Professional Documents
Culture Documents
Annales Okulu'Nun Bütünsel: Fernand Braudel
Annales Okulu'Nun Bütünsel: Fernand Braudel
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
SİS TEMATİK FELSEFE VE MANTIK BİLİM DALI
ISTANBUL -1994
İçindekiler
Giriş 3
!.BÖLÜM
A- Tarih ve Tarihçi 6
il.BÖLÜM
HI.BÖLÜM
Sonuç 73
Kaynakça 80
Özet 86
2
Giriş
Günümüzde hemen hemen herkes tarih adı verilen alana ilişkin olarak çeşitli düşün
celer tarihin ne olduğu, nasıl işlediği, geliştiği ya da sona erdiği vb. sorunlar üzerin-
de yoğunlaşmaktadır.
Ancak bizim gibi düşünme geleneğinin henüz yeni oturmaya başladığı toplum-
larda bu sorunlar [tarihe ilişkin] pek de içselleştirilememekte, tartışmalar bir tür
moda anlayışlar çerçevesinde geliştirilmeye çalışılmaktadır.
Bu duruma bağlı olarak tarih üzerine üretilmiş olan bu söylemlerde çeşitli ek-
siklikler ve tutarsızlıklar karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan ilki tarihin, tarih hakkın
lık hastalığına götürür ve ulusları ısırgan, başı göklerde, çekilmez ve böhürgen bir
3
i
.j!
duruma sokar. [Böylesi bir] Tarih her istenene haklı nedenler bulur. Kesin hiçbir
şey öğretmez.'1 1)
Biz böylesi tarih anlayışlarına karşı olarak kendi tarih anlayışımızı geliştirmek,
Düşünce tarihi boyunca tarihe ilişkin çok sayıda söylem ortaya konmuştur ve
konmaya da devam edilmektedir. Bu tarih anlayışları [İlkçağ düşüncesi tarih bağla
mında kendine tekrarlanabilirlik ve döngüsellik'i temele aldığından klasik anlamda
bir tarih felsefesi ortaya konulamamıştır. İlkçağ düşüncesi bundan ötilrü bir kenara
bırakılacak olursa] Augustinus'la başlayıp, Aydınlanma düşüncesinde biçimlenip,
19. yüzyılda Hegel'le doruğuna çıkmıştır. Beri yandan tarih yazımı [bilimi] da bu
duruma paralel olarak büyük ölçüde 19. yüzyılda bilimsel bir nitelik kazanmaya
başlamıştır.
20. yüzyıl ise, artık salt tarih felsefelerinin üretildiği bir dönem olarak değil
de; tarihi anlamaya ve açıklamaya dayalı yöntemler üzerinde yoğunlaştıran bir çağ
olarak sunar kendini. Yöntemin tarih üzerine üretilen söylemlerde temel bir etken
olarak kendini ortaya koymasıyla birlikte; yeni tarih yöntemleri: ve yeni tarih anla-
yışlarına ve bunların tanınmasına duyulan ihtiyaç öne çıkmaktadır.
Bu bağlamda tezimizin konusu olan Annales Tarih Okulu 'nun Bütünsel Tarih
Anlayışı ve Fernand Braudel'in tarih hakkındaki düşünceleri, bizim tarih ve yönte-
mine ilişkin düşüncelerimize ışık tutacak niteliktedir kanımızca.
üzere nesne edinilen tek' in, tek durumun, varlıkça yapısının bilgisi, bu özel araştır
mada hareket noktası olur; burada uygulanan da, şu bilgi: amacımıza ulaşmak isti-
(l)-Paul Valecy. Bugünkü Dünyaya Bakış, Çev: S.Eyüboğlu-V.Günyol. Çan yay., l.Baskı, İstan
bul 1972.
4
yorsak, nesne edinilen tek durumun şu ve bu noktalarına uygun olan bilgisidir. Bir
bilgi (nesnesini tükettiği ölçüde) ve bir görüş (taşıdığı doğru bilgi miktarına göre),
ilgili oldukları varlık alanlarında yer alan tek tek durumları açı/damaya elverişli
sorunları yine bir sorun bilinciyle ele alınarak incelenecektir. Kanımızca tarih üzeri-
ne yapılacak bütün çalışmaların ana çatısını bu sorunlar oluşturmaktadır.
Tezin 2. Bölümü 'nde ise Annales Tarih Okulu diye nitelendirilen düşünce akı
Yeni bir tür tarih anlayışının, başka türlü söylendikte bir Karşı-Tarihi
Bütünsel Tarih Anlayışı'nın ortaya konmasında hem yöntemsel açıdan hem de
tezin bütününe ilişkin olarak yaptığı uyarı ve eleştirilerden dolayı, Hocam Doç. Dr.
Nejat Bozkurt'a teşekkür ederim.
(2)-İoanna Kuçuradi, Çağın Olayları Arasında, Şiir-Tiyatro Yay., l. Baskı. Ankara (Tarihsiz),
s: 171-172
5
I.BÖLÜM
A- Tarih ve Tarihçi
Tarih denilen alana ilişkin yapılacak olan çalışmalarda, bu çalışmalar ister bilimsel
bağlamda olsun, isterse felsefi bağlamda, ilk yapılması gereken şey; tarih alanının
söylemek pek abartılı olmasa gerektir. Biz bu konuda seçmeci bir tutum izleyerek
önce Ernst von Aster'in tarih tanımına, daha sonraysa kısaca betimlenmeye çalışı
lan bu tanımları birlikli - biltünlilklil bir bakış açısıyla derleyip toparlayan Nermi
Uygur'un tarih tanımına değineceğiz.
Ernst von Aster'e göre tarih: " ...düzenleyen, birleştiren, önemliyi önemsizden
1-Prof.Dr.Bekir Sıtkı Baykal, Tarih Terimleri Sözlüğü, T.T.K. Yay., 2.Baskı. Ankara 1981.
s.97-98
6
.J
ayıran, tarihçinin tasavvur ettiği, kuşaklar boyunca uzanıp giden birlikli bir yiı,şam
çizgisidir. <2> Bu tanımda da görüldüğü gibi Aster; tarihin ikili yanını, yani tarih ve
11
tarihçiyi birlikte ele alma eğilimi göstermektedir ki, bu tanun bizim de felsefece
yakın durduğumuz bir tutumu yansıtmaktadır.
Tarihe ve onun ikili anlamına bizim dikkatimizi çeken bir başka düşünür de
Nermi Uygur'dur. KültUr ve buna bağlı olarak dil felsefesinde yoğunlaşan Nermi
Uygur'a göre tarih, çift anlamlı bir yapıya sahip olup; birincil anlamıyla bir bilim
[tarih bilimi], ikincil anlamıyla da: "...insan dünyasında olup biten olayları; insanla-
rın değişik zamanlarda neler yapıp ettiğini; insan dünyasında kendini gösteren kül-
tür, politika, din, sanat çeşidinden kımıldanışları; insanla ilgili her türlü uğraşları,
sürçmeleri, başarıları, savaşmaları dile getirmektedir. Buna göre 'tarih' insanın ger-
çekleştirmiş olduğu tüm kültür varlığını kapsar. Tarih sözünün asıl anlamı da
budur. •-<3> Nermi Uygur buradan hareketle iki tür tarih felsefesi yapılabileceğini
ileri sürmektedir ki bu ayrımı, tarih felsefesi ve bilimi arasındaki ilişkiler adlı bö-
lümde inceleyeceğiz.
Tarih denilen alana ilişkin temel belirlemelerirnizi yaptıktan sonra tarihle kop-
maz bir ilişki içinde bulunan, bir anlamda onu varedip, ortaya ·'.çıkaran tarihçiye ve
onun tarihle olan ilişkisine bakmak yerinde olacaktır. Tarihçi denilince ilk anlaşılan:
Tarih adı verilen varlık alanıyla ilgilenen, onu derinlemesine inceleyip soruşturan,
Bu tanımlamadaki tarihçi klasik bir tarihçi olmaktan çok; felsefi bir arka
plana sahip modem bir tarih bilimcisi, bir anlamda da tarih teoricisidir.
Bizim bu tanımlamamıza rağmen, tarih konusunda olduğu gibi, tarihçi konu-
sunda da çok çeşitli tanım denemeleri bulunmaktadır. Biz E.von Aster, E.Cassirer
2-Emst von Aster. Bilgi Teorisi ve Mantık, Çev: Macit Gökberk, İ.Ü. Ed.F.Yay., 2.Baslcı, İs
tanbul 1972, s: 90
3- Nenni Uygur. Kültür Kuramı, Remzi l(jtabevi, l.Baskı, İstanbul 1984, s: 153
7
/
ve G.Duby'nin tarihçi tanımlamalarını verdikten sonra; tarihçinin görevi, işlevi,
olaylar karşısındaki tutumu ve tarih ile olan ilişkisinin çok yönlülüğünü, 'tarih bi-
limciler' ve 'tarih filozofları' üzerinden giderek betimlemeye çalışacağız.
E. von Aster'e göre tarihçi; "...olayın oluşunu, önemli anlarını, kalıcı ve be-
lirleyici etkenlerini, dönüm ve tepe noktalarını belirterek, bunları bir gelişme çizgi-
sinde birbirine bağlayarak... "<4> betimleyen kişidir. Bu tanıma yakın duran
E.Cassirer'e göreyse tarihçi; "...salt bir çözümleyici olarak kalmadıkça, olayların
zamandizinsel anlatılışı ile doyum bulmadıkça, hep bu zor görevin üstesinden gel-
mek, tarihsel bir kişinin [olayın] sayısız ve çoğu zaman çelişkili ifadeleri arasındaki
.J
tarihsel olaylar, tarihsel süreçler ve yapılardır. Tarihçinin incelediği, ilgilendiği olay-
lara yönelişinde seçici olacağı açıktır. Tüm tarihe yönelmenin olanaksız olduğu, ay-
nca tarihçinin belli bir arkaplanla [teorik bir çerçeve ya da kendine konu edindiği
bizi tarih biliminden uzaklaştırıp daha çok bir vak'anüvis ve kronolog durumuna ite-
cektir ki böylesi bir tutumun geçerliliği ve işlevselliği, tarih aç~sından önemli ölçü-
de bulanık olacaktır. Bundan ötürü: "Çağdaş tarihçinin iki görevi birden vardır; az
sayıdaki anlamlı olguları bularak onları tarihin olgularına dönüştürmek ve pek çok
olguları tarihi değildir diye bir kenara bırakmak. <8>
11
Tarihsel olaylara ve yapılara yönelişinde, tarihçinin öznel bir tutuma sahip ol-
duğu gerçeğinin yanında, tarihçinin aynı zamanda çağının değer yargılan, tutumları
8-E.H.Carr, Tarih Nedir, Çev: M.E.Gürtürk. İletişim Yay.• 2.Baskı, lstanbul 1987, S: 21
9
çilde kurtarıp, tarihe daha sağlam ve olabildiğince tarafsız yaklaşabilecektir. Bu öz-
nellik ve nesnellik arasındaki ilişkiyi ilerde daha etraflıca tartışacağız.
Bir anlamı da geçmiş demek olan tarih ve bunun üzerinde çalışan tarihçi ara-
sındaki ilişkiyi biraz daha açacak olursak; tarihçi, geçmişi incelemede kendisine be-
lirlediği amaç bakımından da önemli bir konuma sahiptir. Geçmişi, şimdiyi anlama
ve açıklamanın temeli olarak gördüğü ölçüde yaptığı çalışma önem kazanacaktır.
Çünkü, geçmişte olmuş bitmiş olan şeyler büyük ölçüde şimdiyi, içinde yaşa
nılan zamanı da etkilemektedir. Geçmişin izleri ve etkileri hem sosyo kültürel hem
de maddi yaşantımızda görülebilmektedir. Geçmişin etkilerine ilişkin bu belirleme;
Hegel tarafından tarih felsefesi bağlamında kavramlaştınlarak, karşımıza tarihsellik
olarak çıkmaktadır.
tanım gereği, artık hiçbir şeyin değiştirmeyeceği bir veridir. Fakat, geçmişin bilgisi
sürekli olarak değişen ve mükemmelleşen, gelişme halinde olan bir şeydir. 11< 9> Bu
çalışma sonucu elde edilecek olan bilgi, dağınık, düzensiz ve anlaşılmaz değil; tam
tersine "geçmiş hakkında bağlantılı, ahenkli, anlaşılır bir bilgi formu•t(IO) olmak du-
rumundadır. Çünkü tarihçinin ve tarih biliminin temel amacı ol~ geçmişin aydınla
10
da belirtmeliyiz.
Ortaya koyduğumuz bu_ düşünceleri toparlayacak olursak şunları söyleyebiliriz;
tarih ve tarihçi birbirinden ayrı düşünülemeyecek ölçüde iç içe geçmiş kavramlardır.
Başka türlü söylersek; bunlar bir anlamda birbirlerini vareden yapılardır. Buna rağ
men birbirlerinden ayrıdırlar, ancak birbirlerini etkilerler d~: "Tarihçi bugünün bir
parçası ve olgularsa geçmişe ait olduklarından, bu karşılıklı etkileşim, aynı zaman-
da bugün ile geçmiş arasında bir karşılıklılığı [da] işin içine katar. Tarihçi ve tari-
hin olguları birbirleri için gereklidir. Tarihçi olguları olmaksızın köksüz ve boş, ol-
gular tarihçileri olmadan ölü ve anlamsızdır [Kant'a anıştırma.] Bundan ötürü,
tarih ... tarihçi ile olguları arasında kesintisiz bir karşılıklı etkileşim süreci, bugün
ile geçmiş arasında bitmez bir diyalog"(! 1>dur.
11
.J
B-Tarih Bilimi ve Felsefesi Arasındaki İlişkiler
Burada ilkin Bilim diye nitelenen şeyin ne olduğunu, onun tanımlarını, daha sonray-
sa 'tarih bilimleri' ile diğer bilimler arasındaki farklılıkları ve benzerlikleri, 'tarih fel-
sefesi' denilen yapının ne olduğunu, çeşitlerini ve son olarak da, tarih bilimi ve
tarih felsefesi arasındaki ilişkileri ele alacağız. Yapacağımız genel bir bilim tanımı
Nusret Hızır şöyle tanımlamaktadır bilimi: "Bilim; birbirine herhangi bir me-
todla bağlı, doğrulukları iddia edilen, birtakım önermenin meydana getirdiği bir bü-
tündür. •t( 12> Nusret Hızır'ın bu tanımı, bilimleri bir potada eritmeyi ya da bilimleri
[en genel anlamda] bir yapı içerisinde toparlamayı amaçlamaktadır. Bu bilim tanımJ
nın daha da geliştirilmiş biçimi olarak; "En geni§ anlamı ve kullanımıyla bilim-
Wissenschaft', empiriklpozitif bilimi de bir tür içerecek §ekilde, düzenlenmi§, bir
amaca yönelik olarak birbiriyle ili§kiye sokulmuş bilgi, düşün:ü.§ ve inanç sistemi
olarak anlaşılır. <13>
11
Böylesi bir bilim tanımlanmasından hareket etmek, kuşkusuz tarih bilimi üzeri-
ne söz söyleyecek olan bizi oldukça rahatlatmakla birlikte, yine de 'sosyal bilimler'
ile 'empirik/pozitif bilimler' arasında önemli farklar olduğu gerçeğini bize unuttur-
mamalıdır.
