadise dfin (yeniden oku)! dedi. Büşeyr de tekrar­
ladı ve rivayete devam etti. İbn-i Abbâs (Radiyallahü anh) yine t
— Falan ve falan hadisi tekrarla! dedi. O da yeniden okudu ve
İbn-i Abbâs (Radiyallahü anh)'a şfiyle dedi:
— Bilmiyorum; acaba okuduğum bütün hadislerimi tanıyıp ka­
bullendin de yalnız bunu (tekrarlananı) mı tanımadınız? yoksa hiç
birisini tanımadın da sadece tekrarlanmasını istediğin hadisleri mi
kabul ettin?
— İbn-i Abbâs (Radiyallahü anh) ona;
— Gerçekten biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) üzeri­
ne hadis uydurulmadığı müddetçe O’ndan hadis rivayet ederdik. Fa­
kat halk serkeş ve uysal develere binmeye (yani insanlar iyi ve kü­
tü her çeşit yola sülük etmeye) başlayınca biz O’ndan hadis riva­
yet etmeyi terk ettik, dedi.»
Bu rivayet, 27 numaralı Ih n - i M â c e h hadisine ait be­
ye n ettiğim 2’nci yoruma daha uygun olur kanaatındayım.
M ü s 1 i m ’ in Mukaddimeye aldığı bir başka hadis de şöy­
ledir :
K'Z ^ * ı ' w ** ^ J r'ı
.t (3 i? j i i A A u ». *..

■j3£.j ^ jU) 1ı I t Cj-Lasî.

j' A İ < î j i S

İ n i^ J y -

Tâvus ..................................................... ........ (Baştarafı 48.ci sahifede)


Tavus Yemen ehlinin üstadı, müftüsü ve bereketi idi. Yüce bir mevkii vardı.
Çok hac yapardı. Hac mevsiminde Mekke’de iken terviye (arafeden bir önceki gü­
ne terviye denir.) den bir gün evvel hicri 106 da vefat etti. Cenaze namazı Emevilerin
halifelerinden Hişam b. Abdilmelik tarafmdan kıldırıldı. Allah rahmet eylesin.
(Bak : Tezkiretü’l-Huffaz S. 90 Mekke 1374)

Süneni îbn-i Mâce - i P .: 4


$0 SÜNEN-Î ÎBN-t MÂCE

&jr* t ^jSZ^Sf J lÜ . j JlU^c-

«â > j j â r ; < ^ 3 . \ s J \ . rJ > ^ ' I ı

d T s U İ '& / i t ■ İ ^ V U Ş İ t ; Î 3 J J c lv ^

-^O-L' ^5 < jJ 'j u o w ı J ^ û ı

== ... Mücahıd ( Rahitnehuttah) ’den rivayet edilmiştir ki:


Büşeyr el-Adevî İbn-i Abbas (Radiyallahü anhüma) ’ya geldi ve
hadis rivayet etmeye başlıyarak: «Kale Resûlullahı (Sallallahü Aley­
hi ve Sellem), Kale Resûlullah! (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) = Pey­
gamber şöyle söyledi böyle söyledi) demeye girişti. İbn-i Abbâs (Ra­
diyallahü anh) ise onu dinlemiyor ve ona bakmıyordu. Biraz sonra
Büşeyr:
— Yâ İbn-i Abbâs: Acaba ne için besim rivayet ettiğim hadis­
leri dinlediğini gömüyorum? Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem ) ’in hadislerini sana naklediyorum sen dinlemiyorsun, dedi.
İbn-i Abbâs ı
— (Eskiden) bir adam Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu, dediği zaman gözlerimiz süratla ona yönelir, tüm
kulaklarımızı ona verirdik. Fakat insanlar serkeş ve uysal deveye
binince (yani hadislerin sıhhat durumunu dikkata almadan, rast-
gele her çeşit hadisi rivayet etmeye girişince) biz de onlardan, ha­
disleri almaz olduk. Ancak (bilip) tanıdığımız hadisleri alınz, dedi.
Bu rivayetin de 27 numaralı hadisin ilk yorumuna daha muvafık
düştüğü kanısındayım.
-»* ,ı - ' ^ « - .*• * ^.1 i. A, uı
jye i ye t Ji\f-ye t Jv — YA
V ** 4. *

tâ C&> ^ İ ^
A -tu * 't '
■i j*X_>A.X>-\ ü\ O ijl ^ğA—J : <Jvs . jUaIY* J

ü \ O ijli
Bab: 3 MUKADDİM E 51

<LArf?l : 'j î% I*-*-* J ; i^ i/j*

. 'ç)CJC_j ZC*I Y i ||| *»i Jji-J [>* VL>!^'


• 1I * 3ıW*i^ cT*

TE R C E M E S î

28) ... Şa’bî (RakimehuUah)’âeh:


Karaza b. Kâ’b (18) (Radiyallahü anh)’m şöyle dediği rivayet edilmiş­
tir :
Ömer (Rdiyallahü anh) bizi Kufe’ye gönderdi. (Bizi yolcu eder­
ken) Teşyi edip (Medine dışındaki) Sirâr denilen yere kadar bera­
berimizde yttrüdö. Sonra ‘beraberinizde buraya kadar ne için yürü­
düğümü bilir misiniz?’ diye sordu. Biz t ‘Resûlullah (Sallallahü Aley­
hi ve Sellem)’in sohbetinde bulunduğumuz (sahabi olduğumuz) ye
Ensar’dan olduğumuz içindir, dedik. Ömer (Radiyallahü anh) :
«Ben size bir hususu anlatmak için (buraya kadar) beraberiniz­
de yürüdüm. Ve yürüyerek gelmekliğimin hatın için (yapacağım
tavsiyeyi) iyice belliyeceğinizi umarak yürüdüm. Siz ateşte kayna­
yan tencere gibi Kur’an için gönülleri fokur fokur kaynayan (yani
Kur'an okumaya çok hararetli ve pek düşkün) bir kavme varıyor­
sunuz. Onlar sizi gördükleri zaman (problemlerinde sizleri hakem
yapacakları, bütün işlerinde emirlerinize itaat edecekleri ve dini bil­
gileri sizden alacakları için) sizlere boyun eğecekler ve Bunlar Hz.
Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in Ashabıdır, diyecekler­
dir. Siz Resûlullah (Sallallahü Aleyh ive Sellem)’den az hadis riva­
yet ediniz. (Yani onlann sizden hadis almak için duydukları iştiya­
ka ve fazla istekli olmalarına bakarak fazla rivayette bulunmayınız.)
Ben de (sevabta) sizin ortağınızım, (Çünkü kendisi onlan hayra de­
lâlet etmiş oluyor.) »dedi.
N o t : Bu hadis yalnız müellifin rivayet ettiği zevaid türiindendir.

Î Z A H I

(Parantez içindeki kelimeler hadis-i şerifin açıklanması için mü­


tercim tarafından kullanılmıştır.)
(18) Karaza b. Ka*b b. Su’lebe b. Amr, Ensar’m Hazreç kabilesindendir. Uhud
ve ondan sonraki savaşlara katılmıştır. Hz. Ali zamanında Kufe kadılığı yaptı ve
onun devrinde irtihal etti. Şa*bi ve Âmir b. Sa’d el-Beceli kendisinden rivayet et­
mişlerdir. Hulasa Sah. 315 Bulak 1301
52 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

Ömer (Radiyallahü anh) hadis rivayeti husûsunda gösterilme­


si gereken tazim, saygı, önem ve ihtiyatı dikkatten uzak tutmamak
için yâhut giden heyetin hadis rivayeti ile fazla meşgul olmaları ha­
linde esas görevleri olan halkın daha önemli görülen irşad hizmetinin
aksaması ve halkın irşad sahasındaki istifadelerinin gevşemesi endi­
şesi nedeni ile hey’etin rivayetle fazla meşgul olmamalarını istemiştir.

TER C E M E Ş 1

29) ... Es-Sâib b. Yezid ( Radiyallahü ank)yiien:


Demiştir ki: «Ben Sa’d b. Malik (bu zat Ebû Said-i Hudri kün-
yesi ile meşhurdur.) (Radiyallahü anh) ile Medine’den Mekke’ye ka­
dar yolda arkadaşlık ettim. Bir tek badis rivayet ettiğini işitmedim.»

t Z A H I

E b û S a i d - i H u d r î (Radiyallahü anh), 26’ncı hadisin


izahında belirttiğim gibi Müksirîn-i Sahabe’dendir. O’nun rivayet
ettiği hadislerin toplamı 1170’dir. Burada ise S i i b b. Y e z i d
(Radiyallahü mıh) ile beraber uzun bir yolculuk yaptığı halde tek
bir hadis rivayet etmediği anlaşılıyor.
Sindi Haşiyesi Müellifi E b ö ' l - H a s a n M u h a m m e d
b. A b d i l h â d i bu hadis üzerine diyor ki :19)
«Ashab-ı kiram (Radiyallahü anhî’m çoğunun fazla hadis riva­
yeti ile meşgul olmayı istemedikleri anlaşılıyor. Onlann ihtiyaç
duyduklan veya hadis talihlerinin iştiyaklarım gördükleri zaman ha­
dis rivayet ettikleri ve başka zamanlarda rivayette bulunmadıklan
muhtemeldir. Bu takdirde Ashab-ı kirâm (Radiyallahü anh)'den
alman meşhur hadisler hep bu şekilde rivayet edilmiş olur. Hadis­
lerin tebliğini emreden i İ = «Hazır olanlar

(19) Sindi s. 9 Mısır 1313


Bab : 4 MUKADDİME 53

hazır olmayanlara tebliğ etsinler.» hadis-i şerifini gözönünde bulun­


durdukları muhakkak olan Sahabıler bu emri Peygamberiyi ya ih­
tiyaç olduğu zaman hamletmişler; yahut her Sahabî, aldığa hadis­
leri, duymayanların bazısına rivayet etmiş ve bununla Peygamber’in
emrini yerine getirmiş olduğu görüşünde idiler veyahut da tebliğ ile
ilgili bu emr-i Peygamberiyi farz-ı kifaye türünden kabul ederek
Ebü H ü r e y r e (Radiyallahü anh) gibi bir kısım sahabilerin
rivayette bulunması ile tebliğ sorumluluğunun kalkmış olduğu ne­
ticesine varmışlardır.» (20)

*si »««»ıSdjt -t*») ,l»..Udi vjl» (t)

4 — PEYGAMBER (SALLALLAHÜ ALEYHİ VE SELLEM)


ÜZERİNE YALAN UYDURMANIN AĞIR VEBALİNİN
KIYANI BÂBI

T E R C E M E Sİ

30) ... Abdullah İbn-i Mes’ud (Radiyallahü anh)’âen, şöyle dediği ri­
vayet edilmiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ye Sellem) buyurdular ki:
«Kim bilerek benim üzerimde yalan uydurursa cehennemdeki
yerine hazırlansın.»

Sâib b. Yezid (İLA.N a Hal Tercemesi

Saib b. Yezid b. Said b. Sümame el-Kindi.


îbn-i TJht-i Nemir diye tanınır. Sahabi oğlu Sahabî’dir. Rivayet ettiği hadis-
lerdenbir tanesinde Buhari ve Müslim İttifak etmişlerdir. Buhari aynca. 5 hadisi­
ni almıştır. Kendisinden hadis rivayet edenlerin başında Yezid b. Hasife, İbrahim
b. K ara, Zührî v e Yahya b .S a id gelir. Babası Vedâ haccma giderken 1 yaşında
olan Saib'e de Hac yaptırdi. Hicri 86 veya 91 yılında Medine’de vefat etti. B ir ri­
vayete göre Medine’de en son vefat eden Sahabî bü zattır. (B ak : Hulasa : S. 132)
54 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

W * * +* ' * *
, € Jcİ\ gl-Jl jU
T E R C E M E S İ
31) ... Ali (Radiyallahü anh)’ûen şöyle dediği mervidir;
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki :
«Benim ağzımdan (kasden) yalan uydurmayınız. Çünkü benim
namıma (bilerek)- yalan uydurmak muhakkak (uyduranı, bilerek ri­
vayet edeni, buna rıza göstereni ve her hangi bir ilişkisi olanı) ce­
henneme sokar.»

32) Enes b. Mâlik (Radiyallahü anh)’den rivayet edildiğine göre Re­


sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Kim benim adıma — ravi diyor ki zannımca «bilerek» kaydım
kullandı. yalan uydurursa cehennemdeki yerine yerleşsin!» bu­
yurdu, demiştir,»

Ebû Said-i Hudri (R-A.)’ın Hal Tercemesi


İsmi Sa’d bin Mâlik olan Ebû Said Sahabl oğhıSahabi’dir. Babası Mâlik b.
Sinan (B .A .) Uhud gazasının mübarek şehidlerindendir. Uhud savaşı vuku buldu­
ğunda Ebû Said henüz 13 yaşında olduğu İğin savaşa götürülmemişti. Fakat on­
dan sonraki savaşlarda ve Hudeybiye Bîatmda bulunmuştur. Kendisi sahabüerin
âlim ve fatihlerindendir. Otodan 1170 hadis rivayet edilmiştir. Bunlardan 26 ha­
disi Buhar! ve Müslim ittifakla, 26 tanesini Buhari ve 52’sini Müslim yalnız riva­
yet etmiştir. Tarık b. Şihab, Said İbn-i Müseyyeb, ŞaTıi ve Nafi g ib ib ir çokT abü
kendisinden hadis rivayetinde bulunmuşlardır. Vâkidi, h. 74’de vefat ettiğini yazar.
(B a k : H ulasa; S. 135)
(20)
Bab : 4 M UKADDİM E 55

T E R CE ME S İ

33)... Cabir (bin Abdillah) ( Radiyallahü anh) ’den rivayet edildiğine göre
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)1in şöyle buyurduğunu söylemiştir.
«Kim kasden benim üzerimde yalım söylerse cehennemdeki ye­
rine hazır olsun.»

T E R C E M E S İ

34) ... Ebû Hüreyre ( Radiyallahü anA) ’den : Şöyle demiştir:


Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki:
«Benim söylemediğim bir şeyi kim bana bile İdle isnad ederse
cehennemdeki yerine hazırlansın.»

Câbir b. Abdullah (R J l.)’ın Hal Tereem«-a;

Ebu Abdillah Cabir (R .A .) Ensari ve Selemî’dir. İkinci Akabe görüşmesine


katılan 70 küsur Ensar arasmda yer alır. Bizzat Peygamber (A.S.)'den ilim ve fe­
yiz almış zamanının Medine Müftüsü idi. Bedir savaşında bulunup bulunmadığın­
da ihtilaf vardır. Fakat Hendek’te ve Bîatü’r-Ridvan’da bulunduğu katidir. Ayrı­
ca 19 savaşa katılmıştır. Müksirin (çok badis rivayet eden) olan 6 sahabiden bi­
risidir. O ’ndan 1540 hadis rivayet edilmiştir. Bunlardan 58 hadisi Buharî ve Müs­
lim ittifakla, 28’ini Buhari ve 126'smı da Müslim münferiden rivayet etmişlerdir.
Kendisinden Şabi, Tavus, Ata. Said İbn-i Minâ, Ebu Zübeyr, Ebu Süfyân.
Talha İbn-i Nafi, Hasen-i Basri, Muhammed tbn-i Münkedir ve başka pek çik zat
ıivaye<tâe bulunmuşlardır. Bîr asra yakın yaşamıştır. Hicri 78. yılda 94 yaşında
iken irtihal etmiştir. Medine’de en son vefat eden Sahabl kendisidir. Cenaze na­
mazım Medine Valisi Ebânİbn-i Osman kıldırmıştır. (Bak.; Tezkiretü’l-Huffaz
s. 43 ve Hulasa s. 59)
56 SÜNEN-t ÎBN-Î MÂCE

T E R C E M E S Î

35) ... Ebu Katade (Radiyallahü e»A)’den: Şöyle demiştir :


Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu minber üzerinde iken şöyle
buyurduğunu (bizzat) işittim:
«Benden çok hadis rivayet etmekten kaçının. Her kim benim
üzerimde (benim ağzımdan) bir şey söylemek isterse bak veya doğ­
ru (bu tereddüt ravidendir) söylesin. Kim benim söylemediğim bir
sözü kasden uydurup bana isnad ederse cehennemdeki yerine yer­
leşsin,»

t «U4 t» ; V6 j L j (/ Ç y ıj 1(,1 jX ) j>l


■0 ' * 0 '0
!• ** ı« • i* e** / i''* ^ »• ? ' ,* l'* ♦ i f _
<**! K| t/ i ^ 1>U^ı J i w
0 * 0* 00* 0 0 * 0 W-

'sb SIV au : j£S İU : 3&


Jjp 5 . * x lÎ 2 'fjŞl j i l cl <.34! {*5 C^5 .>£; 3ı
. « & a i l*j3ji ıİ 3 $ L -ir v;. 3>; •îar'
T E R C E M E S Î

. 36) ... Abdullah Îbn-i Zübeyr (Radiyallahü anh)’den şöyle dediği ri­
vayet edilmiştir:
Ben (Aşere-i Mübeşşere’den olan babam) Zübeyr Mn el-Avvam
(Radiyallahü anh) ‘a dedim ki t
(Abdullah) îbn-i Mes'ud (Radiyallahü anh), falan ve filan sa-
habînin hadis rivayet ettiklerini İşittiğim gibi neden senin, Peygam-

Ebû Katade’nin-Hal Tercemesi

Ebû Katâde el-Ensari es-Selemi’nin adı el-Harls b. Rıb’İ’dir. Uhud ve diğer


savalarda bulunmuştur. 170 badis rivayet etmiştir. Buharî ve Müslim birlikte
onun 11 badisini almışlar. Aynca Buhar! 2 ve Müslim 8hadisini rivayette bulun­
muşlardır/
Kendisinden hadis rivayet edenlerin başında oğlu Abdullah, İbn’ü-1 Müseyyeb
ve Mevlası Nafi’ gelir.
Vefat tarihi hususunda muhtelif rivayetler vardır. En sıhhatli rivayete güre
h. 54 yılında Medine-i Münevvere’de vefat etmiştir. (B a k : Hulasa s. 457)
Bab : 4 MUKADDİME 87

ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in hadislerinden bir şey haber ver­


diğini işitmiyorum.
Zübeyr (Radiyallahü anh) şöyle cevap verdi:
— İyi bil ki ben müslüman olduğum andan beri Resûlullah (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem)’in yanından haç ayrılmadım (yani benim
hu tutumum, uzun zamandan beri sahabîlik şerefine mazhar oldu­
ğum halde O’nun yanında az bulunduğumdan ileri gelmiyor.) Fa­
kat ben Resûlullah’m t «Kim benim ağzımdan kasden yalan söyler­
se cehennemdeki oturağını hazırlasın!» buyurduğunu işittim. (Yani
hadis rivayetinde bulunmama mani budur. Çünkü eksik veya fazla
söyleme hatasına düşebilirim.

T ERCE MES İ

37) ... Ebû Said (Radiyallahü anh)’ûtü\ Resûlullah (Sallallahü Aleyhi


ve Sellem) ’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir.
«Her kim ki taammüden üzerimde yalan uydurursa ateşten otu­
rağına hazır olsun.»

BU BABDA GEÇEN HADİSLERİN İZAHI

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) üzerine yalan uydur­


manın ağır ve çetin cezalan mucip olduğuna dair bu bab’a alınmış
bulunan 8 hadisin mânâları hemen hemen aynı olduğu gibi metin­
leri arasında da pek çok fark yoktur. Fakat senedleri tamamen ay­
rıdır Müteaddit senedleriri bulunuşu ye özellikle çokluğu hadis’in
kuvvet bakımından değer üstünlüğünü gösterir. Merhum Müellif
bu nedenle, takriben ayni mânâyı ifade etmekle beraber senedleri
aynolan bu hadislerin hepsini zikretmiştir.
«Her kim bilerek benim ağzımdan yalan uydurursa cehennem­
deki yerini hazırlasın.» mânâsını ifade eden hadis-i şerif mûtevâtır
hadislerdendir. İ m a m Ş â f i i (Radiyallahü anh) ’nin «Er-Ri-
sale» adlı eserinin şerhinde S a y r a f î, bu hadisin 70 sahabî
tarafından merfûan rivayet edildiğini yazar. Bunlar arasında «Aşe-
58 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

re-i Mübeşşere = cennetle müjdelenen 10 şahabı»nin hepsi mevcut­


tur. Bu hadisin ravilerinin sayısını 200’e çıkaranlar da vardır.
Hadisin «cehennemdeki yerini hazırlasın» cümlesi bazı âlimler-
ce bed dua olarak yorumlanmıştır. Yani «Allah onu cehennemde
yerleştirsin.» diğerlerine göre müfterinin hak etmiş olduğu akibeti
bildirir Yani «O kimse cehenneme müstahak olmuştur. Ona hazir
olsun.»
Hadisin gerekli açıklanması için 3 nokta üzerinde durmak is­
terim.
1. Yalanın mahiyeti
2. Peygamber üzerinde yalan uydurmak
3. Bu suçu işleyenin cehennemlik olması
1 — Ehl-i Sünnet’e göre gerçeğe aykın haber vermeye yalan
denilir. Muhbir ister kasden ister sehven yalan söylesin. Yalan söy­
lemiş olması bakımından fark yoktur. Ancak hilaf-ı hakikat oldu­
ğunu bildiği halde kasden yalan söylerse günah işlemiş olur. Seh­
ven söylerse günaha girmez. Mu'tezile mezhebine göre hilaf-ı haki­
kat söylenen bir sözün yalan sayılabilmesi için kasden ve bile bile
söylenmiş olması şarttır. Yanılarak söylenen gerçek dışı söz yalan
sayılmaz. Ehl-i Sünnet mezhebinin görüşü delillerle isbat edilmiş
ve mu’tezile’nin iddiaları reddedilmiştir. Bu husus konumuzun dı­
şında olup.uzun izah istediği için ona girmiyeceğim. Sadece şunu
belirtmek isterim:
Bu babda geçen hadisler de Ehl-i Sünnet mezhebinin görüşünü
teyid eder. Çünkü kasıtlı ve kasıtsız söylenen hilafı- hakikat sözle­
rin her ikisi de yalan sayılmamış olsaydı ve Mu’tezile’nin iddia et­
tiği gibi gerçeğe aykırı bir sözün yalan sayılabilmesi için kasden
söylenmiş olması şart olsaydı Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) bu hadislerde «Kim kasden yalan söylerse...» demiyeeekti. Çün­
kü «Kasden» kelimesi zâid olurdu.

2 — Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) üzerinde yalan


uydurmak ve bile bile yâhut da yanılarak yapılır. Yanılarak ya­
pılırsa belirtilen ağır cezaya mucip değildir. Çünkü Kitab, Sünnet
ve İema-ı Ümmetle sabittir ki, unutma veyâ yanılma ile işlenen ku­
surlar günah sayılmazlar. Fakat bile bile Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ye Sellem)'in ağzından yalan uydurmak, bilerek böyle uy­
durulmuş hadisi nakletmek, her ne suretle olursa olsun buna ara­
cı olmak ağır vebali ve büyük Cezayı muciptir.
Bab : 4 MUKADDİME 59

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in söylemediği bir sö­


zün veya yapmadığı bir işin ona isnad edilmesi «O’nun üzerinde ya­
lan uydurma» şumulüna girer. Demek ki kavli sünnette olduğu gi­
bi fi’lî sünnette de gerekli titizliği göstermek zorunluğu vardır. Di­
ğer taraftan hiç bir konuda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) 'e uydurma hadis isnadı caiz değildir.
Dalâlet fırkalarından biri olan «Keramiye»ye göre Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’İn getirmiş olduğu dinin lehinde ve
onun neşri yolunda irşad, teşvik, korkutma ve benzeri amaçlarla ha­
dis uydurmak caizdir. Fakat ahkâm hakkında caiz değildir. Bu gö­
rüşten hareketle onlar mevize konularında hadis uydurma cihetine
gitmişlerdir.
K e r a m i y e ’ nin iddiası tamamen yersiz ve mesnedsizdir.
Her hangi bir insanın yapmadığı ve söylemediği bir şeyi Öna isnad
etmek yüce dinimize göre büyük günahlardan sayılırken Fahr-i Kâi­
nat efendimize uydurma söz ve fiil isnadı her ne maksadla olursa
olsun nasıl caiz olabilir? Oysa ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)’in ağzından çıkan, din ile ilgili her sözün ilâhi oluşu «O,
havadan konuşmaz; Konuştukları, ancak kendisine bildirilen vahy’-
dir.» (21) ayeti ile tescil edilmiştir. Bu babda geçen hadislerin tümü
her çeşit yalanı uydurmayı şiddetle yasaklar. Din ve Peygamber (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem) aleyhinde veya lehinde diye bir ayırım
yoktur. M ü s 1i m ’ in Mukaddime’sinin şerhinde N e v e v i ve
î b n - i M a c e h ’ in bu babının haşiyesinde S i n d i derler k i:
K e r a m i y e ’ lerin bu iddiaları büyük bir gaflet ve apaçık bir ceha­
lettir. Arap lügatim bilen hiç bir kimsenin böyle bir iddiayı ileri sür­
mesi bağışlanamaz.
Daha geniş tafsilat isteyenler, N e v e v i ’ nin şerhine müra­
caat etsinler.
3 — Kasden hadis uyduran veya uydurma olduğunu bildiği ha­
disi rivayet edenin cehennemlik olması hususu:
Sindi bu konuda N e v e v i ’ den naklen diyor k i:
«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) üzerinde kasden ya­
lan uyduranın hakettiği ceza cehennem’dir. Cenab-ı Allah Tâalâ di­
lerse cezasını çektirir, dilerse afveder. Böyleleri katiyyen afv edil-
miyecekler, diye bir mana çıkmaz. Zaten küfürden başka her han­
gi bir günâhı işleyen kişinin mutlaka cehennemde tazip edileceğine

<2 1 ) N e c i n : 3, 4
60 SÜNEN-İ İBN-Î MÂCE

dair bir hüküm yoktur. Allah’m dilemesine kalmış, O’nun bileceği


bir sırdır. Bunlar cehennemde tazib edilseler bile cezalarını bitir­
dikten sonra cehennemden çıkacaklar. Çünkü dinimize göre yalnız
küfür ürerinde ölenler ebedî cehennemliktirler. Ölürlerken zerre ka­
dar imanı olanlar bile neticede cehennemden kurtulmuş olurlar.
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adına yalan uydurmanın
büyük günah olduğu bu hadisten anlaşılıyor. Fakat bu suçu işle­
yen adam kâfir olmaz, İmamü’l-Haremeyn’in babası E b û M u­
h a m m e d e l - C ü v e y n i bu iftirayı irtikab eden kişi dinden
çıkmış olur, demişti. Fakat Îmamü’l-Haremeyn bu fetvayı zayıf gö­
rerek, babasından başka hiç bir âlimin böyle bir şey söylemediğini
ve babasının yanıldığını ifade etmiştir.
Hadis uydurma suçunu işledikten sonra tevbe eden suçlunun
tevbesi ve tevbeden sonra rivayeti makbul mudur?
Bu hususta âlimler ikiye ayrılmışlar: Bir kısmı hayır kabul de­
ğil, demişlerdir. Fakat sahih ve umumi kaidelere uygun olan kavle
göre tevbesi hem rivayeti makbuldün Çünkü kafir bile tevbe eder­
se (îman ederse) onun tevbesi ve rivayeti makbuldür. Hadis uydur­
ma suçunu işleyen kişi kâfirden aşağı değildir.»
S i n d i ’ nin N e v e v i ’ den naklettiği parça burada bitti.

BÜ HADİSTEN ÇIKAN HÜKÜMLER

Bu babda geçen hadislerden çıkan hükümler yukarıda verilen


izahtan çıkarılabilir. Fakat özlü ve maddeler halimle belirtmekte
fayda, görüyorum:
1 — Ehl-i Sünnet mezhebine göre bilerek veya bilmeyerek söy­
lenen hilaf-ı hakikat söz yalan saydır. Bu hadisler, Ehl-i Sünnet’in
görüşünü teyid eden delillerdendir.
2 — Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellembüzerinde kasden
yalan uydurmak korkunç, şiddetle kaçınılması gereken büyük gü­
nahlardandır. Hadis uydurmayı mübah görmedikçe bu suçu işle­
mekle kişi dinden çıkmaz. Cumhurun görüşü budur.
3 — Bir tane hadisi uyduran kişi fasık olur. Bütün rivayetleri
reddedilir. Hiç bir hadisi ile ihttcac yapılamaz. Şayet teybe et­
se bile bir çok âlime göre rivayetleri yine tutarsız sayılır. Fakat
mutemed kavle göre nasuh tevbe ile tevbe ederse tevbe ve rivâye-
ti kabul edilir.
Bab: S MUKADDİME 61

4 — Hadis uydurmak işi ister ahkâm ile ilgili olsun ister ter-
gib terhib (korkutmak) mevize ve benzeri konularda olsun hepsi
en büyük günahlardandır.
5 — Hadis uydurmak büyük günah olduğu gibi uydurma ha­
disi: bile bile rivayet etmek veyâ uydurma olduğundan şüphe edi­
len hadisi nakletmek de büyük günahtır.

Âlimler: «Hadis rivayet etmek isteyen adam önce tetkik etme­


lidir. Eğer sahih veya hasen ise «Kale Resûlullahi (Sallallahü Aley­
hi ve Sellem) = Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle bu­
yurdu», veya, buna benzer kesin bir ifade kullansın. Hadisin zayıf
olduğu ihtimali varsa kesinlik ifade etmeyen «rivayet edildiğine, an­
latıldığına, söylendiğine göre» ve benzeri bir ta’bir kullansın.» diye
tavsiyede bulunmuşlardır.

6 — Peygamber adına yalan uydurmanın yasaklığı hakkında-


ki hadislerin çoğunda «kasıtlı uydurma» kaydı mevcuttur. Bazıla­
rında ise yoktur. Olmayanlar da olanlar gibi yorumlanır. Aksi tak­
dirde sehven yapılan rivayetin de günah olması gerekecektir. Oysa
ki sehven yapılan işler muaftır.

İS j. ta.-**- Ct* Cr* 'tA (®)

5 — YALAN OLDUĞUNU BİLDİĞİ VEYA SANDIĞI HALDE


BİR HADİSİ RESÛLULLAH (SALLALLAHÜ ALEYHİ
VE SELEM) DEN RİVÂYET EDENİN BEYAN BÂBI

T E R C E ME S İ

38) ... Hz. Ali (Radiyallahü anh)'den :


Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'\n şöyle, buyurduğu rivayet edil­
miştir :
«Herkim, yalan olduğunu sandığı bir hadisi benim hadisim ol­
mak üzere rivayet ederse iki yalancıdan birisi de odur.»
62 SÜNEN-İİBN-İ MÂCE

■İ J & Z L'j ? . Ic Ş s l»> $


'01 '•*: i ' ,;?W. f! *' '
C'-*"'* ' I •? ,* ' *< »I ••* • ' <^U *■ - \ . .. \îl- V tŞfi l><
^ «j jj*- -A-s. ^ û4- * : V» û1
. -*-*^ l*>
'**'4 • •"*- ıf - * ' ' •' •'(f- <îıiki # fil " •'.*••* •*!
♦fi oÂJ) Aı l iS j , j * ) u i> * J » pes» c?*'■ vr* K
• .** ' -v v «*" " ^ ' *
. « ûj_ı A»-|
* +■

T E E C EMESİ

39) ... Semûre b. Ciindüb (Radiyallahü anh) ’den rivayet edildiğine göre
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki:
«Kim yalan olduğunu bilerek veya zan ederek bir hadisi ben­
den rivâyet ederse iki yalancıdan birisi de odur.»

/ < r, * ^ t c*»' f^ u * » « /
< c <Jpı* <> «ua Uf <u - i j . l a ü U * —t *
.a» ^■' ♦> ' #1. • > ' AlUt ♦ **,I V J.^ « « 1 f ,* ^*i İt •« •«
ti* û"4» cî« ® < jH > û* ‘ ‘ cH ti.' 9 . y * 's ^ &
.•-. ıi^f, ^ ^,î - ^
. « grw iPOİ -i»-l i_j«0
-•-** ’.* * ■.
« «ı* ^ *•! • -* v* Îît * > -V > l-l f.f -*f ■\i • « •*• |«Jl«
jı> JiU.. ^ (y u’l-lı \< t/ \*/*j0.
-•Jl .• C'>'
u X > t!/ aj^“

T E R C E M E S Î

40) ... Ali (Radiyallahü anh)’den rivayet edildiğine göre Peygamber


(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular:

Semûre b. Cündüb (R A .) Hal Tercemesi

Semûre b. Ciindüb b. Hilâl el-Ferazî, Basra’da otururdu. 123 hadis rivayet


etmiştir. Buhari ve Müslim onım iki hadisinde ittifak etmişler aynca yalmz Bu­
hari 2 hadisi ve Müslim 4 hadisi münferiden rivayette bulunmuşlardır. Kendi­
sinden Abdullah b. Beride, Hasan-i Basrî ve Ebu Nadra hadis almışlardır. İbn-i
Abdi’l-Berr diyor k i : Semûre, Miiksirin-i Huffaz (çok hadis belleyip rivayet eden­
ler) dandır. İbn-i Sîrin de der k i: Semûre, çok güvenilir, hadiste fazlası ile sa­
dık, İslâmî ve müslümanları gerçekten seven bir zat idi. İbn-i Abdi'l-Berr, onun
Basra’da h. 58 veya 59 yılmda vefat ettiğini söylemiştir. Kûfe’dev efat ettiğini söy­
leyenler de vardır. (B a k : Hülasa Sah. 156)
Bab : S MUKADDİME 63

♦Kim bir hadisin uydurm a olduğunu bildiği veya zan ettiği hal­
de onu benden rivayette bulunursa iki yalancıdan birisi de kendi­
sidir.»

T E R C E M E 8 î

41) ... El-Müğîre b. Şu’bt (Radiyallahü anh)’Atn Rslûlullah ( Sallallahü


Aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

«Kim bir hadisin uydurma olduğunu bildiği veya zan ettiği hal­
de benden rivayette bulunursa iki yalancıdan birisi de kendisidir.»

BU BABDA GEÇEN 4HADİSİN İZAHI

Burada geçen 4 hadisin manası aynıdır. Dikkat edilecek olur­


sa manayı hiç etkilemiyen bir iki kelime hariç, metinleriarasında
da bir fark yoktur. Fakat senedleri tamamen değişiktir.
Hadisin kuvvet derecesinin tescili için müsannif, kendisine in­
tikal eden bütün rivayetleri nakletmiştir.
4’üncü babda geçen hadisler Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) üzerinde bile bile yalan uydurmanın ağır vebâl olduğunu
ifade ediyor. Bu tabda geçen hadisler ise, böyle olan hadisleri ri­
vayet etmenin yasaklığını beyan ediyor, Uydurma olduğu bilinen
veya sanılan hadisleri rivayet etmek, yalancılığın en çirkini ve ifti­
ranın en şeniidir. Küfür ve şirkten sonra gelen en büyük günah-
E! Muğîre b. Şûbe <R.A.)’m Hal Tercemesi

El-Muğire b. ŞuTte b. Ebi Âmir es-Sakafi Ebu Muhammed, Hendek savaşı


zamanında müslüman olmuş Hudeybiye seferine katılmıştır. Rivayet ettiği 136
hadisten Buhari ve Müslim müttefikan 9, Buhari 1 ve Müslim 2 hadisi münferi­
den almışlardır. Kendisinden Hamza ve Urve ismindeki iki oğlu, Şalı! ve bir çok
kişi rivayette bulunmuşlardır. Kendisi Yemâme, Yermûk ve Kadisîye savaşlarına
katılmıştır. Çok akıllı, üstün zekâlı ve dâhi idi. El-Heysem’in dediğine göre h. 50.
yılda vefat etmiştir. (B ak : Hulâsa sah. 385 >
64 SÜNEN-Î İBN-Î MÂCE

lardandır. Çünkü bu babdaki hadislerden anlaşıldığı veçnııe uydur­


ma hadisleri rivayet eden kişi uyduran kişinin suç ortağıdurumun-
dadır.
Mevzu’ ve muhtalak diye isimlendirilen uydurma hadis ile
amel etmek mutlaka haramdır. Böyle bir hadis, ister ahkâma ait
olsun ister tergib, terhib, irşad gibi din lehinde yapılan çalışma ile
ilgili olsun uydurma olduğu bilinir Veya sanılırsa onu rivayet et­
mek katiyetle haram ve yukarıda belirtildiği gibi en büyük günah­
lardandır.
Hadisin metninde geçen \ kelimesi tesniye CEl-Kâ-
zibeyn = iki yalancı) ve çoğul İEl-Kâzibîn = yalancılar) olarak oku­
nabilir. tbn-i Maceh’in bu nüshasını inceleyerek bastıran M u -
h a m m e d F u a d A b d ü l b a k i bu kelimeyi tesniye şek­
linde harekelemiştir. E b û N a î m e . l - A s b a h â n î , Sahih-i
Müslim üzerinde yazdığı El-Mustahraç adlı eserinde rivayet ettiği
S e m û r e hadisinde «El-Kâzibeyn» kelimesini tesniye şeklinde
naklettikten sonra uydurma hadis rivayet edenin o hadisi uydura­
nın suç ortağı olduğunun bu hadisle isbat edildiğini beyan eder.
Cönkü «Uydurma hadis rivayet eden kişi iki yalancıdan birisidir.»
diye buyurulunca şu mana çukyor: iki yalancıdan birisi hadis uy­
duran, diğeri de onu rivayet edendir.
Ebû' Naîm daha sonra rivayet ettiği E 1- M u ğ î r e ha­
disinde kelimesinin tesniye ve çoğul olduğunda tered­
düt ettiğini açıklar.
N e ve v i ise bu kelimeyi çoğul olarak tesbit ettiğini ve meşhur
olanm de bu olduğunu ifade eder. Bu arada K a d ı I y a z ’ ı n d a
bizce bu kelime çoğul olarak mervidir, dediğini nakleder.
Hadisin metninde geçen kelimesi de mâlum ve mechûl

(Yerâ ve Yürâ) olarak rivayet edilmiştir. 38 nolu rivayette mechûl,


diğer 3 rivâyette malum olarak harekelenmiştir. N e v e v i , meç­
hul olan rivayetin meşhur olduğunu ve bunu tesbit ettiğini yazar.
Daha sonra malum için olabildiğinin bazı hadis âlimleri tarafından
ifade edildiğini beyan ettikten sonra :.

«Meçhul okunduğu zaman «Yüra = sanılır» demektir. Mâlum


olarak okunduğu zaman «Yera = bilir veya sanır» demektir. Uy­
durma olduğunu bilerek veyâ sanarak hadis rivayeti yasaklandığı-
Bab : 6 MUKADDİME 65

na göre uydurma olduğunu bilmeyen ve zannetmeyen kişinin riva­


yette bulunmasında salanca yoktur. Başka adamlar o hadisin uy­
durma olduğunu bilseler veya zan etseler bile bu durumdan habe­
ri olmayan râvi için vebal yoktur.» der. (22)
t b n - i M a c e h ’ in haşiyesi Sindi, hadisin açıklamasını ya­
parken N e v e v i ’ nin sözlerini naklettikten snra der k i:
Hadisin metninde geçen kelimesini zan manasına yo­
rumlamak daha şümullü ve ihtiyatlıdır. (Zira bu takdirde bir ha­
disin uydurma olduğu kesinlikle bilinmese bile rivayetinin yasak-
liğı hükme bağlanmış oluyor.)
Diğer taraftan hadisin uydurma olduğundan şüphelenen veya
uydurma olup olmadığım düşünmeyen râvinin günaha girmediği
N e v e v i'n in sözlerinden çıkıyor. Bence bu mana hadisten an­
laşılmıyor. Ancak bu durumdaki ravinin Peygamber üzerinde ya­
lan söyleyenlerden sayılmadığı anlaşılır. Şüphe ve gaflet halindeki
rivayet mes’uliyetten hali değildir. (23)
Uydurma hadisi rivâyet eden kimse şayet onun uydurma oldu­
ğunu belirtirse rivayet etmesinde bir sakınca yoktur.
(jt CmfLrl (p*')
6 — HİDAYETE ERDİRİLMİŞ OLAN HÜLEFÂ-YI RAŞİDİN’İN
SÜNNETİNE İTTİBA BÂBI

(22) Nevevfnin Müslim şerhi mukaddime bahsi


(23) Sindi Sah. 10
Sünen-i îbn-i Mâce — F .: 3 ..
SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

.s Âftju £jj> oU . cAA-xa*!l)! j_y*V\5 \j|5 . ^Jl» t

T E R C E M E S İ

42) ... Yahya bin Ebi’l-Mutâ’dan rivaye t edildiğine göre kendisi trbâd
tbn-i Sâriye’den şöyle söylediğini işitmiştir: (Radiyallahü anhüma).
Resûlallah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir gün bizde kaldı. Kalbleri tit­
reten ve gözleri yaşartan çok korkutucu bir mev’ize ile bize vaaz etti. O’na de­
nildi ki: «— Yâ Resûlullah! (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vedâlaşan kimsenin
yaptığı vaaz gibi nasihat ettin. Bize tavsiyelerde bulun.» Bunon üzerine Rslû-
lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki:
«Takvaya yapışınız ve başınızdaki Halîfe siyah bir köle dahi ol­
sa onu dinleyip itaat etmeye sarılınız. Siz benden sonra şiddetli ihti­
lâfı göreceksiniz. Onun için benim sünnetime ve hidayete mazhar
kılınmış olan Hulefâ'yı Raşidin’in sünnetlerine yapışınız. Bu sün­
netleri dişlerinizle sıkıca tutunuz. (Yahut karşılaştığınız eziyetlere
tahammül için dişlerinizi sıkınız.) İhdas edilen (dinde dayanağı ol­
madan dine sokulmak istenen) şeylerden sakının. Çünkü her bid’at
dalâlettir.»

: Vİ & p \ S ‘ ^ 3 >. 3 - iî
. *s u *' •" " -*”• l [ ' .* ' \'* • " * .•' ■*.* ' •* il
/Jr A.C- < Ü ° (j 6 4 \ J4*-* y 6 4C5-V 4W **'
*> ♦ 'w' ^ * / + *<

H il ^ :o 3 ;> y ç r ^
I t j| «** ^^ ^ ^ 4 •'* ■** ^^
t3l * J^

. j * j 5 » Dfr t V

^İZX »i .
% Lr**- <>* • VI ^ v

. jua-\jül» .(jjı^A^Jl ( j slîlLl "j*'*-f" H

. « aUM o j . «J»Vî ^^ ‘-İ5 •

T E R C E M E S İ

43)... Abdurrahman bin Amr es-Selemî’nin, İrbad b. Sariye (Radiyallahü


anhüma)’dan şöyle söylediğini işittim, dediği rivayet edilmiştir:
Bab : 6 MUKADDİME 67

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize öyle bir vaaz etti ki ondan
îîözler(imiz) yaşardı ve kalbler(imiz) titredi. Bunun üzerine biz dedik ki:
«— Ya Resûlullah! (Sallallahü Alçyhi ve Sellem) Bu vaazınız vedâ eden bir
kimsenin vaazına benzer, bize neleri tavsiye edersiniz?» Resûlullah ( Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki :
«Ben sizi, gecesi gündüzü gibi apaydın olan (en küçük bir şüp­
heyi kabul etmeyen gayet açık) bir din üzerinde bıraktım. Benden
sonra ancak helak olanlar, o dinden (başka yönlere) sapar. Siz­
den kim yaşarsa fazla ihtilafa şahid olacaktır. Onun için bilip tanı­
dığınız sünnetime ve hidayete erdirilmiş olan Hulefâ’yı Raşidîn'in
sünnetlerine yapışınız. Bunları dişlerinizle sıkıca tutunuz (ya'da
musibetlere karşı dişlerinizi sıkınız.) Başınızdaki halîfe siyah bir
köle bile olsa ona itaattan ayrılmayınız. Çünkü mü’min, (tavazu’
ve uysallığı bakımından) burnuna yular takılmış deve gibidir han­
gi tarafa sevkedilirse uyar.»

T ERCE MES İ

44) ... İrbad b. Sariye (Radiyallahü anh)’ûen şöyle dediği rivayet edil­
miştir :

«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize sabah namazı­


nı kıldırdı. Sonra (mübarek) yüzgnü bize döndürüp çok te’sirü bir
vaaz irad buyurdu. (Ravi İrbad, bundan sonra 42 ve 43 noiu hadis­
te anlattığımızın benzerini anlattı.) »

ALTINCI BABDA GEÇEN ÜÇ HADİSİN AÇIKLAMASI

Hulefâ’yı Raşidîn’in sünnetlerine ittiba etmenin beyanı hakkın­


da bu babta rivayet edilen hadislerin 3’ünü de Resûlullah (Sallal­
lahü Aleyhi ve Sellem)’den rivayet eden şahabı İ r b a d b. S â -
SÜNEN-Î İBN-İ MÂCE

r i ye (Radiyallahü anh) 'dir. (24) Fakat bunlar üç ayn sened ile


tbn-i Maceh’e ulaşmıştır. Hadislerin hepsinde Hulefâ’yı Raşidin’in
sünnetlerine yapışma emri verilmekle beraber başka hususları ih­
tiva etmeleri bakımından yek diğerinden farklıdır.

Hadislerde geçen Hulefâ’yı Raşidîn’den maksadın ilk 4 halife


(Radiyallahü anhüm) olduğunu söyleyenler vardır. Bâzı âlimler
ise, bundan maksad 4 büyük halife ve onlann siretini takınıp izle­
rini takip eden başka halifeler ve müctehid olan büyük imamlar­
dır. Zira hakkın daima üstün tutulması, îslâmiyetin yaşatılması ve
kalkm dosdoğru yola irşadı bakımından bunlar da Resûlullah (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem)'in halifeleridir, demişlerdir.

Hadislerin metninde geçen «Bu sün­


netler üzerinde dişlerinizi sıkınız» cümlesi iki şekilde yorumlanmış­
tır - Bâzı âlimler, bu cümle ile mezkûr sünnetlere sımsıkı sarılmak
ve kaçırılmaması için azami gayreti sarfetmek isteniyor, demişler.
Diğer bir kısım âlimlere göre bununla halkın ihtilafa düştükleri or­
tamda sünnetlere sarılmak uğrunda karşılaşılacak güçlükler ve mu­
sibetler müvâcehesinde tahammül etmek ve dişleri sıkmak tavsiye
edilmiş oluyor.
42 noiu hadisin sonunda geçen «İhdas edilen şeylerden sakını­
nız» cümlesi ile sakınılması istenen şeyler, dinde aslı olmayan ve di­
ni kaynaklara aykırı düşen hususlardır. Dini kaynaklara uygun
olan hususlar Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Selleml’den
sonra ihdas edilmiş olsa bile bu yasağın şümulüne girmez. Hadisin
«Benim sünnetime ve Hulefâ’yı Raşidîn’in sünnetlerine yapışınız»
emr-i Nebevisi bunu gösteriyor. Zira eğer halifelerin sünnetleri Pey­
gamberin sünnetinin aynısı olmuş olsaydı «halifelerin sünnetlerine
yapışınız» sözü fazla olurdu. (25)

Bidat hakkında 7’nci babta geniş tafsilat yapılacaktır.

(24) İrbad b. Sariye es-Seleml Ebû Necih Suffe ehlindendir. Bilahare Hu­
musta ikamet etti. Hadis rivayet edenlerdendir. Kendisinden de Cübeyr b. Nefir
ye Halid b. Midan rivayette bulunmuştur. H. 75te vefat ettiği rivayet edilmiştir.
Hulâsa Sah, 305

(25) İbn-i Macehtn haşiyesi es-Sindl s. 11


Bab : 7 MUKADDİME

{v)

7 — E d a t la r d a n (26) v e m ücadeleden (27 )


UZAK KALMANIN BEYAN BABI
Jüt X£ : Vte • C-fr Û t ü \ym — 1û

ijĞ'îfy .*jh\xs-ij <<dljj* <Juk<jr

. -< T £ S -p ^ * : 3 A y £ J & İ 3 V > f l Ş b s> *i

. V\li\ 'ü JC j . « c£rtf" &lW s 61 'c > j\» 3A " j

. ju k (_$jlİ ^ » - j. ^i£5T jç-*- j U . xj u l » 3 j*C


* * /> 1
. j$ £ vC ^ » 3 . « * $ & " A *JJj •

T E R C E M E S İ

45) ... Câbir b. Abdillah ( Radiyallahü ank)'âm rivayet edildiğine göre


kendisi şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hutbe okuduğu zaman
gözleri kızarır, sesi yükselir ve öfkesi şiddetlenirdi. Sanki, kendi­
si, düşman ordusunu gözetleyen «Muhakkak düşman, size sabahle­
yin baskın yapacak, akşam hücum edecektir», diyen bir gözcü idi.
(Tehlikeye karşı halkı uyarır), ve «Kıyâmet günü İle ben bunlar
gibi gönderildim» derdi. Böyle söylerken şehâdet parmağı ile onun
yanındaki orta parmağını birleştirirdi. Sonra derdi k i: «Konuşulan
sözlerin en hayırlısı Allah Teâlânm Kitabıdır. Yolların en güzeli Mu­
hammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in yoludur. İşlerin en kötüle-

(26) B id a t: Geçmişte örneği olmaksızın yapılan her şeye denir. Şer-i Şerif­
te ise Resulullah (S.A.V.) zamanında olmayan bir şeyi İhdas etmektir. İmam-ı
Şafii demiştir İd dini sahada ihdas edilen şeyler iki tasımdır. Eğer Kitap, Sünnet,
Eser ve îcmâ’dan birisine ters düşerse bidat-ı Mezmume (kötü ve sapıklık bid’atı)
dir. Şayet bunlara aytan olmayan bîr hayırlı iş ise o, bidat-ı Memduha (güzel ve
övgüye layık) bid'âttır. Kastalâni C. 12, S. 227 Mısır h. 1306

(27) Burada yasaklanan mücadele-cedel, bile bile batılı savunup hakta ba­
tıl göstermeğe girişmektir. Hak ve doğruyu araştırıp bulmak için usulü dairesin­
de fikir teatisinde bulunmak ve münazara etmek bu yasağa girmez. es-Sindî sah. 13
70 SÜNEN-Î ÎBN-İ MÂCE

rinden birisi de (Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’den)


sonra ihdâs edilen (Dine sokulmak istenen) asılsız şeylerdir. Bid’at-
lar (m çoğu) dalâlettir.» Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
hutbelerinde şöyle de derdi: «Kim (ölüp de) mal bırakırsa, (bırak­
tığı mal) onun mirasçılannâdır. Kim (ölüp de karşılıksız) borç bı­
rakırsa veyâ (bakıma muhtaç) çoluk çocuk bırakırsa onun borcu­
nu ödemek ve aile efradına bakmak bana aittir.»

t Z A H I

Hutbe.îrad ederken Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in


gözlerinin kızarması, sesinin yükselmesi ve öfkesinin şiddetlenmesi­
nin sebebini, S i n d i şöyle açıklar:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hitabet esnasında dik­
katini temas ettiği konuya teksif edince O’na tecelli eden ilâhi hey­
bet ve azametin izleri belirgin bir şekilde mübârek vücudu üzerin­
de görülürdü. Diğer taraftan O’nun heyecanlı konuşması sayesinde
sözleri etkin bir tarzda dinleyicilerinin kalbine iyice yerleşmiş olurdu.
Sahih-i Müslim’in, cuma bahsine alman bu hadisin şerhinde
I m a m - ı N e v e v i der ki:

«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in hutbede takındığı


bu tavırdan mülhem olarak hatibin, hutbesini heyecanlı, etkili ve
gûrsesli okuması, konusuna uygunluğunu göz önünde tutması müs­
tehap kılınmıştır. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in, hut­
bede halkı büyük günahlara ve tehlikeli durumlara karşı uyardığı
zaman öfkesinin artmış olması muhtemeldir.

K â d i I y â z ’ a göre, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­


lem) şahadet parmağı ile onun yanındaki orta parmağını birleşti­
rerek söylediği: «Ben ile kıyamet gönü bunlar gibi gönderildim.»
sözü ile bu iki parmak arasında başka parmak bulunmadığı gibi
kendisi ile kıyamet günü arasında bir peygamber bulunmadığını ve­
yahut iki parmak arasında az bir fark olduğu gibi kendisi ile kıyâ-
met günü arasında dâ az bir süre bulunduğunu kasdetmiştir.
>,- \
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in hutbesinde JL*j

sözünü kullandığı bu hadisle sâbit olduğu için Cuma, Bayram ve


Bab: 7 MUKADDİME 71

sair hutbelerde olsun, vaazların girişinde ve kitablann mukaddi­


mesinde olsun bu cümleyi kullanmak müstahabtır. Sahih-i Buhari’-
de bunun müstahablığı hakkında açılan müstakil bir babta konu­
ya ait bir kaç hadis de zikredilmiştir. Bu cümlenin ilk olarak H z .
D â v u d (Aleyhis’salâtü ves’selâm) tarafmdan kullanıldığım söy­
leyenler vardır. Umûmiyetle besmele, hamd ve salât’dan sonra sö­
ze başlanırken kullanılan bu cümle, bir konudan diğer bir konuya
geçiş işareti olarak kullanılır, özlü t e r c e m e s i = Amma
geçen sözlerden sonra...
î m a m - ı N e v e v i sözlerine devamla der ki, hadisin met­
ninde geçen <_c ju — Her bid’at dalâlettir, cümle •
si amm-ı mahsustur. Yani umum! görülmekle beraber kasdedilen
mana umumi değildir. Bu cümle ‘Bid’atların çoğu dalâlettir .anlamı-
nadır. Buna benzer hadisler de aynı şekilde yorumlanır. Hz. Ö m e r
(Radiyallahü anh) 'm terâvih namazı hakkında â_J 1
s *
— Teravih güzel bid’attır) sözü bu yorumu te’yid eder. Cümlenin
başında kullanılan ve umûmilik ifade eden 4J^T"" = Küllü kelime­
si bu yoruma mani değildir. Zira aynı kelimenin kullanıldığı bazı
ayet ve hadisler de tahsisli kullanılmıştır. Meselâ A h k â f sûresinin
25. ayetinde geçen [^, j ° azâb rüz­
gârı her şeyi —yani bir çok şeyi— helak eder, cümlesinde geçen
kelimesi bu şekilde yorumlanır. Zira H û d (Aleyhis’salâtü ves’se­
lâm) ve mü’minler o rüzgârdan zarar görmediler.
t ma m- ı Nevevi bu arada şöyle söyler:
«Âlimler demişler ki, bid’at şu beş çeşite ayrılır: Vacib, men-
dûb, haram, mekrûh ve mübah.
Meselâ mülhidelere ve benzeri taifelere karşı kelâmcılarm de­
lilleri tanzim etmeleri vacib olan bid’atlardandır. îlmi kitablan tas­
nif etmek, medreseleri (okulları), fakirler için yurtları ve benzeri mü-
esseşelerini açmak mendub olan bid’atlardandır. Çeşitli yemekleri
almak hususunda açılmak mübah sayılan bid’atlardandır. Mekruh
ve haram olan bid’atlar bellidir. Tehzibü’I-Esmâ ve’l-Lügat adlı ese­
rimde b*u konuyu tafsilatlı delilleri ile birlikte izah etmişim.»
t m a m - 1 N e v e v i hadisin, «Kim (ölüp de karşılıksız) borç
bırakırsa veya (bakıma muhtaç) çoluk çocuk bırakırsa...» metnini
açıklarken de âlimlerin şöyle dediklerini nakleder:
72 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

Borçlu ölüp de borcunu karşılayacak mal bırakmayan ölülerin


cenaze namazını Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kılmaz­
dı. Böylece müslümanlann borçlanmayı küçümsemelerini ve borç
ödeme işini ihmal etmelerini önlemek isterdi. Cenâb-ı Hakk’m yar­
dımı ile müslümanlar zaferler kazanarak Fütûhatta bulununca Re­
sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Kim ölüp de (karşılıksız) borç bırakırsa borcunu ödemek bana
aittir.» buyurdular ve borçlan ödemeye başladılar. Resûlullah (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından bu borcun ödenmesi vacip mi
idi yoksa bir ikram mahiyetinde mi idi? Bunda âlimler ihtilaf etmiş­
lerdir. En kuvvetli kavle göre; vâcip idi. Diğer taraftan bu mecbu­
riyet Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’e mahsûs mudur, de­
ğil midir? Bâzı âlimler, bu durum Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)’e mahsus idi. Halîfeler ve diğer devlet yetkilileri buna mec-
bûr değildir, demişlerdir. Bâzı âlimler de eğer devlet hâzinesi bu­
na müsaid ise ve daha önemli harcama yeri yoksa devlet adamları
böyle borçları ödemekle mükelleftirler, demişlerdir.
+ f -*? i * fı . i rt " >
<.i I U
f< -O* 1\ O U
, w y j' . * ^ . *

'•vil \ .* ’ -* • ' \ .*"**' -*1


< j»*V 'J İ ^ t ‘ D <s“5ACr* ‘ J$r <i.’ y.

■ t t * | $§§«âl3 3 1 j ^ <>û>l 3
i*

vl. O'İ'aİ fÎk2\


v v l. ite. s* tih •la, yiü.’ 'tü l. # 2 J â û V
.ot ^
>3*3U W
*[j . ol j * l* V1
. x»Vl^~»i*

»_»ü50Jlj j V1. O^f Vj •3

. i v i y &3 3£s
jı m V j. j*j#î VjU t iLsy û.iÛl ju"

(3-Oal) 3|J . jtjl {J| >--»«1^—11JA»

: 3^5 •t/.JD33: (JiLalS j• c£*V 3


|j . j^l<J|

. « UİTjöl J
ti* wJL^" 3.Jl j V!•
•jr=«*5t
-J’A-^”
Bab: 7 MUKADDİME 73

T E R C E M E S İ

46) ... Abdullah tbn-i Mes’ud (Radiyallahü anh)’den, Resûlullah (Sal-


lallahü Aleyhi ve Sellem)’in şöyle buyurduğu mervidir:
— Kitab ve Sünnetten başka uyulması gerekli 3’üncü bir şey
yoktur. (Yani insanların mükellef bulundukları hususlar Kitab ve
Sünnette derli toplu olup kolayca bilinebilir. İçine başka şeylerin
katılmamasına dikkat edilmelidir.) Sözlerin en güzeliAllah Taalâ’-
nm kelamı ve yolların en güzeli Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)’in yolu, sıretidir. (İrşadlann en güzeli ve hedefe ulaştırı­
cısı Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in irşadıdır. O’nun
dini ve sünnet i seniyyesi dinlerin ve sünnetlerin en faziletlisidir).
Dikkat! (sonradan) dinde ihdas edilmek istenen şeylerden sakının.
Çünkü şer işlerden birisi de ihdas edilen şeylerdir. (Dinde) icad edi­
len her şey bid’attır. Bid’atlar(ın çoğu) dalalettir. Dikkat! emel ve
arzularınız uzayıp size ecelinizi unutturmasın. Aksi takdirde kalble-
riniz katılaşır. Dikkat! Gerçekten gelici olan (ölüm ve ondan sonra­
ki diriliş ve âhiret ahvali gibi) şey (ler) yakındır. Hakikaten gelmi-
yecek - olmıyacak olan şey, uzak sayılır.
Dikkat! Şakavetli (bedbaht), ancak o kimsedir ki annesinin kar
mada iken şaki olur, mes’ud adam da ancak o kimsedir ki başkasın­
dan ibret alır. (Günahları işlemek yüzünden kötü duruma düşenlerin
feci akibetlerinden ders alır aynı vaziyete düşmemek için günahlar­
dan kaçınır.)
Dikkat! Mü’minle döğüşmek küfür ehlinin ve ona sövmek fasık­
ların işidir. (Gerçpk müslümana yaraşmaz.) Müslüman için 3 gün­
den fazla süre ile (din) kardeşini bırakması (ona küs durması) helâl
değildir.
Dikkat! Yalancılıktan şiddetle kaçının. Çünkü ne ciddi ne de
şaka yollu yalancılık mübah değil, müslümanm şanına yakışmaz.
Sakın kimse, yerine getirmiyeceği bir şeyi (küçük yaştaki) çocuğu­
na (bile) vadetmesin (yani bu davranış bile yalancılığa girer). Çün­
kü yalancılık gerçekten (insanı) fücûre (şerre) sürükler. Şer de
cehenneme götürür. Doğruluk da muhakkak (insanı) hayra yönel­
tir, hayırlı işler de cennete kılavuz olur. Doğru adam İçin «O, doğ­
ru söyledi hayır işledi» denir. Yalancı kişi için de «O, yalan söyledi
şer işledi» denir.
Dikkat! Kul gerçekten yalan söyleye söyleye bu hali kendisine
74 SÜNEN-l ÎBN-1 MÂCE

şiar edinir. Nihayet yalancılığı itiyad haline getiren bu idmanlı yalan­


cı, Allah Tealâ’mn divanında «Kezzab» olaralc yazılır.»

İ Z A H I

Hadisin baş kısmı bid'attan kaçınmayı emretmektedir. 45 nolu


hadisin izahında bid’at ile ilgili gerekli bilgi verildi. Hadiste daha
sonra bitip tükenıpek bilmeyen ihtirasların ve bunun sebep olduğu
katı yürekliliğin önüne set çekilmesi için ölümün ve âhiret ahvali­
nin hatırlanması ve uzak tutulmaması istenmekte ve ebedî saadet
ve şakavetin ana rahminde iken belirlendiğine dikkati çekerek bu­
nu tefekkür etmek halinde katı yüreklilik ve aşırı ihtiras şöyle dur­
sun, derin teessür duymanın ve akıbetten endişeli olmanın gerek­
liliğine işaret buyuruluyor. Daha sonra mü’minle döğüşmenin ancak
kafirlerden beklendiği ve ona sövmenin de fâsıklann kân olduğu be­
lirtiliyor. Müminle döğüşenin kâfir ve sövenin fasık olduğu kasde-
dilmemiştir.
Hadisin müteakip cümlesi mûslümanm 3 güne kadar küs kalma­
sında cevaz veriyor. S i n d i diyor k i:
‘Üç günden fazla küs kalmanın haremliği yabancılar içindir ve
küsmenin dinî bir husustan dolayı olmaması şartına bağlıdır. Ev
halkının te’dip ve terbiyesi için daha fazla küs kalınabilir. Nitekim
Besûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir ara bir ay müddetle
hanımları ile konuşmadı. Kezâ dini bir konudan dolayı küs kalmak
için bu süre esas değildir. Meselâ dine aykın davranışlarından do­
layı terk edilen müslüman, o kötülüğü bırakmadıkça ona küs kalı­
nabilir. Nitekim T e b u k savaşma özürsüz katılmayan 3 saha-
bi 50 gün süre ile Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in emri
ile sahabiler tarafından terk edildiler. Nihayet tevbeleri Allah Teaiâ
tarafından kabul edilince onlarla konuşma izni verildi.
Birisi ile konuşulduğu ve temas kurulduğu takdirde ondan dini
yönden veya dünya bakımından zarar geleceğinden endişe duyan
müslümanın ondan uzak durması ve kaçınması âümlerce câiz gör
rülmüştür.
Hadîsin son kısmı da yalancılığın her çeşidinden, sakınmayı, bu­
nun kişiyi çeşitli fenalıklara ve dolayısıyle cehenneme sürüklediği­
ni belirtmekte ve doğruluktan ayrılmamayı, zira onun da insanı ha­
yırlı işlere yönelttiğim ve bu sayede cennette kılavuzluk ettiğini bil­
diriyor.
Bab : 7 MUKADDİME 75

Bu bölümde geçen ‘Birr’ kelimesi her çeşit hayrı ihtiva eder. Una
karşılık kullanılan ‘Fücur’ kelimesi de her türlü şer ve fesadı ihtiva
eder. (Birr) kelimesi ihlaslı ve tertemiz salih amel diye de açıklan­
mıştır. Fücûr da bunun karşıtı olmuş olur. Î b n ü ’ l - A r a b î der
ki: Doğruluktan ayrılmamayı prensip haline getiren kişi Allah Tea-
lâ’ya isyan etmez. Çünkü günah işlemek istediği zaman şunu düşü­
nür- Durum kendisine sorulduğu takdirde, yapmadım dese prensi­
bini bozmuş olur, yaptım dese mahçup duruma düşer, sükût etse
töhmet altında kalır.

TE R CE ME S İ

47) ... Âişe (Radiyallahü anha)'âm: Şöyle dediği rivayet edilmiştir.


Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şu ayeti (Al-i İmran sûresinin
7’nci ayeti) okudu.
Âyetin meali:
«Sana Kitâb-ı gönderen O’dur. O’nun bir kısım âyetleri muh­
kem (açık ve kesinidir. Kur’an’m esası bunlardır. Diğer bazı
âyetlerde müteşabihler (28) ( = manaları sizce bilinmezidir. İşte,
kalblerinde şüphe bulunanlar, fitne aramak ve te'vil yoluna gitmek
için müteşabih âyetlere uyarlar. Halbuki onlann te’villerini Allah’-

(28) Müteşabih : Allah Taâla’nın kasdettiği mâtıası bilinmeyen ayet’e denir,


O ^
j ^ ^
Meselâ t3 X ) as «Allah’ın eli onlann elleri üstündedir.»
diye mana vermek mahzurludur. Çünkü Allah’m eli olmaz. El ile kudret veya
başka biı şeyin kasdedilmiş olması gerekir. Allah neyi kasdetmiş ise o mâna mm

raddır, denilir ve böyle inanılır. ( KaO, i j * (S ad ) gibi bazı surelerin başında

geçen ve makatta’ adı verilen harfler de müteşabih ayetlerdendir.


76 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

tan başkası bilemez, tümde otorite olanlar ise ‘Bfe m a (= müteşa-


bihlere) inandık hepsi Rabbimiz ladindendir' derler. Bunları ancak
kâmil akü sahipleri düşünür.»
Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular k i;
«Yâ Âişe! llftteşabih âyetleri tutup muhkem ayetleri Inrakmak
sureti ile Ktur'aa-ı Kerim de mücâdele etmek isteyenleri gördüğü­
nüz zaman Allah Tealâ'nınt
^ j J » ‘İŞte kalblerinde şüphe bulu-
nanlar...' kavl-i çelil! ile kasdet-
tiği insanlar onlardır! İşte böyle adamlardan sakmın, (= onlarla otu­
rup konuşmayın. Zira, onlar bid’at ehlinin ta kendileridir. Sapık
akidelerinin sizlere bulaşmaması ve müstahak oldukları tahkir ve
ihanet için onları terkediniz.)»

t .Ş & V Z İ c -. - İA

, 36.izSjVj -. b . vs, > .332 t»


■»Jus ys Y « DJub \y j 1Vj <£±J> X5 Yj * ^ ^

( »a lÂ'i I <-»>;•)' ij)- / i r ) •( ç j i ’> jj; ) \ Vi

T E R C E M E S İ

48) ... Ebû Ümâme (Radyallakü <mh)’den Resûlullah (Sallallakü Aley­


hi ve Sdlemyin şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
«Hiç bir kavim hidâyete erdikten sonra, bâtıh hak ve hakkı bâ­
tıl göstermek sûretile mücadele ve çekişmelerde bulunmadıkça da­
lalete gitmemiştir. (= Sapmış olanlar hep batıl yolunda cidal ve çe­
kiştirme yüzünden dalalete gittiler.)»
Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şu âyeti (= Z u h -
ruf süresinin 58’inci âyeti) okudu :
Âyet-i celilenin tamamının meâlı:
«Ve (senin kavmin) dediler ki 'Bizim ilahlarımız (olan melek­
ler) mı daha hayırlı, yoksa O (Meryem oğliı Isa) mı?’ (Ey Muham­
med!) onlar (gerçeği anlamak için değil) sırf bir mücadele olarak
sana bu misali veriyorlar. Doğrusu onlar çok çekişici bir kavimdir.»
Bab: 7 MUKADDİME 77

İ Z A H I
Âyet-i celile K u r e y ş hakkındadır. K u r e y ş* 1er vâkıa
hidâyete erdikten sonra dalâlete düşenlerden değil, onlar hidâyete
hiç yanaşmamış oimakla beraber aralarından hidayet rehberi olan
Hz. M u h a m m e d (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in çıkıp en
kat’î delillerle hak yola davet etmesi ile Kureyş için hidayet yolu
açılmış olup bu yola girmelerine her hangi bir engel bulunmadığın­
dan hidayete ermiş kavimler durumunda idiler. Buna rağmen batı­
lı savunmadaki İsrarlı inatları yüzünden ellerine geçen hidâyet fır­
satım kaçırdılar ve dalaletin çukurlarına yuvarlandılar. Bu bakım­
dan K u r e y ş kabilesi, hidayete erdikten sonra bâtıl yolumdaki
mücadelesi yüzünden dalâlete düşen kavimlere benzer.

< j\ 3 - JU Ît L' İ ^ j U J u . cî

« (j \cj fr- Aj [ ^ ü ■*■■*»* : 3b • (J t

3 v » 3 3 ^ : 3^ ‘ î A J ^ X/f o*

I»vj < Vj < » Vj l»»- V j < Vj < Vj


^ «*►^ * **

. « £ja » s^ ' ^
T E R C E ME S İ

49) ... Huzeyfe (Radiyallahü anh)’ûtn edilen rivayete göre Resûlullah


(Sallallahü Aleyhi ve Seüem) buyurdular ki:
«Allah Tealâ, bid’at sahibinden oruç, namaz, sadaka, hac, ömre,
cihad, tevbe ve fidyeden hiçbir şey kabul etmez. Kıl hamurdan çık­
tığı gibi o da Islâm'dan çıkar.»

* j * * * *
j î ; 3ı 3ı j u M ^ 3^ 3 b : 3b J 3ı jl> ^ « ijçâ\ j t &
' m ^* * * +
, <(

. ^^*31 *!ö . l-ı* aU—lJWj : â»!j jl 3


T E R CE ME S İ
SÖ) ... Abdullah İbn-i Abbas (Radiyallahü anh)’den, Resûlullah (Sallâl-
lahü Aleyhi ve Sellem) ’m böyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
ra SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

«Bid'at sahibi, bid'atuu bırakmadıkça, (şefaatçılar şefaat etseler


bile) Allah Taalâ onun amelini kabul etmiyecektir.»
N o t : Zevâid’de şöyle denilmiştir : Zehebi b u hadisin isnadındaki bütün ra-
vllerin meçhul kimseler olduğunu söylemiştir.

İ Z A H I

S i n d i bu hadisin şerhinde diyor ki, buradaki bid’attan maksad


bozuk itikad olsa gerek. Çünkü ilim ehli fâsid akide ehline bid’atçı
der. itikadı sağlam olup amel yönünden bid'atı olanlar burada mü-
rad değildir. Zaten âlimler böylelerine fâsık derler, bid’atçı demez­
ler. Hadisten anlaşıldığı veçhile bozuk akide sahibi, bid'at’inden rü-
cu’ edip tevbe ederse Cenâb-ı Hak, amelini kabul eder.

T E R C E ME S İ

51) ... Enes bin Malik ( Radiyallahü anA) ’den Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ’in şöyle buyurduğu mervidir :
«Bâtıl ve haksız yolda iken mücadeleyi bırakana cennetin kenar­
larında, hak yolda iken cidal (ve çekişmeleri) terk edene cennetin
ortasında ve huyunu güzelleştirene cennetin en a’lâ mevkiinde köşk
yapılır.»
N o t : Tirmizi Hadisi tahriç etmiş ve hasen olduğunu söylemiştir.

İ ZAHI

Sindi bu hadisin şerhinde der k i :


J J »l j . » j <^ixS3\ iJ J j ' cümlesi muhtelif manalara
Bab: 7 MUKADDİME! 79

muhtemeldir. T i r m i z i ’ nin şerhindeki î b i n - i A r a b i ' n i n


sözünden anlaşıldığına göre burada (Kezib) den maksad cidal ve çe­
kiştirmedir. Yukarıdaki terceme ona göre yapıldı.
Kitabm şarihlerinden î b n - i E e c e b ise (Kezib) kelime­
sini yalancılık manasına almıştır. Bu durumda cümlenin manası şu
olur - «Batıl yolda yani bir maslahat olmaksızın yalancılığı terke-
dene...» Çünkü B u h a r i ve M ü s l i m ’ in ittifakla rivayet et­
tikleri «J u a j (y ^ cjl x SCj fjâk} — «İnsanların
v" Vw« ^ gfi * **

arasmı bulmaya çalışan kişi (maslahat icabı söylediği yalan sözler­


den dolayı) yalancı sayılmaz» hadis-i şerifinden de anlaşıldığı veç­
hile maslahat için yalan söylenebilir.
S i n d i daha sonra E b û D a v u d ’ un Ebû Ümâme'-
den Ttterfu’an rivayet ettiği şü hadisi nakleder:

w • j| j 1 3 ^ J <-İ j ^

l j j C-J.-İ

><UlJLİ. I j J ^
/ /■ “ ^ ✓
= «Haklı bile olsa cidali terkedene cennetin kenarlarında, mi­
zahçı dahi olsa kezibi ( = yalanı veya cidali) bırakana cennetin or­
tasında ve- ahlakını güzelleştirene cennetin en yüksek yerinde bir
evin verilmesi için ben kefilim.»
S i n d i bundan sonra der k i: ‘Bu hadis-i şerif de dikkate alı­
nırsa yukardaki hadîste geçen (bâtıl) kelimesinin mizah anlamına
yorumlanması gerekir. Ancak bir hadiste cennetin kenarlarında köşk
verileceği bildirilene diğer hadise göre cennetin ortasında köşk veri­
lir. Bu değişiklik bâzı ravilerin cümle yerini tebdil etmesinden ile­
ri gelmiş olabilir.

Hz. Aişe ( R.A. )’nin hal Tercemesi


Peygamber (S.A.V.)’in muhterem zevcelerinden olan Âişe (R .A .) Hz. Ebûbekr-i
Sıddık’m kızı olup annesi Ommü Rûman Bint-i Âmiridir. Bir çok şer’i hüküm
kendisinden alınmıştır. Resûlullah (S.A.V.)’in irtihalinden sonra, sahâbîlerin bir
müşkülü olduğu zaman ona müracaat ederek mes'elelerini hallederierdL Çünkü
şer’î hükümlerin en çok konulduğu Medine devrinde kendisi Resûlullah (S.A.V.)’in
yamndan hiç ayrılmadığı için herkesten daha çok dini hükümleri bilirdi. Pey-

( Devamı 80.ci sahifede)


SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

w t .(a)

8 — EE’Y VE KIYAS (IN BÎR KISMIN) DAN KAÇINMANIN


BEYAN BABI

Burada kaçınılması istenen re'yden maksad Kitab, Sünnet ve


İcmâ'a dayanmayan şahsi arzudur. Mezkûr şer’î kaynaklardan biri­
sine istinad eden ve ictihaddan olan re’y murad değildir.
Kıyastan murâd da bû öç temelden hiç birisine tatbik edilme­
yen şahsi kanâat ve samlardır ki; bunlara fâsid kıyas denir. Bahis
konusu kaynaklar (Kitab. Sünnet, îcmâ’ldan birisine dayanan kı­
yâs ise şer’i şerifin 4'üncü kaynağım teşkil eder ve;

hip olanlar! Olaylardan ibret alınız, görülmeyen olayları görülen ha­


diselere kıyaslayınız.» (Haşır, 2) âyet-i celilesine dayanır.
Sahih-i Buhar! «Kitâbü’l-İ’tısam* Bölümünde «Babu ma yüz-
kerü min zemmi’r-Re’y ve Tekellüfl’l-Kıyas» unvanı ile bir bâb açıp
A b d u l l a h b. A m r b. e 1- A s ’ tan 52 nolu hadisi, mânâya
etki etmeyen az bir değişiklikle rivayet ediyor B u h a r î bu babın
gerisinde 1 s r a sûresinin 37‘nci ayetinden;

me» nazm-i celili zikrediyor. Gerek babın ünvanmda «Tekellüfü’l-


Kıyâs» tabirini kullanması ve gerekse girişte bu ayeti alması kıyas
ve Re’yin bir kısmının yani şer’i delillere dayanmayan çeşitinin mez-
mûm olduğunu belirtmek istediğini gösteriyor. Şârih K a s t a 1a n î
bu beyanı yaptıktan sonra diyor ki bu âyetti celile ictihad’ın reddi
yolunda delil olarak gösterilemez. Çünkü içtihada liyakat kazan­
ıl*. Âişe .......... ;........................................... (Baştarafı 79.cu sahifede)
gamber (S-A.V.)’in irtihalini müteakip yarım asır yaşadığı ve bir fetva mercii
durumunda olduğu için şer*i hükümlerin dörtte birisinin ondan alındığı söylen­
miştir. Ata’ tbn-i Ebi B a b a h : Hz. Âişe kuvvetli fıtahçı. üstün âtim, müslüman-
lar hakkında re’y ve içtihadında en güzel isabet eden simadır, der. Urve d e : Fı­
kıh, tıb, şiir ve eyyam-ı Arab konularında Aişe’den daha bilgili bir kimse gör­
medim demiştir.
Sahabilerden b ir cemaat ve Mesruk, İbnü’l-Müseyyeb, Urve, Kasım, Şa*bi,
Atâ, îbn-i Ebi Müleyke, Mücahid, îkrime, Nafi (Mevla Îbn4 Ömer ve başka. bir
çok kimse kendisinden hatjüs aldılar. Kübeyse b. Züeyb ; Âişe nasm en âlimi idi.
Büyük sahabiler bile ona fimi konularda baş vururlardı, der.
Menakibi cildleıi dolduran, Resûlullah (S.A.V.Mn haremi Hz. Âişe <R.Â;>
h. 57 veya 58’inci yılında vefât etti. (Bak ; Tezkiretü’l-Huffaz JS. 27-291
Bab: 8 MUKADDİME 81

mış olan âlimler, Kitab, Sünnet veyâ tcmâ’a dayalı ilmi hükümler
verirler. (29) Şarih müteakip babta da derkiResûlullah (Sallalla­
hü Aleyhi ve Sellem) şer-i şerifte dayanağı olmayan ve ancak va­
hiy yolu ile çözümlenebilen bâzı müşkil mes’eleler sorulduğunda sü­
kût etmiş ise de ümmeti için kıyası da meşru kılmış ve şer-i şerif­
te dayanağı olan mes’elelere ait şer’i hükümleri çıkarmak keyfiyeti­
ni öğretmiş, böylece hakkında nass bulunmayan sorulara karşı na­
sıl davranmalarının gerekliliğini göstermiş olur. Meselâ: Babası­
nın hac yapmadan öldüğünü ve yerine hac yapıp yapamıyaeağmı so­
ran kadma Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem: «Eğer baba­
nın bir borcu olsaydı ödiyecek mi idin, ödemiyecek mi idin? Allah’a
ait borcu ödemek gerekir» buyuruyor. Bu cevab, kıyasın ta kendi­
sidir. B u h a r i , Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in ba­
zı şeylerde sustuğunu ve bazı şeyler hakkında Re’y ile cevap ver­
diğini söylemek istiyor ve her iki durum için birer bab açıyor. Bu
babtan sonra gelen babların 4’üncüsü buna aittir. (30)

T E R C E M E S İ

52) ... Abdullah bin Amr b. el-As (Radiyallahü anhütmyâm, Resûlul­


lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in (vedâ harcında) şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir:

(29) Kastalanl: C. 12, S. 249 Mısır 1306


Bu konuda geniş malumat isteyenler mütercimin îslâm Hukuku Tarihi adlı
tercemesinin 4. Bölümüne müracaat edebilirler.
(30) Re’y ve Kıyas hakkında vuku bulan tartışmaya ait malumat isteyen­
ler Mütercimin îslam Hukuku Tarihi adlı tercemesinin 4’üncü bölümüne müracaat
edebilirler.

Sünen-i îbn-i Mâce — F . : 6


82 SÜNEN-Î ÎBN-İ MÂCE

«Allah Taalâ, ilmi insanları (m göğüslerin) dan sökmek (silmek)


sûretiyle almaz. Lâkin âlimlerin ruhlarını kabzetmek suretiyle alır.
Neticede hiç bir alim bırakmayınca halk bir takım cahilleri (âlim­
lerin yerinde) reis edinirler. Onlara (dini sorular) sorulur. Onlar da
bilmeden fetvâ verirler ve böylece hem kendileri dalalete giderler
hem de halkı dalalete düşürürler.»

İ ZAHI

Bu hadis-i şerifi B u h a r i . Kitabü’l-İlim ve KitâbüT-îtisam’-


da. M ü s l i m , Kadâ kitabında ve T i r m i z i de İlim kitabın­
da zikretmişlerdir. Cumhur bu hadis-i şerifle zamanın müctehidsiz
kalabileceğini tevsik etmişler. Çünkü bu hadis-i şerif, âlimlerin ve­
fatı ile ilmin ortadan kalkacağını ve câhillerin âlimlerin yerini iş­
gal edeceğini, dolayısıyle bilmeden fetvâ vereceklerini haber veriyor,
îctihad ve müctehidin bulunması ilmin varlığına bağlı olduğuna gö­
re ilim olmayınca ıetihad ve müctehid de olamaz.
Tecrid-i sarih mütercimi K â m i l M i r a s 2174 numarada
kayıtlı aynı mealdeki hadisin izahında şöyle söyler:
‘Öyle sanıyorum ki, İslâmî ilimlerin, bunları bilenlerin âhirete
gitmeleriyle zevale uğrayâcağı ve bunların yerlerini cahil bir züm­
re alarak hem kendileri dalâlete düşecekleri, hem de halkı idlal
edecekleri bu hadiste bildirilen dalâlet zamanı gelmiştir. Bugün ga­
zete sütunlarına geçen dini mevzulara dair yazılar tam bir anarşi ha­
lindedir.
K â m - i l . M î r a s zamanında gazetelerde görülen anarşi gü­
nümüzde daha acıklı bir durumda dini neşriyat alanında esefle mü­
şahede edilmektedir. Ehliyetsiz yüzlerce kişi dini kitaplar yazmak­
ta veyâ yazılmış olan dinî eserleri ulu orta terceme etmekte ve yan­
lış bilgiler vermekle din namına büyük cinayetler işlemektedir. Di­
ğer taraftan Fıkıh kitaplarından fetva çıkarmaktan uzak olduğu hal­
de din konusunda fetva vermek üzere halkın huzurunda bu yüküm­
lülüğü rahatlıkla sırtlamış olan yüzlerce adama rastlamak müm­
kündür.
T e b e r a n i ' nin E b û Ü m a m e ' den naklettiği rivayete
göre bu hadis-i şerifi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) V «-
dâ Hacc’inde buyurmuştur.
Bab : 8 MUKADDİME 83

. - , * - ' *• i . <-<■ ^
<Xm j ,'£> i Si f U)1 «X«£- L. ( ji 1fjf *Xj ûj
w "," • " ' " s- * -
• a jC ît 3 l'Jy^ < tjS * û ı ijS * j>.\ (J-îs^- . j \

oj? j £ L:i ^.»l *J» # $|| <»' ü J -~ J 3^* : 3^ « ıij ’c f ‘ j Q cij

T ERCE MES İ

53) ... Ebu Hüreyre Radiyallahü anh)’den Resûlullah (Sallallahü Aleyhi


ve Sellem) şöyle buyurdu, dediği rivâyet edilmiştir :
«(Bir âlimin verdiği) yanlış fetva yüzünden hatâya düşen kişi­
ye günah yoktur. Bütün vebâl, yalnız fetvâ veren (âlim) in boynun-
dadır.»

tZ A H I

Bu hadis-i şerif fetvâ mevkiinde oturup halka fetva veren ilim


adamlarının titiz davranmalarını, bir hatâya düşmemek için a’zamî
gayreti sarfetmelerini istemekte ve yanlış fetvâ yüzünden halkın ha­
talı yola düşmesinin bütün sorumluluğunun fetvâ verene âit oldu­
ğunu bildirmektedir. Tabii ictihad mertebesine ermiş olan mücte-
hidin ictihad dolayisı ile işleyebileceği hata bunun şümulüne girmez.
Fakat ictihad şartlarını haiz olmadığı halde kendisine ictihad süsü­
nü verip yanlış fetvâ verenler veya müctehid fıkıhçılann fetvalarını
iyice tetkik etmeden çşnlar namına yanlış bilgi verenler veya onla­
rın bırakmış oldukları fıkıh kitablanndan fetva çıkarmak (verilmiş
olan fetvayı öğrenmek) için ilmi kudreti haiz olmadan cahilane fet­
va verenlerin, hepsi bu hadisin şümulüne girerler.
S i n d i ’ nin beyânına göre hadis’e şöyle mânâ verenler de ol­
muştur :
«Kim yanlış fetva verirse bütün günah ona fetva için müracaat
edenin boynundadır.»
Fetvâ vermek mevkiindeki şahsm yetersizliğini ve yanlış fetva
verebileceğini bile bile müracaat eden kişinin, ehliyetsiz olduğunu bil­
diği adamın fetvası ile amel edemiyeceği ve amel etmesi halinde so­
rumluluk altında kalacağı gayet tabiidir. Aslında ferdlerin ve cemi­
84 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

yetlerin böyle cahillere müracaat etmek ve onları fetva mevkiinde


saymakla da günaha girmiş oldukları bu hadis-i şeriften anlaşılı­
yor.

i/ t Xm>ü -X>* < l^Mİı “ tv


ı ' • 1, t' ı ^ .ı" .* 1»aıi i *.V(I *"* 4*îî •*!
‘ sJ* 1ğ j K V û6, ‘ Jî.//’ y.’ û* ‘ 't-f-

.tk >' *5 ; ' £ a ’i .'j'j ü . v * ^ > 3P '> $ =d i


*K f' ' >1 "İ •î
. 4 4İaW <ıi*lj» t 4_£li 41*« jı

T E R C E M E S İ

54) ... Abdullah b. Amr ( Radiyallahü anhüma)’da.n:


Resûlullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in şöyle buyurduğunu söylemiştir :
Dinî ilim derin aslı) üçtür. Bunlar (ve bunlan bilebilmek için bi­
linmesi gerekli ilimler ile bunlardan çıkarılan ilimler) in ötesinde ka­
lan ilimler (in bilinmesi) fazla (zaruri değilidir.
(Bu üç ilim) muhkem âyet (ler), sabit sünnet ve adil fariza (mi­
ras payı) ile ilgili tümlerdir.

I Z A H I

Bu hadıs-i şerifte dini ilimlerin esasımn önemi belirtiliyor. Din


sahasında önemle üzerinde durulacak ilimlerin başında gayet ta­
bii muhkem olan ayetlerle ilgili bilgiler gelir. Çünkü muhkem ayetler
din! hükümlerin önde gelen kaynağını teşkil eder. S i n d î ’ nin
beyanına göre; muhkem’den maksad mensuh olmayan ayetlerdir.
Muhkem ayetlerden sonra 2. kaynak olan sabit sünnet önem kaza­
nır. Sâbitten murad da mensuh olmayan ve isnad bakımından sa­
hih olan hadislerdir. Hadis’te geçen «Fariza-i adile» iki şekilde ma-
nalandınlmıştır.»
Birincisi s İlahi adalete uygun olarak tayin ve tesbit edilmiş bu­
lunan miras hissesidir. Tereke taksimine ait «Feraiz İlmî»nin dinde­
ki önemli mevkii burada belirtilmiş oluyor. Başka bir hadis-i şerifte
«Feraiz, ilmin yansıdır» tabiri bile kullanılmıştır. Burada Feraiz ilmi­
nin kasdedilmiş olduğu kuvvetle muhtemeldir.
Bab: 8 M UK ADDİM E 85

İkinci ihtimal: «Fariza» onunla amel edilmesi gerekli olan her


şeye, «Adile» de denk demektir. Yani bu fariza Kitab ve Sünnetle
sabit olan farizaya denktir. Bu ihtimale göre «Fariza-i âdile» ile ic-
ma’ ve kıyas kasdedilmiş olur.
İ b n - i M â c e h bu hadis-i şerifi burada zikretmekle kişi­
lerin dinî kaynaklara dayalı olmayan ve şahsî arzularından ibaret
re’ylerinin dinde yeri olmadığını te’yid etmek istemiştir. Eğer î b n - i
M âc e h fıkıhçılar arasında kullanılan istilahî manadaki re’yi ka­
bul etmiyenlerden ise ve bu maksadla hadisi, bu^baba almış ise o
zaman «Fariza-i âdile» ilk mana ile yorumlamış olur. İstilahi mana­
daki re’yin makbul olmadığı manasının bu hadisten çıkarılması da
itiraz konusu bir husustur. Çünkü hadiste sayılan 3 ilmin dışında
kalan ilimlerin lüzumsuzluğu veya geçersizliği anlamı çıkarılmaz.
Şöyle ki -. Hadisin metninde geçen J İa İ j (* tUJ > J-lj j \^i
cümlesinin manası şudur:
«Bu üç ilmin ve bunlarla ilgili ilimlerin ötesinde kalan ilimlerin
bilinmesi mecburi değildir.» Fıkıhçılann makbul görüp kullandıkları
re’y bu ilimler (Kitab Sünnet ye Fersiz) ile alâkalı olup bunlara da­
yanır. Bu durum düşünülmese bile re’y veya ibaşka ilimlerin mer-
dut olduğu neticesi hadisten çıkmaz. Yukarda işaret ettiğim gibi
eğer «Fariza-i âdile» îcmâ’ ve makbul olan; -re’yanlamına alınırsa
dinî ilimler sahasında şahsi arzuların yeri olmadığı sonucu çıkar ki,
bu takdirde hadiş-i şerifin bu bahta Zikredilmesi gayesi de malum
olur,

- ** '<*•1 ... ' î'i


JU«f 'Jt t ^5 (^ L_ Uî <
S 1& j ' \l2jir — 66

•>* *Xr* *•* * ' 11 " * '*• .* • " ”•\£ t


( 12 t Cj j' tf- ‘ Ü oüft £f- İ ü u »»• •*£•" tri

. p i ^ ı ^ - V 3 t ^ V ı 3 4 ^ 4 'g | i '3 j t S < ^ . d =

. « Aj ti— 3

TER C E M ESİ

55) ... Muâz b. Cebbel ( Radiyallahü anh)1den: Şöyle dediği rivayet


edilmiştir:
86 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beni Yemen’e (Vali olarak) gön­


derdiği zaman buyurdular ki:
«Sakın, bildiğin (şer’î kaynaklar) den başka bir şeyle hüküm ver­
me ve mes’eleleri hal etme. Eğer bir müşkülün olursa onu aydınhğa
kavuşturuncaya kadar veya mes’ele hakkında bana mektup yazın­
ca (ve cevap alınca)ya kadar dur (bekle).»
N o t : Bu hadis yalnız müellifin rivayet ettiği zevâid türündendir.

İZAH I

Kitabın haşiyesi Miftâhü’l-Hace’de deniliyor ki, M u â z b.


C e b e 1’ in bu hadisi bir mes’ele hakkında âyet veya hadîs varken
re’y ve kıyastan kaçınmanın gerekliliğine delalet eder.
Ş i n d î ’ nin beyânına göre bu hadis Kütüb-i Sitte'den yalnız
bu Sünen’de vardır. Hadîsin râvilerinden M u h a m m e d b.
S a i d b. H a ş a n , Metrûkü’l Hadis ( = rivayet ettiği hadisler
kabul edilmediği için ravilerce terkedilen hadisleridir. Sünen'in ba­
zı nushalarmda bu durum belirtiliyor. Çünkü bâzı Sünen nüshala­
rında hadis rivayetinden sonra müellif şöyle diyor: «Ebu İshak bu
hadisin zayıf olduğunu ve terk edilmesinin gerekliliğini ve ravi M u ­
h a m m e d b. S a i d ’ in zındık olduğunu söyledi.»
S i n d i daha sonra diyor k i.- Bu zayıf hadis, halk arasında
meşhur olan şu hadis’e de ters düşer.
«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Muaz b. Cebel’i Ye­
men’e gönderdiği zaman ona:
— Sen nasıl hükmedersin? Muâz:
— Allah Taalâ’mn Kitabı ile... Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
— Eğer Allah’ın kitabında bir delil bulamazsan? Muâz:
—Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in sünnetiyle... Resû­
lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— Eğer onda da bir delil bulamazsan? Muâz:
— İctihad ederim. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ye Sellem) :
— Resûlünün elçisini bana (Resulü tarafından uygulanan pren­
sibe muvaffak kılan Allah’a hamd olsun.»
Bab: 8 MUKADDİME 87

Bu hadisi E b û D a v u d ve T i r m i z i rivayet etmişler­


dir. Bunun senedinde de meçhul râviler vardır. I b n ü ' l - C e v z i
bu hadisi mevzu hadisler araşma almıştır. S u y u t i ise bu ha­
disin mevkuf olduğunu söylemiştir. Hulasa bu hadis 55 nolu hadis­
ten ahsendir.»

T ER C E M ESİ

56) ... Abdullah b. Anar b. el-Âs (Radiyallahü anhüma)’nm şöyle dedi­


ği rivayet edilmiştir : Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve 'Sdlem)’dea işittim
buyurdular ki:
«Beni İsrail’in işi mutedil olarak devam ediyordu. Nihayet muh­
telif milletlerden aldıkları esir kadınlardan doğma nesil türedi ve bu
nesil re’y ( = kişisel arzu) Re hüküm vermeye başlayınca kendUeri
dalalete gittiler ve Beni İsrail’i dalalete götürdüler, onlann işleri
anormale dönüştük
N o t : Zevâid’de verilen bilgiye göre bu hadisin isnadı zayıftır.

Abdullah b. Am r b. el-As (ItA .)'ın hal tercemesi

Kureyştem olan Abdullah Mekke fethinden önce babası ile beraber hicret et­
mek şerefine n&il olan sahabilerdendir. Peygamber (S .A .V .) onu babasından üs­
tün tutardı. Abdullah çok oruç tutar, gece namazım kaçırmaz, bol bol Kur'an-ı
Kerim tilâvet ederdi, ilm e çok meraklı idi. Ebû Hüreyre (R .A .): ‘O ’nun bilgisi
çoktur, çünkü o, Resûlullah (8 .A .V .)’den işittiklerini yazardı ben yazmazdım.’ de­
mekle ilmi kuvvetini ifade ederdi. Sahabiler arasında vuku bulan nizaa katılan
babasını kmardı. Diğer taraftan babam ile beraber bu işe katılmadığından baba
hukukunda kusurlu sayılması endişesini duyardı. Sıffîn’de bulundu. Fakat kılm-
cım hiç çekmedi. Ehl-i Kitabın bir hayli eserlerini ele geçirip tetkik etmiş ve çok
acaib şeylere rastlamıştı.
Kendisinden hadis alanların başında İbnü’l-Müseyyeb, herime. Ebu Abdur-
rahman el-Habll, Urve-İbn-i Ebi Müleyke ve Ebu Am r Şuayb b. Muhammed gelir.
Ederi 65. .yılı M ısır’da vefat etti. Tezkiretül-Huffaz Sah. 41-42)
88 SÜNEN-Î ÎBN-İ MÂCE

, jleVi J v l (\)

9 — ÎMAN BÂBI

*
ü C/* 1 ‘ cJ — ov

â o j i s # : $ t i z j ) & «& 4 '£ *A > £ & £ ^ ^ ^î

Ç’’. » j l j . £*■ ı £ > ^ I a Ü M l » l jj > * * - * j l j ^ --“ 5 ’^ * J. * jîf^

•« A i ' j • ( ^ V I '« d | V ) 3 j i

U r j^ j ^ t> 'û * t > * V I i l i j>.l L ' 1 j l i l i^ î?

‘ ı i ' C/’ * ->^-a i®' ^ ‘ S 't^ 'c f * h!-^' ^ ‘ 4

V > —

T E R C E M E S Î

S7) ... Ebû Hüreyre (iRadiyallahüanh)'den :


Şöyle demiştir: Resûlullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
«îman altmış veya (31) yetmiş küsur bab (bölüm) dür. Bu de-

Muâz bin Cebel (R -A .)’ın hal tercemesi

Muâz, Ensar'm Hazreç kabilesinden olup meşhur Akabe görüşmesinde 18


yaşlarında iken bulundu. Bedir ve diğer savaşlara katıldı. Ashabın büyüklerin­
den, fıkıhçılanndan ve en zeki olanlarından idi.
Kendisinden hadis rivâyet edenlerin başında Enes b. Malik, Ebû Tufeyl, Eş­
lem Mevlâ Ömer, Esved b. Hilâl, Esved b. Yezid, Ebu Müslim el-Hulani ve bun­
lar gibi bir çok zat gelir. Resûlullah (S .A .V .) taralından «H elal ve haram bilgisi
bakımından Ümmetimin en bilgini Musa’dırj» hadisi ile medh-u senâya mazhar
olmuştur. Ebû Müslim el-Hulanî diyor .ki, ben Humus câmiine vardım. 30 kadar
yaşlı sahabî orada ilmi konuşmalar yapıyordu. Aralarında bir genç vardı. O, hiç
konuşmuyordu. Sahabiler bir şeyde tereddüt, edince o gence soruyorlardı. Ben
bu genç kimdir? diye sordum. Muaz, dediler. Hz, Ömer’in de «Fıkhi sorusu olan­
lar Muaz’a varsınlar» dediği mervldirr.
Muâz (R .A .)’m menakıbı çoktur. Bu kadarla yetinelim.
Hicri 18 yılında 35 yaşmda iken Ürdün’de Tâun hastalığı ile şehadet şerbe­
tini içti. ( B a k : Tezkiretü’l-Huffaz Sah. 19-21)
(31) Bu tereddüt râvidendir.
Bab: 9 MUKADDİME 89

recelerin en aşağısı, yoldan zahmet yerecekleri şeyi uzaklaştırmak


— gidermek — ve en yüksek mertebesi 1& ilahe illallah demektir. Hâ­
yâ da imandan bir şu’bedir.»

İZAH I

Bu hadisin râvilerinden E b û H ü r e y r e , E b û S â l i h
ve A b d u l l a h b i n D i n a r ’ dan sonra 3 ayn senedle
t b n - i M â c e h ' e kadar intikal ettiği burada zikredilen sened-
lerden anlaşılıyor. Bu durum, hadisin kuvvetini gösterdiği için mü-
sannif bütün senedleri rivayet ediyor.
S i n d i diyor k i: İmanın bab ve şu’belerinden maksad, ima-
nın meziyet ve dereceleridir. Altmış veya yetmiş küsur tabiri çok­
luktan kinayedir. Arab lisanında sayılar bu manada kullanılır. Ya­
ni imanın hasletleri ve dereceleri pek çöktür.
«La ilâhe illallah» demekten maksad da tevhid kelimesini sa­
mimi ve içten inanarak söylemektir.«Muhammed ün Resûlullah» ayrı
bir şu*be olmuş olur. Yahud «La İlâhe İllallah» ile kelime-i şehadetin
tamamı muraddır. Çünkü tevhid edip H z. M u h a m m e d (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem) ’e inanmıyan kişinin imanlı sayılmadığı ka­
ti delillerle sabittir. «Hâyâ» » Arab dilinde kınama endişesi ile insan­
da görülen utanma halidir. Şer-i şerifte ise çirkin söz ve fiillerden
kaçınmaya zorlayıcı ve hak sahiplerinin hukukuna tecavüz etmeye
engelleyici huydur. Bu huyun şer’i kaidelere göre kullanılması esas­
tır. Dince çirkin görülen şeylerden, iman dolayısı ile kişiyi uzak tu­
tan utanmaya «dinî hâyâ huyu» denir.

T ERCE M E S İ

58) ... Abdullah b. Ömer (Radiyallahü anhümaydm:


Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sdlem) bir adamm, kar­
deşini hayâ dolayısı ile kınadığını işitti. Resûlullah buyurdu ki:,
«Gerçekten hâyâ imandan bir şu’bedir.»
SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

İZAHI

B u h a r ! ’ nin iman bahsinde A b d u l l a h b i n Ö m e r


(Radiyallahü anhüma) ’den rivayet ettiği hadisin metni şöyledir .-
"(Abdullah) b. Ömer (Radiyallahü anhüma)'dan rivâyet edil­
diğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ensar’dan bir
adamın yanından geçiyordu. Ensarî, kardeşini hâyâ etmekten men
ediyordu. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Onu bırak, hâyâ imandandır», buyurdu."

İZAHI

Hâyâ konusunda nasihat eden zatın Ensar’dan olduğu ve bu za­


tın gayesinin, muhatabını hâyâdân vazgeçirmek olduğu bu rivayet
ten anlaşılıyor. Kendisine vaaz edilen kişinin, Eıısarî’nin kan kardeşi
olduğu muhtemeldir. Din kardeşi olması ihtimali de vardır. Galiba
çok utangaç bir kimse olduğu için Ensari ohu kınıyordu.

T E R C E ME S İ

59) ... Abdullah (Radiyallahü ank)’âen :


Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, dediği rivayet edil­
miştir :
«Kalbinde hardal zerresi ağırlığınca kibir bulunan kimse cenne­
te girmiyecek ve kalbinde hardal tanesi ağırlığınca iman bulunan
kimse (ebedî) ateşe girmiyecektir.»

İZAHI
«Kalbinde zerre miktarı kibir bulunan kişinin cennete girmiye-
ceği» tabiri, çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Şöyle k i:
Bab : 9 MUKADDİME 91

Hadîs metninde kibir imana karşı kullanıldığı için buradaki ki­


birden maksad imâna tenezzül etmemek, hakka karşı eğilmemek ve
küfürde İsrar olabilir. Bu takdirde manası açıktır.
tkinci ihtimal: Kibir bilinen manada olup «Cennete girmiye-
cek» tabirinden «Önce cennete girmiyecek» manası melhuzdür. Kib­
rinin cezasını çektikten sonra cennete girebilecek anlamı taşır.
Üçüncü ihtimal şudur: Cennete girenlerde hiç kibir kalmaz, ki­
birden tamamen arınmış tertemiz bir kalble cennete girilir. Nitekim.-
J-® ,y* a-* j j ( j U U*c- y j j — «Biz onlann göğüslerin-
^ s- \ * s- **
deki kin ve hasedi söküp atmışız. (Kalbleri her türlü gill-u ğişten pâk
olmuş olur.)» (32)
«Kalbinde zerre miktarı iman olanlar cehenneme girmiyecekler»
cümlesinden maksad ise; böylelerih ebedi kalmak üzere cehenneme
girmemeleridir. Çünkü ehli imandan bir kısmının, günahları dolayısı
ile cehenneme girecekleri, fakat zerre kadar imanı olanların neti­
cede cehennemden çıkarılıp cennete girecekleri nasslarla sabittir.

■-r. y ^ ^ <-*
W ' v » ‘ «* •

"Üt » ^t|> 4Jİ1Î3 3U ; 3^ ıS (i ^tjr® ‘ Cf-

i Ç’jîl ,j *4o j f ± \ «IsU la .


! hij: jj)jâı3( 0^ • jÜİ IjUol tjf*31 ti-

:3 . jÜl

jUîi 3^1- V . pr-A» • prıî pC*


. ATli-l 3r* jliîl
92 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

( i • Â;V'l / *Li|!;jy~ I i )
T E R C E M E S İ

60) ... Ebû Saîd-i Hudrî (Radiyallahü anh) ’den yapılan rivayete göre
kendisi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in şöyle buyurduğunu söyle­
miştir :
«Allah Taalâ, kıyâmet günü mü’minleri cehennem ateşinden kur-
tannca ve onlar güvenç içine girince birinizin, dünyada iken hak­
kını almak uğrunda arkadaşı ile yaptığı çekişmeden daha şiddetli
bir tarzda mü’minler ateşe atılmış olan (din) kardeşleri için Rable-
ri ile mücadeleye girişirler. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
buyurdu ki t Mü’minler diyecekler ki ‘Ey Rabbimiz! Kardeşlerimiz
bizierle namaz kılarlar, beraberimizde oruç tutarlar ve bizimle be­
raber hac ederlerdi. Sonra sen onlan ateşe ithal ettin.’
(Cevaben) Allah buyuracak k i: ‘Gidin onlardan tanıdıklarınızı
(Cehennemden) çıkarınız’ Mü’minler, bunun üzerine onlara vara­
caklar ve yüzlerinden onlan tanıyacaklar. Çünkü ateş onlann yüz­
lerini (yaptıkları secde sayesinde) yakmıyacaktır, Onlann bir kısmı
aşık kemiklerine, bir kısmı da bacaklarına kadar ateş içinde tutuş­
muş vaziyettedir. Bunları çıkaracaklar sonra ‘Ey Rabbimiz! Bize em­
rettiğiniz adamlan (tanıyabildiklerimizi) çıkardık.’ diyecekler. Son­
ra Allah (Taâla) buyuracak ki ‘Kalbinde bir dinar ağırlığınca iman
olanları çıkarınız. Sonra kalbinde yarım dinar ağırlığınca, onları mü-
tekip de kalblerinde hardal tanesi ağırlığında iman olanlan çıkarı­
nız,’ Ebû Saîd-i Hudri dedi k i: Kim bunu doğrulamazsa bu ayeti oku-

= «Şüphe yok ki Allah (Taâla) zerre miktan zulüm etmez. Eğer


zerre kadar bir İyilik oluma onun ecrini kat kat artırır ve kendi ka­
tından da büyük mükâfat ihsan eder.» (Nisa, 40)
Bab : 9 MUKADDİME! 93

, \ îtj >. t - « j l i . û i ^ j l l i X î j ; . j l y l ' ^ di P ükVi U u ü . S jji>

. Od» 4İU-j . la* iL*d; ,j

EE C E M E S t

61) .... Ciindüb (33) b. Abdillah (Radiyallahü anh)’den. yapılan rivâye-


te göre kendisi şöyle söylemiştir:
«Biz erginlik çağına ermek üzere birer genç iken Peygamber (Sal­
lallahü Aleyhi ve' Sellem) ile beraber idik. Biz Kur’an-ı Kerimi öğ­
renmeden önce imanı öğrendik. Ondan sonra Kur’an’ı öğrendik.
Kur’an sayesinde de imanımız fazlalaştı, (daha da kuvvetlendi).»
Not: Zavaid’de bu hadisin isnadının sahih ve ricalinin Sika olduğu bildi­
riliyor.

ÎZAHI

İmanın ziyade ve noksanlık kabul ettiği 60 nolu hadisten anla­


şılıyor. 75 nolu hadisi açıklarken bu hususta biraz izahat vermeyi
düşünüyorum.

< 4 * ' f ? £ tf K ‘ ^ * ‘
A*Vİ »Â  °£j A » jjft^ 4JSİ0j r “j ! D k (J-Lb <1j \ i A Â

. « <o jJü3tj tj

TERCEMESÎ

62) ... (Abdullah) îbn-i Abbâs (Radiyallahü anhüma)'dm rivayet edil­


diğine göre şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki:

(33) Cündüb ve Cündeb (iki şekilde olabilir) bin Abdillah b. Süfyan el-Bicli
el-A)akî’nin 43 hadisi var. Buharî ve Müslim b u hadislerin 7 tanesini almışlar.
Aynca Müslim 5 tanesini almıştır. Kendisinden hadis rivayetinde bulunanların ba­
şında el-Hasan ve tbn-i Şirin gelir. Hicrî 60. yıldan sonra vefat etmiştir. Hulasa
sah. 64
94 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

«Bu ümmetten iki sınıf vardır ki müslümanlıkta onlar için nasib


(pay) yoktur. Bu zümreler Mürciye ve Kaderiye (mezheblerine men­
sup olanlardır.»
Not: Tirmizl bunu tahric etmiş ve hasen garibtir, demiştir.

İZAHI
Mürciye, kâfir adamın işlediği ibâdetin bir faydası bulunmadı­
ğı gibi mü’min kimsenin yaptığı günahın da zararı olmadığını itikad
eden bir fırkadır. Mürciye kelimesi lügatta geciktirici mânâsına ge­
lir. Bu fırka masiyetler dolayısı ile ilahi azabın geeiktirileceği ve
uzaklaştırılacağını itikad ettikleri için onlara bu isim verilmiştir. Ku­
lun elinde hiç bir irâdenin bulunmadığına inanan Cebriye fırkasına
Mürciye denildiğini söyleyenler de vardır.
Kaderiye veya Kadriye fırkası ise kaderi inkâr eder ve kulun
tam iradeye sahip olduğuna inanırlar. Bunlar kaderin olmadığı ko­
nusu ile fazla meşgul oldukları için onlara bu isim verilmiştir. Hal­
buki kaderin varlığına inanan ve kulun cüz’I iradesini inkâr eden
zümreye bu ismin verilmesi daha uygun gibi gelir. Fakat bunlar di­
ğerleri gibi konuyu fazla dillerine dolamadıkları için bu isim diğer­
lerine verilmiştir.
S i n d i bu hadisin açıklamasında diyor k i:
«Bu iki sınıf için müslümanlıktan nasib yoktur» tabirine ve ba­
zı hadislerdeki benzeri ifadelere dayanarak bunların kâfir olduğu­
nu söyliyenler vardır. Fakat âlimler demişler ki ehl-i kıbleyi tekfir
etmekte acele etmemelidir. Bilhassa Islâmın akaid konularında hak
ve gerçeği bulmak yolunda olanca gücünü harcayarak bir takım
ayet ve hadislerden delil getirmeye çalışan ve fakat delillerin yorum­
lanmasında ve savundukları itikadı mes’elelerde ilmi hatâya düşen­
lerin hemen küfrüne hüküm etmemelidir. Bunlar küfrü ihtiyar et­
miş değillerdir. Bütün çabalarına rağmen, Ehl-i Sünnet’in görüşle­
rinin haklılığı onlarca belirlenmemiş ve kendi görüşlerinden kurtur
lamamışlardır. Netice itiban ile bunlar içtihadında hatâya düşen
müctehiçl veyâ gerçeği bilemeyen cahil durumundadırlar. Gün ışı­
ğına çıktığı söylenebilen ehl-i sünnetin görüşlerine katılmayan bu
bâtıl mezheblerin savunucularından ve mensuplarından, zaruret-i di-
niyyeden olan bir hükmü inkâr eden olursa onun küfrüne hükme­
dilir. Böyle bir durum olmadıkça bunlann tekfiri yapılmamakla be­
raber fışkına hüküm- verilir. Şahidlikleri kabul edilmez. «İslâmdan
nasibleri yok» tabiri, onların durumlannm kötülüğüne, yanlış yola
saptıklarına ve dolayısı ile islâmdan kazançlannm yok denecek de­
Bab : 9 MUKADDİME 9 5

recede az olduğuna işaret eder, diye yorumlanmıştır, örneğin cim­


ri adam için ‘malından nasibi yoktur’, denilir. S i n d i bu izahatı
naklen verdikten sonra diyor ki, «Hasen Garib» olan bu hadis furû
(fıkhl hükümler) konularında bile delil olamazken Usûl (dinin iman
sisteminle ait bir konuda hiç bir surette delil olamaz. Çünkü bu
sahada kafi delilin bulunması şarttır. Usûl’e âit tekfir konusunda
zahnî olan böyle delillerle istidlal edilemez.’
T i r m i z i bu hadisi burdaki senedle ve başka bir senedle ri­
vâyet ettikten sonra bunun «Hasen Garib» olduğunu söylemiştir.
İ b n - i M â c e h de 73 numarada aynı hadisi başka bir yolla ri­
vayet etmiştir. H â f ı z S i r a c e d d i n , Hadisin «Mevzu» ol­
duğunu söylemiştir. Fakat H â f ı z S e l â h a d d i n ve H â f ı z
î b n - i H a c e r , hadisin «Hasen»’e yakın olduğunu, çünkü mü-
taaddit senedlerle rivayet edildiğini söylemişlerdir.
96 SÜNEN-İ İBN-t MÂCE

T E R C E M E S İ

63) ... Ömer tbn-i Hattab (Radiyallahü a»A)’den rivayet edildiğine gö­
re kendisi söylemiş ki: Biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sdlem)’in ya­
nında oturuyorduk. Elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bir zat âniden yanımı­
za geliverdi. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor; bizden de hiç kimse ken­
disini tanımıyordu. Ömer ( Radiyallahü anh) demiş ki: Bu yabancı zât, he­
men Peygamber ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in yanma oturdu ve dizlerini
onun dizlerine dayadı. Ellerini de uylukları üzerine koydu. Sonra dedi ki:
— «Yâ Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ! İslâm nedir?»
ResüluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Islâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve benim, Allah’m
Resûlü (son elçisi) olduğuna şehâdet etmek, namazı dosdoğru kıl­
mak. zekât vermek. Ramazan orucunu tutmak ve Kâ’be’yi hac et­
mektir» buyurdu. Soru soran zat:
— «Doğru söyledin», dedi. Ömer (Radiyallahü anh) dedi k i:
‘Biz buna hayret ettik. (Çünkü) hem soruyor hem de doğrulu­
yordu.’ Sonra bu zât:
— Yâ Muhammed (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) İman nedir?
dedi. ResüluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «îman, Allah’a, O’nun meleklerine, peygamberlerine, kitabla-
nna. âhiret gününe ve kadere - hayline ve şerrine inarrmandır.» bü­
yürdü.
Soru sahibi:
— Doğru söyledin, dedi. Ömer (Radiyallahü anh) dedi k i:
‘Biz buna şaştık. (Zira) hem soruyor hem de tasdik ediyordu.’
Soru soran zât daha sonra:

— «Yâ Muhammed (SaUaUahü Aleyhi ve SeUem) İhsan nedir?»


diye sordu. ResüluUah (SaUaUahü Aleyhi ve SeUem) :
— « (İhsan), Allah'a, Onu görüyorsun gibi ibadet etmendir. Çün­
kü gerçekten sen onu göremiyorsun da O, muhakkak seni görüyor»
buyurdu.
Soru sahibi (bu defa) :
— Kıyâmet ne zaman (kopacak)? dedi. ResüluUah (SaUaUahü
Aleyhi ve Sellem) :
Bab : 9 MUKADDİME 97

— «Soru sorulan (adam) soru soran (kişi)den (bu hususta) da­


ha bilgili değildir.» buyurdu. O zât:
— O halde kıyametin âlametleri nelerdir? dedi. Peygamber (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem):
— «Câriyenin kendi sahibesini doğurması (Vekı, dedi ki; yani
Arab olmayan kadının Arab çocuğu doğurması) ve yahu ayak, çıp­
lak, yoksul, küçükbaş hayvanların çoban (bedevi) lannın yüksek bi­
na yapmak (hususun) da birbiriyle yarıştıklarını görmendir.» bu­
yurdu.
(Hadisin ikinci derecedeki râvisi Abdullah bin Ömer (Radiyai-
lahü anh) dedi ki, bir süre sonra ilk râvi (Ömer b. Hattâb (Radiyal­
lahü anh) şöyle dedi:
Üç gün sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) bana
rastladı ve:
— «(Y â Ömer) O (sorulan soran) zâtın kim olduğunu biliyor-
musun? dedi. Ben:
— Allah ve Resulü bilir, dedim. Resûlullah (SaUaUahü Aleyhi ve
SeUem) :
— «O Cibril’dir. Size dininizin mes’elelerini öğretmeye geldi.»
buyurdu.

İ ZAHI

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e soru sormak üzere


âniden çıkagelen zâtın orada bulunan sahabiler tarafından tanınma­
ması, onun yabancı olmasını gerektiriyordu. Fakat üzerinde yolculuk
eserinin bulunmayışı, bilakis elbisesinin tertemiz, bembeyaz oluşu ve
saçlarının tozlanmayıp simsiyah görülüşü onun yolculuk etmediği­
ni gösteriyordu ki, bu durum ordakilerin hayretini mucip olmuştu.
Râvi H z . Ö m e r (Radiyallahü anh) bu hayretini, onun bu du­
rumunu anlatmakla ifade ediyor.

< U J l c K İk S ' cümlesindeki «Fahzeyhi» za­

Sünen-i tbn-i Mâce —■P . : 7


SÜNEN-l ÎBN-İ MÂCE

mirinin mercii Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) veya gelen


zât olabilir.
Sindi bunu şöyle anlatır:

N e v e v I ’ ye göre, zamirin mercii o zâttır. Cümlenin mânası


şudur:
«Gelen zât her iki elini kendi uylukları üzerine koydu.»

Bazı âlimler, «Bu mânanın edeb ehline daha uygun olduğunu ve


bu takdirde soru sahibinin bir talebe gibi diz çökerek oturduğunu,
ellerini kendi uylukları üzerine bıraktığı ve saygılı bir tavır takındı­
ğını ifade eder» demişlerdir.
B a ğ a v î ve başkaları, zamir Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'e racidır, demişlerdir. Buna göre mânâ şöyledir:
«Gelen zât her iki elini Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’-
m uylukları üzerine koydu».

Bu şekil mânâlandırma bir önceki cümlenin mânasına daha mü­


nasip olur. Çünkü bu takdirde iki cümlenin mânası su olur:
«Dizlerini Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in dizlerine
dayadı, ellerini de Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in uy­
lukları üzerine koydu.»

î b n - i H a c e r de bu ihtimali tercih ederek î b n - i H u ­


z e y m e ’ nin rivâyetinde «Sonra ellerini Resûlullah’m dizleri üze­
rine koydu» buyurulmuş olmasını tercih sebebi olarak gösteriyor ve
C i b r i l (Aleyhis’salâtü ves’selâm) bu kaba hareketi ile orada bu­
lunanların kendisini tam bir çöl bedevisi sanmaları ihtimalini kuv­
vetlendirmek ve hakiki durumunu iyice gizlemek istemiş olsa gerek,
diyor

C i b r i l (Aleyhisselâm) ’m, «Yâ Muhammed!» diye Resûlul-


lâh’a mübarek ismi ile hitab etmesi de kendisini gizlemek ve kaba
göstermek içindir. Sonra Resûlullah'ı, ismen çağırmak insanlar için
mekrûh ise de melekler için mekruh değildir.

Bu hadis-i şerifi Kütüb-i Sitte sahihleri cüz’î bir lafız değişikliği


ile tahric etmişler. C i b r i 1’ in kendisini tanıtmak istemediği bü­
tün rivayetlerden anlaşılmıştır.

Hadisin bütün rivayetlerinde C i b r i l (Aleyhisselâm)’m îs-


Bab : 9 MUKADDİME 99

lâm, İman, İhsam sorduğu, daha sonra kıyametin kopma zamanını ve


alâmetlerini sorduğu görülür.

ÎMAN

İmans Arab dilinde bir şeye inanmak, bir şeyi tasdik etmek ve
kabullenmek mânasmadır. Teslim olmak ve inkiyad etmek mânası­
nı da içine alır.
İman s Şer-i şerifte ise; H z. M u h a m m e d (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ’in Allah tarafından getirdiği kesinlikle bilinen şey­
lerin tümünde icmalen O’nu kalben tasdik etmek ve verdiği haber­
lere teslim olmaktır. S a d e d d i n - i T e f t â z â n i Şerhü’l-
Akâid kitabında iman bahsinde diyor k i:
«Cumhûr-i Mühakkikîn’e göre iman, kalb ile tasdikten ibarettir.
Dil ile ikrar imanın bir parçası değil, sadece dünyevî hükümlerin ic­
rası bakımından imanm şartıdır. (Yani kişinin insanlarca mü’min
sayılması ve ona göre hakkında muamele yapılması için dil ile ik­
rar aranıyor.) Çünkü kalb ile tasdik gizli bir şeydir. Onun bir alâ­
meti gereklidir.
Bu duruma göre kalbi ile tasdik ettiği halde dili ile ikrar etme­
yen kişi, dünya hükümleri bakımından mû’min sayılmamakla bera­
ber Allah indinde mü’mindir. Cehennemde ebedî kalmaz.
Dil ile ikrara mâni olacak dilsizlik ve hayati tehlike gibi bir özür
yok iken ikrarı terketmek haramdır. Şayet böyle bir özre binâen
ikrar yok ise; bunun hiç bir mahzûru yoktur. Yani dil ile ikrarı is­
tediği halde bir mani dolayısı ile ikrar edemiyen kişi için ikrar şar­
tı aranmıyor. Dolayısı ile böyle bir adamın dünya hükümleri bakı­
mından da mü’min sayıldığı icma’ ile sabittir.
Dili ile ikrar edip, kalbi ile tasdik etmiyen, münafık ise; dün­
ya hükümleri yönünden mü’min sayılır. Fakat Allah katında kâfir­
dir.
îmanın bu tarifi, M a t ü r i d i ' ye mezhebinin imamı E b û
M a n s u r - i M a t ü r i d i , î m a m - ı A ’zam E b û H a ­
n i f e ve bir çok M a t u r i d i y e ve E ş ’ a r i y e mezheb-
lerinin ileri gelen âlimleri tarafından tercih edilmiştir. Nasslar da
bu tarifi te’yid eder mahiyettedir. Nasslardan birkaç tanesini ala­
lım .-
SÜNEN-Î £BN-Î MÂCE

Âyetler:

= «Onlar, Allah, kalblerine iman oturttu...» (34)

j i i j t * 'i , p L
— «...ve kalbi intanla mutmain olduğu halde...» (35)
* *t * k * ' "
fTÎJ-*-* fJ j
= «... ama kalbleri intan etmedi...» (36) gibi ayetler.

Hadisler: <«X*o
s «Allahım! kalbimi senin dinin özerine sâbit kıl.»

= «Onun kalbini yarsaydm ya!»


O s â m e b i n Z e y d (Radiyallahü anhüma) bir gazvede
bir adamı öldüreceği zaman adam kelime-i tevhid getiriyor. Fakat
Ü s a m e onun samimiyetine inanmadığı için öldürüyor. Bilaha­
re durum Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’e intikal edince
Ü s â m e «O, tevhid kelimesini kalbten söylemedi» diyerek savun­
mada bulunduğu zammı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
bu hadisi buyurdu.
Bazı âlimlere göre; iman kalb ile tasdik ve dil ile ikrardan iba­
rettir. Dil ile ikrar imanın bir parçasıdır. Ş e m ü ' l - E i m m e
S e r a h s ı , F a h r ü ' l - İ s l â m P e z d e v l ve bir çok fıkıhçı
bu tarifi benimsemişlerdir. Bu görüşte olanlar derler k i: îmanın tas­
dik rüknü mutlaka bulunacak, hiç bir surette rükün olmaktan düş­
mez. Fakat dil ile ikrar bazen rükün olmaktan çıkar. Meselâ zor­
lama anında veya dilsizlik halinde ikrar aranmaz. Yani böyle hal­
lerdeki adam, ikrar etmediğine rağmen mû’min sayılır.
özürsüz olarak ikrarı terkeden, bu tarife göre tasdik etse bile,
Allah indinde de mü’min sayılmaz, ebedî cehennemlik olur.
Bunların debileri:

(34) Mücadele, 22
(35) Nahl, 106
(36) Maide, 41
Bab : 9 MUKADDİME 101

U b j *^5 I V| 4-> Ajo ^_4.J £r*

= «Kalbi imanla tatmin olduğu halde küfür etmeye mecbur ka­


lan müstesna...» (37)

' â 'V I O l V 1^ X \ y j *I JJC Î * V ‘

= «Allah'tan başka ilah yoktur deyinceye kadar insanlarla çar­


pışmaya memur oldum...»
Selef, hadîs âlimleri, Ş a f i i , M â 1 i k ve A h m e d b.
H a n b e 1: ‘Kâmil iman, tasdik, ikrar ve amelden ibarettir. Ameli
olmayan kimse mü’min olmakla beraber imanı, kâmil değildir.’ de­
mişlerdir. Fakat M u ’ t e z i l e ile H a r i c î l e r ’ e göre mut­
lak iman, tasdik, ikrar ve amelden ibarettir. Dolayisı ile namaz, oruç,
zekât gibi ameli olmayan kimse mü’min sayılmaz. Çünkü imanın te­
mel rükünü (parçası) olan amel yoktur,

îmanın makbul ve sahih olması için 3 şart vardır *


t. İman ye’s halinde olmıyacaktır. Eğer Allah’ın azabını veya
ahirete ait her hangi bir hali gözleri ile müşahade ettikten sonra
bir kimse iman edeme onun imam makbul değildir. Bunun içindir
ki, sekeratta son nefesini verirken iman eden kâfirin imam sahih de­
ğildir. Nitekim Cenâb-ı Hak (Azze ve Celle):
.*• »*.* » t " ,ss «■ • t >j" , * > > " * " * 1 \' * "ı".
\jL- u i j l j \-J" «*4-1, |*-L9 = «Bizim aza­
bımızı gördükleri zaman ettikleri imanları onlara menfaat verecek
değildir.» buyuruyor. (38)
2. İnanan kişi, dinden olduğu kesinlikle bilinen bir hükmü in­
kâr veya tekzib etmiyecektir. Meselâ: Bir kimse dinin tüm hüküm­
lerine iman ettiği halde namaz, oruç, zekât ve hac gibi zarurât-ı di-
niyyeden birisini inkâr veya tekzib ederse mü’min sayılmaz. Çün­
kü böyle bir adam, dolaylı yoUa Kur’ân-ı ve Hz. Muhammed (Sallal­
lahü Aleyhi ve Sellem)’i inkâr veya tekzib etmiş olur.
3. Dinin bütün hükümlerini beğenerek kabul edecek, hiç bir

(37) Nahıl, 106


(38) Mirinin, 85
102 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

hükmünü küçümsemiyecektir. Meselâ: Namazı beğenmiyen veya


Allah’a karşı inad olsun diye kasden ifa etmeyen kimse mü’min ol­
maktan çıkar.

İ S L Â M

İslâm: Arab dilinde inkiyad, teslimiyet ve ihlâs demektir.


Şer-i şerifte çeşitli mânalarda kullanılmıştır.
Cumhûr’a göre îslâm: Şer’i hükümleri kabul etmek, Allah’a in­
kiyad ve teslim olmaktır. Buna göre İslâm İmandan, İman da İs­
lâm’dan ayrılmaz. Başka bir deyimle, her mü’min müslümandır ve
her müslüman mü’mindir.
Bâzı âlimlere göre İslâm : Allah’ın emir ve nehîlerine, imanla be­
raber kalben inkiyad etmektir, demişlerdir .
'o C -V ı <üii J r - Ü ! ___‘_ j { — «Şüphesiz Allah indinde (makbul)
ı ✓ • • -
din ancak İslâmdır.» (39) âyetinde olduğu gibi İslâm, H z. M u ­
hammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in getirmiş olduğu din
mânasında da kullanılmıştır.
İzahını yapmakta olduğumuz ve «Hadîs-i Cibril» ismi ile meş­
hur olan 63 noiu hadiste olduğu gibi İslâm kelimesi: «İman etmek
şartı ile kelime-i şehadet, namaz, oruç, zekât gibi din şiârlarını
( = alâmetlerini) açıkça yapmak anlamına da gelmiştir.
Bü durumda İslâmm alâmetleri ve semereleri, kalbde gizli olan
imanı, kelime-i şehadetle ve farz ibadetlerle izhar etmektir, denil­
miş oluyor.
Akaid’e ait Kasıde-i Nuniyye’nin şarihi D â v u d b. M u ­
h a m m e d K a r s î İman ve İslâm kelimelerinin izahını yapar­
ken şöyle der:
‘Halk arasmda meşhur olan «İslâm’ın şartı beştir» sözü galattır.
Veya dini vecibelere sıkı bir teşvik için kullanılmıştır. Filhakika şart
olarak sayılan şeyler şart değil, İslâmm yüce alâmetleri ve büyük
semereleridir.’
Çünkü eğer bunlar hakîki mânada şart olsaydı bunları tam yap­
mayan kişinin müslüman sayılmaması gerekirdi. Halbuki farziyet-
lerini kabul etmekle beraber meselâ : Ramazan orucunu özürsüz tut­
(39) Al-i İmran. 19
Bab: 9 MUKADDİME 103

mayan kimse büyük bir günaha girmiş olur ise de, dinden çıkmış
olmaz.
İslâm ve İmân mefhumlarının birbirinden ayrılmadığını beyân
eden Çumhur’un delillerinden birisi şu ayet-i kerimedir:

= «Bunun üzerine biz oradaki mü’minleri çıkardık. Ama o yer­


de, bir evden başka müslüman bulmadık.» (40)
Şer'i şerife göre makbûl olan îslâm mefhumunun iman mefhu­
mundan ayrılmadığını yukarda belirttik. Makbul olmayan ve zahi­
rî bir teslimiyetten ibaret kalan mânadaki İslâm, imandan tama­
men ayrı bir durum arzeder, ki daha çok böyle kullanılan İslâm ke­
limesi lügat mânasında istimal edilmiş olur. Nitekim Hücürât sure­
sinin 14'üncü ayetinde İslâm kelimesi bu mânada kullanılmıştır:

= «Bedeviler dediler ki t İman ettik. Sen (onlara) söyle k i: Siz


iman etmediniz ve lâkin: Biz (zahiren) İslâm olduk, deyiniz. Henüz
iman kalbinize girmemiştir...» (41)
İman ve İslâm hakkında verdiğimiz izahattan anlaşıldığı gibi
Cibril (Aleyhisselâm)’m «İslâm nedir?» sorusu ile İslâmm ma­
hiyeti değil, onun alâmetleri ve semerelerinin ne olduğu soruluyor.
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'da verdiği cevapta, İslâmm
şi’âr (= alâmet)leri ve semerelerinin Allah ve Resûlüne olan inancı
kelime-i şehâdeti (açıkça) getirmek ve farz ibadetleri dosdoğru eda
etmek olduuğnu beyan buyurmuş oluyor.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in yanında oturan Sa­
habîler soru sahibini tanımıyorlar idi. Onun bir taraftan soru sorma­
sı, diğer taraftan aldığı cevabı tasdik etmesi sahabilerin hayretini
mucip oluyordu. Çünkü, normal olarak soru, bilinmeyen bir şeyin

(40) Zariyat. 35-36


(41) Hücürat, 14
104 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

Öğrenilmesi için sorulur. Alman ceyabı tasdik ise doğru cevabın so­
ru sahibi tarafından daha önce bilindiğini gösteriyor. Bu sebeple râ­
vi Hz. Ömer (Radiyallahü anh) «Biz buna şaştık (çünkü) hem so­
ruyor hem de doğruluyordu.» demekle duydukları hayreti ifade edi­
yor.
Cibril (Aleyhisselâm)'m «İman nedir?» sorusu ile de ima­
nın mahiyeti soruluyor ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) tarafından, imanın 6 şartı diye bilinen mahiyeti özlü olarak bil­
diriliyor. Bunların tafsilatı Akaid ilmine ait kitablarda mevcuttur.
Biz gayet özlü olarak şunu söylemekle yenitelim:
1. Allah Taâlâ’ya iman: O’nun varlığına, birliğine, ortak ve
benzerinin olamıyaeağma, O’nun kemal sıfatları ile muttasıf olup
her türlü noksanlıklardan pâk ve nezih olduğuna inanmaktır. Allah
Teâla hakkında vacip olan sıfatları öğrenmek her müslümana farz­
dır. Bu sıfatlar:
Vücûd, Kıdem, Beka, Hadis olan şeylere muhalefet, Kıyâm bi
zatih, Vahdaniyet, (bunlara sıfat-ı Selbiye denir.) Hayat, ilim, irade,
kudret, semi’, basar, kelam ve tekvin (bunlara da sıfat-ı sübutiye de­
niridir. Bu sıfatların zıddı (karşıtı) ile Cenâb-ı Allah’ın vasıflanma­
sı muhal (imkânsız) dır.
2. Meleklere îman: Allah Teâlâ’nm nurdan yarattığı, masum,
verilen emirleri aynen yerine getiren, sayıları da ancak Allah tara­
fından bilinen ve melek ismi verilen bir çeşit yaratıklarm varlığı­
na inanmaktır. Melekler yemez, içmez, evlenmez, günah işlemez,
uyumazlar. Melekler yerde, göklerde, göklerin fevkinde ve bilme­
diğimiz yerlerde bulunurlar. En büyükleri C e b r â i l , M i k â i l ,
î . s r â f i l ve A z r a i l ’ dir. H a f a z a , M ü d e b b i r â t ,
K i r â m e n K â t i b i n gibi kısımları vardır. Bir kısmının isim­
leri ve görevleri Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından
bildirilmiştir.
3. Resûllere İman: Allah Taâlâ’nın, insanların iman ve irşadı
için görevlendirdiği ve mûcizölerle davalarını isbatlamak imkânım
bahşettiği elçilerine inanmaktır. Bazı peygamberlere Allah tarafın­
dan Kitab veyâ Suhuf gönderilmiş ve onlara şeriat verilmiştir.
 d e m , Ş î t , İ b r a h i m , D â v u t , M û s a (Aleyhis-salâ-
tü ves’selâm) gibi. Böylelerine «Nebi» denildiği gibi «Resul» de deni­
lir. Kitab ve şeriatı olmayan peygamberlere resûl denmez, yalnız
Nebi denilir. Bazı âlimler de resûl’ün mânasını daha geniş tutmuş­
lar ve «Şer’î hükümleri insanlara tebliğe me’mur kılman peygam­
berlere Resûl denilir. Tebliğ ettikleri şeriat ve kitab ister onlara in­
Bab : 9 MUKADDİME 1 0 5

miş olsun ister onlardan önceki bir peygambere nazil olmuş olsun
fark etmez.» Peygamberlerin sayısını ancak Allah bilir. Kur’an'da
25 peygamberin ismi geçmektedir Ü z e y r , L o k m a n ve Z ü l -
k a r n e y n ' i n peygamber oldukları ihtilaf konusudur.
Bütün peygamberlerde bulunması gerekli vasıflar da şunlardır.
Hepsi çok zeki, masum, emin, sadık olup kendilerine inen emirleri
aynen tebliğ etmişlerdir.
4. Kitaplara İman: Allah (Celle Celâlühû)’m resûller vasıta-
sıyle insanların irşadı için gönderdiği ve kitab denilen ilahi kanun­
lara inanmaktır. Bunlar, 100 adet küçük olup «Suhuf» ismi ile meş­
hur olan kanunlar ile 4 büyük kitabdan ibarettir. Büyük kitablar-
dan Tevrat H z . M û s a ’ yar, Zebûr H z. D a v u d ’ a, İncil
H z . I s a ’ ya ve Kur’ân-ı Kerim Peygamberimiz H z. M u h a m ­
m e d (Sallaalahü Aleyhi ye Sellem)’e gönderilmiştir. Allah’m sa-
lât ve selâmı cümlesinin üzerine olsun. Suhuflar,olsun, büyük kitab-
lar olsun hepsinin hak olduğuna, bunlann en sonuncusunun Kur’an
olduğuna ve Kur’an’m indirilişi ile hepsinin hükmünün lağv edildi
ğine, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın duyan her insanın buna
iman etmek zorunda olduğuna inanmak farzdır. Zaten diğer kitab-
ların asıl nüshaları yoktur. Mevcut olan Tevrat ve İnciller tahrife
uğramış ve ilahi olmak vasfını bile yitirmiş birer beşer, eseri olmak
durumuna düşmüştür. Asıl nüshaları H z. M u h a m m e d (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem)’i müjdelemişlerdir.
5. Ahiret Gününe İman: Ölen insanların ve cinlerin tekrar di­
rileceklerine, imanlı olanların cennete ve imansızların cehenneme
gireceklerine inanmaktır. Kabir halleri, Sûr’un üfürülmesi, ölülerin
kabirlerinden çıkması, Hesap, Mizan, Kitapların ellere verilmesi, Kev­
ser havzı, Cennet, Cehennem gibi nasslar ile sabit olan ve ölümden
sonraki hayat ile ilgili durumların hepsi âhiret gününün şümulüne
girer ve tümüne iman etmek zarureti mevcuttur.

6. Kaderin Şer ve Hayrına İman« Var olacak her şeyin ne za­


man, nerede, ne gibi durumlarda meydana geleceğinin Allah Taâlâ’-
nın daha önceden takdir etmesine inanmak ve hayır olsun, şer ol­
sun hiç bir şeyin Allah’ın takdir ve bilgisinin dışında meydana gele-
miyeceğine iman etmektir. Kader ile ilgili geniş malûmat inşâallah
Mukaddime’nin ıo’uncu babında verilecektir.

Hulâsa iman: Bu altı husûsu kalben tasdik etmek ve dilsizlik,


veya zorlama gibi bir özür yoksa bu tasdiki dil ile ikrar etmektir.
106 SÜNEN-l ÎBN-Î MÂCE

İHSAN

C e b r â i l (Aleyhisselâm)’in (İbadette) İhsan nedir? sorusunu


Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle cevaplamıştır.

«İhsan : Allah’a, O'nu görüyorsun gibi ibadet etmendir...»

Bundan maksad, Allah’a ibadet etmeye başlarken bu halin ger­


çekleştirilmesini intizar etmek ve bu, olmadıkça ibadete durmamak
değildir. Bütün gaye bu hâlet-i rûhiye içinde ibadet etmek için gay­
ret etmektir. Kul ibadet ederken eğer Allah Teâlâ’yı görseydi, yü­
ce Rabbinin onun durumuna muttali, içini ve dışını bilici ve onu
mürakaba etmekte olduğunu düşünürdü, dolayisı ile gafletten ve
dünya meşguliyetlerinden kalbini uzak tutmaya, huşu’, huzur ve te-
zellüle riayet etmeye olanca gücünü harcardı. Kul Allah’ı görmü­
yor ise de Allah Teâlâ’nm onu gördüğünü ve gözetlediğini düşünür­
se aynı duygu ile ibadet etme imkân ve zevkini bulabileceğine işa­
retle «Ihsan» mahiyeti tanıtılmış oluyor.

‘Kıyâmet ne zammı kopacaktır?’ sorusuna cevaben Resûlullah


(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in :
«Kıyametin kopma zamanı kendisinden sorulan (Resûlullah),
soran (Cebrâil) den (bu konuda) daha bilgili değildir.» buyruğu fet­
va vermek durumunda olan ilim adamlarına ışık tutan bir düstur­
dur. Cevabı bilinmeyen bir soru sorulduğunda «Bilmiyorum» de­
mek insanın değerini küçültmez, bilakis yüceltir. İlmi değerini, sa­
mimi takvâsmı ve ihlasım perçinleştirir.

KIYAMETİN İKİ ALÂMETİ

‘Kıyametin alâmeti nedir?’ sorusunun cevabında Resûlullah (Sal­


lallahü Aleyhi ve Sellem) iki alâmeti bildiriyor: Aşağıya metnini
aldığım birinci alâmet, çeşitli mânalarda yorumlanmıştır:
ı- - ö " f \ >
i a_Li _ ’ j \ = «Câriye’nin kendi sahibesini do-

ğurmasıdır.»
Müsannifin V e k i ’ den naklettiği ve âlimlerinin çoğunun yap­
tığı yoruma göre bu cümleden maksad, îslâm dininin yayılması,
müslümanların geniş çapta fütuhatta bulunması ve düşmanlardan
çok sayıda esir almasıdır. Müslümanların mâlik olacakları cariye-
Bab: 9 MUKADDİME 10?

lerden doğma çocukları hür sayıldıkları için babalarının tüm ma­


lına olduğu gibi anneleri olan cariyelere de bir bakıma sahip olmuş
olurlar.
İ b r a h i m e l - H a r b î demiştir k i: «Bu cümle ile cariyele-
rin hükümdarları doğurması ve anne olan bu cariyelerin herkes ğı-
bi hükümdar evlâdının teb’ası durumuna düşmesi mâiıââı kasdedîl-
miştir.» (42) i
S i n d i ’ nin aldığı yoruma göre bu cümle, itine ve babaya
itaatsizliğin çoğalması anlamını ifâde ediyor. İtaatsizlik ve isyati
yüzünden evlad, annesini bir câriye mesabesinde tutacak, câriye için
revâ görülebilen muameleler annelere yapılacaktır.
Bu cümle başka şekillerde de yorumlanmış ise de N e v e v i ’ nin
buyurduğu veçhile bunlar zayıf görüldüğü için buraya alınmamıştır.
iU « sU ; âAJI İ\JJ\ s u l l

«Ve (ikinci alâmet de) yalın ayak, çıplak, fakir, koyun-keçi


çobanlarının binalan yükseltmek hususunda yek diğeri ile yarışma­
larını ve böbürlenmelerini görmendir.»
Bu cümle ile fakirlerin ve Bedevilerin servet sâhibi olacakları
ve yüksek apartmanları yaptırarak bu binalarla iftihar edecekleri
kasdedilmiştir. Bâzı ilim adamları bu cümlede Îslâmîyetin yayılaca­
ğına işâret olduğunu söylemişlerdir.
Hadisin: j p C .X 4 C* I ^
= «O .Cibril’dir. Dininizin mes’elelerini size öğretmek için ya­
nınıza geldi.» parçası M ü s 1 i m ’ in başka bir senedle yine H z .
Ö m e r (Radiyallahü anh) 'den rivâyet ettiği metinde şöyle geçiyor.
C'T - «Şüphesiz
O, Cibril’dir. Size dininizi öğretmeye geldi.»
N e v e v i der k i: Bu cümle, İslâm, îman ve Ihsan’m hepsine
birden Din denilebileceğine delâlet eder. Yani bu üç mefhûmun îs-
lâmiyetteki yerinin çok önemli olduğu’ anlaşılmış oluyor.
Nevevi daha sonra: ‘Bu hadîs-i şerif ilim, mârifet, edeb ve

<42) Müslim’in Şerhi Nevevi Kitabü’l-İman 1. Bab.


108 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

din! inceliklere ait bir çok mühim noktalan ihtiva ediyor. Hattâ ts-
lâmiyetin temelini teşkil ediyor. İzah esnâsmda sırası geldikçe mü­
him noktalan belirttik. Bizim zikretmediğimiz noktalardan birisi
de şudur k i: Bir âlimin meclisine giren kişi orada oturanların öğ­
renmelerini gerekli gördüğü ve hiç birisinin sormak niyetinde olma­
dığı şer’î mes’eleyi kendisi sormalı ve böylece mecliste bulunanların
hepsinin öğrenmelerini sağlamalıdır. Diğer bir nokta da budur:
Âlim, soru sormak isteyene karşı yumuşak davranmalı, onu ya­
kınma almalı, sıkılmadan, çekinmeden ve rahatlıkla sorusunu açık­
ça sormak imkân ve fırsatım vermelidir. Soru soran adam da soru­
sunu nezaketle sormalıdır.’ diyor.

' j «*'
( f: V?' / «Â*-1' j j - i r ' ) * * Jyf-

T E R C E ME S İ

64) ... Ebû Hüreyre ( Radiyallahü anA)’den:


Demiştir ki: Bir gün Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) halk(m
yararlanması) için açık bir yere çıktıydı. Bir adam O’na gelerek:
Bab : 9 MUKADDİME 1 0 0

— Yâ Resûlullah! İman nedir? diye sordu. Resûlullah (Sallalla­


hü Aleyhi ve Sellem!:
— «İman : Allah'a Meleklerine. Kitablarma, Peygamberlerine,
Allah’a kavuşmaya inanman, bir de son dirilmeye inanmandır.» bu­
yurdu. Adam:
— Yâ Resûlullah! İslam nedir? diye sordu. Resûlullah (Sallalla­
hü Aleyhi ve Sellem) :
— «İslam: Allah’a ibâdet etmen, O’na hiç U r şeyi ortak etme­
men farz namazı dosdoğru kılman, farz kılman zekâtı eda etmen
ve Ramazan orucunu tutmandır.» cevabını verdi. Adam:
— Yâ Resûlullah! İhsan nedir? dedi. Resûlullah (Sallallahü Aley­
hi ve Sellem) :
— «İhsan: Allah’a O’nu görüyorsun gibi ibâdet etmendir. Çün­
kü sen O’nu görmüyorsun da O, şüphesiz seni görür.» buyurdu.
Adam:
— Yâ Resûlullah! Kıyâmet ne zaman kopacaktır? sorusunu sor­
du. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Bu hususta sorulan, sorandan daha bilgili değildir. Ve lâ­
kin ben sana kıyâmetin alâmetlerinden haber vereyim:
Câriye, kendi sahibesini doğurduğu zaman işte kıyametin alâ­
metlerinden birisi budur. (Kim oldukları belirsiz) koyun çobanlan
yüksek bina yapmakla yekdiğeri île yarıştığı zaman işte bu da kı­
yametin alâmetlerinriendir. Kıyametin kopma zamanı Allah’dan baş­
ka kimsenin bilmediği beş şeye dahildir.» buyurduktan sonra şu
âyeti (Lokman sûresinin 34’üncü ayeti) okudu:
«Kıyâmetin kopma zamanı hakkmdaki ilim, şüphesiz Allah in­
dindedir. Gerçekten, yağmuru (dilediği vakit ve istediği yere) O,
yağdınr. Kadınların rahimlerindeki yavrulan (tüm durumlanyle)
O, bilir, hiç kimse yarın ne kazanacağım bilemez, hiç bir kimse ne­
rede öleceğini bilemez. Muhakkak Allah hakkiyle bilen ve haberdar
olandır.»

İZAHI

Bu hadîste «İman» tarifinde geçen «Likaihi = Allah’a kavuşmak»


tâbiriyle ne kasdedildiği ihtilaf konusudur, «lika» keMmesi Kitab ve
110 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

Sünnette sevab, hesap, öiüm, dirilme ve Allah’ı görmek mânaların­


da yorumlanmıştır. S i n d i diyor k i: Burada dirilme mânasına
yorumlanamaz. Çünkü; «Lika» dan sonra dirilmek de zikredilmiş­
tir. Birisi fazla kalır. Şayet «Lika» ile ölüm mânası alınırsa bundan
maksad kişinin, şahsının öleceğine inanması değil, tüm alemin öle­
ceğine ve dünyanın yıkılacağına inanması yükümlülüğü konulmuş
olsa gerek. Çünkü; herkes kendisinin öleceğine zaten inanıyor. Mü­
kelleflerin buna inanma mecburiyetinin konulması uygun düşmez.
Fakat dünyanın yıkılması ve kâinatın hayâtının sona ermesi inkâr
ve imana konu edilebilir.
«Lika» kelimesi burada hesap veya sevap manasına da yorumla­
nabilir. Çünkü; bu iki mefhum dirilmekten tamamen ayrı şeylerdir.
N e v e v i diyor k i: «Lika» kelimesi ile Allah’ı görmek manası mu­
rad değildir. Çünkü Allah’ı görmek mü’minlere mahsustur. Hiç kim­
se âkibetinden (son nefesini nasıl vereceğinden) emin olamıyacağm-
dan kesinlikle Allah’ı göreceğini garanti edemez, dolayisı ile buna
yüzde yüz inanamaz. S i n d i diyor ki; Allah’ın dilediği insanla­
rın O’nu muhakkak göreceğine inanmak şeklinde yorumlanması
mümkündür. Zâten hadîste her şahsin Allah’ı göreceğine inanmak
mecbûriyeti görülmüyor. Nasıl ki, ahiret günündeki hesaba, sevaba
ve cezaya iman ediliyor. Halbuki, bunların tümü herkes için değil­
dir. Çünkü hesap görmeden cennete girenler olacaktır. Diğer taraf­
tan nice insanlar azap görmiyecek veya sevap alamıyacaktır.
Hadisteki «Son dirilme» tabiri ile öldükten sonraki dirilme kas­
dedilmiştir. Bazı ilim adamları: ilk dirilme dünyaya gelmektir. Onun
için esas dirilmeye sön dirilme denmiştir, derler. Diğer bir kısım
âlimler de dirilmenin «Son» vasfı ile vasıflandırılması onun önemini
belirtmek içindir, demişlerdir.
«İSLÂM: Allah'a' ibâdet etmen ve O’na hiç bir şey ortak koşma­
man...» ifadesi 63 nolu hadisteki İslâm tarifinin bir benzeridir.
Burada İBADET’ten maksad Allah’ı tanımak O’na kul olmayı
kabullenmek ve bunu dil ile itiraf etmektir. Bu takdirde İBADET,
teslimiyet ve şehâdet kelimesini getirmektir. Namaz, oruç ve zekât
da İSLÂM’m mânâsına dahil, başka ibâdet çeşitleri oldukları için ta­
rifte zikredilmiştir, denilir. Diğer ibâdetler ise bunların devam ve
ekleri durumunda oldukları için temel ibâdetlerle yetinilmiş oluyor.

«İBADET» ile mutlak kulluk ve itâatm kasdedilmiş olması da


muhtemeldir. Bu durumda; namaz, oruç ve zekât, ibadetin içinde
olmakla beraber önemlerine bina’en ayrıca alınmışlardır, denilir.
Bab : 9 MUKADDİME 111

«Allah’a ortak koşmamak» kaydı, müşriklerin ibadetlerinin ge­


çersizliğini belirtmek içindir. Çünkü müşrikler sözde Allah’a ibadet
ederlerdi. Bir de Allah’a yaklaşmak için putları aracı kılarak onlara
da tapmak sureti ile Allah’a ortak koşuyorlardı.
«NAMAZI ÎKAME» den maksad, 5 vakit namazı zamanında kıl­
mak ve kazaya bırakmamaktır, diyenler olmuştur. Bâzıları da, İKA-
ME’den maksad rükünlerine ve şartlarına riâyet etmek sûreti ile
namaz kılmaktır, demişlerdir.
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in tilâvet buyurduğu
Lokman sûresinin 34. âyetinde «Muğayyebat-ıl’Hamse» denilen şu
5 şeye yer verilmiştir:
1. Kıyametin kopma vaktinin ilmi, Allah katindadır.
2. Allah, nerede, ne zaman ve ne kadar yağmurun yağmasmı
takdir etti ise; onu ancak Allah yağdırır ve bilir.
3. Annelerin rahmindeki yavrunun erkek mi, kız mı, tamam
mı. eksik mi ve sair durumunu, kesinlikle ancak Allah bilir.
4. Hiç kimse, yarın hayır mı şer mi kazanacağını ve ne gibi du­
rumlarla karşılaşacağını kesinlikle bilemez.
5. Hiç kimse nerede öleceğini kestiremez.
Âyet-i Celilenin sebebi nüzulu şudur :
Rivayete göre El-Hâris bin Amr, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)’e gelerek: «Yâ Resûlallah! Kıyâmet ne zaman kopacak,
iben yere tohum attım yağmur ne zaman yağacak, hâmile olan eşi­
min hamli erkek mi kız mı, yarın ne kazanacağım ve ben nerede
öleceğim?» diye sordu. Bunun üzerine bu âyet-i kerime indi.
Bu beş şeyi kesinlikle ancak Allah bilir. Vahiy veya ilham yolu
olmaksızın hiç kimse bunlardan birisini bildiğini iddia edemez. Al­
lah’ın ihsan ettiği bir takım alâmetlerle bunların tahmin edilmesi
veya kısmen bilinmesi ayete ters düşmez. Çünkü o alâmetleri veren
ve belirtilerden neticeleri çıkarmak kabiliyeti varsa onu da ancak
Allah verir.
112 SÜNEN-l ÎBN-İ MÂCE

X * Uf : V İ *&*■$1Jr-ü.' û f- ~" V
f•— ,* ",t- « - ! • - l'f * || \ ^ V İl'’ m * ■""ti ’ î® İl
‘ iri>6* tX* J ^ . C f 15d' C f 1W î (&*J* l t ^ ‘ c-L-n j» ı

J İ İ 4»t 3jr*j 3^ : 3& <’ j tJ y ^ ‘ <s\ 'cf- ‘ İ


5*try ^ * -® ^ ~*
*tSj*} ‘ cJ& k y \ '§ * • « üCJ\j’3j»5 ü^Yi »

A % ö g y & ~ fü *

•ı5* ' 4cA-d1ıj* wihû>Jf ^îUTf «_*-»^» l.ı* iû-4; 3J■3


T E R C E M E S Î
65) Ali b. Ebî Tâlib (Radiyallahü ank)'ûtn :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m şöyle buyurduğu rivayet edil­
miştir :
İman: Kalb U» tasdik, dil ile (kelime-i şehâdet-i söylemek su­
reti ile) ikrar ve (namaz, oruç, zekât, hac gibi) organlar ile amel et­
mektir.»
Râvîlerden Ebü’s-Sait dedi ki; eğer bu sened bir deli üzerinde
okunmuş olsaydı deli şifa bulurdu.
N o t : Zevâid'de şöyle denilm iştir: Alimler, râvi Ebü’s-Salt’m zayıflığı üze­
rinde ittifak ettikleri için bu hadisin isnadı zayıftır.

t Z A H I

Bu hadîsin sıhhati husûsunda âlimler arasmda ihtilâf vardır.


Î b n ü ’ l - C e v z î, bunu mevzû’ hadislerden sayarak, râvîlerden
E b u ’ s - S a l t ’ m rivayetlerinin tutarsız olduğunu söylemiştir.
Sünen’in bâzı şârihlerinin de dahil olduğu bir grup âlim, l b n ü ’ 1-
C e v z î ’ nin bu görüşüne katılmışlar. Zavâid’de deniliyor k i: âlim­
ler ,râvi E b ü ’ s - S a l t ’ m zayıf olduğuna ittifak ettikleri için
bu hadisin isnadı zayıftır.
S ü y û t i ise, hadisin mevzû olmadığını ve E b u ’ s - S a l t’m
î b n - i M a i n tarafimlan sika görüMüğunü söylemiştir. El-mî-
zanül’İtidal’da şöyle söyleniyor: E b ü ’ s - S a l t sâlih bir adam­
dır. M e s â i ve î b n - i M â c e h , onun rivayetlerini almışlar,
î b n - i M a î n ve D a r e k u t n i onu sika saymışlar. Ahmed
de; Ben onu sadık görürüm, demiştir. Ne var ki E b ü ’ s - S a l t
Bab : 9 MUKADDİME 113

Ş i i * dir. H a t i b ’ in dediğine göre Şiilikte aşın gidiyordu. Fa­


kat rivayetinde onu sadık olarak vasıflandırırlardi. (43)
Bu hadisin râvilerinden E b ü ’ s - S a 11’ m; «Eğer bu hadîs, de­
lirmiş bir adam üzerinde okunmuş olsaydı hasta şifâ bulurdu.» de­
diği mervîdir. Böyle söylemenin sebebi bu hadisin senedinde insan­
ların en hayırlısı olan Ehl-i Beytin mümtaz simalannın içtima et­
miş olmasıdır.
Bu hadisi şerifin sahih olup olmadığı hususundaki ihtilâfı yu-
kanda belirttik. Şâyet sahih olarak kabul edilirse burada kâmil bir
imanın amelsiz tahakkuk edemiyeceği ifâde edilmiş oluyor. Çünkü
63 noiu hadisin izahında belirtildiği gibi namaz, oruç ve zekât gibi
ameller, Ehl-i Sünnet âlimlerine göre mutlak iman’m bir parçası de­
ğildir. M â l i k , Ş â f i i , A h m e d b. H a n b e l ve Selef
hadis âlimlerine göre amel ancak kâmil imanın parçasıdır.

TERCEMESİ

66) ... Enes bin Mâlik (Radiyallahü anh)’den;


Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğu rivayet edil­
miştir :
«Sizin hiç biriniz kendi nefsi için arzuladığını (din) kardeşi için
de — yâhut buyurdu ki komşusu için de — istemedikçe (tam) iman
etmiş olamaz.»

İ ZAHI

Hadisin metninde geçen «Kardeşi için veya komşusu için» ifa­


desindeki tereddüt ravîdendir. Başka bir rivâyette bu ifadeden yal­
nız «Kardeşi için» kısmı olup şek durumu yoktur. Sahîh-i Buharî’-
nin «İman» kitâbma alman rivayet şeksiz olanıdır,
(43) Sindi 18. 19
Sünen-i îbn-i Mâce — P .: 8
114 SÜNEN-t İBN-İ MÂCE

Hadisten maksad, bu meziyet olmadıkça iman kemâle ermiş ol­


maz Diğer bâzı hadislerde de başka meziyetler için aynı tâbir kul­
lanılmıştır. Bu meziyetler iman’ın kemâle ermesi için şarttır. Şart­
lardan her hangi birisinin veya bir kaçının bulunması mutlaka kâ­
mil imanın bulunduğunu gerektirmez' Şu halde farz olan ibadetle­
ri tam yapmadığı halde bu meziyetleri taşıyan kişinin kâmil bir mü’­
min olduğu anlamı bu ve benzeri hadislerden çıkarılamaz. Kezâ,
bu meziyeti taşunıyan kişinin imansız olduğu manası da murad de­
ğildir. İmanlı olduğu halde bu meziyetleri olmıyabilir. Söyleşinin
imansız olduğu hükmü çıkarılamaz.
Mü’min’in din kardeşi için istemek durumunda tutulduğu şeyler,
din ve dünya ile alâkalı olan her türlü meşru arzûlar ve hayırlı iş­
lerdir, Mü’min, elindeki nimetin kendisinden alınmasını dilemek du­
rumunda değil, onda mevcût nimetin benzerinin diğer müslüman-
larda da bulunmasını arzulamakla yükümlü tutulmuş oluyor.

T ER CE MES İ

67) ... Enes bin Mâlik (Radiyallahü anh)’den:


Şöyle dediği mervîdir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyur­
du ki:
«Hiç biriniz, ben kendisine evlâdından, babasından ve bütün in­
sanlardan daha sevgili olmadıkça (tam) iman etmiş olamaz.»

İ Z A HI

M ü s l i m , bu hadisin metnini ayni senedle rivâyet etmiştir.


Sahih-i Buhârî’nin aldığı aynı manadaki rivâyet:
«Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki...» sözü ile
başlar. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yemin etmekle bu
sevginin ehemmiyetini belirtmiş oluyor. «İman etmiş olamaz.» cüm­
lesi ile bu derece sevgisi olmayan kişinin kâmil bir îman sahibi ol­
madığı ifade edilmiş oluyor.
Bab - 9 MUKADDİME 115

Sahih-i Müslim’in Şârihi N e v e v i der ki : î b n - i B a t t a l ,


K a d ı i I y â z ve başka âlimler muhabbet hakkında şöyle demiş­
lerdir:

Mahabbet üç çeşit olur:


1. Ta’zîm, yüceltmek ve saygı duymak sûretile olan mahabbet.
Buna misal: Evlâdm, babasına karşı duyduğu mahabbet.
2. Babanın, evlâdına karşı gösterdiği şefkat ve merhamet şek­
lindeki mahabbet.
3. Küçüğün büyüğünü sayması ve büyüğün küçüğüne şefkat et­
mesi dışında kalan ve insanların birbirlerini beğenmeleri, sevmele­
ri ve saymaları tarzında görülüp duyulan mahabbet.
Resûlullah. (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mahabbetin tüm çe­
şitlerini burada toplamış ve «Beni çocuğundan, babasından ve tüm
insanlardan daha ziyade sevmedikçe hiç birinizin imanı kemale er­
miş olmaz» buyuruyor.
î b n - i B a t t â l diyor ki; Kemâl-i imana kavuşmuş olan ki­
şi, üzerindeki Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in hakkının,
babasının, evlâdının ve bütün insanların hakkından daha fazla ol­
duğunu bilir. Çünkü biz ancak O’nun sayesinde dalâletten kurtulup
hidayete ermiş ve cehennem azabından sakınma yolunu tutmuş olu­
yoruz.
K a d ı i I y â z da demiştir ki; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)’in sünnet-i seniyyesine bağlanıp onu ihyâ etmeye çalış­
mak, îslâmiyete vâki saldırılara göğüs gerip müdâfaa etmek ve ona
muâsır olup uğrunda canını ve malını feda etmek temennisinde bu­
lunmak, Ö’nu sevmekten sayılır. (44)
Sahih-i Buharî’nin şerhleri K a s t a l â n i ve Tuhfetü’I-Bârl’de bu
hadisin izahı yapılırken; «bu hadiste istenen mahabbet imana da­
yalı olan muhabbettir, ki bu tür muhabbet, sevenin sevilene uyma­
sını gerektirir. îrade dışında duyulan ve fıtrî olan muhabbetin bes­
lenmesi ön görülmemiştir. Zaten irade dışında kalan şeylerle insan­
lar mükellef değildir ve ihtiyarî olmayan muhabbet makbul sayıl-
madığı için E b û T a 1 i b ’ in Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)’e muhabbeti bulunduğu halde iman ettiğine hükmedilme-
miştir» deniliyor. (45)

(44) Müslim’in Şerhi Nevevi C, 1, Sah. 437 - 438


(45) Kastalani C. 1. Sah. 219-220
116 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

Sahîh-i Buharî’nin Şarihi A y n i , Resûlullah (Sallallahü Aley­


hi ve Sellem) hakkında duyulması gerekli olan muhabbetin varlığı
için yalnız O’nu saymak ve yüceliğine inanmanın yeterli olmadığını
ve içtenlikle O’nu sevmenin ve O’na karşı kalbi bağlantının duyul­
masının gerekliliğini belirttikten sonra H z . Ö m e r ve A m r
b. Â s (Radiyallahü Anhümâ) ’a ait bu iki rivayeti almıştır:
Ömer (Radiyallahü anh) bir gün:
«— Yâ Resülallah! Sen bana nefsimden başka her şeyden fazla
sevgilisin» dedi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Yâ Ömer! Senin nefsinden de daha ziyade sevgili olmam gere­
kir.» buyurunca, Ö m e r (Radiyallahü anh) : «Nefsimden de da­
ha çok» dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) : «İşte yâ Ömer şimdi oldu» buyurdu.
Am r b in el-Âs (Radiyallahü anh) 'den: şöyle dediği mer-
vidir:
«Hiç bir kimse bana Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) '-
den daha sevgili değildi ve benim nazarımda ondan daha yüce ve
büyük bir kimse yoktu. Ö’na karşı duyduğum ta’zim ve yücelikten
dolayı gözlerimi o mübarek zata bakmakla doyurmaya gücüm yet­
mezdi, doyunca bakamazdım.»

T ER C E M E S İ

68) ... Ebû Hüreyre (Radiyallahü a»A)’den : şöyle dediği rivayet edil­
miştir.
Resûlullah (SallaUahü Aleyhi ve Sdlem) buyurdular ki:
«Nefsim, kudret elinde olan Allah’a kasem ederim ki siz İman
etmedikçe Cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de (kâmil)
iman etmiş olamazsınız. Size bir şey göstereyim mi? (öyle bir şey ki)
onu yaptığınız zaman yek diğerinizi seversiniz? Selâmlaşmayı ara­
nızda yayınız.»
Bab • 9 MUKADDİME! 117

tZAHI

M ü s 1 i m ’ in, birisi yeminsiz, diğeri de yeminle başlayan iki


rivayetle aldığı bu hadisin şerhinde N e v e v i der k i:
«Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız» cümlesi ile:
‘îmanınızın kemâle ermesi ve iman hususundaki halinizin düzelme­
si ancak sevişmenizle mümkündür’, manası kasdedilmiştir.

«İman etmedikçe Cennete giremezsiniz» cümlesi ise; zahiri mânâ­


sı ile alınır. Her hangi bir yoruma ihtiyaç yoktur. Çünkü Cennete,
ancak iman üzerinde ölenler girer. Cennete girebilmek için kâmil
iman da şart değildir.
N e v e v i ’ nin açıklamasına göre hadisin metninde iki defa ge­
çen îman kelimesinin birincisi ile mutlak iman ve İkincisi ile kâmil
iman muraddır.

N e v e v i , daha sonre E b û A m r ’ m 2 yerde de iman ke­


limesi ile kâmil iman manasını aldığını ve bu şekilde de yorumlana­
bileceğini belirtiyor. İ b n - i M â c e h ’ in haşiyesi S i n d i de
bu yorumu tercih ediyor. Buna göre mana şöyle olur:
«Siz kemâl-ı iman ile İnanmadıkça imanları kemâle ermiş olan­
lar Cennete girdikleri zaman Cennete giremezsiniz ve birbirinizi sev­
medikçe imanınız kemâle ermiş olamaz.»

«Selâmı aranızda yayınız», cümlesi ile tanıdık olsun olmasın her


müslümana selâm verilmesi isteniyor. Selâm birleşme ve kaynaşma-
nın başlıca sebebi, sevişmenin anahtarı, Ehl-i îmanın şiân, tavâzu
ve saygılı olmanın belirtisidir. Küskünlüğün, ilgisizliğin ve yanlış
anlamların bertaraf edilmesine iyi bir vesiledir. Müslümanların ara­
larını bozmak isteyenlerin isteklerine karşı bir dereceye kadar sed
mahiyetindedir.
/} * *** > » ;
Hadîsin metninde geçen İ^X>- V ve j-' Y fiillerinin
başındaki «Lâ» harfi nehiy değil, nefi içindir. Ehlinin malûmu ol­
duğu üzere nefi edatı olan «Lâ» câzim değildir. Fiillerin sonundaki
nun tahfif için düşmüştür. N e v e v I ’ nin de beyan ettiği gibi
nun’un düşmesi sahih ve malûm bir lügattir. Bazı rivayetlerde nun-
lar mevcuttur. (46)

(46) Müsliznin şerhi Nevevi c. 2, sah. 2,3


118 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

TER CE MES İ

69) ... Abdullah (İbn-i Mes’ûd) Radiyallahü anh)'den:


Resûlullah (Sallallahü Aleyhi vç SeUemy'va şöyle buyurduğu rivâyet edil­
miştir.
«Müslümana sövmek fısktır ve onunla çarpışmak küfürdür.»

İZAHI

Bu hadîs müttefekun aleyhtir. B u h a r î İman, edeb ve Fiten


kitablannda rivâyet etmiş, Müslim de açtığı özel bir babta rivâyet­
te bulunmuştur. Aynca T i r m i z i , N e s â î , A h m e d b i n
H a n b e 1 ve başkaları da tahriç etmişlerdir.
FISK ve FUSUK s Hak yoldan ve itâattan ayrılmaktır. KİTÂL da
savaşmak, çarpışmak, dövüşmek ve düşmanlık etmek manalarına
gelir. KÜFÜR de dinden çıkmak, nimeti inkâr etmek, bir şeyi ört­
mek ve gizlemek manalarına gelir.
Hadis i şerif çeşitli şekillerde yorumlanmıştır.
Bâzı âlimlere göre murad şudur: Müslüman ile sövüşmek fısk
ve fücûr ehlinin ve müslümanla çarpışmak da küfür ehlinin şânıdır.
Müslümana yakışmayan çirkin şeylerdir. Bir müslümana hakkı ol­
madığı halde söven kişinin, haram işlediği icmâ’ ile sâbittir. Hadis­
te buyurulduğu gibi bu fiili işleyen fâsık olur. Fakat haksız yere
müslümanla çarpışan kişi dinden çıkmaz. Ancak çarpışmayı mübah
telâkki ederse; haramı helâl saydığı için küfre gidebilir. Bâzı ilim
adamları hadisi bu şekilde yorumlamışlardır. Yâni müslümanla dö­
vüşmeyi helâl sayarak onunla çarpışmak dinden çıkmaktır. Diğer
bir kısım âlimler de küfürden maksad küfran-ı nîmet, nankörlüktür.
Buna göre murad şudur:
Müslümanla dövüşmek onun haklarını inkâr etmektir. Çünkü
Allah Teâla müslümanları kardeş kılmış, birbirlerini sevmelerini,
Bab: 9 MUKADDİME 119

saymalarını, iyilikle muâmelede bulunmalarım birer hak olarak on­


lara tevdi etmiştir.
Küfür burada örtmek manasına da alınabilir. Çünkü müslüman-
la dövüşmek, onun haklarını örtbas etmek, gizlemek ve görmemez­
likten gelmek demektir, denilebilir.
Hulâsa: Küfür kelimesi hangi manaya alınırsa alınsın hadis,
müslümanm hakkının büyük ve yüce olduğuna bu hakka saygılı ol­
manın gerekliliğine ve buna riâyet etmeyenin vahim neticelere uğ­
rayacağına dikkatlan çekiyor.

w •• ✓ ^ ^
1IZ < It z+ ^ü • *
“ V•

* m * * *4* «■ ' *

« Ijjfe1

33 <£ & 4 ^ : 'J \ #

. *1j*)l\ c^aLVl
»* 4»

: 3^ ) «3^ - 'Vsî cJ^îT ■ l} j J»-\ lİ ‘ ^ «~>£57lİ ^ 3 A*aîj

( » ;,vı I *ıyj! ^) . _ *S^)\ Ij» lj Îj-lîlj ( 1^-iLcj of*jVI

._ t / l j > lj lylr ûU _ ( _ £ l ti
( \s <A'i I *j 1 ^)

û* ‘
4* <*
j**8r
' +
^‘ «3*1i*' ^ ‘ +\4 y \ İ^ J*

. İa \J £5^1

TERCEMESÎ

70) ... Enes bin Mâlik ( Radiyallahü anh)’den:


Şöyle demiştir: Resûlullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular k i:
«Her ldm ki, Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmadan, tam bir ihlâs
120 SÜNEN-İ ÎBN-Î MÂCE

ile O’mm birliğine inanmak, O’na ibadet etmek, nama» dosdoğru


kılmak ve zekâtı (gereği gibi) vermek hali üzerinde dünyadan ay­
rılırsa, Allah (Tealâ) kendisinden râzi iken ölmüş olur.»

Enes dedi k i: O (dinide Resullerin gelirmiş oldukları ve Rabb-


lan tarafından tebliğ eyledikleri Allah’m dinidir. (Öyleki) Henüz
hadisler çoğalmamış, uydurma hadisler yaygınlaşıp sahih hadislere
karışmamış ve kişiler ulu orta arzulatma göre rivâyetlere girişme­
mişlerdi.

Kur’an-ı Kerim’in son inen sûre (Tevbe) sinde bu hadisi tasdik


ve teyid eden âyetler vardır. Allah buyuruyorki t

«Eğer (o müşrikler) tevbe eder, (Enes dedi k i: Tevbeden mıırad,


putları ve bunlara tapmayı bırakmaktır.) namazı dosdoğru kılar ve
zekâtlarım öderlerse...» Bu âyetin, hadis’te zikredilmeyen devamım­
da meâlen «Kendilerini serbest bırakın. Gerçekten Allah Gafur'dur,
Rahîm’dir.» buyuruluyor.) (Tevbe 5) ve başka bir âyette buyurdu ki:

«Artık (o putperestler) eğer tevbe ederler, namazı dosdoğru eda


ederler ve zekâtı verirlerse, dinde kardeşleriniz olurlar.» (Tevbe 11)

N o t : Zavâid’de bu senedin zayıf olduğu yazılıdır.

İZAHI

İ b n - i ’ M â c e h bu hadisi iki sened ile rivâyet etmiştir. Se-


nedlerin ilk 3 ravisi E n e s b i n M â l i k , E r - R a b i ' bin
E n e s ve E b û C a ’ f e r E r - R â z i ’ dir. Bunlardan sonra bi­
rinci senedde sırayle E b u A h m e d ve N a s r b i n A l i
e l - C a h d e m i , ikinci senedde de U b e y d u l l a h b i n
Mu s â e l - î b s i ve E b û H â t i m bulunur.
Zevâid’de; bu sened zayıftır: Çünkü rav! E r - R a b i b i n E n e s
burada zayıftır, deniliyor. î b n - i H i b b â n da: E b û C a ’ ­
f e r ’ in E r - R a b i b i n E n e s ’ ten rivâyet ettiği hadisler
umumiyetle zayıftır, demiştir. E l - H â k i m ise bu hadisi E b û
C a ’ f e r aracılığı ile E r - R a b i ! den rivayet ederek isnadının
sahih olduğunu söylemiştir. S i n d i , bunları naklettikten sonra,
Bence: E b û C a ’ f e r , E r - R a b i ’ den rivayet ettiği zaman
Bab: 9 MUKADDİME 121

E r - R a b i zayıftır, denileceğine E b û C a ’ f e r , E r - R a b î ’ -
den yaptığı rivayetlerde zayıftır, denmelidir, der. (47)
Hadisin metninde geçen «İbadet» kelimesi itaat ve herçeşit kul­
luk görevleri manasına alınabilir. Bu takdirde ibadetin şümuluna
girmekle beraber önemine bina’en namaz ve zekât zikredilmiş olur.
İbâdet bu manaya alındığı zaman açık olan hadisin manası şu olur:
«İhlaslı bir tevhid, sağlam bir iman, Allah’a karşı kulluk göre­
vini yapmak, bilhassa namaz ve zekât vazifesini tam yapmak hali
özerinde dünyadan ayrılan kişi Allah'ın rızasını kazanarak ölür.»
Şâyet «İbâdet» kelimesi tevhid mânasına alınırsa, o zaman daha önce
geçen «İhlas» kelimesinin tefsiri durumunda olmuş olur. Bu takdir­
de zahiren iman, namaz ve zekâtın ilahi nzayı kazanmaya yeterli
olduğu manası çıkıyor. Oysa kulun mükellef bulunduğu oruç, zekât
gibi bir çok önemli ibadetler ve kulluk görevleri yapılmadan bu mut­
lu akibete kolay kolay erişilemiyeceği nasslarla sabittir. Onun için
hadis şu şekilde yorumlanır:
İhlaslı bir tevhid, sağlam bir iman ve namaz ile zekâtı gereği
gibi ifa ederek dünyadan ayrılan kişi, Allah’ın rizasını (şu sebep­
le) kazanarak ölür. Çünkü iman, namaz ve zekât ibadetlerine bağ­
lananlar, bu sayede hayırlı işlere, kötülükleri terketmeye ve ölüm
döşeğinde makbul bir tevbeye muvaffak olurlar. Dolayısı ile ilahi
nzaya da erişirler.
^ 1. < Aİ +&

fja- iyy\ j î c j j A » *j&\ ^j -^ j IH*: 0^

. « ıy j! j < tj A â f j « «sı 3 j " j ( j ij <^ V| <i|v ûi

T E R C E ME S İ

71) ... Ebû Hüreyre (Radiyallahü anh)’dm:


Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
«Şüphesiz, Allah’tan başka ibadete müstahak ilah olmadığına ve
gerçekten benim, Allah'ın Resulü olduğuma şahadet (dilleri ile ik­
rar) edip namazı dosdoğru ve zekâtı gerektiği şekilde ifa edinceye
kadar insanlar ile savaşmam bana emredildi.»

(47) Sindi Sah. 19


122 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

t^Jr(j xŞ12 «<


J»İ~
Jı_<jt 12 tj*jJ\&***■! — VT

*5\Z ji^ j d b ' - d k j Z - S '&* ^ â û^S1' İ>* <z ^ ' j r $ Jr- ö*

‘ v - s J b <■'■»' vı '•jı v y ı/ v 5 s - ' j * 3.4* y ^

. . ÎS'JlI \y^_j, ; £ j l

TERCE MES İ

72) ... Muâz bin Cebel (Radiyallahü anh)'den:


Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
«Şüphesiz, Allah’tan başka ibadete müstahak ilah olmadığına ve
gerçekten benim, Allah’m Resûlu olduğuma şehâdet edip namazı dos­
doğru ve zekâtı gerektiği şekilde ifa edinceye kadar insanlar ile sa­
vaşmam bana emredildi.»

İ ZAHI
71 ve 72 noiu hadislerin metni aynı olup senedleri değişiktir. Bi­
rincisinde E b û H ü r e y r e , E l - H a s a n , Y û n u s , E b û
C a ’ f e r , E b ü ’ n - N a d r ve A h m e d b i n e l - E z h e r ;
İkincisinde ise M u â z b i n C e b e l , A b d u r r a h m a n b i n
Ganem, Şehr bin Ha v s a b , A b d ü l h a m i d bin
B e h r â m , M u h m m e d b i n Yû s u f ve A h m e d b i n
e l - E z h e r bulunur. İ b n - i M â c e h ’ în iki senedi de son
ravî A h m e d b i n e l - E z h e r ’ den aldığı anlaşılıyor. B u -
h a r i ve M ü s l i m «Kitabü’l-İman» bölümünde aldıkları bu ha­
disi î b n - i Ö m e r ’ den rivayet etmişlerdir. Ayrıca M ü s l i m ,
E b û H ü r e y r e , C â b i r ve başka zatlardan da rivayette bu­
lunmuştur. Ancak müteaddit senedlerle rivayet edilen hadis met­
ninde bazı rivayetlerde ilâve ve bazılarında kısalma vardır. Mese­
lâ: M ü s l i m ’ in E b û H ü r e y r e ’ den aldığı bir rivayet şöy­
ledir :
O ^ ı <u'S û'l J j — j JS i J.,_ ^ j 1 ...

«İV Cr-*-* ^ H ^\y V j - 1- J r 9- Jm


u -^ 1 ^
/ >, X -M J' & » * '"»l * ^ ^ ^ %\ g
L«_>- J <_4_3c_> >[ ^ A JU /e^A S - |
Bab : 9 MUKADDİME 123

«... Ebû Hüreyre (Radiyallahü anh)'den : Şöyle dediği rivayet edilmiştir:


Resûlullah(Sallalalhü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
«Kelime-i Tevhid-i getirinceye kadar insanlarla savaşmaya emre­
dildim, iâilâhe Jlla’llah diyen kimse canım ve malım benden koru­
muş olur. Ancak öldürülmeyi hak etti ise o ayn, O’nun hesabı da Al­
lah’a aittir.»
Diğer taraftan M ü s l i m ve B u h a r i ’ nin ittifakla t b n - i
Ö m e r (Radiyallahü anh) ’den rivayet ettikleri metinde î b n - i
M a c e h ’ in aldığı metnin aynısı bulunmakla beraber şu ilâve de
vardır •

= «Bunlan yaptıkları zaman kanlarım ve mallarım benden ko­


rumuş olurlar. Ancak Islâmm hakkı (olan cezalar) müstesna. (Gizli
kalan durumlar ile ilgili) hesaplan da Allah’a aittir.» M ü s 1i m ’ in
rivayetindeki bu ilâvede «Bihakki’l-îslâm» tabiri- yerinde «Bihak-
kıha» ifadesi kullanılmıştır ki mânaya bir farklılık getirmez.
T a b a r i* nin, «Evsat» adlı eserinde H z . E n e s (Radiyal­
lahü anh)’den rivâyet ettiğine göre bu hadiste istisna edilen îslâm
haklarından maksadın neler olduğu Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)’e soruldu? Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de
«Evlendikten sonra zina etmek, müslümanlığı kabul ettikten sonra
mürted olmak ve adam öldürmek, kasdedilmiştir. Bu suçlara karşı­
lık öldürülebilir» diye cevap verdi.
Görüldüğü gibi Resûlullah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem)’in in­
sanlarla savaşması bâzı rivayetlerde onlann Kelime-i Tevhid'i ge­
tirmelerine, diğer bazı rivâyetlerde ise Kelime-i Şehadet, namaz ve
zekâtı ifa etmelerine bağlanmıştır. Bundan anlaşılıyor ki insanlann
müslümanlığı kabul etmeleri ve îslâm alâmetlerinin onlarda görül­
mesi hedef tutulmuştur. Bu hedefe varılmcaya kadar Resûlullah
(Sallahü Aleyhi ve Sellem) cihadla me’mur kılınmıştır. Ama halkın,
kalblerinde neler gizlediklerini öğrenmekle emrolunmamıştır. Gö­
nülde saklanan sırlardan dolayı hesaba çekmek Allah'a aittir.
124 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

j <a \a!p ur t }j ijj) £ t'ti î < U / A L & *— vr


* 0 • *" ’ /•
: <jf j^Ç 4 Cf- ‘3^»* cf 12 < A* 6

t ı& 'jVI
'* #
: "L^ti f ^ V0' ti0 ^ u*^ J0î^ â * 3
* ^ ^1
^*» * $ Ü
0 0 m
i®' 3 > -j 3^

. « jAîll

T E R C E M E S İ
73) ... İbn-i Abbâs ve Câbir bin Abdillah (Radiyallahü ankümâ)’dm:
şöyle söyledikleri rivayet edilmiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
buyurdu ki:
«Ümmetimden iki sınıf vardır ki, onlar için İslâm’da nasip yok­
tur, Bu sınıflar Miirciye ve Kaderiye (mezheblerine mensub)
olanlardır.»

i (j *JL^ ^2 • 3^> < -W» <j Ju— jllîc- y1 — VI


•r" « •. ^ *
'o6- ‘ !y- ‘ ^ Ş\ i ur

• : ^ 3^5
«> ı * «a* ,3
T E R C E M E S İ

74) ... Ebû Hüreyre ve İbn-î Abbâs (Radiyallahü anhümâ)’dan: şöyle


dedikleri rivayet edilmiştir.
«İman fazlalaşır ve eksilir.»
N o t : Hadisin isnadının zayıf olduğu Zevâid’de beyan edilmiştir.

