Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 88

T.C.

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
SİS TEMATİK FELSEFE VE MANTIK BİLİM DALI

ANNALES TARİH OKULU'NUN


BÜTÜNSEL TARİH ANLAYIŞI
VE
FERNAND BRAUDEL
f_, 3/ ?JJ
(YÜKSEK LiSANS TEZi)

Tez Danışmanı: Doç.Dr. NEJAT BOZKURT

Hazırlayan: ERDAL YILDIZ - 9259

ISTANBUL -1994
İçindekiler

Giriş 3

!.BÖLÜM

A- Tarih ve Tarihçi 6

B- Tarih Bilimi ve Felsefesi Arasındaki İlişkiler 12

C- Tarihte Öznellik/Nesnellik Sorunu ve Tarihte Bireyin Rolü 20

D- Tarihte Rastlantı ve Nedensellik 28

il.BÖLÜM

A- Annales Tarih Okulu'nun Bütünsel Tarih Anlayışı 35

B- March Bloch'un Tarih Anlayışı 40

C- Lucien Febvre'in Tarih Anlayışı 45

HI.BÖLÜM

A- Femand Braudel'in Bütünsel Tarih Anlayışı 50

B- Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 64

Sonuç 73

Kaynakça 80

Özet 86

2
Giriş

Günümüzde hemen hemen herkes tarih adı verilen alana ilişkin olarak çeşitli düşün­

celer ortaya atmakta ve birbirleriyle kıyasıya bir tartışmaya girişmektedir. Bu düşün­

celer tarihin ne olduğu, nasıl işlediği, geliştiği ya da sona erdiği vb. sorunlar üzerin-
de yoğunlaşmaktadır.

Kuşkusuz, bu düşüncelerin oluşumunda veya ortaya konulmasında içinde yaşa­

dığımız tarihsel-toplumsal dönemin karmaşıklığı, toplumsal / siyasal / ekonomik ya-


ptların ve süreçlerin büyük ölçüde değişmesi ve belirsiz bir ortamın olmasının

büyük payı bulurunaktadır.

Ancak bizim gibi düşünme geleneğinin henüz yeni oturmaya başladığı toplum-
larda bu sorunlar [tarihe ilişkin] pek de içselleştirilememekte, tartışmalar bir tür
moda anlayışlar çerçevesinde geliştirilmeye çalışılmaktadır.

Bu duruma bağlı olarak tarih üzerine üretilmiş olan bu söylemlerde çeşitli ek-
siklikler ve tutarsızlıklar karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan ilki tarihin, tarih hakkın­

da yapılmış bilimsel ve teorik çalışmaların büyük ölçüde göz ardı edilmesidir.


İkincisiyse tarih hakkında ortaya konan bu söylemlerin teorik bütünlükten yok-
sun, tek yanlı, öznel politik söylemler üzerine kurulu olmuş olması ve düşünsel de-
rinlik ve zenginlikten yoksun olunmasıdır.

Bu özellikler üzerinde oluşturulmuş tarih: " ...düşünce kimyasının yarattığı en


tehlikeli üründür. Özellikleri herkesçe bilinir. Bu ürün düşler kurdurur, halkların
başını döndürür, onlar için sahte anılar yaratır, tepkilerini aşırılığa götürür, eski
yaralannı besler, buldukları rahatı kaçırır, onları büyüklük çılgınlığına veya kıyıcı­

lık hastalığına götürür ve ulusları ısırgan, başı göklerde, çekilmez ve böhürgen bir

3
i
.j!
duruma sokar. [Böylesi bir] Tarih her istenene haklı nedenler bulur. Kesin hiçbir
şey öğretmez.'1 1)

Biz böylesi tarih anlayışlarına karşı olarak kendi tarih anlayışımızı geliştirmek,

tarihten, yargıçları ve yargılananları değil; büyük ölçüde nesnelliği içeren yapıları

anlamak durumunda olmalıyız.

Düşünce tarihi boyunca tarihe ilişkin çok sayıda söylem ortaya konmuştur ve
konmaya da devam edilmektedir. Bu tarih anlayışları [İlkçağ düşüncesi tarih bağla­
mında kendine tekrarlanabilirlik ve döngüsellik'i temele aldığından klasik anlamda
bir tarih felsefesi ortaya konulamamıştır. İlkçağ düşüncesi bundan ötilrü bir kenara
bırakılacak olursa] Augustinus'la başlayıp, Aydınlanma düşüncesinde biçimlenip,
19. yüzyılda Hegel'le doruğuna çıkmıştır. Beri yandan tarih yazımı [bilimi] da bu
duruma paralel olarak büyük ölçüde 19. yüzyılda bilimsel bir nitelik kazanmaya
başlamıştır.

20. yüzyıl ise, artık salt tarih felsefelerinin üretildiği bir dönem olarak değil

de; tarihi anlamaya ve açıklamaya dayalı yöntemler üzerinde yoğunlaştıran bir çağ

olarak sunar kendini. Yöntemin tarih üzerine üretilen söylemlerde temel bir etken
olarak kendini ortaya koymasıyla birlikte; yeni tarih yöntemleri: ve yeni tarih anla-
yışlarına ve bunların tanınmasına duyulan ihtiyaç öne çıkmaktadır.

Bu bağlamda tezimizin konusu olan Annales Tarih Okulu 'nun Bütünsel Tarih
Anlayışı ve Fernand Braudel'in tarih hakkındaki düşünceleri, bizim tarih ve yönte-
mine ilişkin düşüncelerimize ışık tutacak niteliktedir kanımızca.

Çünkü onların, özellikle de Femand Braudel'in tarihe yaklaşımı geleneksel


yaklaşımların tersine: " ... bir bilme olanağından başka bir şey değildir. Açıklamak

üzere nesne edinilen tek' in, tek durumun, varlıkça yapısının bilgisi, bu özel araştır­

mada hareket noktası olur; burada uygulanan da, şu bilgi: amacımıza ulaşmak isti-

(l)-Paul Valecy. Bugünkü Dünyaya Bakış, Çev: S.Eyüboğlu-V.Günyol. Çan yay., l.Baskı, İstan­
bul 1972.

4
yorsak, nesne edinilen tek durumun şu ve bu noktalarına uygun olan bilgisidir. Bir
bilgi (nesnesini tükettiği ölçüde) ve bir görüş (taşıdığı doğru bilgi miktarına göre),
ilgili oldukları varlık alanlarında yer alan tek tek durumları açı/damaya elverişli

kabullerdir, yani doğru açıklamalara götürebilirler ya da bu tek durumlar için


doğru bilgi sağlayabilirler." <2>

Bu söylenenlerden hareketle tezin 1. Bölümü'nde tarih biliminin ve tarih felse-


fesinin incelediği konular ve bu alanların birbirleriyle olan ilişkileri ve ayrılıkları,

sorunları yine bir sorun bilinciyle ele alınarak incelenecektir. Kanımızca tarih üzeri-
ne yapılacak bütün çalışmaların ana çatısını bu sorunlar oluşturmaktadır.

Tezin 2. Bölümü 'nde ise Annales Tarih Okulu diye nitelendirilen düşünce akı­

mının belli başlı düşünürleri, birbirleriyle olan etkileşimleri, yaptıkları çalışmalar ve


onların tarih düşünceleri çerçevesinde ortaya koydukları bütünsel, çeşitli bilimler
arası ilişkiye dayanan tarih anlayışları betimlenecektir.
Tezin 3. Bölümti'nde Fernand Braudel'in Annales Tarih Okulu ile olan ben-
zerlik ve farklılıkları, ortaya koyduğu Bütünsel Tarih Anlayışı, bu anlayışın içinde
yer alan temel kavramları, diğer insan bilimlerine bakışı ve tüm bu düşüncelerini

ilk olarak somutlaştırdığı Akdeniz ve Akdeniz Dünyası adlı t~ çalışması incelene- · -


cek ve düşünceleri, bütünlüğü içinde betimlenecektir.
Tezin Sonuç bölilmündeyse tarih üzerine ortaya koyduğumuz bu düşüncelerin

genel bir değerlendirmesi ve eleştirisi yapılmaya çalışılacaktır.

Yeni bir tür tarih anlayışının, başka türlü söylendikte bir Karşı-Tarihi
Bütünsel Tarih Anlayışı'nın ortaya konmasında hem yöntemsel açıdan hem de
tezin bütününe ilişkin olarak yaptığı uyarı ve eleştirilerden dolayı, Hocam Doç. Dr.
Nejat Bozkurt'a teşekkür ederim.

(2)-İoanna Kuçuradi, Çağın Olayları Arasında, Şiir-Tiyatro Yay., l. Baskı. Ankara (Tarihsiz),
s: 171-172

5
I.BÖLÜM

A- Tarih ve Tarihçi

Tarih denilen alana ilişkin yapılacak olan çalışmalarda, bu çalışmalar ister bilimsel
bağlamda olsun, isterse felsefi bağlamda, ilk yapılması gereken şey; tarih alanının

bilimsel-felsefi kavramlarını elden geldiğince ortaya koymak, sınırlarını çizmek, on-


ları [kavramları] olabildiğince açık-seçik bir biçimde belirlemek olacaktır. Daha
sonra bu kavramlar arasındaki ilişkileri, birbirine bağlanış ve aynlışlanndaki temel
noktalan belirlemek gerekecektir.
Bu bağlamda, 'tarih' ve 'tarihçi' kavramlarına ve bunun çeşitli tarih bilimcileri
ve filozofları tarafından yapılmış olan tanımlarına kısaca bakalım. Bilimsel anlamda
tarih şöyle tanımlanmakta: 'Tarih (Geschichte) --İnsanların üyesi bulundukları top-
lumu etkileyen eylemlerden doğan, olayları yer ve zaman göstererek anlatan; bu
olaylar arasındaki nedensel ilişkileri, daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantıları­

nı, karşılıklı etkilenmeleri araştırıp gösteren biiim•t(l)dir.


Bilim anlamında tarihin tanımının bu belirginliğine karşın, felsefece tarihin an-
lamının -tanımının bu denli belirgin olduğu söylenemez.
Tarihin felsefece tanımlarının felsefe tarihindeki filozoflar kadar çok olduğunu

söylemek pek abartılı olmasa gerektir. Biz bu konuda seçmeci bir tutum izleyerek
önce Ernst von Aster'in tarih tanımına, daha sonraysa kısaca betimlenmeye çalışı­

lan bu tanımları birlikli - biltünlilklil bir bakış açısıyla derleyip toparlayan Nermi
Uygur'un tarih tanımına değineceğiz.