12- Nusret Hızır, Felsefe Yazıları, Çağdaş Yay., !.Baskı, İstanbul 1976. s: 308
13- Doğan Özlem. Tarih Felsefesi, Ara Yay.• 2.Baskı, İstanbul 1992, s: 219
12
/
.fi
bilimdir denebilir. Peki, öyleyse tarih biliminin konusu nedir? Bu soruya verilecek
yanıt, tarihe ilişkin bilgilerimizi daha sağlam bir temele oturtacaktır.
rak günümüze kadar nasıl değiştiğidir. Bu gelişim içinde çeşitli toplulukların nasıl
birtakım belirlemeler yapmaya çalışırsak şunları görebiliriz: Her şeyden önce tarih-
sel olay diye belirlediğimiz tarihsel süreç içinde biriciklik ve tekrarlanamazlık
gibi niteliklere sahiptir. Örneğin: İstanbul'un 1453 yılında fethedilmesi, Fransız Dev-
rimi'nin 1789'da olması, 1. ve 2. Dünya Savaşı vb...
Bu tekrarlanamazlık ve biriciklik bizim tarihi kavrayışımızda önemli sorunlara
yol açmakla birlikte, yine de bu durumdan şöylesi bir tutumla kurtulmak olanağı
vardır bize göre. E.H.Carr, bu sorunu [tarihsel olayların biricikliği, tekliği] yadsı
gösteren olaylar arasındaki çeşitli ilişkileri kuramayacak ve buna bağlı olarak da ta-
rihsel süreklilik denilen kavramı ve onun karşılık geldiği yapıları belirleme şansın
dan yoksun kalacaktır. Peki, öyle bir çalışma olanaklı mıdır? Evet olanaklıdır,
14-İlhan Tekeli, Tarih Metodolojisi Üzerine, Bilim ve Sanat Dergisi, 21 Eylül 1982, s: 43
13
ancak bu çalışmalar artık tarih ve tarih biliminin uzağında kalacak, belki yapısalcı
anlayışla paralellik içinde ve eşzamanlılığı (synchronique) temele alan bir tür yapı
di. "06> Bu anlayışla yapılacak olan çalışmalar artık zorunlulukla, tarihi 'tarih' yapan,
'süreklilik' ve karşılıklı 'bağlantılılık' kavramlarını gözardı edecektir. Böylesi bir an-
layışın tarih ve tarih bilimi açısından hiçte yol açıcı olmadığını belirtmek isteriz.
Tarih biliminde ve buna bağlı olarak geliştirilen tarih yazımında uyulması ge-
reken ölçüleri, Özer Ozankaya şöyle belirlemektedir: "Tarih yazımında geçerlilik,
ancak bilimsel yöntemin geçerlilik ölçütlerine uyularak sağlanabilir. Bu ölçütler ise
nesnellik, olgunun somutluğu, ölçülü ku§kuculuk, kavramları açıklıkla tanımlamak,
17- E.H.Carr-J.Fontana. Tarih Yazınunda Nesnellik ve Yanlılık, Çev: Özer Ozankaya, İmge
Kitabevi, 1.Baskı, Ankara 1992, s: 9
14
noktalarda toplanabilirler:
1- Tarih biliminde olayların tekrarlanabilirliği söz konusu değildir, en azından
deneysel anlamda. Buna karşılık empirik / pozitif bilimler bUyük ölçüde tekrarlana-
bilir olaylar üzerinde kendilerini temellendirmişlerdir. Ancak bu görünürdeki ayrım
Evet, tarih bilimi, deneyle desteklenip pekiştirilen bir kesinliğe sahip değildir,
ancak, bilimi artık çok daha geniş bir bağlamda tanımladığımız düşünülecek olursa;
bu aynının niteliğe değil, niceliğe ilişkin bir durum olduğu ve bu durumun onun
[tarihin] bir bilim olma özelliğini değiştirmediğini görürüz. Aynca empirik / pozitif
bilimlerin kesinliğinin de tartışmaya açık olduğu, sözü edilen kesinliğin, kanımızca
mış olması; buna karşılık empirik / pozitif bilimlerin, deneyi temele alıp, insan öğe
sini büyük ölçüde dışarıda bırakmış olması bu iki alanın önemli bir ayrımı olarak -
karşımıza çıkmaktadır.
Ancak modern kuantum fiziği bu ayrıma büyük ölçüde darbe vunnuş; Ölçü-
len'in, Ölçen'i, Ölçen'in de Ölçülen'i etkilediğini, aradaki sınırların belirsizleştiğini,
ayrımların silikleştiğini ortaya koymuş; tıpkı tarih biliminde olduğu gibi, empirik /
pozitif bilimlerde de insan öğesini dışlamayıp tersine, içine alınası gerektiğini bize
göstenniştir.
15
Tarihsel süreçlere yönelmede kullanılan Anlama; klasik doğa bilimj modelinin bütün
bilimlere örnek oluştunnası ve bütün bilimlerde Açıklama yönteminin kullanılmasına
tepki olarak gelişmjş, tarihselliği içinde belli bir öneme sahip olmuştur.
re sırtını dayadığından dolayı aşırı bir öznelliğe kaydığını, bunun yerine Anlama ve
Açıklama'nın birlikte kullanılmasının tarihsel süreçleri, yapılan ortaya koymada çok
daha başarılı olacağı açıkça görünmektedir.
Kendimizce yaptığımız bu kısa belirlemelerden sonra, şimdi de tarih felsefesi
kavramını açıklığa kavuşturup, daha sonra da tarih bilimi ile tarih felsefesi arasında
ki ilişkileri göstereceğiz.
Tarih felsefesi, birinci bölümde gösterildiği üzere; tarih kavramının ikili anlam
yapısına bağlı olarak iki ana kol biçiminde ortaya çıkmış ve gelişimini sürdürmilş
tilr. Tarih felsefesinin bu ikili yapısına geçmeden önce, tarih felsefesi denilen alana
bakacak olursak; bu kavramı ilk olarak, 1756 yılında Voltaire' in kullandığını görü-
rüz. "Tipik bir XVIII. yüzyıl aydınlanmacısı olarak, Voltaire 'philosophie de l'histo-
ire'dan tarihin felsefece ele alınarak, tek tek olayları birbirine bağlayan ampirik
yasa ve kurallılık/arın -insan anlak ve zekasının çağlar boyunca gelişmesine, insa-
nın kendi aklının ışığında aydınlanmasına koşut olarak- araştırılıp incelenmesini
anlıyordu. 11<18>
Ancak kavramın asıl içeriği Voltaire tarafından değil, daha sonraki yüzyıllarda
18- Önay Sözer, 'Hegel'de 'DünyaTarihi'nin Gidişi' ve 'Özgürlük İdesi', Macit Gökberk Ar-
mağanı, T.D.K. Yay.• Ankara 1983, s: l 13
16
hakkında belirtilen ikili anlama bağlı olarak tarih felsefesinin de karşımıza en azın
Şimdi tarih felsefesine genel olarak bakalım. Bilindiği üzere İlkçağ felsefesin-
de temel amaç, episteme'ye [kalıcı-sağlam bilgi] ulaşmak ve doxa'yı [sanı-geçici,
dış dünyaya ilişkin güvenilmez bilgi] bir tür eleme çabasıdır. Bu bağlamda tarih bil-
gisi büyük ölçüde doxa'yla eşlenmektedir. Bu ayrımı aynca theoria - historia kav-
17
ram çiftiyle de belirlemek olanaklıdır.
ayrım üzerinden giderek şöyle açıklar; "...şiir, tarih yapıtına oranla daha felsefi ol-
duğu gibi, daha üstün olarak da değerlendirilebilir. Çünkü şiir, daha çok genel
olanı, tarihse tek olanı aniatır.''< 19) Denilebilir ki İlkçağ düşüncesinin bu ayrımlar
temelinde oluşması ve ilerleme anlayışının yerine, döngüsel bir tarih anlayışına
sahip olunması, İlkçağda klasik anlamda bir tarih felsefesinin ortaya çıkmasını önle-
miştir.
çizgisel bir süreç izlemekte, Tanrı devleti ile Dünya devleti arasındaki bir çekişme
süreci olarak gören Kant'a göre ilerleme de; "...özgürlük düşüncesinin tarih sahne-
sindeki yayılıp derinleşmesi'ı<21 > olarak görülür.
19. yüzyıl, tarih açısından oldukça verimli bir yüzyıldır. Bu dönem, bir tarih
19- Aristoteles, Poetika, Çev: İsmail Tunalı, Remzi Kitabevi, 5.Basım İstanbul 1993, s: 30
20- Macit Gökberk, Kant ile Herder'in Tarih Anlayışları, İ.Ü.Ed.F.Yay., l.Baskı, İstanbul
1948, s: 57
21- a.g.y., s: 77
18
yüzyılı olarak da nitelenmiştir çoğunlukla. Bu yüzyılda gelişen Alman tarih okulu
ve tarih üzerine yapılan sistemli spekülasyonlar, daha sonraları pozitivist ve spekü-
latif metafizik tarih anlayışlarına temel oluştunnuşlardır. Bu anlayışlara, sırasıyla
Tarih bilimi ile tarih felsefesi ve buna bağlı olarak tarihçi ile tarih fılozofu
sağlam bir biçimde temellendiremeyecektir. Buna bağlı olarak yapılan çalışma, bir
olaylar yığını ya da kronoloji olmaktan öteye gitmeyecektir büyük ölçüde.
Salt bir tarih felsefesi ise, kendi içinde mantıksal bir tutarlılık sağlayabilir ol-
masına karşılık; eğer tarih bilimi ve onun verilerinden yararlanmıyorsa, söyledikleri,
ortaya koydukları gerçeklikle büyük ölçüde ilişkisiz ve temelsiz kalacaktır. Ancak
yine de bu iki alan arasında önemli ayrımlar da bulunmaktadır kuşkusuz.
açıklama veya tahlil ederek sergileme tehlikesine atıldığı andan itibaren, tarih fel-
sefesi yapmamayı başarabilen hiçbir tarihçi yoktur. Bununla birlikte, teorilerini
haklı göstermek için tarihten örnekleme yapan -yazarla [filozof] kılı kırk yararcası
na, belgeleriyle ilişkisini koruyan yazar [tarih bilimcisi] arasındaki fark açıktır. 11< 22)
22- Leon-E.Halkın, Tarih Tenkidinin Unsurları, Çev: Bahaeddin Yediyıldız, T.T.K. Yay.,
l.Baskı, Ankara 1989, s: 7
19
C-Tarihte Öznellik I Nesnellik Sorunu ve Tarihte Bireyin Rolü
Tarihe yönelik çalışmalarda, bu çalışmalar ister felsefi ister bilimsel olsun karşımıza
önemli bir sorun olarak 'öznellik' ve 'nesnellik' kavramları ve bunun 'tarih' içindeki
yeri çıkacaktır kuşkusuz. Biz, sorunu öncelikle tanımlayarak, daha sonra bu tanımla
baktıklarını ortaya koyacağız ve bu soruna bağlı olarak; tarihte bireyin rolünü ince-
leyeceğiz.
'Öznellik' kavramını özneye ilişkin olan, başat olarak özneyi öne alan ve bun-
dan ötürü tarihsel süreçleri özneye bağlı olarak belirleme anlayışı diye tanımlayabi
liriz. 'Nesnellik' kavramını ise nesneye ilişkin olan, başat olarak nesneyi öne alan ve
tarihsel süreçleri nesneye bağlı olarak belirleme anlayışı olarak tanımlayabiliriz.
İkinci olarak, [da] geçmişe bakışları, kendilerinin içinde bulundukları konumla büs-
bütün sınırlı olan tarihçilerinin erişebilecekleri daha sağlam ve daha sürekli bir
kavrayışa sahip olabilecek şekilde kendi görܧ gücünü geleceğe yansıtabilme yetene-
ği olduğunu söylemek istiyoruz. 11<23>
Tarihte 'öznellik' düşüncesine örnek olarak R.G.Collingwood gösterilebilir.
Ona göre; "Tarihçinin olguları belirlemesinden sonra, nedenleri soruşturmak gibi
20
daha fazla bir süreç yoktur. Tarihçi ne olup bittiğini bilince, neden olup bittiğini
zaten bilir... olayın nedeni, eylemi, olayın olmasına yol açan kişinin zihnindeki dü-
şünce demektir: Bu da olaydan başka bir şey değildir, olayın kendisinin içidir... her
tarih, geçmiş düşüncenin tarihçinin zihninde yeniden canlandmlmasıdır."<24)
Böylesi bir düşünce bizi, tarihte nesnelliğin olamayacağına ve buna bağlı ola-
rak da her tarihin ve tarih üzerinde söylenen, üretilen her söylemin en az diğeri
kadar anlamlı, doğru olacağı sonucuna götilrilr. Evet, tarihçinin öznelliği ve tarihe
yönelişindeki tutumu, onu tam bir nesnellikten uzaklaştınnaktadır, ancak bu, onun
tam anlamda öznel olduğu sonucunu vermemektedir.
Öznellik ve nesnellik problemini, tarih üzerine çalışan bilim adamı ve filozof-
ların çeşitli tarihsel süreçlere ve bu süreçlerde ortaya çıkan çeşitli tarihsel olaylara
[ör.: Kölelik, Engizisyon Kurumu, 2.Dünya Savaşı vb.] ilişkin tutumlarından hare-
ketle; iki temel noktada toparlamak olanaklıdır.
dır.
24- R.G.Collingwood, Tarih Tasarımı, Çev: Kurtuluş Dinçer. Ara Yay., 1. Baskı. İstanbul
1990. s: 215-216
21
sonu! anlamda, birbirinden ayrılmaz şeylerdir... "<25)
Ancak bu durum, onların, tarihi yargılar bir konumda olmalarını gerektirme-
mektedir. NesnelJiğe yönelmek, onu yakalamak isteği bizi bu tür yargı vermelerden
uzaklaştırmalıdır. Ayrıca şunu da söylemek gerekir ki biz ne kadar tarihi yargılamak
ne bağlı olarak yaklaşabilir, seçmeci bir tutumla olayları ortaya koyabilirler. Ancak
bu durum, incelenen tarihsel olayın-sürecinde değişebileceğini göstermez. Yorumla-
ma ve açıklamada ortaya çıkan farklılıklar, kanımızca olay ve süreçleri göreli bir
hale getirnıemekte; tam tersine, onları zenginleştirmektedir. Bu durum gerçekliğin
meli, nesnel olanın içindeki öznel yanı ve öznel yanın içindeki nesnel yanı da göre-
bilmeliyiz. Çünkü: " 'Nesnel' ve 'öznel' birbirleriyle ilişkili olan kavramlardır. Her
tarihçinin yapıtında öznel öğeler vardır ve içinde bulunduğu zamanın ve yerin etki-
lerini taşır. Saltık ve zamandan bağımsız nesnellik, gerçek-dışı bir soyutlamadır.