• V ... , . - jı, ı W tl, * i l'î t V l;;


;jCîc â 1 -^ H ‘ <{£jU5V 3&e J>„I - V0

. 5 jl jk V ' î 3^ »iSjjM J I ^ <ÂA& *yî <VUl <


J ** * 0 0
T ER CE MES Î

75) ... Ebü’d-Derdâ (Radiyallahü anh)'den :


Şöyle söylediği rivayet edilmiştir :
«îman ziyâdeleşir ve noksanlaşır.»
Bab : 9 MUKADDİME 12S

İKİ HADİSİN İZAHI

Bu iki hadis, irrvanm fazlalaşma ve eksilmeyi kabul ettiğini ifâ­


de ediyor. 60 nolu hadisteki:
«Bir dinar, yarım dinar ve bir hardal tanesi ağırlığınca imam
olanları cehennemden çıkarınız» tabiri de imanın çok ve az olabil­
diğini gösteriyor. Sahih-i Buhar! ve Sahih-i Müslim sahihleri İMAN
kitabından birer babı buna ayırmışlardır.
îmanın fazlalaşabüdiğine delâlet eden âyetlerin bir kısmı şun-

lardır: e*
= «Taki imanları ile beraber imanı arttırsınlar...» (El-Feth 3)
lîl-C I ^ ^
= «Ve iman etmiş olanlara da iman arttırsın...»(El-Müddessir 31)
t o j -r v / ^
= «Bu, onlann imanını arttırdı...» (Al-i Imran 173)
> v " M >\ }- * ' * /o. "• J“', * * . 'ı .‘mr ı-t
â—ı >1j —*J üj-4~ı £j-* d ) y-** 3-1' J

jlillc \ ÂJİ i-*Ci Ollc I a

= « Ve bir süre indirildiği zaman onlardan kimi diyor k i: «Bu


hanginizin imanını arttırdı? Fakat iman etmiş olanlar ise (İndirilen)
süre onlann imanını arttırdı ve onlar müjdelenirler.» (Tevbe 124)
C * X J jû C c j "yi j
= «Ve bu durum ancak onlann iman ve teslimiyetlerini arttırdı.»
(Ahzab sûresi, âyet 22)
Buhari bu âyetlerin bir kısmını alır ve bu arada:
«Kemâlinden bir şey terkedilince iman haliyle eksilmiş olur.» der.
A s h a b - ı K i r a m ’ dan, Ö m e r , A l i , İ b n - i M e s ’ ud,
İ b n - i A b b â s , M u â z , î b n - i Öme r , E b û H ü r e y r e ,
Eb ü ' d - De r d â , Huz e yf e , Âi şe, S e l ma n , A b d u l ­
l a h b. R e v â h a , E b û Ü m â m e ve başka zatlar (Radi­
yallahü anhüm) hazretleri imanın ziyade ve noksanlık kabul ettiği­
ni söylemiştir. T a b i î n ’ den de U r v e , A t a , T a v û s , M ü -
c a h i d , S a i d b. C ü b e y r , H a s a n - ı B a s r i , Z ü h r i ,
K a t â d e , İ b r â h i m N a h â i , îbn-i Ebî L e y l a ,
126 SÜNEN-Î ÎBN-İ MÂCE

î b n - i M ü b a r e k , E b û D a v u d ve benzeri nice âlimler


(Radiyallahü anhüm) aynı görüşü paylaşmışlardır.
M a t ü r i d î y e mezhebine mensup âlimler «iman ziyade ve.
noksanlık kabul etmez» demişlerdir. Onlar imanın aslı olan tasdiki
kasdetmişler. Tasdik, kesin inançtan ibaret olduğu için eksilmez.
Çünkü eksilirse kesin olmaktan düşer ve şüphelere mâruz kalır. Ke­
sin inancın fazlalaşıp kesinlik kazanması da düşünülemez. Zira za­
ten kesindir, derler.
îmam Nevevi, M ü s l i m ’ in şerhinde şöyle söyler:
«Selef mezhebine mensup âlimler ile hadisçilere göre iman zi­
yade ve noksanlık kabul eder. Kelâmcılardan bir cemaat da aynı gö­
rüştedir. Fakat kelâmcılann çoğu iman bunu kabul etmez demişler.
Muhakkikin olan kelâmcı arkadaşlarımız ise asıl tasdikin ziyade ve
noksanlığı kabul etmediğini ve lâkin amellerin çokluğu ve azlığı do­
layısıyla iman semerelerinin ve şer’î imanın ziyade ve eksikliği ka­
bul ettiğini söylemişlerdir.
Muhakkikinin sözü açık ve güzel ise de bence tefekkürle ve bir
çok delilin bir araya gelerek yek diğerini takviye etmesi ile tasdi­
kin de artması mümkündür. Bunun içindir ki sıddiklann imanı baş­
kaların imanından daha kuvvetli ve üstündür. Onlann imanı hiç
bir ortamda zçdelenmez. Ve her hangi bir tehlike veya telkin kar­
şısında sarsılmaz. Fakat diğer insanların imanı bu derece güvence
içinde ve muhkem değildir. Akl-ı Selim sahibi hiç kimse şüphe et­
mez ki müslümanlardan her hangi bir kimsenin imanı E b û B e k r - i
S ı d d i k (Radiyallahü anh) ’m imanına denk değildir. N e v e v i
ayrtı bahiste şunu da nakleder:
Ş a f i î mezhebine mensup E b û A b d i l l a h M u h a m m e d
b i n İ s m a i l e l - l s f a h a n i e t - T e m î m i , M ü s l i m üze­
rine yazdığı «Et-Tahıir» adlı şerhinde diyor ki -. Eğer îman tasdik
mânasına alınırsa tasdik parçalanmaya elverişli olmadığı için faz­
lalaşma ve eksilmeyi kabul etmez. İman Şeriat dilinde kalb ile tas­
dik ve vücud organları ile amelden ibarettir. Böyle tefsir edilirse
haliyle amel durumuna göre fazlalık ve eksiklik hali olabilir. E h l - i
S ü n n e t ’ in mezhebi de.budur.
M a l i k i mezhebine mensup î m a m E b ü ’ l - H a s a n
A l i b. H a l e f b. Ba 1.1al e l - M a ğ r i b î de B u h a r i üze­
rine yazdığı şerhte:
«Ümmetin halef ve selefinden E h l - i Sünnet mezhebine
Bab : 10 MUKADDİME m

mensup camaatm mezhebi budur ki; İman söz ve fiil olup fazlalaşır
ve eksilir. Bunun delili de B u h a r î’nin zikrettiği ayetlerdir. Mü’min,
tâat ve ibadetini artırdıkça imam da artar ve kemal yolunda ilerle­
me kaydeder. Taat ve ibadette eksilme ve gerileme olunca da ima­
nın kemalinde eksilme olur, iman hakmda söylenen sözlerin orta
yolu budur», demiştir. (48)
Sindi de bu konuda geniş izahat verdikten sonra şöyle der:
« A s h a b - ı K i r a m ve T a b i î n ’ in sözlerinden ve Ki-
tab ile Sünnetin beyanlarından anlaşılıyor ki «Imanm fazlalaştığını
söylemek caizdir.» Azalma da fazlalaşmadan ayrılmayan bir mefhum
taşır. (Çünkü fazlalaşan iman fazlalaşmayan iman ile karşılaştırıldı­
ğında birisi fazla olunca diğeri haliyle ona oranla eksik olur.) Neti­
cede, şer-î şerifte iman’ın ziyade ve noksanlıkla vasıflandığı sabit ol­
muş olur. Ama bu vasıflanma imanın mahiyetine göre mi, yoksa
onun mahiyeti dışında kalan şeylerden dolayı mı olduğu önemli de­
ğildir? Zira selef âlimleri, vârid olan Ayet ve Hadislere uyarlardı.
Onların halefi olan âlimlerin çıkardıkları ve kelâm ilminde yer alan
mes’elelere pek iltifat etmezlerdi. Bu itibarla «Imanm ziyade ve nok­
sanlık kabul ettiğini söylemek küfürdür» gibi sözler bazı fıkıh kitab-
lanna yanlış anlama neticesinde girmiş olsa gerek.»

jAaMj ( ' *)

10 — KADER HAKKINDA BİR BAB

KADER s (Kadr diye de okunabilir.) Arap dilinde miktar, değer,


kuvvet, kudret ve kısmak gibi müteaddit mânâlarda kullanılmıştır.
KADER s Şer-i Şerifte ise varolacak şeylerin ne zaman, nerede,
nasıl ve ne gibi durumlarda meydana geleceğinin Allah tarafmdan
ezelden beri bilinmesi ve bu bilgiye göre tesbit ve takdir edilmesi­
dir.
KAZÂ ise, takdir edilmiş olan şeylerin zamanı gelince Allah ta­
rafından aynen yaratılmasıdır. Buna göre KADER Allah'ın İLİM ve
İRADE sıfatına, KAZÂ da TEKVİN sıfatına rücû’ edip buna inanmak,
Allah’ın sıfatlarına iman etmeye dahildir. Allah’ın sıfatlarına ina­
nanlar kaza ve kadere de iman etmiş olurlar. Ancak KADER ko­
nusu önemli olduğu için ayn bir konu haline getirilmiştir. Kelâm âlim­
leri de bunu ayrıca ele almışlardır. Bâzı kelâmcılar kader diye tarif et­
tiğimiz manaya kaza ismini vermişler ve kaza diye gösterdiğimiz

(48) Müslim’in şerhi Nevevi C. 1, Sah. 247-252


128 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

manaya da kader demişlerdir. Tabii bu farklı ta’bir neticeyi değiş­


tirmez:
KADER mes’elesi, öteden beri gerek felsefeciler ve gerekse din
âlimleri arasında münakaşa konusu edilmiştir. Aslmda bu mes’ele-
nin mahiyetinin tamamen haledilmesi güçtür. Bunun için, müslü­
manlann kadere inanmalan emrolunmuş ve bu konunun derinliği­
ne inilmesi ile ilahi sırnn çıkarılmasına çalışılması yasak kılınmıştır.
Bu yasağa rağmen kader mes’elesi üzerine lüzumundan fazla du­
ranlar olmuş ve neticede KADERİYE ce CEBRİYE isimli batıl mez-
hebler meydana çıkmıştır.
KADERİYE mezhebine mensup olanlar Kaderi tamamen inkâr
etmişler ve «Kul işlediği fiillerin yaratıcısıdır», diyecek derecede işi
ileri götürmüşlerdir. Kadere ilk defa dil uzatan, M a ' b e d e 1 -
C ü h e n î ’ dir. Onlara göre Allah ilerde olacak şeyleri bilmez. Hiç
bir şey önceden mukadder değildir. Allah olmuş olan şeyleri bilir.
N e v e v i ’ nin naklen verdiği bilgiye göre bu çok çirkin ve batıl
görüş pek taraftar bulamadığı için çabuk inkıraz etmiştir. Kalan
K a d e r i y e mensuplan bu kere şöyle demeye başlamışlardır:
«Hayır Allah’tan şer ise başkasmdandır.»
Onlar bu sözleri ile adeta Mecûsilere benzemekten kurtulama­
mışlardır. Çünkü M e c u s i l e r «Hayrın yaratıcısı Yezdan, şer­
rin yaratıcısı da E h r e m e n ' dir», demekle iki ilâha inanmışlar­
dır. Nitekim Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den şu ha­
dis rivayet olunmuştur.
0 > > > <. , >. ' •' > > ' M ' Vt
j a j* .J A-» j- * '■H . J -İ- Aİ '

= «Kaderiye mensuplan bu ümmetin Mecûsîleridir. Hastalanır­


larsa onlara uğramayın, ölürlerse cenazelerinde bulunmayın.» Bu
hadis t b n - i Ö m e r (Radiyallahü anh) ’den mervıdir. (49)
KADERİYE mensupları bu batıl görüşleri yüzünden E h l - i
S ü n n e t ’ in büyük hücumlanna maruz kalmakla beraber kâfir
olduklanna hüküm edilmemiştir. Çünkü onlar şer-i şerifi tazim et­
mek gayesini gütmüşler. Ama sapıtmışlar.
CEBRİYE’ye gelince bunlar Kaderiye’nin aksine her şeyi kade­
re bağlayarak kulun cüz’î iradesini inkâr etmişlerdir. Onlara gö-

(49) Sünen-i Ebt Davud Kitabü’s-Sünneti Kader babı


Bab: 10 MUKADDİME 129

re kul iman etmeye bile kadir değildir. Kulun elinde hiç bir kudret
ve salâhiyet yoktur. Bunlar da sözde Allah Tealâ’yı tenzih etmeye
çalışırken büyük bir dalâlete saplanırlar ve Allah’a hâşâ zulüm is-
nad etmiş olurlar. Şöyle ki; kâfir adam âhiret günü cehennemlik
kılınırken «Allah’ım! benim ne kabahatim var? sen beni kâfir ya­
rattın, bana hiç bir irade vermedin, benim müslüman olmama sen
mani oldun» demez mi?
Cebriye mezhebi de pek yaşıyamamıştır. Hicrî 4. asnn başla­
rında ortadan kalkmıştır.
Bâtıl olan bu iki mezhebin delillerini çürüten E h l - i S ü n n e t
mezhebine göre kazâ ve kader haktır. Bunlar bu iki kelimenin ta­
rifini yukarda açıkladığımız gibi yapmışlardır. Kazâ ve Kader Al­
lah’ın kullarını zorlaması ve ellerinden iradelerini alması demek de­
ğildir. Kulun kendi irade ve isteği ile yaptığı işin daha önceden bi­
linmesine kadr ve kulun yapmak istediği anda Allah tarafından o
şeyin yaratılmasına da kazâ denir.
Kitap ve Sünnetin nassları ( = kat’î delilleri), A s h a b - 1 K i -
r â m ’ m icmâ’ı, Selef ve Halef âlimlerin beyanları ile KADERE
iman gerekliliği sabittir. Kazâ ve Kader konusunda âlimler pek çök
kitap yazmışlardır. N e v e v i ' nin beyânına göre en güzel ve en
çok faydalı olan eserlerden birisi de E l - H â f ı z e l - F a k i h
E b û B e k r e l - B e y h a k i ’ nin yazdığı kitabtır.
Gerek E h l - i S ü n n e t ' i n ve gerekse Kaderiye ve Cebriye
mezhebleri hakkında geniş malûmat almak isteyenler Kelâm kitab-
larına müracaat etsinler. Biz bu kadarlık bilgiyi vermekle yetinmek
durumundayız.

Sünen-i İbn-i Mâce — F .: 9


130 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

(jg^as tS '& 'j* • ç\ ^\j^ i^zS^İ

3 2 3 <ç s p ı o i , £ & vı ü z z : S /y u £ dn jiî ja


'Ş i j j Ç 'i : S - . C u S jû ı j l l j a

.« Ç u Ş *in j i î j a 'j^ ş ç S l i ı « i i^ ş . - ir y , vı

T E R C E ME S İ

76) ... Abdullah İbn-i Mes’ûd (Radiyallahü anh)’den:

Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize (ûısanin


yaratılışından) haber verdi. O, daima doğru söyleyen ve (Rabbi tarafından)
kendisine doğru bilgiler vahiy edilen zattır. Buyurdu ki:

«Şüphesiz, biriniz (yaratılırken) asıl maddesi kırk gün anasının


karnında toplanır. ( = yaratılmaya elverişli bir hale gelir). Sonra
bir o kadar (40 günlük) süre içinde bu madde, kan pıhtısı haline dö­
nüşür. Bundan sonra da o kadar zaman zarfında mudğa ( = bir çiğ­
nem et) olur. Daha sonra Allah ona bir melek gönderir de (tekâmül
eden mudğa için şu) dört kelimeyi yazması emrolunur s Allah, me­
leğe: «— Onıin amelini, ecelini, nzkını, şak! veya sald olduğunu
yaz» der. ( = Meleğe bu malûmatı verip yazdırır).
Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki: Gerçekten
sizden bir kişi Cennet ehlinin işlediği (iyi) şeyleri işler. Hatta ken­
disi ile Cennet arasında yalnız bir arşın mesafe kalır. Bu esnada
(Meleğin, ana karamda yazdığı) yazı gelir; o kişiyi önler. Bu kere
o şahıs Cehennem ehlinin İşlediğini işlemeye başlar ve Cehenneme
girer. Sizden bir (başka) kişi de Cehennemlik olanların işlediği (fe­
nalıkları) işler. Hattâ kendisi ile Cehennem arasmda bir kulaç me­
safe kalır. Bu sırada (Meleğin yazdığı) kitabı gelir onu önler. Bu
defa da o kişi Cennetlik olanların (hayır) işlerini yapar ve Cennete
girer.»

İZAHI

Bu hadisi; B u h a r i , Kitabü’l-Kader ve Bed'ü'l-Halk ( = ilk


Bab: 10 MUKADDİME 131

yaradılış) Kitabında Meleklerin memur oldukları yaratma ile ilgili


görevlerine dair açtığı bir babta rivayet etmiştir.
M ü s l i m de Kader kitabında rivâyet etmiştir. Bu hadîsde,
bir kısım meleklerin, insanların amelini, ecelini, rızkını, saadet ve şe-
kâvetini yazmakla vazifeli bulundukları bildirilmiştir.
Hadis metninin tamamının Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ’e ait olduğu, B u h a r î , M ü s l i m ve î b n - i M â ­
c e h ’ in rivâyet üslûbundan anlaşılıyor. Çünkü metnin her han­
gi bir cümlesinin râvi î b n - i M e s ’ û d ’ a ait. olduğuna dair bir
belirti yoktur. N e v e v i bu hadisin izahını yaparken hadiste ge­
çen yemin ve ondan sonraki ifadenin Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)’e ait olduğunu tasrih ediyor. Fakat başka bir rivayette
... A ıjJLkj ^ÜJİ j us! .xl.fr Jü> = «Abdullah dedi k i:
v» -* **
Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim...» ifadesi bulundu­
ğu için yemin ve onun altındaki cümlelerin râvi î b n - i M e s ’ û d ’ a
ait olduğunu söyleyenler de vardır. Mamafih î b n - i M e s ’ û d ,
(Radiyallahü anh) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in bu­
yurduğu yemin ve onu takibeden cümleleri tekrar etmiş olabilir.
insanoğlunun yaratılış safhaları Kur’an’ı Kerim’in M ü’m i n û n
sûresinin 12 - 14’üncü ayetlerinde daha genişçe meâlen şöyle beyan
buyuruluyor:
«And olsun ki biz, insanı (Âdem’i) çamurun özünden yarattık.
Sonra Âdem’in neslini muhkem ve sağlam bir yerde (rahimde) az
bir su yaptık. Daha sonra o suyu kan pıhtısı haline getirdik. Bun­
dan sonrada kan pıhtısını bir parça et durumuna koyduk. Bunun
sonunda et parçasını insan iskeleti haline soktuk. Bunun ardından
da kemiklere et giydirdik. Daha sonra ona başka bir yaratılış (ruh)
verdik. Bu sebeple bak, şekillendirenlerin en güzeli olan Allah'ın şa­
nı ne yücedir.»

Nutfe üzerinde 120 gün geçtikten sonra Meleğin gönderilip ce­


nin hakkında ilm-i ezeli’de mevcud 4 hususun yazılması emri veril­
diği hadisten anlaşılıyor. Ceninin dünyaya geldikten sonra yapaca­
ğı her türlü iş, elde edeceği nzık, dünyada yaşayacağı süre ve ha­
yatının sonunda saadet veya şakavet üzerine öleceği Allah katmda
malûm olduğu gibi görevli meleğe de O’nun tarafından bildirildiği
belirtiliyor. Diğer taraftan insanın Cennetlik veya Cehennemlik olu­
şu için hayatın son safhasının daha önemli olduğuna işaret ediliyor.
Bu nedenle, sâlih kişi, taât ve takvâsı ile mağrur olmamalı, kendi­
SÜNEN-Î İBN-Î MÂCE

sini güvence içinde görmemeli, fasık adam da Allah’ın rahmetinden


ümidini kesmeyip; bir an Önce tevbe etmeli ve ölümün her an gele­
bildiğini unutmamalıdır.
îman edip sâlih amel işleyenlerin amellerinin zayi edilmeyip kar­
şılığının verileceğini bildiren âyetler ve hadislerle verilen vaadlâr
iman üzerinde ölüm şartına bağlı olduğu için bu hadîsin o nasslara
ters düşmesi söz konusu değildir. Allah tüm müslümanlara hüsn-ü
hatimeler nasip kılsın. Amin.
N e v e v i diyor k i: «Bu hadisin zahirine göre Meleğin gön­
derilmesi nutfe üzerinde 120 gün geçtikten sonra vuku bulur. Bu­
nu izleyen rivayetlere göre Nutfe üzerinde 40-45 gün geçince Me­
lek gönderilir. Enes (Badiyallahü anh)'in rivayetinden de Nutfenin
rahme girmesini takiben Meleğin, görevine başladığı anlaşılıyor. Ri­
vayetler arasında görülen zahiri farkın bertaraf olduğunu söyleyen
âlimler durumu şöyle belirtmişler: Melek, nutfenin halini ve uğ­
radığı değişiklikleri izler ve «Yâ Rabbil Bu bir Nutfedir, (daha son­
ra) bu bir Alâka ( = kan pıhtısı) dır, sonra da bu bir mudğa ( = bir
çiğdem et)dır», der ve Allah'ın emri ile Nutfenin uğradığı değişik­
likleri bir bir söyler. Nutfe, Alâka’ya dönüşünce Melek, onun bir ce­
nin olduğunu anlar ve cenîn'in bundan sonraki safhalarında da za­
manı geldikçe tasarruflarını sürdürür.
Hadisin son kısmında geçen «Bir kulaç mesafemden maksad Cen­
net veya Cehennem’in kapısı durumunda olan ölüme yaklaşmaktır.
Hayatını Cennetliklerin işlediği hayırlı işlerle sürdürüp son anların­
da Cehennemlik işlere dalmak halinin az bile olsa bazı insanlarda
görülebildiği bu hadiste bildiriliyor. Ama çok insanların bu durum­
da olduğu kaydedilmemiştir. Esasen Allah’ın lütuf ve inayetiyledir
ki insanların hayır yolundan şer yoluna sapmalarına az rastlanır. Ve
bunun aksine fena yoldan iyi yola yönelenler çok olur.
Ömrünün sonunda fenalıkları işleme yüzünden Cehennemlik ol­
duğu bildirilenlerden murad, kâfirler ve günahkâr mü’minlerdir. An­
cak iman üzerinde ölenler bilâhare Cehennemden çıkacaklar. Kâ­
firler ise; nasslarla sabit olduğu gibi ebedi olarak Cehennemde ka­
lacaklardır.

Bu hadiste, KADER'in varlığı, (nasûh) tevbenin geçmiş günahla­


rı yıktığı, kişi hayır ve şerden hangi hal üzerinde ölürse o hale gö­
re hakkında hüküm verildiği açıkça belirtilmiştir. Ancak küfürden
başka günah işleyenlerden tevbe etmeden bu hal üzerinde ölenlerin
durumu Allah'ın dilemesine kalmıştır. Biz insanlarca meçhuldür.
Bab lf) MUKADDİME 133

& ‘ ^ :$ * k ^ * 4£ * k !i; -w
İ jJjiîl tÂ* q~* j £»J: 0^ ‘ ts3-$* &} o* * \s*?h

! jxJ}\ 11 ; cAâ» < <J f l t C*o ^ • (SJ*\3 (i*5 Ijp «*—i* üt C vi »’.
I j., J ^ ^ i ? . ^ ^ •** | t î • | ^ •< ,<

.£^tldS>£^ (_j->-li. •ıSj-Mj C*«w5- j-AÜ' -^*

^0-İJJ <i»jl JaI^ ^ İjU - Ja| "Al üt 'J ; 3ui . *> üt A>İ3-<J

s î S f 'i s • J 4 i > f « f3 > £ . •(5 >fıib 5 »'s is

er?* w— IM 2®' cl“2 2^ ‘ J.’r i--*

• e/4 *j>A lL i-i t* ü tj . dÛas^ dL»i^4 U üt "^-A* •jA2&

t/ At A»c ( ^ t” üt A L ic V j . ^tit «cA»-i Iâ a j *p 3 f ow»

. ü’ üt *AAc V j : A d% •<J t Jti-t* 3** A < dLİ At Aİt c *»j U . ^tlö»

. AİL-Âj o A (j A j ÜU>t ; 3U j . Vts t» Ji» Jtâ» . 4lît_3 Aİı Jb>- CA*t* • <İ>Âİ-
■* J ■ /
w Ap A t üt J »3 j * f j ^ At 3 j -*j c***— : 3t£i •Ü C A w>t? tf jj jcArts
^ ^ #^ * ** ” ■
4:*-j cJt< İJ J ? J*J ^-ATJ <^.j! 3 * ti >J'j'^ 3 İ t

4 4 ûi-J^İİ *jt Ç 6 Jit dö ^ *jj . ^ ! > t 3 ; p t ^

C^i- dA_>C»t U üt "U-»d> • 4İS"^jAâ)L (j^y (£*• diı^ AA tM-* 3


\ < ^ »* . ** *
. ®jUjt cA»> ÎÂa jjp 3 f ti»» ü| d li tj . dLv^iJ *|ıdî(ta>-t U j . diîtaaA) >

T E R C E M E S 1

77) ... Îbnü’d-Iieylemî (Radiyallahü anhy&m gelen rivayete göre ken­


disi şöyle demiştir.

Kader konusunda bir şey (şübhe) benim içime girdi. Ben bu­
nun. dinimi ve durumumu bozmasından korktum. Bunun üzerine
Ubey bin K â ’b (Radiyallahü anh)’e vardım ve «Ey Ebe'l-Münzir! Bu
KADER mes’elesi hakkında gerçekten bir şey (şübhe) kalbime gir­
di. Ben de dinim ve halimden korktum. Kader mes’elesi ile ilgili
134 SÜNEN-Î ÎBN-İ MÂCE

aydınlatıcı bir şeyler bana söyle. Senin sözlerinden istifade ettirme­


sini Allah’tan umarım.» dedim. Übeyy (Radiyallahü anh) :
«Eğer Allah, sahip olduğu göklerin halkını ve yer (küresin) in
halkını tazip etseydi onlara zulüm etmiş olmadan azab vermiş olur­
du. Eğer onlara merhamet etseydi Allah’ın rahmeti, onlar için ken­
dilerinin işledikleri amellerinin karşılığından daha hayırlı olurdu ve
eğer senin Uhud dağı kadar altının veya Uhud dağı kadar (malın)
olup hepsini Allah yolunda harcasaydın sen Kadere inanmadıkça ve
senin başına gelmiş olan şeylerin gelmemesinin imkânsızlığım ve ba­
şına gelmemiş olan bir şeyin gelmesinin imkânsız olduğunu bilme­
dikçe; harcadığın hayratın kabul edilmiş olmazdı. Şayet bu itikad-
dan başka bir inanç üzerinde ölürsen muhakkak Cehenneme girece­
ğini bilmedikçe bu hayratı yapmış olsaydın bile kabul edilmezdi. Kar­
deşim Abdullah îbn-i Mes’ud’a varıp ona (da KADER mes’elesini)
sormanda senin için mahzur yok», dedi.
(Îbnü’d-Deylemi diyor ki) : Bunun üzerine ben Abdullah îbn-i
Mes'ûd (Radiyallahü anh)’a vardım. Ona sordum. O da Ubeyy bin
Kâ’b’m söylediklerinin benzerini anlattı ve «Huzeyfe (Radiyallahü
anh)’e gitmen fena olmaz» dedi. Bundan sonra Huzeyfe (Radiyalla­
hü anh)’in yanma gidip (bu mes’eleyi) ona sordum. Kendisi de Ubeyy
ve îbn-i Mes’ûd (Radiyallahü anh)’in sözlerine benzer sözler söyledi
ve: «Zeyd bin Sâbit’e git.ona sor.» dedi. Bunun üzerine Zeyd (Ra­
diyallahü anh)’e vardım. Ona da sordum. Zeyd (Radiyallahü anh) :
Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’den işittim. Şöyle bu­
yurdu :
«Eğer Allah, sahip olduğu göklerin halkını ve yer (küresin) in
halkım tazib etseydi onlara zulüm etmiş olmadan azab vermiş olur­
du. Eğer onlara merhamet etseydi Allah’ın rahmeti onlar için ken­
dilerinin işledikleri amellerinin karşılığından daha hayırlı olurdu ve.
eğer senin Uhud kadar altının veya Uhud dağı kadar altının olup
hepsini Allah yolunda harcasaydın, sen Kader’in hepsine inanmadık­
ça ve senin başına gelmiş olan şeylerin gelmemesinin imkânsızlığını
ve başına gelmemiş olan şeylerin gelmesinin imkânsız olduğunu bil­
medikçe (inanıp kabul etmedikçe); kezâ anlatılan bu itikaddan baş­
ka bir akide üzerinde ölürsen şüphesiz Cehenneme gireceğini kesin­
likle kabullenerek bilmedikçe (yaptığın harcama) senden kabul edil­
mezdi.»

İ ZAHI
îlkravi t b n ü ’d - D e y l e m i (Radiyallahü anh)’in Z e y d
Bab: 10 MUKADDİME 135

bi n S a b i t (Radiyallahü anh) ’den rivayet ettiği Resûlullah (Sal­


lallahü Aleyhi ve Sellem)’in buyruğunu aynen Ü b e y b i n
K â ’ b, A b d u l l a h İ b n - i M e s ’ û d ve H u z e y f e (Ra­
diyallahü anhüm)’den işittiğini, fakat bu 3 sahabî’nin, metni Resû-
lullah’a isnad etmedikleri anlaşılıyor. Râvi bu mümtaz zatlarla ay­
rı ayn görüşüp hepsinden aldığı aynı cümlelerden ibaret cevâbı en
son müracaat ettiği Z e y d b i n S a b i t (Radiyallahü anh) ’den
Resûlullah’m hadisi olarak almış oluyor.

Hadis, Kader’in varlığım, onun değişmesinin bahis konusu olma­


dığını, Allah tarafından takdir ve tesbit edilmiş olan bir şeyin aynen
vuku bulacağını, bildiriyor; Kader’e inanmayan kimsenin Cehen­
nemlik olduğunu ve Uhud dağı miktannca altını olup hepsini Al­
lah yolunda sarfetse bile Allah katında hiç bir kıymet ifade etme­
diğini belirtiyor ve böylece Kader’e iman etmenin önemini açık bir
şekilde ifade etmiş oluyor. Hadiste geçen:

«Eğer Allah gökler ve yer ehilni tazib etmiş olsaydı zulüm etmiş
olmazdı.» cümlesi, S i n d i ’ nin T ı y b i ’ den naklen söylediği gi­
bi Kader mes’elesindeki şübheyi gideren büyük bir irşaddır. Şöyle k i:
Zulüm ve haksızlık başkasının sahip olduğu bir şeye tecavüz et­
mek ve onun mülkünde tasarruf etmektir. Bir kimse kendi mülkün­
de dilediği gibi tasarruf edebilir. Sahibi bulunduğu mülkünde yaptı­
ğı tasarruftan dolayı zâlimlikle ithamı düşünülemez. Hadîste, gök­
lerin, yerin ve buralarda yaşayan yaratıkların kayıtsız, şartsız mâ­
likinin Allah olduğu, dolayısı ile O’nun dilediği gibi mülkünde ta­
sarruf edebildiği ve her hangi bir tasarrufundan ötürü zulümle it­
hamının tasavvur edilemiyeceği bildiriliyor.

Bir şeyin güzel veya çirkin olduğuna hükmetmek için aklın ye­
terli olduğunu söylemenin geçersizliği de bu hadisten anlaşılıyor.
Küçük aklımıza göre zulüm ve çirkin sayılan azabın Allah katında
adalet ve güzel olduğu ifade edilmiş oluyor.

Hadisin «Eğer Allah onlara merhamet etseydi...» kısmı da azab-


tan kurtuluşun, amellerle değil, ancak ilahi merhamet sayesinde
olabildiğini ve bu sebeple rahmet-i ilahiyenin onlann amellerinden
hayırlı olduğunu ifade ediyor. Miftâhü’l-Hace de: «Buradan anla­
şılıyor ki Allah, irade ve dilemesi ile kullanna merhamet eder-, bu­
na mecbur değildir; bütün yaratıklara merhamet etmesi de O’nun
kudreti dahilindedir.» deniliyor.
136 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

TERCEMESİ
78) ... Ali (Radiyallahü anA>’den:

Şöyle söylediği rivayet edilmiştir:


Biz {bir defa Bakiü’l-Garkad kabristanında bir cenaze dolayisı ile) Re­
sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in yanında oturuyorduk. O’nun elinde
bir asa — dal parçası— vardı. Asası ile yere vurdu. Sonra başını kaldırdı ve
buyurdu ki:
— «Sizden hiç bir kimse yoktur ki, onun Cennetteki veya Ce­
hennemdeki yeri takdir ve tesbit edilmemiş olsun! (Şaki veya saîd
olduğu belirtilmemiş olsun!)» Bunun üzerine O’na (bir sahabî ta­
rafından) denildi k i:
— Yâ Resûlullah! öyle ise amel ve ibadetleri bırakıp Cenab-ı
Hakk'ın takdirine dayanmıyalım mı? Resûlullah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) cevâben:
— «Hayır. Çalışınız ve (amelleri bırakıp) kadere dayanmayınız.
Çünkü herkes ne için yaratıldı ise o iş için kendisine kolaylık sağlan­
mış oluyor. (Kişi said ise ona, saadet ehline ait amellerin ifası ko­
laylaştırılır. Şaki ise şakavet ehlinin işleri kolaylaştırılır)» buyurdu
ve şu (mealdeki) âyetleri okudu:
= Ama kim (Allah yolunda malım) verir, Allah’tan korkar, o
güzel kelimeyi (Lâ ilahe illâllah sözünü) tasdik eder ise muhakkak
biz onu '(Allah'ın rızasına uygun) en kolay yola muvafık kılarız. Fa­
kat kim cimrilik eder ( = Allah hakkını ödemez), Allah'ın yardımı­
na ihtiyaç duymaz (kendisini müstağni sayar) ve en güzel sözü (Tev-
hid kelimesini) inkâr eder ise biz de onu en şiddetli (Cehenneme gö­
türücü) yola hazırlarız.» (Leyi 5 -10)»
Bab: 10 MUKADDİME 137

İZAHI

B u h a r i bu hadisi Kader, Tefsir, Edeb ve Cenâze bahislerin­


de ayn ayn senedler ile tahric etmiştir.. M ü s 1 i m de Kader bah­
sinde böyle müteaddit senedlerle, T i r m i z i , Kader bahsinde,
N e s a i Tefsir bölümünde ve E b û D a v u d da Sünnet kıs­
mında rivayet etmişlerdir. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-
leml'in nerede bu hadisi buyurduğu İ b n - i M â c e h ’ in riva­
yetinde belirtilmiyor ise de B u h a r i ve M ü s l i m ’ in riva­
yetlerinde A 1 i (Radiyallahü anh), *Bakiü’l-Garkad» adlı kabris­
tanda bir cenaze münasebeti ile bulunulurken; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)’in çevresinde oturduklarım ve burada Resûlullah
(Sallallahü Aeyhi ve Sellem) ’in bu hadisi buyurduğunu belirtmiştir.
Adı geçen kabristan M e d i n e - i M ü nev v e r e ’ dedir. Garkad
burada yetişen dikenli bir çeşit ağacın ismidir. Türkçemizde buna
Sincan dikeni dendiğini Kâmus mütercimi  s i m efendi naklediyor..
Halen Anadolu’da bağ ve bahçe çevresinde görülür. Burada ilk de­
fa O s m a n î b n - i M a z ’ û n ve ondan sonra da Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in oğlu H z. İ b r a h i m defne­
dildi. Bu definler esnasında kabristan garkad ağaçlarından temizlen­
miştir. Bu ağacın türü görülmüyor. Sadece ismi kalmıştır.

Hadisten anlaşıldığına göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­


lem) : «Her insanın Cennetlik ve Cehennemlik olduğu, saadet veya
şakavet ehli olduğu ezelde Allah tarafından biliniyor ve bu bilgiye
göre herkesin Cennet veyâ Cehennemdeki yeri takdir ve tesbit edildi»
buyuruyor. Ashab-ı Kirâmdan bir zât: «Öyle ise Yâ Resûlallah! Dün­
yada çalışmanın, bir sürü zorlukları yenmek zahmetine katlanma­
dın ve ibadetle hayratın ne faydası ve etkisi kalıyor? Herkes mu­
kadder akibetini bekleyip dursun!» diyor. Peygamber (Sallallahü
Aeyhi ve Sellem) bu soruya «Hayır! Böyle mukadder akibeti bekle­
yip durmakla kadere dayanmak diye bir şey yapmayın, çalışınız.
Cennetlik olan herkes saadet ehlinin işlerini kolaylıkla ve seve seve
yapmaya koyulur. Cehennemlik olan kimse de şakâvet ehlinin işle­
rini işlemeye kolayca ve isteyerek yönelir. Hiç kimse iradesi dışında
bir iş yapmaya Allah tarafından icbar edilmiyor.» şeklinde cevap
vermiş oluyor.

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e bu mühim soruyu


hangi sahabinin sorduğu araştırılmıştır. B u h a r i , soru sahibi­
nin H z . A l i (Kerremallahü veçhe) olduğunu söylemiştir. M ü s ­
l i m ve T i r m i z i de S ü r â k a İ b n - i M â l i k ' i n soru
138 SÜNEN-l İBN-t MÂCE

sahibi olduğunu beyan etmişlerdir. Başka sahabîlerin ismini söyle­


yenler de vardır. M ü s 1i m ’ in bir rivayetinde soru soranlar için
«Kalû = dediler» tabiri kullanıldığına göre soru sahibinin bir kaç
zat olduğu mânası çıkıyor.
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem). ’in bu güzel cevabı ile in­
sanların kendilerini saadet namzedi sayabilmeleri için ibadetlere de­
vam etmelerini, bu uğurda çalışmalarım ve hayır yolunda ilerleme­
nin saadet alâmeti olduğunu, ama hiç kimsenin kendi ibâdetlerine
güvenip aklanmamasının lüzumunu belirtmiş olduğu söylenebilir.
T ı y b i diyor k i: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cevâbında
özetle şunu da belirtmek istiyor:
«Ey Ashabım! İbadeti, Cennete girmek ve ibadetsizüği Cehen­
nemlik olmak için yeter sebep olarak telakki etmeyiniz. Ama iba­
deti. saadet alâmeti sayınız. İbadet yapmamayı da şakavet belirtisi
olarak biliniz.»
Şu halde kula düşen görev, niçin yaratıldıysa onun gereğini ifa
etmek ve yaratana karşı kulluk vazifesini hayatının sonuna kadar
sürdürmektir.
Bir soru s İnsanın saîd veya şaki olması, ezeli takdirin eseri ol­
duğuna göre kişinin serbest hareketi ve irade sahibi olarak davran­
ması mümkün mü, hakkmdaki takdir onun için bir özür değil mi?
Cevap: Ezelî takdir kulun iradesini engellemez ve onun için
özür değildir. Çünkü ezeli takdir Allah'ın ilim ve iradesinin eseri­
dir. Allah, insanın dünyada kendi irade ve isteği ile iman veya küf­
rü seçmekle saîd veya şaki olacağını ezelde bildiği ve böyle irade
ettiği için o insanın veya şaki olacağını ezelde bildiği ve böyle ira­
de ettiği için o insanın saîd veya şaki olacağım ezelde takdir buyur­
muştur. İlim vasfı bilinen şeyi baskı altında tutmaz. Sâdece onun
mahiyet ve durumunu aydınlığa çıkarır. Onun için Kelâmcılar ve
Felsefeciler «İlim mâlüma tabidir.» demişlerdir. Bu gerçeği bir mi­
sal ile açıklayalım.
Rasathane uzmanları yaptıkları İlmî hesaplar neticesinde bir yıl
sonra Güneş’in veya Ay’ın tutulacağını, tutulma şeklini, gününü,
saatini ve izlenebileceği ülkeleri bilebilirler. Uzmanların, ilmin ışı­
ğında tesbit ettikleri istikbale ait bu olayı rapor ettikten bir yıl son­
ra olayın aynen meydana geldiğini görüyoruz. Uzmanların, olaydan
bir yıl önce yaptıkları takdir ve tesbitin veyâ tanzim ettikleri rapo­
run te’sıriyle bir yıl sonra Güneş veya Ay’m tutulma olayının mey-
Bab: 10 MUKADDİME 139

dana geldiği iddia edilebilir mi? Elbette böyle bir iddia gülünçtür.
Güneş’in ve Ây’m tutulmasının sebebi uzmanların takdir ve rapor
tanziminden tamamen ayrı bir takım tabii sebeplerdir. Eğer uzman­
lar bu ilmi hesaplan yapmamış olsaydılar, tutulma olayları olmıya-
çak muydu? Burada uzmanların ilim ve tespitlerinin tutulma olayla­
rına baskı yapmadığı, zorlayıcı olmadığı açıkça biliniyor.

Allah Teâla’nm kul hakkındaki ezeli takdiri kul için suçluluktan


kurtancı bir mazeret olamaz ve onu baskı altında tutmaz.
E b ü ’ 1- M u z a f f e r e s - S e m ’ânî der k i:

Kazâ ve Kader mes’elesinde en doğru bilgi kaynağı Kitab ve Sün­


nettir. En doğru hareket de bunlardan ilham alarak bilgi edinmek­
tir. Bu iki kaynakla yetinmeyerek akıl ve mantık yolu ile bir takım
kıyaslamalar yapmak sureti ile ileri gitmek insanı hayret ve dalâle­
te düşürür. Çünkü kazâ ve kader bilgisi ilâhi sırlardandır. Bilinme­
yen hikmetlere binâen bu sun insanlara bildirmemiş ve akıl yolu
ile bunu çözme imkânım kullarma vermemiştir. Kader’in iç yüzü­
nü ne bir Peygamber ne de bir Melek bilebilmiştir. Biz Kitab ve Sün­
net ile kader mes’elesine çizilmiş olan sınırlan tecavüz etmemek
mecburiyetindeyiz. Mü’minlerin, Cennete girdikleri zaman, kaderin
sırrını anlıyacaklan ve Cennet’e girmeden bunu idrak edemiyecek-
leri söylenmiştir. (50)
Fıkıh ve Hadis âlimlerinin meşhurlarından olan S e m ' â n i’nin
bu görüşü bütün hadisçilerin mezhebidir. Hadisçiler Kaza ve Kader
bahsine dair mantıki kıyaslan ve mücadeleyi Kelâmcılara bırakmış­
lardır.
N e v e v î’nin belirttiği gibi bu hadis de kader’in varlığım isbat eder
ve hayır olsun, şer olsun bütün olaylarm kazâ ve kaderle meydana
geldiğini belirtir.

Resûl-i Ekrem’in Hadis’in bitiminde yukanda meâlini verdiği­


miz ayetleri okuması, saadet ve şakavet ehlinin gitmek istedikleri
Cennet ve Cehennem yollanna gitmelerinin Allah tarafından kolay-
laştmlmış olduğunu Kur’an ile te’yid içindir.

(50) Müslim’in Şerhi Nevevi Kader kitabı


140 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

. « jikİJ! ' y ’) » ûUk

TE R C E ME S İ

79) Ebû Hüreyre (Radyallahü anh)'den:


Şöyle dediği rivayet olunmuştur : Resûlullah (Salİallakü Aleyhi ve SeUem)
buyurdu ki :
«Kuvvetli mü’min zayıf mü’minden daha hayırlı ve Allah'a da­
ha sevimlidir. Her ikisinde de hayır vardır. Sana menfaati olan
şeylere düşkün ol. Allah’tan da yardım dile ve (faydalı şeyleri iste­
mek. Allah’tan da yardım dilemek hususunda) gevşeklik etme. Eğer
(hoşlanmadığın) bir şey sana isabet ederse (başına gelirse) ben şu­
nu isteseydim, bunıı yapsaydım (bu iş başıma gelmezdi) söyleme ve
lâkin: «Allah (böyle) takdir buyurdu ve dilediğini yapar.» demeli­
sin. Çünkü Lev ( = şunu yapsaydım, böyle olsaydı kelimesi) şeytan
(vesvesesine ve) işine yol açar. ( = kader’e karşı gelmek düşüncesini
kalbe sokar.)»

İ Z A H I

M ü s İ i m , Kader kitabında aynı senedle bu hadîsi almıştır.


N e v e v i bunun izahında der k i:

Kuvvetli mü’minden murâd, âhiretle ilgili işler hakkında tam bir


şuûr sarsılmaz bir azîm ve kesin bir karar gücüne sâhib olan uya­
nık mü’mindir. Bu evsafı hâiz kimse cesaretle cihâda koşar, hiç kim­
seden çekinmeden iyilikleri emretmek ve fenalıkları yasaklamak gö­
revini tam bir ciddiyetle ifa eder; bu uğurda karşılaştığı eziyetlere
Bab : 10 MUKADDİME 141

sabırla. katlanır-, namaz, oruç, zikir vesair ibadetlere sarılır*, zevkle


hayratın çeşitlerini işlemek ister...
«Her ikisinde de hayır vardır» cümlesinin mânası şudur: «Kuv­
vetli olan mü’min ile zayıf olan mü’min îmanda ortak oldukları için
ikisinde de hayır vardır. Ayrıca zayıf olan mü’min yukarda belirtti­
ğimiz güce sahip olmamakla beraber işlediği ibadetler bakımından
da onda hayır olduğu malûmdur.»
«Sana menfaati olan şeylere düşkün ol. Allah'tım da yardım di­
le ve gevşek olma» buyruğunun mânası da şudur: «İbadete, Allah’a
itaat etmeye, yasaklarından sakınmaya ve O’nun katındaki sonsuz
mükâfatı kazanmaya ihtiraslı ol. Bunları kaçırmamak için dikkatli
ve gayretli ol. Bu sahada başarılı olmak için Allah’ın yardımını dile.
Gerek kulluk görevini ifa edip ilâhi mükâfatı elde etmeye düşkünlük
hususunda ve gerekse Allah’ın yardımını istemek konuşunda gevşek­
lik etme, geri durma.»
«... Ben bunu, şunu işlemiş olsaydım, deme» emr-i Nebevinin
açıklamasında K a d i I y â z demiştir ki :
«Bâzı âlimlere göre böyle konuşmanın yasaklığı umumi değildir.
Başından, hoşlanılmayan bir hâdise geçmiş olan kişi «Ben şöyle yap­
saydım, böyle davransaydım bu olay başımdan geçmezdi» derken
kader’i engelliyebildiğîne inandığı veyâ kader’in aslına inanmadığı
için söyler ise böyle söylemesi ve düşünmesi burada yasaklanıyor.
Kaderlin mecrasını ve seyrini değiştirmek mümkün olmadığı için
böyle hatalı sözlerin söyienmemesinin gerekliliği ifade edilmiş oluyor.
Fakat kişi bu sözü söylerken; Kadere karşı gelinebildiğim asla dü-
şünmeyip sadece maksadı: «Eğer böyle yapsaydım belki ilâhi tak­
dir başka türlü tecelli ederdi» demek ise ve işi tamamen Allah’ın ira­
de ye takdirine döndürüyorsa bu tip konuşma hadisin yasağına gir­
miyor. K a d i I y â z , hadisteki yasağı böyle yorumlayanların de­
lilini de beyan ettikten sonra bu görüşe katılmadığını ve gösterilen de­
lilin pek isabetli olmadığını nedenleri ile belirtip kendi görüşünü şöy­
le anlatır:
Bence hadisteki «Böyle yapsaydım, şöyle etseydim (başıma şu
iş gelmezdi) deme!» yasağı haram anlamında değil tenzihen mekrûh
mânasını taşıyor. Yani böyle söylemek uygun değildir. Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in:
«Çünkü böyle söz şeytan işini açar ( = Kadere karşı koyma ves­
vesesini insanın kalbine atar.)» tabiri bu yoruma daha uygundur.
Zira bu tâbirden şu netice çıkıyor: Böyle sözler söylemek, sahibini
142 SÜNEN-! İBN-İ MÂCE

şeytan işine ve günaha sürükler. Demek oluyor ki bu sözün kendisi


günah değildir. Onun için «Tenzihen mekruhtur» demek uygundur.»
N e v e v i , K a d ı I y â z ’ ın görüşünü de böylece naklettik­
ten sonra kendi görüşünü şöyle beyan eder:
Zahir budur M; hadisteki yasaklama umumîdir ve tenzihen ke-
râhat içindir. Geçmiş olup telâfisi imkânsız olan olaylarla ilgili ola­
rak boş ve faydasız yere böyle sözlerin söylenmesinin uygun olmadığı
bildirilmiş oluyor. Ama kaçırdığı ibâdet veya yapamadığı hayrat için
duyduğu, üzüntü dolayisı ile kişinin bu tip sözler söylemesinde bir
mahzûr yoktur. Hadîslerde geçen bu gibi sözler genellikle bu şekil­
de yorumlanır.

T ER CE MES Î
80) ... Ebû Hüreyre ( Radiyallahü anh)’den rivayet edildiğine göre ken­
disi, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sdlem)’in şöyle buyurduğunu söyle­
miştir î
«Âdem ve Musa (Aleyhiseslâm) münâkaşa ettiler. Mûsa (Aley-
hisselâm) Âdem (Aleyhiseslâm)’a s
— Yâ Âdem! (Aleyhıöselâm) Sen babamızsuı. İşlediğin günahla
bizi zarara soktun ve bizi Cennetten çıkarttın, dedi. Âdem (Aleyhis-
selâm) da Ona
— Yâ Mûsa! (Aleyhisselâm) Allah, insanlar içinden seni seçip
kelâmını sana verdi. Senin için Tevrât’ı eliyle yazdı. Allah’ın, beni
yaratmadan 40 yıl önce hakkımda takdir buyurmuş olduğu tür şey
(günah) üzerinde sen beni kınıyor musun? dedi.
Böylece Âdem, Mûsa’yı yendi. Böylece Âdem, Musa’yı yendi
Böylece Âdem, Mûsa’yı yendi. (Bu cümleyi 3 defa tekrarladı.)
Bab : 10 MUKADDİME 143

İZAHI

M ü s l i m , Kader kitabından özel bir baba aldığı bu hadisi,


kısmen değişik bir sened ile İ b n - i M â c e h gibi, E b û H ü ­
r e y r e (Radiyallahü anh) ’den rivayet ediyor.

Nevevi bu hadîsin ızâhında şöyle söyler:

E b ü ’ l - H a s a n e 1- K a b i s i demiştir ki: « Â d e m ve
M û s a Peygamberlerin ruhlan gökte buluştu ve orada araların­
da bu münâkaşa geçti.»
K a d i I y â z ise : «Bu hadîs zahirine göre mânalandırılabi-
lir. Bu iki Peygamber şahsen görüşmüş olabilirler. İsrâ hadisi ile
sabittir ki Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) efendimiz Miraç
gecesi M e s c i d - i A k s â ’ da ve göklerde bütün Peygamberler­
le içtimâ etti ve onlara namaz kıldırdı. Şehîdlerin yaşamakta olduk­
ları nasslarla sâbittir. Allah Tealâ’nm  d e m ve M û s a ’ yı di­
riltip görüştürmüş olması mümkündür. M û s a , hayatta iken böy­
le bir görüşmeyi Allah’tan istemesi üzerine o zaman görüşmüş ol­
maları da muhtemeldir» demiştir.

M û s a (Aleyhisselâm)’m  d e m (Aleyhisselâm)’a söyledi­


ği sözler bir rivayete göre şöyledir:
«İnsanları Cennet’ten çıkartan ve onlan zarara sokan Âdem sen-
sinî» Bir başka rivayette ise:
«Sen, işlediğin hatâ ile insanlan yere indirttin!»

Bütün bu rivayetlerin mânası şudur:


Sen Cennette iken, işlediğin hatâ yüzünden Cennetten çıkarıl­
dın. Senin işlediğin hatâ bizi de zarara soktu. Çünkü bu hatan ol­
masaydı bütün insanlar Cennette kalırdı. Diğer taraftan yere indi­
rilmiş olan biz insanlar şeytanların şerrine muhatap olmuş olduk.

Hadîsin bu parçasından Cennetin  d e m (Aleyhisselâm) 'm


yaratılmasından önceki zamandan beri mevcut olduğu anlaşılıyor.
Hak olan mezheblerin görüşü de bu merkezdedir.

«Tevrâtı eliyle yazdı» cümlesinde geçen «El» tabirine gelince,


bilindiği gibi Allah Teâlâ için uzuv mânasında el yoktur. Kur’an ve
hadiste geçen bu gibi kelimeler hakkında E h l - i S ü n n e t âlim­
leri iki görüş ve yol seçmişlerdir.
144 SÜNEN-İ İBN-t MÂCE

1. Bu kelimelerin zahiri mânaları murad değildir. Onlardan


kasdedilen mâna hakkında her hangi bir yoruma girişilemez. Allah’ın
kasdettiği mâna ne ise o kabulümüzdür. Ona inanıyoruz.
2. El kelimesi kudret mânasına yorumlanır. Diğer kelimeler de
yerinde açıklandığı gibi yorumlanır.
«Allah, beni yaratmadan 4® yıl önce hakkımda takdir buyurdu­
ğu. » cümlesinde geçen takdirden murad, Levh-i Mahfuz’a ve Tev-
râtm sahifelerine bu malûmatın geçirilmesidir. Nitekim, M ü s -
1 i m 'in bu hadisten sonra, yine E b û H ü r e y r e {Radiyal­
lahü anh)’den rivayet ettiği konu ile ilgili bir hadiste, Â d e m
(Aleyhisselâm) ’ın sorusu üzerine M u s a , (Aleyhisselâm) Â d e m
(Aleyhisselâm) ’a :
«Tevrat, senin yaratılışından 40 yıl önce yazılmıştır ve O’nda se­
nin Cennette işlediğin masiyet olayuıa ait yazı vardır» diye cevap
verdiği belirtiliyor. Buradaki takdir ile, bildiğimiz kader mahiyeti­
nin kasdedilmiş olması mümkün değildir. Çünkü Allah Taâlâ’nın il­
mi, iradesi ve takdiri, ezelidir.
 d e m (Aleyhisselâm)’m M û s a (Aleyhisselâm)’a verdiği
cevâbın mânası da şudur:
«Yâ Mûsa! Bu olayın, yaratılışımdan önce yazılıp hakkımda tak­
dir edilmiş olduğunu ve behemehal vuku bulmasının kaçınılmazlığını
şüphesiz biliyorsun. Eğer ben ve bütün mahlûkat, bunun bir zerre­
sini önlemeye gayret etseydik; önlemeye gücümüzün yetmediğini de
biliyorsun. Artık ne diye beni kınıyorsun?» Diğer taraftan kınama
akli değil şer’i olmalıdır. Allah Taâlâ Â d e m (Aleyhisselâm)’m
tevbesini kabul ederek hatâsını bağışladıktan sonra onu kınamak din
yönünden yersiz sayılır.
Bir soru — Eğer bir günahkâr da  d e m (Aleyhisselâm)
gibi «Ne yapayım? Allah bu günahı benim hakkımda takdir etti» der
ise biz onu kmamıyacak mıyız? Şer’in emrettiği cezâlan tatbik etmi-
yecek miyiz?
Cevap — Günahkâr adam dünyada yaşamakta olduğu için Dini
emir ve yasaklara;saygılı olmak ye elindeki iradeyi iyi kullanmak
sorumluluğunu ve yükümlülüğünü taşımaktadır. Mükelleflere uy­
gulanması gerekli olan kınama, tekdir ve her türlü şer’i cezaların bu
kimseye uygulanması icap eder. Onu sorumlu tutup cezalandırmak
hem onu hem de benzerlerini kötülüklerden men’etmeye yarar. Fa­
kat  d e m (Aleyhisselâm) dünyadan, ayrılmış olup sorumluluğu
ve dünyevi yönden cezalandırılması söz konusu değildir. Bu durum-
Bab : 10 MUKADDİME 145

da M û s a (Aleyhisselâm) 'm bu olayı ona açmasında hiç bir fay­


da yoktur. Bilâkis bu söz ile ona eziyet etmiş ve onu mahçup bırak­
mış olur. (51)

T E R C EM E S 1

81) ... Ali ( Radiyallahü anA)’den Resûlullah (Sallallakü Aleyhi ve Sel-


lem), şöyle buyurdu, dediği rivayet olunmuştur.
«Kul, (şu) dört şeye inanmadıkça iman etmiş olmaz, Allah’m
varlığına, birliğine, ortağının olmadığına,- şüphesiz benim, Allah’m
Resulü olduğuma; öldükten sonra dirilmeye ve kader’e (iman etme­
si gerekir.)»

İZAHI
Hadiste sayılan 4 şeye inanmayan kimsenin «îman etmiş olmaz»
sözünden «Hiç imanı yoktur» mânasının murad olduğu söylenmiştir.
Bu mânaya göre 4 şeyden birisine inanmayan kişi kâfir olur. Bu­
na göre Kader’e inanmayan kadercilerin kâfir olması gerekir ki; bu
hüküm, Cumhur’un görüşüne ters düşer.

(51) Müslim’in Şerhi Nevevi Kitabü'l-Kader, Bab-u Hicâci Âdem ve Mûsa.


Sünen-i İbn-i Mâce —■P .: 10
146 SÜNEN-İ ÎBN-Î MÂCE

TE R C E ME S İ

82) ... Hz. Âişe ( Radiyallahü anhâ)’dan, rivayet edildiğine göre kendisi
şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ensar’dan erginlik çağma ermi-
yen bir erkek çocuğun cenâzesine dâvet edildi. Ben de:

«Yâ Resûlallah! ne mutlu buna. Hiç bir kötülük (günah) işle­


medi, günah işleme çağına ermedi. (Onun için bu çocuk) Cennet
kuşlarından bir kuştur.» dedim. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Yâ Âişe! Şu söylediğin sözden başka şey (yani susman) daha
uygun olur. Şüphesiz Allah Cennet için bir kısım insanlar yarattı.
Onları babalarının bellerinde iken Cennet için yarattı. Cehennem
için de bazı insanları yarattı. Onları babalarının bellerinde iken Ce­
hennem için yarattı.»

1Z A H I

Ensâr’dan bülûğ çağma ermemiş olan bu çocuğun Cennetlik ol­


duğunu söyliyen H z. Â i ş e (Radiyallahü anhâ) annemiz, bu­
rada Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve. Sellem) efendimiz tarafından
ikaz ediliyor ve durup susmasının daha iyi olduğu işaret ediliyor. Da­
ha sonra da Cennetlik ve Cehennemlik olmak durumunun insanların
yaratılmasından önce takdir edilmiş olduğu bildiriliyor.
M ü s l i m , bu hadisi ayni isnad ile Kader bahsinde tahriç et­
miştir. N e v e v i bu hadisin geçtiği bab’ta diyor ki .-
Bâzıları, müslümanların erginlik çağma varmadan ölen çocuk­
larının Cennetlik olup olmadıkları husûsunda bu hadîse dayanarak
susmayı tercih etmişlerdir. Fakat bu görüş tutarsızdır. Sözü mute­
ber olan İslâm âlimleri, müslümanların, küçük yaşta iken ölen ço­
cuklarının Cennetlik olduğuna icmâ’ etmişlerdir. Çünkü henüz mü­
kellef değillerdir. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in H z.
Âişe (Radiyallahü anhâ)’yi ikaz etmesine gelince, âlimler şöyle
yorumlamışlardır: Keskin bir delili yok iken çarçabuk hüküm verip
kat’î konuşmaktan  i ş e (Radiyallahü anhâ) ’yi sakındırmak için
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’ın öyle söylemiş olması
umulur. Yâhut da Resûlullah (Sallalahü Aleyhi ve Sellem) :
Bab: 10 MUKADDİME 147

Müslümanların çocuklarının Cennetlik olduğunu bilmeden önce


Âişe (Radiyallahü anhâ) 'ye bu sözü söyledi. Bilâhare bunların
Cennetlik olduğunu bilince durumu şu ve benzeri hadislerle belirtti,
denilebilir.
^ ^ ^ v. >-* A_i ı_

'^ 1 x £ ^ , ^ ^ " -ü iv i \ 'i " ^ U ' ı


= Erginlik çağma varmadan 3 çocuğu ölen hiç bir müslüman
yoktur ki Allah onu, çocuklarına bahşettiği rahmet sayesinde Cen­
nete dahil etmiş olmasın.»
Kâfirlerin küçük yaşta ölen çocukları hakkında ise 3 görüş var­
dır: Âlimlerin çoğu bunların, babaları gibi Cehennemlik olduğu­
nu söylemiştir. Bir gurup âlim, bu mes’elede kesin bir şey söyleme­
miştir. Muhakkik âlimlerin söylediği ve en sıhhatli sayılan görüşe
göre bunlar da Cennetliktir.
Muhakkiklerin delillerinden birisi B u h a r i ’ nin rivâyet et­
tiği İ b r a h i m H a l i l (Aleyhis’salâtü ves’selâm) ’in şu hadisi­
dir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Cennette H z. İ b ­
r a h i m (Aleyhis’salâtü ves’selâm) ile görüşürken İ b r a h i m
(Aleyhis’salâtü ves’selâm) ’in çevresinde insanların çocuklarını otur­
muş olarak gördüğünü bildirince, Sahabiler:
«Yâ Resûlallah! Müşriklerin çocukları da mı?» diye sordular.
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) «Evet müşriklerin çocukla­
rı da (onun etrafında idiler)» diye cevap veriyor.
Delillerinden bir başkası d a :
V. ". > t* V " [' "
> j L^ -> - ûo L1_j u j r Ve biz Resul gön­
dermedikçe (kimseyi) tâzib edici değiliz.» (52) Erginlik çağma varma­
mış olan çocuk mükellef sayılmaz. (53)
S i n d i de hadisin açıklamasını yaparken N e v e v i ’ den
naklen kısa bir malûmat verdikten sonra diyor k i: «Bir ölünün du­
rumu hakkında en ihtiyatlı olanı susmaktır. Çünkü mes’ele insan­
ların meçhulüdür. İbadet durumu ile pek çözülecek gibi değildir. En
basit neden şudur: Ölen çocuğun baba ve annesinin îman üzere öl­
dükleri sabit midir?»

(52) îsrâ, 15
(53) Müslim’in şerhi Nevevi Kitabü’l-Kader Bab-u mâna Külli Mevludin.
SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

+ * * + £ * *>
J* JjiZAir —AT
C'»' ■* !• ' ''.»- .• !*■» .* • <> # ^ *. .»fı '■ I' j .* f . • ' * »İH
•j.y* (J'o*
J f
d
+
-»V1 d <>6‘ crjJ*3» th.»■*«İ^ a ^ aç tiS^jjP'
«**«**

f X . _ V v i J i . i J 3 . ^ ı j ^ y \ 3 ^ . t4 y / > i , Ç ! 3û

■- *cp- «1 • " İ r * 'j*J* ı*r*-^“) j ^ 'ı j


( U j t* üb^ / *jy » / • i )

TER C E ME S İ

83) ... Ebû Hüreyre (Radiyallahü m k)'den, şöyle dediği rivâyet edil­
miştir :
Kureyş kabilesine mensûp müşrikler gelip Resûlullah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) ile kader konusunda mücadele ve çekişmeye giriştiler. (Müşrikler
kader’i inkâr ediyorlardı.) Bu hâdise üzerine şu (iki) âyet indi:
«O gün M mücrimler yüzleri üzerine (Cehennem) ateşi içinde sü­
rükleneceklerdir. (Ve onlara): tadın Cehennemin (şiddetli) doku­
nuşunu! (denecektir.) Şüphesiz her şeyi bir kader ile yarattık.» (54)

«&İ3 £4 u*.^ S 'df :3U‘&J\'dX;jJüfr-Aİ


iİ& fc jld S ^ d 'c ş & &

«es* Cr* * û y C ^ tîj—j • jAîJI illi Q 'JT »

.« UÎL) ^ 4i [ y j « oÛjft ^ 4Ü 3r* Ük?

İp41?. jÇ. 5 ddı v uf. İp4 S fjC :iikîîi pJrı jl 3ü

. .—. . w«^ Ijji

T E R C E ME S I

84) ... Ebû Müleyke (Radiyallahü anh)'fen rivâyet edildiğine göre ken­
disi Âişe (Radiyallahü anhâ)’ya. giderek kader konusunda ona bir şeyler an­

(54) Kamer. 48,49


Bab : 10 MUKADDİME 149

lattı Âişe: Ben Resûlullah (Sallallah üAleyki ve Seîlem)'den işittim buyur­


dular k i :
«Kim kader mes’eiesine ait az bir konuşma (bile) yaparsa Âhi­
ret günü bu konuşmasından sorumlu tutulur. Ve kim bu konuda hiç
konuşmaz ise niçin konuşmadı diye sorguya çekilmez.»
N o t : Zevâid’de şöyle denilmiştir : Bu hadisin isnadı zayıftır.

İZAHI
t b n - i M â c e h bu hadisin senedindeki râvileri zikrederken;
râvîlerden Y a h y â b i n O s m a n ’ dan iki koldan rivâyette
bulunur. İlk rivâyette M a l i k b i n İ s m a i l ve E b û Be k r
b i n Ş e y b e . ikinci kolda ise A b d ü l m e l i k b i n S i n a n
ve H â z ı m b i n Y a h y â vardır. Müellif, ikinci kolu E b ü ’ l-
H a s a n e l - K a t t a n ’ dan naklediyor. Zavaid’de bu hadisin
isnadının zayıf olduğu söylenmiştir, deniliyor. S i n d i diyor ki,
çünkü hadisçiler Y a h y â b i n O s m a n ’ ın zayıf olduğunda
ittifak etmiştir ve İ b n - i M a i n , B u h a r i ve İ b n - i H i b -
b a n da « Y a h y a b i n O s m a n ’ m hadisleri münkerdir»
demişlerdir. Râvîlerden Y a h y â b i n A b d i l l a h b i n M ü -
1e y k e hakkında ise İ b n - i H i b b a n şöyle söyler:
« Y a h y â b i n A b d i l l a h b i n M ü l e y k e Sika’dır,
hadisleri muteberdir. Ama râvisi Y a h y â b i n O s m a n olun­
ca durum tam tersinedir.»
Metinde, kader konusunda az dahi konuşmanın iyi olmadığı ve
konuşmacıların Âhirette sorumlu tutulacakları veya yaptıkları ko­
nuşmaların tetkik edileceği belirtiliyor. Diğer taraftan kader mes'e-
lesi üzerinde hiç konuşma yapmıyan kimsenin Âhiret günü, sükû­
tundan dolayı hesaba çekilmiyeceği bildiriliyor. Şu halde kader ko­
nusunda konuşmamak daha hayırlı olur.
ISO SÜNEN-t İBN-t MÂCE

fjt- tZJtijA cJ*^ t» : j j f CJ «4* D^» •

. *Up *<•*' ^jjLatJı


-'■ '
oklJd *?,*
t • ' ?l ' „’• î '■; ı ' (M a
^ 5j§f

• ^İWj t İjj* z O îljjl ^

TER CE MES İ
85) ... Şuayb (Radiyallahü attk)’den, babası Muhammed b. Abdillah
(Radiyallahü anhüm)%n şöyle dediği rivâyet edilmiştir:
Ashab-ı Kiram, (Radiyallahü anhüm) kader mes’elesini tartışırken; Re-
sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlann yanma âniden geldi. Tartıştık­
larını anlayınca öfkesinden (mübarek) yüzünde nar tanesi yarılmış gibi kıpkır­
mızı oldu. Biraz sonra onlara dedi ki:
«Bununla mı emrolundunuz veyâ bunun İçin mi yaratıldınız?
Kur’an’m bir kısım âyetlerini diğer bir kısım âyetlerle vuruşturuyor­
sunuz. Sizden önceki ümmetler ancak bu tip (lüzumsuz) tartışma
ile helâk oldular.» Râvi (Muhammed) dedi k i.- (Babam) Abdullah
bin Amr şöyle söyledi:
«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’ın (bazı) meclislerin­
den nefsimin beni geri bıraktığım beğenirdim. Hele bu meclisten be­
ni geri bıraktığını çok beğendim.»
N o t : Zevâid’de şöyle denilmiştir : Bu hadisin isnadı sahih ve râvileri de sika
zâtlardır.

İZAHI
Hadisin metninden anlaşıldığına göre Sahabîler, bahis konusu
mecliste Kader’in varlığı ve yokluğu husûsunda münâkaşa etmişler
ve iki taraf da savundukları görüşü te’yid için ilgili gördükleri âyet­
leri delil olarak göstermek istemişlerdir. Hadisin metninde geçen .•
«Siz Kur’an’m bir kısım âyetlerini diğer bir kısım âyetlerle vu­
ruşturuyorsunuz», cümlesi bu sebeple kullanılmıştır.
Hadîsin metnindeki «Siz bununla mı emrolundunuz veyâhut bu­
nun için mi yaratıldınız» tâbirinden maksad budur:
Siz kader mes’elesi ile uğraşmak ve bu sahada tartışmalarda bu­
lunmak ile mükellef tutulmamışsınız. Mükellef olduğunuz kulluk ve-
sâir görevler besbellidir. Yükümlü bulunduğunuz hizmetlerinizi ye­
rine getirmekle meşgul olunuz. Kezâ, kader mes’elesi ile zamanınızı
geçirmek için de yaratılmış değilsiniz, öyle ise bununla meşgul ol­
maya ne lüzum ve ihtiyaç vardır?
Bab : 10 MUKADDİME 151

A s h â b - ı K i r a m * m kader mes’elesi hususunda münâka­


şaya giriştiklerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem!’m öfke­
lendiğini haber alan A b d u l l a h b i n - A m r (Radiyallahü
anh) Resûl-i Ekrem’in öfkelenmesine sebep olan bu mecliste bulun­
madığına memnun oluyor. Daha önce de benzer bazı meclislerde Re-
sülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’m hoşlanmadığı durumların
vukû bulduğu ve o meclislerde kendisinin bulunmadığı anlaşılıyor. Fa­
kat bu tip meclislerden en çok bu meclisin Peygamber efendimizi kız­
dırdığı belirleniyor. Bu durum da kader mes’elesi hakkında münâ­
kaşa ve tartışmanın Fahr-i Kâinat efendimizi üzen bir hareket oldu­
ğunu ve en azından faydasız bir enerji israfı olduğunu bizlere sez­
diriyor.
Zevâid’de bu isnadm Sahih olduğu ve Ricâlmm Sika zatlar ol­
duğu bildiriliyor. S i n d i , bunu naklettikten sonra diyor k i:
«Ravi A m r b i n Ş u a y b ' i n babasmdan ve babasının da
dedesinden yaptığı rivayetin zayıflığına dair konuşulan sözler işti­
har etmiştir. Hatta bazıları bunların rivayeti ile teşekkül eden isnad
mutlaka «Mevzû» cinsindendir, demişler. Bu sebeple B u h a r i ve
M ü s l i m bu isnad ile hiç rivayette bulunmamışlardır. Zevâid
bu konuşmalara itibar etmiş olsaydı bu isnadm sahih olduğunu söy­
lemezdi. Eğer bu isnad «Hasen»’dir, deseydi daha iyi olurdu.»
T i r m i z i bu hadis metnini E b û Hüreyre (Radiyal­
lahü anh) 'nin rivâyeti ile tahriç etmiştir.
•> . vb . +
3
-• Jjfc , S &
A <:
3 f
c?
:
fiı A l

«âl c î 3 & : 3^ < Cf ‘ ^+ Cf * V


♦< A -*3 ^ *•* * " ^

! 4öi 3 : \ i4 V3 ^3 <5A * V »

» 3^ î U lA 3;V' v j ?;*

• * s3 y ^

T ERCEMESİ

86) ... (Abdullah) İbn-i Ömer (Radiyallahü anhümâ)’âan: Şöyle dedi­


ği rivayet edilmiştir: Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
152 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

« (Islâm dininde) hastalığın (kendiliğinden) bulaşması yok, kuş­


larda uğursuzluk yok, baykuş ye Ükey’in (ötmesi veya evin damına
konmasının) uğursuzluğu da yoktur.» buyurdu. Bir a’rabi ayağa kal­
karak :
Yâ ResûlaUah! Sen, (hastalığın bulaşması yoktur, buyurdun.
Ama) uyuz olan bir devenin deve sürüsünün tümünü uyuz ettiğini
gördün mü (buna ne dersin)?» dedi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aley­
hi ve Sellem) :
«işte; O (onların uyuz edilmeleri), kaderdir. (Yoksa) kim ilk de­
veyi uyuz etti?» buyurdu.»
. Not: Zevâid’de, «B u hadisin senedi zayıftır» denilmiştir.

İZAHI

Kader’in varlığım isbatlayan bu hadis müteaddit senedler ile ye


mânayı değiştirmeyen biraz lâfız değişikliği ile Buharî ve Müslim’de
de rivâyet edilmiştir.
Bu hadîs câhiliyet devrinin kökleşmiş hurâfe ve efsanelerinden
bir dizisini yıkmıştır. Şöyle ki •.
Câhiliyet devrinde bulaşıcı hastalıkların ilâhi takdirin etkisi ol­
madan kendiliğinden bulaştığına inanılıyordu. Islâm dinine göre
sebeplerin etkisi zahirîdir. Asıl müessir Allah'tır, Meselâ ateş ya­
kar. Fakat ateşe yakma gücünü veren ve yaktıran Allah’tır. Ö, di­
lerse yakma gücünü ateşten alır. Nitekim H z. İ b r a h i m (Aiey-
his’salâtü ves’selâm) için N e m r u d ’ un koca ateşini gül bah­
çesine dönüştürdü. Bulaşıcı hastalıkların sirayeti de ancak Allah’ın
kaza ve kader ,hükmü ile olabilir. Kâinatta hiç bir olay kaderin dı­
şında meydana gelmediğine göre bu sirayet olayı da kendiliğinden
olamaz. Bununla beraber bulaşıcı hastalıklardan korunmak ve ge­
rekli tedbirlerde kusur etmemek yolunda da Resûl-i Ekrem (Sallal­
lahü Aleyhi ve Sellem) buyurduğu hadislerle ışık tutmuştur.
B u h a r i ’ nin Tıb kitabında E b û H ü r e y r e (Radiyal­
lahü anh)’den rivayet ettiği bu hadisin sonunda geçen;
A— Y İ jJ û L j T j-* j = «Bulaşıcı olan,

cüzzâm hastasından aslandan kaçar gibi kaç» cümlesi, Peygamber


(Saliallahü Aleyhi ve Sellem) ’in bulaşıcı hastalıklara karşı nasıl bir
tavır takınılmasının gerekliliğini emrettiğini göstermektedir. Kezâ,
Bab: 10 MUKADDİME 153

Buhari ' nin «TıbKitabı »nda Ebu Hüreyre (Radıyallâhü

anh) 'den rivayet ettiği; r®-**-* ^ 5J j - i * — «Satan


hasta deveyi sağlam devenin yanma uğratmayınız!» hadisi de bula­
şıcı hastalıklara karşı gerekli tedbiri almanın lüzumunu bildiriyor.
E b û N u a y m ’ ın İ b n - i E b î E v f a (Radiyallahüanh)'dan
rivayet ettiğine göre, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Cüzzamlı ile görüşürken aranızda U r veya iki süngü boyu me­
safe bulunsun», buyurmuştur.
B u h a r i ve M ü s l i m ’ in Tıb kitabına aldıkları bir ha-
dîs-i şerife göre, Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) -.
«Bir yerde tâıın olduğunu duyarsanız oraya girmeyiniz. Bulun­
duğunuz U r yerde tâun hastalığı çıkarsa oradan çıkmayınız» buyur­
muştur. Bu ve benzeri hadîsler, bulaşıcı hastalıklara karşı uygula­
nan karantina usulünün en güzel şekilleridir. Keza, B u h a r i ve
M ü s l i m , Tıb bölümünde rivayet ettiklerine göre H z. Ö m e r
(Radiyallahü anh) halife iken Ş a m ’ a gittiğinde, varacağı mın­
tıkada taâun hastalığı olduğunu duyunca A s h â b - ı K i r i m
ile istişare ettikten sonra Ş a m ' a girmemeye karar verip oradan
geri dönmüştür. Tafsilâtı inşaallah Tıb kitabında göreceğiz.
Hadis metnindeki «Advâ» kelimesi hastalığın bulaşması demek­
tir. Yukardan beri belirttiğimiz gibi hastalığın bulaşması ancak Al­
lah’ın takdiri ile olur, kendiliğinden olmaz.
Hadiste geçen «Tıyere» de bir işe gitmek için evinden çıkan yol­
cunun, önünden kuş veyâ başka hayvanın geçmesini uğursuzluk te­
lâkki ederek işine gitmekten vazgeçmesi ve yolundan geri dönmesi­
dir. Bu da câhiliyet devrinin batıl âdetlerindendir. Hiç kimseye ya­
rar veyâ zarar sağlıyamayan hayvan geçişini uğursuz saymak in­
sanların çalışma azmini kırar; iradesine olumsuz yönden etki yapar,
şahsi teşebbüslerini engeller. Hadîs, bu kötü âdet ve inanışı kökün­
den yıktı.
«Hâme» tabiri ise Türkçe Ükey denilen ve geceleyin uçan kuş­
tur. Câhiliyet devrindeki Araplar bu kuşu da uğursuz sayarlardı. Ga-
hiliyetin anlayış ve inanışına göre katil malûm olup kısas cezâsı gör­
meyince maktûlün ruhu «Hâme» kuşu kalıbına girerek geceleri ge­
lir : Beni sulayınız! Beni sulayınız! diye ötermiş. Katil kısas edilince
uçar gidermiş. Hadîs bu hurafeyi de menediyor. Bâzı âlimler de
«Hâme» ile baykuş kasdedilmiştir, derler. Bu kuş öteden beri bir çok
ülkede uğursuz sayılagelmiştir. Baykuşun bir evin dam veya yakı-
154 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

nmda ötmesi ev halkına uğursuzluk getiriyormuş. Hadis bunun da


yersiz olduğunu belirtir.
B u h a r i ve M ü s l i m ’ in bazı rivayetlerinde «Ve lâ safa-
ra - safar da yoktur.» ibaresi de mevcuttur. Müellifin 43. bab’ta ri­
vâyet ettiği 3535 nolu hadîste de bu ilâve vardır.
Safer: Hicri takvimin hesabına göre yılın 2’nci ayıdır. Yılın
ilk ayı olan M u h a r r e m , Eşhûr-i Hürüm ( = haram aylar) den­
dir. A r a p l â r cahiliyet devrinde Eşhür-i Hürüm’e saygılı olduk­
ları için bu aylarda savaş, katil ve soygunlar yapmak istemezlerdi.
Bir de bunun hilesini çıkarırlardı. Meselâ Mu h a r r e m ayında
savaşmak isteyenler bu ayın haramlığını «Nesi» dedikleri usûlle bir
sonraki S a f e r ayma sözde aktarırlardı. Artık savaşma yasak-
lığı S a f e r ayma ait olurdu. Resûl-i Ekrem bunu da geçersiz
sayarak S a f e r ayının Eşhür-l Hürüm’den olamayacağını burada
bildiriyor. Asr-ı Saadetten zamanımıza kadar devam edegelen bir
anlavışa göre bu ayda kıyılan nikâh devamsız olur. «Safer’de uğur­
suzluk yoktur» buyurulmakla böyle telâkkilerin tamamen yanlış ve
yersiz olduğu belirtilmiş oluyor. H z. Â i ş e (Radiyallahü anhâ) :
«Benim nikâhım ve zifafun Safer ayında oldu» buyurduğuna göre
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu hurafenin kaldırılması­
na bizzât fiilleri ile de çalışmıştır.
Zevâid’de bu hadisin senedinin zayıf olduğu, zira râviler için­
de zayıf sayılan Yahya bin E b î H a y y e ’ nin bulunduğu be­
lirtildikten sonra T i r m i z i ’ nin de bu hadisi t b n - i M e s ’ ûd
yolu ile rivayet ettiği ifade ediliyor. S i n d i , bu nakli yaptıktan
sonra diyor k i: T i r m i z î , î b n - i M â c e h gibi bu hadisi
«Kader» bahsinde almıştır. Fakat B u h a r i , M ü s l i m ve
E b û D â v u d bu hadisi Tıb bahsinde E b û H ü r e y r e (Ra­
diyallahü anh)'den rivâyette bulunmuşlardır.
B ab: 10 MUKADDİME 155

• « U^J

. _ju»i jU—I !Juk: juljj\ j

TERCEMESİ

87) ... Şa’bî (Radiyallahü anhyiva rivayet edildiğine göre kendisi şöy­
le demiştir: '
Adiy bin Hâtim Kûfe’ye geldiği zaman Küfe halkının fıkıhçılarından bir
grupla yanma vardık ve ona: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’den
işittiğim hadîsleri bize naklet, dedik. Kendisi de dedi ki:
Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e vardım. Resûl-i Ekrem,
bana:
— «Ey Hâtim oğlu Adiy! Müslüman ol ki selâmete eresin.» bu­
yurdu. Ben de O’n a :
— «İslâm nedir?» diye sordum. Kendileri:
— «(İslâm) Allah'tan başka ilâh olmadığına ve benim şüphe­
siz Allah'ın Resûlü olduğuma şehâdet etmen ve kader’in hayrine,
şerrine, tatlısına, acısına, tümü ile iman etmendir», dedi.
N o t : Bu hadisin isnadının zayıf olduğu Zevâid’de bildirilmiştir.

İZAHI

Hadîsin metnindeki «Müslüman ol ki selâmete eresin» tâbirin­


den murâd kalben iman ve tasdik etmek ile beraber İslâm alâmeti
olan kelime-i şehâdeti getirmektir. Çünkü iman bahsinde izah edil­
diği gibi önemli olan kalbin tasdikidir. Selâmete erişmek de ebedi
Cehennemlikten korunmak ve kurtulmaktır, Yoksa zahirinden sa­
nıldığı gibi her türlü azaptan emin olmak kasdedilmemiştir. Çün­
kü müslüman kişi, işlediği günahlardan dolayı tazib edilebilir; Al­
lah’m dilemesine kalmış bir şeydir.
Zevâid, bu hadîsin isnadının zayıf olduğunu, çünkü râvi A b -
d ü ’ 1- A ’ 1â ’ mn zayıflığında hadîs ehlinin müttefik olduğunu be­
lirtiyor. Fakat T i r m i z i. bu hadisi C â b i r ’ in rivâyeti ile
tahriç etmiştir.
156 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

• ^ il"*? • ", • #i ••** |_ ğt m . .


tV * * ^ c/ <X*a ““ AA
<> • *■•" - ■ •

« jjy J i » : t)î» t i£ j » £ 'i l \ l i j İ> * ‘ U " İ * y . j ç j f ’ û c ‘ C S ^ j 'N Jl

. « ÛJL2T-C4JL) jJÎj» »^JuJİ jJî^ *

TERCEMESİ

88) ... Ebû Mûsa’l-Eş’arî (Radiyallahü anh) ’den :


Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), şöyle buyurdu, dediği mervîdir:
«Kalbin durumu, bomboş arazide rüzgârların döndürdüğü kuşun
yeleği haline benzer.»

İZAHI

Bomboş ve dümdüz arazide muhtelif yönlerden esen rüzgârlar,


kuş yeleğini nasıl evirip çevirir, çeşitli istikâmetlere sürükler, artık

Adiy bin Hâtûn ( R.A. )’in Hat Tercemesi

Bu zât, cömertliği ile dillere destan olan meşhur Hatem-i Tayy’in ahfâdın-
dandır. Asil ve neclb olan bu âile zincirinin beşinci halkasını da fasahat ve be­
lagatı ile iştihar eden İm riii’l-Kays teşkil eder. Bu M uallâka şairi İm rii-Kays d e
ğildir. Adiy bin Hâtim hicretin 7’nci yılında kabilesi adına elçi olarak Medine’ye
gelmiş ve kabilesinin toplu halde müslümanlığı seçtiklerini Resûl-i Ekrem'e ar-
zetmiştîr. Resûlullah (S .A .V .)’ln huzuruna çıktığı zaman Peygamber, (S .A .V .) üs­
tünde oturmakta olduğu minderi asalet ve necabetine hürmeten sunarak Adiy’i
minder üzerinde oturtmuştur. Adiy de dedesi Hâtem-i Tay gibi cömertlikle meş­
hur olduğu için onlann hal tercemelerini yazanlar Adiy için «Cömert oğlu cömert»
ifadesini kullanırlar. Resûl-i Ekrem’in vefâtmdan sonra Arap kabilelerinden top­
lu ve dağmik halde irtidad edenler olduğu ortamda hile Adiy’in mensup olduğu
asil kabileden tek kişi irtidad etmedi. Tüm kabilesinin içtenlikle İslâm iyet» sa-
rıldıklan bundan da anlaşılır. Peygamber (S .A .V .) zamanmda zekâtım verenlerin
bir kısmı Hz. Ebû Bekr (R .A .)'in hilâfeti devrinde zekâtım esirgerken; Adiy ve
kabilesi zekâtım kendi elleri ile H alifeye getirip takdim ederlerdi. Adiy, Medâ-
yin’ı'n fethine katılmıştır. Sıffln olayında Hz. A li (R A .) tarafında yer alanlardan idi.
Kendisi Peygamber (S.A .V .) efendimizden 66 badis rivayet etmiştir. Buhâri
ve Müslim 6 hadisinde ittifak etmişlerdir. Ayrıca yalnız Buhâri 3 hadisini ve
yalnız Müslim 2 hadisini rivayette bulunmuşlardır.
Kendisinden rivayet edenlerin başında Hişâm İbn-i Haris Hayseme, İbn-i Ab-
dirrahmân, Ş a b l ve îbn-i Sirip gelir. Hülasa’nın yazdığına göre 120 yıl yaşamak­
la mı uzun ömürlü Sahabllerdendir. Kastalâni ise onun 180 yıl yaşadığına dair
bir rivayeti nakleder.
İbn-i Sa’d, Tabakât adlı eserinde yazdığına göre Hicret’in 68’inci yılında ve-
fât etmiştir. (B a k : Hulâsa, sah. 261, 262)
Bab : 10 MUKADDİME 157

tüy taneciğinin istikrar ve sebatı söz konusu olmaz ise kaib de çeşit­
li yönlerden gelen etkenler muvacehesinde kolay kolay tutunamaz
ve muhtelif doğrultulara yöneltilir. Bu sebepte kalbin iman üzerin­
de istikrarlı durması için Allah’a sığınmak ve inayetini dâima dile­
melidir. Nitekim Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bile:
i = «Allah’ım! Kalbimi dinin (olan
İslâmiyet) üzerinde sabit kıl» diye dua eder ve böylece bizim de bu
nevi duaya devam etmenizi sünnet kılar. Allah tüm ehl-i imanın
kalblerini her türlü olumsuz etkilerden ve imanlarını tüm tehlikeler­
den saklasın. Amin.

‘^4^ (jJ <,J-*İ <J^-12, <jr ^


Jl ^ J tÇ i 3 ^ t j C
> ' ' " e ^
!* £ ıiJLa- jS : dSi juj *\rl» « W jJüU s 'KJt

.« Vj jAS£ » ^J1 31a»


• ıj

TERCE MES İ

89) ... Câbir (Radiyallahü ank)’den rivayet edildiğine göre kendisi şöy­
le demiştir:
Ensar’dan bir adam Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e gelerek:
Yâ Resülallah! (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) benim bir câriyem
vardır. Ben ondan azıl ediyorum? (Bu hareketim câiz mi?). diye sor­
du. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ona t

Ebû M ûsal-Eş’arî (R A .)’nin Hal Tercemesi


Asıl adı Abdullah İbn-i Kays’tır. Hicretten önce Yemen’den Mekke’ye göç
ederek müslüman olmuştur. Habeşistan’a hicret edenlerden olup Hayber fethi
esnasında Ca’fer (R .A .) ile beraber oradan döndü. Resûl-i Ekrem tarafından Ye-
men'e zekât âmili olarak gönderildi. Hz. Ömer (R A .) tarafmdan da Küfe ve
Basra'ya vali olarak atandı. İlim ve kıraat bakımından Ashab’ın birinci tabaka­
sına dahildir. Güzel sesli Kur'an okuyuşu cihetiyle mümtaz bir kemâle ermiştir.
Hatta bir ara Peygamber (S .A .V .) onun kıraatim işitince, «Ebû Mûsa’ya Dâvud
Al-inin m im arlarından bir hoş sedâ verilm iştir» buyurduğu mervidir. Resûl-i Ek­
rem hayatta iken fetvâ veren 4 büyük Sahabîden birisi Ebû Mûsa olup diğerleri,
Ömer, Ali ve Muâz hazretleridir. Allah cümlesinden razi olsun.
Sahih rivayete göre Hicri 44. yılında vefat etmiştir. (B ak : Tezkiretü’l-Huf-
faz S. 23 - 24)
158 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

«Câriyen için takdir edilmiş olan şey (çocuk) kendisine gele­


cektir.» dedi. Bundan bir süre sonra Ensarî zât, Resûl-i Ekrem’e gel­
di ve s O cariyem- hâmile oldu! dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu k i: •
«Bir nefis için takdir edilmiş olan şey mutlaka olur.»
N o t : Zevâid'de bu hadisin isnadının sahih olduğu belirtilmiştir.

ÎZAHI

S i n d i diyor ki bu hadisi M ü s l i m ve E b û D â v u d ,
Nikâh kitabında, kendi senedleriyle C â b i r ’ den rivayet etmiş­
lerdir.
B u h a r î ve M ü s l i m Nikâh kitabında azıl için özel birer
bab açmışlardır.
Azil s Çocuk olmaması için .cinsi temas yapılırken inzal anında
meninin dışarda akıtılması demektir. Bu konuda çok hadis mevcut­
tur.
Sahih-i Müslim Şârihi N e v e v i bu bab’m gerisinde şöyle
der:
Azil; bizce mutlaka mekruhtur. Yani kadın hür olsun, câriye ol­
sun- onun muvafakati alınsın; alınmasın bu işte kerâhat vardır. Çün­
kü bu, neslin kesilmesine yol açar. Azlin haramlığına gelince, arka­
daşlarımız demişler k i:
Kişinin sahib olduğu câriyesinden veyâ nikâhladığı câriyeden
izin almadan bile azıl yapması haram değildir. Çünkü sahip olduğu
câriyeden çocuğu olunca, câriye ümmü’l-Veled olur. Artık satılamaz.
Nikâhlı câriyeden doğan çocuk ise annesine uyarak köle sayılır. Her
iki mes’elede zevç mutazarrır olur. Onun için azıl yapması haram
sayılmaz.
Kişinin hür olan karısının müsaadesi ile azıl yapması da ha­
ram değildir. Karısının izni olmadığı takdirde ise en kuvvetli kav­
le göre azil yine haram değildir.
Bu konuda vârid olan hadîslerin bir kısmı azli yasaklarken; di­
ğer bir kısmı izin veriyor. Âlimler bu hadîsler arasmda görülen za­
hiri ihtilâfın hakikatta bulunmadığını izah ederek; yasaklama, ten­
zihen kerâhet anlamında ve izin vermek de haram olmadığı mâna­
sında yorumlanır, demişlerdir.
Bab : 10 MUKADDİME 159

Konu ile ilgili şer’i hükümler ve hadîslerin yorumu özetle bun­


dan ibarettir.
Hür olan karısından izin almadan azilde bulunmanın haram ol­
duğunu söyleyenler, azil işinde kadın mutazarrır olduğundan câiz sa­
yılması için onun izni şarttır, demişlerdir. (55)
Müellif de Nikâh kitabında azil için müstakil bir bâb ayırmıştır.
1926, 1927 ve 1928 No.lu hadisler büna âittir. tnşaallah orada daha ge­
niş izâhat vereceğiz.

VI (j a V» V ^ I <> *»l a-c


^ ✓ ■ *’• ^ " ‘ /■

. « <L]ak t3jjll ^ * 3 j <tlcJİl V| jjill Vj

T ER CE MES Î
90) ... Sevbân (Radiyallahü anh)'dan, Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) şöyle buyurdu, dediği rivayet edilmiştir :
«Birr ( = hayır, iyilik, ihsan) den başka bir şey ömrü arttırmaz ve
dua’dan başka bir şey kader’i geri döndürmez. $üphesiz adam, İş­
lediği günah yüzünden de rızkından mahrum kılınır.»
Not : Zevâid’de şöyle denilmiştir : Ben Üstadımız Ebü’l-Fadl el-Karafî’ye bu
hadîsin durumunu sordum. Hasen olduğunu söyledi.

İZAHI
Hadîsin metninden hayır ye iyiliğin ömrün artmasına vesile ol­
duğu anlaşılıyor. Âlimler bunu çeşitli biçimlerde yorumlamış­
lardır. Bâzılanna göre maksad şudur: Hayır ve iyilik eden kişi, kı­
sa bile olsa ömründen bol bol yararlanır.» Başkasının ömrü daha
uzun olsa bile onun kadar yararlanamaz. Bir kısım âlimler de şöy­
le yorumlamışlardır: Aynı şahıs hayır ve ihsanda bulunmazsa öm­
rü kısa olur. Bunları işlerse hakîkatan ömrü uzatılır. Tabiî bu fark­
lı durum, muallak olan takdir’de tahakkuk eder. Kader’e memur edi­
len melek bu muallâk kaderi bilir. Bunun ötesinde ne olduğunu bi­
lemez. Ama îlm-i İlâhide kesin durum bellidir. Yani ilgili şahsın
cüz’ı iradesini hayırda kullanıp uzun ömürlümü olacağı veya ira­

(55) Müslim şerhi Nevevi cilt 8 sah. 28,29 Buhari şerhi Kastalânî cilt 11.
Sah. 204
180 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

desini hayırda kullanamayıp kısa olan ömrümü yaşayacağı Alah ka­


tında malûmdur.
I ^ I * • * f »> ' I ' l- >1>| * ’ '
^ eJL^o J Jj b» 4Jİİ s «Allah di­
lediğini mahveder, dilediğini ishat eder. Değişikliğe hiç uğramıyan
Ümmü’l-Kİtab ancak O’nun katindadır.» (Ra’d 38)
Metindeki «Duadan başka bir şey kaderi geri çevirmez» tabiri de
aynı şekilde yorumlanır. Metnin iki fırkası birlikte ele alındığında,
ömrün uzamasına ait kader’in değişmesinin hem dua ile hem de ha­
yır ve iyilik ile mümkün olduğu, diğer mukadderatın ancak dua ile
değişebileceği anlaşılıyor. Tabiî bu kader değişikliği yukarda anı­
lan mânaya yorumlamr.
S i n d i ’ nin İ m a m G a z a l i ’ den naklen aldığı bir soru
ve cevap:
Soru t Kazâ ve Kader’in gerçek mânada değişmesine imkân ol­
madığına göre dua’nm ne gibi faydası olur?
Cevap: Dua’nın yardımı ile belâların defedilmesi kazâ ve ka­
der cümlesindendir. Çünkü dua etmek belânın reddine ve ilâhi rah­
metin gelişine sebeptir. Nasıl ki tohum, yerden bitkilerin çıkmasına
ve' kalkan, okun define sebeptir.
S i n d i diyor k i: Bence, duanın tâat, ibadet oluşu ve kulun
dua etmekle eıhrolunmuş olması duanın faydalı oluşu için kâfidir.
«Adam işlediği günah yüzünden de rızkından mahrûm kılınır»
fırkası da şu şekilde yorumlanmıştır. Günah işlemediği takdirde ken­
disine tahsis ve takdir edilmiş olan bol rızık günah işlemesi ile kı­
sıtlanmış olur. Veyahut kendisi için tahsis ve takdir edilmiş olan
rızık kısıtlanmadan eline geçirilmekle »beraber günah işlemesi yüzün­
den her hangi bir yol ile elinden çıkar gider, dolayısı ile o rızıktan
mahrum kılınmış olur.
Zevâid sahibi der k i: Bu hadisin sıhhat durumunu şeyhimiz
E b ü ' 1 - F a d l e l - K a r a f î ’ ye sordum. «Hadîsin «Hasen» ol­
duğunu ve üçüncü fıkrasının N e s a i tarafından da rivayet edil­
diğini» söyledi. İlk iki fıkrayı da T i r m i z i , S e l m a n ’ dan
rivâyet etmiştir.
Sevbân’ın H al Tercemesi

Sevbân (Suban diyenler de vardır) künyesi Ebû Abdillah veya Ebû Abdirrah-
man’dır. Surat halkmdandır. El-Hakem bin Sad’aşiretinden olduğu da söylenmiş-
( Devamı 161.d sahifede)
B a b : 10 M U K A D D İM E 161

. Jli. o IluJj < aTIjjjt

TERCEMESİ

91) ... Süraka bin Cü’şüm ( Radiyallahü anh)’den. rivayet edildiğine gö­
re kendisi şöyle demiştir:
Ben. Resûl-i Ekrem (SaUaUakü Aleyhi ve Sellem)'e dedim ki :
— Yâ Resülallah! Amel, kaderleri çizen kalemin yazdığı mukad­
deratın cümlesinde mi ki artık kalem onun işim tamamlamış ve ku­
rumuştur? yoksa amel (için geçmişte bir kader oluşu bahis konusu
olmayıp kişinin) istikbalde takınacağı tavra göre mi (tahakkuk eder)?
Resûl-i Ekrem buyurdu ki:
«Amel, kader ile tesbit edilmiş olan mukadderattan olup kale­
min yazıp kuruduğu hususlar İçindedir. Herkes ne için yaratıldı ise
ona müyesser kılınır.»
N o t : Bu hadis’in senedinin sıhhat durumunun illraz konusu olduğu Zevâid’-
de bildirilmiştir.

İZAHI
S i n d i itiraz sebebini şöyle açıklar: Kavilerden M ü c âh i d ,
S ü r â k a ’ dan hadîs işitmemiştir. Bu sebeple senedde bir kesiklik
olsa gerek. Diğer taraftan râvilerden A t â ’ nin durumu da ihtilaf­
lıdır S i n d i diyor ki bu hadisi E b û D â v u d , İ b n - i Ö m e r
yolu ile rivayet etmiştir.
Sevbân .............................................................. ( Baştarafı 160. sahifede)
tir. Resûlullah (S -A .V .)’in âzadüsıdır. Hazer’de ve seferde Resûl-i Ekrem ’den hiç
ayrılmazdı. Bilahare Şam’a yerleşti. 127 hadis rivayet etmiştir. Müslim 18 hadi­
sini rivayet etmiştir. Kendisinden rivayetde bulunanların başında Cübeyr bin Nü-
feyr, Halid bin Midan, Rüşdeyn bin Sa’d gelir. Hicri 53 veya 44 yılında Humus’ta
vefat etti. (B a k : Hulasa, 58)
Sünen-i İbn-i Mâce — F . : 11
162 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

Hadisin metninden anlaşıldığına göre kulun her türlü âmel ve ça­


lışması tamamen mukadderatın şümulüne dahil olup hepsi kaza ve
kadere dahildir. Kader dışında bir şey yoktur. Mukadderatı çizen ka­
lem kurumuştur. Yeniden bir şey değiştirecek değildir.
Buhari’nin şârihlerinden K a s t a l â n i ’ nin nakline göre Ha­
life M e ' m u n ’ un H o r a s a n vâlisi A b d u l l a h b i n
T a h i r , H ü s e y i n B i n F a z l ’ a «Rahman sûresinin s
o*> " > * * * iV "
J \j* i /P = «Allah her gün ve her zaman bir
" A i. * - >
emirde, bir iştedir.» 29. âyeti ile dil ^_Lc ■
(Jja l vJ l>- == «Bir
şeye Allah'ın ilim, kudret ve idaresi taallûk etti mi artık kader çizen
kalem kurur, (ezeli hüküm değişmez olur)» hadisi bana müşkil gel­
di. Bunlar arasmda görülen zahir! farkın şımnı çözemedim diye so­
ru sormuş. H ü s e y i n İ b n - i F a z l ;
I "* • ''O '' ^ ^ • | t'"’ '" • £ ^ „
y diî Lfj J , - j a Âyetteki işler Allah
Teâlâ’nm her an açıkladığı ve yarattığı şeylerdir. Ezelde takdir bu­
yurduğu şeyler değildir.» demekle aydınlatıcı cevap verince bu ilmi
ve veciz cevaptan duygulanan Emir, kalkarak î b n - i F a z 1’ m al­
nından öpmüştür. (56)
<
y
£6 t "âJ jli Cj* <£' i? • ü•

İyi» ü|j . j l jl ) "jl \ . <ii\ jİAli »Ju» Crjf* »

. « *r ^ 1 43 • f j V 4
'

TER C E ME S Î
92) ... Câbir bin Abdillah (Radiyattahü ank)’den :

Stirâka bin Cüîşûm’tin H al 'Tercemesi

Sürâka bin Malik bin Cü’şûm Ebû Süfyan Kadid’lidir. Mekke fetih günü
müslüman olmuştur. 19 badis rivayet etmiştir. Buhari, b ir hadisini rivayet et­
miştir.
Kendisinden rivayet edenler: Cabir, îbn-i Ömer, Îbnü^-Müseyyeb, Mücahid
ve oğlu Muhammed bin Sürâka’dır. Hicrî 24. yılında vefat ettiği mervidir. Eğer
bu rivayet sahih ise Îbnü*l-Müseyyeb ve ondan sonrakilerin Sürâka’dan yaptıkları
rivayetler «M ürsel» sayılır. (B ak : Kastalâni : Ciid 11, Sah. 200; Hulasa : Sah. 161)
(56) Kastalâni, cüd 11, sah. 200
Bab: 11 MUKADDİME 163

Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), şöyle buyurdu; dediği riva­


yet edilmiştir.
«Bu ümmetin mecûsîleri Allah’ın kaderlerini tekzib edenlerdir.
Hastalanırlarsa onlan ziyaret etmeyiniz, ölürler ise cenazelerinde bu­
lunmayınız ve onlara rastlarsanız onlara selâm veriniz.»

İZAHI

İ b n - i M â c e h ’ in haşiyesi Miftahü’l-Hace bu hadis üzerin­


de sunlan yazar:
«Kaderi inkâr edenlerin mecûsilere benzetilmesi sebebi budur ki:
Mecûsiler Nur (ışık) ve zulmet (karanlık) diye iki ilâha inanırlar.
Hayırlı şeylerin Nur’dan ve şerlerin Zulmet’ten meydana geldiğine
itikad ederler. Kaderciler de hayrı Allah’a, şerri de insan ve şeyta­
na isnad ederler. Halbuki hayır olsun şer olsun her şeyin yaratıcısı
ve mûcidi Allah’tır, öyle ise yaratılış ye icad yönünden her şeyi Al­
lah’a isnad etmek gerekir. Ama hayır ve şerri işleme ve kazanma ba­
kımından insana isnad etmek gerekir. Çünkü ikisinin de faili insan­
dır.»
E b û D â v u d bu hadisi H u z e y f e (Radiyallahü anh) ’den
ve ayrıca İbn-i Ömer (Radiyallahü anh) ’den rivayet etmiştir. T i r -
m i z î de hadisi tahriç ederek «Hasen» olduğunu söylemiştir. H â -
k i m ise sahih olduğunu beyan etmiştir. 1 b n - i H a c e r. de
M ü s 1 i m ’ in şartı üzerine bunun «Sahih» olduğunu tahkik et­
miştir. x ^
<ü)l ( J 1JîLlaâ »— (s \)

11 — RESÛL-İ EKREM (SALLALLAHÜ ALEYHİ VE SELLEM) İN


SAHABÎLERİ (RIDVANULLAHİ ALEYHİM ECMAÎN)’İN
FAZİLETLERİNİN BEYANI BÂBI

Sahabl s Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’i mü’min ola-


rak gören veya âmâ olduğu için göremeyip Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) tarafından görülen ve iman üzerinde ölen kim­
sedir.
Sahabî t Başka türlü de tarif edilmiş ise de en meşhur tarif bu­
dur. A b d u l l a h İ b n - i Ü m m i M e k t û m , âmâ olduğu
için Peygamber’i görmediği halde sahabî tarifine girer. Peygamber’i
görüp müslümanlığı kabul ettikten sonra irtidad eden î b n - i H a ­
164 SÜNEN-1 İBN-t MÂCE

t a I , E e b i a t b n - i Ü m e y y e ve M i k y a s gibi kişiler
de sahabi tarifinden çıkmış olurlar. Çünkü müslüman olarak ölmek
sahabîliğin önemli bir şartıdır.
Bâzı âlimler sohbet esnasında erginlik çağına varmış olmayı da
sahabilik için şart koşmuşlar ise de bu şart rivâyet âlimlerinin Cum-
hûru tarafından reddedilmiştir.
Diğer bir kısım ilim adanılan sahabî sayılabilmek için uzun za­
man Peygamberin sohbetinde bulunmayı; hatta, bazılan bu arkadaş­
lığın î -2 yıl devam etmesini ve 1-2 savaşta beraber bulunmayı ge­
rekli görmüşler ise de bu da şayân-ı kabul görülmemiştir. Hele bir
kısım âlimler sahabilik için Peygamber’den hadîs rivayeti de aramış­
lardır.
Fazilet » Eksiklik, kusur ve rezaletin karşıtıdır. Bu duruma gö­
re fazilet, kişiye yükseklik veren olgunluk, dolgunluk, güzel huy ve
yapıcı hal ve harekettir.
(H z .) EBU B E K R İ SID D ÎK (Radiyallahü anh)’tN F A ZİL E T İ VE
K IS A H Â L TERCEM ESİ
Hz. Ebû Bekr (R .A .), Peygamber (S .A .V .)’den 2 yü sonra Mekke’de dünya­
ya şeref vermiştir. Adı Abdullah, babası Ebû Kuhafe Osman’dır. Annesi de Üm-
mü’l-Hayr Selmâ’dır. Baba ve anne tarafmdan Kureyş kabilesine mensup olup
K â b oğlu M ürre’de Resûl-i Ekrem’in nesebiyle birleşir.
Ebû Bekr’in babası Ebû Kuhafe Mekke’nin eşrafmdandır. Hz. Ebû Bekir, ilk
müslüman erkek iken; babası ancak Mekke fethinden sonra müslüman olmuştur.
Hz. Sıddik, müslüman olmadan önce yaşadığı 38 yıl zarfında içki içmemiş;
putlara tapmamış; hurafelerden nefret etmiş; dürüstlüğü, fazileti ve insanlığı ile
tanınmış bir şahsiyet idi.
Babam, annesi, evlâdı ve ahfadı sahabilik şerefine erişmiş mutlu bir âile
olarak tarihe geçmiştir. Bu yüce şeref kimseye nasip olmamıştır.
Hazret-i Peygamber (S.A.V.)'in kayın babası ve ilk halifesidir. Hazerde ve
seferde Resûl-i Ekrem’in en sâdık ve fedai arkadaşı ve en samimi müşaviri idi.
Arkadaşlığı Kur’ân ile tescil edilmiştir. Peygamber son hastalığında namaz kıl­
dırmak için onu vekil etti ve bizzat onun arkasında namaz kıldı.
Sıddik-ı Ekber, hadislerin kabulünde çok ihtiyatlı davranırdı, tbn-i Şihab’ın
Kubaysa bin Züeyb’ten rivayet ettiğine göre ölen bir adamın cedde ( = büyük an­
ne )si Halife Ebû Bekr’e gelerek mirasçı olmayı istedi. Halife, o n a : «Ben senin
için Kitabü'Ilah’da bir hüküm bulmuyorum. Resûl-i Ekrem'in de senrn için bir
hisse bulunduğunu anlattığını bilmiyorum» dedi. Ve halka sordu. Bunun üzerine
Muğire (R .A .) ayağa kalkarak: Resûl-i Ekrem’in cedde’ye stidüs (1/6) hissesini
verdiğini müşahade ettim, dedi. Halife, o n a ; «Seninle beraber başka kimse var
im# diye sorunca orada bulunan Muhammed bin Mesleme (R .A .) de aynı şekil­
de şahâdet etti. Halife de ceddeye südüs hissesini verdi. Bu olay O ’nun hadise
karşı olan ihtiyatını ve saygısını göstermeye kâfidir.
Sıddik-ı Ekber’in hayat ve faziletleri cildleri doldurur. Bu kısa halini be­
lirtmekle yetinelim. V e fa tı; H. 22/C. ÂH İR . 13. yıl (Bak : Tezkire, Sah. 5)
Bab: 10 MUKADDİME 165

( *5* J'_-C»Jİ j \ ££*»)

HZ. EBÛ BEKİR SIDDÎK (Radiyallahü anh)İM FAZİLETİ

Ûc t yr 4«1Ajc ^e. t L2 . / J j li? . -U<i Jc \^sje —


4 # *" * * * **
d ^ f d 5 <-4 ^ d d İ ¥1 * d ^ - j 3^ : 3^ ^ ^ Cf6’ ‘ t/’.p -V İ (J I
^ ^ (<*

*3 ^d ^f d | .11 O Â » V Î Ü l i C ^ S ^ 'J j . t&Z-'^jA

.XLiû 3&

TERCEMESİ

93) ... Abdullah (Radiyallahü an A )’den : Resûl-i Ekrem (SaüaUahü Aley­


hi ve Sellem ), şöyle buyurdu, dediği rivayet edilmiştir:

«Dikkat ediniz! Kendisini halil edindiğimi sanan her faalllin ha­


inliğinden beziyim. Ben bir halli ittihaz etmiş olsaydım Ebû Bekr’i
halli edinirdim. Hakikatta sizin arkadaşınız, Allah’ın hainidir. (Ha­
vilerden) Vekı’ dedi ki («Arkadaşınız» tabiri ile) Resûlullah kendi
nefsini kasdediyor.»

İZAHI
Hadisin metninde geçen «Hullet» (= halillik) : Sevenin kalbinde
yerleşen öyle bir sadâkat ve mahabbettir ki gönülde mevcüt sırları,
sevilen adama açıklamaya sahibini zorlar. «Halil» böyle sadâkat ve
mahabbet besleyeli dost demektir. Bu duruma göre:
«Ben bir halil ittihaz etseydim Ebû Bekr’i halil edinirdim» fır­
kasından murad şu olur: Sırlanma muttali olacak bir tarzda içime
mahabbeti kökleşecek bir insanı sevgili ittihaz etmem benim için
câiz olsaydı, ben Ebû Bekr’i seçerdim. Fakat bu vasıfta tek mahbu-
bum ancak Allah’tır.
Bâzı ilim adamlanna göre «Halil» kendisine ihtiyaç duyulan dost
demektir. Buna göre de yukardaki fırkanın mânası şöyle olur:

«İhtiyaçlarımda baş vuracağım ve önemli işlerimde dayanaca­


ğım bir dost edinseydim bu iş için Ebû Bekr’i ittihaz ederdim. Lâkin
her şeyde tek dayanağım ve mercîim yalnız Allah'tır.»
166 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

Metindeki «Arkadaşınız Allah’m halîlidir» cümlesinden maksad


da budur: «Arkadaşınız (olan ben) Allah’ı halîl ittihaz etti. Artık
başkasını halîl edinemez. Zira bu işte ortaklık olamaz» veyahut «Al­
lah arkadaşınızı (beni) kendi zatına münasip anlamda halîl ittihaz
etti. Bu sebeple arkadaşınızın tamamen ona yönelmesi gerekirken
başkasını nasıl halîl edinebilir?»
Hadîste belirtilen E b û B e k r (Radiyallahü anh)’in fazile­
ti apaçık görülmektedir. Çünkü, Resûl-i Ekrem için Allah’tan baş­
ka bir halîlin ittihazına cevaz verilseydi E b û B e k i r ’ i halîl edi­
nilirdi, demek akim düşünebildiği en yüce bir takdir ve övgüdür.

ı&\

y j Ij S^j ( j J - k jj! üic-t" u V < J û » V* J Î-J I o l i - l

*1. CÂiî j j. Jlj» t


T ER CE MES İ

94) ... E bûHüreyre ( R a d i y a l l a h ü <z»A)’denrivayetedildiğinegöre, ken­


disi R esûl-i Ekrem ( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m şöyle buyurduğun
) ’ m usöyle­
m iştir:
«Ebû Bekr’in malı bana yaradığı kadar hiç bir mal bana yararlı
olmadı.» Ebû Hüreyre (Radiyallahü anh) dedi k i: Ebû Bekr ağladı
ve dedi k i:
t- Yâ Resülallah! Ben ve malım yalnız şenindir. Yâ Resülallah!
N o t : Zevaid’de şöyle denilm iştir: Bunun Ebû Hüreyre <R .A.)'i isnadı iti­
raz konusudur. Çünkü ravi Süleyman bin Mihran el-A’mes tedliscidir. Ebû Muâ-
viye’de tedliscidir. Am a burada tahdis şeklinde rivayet etmiştir. A rtık tedlis git­
miştir. Senedin kalan ravileri sikadır.

İ Z A H I

Resul-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yüce huzurunda


E b û B e k r ’ in gösterdiği edeb ve tevâzua bakın. Nasıl kendi­
Bab: 11 MUKADDİME 167

sini köle gibi düşünerek nefsinin ve malının şahsına ait olmayıp Re­
sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in malı olduğunu içtenlikle
teyid ediyor. Ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in tevec­
cühünden duygulanarak ağlıyor...
Zevaid müellifi diyor ki: T i r m i z i bu hadîsin baş kısmım ya­
ni yalnız Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in buyruğunu ri­
vayet etmiştir. E b û B e k r ’ in ağlaması ve ona âid kısmı rivâ­
yet etmemiştir. N e s â i de «Menâkıb» bölümünde böylece rivâyet­
te bulunmuştur.
S i n d i , bu izahatı yaptıktan sonra der k i: Zâten Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in buyurduğu kısım mâna bakımında
Sahfh-i Buharî’de de vardır.

‘ ü* ‘ Cf ‘ ^ is 1
# —

lo Ş j j»#l » Z jr -j 3& '■3& * l ) f û* '<û j J l ^ i ^ 3 1 £

! V. ‘ t> jVİ JÂl JJ fT

. fi LA-~>-
•^
• (j**?ıj*ni i S ^ - * ^ (J?

T E R C EM E S İ

95) ... Ali (Radiyallahü anh)’den rivâyet edildiğine göre, Resûl-i Ekrem
O’na şöyle buyurmuştur:
«Ebû Bekr ve Ömer Nebiler ve Resûllerden başka, önce gelen ve
sonra gelen tüm Cennetliklerin kühûl ( = saçları ağarmaya başlayan­
lar) m seyyidleri ( = efendileri) dirler. Yâ Alil. Hayatta oldukları müd­
detçe onlara (Ebû Bekr ve Ömer’e) haber verme.»
T i r m i z î ’ nin beyânına.göre bu hadîs müteaddit senedlerle
rivâyet edilmiş olup bazı cihetlerden «Hasen» kısmındandır.

ÎZAHI

Cennette herkesin genç olduğu nasslarla sabittir. «Cennetteki


Kühûl» tâbirinden maksad, yaşlanmaya başladıktan sonra vefât eden
müşlümanlardır. Bunların efendileri durumunda olan hu iki Hali­
168 SÜNEN-Î İBN-İ MÂCE

fe’nin, hâliyle genç yaşta ölen mü’minlerin de efendileri oldukları


anlaşılmış olur. Âlimler böyle yorumlamışlardır. (57) Bazıları da
metinde geçen «Kehi» kelimesi yaşlı demek olmayıp Cam akıllı ve ba­
liğ anlamındadır. Cenab-ı Allah herkesi bu vasıfta Cennete kavuş­
turacağına göre hadîsin mânası: İki Halife’nin Peygamberlerden baş­
ka türlü Cennet ehlinin efendileri oluşlarıdır, demişlerdir.

T E R C E M E S İ
96) ... EbûSaid-i Hurdî ( R a d i y a l l a h ü a n h ) ’ den:
Kendisi, R esûlullah ( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) , şöyle buyurdu, dediği
rivayetedilm iştir.
«Gök ufuklarının birisinde doğan yıldız, (yerdeki~tasanlar tara­
fından, aradaki mesafe uzaklığı dolayısı ite güçlükle) görülebildiği
gibi, Cennete yüksek derecelere kavuşanları da, kendilerinden aşağı
mertebelerde bulunanlar, (aralarındaki mesafe farkı itiban ile) zor
görebilirler. Şüphesiz Ebû Bekr ve Ömer de o (yüce mertebelere ka-
vuşa) nlardandırlar. Hem de daha yüksektedirler-»

İZAHI
Hadîs metninin sonundaki t ı s |j = «Hem de daha yüksekte­
dirler» lâfzı başka türlü de mânalandınlmıştır. Sindi diyor k i:
Verilen mânalardan birisi şudur:
«Ebû Bekir ve Ömer (Radiyallahü anhümâ) Cennetin nimetleri­
ne girdiler.»
T i r m i z i ’ nin hâşiyesinde S u y û t i ’ nin rivâyet ettiğine
göre I b n - i A s â k i r , E b û S a i d ’ e, bu cümlenin mâna­
sını sormuş. E b û S a i d de:
«Ebû Bekir ve Ömer mezkûr derecelere ehildirler» diye yorum­
lamıştır.

<57) Miftahü’l-Hace’nin beyanına göre 30-40 veya 30-50 yaş arasmdakine denir.
Bab : 11 MUKADDİME 169

Başka bir rivâyette bu cümle yerine


yüce derece onlann hakkıdır», ifadesi kullanılmıştır, ki bu rivâyet
E b û S a 1 d * in yorum şeklini teyid eder. S ü f y â n b i n
U y e y n e ’ den de bu şekilde bir rivâyet yapılmıştır.

97) ... H uzeyfebinel-Yemân ( R a d i y a l l a h ü a n h ü m â )’ya şöyle dediği ri­


vayet edilmiştir. Resûlullah
( S a U a ü a h u A l e y h i v e S e l l e m ) :

«Şüphesiz ben aranızda ne kadar kalacağımı (yaşıyacağımı) ke­


sinlikle bilmem. Bunun için benden sonraki (şu) iki zâta uyun» bu­
yurdu. Ve Ebû Bekir ile Ömer (Radiyallahü anhümâ)’ya işaret etti.

İZAHI
Hadis E b û B e k i r ve Ö m e r (Radiyallahü anhümâ)
hazretlerinin Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) katında
ne kadar değerli, ne derece din yönünden otoriter ve nasıl bir iti­
mada mazhar olduklarını açıkça ispatlıyor. S i n d i : Hadîste iki
zâtın hilâfetine işaret bulunduğunu yazar.
Muhacirlerin faziletlerinin beyanı için B u h a r î ’ nin ayır­
dığı bölümde — E b û B e k r (Radiyallahü anh) 'in fazilet ba­
bında— C ü b e y r b i n M u t ’ im (Radiyallahü anh)’den
rivayet ettiği bir hadîste, Cübeyr şunu anlatıyor:
«Bir kadm Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem)’in huzûru-
na geldi, kadm geri dönerken Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) onun tekrar bir ara uğramasmı istemesi üzerine, kadm, Pey­
gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in vefatım kasdeder gibi»
— Ben gelir de seni bulamazsam? diye sordu. (Saliallahü Aleyhi
ve Sellem) efendimiz de î
— Şayet beni bulamazsan Ebû Bekr’e baş vur! diye cevapladı.»
Miftahü’l-Hâce’de deniliyor ki •.
170 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

« E h l - i S ü n n e t mezhehlerine mensup planlar ittifak et­


mişlerdir ki; A s h a b - ı K i r a m ’ ın en efdah (üstünü) E b û
E e k r - i S ı d d î k ’ tır. Ondan sonra da sırayla Ö m e r b i n
Ha 11 ab, O s m a n b i n A f f a n ve. A l i b i n E b î T â ­
l i b gelir. H u l â f a - i R a ş i d î n olan bu dört zâttan sonra
A ş e r e - i M ü b e ş ş e r e (Cennetle müjdelenen 10 zat) m kalan­
ları gelir. E b û M a n s u r - i B a ğ d a d î demiştir k i: Arkadaş­
larımız 4 halifeden sonra A ş e r e - i M ü b e ş ş e r e ’ nin kalan­
ları onlardan sonra da sırası ile B e d i r ehli, U h u d ehli,
B e y ’ a t ü ’ r - R ı d v a n ehli Ümmet-i Muhammediye’nin en fa­
ziletlileri olduklarında ittifak etmişlerdir. Ama bu üstünlüğün zâhi-
rî veya bâtmi oluşunda âlimler arasında farklı görüşler vardır.»
Bu konuda geniş tafsilât, Akaid ve Kelâm kitablannda mevcut­
tur. Onlara müracaat edilebilir.

Huzeyfe b. el-Yemân’ın H al Tercemesi

Huzeyfe (R .A .) «Yem ân lâkabı İle tanınan «H is!» veyâ Huseyl İbn-i Câbir-i
Absi (R .A .)’m oğludur. Huzeyfe de babası gibi büyük sahabîlerdendir. Babası
ile beraber Yemen’den Medine-i Münevvere’ye gelerek Evs kabilesinden Benû
AbdüTEşhel’in yanında yerleşmişlerdir. Evs ve Hazreç kabileleri aslen Yem en­
den gelme oldukları için bunlara «Yem âni» denilir. Uhud savaşında baba, müs­
lümanlar tarafından hataen öldürülmüştür. Hz. Huzeyfe, bu katil hâdisesi üze­
rine Resûl-i Ekrem tarafından kendisine ödenen diyeti bile fakirlere sadaka ola­
rak dağıtma âli cenablığmı göstermiştir.
Hz. Huzeyfe (R A .) Halife Hz. Ömer (R A İ.) tarafından Selmân-ı Fârisi
(R .A .)’den sonra Medâyine vâli olarak atandı ve ömrünün sonuna kadar bu gö­
revde kaldı. Hz. Osman (R .A .)'m şehadetini müteakip Hz. AH (R A .)’ye biat et­
tikten 40 gün sonra vefat etti.
Huzeyfe (R .A .) Hazretleri Resul-i Ekrem'in sırlarına vâkıf id i Peygamber
Efendimiz ona sırlarını söylediği için O, herkesten fazla münafıkların ahvalini ve
ilerde meydana gelecek fitnelerin durumunu bilirdi. Hatta «Kıyâm et gününe ka­
dar olmuş ve olacak, şeyleri Resûlullah bana söyledi», demiştir. Hz. Öm er (R .A .)
Medine-i Münevvere’de bir cenaze vuku bulduğunda, Huzeyfe (R A .)'y i gözetler­
di. Onu cemaat arasında bulunca cenaze namazma katılırdı. Huzeyfe’yi cemaat
içinde görmeyince ölünün münafıklardan olduğu şüphesini duyar ve cenaze na­
mazını kılmazmış.
Tirmizi de Hz. Huzeyfe (R -A.)'den rivâyet edildiğine göre Peygamber’e :
«Y â Resûlallah! Birisini halife etsen» diye teklif yapılmış, Resûlullah (S .A .V .)
de cevâben:
«Eğer ben bir halife tayin etsem, siz de ona itaat etmezseniz azaba uğrarsınız.
Fakat Huzeyfe size ne söylerse dediğine İnanınız. Abdullah b . M es’ud da Kur’an’ı
nasıl okutursa öylece okuyunuz» buyurmuştur.
Ete. Öm er (R A ), kendi zamanında fitne kapısının açılıp açılmıyacağmı Hu-
zeyfe’ye sormuş v e : Hayır senin halifeliğin devrinde açılmıyacâktır, cevabım al­
mıştır.
Bab i 11 MUKADDİME 171

T E R C E ME S İ

98) ... İbn-ı Ebî Müleyke ( R a d i y a l l a h ü rivâyet edildiğin


a n h ) ’d e n e gö­
rek
endisi İbn-i Abbâs ( R a d i y a l l ç h ü a n h ü m â ) ’d a n şöyleişittim
, dem iştir:
Öm er binH attâb vefât ettik
ten son
( R a d i y a l l a h ü ra, n
aşı Te­
a n h ü m â )

neşir tahtası üzerinek on uphenüz kaldırılm adığı zam anh alkon u n etrafında
toplanarak, dua ediyorlar ve rahmet diliyorlar idi. Veyahut İbn-i Abbâs dedi
ki O ’nuiyilikle anıyorlar verahmetle yâdediyorlar idi. B ende bucem aat
içindeidim .
Bu esnadabirisi ben
i sıkıştırıpom
uzu
m ututm akla dikkatimi çek ti. Ona
doğrudönüncebirdebaktımki Ali binEbî Talib tir. Ö mer ( R a d i y a l l a h ü a n h ) ’

rahmet okuduktanson
( R a d i y a l l a h ü a n h ) ’t raşöylededi:
— (Yâ Ömer!) Ben Allah’m huzûruna senin işlediğin amel gibi
bir amel ile çıkmaktan çok hoşlanırım. Senden başka, ameline bu
kadar imrendiğim kimseyi bulamadım. Allah’a yemin ederim ki, ben
Allah’m muhakkak seni, iki dostunla (Resul-i Ekrem ve Ebû Bekir'le)
beraber kılacağım kuvvetle ümid ederdim. Çüıikü ben gerçekten çok
defa Besüliıllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den t

«Ben Ebû Bekir ve Ömer ile gittim. Ben Ebû Bekir ve Ömer ile
girdim. Ben Ebû Bekir ve Ömer ile çıktını» dediğini işitirdim. Bunıin
172 SÜNEN-l ÎBN-İ MÂCE

için ben Allah’ın seni (Ravza-i Mutahhara’ya gömülmekle veya kut­


sal âlemde) iki dostunla beraber bulunduracağını kuvvetle ümid
ederdim.»

İ ZAHI

B u h a r i bu hadisi E b ü B e k i r ve Ö m e r (Radiyal­
lahü anhümâ) hazretlerinin faziletlerine ait açtığı bab’larda az bir
farkla İ b n - i A b b â s (Radiyallahü anh)'den rivâyet etmiş­
tir. Hadis her iki zâtın faziletine delâlet eder. Fakat E b û B e k r’in
her şeyde kıdemi bulunduğu ve konuşmalarında Resûl-i Ekrem’in
E b û B e k r ’ i takdim ettiğini gösterir.

Hadiste geçen ‘Naşı taht üzerine...’ cümlesinin izahında S i n d i


diyor k i:

«Cenâzey.i yıkamak için hazırlık yapılırken, A l i b i n E b i


T â 1 i b ’ in yaptığı bu konuşmayı î b n - i A b b â s işitmiştir,
denilmiş ise de; bence bu konuşma, naşın kabristana götürülmek üze­
re tabuta konulduğu zaman cereyan etmiştir. Metindeki ‘henüz kal­
dırılmadığı zaman* ifadesi bu mânaya daha uygun olur.»

Metinde geçen «YUSALLÛN» Fiilinin «Rahmet diliyorlar» mâna­


sına yorumlanması S i n d i ’ ye göre daha uygundur. Ama «Ce-
nâze namazını kılıyorlar» şeklinde de yorumlanması muhtemel gö­
rülüyor.

T E R C E ME S Î

99
) ... (Abdullah) îbn-i Ö m er ( R a d i y a l l a h ü a n h ü m â ) ’û a a rivâyet edil­
diğinegöre k
en disi şöyledemiştir:
R esûl-i Ekrem ( S a l l a l l a h ü (bir ara) Ebû B
A l e y h i ekir ve
v e S e l l e m ) ,

Ömer (Radiyallahüanhümâ) arasındaolduğuhalde çıkıpgeldi. Ve:


«Biz (Âhiret günü) böylece dirileceğiz», buyurdu.
Bab: 11 MUKADDİME 173

4JLfl i i |->?4 J . iı* ^ | ı


<> (^ ja Jİİ -uc u? . <> — v* *
"tu "tu f *" < • **-* ?,*.»"••" >" * -*• -» ,*'Jİ • V *.
j» î J » - <^ v^ ıi.'y.yj^ â® ‘ ü j ^ c / d i u & . jX j

* Mît^cK; 5-^r' ti*' ^■jS' '•*?* -*' * ^»*Â>S3j~ j

. a *J <JJ*X

T E R C E ME S İ
1
00) ... Ebü Cuhayfe ( R a d i y a l l a h ü ânâj’den:
R esûlullah ( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S d l e m ) şöyle buyurdu, dediği rivâyet
edilmiştir:
«Ebû Bekir ve Ömer (Radiyallahü anhümâ) Nebiler ve Resûl-
lerden başka Evvelin ve Âhirin (öncekiler ve sonrakiler) tüm Cen­
netliklerin Kuhûlünün efendileridir.»
Bu hadîs başka bir senedle 95 numarada az bir ilâve ile geçti,

^ l i î l 12 : y\i . cSj^P' ü < »a^c- (J — V ^

î dAJ3|.!-»>■' tjl l *&\3j£*j t : <3^ t \£jt. i xj£ ^c, <jCJu, tirV


* ✓ * * *
• « » 3 ^ î jÇ t i' ^ » 3^

T E R C E ME S I
1 01
) ... E n
es ( R a d i y a l l a h ü a n h ) ’A e n rivâyet edildiğinegörekendisi şöy­
lesöylemiştir:
R esûlullah ( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) 'e :

— Yâ Resülallah! İnsanlar içinde sana en sevimli olan kimdir?,


diye soruldu. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— Âişe’dir» diye cevap verdi. Bu kerre»
— Erkekler içinde kimdir? diye soruldu. Resûl-i Ekrem j
— «Âişe’nin babası!» buyurdu.

(«sfeİH1
8

HZ. ÖMER (Radiyalahü anhJ’IN FAZİLETİ


174 SÜNEN-Î ÎBN-ÎMÂCE

> <tfJÖ» ■"**j$>«• 3 £ t>* - v•T


:c Ü . X : ■$1 i J f r t 3 ğ L İ İ y : < r k 6}

. s r : j f f : i A i £ t f ■■& •# * * ‘r J f

TERCEM ESİ
1
0 2) ... A bdullahb. Şakîk o»*)’denrivâyet edildiğine gö­
( R a d i y a l l a h ü

reken disi şöylesöylem iştir:


Ben işe ya: Ashab-ı Kiram
( R a d i y a l l a h ü ’danençokh
a n h â ) ’ angisi Re-
sûl-i Ekrem ( S a l l a l l a h ü daha sevimli idi?diye sordu
A l e y h i v e m .
S e l l e m ) ’e

Âişe ;
( R a d i y a l l a h ü a n h )

(H z .) ÖM ER (Radiyallahü anh)’IN F A ZİL E T İ VE H Â L TERCEM ESİ

Hz. Ömer (R A .) Fil olayından 13 yıl sonra Mekke’de doğdu. Adı İslâmiyet-
ten sonra da değişmedi. Babası Hattab’tır. Annesi ise Hanteme veya Haysame
binti Haşim’dir. Kureyş kabilesinin ileri' gelenlerindendir. Baba taralından Resûl-i
Ekrem (S A .V .) ile K â’b bin Lüey’de birleşir. Peygamber ile K â’b arasında 7, Ömer
ile K â’b arasında 8 baba bulunur. Ebu Bekr-i Sıddık (R .A .) ise K â’b oğlu Mtir-
re’de Peygamberle birleşiyor.
Bedir savaşmm vuku bulduğu gün Resûlullah (S .A .V .) tarafından ona «E bû
H afs» künyesi verildi. Hafs, arslan yavrusu demektir. Darü’l-Erkam’da müslüman
olduğu gün de Resûl-i Ekrem ona «F âru k » lâkabını taktı. Farûk : Hak ile batılı
birbirinden ayırd eden anlamına abndı. Hz. Ömer’in hak dini seçmesi ile müslü-
manlarm sayısı kırkı buldu, o gün müslümanlar dışarı çıkarak Islâmiyetlerini
ilân ettiler.
Hz. Ömer (R .A .) de Resûl-i Ekrem’in kayın pederi ve ikinci halifesidir. Ce­
sareti, kahramanlığı, adaleti ve dirayeti ile dünyaya nam salmıştır.
Hadis rivayeti hususunda çok titiz idi. Ashab’tan yalnız bir kişinin rivayet
ettiği hadisin sıhhatmda tereddüt ettiği zaman duraklar ve tetkik ederdi. Nitekim
Ashab’tan Ebu M usa el-Eş’ari (R .A .) Hz. Ömer (R .A .)’in kapısına varır, 3 defa
açıktan selâm vermekle içeriye alınması için izin ister. İzin verilmeyince geri dö­
ner. Öm er (R .A .) arkasına adam göndererek çağırtır ve geri gidişinin sebebini
sorar Ebu Musa, (R .A .) Resûl-i Ekrem (S A .V .)’in : «Biriniz 3 defa selâm verip
cevap alamayınca geri dönsün» buyurduğunu bildirince, Hz. Ömer ( R A . ) : «Be-
hemhal ya sen bu hadis için şâhid getirirsin ya da ben saha (bildiğim i) yaparım »,
dedi. RavI Ebu Said (R A .) diyor k i : Ebu Musa (R ,A .) yanımıza, rengi değişmiş
olarak vardı. Sana ne oldu diye sorduğumuzda hadiseyi anlattı ve içinizde bu ha­
disi işiten var mı? diye sordu. Biz, hepimiz işittik dedik. Onlardan birisi kalkıp
Ebu M usa (R .A .) ile Hz. Ömer (R .A .)’in yanma giderek şâhidük yaptı.
Hz. Ömer, (R A .) Ebu Musa’yı teyid edecek b ir şahidin bulunmasını istemek­
le hadisin sıhhati için titizliğini belirtmiş oluyor. Buna benzer örnekler pek çok­
tur. Onun faziletleri ve hayat safhaları fle başarılan, ciltleri doldurur. Biz bu
kısa hal tercemesi ile iktifa edelim.
Hz. Ömer, hicri 23. yılm Zilhicce ayının sonunda şehid edildi. Kuvvetli riva­
yete göre 63 yıl yaşadı. Allah ondan râzi olsun. (B ak : Tezkire, sah. 8)
Bab: 11 MUKADDİME 175

— Ebû Bekir idi! diye cevap verdi bu defa:


— Sonra hangisi? dedim. Âişe (Radiyallahü anhâ),
— Ondan sonra Ömer'di! diye cevapladı. Bu kere:
— Daha sonra hangisi? dedim. Bunun üzerine:
— Bunlardan sonra Ebû Ubeyde idi! dedi.»

İ ZAHI

S i n d i diyor ki, bu hadiste beyan edilen muhabbet genel ol­


mayıp bazı yönler itibarı iledir. Dolayisı ile bu muhabbetin mesnedi
olan fazilet de özeldir. Onun için H z . Ö m e r ’ den sonra H z .
O s m a n ve ondan sonra da H z . A l i ’ nin üstünlüğü E h l - i
S ü n n e t mezhebince kabul edildiği halde bu hadiste H z . Ö m e r ' ­
den sonra H z . E b û U b e y d e zikredilmiştir. (Radiyallahü an­
hüm)

t) •^ û t —**** (Jp
J..* > S J

. ^Ajaja {jA 10* j i ıJLAîl)!

TER C E ME S İ

İ03) ... Ibn-î Abbâs ( R a d i y a l l a h ü a n h ) ’d e n rivâyetedildiğine göre k


en­
disi şöylesöylem iştir:
Ömer ( R a d i y a l l a h ü a n h ) , müslümanlığı kabul ed
ince Cebrail ( A l e y h i s s e -

l â m ) inerek:
«Yâ Muhammed! Gök ehli Ömer’in müslüman oluşu dolayisı ile
müjdeleştiler, dedi.»

Not ı Hadisin râvilerinden Abdullah bin Hirâs el-Havşabî’n in za y ıf olduğun-


da ittifak edildiği gerekçesi ile Zevaid m üellifi Nuruddini’l-Heysemî yazan bu is-
nadm zayıf olduğunu, fakat İbn-i Hibban’m bu râviyi sika sayıp hadisi kendi sahi­
hinde aynı sened ile tiahriç ettiğini söylemiştir.
178 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

İZAHI

M e k k e ' n i n nüfuzlu ve cesur adamlarından ve K u r e y ş ’ in


ulularından olan Ö m e r (Radiyallahü anh)’in müslüman olması
ile hak dinin kuvvet bulmasından ötürü Semâdakilerin ferah ve se­
vinçlerini yekdiğerine açıklamakla müjdeleşmede bulundukları ha­
dîste belirtilmek isteniyor.

Cf" 1 A *. ö t' tid 1 . xU- ( j — \*t

i t sj»*'C j f i l <W !kl£jl ı j jutli**.t« rjt ( ü i J T «5İ,C»


^ * ♦v / 2 0 * * * m* ' + + •îr ' * >•w
İ5 3 S V - a b . > ’ a r , & & & &

. . t b *' î i A İ .Mj C0 0 , s i •l•

. <2>\£ ^ !W j . U m J e h iiT İ U İ } 4 »U «4 J İ J 3 U » . ı_ j« M :j î i j j l j j ,

ü J 4 İ 4 İ '• ı l j , L İ I ^ » U 4 JTvS ^ J l * ^ JlS J

* ^3*y“ öj*tö\ {]• •**>!


T E R C E ME S İ

10 4) ... Übeyy binEâ’b ( R a d i y a l l a h ü a n h ) ’denrivayet edildiğine göre


kendisi: Resûlullah ( S a l l a l l a k ü A l e y h i v e S d l e m ) şöyle buyurdu, dem iştir:
«Hakk’m, musâfaha ettiği (toka laştığı) ve selâm verdiği ilk adam
Ömer’dir. Hakkın, elinden tutup Cennet’e koyduğu ilk kişi de O’dur.»
N o t : Hadisin isnadındaki râvilerden Dâvud bin Atâ el-MedenCnin zayıflığı­
na ittifak edildiği için bu isnadın zayıf olduğu ve diğer ravilerin sika oldukları ve
Hafız İmamü’d-Din bin Kesîr’in Câmiü’l-Mesânid adlı eserinde : Bu hadisin cid­
den Münker olup Mevzû olmaktan uzak olmadığım ve bunun tek nedeninin ravi
Davud bin A tâ olduğunu söylediği Zevâid’de belirtilmiştir.

İZAHI

Hadisin metninde geçen «Hak» kelimesi çeşitli şekillerde yorum­


lanmıştır. S i n d i bu muhtemel mânaları şöyle anlatır:
HAK’tan murad hak sahibidir. O da hakkı ve doğruyu ilhama
memur kılınan Melektir. Hak ve doğruyu insanların kalbine atmak­
la görevli memurun herkesten önce Ö m e r (Radiyallahü anh) ile
tokalaşması, selâmlaşması, elinden tutup Cennet’e idhal etmesinin
Bab: 11 MUKABDİME 177

mânası ö m e r ' in herkesten önce hak ve doğruyu duyup söyle­


mesi. uygulaması ve bunun neticesinde Cennetle mükâfatlanmasında
ilerde oluşudur.
HAK’tan maksad, batılın karşıtı da olabilir. Buna göre hakkın
Ö m e r (Radiyallahü anh) ile tokalaşması ve selâmlaşması, istişa­
re ve sairede isabetli görüş ve sözün herkesten önce onun tarafın­
dan zuhur etmesidir.
Hak ve doğru söz ve hareketlerin Âhiret günü güzel bir suret
şeklinde tecessüm ederek Cennet’e götürücü bir rehber olacağı mâ­
nası da muhtemeldir. «Elinden tutup...» tabirinden murad da rehber­
liktir.
Hak hangi mânaya yorumlanırsa yorumlansın burada belirtilen,
Ömer (Radiyallahü anh)’in üstünlüğü genel anlamda değildir.
Ancak isabetli konuşmadaki başarısı yönü iledir.
Hak’tan, Allah Teâlâ’nm kasdedilmesi ihtimali uzak olmakla be­
raber sakıncalıdır. Zira bu takdirde, Ö m e r (Radiyallahü anh)’in
peygamberlerden üstünlüğü gibi bir mâna çıkarılabilir, ki bunun im­
kânsızlığı besbellidir.

Übeyy bin K â’b’m Hal Tercemesi

Übeyy b. KâT> b. Kays Ebü’l-Münzir Hazreç kabilesinin Neccâr kolundandır.


Ashab içinde Kıraati en kuvvetli olan zat olduğunu söyleyenler vardır. Ona Sey-
yldU’l-Kurrâ denirdi. Bedir ve diğer savaşlara katıldı. Resfft-i Ekrem (S .A .V .)’den
Kur’an dersini aldı, İlim ve ameli şahsında toplıyan zatlardan olup menkıbeleri
yoktur.
Kendisinden hadis alanların başında Ebû Eyyûb-i Ensâri, îbn-i Abbas, Suveyd
bin Öufle ve Ebu Hüreyre gelir. Aynca bir cemaat ondan badis almıştır.
Rebî bin Enesin Ebü’l-Âliye’den rivayet ettiğine göre adamın biri Übeyy Haz­
retlerine: Bana tavsiyede bulun, dedi. Übeyy (R .A ;), o n a :
«K ur’an-ı kendine önder yap; Onun hâkimliğine ve hakemliğine râzi ol; Çün­
kü, şefaatçi, dosdoğru şâhid ve uyulması gerekli olan Besûiünüz (S .A .V .) gidince
onu bıraktı. O nda; sizden, sizden önceki insanlardan ve sizden sonra gelecek in­
sanlardan haber ve bahis var. Aranızda tatbiki gerekli hüküm de onda mevcuttur»,
dedi.
Hz. Ömer, (R .A .) Übeyy’e hürmet ve ikramda bulunur ve ona fetvâ sorardı.
Vefat ettiği gün Ömer (R .A .): «B u gün müslümanlann seyyidi (büyüğü) vefat
etti», dedi.
Übeyy H. 19. ve bazı rivayetlere göre 22. yılında Medine-i Münevvere’de ve­
fat etti. Allah ondan râzi olsun. (Bak : Tezkire : 16)

Sünen-i îbn-i Mâce - P .: 12


178 SÜN^N-t ÎBN-Î MÂCE

^ ^Juu0< ^1 d&ll «l*frA-İ •*— Auîlci^ı_<İA- t j! ^


. ^_^vcj "(jLjulj ^pUyj ajmj . wi.xi-l j d * : <£;\âu)l J6 < Jl J®*- ,j; ^1—• • *—
* û^»- ^«.b ût« û>.l <» J->

T E R C E ME S Î

1
0S) ... K S ş / t ( R a d t y a U â h ü a»A5)*dan;
R esûlullah ( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) , şöyle buyurdu, dediği rivayet
edilmiştir:
«Allah'ım! Islâmiyeti bilhassa Hattab oğlu Ömer (in müslûman-
lığı kabul etmesi) ile aziz kıl.»
N o t: Zevâid'de: Âişe (R .A .) hadisinin zayıf olduğu, çünkü bazı alimlerin,
ravi Abdülmelik b. el-Macişûn’u zayıf saydıkları, fakat îbn-i Hibban’m onu sika
saydığı, hadisin râvilerinden ez-Zenci (M üslim ) bin Halid’in, Buhari“ye göre ha­
disleri münker bir kişi olduğu, Ebû Hatim, Nesâî ve diğerlerinin de mezkûr râ-
viyi zayıf saydıkları, ama İbn-i Hibban ve îbn-i Mûîn tarafından sika kabul edil­
diği ifade edilmiştir.

Î ZAHI

«İslâmiyet! aziz kıl» demekten maksad, dini kuvvetlendir; küfre


gâlip kıl ve yardımım lütfet. Bu duâ hemen kabul olundu. Nitekim
Ö m e r (Radiyallahü anh) müslüman oluncaya kadar gizli tutulan
İslâmiyet O’nun, dine girdiği'gün açığa kavuşturuldu.
Metnin sonunda «Hassaten = bilhassa» kelimesi müellifin rivâ-
yetidir. Bu rivayete göre İslâmın aziz kılınması hususunda Resül-i
Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in yaptığı dua da yalnız Ö m e r
(Radiyallahü anh)’in adı anılmıştır.

T i r m i z î , bu hadisi iki sened ile rivâyet etmiştir:

İbn-i Abbâs (Radiyallahü anhJ’dan yaptığı rivâyet şöy­


ledir :
Bab: U MUKADDİME 179

j ' J-p r <J^. p -f^ = «Allah’ım! ls-


- " \ - ' \
lâmiyeti Ebû Cehil veyâ Ömerlin müslüman olması) İle az£z kıl.»
İbn-i Ömer (Radiyallahü anh) ’den aldığı rivayet de böy-

7 üi. P-‘»
r^u q \ a r ; .7^0

= «Allah’ım! İslâmiyet! Ebû Cehil ve Ömer’den en sevimli olanı


ile aziz kıl.» Râvi diyor k i: Bu iki şahıstan Resûlullah’a daha sevim­
li olanı Ömer idi.»
Sindi bunları naklettikten sonra diyor k i:
Muhtemelen Resûl-i Ekrem ilk zamanlarda bu nüfuzlu iki kişi­
den birisinin müslümanlığı kabul etmesi için duada bulunmuş; da­
ha sonra yalnız Ö m e r (Radiyallahü anh) için dua etmiştir.
T i r m i z i , î b n - i Ö m e r (Radiyallahü anh)’in rivâyet
ettiği hadisin Hasen ve Sahih olduğunu, fakat î b n - i A b b â s
(Radiyallahü anh)’in rivayetinin Garip olduğunu söylemiştir.

«ÂlXs- j V * y* ‘ *?*-“ 12. âüs Cj \^Jtt — N


y X* ^ w* * * ^
, £3 £ : 3A Ç U İ İ f : Dİ* J'

•J * t«
i*>^ - J f i
*

TERCEMESİ

106) ... AbdullahbinSelime(58) <z»£)’denrivayet edildi­


( R a d i y a l l a h ü

ğinegörek en disi, Ha Ali şöylesöylediğin


( R a d i y a l l a h ü i işittim,de­
a n h ) ’d e n

m iştir;
— Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den sonra insanla­
rın en hayırlısı Ebû Bekir'dir ve Ebû Bekir'den sonra da nâsm en ha­
yırlısı Ömer’dir.

(58) Abdullah bin Selime el-Müradl el-Kûfi, Ömer, Ali, Muaz ve Safvan bin
Assai (R .A .)’dan rivayette bulunmuştur. Kendisinden de Am r bin Miirre, Ebû
Ztlbeyr el-Mekkî ve Ebu îshak es-Sübey’î rivayet etmişlerdir. El-îclî onu sika say­
mıştır. Hulasa, sah. 200.
SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

TER C E ME S İ

107) ... Ebû Hüreyre (Radiyallahü ani)’den rivâyet edildiğine göre ken­
disi şöyle demiştir:
Biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) meclisinde oturuyor idik. O,
bize şöyle buyurdu:
«Ben bir ara uyarken kendimi Cennette gördüm. O esnada bir
kadm bir köşkün yanında abdest alıyordu. Ben (orada bulunanla­
ra) «Bu köşk kim için (yapılmış) dir?» diye sordum. Kadın $ Ömer
(İbn-i Hattab) içini dedi. «(Buraya girip bakmak istedim. Fakat)
Ömer'in gayretini (kıskançlığını) hatırladım da hemen geri dön­
düm.» Ebû Hüreyre dedi ki;
« (Resûl-i Ekrem'in müjdesinden duygulanan) Ömer (Radiyallahü
anh) (sevincinden) ağladı da! Y& Resûlallah! Babam, anam sana fe­
da olsun, sana karşı mı kıskançlık edeceğim? dedi.»

t Z A H I

B u h a r ı , hadisi H z . Ö m e r (Radiyallahü anh) ’in mena-


kıbı için açtığı babta, ayrıca Cennetin halen mevcut olduğuna tah­
sis ettiği babta müteaddit senedlerle ve bazı rivayetlerin metni bur-
dakinden daha uzun olarak almıştır. M ü s l i m de Hz . Ö m e r ’ in
faziletleri için açtığı bir babta müteaddit senedlerle rivâyet etmiştir.
B u h a r i ' nin E b û H ü r e y r e ' den rivâyet ettiği metnin
şerhinde K a s t a l â n i :
«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in karşılaştığı kadın,
Ümmü Süleym olup o esnada hayatta idi», diyor. H z . ö me r (Ra-
Bab : 11 m ü k a d d îm e ıs ı

diyallahü anh)’in menkıbelerine dahil olan bahta B u h a r î ’ nin,


C â b i r b i n A b d u l l a h (Radiyallahü anh) ’dan rivâyet ettiği
benzer hadîste de köşk civarında bir câriye bulunduğunu belirtir.
Kadının aldığı abdestin mükellef olunmamakla beraber, bilinen
şer’î abdest olması veya sırf güzelleşmek için yıkanmak anlamında
olması muhtemeldir. Kadının dünya hayatında abdeste düşkünlü­
ğü ve devamlılığının semeresi olarak da yorumlanabilir. (59)
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in «Bu köşk Mm İçin­
dir?» sorusunu Mme sorduğuna dair bir sarâhata rivayetlerde rast­
lamadım. Bu sorunun cevabı husûsunda ise rivayetlerde:
= «Yanında bulunan Cebrail veya başka Melek dedi.» 1jîlj
* ' ı '
= «Yanındaki Melekler dediler» ve o J li =t «Melekler veya köşk
yanmda abdest alan kadın dedi.» olmak üzere üç şekil ifâde vardır.
Bunlar arasında bir çelişki yoktur. Hepsinin, aynı cevâbı vermiş ol­
ması mümkündür. Bu durumda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ’in sorusunun muhatabı da hepsi olabilir. Fakat bâzı âlimler
sorudaki muhatabın Melekler olduğunu söylemişlerdir.
Metinde geçen J-*J- O J S ~ Â i = «Ben Ömer’in kıskançlı­
ğını hatırladım» cümlesi B u h a r i ’ nin bir rivayetinde :

cÜ_» <1>j S Xİ ss «Ben senin kıskançlığını hatırladım» ta­

biri kullanılmıştır. K a s t a 1â n i, Ö m e r (Radiyallahü anh)’m


menkıbeleri bahsinde bu cümleyi izah ederken «Nikâh» bahsindeki
rivayette ise:
j | ^Jl_s =1 «Köşküne girmeme sırf se­
nin kıskançlığını bilmem engel oldu» ifadesi vardır» diyor.
Terceme için elimde mevcut Sünen nüshasındaki bu cümle ne­

dense *4j — «Kadın, Ömer’in kıskançlığım zikretti»

mânasını verecek bir tarzda harekelenmiştir. Böyle irab eden hadis-


çilerin bulunduğuna rastlamadım. Mamafih bu harekeleme matbaa
hatâsı olabilir. Bu takdirde «Fezekertû = ben hatırladım» kelimesi
mütekellim sığası olur ve diğer rivayetlere uygun düşer.

(59) Kastalâni. ciid 7, sah. 344


182 SÜNEN-1 ÎBN-İ MÂCE

Bu hadis, H z . Ö m e r ’ in Cennetlik olduğuna. Cennetin.ha­


len mevcut olduğuna ve Ö m e r (Radiyallahü anh)’in faziletine
delâlet eder.

ti Juîi ^e. t İJfcVi XŞ u?. «jd£- ti ^ .V < 1^5? — \ *h

<513 jî~ ' cJıc* : 2)U t ‘ 4 JJ>S^S

. « 4ı_ 0 ü U Jp Jjh ü| » cl

TERCEMESİ

1
08) ... EbûZerr (Radiyallahü anh)'den:
Resûlullah ( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m )'denişittim: Ş
öylebuyurdu, dedi­
ği rivayetedilm iştir:
«Şüphesiz Allah (Teâlâ) hakkı, Ömer'in dili üzerine koydu. (Onun
dili ile icra kıldı.) Ömer hak ile hükmeder.»

(ite.) OSMAN .(BİN AFPAN) ( Radiyallahü anhm FAZİLETİ VE


KISA HAL TERCEMESİ
Hz. Osman (R .A .)’m meşhur künyesi «E bû Amre’dır. Ayrıca, Ebû Abdillah
ve Ebû Leylâ ile de künyelendiğl olmuştur; («Z ü ’n-Nûreyn, = iki nur sahibi) de
lâkabıdır. B u lâkabın kendisine veriliş sebebi; kendisinin, Peygamber (S A ..V .)’in
kızı Bukiyye ile evlenmesi ve onun vefâtı üzerine öbür kerimesi Ümmü Gülsüm
ile izdivacı gibi hiç kimseye nasip olmayan bu yüce şerefe erişmiş olmasıdır.
Miftâhû'l-Hace, bu lâkabın verilişi yolunda iki ayn sebep daha zikretmekte­
dir : Birisi, kendisinin N ûr olan Kur’an-ı K erim i bir Vitir namazında hatmetmesi
ve Teheccüd (gece nam azı) ibadetine devam etmesi; diğer sebep de Cennet’e gi­
receği zaman şimşek gibi parlayan iki Nûrün ona ihsan edilmesidir.
Hz. Osman (R .A .)’da beşinci babası olan Abdi Menaf’ta Resûl-i Ekrem
(S .A .V .) ile birleşir. Resûlullah’m 3’üncü halifesi ve Ebû Bekir ile Öm er’den son­
ra ümmetin en üstün simasıdır. Dâre-Kutnî*nîn rivâyet ettiğine göre Hz. A li
(R .A .)’nin yanında b ir ara Hz. Osman (R A .V dan bahsedildiğinde: «Osm an öyle
yüce bir zattır k i; gökte bile (ma ’Zün-Nûreyn' denilir» demiştin.- Hz. Osman
(R A ,), Kur’an nüshalarım çoğaltıp merkezi illere gönderdi. Horasan ve M ağrip
mıntıkaları onun hilâfeti devrinde fethedildi. Cennetlik Olduğu, Peygamber (8 A .V .)
tarafından müjdelendi. Habeşistan'a ve Medine'ye hicret buyurdu.
Kendisinden hadis rivayet edenlerin başında; oğullan Amr, Ebân, Sald ve
mevlâsı Ham ran ile Enes bin Mâlik, Ebû Umâme b. Sehl, el-Ahnef bin Kays, Said
bin el-Müseyyeb, Ebû Vâil, Ebû Târik bin Şihâb, Ebû Abdurrahman es-Selmi, Alka-
me bin Kays ve M âlik bin Evs bin el-Hadsan gelir. Bedir ehlinden sayılmıştır. Hilâ­
fetten çekilmesi için yapılan baskı ve tehditlere karşı sabretti. Nihayet kendi evinde
(Revamı 183.cü sahifede)
Bab: 11 MUKADDİME 183

HZ. OSMAN (Radiyallahü anhî’IN FAZİLETİ

ı oC*- V - î •»î’bjl j

TER C E ME S İ

109) ... Ebû Hüreyre (Radiyallahü atık)’Atsa: şöyle dediği rivâyet edil­
miştir:
Reüûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
«Cennette her peygamberin bir arkadaşı olur. Orada benim arka­
daşım da Osman bin Affan’dır.»
. N o t : Hadisin isnadındaki râvîlerden Osman b. Hâlid, hadisçilerin İttifakı
ile zayıf, sayıldığı için bu isnadın zayıf olduğu Zevâid’de belirtilmiştir. Fakat
Tirmizi bu hadisi, Talha bin Ubeydullah yolu İle ria y e t etmiş ve isnadının kuv­
vetli olmayıp «G a rib » olduğunu ifade etmiştir.

İZAHI

Metinde geçen «Refik» kelimesi: genellikle yol arkadaşı mâna­


sında kullandır. Bâzen de sadece arkadaş anlamında kullandır. Bu­
rada ikinci mâna kasdedilmiştir.
Sindi, Hz. Osman (Radiyallahü anh)’m, Cennette Re-

H Z. OSMAN (Baştarafı 182.Cİ sahifede)

Kur’an tilâveti ile meşgul iken H. 35 yılı 18 Zil-Hicce Cuma günü 80 kusûr yaşın­
da iken şehid edildi. Hz. Ali’den yaklaşık olarak 18 yaş büyük idi. İlm i, ameli,
orucu, teheceüdü, cihadı, cömertliği, İslâm uğrunda büyük m alî fedâkârlığı, sıla-ı
rahmi ve daha b ir çok meziyetleri ile üstün bir mevkii var idi. Allah ondan râzî
olsun. Ve Bafizilerin cezâsnu versin.
Hz. Osman (R .A .) için de diğer halifeler gibi müstakil eserler yazılmış olup
faziletleri, hizmetleri ve hayatı hakkında geniş malûmat isteyenler anlara müracaat
edebilirler.
184 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

sûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’e refik oluşunun sebebi şu


âyet-i celile’nin işâret ettiği İlâhi müjdedir:

0 r •»' ıİ \r ı * > - •> * > • ' - ö-ı " ı > ' t ' - ss„ "
(*y-\ ^ ^ j J
* * •" -■ * ■».. t t* % t- a»>
:C r* IjjS

« (Dünyada) zürriyetleri iman edip kendilerine uyan mü’minlere,


(Âhirette) zürriyetlerini kavuştururuz. (Onlan da, baba ve dedeleri
gibi Cennet’e idhai ederek büyüklerinin derecelerine yükseltiriz.) Bu­
nunla beraber (baba ve dedelerinin) amellerinden hiç bir şey eksilt­
meyiz.» (Tür sûresi, âyet: 21)
Çünkü; bu âyet’e göre Eesûl-i Ekrem’in muhterem kızlan Cen­
nette Peygamber’in yanında olacaklardır. H z . O s m a n da bu
iki kerimenin eşi olduğu için onlara tâbi olarak, dolayısı ile o da Pey­
gamber (Sallallahü Aleyhi ve Selleml’in yanında bulunacaktır.
H z . A l i (Radiyallahü anh) de Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Selleml’in damadı olduğu halde ondan bahsedihneyip, Pey-
gamber’e arkadaşlığın H z . O s m a n ’ a veriliş sebebine gelin­
ce, H z , O s m a n Peygamber’inzürriyetindensayılmazdı. Fakat
H z . A l i , Peygamber’in çok yakm akrabası oluşu ve onun eğiti­
minde nevş-ü nemâ bulması dolayısı ile zürriyetinden sayılmaktadır
Âyet’in muktezasınra onun arkadaşlığı da tabii görülür. Artık bunü
belirtmeye hacet kalmamış olur. Diğer taraftan hadiste Cennette Pey­
gamberle arkadaşlığın H z. O s m a n ' a inhisar ettiğine dâir her
hangi bir belirti veya işaret bile yoktur, der.

. 4*î ı S ^ : oıjjJİ
TER C E M E S İ
110) ... Ebû Hüreyre (RetâiyaUaku mhyden rivayet edildiğine göre ken­
disi şöyle söylemiştir:
Bab: 11 MUKADDİME 185

Nebi ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mescidin kapısı yanında Osman (Ra­


diyallahü anh)’a rastladı ve:
«Yâ Osman! Bu, Cebrail’dir. Kızım Rukiyye’nin mihr-i misli ile
ve onunla yaptığın hayat arkadaşlığı gibi bir arkadaşlık yapmak
üzere Allah’ın (kızım) Ümmü Gülsûm’un nikâhını sana kıydiğını ba-
na haber verdi» buyurdu.
N o t : Bu hadisin senedinin bundan öncekinin senedi gibi olduğu Zevâid’de
bildirilmiştir.

t Z A H I

S i n d i diyor ki: A h z â b sûresinin 37’nci âyeti, Resûl-i Ekrem’in


annemiz H z. Z e y n e b (Radiyallahü anh) ile nikâh akdinin Al­
lah tarafından yapıldığım bildirdiği gibi bu hadisin zahirine güre
Ü m m ü G ü l s û m ’ un nikâh akdi de aynı şekilde Allah tara­
fından yapılmıştır. S i n d i daha sonra bu hadisin isnadı, bir ön­
ceki hadisin isnadındaki nedenle zayıftır; der.

Miftahü’l-Hâce müellifi diyor ki: Peygamber 33 yaşında iken


km R u k i y y e doğdu. En kuvvetli rivayete ğöre Z e y n e b ’ den
sonra en büyük kerimesi R u k i y y e idi. Bu kerime-i Muhtereme
E b û L e h e b ’ in oğlu U t b e ’ nin nikâhı altında idi. Kardeşi
Ü m m ü G ü l s û m de U t b e ’ nin kardeşi U t e y b e ’ nin
nikâhlısı idi. E b û L e h e b hakkında «Tebbet yfcdâ Ebl leheb» sû­
resi nâzil olunca, E b û L e h e b oğullânna t «Eğer Muhammed
(Sallallahü Aleyhi ve Selleml’in kızlarını boşamazsanız sîzlerle iliş­
kimi keserim» dedi. Bunun üzerine boşadılar. Zaten ikisi de duhûl
yapmamış idi. H z . O s m a n bundan sonra R u k i y y e (Radiyal-
lahü anhâ) üe Mekke’de evlendi. Birlikte H a b e ş i s t a n ’ a hic­
ret ettiler. Resûl-i Ekrem, B e d i r savaşında iken R u k i y y e
(Radiyallahü anhâ) vefât etti.

Ü m m ü G ü l s û m ' e gelince, rivâyet» göre U t b e onu bo­


şadıktan sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selleml’in yanma va­
rarak : Ben senin dinini inkâr ettim; kızını da boşadım. Ne sen
beni sev, ne de ben seni seveyim dedi ve saygısızlıkta bulundu. Hat­
tâ mübârek gömleğini yırttı. Resûl-i Ekrem de Allah’ın ona bir ca­
navarı musallat etmesi yolunda bed duâda bulundu. Kısa bir zaman
sonra Ş am seferine çıkan bu hâin, bir arslan tarafından kervan
arasından seçilerek alınıp parçalandı ve böylece cezâsmı buldu.
188 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

H z . R u k i y y e ’ nin vefâtmdan sonra Resûlullah bu hadis­


te belirttiği gibi Allah'ın emri ile Ü m m ü G ü l s û m ' u H z . O s ­
m a n ’ a verdi. Ü m m ü G ü l s ü m de hicretin 9. yılı vefât
etti. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bizzât cenâze na­
mazım kıldırdı.
« fuL* a * <

. Olîf «Jb-jJiV.5 • ®_^Şefi C?--3-* ^


T E R C E M E S İ

İli) ... K âb U n Ü cra (6 0 ) (Radiyallokü anh)’den, rivâyet edildiğine gö­


re kendisi şöyle dem iştir:

— Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (meydana gelecek)


bir fitneyi zikretti ve pek yakın bir zamanda olacağım bildirdi. O sı­
rada ridası ile başı örtülü bir adam oradan geçti. Resûl-i Ekrem de t
«Bu adam o fitne günü hidayet ( = doğru yol) üzerinde (ola­
cak) tır.» buyurdu. Ben hemen yerimden sıçradım ve Osman (orada
geçmekte olan adam) iki pazısından tutum: Sonra Resûl-i Ekrem’in
karşısına çıkıp: Bu adam mı?» diye sordum. Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) *de «Bu adam»dır, buyurdu.
N o t : Seneddeki râvUerden Muhammed hin Sîrin’in KâT> bin Ucra’dan ha­
dis işitmediği, Ebû H&tem tarafından beyan edildiği, oysa bu isnadda Muhammed
bin Slrîn’in K â ’b’ten rivayette bulunduğu görüldüğü için Zevâid müellifi, bu is­
nadın «M unkati» ( = kesik) olduğunu ve isnaddaki diğer bütün ravilerin sika
olduğunu söylemiştir.

I Z A H I

Hadisin metninde geçen «Ridft» elbise üzerinde giyilen cübbe, hır­


ka, abâ ve benzeri libasın adıdır. Metindeki «Mukanna» kelimesi de

(M ) K â b bin ü cra bin Ümeyye bin Adi, Ebu Muhammed, Medinelidir.


47 hadis rivayet etti. Sahİhayn 2 hadisini ittifakla ve Müslim münferiden 2 ha-,
dişini almıştır. O ğullan Muhammed, îshak ve Abdülmelik rivayet etmişler. Hulâsa
sah. 321
Bab: 11 MUKADDİME 187

«TaknI» masdanndan alınma «lsm-1 mefûl»’dür. Araplar zaman za­


man ridalarmm yakasını başlarına geçirip kenarlarını omuzlarının
önünden aşağıya sarkıtırlar. Bu durumda arka ve yandan bakıldı­
ğında adam tanınmayabilir. Çünkü başı örtülü olup yalnız yüz kısmı
açık kalır. Bu türlü giyinişe «Takni» ve böyle giyinene de «Mukan-
naü’r-Re’s» denir. H z . O s m a n (Radiyallahü anh) o gün bu
giyinişte oradan geçtiği ve onun için ravi K &’ b b. Ü c r a ko­
şup onun kollarından tutup teşhis ettikten sonra «Bu adam nu?» diye
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’* sorup gerçeği öğrenme­
ye çalıştığı anlaşılır.

TER C E ME S İ

112 ... Nu’man bin Beşîr (Radiyallahü anhümâ)’âen rivâyet edildiğine


göre Âişe (Radiyallahü anh)'*. şöyle söylemiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Yft Osman! Eğer Allah sana bir gün bu (halifelik) işi verir de raü-
n&fıklar Allah’ın sana giydirdiği (halifelik) gömleğini soymaya kal­
kışırlarsa sakın sen o gömleği soyma, (halifelikten çekilme)* buyur­
du. Bu sözü üç defa tekrarladı.
Noteaa Bin Beşîr*in H al Tercemesi
Nu’man bin Beşir (R .A .) Ensar’m Hazreç Kabilesine mensup olup hicrette
İlk doğan Ensâri’dir. 124 hadis rivayet etmiştir. Buhari ve Müslim 5 hadisinde
ittifak etmişler. Aynca Buhari bir hadisini, Müslim de 4 hadisini münferiden ri­
vayette bulunmuşlardır.
Kendisinden hadis rivayetinde bulunanların başında oğlu Muhammed, Mev-
lâsı Habib b. Salim ve ŞaTbl gelir. Bunlardan başka da b ir taife ondan hadis al­
mıştır.
Çok hatlb bir zat idi. Küfe ve Dımışk valiliğinde bulundu. Hicri 64. yılı Dı­
mışk'ın doğusunda kalsa ‘R&hıt’ adlı mevkide öldürüldü. Allah ondan râzi olsun.
(B a k : Hulâsa, sah. 402)
188 SÜNEN-t ÎBN-t MÂCE

Râvi Num&n dedi k i: Ren Âişe’ye: Resûl-i Ekrem’in bu sözlerini


(zamanında) halka bildirmeden seni engelleyen şey neydi?» diye sor­
dum. O da * Bu hadis bana unutturuldu, diye cevap verdi.»

İZAHI

Miftâhü’l-Hace yazarı diyor ki, hadîs H z . O s m a n (Radi­


yallahü anhl’ı şehid edenlerin münafık olduklarına delâlet eder. Ha­
dîste geçen gömlekten maksad özel bir elbise ve maddi bir sembol
olmayıp halifelik görev ve yetkisidir.
H z . Â i ş e (Radiyallahü anhâ) ’nin bildiği hadîsin lüzumu hâ­
linde ona unutturulması ve İslâm cemâatinin açık ve seçik olan bu
emr-i Nebevî’den habersiz kalışı ancak İlâhî takdirin böyle tecelli et­
mesi ile izah edilebilir.

T E R C E ME S İ

113) ... Kays bin Ebî Hânın (Radiyallahü a«A)’den rivayet edildiğine
göre Âişe (Radiyallahü anhâ) şöyle demiştir:
Bab: 11 MUKADDİME

«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)» (son) hastalığında (bi­


ze hitaben):
— «Ashabımın bâzısmm yanımda bulunmasma sevinirim», bu­
yurdu. Biz (O'na) :
—■Y& Resûlallah! Senin için Ebû Bekr’i çağırmıyalım mı? dedik.
O, (bizim bu sözümüz üzerine) sustu. (Bu kerre biz O'na) :
— Ömer’i senin için çağırmıyalım mı? söyledik. O, yine sustu.
(Bunun üzerine biz O'na) :
— Senin için Osman’ı çağırmıyalım mı? dedik. Resûl-i Ekrem >
— «Evet!» buyurdu, (da gereği yapıldı.)
Biraz sonra Osmrnı geldi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) onunla yalnız kaldı, (özel görüştü.) Artık Resûl-i Ekrem onun­
la konuşmaya devam ediyordu. Osman’ın yüzü de (gittikçe) değişi­
yordu.
Râvi Kays dedi k i:
«Hz. Osman (Radiyallahü anh)'m mevlâsı Ebû Sehle, bilâhare
(Hz. Osman’ın şehîd edilmesi olayından sonra) bana şöyle söyledi:
Hz. Osman bin Affân (Radiyallahü anh); «Yevme'd-Dar s= Ev
günü:
— Gerçekten Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bana tür
ahit (söz) söyledi. İşte ben buna dönüşöcûyüm, dedi.
(İbn-i Mâceh'e, isnadı ileten 2 raviden birisi olan) Ali (bin Mu­
hammet’in rivâyet ettiği) hadîsinde (Osman (Radiyallayü anh)'m
son cümlesi hakkında) dedi k i: «Ben de bu ahit üzerinde sabredici-
yiin»
Râvi Kays: İşte âlimler, hadîste geçen «Yevme’d-Dar = Ev gü­
nünün» (Hz.) Osman'ın evinde muhasara edildiği gün olduğu kanaa-
tında idiler.
N o t : Zevâid’de şöyle denilm iştir: Bunun senedi sahih olup râvileri süca
zatlardır.

İZAHI

Bu hadis de H z. O s m a n (Radiyallahü anh) ’m Resûl-i Ek­


rem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) katındaki mevkiini göstermekte­
190 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

dir: Efendimizin son hastalığında onunla görüşmeyi tercih etmesi,


ev halkından bile gizli tuttuğu özel görüşmede bulunup gelecekte vu­
ku bulacak bazı fitneleri ona açıklaması ve bu fitnelerde hareket tar­
zını tayin ve tesbit etmek lutfünü bahşetmesi her türlü takdirin fev­
kinde, üstün sevginin büyük bir tezahürü değil mi?
\ •" '«t '
Hadîste geçen . . . cümlesinin T ı y b 1 ta­
rafından şöyle yorumlandığını S i n d i nakleder:
O s m a n (Radiyallahü anh) bu sözü ile şunu demek istemiş­
tir : «Resûl-i Ekrem, meydana geleceğini bana bildirdiği fitne vuku
bulduğunda benim sabretmemi ve savaş yapmamamı buyurdu.»
«Zevâid» müellifi, hadisin isnadının sahih ve râvilerinin sika ol­
duğunu söylemiştir, t b n - i H i b b a n da hadîsi, t b n - i M â ­
ce h ’ in beyân ettiği seneddeki râvilerden V e k i yolu ile aynı se­
ned ve metin ile Sahih’inde tahriç etmiştir.
t b n - i M â c e h ’ in son râvi M u h a m m e d b i n A b ­
dillah b i n N ü m ey r ’ denrivâyet ettiği ve H z. O s m a n
(Radiyallahü anh) ’m mevlâsıE b û S e h 1 e ’ nin naklettiği H z .
O s m a n’ 'm sözü:
‘j \ ' ‘l - j ' fk J .C , k 'J j L / oi

*L*J| jjCm» Ü Ci
= «Şüphesiz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana bir
ahit (söz) söyledi. İşte ben buna dönüşücüyüm» şeklindedir.
î b n - i M â c e h ’ in yine son râvi olarak hadis aldığı 2’nci
zat A } i b i n M u h a m m e d ’ in rivâyet ettiği ve yine H z .
O s m a n (Radiyallahü anh) ’m mevlâsı E b û S e h 1e ’ nin nak­
lettiği O s m a n (Radiyallahü anh) ’m sözü ise:
r • ' * 'ti' ' **- ^ '■-t > ı
İÂ.— 4ÜI <US1 Ü|

Â-JlC- j j l l * Ij’İj

= «Şüphesiz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana bir


ahit (söz) söyledi ve ben ona sabrediciyim» şeklindedir.
Görüldüğü gibi iki rivayetle alman metinin yalnız son cümlesi
ayrıdır. Bu ayrılık mâna bakımından da bir fark teşkil etmez.
Tirmizi de yalnız E b û S e h 1e ’ nin sözünü ikinci ifa­
Bab : 11 MUKADDİME 191

de ile ve sadece «ve ene» tabiri yerine «fe ene» tabiriyle rivayette bu­
lunarak; bu hadis «Hasen sahih»tir demiştir. (61)

K AYS B İN E B İ H Â ZIM ’IN H A L TERCEM ESİ

El-İmam Ebû Abdillah El-Ahmesl El-Becelî Kûfe’li olup bu yerin, muhaddi-


sidir. Resûl-i Ekrem (S A .V .)’e kavuşup O ’na biat etmek iizero yola düşen bu
muhterem, henüz yolda iken, Peygamber (S .A .V .) dünyasım değiştirdi. Sahabîlik
şerefine ulaşmamakla beraber, âşıkı bulunduğu Fahr-i Kâinat efendimizin en ya­
kın arkadaşlarından feyiz alarak; Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Ebû Ubeyde, İbn-i
Mes’ûd ve nice büyük sahabîlerden hadis aldı. Hz. Osman (R .A .)m taraftan idi.
Kendisinden hadis rivayet edenlerin başında Beyân b. Bişr, el-A’meş, İsm ail
b. Ebi Halid ve Mücalid gelir. Yahya bin Muin ve başkaları onu sika saymışlar­
dır. Îbnü'l-Medinî de : Kays’m hadisleri bütün çevrelerce hüccet kabul edilmiştir,
der. Hicrî 97. yılda vefat etmiştir. 98’de vefat ettiğini söyleyenler de olmuştur. A l­
lah rahmet eylesin. Âmin. (B ak : Tezkire Sah. 61)

(H z.) A L İ B İN EBİ T A L İB (Radiyallahü anlı)’IN F A Z İL E T İ VE


H Â L TERCEM ESİ

Hz. Ali (R .A .) b. Ebi Talib b. Abdilmuttalib b. Abdi Menaf-i Hâşimî’dir. An­


nesi ise Fâtıma (R .A .) binti Esed İbn-i Haşini İbni Abdi Menaftır. Bilindiği gibi
Peygamberimizin amcası olan Ebû Talib’in oğludur. Ebü’l-Hasen künyesiyle anı­
lan Ali, (R .A .) Peygamber tarafından «Ebû Turâb» künyesiyle de künyelenmiştir.
Hz. Muhammed (S.A.V.)'in risaletinin 2’nci günü 12 yaşında iken müslüman ol­
muştur. Resûl-i Ekrem'in hicret ettiği gece Peygam berin yatağında hayati teh­
likeyi göze alarak büyük bir cesaretle yatmış ve.kendisine tevdi edilen emanetle­
ri sahiplerine iade ederek bir gün sonra Resûlullah’ın talimatı gereğince hicret et­
miştir. Bedir, Uhud, Hendek vs. savaşlara katılarak üstün bir kahramanlıkla sa­
vaşmıştır. Hemen hemen her savaşta yara alan Hz. Ali (R A .) rivayete göre Uhud
savaşmda 16 yara almıştır.
Diğer taraftan ilmi bir dehâya sahipti. Hatipliği, edebiyatı müstesna b ir de­
recede idi. Hikmetli sözleri, hutbe ve şiirleri meşhurdur. Hz. Ömer ;

u Lâ İİ = «G örüş ve hükmünde en isabetli hukukçumuz ve kadımız

A li’dir», buyurmakla bu sahadaki kudretini dile getirmiştir.


Kendisinden hadis rivayet edenlerin başında oğullan Haşan, Hüseyin, eşi Fa-
traıa, İbn-i Öm er ve İbn-i Abbâs gelir.
Hz. Ali’nin hükümleri ve fetvalan intişar etmiş ise de İbn-i Kayyım’m dediği
gibi aşın Şiiler bu fetvalara çeşitli yalanlar kanştırarak çoğunu bozmuşlardır. Bu
sebeple Buhari, İbn-i Sîrln’in A li (R .A .)’den rivayet edilen fetvalann yalan oldu­
ğuma hükmttiğini rivayet etmiştir. Bu sebeple sahih hadis kltâb sahipleri O’nun yal­
nız Ehl-i Beyt yahut Abdullah İbn-i Mes’ûd (R .A .)’in arkadaşlan yoluyla rivayet
edilen hadislerine ve hükümlerine itimad etmişlerdir.
Resûl-i Ekrem’in damadı ve 4. halifesi olan bu zatın 5 senelik halifelik dev­
resi bilindiği gibi çok hadiseli geçmiştir. Nihayet hicretin 40. yılı Ramazan ayının
17. günü sabah namazında îbn-i Mülcem adlı habis bir hârici tarafından vurulmuş
(61) Sindi, sah. 28 (Devamı 192,ci sahifede)
192 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

( gsj t— ^ ^la» )

ALÎ B. EBÎ TÂLİB (Radiyallahü anh) ’IN FAZİLETİ

t jj-C ( j *J)I -i-A j i \ jt lj < Uf . jj1 — N\i

ü| : 0^ ‘ ‘ ü Jİ û* ‘ ‘j ’ O* ‘

• o ^ * ^| ti-^-rL ‘ y•*^i e?:£ y ^ ^H§|f't^yi

T E R C E ME S İ

114) ... Zirr bin Hubeyş (Radiyallahü anh)’den, Ali (bin Ebî Taîib Ra-
diyallahü anh)’m şöyle söylediği rivayet edilmiştir:

— «Gerçekten, mü’mia'dea başkasının beni sevmiyeceğine ve


münafıktan başkasının bana buğzetmiyeceğine Ümmî Peygamber
(Saltalahü Aleyhi ve Sellem), bana kesin bir ahid ve teminat verdi.»

İ ZAHI
Ümmî s Okuma yazma bilmiyen kimseye denir. Resûl-i Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in Ümmi olduğu halde geçmiş ümmet­
lerin, peygamberlerin, inananların ve iman etmeyenlerin hallerini,
T e v r a t , Z e b û r , İ n c i l ve suhufiarm hakiki nüshalarında
mevcut malûmatı bilip haber vermesi; geçmişteki tüm olaylan ay­
nen anlatması; bütün Arap edebiyatçılarınım en dâhi olanlarını şaş­
kına döndüren beşer üstü belâğatı ihtiva eden K u r ’ a n - ı K e ­
r i m ’ i tebliğ edişi büyük bir mucizedir. Bu sebeple K u r ’ a n - 1
K e r i m , de O yüce Resûl-ü Ümmilik ile vasıflandırmıştır.
H Z. A L Î .......... .......... .................. ..... ........ (Baştarafı 191.ci sahifede)
ve iki gün sonra Kûfe’de 63 yaşında iken şehid olmuştur. Hz. A li’nin, hayatı, men­
kıbeleri için özel kitablar yazılmıştır. Onun bakında geniş malûmat isteyenler o
konudaki eserlere müracaat etsinler. Biz bu kadarla yetinmek durumundayız.
(B ak : Tezkire : Sah. 10-13)

Z irr bin Hubeyş ( R A . )ln H âl Tercemesi

.Zirr b. Hubeyş’in künyesi Ebû Meryem’dir. Kûfe’lidir. Cahiliyet devrini gö­


rüp, 120 veya 127 sene yaşadığı mervidir. Ömer, Ubeyy, Ali, Huzeyfe, îbn-i M es’ûd’-
dan rivayet etmiştir. Kendisinden de Asım b. Behdele, îbn-i Ebî Lübâbe, îbn-i Ebî
Hâlid, Adiy b. Sâbit, Ebû İshak Eş-Şeybânı, el-A’meş ve başka zatlar hadis hımış­
tır. H icri 82. yılında vefat etti. Allah cümlesinden razî olsun. (B ak : Tezkire Sah. 57)
Bab: 11 MUKADDİME 193

H z . A l i (Radiyallahü anh)’yi sevmek veya ona buğzetmek


mes’elesine gelince; E h l - i S ü n n e t ’ in görüşüne göre; E b û
B e k i r . O m e r ve O s m a n (Radiyallahü anhüm) ’den son­
ra ümmetin en üstün şahsiyeti, Resûl-i Ekrem’in 4. halifesi, damadı,
küçük yaştan itibaren lslâmiyete sarılarak bütün gücü ile dine yap­
tığı büyük hizmet ve fedakârlığı bilinen bu mübarek zâtı sevmek el­
bette mü'min’in şiân ve O'na buğzetmek de münafık olanm işi olur.
Esâsen bütün sahabileri sevmek müslümanlann kutsal görevi oldu­
ğu gibi onlara buğzetmek de münafıklığın belirtisidir. Çünkü K u r'-
a n - ı K e r i m Ashâb’ın değerini bildirdiği gibi sahih hadis ki-
tablannda yer alan yüzlerce sahih hadîs, Sahabılerin yüceliğini ve
onların mertebelerine erişilemiyeceğini ortaya koymuştur. Allah,
cümlesinin mertebelerini daha da yüceltsin ve bizi onların şefâatma
mazhar kılsın.
Gerek H z. A l i ve gerekse diğer Sahabileri (Radiyallahü
anh) sevmek veyâbuğzetmenin iman veyâ münafıklığın alâmeti sa­
yıldığına dair hadisler B u h â r i , M ü s l i m ve diğer hadis kitabla-
rmda yer almıştır. Tabii bahis konusu sevgi veya nefret Sahâbilerin
İslâmiyet uğrundaki hizmet ve yararlıklarından dolayı olduğu takdir­
de iman ve nifak alâmeti oluşu muraddır. K u r t u b i bu hususta
şöyle der:

«Ama, bir kişi (yukarda belirtilen nedenle değil de) özel bir se­
beple, meselâ bir maksada muhalefet, bir zarar veya benzeri bir şey­
den ötürü, bir Sahabi’ye buğzederse bundan dolayı münafık ve kâ­
fir olmaz. Ashâb arasında bir çok muhalefet, hattâ savaş bile mey­
dana gelmiştir. Bununla beraber hiç kimse diğerinin küfrüne veyâ
münafıklığına hükmetmemiştir. Onlann bu husustaki halleri şer’i
hükümler hususundaki müctehidlerin durumuna benzer. Bir kavle gö­
re hepsi isabet etmiştir. Diğer bir kavle göre birisi isabet etmiş, di­
ğeri de hata etmiştir. Ancak hata eden mazur sayılır. Çünkü o da
kanaat ve içtihadına göre hareket etmiştir. İşte bu nedenle hiç birisi­
ne buğzetmek câiz görülmez...»

Sindi, de hadisin izahında şunlan söyler:

Hadiste A l i (Radiyallahü anh) için istenen sevgi, ifrat dere­


cesine vardırılmayan ve lâyıkı veçhiyle beşlenen mahabbetür. Çün­
kü aşın sevgi, matlup olmayıp iman alâmetlerinden de sayılmaz. Bi­
lâkis sapıtmaya ve küfre yol açabilir. Nitekim, H z. t s a (Aley-

Sünen-i İbn-i Mâce — F .: 13


194 SÜNEN-Î ÎBN-İ MÂCE

hisselâm)’a aşın sevgilerinden dolayı küfre giden kavim olmuştur.