Ernst von Aster'e göre tarih: " ...düzenleyen, birleştiren, önemliyi önemsizden

1-Prof.Dr.Bekir Sıtkı Baykal, Tarih Terimleri Sözlüğü, T.T.K. Yay., 2.Baskı. Ankara 1981.
s.97-98

6
.J
ayıran, tarihçinin tasavvur ettiği, kuşaklar boyunca uzanıp giden birlikli bir yiı,şam

çizgisidir. <2> Bu tanımda da görüldüğü gibi Aster; tarihin ikili yanını, yani tarih ve
11

tarihçiyi birlikte ele alma eğilimi göstermektedir ki, bu tanun bizim de felsefece
yakın durduğumuz bir tutumu yansıtmaktadır.

Tarihe ve onun ikili anlamına bizim dikkatimizi çeken bir başka düşünür de
Nermi Uygur'dur. KültUr ve buna bağlı olarak dil felsefesinde yoğunlaşan Nermi
Uygur'a göre tarih, çift anlamlı bir yapıya sahip olup; birincil anlamıyla bir bilim
[tarih bilimi], ikincil anlamıyla da: "...insan dünyasında olup biten olayları; insanla-
rın değişik zamanlarda neler yapıp ettiğini; insan dünyasında kendini gösteren kül-
tür, politika, din, sanat çeşidinden kımıldanışları; insanla ilgili her türlü uğraşları,

sürçmeleri, başarıları, savaşmaları dile getirmektedir. Buna göre 'tarih' insanın ger-
çekleştirmiş olduğu tüm kültür varlığını kapsar. Tarih sözünün asıl anlamı da
budur. •-<3> Nermi Uygur buradan hareketle iki tür tarih felsefesi yapılabileceğini
ileri sürmektedir ki bu ayrımı, tarih felsefesi ve bilimi arasındaki ilişkiler adlı bö-
lümde inceleyeceğiz.

Tarih denilen alana ilişkin temel belirlemelerirnizi yaptıktan sonra tarihle kop-
maz bir ilişki içinde bulunan, bir anlamda onu varedip, ortaya ·'.çıkaran tarihçiye ve
onun tarihle olan ilişkisine bakmak yerinde olacaktır. Tarihçi denilince ilk anlaşılan:

Tarih adı verilen varlık alanıyla ilgilenen, onu derinlemesine inceleyip soruşturan,

düzenleyip betimleyen, anlayan ve açıklayan araştırmacıya verilen addır.

Bu tanımlamadaki tarihçi klasik bir tarihçi olmaktan çok; felsefi bir arka
plana sahip modem bir tarih bilimcisi, bir anlamda da tarih teoricisidir.
Bizim bu tanımlamamıza rağmen, tarih konusunda olduğu gibi, tarihçi konu-
sunda da çok çeşitli tanım denemeleri bulunmaktadır. Biz E.von Aster, E.Cassirer

2-Emst von Aster. Bilgi Teorisi ve Mantık, Çev: Macit Gökberk, İ.Ü. Ed.F.Yay., 2.Baslcı, İs­
tanbul 1972, s: 90

3- Nenni Uygur. Kültür Kuramı, Remzi l(jtabevi, l.Baskı, İstanbul 1984, s: 153

7
/
ve G.Duby'nin tarihçi tanımlamalarını verdikten sonra; tarihçinin görevi, işlevi,

olaylar karşısındaki tutumu ve tarih ile olan ilişkisinin çok yönlülüğünü, 'tarih bi-
limciler' ve 'tarih filozofları' üzerinden giderek betimlemeye çalışacağız.

E. von Aster'e göre tarihçi; "...olayın oluşunu, önemli anlarını, kalıcı ve be-
lirleyici etkenlerini, dönüm ve tepe noktalarını belirterek, bunları bir gelişme çizgi-
sinde birbirine bağlayarak... "<4> betimleyen kişidir. Bu tanıma yakın duran
E.Cassirer'e göreyse tarihçi; "...salt bir çözümleyici olarak kalmadıkça, olayların

zamandizinsel anlatılışı ile doyum bulmadıkça, hep bu zor görevin üstesinden gel-
mek, tarihsel bir kişinin [olayın] sayısız ve çoğu zaman çelişkili ifadeleri arasındaki

birliği ortaya çıkarmak... "(5) zorunda olan kişidir.


Annales Tarih Okulu'nun üyesi olan Ortağaç Tarihçisi G.Duby ise, yukarda-
ki tarihçi tanımlamalarını kendi tarih anlayışına bağlı olarak geliştirip, ortaya koy-
maktadır. Ona göre; "Tarihçinin görevi; sonuçta açıklamalar aramak, yani kendile-
rini onun gözlemine sunan olguları düzene sokmak, bu olguları ilişkilendirmek ve
böylece onları doğrusal bir zamanın , bir mantığın akışına dahil etmektir. Tarihçi
bizatihi bu girişim aracılığıyla öncelikle yenilikler karşısında daha, dikkatli olmaya,
onun izini sürmeye, böylece açığa çıkartmak için onları yaşam1n akışı içinde artan
geniş alışkanlıklar ve rutinler akımından yapay olarak kopartmaya; öte yandan da
bu yeniliklerin farkına varmak istediğinde ve daha da özel olarak bu yenilikler olay
düzeyinde değil de yapılar düzeyinde yer aldıklarında, zorunluğu rastlantıya naza-
ran ayrıcalıklı kılmaya yönelmektedir. n(6)
Bu tanımlama ve belirlemelerden sonra tarih ve tarihçi arasındaki ilişkiyi daha
etraflıca irdelemeye başlayacak olursak şunları söyleyebiliriz: Tarihçinin ilgilendiği;

4- Emst von Aster, Bilgi Teorisi ve Mantık, s: 90-91


5- Emst Cassirer, 'Tarih', Çev: Füsun Altıok, M.E.B. Düşün Bilim Eğitim Dergisi-!, Tarih
Özel Sayısı, Ankara 1979, s: 77
6- Georges Duby, Erkek Ortaçağ, Çev: M.Ali Kılıçbay, Aynnu Yay.• !.Baskı, İstanbul 1991,
s:l55

.J
tarihsel olaylar, tarihsel süreçler ve yapılardır. Tarihçinin incelediği, ilgilendiği olay-
lara yönelişinde seçici olacağı açıktır. Tüm tarihe yönelmenin olanaksız olduğu, ay-
nca tarihçinin belli bir arkaplanla [teorik bir çerçeve ya da kendine konu edindiği

bir problematik] tarihe yaklaşacağını söylemek yanlış değildir.

Tarihçinin seçici olacağı düşüncesini hem Carr'da, hem de Febvre ve


Bloch'da görebiliriz. L.Febvre, tarihçinin olaylan seçmemesi, olanı olduğu gibi be-
timlemesi gerektiği, aksi tutumların bilimsel olmaktan uzak olduğu ve tarihçiyi nes-
nellikten uzaklaştıracağı yolundaki eleştirilere ilişkin olarak; diğer tüm bilimlerde de
bir seçmenin olduğunu ve buna bağlı olarak da, bütün tarihin bir seçme sonucu
oluştuğunu ileri sürer. Benzeri bir tutumu, M.Bloch'da gönnekteyiz. Ona göre;
"Bütün bilginler gibi, sadece algılayan bütün beyinler gibi, tarihçi de seçmekte ve
ayıklamaktadır. Tek sözcükle, analiz etmektedir. Ve ilk önce, aralarında bir yakınlık
bulmak üzere benzerleri keş/etmektedir. ıt(1)
Şu nokta açıktır ki, belgeler ve olaylar, tarihçinin vazgeçemeyeceği nitelikteki
hammaddelerdir. Ancak yalnızca bunlarla kalınması, bunların derlenip toparlanması

bizi tarih biliminden uzaklaştırıp daha çok bir vak'anüvis ve kronolog durumuna ite-
cektir ki böylesi bir tutumun geçerliliği ve işlevselliği, tarih aç~sından önemli ölçü-
de bulanık olacaktır. Bundan ötürü: "Çağdaş tarihçinin iki görevi birden vardır; az
sayıdaki anlamlı olguları bularak onları tarihin olgularına dönüştürmek ve pek çok
olguları tarihi değildir diye bir kenara bırakmak. <8>
11

Tarihsel olaylara ve yapılara yönelişinde, tarihçinin öznel bir tutuma sahip ol-
duğu gerçeğinin yanında, tarihçinin aynı zamanda çağının değer yargılan, tutumları

ve düşünce yapısından da belli ölçülerde etkilendiği söylenebilir. Ancak ciddi bir


'tarihçi' bunların farkına varabildiği ölçüde, yukarıda sayılanlardan kendini büyük öl-

7- M.Bloch, Tarihin Savunucusu Ya da Tarihçilik Mesleği, Çev: M.Ali Kılıçbay, Birey ve


Toplum Yay., 1.Baskı, Ankara 1985, s: 95

8-E.H.Carr, Tarih Nedir, Çev: M.E.Gürtürk. İletişim Yay.• 2.Baskı, lstanbul 1987, S: 21

9
çilde kurtarıp, tarihe daha sağlam ve olabildiğince tarafsız yaklaşabilecektir. Bu öz-
nellik ve nesnellik arasındaki ilişkiyi ilerde daha etraflıca tartışacağız.

Bir anlamı da geçmiş demek olan tarih ve bunun üzerinde çalışan tarihçi ara-
sındaki ilişkiyi biraz daha açacak olursak; tarihçi, geçmişi incelemede kendisine be-
lirlediği amaç bakımından da önemli bir konuma sahiptir. Geçmişi, şimdiyi anlama
ve açıklamanın temeli olarak gördüğü ölçüde yaptığı çalışma önem kazanacaktır.

Çünkü, geçmişte olmuş bitmiş olan şeyler büyük ölçüde şimdiyi, içinde yaşa­

nılan zamanı da etkilemektedir. Geçmişin izleri ve etkileri hem sosyo kültürel hem
de maddi yaşantımızda görülebilmektedir. Geçmişin etkilerine ilişkin bu belirleme;
Hegel tarafından tarih felsefesi bağlamında kavramlaştınlarak, karşımıza tarihsellik
olarak çıkmaktadır.