Ama tarih, geçmiş olayların tarihçinin benimsediği bir nesnellik ilke ve ölçüsüne
göre seçilip düzenlenmesini gerektirir; bu iş, zorunlu olarak yorum öğelerini de içe-
rir. Bu olmazsa geçmiş, önemsiz ve birbirinden kopuk sayısız ayrıntılara dönüşür ve
tarih yazmağa olanak kalmaz. "<27)
Şimdi tarihte öznellik / nesnellik sorunuyla çok yakından ilişkili olan bir ko-
25- Martin Jay, Diyalektik İmgelem, Çev: Ünsal Oskay, Ara Yay., 1. Baskı, İstanbul 1989,
s: 125
26- F.Braudel, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, Çev: M.Ali Kılıçbay, Eren Yay., l.Baskı, İstan
bul 1989, Cilt 2, s: 160
27- E.H.Carr-J.Fontana. Tarih Yazımında Nesnellik ve Yanlılık, s: 14
22
nuyu; tarih ve birey [insan] arasındaki ilişkileri, birbirleri üzerine olan etkilerini ele
alarak, bu sorunu G.W.F. Hegel, K.Marx ve F.Braudel aracılığıyla açmaya çalışa
cağız.
Önce Hegel'in görüşlerini kısaca ele alalım. Spekülatif Metafizik bir felsefe
sistemine sahip olan Hegel'e göre tüm dünya [Varlık, Doğa, Mutlak Tin], Geist
[Tin] adını verdiği yapının tarihte [Dünya tarihinde] kendini açması, ortaya koyma-
sıdır. Hegel, Geist'ın [Tin] bu kendini açış durumunu şöyle bir örnekle bize göster-
mektedir: "...Tin, yarayı açan ve daha sonra iyileştiren de yine odur. <2X> Hegel'e 11
Hegel'e göre bu Tin'in özü, özgürlük olduğundan ötürü, dünya tarihi de özgür-
lüğe doğru ilerleyen bir süreçtir. Hegel, dünya tarihindeki toplumları özgürlük bağ
lamında inceleyip, Doğu toplumlarında bir kişinin özgür olduğunu [Tez], Antik
Yunan ve Roma'da bir grubun [Anti-tez], Hıristiyan-Germen toplumunda ise herke-
sin özgür olacağını [Sentez] söyler. İşte tüm bu süreç: "...Tin'in kendi kavramına
erişme kendi kendini gerçekleştirme çabasından başka bir şey değildir. Tin' in kav-
ramı ya da özü ise özgürlüktür Hegel'e göre."< 30>
dığında Tin artık kendisini tam anlamıyla vareder ve bundan ötürü de tarihin gelişi
içinde bireyin rolüne değinecek olursak; ona göre "Bireyler yalnızca Dünya Tin'inin
28- G.W.F. Hegel, Mantık Bilimi, Çev: Aziz Yardımlı, İdea Yay. l.Baskı, İstanbul 1991, s: 43
29- Nejat Bozkurt, 'HegeJ Felsefesi Üstüne Notlar', Hegel-Seçilmiş Parçalar, Çev: Nejat Boz-
kurt, Remzi Kitabevi, l.B askı , İstanbul 1986, s: 29
30- Önay Sözer, 'Hegel'de 'Dünya Tarihi'nin Gidişi ve 'Özgürlük İdesi', s: 117
23
birer ajanıdırlar."<.3 1 > Hegel'in Dünya Tin'i [Welt Geist] kendini tarihte gerçekleştir
mek için dünya tarihsel bireylerin [die Weltgeschichtlichen Individuen], yani
Büyük İskender, Jullius Cesar ve Napoleon gibi bireylerin tutkularını, isteklerini
kullanır. Buna Hegel, L ist der Vernunft [Aklın Hilesi] adını verir. Hegel dünya ta-
rihi içindeki geçici durumuna paralel olarak bu dünya tarihsel bireyi şöyle tanımlar:
"Çağın büyük adamı, çağının istemini dile getirebilen, çağına isteminin ne olduğunu
deyim yerindeyse, bütün bilimleri bir tarih bilimine indirgeyerek, maddi yaşamın
üretilmesi - yeniden üretilmesi temeline dayab bir tarih bilimi ve bununla bağ
lantılı bir diyalektik maddeci felsefe kurmuş, insan yapıp etmelerini kendi teorik yö-
neliminin temeline koymuştur.
Marx'ın ilk döneminde tarih ve tarihte insana bakış şu söylemde varlık kazan-
maktadır: "Tarih hiçbir şey yapamaz, 'engin zenginliğe sahip değildir' o, 'çatışmala
ra girişmez'! Tersine, bütün bunları yapan, bütün bunlara sahip bulunan ve bütün
bu çatışmalara girişen, insandır, gerçek ve yaşayan insan; hiç kuşkunuz olmasın,
insanı kendi ereklerini gerçekleştirmek için kullanan --.sanki kendi başına bir kişiy
miş gibi - tarih değildir; tarih kendi, öz erekleri ardından koşan insan etkinliğin
31- Emst Cassirer, Devlet Efsanesi, Çev: Nejla Arat, Remzi Kitabevi l.Baskı, İstanbul 1984,
s: 236
32- E.H.Carr, Tarih Nedir, s: 73
33- K.Marx-F.Engels, Kutsal Aile, Çev: Kenan Somer, Sol Yay., !.Baskı, Ankara 1976, s: 144
24
üzerine olan düşüncelerini paylaşmadığı Hegel'in, Marx'ın düşünceleri üzerinde be-
lirgin bir ağırlığı vardır. Aktarılan parçadan da görüldüğü gibi, Marx, açıkça
Hegel'in tarih anlayışıyla bir hesaplaşmaya girişmekte ve onu [Hegel'in tarih an1ayı
daha sonraki süreçte geliştirmiştir. Marx'ın ikinci dönemindeki tarih anlayışı daha
farklıdır. Burada Marx, insanlara olduğu kadar, koşullara-yapılara da önem vermeye
başlar. Marx'a göre; "insanlar tarihlerini kendileri yaparlar; ama kendi keyiflerine
göre, kendi seçtikleri koşullar içinde yapmazlar, doğrudan belirli olan ve geçmişten
gelen koşullar [yapılar] içinde yaparlar. Bütün ölmܧ kuşakların geleneği, büyük
bir ağırlık, yaşayanların beyinleri üzerine çöker. "<34> Bu anlayışın, daha sonra tarihe
özneler değil, yapılar üzerinden giderek açıklama getiren L.Altbusser'in düşünceleri
geliştirmiş ve bütünsel tarih anlayışını hem teorik, hem de pratik düzeyde üretmiş
tir. Tarihi daha çok, bir sure diyalektiği olarak kavrayan Braudel; geleneksel tarih
anlayışının olay ve önemli kişiliklere dayalı tarih anlayışını-yazımını eleştirmiştir.
34- K.Marx, Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire'i, Çev: Sevim Belli, Sol Yay., 2.Baskı. Ankara
1990. s: 13- 14
25
geçit töreninde hazır bulunduk. Büyük askeri ve diplomatik konferansların çıkışında,
bu uzak yılların sinemasının kopuk kopuk akışının kendilerine daha çok hayaletleri
andıran ve daha gerçek dışı bir görünüş verdiği bütün ünlü fakat unutulmuş kişile
rin gözümüzün önünde geçit resmi yaptıklarını gördük. Gerçek savaşa gelince hu,
üç dört film hilesiyle ve yapay patlamalarla temsil edildi: Gerçek geri planda kal-
mıştı. u(35)
Braudel bu tür anlayışları temele alan tarih görüşlerine karşı olup, bireye ve
tek tek olaylara ilişkin düşüncelerini şöyle dile getirmektedir: "...biz olayların ger-
çekliğini ya da bireylerin rolünü yadsımıyoruz. Çünkü bu çocukça bir şey olurdu.
Fakat bireyin tarihte çoğu kez ancak bir soyutlama olduğuna da dikkat etmek gere-
kir. Gerçek yaşamında kendi içine kapalı bir birey yoktur; bütün bireysel serüvenler
toplumsallığın oldukça karmaşık bir gerçekliği, sosyolojinin dediği gibi "kesişme"
gerçekliği içinde erirler. Sorun, olumsal nitelikte olduğundan bireyi yadsımak değil
dir; fakat onu aşmak, onu kendisinden farklı güçlerden ayırdetmek, keyfi olarak yü-
celtilmiş, kahramanlar rolüne indirgenmiş bir tarihe karşı çıkmaktır: Biz bu yarı
tanrılar dinine inanmıyoruz, ya da daha basit olarak Treitschke'nin şu tek yanlı ku-
rumlu "Tarihi insanlar yapar" sözüne de karşıyız. Hayır, tarih de insanları yapar
ve onların yazgısını belirler. 11
<
36>
35- F.Braudel '1950'lerde Tarihin Durumu', Çev: Zeki Arıkan, Tarih İncelemeleri Dergisi,
Ege Ü.E.F.Yay., İzmir 1983, s: 133
36- a.g.y., s: 133
37- K.Marx-F.Engels, Alman İdeolojisi, Çev: Hamdullah Erbil, Melsa Yay., l.Baskı, İstanbul
1990, s: 48
26
ça yaklaşmaktadır.
27
D-Tarihte Rastlantı ve Nedensellik
'tarih felsefesi' ve 'tarih bilimi' bağlamında tarih içindeki önemlerine bağlı olarak ele
alınacaktır.
zaman birbirinden farklı açıklama ve yorumlara gitmiş ve buna bağlı olarak da tarih
denilen varlık alanına ilişkin birbirinden ayn neden ve yasalar ortaya koymuşlardır.
bazen metafizik olarak, bazen ekonomik, bazen de psikolojik. Fakat kabul edilen
teori [genel yaklaşım], tarihin düzenli bir neden-sonuç sırası içinde geçmişin olay-
larını art arda düzenlemekten ibaret olduğudur. <39>
11
38- Herodotos, Herodot Tarihi, Çev: Müntekim Ökmen, Remzi Kitabevi, 3.Basım, İstanbul
1991, s: 17
39- E.H.Carr, Tarih Nedir, s: 116
28
sonra, şimdi de 'tarihte neden' düşüncesine tarih bilimci ve tarih filozofları açısın
dan bakalun. Bu konuya ilişkin tutum ve yönelişleri temelde üç ana noktada derle-
yip toparlamak olanaklıdır:
ileri sürüp, bunları sadece betimlemekle yetinip aralarındaki içsel ilişkileri belirleme-
yenler. Buna örnek olarak da Herodotos ve L. v. Ranke'yi gösterebiliriz. Onların,
tarihçi ve tarih filozofunun işlevine ilişkin söylediklerini şu alıntıyla daha açık kıla
biliriz: "Yaşlı Ranke'nin formülü ünlüdür: Tarihçi şeyleri tasvir etmekten başka hiç-
bir şeyi kendine görev olarak almamaktadır; 'meydana geldikleri gibi-wie es ei-
gentlich gewesen.' Herodotos bunu ondan önce söylemiştir; 'olmuş olanı anlatmak-
ton eonta.' Başka türlü söylemek gerekirse, bilim adamı, tarihçi, olaylann önünden
silinmeye davet edilmektedir. •ı(40)
3- Tarihsel olayların-yapıların ve süreçlerin temelde 'çok neden'den oluştuğu
nu, bu nedenler arasında sıkı bir ilişki bulunduğunu ve nedenler arasında da kimi
neden[ler]'in dünya-tarihsel olarak başat olduğunu ileri sürenler ki, bunlara da örnek
olarak M.Bloch ve E.H.Carr'ı gösterebiliriz.
Carr'ın tarihte neden düşüncesi ile tarihçi arasındaki ilişkiye bakışı bizim de
temelde yakın durduğumuz bir düşünme tarzıdır. Carr bu konudaki görüşlerini
şöyle ortaya koymaktadır: "Gerçek bir tarihçi, kendi topladığı... nedenler listesini
eline alınca, bir çeşit mesleki zorlama ile bunu bir düzene indirgemek, birbirleriyle
ilişkilerini kuran bir nedenler hiyerarşisi meydana getirmek, belki hangi nedenin ya
da nedenler grubunun, son bakışta ya da nihai analizde [tarihçilerin pek sevdikleri
29
deyişler] en son nedenin, bütün nedenler nedeni olarak alınması gereğini duyacak-
tır. Bu konu, şu hakkında onun yaptığı yorumdur; tarihçi ağırlık verdiği nedenlerle
tanınır. "<4 n
yönelimini büyük ölçüde etkileyen ve onlar için sine qua non kavramlar halinde
bulunan nedensellik ve rastlantı kavramını tanunlayıp, tarih içindeki işlevlerine de-
ğinmek istiyoruz.
İlk olarak 'Nedensellik' kavramına bakalun, Nedensellik [Kausalitiit]: Nedenle
sonuç arasındaki ilişki olarak tanımlanabilir. Determinizmi daha çok Nedensellik
olarak ele alan Carr'a göreyse bu kavram: "...olmuş olan her şeyin neden ya da
nedenleri bulunduğu ve neden ya da nedenler değişik olmadıkça farklı [bir şeyin]
olamayacağı inancı"dır.<•2>
lan araştınnada kimi neden[ler] öne çıkmakla birlikte bu, bize, olayın oluşumundaki
Tarihte tek neden aramak ya da bizim kendi belirlediğimiz bir nedenden hare-
ketle, tarihe yaklaşmamız ve temellendirmeye çalışmamız, bizi büyük ölçüde bilim-
sellikten uzaklaştıracaktır. Buraya kadar söylediklerimizden hareketle genel olarak
bilim, özel olarak da tarih bilimi üzerine yapılacak çalışmalar için şu önerilebilir.
30
"Her şeyi tek sözcükle söylemek üzere zaten diğer alanlarda da olduğu gibi, tarihte
nedenler önceden aksiyom olarak konulamazlar. Bunlar aranır.. :tC43>
Şimdi de 'Rastlantı' kavramına bakalım, "Rastlanu [Zufall]: Açıklanmayan,
Carr'a göreyse; "... tarihte rastlantı denilen şeyler tarihçinin asıl araştırmakla ilgi-
lendiği ardardalık dizilerinin arasına giren-böyle denilebilirse, onlarla çatışan,
45- B.Pascal, Düşünceler, Çev: Fethi Yücel, Ege Matbaası, 4.Baskı. Ankara 1970, s: 45-46
31
önüne aldığımda; bilemediğim ve bilinemediğim uçsuz bucaksız uzayın sonsuzluğun
mudur? Mutlak anlamda tabii ki hayır. Geçmiş, olasılığa yer bırakmayan bir veri-
dir... Eğer olay tartışılmaz bir şekilde meydana gelmişse, bu spekülasyonlann meta-
fizik [olumsuz anlamda] olaylardan farklı bir değeri yoktur... Bu sorularla vakit ge-
çirmek yasaklanmış değildir. Ancak tek bir koşulla: Bun/an gerçekten olduk/an
halleriyle ele alarak, yani insanlığın ilerlemesi sırasında rastlantının ve görülmeye-
nin paylarını ortaya koymayı amaçlayan basit dil yaratanları olarak. <47>
11
varlığını sürdürmesine ve yıkılışına yol açan genel nitelikte maddi ve manevi ne-
denler vardır. Bütün rastlantılar bu nedenlere bağımlıdır; eğer bir meydan savaşı,
bir devletin yıkılmasına tek başına neden olmuşsa, bu ancak o devleti bir tek savaş
la yıkılacak duruma getirmiş olan genel bir nedenin bulunmasıyla açıklanabilir: Kı
sacası, bütün bireysel etkenler, ana gidiş doğrultusunda yer alırlar. <48>
11
46- Nejat Bozkurt, Eleştiri ve Aydınlanma (Felsefe İncelemeleri), Say Yay., 1. Baskı. İstanbul
1994, s: 266
47- Marc Bloch, Tarihin Savunucusu Ya da Tarihçilik Mesle~i, s: 80-81
48- E.H.Carr-J.Fontana, Tarih Yazımında Nesnellik ve Yanlılık, s: 49
32
Nedensellik / Rastlantı kavram çiftinin tarihteki yerine ilişkin çeşitli bakış açı
sinin önemli bir yeri vardır; gerek zihnimizin genel işleyişi, gerekse tarihsel süreçle-
rin birbirine bağlanması ve buradan hareketle tarihin kendisinde bir süreklilik ve ar-
dardalık ilişkisi kurabilmek bağlamında bu kavramların temel bir yeri olduğunu
söyleyebiliriz.