Kezâ, yasaklanan buğz, dünyevi bir sebebe dayanmayan ve sırf dîni
olan nefrettir. Çünkü muamelelerden doğan ve îıer zaman karşılaşı-
labilen buğz insanların yaratılışında mevcut olup münafıklıkla ilgisi
yoktur. Meselâ: H z . Ö m e r ’ in yanında H z . A b b a s , ken­
disi ile H z . A 1 i arasında cereyan eden bir mes’ele yüzünden
H z. A 1 i ' yi seb ettiği rivayet edilmiştir. Bu rivayet meşhurdur.
M ü s l i m bu rivayeti tahriç etmiştir. (02)

TE R C E ME S İ

115) ... Sa’d bin Ebî Vakkas (Radiyalalhü anh)'den, rivayet edildiğine
göre Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ali (Radiyallahü anh)'a. şöyle
buyurmuştur:
«(Yâ Ali!) Bana nisbeten sen, Mûsa’ya oranla Hârûn mevkiinde
olmaya râzi olmaz mısın?»

İ Z A H I
B u h a r i ’ nin, Mağazı bölümünün T e b û k savaşı bahsinde yi­
ne S a ’ d b i n E b i V a k k â s (Radiyallahü anh)’dan riva­
yet ettiği bu hadis, daha tafsilâtlı ve uzundur. Biz buraya terceme­
sini almakla iktifa edelim:
«Sa’d bin Ebi Vakkâs (Radiyallahü anh)‘den rivayet edildiğine
göre kendisi şöyle söylemiştir t
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Tebûk savaşma çıktı
ve Ali (Radiyallahü anh)’ı (Medine'de) vekil bıraktı. Bunun üzerine
A li: «Yâ Resûlullah! Beni çocuklar ve kadınlar arasmda vekil mi bı­
rakıyorsun?» dedi. Resûl-i Ekrem de »
— Yâ Ali! bana nisbeten sen, Mûsa’ya oranla Hârûn mevkiinde
olmaya râzi olmaz mısın? şu farkla ki, benden sonra Peygamber yok­
tur* buyurdu.

Sindi Sah. 28
Bab: II MUKADDİME 195

Miftâhü’l-Hace’de deniliyor ki: M ü s l i m ve T i r m i z i ’ de


yine aynı râviden rivayet edilen bu mânadaki hadis şöyledir:

ı**S - ^ . «*
y ^ £j ~* * s + - ✓

— «Bana oramla sen, Mûsa’ya oranla Hârûn gibisin. Şu kadar ki, ben­
den sonra Peygamber yoktur.»
B u h â r i , M ü s l i m ve Müellifin H z. S a ’ d (Radiyal­
lahü anh) ’den rivayet ettikleri metinler aynı mânayı ifâde etmek­
tedirler.
Hadisteki benzetmeden maksad şudur:
«Yâ Ali! Mûsa Peygamber Tür’a giderken Hârûn’u vekil bırak­
tığı gibi ben de. Tebûk seferine çıkarken, seni vekil bırakmış oluyo­
rum. Bu vekâlet Peygamberlik görevine ait bir vekâlet değil, daha
önce savaşlara çıkıldığında Medine’de bir Emir bırakıldığı gibi bu
kere sen bırakılmış oluyorsun.»
Rivayet edildiğine göre H z . A l i (Radiyallahü anh) vekil bı­
rakılıp Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’de ordu ile ha­
reket ettikten sonra münafıklar H z . Â l i gibi büyük bir kahra­
manın M e d i n e ' d e bırakılmasını dedikodu konusu edince; du­
rumu duyan H z . A l i (Radiyallahü anh)’de silâhlanarak Pey­
gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in arkasından yetişerek sava­
şa katılma iznini istedi ve bu karşılıklı sohbet bu esnada cereyan
etti
Miftâhü’l-Hace K a d î I y â z ’ dan şunu nakleder:

«Rafiziler, îmamiye vesair Ş i i mezhebine bağlı fırkalar, hi­


lâfetin H z. A l i (Radiyallahü anh) ’in hakkı olduğu ve Peygam­
ber’in bunu tavsiye ettiğine dair ileri sürdükleri delillerinden biri de
bu hadistir. Bilindiği gibi yolunu tamamen sapıtan Rafiziler, Öncelik­
le H z . A 1 i ’ yi halîfe seçmedikleri nedeniyle bütün Sahâbileri
maazallah tekfir etmişler- bir kısmı da neden hakkını aramadı diye
H z . A l i ’ nin kâfir olduğuna kail olmuşlardır. Aslında böyle bir
söz söylemek küfrü muciptir. Aşırı gitmiyen îmamiye ve bazı fırka­
lar ise, A s h â b - ı K i r a m ’ a küfür isnad etmeyip H z. A l i ’­
yi ilk halîfe seçmedikleri için Sahâbîlerin hataya düştüklerini iddia
etmişlerdir. Hakikatta ise onların iddiaları tamamen yersizdir. Ha­
diste hiç bir Ş i î fırkaya yarıyacak bir yön yoktur. Onda sadece
H z ; A l i ’ nin fazileti vardır. Ama H z. A l i ’ nin başka sa-
habtden üstünlüğüne veya eşitliğine dair bir girişim yoktur. Kezâ,
Resûl-i Ekrem'in vefatından sonra H z . A l i ’ nin halifeliğine dair
196 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

bir delâlet de yoktur. Çünkü bu hadis, H z. A l i (Radiyallahü


anh) ’nin T e b û k savaşma katılma isteği karşısında M e d i n e ’­
de kalıp savaş dönüşüne kadar idari işlerde vekillik yapması için bu-
yurulmuştur. H z. A 1i ' niıı benzetildiği H â r û n ' u n , M û s a
Peygamber den sonra kalıp onun yerine haiiie olmadığı da bir gerçek­
tir. Çünkü meşhur plan haberlere göre M û s a peygamber henüz
hayatta iken ve ondan 40 yıl önce H â r û n . vefât etmiştir. H â -
r û n ' u n vekilliği Müsa’nın münacata çıktığı muvakkat süre için
olduğu gibi H z . A l i ’ nin vekilliği de geçicidir.»
Miftâhüi-Hâce müellifi daha sonra şöyle söyler:
Âlimler demişler k i: Bu hadis, î s a Peygamberin gökten indi­
ği zaman İslâm şeriatı ile hüküm edeceğine delâlet eder. Zira «Ben-
dan sonra Peygamber yoktur.» emri açıktır.

*J?Ü *‘ ü. ^ ü If — N\*\

C Uilit : 3^ ‘ w „'/*■-ü• • ya*- * „ „• -ıJ• , ü*


• ■w ‘ - ö•- “3- •

O.J1» : \Jİİ < i ( j ro^İJl ı Jj\ 0 —11#3 t i t ^ Aİj Ü>-li

J 'j ^ 1Cr* <Jj »3 ^ • j " : «S <~û ü t ü t/ ' ci)'

. « »liU ü a ^ (*<s^ • Cr*

T E R C E M ES 1

116) ... Berâ’ bin Âzib (Radiyallahü anA)’den, kendisinin şöyle dediği rj-
vayet. edilmiştir:
Biz Resûl-İEkrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)-m ifa etmiş olduğu hac
seferinde beraberinde yola çıkmıştık. O, yolun bir semtinde, konakladı da ce­
maatla namaz kılma emrini verdi. Daha sonra Ali (Radiyallahü anh)’m elini
tuttu ve (Ashabına) :

— (Ashabım!) Ben mü’ıiıinlere, kendi nefislerinden evlâ değil mi


yim? dedi. Orada bulunan sahabiler:

— ( Yâ Resûlallah! ) Evet (evlâsın), dediler. Resûl-i Ekrem t


Bab: 11 MUKABDfME 197

— Ey AshâbımüBen her mü’mine, kendi nefsinden evlâ değilmi-


yim? dedi. (Ashâb-ı Kirâm) da s
— Evet, (evlâsın Yâ Resûlallah! diye) cevap verdiler. (Bu ko­
nuşmalar cereyan ettikten sonra elini tuttuğu Hz. Ali (Radiyallahü
anh)’ı işaret ederek) Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «İşte bu (Ali), beni seven herkesin mahbübudur. Allahım!
O’nu (Ali’yi) seven kimseleri, sev. O’na buğuz edenime, sen de buğz
et.» dedi.
N ot: Râvi Ali bin Zeyd bin Ced’an’nın zayıflığı nedeni ile bu isnadın zayıf
olduğu Zevâid’de bildirilmiştir.

İ Z A H I

Hadisin metninde geçen:


«Ben mü’minlere kendi nefislerinden evlâ değil iniyim?» emr-i Ne­
bevi. A h z â b sûresinin 6. âyetine işarettir.
• • ■' » >* ,• eı £
... ---- i-i 1 j-* 4 jl 1 = «Peygamber, mü’-
minlere (din ve dünyaya ait olan her işte ve her hususta) nefislerin­
den evlâdır...» î b n - i A b b â s ’ a göre âyetten murâd şudur:
Peygamber mü’minleri bir işe çağırır ve nefisleri de onlan başka bir
şeye dâvet ederse, mü’minlerin, nefsi arzularını bırakıp Peygamber’in
isteğini tutmalan, onlar için daha iyidir. Bâzı müfessirlere göre de
maksad şudur:
Her hususta mü’minler yek diğerinin arzu ve emirlerine değil de
öncelikle ve tercihen Peygamber’in emir ve arzûsuna itâat etmek mec­
buriyetindedirler.
Âyet-i kerîme başka şekillerde de tefsir edilmiştir. Hepsinin neti­
cesi Peygamber’in emir ve arzularına uymanın lüzûm ve faydasını
belirtmektir, denilebilir.
Hadiste, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in soru şeklin­
de irad buyurduğu ilk iki fıkra, O’nun emir ve tavsiyelerinin önemi­
ne Sahâbllerin dikkatini çekmek ve ondan sonra Hz. A l i (Ra­
diyallahü anh) ile ilgili olarak irad ettiği hususlan sahâbilerine du­
yurmak için buyurulmuş, olsa gerek.
Soru şeklinde Sahabilerin dikkati çekilen ilk iki fıkrada Peygam­
ber’in tavsiye ve tâJimatına itaatin, Kur’an âyeti ile tescili hatırlat-
198 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

t^nlriıktan sonra H z . A l i (Radiyallahü anh)’in faziletini; belir­


ten şu son iki fırka buyuruluyor.
«Ben kimin mahbûbu isem Ali de onun mahbubudur.» Yâni beni
seven A l i ’ yi de sevmelidir.
«Allahım! Ali’yi seven adamları sen de sev, (onlan mükâfatlan­
dır) .Ali’ye buğzeden kimselere sen de buğzet. (Onlara hak ettikleri
cezayı ver.») ■ ..
Bu fıkralar, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in H z.
A l i ’ ye karşı beslediği sevgi ve ona verdiği değeri en güzel bir şe­
kilde ifade etmektedir.
Y e m e n’de H z . A l i (Radiyallahü anh)'in beraberinde bulu­
nan bazı kişilerin O’nun aleyhinde koniişmalan üzerine Resûl-i Ek­
rem’in bu hadis ile aleyhtarlık edenlere onu sevdirmek istediği söy­
lenmiştir. Kim tarafından söylendiğini belirtmeden bu sözleri nakle­
den S i n d i diyor k i:
T i r m i z i ’ nin Sünen’inde şöyle rivayet ediliyor:
B e r â * (Radiyallahü anh) ’dan rivayet edildiğine göre kendisi
demiştir k i: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki askerî bir­
liği sefere çıkardı. Birisinin başına A l i (Radiyallahü anh) ’yi, di­
ğerinin başına da H â 1i d (Radiyallahü anh) ’i kumandan tayin bu­
yurarak:
«Savaşıldığı zaman iki birliğe Ali kumanda edecektir.- buyurdu,.
Sefere çıkıldıktan bir süre sonra H z. H â l i d b. V e 1î d (Radıyal-
lahü anh) bir kal'ayı fethetti ve oradan bir câriye aldı. H â 11 d (Ra-
dıyallâhü anh) ise bu durum karşısında, H z. A l î (Radıyallâhü
anh) ’yi tenkid edici bir mektup yazarak Peygamber (Sallallahü Aley­
hi ve Sellem)’e götürmek üzere beni memur etti. Ben de yola çıkıp
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in yanma vardım ve H z.
H â 1 i d (Radıyallâhü anh)’in mektubunu Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)’e takdim ettim. Resûlullah Sallallahü Aleyhi ve Sel­
leri) mektubu okuyunca rengi değişti ve bana hitâben:
«Sen! Allah’ı ve Resûlünü seven; Allah ve Resûlü tarafmdan <Ş&
sevilen bir adam (Ali) hakkında ne dersin, nasıl bir görüş sahibisin?»
buyurdu. Râvi B e r â ’ dedi ki, ben :
— Allah’ın gazâbmdan ve Resûlünün gazabından, Allah’a sığı­
nınım ben ancak bir elçiyim, dedim. Bu sözüm üzerine O, sükût bu­
yurdu.
T i r m i z i . bu hadisin ‘Hasen* olduğunu söyledi.
Bab: 11 MUKADDİME

Sindi, T i r m i z i ’ den bu nakli yaptıktan sonra şunları


söyler:
Bu durumda R & f i z i’lerin sandığı gibi hadisin halifelikle hiç
bir ilgisi yoktur. H z . A b b â s ile Hz . A l i (Radiyallahü an­
hümâ) 'nin da hadisten halifelikle ilgili hiç mâna çıkarmadıkları ve
böyle bir yoruma gitmedikleri de meydandadır. Şöyle k i:
H z. A b b â s (Radiyallahü anhl’ın, H z . A l i (Radiyal­
lahü anh) 'ye: Peygamber’e mürâcaatla halifeliğin bize mi, başkala-
nnamı ait olduğunu sormasını emretti,.. H z . A l i (Radiyallahü
anh) ise H z . A b b â s (Radiyallahü anh) ’a şöyle karşılık ver­
di : «Eğer sormam üzerine O, bizi menederse artık hiç kimse halifelik
için bize bir hak vermez.» veyâ dediği gibi cevap verdi.
Bu yüce iki zât eğer hadisten halifelik anlamını çıkarsaydılar ara­
larında böyle bir görüşmeye yer kalmazdı.
Hadisin râvilerinden A l i b i n Z e y d . b i n C e d ’ â n ' n m
zayıf olduğu gerekçesi ile Zevâid, bu hadîsin isnadının zayıf olduğu­
nu söylemiştir. Fakat S i n d i diyor ki; hadisin mânasını aynen ifa­
de eden metinler müteaddit şekil ve isnadlar ile de rivâyet edilmiş­
tir. (63)

Berâ bin Azib (R JL)ln Hâl Tercemesi


Berâ’ bin Azib bin el-Hars bin Adiy bin Ceşm el-Evsl, Ensâr’dandır. Künyesi
«Ebû îmâres’dir. Kûfe’de yerleşmiş ve 305 hadis rivayet etmiştir. Bundan 22
hadisi Buhari ve Müslim ittifakla, 15 hadisi Buhari ve S hadisi Müslim münferi­
den rivayet etmişlerdir.
Kendisinden hadis rivayet edenler: Abdurrahman bin Ebl Leylâ, Adiy bin
Sâbit. Sa’d bin Ubeyde, Ebû îshak’dır. Ayrıca bir cemaat ondan rivayette bulun­
muştur.
Kendisi Uhud ve Hudeybiye seferlerinde bulunmuştur. Hicri 71 veya 72. yılı
vefât etmiştir. (Bak : Hulâsa: Sah. 46)
(63) Sindi Sah. 29
200 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

ı_r*xl jr * )) ^ fyz 5 4^ y~iJ *-+£. >^rj cÂ-'iV » 3^1

. ttj] u ıL c i». ^ j ı 3>~:» . 3-û'

S" . Jii*-' wA>Û i fc ui ^j ^^)t . ■ ...Ja ! Jü^ ^5

. 4f - ..'

T E R C E ME S İ

11?) :.. Abdurrahman bin Ebî 'Lty\â. (RadiyaUahü ankümâ)’dm rivâyet


edildiğine göre kendisi demiştir ki: (Babam) Ebû Leylâ (Radiyallahü anh),
Ali ( Radiyallahü anh) \\t akşamlan görüşüp sohbet ederlerdi. Alî (Radiyalla­
hü anh), kışın yazlık elbise, yazın da kışlık elbise giyerdi. Biz (onun bu hali­
ne şaştığımız için kendisi ile iyi görüşen Ebû Leylâ’ya) : ‘Keşki o’na sofsaydın
(Neden mevsimlerin şartlarına göre giyinmiyor?)’ dedik. Bu talebimiz üzerine
Ali '-(RadiydUakü «*â| şöyle dedi:.
«Hayber günü (Kal’a’nm fethi uzayınca) Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) haber göndererek beni huzuruna çağırttı. Halbu­
ki, Hayber'(in fethi için çalışıldığı) günü benim gözlerim ağrıyordu.
Ben s
— «Yâ Resülallah! Gerçekten gözüm fena ağrıyor» dedim. Bu­
nun üzerine Resûiulalh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), gözüme tükür­
dü. Sönra:
«Allahım! Sıcaklığı ve soğukluğu ondan (Ali’den) izâle «t» diye
dua etti. Ali (Radiyallahü anh) : Artık ben o günden sonra ne sıcak­
lık ne de soğukluk duymadım, dedi. Ve Resûlullah (Sallallahü Aley­
hi ve Sellem)’in şöyle buyurduğunu anlattı:

«Hayber halkı ile savaşmak için artık öyle bir adam gönderece­
ğim (ona müslümanlann sancağını vereceğim) ki o, Allah’ı ve Resu­
lünü sever. AUah ve Resulü de onu sever, o, geri çekilecek adam da
değildir.» Bu emir üzerine orada bulunan Sahabiler artık bü övülen
zâtın kim olduğunu merak ve umutla düşünüp beklemeye başladılar.
Daha sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) müslümanlann
sancağım vermek üzere Ali (Radiyallahü anhl’e haber gönderip hu-
zûra çağırttı ve Sancağı ona verdi.»
N o t: Zevâid yazan, bu hadisi» râvilerinden Veki’nin Şeyhi olan Muhammed
bia Şbt Leylâ’nın tek başına rivayet ettiği hadisler hüccet sayılmamaktadır. Çünkü
hılzı zayıf idî demiştir.
Bab 11 MUKADDİME 201

İZAHI

Bu isnâd zayıf ise de H a y b e r fethinin uzadığı günlerde H z .


A 1 i (Radiyallahü anh)’in gözlerinin ağrıdığı, Resûl-i Ekrem (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından huzura çağırıldığı, göz hasta­
lığının beyan edildiği, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
mübarek tükürüğü ile A l i (Radiyallahü anhl’in şifaya kavuştu­
ğu, (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından Övülen bir kişiye San­
cağın verileceğinin Peygamber efendimiz tarafından açıklandığını
ve daha sonra A l i (Radiyallahü anhl'in huzûra alınarak Sancağın
ona verildiğini ifade eden, fakat lâfızlar bakımından az çokftrklı me­
tinler müteaddit senedler ile B u h a r î’de H z . A 1 i (Radiyallahü
anh) 'nin menkıbeleri babında rivâyet edilmiştir. Bunlardan bir teme
sinin tercemesini almakla iktifa edelim:
A s h â b - ı K i r a m ’ dan S e h l b i n S a ’ d e s - S â i d i (Ra­
diyallahü anhümâ) 'den, kendisinin şöyle söylediği rivayet edilmiş­
tir •
H a y b e r ’ in fethi uzayınca Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi
ve Selleml'in şöyle buyurduğunu kendisinden işittim:
«Artık müslümanlarm sancağını yarın öyle bir adama vereceğim
ki Allah onun iki elile fetih ve zaferi ihsan edecektir.»
Peygamber’in bu emri üzerine orada bulunan Sahâbiler, sanca
ğın ertesi gün kime verileceğini düşünerek gecelediler. Sabahleyin
herkes sancağın kendisine verileceği ümidi ile Resûl-i Ekrem (Sallal­
lahü Aleyhi ve Sellem) ’in huzuruna vardı. Biraz sonra Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Ali bin Ebi Tâlib neydedir?» diye sordu. Ashâb:
— Ali iki gözünden şikâyetçidir (hastadır) Yâ Resûlaliah! diye
cevap verdiler. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) :
— «Ona haber gönderin, onu bana getirin!» buyurdu.
Ali gelince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selİem) onun gözle­
rinin içine tükürdü ve ona dua etti. Ali sanki hiç hastalık hali geçir­
memiş gibi derhâl tamamen şifa buldu. Bundan sonra Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sancağı ona verdi... (64)

(64) Kastalanî ciid 7, sah. 362


SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

Miftâhü’l-Hâce müellifi bu hadis ile ilgili, olarak şöyle söyler:


Bu hadiste H z . A l i ’ nin apaçık faziletleri, cesareti, Resûl-i
Ekrem’in talimatına kesin riayeti, Allah ve Resûlünü sevdiği, Onla­
rın da kendisini sevdikleri beyan ediliyor. Diğer taraftan hadiste, Re-
sûlullah’m sözlü ve fiilî mucizeleri vardır. Kavli mucizesi, H a y b e r
Kal’a’sınm A 1 i*nin elleri üzerinde bir gün sonra fethedileceğini
açıklaması ve bunun aynen gerçekleşmesidir. Ffflî mucizesi ise H z .
A 1 i ' nin hasta gözlerine tükürmesi ile derhal şifasını sağlaması­
dır.

j / d-! »t33 • D

Âij». ^3 • ‘ J? J~*Âİ
« jö-

TERCEMESİ

118) ... (Abdullah) tbn-i Ömer (Radiyallahü anh)’den :

ÎM Hâl Tercemesi
«Ebû Leylâ» künyesi ile meşhur olan Sahabl, Ensâr’dandır. Adı Bilâl veya
Dâvud bin Bilâl’dir. Uhud ve ondan sonraki savaşlara katıldı. Kûfe’de yerleşti.
13 hadisi vardır. Râvisi oğlu Abdurrahman’dır. Sıffln’de öldürüldüğü söylenir. Al­
lah razi olsun. (Bak • Hulâsa Sah. 458)
Abdurrahman Îbn-i Ebi Leylâ yukarda adı geçen zatın oğludur. «Ebû İsa»,
onun künyesidir. EnsarI olan bu zat da babası gibi Kûfe’de yerleşti. Fıkıhta imam­
dı. Ömer, Osman, Ali, îbn-i Mes’ûd, Bilâl, Muaz, Ebû Zer (R A .) ve bir cemaat­
tan hadis rivayet etti. Hz. Ömer'in hilâfeti devrinde Medine’de doğdu. îbn-i Slrüı
diyor k i: Ben onun ilim meclisinde bulundum. Onun arkadaşları bir Emir gibi
onu ta’zim ederlerdi. —
Ensftr'dan ISO sahabl ile görüştü. Râvileri: Oğlu îsa, Mücahid, Amr b. Mey-
mun ve bir çok zattır. Abdullah hin el-Hars: Annelerin mum mislini doğurduğu­
nu sanmıyorum, demiştir. îbn-i Muin omı sika saymıştır. îbn-i Husayn’den rivayet
edildiğine göre Haccac, O’îıu kadılığa tayin etti .Bir süre sonra da kadılıktan az­
letti. Haccac bununla da durmadı. Hz. Ali (R.A.)’yi seb’etmesi için O’na baskı yap­
tı. Döğdürdü. Fakat emeline muvaffak olamadı. Abdurrahman (R A .) hazretleri
lâstikli ve yuvarlak sözlerle dövülmesine ara verdirmeye çalışıyordu. Nihayet bir
fırsatını bulup Haccac’m elinden kurtuldu. Hicrî 82 veya 83 yılında vefat etti (B a k :
Tezkire Sah. 58 ve Hulâsa 234)
Bab: 11 MUKADDİME 203
♦ - - - "— ; —

Resûlullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, dediği rivâyet edil­


miştir:
«Haşan ve Hüseyin (Radiyallahü anhümâ), Cennet ehlinin: genç­
lerinin seyyid (büyük) leridir. Babalan (olan Âli bin Ebi Talib) (Ra­
diyallahü anhl’de İkisinden daha hayırlıdır.»

HZ. ALİ BİN EBİ TALÎB’İN OĞULLARI HAŞAN VE HÜSEYİN


(Radiyallahü anhüm)’ÜN FAZİLETİ
Hz. Haşan (RA.)*m Hâl Tercemesi
Hasan’ın babası Ali ve anası Fâtime (Radiyallahü anhttm)’dür. Peygamber’in
büyük torunudur. Hicretin 3. yılı Ramazan ayında doğmuştur. Enes (R.A.), onun
Feygamber’e şeklen çok benzediğini söylemiştir. Sabır, kerem vesâir bir çok fa­
ziletleri nakledilmiştir. İbn-i Cüd’ân; Hasan’m 15 defa yaya olarak hac ettiğini, iki
defa malının tamamım, 3 defa da servetinin yansım sadaka ettiğini söylemiştir.
37 yaşında hilâfet makamına geçmiş, 7 ay kadar Irak, Hicaz, Horasan ve Ye­
men taraflarına hâkim olduktan sonra kendisi ile. Hz. Müâviye arasında, bir ça­
tışma olmaması ve iki ordu arasında kan dökülmemesi için hilâietten îerâgat et­
miştir. Bundan sonra da 7 sene kadar yaşamış olup hicretin 49. yılında zehirlene­
rek Medine’de vefat etmiş ve Bakî mezarlığına defnedilmiştir. Salebe İbn-i Ebi
Mâlik, Hazret-i Hasan’m defninde hâzır butunduk; Bakl’de iğne atacak boş yer
kalmamıştı. Her taraf insanlarla dolu idi, demiştir.
Hz. Haspn, dedesi olan Resûl-i Ekrem’den 13 hadis rivayet etmiştir. Ayrıca
babasından da hadis rivayetinde bulunmuştur. Kendisinden de oğlu Haşan, Ebü*l-
Havrâ Rabia, Ebu Vâil ve İbn-i Şîrîn hadis almışlardır. (Bak : Hulâsa Sah. 79)
Hz. Hüseyin (R.A.)’in Hâl Tercemesi
Hz. Hüseyin’in babası Ali ve anası Fâtima (Radiyallahü anhüm)'dür. Yaş­
ça Hasan’dan küçüktür. Dedesi olan Peygamber (S.A.V.)’den 8 hadis almıştır. Ay­
rıca babam, anası ve Ömer (R.A.)’den hadis rivayetinde bulunmuştur. Kendisin,
den hadis rivayetinde bulunanlar: Oğlu Ali Zeynü’l-Abidin, onun oğlu Zeyd, kız­
lan Sekine ve Fâtime’dir. İbn-i Sa’d’m dediğine göre hicretin 4. yılı doğmuştur.
Ebû Dâvud Tayâlisi’nin Hz. Ali’den rivayet ettiğine göre Resûl-i Ekrem, kızı
— «■ » » .
Fatıme’ye:
«Şüphesiz ben, sen» bu iki küçük ve bunların bahan Ali Cennette bir yeıde
oluruz» buyurmuştur.
Ümm-i Seleme (R.A.)’den rivayet ettiğine göre bir kere Hasan’la Hüseyin,
Resûl-i Ekrem’in huzurunda oynarken Cebrâil (A.8.) gelmiş ve Hz. Hüseyin’e işa­
ret ederek:
— Yâ Muhammed! Senden sonra ümmetin senin şu oğlunu öldürecek demiş.
Resûlullah da üzüntüsünden ağlamış ve çocuğu alıp bağrına basmıştır. Sonra
Cebrâil;
— Yâ Resûlallah! Yanınıza şu toprağı bırakıyorum, demiş, Resûhıiîah top­
rağı alıp koklamış, bu toprakta keder ve belâ kokuyor, buyurmuş ve Ümm-i Se-
leme’ye hitaben:
«Ey Ümm-i Seleme! Bu toprak ne zaman kana dönüşürse bil ki o zaman be­
nim bu oğlum o anda katledilmiştir» buyurmuştur.
(Devamı 204.CÜ sahifede)
204 SÜNEN-Î İBN-İ MÂCE

I Z A H I

S i n d i , hadisin izahında diyor ki, metinde geçen «Şebâb» ke­


limesi ‘Şâbb’m çoğuludur. Şâbb: Erginlik çağı ile 30 yaş arasındaki
gence denir. Cennet ehlinin hepsinin genç olacağı malûmdur. Bu
duruma göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in torunları
H a ş a n ve H ü s e y i n (Radiyallahü anhümâ)’in bütün Cen­
netliklerinden üstün oldukları ifade edilmiş olur. Ancak Peygamber­
lerin ve H u 1e f â ’ yı Râşidîh ’ in, bu hükümden müstesnâ oldu­
ğu dikkate alımr. Hadis başka şekillerde de yorumlanmıştır, diyen
S i n d i , bu yorumlardan birisinin şöyle olduğunu söyler:
«Haşan ve Hüseyin, (Radiyallahü anhümâ) genç yaşta ölen Cen­
netliklerin büyükleridir.» Gençlerin büyükleri olmaları için onlann
da genç yaşta Ölmüş olmaları gerekmez. Ancak şu var ki; bu iki zat,
yaşlı iken ölen müslümanlann çoğundan da üstün oMuklan halde
bu durum ifade edilmemiş olur. Bunun nedeni de şöyle izah edilebi­
lir. Bunlar pek yaşlanmadan şehid oldukları hasebi ile gençler gibi
düşünülmüş ve onun için gençlerin büyükleri oldukları belirtilmek
istenmiştir. Ma’mafih, yaşlı mûslümanlardah üstün olmadıkları mâ­
nası da çıkarılamaz.
Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu hadisi buyurur­
ken Haşan ve Hüseyin (Radiyallahü anhümâ) hazretleri çocuk olduk­
ları ve henüz gençlik çağma varmadıkları için onlann genç sayılma­
sı yolunda bir yorumlama câiz görülmemektedir.
Zevâid müellifi hadisin isnad durumunu belirtirken şöyle der:
H â k i m de El-Müstedrek» adlı kitabında bü hadisi, i b n - i
M. â c e h gibi râvi E l - M u al 1â b i n A b d u r r a h m a n yo­
lu ile rivayet etmiştir. Râvi E 1- M u a 11 â ise, î b n - i M u I n ’ in
dediği gibi H z . A l i (Radiyallahü anh)'nin fazileti hakkında 70
adet mevzu hadisi ile itirazlara hedef olmuştur. Bu nedenle hadisin
Hz. Hüseyin ...... (B aş tarafı 203.CÜ sahifede)
Ümm-i Seleme demiştir k i: «Ben bu toprağı bir şişenin içine koydum. Bu­
na her gün baktım. O felâket günü gelince gerçekten toprağın kana dönüştüğünü
müşahede ettim.
Hz. Hüseyin, Kerbelâ’da hicretin 61. yılı aşûre günü 54 yaşında iken şehid
edilmiştir. (B a k : Hulâsa Sah. 83)
Hz. Haşan ve Hz. Hüseyin (R .A .)’nm hayatları, menkıbeleri, karşılaştıkları
siyasî sıkıntılar ve çeşitli yönleri cildleri dolduracak kadar çok geniş yer ister. Biz
bu kadarı ile yetinir, onlara derin saygı ve sevgimizi ifade ederken Sahabiler ara­
sında cereyan etmiş ve tarihe mal olmuş olaylara dokunmaz okuyucularımızdan
da bu konuları okumakla zamanlarım geçirmemelerini âcizane tavsiye ederiz.
Bab: 11 MUKADDİME

mezkûr senedi zayıftır. Hadisin aslı T i r m i z i ve N e s e î ’ de


H u z e y f e (Radiyallahü anh) rivayeti ile tahriç edilmiştir.»
S i ı i d î , daha sonra diyor k i: H â k i m ’ in «Hadisin aslı...»
tabirinden maksad, T i r m i z i ve N e s â t ’ nin rivayetlerinde
r f ~ \ * 'î
hadisin sonundaki j-^>- u-»-* = «Ve onlann babası
(Ah) onlardan daha hayırlıdır.» cümlesi yoktur.
T i r m i z i , bu son cümle hariç, aynı metni E b û S a i d
(Radiyallahü anh)’m yolu ile de rivayette bulunmuştur. (65)

- J- a 3*^1 3 * o ‘ p. ~ NN“i

«i' 3 ■3i» < uc ‘ ^ * - “1 ûc ‘ L" : '

•* [£■ tic ^ 3jî. ^ ^ ^^ "Jc 8

TE R C E M E S İ
119) ... HubşiybinC enâde ( R a d i y a l l a h ü a»A)’denrivayetedildiğinegö­
reken disi dem iştir kî: Resûlullah ( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e )’denşöylebu­
S e l l e m

yurduğun u işittim :
«Ali (Radiyallahü anh) bana bağlıdır. Ben de O'na bağlıyım. Ali
(Radiyallahü anh)'den başka hiç kimse. (yapmak durumunda oldu­
ğum bir şeyi) benim yerime eda edemez.»
(
İZAHI
Metinde geçen «Min» cer harfi olup iki şeyin birbirine bağklığı-
nı ifade ettiği için buna «İttisal Min’i» denilir. Hadîste belirtilen bağ­
lılık akrabalık anlamına yorumlanmıştır. Hadisin edâ etmekle ilgili
ikinci fıkrası bu yorumu teyid eder.
S i n d i ’ nin beyanına göre, Hac ibadeti farz kılınınca Resûl-i Ek­
rem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) E b û B e k i r (Radiyallahü
anh)’in başkanlığında halkın hacca gitmelerini emretti. Bunlar yo­
la çıktıktan sonra, müşriklerle yapılmış olan andlaşmalann tadil edil
miş olduğunu ilgililere bildirmek ve inen B e r a â t sûresini halka du­
yurmak üzere Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), H z. A l i
(Radiyallahü anh)’yi hacı adaylarının arkasından yola çıkardı. Arab-
Iann örf ve âdetlerine göre, aralarında her hangi bir hususta ant­

(65) Sindi Sah. 29


a» SÜNEN-Î ÎBN-1 MÂCE

laşma yapmak, yapılan antlaşmayı değiştirmek, antlaşma gereğini


uygulamak, akitleri bozmak veya yürürlükten kaldırmak görev ve
yetkisi yalnız kavmin başkanına veya görevlendireceği bir yakın ak­
rabasına aittir. Bu yetki sahasında başkası kabul edilmezdi. Pey­
gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile müşrikler arasında yapıl­
mış olan antlaşmalar hakkında nâzil olan B e r a a t sûresinin müşrik­
lere okunması ve dolayısı ile yapılmış olan antlaşmaları tadil edilmiş
olduğunu arablann âdeti veçhile ya bizzat Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) veyâhut en yakın bir akrabası vasıtası ile bildirme­
si icap ediyordu. îşte bu nedenle A 1i (Radiyalalhü anh) görevlen­
diriliyor.
S i n d i ’ nin verdiği bu beyanla E b û B e k i r (Radiyallahü
anh) eliyle bu görevin ifa edilmeyişinin sebebi de belirtilmiş oluyor.
B e r â a t sûresinin ilk âyetlerinin tefsiri bahsinde Medârik müel­
lifi şöyle nakleder:
M e k k e müşrikleri ve antlaşmalara katılan diğer müşriklerin
çoğu antlaşma hükümlerini ihlâl etmişler idi. Yalnız B e n i K i ­
n i n e ve B e n i D a m l r e kabileleri ahitlerini bozmamışlar
idi. İnen âyetler, ahitlerini bozmuş olan müşriklerin serbestçe dolaş­
maları için 4 aylık bir süre tanıyor ve Haram olan bu 4 ay bitince
müşriklerle savaşma emrini veriyor. Bu âyetler M e k k e fethin­
den bir yıl sonra, hicretin 9. yılı nâzil oldu. Bu yıl E b û B e k i r
(Radiyallahü anh)’in riyasetinde müslümanlann hac yapmaları em­
rini veren Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) E b û B e k i r
(Radiyallahü anh)’in hareketinden sonra bu âyetleri Hac mevsimi
dolayısı ile M e k k e ' de toplanacak halka okumak ve duyur­
mak üzere A l i (Radiyallahü anh)’yi görevlendirdi ve O’nu «El-
Adbâ* adlı devesine bindirerek yolcu etti. Bu esnâda Peygamber (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem)’e :
«Bu görevin ifası Ebû Bekir (Radiyallahü anh) ’e bırakılsaydı...?»
denilince Resûl-i Ekrem hadisin ikinci fıkrasını buyurdu. H z . A l i ,
(Radiyallahü anh) E b û B e k i r ve arkadaşlan (Radiyallahü
anhüm)’na iltihak etti. T e r v i y e (= Arefeden bir önceki) gü­
nü E b û B e k i r (Radiyallahü anh) hac ibadeti konusunda hal
ka hitap etti. Â l i (Radiyallahü anh) de Bayram günü M i n a ’ -
da Akabe cemre’si yanında halka B e r â a t sûresinin 30 veya 40 âye­
tini okudu. Sonra Ben şu dört husûsu tebliğe memur edildim, dedi.
1. Bu yıldan sonra hiç bir müşrik K â ’ b e 'ye yaklaşamaz.
2. Hiç kimse çıplak olarak K â ’ b e ’ yi tavaf edemez.
3. İmanlı olanlardan başka kimse Cennet’e giremez.
Bab: 11 MUKADDİME

4. Antlaşmasını bozmamış olan kabileler, antlaşma süresini dol­


durabilirler.
Tefsirû’l-Hâzin müellifi de B e r â a t sûresinin ilk âyetlerinin açık­
laması bahsinde,E b û B e k i r (Radiyallahü anh)’in başkanlığın­
da müslümanlann yaptığı hac seferine geniş yer vermiştir. H z .
A l i (Radiyallahü anh)’in M e k k e ' y e gönderilmesi hususunu
da Medârik tefsirinde beyan edilen ve yukarıya alınan şekilde izah
etmiştir. Bu arada .-
« H z . A l i ’ nin B e r â a t sûresini okumakla görevlendirilmesin­
den H z . E b û B e k i r * in Emirlikten uzaklaştırılması mânası
çıkarılamaz. Nitekim E b û H ü r e y r e ’ deh rivâyet edilen baş­
ka bir hadisten anlaşıldığı veçhile bu seferin başlangıcından nihaye­
tine kadar E b û B e k i r kafile reisliğini yapmış; Emîr’in emri
ile kendisi de H z . A l i ’ nin halka tebliğ ettiği bazı yasaklan
halka duyurmuş; H z . A l i kafileye iltihak ettikten sonra E b û
B e k i r ’ in maiyetine girmiş; onun arkasında namaz kılmıştır. An­
cak arablann âdetine riâyet edilmek üzere, zamanında akdedilmiş
olan antlaşmaların gözden geçirilmesi için müslümanlan temsil eden
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in en yakın akrabası olan
H z . A l i görevlendirilmiştir», der. Allah cümlesinden razi olsun
ve bizleri onların şefaatma nâil eylesin.
Geniş malûmat isteyenler, B e r â a t sûresinin ilk âyetlerine ait
tefsü kitablanna müracaat etsinler. (66)

. yt iijjûüıl j; J U-l . CAz' Ab-j • jk-A : jîljjl

(66) Hadisin ilk râvisi Hubşiy bin Cenade Sahabîlerdendir. Kûfe’de yerleşti.
Umumiyetle kendisinden Şa’bi hadis rivayet etmiştir. Buharî, onun hadis isnadı üze­
rinde durmak gerekir, demiştir. İbn-i Adiy ise, Hübşi'nin isnadında b ir beis ol­
madığım umarım, demiştir. H u lâsa: Sah. 97
(67) Abbâd bin Abdillah el-Esedi el-Kûfî, Hz. A li’nin râvisidir. Kendisinden
el-Minhâl bin Am r rivayet etmiştir. İbn-i Hibban onu sika saymıştır. Buharî ise
tereddüt etmiştir. H u lâ sa : Sah. 186
208 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

T E R C E M E S I
1
2 0
) ... Abbâd binA beliliah(67) ( R a d i y a l l a h ü a n h )’den rivayet edildi­
ğinegöreken disinin
.Ali binEbî Tâlib ( R a d i y a l l a h ü a n h ) şöylesöyledi,dediği ri­
vayetedilmiştir:
— Ben Allah'ın kuluyum, O'nun Resûlû (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem ) ’in Kardeşiyim. Sıddîk-i Ekber de benim. Benden sonra Kez-
zâb (çok yalancı) adamdan başka hiç kimse bunu ( — Sıddik-i Ekber
olduğunu) söyliyemez. Halktan 7 yıl önce namaz kıldım.»
N o t : Zevâid’de şöyle denilm iştir: Bu isnad sahih olup ravilerl sika zatlar­
dır. El-Hâkim, el-Mustedrek’te bu hadisi el-Minhal’dan rivayet edip Buhari İle
Müslim’in şartlan üzerine sahihtir, demiştir.

İZAHI

H z . A 1i (Radiyallahü anh) *in «Ben Allah’ın kuluyum» sözün­


den m aksad«B en ihlâsla Allah'a kulluk eden ve bunda muvaffak
olanlardanım.» Riya korkusu olmadığı takdirde, gerektiği zaman Al­
lah’ın verdiği nimetleri dile getirmek ve bununla övünmek dînen sa­
kıncalı değildir. Bu bir şükür mâhiyetindedir. Allah D u h â sûresi­
nin 11. âyetinde meâlen:
«Fakat Rabb’mm nimetini de anlat» buyurmakla nimetleri yâd
etmeyi istemektedir, işte H z. A l i (Radiyallahü ardı) gerek bu
cümle ile ve gerekse bu cümleyi izleyen diğer fıkraları ile Allah’ın ken­
disine ihsan buyurduğu nimetleri yâd etmiş oluyor.
A l i (Radiyallahü anh) ’in «Ben Resûlullah’uı kardeşiyim» sö­
züne gelince, T i r m i z i ’ nin S a ’ d ' b i n E b i V a k k a s
(Radiyallahü anhJ’dan rivayet ettiği bir hadis-i şerife göre, Resûl-i
Ekrem sahabiler arasında kardeşlik akdini yaptığı zaman H z . A l i
(Radiyallahü anh)‘i her hangi bir kimseye kardeş yapmamış idi. A l i
(Radiyallahü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’e mü­
racaatta bulunarak:
«Ashabın arasmda kardeşlik akdini yaptın da beni kimseye kar­
deş yapmadın!» deyince, S a ’ d diyor ki, ben Peygamber (Sallal-
lahü Aleyhi ve Sellem)’den şu sözü buyurduğunu işittim.
İ \j j 'cjS\ = «Yâ Ali)! Sen dünyada ve
Âhirette benim kardeşimşin.»
B a b : 11 M UK ADDİM E 208

Resûl-i Ekrem’in bu emrinden sonra A 1 i (Radiyallahü anh),


«Ehû Resûlillah» künyesini de almış oldu. Burada da A 1 i o kardeş­
lik nimetini yâd etmiş oluyor.
•Sıddlk-i Ekber benim» cümlesinin izahında S i n d i şöyle söyler:
S ı d d i k çok doğru söyleyen, tereddütsüz olarak hakkı kabul
eden kimseye denir. E b û B e k i r (Radiyallahü anh) tereddüt­
süz ve derhal Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’i tasdik ettiği
için. O’na ‘Sıddîk’ lâkabı verilmiştir. H z. A l i (Radiyallahü
anh)’in «Sıddik-i Ekber benim» sözü ile Peygamber (Sallallahü Aley­
hi ve Sellem)'e E b û B e k i r (Radiyallahü anh)’den bile önce
iman ettiğini ifade etmek istediği muhtemeldir. ‘El-İsabe’ adlı kitabta
H z. A l i (Radiyallahü anh)’in hayatı anlatılırken; «Âlimlerin ço­
ğunun beyanına göre Ali (Radiyallahü anh) Islâmiyeti kabul eden
ilk insandır» denilmiştir.
H z. A l i (Radiyallahü anh)’in «Halktan 7 yıl önce namaz kıl­
dım» sözü ile de şunu kasdettiğı umulur, diyen S i n d i , sözlerine
şöyle devam eder •.
H z , A l i (Radiyallahü anh) çocuk iken Islâmiyeti kabul etti.
Ve e yaştan itibaren namaza başladı. Çağdaşlarından hiç kimse onun
yaşında müslüman olmadı. En az onun yaşından 7 yıl büyük iken
müslümanlığı kabul edenler olmuştur. Bu itibarla, sanki o herkes­
ten 7 yıl önce namaza başlamış ve diğerleri ondan 7 yıl sonra namaz
kılmış olurlar. Yoksa A 1 i (Radiyallahü anh) bu sözü ile kendisi­
nin müslümanlığı kabul edip 7 yıl namaz kıldıktan sonra başkalarının
iman etmeye ve namaz kılmaya başladıklarını kasdetmemiştir.
N e s â i ’ nin de, bu hadîsi H z . A l i (Radiyallahü anhl’in
faziletleri bahsinde rivayet ettiğini î b n - i R e c e b söylemiştir.
Z e h e b î ise ‘El-Mizân’ adlı eserinde «Bana öyle geliyor ki, bu söz­
ler A l i (Radiyallahü anh)’e bir yakıştırma ve uydurma gibidir»
demiştir.
Zevâid müellifi ise «Bu isnâd sahihtir; Râvileri sika zâtlardır;
H â k i m , El-Müstedrek’inde El-Minhâl’den bu hadîsi rivâyet ede­
rek $ e y h e y n şartları üzerine, sahihtir, demiştir.» diyor.
S i n d i , bunu naklen beyan ettikten sonra diyor k i: Bu du­
rumda hadisin mevzu olduğuna hükmedenler, hadîsin mânası ken­
dilerine belirgin olmadığı için bu hükme varmışlardır. İsnadındaki
herhangi bir bozukluktan dolayı değildir. Bizim yukarda yaptığımız
yoruma göre hadisin mânası da açıklığa kavuşmuştur. (68)
(68) Sindi : Sah. 30 Sünen-î tbn-i Mâce — P .: 14
210 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

TERCEMESİ
1 21
) ... Abdurrahman tbn-i Sâbit Radiyallahü anh)’den rivâyet edil­
(

diğin egöre kendisi Sa’dbinEbî V akkas (Radiyallahü anh) ’denşöyle naklet-


m iştir.
H acseferlerin
denbirisinde, M uâviye (Radiyallahü anh) gelin ce, Sa’d(Ra­
diyallahü anh) on unyanm avardı. Bir araAl! (Radiyallahü anh) ’denbah setti­
ler. M uâviye (Radiyallahü anh) Ali (Radiyallahü anh) aleyh inde k onuştu .
Sa’d(RadiyaUakü anh) bun danÖ fk
elendive:Sen!(nasıl) busözüöylebiradam
içinsöylüyorsun ?ki onunh akkında R esûlullah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'
-

denşöylebuyurduğun uişittim :
«Ben kimin mahbubu isem Ali (Radiyallahü anh) de onun mah-
bubudur.»
Efendimizden şöyle buyurduğunu da işittim:
« (Yâ Ali!) Senin bana bağlılığın Hârun’un Mûsa’ya bağlılığı me­
sabesindedir. Şu farkla ki benden sonra peygamber yoktur.»
Resûl-i Ekrem’den şunu da buytırduğunu işittim t
«Bugün sancağı Öyle bir adama vereceğim ki Allah’ı ve O’nun
Resûlünü sever.»

İZA HI
Bu isnad ile Resûl-i Ekrem (Sallallahü Alçyhi ve Sellem) ’den ri­
vayet edilen hadis fıkraları, 115,116 ve-117 nolu hadislerde az bir la­
fız farkı ile rivâyet edilmiş ve oralarda gerekli izah yapılmış olduğu
için burada aynı fıkraları izah etmeye lüzum kalmamıştır.
S i n di bu hadisin açıklaması bahsinde diyor ki -. M u â v i y e
(Radiyallahü anh) ’m bu mecliste A 1 i (Radiyallahü anh) hakkın­
da neler söylediğini- kesinlikle bilmiyoruz. M ü s l i m ve T i r -
Bab: 11 M n ırtn n tM it 211

m i z i ’ de naklen söylendiğine göre bu mecliste M u â v i y e (Ra-


diyailahü anh), A l i (Radiyallahü anh) aleyhinde konuşmuş, hat­
tâ S a ’ d (Radiyallahü anh) ’m da kendisini teyid etmesini istemiş­
tir. Bütün sahabîler hakkmda iyi zan beslemek durumunda olduğu­
muz için bu mecliste M u â v i y e (Radiyallahü anh) tarafından
söylenen sözlesin A 1 i (Radiyallahü anh) ’İ hatalı göstermekten
ibâret olduğuna hamlederiz. Bu sözlerin sanıldığı gibi uygunsuz lâf­
lar ve tahkir edici kelimeler olduğu ihtimalini vermeyiz.
î b n - i H a c e r , «EJ-îsa’be»'dedemiştir k i.- H z. A l t (Ra­
diyallahü anh) ’in menkıbeleri çoktur. î m a m A h m e d ’ in beya­
nına göre hiç bir sahabî hakkında bu kadar çok rivayet yapılmamış­
tır.» N e s a i , onun hakkında vârid olan hadisleri testnt etmeye ça­
lışarak bir hayli rivayetlerde bulunmuş olup beyan ettiği senedlerin
çoğu güzeldir. Bâzı âlimlerin dediğine göre A l i (Radiyallahü
anh) “in Emeviler tarafmdan tenkid edilmesi onun hakında bu riva­
yetlerin nakline ve yüce şerefinin belirtilmesine sebep olmuştur.
Sahabîler arasmda zamanında vuku bulmuş olan ve zerre kadar
sorumluluğunu taşımadığımız olayları dile getirmek doğru değildir.
Sorumsuz iken mes’uliyet altma girmeye yol açar. E h l - i S ü n n e t
mezhebine göre sahabîlerin hepsi en yüce mevkileri ikraz etmişler­
dir. Allah cümlesinden razi olsun.

ZÜBEYR B. AVVÂM (Radiyallahü anhJ’IN FAZİLETİ

T £ R C EM E S î

122) ... Cabir (Radiyallahü a n h )’âtn rivâyet edildiğine göre Kurayza


günü ( s Mekke müşrikleri ile birlikte bütün Arab kabilelerinin. İslâm aleyhin-
212 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

dehareket etm esi. Benî Kurayzayahtıdiierin


indean tlaşmayı ihlâl ederekdüş­
man
la işbirliği yapm ası ü
zerine du
rum u nciddileştiği gün) Resûlullah ( S a l l a t -

l a h i t A l e y h i v e S e U e m ) :

— «Bize Beni Kurayza’mn tdurumu hakkında) kim haber geti­


rir?» diye
m
sordu. Zübeyr:
— ton (Yâ Resûlallah! haber getiririm), dedi. Sonra (savaş şid­
detlenince) Resûlullah (tekrar) :
— «Bize Benî Kurayza hakkında kim haber getirir? diye sordu.
Zübeyr»
— ton diye cevap verdi. Bu soru ve cevap 3defa tekrar edildi. Bu­
nun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Her peygamberin bir havarisi vardır. Şüphesiz benim havâ-
rim de Zübeyr’dir» buyurdu.

İZAHI

B u h a r î , bu hadisi Talia'nıa fazileti hakkında açtığı bir bab-


da rivâyet etmiştir. Talia, savaş esnasında düşmanın durumu ve dav­
ranışım anlamak için gönderilen casusa denir. N e s â i ' nin riva­
yetine göre, Z ü b e y r üç defa B e n i K u r a y z a ' y a gide­
rek durumlarım gözetleyip dönmüş ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)’e onlar hakkında malûmat vermiştir.
U h u d savaşından istedikleri kesin neticeyi alamadan geri dönen
M e k k e müşrikleri, M e k k e dolaylarındaki bütün Arap kabi­
lelerini müslümanlâr aleyhinde harekete getirerek önemli bir ordu ile
Hicret’in 4. yılı Ş e v v a l ayında M e d i n e - i M ü n e v v e r e
üzerine yürüdüler ve M e d i n e civannda F e d e k ve H a y ­
tae r ’ de oturan B e n î K u r a y z a yahudileri ile müslümanlar
arasında daha önce yapılmış olan antlaşmanın yahudiler tarafından
ihlâlim da sağladılar. Yahudilerin antlaşmayı bozduklarım haber alan
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bu haberin doğruluk dere­
cesinin tesbiti ve diğer vaziyetlerini öğrenmek için Z ü b e y r (Ra­
diyallahü anh)'i defalarca onlann arasına casus olarak gönderdi.

Hz. Zübeyr (R .A .)’in Hâl Tercemesi

Zübeyr bin el-Avvam Kureyş’tendir. Nesebi Kusay’da Peygamberin nesebi ile


birleşir. Anası Abdü’l-Muttalib’ln kızı Safiyye’dir. Safiyye Peygamber’in halasıdır.
(Devamı 213.CÜ sahifede)
Bab: 11 MUKADDİME 213

Havâriî elbiseyi beyazlatan, yardımcı, nasihatçı, dost ve peygam­


berlerin yardımcısı gibi çeşitli mânalara gelir. İ s a (Aleyhisse-
lâml ’ın ashabı beyaz elbise giydikleri için onlara havari denildiği de
söylenmiştir. Hadisin son fıkrasının mânası şu olmuş olu r:
«Her Peygamber’in hâlis bir dostu ve yardımcısı vardır. Benim
samimi yardımcım ve dostum da Zübeyr’dir.»
B u h a r i ’ nin rivayetinde bu hadisin «Ahzab günii» buyurul-
duğu kaydedilmiştir. Ahzab gününden maksad H e n d e k sava­
şıdır. Bu savaşta B e n i K u r a y z a yahudileri antlaşmayı bo­
zarak M e k k e müşriklerine yardım ettikleri için ve H e n d e k
savaşını müteakip B e n i K u r a y z a ’ nin üzerine gidildiği için
hepsi bir savaş gibi düşünülür, bu değişik ifadeler ile ayni gün kas­
dedilmiş olur.

T E R C E M E S İ

12
3) ... Zübeyr (binel-A vvâm ( R a d i y a l l a h ü a n h )’denrivayet edildiğin
e
görek
endisi şöylesöylemiştir:
And olsun ki, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Uhud sa­
vaşının olduğu gün benim için babasını ve anasını beraber andı. (Ba­
bam anam sana kurban olsun! buyurdu.)

İZAHI
B u h a r i ’ nin râvilerinden D a v u d i der k i: Peygamber,
bir sahabi’yi yüceltmek için «Babam sana feda olsun» derdi. Yahut
«Anam sana fedâ olsun» buyururdu. Ashab’mdan yalnız Z ü b e y r
b i n A v v a m ve S a ’ d b i n E b i V a k k a s için «Babam,
Hz. Zübeyr „............................... ......................... . (Baştarafı 2I2.ci sahifede)
Zübeyr (R A ..) Cennet ile müjdelenen 10 zattan birisidir. Bir rivayete göre 16 yaşın­
da iken müslüman olmuştur. Habeşistan'a, sonra da Medine’ye hicret edenlerden­
dir. Bütün savaşlara katılmıştır. Allah yolunda ilk kılıç çeken müslümandır. Uhud
savaşında müslüman ordusu dağıldığı en sıkışık anda Peygamber (S A .V .)’in ya­
nından ayrılmayan zatlardandır. Müslümanlığı kabul eden 4. veya S. zattır. Ka­
r ı » Ebû Bekr (R .A .m k m Zatü’n-Nitâkayn Esmâ <R.A.)*dır. Zübeyr (R A .) Ce-
mel vak’asında şehid olmuştur.
214 SÜNEN-l ÎBN-1 MÂCE

«nam sana feda olsun» buyurmakla onlan mümtaz bir tarzda yücelt-
miştir.
Bu cümle bir dua mahiyetinde değildir. Sırf yüceltmek için kul­
lanılan bir sözdür.
B u h a r i ’ nin, Z ü b e y r (Radiyallahü anh) ’m menkıbeleri
bahsinde A b d u l l a h b i n Z ü b e y r (Radiyallahü anhl’den
rivâyet ettiği başka bir hadiste B e n i K u r a y z a günü Z ü b e y r
(Radiyallahü anh)‘m:
" s - " M . *•* i ., > j > - ' - ' > . -
hSI j £-*->• L»_İL9

-iîl < J ljL s Aj *_<î


*" ■* ** • <>•’
= ... Ben, Benî Kurayza’dan dönünce Resûlullah (Sallallahü Aley­
hi ve Sellem), bana babası ile anasını bir arada yâd ederek » «Babam,
anam sana feda olsun!» buyurduğunu söylemiştir. Bu duruma göre
Peygamber (Şallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in hem H e n d e k sa­
vaşmda hem de U h u d harbinde Z ü b e y r için bu cümleyi kul­
landığı anlaşılır.
S i n d i diyor k i: övgüye liyakatli olan kişiyi gerektiğinde hu­
zurunda övmenin câiz olduğu bu hadisten anlaşılır. Tabii taraflar
için mânevi yönden bir salonca doğurursa övmek câiz olmaz.

Cj’ ü Lju . Uf : V U < c jI a jÎ İ Juc (j \ jJkj < (j


• " ^ * • ’ #• ^ *I »»
1 i : : 3^ i <;>i Cjt

• J*. - ç l? 1 ^ üt

1 24) ... U rve bin Zübeyr (Radiyallahü anhümâ)'danrivayet edüdiğine


göre (teyzesi) Âişe (Radiyallahü anhâ), k
endisin
eşöyledemiştir:
Yâ Urve! Baban Zübeyr ve baban Ebû Bekir (Radiyallahü anhü-
ma), yaralandıktan sonra yüıe Allah’ın ve Peygamber’in çağrısına
koçanlardandır.»
İ Z A H I
Hz. Âişe (Radiyallahü anhâ) ’nin hadiste okuduğu;
> • > >' | II ' • I ' ö II ' » I >1" - » t' •

ibare, Al-i İmrân sûresinin 172’nci âyetinin baş kısmıdır. Âyetin ta­
mamının meâli şudur:
Bab: 11 MUKADDİME 215

«O mü’minler kİ, yaralandıktan sonra yine Allah'ın ve Peygam­


berin çağrısına koştular. îyüik eden ve Allah'tan korkan bunlar için
pek büyük mükâfat vardır.»
Bu âyet-i kerîme «Hamraü’l-Esed» savaşı hakkında idi.. Şöyle k i:
U h u d savaşında düşman ordusu savaş meydanından ayrılarak
M e d i n e - i M ü n e v v e r e Ue M e k k e - i M ü k e r r e m e
arasında bulunan «Eevhâ» denilen yere vardı. Sonra savaştaki ba­
şarılarım az görerek müslümanlan tamamen imha etmeden dönüş­
lerine pişman oldu ve tekrar müslümanlann üzerine yürümek istedi.
Resûl-i Ekrem düşmanların bu düşünce ve hareketlerinden haberdar
olunca İslâm ordusunun cesaretini ve güçlülüğünü düşmana göster­
mek için tekrar M e d i n e ' den ayrılarak mücâhit ordusu ile
düşman üzerine yürüdü. Halbuki bu mücahitler U h u d savaşında
yaralanmışlardı. Yaralı bir halde ve birbirine tutunarak güçlükle
yola devam ediyorlardı. Bu ağır şartlar altında bile İslâm'ın azamet
ve yüceliğini göstermekten geri durmak istemezler idi. Kuvvetli bir
orduya sahip olan düşman, içine Allah tarafından korku düştüğü için
müslüman mücahitlerin hareket haberini alır almaz onlarla karşı­
laşmamak için kaçıp gittiler. Müslüman mücahitler de şan ve şeref­
le M e d i n e ’ ye avdet ettiler.
U h u d savaşından aldıkları yaraların kanları henüz dinme­
miş iken, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in çağrışma der-

Hz. Talhâ (R A .)’in H âl Tercemesi


Hz. Talha Kureyş'tendir. Peygamberimizle M ürre İbn-i K â’b da birleşir. Ebû
Bekr’in delâleti ile Islâmiyetin ilk günlerinde müslüman olmuştur. Ona «Taîhatü’l-
Hayr = Hayır Talhası» ve «Talhatü'l-Cûd = Cömertlik Talhası» da denilirdi. Ana­
sı Hadrâm l kızı Es-Sa'ba müslümanlığı kabul ederek hicret şerefine mazhar ol­
muş ve Talha (R _A .)’ın Cemeî olayında hicri 36 yılında şehid edilmesinden az son­
ra vefat etmiştir.
Cemal olayında Talha’nın vurulduğunu duyan Hz.. Ali <R .A.)’nin çok ağla,
dığı v » :
— Ey Talha! Benim ve senin şu âyette bildirilen mes’ûd mtittakllerden olma­
mızı umarım, dem iştir: «B iz o müttaldlerin gönüllerindeki hini sBkiip atanz. Hep­
si kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşılıklı olarak otururlar.» (B ak : Sahih-i Bu­
hari şerhi Kastalanl cild 7, sah. 372)
Hz. Talha, Cennetle müjdelenen 10 zattan ve ilk 8 müslümandandır. Uhud
savaşında bütün gücü İle Peygamber İçin vücudunu siper etmiştir. Mübarek eli
bu can siperâne savaşı esnasında sakat olmuştu.
Talha (R .A .)’nın rivayet ettiği 38 hadisten bir tanesinde Buhari ve Müslim it­
tifak etmişler. Aynca Buhari 2 hadis ve Müslim de 3 hadisi rivayette bulunmuş­
lardır. kendisinden hadis rivayet edenler i M âlik bin Ebi Am ir, Sâib bin Yezid,
Kays bin Ebi Hâzİm ve Ebû Osman en-Nehdî'dir. öm rü hakkında 58 ilâ 75 yaş
arasında olmak üzere müteaddit rivayetler var. (B ak : H u lâsa: Sah. 180)
216 SÜNEN-1 ÎBN-Î MÂCE

hal icabet ederek perişan halleri ile savaşmaya giden îslâm müca-
hidlerinin, her türlü takdirin üstündeki bu örnek kahramanlıkları ve
fedakârlıkları, inen bu âyetle övülüyor. H z. Â i ş e (Radiyalla­
hü anhâ) ’de kız kardeşi E s m a ’ mn oğlu U r v e ’ ye diyor k i;
Senin baban Z ü b e y r ve ana tarafından büyük baban E b û
B e k i r bu âyetle övülen mücâhidlerdendirler. Allah cümlesinden
râzi olsun. Âmin.

( î^ Ü i i JJaİ )
TALHA B. UBEYDULLAH (Radiyallahü anhJTN FAZÎLETÎ

• : Vİ» i J-It J / J fj 4 x U J ^

m ips
■# j JP -\-r ~ *

t e r c e m e s i

123) ... Câbir (bin Abdillah) ( R a d i y a l l a h ü a«A)’den rivâyet edildiğine


göre kendisi demiştir k i: Talha ( R a d i y a l l a h ü a n h ) (bir ara) Peygamber ( S a l ­
l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) ’ in yanından geçtikten sonra Resûlullah ( S a t t d l a k ü
A l e y h i v e S e l l e m ) :

«(Talha) yer yüzünde yürüyen bir şehiddir» buyurdu.

İZA HI
Sindi, hadîsin çeşitli şekilde yorumlandığım şöyle anlatır:
1. T a l h a hay^a iken Allah yolunda ölümü tatmıştır. Yani
Melekût âlemine ve Allah’ın azamet ve cemal deryasına dalarak
dünya ile alâkası kesilmiştir. Bu yoruma göre ölümden maksad dün­
ya âleminden kalbin kesilmesi ve İlâhî cezbeye dalmaktır.
l^-ı Jl t y* «Sizler ölmezden önce ölünüz» sımna
mazhar olmuştur.
2. T a l h a Allah yolunda yaptığı cihad esnasında bir çok çe­
tin elem ve acılar çekmek suretiyle ölen kişinin duyduğu acı gibi ız-
tırab duymuştur.
Bab: 11 MUKADDİME 217

3. T a l h a şehid olarak ölecektir.


Son yoruma göre hadis peygamberin bir mûcizesidir. Çünkü yu­
karda belirtildiği gibi Cemel vak'asmda şehid edilmiştir.
T i r m i z i ’ nin C â b i r b i n A b d i l l a h ’ tan rivâyet et­
tiği metnin tercemesi şöyledir •.
«Kim, yer yüzünde yürüyen bir şehide bakmaktan hoşlanırsa
Talha bin Ubeydillah’a baksm.»

. ti ti t i “^*"1

i jCii* ^ 1( j *»_ 3^** (/■ 1 ti Cf ‘ L9~^"~ t i -A*-

.« IÂa 9 3 ^ ‘ Âaeii <J,| ^


" V
TE R C E M E S İ

126) ... Muâviye bin Ebi Siifyan (Radiyallahü atıhümâ)’Ğm, kendisinin


şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir ara Talha (Radiyallahü anh) ’ya
baktı ve biraz sonra (ona işaret ederek) :

«Bu adam (Allah yolunda şehid oluncaya kadar döğüşeceğine


dair) adağım ödeyenlerdendir», buyurdu.

ÎZAHI

Hadiste, A h z a b süresinin 23’üncü âyetine işaret vardır. Ni­


tekim K a s t a l â n i B u h a r i şerhinin menkıbeler bölümünde
«Talha’nm menkıbelerine dair» bahiste diyor ki hakkında bu âyet
nazil olan sahabîlerden birisi de T a l h a ’ dır. Âyetin meâli;
«Mü’minlerden öyle erkekler vardır ki, Allah’a verdikleri söze
sâdık kaldılar. Kimisi (şehid edilinceye kadar savaşacağına dair)
yaptığı adağı ifa etti (şehid oldu). Kimisi de (şehid olmayı) intizar
ediyor. Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler.»
Âyetin açıklamasını yapan müfessirlerin beyânına göre A s -
h â b - ı K i r a m ’ dan O s m a n b i n ' A f f a n , T a l h a ,
S a i d b i n Z e y d , H a m z a , M i s ’ a b v e başka bir kısım
zatlar, (Alah cümlesinden râzi olsun) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) ile beraber bir savaşta karşılaştıkları takdirde sebat gös­
218 SÜNEN-1 ÎBN-Î MÂCE

termeyi ve şehid oluncaya kadar savaşmayı adadılar. Bunlardan


H a m z a v e M i s ’ a b (Radiyallahü anhümâ) gibi bazı müba­
rek zatlar şehadet şerbetini içtiler. O s m a n ve T a l h a (Radi­
yallahü anhüm) gibi bir kısım zatlar da böyle bir günü intizar edi­
yorlar idi.
Âyet ve hadiste geçen «Nahb» kelimesi adak demektir. Burada
murad Allah uğrunda ölünceye kadar veya olanca gücü ile savaş­
maktır.
d-j- . ile t ti* .îjju 3 \S. * ■öil. 3 id u>>-\rv
■ais. %:&i .+ 2 i iS&31 **
^"•5 ".c • * <f-*ı r
. ® 40JÜ» »
T E R C E M E S İ
127) ... Mûsa bin Talha (Radiyallabü anhümâ)’dan rivâyet edildiğine
göre kendisi şöyle demiştir: Biz Muâviye (Radiyallahü anh) ’nin yanında bu­
lunuyorduk. Muâviye (Radiyallahü anh) dedi k i : Ben Resûlullah ( Sallallahü
Aleyhi ve Sdlem)'den şunu işittiğime şüphesiz şehâdet ederim:

«Talha (Allah yolunda şehid oluncaya kadar savaşacağına dair


olan) adağım ödeyenlerdendir.»

: ‘ (j* * ü c * {^ f 5 <•{ { J c — NY A

. t c3 j • Ju_
* *' »*■

T E R C E M E S İ
128) • ... Kays (b. Ebî Hâzîm) (Radiyallahü anh)'den rivayet edildiğine
göre kendisi şöyle demiştir:

— Ben Talha (Radiyallahü anh) ’m elini çolak olarak gördüm.


Talha Uhud savaşında Peygamberi düşman saldırısından eliyle koru
muştu. (Bu esnada eline isabet eden bir ök ile eli sakatlanmıştı.)

İZAHI
E b û D â v u d T a y a l i s ! ’ nin, Müsned'inde rivayet etti­
ğine göre E b û B e k i r , U h u d savaşında biz T a l h a ’ nm
yanına vardığımız zaman onun vücudunda yetmiş küsur yara ve be­
re gördük. Bu arada şahadet parmağı da düşmüştü, demiştir. T a 1 -
MUKADDİME 219

h a düşman saldırısına karşı elini ve S i n d i ’ nin dediği gibi bazı


rivâyetlere göre bütün vücudunu Peygamber için siper yaptığından
bunca yaralar almıştı. Peygamber’i hedef hitan bir oka karşı elini
kalkan yapan T a 1 h a ’ nin eli de bu okla yaralanmış ve netice
itibari ile çolak olmuştu.
i6«■' ti ♦* J*ı# < v
055 (4 * ü J ii )
„ ; -e ♦ ** '
SA’D B. EBÎ VAKKAS (Radiyallahü anhl’IN FAZİLETİ

T E R C E M E S İ
129) ... Ali (bin Ebî Tâlib) (RaMyaUakü a n h )’den şöyle dediği rivayet
edilmiştir:

(H z .) SA’D B İN E B İ VAK K AS (Radiyallahü an h)'Ü N F A Z İL E T İ VE


H Â L TERCEM ESİ
Ebû İshak Sa’d b. Ebi Vakkas Malik b. Veheb (veya Vuheyb) bin Abd-i Me-
naf b. Zühre’dir. Babası Ebû Vakkas Mâlik, Peygamber (S.A.V.)’in anası Âmine
bint Veheb İle amcazadedir. Dolayisı ile Sa’d (R.A.) Peygamber (SA .V .)’in dayısı
oğlu sayılır. Islâmiyeti kabullenen 7. zat olup Sa’d, «Aşere-i Mübeşşere = Cennet­
le müjdelenmiş olan 10 zatsdan olup bunların en son vefat edenidir. Halife Hz.
Ömer, Ebû Lü'lüe’nin zehirli hançeriyle yaralandığı zaman «Aşere-i Mübeşşerenden
teşkil eylediği 6 kişilik Şûraya dahil ettiği Sa’d hakkında Şûra*ya: «Eğer halife­
lik ona verilirse febiha, verilmezse halife olacak zat onun yardımından kendisini
müstağni saymasın, diye vasiyyet etti.
Sa’d (RA..) Peygamber efendimizin sevgilisi idi. Onunla iftihar ettiği şu ha­
disten anlaşılıyor. '• 'ir - V • ? . ,r.
AJv-3^ j
ss «İşte benim dayım Sa’d, böyle bir dayısı olan varsa bana göstersin.»
Sa’d bütün savaşlarda kahramanca çarpışan mücahid ve fütûhatı ile İslâm
ülkesini genişleten emirlerdendir. Irak’m fatihi ve Sasani devletini ortadan kaldı­
ran, meşhur Kadisiye savaşınm muzaffer kumandamdır. Hz. Ömer ve Hz. Osman
zamanında Küfe valiliğini yapmıştır.
Kendisinden hadis rivayet edenlerin başında oğullan İbrahim, Âmir, Ömer,
Muhammed ve Mis’âb ile Âişe, Kays b. Ebi Hâzim, Said b. el-Müseyyeb, Alkarna,
Ebû Osman ve Mücahid gelir. 200 hadisi var. Buhari ve Müslim 15 hadisi ittifak­
la, BUhar! 5 ve Müslim 18 hadisi münferiden rivayet etmişlerdir.
Hicri 55. yılda vefat etti. Bakî’a defnedildi. Allah ondan razi olsun. (Bak:
Tezkire : Şah. 22 ve Hulâsa 135)
220 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem/’m Sa’d bin Ebî Vakkâs (Radi-


yattahü anh)’dm başka hiç bir kimse için babasını ve anasını topladığını (= ba­
bam. anam sâna feda olsun dediğini) görmedim. Fakat Uhud savaşının vukû
bulduğu gün Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona:
«Ey Sa’d! (düşmana) Ok at. Babam ve anam sana feda olsun»,
buyurdu.

.8 ]İAİ 1ıX***
^ \— >) <JU

TE R C E M E S İ

130) ... Saîd bin el-Müseyyeb (Radiyallahü anh)’den rivayet edildiğine


göre kendisi Sa’d bin Ebî Vakkas’tan şöyle söylediğini işittim, demiştir:
Şüphesiz Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Uhud günü benim için
babasını ve anasını birlikte zikrederek :
«Ey Sa’d (durma ok) at! Babam, anam sana feda olsun» buyurdu.

İ Z A H I

Müellifin iki sened ile rivâyet ettiği S a ' d ' ı n bu hadisi rivâ­
yet tariki (yolu) çok olan meşhur hadîslerdendir. İB u h a r i bu ha­
disi yalnız U h u d savaşı bahsinde 4 sened ile rivâyet etmiştir.
B u h a r i ’ nin bu babında rivâyet ettiğine göre U h u d sa­
vaşının devam ettiği bazı saatlarda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)’in yanında T a l h a ile S a ’ d b i n E b i V a k k a s ’­
tan başka kimse kalmamıştır. S a ’ d o gün ok kuburluğunda ne
kadar ok varsa sarf etmiş, Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) kendi kuburluklarındaki oklan yere döküp «Haydi bunları da
at», buyurmuşlardır. O gün düşmana bin ok attığı mervıdir. Her bi­
rini atarken de Peygamber’in «At! babam, anam sana kurban olsun»
ifâdesindeki üstün iltifat ve teşvike mazhar olmuştur. Bir günde bini
bulan bu yüce teveccüh kimseye nasip olmamıştır. Bütün savaşlarda
arslan gibi çarpışan S a ’ d' ı n bilhassa U h u d harbindeki can
Bab : 11 221

siperane çarpışması her türlü takdirin fevkinde cereyan etmiştir.


Çünkü o günün en buhranlı anında ve İslâm ordusunun darmadağın
edildiği bir ortamda S a ’ d , Peygamber’in önünde oturup vücudu­
nu O'na siper etmiş, hem de binlerce ok atışı ile düşmana göz açtır-
mamıştır. S a ' d oklarını savururken şöyle dua ederdi: «Allahım!
Bu senin okundur. Düşmana yetiştir.» Resûl-i Ekrem de :
«İlâhî, sana dua etitği zaman Sa’d’ın duâsmı kabul et. İlâhî atı­
şını doğrult, dâvetine icabet et» buyurmuş.
123 nolu hadisin izahında belirttiğim gibi arablar yüceltmek mak­
sadı ile «babam, anam sana feda olsun» şeklinde hitabta bulunur­
lardı. Bununla bir temenni veya dua kasdetmezlerdi. Resül-i Ekrem’in
Z ü b e y r bin e l - Av v a m içinde böyle bir hitabtabulundu­
ğu mezkûr hadisten anlaşılıyor. 129 ve130 nolu hadîslerden Peygam­
ber’in S a ’ d b i n E b i V a k k â s için de aynı hitabta bulun­
duğunu anlıyoruz. Râvi H z. A l i (Radiyallahü. anh)’in, Fahr-i
Kâinat efendimizin H z. Z ü b e y r için böyle hitabta bulundu­
ğunu görmediği anlaşılıyor.
S i n d i diyor k i: S a ’ d hazretlerinin, Resûl-i Ekrem’in ken­
disi için kullandığı bu ifadeyi anlatması ya böyle hîtab etmenin dinen
cm/ okluğunu bildirmek içindir, yahut şer’an gerekli gördüğü bir yer­
de övgü maksadı ile olmuştur.

» p-Ş'j j » 3 * ü Llyjü? ~

‘r ’-'*'' J \ : Jjr\ 3 ^ • Ji» • ‘ C/"

• iJ j

Saîd b. el-Müseyyeb (R .A .)'in H âl Tercem esi:

Medine fıkıhçısı ve Şeyhü'l-İslâm olarak anılan Sald b. el-Müseyyeb Ebû Mu-


hammed El-Mahzûmî tabiîlerin en yücelerindendir. Hz. Ömer’in hilâfetinin 3. yı­
lı doğmuştur. Hz. Ömer'in hutbelerini dinlemiştir. Osman, Zeyd bin Sabit, Âişe,
Sa'd b. Ebi Vakkas ve Ebû Hüreyre (R .A .) hazretlerinden ve başka bir çok zat­
tan hadis almıştır. Geniş ilmi, daima hakkı söyleyişi, saygı değerliliği, takvası ve
fıkıhçılığı ile nam salmıştır. İbn-i Ö m er: Said b. el-Müseyyeb müftilerdendlr, de­
miştir. Katade, Zührî ve M ekhul: Said b. el-Müseyyeb’den. daha âlim kimse gör­
mediklerini söylemişlerdir. Ticaretle geçimini sağlardı. Devletin bahşişlerini almaz­
dı. Kendisi; Resûl-i Ekrem, Ebû Bekir ve Ömer'in verdikleri hükümleri benden
daha iyi bilen yoktur, demiştir. Rivayetlerinin çoğu Ebû Hüreyre’ye dayanır. 40
defa hac yaptığı mervidir. Bir hadis için günlerce yol gittiği rivayet olunmuştur.
Vefat tarihi hususunda çeşitli rivayetler vardır. En kuvvetli rivayete göre hicretin
94. yılı vefat etmiştir. (B a k : Tezkire : Sah. 54)
222 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

TE R C E M E S Î
131) ... Kays bin ebi Hâzim ( Radiyallahü anh) ’den rivayet edildiğine gö­
re kendisi Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahü anh)'den şöyle söylediğini işittim,,
demiştir:
— Ben Allah yolunda ok atmış olan Arab müc&hidlerin gerçek­
ten birincisiyim.»

İ Z A H I
İslâm uğrunda ilk ok'un onun tarafından atılmış olması büyük
bir meziyettir. Çünkü bütün sosyal hareketlerde ve inkılâblarda ilk
faaliyet çok değerlidir. Sahibini şan ve şeref sahibi kılar. Bahis ko­
nusu ilk ok’un atılışı mes’elesi de şudur:
Hicretin birinci yılı Peygamber efendimiz, U b e y d e b i n
H â r i s kumandası altında muhacirlerden 60 kişilik bir süvari müf­
rezesini kurmuştu. Bu mücahidim* arasmda S a ’ d de bulunuyordu.
Bu birlik R â b i ğ (69) deresine gönderilmişti. Gâye E b û S ü f -
y a n ’ m idaresinde Ş a m ’ dan dönmekte olan M e k k e kerva­
nım yakalamâk idi. Bu savaş müslümanian memleketleri olan
M e k k e ’ den uzaklaştıran M e k k e müşrikleri ile muhacir müs-
lümanlann ilk karşılaşması idi. ResûMah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) bu müfrezeye bir bayrak da vermişti ki, bu da müslümanlann
ilk bayrağı oluyordu. U b e y d e , E b û S ü f y a n üe karşıla­
şınca ilk ok’u S a d ’ d b i n E b î V a k k â s atmıştı ki, bu, İs­
lâm uğrunda şeref ve cesaretle atılan ilk ok idi. (70)
B u h a r i de S a ’ d b i n E b î V a k k â s ’ m menkıbeleri
bahsinde aynı hadisi rivâyet etmiştir.

i- .j l — NfT

aT. $ : 2 / «: z v * ^ ♦&

^ j3 J i j îz . A'üj. 'c X İ
T E R C E M E S Î
132) ... Saîd bin El-Müseyyeb (Radiyallahü anh)'den rivayet edildiği­
ne göre kendisi şöyle demiştir:

(69.) Râğib Medine ile Mekke arasmda kızıl denize yakın bir vadinin adıdır.
Orada aynı ismi taşıyan bir köy de vardır.
(70) Kastalânİ, ciid 7, sah. 374
Bab: 11 MUKADDİME 223

«Sa’d bin Ebi Vakkâs (Radiyallahü anh) dedi k i: Benim müslü­


man olduğum gün hiç kimse müslüman olmadı. Ben mütslümanlarm
üçte biri olarak bir hafta durdum.»
(Yâni müslüman olduğum günden itibaren bir haftaya kadar
kimse müslüman olmadı. Ondan soma oldu.)

İZ A HI

S a’d bin E b i V a k k â s (Radiyallahü anh)’m müs­


lüman olduğu gün başkası müslüman olmamış olabilir. Ama daha
önceki günlerde müslümanlığı kabul edenler olmuştu. İ b n - i M â ­
c e h ’ in rivayeti açıktır. Fakat B u h a r i ' A i n , S a ' d ' m. men­
kıbeleri bahsinde rivayet ettiği metin şöyledir:
(jj-O ^ j3 -l ( j VI -*■->•I \ C*
= «Hiç kimse benim müslümanlığı kabul ettiğim günden önce
müslüman olmamıştır.» Başka bir rivayette:: «Benden önce kimse
müslüman olmamıştır», tabiri vardır. Halbuki bilindiği gibi E b û
B e k i r , A l i , Z e y d ve başka zâtlar kendisinden önce müslü­
man olmuştur. B u h a r i şerhleri ve S in d i . bu rivayeti şöyle
yorumlamışlardır. H z . S a ’ d kendi itikadına ve bildiğine göre ko­
nuşmuştur. Çünkü ilk günlerde, müslümanlığı kabul edenler îslâmi-
yetlerini gizli tutuyorlar idi. Bu sebeple S a ’ d hakiki durumu o an
için bilmiyordu. Hadd-i zâtında S a ’ d müslümanlann yedincisidir.
«Ben müslümanlann üçte biri olarak...» sözüne gelince, bu da
çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Şöyle ki, Sahih-i B u h a r î ’ nin
E b û B e k r ’ in fazileti hakkmda açtığı babta « A m m a r b i n
Y â s i r (Radiyallahü anhümâ)’dan rivayet ettiği bir hadiste
A m m â r demiştir k i:
«Ben Resûlullah'ı ilk gördüğümde, beraberinde müslüman olarak
beş köle, iki kadm ve Ebû Bekir bulunuyordu. (Başka müslüman
yoktu.)» Şarihler 5 kölenin şunlar olduğunu beyan ederler: B i 1â 1- i
Habeşi , Zeyd bi n Hâr i se, Â m i r î b n - i F üh e y r e ,
U b e y d i b n - i Z e y d ve E b û F ü k e y h e ’ dir. Bazı siyer
kitablan F ü k e y h e yerine Ş o k r a n ’ ı gösterirler. îki ka­
dm ise H z . H a d î c e ile Ü m m - i E y m e n , veya S ü ­
m e y y e ' dir. Şu duruma göre :

H z . S a ’ d ’ ıh 3’üncü müslüman oluşu, erkek, bâliğ ve hür


olarak müslüman olanların üçünctisü şeklinde yorumlanabilir ki : Bi­
m SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

rincisi Eesûl-i Ekrem, İkincisi E b û B e k r ve üçüncüsü S a * d ol­


muş olur. Müslümanlann gizli bir cemiyet halinde ilk zamanlarda
yaşamış olması dolayısı ile S a ' d 'm yalnız bir aracısı odan E b û
B e k r i ve Peygamberi tanımış olması ve diğerlerinden haberdar
olmayışı kuvvetle muhtemeldir. S a ' d ' m , . 3 kişi derken Peygam­
ber’in dışında E b û B e k r ve H a t î c e ’ yi, bir de kendisini he­
saplamış olması da muhtemeldir. Diğer taraftan 5 köle ve E b û
B e k r 6 kişi hesaplanırsa S a ’ d yedinci müslüman olmuş olur.
Hangi şekilde yorumlanırsa yorumlansın H z . S a ’ d ilk müslüman-
lardan ve büyük mücahidlerdendir. Allah cümlesinden râzi olsun ve
bizleri şefâatlanna nâU eylesin.

( itki• İJaJ)
AŞEEE-t MÜBEŞŞERE (Radiyallahü anhüml’ÜN
FAZİLETLERİ

133) ... SaîdbinZeyd ( R a d i y a l l a h ü a n h )’denrivayet edildiğinegörek en­


disi şöylesöylem iştir: Resûlullah ( S a l l a l l a h ü A l e y h i v eAşere-i Mü-
S e l l e m )

beşşere’nin1 0’uncusuîdi. Çünkü:


«Ebû Bekr Cennettedir, Ömer Cennettedir, Osman Cennettedir,
Ali Cennettedir, Talha (bin Ubeydillah) Cennettedir, Zübeyr Cennet­
tedir, Sa’d (bin Ebi Vakkas) Çenettedir ve Abdurrahman (bin Avf)
Cennettedir.» buyurdu.
Râvi Riyah bin el-Hâris diyor ki Said bin Zeyd'e «dokuzuncu zât
kimdir?» diye soruldu. O da «dokuzşmcu benim» diye cevap verdi.»

İZAHI
Aşere-i Mübeşşere (= Cennetle müjdelenmiş olan 10 sahabî)’nin
faziletine dair olan bu hadiste görüldüğü gibi 9 sahabi’nin ismi geç-
Bab : ti MUKADDİME

iniştir. E b û U b e y d e zikredilmemiştir. Bunutakip eden ha*


dişte de E b û U b e y d e ’ nin ismi geçmediğine göre musannif,
burada Aşere-i Mübeşşere’ninçoğunun fazileti baklanda vârid plan
2 hadisirivayet etmek istemiş olur. Hadiste bu zâtlarm Cenhetbk Ol­
duğu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından müjdelen
mişolduğu için onlara «Aşere-i Mübeşşere» ismi verilmiştir.

TER CE M ES İ

134) ... Saîdbu»Zeyd ( R a d i y a l l a h ü rivayetedild^^gbreken­


disi: BenR esûlullah( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) ’d e nşun
ubuyurduğunuşüp
K
beşizteltiğim eseh adetederim, demiştir:
— Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ye Sellem) arkadaşları ile Hirâ
dağı üstünde bulunduğu sırada dağ deprendi Bunun üzerine Re­
sûlullah dağa hitâben t
U^U dur ey Hira! Çünkü senin üstünde ancak Peygamber ve­
ya Sıddlk ( = çok dürüst) veyâ şehîd bulunur. (Başka kimse bulun
m at)» buyurdu ve Resûlullah CSallallahü Aleyhi ve Sellem) imlan
şöyle saydı: Ebû Bekr, Ömer, Osman, A li Talha, Zübeyr, Sa’d, tbn-i
Avf ve Sald bin Zeyd. (Radiyallahü anhüm.)

t Z A H I

H i r â dağı M e k k e civarındadır. Resûl-i Ekrem Peygam­


ber Utmadan evvel bu dağa çıkar, oradaki meşhur mağarada Allah’a
ibâdet ederdi. S i n d i diyor k i: «Oradaki E b û B e k r - i S ıd -
d İ k* dan sonra ahilan bütün zâtlar şehid olarak vefat etmişlerdir.

8ttaen-i tbn-i Mâce — F. : 15


226 SÜNEN-1 İBN-İ MÂCE

Yalnız S a ’ d î b n - i V a k k a s , M e d i n e ’ ye yakın A k i k
köyünde vefat etmiş ve B a k î denilen M e d i n e mezarlığına def-
nedilmiştir. Bu itibarla S a ’ d da E b û B e k r gibi «Sıddîk»m
şümulüne girer, denilebilir. Zirâ «Sıddik» ismi genellikle; E b û
E e k r için kullanılmakla beraber mâna itibari ile ona münhasır
değildir. Nitekim 120 nolıı hadiste H z . A l i : «Sıddık-ı Ekber be­
nim» demiştir. Yâhut da «Şehid»den murad şehidlerin sevabına erişen­
dir, diye yorum yapılabilir.
Sahth-i Buharî’nin, E b û B e k r ’ in fazileti bahsinde E n e s
b i n M â l i k ’ ten rivayet ettiği bir hadiste de şöyle buyurulu­
yor-.
«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir ara Ebû Bekir,
Ömer, ve Osman (Radiyallahü anhüm) ile birlikte Uhud dağına çık­
mıştı. Orada iken Uhud dağında bir deprem vuku buldu. Bunun üze­
rine Eesûl-i Ekrem >
— Ey Uhud dur! Çünkü senin üstünde bir Peygamber, bir Sıd-
dik (çök doğru) ve iki şehid vardır» buyurdu.
U h u d dağı M e d i n e * nin şimalinde bir dağdır. U h u d
savaşı bu dağın eteğinde cereyan etmiştir. Resûl-i Ekrem T e b û k
seferinden dönerken U h u d ' u görünce:
«İşte dağcağız, o bizi sever, biz de onu severiz.» sözü ile bu dağa
büyük şeref vermiştir.
Her iki hadisin sıhhatmda şüphe yoktur. U h u d dağı M e ­
d i n e ' d e ve H i r â dağı da M e k k e ’ de olduğuna göre bu ola­
yın iki defa vuku bulduğunu kabul etmek neticesine vanlır.

EBÛ UBEYDE B. CERRAH (Radiyallahü anh)’IN FAZİLETİ


Bab: U MUKADDİME 227

T ER CE M ES İ
13 5
) ... H uzeyfe İbn-i Yemân ( R a d i y a l l a h ü a n h )’denşöyledediği riva­
yet edilmiştir:
Resûlullah ( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) Necrâneh
lin
ebuyurduk
i:
«Ben hakkıyla güvenilen ve itimada lâyık bir adamı sizlerle gön­
dereceğim!» Bu söz üzerine* Sahabîler (bu yüce emniyete kimin maz­
har olacağım anlamak için) intizar etmeye başladılar. Biraz sonra
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Ubeyde bin el-Cerrah'ı
(onlarla) gönderdi.»

a .fîr s ^ . e v r\

■ûi » j i Z l j V 2b 0 £ Dji-j ‘öl i a? # i \ &


M •i !

T ER CE M ES İ
*1
36) ... Abdullah (İbn-i M es’ûd) ( R a d i y a U a h ü a n h y â t n rivayet edildi-
ğin
egöreken disi şöyledemiştir:
Şüphesiz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ebû Ubeyde
bin el-Çerrah’ı göstererek onun haklında s
«İşte bu adam, Islâm ümmetinin eminidir» buyurdu.

İKİ HADİSİN İZAHI


Necrâm Y e m e n tarafında ve M e k k e ’ ye 7 konak mesa­
fede bir şehirdir. Halkı hıristiyan idi. Aralarında yahûdiler de var
idi. Yahûdi olan Y e m e n Meliki E b û N u v â s , hıristiyan-

Said 1ün Zeyd (R -A .)’in H âl Tercemesi

Said b. Zeyd Adevîdir. Cennetle müjdelenmiş olan 10 zattan birisidir, tik mu­
hacirler kafilesi ile hicret etmiştir. Bedir savaşından başka bütün savaşlara katıl­
mıştır. Buhari, Bedir ehli arasında Hz. Said’i de zikretmiş ise de; hadis ve Tabakat
müelliflerinin çoğu Bedir’de bulunmadığını yazarlar. Kendisinden 38 hadis rivayet
edilmiştir. Bunlardan 2 hadisi Buharî ve Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir. Ay­
rıca Buhari bir hadisini almıştır. Kuvvetli rivayetlere göre kendisi Bedir savaşı­
na katılmadığı halde Peygamber (S A .V .) tarafından kendisine bir sehim ayrıldığı
müteaddit yollarla rivayet 'edilmiştir. Vâkidl, onun Akik mevkiinde hicri 51. yı­
lında vefat ettiğini ve cenazesinin Medine’ye nakledildiğini bildirmiştir. (R A .)
228 SÜNEN-I İBN-Î MÂCE

lan baskı ile kendi dinine döndürmek istedi. Direnenlere işkence yap­
mak için hendekler kazdırıp onlan bu hendekler içinde yakmak su­
retiyle cezalandırdı. Kuı^an-ı Kerîm bu zâlimlere A s h â b - ı U h -
d û d (= uzun hendekler sahihleri) ismini veriyor. Ve B u r û ç
sûresinin 4 - 7’nci âyetlerinde bu feci olayı zikrediyor.
î b n -i S a ’d ' m beyanına göre? Resûl-i Ekrem, N e c r â n
hıristiyanlanna yazdığı bir mektup ile onlan M e d î n e*ye dâ-
vetediyor. Budâvet üzerine emirleri  b d ü l m e s i h  k i b ’ in
başkanlığmda 14 kişilik bir hey’et M e d İn e ’ ye geliyor. Hey’et
içinde en büyük bilginleri E b ü ’ 1- H â r i s A l k a r n a ile S e y -
y i d E y h e m de var idi. Bunlar Resûl-i Ekrem’in huzuruna çık­
tılar. Selâmlaşmadan sonra îslâma dâvet edildiler. Fakat hey’et
îsiâmiyete girmeyi kabul etmedi. Resûl-i Ekrem onlara Kur’an oku­
du. t s a (Aleyhisselâm) hakkında uizun konuşmalar ve tartışma­
lar oldu. Buna rağmen bir türlü hakkı kabul etmediler. Bunun üze­
rine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve. Sellem) onlara:
«Benim tebliğimi kabul, etmiyorsunuz, gidiniz! Ailenizle geliniz,
sûânle mulâana (71) edelim» buyurdu. Mulâana teklifi ve uygulama­
sı Ati;tnbr^;'«lbte8İninei'inci âyetinde meâlen şöyle bildiriliyor:
«îsa’rnn Allah'ın kulu ve Resölü olduğuna dair sana ilim gel­
dikten sonra onun hakkında kim seninle münâkaşaya kalkışırsa şöy-
lede»

Ebû Ubeyde (K A .)’n m H a T e rc e m e si

Ebû UbeydeÂm ir b in A bd iU ah b in C errâh ’ü r.N e se b i Resûl-i Ekrem’in nese­


bi ile F ih r’debirleşir. Anası Üm eyyebintü’l-Hâris’dir. Etti Ubeyde’nin babası Be­
dir savaşm dakâfir olarak ölmüştür. Rivayete göre Kureyş tarafmdan savaşa ka­
tılan babasını Ebû Ubeyde kendisi öldürmüştür: .
Ebû Ubeyde büyük mücahidlerdendir. Bütün savaşlara Peygam ber (S A .V .)’in
emrinde cesaretle döğüşmüştür. Peygamberin vefatından sonra Ebû Bekir ve
Ömer’in hilâfetleri zamanında vuku bulan Şam fetihlerindeki hizmetleri ise; pek
büyüktür. Bu savaşlarda bazen kumandan bazen de Halid bin Velid’in emrinde
çarpışmıştır. Aldığı, yerlerde halka karşi uyguladığı adalet ve gösterdiği şefkat
bölge sâk in io zamanki Hıristiyan ve BizanslIları hayran bırakmıştır.
. Cennetle müjdelenmiş olan 10 zattan olan Ebû Ubeyde’nin 14 hadisi bulunup
Müslim yalnız bir tanesini rivayet etmiştir. Kendisinden Câbir, Ebû Ümame ve
Abdurrahman bin Ganem hadis rivayetinde bulunmuşlardır. Halife Hz. Ömer’in
devrinde o, Şam vâlisl iken H icri 18. yılda çıkan taunda vefat etmiştir. Cenaze
namazım Muaz bin Cebel kıldırmıştır. Kabri Am tâ köyü yakmmdadır.
(71) Mülaane.: karşılıklı lânet etmektir. Lânet Allah’m rahmetinden ıı*akiık
demektir. Mülaane edenler yek diğerinin Allah’ın rahmetinden uzak kalması için
beddua ederler.
Bab: 11 MUKADDİME

Geliniz oğullanmızıve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlan-


nızı, bizleri ve sîzleri çağıralınvsonra hepimiz dua edip yplvanalun
da Allahhn İânetini yalancüarm üzerine okuyahın.»
Hey’et teklif edilen mülâaneden de çekindi ve M e c r â n ' lılar
cizye vermeye nzâgösterdiler.
B u h a i I *nin yine H u z e y f e (Radiyallahü anhl’den naklet­
tiği hadis metni daha geniştir. B u h a r 1 Ehl-İ Necrân* baş­
lığı altında zikrettiği hadis uzundur. Baş kısmında N e c r â n *m
iki liderinin Peygamber'e gelişleri ve znülâana etmemeyi kararlaş-
tırdıklan anlatılıyor. Daha sonra buyuruluyor k i:
“ N e c r â n *m iki başkam Peygamber’e gelerek :
— (Hıristiyan kalacağız. FakatJ bizden istediğin vergiyi ödiye-

Abdulah tim-i Mes’ûd’un H â l T en teleri

Künyesi Ebû Abdirrabrasa olup Hüzeli’dir. İlk müslümanlardandır. Hatta


müslflmanların Saçısı olduğu rivayet edilmiştir. AnasıÜ m m -i Abd’e lzafeten İbn-1
Ümm-i A bd künyesi ila tanınmaktadır.
îbn-İ M es’ûd bütün savaşlarda Peygamber’e refakat etmiştir. Devamlı surette
Peygam berin beraberinde bulunduğu için Kur’an kıraatıve fıkM bilgideüstün bil-
göm* almıştır,
îbn-i M esİıd, doğrudan doğruya ve bizzat 'Resûlullah ÇSA.V.)’den 70 sure-i
oelileyi hıfz etmiştir. O lum kıraattaki üstünlüğü şu b a d ire ortaya konuluyor : Pey­
gamber (S -A .V .) buyurdular k İ :
« 8 t e yeni İndiği gibi K a r t e l kıraat etmek İste se tbn-i Üm nd Abd*m ofcb-
yuşu üzerinde okusun» TezkiretüT-Huffaz.
Hz. Öm er < IU L ) halife iken Ammar b. Yâsir ve Abdullah îbn-i Mes’ûd’u Kü­
fece gönderdiğinde, Küfe halkına hitâben yazdığı bir mektupta aynen şöyle dir
yordu:
«Size Amm ar İbn-i Y astrl Em ir, Îbn4 Mes’ûd’n öğretmen ve vezir olarak gön­
deriyorum, Bunlar Ashabın ehl-i Bedirden İki yüee şahsiyetleridir. Bunlara iktida
« fflH B n P B ulûmuz. Zm u i Im I gvllllC 1IUCA « © W ITOflfB-IlCıSiyflc uKPCto
Büyük bilginlerden olduğu herkesçe bilinen İbn-i Mes’üd, az hadis rivayet
ederdi. Bu da hadis metinleri hosusuadakititizliğinden ve üstün takvasından ile­
ri gelirdi. Resûlulah (S A .V .)’a devamlı refakati, kuvvetli hafızası ve üstün ilmi­
ne rağmen hadis rivayetindeki titizliği sebebi ile kendisinden yahni 840 hadis
rivayet edilmiştir. Bundan 120 hadisi Buhari ve Müslim kısmen beraber ve kıs­
men ayn rivayet etmişlerdir. Sahabîlerden ve Tabiinden tanınmış b ir çok zat ken­
dirinden
«•■••■«m psa # i P i * ı w rivavet «rvieaaa®sase%ssA*

Irak fıkhı, H e. Ali’nin hükümleri ve fetvalan ile kadı Şüreyh’in verdiği hü­
kümler yamnda îbn-i Mes’ûd*un fetva ve mervilerine dayanır, denilebilir.
İbn-i M es’Ûd’un menakıb ve faziletleri ciltleri doldurur. Eğer bunları gereği
kadar yazmaya girişirsek yüzlerce sahife doldurmak gerekecektir. Bu kadarla
.iktifa edelim.
îbn-i Mes’ûd, bir rivayete göre, h. 33 yılmda Medine’de 60 küsur yaşında iken
vefat etmiştir. Allah, cümlesinden razı olsun.
2 ») SÜNEN-Î İBN-1 MÂCE

ceğiz! Ancak bizimle itimada şayan bir memur gönderiniz! Gönde­


receğiniz zât muhakkak emin olsun, dediler. Peygamber- (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) de t
— «Ben şüphesiz, hakkıyle emin ve İtimada lâyık bir kişiyi gön­
deririm» buyurdu. Peygamber’in bu sözü üzerine Sahabiler (anılan
emniyet ve itimad kime âid olacak diye) beklediler. Bundan sonra
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Kalk yâ Ebâ Ubeyde bin Cerrah!» buyurdu. Ebû Ubeyde aya­
ğa kalkmca da Peygamber onu göstererek*
«İşte bu gördüğünüz sîmâ Islâm ümmetinin eminidir» buyurdu”
I b n - i S a ' d ’ in beyânına nazaran yapılan antlaşmaya göre
N e c r f t n halkı yılda 2 bin kat elbise, 80 dirhem nakid verecektir;
Y e m e n ’ de bir karışıklık olursa N e c r â n ’ lılar emaneten zırh,
kargı, at ve deveden otuzar âdet vereceklerdi. Bu antlaşma H z.
Ö m e r (Radıyallâhü anh)’in hilâfeti zamanına kadar yürürlükte
kaldı. H z . Ö m e r (Radiyallahü anh) devrinde A r a b yarım­
adası gâyr-i müslimlerden temizlenince bunların emlâk ve arazileri­
nin normal bedelleri verilerek K ü f e civarında yine N e c r â n
adı verilen bir yere nakledildiler.
( cî 2*1^ ıP** )
HZ. ABDULLAH B. MES’ÛD (Radiyallahü anh) ’ IN FAZİLETİ

T E R C E M E S İ
137) Ali (bin Ebî Talib) (RadiyaUdkü ssA)’den rivayet «dildiğine göre
kendisi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir.
«Eğer (Ashâbım ile) istişare etmeksizin bir kimseyi kendime ha­
life seçseydim, İbn-i Ümm-i Abd’İ seçerdim.»

İZAHI
Ü m m - i A b d , A b d u l l a h ’ ın anasının ismi olduğu için
A b d u l l a h ’ a t b n - i Ü m m - i A b d künyesi verilmiştir.
Bab: 11 MUKADDİME 231

Hadis, A b d u l l a h î b n - i M e s ' û d ’ ım Resûl-i Ekrem nez-


dindeki değerini belirtir. Bâzı hadis âlimleri : «Buradaki halife­
den maksad, mûslümanlann başkam değildir. Çünkü hakiki mâna­
daki halifenin K u r e y ş ’ ten olması gerekliliği nassla sabittir,
î b n - i M e s ’ û d ise K u r e y ş ’ ten değildir. Bu sebeple hali­
feden murad, muayyen bir ordu kumandam veya belirli bir kısım
işlerde yâhut bir bölgede idare âmiri demektir, demişlerdir.» S i n d i
bu yorumu naklettikten sonra diyor k i: «Bence Resûl-i Ekrem’in
maksadı hakiki mânadaki Halife olabilir. Halîfe’nin K u r e y ş ’ ten
olmasına dair bir ilâhi emirolmadan önce İ b n - i M e s ’ û d *un
ilmi liyâkati, isabetli görüşleri, üstün idarecilik kabiliyeti ve sayısız
meziyetleri dolayisı ile Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
efendimiz O’nu hilâfete liyâkatlı görmüş, bu sözü söylemiş ve bilâ­
hare Halife'nin K u r e y ş ’ ten olması hükmü gelmiş olabilir. Di­
ğer taraftan şu maksadın ifâde edilmek istenmesi de muhtemeldir:
Kişinin halife seçilebilmesi için bulunması gerekli her türlü Olgunluk
ve dolgunluk î b n - i M e s ' û d ’ de mevcuttur. Bü durum bilin­
diği için böyle bir tayine gidilmiş olsaydı istişareye lüzûm yoktu.
Çünkü yapılacak istişareden gaye, bu liyakat ve kemalâim olup ol­
madığının tesbitidir. Ama K u r e y ş ’ ten olmadığından halifelik
için aranan bir niteliğinin olmayışı ve bu sebeple hâlife olamayışı
başka bir husustur.»

T ER CE M ES Î
138) ... Abdullah İbn-i Mes’ûd (Radiyallokü anh) ’den rivayet edildiğine
göre Ebû Bekir ve Ömer ( Radiyallahü anhümâ) kendisini Resûlullah (Sallalla-
hü Aleyhi ve Sdhmy'm şu buyruğu ile müjdelediler:
«Kim, yeni indiği gibi Kur’an’ı okumağa heves ederse, İbn-i Ümm-i
Abd’tn kıraati üzerine onu okusun.»

İ Z A H I
İlk Müslümanlardan ve bir rivayete göre 6’ncı müslüman olan
î b n -i Ü m m -i A b d (Radiyallahü anh) müslüman olur ol­
maz hemen Peygamber’e hizmet etmeye başlamış, bütün savaşlara
232 SÜNEN-t ÎBN-İ MÂCE

katılmış, hazerde ve seferde ondan ayrılmamıştır. Böylece daima


Efendimizin sohbetinde bulunduğu için fıkıhta ve Kur’an-ı Kerim kı­
raati hususunda en yüksek mevkii ihraz etmiştir. Kelimelerin zab­
tına ve rivayetin iyice alınmasına âzami titizlik ve önem göstermiş­
tir. Şimal Resül-i Ekrem'in mübârek ağzından ?o sûre hıfzetmiştir.
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun hâfızlık ve kıraat hu­
susundaki mahareti ve ehemmiyet verişini zaman zaman takdir eder­
lerdi. Hadis de bu takdirin bâriz bir örneğidir.
Hadis metninde geçen «Ğadd» kelimesi: lügatta tab tazeöt, ye­
ni yağan ve hiç değişmeyen yağmur, hurmanın çiçek yerinde çıkan
yani tomurcuk, yeni doğan buzağı vesair mânalara gelir. Bunda da
«taze ve yeni» mânasmadır.
î b n - i Ü m m -â A b d 'in kırâatmdan maksad, onun kırâat
yolu ve okurken takındığı tavırdır.. Yâhut da Peygamber’in huzûrun-
da bir ara okumuş olduğu N i s â sûresinin başından 41. âyete ka­
dar diam parçadır.

119) ... Abdullah îbn-i Mes’ûd (Radiyallahü ank)’den rivâyet edildi­


ğine göre Resûlullah (SaUallakü Aleyhi ve Sellem) kendisine şöyle buyurmuş­
tur:
« (Ey Abdullah) Ben seni meiı edinceye kadar (müsâade alma­
dan) odamın kapısının örtüsünü kaldırabilir ve sırnmı işitebilirsin!»

t ZA H I
M ü s 11 m ’ in Selâm kitabffiin e’ncı babına aldığı hadisin metni
şöyledir:

as «Ben seni men edinceye kadar kapıınm örtüsünü kaldırman


ve surum işitmen için sana izin veriyorum.»
B a b : 11 m nuam üm m

M ü s 1 i m ’ in bazı nüshalarında «Tesmaa = işitmen» fiili ye­


line «Testemia = dinlemen» fiili bulunuyor. Tabii Eesûlüllah'ın sır­
rım dinleyebilmek, işitebilmekten daha önemlidir.
Metinde geçen «Sivad» kelimesi lûgatta karaltı, kaiıb ve şahıs
anlamına gelir.Bu kökten alman müsâvede: iki şahşm baş başa ve­
rip gizli konuşmalarıdır. Burada «Sivâd» ile sır mânasının kasdedil-
diği hususunda âlimlerittifakhalindedirler.
Hadis, T b n - i M e s ’ û d (Radiyallahü anhl'ın Peygamber’in
yanındaki itibar ve itimadım bildirmektedir.
I s y e d b in Y e z i d e h - N a h a. i diyor ki: E b û M û s a
e 1- E ş ' a r i ’ den şöyle işittim: Benvekardeşim Y e m e n ’ den
M e d li» e ’ ye geldiğimizde Peygamber’in durum ve davranışlarını
tetkik etmek üzere bir süre bekledik. En çok vâkıf olduğumuz hu­
sus I b"U ri M e s ■ü d ’ ün Resûlullah’ın hane halkından birisi
olmasıdır. Çünkü Resûlullah’ın huzuruna daima 1 b n - i M e s ’ û d
ile anası 0 m m - i . A b d ’ in girdiğini görüyorduk.
î b n -i M e s ’ û d , Peygamberim odasına girer, ayakkabısını
giydirir, beraberinde ve gerektiğinde Önünde yürürdü. Peygamber,
boy abdestini a t d i ğ ı î b n i M e s ’ û d O’nu beklerdi.
3W ü s l i hı şârihi N e v e v i dm-ki : Bu hadis, bir eve gir­
menin serbest olduğuna dair görülen alâmete dayanarak; oraya gir­
menin câizolduğuna delâlet eder. O halde büyük devlet adamları ol­
sun, başkakimseler olsun, yanlarına girmenin muayyen kişiler* züm-
reler veya bilumum halk için Serbest Olduğunu ğösterir bir belirti bu­
lunduğu takdirde bu belirtiye dayanarak M n istemeden caılann ya-
nıhâ girmek câizdir. Keza: irişi;- 'hiinıetçitart,: köleleri* cariyeleri, bü»
yük çocuklan veev halkı ile kendisi arasmda böyle bir alâmet koy-
duğu zaman hüküm aynidir. SerbestMk alâmeti olunca izinsiz girile­
bilir. Aksi takdirde izin almadan odasına girilemez.

HZ. ABBÂS B. ABDÜLMUTTALİB (Radiyallahü anhl’IN FAZİLETİ


SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

<sy j f Â*
$9 ö j& L * . « <j4y ^ ^ j ı

■j l r ^ * cfAî J * ' 0 2 b li . ü j >


‘ a Ü _ ^ ' j »I $ £ » 3 ^

. * i ^ 5wyı f > ç j i ^ v <&

* y*l*JI £*■ı^ tS " j; it jj ; JJi 4>^VI •Otjf ûjU-**1!ü^j ••**tj^t ı3


TER CE M ES İ

140) ... Abbâs bin Abdulmuttalib ( Radiyallahü anh) ’den rivâyet edildi­
ğine göre kendisi şöyle demiştir :
Kureyş’ten olan her hangi bir gurup, kendi aralarında konuşurken biz on­
lara rastladık. (Biz onların yanma varınca) konuşmalarını keserlerdi. Nihayet
bu durumu Resûlullah {Sallallahü Aleyhi ve Sdlem)'e anlattık. Bunun özerine
Resûlullah (Sallallahü Aleyh* ve Settem) :
«Birbirleri ite konuşurlar da benim ehl-i Beytimden bir adamı
görünce konuşmalarını kesen kavimlerin (bu) duruma nedir? Allah’a
yemin ederim ki Allah için ve bana yakınlıkları için onlan (Ehl-i
Beytîm’i) sevmedikçe kişinin kalbine îman girmez», buyurdu.
N o t : Zevâid’de şöyle denilmiştir : Bunun ravîleri sikadırlar. Ancak Muham­
med bin K â'b’m Abbâs (R A .î’den rivayetinin mürsel olduğu söylenmiştir.

İZAHI
Sindi diyor ki: H z . A b b a s ’ m «Biz onlann yanma va­

lfa. Abbas’ın H âl Tercemesi


Abbas (R A .)’m künyesi Ebül-Fadl’dır. Peygamber (S.A .V .)'den 2 veya 3 yaş
büyük idi. îbn-i EM Hâtim’in rivayetiz» göre Abbas, Kureyş’in en oömerdi ve en
şefkatlisi İdi. Ebû Ömer’in dediğine göre isabetli ve ğûzel görüşlü idi. Cahiliyet
devrinde Kureyş’in reisi idi.
M esdd-i Harâm ’m imaresi ve Sikâye işi Ebû Tâlib’den sonra ona âitti. Ta­
rihçiler, onun ilk zamanlarda müslümanlığı kabul ettiğini, Resûl-i Ekrem’in müsaa­
desi ile İslâm lığını gizlediğini ve Mekke fethinde îslâmiyetini açıkladığını söy­
lerler.
Hûlâsa*nm beyânına göre; 35 hadisi vardır. Buhari ve Müslim O ’nun b ir ha­
disinde ittifak etmişler, aynca Buhari bir ve Müslim üç hadisini rivayet etmiş­
lerdir.
Kendisinden hadis rivayet edenler: Oğullan Abdullah, Kesir ve Ubeydullah
ile Âm ir bin Sa'd'dır. Onun bir hayli faziletleri vardır.
Hicretin 32. yılı vefat etmiştir. îbn-i Sa'd, Abbas (R-A.Vm 82 yil yaşadığım
söylemiştir.
Hz. Osman (R .A .) onun cenaze namazını kıldırmıştır. Bakî mezarlığına def-
nedilmiştir. Allah kendisinden râzi olsun.
B a b : 11 MUKADDİM E 235

rınca konuşmalarım keserlerdi» sözünden maksadı: K u r e y ş , bi­


ze karşı beslediği öfke ve düşmanlıktan dolayı böyle hareket eder­
lerdi Halbuki, konuşmalarının konusu bizden gizli tutulması ge­
rekli bir sır değildi, demek istemiş. Çünkü sırların gizli tutulması ya­
dırganacak bir şey değildir.
S i n d i’nin bu yorumu, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’
in sert konuşması ile teyid buluyor. Zira; eğer öfke ve düşmanlık dola-
yısı ile değil de, sır olduğu- için Kureyş^ Ehl-i Beyt’ten birisini gör­
düğünde konuşmalarım kesmiş olsaydılar bundan dolayı BesüluUah,
bu hallerini kınamaz ev Ehl-i Beyt’i sevmenin önemini belirtmezdi.

S i n d i daha sonra diyor ki •. Rivayete göre, A b b â s (Radiyal­


lahü anh) öfkeli bir halde Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem)’in huzuruna çıktı. Resûlullah, ona:
— «Seni öfkelendiren şey nedir?» diye sordu. A b b â s ;
— Bizimle Kureyş’in arasında ne var? bilmiyorum. Birbirine rast­
ladıkları zaman muhabbet ve güler yüzle konuşurlar. Bize rastla­
yınca başka türlü davranırlar, diye cevap verdi. Bunun üzerine Re-
sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o derece öfkelendi ki mübarek
yüzü kıp kırmızı oldu.» Sonra da bu hadisi buyurdu. S i n d i bunu
söyledikten sonra hadisin T i r m i z i (72) tarafından da rivayet edile­
rek sahih gösterildiğini nakleder.
Hadisin metninde geçen «Allah için ve bana yakınlıkları için...»
cümlesinden çıkan istek aşağıya meâli alman Ş û r â sûresinin 23’ün-
cü âyeti ile teyid edilmiştir:
«... (Ey Resûlüm! Emirlerimi tebliğ etmekte olduğun kimselere)
de k i: «Ben (bu tebliğ hizmetinden dolayı) sizden yajkmlanmı sev­
mekten başka bir mükâfat istemiyeceğim...»

t jîl jû* İZAZ? — %i %


" * «*. \*\ * .* *<^« •* .* v/ .» >*Sİl * ' • ' •« .*1
fr Ş * C f1 c f-i Jtfr o c jr J ' j f Cf ‘ J-r

î2 ı 'A \ • ^ JiO jiS 3tı3&! j j f 6 }

% ‘o t t E ? îrÇ fe • 0 v û îı İİ 'I j
236 SÜNKN-1 tBN-î MACE

• j»:|AjJ6 j » . wUj!l «-».» (Jf ^iUrV <>-»;«»» oU-^: jfljjHj

*-*-#«►****•: v î - ^ J ^ ,?^İMâ-t . î» ,^ • ^TV«t-UWt>


*■ ■wMw» * ^jb J||4i'Jiîj . wUjl JUfr ^ j ây

T E B C İ M E S İ

141) ... Abdullah bin Atnr f i 'ladiyûlalhü m küm & yûm rivayet edildiğine
g5re Resûlullah (Sallaüakü Aleyhi ve Sellem ) şöyle buyurdu. dem iştir:
«Şüphesiz Allah, İbrahim (Aleyhisselâm)’ı ham ittihaz ettiği gibi
beni de hallledindi. Bu sebeple kıyâmet günü Cennette benim ye­
rim ile İbrahim’in yeri karşı karşıyadır. Abbâs da aramızda olup iki
haltl aramada bâr mü mindir.»

İZAHI
Hadis, H z . A b b â s (RadiyalahüanhrınCennetlikmaka-
mmın ne kadar yüksek olduğunu bildirir. Ö, Resûl-i Ekrem’in öz
amcası ve İ b r a h i m peygamberin sülâlesinden gelen bir to­
runu olduğu için Cennetteki makamı iki peygamber’in makamları
arasmda yer alır.
«Zevâid» sâhibi, bu hadisin senedinin zayıf olduğunu şöyle be­
yan eder:
Hadis âlimleri* râvi A b d ü İv a h h a b ’ m zayıflığı hususun­
da ittifak etmişlerdir. Hattâ E b û D â v a d , onun hadis uydur­
duğunu söylemiştir. El-Hâkim de o’nun mevzu hadisleri rivayet et­
tiğini söylemiştir, t b n - İ R e c e b ise; bu hadisin yahnz I b n - i
M â c e h tarafmdan alındığını, diğer sahih hadis kitaplarında yer
almadığını, zira İni hadisin, A b d ü İv & h h a b ’ rn mevzu hadis­
lerinden olduğunu ve E b û Ö â v u d ’ un da A b d ü l v a h -
h a b ’ m hadislerinin zayıf olduğunu söylediğini beyan eder.
Sahih-i Buhari’nin menkıbeler bölümünden H z . A b b â s ’ m
fazileti için ayırdığı babta E n e s (Radiyalalhü anh) ’den rivâyet
ettiğine göre kuraklık olduğu zaman H z . ö m e r yağmur dua-
smı ederken A b d ü l m u 11 a li b ’ in oğlu A b b â s ile teves­
sül ederek:
«Allah’ım! Biz Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile
sana tevessül ederdik. Sen de bize yağmur verirdin. Biz (Peygam­
berden sonra) Nebimizin amucası (Abbas) ile sana tevessül ediyo­
ruz. Bize yağmur ihsan eyle», diye dua ederdi. Onun duâsı hemen
kabul olup yağmur verilirdi.

(72) Bak Tirmizî. Ebvabû-l’Menakıb. Babu Menakıbı-Î’Abbas b. Abdulmutta­


lib. Hadis N o ; 3762
Bab: 11 M U K A D D İM E

(& &• 0*
d J' & Zfi
* * 0
L
**
$ ~ h j c0 r ^ J-***)
0

HZ. ALÎ B. EBİ TÂLİB'İN OĞULLARI HAŞAN VE HÜSEYİN


(Radiyallahü anhüml'ÜN FAZİLETÎ

"* T f .• »ı o-» .* f* w
<3' & £ * * * u *i & 0\J&* U f • »«M- *jp Jur*| — A İ T
0 J* * ^ * *

. ii.1 j| ^ * ' -i-j * \j} C f'1 rğ if

0 **

T E R C E M E S İ

142) ... Ebû Hüreyre ( Radiyallahü a » A ) ’den rivayet edildiğine göre Pey­
gamber (Sallailakü Aleyhi ve Sellem) Haşan (hin A li) için şöyle dua e tti:
«Allah’ımı Gerçekten ben bunu seviyorum. Bunu, şen de sev ve
bunu seveni de sev.» Ebû Hüreyre dedi k i; Ve Resûlullah (Sallalla­
hü Aleyhi ve Sellem) onu bağnna bastı

<>53
'*■ * '•mm.*' '* . •
<ş#Uj£’J 3^ : 3& i i>c i JiX c/' ‘ <uilaln ı
( * " {'■*<.",*? • f " i: ".»> î>>ı^" * Luî - f • -
. «(i**'0.' Aa* JU» ^«»A.1*-**■) »

- . >_<U t ^

T E R C E M E S î

143) ... Ebû Hüreyre (Radiyallahü anh)’dm rivayet edildiğine göre Pey­
gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Haşan ve Hüseyin'i seven kimse şüphesiz beni sevmiş olur. Ve


onlara buğz eden kimse şüphesiz bana buğz etmiş olur» buyurdu.
Not: Zevâid'de hadisin senedinin, sahih ve râvilerinin adca olduğu beyan
edümlştir.
«.t •" I • «£• t * • î . . fi»' « 1- ■ü .
*S1 <XjS- ^ £f A*»-<jf v^jjui
lif . ~
*\m* * . ** 0*- ■+ ■ +*'+*.. ♦ *. - * .
» a-*' •*“£ » r & - '.*>*• ?•-*.? , f .* >•' X • 'Ti'*-*•,
V * « f pt • f r •**’ •»}.* x»A j j j ğ-x^m .y*
238 SÜNEN-l İBN-İ MÂCE

•Oh» 4İWj . : Jİljj! j

T E R C E M E S İ
1 44 ) ... SaîdbinEbî R âşid )’denrivayet edildiğinegö­
( R a d i y a l l a h ü a n h

reYala binM urre onlara: K endileri (bir cem


( R a d i y a l l a h ü aat halin
a n h ) de
R esûlullah ( S a l l a l l a h üiledâvet edildikleri biryem
A l e y h i v e eğe^der­
S e l l e m )

lerken; sokaktaoyn ayanH üseyinileân idenkarşılaşıldı. Peygam ber ( S a l l a l l a h ü

A l e y h i v e beraberindeki cem
S e l l e m ) âatinön ü negeçti ve iki kolun uaçtı. (Hü­
seyin’i yakalam akistedi) Çocuk ise yakalan m am ak içinşuraya buraya kaçı­
yordu. R esûlullahçocuklagülüşerek (onukovalıyordu.) N ihayet on uyakaladı
son rabir elin i çocuğunçen esininaltınadiğer elin i on unen sesinekoydubu n
u n
akabin deon uöptüve şöyle buyurdu, dem iştir:
«Hüseyin benden bir parçadır. Ben de Hüseyin’denim. Kim Hü­
seyin’i severse Allah da onu sevsin. Hüseyin’i Asbât (torunlar) ’dan
bir sıbt (torun)’dır.»
Ali bin Muhammed, Vekî ve Süfyan’dan rivayet edilen ikinci bir
sened ile aym hadis bize (İbn-i Mâceh’e) intikal etmiştir.
N o t : Zevâid’de hadisin senedinin hasen ve râvilerinin sika olduğu beyan edil­
miştir.

T E R C E M E S Î
1
45) ... Zeyd binErkam ( R a d i y a l l a h ü a n h )'den rivayet edildiğin
e göre
Bab ; 11 MUKADDİME 239

Resûlullah ( S a l l a l l a h ü Ali, F
A l e y h i âtim
v e e, HaşanveHüseyin(Radi-
S e l l e m )

y a l l a h ü a n k ü m ) ’t hitabenşöylebuyurdu:
«Sîzler, barış halinde bulunduğunuz kimse ile bende barış ha­
linde olurum ve harp halinde bulunduğunuz kimse İle ben de harp
halinde olurum.»

ÎZ A H I

H a ş a n ve H ü s e y i n (Radiyallahü anhümâ) ’mn menkı­


belerinin çoğu müşterek olduğu için müellif bu iki zâtın faziletine
dair hadisleri bir başlık altında topladı.
M ü s 1 i m , ilk hadisi 4 sened ile Sahîh’inde rivâyet etmiştir.
E b û H ü r e y r e (Radiyallahü anh)’den rivâyet ettiği metinler­
den birisi biraz uzuncadır. Bu rivâyet şöyledir:
Ebû H ü r e y r e (Radiyallahü anh)’den rivâyet edildiğine
göre kendisi şöyle demiştir:
«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir kere) gündüz bir
ara (evinden) çıkıp ne o bana, ne de ben ona bir şey söylemiyerek
Kaynuka’ çarşısına varıncaya kadar (yürüdü.) Sonra dönüp Fâti­
me (Radiyallahü anhâ) ’nın evinin önünde bir kenara oturdu ve (Hz.
Hasan’ı kasdederek) :
— Küçük! Orda mısın, küçük orda mısın? diye sordu. Fâtime (Ra­
diyallahü anhâ) çocuğun hemen evden çıkmasını biraz durdurdu. Bu
esnâda ya çocuğu giydiriyordu, yahut saçını başını yıkayıp tarıyor­
du, sanıyorum. Sonra çocuk koşarak geldi. Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) çocuğu kucakladı ve öptü. Daha sonra:
«Allah’ım! Sen bu çocuğu sev, bunu seveni de sev.»”
M ü s 1i m ’ in şârihi N e v e v i , bu hadisi açıklarken ondan
istifade edilen hususları şöyle sıralar:
Çocukları iyi giyindirmenin, temizlemenin, saçlarını taramanın,
özellikle büyük adamların yanına gidecekleri zaman üst ve başları­
nın tertemiz tutulmasının müsteha? olduğu,
Peygamber’in çarşıya gidip dolaşması, F â t i m e ’ nin evinin
önünde bir tarafa oturması, çocukla şakalaşması ve onu kucaklaması
ile Peygamber’in yüce bir tevazua sahip olduğu,
Resûl-i Ekrem'in ahlâkı ile ablaklanmak durumunda olan mü'-
minlerin bu örnek tavâzudan ders alması için ışık tuttuğu,
240 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

Çocukları <?ınn«)c, knra.lflarrm.1f ve nnlnr-la mÜSte-


hap olduğu ulaşılıyor:
Erginlik çağına varmış olan iki erkeğin kucaklaşması ve birbi­
rinin boynuna sarılması mes'elesi husûsunda ise âlimler inam da ih­
tilâf vardır. Şöyle k i:
M ü 1» a m m > d İ bn. - i Ş i r i n , A b d u l l a h | b n - i
A v n , E b û H a n î f e ve M u h a ra m e d , kucaklaşmanın
mekruh olduğunu söylemişlerdir. Bunlann delili T i r m i z i'n in
rivâyet edip H a s e n olduğunu söylediği E n e ş b i n M ft -
1i k ■in hamsidir; H t . E n e s diyor ki: Bir adam, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ‘e :
— Biz müslümanlardan birisi mü’min kardeşine veya U r dos­
tuna rastlayınca ona hürmeten eğilmeli midir? diye sordu. Resül-i
Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— «Hayır! (eğilmemelidir.)» diye cevap verdi. Adam s
— Onu kucaklayıp öpmeli midir? diye sorunca Resüİullâh:
— fHayır», diye cevap verdi. Bu defa soru sahibi t
— Musafaha (tokalaşma) etmeli mi? dedi. Resûlullah >
— «Evet», diyerek musafahayı uygun buldu.
Diğer tarafta Ş a ’ b i , E b û M i c l e z , L â h ı k b i n
H u m e y d , A m r İ b n - i M e y m ün, E s v e d î b n - i
H i 1â 1 ve E b û Y û s u f , kucaklaşmada bir beis yoktur, de­
mişlerdir. Bu görüş Hz. Ömer’den de nakledilmiştir. Oıilarm delili şü
hadîstir:
“Ca fer bin Ebî Tâlib demiştir ki t Biz Habeşistan’dan döndüğü­
müzde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beni kucakladı.”
Bu hadisin de râvileri tamamen sıka’dır. Tahâvi.Bir çok sahâbi’nin
bir biriyle kucaklaştıklarını rivâyet ederek ohlarm buhareketlen ku­
caklaşmanın mübahlığı hakkında Peygamber’den rivâyet edilen ha­
dislerin kucaklaşmasının yasaklanmasına dâir olan hadîslerden son­
ra olduğuna delâlet eder, diyor. İki ürkeğin giyinmiş kuşanmış va­
ziyette iken kucaklaşması Hanefi mezhebine göre câizdir.
Kitabü’I-Edeb’de inşaallah bu hususta daha geniş izahat verile­
cektir.
Sahîh-i Müslim’in E b û :H ü r e y r e 'd en rivayet ettiği, ve
yukarıya tercemesini aldığımız hadiste Peygamber’in H ü s e y i n ’ i
öptüğü bildiriliyor. î b n - i M â c e h ’ in Y a ’ l â b i n M ü r-
r e ’ den rivâyet ettiği 144 noiu hadiste de aynı durum belirtiliyor.
Bab: 11 MUKADDİME 241

H a n e f i mezhebinin büyük fıkıhçılârından olan . E b ü ’ l -


L e y s - i S e m e r k a n d l «Camiüs-Sağîr» şerhinde öpme.ines’e-
lesini şöyle izah etmiştir:
öpmek; ta’zim, şefkat, rahmet, şehvet ve muhabbet için, olmak
özere 5 çeşittir.
1) Ta’zim için öpmek: Mü’min’in saygı değer gördüğü zatların
elini öpmesi gibi.
2) Şefkat için öpmek; çocuğun kendi baba ve anasını öpmesi
gibi.
3) Merhamet için öpmek; Baba ve ananın kendi çocuğunun ya­
nağım öpmesi gibi.
4) Şehvet için öpmek; kişinin eşinin ağzım öpmesi gibi.
5) Mahabbet için öpmek, kardeşlerin birbirlerinin yanağını öp­
mesi gibi.
Bazı fıkıh âlimleri bu çeşitlere dini öpmek çeşidini de ilâve et­
mişlerdir. Bu da H a c e r - i E s v e d ' i öpmektir.
Em enin cevâzı hususunda bir çok hadis varid olmuştur. An­
cak bu hadisler saygı ve ikram için olan öpme çeşitleri ile yorumlan­
mıştır. Şehvet maksadı ile olursa câiz değildir. Yalnız zevç ve zev­
ce hakkında mubahtır.
Hadiste geçen «Haşan ve Hüseyin'i seven..» cümleleri Resûl-i Ek­
rem ile torunları arasında ittihad ve bütünlüğü ifade eder. Peygam­
berin birer parçası oldukları için onları sevmek Peygamberi sevmek
oluyor. Ve onlara buğzetmek Peygamber’e buğzetmek sayılıyor.
S i n d i bu hadisi açıklarken diyor ki: Hadis, H a ş a n ve H ü s e ­
y i n ’ i sevmenin farz olduğunu, onsuz imanın tamamlanmadığım be­
lirtiyor. Çünkü Peygamber’i sevmenin hükmü budur. Peygamber’!
sevmek de onları sevmekle kayıtlanmıştır. Kişi, onları sevmedikçe
Peygamberi sevmiş sayılamaz.
144 nolu hadiste geçen «Hüseyin bendendir. Ben de Hüseyin’de­
nim», ifadesi üe Resûl-i Ekrem, kendi zâti ile H ü s e y i n arasın­
daki ittihad, birlik ve bütünlüğü kasdediyer. Bir vücud halinde bu­
lundukları için her birisi diğerinin bir parçasıdır, denilebilir.
Hadisteki «Hüseyin Asbât’tan bir sıbt’tır» cümlesinde geçen sıbt:

Sünen-i İbn-i Mâce — F .: 16


SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

torun demektir. Bu cümle, Peygamber ile H ü s e y i n ’ in yek vü-


cûd olduğunu teyid için kullanılmıştır. Bu cümlenin, H ü s e y i n ’ in
Resûl-i Ekrem’e torun olmaya lâyık ve takdire şayan bir şahsiyet ol­
duğunu beyan etmek için getirilmiş olduğu muhtemeldir.
Sıbt: Kabile mânasında da kullanılmıştır. Burada bu mânanın
murad olduğunu söyleyenler de vardır. Buna göre maksad, H z .
H ü s e y i n ' i n neslinin devam edip çoğalacağını bildirmektir.
Sıbt s Ümmet anlamında da kullanılmıştır. Burada bu mâna da
düşünülebilir. Yani Hüseyin hayır sıfatlarının tümünde kemale er­
diği için kendi başma bir ümmettir. Nitekim N a h 1 sûresinin 120’nci
âyetinde Cenâb-ı Allah İ b r a h i m (Aleyhisselâm)’in bir ümmet
olduğunu şöyle beyan buyurmuştur:

J . . 1 - li i j X I A İ S Ğ ' j[

= «Şüphesiz İbrahim hak dine yönelen, Allah’a itaata devam


eden, bütün hayırlı vasıflan şahsında taplıyan bir ümmet idi. Hiç
bir zaman Allah’a ortak koşanlardan olmadı.»
Râvi Y a ’ l a b i n M ü r r e e s - S a k a f i E b ü ’ l - M ü -
r a z i m Sahabıdir. İ b n - i S i y â b e künyesi ile tanınmıştır.
H u d e y b i y e ve H a y b e r seferinde bulunmuştur. Kendisin­
den bir miktar hadis rivayet edilmiştir. Râvileri, oğullan A b d u l ­
l a h ve O s m a n ’ dır. (73)
( j-A 6 )
AMMÂR B. YÂSİR (Radiyallahü anh)'IN FAZİLETİ

4 û C â İ. 12 . 1 2 : V& 4Ju k < jr 4 \ û C ît — M "\

X* ÛÇ cjS : ofe* <


jXû*
j &\, tj i ı b £§| lJ i\ dlü . 3 '&
**’* ^ v * * V
.* v j± I ı

T E R C E M E S İ

146) ... Ali binEbî Tâlib ( R a d i y a l l a h ü a n h )’denrivayet edildiğine gö­


rek
endisi demiştir ki: Ben Resûlullah ( S a l l a l l a h ü A l e y h i ya-
v e S e l l e m ) 'i n

(73) Hulâsa sah. 438


MUKADDİME 243

nın
daoturuyordum. Ammâr binYâsirh
uzu
raçıkmakiçin(kapıda) izinisted
i.
Peygamber ( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) :

«Ammâr’a (içeri girmesi için) izin veriniz! Tayyib ( = aslında gü­


zel olan ve) Mutayyab ( = daha da güzelleştirilen Amm âr)’a mer­
haba!»
ÎZAHI
Hadisin metninde geçen «Tayyib» güzel, iyi. tatlı ve lezzetli mâ­
nalarında kullanılır. Metindeki «Mutayyab» is e : güzelleştirilmiş, iyi
kılınmış, tatlı yapılmış ve lezzetli edilmiş anlamlarına gelir. Sindi
bu hadisin izahında diyor k i: A m m â r için «Tayyib ve Mutay­
yab» sıfatlan kulanılmış olduğu için bana öyle geliyor ki A m m â r’in
doğuştan istikamet ve selâmet gibi güzel meziyetler üzerine yara­
tılmış olduğu ve sonra K u r ’ an ve Hadîs ilmi ile daha, da gü­
zelleştirilmiş olduğu muraddır.

T E R C E M E S Î

1
4 7 ... Hâni’ bin Hâni’ (74) ( R a d i y a l l a h ü anâ)’den şöyle dediği m
er-
vîdir*
A mm âr(Hz.) Ali’ninyanm agirdi.Ali (Radiyallahüanh) onukasdederek) :
Tayyib (= aslındagü zel olanve) M utayyab (= daha güzelleştirilen)?merha­
ba! BenR esûlullah )'denişittimbuyuruyorduk
( S a l l a l l a h ü A l e y h i i: v e S e l l e m

Zeyd b. Erkanı (K .A .)’m H âl Tercemesi

R âvi Zeyd bin Erkam bin Zeyd bin Kays (R .A .) Ensar'dan olup Hazreç
kabilesine mensuptur. Hendek’te ve 17 savaşta bulunmuştur. Küfe’de yerleşmiştir.
90 hadisi vardır. Buhari ve Müslim 4 hadisini müttefikan, Buhari 2 ve Müslim
S hadisini münferiden rivayet etmişlerdir. R âvileri: Abdurrahman bin Ebi Leylâ,
Tâvus, Muhammed bin K â’b, Nadr b. Enes ve bir cemaattır. Gözlerinden b ir ara
rahatsızlandığında Peygamber onu ziyaret etmişti. Hz. A li’nin yakın dostlarından
idi. S ıffin ’de Hz. Ali ile beraber idi. Hicri 66 veya 68 yık vefat etti. (B ak : Hulâsa :
Sah. 126)
(74) Hâni bin Hâni el-Hemedâni el-Kûfî, Hz. A li’den rivayet etmiştir. Ravisi
de Ebû İshak’tır. İbnü’l-Medenl, Hâni’in mechûl, Nesal de onun zararsız olduğunu
söylemişlerdir. Hulâsa Sah. 408
244 SÜNEN-l İBN-İ MÂCE

«Ammâr, kemiklerinin uçlarına kadar (bütün vücudu) iman ile


doldurulmuştur.»

IzAH I

S i n d i diyor k i: Bu hadis, bir önceki hadiste geçen «Tayyib» m


doğuştan güzel mânasında kullanıldığına delâlet eder, denilebilir.
Aslında güzel edan A m m â r Allah'ın iradesi ile kemiklerinin uç­
larına kadar, (tabiri câiz ise tepeden tırnağa) iman ile doldurulmuş­
tur.
Ammâr (Radiyallahü anh) 'm, Peygamber (Sallallahü Aley­
hi ve Sellem )’in hadisteki yüce iltifat ve medhine mazhar olmasına
sebep olan olay şudur:
M e k k e . müşrikleri; A m m â r ’ ı, babası Y â s î r ’ i, ana­
sı S ü m e y y e ' yi, S u h a y b ’ ı B i l â l ’ ı, H a b b â . b ’ ı ve
S â l i m ’ i yakalıyarak îslâmiyetten döndürmek için bunlara işken­
ce yapmaya başladılar. A m m â r ’ ın babası ve anası hiç bir za­
hiri taviz bile vermeyince feci bir şekilde şehîd edildiler. İslâm’ın
ilk iki şehidi oldular. A m m â r ise müşriklerin azabından kur­
tulmak için dil ile onlara bir tâviz vermekle beraber kalbi iman ile
dolup taşıyordu. A m m â r ’ m dil ile verdiği taviz üzerine onun
kâfir olduğu haberi Peygamber’e ulaşınca Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bu hadisi buyurdu. K a t a d e ’nin naklettiğine göre
A m m â r ağlıya ağlıya Resûl-i Ekrem’in yanma vardı. Peygam-
Ammâr (R.A.)üı Hâl Tercemesi
Am m âr bin Yâsir bin Am ir bin el-Husayn bin Kays bin Salebe bin A v f M evlâ
beni Mahzün büyük sahabüenSendir. Bedir vesair savaşlara frnt.ıirms ilk müslüman-
lardandır. 62 hadisi vardır. Buhari ve Müslim müttefikan 2 hadisini, Buhari 3. ve
Müslim 1 hadisini münferiden rivayet etmiştir. Râvileri ; Oğlu Muhammed, İbn-i
Abbâs ve Ebû V âil’dir. Ebû Sald-i HudrI’den rivayet edilen sahih b ir hadiste Pey­
gam berin Ammâr*a;

= «Vah Am m âr! Kendisini baği olan fırka öldürecektir. Ammâr, onları Cen-
net’e, onlar ise Ammâr’ı Cehetmem’e çağırırlar.» buyurmuştur. Ammâr, Sıffin’de
Muâviye (R .A .)’nin arkadaşları tarafından öldürüldü. B ir mucize olan bu hadis ile
Muâviye taraftarlarının baği ve hatalı olduğu sabittir.
B a b ; 11 M UKADDİM E

ber’e kalbinin, iman ile dolu olduğunu söyledi. Resûlullah (Sallalla­


hü Aleyhi ve Sellem) A m m â r ’ m göz yaşlarını mübarek eliyle
silerek
«Yâ Ammâr! Sana ne oluyor? Eğer müşrikler tekrar sana işken­
ce yaparlarsa sen yine söylediklerini söyle*, demekle A m m â r ' ı
teselli buyurdu. Nihayet meâli aşağıya alınan N a h 1 sûresinin
106. âyeti bir rivâyete göre A m m â r hakkında nâzil oldu :
«Kalbi imân ile kararlaşmış olduğu halde (küfür kelimesini söy­
lemeye) zorfananlar müstesna, kim Allah’a küfrederse onlaraşid­
detli azâb var* Lâkin küfre bağrını açanlar üzerine Allah’tan bir öf­
ke ve kendilerine çok büyük bir azab vardır.»

^ ^ #»■ *

* ■*** ö * 1*{ -£ 3
' & *♦ t â 4 i** £ * % / j£ j t

4*1iDj-*j 3^ Î cJfe i (jt t <jr ^ J l (> *yi

•4 -lc^yi jb ii y| ü ^ f <jL u <jU®»

T E R C E M E S İ
148) ... Âişe (Radiyallahü anAâ)’dan rivayet edildiğine göre kendisi Re­
sûlullah (SaRaUakü Aleyhi ve Sellem), şöyle buyurdu, demiştir :
«Ammâr, kendisine arzolunan iki şeyden daima en doğrusunu

Miftâhü’l-Hâce’de rivâyet edilen başka bir hadis şöyledir:

jv S ^ - ' ,jen-» = «Am mâr iki

şey arasmda muhayyer kılınırken daima en kolay olanı seçmiştir.»


İki rivâyet de A m m â r (Radiyallahü anhl’m üstün bir me­
ziyetini belirtmiştir. Bu meziyet A m m â r ’ m daima hedefe ko­
layca götürücü en isabetli ve doğru yolu seçmeyi prensip haline ge­
tirmiş olmasıdır.
( a U İJ lj jS j , \j û l i l , )

SELMAN. EBÛ ZER VE MİKDAD (Radiyallahü anhüm)’ÜN


FAZİLETLERİ
246 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

. I t i J Ö ü •. v t « juŞ. S . J -jiS w
•»» ■ * *
"İSI j | » «Si O 3^ s 3^ • <±\ [y=-1 »jŞ.J| û'^ ^ 4 c s A ^ ^*dj jj*

^ » 3^ î î>* ! 3j~> ^ î 3î. * & /?"$ i *^4 d y ^

. « sİA İjij i jU Û ıj t j 'i j» lj » ^5^

149) ... B üreyde (bin ei-Husayb el-Eslemî) ( R a d i y a l l a h ü anAJ'den ri­


vâyet edildiğine göre Resûlullah ( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) şöyle buyur­
m uştu
r:
— «Şüphesiz Allah dört kişiyi fazla sevmemi emretti. Ve onlan
sevdiğini buta haber verdi.»
— (Ashâb tarafından) : Yâ Resûlallah! Bu dört zât kimlerdir?
diye soruldu. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buna ce-
vâben >
— «Ali onlardandır. Peygamber bu cümleyi üç defa tekrarladı.
(Ve kalan üç zâtı şöyle sıraladı): Ve Ebû Zer (-i Gıfari), Selmân(-ı
Farisi) ve Mikdad (bin Esved) dir» buyurdu.»

İZAHI

S i n d i diyor ki: Hadîste anılan dört kişiyi sevmek için Allah ta­
rafından verilen emir zahiren vücub içindir. Yani emri yerine ge­
tirmek mecburidir. Muhtemelen emir mendubluk içindir. Yani em­
rin yerine getirilmesi zorünlu olmamakla beraber ifası sevâbtır. İs­
ter vücup, ister mendubluk için olsun, Resûl-i Ekrem’e verilen emir,
onun ümmetine de verilmiş oluyor. Bu itibarla mü’minlerin. bu zat­
ları fazlasıyle sevmeleri beklenir.
T i r m i z i, bu hadisi E b û H ü r e y r e (Radiyallahü anh) 'den
rivâyet etmiştir. «Câmiü’s Sağır» Şarihi A z i z i ile Haşiyesi sa­
hibi M u h a m m e d H a f n i , hadisin açıklamasını yaparlar­
ken derler k i:
Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bütün sahabîleri
severdi. Burada istenen mahabbet, mezkûr zâtların taşıdığı mezi­
yetler, menkıbeler ve eserleri itibariyle özel ve fazla sevgidir. Ama
fazla sevmek emri bunlarm diğer sahabilerden mutlaka üstünlüğünü
gerektirmez.
B a b : 11 247

Hz . A l i (Radiyallahü anh)'in üstün sevgiye liyakati mûcip


menkıbeleri çok ve malûmdur. Sâbikın-i Evvelin (= ilk müslüman-
lar) dendir. Hattâ ilk müslüman zat olduğu söylenmiştir. Resûl-i Ek­
rem'in amucası oğlu ve damadıdır. Muhâcirler ve Ensâr arasında
kardeşlik akdi yapılırken, Peygamber ona : «Sen benim dünyada ve
âhirette kardeşimsin» demekle onu kendi zâtına kardeş kılmıştır. (75)
Ehl-i Sünnet mezhebine göre E b û B e . k r , Ö m e r ve O s ­
m a n * dan sonra ümmetin efdahdır. Hatta bazı Ehl-i Sünnet âlim­
leri O s m a n ’ m ondan efdal olduğu görüşüne katılmamışlardır.
Allah cümlesinden râzi olsun. Kitabın 114 ilâ 121 nolu hadisleri onun
faziletine dairdir. Bu arada kısa hâl tercemesini de verdik.
Diğer zâtlara, gelince-, bunların kısa hâl tercemesini yazmakla fa­
ziletlerine kısmen göz atmış oluruz.

(75) 120 nolu hadisin izahına bak.


Seımân-ı Farisi ( R.A.)’nin H âl Tercemesi

Selmân (R -A .)’m İslâm olmadan önceki hayatı ha kkındaki rivayetler pak uzun
ve çeşitlidir. Genellikle Siyer ve Tabakat yazarları ile bir kısım râviler, onun as­
len Iran lı bir mecûsi (ateş perest) olduğunu sonra hıristiyan dinine girerek mü­
teaddit papazlar yanında ve muhtelif kiliselerde kaldığını, bu cümleden olarak Şam,
Musul ve Nusaybin kiliselerini devrettiğini naklederler. Bazı rivayetlere göre An­
kara’da bulunan Hacı Bayram camii civarında halen harabesi duran kilisede de
bir müddet kaldıktan sonra Hicaz’a doğru gidiyor. Çünkü hıristiyan papazları son
Peygam berin oralarda çıkacağım kendisine söylemişlerdi: Nihayet katıldığı bir
kafile ile Medhıe yakınındaki vadi’l-Kurâ’ya varınca kafile adamları onu köle ola­
rak bir yahudiye satıyorlar.
Miftahül-Hâce müellifi bu hadisi açıklarken diyor k i : Tabarâni’nin Selman
(R .A .)dan rivayet ettiğine göre kendisi:
«B ir tüccar kafilesi, bulunduğum yerden geçiyordu. Beni alıp götürdüler. Va­
di’l-Kurâ’ya vardığımız zaman bana zulmettiler, köle diye beni b ir yahudiye sat­
tılar», demiştir.
tbn-i Hibbân, Hâkim, Tabarâni ve Müsned-i Ahmed’de Selman’m îslâmiyet-
ten önceki durumuna dair çeşitli rivayetleri vardır. Kendisinin köle olmadığı hal­
de köle gösterilerek zulmen satıldığı sabittir. Köle muamelesi reva görülen Sel­
man’m elden ele devredilerek defalarca sahip değiştirdiği de malumdur.
Selman, hicretten evvel Medine’de b îr yahudinin kölesi idi. Aslında köle de­
ğil de esir idi. Hicretten sonra Selman, Resûl-i Ekrem’i gördü. Hakiki Incil’deki
son peygamberin alâmetlerini aynen buldu ve büyük bir iştiyakla özlemini çek­
tiği Hz. Muhammed (S-A .V .) efendimize iman etmek şerefine mazhar oldu. Ama
ne var ki Selman köle muamelesine tâbi idi. Bu. yüzden Bedir ve Uhud savaşma
katılamadı. Buhari’nin de rivayet ettiği gibi Resûl-i Ekrem bir gün ona :

ü L U İ- C = «Ey Selman! (Efendin ile) kitabet (K ita b e t: KÖle’-

nin, belirli bir malı efendisine vermek ve bunun karşılığında hürriyetine kavuşmak

(Devamı 248.ci sahifede)


248 SÜNEN-Î ÎBN-Î MACE

(J>J» İİ>u«Jt j j u^*- cfj • CAtf • J»l.îj}tıi


. ç o j r

TE R C E M E S İ
150
) ... Abdullahİbn-i Mes’ûd ( R a d i y a l l a h ü e t ü t ) 1 denrivayet edildiği­
n
egöreşöyledem iştir:
SELMAN ...... (Baştarafı 247x1 »taifede)
için efendisi ile yaptığı akiddiri) akdini yap» diye emretti. Selmân, im akdi yaptı
ve kitabet bedeliSahâbiler tarafından temin edilerek ödendi. Böylece Selman kö­
lelikten k u rtan ld ı.B u arada vuku bulan Hendek savaşında ve bundan böyte.yaın-
lan bûtûn savaşlara katıldı. Hatta Medine’nin savunması için şehrin etrafında hen­
değin kazılması işi onun hatırlatması -netteestede yapıldı.
Selmân,' bütün sahabilerin «terin sevgisini kazanmıştı. Bu sebeple M uhâcirler:
Selmân bizdendir; Ensâr da, hayır Mzdendir, diye onun muhabbetini payteşaaaı-
yorlardı. Hele Resûl-i Ekrem’in :
«Selm ân benim E h U Beytim’dendir», demesi Selmân’m, Peygamber katanda
nasıl bir sevgiye mazhar olduğunu gösteriyor. Resûlullah (S .A .V .)’in ona «Selma-
nü’l-Hayr» lâkabını bahşettiği rivayet olunmuştur.
Selmân (R .A .)dan 60 hadis rivayet edilmiştir. Buhari ve M üslim ûç hadisi
ittifakla, Buhari bir ve Müslim üç hadisi münferiden rivayet etmişlerdir. Kendi­
sinden, Ebû Osman en-Nehdi, Şürahbil bin es-Samt ve başkaları hadis almıştır.
Selmân. H alife Hz. Öm er tarafından Medâyin’e vâli olarak tayin edilmiştir.
Hulâsa’nın 147’nci sahifesinde Hasan-i Basrİ’den rivayet edildiğine göre Selmân
Otuz bin insanın Em ir’i iken tek b ir abası var idi, hem o abayı giyerek hutbe okur­
du, hem de yan an ı altına yayarak, yansını üstüne örterek içinde yatardı. Vâli

(Devamı 249.CU sahifede)


Bab : 11 MUKADDİME 249

«Müslüman olduğunu ilk açıklayan (şu) yedi zat idi: Resûlullah


(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), EM Bekir, Ammâr, anası Sümeyye,
Suhayb, Bilâl (-1 Habeşi) ve Mikdad (bin el-Esved).
(Müşriklerin bunlara karşı takındığı tavira gelinde), Allah, Resûl-i
Ekrem (Sallallahü Aleyhi Ve Sellem) ’t amcası Ebû Talihtin himayesi)
ile (müşriklerden) korudu. Ebû Bekr'i de kavminin nüfiızu Re koru­
du. Fakat diğer müslümanlar ise, müşrikler; onlan yakaladı. Demir
den (mamul gömlekler giydirip vücutlarının yağlarını eritmek sûre-
ti ile tazib etmek için onlan (Mekke’nin) kızgm güneşi altında yatır-
dılar. İslâmiyetten döndürmek için ördürdükleri bu azablara daya­
namayan bu müslümanlann hepisi müşriklerin İstediğini (zahiren)
kabullendiler. Fakat Bilâl inüstesnâ (o zahiren bile müşriklere en
ufak bir tâviz vermedi) Çünkü, Bilâl, Allah Uğrunda canını fedâ et-
SELM AN ............. <24«xi sahifedendevam)
olmazdanönceki m ü
tevazi vesâdebayatı bum ak amageçtiktenson ra daaynen
sürdürmüştür. D aim ak endiel emeğiilegeçin
ird
i.
Selmân (R A .)m ömrü hususunda çeşitli rivayetler mevcuttur.
H âfız Zehebl; Selmfin’ın ömrü hakkmdaki kavilleri araştırdım. 250 yıl yaşa-
dığı hususunda ihtilâf olmadığım gördüm, 250’den fazla yaşadığma dair olan riva­
yetlerde ihtilâf vardır. Fakat benim kanaatıma göre 80 yaşmı geçmemiştir, diyor,
tbn-i Hacer de bu görüştedir. Selmân, Hz. Osm an (R .A .)’m hilâfeti devrinde ve
Ebû Ubeyde’nin rivayetine göre M eri 36 yılında Med&yin’de vefat etmiştir. (B ak :
Hulâsa sa h 147 ve T aribülH aâils sah. 397, 526 İstanbul 1302)
Ebû Zarr (R .A .)in H âl Tercemesini 156 nolu Malisi izah ederken sunacağız.

İ fflU a İ ( R A k ı H Ü T m a n e d
M ikdad bin Am r b in S u ’lebe Kûfelldir. Ebû Ömer hin el-Esved’in evlâdlığı ol­
duğu için ona M ikdad bin el-Esved denilirdi. Mikdad ilk müsîümah olan sahabî-
terin iteri gelenlerindendir. Önce Habeşistan’a daha sonra da Medine’ye hicret et-
miştir. Bedir savaşında kahramanca çarpıştığına herkes şahadet eder. Diğer bütün
savaşlarda da Peygam berin maiyyetiııden ayrılmamıştır. 42 hadisi vardır. Bun­
lardan b ir tanesini Buharî ve Müslim İttifakla, dört tanesini Müslim münferiden
rivayet etmiştir. R âvileri: tbn-i Abbas, Ubeydullah bin Ad! bin el-Hiyâr ve bir
cemaattır. Hicri 33 yılı 70 yaşında iken Medine-i Münevvere’de vefat etmiştir. (B a k :
Hulâsa sah. 398)

Kivi Bireyde bin d-Husaybln Hâl Tercemesi


Büreyde ;(R .A .) bin el-Hus&yb bin Abdillah bin el-Hars Eslemi’dir. önceleri
Medine’de ficanet ediyordu. Sonra Basra’da oturdu. Daha sonra oradan da M erv'e
€«çerek bu yeğde yaşadı. Kendisinin 164 hadisi dtap Buhari ve Müslim M r tanesi-
ni müttefikan, aynca Buhari 2 veM üslim İt hadisini münferiden rivayette bulun­
muşlardır. Raviieri oğlu Abdullah ve Ebül-M elih Amir*dir. Hicretin 62 veya 63'tin-
cü yıh M erv’de vefat etmiştir. Sahablierden Horasan'da en son vefat eden zat Bü-
reyıe’dlr. (B a k : H ülâsa sah. 47)
250 SÜNEN-Î İBN-İ MÂCE

meşini gerçekten küçümsedi. Tazib eden kavmi de onu öldürmeyi kü­


çümsediler. Bu yüzden müşrikler (Bilâl’dan istediklerini koparama-
ymca) onu tutup çoluk çocuklara (ayak takımına) teslim ettiler. Bu
(serseri) takım onu Mekke sokaklarında ve çevresindeki dağ yolla­
rında süründürdüler. Bilâl ise: (Allah) birdir birdir, diyordu.»
N o t: Zevâid’de şöyle denilm iştir: Bunun senedi sikadır. İbn-i Hibban ve
el-Hakira de bu hadisi Âsim bin Ebi’n-Neeud yolu ile rivayet etmişlerdir.

İZAHI

Hadls’in metninde geçen p -»lj Ij Fiilinin aslı I dır.


Bunun masdan olan «Muatât» muvafakat ve itâat mânasında kulla­
nılır. S i n d i ’ nin. Sıhâh adlı lügat kitablanndan naklen verdiği bilgi-

Hz. Suhayb (R -A .)’m H âi Tercemesi

Suhayb (R .A .)’i Rumi’nin babasının adı Sinan’dır. Musul mıntıkasında otu­


ran «Nem r îbn-i Kasit* âilesine mensup olduğu için Ebû Yahya Nem ri diye ad-
lanmıştır. Babası Musul tarafından Kisra’nın işlerini tedvirle görevli olduğu için
küçük yaşta iken Kumlar tarafından esir edilmiştir. Sonraları Abdullah Cud’ftn
tarafından satın alınarak azad edildi. Mekke’ye gelen Suhayb, Am mâr bin Y âsir ile
aynı günde müslüman olmuştur. Suhayb (R A .) ilk müslümanlardan ve Kureyş’hı
çok zalimce eziyet ve işkencelerine maruz olan mübarek zatlardandır. Medine’ye
hicret ederek Bedir Savaşı dahil; Peygamber’in emrinde bütün harplere katılmış­
tır. Kendisinin rivayet ettiği bir hayli hadisleri vardır. Buharî, bir ve Müslim de
3 hadisini münferiden rivayet etmişlerdir. Raviler : îbn-i Ömer, îbn-i Ebî Leylâ
ve Said bin el-Müseyyeb’dir.

Suhayb (R .A .) küçük yaşta esir edilip Rum diyarında uzun zaman kaldığı
için Arapçayı unutmuştu. Mekke’ye dönüşünde yeniden öğrendi ise de rahat ko­
nuşamadığı için ona «R um i» denilmiştir. îbn-i Sa’d’m Tabakâtmda beyan edildi­
ğine göre hicri 38. yılda Medine’de vefat etmiştir. Yakub İbn-i Süfyân ise Su-
hayb’m 34 yılında vefat ettiğini söylemiştir. (B a k : Hulâsa sah. 175)

Hz. Sümeyye (R A .)’ın H âl Tercemesi

Sümeyye (R .A .) Mahzûmilerden Ebû Huzeyfe’nin câriyesi idi. Aslen Yemenli


olan Y âsir îbn-i Âm ir (R ,A .) Mekke’ye gelip yerleşmişti. Ebû Huzeyfe, Sümeyye’-
yi Yâsir ile evlendirdi. Ammâr (R A .) ondan doğdu, Am mâr (R A .) aslında köle
olmadığı halde anası câriye olduğu İçin köle muamelesine tabi tutulmuştu. Bu
baba, ana ve oğul birlikte müsltimanlığı seçtiler. Fakat hadiste işaret edildiği ve
Vakidl’nin de belirttiği gibi bu zavallıların Mekke’de kavmi ve aşireti olmadığı
için en zalimâne işkencelere mâruz kaldılar. Sümeyye Ebû Cehil tarafından bir
mızrak darbesi ile şehid edilmiş ve müslümanlann ilk şehide kadını olmuştur. Ko­
cası Y âsir de Kureyş’in azabları altında şehid edilmiştir.
Bab : 11 MUKADDİME 251

ye göre A r a p 1 a r bu masdardan yapılan mazi fi'lini hadiste


kullanıldığı gibi bazen «Vâtâ» diye kullanırlar. S i n d i ’ nin yine bir
lügat kitabı olan Misbah'tan naklen beyan ettiğine göre bu kulla­
nış Y e m e n halkınm lügatidir.
Müşriklerden en feci işkence gören ve hadiste anılan zatlardan
A m m â r (Radiyallahü anhl’ıh hâl tercemesini 146 nolu hadîsin
izahında ve M i k d a d (Radiyallahü anhl’ın hâl tercemesini 149
nolu hadîs bahsinde verdik. B i l â l (Radiyallahü anhî’m hâl ter­
cemesini de 152 nolu hadisin açıklamasını yaparken inşaallah vere
ceğiz. S u h â y b ve S ü m e y y e (Radiyallahâ anhümâ) ’nın hâl
tercemesine kısaca temas edelim. Zira bu mübarek zatlarm hayat
hikâyelerine bir göz atılacak olursa bunlara revâ görülen mezâlim
ve işkence durumu biraz anlaşılmış olur.

Hadiste isimleri anılan zatlar ile F ü k e y h e ve A m r İ b n - i


F u h e y r e gibi masum müslümanlann M e k k e müşrikleri ta­
rafından gördükleri acıklı azablara mâruz kalmaları, sonra hicret
etmek mecburiyetinde kalmaları ve hicretten sonra da cihad ederek
direnmeleri karşılığında ilâhi mükâfata mazhar oldukları aşağıda
meâli yazılı N a h 1 sûresinin 110. âyeti ile bildirilmiştir.

«Şüphesiz Rabbih (Mekke’de) işkencelere mübtelâ olup bunun


arkasından (Medine’ye) hicret edenlerin, bundan sonrâ da sava­
şanların ve (her çeşit sıkıntılara) sabredenlerin yardımcısıdır; Bun­
dan sonra Muhakkak Rabbin Gafur’dur, Rahfm’dir.»
M e k k e müşriklerinin akıl almaz bu mezâlimine ve ateşle ta-
zib işkencesine son verilmiyeceğini anlıyan bu mâsüm müslüman-
lar azabtan kurtulmak için müşriklere yalnız dil ile uymak ve söz­
de müslümanlıktan ilgilerini kestiklerini söylemekle canlarım kur­
tarabileceklerini anlamıştılar. Hadiste isimleri geçen zâtlardan
B i l â l (Radiyallahü anh) müstesnâ, diğerleri bu yolu tuttular.
Ama kalbleri iman ile kararlaşmıştı. En ufak bir şüphe hatırları­
nın kenarından bile geçmezdi. Bilâhare Resûl-i Ekrem’e durumla­
rı intikal etti. Ve durum hakkında N a h i sûresinin 106’ncı âye­
ti nâzil oldu. Kalbi iman ile tatmin edildiği halde zorlama netice­
sinde istemiyerek küfür kelimesini söyleyenlerin müslümanlıkları-
na bir zarar gelmiyeceği tescil edildi.
E b û T a 1 i b Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e
yardımcı olmuştur. Müşrikler E b û T â l i b ’ ten çekiniyorlar idi.
Fakat buna rağmen Fahr-i Kâinat Efendimize de çok eziyet etmiş­
lerdir 151 nolu hadisde buna işaret ediyor.
252 SÜNEN-Î İBN-İ MÂCE

( j *£\Z£U — Y®Y

C*to-i Jjüj . A»-l iS^y. *Wti 0».İjl ^ OjAj cH» :3^ ‘

« j l T j İ # i r <\L j * j 3 j uy $ c ji j% . ty i ı a

. . j^ Lj^ su v!
. : J\iy . JlAjJ! t-A; ( j *t5İ»jdl Aa.jâ-t

TE R C E M E S İ

1
51) ... Enes binM âlik ’den,R esûlullah
( R a d i y a l l a h ü a n h ) ( S a l l a l l a h ü

A l e y h i v e Öylebuyurdu, dediği rivâyet edilm


S e l l e m ) ş iştir:
«(Andolsun k il Allah uğrunda gerçekten bana eziyet edildi. (Ö
esnada benden başka) hiç kimseye eziyet edilmiyordu ve Allah uğ­
runda hakîkaten ben korkutuldum (= tehdit edildim.) (O zaman­
larda benden başka) hiç kimse korkutulmuyordu. Bil&l’in; kendi kol-
tnğu altında sakladığı bir parça azıktan başka ne bende iıe de Bi-
lâl’de bir canimin yiyebileceği bir şey bulunmadığı halde üçüncü
gece üzerim egelip (bastı).»
Not: Tîrm Mtam uZühdbabınınsonların
darivayet ed
erek
, buh
adisinh
a-
seiı sahiholduğunusöylem
iştir.

İ Z A H I
Hadiste işâret edilen ezâyet ve tehditler M e k k e müşrikleri
tarafından yapılmıştır. Resûl-i Ekrem’e akü almaz haksızlıkları, ha­
karetleri ve tecâvüzleri revâ gören müşriklerin yaptıkları eziyetler
cildleridoldu ru r.B u h ar iv e M ü s l i m sahihlerinden M e k k e müş­
rikleri tarafından Peygamber'e yapılan eziyetler için özel bablar açıl­
mıştır.
B u b a r î ve M ü s l i m ’ in bu babta beyan ettikleri, eziyet­
lerden birisi şudur:
Resûl-i Ekrem bir gün K â ’ b e ’ nin yanında secde’de iken az­
gın müşriklerden U k b e b i n E b î M u a y t . yeni boğazlan­
mış bir devenin işkembesini veya döl eşini getirip Peygamber’in mü­
bârek artına attı. Resûlullah başını secdeden kaldırmadı. Haber
alan F â t i m a (Radiyallahü anhâ) gelip o pisliği atıverdi. Ve
bu çirkin işi yapana bedduâ etti. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem:
Bab : 11 MUKADDİME

«Allahım! Ibu Cehil bin Hişam’ı, Utbe bin Rabîa’yı, Şeybe Un


Rebîa’yı, Umeyye Un Halefi veyâ Ubeyy Un Halefi (Râvi Şube, bu
iki kişiden hangisinin anıldığında tereddüt etmiştir!. Sana havale
ediyorum» diye bed duâ etti, ilk râvi A b d u l l a h diyor k i: Bir
müddet sonra vuku bulan B e d i r savaşında bu şahısların öldü­
rüldüğünü ve bir kuyuya atıldığını gördüm. Yalnız son şahıs (ki ya
Ü m e y y e veya U b e y y b i n H a l e f ’ tir) kuyuya atılmadı.
Çünkü cesedi dağılmıştı.
Yine B u h a r i ’ nin U r v e b i n Z ü b e y r (Radiyallahü an-
hümâ) ’den rivayet ettiğine göre kendisi: A b d u l l a h b i n . A m r
b i n e 1- A s (Radiyallahü anhümâ)’a, müşriklerin Peygamber’e
yaptıkları en şiddetli eziyetin ne olduğunu sordum. A b d u l l a h
şöyle demiş:
Resûl-i Ekrem Kâ’be'nin bitişiğindeki Hicr-i İsmâil denilen yer
de U r ara namaz kılarken âniden oraya gelen Ukbe bin 1U Muayt
Peygamberin ridasmı O’nun boynuna dolayarak (mübarek) boğa­
zını şiddetle sıktı. Bu esnada Ebû Bekir (Radiyallahü anh) geldi ve
Ukbe’nin omuzundan tutup onu defetti ve şu mealdeki âyeti okudu s
<ÜİI U j-A -ı ül üj l.; a r| = «... Rabbim Allah’tır, de­
diği için adamı öldürecek misiniz?,..» (Mü’min sûresi, âyet: 28)
M ü s l i m ’ in U r v e b i n Z ü b e y r (Radiyallahü anh) ’den
rivayet ettiğine göre H z. Â i ş e Radiyallahü anhâ), Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’e :
«Yâ Resûlallah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)! Uhud (savaşının
vuku bulduğu) günden daha zor ve çetin bir gün başınızdan geçti
mi? diye sordu. Resûl-i Ekrem, O’na cevaben:
«Yâ Âişe! Gerçekten senin kavmin tarafından (daha şiddetli ezi­
yetlere) uğradım. Bunlardan gördüklerimin en şiddetlisi Akabe gü­
nü oldu. O gün ben kendimi İbn-i Abd-i Yaleyl’e takdim ettim. İste­
diğimi yapmadı. Ben oradan ayrılıp gittim. Ama nereye gittiğimi
ve nerede olduğumu bilemiyecek durumda üzüntü ve keder içinde
idim. «Kamü’s-Saâlib» de kendime geldim. (Bu yer, Mekke’ye iki ko­
nak mesafede olup Necd halkı için hacce giderken ihrama girmek
yeri ve mikatıdır.) Başımı kaldırdım. Bir de gördüm ki bir bulut par­
çası beni gölgelemiş, bulut arasmda gördüğüm Cebrâil (Aleyhisse-
lâm) bana seslenerek;
«Allah, senin kavminin sana söylediklerini ve teklifini reddet­
tiklerini şüphesiz işitti, dağlara âmir meleği, dilediğin şekilde onla­
SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

ra ceza vermek üzere senin emrine verdi» dedi. Bundan sonra dağ­
lar meleği bana seslendi, selâm verdi. Sonra t
Yâ Muhammed! Şüphesiz Allah, senin kavmlnin sana söyledik­
lerini işitti. Ben dağların meleğiyim. İstediğin şekilde onlan tazib
etmek üzere Rabbin beni senin emrine verdi. Artık ne istiyor isen em­
ret. Arzû edersen şu iki dağı onlann üzerine yığdırır birleştiririm,
dedi. (Meleğin işaret ettiği iki dağ Mekke şehrinin bitişiğindeki «Ebû
Kubeys» dağı ile onun karşısında ve şehrin diğer kenanndaki dağ’-
dır. Bu iki dağın birleştirilmesi tüm Mekke şehrinin yok edilmesi de­
mektir.) Resûl-i Ekrem dağlar meleğine t
— Hayır böyle bir ceza istemiyorum. Fakat müşrik olmıyacak
ve yalnız Allah’a ibâdet edecek kullannı bu kavmin sulbünden çı-
karmasinı Allah’tan umanın» buyurdu.
Müşriklerin Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e yap­
tıkları eziyetler yıllarca sürdürüldü. Amaç, İslâmiyet! M e k k e ’ de
boğmak ve putperestliği devam ettirmek idi. Ama bunca eziyetler,
hakaretler, ithamlar, tehditler, saldırılar, su-i kastlar ve akıl, man­
tık dışı kaba kuvvetlerin hiç birisi büyük Peygamberi dâvasmdan
geri bırakmadı. Bilâkis O, dâvasını bütün haşmeti ile sürdürdü. İlk
zamanlar yalnız olduğu veya çok az kişi müslüman olduğu için müş­
riklerin bütün hücumları O’nun mübarek zâtına yönelik idi. Hiç kim­
seye eziyet edilmezken ve hiç kimseye tehditler savuirülmâzken O’na
eziyet ediliyor ve tehditler yağdırılıyordu: Hadis o günlerin manza­
rasını yansıtıyor.
Hadis’in ilk 2 fıkrası şöyle de yorumlanabilir:
— «Ey Ashâbım! Allah uğrunda bana yapılan eziyet kadar hiç
birinize eziyet edilmiş değil, bana yapılan tehditler kadar ağır W
tehdit hiç birinize yapılmamıştır.»
Evet ilk müslümanlara da çok eziyet edilmişti. Fakat Peygam-
ber’e yapılan eziyet ve tehditler daha ağır idi. Çünkü Sahabilere ya­
pılan işkence ve tehditler sayılı günler içindi. Diğer taraftan onla­
ra düşmanlık edenler mahdut kişiler idi. Düşmanlar, müslümanhğı
kabul eden kişilere eziyet etmenin, hattâ onları öldürmenin bile mes’-
eleyi hâl etmiyeceğini, başka bir deyimle müslümanlık dinini orta­
dan kaldırmaya kâfi gelmediğini biliyorlar idi. Fakat Resûl-i Ek­
rem’e eziyet yapılması yıllarca sürdürüldü, tüm müşrikler O’na düş­
manlık ediyorlar idi. îslâmyetin nûrunu söndürmek ve bu gür se­
si boğmak için Peygamber’i yıldırıp bu dâvadan vazgeçirmek veya
O’nu öldürmekten başka bir çarenin bulunmadığım bildikleri için on­
MUKADDİME 255

ların en büyük hedefleri Fahr-i Kâinat Efendimiz idi. Bu sebeple ona


yöneltilen tehditlerle eziyetlerin benzeri başka kimseye yöneltilme-
miştir.
Hadîsin son fıkrasında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem)’in B i l â l ile birlikte çok cüz’î bir azık ile üç gün yemek
sıkıntısı çektikleri belirtiliyor.
S i n d ı'de belirtildiğine göre T i r m i z i bu hadîsi Zühd bablannın
sonlarında rivâyet ederek Hasen Sahih olduğunu söyledikten sonra
hadisin mânasının şöyle olduğunu beyan etmiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hicret etmek niyetiyle
M e k k e ’ den çıkarken beraberinde B i l â l bulunuyordu. B i -
1 â I ’ in yanında azık olarak kendi koltuğu altında taşıdığı pek az
yiyecek maddesi var idi.»

Bilâl ( R.A. )’m Hâl Tercemesi


Bilâl îbn-i Rebah Habeşî’dir. Ümeyye bin H alefin kölesi idi. Anası Hamame
de câriye idi. Bilâl, Ebû Bekr (R A .)’in telkini ile müslümanlığı seçti. 150 nolu
hadiste bildirildiği gibi Mekke müşriklerine karşı korkmadan müslümenlığmı ilân
eden ilk 7 müslümandan birisidir. Azgın îslâm düşmanlarından olan Ümeyye, kö­
lesi Bilâl'i İslâmiyetten döndürmek için işkencelere başladı, boynuna ip taktırıp
para ile tuttuğu çocuklara, onu Mekke sokaklarında ve dağlarda sürükletti. G ü­
neşin en hararetli zamanında kızgın kumlar üzerinde çıplak olarak yatırılan Bi-
lâl’in üstüne ağır taşlar konulur, vücudu dağlanır. Fakat O. «Allah birdir bird ir»
demeye devam ederdi. Siyer kitablannm rivayetlerine göre; bir gün Ümeyye yino
Biiâl’. tazib ederken Ebû Bekir (R A .) uğramış ve :

— Ya Ümeyye! Sen şu zavallı hakkında Allah’tan korkmuyor musun? ne za­


mana kadar ona azab çektireceksin? diyerek onu kınadı. Bunun üzerine Ümeyye :
— İstersen sana satayım da onu kurtar! dedi. Ebû Bekir (R .A .) daha güçlü
bir köleyi vererek Bilâl’i o zâlimin elinden kurtardı. Ve azad etti.

Bilâl (R .A .) hazretleri Habeşistan’a, sonra da Medine’ye hicret etti. Hazerde


ve seferde Peygamber efendimizin maiyyetinden ayrılmadı. Bedir dahil, bütün
gazalara katılmıştır. Hz. Ömer (R .A .):

—«Ebû Bekir, Seyyidimizdir ve bir seyyidimizi azad etmiştir» diyor idi. Re­
sûl-i Ekrem’in vefatından sonra Bilâl Şam’da ikamet etti. Resûl-i Ekrem’in müez­
zinliğini yapan Büâl Peygamber’den sonra ezan okumazdı. B ir ara Medine’ye «Rav-
za-ı Mutahharaayı ziyarete gittiğinde umumi arzu ve İsrar üzerine Bilâl (R .A .)
bir gün sabah ezamnı okudu. Herkes saadet asrını anarak ağladı. B ir rivayete
göre kendisi de aynı duyguların etkisi ile kendisini tutamadı ve ezan’ı bitiremedi.

Bilâl (R .A .)’ın 44 hadisi olup Buhar! ve Müslim bir hadisini ittifakla, Buha­
ri 2 ve Müslim 1 hadisini münferiden rivayet etmişlerdir. Hicri 20. yılda Şam’da
vefat etmiştir. (Bak : Hulâsa sah. 53 ve Tarihü’I-Hamls 2. cild, sah. 273)
256 8ÜNSN4 ÎBN-Î MACK

«Câmiü's-Sağir» şerhi El-Azizı’de A 1 k a m i ’ den naklen beyan


edilen yorum da T i r m i z î ’ nin yorumu gibidir. Câmiü’s-Sağir ha­
şiyesi yazan e l - H a f n î d e diyor k i: Peygamber (Sallallahü Aley­
hi ve Sellem) ve B i 1 â 1, M e k k e ’ den çıktıkları zaman bera­
berlerinde E b û B e k i r CRadiyaUahü mıh) ’in bulunmaması ve
bilâhare onlara iltihak etmiş olması muhtemeldir. Yâhut E b û B e -
k ir (Radiyallahü anh) bunların beraberinde idi. Fakat onların
azığını B i l â l taşıdığı için hadîste yalnız B i l â l ’ in isini geç­
miş olabilir.
Ilrm M ve Câmiü’s-Sağlr’deki rivayetinde:

cümlesi yerinde, „ . „
AXJj çja J is - c J I
ss «30 gün ve gece üzerime geldL..* cümlesi mevcuttur.
Bu rivâyete göre Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in
B i l â l (Radiyallahü anh) ile beraber geçirdikleri sıkıntılı gibiler
daha fazladır. Esasen Resûl-i Ekrem’in hayatının hemen hemen ta­
mamı böyle sade ve sıkıntılı geçmiştir. Eğer ferahlık ve bolluk is­
teseydi, dilediğini Allah kabul buyururdu. Fakat O, istemedi. * Üm­
metine sabır ve tahammülü öğretti.

HZ. BtLAL-l HABEŞİ (Radiyallahü anhl’IN FAZİLETİ


, e Jh% t A•
■^ ü1 1 • / d / OV M? • \0T

J * îS .itX î3 3 *

*( - 4 * * 2^ tîj—j ) <J» *V •

T E R C E M E S Î
1
52) ... Sâlim rivayetedildiğin
( R a d i y a l l a h ü egörebir ŞâirBi­
a n h ) ’A z n

lâl binA bdillah (bin Ömer binel-Hattab) överek:


( R a d i y a l l a h ü a n h ü m ) ’ü

—«Bilâl binAbdillah, Bilâller’inenhayırlısıdır» dedi. îbn-i Ömer, (Bi­


lâl’ınbabası) Şair’e:
— «Sen yalan söyledin! Hayır. (Bilâller’in en hayırlısı oğlum
olan Bilâl değildir) . Fakat Resûlulah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in
Bilâl’i en hayırlı Bilâl’dır», dedi.
Bab; 11 MUKADDİME 257

İZAHI
Şâir,. A b d u l l a h b i n Ö m e r ’ in B i l â l ismindeki oğ­
lunu övüyor ve onun B i l â l adlı bütün şahıslardan üstün ,olduğu­
nu söylüyor. Övülen B i 1 â 1’ m babası A b d u l l a h ise Şâiri
yalanlıyor, Besûlullah’m B i , â 1’ i olan B i l â l - i H a b e şİ’nin
B i l â l isimli bütün insanlardan daha hayırlı olduğunu beyan bu­
yuruyor.
Sahih i Müslim'in Namaz kitabının 29’uncu babında mütead­
dit senedlerile A b d u l l a h İ b n - i Ö m e r (Radiyallahü anh)’-
den rivayet ettiğine göre İ b n - i Ömer (Radiyallahü anh) «Gecele­
yin kadınların mescidlere gitmelerine mâni olmayın- mânasındaki
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in hadisini naklettiği za­
man onun bir oğlu bu emre itiraz edercesine «Biz kadınlarımızı men
edeeeğiz...» demiş, İ b n - i Ö m e r (Radiyallahü anlı)’de oğlunu
azarlamıştır. İ b n - i ö m e r 'i n bu hususta azarladığı oğlunun
ismi husûsunda ihtilâf vardır. M ü s l i m ’ inbu babta beyan ettiği se-
nedlerin birisinde V a k i d , diğer bir senedde B i 1â 1 ismindeki oğ-
Hz. Habbâb’m Hâl Tellemesi
H abbâb (R A .) İlk müslümanlardan ve müşriklerin mezalim ye İşkenceleri­
ne maruz kalan simalardandır. Ümmü Enmar’m azadlısıidi. Demircilikle geçimi­
ni sağlardL Ümmü Enmar, onun müslüman olduğunu duyunca, çok fena kızdı,
onu Dağlatarak kızgm demir parçalan ile başım dağlattı. Habbâb Resûl-i Ekrem’e
gelerek acıklı durumunu anlattı ve başının ıztırabmdan şikâyet etti. Resûl-i Ek­
rem d e : «Allahım Habbâb’a yardımcı ol», diye dua etti.; Aradan pek zaman geç­
meden H abbâb’m sahibesi üm m ü Enmar şiddetli b ir baş ağnama tutuldu. Istıra­
bından köpek gibi ulumaya başladı. Ona, dağlanmanın iyi geleceği tavsiye edildi.
Bu kere kendisi Habbâb’a emreder. H abbâb ateşte kızdırdığı demir parçalan ile
cmuş başım dağlardı. H abbâb müşriklerden çektiği ıztırabm bir örneğini şöyle an­
latır : . ■ ■ '
Ben öyle gün biliyorum ki benim için özel ateş yakıldı. Korlann b ir tanesi
sırtım a kondu ve .omı sırtımın yağlan söndürdü İdi.»
H abbâb (R A .) Bedir vesair gazalara katümış, büyük yararlıklar göstermiş­
tir. S ılfîn olayında Hz. A li (R J t.)’üı maiyyetinde bulunmuştur.
Ebû Abdillah künyesi ile anılan Habbâb’tan 33 hadis rivayet edilmiştir. Bun­
lardan 3 tanesini Buhari ve Müslim mütteflkan, 2 tanesini Buhari ye, 1 tantMdni
Müslim münferiden rivayet etmişlerdir. R âvileri: Alkame, Mesruk Kays îbn-i
Ebi Hâzim gibi bir takım Tabiilerin üeri gelenleridir.
H abbâb (R .A .), hiçri 37 yılında. 73 yaşında Kûfe’de vefat etmiş, cenaze na­
mazını Hz. A li (R .A .) kıldırmıştır.
Vefatmdan sonra b ir gün Hz. A li, Onun kabrinin yanından geçerken :
«Allah, Habbâb’a rahmet eylesin, Islâmiyete olan iştiyakından dolayı, mtts.
ifimanlıg» seçti. Gönül hoşluğu ile hicret etti. Yıllarca hastalık ııtıı ahnn çekti.
Allah elbette onun sevabım zayi etmez», buyurmuştur.
Sünen-i îbn-i Mâce — V. : 17
258 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

lu olduğu rivayet edilmiştir. Bahis konusu hadis İ b n - i M â c e h'de


16 numaralıdır. Bunun izahına mürâcaat edilebilir.
ISO ve 151 noiu hadislerde de B i l â l - i H a b e ş i ’ nin fazi­
letleri anılıyor İ b n - i M â c e h (RahimahuHah)’m «BÎLÂL’ınFAZİ­
LETLERİ» başlığım neden bu hadislerden sonra ve yalnız 152 noiu
hadîsin başında getirdiğini anhyamadım.

(yfcfrP)
HZ. HABBÂB (Radiyallahü anh) İN FAZİLETİ

TERCEMESİ
153) ... Ebû Leylâ el-Kindi (76) (Radiyallahü anirj’den rivayet edildi­
ğine göre Habbâb (bin el-Eret) (Radiyallakü anh Ömer Radiyallahü anh)’in
yanına geldi. Hz Ömer ona:
«Yakınıma gel. Çünkü, Ammâr (Radiyallahü anh) müstesna, bu
meclise senden daha fazla hak kazanmış (liyakatli) kimse yoktur,
dedi. Bunun üzerine Habbâb. müşriklerin yaptıkları işkence ve aza­
bın kendisinin sırtında bıraktığı izleri Ömer’e göstermeye başladı.»
N o t : Bu hadisin İsnadının sahih olduğu Zevâid’de bildirilmiştir.

İZAHI
Hadis. H a b b â b (Radiyallahü anh)’ın müşriklerin elinden
çektiği işkence ve azablann onun sırtında silinmez izler bırakacak
derecede vahşiyâne olduğunu işâret eder ve H a b b â b * m îslâ-
miyetini açıklaması üzerine düşmanların verdikleri eziyetlere mâ­
ruz kaldığı için Îslâmî meclislerin en mutena köşesine ve H z . Ö m e r

(76) Ebû Leylâ el-Kindl’nin adı Seleme bin Muâviye veya Muâviye bin Se-
leme’dir. Kûfe’lidir. Osman ve H abbâb (R _A .)’dan rivayet etmiştir. Havileri de
Ebû îshak ve Ebû Ca’le r el-Ferrâ’dır. İbn-i Muin, onun sika olduğunu söylemiştir.
H u lâsa: sah. 458
Bab : 11 MUKADDİME 259

(Radiyallahü anh) gibi büyük bir şahsiyetin yanında yer almaya hak
kazandığını tescil etmiş olur. Böyle fedâkârlık ve sabırla düşman­
lara karşı direnenlerin ne derece kıymetli olduğunu da hadisten çı­
karmak mümkündür.
H z . Ö m e r (Radiyallahü anh)’in H a b b â b ’ ı takdir edici
sözler buyurması üzerine, onu tasdik etmek maksadı ile H a b b â b
(Radiyallahü anh) sırtındaki dağlama izlerini göstermeye başlamıştır.
Yoksa sanıldığı gibi bu azab izlerini göstermekle A m m â r ' dan
bile daha fazla eziyet gördüğünü ye dolayısı ile meclise A m m â r ’ -
dan da daha liyakatli olduğunu iddia etmek gibi bir maksadı gülme­
miştir.
H a b b â b (Radiyallahü anh) ’ın müşriklerin elinden çektiği
ıztırabm bir parçasını, yukarda beyan ettiğimiz hal tercemesinde an­
lattık. Hepsini buraya almak bir hayli yer alır. H a b b â b ve ilk
müslüman arkadaşlarının uğradıkları eziyetler siyer kitablarinda
tafsilâtı ile anlatılmıştır.