Geçmiş ve onun bilgisine ilişkin olarak M.Bloch şöyle demektedir; "Geçmiş,

tanım gereği, artık hiçbir şeyin değiştirmeyeceği bir veridir. Fakat, geçmişin bilgisi
sürekli olarak değişen ve mükemmelleşen, gelişme halinde olan bir şeydir. 11< 9> Bu
çalışma sonucu elde edilecek olan bilgi, dağınık, düzensiz ve anlaşılmaz değil; tam
tersine "geçmiş hakkında bağlantılı, ahenkli, anlaşılır bir bilgi formu•t(IO) olmak du-
rumundadır. Çünkü tarihçinin ve tarih biliminin temel amacı ol~ geçmişin aydınla­

tılması ve açıklanması bize geleceğe ilişkin çeşitli tutum ve davranışlarda bulunabil-


me olanağını vermektedir.
Buradan hareketle geçmiş üzerine yapılan çalışmalarda, tarihçinin bize çok
önemli ipuçları sağladığını ve bizim de Geçmiş-Şimdi-Gelecek diye bölümlenebile-
cek olan tarihsel süreci ve bu süreç içinde Geçmiş' in Şimdi'ye, Şimdi'nin .Geleceğe

nasıl dönüştüğünü anlamada tarihçinin çalışmasından önemli ölçüde yararlandığımızı

ve tarihte süreklilik düşüncesini büyük ölçüde bu çalışmalara borçlu olduğumuzu

9- M.Bloch. Tarihin Savunucusu Ya da Tarihçilik Mesleği, s: 37


10- David Thomson, Tarihin Amacı, Çev: Salih Özbaran, Ege Ü.E.F.Yay., l.Baskı, İzmir
1983, s:7

10
da belirtmeliyiz.
Ortaya koyduğumuz bu_ düşünceleri toparlayacak olursak şunları söyleyebiliriz;
tarih ve tarihçi birbirinden ayrı düşünülemeyecek ölçüde iç içe geçmiş kavramlardır.

Başka türlü söylersek; bunlar bir anlamda birbirlerini vareden yapılardır. Buna rağ­

men birbirlerinden ayrıdırlar, ancak birbirlerini etkilerler d~: "Tarihçi bugünün bir
parçası ve olgularsa geçmişe ait olduklarından, bu karşılıklı etkileşim, aynı zaman-
da bugün ile geçmiş arasında bir karşılıklılığı [da] işin içine katar. Tarihçi ve tari-
hin olguları birbirleri için gereklidir. Tarihçi olguları olmaksızın köksüz ve boş, ol-
gular tarihçileri olmadan ölü ve anlamsızdır [Kant'a anıştırma.] Bundan ötürü,
tarih ... tarihçi ile olguları arasında kesintisiz bir karşılıklı etkileşim süreci, bugün
ile geçmiş arasında bitmez bir diyalog"(! 1>dur.

11- E.H.Carr, Tarih Nedir, s:41

11

.J
B-Tarih Bilimi ve Felsefesi Arasındaki İlişkiler

Burada ilkin Bilim diye nitelenen şeyin ne olduğunu, onun tanımlarını, daha sonray-
sa 'tarih bilimleri' ile diğer bilimler arasındaki farklılıkları ve benzerlikleri, 'tarih fel-
sefesi' denilen yapının ne olduğunu, çeşitlerini ve son olarak da, tarih bilimi ve
tarih felsefesi arasındaki ilişkileri ele alacağız. Yapacağımız genel bir bilim tanımı

bize belli bir yol açıcılık ve aydınlık sağlayacaktır.

Nusret Hızır şöyle tanımlamaktadır bilimi: "Bilim; birbirine herhangi bir me-
todla bağlı, doğrulukları iddia edilen, birtakım önermenin meydana getirdiği bir bü-
tündür. •t( 12> Nusret Hızır'ın bu tanımı, bilimleri bir potada eritmeyi ya da bilimleri
[en genel anlamda] bir yapı içerisinde toparlamayı amaçlamaktadır. Bu bilim tanımJ­

nın daha da geliştirilmiş biçimi olarak; "En geni§ anlamı ve kullanımıyla bilim-
Wissenschaft', empiriklpozitif bilimi de bir tür içerecek §ekilde, düzenlenmi§, bir
amaca yönelik olarak birbiriyle ili§kiye sokulmuş bilgi, düşün:ü.§ ve inanç sistemi
olarak anlaşılır. <13>
11

Böylesi bir bilim tanımlanmasından hareket etmek, kuşkusuz tarih bilimi üzeri-
ne söz söyleyecek olan bizi oldukça rahatlatmakla birlikte, yine de 'sosyal bilimler'
ile 'empirik/pozitif bilimler' arasında önemli farklar olduğu gerçeğini bize unuttur-
mamalıdır.

Buraya kadar söylenenlerden hareketle tarih biliminin tanımım yapacak olur-


sak, tarih: İnsanların yapıp etmeleri sonucunda ortaya çıkan olayları yer ve zaman
bildirerek, aralarındaki neden-sonuç ilişkilerini ve bağlantılarını gösterip açıklayan

12- Nusret Hızır, Felsefe Yazıları, Çağdaş Yay., !.Baskı, İstanbul 1976. s: 308
13- Doğan Özlem. Tarih Felsefesi, Ara Yay.• 2.Baskı, İstanbul 1992, s: 219

12
/
.fi
bilimdir denebilir. Peki, öyleyse tarih biliminin konusu nedir? Bu soruya verilecek
yanıt, tarihe ilişkin bilgilerimizi daha sağlam bir temele oturtacaktır.

İlhan Tekeli, tarih biliminin konusunu / alanını şöyle betimlemektedir: "Tari-


hin kendisine seçtiği temel ilgi alanı, insanlığın ilk alet kullanan primattan başlaya­

rak günümüze kadar nasıl değiştiğidir. Bu gelişim içinde çeşitli toplulukların nasıl

farklılaştığını, bir toplum biçiminin diğerine nasıl dönüştüğünü, ya da dönüşemeye­

şinin nedenlerini araştırır. Bu ilgi alanını mikrodan makroya, bölgeselden uluslara-


rasına kadar uzanan değişik ölçeklerde kavramaya çalışır.'t(t 4>
Şimdi de tarih bilimcisinin ele aldığı konuları incelerken karşılaştığı sorunlar
ve bunlara ilişkin çözüm yollarının ne olduğuna; tarih bilimcisinin yöntemine ilişkin

birtakım belirlemeler yapmaya çalışırsak şunları görebiliriz: Her şeyden önce tarih-
sel olay diye belirlediğimiz tarihsel süreç içinde biriciklik ve tekrarlanamazlık

gibi niteliklere sahiptir. Örneğin: İstanbul'un 1453 yılında fethedilmesi, Fransız Dev-
rimi'nin 1789'da olması, 1. ve 2. Dünya Savaşı vb...
Bu tekrarlanamazlık ve biriciklik bizim tarihi kavrayışımızda önemli sorunlara
yol açmakla birlikte, yine de bu durumdan şöylesi bir tutumla kurtulmak olanağı

vardır bize göre. E.H.Carr, bu sorunu [tarihsel olayların biricikliği, tekliği] yadsı­

madan; olaylar arasındaki ortak özellikleri bulup, buradan hareketle genellemelere


vararak aşmayı önerir. Ona göre: "Tarihçi gerçekte biricik/erle değil, biricikler için-
deki genel olanla ilgilenir. •t(lS)
Tarihçi genellemelere gitmediği ölçüde, biriciklik ve tekrarlanamazlık özelliği

gösteren olaylar arasındaki çeşitli ilişkileri kuramayacak ve buna bağlı olarak da ta-
rihsel süreklilik denilen kavramı ve onun karşılık geldiği yapıları belirleme şansın­

dan yoksun kalacaktır. Peki, öyle bir çalışma olanaklı mıdır? Evet olanaklıdır,

14-İlhan Tekeli, Tarih Metodolojisi Üzerine, Bilim ve Sanat Dergisi, 21 Eylül 1982, s: 43

15- E.H.Carr, Tarih Nedir, s: 84

13
ancak bu çalışmalar artık tarih ve tarih biliminin uzağında kalacak, belki yapısalcı

anlayışla paralellik içinde ve eşzamanlılığı (synchronique) temele alan bir tür yapı­

salcı antropoloji çalışmasına dönüşecektir.

Yapısalcılığın bu anlayışına ilişkin olarak tarih bağlamında şunlar söylenebilir:


"Hareketsiz olanın lehine olmak üzere, değişenin ihmal edilmesine çağrıda bulunan
yapısalcılık, tarihi inkar etmekteydi. En azından onu marjinal/eştirme eğilimindey­

di. "06> Bu anlayışla yapılacak olan çalışmalar artık zorunlulukla, tarihi 'tarih' yapan,
'süreklilik' ve karşılıklı 'bağlantılılık' kavramlarını gözardı edecektir. Böylesi bir an-
layışın tarih ve tarih bilimi açısından hiçte yol açıcı olmadığını belirtmek isteriz.
Tarih biliminde ve buna bağlı olarak geliştirilen tarih yazımında uyulması ge-
reken ölçüleri, Özer Ozankaya şöyle belirlemektedir: "Tarih yazımında geçerlilik,
ancak bilimsel yöntemin geçerlilik ölçütlerine uyularak sağlanabilir. Bu ölçütler ise
nesnellik, olgunun somutluğu, ölçülü ku§kuculuk, kavramları açıklıkla tanımlamak,

birim ve bütünlük düzeylerindeki çözümlemeleri bütünleştirmek, zaman boyutundaki


karşılaştırmalarla eşzamanlı karşılaştırmaları bütünleştirmek. u(l 7>

Bu ölçülere tarih bilimi bağlamında büyük ölçüde katılmaktayız. Buraya kadar


tarih biliminin konusu ve yöntemi gibi temel sorunlara değinmeye çalıştık. Bu nok-
tadan sonra, genelde sosyal bilimler özeldeyse tarih bilimi ile empirik / pozitif bi-
limler arasındaki ilişkiyi, farklılık ve benzerlikleri ortaya koymaya çalışacağız.