Ancak gözden kaçırılmaması gereken bir nokta bulurunaktadır ki, o da şudur:
Böylesi bir anlayışın bizi daha genel anlamda bir belirlenimciliğe ve bununla bağ
lantılı olarak da tarih.in kendisinde içkin bir belirlenim olduğu düşüncesine götürebi-
leceğidir. Bu da sonuçta Hegelci anlamda mistifike edilmiş bir tarih görüşüne bizi
vardırır.
Böylesi bir varışın ise tarih felsefesi ve bilimi açısından bize kazandırdıkları
da tarih bilimi ve felsefesi açısından çok yol açıcı bir kavram olmadığı; 'rastlantı'
Son olarak rastlantı hakkında şöylesi bir sav öne sürülebilir: Rastlantı, çoğu
nın hep şansa bağlı olduğu görüşü, düşük not olanlar arasında her zaman yaygın
33
olacaktır. "< 49)
karşımıza çok daha sağlam, açık bir yapı olarak çıktığını görebilir-söyleyebiliriz.
34
il.BÖLÜM
larını genel bir bakışla ortaya koyacağız. Daha sonra ise bu okulun 1. dönemi diye
adlandırılabilecek olan Marc Bloch ve Lucien Febvre'in tarih anlayışları, onların
Dergi, araya 2. DUnya Savaşı'nın girmesi yüzünden yayınına bir süre ara vermiş, sa-
vaştan sonra ise Annales: Economies, Societes, Civilisations [Yıllıklar. Ekonomiler,
Toplumlar, Uygarlıklar] adıyla yeniden çıkmaya başlamıştır.
bilir: Lucien Febvre, Marc Bloch, Fernand Braudel, Georges Duby, Pierre Cba-
unu, Pierre Goubert, François Furet, Jacques Le Goff ve Emmanuel Le Roy
Ladurie.
Biz bu çalışmamızda kendimize büyük ölçüde L. Febvre, M. Bloch ve F.
Braudel'in düşüncelerini temel olarak alacağız. Bu dergi etrafında geliştirilmiş olan
Bütünsel Tarih Anlayışı ilk olarak L. Febvre ve M. Bloch'un çalışmalarında temel-
lendirilmiştir. Okulun 2. döneminde yapılmış olan tarih çalışmalarıysa, büyük ölçüde
bu temel anlayış üzerine kurulmuştur.
35
rıyla uygulayarak; bu anlayışı daha da geliştirnıiştir. Onun bu çalışmalarını ve tarih
anlayışını 3. Bölümde derinlemesine incelemek üzere şimdilik bir kenara bırakıyo-
ruz.
Bilindiği gibi geleneksel, olay anlatımına dayanan tarih ve tarihçilerin [L. v.
Ranke] çalışmalarında ortaya konan toplumun ve insanların tarihi değil; tam tersine
büyük adamlar'ın, tekil olaylar'ın tarihidir. Böylesi tarihler insan ve insan toplumla-
rının yapıp-etmelerini büyük ölçüde gözden kaçırmakta ya da önem bakunından
bile, hiç değilse görüyü, tasarımı canlandırmak üzere, geçmiş zamanı yorumsuz,
yan tutmayan, ayrıntılı, canlı bir serimle anlatmaya, onun tıpatıp bir imgesini ver-
meye bakarlar. Olayları her yerde bir tablo halinde bir araya getirirler (Ranke).
Ayrıntının, küçük ilgilerin, asker davranışlarının, politik çıkarlar üzerinde etkisi ol-
mayan özel işlerin renkli bir yığını; bütünü, genel ereği kavramak için yetersiz
kalır... Bu tek tek olaylar tarih açısından pekala doğrudurlar da; ama asıl ilgiye
değer olan böylelikle açıklık kazanmaz, tersine bulamr.•t(l)
Annales Tarih Okulu'nun yeni bir tarih yazımı ve anlayışı ortaya koymaların
daki ilk ve temel neden de bu geleneksel tarih anlayışının yetersizliği karşısında du-
yulan güvensizliktir. Geleneksel [Pozitivist] anlayışa göre "... tarih tamamen siyasal
ve diplomatik açılardan ele alınıyor; olayların ve tarihsel şahsiyetlerin geçmişleri
1- G.W.F. Hegel, Tari_hte Akıl, Çev: Önay Sözer, Ara Yay., 1. Baskı, İstanbul 1991, s: 20
2- Tom Bottomore ve Robert Nisbet, 'Yapısalcılık' , Çev: Binnaz Toprak, Sosyolojik Çözümle-
menin Tarihi. Tom Bottomore-Robert Nisbet (Derleme) V Yay.. 1. Baskı, Ankara 1990, s: 591
36
Bu anlayışa karşılık olarak, Braudel, büyük adamları ve tekil olaylan da içine
alacak kuşatıcı ve daha genel bir tarihten yanaydı. Ona göre; "Tarihte olan her şey
nız. 11(3)
Annales Tarih Okulu kendi tarih anlayışını geliştirmek için, tarih bilimiyle
diğer bilimler arasındaki kopukluğu ortadan kaldırmak, tarih araştırmalarında öteki
sosyal ve fizik bilimlerin hepsinden [Coğrafya, Dilbilim, Ekonomi, Nilfusbilim, Si-
yasetbilim, İklimbilim, Psikoloji v.d.] yararlanmayı, bir anlamda bütün bu bilimleri
tarih biliminde toparlamayı amaçlamıştır.
Ancak bu bilimlerarası çalışma, kimi zaman diğer bilimleri tarih biliminin yan
kollarından biri durumuna getirme tehlikesini de içinde taşımaktadır. Braudel, ken-
disiyle yapılan bir söyleşide bu durumu şöyle değerlendirir: "Bloch'la Febvre'in dö-
neminde ana sorun tarihin, kendi dışındaki, onu çevreleyen insan bilimlerini özüm-
semesiydi. Onları yardımcı bilimlere indirgemek pahasına da olsa, tarihe katmamız
vardı."<4)
3- Fe~and Braudel, 'Braudel Destanı: Yavaş İlerleyen Tarihin Ustasıyla Yapılan Son Söyle·
şi', Çev: Şirin Tekeli, Tarih ve Toplum Dergisi, Sayı: 26, Şubat 1986, s: 47
4- a.g.y., s: 46
37
etmek yerine gerçekten bilimsel sonuçlara varabilmektir. Olayları ve şahsiyetleri ar-
darda sıralayarak çoğu kez birçok kuramsal çerçeveyi gelişigüzel tek bir çerçeveye
sıkıştıran eski, geleneksel tarih değil, zaman ve mekan içinde yapıları inceleyen
tarih ... <5> dir.
11
diğer yandan da başka bilim dallarını kullanarak Birleştirici-Sentetik bir eğilimi or-
taya koyduklarını söyleyebiliriz.
Annales Tarih Okulunun bir diğer temel özelliği ve tarih yazımına, anlayışına
getirdikleri bir diğer yenilik de tasnü dışı olan, tarihsel.belge olarak kabul görme-
yen, ancak insana ve yaşadığı toplumsal, tarihsel sürece ilişkin olan tfun şeyleri
38
değerli belgeler saymaktadır.'1(1>
7- a.g.y., s: 223
8- Stuart Clark, 'Annales Tar ih Okulu', Çev: Ahmet Demirhan, Çağdaş Temel Kuramlar (Derle-
me), Vadi Yay.• ı. Baskı. Ankara 1991, s: 204
39
B- Marc Bloch'un Tarih Anlayışı
Fransız Tarihçi Marc Bloch (1886-1944) Strasbourg'da Ortaçağ Tarihi Eğitimi gö-
revinde, Sorbonne'da iktisat tarihi profesörlüğünde bulunmuş, 1942'de Fransız dire-
niş hareketine katılmış, 1944'de Naziler tarafından kurşuna dizilerek öldürülmüştür.
tarihçinin belirli bir teorik arkaplana ve sorun bilincine sahip olması gerektiğini,
tersi durumlarda ise yapılan çalışmanın salt betimlemeden öteye gidemeyeceğini be-
lirtir. Bloch bu düşüncelerini şöyle dile getirir: "Sözkonusu olan sadece görülen
dünyanın fotoğraftnı çekmek ve onu ölçmek değildir; onu (tarihi) kavramlarla ve
yargılarla yeniden dü.§ünmek gerekir. Dil§ünce gözlemden önce gelir ve her araştır
Bloch tarihçilerin çalışmalarında özel bir yer tutan geçmiş ve şimdi denilen
yapılara büyük bir önem vermekte, neredeyse bu yapılarla kendi tarih anlayışının
çatısını oluşturmaktadır. Ona göre salt geçmişle uğraşanlar bir tür Antikacı, salt
şimdiyle uğraşanlarsa İktisatçı ya da Gazetecidirler. Ancak bu kişilerin birer tarihçi
oldukları söylenemez.
Bloch şimdiyi geçmişle, geçmişi de şimdiyle anlamamız ve açıklamamız ge-
rektiğini ve ancak bu iki yapı arasındaki karşılıklı ilişkileri kurarak bütünsel bir
tarih bilimi oluşturabileceğimizi söyler. Bloch'un düşüncesinde tarih biliminin
[kendi tanımıyla zaman içinde insan bilimi] temel işlevi şudur: "... zaman içinde tek
bir insan bilimi vardır ve bu sürekli olarak, ölülerin [geçmiş] incelenmesini canlıla
10- Marc Bloch, Tarihin Savunusu Ya Da Tarihçilik Mesleği, Çev: M. Ali Kılıçbay, Birey
ve Toplum Yay., 1. Baskı, Ankara 1985, s: 30
40
Bloch'a göre tarih biliminin kurulmasında ilk elde yapılması gereken şeylerden
biri de yöntem oluşturmaktır. Tarihe ilişkin bu yöntem, sonuçta gerekli teknik dona-
nıma sahip ve tarih araştırmalarında bize olumlu sonuçlar sağlayabilecek bir yapıda
olmalıdır.
da herhangi bir benzerliğin olması ki bundan daha doğal bir şey olamaz, ikincisi
de ele alınan olguların gerçekleştiği ortamlar arasında herhangi bir farklılığın ol-
ması zorunluluğu." cı 1)
larının tarihsel süreç içinde incelendiği Feodal Toplum adlı kitabı gösterilebilir.
Karşılaştınnalı tarih yöntemi tarihçiye, karşısında bulunan tarihsel süreçleri,
11- Marc Bloch, 'Avrupa Toplumlarının Karşılaştırmalı Tarihi İçin', Çev: Ali Boratav,
Tarifı ve Tarihçi (Derleme), Alan Yay., 1. Baskı, İstanbul 1985, s: 21-22
41
olaylan ve yapılan incelerken yardımcı olur. Bu yöntemle tarihsel malzemelerin ta
içine etki edilip, onlar tutarlı ve doğru bir biçimde açıklanıp anlaşılabilirler.
Bloch'a göre Tarihe ilişkin olanlar, açıklanıp anlaşılınazdan önce, ilkin ortaya
çıkarılmalı ya da keşfedilmelidirler. Bu keşif ise sanılanın aksine hiç de kolay de-
ğildir. Tarihte olmuş olanların "... gözlerimizin önünde tüm açıklıklarıyla birdenbire
belirivermeleri için sadece metinleri ya da dev eserleri okumak yeterli değil midir?
Kuşkusuz doğru. Fakat yine de okumayı bilmek gerekmez mi? Belge bir tanıktır ve
tanıkların çoğu gibi soru sorulmadıkça pek konuşmaya niyetli değildir. Güç olan
soru dizisini hazırlamaktır. İşte, orada, o anda, karşılaştırma, tarihçiye çok kesin-
leşmiş bir yardımı, varolduğu müddetçe hizmet görecek bir soru yargıcını sağlar.< 12>
Şimdi de Blocb'un Feodal Toplum adlı yapıtının temel özelliklerini ortaya
koymaya çalışalım. Bloch bu kitabında Ortaçağı bütünsel olarak inceler. Feodalizm
kavramından hareketle, bu tarihsel-toplumsal dönemin iktisadi, sosyal ve siyasal ku-
rumlarını, o toplumdaki çeşitli eğilimleri ve bu eğilimlerin geçirdikleri dönüşümleri
ortaya koyar. Ancak bunu yaparken hiçbir zaman yapay aynlıklara dayalı toplum-
sal-tarihsel kategorileri temele almayıp, onları ancak yolaçıcı oldukları ölçüde kulla-
nır. Çünkü: "Bir toplumu yöneten kurumlar bütünü son çözümlemede ancak, insani
ortamın bütününün bilgisi içinde açıklanabilir." 13
< >
Bloch ise bu kitaptaki amacını daha başlarken şöyle dile getirir: ". .. bu kitap-
12- a.g.y., s: 24
13- Marc Bloeh, Feodal Toplum, Çev: M. Ali Kılıçbay, Savaş Yay., 1. Baskı, Ankara 1983, ·s: 83
14- G. McLennan, 'Braudel ve Annales Paradigması' , Çev: Ali Boratav, Tarih ve Tarihçi (Derle-
me), s: 117
42
ta, bir toplumsal yapının bütün bağlantı/arıyla birlikte çözümlenmesine, açıklanma
feodal toplumu, feodal insanın aracılığıyla ve sözü edilen insani mantığıyla olduğu
Ancak Bloch'a göre tarihsel belge olarak değerlendirilen ve kesinliği, tek an-
lamlılığı genellikle kabul edilen Sayı, Zaman ve İsim türünden belgelerin insan zih-
ninden kırılarak bize aktarıldığı için, bu türden belgeleri değerlendinneden önce, o
toplumsal yapıların ve insanların zihniyetlerinin çözümlerunesi gerektiğini belirtir.
Çünkü toplum; "... çeşitli zihniyetlerin birbirini etkilediği bir dokudur. Ve Bloch'un
amacı, bu birbiriyle etkileşim halindeki zihniyetlerin tarih içindeki seyrinin bir çö-
zümlemesini yapmaktır." < >18
43
genel özellikleri olarak şunlar söylenebilir:
1- Araştırılan tarihsel-toplumsal dönemdeki dilsel yapılar, Dilbilimden hareket-
le açıklanır. Dilin geçirdiği anlam ve sözcük değişimleri araştırılarak; buradan hare-
ketle toplumsal yapının geçirdiği değişimler izlenir ve ortaya konulmaya çalışılır.