TE R C E M E S İ
154} ... Enes bin Mâlik Radiyallahü anh) ’den rivayet edildiğine göre
şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şüphesiz buyurdular ki :
«Benim ümmetime mensup insanlar içinde ümmetime en çok
merhametli olan (zat) Ebû Bekir’dir. Allah'ın dini (hükümlerin tat­
biki) husûsunda onların en şiddetlisi Ömer’dir. Onlann samimî ola­
rak en çok hayâ edeni Osman’dır. Hak ve bâtılı ayırd etmek bakı­
mından onlann en isabetli hüküm vereni Ali bin Ebi Tâlib’dir. Kur’an
okuyuşu bakımından onlann en üstünü Übeyy bin Kâ’b’dır. Helâl ve
haramı en iyi bilenleri Muâz bin Cebeldir. Ferâiz ilmini en iyi bilen­
leri Zeyd bin Sâbit’tir. Dikkat! Şüphesiz her ümmetin bir emini var­
dır. Bu ümmetin emini de Ebû Ubeyde bin el-Cerrâh’tır.»
SÜNEN-* ÎBN-İ MÂCE

T E R C E M E S İ
!S5) ... Enes bin Mâlik (Radiyallahü onAJ’m İm (yakandaki) hadîsinin
misimi senediyle rivayet etti. Ancak Zeyd bin Sâbit (Radiyallahüanh) hakkındaki
cümleyi;
= «Ve ferâizi en iyi bilenleri şeklinde söyler.»

İZAHI
Müellif ikinci bir sened ile hadisi rivayet etmiştir. Yalnız bu se-
, U ' t'l •//-«*.-
nedde Z e y d b i n S â b i t hakkındaki cümle-, jjkJı^Jû U
diye başlar, diyor. İki rivâyet mâna bakımından aynıdır.
Hadiste isimleri anılan mübarek ve seçkin sahahilerin birer me-
ziyaretleri burada ifade buyuruluyor. H u 1a f â ‘ yı R â ş i d i n ’ in
faziletlerine ait bölümlerdeki 93 ilâ 121 nolu hadisler izah edilirken
kısaca hal tercemeleri verildi. Hal tercemelerini vermediğimiz ve bu

Ha, Zeyd bin Sabit (K A .)’nı Hâl Tercemesi


Zeyd bin Sabit bin Dahhak bin Zeyd. Ensâr-ı Kiram’m Hazrec kabilesine
mensup Neccâr kolundandır. Neccâr sülâlesi Peygamber <S.A.V,)'in dayıları olur­
lar. Babası hicretten evvel Hazreç ve Evs kabileleri arasında çıkan Buas savaşın-
da öldürülmüş idi. Hicret sırasında 11 yaşında b ir çocuk olan Zeyd çok zeki ve
necabetli idi. Resûl-i Ekrem’i görür görmez hemen müslüman oldu. Peygamber,
onun yabuditerin yazısını öğrenmesini emretti, İS günde öğrendi.
Zeyd vahiy kâtipliğini yaptı. Kur’aa’ı hıfzederek çok kuvvetli b ir hâhz oldu.
Peraiz ilmini jpek İyi b ir şekilde öğrendi.
Hendek savaşından itibaren bütün savaşlarda Resûl-i Ekrem'in maiyetinde
döğüştü.
Ebû Bekr-i Sıddlk (R -A .) zamanında Kur’ap-ı K erim i toplamaya memur kt-
İmdi. Resûlullah hayatta iken yüzlerce sahabi Kur*an’m tamamnu hıfzetmişti. En-
sar-ı Kiram’dan en kuvvetli hafızların Ubey b. K â’b, Muaz b. Cebel. Zeyd b. Sabit
ve Ebû Zeyd olduğu Buhari’nln «Bab-u Menaldbi’l-Eıısar» bölümünde Enes bin
M âlik’den rivayet ettiği hadisten anlaşılıyor.
Ebû Bekir (R .A .) zamanında kitap halinde toplanarak Hz. H&fsa’ya hıfzet­
mek üzere tevdi ediien Kur’an’m bu orjinal nüshası Hz. Osman (R .A .) zamanın­
da alınarak ondan S veya ? nüsha, seçkin b ir bey*et tarafından kopye edilirken
Zeyd hazretlerine bu kurulda görev verilmişti.
Zeyd (B.A.yâect b ir cema&t Kur'an dersini almıştır. îbn-i Abbas ve E bû Ab-
dirrahman bin es-Sülemi bunlardandır. 92 hadisi vardır. Buhar! ve Müslim 5 ha-

(Devamı 281.ci sahifede)


Bab: 11 MUKADDİME 261

hadiste isimleri geçen mübârek sahabilerden bir nebze bahsedelim.


Hadiste H a b b â b ' m ismi geçmediğinden, hadis, ismi geçenler­
den birisinin faziletine ait bir bölüme alınmalı idi. Bir kalem hatası
olarak buraya geçmiş olabüir. 55 ve 104 noiu hadis, izahında M u â z
b, C e b e l ve U b e y y b. K â ’ b ’ ın hal tercemeieri verildi.
E b û U b e y d e ’ nin fazileti ve hayâtı 135 -136 noiu hadisler bah­
sinde açıklandı.
Zeyd b. Sâbit ....................... (Baştaraft 260.cı sahifede)
dişini ittifakla, Buharî 4 ve Müslim 1 hadisini münferiden rivayet etmişlerdir. Hâ­
vileri : Oğlu Harice, Enes, Süleyman bin Yesâr, îbn-i Ömer ve b ir cemaattır. Sü­
leyman hin Y e sâ r: Hz. Ömer ve Hz. Osm an; Fetva, Peraiz ve kıraat’ta hiç kim­
seyi Zeyd’e takdim etmezlerdi demiştir. Hz. Ömer (R A .) onu kadılığa atamıştı.
Zeyd vefat ettiği zaman Ebû Hüreyre (R .A .) ümmetin büyük âlimi vefat etti, de­
miştir. Hicri 45 veya 48 veya 51 yılı vefat etmiştir. (B a k : Tezkire sah. 30-32 ve
Hulâsa 127)

H Z. EBÛ ZERR-1 G İF A R t (Radiyallahü anhKIN H Â L TERCEMESİ

Adı Cündüb îbn-i Cünade’dir. G ifâ r kabilesine mensuptur. İlk müslüman!a-


rrn beşincisidir. Îsîâmiyeti seçmesi her hangi b ir dâvet olmaksızın kendi arzu­
su ile kuvvetli bir irade mahsulü olmuştur. Onun îslâm «duşu müstesna bir şe-
kilde olduğundan dolayı İbn-i Abbas (R A .) gibi büyük b ir âlim sahabi, bunu
tafsilâtı ile rivayet etmiş, B u h a rîd e bu rivayet İçin özel bir bab ayırmıştır.

Zehebi de, ilim, takva, zahidlik, savaşmak, dürüstlük, hakşinaslık, ihlas ve


samimilik gibi bir çok m aiyetleri taşıyan Ebû Zerr’ln bilgi yönünden îbn-i Mes'-
ûd*un seviyesinde olduğunu söylemiştir. Yalnız idari ve malî işlerde garib ictihad-
la n var idi. M eselâ: Kişinin m âlik olduğu 2 dirhem, 2 dinar bile Kur'an’m y er-
diği karız ( — m al biriktirip infak etmeme) hükmüne girer, derdi. Bu sebeple hâ­
zineden kendisine tahsis edilen 400 dinarın hepsini aldığı gün fakirlere dağıtırdı.
İhtiyaç için b ir şey alıkoymazdı. Ebû Zerr (R A .) Peygamber (S .A .V .m vefatın-
d a n so n ra Şam’da ikamet etmişti. Fakat Muâviye (R A .)*ln Şam valiliği zama­
nında bu nevi ictihadlan ve Vâîinin saltanat sistemli idaresini her vesile iîe açık­
ça tenkidinin halk üzerinde tesirini göstermesi neticesinde. Vali Muâviye (R A .)
onun Medine’ye aldınlmasmı Halife Hz. Osman (R A .)’dan rica etti. Halifenin çağ.
nsı üzerine Ebû Zerr, Medine’ye gitti O rada da tenkidlerini sürdürünce Halife
onu fetva vermekten menetti. B ir gün Ebû Zer sorulan b ir soruyu cevaplarken,
Kureyşten bir genç başucuna dikilerek :
H alife seni fetvadan men etmedi mi? dedi. Ebû Zerr :
Sen gözcü müsün? Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, benim
boynuma kılıç koysanız, siz boynumu kesmeden önce Resûlullah (S A .V .)’den duy­
duğum b ir kelimeyi infaz edeceğimi sansam, derhal söylerim, diye karşılık ver­
di. Neticede H alife onu Rebze'ye gönderdi.
Ebû Zerr’in 181 hadisi vardır. Buharî ve Müslim 12 hadisini ittifakla, yalnız
Buhari A ve yalnız Müslim 19 hadisini rivayet etmişlerdir. R âvileri: îbn-i A b­
bas, Enes bin M âlik, Zeyd bin Veheb, Cübeyr bin Nüfeyr, Ahnef bin Kays, Said
bin ei-Müseyyeb ve Tabiinden bir cemaattır.
Hicri 32. yılı Rebze de vefat etti. (B ak : Tezkire sah. 17.18 ve Hulâsa sah. 449)
262 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

* -
HZ. EBÛ ZER (Radiyallahü anhl'IN FAZİLETİ

T E R C E M E S Î

156) ... Abdullah bin Am r bin el-As (Radiyattakü atıhümâyian rivayet


edildiğine göre : «B en Resûlullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ' ş ö y l e bu­
yurduğunu işittim » dem iştir:

«Ebû Zer'den daha doğru ve düzgün sözlü bir adamı yer (küre­
si) taşımamış ve gök (yüzü) gölgelememiştir.»

İZAHI

Hadis, E b û Z e r (Radiyallahü anh)’in doğru ve hakkı söy­


lemek ile lehçesinin düzgünlüğünü ve güzel konuşma kabiliyetim
ifade ediyor. Yukarda kısaca hal tercemesini verdiğimiz bu mübâ-
rek sahabi’nin meziyetleri pek çoktur. Bu zat müslüman olduğu gün­
den itibaren doğru sözlülüğü, gerçekçiliği, üstün cesareti ve fazilet­
leri, dikkatlan çekicidir. B u h a r î Menâkıp Kitâbın’dan «Kıssatu fs-
l&mi EM Zer» başlığı altında E b û Z e r r ’ in müslümanlığı kabul
ettiğine dair kıssa hakkında î b n - i A b b â s ’ tan rivâyet etti­
ği uzunca hadiste olay izah edilmektedir. Bunu buraya alırsak çok
uzar Müslümanlığın gizli tutulduğu ve müslüman sayısının bir ri­
vayete göre 4 kişi olduğu gün müslüman olan E b û Z e r r ’ in
azgın M e k k e müşriklerine karşı ertesi gün takındığı tavır ve
gösterdiği cesaretle hakkı söyleyişini belirtmek için, bahis konusu
tbn-i A b b a s (Radiyallahü anhVın uzunca hadisinin yalnız
bir kısmının sadece tercemesini buraya almak ile yetinelim.
Ebû Zer (Radiyallahü anh) diyor k i: Ben Resûlullah’a :
Ey Allah’ın Resûlü! Bana Islâmiyeti öğret, dedim. Bunun üzeri­
ne Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Islâmiyeti telkin buyur­
Bab: 11 MUKADDİME

du. Ben de hemen müslümanlığı kabul ettim. Bundan sonra Resü-


lullah t
— «Y& Ebâ Zeri Müslüman olduğunu gizle ve memleketine dö­
nüp g it Biadm durumumuzun açığa vurulduğunu duyduğun zaman
hemen gel» buyurdu. Fakat ben:
— Ey Allah’ın Resülül Seni hak Peygamber olarak gönderen Al­
lah’a yemin ederim ki, ben bu (şahadete ait) kelimeyi en azgın müş­
riklerin ortasında behemehal ve kesinlikle haykıracağım, dedim. (Râ­
vi İbn-i Abbas Radiyallahü anh) der ki <Müşrikler Mesçid-i Haram'-
da toplanmış iken; Ebû Zer (Radiyallahü anh) oraya geldi ve*
— Ey Kureyşler! Bütün varlığımla bilir ve size de bildiririm ki <
Allah'tan başka ibadet edilecek hiç bir ma’büd yoktur. Ancak Allah
vardır. Ve içtenlikle ilân ederim ki, Muhammed (SâllallaM Aleyhi
ve Sellem) Allah’ın kulu ve Resûlüdür, dedi. Kııreyş müşrikleri de ı
— Saldırın şu din değiştirene! dediler ve buna hücum ederek
öldürülmek kasdı ile dayağa çekildim. Bu esnada Abbâs üzerime
atıldı ve onlara«
— Helâk olasınız! G ıfâr’dan bir kişiyi öldürüyorsunuz. Halbuki
bu kabile hem ticaretinizin bir merkezi hem de ticâret güzergâhınız­
da:, diyerek müşriklerin benden vazgeçmelerini sağladı. İkinci
gün sabahleyin ben yine mescide giderek bir gün önceki söz­
leri tekrarladım. Aynı şekilde bana hücum ederek linç etmek istediler.

Sa’d .bin Mnâz (R J M ’m H âl Tercemesi

Hz. Sa’d (itA .) Ensâr’dan Evs kabilesinin en yüksek bir simasıdır. O, Re­
sûl-i Ekrem (S .A .V .)’in hicretinden önce Mus’ab tbn-i Umeyr’in delâletiyle müs­
lüman olmuş, sonra kabilesi halkına: Siz müslüman oluncaya kadar sizin erkek­
lerinizle ve kadınlarınızla konuşmak bana haram olsun! demekle bütün Abdü’l-
Eşhel oğullarının hidayetine sebep olmuştur. Bedir ve Uhud savaşlarında bulun­
muştur. Bedir savaşma çıkılmadan önce Resûl-i Ekrem Muhacirlere ve Ensâr’a
danışarak Mekke istikametinden savaşmak için gelen düşmanı karşılamak veya­
hut Şam’dan Mekke’ye dönmekte olan kervanın yolunu kesmek hususundaki Sa-
habilerin görüşünü sorduğunda Sahabîlerin çoğu kervan yolunu kesmeyi tercih
edince, Peygamber buna üzüldü. Bunun üzerine söz alan Ebû Bekir, Öm er ve Mik­
dad tbn-i Esved, Mekke müşrikleri ile savaşmak görüşünü desteklediler. Muha­
cirler adına yapılan bu konuşmalar Peygam beri sevindirdi. Bundan sonra En-
sâ rin kanaatini anlamak istedi, Resûl-i Ekrem’in bu isteğini sezen Sa’d bin Muâz
ayağa kalkarak:
— Y â Resûlallah! Bu hitabınızla bizi kasdettiğhıizi sanıyorum, deyince ; Re.
sûluUah (S .A ..V .):
— Evet sîzleri kasdediyorum buyurdu. Bunun üzerine Sa’d :
(Devamı 264’cü sahifede)
8ÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

öldüresiye beni hırpaladılar. Yine Abbâs bana yetişti de beni müş­


riklerin elinden güçlükle kurtardı ve bir gün önce söylediği sözleri
tekrarladı.
(Râvi) A b d u l l a h İ b n - i A b b â s (Radiyallahü a n h ):
—- Allah Ebû Zerr’e rahmet eylesin, onun müslüman oluşu işte
böyle oldu, demiştir.
Hadiste geçen «Ebû Zer’den fazla doğru sözlü...» cümlesinin yo­
rumu hakkında S i n d i şöyle söyler:
Bundan maksad, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) da­
hil, E b û Z e r (Radiyallahü anh) ’in doğrulukta herkesten üs­
tün olduğunu ifade etmek değildir. Çünkü peygamberlerin doğruluğu­
nun üstünlüğünde şüphe yoktur. Bu herkesçe mâlum bir şeydir. Ga­
ye, E b û Z e r (Radiyallahü anh)’in son derece doğru olduğu­
nu, bu hususta zirveye çıktığım ve bu sebeple doğruluk alanında pey­
gamberim* müstesna, kimsenin onu geçmediğini belirtmektir. Bazı­
ları da şöyle yorum yapmışlardır:
E b û Z e r , dâima apaçık, kesin ve dosdoğru konuşur. Yuvar­
lak lâfı, lâstikli söz, tevriye, vaziyeti idare etmek ve benzeri tarzlar­
da konuşmazdı. Hakkı, gerçeği ye doğruyu kesin ve açıkça söylerdi.
( .1 ^ • •«•* *1 »
4* 4*»4- W '
HZ. SA’D B. MUÂZ (Radiyallahü anh)’IN FAZİLETİ
‘ V* ^ • ı£ — N®V
* J «*' ' *

•prtf hi IH • y j^ ti}
Hz. Sa’d (R â .) ................... (Baştandı 2 S A n U M e )
— Yâ Resûlallah (8.A.V.) biz sana inandık; tasdik ettik; tebliğ ettiğin Kur’-
an’ın hak olduğuna şehadet ettik; Sana itaat etmeye söz verdik. Ey Allah’ın Re-
sûlü nasıl dilersen öyle hareket et! Biz seninle beraberiz. Yemin ederim ki, sen
bize denizi gösterip yürüsen biz de beraberinizde denize dalarız. Ensâr’dan geri
dönen olmaz. Ya Resûlallah! Harbte sebat etmeyi, düşmana karşı direnmeyi bili­
riz. înşaallahzafere kavuşursun. Bu sebeple buyurun Ey aziz Resûl! Allah’ın be­
reket ve selâmetine dayanarak beraberce düşman üzerine yürüyünüz diyerek Pey­
gamber’! hoşnud etti.
Hz. Sa’d Hendek savaşmda aldığı bir ok yarası dolayın ile bir ay Mescid’de
tedavi edildi. Fakat bu yaradan kurtulamayarak şehid oldu. Cebrâil (Aleyhisse-
lâm)in onun cenazesinde bulunduğu bildirilmiştir.
Resûl-i Ekrem, Muhacirler arasmda Ebü Bekr-i Sıddik (R-A.)'i he derece se­
viyor idi ise Ensâr içinde de Sa’d (R A .) hasretini de o derece severdi. Allah on­
lardan ve bizden râzi olsun. Amin.
Bab: 11 MUKADDİME 265

T E R C E M E S İ

157) ... El-Berâ’ binÂzib ( R a d i y a l l a h ü anA)’denrivâyet edildiğine gö­


reşöylesöylemiştir:
Bir k ereR esûlullah( S a l l a l l a h ü (Ükeydir tarafından)
A l e y h i v e S e l l e m ) ’e

ipekli ku m aştanbir parçah ediyeedüdi. Sahabîler, (güzelliğineveyum uşaklı­


ğına hayret ettikleri) kum aşı bir birininelindenalm aya (elleyip in
celem eye)
başladılar. B ununüzerin eR esûlullah oradaki
( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S d l e m } ,

sahabîlere:
«Siz bu kumaşın güzelliğine ye yumuşaklığına taaccüp mü edi­
yorsunuz?» diye sordu. Sahabüer de s
— Evet Yâ Resülallah! diye cevap verdiler. Bu cevap üzerine Re­
sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem ): .
«Nefsim, kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki » Sa’d İbn-i
Muâz’ın Cennetteki mendilleri (çok beğendiğiniz) bu ipekli kumaş­
tan şüphesiz daha hayırlı (ve güzelidir.»

İZAH I

B u h a r i , . , Kitâbu Bed’il-Halk»’m 8’inci babında bu hadisi iki


senedle rivayet etmiştir. Bir sened, burada olduğu gibi B e r â b i n
 z i b (Radiyallahü anh) tarafından, diğeri de E n e s b i n M â ­
l i k (Radiyallahü anh) tarafımdan rivayet edilmiştir. B e r â b i n
 z i b * den B u h a r î ’ nin aldığı metinde Sahabîlerin kumaşın gü­
zelliğine ve yumuşaklığına taaccüp ettikleri açıkça belirtilmiştir.
K a s t a l â n i de bu rivayetin izahında şunu naklen anlatır. Cen­
netteki nimetlerin ve elbiselerin üstünlüğünün beyanı için mendille­
rin örnek gösterilmesinin sebebi budur ki, mendil çeşitli temizlik iş­
lerinde kullanılan bir bez parçasıdır. Mendili bu kadar güzel olan
Cennetin giyim eşyasının artık ne kadar güzel olacağını kimse ta­
savvur ve takdir edemez.
B u h a r î ’ nin E n e s ’ ten aldığı rivayetteki Resûluliah’m
sözü aynidir. Şu farkla ki B e r â ’ m rivayetinde geçen «AFDAL =
daha üstün» kelimesi yerine E n e s ’ in rivayetinde «AHSEN =r da­
266 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

ha güzel» tabiri kullanılmıştır. î b n - i M â c e h ’ in B e r â ’ dan


olan rivayetinde ise bu kelimeler yerine «Hayr = daha hayırlı» ke­
limesi kullanılmıştır. Üç kelimenin ifade ettiği mânalar arasında pek
bir fark yoktur. Fakat E n e s ’ in sözü ile B e r â'i n sözü ara­
sında biraz fark vardır. Şöyle ki: B e r â ’ in sözünden. Sahabî-
lerin kumaşın güzelliğine ve yumuşaklığına hayret ettikleri açıkça
anlaşılıyor. E n e s ’ in sözünden anlaşıldığına göre Resûlullah da­
ha önce ipekli elbiseyi erkekler için yasakladığı halde, hediye edilen
ipekli kumaştan mâmul olan, cübbe’yi kabul etmesi halkın hayretini
mucip olmuştur. Mamafih iki sahabinin sözleri arasında bir çelişki
yoktur. Erkekler için giyilmesi yasak kılınmış bir elbisenin kabul bu-
yurulması hayreti mucip olabildiği gibi elbisenin güzelliği de hayre­
te sebep olabilir.
Resûl-i Ekrem’e hediye edilen ipekli kumaş’m dikilmiş elbise ol­
duğu B u h a r ! ’ nin E n e s ve B e r â ’ dan aldığı rivâyetler-
den anlaşılıyor. Hattâ E n e s ’ in rivayetine göre hediye edilen el­
bise Cübbe idi. î b n- i Mâ c e h ' i n B e r â ' dan aldığı rivayette
«Saraka» tabiri kullanılmıştır. Saraka ise beyaz renkli ipekli kumaş
parçası veya rengi ne olursa olsun her türlü ipekli kumaş parçası
demektir. Cübbe bir parça elbise olduğu için bir parça mânâsım ifa­
de eder. «Saraka» kelimesinin cübbe mânasında kullanılmış olması
mümkündür.
B u h a r i ' nin K a s t a l â n i ve diğer şerhlerinin beyânına
göre: bu cübbe D e v m e t ü ’ l - C e n d e l (77) şehrinin Meliki
Ü k e y d i r î b n - i A b d i l m e l i k tarafından Peygamber’e
hediye edildi. Meşhur T e b û k seferinde Ü k e y d i r Resûhıl-
lah’a mürâcaat ederek belirli bir cizye vermek üzere sulh yapmıştı.
Bu arada mezkûr elbiseyi de hediye etmişti. E n e s * in rivayetin­
de cübbe’nin «Sündüs» olduğu belirtilmiştir. Sündüs ince ipekli ku­
maşa denir. Bunun kalın çeşidine de «İstebrak» denir. Ebû Ya’lâ'nm
nakline göre; bu kumaşta altın da varmış. Bu rivayete göre Resûl-i
Ekrem önce bu hadiyeyi kabul etmek istememiştir. Fakat Melik’in
üzüldüğünü görünce kabul etmiştir. B u h a r î ’ nin «Hibe» bahsin­
deki rivayetine göre bilâhare Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) bu cübbeyi A l i (Radiyallahü anh)’ye hediye etmiş, A l ?
bir defa giymiş, ama Resûl-i Ekrem’in mübârek yüzünde bir öfke
görünce; bunu derhal soyup 4 parçaya bölmüş ve başörtü olarak kul­
lanılmak üzere F â t i m e adlı 4 yakınma hediye etmiştir. Bunlar:

(77) Devmetü’l-Cendel, Medine ile Şam arasında ve Tebûk civarında bir şeh­
rin adıdır. Lügat ehli bu şehre «Dumetü’l-Cendel» derler.
Bab: 11 MUKADDİME 267

H z A 1 i ’ nin anası F i t i m e b i B i - i E s e d, hanımı


H z. F i t i m e , Hz. H a ni z a ' nm kızı F i t i m e ve Ü m -
mi H â n i diye meşhur olan F i t i m e b i n t - i A b d i l m ü t -
t a l i h ’ dir. Yalnız 4’üncü kadında ihtilâf vardır. H z . A l i (Ra­
diyallahü anh) ’den rivayet edilen hadis de şöyledir:
d lj 4_1_C 4l)l

e- * a »3 I *■— m j AaJLC' <uiı

*r ı *" r " •
eri-*. >-f-"*«-*-»- •* 4-t-^j (Ji

= ... Ali ( R a d i y a l l a h ü a»A)’den rivâyet edildiğine göre, kendisi şöyle


demiştir.
«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir defa) bana Si-
yerâ’ (denilen ipekli) bir holle hediye etmişti. Ben de bir defa onu
giymiştim. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem)’in (mübârek) yüzünde öfke (eserini) gördüm. Ben de onu par­
çaladım. (Yakınım olan) kadınlarım arasmda taksim ettim.»
Bu hadisi, B u h a r i «Hibe» bahsinden başka «Nafaka» ve «El­
bise» bahislerinde de tahriç etmişlerdir. M ü s l i m «Elbise» ve N e -
s â i de «Zînet» bahsinde rivâyet etmişlerdir. «Siyerâ» kelimesi lügat
kitablanmn beyanına göre bir nevi alaca kumaştır. Çubuklu ve bol
ipekli olur. İpek kısmı az olan elbise erkekler için mübah ise de ipe-
ği çok olan elbiseyi giymek erkekler için haram olur. Bunun tafsi­
lâtını inşaallah «Elbise» bölümünde veririz.

'{ f . i t if j Ü J \ Uf. ju t S ^

. « jk y & % \» 3&: i£
TERCEMESİ
158) ... Câbir rivayet edildiğine göre Resûlullah
( R a d i y a l l a h ü a n h ) ’d e n

( S a ü a U a k u şöyle buyurdu, dediği rivayet olunmuştur.


A l a y l a v e S e l l e m ) ,

«Rahmân’ın Arşı, Sa’d bin Muâz’m ölümü için titredi.»

İZAHI
S a ’ d b i n M u â z (Radiyalalhü anh)‘in vefâtı dolayısı ile
Arş’ın titremesi, Allah’ın Arş’a o anda bir duygu vermesi ile müm­
kündür. Yahud Arş’m titremesi ile mecazen Arş’ta bulunan melek­
288 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

lerin titremesi muraddır. Bu titreyiş S a ' d b i n M u â z ' m yü­


ce ruhunun gelişine olan sevincinden meydana gelen bir titreşimdir.
S i n d i de : S a ’ d ’ ın ölümü dolayisı ile hayratının Arş’a çıkışı son
bulduğu için duyulan üzüntüden bu titreşimin vuku bulmuşolması
da muhtemeldir, deniliyor.
S a ' d b i n M u â z (Radiyalahü anh)'m hayâtım kısaca yu­
karda anlatırken ölümüne sebep olan yaralanmaya da işâret etmiş­
tik. Burada biraz açıklıyalım:
S a ’ d (RadiyaUâhü anh), H e n d e k savaşmda K u r e y ş müş­
riklerinden H i b b â n b. e İr A r i k a - e 1 - Â m i r l ’ nin at­
tığı bir ok ile yaralanmıştı. Kâfir oku attığı zaman Arap âdetine bi­

naen; <5 D|j Ca = *A1 sana, benim de İbnü’l-Arİka

olduğumu Mİ» demişti. H z . S a ' d , bir rivayete göre «MResûl-i Ek­

rem buna cevâben; Jci I ,J S = «Allah senin yü­

zünü ateşte terletsin» buyurmuşlardır. Kâfir’in künyesi, t b n ü ’ 1-


A r i k a olduğu için aynı kelimenin kökünden alınma «Arraka ==
terletsin» fiili ile bed dua yapılmam uygun görülmüştür.
Rivâyete göre S a ’ d ’ m yarası iyileşmeye yüz tutmuştu.
H e n d e k savaşmda B e n i K u r a y z a yahudileri müslü-
manlarla evvelce yapmış oldukları saldırmazlık ve M e d i n e ’ yi
ortak savunma antlaşmasını ihlâl ederek K u r e y ş müşriklerini
destekledikleri için H e n d e k savaşından hemen sonra B e n î
K u r a y z a yahudilerinin üzerine gidildi ve beklenen zafer kaza­
nıldı B e n i K u r a y z a yahudileri eskiden E v s kabilesinin
dostlan oldukları için savaş neticesinde yahudîler hakkında tatbik
edilecek cezâ ve işlem hakkında yahudiler •E v s kabilesinin reisi olan
S a ’ d hazretlerini hakem yaptılar. O da erkeklerinin öldürülmesini,
mallarının taksimini ve çocukları ile kadınlarının esir edilmesi hük­
münü verdi. Bu hükmün ilâhi emre uygunluğu Peygamber (Sallalla­
hü Aleyhi ve Sellem) tarafından da sonradan bildirildi. S a ’ d haz­
retleri bu hakemliği yapmadan bir gün önce şöyle dua etmişti:
«Allahım, sen bilirsin ki, Resûlünü yalanlıyan, Onu vatanından
çıkaran müşriklerle savaşmak, istediğim kadar hiç kimse ile döğüş-
mek istemem. İlâhî! Bizim bundan sonra Kureyş müşrikleri ile ya­
pacağımız savaşın kalmadığını sanıyorum. Şayet bunlarla yapılacak
savaş kaldı ise senin yolunda onlarla savaşmak için beni yaşat! Eğer
aramızda yapılacak bir savaş kalmamış ise bu yaramı deş de bu yüz­
Bab: 11 M UKADDİM E

den bana şehâdet nasip eyle ve Beni Kurayza’dan gerekli intikamın


alınması ile müslümanlarm yüzünü güldürmedikçe ruhumu alma!»
H z . S a ' d ’ m bu duâsı kabul oldu. Rivayete göre yarası onul­
maya başlamış olup hasta yatarken yanından geçen bir keçi, tırnağı
ile yarasına dokunup deşmesi neticesinde yara yeniden kanamış ve
fazla kan zâyiatmdan şehid olmuştur.
Hadiste geçen «Arş» kelimesine gelince bu kelime çok şeylerde
kullanılmıştır. Kullanılan her şeyde yücelik ve yükseklik mânası gö­
rülüyor. Padişahların tahtına arş demenin sebebi taht’taki yüksek­
lik ve yücelik anlamıdır. Allah’ın ilk yarattığı ve yücelik, yüksek­
lik vasfını taşıyan varlığa Allah’ın arşı denmiştir. Çünkü Allah’ın
kudret ve azametinin tecelli ettiği ilk yaratık Arş’dır. Eski hikmet
âlimleri ve kelâmcılar:
Arş, kâinatı içine alan kürre şeklinde bir felektir, diye tarif et­
mişlerdir. Buna dokuzuncu felek ve atlas feleki de derler. Rivâyet
âlimleri de bu arşın ayaklarının da bulunduğunu söylemişlerdir. Mu­
hakkik âlimler ise; şer-i şerifte anılan arşın mahiyetini anlatmak ve
takdir etmek beşer aklının işi değildir. Ancak kâinata nisbeten da­
ha büyük olduğu bildirilmiştir. Meselâ: Resûlullah (Sallallahü Aley­
hi ve Sellem) E b û Z e r (Radiyallahü anh)’e hitaben:
Ey Ebâ Zer! Yedi kat gök ile yedi kat yerin Kürsî’ye göre büyük­
lükleri, bir çölün ortasına atılan bir kapı veya yüzük halkası gibidir.
Arşın Kürsî’ye nisbeten büyüklüğü de çölün, yüzük halkasına göre
olan büyüklüğü gibidir, buyurmuştur.

- *" "*
HZ. CEBİR B. ABDİLLAH EL-BECELÎ (Radiyallahü anhl'IN FAZİLETİ

TE R C E M E S İ
1 5 9) ... Cerîr bin Abdillah el-Becelî ( R a d i y a l l a h ü a»A)’den şöyle söy­
lediği rivayetedilm iştir:
270 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

Ben, m üslümanolduğumzam an danberi R esûlullah ( S a t t a l l a h ü A U y k i v c

S e l l e m yanm agirm
) ’ i n ekistediğim inh erdefasındaO , beni kabulbuyurdu. (H iç
ben i geri çevirm emişim ) ve.beni gördükçeyüzüm egülüm serdi. At üzerin dedu­
ram adığım ı (kendim i tutam adığım ı) bir ara Resûlullah'aarzetm ekleh alimden
şikâyetçi oldum .B ununüzerin eR esûlullah (Mübârek) elile göğsüm e (şiddetli
birdarbe) vurdu.Sonra:
«A llahını! Sen Cerlr’i (at üstünde) sâbit kıl, onu hâdı (hidayete
erici, erdirici) ve mehdi (hidayete erdirilmiş) kıl» diyerek dua bu­
yurdu.»

İZAHI

Hadisin ilk iki fıkrası, Resûl-i Ekrem katında C e r i r (Radi­


yallahü anh)’in yerini ve değerini belirtmektedir. Müteakip cümle­
ler de C e r i r ’ in Resûlullah’a müracaatını ve bunun üzerine
mazhar olduğu Peygamberin özel duâsmı beyân ediyor. Cerir’in ne
zaman ve ne münâsebetle at üzerinde kendisini tutamadığına dair
olan şikâyetini Peygamber’e arz ettiği ve bu vesile ile onun makbul
duasını kazandığı hususu buradaki rivayette belirtilmemiştir.
Sahfh-i Buhari’nin «Gazalar» bölümünün 64’üncü babında C e -
r i r ’ den müteaddit senedler ile rivayet edilen bir hadiste C e r i r

Cerir (R.A.)’in Hâl Tercemesi


Cerir bin Abdillah bin Câbir bin Mâlik bin Nasr El-Beceli Ebû Amr, Hicretin
10. yılı ve bir rivayete göre Peygamberin vefâtmdan 40 gün önce müslüman ol­
muştur. Fakat Miftâhü’l-Hâce müellifi bu rivayeti zayıf görmektedir. Büceyle
kabilesinin reislerinden olduğu için Resûl-i Ekrem o*na kıymet vererek yere ser­
diği bir kaftan üzerinde oturtmuş ve bu münasebetle:

J T 1.4 ç jS çr j j T U i lil = «Bir kavmin kerem sahibi,

İleri geleni size geldiği zaman ona ikramda bulunun» buyurmuştur. Resûlullah
(S.A.V.), Cerlr’i Yemen’e âmil olarak göndermiştir. Bu zat Medâyin’in fethinde
bulunarak büyük hizmetleri olmuştur. Kadisiye savaşmda da îslâm ordusunun
sağ cenahının kumandanlığım yapmıştır. Hz. Ömer (Radiyallahü anh). Onu çok
sever ve güzel yüzlü olduğu için ona «îslâm ümmetinin Yûsufu» der idi. Hilâfeti
zamanında dağınık olan Büceyle kabilesini toplatarak Cerir’i onlara başkan ta­
yin etti.
Cerir (R.A.)’in 100 hadisi vardır. Buharî ile Müslim sekiz hadisini ittifakla.
Buhari, bir ve Müslim altı hadisini münferiden rivayet etmişlerdir. Râvileri: Oğlu
İbrahim, Enes, Zeyd bin Veheb, Şabl ve ayrıca bir cemaattır.
Kûfe’de yerleşen bu muhterem Sahâbi, hicretin 51 veya 54 yılında vefat et­
miştir. (Bak : Hulâsa: sah. 61)
Bab: 11 MUKADDİME 271

(Radiyallahü anh)’in Peygamber’e vaki müracaatı ve müşerref ol­


duğu dua ile ilgili olay şöyle anlatılıyor.
«(Ahmesli) Cerir (İbn-i Abdillah) (Radiyallahü. anh)’den şöyle
dediği rivayet edilmiştir;
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana;
«(Ey Cerir!) Sen (bizi) Zû'l-Hulâsa (adlı puthane)den rahat et-
tirmiyecekmisin?» buyurdu. Z ü ' l - H u l â s a , H a s ’ a m , (ka­
bilesi) dahilinde (Kâ’be’ye karşı inşa edilmiş, içi putlarla dolu) bir
bina idi. Y e m e n halkının Kâ’besi diye anılırdı. (Bu yüzden Pey­
gamber’in içini rahatsız ediyordu.) C e r i r diyor k i:
Resûlullah’ın bu emri üzerine A h m e s kabilesinden 150 su-
vârinin başında Z ü ’ l - H u l a s a ’ ya hareket ettim. A h m e s -
1 i 1 e r iyi binici idiler. Fakat ben bir türlü at üzerinde duramaz­
dım. (Ben bu durumumu Resûlullah’a arz ettim). Bunun üzerine Re­
sûlullah, göğsüme (şiddetli) bir darbe vurdu. Şiddetli vurduğu için
(müb&rek) parmaklarının izini göğsümde görmüştüm ve Resûlullah:
«Allah'ım! Cerir'i (at üstünde) sâbit kıl, onu had} ve mehdi kıl!»
diye duâ buyurdu. C e r İ r , Z ü ' l - H u l.a s .a 'y a hareket etti,
o (put) binasını yıktı, yaktı. Sonra ( H u s a y n î b n - i R e b i a
ile) durumu Peygamber'e bildirdi. Cerir’in gönderdiği elçi Resûlul­
lah’a :
(Ey Allah’ın Resûlü!) Seni hak Peygamber olarak gönderen Al­
lah’a yemin ederim ki; huzuruna boşuna gelmiş değilim. Zü’l-Hulasa
(denilen puthane) yi uyuz deve gibi (bakımsız, harâb) bir halde bıra­
kıp da öyle geldim, dedi. (Ravi dedi k i: Bu müjde üzerine) Resûl-i
Ekrem».
«Ahmes kabilesinin atlan ve atlıları mübârek ola!» diye beş de­
fa duâ buyurdu.»
Tercemesini yukanya aldığım hadis C e r i r ’ in binicilik hu-
sûsundaki şikâyetinin ve Peygamber’in özel duâsma mazhar oluşu­
nun zamanını ve sebebini açıklar.

0 +
BEDİR EHLİNİN FAZİLETİ

B e d i r , M e d i n e ’ den deve yürüyüşü ile üç günlük me­


safede bir köyün adıdır. Ş â ’ b î , bir putun adı olduğunu bildirir.
m SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

Bu yerin vaktiyle K i n â n e , C ü h e y n e ve G i f â r kabi­


lelerine âit olduğu hakkında muhtelif rivayetler vardır. Burası ca­
hiliyet devrinde panayır yerlerinden bir yer idi. Akar suyu ve muz,
hurma, özüm gibi meyveleri boldu.
Küçük B e d i r ve büyük B e d i r olmak üzere iki B e d i r
gazası vardır. Küçük B e d i r gazâsının sebebi K u r e y ş müş­
riklerinin üeri gelenlerinden K ü r z t b n - i C â b i r ’ in bir
müfreze ile M e d i n e korularına kadar gelerek M e d i n e ’ Me­
rin hayvanlarım sürüp götürmesidir. Bu olay üzerine Besûl i Ekrem
Muhacirlerden bir fırka ile K ü r z ’ ü takip ederek B e d i r köyü
yakınındaki S a f f a n adlı dereye kadar varmışsa da K ü r z ’ ü
bulamadığından M e d i n e ’ ye dönmüştür. Hicret’ten sonra E b -
v â , B u v â t , U ş e y r e ve küçük B e d i r adlı dört gazâ vu­
ku- bulmuş ise de bunlarda kan dökülmediği için hiç birisi hakiki
mânada savaş sayılmamıştır. Bu sebeple büyük B e d i r îslâm
tarihinin ilk savaşı sayılmıştır. Biz, savaşm nedenlerini, safhalarım
ve neticesini tafsilâtıyla buraya alacak değiliz. Arzu edenler siyer
kitaplanna müracaat etsinler. Bu sebeple çok özlü olarak bir kaç
cümle ile bu konuya temas etmek ile yetinelim.
B a t n - ı N a h l e ’ de H a d r a m i oğlu A m r ’ in öldü­
rülmesi M e k k e müşriklerini heyecana düşürdüğü gibi Ş a m ' ­
dan M e k k e ' y e dönmekte olan kervanın kurtarılması için E b û
S ü f y a n ’ ın da yardım istemesi M e k k e ’ lileri bir hayli hid-
detlendirmişti. Bu sebeple açıkça müslümanlara karşı savaş hazır­
lıkları hızlandırılarak teşkil edilen yaklaşık 950 kişilik bir ordu ile
K u r e y ş ululan M e d i n e ’ ye hareket etti. Bu ordu, savaşm
araç, gereç ve silâhlan yönünden çok mükemmel ve baş kumandanı
E b û C e h i l idi.
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ashâbı ile istişare et­
tikten sonra hicretin 2. yılı Ramazan'm 12. günü Ensâridan E b û
L ü b â b e ’ yi M e d i n e ’ de vekil bırakarak şehirden çıktı. İs­
lâm ordusu 305 kişilik idi. Savaş için gerekli olan silâh, araç ve ge­
reç bakımından düşman ordusuna nisbeten, îslâm ordusu çok zayıf­
tı. Asker sayısı bakımından da düşmanın üçte hurinden âzdı. Niha­
yet ordu B e d i r ’ de karşılaştı. Ş a m ’ dan Me k k e ’ ye dön­
mekte olan E b û S ü f y â n ’ m başkanlığındaki K u r e y ş
kervanı ise çoktan tehlikeli bölgeyi atlamıştı. Çünkü kervan kıyı
yolunu tercih etmişti. İki ordu 17 Ramazan (13 Mart 624) Cuma gü­
nü karşılaştı. İslâm onlusunun üç katından fazla olan müşriklerin
korkunç saldırılarına karşı sayıca az, ama imanca çok üstün olan
Bab: 11 İtfOKADDtME 273

müslümanlar kahramanca dayanarak, büyük gayretler gösterdiler.


 l -i İ m r a n sûresinin 123 ilâ 127. âyetlerinde belirtildiği gibi Al­
lah’ın yardımı da müslümanlara yetişti. Bu âyetlerin mealleri şöy­
ledir :
«Habibim! Bedir’de siz hor ve hâkir bir müfreze iken Allah dze
yardım etti. (Zafere kavuştunuz.) O halde Allah'tan sakımmz! Tâ ki
zafer ni’metine şükretmiş olasınız. O vakit (Bedir'de) mü’minlere
şöyle diyordun t «Rabbinizin300 melek indirmekle simi yardım et­
mesi kâfi değil midir?» Evet, eğer sabrederseniz ve Peygamber’e
itaatsizlikten sakınırsanız, onlar da hemen üzerinize gelmek olurlar­
sa RabMniz size nişanlı, alâmetii, 5000 melekle (düşmana karşı) yar­
dım edecektir. Bu yardımı da AHah size sırf bir müjde olsun ve kalb-
leriniz bununla yatışsın diye yaptı. Yoksa zafer ancak Aziz ve Ha»
kim olan Allah’tandır. (Meleklerden değildir.) Böylece Allah o kâ­
fir olanlardan U r kolu kessin veya perişan ,etsin de geri kalanlar ke­
der ve zarar içinde dönüp gitmiş olsunlar.»
Düşman ordusu Allah’ın inâyetiyle müthiş bir bozguna uğra­
tıldı, baş kumandanı E b û C e h i l dahil K u r e y ş ' in ileri
gelenleri savaş meydanında öldürüldüler. Savaş yerinde müşrikler
70 ölü ve 70 esir bırakarak kaçtılar, ölenlerin 24 tanesi K U r e y ş’in
büyüklerindendi. Müslümanlar ise sadeee l4 şehid verdiler. Elleri­
ne büyük bir ganimet geçti. B e d i r savaşı Islâm ordusunun ilk
parlak zaferi idi. Bu zafer İslâm dinini kuvvetlendirdiği gibi M e -
d i n e ’ yi düşman saldırısından korumuş oldu. M e k k e mate­
me bürünürken; E b û L e h e b üzüntüden ölürken, M e d i n e
büyük bir sevince kavuştu. Ganimetin beşte biri devlet hâzinesine,
kalanı da müslümanlar arasında eşit olarak paylaşıldı. Esirlere en
iyi muamele yapıldı. Dört bin dirhem fidye karşılığında serbest bıra­
kıldılar. Fidye ödeyemiyecek durumda olan her esirin M e d i n e'li
10 çocuğa okuma yazma öğreterek salıverilmeleri kararlaştırıldı.
B e d i r savaşı aslında geniş izahat isteyen, nedenleri ve sonuç­
lan itibariyle büyük bir olaydır. Ama takdir edileceği gibi burada
o izahatı vermek okuyucuları asıl konudan uzaklaştırmış olur. Yu-’
karda belirttiğim gibi geniş malûmat isteyenler Siyer ve İslâm ta-

Sünen-i İbn-i Mftee — F .: 18


274 SÜNEN-l ÎBN-Î MÂCE

dö’l T : < C’S O -: Ufc t V ^ ij5 S C = 3 Ü İ< e t ç ild i

jö iü l

T E R C E ME S İ

160) ... Râfi’ bin Hadîc (Radiyallahü ank)’den şöyle dediği rivayet edil­
miştir :

Cebrâîl (Aleyktsselâm) veya bir melek Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve


Sdlemye geldi v e :
— «(Ey Allah'ın Peygamberi!) Bedir savaşma katılan sahabîleri
sizler kendi aranızda nasıl (bir mertebe sahibi olarak) sayarsınız?
diye sordu. Buna cevaben ı
— Onlan, müslümanlarm en seçkin ve üstün simaları olarak sa­
yarız, buyurdular. Soru sahibi melek *
Sizler o kahramanlan üstün saydığınız gibi Bedir savaşma ka­
tılım melekler de bizce meleklerin en hayırlı olanlarıdır», dedi.

İ ZAHI
R â f i ’ nin Cebrâü veya bir Melek» tabirindeki tereddüd râ-
viden olsa gerek. Yani R â f i , gelen melek C e b r â i 1 mi? ve­
yâ başka bir melek mi? diye tereddütlü konuşmamıştır. Ancak se-
neddeki bir râvi R â f i ’ in kullandığı kelimede tereddüt etmiştir:
Acaba «Cebrail geldi» dedi yoksa «Melek geldi» dedi. Hadis B u h a -
r i'nin «Mağazı» bölümünün l l ’inci babında müteaddit senedler­
le rivayet edilmiştir. Bu senedlerin bir kısmında C e b r â i l (Aley-
hisselâm) geldi deniliyor, diğer bâzı senedlerde ise melek geldi, de­
niliyor. Ancak gelen meleğin C e b r â i l olduğu Mu â z b i n
R i f a â tarafmdan açıklanıyor. K a s t a l â n i de «Melek geldi»
rivâyeti naklederken meleğin C e b r â i l olduğunu belirtiyor.
«Miftâhü’l-Hâce» sahibi der k i: Bu hadis B e d i r ehlinin di­
ğer sahabilerden üstün olduğuna delâlet eder.
B u h a r i ’ nin naklettiği rivayetlerden birisi R i f â a b i n
R â f i e z - Z ü r e k ! (Radiyallahü anh) ’ye istinad etmektedir. Bu
zat E n s â r ’ dan ve B e d i r kahramanlarındandır. Bu zat C e b ­
r â i l (Aleyhisselâm)’in gelerek B e d i r savaşma katılan sahabi-
ler ve melekler ile ilgili husûsu Peygamber ile görüştüğünü rivâyet
eder Bu rivâyetin şerhinde müellifler, yapılan bu görüşmenin B e -
d i r günü cereyan ettiğini beyan ederler.
Bab: 11 M UKADDİM E 275

î b n - i M â c e ’ nin zikrettiği rivâyetteki: R â f i bin H a­


d i c ’ e gelince:
Bu zâtın künyesi E b û A b d i l l a h ’ tur. Babası H a d i c
b in B â f i ’ b i n A d î b i n T e z î d b i n C e ş m b i n
H a r i s e ’ dir. B â f i b i n H a d î c , E v s kabilesine mensup
olup sahahîlerdendir. B e d i r savaşma katılmak istedi ise de yaşı
küçük olduğundan Resûl-i Ekrem’in emri ile geri çevrilmiştir. On­
dan sonra vuku bulan U h u d vesâir savaşlara katılmıştır. Ken­
disinden aknan 78 hadisten B u h a r ! ve M ü s l i m 5 tanesi­
ni müştereken ve M ü s l i m aynca üç tanesini rivâyet etmiştir.
Râvileri ise oğlu R i f â a , B e ş î r b i n Y e s â r , S ü l e y ­
m a n b i n Y e s â r ve T a v û s ’ dur. Halife, onun 74. yılı ve-
fât ettiğini söylemiştir. (78)

T E R C E M E S İ

161) ... Ebû Hüreyre (Radiyallahü a n h )’den Resûlullah (Sallallahü Aley­


hi ve Sellem ), şöyle buyurdu, dediği rivayet edilmiştir:

«(E y mü’minler!) sakın benim ashâb’ıma sövmeyiniz. Çünkü (on­


ların şeref ve fazileti pek yüksektir) nefsim kudret elinde olan Al­
lah’a yemin ederim ki sizden birisi Uhud (dağı) kadar altın sada­
ka verdiği farzedilse, bu (koça sadakanın sevabı) ashabımdan bi­
risinin iki avuç (hurma) sadakası (nm sevabı) na erişemez. Hattâ
bunun yansına idle erişemez.»
N o t : Bunun isnadının sahih olduğu Zevâid’de bildirilmiştir.

(78) Hulâsa: sah. 113


276 SÜNEN-Î İBN-İ MÂCE

İ Z A H I
Hadiste Resûl-i Ekrem’in muhâtablannm kimler olduğu husu­
sunda müteaddit yonmalar vardır. S i n d i bu görüşleri şöyle sırala­
mıştır :
Bazı âlimler Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’in hitabı
sahabî olmayan müslümanlara Âittir. Buna göre gelecekteki müslü-
manlar Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’in sağlığında hazır
farzedilerek hitab edilmiş oluyor, demişlerdir.
Bâzılan d a : Hitap Asr-ı saâdette yaşıyan ve Sahâbîlik şerefine
kavuşmamış olan avam tabakasına yöneliktir. Nassm delâleti ile
gelecekteki müslümanlar da hitabın hükmüne tabi oluyor, demiş­
lerdir.
Diğer bir kısım ilim adamlarına gö re: Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ’in muhatabı bazı sahabîlerdir. Zira rivayet edil­
diğine göre H â l i d b. e l - V e l i d ile A b d u r r a h m a n
b i n A v f arasında bir soğukluk geçmişti. Bundan Ötürü H a 1 i d
b. e 1- V e 1 i d , A b d u r r a h m a n ’ ı seb’etmişti. Allah ikisin­
den de râzi olsun. Bu mes'ele üzerinde hadis buyurulmuştur, denil­
miştir. Bu yorum şekline göre metindeki «Benim ashabım» dan mu-
rad, muhatap tutulan sahabilerden önce müslümanlığa giren saha
bilerdir.
Hitab edilen zatlar sahâbilerden olmakla beraber yüce makam­
larına uygun düşmeyen soğuk lâ f ettiklerinden dolayı sahâbilerden
değilmiş gibi kendilerine hitap edildiğini söyliyenler de vardır. Şeyh
T a k i y ü ’ d - D î n - i S ü b k ı de demiştir k i:
«Benim ashabım» sözü ile M e k k e fethinden önce müslüman
olan sahâbiler kasdedilmiş ve muhatap tutulanlardan da M e k k e
fethinden sonra müslüman olan sahâbiler muraddır. Zahir olan yo­
rum da budur. Resûl-i Ekrem’in :
«Sizden birisi Uhud (dağı) kadar altın sadaka...» buyruğu ile
H a d i d sûresinin İö’uncu âyetinde geçen ve meâli aşağıya alman
nazm-i Çelil bu yoruma irşad edicidirler.
«... (Mekke) fethinden önce Allah yolunda (malını) harcıyan ve
savaşanlarınız diğerleri ile eşit değillerdir. Onlar, sonradan malmı
harcıyan ve savaşanlardan fazilet ve derece bakımından daha bü­
yüktür...»
S ü b k i sözlerine devam la: Hulâsa; hadiste mertebelerinin yü­
celiği belirtilerek saygı duyulması tavsiye edilmiş olan zâtlar ile mu­
hatap tutulan kimselerin ayrı ayrı insanlar olması için bu şekilde ve­
ya başka türlü yorumlamak gerekir, demiştir.
Bab: U MUKADDİME 277

S i n d i ise, S ü b k i ’ nin görüşünü de böylece beyân ettik­


ten sonra diyor k i:
Hadisteki muhataplar ile tavsiye edilen zatların ayrı ayn gurup
lar olmasına gerek yoktur. Her iki tarafın sahâbîlerin umumundan
ibaret olması mümkündür. Çünkü sahâbîlerin yek diğerinin aley­
hinde konuşmasının yasaklanması ve dol&yısıyle sah&bi olmayan­
ların, sahâbî olanlar aleyhinde konuşmalarının öncelikle yasaklan­
mış olması mümkündür. Hadisin baş kısmı te'vile muhtaç değildir.
Ama hadisin son kısmı olan:

«Sizden birisi Uhud (dağı) kadar altın sadaka...» cümleleri yu­


karda beyan edilen te'villeri zorunlu kılıyor.

Hadiste geçen «Müd s iki avuç»un ölçüsü hususunda İ r a k


âlimleri ile H i c a z âlimleri arasında ihtilâf vardır. İ m a m
A " z a m ve I r a k fıkıhçılanna göre bir müd, iki Bağdat n tlı ka
dardır. Bir n tıl I30dirhem olduğuna göre bir müd 260 dirheme denk
gelir. Sâda 4 müd olduğu için bir Sâ’ 1040 dirheme müsavi olmuş
olur Nisâb ve Fıtır sadakası buna göre hesaplanır. M â l i k i >
Ş ft f i l , H a n b e l ! , imamlan ve H i c a z fıkıhçılanna göre
bir m üd: Bir tam ve bir bölü üç ntıla tekabül eder. Bir n tıl 130 dir­
hem olduğuna göre bir sâ’ 693 tam ve bir bölü üç dirhem olur. Ş â -
f i l olan N e v e v i ’ ye göre ntıl 128 tam ve 4 bölü yedi dirhem­
dir. Bu hesaba göre bir sâ’, 685 tam ve 5/7 dirhem olur. 1040 dirhem-l
şer’I 2917 grama ve 1040 dirhem-i örfi de 3333 grama yaklaşık ola­
rak tekabül ettiği için bir müdd’ün kaç gram tuttuğunu orantı hesabı
ile çıkarmak kolay olur.
Hadîsin metninde geçen «Naslf» kelimesi «Nısıf =s yanm » keli­
mesinin başka bir kullanış şeklidir.
M ü s 1 i m ’ in Şarihi N e v e v i , Kitâbü’l-Fazâil ( = Saha
bilerin faziletlerine ait kitabim 54’üncü babında müteaddit sened-
lerle rivâyet edilen bu hadisin izahı münasebeti ile şöyle söyler:
«... Ashâb-ı Kiram devrinde meydana gelen üzücü olaylara ismi
karışmış olan sahabiler dahil, her hangi İtrisinin aleyhinde bulu-
nup onu sek etmek çirkin haramlardandır. Olaylara katılanlarm hep­
si birer müctehid idiler. Bölümün başında bu husûsta gereken izahı
verdim. K a d I I y â z demiştir k i: Her hangi bir sahâbi’yi seb et­
mek büyük günahlardandır. Cumhûrun ve bizim (Şâfii) mezhebi­
mize göre bu suçu işleyenler tazir cezası ile tecziye edilir. Fakat öl­
dürülmez. Bâzı M â l i k i âlimlerine göre katledilir. N e v e v I
m SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

daha sonra sahâbllerin verdikleri sadakanın sevabının çok üstün ol­


duğunun sebebini şöyle anlatır:

Ashâb-ı Kiram darlık, zaruret, sıkıntı ve imkânsızlıklar içinde in-


fakta bulundular. Başkalarının sadaka verişleri böyle bir ortamda
değildir. Diğer taraftan sahâbllerin yaptıkları bağışlar Peygamber
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem) ’e yardımcı olmak ve O’nun desteklen­
mesi ve himayesi uğruna verilmiştir. Resûl-i Ekrem’in vefatından
sonra> böyle bir fırsat kimsenin eline geçemez. Sahâbllerin mâli iba­
detleri böyle olduğu gibi onların cihadı vesair taatlan da Resûl-i Ek­
rem’in beraberliğinde, maiyyetinde ve aynı şartlar altonda cereyan
etmiştir. Aynca sahâbiler-, şefkat, sevgi, saygı, tevâzû, takya, yar­
dımlaşma ve benzeri meziyetler sahasında hiç kimsenin erişemiyece-
ği yüce mertebelere kavuşmuşlardır. Hele kısa bile olsa Resûl-i Ek­
rem’in sohbeti ile müşerref olmaya hiç bir amel denk olamaz.

T E R C E M E S İ

162) ... Nüseyr bin Z u ’lûk (79) ( Radiyallahü anh) ’den rivayet edildiği­

ne göre (Abdullah) İbn-i Ömer (Radiyallahü anhdmâ) şöyle söylerdi:

«(Ey Müslümanları) Sakın (Hz.) Muhammed (Sallallahü Aleyhi


ve Sellem) ’in ashâbma sövmeyin! Çünkü, onlardan birisinin bir saat­
lik kıyamı sizden birisinin ömür boyunca işlediği amelinden daha
hayırlıdır.»

İZAHI

S i n d i , hadiste geçen «B ir saatlik kıyam» dan maksad: Sahâbi’nin


bir saatlik olsun Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in yanın­
da bulunması, onun sohbeti ile müşerref olmasıdır. Kıyam ile ne

(79) Nüseyr bin Zu’lûk es-Sevri Ebû Tu’ma el-Kûfi’dir. İbn-i Ömer’in ravi-
sidir. Kendisinden de Sevri rivayette bulunmuştur. İbn-i Hibbân onu sika say­
mıştır.
Bab: 11 MUKADDİME

şekil olursa olsun Resûl-i Ekrem tarafından verilen emri yerine ge­
tirmek için emre amade durmak, cihâd için hazır beklemek mânası
da kasdedilmiş olabilir, demiştir. Kıyam kelimesi ile hangi mâna mu-
rad olursa olsun Sahâbîlerin küçük görülen hizmetlerinin, aslında
pek büyük fedakârlık ve her takdirin üstünde tu tu la n müstesna emek
olduğunun sebebi bir önceki hadisin izahında belirtildi.

ENSÂR-I KİRÂM (Radiyallahü anhüml'IN FAZİLETİ


Ensâr kelimesi nâsır’m çoğuludur. Nasir’in çoğulu da olabilir.
Nâsir, ismi fail olup yardım edici demektir. Naşir ise fa il ölçüsünde
mübalâğa sığası olup çok yardım edici mânasına gelir. Bu duruma
göre «Ensar» yardımcılar veya çok yardım edici olanlar, demektir.
M e d i n e ’ de oturan E v s v e H a z r e ç kabileleri hicret eden
Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve M e k k e ’ den göç
eden Muhacirlere büyük yardımda bulundukları için onlara Resûl-i
Ekrem tarafmdan «ENSAR» ismi verildi. Daha sonra E v s ve
H a z r e ç kabilelerinin çocuklarına, yardımcılarına ve dostlarına
da Ensâr denilmiştir. B u h a r î’nin, «Menakibü’l-Ensar» bâbmda rivâ­
yet ettiği bir hadise nazaran mezkûr kabilelere Alİah tarafından En­
sâr adı takılmıştır. Şöyle k i: G a y l a n î b n - i C e r ! ir, B a s ­
r a ’ da E n e s î b n - i M â 1 i k ((Radiyallahü anhüm) ile gö­
rüştüklerinde î b n - i C e r i r , E n e s ' e - .
«— Siz M e d i n e ' liler K u r ’ a n - ı K e r i m ' d e Ensâr
adıyla anılmadan önce hakkınızda bu ünvan kullanılır mıydı? diye
sordu. Bunun üzerine E n e s . -
— Bu adı bize Allah verdi-, diyerek cevapladı.
E n e s , verdiği cevapla T e v b e sûresinin 100. âyetine işa­
ret ediyor. Âyetin meâli şöyledir:
«İslâm dinine ve dolayısıyle (Cennete girişte) ileri geçerek birin­
ciliği kazanmış olan Muhâcirler, Ensâr ve güzel amellerle onlara
uyan mü'minler (var ya), Allah onlardan râzî olmuştur. Onlar da
Allah’dan râzi olmuşlardır. Allah onlara altından ırmaklar akan
cennetler hazırladı ki içinde ebedî olarak kalacaklardır. İşte bu, en
büyük saadettir.»
H a ş r sûresinin 9. âyeti de Ensâr’dan övgü ile bahsetmekte­
dir. Âyetin meâli şöyledir:
«Muhâcirlerden evvel Medine’yi yurt ve iman evi edinenler, ken­
SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

dilerine hicret edip gelenleri severler. Onlara verilen yardımlardan


dolayı içlerinde bir kaygı duymazlar. Kendilerinin ihtiyacı olsa bile
(onlan) nefislerine tercih ederler. Kim de nefsinin hırsından koru­
nursa işte onlar (cezadan) kurtulanlardır.»

Meâli yukarıyaalman Ayette bahis konusu edilen M e d i n e ’ ye


hicret hazırlığı, hicretten önce meşhur A k a b e denilen mevkide
kararlaştırılmıştır. Siyer kitaptan A k a b e görüşmelerine geniş
yer vermişlerdir. Biz bu görüşmelere kısa bir göz atmakla yetine­
lim :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), her yıl Haç münase­


betiyle M e k k e ’ ye gelen kabilelerle gizlice temas kurup onlara
K u r ’ a n okur ve îslâm dinini telkin ederdi. Peygamberliğinin
onuncu yılı A k a b e denilen mevkide H a z r e c kabilesine
mensup bazı şahıslara rastlayıp onlara bir kaç Ayet okumuş, bunlar
da îslâmiyete girmişlerdi. Bunların 6 kişi olduğu rivayet edilmiştir.
Ertesi yıl yapılan A k a b e görüşmelerinde M e d i n e ' l i 12
kişi müslümanlığı kabul etmişti. Ve müslüman olan M e d î n e ’ li-
lere Kur’an-ı öğretmek ve Islâmiyeti etraflıca tanıtmak üzere bir za­
tın beraberlerinde M e d i n e ’ ye gönderilmesini Peygamber (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem) 'den taleb ettiler. Bunun üzerine Resûl-i
Ekrem Efendimiz M u s ' a b î b n - i U m e y r (Radiyallahü
anh)’i M e d i n e ’ ye gönderdi.
M u s ’ a b ' m M e d 1n e ' de çalışması ve îslâmiyeti tanıtma­
sı neticesinde M e d i n e ’ de müslümanlar her gün çoğalmaya
başladılar. Ertesi yılı M e d i n e ’ den 72 kişi yine A k a b e mev­
kiinde geceleyin Resûl-i Ekrem’le görüşüp biat etmişler ve M e d i -
n e ’ ye hicreti kararlaştırmışlardı. Bu biate İslâm tarihinde ikinci
A k a b e biati ve bir yıl önceki biata birinci A k a b e M abadı
verilmiştir. İkinci Mat birinci Mattan farklıdır. Çünkü İkincisinde
Ensâr, mallarını, canlarını ve Ailelerini nasıl muhafaza ve müdâfaa
ederlerse, Peygamber’in hayatını da ayni şekilde koruyacaklarına söz
vermişlerdi.

Hicreti müteakip Ensâr, Resûlullah’ı ve Muhâcirleri nefislerine


tercih ederek yukardaki Ayette işaret edildiği gibi büyük yardımlar­
da bulundular. Ensâr Peygamber’e müracatla M e d i n e hurma­
lıklarına muhacirleri ortak etmişlerdi. B u h a r i ' nin «HARS ve
M UZÂBAA» bahsinde E b û . H ü r e y r e ’ den rivâyet ettiği ha-
dis-i şerif e göre Ensar, M e d i n e hurmalıklarının kendileri ile
muhacirler arasında taksimini Resûlri Ekrem’e teklif etmişler. Fa­
B a b : 11 M P K A D P ÎM B WL

kat Resûlullah bu teklifi kabul etmeyince Ensâr, Peygamber'in mu­


vafakatiyle Muhacirlere: (Bakım ve sulama) işini siz deruhte edi­
niz, biz de mahsulüne sizi ortak yapalım, dediler. Bu şekilde anlaşmış
olan Ensâr ve Muhâcirler ? (Peygamber’in emrini) işittik ve itaat et­
tik dediler. (80)
Ensâr-ı Kiram tarihte benzeri görülmemiş misafirperverlikle Mu­
hacirleri her bakımdan kendi nefislerine tercih ettiler. Resûl-i Ek­
rem Muhâcir ve Ensâr’dan 90 sahâbi arasında ikişer ikişer kardeş­
lik, akdetti. Bunlardan bazılan t b n - i K i ş i m ' m slret’inde
t b n - i t s h a K ' m rivayetiyle ismen belirtiliyor. Yapılan kardeşlik
akdine göre kardeşler yek diğerine yardım, nasihat, rehberlik, iyilik
ve yakın akrabaların birbirinden esirgememek durumunda oldukla­
rı her türlü sevgi, saygı Ve ilgiyi göstermeleri öngörülüyordu. En
önemli nokta Zevi’l-Erhâm’dan evvel birbirine mirasçı olmalarıydı.
Bedir savaşında mûslümanlann eline geçen ganimetten sonra Mu-
hâcirlerin malî durumlan düzelmiş, Ensâr'ın yardımına ihtiyaç kal­
mamış ve bunun üzerine E n f & 1 sûresinin son âyetlerindeki;

«M ı- ' V t * * •- r * VA i V r ‘

S «Allah’m kitabında miras husüsunda ulü'l-erhâm bir türle­


rine «uiıy yakındır.» İlâhi emirle kardeşlik akHindakı mirasçıiık hu­
susu neshedilmiştir.
Ensâr-ı Kirâm Muhâcirler! maddeten kalkmdırdıklan, sıcak ilgi
ve samimi sevgi ile öülann hicret «usun dindirmeye azami gayreti
harcadıkları gibi düşman saldırılarım geri püskürtmek ve müşrik­
lere müstahak oldukları cezayı vermek yolunda da çan siperane çar­
pışmışlar; tslâm dininin yücelmesi ve etrafa yayılmam uğrunda bü­
yük çabalar göstermişlerdir. Onlann fedâkârlıklarını, yararlıklarını
ve yardımlarım kalem ile tarif ve tasvir etmek gerçekten pek güç­
tür. Bunlar yukarda meâlleri sunulan âyetler ile ilâhi medh-u senâ
şerefine mazhar olmuş en mutlu İnsanlardır, demekle sözlerime son
vereyim.

j L ü V ‘1 "M 1L& $ ' '

ijj\

. 'fCTjti? \JK£ v "Jû ■


j-:
282 SÜNEN*! ÎBN-Î MÂCE

. Ş İ 'cf,.-^3 a: v6.>ı Sİ3 .fi S ^ UŞ&- \nr


ıC^V'ı——' '■■
*» trfe:/|Ü?>_•jU(j ,ljtŞ\sfeıZ*kü^>-Ac"^c
: İJ ü iğ j : fc i # . « 3 lC 3 İ 'jüvı^.ı^s .* Ç -Î

T E R C E M E S İ

163 ... Berâ’ bin  zib (Radiyallahü anhy&en Resûlullah ( Sallallahü Aley­
hi ve Sdlem) şöyle buyurdu, dediği rivayet edilm iştir:

«Kim Ensâr’ı severse Allah da onu sever ve kim onlara buğzeder-


se Allah da ona buğzeder.»
Hadisin senedindeki râvilerden Şu’be şöyle demiştir: (Bana bu
hadisi nakleden) Adi (İbn-i Sâbit)’e :
— Sen bu hadisi bizzatBerâ’ Bin Âzib’den işittin mi? diye sor­
dum. Adi*
— (Bu hadisi) Berâ* bana nakletti, dedi.

İ Z A H I

Hadisi, M ü s l i m «İman» Kitabının 33. babında. B u h a r !


de «Ensâr’ın Menâkıbı» bölümündeki yine B e r â ’ b i n  z i b
(Radiyallahü anh)’den rivayet etmişlerdir. Fakat B u h a r ! ve
M ü s l i m ’ deki metnin başında şu cümle de vardır:
■> S \ t! * ' * > \ , ' r ’ . Kt 91
Vj V| jt-FÎ-9**L ^ jU a jV I
= «Ehsâr’ı ancak mü’min olan sever ve onlardan ancak münafık
olan kimse buğzeder.» Bilindiği gibi î b n - i M â c e h ’ in rivayetin­
de bu cümle yoktur.
Bir önceki hadisin izahım yaparken, İslâmiyet uğrundaki hiz­
metlerine kısmen işaret ettiğim Ensâr-ı Kirâm’ı sevmek, saymak,
pek tabii imanm sıhhat ve sadakatini gösterir. Zira bunları sevmek
îslâm dininin gelişip yayılmasına ve müslümanlann çoğalıp kuvvet­
lenmesine sevinmek demektir. Ensâr-ı Kirâm’a bu yararlıklarından
dolayı buğzetmek ve İslâmiyetin yücelmesine çalıştıktan için onla­
ra karşı düşmanlık ve nefret duymak da elbette münafıklığa delâ­
B a b : 11 MUKADDİME

let eder. Böyleleri görünüşte müslüman olsalar bile kalben kâfirdir­


ler. Ensâr hakkında bu mânada buğzetmek yasaklığı diğer sahâ-
biler hakkında da aynen mevcuttur. Bütün sahâbileri, hizmet ve
fedâkârlıklarından dolayı sevmek her mü’min’in görevidir. Onlara
bu nedenle buğzetmek de münafıkların işidir. Nitekim, Ehsâr’dan
olmayan H z. A l i (Radiyallahü anh) hakkında vârid olan 14
nolu hadiste: A l i ’ nin ancak mü’minlerce sevildiği ve yalnız mü­
nafıklarca ona buğz beslendiği Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) tarafından bildirildiği belirtilmiştir.
Gerek Ensâr-ı Kirâm’dan ve gerekse diğer sahâbilerden birisi
hakkında yukarda belirtilen sebeplerle değil de başka bir nedenle
geçici olarak memnuniyetsizlik, hattâ buğzetmek, nifak ve küfür alâ­
meti sayılmaz. Çünkü, çeşitli muameleler ve kişisel ilişkiler, bazen
sevgi veya buğza yol açabilir. Bu konu 114 nolu hadîsin izahında
biraz daha açıklanmıştır. Oraya bakılabilir.
B u h a r ! ve M ü s l i m ’ in rivayet ettikleri metinlerin baş
kısmında geçen cümlelerin zahirine bakılarak Ensâr-ı Kirâm’ı sev­
meyenlere kâfir denilebilir mi? diye bir soru hatıra gelebilir.
Cevap s Hayır, kâfir denilemez. Çünkü böylesinde imân alâme­
ti sayılan Ensâr sevgisi yok ise de; iman belirtisinin olmayışından
imanın aslının olmayışı çıkarılamaz. Hadiste geçen iman’dan mak­
sad kemâl derecesine ermiş olan imandır. Kâmil bir imanm olma­
yışı imanın aslının yokluğunu ifade etmez, şeklinde de cevap veri­
lebilir. «Miftâhü’l-Hâce» müellifi bu hadîsin açıklamasını yaparken
I b ö ü ' t - T İ n ’ in şöyle yorum yaptığım nakleder:
Hadisten kâsdedilen mâna: Ensâr’m tümünü sevmenin iman
alâmeti ve hepsine buğzeimenin münafıklık alâmeti olmasıdır. Çün­
kü hepsini sevmek veya hepsine buğzetmek din için olur. Ama buğ-
zetmeyi câiz kılan belirli bir sebepten dolayı Ensâr’m bir kısmın»
buğzeden kimse bu hükme dahil değildir.
«Miftâhü’l-Hâce» yazan, bu yorum şeklinin güzel olduğunu ve
E t - H a f ı z 1b nü H a c e r * in «El-Fethû-l’Bâri» adlı eserinde
284 SÜNEN-t İBN-İ MÂCE

. tı_A2r4İWj (3^„J<Cİ*îf^ ’^î6Cj“ * v-y»»*

T E R C E M E S İ

164) ... Sehl bin Sa’d (Radiyallahü <mk)’den rivayet edildiğine göre Re­
sûlullah {SoUeüahit Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Ensâr, şiâr ( s Bedene en yakın iç elbise) gibidir. Diğer taşan­
lar da disâr (=nisbeten tenden uzak olan en üst elbise) gibidir.
Eğer insanlar bir dere veya dağ yatana yönelip ve Ensâr da. başka
U r dere yoluna yönelmiş olsalardı şüphesiz ben Ensâr’m yöneldiği
dere yolunda giderdim ve eğer hicrettin yüce şeref ve üstün fazileti)
olmasaydı muhakkak ben (kendimi) Ensâr’dan bir Uşi (sairmiş)
olurdum.»
Not t- Zevâid’de şöyle denilmiştir t Râvi Abdûlmuheymto yüzünden sened
saptar. Diğer râvilersıkadır.

İ Z A H I
Hadîsin metnlnde geçen «Şiâr» kelimesi en altta giyilen ve ta­
san cildine temas edeniçelbisedhv Ensâr-ı Kirâm Resûl-i Ekrem'in
sırdaşlan, itimada şayân dostlan olmaları ve verdikleri sözlere sa­
dakat göstermeleri sayesinde öyle bir mertebeye yücelmişier M, Pey-
gamber’e olan yakmlıklan Şiâr denilen iç elbisenin vücûda olan ya­
kınlığı gibidir. Binada benzetme edâtı ve benzetme yönü mezkûr
olmadığı için teşbih-i beliğ san’atı vardır.
«Disâr» kelimesi ise insamn en üstte giydiği elbiseye denir. Di­
ğer insanlar, Ensâr ve üstünlükleri malûm olan Mubâdrler gibi Pey-
gamber’e yakın olmadıklan için «Disâr» diye tabir edilen dış elbi­
seye benzetilmişlerdir.
B u h a r i , bu hadisi «Menâkıbü’l-Ensâr» babında E b û H ü ­
r e v r e ’ den rivâyet etmiştir. Ancak madaki metinde;
J* r * > t^ı*ı * ^ ı*" ^ t" • * *
cj* .\y jU o J V i = «Ensâr.şiâr (gibikve nasdi-
sâr (gibi) dır.» Parçası yoktur. Hadisin kalan kısmında biraz kâime
değişikliği vâr ise de bu farklılık mânaya etki yapacak durumda de­
ğildir.
Hadisin «Eğer insanlar bir dere veya dağ yoluna...» fıkrası ile
Resûlullah Ensâr’ı başkalarına tercih buyurduğunu en açık bir ifa­
Bab: 11 MUKADDİME m

de ile belirtmiştir. Onun, Ensâr’ı Kirâm’ı tercih etmesinin sebebi de


şüphesiz Ensâr’m A k a b e görüşmelerimi kabullendikleri taah­
hütleri aynen ve tamamen yerine getirmiş olmaları, fedakârlıkları,
misafirperverlikleri, komşuluk hakkına ve arkadaşlık hukukuna faz­
lası ile riayetleri, feragatkârlıklan ve İslâmiyet uğruna mallarım ve
canlarım feda etmeleri gibi meziyetleridir. Ensâr ve Muhâcirler dai­
ma Peygamber’e uymuşlar. Peygamber’in bunlara uyması bahis ko­
nusu değildir. Bu nedenle ilk bakışta sanıldığı gibi Besülullah En-
sâr’a tâbi olmuş gibi yanlış bir mâna bu fıkradan çıkarılamaz.
Metinde geçen «Eğer ben Muhacirlerden olmasaydım kendimi
Ensâr’dan sayardım», cümlesi ile de Ensâf’m faziletinin yüceliği ve
hicretten sonra en üstün meziyetin tslâma nusrat ve yardım etmek
olduğu belirtiliyor. Ensâr’m kazandığı bu şeref ve faziletin bir Pey­
gamber’e bile lâyık bir meziyet olduğu ifade ediliyor.
B u h a r i ’ nin tahriç ettiği metnin sonunda râvi E b û H ü ­
r e y r e ' nin «Babamı ve anamı feda ettiğim Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem!’in Ensâr hakkındaki bu yüce tezkiyesi gerçeğin ta
kendisidir. Çünkü hakikaten Ensâr Resûlullah’ı sinelerine bastılar,
ona büyük yardımlarda bulundular» dediğini de nakleder.
Ensâr-ı Kirâm hakkında bu hadîsin buyurulmasmm sebebine ge­
lince; B u h â r i ' nin H u n e y n savaşı bahsinde E n e s b.
M â 1i k ’ den rivâyet ettiği hadis ile siyer yazarlarının verdikleri ma­
lûmata göre durum şöyle olmuştur:
M e k k e ' nin fethedildiği gün Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) yeni müslüman olan K u r e y ş ’ in ileri gelenlerinin
her birisine kalbleri müslümanlığa iyice ısmsm diye H u n e y n
ve H e v a z i n ganimet mallarından ıoo’er deve vermişti. Sa­
vaşan müslümanlara bu kadar hisse verilmemişti. Ensâr’dan sayı­
lan bazı gençler bu durumu görünce hikmetini anlıyamıyarak
«— Vallahi kılıçlarımızdan K u r e y ş kam damlarken ka-

Sehl Bin Sa’d (R -A .)’ın H âl Tercemesi

Sehl Bin Sa’d bin M âlik bin Hâlid bin Salebe Hazreç kabilesine mensuptur.
Künyesi Ebü’l-Abbas’tır. îsm i Hazn b. Sa’d iken Resûlullah (S A .V .) ona Sehl is­
mini bahşetmiştir. Hazn, sert ve sarp yer, Sehl ise düz ve yumuşak yer demek­
tir. Peygamberin vefatı sırasında onbeş yayında olan Sehl b. Sa’d-i Sâidi’den 188
hadis rivayet edilmiştir. Buharî ve Müslim 28 hadisini ittifakla ve 21 hadisini yal-
nıp Buharî rivayet etmiştir. Zûhri, Ebû Hâzim, Ebu Sehl-i Esbahî onun ravtîerin-
dendir. Ebû Naîm Sehl hazretlerinin 91 tarihinde vefat ettiğini haber veriyor. Ta-
bakat sahibi îbn-i Sa’d de : Medine’de en son vefat eden sahabi Sehl hazretleridir,
demiştir. (B a k : H u lâ sa : sah. 157)
286 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

zandığımız ganimetlerin K u r e y ş ileri gelenlerine verilmesi ger­


çekten şaşılacak şeydir. Resûlulah artık kavmine kavuştu. Haliyle
bizi artık bırakacaktır», demişlerdi. Halbuki Peygamber’in K u -
r e y ş ’ e dağıttığı develer ganimet malının umumundan çıkarılma­
mıştı. Tasarrufu tamamen Resûlulah’a ait olan ve Fey denilen
ganimetin beşte bir hissesinden verilmişti.
Bu çirkin dedikodu Peygamber’e erişince Ensâr’ı bir çadır için­
de toplayarak onlara şöyle hitabta bulundu:
— «Ey Ensâr! Sizden bana erişen sözler nedir?» diyerek yapılan
dedikoduların mahiyetini sordu. Ensâr da gerçeği gizleyecek ve hâşâ
yalan söyleyecek durumda olmadıklanndan:
— Evett Size ulaşan bu sözleri söyledik, diyerek itir&fta bulun­
maları üzerine Peygamber yaptığı taksimin sebeplerini İzah ederek:
— «Ey Ensâr! Nâs ganimet develeriyle, mallarıyla evlerine dö­
nüp giderken sizler de Resûlullah (Sallallahü Aieyhi ve Sellem) ile
birlikte evlerini» dönmeye râzi olmaz mısınız?» diye sordu. Heye­
can verici bu soru üzerine Ensâr, Resûlullah’ın kendilerini bırakmı-
yacağmı anlayarak ve duygulanarak hep bir ağızdan:
— Razıyız yâ Resûlallah! diye haykırdılar. Bunun üzerine Resû­
lullah :
— «Ensâr ne tarafa giderse ben de o tarafa giderim...» meâlin-
deki bu hadisi buyurdu ve Ensâr ile yaptığı toplantı bu suretle sona
ermiş oldu.
Hadisin senedindeki râvilerden A b d ü ’ l - M ü h e y m i n ’ in za­
yıf olduğu ve diğer râvîlerin sika olduğunu belirten Zevâid yazan, ha­
dis metninin sahih olduğunu ifade ediyor. Zaten yukarda belirttiğimiz
gibi ilk fıkra hariç, hadisin metni B u h a r i ' d e de rivayet edilmiştir.

TER C E ME S İ
165) ... Amr İbn-i Avf (81) ( Radiyallahü anA)’den Resûlullah (Sallat-
lakü Aleyhi ve Sellem), şöyle buyurdu dediği rivayet edilmiştir :
Bab: il MUKADDİME

«Allah Ensar'*, Ensar’m oğullarına ve Ensar’m oğullarının oğul­


larına (yani Ensar'm torunlarına) rahmet eylesin.*
N o t: Bunun senedinin zayıf olduğu Zevâid’de bildirilmiştir.

İ Z A HI

S i n d i bu hadisi İzah ederken şöyle diyor:


Hadisin zahirine göre Resûlullah tarafından yapılan bu duâ, En-
sar-ı Kirâm’m üç kuşağına aittir. Çünkü Eğer Ensar’m tüm neslini
kapsıyan bir dua yapılmak istenseydi «Ve Ensârhn oğull&nmn oğul­
lan» demeye hacet kalmazdı. Diğer taraftan hadiste geçen «Oğul­
lar» tabirinden maksad sirf erkek çocuklar olmayıp kızlar dahil tüm
evlâttır. Zevâid, râvîlerden K e s i r b i n A b d i l l a h pek sika ol­
madığı için senedin zayıf olduğunu kaydeder. B u h & r i , M ü s ­
l i m ve T i r m i z i bu hadisi Z e y d b. E r k a m ’ dan su
lafızlarla rivayet etmişlerdir:
» i ii î »V jjV / jC * : - V ı » K V / ’j j i i ''İ p

jC -S V İ
'= «Allahım! Sen, Ensâr'ı, Ensar’m oğullarını ve Ensar'm oğulla­
rının oğullarını mağfiret eyle.*
B u h a r i ’ nin tahriç ettiği rivâyette: Ensâr'ln oğullarmm
oğullan hakkında duâ buyurulup buyurulmadiğında râvinin şüphe
ettiği belirtilmiştir. S i n d i bu malûmatı verdikten sonra T i r m i z i’-
nin, hadisin Hasen-Garib olduğunu söylediğini nakletmiştir.
B u h a r î , M ü n a f i k û n sûresine ayırdığı bölümün 6. ba­
bında zikrettiği bu hadisin Z e y d İ b n - i E r k a m tarafından
E n e s İ b n - i M â l i k ’ e acıklı bir olay münasebeti ile nakle­
dildiğini bir sened üe rivayet etmiştir. Şöyle k i:
Y e z i d İ b n - i M u â v i y e * nin işlediği zulüm ve yaptığı
yanlış hareketler M e d i n e ’ deki Eshab-ı Kiram tarafından bili­
nince onlar Y e z i d ’ in hilâfetini tammıyarak A b d u l l a h
İ b n - i Z ü b e y r ’ e biat etmişlerdi. Yezid’de M ü s l i m İ b n - i
U k b e ’ yi bir ordu ile M e d i n e üzerine göndermişti. Bu or­
dunun geliş haberi M e d I n e ’ ye ulaşınca savunmak için Ensâr-ı

(81) Am r tbn-i A vf bin Zeyd bin M ilha el-Müzeni’nin künyesi Ebû Abdillah’-
tır. Sahabl’dir. Bedir ehlindendlr. Râvisi. oğlu Abduliih’tır.
SÜNENİ İBN-t MÂCE

Kiram, A b d u l l a h İ b n - i H a n z el e ’ yi ve Muhâcirler’den
A b d u l l a h î b n r i M u t i *yi kendilerine kumandan edinmiş-
lerdi. Muhâcirler ve Ensar’m teşkil ettikleri kuvvet H a r r e mev­
kiinde Ş a m ordusunu karşıladı. Fakat Ş a m ordusu sayıca
ve askeri teçhizat bakımından çok üstün okluğu için onlara karşı
direnemeyen M e d i n e ordusu dağıldı. Bununla yetinmiyen
Ş a m ordusu M e d i n e şehrinin içine kadar girerek katliâmı mü­
bah görmüş, sahâbilerden ve Ensar*dan bir çok kimsenin kanım akıt­
mıştı. Hattâ Mescid-i Nebevi’ye süvari atlarım bağlamak gibi say­
gısızlıktan lâle çekinilmediği rivâyet edilmiştir. Bu olay hicretin 63.
yılında cereyan etmiştir. Bu acıklı olaya « H a r r e » vak’ası de­
nilmesinin sebebi M e d i n e haricinde H a r r e denilen semt­
te elim savaşın cereyan etmiş olmasıdır. Burası karataşlık bir yer
olduğu için H a r r e ismini almıştır.
E n e s î b n - i M â l i k (Radiyallahü anh) H a r r e vak’a-
sı sırasında B a s r a ’ da idi. Medine'de vuku bulan bu kanlı olay­
da E n e s î b n - i M â 1i k ’ in soyundan ve amûcazadelerinden
öldürülmüş olanların acısıyla fazla hüzün ve keder içinde idi. O es
nada K ü f e ’ de bulunan Z e y d İ b n - i E r k a m (Radiyal­
lahü anh> E n e s hazretlerine gönderdiği ta’ziye mektubunda ez­
cümle şöyle demişti
«Ey Enes! Sana müjde olsun kİ Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem ):
— «Allahım! Ensar*! mağfiret eyle, Ensar’m oğullarım da mağ­
firet eyle, ve Ensar’ın torunlarım da mağfireteyle» buyurmuştur.»
Mektub E n e s İ b n - i M & l i k ’ in eline geçip okunduğun­
da mecliste bulunanlar E n e s İ b n - i M â l i k ’ e Z e y d İ b n - i
E r k â m *m kim olduğunu sormuşlar. O d a :
— Bu mektûbun sahibi öyle bir zattır İd Allah Teâlâ, onun kula­
ğını. duyduğu şeyler bakımından tasdik buyurdu», demiştir.
Allah'ın Z e y d İbn-i Erkam'ı tasdik buyurması mes’ele-
sine gelince:
Zeyd İbn-i Erkam, A b d u l l a h İbn-i Ü b e y y
adlı münâfıkm sözlerini Resûl-i Ekrem’e nakletmişti. Münafık A b ­
d u l l a h ise söylediği sözleri inkâr ederek üstelik yemin de etmiş­
ti. Onun inkâr ve yemini üzerine Resûl-i Ekrem, Z e y d ’ e:
«Senin kulağm yanlış İşitmiş olabilir», buyurmuştu. Z e y d
î b n - i E r k a m bir yalancı durumuna düşmüş gibi nW«ğ>nwiım
Bab: 11 MUKADDİME

çok müteessir olmuştu. Nihayet meâli aşağıya alınan M ü n a f i -


k û n sûresinin birinci Ayeti nâzil olunca Peygamber Efendimiz
t b n - i E r k & m *m arkasından vanp kulağını tutarak ve ova­
layarak :
tk ol Abbas (BJLrm H a Tercemesi
îbn-i Abbas. AbdutaaıttaHbto torunu ve Peygamberin amucazadesidir. Ab-
basl 4* dedesidir. * « — Ümmü Fadıl da BezÜM Ekrem’in ı » ^ » »
Meymûne (RA.ynm kız kardeşidir. İbn-i Abbas, Sahabtlerin en yüksek âlimlerin-
dendir. Bu sebeple 0*na el-Hibr ve el-Bahr denilirdi. Kur’an tefsiri ve teMli saba­
sında müstesna bir kudretti haiz olduğundan dolayı terceman-ı Kur'an ünvam ile
olmuştur.
îbn-i Abbâs hicretten üç yıl evvel Mekke'de doğmuş. Resûl-i Ekrem'in vefatı
talibinde 13 yaşındaydı. Peygamberin özel dua ve teveccühlerine mazhar olmuş­
tur. B ir defasında Peygamber odu fcnçefclıy&nılc * c&Sbfem! Bora Kujt’u i öfıcl,
(Yani Kufm Be ûgfti ainüeri w>»*royunm ı$tur. Başka « r defasında Peygamber
belâya girdiğinde îbn-i Âbbşs, abdest suyu hazırlayıp koymuştu. Peygamber çı­
kınca : «Bu ragru buraya kim koydu?» diye sormuştu. İbn-i Abbas tarafından ko­
nulduğunu haber alınca: «ttfh l! Banan dindeki duygu ve H^M uİ arttır» diye
duada bulunmuştu. Resûl-i Ekrem’bı yaptığj dualarm bereketi İte o. sahabtler için­
de tefsir ve ûkıh alanında mümtaz bir sima olmuştur. îbn-i Mes*M (R .A .) bile :
«... İbn-i Abbas Kur'an-ı Kerimin en güzel tercümanıdır. Eğer bu genç bi­
zim yaşımıza erişirse hiç birimiz onunla ilmisohbet ve tartışmaya muktedir ola­
mayız*, demiştir.
Halife ,8a. Ali (fut.) bir yıi onu hac emiri olarak tayin etmişti. Bu seferin­
de Arafat dağmda irad ettiği hutbe’den ve okuduğu Nur sûresinin tefsirinden bah­
seden Ebû Vâil şöyle demiştir:
— Bu hutbeyi, milletler işRssydi hidayete kavuşurlardı.
AbdürTezzak’m Ma*mer*den rivayetine göre İbn-i Abbas derya gibi olan ilmi­
ni Ömer, Ali ve Üheyy tbn4 Kart» (R -A.) hazretlerinden almıştır. Katâde de fim i
A bbasln: «Bir mat ilmi çabana bir gecelik nafüe ibadetten daha hayırhdır»
dediğini rivayet etmiştir. Tavûs demiştir İd : «Yetmiş sahabi’ye yetlştİm. Bir mes'-
ete hakkmda îfcn-i Abbas tür görüş beyan eder de sahabller muhalif kalırsa on­
ları ikna edene kadar uğraşırdı.» Onun bu yüce ilmi mertebeye nasıl kavuştuğu
kendisine sorulduğunda : «Soran bir dü ve düşünüp muhakeme « 4 » bir kalb Ue»
şeklinde cevap verdiği Mekhûl'den rivayet edilmiştir..
Îbn-i Abbâs ile İbn-i Meslkl kadar tefsire ait rivayetleri yaygm olan hiç bir
a b r il yoktur. Sahabilerin fıkıhçılarından en çok fetva Vemı ve en genç »lan
zat îbn-i Abb&s'tır. Î'larati’l-Muvakkıîn’d e: İbn-i Abbas’m sonradan toplanan fet­
valarının yirmi cilde ulaştığı îbn-l Hazm’den naklediliyor. Kendisinden bin altı-
yüz altmış hadis rivayet edilmiş olup yetmiş beş hadisinde Buhari ve Müslim müt-
tefiktirler. Ayrıca Buhari yirmi yedi hadisi ve Müslim de kırk dokuz hadisi mün­
feriden rivayet etmişlerdir. Râvileri Ebu’ş-Şa'sâ, Ebuü-Aliye, Sald bin Çübeyr, îbn-i
Müseyyeb. Atâ bin Yesar başta olmak üzere bir çok zatlardır. Musa bin Ubey de
(Devamı 290.CJsahifede)

Süneni İbn-i Mftoe — P .: 19


SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

— Ey Oğul! Kulağın Allah tarafından tasdik edildi. (Senin ku­


lağın doğru duymuştur), buyurdu. İşte E n e s î b n - i M â l i k’in,
meclisinde bulunanlara İ b n - i E r k i o ’ i:
Kulağı, duyduğu şeyler İtibariyle Allah tarafmdan tasdik edil­
miş bir zât olarak tanıtmasının sebebi bu olaydır. İnen âyetin meâli:
«(Ey Resûlüm) Münâfıklar sana geldiği zaman: «Şehadet ede­
riz (kalbimizdeki inancı belirtiriz) ki, doğrusu sen gerçekten Allah’ın
Peygamberisin» derler. Allah da biliyor ki muhakkak sen, onun şüp­
hesiz l^ygamberişin. Bununla beraber Allah şehadet ediyor ki, mü­
nafıklar tamamen yalancıdırlar. (Dedikleri sözleri inançlarına uy­
maz, yalan yere yemin ederler).»
B u h a r i ’ nin Ş â r i h i , K a s t a 1 â n i ’ nin bu bâbta be­
yan ettiğine göne Z e y d b i n E r k a m ’ dan N e s a i tarafm­
dan alınan rivayete göre; bu olay üzerine M ü n a f i k û n sûresinin
meâli yukarıya alınan birinci âyetile beraber sûrenin sekizinci âyeti
dahil baş kısmı birlikte nazil olmuştur. Z e y d b i n E r k a m ' m
kısa bir hal tercemesi 145 noiu hadisin izahında geçmiştir. Oraya
bakılabilir.

ABDULLAH İBN-1 ABBÂS (Radiyallahü anhl’IN FAZİLETİ

T E R C EM E S 1

166 ... İbn-i Abbâs (Radiyallahüankümâydan şöyle dediği rivâyet olun­


muştur :
Resûlullah (SallallahüAleyhi ve Sellem) bir ara beni kucakladı ve :
îbn-i Abbâs ..................... ................................. (Baştarafı 289xı sahifede)
Hz. Ömer’in bazı mes’elelerde İbn-i Abbas ile istişare ettiğini söylemiştir. Mes-
rûk d a : «Ben îbn-i Abbas’ı gördüğüm zaman O, insanların en güzelidir; konuş­
tuğu zaman insanlarm en kuvvetli edebiyatçısıdır; hadisten bahsettiği zaman in­
sanların en büyük âlimidir, derdim » demiştir.
İbn-i Abbas hicretin 68. yılı T aifd e vefat etmiş, cenaze namazı Muhammed bin
el-Hanefiyye tarafmdan kıhiınlnuştır. (B a k : Tezkire sah. 4041 ve H ulâsa sah.
202-203)
Bab: II MUKADDİME

«Allahım! Buna hikmet ve kit&b (Kur’an) te’vilini öğret» diye


duâ buyurdu.

İZAH I

Peygamber (Sallallahü. Aleyhi, ve Sellem)’ih düâsındaki «hik­


metlin tefsiri hususunda bir çok rivayetler vardır. Buhari, Mena-
kıb bölümünden İ b h - i A b b â s (Radiyallahü anh)’m fazi­
leti için ayırdığı bir babta rivayet ettiği bu hadisin metninin sonunda
hikmeti şöyle tarif ediyor:

— «Hikmet peygamberlik dışında kalan görüş ve ictihadlarda


isabet etmektir.» K a s t a l â n i , bu tefsirin E b û Z e r r ’ e âit
olduğunu Söyledikten sonra diğer tefsirleri şöyle nakleder:
, î b n ri V e h e b, M â l i k 'e, hikmetin ne olduğunu sormuş
olup I m a m M â t i k de: Hikmet, dini taramak, onu bilmek ve
ona uymaktır, diye tarif etmiştir. İ m a m Ş a f i i (Radiyallahü
anh) de: Hikmet Resûl-i Ekrem’in Sûnnet’idir. Çünkü Allah Teâlâ
Kitab (Kur’an’) m okunmasını ve öğretilmesini zikretmiş, sonra Ki­
taba hikmeti atfetmiştir. (82) Bunun için hikmetten maksadın, ki­
tabin hâricindeki bir şey olması gerekir ki, o da ancak ResüluUah’ın
sünnetidir.
Hikmet’in hak ile bâtılı bir birinden ayırd etmek olduğunu söy-
liyenler de vardır. K a s t a l â n i bundan sonra hikmetin diğer
târiflerine devam ediyor. Biz artık onlan nakletmeyelim. Hikmetin
Ş â f i i ’ nin beyân ettiği şekilde tefsiri daha uygun görülüyor. Çün­
kü bu takdirde Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) î b n - i
A b b â s (Radiyallahü anhl’a, Kitab ve Sünnetin öğretilmesi için
Allah’tan niyazda bulunmuş oluyor.
Bağavi nin «Mu’cem»’inde î b n - i Abbâs hn.kirınri».

rivâyet olunan: J>_ j < y .^ J


— «Allah’ım onu dinde fakih kıl ( = Ona dini ahkâm ve kâidele-
rin bilgisini ver). Kur’an’mda da te’vil ve tefsirini öğret», hadisinden
de î b n - i A b b â s ' ın fıkıhçı ve müfessir olması için Resûlul­
lah’m duâ buyurduğu anlaşılıyor. Ş a f i i ’ nin beyân ettiği gibi hik-

(82) Bakara 129, İSİ, Al-l İmran 164, Cumua 2


SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

met ile Sünnet kasdedilmiş olursa Resûl-i Ekrem İ b n - i A b b â s * m


tefsirci, hadisçı ve fıkıhçı olması için duâ etmiş olur. Bu duâiann be­
reketi He İ b n - i A b b â s , İslâmî ilimlerin hepsinde en yüksek
mertebeye çıkmıştır.
B u h a r ı ’ nin «Tuhfetü’l-Bari» şerhinde: Hadiste Kur’an öğre­
nimine ve duâ yapmaya teşvik vardır, denilmiştir. Hikmet, Sünnet
anlamında yorumlanırsa ona da teşvik yapıldığı malûmdur.
(it )

12 — HARİCİLER HARKINDAKİ HADİSLERE ÂİT BİR BAB


Hâriciler, İslâm âlemine ilk fitne, parçalanma ve müessif olay­
ların tohumunu atan bir fırkanın teşkil ettiği mezheb mensupları­
na verilen bir isimdir. Tarihçiler bunlardan «Havâriç» diye bahse­
derler. Haricilerin ilk nüvesini teşkil edenler H z . O s m a n (Ra­
diyallahü anhl’a karşı ayaklananlardır. İsyancılar, H z . O s -.
m a n ’ m idareciliğinin yetersizliğini ve bazı tasarruflarının yersiz­
liğini iddia ederek önce ayaklanmayı, sonra da Halîfe’yi öldürmeyi
mübah telâkki ettiler. Aynı gurup H z . O s m a n ' ı n şahadetin*
den sonra H z . A l i ' y e biatettiler. Halife H z . A l i ile Ş a m
Vâlisi H z . M u â v i y e arasında içtihada dayalı bazı ihtilâflar
zuhur etmişti. Bu ihtilâfların mahiyetini, nedenlerini ve safhalarını
dile getirmek konumuzun dışında kaldığı gibi bunu anlatmanın ka­
panmış bir yarayı deşmekten başka bir şeye yaramıyacağı kanısın­
da olduğum için buna temas etmiyeceğim. Sadece şunu söyliyeyim:
Sahâbiler arasmda bu olayların çıkacağını Resûl-i Ekrem (Sallalla­
hü Aleyhi ve Sellem) önceden bildirdiğine göre bunun önüne geçil­
mezdi, Bu sebeple biz bu olayları İlâhi takdirin bir cilvesi olarak yo­
rumlarız.
H z , A l i ve H z . M u â v i y e (Radiyallahü anhûmâ) ve ta­
raftarları arasındaki görüş ayrılığı gittikçe şiddetlendi ve nihâyet te­
lânı âleminin bel kemiğini teşkil eden bu iki ordu arasında müessif
S ı f f i n savaşı vuku buldu.
H z . M u â v i y e ve taraftarları «Hakem» yolu ile bu ihtilâ­
fın bertaraf edilmesini teklif edince H z . A l i taraftarı olan Ha­
ricîler fırkası da önce buna rıza gösterdi sonra hakemlik mes’elesi
aleyhinde bulunarak bunun küfür olduğunu ve;
â % p C - v
= «Hüküm ancak Allah'ındır» demeye başladılar. Bunlar, hakem yo­
luna rıza gösterdi, diye H z . A 1 i *ye de cephe aldılar. S ı f t i n’-
Bab: 12 MUKADDİME 283

den K û f e ’ ye dönülürken hariciler fırkası H z . A l i ' nin or­


dusundan ayrılarak K û f e ’ ye bağlı H a r u r a köyüne gitti­
ler. H z . A l i onları irşad etmek ve batıl yoldan döndürmek için
harcadığı bütün çabalara rağmen arzuladığı sonucu alamadı. Bilâ­
kis Havâric fırkası bir süre sonra A b d u l l a h bin V e h e b
e r - R a s i b i ’ yi îmam seçerek N e h r e v a n denilen yere yerleş­
tiler. Hakemlik mes’elesine nzagösterdiğinden dolayı H z . A l i ’ -
nin kâfir olduğuna dair iddialarım sürdürdüler. Kendilerinin de ilk
zamanlarda hakemliğe rıza göstermekle küfre gittiklerini, fakat bi­
lâhare hakemliğe karşı çıkmakla tekrar imana kavuştuklarını ileri
sürerler. Nihayet isyan eden bu fırkanın hakka teslim olmayı şid­
detle reddederek devlet içinde îslâmiyete ters düşen inançları taşıyan
bir devlet haline gelmek isteyince,* onlann üzerine hareket eden H z .
A l i ’ nin ordusu N u h a y l e denilen yere geldi. Haricilerin me­
zalim ve halka reva gördükleri işkence haberleri H z . A 1 i ’ ye
gelmeye devam ediyordu. Durumu incelemek için H z . A l i ta­
rafından gönderilen H a r i s b i n M û r r e t e l - A b d ! de
Havâriç tarafındanşehid edildi. H z . A l i tekrar haricîlerle gö­
rüşüp onlara nasihat etti. Onlann batıl yolda olduklarını bildirerek
gerekli ikazlarını tekrarladı. Nihâyet haricilerin bir kısmı savaş­
maktan vazgeçerek geri gittiler ise de iki bin kişilik bir kuvvet H z .
A l i ’ nin . ordusuna saldırmaya başladı. Kaçınılmaz hale gelen bu
savaşta Haricîler saf dışı edildi. Onlardan az kişi kurtulabildi. Fa­
kat haricîlerin kökü kazılmış değil idi. Hicretin 3». yılı R a m a z a n
ayında A b d u r a h m a n t b n - i M ü 1 c e m ismindeki bir
harici’nin zehirli hançeri ile K û f e ’ de bir sabah namazı üzerin­
de H z. A 1i (Radiyallahü anh) derin yaralar aldı ve bir iki gün
sonra şehid oldu.

Haricîler O s m a n , A l i ve M u â v i y e hazretlerinden
şiddetle nefret ederler ve nefret etmeyen kimseleri müslüman say­
mazlar. Bu durumda onlar Cumhur’u müslümanlık dışında görüp
öldürülmesini mübah telâkki ederler; hor hangi bir büyük günah işle­
yen adamı tekfir ederler, zulüm eden Halife’ye karşı ayaklanmanın
vâcip olduğunu iddia ederler. Haricîlerin Cumhur’a ters düşen baş
ka görüş ve inançları da vardır. Burada anlatmaya lüzum görmüyo­
rum

Hariciler, E b û B e k i r ve Ö m e r (Radiyallahü anhü-


mâ) devrine ait olduğu bilinen hadisleri kabul ederler. Daha son­
raki devirlerde rivâyet edilen Cumhurdun rivâyetine itibar etmez­
ler. Fakat haricî olan râvîlerinkini kabul ederler.
294 SÜNEN-Î ÎBN-1 MÂCE

Haricilerin bir çok kollan vardır. En önemlileri: İlk M u h a k -


ki me, E zar i ka, N e c e d a t , A c a r i d e , S ur f i y e
ve t b a z i y y e ’ dir.

T E R C E ME S İ
167) ... Abide (bin Amr es-Selmanî (Radiyallahü anh) ’den Hz. Ati (Ra­
diyallahü anhyden haricilerden bahs ederken; şöyle söyledi, dediği rivayet olun­
muştur :
«Hâriciler arasında kollan doğuştan çok tasa olan bir adam var­
dır. Eğer sîzlerin amelleri bırakacak ve günahları işlemeye cesâret
edecek derecede sevinmeniz endişesi olmasaydı hâricileri öldüren kim-
seler için Allah’ın (Hz.) Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in
(mübârek) dili üzerinde söz verdiği mükâfata âit hadîsi size rivâyet
edecektim.»
(Râvi Abide diyor k i:) Ben (Hz.) Ali'ye*
— (Kasd ettiğin) hadisi Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'den sen işittin (mi?) diye sordum, (ifa.) Ali, üç defa:
— Evet! (Ben bizzat Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)*den
işittiğime) Kâ’be Rabb’ine and olsun, dedi.»
Abide (R A .)’in H&l Tercemesi

Abide bin Am r es-Se!manI el-Müradî el-Kûfî, Mekke fethi sırasında Yemen’de


müslüman olmuş ve Resûl-i Ekrem’i görüp feyz almak için yollara düşmüş ise de
henüz Medine’ye yetişmemiş iken Resûlullah’m vefatı dolayısı ile Sahabİlik mer­
tebesi ona nasip olmamıştır. M am afi fıkıh sahasmda geniş malûmat sahibi olmuş,
şe rl hükümleri vermek kudreti bakımından Kadı Şüreyh’e denk olduğu Şa'bl
(Devamı 295.Cİ sahifede)
Bab : 12 MUKADDİME 295

İZAHI

Hakemlik mes’elesine rızâ gösteren başta H z . A l i olmak


üzere bütün müslümanları, O s m a n , A l i ve M u â v i y e
(Radiyallahü anhüm) ’den nefret etmiyen Cumhuru ve her hangi bir
büyük günahı işleyen kimseleri tekfir eden haricilerin sapık inanış­
ları, batıl görüşleri ve İslâm âlemine ilk fitne, fesad ve tefrika,tohu­
munu atan fırka oluşlarının Resûl-i Ekrem tarafmdan önceden bi­
linmesi onun bir mûcizesidir. Hadis bu mûcizeyi bildiriyor. Aynca
onları öldürmenin çok muazzam mükâfatı mûcip okluğuna işaret
ediyor, öyle ki; onlann öldürmenin büyük ecrini insanlar duyarsa,
bu ecir tüm günahların affına ve cennetlik olmaya kâfidir, diye ibâ­
detleri bırakmak ve günahlara dalmak endişesi H z . A l i tara­
fından duyuluyor ve Allah tarafından H z . M u h a m m e d (Sal-
lallahü Aleyhi ve Sellem) aracılığı ile vâdedildiği.bildirilen ilâhi mü­
kâfat ve ecir, bu endişe nedeniyle H z . A l i tarafından açıklan­
mıyor.

T ER CE M ES İ

168) ... Abdullah İbn-i Mes’ûd ( Radiyallahü a » A )’den Resûlullah (S a l-


îallakü A ley h i ve S ellem ), şöyle buyurdu dediği rivayet olunmuştur:
«Son zamanda (kıyamete yakın devirde) yaşlan küçük, akılla­
rı noksan (tecrübeleri kıt) bir zümre çıkacaktır. Onlar (hariciler fır-
Abîöe ............................ (Baştarail 294’cfi sahifede)
tarafmdan ifade edilmiştir. İçli d e : «Abide, Abdullah îbn-i Mes’ud’un fetva ve­
ren ve müderrislik yapan arkadaşlarından birisidir» demiştir.
Abide, hadisleri A li ve tbn-i Mes’ûd (R -A .)’den almıştır. Râvileri ise; îbn-i
Şirin. Ş ab i, Nahai, Abdullah bin Seleme, Müslim bin Hassan e!-A’rac ve başka-
landır. Ondan en çok hadis rivayet eden zat tbn-i Sirin’dir. Sahih rivayete göre
hicri 72. yılında vefat etmiştir. (B a k : Tezkire sah. 50; Hulâsa sah. 256)
SÜNSN-î ÎBN-Î MÂCE

kası gibi) insanların sözlerinin en hayırlısı (olan Peygamber’in teb­


liğleri) nden bahsedecekleri Kur’an okuyacaklar; fakat okudukları
Kur'an, onların boğaz çemberlerinden öteye geçmiyecektir. Bunlar,
şiddetle alalan ok’un av (ı delip on)dan öte çıktığı gibi İslâm (dinin)-
den hızla çıkıvereceklerdir. Bunun için kim onlara rastlarsa (he­
men) onlan öldürsün. Çünkü onlan öldürmek, Allah katında katil­
leri için ecir ve sevabtır.»

İZAHI

B u h a r i ’ nin şerhlerinden Kastalânî’nin beyânına göre hadi­


sin metnindeki «İnsanların sözlerinin en hayırlısı» tabiri fie Resûl-i
Ekrem tarafından tebliğ edilen K u r ’ a n - 1 K e r i m kasdedil­
miştir. K a s t a 1 â n i diyor k i: Çünkü haricilerin, hakemliği red­
detmeye mesned olarak ilk tempo tuttuklan «Hüküm ancak Allah
tarafından verilir» sözünü K u r ’ a n ’ dan almışlar idi. Ama ne
var ki; bu sözü yanlış yorumlamakla yerini değiştirmişler idi:
S i n d i de: Bu tâbirden maksadın, haricîlerin hakemlik konusuna iti-

raz ederken söyledikleri: oi VI V = «Hüküm ancak AI-

lah’a mahsustur» sözü olduğunu söyleyenler vardır. Nitekim, onlar


böyle söyleyince H z . A 1 i «Bu söz haktır. Ama onunla bâtıl bir
şey kasdedilmiştir» demiştir.

Metinde geçen «Okuduktan Kur’ân onların boğaz çemberinden


geçmiyecektir» cümlesinden kasdedilen mâna hakkında K a s t a -
1 â n I diyor k i:
Yani; Allah onların K u r ’ an okuyuşlarını yükseltmiyecek ve
kabul etmiyecektir. Çünkü onların bâtıl itikadlannı bilir. Yâhut
bundan maksad: Hariciler okudukları K u r ’ a n ile amel etmez­
ler; dolayısıyle kıraatlanmn karşılığında sevaplandınlmıyacaklardır.
Şöyle de yorum yapılabilir: Onlann K u r ’ a n okuyuşundan al-
dıklan pay ancak dilleri üzerinde K u r ’ â n ’ ın geçişidir. Onla­
nn boğazına bile ulaşmayan kıraat nasıl onlann kalbine girip etki
yapacaktır? Halbuki, kıraattan arzu edilen gaye K u r ’ a n ’ m kalbe
nüfuz etmesiyle K u r ’ a n * m içindekilerini düşünmek ve nnHan
etkilenmek, istifade etmektir.
B u h a r i ’ nin rivâyet ettiği hadîsin açıklamasını yapan Kas-
t a 1â n I diyor k i: Hadisin:
Bab: 12 MUKADDİME 287

«Bunlar, şiddetle atılan ok’un avı delip Öteye geçtiği gibi


hızla çıkıvereceklerdir», fıkrası, haricilerin kâfir olduğunu söyleyen­
ler için bir delildir. Çünkü dinden murad îslâmiyettir. Bunların İs-
lâmiyetten bir nasib alamıyacaklan ifade ediliyor. T i r m i z i ’ nin
şerhinde K a d i E b û B e k r b i n e l - A r a b i de biı fıkra­
yı delil göstererek haricîlerin kâfir olduğunu belirtmiştir. Şayet ha­
diste geçen «din» kelimesi ile tslâm dini kasdedilmeyiphaiife’ye itaat
mânasına yorumlanırsa fıkra, haricilerin küfrüne delil gösterilemez.
H a t t a b i (din) kelimesini bu şekilde yorumlamıştır.
B u h a r i ' nin «Nübüvvetin alâmetleri» balanda ve müellifin
169 numarada E b û S a i d H u d r i (Radiyallahü anh)’den ri­
vayet ettikleri metinde, keza müellifin rivayet ettiği 170 ve 172 nolu
hadislerde «Onlar dinden çıkarlar» tabiri kullanılmıştır. Din kelime­
si yukarda beyan ettiğimiz gibi iki şekilde yorumlanmıştır. Fakat
müellifin, tercemesi yukarda geçen 168 nolu ve gelecek olan 171 nolu
rivayetlerinde, keza B u h a r i ’ nin aym bahta H z. A l i (Ba-
diyallahû anh)’den olan rivayetinde «Onlar İslâmdan çıkarlar» ifa­
desi kullanılmıştır. Hele 176 nolu hadiste «Onlar müslüman idiler
sonra kâfir oldular» fıkrası apaçıktır, K a s t a l â n i ’ nin beyanı­
na göre haricîlerin kâfir olduğunu söyleyen İ m a m S ü b k i:
Cennetlik oldukları Resûl-i Ekrem’in şahitliği ile sabit olan Ashab-ı
Kiram’m büyüklerine kâfir diyen hariciler, bu sözleri ile Resûl-i Ek­
rem’i yalanlamış olurlar. Bu sebeple küfre gitmiş olurlar, demek sü­
reriyle görüşünün delilini beyan etmiştir. K u r t u b i de aynı gö­
rüşü bu hadislere dayandırmıştır.
Fıkıhçılarm ve muhaddislerin cumhuruna göre hariciler kâfir de­
ğil ayaklanan asiler hükmündedir. (83)

* j ü l»Ilı î . jjjU * <jr II • ü' JVİ L


> * * *" ~ **
isi 3 Oİ r» ’J İ : c£j*-^

•M#' ^ & öjpJu • ç* ‘ £•

. « V 'ç\ lıu. S j. 3 * iS & s (i j.

(83) îbn-i Abidia, eild 3, sah. 338, Mısır


298 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

T E R C E M E S İ

169) ... EbûS eleme ( R a d i y a l l a h ü a n h )’denrivâyet edildiğinegöre k


en­
disi şöyledem iştirBenEbûSaîdHudri :
( R a d i y a l l a h ü a n h ) 'a

Sen! Resûlullah )’inH


( S a l l a l l a h ü arûrâlılar(84) (haricî­
A l e y h i v e S d l e m

ler) hakkındabir şeyanlattığını işittinmi?diyesordum.B ununözerin eEbû


Saîd:
Resûlullah ( S a l l a l l a h ü )’inkülfetleibâdet edenbir kavm
A l e y h i v e S e U e m i
(şöyle) zikrettiğini (bizzat) işittim, dedi:
«Sizden her hangi birisi (türiyecek olan) o kavmin namazlarının
yanında kendi namazını, onlann oruçlarının yanında kendi orucunu
küçük görecektir. Onlar okun avdan (delip) çıktığı gibi dinden çı­
kacaklar. Okun sahibi (avı delip geçen) okunu alır (tetkik eder)
okunun demirine bakar (kan namına) bir şey göremez. Okun kiri­
şine bakar, orada, bir şey göremez. Sonra ağaç kısmına bakar, ora-
dada bir şey göremez. Bundan sonra yelelerine bakar, bunda da (kan
izinden) bir şey görüp görmiyeceğinden şüphelenir.»

İ ZAHI

Hâricîler hakkmdaki bu hadisi az bir lafız farkı ile B u h â r i


de «Alâmetü’n-Nübüvveti» babında yine E b û S a î d - i H u d r i
(Radiyallahü anh) 'den rivayet etmiştir. Hadiste haricilerin îslâmi-
yetten hızla çıkmaları en beliğ bir mürekkeb teşbih ile ifade edil­
miştir. Hadiste tasvir edildiği gibi bir ok hızla ava girip öte tarafın­
dan çıkar, öyle bir sûr*atla hedefini delip geçiyor ki okun hiç bir ta­
rafında kan izine rastlanmıyor: Nasl denilen demir kısmına, demi­
rin geçirildiği yer üzerinde sanlan ve Rısaf denilen kirişlere, Kıdıh
denilen ağaç parçasına ve Kuzez denilen yeleler bölümüne bakılır,
bir bir tetkik edilir, hiç birisi üzerinde en ufak bir kan izi görül­
mez. Oka benzetilen Haricîler de îslâmiyete hızla girip çıkarlar. On­
lann ruhunda ve şuurunda müslümanlığın feyizli nurundan hiç bir
esere rastlanmaz. Teşbihin mürekkep oluşu, Haricîlerin, tasvir edi-

(84) H a rû râ : Küfe yakınında b ir köyön ismidir. Hakem mes’elesinden do­


layı Hz. A li’den ayrılarak ona karşı çıkan 12 bin kişilik haricîler Sıffîn dönüşü
Hz. A li’nin ordusundan ayrılarak bu köyde toplandılar. Bu nedenle haricilere, Ha-
rûrâlılar ismi verilmiştir.
Bab: 12 MUKADDİME 299

len halleri ile birlikte oka ve gözler önüne serilen durumuna benze­
tilmesinden ve okun parçalarının bir bir zikredilmesinden meydana
gelir.
Hadis, Haricilerin kendilerini ibadete zorladıklarını ve aşın de­
recede şeklen namaz ve oruçla meşgul olduklarını belirtir. Bir mû-
cize olan bu haber aynen tahakkuk etti. Şöyle k i: Haricîler içinde,
secde etmekten alırdan yara olanlan, gece namaz kılmaktan, gün­
düz oruç tutmaktan bitab düşenleri pek çoktu. Durmadan K u r ’ a n
okuyorlardı. Ama. K u r ’ a n ’ ı yanlış tefsir ettikleri için fikir ve
inanç bakımından sapık olduklarından yaptıklan ibadetin hiç bir de­
ğeri yoktu. Dinin özünü ve mahiyetini ters anladıkları için bâtıl
inançları onlan felâkete sürükledi.

T E R C E M E S İ

170} ... Ebû Zer (Radiyallahü anhydm Resûlullah (Sallallahü Aleyhi


ve Sellem) şöyle buyurdu, dediği rivâyet olunmuştur.
«Şüphesiz benden sonra ümmetimden bir kavim vardır. (Râvi
diyor ki Resûlullah ilk cümleyi ya böyle ifade buyurdu ve yâhud ben­
den sonra ümmetimden bir kavim olacaktır, (dedi.) Bu kavim Kur’an
okuyacaklar, fakat Kur’an (m feyzi) onlann boğazlarını geçmiye­
cektir. Onlar, okun avdan (delip) çıktığı gibi dinden çıkacaklar.
Sonra dine dönmeyeceklerdir. Onlar insanların ve hayvanların en
kötüleridir.»
(Hadisi Ebû Zer'den rivâyet eden) Abdullah bin es-Sâmıt şöy­
le dedi:
SÜNEN-l ÎBN-Î MÂCE

(Ben bu hadisi Ebû Zer’den işittikten) sonra El-Hakem bin Amr


el-Gifari’nin kardeşi Râfi bin Amr’e bunu anlattım. Kendisi:
«Ben de bunu Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den işit­
tim. dedi.»

f\c-:vt. S %'J-i y S P. i ‘ u>>-\v\


Si^iı i v j ş . ü i > a > s a t * afet «s y Ş â » « j* * # -'

•* ü S " ü <î3£ ü '. r ^ - y ' w 'Ü S *


. w.«.«ıi» I Iji* î a* I , j

T E R C E M E S İ

171) ... İbn-i Abbâs (Radiyallahü a»A)’den rivayet edildiğine göre Re-
sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Ümmetimden bir kısım insanlar muhakkak Kur’an okuyacak­
lardır. Fakat okun avı delerek hızla çıktığı gibi onlar da sür’atla
İslâmiyetten çıkacaklardır.»
N o t : Bu isnadın zayıf olduğu Zevâid’de Dildirilmiştir.

İ Z A HI

Hadis, daha önce geçen hadîsler gibidir. Başkaca izaha ihtiyaç


duyulan bir cihetini görmüyorum. Sindi, bu hadisin râvileri ara­
sında ismi geçen S i m â k zayıf olduğu için bu isnadın zayıf ol­
duğu Zevâid’de bildirilmiştir, diyor. N e s e i ve Y a k u b b i n
Ş e b i b de S i m â k ’ in İ k r i m e ’ den olan rivâyetlerl zayıf
olup başkalarından aldığı rivâyetler ise zayıf değildir, demişlerdir.
S i n d i daha sonra diyor ki: B u h a r i , M ü s l i m ve E b û D & -
v u d bu hadîsin metnini t b n - i A b b â s (Radiyallahü anhl’in
yolundan başka bir yol ile rivayet etmişlerdir. Zevâid yazan da ba
husûsu kısmen belirtmiştir.
MUKADDİME 301

TE R C E M E S İ

172) ... Câbir İmi Abdillah ( Radiyallahü anh)’ûtn rivayet edildiğine gö­
re şöyle söylemiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Mekke civarında) Cîrâne (de­
nilen mevki)de külçe altın, gümüş ve ganimet mallarını taksim ediyordu. Mal
Bilâl’in eteği içinde idi. Bu esnada bir kişi (küstahça bir edâ ile) :
—Yâ Muhammed (Seihtilahü Aleyhi ve SeBem) adalet et! Çünkü hakika-
tan (şu taksim işinde) sen adâlet etmedin: dedi. Bu söz üzerine Resullulah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona :

«Sana azap olsun! Ben ad&let etmeyince benden sonra kim adâ-
let edecekte?» diye cevap verdi. Bundan sonra Ömer (Radiyallahü
anh) ı
Yâ RmübUahl Bu mûnaftkm boynunu vurmam için beni (ser­
best) bırak. dedi Resûlulalh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ömer {Ra­
diyallahü anhl’e cevâben t
«Şüphesiz bu adamm arkadaşları veya arkadaşçıkian vardır.
Bunlar Kur’an okuyacaklar, fakat Kur'an onlarrn boyun çemberle­
rini geçmiyecektir. Ok süratla avı delerek öteye çıktığı gibi bunlar
da dinden hızla çıkıvereceklerdir.» buyurdu.
N o t : B u isnadın sahih olduğu Zevâid’de bildirilmiştir.

İ Z A HI

Bu olay M e k k e ’ nin fethinden sonra H u n e y i n ve


H e r t z i » savaşının ganimetinin taksimi sırasında cereyan etmiş­
tir. Olayın vuku bulduğu yer M e k k e yakınında C i r r A n e
ve C i ’ r i a e denilen mevkidir. Bu hâdisede küstahça söz söyli-
302 SÜNEN-1 ÎBN-Î MÂCE

yen şahsın T e m i m kabilesine mensup Z ü 1h u v e y s ı.r e ol­


duğu t b n - i İ s h a k tarafından zikredilmiştir. Z e h e b i de.
Bu şahsm admın H e r k u s t b n - i Z ü b e y r olduğunu, son­
raları Hâncilerin başına geçtiğini ve N e h r e v a n savaşmda öl­
dürüldüğünü haber veriyor. H e v â z i n ganimeti daha önceki- sa­
vaşlarda elde edilen ganimetlerle kıyaslanmayacak derecede çoktu.
6000 esir ganimet olarak alındığı gibi, sayısız deve, koyun, 4000 oMy-
ye gümüş elde edilmişti. Hattâ V â k ı d i ' nin beyanına göre her
mücahide 40 koyun ve 4 deve isabet etmişti.
Bu ganimetten en büyük hisse «Müellefe-î Kulûb». denilen ve ye­
ni müslüman olup henüz kalblerinde İslâm sevgisi kökleşmemiş olan
M e k k e eşrafına tahsis edilmişti. S ü f y â n İ b n - i U y e y -
n e ’ nin H a f i 1den .rivâyetine göre Müellefe-i Kul&b listesinde
bulunan E b û S ü f y a n İ b n - i H a r b ’ e, S a f v a n 1b n - i
U m ey y e ’ ye, U y e y n e t b n - i H ı s n ’ a, A k r a ’ t b n - i
H â b i s ’ e, A l k a m a ’ ye ve M â l i k t b n - i A v f ’ a 100'er
deve verilmişti. Bu bol ihsanlar mezkûr şahısların gönüllerini İslâm
dinine ısındırmak içindi. Bunlara verilen kısım mücâhidlere dağıtıl­
mak üzere ayrılan hisselerden ayn idi. Harcanması Allah’ın emriyle
Resûlullah'm arzusuna bırakılan, H u m u s denilen ganimetten
beşte bir hissesinden idi.

B u h a r i ’ nin «Alâmetü’n-Nübüvveti fi’l-İslâm» babmda E b û


S a î d ’ ı H u d r i ’ den rivayet ettiği hadiste buna benzer bir olay
anlatılıyor. A b d u r r a h m a n b i n E b i N a i m ’ in E b û
S a i d ’ den «MeğâzI» bahsinde rivayet ettiğine göre H z . A l i
Y e m e n ’ den bir miktar külçe altın ve gümüş göndermişti. Resû­
lullah da bunu U y e y n e b i n B e d r , A k r a ’ b i n Hâ b i s ,
Z e y d ü ’ 1- H a y 1 ve A 1k a m e veya  m i r b i n T u f e y l
arasında taksim etmişti. Bu dört kişi N e c i d dolaylarından ve
«Müellefe-i Kulûb»’dan idi. Müslümanlığa zarar vermeleri düşün­
celeri ile Resûl-i Ekrem tarafından müstesnâ yardımlara kavuşmuş­
lardı. Bunlara verilen mal, tasarrufu doğrudan doğruya Resûlullah’a
ati olan humus olduğuna rağmen Z ü l h u v e y s ı r a denilen şa­
hıs itirazda bulunmuştu. K a s t a l â n i ’ nin beyânına göre E b û
S a I d ’ i H u d r i ’ nin rivayet ettiği olayın H u n e y n sava­
şındaki olay.olduğu E f l a h b i n A b d u l l a h ’ ın rivayetin­
de belirtilmiştir. Bu duruma göre benzer hâdisenin iki defa vuku
bulduğu neticesine varılıyor, önemli olan husus her iki olayda da
münafıklardan olan bir kişinin küstahça Resûl-i Ekrem'i adaletsiz­
likle itham etmesi ve bu münafüon öldürülmesi istendiğinde Resûl-i
Bab : 12 M U K A D D İM E

Ekrem’in buna izin vermiyerek bu tip kişilerin bulunduğu ve ilerde


emsalinin türeyeceğini mucize olarak haber vermesidir.
E b û S a î d -i H u d r i ’ den rivâyet edilen metnin sonunda
Besûl-i Ekrem’in:
«Bu tip insanların çoğaldığı zamana erişmek bana müyesser ol­
saydı onların topyekün helâkım dilerdim», buyurması bu şahsın öl­
dürülmeyi hakettiğine delâlet eder. Bununla beraber Peygamber’in
o kişiyi öldürmeye izin vermemesi K u r t u b ı " n i n beyanı veç­
hile halkın: M u h a m m e d arkadaşlarını öldürüyor demelerin­
den sakınmak içindir. K a s t a l â n i bu kişinin öldürülmesine
izin verilmemesi için başka sebepler de naklediyor. E l - î s m a i l i ’ -
den naklen beyan ettiğine göre görünüşte müslüman olan bir kim­
seyi öldürmek halkın îslâm dinine girmesini engelliyebilirdi. «Şer-
hü’s-Sünne» müellifinden de naklen verdiği cevaba göre bu tip in­
sanların çoğalıp silâhla kendilerini koruyabilir ve halka zarar verir
duruma gelmeleri halinde öldürülmeleri Resûlullah tarafından mü-
bah kılınmıştır. Resûlullah’a karşı mezkûr münafık itiraz ettiği za­
man böyle bir durum yoktu.
K a s t a l â n i daha sonra diyor k i.- Bu tip insanlar İslâma ters
düşen görüşlerini açığa vurur, îslâm cemâatmdan ayrılır ve imam­
lara muhalefet ederlerse onlarla savaşma gücü bulunduğu halde sa­
vaşmayı terketmek câiz değildir.
M ü s 1 i m ’ in rivâyetine göre Resûlullah’a itiraz eden kişiyi
öldürmek için önce H z . Ö m e r izin istemiş ona izin verilme­
yince H z . H a l î d b i n V e l i d bunu öldürmek için müsaade
istemişdir. K a s t a l â n i bu rivayetleri naklettikten sonra: «Fet-
hu*l-Bârî» müellifinin H z . Ö m e r ile Hz . H â l i d ’ in bu

İbn-i Ebî Evfa’nın H âl Tercemesi

Ravl tbn-i Ebi Evfâ’mn adı Abdullah’dır. Babası Alkame bin Halid el-Eslemî'-
dir. Sahabî oğlu Sahabi olan tbn-i Ebi Evfâ, Bey’âtü’r-Rıdvan’da bulunmuştur. 95
hadisi vardır. Buhari ve Müslim 10 hadisinde ittifak etmişlerdir. Aynca Buhar! 5
ve Müslim 1 hadisini almıştır. R âvileri: Am r bin M ürre, Talha bin Musarrif,
Ad! bin Sâbit ve el-Â’meş'tir. Zehebi diyor k i :
El-Â’meş’In tbn-i Ebî Evfâ’dan rivayet ettiği hadislerin mürsel olduğu söy­
lenmiştir. Halbuki El-Â’meş, İbn-i Ebi Efvâ’dan önce vefât eden bazı zatlardan
hadis işitmiş iken El-Âmeş’den hadis işitmesine ne gibi bir mâni olabilir?
Vâkıdi, onun hicri 86. yılı vefat ettiğini söylemiştir. Ebû Nalm ’e göre vefat
tarihi 85’tir. Am r hin A li: tbn-i Ebi Evfâ, Kûfe’de en son vefat eden sahabî’dir,
demiştir. (B ak : Hulâsa sah. 191)
SÜNEN-Î ÎBN-İ MÂCE

şahsı öldürmek için Resûl-i Ekrem’den izin istemiş oldukları açıkça


anlaşılıyor, dediğini beyan eder (85)
Bu hadisin isaadınm sahih olduğu «Zevâid» müellifi tarafından
beyan edilmiştir.

*û* * 4* e* i 42* £ ** —w r

. ı& t t js : y # . g ı > 3 j i S 3 t : D it jı

. Ubzl -u J VI . CA£ >L-V! JUj jl J

T E R C E M E S İ
173) ... İbn-i Ebl Evfâ (Radiyallahü attk)’dm rivayet edildiğine göre
Resûlullah (SaüeMahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu demiştir:
«Haricîler Cehennem’in köpekleridir.»
Not: Zevaid müellifi hadisin «medimWd râvllerin sika olduğunu fakat se-
nedde inkıtâ (= kesinlik) bulunduğunu, çünkü ravilerden el’A’meş’in İbn-i Ebl
Evfâ’dan hadis işitmediğini söylemiştir.

‘ ‘ LH3jV1 ur. ıp 3 ur . p3
iMıy <Ajiyk. ^Ir* 9 3& «SI 0 j l ‘ 3^

3 a 1§| «**3_r*j O^X- : p S l 3& • « £-1*»

• « Jw^ı (i ^ 3 ^ j » . »• s« 'ç p i o j

• £*£ ıS-A*^' j?2»-l JÎ3• fJuljjl j

T E R C E M E S İ
174) ... (Abdullah) tbn-i Ömer (Radiyallahü anhümâyden Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, dediği rivayet olunmuştur :
«öyle genç bir cemâat türeyecek ki Kur’an okuyacaklar. Fakat
okudukları Kur’an onlann boğazlarının çemberlerinden öteye geç-
miyecektir. Onlardan U r grup çıktıkça hemen kökleri kaaalmah-
dnr.»

(85) Kastalfini ciid 7, sah. 297


Bab: 13 MUKADDİME

îbn-i Ömer dedi k i: Ben Resûlulah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­


lem )’den
= «Onlardan bir grup çıktıkça hemen kökleri kazılmakdır» fık-
rasım 20 defadan fazla işittim. (Râvi îbn-i Ömer bundan sonra Re-
sûlullah’m buyurduğu hadisin son parçasmı şöyle nakletti.) :
«Nihayet bu cemâatin sürdürdüğü hile ve aldatma esnasında
veya onların askerleri arasında Deccal çıkıverecektir.»
N o t: Zevâid’de şöyle denilm iştir: Bunun senedi sahihtir. Buhad bunun
bütün râvilerini hüccet saymıştır.

İZAHI
* *

Hadîsin metninde geçen »(_£-! kelimesi masdar veya Nâşi’in ço­


ğuludur. Nasıl ki «Sahb» kelimesi Sâhıb'in çoğuludur. Naşi, genç
demektir.
«Onlardan bir grup çıktıkça hemen kökü kazdmahdır» fıkrası
üzerine S i n d i diyor k i: Çoğu zaman onlarm zuhur eden gruplan
silinmiştir. Örneğin, H z . A l i , H â r ü r a l ı l a n kılıçtan ge­
çirmiştir.
Metinde geçen «Irad» kelimesi hile ve hudâ demektir. Bu kelime
Sünen’in bazı nüshalarında «A ’rad» olarak bulunur. A ’rad, Ard’m
çoğuludur. Burada  ’rad’dan murad muazzam ordudur.
Metnin sonlarına doğru geçen j
1 Cj ~*
parçası râvi î b n - i Ö m e r ’ in sözüdür. Tercemeyi öyle yap­
tık. Miftahü’l-Hâce müellifi, bu parçanın Resûl-i Ekrem’e ait me­
tinden olmasının muhtemel olduğunu söylemiştir. Eğer öyle olursa
bu kısmın mânası şöyle olur.-
«Onların çıkması ve köklerinin kazılması olayı 20 defada» faz
la vuku bulacaktır.»

tö ö i '^jS. i ö\fj\ X,ç Uf . yil- j» 114-ki». 0 'jk r SZs'ja —


* * * * '
(j ^>1<üUjll Jr\ ®Ü H ^ 3^ : 3^ • <> u-j 1îjpC.

j '1 ‘

* « ı 'H j*

Sünen-i İbn-i Mâce — F .: 20


306 SÜNEN-Î İBN-İ MÂCE

TER CE MES İ

1
75) ... Enes bin Mâlik anA)’den R esûlullah
( R a d i y a l l a h ü ( S a l l a l l a h ü

A l e y h i v e şöylebuyurdu, dediği rivayet olunm


S e l l e m ) uştur:
«Son zamanlarda veya bu ümmet arasında öyle bir kavim çıka­
caktır ki Kur’an okuyacaklar. Fakat (okudukları) Kur’an onların bo­
ğazlarının çemberlerini veya boğazlarım geçmiyecektir. Onların
alâmeti (başlarını) kazımak suretiyle tıraş olmalarıdır. Siz onlan gör­
düğünüz veya onlara rastladığınız zaman hemen onlan öldürünüz.»

İZAHI

Hadîsin metninde bulunan «veyâ...» tabiri râvî’nin tereddüdü­


nü ifade ediyor. Resûl-i Ekrem’in ifade buyurduğu söz ya budur ve­
ya şudur, demek oluyor. Tabiî bu değişiklik mânayı etkilemez.
Bâzı kimseler ustum ve benzeri şeylerle başın saçını kazıma­
nın mekruh olduğunu söyleyerek bu hadisi delil göstermişlerdir. Fa­
kat M ü s 1i m ' in şârihi N e v e v î :
«Hadis bu tip tıraşın kerahatine delâlet etmez. Çünkü bu tıraş
şeklinin onların alâmeti olabilmesi için mübah olmaması gerekmez.
Zira, alâmet haram bir şeyle olabildiği gibi helâl bir şeyle de ola­
bilir. Nitekim bir hadiste Resûl-i Ekrem «Onların alâmeti siyah ve
iki kolundan birisi kadın memesine benziyen bir adamdır», buyur­
muştur. Halbuki bü eşkâlin helâl veya haram olmadığı malûmdur.
Diğer tarafta sahih bir isnad ile «Sünen-i Ebi Davûd’da rivayet edil­
miştir k i: Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), başmm bir
kısmı kökünden tıraş edilmiş olan bir çocuğu görüyor v e: «Yâ ta­
mamım böyle tıraş ediniz veya tamamını bırakınız» diye emir buyu­
ruyor. Bu hadis, başm saçlarının kökünden tıraş edilmesinin mübah
olduğunu sarahaten bildiriyor. Her hangi bir tevile muhtemel değil­
dir», diyor.
«Miftahü’l-Hâce» müellifi diyor ki Ş â f i i âlimleri, her tür­
lü saç tıraşım mübah görmüşler. Ancak saçlarını temiz tutanlar
için kökünden traş etmemeleri ve temiz tutmakta güçlük çekenler
için kökünden traş etmeleri müstehabtır, demişlerdir. Ama saçın
bir kısmmı kökünden traş etmek ve diğer kısmını bırakmak mek­
ruhtur.
Bab: 13 MUKADDİME 307

T E R C E M E S İ

176) ... Ebû Gâlib (Radiyallahü anh)'den rivayet edildiğine göre Ebû
Ümame (Radiyallahü anh) şöyle buyurmuştur :
«öldürülen Hariciler, gök cildi (görülen tabakası) altında öl­
dürülenlerin en kötüleridir, öldürülen insanların en hayırlısı da Ha­
ricilerin öldürdüğü kimselerdir. (Çünkü şehid olurlar.) Haricîler Ce­
hennem ehlinin köpekleridir. Bunlar müslüman idiler sonra kâfir ol­
dular. (Râvi Ebû Galib diyor ki) : Ben Ebû Ümâme’y e :
Bu söz, senin söylediğin bir şeydir! dedim. Ebû Ümame t
Hayır! Ben bu sözü Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’den
işittim, dedi.

İ Z A H I

S i n d i : Hadisin «Hariciler Cehennem ehlinin köpekleridir» fık­


rası. onlann kâfir olduğunu açıkça belirtiyor, «Onlar dinden çıkar­
lar» ve benzeri hadis fıkraları da bu hususu teyid ediyor, fakat cum­
hur onlan tekfir etmiyor. Cumhur’un görüşüne göre onlann kâfir ol­
duğuna dair tabir küfran-ı nimet (nankörlük) mânasına yorumlanır.
Kezâ «Dinden çıkarlar» cümlesi de. «Dinin kemâlinden çıkarlar» şek­
linde tevil edilir, demiştir.

13 — CEHMİYYE’NİN İNKÂR ETTİĞİ ŞEYLERİN


BEYÂNI BÂBI

C e h m i y y e mezhebi C e b r i y y e mezhebinin tipik bir


misalidir. Bu mezheb C e h m b i n S a f v â n tarafından i r-
m i z ’ de kurulmuştur. C e h m ’ in ileri sürdüğü görüşlere ka-
308 SÜNEN-İ İBN-İ* MACE

tüanlara C e h m i y y e denilmiştir. C e h m hicri 128’de N a s r


b i n S e y y a r ’ a isyan ettiği için S â l i m b i n A h v a z
e 1- M â z i n i tarafından M e r v ’ de öldürülmüştür. C e h -
m i y y e ’ nin başlıca akideleri:
1) Kulun iradesi ve kudreti yoktur. Kulun işlediği fiil ve ame­
linde cebir ve zorlama vardır. Bu nedenle hakikatta her işin fâili
Allah’tır.
2) İnsanlarda bulunan ilim, hayat, kelâm gibi sıfatlar Allah'a is-
nâd edilemez. Aksi takdirde AUgh kullara benzetilmiş olur. Ama
insanlarda bulunmayan halk (yaratma) ve icad gibi vasıflar Allah’a
tzafe edilebilir. Çünkü bunda benzetme ihtimali yoktur. Demek olu­
yor ki C e h m i y y e fırkası Allah hakkında vâcib olan bazı sıfat­
lan inkâr ederler.
3) İman Allah’ı bilmekten, küfür de O’nu bilmemekten ibaret­
tir. İman ilimden başka bir şey değildir. Allah’ı bilenler mü’min,
bilmeyenler de kâfirdirler.
4) Allah’ın ilmi hadistir. (Sonradan var olur). Ezeli değildir. Bu
sebeple Allah bir şeyi oluşundan önce bilmez.
5) Allah’ın kelâm sıfatı da hâdistir. Bu nedenle K u r ’ a n
mahlûktur.
6) Âhirette Allah’ı görmek mümkün değildir.
7) Cennet ve Cehennem ebedi olmayıp fanidir.
Görüldüğü gibi C e h m i y y e fırkası Allah'ın ezeli sıfatları­
nı veâhiretteO’nu görmeyi inkâr etmek ve K u r ’ a n ’ ın mahlûk
tiduğunu söylemek bakımından M û t e z i l e ’ ye benzer. Aslın­
la bu husûslar önce C e h m tarafından ortaya atılmış, sonra M u -
: e z i 1 e ‘ ye sirâyet etmiştir. Kulun cüz’i iradesini inkâr ve cebir
iususu C e h m i y y e ’ nin inanç sisteminden bir akidedir. Dola-
\sı ile C e h m i y y e ’ yi C e b r i y y e olarak telâkki etmek ha-
aiıdır.
C e h m i y y e mezhebi, M û t e z i 1 e ve C e b r i y y e
ihebıeri gibi ehl-i Sünnet mezhebine ters düşen bâtıl bir mez-
Bab : 13 MUKADDİME 309

f *1
( ***< I tj *jy? I 0* ) *—
•**

T E R C E M E Sİ

177) ... C erîrbinAbdillah(ei-Becelî) )’d


enrivayetedil­
R a d i y a l l a h ü a n h

diğine göre şöyle dem iştir: Biz Resûlullah( S a l l a l l a h ü )’in


A l e y h i v e S d l e m

yanındaoturuyorduk. K endisi ayınondördün cügecesi (dolun) ayabakıp:


«Şu ay’ı nasıl hepiniz izdihamsız olarak ve sıkışıp üst üste yı­
ğılmanıza ihtiyaç kalmadan görüyorsanız şüphesiz Rabbinizi de (kı­
yamet günü) öylece göreceksiniz. Artık güneşin doğuşundan ve ba­
tışından önceki namazların bir birisinden alıkonmamaya gücünüz
yeterse (onu) işleyiniz», buyurdu. Sonra şu (meâldeki) âyeti okudu :
«... Ve güneşin doğuşundan önce de gurubundan önce de Bab-
bine hamd ile teşbih et.» (Kâf. 39)

İZAHI

Hadisin metnindeki w j fim damm = sıkışma, yığılma,


yapışma»dan alınmadır. «Lâ tadâmmûne...» cümlesinin mânası d a :
Dolun ay’ı görebilmek ve birbirinize gösterebilmek için üst üste yı­
ğılmanıza birbirinize yapışmanıza ve izdihama ihtiyaç duymazsınız.
> >
Bu kelime w ♦ j ' olarak da rivâyet edilmiştir. Bu takdir­
de onun kökü «daym = meşakkat, zulüm ve zorlıik» tur. Buna göre
«lâ tudâmune...» cümlesinin mânâsı şu olur: Dolun ay’ı görebilmek
için meşakkat ve zorluk altına girmezsiniz, görmekten mahrum ol­
mak zulmüne uğramazsınız.
Kameri ay başlarında hilâli arayanlar bakarken, zorluk çeker­
ler, meşakkat altma girerler. Görme kabiliyeti kuvvetli olanlar hi­
310 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

lâli görünce diğerlerine göstermek için birbirinin üstüne yığılırlar,


görebilenler ile göremiyenlerin teşkil ettikleri cemaatta bir izdiham
duyulur. Kimisi görebilir, kimisi görmekten mahrûm kalır. Fakat üze­
rinden 14 gün geçen hilâl dolunay haline gelince onu görmek için
hiç bir sıkıntı, izdiham, zorluk ye eziyet çekmeden herkes rahatlık­
la görebilir, hiç kimse görmekten mahrum kalmaz. Âhiret günü
mü’minler böyle bir rahatlık içinde Allah'ın zatım ve cemalini gör­
mek şerefine mazhar olacaklar, hiç bir mü’min O’nu görmekten mah­
rum kalmayacaktır.
Hadîste Allah Teâlâ’nm görülmesi, dolunayıngörülmesine rahat­
lık ve apaçıklık bakımından benzetilmektedir. Hâşâ Allah'ın zatmm
dolunaya benzetilmesi durumu bahis konusu değildir.
E h l - i S ü n n e t mezhebine mensup müslümanlann cum­
huru, âhirette mü’minlerin Allah Teâlâ’nm cemâlini ve zatını göre­
ceklerinde ittifak etmişlerdir. M û t e z i l e , H â r i c i l e r ve
C e h m i y y e ise bunu kabul etmemişlerdir. Allah'ın görülece­
ğine dair hadislerin râvileri arasında: E b û B e k i r , A l i ,
M u â z b i n C e b el , İ b n - i M e s ’û d , E b û M û s a
e l - Eş ’arî, î bn- i A b b â s , İbn- i Ömer , Hu z e y f e ,
Ebû Ümâme, Câbi r bin A b d i l l a h , Enes,
A m m a r , Z e y d b i n . S â b i t ve U b a d e b i n e s - S a -
m i t (Radiyallahü ânhüm) gibi Muhâcir ve Ensâr’ın büyükleri bu­
lunan 20’yi mütecaviz sahâbî vardır. Bu nedenle konuya ilişkin ha­
disler mânen mütevatirdir. Aynca aşağıda yazdı âyetler de konu­
yu teyid eder mahiyettedir.
' » \' r - " '.t V i'. >

•. = «Nice yüzler vardır ki; o gün (= kıyamet günü) güzelliği ile


parıldar. (O yüzler) Rablerine bakarlar.» (Kıyâme, 22, 23)

2)

= «Hayır, (onlar imân etmezler.) Muhakkak ki onlar, o kıyâ-


met günü RablerfnÜ görmek) den menedilmişlerdir.» (Mütaffifin, 15)
i' . ' \ \' • *11'
3) • I -■»*«»>*I
= «İman edip güzel amel işleyenlere Cennet ve bir de Allah’ın
cemalini görmek var...» (Yûnus, 26)

«Hâzin» tefsiri yazan. K ı y a me sûresinin 22, 23. âyetlerinin


tefsirinde der k i:
Bab: 13 MUKADDİME 311

Ehl-i Sünnet âlimleri Allah Teâlâ’yı görmek aklen mümkündür


demişler ve mü’minlerin âhirette Allah’ı göreceklerine, fakat kâfirle­
rin görmiyeceklerine icmâ’ etmişler ve yukarıdaki âyetleri de de­
lil göstermişlerdir. M û t e z i l e , H â r i ç i l e r ve M ü r c i e ’ -
nin bir kısmı ile C e h m i y y e l e r hiç kimsenin Allah’ı göremi-
yeceğini ve O’nu görmenin aklen muhal olduğunu sanmışlardır. On­
ların bu sanışı açık bir hata ve çirkin bir cehalettir. Çünkü Kitab,
Sünnet ve Sahâbilerle onlardan sonra gelenlerin icmâ’ı kıyamette
mü'minlerin Allah’ı göreceğini isbatlamıştır. Yirmi kadar sahâbî
bu konunun isbatı hakkındaki hadisleri Hesülullah’tan rivâyet et­
mişlerdir. Buna âit âyetler de malûmdur. Bid’at ehlinin konuya
ilişkin itirazları ve içine düştükleri şübheler E h l - i S ü n n e t
âlimleri tarafmdan bertaraf edilmiştir. Yapılan itirazlar, ileri sürü­
len şübheler ve bunların reddine âit cevâblar uzun yer istediği için
buraya almayı uygun görmüyorum. Arzu edenler Kelâm kitabla-
nna müracaat etsinler.
Hadisin «Güneşin doğuşundan ve batışından önceki namazları...»
fıkrası ile Sabah ve İkindi namazına ehemmiyet verilmesi, bu na­
mazdan bırakmak veya tehir etmek yolunda şeytana yenilmemeye
dikkat edilmesi isteniyor.. Ne sabah uykusu ne de gündüz alış ve­
riş meşguliyeti gibi mü’minlerin gücünün yettiği engellerin namaz­
dan alıkoymaması gereğine dikkatler çekiliyor. Kul gücünün dahi­
lindeki işlerden sorumludur. Tâkatınm dışında kalan şeylerle mü­
kellef değildir. Meselâ: Bayılma, unutma, uykudan uyanmama gibi
irade dışı mazeretler gücün dışında kalan şeyler olduğu için kul bu
gibi hallerde namaz kılmakla mükellef değildir. Bu hallerin geçme­
sinden sonra sorumluluk tekrar başlar.
Hadiste itina edilmesi emredilen namazların sabah ve ikindi na­
mazları olduğu, M ü s 1 i m *in rivâyetinde açıkça belirtilmiştir.
Esasen farz olan 5 vakit namazları arasında önem ve fazilet bakı­
mından bir fark yoktur. Bununla beraber her birinin kendine has
bir meziyeti ile diğer namazlardan mümtaz olmasmda da bir sakın­
ca yoktur. Sabah ve ikindi namazına özgü meziyet, gece ve gündüz
meleklerinin bu iki namaz vaktinde buluşmaları, mü’minlerin amel­
lerinin bu. iki vakitte Allah’ın huzuruna arzedflhıesidir.
Hadisin baş kısmında Allah’ın görüleceği belirtildikten sonra, ar­
tık sabah ve ikindi namazına dikkat edilsin, şeklinde bir münasebet
kurulduğuna göre bu iki namazı muntazaman vaktinde edâ eden
mü'min’in Allah Teâlâ’nın cemalini görmeye liyakatli olduğuna ha­
diste işaret ediliyor.
312 SÜNEN-Î ÎBN-İ MÂCE

,»■ <0* ■■ * ^

J
^iiîl K s j d ö j t â 8J^î"' I)k:3&•0.3* ti.' t>
fc‘ ti.' I>"

•« fJt-^3 3^3 j 3jlu v ta !iO » 3& .v: y fc«t; 4 ' '* 5

TERCE MES î

1
7 8) ... EbûHüreyre ( R a d i y a l l a h ü a n h ) ’d e n rivayetedildiğinegörek en
­
disi, Resûlullah ( S a U a t t a k v A l e y h i v e S d l e m ) , şöyle buyurdu, dem iştir:
«Ayın ondördüncü gecesi kamer’i (dolunayı) görebilmek için iz­
dihama ve üst üste yığılmaya ihtiyaç duyuyor musunuz?» Sahâbi-
ler*

Hayır! diye cevap verdiler. ResüluUah da»

«İşte öylece kıyâmet günfi Rabbinizi görebilmek için hiç bir iz­
dihama ve üst üste yığılmaya ihtiyaç duymayacaksınız», buyurdu.

* * ■ • ■ * * . * *■

j » 3^ î '«). j tS'J 11*#' JJ**j ^ :Ü i :Jli i (j 1jjt <üLJİ i


£!•" --T
33jj ti 3jjUci» 3^ •V : îf jjpti ijjjJiJI ti 333j ti*"
00 + * * ■" *

u T Vi ^ 33 j ti ûjjûai y . y ü j » j\ î . v : y u « î ı_ı\Â3. j^c ti jaJi iL j

•« *00
ti* O jjC £

TERCEMESİ

179 ) ... EbûSaîd-i H u d r i ( R a d i y a l l a h ü a n h ) ’d e n rivayetedildiğinegöre


ken
disi şöyledem iştir: Biz (Resûlullah’a) :
Yâ Resûlallah! (Kıyâmet gününde) biz Rabbimizi görecek mi­
yiz? diye sorduk, (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) efendimiz hazretleri
bize cevâben) t
Bab : 13 MUKADDİME 313

«Siz, güneş’i öğle zamanı ve hiç bir bulut yokken görmek için
itişip kakışmaya, birbirinize zahmet vermeye ihtiyaç görür müsü­
nüz?» diye sordu. Biz*.
Hayır! diye cevap verdik. Bu kere >

«Aym on dördüncü gecesi (dolun) ayı yine (hava ayaz iken ve)
hiç bir bulut yok iken görmek için bir birinize izdiham etmeye ha­
cet duyar mısınız?» diye sordu. Sahâbîler:

Hayır! diye cevapladılar. (Bunun üzerine) Resûlullah (Sallallahü


Aleyhi ve Selİem) :
«Şüphesiz Allah’ı görmek husûsunda ancak (durumu anlatılan)
öğle güneşi ve dolunayı görmek için duyduğunuz izdiham kadar bir
zahmet göreceksiniz. (Yani Güneş ve Ay’ı görmek için nasıl hiç bir
zahmet çekmiyorsanız, âhiret günü Allah Teâlâ’yı görmek için de
hiç bir zahmet çekmiyeceksiniz.)» buyurdu.

İ ZAHI

178 ve 179 nolu hadislerin metninde geçen fiili 177


nolu hadisin izahında belirttiğimiz gibi «Tadâmmöne ve Tüdâmûne»
olmak üzere iki şekilde rivayet edilmiştir, fenaları orada beyan
edildiği için burada tekrarlamaya lüzum yoktur. Kezâ 179 nolu ha­

disin metninde geçen O f i i l i de «Tadârrûne ve Tudârüne* di­

ye iki şekilde rivayet edilmiştir. Tadarrûne s Birbirinize zarar verir­


siniz, zarara uğrarsınız demektir.
B u h a r i’de bu çeşitli rivayetlerden başka bir de <3y>\^aî V yeri-

ue j j j l , T ve j j jUJLJ J -* rivayetleri de vardır. Bunla­


rın mânası ise «Siz şüphe ve ihtilâfa düşer misiniz?»
Hadis öğle zamanı hava açıkken ve en ufak bir bulut parça­
sı yok iken güneşin herkes tarafından çok rahat görüldüğ.ü, keza
kamerî hesaba göre ayin 14’ncü gecesi yine hava açık olup en küçük
bir bulut parçası bulunmaz iken dolunayın herkes tarafından gayet
kolayca görüldüğü gibi mü’minlerin âhiret günü Allah Teâlâ’yı en
ufak bir zahmet duymadan göreceklerini müjdeliyor.
314 SÜNEN-Î ÎBN-İ MACE

t \ X m Şral*- ^ . ı3jj&«j[’**tJl ^ <


**«^T ~ ~ S h *

l y S J J J ’j i : c J S <3^i â jjc ij 5?6* ‘ £?3>i* ‘ ^ £ J^*^

• ^ ^ 1 !^ U : d t ı < & 'j / 4

. «jİjV t d ö iS - '«& » 3k • : c i i ‘ $ «.f * , Ç & </I

T E R C E M E S İ

180) ... Ebû R ezîn ( R a d i y a l l a h ü a n h ) ’â e n rivayet edildiğinegöre k


en­
disi şöyledem iştir:
BenResûlullah ( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m y e :
— Y& Resûlallah! Kıyâmet gönü biz Allah’ı görecek miyiz? ve
mahlûkatı içerisinde Allah'ı girebilmenin alâmeti nedir? diye sor­
dum. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem ):
«Yâ Ebâ Rezîn! Hepiniz ayn ayn ve izdihamsız olarak Ay’ı gör-
mflyor musunuz?» buyurdu.
Ebû Rezîn dedi ki Ben:
— Evet! (Buyurduğun gibi hepimiz izdihamsız olarak ayn ayn
ay’ı görüyoruz) i dedim. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem ):
«İşte, Allah her şeyden höyük ve yücedir. Ve rahatlıkla gördü­
ğünüz Ay Allah’ın yaratıklan içinde bir alâmettir», buyurdu.

. t awf ui—
»»ı.Ojjla ( j ^ \AN•
• * • ^ ^ **
ji-j3^(3^»* ü f j ( j ) O * 1 ı s - * * - Ü , £ş£3 ’c f - ‘ Û S k * C f

îL f ) \ j* ıiii3ji-SV <36« * j f - J 3 »
I***’ /ti"** ^ " •'Î • 4 ^ •/. •"* "tL
•' î ULw • J»

• *30^>•aj * ^

T E R C E M E S İ

.1
81) ... Ebû Rezîn ( R a d i y a l l a h ü anA)'denrivayet edildiğinegöreResû
lullah ( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) şöylebuyurdudem iştir:
Bab : 13 MUKADDİME 315

«Sıkıntılı durumlarının değişmesi yakın olmakla beraber kulla­


rının ümitsizliğe kapılmalarına Allah güldü» buyurdu. Ebû Rezîn de­
di ki ben s
— Yâ Resûlallah! Rab (Taâlâ Hazretleri) güler mi? diye sordum.
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Evet!» buyurdu. (Bunun üzerine) Ben :
Gülmek vasfını taşıyan bir Rab'ten daima hayır buluruz, dedim.»
N o t : Zevâid’de şöyle denilm iştir: îbn-i Hibbân, râvi Vekî’i sika râviler ara­
sında zikretmiştir. Senedin kalan râvilerini Müslim hüccet saymıştır.

İZAHI
-Gülmek Allah Taâlâ Hazretlerine göre sıfat-ı fi’liyye’dendir, ki
bir çok âlim tarafından bu vasıf rıza ve hayır dilemesi şeklinde yo­
rumlanmıştır. Bazılarına göre gülmek ile bol rahmet kaşdedilmiştir.
Diğer bir kısım âlimler: Allah’ın gülmesi, Meleklerine gülme emri­
ni ve iznini vermesinden ibarettir. fJasıl ki; bir Padişah Birisinin öl­
dürülmesini emrettiği zaman Padişah onu öldürdü denilebiliyor. Bu
nevi’ tâbirlere Arap dilinde çok rastlanır, demişlerdir. S i n d l’de deni­
liyor ki bazı muhakkik âlimlere göre infiâl ( = bir şeyin te’siıi al­
tında kalmak) kabilinden olan gülmek ve benzeri vasıflar Allah Ta-
âlâ’ya isnad edildiği zaman o vasfın sonucu ve gayesi kasdedilir. Ve-
yâhut o vasfı başkalarında yaratmak muraddır. Bu yoruma göre
«Allah güldü» cümlesi Allah güldürdü veyahut gülmek vasfının so­
nucu olan Rahmet ve ikramını bahşetti, şeklinde yorumlanmış olur.
Ehl-i Tahkîk’in mezhebine göre ise Dıhk (= gülmek) vasfı Allah Ta­
âlâ hakkında vârid olan sıfatlardandır. Bu sıfatın varlığını kabul
etmek gerekir. Bununla beraber Allah’ın zatı her türlü benzetme­
den tenzih edilir. Nitekim î m a m M â 1i ke Allah Teâlâ için vârid olan
«İstiva» vasfının mahiyeti sorulduğu zaman: İstivâ kelime anlamı
bakımından malûm bir şeydir. (86) Allah hakkında kullanılan isti-
vâ’mn keyfiyeti bizce mâ’lûm değildir. Buna iman etmek vâcibtir.
Ve bunu soruşturmak bid’attır, diye cevap vermiştir. î m a m - ı M â -
1i k ’ in bu cevabı Ehl-i Tahkik mezhebinin dıhk sıfatı hakkındâki gö­
rüşe uygundur.
Hadisin metninde geçen «Kullarının ümitsizliği» ile onların ih­
tiyaç ve fakirliği kasdedilmiş olabilir. Bu takdirde fıkranın mânası
şöyle olur -.
Allah, kullarının fakirliğine, zayıflığına, zillet ve hakâretiyle,

(86) Doğrulmak, .düzelmek, kararlaşmak, istilâ, taht üzerinde oturmak.


316 SÜNEN-Î ÎBN-İ MÂCE

yokluk içinde kıvranmalarına baktığı zaman onlara rizasmı ye ih­


sanını lütfeder.
Metindeki «Kullarının ümitsizliği» sanıldığı gibi rahmetinden
ümitsizlik demek değildir. Çünkü; bu tür ümitsizlik Allah’ın rızâ­
sını değil, gazabını gerektirir. Fakat kul amellerinin iyi olmayışı­
na, günahlarının çokluğuna ve dini vecibeleri yerine getirmeyişine
bakarak buna göre kendisini çok âsi ve suçlu görüp ilâhi rahmetten
pek ümitli olmazsa kulun bu hâli onu tevâzua, takvaya ve pişman­
lığa sevkedici olduğundan bu nevi ümitsizlik ve pişmanlık Allah'ın
rızâsını ve ihsanını celbedebilir. İşlediği günahlar yüzünden ilâhi
mağfiretten ümidini kesince; ölümünden sonra vücudunun yakılma­
sını ev halkına vasiyet eden ve vasiyeti infaz edilen kişinin Allah ta­
rafından af edilmiş olması yukarıda belirtilen sebepten olabilir.
Hadisin metninde geçen j-*-* kelimesi burada tağyir, tahvil,
tebdil ve hal değiştirmek mânalarına yorumlanmıştır. Buna göre
fıkranın mânası şöyle olur:
Kul, hoşlanmadığı bir durumla karşılaşınca hemen ümitsizliğe
kapılır ye sıkıntılı halin devam edeceğini sanır. Halbuki Allah Ta-
âlâ’nın kulunun halini şerden hayra, hastalıktan şifâya, belâ ve sı­
kıntıdan ferah ve sevince değiştirmesi yakındır. İşte sıkıntıdan kur­
tulması yakın olmasına rağmen kulun bunu düşünmemesi gülünç­
tür.
Zevâid yazan diyor k i: Hadîsin senedinde ismi geçen râvîler-
den V e k î ’ hariç M ü s l i m hepisini sika görmüştür. I b n - i
H i b b a n ise V e k î ’ i de sika olan râviler arasmda zikretmiş­
tir. S i n d i bunu naklettikten sonra hadisin hasen olduğunu belirti­
yor. (87)

T E R C E M E S Î
182) ... Ebû Rezîn (Radiyallahü anh) ’den rivâyet edildiğine göre ken­
disi şöyle söylemiştir:

(87) Sindi, sah. 40


Bab : 13 MUKADDİME 317

BenResûlullah ( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e U e m ) ’e :
— Yâ Resûlallah! Rabbimiz mahlûkatı yaratmadan önce nerde
idi? diye sordum. Resûlulah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Rabbimiz, ne altında ne de üstünde hava bulunmayan bir amâ
(bulut) da idi. Orada hiç bir yaratık yoktu. Rabbimizin arşı su üze­
rindedir», buyurdu.

İZAHI

S i n d î ve Miftâhü’l-Hâce müellifleri, âlimlerin çoğunun bu hadî­


sin sıfat hadîslerinden olduğunu, ona inandıklarını, fakat mânası­
nı bilmediklerini ve çözüm işini bilenlere bıraktıklarını söylemişler­
dir, diyorlar. S i n d i , bu arada hadisin yorumunu yapan âlimlerin te­
villerini de şöyle beyân ediyor:
1. Bâzı âlimler, râvlnin «Rabbimiz nerde idi?» sorusunda bir
muzafm takdiri ile «Rabbimizin arşı nerde idi?» şeklinde yorumla­
mışlardır. Bu takdirde râvînin sorusundaki «Mahlükat» mefhumun­
dan «Arş» müstesnâ tutulur. Bu tevile göre; hadisin müşkil bir yö­
nü kalmıyor. Çünkü soru ve cevap arş’a âit olmuş oluyor.
2. Diğer bir kısım âlimler de râvînin sözünü tevil etmezler de
Resûlulah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in verdiği cevâbı şöyle yo­
rumlarlar :
Hadîste geçen «Amâ» bulut demektir. Bulut da bir yaratıktır.
Soru sahibi hiç bir yaratık yok iken Rabbimiz nerde idi? diye sor­
duğuna göre, ona verilen cevapta hiç bir yaratık yok iken Rabbi­
miz bir yaratık olan bulut içinde idi, diye cevap verilmesinin sa­
katlığı mâlumdur. O halde «Rabbimiz amada idi» cümlesi, Rabbi­
mizin beraberinde hiç bir şey yok idi diye yorumlanır. Bâzı rivâ-
yetler kelimesi yerinde es*-*-* kelimesi mevcuttur. Miftâ-
hü’l-Hâce’nin beyânına göre; olunca fıkranm açık mânası
«Rabbimiz ile beraber hiç bir şey yok idi» demek oluyor. T i r m i z I
de aynı durumu naklen beyan ediyor. Verilen cevapların neticesi
şudur: Allah için ne mahlûkatı yarattıktan sonra ne de önce me­
kân ve yer yoktur. Hele yaratıkları yaratmadan önce, mekân mef­
humu yok iken nasıl Rabbimiz için bir yer düşünülebilir.
Miftâhü'l-Hâce müellifi diyor k i: Hadisin metninde geçen : «Ne
318 SÜNEN-l İBN-l MÂCE

altında hava var ne de üstünde hava var» tabiri, Allah için hâşâ bir
mekân durumunun hatıra gelmemesi için kullanılmıştır. Çünkü bil­
diğimiz mânadaki bulutun, bir yer olmaksızın var olması muhaldir.
(Sonra üstünde ve altmda havanın olmayışı da düşünülemez.) Râ-
vînin sorusu mekâna ait olduğu için cevap da mekân ile verilmiş olu­
yor. Yani eğer şu târif edilen tarzda bir mekân var ise; işte Rabbi-
miz o mekânda idi. Böyle bir bulutun, hem de tüm yaratıklar ya­
ratılmadan önce, aslında yaratık olan bir bulutun var olması müm­
kün olmadığına göre Allah için bir mekân düşünülemez.

T E R C E M E S İ

183) ... Safvân bin Muhriz El-Mâzinî (Radiyallahü anh) ’den rivayet edil­
diğine göre şöyle demiştir:
Abdullah bin Ömer ( Radiyallahü anhüm) bir ara Kâ’be’yi tavaf ederken
biz de onun beraberinde idik. Aniden bir adam ona çıkıp geldi ve:
— Yâ İbn-i Ömer! Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in
Necvâ (= kıyâmet günü Allah ile Mü’minler arasında cereyan edecek
olan özel görüşme) hakfetnda buyurduğu (şeyleri) kendisinden sen
nasıl işittin? diye sordu. Abdullah İbn-i Ömer:
Bab: 13 MUKADDİME 319

Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den şöyle buyur­


duğunu işittim:
«Mü’min (k u l), kıyâmet günü Rabbine öyle bir derecede yaklaş­
tırılır ki; artık Rabbi onun sırrmı mahşer ehlinden saklamış olur.
Sonra Rabbi ona bütün günahlarını ikrar ettirir. Rabbi, (ona gü­
nahlarım itiraf ettirirken) şunu işlediğini sen bilir misin? diye sorar.
Mü’min de: Y â Rabbi! bilirim, der. Nihayet mü’minin işlediği gü­
nahlar hakkmdaki itirafları Allah’ın dilediği miktara ulaşınca Al­
lah Taâlâ ona «şüphesiz ben senin işlediğin günahları dünyada se­
nin için örttüm. Bu gün de senin için o günahlarını mağfiret ediyo­
rum» buyurur. Resûlullah buyurdu k i: Sonra onun hasenatının sahi-
fesi veya defteri onun sağ eline verilir. Resûlullah buyurdu k i: Ama
kâfir veya münafık ise şahitlerin başlan üzerinde nidâ edilerek şöy­
le haykınlır:
Sunlar Rablcrine karşı yalan söyleyenlerdir. Haberiniz olsun. Al­
lah'ın lâneti zâlimlerin üzerinedir.»
Hâvilerden Hâlid (bin el-Hâris) dedi ki hadis metninden;
„ * » y -»
= «Şahitlerin başları üzerinde» lafzı mün-
katı'dir. Bu lâfzın dışındaki metnin tamâmı mevsûl’dur.

İ Z A H I

Hadisin sön fıkrası H û d sûresinin 18. âyetinden bir parça­


dır. Âyetin tamamının meâli şudur:
«Allah’a şerik veya çocuk isnad etmek sûretiyle O’na iftira eden­
den daha zâlim kimdir? Bu zâlimler, Rablerine arzolunacaklar ve
şahitler (melekler veya insanın kendi uzuvları)da şöyle diyecekler:
«Şunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir. Haberiniz olsun,
Allah’ın lâneti zâlimlerin üzerindedir.» (Hûd, 18)
Hadisin metninde geçen «Necvâ» gizli söz söylemektir, ki; buna
fısıldamak tâbir edilir. K a s t a l â n i , burada; Kıyâmet günü Allah ile
mü’minler arasında cereyan eden gizli görüşme, diye açıklanmıştır.
S i n d î ise kıyâmet günü Allah ile kulu arasında cereyan eden gizli
görüşme mânasında açıklamıştır. Hadîsin sonuna göre mü’min ol­
mayan ile gizli görüşülmiyecek, üstelik inkârcılar teşhir edilecektir.
Bu duruma göre «Necvâ» mü’minlere mahsustur. Dolayısı ile S i n d î’-
nin «kul» tabirinden maksad mü’min olan kuldur.
320 SÜNEN-Î ÎBN-İ MÂCE

Metindeki «Kenef» de lügattâ : Kenar, yan ve görüp gözetmek


demektir. Allah'ın zatı için kenar, kanad, yan bahis konusu olma­
dığına göre bunun ortak mânası olan himaye kasdedilmiştir.
B u h a r i bu hadisi, mânayı etkilemeyen az bir lâfız farkı ile
Tefsir, Edeb, Tevhid bahislerinde rivâyet etmiş, M ü s l i m , «Tevbe»
bahsinde ve N e s â i . «Tefsir ve Rıkak» bahislerinde rivâyet et­
mişlerdir.
Hadisin birinci fıkrası, Allah Taâlâ’nm mü’min klılunu rahmet
kanadı altına alıp mahşerdeki halktan ğizliyeceğini ve ona günah­
larını soru mahiyetinde hatırlatacağını ifâde ediyor. T ı y b i de­
miştir k i: «Hadiste kenef ve himâye, kuşun kanadından istiare edil­
miştir. Kuş, kanadı ile hayâtını koruduğu gibi yumurtasını da ör­
tüp muhafaza altına alır. Kuşun bu durumu Allah’ın mü’min kulu­
nu mahşer ehlinin gözlerinden saklıyarak rüsvay olmaktan koruma­
sı için istiare buyurulmuştur.»
Metinde geçen «Mü’min Rabbine yaklaştırılır» cümlesindeki yak­
laştırılma ile hâşâ Allah’ın zâtına yakın kılınma mânası melhuz de­
ğil. Ancak onun rahmetine yaklaştırılmak anlamı kasdedilmiştir.
«Sonra mü’minin hasanât sahifesi veya defteri» fıkrasındaki şüp­
he râvîdendir. Kezâ, «Ama kâfir veya münafık» fıkrasındaki tered­
düt de râviden ileri gelmiştir. B u h a r i ’ de bu fıkra «Ama diğer­
leri veya kâfirler» şeklinde vârid olmuş olup ordaki şüphe yine râviye
âıttir.
Râvi H â 1i d : V i (J-*- lâfzında bir ınkıtâ’ (se-
nedde kesiklik) olduğunu söylemiştir. Fakat B u h a r i ’ de aynı
lâfız mevcuttur. Ve bir mkıtâ’ durumu da ordaki senedd'e bahis ko­
nusu edilmemiştir.
B u h a r i ’ nin rivâyetinde hadisin sonunda Hûd sûresinin
18. âyetinden yalnız;

Safvan bin Muhnz ( R.A. )’ın H âl Tercemesi

Safvan bin Muhriz, Basra'da yetişen Tabiî âlimlerindendir. Aslen Mâzîn ka­
bilesinden olup Basra’da ikamet etmiştir. Hulâsa’da Abdullah îbn-i Mes’ûd ve
Ebû Mes’ûd’dan, Tehzîb’de ise; îbn-i Abbas, îbn-i Ömer, Ebû Mûsa el-Eş’âri, îm-
ran bin Husayn ve Hâkim bin Hizâm ’dan rivayette bulunduğu beyan edilmiştir.
Râvileri : Sâbit, Katade, Asım-ı Ahvel, Muhammed İbn-i Vâsi’, Cami’ bin Şed-
dad, Bekir el-Müzeni- ve başka zatlardır. İbn-i Sa’d, Safvan’m sika ve takva ile
fazilet sahibi olduğunu söylemiştir. Safvan, Tehzîb’e göre; Abdülmeİik devrinde
ve hicri 74 yılında vefat etmiştir. Aynî ise; 94 yılında vefat ettiğini söylemiştir.
Bab : 13 MUKADDİME 321

pnKJ J * t* ^ *V S *
= «Şunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir.» Nazm-ı Celili
zikredilmiştir.
B u h a r i ’ nin İ b n - i Ö m e r (Radiyallahü anhl’den olan
bir rivâyetinde hadisin son kısmı şöyledir:

*jC M VI j * I£ &

= «Kâfir ve münafık olanlara gelince: Onlar için de Peygam­


berlerden ve Meleklerden tür çok sâhidler:
Ha şunlar, Rablerine (ortak koşarak) yalan söyleyenlerdir. Al­
lah’ın lâneti o zâlimler üzerine olsun, derler.»
Şâhidlerin kim olduğu âyet-i kerimede bildirilmemiştir. Bâzı
âlimler, şâhidleri peygamberler ile, bazıları da melekler ile tefsir et­
mişlerdir. Şâhidler ile mü’minler veya insanın uzuvları kasdedilmiş-
tir, diyenler de vardır,
Âyetteki zulüm ile küfür ve münafıklık kasdedilmiştir. Bunun­
la her türlü haksızlık kasdedilmiş değildir. Çünkü zulüm bir şeyi
yerinden başka bir yere koymak demek olduğuna göre; küçük günah­
lar da zulüm mânasına girer. Halbuki Allah’ın, rahmetinden uzak­
laştırmak mânasına olan lânet, küçük günah işleyenler için kulla­
nılmaz. E h 1- i S ü n n n e t mezhebine göre müminlerden gü­
nah işleyenler, günahkâr olduklarından dolayı küfre gitmiş olmazlar.
Ve onlara lânet edilmez.

. j VSÇİt y\ t'* . j \<jr diPt jÛc Jurf


***' ^ »»’ «** ^ ^ *

js v-jJI Ijte i 1^-»^» . JjJ ç’ fj (J ü tl ^»1 Lç »

^ ı« b $ Ç< f i b ı ; â la . n
' f j ^ •> &

• 3^ ( »a V.VI / îj^-, I rn ) . —!«-j t_>j ^ V jî


^ ^ , i
•M * "*î a» • mt J., ı- V .'
(J-dJ t#3* V 'i l* dİ

Siinen-i İbn-i Mâce — P .: 21


322 SÜNEN-Î İBN-Î MÂCE

i *n\ *#1 ■Ajt I l» ^*2»)^ lİ ^*1 ı5JÖ J • j-U»a* Jl»

•f *~i'^>- (Jf1<—
»l»i u! >aî!I ıjj' fi S j r , . ^jJ.1 ^£ju < ^"IjIuJI ^v»W_yj
TE R C E M E S İ

184) ... Câbir bin Abdillah ( Radiyallahü anhyûtn Resûlullah (Sallalla­


hü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, dediği rivayet edilmiştir:
«Cennet ehli (kendilerine verilen) nimet içinde (yaşar) iken ani­
den onlara bir nur çıkıp yükselecektir. Bunun üzerine onlar baş­
larım kaldıracak (bu nura bakacaklar). İşte o anda Rab Taâlâ, şâ-
nına lâyık bir yükseldik ve yücelikle onlann fevkinde onlara zuhur
edecektir. Sonra (onlara) :
— Ey Cennet ehli, Selâm sizlere olsun! buyuracaktır.
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu k i:
İşte (Allah’ın Cennet ehline buyurduğu) şu selâm, O’nun
*tU £j ~* ^ — «Allah tarafından bir söz ola­
rak onlara «Selâm*, vardır. Kavl-i (Celıli)dir.» (Yasin, 58)
(Bundan sonra) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem ):
«Allah Taâlâ (Selâm verdikten) sonra onlara bakar, onlar da
Allah’a bakarlar da Allah’a baktıkları sürece hiç bir nimete iltifat
etmiyecekler. Nihayet Allah zatını onlar tarafından görülmez kılar.
Fakat Cennet ehlinin makamlarında ve onlann üzerinde Allah’ın nu­
ru ve bereketi devamlı kalır.»
N o t : Hadisin râvilerinden El-Fadl Er-Rakkaşl’nin zayıflığına hadisçiler ittifak
ettikleri için Sindi hadisin isnadının zayıf olduğunu söylemiştir. Suyûtl de Misba-
hü’-Zöcâce’de : Îbnü’l-Cevzi’nin bu hadisi mevzu hadisler arasında zikrettiğini be­
yan ettikten sonra El-ükayli’den naklen şunları söylemiştir : Hadisin râvilsrinâen
Abdullah hin Ubeydillah Ebû Asım El-Abbâdâni’nin hadisleri mtinkerdir. Râvi
El-Fadl’ın da Kaderiyye ehlinden olduğu rivâyet olunmuş, hadisleri de zayıf sayıl­
mıştı.. Ancak El-Lalâli’l-MasniaVda zikredildiğine göre hadis Ebû Hüreyre (R .A .)'
ye ulaşan başka bir yol ile rivayet edilmiştir.

İ ZAHI

Hadisin metnindeki «Rab Taâlâ onlann fevkinde onlara zuhur...»


fıkrası tevile muhtaçtır. Çünkü Allah için hâşâ hiç bir yön yoktur.
Bu itibarla «Onlann fevkinde» derken onlann üstündeki semt ve
Bab : 13 MUKADDİME 323

yer kasdedilmemiştir. Burada Allah’ın zâtına lâyık bir yücelik ve


üstünlük muraddır.
Kezâ «Allah onlara bakar» cümlesi de tevil edilmelidir. Çün­
kü AUah daima kullarına bakar ve görür. O’nun bakışından hiç bir
şey gizli kalmaz. Bu itibarla buradaki bakıştan maksad ya Cennet
ehline evvelce bahşettiği lütuftan başka yeni bir rahmet bakışı ile
bakmasıdır. Yahut da Allah'ın bakışı Cennet ehlince açıkça görü­
lecek bir bakış olacaktır.
«Miftâhü’l-Hâce» müellifi: «Bu hadiste Allah Taâlâ’yı görenler­
den Cennet ehli tâbiri ile bahsedilmiştir. Bu tâbir erkek ve kadın­
lan kapsamına aldığına göre hadis, Cennetteki kadınların da Al­
lah’ı göreceklerine delâlet eder. Halbuki kadmlann Allah’ı görüp
görmemeleri aslında ihtilâflı bir mes’eledir, der.»

T ER CE MES Î
185) ... Adiyy binHâtim(-i Tâ!) ( R a d i y a l l a h ü rivâyet edildi­
a n h ) 'f e n

ğinegöreResûlullah( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) şöylebuyurdu, dem iştir:


«Sizden hiç kimse yoktur ki Rabbı, (Âhiret günü) kendisi ile
konuşacak olmasın. (Rabbiniz her biriniz ile ayn ayn konuşacak­
ken de) Rab ile kul arasında tercüman bulunmayacaktır. Bu esna­
da kul sağına bakar, önceden sunmuş olduğu amelinden başka hiç
bir şey görmez. Sonra sol tarafına bakar, takdim ettiği amelinden
başka hiç bir şey görmşz. Daha sonra önüne bakar, Cehennem ate­
şi ona görünür.
Sizden kim Cehennem ateşinden bir hurma tanesinin yansı ile
de olsa korunabilirse bunu yapsın.»

İ Z A H I
Buharî, hadisi «Rıkak» kitabmda az bir lâfız farkı ile ve
324 8ÜNEN-Î ÎBN-t MÂCE

Zekât kitabında daha uzun bir metin ile yine râvi A d i y y b i n


H â t i m (Radiyallahü anh) ’den rivâyet etmiştir. M ü s l i m de
«Zekât» kitabında aynı râviden rivâyet etmiştir.
S} • *
Metinde geçen j kelimesi burada «Tercüman» olarak ha­
rekelidir. K a s t a 1 â n 1 ve N e v e v i ’ nin beyanlarına göre
bu kelime «Türcüıüân» diye de okunabilir. Kâmusa göre «Tircimân
ve Tercemân» olacak da kullanılmıştır. Bilindiği gibi Terceman t bir
dili diğer bir dile çeviren kişiye, denilir.
«Kul sağma bakar.. sonra soluna bakar...» fıkraları ile ilgili ola­
rak K a s t a l â n î , İ b n - i H ü b e y r e ’ den naklen şöyle söy­
ler :
«İnsan bir tehlike ile karşılaştığı zaman yardıma çağırmak iste­
ği ile sağma, soluna bakmaya başlar. (Veya acaba benim bu hali­
mi görüp de yardımıma gelen yok mu? diye etrafına bakar.)
«El-Fetih» sahibi : Veyâhut kul, Cehennem ateşinden kurtulmak
için bir çıkar yol bulmak ümidi ile sağma, soluna bakar, demiştir.
«Kul önüne bakraca Cehennem ateşi ona görünür» fıkrasının
açıklamasında K a s t a l â n î - diyor k i: Zira, kul sırat köprüsün­
den geçmek zorundadır. Köprü de Cehennem üzerinde gerili oldu­
ğuna göre Cehennem ateşi, kulun geçmek mecbûriyetinde olduğu yol­
dadır. Artık bu ateşi karşılamamak mümkün olmuyor.