İlk bakışta bu bilimlerin aralarındaki ayrımlar çok keskin olarak karşımızda


· duruyor gibidirler. Ancak bu aynmların, irdelendiklerinde çok da önemli olmadığını,

günümüz bilim anlayışında sınırların oldukça belirsiz olduğunu ve bu kategorik ay-


rımların işlevselliğini yitirdiğini söyleyebiliriz. Bu aynmlar ve benzerlikler şu temel

16- G.Duby, Erkek Ortaçağ, s: 208

17- E.H.Carr-J.Fontana. Tarih Yazınunda Nesnellik ve Yanlılık, Çev: Özer Ozankaya, İmge
Kitabevi, 1.Baskı, Ankara 1992, s: 9

14
noktalarda toplanabilirler:
1- Tarih biliminde olayların tekrarlanabilirliği söz konusu değildir, en azından

deneysel anlamda. Buna karşılık empirik / pozitif bilimler bUyük ölçüde tekrarlana-
bilir olaylar üzerinde kendilerini temellendirmişlerdir. Ancak bu görünürdeki ayrım

üzerinden gidilerek şu ileri sürülemez: Tarih bilimi tekrarlanamaz ve biricik olaylar-


la ilgilendiğinden dolayı, empirik / pozitif bilimlerin kesinliğine sahip olamaz; bun-
dan dolayı da bilim değildir.

Evet, tarih bilimi, deneyle desteklenip pekiştirilen bir kesinliğe sahip değildir,

ancak, bilimi artık çok daha geniş bir bağlamda tanımladığımız düşünülecek olursa;
bu aynının niteliğe değil, niceliğe ilişkin bir durum olduğu ve bu durumun onun
[tarihin] bir bilim olma özelliğini değiştirmediğini görürüz. Aynca empirik / pozitif
bilimlerin kesinliğinin de tartışmaya açık olduğu, sözü edilen kesinliğin, kanımızca

bir görelilik içerdiği de söylenebilir.


2- Tarih biliminin hem insan öğesini incelemelerinde temele alınası, hem de
tarihsel anlatımların ve belgelerin insan zihninin süzgecinden geçerek bize aktarıl­

mış olması; buna karşılık empirik / pozitif bilimlerin, deneyi temele alıp, insan öğe­

sini büyük ölçüde dışarıda bırakmış olması bu iki alanın önemli bir ayrımı olarak -
karşımıza çıkmaktadır.

Ancak modern kuantum fiziği bu ayrıma büyük ölçüde darbe vunnuş; Ölçü-
len'in, Ölçen'i, Ölçen'in de Ölçülen'i etkilediğini, aradaki sınırların belirsizleştiğini,
ayrımların silikleştiğini ortaya koymuş; tıpkı tarih biliminde olduğu gibi, empirik /
pozitif bilimlerde de insan öğesini dışlamayıp tersine, içine alınası gerektiğini bize
göstenniştir.

3- Deneye dayalı bilimlerin yöntem olarak kendilerine Açıklama'yı temel al-


maları, 'sosyal bilimler'in ise özellikle Dilthey'dan beri kendilerine büyük ölçüde
Anlama'yı yöntem olarak seçmesi. Bu ayrımında belli bir tarihsel döneme ait oldu-
ğu, günümüzde böylesi yapay bir ayrımın işlevselliğinin kalmadığı gösterilmiştir.

15
Tarihsel süreçlere yönelmede kullanılan Anlama; klasik doğa bilimj modelinin bütün
bilimlere örnek oluştunnası ve bütün bilimlerde Açıklama yönteminin kullanılmasına

tepki olarak gelişmjş, tarihselliği içinde belli bir öneme sahip olmuştur.

Bu ayrımla, sosyal bilimler bir ölçüde de olsa özerkleşmiştir. Ancak içinde


bulunduğumuz dönemde böylesi ayrımlara dayalı ve kendine yöntem olarak Anla-
ma'yı alan sosyal bilimler, geniş ve tutarlı açıklamalara ulaşamamaktadır. Çünkü
Anlama'nın salt kendi başına kapsayıcı, genelleyici olmaktan uzak; psikolojik öğele­

re sırtını dayadığından dolayı aşırı bir öznelliğe kaydığını, bunun yerine Anlama ve
Açıklama'nın birlikte kullanılmasının tarihsel süreçleri, yapılan ortaya koymada çok
daha başarılı olacağı açıkça görünmektedir.
Kendimizce yaptığımız bu kısa belirlemelerden sonra, şimdi de tarih felsefesi
kavramını açıklığa kavuşturup, daha sonra da tarih bilimi ile tarih felsefesi arasında­

ki ilişkileri göstereceğiz.

Tarih felsefesi, birinci bölümde gösterildiği üzere; tarih kavramının ikili anlam
yapısına bağlı olarak iki ana kol biçiminde ortaya çıkmış ve gelişimini sürdürmilş­

tilr. Tarih felsefesinin bu ikili yapısına geçmeden önce, tarih felsefesi denilen alana
bakacak olursak; bu kavramı ilk olarak, 1756 yılında Voltaire' in kullandığını görü-
rüz. "Tipik bir XVIII. yüzyıl aydınlanmacısı olarak, Voltaire 'philosophie de l'histo-
ire'dan tarihin felsefece ele alınarak, tek tek olayları birbirine bağlayan ampirik
yasa ve kurallılık/arın -insan anlak ve zekasının çağlar boyunca gelişmesine, insa-
nın kendi aklının ışığında aydınlanmasına koşut olarak- araştırılıp incelenmesini
anlıyordu. 11<18>

Ancak kavramın asıl içeriği Voltaire tarafından değil, daha sonraki yüzyıllarda

çeşitli tarih filozofları tarafından doldurulmaya çalışılmıştır. Bu kısa belirlemeden


sonra tarih felsefesi ve onun karşılık geldiği alanlara bakacak olursak yukarıda tarih

18- Önay Sözer, 'Hegel'de 'DünyaTarihi'nin Gidişi' ve 'Özgürlük İdesi', Macit Gökberk Ar-
mağanı, T.D.K. Yay.• Ankara 1983, s: l 13

16
hakkında belirtilen ikili anlama bağlı olarak tarih felsefesinin de karşımıza en azın­

dan iki biçimde çıktığını söyleyebiliriz.


Tarihin birinci anlamına bağlı olarak ortaya çıkan tarih felsefesi daha çok,
tarih bilimini konu edinip, onun üzerine düşünceler üreten bir bilim felsefesi diye
ortaya çıkmakta; tarihin ikinci anlamına göre ortaya çıkan tarih felsefesiyse, salt
tarih denilen varlık alanını incelemekte, onun gelişim çizgisini, aşamalarını ve
genel gidişini, felsefece birtakım kavramsal yapılan baz alarak temellendinneye ve
yorumlamaya çalışmaktadır denebilir.
Bir bilim felsefesi olarak tarih felsefesine örnek olmak üzere ise, bir yaşam fi-
lozofu olan Dilthey verilebilir. Kendisi tarih bilimlerinin, ele aldıkları konulara An-
lama yöntemiyle yönelinmesini ve buna bağlı olarak da tarihsel süreçler ve olaylar-
la içsel bir ilişki kurulması gerektiğini söyler. Diltbey'a göre tarih; 'yeniden
yaşamak' [Nacherleben] ve 'yeniden kurmak' [Wiederautbau] üzerinde temellen-
dirilmeli, incelenen tarihsel dönem büyük ölçüde dil üzerinden gidilerek hermeneu-
tik bir tarzda ele alınmalıdır.

Bu bağlamda Dilthey tarih biliminde doğa bilimlerinde olduğu gibi neden-


sonuç ilişkilerinin ve buna bağlı olan Açıklama yönteminin kullanılmaması gerekti-
ğini ileri sürer. Bu savın, tartışmaya oldukça açık olduğunu ve bizi çok öznel yak-
laşımlara götürebileceğini ve spekülatif bir metafizike yanaştırabileceğini de söyle-
memiz gerekmektedir.
Kendisine salt tarih adı verilen varlık alanını konu edinen tarih felsefesine
örnek Ölaraksa, ilk elde G.W.F.Hegel verilebilir. Onun tarih anlayışını, sonraki bö-
lümde tartışacağız.

Şimdi tarih felsefesine genel olarak bakalım. Bilindiği üzere İlkçağ felsefesin-
de temel amaç, episteme'ye [kalıcı-sağlam bilgi] ulaşmak ve doxa'yı [sanı-geçici,

dış dünyaya ilişkin güvenilmez bilgi] bir tür eleme çabasıdır. Bu bağlamda tarih bil-
gisi büyük ölçüde doxa'yla eşlenmektedir. Bu ayrımı aynca theoria - historia kav-

17
ram çiftiyle de belirlemek olanaklıdır.

Bu kavram çiftinde theoria: genel-kalıcı bilgiyi, historia ise: tekil-geçici bilgi-


yi oluşturmaktadır. Bu durumu, Aristoteles, Poetika'smda, şiir ile tarih arasındaki

ayrım üzerinden giderek şöyle açıklar; "...şiir, tarih yapıtına oranla daha felsefi ol-
duğu gibi, daha üstün olarak da değerlendirilebilir. Çünkü şiir, daha çok genel
olanı, tarihse tek olanı aniatır.''< 19) Denilebilir ki İlkçağ düşüncesinin bu ayrımlar
temelinde oluşması ve ilerleme anlayışının yerine, döngüsel bir tarih anlayışına

sahip olunması, İlkçağda klasik anlamda bir tarih felsefesinin ortaya çıkmasını önle-
miştir.

Klasik anlamda tarih felsefesinin Ortaçağ felsefesiyle ortaya çıktığını söyleye-


biliriz. Ancak bu tarih felsefeleri de, Tanrı merkezli bir tür tarih teolojisi ya da
tarih teodisesi biçimindedir. Bu dönemin tarih anlayışına göre, tarih; bir defalık

çizgisel bir süreç izlemekte, Tanrı devleti ile Dünya devleti arasındaki bir çekişme

olarak belirlenmekte ve Tanrı' da son bulan nihai bir kurtuluşla tamamlanmaktadır.