44
C- Lucien Febvre'in Tarih Anlayışı
(1953).
Lucien Febvre, tarih bilimiyle diğer bilimler arasındaki kopukluğa ve bu du-
ruma bağlı olarak geliştirilen tarih araştırmalarındaki eksikliklere ilişkin olarak M.
Bloch ve F. Braudel'in de bütünüyle katıldığı bilimlerarası işbirliğini geliştirir.
Ona göre ancak bu işbirliğiyle tarih ve tarih bilimi doğru bir biçimde kavrana-
bilir ve oluşturulabilir: "... tarihçilerin denenmiş, eski katıksız yöntemlerini, geçmişin
belgelerine uygulamalarına karşılık, sayıları gittikçe artan kimi kez de bir kısmı tut-
kulu olan insanlar, çalışmalarını çağdaş toplumların ve ekonomilerin incelenmesi
üzerine yöneltmiş buunmaktadırlar ... Kuşkusuz, kendi alanında haklı bir uzmanlaş
maya giden, emek vererek kendi bahçesini eken bir kimse için yine de komşusunun
işini görmek amacıyla çaba harcamaktan daha iyi bir şey olamaz. Fakat duvarların
çok yüksek oluşu, sık sık görüşü engellemektedir. Bununla birlikte, yöntem ve olay-
ların yorumu üzerine ne kadar değerli öneriler olursa olsun, bu çeşitli topluluklar
arasında zihinsel etkileşim sık/aşmadıktan sonra, bundan hangi kültürel kazançlar
elde edilecek ve nasıl bir sezgi sağlanacaktır! Tarihin geleceği... buna ve aynı ·za-
manda yarınki tarihi oluşturacak olayların doğru kavranmasına bağlıdır. Bizim
karşı çıkmak istediğimiz bu korkunç bölünme/erdir... " 20
< >
20- Femand Braudel, '1950'1erde Tarihin Durumu', Çev: Zeki Arıkan, Tarih İncelemeleri Der-
gisi-!, Ege Ü.E.F. Yay., 1. Baskı, İzmir 1983, s: 140
45
tarih anlayışlarına, incelenen tarihsel dönemin, sosyal ve ekonomik yapılarına değin
Tarihçiye çok yönlü işlevler yükleyen Febvre'ın tarih anlayışını daha belirgin
kılmak için, onun tarihi nasıl gördüğünü Braudel üzerinden giderek açıklayalım.
Braudel'e göre Febvre için "... tarih, hiçbir zaman kısır bir bilgince çalışma, bir
çeşit sanat için sanat ve kendi kendine yetecek bir bilginlik olmamıştır. Tarih ona,
yalnız biz tarihçilerin nasıl işlediğini bildiğimiz ve onsuz ne şimdinin, ne geçmişin
merkeze alan ve Zaman içinde İnsan'ı inceleyen tarih anlayışına yakın olan Febv-
re'de geleneksel tarih anlayışına, belgelere, olaylara, büyük şahsiyetlere dayanılarak
zaman. Hiçbir yazılı döküman yoksa da yapılabilir, yapılmalıdır da. Kelimeler, işa
21- Peter Burke, 'Modern Avrupanın İlk Dönemlerinde Toplum ve Ekonomiye Giriş', Çev:
Ali Boratav, Tarih ve Tarihçi (Derleme), s: 11-12
22- Femand Braudel, '1950'lerde Tarihin Durumu'. s: 141
46
Zarın inceledikleri kılıçlar. Sadece tarihçinin becerikliliği, bunları kullanabilmesi,
kusurlu, alışagelmiş çiçeklerden bal elde edilmesine olanak · sağlar. Tek kelimeyle
[tarihçi] insana ait olanı, ona bağlı olanı, ona hizmet edeni, onu anlatanı, varlığına
işaret eden şeyleri, canlılığını, zevklerini ve insani varlığının biçimlerini kullanır."<23 >
· · Buradan da anlaşılabileceği gibi, Febvre'ın amacı, bütünselliği içinde, alabildi-
ğince bilgi edinmeyi sağlayabilmek için tarihe, tarihsel belgelere, geçmişteki herşeye
ilk seferin coşkusuyla koşturmaktır ve sonunda girilen yolun istenenden çok farklı
olduğunu farketmektir. r<24>1
23- Lucien Febvre, 'Başka Bir Tarihe Doğru', Çev: Ali Borcıtav, Tarih ve Tarihçi (Derleme),
s: 58-59
24- a.g.y., s: 59
47
leme alması için teşvik eden, destekleyen, 'tarihsel' olgu_lar birikiminin çoğalması
için çabalayan Tarih'tir. Zira, tarih insanlara yalıtılmış bir olgular kolleksiyonu
sunmuyor. Bu olguları düzenliyor. Onları açıklıyor ve açıklarken içinde yer alan ol-
guların eşdeğerli olarak sunulmadığı bir dizi kuruyor. Çünkü, var olan gereksinim-
lere bağlı olarak ister istemez, sistemli bir şekilde topluyor, sınıflandırıyor ve geç-
mişin olgularını gruplandırıyor. Yaşama bağlı alarak ölümü incelemektir bu." <25>
Şimdi de Febvre'ın tarih çalışmalarına Suraiya Faroghi üzerinden giderek
göz atalun. Febvre araştırdığı tarihsel-toplumsal dönemin genel kültürel nitelikleri
üzerinde yoğunlaşmakla birlikte, düşünsel ortam ile maddi ortam arasındaki ilikişki
dayalı bir tarih anlayışının gelişmesine yardmıcı olmuştur. Suraiya Faroghi'ye göre
"... kariyerinin başında kültürel coğrafya ile ilgilenen ve La Terre et l'Evolution
Humaine [Yerküre ve İnsanın Evrimı] adlı bir kitap yazan Febvre, daha sonra ilgi
alanını değiştirerek kendini 16. yüzyıl Avrupa'sının dinsel ve entelektüel çelişkilerine
adamıştır." <26)
raktığını söyleyen Febvre'ın ortaya koymaya çalıştığı temel düşünce şöyle özetlene-
bilir: "16. yüzyılda yaşamış bir Avrupalı, çağının temel varsayımlarına karşı çıksa
bile, hassas bir gözlemci, onun bu çağın insanı olduğunu hemen anlayabilir. Bunu
mümkün kılan da, içinde yaşanılan duygusal ve düşünsel ortamın herkesin kişilik
25- a.g.y.• s: 67
26- Suraiya Faroghi, 'Duyguların da Bir Tarihçesi Vardır: Lucien Febvre'in Yapıtları', Top-
lum ve Bilim-28, İstanbul 1985, s: 150
48
bun kendini "yükselen"mi yoksa "önemini yitirmekte olan" bir topluluk olarak mı al-
gılaması da bu düşünce ortamının niteliğine daha bir belirginlik kazandıracaktır.<21 >
Belirleme yerindeyse her düşünürün çağının insanı olduğunu ileri süren Febv-
re, Luther üzerine olan bir incelemesinde de; "... insan ile toplum arasındaki ger-
ginliğin tarihin ana sorunu olduğunu söylemektedir. Soyut bir düzeyde böyle bir sav
özgün görünmemekle birlikte, Febvre bu basit savı zenginleştirme yoluna gitmiştir.
29- Peter Burke, 'Modern Avrupanın İlle Dönemlerinde Toplum ve Ekonomi'ye Giriş', Çev:
Ali Boratav, Tarih ve Tarihçi (Derleme), s: 13
49
fil.BÖLÜM
Daha sonraki bölümdeyse; Bütünsel Tarih Anlayışı'nı ilk olarak ortaya koyduğu
Braudel, her tarih çalışmasının ve ona bağlı olarak ortaya çıkan sorunların de-
ğişik yerlerde değil; tam tersine, tarih denilen alanda aranması gerektiğini söylemek-
tedir. Ona göre tarihin sorunları "... ressamla [tarihçi] tablo [yazılan-olU§turulan
1-Femand Braudel, '1950'1erde Tarihin Durumu', Çev: Zeki Arıkan, Tarih İncelemeleri Dergisi,
l, Ege Ü.~.F. Yay., l.Baskı, İzmir 1983, s: 132
50
Ancak böylesi karmaşıklık ve hareketlilik içeren bir yapıyla karşılaşıldığında
ona yönelik olarak yapılacak olan çalışmanın da karmaşık ve çok yönlü olacağı
açıktır. Böylesi bir yapının herhangi bir yönüne ağırlık veren bir tarih çalışması,
Bundan ötürü; "Tek yanlı bir tarih yoktur. Ne çatışma ya da uyuşmaları in-
sanların bütün geçmişini belirlemiş olan ırkların savaşı; ne ilerleme ya da iflasın
etkenleri olan güçlü ekonomik ritimler; ne her zaman var olan toplumsal gerginlik-
ler; ne Ranke'nin kendisiyle bireyi ve geniş genel tarihi yüceleştirdiği yaygın tinsel-
ciliği, ne tekniğin üstünlüğü, ne de insan topluluklarının yaşamı üzerinde geciktir-
meli sonuçlar doğuran bitkisel fişkırma diyebileceğimiz nüfus patlaması; bütün
bunların hiçbiri yalnız başına tarihe egemen değildir ... İnsan son derece klırmaşık
tır." (ı)
Geleneksel tarihçiler daha çok hikayeci bir tarzda geçmişte olmuş-bitmiş olan-
ları bize çoğun büyük adamlar ve büyük olaylar üzerinden giderek anlatmakta; rast-
lantısallıklar ya da tarihe içkin olağanüstü yasalılıklan kendi açıklamalarının temeli-
ne koymaktadırlar. Böylesi anlayışları ve onların kurdukları tarihsel dünyayı
binlerce birleşmesi gibi, sonsuz ve acımasız bir biçimde yönetilen bir dünyada olay-
ların yinelenmesi görüntüsü altında, her zaman benzer olan durumları, her zaman
aynı olan duyguları ortaya koymaktadır." <3>
2- a.g.y., s: 132
3- a.g.y., s: 134
51
İlk yapılması gereken şey; böylesi bir tarih anlayışından uzaklaşmak, toplumla-
rı, insanları ve çevreyi de içine alan, geleneksel tarihçilerin arkaplana ittikleri tarih-
sel sürecin temel taşıyıcılarını tekrardan önplana geçirmek olmalıdır. Tarihçi, artık,
toplumsal yapıları doğrudan doğruya, kendinde ve kendisi için ele alıp incelemeli-
dir.
Bu ise, beraberinde son derece kapsamlı bir tarih çalışmasını, diğer bilimlerle
yöntem ve bilgi alışverişini ve hepsinden önemlisi de insan ve yaşam merkezli bir
bakış açısını içermektedir.
Braudel, tarihe ilişkin yukarıda dile getirdiğimiz düşüncelerini, tarih çalışma
tığını ve aynı zamanda çoğu kez onların kabarmış sularının birbirlerine nasıl karış
demek olan tarihin bütünlüğüne saygı göstermek için her şeyi yeniden ele almak ve
tarihin genel çerçevesine yerleştirmek zorunludur." <4>
nın bir kolleksiyonu-. Bana göre tek hata, bu tarihlerden birini, diğerlerini dışta
4- a.g.y., s: 138
5- F.Braudel, 'Tarih ve Toplumsal Bilimler: Uzun Süre', Çev: M.Ali Kılıçbay, Tarih Üzerine
Yazılar (Derleme), İmge Yay., l.Baskı, İstanbul 1992, s: 64-65
52
yönlülüğü içeren, farklı bakış açılan arasında tercih yapmaktan ziyade, farklı belir-
leme ve incelemeleri kapsamayı isteyen bir anlayıştır.
"Tarih'ten ... bilimsel olarak yürütülen bir ara§tırmayı, gerektiğinde bilim olan, ama
karma§ık bir araştırmayı anlıyorum: Tek bir tarih, tek bir tarihçilik mesleği değil
de; meslekler, tarihler, bir meraklar, görüşler, olanaklar toplamı vardır, bu topla-
ma; yarın başka meraklar, başka görüşler, başka olanaklar katılacaktır." <6>
Bu belirleme, aynı zamanda tarihi olduğu kadar, tarihçiyi de çoğulcu bir an-
layışa yöneltecektir. İşte tam bu noktadan başlayarak; tarihte birlik ve çoğulluk so-
tırmayı bilmeyen, bu adı hak eden hiçbir tarihçi yoktur: Kültürel ve toplumsal, kül-
türel ve siyasal, toplumsal ve ekonomik, ekonomik ve siyasal manzaralar vs. Fakat
tarih bunlann hepsini kapsamaktadır; bu komşulukların, bu ortaklıkların, bu somut
etkileşimlerin bütünüdür.
... Bana göre tarih ancak n boyutta kavranabilir. Bu cömertlik vazgeçilmez
niteliktedir: Kültürel bakışı veya diyalektik materyalizmi veya herhangi bir çözümle-
meyi alt düzlemlere, hatta açıklayıcı alanın dışına atmaz; tabanda somut bir tarihi,
Georges Gurvitch'in söylediği gibi, çok boyutlu bir tarihi tanımlar. Bu. çoğulluğun
ötesinde tabii ki herkes serbesttir; hatta bazıları, o olmadan mesleğimizin olamaya-
cağı veya hiç değilse en değerli tutkularından bazılarını kaybedeceği tarihin birliği-
6- F.Braudel, 'Tarih ve Sosyoloji', Çev: MAii Kılıçbay, Tarih Üzerine Yazılar (Derleme),
s: 105
53
ni ileri sürmeye kendilerini zorunlu saymaktadırlar. Hayat çok yönlüdür, tarih de
öyle..• " m
Tarihe geçmişin incelenmesi yoluyla şimdinin incelenmesi olarak bakan Brau-
del, bu görüşünü tarih felsefesinde görülen "tarihsellik" kavramıyla ilişkilendirir.
Ona göre bugünün zamanı, aynı zamanda geçmişin tarihini de üzerinde taşımakta
dır. Bu tarihsellik ve tarihin egemen bilim olmaması gerektiği anlayışı, onu şu so-
nuçlara vardırmaktadır: "... tarih ancak, öbür bilimleri zenginleştiren son derece ya-
rarlı bir bilim dalıdır. Öbür insan bilimleri için tarihi bir perspektife sahip olma
zorunluluğu var. Örneğin sosyolog, bugünkü zaman üzerinde çalışır. Ama bugünkü
zamanın kendi kendine yeterli olduğu zannına kapılması hatalıdır. Çünkü bugünkü
zaman çok kısadır. Güncel bir olayı, geçmişte hangi biçimlerde ortaya çıktığını
şını, yönelişini belirleyen bir başka temel kavram olarak 'Süre' [duree]yi gösterebili-
riz. Süre ve onunla yakından ilişkili ancak onu kapsayan bir kavram olan 'Zaman'
ile Braudel tarihe yönelmiştir. Onun bu kavramları seçişinde geleneksel tarih anla-
yışlarının bu konudaki yetersizlikleri de etken olmuştur.