«Bir hurmanın yansı. ile de olsa Cehennem ateşinden...» fıkrası


ile alâkalı olarak K a s t a 1â n i ; E l - M a z h a r î ve T ı y b î ’ -
den naklen iki şekil yorumu beyan eder: E 1 - M a z h a r i ’ ye göre
mâna şöyledir:
Mahşerin böyle dehşetli olduğunu artık bilmiş olduğumuza gö­
re; ateşten sakının ve bir hurmanın yansı kadar küçük de olsa kim­
seye haksızlık ve zulüm etmeyiniz. Bu kadarcık zulüm bile ateşi
mucip olabilir.
T ı y b i ise fıkranın yorumü muhtemelen şöyledir, demiştir:
Kıyâmet günü sâlih amellerden başka hiç bir şeyin size yarar
sağlıyamıyacağını ve önünüzde cehennem ateşinin bulunduğunu bil­
miş olduğunuza göre bir hurma yansı kadar küçük de olsa sada­
kayı kendiniz ile Cehennem ateşi arasında kalkan .yapınız. (88)

(88) Kastalân! cüd 11, sah. 161-162


Bab: 13 MUKADDİME 325

M ü s l i m ' i n Şârihi N e v e v i de fıkrayı T ı y b i gibi


sadakanın fazileti anlamında yorumlamıştır.
B u h a r i ve M ü s l i m ’ in Zekât kitabındaki rivayetlerinde
yukarda izahına çalıştığımız fıkranın sonunda hadîsin metninde şu
cümle mevcuttur. 4İİİ» «Lşej 1 üU = «Eğer kişi hur-
& V ^ «• «' ı *
ma yansını da bulamazsa güzel söz (söylemek) ile kendisini Cehen
nem ateşinden korusun.»
Bu cümle, yukarda beyân ettiğimiz ve N e v e v i ile T ı y b î'-
ye âit ikinci yorumu teyid eder mahiyettedir.
Son cümlenin izahında N e v e v i diyor ki •. Bir insanın gön­
lünü hoş eden mübah veya taat olan bir sözün, Cehennemden kur­
tuluşa sebep olabildiği, hadîsin bu son cümlesinden anlaşılıyor.

• * * *

T ER CE MES Î

186 ... AbdullahbinK ays (EbûMûsa) el-Eş’ârî ( R a d i y a l l a h ü )’den


a n h

rivayet edildiğin
egöreR esûlullah
( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) şöylebuyurdu,
dem iştir:
«Kablan ve bütün eşyaları gümüşten olan iki Cennet vardır. Ve
kablan ile bütün eşyaları altından olan iki cennet daha vardır. Adin
(adlı) Cennet ehli ile bunların Rablan tebâreke ve teâlâ’ya bakma­
ları arasında, Allah’ın zâtı üzerindeki azamet ve kibriya rida ( = vas­
fı) mdan başka bir engel yoktur.»

ÎZAHI

B u h a r î , hadîsi R a h m â n sûresine âit bölümde ve Tevhîd ki-


tâbının 24’üncü babında aynı râviden nakletmiş, M ü s l i m de
326 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

îman kitabının 76. babında aynı râviden nakletmiştik T a b e r i ve


î b n - i E b l H â t i m ’ in rivâyet ettikleri bir hadîse göre, altın­
dan olan iki cennet Mukarrabîn içindir ve gümüş Cennet de Eshâb-ı
Yemin içindir. K a s t a l â n i Tevhîd kitabındaki hadîsini açık­
larken diyor k î:
A h m e d ile T i r m i z i ’ nin E b û H ü r e y r e ' d e n ri­
vâyet ettikleri ve İ b n - i H ı b b â n tarafından sahih olduğu be­
yan edilen bir hadise göre E b û H ü r e y r e (Radiyallahü anh)
Resûl-i Ekrem’e Cennet’in yapışım soruyor. Resûlullah da; Cennet
yapısının altın ve gümüş kerpiçlerden mâmul olduğunu bildiriyor.
Bu hadis, açıklamasını yaptığımız hadislere zahiren uymamaktadır.
Çünkü, açıklamakta olduğumuz hadîslerin zâhirine göre iki Cennet
sırf altından; ve iki Cennet de sırf gümüştendir. Görülen zâhirî çe­
lişkiye şöyle cevap verilmiştir,•
Açıklamakta olduğumuz hadisler Cennet’in yapısı değil, içindeki
eşyalar hakkındadır. E b û H ü r e y r e ’ den rivâyet edilen ha­
dis ise Cennet’in içindeki eşyalar değil, yapısı hakkındadır.

Kastalâni daha sonra şöyle söyler:


Hadis, müteşâbih çeşidindendir. Çünkü Allah hakkında metin­
de kullanılan «Vech = yüz»ve-Ridâ = Belden yukan giyilen elbise»
hakîkî mânasıyle düşünülemez. Bu durumda ya bunun izahı ehline
bırakılır veyahut te’vil edilir: Meselâ Ridâ kelimesi Allah’ın Kibriya
ve azâmeti anlamında kullanılmıştır. Çünkü elbise, ötesinde kalan
eşyanın görülmesine mânî olduğu gibi, Kibriyâ ve azamet vasfı da
insanların zayıf olan gözlerinin Allah’ı görmesine engel olur. Allah,
insanların gözlerini ve kalblerini kuvvetlendirmeyi dilediği zaman
kibriyâ ve azâmet perdesini aralar" ve cemâlini sevdiği- kullarına sey­
rettirir1. E b u ’ l - A b b â s e l - K u r t u b î de Ridâ’nin azâmet-
den kinaye olduğunu söylemiştir.

Müslim'in Şârihî N e v e v î de, şöyle söyler:


Âlimler Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in araplarla ko­
nuşurken merâmım onlann seviyesine göre ve anlayabilecekleri söz­
lerle ifade buyururdu. Rahat ve iyi anlasınlar diye bazen çeşitli me­
cazları ve istiareleri kullanırdı. İşte burada kıyâmet günü Cennet
ehlinin Allah Taâlâ'yı görmelerine engel olan mâniin kalkmasını,
Ridânm kaldırılması şeklinde ifade buyurmuştur, derler.
Hadîsin zâhirine göre «Cennet-i Adin, ehli kibriyâ ve azamet
Bab: 13 MUKADDİME 327

perdesi engeliyle Allah’ı görmiyeceklerdir. K a s t a l â n i. nin


E l - K e v a â k ' i b ’ den naklen verdiği cevap şöyledir:
«Hadis Cennet ehlinin Allah’a bakmalarının çok yakın olduğu­
nu, zirâ azâmet perdesinin aslında bakmaya mânî olmadığını ve bu
perdenin aralanmasıyla Cennet ehlinin Allah’ı görmelerine hiç bir
engel bulunmadığını ifâde etmiş oluyor.
Hâfız î b n - i H â c,e r de verilen cevâbı özetlerken şöyle
söyler:
Hülâsa Allah’ı görmeye tek engel kibriyâ ridâsıdır. Allah bu
ıidâyı aralama lütfuiıu bahşedince; Cennet ehli O’nun cemalini sey­
retmeye kavuşacaklardır. Mü’minler Cennetteki mevkilerinde yer­
leşince Allah’ın azamet ve kibriyâsınm mü’minler üzerindeki hey­
beti olmasaydı Allah’ı görmelerine hiç bir engel bulunmazdı. Cenâb-ı
Allah onlara ikram etmeyi dilediği zaman İlâhî heybete karşı dayan­
ma gücünü lütfeder, ve cemâlini onlara seyrettirir.

Kastalâni bundan sonra diyor k i:


«... Velhâsıl kıyâmet günü bütün erkek ve kadınlar mahşerde
Allah’ı göreceklerdir. E h l - i S ü n n e t ’ in bir kısmı: Münâfık-
lar, diğer bir kısmı: Kâfirler de Allah’ı mahşerde görecekler, sonra
onlara ebedi hasret olsun diye bir daha göremiyeceklerdir,, demiş­
lerdir.
Cennet’te Allah’ı görme mes’elesine gelince, bütün Peygamber­
ler, sıddîklar, O m m e t - i M u h a m m e d i y y e ’ nin bütün
erkekleri için Allah’ı görme nimetinin ikram edileceğine Ehl-i Sün­
net icmâ’ etmişlerdir. Ü m m e t - i M u h a m m e d i y y e ’ den
kadınların Allah’ı görüp görmemeleri E h l - i S ü n n e t âlim­
leri arasında ihtilâf konusudur. Bâzı, âlimler konu hakkında vârid
olan nasslann umumiliğine bakıp kadınların da Allah’ı görecekleri­
ni veyâhut bayram günleri kadınlara da bu nimetin verileceğini söy­
lemişlerdir. Çünkü D â r e k u t n î ’ nin Hz . E n e s ’ ten rivâ­
yet ettiği merfu’ bir hadiste K u r b a n ve B a m a z a n bay­
ramlarında mü’min olan kadınların da Allah’ı görecekleri ve erkek
mü’minlerden Allah’ı en az görenlerin her Cuma günü O’nun ce-
mâlıyla müşerref olacakları bildirilmiştir.
E h l - i S ü n n e t âlimlerinin diğer bir kısmı da mü’min ka­
dınların Allah’ı görmiyeceklerini, zirâ konu hakkında vârid olan ha­
dîslerde kadınların görmesine âid bir sarahat olmadığını söylemiş­
lerdir.
328 SÜNEN-l İBN-Î MÂCE

T E R C E M E S Î

1
8 7) Suh ayb (Radiyallahü anh)’d enşöyle dediği rivayet edilmiştir:
Resûlullah(Sallallahü Aleyhi ve Sdlem) şuâyeti okudu:

- «İmân edip güzel amel işleyenlere Cennet ve bir de Allah’ın


cemâlini görmek vardır...» (Yûnus sûresi, âyet 26) ve şöyle buyurdu :
«Cennet ehli Cennete, Cehennem ehli de Cehenneme girdikleri
zaman bir dâvetçi » Ey Cennet ehli! Şüphesiz Allah indinde sizler için
Mr vaad vardır. Allah o vaadi sizlere tam olarak ifâ etmek ister, di­
ye çağırır. Bunun üzerine Cennet ehli:
O (va’d) nedir? Allah mizanlarımızı (hasanatla) ağırlaştırmadı
mı, yüzlerimizi ak etmedi mi, bizi Cennete dâhil etmedi mi, bizi (Ce­
hennem) ateşinden kurtarmadı mı? diye cevap verirler. (Allah’ın on­
lara bahşettiği lütuflan bir bir sıralarlar.) Resûlullah buyurdu ki,
bunun üzerine Allah, yüce zâtı ile kullan' arasından hicap (perde-
silım açar da Cennet ehli O’na bakar dururlar. Allah’a andolsun ki,
Allah Cennet ehline, zâtına bakmaktan daha sevimli ve gözlerini’ da­
ha doyurucu bir şey (nimet) onlara vermemiştir.

İZAHI

Âyette geçen el-Hüsnâ ile Cennet ve Ziyadetün ile de Allah’ı gör­


mek kasdedilmiştir.
Bab: 13 MUKADDİME m

S i n d i : Cennet ehlinin «O va’d nedir?» sorusundan anlaşılıyor


ki, Cennet ehli dünyada iken, Allah’ın cemâlini göreceklerine dâir bil­
dikleri va’dı âhirette unutmuş oluyorlar, diyor. Kezâ, Cennet ehlinin
bu sorudan sonra kendilerine ikram edilmiş olan nimetleri sırala­
maları. Allah'ın onlan fazl ve keremi ile râzi ve memnun ettiğine,
başka nimetleri beklemediklerine ve kalblerinden hırs ve tamam çı­
karılmış olduğuna delâlet eder, diyor.
Hadîsteki «Allah, yüce zâtı ile kullan arasından hicabı açar»,
fıkrası üzerine S i n d i diyor k i: Rü’yet (= Allah’ı görmek) hakkın­
da vârid olan hadislerde beyan edilen görme keyfiyetinin çeşitliliği
ve farklılığı sakıncalı değildir. Çünkü görme nimeti bir defaya mah­
sus değildir. Defalarca vuku’ bulacağına göre keyfiyeti değişik ola­
bilir.
Hadisin son fıkrası da Allah Teâlâ’nm cemâlini görmenin ehl-i
Cennet için bütün nimetlerden daha lezzetli ve sevimli olduğunu ve
onlann gözlerini doyurucu olduğunu beyan buyuruyor. Allah cüm­
lemizi «Rü'yet» nimetine mazhar olanlardan eylesin, âmin.

< ^ t i %L F ~~ ^AA

ChÇ \ ti.

( ı tyv I «bUı ijy I •a ) . (3 Jj*

T ER CE MES İ

1
88) ... Âişe ( R a d i y a l l a h ü a n h â )'danşöylesöylediği rivâyetolunmuştur:
İşitmesi bütün sesleri ihata eden Allah’a hamd olsun. And olsun ki
mücadeleci kadın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’e geldi.
Ben de odanın bir kenarında idim. O (kadın) eşini şikâyet ediyordu.
Ben onun söylediklerini işitmiyordum. Biraz sonra Allah;
Âyetini indirdi. , .4 ı A "t* -• - • "

İZAHI

Hz . Âişe (Radiyallahü anhâ) ’nin hadîsin bitiminde okuduğu


330 SÜNEN-1 ÎBN-t MÂCE

âyet « M ü c â d e l e » süresinin birinci âyetinin baş kısmıdır. Âye­


tin tamamanm meâli şöyledir:
«Kocası hakkında seninle mücadele eden ve (kimsesizliği ile ih­
tiyacından dolayı) Allah’a şikâyet eden kadının sözünü şüphesiz Al­
lah işitti. Allah zaten konuşmalarımızı işitir; Çünkü Allah şüphesiz
her şeyi işitici ve görücüdür.»
Yukarıya meâlini aldığımız âyet ile onu tâkip eden âyetlerin iniş
sebebi şudur:
İslâm’dan önce câhiliyet devri denilen zamana âid âdetlerden
birisine göre bir erkek karısını veya karısının bir organım annesi,
bacısı gibi bir mahreminin uzvuna benzetirse, örneğin bir adam
eşine:
«Sen bana bacımın sırtı gibisin» derse o karı ebedi olarak eşine
haram olurdu. Buna zihar denirdi. İşte zihar denilen bu âdet hak­
kında İslâm dininde henüz bir hüküm inmeden önce.Sahâbîlerden
E v s î b n - i S â m i t böyle bir zihar yapmıştı. Bunun üzerine
karısı H a v l e B i n t - i S a ’ l e b e çok üzülmüş ve Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e başvurmuştu. Yaşlılığından, kimse­
sizliğinden, çocuklarının küçük yaşta oluşlarından ve maddi sıkın­
tılarından şikâyet ediyordu. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) ise ona ebedî bir ayrılık gerektiğini bildirdi. Fakat kadm İs­
rarla bu iş üzerinde duruyordu. İşte bu olay üzerine Zihar ile ilgili
âyetler nâzil oldu ve bir keffâret verdikten sonra tekrar kan koca
olarak yaşamak imkânı hâsıl oldu, ödenmesi gereken keffaret ise;
aynı sûrenin üç ve dördüncü âyetlerinde belirtildiği gibi Zihar ya-
panlann eşleriyle birleşmeden önce bir köle âzâd etmesi gerekir. Bu
mümkün olmadığı takdirde aralıksız iki ay oruç tutmak kefâreti var­
dır. Buna da gücü yetmeyen, sabah - akşam altmış yoksulu doyurma
kefâreti ödemek durum hâsıl olur.
S i n d i diyor ki *. H z. Â i ş e Allah’ın işitme sıfatının sahasının
genişliğini ve her şeyi ihâta ettiğini, küçücük odasının bir tarafında
yapılan ve aynı odada bulunduğuna rağmen işitmediği bir özel ko­
nuşmanın yüce Allah tarafından işitildiğini anlamış olması üzerine
Allah’a hamd ve senâ ediyor. H z. Â i ş e (Radiyallahü anhâ) 'nin
bu sözleri kendisinin daha önceleri Allah’ın işitme sıfatının her şeyi
ihata ettiğinden habersiz olduğuna delâlet etmez. Bu nedenle H z .
Âişe (Radiyallahü anh) gibi büyük bir şahsiyetin Allah’ın işit­
me vasfının her şeyi kapsadığını bilmediği düşünülmez, diye bir iti­
raz yapılamaz.
Bab : 13 MUKADDİME

TERCE MES İ

1
89) ... EbûH üreyre )'denR esûlullah
( R a d i y a l l a h ü a n h ( S a l l a l l a h ü A l e y ­

h i v e şöylebuyurdu, dediği rivayet olu


S e l l e m ) nmuştur:
«Rabbınız, mahlûkatı yaratmadan önce, kendi (kudret) elüe ken­
di zâtı üstüne: «Benim rahmetim gazabıma sebkat etti.» (va'dını)
yazdı.»

İZAHI

B u h a r i , hadisi «Bed’ül-Halk» kitabının baş kısmında ve «Tev-


hid» kitabının 15’inci babında yine E b û H ü r e y r e (Radiyal­
lahü anh) ’den rivâyet etmiştir. Bu rivâyetlerde metnin baş kısmı:
«Allah mahlûkatı yarattığı zaman kendi ulûhiyetine âit olmak
üzere de bir kitabım yazdı. (Zâtına âit âhidleri, içine alan) bu kita­
bın ilmi de Arş’m fevkinde O’nun nezdindedir.» şeklinde terceme edi­
lebilir. Metnin son kısmı da şöyledir.
^ '* ' o S*• .
j J| = «Şüphesiz benim rahmetim gazâ-
bıma galebe eder.» Bâzı rivâyetlerde de «Tağlibu» yerine «Galebet»
kullanılmıştır. Yâni muzari’ fi’li yerine mazi fi’li gelmiştir.
Hadîste geçen «Kendi elile» tâbiri müteşabihlerdendir. Miftâhti’l-
Hâce» müellifi: «El Allah’ın sıfatlarındandır, keyfiyeti bizce mechûl-
dür. Bunu kudret ile te’vil-etmiyoruz. Bu sıfat Cehmiyye’nin görü­
şünü reddeder» diyor. Bilindiği gibi E h l - i S ü n n e t âlimleri­
nin bir kısmı da El’i kudret ile te’vil ederler.
«Zâtı üzerine yazdı...» fıkrasını K a s t a l â n i : Yani kaleme
yazma emrini verdi, diye açıklar. Miftâhü’l-Hâce yazarı ise: Yani
kesin âhid ve mîsâk ile üzerine aldı, diye yorumlar.
Metinde geçen «Gazab»dan maksad O’nun gereği olan azabı, ga ­
zaba uğrayana ulaştırmaktır. Çünkü rahmetin gazabı geçmesi veya
onu yenmesi bu iki mefhumun kullara ilişkisi itibarı iledir. Zira rah-
332 S Ü N E N -Î ÎB N -Î M ÂCE

met Allah’ın zâtının gereğidir. Yani kulun hayrat işlemesine bağlı


değildir. Sırf ilâhı lütııf ile meydana gelebilir. Fakat gazab öyle de­
ğildir. Ondan önce kulun bir günah işlemiş olması gerekir. Bu se­
beple rahmet gazabı geçmiş veya yenmiş denilir.
T u r b e ş t î de şöyle söylemiştir:
Rahmetin gazabı geçmiş olmasından halkın rahmetten alacağı
hissenin gazabdan alacağı paydan daha çok olduğu, hak edilmeden
rahmetin onlara bahşedildiği ve gazabın hak edilmeden kimseye ve­
rilmediği anlaşılıyor. Nitekim görüldüğü gibi rahmet, cenin’e süt
emen çocuğa, sütten kesilen yavruya ve gelişme çağında olup he­
nüz erginlik çağma ermemiş olan insanlara da ikram ediliyor. Hal­
buki onlardan hiç bir ibadet ve tâat henüz sâdır olmuş değildir. Di­
ğer taiaftan insan oğlundan günahlar, İlâhî öfkeyi mucip olumsuz
hareketler ve durumlar zuhur etmedikçe bir gazaba uğramaları söz-
konusu değildir.
El-Masâbih yazan da, Gazabı Allah’ın azâb dilemesidir. Rah­
met de O’nun sevab dilemesidir. Sıfatlar galebe etmek ile vasıflan­
mazlar. Bir sıfat diğer bir sıfatı geçmez. Hadiste rahmetin gazab!
geçmesi mecâzidir. Rahmet ve gazab sıfatı zatiyyeden değil, sıfat-ı
filiyyeden de olabilir. Buna göre rahmet: Sevab ve ihsan olur. Ga­
zab d a : İntikam ve azab olur. Böyle târif edilince galebe etme du­
rumu te’vile muhtaç değildir. Yani İlâhi rahmet, İlâhî gazabtan faz­
ladır, denmiş olur.
T ı y b i de hadisin son fıkrası £ n ’ â m süresinin 12’nci âye­
tinde geçen;

= «Va’d etmek yönünden onlara behemhâl rahmet etmeyi ge­


rekli kıldı.» Nazm-ı Celil’in bir te’yidi ve örneğidir. Rahmet konu­
sunda hâl böyle iken gazab ve ikâbı gerektiren suçlara âit böyle ke­
sin bir azâb misâkı yoktur. Allah keremi ile dilerse afv buyurur,
diyor. (89)

(8 9 ) K asta lân i cild, 7 sahife 7


Bab: 13 MUKADDİME 333

'jjj 3&j « î 3& £ 3 ^ - 1 V Î i jC C » 3la « ğğ #\3 ^ &zj


i *si 3j - - * j t . : o i » < 3 & «? î^ - J d ıi 3 ^ 1 J £ 1j ' .Ç t » 3 & î aî> a İ- ( j

: : 3 & « 1 3 l t <ı_ ^ w 3 ^ a j ) » 3 ^ •^ J > 3 t i L A j u - i

3 Î2 İ • . < J £* 3 ^ *^ 1t j j t : 3^> • d A k c i * 3 f \ j £" î t ^ A ;* : 3&»

J »53y y t ! VS i : 3*. 3A U V ^ İ ^ 1J ; A : '< £ ^ 1


* *S £ * < & »î 3 f M
\, * - ■* ., V -
lj b
'
2 / M ‘J Z J Vj : j ü 1
" İ 3 'j & 3&

(% na i.v» / «ji^ J >îj ^-. /. r ) . « ,Ü

TERCEMESÎ

190) ... Talha bin Hıraş (Radiyallahü anhyden rivayet edildiğine göre
kendisi, Câbir bin Abdillah (Radiyallahü anhümâ)’da.n şöyle söylediğini işittim,
demiştir:
(Râvi Câbir’in babası olan) Abdullah bin Amr bin Harâm, Uhud gönü
şehîd edilince, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana rastladı ve:
«Yâ Câbir! Babana Allah’ın söylediği sözü sana bildirmiyeyim
mi?» diye sordu.
(Müellife hadîsi rivâyet eden 2 râviden) Yahyâ da hadîsinde
(yukardaki fıkra yerine) şöyle söylemiştir: Resûlullah, Câbir'e rast­
layınca :
«Yâ Câbir! Neden ben seni (kalben) kırgın (ve üzgün) görüyo­
rum? diye sordu. Câbir dedi ki. Ben de:
Yâ Resûlallah! Babam şehîd edildi ve çoluk çocuk île borç bı­
raktı, diye cevap verdim. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ey Câbir! O halde Allah’ın babam nasıl bir hitab He karşıladı­
ğını sana müjdelemiyeyim mi?» buyurdu. (90)

90) Müellife rivâyette bulunan 2 râvi (İbrahim ve Yahya) hadis methinin


bundan sonraki kısmında birleşiyorlar.
334 S Ü N E N -Î ÎB N -Î M ÂCE

C&bir de:
Buyur yâ Resülallah! (Allah’ın babama olan hitabını bildir, müj­
dele) dedi. Resûlulah (bunun üzerine) :
— Allah hicab (perde) ardından olmaksızın hiç kimse Ue kati­
yen konuşmamışlar. Bununla beraber Allah babanla vicahen (per­
desiz ve elçisiz) konuştu ve ona şöyle buyurdu t
«Ey (sevgili) kulum! Benden (ikram) iste. (Ne istersen) sana
vereyim.» Bahan da s
Yâ Rabbim! (Arzum şudur:) Beni diriltilsin (dünyaya iade eder­
sin.) Ben de ikinci bir defa senin uğrunda şehid edilirim, dedi. Bu­
nun üzerine Rab Sübhanehû ve Teâlâ:
«İnsanların dünyaya hiç dönmiyecekleri hükmü şüphesiz benim
tarafımdan önceden verilmiştir», buyurdu. Baban:
Yâ Rabbi! O halde (bizim durumumuzu) arkamda kalanlara teb­
liğ buyur, dedi.
Resûlullah buyurdu k i:
«İşte bunun üzerine Allah Teâlâ (meali aşağıya alınan) şu âyeti
indirdi»«
«Allah uğrunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Hakikatta on­
lar Rablan katında dirilerdir. Cennet meyvalanndan rmklanıriar.»
(Al-i İmrân sûresi, âyet 169)

İ ZAHI

S i n d î ; Hadîs, ne metin, ne de sened bakımından İ b n - i M â ­


ce h ’ in tek başına rivâyet ettiği bir hadîs değildir; Zirâ T i r m i z i
de «Tefsir» bölümünde tahriç ettikten sonra, hadîsin Y a h y a b i n
H a b i b b i n A r a b î ’ ye âit olduğunu söylemiş ve musanni­
fin senedi ile zikretmiştir, daha sonra hadîsin H a s e n ve G a r î b
olduğunu beyânla biz bunu ancak M û s a b i n İ b r a h i m ’ in
yolundan tanınz, hadîsçilerin ileri gelen büyük âlimleri bunu ondan
rivâvette bulunmuşlardır, demiştir. S i n d i bu arada A b d u l l a h
b i n M u h a m m e d ’ inde C â b i r ’ den hadîsin bir kısmım ri­
vâyet ettiğini ifâde ediyor. İ b n - i H i b b â n da M û s a b i n
İ b r â h i m ' i sikalardan saymıştır.
Müellife hadisin sened ve metnini rivâyet eden 2 râvi: t b r â -
h i m b i n e l - M ü n z i r e l - H ı z â m î ve Y a h y â b i n
H a b î b b i n A r a b i ’’ dir. İki râvi, C â b i r (Radiyallahü
anh)’in Resûlullah’a hitaben: «Buyur yâ Resülallah!...» diyerek ba­
B a b : 13 M U K A D D İM E 335

basının mazhar olduğu ilâh! iltifatı öğrenme talebi ve bunu takip


eden metni aynı lâfızlarla rivâyette bulunmuşlardır. Fakat terceme
esnasında parentez içindeki ilâve ile belirttiğim gibi metnin baş kıs­
mındaki rivâyette uzunluk ve kısalık bakımından bir farklılık var­
dır. î b r â h i m b i n e l - M ü n z i r ’ in rivâyetine göre bu kı­
sım, Resûl-i Ekrem’e âit «Yâ Câbir! Babana Allah’ın söylediği...» fık­
rasından ibarettir. Y a h y â b i n H a b i b ’ in rivâyetine göre
ise bu bölüm 3 fıkradan ibarettir. Bunlardan iki fıkra iki soru ma­
hiyetinde olup Resûlullah’a âittir. Bir fıkra da cevap mâhiyetinde
olup C â ' b i r ’ e âittir.
Hadisin metninde geçen:
«Allah hicab ardından olmaksızın hiç kimse İle katiyen konus-
mamıştır» fıkrası üzerine S i n d i diyor k i: Yâni ne dünyada ne de
berzah (dünya ile âhiret arasında geçen sürede ruhların yaşantı)
âleminde perdesiz konuşmamışlar.
Miftâhü’l-Hâce müellifi, hadisin haşiyesinde. «Hicâb» kelimesi­
nin tarifini E l - C ü r c â n î ’ deh naklen şöyle yapar: Hicab *
Senin matlubunu örten her şeye denir. Ehl-i Hak indinde ise:
• * V 'V . " * .*» > r 1 M * " 1*1 ı • \ y '
(S j-a -H j j - d \ «J-sd i J — j -* j

i J 4 _ * jÜ i « I

= «Hak ehli yanında ise; Hicab: Hakkın tecellisini kabule engel


olan kâinata âit sûret ve şekillerin kalbe nakşolması ve yerleşmesidir.»
Metnin «Allah babanla vicahen konuştu...» fıkrasının çözümü
Ş û r â sûresinin 51’nci âyeti muvacehesinde müşküldür, denilmiş­
tir. Çünkü bahis konusu âyette meâlen şöyle buyuruluyor:
«Hiç bir beşer yoktur ki, Allah’ın onunla (doğrudan doğruya)
konuşması olsun; ancak vahy ile, yahud perde arkasından, yâhut
bir peygamber gönderip de kendi izniyle dilediğini vahy etmesi sû-
retiyle olur. Çünkü O, çok yücedir, hikmet sâhibidir.»
Miftâhü’l-Hâce’de bu müşkül durum belirtildikten sonra buna
şöyle cevap verildiği belirtiliyor.
Âyetten murad, Allah’ın doğrudan doğruya hiç bir insan ile dün­
ya hayatında konuşmamasıdır. Böyle bir konuşma durumu düşü­
nülemez. Çünkü dünyadaki yaratıklar maddeten Îlâhî tecelliye ta­
hammül edemez. Nitekim A ’ r a f sûresinin 143’ncü âyetinde bu­
yuruluyor k i:
336 S U N E N -Î ÎB N -İ M Â C E

«... M üsa: Rabbim! Cemâlini bana göster, sana bakayım, deyin­


ce; A llah : (Yâ Mûsa) sen beni hiç bir zaman göremezsin, fakat şu
dağa bak. Eğer o, yerinde durursa sen de beni görürsün, buyurdu.
Sonra Rabbi o dağa tecelli edince, onu yer ile bir etti. Musa da ba­
yılarak yere düştü. Nihayet ayılınca şöyle dedi s Allahım! Seni ten­
zih ederim. (Dünyada seni görmeyi istemekten) tevbe ettim...» Ama
dünya hayâtından sonra başiıyacak hayatta ve Âhirette İlâhî tecelli
ruhlara hattâ cesedlere de hâsü olabilir.»
Hadisin «Benden iste vereyim» fıkrası hakkında şöyle bir soru
hatıra gelebilir :
Bu fıkranın zâhirine göre şehîd olan zâta, dünyaya gönderilme­
si de dâhil ne isterse, istediğinin yerine getirileceği va’d edilmiş olu­
yor. Kul da tekrar dünyaya döndürülmesini isteyince Allah bu iste­
ğini kabul etmemiştir. Halbuki Allah'ın va’dmdan caymadığı gere­
ği biliniyor. Bu istifhama S i n d i şöyle cevap veriyor: Allah’ın ölen
kullarım dünyaya iâde etmemesi husûsunun O’nun tarafından ön­
ceden va’d ve hükme bağlandığı malumdur. Şehid kuluna va’d et­
tiği şeylerden, hükme bağlanmış olan husûslar müstesna tutulur. Ak­
si takdirde yani Allah’ın o şehid kulunu dünyaya geri göndermesi
keyfiyeti esas olan ilâhi va’d ve hükme aykırı düşer.
Şehidin Allah’a cevâben «Beni diriltirsin» tâbirinden murad da
terceme esnasında parantez içinde işaret ettiğim gibi «beni dünyaya
geri gönderirsin» demektir. Çünkü şehidin hayatı devam ediyor. Ha­
yatta olduğu içindir ki Allah ile konuşuyor. Hadisin sonundaki âyet­
te şehîdlerin ölü olmadıkları ve yaşamaya devamla nzıklandıklan
açıkça belirtiliyor.
Şehidin «O halde (hâlimizi) arkamda kalanlara tebliğ buyur»
fıkrasına gelince, S i n d i ’ ye göre bundan maksad, şehidlerin yüce
mertebelerinin dünyadaki insanlara bildirilmesi ve onlann cihada teş­
vik edilmesidir. S i n d i’ndn beyan ettiği husûs asıl gâye olmakla be­
raber, şehidin durumunun kendisinden geri kalanlara tebliğ edilme­
siyle onun yakınlarının ve sevenlerinin teselli edilmiş olmaları da
ön görülmüş olabilir. Hadîsin baş kısmında bu gaye çıkarılabilir.
Çünkü Y a h y â ’ nin rivayetine göre Resûlullah şehidin oğlu olan
râvi C â b i r ’ e rastlıyor, onu üzgün görüyor, bunun sebebini so­
ruyor, C â b i r de babasının şehîd edildiğini, borç ve çoluk çocuk
bıraktığını, söylüyor, bunun üzerine Resûlullah babasınm mazhar ol­
duğu ilâhi teveccühü ona müjdeliyor.
Hadis, mü’minlerin âhirette Allah Teâlâ’yı göreceklerine, doğru-
Bab : 13 MUKADDİME 337

dan doğruya onunla karşılıklı olarak konuşacaklarına ve şehîd olma­


nın faziletine delâlet eder.

T E R C E ME S İ

191) ... Ebû Hüreyre (Radiyallahü anh) ’den rivâyet edildiğine göre Re­
sûlullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir ara) şöyle buyurdu:

«Birisi diğerini öldüren iki kişiyi şüphesiz Allah nzâsıyle karşı­


lar. Her ikisi de Cennet’e girer.»
(Sahabîler buna şaşarak:
Yâ Resûlallah hem katil hem maktul ikisi birden nasıl Cennet’e
girer? diye sorunca da Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

Câbir bin Abdillah (ICA.)m Hâl Tercemesi


Câbir bin Abdillah bin Am r bin Harâm Ensarî ve Selemi’dir. Künyesi Ebû
Abdurrahman veya Ebû Abdillah yâhut da Ebû Muhammed’dir. ikinci Akabe
biatmda hazır bulunan 70 kadar Ensâri arasında yer almıştır. Bizzat Besûhıllah
(A.S.V.)’den ilim almış ve zamanında Medine-i Miinevvere’de fetva veren meşhur
bir Sahabi’dir. Annesi Bint-i Akabe’dir. Bedir savaşında bulunup bulunmadığı
mes’elesinde ihtilâf vardır. Fakat Hendek savaşında Biat-ı Rıdvan’da bulunduğu
kesindir. Ayrıca 19 savaşa katılmıştır. Çok hadis rivâyet eden 6 meşhur Sahâ-
bi’den birisidir. Kendisinden 1540 hadis alınmıştır. Buhâri ve Müslim 53 hadi­
sinde ittifak halindedirler. Aynca 26 hadisi Buharf ve 126 hadisi Müslim mün­
feriden rivâyet etmişlerdir. Resûlullah’m onun için bir ara 25 defa istiğfar ettiği
kendisinden rivâyet edilmiştir.
Başlıca râvileri: Said îbn-i Minâ, Ebû Zübeyr, Ebû Süfyan, Talha îbn-i Nâfi,
Hasan-ı Basri, Muhammed îbn-i Münkedîr’dir. Başkaca bir çok zat kendisinden
hadis almıştır. Bir asra yakın yaşamış olan bu zat hicretin 78. yılı 94 yaşında
iken vefat etmiştir. Medine’de en son vefat eden sahabî kendisidir. Cenaze na­
mazı Medine vâiisi bulunan Eban İbn-i Osman tarafından, kılınmıştır.
Sahâbîler arasında Câbir îbn-i Abdillah adlı bu zattan başka, iki zat daha
vardır : 1 — Câbir îbn-i Abdillah tbn-i Rebâb, 2 — Câbir îbn-i Abdillah Râbisî’-
dir. Yalnız Câbir ismindeki sahâbt ise Si zattır. (B a k : Tezkire Sah. 43, 44 ve Hu­
lâsa Sah. 59)
Süneni îbn-i Mâce — F .: 22
338 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

«Şu (müslüman) Allah yolunda çarpışarak şehîd düşer (ve Cen-


net’e girer.) Sonra Allah katilini hidâyet eder o da müslüman olur
sonra Allah yolunda cihad eder *'■' neticede o da şehid edilir», (diye
cevap verdi.)

İ Z A HI

Hadis metninin başında geçen «Yadhaku = güler» fiilinin Allah


hakkında kullanılırken normal gülmek mânasında olmadığı ve çe­
şitli şekillerde yorumlandığı husûsunu 181 noiu hadîsi izah ederken
belirtmiştim. Tekrar aynı husûs üzerinde durmaya lüzum yoktur.
Tercemede de bu fiili rızâ anlamına aldık.
B u h a r î bu hadîsi «CİHAD» kitabının 28’nci babında hemen he­
men aynı lâfızlarla rivâyet etmiştir. M ü s l i m de «EMÂRET» bö­
lümünün 35. bâbında daha uzun bir metin halinde rivâyet etmiştir.
Terceme ederken parantez içindeki ilâveler M ü s 1 i m ’ in rivâ-
yetinden istifade edilmekle yapılmıştır.
İ b n - i A b d i ’ l - B e r r : Bu hadîsten Allah yolunda canını fe­
da eden her mü’minin kesinlikle Cennetlik olduğu hükmü çıkardır.

Bütün âlimlere göre; bu hadîste birinci katil kati suçunu işler­


ken kâfir olan bir kimsedir, demiştir. Nitekim, B u h a r î de ha­
disten bu mânayı anladığım hadis’in başlığındaki sözleriyle ifade et­
miştir : «Bir kâfir bir müslümanı öldürür, sonra katil müslüman olur
ve dininde samimî olur. En sonunda savaş meydanında şehîd edilir.
Bu sûretle ikisi de Cennet’e girmiş olur.»
B u h a r i ’ nin Şârihi A y n î is e : «Birinci katilin behemhal
kâfir olmasmı kabul etmek gerekmez. Çünkü bu hükmün müslü-
mana da şümullendirilmesine engel yoktur. Şöyle ki bir müslüman
bir müslümanı amden öldrürse sonra tevbe edip Allah yolunda şe­
hîd düşse o da Cennetlik olur» diyor.
M ü s 1 i m ’ de bu hadîsin başlığında: «İki adamdan birisi di­
ğerini öldürür de ikisi Cennetlik olur, beyanı» denilmiştir. Bu baş­
lıkta birinci katilin kâfir olduğu belirtilmemiştir. Fakat gerek M ü s ­
l i m ’ de ve gerekse İ b n - i M â c e h ’ in «Sünen» inde rivâyet
edilen metinlerde, birinci katilin kati hâdisesinden sonra müslüman-
lığı kabul ettiği açıkça ifade edildiğine göre; bu hadisten çıkardan
hüküm, müslümanlığı şehid eden kâfir katilin bilâhare İslâmiyeti
kabul ederek Allah uğrunda yaptığı cihad esnasında şehîd edilmek­
Bab: 13 MUKADDİME 339

le Cennetlik olduğuna âittir. Bununla beraber bir kâfir, bilâhare


müslümanlığı kabul ederek şehid edilince kendisine verilen Cennet­
lik mükâfatının bir benzerinin âsi mü’min şehide ihsan buyurulma-
sma A y n i ’ nin dediği gibi bir engel yoktur. Allah daha iyi
bilir

T E R C E ME S İ

192) ... Ebû Hüreyre ( R a d i y a l l a h ü an A )’den Resûlullah ( S a H a İ l a h u A l e y ­

h i v e S e l l e m ) şöyle buyurdu, dediği rivâyet edilmiştir :

«Allah kıyâmet günü bütün yer tabakalarım kudret eline alır.


Gök (tabaklarını) da sağ eli içine dürer, büker. Sonra (mahşer hal­
kına) : «İşte ben kâinâtın yegâne malikiyim! Hani yer yüzünün (düz­
me) padişahları nerede?» diye hitap eder.»

İZAHI
S i n d i ’ nin de dediği gibi bu hadis aşağıya meâli alman Z ü m e r
sûresinin 39. âyetinde geçen Nazm-ı Celîl’in tefsiri gibidir,
«O kâfirler Allah’ı gerektiği gibi takdir edemediler. (Yüceliğini
anlıyamadılar.) Halbuki kıyâmet günü, yer küresi tamamen O’nun
tasarrufundadır. Gökler de kudret elinde dürülmüşlerdir. Allah on­
ların ortak koştuklarından münezzehtir ve çok yücedir.»
Yukarıya meâli alman âyet-i kerimede ve izahına çalıştığımız
hadis-i şerifte Allah’ın büyüklüğü ve kudretinin kemâli, bundan do­
layı da kâinat üzerinde tam ve mutlak tasarrufa sahip olduğu bildi­
rilmiş ve mutlak kudreti içindir ki tasarrufunu elinde tuttuğu yer­
leri, gökleri bir anda değiştirmenin O’nun için pek kolay olduğuna
işaret buyuruîmuştur. Şunu da belirtelim ki; gerek âyet-i celilede ve
gerekse hadıs-i şerifte Allah Teâlâ için aklen muhal olan el, avuç gi­
bi kelimeler kullanılmış ise de bunlar Ehl-i Sünnet âlimlerince mü-
340 SÜNEN-l ÎBN-Î MÂCE

teşabih kısmından sayılmıştır. Müteşabihler hakkında tefviz ve te’vil


diye tabir edilen iki ilmi yol bulunmaktadır. Tefviz yolunu seçen se­
lef âlimleri Allah Teâlâ’yı uzuvlardan ve organlardan tenzih ederek
nasslarda kullanılan el, avuç gibi kelimeler olduğu gibi kabullenmekle
beraber bunların mânalarını ve hakiki mahiyetlerinin belirtilmesini
Allah'a bırakmışlardır. Bunun ilmini ve izahım Allah’a bıraktıkla­
rı için onlara bu anlamı ifade eden «Tefviz» ehli denmiştir. Te’vil yo­
lunu benimseyen halef denilen müteahhir âlimler de bu nev’i mü-
teşâbih kelimeleri genellikle kudretle yorumlamışlardır. Bu âlim­
ler ulu orta te’vile gitmeyi câiz görmemişler, yaptıkları şey, müteşa-
bihleri muhkem nasslara döndürerek, onların delâlet ve irşadı ile
müteşabihlerin delâlet ettiği mânaları tesbit etmektir.
Yukarda işâret ettiğim gibi mevzûumuz olan âyet ve hadîsten
maksad, beşer için akıllan durdurucu ve baş döndürücü olan en bü­
yük olayların, beyan edilen ilâhi azamet ve kudret karşısında ve ona
nisbeten çok hakir ve basit şeyler olduğunun belirtilmesidir. Bu mak­
sad hasıl olduktan sonra mes'ele kalmamış olur. Allah için sözlük
mânası itiban ile muhal olan “el, yeri avucunda tutması, gökleri sağ
eliyle dürmesi”nin mahiyetinin ve keyfiyetinin bizce bilinmemesi
maksadın anlaşılmasını gölgelemez. Bu sebeple anlatılmak istenen
hususun dışında kalan müteşabihler üzerinde durmanın gereğini gör­
müyorum.
B u h a r î bu hadîsi « Z ü m e r » sûresinin tefsiri bahsinde,
M ü s l i m de «Sıfâtü’I-Münâfikîn» kitabının «Sıfâtü’l-Kıyâme» bâ-
bında yine E b û H ü r e y r e (Radiyallahü anh) 'den rivâyet et­
mişlerdir. B u h a r i ve M ü s l i m ’ de mânaca bu hadîse ben­
zeyen daha uzun rivayetler de vardır. Onlan buraya aktarmayı lü­
zumlu bulmadım.

jj <d u . A ZJS a u :. ij ju « t
0 ' W- * m *

d ^ 4^1 d* i. Cf « J ı t »Jdr ü ÛSİ 'rs. < iîlc * /S t [ i

C fj • dS j j . (j CdS' : 3^ i •Zf’

* • • t j Ut di : IjSU « î »X * û U S JlSİ . 'J ûlİ . Vtaau»

"çf » <3^• : *o O j » 3 6 • i Ijîl»


jl j » 36 • t V : 1jH» « î #Lİ)I
Bab: 13 MUKADDİME 341

3 Ş y > . c j r f i ' ğ . K Ş . « a J ü T Ç j- ı C ı i j H : 'J

2 K o > J? . j l ? j j J ? O h l T ^ \ 5 ' M f e . 'J f i i U > l l » > £ j \

JpY ■4^"4 4^ ^Crt^ î-Jötî^kl .jCjl fcfc


.« <Jl^5 ■^ Ç* • *3ji"4*1 •$U* 4 «Jî-; t5*^4iu»lj *^*1câ_ı
j

T E R C E M E S İ

193) ... Abbâs bin Abdilmuttalib (R adiyallakii anh) ’den şöyle söylediği
rivayet olunmuştur:

Aralarında Resûlullah (Sallallahü A leyhi ve Sdlem )'in de bulunduğu bir


ısâbe (cemaat) içinde bir kere Bathâ’da idim. Bu esnada bir bulut parçası
geçti. Resûlullah. ona baktı. Sonra (buluta işaret ederek) :

— «K ına ne isim veriyorsunuz?» diye sordu. Oradakiler -.


— Sehâb, diye cevap verdiler. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem ):
— «M üznde», (deniliyormu?)» buyurdu. Onlar:
— (Evet) Mflzn (ismini) de (veriyoruz) dediler. Resûlullah (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Anân de, (deniliyor mu?)» diye sordu. Ebû Bekir {Radiyal­
lahü anh) dedi ki orada bulunanlar:
— (Evet) Anân (adım) da (veriyoruz) dediler. Resûlullah (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem) *.
— «Siz kendiniz ile semâ’ (gök) arasında ne kadar mesafe bu­
lunduğunu biliyor musunuz?» diye sordu. O nlar:
— Biz bilemeyiz, diye cevap verdiler. Resûlullah (Sallallahü Aley­
hi ve Sellem) :
— «İşte şüphesiz sîzler ile Semâ’ arasında 71 veya 72 veya 73
yıllık mesafe vardır. Onun üstündeki (2'nci) semâ’ da Öyledir.» (Ya­
ni iki gök tabakası arasındaki mesafe de bu kadardır.) (Resûlullah
yedi semâ’yı böylece sayarak (her iki semâ’nın arasında bu kadar
mesafe bulunduğunu) bildirdi.
«Sonra yedinci gök fevkinde öyle bir deniz vardır ki onun üs­
tü ile dibi arasındaki mesafe iki gök arasındaki mesafe kadardır.
Sonra onun daha yukarısında (yapı bakımından dağ keçisinin teke-
sine benziyen) öyle 8 melek bulunur ki onlann çatal tırnaklan ile
sırtlan arasında mesafe yine iki gök arası kadardın Bu meleklerin
342 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

sırtında Arş bulunur. Arş’m da alta ile üstü arası iki gök arası ka­
dardır. Sonra Allah Tebâreke ve Teâlâ (mn hüküm ve saltanatı)
Arş’ın üstündedir.»

İZAHI

Görüldüğü gibi hadîste buluttan, göklerden, göklerin sayısın­


dan. iki gök arasındaki mesafeden, göklerin ötesinde bıjjunan derya­
dan. arş hamili 8 melekten, Arş’dan ve nihayet ilahi hâkimiyet ve
azametin tüm kâinatı kuşattığından bahsedilmektedir. Bu ve ben­
zeri hadislerde ön görülen maksad, kâinatta olup biten fiziksel, kim­
yasal ve tabii olayların nedenleri, mahiyetleri ve sonuçları anlatmak
değildir. Bu hususlar fen ilimlerinin konu ettiği mes’elelerdir. Din ise
tabiat üstü konulan işler. Gayesi de insanlığın hem dünya hem âhiret
saadetini sağlamaktır. K u r ’ a n - ı K e r i m ’ den ve Sünnet-i Nebe-
viyye’de fiziksel, kimyasal ve çeşitli tabiat olaylarının konu edildiği
âyetlere ve hadislere dikkatla bakıldığı zaman ön görülen gayenin
olayların bizatihi kendileri değil bu olayların meydana gelmesi için
gerekli şartlan ve nedenleri sağlıyan; olayların bir düzen ve hesap
içinde cereyan etmesini temin eden ve olaylardan belirli neticelerin
çıkmasını gerçekleştiren tabiat üstü kuvvet sahibini düşünmek; O’nu
bulup iman etmek ve O’nun gösterdiği saadet yoluna girmektir. Yok­
sa Kitap ve Sünnet ne fizik ve kimya kitabı, ne de astronomi ve jeo­
loji kitabıdır. Ama şunu da belirtmek gerekiyor ki; hiç bir ilmi ke­
şif ve fenni gerçeğin Kur’an veya sahih hadîslere ters düştüğü ta­
rih boyunca iddia edilememiş ve edilemez de. İslâmiyet daima müs-
bet ilimle kucaklaşmıştır. Başka bir deyimle müsbet ilim daima İs­
lâmî kaynaklara hizmet etmiştir. 20. asrm müsbet ilminin yeni ye­
ni keşiflerinin kök ve kaynaklarının âyetlerde ve hadislerde oldu­
ğunu ilim dünyası müşahade etmektedir. Atom’un parçalanması,
yüksek irtifalarda oksijenin azalması, yerin göklerden (güneşten)
kopması, yerin yuvarlak oluşu, hayatın sudan başlaması, yerin ken­
di mihveri etrafında dönmesi birer örnek olarak gösterilebilir. Ta­
bii bu hususlar konumuzun dışında kaldığı için üzerinde durmuyo­
rum.
«Miftahü’l-Hâce» müellifi T ı y b i ’ den naklen şöyle söyler:
Hadisin başka bir rivâyetinde, Bathâ’daki konuşmanın H z . A b -
b â s ' ı n henüz müslüman olmadan önce cereyan ettiğine dair işa­
ret vardır. Konuşmanın B a t h â denilen M e k k e yakınında­
ki derede vuku’ bulmuş olması da bu işareti te’yid ediyor. Kezâ ora­
da bulunan cemaat ( Hz . E b û B e k i r hâriç) da henüz müslü­
Bab : 13 MUKADDİME 343

man olmuş değil idi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), o ce­


mâati, süfli âlemden uzaklaştırarak ulvi âleme yöneltmek, göklere
yere ve melekût âlemine dikkatlarmı çekmek, daha sonra da kâina­
tın yaratıcısı olan Allah hakkında tefekkür etmelerini sağlamak ve
böylece onları putlardan kurtararak Allah’a iman etmeye irşad et­
mek istemiştir. Bunun içindir ki; Resûlullah önce buluta ait soru­
lar sormuş, sonra göklere, daha sonra göklerin fevkinde denize, Arş’ı
taşıyanlara, Arş’a ve nihayet sonsuz kudret sahibi Allah Teâlâ'ya
dikkatlerini çekmiştir.»
Hadisin metninde geçen bâzı kelimeleri açıklayalım :
Sehâb, Anân ve Müzn kelimeleri bulutun isimleridir. Müzn
kelimesinin beyaz bulut demek olduğunu söyleyenler de vardır. Re­
sûlullah, muhatablarm dikkatini buyuracağı hususlara çekmek için
onlara soru şeklinde bulut’un isimlerini andırmış daha sonra gökler
ve ötesi ile ilgili sözlerine geçmiştir.
Semâ: Her şeyin tavanına denir. Yağmur ve bulut mânalarında
da kullanılır. Gök kubbesi mânasında daha çok kullanılır. Bu kelime­
nin çoğulu «Semâvât»dır. K u r ’ a n - ı K e r i m ’ de ve hadislerde
kullanılırken genellikle bununla kasdedilen mâna: Yer küresini ku­
şatan, onun fevkinde görülen-, sabit ve gezegen sayısız yıldızlan, gü­
neşleri ve aylan ihtiva eden tabakalardır. Biz bunların bir kısmını
görebiliyoruz. İlim henüz çoğunu keşfedememiştir. K u r ’ a n - ı K e ­
r i m ’ in müteaddit âyetlerinde ve bir çok hadiste yedi gök tabakası
ifadesi geçmektedir. Biz bu tabakaların varlığına inanıyoruz. Fakat
bunlann mahiyetini ve şeklini Allah’ın ilmine bırakıyoruz.
Bundan bir süre önce gökler, gezegenler, güneş sistemi hakkın­
da astronomi âlimlerinin vermiş olduklan bilgiler, bu günkü keşif­
ler muvacehesinde çok eksik hattâ yanlış bile çıkmaktadır. Geze­
genler eskiden 7 iken bunlann sayısı dokuza çıktı. Yarın ondokuza
çıkmıyacağı ne malûm?. Düne kadar Ay’a gidilebilecek mi? diye te­
reddüt eden astronotlar bugün O’na ayak basmış ve onun hakkın­
da gözlem ve labaratuvara dayalı daha kesin malûmat elde etmiş­
lerdir. Yann Merih’e de, öbür gün de bir başka yıldıza gidilmiye-
ceğmi kim iddia edebilir?.
Düne kadar güneş sistemi en büyük sistem görülüyordu. Bugün
nice daha büyük sistemler keşfedilmiştir. Güneşin ışığı 8-9 dakika­
da bize ulaştığı halde öyle yıldızlar var ki dünyamıza olan uzaklık­
ları dolayısıyle henüz ışıkları bize ulaşmamıştır. Bu itibarla Kur’an
ve hadislerin nassları ile sabit olan 7 gök tabakasının varlığına ina­
344 SÜNEN-1 İBN-Î MÂCE

nıyoruz. Ama mahiyetini ve keyfiyetini bilmiyoruz. Bunu Allah bi­


lir, diyoruz.
Göklerin 7 tabaka olduğunu bildiren âyetlerin bâzısı şunlardır:
B a k a r a 29, İ s r â 44, M ü ’ m i n û n 86, F u s s ı l e t
12, T a l â k 12, M ü l k 3 ve N ü h 15. âyeti.
Yer küresi ile gök arasındaki mesafenin «71 veya 72...» fıkrasın­
daki tereddütün râvîden ileri geldiğinin umulduğu söylenmiştir. Şa­
yet hadisin metninde bu ifadenin bulunduğu kabul edilirse S i n d î’nin
görüşüne göre yolcuların yürüyüş hızının farklılığı itibariyle mesâ-
fenin tesbiti değişik olarak belirtilmiş olabilir. Birisinin yürüyüş hı­
zına göre yetmiş bir yıllık mesafe, başkası tarafından yetmiş üç yıl­
da katedilebilir. S i n d i : Ben bu yorumu yaptıktan sonra S u y u t î’­
nin yazmış olduğu Hâşiye’de H â f ı z î b n - i H a c e r ’ in de
aynı yorumu yaptığını naklettiğini gördüm. Bunun için Allah’a hamd
olsun demiştir.
S i n d i ve Miftâhü’l-Hâce'de belirtildiğine göre T ı y b i : «Ha­
diste geçen yetmiş küsûr yıldan maksad, tahdit değil, çokluktan ki­
nayedir, Çünkü bir çok hadislerde, yer ile gök arasındaki mesafe
ve iki gök arasındaki mesafe beşyüz senedir, buyuruhnuştur.» de­
miştir.
Hadiste yedinci gök tabakasının fevkmda büyük bir denizin bu­
lunduğu ve onun derinliğinin iki gök arasındaki mesâfe kadar ol­
duğu bildiriliyor. Biz bunun varlığına inanıyoruz. Keyfiyetinin ilmi­
ni Allah’a bırakıyoruz.
Hadisin metninde geçen Evâl, Veil’in çoğuludur. Veil j Dağ ke­
çisinin teke kısmına denilir.
Azlaf da Zılf’in çoğuludur. Zılf: Sığır ve küçük baş hayvanda
bulunan çatal tırnak demektir.
Yedinci gök tabakasının ötesinde bulunan denizin üstündeki
Ev’al’dan murad: Dağ keçisi tekesi sûretinde yaratılmış olan me­
leklerdir. Bunlann arş’ı taşıdığı hadiste belirtiliyor, ki bunlar şer-i
Şerif lisanında «Hamele-i Arş» ismini alırlar. Bâzı hadislerde onla­
rın dünyadaki sayısının 4 olup kıyamette sekize çıkarılacağı bildi­
riliyor. E l - H â k k a sûresinin 17’nci âyetinde .-
.1"'. y>_ ' *'-•y '•i 's i‘ j" S
<—Aj '
J-& "

= «Ve Rabbinin arşım kıyâmet günü üzerlerinde (yahut) semâ’nın


çevresinde bulunan meleklerin fevkinde olarak 8 melek taşır.» bu-
yurulmuştur.
Bab: 13 MUKADDİME 345

î b n - i A b b*â s (Radiyallahü anh)’dan rivâyet olduğuna gö­


re bu sekiz melekten murad, sekiz sınıf melektir. Onlann sayısını
Allah Teâlâ’dan başkası bilmez. Melek kelimesi cins isimdir, adam
lafzı gibi bire de birden fazlaya da muhtemeldir.
Bu hususta geniş tafsilât isteyenler mezkûr âyetin tefsirlerine
müracaat etsinler. Ancak şunu söyliyeyim: Âyet-i Celîle hakkın-
daki izahat hadisimiz hakkında da düşünülebilir.
Arşı Lügatta tavan, çadır, köşk, mülk, saltanat, izzet ve bun­
lara benzer yücelik ve yükseklik mânâsım taşıyan pek çok şeylere
ıtlak olunmuştur. Padişahların oturdukları tahta yüksek mertebe­
sinden dolayı arş denilmiştir. Allah'ın ilk yarattığı, yükseklik ifade
eden ve bu hadiste bahis konusu edilen varlığa da arş denilmiştir,
îlâhl kudretin tecelli ettiği ilk yaratıklardandır. Kelâmcılar ile es­
ki hikmet âlimleri Arş’ı kâinatı her yönden kuşatan yuvarlak bir fe­
lektir, diye târif etmişler, buna 9. felek ve atlas felek ismini de ver­
mişlerdir. Fakat Muhakkik âlimlere göre şer-i Şerif İstılahında kul­
lanılan yani Kur’an ve Hadiste vârid olan, bu hadiste de bahsi ge­
çen arş’ın mahiyetini tesbit ve takdir etmek insan akimın idraki dı­
şında kalır. Bu konuda vârid olan hadislerde Arş’m hakikati değil,
kâinata nisbetle büyüklüğü bildirilmiştir. İzahına çalıştığımız hadis­
te de görüldüğü gibi arş’ın azameti belirtiliyor.
H ûd sûresinin 7. âyetinde 6Ü ) 4_-S>jje- üL5*j

=s «Ve O’nun (Allah’ın) Arş’ı su üzerinde idi...» Yani göklerden


ve yerden evvel Allah Teâlâ sulan yaratmış suların üstünde de Arş
denilen pek ulvî bir makamı yaratmıştır. Arş’ın su üzerinde olma­
sı, ona bitişik olmasını gerektirmez. Nitekim biz: Yer küresinin üs­
tünde gök vardır, diyoruz. Bu âyette belirtildiği gibi hadislerde de
Arş su üzerinde idi buyurulmuştur. Âyet ve hadislere göre ilk ya­
rattığın su olması gerekir. Arş ikinci mahlûk olur.
Hadisin sonunda «Allah Tebarek ve Teâlâ Arş’m fevkındadır»
fırkasından maksad Allah Teâlâ’nm hâkimiyet ve kudretinin arş’ı
kuşatarak bütün kâinatı içine aldığıdır. Yoksa hâşâ Allah için bir
mekân ve makamın bulunduğu kasdedilmemiştir.
A ’r â f sûresinin 54. ve Y û n u s sûresinin 3. âyetinde bu
fıkraya benziyen Nazm-ı Çelil olan; Ji. i ^ 1a ^ j ı°A

ss «Sonra Allah Arş üzerinde istivâ etti...» âyetinin tefsirinde âlim­


ler, istivâ’yı bu mânaya yorumlamışlardır.
346 SÜNEN-Î ÎBN-I MÂCE

İstiva? Lügat bakımından istikrar, yerleşmek, bir seviyede bu­


lunmak mânalarına gelir. Bu mânalar Allah Teâlâ için muhal­
dir. Çünkü Allah Teâlâ'nm mekândan münezzeh olduğu, O’nun
ne mekâna ne de hiç bir şeye muhtaç olmadığı ve her şeyin O’na
muhtaç olduğu sayısız delillerle sabittir. O halde İstivâ’dan maksad :
Arş’a ve tüm kâinata Allah Teâlâ’nın hâkimiyeti ve mâlik oluşudur.
En muazzam ve büyük yaratık olan arşa hâkim ve sâhib olduğu
belirtilince artık arş’m aşağısındaki âlemlere Allah’ın saltanat ve hâ­
kimiyeti en beliğ bir şekilde ifade edilmiş oluyor.
Bâzı âlimler d e: Istivâ’dan murad, Allah’ın zâtına âit olup key­
fiyeti bizim meçhulümüz olan bir sıfattır, onun hakikatim Allah’ın
ilmine bırakıyoruz, demişlerdir.

. « » C jl j a ’c ^sf jjl juLSÛ’î

TER C E ME S İ

194) ... Ebû Hüreyre (Radiyallahü anh)’den rivayet edildiğine göre Re-
sûlulah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Allah, gökteki meleklere bir şeyin infaz edilmesini emrettiği za­
man, düz bir taş üstünde hareket ettirilen zincir sesi gibi heybetli
olan bu ilâhi buyruğa (korku içinde) tam mânasıyle inkıyad etmek
üzere melekler, kanadlanm birbirine vururlar. Kalblerinden bu kor­
ku gidince de bunlar; Cebrail, Mîkâîl gibi mukarrabih meleklere:
Rabbiniz ne söyledi? diye sorarlar. Mukarrebin melekleri:
Allah, hak ve söz söyledi, diye Allah'ın emir ve hükmünü bil­
dirirler ve; Allah yüce ve büyüktür, derler. Resûlullah buyurdu k i:
Bab: 13 MUKADDİME 347

İşte bu sûretle kulak hırsızı şeytânlar, Allah’ın verdiği emir ve


hükümleri işitirler. Bu esnada kulak hırsızı o şeytânlar (yerden gö­
ğe kadar) birbirlerinin üstünde (zincirleme) sıralanmış (kulak hır­
sızlığına hazırlanmış) lardır. Bu durumda iken en üstteki şeytan
melekler arasmda cereyan eden konuşmayı işitir ve bu sözleri, altın­
daki şeytana hemen aktarır. Bazen üstteki şeytan, işittiği haberi al­
tımdakine ve o da kâhin veya sâhirin diline âtmadan önce bir ateş
parçası üstteki şeytana erişir (ve onu yakar). Bâzen de haberi altta-
kine ulaştırmcaya kadar ateş ona ulaşmaz. Nihayet kendisine haber
ulaşan kâhin veya sâhir o haberle beraber yüz yalan uydurup (sa­
ğa sola söyler). Neticede gökten işitilmiş olan söz gerçekleşir. (Kâ­
hin veya sâhir bunu istismar eder ve ettirir).»

İZAHI

B u h â r i , bu hadisi daha uzun bir metin hâlinde yine E b û


H ü r e y r e (Radiyallahü anh)’den «Hicr Sûresi Tefsiri» bölümün­
de rivâyet etmiştir. Bundan önce de aynı sûrenin 18. âyetini almış­
tır. I7.nci âyet de konu ile ilgili olduğu için iki âyetin meâlini bura­
ya almayı uygun buluyorum:
«Göğü de, taşlanan (Allah’ın rahmetinden koğulan) her şeytan­
dan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı yapan şeytan vardır ki, ö’nu
apaçık bir Şihâb takip eder (ve üzerine düşerek onu yakar).»
Bu âyetlerin tefsirinde, İ b n - i A b b â s (Radiyallahü anh)’-
den rivâyet edildiğine göre : «Şeytanlar, İsa (Aleyhisselâm)’ın doğu­
şuna kadar göklere çıkmaktan men edilmiyorlardı. O’nun doğum
tarihinden itibaren 3 gök tabakasına çıkmak şeytanlar için yasaklan­
dı. Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in doğumu ile be­
raber bütün gökler şeytanlar için yasak edildi.»
Artık mel’un şeytanlar göklere çıkarak oradaki meleklerle görü­
şemezler. Melekler vasıtası ile sırlara muttali olamazlar. Ancak her
hangi bir şeytan kulak hırsızlığı etmek üzere yer küresine en yakın
olan birinci gök tabakasına doğru yükselerek melekler arasmda ya­
pılan konuşmalardan bâzı haberleri çalacak bulunursa artık o şey­
tanı da apaçık bir ateş parçası (yâni yıldızlardan ayrılan ve şihab
denilen bir ateşin parlak alev’i) takip eder ve o şeytana çarparak
onu parçalar. Çoğu zaman o şeytan, duyduğu haberi başka şeyta­
na aktarmaya muktedir olamaz ve hak ettiği akıbeti boylar.
Hadîsin metni B u h a r i ’ nin rivâyetinde daha uzun olduğu
için onun tereemesini buraya alalım :
348 SÜNEN-İ ÎBN-İ MÂCE

«Ebû Hüreyre (Radiyallahü anh)'den rivâyet edildiğine göre Re­


sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Allah, gökteki meleklere bir emrin infaz olunmasına hükmetti­
ği zaman düz bir taş üstünde hareket ettirilen zincir sesi gibi hey­
betli olan bu ilâh! hükme melekler tam mânası Ue uyarak (korku
ile) kanadlanm birbirine vururlar. Gönüllerinden bu korku gidince
de melekler, mukarrabîn melekleres

Rabbiniz ne söyledi? diye sorarlar. Mukarrabin melekler:


Allah’ın söylediği hak sözdür ,diye Allah’ın hüküm ve emrini bil­
dirirler ve Allah yücedir, büyüktür, derler. Bu şekilde kulak hır­
sızı şeytanlar Allah'ın o emir ve takdirini işitirler. O esnada kulak
hırsızı şeytanlar (yerden göğe kadar) birbirlerinin üstünde (zincir­
leme) dizilmiş (ve kulak hırsızlığına hazırlanmış) bulunurlar. Şey­
tanlar bu halde iken bâzen melekler arasmda vuku bulan konuşma­
ları işiten en üstteki şeytana bir ateş parçası yetişip altındaki şey­
tana o konuşulanı işittirmeden onu yakar. Bâzı defalar da ateş eriş­
meden altındaki şeytana konuşulanı işittirir. O da altmdakine ve­
rerek bu suretle tâ yere kadar haber ulaşır ve Sâhirin ağzına veri­
lir. Şimdi sâhir o haberle beraber yüz yalan uydurup (halka söyler.)
Allah’ın emri yer yüzünde gerçekleşince sâhir doğru çıkmış olur. On­
dan bu haberi duyanlar d a :
— Sâhir, vaktiyle şöyle şöyle olacak diye bunları birer birer bi­
ze haber vermedi mi idi? İşte gördük ya sâhirin gök yüzünden işit­
tim dediği sözünü hak ve doğru buluyoruz, derler.»
Yukarıya meâlini aldığımız H i c r sûresinin ıs’nci âyetinde
ve izahına çalıştığımız hadiste belirtilen ve şeytanların semâya çık­
maları ile ilgili husus S a f f â t sûresinin aşağıya meâli alınan
6 - 10’uncu âyetlerinde izah edilmiştir .-
«Biz şu yakın göğü yıldızlarla süsleyip donattık. Ve inatçı her
şeytandan koruduk. Onlar en yüksek melekler cemâatmı dinliyemez-
ler (sözlerine kulak veremezler) ve kovulmak için her taraftan (şi-
hab yaylımına) tutulurlar. Onlar için (âhiret günü) sürekli azab
vardır. Ancak o şeytanlardan, (haber) çahp çırpan bulunur. Onu
da (gökten yere doğru) delip geçen bir alev takip eder.»
Bu âyetlerde belirtildiği gibi kulak hırsızı şeytanlar «Mele-i A’lâ
= en yüksek cemaat» denilen ve vahiy alan meleklerin yakınlarına
sokulamazlar. Ancak birinci semâya yaklaşabilirler ve oradan çala­
bildikleri bir kaç kelimeyi yer yüzüne ulaştırmaya çalışırlar. Bun­
Bab: 13 MUKADDİME 349

lar her taraftan kovulurlar. Bunlar içinde melekler arasmda yapı­


lan konuşmalardan bir şey kapan şeytana Şihab denilen bir parlak
ateş parçası ulaşıverir ve onu yakar, öldürür veya delik deşik edi-
verir.
Yukarıda mealleri alman âyetlerde ve hadiste geçen Şihab ke­
limesi lügatte parlak ateş alevine denir. Şeytanlar haber çalmak
için semâya yükseldiklerinde onlan kovmak için meleklerin attıkla­
rı alevli ateş mermileri mânasmda çok kullanılmıştır. Astronomi di-
^ *I"** ^ 1 "
linde buna Meteor (Akan yıldız) denir. Âyette t—«JU* O l —J * =
* *
«Gökten yere doğru karanlık tabakayı gelip geçen alev» diye tefsir
edilmiştir.
Astronomi’de Meteor ve halk arasmda yıldız kayması denilen
Şihab olayının fiziksel mahiyeti henüz aydınlanmış değildir. Bu
alandaki ilmi araştırmalar teorilerden ileri geçmemiştir. Bu araştır­
macılar da görünüşte sanıldığı gibi yıldızın kendisi akmıyor, derler.
Onlara göre bâzı cisimler yer atmosferine çok büyük bir ■hızla (sa­
niyede 40 - 70 Km. sür’atla) girdikleri zaman sürtünme sebebiyle ak­
kor hâline gelir ve parlak bir iz bırakarak bir iki saniye sonra ya­
nıp tükeneceği ve atmosferden çıkacağı için gözden kaybolur.
Şihab olayının metafizik ilim sahasında vahiy yolu ile daha açık
bir tarzda izah edilmiş olduğunu görüyoruz. Islâm âlimlerinin şu
noktayı çok önceden belirttiklerini ve âyet ile hadisde Şihab tâbi­
ri ile bu noktaya işaret görüldüğünü ifâde etmek isterim. Görünür­
de vıldızm düştüğü sanılıyor. Halbuki yıldızın kendisi düşmüyor. Bir
ateş parçası alev hâlinde mermi gibi şeytana fırlatılıyor.
Hadîs metninin baş kısmında, Heybetli İlâhî hüküm ve takdir
fermanı karşısuıda korku ve dehşete kapılan meleklerin ürken kuşlar
gibi kanadlannı çırparak birbirine vurdukları belirtildikten sonra;
ry A * o -* £ i İL* = «Kalblerinden bu korku gidince...»
diye başlıyan fıkra, S e b e ’ sûresinin 23. âyetindeki;
p H j-L * (j-£ £ I i| parçadan iktibastır. Müfessirlerin
beyanına göre âyetteki nazm-i Celîl aynı mâna ile tefsir edilmiş ve
başka şekilde de yorumlanmıştır.
Hâzin tefsirinde bu âyet izah edilirken; bu hadisin baş kısmın­
dan bu âyete kadar olan kısmı T i r m i z i ’ den naklen alarak bu­
nun sahih ve hasen olduğunu T i r m i z i tarafından belirtildiği
ifade ediliyor.
350 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

Hadiste bahsi geçen sâhir’in kelime anlamı malûmdur. Kâhin


kelimesine gelince; Kâhin: Falcıya ve bakıcıya denilir. Kehânet de :
Kâhinlik ve falcılık san’atma denir. Hadiste belirtildiği gibi îslâmi-
yetten önce kâhinler geleceğe âit bâzı şeyleri haber verirler ve kâi­
natın sırlarına vakıf olduklarını iddia ederlerdi. Resûl-i Ekrem’in,
«Nübüvvetten sonra artık kâhinlik yoktur.» buyurduğu gibi peygam­
berimizin gelişi ile gök yüzü şeytanlara yasaklanmış, dolayısı ile es­
kisi gibi kâhinler şeytanlar vasıtası ile gökten bol bol haber alma im­
kânını kaybetmişlerdir. Ancak binde bir ihtimal ile, semalara yak­
laşan şeytanın kulak hırsızlığı yaparak, çaldığı bir haberi başka bir
şeytana, şihab denilen alevle yakümadan aktarması mümkündür ki;
bu da ilâhi bir imtihan olarak izah edilebilir.
Miftâhü’l-Hâce yazan: Bu hadis şu hususlara delâlet eder, di­
yor.
«Allah dilediğine hükmeder, O’nun hükmünü önce Hameie-i arş
olan melekler İşitir. Sonra sırası ile diğer melekler işitir. Şeytanlar ku­
lak hırsızlığına çıkarlar, bu esnada alevle kovulurlar. Şeytanlar bâ­
zı haberleri çalınca buna ilâveler yaparlar. Şeytanlar bu haberleri
yardımcılan durumunda olan kâhinlere ve sâhirlere iletirler. On­
lar da bir sürü ilâveler yaparlar. M ü s 1 i m ’ in rivâyet ettiği bir
hadiste, râvî:
«Yâ Resûlallah! Gerçekte kâhinler bize bazı haberleri verirlerdi.
Biz de onlann verdikleri haberlerin doğru çıktığını görürdük, dedi.
Besûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buna cevâben s
«O hak kelimeyi şeytan çalıp onun kulağına fısıldar. Bu arada
yüz yalanı da uydurur», buyurdu.
Miftâhü’l-Hâce, sözlerini şu cümle ile bitiriyor .•
Hadis, kâhinlere ve sâhirler’e varmayı yasaklıyor. O halde onla­
ra varmak veya onlan doğrulamak mübah değildir.»
Bilindiği gibi E h l - i S ü n n e t mezhebine göre kâhinleri,
gaybe âit söyledikleri sözlerle doğrulamak küfürdür.
Bab : 13 MUKADDİME 351

T E R C E M E S İ

195) ... Ebû M ûsa (el-Eş’ârî) (Radiyallahü anh)'ûm şöyle dediği riva­
yet edilmiştir:

Resûlullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beş husûsu tebliğ etmek üzere,


aramızda ayağa kalkarak (bir konuşma yaptı) v e :

«Şüphesiz Allah uyumaz. Zaten uyku O ’nun şanına lâyık değil­


dir. O, Kıst’ı ( = teraziyi) aşağı indirir yukan kaldırır. Kullarının
gündüz amelinden önce gece ameli ve gece amelinden evvel gündüz
ameli O’nun katma yükseltilir. O’nun görülmesini perdeliyen hicab
nurdur. Eğer Allah o hicabı (perdeyi) açsaydı, celâl ve cemâli, O ’nun
gördüğü bütün mahlûkatmı yakardı», buyurdu.

İ Z A H I

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in ayakta konuşma yap­


ması, tebliğ buyurduğu hususların önemini dinleyicilerine sezdirmek,
herkesin kolaylıkla duymasını sağlamak için olsa gerek. Hutbelerini
de bu maksadla ayakta okuduğu malûmdur. Râvi de rivâyet ettiği
hadisin ehemmiyetini belirtmek için Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ’in ayakta hitab buyurduğunu anlatmıştır.
Hadîsin «Allah uyumaz...» fıkrası hakkında S i n d i; Çünkü uyku
vücûd ve bedendeki organların dinlenmesi içindir. Yorgunluk ve is­
tirahat etmek istiyacı Allah için muhaldir. Zayıflık ve muhtaçlığın
bir gereği olan uyku her türlü eksikliklerden münezzeh olan Allah
Teâlâ’nm şanına lâyık değildir, diyor.
Hadîsin ikinci fıkrası olan «O, Kıst’ı aşağı...» de ki «Kist» keli­
mesi çeşitli şekillerde yorumlanmıştır -. Kist, lügatta; adâlet ve pay
demektir.
«Kist» kelimesi ile Allah katındaki mânevi terazinin murad ol­
duğunu söyleyenler olmuştur. Terâzi, bazı maddelerin adaletle taksi­
mine yarayan bir araç olduğu için adalet anlamına gelen Kist ke­
limesi ile ifade edilmiş olur. Bu yoruma göre fıkranm mânası şöyle­
dir :
«Huzûruna kullarının amelleri yükselen ve katından bütün can­
lıların rızıklan inen Allah Teâlâ amellere ve erzaka âit mânevi tera­
ziyi indirip kaldırır.» Nasıl ki terâzi sahibi eşyayı tartarken elini bir
indirir bir kaldırır ve terazinin gözü bir alçalır bir yükselir.»
SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

Kist kelimesi ile adâlet terazisinin kasdedilmiş olması da muhte­


meldir. Buna göre fıkranın mânası şudur:
«Allah mahlûkatı hakkında adâlet terazisine göre hüküm ve tak­
dir buyurur. Onun adâlet ölçüsü dâhilindeki hüküm ve tasarrufları
terâzi sahibinin, elini indirip kaldırmasına benzer.» Bu yoruma gö­
re Resûlullah bu fıkra ile R a h m a n sûresinin 29’uncu âyetin­
de geçen ^ j-** ‘j j = *Heıgün O, yeni bir icad (ve
yaratma) dadır.» nazmına işaret buyurmuş olur. S i n d i diyor ki bu
yorum bir önceki fıkraya daha uygun olur. Sanki şöyle buyurul­
muş oluyor: «Allah sürekli olarak mülkünde adâlet terâzisi ile ta­
sarruf ederken O’nun için uyumak nasıl düşünülebilir?»

Kist kelimesi ile nzık mânasının murad olduğu da söylenmiştir.


Çünkü kist kelimesi lügatta nasib ve pay mânasına gelmiştir. Rızık-
da kişinin payı ve nasibi olduğuna göre burada nzık mânası kasde­
dilmiş olabilir. Fıkradaki indirme ve yükselmeden maksad da azalt­
mak ve çoğaltmaktır. Bu duruma göre fıkranın mânası budur:
«Allah nzkı azaltır ve çoğaltır.»

Metindeki «Kullarının gündüz amelinden önce gece ameli...» fık­


rası, kulların gece işledikleri amellerin bekletilmeden sabahla bera­
ber derhal Allah'ın huzuruna çıkarıldığını ve gündüz amellerinin de
akşam olur olmaz hemen O’nun katına yükseltildiğini ifade ediyor.
Bilindiği gibi kulların işledikleri amelleri, anında Allah görür ve bi­
lir. Meleklerin bu amelleri sabah ve akşam Allah’ın katma arzetme-
lerinden gaye her amel karşısında Allah’ın kul için ihsan buyurdu­
ğu mükâfatın melekler tarafından öğrenilmesi ve kulun defterinde
hıfzedilmesidir.

«O’nun görülmesini perdeleyen hicâb...» cümlesindeki Hicâb;


görmek isteyen ile görülmek istenen arasındaki perdeye denir. Bu­
rada ise dünyada yaratıkların Allah’ı görmelerine mâni olan şey
demektir. Fıkra: Allah’ın görülmesine mâni olan perdenin, hatıra
gelen ve bilinen perdeler cinsinden olmadığını belirtiyor ve izzet ce­
lâl, azamet ve kibriya nuru, dolayisı ile Allah Teâlâ’mn yaratıkları
tarafından görülmediğini, yaratıkların gözlerinin O’na bakabilmek
güç ve kabiliyetine sahib olmadığım, bu sebeple Allah Teâlâ'nm, ce­
mâlini yaratıklarına göstermiş olsaydı bakmaya tâkati olmayan bü­
tün yaratıkların yanıp mahvolmuş olacağım ifade ediyor. İşte göz­
leri mahveden, kalbleri şaşkma çeviren ve akıllan dehşet içine so­
kan ilâh! hicap ve perde bu nurdur. Bu nur perdesi açılıp gideril-
Bab: 13 MUKADDİME 353

şeydi Allah’ın azamet ve celâli bütün yaratıkları yakardı. Şöyle de


yorum yapanlar vardır:
«Eğer Allah hicab olan nuru izhar edip açığa vursaydı...»

t {jt- ı U? . ^ ü' 'Cs'JÛ — ^ V\

Vj *& ö[ » 0^: d^t o r A i. to* ‘ I ö*

c £ i ü - jr p iÇ ^ r -J . ;> k J ı ^ . jfc. i!

• ülaLİij UÎ_>>- Cj*) (J ^y* İİJJ*. Jl : #j£e y \ jr


( a I jP ı i J r , I r v )

T ERCEMES İ

196
) ... Ebû M ûsa (el-Eş’ârî) ( R a d i y a l l a h ü rivâyet edildiğin
a n h y d t n e
görek
endisi, Resûlullah ( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) şöylebuyurdu, dem iştir:
«Şüphesiz Allah uyumaz. Zâten uyku O’nun şanına lâyık değil­
dir. O, kıştı, aşağı indirir, yukarı kaldırır. O’nun hicabı nurdur. Eğer
Allah o hicabı açsaydı, celâl ve cemâli, O’nun gördüğü her şeyi ya­
kardı,*
Sonra (Ebû Mûsa'dan hadisi rivâyet eden) Ebû Ubeyde şu âyeti
•""t"* • '* X \ ^•v* O> ^I * *” * "* £ 0 » ^ ^ . /0. *
«ıkudu.^>JU \c-jj üSİ j IfJ tj Cr* y, j

= «... Ateş yerinde olan (Musa’ya) ve ateş etrafında bulunan


meleklere bereket verildi. Âlemlerin Rabbi olan Allah (her türlü ek­
sikliklerden ve ihtiyaçtan) münezzehtir.» (Nemi sûresi, âyet 8).

İ ZAHI

Râvi Ebû Ubeyde’nin, bir kısmım okuduğu âyetin tamamının


meâli ile bir önceki âyet de bununla ilgili olduğu için meâlini ala-
«

lan:
«Bir zaman Mûsa (sefere çıkıp yolunu şaşırdığı zammı berabe

Sünen-i İbn-i Mâce — F .: 23


354 SÜNEN-t ÎBN-Î MÂCE

rinde bulunan) ehline şöyle söylemişti * «■— Ben gerçekten bir ateş
gördüm; Size ondan (ateşin yanında bulunanlardan yolumuz hak­
kında) bir haber getireceğim. Yahud parlak bir ateş koru getirece­
ğim. Umulur ki, siz ateş yakar ısınırsınız.»
Mûsa, o ateşin yanma varınca ona şöyle nidâ edildi t «— Ateş
yerinde olan Musa’ya ve etrafında bulunan meleklere bereket veril­
di. Âlemlerin Rabbi olan Allah (bütün noksanlıklardan) münezzeh
tir.» (Nemi sûresi, âyet 7,8)
Bu hadisin metni bir öncekinin metninin aynidir. Yalnız bir önce­
kinde bulunan ve kulların amellerinin Allah katma yükseldiğini ifa­
de eden fıkra bunda mevcut değildir. Bir de görüldüğü gibi burda
E b û U b e y d e ’ nin N e m i süresinin 8’inciâyetini kısmen oku­
duğu rivâyet edilmiş ise de bu husus diğer rivâyette yoktur. Ha­
disin senedindeki râvîlerin çoğu ayni zatlardır. Ancak burada bu­
lunan V e k i ’ ve E l - M e s ’ û d î yerine orada E b û M u â -
v i y e ve E 1- A ’ m e ş adlı râviler mevcuttur. Allah cümlesin­
den râzi olsun.

\ıIlı \ j . t? • t ti ~

. «w * Z Z j & c . r p » "it j U J İiji-tU o î . y :3&

TERCEMESÎ

1
97) ... EbûH üreyre )’denR esûlulah
( R a d i y a l l a h ü a n h ( S a l l a l l a h ü A l e y ­

h i v e şöylebuyurdu, dediği rivâyetedilm


S e l l e m ) iştir:
Allah'ın ikram hâzinesi doludur. Hiçbir (harama veyâ baş­
ka) şey onu eksiltmez. O, gece, gündüz devamk akar. O’nun kudret
elinde de Kist ( = terâzi, nzık) vardır. Yükseltir, alçaltır. Resûl-i Ek­
rem (sözüne devamla) buyurdu k i:
Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günden beri infâk ve ihsan bu­
yurduğu nimetlerin mahiyetini ve miktarını bana bildirebilir misin?
Şüphesiz O’nun harcamış olduğu meblağ kudret elinde ye hazînesin­
de bulunan nimetlerden hiç bir şey eksiltmemiştir.»
Bab: 13 MUKADDİME 3SS

İ ZAHI
Hadisin metninde geçen Yemin kelimesinin lügat mânası el de­
mektir. Burada onunla nimet veya hâzinenin murad olduğu rivâyet
edilmiştir. Keza hadiste geçen Yed de lügatta el manasınadır. Fa­
kat o da Yemin gibi mecazi mânada kullanılmıştır. Daha evvel de
belirttiğim gibi nasslarda geçen ve lügat,mânası itibari ile Allah için
muhal olan kelimelere iman ederiz, akıl ile çözümüne girişmeyiz.
Allah, bununla ne kasdettiğini daha iyi bilir, deriz. Veyahut te’vil eh­
linin yorumlarına katılırız, örneğin el ile nimet, hazine veya kud­
ret muraddır, denilmiştir.
Bu hadiste geçen kist kelimesi yine adâlet ve nzık mânasına yo­
rumlanabilir. Mizan kelimesi, kıst’m adâlet mânasına alınmasını
te’yid eder. İnfâk kelimesi ise nzık mânası ihtimaline kuvvet kazan­
dırır.

T E RC E M E Sİ

198 ) ... A bdullahbinÖmer ( R a d i y a l a i h ü )'denrivâyet edildiği­


a n h ü m â

negöreR esûlullah
( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) min
ber ü stü
ndeşöylebuyu­
ru
rken, işittim, dem iştir:
«Cebbâr (olan Allah kıyâmet günü mülkü olan) gökleri ve yeri
(kudret) eline (şöyle) alır.» Râvi Abdullah bin Ömer dedi k i: Re­
sûlullah böyle buyururken elinin parmaklarını kapadı sonra da par­
maklarını açıp kapatmaya başladı.
(Resûlullah sözlerine devamla şöyle buyurdu) :
«Sonra Allah buyuracak ki, Cebbâr olan, ancak benim. Hani
(dünyadaki) Cebbarlar nerede? Hani mütekebbirler nerede?»
Râvi Abdullah dedi k i: Resûlullah bu konuşmasını yaparken sa-
356 SÜNEN-l İBN-Î MÂCE

gına ve soluna eğiliyordu. Hattâ baktım minber, altından yukarı­


sına kadar öyle bir derecede sallanıyordu ki ben artık minber Re­
sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber düşecek mi? diye
endişelendim.

İZAHI

M ü s l i m «Kitâb-u Sıfâti’l-Münâfikîn» bölümünün «Sıfatü’l-


Kıyâme» babında bu hadîsi, kısmen değişik lâfızlarla rivâyet etmiş­
tir. Aynı mânayı ifade eden bir kaç hadis daha orada rivâyet edil­
miştir
M ü s 1i m * in Şarihı N e v e v i ’ nin B a ğ a v i ’ den naklen
beyân ettiğine göre, Resûlullah'ın bu hitabeti esnasında (mübarek)
parmaklarım açıp kapaması. Allah Teâlâ’mn yaratıkları dağıttıktan
sonra toplamasının O’nun için ne kadar kolay ve basit olduğunu tas­
vir etmesi gayesi iledir. Hâşâ insan eline ve parmağına benziyen bir
organın Allah için tasvir edilmesi gayesi düşünülemez. Minberin sal­
lanmasına gelince; Resûlullah’ın hareketi, sağa, sola eğilmesi ve yap­
tığı işaretler dolayisı ile minber de hareket etmiş olabilir. Bununla
beraber Resûlullah’ın buyurduğu hitâbetin verdiği mehâbet dolayisı
ile ve bir mûcize mahiyetinde minberin sallanmış olması da muhte­
meldir. Bu ve benzeri hâdiselerde çözümü bizce müşkil olan ve hat­
tâ imkânsız görülen kelimeler ile Resûlullah’ın ne mânayı kasdet-
tiğini ancak Allah bilir. Biz Allah’a ve sıfatlarına iman ederiz. Ne
O’nu bir şeye ne de bir şeyi O’na benzetiriz. Resûlullah’ın buyurdu­
ğu sâbit olan her şey haktır, doğrudur. O’nun buyurduklarından bil­
diklerimiz olursa bu bilgi Allah'ın bir lütfudur. Meçhulümüz kalan
kısım ise; biz ona inanır ve ilmini Allah’a havale ederiz. (91)
S i n d İ de bu hadisin hâşiyesinde, B a ğ a v i ’ nin «Şerhü’s-Sün-
ne» adlı kitabında şöyle söylediğini nakleder:
«Kur’an ve hadislerde Allah Teâlâ’nın sıfatlan hakkında vârid
olan: nefis, yüz, göz, parmak, el, ayak, varmak, gelmek, semâya in­
mek arş üstünde karar kılmak, gülmek, ferahlanmak ve benzeri ke­
limeler, nasslarla sâbit olan, Allah’a âit bir takım sıfatlardır. Bu se­
beple bunlara iman etmek, te’vili yoluna gitmeden, yaratıklara ben-
zetmeksizin ve olduğu gibi kabul etmek gerekir ve Allah’ın zâtı yara­
tıklardan hiç bir varlığa benzemediği gibi O’nun hiç bir sıfatının da

(91) Müslim’in şerhi Nevevi ciid 12, sah. 216


Bab : 13 MUKADDİME 357

her hangi bir yaratığın sıfatlarına benzemediğini itikad etmek va­


ciptir. Nitekim; ,, _. , .. ^ f ^ „

= «Hiç bir şey Allah'a benzemez ve O, işitici ve görücüdür» bu-


yurulmuştur. (92) Ümmetin selefi ve hadis âlimleri bu görüşü be­
nimsemişler; bu sıfatlar hakkında temsil ve te’vilden kaçınmışlar ve
bunun ilmini Allah’a havale etmişlerdir. Allah Teâlâ da ilimde oto­
rite olanların bu durumu A 1- i İ ı n r â n sûresinin 7'nci âyetinde
şöyle haber veriyor:

= İlimde kökleşmiş olan kimseler ise t «Biz ona (mânası anla­


şılmayan müteşabihe) inandık; açık ve kapalı bütün âyetler Rabbi­
miz tarafmdandır, derler...»
S ü f y â n b i n U y e y n e d e : Kur’an’da Allah Teâlâ’nm,
kendi zatı için buyurduğu bütün sıfatlarının tefsiri onu okumak ve
üzerinde susmaktır. Allah ve Resûlünden başka hiç kimse onları tef­
sire yetkili değildir, demiştir
Adamın biri, İ m a m Mâl .ik bin Enes (Radiyallahü
anhümâ) ’e : \s ^ <>-••>■ jM âyetindeki «İstiva»nm

nasıl olduğunu sordu. İmam hazretleri:
— İstivâ ( = oturmak, karar kılmak gibi) lügat mânaları bakı-
mından meçhul değildir. Âyetteki istivanın keyfiyeti akıl ile çözü­
lemez, ona iman etmek gerekir, onu soruşturmak bid’attır. Ben şe­
ni ancak sapık olarak görürüm diye cevap verdi ve meclisinden çı­
karılmasını emretti.
V e l i d b i n M ü s l i m demiştir k i: Ben İ m a m E v -
z â i ’ ye, S ü f y â n b i n Ü y e y n e ’ ye ve İ m a m M â l i k ' e
Allah'ın sıfatlarına ve Allah'ı görmeye dâir vârid olan bu hadisleri
sordum. Onlardan şu cevabı aldım : «Keyfiyetlerini düşünmeden on­
ları olduğu gibi ikrar ve kabul ediniz.»
Z ü h r i ’ de: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ancak
tebliğe memuldur. Biz de teslim ve kabule memuruz, demiştir. (93)
Cebbar8 İ b n - i A b b â s (Radiyallahü anh)’e göre azamet­
li ve yüce, demektir. Bâzılarma göre de, kulların hallerini ve ihtiyaç-
(92) Şûrâ sûresi, âyet 11
(93) Sindi. Sah. 45
358 SÜNEN-Î ÎBN-İ MÂCE

larını düzeltendir, demişlerdir. Bir de Cebbâr; dilediği her şeyi ya­


pan ve hiç bir kuvvet tarafından engellenemeyen, diye tarif edilmiş­
tir. Hangi şekilde tarif edilirse edilsin bu vasıf Allah’a mahsustur,
O’na lâyıktır. Kulun böyle bir vasıf taşımaya kalkışması, gülünçtür.
Mütekebbirs Azamet, ululuk, büyüklük sahibi öldüğünü açık-
lıyan, demektir. Bu hal kul için mezmumdur. Fakat her türlü ek­
siklikten münezzeh olan ve yücelik ile ululuğun bütün vasıflarına sa­
hip olan Allah Teâlâ için övgüye lâyıktır.

. « o'ÛJi Jl

. o U -l < jîijjl J

TERCE MES İ
199) ... En-Nevvâs(94) binSem ’ânEl-Kilâbî a«A)’denri­
( R a d i y a l l a h ü

vâyet edildiğinegörekendisi: BenR esûlullah )'den


( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m

şöyle buyururkenişittim, dem iştir:


«Her kalb ancak Rahman’m parmaklarından iki parmak arasın­
dadır. Eğer dilerse (hak üzerinde) durdurur ve şayet dilerse saptı­
rır.»
(Râvi en-Nevvâs devamla:) ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle duâ ederdi, (demiştir) :
«Ey kalbleri (dilediği üzerinde) sâbit kılan Allah! Kalblerimizi
dinin (olan İslâmiyet) üzerinde sâbit kıl.»
(Râvi bundan sonra da) Resûlullah şöyle buyurdu, demiştir.-
«Terazi Rahmân'm elindedir. Kıyâmet gününe kadar bazı ka­
vimleri yükseltir, diğer bir kısım kavimleri de alçaltır.»
N o t : Zevâid, bu hadisin isnadının sahih olduğunu belirtmiştir.

(94) Nevvâs : Sahâbî’dir. 17 hadisi vardır. Müslim 3 hadisini rivâyet etmiş­


tir, R âvileri: Ebû İdris el-Havlâni ve Cübeyr bin Nefîr’dir. (Hulasa, sah. 406)
Bab : 13 MUKADDİME 359

İ Z A H I
Hadiste geçen parmak, el ve terazi kelimeleri hakkında bundan
önceki 195 -198 nolu hadislerin izahında gerekli malûmatı verdim.
Burada tekrar edilmesine mahal yoktur. Kalbin hidayetten dalâlete
ve dalâletten hidayete döndürülmesinin Allah için çok basit olduğu­
nu ve îman hali olsun küfür hali olsun her an değişebildiğim belirt­
mek için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) «Kalb Rahmân’m
iki parmağı arasındadır» şeklindeki tabiri kullanmıştır. Mü’min ki­
şinin mağrur olmaması gereği hadisten anlaşılıyor. Hele Resül-i Ek­
rem’in en yüce mertebeyi ihraz ettiği halde kalbinin İslâmiyet üze­
rinde sâbit kılınması duâsına devam etmiş olması, kişinin mağrur
olmasının nasıl bir akılsızlık olduğunu açıkça gösteriyor. Allah cüm­
lemizi Resûl-i Ekrem’in yapmış olduğu duâ’nın şümulüne girenler­
den eylesin, âmin.

< i tir -ûc ti . tjCSSti ju«£ ( — T* *

3 4*1'tij ~ ) 3^5: ti^ • j \ I ilfejll \

frJ k & y i j ‘ j S j M t 4 *$ â \

. « tJıLi- ( 3^ )

. J\i* j i
TERCEMESİ
2
00) ... Ebû Saîd-i Hudrî d
en ,R esûlullah
( R a d i y a l l a h ü a n h ) ’ ( S a l l a l ­

l a h ü A l e y h i inşöylebuyurduğurivayet edilm
v e S e ü e m y iştir:
«Allah, şu ûç şeye şüphesiz yönelir, çok râzi olur sNamazda (teş­
kil edilen) saffa, geceleyin namaza duran adama ve cihâd eden kim­
seye.»
(Râvi dedi k i: Kanâatıma göre cihad eden kimse ile ilgili olarak)
Resûlullah «Ordunun arkasında (ötesinde...)» kaydını koştu.
N o t : Bunun senedinin söz götürür durumda olduğu Zevâid’de bildirilmiştir.

İZAHI
Hadîsin metninde geçen «Dıhk = gülmek» kelimesi daha önce
geçen hadislerin izahında belirttiğim gibi lügat mânasına olmayıp
yönülme ve rızâ ile yorumlanır. Hadis, mü’minlerin cemaatla namaz
360 SÜNEN-Î ÎBN-İ MÂCE

kılarken teşkil ve tanzim ettikleri saffın, gece namazına kalkmanın


ilâhi rizâ ve teveccühe vesile olduğunu belirtiyor. Bir de savaşta za­
fer kazanıldığı halde ordunun arkasında (yani ötesinde) hâlâ çar­
pışan mücahidin halinin de Allah Teâlâ’mn rızasına vesile olduğu
bildiriliyor. Râvi hadîsin metninde «Ordunun arkasında» kaydının
bulunduğunu kesinlikle hatırlamadığı için kanaatımca bu kayıt var­
dır, diyor. Şâyet bu kayıt varsa; mânası demin belirttiğim gibidir,
tik bakışta sanıldığı gibi savaş yapılırken ordunun arkasında kalıp
orada savaşmaya yeltenen demek değildir. Bilindiği gibi bu hal tak­
diri değil, tekdiri mûciptir.
Zevâid müellifi, bu hadisin isnâdının sıhhati husûsunda itiraz
olduğunu şöyle belirtiyor: Çünkü râvîlerden M û c â l i d ’ in rivâ­
yet ettiği hadislerin genellikle mahfuz olmadığı t b n - i A d i ta­
rafından ifade edilmiştir. Yine seneddeki râvîlerden A b d u l l a h
b i n İ s m a i l ’ in durumunun meçhul olduğu E b û H â t i m
ve Z e h e b î tarafından beyan edilmiştir.

T E R C E M E S İ

20 1
) ... G âbir binAbdillah ( 1 R a d i y a l l a h ü a n h ) ’d e n şöyle söylediği rivâ­
yetedilmiştir:
Resûlullah
( S a l l a l l a h ü hacm evsim
A l e y h i inde (M
v e ekke’ye çe­
S e l l e m ) ,

şitli yerlerdengelen) in
san
larak
endisin
i takdimederek:
«Beni kavmine götürecek kimse yok mu? Çünkü gerçekte Kureyş
beni, Rabbimin kelâmını tebliğ etmekten alıkoymak istediler», buyu­
rurdu

ÎZAHI
M e k k e müşriklerinin Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-
leml’e ve O’na iman edenlere revâ gördükleri eziyete ve îslâmiye-
tin yayılmasını engelleyici hareketlerine âit bilgiler cildleri doldurur.
Bab : 14 MUKADDİME 361

M e k k e müşriklerinin hakkı kabûl etmelerinden ümidini kesen


Resûl-i Ekrem, Hac münâsebetiyle etraftan gelen halkla görüşüyor,
Resûl olduğunu bildiriyor ve onları imana dâvet ediyordu. İslâmi-
yetin M e k k e ' d e gelişmesinin güçlüğünü de bilen Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) M e k k e ’ nin dışında müsâid bir
yerin temini ve bir kavmin yardımını sağlamak için hadiste belir­
tilen arzusunu açıklıyordu. Nihayet M e d i n e - i M ü n v v e r e ’-
den gelen mübârek zâtlar ile meşhur Akabe görüşmeleri başlamış
oluyor Bu görüşme isteği, görüşmelerin başlaması, safhaları ve ha­
yırlı sonucu Siyer kitaplarında izah edilmiştir. Burada izah edecek
değilim.
S i n d i diyor ki; hadis Allah’ın Mütekellim = konuşmacı vasfına
sahip olduğuna ve K u r ’ a n - ı K e r i m ’ in Allah'ın kelâmı ol­
duğuna delâlet eder, diyor.

t <jr t/ — T *T

y js . & ■■ M & J <m y • JS3» j . ‘ y • -uyatfl #


(''•J'''*' JI f* ’T-*•'*. * fc" » -(f . f"
< ‘ V* ^ I CAj11»jr* / * * ) ütifcj

T E R C E M E S İ

2 02
) ... Ebü’d-Derdâ’ rivâyet edildiğinegöreRe-
( R a d i y a l l a h ü a n k ) ’d e n

sûlullah ( S a l l a U a h û AllahTeâlâ’n
A l e y h im ;v e S e l l e m ) ,

•*î". • ' f * " * ıV "


J u~ ^ = *••• Her gün Allah yeni bir icadda-
dır.» (95) buyruğu hakkında şöyle buyurdu .•
«Bir günahı örtmesi, bir üzüntüyü gidermesi, bir kavmi yükselt­
mesi ve bir kavmi alçaltması O’nun (yeni yeni) icaölarmdandır.»
N o t : Zevâid yazarı bu hadisin isnadının hasen olduğunu söylemiştir.

İ Z A H I
Hadîste anılan âyetin iniş sebebi tefsir kitablarında şöyle anla­
tılıyor :

<95) Er-Bâhman sûresi, âyet 29


362 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

Yahûdller, Allah Teâlâ’nm C u m a r t e s i günü hiç bir emir


ve hüküm vermez olduğunu iddia ediyorlar idi. Âyet onların bu id­
dialarını red etmek üzere nâzil olmuştur.
Medârikü’t-Tenzîl tefsirinde nakledildiğine göre Resûl-i Ekrem,
bu âyeti bir ara okuyunca O n a: Allah’m her gün yaptığı yeni icad
nedir? diye sorulmuş, Resûlullah da bu hadisi buyurmuştur.
S ü f y â n î b n - i U y e y n e de: Bütün zaman Allah ya­
nında iki günden ibarettir. Dünyanın devam ettiği süre bir gün sa­
yılır, Diğer gün de âhiret günüdür. Dünya günü Allah Teâlâ’nın
Şe’nii =s icadı emir ve yasak kuralları koymak, halkı imtihan etmek,
ihyâ etmek, öldürmek, ikramda bulunmak, ikramım kısmaktır. Âhi-
retteki şe’n’i = icadı ise kullarını hesaba çekmek, cehennemlikleri
cezalandırmak, Cennetlik olanları mükâfatlandırmaktır, demiştir.
Tefsir kitablarınm bu âyet ile ilgili izahları uzundur. Biz bu kadarı
ile iktifa edelim.

14 — İYİ VEYA FENA ÇIĞIR AÇANLARIN


BEYANI BABIDIR

TER C E ME S Î
203 ) ... Cerîr (bin Abdillah) ( R a d i y a l l a h ü )'den rivâyet edildiğin
a n h e
göre Resûlullah( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) şöylebuyurdu, dem iştir:
«Kim iyi bir çığır açar da o çığıra gidilirse ona, açtığı çığırın se-
vâbı verileceği gibi o yolda gidenlerin sevâbuun bir misli de verile­
cek ve bu (adam), onların sevablanndan bir şey eksiltmiyecektir.
Bab : 14 MUKADDİME 383

Kim kötü bir çığır açarsa ona da, açtığı çığırın günahı yükletileceği
gibi o yolda gidenlerin günahlarının bir katı da yükletilecek ve bu
(adam), onlann günahlarını eksiltmiyecektir.»

yfr < f j S Juc <jr Jut C jJ t jS X ş . —T*i

D* k 5^* »3.C*J U 53 3^»

« ' j & Y j t ' V & ı * *£ & t&ı^» ^ 3& • jtTjî


, * .»• f, “ 2**" “ *> * .-• t " L *' , ,• î « A *S‘ ı| , . a.-* I " ^î»
14>^<ju.l» «4-t—41— '{ji X> ‘âi *

•* ^ u * 2*!. V$ ‘ *• tA "' t5^' A>İ1 j ‘ » j j j JSA-»

T E R C E M E S İ

204 ... Ebû Hüreyre ( R a d i y a l l a h ü a n h ) ’ den rivâyet edildiğine göre şöy­


le söylemiştir:
Bir (fakir) adamR esûlullah yanmagel­
( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) 'ı n

di. Resûlulahdaon ayardımetm ekü


zere (sahâblleri) teşviketti. Bununüze­
rinebir sahâbî:
— Benim yanımda şöyle şöyle mal vardır, dedi (ve o mallan ge­
tirip adama verdi.)
Râvi (Ebû Hüreyre) dedi k i: Bunun üzerine mecliste bulunan her­
kes az çok bir şeyler sadaka olarak adama verdi. Bundan hemen son­
ra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Kim hayırlı bir iş yaparak (örnek olur) ve halk tarafından o
hayırlı iş yapılırsa, ona yaptığı işin sevabı tam olarak verileceği gi­
bi o hayırlı işi yapan insanların sevapların (çeşitlerin) den de verile­
cek ve bu (adam), onlann sevablanndan bir şey eksiltmiyecektir.
Kim fena bir çığır açar da o çığırda gidilirse ona da açtığı çığırın
günahı tam olarak yükletileceği gibi o yolda gidenlerin günahların
(çeşitlerin) den de yükletilecek ve bu (adam ), onlann günahlamı-
dan bir şey eksiltmiyecektir.»
N o t : Zevâid'de bu hadisin isnadının sahih olduğu bildirilmiştir.
384 SÜNEN-l ÎBN-İ MÂCE

I J \ j ta L . J c 3 ' U Î_-» 1 . ( 5 J + S I > U [ Z j 'J e — T • o

Ca U 1 » QÜ 4*’ I i * â l J j i - j 't f - t d ö l» J ' t j j i y * « j i l ~ 1> a IL

k lj • y * u A * * '- V 5 •^"‘î ’ j Ij > I 3 * ^ ^ ‘ 3 ^ 4

. « \& L i { j* V j ‘ 4»Jİ { j » jja ~ \ İ^ a 4 j i î < (2^ ’* cSA* <J|


. ıwM ı* î

TERCEMESİ

2 05 ) ... Enes bin Mâlik ( R a d i y a l l a h ü denrivâyet edildiğin


a n h ) ' e göre
Resûlullah ( S a l l a t l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) şöyle buyurmuştur:
«Her hangi bir dâvetçi (insanları) dalâlete çağırır da ona uyu­
lursa şüphesiz, dâvetine icabetle ona uyanların günahlarının bir mis­
li kendisine verilecektir. Ve bu (adam), uyan insanların günahla­
rından bir şey eksiltmiyecektir. Her hangi bir dâvetçi (insanları)
hidâyete çağırır da ona uyulursa, uyan insanların sevablannın bir
misli şüphesiz oha verilecek ve bu (adam), uyanların sevablarından
bir şey eksiltmiyecektir.»
N o t : Bunun senedinin zayıf olduğu Zevâid’de bildirilmiştir.

ü*(s f-ü ) ü j£te-c L'.JjCsSl0Cİ*ı> j\LAûr - x*1


(i« ta cI| lcS [y İ s H § * â l djr-J »315 & *û *s
J ^ £

kS [y*j . d ö î v i '£1.1 J4 o f r

.« t d|i (ja ii V « CjTİ ^y* j h jrVl ^JÛ» <4^ L> (J|

T E R C E M E S İ

2
06) ... Ebû H üreyre Resûlullah ( R a d i y a l l a h ü a n h ) ’d e n ( S a l l a l l a h ü

A l e y h i v e inşöyle buyurduğurivâyet edilm


S e H e m ) ’ iştir:
«Kim, hidâyete çağrıda bulunursa kendisine uyanların sevabla-
nmn bir kata ona verilecek ve bu (adam) , uyanların sevablarından
bir şey eksiltmiyecektir. Kim de dalâlete dâvet ederse, kendisine tâ­
bi olanların günahlarının bir misli ona verilecek ve bu (adam) , tâbi
olanların günahlarından U r şey eksiltmiyecektir.»
Bab: 14 MUKADDİME 365

Cf ‘ d:’J jr“İ ^ Û; ll^Â? -— Y*V

^ Şfr< ;-£ ı ; 3 ^ ^ o t: ah iÇ i

jfc. !•■* -’ ' • " u** • •’ l* ' ■*-.' *,ı *' • . -«1 -«û -■'•**»

31 *^ *3 j j i ^ j î j j j A İ l z Û & ^ İ j u İ Ç_ 3 * « »

. Ijub: j l i y

TERCEMESİ

207) ... Ebû Cuhayfe (96) ( Radiyallahü anh)’Aen rivâyet edildiğine gö­
re, Resûlulah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kim iyi U r çığır açar ve kendisinden sonra o çığırda gidilirse
ona. kendisinin sevabı verileceği gibi, açtığı çığırda giden insanla­
rın sevablanndan hiç bir şey eksiltmeden o sevablarm bir katı da
verilecektir. Kim de kötü bir çığır açar ve kendisinden sonra
o çığırda gidilirse, ona kendisinin günahı yükletüeceği gibi, açtığı
yolda gidenlerin günahlarından hiç U r şey eksiltmeden o günahla­
rın U r misli de yükletilecektir.»
N o t : Bunun senedinin zayıf olduğu Zevâid’de bildirilmiştir.

Jr* . ü* ‘ £-*3 ^ i \ j C * jjı i U? . \ (jr J k j y \ — Y *A

şjL J| y .\ f^S £ B ğ H 3' 3^~j 3^ : 3^ i *X j*ıJ ' Crc « «3*

. « j 3r.> 3|j • lo l* < 4 j t»jV 4>*Lâ)l j V|


. | |f - fiil]**

TERCEMESİ

208) ... Ebû Hüreyre (Radiyallahü anh) den rivâyet edildiğine göre, Re­
sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sdlem) şöyle buyurmuştur :

(96) Ebû Cuhayfe Veheb bin Abdillah Es-Suvâi el-Kufl, Sahabîdir. Besûlul-
laf vefat ettiğinde henüz erginlik çağma- varmamış idi. 45 hadisi var. Buharî ve
Müslim iki hadisini müttefikan, yalnız Buharî İki ve yalnız Müslim 3 hadisini
almışlardır. R âvileri: Oğlu Avn ve Şâiri ile Ebû İshak ve başkalarıdır. Hicri
74 yılında vefat etmiştir. Kendisi Hz. Ali’nin seçkin arkadaşlarından idi. Hulâsa
Sah, 418
366 SÜNEN-Î ÎBN-İ MÂCE

«Her hangi bir şeye çağıran her dâvetçi kıyamet gönü durduru­
larak (dünyada) dâvet ettiği şeye olan çağrısını sürdürecektir. Yal­
nız tür adamı dâvet etmiş olsa bile kişinin durumu böyle olacaktır.»
N o t : Bunun senedinin zayıf olduğu Zevâid’de bildirilmiştir.

BU BABDAKt HADİSLERİN İZAHI

Bu babta geçen ilk beş hadisin sened ve metinleri ayn ise de mâ


nalan bir birini teyid eder mahiyettedir. Nitekim S i n d i şöyle diyor:
«Râvilerinden S a ’ d b i n S i n â n ’ m zayıflığı nedeni ile
(205 nolu) hadise âit senedin, keza râvi İ s r â i 1' in zayıflığı do-
layısı ile (207 nolu) hadisin senedinin zayıf olduğu, Zevâid'de bildi­
rilmiş ise de aynı mânayı ifade eden sahih hadisler, senedleri zayıf
olan hadislerin metinlerinin kuvvetli olduğuna delâlet ederler.»
M ü s l i m , «İlim» kitabının bir babında, buradaki 206 nolu ha­
disi yine E b û H ü r e y r e ’ den ve kısmen değişik bir sened ile
rivâyet etmiştir. Ayrıca râvi C e r i r b i n A b d i l l a h ’ tan ri­
vâyet ettiği hadîsin metni burada rivâyet edilen 203 nolu metinden
daha geniştir. Mâna bakımından da 203i, 204 ve 207 nolu hadislerin
metinlerini teyid ediyor.
Hadislerde geçen «İyi çığır ve «Kötü çığır»m. tesbit ve tayini
husuşundaki ölçü İslâmî esaslardır. Başka bir ölçü düşünülemez.
Şer-i Şerifin iyi saydığı şeyler iyi kabul edildiği gibi kötü sâydığı
şeyler de kötü kabul edilir.
M ü s 1 i m ’ in Şârihi N e v e v i : «Bu hadisler, iyi isleri ya
pıp güzel çığır açmanın müstehab olduğunu ye kötü işler ya­
pıp fena çığır açmanın da yasak ve haram olduğunu açıkça belirt­
mektedirler. Kezâ iyi bir çığır açan kimsenin, kıyâmet gününe ka­
dar o çığırda yürüyen bütün insanların kazanacakları sevabın bir
mislini alacağım ve kötü bir çığır açan kişinin de, kıyamet gününe
kadar o yolda giden bütün insanların boyladıkları günahların bir ka­
tını sırthyacağım sarahaten bildiriyor. Kezâ hidayete çağıran adam,
kendisine uyan insanların elde ettikleri sevabın bir mislini kazanır.
Dalâlete dâvet eden şahıs da, kendisine uyan insanların yüklendik­
leri günahların bir katım yüklenmiş olur. Kişinin kılavuzluk ettiği
hidayet veya dalâlet yolu ister daha Önce açılmış olsun ister ilk ola­
rak o kişi tarafından açılmış olsun farketmez. Kişi, ettiği kılavuzluk
dolayısı ile anılan büyük sevab veya büyük günah almış olur.
Hadîslerde bahsedilen çığır açma veya kılavuzluk etme mes’ele-
Bab: 14 MUKADDİME 367

si muayyen bir sahaya mahsus değildir. Bu durum iman, ibâdet,


ahlâk, eğitim, öğretim vesair alanlarda da olabilir», demiştir. (97)
208 nolu hadisin metninde «Her hangi bir şeye çağıran...» tabi­
rinin zâhirine göre; çağrılan yol iyi de olabilir fena da olabilir. Fa­
kat cümlenin son kısmı olan «Kıyamet günü durdurulacak...» tabi­
ri bu hadisin fena yola dâvet edenlere âit olduğuna işaret eder, ka-
naatmdayım. Çünkü kıyâmet günü durdurmak, tevkif etmek, hap­
setmek işlemi sorguya çekilenler hakkında uygulanır. Nitekim bu
hadîste durdurma mânasını ifade eden t-Âij fiilinin masdanndan
s*

alınma fiillerin kullanıldığı ve aşağıya meâlleri yazılı âyetler kâfir­


ler hakkındadır:

«Ve — onları — ateşin üzerinde durdurulup d a ; «Eyvah bize ne


olurdu bir geriye çevrilseydik ki, Rabbimizin âyetlerini tekzib etme­
seydik ve mü’minlerden olsaydık» dedikleri zaman bir görecek ol­
san.» (En’âm sûresi, âyet 27)
«Ve kâfir olanlar dediler k i» Elbette biz ne Kur’an'a inanırız ve
ne de O’nun önündekine. Eğer o zalimleri; Rablerinin huzurunda tev­
kif edilmiş oldukları zaman görecek olsan...» (Sebe’ sûresi, âyet 31)
«Ve o müşrikleri tevkif ediniz (durdurunuz). Şüphesiz onlar sor­
guya çekilecek kimselerdir.» (Saffât sûresi, âyet 24)
t ^ K >
Bu âyetlerde geçen : = durduruldular, Oy iy i y *
° * * f ■
= durdurulmuş olanlar. j-Â İ = onları durdurunuz» fiillerin ha

disde geçen = «durduruldu» fiili gibi j = «durdurmak»


masdanndan alınmadır.
S a f f ât sûresinin 24’üncü âyetinin açıklaması bahsinde Hâzin
tefsirinde T i r m i z i ’ den naklen bu hadis alınırken, T i r m i -
z i ’ nin E n e s ’ ten olan rivâyetine göre, Resûlullah’m, hadisi bu­
yurduktan sonra bu âyeti okuduğu da ifade ediliyor. Bu rivâyette
hadîsin, kötü yola çağıranlar hakkında olduğu görüşünü teyid eöi
yor. Mamafih hadisin iyi yola dâvet edenlere şümulü de muhtemel­
dir. Böyle olunca iyi yola dâvet eden kimselerin ise; bu yüce ve şe­
refli hizmetlerinden dolayı mahşer halkına tanıtılmaları ve ulvi ça­
lışmalarım temsil etmeleri maksadı ile durmalarına ve dâvetlerini

(97) Müslim’in.Nevevi şerhi, cild 12, sah. 79


368 SÜNEN-l ÎBN-1 MÂCE

tekrarlamalarına izin verilecek şeklinde hadisin yorumlanması akıl­


dan uzak değildir.
Kötü yola dâvet edenlerin durdurulmaları mahşerde olabildiği gi­
tti Cehennemde de olabilir. Ancak yukarıda belirttiğimiz T i r m i z
nin E n e s ' ten olan rivâyetine göre hadisin bitiminde Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) S a f f â t süresinin 24’üncü âyetini
okumuştur. Bu âyet mahşerdeki durdurmaya âit olduğuna göre ha­
disteki durdurma ile mahşerdeki durdurma kasdedilmiş olur.

cJL.1 Ji U*-^ ty t-A (\ e)

15 — İHMAL EDİLEN BİR SÜNNETİ İHYA EDENİN


BEYÂNI BÂBI

TE R C E ME S İ

209) Amr İbn-i Avf El-Müzenî (98) (Radiyallahü anh)’âen rivâyet edil­
diğine göre Resûlullah (Sa#a#aM Aleyhi ve Sellem) şöyle huyurmuştur:
«Kim benim bir sünnetimi ihyâ ederek insanların onunla amel et­
melerine vesile olursa, o insanların kazanacağı sevablardan hiç bir
şey eksiltmeden onların sevablarmm bir katını almış olacaktır. Kim
de bir bid’at icad ederek onunla amel edilmesine vesile (dursa, o
bid’at üe amel edenlerin yüklenecekleri günahlardan hiç bir şey ek­
siltmeden onların günahlarının bir katını yüklenmiş olacaktır.»

(98) Bu zat Bedir ehlindendir. Künyesi Ebû Abdillah’tır. Râvisi oğlu Ab-
dullah’dır. Hulâsa, sah. 292
Bab: 18 MUKADDİME 369

T E R C E M E S İ

2 10 ) ... Amr îbn-i Avf ( R a d i y a t t a h ü )'den rivâyet edildiğin


a n h e göre
Resûlullah( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) şöylebuyurmuştur:
«Kim benden sonra ihmal edilmiş olan bir sünnetimi ihyâ eder­
se, o sünnetle amel eden insanların sevablarmdan hiç bir şey eksilt­
meden onlann sevablannm bir mislini şüphesiz almış olacaktır. Kim
de Allah ve Resulünün râzi olmadıkları bir bid’atı icad ederse o bid’at
ile amel eden insanların günahlarından hiç bir şey eksiltmeden on­
lann günahlarının bir mislini yüklenmiş olacaktır.»

İKİ HADİSİN İZAHI

Lâfız bakımından bir birine çok benziyen bu hadislerin ifade


ettikleri mâna ve hüküm aynidir. Senedlerine gelince: İlk hadisin
senedinde E b û B e k i r b i n E b i Ş e y b e ve Z e y d b i n
E l - H u b â b , diğerin senedinde bunlara karşılık M u h a m m e d
b i n Y a h y â ve İ s m a i l b i n U v e y s bulunur. Sened-
lerdeki diğer râviler aynidir. Hadisin metninin kuvvetini belirtmek
için müellif iki senedi de zikretmiştir.
Hadîslerde geçen «SÜNNET»den maksad, S i n d i ve «Miftâhü’l-
Hâce»’de öaklen beyan edildiği gibi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)’in va’zetmiş olduğu hükümlerdir. Fitre, zekâtı gibi farz
ibâdetler ve bayram namazı, vakit namazlarını cemaatla kılmak, na­
maz dışında K u r ’ a n okumak, ilmi çalışma ve benzeri farz ol­

Sünen-i îbn-i Mâce — P 34


370 8ÜNEN-I ÎBN-İ MACE

mayan ibâdetler Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafın­


dan konulmuş hükümler oldu|ru için hepsi «SÜNNET»in şümulüne
giret. Şu halde hurdaki «SÜNNET» farz ve vâcib'in dışında kalan
ibâdet demek değildir.
Hadiste geçen «Sünnetin ihyâsı» Resûlullah tarafından konul­
muş olan hükümler ile amel etmek, bunları nefsinde tatbik etmek
ve insanların bu hükümlerle amel etmelerini gerçekleştirmek için ge­
rekli tahrik ve teşvikte bulunmak, demektir.
Metindeki «BİD’AT»dan maksad ise şer-i şerifin esaslarına aykı­
rı düşen söz, fiil ve hareketlerdir. Bid’at bu mânaya yorumlandığı
takdirde: «Allah ve Resulünün râzi olmadığı bid’at...» tâbiri bid’a-
tın takbihi için kullanılmıştır, denilir. Çünkü İslâmiyetin esaslarına
ters düşen bid’atlardan Allah ve Resûlünün râzi olduğu bir bid'at dü­
şünülemez.
Şayet Bid’at » İslâm! esaslara ters düşsün, düşmesin Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den sonra ihdâs. edilen şeydir, diye ta­
rif edilirse o zaman «Allah ve Resûlünün râzi olmadığı...» tabiri tak­
bih için değil, tahsis içindir. Yâni Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)’den sonra ihdas edilen bid’atlar arasında ilmi eserlerin ya­
zılması, okulların açılması gibi Allah ve Resûlünün râzi oldukları bir
çeşit bid’atm bulunduğuna hadis işaret etmiş olur.
«BİD’AT» ile ilgili geniş izahat 45 nolu hadisin açıklaması bah­
sinde verildi. Oraya mürâcaat edilebiilr.

M
t * .
jljîli ^»1 J.,kİ t-A (st)

16 — KUR’AN-I ÖĞRENEN VE ÖĞRETENİN FAZİLETİNİN


BEYÂNI BÂBI
Bab: 16 MUKADDİME 371

TERCEMESİ

211) ... Osman Un Affân (Radiyallahü anh)’den rivâyet edildiğine göre


Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
« (Şu’be’nin rivâyetine göre) Sizin en hayırlınız, (Süfyan’m rivâ­
yetine göre ise) sizin en faziletliniz Kur’an-ı öğrenen ve öğretendir.»

Iyc- <J*T‘j a ( j Adile <jLii» 12 . *£-^"3 ti*1 — TNT

y Û U ib ||j| *Âı' 0 jy -'j <3^: 3^ •ülic J jllit Jİfr ,j ı


.«dkjjiylrp^

TERCEMESİ

212) ... (Yine) Osman bin Affân (Radiyallahü anh)’den, Resûlullah (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem)’in :
«Sizin en faziletliniz Kur’an-ı öğrenen ve öğretendir» buyurdu­
ğu rivâyet edilmiştir.
^ « 4^ r"
• ^9 A I |l » i «» I . e. ...

( Âta*- dr 12 . jlf»*’ t; vijjaJI 12 . o ljj* <jf jAjl — YM*

jT ^ 'i p ^ » j g| «İl 3/-S ^ 1 5;;* ^ <p £ o*


, *1 .'ı ,,r ,
. <u * ^a*L. j a.»ü : Jli « dl ej

TERCEMESİ

213)... Sa’d bin Ebî Vakkas (Radiyallahü anh)’den, Resulûllah (Sallal­


lahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu dediği rivâyet edilmiştir:
«Sizin en hayırlılarınız Kur’an-ı öğrenenler ve öğretenlerdir.»
(Seneddeki bir râvi) dedi ki ve; (Bana hadisi rivâyet eden zat) eli­
mi tuttu ve beni bu oturduğum (Kur’an öğretme) mevkiine oturttu,
Kur’an okutuyorum.»
N o t : Bu hadisin isnadının zayıf olduğu Zevâid’de bildirilmiştir.

BU ÜÇ HADÎSİN İZAHI
Birinci hadisin senedindeki râvîlerden Y a h y â b i n S â i d
E l - K a t t a n , iki zattan rivâyette bulunmuştur: Ş u ’ b e 1den
372 SÜNKN-Î İBN-İ MÂCE

aldığı rivâyette hadisin metni: «Sizin en hayırlısınız...» diye başlar.


S ü f y a n ' dan aldığı rivâyette ise metin: «Sizin en faziletliniz...»
şeklinde başlar. Bu husus hadisin rivâyetinde belirtildiği için biz de
parentez içi ifadelerle durumu belirttik.
Son hadiste Resûluilah’m buyruğu bittikten sonraki sözün hangi
râviye ait olduğu belirtilmemiştir. Eldeki I b n - i M â c e h «Sü­
nen» nüshasının dip notunda M u h a m m e d F u a d A b d u l -
b a k i : Bu sözün râvi A s ı m b i n B e h d e l e ’ ye âit olması
umulur. Çünkü kendisi zamanının K u r ' a n okuyucularının ima­
mı idi. Fıkranın mânası da şöyle olur : M u s ’ a b b i n S a ' d
elimi tutup beni K u r ’ a n öğreticiliği mevküne oturttu» demiş­
tir.
B u h a r i «Fadâilü’l-Kur’an» kitabının 21’nci babında ilk iki metni
yine O s m a n b i n A f f â n (Badiyallahü anh)‘den rivâyet
etmiştir. Senedlerindeki râvilerine bir kısmı burdaki râvilerdir.
Hadisler K u r ' i n - 1 K e r i m ’ i öğrenmenin ve öğretme­
nin faziletini beyan ederek bu ulvî hizmeti ifa eden kimsenin en ha­
yırlı ve faziletli insanlardan olduğunu ifade ediyor. Çünkü böyle bir
mü'min hem kendi nefsini hem de başkalarını olgunlaştırıyor. Ken­
disi yararlanıyor, halkı da yararlandırıyor.

Bir soru hatıra gelebilir: Hadislerin zâhirine göre K u r ' a n


öğrenimi ve öğretimi ile iştigal edenler en hayırlı ve en faziletli in­
sanlardır. Bu duruma göre bunlar fıkıh ilminin öğrenim ve öğreti­
mi ile meşgul olanlardan daha mı üstündürler?

Cevab: Hayır. Fıkıhçı bir kimse Kurrâ’ olanlardan üstüı dür. Bu


hadislerdeki muhatablar Sahâbilerdir. Ashâb-ı kirâm ise fıkıhçı idi­
ler. Şu halde hadisten alman netice şudur: Fıkıh bilgisi yanında
kıraatla da iştigal eden kimseler daha hayırlı ve faziletlidirler. B u -
h a r i ’ nin şerhi K a s t a l â n i bu soru ve cevabı belirttikten sonra
şöyle sö.yler:
« K u r ’ a n öğrenmek ve öğretmekle meşgul olan kimse, cihad
eden veya cephede nöbet bekleyen veyâhut mârufu emredip münkeri
meneden kimseler gibi ağır ve tehlikeli yükler altına girenlerden üs­
tün mü? diye sorulsa buna cevaben denilecek k i: Bu hususta ölçü
yararlı olmaktır. Hangisi cemiyete daha çok yararlı olursa o daha
hayırlıdır. Diğer bir açıdan şunu da belirtelim ki kanaatımca hadis­
lerden kasdedilen mâna K u r ' a n - 1 öğrenmek ve öğretmekle meş­
gul olan kimsenin en hayırlı ve en faziletli insan olduğunu belirtmek
Bab : 16 MUKADDİME 373

değildir. Gâye böyle bir kimsenin en hayırlı ve en faziletli insanlar­


dan sayıldığım belirtmektir.
Hadisler K u r ’ a n öğretimini teşvik eder. î b n - i E b i
D â v u d ’ un rivâyetine göre S e v r i ' y e cihad ile K u r ’ a n
öğretiminden hangisinin daha sevab olduğu sorulduğunda, S e v r i ,
K u r ’ a n öğretimini tercih etmiştir.»

Cj[6 * d {£ ~ - * * " * İJ * J**** Cjf — X \ i


* * *
JC İ J'\ -t djjU.öf (jJ V ja I iib *y s < iç li

j 2*j . t - i i 1Jî> ' <£İ\ ^ J-S \ »

• UJ V j w J» jİ5^” <31^2)11^«3V

3*^11 Jİ* j .
ı£^\ ^ •3*^!^ ji^,25l I ^ i S I

• « Ö £ j V5 ^ £ £ • ı> ;v

T E R C E M E S İ

214) ... Ebû Mûsa el-Eş’ârî (Radiyallahü anhyûtn rivâyet edildiğine


göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:.
«Kur’an okumayı itiyad eden (ve onunla amel eden) mü’minin
durumu turunç (meyvesi) durumu gibidir. Tadı güzel, kokusu gü­
zeldir. Kur’an okumayı itiyad etmiyen (fakat onunla amel eden)
mü’minin hali de hurmanın haline benzer. Tadı güzel, fakat koku­
su yoktur. Kur’an okuyan münâfığm vaziyeti de reyhâne (fesleğen
otu)nun vaziyeti gibidir. Kokusu güzel fakat tadı acıdır. Kur’an oku­
mayan münâfığm hali de Ebû Cehil karpuzunun haline benzer, tadı
acı, kokusu da yoktur.»

ÎZAHI

B u h a r ı bu hadisi, bundan önceki hadislerle beraber «Fedâ-


ilü’l-Kur’ân» kitabının 21'inci babında zikretmiş, ayrıca «Tevhid» ki­
tabında da rivâyet etmiştir. M ü s l i m «Namaz» bahsinde, E b û
D â v u d Edeb bölümünde, T i r m i z î Emsal bahsinde ve
N e s â i de «Velime» bahsinde rivâyet etmişlerdir. Hadis, K u r ’ an
374 8ÜNEN-I İBN-t MÂCE

okumaya devam eden mü’minin faziletini beyan etmektedir. Hadisin


bir özelliği de Tâbiî olan K a t â d e ’ nin Sahâbîlerden E n e s b .
M â l i k ’ ten, O’nun da yine bir sahâbî olan E b û M û s a (Ra-
diyallahü anhüml'den rivâyet etmiş olmasıdır.
Hadîste iman, güzel tada benzetilmiştir. Çünkü iman derûni bir
hayırdır, herkes onun halavetini açıkça duymaz. Kur’an okuyuşu da
güzel kokuya benzetilmiştir. Çünkü Kur’an’ı işiten herkes faydala­
nır, onun güzelliklerini her işitici duyar.
Parentez içindeki amel etme kaydı B u h â r i ’ nin bir riva­
yetinden alınmıştır.

B.fcç S iPJ&i<î•A ü
' Jv l i U' 4 . i ‘ i ş i C f ‘ Ş & 3*

., &Jİj â $ . ifjstı £1 f . 3&!-f^ Iil i =$ « yûı«

T E R C E M E S İ

2
15) ... Enes bin Mâlik )’den R esûlullah
( R a d i y a t t a k ü a n h ( S a l l a l l a h ü

A l e y h i v e şöylebuyurdu, dediği rivâyet edilm


S e l l e m ) iştir:
«Şüphesiz insanlardan Allah’a yakın olanlar vardır.» Sahâbîler:
— Yâ Resûlallah! Allah’a yakın insanlar kimlerdir? diye sordu­
lar. Resululah:
«Onlar Kur’an ehli, Allah ehli ve Allah'ın has kullandır.» bu­
yurdu.
N o t : Zevâid’de hadisin İsnadının sahih olduğu bildirilmiştir.

İ Z A H I

Hadisin baş kısmı Allah’a yalanlık bakımından insanların ayni


derecede bulunmadıklanna ve bâzı kimselerin O’na yakın olduğuna
delâlet ediyor. Tabii bu yakınlık maddi değil, mânevidir. Bundan
maksad Allah’ın nzâsma, sevgisine, lütuf ve rahmetine yakınlıktır.
Sahâbîlerin sorusuna cevap olan hadisin son kısmı da Allaha ya­
kın olan zatların K u r ' a n ehli ve Allah ehli olduğu bildiriliyor.
K u r ’ a n ehlinden m urad: K u r ’ a n - ı K e r i m ’ i hıfzedip
Bab: 16 MUKADDİME 375

gece gündüz tilâvet eden ve onun hükümleri ile amel eden ihlâslı
mü’minlerdir. Allah ehlinden maksad ise: Allah Teâlâ’mn velîleri ve
has kullarıdır.

T E R C E M E S Î

216) ... Ali bin Ebî Tâlib (Radiyallahü a»A)’den rivâyet edildiğine göre
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Allah, Kur’an’ı okuyup hıfzeden kimseyi Cennet’e idhal eder ve
Cehennem'e kesinlikle müstahak olan ev halkından on kişi hakkın­
da şefâat etmesini kabul eder.»

ÎZAHI

Bu hadîs K u r ’ â n - ı K e r i m ’ i okuyup hıfzetmenin fazi­


letini beyân ediyor. Böyle bir mü’min’in Cennetle mükâfatlandın-
lacağı gibi onun aile efradından Cehennem azabına kesinlikle müs­
tahak olmuş olan on kişi için yapacağı şefaatin Allah tarafından ka­
bul buyurulacağım müjdeliyor. Ancak şu var ki; K u r ’ â n ' ı oku­
yup hıfzetmekle beraber onunla amel etmek,* emir ve yasaklarına
riâyet etmek şartı da hatırdan uzak tutulmamalıdır. Bu şart olma­
yınca, K u r ’ a n ’ ı okuyup hıfzetmek ile bu ve benzeri hadisler
ile va’d edilen mükâfatlara pek kavuşulamaz.
Hadisteki: «Cennet’e idhal eder» fıkrasından maksad Cehenne­
me girmeden Cennetlik kılmaktır. Aksi takdirde bilindiği gibi zerre
miktarı imanı olan herkes netice itibarı ile Cennet’e girecektir.
Metindeki: «Cehennem’e kesinlikle müstahak olan...» fıkrasın­
dan maksad da küfürden başka günahlar dolayısı ile Cehennem’e
müstahak olmak durumudur. Çünkü küfür üzerinde ölen kimseler
376 SÜNEN-1 tBN-İ MÂCE

için şefaatin kabulü ve Cehennem’den kurtarılmaları söz konusu de­


ğildir. Zira böylelerin ebedi olarak Cehennemde kalmaları ve onlar
için şefâatm kabul edilmiyeceği nasslar ile sâbittir.
«Miftâhü’l-Hâce» müellifi diyor k i: Bu hadis M u ’ t e z i l e ’ -
nın görüşünü reddeder. Çünkü onlara göre büyük bir günah
işliyen mükellef ebedî olarak Cehennemliktir. Ona şefâat da edile­
mez Şefaat yalnız derecelerin yükseltilmesi içindir.»

TEECEMEŞİ

21
7) ... EbûHüreyre ( R a d i y a l l a h ü )’denrivâyet edildiğin
a n h egöreRe­
sûlullah
( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) şöylebuyurmuştur:
«Kur’an’ı öğreniniz, (devamlı) okuyup (onunla amel ediniz) ve
uyuyunuz (dinleniniz). Çünkü Kur’an’m durumu ile onu öğrenip
hakkını ödemeye çalışan mü’min’in durumu için misk dolu tuluğun
durumuna benzer ki; misk’in kokusu her tarafa yayılır. Kur’an’ı öğ­
renip, içinde Kur’an bulunduğu halde uyuşup gaflete dalanın duru­
mu da içinde misk bulunup ağzı sıkıca bağlanmış olan tuluk gibidir.
(Misk'in kokusundan yararlanılmıyor.)»

İZAHI

Hadîsin ilk fıkrasında K u r ’ a n ’ m öğrenilmesi, okunması


emrediliyor. S i n d i diyor ki; okunmasından maksad devamlı okun­
ması ve onunla amel edilmesidir, öyle ya! Eğer kişi ayda bir veya
bir kaç ayda bir K u r ’ â n - ı K e r i m ’ i okusa buna K u r ’ a n
okuyucusu denmez. Diğer taraftan K u r ’ a n okumadan maksad,
onun emir ve nehiylerini imkân nisbetinde öğrenmeye çalışmak ve
K u r ' a n ’ m hükümleri ile amel etmektir. K u r ’ a n ’ ın hüküm­
Bab : 16 MUKADDİME 377

leri ile amel etmeyen, emir ve yasaklarına saygılı olmayan kişi on­
dan pek feyiz almış sayılır mı?
Bu fıkrada K u r ’ a n okuyucusunun dinlenmesi ve uyuması
da isteniyor. Şu halde K u r ’ a n ’ m hakkını ödeyen okuyucunun
gerekli uykusunu alması ve istirahatını sağlaması mes’uliyeti mucip
bir hâl değildir.
Hadîsin ikinci fıkrasında K u r ’ a n ’ ı öğrenip hakkını eda eden
yâni devamlı okuyarak onunla amel eden mü’min, içi misk dolu ve
ağzı açık tuluğa benzetiliyor. K u r ’ â n - ı K e r i m de tuluğun
içini dolduran misk’e benzetiliyor. İçi misk dolu ve ağzı açık tuluk­
tan güzel misk kokusu her tarafa yayıldığı gibi ruhu ve bedeni
K u r ’ a n - ı K e r i m ’ i okumak ve onunla amel etmekle süslen­
miş olan mü’minden de her tarafa nur ve feyiz yayılır.
Hadisin son fıkrasında da K u r ’ a n ’ ı öğrenip de devamlı
okumayan, onunla amel etmeyin, uyuşup kalan ve gaflet içine da­
lan kişi, içinde misk bulunan, fakat ağzı sıkıca b a ğ l a n m ı ş olan tulu­
ğa benzetiliyor. Onun öğrenmiş olduğu K u r ’ a n da tuluk içine
hapsedilmiş olan ve kokusundan faydalanılmayan misk’e benzetili­
yor. Bu misk’in kokusundan nasıl istifade edilmiyor ise böyle ada­
mın K u r ’ a n öğreniminden hattâ göğsündeki mahpus K u r ’ a n
bilgisinden istifade edilmiyor.

T E R C E M E S İ

218) ... Âm ir binVasile Ebî’t-Tufeyl ( R a d i y a l l a h ü an


A)’denşöyle de­
diği rivâyet edilmiştir:
378 SÜNEN-İ İBN-1 MÂCE

Nâfi’ binAbdii-Hâris Usfân(99) daÖm er binel-H at-


( R a d i y a l l a h ü a n h )

tâb rastladı. Osıralarda Ö


( R a d i y a l l a h ü a n h ) ’ a mer on
uM ekke vâlisi tâyin
etmişîdi. Öm er on
uUsfan’dagörün ceona:
— Mekke halkı başında, yerine kimi vekil bıraktın? diye sordu.
Nâfi’ «
— Onlann başında İbn-i Ebzâ’yı kendime vekil bıraktım, diye
cevap verdi. Bu kere Ömers
— İbn-i Ebzâ kimdir? diye sordu. Nâfi’ :
— İbn-i Ebzâ bizim mevâlî’mizdendir, dedi, Ömer s
— Sen Mekke halkının başında mevâlü’den birisini mi bıraktın?
diye sordu. Nâfi’ *
— O adam gerçekten Allah Teâlâ’nm kitabmı devamlı okur
(onunla amel eder), dînî farizaları bilir ve (hak ile) hükmeder, diye
cevap verdi. Öm er:
— Biliniz ki sizin Peygamberiniz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
şüphesiz şöyle buyurdu s
«Allah Teâlâ bu kitab (Kur’an’) la bâzı kavimleri yükseltir diğer
bâzı kavimleri de alçaltır.»

İ ZAHI

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu hadiste Kur'an’ı


okuyup onunla amel eden kavimlerin Allah'ın inayetine mazhar kı­
lınacaklarım ve yükseltileceklerini, K u r ' a n ’ a sırt çevirerek
onun hükümleri ile amel etmiyen kavimlerin Allah tarafından hakir
ve alçak kılınacaklarını bildiriyor. A r a b i s t a n yarım adası­
nın en önemli merkezlerinden birisi olan M e k k e ve dolayla­
rında yüzlerce köklü âile ve K u r eysfin eşrafı varken, âilesi,
mensup olduğu kabile ve memleketi çevresinde pek bilinmeyen hat­
tâ ismi dahi Halîfe H z . Ö m e r (Radiyallahü anh) tarafından
bilinmeyen bir şahıs M e k k e vâlisine vekâlet ediyor. Onun
K u r ’ a n ile amel ettiği, hak ile hüküm verdiği ve dini vecibelere
vâkıf olduğu Halife H z . Ö m e r ’ e anlatılınca bu göreve liya­
katli olduğu tasdik edilmek üzere Resûlullah’ın buyurduğu hadis-i şe­
rif Halife tarafından rivâyet ediliyor.
Evet K u r ’ a n ’ a iman ederek, şanım yücelten ve onunla

(99) Usfân : Mekke-Medine arasında ve Meke’ye 2 konak mesafede bir ye­


rin adıdır.
Bab: 16 MUKADDİME 379

amel eden insanların Allah indindeki mertebeleri yükseltilir. Aksi­


ne hareket edenler ise; Allah tarafından tahkir edilerek alçaltılırlar.
M ü s l i m ' d e bu hadisi «Fedailü'l-Kur’an» kitabının 15’inci bâ-
bında iki ayn sened ile rivâyet etmiştir. Senedlerdeki râvîlerin bir
kısmı burdaki râvilerdir.
Hadiste N â f i b i n A b d i ’ 1- H â r i s : « İ b n - i Ebzâ
bizim mevâlîmizden bir adamdır», demiştir.
Mevâlî; mevlâ’nın çoğuludur. Mevlâ Rab, sahib, dost, arkadaş,
ortak, komşu, köle sahibi, köle, azadlı köle, tâbi, andlaşmalı ve baş­
ka mânalara da gelir. Burada hangi mânada kullanıldığına dâir bir
açıklamaya rastlamadım. H z. Ö m e r ile Hz. N â f i ’ ara­
sında cereyan eden konuşma ve H z . Ö m e r ’ in Resûlullah’tan
mezkûr hadisi rivâyet etmesi î b n - i E b z â ’ ın N â f i ’ in âzad-
lı kölesi veya tabii yâhut da andlaşmalısı olduğu ve mevlâ’nın bu
mânalardan birisinde kullanıldığı ihtimaline kuvvet kazandırıyor.
Adı A b d u r r a h m a n olan İ b n - i E b z â , H u z â ’
kabilesine mensuptur. 12 hadisi vardır. E b û B e k i r , U b e y
b i n K â ’ b ve A m m â r ’ dan rivâyette bulunmuştur. Onun
râvileri ise oğlu S a i d ve Ş a ’ b î ’ dir. B u h a r İ , onun sa-
hâbl olduğunu söylemiştir. M ü s 1 i m ’ in şârihi N e v e v i de
aynı şeyi söylemiştir.
î b n - i E b i D â v u d ise onun tâbii olduğunu söylemiştir.
Allah cümlesinden ve bizden de râzi olsun. (100)
N a f i ’ b i n A b d i ’ l - H â r i s de H u z â ’ kabilesine
mensuptur. Sahâbidir. M ü s l i m onun bir hadisini rivâyet et­
miştir. Râvileri: E b û T u f a y l v e E b û S e l e m e ’ dir. (101)

(100) Hulâsa, sah. 223


(101) Hulâsa, sah. 399
380 SÜNEN-Î ÎBN-t MÂCE

~-r" ' ■»*'


. « o 3 «J i jî jf

i jü_3 Jfji ->iydr -it-»-;*._*».*><t ıi • Jr”** * ı£*^


■ ı5*x»Jîîl 1*4^ mJ
j * Jî$

T E R C E ME S İ

219) ... Ebû Zer(-i Gıfarî) (Radiyallahü anh)'den rivâyet edildiğine gö­
re Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle söylemiştir:
«Ey Ebâ Zer! Sabahleyin evinden çıkıp Kur’an’dan bir âyet öğ­
renmen senin için yüz rek’at nafile namaz kılmandan daha hayırlı­
dır. Yine sabahleyin evinden çıkıp mükellefin ameli ile ilgili olan
veya olmayan ilimden bir babı öğrenmen (senin için) bin rek’at na­
file namazdan daha hayırlıdır.»
N o t : El-Münzirİ hadisin isnadının hasen olduğunu söylemiştir. Zevâid ya­
zarı, seneddeki râvîlerden Abdullah bin Ziyâd ile Ali bin Zeyd’in zayıf oldukları
söylendiğine beyan ettikten sonra Tirmizî’nin tahriç ettiği iki şahid ile hadisin
takviye edildiğini belirtmiştir.

İ Z A H I
Hadîs K u r ’ a n ’ dan bir âyet öğrenmenin yüz rek'at nafile
namazdan daha çok sevab olduğunu, kezâ yârarh olan ilimden bir
babın öğrenilmesinden hâsıl olan sevabın bin rek’at nafile namazın
sevabından daha fazla olduğunu bildiriyor, öğrenilmesine çalışıla­
cak ilmin mükellefin fiillerine âit olması yâni fıkıh ilmi olması şart
değildir. İster amel'e ister akâid’e âit olsun farketmez. Sindi, hadîs­
te geçen ilmi bu şekilde amelî ve itikadî diye izah etmiştir. Benim
şahsî kanaatıma göre hadîste ilim kayıtsız olarak kullanıldığına gö­
re; bunu fıkıh ve akâid ilimlerine tahsis etmeye bir mecburiyet yok­
tur. İslâm kurallarının ölçülerine göre yararlı sayılan tüm ilimlere
hadisin teşmili mümkündür. Allah daha iyi bilir.

JJa» w t (w )
t

17 — ÂLİMLERİN FAZİLETİ VE İLİM TALEBİNE TEŞVİK BÂBI

‘ ‘ J * * 'i f ^ & 's**. ‘ \lsjjr — YY*


Bab : 17 MUKADDİME 381

? ; liı > 3, 3jiş 3 6 ,3 6 * ; X İ j j J y

T E R C E M E S İ

22
0 ... Ebû H üreyre (Radiyallahü ank)’den rivâyet edildiğine göre Re­
sûlullah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurm uştur:
«Allah (Teâlâ) kim hakkında (büyük veya her çeşit) hayır diler­
se ona İslâm dini hususunda fıkıh bilgisini verir.»

N o t : Bunun notunu almaya gerek görmedim. İzah kısmında buna değini­


lecektir.

£}*■ t J ^ <-* — TY ^
* " \
,*• I (j 6 ♦(».« *
£ ı_jJL>- tlU4*.,1f".* • '
ü** * 6 A»- A) 1îL
t 'lf- '*1"
(J »j~u.kA .*4i
’ -' *•
r jil * -'ib j: v ; } 36 *'1
«• ** *^ * ** *

- « cİ
• «4>Ü -A » 4 ( J jjk jj» Ase-rfS’ j ( j L » . ( jf \ « i j j 1 ( j

T E R C E M E S İ

221) ... Muâviye bin Ebi Süfyân (Radiyallahü anhümâ)’dan rivâyet


edildiğin
egöreR esûlullah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöylebuyurmuştur:
«Hayırlı şey bir alışkanlıktır. Şerli iş de bir düşmanlıktır. Allah
(Teâlâ) kim hakkında (büyük bir) hayır dilerse ona İslâm dini hu-
sûsunda fıkıh bilgisini verir.»

N o t : Zevâid’de şöyle denilmiştir : îbn-i Hibbân bu hadisi aynı metin ve


senedle Hişam bin Ammâr’dan kendi sahihinde rivâyet etmiştir.
382 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

İKİ HADÎSİN İZAHI

Hadîslerde geçen «FIKIH» kelimesi Arap dilinde anlamak, bil­


mek demektir. Din lisanında ise şeriat ilmine tahsis edilmiştir. Şer-i
şerife «FIKIH» adının verilmesinin sebebi ise şer’î hükümlerin bir ta­
kım kaideler, deliller, kıyaslar, derin ictihadlar ile ve büyük bir an­
layış kabiliyeti ile meydana çıkarılmasıdır.
K a s t a l â n l : «Hadiste, fıkıh kelimesinin lügat mânası ile
yorumlanması daha ,uygundur. Çünkü dini ilimlerin hepsine şâmil
olmuş olur. Aksi takdirde yalnız şeriat ilmine münhasır kalır», der.
S i n d i diyor k i: Din husûsundaki fıkıh bilgisi, kalbe Allah kor­
kusunu veren ve o korkunun etkisini kişinin dış organlarında göste­
ren öyle bir ilimdir ki; artık sahibi, kendi çevresini uyarmağa giri­
şir. T e v b e sûresinin mşâli aşağıya alman 122’nci âyeti buna işâ-
ret buyurur:
«Bununla beraber mü’minlerin hepsinin toplanıp birden savaşa
gitmeleri doğru değildir. Her kabileden büyük bir kısım savaşa çık­
malı. onlardan bir kısmı da, din husûsunda fıkıh bilgisini öğrenmek
ve kabileleri savaştan geri döndüğü zaman, onları Allah'ın azabı ile
korkutmak için geri kalmalıdır. Olur ki; Allah’ın azâbmdan sakı­
nırlar.»
D i r i m i ’ nin î m r a n ' dan rivâyet ettiğine göre kendisi
H a ş a n hazretlerine bir mes’ele ile ilgili olarak;
Yâ Ebâ Saîd! Fıkıhçılar böyle söylemiyorlar? deyince, Haşan:
— Vah vah! Sen şu ana kadar tek bir fıkıhçı gördün mü? Fı-
kıhçı, ancak dünyayı bırakan, âhirete gönül veren, dinî hususlarda
basiret sahibi olan ve Rabbine ibâdet, etmeye devam eden kimsedir,
dedi»
Hadislerde geçen Hayır ile büyük hayır veyâ hayırların hepsi
kasdedilirse fıkıh bilgisi olan kimsenin büyük hayra veya hayırla­
rın hepsine mazhar olduğu, fıkıh bilgisi olmıyan kimsenin bu bü­
yük hayırdan mahrum kaldığı veya hayırların hepsini alam adığı ifa­
de edilmiş olur.
İkinci hadîsin «Hayırlı şey bir alışkanlıktır...» fıkrası ile kas-
dedilen mânayı S i n d i şöyle açıklar:
«Yani sağlam bir iman ve muhkem bir takva üzerinde duran
mü’minin göğüsü hayırlı şeylere açılır, içtenlikle ve seve seve ha­
yırlı hizmetlere koşar, artık bu çalışma onun için bir âdet ve alış­
Bab: 17 MUKADDİME 383

kanlık hâline gelir. Fakat gönlü şerre ve kötülüklere açık değildir,


böyle şeyleri yapmak istemez. Ancak şeytan ve kötülüğü şiddetle
emredici olan nefsin amansız düşmanlığı neticesinde onun kalbine şer
girebilir.»
B u h a r î yukardaki fıkra hariç, hadisi, «İLİM» kitabının l l ’in-
ci ve «İ’tisâm» kitabının 10’uncu babında H z . M u â v i y e ’ den
rivâyet etmiştir. B u h a r ı ’ deki rivâyete göre H z . M u â v i y e
bu hadîsi bir hutbe esnasında rivâyet etmiştir. Oradaki metin uzun­
dur.
M ü s l i m de «Zekât» kitâbınm 33’üncü babmda rivâyet etmiş­
tir. Zevâid müellifi de, T i r m i z i ’ nin, birinci hadisi î b n - i A b ­
b â s ' tan rivâyet ettiğini ve î b n - i H i b b a n ’ ın da ikinci hadîsi
H i ş â m b i n A m m a r yplu ile rivâyette bulunduğunu ifade
etmiştir.
S i n d i ise şöyle söylemiştir:
N e s â î , ilk hadîsi Ş u a y b , Z ü h r î , E b û S e l e m e
ve E b û H ü r e y r e senedi ile rivâyet etmiştir. En sıhhatlisi
B u h a r î ve M ü s l i m ’ de olduğu gibi Z ü h r î ’ nin H u -
m a y d b i n A b d i r r a h m a n b i n A v f vâsıtası ile M u -
â v i y e ’ den yaptığı rivâyettir. î b n - i M a c e h ' i n E b û
H ü r e y r e ’ den olan rivâyeti zâhiren sahihtir. Fakat Z ü h r î ’ -
nin rivâyeti üzerinde ihtilâf edilmiştir.

* f •
. « J«\e 1

TERCEMESÎ

2 22) ... İbn-i Abbas ( R a d i y a l l a h ü a n h ü m rivâyet edildiğin


â ) 'A z n e göre
Resûlullah ( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) şöyle buyurmuştur:
«Şeytan’a bir fıkıhçı (yı aldatmak) bin âbid (i aldatmak) tan da­
ha zordur.»

İZAHI
Şeytan, fıkıh bilgisi olmıyan kimseleri sapıtırken pek zorluk çek-
miyebilir. O kimseler âbid de olsalar durum pek değişmez. Çünkü
384 SÜNEN-İ ÎBN-İ MÂCE

âbid adamın bütün gayreti nefsini şeytanın hilelerinden kurtarmak


ve korumaktır. Fıkıh bilgisi olmadığı için bazen bilmiyerek şeyta­
nın kurduğu tuzağa düşer ve şeytan uzun boylu bir zorluk ile kar­
şılaşmadan onu sapıtır. Fakat fıkıhçı adam, şeytanın oyunlarına ko­
lay kolay gelmez ve onun kurduğu tuzağa düşmez. Şeytan bâtıl şey­
leri ne kadar süslü ve parlak olarak ona göstermeye gayret ederse
etsin, fıkıhçı onun bâtıl olduğunu bilir, görüşüne aldanmaz. Bu se­
beple şeytan bir fıkıhçıyı hak yoldan saptırmak için çok zorluk çe­
ker. Fıkıhçı şahsen istikâmetini koruduğu gibi icabında onun irşadı
sayesinde nice mü’minler de şeytanın hilelerinden kendilerini kurta­
rır ve aldatmasından sakınırlar.
Hadis, ilmin faziletini açıkça beyân etmektedir.

T E R C E M E S İ

223) ... Kesir bin Kays (102) (Radiyallahü anh) ’den rivâyet edildiğine
görte şöyle söylemiştir:

Ben Dımışk (Şam)’m câmiihde Ebü’d-Derdâ (Radiyallahü anh) ’m ya­


nında oturuyordum. Bu esnada bir adam onun yanma gelerek:
Ey Ebe’d-Derdâ! Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Settem)’dtn rivâyet

(102) Bu zat Ebü’d-Derdâ'nm râvistdir. Onun râvisi de Dâvûd bin Cemil’dir,


îbn-i Hibbân onu sika saymıştır. Hulasa, sah. 320
Bab : 17 MUKADDİME 385

ettiğini haber aldığım bir hadisi (senden dinlemek) için ben Resûlullah (Sal-
lallahü Aleyhi ve Sellew )’in şehri olan Medine(-i Münevvere)den sana geldim,
dedi. Ebü’d-Derdâ ona:

Senin (Şam'a) gelişin ticaret için değil mi? diye sordu. Adam:
Hayır! diye cevap verdi. Ebü’d-Derdâ ona:
Senin gelişin bu hadisten başka hiç bir iş için de değil mi? diye
sordu. Adam:
Hayır! (Hadîsi dinlemekten başka bir iş için değil) dedi. Ebü’d-
Derdâ :
Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’den şüphesiz şöyle
buyururken işittim .-
«Kim bir yola ilim aramak üzere giderse Allah onun için Cen­
nete giden bir yolu kolaylaştırır ve şüphesiz melekler ilim öğrenci­
sinin rızasını istedikleri (veyâ) ondan râzi oldukları için kanadları-
m indirirler. Yine şüphesiz göktekiler ve yerdekiler, hattâ sudaki ba­
lıklar bile ilim talibi için istiğfâr ederler. Kezâ gerçekte âlim adamın
âbid kişiden üstünlüğü gök ayının diğer yıldızlardan üstünlüğü gi­
bidir. Muhakkak, âlimler peygamberlerin mirasçılarıdır. Şüphesiz
peygamberler ne altın ne de gümüşü miras bırakırlar. Peygamber­
ler miras olarak ancak ilim bırakırlar. Bu itibarla kim, peygamber­
lerin mirası olan ilmi elde ederse tam bir hisse almış olur.»

İZAHI

S i n d i diyor ki: Me d i n e - i M ü n v v e r e ’ den Ş a m ’ a


gelen adamın E b ü ' d - D e r d â (Radiyallahü anh)'den dinlemek
istediği hadisin bu hadis olması muhtemeldir. Şayet onun istediği
hadis bu değil ise, adamın bir hadis için bu kadar uzun yolculuk
zahmetine katlanması dolayısı ile E b ü ’ d - D e r d â (Radiyallahü
anh) bu hadis ile t>nu müjdelemiş ve bu nevi çalışmayı sürdürmeye
teşvik etmiş oluyor.
Hadiste geçen «Allah onun için Cennet'e giden bir yolu kolay­
laştırır», fıkrasından maksad, ya onun dünyada hayırlı işlere mu­
vaffak kılınmasıdır, yahut da âhirette bir zorluk çekmeden ve ko­
layca Cennet'e ithâl edilmesidir.

Sünen-i tbn-i Mftce — F .: 25


386 SÜNEN-t ÎBN-Î MÂCE

Hadisteki «... Melekler kanadlannı indirirler.» fıkrası da müte­


addit şekillerde yorumlanmıştır. S i n d i ve Miftahü’l-Hâce’de bu yo­
rumlar şöyle beyan edilmiştir:
1. Melekler kanadlannı ilim tâliblerinin yoluna indirip yere ge­
rerler ki. kanadlan tâlibler için âdeta yolluk olsun.
2. Melekler ilim tâliblerinin ilmi çalışmalarım izlemek için ka-
nadlanm indirirler ve uçmazlar.
3. Melekler, ilim öğrencilerini yüceltmek ve ilme karşı sevgile­
rini açıklamak için saygı ve tevâzu ifâdesi olarak kanadlannı indi­
rirler.
4. Melekler ilim öğrencilerini gölgelemek için kanadlannı in­
dirirler.
Metinde: Göktekiler ile yerdekilerin ilim tâlibleri için istiğfâr
ettikleri bildiriliyor. , îtmi çalışmanın faydası umiımî olup beşeriye­
tin hayır ve mutluluğunu hedef aldığı için Cenâb-i Allah’ın verdiği bir
ilham ile gökteki ve yerdekiler, ilmi çalışmalarına bir karşılık, büyük
memnuniyet ve teşekkürün ifâdesi olarak, tâlibler için istiğfar eder­
ler, bir hata işledikleri takdirde o hatadan dolayı tazib edilmemeleri
için Allah’a duâ ederler. İstiğfar: Günahın örtülmesini talep et­
mektir.

«Âlim’in âbid'e üstünlüğü gök ayının yıldızlara olan üstünlüğü


gibidir.» fıkrasına gelince, âlim’den maksad, zarûrî amelleri yapmak­
la beraber, zamanının çoğunu ilimle geçiren kimsedir. Âbid’den mak-
dar ise bilinmesi zarûri olan şeyleri bilmekle beraber, vaktinin ço­
ğunu ibâdetle dolduran kimsedir. Bunlann dışında kalan kimse­
lerin üstünlüğü pek söz konusu edilmez. Âlim, bilgisi ile çevresini
aydınlattığı ve topluma ışık tuttuğu için dünyamızı aydınlatan aya
benzetilmiştir. Âbid’in yaptığı ibâdet daha çok kendi şahsına yö­
nelik olup, ibâdeti ile çevresini ve toplumu aydınlatmadığı için ışı­
ğı ile dünyamızı pek aydınlatmayan yıldıza benzetilmiştir. S i n d i
diyor ki âlimin aya benzetilmesinde şu incelik -de vardir:

Ay’ın kendisinde ışık bulunmadığı ve ışığını güneşten aldığı gi­


bi âlimde görülen olgunluk nuru da saadet güneşi olan Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Selleml’den alınmadır. Çünkü dinî ilimlerin
’ tek kaynağı O’dur. Her ilim sâhibinin edindiği bilgi O’na dayanır.
Bab : 17 MUKADDİME 387

^ . j g i . 3 ' j & d -.i ü i 3 3 ^ - l - ■ 3 u * - rn

İl») i UlCÜl* » * *İB^ tir ttJİ(j* t t^jwtj


’ JUİe
• "V J S * -/ 3 ^ -' J j e t Al f t j . ^Ja^y.’T' J ç
^J tü j]i t ç.£ * ı_>k>r*^ 3 ^ ^ * 0^-1— ' O* \jP <>■t-,*wtjrl i t^fl.tttlg * Jal

oJuJuıjt*^ • 1t ist-^T ö[-5 • i I_ fi,<««^ 4i^ I 3^** 1 Jt^“l iJt£ ^*jjp^3^aj AÜİ V 'j

l i j,W j w » - <! o ij J U . JU r ) * } * ( j —i-t * i ' - > ^ >3j * û * iS j j ti-ji-t t i* î 1$ jlt <j[Jl Jhç-

. " J » _ j« J t (ilaVt . *j * t j Ç l * " J i J

T E R C E M E S İ

224) ... Enes bin Mâlik ( Radiyallahü anh)'den, rivâyet edildiğine göre
Resûlullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«İlim aramak her müslüman üzerine farzdır. Ehil olmayan in­


sanların yanma ilim bırakan kimse, domuzların boynuna cevher, in­
ci ve altın gerdanlık takan adama benzer.»
N o t : Zevâid yazan, hadisin senedindeki râvîlerden Hafs bin Süleyman’ın
zayıflığı nedeni ile isnadın zayıf olduğunu bildirmiştir. İmam Suyütî: «Müslim'in
Şârihi Muhyiddin en-Nevevi’ye bu hadisin durumu sorulmuş, İmam Nevevi: Bu
hadis sened bakımından zayıf ve mâna bakımından sahihtir» diye cevap vermiş­
tir. Nevevî’nin tilmizi Cemâlü’d-Dîn el-Mizzi de : Bu hadis Hasen mertebesine
ulaşacak kadar yollarla rivâyet ediimiş, demiştir. Hakikaten dediği gibidir. Çün­
kü ben bu hadise ait 50 rivayet gördüm ve bü rivayetleri bir fasikülde topladım,
demiştir.

İZAHI

Hadîste aranmasının farz olduğu bildirilen ilim ve hangi bilgile­


rin kasdedildiği yolunda mütaaddit yorumlar yapılmıştır. Çünkü
bu kelime ile bütün ilimlerin kasdedilmediği malumdur. Zira kişi­
nin her ilim dalına çalışması mümkün değildir. Farz olan bir şeyi
yapmamak İse azabı mucip bir haramdır. Dolayısıyla bu takdirde
bütün mü’m inler fa rz olan bir ibâdeti terk etmekle haram işlemiş
cayılırlar ve hepsinin azaba müstahak olması neticesi çıkmış oluyor.
Allah Teâlâ kullarına takatlan dışında bir yükümlük ve teklif ver­
mediğine göre bu mânada ilim aram a m ükellefiyetini verm ediği an­
laşılıyor. Bu sebeple Islâm, âlim leri buradaki ilim ile ne kasdedildi-
388 SÜNEN-Î İBN-İ MÂCE

ği hususunda çşitli yorumlarda bulunmuşlardır. Sindi bu yo­


rumları şöyle naklediyor:
A b d u l l a h I b ü n ü ’ l - M ü b â r e k ’ ten bu hadîsin açık­
lamasını istemişler. Kendisi: Hadisin mânası halkm sandığı gibi
değildir. Maksad şudur:. Kişinin dini bir mes’ele hakkında müşki-
lâ t.ı olduğu zaman bunu hâl etmek için soruşturması ve öğrenmesi
farzdır, demiştir.
B e y z a v i de: Buradaki ilimden murad, kâinatın yaratıcısı­
nı tanımak, O’nun birliğini ve Resûlullah’m peygamberliğini bilmek
ve namazın nasıl ve ne gibi hükümler çerçevesinde kılınacağına dâir
bilgilerdir, demiştir.
S e v r i ise: Bu ilimden maksad; Bilmemesi halinde kulun ma­
zur sayılmadığı bilgilerdir’ demiştir.

B e y h u k i de: Erginlik çağma varıp akıllı olan kişinin nor­


mal olarak bilmesi beklenen "ve bilmemesi düşünülemeyen genel di­
nî bilgiler burada kasdedilmiş olabilir. Yahut da faydalı olan ve ih­
tiyaç duyulan ilimlerin hepsi kasdedilmiş olabilir. Her ilim dalında
müslümanlann ihtiyacım karşılıyabilecek bir kadro temini ve farz-ı
kifâyehin ifâsının sağlanması f sorumluluğu bu hadiste bütün müs-
lümanlara veriliyor. Herkes bu raes’ûliyet altındadır. Ancak işâret
edilen kadro ve hizmetlerin ifâsı sağlanınca diğerlerinden farziyet
ve sorumluluk kalkmış olur, demiştir.

Bâzı âlimler; helâl nzık talebi herkese farz olduğu için helâl
ve haramı öğrenmek burada farz kılınmış, diye yorumlarken, bâzı-
lan da: İslâmın şartlan ile ilgili bilgiler, şeklinde yorum yapmış­
tır. Bir kısmı da burada akâid ilminin murad olduğunu söylemiş­
tir.

Ilım ile bâtın ilmi kasdedilmiş, diyenler de vardır. Çünkü bâtın


ilmi ile kulun imam kuvvetlenir. Bu ilim, sâlihler, velîler ve Allah'a
yakın kullarla iş birliği yapmak, onlann sohbetlerinde bulunmak ve
sıkı temas yapmakla kazanılır.

Hadisteki: «Her müslümana...» tâbirinden maksad, çocuk ve de­


li olmıyan mükelleflerdir. Mükellef, erkek olabildiği gibi kadın da
olabilir. S e h â v i demiştir k i: Bâzı musannifler hadisin sonu­
na «Müslime = müslüman kadın» kelimesini eklemişler, bu ilâve mâ­
na yönünden sahih ise de hadisin hiç bir rivâyetinde bu ek yoktur.
Hadîsin: «Ehil olmıyan insanların...» fıkrası hakkında T ı y b i
B a b : 17 MUKADDİME 389

şöyle demiştir: Bu fıkra her müslümanın kendisine göre bir kabili­


yeti bulunduğunu ve ilmin gerektirdiği özel kabiliyette olan ehil raü'-
minlerin bulunduğunu bildiriyor. Bu kabiliyeti taşımıyan insanlara
ilim aktarmaya çalışmak en âdi hayvanı en kıymetli mücevheratla
süslemeye kalkışmaya benzetilmiş ve böyle davranışlardan nefret et­
tirilmiştir. Bir taraftan ilim talebi farz kılınırken diğer taraftan eh­
liyet ve kabiliyeti olmıyana ilim vermenin abesle iştigal olduğu be­
lirtildiğine göre hadis şu yola rehberlik ediyor:
Müslümanlar lüzumlu olan genel dinî bilgiyi kazandıktan sonra
herkes seviyesine uygun ve kabiliyeti ile mütenasip sahaya yönel­
melidir. Eğitimci ve öğretimci olan âlimler de öğrencilerini kabili­
yetlerine göre branşlara ve işlere ayırmalıdır.

TERCEMESİ

225) ... Ebû Hüreyre (Radiyallahü ank)'ı\en rivâyet edildiğine göre Re-
sûiulah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

«Kim bir müslümandan dünya kederlerinden bir keder giderir­


se AUall ondan âhiret günü kederlerinden bir keder giderecektir. Kim
de bir müslümanı örterse Allah onu dünyâ ve âhirette örtecektir. Ve
kim bir fakir borçluya kolaylık gösterirse, Allah ona dünyada ve
âhirette kolaylık gösterecektir. Kul, (din) kardeşinin yardımında ol­
duğu müddetçe Allah da onun yardımcısıdır. Kim bir yola giderek
390 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

;Onda ilim ararsa, bu çalışması sebebi ile Allah ona Cennet’e giden
bir yola kolaylaştıracaktır. Allah'ın evlerinden birisinde toplanıp
Kur'an okuyarak onu birbirlerine öğreten her cemaatı melekler zi­
yaret eder, onların etrafında dönerler, o toplumun üzerine iç huzu­
ru ve rahatı iner, ilahi rahmet onları kaplar, katında bulunan me-
ekler yanında Allah onları (övgü) ile) anar. Ameli yüzünden geri
kalan bir kimse nesebi (nin şerefi) ile sür’at alamaz.»

İZAHI
Hadisin: «Kim bir•müslümanı örterse...» fıkrasındaki örtmek
ile muhtaç bir kimseyi giydirmek mânası kasdedilmiş olabilir. Kişi­
nin kusur ve günah işlediğini görüp bunu gizlemek ve aybını ört­
mek şeklinde yorum yapılmıştır. Miftâhü’l-Hâçe’de beyân edildi:
ğine göre; kimseye zararı dokunmayan ve kötü 'bir örnek du­
rum arzetmeyen kişinin bir aybını gizlemek ve anlatmamak men-
duptur. Fakat bozgunculuk ve başkalarına eziyet etmekle tanınan
veyâ kötü bir örnek olan veyâhut da işlediği, hatâyı tekrarlamak du­
rumunda olan kişinin aybını örtmek şöyle dursun, ona karşı çıkmak,
hâlini yetkili makamlara intikal ettirmek ve kötülüğü bertaraf etmek
için mücadele etmek vâcibtir. Keza hadis râvîlerinin, şâhidlerin ve
devlet malına bakan memurların bilinen kusurlarını ve eksiklikle­
rini açıklamak da vâcibtir.
Hadisin: «Kim fakir borçluya kolaylık gösterirse...» fıkrasında­
ki kolaylıktan maksad, borcunu kısmen veya tamamen bağışlamak
veyahut vâdesini uzatmak gibi ödeme kolaylığını göstermektir.
Hadiste öngörülen yardımcılık işi maddi veya mânevi bir yarar
sağlamak şeklinde olabildiği gibi, bu alanlardaki her hangi bir za­
rarın defi yönünde de olabilir.
Hadisteki: «Allah’ın evlerinden birisinde...» fıkrayı açıklayan
T ı y b i : Allah’ın evlerinden maksad, müslümanlar tarafından Al­
lah’a ,yaklaşmak niyeti ile hazırlanan camiler, mescidler, medrese­
ler, tekkeler ve benzer! yerlerdir, demiştir.
Hadiste bahis konusu edilen K u r ’ â n - ı K e r i m î tedris
etmek; K u r ’ a n ile ilgili her çeşit öğrenim, öğretim, tefsir ve
K u r ’ a n ’ m mâna ve incelikleri ile alâkalı bilgi alış verişlerin
hepsine şâmildir, diye yorumlanmıştır.
Hadisin son fıkrası olan «Ameli yüzünden geri kalan...» cüm­
leleri iki şekilde yorumlanmıştır:
B a b : 17 MUKADDİME 391

1. Salih amel işlemek hususundaki ihmal ve kusurları yüzün­


den Allah'a karşı kulluk görevi bakımından geri kalan kişinin şe­
refli bir aileye mensup olması âhirette ona hiç bir yarar sağlamıya-
caktır.
2. Kişi, ailesinin şerefi ve aşiretinin genişliği ile Allah'a yakla-
şamaz. O'na yaklaşmak ancak sâlih amel ile mümkündür. Bu yol­
da Allah’a yaklaşmıyan kul, nesebinin şerefi ile O’na yaklaşamaz.

•• ^ * ti—

TE R C E ME S İ

226) ... Zirr binHubeyş ( R a d i y a l l a h ü a n h ) ’d e n şöyled


ediği rivâyetedil­
m
iştir:
Ben Safvân bin Assâl el-Mürftdl’nin yanma uğradım. Kendisi
bana -.
Ne maksatla geldin? diye (geliş sebebini sordu.) Ben:
İlmi yayarım (veya tahsil ederim, dedim. Safvân bunun üzerine:
Şüphesiz ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den şu­
nu buyururken işittim.-
«İlim talebi uğrunda evinden çıkan herkesin (mü’minin) bu dav
ranışmdan melekler rıza ve hoşnutluklarım açıklamak üzere kanad-
lannı onun için indirirler.»
N o t: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun râvileri sika zatlardır. Ancak
râvi Ebi'n Necûd’un hâfızası son zamanlarında karışmıştı.

İZAHI
Hadisin metninde bulunan i cümlesi iki şekilde açık­
lanmıştır. S i n d i bu cümleyi «Ben ilim taleb ederim, âlimlerin
392 SÜNEN-İ İBN-Î MÂCE

kalblerinden çıkartıp kendi kalbime yerleştiririm» diye açıklamıştır.


Bu arada î m a m S u y u t i ’ nin «Nihâye» müellifine uyarak
cümleyi şöyle açıkladığım beyân etmiştir: «Ben ilmi açıklıyarak halk
arasında yayarım.» S i n d i daha sonra: Bu ikinci yorumun zâhi-
rine göre Z i r r halka ilim öğretmek için evinden çıkmış oluyor.
Halbuki bu mâna Resûlullah’a âit olan hadisin son kısmına pek uy­
gun olmuyor. Çünkü hadis ilim öğretmek değil de öğrenmek için
evinden çıkan kimsenin faziletini beyân buyuruyor.
«Meleklerin kanadlannı İndirmeleri» tâbirinin yorumu hakkın­
da 223 noiu hadisin izahı bahsinde gerekli açıklamayı yaptım.
Zevâid’de, hadisin isnadındaki râvilerin sika oldukları, ancak
 s i m b i n E b i ' n - N e c û d ' u n hafızasının son zamanların­
da zayıfladığı bildiriliyor. S i n d i bu mâlumatı verdikten sonra hadi­
sin E b ü ’ d - D e r d â tarafından da rivâyet edildiğini hatırlatı­
yor (223 noiu hadis)

. ^4*4 J » y j J p ! J u lijl J

TE R C E ME S I

227) ... Ebû Hüreyre ( Radiyallahü anh)'ûtn: Ben Resûlullah ( Salla!-


lakü Aleyhi ve Settemydetı şöyle buyururken işittim :

«Hayırlı bir şeyi öğrenmek veya öğretmekten başka hiç bir mak-

Safvân b. Assâl (R .A .)’m Hâl Tercemesi

Rftvi Safvân bin Assâl el-Müradi el-Cemel! Resûlullah (S.A.V.) ile beraber
12 savaşa katılmıştır. 20 hadisi vardır. Abdullah İbn-i Mes’ûd gribi yüce âlim ve Zirr
bin Hubeyş kendisinden hadis rivayetinde bulunmuşlardır. (Hulâsa, 174) Allah on­
lardan ve bizden râzi olsun.
Bab : 17 MUKADDİME 393

sadı olmıyarak benim mescidime gelen kimse, Allah yolunda sava­


şan mücâhid’in mertebesindedir. Bundan başka bir niyetle (mesci­
dime) gelen kimse de başkasına âit eşyaya bakan adam durumun­
dadır.»
N o t : Bunun senedinin, Müslim’in şartı üzerine sahih olduğu Zevâid'de bil­
dirilmiştir.

tZ A H I

Hadiste bahis konusu edilen mescid, M e d i n e - i M ü n e v -


v e r e ’ deki M e s c i d - i N e b e v i ’ dir. S i n d i : Hadiste bu
mescidin tahsisinin sebebi ya belirtilen faziletin buraya mahsus ol­
masıdır, yâhut da hadîsin buyurulduğu esnadaki konuşma bu mes­
cide âit olduğu için böyle buyurulmuş olup diğer mescidlerin hükmü
de böyledir, diyor.
Yine S i n d i diyor k i: Hadisin konusu namaz için gelenlerin
dışında kalanlara âittir. Çünkü mescidlerin kuruluşunun asıl gayesi
namazdır. İlim öğrenimi ve öğretimi ile meşgul olmanın cihada ben­
zetilmesi sebebi ise ilmi çalışmada, dinin ihyası, şeytanın yenilgiye
uğratılması, nefsin sıkıntıya düşürülmesi ve şehvani arzuların kırıl­
ması gayreti mevcuttur. Bu nedenledir ki; T e v b e sûresinin
122’nci âyetinde belirtildiği gibi bir cemâatin ilniî çalışmayı sürdür­
mek için savaştan geri kalmaları İslâmî bir emir mahiyetini arze-
der
Namazın dışında kalan maksadlar arasında ilmi çalışma için
mescidlere ve benzerî yerlere gidenlerin sevabı belirtildikten sonra
hadisin son fıkrasında başka maksadlarla bu kutsal yerlere gidenler,
başka şahıslara âit eşyaya bakıp duran kişiye benzetiliyor. Yani
çarşıya gidip her hangi bir alış - veriş yapmayıp sırf mağazalarda ve
pazarda bulunan ticâret eşyâsma bakmakla yetinen kimse nasıl bir
kazanç sağlamıyorsa, camilere başka maksadlarla giden kişi de bir
fayda elde edemez. Hadis gerek Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) mescidi ve gerekse şâir mescidlerin ilim alışveriş yerleri ol­
duğunu, din eğitim ve öğretimi yönünden de mâbedlerden istifâde
edilmesinin uygunluğunu belirtiyor.
Zevâid, hadisin, M ü s 1 i m ’ in şartı üzerine sahih olduğunu
bildirmiştir.
394 SÜNEN-İ ÎBN-Î MÂCE

i j l at jCs£ Uf. JU. <> Uf. Or — TtA

'^JLSs. » *â<0 j 3^ : 3k t Â^Uij^^c <^^*1 ,y ‘ Â-V.

(J* <J^5 ^ *r4 <■£-! ® £V. • iA A . ûl ^-t:

.4 Jd \ jc . J ^ - V j . > v y ^ Q*l» 36 J?. U * İ * fÇj/l

. Uuû Jf <J»jr «Lf. ci?İ>JU—^jj î jfljjl (_j

TER C E ME S İ

228) ... Ebû Ümâme ( Radiyallahü a * A )’den Resûlullah (Sallallahü Aley­


hi ve Sellem) şöyle buyurdu, dediği rivâyet edilmiştir:

«Bu (din) ilmi yok edilmeden önce ona sarılmak, üzerinize borç­
tur. (Din) ilminin yok edilmesi, onun kaldırılmasıdır, (âlimlerin ölüp
tükenmesidir.) Resûlullah bu arada elinin orta parmağı İle şahâdet
parmağını şöylece birleştirdi. Sonra buyurdu kİ t Âlim ve öğrenci­
si sevapta ortaklardır. Şâir insanlarda (bu) hayır yoktur.»
N o t : Hadisin râvilerinden Ali bin Yezld’ln zayıflığı Cumhur tarafından be­
yân edildiği için.işnadm zayıf olduğu Zevâid’de bildirilmiştir.

İ ZAHI
Hadis din ilmini yaşatmanın, kollayıp gözetmenin ve ona sahip
çıkıp geliştirilmesine çalışmanın müslüman için kutsal bir borç ol­
duğunu ve âlimlerin ölüp yerlerinin boş kalması sûretiyle din ilmi­
nin ortadan kaldırılmış olacağını.bildirmektedir. Bu acı haberi verir­
ken Resûiullah’m orta ve şahâdet parmaklarını toplayıp birleştirine*-
si, iki parmağın bir birine yakınlığı gibi onun zamanı He ilmin kal­
dırılacağı zamanın yekdiğerine yakınlığına işaret için olabilir. Yâ-
hut Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) parmaklarını havaya
kaldırarak semâya işaretle ilmin şöyle kaldırılacağını belirtmek iste­
miş olabilir.
Hadisin son fıkrasında: »Âlim ve öğrencisinden başka insanlar­
da hayır yoktur», tâbiri ile şuna işâret edilmiştir: Fıkıh bilgisi olma­
yan ve bu bilgiyi aramıyan kimseler fıkıh âlimleri ve öğrencileri için
va’dedılen hayırlardan mahrumdurlar. Bu muazam hayır ve sevab-
tan mahrum kalan kimselerde artık hayır, yok denilebilir kadar az­
dır.
Bab: 17 MUKADDİME 395

* ı {f)\ Jutj j j b . .Jlumİ «iU-l : j»ljjJI jj.

T ER C E ME S I

229) ... Abdullah bin Am r ( Radiyallahü anhümâ)'dan şöyle söylediği


rivâyet edilmiştir:

Resûlullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir gün odalarından Dirisinden


.çıkıp mesdd’e girdi. B u esnada iki halka (şeklinde oturmuş iki cemaat) ile
karşılaştı. Bunlardan bir halka K ur’an okuyor ve Allah'a dua ediyordu. D i­
ğer halka da ilim öğreniyor ve öğretiyorlardı. Bunun üzerine Peygamber (Sal-
lallakü Aleyhi ve Sellem) :
«(Bunların) hepsi hayır fizerindedirler. Şunlar Kur’an okuyor­
lar ve Allah’a duâ ediyorlar. Eğer Allah dilerse onlara (isteklerini)
verir ve dilerse vermez. (Diğer cemaata işaretle) bunlar da (ilim)
öğreniyorlar ve öğretiyorlar. Ben de ancak öğretici olarak gönderil­
dim» buyurdu ve hemen bunların yanma oturdu.
N o t : Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bu sened zayıftır. Çünkü râvilerden Dâ­
vûd, Bekir ve Abdurrahman zayıflardır.

İZAHI

Hadisin ilk fıkrası gerek K u r ’ â n okumak ve duâ et­


mekle meşgul olanların ve gerekse ilim öğrenimi ve öğretimi
yapanların hayır üzerinde olduklarını belirtiyor. Bunu takip
eden cümlelerde ise K u r ’ â n okumak ve duâ etmekle işti­
gal edönlerin Allah’tan dilediklerine kavuşmalarının malûm ve
kesin olmadığı ifâde ediliyor. Zaten bilindiği gibi Allah diledi­
ğini yapar, hiç bir şeyi yapmaya mecbur değildir. İradesi ne­
396 SÜNEN-l İBN-I MÂCE

ye taallûk ederse o olur. Hadiste K u r ’ a n okuyan ve duâ edenler


rin, matlubuna erişip erişmemeleri Allah’ın dilemesi kaydına bağla­
nıyor. İlimle meşgul olanlara âit fıkrada ise bunların dilediklerinin
yerine getirilip getirilmiyeceği hususuna temas edilmemiştir. S i n d i
diyor ki: Bu hususa temas edilmemesi, ilim ehlinin dileklerinin Al­
lah tarafından kabul edilmesinin muhakkak gibi olduğuna işarettir.
Dolayisı ile hayırlı olan bu iki hizmet çeşidi arasındaki muazzam far­
ka hadis işaret etmiş olur. Bâzı âlimler de 220 nolu «Allah kim hak­
kında hayır dilerse ona fıkıh bilgisini verir.» hadisi bu yolda yorum-
lıyarak: Fıkıhçılardan başka hiç kimse, kendisi için Allah Teâlâ’nm
hayır dilediğini bilemez. Fakat fıkıhçılar bu hadise dayanarak bilir­
ler, demişlerdir. Amu şu var ki; bu yorum şer-i şerifin genel kâide
ve hükümlerine uygun değildir. Fıkıh âlimleri dâhil, hiç bir kimse
âkibetinden ve İlâhi azabdan kendisini emin göremez.
Eesûl-i Ekrem’in : «Ben ancak öğretici olarak gönderildim.» bu­
yurması ve ilimle meşgul olan sahâbller cemaatına katılması ilim
ehlinin kıymetini, onlara karşı gösterdiği üstün muhabbetini ve özel
ilgisini belirtiyor.
Zevâid müellifi hadîsin hâvilerinden D â v û d , B e k r ve
A b d u r r a h m a n ' ı n zayıflığı dolayisı ile isnadın zayıf olduğu­
nu beyan etmiştir.