Bu anlayışa örnek olarak Augustinus gösterilebilir. Ona göre tarih;


"...Tanrı'nın yeryüzünde ilerleyen bir vahyidir. İnsan neslini kurtarmak için
Tanrı'nın zaman içinde gelişen bir planıdır.'lf.20)
Daha sonraki yüzyıllarda ise [Rönesans, Yeniçağ ve Aydınlanma çağında], ta-
rihe ilişkin sistemli anlayışların gelişmemesine rağmen, yine de bu çağlarda tarihin
dünyasallaştığı ve tarihte bir ilerleme düşüncesinin ağır bastığı söylenilebilir. Bu dü-
şüncemize örnek olarak Kant'ı gösterebiliriz. Tarihi, özgürlük idesinin gerçekleşme

süreci olarak gören Kant'a göre ilerleme de; "...özgürlük düşüncesinin tarih sahne-
sindeki yayılıp derinleşmesi'ı<21 > olarak görülür.
19. yüzyıl, tarih açısından oldukça verimli bir yüzyıldır. Bu dönem, bir tarih

19- Aristoteles, Poetika, Çev: İsmail Tunalı, Remzi Kitabevi, 5.Basım İstanbul 1993, s: 30
20- Macit Gökberk, Kant ile Herder'in Tarih Anlayışları, İ.Ü.Ed.F.Yay., l.Baskı, İstanbul
1948, s: 57
21- a.g.y., s: 77

18
yüzyılı olarak da nitelenmiştir çoğunlukla. Bu yüzyılda gelişen Alman tarih okulu
ve tarih üzerine yapılan sistemli spekülasyonlar, daha sonraları pozitivist ve spekü-
latif metafizik tarih anlayışlarına temel oluştunnuşlardır. Bu anlayışlara, sırasıyla

Leopold von Ranke ve G.W.F.Hegel örnek olarak verilebilir.


Tarih felsefesinin kısa bir panoramasını çizdikten sonra, şimdi de tarih bili-
miyle, tarih felsefesi arasındaki ilişkileri betimlemeye çalışalım.

Tarih bilimi ile tarih felsefesi ve buna bağlı olarak tarihçi ile tarih fılozofu

arasında çok sıkı ilişkiler bulunmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki, bu kavramlar


birbirine indirgenemez.
Bu kavramların birbirlerine çok sıkı bağlarla bağlanmasının nedenleri olarak
şunlar ileri sürülebilir sanırım: Salt bir tarih çalışması, tarih felsefesinden yoksun ol-
duğu için olaylar arasındaki bağlantılara, olaylara yönelişinde gerekli olan problema-
tik bakışa sahip olamayacak [bu bakış büyük ölçüde felsefe tarafından oluşturulur]

ve Geçmiş -Şimdi- Gelecek arasındaki ilişkileri ve bunların birbirine dönüşümünü

sağlam bir biçimde temellendiremeyecektir. Buna bağlı olarak yapılan çalışma, bir
olaylar yığını ya da kronoloji olmaktan öteye gitmeyecektir büyük ölçüde.
Salt bir tarih felsefesi ise, kendi içinde mantıksal bir tutarlılık sağlayabilir ol-
masına karşılık; eğer tarih bilimi ve onun verilerinden yararlanmıyorsa, söyledikleri,
ortaya koydukları gerçeklikle büyük ölçüde ilişkisiz ve temelsiz kalacaktır. Ancak
yine de bu iki alan arasında önemli ayrımlar da bulunmaktadır kuşkusuz.

Bu ilişki ve ayrılığı Leon - E.Halkın şöyle dile getirmektedir: "Fikirlere


sahip olan her tarihçi [tarih bilimcisi] bilmeksizin tarih felsefesi yapar. Geçmişi

açıklama veya tahlil ederek sergileme tehlikesine atıldığı andan itibaren, tarih fel-
sefesi yapmamayı başarabilen hiçbir tarihçi yoktur. Bununla birlikte, teorilerini
haklı göstermek için tarihten örnekleme yapan -yazarla [filozof] kılı kırk yararcası­

na, belgeleriyle ilişkisini koruyan yazar [tarih bilimcisi] arasındaki fark açıktır. 11< 22)

22- Leon-E.Halkın, Tarih Tenkidinin Unsurları, Çev: Bahaeddin Yediyıldız, T.T.K. Yay.,
l.Baskı, Ankara 1989, s: 7

19
C-Tarihte Öznellik I Nesnellik Sorunu ve Tarihte Bireyin Rolü

Tarihe yönelik çalışmalarda, bu çalışmalar ister felsefi ister bilimsel olsun karşımıza

önemli bir sorun olarak 'öznellik' ve 'nesnellik' kavramları ve bunun 'tarih' içindeki
yeri çıkacaktır kuşkusuz. Biz, sorunu öncelikle tanımlayarak, daha sonra bu tanımla­

malar çerçevesinde filozofların ve tarihçilerin [tarih bilimcilerinin] bu soruna nasıl

baktıklarını ortaya koyacağız ve bu soruna bağlı olarak; tarihte bireyin rolünü ince-
leyeceğiz.

'Öznellik' kavramını özneye ilişkin olan, başat olarak özneyi öne alan ve bun-
dan ötürü tarihsel süreçleri özneye bağlı olarak belirleme anlayışı diye tanımlayabi­

liriz. 'Nesnellik' kavramını ise nesneye ilişkin olan, başat olarak nesneyi öne alan ve
tarihsel süreçleri nesneye bağlı olarak belirleme anlayışı olarak tanımlayabiliriz.

Bu belirlemeden sonra, tarihçinin öznelliğe nasıl baktığını kısaca belirleyecek


olursak; Carr ve Febvre'in özellikle tarihe yönelmede ve olayları, yapıları inceleme
sürecinde kendilerine temel olarak 'seçme' kavramını aldıklarını ve bu bağlamda bir
'öznellik' içinde bulunduklarını söyleyebiliriz.
Tarihte 'nesnellik' hakkında şunları söylemektedir Carr: "Bir tarihçinin nesnel
olduğunu söylersek sanırım iki şey söylemek isteriz. Her şeyden önce onun toplum
ve tarih içinde, konumunun sınırlı bakış açısının üstüne çıkma yeteneği olduğunu ...

İkinci olarak, [da] geçmişe bakışları, kendilerinin içinde bulundukları konumla büs-
bütün sınırlı olan tarihçilerinin erişebilecekleri daha sağlam ve daha sürekli bir
kavrayışa sahip olabilecek şekilde kendi görܧ gücünü geleceğe yansıtabilme yetene-
ği olduğunu söylemek istiyoruz. 11<23>
Tarihte 'öznellik' düşüncesine örnek olarak R.G.Collingwood gösterilebilir.
Ona göre; "Tarihçinin olguları belirlemesinden sonra, nedenleri soruşturmak gibi

23- E.H.Carr. Tarih Nedir, s: 164

20
daha fazla bir süreç yoktur. Tarihçi ne olup bittiğini bilince, neden olup bittiğini

zaten bilir... olayın nedeni, eylemi, olayın olmasına yol açan kişinin zihnindeki dü-
şünce demektir: Bu da olaydan başka bir şey değildir, olayın kendisinin içidir... her
tarih, geçmiş düşüncenin tarihçinin zihninde yeniden canlandmlmasıdır."<24)
Böylesi bir düşünce bizi, tarihte nesnelliğin olamayacağına ve buna bağlı ola-
rak da her tarihin ve tarih üzerinde söylenen, üretilen her söylemin en az diğeri

kadar anlamlı, doğru olacağı sonucuna götilrilr. Evet, tarihçinin öznelliği ve tarihe
yönelişindeki tutumu, onu tam bir nesnellikten uzaklaştınnaktadır, ancak bu, onun
tam anlamda öznel olduğu sonucunu vermemektedir.
Öznellik ve nesnellik problemini, tarih üzerine çalışan bilim adamı ve filozof-
ların çeşitli tarihsel süreçlere ve bu süreçlerde ortaya çıkan çeşitli tarihsel olaylara
[ör.: Kölelik, Engizisyon Kurumu, 2.Dünya Savaşı vb.] ilişkin tutumlarından hare-
ketle; iki temel noktada toparlamak olanaklıdır.

1. Noktadaki tarihçi ve filozoflar, ele aldıkları tarihsel olayları, iyi-kötü gibi


ahlaksal yargılar vererek, çalışmalarının içine bu tutumlarını da yansıtarak tarihsel
olayları ve süreçleri yargılamaya tabi tutarlar. Bu konumda bulunan tarihçi ve filo-
zofların kendi düşünsel tutumlarının arkasında belli ahlaksal yargıların bulunduğunu

ve bu durumun tarih çalışmalarında onları öznelliğe yönelttiğini söylemek olanaklı­

dır.

2. Noktadaki tarihçi ve filozofların ise ele aldıkları tarihsel olaylara ve süreç-


lere betimleyici ve anlamaya yönelik bir tarzda yaklaşıp, olaylar ve süreçler arasın­

daki çeşitli içsel bağlantıları, ilişkileri ortaya koymaya çalıştıklarını ve bu tutumla


tarih çalışmalarında olabildiğince nesnelliğe yöneldikleri söylenebilir.
Bu tarihçilerin arkaplanında çeşitli beklenti ve değer yargılarının olmadığı

veya olsa bile çalışmasını etkilemediği söylenemez. Çünkü, "bilgi ve beklentilerimiz

24- R.G.Collingwood, Tarih Tasarımı, Çev: Kurtuluş Dinçer. Ara Yay., 1. Baskı. İstanbul
1990. s: 215-216

21
sonu! anlamda, birbirinden ayrılmaz şeylerdir... "<25)
Ancak bu durum, onların, tarihi yargılar bir konumda olmalarını gerektirme-
mektedir. NesnelJiğe yönelmek, onu yakalamak isteği bizi bu tür yargı vermelerden
uzaklaştırmalıdır. Ayrıca şunu da söylemek gerekir ki biz ne kadar tarihi yargılamak

istersek isteyelim: "...Tarih, yargıçları dışlar."< 26)


Tarihsel süreçlere-olaylara çeşitli tarihçiler ve füozoflar kendi öznel eğilimleri­

ne bağlı olarak yaklaşabilir, seçmeci bir tutumla olayları ortaya koyabilirler. Ancak
bu durum, incelenen tarihsel olayın-sürecinde değişebileceğini göstermez. Yorumla-
ma ve açıklamada ortaya çıkan farklılıklar, kanımızca olay ve süreçleri göreli bir
hale getirnıemekte; tam tersine, onları zenginleştirmektedir. Bu durum gerçekliğin

farklı ama geliştirilmiş ve şimdiyi, dolayısıyla geleceği aydınlatabilecek bir sunumu-


nu vermektedir bize.
Öznellik ve nesnellik arasındaki ilişkileri çok yönlü kurmalı, bunlardan her-
hangi birine ağırlık vermek yerine; öznel yanı ununnadan nesnel olana yaklaşabil­

meli, nesnel olanın içindeki öznel yanı ve öznel yanın içindeki nesnel yanı da göre-
bilmeliyiz. Çünkü: " 'Nesnel' ve 'öznel' birbirleriyle ilişkili olan kavramlardır. Her
tarihçinin yapıtında öznel öğeler vardır ve içinde bulunduğu zamanın ve yerin etki-
lerini taşır. Saltık ve zamandan bağımsız nesnellik, gerçek-dışı bir soyutlamadır.