7- F.Braudel, 'Bir Toplumsal Tarih Kavrayışına Dair', Çev: M.Ali Kılıçbay, Tarih Üzerine
Yazılar (Derleme), s: 196-197
8- 'Braudel Destanı: Yavaş İlerleyen Tarihin Ustasıyla Yapılan Son Söyleşi', Çev: Şirin Te-
keli, Tarih ve Toplum Dergisi-26, İstanbul 1986, s: 47
54
açmıştır. Louis Halphen daha dün 'olay zincirinin adeta otomatik olarak yeniden
_oluştuğunu görmek için, bir bakıma birbiri peşi sıra okunan belgelerin bizi kendile-
rini sundukları biçimleriyle taşımalarına izin vermek yeterlidir' diye yazmaktaydı.
Bu 'tarihin doğarkenki hali' ülküsü XIX. yüzyılın sonuna doğru yeni tarzda bir kro-
nikçi/iğe ulaşmıştır. Bu tarihçilik, kesin olmak tutkusu içinde, olaysal tarihi elçilerin
mektuplarından veya parlamento görüşmelerinden itibaren açığa çıktığı haliyle
adım adım izlemektedir." c9>
Dolayısıyla geleneksel tarih anlayışında önemli olan 'Kısa Süre' [courte duree]
ya da başka türlü söylendikte bir tür 'Olaylar ve Önemli Kişilikler Tarihi'dir. Böyle-
si bir tarih anlayışının Süre'yi çok dar bir perspektiften gören yanına karşılık; Brau-
del Süre'yi çok geniş bir bağlamda ele alıp onu çeşitli dönemselleştinnelerin,hatta
Braudel için önemli olan ve yeni tarih anlayışının temeline alması gerektiğini
savunduğu; genelde 'Süre' ve 'Zaman', özeldeyse, 'Uzun Süre' [longue dureeJ diye
tanımladığı yapılardır. Braudel'e göre böylesi bir tarih " ... farklı sahanlıklarda yer
almaktadır, bunların üç tane olduğunu söyleyeceğim, ama bu aşırı bir basitleştirme
olacaktır. Aslında gündeme on, yüz sahanlığı; on, yüz süreyi getirmek gerekir. Yü-
zeyde olaysal bir tarih kısa zamanın içinde yer almaktadır: Bu bir mikro tarihtir.
Yokuşun ortasında yer alan konjonktüre/ bir tarih daha geniş ve daha yavaş bir
ritm izlemektedir. Bu tarih şimdiye kadar özellikle maddi hayat, ekonomik devreler
ve aradevreler düzleminde incelenmiştir ... Bu konjonktür 'anlatısı'nın ötesinde yer
alan yapısal tarih veya uzun süre tarihi, yüzyılları bütün olarak gündeme getirmek-
tedir: Bu tarih hareket edenle hareketsiz sınırındadır ve uzun süre sabit kalan de-
ğerleriyle, daha hızlı akan ve tamamlanan, sonuçta da onun çevresinde yörüngede
olan diğer tarihlerin karşısında değişmezmiş gibi görünmektedir." <10>
55
Onun · bu düşüncelerini pratiğe döktüğü çalışması olan 'Akdeniz ve Akdeniz
Dünyası' adlı kitabını B altbaşlığında ele alacağız. Şimdi Braudel'in Süre'ye bakışı
esaslı yolu olan süre üzerinde yararlı bir anlaşma sağlanmalıdır [bunu söyledim ve
ısrarla yeniden söylüyorum]. Bu, tarihi şimdiye bağlayan, onları çözülmez bir bütün
haline getiren yegane dildir." cı ı)
Bu süre ve ona bağlı olarak geliştirilen uzun süre ya da çok uzun zaman di-
limlerinde değişebilen, sanki yok olmaya direnen bu yapıları tarihçilerin kabullen-
mesi kolay olmayacaktır. Buna rağmen yine de "Tarihçi açısından onu [uzun süre]
kabul etmek bir tarz, bir tutum değişikliğine, bir düşünce alt üst olU§una, toplumsa-
lın yeni bir kavranışına hazır olmak demektir. Bu kabulleniş yavaş, bazen de adeta
hareketin sınırında olan bir zamana alışmak olacaktır. Bir başkasında değil, ama
bu hatta -bu konuya ileride geleceğim- tarihin talepçi zamanından vazgeçmek, onun
dışına çıkmak, sonra başka bir bakış açısıyla, başka kaygılarla, başka sorunlarla
yüklü olarak geri dönmek meşrudur. Tarihin toplamı her halükarda bu yavaş tarih
örtülerinden itibaren, sanki bir altyapıdan yola çıkıyormuşcasına yeniden düşünüle
bilir. Bütün hatlar, binlerce hattın hepsi tarihin zamanının binlerce kez patladığı
'Uzun süre' ile artık olaylardan oluşan bir tarihten, gürültüler, patırtılar, bir tür
resmi geçitlere benzeyen, diğer bir yanıyla, bir parlayıp bir sönen olaylar dizgesin-
den, sessiz, ama gerçekliklerin, tarihin taşıyıcıları olan yapılara geçmekteyiz. Bu ge-
çişle birlikte tarih, diğer tanımlarının yanında artık bir süre diyalektiği durumuna
56
gelmekte ve dikkatlerimiz L. Febvre'in tarih hakkında söylediği şu sözlerde toplan-
maktadır: Tarih geçmişin bilimi, şimdiki zamanın bilimi.'
'Süre' kavramıyla çok yakından ilişkilendirilebilecek bir başka kavram da
'Yapı' kavramıdır. Braudel çoğun 'Uzun süre' ile 'Yapı'yı eş anlamda kullanmakta-
dır. Toplum bilimlerinde 'Yapı', daha çok bir örgütlenme di.lzeyi, sabit ilişkiler ve
değişmezliği içeren bir anlama sahip olmasına karşın; BraudeJ 'Yapı'yı çok uzun
toplumsal dönemlerde değişen si.lreklilikler olarak alma eğilimindedir.
bir mimari, bir bir araya getirme olmayıp aynı zamanda, çoğu kez yüzyılı aşan
[zaman yapıdır] bir sürekliliktir; bu büyük kişi devasa zaman mekanlarını hiç bo-
zulmadan geçmektedir; bu uzun yolculuk esnasında biraz değişirse, kendini gene
yol boyunca toplamakta, sağlığına yeniden kavuşmakta ve sonuçta çizgileri ancak
yavaş yavaş bozulmakt~dır." 0 3>
Ancak hemen belirtmemiz gerekir ki Braudel 'Yapı ' kavramıyla işgörmesine
karşın, bir yapısalcı değildir. Braudel kendi tarih anlayışındaki yapısalcılıkla, insan
bilimlerindeki yapısalcılık arasındaki ayrımı şöyle dile getirir. "Ben olay tarafından
fazla cezbedilmeyen ve şu aynı i§areti ta§ıyan olayların grubu olan konjonktür tara-
fından da ancak yarı yarıya cezbedilen, bir eğilim olarak 'yapısal'cıyım. Fakat bir
tarihçinin 'yapısalcılığı', diğer insan bilimlerini aynı ad altında sıkıntya sokan prob-
lematikle hiçbir ortak yana sahip değildir. Bu yapısalcılık tarihçiyi, kendilerini
fonksiyonlar halinde ifade eden matematik soyutlamaya yöneltmemektedir. Fakat
onu bizzat hayatın kaynaklanna, en somut, en gündelik, en tahrip edilemez, en
57
adsız olarak insani olana yöneltmektedir." <14>
Bu noktada karşımıza süreklilik ve süreksizlik gibi iki yapı ve onlar arasında
ki ilişki çıkmaktadır. Sürekli olan ile yapılar [uzun süre-tarihsellik], süreksiz olan
[geçicilik-olaylar-kişiler] arasındaki ilişkiyi de yine tarih sağlamaktadır.
ve nazır tarih, toplumsalı bütünlüğü içinde gündeme getiriyorsa, bunu her zaman,
hayatı sürekli olarak sürükleyen, alevleri söndüren ve yeniden parlatan zamanın bu
hareketinden itibaren yapmaktadır. Tarih bir süre diyalektiğidir; onunla, onun saye-
sinde toplumsalın, tüm toplumsalın ve böylece geçmişin ve tabii gene böylece şimdi
diyecekleri gibi 'dışsal' bir zamandır ve insanları itmekte, zorlamakta, onların çeşitli
14- F.Braudel, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, Çev: MAli Kılıçbay, Eren Yay., 1.Baskı, İstan
bul 1990, Cilt-2, s: 400
58
BraudeJ'in tarih anlayışındaki önemli kavramlardan biri de 'Model'dir. Top-
lumbilimler inceledikleri konuya ilişkin olarak çeşitli araçlar geliştirmektedirler.
da sağlam bir şekilde bağlanmış açıklama sistemlerinden başka bir şey değillerdir;
şu şuna eşittir veya şu şunu belirler. Herhangi bir gerçek, bir başkası ona eşlik et-
meden ortaya çıkmamakta ve sık ilişkiler ve sabiteler şundan buna olan bağlantılar
17- a.g.y., s: 73
18- a.g.y•• s: 74
59
saydım, onu hemen gerçeğin içine oturtur, sonra da zaman içinde gerilere, eğer
mümkünse doğumuna kadar gerilere götürmeyi isterdim. Bundan sonra diğer top-
lumsal gerçeklerin eşanlı hareketlerine bakarak, onun bir dahaki kopU§a kadar olan
muhtemel ömrünü kestirmeye çalışırdım. Ama eğer bana bir kıyaslama unsuru ola-
rak hizmet ediyorsa, onu zaman veya mekan içinde dolaştırarak, sayesinde yeni bir
ışıkla aydınlanabilecek diğer gerçekleri arardım." cı 9>
Braudel'in ortaya koyduğu Bütünsel Tarih Anlayışı, kendi içinde, tarih bilimi
ile diğer insan bilimleri arasında zorunlu bağlantıları da içennektedir. Böylece Ta-
rihçi, aynı zamanda İktisatçı, Sosyolog, Psikolog, Antropolog, Nüfusbilimci, Dilbi-
limci olmaya başlamış ve tarih bilimi oldukça zenginleşip tiirevlenmiştir. İnsan bi-
limlerine ve onun etkilerine geleneksel tarih ve tarihçilerin karşı çıkışları /
eleştirileri vardır. "Ama her şeye rağmen yeni bir tarih 'bilimi' doğmU§tur ve kendi-
ni sorgulamaya ve dönil§türmeye devam etmektedir. Bu yeni bilimin doğU§U kendini
Fransa'da 1900'den itibaren Revue de Synthese Historique ile ve 1929'dan itibaren
de Annales ile haber vermiştir. Tarihçi, tüm insan bilimleri karşısında dikkatli
olmak istemiştir. İşte bu da mesleğimize garip sınırlar ve garip meraklar sağlamış
tır. Öylesine ki, artık tarihçi ile toplumsal bilimler alanındaki gözlemci arasında
dünün engel ve farklarını düşünemiyoruz. Tarih de dahil tüm insan bilimleri birbir-
lerinden etkilenmektedirler. Aynı dili konuşmaktadırlar veya konU§abilirler." <20>
Ancak burada unutulmaması gereken bir aynın vardır ki bu aynın Annales
Okulu'nun 1. Dönemi diye adlandırılan M.Bloch ve L.Febvre ile Annales Okulu-
nun 2. Dönemi diye adlandırılan F.Braudel'in tarih ve diğer insan bilimleri arasında
60
dalı durumuna getinne tehlikesini de içinde taşımaktaydı.
Braµdel böylesi bir tarih anlayışından yana değildir. Braudel kendisiyle yapı
lan bir söyleşide aralarındaki farklılığı şöyle dile getirmektedir: "Benim yaklaşımım
önemli olan, hem tarih hem de öbür bilimleri içeren bilimlerüstü bir dal yaratma.
Beni her zaman, aralarındaki ilişkiler, karışımlar heyecanlandırdı." <21 >
Braudel'in bakış açısıyla içinde yaşanılan killtür ikliminde, insan bilimleri ola-
rak nitelendirebileceğimiz bilimlerin genel bir bunalımı, açmazı bulunmaktadır. Çö-
zülmesi olanaklı bu bunalım ve açmazlar, hem tek tek bilimlerin yöntem ve işleyiş
inkar etmek, onu zaten tanımaktır. Bundan da fazlası, toplumsal bilimler bunu açık
çok sayıdaki komşularının verdikleri tüm dersleri kabul etmekte ve bunları yansıt
men bir 'ortak pazar'ın kuruluş taslağı çizilmektedir, daha sonra her bölümün belli
bir süre içinde çok daha dar kişisel bir yola girecek olmasına rağmen, gelecek yıl
21* 'Braudel Destanı: Yavaş İlerleyen Tarihin Ustasıyla Yapılan Son Söyleşi', s: 46-47
22- F.Braudel, 'Tarih ve Toplumsal Bilimler: Uzun Süre', s: 52
61
Bu bir araya gelişin koşulları vardır ve en önemlisi bilimlerin eski veya yeni
olmalarının onlara hiyerarşik anlamda bir üstünlük sağlamaması gerektiğidir. Bir
diğer koşul ise herhangi bir bilimin diğer bilimler üzerinde dayatmacı bir anlayış
Bir diğer koşul olarak, biraz da benzetme yoluyla, Braudel şunu ileri sürer:
"Bilgelik hepimizin birden, geleneksel gümrük resimlerimizi indirmemizi gerektirmek-
tedir. Fikirlerin ve tekniklerin dolaşımı bu sayede teşvik bulacak ve teknikler ile fi-
kirler insan bilimlerinin birinden diğerine geçerken hiç krqkusuz değişecekler, ama
hiç değilse ortak bir dil yaratacaklar, bu dilin taslağını çizeceklerdir." C23)
23- F.Braudel, 'İnsan Bilimlerinin Birliği ve Çeşitliliği', Çev: M.Ali Kılıçbay, Tarih Üzerine
Yazılar (Derleme), s: 98
62
Aslında her bilim adamında olan esas ve basit olanı hedefleme gibi otoriter
bir arzuya sahip olan ve üretim araçlarının mülkiyetine ilişkin teorilerinde, toplum-
sal ve ekonomik eklem/eşmeye çifte bel bağlayan Karı Marx, herkesten daha fazla
mucit sarhoşluğuna kapılmaya hak sahibi olan Karı Marx, 18 Mart 1872'de Mauri-
ce La Cluitre'a gene de şöyle yazmıştır: 'Bilime giden şahane yol yoktur'. Bunu
hiç unutmayalım. Çok sayıda ve güç keçi yolundan ilerlemek zorundayız."C24>
BütUn bu belirlemelerden sonra, sonuç olarak şunları söyleyebiliriz: İnsan bi-
limleri bir araya gelmeli, birbirlerinden karşılıklı olarak etkilenmeli, disiplinlerarası
bütünlüğü içinde kavramaya çalışan bir ortak Dil [program] oluşturulmalıdır. Brau-
del'e göre; "Yarının tarihçisi bu dili imal edecektir-yoksa tarihçi olmayacaktır."<25 >
24- F.Braudel, 'Nüfusbilim ve . İnsan Bilimlerinin Boyutları', Çev: M.AJi Kılıçbay, Tarih Üzeri-
ne Yazılar (Derleme), s: 239-240
25- F.Braudel 'Tarih Üzerine Yazılar' (Ônsöz), s:ll
63
B-Akdeniz ve Akdeniz Dünyası
Burada ilk olarak Braudel'in Akdeniz'e bakışını, bir tarihsel nesne olarak ona iliş
tıları-- adına geçmiş zamanların sürekli sorgulanmasından başka bir şey değildir.