18 — BÎR ÎLMİ TEBLİĞ EDENİN FAZİLETİNİN


BEYÂN BÂBI

2 30 ) ... Zeyd bin S


âbit ( R a d i y a l l a h ü )'den rivâyet edildiğin
a n h e göre
Resûlullah( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) , şöylebuyurmuştur:
Bab : 18 MUKADDjtME 397

«Benim sözümü işitip de (başkasına) tebliğ eden adamın yüzü­


nü Allah ağartsın. Çünkü fıkıh (kaynağı olan hadisleri) ezberleyen
nice adamlar fıkıhçı değillerdir. Ve fıkıhçı olan nice (hadis) hafız­
lan kendilerinden daha kuvvetli fıkıhçılara (hadisleri) iletebilirler.»
(Seneddeki râvîlerden) Ali bin Muhammed, hadisin metninde şu fık­
ranın da bulunduğnu rivâyet etmiştir.
«Bir müslüman kişinin kalbi, (şu) üç meziyete sahib olduğu müd­
detçe hıyanet ,kin ve husûmet beslemez. Bu meriyetler s Ameli, tam
bir ihlâs ile Allah için yapmak, müslümanlann başındaki insanlar
için hayır dilemek ve müslümanlann cemaatından ayrılmamaktır.»

İZAHI

Hadîsin baş kısmında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in


bir sözünü rivâyet eden kimseler için «Yüzünü Allah ağartsın» şek­
linde terceme ettiğim duâ cümlesi S i n d i ’ nin beyânına göre şöy­
le açıklanmıştır:
H a 11 a b i : Resûlullah bu hadiste râvi kimse için «Nadâret»
dilemiştir. Nadâret kelimesinin sözlük mânası: Yüz güzelliği ve
parlaklığıdır. Burada ise râvi kimsenin yüzünün ve değerinin gü­
zelliği ve nimetlerle bezenmesidir. Duâ cümlesinin mânası: Benim
bir sözümü işitip tebliğ eden kimseyi Allah süslesin, güzelleştirsin,
Cennetin güzelliğine ve nimetlerine eriştirsin, yüzünü maddeten ve
mânen ağartsın, demek oluyor, demiştir.
Câmtü’s-Sağir Şârihi e 1- A z i z i de: Hadîsleri tebliğ eden bir
kimse ilmin parlamasına ve Sünneti Seniyyenin canlanmasına çalış­
mış olduğu için, çalışması ile mütenasip bir tarzda ona duâ edilerek,
dünyada ak bir yüzle ve sağ duyu sahibi halk arasında itibarlı, de­
ğerli ve güzel bir şekilde yaşaması; âhirette de Cennetin parlak ni­
metleri ile taltif edilmesi ve böylece dünyada ve âhirette, mutlu, se­
vinçli, parlak, ak ve güzel yüzlü olması dilenmiştir, demiştir.
î b n - i U y e y n e de hadis tâlibi olan herkesin yüzünde bir
mânevi parlaklığın bulunduğu bu hadis ile sabittir, demiştir.
K â d ı E b ü ’ t - T a y y i b e t - T a b a r i de: Ben Resülul-
lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i rüyamda gördüm ve: Yâ Resû-
lallah! Bu duâ’yı sen yaptın mı? diye sordum. Ve hadisin tamamını
O’nım huzurunda okudum. O’nun mübârek ve nurlu yüzü parlıyor­
398 SÜNEN-l IBN-Î MÂCE

du. Ben hadisin tamamını okuduktan sonra Resûlullah (Sallallahü


Aleyhi ve Sellem) bana cevaben; Evet ben onu söyledim, buyurdu,
demiştir.
Hadisin: «Çünkü nice hadis ezberliyenler fıkıhçı değillerdir...»
fıkrasının mânası şudur: «Fıkıh kaynağı olan hadisleri hıfzeden ni­
ce adamlar, bu kaynaklardan fıkha âit hükümleri çıkarmaya mukte­
dir değillerdir.»
Bu fıkra, hadis râvisinin fıkıhçı olmasının şart olmadığını, fıkıh
bilgisi olmıyan kimsenin hadis rivâyetinde bulunabildiğine, böyle
adamlardan da hadis alınabildiğine ve bunların da tebliğe memur ol­
du klanna delâlet eder. H a t t a b î diyor ki bu fıkra, kuvvetli fı-
kıhçı olmıyan bir kimsenin hadis metnini kısaltamıyacağma delâlet
eder. Çünkü onun böyle bir kısaltma yoluna gitmesi, kendisinden
sonra gelen fıkıhçıların o hadisten fıkıh hükümlerini çıkarmalarına
engel olabilir.
Hadîsin son fıkrasında geçen kelimesi şu iki şekilde okuna­
bilir : «İğlal = hiyânet etmek» masdarmdan alınma «Yeğıllu = hıyâ-
net eder» veyâ «Ğıll = kin ve düşmanlık» masdarmdan yapılma «Ye-
ğıllii = kin ve düşmanlık eder».

Fıkranın mânası da yukarda belirttiğim gibi: Müslüman bir ada­


mın kalbi anılan 3 meziyete sahip olduğu sürece o kalb hiyânet kin
ve husumet beslemez, hak ve hukuktan ayrılmaz, duygusal hareket
etmez.

Fıkrayı şu şekilde yorumlamak da mümkündür:


«(Şu» üç meziyete tam mânası ile sahib olmak müslüman ada­
mın kalbinin şiârıdır. Bu meziyetleri noksan yapmak hiyaneti, müs­
lüman adamın kalbine yakışmaz.»

İhlâs'm iki mertebesi vardır : Avamın ihlası, ibâdetlerin riya


ve gösterişten uzak tutulmasıdır. Havasın ihlası ise ibâdetlerin sırf
Allah rızâsı için yapılması ve amelden ne dünyaya âit ne de âhirete
âit hiç bir karşılık ve mükâfat beklenmemesidir.
Fıkrada, müslümanlann başındaki insanlar için hayır dilemek
cümlesi üzerine S i n d i diyor ki bu cümleden maksad herkes için
hayır dilemektir. Çünkü baştakilerin iyi olması halinde toplum da
iyi olur. Kezâ, toplumun bozulması baştakilere de etki yapar. Bu
itibarla bunlar bir bütündür. Birisine hayır dilemek diğerine de ha­
yır dilemeyi içine alır.
Bab : 18 MUKADDİME 399

TERCE MES İ
231) ... CübeyrbinMut’im ( R a d i y a l l a h ü a n h ) 'A t a rivâyetedildiğin
e gö­
reşöylesöylemiştir:
Resûlullah( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) M i n a ’m n dağ eteğin
de ayağa
kalkarakşöylebuyurdu:
«Benim sözümü işitip de (başkasına) tebliğ eden adamın yüzü­
nü Allah ağartsın. Çünkü fıkıh (hükümlerine delil olari hadisleri)
hıfzeden nice adamlar fıkıhçı değillerdir. Ve fıkıhçı olan nice (hadis)
hafızları, kendilerinden daha kuvvetli fıkıhçılara (hadisleri) iletebi­
lirler.»

İZAHI
Müellif, bu hadis metni için iki sened zikretmiştir. Birinci Sened:
î b n - i M a c eh, M u h a m m e d b i n A b d i l l a h b i n
N ü m e y r , A b d u l l a h bin N ü m e y r , M u h a m m e d
b i n İ s h a k , A b d ü s s e l â m ve Z ü h r i ... diye devam
eder. İkinci senedde ise İ b n - i M â c e , A l i b i n M u h a m ­
me d , onun dayısı Y a ’ l â, M u h a m m e d b i n İ s h a k ,
Z ü h r î . . . yine İ b n - i M â c e h , H i ş a m b i n A m m â r ,
S a i d bi n Y a h y a , M u h a m m e d bi n İ s h a k , Z ü h -
r i ...diye devam eder.
Hadîste geçen «Hayf» : Dağ eteğine denir. M i n â ’ daki Mescid
dağ eteğinde olduğu için bu ismi almıştır. Peygamberin hadisi bu
mescidde buyurmuş olması muhtemeldir.
400 SÜNEN-l İBN-Î MÂCE

TERCE MES İ

232 ... Abdullah (İbn-i Mes’ud) (Radiyallahü anh)’den Resûlullah (Sal­


lallahü Aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:
«Bizden bir hadis işiterek onu tebliğ edenin yözönâ Allah ağart­
sın. Çiinkû kendisine tebliğ edilmiş olacak olan nice adamlar, dira­
yet, anlayış ve gereğini yapmak bakımından hadisi işitenden daha
kuvvetli olabilir.»

İZAHI

S i n d i diyor ki: «Bizden bir hadîsi işiterek...» tâbirinden


maksad. yalnız bizzat Resül-i Ekrem’den hadis olan şahabller değil­
dir. İster bizzat O’ndan işitenler, ister bilvasıta hadisi rivâyet eden­
lerin hepsi muraddır. Âlimler bu tâbiri böylece umumîleştirmişler-
dir. Burada kişinin, işittiği hadisi tebliğ etmesi isteniyor ve gerekçe
olarak da kişiden hadis alacak olan adamın, hadisin mânasına riâ­
yet etmek, muktazası ile amel etmek, ondan şer’î hükümleri çıkar­
mak için gerekli anlayış, dirâyet ve zekâ kabiliyeti yönünden daha
üstün olabildiğine işaret buyuruluyor.

TERCE MES İ

233) ... Ebû Bekr (Nufey’ bin el-Hars) (Radiyallahü anh)’den şöyle
dediği rivâyet edilmiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kurban Bayramı gönü (Vedâ
Bab: 18 MUKADDİME 401

haccı esnasında Minâ’da) bir hutbe ırad buyurdu ve hutbenin sonunda şöyle
buyurdu:
«Burada hazır olanlar, burada bulunmayanlara tebliğ etsinler.
Çünkü muhakak kendisine tebliğ edilecek olan nice adamlar (bura­
da olup) işiten adamdan daha anlayışlı (fıkıh hükümlerini çıkarma­
ya daha kabiliyetli) olabilirler.»

İ ZAHI
B u h a r ! bu hadisi irad edilen hutbenin bir kısmı ile beraber
«tiim» kitabında rivâyet etmiştir. K a s t a 1 â n ! ’ nin beyânına
göre B u h a r ı , ayrıca Hac, Tefsir, Fiten ve Bedü'l-Halk kitabla-
rmda rivâyette bulunmuştur. M ü s l i m ise Diyât kitabında ve
N e s â i de Hac ve İlim bahislerine hadisi almışlardır.
K a s t a 1 â n i -. Bu hadisin 7.âhirine göre tebliğ emri vücup
içindir. Tebliği emredilen husus ya hutbede belirtilen hükümlerdir.
Yahut da bütün Islâmi hükümlerdir.

T E R C E M E S İ

234) ... Muûviye El-Kuşeyrî (Radiyallahü anh)'den rivâyet edildiğine


göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :
«Sözüme dikkat ediniz! Burada bulunanlar, bulunmayanlara teb­
liğ etsin.»

Sünen-i İbn-i Mâco — P .: 26


402 SÜNEN-t ÎBN-1 MÂCE

T ER CE MES İ
23
5) ... (Abdullah) İbn-i Öm er (Radiyallahü anhümâ)\\ıın rivâyet edil­
diğin
egöreR esûlullah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem ) şöyle buyurmuştur:
«Hazır bulunanlarınız, hazır olmıyanlarınıza tebliğ etsin.»

p V S jb ş jfZ i S • * ^ 2» ' f & i5 & - rn


3 ; 3λ i cÜB^* ü .»«il a* < jÛc

jüi JA» '-J j* ■ Ifüı jir <t*Uj i lîi ^_c* 1JÛfr "«Âl ^~öı ı *fli 3

. 4"<1* 4JÎİİ [y. J^Aλ JA - j y . <Ji J f.


* *"
ot ’Vi ( t r \ jjij <J[ v r • ,jtui J f j î l j jJI j j£-> j j : Jtt

«.
. «fiV
l-U
C<blî

T E R C E M E S İ

2
36) ... En
es bin M âlik (Radiyallahü an h) 'den R esûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)şöylebuyurdu,.dediği rivâyet edilmiştir:
«Benim sözümü İşitip belledikten sonra benim tarafımdan tebliğ
edenin yüzünü Allah ağartsın. Çünkü fıkıh (delillerini teşkil eden
hadisleri) belleyen nice adamlar fıkıhçı olmayabilir ve nice fıkıhçı-
lar kendilerinden daha fıkıhçı olanlara hadisleri aktarabilirler.»
N o t : Sindi diyor ki Zevâid müellifi bu babta geçen bâzı hadislerin sıhhat
durumu üzerinde durmuştur. Ama hadislerin metinlerinin sıhhatli olduğu hadis
âlimleri tarafından belirtilmiştir.

Cfibeyr b. Mut’im b. Adıy (R .A .)’m Hâl Tercemesi

Cübeyr bin Mut’im bin Adlyy bin Nevfel bin Abd-i Menaf, Hudeyblye ile
Mekke fethi arasındaki dönemde müslümanlığı kabul eden Kureyş ululanndan-
dır. Abd-i Menaf’ta Peygamber’in nesebi ile onun nesebi birleşir. Cübeyr, Mek­
ke’nin en nüfuzlu simalarından idi. Müslüman olmadan önceki yıllarda da Pey-
gamber’e karşı insanca davranırdı. Nitekim Tâif seferinin dönüşünde Resûlul-
lah’ı müşriklerin saldırılarından korumaya çalışmıştı. Keza Beni Kureyş kabi­
lesinin Hnşim oğullarına karşı ilân ettikleri boykota âit yazılı sözleşmeyi boz­
maya çalışanlardan birisi de oydu. Mııt’im Bedir savaşında müslümanlann eline
düşen esirleri fidye karşılığında kurtarmak üzere Kureyş tarafından Medine’ye
gönderilmişti. Bu husus için Resûlullah (S.A.V.) ile görüştüğünde : «Senin ih-
(Devamı 403.CÜ sahifede)
Bab: 19 MUKADDİME 403

«-A* (\â)
1
9—HAYRA ANAHTAR OLANIN BEYÂNI BÂBI

• ıjt if . && {j* ı..«.«ni» : Jaijjl ıj

T E R C E M E S İ

2 37) ... En
es binMâlik ( R a d i y a l l a h ü rivâyet edildiğin
a n h ) 'i e n e göre
Resûlullah ( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) şöylebuyurmuştur:
«Şüphesiz bâzı insanlar hayırlı işler için anahtar ve şer işlere
karşı sürgü gibidirler. D iğer bir kısım insanlar ise (bilâkis) şer iş­
ler için anahtar ve hayırlı işlere karşı sürgü gibidirler. N e mutlu o
kimseye ki A llah Teâlâ hayırlı işlerin anahtarlarını onun ellerine ver-
Cüheyr b. Mut’im ....................................... (Baştarafı 402-ci sahifede)
tiyar baban Mut’im sağ olup da bu kokmuş herifler için benimle görOşseydi hep­
sini bfrden ona bağışlardım, buyurmuşlardır.
Ciibeyr, Medine'ye yaptığı bu seferi şöyle anlatıyor :
Bedir esirlerini fidye mukabilinde kurtarmak için görüşmeye gelmiştim. İkin­
diden sonra Medine’ye vardım. Yorgun olduğum için Mescid-i Şerif’de uzanıp
yattın*. Akşam namazı vakti oldu. Resûlullah (S.A.V.)’in <Tûr) sûresini akşam
namazında okuduğum işitince korku içinde kaldım. Mescidden çıkıncaya kadar
dinlendim. İslâm sevgisinin kalbime ilk girdiği gün odur.
Cübeyr'in 60 hadisi olup Buhari ve Müslim 6 hadisinde ittifak etmişler ve
birer hadisini münferiden rivâyet etmişlerdir. Râvileri iki oğlu Muhammed ile
Nâfi, Süleyman, İbn-i Müseyyeb ve bir cemaattır. Kendisi halim, vekarlı Arap
ensabmı iyi bilen bir zât idi. Ibnii’l-tshak’ın zikrettiğine göre Resûlullah ona 100
deve vermiştir. Hicri 58 veya 59. yılı Medine’de vefat etti.
Nufay b. El-lfars Es-Sakafi (K.A.)ın Hâl Tercemesi
Nufay bin el-Hars es-Sakafi Ebû Bekr’e, Tâif’ten gelmedir. 132 hadisi vardır.
Buhar! ve Müslim 8 hadisinde ittifak etmiştir. Ayrıca Buhari 5 ve Müslim bir
hadisini almıştır. Râvileri çocukları Abdurrahman. Ubeydullah, Müslim, Abdül-
aziz ve bir cemaattır. Cemel ve Sıffin olaylarından uzak kalmıştır. Hicri 51. yılı
vefat etmiştir. (B a k : Hulasa sah. 60 ve 404)
404 SÜNEN-t İBN-İ MÂCE

iniştir. Ve yazıklar olsun o kişilere ki Allah Teâlâ şer işlerin anahtar­


larını onun ellerine vermiştir.»
N o t : Hadisin Hâvilerinden Muhammed bin Ebi Hiımeyd metruk olduğu için
isnadının zayıf olduğu Zevâid’de bildirilmiştir.

İZAIII

Hadis bâzı insanların hayırlı işlere sebep olduklarını, öncülük et­


tiklerini, hayırlı işlere âit kapıları açmaya muvaffak olduklarını, bu­
nun yanında şer işleri kapadıklarım kötülük kapılarını sürgüledik­
lerini belirtmekte ve böyle insanların mutlu, bahtiyar ve güzel ol­
duklarını bildiriyor. Keza bâzı insanların da tamamen bunun tersi­
ne şer işlere sebep olduğunu, kötü yollara öncülük ettiğini, hayırlı
işlere mâni olduğunu ve bu gibi kimselerin mutsuz, bedbaht ve mah­
volduklarını haber veriyor.

T E R C E M E S İ

238 ) S
eîıl bin Sa’d ( R a d i y a l l a h ü a n h ü m rivâyet edildiğin
â y \ \ n n e göre
Resûlullah ( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) şöyle buyurmuştur:
«Şüphesiz bu hayır, hazineler dolusudur. O hâzinelerin de bir ta­
kım anahtarları vardır. Ne mutlu o kula ki; Allah onu hayra anah­
tar ve şerre sürgü kılmıştır. Vay o kulun haline ki Allah onu şerre
anahtar ve hayra sürgü kılmıştır.»
N o t: Hadisin râvilerinden Abdurrahman, zayıf olduğu için isnadın zayıf
olduğu Zevâid’de belirtilmiştir.
Bab : 20 MUKADDİME €05

I Z A H I

Hadiste geçen «Bu hayır...» tâbiri ile muayyen bir hayır kasde-
dilmeyip yararlı, dine» yapılması istenen her tür hayırlı şeyler mu-
raddır.
<~Â (t«)

20 — İN SA N LA R A HAYRI ÖĞRETENİN SEVABININ


BEYÂNI BÂBI

TERCEMESİ

2
3 0) ... Ebü’dDerdâ ( R a d i y a l l a h ü anA)'den rivâyet edildiğin
egöreken ­
disi: B en R csûlulalh ( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e şöyle buyurduğun
S e ,t k m ) \ i m u
işittim,dem iştir:
«Şüphesiz göklerdekiler, yerdekller, hattâ denizdeki balıklar bi­
le âlim adam için istiğfar ederler.»

<*‘ j j t t iL» <j' : Jta Jf • • s '* *-^î^

.^U*s»l<Lâ Ö U - j ; Jf~ - -*h »«*Jlj C A iî)l,j

TERCEMESİ

2
-10
) ... Muâz binEnes(103)’tenşöyle dediği rivâyet edilmiştir:
Ş
üphesizNebi şöyle buyu
( S a l l a l l a h ü rdu:
A l e y h i v e S e l l e m )

<103) Bu zat sahâbl’dir. Mısır’da yerleşmiştir. 30 hadisi vardır. Râvisi yal­


nız oğlu Sehl’dir. Terğıb ve Fazilet’e âit hadisleri hasen’dir, Hulâsa sah. 379
406 SÜNEN-Î İBN-İ MÂCE

«Bir ilim öğreten kimseye, öğrettiği ilimle amel edenlerin kazan­


dıkları sevabtan bir şey eksilmeden bir misli verilir.»
N o t : Hadis metni mâna itibarı ile sabittir. Fakat senedinin zayıf olduğu
söylenmiştir. Zevâid'de beyan edildiğine göre İbn-i Muin, hadisin ravlierinden
olan Sehl bin Muâz’ı zayıf göstermiş, el-İcli ise onu sika saymış, İbn-i Hıbbân da
onu hem sikalar hem de zayıflar arasında zikretmiştir. Hadisi Sehl’den rivâyet
eden Yahyâ bin Eyyûb*un da Sehl'e ulaşmadığı söylenmiştir ki; bu duruma göre
senedde bir mkıta olmuş olur.

T E R C E M E S İ

241) Ebû Katade (Radiyallahü anh)'Aen rivâyet edildiğine göre Resû­


lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur;
«Adamın (ölüp) kendisinden geriye bıraktığı şeylerin en hayır­
lısı üç tanedir: Kendisine duâ eden sâlih çocuk, kendisine sevabı
ulaşacak olan sadaka-i câriye ve kendisinden sonra onunla amel edi­
lecek ilim.»

Ebü’l-Hasan dedi k i : Ebû Hatim Muhammed bin Yezid b. Sinân


er-Rahâvi, Yezid bin Sinân (yâni Ebû Hâtim’in babası) vasıtası ile
yine Zeyd bin Ebî Üneyse’ye ulaşan ikinci’bir sened ile ayni hadis ri-
vâyet edilmiştir.

N o t : İbn-i Hibban bu hadisi Sahih’inde rivayet etmiş, Zevâid’de de hadisin


sahih olduğunu belirten bilgi verilmiştir.
Bab: 20 MUKADDİME 407

İZAHI

Hadis, insan oğlunun ölmekle geriye bıraktığı akraba, dost, mal


vesair eşya ve hizmetler içerisinde en çok kendisine yarar ve sevab
sağlıvan 3 şeyi haber vererek bunları sağlamayı ve değerlendirmeyi
ön görüyor, evlâdın, baba ve anasına bol bol duâ etmesini, kişinin
köprü, çeşme, cami, okul, hastane ve benzeri tesisleri yaptırmasını,
gücü dahilinde bu nevi hayrata katkıda bulunmasını, ilmi kitablar
yazmak, talebe okutmak gibi yollarla ilmi eserler vermeyi teşvik edi­
yor.
S i n d i diyor ki hadis, M ü s 1i m ’ in ve başkasının E b û Hü­
r e y r e (Radiyallahü anh) 'den rivâyet ettikleri;

V *v ı p * 1 V °v ı ^ H ^ ^
* 't > * ' ıl' "S ^ * * > ' • . * • * î -' t' '
4J £ 6 _1 L *> A J j jl A j j L v  J J u -»

hadisinin anlamını ifade ediyor. Ancak senedi değişiktir. Mamafih,


senedin sahih olduğu, Zevâid'in ifâdesinden anlaşılıyor!

- w

• ■ 1 , ‘J j \ k v J ’ • c p A i' j l S iiiS *

< r llü .j & î A . % *İÜ ^

& S % *<?;> & 4 S . t y * &JJ ‘ v ^ J ^ 23

• ti * ia i w ^ ç e l ^ yı

** J-* Am) ^ İİ9«İJ_

jJ
_j .A
-ivJ
iîit i j j j t / ' j .vjjc»jUJ: •(j-*»-A
»!-—
J,ıJMjjıil<
lrj^ J

. * "j*âî! (İr. A
sej^j ÂCJi- <j;l oijj

TERCEMESİ

242) ... EbûHüreyre ( R a d i y a l l a h ü <m A)'denrivâyet edildiğinegöreRe-



lulah ( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) şöyle buyurm uştur:
«Mü*min kişinin öldükten sonra kendisine ulaşan amelinden ve
408 SÜNEN-İ İBN-Î MÂCE

hayratından bir kaç tanesi! öğrettiği ve yayınladığı ilim, geride bı­


raktığı saiih evlâd, miras olarak bıraktığı mushaf, yaptırdığı mes-
cid, yolcular için inşa ettirdiği ev, akıttığı su, sağlığı tam yerinde iken
malından çıkardığı sadakadır. Bunlardan hangisini işlemiş ise ölü­
münden sonra kendisine (onun sevabı) ulaşır.»
N o t : tbnü’l-Münzir'den nakledildiğine göre kendisi bu hadisin isnadının ha-
sen olduğunu söylemiştir. Zevâid ise isnadın garip olduğunu, râvi Merzük’un sika
olup olmadığında âlimler arasında ihtilâf bulunduğunu ve İbn-i Huzeyme’nin ken­
di sahlh'ine Muhammed bin Yahya’dan ayni scnedle rivâyet ettiğini beyan et­
miştir

İ ZAHI

Baba ile ana, çocuğunun dünyaya gelişine sebep oldukları ve ona


din terbiyesini vermek sûretiyle irşad ettikleri için onlann bir nevi
emeği, kazancı olduğu için hadiste evlâd da amellerin bir çeşidi sa­
yılmıştır, S i n d i diyor ki mushaf ve ondan sonra sıralanan ha­
yırlı işler hakikatan veya hükmen sadaka-i câriye cinsinden olduk­
ları için sanki bu hadis, bir önceki hadisin izahında andığımız £ b û
H ü r e y r e (Radiyallahü anh)’in hadisinin tafsilâtıdır.
Hadisin, sadaka ile ilgili cümlesinde «Sağlığı tam yerinde iken
malından...» sağlığın tam yerinde oluşunun belirtilmesinin sebebi
şudur:
insan sıhhati yerinde olduğu zaman, dünya malına hırsı fazla
olur, çeşitli yönlerden ondan yararlanabilir, harcama sahası daha
çok geniş olur, böyle bir ortamda sadaka vermek daha çok sevabı
muciptir. Nitekim bir adamın Resûl-i Ekrem’e «Hangi sadaka daha
efdaldır?» şeklindeki sorusuna şöyle cevap buyuruluyor: «Sen sağ­
lıklı ve ihtiraslı iken sadaka vermen.»
Yoksa bir sadakanın câriye çeşidinden sayılması için sanıldığı
gibi sağlık halinde verilmesi şart değildir.
Bab : 21 MUKADDİME 409

TERCEMESİ

24i) ... KbuHiireyre ( R a d i y a l l a h ü )\lenrivâyet .ed


a n h ild
iğin
egöreRe­

lullah ( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e U c n ı ) şöylebuyurm uştur:
«Sadakanın en faziletlisi müslüman adamın bir ilim öğrenmesi,
sonra da o ilmi müslüman kardeşine öğretmesidir.»
N o t : Râvîlerden İshâk ve Yâkub zayıf olduğu. Hasan-ı Basri de Ebû Hü-
reyre’den badis işitmediği için bu isnadın zayıf olduğu Zevâid’de belirtilmiştir.

•Lâc j\ * S "il* (* ')

21 — A R K A SIN D A GİDİLMEKTEN H O Ş L A N M A Y A N IN
BEYÂNI BÂBI

- I- *• -»I*" .. ... *•.


. <Ju» Cj ati- lif .

TERCEMESİ

244) ... A bdullahİbn-i Amr ( R a d i y a l l a h ü a n h ü m â )'dan şöyle dediği ri­


vâyetedilmiştir:
«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ne yaslanarak ye­
mek yediği, ne de arkasında iki kişinin (bile) yürüdüğü görülmemiş
tir.*

İZAHI

Tercemede «Yaslanarak» diye yorumladığım «Müttekien* kelimesi


«İttikâ» kökünden alınmadır. S i n d i , İttikâ: Bağdaş kurarak
410 SÜNEN-1 İBN-İ MÂCE

oturmak, otururken sırtını bir şeye dayamak, yaslanmak, bir elini


yere koyup ona dayanmak gibi oturuş çeşitleridir. Yemek yenirken
bu oturuş çeşitlerinin hepsi adaba aykırıdır, bu oturuş şekillerinin
bir kısmı kibirli ve mağrur insanların, bir kısmı da çok yemek yiyen­
lerin şidrıdır. K i r m â n i .- İttikâ ile sağa veya sola eğilmek kas-
dedilmemiş ve bu mânaya yorumlıyanlar sıhhi yönü düşünmüşler­
dir, demiştir. Mamafih adaba aykırı görülen bu nevi oturuşlar ki­
birli veya çok yiyici insanların kârı olduğu gibi sağlık bakımından da
sakıncalı olduğu için Besûlullah’ın böyle oturmamış olduğu muhte­
meldir.

Hadisin «N e de arkasında iki kişinin...» fıkrası ile Hesülullah’m


örnek tavazuu ifade edilmiş oluyor. Yani Resûl-i Ekrem son derece
mütavaz-i olduğu için ashabının önünde yürümez ve arkasında iki
kişinin bile yürümesine meydan vermezdi. Diğer hadislerle sabit ol­
duğu üzere ya ashabının arasında ya da onların arkasında yürürdü.
Hulâsa Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ne yemek işinde ne
de gezilerinde padişah ve kırallarm âdetine göre hareket ederdi.

* ı.hı'il jj

T E R C E M E S İ

2
45) Ebûünıame ( R a d i y a l l a h ü anA)’d
enşöyledediği rivâyet edilm
iştir:
«Resûlullah (SallallahüAleyhi veSellem) çoksıcakbir gün «Ba-
kîü’l-Ğarkad» (104) tarafına uğradı. Halk da onun arkasında yürü­
yordu. Resûlullah, (arkasında) ayakların sesini işitince bu durum

(104) Bakiü'l-Ğarkad Medine-i Münevvere mezarlığının adıdır. Bu mezarlığa


ilk gömülenler sahâbilerden Osman bin Maz’ûn, Peygamberin oğlu İbrahim ve
muhterem zevceleridir.
Bab : 21 MUKADDİME 411

O’nıın zoruna gitti ve hemen oturdu. Nihayet gelen halkı önüne


geçirdi ki, kibirden en ufak bir şey onun hatırına gelmesin.»
N o t : Ebû Ümame'den sonraki r&viler zayıf oldukları için hadisin isnadının
zayıf olduğu Zevâid'de belirtilmiştir.

tZ A H I
S i n d i diyor ki arkadan adamların geldiğini anlayınca; Re­
sûl-i Ekrem’in oturmasının kibir endişesine bağlanması râvınin tah­
minine ve zannına göredir. Sebep bu değil de başka bir şey olabilir.
Meselâ bu hadisi izliyen 246 noiu hadiste belirtilen sebep olabilir.
Şâyet râvi, işaret ettiği sebebi Resûl-i Ekrem’den almış ise, Resûlul­
lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in böyle bir sebebi anması, beşerin
zayıflığını bildirmek ve Allah’ın koruması ve yardımı olmazsa insan­
oğlunun her çeşit âfet ve tehlikelere mâruz olduğuna dikkatlan çek­
mek içindir. Dolayısı ile hiç kimsenin aldanmaması, bilâkis ihtiyatı
elden bırakmaması, daima korku üzerine yaşaması ve nefsin mağ­
rur olmasına yol açan şeylerden uzak durması gereğine işaret buyu­
rulmuş olur.

. OÜi ,JWJ î Jal_}ji


■* *
T E R C E M E S İ
246) ... Câbir bin Abdillah ( Radiyallahü a«A)'den rivâyet edildiğine gö­
re şövle söylemiştir:
Nebi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yürüdüğü zaman sahâbiler
O ’nun önünde yürürlerdi ve O’nun arkasını melekler için boş bıra­
kırlardı.»
N o t : Bunun râvilerinin sika oldukları Zevâid’de bildirilmiştir.

İZAHI
S i n d i diyor ki Ashab ı Kiram meleklere hürmeten Resûl-i
Ekrem’in arkasını boş bırakırlardı. Yoksa ilk anda sanıldığı gibi me­
leklere izdiham olmaması için değildir. Çünkü melekler için izdiham
bahis konusu olmaz.
4 1 2 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

( tv)

22 — İLİM TALİPLERİ İÇİN TAVSİYE BEYÂN BÂBI

T E R C E M E S İ

2 47) ... EbûSaîd-i Hudrî ( R a d i y a l l a h ü /’d


enrivâyet edildiğin
a n h egöre
Resûlullah( S a l l a t t a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) şöylebuyurm uştur:
«İlim talep eden topluluklar size gelecekler. Sîzler onları gördü­
ğünüz zaman onlara s Ey Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in
tavsiye ettiği cemaat merhaba merhaba sîzlere! deyiniz ve onlan râ-
zî ediniz.»

Ben râvf el Hakem’e : «Onlan râzi ediniz.» ne demektir? diye


sordum. K e n d is i«O n la ra ilim öğretiniz.» diye cevap verdi.»
Bab : 22 MUKADDİME 413

, \ a y jjw t f j y 4*>>] 4) ^11 • w*ı«wıff aaİm»^ • j ü j j l j

J& i JI*m« JJfct**sl_5• 4i*«#(JpİJÜİ • ı^>.lXl

* 4^ '—
*-»w* ^JLuJ^ îı_#U.Aıifcc^îjfr 4*j<aV : 4Aı£Jut

T E R C E M E S İ

248) ... İsmail (İbn-i Müslim) (Kadiyullakü a»A)'cleıı rivâyet edildiği­


ne ırörc şöyle söylemiştir;

Hasan-ı Basrf (Radiyallahü anh) fBir ara hasta olduğundan) zi­


yaretine gittik. Evi ziyaretçilerle dolunca (önceden uzatmış olduğu)
ayaklarını kendisine doğru çekti v e : Biz (hastalanan) Ebû Hüreyre
(Radiyallahü an h )’m ziyaretine gidip evini doldurduk. Ebû Hüreyre
ayaklarını kendisine doğru çekti sonra, şöyle buyurdu, dedi :

Biz bir defa Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanma


girerek evini ziyaretçilerle doldurduk. Resûlullah, yan üstü yatıyor­
du. Bizi görünce ayaklarını kendisine doğru çekti sonra buyurdu k i :

«Muhakkak benden sonra bir takım topluluklar sîzlere gelerek


ilim talep edeceklerdir. Sîzler onlara merhaba edip selâmlayınız ve
onlara ilim öğretiniz.»

Haşan(-ı Basrî) dedi k i : Bu tavsiyeye rağmen Allah’a yemin ede­


rim biz böyle topluluklara yetiştik ki bize ne merhaba ettiler, ne se­
lâm verdiler ve ne de ilim öğrettiler. Ancak biz onların (ayağına)
kadar gittikten sonra bir şeyler alırdık. O zaman da bize cefa ediyor­
lar idi.»

Not : Hadisin râvilerinden el-Muallâ bin Hilâl: îbn-i Main, Ahmed ve baş­
kaları tarafından yalanlanmış ve bâzı kimselerce mevzu hadislerle suçlanmıştır.
Yine râvilerden İsmail îbn-i Müslim'in zayıf oluşunda âlimler ittifak etmişlerdir.
Zevâid yazarı râvilere âit bu biieiyi vererek isnadın zayıflığını belirttikten sonra
Resûiullah'a âit metin kısmının bir önceki hadis ile teytd edildiğini ve Ttrmizi'nin
de yalnız, Ebû Saîd-i Hııdrî'ye dayanan Senedi kabul ettiğini ifâde ediyor. Zevâid
yazarı bu arada bir önceki hadise âit. olup Ebû Said i Hudri'ye ulaşan seneddeki
râvi Ebû Hârun el-Abdfoin de hadis âlimlerinin ittifakı ile zayıf görüldüğünü söy­
lüyor.

İZAHI

Hasan-ı Basri (Rmliyalallni anh)'m hastalık dolayısı ile


yatarken evini dolduran ziyaretçilerin içeri girmesinden sonra ayak-
414 SÜNEN-t ÎBN-1 MÂCE

larmı tophyarak çekmesi ziyaretçilere hürmet için olabildiği gibi iz­


diham dolayısı ile de olmuş olabilir. H a s a n - ı B a s r î (Radi-
yallahü anh)'in şikâyetçi olduğu grubun sahâbllerden sonra mey­
dana gelmiş olduğu, S i n d i tarafından Fakih A h m e d bin
E b i ' l - H a y r ' dan naklen beyân edilerek, H a s a n - ı B a s r i
(Radiyallahü anh)'in ilim almış olduğu zatların çoğunun sahâbı ol­
madığını ifade ediyor. Muhakkik F u a d , A b d ü l b a k i de şöy­
le yazıyor:

Kanaatıma göre H a s a n - ı B a s r i zamanında bâzı kim­


seler ilim okutmaya girişmişler ve ders vermek hususunda ayırım
yaparak fakir tabakaya ve kimsesizlere ders okutmaya tenezzül et­
memişler. Kendisi de bu durumdan şikâyetçi olmuştur. Ashâb-ı
kiram devrinde böyle bir hal vuku bulmadığı için tâbiin dönemine âit
olduğu anlaşılıyor.

3A j V jÇ ü c -lîî .!sj£ n j K # / > 12 . * 2 3 % t » _ « v


i , * • * •“

p \ ^ 'f j Ş ç $ 5 •£ 5 0^» % » G # m j ZTj \

. eljp**. i » i t » .C
j j4I

T E R C E M E S t

249) ... EbûHârûnEl-Abdî ( R a d i y a l l a h ü a n h ) 'û t n şöyledediği rivâyet


edilm
iştir.

Biz Ebû Sald-i Hudri (Radiyallahü anh )’m yanma uğradığımız


zaman bize şöyle hitab ederdi:

Merhaba ey Resûlulah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kendi­


leri için tavsiye ettiği insanlar! Şüphesiz Resûlullah (Sallallahü Aley­
hi ve Selem) bize buyurdu k i:

•Muhakkak insanlar size tabidirler ve behemhal onlar dinde


fıkıh bilgisiin edinmek için dünyanın her tarafından sizin yanınıza
geleceklerdir. Onlar size geldikleri zaman siz onlara hayn tavsiye
etmek isteyin. (İyiliklerini isteyiniz.)»
Bab : 23 MUKADDİME 415

\ w t (t f )

2
3—İLİMDEN FAYDALANMAK VEONUNLA
AMELETM EKBÂBI

. « ^ V
T E R C E M E S İ

250) ... EbûHüreyre ( R a d i y a l l a h ü a n h ) 'd e n rivâyet edildiğin


egöreşöy­
lesöylemiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in ettiği dualardan bi­
risi de şu id i:

«Allahım! Fayda vermeyen ilimden, kabul edilmeyen duâdan,


korkmayan kalbden ve (dünyadan) doymayan nefisten şüphesiz sa­
na sığınırım.»

İZAHI
Hadisin «Fayda vermeyen ilimden...» fıkrası ile ilgili olarak S i n -
d t şöyle söyler:

Çünkü ilimlerin bir kısmı sahibine hiç fayda vermez. Bilâkis


onun aleyhine dönüşür. S u y û t i, faydalı olmayan ilmi şöyle
açıklar: Faydalı olmayan ilim kişinin gizli huyunu ve ahlâk duy­
gularım temizlemeyen, bu nedenle onun durum ve davranışlarım
olumlu yönden etkilemeyen ve dolayısı ile âhiret sevabını kazandı-
ramıyan ilim türleridir. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem),
Allah Teâlâ’nm azametini ifade etmek, kendi kulluğunu beyan et­
mek, kulun daima Allah'tan korkmasının gereğini ve her zaman ona
muhtaç olduğunu belirtmek için hadiste sayılan şeylerden Allah'a
sığınmıştır. Ayrıca bu duada bulunmakla ümmetini teşvik ve tâ­
lim buyurmuş oluyor. Anılan bu şeylerden Resûlullah’ın bir endişe­
si olduğu ihtimali düşünülemez. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aley­
hi ve Sellem) ’in masum ( = günahsız) olduğu bilinmektedir.
4 !fi S Ü N E N İ İ R N İ M Â C E

Miftâhü*!-H âce m üellifi de faydalı olm ayan ilim leri şu kısım la­
ra ayırır: Bilinip onunlaam el edilm eyenilim , bilinip başkasına öğ­
retilm eyen ilini, sahibinin durum ve davranışlarını düzeltm eyen
ilim, keza sahibinin huyunu tem izlemeyen ilim , bilinm esine ihtiyaç
duyulm ayanilim , dinintasvipveteçhizetm ediği (sihirilm i gibi) ilim
ve benzerleridir.
Hadisin «Doym ayan nefisten...» fıkrası ile dünya hırs ve tam aı
kasdedilm iştir. Yani «dünya m alına ve nim etlerine aşın düşkünlü­
ğü dolayısıyle doym ak bilm eyen nefislen sana sığınırımAllahım !»
Fakaf ibâdete, şâlih am ellere ve hayır işlerine düşkün olm ak, bun­
laradoym am akve ihtiraslı olmakdinenövgüye lâyık ve m atlubtur.
Nitekim Tahâ sûresinin1 14.âyetinde; , . „. t *

(3 s—>j jJ-*j

— «Ve deki ey Rabbim! benimilmimi arttır» buyuruluyor.


/ V ,» • - • **vI »A- mt
( j a i jj_c <
jrujıjuc . X £ 1 U jm

^ ıfi«t» a > ; n â 3 v t ; 36 i î r ; ^ ^ i & *

• * JC 3 ^ j f İ Ü * 3 ■ d » j i j j < U

TERCEMESİ
251) ... Ebû Hüreyre ( R a d i y a l l a h ü a n h )'denşöyle dediği rivâyet edil­
m
iştir:
Resulullah (SallaahüAleyhi ve Selem) şöyle duâ ederdi:
«Allahım ! Bana öğrettiğin ilimden beni yararlandır, faydalana­
cağımilm i bana öğret, ilmim i arttır. Her hal (ilmimi arttırmadan
önceki ve artırdıktan sonraki haller) özerinde Allah’a ham d olsun.»
•f i 4.»-** * İ ' * ^ s-A A» w
.öu»JI ^ t ( j ' (j-i L. <
jrjXj jil \ ^ s 'j0 —Y® Y

t. l< j * , a <
3 x.t & Z tS x Ş t ûUJUL(jr^ii L;: VÜ

>• ^^ jr*» âH5»' Oj-S3^ : 0^ i (J <jQ <>'


" "ı " J * **
8 4
1İ-1ui j e . X £ _ <UJ li» V[ aJİİ-j V <U
lt

^L> cs-4
Bab: 23 MUKADDİME 417

jL jjL ü J^*-* l *•c>~-^ J*.l 3&

TERCE MES İ

25
2) ... EbûHüreyre ( R a d i y a l l a h ü rivâyet edildiğin
a n h ) \ \ c n e gü
re Re-
sûlullah ( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) şöyle buyurmuştur:
«Allah nzâsmm kazanılması için talep edilmesi gereken bir il­
mi öğrenen bir kimse, sırf dünya menfaati için bu İlmi öğrenecek
olursa kıyâmet günü Cennet kokusunu bulmıyacaktır.»
İ b n - i M â c e h , E b ü ’l - H a s a n , E b û H â t i m ,
S a i d b i n M a n s û r , F u l e y h b i n S ü 1 e y m a n ... yolu
ile de aynı hadisi rivâyet etmiştir.

İZAHI
Hadisteki: «Allah rızası için talep edilmesi gereken ilim» tâbi­
ri ile dinî ilimler kasdedilmiştir. Şu halde dîni ilimlerin dışında kalan
bir ilimle sırf dünya menfaatini kazanmak isteyen bir kimse bu ha­
diste haber verilen tehdite tâbi değildir.S i n d i bu durumu belirt­
tikten sonra: Hadisten anlaşıldığına göre dinî ilimleri öğrenmek is­
teyen bir kimse sırf dünya menfaatini amaçlarsa bu tahdite maruz
kalır. Fakat Allah rızasını kasdetmekle beraber dünya menfaatini
da düşünen bir kimse hadisin tahditine dahil değildir, demiştir.
Hadisin «...Cennet kokusunu bulmıyacaktır.» fıkrası çeşitli şe­
killerde yorumlanmıştır. Çünkü bilindiği gibi, Islâm dinine göre zer­
re miktarı imanı olan kişi neticede Cennet’e girecektir. Bu itibarla
dini ilimleri sırf dünya menfaati için öğrenen kişi iman sahibi ola­
rak öldüğü takdirde sonuç itibarı ile Cennetliktir. Bunun için fıkra
şöyle yorumlanmıştır:
Dinî ilimlerle yalnız dünya'menfaatim kazanmak istiyen kimse
Cennet kokusunu bulmaya ve Cennete girmeye müstahak ve lâyık
değildir. Ama onu tazib etmek veya afv etmek Allah’ın iradesine
bağlıdır, bizce meçhuldür.
Bâzıları da fıkranın mânası şudur: Böyle yapan adam Cennet'e
girse bile güzel kokusunu duymayacak ve bu güzel kokudan mah­
rum kılınacaktır, demiştir. Diğer bir kısım âlimler ise fıkrayı mah­

Siinen-1 İbn-i Mâce — F.: 27


418 SÜNEN-İ İBN-t MÂCE

şer zamanına tahsis ederek: Böyle olan kişi, kıyâmet günü yani ka­
birlerden çıkılıp Cennet veya Cehenneme gidilinceye kadar geçen
mahşer süresince Cennet kokusunu duymıyacaktır. Bu yorumları
beyan eden S i n d I, sözlerini şöyle bitiriyor: Çünkü havas kıs­
mı, özellikle âlimler, mahşere doğru gelişlerinde bile Cennet koku­
sunu duyarak onlar için bir endişenin bulunmadığını anlamış olur­
lar.

T E R C E M E S İ

253) ... (Abdullah) îbn-i Ömer (RadiyaUahü anhümâ)\fon Peygamber


(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, dediği rivâyet edilmiştir:
«Cahillerle ve aklı noksan olanlarla münakaşa etmek veya âlim­
lere karşı böbürlenip övünmek, yahut da halkın teveccühünü kazan­
mak niyeti ile (dini) ilim talep eden kimse ateştedir.»
Not: Hammâd ve Ebi Kerib'İn zayıflığı nedeni ile bunun senedinin zayıflığı
Zevâid'de bildirilmiştir.

. Ü y t ^ U- i j . * M t e ı j ı j l o - ı j\ « i j j j . CAsS o j l u J J U - j : j J l j j l t

T E R C E M E S İ

254 ... Câhır bin Abdillah (Radiyallahü omA)’den Nebî (Sallallahü Aley­
hi ve Sellem) şöyle buyurdu, dediği rivâyet edilmiştir:
Bab: 23 MUKADDİME 419

, «N e âlimlere karşı iftihar ve övünmek için, ne de cahillerle mü­


nâkaşa etmek için ve ne de meclislerin seçkin köşelerinde yer alhiak
için ilim talep etmeyiniz.
Bu yasağa rağmen kim böyle yaparsa ateşe (müstehaktır), ateşe
(müstehaktır).»
N o t : Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun râvileri sikadır, tbn-i Hibbân da
bu hadisi kendi sahihinde rivâyet etmiştir. Hâkim de bunu merfu ve mevkuf
olarak rivâyet etmiştir.

İZAHI

Bu iki hadis, Islâmi ilimlerden, basit ve süfli emellerin beslenme­


sinin yasak olduğunu ve böyle bir maksatla ilim talep eden kimsele.-
rin mükâfat alması şöyle dursun, ilmin yüceliği ile bağdaşmıyan kö­
tü niyet ve davranışı yüzünden Cehennem ateşine müstahak oldu­
ğunu bildiriyor. Evet dini ilimler idraki kıt, iz’anı kısır, aklı zayıf
olanlarla ve cahillerle münakaşa ve mücadele etmek için öğrenilmez.
Kezâ, din âlimlerinin karşısına çıkarak bilgisi ile iftihar etmek, gu­
rurlanmak, böbürlenmek, övünmek ve kibirlenmek için de ilim öğ­
renilmez. Hele halkın itibar ve teveccühünü kazanmak, toplumun
saygısına, kadr-ü kıymetine rnazhar olmak, vanlan meclislerde en
üst köşeye geçmek, en yüksek yere oturmak, halkı hizmetçi gibi kul­
lanmak ve dünya malını toplamaya ilmi aracı koyup istismar etmek
gibi menfur emellere kavuşmak için dini ilimleri basamak yapmak
kesinlikle yasaklanmıştır. Hadisler böyle basit ve menfur emellere
erişmek için dinî ilimleri talep edenlerin Cehenneme müstahak ol­
duğunu hükme bağlıyor. Tabii Cehennemlik olmaları geçici olup
ebedi değildir. Ayrıca onlann afvedilmesi Allah’ın iradesine bağlıdır.
Allah dilerse onlan bağışlar.

253 noiu hadisin râvilerinden H a m m â d ve E b û K e r i b


zayıf oldukları gerekçesiyle isnadının zayıflığı Zevâid'de belirtilmiş­
tir. T i r m i z i ise hadisi İ b n - i Ö m e r yolu ile rivâyet ede­
rek Hasen olduğunu söylemiştir. 254 noiu hadisin isnadındaki râ-
vilerin sika oldukları ve İ b n - i H i b b â n tarafından kendi sa-
hîh’inde rivâyet edildiği yine Zevâid’de bildirilerek, E l - H â k i m
tarafından da merfu’ ve mevkuf olarak rivâyet edildiği ifade edili­
yor.

ikinci hadisin metninin sonundaki j \jjCj kelimesi mu­

hakkik tarafından merfu’ ve mensup olmak üzere iki şekilde (ötre


420 SÜNEN-t İBN-İ MÂCE

ve üstün ile) harekelonmiştir. Merfu' okunursa mübteda olur, ha­


beri mahzuftur. Takdiri jÜ l dır. Mensub okunursa mah-

zûf bir fiilin mefûlüdür. Takdiri j\jj| (j _ 9ejû ~ -x i olur.

‘ ü' x U- \Zs ‘}0 — \6Ğ

LÛ 1j| » 3U <i^sjf Je. İ Lr'Ç- û } Cf- ‘ •■>!/. t> 5*^ ö* ‘


jt* i* ^ j* ***»✓^ c «" ^ ^
j» : j Oj\j*mj i Cj 31^3 o £ j *
• V " *■ - + "

. v| 2^ ^ ^ / -*)j ’^ Ç * ' o*

.« ^ « i^ v a û r
. llLİll ç Ç jl 3

. ö^j l (jr «uli Ju*frj • «i. < .w « » ft>Lu»I «

T E R C E M E S İ

2
SS) .... (Abdullah) tbn-İ Abbas )’dan Peygamber
( R a d i y a l l a h ü . a n h ü m â

( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e şöylebuyurdu, dediği rivâyetedilm


S e l l e m ) iştir:
•Şüphesiz benim ümmetimden bazı insanlar dinde fıkıh bilgisi­
ne sahip olduğunu iddia edecekler, Kur’an okuyacaklar ve diyecek­
ler k i: Biz emirler sındına varıyor, dünyalıklarından yararlanıyo­
ruz. Fakat dindarlığımız hususunda onlardan uzak durup (bu yön­
den bize bir zarar ilişmiyor) derler. Halbuki onların dediğinin ger­
çekleşmesi mümkün değildir. Katad (adındaki dikenli ve meyvesiz
ağaç) dan geven dikeninden başka (b ir meyveyi) toplamak mümkün
olmadığı gibi emirlere yaklaşmaktan, bir şey toplanamaz. Ancak...»

(tbn-i Mâeeh diyor ki) Râvi M u h a m m e d b i n e s - S a b -


b â h dedi k i : Zanmmca Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«hatalan kasdetti.»
N o t : Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedi zayıftır. Râvi Ubeydullah
bin Ebl Bürde de meçhuldür.

t Z A H I
Miftâhü’l-Hâce yazan diyor ki hadisten kasdedilen mâna şu d u r:
Bab: 23 MUKADDİME 421

K u r ’ a n okuyan fıkıh bilgisi olduğunu iddia eden bâzı kimseler,


zarûri ihtiyaçları ve önemli bir işleri olmadığı halde emirler sınıfı­
nın yanma giderek, fazilet ve ilim sahibi olduklarını açıklar, bir ta­
kım mal ve makam koparmak isterler. Bu tip kimselere: «ilim ile
bu nevi davranışlar birbiri ile bağdaşmaz, niçin böyle hareket edi­
yorsunuz», denildiği zaman şöyle cevaplarlar: «Biz emirlere varıp
onların dünyalıklarından yararlanırız. Ama dinî vecibelerimiz ba­
kımından onlardan uzak dururuz.» Halbuki yekdiğerine zıt iki şeyi
toplamak imkânsızdır. Katad, dikenden başka meyvesi olnuyan bir
ağaçtır. Bu ağaçtan meyve olarak dikenden başka bir şey toplamak
mümkün değildir. Emirlere yakınlıktan bir semere beklenemez. Bek­
lenen şey ne olabilir? Hadiste Peygamber’in sözünde emirlerden alı­
nabilen şey yani müstesna anılmamıştır. Râvi anılmak istenen şeyin
«hatalar» olduğunu sanıyorum, diyor. Şu halde onlara yaklaşmak­
tan beklenebilen semere hatâlar ve günahlar olmuş oluı.

Miftâhü’l-Hâce müellifi diyor k i: Rivâyet edildiğine göre Z ü h -


r i ’ nin Padişahlarla oturup kalkmaya başladığını duyan bir din
kardeşi ona yazdığı mektupta ezcümle demiştir:

Ey Zühri! Allah bizi ve seni fitneler hastalığından kurtarsın. Sen


öyle bir duruma düştün ki, seni tanıyan herkes sana duâ etmelidir.
Çünkü Allah’ın kitabını ve Peygamber’in sünnetini bilmek nimetini
Allah şana ihsan etti. Sen yaşlandıktan sonra bu yüce nimetlerin
devrilmekle karşı karşıya geldi...

Si ndi diyor k i : Emirlere yaklaşmanın katad ağacından di­


ken toplamaya benzetilmesi ile onlara yaklaşmaktan dinî yönden
zarar etmekten başka bir sonuç ahnmıyacağma- işaret ediliyor. Çün­
kü: kişi için Allah tarafından takdir edilmiş olan nzık ve menfaat-
lar behemhal sahibini bulacaktır. İster emirlerin kapısına gidilsin
ister gidilmesin netice değişmez. O halde onların kapılarına gidil­
mekle yeni bir kazanç sağlanacak değildir. Ama bununla beraber di­
nî yönden zarara uğramak da vardır. Şöyle de söylenebilir. İlâhi
takdir meçhulümüz olup dış görünüşe göre emirlerin sohbetinde bu­
lunmak ve onlarla ihtilat yapmak suretiyle elde edilen dünyalık men­
faat. bu ilişkilerle uğranılan zarar muvacehesinde çok cüz'î olduğu
için yok gibidir. Dolayısı ile zarardan başka bir şey kalmamış sa­
yılır.

M uham m e d b i n S e l e m e ’ den şöyle dediği rivâyet


edilmiştir: Pislikler üzerine konan kara sinek, bahis konusu züm­
renin kapışma varıp okuyucu olduğunu söyliyenden daha iyidir.
422 SÜNEN-Î İBN-Î MÂCE

Hâvilerden U b e y d u l l a h b i n E b i B ü r d e tanınmı-
yan bir kimse olduğu için hadisin isnadının zayıf olduğu, Zevâid’de
bildirilmiştir.

T ER CE MES İ

2S
6) ... EbûHüreyre ( R a d i y a l l a h ü a n h ) 'd e n rivâyetedildiğin
egöre Re­

lullah ( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) :

«Cübbü’l-Hiizn (veya) Cübbü'l-Hazan’den Allah'a sığınınız», bu­


yurdu.

Sahâbiler, Yâ Resûlallah!

Cübbü’l-Hüzn (veya Cübbü’l-Hazan nedir? diye sordular. Resü-


lullah onlara cevaben:

«Cehennem’de öyle bir deredir ki Cehennem her gün dörtyüz de­


fa ondan (Allah’a) sığınır», buyurdu. Sahâbiler:
Bab : 23 MUKADDİME 423

— Yâ Resûlallah! Kimler bu dereye girer? diye sordular. Resû­


lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«O dere, amelleri ile riyakârlık eden Kur’an okuyucuları için ha­


zırlanmıştır. Allah'ın en çok öfkelendiği Kurrâlardan bir kısmı da
şüphesiz emirleri ziyaret eden okuyuculardır, buyurdu. (Râvi) et-Mu-
haribi dedi ki emirlerden maksad zâlim olan emirlerdir.»

t Z A H 1
S i n d i diyor ki hadiste geçen «Cübb» lügatta çevresi örül­
memiş olan kuyu demektir. «Hazan ve Hüzn» ise hüzün ve keder
mânasınadır. Hadiste kullanıldığı gibi iki kelimenin bir araya geti­
rilmiş şekli ise özel isimdir. Bunun sözlük mânası düşünülürse: «Ke­
der kuyusu» demek oluyor. Cehennem'in bu dereden Allah'a sığın­
ması zâhirine göre mânalandırılmıştır. Çünkü Cenâb-ı Allah her şe­
ye kaadirdir. Cehennem'in diğer dereleri bu dereden Allah'a sığı­
nabilirler. Yâhut da bu sığınma, Cübbü'l-Hüzn denilen derenin azâ-
bmın şiddetinden kinâyedir, diye yorum yapılabilir. Her iki halde
de Cehennemden murad. mü’minlerin günahkârlarına âit olan Ce­
hennemdir. Zira kâfirlerin ve münafıkların Cehennemdeki yerleri
Cübbü’l-Hüznden daha şiddetlidir.
İbn-i M â c e h , bu hadis için müteaddit senedler ve her
senedde müteaddit haller zikretmek süretiyle hadisin kuvvetini be­
lirtmek istemiştir. Senedlerin asıl arapçası mevcut olduğu için bir
hayli yer alacak olan türkçesini yazmaya lüzum görmüyorum. Yal­
nız şunu belirteyim. Hâvilerden .A m m a r demiş ki senedlerde
«İbn-i Şirin» diye geçen râvinin M u h a m m e d İbn-i
S i r I n mi. yoksa E n e s İbn-i Ş i r i n mi olduğunu'bi-
lemiyeceğim. Her iki zat kardeş olup S i r i n ’ in oğullandır. (Ra­
diyallahü anhüm).

ıjÇ .£ J 4İ'U*:e. UT: Vli <^y^JİAİ* <J t -CÜ <J [jc — Y*>V

û'l X f t A j. o ^ t j i - r '(/■ K y ** â c
«» ^ • A* ^ * * 0 *

j Alt « ^ J :J İ î » i

^ j^ v

ı‘ j * j - » y «ii *lİ S 'ı ‘ ç (3 » ^ - lj A ® J

.a i ÜjJ) Jij^-\ (j ^
424 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

TER C E ME S İ

257) ... Abdullah İbn-iMes’ûd ( Radiyallahü anh)'den şöyle söylediği ri­


vayet edilmiştir:
Eğer ilim ehli, ilmiin değerini) koruyup onu liyakatli olanların
yanma koymuş olsalardı, ilim sayesinde, zamanlarındaki insanların
büyükleri olacaklardı. Lâkin âlimler, ilim vasıtası ile dünya ehlinden
bir takım menfaatlar sağlamak için ilmi değerlendirmeden dünya
ehline mebzulen vermeye giriştiler. Bu sebeple dünya ehli yanında
âlimlerin değeri de düştü. Ben sizin Peygamberiniz (Sallallahü Aley­
hi ve Sellem)'den şöyle buyururken işittim :
«Kim çok arzulan tek arzu — âhirete âit arzu — haline döndü­
rürse Allah, onun dünyaya âit arzusu için yeterdir. Ve kim ki. dün­
ya ahvali hakmdaki arzulan dağılırsa veya arzular kendisini dağı­
tırsa onun dünyanın hangi deresinde helâk olduğuna Allah iltifat
etmiyecektir.»
îbn-i Mâceh, Ebül’-Hasan’dan naklen ikinci bir sened ile de ha­
disi rivâyet etmiştir.
N o t : Zev&ld'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi zayıftır. Çünkü râvi Nehsel
bin Said’in münker hadisleri rivâyet ettiği söylendiği gibi mevzu hadisleri rivâyet
ettiği de söylenmiştir.

tZ A H 1

Hadisin metni iki parçadan ibarettir. İlk parça Ashab’tan A b ­


d u l l a h İ b n - i M e s ' ü d ' a âittir. Bu parça ilim adamları­
nın ilmin değerini korumalarına, rastgele insanlara ilim aktarma­
ya girişmemelerine, ehil ve liyâkatlı olan talihlere ilmi aktarmaya
çalışmalarının gereğine dikkatları çekiyor. Ve böyle hareket edil­
mediği takdirde ilim adamlarının değerinin düşeceğine, hatta bilfiil
düştüğüne parmak basıyor. S i n d i ’ nin beyânına göre T ı y b I
demiş k i: İ b n - ı M e s ' û d ’ un «Ben sizin Peygamberinizden...»
MUKADDİME 425

şeklinde hitabı, tevbih mahiyetinde olup muhatablanm Peygamberin


emrine muhalefet etmeleri dolayısı ile kmıyor.

Hadis metninin ikinci paragrafı ise; Resûl-i Ekrem’in buyruğu­


dur. Burada insanlarda görülen arzuların birleştirilerek tek arzû hâ­
line getirilmesi ve bu tek arzunun da âhiret saadetine âit arzu ola­
rak tesbiti Öngörülüyor ve böyle yapan bir kimsenin dünyasına âit
istek ve arzularının gerçekleşmesi yolunda Allah’ın inayet ve yardı­
mının ona erişeceğine işaretle Allah ona yeterdir, buyuruluyor. Böy­
le hareket etmiyerek dünya ahvali hakkında beslediği istekleri dal­
lanıp budaklanan kimselerin, keza pek çok arzuların darbesi ile ken­
disini toparlamaktan âciz kalarak dağılan kişilerin dünyanın hangi
vadisinde ve hangi arzunun tahakkuku peşinde koşarken helâk olur­
sa Cenâb-ı Allah ona iltifat edip bakmıyacak ve ona yardımcı oimı-
yacak. diye uyan yapılıyor.
Hadisin râvilerinden N e h ş e l b i n S a i d * in münker ha­
disleri ve bâzıtannm dediğine göre mevzû hadisleri rivâyet ettiği
gerekçesi ile isnadın zayıf olduğu Zevâid’de belirtilmiştir. S i n d i
ise, E l - H â k i m ’ in sahih olduğunu tesbit ettiği İ b n - i Ö m e r
tariki ile ayni hadisin rivâyet edilmiş olduğunu bildirmiştir.

JU ur -u * L": Y V < Jİ1 ur jU < jU < ı> L / -J » — T » A

, & . s & ı » y « ü ,G J > i ç ç a s

, â ı 'j.1 * a$ , âı g ' İ J ı 'J S . z . 3û & y ı M i j ı

TE R C E M E S İ

258) ... İbn-i Ömer (Radiyallahü atıhümâyâ&n rivâyet edildiğine göre


Nebî (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur r

«Kim Allah'tan başka bir şey için (dinî) ilim talep ederse veya
o ilimle Allah rızasından başka bir maksad edinirse Cehennem’den
olan iizerine hasırlansın.»

İZAHI
Hadis, gerek ilim talep edilirken ve gerekse elde edilen ilim iş­
letilirken Allah rızâsının düşünülmesini emrederek buna ters düşen
426 SÜNEN-İ ÎBN-İ MÂCE

niyet, ye maksaciları besliyen kimselerin ilâhl azaba müstahak ol­


duklarını bildiriyor.
E â m u z ü ’ l - A h a d i s ’ in şerhinde aynen şunlar söyleniyor:
İlmi çalışmada niyetin düzeltilmesi için Allah rızası, âhiretteki
azabtan kurtulmak, İlâhî sevablar düşünülmelidir. Dünya menfaa­
ti, mevki, makam, zenginlik, padişahların teveccühüne mazhar ol­
mak, dost ve emsal arasında üstün bir değer kazanmak ve benzeri
dünyadaki muvakkat zevkler ile safalar ilmi çalışmanın amacı olma­
malıdır. Bâzı zâtlar da: ilim adamları niyetlerini tashih etmek is­
terlerse, cehaletten kurtulmak, eğitim ve öğretim yolu ile halka ya­
rarlı olmak ve âlimlerin azaldığı bir devirde ilmi ihyâ etmek niyeti­
ni düşünmelidir, demişlerdir. Tabii bu niyetin yanında yine Allah
rızâsı melhuz olmalıdır. Şâyet ilme çalışan kişi şeytani vesveseler,
şehvani duygular ve nefsi arzulardan sıyrılarak niyetini arzulanan
şekilde temizliyemezse ihlası gerçekleştiremedi, diye ilmi terketme-
si tercih edilmez. Çünkü cehaletin zararı niyetin ihlaslı olmayışının
zararından daha büyüktür. Ehveni şerri tercih etmek bir prensip ol­
duğu gibi iki zararlı şey arasında kalan kişinin zararı nisbeten ha­
fif olanı seçmesi gerekir. Diğer taraftan ilimle meşguliyetini sürdü­
ren bir kimsenin zamanla niyetini tashih etmesi umulur. Nitekim
M ü c â h i d: Biz ilme tâlip olduğumuz sıralarda uzun boylu ih-
laslı niyetimiz yoktu. Sonra Cenâb-ı Hak bize niyetimizin tashihini
nasîh eyledi, demiştir. Bâzı âlimler de: Biz ilmi Allah rızâsı için
değil de başka maksadla talep ettik. Fakat ilim bizim Allah rızasın­
dan başka maksadlan gütmemize engel oldu, demiştir.
G a z a l i de M u â z (Radiyallahü anh)’den rivâyet edildi­
ğine göre âlimlerden Cehennem’e müstahak olanlar şu gruplara ay­
rılırlar, der:
1. İlmini hazine gibi gizliyerek başkasının bilmesini istemiyen-
ler. Bunlar Cehennem’in ilk tabakasmdadırlar.
2. İlimde padişah gibi kendisini eşsiz görür. İlminden bir mes’e-
le reddedildiği gibi zaman hazmedemez ve öfkelenir. Bunlar Cehen-
nem'in ikinci tabakasmdadırlar.
3. İlmini ve yabancı ilmi konulan zenginlere ve eşrafa açıkla­
yan ve başka insanlara anlatmıyan grup da Cehennem’in üçüncü ta-
bakasmdadır.
4. Kendisini fetva vermeye liyakatli göstererek halka yanlış
fetvâ verenler. Bunlar da dördüncü tabakadadırlar.
5. Ehl-i Kitabın söylediklerini söyliyenler 5’inci tabaka ehlidir.
Bab: 23 427

6. İlmini halk arasında bir büyüklük ve şahsının anılmasına,


övülmesine araç kılanlar 6’ncı tabaka ehlinden olur.
7. ilmi dolayısı ile beslediği kibir, gurur ve böbürlenmesi yü­
zünden hoplayan ve hiç kimsenin nasihat ve ikazını kabul etmiye-
rek kendisini müstağni sayan grup da Cehennemin 7’nci tabakasını
boylar.
Bir haberde rivâyet edildiğine göre doğu ile batı arasını doldu­
racak kadar yaygınlaşan bir şekilde, insanoğlu övgü toplar da bu
övgüler Allah indinde bir sivrisinek kanadı ağırlığınca değer taşı-
mıyabilir' (105)

T E R C E M E S İ

259) ... H uzeyfe rivâyet edildiğin


( R a d i y a l l a h ü egöre k en
d isi :
a n h ) 'd e n

B enR esûlullah( S a l l a l l a h ü )’denşöylebuyu


A l e y h i rurkenişittim
v e , de­
S e l l e m

m iştir:
-Alimlere karşı böbürlenerek övünmek veya cahillerle münaka­
şa etmek veyâhut halkın teveccühünü kendinize çevirmek için (dini)
ilim öğrenmeyiniz. Kim böyle yaparsa o kimse ateştedir.»

(105) Ramûzü'l-Ahâdis şerhi Levamiü’l-Ukul cild 4, sah. 481, 482, Mısır, Amire
Matbaası yıl ?
428 SÜNEN İ İBN-Î MÂCE

TERCEMES İ

260)... Ebû Hüreyre (Raıliyallahii anh)'den Resûlullah (Sallallahü Aley­


hi ve Sellem) şöyle buyurdu dediği rivâyet edilmiştir :

«Kim âlimlere karşı böbürlenip övünmek, cahillerle münakaşa


etmek ve halkın teveccühünü kendisine yöneltmek için (dini) ilim
öğrenirse Allah o kimseyi Cehenneme sokar.»
N o t: Zevâid’de bu İki hadisin isnadının zayıf olduğu bildirilmiştir bıı
iki hadis mâna itibarı İle r&vUerinin sika olduğu belirtilen 254 noiu hadise ben*
zerler.

24 — KENDİSİNE SORULAN BİR BİLGİYİ GİZLEYENİN


BEYÂNI BÂBI

T ERCE MES İ

261) ... Ebû Hüreyre (Radiyallahü unh)'den, Nebi (Sallallahü Aleyhi ve


Sellem) şöyle buyurdu, dediği rivâyet edilmiştir:

«Hıfzettiği bir ilim kendisine sorulup da onu gizleyen her adam


kıyâmet günü ateşten bir gem onun ağzına vurulmuş olduğu halde
(mahşere) getirilir.»
Ebü’l-Hasean El-Kattân dedi k i : Ebû Hâtim, Ebü'l-Velîd yolu ile
İmâre bin Zâzân'dan bize gelen rivâyete göre ayni metin buyurul­
muşlar.»

tZ A H I
Hadis, bellenmiş ve kesinlikle bilinen bir dini mes'elenin sorul­
duğu zaman malûm olan cevabı gizlemenin âhiretteki cezasını bil­
Bab: 23 MUKADDİME

diriyor, verilen cezanın amel cinsinden olduğu belirtiliyor. Şöyle


k i : O ilim adamı ihtiyaç duyulup sorulduğu zam an hak olan b ir sö­
zü söylemekten imtina ederek ağzını kapadığı için, mahşerde her­
kes amelinden dolayı soruşturmaya tabi tutulup konuşmaya ve ce­
vap vermeye şiddetle ihtiyaç duyduğu bir ortam da A llah onun ağ­
zına ateşten bir gem vurdurup susturm a cezasına çarptırır. S i n d i
diyor k i : İlmî soru soran adam bunu kavram aya ehil ise ve o ilmi
soru yararlı ise o zam an cevap vermek mes’uliyeti olsa gerek ve bu­
na rağm en cevap vermezse hadisteki ceza terettüp eder kanaatmda-
yun Şayet soru sahibi konuyu kavrayam az durum da ise veya o il­
mi konu onun için yararlı değil işe cevap vermeyen ilim adamının
hadisteki vebala tâbi olmadığını um anm . H a t t a b i de : Hadis­
teki durum, öğrenilmesi mecburi olan zaruri ilim hakkındadır. M e­
selâ soru sahibi ilim ad am ın a: B ana îslâmiyeti telkin et. veya vak­
ti geçmiş olan farz namazın kılmış şeklini bilmiyorum bana öğret
dese, ilim adamı bu sorunun gereğini yapm akla mükelleftir. Fakat
halkın öğrenmesi zarüri olmayan ilmi mes’eleleri öğrenmek isteyen
kimseye öğretmeyen âlim bu cezâya m üstahak kılınmamıştır.
t** 1^* Jl I'f ■ ^ I^ ^ t.» t ' ifl ^ S 4» . J»
< .u— j . jüt* <j ^ uuı j>.ı — Y*Vf
*««** »'*• ' * \\ ^ " *\/t ^ ,* ^*SÎII # * 4ıt **
: u j* 1 t rytyı y y ur y j \ ^ y << sy y y

.IjûI «*>•1* (jLî ûil »jtt 1VJ 1


* V 40» **’

VI ^»-1 ( J « S ! 3j \ o tjfJl
( İ\S /SjiJ! ijy* I V)

T E R C E M E S İ

2
6 2) ... A bdurrahmanbinH ürmüzEl-A’rac(106) ( R a d i y a l a l h ü umA)’d
en
rivâyet edildiğinegörek endisi EbûHüreyre ( R a d i y a l l a h ü a n h )’denşöylesöy­
lediğini işitmiştir:
Vallahi Allah Teâlâ’nm kitabındaki iki âyet olmamış olsaydı ben
O'ndan (yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den haya­
tımda hiç bir şeyi rivâyet etmezdim. Allah’in şu kavli olmasaydı. (107

(106) Bu zat, Ebû Hüreyre, Muâviye ve Ebû Said’in râvisidir. Kendisinden


rivâyette bulunanların başında Zührl, Ebü’z Zübeyr ve Ebü’z-Zinad gelir. Bir ce­
maat onu sika saymıştır. Ebû übeyd'in dediğine göre hicri 117. yılı İskenderiye’­
de vefat etmiştir. Hulâsa sah. 236
(107) Bakara sûresi, âyet 174, 175
430 SÜNEN İ İBN-İ MÂCE

«Şüphesiz o kimseler ki, Allah'ın kitaptan indirmiş olduğu âyet­


leri gizlerler ve bunun karşılığında az bir bedel alırlar. İşte onlar
karınlarında ateşten başka bir şey yemezler. A llah kıyamet günü
onlarla Jıonuşmaz, onları temize çıkarm az ve onlar için elim b ir azap
vardır.

O nlar öyle kimselerdir ki, hidâyet mukabilinde dalâleti, mağfiret


mukabilinde azabı satın almışlardır. O n la n ateşe karşı bu kadar
sabırlı kılan nedir?»

İZAHI
Âyetler, hakkı gizleyenlerin korkunç âkibetine işâret buyuru­
yor. Hadisler de dini hükümlerin kaynağı olmak bakımından âyet­
ler gibi olduğu için E b û Hüreyre (Radiyallahü anh) bu âyet­
ler muvacehesinde bildiklerini gizliyemediğini ve Resûl-i Ekrem’den
işittiği hadisleri rivâyet etmesinin sebebini belirtiyor. S i n d i di­
yor ki-, ilmi gizlemenin mes’uHyetine dâir başka âyetler ve hadisler
bulunduğuna göre E b û H ü r e y r e (Radiyallahü anh) bu iki
âyeti örnek olarak zikretmiştir. Çünkü; bu iki âyetin bulunmamış
olduğunu farz etsek bile mevcut diğer âyetler ve hadisler ilmi giz­
lemenin yasaklığı ve bilinen hadisleri açıklamanın gerekliliği için
kâfidir. Bu itibarla E b û H ü r e y r e (Radiyallahü anh) ’ı hadis
rivâyetine zorlayan sebebi yalnız bu iki âyetten ibaret sanmak ha­
tadır. Nitekim :

B u h a r i «İLM » kitabının «H ıfzü’l-İlm» babında A b d ü 1 -


aziz bin Abdillah El-Uveysi El-Medeni, M â ­
lik bin Enes, Zührî, A b d u r r a h m a n bin H ü r ­
müz yolu ile E b û H ü r e y r e (Radiyallahü an h)'den rivâ-
ret ettiği bu hadis daha uzundur. V e oradaki rivâyete göre E b û
H ü r e y r e ’ nin okuduğu âyetler B a k a r a süresinin 159 ve
160’ncı âyetleridir. O radaki hadis metninin tercemesi şöyledir:

...Ebû H üreyre «w/r)’den: Şöyle dem


( R a d i y a l l a h ü iştir: Halk Ebû H ü­
reyre çok (hadis rivâyet) ediyor, derler. H albuki Allah’ınkitabın da (şu) iki
âyet olmasaydı hiçbir h adis rivâyet etm ezdim . Son
raE bûH üreyre:
L -X-*. ^ c ıU J I ^ u ;î L j|

^ V [ jy O M I j <üil dlîîJ ^ l ^ J I j ^uı


Bab : 24 MUKADDİME 431

= «O kimseler ki bizim indirdiğimiz beyyineleri ve hidâyeti hal­


ka açıkça biz beyân ettikten sonra, bunları saklarlar, muhakkak Al­
lah onlara lanet eder ve lânet ediciler de lânet ederler.
Ancak bunlardan tevbe edip sâlih amel işleyen ve (gizledikleri­
ni) açıklayanlar müstesna. İşte ben bunların tevbelerini kabul ede­
rim. Tevvâb ve Rahim olan da ancak benim.»âyet i kerimelerini oku­
du. (Daha sonra E b û H ü r e y r e sözlerine devamla) Muhûci-
rîn kardeşlerimiz çarşılarda alış verişle, Ensâr kardeşlerimiz de mal­
lan (ve topraklan) için çalışmakla iştigal ederlerken E b û H ü ­
r e y r e boğaz tokluğuna (kanaat ederek) Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)’in yanından ayrılmazdı ve onların hazır bulun­
madıkları meclislerde hazır bulunur, onların hıfzetmedikleri sözleri
bellerdi.
B u h â r i ’ nin Târih’deki rivâyetine göre E b û H ü r e y r e
(Radiyallahü anh) bir ara 10’dan fazla seçkin Sahâbi'nin bulundu­
ğu bir meclisde bulunarak onlann bilmedikleri bâzı hadîsleri rivâyet
etmiş, onlar da aralarında soruşturup sıhhatma kanaat etmişlerdi.
O mecliste bu hal bir kaç defa tekerrür edince bâzı kimseler: «Mu
hâcirler ve Ensâr Ebû Hüreyre gibi hadis rivâyet edemesinler, bu na­
sıl olur?» demişler. Bunlara cevaben E b û H ü r e y r e bu sözleri
söylemiş oluyor.
ı ç - î ( j IİÎU- td. ^ \dr l

;.nî|» İ ı 3j i ; 'J&! 3& i & . j i ü ı 6 X i ' ^ . t f p ı Jı

. 4 ûii 1 1* »vas ç - ' 1t' ' * '* ÂJ* V t

• ^ı —
dİ tj' i ^ ^ ’ c) 1û. cT— * ju13_/■,3
. LajJ \aju\ ^ (jr ^ ^-.Jt
T ER C EMESİ
2
63) ... Câbir (bin A bdillah) )'den Resûlullah
( R a d i y a l l a h ü a n h ( S ı ı l -

l a l l a h ü A l e y h i şiiy
v ele buyurdu, dediği rivâyet edilm
S e l l e m ) iştir:
«Bu ümmetin son (kısmı) öncekilerini lânetlediği zaman kim bil­
diği bir hadisi gizlerse şüphesiz Allah’ın inzal buyurduğu hükümle­
ri gizlemiş olur.»
N o t : Zevâid’in beyânına göre hadisin ravîlerinden Hüseyn bin Ebi’s-Seri,
kezzâbtır. R âvi Abdullah bin es-Seri de zayıftır. Ayrıca El-Etraf'ta belirtildiğine
göre Abdullah bin es-Seri, Muhammed bin el-Münkedir’e yetişmemiştir. Aralarında
bir kaç râvi aracı vardır. Bu duruma göre senedde inkıta da vardır.
432 SÜNEN-İ İBN-İ MACE

İZAHI

S i n d i ’nin beyânına göre hadîs iki şekilde yorumlanmıştır :


1. Ashâb-ı Kirâm’m yüce faziletini bilmeyen ve onların aley­
hinde konuşup lânetlemenin haramlığını idrak etmeyen kimselerin
türediği zaman kim, Sahâbîlerin faziletine ve onlara lânet etmenin
haram olduğuna dâir bildiği bir hadisi gizlerse; Allah tarafından in­
dirilmiş olan ilâh! kanunu gizlemiş sayılır.
2. İslâm! ilimleri bilenlerin sayısının azalıp cehâletin yaygın­
laştığı ve selef i salihin’e lânet etmenin haram olduğunun bilinme­
mesi yüzünden sonradan gelen müslümanlarm öeceden gelip geç­
miş din kardeşlerine lânet ettikleri zaman ilme şiddetle ihtiyaç du­
yulacak ve bu nedenle kim, bildiği bir hadisi gizlerse Allah tarafın­
dan indirilmiş olan Uâhî kanunu gizlemiş sayılır.
Her iki yorumun neticesinde, bilinen bir hadisi gizlemenin na­
sıl bir mes'uliyeti mucip olduğu belirtilmiş oluyor, fimi gizleyen bir
kimsenin âhiret günü ateşten mâmûl gemle gemlendirileceği 281 ve
264 noiu hadislerle bildirilmiştir. Allah cümlemizi korusun.

' (Jpi •1*1. ^ t (Jfi

TER C E ME S İ

264) ... Enes bin Mâlik ( Radiyallahü anh)'dtn rivâyet edildiğine göre
kendisi: Ben Resûluiah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’den şöyle buyurduğunu
işittim, demiştir:

•Kendisine (dine âit) bir bilgi sorulup da bildiğini gizleyen kim­


se kıyamet günü ateşten bir gemle gemlendirilmiş olacaktır.»
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun râvilerinden Yûsuf bin İbrahim’in
acâib rivayetlerinin bulunduğunu Buhari söylemiştir . İbn-i Hibbân d a ; Enes’in
bâzı hadislerine âit Yûsuf’un rivâyeti zararsızdır, demiştir. Alimler Yûsuf’un za­
yıflığı üzerinde ittifak etmişlerdir.
Bab: 24 MUKADDİME 433

î Z A H I

Hadisin râvilerinden Y û s u f bi n İ b r a h i m ’ in zayıf


olduğunda ittifak edildiği Zevâid’de bildirilmiştir. S i nd I diyor ki:
«Zanm m ca bu sebeple T i r m i z i bu hadisin metnini E b û H ü­
r e y r e (Badiyallahü a n h )’den rivâyette bulunarak senedinin ha-
sen olduğunu bildirmiş, aynı metnin C â b i r bin Abdillah'-
tan ve A b d u l l a h İbn-i Ö m e r ’ den iki ay n tarik ile de
rivâyet edildiğini açıklamıştır. Fakat E n e s ’ ten olan senedden
bahsetmemiştir. Hulâsa; hadisin metni sabittir. Yapılan konuşma­
la r sadece senedler ile ilgilidir.

T E R C E M E S İ

265) ... Ebû Saîd-i Hudrî ( R a d i y a l l a h ü )’d


enrivâyet edildiğin
a n h e gö­
reResûlullah ( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) şöylebuyurm
uştur:
«H alkın din işleri husûsunda A llah’ın faydalı kıldığı bir ilmi giz-
liyen kimseyi A llah kıyâmet günü ateşten b ir gem ile gemlendirir.
(A ğ zın a ateşten imal edilmiş bir gem v u ru r.)»
N o t : Hadisin râvilerinden Muhammed bin Dâb’ın mevzû hadisleri rivâyet
ettiği söylenmiş olup Ebû Zur’a ve başkaları da onu yalanlamışlardır.

Sünen-i îbn-i Mâce — F .; 28


434 SÜNEN-Î İBN-t MÂCE

T E R C E ME S İ

266) ... Ehû Hüreyre (Radiyallahü anh)'<\en Resûlullah (Sallallahü Aley­


hi ve S d lcm ) şöyle buyurdu, dediği rivâyet edilmiştir:

«Kendisine sorulan bir İlmi bilip de gizleyen kimse kıyâmet gü­


nü ateşten bir gem iie gemlendirilir, (ateşten bir gem ağzına vu­
rulur.)»
1. TAHÂRET VE SÜNNET (HADÎS)LERİNİN
BEYÂN! KİTABI

Kitab: Toplamak ve katmak mânasında masdardır. Bir arada


toplanmış olan şeylerin tümüne de kullanılır. Istılahta ise; ekseriyet­
le bablar ve fasıllardan meydana gelen ve İlmin bir bölümün# aid
mes’elelerin mecmuudur. Bir kaç kitap bir ciid içinde olabildiği gibi
bir kitap müstakil bir ciid İmlinde de olabilir.
Tahâret s Sözlükte maddi ve ruhi pisliklerden, kirlerden, ayıp
ve kusurlardan temizlenmek ve nezâfet demektir. İstılahta ise; kişi­
nin, necaset denilen hakiki pisliği ve hades denilen mânevi pisliği
gidermek için özel bir şekilde suyu ve toprağı veya yalnız bir tane­
sini kullanması demektir.
Sünnet t Bu kelimenin lügat ve ıstılah mânası hakkında Mukad­
dimenin birinci bâbmda gerekli mâlumat verdiğimiz için burada
tekrar etmiyelim. Ancak şunu ifade edelim ki; buradaki sünnetten
murad Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)'in kavli, fili ve tak­
riri hadisleridir.
Müellif, Sünenini bir Mukaddime ve 37 kitap halinde telif et­
miştir. Muhakkik Muhammed Fuad Abdüibaki’nin tetkik ve kontro-
lundan geçirilerek bastırılan ve tereemede esas tuttuğumuz nüsha
iki ciid halinde olup birinci cildinde Mukaddime ve 11 kitap bulu­
nur. İkinci cildinde ise 26 kitap vardır. Kitapların birincisi taharet
le ilgili hadisleri ihtiva eder.
436 SÜNEN-1 İBN-Î MÂCE

^jA J •^«jll *111jlju*(j »t» l»

I — ABD EST V E C Ü N Ü P L Ü K D O L A Y IS IY L A G U S Ü L İÇ İN
GEREKLİ S U M İK T Â R I H A K K IN D A G E LE N H AD İSLER İN
B E Y Â N I B ÂBI

< ^ |v ^ ^ (i.*
-* 4 ~ tav

. ^l^ıJlı 5< U»jj. »3^: Cf

T E R C E M E S İ

267) “... Seline (Radiyallahü anh)'den rivâyet edildiğine göre şöyle de­
miştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) b ir müd (miktarı su)


ile abdest alırdı ve b ir Sâ' (m iktarı su) ile gusederdi."

A&'cf ijf*'cf1 4 \isJe~ T AA


"j-İîj< k z p '& •. L3& ‘ < h y ^ i Z Ş . o l 4 !p <
*• f

g jl

T E R C E M E S İ

268) “... Âişe (Radiyallahü anh) ’den şöyle söylediği rivayet edilmiştir:
Resûlullah (Sallallahü' Aleyhi ve Sellem) b ir müd (miktarı su)
ile abdest alırdı ve b ir S&’ (m iktan su) ile guslederdi.”

• jf'c f ‘ $ vs • 'A 3 vs. p 3 f ü * - ta a


. 'j J x j ! f t ı t 'J Z P j 0\

■«
T E R C E M E S İ

269) “... Câbir (Radiyallahü anh)'den şöyle söylediği rivayet edilmiştir:


Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir müd (m iktan su)
ile abdest alırdı ve b ir sâ\ (m iktan su) ile guslederdi."
Bab: 1 KÎTABÜ-TTAHARE VE SÜNENÎHA 431

T E R C E M E S İ

270) "... Muhammed bin Akîl bin Ebî Tâlib (RadiyaUakû ahümâ)'ûan
rivâyet edildiğine göre babası Akîl bin Ebî Tâlib, Resûlullah ( Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) ’in şöyle buyurduğunu söylemiştir:

■Abdest için b ir miid (miktarı su) ve gusül için b ir sâ’ (inikten


su) yeterdir.»”

Akll'in bu hadisi rivâyet etmesi üzerine (tabiînden) b ir adam t


«Bu miktar su bize kâfi gelmez» deyince, Akîl i «Bu mifttar su sen­
den daha hayırlı ve saçı daha çok olan zata şüphesiz yetiyordu.» de­
di. Akil (zat derken) Peygam ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem ) ’İ kas-
d ediyordu.»

N o t : Râvilerin Hibban ve Yezid’in zayıflığı nedeni ile bunun senedinin za­


yıflığı Zevfûd'de bildirilmiştir.

B U B A B T A K İ H A D ÎSLE R İN İZA H I

M üd s Bir hacim ölçüsü birimidir. İ m a m - ı A ’ z a m ve


I r a k fıkıhçılarına göre; bir müd iki B a ğ d a t ntılına tekabül
eder. B a ğ d a t rıtılı ise 130 dirheme denk gelir. Bu duruma gö­
re ölçüsü ve tartısı bir birine denk olan mercimek gibi bir mahsu­
lün 260 dirhemini istiab eden ölçeğe müd denir.

Maliki, Şafii, H a n b e li imamları ile H i c a z fı-


kıhçılanna göre ise; bir müd b ir tam ve 1/3 rıtıla tekabül eder.
Bir rıtıl 130 dirhem olduğuna göre b ir müd 173 tam ve 1/3 dirheme
438 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

denk gelir. Ve bu kadar mercimeği istiab eden kaba müd denir.


Ş a f i î âlimlerinden N e v e v i ’ ye göre bir rıtıl 130 dirhem ol­
mayıp 128 tam ve dört bolü yedi dirhemdir. Onun incelemesine gö­
re bir müd 171 tam ve üç bölü yedi dirheme denk olur.
S â ': Dört müd demektir. Müd hakkmdaki ihtilâf Sâ’da da mev­
cuttur. I r a k âlimlerine göre bir sâ’ 1040 dirhem ağırlığındaki
mercimek gibi bir mahsulü istiab eden ölçektir. H i c â z âlimleri­
ne göre bir sâ’ 693 tam ve bir bölü üç dirhem ağırlığındaki mahsulü
istiab eden ölçektir. İ m a m N e v e v ı ’ ye göre bir sâ' 685 tam
ve beş bölü yedi dirhemlik mahsulü istiab eden ölçektir.

Müddün en ameli ölçüsü iki avuç birleştirilerek hapazlamaktır.

Bu arada şunu da ifade edeyim : S i n d i diyor ki, Resûl-i Ek­


rem efendimizin mübarek vücudu ve boyu normal olduğundan O ’nun
gibi boyu normal olanlar için abdest ve gusülde bu kadar su kul­
lanmak sünnettir. Kısa v e y a uzun boylu olan lar için bu nisbette
su miktarı azalır veya çoğalır. Muhakkik âlim lere göre abdest ve
gusülde kullanılan su miktarı için belirli bir sınır yoktur. Çünkü bu
hadislerde belirtilen miktarlardan daha az ve daha çok su ile tahâ­
ret yapıldığına dair hadisler vardır. C a ye sünnetlere v a âdaba r iâ ­
yet ederek israf etmeden ve noksanlık da bırakmadan zaman ve su
durumunu dikkate alarak normal tahâret yapmaktır.

Müd ve Sâ’ın neler olduğunu kısaca arz ettim. Ancak sâ’ hak­
kında muhtelif rivâyetler bulunduğu için bu hususta geniş malûmat
veren «Tecrid-i Sarih» mütercimi A h m e d N a i m ’ in «Abdest»
kitabında 151 nolu hadisin izahında sunduğu tafsilâtı buraya aynen
nakletmeyi uygun buldum. Anılan merhum zât, fıtır sadakası bah­
sinde (5’nci ciid, ,3’ncü baskı, sahife 372 - 830’de) 249 nolu hadisin
açıklamasını yaparken çok uzun malûmat vermiştir. A r zu edenler
oraya baksınlar. (1)

*Sâ’ : Beş Rıt.1-1 Bağdadî ite bir sülüs rıtıl (1/3) istiab eden ka­
ba denir. Bir müd de bir sâ'ın dörtte biri miktarıdır. Bu, safilerden
N e v e v i ’ nin verdiği hesaptır. Ancak bu ölçek pek ihtilaflı ol­
duğundan ihtilâfların derecesini anlamak isteyenler «Kam us Terce-
mesi-nden müd,, sâ’ mekûk, rıtl kelimelerine müracaat edebilirler.
(Aieyhisselâtü Vesselâm) Efendimiz hazretlerinin muhtelif miktar­

ın S ü n e n im iz in z e k â t k ita b ın ın S. b a b ın d a k i 1793, 1794 n o lu h a d is le r in in iza­


hı b ö lü m ü n d e M ü d ve S â h a k k ın d a ge n iş b ilg i vere ceğ im .
Bab: 1 KİTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 439

larda su ile abdest alıp gusül ettiğine d air diğer pek çok rivayetler de
vardır. Buradaki miktarlar orta yapılı bir kimsenin yıkanacak âza­
sı üzerinden su aktıktan sonra bu m iktarlardan az su ile hades gi­
derilebilir. İsraf dedirtmiyecek ziyadesiyle de câizdir. M e d i n e - i
Münevvere'de kullanılan müdd-ki fukahâ arasında «M üdd-ü
Nebevi» namı ile maruftur. (1 1/3) rıtıl miktarı olan bir hacım öl­
çüsüdür. Dört müdd bir sâ’dır. Ancak müdd ile sâ’m miktarlarını
anlamak, mikyas tutulan ritim ne m iktar olduğunu bilmeye bağlıdır.
Ritim ise Bağdâdlsi, Şâmîsi vardır. Yani birinin küsûru İ r a n , di-
ğerininki R o m a ölçüleri olup hesap edilince takribi bir miktar
gösteren iki ölçektir. Rıtlı Bağdadi 1130) daha doğrusu İ m a m N e -
v e v i ' nin tahkikine göre (128 4/7) dirhemdir. Esah olan ikinci tak­
dir ise de kesirli olduğundan buna (1 3/7) dirhem; diğer tabirle bir
miskâi katarak kesirsiz (130) dirhem itibar edilmiştir, deniliyor.
(1 1/3) rıtıl olan bir müdd-ü Nebevi bu hesaba göre (171 3/7) veya
(130) dirhem hesabına göre (173 1/3) dirhem eder ki; en doğru hesap
ve takdire göre bir dirhem (3.0898) gram ettiğinden bu miktar su
(0.530) yani yarım litreden biraz ziyadesi b ir şey tutar. Bu miktar
bugün sucuların kullandıkları bit bardaklarından üçünün aldığı su-
dan azdır. Bu, İ m a m Ş â f i i ile H i c â z fukaftâsmm tak­
diri olup E b û Hanife ile I r a k fukahasm a göre ise müdd,
iki rıtıl olduğundan abdest suyunun miktarı (1.06) litre eder ki; beş
kadehten biraz ziyadecedir.
Rıtl-ı Şâmi ı Kamus tercemesinin rıtl maddesinde beyan edildi­
ğine göre (12) okiyye ve her okiyye (40) dirhem olduğundan bu he­
saba göre (480) ve bir müdd (620) dirhem olmak lâzım gelirse de yi­
ne Kâmus'un mekkûk maddesinde tefsir edildiğine göre bir okkiyye
(1 2/3) istâr; bir istâr (4 1/2) miskâl; bir miskâl de (1 3/7) dirhem
olduğundan bir rıtl î m a m N e v e v i ’ nin bildirdiği üzere
(128 3/7) ve bir müdd (171 3/7) dirhem olmuş olur. Bu hesaba göre
okiyye Kamus müterciminin ntl maddesinde dediği gibi kırk dir­
hem değil. Hicazlılarm takdirine göre (10 5/7) ve İraklıların takdi­
rine göre (21 3/7) dirhem olmuş olur. M eğer ki o madde de dirhem
nâmiyle gösterdiği, başka ölçü ola.
Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz hazret­
lerinin — buradaki rivâyete n a z a ra n — abdest suyu işte bu kadar az
miktardadır. Gusül için kullandıkları su d a — bu rivâyete nazaran —
dörtten beş müdd kadardır, ki; o da (685 1>7) dirhem eder ki aşağı
yukarı (2,120) den (2,650) litreye kadar eder. I r a k fukahâsının
müddû iki ntl itibâr etmelerine göre ise bu miktar takriben (4,24) den
(5,3) litreye kadardır.
440 SÜNEN-1 ÎBN-İ MÂCE

270 nolu hadisin râvilerinden H. i b b â n v e Y e z I d zayıf


oldukları için isnadının zayıflığı Ze^âid’de belirtilmiştir. S i n d i di­
yor ki burdaki isnad zayıf ise de bu fiili hadis E n e s ’ in rivâyeti
ile B u h a r i , M ü s l i m ve başka sahih kitaplarda mevcuttur.

H AD ÎSLER D E N Ç IK A R IL A N H Ü K Ü M

M ü s l i m ’ in E n e s * ten , rivâyet ettiği bir hadîse göre Re­


sûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) b ir sâ’dan beş müdd'e ka­
d a r su ile gusül ederdi. Şu halde bazen bir sâ*, bazen de b ir sâ’dan
fazla su ile gusül ederdi.. Bu durum gösteriyor ki; gusül için yete­
cek asgari su miktarı tayin ve tahdit edilmemiştir. Buna binâen vü­
cudun her tarafını ıslamak şartı ile az veyâ çok su ile gusletmek
câizdir. Ancak gusül ve abdestte hadislerin bildirdiği m iktarlardan
daha az su kullanm am ak müstâhaptır.

Peygam ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir müd ile abdest


alırdı. Bir m üd Hanefilere göre iki ntıldır. Şâfiîlere göre ise bir
rıtıl ile onun üçte biridir. S â’da M â l i k , Şâfii, H a n b e l i
fıkıhçılan ve Hanefîlerden E b û Y û s u f ’ a göre beş tam ve
bir bölü üç rıtıldır. E b û H a n i f e ve M u h a m m e d ’ e gö­
re sâ’ 8 ntıldır.

-jt* Ja V (T)
2 — A L L A H 'IN TA H A R E T SÎZ N A M A Z K A B U L

E T M ÎYE CEĞ İNİ B E Y Â N BÂBI

Sefine Ebû Abdirrahman Mlhran b. Ferrûh (R .A .)’ın Hâl Tercemesi

267 nolu hadisin râvisi Sefine Ebû Abdirrahman Mfhran b. F errû h ; Resû­
lullah <8LA.V.)'in veyâ Ümmü Seleme (R .A .)’nm âzadlısıdır. îsml ihtllâflıdır. Se­
fine onun lâkabıdır. Bir savaşta çok yük taşıdığı için Resûl-i Ekrem (S.A.V.) ken­
disine «Sen sefinesin (gemisin)» buyurmuş ve bundan sonra bu lâkabla anılmaya
başlanmıştır.

Akil (R -A.)’m Hâl Tercemesi


270 nolu hadisin râvisi Akil ise Resûl-i Ekrem’in amucast Ebû Talıb’in oğ­
lu ve Hz. Ali’nin kardeşidir. Künyesi Ebû Yezid’dir. Hz. Ali’den 20 yaş büyük olan
Akil Hudeybiye’den önce müslüman olmuş ve Mu’te savaşma katılmıştır. Riva­
yete göre Resûl-i Ekrem ona Hayber gelirinden her yıl 140 vısk (vısk = 200 K g )
verildi. Onun râvileri oğlu Muhammed ile Hasan-ı Basri ve Atâ’dır. İbn-i Sa’d’uı
beyanına göre Hz. Muâvlye’nin hilâfeti devrinde vefat etmiştir. (Hulâsa Sah. 270)
•-\
Bab: 1 KÎTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 441

T E R C E M E S İ

271) "... Usâme b. Umeyr el-Hüzelî (1) (Radiyallakü anh)\len, Resu-


lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu dediği rivâyet olunmuş­
tur :

«A llah ancak tahareti! olarak (kılm an) namazı kabul eder. Y e


ganimetten aşırdan maldan hiç bir sadaka kabul etmez.»

İbn-i Mâceh hadisin râvilerinden Şu’be’den sonra başk a bir se-


nedle de hadisin kendisine intikal ettiğini ifadeyle bu senedde Ebû
Bekir bin Ebi Şeybe, A bdu llah bin Said ve Şebâbe bin Savvân'm b u ­
lunduğunu belirtmiştir."

•«

T ERCEMES İ

272) “... İbn-i Ömer (Radiyallahü anh)'den rivâyet edildiğine göre Re-
sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«A llah ancak taharetti olarak (kılm an) namazı kabul eder. G a ­
nimetten hiy&netle alınan maldan hiç b ir sadaka kabul etmez.»”

(2 ) Basra'lı olan bu zat sah&bl'dir. 1 hadisi vardır. Râvisi oğlu Ebü’l-Me-


lih’dir. (Hulâsa Sah. 26)
442 SÜNEN-Î ÎBN-t MACE

. 3 U 4 â . ^ 5 ;.i t » . S t » - t v t

^ 1, W |> -■ W ,. ” ,* o *

• * J jl* ^ 4»Xö V j < jjii i 'İ » "<51 V * 0^>f


* ^İJ *J** * ^/*î^ v,«<w oljL*[ *j

TERCEMESİ

273) “... E nes bin Mâlik ( R a d i y a l l a h ü a n h ) \ \ e nrivâyet edildiğin


e göre
kendisi: B enR esûlullah ( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m )şöylebuyururken işit­
tim, dem iştir:
«A llah taharetsiz hiç bir namazı ve ganimetten hiyanetle alm an
maldan hiç bir sadaka kabul etmez.»"
N o t : Râviîcrden Tftbil olan Sinân bin Sa’d’ın zayıflığı ve kendisinden Ye-
zid bin Ebi Habib’ten başka rivâyet eden olmadığı gerekçesi ile isnadının zayıf
oluşu Zevâid’de bildirilerek hadisin raeçhûl olduğa belirtilmiştir.

«j l ij^Lia t* .Ij T j<


|/ ü? •JJk t/ —TVi
< * ’y k v» f & ) \ a/-s 36:36 i i X : J ^

• * J ji® û * **£ * V j

TERCEMESİ

2 74) “... Ebû Bekr’e ( R a d i y a l l a h ü den rivâyet edildiğin


a n h ) ’ e göre Re­

lullah ( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) şöylebuyurmuştur:
«A llah taharetsiz hiç b ir namazı ve ganimetten aşırdan hiç bir
m aldan sadakayı kabul etmez.»”

B U H AD İSLER İN İZAH I

Burdaki hadisler,.namazın sıhhati için taharetin ve abdest alm a­


nın şart ve farz olduğunu bildiren nasslardır. Zaten nam az için ta­
haretin şart olduğuna dair icma-ı ümmet vardır. M iftahü’l-Hace’de
Kadı I y â z ’ dan şöyle dediği nakledilm iştir:
Bab: 2 KİTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENÎHÂ 443

Namaz için taharetin ne zaman farz olduğunda ihtilâf vardır.


İ b n - i C e h m ' e göre İslâmiyetin başlangıcında abdest sünnet
olarak meşru' kılındı. Sonra farziyeti teyemmüm âyeti ile nâzil ol­
du. Cumhür ise abdestin teyemmüm âyetinin nüzulünden önce farz
kılındığını söylemişlerdir. Bazı âlimler, teyemmüm âyetini delil gös­
tererek her namaz için abdest almanın farz olduğunu söylemişler­
dir. Bazı âlimler de abdestli olan kimsenin her namaz için abdest
almasının farz değil, müstehap olduğunu ve teyemmüm âyetindeki
emrin mendupluk için olduğunu söylemişlerdir. Nitekim İ b n - i
Ö m e r ’ den rivâyet edilen bir hadise göre abdest üzerine abdest
alan kimse için Allah 10 hasene verir. Diğer bir kısım âlimler de
ilk zamanlarda her namaz için abdest almak farz kılındı. Fakat son­
ra bu hüküm neshedildi, demişlerdir.
Su ile abdest alınmadan ve gerektiğinde toprakla teyemmüm ya­
pılmadan yani taharetsiz olarak namaza durmanın haram olduğu
hususunda ümmetin icmaı olduğunu yukarda söyledik. Bu hususta
farz ve nafile namazları, cenaze namazı, tilâvet secdesi, şükür sec­
desi arasında hiç bir fark yoktur.
v' lTit|g|ftr olarak kasdep namazı abdestsiz kılsa bizim
mezhebimiz ve Cumhur u ulemâya göre büyük bir günah işlemiş ol­
makla beraber kâfir olmaz. E b û H a n i f e ' den yapılan bir ri­
vâyete göre kâfir olur. Sebebi de böyle yapan kimsenin namazla
oynamış olmasıdır. Bizim delilimiz ise şudur: Küfür itikaddan do­
ğar. Bu adamın itikadı bozuk olmadığı için kâfir olmaz.

Bir kimse su ve toprak bulamamak gibi meşru ve ciddi bir ma­


zerete binaen taharetsiz olarak farz namazlarını kılmak zorunda ka­
lırsa nasıl hareket edeceğine dair 1 m a m Ş â f i i ’ nin 4 kavli
vardır. Bu kaviller âlimlerin mezhebleri durumunda olup her kavil
ile fetva verenler olmuştur.
Bizim arkadaşlarımız olan âlimlerce en sahih kavîl şudur :
Su ve toprak bulamıyan kimsenin vakite hürmeten bu hali ile na­
maz kılması farzdır, bilâhare abdest veya teyemmüm imkânını bu­
lunca namazını iâde etmesi de farzdır.

İkinci kavle göre: Su ve toprak bulamıyan kimsenin bu halile


namaza durması haramdır. Taharet imkânına kavuşunca geçirdiği
namazı kazâ etmesi farzdır.
Üçüncü havle göre: Bu adamın taharetsiz hali ile namaz kılma­
sı müstehap olup bilâhare kaza etmesi farzdır.
SÜNEN-1 ÎBN-1 MÂCE

Dördüncü kavle göre : Taharetsiz hali ile namaz kılması farzdır.


Bilâhare kazâ etmesi de gerekmez.
M ü z e n i bu kavli tercih etmiştir. Delil bakımından en kuv­
vetli olan kavil de budur. Çünkü bu kişinin namaz kılması zorunlu­
luğu Resûl-i Ekrem’in:
«Ben size bir şey emrettiğim zaman ondan yapabildiğinizi yapı­
nız», hadisidir. Bu hadis gereğince mükellef su ve toprak bulama­
dığı için yapabildiği abdestsiz namaz görevini yapmış olduktan son­
ra su veya toprak bulunca namazını iâde etmesi mecburiyeti yeni
bir emre bağlıdır. Böyle bir emrin olmayışı asildir. Diğer taraftan,
bir nevi kusurla beraber vaktinde kılınması emredilen hiç bir na­
mazın bilâhare kazâ edilmesi gerekli kılınmamıştır. Allah daha iyi bi­
lir. (3)

Su ve toprak bulamıyan kimse İ m a m - ı A ’ z a m ’ a göre


namazlarını kazâya bırakır, İ m a m e y n ’ e göre ise namazım kı­
lanlar gibi yatıp kalkar, sonra kazâ eder. Mamafih ! m a m -ı
A ’ z a m, l m a m e y n ’ in kavline rücû etmiştir. İ m a m A h -
nı e d ’e göre su veya toprağı bulamıyan kimse şayet bu hali ile
namaz kılarsa kazâ etmesi gerekmez, kazâmn gerekliliği için ayn
delil lâzımdır.

Hadislerdeki «Ganimetten aşırdan hiç bir maldan sadaka ka­


bul edilmez», fıkrasına gelince bu fıkrada geçen «Ğulül» kelimesi
hıyanet demektir. Aslında gulûl, ganimet taksim edilmeden önce
ondan çalman mala denir. S i n d i : Burada gulûl'den maksad
haram olan maldır. İster ganimetten çalansın, ister başka şekilde
gayri meşrû olarak elde edilsin.

Bu bâbta geçen hadislerin metni ayni mânayı ifade etmekte


olup lâfızları da hemen hemen aynıdır. Müellif ayn ayn senedleri
zikretmekle hadisin kuvvetini ifade etmek istemiştir. M ü s l i m de
müteaddit senedlerle aynı mânayı ifade eden hadisi rivâyet etmiş­
tir. S i n d i ’ nin beyanına göre Ü s â m e b i n U m e y r
e 1- H ü z e 1 i ’ den rivâyet edilen (271 nolu) hadisi N e s â İ ve
E b û D a v u d da rivâyet etmişlerdir. Ancak oralardaki metinde
«bi gayri tahûrin» tabiri kullanılmıştır.

(3) Müslim’in Şerhi Nevevî, Ciîd 2, Sah. 490


Bab: 2 KÎTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENÎHA 445

O")
3 — NAMAZIN ANAHTARI TAHARETTİR, BÂBI

TER C E ME S İ

27S) "... Muhammed bin el-Hanefiyye’nin babası (Hz, Ali) ( R a d i y a l l a -

h ü ’dan rivâyet edildiğine göre Resûlullah ( S a l l a l l a h ü A l e y h i


a n h ü n t a ) v e S e l ­

l e m ) şöyle buyurmuştur:

«Namazın anahtarı taharettir, onun tahrimi, (iftitah) tekbiridir.


Onun tahtlU de selâm (vermek) dir.»”

T E R C E ME S İ

276) “ ... Ebû Sald-i Hudrî a#A )’den rivâyet edildiğine gö­
( R a d i y a l l a h ü

re Resûlullah ( S a l l a l l a k ü A l e y h i v e S e l l e m ) şöyle buyurmuştur:

«Namazın anahtarı taharettir. Onun tahrimi, (iftitah) tekbiridir.


Onun tahlili de selâm (vermek) dir.*”

İZAHI

İki ayn sened ile H z. A l i ve H z. E b û S a i d - i H u d -


r i (Radiyallahü anhümâ) ’dan rivâyet edilen metinler ayni olup üç
cümleden ibarettir.
446 SÜNEN-t ÎBN-1 MÂCE

Birinci cümlede hadesten taharetin namazın anahtarı olduğu ve


taharet anahtarı olmaksızın namaz kapısının açdâhtfyacağma dik­
katler çekiliyor.
İkinci cümle de şunu ifade eder: Namazın tahrimi yani namaz
içinde yapılması haram kılınmış olan her türlü söz ve fiillerin ha-
ramhğı iftitah tekbiri ile başlar. İftitah tekbiri ile namaz dışında
yapılması helâl olan bir çok fiillerin ve konuşulması mübah olan
bir çok sözlerin yasak kılınması sebebi ile ona tahrim ( = haram kıl­
ma) tekbiri ve taharrüm tharamlığı kabullenme) tekeri denmiştir.
Ücüncü cümle de namazın bitiminde verilen, selâm ile namaz
esnasında haram kılınmış olan söz ve fiillerin mübah kılındığım ifa­
de eder.
Namaza durmadan önce yemek yemek, meşrubat içmek, başka­
sıyla konuşmak, çeşitli vücut hareketleri yapmak helâl iken nama­
za durmak istendiğinde alman iftitah tekbiri ile bu gibi hareketler
haram kılınıyor. Namaz kapismm ancak taharet anahtarı ile açı­
labildiği gibi namazın içindeki yasaklara da ancak iftitah tekbiri
ile girilebilir. Keza bu yasaklardan ancak selâm vermekle çıkılır.
Mihtâhü'l-Hace'nin bildirdiğine göre diğer Sünen sahipleri de
bu hadisi rivâyet etmişlerdir. Yine O’nun verdiği bilgiye göre M a ­
l i k i , Ş â f i l ve H a n b e l i mezheblerinde namazdan selâm
ile çıkmak farzdır. Yani başka bir söz veya hareketle namazdan
çıkılamaz, çıkılırsa namaz bozulmuş olur. H a n e f I mezhebine
göre ise namazdan selâm ile çıkmak vaciptir.
(Je âJü UII «-»l (t)
4 — ABDESTİ MUHAFAZA ETMEK BÂDI

.p - û* ‘
^ û* * ‘ c / i 12 . 3 îjf — TVV
• c) j ı ^ «S! ’• V <

•* « y v ı j p b it i v j . i î u ;

j d j . ü l k l i ü i İÇİ ot VI . C/L*1 O li* *sUJ JU j : jî \j $ J

• M-»1* öi) » l j ( OjL»- û’.lJ


TER CE MES İ
2
77) ‘,... Sevbân Radiyallahü a»A)‘den
( , Resûlullah ( S a l l a l l a h ü A l e y h i

v e Sellem) şöylebuyurdu, dediği rivâyetedilmiştir•


'
Bab : 3 KtTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ

«(Her işte) doğru dürüst olunuz. Bunu tam tutup başaramıya-


caksınız. (O halde) biliniz ki sizin en hayırlı ameliniz namazdır. Ve
kâmil mü’min’dcn başkası abdesti muhafaza etmez.»”
N o t : Zevâid’de bildirildiğine göre hadisin senedindeki râviler sika’dır. An­
cak Sevbân ile Sâlim arasında bir inkıta' vardır. Çönkü Sâlim'in Sevbân'dan ha­
dis dinlemediği İhtilatsız sabittir. Lâkin Dârcmi ve İbn-i Hİbbân, hadisi Sevbân
yolu ile mutasılan rivâyet etmişlerdir.

‘i ü i s i - i d ı l- . 4 3 â ty u fe - m
* * **' j " ' *

.. ! »m M 3 3& : 3& i <> & V 'c? ‘ 'cf

•* V| * Vj • öl i
r * ^
\ 3 . v>'( joİâJ < jîly jl

T E R C E M E S İ

278) “... Abdullah bin Am r (bin el-As) ( R a d i y a l l a h ü a n h ü m dan ri­


â ) ’

vâyet edildiğin
e göre Resûlullah ( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) şöyle buyur­
m uştur:
«İstikâmet üzerine olunuz. İstikâmeti tam başaramıyacaksıntz.
Şüphesiz amellerinizin en faziletlilerinden birisinin de namaz oldu­
ğunu biliniz ve ancak (olgun) mü’min abdesti muhafaza edebilir.»”
N o t : Hadisin râvtlerinden Leys bin Selim’den dolayı isnadının zayıf olduğu
Zevâid’de bildirilmiştir.

': - - ' *1-'.*1 ... 1'• » I, a.


(Jh •*»- • <->.*.t a ^ •f.y o)

J\î l. ^«j*/_ « XX* \ı j \ ^ i <_} i «ö

*£ ^ 1 j * V ^ 5 . s&M ^ 3 X^JcL\o\tr yy . \J~£~\»

• * üi'y*
. • '- -i^
u«w
» tjuljjli

T E R C E ME S İ
279) “... EbûÜ mâme ( R a d i y a l l a h ü a n h ) denrivâyet edildiğin
egörek
en­
disi h
adîsi merfûkılarakşöyledemiştir:
448 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

«İstikâmeti! olunuz. Eğer istikâmeti» olursanız o ne güzel bir


şeydir. Amellerinizin en hayırlısı da namazdır. Ve kâmil mü’miıı*-
den başkası namazı muhafaza edemez.»”
N o t : Zevâid’de bu hadisin isnadının zayıf olduğu bildirilmiştir.

ÜÇ HADÎSİN İZAHI
Hadîsler istikâmetli olmayı emrederler. K u r ’ â n - ı K e r i m
de istikâmetli olmayı emrederek müstakim mü’minlerin erişecekleri
sevabı müjdeler. S i n d i istikâmeti şöyle tarif eder:
İstikâmet, hakka uymak, adaletli olmak, Allah tarafından emre­
dilen hizmetleri tam yapmak, yasaklanan bütün günahlardan sakın­
maktır. Tarif edilen istikâmetin büyük ve ağır iş olduğu görülmek­
tedir. Bunu hakkıyla yapmak herkesin kârı değildir. Kimsenin gü­
cü buna yetmez. Ancak kalbi, kutsal nurlar ile aydınlanarak beşe­
ri karanlıklardan kurtulan ve Allah'ın yardımına mazhar olan zat­
lar tam mânası ile istikâmet üzerinde olabilirler. Böyle simâlar da
az bulunur.
Hadiste istikâmetli olma emri verildikten hemen sonra da «Bu­
nu tam mânası ile tutup başaramıyacaksmız», fıkrası ekleniyor, ki
kendisini müstakim gören insanlar mağrur olmasın, gerçekten isti­
kâmetin ne olduğunu düşünüp gaflete dalmasın. Diğer taraftan is­
tikâmetin tam hakkını vermiyen ve kusurlu olan müslümanlar da
ümitsizliğe düşüp Allah’ın rahmetinden kendilerini mahrum sayma­
sınlar.
Hadîsin ikinci fıkrasında, amellerin en hayırlısının namaz oldu­
ğu bildiriliyor. Bu fıkranın, istikâmeti emreden ilk fıkra ile olan iliş­
kisi şöyledir:
Eğer emrolunduğunuz istikâmeti tam olarak yapmaya gücünüz
yetmezse hiç olmazsa istikâmetin farz olan kısmına sanlın. O da
ibâdet nevilerini içinde toplayan namazdır. Çünkü namazda kıraat,
teşbih, hamd, zikir, dua ve Allah'tan başkası ile konuşmayı bırakmak
vardır.
En hayırlı ve faziletli amelin hangisi olduğu hususunda hadis­
ler arasında zahirî bir ihtilâf vardır. Görülen bu zahirî ihtilâfı ber­
taraf etmek için hadislerde rastlanan «En hayırlı amel şudur» şek­
lindeki ifadenin «En hayırlı amellerden birisi şudur» diye yorumlan­
ması gerekir. Bu babta geçen 277 ve 279 nolu hadislerde:
«Amellerinizin en hayırlısı namazdır», tabiri kullanılmıştır. 278
nolu hadiste ise:
Bab : 4 KİTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 4»

«Amellerinizin en faziletli olanlarından birisi de namazdır», ifa­


desi kullanılmıştır. Bunlar arasında uyumluk ancak belirttiğimiz yo­
rumla sağlanır.
Hadislerdeki «Ancak (olgun) mü’min abdesti muhafaza eder.»
fıkrasında geçen muhafazadan maksad, namaz vakitlerinde abdest-
li olmak ve namaza hazırlıklı olmaktır, diye yorum yapılmıştır. Çün­
kü S i n d i ’ nin belirttiğine göre Sünen sahiplerinin ve başka ha­
dis Âlimlerinin rivâyet ettikleri bir hadis-i şerife göre bir defa Re­
sûl-i Ekrem, tuvaletten çıktı, bu esnada yemeği de sofraya konmuş­
tu. Sahabîler O n a: Size abdest suyu getirmiyelim mi? diye sordu­
lar. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ise:
«Ben sadece namaza durmak istediğim zaman abdest almakla
emrolundum», diye cevap verdi.
Abdesti muhafaza etmekten maksad, namaz vaktinde ve dışında
devamlı abdestli durmaktır, diye yorumlamak da mümkündür. Re-
sül-i Ekrem’in demin anlatılan mes’elede abdest almayışı, namaz
vakti dışında abdestsiz durmanın câizliğini beyan etmek ve faziletli
şeyi farz olan şeye kanştırmamak içindir. Zira bu durumu açıklamak*
ona vâcibtir, dolayısı ile O’nun abdest almayışı daha hayırlı idi, de­
nilebilir.

Her iki yorum şekline göre; abdestli olmak mü'min’in şiândır.


Çünkü dışın tahareti kişinin içinin temizliğine alâmettir. Bilhassa
soğuk hava gibi ağır şartlar altında ve müsaid olmıyan ortamda ab-
deste devam etmek ancak imanlı olanın kârıdır.

Câmiü’s-Sağir'de (277 nolu) hadis, A b d u l l a h b i n A m r


b i n e 1- Â s (Radiyallahü anh)’den rivâyet edilmiş ve şerhi El-
Azizi’de şöyle denilmiştir.

A 1 k a m i demiş ki; istikâmet; Lügatta eğriliğin zıddıdır. Ya­


ni düzgünlük ve doğruluktur. Istilâhta ise; bir tarafa sapmadan
dosdoğru gitmektir. İstikâmet: Kulun hiç bir şeyi Allah rızasına
tercih etmemesidir, diye tarif edenler de vardır. Istikâmet’in Allah’a
itaat etmekten ayrılmamak olduğu da söylenmiştir. Bazıları da is­
tikâmet, Sözlerde, gıybet, koğuculuk, yalancılık ve benzerinden; fiil­
lerde bid’at olan şeylerden ve ibadetlerde gevşeklikten uzak durmak­
la gerçekleşir, demişlerdir.

8ünen-i İbn-i M&ce. — F .: 29


450 SÜNEN İ ÎBN-Î MÂCE

i ' * * * V
Hadisini l*-**-**-1 CrJ cümlesini:
' «İstikâmeti tam olarak başa-
ramıyacaksmız», diye tereeme ettik. E l - A z î z i ve E l - H a f n i
ise; bu cümleyi «İstikâmetin sevabını veya istikâmetin nevilerini sa­
yamazsınız», diye yorumlamışlardır.
H a f n i ’ nin E 1- A 1k a m i ' den naklettiğine göre e s - S ü -
h e y 1İ şöyle demiştir:
Ben bir defa Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i rü­
yamda görerek O'na: Yâ Resûlallah! (Sallallahü Aleyhi ve Sellemh
«Hud sûresi beni ihtiyarlattı», buyurduğun senden rivâyet edilmiştir.
H û d sûresinin hangi âyetleri seni ihtiyarlattı? Acaba Peygamber­
lerin kıssaları ve geçmiş ümmetlerin helâk olması ^haberi mi seni ih­
tiyarlattı? dedim. O da: “Hayır, Allah'ın Cj j~*\ f*'
= «Emrolunduğun gibi istikâmeti! ol...» (4) emri beni ihtiyarlattı”,
buyurdu.
Çünkü, «Emrolunduğun gibi» sözü istikâmet durumunun Allah’ı
tanımak ölçüsüne göre değiştiğine delâlet eder. Bu itibarla Allah
Teâlâ’yı kemâliyle tanıyan bir kimseye göre Allah’ın emir ve yasak­
larının önemi çok daha büyük olur. Bu önemi anlıyan bir zâtın anı­
lan emir karşısında yaşlanması normaldir. Çünkü İlâhi azamete
lâyık bir kulluk görevinin ifasına kimsenin gücü yetmez. Bilâkis
yapılan ibadet ve kulluk Allah'ın azameti muvacehesinde küçümsen-
melidir. Nitekim.-... AıUu <J->- aJSi = «Gerçek takvaya
yaraştığı gibi Allah’tan korkup sakınınız...» (S) âyeti nâzil olduğu
zaman Sahabller bu emri tam mânasıyle yerine getiremiyeceklerin-
den korkarak telâşlandılar. Allah Teâlâ da onlara merhamet ede­

rek; 11* \j j l I Ü = «Onun içiıi gücünüz yettiği ka­


dar Allah'tan korkun...» (6) âyetini indirdi. (7)

jlt’.SSJtA ,/s)

S — ABDEST İMAN’IN YARISIDIR. BABI

<4) Hûd sûresi, âyet 112


(5) AM İmran sûresi, âyet 102
(6 ) Teğabûn sûresi, âyet 16
(7 ) El-Hafni cild 1, sah. 196 Mısır Meymeniye Matbaası 1306
Bab: 5 KİTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 45i

T ERCEMES İ

2
8 0) Ebû Mâlik el-Eş’ârî )’den rivâyet edildiğin
( R a d i y a l l a h ü a n h e
göreResûlullah( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) şöylebuyurmuştur:
«Abdestin ikmali, imanin yansıdır. Elhamdülillah, mizanı dol­
durur. Teşbih ve tekbir, gökleri ve yeri doldurur. Namaz nurdur.
Zekât delildir. Sabır ışıktır. Kur’an senin lehinde veya aleyhinde
olan bir hüccettir. Her insan çalışıp da neticede kendi nefsini satar.
Aıtık kimisi nefsini (taatla Allah’a satarak azabtan) azad eder, ki­
misi de nefsini (arzularına ve şeytana peşkeş edip satarak) helâk
eder.»

İZAHI

JJu hadisi M ü s l i m ye N e s â i de rivâyet etmişlerdir.


M ü s 1i m ' in «Tahâret» kitabının ilk bâbma aldığı bu hadisi açık­
layan N e v e v i şöyle der:
Bu hadis, önemli İslâm kâidelerini ihtiva eden dinin temellerin­
den muazzam bir tanesidir.
Hadisin -. «Abdestin ikmâli imanın yarısıdır.» fıkrası çeşitli şe­
killerde yorumlanmıştır. Adabına riâyet edilerek mükemmel bir şe­
kilde alman abdestin faziletine âid bu fıkranın yorum çeşitleri şun­
lardır :
1. Onun sevabı katlanarak öyle çoğaltılır ki; imanın sevabının
yarısı kadar olur.
2. İman, daha önce yaşanjm imansızlık döneminde işlenmiş olan
452 SÜNEN-Î İBN-Î MÂCE

hataları giderdiği gibi abdest de hataların giderilmesinin bir belirti­


sidir, Çünkü abdest imanın bulunması halinde geçerlidir.
3. İman kalb ile tasdik ve açıkça dine uymaktır. Demek ki; ima­
nın yansı tasdik, diğer yarısı itaattir. Abdest, itâatm bir örneği ve
en önemli ibadet olan namazın bir gereği olduğu için imanın yansı
sayılmıştır.
4, Fıkradaki imandan maksad namazdır. Nitekim :

= «Allah sizin imanınızı (namazınızı) zâyi edecek değildir.» (8)


âyetinde iman, namaz anlamında kullanılmıştır. Abdest de namazın
önemli bir şartı oduğu için yansı gibi sayılmıştır. Böyle söylenebil­
mesi için hakikatan tam yansı olması gerekmez.
N e v e v i son yorum şeklinin daha uygun olduğunu söyler.
«Elhamdü lillâh mizanı doldurur.» cümlesinden maksad onun se­
vabının büyüklüğü ve mizanı dolduracak kadar çokluğudur. Kitab
ve Sünnet’in nasslan, amellerin tartılacağını, mizanın bazen ağır,
bazen de hafif geleceğini ifade etmektedir.
«Teşbih ve tekbir de gökleri ve yeri doldurur.» cümlesindeki teş­
bihten murad «Süphanellah = Allah'ı her türlü noksanlıktan ten­
zih ederim.» demiştir. Tekbirden maksad ise «Aliahu Ekber = Allah
her şeyden büyüktür» demektir. Cümlenin mânası şöyle olabilir: Eğer
teşbih ve tekbirin sevabının maddileştiği farzedilirse yerle gökler
arasını dolduracak kadar çoktur. Çünkü teşbih ve tekbir, Allah Teâ-
lâ'nın her türlü noksanlıktan nezahetini, kemâl sıfatlan ite mutta-
sıf olduğunu ve her şeyden yüce ve büyük olduğunu ifade eder.
M ü s 1 i m ’ in rivâyetinde bu cümlede tekbir yerine hamd tâbiri
bulunur.
Hadisin: «Namaz nurdur.» cümlesinin mânası şudur: «Işık, et­
rafını aydınlattığı ve karanlığı giderdiği gibi namaz da günahların
karanlığına dalmaya engel olur, münker ve çirkin şeylerden alıko-
yar ve dosdoğru yola yöneltir.» N e v e v I bu yorumu beyan et­
tikten sonra cümlenin şöyle de yorumlandığını nakleder.
1. Namazın sevabı kıyamet günü sahibi için nur olur.
2. Namazın kendisi kıyamet günü sahibinin yüzünde apaçık bir
nur olacak, ayrıca namaz kılan mü’minin yüzü dünyada da nurlu
(8) Bakara sûresi, âyet 143
Bab: 5 KİTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 4S3

olur Fakat namaz kılmayanın yüzü ne dünyada ne de âhirette böy­


le nurlu olmaz.
3. Huzur ve huşû ile eda edilen namazda gönül her şeyden fe-
ragatla Allah’a yöneldiği için basiret gözü açılır, hakîkatlar onda in­
kişâf eder. Marifet nurları tecelli eder.
Hadisin «Zekât delildir» cümlesini S i n d i şöyle açıklar:
Zekât, sahibinin imanlı oluşunu isbatlayan bir delildir. Çünkü;
gönüllü ve ihlaslı olarak zekât dağıtmak, ancak imanında samimi
olan kişinin işidir. M ü s 1 i m ’ de bu cümle «Sadaka delildir» di­
ye geçer. M ü s 1i m ’ in Şârihi N e v e v i hu cümleyi açıklar­
ken; tahrir sahibinin bu cümleyi şöyle yorumladığını nakleder: İn­
san ihtiyaç halinde delillere baş vurduğu gibi kişi verdiği sadakaya
sığınır. Kıyâmet günü kul malını nereye harcadığı sorusuna muhâ-
tab tutulduğu zaman, verilen sadakalar sahibine yöneltilen sorunun
cevâbını teşkil eder. Sahibi de ben malımı hayır yolunda harcadım,
şu sadakaları delil gösteriyorum, der. Yâhut da sadaka verenlerin
yüzünde bir alâmet bulunacak, bunlar simâları ile tanınacakları için
malın harcama yerleri bunlara sorulmaya lüzum kalmayacaktır.
«ğâbır bir ışıktır.» cümlesindeki sabırdan maksad şer’an makbul
ve sevimli olan sabırdır ki; Allah’a itâat etmek hususunda direnmek,
O'nun yasakladığı günahlardan uzak kalmaya tahammül etmek, çe­
şitli belâlara, musibetlere göğüs germekle gerçekleşir. Cümleden
maksad da şudur: Sabır övgüye lâyık bir meziyettir. Sâhibinin yo­
lu daima aydınlık ve doğru olur, hidayet ve hak üzerinde yaşar. Yi­
ne N e v e v i ’ nin beyânına göre t b r a h i m E l - H a v v â S ;
Sabır, kitap ve Sünnet yolunda sebât etmektir, demiştir, t b n - i
A t â da sabır, belâya uğrandığı esnada edep ve terbiyede kusur et­
memektir, der. Ü s t â d E b û A l i e d - D a k k â k : Sabrın
hakikati, kaderin cilvelerine itiraz etmemektir, şikâyetçi olmamak
kaydı ile başa gelen belâyı açığa vurmak ise sabra aykırı değildir.
Nitekim Allah Teâlâ Hz. E y y û b (Ateyhisselâm) hakkında;
. .. I k C »0 Aİ>-j — «Biz onu sabırlı bulduk.
O ne iyi kuldur...» (9) buyurmuştur. Halbuki E y y û b (Aleyhisse-
4 l *ıj .s " M
lâm) j - * 31 -* = «Hakikaten hastalık bana dokundu.» (10)
diyerek hâlini arz etmişti.

(9 ) Sad sûresi, âyet 44


HO) Enbiyâ sûresi, âyet 83
454 SÜNEN-Î İBN-İ MÂCE

«K u r’ân senin lehinde...» fıkrasının mânası açıktır. Yani Eğer


K u r ’ a n ' ı okuyup onunla amel edersen ondan menfaatlanırsın.
Aksi takdirde K u r ’ a n senin aleyhinde b ir hüccet ve delildir.
Şöyle de yorum lanm ıştır: K u r ’ a n nizâ ve ihtilâflarda baş vu­
rulm ası gerekli bir mercidir. O n a baş vurulunca çıkarılan hüküm
y a senin lehinde veya senin aleyhinde olur.

V*-? v V Cv)
6 — A BD ESTtN S E V A B IN IN B E Y Â N I B ÂBI

Tahâret kitâbımn şihıdiye k adar atıılan 6 bâbm da geçen «TU -


H Û R ve V U D Û » kelimeleri A rapçada abdest almak, abdestin kendi­
si, abdest alm akta kullanılan su ve temizleme m âiıalannda kullanı­
lır. T ah ö r ve V ad û kelimeleri de m ezkûr m ânalarda kullanılır. An-,
cak ekseriyetle «V a d û » abdestte kullanılan su, Tahûr d a tahâret-
te kullanılan su m ânasına gelir, V u d û ise abdest alm aya ve abdeşte
denir. Tuhûr dâ temizleme'işine denilir. Bu bablarda zikredilen bu
iki kelime abdest ve abdest alm ak m ânasında kullanılmıştır.

T E R C E M E S İ

28i) “... Ebû Hüreyre (Radiyallahü ankyAtn rivâyet edildiğine göre ken­
disi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Biriniz abdest alm ak istediğinde güzelce abdest alıp sonra mes­


cide v arır ve yalnız nam az onu evden çıkarır durum da olunca mes­
cide girinceye k adar attığı her adım ile A llah azze ve celle onu b ir
derece yükseltir ve onun bir hatasını afv eder.»’’

Ebû Mâlik el-Eş’ârl’iıin Hâl Tercemesi

RâvI Ebû Mâlik el-Eş'ârî sahabi’dir. Bâzılan onun Ebû Amir künyesi ile
anıldığını söylemişlerdir. Adı hususunda ihtilâf vardır. El-Hars bin el-Hars veya
Ubeyd veyahut Ubeydullah isminde olduğu rivayetleri vardır. Onun 27 hadisi
bulunur. Râvtleri Câbir ve Abdurrahman bin Ganem’dir. İbn-1 Sa’d'in dediğine
göre Hz. Ömer’in hilâfeti devrinde vefat etmiştir. (Bak : Hulâsa Sah. 459)
Bab : 6 KÎTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 455

İ Z A H I
Hadîsin: «Güzelce abdest...» tâbirinden maksad, sünnetlerine ve
adabına riâyet etmek suretiyle alman abdesttir. M ü s 1 i m ' in ab-
destin faziletine âid babta zikrettiği hadisleri açıklayan N e v e v i :
«Güzelce abdest...» cümlesindeki «Güzellik» tabiri hakkında şunları
söyler:
Yâni adabına riâyet ederek tam ve mükemmel bir abdest alır.
Hadis, abdestin şartlarım ve adabım öğrenmeye, buna göre abdest al­
maya, abdest alırken ihtiyatlı davranarak bütün âlimlere göre sıh­
hatli bir abdest almaya gereken önemi vermeye teşvik eder. Âlim­
ler arasında bulunan ihtilâfları fırsat bilerek bunlar arasmda en ko­
layını ve ruhsatları seçmeye girişmemelidir. Daima ihtiyatlı davra­
nıp azimetlerden ayrılmamalıdır. Bu noktadan hareketle âlimler ara­
smda ihtilâflı olan: Abdest almaya başlarken BeSmele çekmek, ab­
dest için niyet etmek, ağıza su almak,.buruna su çekmek, başın ta­
mamım meshetmek, kulakların tamammı meshetmek, abdest uzuv­
larım oğuşturmak, bunların yıkanması ve mesh işini ara vermeden
tamamlamak, abdestte tertibe (sıralamaya) riayet etmek ve benze­
ri hususları yerine getirmeli, temizleyici olduğu icmâ' ile sabit olan
suyu tercih etmelidir.
Hadisin-1^ % 11 \ j (*ı >_ V== «Yalnız namaz onu hareket etti­
rerek, evden çıkanr» cümlesi ibâdetlerde ihlaslı olmaya teşvik eder.
Evinde abdest alan bir mü’min sırf mescidde namaz kılmak için evin­
den çıkıp mescide gittiği zaman evinden câmiye kadar attığı her adım
başına bir derece yükselir ve bir küçük günahı afv olur. Evinden
başka iş için çıkan kimse bilâhare Câmiye varsa bile bu yüce sevabı
alamaz.
456 SÜNEN-1 İBN-Î MÂCE

T E R C E M E S İ

28 2
) “... A bdullah cs-Sünâbılû öwA)’c
lcnrivâyet edildiği­
( R a d i y a l l a h ü

negöre R esûlullah şöylebuyurm


( S a l l a l l a h ü uştur:
A l e y h i v e S e l l e m )

«Abdest alarak mazmaza ve istinşak eden kimsenin ağzından ve


burnundan (bu ikiorgania işlediği) hataları çıkıp gider. Yüzünü yı­
kadığı zaman da onun yüzünden, hatta iki göz kapak kenarlarının
altından hataları çıkar. Ellerini (ve kollarını) yıkadığı vakit (elleriy­
le işlediği) hataları ellerinden çıkar. Başını mesh ettiği zaman (başı
ile işlediği) hataları başından, hatta kulaklarından çıkar,, gider.
Ayaklarını yıkadığı zaman (ayaklan ile işlediği) hatalan ayaklann-
dan hatta ayak tımaklanntn altından çıkar. Onun kıldığı namaz ve
mescide kadar yürümesi de nafile (fazla) olur.»"

tZ A H I

M ü s l i m de Taharet kitabının 10'uncu babında E b û H ü ­


r e y r e (Radiyallahü ânh)’den aynı mânayı ifade eden ve lâfız ba­
kımından az farklı olan bir hadis rivâyet etmiştir.
Müellifin bu babta rivâyet ettiği hadisler abdestin sevabını bil­
diril ken; abdest uzuvları ile işlenmiş olan hatalann abdest almakla
afv edildiğini ifade ederler. Fakat abdest, vakit namazları, Cuma na­
mazı ve Ramazan orucunun faziletine âid olan bâzı sahih hadislere
göre bu nevi ibadetler küçük günahlara keffaret olur. Onun için
S i n d i , bu hadis ile ilgili olarak şöyle der: Hadisin zâhirine gö­
re abdest, her tür hatâya keffaret olur. Ama âlimler bu hataları kü­
çük günahlar ile yorumlamışlardır. Çünkü diğer bâzı hadisler, bu
hatalann küçük günahlar ile yorumlanmasını gerektirir.
M ü s 1 i m ’ in mezkûr babındaki hadisleri açıklayan N e v e -
v i : Hatalardan murad küçük günahlardır, der. Yine N e v e v i
«Tahâret» kitabının 4’üncü babında K â d ı I y a z ’ dan naklen
şöyle söyler: Hadiste bahis konusu edilen günahların afıv mes'elesi
küçük günahlara mahsustur. E h l - i S ü n n e t ’ in mezhebi bu­
dur. Büyük günahlar ise, ya tevbe etmekle veya Allah’ın rahmet ve
fazlı ile afv edilir.
N e v e v i bu a ra d a şöyle b ir soru ve cev ab ı K a y d e d e r:
S o ru : B u r a d a a n ıla n h a d isle re g ö r e a b d e st, v a k it n a m a z la r ı, C u ­
m a n a m a z ı ve R a m a z a n o ru c u a y r ı a y rı, k ü ç ü k g ü n a h la r a k e ffa re t
o lu r H a lb u k i a b d e st k e ffa r e t o lu n c a , n a m a z n e y e k e ffa r e t o lu r, N a ­
Bab: 6 KÎTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 451

maz' günahları giderince; Cum a nam azı neyi giderir. C um a namaz­


ları hafta arasındaki hataları afv ettirirse Ramazan orucu neyi afıv
ettirir?

Cevâp : Â lim ler şöyle cevap verm işlerdir: M ezkûr ibadetlerin


her birisi küçük günahların afvına yarar. Şayet küçük günah bulur­
sa onu giderir. Eğer ne küçük ne büyük hiç bir günah yok ise; o iba­
det karşılığında sahibi için derece ve hasene yazılır. Şayet bir veya
daha fazla büyük günaha tesadüf ederse ve küçük günah yok ise,
tesadüf ettiği büyük günahı hafifletmesi umulur.

N e v e v i ’ nin K a d ı I y â z ’ dan naklen beyan ettiğine gö­


re günahların abdest suyu ile çıkması mecazi mânadadır. Çünkü
madde ve cisim halinde değiller ki, su ile giderilsin.

Yine N e v e v i ’ nin de beyan buyurduğu gibi bu hadisler,


ayakların yıkanması değil, meshedilmesi gerekir, diyen Râfizilerin
sözünün bâtıl olduğunu ve abdestte ayakların yıkanmasının gereklili­
ğini isbatiar.

Bâzı âlim ler b u hadis e dayanarak abdest almakta kullanmış


olan az su ile tekrar abdest alınamaz. Çünkü böyle bir su günahla­
rın mânevi pisliği ile kirletilmiştir, demişlerdir. Hatta bazıları bu su
necistir, demiştir. Nitekim İ m a m A ’ z a m ’ dan b ir rivâyete
göre müstâmel (abdestte kullanılmış olan) su pistir.

Hadisin : «O nun kıldığı nam az ve mescide kadar yürümesi de na­


file olur.» fıkrasından maksad şud ur: Abdest uzuvları ile işlediği
hatalar abdest suyu ile çıkıp gittiği ve hatta kalmadığı için namazla
ve mescide kadar yürümekle hataların gitmesine m ahal bulunmu­
yor, dolayısı ile nam az ve yürümek karşılığında gidecek hata bulun­
m adığı için bu nlar artmış oluyor, fazla kalmış oluyor. N afile : Artan
ve fazla kalan anlam ında kullanılmıştır. Çünkü m ü’minin kıldığı
farz veya vacip namazın nafile nam aza dönüşmesi gibi sakat bir
m âna düşünülemez.

Si ndi diyor ki namaz ve mescide kadar yürümek karşılıksız


ve fazla kaldığı için abdest uzuvları dışında kalan organ lar ile işlen­
miş hatalar v a r ise namaz ve yürümek ibadetleri o hatalara keffâ
ret olur. Şayet bu tür hatalar da yok ise derecelerin yükselmesi sağ­
lanır.

Abdurrahman es-Sünâbihî (R .A .)’ın Hâl Tercemesi


Hadisin râvisi Abdullah es-Siln&bihl, Ebû Bekir’den rivayette bulunmuştur
«Devamı 548.Cİ sahile del
458 SÜNEN-İ ÎBN-İ MÂCE

Ju*£<jJûc. L? : V\î i jlîi.cf -utfj İ Â.Vİ.J i (Jf j5y J».t \L/J0— TAf
• ' *3!>ı •- • ' :r ' u " .* 7 â*i
t> <V**J> -Â-® {,*■ < cT >*iJ>. ^ < *Ua* <J â c ‘ V - â® ‘ <*V

3l a t ? ili r Jı 4» ^ 3 >3$ ^ «30&

^Jle iil». 4*>-J ^ 3 <-^3®" ^TJ 3*“® • /*A, Cj Î z f jh ‘AA

ölûai- 4İ3-J 31i îijâ .Â-!JJ * ^ İ^ O İ Ç ^*-5


.r. »
• « A**-j dr!
«■»

TERCEMESÎ

283) “... Amr bin Abasa (Radiyallahü anh)’den rivâyet edildiğine göre
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu demiştir:

«Şüphesiz kul abdest aldığında ellerini yıkadığı zaman hatâla­


rı ellerinden düşüp gider. Yüzünü yıkayınca da yüzünden hatâları
düşüp gider. (Yüzünden) sonra kollarını yıkadığı ve başım meshet-
tiği vakit kollarından ve başından hatalain düşüp gider. Ayaklarını
yıkayınca ayaklarından hataları düşüp gider.»”

İ Z A H I

S i n d i diyor ki, eğer işlenen hatalar anılan organlara taallûk


edip gerektiğinde yapışabjlen ve ayrılabilen cinsten ise bunların mü­
barek abdest suyu ile giderilmesi normaldir. Bu nevi tâbirlerin ma­
hiyetini Allah’ın ilmine havale etmek daha uygundur. Bazıları da
bu tür ifadeleri istiare ve mecaz olarak izah etmişlerdir.
Bu hadis mâna ve metin bakımından bir önceki hadis’e benzer.
Sadece şu farkla ki burada yüzden önceki el yıkama ile de hatala-
Abdurrahman Es ................................................... ....... (Baştarafı 457.Cİ sahlfede)
Ebû Abdillah, bu zâtm isminin Abdurrahman b. Useyle ve künyesinin Ebû Abdil­
lah olduğunu söylemiş bu arada isminin Abdullah olduğunu söyleyen Mâlik’ln ya­
nıldığını ileri sürmüştür. îbn-i Muin, bu zatın sahabtlik şerefine erişmiş olduğu
kuvvetle muhtemeldir, demiştir. Tehzlb müellifi ise onun sahabi olup olmadığının
ihtilâf konusu olduğu söylenmiş, der. Ebû Bekir'den başka bir de Ubade <R.A.)’de
rivâyet! vardır. Râvisi ise Atâ b. Yesâr’dır. Onun bizzat Peygamber (S.A.V.)’den
rivâyet ettiği hadisin mürsel olduğu da söylenmiştir. (Hulâsa, 220)
Bab : 6 K İT A B Ü -T T A H Â R E V E S Ü N E N İH Â 459

nn giderildiği bildiriliyor. Diğer taraftan mazmaza ve istinşaktan


bahsedilmiyor.

• < > • “ * - < !« » * * * • ^ ı j vİ ^ jİ - İ !J k * J * » t : j İ İ j J I , j

.. . 4u» j i <i J l c^l . <Jbu» (jf I y»

TERCEMESİ

284) “... Abdullah İbri-i Mes’ûd (Radiyallakü anh)’âen rivâyet edildiği­


ne göre şöyle demiştir : (Resûl-i Ekrem’e ):
— Yâ Resûlullah! Ümmetinden olup görmediğin kimseleri (kı­
yamette) nasıl tanıyabilirsin? diye soruldu. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
— «(Ümmetim) Abdest izleriyle gürr, mühaccel ve bulkturlar.»
. Ebü’l-Hasan el-Kattân dedi ki : Bize Ebû Hâtim, ona da Ebü'l-
Velid rivâyette bulundu dedi ve (mezkûr) sened ile metni zikretti.
N o t : Zevftid'de şöyle denilmiştir: Bu hadis Buhari ve MUslim’de Ebû Hü­
reyre ve Huzeyfe’den rivâyet edilmiştir. Bu hadis hasendir. Râvi Hammâd İbn-i
Seleme olan Hammad’dır. Asım da İbn-i Ebi’n-Neccûd’dur. Kûfçlidir. Çok sadık­
tır. Hafızlığında az bir zaaf vardır.

İZAHI
G urr: Agarr’m çoğuludur. Agarr s Alnında beyazlık bulunan at

Amr b. Abasa Ebû Nüccyh (R .A .)’m Hâl Tercemesi

Hadisin râvisi Amr b. Abase Ebû Nüceyh el-Sclemî meşhur bir sahâbl’dir.
48 hadisi var. Müslim bir hadisini almıştır: Râvileri Ebû Ümâme ve Şarahbil bin
es-Samt’dır. Vâkidi’nin beyannıa göre : Mekke'de müslüman olup memleketine
dönmüş. Bedir, Uhud, Hendek. Hudeybiye ve Hayber savaşlarından sonra Medi­
ne’ye gelmiştir. Ebû Said : Onun iik müslümanlarm 4 veya 5’incisi olduğunu söy­
lemişler. demiştir. Tehzîb’te belirtildiğine göre bu zat müslüman olmadan önce
de putlara tapmaktan kaçınarak bu halin sapıklık ve dalâlet olduğunu bildirdi.
Bir ara çobanlık ettiğini ve bu esnada bir bulut parçasının onu gölgelediği söylen­
miştir. tHulâsa-291)
460 SÜNEN-Î İBN-Î MÂCE

demektir. M asdarı gurret'dir. O da atın alnındaki beyazlıktır. Bir çok


yerde buna sakar denilir.

Muhaccel s A yaklarında beyazlık bulunan ata denir. B âzdan :


3 ayağında beyazlık bulunan ata muhaccel denilir, demiştir. M as-
dârı tahcil’dir. Bu d a atın ayağındaki beyazlıktır. Bazı yerlerde bu­
na sekir denir.

B u lk : Eblak’ın çoğuludur. Eblak •. Beyazlığı ve siyahlığı olan


ata denir. Bazılan, Eblak; ayaklarındaki beyazlık oyluklanna kadar
uzanan ata denir, demiştir. Bunun masdarı ise Balak ve Bulka’dır.

Hadiste mü’minler, abdest uzuvlarında parlıyacak olan nur b a ­


kımından alnında ve oyluklanna k adar ayaklarında beyazlık bulu­
nan atlara benzetilmişlerdir. Abdest alan m ü’m in le r; Yüzlerindeki
nur bakımından alnında beyazlık bulunan ve g u rr denilen atlara,
kollar ve ayaklarındaki nur yüzünden de oyluklann a k adar ayak­
larında beyazlık bulunan ve muhaccel, eblak denilen a tla ra benze­
tilmişlerdir.

Hadis, abdestin faziletini belirtiyor, ümmet-i Muhammediyenin


yüz, kol ve ayaklann da parlayacak olan nur ile kıyâmet gün ü diğer
ümmetlerden ayırt edileceklerini bildiriyor.

M ü s l i m G u rre ve Tahcil için ayırdığı bir babta müteaddit


hadisleri rivâyet etmiştir. E b û H ü r e y r e ’ den rivâyet ettiği
bir hadis e göre Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
bu yu rm u ştu r:

A >\\ m'» ı * T »n " * ' • " * A* - y t *


=-u p ı
a- ^ ^j t, • >>-% " .

■=: «Abdesti tam ve yerli yerince aldıklarından dolayı kıyamet


5 alınları sakar, kol ve bacakları sekir olanlar ancak sîzlersiniz.

t ıun için sizden kim yapabilirse sak ar ve sekirliğini uzatsın.»

G urre ve tahcili uzatmaktan maksad, abdest uzuvlannı yıkar­


ken farz olan yerin ötesine geçmektir.

G urre ve tahcilin müstahab olan miktarı hususunda âlimlerin


muhtelif kavilleri vard ır: Bazılarına göre kollar om uzlara kadar,
ayaklar da dizlere kadar yıkanmalıdır. Bu rivâyet E b ü H ü -
Bab: 6 KİTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENÎHÂ 461

r e y r e ’ den sabit olunmuştur. Diğer bâzı âlimlere göre kollar ba-


zuların yarısına ve ayaklar da baldırlarm yarısına kadar yıkanmalı­
dır. B ir kısmı da bunun biraz daha Uzatılmasını istemişlerdir. Bu
kayil B a ğ a v i ’ den menkuldür. G u rre ve tahcilin uzatılması hak­
kında âlimlerden rivâyet edilen kavillerin izahı ve karşılaştırılması
bir hayli zaman ve zemin ister Biz sadece şunu söyliyelim :

G u rre ve tahcilin uzatılması memleketimizde mensubu bulunan


H a n e f i ve Ş â f i ı mezheblerine göre sünnettir. H a n e f i
kitaplarından olan İ b n - i  b i d i n haşiyesi Ed-DürrüTMuh-
târ’m Tahâret kitabının; J*J* ' aJI' M <J&\

= «Gurresini ve tahcilin! uzatmak abdestin adabmdandır.» ibaresi


üzerine E b û H ü r e y r e ’ nin hadisini delil olarak zikrettikten
sonra şöyle sö y ler:

“ Bahır’d a : Gurre'nin uzatılması yüzden, yıkanması farz olan


miktardan biraz fazla yıkam akla tahakkuk eder, denilmiştir. El-Hıl-
ye’de de : Tahcil kollarda ve ayaklarda olur. Bunun uzatılması için
bir sınır var mı? Ben bu hususta H a n e f i âlim arkadaşlarım ın
her hangi bir sözüne rastladım N e v e v i , Ş â f i i âlimlerin
muhtelif üç kavil söylediklerini nakletm iştir:

1 Dirseklerle topukların biraz ötesine geçmek müstahaptır, bu ­


nun belirli bir sınırı yoktur

2 K ollar ve bacaklar bazularm ve baldırların yansına kadar


yıkanmalıdır. (Mustahap olan budur.)

3. Kollann omuzlara ve bacaklann dizlere kadar yıkanması


müstahaptır.
N e v e v i sözlerine devamla, bu kavillerin hepsini gerektiren
hadisler vardır, der.

Şerhü’ş-Şir’a ’da yalnız ikinci kavle uygun görüş beyan edilmiş­


tir. (11)"

N e v e v i ' nin Ş â f i i fıkhına Aid «M iniıâcü’l-Âbidin» adlı ki­


tabının şerhi Nihayetü’l-Muhtaç'ta Abdestin sünnetleri bahsinde g u r­
re ve tahcil’in uzatılmasının sının hakkında şöyle söylenir:

(11) İbn-i Abidin, cild 1. sah. 135


462 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

Gurre’nin uzatılması yüz yıkanırken her tarafından farz olan kıs­


mı geçmekle tahakkuk eder. Sınırının sonu ise başın ön kısmı ve çene
altının devamı olan boğaz kısmının sağ ve sol yanlan ile beraber
yıkanması ile gerçekleşir.
Tahcil’in uzatılmasıda kol ve ayak yıkanırken farzın dışında ka­
lan dirsek ve topuk ötesinden bir kısmının yıkanması ile hasd olur.
Bunun nihayeti de omuz ve diz kapağıdır.

Hadîsin baş kısmında Eesûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sel­


lem)'e: Ümmetinden olup da görmediğin kimseleri (kıyâmet günü)
nasıl tanıyabileceksin? sorusunun sorulması, Peygamberin kıyâmet
günü ümmetini tanıdığının soru sahiplerince bilindiğini gösteriyor.
S i n d i diyor k i: «Soru sahiplerinin Peygamber’in ümmetine şe-
fâat edeceğini bildikleri için O’nun ümmetini tanıması gereğini an-
lıyarak bu soruyu yöneltmiş olmaları muhtemeldir. Yahut o meclis­
te Resûl-i Ekrem’in kıyâmette ümmetini tanıyacağını belirten bir ko­
nuşma geçmiş olup bunun üzerine sorunun sorulmuş olması da müm­
kündür.»

Bu hadisin aslmıni B u h a r ! ve M ü s l i m ' d e E b û H ü ­


r e y r e ve H u z e y f e ’ den rivâyet edildiğini ve hasen hadis
türünden olduğunu belirten Zevâid, râvilerden H a m m â d ’ m
İ b n - i S e l e m e olan H a m m â d olduğunu ve A s ı m ’ rn
da î b n - i E b i ’ n - N e c û d künyesini taşıyan zat olduğunu
ifade eder. Bu arada A s ı m , K u f i ve çok sadık olmakla bera­
ber hâfızasmda biraz zayıflık vardır, demiştir.

HADÎSTEN ÇIKARILAN HÜKÜMLER

1 Abdestte gurre ve tahcilin uzatılması müstahabtır

2. Abdesti mükemmel ve âdap ile sünnetlerine riâyet etmek su­


retiyle almak müstahabtır.
3. Abdestte ayakların yıkanması kesin olarak farzdır.
4. Resül-i Ekrem’e, ümmetinin kıyâmetteki durumu Allah tara­
fından bildirilmiştir.

5. Resûl-i Ekrem, o gün ümmetini tanıyacaktır.


6. Hadis kıyâmetin olacağına delildir.
Bab : b KİTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 463

•^ ^ J^ ’ A* ^

T E R C E M E S İ

285) “.,. Osman bin Affan’uı azadîısı Humrân (Radiyallahü anhümâ)'-


dan rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir :
Osman bin A ffâ n ’ı M akaid’e otururken gördüm. Kendisi abdest
suyunu istedi ve abdest aldıktan s o n ra : Ben Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve S ellem )’i şu oturduğum yerde, bu abdestim gibi abdest alır­
ken gördüm. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abdestpTdık-
tan sonra şöye buyurdu :

«Kim benim b u abdestim gibi abdest alırsa geçmiş günahı örtü­


lür.» Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şunu d a bu yu rdu :

«V e sakın m ağrur olmayınız» demiştir.

Müellif diyor ki; bize, Hişam b. Am m âr, Abdülham id bin Habib,


Evzâi, Yahya, Muhammed bin İbrahim. İsa bin Talha, Humrân ve
Osman yolu ile de bu hadis rivâyet edilmiştir.
i ^ *• ' \ı
N o t : Zevâid’de : Hadis Müslim’de de vardır. Yalnız |j j ~ -< y cümlesi
yoktur, denilmiştir.

Î Z A H I

Hadiste geçen «M akâid» kelimesi, bâzılarına göre, H z . O s ­


m an (Radiyallahü a n h )'m evinin yanında bulunan dükkânların
464 SÜNEN-t İBN-Î MÂCE

adıdır. Bâzıları da: Bu kelime Mescid’in yakınında H z. .O s -


m a n ’ m hazırladığı ve içinde oturup bâzı işler gördüğü ve ab­
dest aldığı yerin, adıdır, demişlerdir.
ij j -Zm V = «Mağrur almayınız» cümlesinden başka
hadis metninin M ü s 1 i m ’ de rivâyet edildiği, Zevâid’de belirtil­
miştir. S i n d i de.- Hadisin: «Benim bu abdeştim gibi...» fıkra­
sı, B u h a r i , M ü s l i mve diğer kitablarda tafsilâtlı olarak geç­
mektedir. Eğer musannif tafsilâtlı olan bir rivayeti zikretseydi da­
ha iyi olurdu. Çünkü o zaman Resül-i Ekrem’in almış olduğu ve gü­
nahların mağfiretine sebep olduğunu bildirdiği abdest sureti bildiri­
lerek ona riâyet edilmesi imkânı sağlanmış olurdu, demiştir.
B u h ari ve M ü s l i m ’ in H z . O s m a n (Radiyallahü
anh)'den rivâyet ettikleri bu hadisin tafsilâtlı olan metninin teree-
mesini bu ray a alalım ki Resûl-i Ekrem’in almış olduğu abdest şekli
de anlatılmış o lsu n :

“... Osman b. Affân’m azadiısı Humrân (Radiyallahü anhümâ)'dan rivâ­


yet edildiğine göre şöyle söylemiştir:

Hz. Osman (bir kere) bir kab (su) istedi. Bu kabtan ellerine üç
defa su dökerek ellerini yıkadı. Sonra sağ eli ile kabtan su alarak maz-
maza ve istinşak etti. Sonra yüzünü, ondan sonra da her iki elini dir­
sekleri ile beraber üçer defa yıkadı. Bundan sonra başını meshetti.
Sonra iki ayağını topuklan ile beraber 3 defa yıkadı ve bunun niha­
yetinde, Resûlullah (Salallahü Aleyhi ve Sellem)’in:
«Her kim benim bu abdestim gibi abdest alıp iki rek’at namaz
kılar ve bu iki rek’at namaz içinde hiç bir şey hatırına getirmezse
geçmiş günahı örtülür», buyurduğunu söyledi.”
Bu hadisi E b û D â v u d ile M e s a i de «Tahâret» ki­
tabında zikretmişlerdir.

Hadis, abdestin şeklini beyan eden büyük bir temeldir.

M azm aza: A ğıza su alıp çalkalam ak ve dökmektir. Oruçlu ol­


m ayana mazmazada m übalâğa yani ga rgara yapm ak d a sünnettir.

İstinşak s Burnuna su çekmek ve nefesle dışarı atmaktır. M ü s ­


l i m ve B u h a r i ’ nin rivâyetinde «İstinsar* da geçiyor.

İstinsar.- Burundan suyu dışarı atmaktır. Bu hal, suyu burnu­


na çektikten sonra gerçekleşebildiği için istinşakı da gerektirir. Ba­
zı rivâyetlerde istinşak geçmiyor. Yalnız istinsar bulunuyor. Neti-
Bab : 6 KÎTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ

ce değişmez. İstinşakta m übalağa yine oruçlu olmayan kimse için sün­


nettir. M ü bâlağa genize kadar su çekmekle hasıl olur.

Hadiste m azm aza ve istinşak’m kaçar defa yapıldığı belirtilme­


miş ise de bunların da üçer defa yapılmasının sünnet oluşu diğer ri­
vayetlerle sabittir. Abdestin hadiste bildirilen sıraya göre alınması­
n a fıkıhta tertip adı verilmiştir. Tertip H a n e f i âlimlerince farz
görülmemiş ise de Ş â f i i âlimlerince abdestin bir farzı olarak
sayılmıştır.

Abdest alm aya başlanırken önce suyun avuçlanması, sonra ağı-


za alınması, daha sonra da buruna çekilmesi sebebini bazı âlimler
şöyle açıklamışlardır.

Abdest suyunun renk, tat ve koku vasıfları bakımından temiz ol­


ması gerekir. Suyun avuçlanması ile rengi, ağıza alınması ile tadı
ve buruna çekilmesi ile kokusu tesbit edilmiş olur.

Hadisin : «... N am az esnasında hiç bir şeyi hatırına getirmezse...»


şartı ile neyin kasdedilmiş olduğu hususu âlimler tarafından tetkik
ve tahkik edilmiştir.

K â d ı I y â z ’ a göre maksad, düşünerek ve istiyerek bir şey­


ler hatırlamamaktır. Kendiliğinden ve istemiyerek hatıra gelen şey­
ler m urâd değildir. Bu itibarla kendiliğinden ve arzu dışında hatı­
ra gelen bir şey nam azm kemaline bir halel getirmez.

B u h a r ı ’ nin Şarihi A y n i d e : Hatırdan geçen şeyler iki


kısımdır. Bir kısmı istemiyerek hatıra gelir. Bunları getirmemek
mümkün değildir. Yapılacak şey, hatıra gelen bu tür şeyleri hatır­
dan çıkarmaya çalışmaktır. Hadis b u çalışmayı ön görüyor. Bir de
istiyerek bir şeyleri hatıra getirmemeyi istiyor. Fakat kendiliğinden
hatıra gelen şeyleri hiç hatıra getirmemek elde olmadığı için kişi bu­
nunla mükellef tutulmamıştır.

Bahis konusu şart ile ihlas kasdedilmiş olabilir. Buna göre mâ­
nâ ş u d u r : «Sonra riya, gösteriş, böbürlenme ve benzeri şeyleri dü­
şünmeden ihlaslı olarak iki rek’at namaz...»

Şunu da belirtelim : Nam azda hatıra gelen şeyler dünyaya âit


olabildiği gibi âhiretle de ilgili olabilir. Hadis yalnız dünya ile alâ­
kalı şeylere yorumlanmıştır. Çünkü T i r m i z i ’ nin rivâyetinde:

Siinen-i îbn-i Mâce — P .: 30


466 SÜNEN*! ÎBN-Î MÂCE

«... Kıldığı iki rek’at nam azda dünyaya âit b ir şey düşünmezse»
buyurulmuştur. Sonra, nam azda âhirete âit b ir şeyi düşünmek na­
mazın huzur ve huşuuna aykırı değildir. Bilâkis nam azda okunan
K ur'an âyetlerinin mânâsım düşünmek matluptur. Okunan par­
ça neye âit ise haliyle o şey hatıra gelecektir. D ün yâ ve âhiret ahva­
line âit olup mendup b ir şeyi hatırlam ak namazın faziletini zedeler
mi? Hattâ H z . Ö m e r (Radıyallâhü anh) ’i n « B e n ordumu na­
mazda iken hazırlarım .» dediği rivâyet edilmiştir.

«Geçmiş günahları...» Bundan m aksad küçük günahlardır. Ev­


velce de belirttiğim gibi büyük gün ah lar tevbe ile veya A llah ’ın sırf
rahmeti ile afv edilir. K ul hakkı ise ancak helallaşm akla ve tevbe ile
afvı beklenebilir.

Hadîsin son un daki: «Sakın m ağrur olmayınız.» Cümlesinden


maksad ş u d u r : «Abdestin fazileti b u derece büyük ve sevabı bu
kadar çok olduğuna göre başka hayrât için çalışmaya lüzum yok-
-tur veya bunca sevab alındıktan sonra günah işlense dahi pek teh­
likesi yoktur diye aldanmayınız.» Çünkü günahları gideren ve se­
vapları kazandıran abdest ve namaz,. A lla h katında m akbul olanı­
dır. Hangisinin m akbul olduğunu bilmek ise hiç kimse için mümkün
değildir. O halde m ağrur olm ak tam âmen yersizdir.

(V )

7 — S İV Â K B ÂBI

T E R C E ME S İ

286) “... Huzeyfe (b. el-Yamânî) (Radiyallahü anh) ’den rivayet edildi*
ğine göre şöyle söylemiştir:

«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) teheccüd namazını kıl­


mak için gece kalkınca ağzını sivak ile ovardı.»”
Bab: 7 k ît a b ü -t t a h Ar e VE SÜNENiHA 467

İZAHI
Bu hadisi; B u h a r ! Tahâret, namaz ve teheccüd namazına
kalkmanın faziletine âit bahislerde olmak üzere 3 yerde; M ü s l i m ,
E b û D â v û d ve N e s â i de Tahâret bahsinde rivâyet etmiş­
lerdir.
Sivâk: Misvak dalma denir. Bir de o dalı dişlere sürmek anla­
mında kullanılır. M ü s 1i m ’ in Şârihi N e v e v i , Sivak’m lü­
gat mânâsını bu şekilde açıkladıktan sonra: «Alimlerin istilahında
ise, misvak veyâ benzeri bir şeyi dişlere sürerek temizleme işine si-
vak denir, der. N e v e v i sözlerine devamla şunları söyler :
Misvak kullanmak ne namazda ne de başka hallerde vâcip de­
ğildir. Sözleri makbul olan âlimlerin icmâ'ı ile onun sünnet olduğu
sabittir. E b û H â m i d e l - I s f a r â i n i ' nin anlattığına gö­
re D â v u d - ı Z a h i r i namaz için misvakı vâcib kılmıştır.
E 1- Mâ v e r d i ’ de andan D â v û d ’ dan misvakın namaz için
vacip olduğunu, fakat terki halinde namazın bozulmadığını söyledi­
ğini nakleden Fakat müteahhirin âlim arkadaşlarımız, D â v û d ’ a
atfen E b û H â m i d ' i n ve başkasının yaptığı rivâyeti kabul et-
miyerek D â v û d ’ un mezhebine göre de misvak sünnettir, de­
mişlerdir.
î s h â k b i n R â h e v e y ’ den rivâyet edildiğine göre; ken­
disi misvak kullanmayı namaz için gerekli görerek bile bile terke-
denin namazı bozulur demiştir. N e v e v i sözlerine devamla 1 s -
h â k ’ tan yapılan rivâyet sabit ve sıhhatli görülmemiştir. D â -
v û d - i Z â h î h i ' nin de misvakı namaz için gerekli gördüğü sa­
bit değildir. Faraza böyle söylemiş olsa bile onun bu görüşü icmâa
gölge düşürmez.
Misvak kullanmak her zaman için müstahaptır. Bilhassa şu beş
vakitte daha fazla müstahaptır:
1. Abdest alırken,
2. Namaza başlarken,
3. Kur’an okumaya başlarken,
4. Uykudan kalkarken,
5. Ağzın tadı veyâ kokusu değişirken. Bu değişiklik de çeşitli
nedenlerden olabilir. Meselâ: Uzun süre bir şey yememek, içmemek,
susmak, çok konuşmak, kokusu hoş olmayan bir şey yemek.
t m a m Ş a f i i ’ ye göre oruçlu adamın öğle vaktinden ak­
şama kadar misvak kullanması mekruhtur. Çünkü oruçlu adamın
468 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

öğleden sonra ağzından duyulan koku Allah katında çok sevimlidir.


Bu husûsta sahih hadisler vârid olmuştur.

H a n e f i âlimleri misvakın abdest alınırken mazmaza sıra­


sında kullanılmasını ve dişlere yalnız genişliğine sürülmesini müs-
tahap görmüşlerdir. Namaza durulduğunda misvak kullanılırsa diş
etlerini kanatıp abdestin bozulmasma yol açabilir endişesi ile namaz
zamanı misvak kullanmayı öngören hadisleri abdest zamanına yo­
rumlamışlardır.
Misvak işi, hacılann hicazdan getirdikleri ve erâk denilen ağa­
cın dalı ile yapılmalıdır. En müstahap olanı budur. B u h a r i ’ nin
tarihinde anlatıldığına göre, bazı sahabîler, anılan ağaçtan bir çu­
buğu Besûl-i Ekrem’e sunmuşlar. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ’d a : «Bununla misvaklanm» buyurmuştur. T a b a r â n ı ’ -
nin M u â z b i n C e b e l (Radıyallâhü anh) ’den rivâyet et­
tiği bir hadis’e göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zeytin
ağacından yapılan misvakı pek beğenerek ve tavsiye ederek:

«Bu benim ve benden önceyi peygamberlerin misvakıdır» buyur­


muştur.

N e v e v i : Misvak, diş etlerini tahriş edecek derecede sert


veyâ dişleri temizliyemiyecek derecede yumuşak olmamalıdır. Erâk
ağacı elde edilemezse dişleri temizleyici başka bir cisim ile misvak
işi yürütülebilir. Sert bir bez parçası ile misvak yapılabilir. Kişinin
kendi parmağı ile misvak yapmasının hükmü de şudur: Eğer par­
mak yumuşak ise misvâk işinde kullanılmaz. Şâyet sert ise âlim
arkadaşlarımızın 3 görüşü vardır. Meşhur olan kavle göre kullanıl­
maz. İkinci kavle göre kullanılabilir. Üçüncü görüşe göre eğer kul­
lanılabilecek bir şey varsa parmakla misvak yapılamaz. Elverişli bir
şey bulunmadığı takdirde parmakla misvak yapılabilir. Misvak diş­
lerin enine sürülmeli uzunlamasına kullanılmamalıdır. Çünkü bu
takdirde diş etleri tahriş edilebilir. Misvak kullanılırken ağzın sağ
kısmından başlanmalıdır, der. (12)

Teheccüd : Geceleyin namaz kılmaktır. H z. Â i ş e ’ den rivâ­


yet edildiğine göre gece namazı peygamberimize bir ara farz kılındı.
Sonra sünnet oldu. Ümmeti için de sünnettir.

(12) Müslim’in Şerhi Nevevi cild 3 Sah. 25-27


Bab: 1 KÎTABÜ-TTAHARE VE SÜNENİHÂ 469

T E R C E M E S İ

2
87) "... E bû H üreyre an A)’den R
( R a d i y a l l a h ü esûlullah ( S a l l a l l a h ü

A l e y h i v e S e l l e m ) şöyle buyurdu, dediği rivayet edilmiştir:


«Ümmetime meşakkat vermem (endişesi) olmasaydı, her namaz
zamanı misvak kullanmalarım emrederdim.»”

İZAHI
Bu hadisi B u h a r i Cuma bahsinde ve M ü s l i m Abdest
bahsinde rivâyet ettikleri gibi diğer sahih hadis kitap sahipleri ta­
rafından da rivâyet edilmiştir. T i r m i z i bu hadisi yine E b û
H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) ’den rivâyet ettikten sonra E b ü
H ü r e y r e ' den başka, isimlerini zikrettiği 17 sahabi’den de rivâ­
yet edildiğini beyan eder.
N e v e v i : «Bu hadis misvak kullanmanın vâcip olmadığına
delildir. İ m a m Ş â f i i : «Eğer misvak kullanmak vacip olsaydı
ümmete meşakkat olsun olmasın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) onlara misvakı emredecekti.» demiştir.
Hadis, Allah tarafından emir indirilmeyen hususlar hakkında
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in ictihad yapmasının câiz
olduğuna delâlet eder. Fıkıhçılann çoğunun ve usul âlimlerinin mez­
hebi olan bu kavil sahih ve muhtar olanıdır.
Hadis, her namaz için misvak kullanmanın faziletini beyan edi­
yor. Namaz için misvak kullanma zamanı ise bir önceki hadisin iza­
hında belirttiğimiz gibi H a n e f i âlimlerine göre abdest
alınırken mazmaza sırasındadır. Namaza dururken ayrıca misvak
kullanılmamalıdır. Çünkü diş etlerini kanatıp abdestin bozulması
tehlikesi vardır. Ş â f i i âlimlerine göre ise hem abdest atınırken
hem de namaza durulurken misvak kullanmak sünnettir. Çünkü bu
rivâyette jl; c = *^er »anaaz kılınışında» tabiri kul-
470 SÜNEN-İ ÎBN-1 MÂCE

lanıldığı gibi Bu h a r i ’ nin Oruç kitabında yine E b û Hürey-


r e (Radıyallâhü anh) ’den yaptığı rivâyette; -\ > »

= «Her abdest alınışında» ifadesi kullanılmıştır. İ b n - i H u z e y -


m e. H â k i m ve A h m e d b i n H a n 1? e 1 de böyle rivâ­
yet etmişlerdir. Her iki rivâyetin gereğini yapmak üzere Ş â f i i ’ -
ler, farz ve sünnet her türlü namaza durulurken ve abdest alınır­
ken misvak kullanmayı müstahap görmüşlerdir. H a n e f î âlim­
lerinin çoğu namaz için olan rivâyeti abdest için olan rivâyete yo­
rumlama yoluna gitmişlerdir.
Hadisin metninde geçen «...Emrederdim.» tâbirinden maksad
uyulması mecburi olan emirdir ki bu tür emre vücup emri denir. Re­
sûlullah bu mânâda misvak kullanma emrini vermemiştir. Fakat
nedib ve sünnet anlamında misvak kullanmayı emretmiştir. Şu hal­
de hadis misvak kullanmanın farz olmadığına ve ancak sünnet ol­
duğuna delâlet eder.
Hadis, Resûl-i Ekrem’in, ümmetine olan merhamet ve şefkatinin
büyüklüğünü gösteriyor. Allah cümlemizi O’nun şefâatine kavuş­
tursun.

TER C E ME S İ

288) “... İbn-i Abbas (Radtyallahu anhuma)’den şöyle dediği rivayet


edilmiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin ikişer ikişer


rek’at namaz kılardı. (Her iki rek’atten) sonra gidip misvak kulla­
nırdı.”

t Z A H 1

Hadîs her namaza başlarken misvak kullanmanın müstahap ol­


duğuna delâlet ediyor. S i n d i diyor k i: «Resûl-i Ekrem’in her iki
rek’atten sonra gidip misvak kullandığı E b û D â v û d ' u n riva­
yetinden anlaşılıyor. Şu farkla ki; oradaki rivâyette Resûl-i Ekrem’in
Bab: 7 KÎTABÜ-T’TAHÂRE VE SÜNENÎHÂ 471

her iki rek’atten sonra uyuduğu da bildiriliyor.» Burdaki rivayetin


zâhirine göre Resûl-i Ekrem teheccüd namazım bitirdikten sonra
gidip misvak kullanırdı. Ancak müradm bu olmadığı E b û D â -
v û d ’ un rivâyetinden anlaşılıyor.
Hadisin beyânına göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
teheccüd namazını ikişer rek’atten selâm vermek suretiyle kılardı.
Bizim için de en faziletli olam bu şekilde kılmaktır.

TERCEMESİ

289) "... Ebû Ümâme (Radtyallahv anh)’den rivâyet edildiğine göre, Re-
sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Misvaklenin. Çünkü misvak ağızı temiz tutmaya yarar, Rabb’m
razi olmasma sebep olur. Cibril bana her gelişinde misvakı tavsiye
etti. Öyleki bana ve ümmetime farz olacağından gerçekten korktum.
Ümmetime meşakkat vermekten korkum olmasaydı misvaki onlar
için farz kılardım. Ben misvaki o kadar çok kullanırım kis öndeki
dişlerimi köklerinden oynatacağımdan (veya) öndeki dişlerimin et­
lerini köklerinden gidereceğimden korktum.»’’

N o t: Bu hadis senedinin zayıf olduğu Zevâid’de bildirilmiştir

İZAHI

Hadis, misvak kullanmayı açıkça emreder. Misvakin vâcip ol­


duğunu söylediği rivâyet edilen D â v û d Z a h i r i ve I s h a k
î b n - i R â h e v e y ' i n bu hadisteki emri delil gösterdikleri söy­
lenmiştir. Halbuki hadisin son kısmı misvak kullanmanın farz kılm-
madığım ispatlıyor. Şu halde bu iki zat eğer hakikaten bu hadis ile
m SÜNEN-İ ÎBN-Î MÂCE

istidlal etmişler ise hadisin son kısmının onlara intikal etmediği an­
laşılıyor. Kaldı ki 286 nolu hadisin izahını yaparken bu iki zâttan
yapılan rivâyetin sabit görülmediğini naklettik.
Hadisteki em ir nedib içindir. Yani kullanılması müstehaptır.
Hadis, m isvakın hem sıhhi yönden faydalı olduğuna hem de A llah
T eâlâ’nın n zasın a vesile olacağına dikkatleri çeker. İ b n - i D a -
ki k i ’l - l y d , misvakın m eşruluğundaki hikmeti şöyle izah e d e r :
Nam az, A llah 'ın huzuruna çıkmak anlamını taşıdığı için her yön­
den olduğu gibi ağız temizliği ile de divana durm ak ve ibadetin yü­
ce şerefini göstermek için m isvaklanm ak istenmiştir. Hattâ H z .
 işe (Radıyallâhü anhâ) ’den A h m e d bin H a n b e l ile
H âk im ve İ b n - i H u z e y m e ’ nin yaptıkları rivâyete göre
m erfu’ bir hadiste şöyle b u y u ru lu y o r:

«Misvak kullanılarak kılınan namazın misvaksız kılman namaz­


dan üstünlüğü 70 kattır.»
K u ş e y r i ’ nin E b ü ’ l - D e r d â (Radıyallâhü anhl^den ri­
vâyet ettiği b ir hadiste de şöyle b u yu ru lu y or:

«Misvak kullanmaya devam ediniz. Çünkü misvakın 24 mezi­


yeti vardır. Bu meziyetlerin başmda Allah’ın rızâsına vesile olması
gelir. Misvakle kılman namazın sevabı 77 derece katlanır. Misvak
insanı zenginleştirir. Ağız kokusunu temizler. Diş etlerini kuvvet­
lendirir. Baş ve diş ağrısını giderir. Yüzü ve dişleri parlattığı için
Melekler misvaklenenle tokalaşır.»

Misvakın faziletinin yüceliğinde âlim ler ittifak halindedirler. H at­


tâ tmam Evzâî: Misvak, abdestin yansıdır, demiştir.

Hadisin m etnindeki: «M ekâdim ü’l-Fen» ile ön dişler veya onların


etleri muraddır. Diş etlerinin kasdedilmiş olması ihtimali daha kuv­
vetlidir. Metindeki «İh fâ» ise kazım ak demektir. Fazla misvak kullan­
m ak neticesinde ön dişlerin kazmması ve köklerinden oynatılması ve­
ya diş etlerinin kazınması endişesi Resûl-i Ekrem’de belirmiştir.
Bab: 7 KİTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ <73

T E R C E M E S İ

290) ŞüreyhbinHâni' ( R a d t y a l l a k ü a n h ) 'd a n rivayet edildiğin


egö­
rek
endisi şöyledemiştir:
Ben  işe (Radıyallâhü an hâ) ’y a t N e bi (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) senin odana girdiği zam an ilk iş olarak ne yapardı? bana haber
ver! diye söyledim. Â iş e :

O (odam a) girdiği zam an önce misvak kullanırdı, dedi."

İ ZAHI

M iftahü’l-Hâce’de beyan edildiğine göre M ü s l i m , E b û


D â v û d , N e s â î ve İ b n - i H i b b â n da bu hadîsi rivâyet
etmişlerdir. Hadis nam az veya abdest zamanı dışında kalan her za­
m an misvak kullanmanın faziletini, buna ehemmiyet verilmesini ve
sık sık m isvak kullanm anın tekrar edilmesini ifade eder. Çünkü eve
girmek için muayyen bir vakit bahis konusu değildir.

S i n d i de, eve girm ek belirli bir zam ana bağlı olmadığından


misvak kullanm ak için de belirli bir zamanın olm adığı hadisten an­
laşılır, dedikten, sonra misvakin yalnız ibadete başlarken kullanıl­
masının m üstahap olduğunu söyliyenler bu hadisi şöyle yorumla­
maktadır, d e r :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) evde nafile namazla


iştigal ettiği için eve girdiği zam an m isvak kullanırdı. Bazıları d a :
Resûlullah halktan ayrılarak eve vardığı zaman vahye hazırlanırdı.
Bunun için ilk iş olarak misvak kullanırdı, demişlerdir. Başka şe­
kilde yorum layanlar d a olmuştur.

291) “... Ali binEbî Tâlib ( R a d t y a t t a h u a n h ) 'd e n rivayet edildiğin


egö­
reşöylesöylem iştir:
474 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

(Ey müslümanlar!) Şüphesiz ağızlarınız Kur’an’m yollandır.


Onun için ağızlarınızı misvak ile temizleyiniz.”
N o t : Zevâid'de bu hadisin isnadmın zayıf olduğu bildirilmiştir.

İ ZAHI
S i n d i diyor ki H z . A l i ' nin hitabı müslümanlaradır.
Müslümanlardan beklenen durum, K u r 'a n okumaları ve ağız­
laman K u r ’ a n ’ ı K e r î m için açık ve işlek yol halinde tutul­
masıdır. Miftâhü’l-Hâce yazarı d a : Misvak ağzı temizlediği ve Rab-
bın nzâsma vesile olduğu için K u r ’ a n ' ı K e r i m ’ in okunma­
sına başlanılırken, kullanılmasının müstahaplığı hadîsten anlaşılı­
yor. Misvak, Sünnet-i Müekkededendîr. Hiç bir durumda vâcip değil-
dir, der. .....

8 — FITRAT BÂBI

■ • 4 .1 -* m ***} ^ A» J 1? | j* _

cF 4 4 t i ^ ıJ \ t iJ *'i ->0 — TW
^ * • •

t > ' it •İH? -CLii', İ O j i : 36 =36 i î 2 a j t & ■

. « ;jİJÜt JalVl Zjüj jUUVt ^lJüj itA9eİ.Vtj j l İ t : irkilt ^

T ER C E ME S İ
292 ) “... Ebû H üreyre )’den rivayet edildiğine göre
( R a d t y a l l a h ü a n h

Resûlullah şöylebuyurm
( S a l l a l l a h ü uştur:
A l e y h i v e S e l l e m )

«Fıtrat beş (haslet) tir. Yâhut beş (haslet) fıtrattandır. Sünnet


olmak, kasıkları tıraş etmek, tırnakları kesmek, koltuk altmı yolmak
ve bıyıklan kısaltmak.»"

4 cO ü m •' ç S 'l ^ • *^ r‘ (J l t i J&. —W

Jk: O& ( ’t f- t j 1 t^ t> j i i

. « #Üt tj » j *>•!
Bab: 8 KİTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 475

T E R C E M İ Ş î

293) "... Âişe (Radtyallâhü anAâ)’dan rivâyet edildiğine göre Resûlullah


(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«O n şey. Fıtrat (m hasletlerin) dendir. Bıyığı kısaltmak, sakalı
uzatmak, misvak kullanmak, bu run a su çekmek, tırnakları kesmek,
parm ak mafsallarını yıkamak, koltuk altını yolmak, kasıkları tıraş
etmek ve su ile taharetlenmek.»
(Hâvilerden) Zekeriyya dedi k i : (R âvi) M us’a b : Ben 10’uncu has­
leti unuttum m eğer ki m azm aza ola, dedi.”

" *• r*

T E R C E ME S İ
294) Ammâr bili Yâsir (Radtyallâhü anhumâ)’detı rivâyet edildiğine
göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur;
«A ğ ız a su almak, bu run a su çekmek, misvak kullanmak, bıyığı
kısaltmak, tırnaklan kesmek, koltuk altını yolmak, kasıkları tıraş
etmc-k, parm ak m afsallarını yıkamak, taharetlendikten sonra ferce
su serpmek ve sünnet olm ak fıtrattandır.»
(M üellif diyor ki) bize bu hadisi C â’fer bin Ahm ed bin Ö m er de
 ffâ n bin Müslim, Hamrrıâd bin Seleme, Ali bin Zeyd yûlu ile rivâyet
etti.”
476 SÜNEN-l İBN-I MÂCE

T E R C E M E S Î
295) "... Enes bin Mâlik (Radtyattâhü anh)’dçn rivayet edildiğine göre
şöyle söylemiştir:
«Bıyıklan kısaltmak, kaşıklan tıraş etmek, koltuk altım yolmak
ve tırnaklan kesmek husûsunda (bu işleri) kırk geceden fazla bırak­
mamanız tayin ve tesbit edildi.»”