Ama tarih, geçmiş olayların tarihçinin benimsediği bir nesnellik ilke ve ölçüsüne
göre seçilip düzenlenmesini gerektirir; bu iş, zorunlu olarak yorum öğelerini de içe-
rir. Bu olmazsa geçmiş, önemsiz ve birbirinden kopuk sayısız ayrıntılara dönüşür ve
tarih yazmağa olanak kalmaz. "<27)
Şimdi tarihte öznellik / nesnellik sorunuyla çok yakından ilişkili olan bir ko-

25- Martin Jay, Diyalektik İmgelem, Çev: Ünsal Oskay, Ara Yay., 1. Baskı, İstanbul 1989,
s: 125
26- F.Braudel, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, Çev: M.Ali Kılıçbay, Eren Yay., l.Baskı, İstan­
bul 1989, Cilt 2, s: 160
27- E.H.Carr-J.Fontana. Tarih Yazımında Nesnellik ve Yanlılık, s: 14

22
nuyu; tarih ve birey [insan] arasındaki ilişkileri, birbirleri üzerine olan etkilerini ele
alarak, bu sorunu G.W.F. Hegel, K.Marx ve F.Braudel aracılığıyla açmaya çalışa­

cağız.

Önce Hegel'in görüşlerini kısaca ele alalım. Spekülatif Metafizik bir felsefe
sistemine sahip olan Hegel'e göre tüm dünya [Varlık, Doğa, Mutlak Tin], Geist
[Tin] adını verdiği yapının tarihte [Dünya tarihinde] kendini açması, ortaya koyma-
sıdır. Hegel, Geist'ın [Tin] bu kendini açış durumunu şöyle bir örnekle bize göster-
mektedir: "...Tin, yarayı açan ve daha sonra iyileştiren de yine odur. <2X> Hegel'e 11

göre Tin; kendini tarihte koymakta, dışlaştınnaktadır. Bu yanıyla Tin: "...devinim


halinde bir mantık olan tarihin kendi özünden başka bir şey deği/dir. <29 > 11

Hegel'e göre bu Tin'in özü, özgürlük olduğundan ötürü, dünya tarihi de özgür-
lüğe doğru ilerleyen bir süreçtir. Hegel, dünya tarihindeki toplumları özgürlük bağ­

lamında inceleyip, Doğu toplumlarında bir kişinin özgür olduğunu [Tez], Antik
Yunan ve Roma'da bir grubun [Anti-tez], Hıristiyan-Germen toplumunda ise herke-
sin özgür olacağını [Sentez] söyler. İşte tüm bu süreç: "...Tin'in kendi kavramına
erişme kendi kendini gerçekleştirme çabasından başka bir şey değildir. Tin' in kav-
ramı ya da özü ise özgürlüktür Hegel'e göre."< 30>

Bu özgürlilğün kendisinde cisimleştiği Hıristiyan - Germen toplumuna ulaşıl­

dığında Tin artık kendisini tam anlamıyla vareder ve bundan ötürü de tarihin gelişi­

mi tamamlanır. Başka türlü söylendikte tarih biter, sona erer.


Tarihin bitişi sorununu sonra tartışmak üzere erteleyip, Hegel'in tarih anlayışı

içinde bireyin rolüne değinecek olursak; ona göre "Bireyler yalnızca Dünya Tin'inin

28- G.W.F. Hegel, Mantık Bilimi, Çev: Aziz Yardımlı, İdea Yay. l.Baskı, İstanbul 1991, s: 43

29- Nejat Bozkurt, 'HegeJ Felsefesi Üstüne Notlar', Hegel-Seçilmiş Parçalar, Çev: Nejat Boz-
kurt, Remzi Kitabevi, l.B askı , İstanbul 1986, s: 29

30- Önay Sözer, 'Hegel'de 'Dünya Tarihi'nin Gidişi ve 'Özgürlük İdesi', s: 117

23
birer ajanıdırlar."<.3 1 > Hegel'in Dünya Tin'i [Welt Geist] kendini tarihte gerçekleştir­
mek için dünya tarihsel bireylerin [die Weltgeschichtlichen Individuen], yani
Büyük İskender, Jullius Cesar ve Napoleon gibi bireylerin tutkularını, isteklerini
kullanır. Buna Hegel, L ist der Vernunft [Aklın Hilesi] adını verir. Hegel dünya ta-
rihi içindeki geçici durumuna paralel olarak bu dünya tarihsel bireyi şöyle tanımlar:

"Çağın büyük adamı, çağının istemini dile getirebilen, çağına isteminin ne olduğunu

söyleyebilen ve bu istemi yerine getirebilen kişidir. Onun yaptığı, çağının yüreği ve


özüdür; o çağını gerçek kılar. 11<32>
Şimdi de K.Marx'ın tarih görüşünü kısaca ele alalım. Maddeci bir düşünür

olan Marx, toplumların tarihsel gelişimini 'altyapı' ve 'ilstyapı' kavramları açısından

ve bu iki kavram arasındaki ilişkiyi de 'diyalektik' yöntem aracılığıyla incelemiş,

deyim yerindeyse, bütün bilimleri bir tarih bilimine indirgeyerek, maddi yaşamın

üretilmesi - yeniden üretilmesi temeline dayab bir tarih bilimi ve bununla bağ­

lantılı bir diyalektik maddeci felsefe kurmuş, insan yapıp etmelerini kendi teorik yö-
neliminin temeline koymuştur.

Marx'ın ilk döneminde tarih ve tarihte insana bakış şu söylemde varlık kazan-
maktadır: "Tarih hiçbir şey yapamaz, 'engin zenginliğe sahip değildir' o, 'çatışmala­

ra girişmez'! Tersine, bütün bunları yapan, bütün bunlara sahip bulunan ve bütün
bu çatışmalara girişen, insandır, gerçek ve yaşayan insan; hiç kuşkunuz olmasın,

insanı kendi ereklerini gerçekleştirmek için kullanan --.sanki kendi başına bir kişiy­

miş gibi - tarih değildir; tarih kendi, öz erekleri ardından koşan insan etkinliğin­

den başka bir şey değildir.'t(.3 3>


Marx'~ daha çok, tarihe ve tarih içindeki insana toplumsal praxis açısından

baktığını görüyoruz. Çok etkilendiği ve diyalektik yöntemini de aldığı, ancak tarih

31- Emst Cassirer, Devlet Efsanesi, Çev: Nejla Arat, Remzi Kitabevi l.Baskı, İstanbul 1984,
s: 236
32- E.H.Carr, Tarih Nedir, s: 73
33- K.Marx-F.Engels, Kutsal Aile, Çev: Kenan Somer, Sol Yay., !.Baskı, Ankara 1976, s: 144

24
üzerine olan düşüncelerini paylaşmadığı Hegel'in, Marx'ın düşünceleri üzerinde be-
lirgin bir ağırlığı vardır. Aktarılan parçadan da görüldüğü gibi, Marx, açıkça
Hegel'in tarih anlayışıyla bir hesaplaşmaya girişmekte ve onu [Hegel'in tarih an1ayı­

şım] kendince yanlışlamaktadır.

Marx, kendisinin birinci dönemi diye adlandırabileceğimiz bu düşüncelerini

daha sonraki süreçte geliştirmiştir. Marx'ın ikinci dönemindeki tarih anlayışı daha
farklıdır. Burada Marx, insanlara olduğu kadar, koşullara-yapılara da önem vermeye
başlar. Marx'a göre; "insanlar tarihlerini kendileri yaparlar; ama kendi keyiflerine
göre, kendi seçtikleri koşullar içinde yapmazlar, doğrudan belirli olan ve geçmişten

gelen koşullar [yapılar] içinde yaparlar. Bütün ölmܧ kuşakların geleneği, büyük
bir ağırlık, yaşayanların beyinleri üzerine çöker. "<34> Bu anlayışın, daha sonra tarihe
özneler değil, yapılar üzerinden giderek açıklama getiren L.Altbusser'in düşünceleri­

ne temel oluşturduğunu da söyleyebiliriz.


Şimdi de Fernand Braudel'in bu konuya ilişkin olarak söylediklerine bakma-
dan önce, kısaca onun tarih anlayışı hakkında biraz bilgi verelim. F.Braudel, Anna-
les Tarih Okulu' nun 2.dönem temsilcilerindendir. Kendisi bu okulun düşüncelerini

geliştirmiş ve bütünsel tarih anlayışını hem teorik, hem de pratik düzeyde üretmiş­

tir. Tarihi daha çok, bir sure diyalektiği olarak kavrayan Braudel; geleneksel tarih
anlayışının olay ve önemli kişiliklere dayalı tarih anlayışını-yazımını eleştirmiştir.