Akdeniz'in böylesi çok yönlü bir yapı göstermesi onun belli bir tarihsel dö-
nemde merkez olmasındandır. Bu tarihsel dönemde bütün yollar Akdeniz'e çıkmak
tadır. Bundan ötürü "Binyıllardan beri, her şey ona koşmuş, tarihinin altını üstüne
26- F.Braudel, 'Akdeniz', Çev: Necati Erkurt, Akdeniz: MSkan ve Tarih (Derleme), Metis yay..,
l.Baskı, İstanbul 1990, s:7
27- a.g.y •• s:S
64
Bu Akdeniz'in etrafında ve kendisinde farklı doğalar, yaşam biçimleri, düşün
sel yapılar olagelmiştir. Ancak bu sayılanlar tarih denilen ana yapı aracılığıyla bü-
tünleştirilmişlerdir. Çünkü "... tarih, tıpkı denizin suyla tuzu kaynaştırması gibi, farklı
öğelerin kaynaşmalarını sağlar. 11<28)
Akdeniz üzerine yapılacak bir çalışmada ilkin dikkat edilmesi gereken şey,
onu tarihselliği içinde ele almaktır. Akdeniz, özellikle de 15. ve 16. yüzyıllardaki
ister: "Bugünkü Akdeniz'i bir göl durumuna getiren bu görünümden [zaman ve me-
kanca kolayca ulaşılabilir olmak] tarihçi her ne pahasına olursa olsun uzak kalma-
lıdır. Yüzeylerden söz ettiğimize göre, unutmayalım ki Augustus ve Antonius'un Ak-
deniz'i ya da Haçlılarınki, Hatta Il.Phüippe'in donanmasının gezdiği Akdeniz'in
boyutları, bugünün hava ya da deniz yolculuklarının bizim kafamızda uyandırdığı
boyutların yüz katı, bin katıdır. Tarihteki Akdeniz'den söz etmek, ona gerçek boyut-
larını vermek, onu sınırsız düşünmek demektir; üzerinde durulması gereken önemli
bir noktadır bu. Eskiden Akdeniz tek başına bir evren, bir gezegendi. <29>
11
bu çalışmada Braudel, bize tarihe bir 'başka', 'farklı', 'yeni' bir yaklaşım tarzı sun-
makta, geleneksel tarihin es geçtiğini, temele koymaktadır. Bu kitabın amacına, yön-
temine geçmeden önce Braudel'in Hocası L.Febvre'in 'Akdeniz ve Akdeniz Dün-
yası' adlı esere ilişkin düşüncelerine değinelim.
28- a.g.y., s: 15
29- F.Braudel, 'Deniz', Çev: Necati Erkurt, Akdeniz: Mekan ve Tarih (Derleme), s:31-32
65
L.Febvre'e göre: "Fernand Braudel'in eseri bizlere tamamen yeni ve bir an-
lamda devrimci bir plan getiriyor. Doğal, tarihsel ve coğrafi çerçeveleri içinde,
''politik" kelimesinin en geniş anlamıyla, İspanyol politikasının büyük tasarılarının
gerçek anlamını ortaya koymaya karar vererek, öncelikle insani arzulara etki eden,
daha ne olduğunu anlayamadan üstlerine çullanıp onları çeşitli yönlere saptıran ka-
lıcı güçleri inceliyor. Ve bu, yol gösteren, yönlendiren, engelleyen ve kısıtlayan
daha önce girişilmemiş bir tahlildir. Bugüne kadar önemsenmeden kullanılmış, Ak-
deniz diye isimlendirilen bir kelimedir. Bundan sonra, ikinci bölümde, kısmi ancak
kesin bir metanetin yüreklendirdiği güçlere, fakat bu kez tarihleri belli, ve tıpkı 16.
yüzyılın ikinci yarısında hüküm süren İspanya kralı 11.Philippe'in yaşamıyla anılan
zaman diliminde, etken olanlar gibi kesinkes saptanmış kişiliklerin ötesinde varolan
ortak güçlere ilgisini yöneltiyor Braudel. Üçüncü bölüm: Olaylar. Kabaran, patla-
yan dalgalar ve olguların bulanıklığı. Sık sık ilk bölümde incelenen sürekli, kalıcı
Gözüpek, ama yine de basit bir şema. Sessiz, gürültüsüz, cafcaflı açıklamalar
30- L.Febvre, 'Başka Bir Tarihe Doğru', Çev: Ali Boratav. Tarih ve Tarihçi (Derleme), Alan
Yay., 1.Baskı, İstanbul 1985, s:63
66
zeri şeylerden oluşan bir gerçekliktir o - ...Braudel'i ilgilendiren §ey, 'kültür'den
ziyade 'doğa,' 'sözcükler'den ziyade 'şeyler'dir. Akdeniz'in bir çalışma nesnesi olarak
seçilmesi bizzat bunun bir göstergesidir."(31}
Bütünsel bir tarih anlayışına, bütünsel bir tarihe varabilmenin yolu olarak ha-
reketsizlikten, insan yaşamının en canlı hareketlerine kadar bir dizi süreci incelemek
ve birbiriyle ilişkilendirmek gerektiğini belirtir Braudel.
Buraya kadar söylenenlerden sonra onun 'Akdeniz ve Akdeniz Dünyası' kita-
bındaki amacının ne olduğuna bakalım. Braudel'e göre; "...bu kitap, birbirlerini iz-
leyen üç sicile veya üç "basamak"a göre, veyahut da daha fazla sevdiğim bir şekil
olarak, üç farklı zamansallığa göre, bir cins bütünsel tarih denemesidir, bu dene-
mede amaç; geçmişin tüm çeşitli zamanlarını en geniş açılımları içinde kavramak,
hunların biraradalıklarını, içiçeliklerini, çelişkilerini, farklı kalınlıklarını hatırlamak
tır. Benim arzularıma göre, tarih; kendini şarkı halinde ifade etmeli, birçok ses ta-
rafindan söylenmiş olarak kendini duyurmalıdır, fakat bunun aşiktir sakıncası, sesle-
rin çoğu zaman birbirlerini örtmeleridir. Hiçbir zaman bunların içinden solo olarak
kendini dayatan ve eşlik edenleri uzaklaştıran bir tanesi bulunmamaktadır. Öyle ol-
saydı, bir tek onun senkronizmi içinde ve sanki saydamlık gibi, gerçeğin üst üste ·
çakı§tırdığı şu farklı tarihler nasıl fark edilebilirlerdi ki?" <32)
İncelediğimiz bu kitap, temel olarak her biri kendi içinde bütünsellik içeren üç
lir: 1. Bölüm, "...hemen hemen hareketsiz bir tarihi, insanın onu çevreleyen onunla
ilişkileri içindeki tarihini gündeme getirmektir; bu tarih akmakta ve değişmekte
yavaş, sıklıkla ısrarlı geri dönüşlerden ve sürekli olarak yenilenen devrelerden mey-
dana gelen bir tarihtir. Hemen hemen zaman dışı olan ve cansız nesnelerle temasta
31- Stuart Clark 'Annales Tarih Okulu', Çev: Ahmet Demirhan, Çağdaş Temel Kuramlar (Der-
leme), Vadi Yay.• 1.Baskı, Ankara 1991, s: 208
32- F.Braudel, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, Cilt-2, s: 396
67
olan bu tarihi ihmal etmeyi, ne de bu konuda bir sürü kitabın eşiğine yararsız yere
konulan, madeni manzaralarıyla, tarlalarıyla ve çiçekleriyle çabucak gösteriliveren
ve sanki daha sonra bunlar bir daha ele alınmayacakmış gibi, sanki çiçekler her
ilkbaharda yeniden açmıyorlarmış gibi, sanki sürüler hareketleri sırasında duruyor-
larmış gibi, sanki tekneler mevsimlere göre değişen gerçek bir denizde seyretmiyor-
/armış gibi ele alınıveren şu geleneksel tarihe coğrafi girişlerle yetinmeyi isteme-
dim."<33>
Braudel'in tarih anlayışında bu kata karşılık gelen kavram, 'Uzun Süre' [lon-
gue duree] ya da 'Uzun Dönemli Yapısal Ortam'dır. Buna bir bağlamda tarihin alt-
yapısı da diyebiliriz. 'Uzun Süre', tarihin temel taşıyıcısıdır. Artık mekandan hare-
ketle tekrar, yavaşlık ve süreklilik içeren yapılar araştırılır. Araştırmada coğrafyaya,
sından bir geo-tarih .. :•<35> durumuna gelmiştir. Bu bölümün tarih nesneleri Dağlar,
Ovalar, Denizler, İklim, Göç ve Ticaret yollarıdır. Bunların değişimi ya çok uzun
dönemde olmakta ya ·da değişmemekte ve döngüsel bir nitelik göstermektedir.*
68
İnsanları taşıyan, besleyen ve etkileyen bu yapılar, aynı zamanda tarihi de et-
kilemekte ve bir anlamda onu biçimlendinnektedirler. Braudel'e göre: "bireylerin
hayatları bu yapıların yol açtığı zincirlerden bazen özgürleşebilir. Çünkü, onların
yaptığı tüm şeyler edimde bulunmaya zorlanmaları açısından onları çevreleyen şey
buydu. Çünkü biliyoruz ki, savaş saf bir bireysel sorumluluklar alanı değildir.'t(37)
Braudel'in tarih anlayışında bu bölüme karşılık gelen kavram; 'Orta Süre'
[mo~enne duree] ya da 'Orta Dönemli Konjonktüre! Ortam'dır. Burada Akdeniz'in
tarihsel-toplumsal yapılan açığa çıkarılmakta ve incelenmektedir. ilk bölüme göre
tarih, artık daha insansal bir boyuta yaklaşmıştır. Artık nesnelerden değil, insanlar-
dan, insanların yapıp ettiği, ürettiği ilişkiler ve kurumlardan söz edilip, bunlar ince-
lenmekte, hareketsiz olan yapılar ile yan hareketli yapılar yani 1.Bölümdeki ortam
ile bu bölümdeki ortam arasındaki çeşitli ilişkiler, etkiler araştınlmaktadır.
69
loji, istatistik, nüfusbilim] çözümlenmektedir.
3. Bölüm ise, Braudel'e göre "...geleneksel tarihe ayrılmış olan, eğer istenirse
insani ölçüde değil de, birey düzeyindeki tarihtir; Paul Lacombe ve François Si-
miand'ın olaysal tarihi: bir yüzey çırpıntısı, med ve cezirlerin güçlü hareketleriyle
meydana gelen dalgalar. Kısa, hızlı ve sinirli salınım/an olan bir tarih. Tanım ge-
reği aşırı duyarlı olan bu tarihte, en ufak adım bütün ölçü araçlarını alarma geçir-
mektedir. Ama bu haliyle bütün tarihler içinde en fazla ihtiras vereni, insanlıktan
yana en zengin olanı, aynı zamanda da en tehlikeli olanı budur... Tehlikeli bir
dünya, fakat çoğunlukla sessiz ve anlamını ancak çok büyük zaman dilimleri kav-
randığında açığa vuran şu gizil büyük akıntıları önceden saptayarak, onun büyüleri-
ni ve kötülüklerini defedebiliriz. Büyük gürültüsü olan olaylar çoğunlukla sadece
onlar, bu büyük kaderlerin tezahürlerinden ibarettirler ve ancak onlar tarafından
açıklanabilmektedir/er. <38>
11
dir. Olaylar dünyası bazen bir tarihsel döneme ilişkin olarak tarihçilere ışık tutabilir,
yön gösterebilirler.
Ancak bu olaylar dünyasının salt bir gerçeklik olarak kavranmasına karşıdır
70
Braudel. İnsanların çoğun yapıp etmelerinin temelinde sadece kendi tercihleri bu-
lunduğunu, kendi ya§adıkları dönemin tarihselliğinin, uzun süre denilen yapılar tara-
fından büyük ölçüde belirlendiğini bilmediklerini söyler Braudel. Çünkü Braudel'e
göre; "Tarihin derin anlamının akıntısına karşı olan her çaba, önceden mahkum
edilmiştir. <39>
11
Olaya ve olaysal tarihe eleştirel bir tarzda yaklaşan Braudel, olaydan şöyle
söz eder: "Ben kendi hesabıma onu [olayı] kısa süre'nin içine yerleştirmek, oraya
hapsetmek isterim: olay patlayıcıdır, XVI. yüzyılda denildiği gibi 'dakikası dakikası
ları olduğunun ortaya konulması koşuluyla olayların belli bir önem ve anlam kaza-
nabileceğini belirtmektedir.
Braudel'in 'Akdeniz ve Akdeniz Dünyası' adlı çalışmasındaki bu üç katlı
tarih anlayışı, aynı zamanda H.Berr ve L.Febvre'in tarih için belirledikleri üç temel
kategoriye de karşılık gelmektedir. ·G.McLennan'a göre Berr ve Febvre'in kategori-
leri rastlantı, zorunluluk ve mantık'tır. "Teorik olarak bu düzeyler birbirlerini ta-
mamlamalı ve karşılıklı ilişki içinde olmalılardı; tarihçinin dikkatini çekmek için
birbirleriyle rekabet etmeleri söz konu.su değildi. Fernand Braudel de metodoloji
konusunda anahtar niteliği taşıyan pasajlarında bu üçlü bölünmeyi devralır, fakat
tarihsel ölçek açısından bunlar arasındaki farkları tartışarak felsefi ağırlıklarını
71
tarih, gruplar ve gruplaşmalar tarihi' şeklindeki ikinci kategorisidir. Bu, 'yapı ve
konjonktürü, ağır devinimliyle hızlıyı' birleştiren 'kol/ekti/ yazgı ve genel eğilimleri'
kapsar. Braudel'in ele aldığı üçüncü, 'mantıksal' kavram, 'çevresiyle ilişkisi içinde
insanın' algılanamaz' tarihi, hemen hemen 'sürekli bir tekrar'dan oluşan tarihtir. "c41 >
Braudel çeşitli tarih bilimcileri ve tarih teoricilerinden etkilenerek, b~en de
eleştirerek; kendine özgü bir tarih teorisi geliştirmeyi başarmıştır. Tarih teorisi bağ
nı, bir döneme ilişkin bütünsel tarih çalışmasına benzer bir biçimde; ama yöntemsel
açıdan daha da zengin olarak ortaya koymuştur. Son olarak, Braudel'in bu kitabın
da, Annales Tarih Okulu 'nun ikinci dönemine ilişkin bir paradigmanın ortaya konul-
duğunu ve bize yeni bir tarih anlayışının-yapılışının sağlam bir örneğinin sunuldu-
ğunu söyleyebiliriz.