DÖ R T H A D ÎS İN İZ A H I

İlk hadisi B u h a r i «Libas» kitabında ve M ü s l i m de


Tahâret bahsinde yine E b û H ü r e y r ' e (Radıyallâhü anh) ’den
rivâyet etmişlerdir. M ü s l i m aynı bahiste 293 ve 295 nolu ha­
disleri de almıştır. Miftâhü’l-Hace’nin beyânına göre mezkûr iki ha­
disi A h m e d , N e s â i , T i r m i z i ve E b û D â v û d da
tahriç etmişlerdir. 294 nolu hadisin metni diğer metinlere mânâ ve
lafız bakımından benzemektedir. İlk hadisteki «... yâhut...» tereddü­
dü ravîdendir.
Hadislerin açıklamasında M ü s 1 i m ’ in şârihi N e v e v i ’-
nin tahâret bahsinde verdiği izahatı dinleyelim:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in: «Fıtrat beştir» buy­
ruğunun mânâsı: «Anılan şu beş şey fıtrattandır.» Çünkü diğer ha­
diste .- «On şey fıtrattandır» buyurmakla fıtratın hasletlerinin 10’dan
bile fazla olduğuna işaret buyurmuş oluyor.
«Fıtrat» kelimesi ile kasdedilen mânâ hususunda âlimler çe­
şitli yorumlarda bulunmuşlardır. (Aslında fıtrat yaratılış demektir.)
H a t t â b i : Âlimlerin ekserisinin dediğine göre burada fıtrat ile
sünnet mânâsı kasdedilmiştir, der. H a t t â b i ’ den başka bir ce­
mâat da âlimlerin bu yorum şeklini naklederek, Allah'ın peygamber­
ler için seçmiş olduğu ve ötedenberi onların takip etmiş oldukları
sünnet, âdet ve yoldur. Öyle ki peygamberlerin yaratılışında o yolu
izlemek mayası bulunduğu için ona yaratılış mânâsına gelen Fıtrat
ismi verilmiştir, denilebilir. Burada fıtrat din mânâsında kullanılmış­
tır, diyenler de vardır. K â d ı B e y z â v i ise, bu mânâları için­
de toplıyan bir tarif ile: Fıtrat bütün peygamberlerin benimsedikle­
ri ve şeriatlarının ittifakla kabul ettikleri müşterek ve eski bir sün­
nettir ki sanki bütün insanlar bu sünnet üzerinde yaratılmışlardır,
der.) (13)
(13) N o t : Bu İzahata parentez içine alınan ve alınacak olan kısım Nevevi’-
ye ait olmayıp Sindi, Miftahtl’l-Hace El-Fıkıh Ale’l-Mezahip gibi kaynaklardan
alınmadır.
Bab: 8 KİTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 477

N e v e v i , sözlerine devamla; bu hadislerde Fıtrat olarak sa­


yılan hasletlerin hepsi âlimlerce vâcip görülmemiştir. Meselâ, ağıza
su almak, buruna su çekmek ve sünnet olmak mes'elelerinin vâcip
olup olmadığı hakkında âlimler arasında ihtilaf vardır. Vacip olan
hasletler ile vâcip olmayan hasletlerin bir arada anlatılmasının mah­
zuru yoktur. Nitekim E n ’ â m sûresinin 141’inci âyetinde:
ı - "" 0 - / -ö,- -- • >•„_
* ç <-2-9- >y » lj ^-J'l i ^ ı

= «M ahsul verdiği zam an ürününden yeyiniz. Hasad (devşirme)


günü de hakkım (zekât ve sadakasını) veriniz...» buyurulmuştur. Bi­
lindiği gibi mahsulün zekâtını vermek vâciptir, ondan yemek ise v â­
cip değildir.

Fıtrat hasletlerinin tafsilatı is e :


1. HİTÂN = Sünnet olmak: Ş â f i i ve bir çok âlimlere gö­
re vâcip, M â l i k i ve âlimlerin ekserisine göre de sünnettir. Ş â -
f i i ’ ye göre sünnet olmak erkek ve kadın her müslüman için vâcip­
tir. Erkek hakkında vâcip olan sünnet, haşefenin tamamı açıkta ka­
lacak derecede onu örten deriyi kesmekle gerçekleşir. Kadm hak­
kında ise fercin yukarısındaki deriden birazını kesmek suretiyle va­
cip yerine getirilmiş olur. Bizim (Şâfiilerin) Cumhûr âlimlerimizin
ittifak halinde bulundukları ve mezhebimizin sahih olan kavline gö­
re erginlik çağma varmadan önceki dönemde sünnet olmak vacip
değil, sünnettir. Bâzı Ş â f i i âlimleri -. Çocuğu, henüz baliğ ol­
mamış iken sünnet ettirmek velisinin üzerine vaciptir, demişlerdir.
Başka bir kavle göre ise 10 yaşma varmadan çocuğu sünnet ettir­
mek haramdır. Sahih olduğunu belirttiğimiz kavle göre çocuğu do­
ğumunun 7’nci günü sünnet ettirmek müstahaptır. Sünnet olmadan
ölen bir müslümanla ilgili olarak da 3 kavil vardır. Sahih ve meş­
hur olan Ş â f i i âlimlerinin kavline göre ölen kişi çocuk olsun
büyük olsun sünnet edilmez. İkinci kavle göre sünnet edilir. Üçün­
cü kavle göre çocuk ise sünnet edilmez, büyük yaşta ise edilir. (Bu­
rada N e v e v i ’ nin sözlerine ara vererek H a n e f î mezhe­
bine göre sünnet olmanın şer’i hükmünü anlatalım.)
(Hanefi âlimlerine göre hîtân ( = sünnet olm ak) şer’an sün­
nettir ve müsiümaniığın alâmetidir. Hatta bir şehir halkı çocuk­
larını sünnet ettirmemek hususunda ittifak etseler, devlet kuvvetle­
ri onlarla savaşır. Sünnet olmanın yaşm a gelince, rivâyete göre
îm a m -ı Â ’ z a m ’ a sorulmuş ve ken disi: «Bu husüsta bilgim
yoktur,» diye cevap vermiştir. İki imamdan da bir şey nakledilme-
miştir. Çocuğun 7 yaşında, 10 yaşında ve son olarak 12 yaşında sün-
478 SÜNEN-l İBN-İ MÂCE

net edilebileceğine dair kaviller vardır. Ban âlimler de çocuğun


gücüne göre sünnet edilme yaşı tesbit edilir, demişlerdir. H a n e -
f i âlimlerine göre kadını sünnet ettirmek erkeğe bir ikram mahi­
yetindedir. Onlardan da kadın için sünnet olmak dinen sünnettir,
diyenler olmuştur.)
Tekrar N e v e v i ’ yi dinliyelim:
2. İSTİHDÂD = kaşıklan tıraş etmek: Bu iş sünnettir. Tıraş, us­
tura gibi demirden mamul bir âletle yapıldığı için demir anlamın­
da olan hadid kelimesinden alınma istihdad ismi bu işe verilmiştir.
Bundan maksad kasıklarm temiz tutulmasıdır. Temizleme işi için en
sevaplı olan tıraş etmek ise de makasla kıllan kısaltmak veya yol­
mak da câizdir. Hadiste geçen «Ânet» ise erkek ve kadının ön ve
arka edep yerlerinin etrafındaki kıllardır. Hepsini tıraş etmenin
müstahap olduğu anlaşılıyor.
Etek tıraşının vakti ise tercihe şayan kavle göre bu vaktin tes-
biti kılların uzaması durumuna bağlıdır. Uzaymca tıraş edilmeli­
dir. Bıyık tıraşı, koltuk altım yolmak ve tırnaklan kesmek zama­
nının tayin ve tesbiti için de durum aynıdır. E n e s b i n M â l i k
(Radıyallâhü anh)'den rivâyet edilen hadis (295 noludur.) te:
«... Tıraşlan için 40 gece bırakmamak...» tabirinden murad, 40 gün­
den fazla bir süre tıraşa ara vermemektir. Yoksa sanıldığı gibi 40
güne kadar tıraş etmemek talimatı verildi, gibi sakat bir mânâ ve­
rilemez.
«El-Fıkıh Alei-Mezâhibi’l-Erba» da belirtildiğine göre: Ş â f i i
mezhebinde cuma günü yapılması matlub olan sünnetlerden birisi
de erkeğin eteğini tıraş etmesi ve kadının da bu yerdeki kilimi yol­
masıdır. Kocasının emretmesi halinde bu kılları temizlemek kadın
üzerine vacip oluyor. H a n e f î mezhebine göre de erkeğin tıraş
ve kadının yolmak suretiyle bu yeri temizlemeleri müstahaptır. An­
cak bu işin kaç günde bir ve hangi günde yapılmasının müstahap-
lığı husûsunda bir sarâhat yoktur.) (14)
3. TAKLİMÜ’L-AZFÂR = Tırnakları kesmek: Parmaklara za­
rar vermemek kaydı ile tırnaklan dipten kesmek sünnettir. N e v e -
v î , tırnak keserken şu sıraya riayet edilmesinin müstahap oldu­
ğunu söyler:
önce el, sonra ayak tırnaklan kesilmelidir. Ellerin tırnakları ke­
silirken, sağ elin şehadet parmağından başlıyarak, sonra orta, yü-

(14) El-Fıkıh Ale’l-Mezâhib ciid 2, sah. 44-45 ; 6*ncı Baskı.


Bab: 8 KİTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 478

zük ve serçe parmaklarının ve daha sonra baş parmağın tırnakları


sırayla kesilmelidir. Sağ elin tırnaklan bu sırayla kesildikten sonra
sol elin serçe parmağından başlıyarak sırayla bütün parmakların tır­
nakları kesilir. El tırnaklan böylece kesildikten sonra ayak tırnak­
lan da sağ ayağm küçük parmağından başlamak suretiyle sırayla 5
parmağın tırnaklan kesilir. Sonra sol ayağm büyük parmağından
başlıyarak sırayla 5 parmağın tırnakları kesilir.
( H a n e f i âlimleri, tırnakların kesimine 40 günden fazla bir
zaman ara vermenin tahrimen mekruh olduğunu söylemişlerdir. Fa­
kat haftanın hangi günü ve nasıl bir tertip ile kesilmesi hakkında bir
şey söylememişlerdir. Ş â f i i âlimleri ise yukarda açıklanan sı­
rayla tırnak kesilmesini ve kesmek için haftanın cuma, pazartesi ve
perşembe günlerinden birisini seçmeyi müstahap görmüşlerdir.)
4. NETFÜ’L-İBT = Koltuk altını yolmak: Koltukların altında­
ki kıllan yolmak âlimlerin ittifakı ile sünnettir. Yolamıyanlar tıraş
etmek ve ilâç kullanmak suretiyle bu kılları temizliyebilirler.
Yûnus bin A b d i ’ l - A ’ l â ’ dan: Şöyle söylediği nak­
ledilmiştir :
«Ben Ş â f i i ' nin yanma girdim. Berber onun koltuklarının
altını tıraş ediyordu. Ş â f i i : «Koltukların altım yolmanın sünnet
olduğunu bilirim. Ama acısına dayanamıyorum» dedi.»
önce sağ, sonra sol koltuk altını temizlemek müstahaptır.
5. KASSÜ’S-SÂEİB = Bıyığı kısaltmak: Bu da sünnettir. Yi­
ne sağ tarafından kısaltmaya başlamak müstahaptır. Kişi, bizzat
bıyığım tıraş etmesi veyâ başkasına tıraş ettirmesi husûsunda ser­
besttir. Çünkü bir günaha girmeden ve mürüvvete aykın bir duru­
ma düşmeden temizlik gayesine iki şekilde de ulaşılmış olur. Fakat
etek tıraşım bizzat yapmak gerekir. Başkasına yaptırılamaz. Muh­
tar olan kavle göre üst dudağın kenarlan iyice açık kalacak şekilde
bıyık kısaltılmalıdır. Bıyığı kökünden kazımak veya kılları dibine
kadar makas gibi aletle kısaltmak mekruhtur. Bıyıklann kesilmesi
hakkında vârid olan; Jiil hadisi zahiren bıyıklan
kazıyın mânâsım ifade ediyor ise de bundan kasdedilen mânâ bı­
yıktan dudaklar üzerine gelen kısmı kazımaktır.
(Bıyık kesmek hususunda H a n e f î âlimlerinin iki kavli var­
dır. Bir kavil Ş â f i i âlimlerinin görüşüne uyar. Yani bıyıklan
kısaltmak ve üst dudağı tamamen açık tutmak sünnettir. T a h a v î :
480 SÜNEN-İ ÎBN-İ MÂCE

M e d i n e ’ lilerden bir cemaat bıyıklan kısaltmanın muhtar oldu­


ğunu söylemişlerdir, diyor. T a h a v i , cemâat sözüyle şu zâtian kas-
detmiştir: S â l i m . S a i d b. e l - M ü s e y y e b , U r v e b.
Z ü b e y r , C â ' f e r b. Z ü b e y r , U b e y d u l l a h b. A b ­
d i l l a h ve E b û B e k i r b. A b d i r r a h m a n (Radıyallâ-
hüanhüm) hazretleri. H a s a n - ı B a s r i , M u h a m m e d b.
S î r i n ve A t â ’ b. E b i R a b â h ’ ın mezhebi de budur.
İ m a m M â l i k ’ in kavli de budur. İ m a m M â l i k ’ e göre
bıyığı kazımak mekruhtur. Hatta bıyığı kazımayı bir âfet sayarak,
böyle yapanlann te’dip edilmesini emredermiş.
S i n d i de: «Bıyık kesmek hakkında vârid olan hadislerin ek­
serisinde «Kass = kısaltmak» tabirinin kullanıldığı H a f ı z İ b n - i
H a c e r tarafından beyan edilmiştir, dedikten sonra i m a m M â -
1i k ’ in yukarda belirtilen görüşünü bildirir ve: Bence M â l i k’in
bıyıkla ilgili olarak vârid olan hadisleri böyle yorumlamasının se­
bebi kendisinin Me d i n e halkının tatbikatını böyle görmüş ol­
masıdır. Çünkü merhum bu gibi hususlarda M e d i n e halkının
amelini esas alırdı. Muhtar olanın da bu olduğunu umarım» de­
miştir.
H a n e f i mezhebinin ikinci görüşü ise bıyıklan kökünden kes­
mektir, sünnet olanı budur, kısaltmak değildir. Hattâ E b û H a ­
n i f e , E b û Y ü s u f ve M u h a m m e d ’ e bu görüş isnad
edilmiştir. T a h a v i de bu görüşü destekliyerek bir çok âlime
göre bıyığı kazımanın kısaltmaktan afdal olduğunu söylemiştir. Sa-
habilerden A b d u l l a h b i n Ö m e r , E b û S a î d - i H u d -
r î , R â f i b i n H a d i c , C â b i r b i n A b d i l l a h ve
A b d u l l a h b i n A m r (Radıyallâhü anhüm) hazretlerinin bı­
yıklarını traş ettiklerini î b n - i E b i Ş e y b e rivâyet etmiştir.)
6. İ’FAÜ’L-LÎHYE = Sakalı uzatmak:
(El-Fıkıh A’le’l-Mezâhibi’l-Erbaa’nın Kitabü’l-Hazar Ve’l-lbaha
bölümünün kıllan kesmenin hükmü başlığı altında açılan kısmın­
da beyan edildiğine göre sakalı kökünden kazımak H a n e f i ,
M â l i k ve H a n b e l i âlimlere göre haramdır. H a n e f i * lere
göre sünnet olanı da bir tutam kadar uzatmaktır. Bundan fazla ola­
nı kesilir. Sakalm etrafını alıp düzeltmekde beis yoktur. H a n b e l i
âlimlerine göre de bir tutamdan fazla olanı almakta beis yoktur.
Ş â f i î âlimlerine göre ise sakalı kazımak veya çok kısaltmak
mekruhtur. Bir tutamdan fazlasını kesmekte ise mahzûr yoktur.
Bilhassa uzunlamasına veya genişlemesine çirkin söz söylemesini
mûcip bir vaziyet alırsa onun etrafını alıp düzeltilmesi uygundur.)
Bab: 8 KİTABÜ-TTAHABE VE SÜNENİHÂ m

(Ta b a r i de: İ’fa çoğaltmaktır. Hadislerde vârid olan;


«Sakallan çoğaltın» ve benzeri ifadelerin zahi-
rine bakarak sakalının kıllarını kendi haline bırakıp uzunluğuna ve
genişliğine çirkinleştiren insanlar vardır. Onların bu durumu bazı
kimselerin dillerine destan olur. Halbuki Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'dan rivâyet edildiğine göre sakalın fazla uzatıl­
ması yasak ve kısaltılması gerekir. Yalnız kısaltma miktarı husu­
simde selef âlimleri ihtilaf etmişlerdir. Bâzı âlimler bir tutamdan
fazlası ve genişliğine de etrafa dağılıp çirkin bir manzara arzeden
kısım alınır, demişlerdir. Bu kavil H z . Ö m e r (Radıyallâhü
anh) ’den rivâyet edilmiştir. Rivâyete göre H z . Ö m e r (Radı-
yallâhü anh) sakalını fazla uzatmış olan bir adamı görmüş onun
bu halini tasvip etmiyerek bir tutamdan fazlasını kestirmiş sonra da
ona:
«Git saçını düzelt yahut berbat et, sizden bazınız kendisini yır­
tıcı bir hayvan gibi başı boş bırakıyor» diye ikaz etmiştir, diyor.
E b û H ü r e y r e ve î b n - i Ö m e r (Radıyallâhü anhü-
mâl’in bir tutamdan fazla olan sakallarım kestikleri rivâyet olun­
muştur.
Bâzı âlimler de, sakalın ne kadar uzatılacağına dair kesin bir
delil bulamadıklarım, bu nedenle belirli bir sınırla tahdid etmek imkâ­
nına sahip olmadıklarım ifade ederek uzunluğu ve genişliği bakımın­
dan çirkin bir durum arzetmiyecek şekilde uzatılması görüşünü be­
nimsemişlerdir.
A t â ' d a : Sakal fazla uzadığı zaman onu eninden ve boyun­
dan bir parça almakta beis yoktur. Çünkü kendi haline bıraktığı
takdirde sahibi başkalarının alay ve istihzalarım üzerine çekmiş olur,
demiştir. Â t A ’ , bu görüşünü, T i r m i z î ’ nin U s â m e b i n
Z e y d yolu ile rivâyet ettiği ve garip diye vasıflandırdığı şu ha­
dise dayandırmaktadır:
«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sakalının eninden ve
boyundan bir parça alırdı.»
N e v e v i sakalın uzatılması ile ilgili olarak şöyle söyler:
Sakal kesmek acemlerin âdeti idi. Şer-i Şerif bu âdeti yasakladı.
Âlimler sakalda, birbirinden çirkin ve dinen hoşlanılmayan 12 du­
rum bulunabilir, diyerek bunları şöyle sıralamışlardır:

Siinen-i ibn-l Mâce — P .: 31


482 SÜNEN-! İBN-! MACE

1. Cihad için niyyetii olmamak kaydı ile sakalı siyaha boyamak.


(Savaşta genç görünerek düşmanı yıldırmak maksadı ile ağarmış sa­
kalı siyaha boyamak c&iz olduğu için burada cihad durumu dile ge­
tirilmiştir.)
2. Sünnet'e uymak İçin değil de kendisini salihlere benzetmek
için sakalı sarıya boyamak.
3. Kendisini yaşlılara benzeterek çevrenin saygısını kazanmak
ve başkanlığa geçirilmek için sakalını kibrit veya başka bir şeyle
ağartmak.
4. Gençlikte sakal kıllan çıkmaya başladığında henüz sakalı bit­
meyen daha genç adam gibi görünmek niyeti ile çıkan kılları yol­
mak veyâ tıraş etmek.
5. Sakal içinde ağarmış olan kılları yolmak.
6. Kadınlara ve başkalarına güzel görünmek için sakalı perçem
perçem yapmak.
7. Sakal ile baş saçının bitiştiği nokta olarak kulak yumuşağı­
nın kıyısındaki semt esas iken sakaldan sayılmayan ve başa âit sa­
yılan saçlann bir kısmını sakala eklemek suretiyle sakalı daha yu­
kardan başlamış olarak göstermek veya kulak hizasının altmda ka­
lan yanağın bir kısmım traş ederek sakalı çene kemiklerine inhisar
ettirmekle noksanlaştırmak.
8. Halka güzel görünmek için yapmacık olarak sakalı tarayıp
salmak.
9. Sakalı karmakarışık ve keçelenmiş gibi bir halde bırakmak
suretiyle kendisini zâhid göstermek ve sözde kendisine bakmadığı
havasını estirmek.
10. Sakalının beyaz ve siyah kısımlarına bakarak, siyahlığı ile
kendisini genç görüp, gururlanmak, kibirlenmek, beyazlığı da istis­
mar ederek gençlere karşı büyüklük taslamak ve böbürlenmek.
11. Sakalı örmek.
12. Sakalı tıraş etmek. Ancak kadının sakalı çıkacak olursa onu
kazımak mustahabtır.
N e v e v i sakalın âfetlerini böylece izah ettikden sonra fıt­
ratın diğer hasletlerini açıklamâya devamla:
7. Berâcim’i yıkamak s Berâcim kelimesi bürcüme’nin çoğuludur.
Bab: 9 KÎTABÜ-T’TAHÂRE VE SÜNENİHÂ 483

Bürcüme, parmakların mafsalına denir. Âlimler bundan murad yal­


nız parmakların mafsalları değil kirin toplanıp biriktiği kulak kıv­
rıntıları yerleri gibi vücudun muhtelif taraflarında bulunan ve toz,
ter ve pasın toplandığı yerlerdir.
8. İntikasül’-Mâ’ : 293 nolu hadiste fıtratm hasletlerinden bi­
risi olarak geçen bu tabir hadisin bitiminde istincâ yani su ile taha­
retlenmek diye tefsir edilmiştir. Müellif bu tefsirin hangi rivâyete
âit olduğunu açıklamamıştır. Fakat bu hadisi M ü s l i m ’ e rivâ­
yet eden K u t e y b e , bu tabirin, râvi V e k i tarafından is-
tinca ile tefsir edildiğini bildirmiştir. M ü s l i m bu tabirin baş­
ka türlü de yorumlandığını şöyle beyan eder:
E b û U b e y d e ve başkalarına göre bundan maksad avret
mahallini yıkamak suretiyle bevli kesmektir. Esas mânâ suyu azalt­
mak olan «İntikasü’l-Mâ’ sözü bazı âlimlerce «İntidâh = su serpmek»
şeklinde yorumlanmıştır. Zâten başka bir rivâyette bu tabir yeri­
ne «İntidâh» kelimesi, kullanılmıştır. (294 nolu hadîste de bu durum
olmuştur.) İntidâh ise Cumhur’a göre tahâretlenme işi bitince ves­
veseye mahal bırakmamak için avret mahalline biraz su serpmektir.
Râvi M u s ’ a b ’ m : «Onuncuyu unuttum. Meğer ki mazma-
za (ağıza su olmak) ola» sözü kendisinin tereddüdünü ifade ediyor.
K â d ı I y â z diyor ki, M u s ’ a b ’ m unuttuğu şey sünnet ol­
mak hususu olabilir.
Bu babtaki hadislerde fıtratten sayılan mazmaza, istinşak (ağı­
za ve buruna su almak) ve sivak hasletleri 6. ve 7’nci bâblarda açık­
lanmıştır.
U (\)
9 — ADAM HELÂ’Y A GİRMEK İSTEYİNCE. SÖYLİYECEĞİ
(DUA) BÂBI
484 SÜNEN-Î İBN-İ MÂCE

. ^ ji
*V

T E R C E M E S İ

296) “... Zeyd bin Erkam ( Radtyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine göre
Resûlullah (Sallalahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Hakikaten b u helalar şeytanların hazır bulundukları yerlerdir.


Bunun için biriniz (anılan yerlere) girm ek istediği zam an s Allahım !
ben hubus ve habâis’ten şüphesiz sana sığınırım, desin.*

M üellif hadisin başka senedlerle de Zeyd bin Erkam ’dan rivâyet


edildiğini belirterek senedlerdeki râvileri şöyle zikreder: Bize, Ce­
m il bin H aşan EhMütteki’, A b d ü ’l-A ’lâ bin  b d i’l-A ’lâ, Said bin Ebi
A rube, Katade’den; K eza bize H arun bin İshak, Abde, Said, Katade’-
den rivâyetle o da El-Kasım bin A v f Eş-Şeybânî aracılığı ile Zeyd bin
Erkam ’den rivâyet ettiğine göre Resûlullah (Salalllahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdu diyerek (geçen hadisi zikretti.”

İ Z A H I

«H u bu s» kelimesi hafifletilerek «H ubs» diye de okunabilir. Bu


kelime «H abis»in çoğulu, «H abâis» kelimesi de «H abise»nin çoğulu­
dur. Habis, erkek şeytan, habise de dişi şeytan olarak yorumlanmış­
tır. İ b n - i B a t t a l ’ a göre hubustan m urad küfür, habâisten
m aksad d a şeytanlardır. J b n ü ’ l - A r a b î şöyle b ir tafsilât ve­
rir ı Hubus, aslında hoşlanılm ayan ve kerih görülen şey demek olup
söz hakkında kullanılırsa sövmek, din hakkında kullanılırsa küfür„
yemek hakkında kullanıldığında haram , içecek hakkında kullanılın­
ca zararlı, m ânâlarına gelir. Bâzı âlimler ise dah a başka m ânâlar
vermişlerdir.

Y u k a rd a işâret ettiğimiz gibi kuvvetli yorum şekline göre bu iki


kelimeden maksad şeytanların erkek ve dişileridir. Hadisin duâ kıs-
Bab: 9 KÎTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ m

m m da bütün şeytanlardan ve onların şerrinden A lla h ’a sığınmak


isteniyor. Bu duanın helâya girilmek istendiği zam an okunmasının
sebebine hadisin baş kısmı işaret ediyor. Çünkü metnin ilk cüm­
lesi ş u d u r :

«H elalar şeytanların bulundukları yerlerdir» Y an i şeytanlar de­


vam lı surette orada bulunurlar. Ç ünkü oralarda A llah ’ın zikri ya­
pılmaz. Allah'ın anılmadığı yerlerde şeytanlar rahat ederler. Baş­
k a yerler böyle değildir. Devamlı veya aralıklı olarak A lla h ’ın zik­
ri yapılır, ibadet edilir, K u r’an okunur. A lla h ’ın anıldığı yerlerde şey­
tanlar duram ayıp kaçarlar.

T E R C E M E S İ

297) "... Ali (bin Ebî Talib (Radtyallâhü anh)'âen, Resûlullah (Sallal­
lahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, dediği rivayet edilmiştir:
«Cinler ile âdem oğullarının avret yerleri arasındaki perde ki­
şinin helâya girm ek istediği zam an «Bism illah» demesidir.»”

İZAHI
Hadis, müslümamn helâya girm ek istediği zaman «Bismillâh»
demesini istemektedir. Bismillah’m m â n â s ı: Şeytanın şerrinden A l­
la h ’ın adına sığınırım. Bâzı Ş â f i i âlimler, besmele çekilirken «Er-
Rahm âni’r-Rahim » ilâve edilmemelidir. Çünkü orası zikir yeri de­
ğil, sonra hadiste vârid olan lâfız yalnız «Bismillâh»dır. V â rid ola­
nın zahiri üzerinde durulmalıdır, demişlerdir. S i n d i ’ nin açık­
lam asına göre hadisteki «C in» kelimesi ile şeytan kasdedilmiştir. Şey­
tanın cin tâifesinden olduğu K u r ’ a n ’ m nassı ile sabittir. Cin­
lerden insan oğluna zarar verenlerin hepsi m urad olabilir. Hadis,
besmelenin, insan oğlu ile cin arasında b ir perde ve engel teşkil ede­
rek b ir zararın şeytan tarafından insana dokunmasına mâni oldu­
ğunu ifade etmiş olur.

C âm iu s-S ağîr’de İbn-i Ö m e r (Radıyallâhü an h) ’den alı­


nan rivâyette:
486 SÜNEK-İ ÎBN-Î MÂCE

l, ^ -I f o**-' -J >■*-> I »iri*0! ilrC"! ^— **


I ~' s . ' ' s . s
• "ı ^ *.< ,r-ı •. > > >- - r t
Ai}| Uj ^ j j| 1 ,

t= «Cinlerin gözleri ile âdem oğullarının avret yerleri arasında­


ki perde, onlar (insanlar) dan birisi helâya girmek istediği zaman
«Bismillah» demesidir,» diye geçer.
Buna göre «Besmele» Cinlerin, helâya giren müslümanlarm av­
ret yerlerine bakıp görmelerine mâni olur. Dolayısı ile zarar verme­
lerine set çeker.

‘ î r * '* £ v ö* < 3 v . ğ ç 3 / j f Ls m - t ^a

öi ^ » cH» 0^1 ı ||| 4JİI3j i . j jfc": JU ‘ düU J *•!


' / ' <•, “
. # vUÇİılj fiilili
«o ‘ -* *

T ER C E ME S İ
298) “... Enes bin Mâlik (Radtyattâhü a»A)’den şöyle söylediği rivayet
edilmiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) helâya girmek istediği
zaman:
«Hubus ve Habâisten (bunların şerrinden) Allah'a sığınırım.»
derdi."

İZAHI
Bu hadîsi B u h â r i . «Vudu» ve «Daavât» kitaplarında, M ü s ­
l i m «Hayız» kitabının 32'nci bâbında, E b û D â v û d , T i r -
m i z i , ve N e s â i de «Tahâret» kitabında rivâyet etmişlerdir.
«Hubus» ve «Habis» kelimelerini 296 nolu hadisin izahında açık­
ladık. Oraya müracaat edilebilir. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) ’in, şeytanların şerrinden Allah’a sığındığını beyan etme­
si, kulluğunu izhar etmesi içindir. Çünkü Allah Teâlâ O’nun koru­
yucusudur. Yâhut da Ümmetinin böyle duâ etmesini sağlamak ve
onlara mürşidlik yapmak için bu duâyı okumuştur.
Helâya girileceği zaman hadislerde belirtildiği gibi istiazede bu­
lunmak, bütün âlimlere göre müstahaptır. Bu husus için mesken­
Bab: 9 KÎTABÜ-TTAHÂBE VE SÜNENİHÂ 487

lerdeki helâlar ile çöldeki ayak yolu arasında bir fa rk yoktur. Çün­
kü evlerin dışında abdest bozulan yer helâ hükmündedir. Helâya
girerken istiaze etmeyi unutan kimsenin helâda istiaze etmesi î b n - i
A b b â s (Radıyallâhü anh) ve bazı âlimlere göre mekruhtur,
îbn-i Ö m e r (Radıyallâhü anh) ve bazı âlimlere göre câizdir.
Unutan kimsenin kalben istiaze etmesi bazı H a n e f i ve Ş â f i i
âlimlerce uygun görülmüştür.

C f ‘ 'r ’jJ ö ti} 'ti ^ — TM

djr’j «31 i S r f j \*£ < ^ 4 \ j mti*Jf'Je *J^-jti

C
jî Q >y-\ ( Ji : 3*31 'S*~>% ‘ ^ V »3^

• ® ^,,ar*3Ü*j*“ll < t aûJl

3 K' j j • '5*■** • ti} v f ö u - j : jLt\ x\ 3 u


• *3Ü*~£İ1 « : jfe k | ; A.îı_A». jjJ
# #^ J*
OC t>Ji ^ ^ • ^V*»- ûl^ *-w****-* ı v_3
•aI t üt mİIjût j
T E R C E M E S İ

299) “ Ebû Umâme (Radtyallâhü anh)’den rivâyet edildiğine göre Re­


sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

«Sakın! sizden birisi helasına girmek istediği zam an şöyle söy­


lemek (duâ etmek)ten âciz kalm asın:
Allahım ! Pis, necis, habis ve m uhbis olan şeytan-ı recîm’den şüp­
hesiz sana sığınırım.»
Ebü'l-Hasan dedi k i .- Ebû Hâtim de îbn-i Ebi M eryem ’den (o da
mezkûr seneddeki râvilerden) b u hadisi rivâyet etti. A ncak Ebû

Hâtim, hadisinde; c r - 3*-^ c r°7 (j- " = «Pis ve necis olan» par-
^ S s «■' «■'
çasım söylemedi.»
N o t ; Zevâid’de bu hadisin isnadınm zayıf olduğu belirtilerek, İbn-i Hibbân’m
şöyle dediği nakledilmiştir;
«Kir hadisin isnadında Ubeydullah bin Zahr, Ali bin Yezid ve El-Kasım içtima
ettikleri zaman o hadis, bunlarm kendi elleri ile imal ettikleri bir şeydir. Allah
daha iyi bilir.»
m SÜNEN-Î ÎBN-1 MÂCE

İ ZAHI

Hadiste geçen M uhbis kelimesi çeşitli şekillerde m ânâlandınl-


m ıştır: S i n d i bu kelime ile ilgili olarak şunları sö y le r:

M u h b is : Başkasına habisliği öğreten ve onu bozan, demektir.


M u h b is : H abis arkadaşlar edinen kişiye de denir. Sıhâh adlı lügat
kitabı mezkûr iki m ânâyı beyân etmiştir.

Nihâye’de ise: Muhbis, yardım cıları habis olan kimsedir. Bir


de muhbis, yardım cılarına habisliği öğreten ve o n lan bu kötü yola
düşürene denir, demiştir.

Hadiste geçen: «Recim» ise kovulan demektir. Şeytan, A llah 'ın


rahmetinden ve dergâhından kovulduğu için ona «Recim» denmiş­
tir.
Hadiste geçen «... Şu duâyı okumaktan âciz kalm asın» fıkrasın­
daki.âciz kalm aktan m a k s a d : bunu okumaktan geri kalmak, fırsa­
tı kaçırm ak ve ihmal etmek olabilir. Â ciz k alm a m ak : A lla h indin­
deki değerleri sayesinde m üslüm anlarm bu duâyı okum ak ve seva­
bını alm ak imkân ve fırsatına sahib bulunduklarından kinaye ola­
bilir.
0^1 (S* lj|' J j i L ^ .)

10 — H E L Â D A N ÇIK TIĞI Z A M A N O K U Y A C A Ğ I
D U Â B ÂBI

TE R C E ME S İ
300) Aişe ( Radtyallâhü anhâ)’den şöyle rivâyet edilm iştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) büyük abdestini bozup
(helâ’dan) çıktığı zam an «Ğ ufrâneke» diye du â ederdi.”
Bab : İt) KÎTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 489

E bü’l-Hasan bin Seleme dedi k i : E bû Hâtim de Ebû C assân En-


N ehdi aracılığı ile îsrâil’den hadisi rivâyet etmiştir.’’

ö/J* \±s’je — T* >

3te V$:1 i j l H » j t e " : 3te ‘ dilC J \ ^ <» > \ S j ^

’* t£>Vİ (Jz wAİl tSjM •£»& »

• *ı liuiit ij^- . 4İ0MÜ 3* j* • ***3 .$ 3 { t*6 )

TER CE MES İ
301) "... Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh) ’den şöyle söylediği rivâyet
edilmiştir:
Resûlullah CSallaJlahü Aleyhi ve Sellem) helâ’dan çıktığı za­
m an şöyle d u â ed erd i:
«Benden sıkıntıyı gideren ve ban a afiyet bahşeden A lla h 'a hamd
olsun.»’*
N o t : Zevâid’de belirtildiğine göre bu hadisin râvüerinden İsmail bin Müs­
lim’in zayıf olduğu husûsunda âlimler ittifak etmiştir. Hadis bu lafızlarla sabit
görülmemiştir.

H A D İSL E R İN İZA H I

Birinci hadîsten anlaşıldığına göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi


ve Sellem) büyük abdestini bozduğunda heladan çıkınca «Ğ ufrâne-
ke» diye du â ederdi. «Ğ ufrâneke»nin kelime mânâsı «Senin m ağfire­
tin» demektir. Tabii b u tabir cümlenin b ir parçasıdır. Başından fiil
ve failin atılmış olduğu kabul edilir. Takdiri «Es’elu ğufrâneke =
senin mağfiretini talep ederim» veya «tğfîr ğufrâneke = Sana lâyık
b ir gu fran la m ağfiret eyle» demektir. Y an i ben mağfirete müstahak
değil isem de sen şanına lâyık ve kereminle bahşedeceğin b ir ğufrân
ile m ağfiret eyle. Ğ u fran ve m ağfiret günah ve kusurların Örtülme­
sidir. Resûl-i Ekrem her türlü günahtan pâk idi. Hiç b ir kusuru
yoktu. Burada olduğu gibi bazı âyetlerde ve hadislerde rastlanan ve
Resül-i Ekrem’in m ağfiret dilemesini, istiğfar etmesini ifade eden
cümleler, kulluğun izharı için böyle buyurmuştur, diye y o r u m la n ır ,
Yâh ut m ü’minlere yol göstermek ve irşad etmek için bu nevi duâ
lard a bulunmuştur. Veyahut bu istiğfarlar ümmeti içindir.
490 SÜNEN-l ÎBN-İ MÂCE

H eladan çıkılırken m ağfiret dilemenin hikmeti ise S i n d i ’ nin


naklen beyan ettiğine göre şöyle izah edilmiştir:

M ü ’m in helâda kaldığı süre zarfında A llah ’ın zikrine a r a verdi­


ği için A lla h ’tan bağışlanmasını diler. Yâhut yediği ve içtiği gıd a
maddelerinin, vücudunda sindirilip iyi kısmın vücûdu beslediğini ve
bir işe yaram ıyan kısmın dışarı çıktığını görünce A llah'ın verdiği bun­
ca nimetlerin şükrünü edâ edemediğini düşünür ve şükür görevin­
de gösterdiği aksaklık ve yaptığı kusûr muvacehesinde A lla h ’tan
m ağfiret diler.

İkinci hadiste ise; heladan çıkan mü'minin, dışan çıkmadan önce


duyduğu sıkıntı, daralm a ve eziyetten kurtulduğunu, rahatladığını
ve afiyet kesbettiğini m ülâhaza ederek A lla h ’a hamd etmesini ön­
görüyor. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu d u âlan devam ­
lı okurdu, ümmetinin de O ’n a uyarak bu duâlara devam etmesi müs-
tahaptır.

M ü ’min her iki hadisteki d u âlan birleştirerek önce «Ğ ufrâneke»


sonra d a ikinci hadisteki duâyı okumalıdır.

0^1 ii f ^ ^ (")
11 — H ELÂ ’D A A L L A H (A ZZE V E CELLEKYİ ZİKRETMEK
V E Y Ü Z Ü K (T A Ş IM A ) B ÂBI

T E R C E M E S İ

302) “... Âişe ( Radtyallâkü anhâ) ’den şöyle dediği rivâyet edilmiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), zamanlarının hepsin­
de Allah'ı zikrederdi."

İZ A H I

Hadis Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ye S ellem )’in her zaman


A lla h Teâlâ’yı andığım ifade eder. Câm iü’s-Sağlr’in şerhi Azizî’de
Bab: 11 KİTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 491

 l k a m i ' den nakledildiğine göre E d -D e m i r i , şöyle de­


miştir: «Hadisten maksad, Resûl-i Ekrem'in abdestli iken, abdestsiz
iken, yaya yürürken, binek üzerinde giderken, yatarken, otururken
ve ayakta iken y.s. bütün hallerinde Allah'ı andığını ifade etmektir.
Ancak âlimler cünüp bir kimse ile hayız halindeki kadının K u r ' a n
okuyup okuyamaması hakkında ihtilaf etmişlerdir. Cumhûr, bunların
K u r ’ a n okumalarının haram olduğuna hükmetmiştir.» R e m l i ,
bunların K u r ’ a n niyeti ile okumaları haramdır; zikir niyeti ile
okumaları veya ne K u r ’ a n ne de zikir niyeti olmaksızın oku­
maları haram değildir, demiştir. (15)

Sindi de diyor k i : «Hadiste geçen : «Zam anlarının hepsinde...»


tabirinden maksad, ö rf ve adete göre anlaşılan genel zamandır. Ç ün­
kü, tuvalet yaparken ve cinsi temas halinde dil ile zikir yapm aya
a ra verdiği bu hallerde kalben zikretmekle yetindiği söylenmiştir.
Hadisteki «zam anlarının hepsinde...» tabirinden maksat bu gibi hal­
lerin dışında kalan vakitlerdir, diye yorum yapıldığı gibi «zam anlar»
kelimesini tevil etmeyip istisnasız bütün zam anlar m ânâsına almak
d a mümkündür. Bu takdirde hadisteki: «Zikir» den m urad kalben ya­
pılan zikirdir. Çünkü istisnasız her zam an kalben A llah ’ı anm ak için
bir mâni yoktur.»

H ü lasa: E ğer hadisteki zikirden maksad dil ile Allah'ı anm ak ise
hadisteki zam anlardan m urad vakitlerin ekserisidir. Şayet zikirden
m aksad kalben A lla h ’ı anmak ise «zam anlar» tabiri olduğu gibi bıra­
kılır, teviline lüzum kalmaz.

» ,-j . s * * — r * r

î^Ill lj| | j| j| y i ü i i û ^ i ‘ C f ‘ ^ . j f”: o e

. 4.C V»

(15) Camiu’s-Sağîr şerhi El-Azizi Ciid 3, Sah. 159


SÜNEN-Î ÎBN-İ MÂCE

T ER C E M ES t

303) "... Enes bin Mâlik (Radtyallâhü a»A)’den şöyle söylediği rivâyet
edilmiştir:
N e b i (Sallallahü Aleyhi ve Sellem ) helâ'ya girm ek istediği zaman
yüzüğünü (dışarda) bırakırdı.”

t ZAH1

S i n d i diyor k i : «Resûl-i Ekrem (Sallallahü A leyhi ve Sellem )'in


helâ’ya girm ek islediği zam an yüzüğünü çıkarmasının sebebi yüzü­

ğ ü üzerinde cümlesinin yazılmış olmasıdır.» kanaa­

tindeyim.

Hadis, üzerine zikir ve benzeri mukaddes şeylerin yazılı oldu­


ğu eşyanın helâ'ya götürülmemesinin gereğine delâlet eder. Bunun
için helâya giren kimsenin b u gibi eşyayı yanında bulundurm ası mek­
ruhtur. M iftahu’l-Hace’nin beyanına göre bazı âlimler, zaruret ol­
madıkça K u r’an-ı Kerim ’i helâ’ya götürmek haram dır, demişlerdir.

S ' ‘—'V ('*)


12 — G U S Ü L Y E R İN D E S U D Ö K M E N İN K E R Â H A T İ B Â B I

•>, l A v </üt & t $ . jâ \$

T E R C E M E S İ
304) “... Abdullah bin Muğaffel (Radtyallâhü anh) ’den rivâyet edildiği­
ne göre- Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu demiştir :
Bab: 21, 13 KİTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 493

«Sakın her hangi biriniz guslettiği yerde su dökmesin. Çünkü


vesvesenin tümü bundandır.»

Ebû A bdillah bin M âceh dedi ki, Muham m ed bin Yezîd’den şöy­
le söylerken işittim : Ben A li bin Muham m ed Et-Tanâfisî’d e n : ‘Ha­
diste^ işemenin yasaklandığı gusül yeri, kazılmış toprak çukurudur.
A m a bugün öyle değil. Çünkü bugünkü insanların yıkandıkları yer­
ler, kireç, alçı ve zift ile yapılmıştır. Bunun için adam işeyip de o yer
üzerine bol su salıverdiği zam an b ir m ahzur olmaz’ dediğini işit­
tim.”

j , L L v l (sr)

13 — A Y A K T A S U D Ö K M E K H A K K IN D A G E LE N
H AD İSLER BÂBI

T E R C E M E S İ

305) Huzeyfe (b. El-Yemân) ( R a d t y a l l â h ü a n h ü m â ) ’â z .n :Ş


öylede­
m
iştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (b ir defa Ensar’dan)
bir kavmin süpürüntülüğüne varıp onun üstünde ayakta su döktü.”

TERCEMESİ
306) El-Muğire binŞube ( R a d t y a l l â h ü a n h ) ’d e n şöyledediği rivâ­
yetedilm iştir:
494 SÜNEN-Î ÎBN-İ MÂCE

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir defa) bir kavmin


süpürüntülüğüne varıp ayakta su döktü."

Şu'be dedi ki, Asım bu hadîsi rivâyet ettiği gün şöyle söyledi:
Bu El-A’mes de hadisi Ebû Vâil’den o da Huzeyfe'den riv&yet et­
mekte ise de metnini tam hıfzetmemişti. Bunun için ben hadisi Man-
sur’a sordum. Bımun üzerine kendisi Ebû Vâil’den o da Huzeyfe’den
rivâyet etti ki:
«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir kavmin süpürün-
tüiüğüne varıp ayakta su döktü.»"

İ Z A HI

Bu hadîsin metnini B u h â r i . M ü s l i m , E b û D & v û d ,


T i r m i z i ve. N e s e i de rivâyet etmişlerdir. B u h â r i ’ nin
Tahâret kitabından Ayakta ve Otururken Su Dökmek başlığı altın­
da açtığı babta H u z e y f e (Radıyallâhü anh) ’den rivâyet ettiği
metnin sonunda şu fıkra vardır:
= «Sonra su istedi. Ben tür
miktar su götürdüm. Onunla abdest aldı.»
S i n d i : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in âdeti otu­
rarak su dökmek idi. Bunun için âlimler bu hadiste bahis konusu
yerde O’nun ayakta su dökmesine sebep olabilen ihtimaller üzerin­
de durmuşlardır: Oturmaya elverişli bir yerin olmayışı veya otur­
masına mâni bir rahatsızlığının bulunuşu muhtemeldir, diyor.

K a s t a l â n i ' d e belirtildiğine göre âlimlerden bir cemaat


ayakta su dökmeyi mübah görmüşlerdir. H z. O m e r , oğlu A b ­
d u l l a h , Zeyd bin Sâ bi t , S a i d bi n E l - M ü s e y -
y e b , î b n - i Ş i r i n , N a h a i , Ş a ’ b i ve A h m e d bu
cemaattandır. İ m a m M a l i k ’ e göre eğer ayakta su döktüğü
takdirde üzerine su sıçraması endişesi varsa ayakta işemesi mek­
ruhtur. Aksi takdirde mekruh değildir. Umum âlimlere göre ise ayak­
ta su dökmek tenzihan mekruhtur.

Yine K a s t a 1 â n i ’ nin beyanma göre sahih bir sened ile


sabit olduğu üzere hadiste belirtilen ayakta su dökmek işi M e d i -
n e ’ de olmuştur. Ensar-ı Kiram’dan bir kavme ait süpürüntülük
veya çöplük üstünde Resûl-i Ekrem su dökmüştür.
Bab: 13. 14 KİTABÜ-T’TAHÂRE VE SÜNENİHÂ «95

Resûl-i Ekrem, neden daha uzaklara gitmemiş diye bir soru ha­
tıra gelebilir. Buna şöyle cevap verilmiştir. Muhtemelen Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) müslümanların işleriyle meşgül idi,
bu meşguliyet uzun sürdüğünden fazla uzak yere gitmesi sıkışma­
sına yol açabilirdi. Sıkışmak ise sağlık yönünden sakıncalıdır.

Hadis, sıkışmanın mekruh olduğuna ve zarûret halinde evlere


yakın yerlerde su dökmenin câiz olduğuna delâlet eder.

Resûl-i Ekrem’in anılan kavme âit süpürüntülük üstünde su dök­


mesinin câizliği hususunda ise şöyle denmiştir:
Bu yer, kimsenin mülkü değildir. Yâhut o kavmüı mülkü olmak­
la beraber arzu edenlerin orada su dökmeleri serbest idi. N e v e v i
diyor ki en iyi cevap şudur: Resûl-i Ekrem’in orada su dökmesine
içtenlikle rızaları vardı, hatta bundan hoşlanmışlardır. Kişinin, râzi
olduğuna kanaat ettiği bir kimseye âit yerde abdestini bozması ve
onun yemeğinden yemesi câizdir.

iAftfcti(it)
14 — OTURARAK SU DÖKMEK HARKINDAKİ BÂB

TERCEMESİ

3
0 7) “... ŞürtyhbinHâni’ )’danrivâyet edildiğin
e
( R a d ı y a l l â h ü a n h ü m â

göreÂişe ken disin


( R a d t y a l l â h üeşöyledemiştir:
a n h â )

Kim sana, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ayakta su


döktü, dese sen onu doğrulama. (Çünkü) Ben O'nu oturarak su dö­
ker, gördüm,”

İZAHI
S i n d i diyor ki H z. Â i ş e (Radıyallâhü anhâ)’nm mak­
sadı Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’m âdetinin oturarak
SÜNEN-t tBN-t MÂCE

su sökmek olduğunu ifade etmektedir. Nadiren ayakta su dökmüş


olması buna mâni değildir. Dolayısı ile bu hadis ile H z . H u z e y f e
(Radıyallâhü anh) 'den rivâyet edilen (305 nolu) hadis arasında bir
çelişki yoktur. T i r m i z i ’ nin rivâyeti de bu yorumu teyid edi­
yor. Çünkü oradaki rivâyet şöyledir;
/ >■' "• v 'e *' > * V'*''** * ■"
L J ü Ü^ i*.I Ow i

— «Kim size, Resûlullah ayakta su dökerdi dese siz onu doğrulam a­


yınız...»

H a n e f i ve Ş â f i f fıkıhçılan d a şer’i b ir mâzeret olma­


dıkça ayakta su dökmenin m ekruh olduğunu söylemişlerdir. H a ­
n e f i fıkıh kitaplarından î b n - i  b i d î n «Tahâret» kitabın­
d a İstincâ babında özürsüz olarak ayakta su dökmenin m ekruhluğu
bahsinde aynen şöyle s ö y le r:

Çünkü ayakta su dökmek hadislerle yasaklanmış ve T i r m i z i ,


A h m ed ve N e s e i ’ nin rivâyet ettiklerine göre  i ş e (Ra-
dıyallâhü anhâ) şöyle dem iştir: ı

«K im size Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ayakta su


dökerdi, dese onu tasdik etmeyiniz. Resûlullah ancak oturarak su
dökerdi.» Bu hadis N e v e v i de M ü s l i m ’ in şerh in d e: «A yak ­
ta su dökmenin yasaklığı hakkında sâbit olmayan hadisler rivâyet
edilmiştir. Lâkin bunlardan birisi olan H z . Â i ş e ' nin hadisi
sabittir. Bunun için âlimler, özürsüz olarak ayakta su dökmek mek­
ruhtur, demişlerdir. Âlim lerin dediği kerâhat tahrimi olmayıp ten­
zihidir. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’m b ir kavm in ev­
leri civarındaki süpürüntülüğünün üstünde ayakta su sökmesi mes’e-
lesine gelince, K a d i I y â z ’ ın bey anm a göre o günkü meclis
konuşması uzadığından dolayı Resûl-i Ekrem’in daha u zak lara git­
mesi ve oturarak su dökmesi m üm kün olmamıştır.» İ b n - i  b i-
d i n daha sonra rivâyet edilmiş olan diğer mazeretleri sıralamıştır.

« (3 ( )
Bab: 14 KİTABÜ-T’TAHÂRE VE SÜNENİHÂ 497

T E R C E M E S İ

308) “Ömer ( R a d t y a l l â h ü a n h )’d


en rivâyet edildiğin
e göre şöyle söyle­
miştir:
Ben ayakta su dökerken Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
beni gördü v e :

« Y â Ömer! A yak ta su dökme» buyurdu. Ben de o günden sonra


ayakta su dökmedim.»”
N o t : Râvî Abdülkerim'in zayıflığında ittifak edildiği, Zevâid’de b ildirilm iştir

t Z A H I

Hadisin senedindeki râvilerden A b d ü l k e r i m ’ i n zayıf


olduğu hususunda hadis âlimleri müttefiktirler. M iftâhü’l-Hâce ve
S i n d i ’ nin naklettiklerine göre H z . Ö m e r (Radıyallâhü anh)
den rivâyet edilen: ’ x ~ - * -
^ i
= «Ben müslüman olduğum zam andan bu ana kadar hiç ayakta
su dökmedim.» hadisi daha sahihtir. A llah daha iyi bilir.

. Je tyil: jJijjl j J. vi-“- ^‘)

T ER CE MES İ
30 9) “... C âbir binAbdillâh ( R a d t y a l l â h ü a n k u f n â ) ’â e n şöyledediği ri­
vâyet edilm
iştir.
Sünen-i îbn-i Mâce — F .: 32
498 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), adamın ayakta su dök­


mesini yasakladı.”
İbn-i Mâceh, Muhammed bin Yezid Ebû Abdillah’tan, o da Ah­
med bin Abdirrahman El-Mahzumi’den işittiğine göre, Hz. Âişe’nin
«Ben Resulullah'ı oturarak su döker gördüm.» hadisi ile ilgili olarak
Süfyân-ı Sevri şöyle demiştir: «Bu durumu erkek kişi Âişe’den da­
ha iyi bilir.»"
(Süfyan-ı Sevri’nin bu sözünü nakleden) Ahmed bin Abdirrah­
man d a : Arapların âdeti ayakta su dökmek idi. Gördüğün gibi Ab­
durrahman bin Hasane’nıh hadisinde bir yahudî, Peygambere say­
gısızlık etmek maksadıyla: «Kadın oturarak su döktüğü gibi O da
oturup su döktü» diyerek oturarak su dökmeyi tuhaf görmüştür.

N o t : (309 nolu) hadisin ravilerinden Adi bin El-Fadl’m zayıf oluşu husu­
sunda hadis âlimlerinin müttefik olduğu Zevâid’de belirtilmiştir.

»la» f ü j Tl

15 — SAĞ EL İLE ZEKERE (16) DOKUNMANIN VE


SAĞ EL İLE İSTİNCA ETMENİN KERÂHAT BÂBI

’ ci.1 3 3 ^ 3 — f \.

* ti.1 <ij 3 ^ ^ ü v; < u;

‘ m'X " > i r 6


. ^ $ 'M • tîj*C «ât 3j _
,, -<■

TERCEMESİ

310) rf.:. Ebû Katade (Radtyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine göre Re­
sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’den şunu işitmiştir:

(16) Erkeklik uzvu.


Bab: 15 k ît a b ü -t t a h Ar e VB SÜNENİHÂ 499

«Sizden birini su döktüğü zaman sağ eliyle zekerine dokunmasın


ve sağ eli ite istincâ etmesin.»
Abdurrahman bin İbrahim. El-Velıd bin Müslim ve El-Evzâi’nin
isnadı ite de bu hadis bize intikal etti.”

ÂİÂt'jfi t c J u e i l u; . — T*NN

ıaz~> tS i d - * V j C *^" V j l» : elj i * { ûlic (j jCîe- c-lc* : 3^»


^ 0* . m m ** ♦ ^

ciltİS

TERCE MES İ

311) “... Osman bin Affân (Radtyallâhü anh)'den şöyle söylediği rivâyet
edilmiştir:
Ben hiç teğannî etmedim, bile bile yalan söylemedim ve sağ elim­
le Resûlullah (Sallalahü Aleyhi ve Sellem)’e biat ettiğim (müslü-
man olduğum) andan şimdiye kadar sağ elimle zekerime dokunma­
dım.”

k <j t y x ş s ;^ p ‘! u t. & S U *> - r ■


vt

* İ>c ‘ r ç f ’r * ’ ûc ‘ â -Çift ^ t *^ İ3 I jÇ 3

% i * ^ ± »\ \\ » 3& :3& i ' 'cf

. 4 41* »»^ fB.l ı^)


„ *, Çi.

T E R C E ME S İ

312) “... Ebû Hiireyre (Radtyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine göre Re­
sûlullah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«Sizden birisi istincâ ettiği zaman sağ eliyle istincâ etmesin. İs-
tincasmı sol eliyle yapsm.»"
500 SÜNEN-Î İBN-İ MÂCE

Ü Ç H A D İS İN İZA H I

B u h â r i , sağ el ile istinca etmek için ayrı ve sağ el ile ze­


kere dokunm ak için de ayrı olm ak üzere iki bâb açmıştır. Bu bâb-
lard a E b û K a t â d e ' den rivâyet ettiği hadisler de sağ elle is-
tincâyı ve zekere dokunmayı yasaklıyor. K a s t a l â n i bu ha­
disleri açıklarken şöyle söy ler: S ağ el ile zekere dokunm ak ve onun­
la istinca etmek yasaklanmıştır. Çünkü sağ el ile yemek yenir. Sağ
el ile istinca yapılırsa icabında yemek esnâsında durum hatırlanır
ve tiksinti verir. Bu yasak Cum hur’a göre tenzihen kerahat içindir,
tahrim için değildir. Istincânın sağ el ile yapılmaması husûsunda er­
kekler ile kadınlar arasında bir ayırım yoktur.

M ü slim 'in şârihi N e v e v i de «Tahâret» kitabının «îs-


titabe» bâbm d a sağ el ile istinca etmenin yasaklığı ile ilgili olarak
şunları y a z a r:

Âlim ler, sağ el ile istinca etmenin yasaklanmış olduğu husûsun­


da icma’ etmişlerdir. Cum hûr’a göre bu yasak haram anlam ında
olmayıp tenzihen kerâhat içindir. Zâhirîye mezhebinden bâzı âlim­
ler bu yasağı haram olarak yorumlamışlardır. Bizim arkadaşları­
m ızdan bir cemaat d a aynı görüşü savunm uşlar ise de bu görüş tu­
tarlı değildir. Sağ elin mümkün mertebe pislikten korunması ha­
dislerde öngörüldüğü için âlim ler istinca işinde mümkün mertebe
sağ eli temiz tutmayı müstahap görmüşlerdir. Su ile istinca edilin­
ce sağ el ile suyu tutup sol el ile temizlenmeli, taş ve benzeri ile is­
tinca yapıldığında taşı sol el ile tutmalı, zeker taş ile istinca edilmek
istendiği zam an da taş sağ el ile tutulup hareket ettirilmeden sol el
ile tutulacak zeker o taşa sürülüp terhizlenmelidir, demişlerdir.

^ VI <«->l (\-v)

16 — TAŞ İLE İSTİNCÂ; REVS VE RİMME’DEN


NEHİY BÂBI
Bâb : 10 KİTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENIHA SOI

TE R C E ME S İ

313) "... Ebû Hüreyre ( Radtyallâhü anh)'de n rivâyet edildiğine göre Re­
sûlullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

Şüphesiz (eğitim ve öğretim bakımından) benim size olan ya­


kınlığım ancak babanın çocuğuna olan yakınlığı gibidir. Size (di­
ninizi) öğretiyorum. Abdest bozacak yere vardığınız zaman kıble’ye
doğru durmayınız, sırtınızı da kıble’ye vermeyiniz» buyurdu ve 3 taş
ile (istinca etmeyi) emretti, Revs ( = hayvan tersi) ve Rimme t=)ke-
mik) ile istincâ etmeyi yasakladı ve adamın sağ eli ile istincâ etmesi­
ni yasakladı.»”

İZAHI

Hadisin baş kısmında abdest bozmakla ilgili âdâbm açıkça öğ­


retilmesi ve bu hususta çekingen davranılmaması gereğine işaret bu­
yurularak bir baba, sıkılmadan kendi çocuğuna gerekli bilgiyi ver­
diği gibi Resûl-i Ekrem’in de ümmetine bu talimi yapmak durumun­
da olduğu ifade edilmektedir. Bu girişten sonra da kazâ-ı hâcet ya­
pılırken nasıl durulacağı belirtiliyor. Daha sonra 3 taş ile istincâ
yapma emri veriliyor, hayvan tersi ve kemik ile istincâ yapılamaya­
cağı ifade ediliyor. Son olarak da sağ el ile istincâ yapılması ya­
saklanıyor.
B u h - â r i ' nin şerhi K a s t a l â n i ' d e kemik ve hayvan
tersi ile istincâ edilmesinin yasaklığı sebebi şöyle açıklanmıştır:
Çünkü kemik ve hayvan tersi cinler için yiyecek maddesidir. Ni­
tekim B u h â r i ’ nin rivâyet ettiği bir hadiste, Resûl-i Ekrem is­
tinca için E b û H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) ’den taşlar iste­
miş ve kemik ile hayvan tersini getirmemesini tenbih etmiştir. Re­
sûl-i Ekrem istincâsını yaptıktan sonra E b û H ü r e y r e O’na
kemik< ve hayvan tersinin neden istincâda kullamlamıyacağını sor­
muş, Resûl-i Ekrem d e: Bu iki madde cinlerin yiyeceğidir, diye cevap
vermiştir. E b û D â v ü d ’ un î b n - i M e s û d ’ den rivâyet
ettiği bir hadise göre cinlerden bir cemâat Resûl-i Ekrem’e gelerek :
Yâ Muhammedi Ümmetini kemik ve hayvan tersi ile istincâ et­
mekten men et. Çünkü Allah bu iki madde de bize rızık kılmıştır,
dediler. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu
yasağı koydu.
Bâzı âlimler de yasağın nedenini şöyle anlatmışlardır:
SÜNEN-t İBN-İ MACE

Kemik, pürüzsüz olduğu içim pisliği gidermez. Eğer hikmet bu


ise cam ve benzeri maddeler de kemik hükmündedir. Diğer taraf­
tan kemikler genellikle yağlı olurlar. İstincâda kullanılmamalıdır.
Hayvan tersi ise kuru olsa bile yine pistir, pisliği gidermez, bilâkis
sürüldüğü yeri daha da kirletir. Hikmet onun pisliği ise; pis olan
bütün maddeler onun hükmüne tâbidir.
H a n b e l i l e r ’ in bir kısmı ile Z â h i r i y y e mezhebine
göre istinca baştan başka bir madde Ue yapılamaz. Fakat diğer âlim­
lere göre hadiste yasaklanan iki madde ve onların hükmündeki şey­
ler hariç başka maddelerle de istincâ yapılabilir. (17)
H a n e f i ve Ş â f i i mezheplerine göre istincâ taşla yapıl­
dığı gibi temiz olan kerpiç, tuğla, ağaç ve benzeri pürüzlü şeylerle
yapılabilir, önce böyle bir madde ile temizlenmek ve ondan son­
ra da su ile yıkanmak daha efdaldır. Çıkan necâset, menfezin çev­
resine yayılırsa taşlar ve benzeri şeyler ile temizlemek kâfi değil; su
ile istincâ etmek farzdır. H a n e f i ’ lere göre taş ve benzeri mad­
deler ile istincâ yapılırken 3 taneyi kullanmak şart değildir. Daha
az da olabilir. Fakat Ş â f i i mezhebine göre enaz üç taş veya bir
taşın üç kenan ile istincâ gerekir.

TE R C E ME S İ
314) “... Abdullah İbn-i Mes’ûd (Radtyaltâkü anh) ’den şöyle söylediği ri­
vâyet olunmuştur :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ye Sellem) helâ’ya gitti ve ı «Ba­
na 3 taş getir» buyurdu. Bunun üzerine ben O’na 2 adet taş ve bir
parça (merkep) tersini götürdüm. İki taşı aldı ve tersi atarak «Bu
pistir» buyurdu."
İ ZAHI
Miftâhü’l-Hâce’nin beyânına göre bu hadisi B u h â r i , A h ­
m e d , T i r m i z i ve N e s e i de rivâyet etmişlerdir. î b n - i

(17) Kastalanl cild 1. sah. 423


Bab: İS KÎTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 903

H u z e y m e *nin rivâyetinde, getirilen tersin merkep tersi oldu­


ğu tasrih edilmiştir. Biz de tercemede parentez içi ifade ile duru­
mu belirttik. A h m e d ’ in rivâyetinde Resûlullah fışkıyı atarken
onun yerine bir taş getirilmesini İ b n - i M e s ’ û d ’ a emretmiş­
tir. S u h â r i ' n i n rivâyetinde İ b n - i M e s ’ ü d :
«Ben üç taş aradım 2 tane buldum 3’üncüsiinü bulamadım. Bu­
nun üzerine 3’üncü taş yerine bir ters aldım...» diyor.
Bu hadis de 3 taş ile istincâ etmenin meşruluğunu ve hayvan pis­
liği ile istincâ edilemiyeceğini ifade ediyor.
Hadisin senedindeki râvilerden E b û İ s h a k dedi ki bu ha­
disi bana E b û U b e y d e (Âmir bin Abdillah bin Mes’ûd) zik­
retmedi. (Yani ben bu hadisi ondan rivâyet etmiyorum.) Bana bu
hadisi A b d u r r a h m a n b i n E l - E s v e d rivâyet etti.
İ b n - i M â c e h ’ in aldığı senedin râvilerinden E b û İ s -
h a k ’ m burada belirttiği durum B u h â r i ’ nin rivâyet ettiği
senedde de aynen mevcuttur. (18)

T E R C E ME S İ

315) “... Huzeyme İbn-ı Sâbit (Radtyallâhü a«A)’den rivâyet edildiğine


göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Settent) şöyle buyurdu, demiştir :
«İstincâda 3 taş bulunur. Bunlar arasında reci* ( = insan ve hay­
van tersi) bulunmaz.»"

İ ZAHI
S i n d i diyor k i: «Yâni istincâ yapılırken en az 3 taş kullanıl­
malıdır. Daha az olamaz. İstincâ taşlan tek olmalıdır. Şâyet üç
taş iyice temizlemezse 5, 7... taş kullanılmalıdır. Taş sayısının en az
üç ve tek oluşu bu hadisten anlaşılmaktadır. Bu husûsu daha açık
bir ifâde ile belirten hadîsler de vardır.»

(18) Kastalanl cild 1, sah. 423


504 SÜNEN-İ İBN-Î MÂCE

Kuruyup sertleşen insan veya hayvan tersinin istincada taş ye­


rine kullamlamıyacağı bir önceki hadiste bildirildiği gibi burda da
ifâde ediliyor.

T E R C E ME S İ
316) S
elmân (Radtyallâkü anh)’den rivâyet edildiğine göre müşrik­
ler kendisi ileistih
zaederkenbir m ü şrikSelmân ’a:
Sizin arkadaşınız (yani Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)) ’in size herşeyi hattâ kazâ-i hâcet için oturma âdabını bile
öğrettiğini gerçekten görüyorum, dedi. Selmân:
Evet, O, Kıble’ye doğru durmamamızı, sağ ellerimizle istincâ et­
mememizi, içinde reci ( = insan Veya hayvan pisliği) ve kemik bu­
lunmamak kaydı ile üçten az taş ile yetinmememizi emretti.”

İZAHI
Tercemede «oturma âdâbı» diye açıkladığım kelimesi hı-
râat, harâat, hır’at ve har’at diye okunabilir. Nihaye'de bu kelime
«kazâ-ı hâcet için oturmak ve zakâ-ı hâcet fiili anlamına gelir, de­
nilmiştir. S i n d i de bu iki mânâyı almakla beraber, abdest boz­
mak için oturuş şekline de denir, demiştir. T ı y b î ise burada
kazâ-ı hâcet âdâbı anlamındadır, demiştir.

Huzeyme bin Sâbit (R.A.)’in Hal Tercemesi


Râvi Huzeyme bin Sâbit bin el-Fâkih bin Su’lebe bin Sâide bin Ammâr el-
Ensârî, Bedir ve Uhud savaşına katılan sahâbîlerdendir. 38 hadisi bulunur. Müs­
lim, bir hadisini almıştır. Râvileri oğlu TJmâre ve İbrahim bin S a’d bin Ebi Vak-
kas’tır. Öıffîn olayına Hz. Ali taraftan olarak katılmış ve orada öldürülmüştür.
(B a k : Hulasa Sah. 104)
Bab : 16 KÎTABÜ-T’TAHÂRE VE SÜNENİHÂ 505

İstihza eden müşriklere H z. S e l m â n ’ m verdiği cevapla


ilgili olarak T ı y b i şöyle söylemiştir:
S e 1 m â n ' m cevabı hakimane bir uslub taşır. Çünkü so­
ru sahibi müşrik, istihza mahiyetinde ona bu soruyu yöneltince bek­
lenen davranış, sorunun cevapsız bırakılması veyâhut soru sahibi­
nin terslenmesi idi. Lâkin S e 1 m â n müşrikin istihzasını kaale
almıyarak samimiyetle aydınlanmak için soru soran kimseyi irşad
edercesine cevap vermiştir. S e 1 m â n bu tarz cevapla: Şu hu-
sûs, alay konusu edilmemesi gereken hak ve ciddi bir mes’eledir.
Sana düşen görev inatçılığı bırakıp hakka teslim olmaktır, demek is­
temiştir.
S i n d i yukarıya aldığım T ı y b i'nin yorumunu naklet­
tikten sonra şöyle söyler:
«Bence S e l m â n ’ m cevabı, soru sahibinin istihzasını reddet­
mek mahiyetindedir. S e 1 m â n bu cevapla şunu haykırıyor: Ey
müşrik! Senin alay konusu etmek istediğin husus hiç de sandığın gi­
bi alay etmeye vesile olamaz. Müslümanlar, bu hususları düşman­
larının yanında açıkça ifade etmekten çekinmezler. Çünkü bu âdab,
ayrıntıları ile bilindiği takdirde akıl ve mantığın tasvip ettiği iyi şey­
lerdir. Helâ’ya girmekle ilgilidir, diye alay konusu edilecek bir şey
değildir. Böyle bir cevap red mahiyetinde olup hakımâne diye va-
sıflandınlmamalıdır.»
Hadîsin sonunda geçen «...üçten az taş ile yetinmememizi...»
fıkrası ile ilgili olarak S i n d i şöyle söyler:
«Yani bir veya iki taş ile istincâ etmek kâfi değildir. Şer-i şerife
göre en az üç taş' ile temizlenmek gerekir. Bu görüşte olan fıkıhçı-
lar bu hadisi delil olarak göstermişlerdir. Üçten az taş ile de istincâ
yapılabilir, diyen fıkıhçılar, bu hadîsi şöyle yorumlamışlardır, lîmû-
miyetle üçten az taş ile istenen temizlenme sağlanmadığı için üç taş
emri verilmiştir. Hadîsin üç taşı şart koşan fıkıhçılara delil olması
daha yakındır.»
Miftâhö'l-Hâce müellifi de şöyle söyler:
Taşların en az üç olması şart değildir, diyen H a n e f i âlim­
leri bu hadîse karşı, kendi görüşlerine î b n - i M e s ’ ü d ’ un ha-
dişini (314 noiu) delil göstermişlerdir. T a h a v i demiş ki « İ b n - i
M e s ’ û d ’ un hadisinde Eesûl-i Ekrem'in iki taşı alması ve üçüncü
olarak verilen hayvan tersini atması, taş sayısının şart olmadığına
delâlet ediyor. Çünkü Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) taş
506 SÜNEN-Î ÎBN-İ MACE

bulunmayan bir yerde kazâ-ı hâcet için oturmak istediğinde I b n - i


M e s ’ û d ’ dan taşlar istemişti. Getirilen hayvan tersini atınca; iki
taşın yeterli olduğu anlaşılıyor. Eğer iki taş yeterli olmasaydı üçün­
cü bir taş isteyecekti.» Fakat A b d u l l a h î b n - i M e s ’ û d ' u n
hadîsi delil olamaz. Çünkü A h m e d ’ in sika olan ricâldan iba­
ret isnâdmdaki î b n - i M e s ’ û d ’ un:
“Hayvan tersini atarak: «Bu pistir»” buyurduktan sonra Resü-
lullah iSallallahü Aleyhi ve Sellem) 'm şöyle buyurduğuna dâir ilâve
vardır:
i s ^ i = «Bana bir taş getir.»
Diğer taraftan İ b n - i M e s ’ û d ’ un hadisindeki bu ilâve
olmasa bile iki taşın yeterliği kesinlikle ispatlanamaz. Bu. mücerred
bir ihtimaldir. Halbuki S e 1 m â n ’ m hadisinde üçten az taş ile
iktifa edilmemesi nassı mevcuttur. Ayrıca S e 1 m â n ’ m hadisi
kavli delil, î b n - i M e s ’ û d ’ unki ise fi’lî delildir. Kavli ve fi’li
delil arasında bir taarruz bulunduğu takdirde kavli delil öncelik ve
tercih kazanır.»
Ş â f i i ve H a n b e l î mezheblerine göre istincâmn yeter­
liliği için 3 defa taş veya benzerini sürmek şarttır. Bu şart 3 adet
taşla yerine geldiği gibi bir taşın 3 ayrı kenarıyla da tahakkuk ede-
bilir.
JotUll 3l2J! (w )

17 — KÜÇÜK VE BÜYÜK ABDEST BOZARKEN


KIBLE YE DOĞRU DURMANIN YASAKLIĞI BÂBI

TERCEMESÎ

317) “... Abdullah bin el-Hâris bin Cez’i’z-Zübeydî (Radtyallâkü anh)'-


den rivâyet edildiğine göre şöyle söylemiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in :
Bab: 17 KÎTABÜ-TTAHÂRE VB SÜNENİHÂ 607

«Sakın hiç biriniz Kıble’ye doğru durarak su dökmesin!» emri­


ni O’ndan ilk işiten benim, bunu halka ilk bildiren de benim.”
N o t : İsnadın sahih olup buna bir cemaatın hükmettiği, Zevâid’de bildiril,
iniştir.

İZAHI
S i n d i , Bu hadisle ilgili olarak şöyle söyler: Bu hadis kü­
çük abdest bozarken Kıble’ye doğru durmayı yasaklayınca büyük
abdest bozarken bu yasağın oluşu haliyle anlaşılır. Dolayısı ile ha­
dîs. küçük ve büyük abdest bozarken Kıble’ye doğru durmanın ya­
laklığına âit bâb’ın başlığına uygundur. Hadîsin isnadının sahih
olduğu ve bir cemâat tarafından hadîsin sıhhatına hükmedildiği, Ze­
vâid’de ifade edilmiştir.

• •—Â S
*»• • L» +* X •^ ‘ — fV A

45jCoVl I £ \ 'f~ tr **SI i \ j Îj »İÛ» 'J * < w Ç î â* «i

ty*j£ » 3% • J-1ÜİJj ÎJ*A iS^ ^ 5*^ clJ-*S : el

**

TERCEMESÎ
318) “... EbûEyyûb El-Ensârî den
, şöyle dediği ri­
( R a d ı y a l l â h ü a n h ) '

vâyetedilmiştir:
Resûlullah CSallallahü Aleyhi ve Sellem), kazâ-i hâcet etmeye
giden kimsenin kıble’ye doğru durmasını yasakladı ve:
« (Medine’nin) doğu veyâ batısına doğru durunuz.» buyurdu.”

İ Z A HI
Bu hadîs, kıble’ye doğru durup kazâ-i hâcet etmenin yasaklığı-
na delâlet eder. Hadîsin «Doğuya veyâ batıya doğru durunuz» emri,
M e d i n e - i M ü n e v v e r e ’ de bulunanlara âittir. Çünkü ora­
da doğu veya batıya doğru duran kimsenin ne yüzü ne de arkası
Râvi Abdullah bin el-Haris; Mısır fethinde bulunmuş ve orada ikamet etmiş-
tir. Birkaç hadisi vardır. Râvileri Yezid bin Ebi Habib ve Süleyman bin Ziyâd el-
Hadraml’dir. Ebu Yunus’un dediğine göre hicretin 86. yılı Mısır’da vefat etmiştir.
Mısır'da en son vefat eden sahabi bu zattır. (B a k : Hulasa, sah. 194)
SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

kıble'ye gelir. Başka bölgede bulunanlar ise kıble’ye hürmeten baş­


ka yöne doğru durmaları gerekir. Önleri ve arkaları kıble yönü­
ne düşmemek esastır. İcabında kıble yönü bir bölge halkının doğu­
su veya batısına da düşebilir. Bu takdirde doğu veyâ batıya dönme­
lerinin yasaklığı aşikârdır.
B u h â r i ’ nin yine E b û Eyyûb el-Ensari (Radı-
yailâhü anh)'den rivâyette;
v / u i d 'i j i j i J u n V T a!
-1 CT*’»
= «Biriniz abdest bozmaya gittiği zaman kıble’yi ne karşısına
alsın, ne arkasına» buyurulmuştur. Görüldüğü gibi B u h â r i ’ nin
rivâyetinde kıble’ye sırt çevirme de yasaklanmıştır. Halbuki müel­
lifin rivâyetinde bu hüküm yoktur.
M ü s l i m ' i n E b û E y y û b E l - E n s a r i (Radıyallâhü
anh) ’den aldığı rivâyet ise mânâ bakımından B u h â r i ’ nin rivâ-
yeti gibidir. Yani orada da kıble’ye arka çevirmek yasaklanmıştır.
B u h â r i ve M ü s l i m ’ in hadisleri istincâ bâbındadır. Oraya
bakılabilir.
Ebû Eyyûb El-Ensarî’nin Hâl Tercemesi

Bu zatın hâl tercemesini, Tecrid-i Sarih mütercimi Ahmed Naim efendiden


aynen dinleyelim :
Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd Ensârî-i Neccârî (R .A .) Akaba-i Saniyede hazır
bulunan sâbik!n-i evvelîn-i Ensârdan ve Nebiyy-i Mükerrem (S.A.V.)’e cedd-i mii-
kerremleri Abdül-Muttalib’in validesi cihetinden karabeti olan bahtiyârân-ı Sa-
hâbe’dendir. Aleyhi’s Salâtü ve’s-Selâm Efendimiz Mekke-i Mükerreme’den hicret­
le Medine-i Münevvere’yi teşrifinde bir ay kadar kendilerine mihmandarlık hizmet-i
mübeccelesinde bulunmuşlardır. Bedir'den başlayarak bütün meşâhid ve gavazât’-
da Resûlullah (S.A.V.)’den ayrılmamış, Ali kerremallahu vecheh hazretlerinin ey-
yâm-ı hilâfetinde bütün harplerinde beraber bulunup havaric harbinde de Nehri-
van’da bulunmuş ve medâin-i Kisrâ'ya beraber gelmiştir. Bilahare Muâviye (R-A.Vin
eyyâm-ı hilâfetinde de Kostantınıyye’ye ilk gazâ edeceklere Lisân-ı Nebevi ile
mev’ûd olan ecr-i azîm-i ihraz için Yezid bin Muâviye'nin taht-ı kıyâdetindeki ilk
ceyş-i Müslimîn'e iltihak ederek beled-i kayser’e gâziyen gelmiş ve burada has­
talanarak âlem-i Cemâle intikal ile sûrun dibinde defîn-i hâk-i rahmet kılınmıştır.
(H. 50) yâhud (H. 52).
El-Ikdü’l-Ferîd sahibi Endülüslü İbn-i Abd-i Rabbuh (246-328) Utbi’den (ve­
fatı : 228) rivâyeten şöyle diy o r: İslâm ordusu Halic’e vardığı vakit Ebû Ey­
yûb (R .A .) ağırlaştı. Yezid lyâdetine gelip : Bir dileğin var mı.» diye sordu. O
da cevaben: «Sizin dünyânızın bana hiç lüzumu yok. Lâkin beni elinden geldiği
kadar düşman diyân içinde ileriye doğru götürüp defnet. Zirâ Resûlullah ( SKA.V.)’
den işittim. Kostantmiyye sûrunun dibinde sâlih bir kimse defnolunacaktır, bu­
yurdu. Umarım ki o merd-i sâlih ben olayım» dedi. Vefat ettiğinde Yezid tekfin
(Devamı 509.cu sahifede)
Bab . n KÎTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENÎHA 51)9

• J İ. ü, İ-jİ& J j f cO £

jâL.^6 ti>ılitîy ^ ^ * j * <$?***"

• Sjn\ ûj^âM |§§ 3 jİ~j ci* ' * ^Ü=Ş?t ^


* ' * ** ^ " *
. * uuw • Jü-t *M3 :
TERCEMESİ
319) “ ... Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in sohbetinde bulun-

Ebû Eyyüb El-Ensârî .................................................... (Baştarafı 508.Cİ sahifede)


olunmasını emretti. Şeriri üzerine konduktan sonra da müfrezelerini çıkarıp ve
şeriri ihata edip harb ede ede ileriye sürdü. Kayser bir cenaze etrâfında muka-
tele edildiğini görünce meraka düşüp Yezid’e : «Bu gördüğüm ne oluyor?» di­
ye sordurmuş. O d a : «Bizim Peygamberimizin sahibidir. Senin memleketinde
ileri bir mevki’de defnolunmayı vasiyet etti. Biz de ya vasiyyetini infaza, yâhud
canlarımızı Allah yolunda fedaya azmettik.» cevabım vermiş. K ayser: «B u ne
acâyib şey! Herkes baban için dâhi diyor. O ise buralara seni gönderiyor. Sen
Peygamberinin sahibini bizim memleketimizde defnetmek istiyorsun. Hiç düşün­
müyor musun ki, sen dönüp gittikten sonra biz onu kabrinden çıkarıp vuhûşa
yidireceğiz?» diye bir daha haber gönderince Y e zid : «Vallahi ben ,size söyliyece-
ğim bir sözü kulaklarınıza küpe ederek tevdi etmedikçe onu sizin topraklarınıza
tevdi’ etmek niyetinde bulunmadım. Söyliyeceğim söz de şu du r: Eğer kabrini aç­
tığınızı, yahut cesedine bir şey yaptığınızı duyduğum vakit Arap diyarında ben
de katletmedik bir hıristiyan, hedmetmedik bir kilise bırakırsam bu meyyite bâis-î
ikramım olan zatı, yani aleybi’s-Salâtü ve’s-Selâm Efendimizi inkâr etmiş olayım.»
cevabım vermiş. Bu tehdid üzerine Kayser : «Senin baban seni benden iyi tanı­
yormuş. Bu kabri muhafaza edeceğime ben de Mesih’e kasem ederim» diye te’-
minat vermiş. İbn-i Abd-i Rabbuh rivayetin sonunda : «Kabrinin üzerinde bir
kubbe bina olunup bu güne kadar içinde kandil yakıldığım haber aldım.» diyor.
İntehâ. (Cild 2. Sah. 237)
Buhari şarihi müverrih Ayni’de de Ebû Eyyüb hazretlerinin vasiyyeti hak­
kında şöyle bir kayda müsâdif oluyoruz: «Vefat ettiğimde beni şerir üzerine ko-
yunuz. Düşmanla çarpıştığınızda beni ayaklarınızın altına defnediniz.» demiş. İb-
nü’l-Esir’in Mücâhid’den (21-102) naklen Üsdül'-Gâbe'sindeki : «Yezid süvarilere
tâ izi kayboluncaya kadar kabrin üzerinde âmed-şüd etmeyi emretti.» sözü de
bunu müeyyiddir.
Îbnü’l-Cevzî <5Ö8-597)’nin El-Muntazam ismindeki tarihinde de Hafız Ebû
Zür'a ed-Dimeşkî’den rivayeten, Kostantmiyye sûrunun dibinde I b u Eyyüb Ensâri
(R .A .)’in kabri bir beyaz bina içine alındığı ve binanın ortasında zincir ile mu­
allak bir kandil bulunduğu zikrediliyor ki, senedine bakılırsa bu rivâyet (195) se-
ne-i hieriyesinden evvele râci'dir.
Yine İbnü’l-Esir ile İbnü’l-Cevzi’nin rivayeten haber verdiklerine göre bu
kabri şerif rumlarca muazzam ve muhterem olup kaht zamanlarında onunla is-
tiskâ edilirmiş. Hele İbnü’l-Esir : «Kaht zamanında kabri açılıp vesile-i nüzûl-i
rahmet ittihaz edilirmiş.» dediği gibi Vâkıdi’de : (v e fâ tı: 207) «Rumlann bu kabre
bakıp iüzûm oldukça tamir ve termimine i’tinâ ettiklerini istiyoruz.» diyor.
(Devamı 510’cu sahifede)
SÜNEN-1 İBN-İ MÂCE

muş olan Ma’kıl bin Ebî Ma’kıl el-Esedî (19) (Radtyallâhü anh)’dea rivâyet
edildiğine göre şöyle demiştir:
«Büyük veya küçük abdest bozarken iki kıble ( = Kâ’be ve Mes-
cid-i Aksâ) ya doğru durmamızı Resûlullah (Sallaalahü Aleyhi ve
tSellem) yasak kıldı.»”
N o t: Hâvilerden Zeyd’in mechûl olduğundan hadisin zayii olduğu söylen­
miştir.

Ebû Eyyûb ..................... (Baştaraiı 508-509.cu sahiielerde)


Ebû Eyyûb Hazretlerinin rahmet-i Rahmâna kavuşması 670 He 672 sene-i mi-
lâdiyeleri arasında ve Hirakllyüs hânedânmdan üçüncü Kostantin’in zamânına
müsadif olmuş oluyor. Yezid ile Kayser arasında geçtiği rivâyet edilen mâcera bu
hükümdara âid olmak lâzım gelir. Mücâhid’in rivayetinde kabr-i şerif üzerifıde
bu hanedânın bütün müddet-i saltanatça kubbe mevcud olduğu gibi kabrin ken­
disine ihtirâm edildiği de anlaşılıyor. Îbnü’l-Cevzl'nin Hâfız Ebû Zür’a ed-Dimeş-
ki’den olan rivayeti de Hırakliyus hânedânmdan sonra izoryan hânedâm zama­
nında bu halin devam ettiğini teyid eder bir haberdir. Buhâri şârihi müverrih
Aynî de — şerhin birinci cildinde— kabr-i şerifin İstanbul sûruna karib bir yer­
de kendi zamanında hâlâ ma’rûf olup ta'zimine şâyeste görülmekte ve onunla is-
tiska olunmakta olduğunu söylüyor ki, asılsız olsa bunu söylemeyeceğine şüphe
yoktur. Ayni’nin vefatı (855) senesinde yâni fetihten iki sene evvel olduğuna gö­
re İstanbul’un fethine yakın zamanlara kadar kabr-i şerifin yeri kaybolmamış de­
mektir. Hulâsa ilk tarih yazıldığı zamanlardan vakt-i fethe kadar bütün müver­
rihler bu kabrin mevcud, muazzam ve muhterem olduğunu haber verip duruyor­
lar. Bir buna, bir de Bizans İmparatorluğu'nun geçirdiği tekallûbat-ı gûnâ-gûne
bakılırsa insan işin içinden kolayca çıkamıyor. Rumiar bu kabr-i şerifi hüsn-ü
muhafaza etmeği teahhüd ettiklerini ve bu teahhüdlerini sülâleden sülâleye dev­
rettiklerini — devam-ı teahhüdün sebep ve hikmeti ma’lüm olmamakla berâber—
bir an için farzetsek bile arayerde Lâtinler gibi barbarlıklarıyle ma’ruf olanlar
ve Hıristiyan mukaddesatına bile hürmet etmesini bilmeyenler de hükümrân ol­
muşlardır. Diğer taraftan da fethe karlb zamanlarda Rumeli ve Anadolu cihet­
leri Türklerin elinde olup o devirde Mısır’da yaşayan Ayni gibi bir müverrihin as­
lı yokken «B u kabir elyevm mevcûtdur ve şâyân-t ta’zîm görülüp onunla istiskâ
olunur.» demesine ne mâ’nâ vermeli?
Gerek yukandanberi serdettiğimiz rivâyet-i târihiyye, gerek Akşemseddin
Hazretlerinin kabri keşfettiği hakkındaki rivâyet-i meşhûre hep sahih ise yalnız
fethi karib zamanlarda kabir münderis olup izi kaybolmak demek lâzım gelecek
ki bu da binâsı, kubbesi, zincirli kandili asırlarca yerinde durduktan sonra tam
Müslümanların İstanbul’un her tarafım istilâ edip fethe yaklaştıkları bir devirde
mahvolmuş olduğunu ifâde eder ki, akla o kadar mülâyim gelmiyor. Herhalde
müverrihlerimiz için bu mes’ele tetebbüa sermâye olabilecek bir mevzû’ olabilir.

19) M a’kıl bin M a’kıl Sahâbi’dir. İki hadisi vardır. Hulâsa müellifi, onun râ­
visi Ebû Muâviye’dir, demiş ise de Tehzib’de bu red ediliyor ve iki hadiste böyle
bir râvi yoktur. Ravisi Ebû Selem’dir, denmiştir. Bu hadisteki râvisi ise Ebû Ye-
zîd Mevlâ es-Sa’lebîyyin’dir. Hulasa Sah. 383
Bab: 17 KÎTABÜ-TTAHARE VE SÜNENİHÂ sıı

İ ZAHI
S i n d i şöyle söyler: «Hadisin senedindeki râvilerden E b û
Z e y d ’ in halinin meçhul olduğu söylenmiştir. Buna göre hadis
zayıf sayılır. Şâyet sıhhatli olarak kabul edilirse şöyle yorumlanır:
Hadîş, M e d i n e - i M ü n e v v e r e ’ de bulunanlar hakkındadır.
Çünkü bu bölgede olanlar M e s c i d - i  k s a ’ ya döndükleri
zaman arkalan K â b e yönüne düşer. Bu nedenle M e d i n e
halkının M e s c i d - i A k s a ’ ya doğru durmaları yasaklanmış­
tır. Ama başka bölgelerde bulunanlar için abdest bozarken M e s ­
c i d - i A k s a ’ ya doğru durmalarında bir sakınca yoktur. Hadis
bunu yasaklamıyor.
Bâzı âlimler de: « M e s c i d - i A k s â bir süre müslüman-
ların kıblesi idi. O esnada ona doğru durup abdest bozmak yasak­
lanmış, bilâhere kıble K â b e ’ ye tahvil edilince, K â ’ b e ’ ye doğ­
ru durup kazâ-i hâcet edilmesi yasaklanmış, râvi de her iki yasak
hükmünün devam ettiğini sandığı için böyle rivâyette bulunmuştur,
diye yorum yapılabilir» demişlerdir. Bir kısım âlimler ise: « M e s ­
c i d - i A k s â bir müddet, müslümanların kıblesi olduğu için,
K â b e , kıble kılındıktan sonra da M e s c i d - i A k s â yönü­
ne durup kazâ-i hâcet edilmesi yasağı ibka edilmiş olabilir, demiş­
tir.»

. «u-A<jrl ,3 * j

T E R C E M E S İ

320) “... Ebû Saîd-î Hudrî ( R a d ı y a l l â h ü a n h )’den rivâyet edildiğine


görekendisi:
«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), büyük veyâ küçük ab­
dest bozarken Kıble'ye dönmemizi yasakladı.» diye şehâdette bulun­
muştur."
N o t : Zevâld’de bu hadis ile bunu izleyen hadisin isnadında râvi İbn-i lahîa-
nin bulunduğuna dikkat çekiliyor.
512 SÜNEN-1 İBN-İ MÂCE

İ Z A H I

Hülâsa’mn 211’inci sahifesinde verilen malûmata göre î b n - i


Lahia bin Ukbe El-Hadramî El-Gaf iki Ebû
A b d i r ı a h m a n ' m adı A b d u 11 a h 'd ır. M ı s ı r ’ lı olup
buranın âlimi, kadısı ve mesnedi idi. Kendisi A t â , E l - A ’ r a c ,
1 k r i m e ve bir cemaatten rivâyette bulunmuştur. Havilerin ise
Ş u ’be. A m r bi n E l - H â r i s , E l - L e y s , î b n - i V e -
h e b ve bir cemâattir. A h m e d . bu zatın kitablarınm sahih
olduğunu fakat kitablarınm yandığım ve ilk zamanlarda kendisin­
den alman rivâyetlerin sahih olduğumu söylemiştir. Lâkin Y a h y â
b i n M u i n , î b n - i L a h ı a ’ nin kuvvetli olmadığını söyle­
miştir. M ü s l i m ’ de, V e k l , Y a h y â E l - K a t t a n ve
î b n - i M e h d i ’ nin bu zatın rivâyetini terk ettiklerini beyan
etmiştir. Hicri 174 yılında vefat ettiği söylenmiştir. M ü s l i m ,
î b n - i L a h i a ile beraber ikinci bir râvi olduğu takdirde onun
rivâyetini almış, aksi takdirde almamıştır. B u h â r i ve N e s e i
ise onun rivâyetini nakletmekle beraber ismini açıklamamışlardır.

. jjJ i < j' jji —r v \

r ^,*1 * • 11' ^j'** «v 1 ^ .t *• «**


i \^ ‘ u' ^ • ( S j\ O j' U

ilil» Z /J î Io \ J||Ş j j \ : t i y C i s x ^ r \ t - * * 1‘
'ç j . Ç ' c f

. «Çili Dj'.î ûlj

TERCE M E S î
32 1) “... EbûSaîd-i Hudrî ( R a d ı y a l l â h ü a n h )’denşöylesöylediği rivâyet
edilmiştir:

«Gerçekten, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), beni ayak­


ta içmekten ve kıble’ye doğru küçük abdest bozmaktan menetti.»”
N o t : Zevâid’d e : Bu İsnadda İbn-i lahia vardır, denilmiştir.

İZAHI
S i n d i : Ayakta içmek naklen sabittir. Bu nedenle ayakta iç­
menin yasaklığı tenzihi kerâhat içindir. Ayakta içilmiş olduğuna dâir
Bab: İS KİTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 513

gelen delil ise bunun câizliğini beyan içindir, Allah daha iyi bilir, de­
miştir.

öji ‘ vj dili vj (sa)

18 — HELA DA KIBLEYE DOĞRU VEYA SIRT ÇEVİRMEK


HAKKINDA RUHSAT VE MÜBAHLIK VERİLDİĞİ, FAKAT
ÇÖLLERDE MUBAH OLMADIĞININ BEYANI BÂBI

Bu bâbta rivâyet edilen hadisler, küçük veyâ büyük abdest ya­


parken kıble'ye dönmenin veyâ arka çevirmenin helâda mubah ve
çölde câiz olmadığına delâlet eder.

TERCEMESİ

322) “... Abdullah bin Ömer (Radtyallâhü atthümâ) ’dan şöyle söyledi­
ği rivâyet edilmiştir:

Bâzı insanlar: «Sen büyük abdesti bozmak için oturduğun za­


man kıble yönüne dönme, derler. Halbuki ben günlerden bir gün evi­
mizin damına (bir iş için) çıktım. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)’in (kazâ-i hâcet için) Beytü’l-Makdis’e karşı iki kerpiç üze­
rine oturmuş olarak (gözümle) gördüm.» Bu hadis, Yezid bin Ha­
run’un rivâyet ettiği hadistir.

İZAHI
Sindi bu hadisin açıklamasını yaparken şöyle söyler:

Sünen-i îbn-i Mâee — T . : 33


514 SÜNENİ İBN-İMÂCE

t b n - i ö m e r : «Bazı insanlar...» diye başlanan fıkra ile şu­


nu anlatmak istiyor: «Bazı insanlar, evlerde olsun çöllerde olsun ab­
dest bozmak istediğin zaman kıble yönüne durma ve kıbleye arkanı
da çevirme, derler. Halbuki böyle durmanın yasaklığı çöllere aittir,
evlere şümulü yoktur.» Hadisin metninde bir kısaltma vardır. “Ve
kıble’ye arkanı çevirme» cümlesi mukadderdir. Çünkü hadîsin son
kısmından da anlaşıldığı gibi hadiste söz konusu edilen asıl mes’e-
le kıble yönüne sırt çevirmektir.
î b n - i Ö m e r , daha sonra: «Halbuki ben...» sözü ile Re­
sûl-i Ekrem’in H z . H a f s a ’ nin evinde helâda M e s c i d - i
A k s â ’ ya doğru oturduğunu yani kıble’ye arkasını döndürerek
oturduğunu müşahade ettiğini beyan ediyor ve kıble’ye dönme ve­
ya sırt çevirme yasağının çöllere âit olduğunu, evlerde abdest bo­
zulurken böyle bir yasağm bulunmadığım ifâde etmek istiyor.
Hadisin; ^-"-“-^-1 — «Evimizin damma» tabiri yerine;
* *
= «Hafsa’nm evinin damına» tabiri
M ü s l i m ve diğer bâzı hadîsçilerin rivâyetinde mevcuttur. K a s -
t a l â n î , S i n d i ve benzerî âlimler bu iki tâbir ile aynı evin
damı kasdedilmiştir. Bahis konusu evin mülkiyeti Rşsûl-i Ekrem’e
Aitti! Haremi H z . H a f s a ’ ya tahsis etmişti. Bilâhare H z .
H a f s a vefât edince bu ev miras yolu ile kardeşi İ b n - i Ö m e r ’e
intikal etmişti, derler.

T E R C E ME S İ
323) “ ... (Abdullah) îbn-i Ömer (Radtyallâhü anhüntk)'den şöyle söyle­
diği rivâyet edilm iştir:
Bab: 18 KÎTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 515

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’i kendi helasında


kıble’ye doğru oturduğu halde gördüm.
Hadisin râvisi îsâ dedi İd: Ben bu rivâyeti Şâ’bi’ye söyledim.
Bunun üzerine Şâbi şöyle cevap verdi:
İbn-i Ömer doğru söylemiş, Ebû Hüreyre de doğru söylemiştir.
Ebû Hüreyre’nin sözüne gelince, O, kişi çölde (abdest bozarken)
kıble’ye dönmesin, sırtmı da yermesin, demiştir. îbn-i Ömer’in (mez­
kûr) sözü (nün hikmeti) de şudur: Helâ’da kıble yoktur. Sen helâ’da
istediğin yöne dön.
Ebü’l-Hasan: Bize Ebû Kâtim, ona da UbeyduUah bin Mûsa tah-
dis etti, dedi ve bu hadisin metninin misimi acılattı.

^ U?: $ . £ *& -i y\ - TTi

5 X* ı 1 Jj jSU. \e- < ı'-İİTt ^


’ e. < fJ L t>!

£$5 . ^i)1 ûi o i : cİ&

. i£ *£« ;^ 5 v 5 >j> S $ $
* <.►
**** . * * ** V1
./’-dîu < <_j 11> ^ t »llfcl

■wj*jı-»b » 4İWj <(j—^ ü i S J J®


TER C E ME S İ
324)...“ Âişe (Radtyallâhü anhâydm rivâyet edildiğine göre şöyle söy­
lemiştir :

«(Evlerde abdest bozarken) Kâ’be’ye doğru durmaktan kerahat


eden bir kavim Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanında
anıldı. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu­
yurdu İd:
«Bu kavmin hakikatan kıble’ye doğru durmaktan hoşlanmadığı­
nı sanıyorum. Benim abdest bozmak için oturduğum yeri kıble yö­
nüne döndürün.»
Râvi Ebü’l-Hasan El-Kattan bu hadîsin metnini şu senedle rivâ­
yet etti: «Yahyâ bin Ubeyd, Abdulaziz bin El-Muğire, Hâlid El-Haz-
zâ\ Halid bin Ebi’s-Salt...»”
N o t : Nevevl, el-Mecmû’da der k i ; İsnadı basendir. Ricali sika ve maruldur.
516 SÜNEN-1 ÎBN-Î MÂCE

t Z A H I
N e v e v i , El-Mecmû* adlı kitabında hadîsin isnadının Hasen
olduğunu ve râvilerinin sika ve mâruf zatlar olduğunu söylemiştir.
Sindi burada şunları yazar:
Abdest bozarken kıble’ye doğru durma yasağı aslında çöle mah­
sus olduğu halde burada söz konusu edilen kavmin bu yasağı evle­
re ve çöle şumullü bir tarzda yorumladıkları anlaşılıyor. Onlar ev­
lerde de kıbleye doğru durmaktan hoşlanmadıkları için bu durum­
ları Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından red edili­
yor, gönüllerinin yatışması için Resûl-i Ekrem kendi helasının kıb-
le'ye doğru değiştirilmesini emrediyor ve böylece mevcut yasağın
çöle mahsus olduğunun onlarca da anlaşılmasını istiyor. Kıble’ye
doğru durma yasağının konulduğu andan beri çöle mahsus olduğu
bu hadîsten açıkça anlaşılıyor. Dolayısıyla önce evlere ve çöle umu­
mî bir yasak konup bilâhare evler için cevâz verildiği yorumunun
isabetsiz olduğu da anlaşılıyor. Çünkü eğer ilk konan yasak umu­
mî olmuş olsaydı söz konusu kavmin evde kıble’ye doğru abdest boz­
madan kerâhat duymalarının normal karşılanması ve Resûl-i Ek­
rem’in tepkisine mâruz kalmamaları gerekirdi. Zira bu şekil yoru­
ma göre sonradan yasağın umumiliğinin neshedilerek çöle tahsisi
durumu bu kavim tarafından duyulmadıkça ilk yasağa göre hare­
ket etmeleri gayet normal bir şeydir. Hattâ onlardan beklenen tek
şey bu olmalıdır: Hâl böyle iken Resûl-i Ekrem’in onların bu dav­
ranışını hoş karşılamayışı nasıl yorumlanır?. Demek ki bu kavim çö­
le âit olarak konan yasağı evlere de teşmil etmek hatasına düştü­
ler ki Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu hatâlarını red
ederek yanlış anlamalara meydan vermemek için evdeki helâsmı kıb-
le’ye doğru değiştirtti.
'i-* •' > a ' »if f ^ Jl •-* i _
: tjl* ■l) CS <***3 t** • TV®
" -* /V • •
"i AJjij J»u- ; i jC"jc.i ( â 1 tj}
. İj.LliLj i j| t l J*.Sjf. 1öl
**• ^ ^ ^ />

• tS 4İ-J». Jii il* jrWvİjJo-

T E R C E M E S İ
st
325) "... Cabir (Radtyallâhü anh)'d e n şöyle söylediği rivâyet edilm iştir:
Bab: 18 KİTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 517

«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ye Sellem), bizim su dökerken kıb-


le'ye dönmemizi yasakladı. Vefâtından bir yıl Önce de kendisini, kıb-
le’ye doğru durup su dökerken gördüm.»”
N o t : Cabir’in bu hadisini Tirmizi hasen görmüştür.

İZAHI
S i n d i diyor ki, Resûl-i Ekrem'in (hela’da) kıbleye doğru du­
rup su dökmesi, konan yasağm çöle mahsus olduğuna delâlet eder.
Hadisin zâhirine bakılırsa, önce umumî bir yasak konmuş, sonra da
yasağm umumiliği neshedilerek çöllere âit yasak kalmıştır. Bu ha­
dîsin zâhirine göre yorum yapılması hatâlıdır. Çünkü daha önce
hadîslere uygun olmaz. T i r m i z i , C â b i r ’ in bu hadîsini Ha­
sen olarak göstermiştir.
N e v e v i , M ü s l i m ' i n «Taharet» kitabının «İstitâbe»
bâbında, abdest bozarken kıble’ye doğru durmaya ilişkin âlimlerin
görüşlerini şöyle nakleder:
«Büyük ve küçük abdest bozarken kıble’ye doğru durmaya âit
yasak hakkında âlimler değişik yollara gitmişlerdir.
1. Mezheb-i M â l i k ve Ş â f i i ’ ye göre küçük veya bü­
yük abdest bozarken kıbie’ye dönmek çölde haramdır. Binalarda ise
haram değildir. A b b â s b i n A b d u 1m u 11 a 1i b , A b d u l ­
l a h b. Ö m e r (Radıyallâhü anhümâ), Ş â ’ b i ve İ s h â k
b. R a h e v e y h (Radıyallâhü anhüm)’den rivâyet olunan hü­
küm budur. A h m e d b. H a n b e l (Rahimehullah) ’den alman
rivayetlerden birisi de böyledir.
2. mezheb: Binalarda olsun, çölde olsun kıble ye dönüp abdest
bozmak caiz değildir. E b û E y y ü b --i En s â r i . M ü c â h i d ,
İ b r a h i m E n - N a h a i , S ü f y â n - ı S e v r î ve E b û
S e v r ’ in kavli budur. A h m e d b i n H a n b e l ’ den alman
ikinci rivâyet de böyledir.
3. mezheb: Binalarda ve çölde kıbleye dönüp abdest bozmak
câizdir. U r v e b i n e z - Z ü b e y r ve M â l i k ’ in hocası
R a b i a ve D â v ü d - i Z a h i r i ’ nin mezhebi budur.
4. mezheb: Binalarda ve çölde kıble’ye dönmek câiz değil, fa­
kat kıble’ye sırt çevirmek câizdir. E b û H a n i f e ’ den nakle­
dilen iki rivâyetten birisi ve A h m e d b i n H a n b e l ’ den alı­
nan üçüncü rivâyet budur.
518 SÜNEN-1 İBN-İ MACE

I m a m N e v e v I bu mezhebleri sıraladıktan sonra hepsi­


nin delillerini beyan eder ve daha sonra sözlerine devamla şöyle söy­
ler:
Sahih olan bu hadîsler, binalarda kıble’ye dönüp kazâ-i hâcet et­
menin câizliğini sarahaten belirtir. E b û E y y û b E l - E n s â r î ,
E b û H ü r e y r e , S e l m â n ve başkalarının hadisleri de ab­
dest bozarken kıble’ye dönmeyi yasaklıyorlar. Yasaklayıcı olan bu
hadisler çöle hamledilmek süreliyle diğer hadîslere olan muhalefeti
kaldırılmış olur. Hadîsler arasında zahiri bir ihtilâf görüldüğü za­
man bunların bir kısmının terk edilmemesi ve hepisi ile amel edil­
mesi husûsunda âlimler arasında ittifak vardır. Yukarda belirttiği­
miz gibi yorum yapmak suretiyle mevcûd sahih hadîsleri telif et­
mek ve aralarında görülen zahirî ihtilâfı bertaraf ederek hepsi ile
amel etmek mümkündür. Artık bu yola gitmek gerekir.»

Hanefi ve Şâfii Mezheblerine Göre Hüküm:


H a n e f î mezhebine göre binalarda olsun, çölde olsun küçük
veyâ büyük abdset bozarken kıble yönüne dönmek veyâ sırt çevir­
mek tahrimen mekruhtur. E b û H a n i f e ’ den alman biT rivâ-
yete göre kıble’ye şırt çevirmek câizdir. (20)
Ş â f i i mezhebine göre helâ’da kıble’ye dönmekte veya sırt
çevirmekte mahzur yoktur. Helâ dışında 2/3 zirâ yüksekliğinde du­
var, taş ye benzeri bir sütre (siper) arkasında ise mekruh değil, ev­
lâya muhaliftir. Helâ ve benzeri yerler dışında olup sütre de yok
ise kıble’ye dönmek veya sırt çevirmek binalarda mekruh ve çölde
haramdır. (21)
j j u ) v-A (w )
19 — KÜÇÜK ABDESTTEN SONRA ÎSTİBRÂ’ BÂBI

(21) Nihayetti’l-Muhtaç d ld 1. İstinca babı


(20) İbn-i Abidin cild 1. İstinca babı
Bab : 19 KÎTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 519

TERCE MES İ

326) “... Yezdâd El-Yemânî ( Radtyallâhü anh)1âtn rivâyet edildiğine gö­


re Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) {öyle buyurmuştur:

•Sizden birisi küçük abdest bozduğu zaman (idrar kesildikten


sonra) erkeklik uzvunu 3 defa çeksin.*
Ebü’l-Hasan bin Seleme: Bize Ali bin Abdülaziz, Ebû Nuaym’den
o da Zamaa’dan tahdis etti, dedi ve bu hadisi zikretti.”
N o t : Zevâid’de beyan edildiğine göre Ezdâd ismi ile de anılan Yezdâd’ın sa-
hâblliği sabit değil ve râvi Zamaa da zayıftır.

İZAHI

İstibrâ’ : Küçük abdesti bozduktan sonra sidik eserinin tama­


men kesilmesini beklemektir. Erkeklik uzvunun içinde kalması ve
abdest aldıktan sonra dışarı çıkması muhtemel idrar eserinin tama-
mile kesilmesini sağlamak, kişilerin âdetlerine ve tabiatlarına göre
değişir. Bu iş erkeklik uzvunu kök tarafından başına doğru çekmek­
le olabilir. Hadîs üç defa çekmeyi emreder. Biraz sıkıca çekmek sû-
retiyle istibrâ’ yapılabildiği gibi öksürmekle veyâ bir kaç adım yü­
rümekle yâhut da ayaklan hareket ettirmekle de olabilir. İdrarın ta­
mamen kesildiği kanaatma vanldıktan sonra istincâ’ yapılmalıdır.
İstibrâ etmeden istincâ yaptığı takdirde bilâhare idrar damlaması­
nı kuvvetle muhtemel gören kimsenin istibrâ’ yapması zorunlu ve
vâcibtir. Çünkü istincâ ettikten sonra veyâ abdest aldıktan sonra
sidik damlasının dışarı çıkması elbise ve vücudun pislenmesine ve
abdestih bozulmasına sebep olur. Dolayısı ile bü hâl ile namaza du­
rulamaz. Fakat istibrâ’ etmeden istincâ yaptığı takdirde, sonradan
sidik eserinin dışarı çıkmasına ihtimal vermeyen kimse için istibrâ’
etmek sünnettir, vâcib değildir. Ş â f i i âlimleri, kadının da sol
elini eteğine koyup biraz sıkmak suretiyle istibrâ etmesini öngör­
müşlerdir. (22)

(22) Nihayetü’l-Muhtaç cild 1, Sah. 99


520 SÜNEN-t ÎBN-İ MÂCE

» u-Ç. f j ı / ^ . (x‘)

20 — KÜÇÜK ABDEST BOZUP SU İLE


TAHÂRETLENMEYENÎN BÂBI

T E R C E ME S İ

327) “ ... Âişe ( Radtyallâhü anhâ)’ûtn şöyle söylediği rivâyet edilmiştir:


Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) küçük abdestini boz­
maya gitti. Ömer (Radıyallâhü anh) de biraz sonra su alarak O’nu
takip etti. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) .-
«Bu (su) nedir? Yâ Ömer!» buyurdu. Ömer:
Sudur, diye cevap verdi. Peygamber:
«Ben küçük abdest bozduğum her defada vudû’ almakla emro-
Iunmadım. Eğer (emrolunmadığım halde her defasında) vudû’ al­
mış olsaydım, bu (vudû’) sünnet olurdu.» buyurdu."

İ ZAHI

S i n d i diyor ki hadiste geçen «Vudû’» kelimesi ile sözlük mâ­


nâsındı kasdedildiği muhtemeldir ki su ile tahâretlenmek demektir.
Bu tâkdirde hadisin mânâsı şdyledir: «Küçük abdest bozduktan son­
ra avret mahallini behemehal yıkamakla emrolunmadım. Yani taş
ile istincâ etmekle yetinmek de câizdir.» Bu yorum şekli müellifin
açtığı bâb’m başlığına uygundur. Vudû’, kelimesi ile ıstılahı mânâ­
sı olan abdest kasdedilmiş olabilir. Bu ihtimale göre hadis şöyle yo­
rumlanır : Ö m e r (Radıyallâhü anh) Resûl-i Ekrem (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) için abdest suyunu hazırladı. Resûl-i Ekrem ise
abdest bozunca behemhal abdest almak zorunluğunun bulunmadığı­
nı ifâde etmiş oldu. S i n d i bu arada: Bence açık olan yorum
Bal>: 20, 21 KİTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENÎHÂ 521

şekli budur. Çünkü E b û Dâvûd*un rivâyetinde şöyle bu­


yuruluyor :

= «...Sonra Ömer bir kupa su ile O’nun arkasında durup bek­


ledi. Bunun üzerine Resûlullah, Ömer’e s «Bu nedir? Yâ Ömer!» di­
ye sordu. Ömer de t «Su’dur, onunla vudû’ al!, dedi. Resûlullah da
«Ben küçük abdest...» hadîsini buyurdu.
Hadisin: «Eğer vudû’ almış olsaydım bu. sünnet olurdu» fıkra­
sına şöyle mânâ verilmiştir: «Eğer her abdest bozmadan sonra ab­
dest almayı devamlı ve kesintisiz âdet hâline getirmiş olsaydım bu,
uyulması vâcip bir yol olmuş olurdu.» Bu takdirde sünnet kelimesi
izlenmesi gerekli din yolu demektir. Sünnet kelimesi fıkıhçıların li­
sanında meşhur olduğu Sünnet-i Müekkede mânâsında kullanılmış
olabilir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in bir şe­
yi devamlı yapması ile o şey ümmeti için vâcip olmaz. Ancak bir
delil ile teyîd edilirse gereklilik hükmü verilir. Aksi takdirde sünnet-i
müekkede olur.
Hadisteki vudû* kelimesi su ile taharetlenmek mânâsına yorum­
landığı takdirde hadisten çıkan sonuç şudur:
Küçük abdest bozunca mutlaka su ile taharetlenmek zorunlu de­
ğildir. Taş ve benzeri şeylerle istincâ etmek de mümkündür. 16. ve
28’inci bâblarda geçen hadislerin izahında belirttiğim gibi gerek kü­
çük ve gerek büyük abdest bozduktan sonra taş ve benzeri bâzı mad­
delerle istincâ etmek câizdir. Bunun şartları ve tafsilâtı fıkıh kitab-
larmda bulunur. Su ile taharetlenmek de câizdir. En makbulü önce
taşla ve onun arkasında su ile istincâ yapmaktır.

^ ^ U l ÂtJ» jjc wlı (y\)

21 — YOL ÜSTÜNDE KAZÂ-I HÂCET ETMEKTEN


NEHİY BÂBI
-**f. * *■'*.* ... '*.* «i»*" 1. A.
522 SÜNEN-Î İBN-İ MÂCE

illi d & jlj • Ijulfc t)f C **) DJ~J ‘“"‘f l* 1 ûs'j : 31İÎ . û ^ û li

I <jr 4Şİ jûft t : il»i Jliîi . A^îii . ULİ «iBi £İ4 . *^0 ll (j * ^ j£hf j|

C ^ u Z Î . 'aIS *y* Jf îc’j j • JUi _gg| ûtl J »i.j C


»,c ÛU». jj

• j3^ <lr**3^ j* ıijıxi-t j|S^

T E R C E M E S İ

328) “... Ebû Sald-i Himyerî (Radtyallâhü anh)’den rivâyet edildiğine


göre şöyle söylemiştir:

Muâz bin Cebel (Radıyallâhü anh), Resûlullah (Sallallahü Aley­


hi ve Sellem)’in ashabının işitmediği hadîsleri rivâyet ederdi ve sa-
hâbîlerin işitmiş oldukları hadîslerden söz etmezdi. Onun rivâyet
ettiği hadîsler bir ara Abdullah bin Amr (bin el-Âs (Radıyallâhü an-
hümâ) ’ya ulaştı. Bunun üzerine Abdullah bin Am r:
«Vallah’i, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’den bu hadis­
leri ben (şahsen) işitmedim. Kazâ-i hâcet husûsunda Muaz sizi güç­
lüğe ve zahmete sokmak üzeredir.» dedi. Bu söz, Muâz’â ulaştı. Da­
ha sonra Muâz O’na rastladı v e :
«Ey Abdullah bin Amr! Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’-
den yalan hadisi bile bile rivâyet etmek münafıklıktır, (münâfıkla-
nn şâmdır.) Vebâlı da uydurana âittir. Şüphesiz ben Resûlullah (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem)’den şöyle buyurduğunu işittim» dedi:
«Lânete sebep olan (şu) üç şeyden sakınınız: Su mecrâlannda,
gölgelikte ve yol üstünde abdest bozmak.»"
N o t : Hadisin isnadının zayıf olduğu, Zevâid’de belirtilmiştir. Fakat aynı
hadis metnini Ebû Dâvûd başka tarik ile rivayet etmiştir.

İ ZAHI
Si n d î diyor ki: ‘ A b d u 1 1 a h b i n A m r ’ ın: «...bu
hadîsleri ben işitmedim.» sözünden maksadı çok hadis işittiğine rağ­
men bu hadîsleri duymadığını ifade etmektir. Yoksa sanıldığı gibi
M u â z (Radıyallâhü anh) hazretlerini hadis uydurmakla itham
etmek için değildir. ( M u â z gibi Ashab-ı Kiram’ın ileri gelenle­
rinden bir zatın yine tanınmış bir Sahabî tarafından hadis uydur­
Bab: 21 KİTABÜ-TTAHABE VE SÜNENÎHA 523

makla itham edilmesi iki taraf için de imkânsızdır. Hadis’e böyle bir
yorum yapmaktan Allah’a sığınırız.) A b d u l l a h b i n A m r
(Radıyallâhü anhümâ) şunu demek istemiştir : Ben çok hadîs duy­
duğum halde anlattığınız bu hadîsleri duymadım. M u â z *m ya­
nılmış olması muhtemeldir. Yanılmak ise insanların tabiî bir ha-
lidir.
Miftâhü’l-Hâce müellifi d e: Hadîste geçen «Gölgelik» ten mak-
sad halkm oturup kalktığı ve dinlendiği gölgeliktir. Bu gibi yer­
lerde kazâ-i hacet etmekle halka eziyet edilmiş olur. Ama kimseye
eziyet edilmesi söz konusu olmayan gölgelikte abdest bozmanın bir
sakıncası yoktur. Peygamber’in bir hurma bahçesinin duvarı dibin­
de abdestini bozduğu M ü s 1 i m ’ de rivâyet edilmiştir. Duvarın
gölgesinin bulunduğu tabiîdir, der.

. ı, obuJ : 3j\

TERCE MES İ

329) Câbir bin Abdillah (Radtyallâhü anhumâ) ’den rivâyet edildi­


ğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Sabaha, karşı dinlenmek ve uyumak için caddeler üstünde ko-


noklamaktan, bu yerler üstünde namaz kılmaktan sakının. Çünkü
buralar (geceleyin) yılanların ve yırtıcı hayvanların barınağıdır.. Bu
yollar üstünde abdest bozmaktan da sakının. Çünkü buralarda ab­
dest bozmak lanet etmeye sebep olrnı şeylerdir.»"
N o t : Zevâid’de bu hadîsin isnadının zayıf olduğu bildirilmiştir.

İZ A H I
Bu hadis de yol üstünde kazâ-i hâcet etmeyi yasakJıyarak lâne-
te sebebiyet veren çirkin bir şey olduğuna işaret ediyor. Ayrıca (iş­
lek olmasa bile) yollar üstünde geceleyin konaklamayı ve dinlenme­
yi, keza buralarda namaz kılmayı yasaklıyor ve yasağın sebebini de
524 SÜNEN-Î İBN-İ MÂCE

zararlı hayvanların geceleyin yollar üstünde barınmalarını gösteri­


yor. İşlek olan yollarda ise konaklamak veyâ namaz kılmak halin­
de gelen gidenlere eziyet verildiği cihetle ayrıca sakıncalıdır.

‘ ‘ «jrl Uf . \J y j f Uf . (s~£. ü — TT *

r ' «iliş s S|«* f \• -


*^ ^ ^ (^J p cl?
V*^ ■
* 5^
.»^£j^ **V*"
. #>*
. Ofö j î « ^ îıl ı ^ ı jl

T E R C E M E S İ
330) “ ...S â lim (Radtyaüâhü anh)’den rivâyet edildiğine göre babası
şöyle söylemiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yel üzerinde namaz kıl­


mayı, küçük veyâ büyük abdest bozmayı yasakladı.”
N o t : Zevâld’de bu hadisin isnadının zayıf olduğu, ancak onu teyid eden
sahih şâhidleri ( = hadisler) bulunduğu belirtilmiştir.

İ ZAHI

Daha önce geçen hadîslerde olduğu gibi burda da yol üstünde


namaza durmak veyâ küçük abdest yâhut da büyük abdest bozmak
yasaklanıyor.
Bu bâbta yer alan hadîsler halkın oturduğu gölgelikte ve yol üze­
rinde küçük veya büyük abdest bozmayı, yol üstünde nefthaz kıl­
mayı yasaklıyorlar. H a n e f i ve Ş â f i i mezheblerine göre
bu işler mekruhtur. Bir kısmı tahrimen mekruhtur. Tafsilât için fı­
kıh kitablanna müracaat edilsin. (23)
Son hadiste anılan S â l i m ’ in hangi Sâlim olduğu husûsun-
da bir kayda rastlamadım. Hulâsa’mn î b n - i İ s h a k ' tan
S # ^ • ** O i | ^ ^ . t 9 ^

4*-^ jJI a ^L*»V I ı


= ÎSnadîarin en sağlamı Zührfnin Sâlim’den O’nun da babasından

(23) îbn-i Âbidîn ciid 1. Sah. 252. 279. 280 (Hanefi Mezhebi); Nihayetü’I-
Muhtac ciid 1, sah. 98, 457 (Şâfif Mezhebi)
Bab: 22 KÎTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNEHÎHÂ S25

olanıdır» sözü ve burada da aynı isnadın bulunuşu karinesinden ha­


reket ederek bu S â 1 i m ile A b d u l l a h b. ö m e r ' in oğ­
lu olan S â 1 i m ’ in kasdedildiği kanısına vardım. Diğer taraf­
tan babasının râvîsi olup ismi S â 1i m olan zatlardan Z ü h r 1
( = İbn-i Şihâb) ’in başka şeyhinin bulunmayışı bu kanâatimi teyid
ediyor.
t j jljd i JuLdl <_jl ( t t )

22 — FAZÂ ( = AÇIK YER) DE ABDEST BOZMAK İÇİN


UZAKLAŞMAK BÂBI

, i

TERCEMESİ

331) “... El-M uğire binŞu’be ( R a d ı y a l l â h ü a n k y â t n rivâyet edildiğin


e
göreşöylesöylem iştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abdest bozmaya gittiği


zaman (zatını veya ihtiyacını halkın gözlerinden) uzaklaştmrdı.”

S âlim (R .A.)’in Hâl Tercemesi

Sâlim bin Abdillah b. Ömer (R .A .) fıkıhçı ve hadiste hüccet idi. İiün, amal,
ziihd ve şerefi, şahsında toplayanlardan birisidir. Babasından, Aişe'den, Ebu Hürey-
re’den .R âfi’ bin Hadlç’den ve Saîd b. ei-Müseyyeb’den rivayette bulunmuştur. Râ-
vileri ise Amr b. Dinar, Ziüırî, TJbeydtıllah bin Ömer, Sâlih b. Keysân, Mûsa b.
Ukbe, Hanzala b, Ebl Süfyan ve daha bir çok zatlardır. Çok sade ve miitevazi bir
hayat sürdüren bu zatın meziyetleri çoktur. Babası kendisini takdir ederdi. M â­
lik d e : «Zühd ve fazilette Selef-i Salihln'e en çok benziyen zat o’dur» diyerek
medh-u senasında bulunmuştur. Ahmed ve îs h a k : «Senedlerin en sahih olanı,
Zührî*nin, Sâlim’den O ’nun da babasından rivayet etmesiyle meydana gelen sened-
dir, demişlerdir. Sâlim iki dirhemlik elbise alır giyerdi. Halife Süleyman b. Ab-
dülmeük O ’n a : Sen ne yersin? diye sormuş kendisi de : «Ekmek ve zeytin ye­
rim. Et de bulduğum zaman yerim, diye cevap vermiştir. Ticaretle iştigal erliği
söylenmiştir. Hicretin* 106, yılı vefat etmiştir. Allah cümlesinden razı olsun. ( B a k :
Tezkire, sah. 88, 89 ve Hulasa sah. 131).
526 SÜNEN-Î ÎBN-tMÂCE

✓ jj. • ^ 9+ A* • «| | / ^ l a „_

-
«,ci3l<> (j* U $ }* v ’ &■ u ^ o x -* - 'Cs‘j 0 — T T T
'•*'• «'"',■ *' - JK* ' * ' *

i J*iS • JZ~ (i ğ ^ '1 ^ £ Î & T : 3& • er» i *Cf ‘ & * *if

’ * u*yi zy+y » ü «W
^ -

• î jk* ^3

TERCEMESI

332) “... Enes b. Mâlik (Radtyallâhü anh)'den şöyle dediği rivâyet edil­
miştir :

Bir yolculukta ben Resûlullah (SaUâllahü Aleyhi ve Sellem)’in


beraberinde idim. Kazâ-i hâcet için uzaklaştı. Sonra gelerek bir kab
su istedi ve abdest aldı.”
N o t : Zevâid’de bu hadisin isnadının zayıf olduğu bildirilmiştir.

•"*! .*ı " ■*.* * ' *î ... .* > i*'


i *%£>• o 't f i jg£+*u• (s~-- ^ 0İ +■'.+**.
■ *\ m ^ * > *1"
ü o9 * ~~ TTv

< Jaftjt L ii |§| C>U ~»J* û J-**i [>* < V ^ - £ î>*

. juj İ

TER C E M E S I

333) “... Ya’lâ bin Mürre ( Radtyallâhü anh)'den şöyle dediği rivâyet
edilmiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abdest bozmaya gitti­


ği zaman (zatını veya ihtiyacını halkın gözünden) uzaklaştınrdı.”
**•**■*• ü is-^ı î-VU. jliJ <Ir ^ 1^ ^xî [ZsJf ’—y '
Bab: 22 KÎTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 527

T E R C E M E S İ
334) "... Abdurrahmân bin Ebî Kurâd (24) (Radtyallâhü atık) ’den şöyle
dediği rivâyet edilmiştir:

Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile b era b er hacca


gittim. (B u yolculukta) abdest bozm aya gidince (zatını vey a ihtiya­
cını) uzaklaştırdı.”

T E R C E M E S İ

335) “... Câbir (Radtyallâhü atth) ’den şöyle dediği rivâyet edilmiştir:

Biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile bera ber b ir se­


fe re çıktık. Resûlullah abdest bozm aya gittiği zaman görülmiyecek
derecede uzaklaşıp gaip olmadıkça kazâ-i hâcet etmezdi.”

T E R C E M E S İ
336) "... Bilâl bin El-Hâris El-Müzenî (Radtyallâhü ö«A)’den şöyle de­
diği rivâyet edilmiştir:

Resûlullah abdest bozmak istediği zaman uzaklaştınrdı.”


N o t : Sindi diyor k i : Bu hadisin isnadında Kesir bin Abdillah bulunduğu
için isnad zayıftır. Şâfii. Kesir hakkında: «O , yalanın temellerinden bir temeldir,
demiştir.»

(24) Bu zat. Sahabllik şerefine mazhar olmuştur. Hadis rivayetinde bulun­


muştur. Râvısi el-Hâris bin Fudayl’dır. Hulasa sah. 233
528 SÜNEN-t İBN-Î MÂCE

İ Z A H I

6u bâbta geçen 6 hadisin metinleri ve senedleri aynı olmamak­


la beraber hepsi açık yerlerde abdest bozmak istendiğinde halktan
uzaklaşmayı emreder. M ü s l i m «Hayız» kitabının 20. bâbını «Su
dökerken örtünme» başlığı ile açarak A b d u l l a h b i n C a ’f e r
(Radıyallâhü anhl’den rivâyet ettiği halde C a ’ f e r ezcümle şu­
nu söyler:
«Resûlullah abdest bozmak istediği zaman ya yüksekçe bir ye­
rin arkasında veya hurma bahçesi duvarının arkasında oturmak
(suretiyle gözlerden gaip olmak) tan çok hoşlamrdı.» N e v e v i de
bu arada şöyle söyler .■ «Hadis, abdest bozmak için insan vücudunun
tamamının halkın gözünden saklanacağı bir duvar veya kaya ve
benzeri bir şeyin arkasına geçmenin müstahab olduğuna delâlet eder.
Bu, Sünnet-i Müekkededir. Müellifimiz de bu hadisi bundan sonra­
ki bâbta (340 nolu) zikretmiştir.
J i t t i Ui l akr,yi ı_A (rr)

23 — BÜYÜK VE KÜÇÜK ABDEST BOZMAK İÇİN


İRTİYAD (25) BÂBI

< Z d liril İÜ u r. j l l î j _ ffy

cr m 'J î < ijŞ j* i l ) o * * ^ ‘ ’J *

<iiAiiii . ç j> - % t y ’i y j t y—>-1 »dös jjii {ja . *j?j£u

*j1 J
’ -'s ■ * . v • î i i l j 3 înî j î y . y S E îiy

AftUc jUfcJü! jU « <Jîft o Julü *£jA y| *j[jl» . julâii

■* • d r * * * -t )-* * t>* • ^

T E R C EM E S İ

337) “... Ebû Hüreyse (Radıyallâhü anh) ’den rivâyet edildiğine göre
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

(25) îrtiyad : Abdest bozmaya elverişli alçak veya yumuşak yer aramaktır.
Ahtarî-yi Kebir.
Bab : 23 KİTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ $29

«Taş ile istincâ eden kimse (taş sayısını) tek yapsın. Kim böy­
le yaparsa şüphesiz iyi etmiş olur. Kim taş sayısını tek yapmazsa
günaha girmez. Dişlerinin arasım (kürdan ve benzeri ile) kurcala­
yan kimse (dişleri arasından çıkardığım yutmayıp) dışarı atsın.
(Dişleri arasında kalan veya diş etleri ile damak üzerinde duran ye­
mek kırıntısını) dili ile çıkaran kimse (çıkardığım) yutsun. Kim böy­
le yaparsa iyi etmiş olur. Böyle yapmıyan için günah yoktur. Ab­
dest bozmaya giden kimse gizlensin. Şâyet kum yığınından başka
bir siper bulamazsa ondan faydalanmaya çalışsm. Çünkü şüphesiz
şeytan insan oğlunun mak’adları ( = belden aşağı bedeni) ile (veya­
hut) mak’adlan ( = abdest bozmak için oturdukları yerler) de oynar­
lar. Kim (böyle) yaparsa iyi etmiş olur. Böyle yapmayana da günah
yoktur.»"

İ Z A H I

Abdest bozmaya elverişli yer aramaya âit bu bâb’a alman bu


hadîsin ilk fıkrası istincâ işinde kullanılacak taş sayısının tek ol­
masının daha uygun olduğunu hükme bağlıyor. S i n d i diyor k i:
«Bu fıkranın zâhirine göre yalnız bir adet taşın istincâda kullanıl­
ması yeterli görülüyor ise de bir taş ile gerekli temizliğin yapılamı-
yacağı tabiîdir. Diğer rivayetlerde asgari taş sayısı 3 olduğu için
burada mutlak geçen tâbir, kayıtlı olan diğer rivayetlere göre yo­
rumlanır.» Şu halde fıkranın mânâsı şöyle olur: Taş ile istincâ ya­
pan kimse kullandığı taş sayısının çiftini tek yapsın. Meselâ 3 taş ile
temizlenirse ne âlâ. Şayet 4’üncü taş kullanma ihtiyacını duyarsa
bu takdirde 4 taş ile yetinmeyip 5'inci taşı da kullanmak süreliyle
taş sayısını teklesin.
Hadîsin ikinci fıkrasında kürdan ve benzeri bir şeyle dişini kur­
calayarak dişleri arasında kalmış olan yemek kırıntılarını çıkaran
kimsenin bunu yutmamasını ve dışarı atmasını emrediyor. Çünkü
bu şekilde dişler arasından çıkarılanı yutmak tiksindiricidir. Fakat
dil ile çıkarılan kırıntıları yutmak tiksindirici olmadığından yutul­
ması uygun görülüyor. Mamafih aksi hareket yasaklanmıyor. Ba­
zıları fıkrayı şöyle yorumlamışlardır: Dişler arasında kalan kırın­
tıları ister dil ile ister kürdan gibi bir şeyle çıkaran kimsenin bunu
atması isteniyor. Ama yemekten sonra diş etleri üzerinde veyâ da­
mağa yapışan yemek kalıntısını dilini dolamak sûretiyle çıkaran

Siinen-t îbn-i Mâce — P .: 34


530 SÜNEN-İ İBN-t MÂCE

kimsenin bunu yutması arzulanıyor. Çünkü dişler arasında kalıp


da bilâhare çıkarılan kırıntılar genellikle tiksindirici olur. Bunun
atılması daha uygun sayılıyor.
Hadisin üçüncü fıkrasında ise abdest bozmaya varıldığında giz­
lenmek ve halkın gözlerine görünmemek tavsiyesi yapılıyor. Nor­
mal ve tabii bir sığmak bulünmadığı takdirde kum tepeciğinin ar­
kasında oturmak sûretiyle gizlenme yolu gösteriliyor. Bu fıkranın
sonunda gizlenmenin hikmeti anlatılıyor. Bu da şeytanın abdest boz­
ma yerinde bulunması ve burada insana kötülük yapmaya çalışma­
sıdır. Abdest bozma yerinde Allah’ın -zikri yapılmadığı için şeytan
burada rahatça cirit oynar. Bu yorum şekline göre fıkrada geçen
«Makâid» kelimesi ile kazâ-i hâcet için oturulan yerler kasdedilmiş
olur. «Makâid» tâbiri ile insanın belden aşağı bedeni kasdedilmiş
olabilir. Yani belden aşağı vücud örtülü olmadığı takdirde şeytan
bununla oynar. Sahibine vesvese verir.

T E R C E M E S İ

338) Bize Abdurrahman bin Ömer, Abdüimelik bin es-Sabbâh’tan,


(yukarda geçen) isnadı ile ayni metni rivâyet ederek bu fıkrayı da ilâve etti:

«Gözüne sürme süren kimse de (sürme sayısının çiftini) tek yap­


sın. (Bunu) yapan kimse iyi etmiş olur. Böyle yapmıyan da güna­
ha girmiş olmaz. (Dişler arasında veya diş etleri ve damak üzerin­
de kalan yemek kırıntılarını) dili ile çıkaran kimse onu yutsun.»"

tZ A H 1
337 ve 338 nolu hadislerin metni aynı olup 338 nolu hadiste gö­
ze.sürülen sürmenin de çift değil tek defa yani birer veya üçer ve­
yahut beşer defa... sürülmesinin daha iyi olduğu hüküm bulunuyor.
İki hadisin senndi yani râvileri aynidir. Yalnız müellife bildiren
yahut beşer deiu...-sürülmesinin daha iyi olduğu hükmi bulunuyor,
diğerinin râvisi ise A b d u r r a h m a n b i n Ö m e r ’ dir.
B a b : 23 K İT A B Ü T T A H Â R E V E Ş Ü N E N ÎH Â

. j* aj (.r-Jİ 4*0-4 '■JÎIjj* J

TERCEMESİ

339) “.., Ya'lâ bin Mürre ( R a d t y a l l â h ü a n k ü m rivâyet edildiğin


S y â e n e
görebabası (Mürre binV eheb) ( R a d ı y a l l â h ü a h h ) şöylesöylemiştir:
Bir yolculukta ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in
beraberinde idim. Bir ara abdsetini bozmak istedi de bana şöyle bu­
yurdu :
«Şu iki eşâe’ye git (Veki' dedi ki eşâe ile küçük hurma ağaçla­
rım kasdediyor) ve onlara de ki t Gerçekten Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bir araya gelmenizi emreder.» Bunun üzerine o
iki hurma ağacı bir araya geldi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) de bu ağaçların arkasında gizlenerek ihtiyacını giderdi. Son­
ra bana şunu buyurdu:
«Bu iki ağacın yanına git ve onlara eski yerlerine dönmelerini
söyle.» Ben de (gidip) söyledim. Ağaçlar da eski yerlerine döndüler.
N o t : Bu hadis için İnes’ln hadisinden ve tbn-i Ömer’in hadisinden birer
şahidin bulunduğu ve Tirmizi şahid durumundaki her iki hadisi de Cami’inde ri­
vayet ettiği Zevâid’de bildirilmiştir.

tZ A H 1

Bu hadis de abdest bozmak istendiğinde bir siper arkasında dur­


manın ehemmiyetini belirtiyor. Burada dikili yeşil iki hürma ağacı­
nın bir mûcize kabilinden bir araya geldikleri ve tekrar yerlerine
532 SÜNEN-İ İBN-t MÂCE

döndükleri ifade ediliyor. Hadisin senedinde, olayı anlatan ilk râvi


Mürre bin Veheb (Radıyallâhü anh) ve onun râvisi de
Oğlu Y a ’ l â ’ dır. S i n d i şöyle der; «Zevâid müellifi Ya'lâ'dan
babasına dayalı hadîs işitilmemiştir. B u h â r i , bu rivâyet bir
yanılmadır. E b û B e k i r b i n E b i Ş e y b e bu hadîsi
V e k i ’ den rivâyet etmiş fakat M ü r r e ’ ye dayatmamıştır. (Ya­
ni ilk râviyi M ü r r e değil, onun oğlu olan Y a ’ 1 â ’ yi göster­
miştir. Doğru olan sened de budur, der. (Şu halde Peygamber (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem) ile yolculuk eden ve anlatılan olaya şâhid
olan zât M ü r r e değil, yine Sahâbe'den olan oğlu Y a ’ l â ' dır.)
A h m e d*in aym hadis için naklettiği sened de Y a ’ l â bin
S iy a b e ’ ye dayanır, t b n - i S i y â b e bahis konusu Y a ' -
1 â ’ nin künyesidir. S i y â b e onun anasının adıdır.» Yine Ze-
vâid’in beyânına göre bu hadis’e şâhid durumunda olan ve birisi
E n e s (Radıyallâhü anh) ’den, diğeri de t b n - i Ö m e r (Ra-
dıyallâhü anh) 'den rivâyet olunan iki hadîsi T i r m i z i rivâyet et­
miştir.

T E R C E ME S Î

340)...“ Abdullah bin Ca’fer ( Radtyallâhü anhümâ) ’den şöyle dediği rivâ­
yet edilmiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abdest bozmak için da­


ha ziyade, yüksekçe bir şey veyâ hurma duvarı (veyâ sık hurma
ağaçlan) arkasmda saklanmak isterdi.”

İ Z A HI

Hadiste geçen «Hedef» kelimesi ile bina, kaya ve kum tepeci­


ği gibi yüksekçe yer kasdedilmiştir.
Yine hadîste bulunan «Hâiş-u Nahl» ise S i n d i bunu toplu
hurma ağaçlan diye açıklamıştır. N e v e v I ise hurma bahçesi
duvan olarak izah etmiştir.
Bab: 24 KİTABÜ-T’TAHÂRE VE SÜNENİHÂ 533

jl». (j\ t JC * i dr -ı^ ! tjjlâüi JS . i-^»k» oU*»! ■.ı»t_>lÎ


. “Jk»jU ) JUJİ j . * ^Us3».V! la - : J&j. j *>W1^ Oüi)<

T E R C E M E S İ
341) “.., İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhumâyden rivâyet edildiğine göre
şöyle söylemiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir sefer ana yoldan
çıkarak dağ yoluna girip gitti. Biraz sonra küçük abdestini bozdu.
Abdestini bozarken (Gözlere pek görünmemek ve yere yaklaşmak
amacı ile bacaklarım o derece açtı ki) iki uyluk kemiği yerinden
çıkar diye gerçekten O’na acıyordum." (26)
N o t : Zevâid’de : Bu hadisin isnadının zayii olduğu belirtilmiştir. Buharî de :
(Senedin râvilerinden) Muhammed bin Zekvân’in hadisleri münkerdir, demiştir,
îbn-i Hibbân da önce onu sikalardan saymış ise de bilahare onu zayıflardan say­
mış ve : Artık onun rivayeti hüccet sayılmaz, demiştir. Nesei ve Darekutni de onu
zayii görmüşlerdir.

»Jûc

24 — ABDEST BOZMAK ÜZERİNDE TOPLANMAKTAN


VE ORADA KONUŞMAKTAN NEHİY BÂBI

(26) Parantez içi ifade hadisin açıklanması için benim ilâvetndir. Bu açık­
lamada yanılmadığımı umarım.
534 SÜNEN-Î İBN-Î MÂCE

T E R C E M E S İ

342) “... Ebü Saîd-i Hudrî (Radtyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine gö­
re Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«İki kişi abdest bozmak üzerinde birbirinin avret yerine baka­


rak fısıldaşamazlar ( = Fısıldaşmasmlar). Çünkü Allah (Azze ve Cel-
le) buna çok kızar.»”

İZAHI
î b n - i M â c e h bu hadis için üç sened zikretmiştir. Birin­
ci seniedde M u h a m m e d b i n Y a h y a , A b d u l l a h b i n
R e c i', İ k r i me bi n A m m â r . Y a h y a b i n Ebi
K e s i r , H i l â l b i n I y â z ve E b û S a i d - i H u d r î
(Radıyallâhü anhüm) bulunur. Diğer senedde ise M u h a m m e d
bin Yahya, Sel m bin İ b r â h i m e l - V a r r â k .
İ k r i m e , Y a h y â b i n E.bi K e s i r , I y a z b i n H i l â l
ve E b û S a i d - i H u d r i bulunur. M u h a m m e d b.
Y a h y â dedi k İ: «Doğru olan bu (ikinci) seneddir.»
Müelliften itibaren üçüncü râvi, birinci senedde A b d u l l a h
b i n R e c â ’ dır, diğer senedde i s e S e l m b i n İ b r â h i m
e l - V a r r â k ’ dır. Diğer râviler ayni zatlardır. Yalnız E b û
S a i d - ı H u d r i*.nin râvisi olan zâtın isminde ihtilâf vardır.
Bâzılanna göre bu râvinin adı H i l â l b i n I y â z ’ dır ki; bi­
rinci senedde böyle anılmıştır. Diğer âlimlere göre ise ismi I y â z
b i n H i l â l ’ dır. Burada müellifin şeyhi M u h a m m e d b i n
Y a h y â da « I y â z b i n H i l â l » ismi doğru ve diğer is­
min yanlış olduğunu ifâde etmek istemiştir. Nitekim Hulasa müel­
lifi de 301’inci sahifede şöyle söyler:
I y â z b i n H i l â l veya H i l â l b i n I y â z , E b û
S a i d - ı H u d r î ’ nin râvisidir. Kendisinin râvisi de Y a h y â
b i n . E b i K e s i r ’ dir. İ b n - i H i b b a n sika râviler bah­
sinde demiştir k i: Doğru olan ismim I y â z b i n H i l â l ' dır.
Müellifin üçüncü senedindeki I y â z b i n A b d i l l a h ise
başka bir zattır. Bu da E b û S a i d - ı H u d r i ve E b û H ü ­
r e y r e ’ nin râvisidir. Sikadır. (Hulasa Sah. 301)
S i n d i diyor k i: Kişilerin abdest bozarken birbirleri ile ko­
nuşmaları ve yek diğerinin avret mahalline bakmaları bu hadisle
yasaklanıyor. Ancak abdest bozmakta olan kişinin abdest bozmak­
la meşgul olmayan şahıslarla da konuşmasının yasaklığı bu hadisten
Bab : 25 KİTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 335

anlaşılıyor mu? Eğer hadîste yasağın dönüm noktası kişinin abdest


bozması vaziyeti ise, bu da yasaktır. Maksad, bu halde kimse ile
konuşmamaktır. Abdest bozma yerinde genellikle abdestini bozan­
lar bulunduğu için hadiste özellikle bunların birbirleri ile konuşma­
ları yasaklanıyor. Bunların başka kimselerle de konuşmaları aynı
durumdadır.
Abdest bozma yerinde birbirlerinin avret mahalline bakmalan
çok çirkin bir şey olduğu için takbih maksadı ile zikredilmiştir. Bi­
lindiği gibi yalnız abdest bozarken değil, her yerde ve her durum­
da kişilerin birbirlerinin avret mahalline bakmaları haramdır. (Di­
nen câiz görülenler müstesna).
H a n e f i ve Ş a f i i mezheblerine göre abdest bozarken
her hangi bir kimse ile konuşmak mekruhtur. Ancak zaruret ha­
linde meselâ gözü görmeyen bir kimsenin tehlikeyle karşılaşması
hâlinde onu uyarmak için konuşmak mekruh değil, bilâkis icabında
vâcip olur. (27)
Üçüncü senedde ise M u h a m m e d b i n H a m i d, A l i
b. E b i B e k i r , S ü f y â n - i S e v r i , İ k r i m e b. A m -
m â r , Y a h y â b, E b i K e s i r ve l y â z b i n A b d i l ­
l a h bulunur.

aJT1J\ ,11i J J^Jİ ^ j d l (to)

25 — DURGUN SUDA KÜÇÜK ABDEST BOZMAKTAN


NEHİY BÂBI
\

/ l »• ,| \ * •"* ■*.* ^ • t»I i * S i • & ~ - - - .. . . .


i oc * ü. Cf' * u* . c/ — T ir

. jjJ y ı .Utj £ -i\ i g ş > J/ .; y

T E R C E M E S İ

343)“... Câbir (Radıyallâhü anhyâen rivâyet edildiğine göre kendisi şöyle


demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) durgun suda küçük


abdest bozmayı yasakladı.”

(27) îbn-i Abidin i. Sah. 252 ve Nihayetü'l-Muhtae ciid 1 Sah. 98. 99


536 SÜNEN-İ İBN-1 MÂCE

‘ S K fü } Cf-< j l l y\ Uf. & S ,j\ 3 JC" —tt 1

. t fy js  S \ j • jT ir f * j j : y , n >13^ o&; ou- * y «U

T E R C E M E S İ
344) “... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine göre,
kendisi, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Sakın hiç biriniz durgun suda küçük abdest bozmasın.»"

. 3 S t e l- . £ 2 :3 t e \ j > k - r ı *

’f I » |t| O j- j c)U ; OU ‘ yp y l <>* < 13 ' £


* ** * *

. « çSiüUUIj

İjfc-O c**i\ O?' V İ t j J İ ı j î <jd . u u w î •A’ l j j l l (_j

. « r'Ui 41» JüL

T E R C E M E S İ

345) “... İbn-i Ömer (Radtyallâhü anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre


kendisi, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Sakın hiç biriniz birikmiş suda küçük abdestini bozmasın.»”

N o t : Bu hadisin râvllerinden İbn-i Ebl Ferve’nin adı İshak olup rivayetinin


terk edilmesine âlimler ittifak ettiği gerekçesi ile Zemrâid müellifi b u isnadın zayıf

olduğunu söylemiştir. Sahihayn’de aj Vj JI 6Ü I *■ «Devamh ( — durgun)

suda» tabiri ile geçer.

ÜÇ HADÎSİN İZAHI

Durgun suda küçük abdesti bozmayı yasaklıyan bu hadislerin


metinleri aynı mânâyı ifade ederler. Lafızlarındaki farklılık mânâ­
ya tesir etmez. B u h â r i ve M ü s l i m ' deki rivâyette:
Jl -ili i <J tâbiri bulunur ki; o da «Durgun suda» diye açıklan­

mıştır.
Bab: 25 KİTABÜ-T"TABtÂBE VE SÜNBNÎHA 537

M ü s 1 i m ’ in Taharet Kitâbı’nm 27’nci babında rivâyet edilen


benzer hadîsin açıklaması bahsinde N e v e v i ezcümle şöyle
der:

«Durgun suda küçük abdest bozmak hakkında konan bu yasak


bâzı sular için haram, diğer bir kısım sular için de kerâhat mânâ-
sındadır. Şöyle ki:

1. Akan çok su içinde küçük abdesti bozmak haram değildir.


Çünkü yasak, durgun suya aittir. Fakat akan ve çok olan su içinde
küçük abdesti bozmaktan sakınmak daha iyidir.

2. Akan su az ise; arkadaşlarımızdan bir cemaate göre içinde


işemek mekruhtur. Fakat muhtar kavle göre haramdır. Çünkü
Ş a f i i ve başka müctehidlerin mezheplerine göre o su necis ol­
muş olur, kirletilmiş olur. Başka adamlar o suyu temiz sanarak kul­
lanabilir ve aldatılmış olabilirler.

3. Eğer su durgun ve çok ise arkadaşlarımıza göre içinde işe­


mek mekruhtur, haram değildir. Eğer haramdır demiş olsaydı isa­
betli olmaktan uzak sayılmazdı. Çünkü muhakkik âlimlere ve usûl-
cülerin ekserisine göre yasaklama haram kılınmayı gerektirir. Ay­
rıca yasaklama nedeni olan kirletme burda da mevcuttur. Yasakla­
manın diğer nedeni olan necis etme husûsuna gelince, eğer işeme
ile bu suyun evsafı değişmiş ise necis sayılması, icmâ ile sabittir.
E b û H a n i f e ve ona muvafakat eden âlimlere göre bir tara­
fı hareketlendirildiği takdirde karşı tarafında da hareket görülen
su, içine necasetin düşmesi ile pis olmuş olur.

4. Durgun ve az su içinde abdest bozmaya gelince, arkadaşla­


rımızdan bir cemâate göre mekruhtur. Fakat doğru ve muhtar olan
kavle göre haramdır. Çünkü, karışan sidik, onu necis eder, kullanıl­
maz hale sokmakla mal olmaktan çıkarır, bilmeden başkasının onu
kullanıp aldanmasına sebep olur.
Âlimler demişler ki suda büyük abdesti bozmak küçük abdesti
bozmak gibidir, hattâ daha çirkindir. Bir kab içinde abdesti bozup
onu su içine dökmenin hükmü de su içinde abdest bozmak hükmü
gibidir. Kezâ, bir su kenarında küçük abdest bozmak süretiyle si­
diğin akıp suya kanşmasma sebebiyet vermenin hükmü de aynidir.
Bütün bunlar mezmum, çirkin ve yasaklanan kötü şeylerdir. Hattâ
âlimler, su yollarında ve suya yakm yerlerde suya kanşmasa bile ab-
dest bozmayı mekruh görmüşlerdir. Çünkü Besûlullah (Sallallahü
538 SÜNEN-! İBN-1 MÂCE

Aleyhi ve Sellem) su yollarında abdest bozmayı yasaklamıştır. (328


noiu hadise müracaat). Sohra bu pisliğin suya karışması tehlikesi
vardır. Bir de gelen geçenlere eziyet verilmiş olur.»

26 — SİDİK HAKKINDA TEŞDÎD BÂBI

^.j ’u * ‘ Cjc ‘ y. f ^ (i.' ->*3

. ÂîjjSI j < j lllic- •< ^ > -ü

. s îp ’l 3 j ? : *r V ^ . . Ü J| a Ç .^ r

i 3 ^ j ~ i (J-; <—>V^>\ İ» L»1 ! »3 ^ ** <

■ * * j î * ı J '—>-*-** • d ü i *j« *^ • 3 li|

^ î - ^ V I l*l-->i . /ç- û" 4Ji' Ju*£ u ; . |<rC j>\ u ? : * JH ~ , j j V - ir t j> 3 3 &


•" >»ı" • ir
• ./ a»

TERCEM E S 1

346) “... Abdurrahman bin Haşana (28) (Radtyallâhü anh) ’den şöyle de­
diği rivâyet edilmiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (bir defa) elinde bir


daraka (29) bulunduğu halde bize çıkıp geldi. (Bu arada) elindeki
kalkanı siper yaparak oturdu ve ona doğru dönüp küçük abdestini
bozdu. Orada bulunanların birisi: O’na bakınız kadm gibi küçük
abdestini bozuyor, dedi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
onu duydu da bunun üzerine şöyle buyurdu:
«Sana yazıklar olsun! Beni İsrail’in sahibinin başına geleni bil­
medin mi? Onlara sidik isabet ettiği zaman, sidiğin dokunduğu ye­
li makaslarla keserlerdi (çünkü şeriatları bunu gerektirirdi). Son-

(28) Bu zat, Sahâbl'dir. Şarahbil’in kardeşidir. Râvisi Zeyd b. Veheb’dir.


Hulasa sahife 226
(29) Daraka : Sığır derişindim mamul ve içinde hiç bir şey bulunmayan kal
kandır.
Bab: 26 KİTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 539

ra Benî İsrail'in sahibi, onlan, kesmek işinden menetti. Bunun ne­


ticesinde kabrinde tazib edildi.»
Ebü’l-Hasan bin Seleme dedi k i: Bize Ebû, Hatim, ona Ubeydul-
lah bin Müsâ, ona El-Â'meş (Radıyallâhü anhüml'den rivayetle ay­
nı hadis metnini zikretti.» (Yani el-A'meş’ten sonra ikinci bir se-
nedle de hadis, müellife rivâyet edilmiştir.)”

İZAHI

Sidik damlalarından şiddetle kaçınmanın gereğine ait hadîsler


için açılan bu bâb’m ilk hadisinde Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)‘in küçük abdestini bozması için halkın gözünden gizlenmek
ve üzerine sidik damlalarının sıçramasından sakınmak isteği ile elin­
deki kalkanı kendisine siper yaptığı, sipere doğru oturup su dök­
tüğü ifâde ediliyor. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)‘ın edep
ve hayâ örneği olan bu davranışını kadınların davranışına benzet­
mek süretiyle ayıplayan şahsın münafıklardan olduğu söylenmiştir.
Bu şahıs. Resûl-i Ekrem'in koyduğu bir mârufu (= F i ’li sünnetini)
kınamak süretiyle nehiy etmiş olduğu için mârufu nehiy eden Beni
Isrâil’in sahibine benzemiş olur. S i n d i diyor k i: Rivayetlerin
tetkiki, bu şahsın münafıklardan olmayıp müzminlerden olduğu ihti­
maline ağırlık veriyor. Mü’min olan bu şahıs, alışkın olduğu câhi-
liyet âdetine muhalif gördüğü bu duruma hayret etmiş ve yeni müs-
lüman olduğu için hayret ettiği durumun değerini kavnyamadığı için
bu sözü söylemiş olmuştur.
Hadisin «Kadın gibi küçük abdestini bozuyor» fıkrasındaki ben­
zetme ile ilgili olarak da S i n d i şöyle söyler;
« N e v e v I ‘-ye göre bu benzetme, halkın gözünden gizlenmek
bakımındandır. Çünkü Araplar, erkeklerin abdest bozarken gizlem
melerinden hoşlanmazlardı ve gizlenmenin erkeklerin onuruna ya­
kışmadığını sanırlardı.
Bahis konusu benzetmenin küçük su dökerken oturmak bakımın­
dan olduğunu söyleyenler de olmuştur. Bazıları d a : Hem oturmak
hem de gizlenmek hususu benzetme yönünü teşkil eder, demiştir.
Arapların âdeti küçük abdesti ayakta bozmak idi. Onların otu­
rarak su dökmeyi yadırgadıkları bâzı rivâyetlerde belirtilmiştir.»
Hadisin: «Onlara sidik isftbet ettiği zaman sidiğin dokunduğu
yeri* fıkrası... ile ilgili olarak S i n d i diyor ki: «Sidiğin dokun­
540 SÜNEN-Î İBN-Î MÂCE

duğu yer elbiseden olduğu takdirde o yeri makasla keserlerdi. Bu


yer elbiseden olsun bedenden olsun keserlerdi, diyenler de vardır. Bu
kesmek işi şeriatlarının bir emri idi. Onların sahibi, kendilerini bu
mâruf (dinî vecibe) den nehiy ettiği ve bevilden kaçınmalarım en­
gellediği için kabir azâbına müstahak oldu... Peygamberlerin küçük
abdest bozma âdâbını yadırgayarak bundan nehiy edenin durumu
onun nehyine benzer, dolayısıyla ta’zibine sebep olabilir.

t i ^ d ) £ J* . jO — T İV

• ^ î)j~ j â* ‘ 'if * Oc

- « ^ yı Uij

T E R C E M E S İ

347) “... (Abdullah) İbn-i Abbâs (Radtyaîlâhü anhümâ)'den şöyle dedi­


ği rivâyet edilmiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir defa) yeni iki kab­
rin yanından geçti v e :
«Şüphesiz bu iki kabir sahibi tazib ediliyorlar. Hem de muaz-
zeb olmaları büyük bir şeyden dolayı değildir. Bunlardan birisi si­
dikten sakınmazdı, diğeri ise koğuculuk ederdi.»"

t < Â i l u ? . 6^*12 • ~ T tA

. « I » ܧ> <3^ ^ü* ‘ X $ * d .^

. JJliyut 4İJ ( ök*l I .1» J

T E R C E M E S Î

348) "... Ebû Hüreyre (Radıyallâhü a»A)’den Resûlullah (Sallallahü


Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, dediği rivâyet olunmuştur:

«Kabir azabının ekserisi sidik (ten sakınmamak! tan dolayıdır.»"


N o t : Zevâid müellifi, bu hadisin isnadı sahih olup onu teyid eden şâhidler
vardır, demiştir.
Bab : 26 KİTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 541

y j j i . üÇû. cf İ . /»jfjj £ . \l} j>,1\Lsja — T t\


''V * *** j *^
• A~«*J *iJ <J* * ci^ • ^ I ©A>* jA {J

. a 5tî*^ <iİ-*â_*^â ji- VÎWlj. ci ‘-»•4-^* M . j3 ^ j Uj

â. J—f- j* |j& i*â» jj ı^Jji-1


■ vİ • <—>!^u»3t . (_»!_,wys ,_j o

TERCEMESİ

349) “ ... Ebû Bekre (Radtyallâhü an A ) ’den şöyle dediği rivâyet edil­
miştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki kabrin yanından


geçti ve *
«Gerçekten bunlar azab edilmektedir. Azabları da büyük bir
şeyden dolayı değildir. Bunların birisi sidik (ten sakınmadığı) için
tazib ediliyor. Diğeri ise gıybet (ettiği) için muazzebtir.»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Buhâri’nin rivayetinde (gıybet yerine) ko-
ğuculuk ifadesi var. Taberî el-At’raf’da bu hadisi Yahyâ aracılığı ile Abdurrahman
bin Bekre’den, o da Ebu Bekre’den rivayet etmiştir, doğrusu da oradaki rivayettir.

î b n - i A b b â s ’ tan rivâyet edilen (347 nolu) hadîs B u h â -


r î ve M ü s 1i m ’ de daha uzun metinle rivayet edilmiştir. M ü s ­
l i m ' i n «Bâbu Necâseti’l-Bevl...» bölümünde rivâyet olunan bu ha­
dîsin açıklamasını yapan N e v e v i ezcümle şöyle söyler:

'Hadîsin: ti
= «Ve bu iki kabir sahibinin azâbı büyük bir şeyden dolayı de­
ğildir.» fıkrasına gelince, B u h â r i ’ nin Edeb kitâbmın En-Nemî-
me bâbındaki rivâyeti şöyledir:

=s «Ve bu iki kabir sahibinin azabı büyük bir şeyden dolayı de­
ğildir. Halbuki o şey aslında büyük (günah)tır...» B u h â r i ’ nin
Vudû kitabındaki rivâyetinde de fıkra şöyledir:
SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

as «Ve bu iki kabir sahibinin azabı büyük bir şeyden dolayı de­
ğildir. Bilâkis o şey şüphesiz büyük (günah) tır...» Anılan kabir sa­
hiplerinin tazibine sebep olan suçun büyük olduğu, B u h â r i ’ nin
bu iki rivâyetindeki; A jjj veya;

cümlesi ile sabittir. Bu duruma göre hadisin jlS "joo L «j


** **
— «Ve bu iki kabir sahibinin azabı büyük bir şeyden dolayı de­
ğildir...» fıkrasının tevili gerekir. Âlimler bu hususta iki tevil zik­
retmişlerdir :

Birinci tevil: Kabir sahihleri bu suçun büyük olmadığını san­


mışlardı.

İkinci tevil: Bu suçtan sakınmak kabir sahihleri için büyük bir


sorun değildi. Rahatlıkla bu suçtan uzak kalabilirlerdi. Merhum
K a d ı I y â z şu üçüncü tevili de nakletmiştir: Azablarma se­
bep olan suç büyük günahların en büyüğü değil idi. Bu son tevile
derim ki; Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in bu söz ile
maksadı halkı sakmdırmaktır. Yani kimse sanmasın ki tazib ancak
en büyük günahlardan dolayıdır. Çünkü tazib başka günahlar yü­
zünden de olabilir. Nitekim işte oldu.

Bu iki suçun büyük günahlardan olduğunun sebebine gelince, si­


dikten sakınmamak, namazın bozulmasını gerektirir. Kılman na­
maz kılınmamış sayılır. Bu nedenle sidikten kaçınmamak büyük
günahtır. Koğuculuk ve fesatlık ise en çirkin şeylerdendir. Bilhassa
bunu itiyad haline getirmek çok kötü bir şeydir. Kabir sahibinin bu
çirkin şeyi defalarca işlediği hadisin.- «Koğuculuk ederdi» tâbirin­
den anlaşılır.
B u h â r i ve M ü s l i m ’ in rivâyetinde hadis metninin de­
vamında râvi t b n - i A b b a s (Radıyallâhü anh) şöyle buyu­
rur :
«... Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) taze bir hur­
ma dalııu istedi. Getirilen dalı ikiye bölerek bu iki kabir üzerine bi­
rer parça, dikti. Bunun hikmeti sorulunca da Resûlullah (Sallallâhü
Aleyhi ve Sellem): «Bu dallar yaş kaldığı müddetçe azablarmın ha­
fif kılınacağı umulur» diye cevap verdi.»
Kabir üzerine yaş hurma dallarının bırakılmasının hikmetine
gelince âlimler şöyle yorumlamışlar: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi
Bab : 28 KÎTABÜ-TTAHÂRR VB SÜNENİHÂ 943

ve Sellem) kabir sahipleri için şefâat dilemiş ve bırakılan dallar ku-


ruyuncaya kadar azablannm hafif kılınması kabul edilmiştir.
Konan dallar kuruyuncaya kadar Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'in kabir sahihlerine duâ etmesi muhtemel olup bu neden­
le azablannm bu sürece hafifletilmesi umulmuştur, diye yorum yapıl­
mıştır.
Bâzı âlimler de dallar yaş durdukça teşbih ederler, kuru dal ise
teşbih etmez, diye yorumda bulunmuşlardır.
O " * - • > M '
Nitekim, i| Cr* — «Ve hiç bir
varlık yoktur ki O’nu hamd ile teşbih etmesin...* buyurulmuştur. (30)
Müfessirlerin çoğu böyle yorumlayarak demişler k i: Âyette geçen
şeyden maksad yaşıyan şeydir. Her şeyin yaşaması kendisine öz­
gü bir tarzdadır. Ağaç kurumadıkça, taş kesilmedikçe yaşarlar. Fa­
kat muhakkik olan müfessir ve başka âlimler âyetteki Şey kelime­
sine yaşama kaydını koşmamtşlardır. Buna göre yaş, kuru her şey
Allah’ı teşbih eder. Her şeyin Allah’ı teşbih ediş tarzı hususunda
iki görüş vardır. Bir görüşe göre her şey bir eser olup sânii (yapı­
cısına delâlet eder. Hâl lisanı ile Allah’ı teşbih ve tenzih eder. Ya­
ni her türlü eksiklerden pâk ve nezih olduğuna delâlet eder. Mu­
hakkik âlimlerce desteklenen diğer görüşe göre yaş ve kuru her
şey hakikaten Allah'ı teşbih eder. Allah Teâlâ taş hakkında:
\ ^ y e . % ^ ^ ^ ^ • 'm •

.uil iy~* U lyJL* ss «Ve şüphesiz taş­

lardan öylesi bulunur ki. Allah korkusundan aşağıya düşüverir*...


(31) buyurmuştur.
Cansızların duygu sahibi kılınması aklen mahal değildir. Bu
durum nass ile bildirilince ona dönülür.

Âlimler bu hadise dayanarak kabir yanında K u r ’ â n - ı K e ­


r i m ’ i okumayı müstahap sayarak demişler k i: Yaş hurma dalı­
nın teşbihi ile azabın hafifletilmesi umulurken K u r ’ a n tilâve­
ti ile azabıntahfifi daha çokumulmaya değer. B u h â r i ’ nin be­
yânına göre Ashab'dan B ü r e y d e b i n E l - H a s ı ' b E 1-
E s 1 s m I (Radıyallâhü anh), kabrine yaş olan iki hurma dalının
konmasını vasiyet etmiştir.

(30) isrâ, 44
(31) Bakara, 74
544 SÜNEN-l İBN-Î MACE

HADİSTEN ÇIKARILAN ŞERİ HÜKÜMLER

1. Kabir azabının varlığı isbat ediliyor. Hak ehlinin mezhebi


de budur. Mutezilîler buna inanmazlar.
2. Sidik damlaları necis ( = pis) tir.
3. Koğuculuk ağır günahlardandır.
N ev ev i (Rahimehullah)’nin verdiği izah burada bitti. (32)
t **
^ (TV)
27 — KÜÇÜK ABDEST BOZARKEN KENDİSİNE
SELÂM VERİLEN ADAMIN DURUMUNUN
BEYÂNI BÂBI

T E R C E M E S İ
350) “... El-Muhâcir bin Kunfuz bin Umeyr bin Cuz’ân (RadtyaUâkü
ank)’dtn rivâyet edildiğine göre şöyle söylemiştir:

Nebi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) küçük abdestini bozarken


ben yanma varıp selâm verdim. O, selâmımı hemen almadı. (Abdest
aldıktan sonra selâmı cevapladı) ve abdestle meşguliyetini bitirince
şöyle buyurdu:
«Senin selâmını (hemen) almama yegane mâni, benim o esnada
abdestsiz olmam idi.»
Ebü'l-Hasan bin Seleme'de; Ebû Hâtim, El-Ensârl, Saîd bin Ebi
Arûbe... senedi ile bu hadisi rivâyet etti."

(32) Müslim’in şerhi Nevevİ ciid 3, sah. 122-124


Bâb: 27 KİTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 545

İ ZAHI

Hadîsin; Li» yJ* j = «O, abdest alırken» cümlesini «O,

küçük abdestini bozarken» diye terceme ettik. Çünkü N e s e î ve


/» > ' " > '
E b û D â v û d ’ un rivâyetinde; «O, küçük abdes-

tini bozarken» diye geçer. î b n - i M â c e h de hadîsi bu bâb’a


almakla aynı yoruma işaret etmiş sayılır. Bu bâb’ta geçen diğer ha-
>\ S ' " > "
dişlerde de; o J - * J cümlesi geçmektedir.

Besûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abdestini tamamla­


dıktan sonra selâm alıyor ve abdestsiz olduğu nedeni Ue selâm al­
madığını belirtiyor. Abdest bozmakla meşgul iken selâm almayışı
tabiidir. Ancak bu meşguliyetten sonra ve henüz abdest almadan
selâm alması beklenirken Peygamber, (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
bu arada selâm almayışının nedenini bildirmekle mazeretini beyan
buyurmuş oluyor ve böylece selâm verenin gönlünü de hoş etmiş ol­
makla güzel ahlâk örneğini vermiş oluyor.

HADÎSTEN ÇIKARILAN FIKHI HÜKÜMLER

1. Abdest bozarken selâm almak veya başka türlü Allah’ı zik­


retmek mekruhtur.

2. Abdest bozarken selâm verilen kişi, işini bitirdikten sonra


selâm alabilir. En faziletlisi abdest aldıktan sonra selâm almasıdır.

. Le'jjvı n -. £ 3 ' ü s ı » . P 3 - r«\

■3 j * *3 6 * İZ **} v < ü j i’ f « ^
** ■j'#n «s-»c« ■>- o ^ <, s/*' ■fr *r- «»•f--^
• |C* i C J ^ » ( AJlC) LimS

• Çf cntıitl î

. jÇ ll* t Âe-jj y \ } JÖ j

Siinen-i îbn-i Mftoe — P .: 35


546 SÜNEN-Î ÎBN-Î MACE

. OWy*jüj Ol ( oyf-i jjc O ; . : $"Îİ-t J'®j


. (v^dl o l j jjb j>t »Sjj . j * â jj Jİ 4*hj 4>* ‘V 0>jİ-' : Is-o_!l JUj

TE R C E ME S İ
351) "... Ebû Hüreyre { Radtyallâhü anhyâtn rivâyet edildiğine göre şöy­
le söylemiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) küçük abdest bozar­


ken; bir adam O'nun yanından geçti ve O’na selâm verdi. Resûl-i Ek­
rem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ise onun selâmını hemen almadı.
Abdest bozma işinden boşalınca iki elini toprağa vurup teyemmüm
etti ve bundan sonra adamın selâmını aldı.”
Not : Râvîlerden Mesleme bin Ali'nin zayıflığı dolayısıyla hadisin isnadı ZevâUl'cte
zayıf olarak gösterilmiştir. Buhari ve Ebu Zur'a da onun hadislerinin miinker olduğunu
söylemişlerdir. El - Hâkim de; Mesleme, el-Etaeâi 'den ve başka zatlardan miinker ve
mevzu hadisler rivayet eder, demiştir. Sindi demiştir ki bununla beraber hadisin metni
Ebu Davud'un Söneninde, Teyemmüm bahsinde İbn-i Ömer ve Ebii’i-Cüheym'in rivayeti
ile gelmiştir.

t Z A H I

E b û D â v û d , bu hadisi Tahâret kitabının 8’inci bâbmda


İ b n - i Ö m e r ' den az bir metin değişikliği ile rivâyet etmiştin
Mânâ yönünden iki rivâyet arasında bir fark yoktur. E b û D â -
v û d ’ un Sünen'inin şerhi El-Menhel'de hadîsin açıklaması yapılır­
ken şöyle söylenir:
«Resûl-i Ekrem'in yanından geçen zât E b u ’ l - C ü h e y m
A b d u l l a h b i n E l - H â r i s ’ tir. Nitekim î m a m Ş â f i i ,
E 1- A ’ r e c tarîki ile yaptığı rivâyette bunu belirtmiş ve Mişkâtü’l-
Masâbih yazan da Teyemmüm bâbmda rivâyet ettiği hadiste bu zâ­
tın E b ü ’ l - C ü h e y . m olduğunu açıkça belirtmiştir. E 1- B a -
ğ a v i, bu hadîsi Şerhu’s-Süıme’de rivâyet ederek hasen olduğu­
nu ifâde etmiştir.
Selâm, Allah’ın adlarından olduğu için abdest bozma hâlinde bu­
nu dil ile söylemeyi hoş görmeyen Resûl-i Ekrem o esnada susmuştur.
Kazâ-i hâcetten sonra da abdestsiz olduğu için yine selâm almamış­
tır. Ancak teyemmüm edince selâm almıştır.
Bâb: 27 KÎTABÜ-T’TAHÂRE VE SÜNENİHÂ 547

HADÎSTEN ÇIKARILAN HÜKÜMLER


1. Selâm almak gibi aslmda vacip olan zikir bile kazâ-i hâcet
esnasında mekruhtur.

2. Müslüman, bu durumdaki kimseye verdiği selâmın karşılı­


ğında selâm almaya müstahak değildir. Neden benim selâmımı al­
madın? diyemez. Resûl-i Ekrem’in teyemmüm alıp adamın selâmı­
nı alışı O’nun örnek ahlâkının bir eseridir; Vâcip değildir. Âlimle­
rin çoğuna göre bu halde zikirle meşgûl olmak tenzihen mekruhtur,
Bâzüarına göre ise tahrimen mekruhtur.

3. Âbdestsiz olarak selâm almak câiz ise de en faziletlisi ab-


destli olarak selâm almaktır.
4. Bâzı H a n e f î âlimleri buna benzer hadislere dayanarak
su bulunduğu halde mendup abdest yerine teyemmüm yapılabilece­
ğini söylemişlerdir. N e v e v i bu hadîsin şerhinde: «Resûl-i Ek­
rem su bulamadığı için teyemmüm etmiştir, diye yorum yapılır. Çün­
kü su varken ve kullanmaya mâni bir hâl yok iken teyemmüm ya­
pılamaz. Hattâ (yine su varken) farz olan namaz vaktinin çıkma­
sı ve kazâya kalması tehlikesi bile olsa yine teyemmüm yapılamaz.
Bu hususta cenaze namazı, bayram namazı ve benzerî namazlar ara­
sında bir fark yoktur. Cumhur’un görüşü budur» demiştir. N e v e -
v i ’ nin bu sözü tahâretin şart olduğu ibâdetlere mahsustur. Selâm
almak için tahâret şart olmadığı için su varken bile teyemmüm ya­
pılabilir, denilebilir,

5. N e v e v î ’ nin beyan ettiği gibi gerektiğinde farz ibâdet­


ler için teyemmüm yapıldığı gibi nâfile namazlar, tilâvet ve şükür
secdesi, K u r ’ a n ’ ı ellemek ve benzerî faziletler için de teyem­
müm yapmanın câiz olduğu, bu hadisten anlaşılıyor. Cumhur’un
görüşü de budur».

L ^ -r«T

j? j* >31 • *3^ â-fr ct ,/Jf û* ‘ cM* <3 ü A-c rf-

« dCLs Şjl t düi cJLt* o\

. 4» >yu* i ojUJ \Jüljjlİ


348 SÜNEN4 ÎBN-Î MÂCE

T E R C E M E S İ

352) "... Câbir bin Abdillah (Radtyallâhü ankümâ)’den rivâyet edildiği­


ne göre şöyle söylemiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) küçük abdestini boz­
makta iken bir adam O'nun yanından geçti ve O’na selâm verdi. Re­
sûl-i Ekrem biraz sonra adama şöyle karşılık verdi:
«Buna benzer hâl üzerinde beni gördüğün zaman sakın bana se­
lâm verme. Çünkü sen şunu yaparsan (selâm verirsen) şüphesiz ben
senin selâmını almıyacağım.»”
N o t: Hadisin isnadının vâhî olduğu çünkü Siiveyd’den başka râviler de bunu
rivayet ettikleri Zevâid'de ifade edilmiştir.

; vû. S

: 3Ü i t rflı' t jl»î. J U jJ l ly‘- ı jC ii- ı Sjla j> | L;

»1‘ *ı" "ı' • -*t ■*' " Ajkf * .11 l'«V '

• j */v. .c lıc !• i 4uJI i •£’II, ı In ^>ı>

T E R C E ME S İ

353) îbn-i Ömer ( Radtyallâhü anhümâ)’dan rivâyet edildiğine göre


şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) küçük su sökerken bir
adam O'nun yanından geçti ve O’na selâm verdi. (Fakat) Resûl-i
Ekrem onun selâmını almadı.”
N o t: Zevâid'de beyan edildiğine göre Buharl hariç Kütüb-i Hamse’de îbn-i
Ömer (R -A .)’in bu hadisi rivâyet edilmiştir.

*111» »IskûLuVi ‘ (ta )

28 — SU İLE İSTİNCÂ BÂBI


»* ,*
<y- ‘ 'c f 'c f \V •*i£ — f 61
" * t * "
■ lj~ * VI [y * <jrJ » ji.', c jl fj ^ :c Jl5i Â-lîC *i <aM Vl
Bât): 28 KİTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 549

TERCEMESÎ

354) **... Aişe (RadtyaUâkü a n k â)’nin şöyle dediği rivâyet edilmiştir:

Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’i büyük abdestini


bozup da su İle taharetlenineden (helâdan) çıktığını katiyyen görme­
dim."

İ Z A H I

S i n d i bu hadîsin açıklaması bahsinde şöyle söyler:


T i r m i z i ’ de Hz. Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) ’den rivâyet
edildiğine göre kendisi: «Ey kadınlar, eşlerinize su ite taharetlen­
melerini siz söyleyiniz. Çünkü İmi erkeklere bunu söylemekten uta­
nıyorum. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) su ile taharetle­
niyordu» demiştir. T i r m i z i bu hadisi naklettikten sonra hadî­
sin hasen- sahih olduğunu ve ilim adamlarının teamülünün böyle
olduğunu, yalnız taş ile istincâyı câiz görmekle berâber su ile yıkan­
mayı tercih ettiklerini söyler.

• *—’ ^*1 vjH<>. <££ t Jü! ^

TERCE MES İ

355) “... Ebû Siifyan (33) (Rûdtyallâkü ankyûen rivâyet edildiğine gö­
re şöyle söylemiştir:

(33) Talha bin Nâfi Ebu Siifyan el-Mekkl eî-Kurayşİ, bu senedde mezkûr Sa-
habllerin ve İbn-i Abbas’m ravisidir. Kendisinden de A ’meş, Husayn bin Abdir-
rahman ve İbn-i İshak rivayet etmişler. İbn-i Hibban onu sika saymıştır. (Hu­
lâsa. 180)
550 SÜ N E N *! İB N -l MÂCE

Bana Ebû Eyyûb El-Ensâri, Câbir bin Abdillah ve Enes bia Mâ­
lik (Radıyallâhü anhüm) haber verdiler ki şu âyet nâzil oldu:

«...Orada (= Kuba mescisinde) pisliklerden iyice temizlenmeyi


seven adamlar vardır. Allah da böyle çok temizlenenleri sever.»
(Tevbe sûresi, ,âyet, 108).
Ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ey Ensâr otpluluğu! Temizlik hakkında şüphesiz Allah sizi öv­
dü. (Yukarıda meâli verilen âyeti indirdi) Sizin övgüye lâyık temiz­
liğiniz nedir?» buyurdu.
Onlar da :
Biz namaz için abdest alırız. Cünüplükten dolayı boy abdesti
alırız ve (abdest bozunca) su ile tahâretleniriz, diye cevap verince
Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«İşte budur temizliğiniz. O halde bu temizliğe sımsıkı sarılınız.»
buyurdu."
N o t : B u hadisin râvîlerinden Utbe bin Ebi Hakfm’in zayıf olduğu ve Talha
bin Nâfi’in de Ebû Eyyûb’a ulaşmadığı husûsu Zevâıd’de ifade edilmiştir.
* fl .*'
‘ csf ü* ‘ j .Ç c f- * + * o* W- * +
t i* **»
— îo "l

. 3—*4 & ^ *cf- * ğ i x- ^ ü S (’J -


*” " v» ✓ ** J
. çlj i «0A>-ji »Idui ; <jrl

:# • ti j\ i ‘ ->*.1 Cj
t ■* . *
. t *—■i’ J* i** • ,(»-«5 Lf
% *1"

. jLsiJI 0_y IA,

TERCEMESİ

356) Âişe ( Radtyallâhü anhâ)’den rivâyet edildiğine göre şöyle de­


miştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mak’admı üç defa yı­


kardı. İbn-i Ömer (Radıyallahü -anhümâ) dedi ki s «Biz (de) bunu
yaptık ve bunu hem deva hem de temizlik bildik.
Bâb: 28 KİTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 551

' Ebü’l-Hasan bin Seleme dedi k i: Bize Ebû Hâtim ve İbrahim


bin Süleyman eî-Vâsıti’nin dediklerine göre kendilerine Ebû Nafm
ve Ebû Naim’e'de Şerik (kendisinden önceki mezkûr râviler senedi
ile) hadîsi rivâyet etmiştir.*’
N o t : Zevâid’de beyan edildiğine göre senedin râvîlerinden Zeyd el-Ammî ve
Câbir el-Ca’fi zayıf oldukları için bu isnad zayıftır. Şu*be ve Süfyan-ı Sevri, Ca-
bir'i sika olarak kabul etmişler ise de Eyyub-i Sahtiyan!, Cabir’i tekzib etmiştir.

İZAHI

S i n d i ’ nin beyanına göre İ m a m E b û H a n i f e : «Ben


C â b i r E l - C a ’ f i ’ den daha yalancı kimse görmedim» demiş­
tir. Başka zatlar da C â b i r ’ i tekzib etmişlerdir.
Bu hadîse göre gözle görülen necasetten tahâret için üç defa
yıkamak kâfi görülüp pisliğin eserinin kalması mahzurlu değil ise
de fıkıhçılar bu hadisi terketmişlerdir. Çünkü senedi zayıftır. Göz­
le görülen necasetten tahâret için necasetin giderilmesi gerekir.

jc i ‘ ^ — fû V

3_>~j 3k' 3^ • û* ‘ & 4 â ^*^*1


—o t— 3^ ^ jA . 3Vj 3*' s3 cJj» *
. « ÂT "iM»-*-# c JJ* < 3 : 3k (•' •k *•5' İ *•.r*1»jj—/' )
. j;—İSİ' j iS i —ılş5^"J»' j 2}h *î »1»j t İO# z jv * O I •

. aitj_il dl'a 4., jj»

TERCEMESİ
357) “... Ebû Hüreyre (Radtyallâkü a n h )’den rivâyet edildiğine göre Re-
lûluliah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Kubâ halkı hakkında:


" . > n. "V '• ^ > -Mr
Û L - r r * * ' »7-^î. ül-^> V
= Orada pisliklerden iyice temizlenmeyi seven adamlar vardır. Al­
lah da böylece çok temizlenenleri sever.» (34) âyeti indi. Resûl-i Ek­
rem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu k i:

(34) Tevbe suresi 108'inci âyet


552 SÜNEN-Î İBN-İ MÂCE

«Onlar (Kubâ ehli) su ile tahâretlenirlerdi. Bu nedenle onlar hak­


kında bu (övücü) âyet indi.»”
N o t : Ebû Hüreyre'nin bu hadisini Ebû Dâvûd «Taharet» kitabının başında
ve Tirmizî de «Tefsir» bahsinde rivayet etmişlerdir. Zevâid sahibi buna işaret
etmiştir.

İ ZAHI

Bu bâbta zikredilen hadisler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve


Sellem)’in su ile taharetlendiğini ve 16’ncı bâbta geçen hadisler de
O’nun taşlar ile istincâ ettiğini isbat etmektedir. Fakat Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in taşla istincâ ve su ile hatâretlen-
meyi beraber yapıp yapmadığı hususu ihtilaflıdır. Bununla bera­
ber âlimlerin cumhuruna göre önce taş ile istincâ edip bunun arka­
sında su ile taharetlenmek efdaldır. Su veyâ taş ile temizlenmek
isteyen kimse suyu tercih etmelidir. Mamafih yalnız taş ile veya yal­
nız su ile istincâ etmekle yetinmek de câizdir.
T e v b e sûresinin 108’inci âyeti ile övülmeye mazhar kılındığı
burdaki 357 noiu hadisle bildirilen K u b â halkının taharetlenme­
lerine gelince, buna âit rivayetlerin çoğunda onların su ile taharet­
lendikleri belirtilmekle yetinilmiştir. Yani onların sudan önce taşla
istincâ ettikleri durumu belirtilmemiştir. B e z z â r ’ m Müsned’inde
beyân ettiği bir sened ile İ b n - i A b b â s (Radıyallâhü anh) ’-
den yapılan bir rivâyete göre K u b â halkı taş ve su ile birlikte
tahâretlenirlerdi. N e v e v i , Î b n ü ’ r - R i f ’ at veEl-Muhıbbü't-
Tabari K u b â halkının yalnız su ile taharetlendiklerine dâir riva­
yetlerin sıhhatli olduğunu ve diğer rivayetlerin sahih olmadığını söy­
leyenlerdendirler.
357 noiu E b û H ü r e y r e (Radıyallâhü anh)’m hadîsini
E b û D â v û d «Tahâret» kitabının başmda ve T i r m i z î ’ de
«Tefsir» bahsinde rivâyet etmiştir.
355 noiu hadisin: «Ey Ensâr topluluğu!» hitabı ile ilgili olarak
S i n d i der ki burada Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in
Ensâr’a hitabetmesi Muhacirlerin çoğunun taş ile istincâ etmekle
yetindiklerine delâlet eder.