Braudel geleneksel tarih anlayışındaki eksiklikleri, 1.Dünya Savaşı üzerine ya-


pılan ve gerçek bir tarihi anlattığı ileri sürülen bir film ilzerinden giderek ortaya
koyar. Bu fılm onun benzetmesiyle, geleneksel tarih anlayışını resmeder. Braudel'in
anlatımıyla; "Bir saatten çok çatışmanın resmi saatlerini yeniden y<l§adık; bir yan-
dan İngiltere kralı V.George, öte yandan Belçika icralı, İtalya kralı, Alman impara-
toru ya da cumhurbaşkanımız Raymond Poincare'nin önünde yapılan elliden fazla

34- K.Marx, Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire'i, Çev: Sevim Belli, Sol Yay., 2.Baskı. Ankara
1990. s: 13- 14

25
geçit töreninde hazır bulunduk. Büyük askeri ve diplomatik konferansların çıkışında,

bu uzak yılların sinemasının kopuk kopuk akışının kendilerine daha çok hayaletleri
andıran ve daha gerçek dışı bir görünüş verdiği bütün ünlü fakat unutulmuş kişile­

rin gözümüzün önünde geçit resmi yaptıklarını gördük. Gerçek savaşa gelince hu,
üç dört film hilesiyle ve yapay patlamalarla temsil edildi: Gerçek geri planda kal-
mıştı. u(35)

Braudel bu tür anlayışları temele alan tarih görüşlerine karşı olup, bireye ve
tek tek olaylara ilişkin düşüncelerini şöyle dile getirmektedir: "...biz olayların ger-
çekliğini ya da bireylerin rolünü yadsımıyoruz. Çünkü bu çocukça bir şey olurdu.
Fakat bireyin tarihte çoğu kez ancak bir soyutlama olduğuna da dikkat etmek gere-
kir. Gerçek yaşamında kendi içine kapalı bir birey yoktur; bütün bireysel serüvenler
toplumsallığın oldukça karmaşık bir gerçekliği, sosyolojinin dediği gibi "kesişme"

gerçekliği içinde erirler. Sorun, olumsal nitelikte olduğundan bireyi yadsımak değil­

dir; fakat onu aşmak, onu kendisinden farklı güçlerden ayırdetmek, keyfi olarak yü-
celtilmiş, kahramanlar rolüne indirgenmiş bir tarihe karşı çıkmaktır: Biz bu yarı

tanrılar dinine inanmıyoruz, ya da daha basit olarak Treitschke'nin şu tek yanlı ku-
rumlu "Tarihi insanlar yapar" sözüne de karşıyız. Hayır, tarih de insanları yapar
ve onların yazgısını belirler. 11
<
36>

Braudel'in aktardığımız alıntıdaki son cümlesiyle, Marx'ın şu cümlesi arasında

ilginç bir benzerlik bulunmaktadır: "Materyalist tarih anlayışı gösterir ki insan,


maddi şartları yarattığı kadar, maddi şartlar da insanı yaratır. 11
< >
37
Braudel tarihe
bakışında, Marx gibi sınıfsallığa vurguyu temele almasa da, maddi altyapı ve somut
yaşama olan ilgisiyle ve tarihte bireyin rolüne ilişkin düşünceleriyle, Marx'a olduk-

35- F.Braudel '1950'lerde Tarihin Durumu', Çev: Zeki Arıkan, Tarih İncelemeleri Dergisi,
Ege Ü.E.F.Yay., İzmir 1983, s: 133
36- a.g.y., s: 133
37- K.Marx-F.Engels, Alman İdeolojisi, Çev: Hamdullah Erbil, Melsa Yay., l.Baskı, İstanbul
1990, s: 48

26
ça yaklaşmaktadır.

Tarihte bireyin rolünü bu üç düşünür üzerinden giderek ortaya koyduktan


sonra, bu tarih ve birey arasındaki ilişkinin tarihi açıklama ve anlamada bizim için
önemi nedir sorusunu yanıtlayalım. Bizce 'toplum' ve 'birey' ilişkisi karşılıklı ve çok
yönlü bir ilişkidir. Bu kavramlar hem iç içe, hem de ayrıdırlar.

Bunlardan herhangi birine ağırlık vennek; tarihe bakışımızda bizi çeşitli uç


düşilnmelere götürecektir ki, işte aşın nesnellik ve aşın öznellik eğilimleri de büyük
ölçüde bu kavramlardan birine fazla ağırlık verilmesiyle oluşmaktadır.

27
D-Tarihte Rastlantı ve Nedensellik

Bu bölümde 'neden', 'nedensellik', 'olumsallık', 'olasılık', ve 'rastlantı' kavranılan

'tarih felsefesi' ve 'tarih bilimi' bağlamında tarih içindeki önemlerine bağlı olarak ele
alınacaktır.

'Neden' kavramını herhangi bir olayı-yapıyı etkileyen, onun oluşmasına yol


açan, onu değişim ve dönüşüme uğratabilen etkilere verilen genel ad olarak tanımla­

yabiliriz. Bütün bUyük tarihçilerin de tarih araştıımalarmda tarihsel süreç-olay ve


yapıların, bunların ortaya çıkış, devam ediş ve yok oluşlarının nedenlerini ortaya
koymaya çalıştığını görebiliriz.
İlk tarihçilerden biri belki de en önemlisi olan ve kendisine tarihin babası de-
nilen Herodotos şunları söyler daha kitabının başında: "Bu, Halikarnassos'lu Hero-
dotos'un kamuya sunduğu araştırmadır. İnsanoğlunun yaptıkları zamanla unutulma-
sın ve gerek Yunanlıların, gerekse Barbarların meydana getirdikleri harikalar bir
gün adsız kalmasın, tek amacı budur; bir de bunlar birbirleriyle neden dövüşürler­

di diye merakta kalınmasın. <38>


11

Tarihçiler ve filozoflar tarihsel süreçlere, olaylara ve yapılara ilişkin çoğu

zaman birbirinden farklı açıklama ve yorumlara gitmiş ve buna bağlı olarak da tarih
denilen varlık alanına ilişkin birbirinden ayn neden ve yasalar ortaya koymuşlardır.

Bu neden ve yasalar: "bazen mekanik, bazen biyolojik terimler içinde düşünüldü;

bazen metafizik olarak, bazen ekonomik, bazen de psikolojik. Fakat kabul edilen
teori [genel yaklaşım], tarihin düzenli bir neden-sonuç sırası içinde geçmişin olay-
larını art arda düzenlemekten ibaret olduğudur. <39>
11

Neden kavramı hakkında tarihçi ve filozofların düşüncelerine kısaca baktıktan

38- Herodotos, Herodot Tarihi, Çev: Müntekim Ökmen, Remzi Kitabevi, 3.Basım, İstanbul
1991, s: 17
39- E.H.Carr, Tarih Nedir, s: 116

28
sonra, şimdi de 'tarihte neden' düşüncesine tarih bilimci ve tarih filozofları açısın­

dan bakalun. Bu konuya ilişkin tutum ve yönelişleri temelde üç ana noktada derle-
yip toparlamak olanaklıdır:

1- Tarihsel olayların-yapıların ve süreçlerin temelde 'tek neden'den kaynaklan-


dığını, oluştuğunu ileri sürenler. Buna örnek olarak 19. yy. Alman İdealizmi

[Hegel] ve bazı Marksist tarih felsefecileri [Plekhanov] gösterilebilir.


2- Tarihsel olayların yapıların ve süreçlerin temelde 'çok neden'den oluştuğunu

ileri sürüp, bunları sadece betimlemekle yetinip aralarındaki içsel ilişkileri belirleme-
yenler. Buna örnek olarak da Herodotos ve L. v. Ranke'yi gösterebiliriz. Onların,

tarihçi ve tarih filozofunun işlevine ilişkin söylediklerini şu alıntıyla daha açık kıla­

biliriz: "Yaşlı Ranke'nin formülü ünlüdür: Tarihçi şeyleri tasvir etmekten başka hiç-
bir şeyi kendine görev olarak almamaktadır; 'meydana geldikleri gibi-wie es ei-
gentlich gewesen.' Herodotos bunu ondan önce söylemiştir; 'olmuş olanı anlatmak-
ton eonta.' Başka türlü söylemek gerekirse, bilim adamı, tarihçi, olaylann önünden
silinmeye davet edilmektedir. •ı(40)
3- Tarihsel olayların-yapıların ve süreçlerin temelde 'çok neden'den oluştuğu­

nu, bu nedenler arasında sıkı bir ilişki bulunduğunu ve nedenler arasında da kimi
neden[ler]'in dünya-tarihsel olarak başat olduğunu ileri sürenler ki, bunlara da örnek
olarak M.Bloch ve E.H.Carr'ı gösterebiliriz.
Carr'ın tarihte neden düşüncesi ile tarihçi arasındaki ilişkiye bakışı bizim de
temelde yakın durduğumuz bir düşünme tarzıdır. Carr bu konudaki görüşlerini

şöyle ortaya koymaktadır: "Gerçek bir tarihçi, kendi topladığı... nedenler listesini
eline alınca, bir çeşit mesleki zorlama ile bunu bir düzene indirgemek, birbirleriyle
ilişkilerini kuran bir nedenler hiyerarşisi meydana getirmek, belki hangi nedenin ya
da nedenler grubunun, son bakışta ya da nihai analizde [tarihçilerin pek sevdikleri

40- M.Bloch. Tarihin Savunucusu Ya da Tarihçilik Mesleği, s: 91

29
deyişler] en son nedenin, bütün nedenler nedeni olarak alınması gereğini duyacak-
tır. Bu konu, şu hakkında onun yaptığı yorumdur; tarihçi ağırlık verdiği nedenlerle
tanınır. "<4 n

Şimdi de tarihe ilişkin çalışmalarda tarihçinin ve filozofun düşünce yapısını,

yönelimini büyük ölçüde etkileyen ve onlar için sine qua non kavramlar halinde
bulunan nedensellik ve rastlantı kavramını tanunlayıp, tarih içindeki işlevlerine de-
ğinmek istiyoruz.
İlk olarak 'Nedensellik' kavramına bakalun, Nedensellik [Kausalitiit]: Nedenle
sonuç arasındaki ilişki olarak tanımlanabilir. Determinizmi daha çok Nedensellik
olarak ele alan Carr'a göreyse bu kavram: "...olmuş olan her şeyin neden ya da
nedenleri bulunduğu ve neden ya da nedenler değişik olmadıkça farklı [bir şeyin]

olamayacağı inancı"dır.<•2>

Nedensellik anlayışının günlük yaşamımızda da vazgeçilmez bir önemi olduğu

kuşku götürmez. Bütün insani ilişkilerimizde daima nedensellik ilkesini kullanmakta-


yız. Bu ilkeye ters düşen durumlarda ise; sıradışı, olağan olmayan durumları hemen
nedenselleştirmeye; olağan olmayanı, olağanlaştınnaya çalışırız. Gündelik İnsan­
Doğa ilişkilerinde de aynı tavra sahip olduğumuz söylenebilir.
Ancak tarih üzerine yapılan çalışmalarda bu durumdan söz etmek oldukça
güçtür. Çünkü herhangi bir olayın tek değil çok nedeni vardır ve olay üzerine yapı­

lan araştınnada kimi neden[ler] öne çıkmakla birlikte bu, bize, olayın oluşumundaki

çok nedenleri unutturmamalıdır.