41- G.McLennan, 'Braudel ve Annales Paradigması ', Çev: Deniz Erksan. Tarih ve Tarihçi (Der-
leme), s: 117-118
72
Sonuç
Tarihsel olayları, süreçleri, yapılan yani bütünlüğü içinde tarihi, bu varlık ala-
nındaki bütün olup bitmeleri, insan bilimlerinden yararlanarak; bütünsellik, disiplin-
lerarası çalışma, süre gibi kavramlardan hareketle inceleyen ve gerektiğinde tarih'i
geleneksel malzemelerinden ve yöntemlerinden bağımsız olarak, dil~ ülke ve insan
yapılan, dış çevre ve zihniyetler aracılığıyla açıklayan Annales Tarih Okulu'nun
tarih anlayışını, tarih teorisinin temel sorunlarıyla ilişkili olarak inceledik.
Buradan hareketle genelde Annales Tarih Okulu, özeldeyse Fernand Brau-
del'in somut / varolan temelli bir fenomenolojik - ontolojik tarih anlayışı ve
yöntemi geliştirdiklerini söyleyebiliriz. Bu ontolojik bakış: "... olana yönelen ve
olanı ilişkileri -bağlantıları içinde görmeğe ve aynı zamanda onun ilişkilerini
bağlantılarını görmeğe çalışan bir bakıştır. Ya da: nesne edinilenin varlıkça yapısı
ve çok boyutlu incelenmesine olanak tanıyan, aynı zamanda başka yöreler ve za-
manlarda benzer bir sorunsal ortaya çıkmışsa, gerektiğinde bir ekip çalışması şek-
73
Zinde, karşılaştırmalı yaklaşımlara da açık olan türde bir anlayış görmekteyiz."(2)
Bu eleştirinin birinci bölümüne katılmak olanaklıysa da, ikinci bölümde ileriye
sürülen karşılaştırma yönteminin Annales Tarih Okulu'nda bulunmadığı savı doğru
2- Tom Bottomore ve Robert Nisbet, 'Yapısalcılık', Çev: Binnaz Toprak, Sosyolojik ÇöZilmle-
menin Tarihi, Tom Bottomere-Robert Nisbet (Derleme), V yay., 1.Baskı, Ankara 1990, s: 593
3- a.g.y., s: 593
* Bu duruma örnek olarak ülkemizde hem ortaöğrenim hem de yükseköğrenim düzeyinde yapıl
mış olan ders kitaplan gösterilebilir. Okutulan bu ders kitaplannın ve genel olarak tarih öğretimi ve
anlayışının somut örneklerle çözümlenmesi ve eleştirilmesi bağlamında bakınız: "Salih Özbaran,
Tarih ve Tarih Öğretimi, Cem Yay., 1. Baskı, İstanbul 1992"
74
kabul etmek durumundayız. En önemlisi bu düzeye erişme çabasının ilk şartı olan
'bilimsel_çalışma' nın koşullarını ülkemizde hala yaratabilmiş değiliz. Dünyaca onay-
lanmış araştırmacılarımız yok değil. Ancak bu bireysel başarıların bir Tarih
Okulu' oluşturmamıza yeterli olmadığı yadsınamaz."<4>
TUrkiye'de böylesi bir ortamda durumda tarihin gidişi ya da tarihin so11u tar-
tışmalarının yapılıyor olması ve bu sorunların modernizm-postmodernizm bağla
mında ele alınıyor olması, oldukça ilginçtir! Buradan hareketle hem modemizm-
postmodernizın kavramlarına hem de tarihin sonu diye konulan soruna yaklaşmayı
ilerlemeci bir anlayışla hareket eden, insan toplumlarının bütün yapıp etmelerinin
sonul anlamda özgürleşmeye doğru evrildiğini ileri silren, Aklın ürettiği düşüncele
Özgürlüğe doğru sürekli ilerleyen, ilk günahtan itibaren gelişen ve Tanrı'nın krallı
ğını vaad eden bir tarih görüşü... Herkes bu görüşün bütün modern anlatıların te-
melinde yattığını saptayacaktır. Ama söz konusu başlangıç tarihini Descartes'da,
Leibniz'de, Ansiklopedi' de ya da Fransız Devrimi'nde bulabiliriz. Akla yakın gelen
bir sürü tarih vardır." (5)
4- Orhan Koloğlu, '2050'yi Düşünürken', Salih Özbaran, Tarih ve Tarih Öğretimi, Cem Yay.,
!.Baskı, İstanbul 1992, S: 83-84
5-J.F.Lyotard, 'Postmoderne Dönüş'. Çev: Berrin Ersan. Modemizmjn Serüveni-! (Derleme),
Y.K.Yay., l.Baskı, İstanbul 1993, s: 7
75
Postmodemizmi ise şöyle tanımlayabiliriz: Büyük ölçüde modemizmin politik,
düşünsel, tarihsel ve toplumsal sonuçlarını eleştiren ve söylemleprun temeline belir-
sizlik, parçalanmışlık, kuralsızhklkuralların yapısızlandırılması, öznenin yitimi/
çokbenlilik, yapısöküm (dekoostrüksiyoo), görelilik/her şey gider gibi kavramları
alan anlayış.*
olmayan, hiçbir ağırlık taşımayan bir söz olduğunu... söylemekten hiç rahatsızlık
duymuyorum. Söz konusu söz [postmodernlik], modernitede bir şeylerin sona ermek-
te olduğunu haber veriyor bize."(6)
Modemizm-Postmodemizm kavramları bağlamında tarih bilimi ya da daha
geniş olarak söylersek tarih teorisinde de tarihsel olarak yeni olmayan ama gündem-
de olması anlamında yeni bir sorunla karşılaşıyoruz: Tarihin sonu [mu?]
Modernizın bağlamında düşündüğümüzde Augustinus'la başlayan tarihin sonu
düşüncesi, farklı bir bağlamda da olsa 'Dünya Yurttaşlığı Amacına Yönelik Ev-
rensel Tarih İçin Düşünceler' adlı makalesiyle Kant [özellikle barış ve Birleşmiş
Milletler düşüncesine öncülilk etmesi bağlamında]'la devam edip; Hegel'de Geist'ın
[rin] kendini açtığı yer olan tarihin, bu kendi kendine yabancılaşmış Tin'in, kendi
kendine gelişerek son aşamaya varma süreci olan tarihin, sonul anlamda yine kendi
kendisiyle özdeşleşmesiyle bütünlüğüne kavuşması ve herkesin özgür olduğu Hristi-
yan-Germen toplumuna ulaşılmasıyla tarihin biteceği, sona ereceği biçiminde kendi-
ni göstermektedir düşünce tarihinde.
Dolayısıyla tarihin modernist yorumundan kaynaklanan bu düşünce sanıldığı
* Bu konuda daha geniş bilgi için bakınız: Önay Sözer. 'Önay Sözer ile Postmodern Üzerine'
[Söyleşi], Varlık Dergisi - 1023, Aralık 1992, s: 11-14
6- a.g.y., s: 7
76
gibi yeni değildir. Günümüzdeyse Amerikalı bir bürokrat olan Francis Fukuyama
tarafından geliştirilen tarihin sonu düşüncesi de teorik köklerini Hegel 'den almakla
birlikte; daha çok dünyamızın içinde bulunduğu konjonktüre! ortama denk düşmesi
Dünyamız büyük ölçüde 2. Dünya Savaşı'ndan sonra iki ana kampa bölün-
müştü. Bunlar ekonomik ve politik olarak birbirinden farklı; Liberal Kapitalizm ve
Reel Sosyalizm denilen anlayışlara uygun olarak yapılandırılmış toplumlardı. Ancak
1989'larla birlikte Reel Sosyalist denilen toplumların ekonomik, politik ve sosyal
açıdan içine düştükleri bunalımı aşamamalarından dolayı yıkılmalarıyla birlikte,
dünya görünürde tekli bir yapıya doğru yöneldi.
Bu duruma bağlı olarak Fukuyaına Liberal Kapitalizmin ve onun değerlerinin
bütün dünyaya egemen olduğuna, dolayısıyla tarihsel gelişmenin [en azından top-
lumların nitelikçe değişmeyeceğine] sonuna geldiğine ve bu anlamda tarihin de bitti-
ği, sona erdiği düşüncesine varır.*
olduğu gibi, gelecek de tümüyle gelecekte değildir; tersine her ikisi bir balama şim
* Bu konuda bakınız: Francis Fukuyama. 'Tarihin Sonu mu?', Çev: Sina Şener, Eski Dünya-
dan Yeni Dünyaya (Derleme). Hil Yay.• 1. Baskı. İstanbul 1993, s: 193-219, Aynca bakınız Francis
Fukuyama, Tarihin Sonu ve Son İnsan, Çev: Zülfü Dicleli, Simavi Yay., 1. Baskı, İstanbul 1993
77
boyutunu ortadan kaldırır ve hepsini birden bir boyuta indirir. Bu nedenle, örneğin
olmasaydı, geçmiş ve gelecek bir hiç olurlardı. Başka bir deyişle, hiçbir biçimde
bulunmazlardı. Gizemli bir geçmişten, anıların ötesindeki zamandan söz etmek ola-
naksız olurdu, eğer bizim için sonsuza dek yitmiş olan uygarlığın şimdiki yıkıntıları
tarihi boyunca çeşitli dönemlerde dile getirilen bu düşünce, spekülativ ve öznel ol-
maktan öte bir içeriğe sahip değildir. Olsa olsa içinde bulunulan tarihsel-toplumsal
7- Ö. Naci Soykan Türkiyeden Felsefe Manzaraları, Y.K.Yay., l. Baskı, İstanbul 1993, s: 121
8- Vincent Descombes, Modern Fransız Felsefesi, Çev: Aziz Yardımlı, İdea Yay., 1. Baskı, İstan
bul 1993, s: 139-140
78
dönemin o anki politik ve ekonomik durumunu, [o da geçici bir süre için] yansıtı
yor olabilir. K.Marx'ın şu sözleri sanırım bu sorunun yanıtını kendi içinde banndı
9- Marx-Engels, Düşünceler, Aforizmalar, Çev: Nuri Sel, Yeni Dünya Yay.• l.Baskı, İstanbul 1975,
s: 26
10- Eski Mısır Şiiri, Çev: Talat S.Halman, T.İş Bankası Kültür Yay., l.Baskı. İstanbul 1972, s: 11
79
Kaynakça
Ankara 1981
80
9-Tom Bottomore ve
Robert Nisbet, 'Yapısalcılık', Çev: Binnaz Toprak, Sosyolojik
Çözümlemenin Tarihi, Tom Bottomore-Robert Nisbet
(Derleme) V Yay., !.Baskı, Ankara 1990
81
17- E.H.Carr, Tarih Nedir,Çev: M.E.Gürtürk, İletişim Yay.,
2.Baskı, İstanbul 1987
18- Ernst Cassirer, Devlet Efsanesi, Çev: Necla Arat, Remzi Kitabevi,
l.Baskı, İstanbul 1984
19- Ernst Cassirer, 'Tarih', Çev: Füsun Altıok, M.E.B. DüşUn Bilim
Eğitim Dergisi-1, Tarih Özel Sayısı, Ankara 1979
82
26- Suraiya Faroghi, 'Duyguların da Bir Tarihçesi Vardır: Lucien Febvre'in
Yapıtları', Toplum ve Bilim-28, İstanbul 1985
İstanbul 1985
30- Talat S.Halman, Eski Mısır Şiiri,T.İş Bankası Kültür Yay., l.Baskı,
İstanbul 1972
33- G.W .F. Hegel, Tarihte Akıı Çev: Önay Sözer, Ara Yay., 1. Baskı
İstanbul 1991
İstanbul 1976
83
36- Martin Jay, Diyalektik İmgelem, Çev: Üns~I Oskay, Ara Yay.,
l.Baskı, İstanbul 1989
Ankara 1976
84
45- Salih Özbaran, Tarih ve Öğretimi Cem Yay., 1. Baskı İstanbul
1992
46- Doğan Özlem, Tarih Felsefesi, Ara Yay., 2.Baskı, İstanbul 1992
85
Özet
ve bu sorunların sürekli çözümsüzlük üreten bir yapıda olduğu, buna bağlı olarak
tarih üzerine üretilmiş ya da üretilebilecek olan bütün çözüm denemelerinin mutlak
bir kesinliği ve kapsayıcılığı olamayacağı gösterilmeye çalışıldı.
da bir tarih okulu olarak kendini ortaya koyan Annales Tarih Okulu, belli başlı
temsilcilerinden hareketle ortaya kondu. Burada 19. yüzyılda Ranke ile ortaya
çıkan, sadece olaylara, büyük tarihsel kişiliklere ve diplomasiye bağlı olarak ve
olaylan kronolojik bir dizinle biraraya getirip tarih yazan pozitivist anlayışa karşı
tarihin egemen bir bilim olarak öne çıkması gerekliliği] örneklendirilerek açıklanma
ya ve tartışılmaya çalışıldı.
86
Daha sonra Annales Tarih Okulu'nun bu bütünsel tarih anlayışını geliştirip de-
rinleştiren Fernand BraudeI ve onun tarih görüşünü temellendirip somutlaştırdığı
Tarih bilimine ve teorisine yeni bir bakış açısını, yeni kavramları ve çoğulcu
Tarih bilimine ve teorisine bir Zaman ve Mekan Ustası, daha doğru deyişle
Zaman ve Mekanı [Tarih ve Coğrafya] birleştirebilen bir usta olarak geçen Brau~
del'in tarih anlayışı betimleyici, bir tarzda ele alındıktan sonra Annales Tarih
Okulu'nun bir genel değerlendirmesi ve eleştirisi yapıldı.
Bütün bunlardan sonra ülkemiz özelinde tarih çalışmalarına eleştirel bir tarzda
göz atıldı ve buradan hareketle ülkemizin verili durumu temele alınarak tarih felse-
fesinin temel sorunlarından birisi olan ve günümüzde popülerlik kazanan tarihin
sonu, yine popüler olan bir başka kavram çifti [Modemizm-Postmodernizm] bağla
87
Braudel'in tarih anlayışının ele alınıp incelenmesindeki temel amaç olarak ise şun
lar söylenebilir: 20. yilzyılla birlikte bilimler hem kendi içlerinde bir uzmanlaşmaya
doğru gittiler hem de diğer bilimlerle ilişkilerini asgari düzeylere indirdiler. Bundan
kuşkusuz tarih de payına dilşeni aldı. Öte yandan artık yalnızca bütünsellik, çoğul
culuk, disiplinlerarası çalışma değil de, uzmanlaşma, tekillik ve parçalanma gibi
temel yapıların da öne çıkmaya başladığını görüyoruz; ··
İşte bu bağlamda hem genel olarak dünyaya hem de özel olarak Ttirkiye'ye
örnek olması bakımından Annales Tarih Okulu önemli bir yer işgal etmektedir. Sağ
lam, Bütünsel, Disiplinlerarası Çalışmayı öne alan, bütün tophım ve doğa bilimlerin-
den yararlanan, tarihi insan ürünü herhangi bir şeyle açıklayabilen; Dil, Coğrafya,
Süre gibi yapıları temele alan bir Tarih Okulu ve Anlayışını ortaya koymak / be-
timlemek; 20. yüzyılın sonlarında bize, bizim kültürel ortamımıza, genel olarak bi-
limlere özel olarak da tarih bilimi ve teorisine önemli katkılarda bulunacaktır. Bu
çalışma bu katkıya yönelik küçük bir ipucu olabilirse kendini amacına ulaşmış saya-
caktır.
88