Sünen-i Ebi Dâvûd’un şerhi El-Menhel müellifi de Tahâret kita­


bının su ile istincâ bâbmda açıkladığına göre Ashâb-ı Kirâm’dan
H u z e y f e b i n E l - Y e m â n , î b n - i Ö m e r , ve î b n - i
Z ü b e y r su ile istiheâ etmezlerdi.
Bâb: 29 KÎTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 553

K u b â , M e d i n e - i M ü n e v v r e ’ ye çok yakın bir köy­


dür. Hicrette Resûl-i Ekrem burada bir kaç gün kalmış ve İslâm’da
ilk mescid burada inşa edilmiştir. Bu mescidin fazileti hakkında mü­
teaddit hadisler de vardır. N e s e i ’ nin S e h l b i n H â n i f ’ den
rivâyet ettiği bir hadîste Resûl-i Ekrem şöyle buyurmuştur:

«Kim çıkıp Kubâ mescidine varsa ve orada iki rek’at namaz kıl­
sa bir ömre kadar sevap kazanır.»

T i r m i z i hariç diğer Kütüb-i Sitte'de 1b n - i ö m e r(Ra-


dıyallâhü anh) ’den rivâyet edilen diğer bir hadise göre Resül-i Ekrem
her C u m a r t e s i günü yaya veya binerek K u b â mescidini
ziyaret eder ve içinde iki rek’at namaz kılardı. Müellifin 1411, 1412
nolu hadîsleri bu mescidin fazileti hakkındadır.

- t») d i l i (j-* V-1


\

29 — İSTİNCÂ’DAN SONRA ELİNİ


TOPRAĞA SÜRENİN BEYÂNI BÂBI

TERCEMESİ
3S8) "... Ebû Hüreyre ( Radtyallâhü «»A/derı rivâyet edildiğine göre şöy­
le söylemiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) büyük abdestini boz­
duktan sonra bir kaptaki su ile taharetlendi ve bundan sonra da
554 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

TERCEMESİ
359) Cerîr (bin Abdillah El-Biclî) (Radtyallâhü a«A)’den rivâyet
edildiğine göre:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir ağaçlığa girip ab­
destini bozdu ve biraz sonra Cerîr O'na deriden mamûl bir kap su
götürdü. Resûl-i Ekrem o sudan taharetlendi ve elini toprağa sürdü."

İZAHI

Birinci hadiste geçen «Tevr» kelimesi bakır veya taştan mamûl


olup su içmek, yemek yemek ve abdest almak için kullanılan kaba
denir.
İkinci hadîsteki İdavet ise deriden mamûl su kabıdır.
E b û D â v û d ve N e s e i de aynı mânâyı ifade eden ve
lafız bakımından âz farklı hadîsi rivâyet etmişlerdir.
S i n d i diyor ki Resûl-i Ekrem’in taharetlendikten sonra eli­
ni toprağa sürmesi, ümmetine öğretmek ve temizlikte titizlik için­
dir. Hoşlanılmayan bir kokunun izinin dahi kalmaması için ümme­
tinin temizlik husûsunda azami gayreti göstermelerini bu hareketi ile
istemiş oluyor. Yoksa mübârek elinden pis bir kokunun eserinin
kalmaması için böyle yapmış değildir. Çünkü bilindiği gibi Resûl-i
Ekrem'in vücudundan çıkan maddeler tahırdı ve pis koku yoktu.

ajyU-Lb*v l (r.)
30 — YEMEK VE SU KABININ (ÜSTÜNÜ)
ÖRTMEK BÂBI

t e r c e m e s i

360) “... Câbir (Radtyallâhü a»A)’den şöyle dediği rivâyet edilmiştir:


Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) eskıyâ ( = su, süt ve
benzerleri için deriden mamûl kabları)mızm ağzım bağlamamızı ve
kablanmızın (üstünü) örtmemizi emretti."
Bâb: 30 KÎTABÜ-T’TAHÂRE VE SÜNENİHÂ 555

. Ait -ij j ( a5^1 twi


'i ' ' ''
•o» o, ijriy*" >-**■*t)? •<— i •*»Ijjl

TERCEMESİ

361) “ ... Âişe (Radtyallahü a n h d y d e n rivâyet edildiğine göre şöyle de­


miştir :

Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için üstfi örtülü


3 kabı akşamdan hazırladım. Birisi abdesti için, birisi misvakı için,
diğer kab da içme suyu için.”
N o t : Hadisin râviierinden Hâris bin el-Hırrit’in zayıf olduğu hususunda âlim­
ler ittifak ettikleri gerekçesi ile bu isnadın zayıflığı Zevâid’de belirtilmiştir.

ÎZAHI

S i n d i de diyor ki misvak abdest alındığı zaman k u lla n ıld ığ ı


cihetle abdest için hazırlanan su kabından ayrı olarak misvak için
de bir kabın hazırlanması akla uzak sayılabilir.

TERCEMESİ

362) “... İbn-i Abbas ( Radtyallâhü ankütnâydm rivâyet edildiğine göre


şöyle demiştir: ,

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendi abdest suyunu


596 SÜNEN-Î İBN-1 MÂCE

kimseye hazırlatmazdı (veyahut) abdest almada kimseden yardım


istemezdi. Verdiği sadakasını da kimseye bırakmazdı. Bizzat kendisi
verirdi.”
« N o t : Hadisin râvîlerinden Mutahhar bin el-Heysem zayıf olduğundan is­
nadın zayıflığı Zevâid’de bildirilmiştir.

İZAHI

Hadisin metninde; J kelimesinin iki şekilde okunması müm­


kündür. Eğer Tahûr okunursa abdest suyu, mânâsını ifade eder ve
fıkranm tercemesi :
«Resûlullah abdest suyunu kimseye hazırlatmazdı.» demektir.
Şayet bu kelime Tuhûr olarak okunursa abdest almak demektir.
Fıkranm mânâsı da şöyle olur:
“Resûlullah abdest aldığında kimsenin ona yardım etmesini ve
eline su dökmesini istemezdi.”
S i n d i bu iki ihtimali belirttikten sonra diyor k i: «Yani ab­
dest suyunu hazırlamak veya abdestte eline su dökmek gibi işler
için kimseye emretmezdi. Halkın kendi arzulan ile bu hizmetleri ifâ
etmeleri ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in buna mâni
olmaması bu hadîse aykırı düşmez. C e r î r , E n e s ve başka
Sahâbîlerin O’nun için tahâret suyunu hazırlamaları ve M u ğ i r e
b i n Ş u ’ b e ’ nin O’nun eline su dökmesi bu kabil işlerdendir.»
360 noiu hadiste deri ve benzeri maddelerden mâmul içecek kab-
lannm ağızlarının bağlanması ve diğer kablarm üstlerinin örtülmesi
yolunda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in verdiği emrin
hikmet ve önemi izahtan varestedir.

{j* »kVl v-jlj ( n )


31 — KÖPEĞİN YALAMASINDAN DOLAYI
KABI YIKAMA BÂBI

ö j f j VJ I ! C ; J-jÂij ı_, i i âJ .j* ^1O* ij :3^*


Bâb : 31 KİTABÜ-TTAHÂRE VB SÜNENİHÂ 557

1d »£İLj 3 r j (jp SJ\

. « ^4 ti £|3 »J $j~gf 3

TERCEMESİ

363) “... EbûRezîn ( R a d t y a l l â h ü a n h )’denşöyle söylediği rivâyet edil­


miştir:
Ben Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ’ı, eliyle alnına vurarak şöy­
le söylerken gördüm:
— Ey Irak halkı! Siz zan ediyorsunuz ki sizler için sevap ve ecir,
benim için de günah hasıl olsun diye ben Resûlullah (Sallallahü Aley­
hi ve Sellem) üzerine yalan söylüyorum. Ben Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)’den şöyle buyururken (bizzat) şüphesiz işittiğime
şahâdet ederim s
«Köpek, birinizin kabını yaladığı zaman o (kabı) yedi defa yı­
kasın.»”

Je% ! y <J\2 a c K Z Ç & m - ru


- ,• «• • ■ *
. ^*1 ti » 3^ £§| *^3y~j i 3° ‘ û*

. « cjfjA

TERCEMESİ

364) “... EbûH üreyre ( R a d t y a l l â h ü a n h ) ’â t t ı şöyle dediği rivâyet edil­


miştir: Şü
phesizR esûlullah ( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e mbuyurdular ki:
)

«Köpek, birinizin kabını yaladığı zaman o (kabı) yedi defa yı­


kasın.»”
İ 1‘^ye t A 'L i C . V M ' d \d

»3 k *&
\3^>3 ö l ; jHaı jûii .ûc 3® '*3^-* : 3^

jijîiiı Adlili j i cJ^j* «ji— .tyı 3 ^AsCji


558 SÜNEN-Î İBN-Î MÂCE

TE R C E M E S İ

365) "... Abdullah bin El-Muğaffel ( Radtyallâkü anh)'ûen rivâyet edil­


diğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Köpek kabı yaladığı zam an o (k a b il yedi defa yıkayınız. Seki­


zinci olarak toprakla tazir ediniz (toprağa bulanmış su ile yıkayı­
n ız .)»’’

TE R C E M E S İ

366) “... İbn-i Ömer ( Radıyallâhü anhümâ)'den rivâyet edildiğine göre


Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Köpek sizden birisinin kabım yaladığı zam an o (kabı) yedi de­


fa yıkasın.»”

B U B A B T A K İ H A D İSLE R İN İZA H I

Bu bâbta iki ayrı senedle E b û H ü r e y r e (Radıyallâhü


a n h )’den rivâyet edilen, yine ayrı ayrı senedlerle A b d u l l a h
bin E l-M u ğaffe l'de n ve A b d u l l a h bin Ö m e r
(Radıyallâhü anhüm â) 'dan rivâyet edilen hadis-i şerif, köpeğin, di­
liyle bir şey yaladığı kabın yedi defa yıkatılmasmı emreder. B u h a -
ri, M ü s l i m ve E b û D â v û d da E b û H ü r e y r e
(Radıyallâhü a n h )’nin hadîsini müteaddit senedlerle rivâyet etmiş­
lerdir. A b d u l l a h b i n E l - M u ğ a f f e l (Radıyallâhü
anhüm â) ’in hadîsini ise M ü s l i m , Ebû Dâvûd, Ahmed,
D a r e k u t n î , T a h â v i ve B e y h a k i de rivâyet etmiş­
lerdir.

Bütün rivâyetlerde yedi defa yıkama emri bulunmaktadır. A n ­


cak hangi defasında suya toprak karıştırılacağı hususunda değişik
rivâyetler vardır. M ü s l i m ve E b û D â v û d ’ un bir rivâ-
Bâb: 31 KİTABÜ-TTAHÂBB VE SÜNENİHÂ

. 4.ı * f •»
yetinde; {j-* > j! = «İlk defası topraklı sn ile...» buyu­
ruluyor. Bunlardaki diğer bir rivayet t b n - i M â c e h ’ deki rivâ-
yet gibi; ■«— = «Sekizinci olarak toprağa
✓ * *• /

bulanmış su ile yıkayınız» şeklindedir. Ebü D â v û d ' u n sahih

olan diğer bir rivâyetinde ise; ✓


‘—

>1 ^ ^
i = «Yedinci defa
topraklı su ile...» tabiri vardır. E b û D â v û d ’ un şerhi El-Men-
hel’de beyan edildiğine göre T i r m i zi , El-Bezzâr ve Ş a f i i * -
s f " ..4 • ‘ ■, 1

nin sahih bir rivâyetinde ise; =■ «îlk veya so­


nuncu defa topraklı suile...» ifadesi bulunur. Bezzâr'm başka bir
rivâyetinde ise; «_J A*> * = “Yedi defanın birisi toprak­
lı 8ü ile...» tabiri bulunur.
M ü s 1 i m ' in şârihi N e v e v i , Tahâret kitâbınm konuya
ilişkin 26’ncı bâbmda ezcümle şöyle söyler;.
« B e y h â k i ve başkaları (yukarıda belirtilen) bu rivâyetle-
rin hepsini nakletmişlerdir. Bu rivâyetlerih değişik oluşu gösteri­
yor ki; şart olan husus, yıkamaların birisinde suyun topraklı olma­
sıdır. Topraklı suyun birinci veya sonuncu defada kullanılması şart
değildir.
* jj-Â -t- j = «Sekizinci olarak toprağa bulan-
✓* " ^ "
mış su ile yıkayınız» rivayetine gelince bizim mezhebimiz (Şafiî
mezhebi) ve Cumhür’un mezhebi de budur k i: Bu fıkradan murad
«Onu yedi defa yıkayınız. Bu defaların birisinde suya toprak ka­
rıştırılmış olsun. Toprak sanki sekizinci yıkama yerini tutarcasına
ona sekizinci ismi verilmiştir.»
E b û D â v û d ’ un Sünen’inin-şerhi El-Menhel’de verilen
bilgiye göre H a s a n - ı B a s r i ve bir rivâyete göre A h m e d
b i n H a n b e 1 hadisin zahiri ile hükmederek yedi defa sâfi su
ile yıkatıldıktan başka sekizinci defa toprakla bulanmış su ile yıkatıl-
ması gerekir, demişlerdir.
N-evevi aynı bâbta daha sonra şunları belirtir:
«Bizce köpeğin, dili ile bir kabtan sıvı bir madde alması ile kö­
peğin her hangi bir parçasının dokunması arasında bir fark yoktur.
560 SÜNEN-İ ÎBN-İ MÂCE

Yani köpeğin sidiği, pisliği, kanı, teri, kılı, salyası veyâ her hangi
bir tarafı temiz bir şeye dokunurken dokunan ve dokunulan şeyler­
den birisinde ıslaklık bulunursa aynı şekilde birisi toprakla bulanmış
olmak kaydı ile yedi defa temiz su ile yıkamak gerekir.
Bir köpeğin defalarca veya birden fazla köpeğin anlatılan şekil­
de dokundukları bir kabı temizlemek için arkadaşlarımızın üç görü­
şü vardır : En sıhhatli görüşe göre hepsi için yalnız yukarda be­
lirtildiği gibi yedi defa yıkamakla kab temizlenmiş sayılır. (Diğer
görüşleri buraya almayı gerekli görmüyorum.)
Köpeğin dokunduğu kab başka nedenle de necis olmuş olsa bile
yedi defa yıkamakla kab temizlenmiş olur. Yâni diğer necaset için
ayrıca yıkamak gerekmez.
Toprakla bulanmış su ile yıkamak yerine sekizinci defa sâfi su
ile yıkamak veya o kabı büyük bir göle batırıp yedi defa yıkamak
için gereken süre kadar su içinde bekletmek en kuvvetli kavle göre
kâfi sayılmaz.

Yine en sıhhatli kavle göre toprak yerine sabun ve benzeri te­


mizleyici bir maddeyi kullanmak yeterli değildir.

Kullanılacak toprağın temiz olması gerekir.


Köpeğin necis ettiği ıslak bir madde başka bir maddeye arada
ıslaklık varken dokunursa dokunduğu maddenin de aynı şekilde ye­
di defa yıkanması gerekir.
Köpeğin dokunduğu madde sıvı değil de donuk yağ gibi katı hal­
de ise, dokunulan yeri ve etrafını iyice oymak suretiyle atmak gere­
kir. Kalan kısım temiz sayılır.
Köpek beslemek mes’elesine gelince: İhtiyaç olmadan sırf hoş­
landığı veya böbürlendiği için kişinin köpek beslemesi haramdır.
Ziraat, av, hayvancılık ve evleri korumak için ise câizdir.»
H a n e f i âlimleri köpeğin salyası ile görülmeyen diğer neca­
setler arasmda bir fark yoktur, diyerek üç defa yıkamayı kâfi gör­
müşlerdir. Onlar yedi defa yıkamaya âit hadis’i mendubluk anla­
mına yorumlamışlardır. H a n e f i âlimlerin bu görüşünü nakle­
den E b û D â v ü d ’ un Sünen’inin şerhi El-Menhel yazan ez­
cümle şöyle söyler:
« H a n e f i âlimleri bu hususta E b ü H ü r e y r e ' nin 3
defa yıkamakla yetinmiş olduğuna dair T a h a v i ve D a r e -
Bâb : 32 KİTABÜ-T’TAHÂRE VE SÜNENÎHÂ 561

k u t n i ' nin mevkuf olarak rivayet ettikleri hadîsi delil göstermiş­


lerdir. Yedi defa yıkamaya âit hadisin râvisi de E b û H ü r e y r e
olduğu için E b û H ü r e y r e 'nin ameli (yanı üç defa yıkama­
sı) yedi defa yıkama keyfiyetinin neshedildiğini gösterir. Bu yollu
izah, hadîsin râvisinin yorumu ve tahsisi veya neshi ile amel etme­
nin gerekliliğine âit H a n e f i âlimlerin usûlüne uygundur. Fa­
kat cumhur’un usûlüne uygun değildir.
El-Menhel yazan iki tarafın görüşünü ve delilleri ile araların­
daki mukayeseyi uzun uzun izah etmektedir. Arzu edenler onun
Tahârşt kitabının «El-Vudü’ bi Su’ril-Kelb» bâbma bakabilirler.
Köpeğin su içtiği kabtaki suyun hükmü husûsunda M a l i k i
mezhebinde 4 rivâyet vardır.
1. Tabirdir.
2. Necistir.
3. Beslenmesine izin verilmiş olanın temiz, diğerinin ise necistir.
4. Evcil köpek ile yabani olanı ayırmaktır.»
363 nolu hadîsin baş kısmında E b û H ü r e y r e (Radıyal-
lâhü anh) ’m I r a k halkına hitaben : «Ey Irak halkı siz zan edi­
yorsunuz ki...» fıkrası ile ilgili olarak S i n d i diyor ki E b û
H ü r e y r e çok hadîs rivâyetinde bulunduğu için bâzı kimseler
onun rivâyet ettiği hadîslerin sıhhat derecesini araştırırlardı. E b û
H ü r e y r e (Radıyallâhü anh), kendisi hakkında bir şüpheye ma­
hal olmadığını ifade etmek için böyle hitap etmiş olabilir. Muhte­
melen onun zamanında bile bazı K ü f e ’ liler 3 defa yıkamanın
yeterliğine hükmettikleri için böyle hitabta bulunmuş olabilir.

32 — KEDİ ARTIĞI İLE ABDEST ALMAK VE


ONUN HARKINDAKİ RUHSAT BÂBI

Sünen-i fbn-i Mâce — P .: 36


562 SÜNEN-Î İBN-t MACE

. « olil jLjl jl
TEf i - CEMESİ

367) “ ... Kebşe bint-i K â ’b C-3S) ( RadtyaUâkü anhâ) ’dan rivayet edil­
diğine g ö re :

Kendisi Katâde (Radıyallâhü anh) ’uı abdest alması için (bir ka­
ba) su döktü. Kebşe, Ebû Katâde’nin bir oğlunun (Abdullah’ın) ni­
kâhı altmda idi. Bir kedi gelerek o kabtan su içmek istedi. Ebû Ka­
tâde kabı kediye doğru eğip (kolayca su içmesini sağladı.) Ben de
Ebû Katâde’ye bakıp durdum. Bunun üzerine Ebu Katâde bana şöy­
le dedi: Ey kardeşimin kızı! Sen hayret mi ediyorsun? Besûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Şellem) buyurdular ki:
«Şüphesiz kedi necis (pis) değildir. (Çünkü o etrafınızda) çok
dönüp dolaşan erkekler veyâ dişilerdendir.»”

İZAHI

K e b ş e B i n t - i K â ' b E b û K a t â d e ’ nin gelini idi.


Abdest suyunu hazırladıktan sonra gelen kedi bu kabtan su içmek
isteyince E b û K a t â d e buna mâni olmamış, aksine kedinin
rahatça su içmesine yardımcı olmuştur. Kebşe ise hayretle bu du­
rumu seyredince E b û K a t â d e , gelinine hitabene «Ey kar­
deşimin kızı! Buna şaşıyor musun? sorusu ile şaşılacak bir şey ol­
madığını belirtmek istemiş ve bu husustaki Resûl-i Ekrem (Sallalla­
hü Aleyhi ve SellemJ’in emrini rivâyet etmiştir. E b û D â v ü d ’ un
Süneni’nin şerhi El-Menhel’de belirtildiği gibi K e b ş e , E b û
K a t â d e ’ nin yeğeni değildi. Araplar, İslâm kardeşliği noktasın­
dan hareketle bu tür hitablarda bulunmayı itiyad etmişlerdi. E b û
K a t â d e de bu âdete göre gelinine «Ey kardeşimin kızı!» diye hi­
tap etmiştir.

(35) Kebşe bint-i K â’b bin Malik Ensârilerdendir. Ebû Katâde’nin Abdullah
adlı oğlunun eşidir. îbn-i Hibbân’in beyanına göre Kebşe sahâbîlerdendir. Ebû
Katâde’nin ravisidir. Kendisinden de kız kardeşinin kızı Humeyme rivayet etmiş­
tir. Ebû Dâvûd, Tirmizi ve İbn-i Mâceh. onun hadislerini rivayet etmişlerdir.
El-Menhel Cild 1, Sah. 264, Mısır 1974
Bâb : 32 KİTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 563

E b û K a t â d e ' nin bundan sonra neklettiği Resûfci- Ek­


rem'in buyruğuna gelince: Bununla kedinin necis (pisi olmadığı ve
müslümanların çevresinde dönüp dolaşan bir hayvan olup ondan ev
eşyasını, kab kaçağı, elbiseleri ve benzeri şeyleri uzak tutmanın güç­
lüğüne işaretle temiz sayıldığı hükmü veriliyor.
Hadisin: «...Erkekler veyâ dişilerdendir.» fıkrasındaki «veyâ»
tâbiri râvinin tereddüdünü ifade eder. Yahut kedinin erkek ve di­
şisi arasında temiz sayılmak bakımından bir fark olmadığım ifâde
için olabilir. E b û D â v û d ' u n rivâyetinde bu fıkra: «Erkekler
ve dişilerdendir.» diye geçer.
Bu ve bunu takip eden iki hadîs kedinin ağzının temiz ve artığı­
nın tâhir olduğuna delâlet eder. E l - M e n h e l , E b û D â v û d’un
Sünen’inin Taharet kitabının «Babu Suri’l-Hırre = Kedi Artığı Bâbı»
bölümündeki ayni hadisin açıklamasında ezcümle şöyle söyler:
Ashab-ı kirâm’m çoğu ve tabiîler kedinin ağzının temiz ve ar­
tığının tâhir olduğunu söylemişlerdir. İmamlardan M â l i k , Ş â -
f i î ve A h m e d b i n H a n b e l ile İs h a k (Radıyallâ-
hü anhüm) de aynı şeyi söylemişlerdir. E b û H a n i f e ve As-
hâbı da evcil kedinin temizliğine hükmederek hadiste temiz sayıl­
masının nedeninin çevrede çok dönüp dolaşması olduğu açıkça bil­
dirilmiştir, derler.
E b û H a n i f e ve İ ma m M u h a m m e d ’ e göre kedi
necasetlerden sakınmadığı için başka su varken kedinin artığı olan
suyu kullanmak tenzihan mekruhtur. Ağzının pis olduğu bilindiği
zaman, meselâ: Bir fareyi yedikten hemen sonra bir kabtan su için­
ce onun necis olduğuna hükmedilir. Bu mes’elede Ş a f i î mezhe­
binin kavli de böyledir. Diğer taraftan ağzımn temiz oldiığu kesin
bilindiği takdirde meselâ: Büyük bir havuzdan su içtikten hemen
sonra ağzını bir su kabına sokup ondan içerse kabtaki suyu kullan­
makta kerahat yoktur.
Hadîs, hayvana karşı şefkatli olmanın, bilinmeyen dini husus­
ların âlimlere sorulmasının gereğine de delâlet eder.
Hadis, M â l i k , A h m e d , E b û D â v û d , N e s e i ,
T i r m i z i , D a r e k u t n ı , B e y h a k i ve D a r e m i ta­
rafından da rivâyet edilmiştir.
564 SÜNEN-Î İBN-İ MÂCE

. \„*-ın* i J^-Jl ı3İ Ö. ıj

T E R C E M E S İ

368) “... Âişe şöyle dediği rivayet edilm


( R a d t y a l l â h ü a n k â ) ’d m iştir:
Önceden kedinin su içtiği bir kabtan ben ve Resûlullah (Sallal­
lahü Aleyhi ve Sellem) abdest alırdık.”
N o t : İsnadında, zayıf olan Hârise bin Ebi’r-Rical’in bulunduğu Zevâid’de be
lirtilmiştir.

İZAHI

Bu hadis de kedinin artığının temiz olup bununla abdest dahi


alınabildiğine delâlet eder. Râvilerden H â r i s e b i n E b u ’ r-
R i c â 1' in zayıf olduğu nedeni ile isnadın zayıflığı Zevâid’de be­
lirtilmiş ise de kendinin artığı ile Resûl-i Ekrem’in abdest aldığı E b û
D â v û d . T a h a v i ve B e y h a k i ’ nin rivayet ettikleri ve
metin ile sened bakımından bu hadisten başka olan hadîsle de sa­
bittir. Bu rivâyetlerdeki H z . Â i ş e tRadıyallâhü anhâ) ’nin laf­
zı şöyledir-.

m*
t •

=s «Ve şüphesiz kedinin artığı ile Resûlullah (Sallallahü Aleyhi


ve Sellem)'in abdest aldığım ben gördüm.»

. jliı J Jtr ^ J Ü-l_> J 4rJ ■**•!•>J J

TERCEMESİ
36
9) “... E bûH üreyre(Radtyallâhü anhyâ&x rivayet edildiğinegöreRe­
sûlullah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöylebuyurmuştur:
Bâb: 32 KÎTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENÎHÂ 565

«Kedi, namazı bozmaz. Çünkü şüphesiz o, evin eşyasmdandır.»”


N o t : Zevâiö’de belirtildiğine göre bu hadisi, tbn-i Huzeyme kendi sahihinde
ve El-Hâkim’de El-Müstedrek adlı kitabında rivayet etmişlerdir.

İZA H I

Namaza duran kimsenin önünden kedinin geçmesi ile namazın


bozulmadığı hadiste hükme bağlanıyor. Sebebi ise kedinin (yararlı)
ev eşyasından sayılmasıdır.
S i n d i diyor k i: «Bir de kedinin geçmesine mâni olmanın
güçlüğü var. Bu durum açık olduğu için hadiste belirtilmemiştir. Ha­
dîsteki maksad ise, kedinin; siyah köpek, merkep ve kadından fark­
lı olduğunu belirtmektir. Kadın da kedi gibi dâima evde bulundu­
ğuna rağmen namaza duranın önünden geçmemesi güç bir sorun
arzetmez. Yâhut hadisten maksad kedinin, köpek ve merkepten fark­
lı oluşunu ifâde etmektir. Böyle yorum yapıldığı takdirde, kedinin
zaptedilmesinin güçlük durumunu dikkate almaya gerek kalmaz.»
Hadisin açıklaması dolayısıyle kadın, merkep ve siyah köpeğin
namaza duran kimsenin önünden geçmesi halinde namazın bozu­
lup bozulmadığı husûsuna da değinmek gerekir kanaatindeyim.
M ü s l i m ' d e Namaz kitabının 49'uncu bâbında E b û Hü­
r e y r e (Radıyallâhü anhVden rivâyet edilen bir hadis’e göre Re-
sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur

IJ jC J - lJ İ\J1\
=t «Kadın, merkep ve köpek (önünden geçtikleri kişinin) nama­
zını bozarlar.»”
E b û Z e r (Radıyallâhü anh)’m rivâyetindeki uzunca hadî­
sin bu fıkrası şöyledir:

*j ^ y \ ı_j ı ÂsyLa aH j . . .

= «Çünkü sütreye doğru durmayanın namazım, merkep, kadın


ve siyah köpek bozar...»
M ü s 1 i m ' in şarihi N e v e v i bu hadisleri izah ederken
ezcümle şöyle söyler:
«Âlimler, bunların namazı bozup bozmadığı husûsunda değişik
hükümler vermişlerdir: Bâzı âlimler bunların namazı bozduklarını
566 SÜNEN-1 İBN-Î MÂCE

söylemişlerdir. A h m e d b i n H a n b e l (Radıyallâhü anh) :


«Siyah köpek namazı bozar. Fakat kadın ve merkebin namazı boz­
dukları hususunda kalbimde tereddüt vardır, demiştir. Bu imamın
siyah köpek hakkmda kesin hüküm vermesinin sebebi, aksini bildi­
ren bir hadisin olmayışıdır. Ama kadının geçmesi ile namazın bo-
zulmadığı hakkında H z . Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'den bu ha­
dîsten sonra M ü s 1 i m ’ in rivayet ettiği hadîs vardır. Keza mer­
kebin geçmesi ile namazın bozulmadığına dâir î b n - i A b b â s
(Radıyallâhü anh) ’den M ü s 1 i m ’ in rivâyet ettiği hadis bu ha­
dîsten evvel geçmektedir.
İmamlardan M â l i k , E b û H a n i f e ve Ş â f i i (Rahi-
mehumullah) ve selef ile halefin cumhuru: «Ne mezkûr canlıların
ne de başka hiç bir canlının geçmesi ile namaza duran kişinin na-
ması bozulmaz» demişlerdir. Bunlara göre kadın, merkep ve siyah kö­
peğin geçmesi ile namaz bozulur hükmünün çıkarıldığı hadîsteki ke-
lime fiilidir. Bu fiil lügatta «keser, bozar» anlamını taşıyor
ise de buradaki maksad namazın bozulması değil, noksan olmasıdır.
Yani namaza duran kişinin kalbi, onun önünden geçen şeylere meş­
gul olmakla namazdaki huzur ve huşû zedelenir.
Bâzı âlimler, bozulur diyen hadisin-,

C . 1J J İ>IJ ^ I_ A-ia-İJ. V
= «Hiçbir şey namazı bozmaz. Sizin gücünüz dahilinde — namazını­
zın önünden geçmek isteyeni — defedin» hadisi ile mensuh olduğu­
nu, iddia etmişler ise de bu iddiâya pek rıza gösterilmemiştir. Çün­
kü hadislerin nesih yoluna hemen gidilemez. Ancak yek diğerine
görünüşte zıt olan hadîsler arasında uzlaştırma ve hepsinin geçer­
liliği sağlanamaz, tevili mümkün görülemez ve hadîslerin hangisi­
nin önce hangisinin sonra buyurulduğunu bilirsek o zaman nesih
yoluna gidilir. Burada hadislerin tarihlerini bilmiyoruz, hepsinin
geçerliliği ve tevili mümkündür. Nitekim yukarda tevil şeklini izah
ettik. Diğer taraftan nâsih olduğu iddia edilen hadis zayıftır.»

H a n e f î mezhebine âit fıkıh kitaplarında î b n - i A b d i n ’ in


«Namazı bozan şeyler» e dâir olan bâbta şöyle der:

«Namaza duranın önünden geçen şey ne olursa olsun namazı


bozmaz. Zahiriye mezhebine mensub âlimlerin: «Kadın, köpek ve
merkebin geçmesi ile namaz bozulur» sözleri merduttur. Kezâ
( H a n b e 1 i İmamı) A h„m e d ’ in siyah köpeğe mahsus benzer
Bâb : 33 KtTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENÎHÂ 567

hükmü de H a n e f i âlimlerince kabule şayan görülmemiştir. Bu


hususta delil olarak gösterdikleri hadîs mensuhtur.»
Ş & f i i fıkıh kitaplarından Minhac'm şerhi Nihâyetü’l-Muh-
tac’m «Namazı bozan şeyler» bâbmda aynen şöyle söylenir:
«Namaza duranın önünden kadın, merkep, köpek ve benzeri bir
şeyin geçmesi ile namaz bozulmaz. Sahih i Müslim'deki:
«Kadın, köpek ve merkep namazı keser» meâlindeki hadisten mu-
rad bunların namaz kılanı meşgul etmekle namazdaki huşuu kesme­
leridir.» (36)
a
(rr)

33 — KADININ ABDEST SUYU ARTIĞININ


(KULLANILMASINA) RUHSAT BÂBI

< J illr; jc < jî-V l J.J u . j i J j y.i — f V*

^tş^* ^ vi $l| 7-}jj ' u**! 4 - ^ ' • ^ rÇ ü ) Cr'c

• (ı v t ü l »3^» • j \ ! «sı 3 i»,; cJiüs. 3-v.:j

TERCEMESÎ

37Q) ” ... îbn-ı Abbâs (Radtyallâhü ankümâ)’den rivâyet edildiğine gö­


re şöyle söylemiştir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hanımlarından biri­


si (Meymûne) büyükçe bir çanakta (ki sudan bir miktarla) gusletti.
Biraz sonra ResüluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelerek (o su­
dan) gusletmek veya abdest almak istedi. Bunun üzerine hanım i
Ya ResüluUahl Şüphesiz ben cünüp idim. (Bu sudan guslettim)
dedi. ResüluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de >
«Su necis ohnaz» buyurdu.

İZAHI
Hadis'i, T i r m i z i , N e s e i . E b û D â v û d , A h m e d
ve B e y h a k i de rivâyet etmişlerdir. E b û D â v û d , Tahâ-

(36) Müellifimizin 947-952 nolu hadislerinin anıldığı 'Namazı Kesen Şeyler’


babında konu hakkında gerekli izah yapılacaktır.
568 S Ü N E N -t İB N -Î M ÂCE

ret kitabının «EL-MAU LA YÜCNİBU = SU NECİS OLMAZ» başlığı


ile açtığı bâbta, hadîsi aynı senedle rivâyet etmiştir. Yalnız burada
son râvi E b û B e k i r b i n Ş e y b e iken orada bunun yerine
Müsedded var.

El-Menhel yazan, hadisi açıklarken şöyle söyler:


Hadiste ismi anılmayan hanım M e y m û n e (Radıyallâhü an-
hâl’dm Çünkü D a r e k u tn i ’ nin î b n .-i A b b â s ’ tan aldı­
ğı rivâyette bu olay M e y m û n e ’ nin ağzından anlatılıyor,
( î b n - i M â c e h ’ in (372 nolu) hadîsi de buna delâlet ediyor.)
(Annemiz) Meymûne (Radıyallâhü anhâ), büyükçe bir çanak­
taki sudan bir miktarını avuçlamak suretiyle boy abdestini aldık­
tan sonra Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelerek ça­
nakta kalan su ile abdest veya boy abdestini almak istiyor. Meymû­
ne (Radıyallâhü anhâ) ise cünüp iken elini soktuğu çanaktan su
almakla artan suyun artık abdest ve gusulde kullanılamıyacağım
sandığı için durumu Resûl-i Ekrem’e haber veriyor. Resûl-i Ekrem
ise cünüp bir uzvun necis bir uzuv gibi suyu necis etmediğini bildi­
riyor.
Hadîsteki; V \ cümlesinin lügat mânâsı: «Su cü­

nüp olmaz.» demek ise de bu cümleyi: «Su necis olmaz» şeklinde


terceme etmek gerekir. Çünkü N e s e i ' nin rivâyetinde bu cüm­

le şöyledir: İ IJ ~ ^ V i ü[ = «Şüphesiz bir şey (ya­


ni cünüp uzuv) suyu necis etmez.» Resûl-i Ekrem burada müşakele
denilen edebi san'ata uygun olarak yani M e y m û n e ' nin kul­
lanmış olduğu cünüplük tabirine uysun diye «Lâ Yücnibu» tabirini
kullanmıştır.
İ m a m M â l i k , N a h a i , H a s a n - ı B a s r i ve S e v -
r i bu hadisi delil göstererek abdest ve gusülde kullanılmış olan
suyun, temizleyici olduğuna yani necasetin giderilmesinde ve abdest
ile gusülde kullanılabildiğine hükmetmişlerdir. Fakat abdest ve gu­
sülde kullanılmış olan ve fıkıh lisanında «Müstamel» adını alan su­
yun temiz olmakla beraber temizleyici olmadığına hükmeden fıkıh
âlimleri bu hadîsin delil gösterilemiyeceğini beyân etmişlerdir. Şöy­
le ki: M e y m û n e , çanağın içinde gusletmemiştir. Çanaktan su
avuçlayıp çanak dışında yıkanmıştır. Çünkü çanak içinde yıkan­
ması çok zor ve uzak bir ihtimaldir. Muhtemel olan bir şey ise de­
lil olamaz. Kaldı ki B a ğ â v i ’ nin Şerhu’s-Sünne’de ve El-Me-
Bâb: 33 KÎTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 363

sabîh’teki I b n - i A b b â s ’ m rivâyeti (37) açıkça belirtiyor ki


M e y m û n e çanaktaki suyun bir miktarım kullanmış ve bir mik­
tar su artmıştır. Resûl-i Ekrem de artan su ile gusletmiştir. Gusül-
den artmış olan suyun temizleyici oluşu gusülde kullanılmış olan
suyun temizleyici olduğuna delalet etmez.
El-Menhel yazarı, E 1-M i r k â t ’ tan naklen yukardaki ma­
lûmatı verdikten sonra hadisten alman fıkhi hükmü şöyle beyan edi­
yor :
Kadının abdest veya gusülde tek başına kullandığı sudan artan
kısım ile erkek abdest ve guslünü alabilir. E b û H a n i f e , M â ­
l i k . Ş â f i i ve âlimlerin cumhuru bu hükme katılmışlardır.

<a â J k z i 3a? i jOi. j c - < ^ ü —fVN

\^>y^ . V o A İ - Â i M ^1)1 jj| jl ‘ jd ^

•% * * * 'öi İ Ü

TERCEMESÎ
371) “ ... îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhüntâ)’den şöyle söylediği' rivâyet
edilmiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcelerinden bir


hanım cünüplükten gusletti. Onun kullandığı sudan artan su ile bi­
lahare Eesûl-i Ekrem abdest aldı ve gusül etti.'

: ijû . jjü a û îjf j ‘ '(S -£ ü ‘ — tV T


0 * "
*0 * * ***
t Al i i A a i «
Jlr*
* i L •5 k,

•K d***! $§| j

TE R C E ME S Î
372) “ ... Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) i n zevcelerinden
Meymûne (Radıyallâhü anhâ) ’dan rivâyet edildiğine göre :

(37) Müellifimizin 371 nolu hadisi olabilir.


570 SÜNEN-Î ÎBN-İ MÂCE

Kendisinin cönüplükten dolayı aldığı boy abdestinden artan su


ile Peygam ber (Sallallah ü Aleyhi ve Sellem) abdest aldı.”

lj d \ ^>1 (r t )

34 — ONDAN (38) NEHİY BÂBI

t L '. ijij j» 1Uf . _>Gj , j XZc - rvr

C m jj . ) j* o . J-e-ır'J j a/- n*j> . Ji» :jjlİ—!1J i]

T E R C E M E S İ

3 73) “... El-Hakembin A mr (el-Akra’) ( R a d t y a l l â h ü a t ı k )'den rivayet


edildiğin
e göre şöylesöylem iştir:
Şüphesiz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem ), kadının a b ­
dest suyunun artığı ile erkeğin abdest almasını yasakladı.”

. jlifll Û
r j j f i tJ
ÛSu; . alî 3 Jl5l t: .^ - rvi

j3~») üt «1
)1J - ~j j ^ i 3&i < _ , - > • j * . i j x S jy t « 3 ja-Vİ u
;

. L-af ü U * “ijr*^ *j-°3

- JjJiîlij <3J^t j A Q
--aB
«aJ
İ: 4İU(j âsiJ
UC 3^

Meymûne (R .A .)’mn H âl Tercemesi

Meymûne (R .A .) hazretleri el-Hars-i Hilâli’nin kızıdır. Resûl-i Ekrem’in muh­


terem hanımlarmdandır. Hicretin yedinci yılı Peygamber (A.S.) ile evlenmek şe­
refi ile bahtiyar olmuştur. Kendisinden 46 adet hadis rivayet edilmiştir. Bunlar-
dan yedi hadisi, Buhar! ve beş hadisi Müslim rivayette bulunmuşlardır. Râvileri
İbn-i Abbas ve Yezid İbn-i Assam (R .A .)’dır. Hicretin 51’inci yıiı Ten’ım yakının­
da bulunan ve Mekke-i Mükerreme’ye bir kaç kilometre mesafedeki «Şerif» adlı yer­
de vefat etmiştir. (Hulasa Sah. 496 ve başka eser)
(38) Yani kadının abdest suyunun artığı ile erkeğin abdest alması ve gusuî
etmesinden.
B â b : 34 K İT A B Ü -T T A H A R E V E S Ü N E N İH A 571

U*' : V& S ^ jUîc f ı ^-C. C . ÂJÜ ( j ,y.l <3^

i <X**m | (jf ı

T E R C E M E S İ

374) “ ... Abdullah bin Sercis (Radtyallâkü anh)'den rivâyet edildiğine


göre şöyle söylemiştir:

R esüluU ah (S a lla lla h ü A leyh i ve S elle m ) kadının abdest su yu ­


n u n a rtığ ı ile erkeğin gusletm esini ve erk eğin (a b d est su y u ) artığı
ile kad ın ın gusletm esini yasakladı. V e lâ k in erkek ile k ad m (b i r su­
d a n ) b e rab e rc e gusüllerin i yap abilirler.

A b d u lla h bin M âceh ( = m üellifim iz) dedi ki sahih olanı birinci


hadîstir. ( = E I-H akem ’in hadisi) İkincisi ( = A b d u lla h bin S ercis’in
h ad isi) ise zayıftır.

E b ü ’l-H asan bin Selem e dedi k i : E bû H âtim ve E bû O sm a n el-


M u h a rib i bize tahdis e d e r e k : E l-M u â llâ bin Esed (m e zk û r yolla)
ayn ı h ad îsi bize rivâyet etti.”

İKİ HADİSİN İZAHI

İki hadiste geçen « V a d û » kelimesi ab dest için k u lla n ılm a y a şer*an


elverişli su demektir. Böyle bir su gu sü l için de k u llan ılabilir. A y ­
nı şekilde necasetten taharette de k ullan ılabilir. V a d û ’ ad ı verilen
su ya fık ıh lisan ında «T a h û r» d a denilebilir. Tem izleyicilik v a sfı b a ­
k ım ın d an aynidir.

Ş u n u d a belirtm ek isterim : A b d e st için elverişli olan b ir su g u ­


sül için de kullanılabilir. K eza gusül için k u llan ılab ilen b ir su ile
ab d est d e alınabilir. B u d u ru m a g ö r e :

îlk hadis, kadının abdest veya g u sü l için b ir kısmını k u lla n d ı­


ğ ı su d a n artan (y an i k u lla n m a d ığı) kısım ile e rk eğin abdest veya
g u sü l alm asını m enediyor.

İkinci hadis ise erkeğin gusül v e y a abdestinden artan su ile ka


d ın m v e y a bu n u n aksine kadının gu sü l (v e y â abdestinden a rta n su
ile e rk eğin abdest veya g u sü l) alm asını y a sa k lıy o r ve erk ek ile k a ­
dın ın b i r kabtaki suyu, beraberce abdest v e y a gu sü l a lm a k için k u l­
la n m a la rın a cevaz veriyor.
572 SÜNEN-Î ÎBN-İ MÂCE

Kadın veyâ erkeğin taharette ( = abdest veyâ gusülde) kullan­


dığı sudan artan kısmın diğeri tarafından tahârette kullanılıp kul-
lamlamıyacağı husûsunda Sünen-i Ebî Davud'un şerhi El-Menhel'de
6 mezhebin bulunduğu belirtilerek şöyle bir izah yapılıyor:

1. Kadının tahâretinden artan su ile erkek taharet yapamaz.


Bunların beraber taharetlenmesi veyahut önce kadının tahâretini
yapıp ondan sonra erkeğin taharetlenmesi farketmez. Kadının ister
cünûplükten ister aybaşı âdetinden ötürü gusül etmesi veyâ başka
nedenle tahâretlenmesi neticeyi değiştirmez. Ö m e r b i n £ 1-
H a t t â b , A b d u l l a h bin S e r c i s , E l - H a k e m b i n
A m r , S a i d b i n E l - M ü s e y y e b ve İ b n - i H a z m
(Radıyallâhü anhüml'ün mezhebi budur. Bunların delili ise E 1-
H a k e m ’ in hadisi (373 noluldur.

2. Kadm ile erkeğin aynı kabtan beraberce su alıp tahâretlen-


meleri câizdir. Fakat önce kadının tahâretlenmesi halinde ondan
artan su ile erkeğin tahâretlenmesi câiz değildir. D â v û d , İ s h a k
ve bir rivâyette A h m e d (Radıyallâhü anhüml’ün kavli budur.
Onlar, bu hususların câiz olup olmadığı husûsunda hadisler vardır.
Kadının kullandığından artan su ile erkeğin tahâretlenemiyeceği hu­
sûsunda ise bir kaç Sahâbi’den sahih hadîs rivâyet edilmiştir, demiş­
lerdir. Bunlara şöyle cevap verilmiştir: «Yasaklamaya âit hadîsler,
tenzihan kerâhete yorumlanmak sûretiyle hadîsler arasında görülen
zahiri ihtilâfın kaldırılması mümkündür. Diğer taraftan, ne şekilde’
olursa olsun câizdir, diyen sahâbîler de vardır. Ezcümle, A l i ,
t b n - i A b b â s , C â b i r , E b û H ü r e y r e , E n e s , Âi şe, ,
Ü m m ü S e l e m e , M e y m û n e ve Ü m m ü H â n i (Ra-
dıyallâhü anhüm) böyle söylemişlerdir.»
3. Kadın, cünüplült veyâ aybaşı âdeti dolayısıyla guslettiği tak­
dirde artan suyun erkek tarafından tahâret işinde kullanılması ya­
saktır. Başka durumlarda yasaklık yoktur. Bu görüş î b n - i Ö m e r ,
Ş a ’ b i ve E v z â i ’ ye isnad edilmiştir. Bu görüşü destekliyen
bir delil yoktur.

4. Ne erkek, kadının tahâretinden artan suyu, ne de kadm, er­


keğin tahâretinden artan suyu tahârette kullanamazlar. Fakat be-
rabet kullanabilirler. Bunların delili (374 numarada geçen) A b ­
d u l l a h b i n S e r c i s (Radıyallâhü anhümâ) ’den ve bir ri-
vâyete göre başka sahâbi'den rivâyet edilen hadîstir. Fakat bu ha­
dis (bir önceki bâbta geçen 370, 371 ve 372 nolu) hadislere zâhiren
muhaliftir.
Bâb : 34 KİTABÜ-T'TAHÂRE VE SÜNENİHÂ 973

5. Kadın ve erkek gusül veya abdestlerini beraber bile alsa­


lar hiç birisi diğerinin artığını taharette kullanamaz. Bu görüş
E b û H ü r e y r e ve A h m e d (Radıyallâhü anhümâ) 'ya nis-
bet edilmiş ve î b n - i A b d i ’ l - B e r tarafından bir gruptan
hikâye edilmiştir. Fakat söz konusu artık su ile taharetin yapılma­
sının câiz olduğuna delâlet eden hadislerin açıklığı karşısında bu
görüş reddedilmiştir.
6. Bahis konusu artık su ile kayıtsız şartsız tahâret yapılabilir.
Bu hususta e rk e k -k a d ın ayırımı yoktur. Yani kadının tahâretin-
den, artan su ile erkek tahâretlenebilir. Erkeğin tahâretinden artan
su ile de kadın tahâretlenebilir. Bunların beraber veya birbirinden
sonra gusül veya abdest alm aları farketmez. Cum hur’un mezhebi
budur. A h m e d ’ den böyle bir rivâyet yapılmıştır. Resûl-i Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’in, bazı hanımlarının taharetlenme­
sinden artan su ile taharetlendiği (370, 371, 372 nolu) hadisler ve ben­
zerleri il© sabittir. Kezâ bazı hanımları ile beraber taharetlendiği
(376, 377. 378, 379, 380 nolu) hadîsler ve benzerleri ile sabittir.

İk i H âl Tercemesi
İlk hadisin râvisi El-Hakem bin A m r el-Gıfart’ye el-Hakem bin el-Akra’ da
denilir. İbn-i Sa’d’in dediğine göre Resûl-i Ekrem (S.A.V .) vefat edinceye kadar
el-Hakem, O’nun yanından ayrılmadı. Bilahare Basra’ya gitti ve bir ara Horasan
valiliğini yaptı. K a v ile r i: Abdullah bin es-Samıt, Şirin, Haşan ı Basrî, Ebü'ş-Şa’sa
ve başkalarıdır. Radıyallahu anhûm.
Hasan-i Basri (R .A .) demiştir k i; Ziyâd, el-Hakem’i Horasan valiliğine ata­
dı. El-Hakem oralarda büyük bir ganimet almaya muvaffak oldu. Ziyâd, bunun
üzerine kendisine bir mektup yazarak ganimet dolayısıyla elde edilen altın ve
gümüşün halife Hz. M uâviye (R .A .) tarafından istendiği için gönderilmesini vo
diğer mallan dağıtmasını talep etti. Fakat el-Hakem, Zıyâd’a yazdığı cevapla A l­
lah'ın kitabı Halîfenin zatınıza yazdığı emirnameden önce gelir. G ökler ve yer
bir kulun başma yığılsa bile kul takvadan ayrılmazsa Allah onun her güçlüğüne
b ir çözüm yolunu ihsan buyurur, dedi. Daha sonra bütün ganimet m alım halka
dağıttı. B ilah are: «A lla h ’ım ! Şayet huzuruna gelmem hayırlı ise canımı al» dedi
ve çok zaman geçmeden hicretin 50. yılı M erv’de vefat etti.
Tirmizl, Ebû Dâvûd, Nesei ve îbn-i Mâceh onun hadislerini rivayet etmişler­
dir. Buharl de bir hadisini rivayet etmiştir. (Bak : El-Menhel Cild 1, Sah. 274-275)
İkinci hadisin râvisi Abdullah bin Sercis ei-Müzenî el-Mahzûmî el-Basrî’nin
17 hadisi vardır. Kendisi Resûl-i Ekrem (S .A .V .)’den, Hz. Ömer'den ve Ebû Hü­
reyre (R .A .)’den rivayet etmiştir. R âvileri ise Osman bin Hakim, Asım ei-Ahvel,
Katâde ve Müslim bin Meryem ’dir.
Müslim, Nesei, Tirm izî, Ebû Dâvûd ve îbn-i Mâeeh onun hadislerini rivayet
etmişlerdir. Buhar!, îbn-i Hibbân ve İbn-i Abdi’l-Ber onun Resûl-i Ekrem
(S .A .V .)’in sohbetinde bulunduğunu beyan etmişlerdir. ( B a k : El-Menhel Cil 1,
Şah. 114)
574 SÜNEN-1 İBN-İ MÂCE

Artık sayılan mezkûr su ile taharetlenmenin yasağına âit hadîs­


lere gelince cumhur âlimleri şu çeşitli yorumlarda bulunmuşlardır:
1. Abdest veya gusüi yapılırken yıkanan uzuvlardan veya vü­
cuttan ayrılian ve düşen su müstameldir. Bir daha o su ile abdest
veya gusül alınamaz.
2. Yasağa âit hadîslerdeki yasaklama kabta artmış olan su ile
taharet yapmak tenzihen kerahat manasınadır.
H a 11 â b i ise yasaklamaya âit hadisler mensuhtur, demiştir.
İlk hadis, Ah. m e d , B e y h a k i, D a r e k u t n i , T i r -
mi z î ve E b û D â v û d tarafından da rivâyet edilmiştir. T i r -
m iz i; bu hadis hasen’dir, demiştir. İ b n - i M â c e h de bun­
dan sonra gelen hadise tercih etmiştir. İ b n - i H i b b â n ve
E b û M u h a m m e d E l - F â r i s i de bunu sahih saymışlardır.
İkinci hadisi de A h m e d , B e y h a k i . Ebû Dâvûd
ve N e s e i de rivâyet etmişlerdir. (39)

. 5 ı^ ı j j y , ^ , i ı Ç1 c -. ^ 3 “t i - rv«

Yj . a>.1j j‘ € : 3^ i <w Jdl J i

. j

TERCE MES İ

375) “... Ali (Radtyallâhü anhyden şöyle dediği rivâyet edilmiştir:


Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile hanımı aynı kabtan.
(beraber) guslederlerdi ve birisi arkadaşının (guslünden) artanı ile
gusletmezdi.”
N o t : Zevâid’de bu hadisin isnadı zayıf gösterilmiştir.

»lîl £j* j Y —jvb *1 ('”°)

35 — ERKEK VE KADININ BİR KABTAN


GUSLETMELERİ BÂBI

(39) El-Menhel cüz 1, sah. 272


B â b : 3 5 K Î T A B Ü - T T A H Â R E V E S Ü N E N İ H Â 5 7 5

T E R C E M E S Î

376) "... Âişe ( Radıyallâhü ö »A â )!den:

Şöyle d e m iş tir: R esulullah (S a lla lla h ü Aleyhi ve Sellem ) ve ben


b îr kabtan guslederdik.”

İZAHI

H adîsi B u h â r i , M ü s l i m , N e s e i , E b û D â v û d
ve B e y h a k i de b ir kaç senedle rivâyet etm işlerdir. Resûl-i
Ekrem (S a lla lla h ü A leyh i ve S ellem ) ve. han ım larının b ir kabtan boy
abdesti aldık ları husûsun da A l i , Enes, C â b i r bin A b -
dillah, îbn-i Ömer, Ü m m - ü Hâni, Ü m m - û H a -
b i b e , M e y m û n e ve Ü m m ü S e l e m e (R a d ıy a llâ h ü
a n h ü m l’den ayrı ayrı rivayetler vard ır. B u n la n n b ir kısmı bu b â b ta
geçecektir.

B u h â r i ’ nin bir rivayetinde: b.»- u V - - = -H e r ikim iz

de cünüp iken » ve E b û D â v û d ' un rivayetinde aynı m ânâyı


> *
ifâd e eden; d L i-> ö - 3*-’ j cüm lesi bulun ur. Şu h ald e y a p ılan gusül

cünü plü k dolayısıyla idi.

H A D ÎS T E N Ç IK A R IL A N F IK H I H Ü K Ü M L E R :

1. C ün üp olan birden fazla erkek ve kadın b ir k a b ta b u lu n an


su yu boy abdestinde kullanabilirler. (A m a karı ve k o ca d u ru m u n ­
d a olm ayanların b ir yerde b u lu n m aların ın veya birlikte gu sletm eleri­
nin h aram lığı h usûsu ayrı bir m es'eledir.)

2. C ü n ü p a d a m necis sayılm az. (Y a n i necis olan b ir uzuv kab-


taki su ya batırılın ca o su pislenm iş sayılır, gusül v eyâ abdest işinde
576 SÜNEN-1 İBN-İ MÂCE

kullanılmaz. Fakat cünüp olup da başka sebeple necis olmamış olan


bir uzuv kabtaki suya — gusül niyeti olmadan— batırılınca o su
pislenmiş sayılmaz. Onunla gusül ve abdest alınabilir.
i; .* t"*** ■'.* e**' f >* V', >%, »
‘ t/ (j* Ur • ti -^ İ J1.* fW

Vl J~îel C Z -S * : Ljö i [>* < ^ (j* ‘ jj.j 4> _/L


0 * ' -»

• 4 Cjİ

TERCEMESI

377) "... (M ü ’minlerin annelerinden olan) Meymûne ( Radtyallâhü an-


Aâl’dan:

Şöyle söylemiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve


ben bir kabtan guslederdik.”

. j £ i J 3 '& ■ a .J L S 3ı ^ <! * > v ' J c i j l > > - m


' j -• • «*

$Ş| y <3\ • s j ^ ‘ ’ö * ‘ ti.' â* ‘ ^ <3; L<

. tA»u31 *J\ y i <«**» ^ >(î^ jj-f » j

TERCEMESI

378) “... Ümmü Hâni’ (Radtyallâhü anhâ) ’den şöyle demiştir:

Şüphesiz Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve (hanımı)


Meymûne (Radıyallâhü anhâ), içinde hamur eseri bulunan bir ça­
naktan guslettiler."

ız . y i v ' y h o; ü * ur, j \3 J c ? J.ı —m

H | *â! O «3^: 3^ • j C y < J-îfr <> ü

. Aa-lj fl’|^ jjLÜ h a>.İj

* »-3
Bâb: 35 KİTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 577

TERCEMESÎ

379) “... Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anhümâ)'<\m :

Şöyle demiştir: Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve ha­


nımları bir kabtan guslederlerdi.”
N o t : Zevâid’de, bu hadisin isnadı hasen’dir, demiştir.

,3 S / *•$ ^ " rA*

‘ XL- f i [/■ < Ü - f l CİÂ; L>_j 0C ‘ li.' ü* ‘ ^ ^

. ^ cî.y-Jj O» ^ ^ l

TERCEMESÎ

380) ”... Ümm-ü Seleme ( Radıyallâhü anhâ) ’den rivâyet edildiğine göre:

Kendisi ve Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir kabtan


guslederlerdi.”
Ümmü Seleme ve t)mmü Hâninin Hâl Tereemesi

Ümmü Seleme (R .A .)’nm adı Hind bint-i Ebi Ümeyye el-Mahzumiyye’dir. İlk
kocası Ebu Seleme Abdullah bin Abdi'l-Esed’dir. Kocası ile beraber Habeşistan’a
hicret eden ilk müslümanlardandırlar. Bilahare Mekke’ye döndüler. Oradan da
Medine’ye hicret ettiler. Medine’de kocasının vefatından sonra Resûl-i Ekrem’in
zevcesi olmak şerefine mazhar oldu. Kendisi Kureyş kabilesinin hanedanlarından
ve ilk muhacirlerden olduğu, cihetle raü’minlerin annesi olmak gibi yüce bir mer­
tebeye yükseldi.
378 hadisi bulunur. Buharî ve Müslim 13 hadisinde ittifak etmişlerdir. Üçer
hadisini de münferiden rivayet etmişlerdir. Râvileri ise, ilk kocasından oian ço­
cukları Ömer ile Zeyneb’tir. Ayrıca Nâfi, Said bin el-Müseyyeb, Ebu Osman en-
Nehdi ve başka zatlar da ondan rivayette bulunmuşlardır.
Hicrî 59. yılı vefat etmiş ve Ebû Hüreyre (R .A.) tarafmdan cenaze namazı
kildmlmıştır. Zehebi’nin dediğine göne Resûl-i Ekrem (S.A.V.)’in en son vefat
eden hanımıdır. (El-Menhel cüz 1. Sah. 332)
Ümmü Hâni (R.A.), Ebû Tâlib’in kızıdır. Adı Fâhıte’dir. Ahmed ise, adının
Hind olduğunu söylemiştir. 46 hadisi olup Buharî ve Müslim bir hadisinde ittifak
etmişlerdir. Râvileri de torunu Ca’de, mevlâsı Ebû Mürre ve Mücahid'dir. Mekke’­
nin fetih günü müslüman olmuştur. (Hulasa sah. 500)

Sünen-i tbn-i Mâce — F .: 37


SÜNEN-İ İBN-t MACE

»IjLSj ı_jl ( n )

36 — BİR KABTAN ABDEST ALAN ERKEK


VE KADIN BÂBI

. 4-ri\ <> d&£ u; • }Jr ^^5? — fAN

* a »İj {j* *âl â j ~ ) •V8,Jp 3Ç <3^: 3^

T E R C E ME S İ

381) “... (Abdullah) îbn-i Ömer (Radtyallâhü anhümâ)'den şöyle rivâ­


yet edilmiştir:
Erkekler ve kadınlar, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
zamanında bir kabtan abdest alırlardı.”

tZ A H I

Hadis E b û D â v û d , N e s e i , B e y h a k i ve İbn-i
H u z e y m e tarafından ayni sözlerle rivâyet edilmiştir.
EI-Menhel’de hadîsle ilgili olarak şu izah v a r:

«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında...» tabiri,


hadîsin hükmen merfû olduğunu ifâde eder. Çünkü Sahâbi, bir fi’li
Resûl-i Ekrem’in zamanına isnad edince merfû hükmünde olur.

Hadisin zâhirine göre erkekler ile kadınlar bir kabtan aynı za­
manda abdest alırlardı. Eğer böyle mânâlandırılırsa hadis eş duru­
munda olanlara ve mahremlere âit olur. Çünkü yabancı erkeklerle
kadınların bir kabtan ayni zamanda abdest almaları uzak bir ihti­
maldir.
t b n ü ' t - T 1 n ’ in dediği gibi şayet hadis mahrem olanlara
tahsis edilmeyerek genel olarak kabul edilirse hadisden maksad şu
olur: «Erkekler kendi aralarında toplu halde kadınlar da kendi ara­
larında toplu halde aynı kabtan abdest alırlardı.» Bu takdirde er­
Bâb : 36 KİTABÜ-T’TAHÂRE VE SÜNENÎHÂ 579

kekler ayrı, kadınlar da ayrı olmuş olur. E b û D â v û d ' u n M ü -


s e d d e d ' den bir rivayetinde bulunan “Cemîan = toplu halde"
kelimesi de İ b n ü ’ t - T i n tarafından bu şekilde açıklanmıştır
Erkeklerin ve kadınların ayrı ayrı zamanlarda ama toplu halde ay­
nı kaptan abdest almış olduğu burada anlatılmış oluyor.
Bazıları da kadınların örtünmesine âit «Hicâb» emri gelmeden
önceki zamanda erkeklerle kadınların bir arada ve aym zamanda bir
kaptan abdest aldıkları bu hadiste ifâde edilmiş olabilir, demişler ise
de bu yorum pek kabule şâyan görülmemiştir. Çünkü bu hâl akıl­
dan bile uzaktır.
Sindi de bu hadisle ilgili olarak ezcümle şöyle söyler:
« S u y u t i, R â f i î ’ den naklen beyan ettiğine göre bu ha­
dis, eş durumunda olan erkek ve kadının bir kabtan beraber abdest
aldıklarım, bu durumun Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
zamanında yoğun olduğunu, Peygamberin bu duruma itiraz etmedi­
ğini ve değiştirmediğini belirtmek içindir.»
El-Menhel yazan daha sonra hadîsten çıkanlan fıkıh hükmünün
şu olduğunu ifâde eder:
1. İki ve daha çok kimsenin bir kabtan suyu avuçlayarak. (ka­
bın dışında) abdest almaları caizdir.
2. E l - H â f ı z , El-Fetih’de demiştir k i: Kabtan su avuçlamak-
la, kabta kalan suyun müsta’mel sayılmayacağı hükmü bu hadisten
çıkar. Çünkü onların kabları küçük idi. Nitekim Ş â f i i bu husu­
su El-Ümm’ün müteaddit yerlerinde sarahaten belirtmiştir.
3. S i n d i ’ nin beyânına göre, bâzı âlimler: «Bu hadis, ka­
dının abdest artığı ile erkeğin abdest almasının câiz olduğuna delâ­
let eder.» demiştir. $öyle k i: Erkek ile kadın bir kabtan abdest alın­
ca icabında kadın erkekten önce abdestini tamamlar, dolayısı ile er­
kek kadın artığı sayılan kabtaki su ile abdest almış sayılır. Eğer bu
artık ile erkeğin abdest alması memnû olmuş olsaydı sahâbîler bu
artıkla abdest almayacaklar idi.

aX»\ u? . jX s . a u; — TA t

; 'e t i i o - fi s ‘ & S* % < ^ & i Z}

. ^ t - ıi (S£. lc j
580 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

T E R C E M E S I

382) Ümmü Subyetü’l-Cübeniyye (Radtyallâhü anhâ)’den:


Şöyle söylemiştir: «Tek bir kabtan abdest alırken bâzen benim
elim ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in eli geHp giderdi.»
Ebû AbdiHah bin Mâceh dedi ki: «Ümmü Subye’nin Kays ki7.ı
Havlete olduğunu Muhammed’den işittim, sonra Ebû Zur’a’ya anlat­
tım. Ebû Zur’a : Muhammed doğru söyledi, dedi.”

İ Z A HI
El-Menhel yazan, E b û D â v û d ’ un rivâyet ettiği bu hadi­
si açıklarken ezcümle şunlan söyler:
Ü m m ü S u b y e (Radıyallâhü anhâ) ’mn maksadı: Besûl-i
Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in bâzen kendisinden önce ve
bâzen de kendisinden sonra suyu avuçla kabtan aldığım belirtmek­
tedir. Ü m m ü S u b y e , K a y s kızı H a v l e t e ' d i r . Resûl-i
Ekrem’e biat edenlerdendir. Râvileri de H a r r a b û z ’ un oğul­
lan S â l i m ve N â f î ’ dir. E b û D â v û d ve î b n - i M â ­
c e h , onun hadislerini almışlardır.
Ü m m ü S u b y e (Radıyallâhü anhâ), Peygamber (Sallalla­
hü Aleyhi ve Sellem) ’in mahremi veyâ zevcesi olmadığı halde, Pey­
gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile aym kabtan abdest alma-
lân nasıl câiz olur? denmesin, çünkü ikisinin arasında ve su kabı
üzerinde bir perdenin gerilmiş olması ve perde arkasında durup sı­
rayla suyu avuçlamış olmalan muhtemeldir. ( S i n d i bu ihtima­
lin yanında ikinci bir ihtimal olarak bu durumun «HİCAB» emrinden
önceki zamanda meydana gelmiş olmasıdır, der.)
El Menhel’de daha sonra hadîsten çıkarılan şu fıkhi hükümleri
anlatılır:
1. Abdestsiz bir kimsenin (temiz olan) eli ile kabtan avucuyla
su alması câizdir.
2. Abdestsiz bir kimse (temiz olan) elini kaba batırmakla kab-
taki su müstamel sayılmaz (temizleyicidir, tahârette kullanılır.)
B âb: 37 KİTABÜ-TTAHARE VE SÜNENİHÂ 581

3. Kabta kalan su ile abdest alınabilir.

4. Biri erkek, diğeri kadın bile olsa iki kişinin tek bir kabtan
abdest alması câizdir. (Yabancı erkek ile kadının bir arada bulunup
abdest almalarının başka yönlerden yasak olması ayrı bir husustur.)
Hadis, E b û D â v û d ve İ b n - i M f t c e h ' t e n başka
Da r ek u t nî , Ahmed, Be y h a k i , tbn-İ Ebi Şe y b e ,
T a b a r â n î ve T a h a v i tarafmdan da rivâyet edilmiştir.
B u h â r i de El-Edebü’l-Müfredde nakletmiştir. (40)

T E E C I M E S İ

383) “... Resûl-i Ekrem ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den rivâyet edil­


diğine göre:
Kendisi ile eşi Âişe (Radıyallâhü anhâ) namaz için beraber ab­
dest alırlardı."

v_>lı (rv)

3? — NEBİZ İLE ABDEST ALMAK BÂBI

Nebîzt Üzüm, hurma, bal, buğday, arpa ve benzeri maddeler­


den imal edilen meşrûbat türüne denilir. Nebiz adı verilen meşru­
bat türü sarhoşluk verdiği takdirde içilmesi yasak olan içkilerden
sayılıp necistir. Sarhoşluk vermiyen nebiz kısmı da fıkıhçılar tara­
fından bir kaç gruba ayrılmıştır. İnşâallah «Kitabü’I-Eşribe» bölü­
münü terceme ederken sarhoşluk veren ve vermiyen nebiz çeşitle­
rinin hepsini ve bu husûstaki fıkıh âlimlerinin görüşlerini tafsilâtı
ile açıklayacağız.

(40) El-ICeahe) CİML 1. Cü*. Sah. 370


582 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

. «jjtj ı _ $ J u s^ ı 3Zc- <Jj4? ®J? jl-A»

T E R C E M E S I

384) “... Abdullah İbn-i Mes’ûd (Radtyallâhü anh)’ûea rivâyet edildiği­


ne göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cinler gecesi ona:
— «Senin yanında abdeste elverişli su var mı?» diye sordu. Ab­
dullah :
— Hayır! (su yoktur.) Ancak bir su kabında biraz nebîz ( = hur­
ma şırası) vardır, diye cevap verdi. Resûl-i Ekrem:
— «(O ), tertemiz hurma ve temizleyici sudur.» buyurdu. Sonra
(Onunla) abdest aldı. Vekîin hadîsi budur.”
N o t: Bunun senedinin sıhhat durumu râvi Ebû Zeyd’in durumuna bağlıdır.
Bu râvi ise, TirmM ve başkasının dediği gibi hadisçilerce meçhul bir kimsedir.

İZAHI

E b û D â v û d , kısmen değişik bir senedle Resûl-i Ekrem


(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’e âit metni aynen ve I b n - i M e s ' -
û d ’ a âit sözü de mânâyı etkilemeyen az bir değişiklikle rivâyet
etmiştir.
Tahâret Kitabının 42’nci bâbmı bu konuya tahsis eden E b û
D â v u d ’ un Sünen şerhi El-Menhel’de hadîsin metni ile ilgili ola­
rak şu bilgiyi verir:
Hadisin «... Cinler gecesi...» tâbiri ile İslâm dinini öğrenmek için
N u s a y b i n cinlerinin Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) , yanında toplandıkları gece kasdedilmiştir. Çünkü K â ’ b ü ’ l -
A h b â r (Radıyallâhü anh)’den rivâyet edildiğine göre B a t n - 1
N a h l e ’ den dönen ve aralarında E . l - A h k a b ’ ın da bulun­
duğu dokuz kişilik çin hey’eti kavmini uyardıktan sonra peygam­
berle görüşmek üzere üçyüz kişilik bir cemâat halinde M e k k e ’ -
Bâb: 31 KİTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 583

nin C e h û n adlı dağına geri geldiler. Cinlerden E 1- A h k a b


Besül-i Ekrem’in huzuruna çıkarak selâm verdikten sonra cemâatin
mülâkat isteğini arzederek görüşmek için zaman ve yer gösterme­
sini istedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de Ç e h û n
dağında buluşmak üzere gecenin bir saatini tensip buyurdu. K â1’ -
b ü ’ l - A h b â r ’ dan nakledilen bu haberi E b û N a i m ve
E 1- V â k ı d i rivâyet etmişlerdir.
B e y h a k i ’ nin «Delâilü'n-Nubuvve»de İ b n - i M e s ' û d
(Radıyallâhü anh) ’den rivâyet ettiğine göre Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) M e k k e ’ de iken Ashâbma:
«Bu gece cinlerle yapılacak görüşme işinde bulunmak isteyenle­
riniz gelebilir.» buyurdu. Benden başka kimse bulunmak istemedi.
Resûl-i Ekrem ve ben M e k k e * nin üstündeki dağa çıktık. Ora­
da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ayağı ile bir dâire çiz­
dikten sonra içinde oturmamı emretti. Sonra biraz ileri gidip durdu.
K u r ’ a n okumaya başlayınca aramıza çok sayıda karaltı girdi...
A h m e d ’ in rivâyetinde, t b n - i M e s ’ û d bu olayı an­
latırken; fecir vakti olunca Peygamber, durduğum yere gelerek, be­
raberimde abdest için suyun bulunup bulunmadığını sordu. Ben tu­
lumda su bulunduğu kanaati ile evet, dedim. Tulumu açmca bir de
baktım ki su değil, Nebizdir. Bunun üzerine; ben: Su olduğunu sa­
nıyordum. Fakat nebizdir, dedim. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Tertemiz hurma ve temizleyici sudur.» buyurarak ondan ab­
dest aldı. Sonra namaza durmak istedi. Cinlerden iki kişi O’na ye­
tişince, arkasında onları saf yapıp bize namaz kıldırdı. Daha sonra
ben: Ya Resûlallah! bunlar kimdir? diye sordum. Resûlullah (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem):

«Nusaybin cinleridir» buyurdu.


Hadisin «Tertemiz hurma ve temizleyici sudur.» fıkrasının anla­
mı şudur: Nebiz dediğin şey hurma ve temizleyici olan sudan ibaret­
tir. Suya hurmanın atılmış olması abdest almaya mâni teşkil etmez.

1 b h - i M â c e h ve T i r m i z i ’ nin rivâyetinde bu fıkra­


dan sonra î b n - i M e s ’ û d ’ un şu sözü bulunur: «Sbnra Pey­
gamber neblzden abdest aldı.» A h m e d ’ in müsnedinde ise bu söz
j <-L« W jSJi = «Sonra Peygamber nebizden abdest al­

dı ve namaz kıldı» şeklindedir


584 SÜNEN-Î İBN-t MÂCE

1 m a m E b û H a n î f e ve i m a m S e v r ! bu hadise
dayanarak: Su bulamayan bir kimse, abdest uzuvları üzerinde akı­
nı, tatlı ve çiğ olup sarhoşluk vermiyen hurma nebîzi (şırası) ile ab­
dest alacak, teyemmüm edemez, demişlerdir. İ m a m M u h a m -
m e d *e göre bu kimse hem anılan vasıflan hâiz nebizle abdest ala­
cak hem de teyemmüm edecektir. İ m a m E b û Y û s u f ’a göre ise
bu kimse nebizle abdest alamaz, teyemmüm eder. E b û H a n i f e de
bu kavle dönmüştür. Diğer mezheb imamlarının ve cumhur’un kav­
li de budur. T a h â v î de bu kavli tercih ederek: İ b n - i Me s ' -
û d * un (mezkûr) hadîsine dayanarak E b û H a n i f e ’ nin ilkin
söylediği sözün dayandığı bir asıl yoktur, demiştir. İmamın dönüş­
tüğü son görüş mezhebin asıl görüşüdür. Çünkü, Et-Tevzîh’ten nak­
len. El-Bahr’de beyân edildiği gibi bir müctehidin terkettiği fetvâsim
tutmak câiz değildir.

T i r m i z i d e: Nebîz ile abdest alınmaz» diyenlerin sözü ki-


tap’a uygun olanıdır. Çünkü Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştur .-

. . . . İZJff f j u ^ t\L> \j

= «... Sonra su bulamazsanız temiz bir toprakla teyemmüm edi­


niz...» (Mâide Sûresi, 6. âyet)

Yukarda verilen malûmattan anlaşıldığı gibi ihtilâf noktası çiğ,


tatlı, ince ve abdest uzuvları üzerinde akıcı olup sarhoşluk verme­
yen hurma nebizi hakkındadır. Çünkü içine hurma taneleri atılmış
olmakla beraber henüz tatlılığı belirmemiş olan su ile abdest alın­
ması ittifakla câizdir. inceliğini kaybeden ve sarhoşluk veren nebız
ile abdest almamıyacağı husûsunda âlimler ittifak halindedir...

(Hanefî fıkıh kitablanndan olan) El-Bahr’ü-Raık’de de şöyle de­


niliyor : «Hulasa, bizim yanımızda sağlam, seçkin ve güvenilir mez­
hebimiz, anılan vasıflan taşıyan nebizle abdest alınamâmasıdır. Di­
ğer üç mezheb imamlannın fetvasına katılıyoruz. Bu sebeple, nebiz­
le abdest alınabildiğine delâlet eden î b n - i M e s ’ ü d ’ un ha­
disi ile meşgul olmaya ihtiyaç yoktur. Zira bazı âlimler bu hadisin
zayıf olduğunu söylemiştir. Hadis sahih olarak kabul edildiği tak­
dirde bile (yukarda meâlı verilen) teyemmüm âyeti ile mensuhtur.
Çünkü âyet M e d i n e ’ de inmiştir. ( İ b n - i M e s ' û d ’ un
hadisinde anlatılan olay ise M e k k e ’ de ve daha önce vuku bul­
muştur.) Müteahhirîn âlimlerden bir cemaat hadis'in teyemmüm
âyeti ile mensuh olduğu yolunu seçmiştir.»
Bâb: 37 KÎTABÜ-TTAHAEE V » SÜNENÎHA 585

El-Menhel yazan, Bahr-ı Râık'ten bu nakli aldıktan sonra şöyle


der: Farâza hadis mensuh olmamış olsa bile söz konusu neblz, için­
de biraz hurma atılmış olmakla beraber vasıflan değişmemiş su idi.
Zira tatlı olmayan içme suyunun acılığını gidersin diye içine biraz
hurma atmak arablarm âdeti idi.

HADÎSİ TAHBİC EDENLER

Ahmed, Bey haki, Ebû D â v û d , T i r m i z i ,


İ b n - i Eb . i Ş e y b e , D a r e k u t n i ve T a h â v i de
hadisi müteaddit yollarla rivâyet etmişlerdir.
E l - M ü n z i r i şöyle demiştir: E b û Z u r ’ a, hadisin sa­
hih olmadığını söylemiş, E b û A h m e d E l - K e r & b i s i de,
bu bâbta anılan rivayetten bir hadîs sâbit olmamış, bilâkis, A b d u l ­
l a h İ b n - i M e s ’ û d ’ dan rivâyet edilen sahih hadisler bunun
aksini (nebîzle abdest ahnamıyacağınî) ifade etmektedirler.»
Hadis âlimleri bu hadisi 3 sebepten zayıf saymışlardır:
Birinci sebep: Senedindeki râvîlerden E b û Z e y d hadis-
cilerce meçhul bir kimsedir. T i r m i z i ve başka zatlar bu nedeni
zikretmişlerdir. Ancak, E b û Z e y d ’ den başka 14 kişi, hadîsi
î b n - i M e s ’ û d * dan rivâyet etmiştir. B u h â r i ’ nin üze­
rindeki El-Bedrü’l-Aynl şerhinde 14 kişinin rivayetlerinin kimler ta­
rafından tahriç edildiği belirtilmiştir.
İkinci sebep: Yine râvîlerden E b û F e r â z e ' nin R â ş i d
b i n K e y s â n adlı zat mı, başkası mı diye tereddüt hasıl olmuş­
tur. Fakat î b n - i A d ı y , D a r e k u t n i ve î b n - i A b d i l -
b e r , bu zatın R â ş i d b i n K e y s â n olduğunu belirtmiş­
lerdir.

Üçüncü sebep: Cinler gecesinde î b n - i M e s ’ û d ’ un Pey­


gamberin beraberinde olmadığı husûsudur. Çünkü M ü s l i m ,
T i r m i z i , E b û D â v û d , B e y h a k i ve D a r e k u t n i * -
nin rivâyet ettikleri sahih ve Hasen bir hadîsle A 1 k a m e şöyle
demiştir:
«Ben Abdullah İbn-i Mes’ûd’a , Cinler gecesi Resûlullah (Sallal­
lahü Aleyhi ve Sellem) ’in beraberinde sîzlerden kim bulundu? diye
sordum. Abdullah t Bizden hiç kimse O’nun yanında yoktu, diye ce­
vap verdi.»
586 SÜNEN-Î ÎBN-Î MACE

Bu üçüncü sebebe cevaben: A b d u l l a h İ b n - i M e s ’ ­


û d ’ un cinler gecesi Peygamber'e refakat ettiği yedi yolla rivâyet
edilen hadiste belirtiliyor, demiştir. (El-Menhel’de yolların hepsi sı­
rayla anlatılmıştır.)
El-Menhel yazan daha sonra î b n - i M e s ’ û d ’ un refakat-
ta bulunduğuna dâir hadîs ile refakatta bulunmadığına dâir hadis­
lerin arasında görülen ihtilâfın zahiri olduğunu şöyle belirtmiştir:
İ b n - i M e s ’ û d (Radıyallâhü anh) cinler gecesi Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’e refâkat etmiştir. Fakat Peygamber’in
cinlerle olan görüşmelerine katılmayarak uzakça bir yerde Peygam-
ber’i beklemiştir.
Bâzı âlimler de şöyle yorum yapmışlardır: Cinlerle görüşme iki
defa vuku buldu. İlk görüşmeye gidildiğinde ne t b n - i M e s ’ û d
ne de başkası Peygamber’e refakat etmedi. N a h 1 e denilen semt­
te yapılan görüşme N i n o v a cinlerine âit idi. İkinci defa C e -
h û n dağında N u s a y b i n cinleri ile yapılan görüşmede ise
İ b n - i M e s ’ û d bulunmuştur.
E ş - Ş i b l ı «Âkâmü’l-Mercan» adlı eserinde, Resûl-i Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in 6 defa cinlerle görüşmüş olduğu, ha­
dislerin zahirinden anlaşılıyor, demiştir. El-Menhel bunları saymış
ise de burada anlatmaya lüzum görmüyorum.

HADÎSTEN ÇIKARILAN FIKIH HÜKÜMLERİ

1. Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem> cinlere de gön­


derilmiştir. Bunun için cinler O’na gelmişler ve O da onlara İslâm
dinini öğretmiştir
2. Kişi, ilerde ihtiyaç duyacağım umduğu şeyleri önceden hazır­
lamalıdır. Hele ibâdeti için gerekeni önceden temin etmelidir.
3. Küçüğün büyüğe hizmet etmesi meşrudur.
4. Nimeti övmek meşrudur.
B âb: 38 KÎTABÜ-TTAHÂRE VE SÜNENİHÂ 587

* ‘ 5; ^ “**** ‘ 3^ « t-*“» • jjfk’ *[/ » ^|Ş *»i D^*J

. 1_JU*«h
# Aafcojk 4* C/*^- 0*3 >i^'^'

T E R C E ME S Î
385) "... Abdullah İbn-i Abbas (Radtyallâhü a«Aaw»â)’den rivâyet edil­
diğine göre cinler gecesi Resûlullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Abdullah
İbn-i Mes’ûd’a :
— Senin beraberinde su bulunur (mu)?* buyurdu. Abdullah da t
Hayır yanımda su yoktur. Ancak U r tulumda bulunan nebiz vardır,
diye cevap verdi. Bunun ■'izerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Tertemiz hurma ve temizleyici sudur. Bana ( = elime) dök» bu­
yurdu. Abdullah dedi ki: Bunun üzerine O’na ( = O’nun eline) dök­
tüm. O da o (nebiz) ile abdest aldı.»”
N o t : İbn-i Abbas (R .A .)’ın bu hadisini yalnız musannifimiz rivâyet etmiştir.
Senedinde İbn-i Lahla bulunur. Halbuki bu zat zayıftır. Dolayısıyla sened zayıf
sayılmıştır.
*lc ( ta)
38 — DENİZ SUYU İLE ABDEST ALMA BÂBI
I ıJ •ı* * ^jî y .*«** > ıSl * Mı* • a
J jk s tş ÎJ * - . dttu & . jUf Or — YVH
• ¥ -• *.¥ --».Îî. .*ı * - .-
ûi ‘ *>J. t}Ji > ü* *
Ol : +■ t/» J> û i J * * Ü ^-*“»-•
^ **>•» />*
w

:d s ^ > j ^ Jı ,ç 3 k ; x i ç‘ ^ f i- i jiaı
* *
^ j r*
. 0 . 1 *_ t ty- ’j f . ,U l ^ 3l3\ e ; 'JjJy. 'J$ ’Ş - j \ ı&dJ.j{

. . & ‘j L w i^ L ıı -JL> J» ÎS/-J Dta! yZlt ■* Î L y S


TE R C E M E S Î
386) "... Ebû Hüreyre (Radiyallâkö a » k )’den:

Şöyle demiştir: Bir adam, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­


lem)’e gelerek: Yâ Resülallah! Biz denize binerek beraberimizde
(tatlı) az su taşırız. Eğer onunla abdest alırsak susamış (susuz) ka­
lırız. Bu sebeple deniz suyu ile abdest alabilir miyiz? diye sordu. Bu­
na cevâben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Deniz, suyu tahür (temizleyici) dir, meytesi (murdan) helaldir.»”
m SÜNEN-1 İBN-İ MÂCK

İ ZAHI

Hadîs; M â l i k , A h m e d , N e s e I , Ti r m i zi , İ b n - i
Ebi Şeybe, İbn-i H uzeym e, İbn-i H i b b â n ,
D a r e m ı , E l - H â k i m , D a r e k u t n i , ve Î h n ü ’ l - C â -
r û d tarafından da rivâyet edilmiştir. T i rm i zi , hadisin hasen -
sahih olduğunu söylemiş, İ b n - i A b d i ’l - B e r , İ b n ü ’ l-
M ü n z i r ve E b û M u h a m m e d E l - B a ğ a v l de hadîsin
sıhhatma hükmederek âlimleroe makbul sayıldığını belirtmişlerdir.
Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’e müracaat eden za­
tın A b d u l l a h E l - M ü d l l c ! olduğu D a r e k u t n i ’ nin
bâzı senedlerinde belirtilmiş, D a r e m î ’ nin rivâyetinde de «Beni
Müdlic» kabilesinden bir adam... diye geçer. E l - H â k i m ’ in ri­
vâyetinde ise: «Bir avcı geldi..,» ifâdesi kullanılmıştır.
Soru sahibinin maksadı: E l - H â k i m ve E l - B e y h a k i ’ -
nin tafsilatlıdan rivâyetinde açıklandığı gibi, avlanmak için denize
açıldığında bâzen abdest almak veya gusletmek gerekir. Beraber gö­
türülen tatlı su az olup hem içme hem tahâret için bâzen yetmez. Ab­
dest veya gusülde kullanıldığı takdirde içme suyu kalmaz. Deniz su­
yu acı olduğundan içmeye elverişli değildir. Acaba tahârette kullanı­
labilir mi?
Verilen cevapta deniz suyunun temizleyici olduğu bildirilmekle,
abdest ve gusül’de kullanılabildiği gibi necasetin (pisliğin) gideril­
mesinde de kullanılabileceği belirtiliyor.
Tahûr s Temizleyici demektir. Tahûr sayılan bir su hadesten ta­
hârette (abdest ve gusülde) ve necasetten (pislikten) tahârette kul­
lanılabilir. Soru sahibi, deniz suyunun abdest için kullanılıp kulla-
nılamıyacağmı sormuş, fakat Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) daha şümullü bir cevap vererek deniz suyunun tahâretin
her çeşidine elverişli olduğunu bildiriyor.
Meyte t Boğazlanmadan ölen hayvan demektir. Çekirgeden baş­
ka karada yaşayan bütün hayvanların meytesi necistir. Soru sahi­
bi denizde yaşayan hayvanların meytesinin helâl olup olmadığını
sormadığı halde önemine binâen Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) meytenin hükmünü bildirmekle bunun açıklanmasını ge­
reğine işaret buyurmaktadır. Deniz meytesine âit hükmün cevapta
yer alması sebebi şöyle de olabilir: Genel olarak meyte, necis olup
içine düştüğü az suyu da necis eder. Deniz meytesinin diğer meyte-
lerden farklı olup necis sayılmadığı bildirilmekle, deniz suyunun,
Bâb: 38 KİTABÜ-TTAHÂRfî VE SÜNENİHÂ 589

içindeki meytesinden dolayı pislenmediği belirtiliyor. Böylece soru


sahibinin ve emsalinin deniz meytesi ile deniz suyunun pislendiğini
sanmaları önlenmiş oluyor.
İ b n ü ’ l - A r a b i : Sorulan soru cevaplandırılırken, tam fay­
dalı olmak mülahazasıyla sorulmamış olan fakat önemli görülen baş­
ka bir hususu da aydınlatmak fetva vermenin güzelliklerindendir,
demiştir.

DENİZ MEYTELERİ HAKKINDAKİ ÂLİMLERİN


FETVALARI

Taharet Kitabından bir babı konuya ayıran E b û D a v u d ’ un


Sünen şerhi El-Menhel’de verilen geniş malûmat şöyledir:
«Deniz meytesi hakkındaki âlimlerin verdiği cevaplarda ayrıntı­
lar vardır: B u h â r î ' nin şarihi E 1- A y n I şöyle demiştir:
M â l i k , Ş â f i i ve A h m e d , bu hadîse dayanarak deniz
hayvanlarının hepsinin meytesi helâldır. Ancak Ş â f i î ve A h ­
in e d ’ den gelen bir rivâyette kurbağa bu hükümden hariç tutul­
muştur. Bu üç imama göre karada eti yenmeyen hayvanın denizde­
ki türünün meytesi de haramdır.
Bizim arkadaşlarımız (Hanefi âlimleri) ise; ‘deniz hayvanların­
dan balık, bütün çeşitleri ile helaldir. Diğer deniz hayvanlarının eti
yenmez. Çünkü Cenab-ı. Allah;

= «... Ve murdar şeyleri de üzerlerine haram kılıyor...» mealindeki


E l - A ’ r a f sûresinin 157'nci âyetinde murdarlan haram kılmıştır.
Balıktan başkası murdardır. Hadisteki meyte (murdar) ise; balık ile
yorumlanır. Nitekim Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bizim için iki meyte ve iki kan helâl kılınmıştır. İki meyte ba­
lık ve çekirgedir...» buyurmuştur; demişlerdir. ( A y n i ’ den ya­
pılan nakil burada bitti).

H a n e f i âlimlere göre zahiren sebepsiz olarak ve kendi ken­


dine ölüp su yüzüne çıkan ve karın kısmı yukan çıkan balıklar ye­
nilemez. Ama sıcak, soğuk veya başka sebeple ölen balık anılan du­
rumda su yüzüne çıkmış olsa bile yiyilir.
Kurbağa ve kaplumbağa gibi denizde ve karada yaşıyabilen de­
590 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

niz hayvanının yenilmesi husûsunda M â l i k i mezhebinde ihtilâf


vardır. E 1- B â c i , Muvatta’ şerhinde diyor ki: Deniz hayvanı
iki kısımdır. Bir kısmı karada yaşıyamaz. Balık türleri gibi. Diğeri
karada da yaşıyabilendir. Kurbağa, yengeç ve kaplumbağa gibi. Ba­
lık ne şekilde ölürse ölsün tâbirdir ve yenilir. M â l i k ve Ş â -
f i î böyle hükmetmişlerdir.E b û H a n i f e ise, kendi kendine
ve sebepsiz ölen balık yinilmez, demiştir.
... A-«UlU j i ^S*İJ J_»-| . . . — «Deniz ası ve ta­

amı sîzler için helâl kılındı.» ( M â i d e 96) âyeti ve (bu bâbta ge­
çen) hadis bizim delilimizdir. Lügat ehli olan Ö m e r b i n E 1-
H a t t â b (Radıyallâhü anh) âyetin tefsirinde: Deniz avı senin
avlandığındır. Taâmı da denize atılandır, demiştir. Meyte kelimesi
kayıtsız olarak şer-i şerifte kullanıldığı zaman boğazlanmadan ölen
hayvan demektir.

Deniz kurbağası ve kaplumbağası gibi karada hayatını sürdüre­


bilen hayvan M â 1 i k 'e göre temiz ve helâldır. Boğazlanması
gerekmez. İ b n - i N â f i ise; bunlar sebepsiz ölürse pistir ve
haramdır, demiştir. İ m a m M â l i k ’ e göre bunlar balık gibi
deniz hayvanı olup boğazlanmasına ihtiyaç yoktur. î b n - i N â -
f i ' e göre ise bunlar kuş gibi karada yaşıyabilen hayvandır. ( E 1-
B â c i ’ nin sözü burada bitti.)

H a n b e 1 i âlimlerine göre deniz hayvanlarından kurbağa,


yılan ve timsah yiyilmez, diğerlerin hepsi yiyilir.

Şafiî âlimlerince genel hüküm budur:


Yalnız denizde yaşayan ve karada yaşıyamayan hayvanlar balık
şeklinde olmasa bile yinilir. Deniz köpeği ve deniz domuzu gibi. Fa­
kat hem denizde hem karada yaşıyabilen hayvanların yinilmesi ha­
ramdır. Kurbağa, yengeç, yılan, kablumbağa ve timsah gibi. Min-
hâc'm şerhi Nihâyetü'l-Muhtaç müellifi E l - A l l â m e M u h a m -
m e d E r - R e m l i konu hakkında şöyle der:

Karada yaşıyamıyan deniz hayvanlarından balık türü nasıl ölür­


se ölsün yenilir. Çünkü Cenâb-ı Allah: «Deniz avı ve taâmı sizin
için helâl kılındı» buyurmaktadır. (Mâide 96) Sahâbilerin ve tabii­
lerin cumhûru âyetteki «taâmı» su yüzünde kalan, diye yorumlamış­
lardır. (Bu bâbta geçen) hadis de sahihtir. Evet su yüzünde kalan
balık şayet şişerek sıhhi yönden zarar verecek durumda ise yinilmesi
haramdır.
Bâb: 38 KİTABÜ-T’TAHARE VE SÜNENÎHÂ 591

Karada yaşıyamıyan diğer deniz hayvanlan da nasıl ölürse öl­


sün en sahih kavle göre balık gibi helaldir. Er-Ravda’da belirtildiği
gibi karada yaşayamayan bütün deniz hayvanlarına Semek = balık»
denilir.
Balıktan başka deniz hayvanlarının helâl olmadığına dâir bir
kavil vardır. Bu kavlin delili:

= «Bizim için iki meyte helâl kılındı. Bunlar da balık ve çekirgedir.»


hadisidir. Fakat «Semek - Balık» kelimesinin bütün deniz hayvanlan-
na verilen bir isim olduğu gerekçesi ile bu kavil reddedilmiştir.
Ş â f i İ mezhebindeki diğer bir kavle göre deniz hayvanı, eğer
karadaki benzeri yiyilen cinsten ise yenilir. Aksi takdirde yenmez.
Buna göre deniz merkebi ve deniz köpeği yenmez.
Kurbağa, yengeç, yılan ve kablumbâğa gibi hem denizde hem de
karada yaşıyaMlen hayvan yinilmez. Çünkü bunlar ham habistir
hem de zararlıdır. Mûtemed olan kavil budur. (Nihaye’nin sözü bu­
rada bitti.)

HADİSTEN ÇIKARILAN FIKIH HÜKÜMLERİ

1. Kişi bilmediği bir sorunu ilim ehline sormalıdır.


2. Susuzluk korkusu bulunduğu takdirde içme suyunun abdest-
te kullanılmaması mübahtır.
3. Acı olan deniz suyu ile abdest almak câizdir. Selef ve hale­
fin cumhuru böyle demiştir.
4. Deniz hayvanlan yenilir. Bunun tafsilâtım yukarda gördük.
5. Balığın boğazlanması gerekmez. Diğer deniz hayvanlan da
bakk gibidir.
6. Müftü, sorulan soruya uzaktan veya yakından ilişkin husus­
lar soru sahibinin ihtiyacını sezdiğinde sorunun cevabını verirken bu
hususlan da anlatmalıdır.
Hulasa bu hadîs, bir çok hükümleri ve önemli kaideleri ihtiva
etmektedir. Bu nedenledir ki Ş â f i i (Rahimehullah) : Bu hadis
tahâret ilminin yansıdır, demiştir.
592 SÜNEN-Î İBN-İ MÂCE

. jü . 3 i a j ; * ü . J&. 3 t?. £■ j 13 3 ^ L > > - r a v


«* » “ ^ -? *
'if. . * »-.î» .•* ' * î" .* ■• * • " -'I" - .• - e* - .* ".•'* • -
: Jö i ıffS İli (j\sf. i <j- Uw» ^ < »Aİ_>~ ğr jAJ ‘ (J (>«•
w ^* j •*■' ^ m*\+ **+ + " *'

d f i l t l » a * . jseİÎ!»k j . ti» 3—
rl V j j d - — A«-l qa,^

. « S ; |^.\. î j c î j ^ ı i ' j i » 3 S ğ âı j j i j

^s* (tjo . ^ 1A~* ol M» .dlA* aliMtVl lj* JUj ;jj|jjl j


. *1 . jJj_^a)l İJ* ^j a W*.** <î t^VliJU • A.t#I ^ye>i^Jt^-l IJ* iSjJ • <1*»&

T E R C E M E S İ
387) “... Müslim bin Mahşî’nin Îbnü’l-Fârisî (Radtyâltâkü anhüm)’den
rivâyet ettiğine göre şöyle söylemiştir:
Ben avcılık ederdim. Bir kırbam ( = su kabım), vardı. Ona su ko­
yardım ve ben deniz suyu ile abdest aldım. Sonra bunu Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’e anlattım. Bunun özerine Resüli Ek­
rem s
«Deniz, suyu tahûr (= temizleyiciNlir, meytesi (murdarı) helal­
dir.» buyurdu."
N o t : Sindi’nin Zevâid’den naklen beyan ettiğine göre hadisin isnadındaki
râviler sikalardan ibarettir. Ancak Müslim bin Mahşi, sahâbî olan el-Pirâsi’den
hadis işitmemiş, ancak El-Firâsî’nin oğlundan hadis dinlemiştir. El-Firâsi’nin oğlu
ise sahâbi değildir. Bu sebeple hadisi babasından rivâyet etmiştir. (Yani avcılık
eden Peygamber (S.A.V.) ile görüşüp babasından rivâyet eden El-Firâsl’dir, oğlu
değildir. Bu duruma göre senedden El-Firâsi düşmüş görülür.
?>• f». >*. . t *• t.i.. m .»»
alı \li j l 1 Cj VS . xU^>- ( j -iv-1 İm-, tç-^ı U t AA
+ £ f •

*£İ)1 j l i t .~tû t j' j> t îb\x~f- t ^jL ,j A İ :3&

. . ı£ ş *jLı. :ş ç j ^ y ı > . » 3t » . .t; ^ ’y L


*

. M vs. ^ Gfc..: t f c S jfofc


Bâb : 39 K İT A B Ü -T T A H Â R E VE 6 Ü N E N ÎÖ A 593

T E R C E M E S I
388) “... Câbir (Radtyallâhü ö«A)’den rivâyet edildiğine göre Nebî (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem )'z deniz suyu(nun hükmü) sorulmuş, O da:
«Deniz, suyu tahûr ( = temizleyici) dir, meytesi (murdarı) helal­
dir.» buyurdu.
Müellifimiz, yine Câbir bin Abdîllah‘a ulaşan ikinci bir senedin
müellifin şeyhinden yukarıya doğru şu zatlardan ibaret olduğunu
ifade ediyor •.
Ebü’l-Hasan bin Seleme, Ali bin EI-Hasan El-Hestecânı, Ahmed
bin Hanbel, Ebü’l-Kasım bin Ebi’z-Zinad, İshâk bin Hazım, Ubeydul-
lah İbn-i Mıksem ve Câbir bin Abdillah... (Radıyallâhü anhüm).
N o t :■ Zevâid’de belirtildiğine göre İbn-i Hibbân ve Darekutni de hadisi yine
Câbir bin Abdillah’e ulaşan birer senedle rivâyet etmişlerdir.

39 — ABDESTİ İÇİN YARDIM İSTEYİP KENDİSİNE


SU DÖKÜLEN ADAMIN BEYÂNI BÂBI

T E R C E M E S I
389 “... El-Muğîre bin Şu’be (Radtyallâhü anh) ’den :

Şöyle söylemiştir : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ab-


destinî bozmak için dışarı çıktı. (Kazâ-ı hacetten) sonra dönünce ben
bir su kabı île O’nu karşıladım. Ve suyunu dökmeye başladım, önce
ellerini, sonra yüzünü yıkadı. Bundan sonra kollarını yıkamaya dav­
randı. Cübbesi (nin yeni) nin darlığı mâni oldu. Bunun üzerine (mü-
bârek) ellerini cübbenin altından çıkarıp yıkadı ve mestleri üzerine
mesih etti. Sonra bizimle beraber namaz kıldı.”
Sünen-i îbn-i M âce — V.: 38
594 SÜNEN-Î ÎBN-İ MÂCE

t Z A H I

Hadis. B u h â r i , M ü s l i m , N e s â i ve E b û D â v û d
tarafından muhtelif sözlerle uzun ve kısa metinler halinde mütead­
dit senetlerle rivâyet edilmiştir. E b û D â v û d ’ un uzun bir me­
tin halindeki rivayetlerinin birisi şöyledir:
El-Muğîre bin Şu*be (Radıyallâhü anhümâ)’den şöyle dediği rivâyet edil­
miştir :

Tebük savaşından bir gün fecirden önce Resûlullah (Sallallahü


Aleyhi ve Sellem) yoldan ayrıldı. Ben de O'nunla beraber ayrıldım.
O, devesini çökerterek abdest bozmak için uzaklaştı. Sonra gelince
ben su kabından eline su döktüm. Önce ellerini, sonra yüzünü yıka­
dı. Daha sonra kollarını açmak istedi. Cübbesinin yenlerinin darlı­
ğı engel oldu. Bunun üzerine kollarını içeri sokup cübbenin altından
çıkardı da dirseklerle beraber kollarım yıkadı. Ve başını meshetti.
Daha sonra mestleri üzerine meshetti. Sonra bineğine binerek Me-
dine-i Münevvere’ye doğru yola çıktık. Nihayet halkı namaz kılarken
bulduk. Namaz zamanı geldiğinde halk Abdurrahman bin Avf’ı
imamlığa geçirerek sabah namazının bir rek’atını kılmış olarak bul­
duk. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) müslümanlann saffı-
na katılarak Abdurrahman bin Avf’m arkasında bir rek’at namaz
kıldı. Sonra Abdurrahman selâm verince Resûlullah (Sallallahü' Aley­
hi ve Sellem) ikinci rek’atına kalktı. Müslümanlar Resûl-i Ekrem’den
önce bir rek’at namaz kılmakla acele etmek hatâsına düştükleri en­
dişesi ile çok teşbih etmeye başladılar. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) selâm verince cemaata:
«Siz vakti gelince namaza durmakla isabetli hareket ettiniz. Ve­
ya iyi ettiniz.» buyurdu.
Tercemesini yukarıya aldığım E b û D â v û d ’ un rivâyetin­
de olduğu gibi bir çok rivâyette, Resûl-i Ekrem'in söz konusu gün ve
vakitte A b d u r r a h m a n (Radıyallâhü anh) ’a' uyduğu belirtil­
miştir. t b n - i M â c e h ’ in burdaki rivâyetinde ve M ü s 1i m’in

bir rivâyetinde; tâbiri kullanılmıştır. Bu cümlenin zâ-

hirine göre mânâsı şudur: «... Peygamber bize namaz kıldırdı.»


Bu husûsu aydınlatmak için sindi şöyle der:
Fıkranın zâhirine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
onlara namaz kıldırmıştır. Halbuki olaym sabah namazında meyda­
na geldiği ve A b d u r r a h m a n b i n A v f ’ m cemaata na­
B&b: 39 KÎTABÜ-T’TAHÂRE VE SÜNENİHÂ 593

maz kıldırdığı, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ikinci


rek’atta cemaate yetiştiği, A b d u r r a h m a n ’ a uyarak arka­
sında bir rek’at kıldığı ve imamın selâmından sonra kalkıp bir rek’at
daha kıldığı sabit ve meşhurdur. Bu itibarla fıkrayı şöyle yorumlamak
mümkündür:
L l> s? «...Peygamber bizimle beraber namaz kıldı.»
Yahut da Peygamber aynı abdestle onlara o gün öğle namazım
kıldırdığı ifade edilmek istenmiştir, denilebilir.
EI-Menhel’de belirtildiği gibi şöyle bir soru hatıra gelebilir:
Hz. Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'den rivâyet edilen sahih hadisle sa­
bittir ki Resûl-i Ekrem’in son hastalığında O’nun emri ile H z. E b û
B e k i r cemaate namaz kıldırmaya başladıktan sonra Hz. Peygam­
ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelince E b û B e k i r geri
çekilmek istemiş ve Peygamber’in işareti üzerine yerinde durmuştur.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), E b û B e k r ’ in yanın­
da oturunca E b û B e k i r kendi namazını O'nun namazına, ce­
maat da namazlarını E b û B e k r ’ in namazına bağlamıştır.
E b û B e k r , böyle yaparken A b d u r r a h m a n b i n A v f ,
Peygamberin gelişinden sonra nasıl yerinde durup imamlığım devam
ettirmiştir?
Soruya şöyle cevap verilmiştir:
A b d u r r a h m a n da E b û B e k r gibi geri çekilmek is­
temiş fakat Resûl-i Ekrem öne geçmemiştir. Çünkü A b d u r r a h ­
m a n cemaate bir rek’at kıldırmış idi. Cemaatın namazının tertibi
bozulmasın diye Peygamber öne geçmeyi terketti. Fakat E b û B e -
k i r henüz bir rek’at kıldırmamış iken Resûl-i Ekrem geldi.
Şöyle de cevap verilebilir: A b d u r r a h m a n bir rek’at
kıldırdıktan sonra gelen Resûl-i Ekrem mesbuki sayılır. Bütün rek’at-
lerde imama yetişmeyen ve mesbuki diye fıkıhta anılan kimsenin
imama yetişmediği rek’atleri nasıl kılmasının gerekeceğini Resûl-i
Ekrem fi’len de beyan etmek istemiş olabilir. Ve bunun için A b -
d u r r a h m a n ’ a uymuş olabilir.
Şöyle bir soru hatıra gelebilir: Resül-i Ekrem, ikisine de geri çe­
kilmemeleri için işaret buyurmuştur. Neden E b û B e k i r geri
çekildi de Abdurrahman çekilmedi ?
Bunun cevabı şudur: E b û B e k i r , edeb yoluna gitmeyi
vücub ( = uyulması zorunlu) için olmayan emre uymaya tercih et­
596 SÜNEN-Î İBN-Î MÂCE

miştir. A b d u r r a h m a n is© emre itaat etmeyi tercih etmiştir.


Şüphesiz E b û B e k r ’ in prensibi daha mükemmeldir. Şöyle
demek de mümkündür: E b û 8 e k r Resûl-i Ekrem’in iyileşe­
rek camiye geldiğini görünce sevincinden kendini tutamayıp geri çe­
kilmiş olabilir.

Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in üzerindeki cübbe


B u h â r î ’nin birrivâyetinegöre Ş am tarafından, E b û D â -
v û d ’ un bir rivâyetine göre R u m tarafından gelme idi.

FIKHÎ HÜKÜMLER

389 nolu hadîs ve yukarda tercemesini verdiğimiz Eb û D â -


v û d ’ un uzunca hadîsinden çıkarılan hükümlerin bir kaçını aşa­
ğıya alalım:
1. Abdest bozmak isteyen kişi yoldan ve halktan uzaklaşmalı.
2. Liyakatk olanlara hizmet etmek meşru’dur.
3. Abdest alırken başkasmdan yardım istemek caizdir.
4. Yenleri dar olan elbiseyi giymek câizdir,
5. Mestler üzerine mesh etmek câizdir.
6. Üstün zâtın kendisinden dun (aşağı) olan kişiye namazda
uyması câizdir.
7. Bâzı rek’atlerde imama yetişememiş olan (mesbukî) kişinin
namazını nasıl tamamhyacağı hükme bağlanmıştır.
8. Namaz, ilk vaktin fazileti kaçırılmadan kılınmalıdır.

T E R C E M E S t

390) Er-Rubeyyi’ bint-i Muavvîz ( Radıyallâhü anhâ)’den:


Bâb: 39 KÎTABÜ-T’TAHÂRE VE SÜNENİHÂ S97

Şöyle söylemiştir: Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’e


bir ibrik su ile vardım. Kendisi s « (Su) dök.» buyurdu. Ben de (suyu­
nu) dökmeye başladım. Yüzünü ve kollarını yıkadı. Yeni bir su ala­
rak başının ön ve arkasını (tamamını) meshetti ve ayaklarım üçer
defa yıkadı.”

İZAHI
Hadîsin râviyesi E r - R u b e y y i ’ (Radıyallâhü anhâ) Resûl-i
Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Selleml’e biat ederek savaşlara katılan
Ensâr-ı Kiram’m bahtiyar kadınlarındandır. B u h â r i ve N e -
s â î ’ nin tahric ettikleri bir hadiste E r - R u b e y y i ’ :
Biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber savaşır,
askere su verir, onlara hizmet eder, şehitleri ve yaralıları Medine-i
Münevvere’ye götürürdük, demiştir. 21 hadisi var: B ü h â r i ve
M ü s l i m 1 hadîsini müttefikan ve yalnız^ B u h â r i 2 hadisini
rivâyet etmişlerdir. E b û D â v û d , . - T i r m i z ı , N e s â i ve
î b n - i M â c e h de o’nun hadislerini nakletmişlerdir.
Râvîleri ise N a f i ' , M e v l â , İ b n- i Ö m e r , E b û
Sel eme, S ü l e y ma n bin Yes âr , A b d u l l a h bi n
M u h a m m e d , H a l i d b i n Z e k v a n v e başkalarıdır.
E r - R u b e y y i ’ in burada rivâyet edilen hadisi, T i r m i z i ,
A h m e d ve B e y h a k i tarafından da rivâyet edilmiştir. E b û
D â v û d da kısa ve uzun metinler halinde muhtelif yollarla rivâ-
yette bulunmuştur.
E l - H a f ı z , Telhis’te: R u b e y y i ' in hadisi için bulunan
yolların ve lafızların dönüm noktası râvi A b d u l l a h î b n - i
A k i l ' dir ki o’nun zayıflığı söz konusu edilmiştir, der.
M ü e l l i f ’ in rivâyetinde Peygamber’in mübarek yüz ve kol­
larını kaçar defa yıkadığı belirtilmemiş ve yüz yıkamadan önee el
yıkamaya, ağız ile buruna su almaya, keza kulakları meshetmeye
temas edilmemiştir. Fakat E b û D â v û d ’ un rivâyetlerinden
birisinde Resûl-i Ekrem’in (mübârek) ellerini (bileklere kadar) ve
yüzünü üçer defa yıkadığını, bir defa (mübârek) ağzma ve burnu­
na su aldığım, kollarını üçer defa yıkadığını, başının arkasını ve
önünü iki defa meshettiğini, kulağının her tarafını meshettiğinl ve
ayaklarını üçer defa yıkadığını belirtiyor.
Abdest uzuvlarının kaçar defa yıkandığı hususu, î b n - i M â -
c e h ’ in Süneninde Taharet Kitabı’nm 45 ilâ 53’üncü bâblannda ri-
598 SÜNEN-Î İBN-İ MÂCE

vâyet edilen hadislerin tercemesi yapılırken anlatılacağından bura­


da üzerinde durmayalım.
Abdest almada başkasının yardımcı olması husûsuna gelince, bu
bâbta geçen hadisler abdest almak için başkasından yardım isteme­
nin câiz olduğuna delâlet eder. M ü s l i m ' i n «Mestler üzerine met­
hetmek» babında rivâyet olunan E l - M u ğ i r e ’ nin hadîsini (389)
açıklayan N e v e v i ezcümle şöyle söyler:
«Abdestte yardım istemenin câiz olduğuna bu hadîs delâlet eder.
Ayrıca U s â m e b i n Z e y d (Radıyallâhü anh) 'in hadîsinde
Resûl-i Ekrem’in A r e f e ’ den dönüşünde abdest alırken, suyunun
U s â m e tarafından döküldüğü sabittir. Sabit olmayan bâzı ha­
dislerde, abdest için yardım istemek yasaklanmıştır.
Arkadaşlarımız, söz konusu yardım, istemek üç kısımdır, demiş­
lerdir.:
1. Abdest suyunun hazırlanması için başkasından yardım iste­
mek. Bunda ne kerahet var ne de noksanlık.
2. Abdest uzuvlarını yıkamak için başkasından yardım istemek
ve o’na yıkatmaktır. Bunda kerahet var. Ancak bir zaruret ve ih­
tiyaç duyulursa kerâhet yoktur.
3. Abdest suyunu başkasına döktürmektir. En iyisi bunu yap­
mamaktır. Ama, buna mekruh denilir mi? Bu husûsta iki türlü fet-
vâ vardır. Bâzılanna göre mekruhtur.
Abdest alanın eline su döken kişi, abdest alan adamın solunda
durmalıdır.»
H a n e f i fıkıh âlimlerinden î b n - i  b i d i n , abdestin
müstahablan bahsinde, abdestte başkasından yardım istemek husû-
sunda müteaddit kitablardan nakiller yaptıktan sonra şöyle söyler:
«El-Hilye’de B u h â r i , M ü s l i m ve diğer hadis kitablarm-
dan naklen zikredilen bir çok hadîste Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aley­
hi ve Sellem)’in istemesi üzerine ve istemeden, abdest suyunun baş­
kası tarafından döküldüğü açıkça belirtilmiştir. El-Hilye yazan bu
hadisleri kaydettikten sonra şunlan söyler:

Eesûl-i Ekrem'in mekrûlf olan bir şeyi yapmadığı kesindir. Şu


halde, başkasına su döktürmesi işi kerâhetsiz cevâzla yorumlanır.
Bir şeyin mekruh olduğuna dâir delil bulunduğu halde -Resûl-i Ekrem
tarafından yapılmış ise o işin ümmeti için mekruh olmakla beraber
Bâb : 39 KİTABÜ-TTAHÂRE. VE SÜNENİHÂ 599

cevazını bildirmek için yapmıştır, denilir. Burada Keraheti ifade


eden bir delil yoktur. Hz. O m e r (Radıyallâhü anh) ’in: Abdest
hususunda kimsenin bana yardım etmesini sevmem, meâlindeki ha­
dîs zayıftır. Kezâ, Resûl-i Ekrem abdest işini kimseye bırakmazdı,
şeklindeki hadîs de zayıftır. Bunlar sabit olmuş olsaydı bile yukar­
da t£l-Hilye)’de geçen sahih hadîslere karşı güçsüzdür. Kaldı ki,
anılan iki hadîsten maksad, abdest uzuvlarını başka şahsa yıkattır­
mak husûsu olabilir. E l - I h t i y â r ' ı n : «Acizlik hâli olmadan
abdest işinde başkasından yardım istemek mekruhtur.ı.» sözünden
maksadının dâ bu olduğu umulur.»
İbn-i  b i d î n , yukarıya özetini aldığım EI-Hilye’nin sö­
zünden sonra diyor k i:
Hulâsa: Abdest için istenen yardım su hazırlatmak veya su dök­
türmek tarzında olursa bunda kat’iyyen kerâhet yoktur. Şâyet yar­
dım, yıkama ve mesh işini başkasına özürsüz yaptırmak şeklinde ise
mekruhtur. Bunun için Tatarhâniye’de: Abdestin adabından birisi
de kişinin abdest işini bizzat görmesidir. Eğer başkasından yardım is­
terse yıkayıcı kendisi olduktan sonra kerâhet yoktur, denilmiştir.»
Ş â f i î fıkıh kitablanndan Nihâyetü’l-Muhtaç yazarı abdest
bâbmda şunları beyan eder:

«özür olmaksızın abdest suyunun başka şahıs tarafından dökül­


mesini istememek sünnettir. İstemek ise mekruh değil ama uygun
da sayılmaz. Abdest suyunu hazırlatmak şeklindeki yardım talebi
ise mübahtır. Özürsüz halde abdest uzuvlarım başkasına yıkatmak
şeklindeki yardım istemek mekruhtur, özür dolayısıyla abdest al­
maya gücü yetmeyen kimse ise maddî durumu ücret ödemeye mü­
sait olduğu takdirde ücretle bile olsa başkasına abdestini aldırması
zorunludur. Maddî durumun müsaitliği ölçüsü fıtra ödemek husu­
sundaki ölçüdür. (Aile efradının ve kendisinin bir günlük nafaka­
sından fazla olarak ödeyeceği ücrete sahip olması ölçüsüdür.)»
B Ö K E S İ İB N -t M Â C E

TERCEMESI

391) "... Safvân bin AssâJ (41) ( Radtyallâhü anh)’den :

Şöyle söylemiştir: Ben seferde ve hazerde Resûlullah (Sallallahü


Aleyhi ve Sellem) 'in abdest suyunu döktüm.”

M jJ»İ

T E R C E ME S I

392.) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m kızı Rukayye (Ra-


dıhallâhü anhâ)'nin câriyesi Ümmü Ayyâş (42) (Radtyallâhü anhâ)'den :
Şöyle söylemiştir: ResüluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) otu­
rarak (abdest alırken) ben ayakta ona abdest aldınrdım. (= yardım
ederdim)"
N o t : Râvi Abdülkerim’in sıkalığı ihtilâflı olduğu için hu senedin meçhul
sayıldığı Zevâid’de bildirilmiştir.

(41) Safvân bin Assâl El-Müradî 11-CemeIİ, Resûl-i Ekrem ile beraber 12
savaşa katılmıştır. 20 hadisi vardır. Abdullah İbn-i Mes’ûd (R .A .) gibi bir zat bile
ondan rivayette bulunmuştur. Hulasa : 174)
(42) Hadîsin râviyesi Ümmü Ayyâş (R A . ) sahâbidir. Hz. Rukayye’nin câri-
yesidir. Ravisi, torunu Anbere bin Saîd’dir. Hulasa yazarı onu. «adı bilinmeyen
râviler araismda ve 499’uneu sahifede bu kısa bilgi ile zikretmiştir.
SÜNEN İ İBN-İ MÂCE, TERCEME ve ŞERHİ’nin Birinci Cildi
Burada Bitti. II.C İ Cildi UYK UDAN U Y A N A N ADAM, ELİNİ
YIKAM ADAN ÖNCE KABA SOKABİLİR Mİ?

Bâbı ile başlayacaktır.


KİTABIN SAHÎFELERİNE GÖRE MEVZULARIN
MÜCMEL FİHRİSTİ

Ö N S Ö Z (Yayınevi) ............... .......................................................... V


Ö N S Ö Z (Ahmed Davudoğlu) .......................... ............... ........ V II
T A K R İZ (A . Fikri Yavnz) ................................... ........................... IX
Ö N S Ö Z (Haydar Hatipoğlu) .................................................... XI
Mütercimin kısa hal tereemesi .......................................................... X IV
Mütercimin mukaddimesi .............................................. ... ....... XVI
îbn-i Mâceh’den hadîs rivâyet edenler .............................................. X IX
îlm i hüviyeti ........................... ;................................................... XX
îbn-i Mâceh’in Süneni .......................................................... ........ XXI
S Ü N E N D EK İ H AD ÎSLER ......................................................... ... X X II
Hadis ilmine âit bâza bilgiler .......................................................... X X III
S A H ÎH H ASEN V E Z A Y IF H AD ÎSLER ........................................ XXVI
S A H ÎH H AD ÎS ..................... ................................................... X X V II
Sahih hadisler ne kadardır .............................................. ............... X X V III
Sahih hadîslerin dereceleri ................................................................ X X V III
S AH İH OLD U ĞU İTTİFAK LA K ABU L ED İLEN N E V İLE R ........ X X IX
İH T İL A F L I O LA N BEŞ K IS IM ........................................ ....... XXX
Hadîs nakledenlerin tabakaları .......................................................... XXXI
Makbul olan râviler ... .................................................................... XXXI
Merdûd olan râviler .................................................... ............... XXXI
îhtilâflı olan râvîler ................................. .............. ! ............... XXXI
H ASEN HADİS X X X II
H ASEN - S AH İH HADİS T Â B İR İ .................................................... X X X IV
Z A Y IF HAD İS ................................................................................... X X X IV
SENEDİNDE İTT İSA L B U LU N M A D IĞ I İÇ İN Z A Y IF S A Y IL A N XXXV
H A D İS LE R XXXV
SENEDDEN RÂVİ DÜŞÜRM EK İK İ K IS IM D IR ..................... ......... XXXVI
M Ü D ELLES MÜRSEL-1 H A F İ ......................... ................................. XXXVI
Râviye ta’n sebebleri ..................... ............................................. X X X V II
Adaletle ilgili kusurlar ....................................................................... X X X V II
Râvînin zabtı ile ilgili kusurlar ........................................................... X X X V II
Râviye ta’n sebebiyle zayıf olan hadîsler ........................................ X X X V III
Tarikleri itibarı ile hadîs çeşitleri ........................... ............... ... X LI
604 FİHRİST

Bab No. Hadîs No. Hadîsin Râvisi Sahife No.

m ütabâ , m ü t â b î V E ŞÂH İD ........................... X L II


H ABER İ V Â H İT M A K B U L MU? ........................... X LU
Senedin nihayeti itibarı ile hadis çeşitleri ............... X U II
Amel edilip edilmemesi bakımından makbul hadîs çeşitleri X L IV
Kendisi ile amel edilen makbul hadis çeşitleri ... ... X L IV
Kendisi ile amel edilmeyen hadîs çeşitleri ... ... ... X LV
Mahfuz, şâz, maruf ve miinker tâbirler ............... XLVI
Hasen-Sahîh tâbiri .................................................. . XLVI
Senedlerin kısaltma işaretleri ....... . ..................... X L V II
Hadis yazar ve okuyucusunun dikkat edeceği bir husus X L V II
Hadisi mânâ ile nakletmek ........................................ X L V III

M UK ADDİM E ................................ 6
Resûlullah (S.A.V.)’in sünnetine ittiba etmenin gerekliliğine dâir
vârid olan hadîsler bâbı ... .................... 7
1— No.lu Ebû Hüreyre (R A . ) hadisi ........ 7
İZ A H I ............... ... 7
2— No.lu Ebû Hüreyre (R A ,.) hadîsi ........ 8
İZ A H I .................................................... 9
3— No.lu Ebû Hüreyre (R .A .) hadîsi ............... 11
İZ A H I ............... ......... ..................... 11
4— No.lu Ebû Ca’fer (R A . ) hadîsi ............... 12
İZ A H I .................................................... 13
İbn-i Ömer ( R A . ) Hal Tercemesi ........ 13
5— No.Iu Ebû Derda (R A . ) Hadîsi ............... 14
İZ A H I ... ............... ...... ..................... 15
Ebû Ca'fer’in Hal Tercemesi ..................... 15
Ebû'd Derda’nın Hal Tercemesi ............... 15
6— NoJu Kurret b. Eyas (R A . ) Hadîsi ........ 16
İZ A H I ............... ................................. 16
7— NoJu Ebû Hüreyre (R .A .) Hadisi ........ 18
İZ A H I .............................................. ... 18
S— No.lu Ebâ İnebe El-Havlânî (R .A .) Hadisi 18
İZ A H I .................................. ............... 19
9— No.lu Şuayb (R .A .) Hadisi ..................... 19
10— NoJu Sevbân (R .A .) Hadîsi ..................... 20
İZ A H I ... .................... . .................... 20
Muâviye ( R A . ) ’nin Hal Tercemesi ........ 20
( . . . ) No.lu Abdullah b. Amr İbni’l-As (R .A .) Hadi 21
11— NoJu Ca’bir b. Abdillah (R .A .) Hadîsi ... 21
12— NoJu Mikdâm b. Ma’dikerib (R A . ) Hadîsi 22
İZ A H I ............... ................................. 22
Resûlullah (S A .V .)’in hadîsine tâzîm ve O ’na muarız olanı tehdı
bâbı ... ......................... ... . . . * ............... 23
İZ A H I ..................... ........................... 23
H AD İSTEN Ç IK A R IL A N H Ü K Ü M ... ... 24
13— No-lu Ebû Râfi (R .A .) Hadisi ............. 24
FİHRİST 605

Bab No. Hadîs No. Hadîsin Râvisi Sahife No.

Ebû Râfi (R .A.) hal tercemesi ............................... 24


14— No.îu Âişe (R. Anhâ) Hadîsi ............................................... 25
İZ A H I ................................................................................. 25
15— No.lu Abdullah b. Zübeyr (R .A .) Hadîsi ............................... 26
H ADİS-İ Ş E R İF İN İZ A H I ......................... :.................... 27
Abdullah b. Zübeyr’in Hal Tercemesi ... 28
16— No.lu İbn-i Ömer (R .A .) Hadîsi ............................................ 29
İZ A H I ..........................................................' 29
ŞA R T LA R ........................................ 31
17— No.lu Abdullah b. Mugaffel (R .A .) Hadîsi ... ............... 32
Abdullah b. Mugaffel (R .A .) Hal Tercemesi ..................... 32
İZ A H I ..................... 33
18— No.lu Kabîsa b. İshak (R .A .) Hadisi ................................. 33
Ubâde b. Şâmit (R .A .) Hal Tercemesi ........................... 34
İZ A H I ............................................ 35
19— No.lu İbn-i Avn b. Abdillah (R .A .) Hadîsi ..................... 35
20— No.îu Ebû’l Bahterî (R .A .) Hadîsi ................................. 35
İZ A H I ........ 36
21— No.lu Ebû Hüreyre (R .A .) Hadîsi ............. 37
İZ A H I ............................................................................. 37
22— No.lu Ebû Seleme (R .A.) Hadîsi ... ................................. 38
İZ A H I ............................................................................. 38
3 Resûlullah (S.A.V.)’den hadis rivâyeti husûsundatevakki bâbı ... 39
23— No.lu Am r b. Meymün (R .A .) Hadisi ........................... 39
Ebû Seleme (R .A .)’nin Hal Tercemesi ........................... 39
İZ A H I ............................................................................. 40
24— No.lu Muhammed Şîrîn (R A .) Hadîsi ........ 41
İZ A H I ............................................................................. 41
Amr b. Meymûn (R .A .) Hal Tercemesi ........................... 41
Enes b. Mâlik (R .A .) Hal Tercemesi ................................. 42
Muhammed b. Şirin (R .A .) Hal Tercemesi ..................... 42
25— No.lu ŞaTıi (R .A .) Hadisi ... 45
İZ A H I .............. 45
Abdurrahman b. Ebi Leylâ (R .A .)’m Hal Tercemesi ......... 45
26— No.lu Şa’bi (R .A .) Hadîsi .............................................. 46
Şa’bi’nin Hal Tercemesi ................... ... ... 46
27— No.lu Tâvus (R .A .) Hadîsi .............................................. 47
İZ A H I ............... 47
Tâvus (R .A .)’ın Hal Tercemesi ........................................ 48
( . . . ) Mücâhid (R .A .) Hadîsi ............................... 50
28— No.lu Şa*bî (R .A .) Hadîsi ..................................... 51
İZ A H I ............................................................................ 51
29— No.lu Es-Saib b. Yezid (R .A .) Hadisi ........................... 52
İZ A H I ......... 52
4 Peygamber (S.A.V.) üzerine yalan uydurmanın ağırvebâlinin beyânı
bâbı .............................................................................................. 53
30— No.lu Abdullah b. Mes'ûd (R .A .) Hadîsi............................. , 53
606 FÎH RÎST

Bab No, Hadîs No. Hadisin Râvisi Sahife No.

Saib b. Yezîd ( R A . )’rn Hal Tercemesi ........................... 53


31— N o lu Ali (R .A .) H a d is i...................................................... 54
32— N o lu Enes b. Mâlik (R A ,.) Hadisi .......................... ... 54
Ebû Said Hudri (R .A .) Hal Tercemesi ........................... 54
33— NoJu Câbir b. Abdillah (R .A .) Hadisi ............................ .55
34— N o lu Ebû Hüreyre (R A . ) Hadîsi .................................. 55
Câbİr b. Abdullah (R A . ) Hal Tercemesi ........................... 55
35— N o lu Ebû Katâde (R .A .) Hadisi ........................... 56
36— N o lu Abdullah b. Zübeyr (R A . ) Hadisi ........................... 56
Ebû Katâde (R .A.)'m Hal Tercemesi ..................... 56
37— N o lu Ebû Saîd (R .A .) Hadisi ........................................ 57
H A D ÎS LE R İN İZ A H I ................................ ............... 57
B U H AD İSTEN Ç IK A N H Ü K Ü M L E R ........................... 60
5 Yalan olduğunu bildiği veyâ sandığı halde bir hadisi Resûlullah’tan
rivâyet edenin beyânı bâbı .......................... ... 61
38— N o lu Ali (R A . ) Hadîsi ...................................... .............. 61
39— N o lu Semûre b. Cündub ( R A . ) Hadîsi ........................... 62
40— N o lu Ali (R .A.) Hadîsi ................................................... 62
Semûre b. Cündûb ( R A . ) Hadîsi .................................. 62
41— N o lu EI-Muğire b. Şube (R A . ) Hadîsi ........................... 63
B U B A B T A G EÇE N 4 H A D ÎS İN İ Z A H I ........................... 63
El-Muğîre b. Şûbe ( R A . ) Hadîsi ................................. 63
6 Hidâyete erdirilmiş olan Hulefâ-yı Râşidin’in sünnetine ittibâ bâbı 65
42— N o lu Yahyâ b. Ebî Muta (R .A .) Hadîsi ........................... 66
43— N o lu Abdurrahman b. Am r (R .A .) Hadisi ..................... 66
44— N o lu îrbâd b. Sâriye (R A . ) Hadisi ... ........................... 67
Ü Ç H A D ÎS İN A Ç IK L A M A S I ........................................ 67
îrbad b. Sârlye’nin Hal Tercemesi ........................... 68

7 Bidatlardan ve mücadeleden uzak kalmanın beyânı bâbı ... ......... 69


45— N o lu Câbir b. Abdillah (R A . ) Hadîsi ........................... 69
ÎZ A H I ............................................................................. 70
46— N o lu Abdullah b. Mes’ûd (R A . ) Hadîsi ........ ............... 73
İZ A H I .............................................................................. 74
47— N o lu Aişe (R . Anhâ) Hadisi ... ................................. 75
48— N o lu Ebû Ümâme (R .A .) Hadîsi .................................. 76
İZ A H I ................................... 77,.
48— N o lu Huzeyfe (R .A .) Hadisi ... ........ ... 77
50— N o lu Abdullah b. Abbâs (R .A .) Hadisi ... ... .............. 77
ÎZ A H I ... .......................... .......................... ......... 78
51— N o lu Enes b. Mâlik (R .A .) Hadîsi ........................... 78
İZ A H ... ....................................................................... 78
Hz. Aişe (R . Anhâ)’nm Hal Tercemesi ............... ......... 79
8 Rey ve kıyas’m bir kısmından kaçmanın beyânı bâbı ............... 80
52— N o lu Abdullah b. Am r b. As (R A . ) Hadisi ..................... 81
FİHRİST 607

Bab No. Hadîs No. Hadisin Râvisi Sahife No.


İZ A H I ........................................................... 82
53— No.lu Ebû Hüreyre (R .A .) Hadisi ............... 83
İZ A H I .................... ......... ..................... 83
54— No.lu Abdullah b. Amr (R .A .) H a d is i............... 84
İZ A H ........................... ... 84
55— NoJu Muâz b. Cebel (R .A .) Hadîsi ... ........ 85
İZ A H ........................................................... 86
56— NoJu E M Abdullah b. Am r El-Âs (R .A .) Hadisi 87
Abdullah b. Amr b. Âs (R .A .) Hal Tercemesi ... 87
îman bâbı ................................................................ 88
57— NoJu Ebû Hüreyre (R .A .) Hadîsi ...............
İZ A H ................................................... ...
58— NoJu Abdullah b. Ömer (R .A .) Hadîsi ........ 89
İZ A H I ........ .......................... . ............... 90
İZ A H I ..................... ...... ........ 90
59— NoJu Abdullah (R A .) H a d îsi.... ..................... 90
İZ A H I ................................. .. ...................... 90
60— NoJu E M Saîd El-Hudrî (R .A .) Hadisi ......... 92
61— NoJu Cündûp b. Abdillah ( R A . ) Hadisi ......... 93
İZ A H I ..................... .................................. 93
62— NoJu Abdullah İbn-i Abbâs (R A . )... ............... 93
İZ A H I ........................................................... 94
63— NoJu Ömer İbn-i Hattab ( R A . ) Hadisi ... ... 96
İZ A H I ................................. ..................... 97
İZ A H .........................................! ............ 97
İM A N ........................................................... 99
İS L Â M ........................................................... 102
İH S Â N ..................... .................................. 106
Kıyametin iki alâmeti ........................... ... 106
64— NoJu Ebû Hüreyre (R A . ) Hadisi ............... 108
İZ A H I ... .................................................. 109
İZ A H I .......................................................... 109
İS L Â M .......................................................... 110
65— NoJu Ali b. Ebî Tâlib (R A . ) Hadîsi ............... 112
İZ A H I ... ...................................... ......... 112
66— NoJu Enes b. Mâlik (R .A .) Hadîsi ............... 112
67— NoJu Enes b. Mâlik (R .A .) Hadisi ............... 113
İZ A H I ......................................................... 114
68— NoJu Ebû Hüreyre (R .A .) Hadîsi ............... 116
İZ A H I ............................... ... ... ... ... 117
69— NoJu Abdullah b. Mes’ûd (R .A .) Hadîsi ........ 118
İZ A H I ............. ... 118
70— NoJu Enesb. Mâlik (R A . ) H a d i s i ................... 119
İZ A H I ................................. ......................... 120
71— NoJu Ebû Hüreyre (R .A .) Hadîsi ... ........ 121
72— NoJu Muâz b. Cebel (R .A .) Hadîsi ............... 122
İZ A H I ........ ........................................ 122
73— NoJu İbn-i Abbâs (R .A.) Hadîsi ............... ... 124
608 FİHRİST

Bab No. Hadîs No. Hadisin Râvisi Sahife No.

74— NoJu Ebû Hüreyre (R A . ) Hadîsi 124


75— No.lu Ebû’d Derdâ (R .A .) Hadisi ... 124
İK Î H A D İS İN İZ A H I ..................... 125
10 Kader hakkında bir bâb ......................... ........ 127
76— No.lu Abdullah b. Mes'ûd (R .A .) Hadîsi 130
İZ A H I ........................... ............... 130
77— N o iu İbnü’d-Deylemi........................... 133
İZ A H I .............................................. 134
78— No.lu Ali (R .A .) Hadisi ..................... 136
İZ A H I ............... ........................... 137
79— No.lu Ebû Hüreyre (R .A .) Hadisi ... 140
İZ A H I .............................................. 140
80— No-lu Ebû Hüreyre (R A . ) Hadîsi ... 142
İZ A H I .............................................. 143
81— N o iu Ali (R .A .) Hadîsi ..................... 145
İZ A H .............................................. 145
82— N o iu Âişe (R A . ) Hadîsi ... ... ....... 146
İZ A H I ............... ........................... 146
83— N o iu Ebû Hüreyre (R .A .) H a d îsi........ 148
84— N o iu Ebû Müleyke (R A . ) Hadisi ... 148
İZ A H I .............................................. 149
85— N o iu Şuayb (R .A .) Hadîsi ............... 150
İZ A H I ......................... .................... 150
86— No.lu İbn-i Ömer (R .A .) Hadîsi ....... 152
İZ A H I ............................................... 152
87— N o iu Şa’bl (R .A .) Hadîsi ............... 155
İZ A H I .............................................. 155
88— N o iu Ebû Mûsa El-Eş’ârî (R A . ) Hadîsi 156
İZ A H I .............................................. 156
Adiy b. Hâtim (R .A.) Hal Tercemesi ... 156
89— N o iu Câbir (R .A .) Hadîsi ............... 157
Ebû Mûsa El-Eş’ari (R A . ) Hal Tercemesi 157
İZ A H I ................................ . ....... . 158
90— N o iu Sevbân (R A . ) Hadîsi ............... 159
İZ A H I .............................................. 159
Sevbân (R A . )’m Hal Tercemesi ... ... 160
91— N o iu Süraka b. Cüşüm (R A . ) Hadîsi 161
İZ A H I .............................................. 161
92— N o iu Câbir b. Abdillah (R .A .) Hadîsi 162
Süraka b. Cû’şûmenin Hal Tercemesi 162
İZ A H I .............................................. 163
11 Resûl-i Ekrem ( S.A.V. )’in sahâbîlerinin faziletlerinin bey ânı bâ 163
Ebû Bskir (R.A.)'m Hal Tercemesi 164
Hz. Ömer’in fazileti ..................... 164
93— N o iu Abdullah (R .A .)’m Hadîsi ... 165
İZ A H I ....................................... 166
94— N oiu Ebû Hüreyre (R .A .) Hadîsi 166
FİHRİST 609

Bab No. Hadis No. Hadisin Râvisi Sahile No.

İZ A H I ........ ............. ........ ............... 168


95— No.lu Ali ( R A ) Hadîsi ... ... .............. 167
İ Z A H I ........... ... 167
96— NoJu Ebû Said Hudri (R .A .) Hadîsi ... 168
İZ A H I ........................................ ... 166
97— NoJu Huzeyfe b. Yemân (R .A .) Hadîsi ... 169
İZ A H I ............... ................................. 169
Huzeyfe b. Yemân’m Hal Tercemesi ......... 170
98— NoJu İbn-i Ebi Muleyke (R A . ) Hadisi ... 171
İZ A H I ............... .................................. 192
99— NoJu İbn-i Ömer (R .A .) Hadisi ... ........ 172
100— NoJu Ebû Cuhayfe (R A . ) Hadisi ... ... 173
101— NoJu Enes R.A.) Hadîsi ... .............. ... 173
Hz. Ömer ( R A . ) ’m fazileti ............... ... 173
102— NoJu Abdullah b. Şakîk (R .A .)’m Hadisi 174
Hz. Ömer (R.A.)'m H al Tercemesi ... ... 174
İZ A H I ........ ... 175
103— NoJu İbn-i Abbâs ( R A . ) Hadîsi :....... 175
İZ A H I .................................. ............... 176
104— NoJu Übey b. JCab (R .A .) Hadîsi ... ... 176
İZ A H I ... ... 176
Übeyy b. Ka’b ’m Hal Tercemesi ............... 177
105— No.lu Aişe (R A . ) Hadîsi ..................... 178
İZ A H I ............................ ... 178
106— NoJu Abdullah b. Selime (R A . ) Hadisi ... 179
107— NoJu Ebû Hüreyre (R .A .) Hadisi ........ 180
İZ A H I ... ............. ... 180
108— NoJu Ebû Zerr ( R A . ) Hadîsi ............... 182
Hz. Osman ( R A . )’m fazileti ve hal tercemesi 182-183
109— NoJu Ebû Hüreyre ( R A . ) Hadisi ... ... 183
110— NoJu Ebû Hüreyre ( R A . ) Hadîsi ... ... 184
İZ A H I ............. ... ...... ................... . 186
112— NoJu Nûman b. Beşir ( R A . ) Hadîsi ... 187
Numan b. Beşir (R .A .)’ın Hal Tercemesi 187
İZ A H I ......................... ...... ..................... 188
113— NoJu Kays b. EM Hâzım ( R A . ) Hadisi ... 188
İZ A H I ' ............. ... 189
Kays b. EM Hazim'în H al Tercemesi 191
Ali b. EM Tâlîb (R .A.)'İn fazileti ve hal tercemesi 191
Ali b. Ebİ Tâlib (R .A .)’in fazileti ........ 192
114— NoJu Zirr b. Hubeyş ( R A . ) Hadîsi ........ 192
İZ A H I .. ......................... ... ... ... m
Zirr b. Hubeyş (R A . ) Hal Tercemesi ... 192
115— NoJu Sa'd b. EM Vakkas ( R A . ) Hadisi ... 194
İZ A H I ............. ... 194

Süneni İbn-i M&ce — F.:


610 FİHRİST

Bab No. Hadîs No. Hadisin Râvisi. Sahife No.

116— No.lu Bora' b. Âzib (R .A .) Hadisi ......... 196


İZ A H I ... ......................................... ... 197

.
Berâ b. Âzib (R .A .) Hal Tercemesi ... 199
117— No.lu Abdurrahman b. Ebi Leylâ (R .A .) Hadi 200
İZ A H I ...................................................... ... 202
Hz. Haşan (R.A.)*m Hal Tercemesi ........ 203
Hz. Hüseyin (R .A .)’m Hal Tercemesi ... 203
İZ A H I ............. - ... ......... 204
118— NoJu Hubşiy b. Cenâde (R .A .) Hadîsi m
İZ A H I .................... . ........................... 208
121— NoJu Abdurrahman b- Sâbit (R .A .) Hadîsi 210
İZ A H I ..................................................... 210
Zübeyr b. Avvâm (R A J 'm Fazileti ... 211
122— NoJu Câbir (R .A .) Hadisi ................... 211
İZ A H ....... . ... ........................... ... 212
Hz. Zübeyr (R.A.)*m Hal Tercemesi ... 212
123— NoJu Zübeyr b. Avvâm (R .A .) Hadisi ... 213
İZ A H I ........................................ ........ 213
124— NoJu Urve b. Zübeyr (R .A .) Hadisi 214
Hz. Talhâ (R A . )’ın Hal Tercemesi ........ 215
Talhâ b. Ubeydullah (R .A .)’m Fazileti ... 216
125— NoJu Câbir b. Abdillah (R A . ) Hadisi ... 216
İZ A H ... ... ............... ...................... 217
127— NoJu M ûsâ b. Talhâ (R .A .) Hadisi ... ... 218
128— NoJu Kays b. Ebi Hâzira (R A . ) Hadisi ... 218
İZ A H I .............. ......... ..................... 218
Sa’ad-b. Ebi Vakkas (R .A .)’ın Hadîsi ... 219
129— NoJu Ali b. Ebi Tâlib (R .A .) Hadisi ... 219
Sa’d b. Ebî Vakkas ( R A . ) ’ın Hal Tercemesi 219
130— No lu Sald b. El-Müseyyeb ( R A . ) Hadisi 220
İZ A H ... .............................................. 220
Sald b. Müseyyeb (R A . )’ın Hal Tercemesi 221
131— NoJu Kays b. Ebi Hâzim (R A . ) Hadisi 222
İZ A H I ... .............................................. 222
132— NoJu Sald b. El-Müseyyeb b. (R .A .) Hadisi 222
İZ A H I ..................... ........................... 223
Aşere-i Mübeşşere ( R A . ) ’nin Faziletleri 224
133— NoJu Sald b. Zeyd ( R A . ) Hadisi ........ 224
İZ A H I ......... ... ;.................... 224
134— NoJu Sald b. Zeyd ( R A . ) Hadisi ........ 225
İZ A H I ..................................................... 225
Ebû Ubeyde b. Cerrâh (R A . ) Fazileti ... 223
135— NoJu Huzeyfe b. Yeman (R .A .) Hadîsi ... 227
136— NoJu Abdullah b. Mes’ûd (R A . ) Hadîsi ... 227
İZ A H ..................................................... 227
F İH R İS T 611

Bab No. Hadis No. Hadîsin Râvisi Sahife No.

Said b. Zeyd (R .A .)’m Hal Tercemesi ........ 227


Ebû U b e y d e (R .A .)’m Hal Tercemesi ... ... 228
Abdullah îbn-i Mes’ûd (R A .)*m Hal Tercemesi 229
Hz. Abdullah İbn-i Mes’ûd (R .A .)’ın Fazileti 230
137— N o iu Ali b. Ebi Tâlib (R .A .) Hadisi ... 230
İZ A H I ...................... ............. ......... 230
138— No.lu Abdullah İbn-i Mes’ûd (R .A .) Hadisi 231
İZ A H I ................................. ... ... 231
139— No.lu Abdullah İbn-i Mes’ûd (R A .) Hadisi 232
İZ A H I ... ... ... ............... ... 232
Abbâs b. Abdulmuttalib (R A .)'m Fazileti 233
140— Abbâs b. Abdulmuttalib (R .A .) Hadisi ... 234
İZ A H I .......... ......................... ......... 234
Hz. Abbâs (R .A .)’m Hal Tercemesi ........ 234
141— N o iu Abdullah b. Am r (R .A .) Hadisi 236
İZ A H I ......... ... 236
Hz. Haşan ve Hüseyin ( R i . ) ’m Faziletleri 237
142— No.lu Ebû Hüreyre (R .A .) Hadisi ... 237
143— No.lu Ebû Hüreyre (R A . ) Hadisi ;........ 237
144— No.lu Said b. Ebi Râşid (R A . ) Hadisi ... 238
145— N o iu Zeyd b. Erkam (R A . ) Hadisi
İZ A H I .............. ........ .....................
Ammar b. Yâsir (R A . )’m Fazileti ... ... 242
146— No.lu Ali b. Ebi Tâlib (R A . ) Hadisi ......... 242
İZ A H I ................................. . ......... 243
147— N o iu Hâni b. Hâni (R A . ) Hadîsi............ 243
Zeyd b. Erkam (R .A .)’m Hal Tercemesi ... 243
İZ A H ............................ ... 244
Ammâr (R .A .)’m Hal Tercemesi ........ 244
148— N o iu Âişe (R A . ) Hadîsi ..................... 145
Selman, Ebû Zer ve Mikdad (R . anhümâl’mn fazileti 245
149— N o iu Büreyde (R A . ) Hadisi ............... 246
İZ A H .................................................... 246
Selman-ı Fârisi (R A . ) Hal Tercemesi ... 247
150— N o iu Abdullah b. Mes'ûd (R A . ) Hadisi ... 248
Mikdad ( R A . ) ’m Hal Tercemesi ............... 249
Büreyde b. El-Harîs’In Hal Tercemesi 249
Hz. Sühayb (R A . ) .................... 250
Hz. Sümeyye ( R A . ) ... ............. ... ... 250
İZ A H I .............................................. .. 250
151— No.lu Enes b. Mâlik (R A .) Hadisi ....... 252
İZ A H I ............... ... .......................... 252
Hz. Bilal ( R A . ) ’m Hal Tercemesi ... .. 255
Hz. Bilâl Habeşi (R .A .)’m Fazileti ....... 256
152— N o iu Sâlim (R .A .)’m Hadisi ........ .. 256
İZ A H I ................................................... 257
Hz. Habbab’m Hal Tercemesi .............. 257
612 FİHRİST

Bab No. Hadîs No. Hadîsin Râvisi ___________________ SaMfe No.

Hz. Habbab ( R A . )’m Fazileti ... .................................. 25®


153— N o lu Ebû Leylâ El-Kindi (R .A .) Hadisi ..................... 258
İZ A H I ... ... ... ... ... ... ... ... .......................... 258
154— N o lu Enes b. Mâlik (R A . ) Hadîsi ... ....................... ... 259
155— NoJu Enes b. Mâlik (R A . ) Hadisi ................... ..260
İZ A H I ............... ... ... ........................... ... 260
Hz. Zeyd b. Sâbit (R ,A .)’m Hal Tercemesi ... ............... 260
Hz. Ebû Zerri Gıyâri (R.A.)'m Hal Tercemesi ... ........ 261
Hz. Ebû Zer ( R A . ) ’m Fazileti ... ... ----------------- ...262
156— NoJu Abdullah b. Amr b. As ( R A . ) Hadîsi .................... 262
İZ A H I ......... ......... .... ......................... . ................. 262
Sa'd b. Muâz (R .A .)‘m Fazileti ve Hal Tercemesi ......... 263-64
157— NoJu Berâ b. Azib (R A ..) Hadisi .................................. 265
İZ A H I ................... 265
158— NoJu Câbir ( R A . ) Hadisi ... ... 267
İZ A H I „ ................................................................ ...267
Hz. Cerir b. Abdillah (R A .)'m Fazileti ve Hal Tercemesi ... 269
150— NoJu Gerir b. Abdillah (R A . ) Hadisi - ... 260
İZ A H I .... ... ... ... 270
Bedir Ehlinin Fazileti ..................................................... 271
160— No.lu R âfi b. Hadic (R .A .) Hadisi .................................. 274
İZ A H I ............... 276
162— NoJu Nuseyr b. Zu’lûk (R A . ) Hadisi ........................... 278
İZ A H I .. ... ... 278
Ensar-ı Kiram (R . anhüm)’m Fazileti ............................ 279
163— NoJu Bera b. Azib (R .A .) Hadisi...... .................... ...282
İZ A H I ... ......... 282
164— NoJu Sehl b. Sa’d ( R A . ) Hadisi .................................. 284
İZ A H I ... ... .................................................... ...284
Sehl b. Sa'd ( R A . )’m Hal Tercemesi .................. 285
165— NoJu Am r b. A vf ( R A ) Hadisi .................................. 286
İZ A H I ............... ... ... ............. 287
îba-i Abbâs ( R A . ) ’m Hal Tercemesi ................... 289
Abdullah îbn-i Abbâs ( R A ) ’m Fazileti ... 290
166— NoJu î b n i Abbâs (R .A .) Ha^dsi .............. 290
ÎZ A H I........ ..... ... ... ... 291
12 Haricîler hakkmdakt hadîslere âit hir b â b .................................. 292
167— NoJu Âbide b. Am r Es-Selmanl (R .A .) Hadisi ............... 294
Âbide ( R A . ) ’m Hal Tercemesi ... 294
İZ A H I ... ................................... ............... 296
169— NoJu Ebû Seleme (R A . ) Hadisi ... 298
İZ A H I ............... 298
170— No.lu Ebû Zer ( R A . ) H a d i s i .............. 299
171— NoJu İbn-i Abbâs ( R A . ) Hadisi .................... 300
İZ A H I ............... ... ............................ ...300
172— NoJu Câbir b. Abdillah ( R A . ) Hadisi ......................... 301.
İZ A H I ... 301
FİHRİST 613

B ab No. Hadis No. Hadisin Havisi Sahife No.


II. n
îbn-i Ebi Evfa’nın Hal Tercemesi ... ... 303
173— NoJu îbn-i Ebl Evfâ (R .A .) Hadîsi ... 304
174— No.lu Abdullah b. Ömer ( R A . ) Hadisi 304
İZ A H I .......... ... ........................... 305
175— No.İu Enes b. Mâlik (R A . ) Hadîsi 306
ÎZ A H I ............... ........................... 306
176— NoJu Ebû Gâlib (R A . ) Hadîsi ... ... 307
ÎZ A H I .............................................. 307
13 Cetuniyenin inkâr ettiği şeylerin beyân bâbı ... 307
177— NoJu Cerir b. Abdillah ( R A . ) Hadîsi 309
ÎZ A H I .............................................. 309
178— NoJu Ebû Hüreyre (R A . ) Hadîsi ... 312
179— NoJu Ebû Hüreyre (R A . ) Hadîsi ... 312
179— NoJu Ebû Sald-i Hudri ( R A . ) Hadîsi 312
ÎZ A H I ... ..: ... ....... . ............... 313
180— NoJu Ebû Rezîn (R A . ) Hadîsi ... ... 314
181— NoJu Ebû Rezîn ( R A . ) Hadisi ... ... 314
ÎZ A H I ... ... ............. ... ... 315
182— NoJu Ebû Rezîn (R A . ) Hadisi ...' ... 316
ÎZ A H I ... ........ ........................... 317
183— No.lu Safvân b. Mübrlz ( R A . ) Hadîsi 318
ÎZ A H I ..: ..................... ............... 319
Safvan b. Muhnz (R .A .) Hadîsi ........ 320
184— NoJu Câbîr b. Abdillah (H A . ) Hadîsi 322
İZ A H I ............................................ ... 322
185— NoJu Adiyy b. Hâtim (R A . ) Hadisi ... 323
ÎZ A H I ............... .............. ........ 323
186— NoJu Abdullah b. Kays ( R A . ) Hadîsi 325
187— NoJu Şuhayb ( R A . ) Hadîsi ... ........ 326
188— NoJu Aişe (R A . ) Hadîsi ............... m
İZ A H I ............................... .............. 329
189— NoJu Ebû Hüreyre (R A . ) Hadîsi ... 331
İZ A H I .............................................. 331
190— NoJu Talhâ b. Huraş (R A . ) Hadîsi ... 333
İZ A H I .............. ........................... 334
191— NoJu Ebû Hüreyre (R A . ) Hadîsi ... 337
Câbir b. Abdillah (R A . )’in Hal Tercemesi 337
İZ A H I ........ ........................... ... . 338
192— NoJu Ebû Hüreyre (R .A .) Hadîsi ... . 339
ÎZ A H I ... ... ................... ... ... . 339
193— NoJu Abbâs b. Abdilmuttalib ( R A . ) Hadîı 341
ÎZ A H I ... ............. ... ........ ... . 392
194— NoJu Ebû Hüreyre (R A . ) Hadîsi ... . 346
ÎZ A H I ............................................. 347
195— NoJu Ebû Mûsâ El-Eş’arî ( R A . ) Hadîsi . 251
ÎZ A H I ........ ...................................... 351
196— NoJu Ebû Mûsâ El-Eş'ârî ( R A . ) Hadîsi 351
614 FİHRİST

Bab No. Hadîs No, Hadisin Râvisi Sahife No.

İZ A H I ................................................................. ........ 353


197— No.lu Ebû Hüreyre ( R A . ) Hadisi ..................... ........ 354
İZ A H I ... ... ... .............,................................ ........ 355
198— No.lu Abdullah b. Ömer (R A . ) Hadisi ............... ........ 355
İZ A H I ......... .................... i ............................ ........ 356
199— N o iu En-Nevvâs (R .A .) Hadisi ......... .......... ........ 358
İZ A H I ..................... ... .................................. ... ... 359
200— N o iu Ebû Said Hudrî (R .A .) Hadisi ..................... ........ 359
İZ A H I ........................................................ ... ......... 359
201— N o iu Câbir b. Abdillah ( R A . ) Hadisi ............... ........ 360
İZ A H I ............... ... ... ... ............................ ........ 360
202— N o iu Ebu'd-Derdâ (R A . ) Hadisi ............... ... ........ 361
İZ A H I ....... . ............. ....................................... ........ 361
14 İyi veyâ fenâ çığır açanların beyânı bâîn ........................... ....... . 362
203— N o iu Cerîr b. Abdillah (R A . ) Hadisi ............... ........ 362
204— N o iu Ebû Hüreyre ( R A . ) Hadisi .............. ... ........ 363
205— N o iu Enes b. Mâlik ( R A . ) Hadisi ..................... ........ 264
206— N o iu Ebû Hüreyre ( R A . ) Hadîsi ............... ;.. ........ 364
207— N o iu Ebû Cubsyfe (R A . ) Hadîsi ..................... ........ 365
208— N o iu Ebû Hüreyre ( R A . ) Hadisi ..................... ........ 365
Bu bûbtaki hadislerin izahı ............................ ... ......... m
15 İhyâ edilen bir sünneti ihyâ edenin beyânı bâbı ... ........ ........ 368
209— N o iu Am r İbn-i A v f El-Muzenî ( R A . ) Hadisi ... 368
210— N o iu Am r İbn-i A vf (R A . ) Hadisi ......... ......... ........ 369
İki hadisin izahı ........................... ..................... ... ... 369

16 Kur’ân’ı öğrenen ve öğretenin faziletinin beyânı bâbı ........ 370


211— N o iu Osman b. Affân (R A . ) Hadîsi ......... ... ........ 371
212— N o iu Osman b. Affân (R .A .) Hadisi ... ........ ... ... 371
213— N o iu Sa’d b. Ebi Vakkâs (R A . ) Hadisi ............... ........ 371
Bu üç hadisin izahı ........................................ ... ... 371
214— N o iu Ebû Mûsâ El-Eş’ari ( R A . ) Hadisi ______ 373
İZ A H I ........ ..................................................... ........ 373
215— N o iu Enes b. M âlik (R .A .) Hadîsi ................... ........ 374
İZ A H I .................................................... ........ ........ 374
216— N o iu Ali b. Ebi Tâlib ( R A ) Hadisi ..................... ......... 375
İZ A H I ............... ............ ............... ............... ........ 375
217— N o iu Ebû Hüreyre (R .A .) Hadisi ..................... ........ 376
İ Z A H I...................................................................... ......... 376
218— N o iu Amir b. Vâsile (R A . ) Hadisi ......... ......... ......... 377
İZ A H I ........ .................................................... ......... 378
219— N o h ı Ebû Zer G ıfâri (R A . ) Hadisi ..................... ........ 380
İZ A H I .................................. ... ... ... ......... ......... 380

17 Alimlerin ve ilim talebine teşvik bâbı ... ........................... 380


220— N o iu Ebû Hüreyre (R A . ) Hadisi ..................... ........ 381
221— N o iu Muâviye b. Ebî Süfyan (R A . ) Hadisi ........ ........ 381
İki hadisin izahı .,.................................................. ........ 382
FİHRİST 615

Rab No. Hadîs No. Hadîsin RâvLsi Sahife No.

222— No.lu İbn-i Abbâs (R .A .) Hadisi


İZ A H I ... ........................................
223— NoJu Kesir b. Kays ( R A ) Hadisi ... 384
İZ A H I .................................. ......... 385
224— NoJu Enes b. Mâlik (R .A .) Hadisi ... 387
İZ A H I ............... ... 387
225— NoJu Ebû Hüreyre (R A . ) Hadisi ... 389
İZ A H I ....... ................... .............. 390
226— NoJu- Zirr b. Hubeyş (R .A .) Hadisi ... 391
İZ A H I .......................... . ......... ... 391
227— NoJu Ebû Hüreyre (R A . ) Hadisi ... 392
Safvân b. Assâl (R .A .) Hal Tercemesi 392
İZ A H I ... ..................... 393
226— NoJu Ebû Ümâme (R A . ) Hadisi 394
İZ A H I ........... ... ... ... 394
229— NoJu Abdullah b. Amr ( R A . ) Hadisi 395
İZ A H I ... ........ ... ... ... 395
18 Bir İlmi tebliğ edenin faziletinin beyânı bâbı ........ 396
m - NoJu Zeyd b. SSbit (R A . ) Hadisi ... ... 396
İZ A H I ..................... ..................... 397
231— NoJu Cübeyr b. Mut’im ( R A . ) Hadisi ... 399
İZ A H I ........................... ..................... 399
232— NoJu Abdullah İbn-i Mes’ûd (R .A .) Hadisi 400
İZ A H I ... ... ... ........ ... ............... 400
233— NoJu Ebû Bekr Nufeyl b. El-Hars (R A . ) Hadis 400
İZ A H I ................................. 1 401
234— NoJu Muâviye El-Kureyşi ( R A . ) Hadisi .. 401
235— No.lu Abdullah İbn-i Ömer (R A . ) Hadisi 402
236— NoJu Enes b. Mâlik (R .A .) Hadisi ........ 402
Cübeyr b. Mut’im b. Adiy (R . .)’m Hal Tercemesi 402
19 Hayra anahtar olanın beyânı bâbı ............... 403
237— NoJu Enes b. Mâlik (R .A .) Hadisi ... 403
İZ A H I .............................................. 404
238— NoJu Sehl b. Sa’d (R .A .) Hadîsi ... 404
İZ A H I ... ... .............. ... ... ... 405
20 İnsanlara hayn öğretenin sevabının beyânı bâbı 405
239— ‘No.lu Ebu’d-Derdâ R A .) Hadisi 405
246— No.lu Muaz b. Enes (R A . ) Hadis 405
241— NoJu Ebû Katâde (R A . ) Hadisi 406
İZ A H I ................................. 407
242— NoJu Ebû Hüreyre ( R A ) Hadis 407
İZ A H I ................................. 408
243— NoJu Ebû Hüreyre (R .A .) Hadisi 409
21 Arkasında gidilmekten hoşlanmayanın beyâm bâbı 409
244— NoJu Abdullah b. Am r (R A . ) H a d isi........ 409
İZ A H I ................................. ..v........... 409
616 FİHRİST

Bab No. Hadîs No. Hadîsin Râvisi Sahife No.

245— NoJu Ebû Ümârae (R .A .) Hadisi ... ... 410


İZ A H I ... ... ... ................................ 411
246— No hı Câbir b. Abdillah ( R A . ) Hadisi ... 411
İZ A H I .......................... - ............... 411
22 İlim talipleri için tavsiye beyânı bâbı ............ 412
247— No.lu Ebû Said Hudri (R .A .) Hadîsi ........ 412
248— NoJu Ismâil b. Müslim (R .A .) Hadîsi ... 413
İZ A H I ............... .................................. 413
249 — N o iu Ebû Hânın El-Abdî (R A . ) Hadîsi 414
23 İlimden faydalanmak ve onunla amel etmek bâln ... 415
250— NoJu Ebû Hüreyre (R .A .) Hadîsi 415
İZ A H I ............... ......... ... ... 415
251— No.lu Ebû Hüreyre (R .A .) Hadisi 416
252— NoJu Ebû Hüreyre (R A . ) Hadîsi 417
İZ A H I ................................... ... 417
253— NoJu Abdullah b. Ömer (R .A .) Hadisi ... 418
254— NoJu Câbir b. Abdillah (R .A .) Hadîsi ... 418
İZ A H I ... .............. ............... ... ... 419
255— NoJu Abdullah b. Abbâs ( R A ) Hadîsi ... 420
İZ A H I ................... ... 420
256— NoJu Ebû Hüreyre ( R A . ) Hadîsi ... ...' 422
İZ A H I .................................................... 423
257— NoJu Abdullah îbn-i Mes’ûd (R A . ) Hadisi 424
İZ A H I ... ........................... ... 424
258— NoJu İbn-i Ömer (R A . ) Hadisi ......... ... 425
259— NoJu Huzeyfe ( R A . ) Hadîsi ............... 427
260— NoJu Ebû Hüreyre ( R A . ) Hadîsi ... ... 428
24 Kendisine sorulan bir bilgiyi gizleyenin beyânı b ib i 428
261— NoJu Ebû Hüreyre ( R A . ) Hadisi ........ 428
İZ A H I ................ ................................. 428
262— NoJu Abdurrahman b. Hürmüz El-A’rac (R .A .) Hadîsi 429
İZ A H I ........................................ ... 430
263— NoJu Câbir b. Abdillah (R .A .) Hadisi 431
İZ A H I .............. ... 432
264— No.lu Enes b. Mâlik (R .A .) Hadîsi ... 432
İZ A H I ......... .................................. 433
265— NoJu Ebû Saîd-i Hudri (R .A .) Hadisi 433
266— NoJu Ebû Hüreyre (R A . ) Hadîsi ... 434
(K tT A B Ü T T A H Â R E VE S Ü N E N İH A )
TAH ARET VE S Ü N N E T H A D ÎS LE R İN İN
B E Y A N I K İT A B I ................. ............. 435
1 Abdest ve cünüplük dolayısıyla gusül için gerekli su miktarı hakkın­
da gelen hadîsimin beyânı bâbı ... ...
267— NoJu Sefine (R .A ) Hadîsi ............... ... 436
268— NoJu Aişe (R A . ) Hadîsi ... ... ............................. ... 436
FİHRİST 617

Bab No. Hadis No. Hadisin Hâvisi Sahife No.

“269— No.lu Câbir (R .A .) Hadisi ........................... 436


270— No.lu Muhammed b. Akü (R .A .) Hadisi ......... ................... 437
Bâbtaki hadislerin izahı ... . . . . . . ............... i, .. 437
Hadisten çıkarılan hüküm ........ ......... ... — ......... 440
2 Allah’ın tahâretsiz namazı kabul etmeyeceği beyâm b ib i ••• ... 440
Sefİm Ebû Abdirrabman Mihran b. Ferrûh (R .A .) Hal
Tercemesi .............................................. 440
Akil ( R A . )’m Hal Tercemesi ..................... . . . . . . . . . 440
271— N o lu Usâme b. Umeyr El-Huzeli <R J U Hadisi . . . ..V . . . 441
272— N o lu îbn-i Ömer ( R A . ) Hadisi ... ............... . . . . . . . . . 441
273— N o lu Enes b. Mâlik (R .A .) Hadîsi . . . . . . . . . .................. 442
274— No.lu Ebû Bekre ( R A . ) Hadîsi ................... . . . ... . . . . . . ... 442
ÎZ A H I ....... .. ... ..: ......... ......... ... ... . . . .................. 442
3 Namazın anahtan taharettir, bâbı ......................................................................... ... ... ... 445
275— N o lu Muhammed b. El-Hanefiyye (R .A.) Hadîsi ... ... ... 445
276— N o lu Ebû S aid i Hudrî (R .A .) Hadisi ................... *«. ... ... 445
ÎZ A H I ................ .. ....................................................... ............................... ... ... ... 446
4 Abdeett muhafaza etmek fethi....................................................................................... ... ... 446
277— N o lu Sevbân (R .A .) Hadîsi ....................................................... . . 446
278— N o lu Abdullah b. Am r (R A . ) Hadîsi . . . ... ... ... 447
279— N o lu Ümâme (R .A .) Hadisi . . . .............................................. ... ... ... 447
ÎZ A H I ............................................................................................................................... ... ... ... 448
5 Abdest îmanın yarısıdır, bâbı .................................................................................. .............................. 450
280— N o lu Ebû Mâlik El-Eş’âri (R A..) Hadisi ... ... ... ... 451
ÎZ A H I ..................... ......... ... ............... ................................ m
6 Abdestin sevabııun beyâm bâbı ..................... ... ... ... 454
281— N o lu Ebû Hüreyre (R A . ) Hadisi ............... . . . ... ... 454
Ebû Mâlik El-Eş’ârî (R .A .) Hal Tercemesi ... . . . ... ... 454
İZ A H I ... ............................ ....... ! ......... . . . ... ... 455
282— N o lu Abdullah Es-Sünâbihî (R A . ) Hadisi ... . . . ... ... 456
îz A m ... ... . . . ... .................. :.. ................... . . . ... ... 456
Abdurrahman Es-Sünâbihi ( R A . )’m Hal Tercemesi ... ... 457
283— N o lu Am r b. Abasa (R A . ) Hadisi ................................. . . . ... ... 458
ÎZ A H I ... ... ... ... .............................................. ' ................... ... ... ... 458
284— No.lu Abdullah b. Mes’ûd Hadisi ............... . . . ... ... 459
ÎZ A H I ... .................................. ... ......... . . . ... 459
Am r b. Abasa (R .A .)’m Hal Tercemesi ......... . . . ................ .. 459
Hadîsten çıkarılan hüküm ler............... ......... . . . . . . . ... 462
285— N o lu Osman b. Affan (R .A.) Hadîsi ... ........ . . . ... .. 463
ÎZ A H I ........................................................... . . . ... ... 463

7 Sivâk bâbı ................................ ...................................................................... .. ... ... ............. 466


286— N o lu Huzeyfe b. El-Yemân (R A . ) Hadîsi ... ... ... 466
ÎZ A H I ................... ................. ................................ ... .................... ... ... ... 467
287— N o lu Ebû Hüreyrs (R .A.) Hadîsi ............................ ; . •«.. ... ... 469
ÎZ A H I ....... . ........................... ... ... ... ... ... ... 469
618 FİHRİST

Bab No. Hadis No. Hadisin Râvisi Sahife No.

288— NoJu İbn-i Abbâs (R.A.) Hadîsi ... 470


İZAHI ........... ... 470
289— NoJu Ebû Ümâme (R.A.) Hadisi ... 471
İZAHI ................................... , ... 471
290— NoJu Şüreyh b. Hâni (R A .) Hadîsi .. . 473
İZAHI ... ... ...................... . . .... 473
291— NoJu Ali b. Ebi Tâlib (RA..) Hadîsi . .. . 473
İZAHI ....... ........................ 474
Fıtrat bâbı ............................... ... ;.. • ... 474
292— NoJu Ebû Hüreyre (R A .) Hadisi . ... 474
293— NoJu Aişe (R. Anhâ) Hadisi ....... ♦ ... 475
294— No.lu Ammâr b. Yâsir (R A .) Hadîsi . ... 475
295— NoJu Enes b. Mâlik (R.A.) Hadisi 476
Dört hadisin izahı ................... . ... 476
Adam belâya girmek isteyince, söyleyeceği duâ bâ . ... 483
296— NoJu Zeyd b. Erkam (R.A.) Hadisi • ... 484
İZAHI .................. ........... . • ... 484
297— No.lu Ali b. Ebî Tâlib (R A .) Hadisi . 485
İZAHI .............................. • r.. 485
298— NoJu Enes b. Mâlik (R A .) Hadisi • ... 486
İZAHI ................... ........ . ... 486
299— NoJu Ebû Ümâme (R A .) Hadisi 487
İZAHI ................................... . ... 488
10 Heladan çıktığı zaman okuyacağı duâ bâbı . ... 488
300— NoJu Aişe (R A .) Hadîsi ........ . ... 489
301— NoJu Enes b. Mâlik (R A .) Hadisi . 489
İZAHI .................. .............. . ... 489
11 Helada Allah (Azze ve Celle)’yi zikretmek ve yüzük bâbı m
302— NoJu Âişe (R. Anhâ) Hadisi ....... . ... 490
İZAHI ... .................. ........ • ... 491
303— NoJu Enes b. Mâlik (R A .) Hadîsi . ... 491
İZAHI ... ............ , ... ... ... . . 492

12 Gusül yerinde su dökmenin keraheti bâbı 492


304— NoJu Abdullah b. Mugaffel (R A .) Hadisi 493

13 Ayakta su dökmek hakkında gelen hadîsler bâbı 493


305— NoJu Huzeyfe b. Yemân (R A .) Hadisi 493
306— NoJu El-Muğlre b. Şûbe (R.A.) Hadisi 494
İZAHI ....... ... ... ... .:. ... 494

14 Oturarak su dökmek hakkındaki bâb ........ 495


307— No.lu Şüreyh b. Hâni (R.A.) Hadîsi 495
İZAHI ... ... ... ... ........... » ... 496
308— No.lu Ömer (R.A.) Hadisi ........ • ... 497
İZAHI ... ... .................. « 497
309— NoJu Câbir b. Abdillah (R A .) Hadîsi . ... 498
PlHRÎST 619

No. Hadîs No. Hadîsin Râvisi Sahife No.

15 Sağ el ite zekere dokunmanın ve sağ el ite istincâ etmenin keraheti


hâin ........................................ ... ... 498
310— No.lu Ebû Katâde (R .A .) Hadisi 498
311— NoJu Osman b. Alfan (R .A .) Hadîsi 499
312— N o iu Ebû Hüreyre (R .A .) Hadisi 499
Üç hadisin izahı ......................... . 500

16 Taş ile istincâ; Revs ve Rimme’den nelıiy bâbı ... 500


313— N o iu Ebû Hüreyre ( R A . ) Hadîsi ......... 501
İZ A H I .......................... ......... ......... 501
314— N o iu Abdullah îbn-1 Mes’ûd (R .A .) Hadîsi 502
İZ A H I ... ........................... ............... 502
315— N o iu Huzeyme b. Sâbit (R .A .) Hadisi ... 503
İZAHI ... ... ...... . ... ... ....... ... 503
316— No.İu Selmân (R .A .) Hadîsi ... ............... 504
Huzeyme b. Sâbit (R .A .) Hal Tercemesi ... 504

17 Küçük büyük abdest bozarken kıbleye doğru durmanın yasaklı ğı


bâbı 500
317- No.lu Abdullah b. Hâris (R .A .) Hadisi ........ 506
İZ A H I ..................... ... ... 507
318— N o iu Ebû Eyyûb El-Ensâri (R .A .) Hadîsi ... 507
İZ A H I ................................ ..................... 507
Ebû Eyyûb El-Ensâri (R .A .)’ın Hal Tercemesi 508
319— N o iu Ma’kıl b. Esedl (R .A .) Hadisi ............... 509
M a’kıl b. Esedi (R .A .)’m Hal Tercemesi 510
İZ A H I ........ .............................................. 511
320— N o iu Ebû Said Hudri (R .A .) Hadisi ............... 511
İZ A H I ... ................................. ............... 512
321— N o iu Ebû Sâid Hudri (R A . ) Hadîsi ............... 512
İZ A H I ................... ....... ..................... 513

18 Helâ’da kıbleye doğru veyâ sırt çevirmek hakkında ruhsat ve mu­


bahlık verildiği, fakat çöllerde mubah olmadığının beyânı bâb ... 513
322— NoJu Abdullah b. Ömer (R .A .) Hadisi ........................... 513
İZ A H I ............... ......... ............................................... 513
323— N o iu İbn-i Ömer (R .A .) Hadîsi .................... . ............... 514
324— N o iu Âişe (R A . ) Hadisi ......... ... . .............. ............... 515
324— NoJu Âişe ( R A . ) Hadisi ................................... ... 515
İZ A H I ........ ......................... ....................................... 515
325— N o iu Câbir (R .A .) Hadisi .................................. 516
İZ A H I ............................................................................. 517

19 Küçük abdestten sonra istibrâ bâbı ............................................ 518


326— N o iu Yezdâd El-Yemâni (R.A.). Hadisi ............... ........ 519
İZ A H I ........................... ... ............................ ......... 519
20 Küçük abdest bozup su ile tahâretlenmeyenin bâbı ..................... 520
327—
r- N o iu Âişe (R .A .) Hadisi ........................... ............... 520
İZ A H I .................... ; ... ... ........................................ 520
620 FİH R İST

No. No. Hadisin Hâvisi Sahife No.

21 Yol üstünde kazââ 521


328— NoJu EMİ Sald-i Himyeri (R A . ) Hadisi 522
İZ A H I ... ......... ...... ..................... 522
329— NoJu Câbir î>. Abdillah (R A .) Hadîsi 523
İZ A H I ... ........................ . ......... 523
330— NoJu Sâlim (İL A .) Hadîsi ............... 524
İ Z A H I ....................................... . ........ 524

F A Z Â { = Açık yer)de Abdest bozmak için ı 525


331— NoJu El-Muğîre b. Şûbe (R .A .) Hadisi ............... 525
Sâlim (R A ,)'in Hal Tercemesi ....... .................. . 525
332— NoJu Enes b. Mâlik ( R A ) Hadisi ........ ... ... 526
333— NoJu Y âlâ b. Mtlrre (İL A .) Hadisi ..................... 526
334— NoJu Abdurrahman b. Ebi Kurâd ( R A ) ' Hadisi 526
335— NoJu Câbir (R .A .) Hadîsi ... ........................... 527
NoJu Bilâl b. Hârîs El-Müzenî ( R A . ) Hadisi ... 527

23 Büyük ve küçük abdest bozmak için irtîyad bâlâ ... 528


337— NoJu Ebû Hüreyre (R .A .) Hadîsi ... ... 528
İZ A H I ............... ;. ... 529
338— NoJu Abdurrahman b. Ömer ( R A . ) Hadîsi 530
İZ A H I ... ..* ......... ......................... . 530
339— NoJu Yala b. Mürre ( R A . ) Hadisi ... ... 531
İZ A H I ............... ... 531
340— NoJu Abdurrahman b. Ca’fer ( R A . ) Hadisi 532
İZ A H I ......... ...... ........ 532
341— NoJu İbn-i Abbâs ( R A . ) Hadisi ......... 533

24 Abdest bozmak üzerinde toplanmaktan ve crada konuşmaktan nehiy


bâbı ............................................ ............................................. 533
342— NoJu Ebû Said Hudrî (R .A .) Hadîsi .................................. 534
İZ A H I ... ... ... ........................................................... 534

25 Durgun suda küçük abdest bozmaktan nelıiy b â b ı ............. .............. 535


343— No.lu Câbir ( R A . ) Hadîsi ......................... ............... 535
344— NoJu Ebû Hüreyre (R A . ) Hadîsi .............. ... ... ... 536
345— No.lu îbn-i Ömer (R .A .) Hadisi ........................... ......... 536
Üç hadîsin izahı ............... 537

26 Sidflr hakkında teşdld bâbı ........ 538


346— NoJu Abdurrahman h. Haşan R A . ) Hadîsi 533
ÎZ A H I ....................... ... 539
347— NoJu îbn-i Abbâs (R .A .) Hadisi ....... 540
348— No.lu Ebû Hüreyre (R .A .) Hadisi .. 540
349— NoJu Ebû Hüreyre ( R A . ) Hadisi .. 540
349— NoJu Ebû Bekre ( R A . ) Hadisi ... .. 541
İZ A H I ..................... .................... 541
27 Küçiik abdest bozarken kendisine selâm verilen durumunun
beyâm bâia ... ... .. 544
FİHRİST 621

Bab No. Hadis No. Hadisin Râvisi Sahife No.

380— NoJu El-Muhâcir b. Kunfuz (R .A .) Hadisi ... 544


iz A H i .................................. ... 544
H AD İST EN Ç IK A R IL A N F IK H Î H Ü K Ü M LE R 545
351— NoJu Ebû Hüreyre (R .A .) Hadisi ............... 546
ÎZ A H I ... ............................................ ........ 546
H AD İSTEN Ç IK A R IL A N H Ü K Ü M L E R 547
382— NoJu Câbir b. Abdillah (R A..) Hadisi ........ 548
383— NoJu îbn-i Ömer (R .A .) Hadîsi ........ ....... 548
28 Su ile istlncâ bâbı ............................... ........ 548
354— NoJu Aişe (R A . ) Hadisi ......... ............... 549
İZ A H I ............................... .............. ......... 549
555— NoJu Ebû Süfyan ( R A ) Hadisi .............. 550
556— NoJu Aişe ( R A . ) Hadisi ............... ......... 551
ÎZ A H I ... ;....... ........................................ 551
357— NoJu Ebû Hüreyre (R A . ) Hadisi ............... 551
ÎZ A H I ............................................. . ........ 552
29 Istincâ’dan sonra elini toprağa sürenin beyânı bâbı 553
358— NoJu Ebû Hüreyre (R A . ) Hadisi ............... 553
359— NoJu Cerir b. Abdillah (R .A .) Hadisi ........ 554
İZ A H I ................................................... ... 554
30 Yemek ve su kabının (üstünü) örtmek bâbı ............... 554
360— NoJu Câbir (R A . ) Hadîsi ... ..,............. ... 555
361— NoJu Aişe ( R A ) Hadîsi ... ................... 555
İZ A H I .................................................... ... 555
362— NoJu İbn-i Abbâs (R .A .) Hadîsi .................... 556
İZ A H I .................................................... ... 556
31 Köpeğin yalamasından dolayı kainyıkamabâbı ... ... 557
363— NoJu Ebû Rezîn (R .A .) Hadîsi ... 557
364— NoJu Ebû Hüreyre ( R A ) Hadisi 557
365— NoJu Abdullah b. Mugaffel ( R A . ) Hadisi 558
366— NoJu îbn-i Ömer (R .A .) Hadisi ... 558
Bu b&btaki hadislerin izahı ........ 558
52 Kedi artığı ile abdest almak ve onun hakkandaki ruhsat bala 562
367— NoJu Keşbe b. Ka*b (R .A.) Hadîsi ... 562
İZ A H I ................ ;...... ............... 562
Keşbe b. Mâlik (R .A .)’ra Hal Tercemesi 562
368— NoJu Aişe (R .A .) Hadisi ............... 564
ÎZ A H I ................ ... ... ......... ... 564
369— NoJu Ebû Hüreyre ( R A ) Hadisi ... 565
İZ A H I ....................................... ... 565
33 Kadının abdest suyu artığının kullanılmasına ruhsat bâbı 567
370— No lu îbn-i Abbâs (R .A .) Hadisi ............ . ........ 567
İZ A H I ... ........ ... 568
371— NoJu İbn-i Abbâs (R .A .) Hadîsi ... .. 569
622 FÎHKÎST

Bab No. Hadîs No. Hadîsin Râvisi Sahife No.

372— Noiu Meymûne (R. Anhâ) Hadisi ... 570


Meymûne (R A .)’in Hal Tercemesi ... 570

34 Ondan (1) N âıiy.bâbı................................... 370


373— NoJu El-Hakem b. Amr (R A .) Hadisi 571
374— NoJu Abdullah b. Sercis (RA..) Hadisi 571
İK İ HADÎSİN İZAHI ....... 571
375— NoJu Ali (R.A.) Hadisi ....... 575

35 Erkek ve kadının bir kaptan gusletmesi bâbı 575


376— NoJu Âişe (R.A.) Hadisi ... 375
İZAHI ............. ....... 575
Hadîsten çıkarılan fıkhi hükümler .................. 576
377— No.lu Meymûne (R. Anhâ) Hadisi ................... 576
378— NoJu Ümmü Hâni (R A .) Hadisi ............. ... 577
379— NoJu Câbir b. Abdillah (R A .) Hadîsi ........ ... 577
380— NoJu Ümmü Seleme (R A .) Hadisi ............. ... 577
Ümmü Seleme ve Ümmü Hânl’hin Hal Tercemesi 577

Bir kaptan abdest alan erkek ve kadm bâhı ... ........ ... 578
381— NoJu Abdullah İbn-i Ömer (R A .) Hadîsi ........ 578
İZAHI ........................................................ . 578
382— NoJu Ümmü Subyetü'l-Cüheniyye (R A .) Hadisi ... 580
İZAHI .......................................................... 580
383— NoJu Hz. Âişe (R A .) Hadîsi .............................. 581
37 Nebfz ile abdest almak bâbı ......................................... 582
384— NoJu Abdullah b. Mes’ûd (R .A ) Hadisi ............. 582
İZAHI ... .................. .............................. »3
Hadîsten çıkarılan fıkıh hükümleri ........ ........ 586
385— NoJu Abdullah İbn-i Abbâs (R A .) Hadisi ........ 587

38 Deniz suyu ile abdest alma bâbı ........ ... . 588


586— NoJu Ebû Hüreyre (R A . ) Hadisi 588
İZ A H I................. ................... ........ 588
D E N İZ M E YTELE R İ H A R K IN D A K İ Â L İM L E R İN FET-
VÂLARI ... .......................... 589
Hadisten çıkarılan fıkıh hükümleri ... 592
387— NoJu Müslim b. Mahşl (R .A .) Hadisi 592
388— NoJu Câbir (R A . ) Hadisi ... ... 593

39 Abdest için yardım isteyip kendisine su dökülen adamın beyânı bâbı 594
389— NoJu El-Muğire b. Şûbe (R A . ) Hadisi ... 594
İZ A H I ......................... ..................... 594
Fıkhf hükümler ............... .............. 597
390— NoJu Er-Rubeyyi b. Muâviye ( R A . ) Hadisi 597
İZ A H I .............. .................................. 597
391— NoJu Safvân b. Assâl (R A . ) Hadisi ......... 600
392— NoJu Ümmü Ayyâş (R A ; ) Hadisi 601

You might also like