Tarihte tek neden aramak ya da bizim kendi belirlediğimiz bir nedenden hare-
ketle, tarihe yaklaşmamız ve temellendirmeye çalışmamız, bizi büyük ölçüde bilim-
sellikten uzaklaştıracaktır. Buraya kadar söylediklerimizden hareketle genel olarak
bilim, özel olarak da tarih bilimi üzerine yapılacak çalışmalar için şu önerilebilir.

41- E.H.Carr, Tarih Nedir, s: 118 - 119

42- a.g.y., s: 123

30
"Her şeyi tek sözcükle söylemek üzere zaten diğer alanlarda da olduğu gibi, tarihte
nedenler önceden aksiyom olarak konulamazlar. Bunlar aranır.. :tC43>
Şimdi de 'Rastlantı' kavramına bakalım, "Rastlanu [Zufall]: Açıklanmayan,

beklenilmeyen, önceden kestirilemeyen bir olayın ortaya çıkması diye tanımlanabilir.

Carr'a göreyse; "... tarihte rastlantı denilen şeyler tarihçinin asıl araştırmakla ilgi-
lendiği ardardalık dizilerinin arasına giren-böyle denilebilirse, onlarla çatışan,

neden ve sonuç dizilerinin ifadesidir. <44> 11

Rastlantı kavramının tarihsel olaylar ve yapılar üzerindeki rolünU inceleyecek


olursak; bilindiği kadarıyla rastlantı ve tarih arasındaki ilişkiyi, bir tarih filozofu ol-
mamakla birlikte [belki de matematikçi yanının etkisiyle] ortaya koyan bir filozofla
karşılaşırız felsefe tarihinde: Bu filozof Blaise Pascal'dır.

O, bu konuya ilişkin görüşünü şöyle dile getirmektedir: "İnsanın hiçliğini, de-


ğersizliğini iyice anlamak isteyen olursa Aşk'zn sebep ve neticelerini gözden geçir-
sin. Onun sebebi bir Bilmem ne? [Corneille]'dir, neticeleri afetlerdir. Farkına va-
rılmayacak, sezilmeyecek kadar önemsiz bir şey olduğu halde bu bilmem ne,
prensleri, orduları, kısaca bütün dünyayı birbirine katmaktadır. Kleopatra'nın burnu
eğer daha kısa olsaydı, bugün yeryüzü başka şekil alırdı. •tC45>
Tarih bilimi ve felsefesine Kleopatranın burnu diye geçen bu anlayışa göre
tarih: büyük ölçüde rastlantılara göre belirlenen bir olaylar dizisidir. Bu anlayışıyla

tarihte rastlantının önemini savunanlara örnek oluşturan Pascal; insan varoluşunun

zorunsuzluğu-olumsallığı [contingence] düşüncesiyle de daha sonraki yüzyıllarda

çağdaş varoluşçu fılozoflan [M.Heidegger, J.P.Sartre] öncelemiştir. Şöyle demekte-


dir Pascal: "Öncesizlik ve sonrasızlık içinde soğurulmuş küçücük yaşam süremi göz

43- M.Bloch, Tarihin Savunucusu Ya da Tarihçilik Mesleği, s: 130

44- E.H.Carr, Tarih Nedir, s: 130

45- B.Pascal, Düşünceler, Çev: Fethi Yücel, Ege Matbaası, 4.Baskı. Ankara 1970, s: 45-46

31
önüne aldığımda; bilemediğim ve bilinemediğim uçsuz bucaksız uzayın sonsuzluğun­

da, doldurduğum bu küçücük uzam parçasını düşündüğümde, kendimi başka yerde


değil de burada görmekten korkuyor ve şaşkınlık duyuyorum; zira orada değil de
burada bulunmamın, geçmişte değil de şimdi de yaşamanın bence akla uygun hiçbir
nedeni yok"<46>
Tarihte rastlantı ve olasılık üzerine eleştirel tavır geliştiren çağdaş tarihçi ve
kuramcı M.Bloch'un bu konudaki görüşlerine de kısaca değinmek istiyoruz. Bloch'a
göre: "Bir olayın olasılığını hesaplamak, onun meydana gelme şansını ölçmek de-
mektir. Böyle konulduktan sonra, geçmiş bir olayın olasılığından söz etmek meşru

mudur? Mutlak anlamda tabii ki hayır. Geçmiş, olasılığa yer bırakmayan bir veri-
dir... Eğer olay tartışılmaz bir şekilde meydana gelmişse, bu spekülasyonlann meta-
fizik [olumsuz anlamda] olaylardan farklı bir değeri yoktur... Bu sorularla vakit ge-
çirmek yasaklanmış değildir. Ancak tek bir koşulla: Bun/an gerçekten olduk/an
halleriyle ele alarak, yani insanlığın ilerlemesi sırasında rastlantının ve görülmeye-
nin paylarını ortaya koymayı amaçlayan basit dil yaratanları olarak. <47>
11

Tarihte rastlantısallığa karşı geliştirilen düşüncelerden biri de Montesquieu'ye


aittir. Kendisi rastlantısallığın nasıl olup da nedenselliğe dönüşttirülebileceğini şöyle

açıklamaktadır: "Tarihin akışını rastlantı belirlemez. Her devlette, onun doğuşuna,

varlığını sürdürmesine ve yıkılışına yol açan genel nitelikte maddi ve manevi ne-
denler vardır. Bütün rastlantılar bu nedenlere bağımlıdır; eğer bir meydan savaşı,

bir devletin yıkılmasına tek başına neden olmuşsa, bu ancak o devleti bir tek savaş­

la yıkılacak duruma getirmiş olan genel bir nedenin bulunmasıyla açıklanabilir: Kı­

sacası, bütün bireysel etkenler, ana gidiş doğrultusunda yer alırlar. <48>
11

46- Nejat Bozkurt, Eleştiri ve Aydınlanma (Felsefe İncelemeleri), Say Yay., 1. Baskı. İstanbul
1994, s: 266
47- Marc Bloch, Tarihin Savunucusu Ya da Tarihçilik Mesle~i, s: 80-81
48- E.H.Carr-J.Fontana, Tarih Yazımında Nesnellik ve Yanlılık, s: 49

32
Nedensellik / Rastlantı kavram çiftinin tarihteki yerine ilişkin çeşitli bakış açı­

larını verdikten sonra; bu konuya ilişkin kendi görüşlerimizi de belirtelim: Tarihsel


olaylara, yapılara ve süreçlere ilişkin kavrayışımızda neden ve nedensellik düşünce­

sinin önemli bir yeri vardır; gerek zihnimizin genel işleyişi, gerekse tarihsel süreçle-
rin birbirine bağlanması ve buradan hareketle tarihin kendisinde bir süreklilik ve ar-
dardalık ilişkisi kurabilmek bağlamında bu kavramların temel bir yeri olduğunu

söyleyebiliriz.
Ancak gözden kaçırılmaması gereken bir nokta bulurunaktadır ki, o da şudur:

Böylesi bir anlayışın bizi daha genel anlamda bir belirlenimciliğe ve bununla bağ­

lantılı olarak da tarih.in kendisinde içkin bir belirlenim olduğu düşüncesine götürebi-
leceğidir. Bu da sonuçta Hegelci anlamda mistifike edilmiş bir tarih görüşüne bizi
vardırır.

Böylesi bir varışın ise tarih felsefesi ve bilimi açısından bize kazandırdıkları­

nın oldukça bulanık olacağını düşünmekteyiz . Bunun yanında 'rastlantı' kavramının

da tarih bilimi ve felsefesi açısından çok yol açıcı bir kavram olmadığı; 'rastlantı'

kavramıyla, tarihte sürekliliğin ve ardardalılığın, olaylar ve yapılar arasındaki ilişki­

nin kurulmayacağı söylenebilir.


Eğer bir yanıyla seçmeci, diğer yanıyla genelleyici bir tutuma sahipsek ve ta-
rihteki biriciklerden genel olanı çıkarma ve buna bağlı olarak tarihe bir anlam
verme ve açıklama çabasındaydık; böylesi bir çabada rastlantı kavramına alabildi-
ğince az yer vermek ve açıklamak zorundayız.

Son olarak rastlantı hakkında şöylesi bir sav öne sürülebilir: Rastlantı, çoğu

zaman mistifıkasyona eğilimli yapıların kullanımına açık ve öznel tarih çalışmaların­

da temel olarak kullanılabilecek bir yapısal özellik göstermektedir: "Tarihsel olayla-


rın tepesinde değil de, çukurunda bulunan bir topluluk ya da ulusta tarihte şansın

veya da rastlantının rolünü vurgulayan teoriler egemen olacaktır. Sınav sonuçları­

nın hep şansa bağlı olduğu görüşü, düşük not olanlar arasında her zaman yaygın

33
olacaktır. "< 49)

Bu açıklamalar ışığında son söz olarak; tarih incelemelerinde [bilimsel-felsefi]


açıklama ve yorumlamanın, bilgilenme süreciyle bağlantılı olarak geliştiğini; yakın

döneme kadar gelen eksik, yanlı tarih çalışmalarının, söylemlerinin kendilerine


temel olarak aldıkları 'tarihte rastlantının önemi', 'tarihte bireyin önemi', 'tarihin ko-
nusunun geçmiş olması' vb. ve buna bağlı olarak tarihin sağlam bir bilim olmadığı

gibi savların artık geçerliliğini yitinneye başladığını söyleyebiliriz.


Özellikle 20. yy.'da Annales Okulu ve onun kuramcılarının 'bütünsellik', 'disip-
linlerarası çalışma' gibi kavramları tarih çalışmalarının temeline koymalarıyla birlik-
te, artık tarihin de toplum bilimleri içinde hak ettiği yeri aldığını ve tarihin artık

karşımıza çok daha sağlam, açık bir yapı olarak çıktığını görebilir-söyleyebiliriz.

49- E.H.Carr, Tarih Nedir, s: 133

34
il.BÖLÜM

A- Annales Tarih Okulunun Bütünsel Tarih Anlayışı

Bu bölümde Annales Tarih Okulu'nun kuruluşunu, başlıca üyelerini ve tarih anlayış­

larını genel bir bakışla ortaya koyacağız. Daha sonra ise bu okulun 1. dönemi diye
adlandırılabilecek olan Marc Bloch ve Lucien Febvre'in tarih anlayışları, onların

tarih çalışmalarından hareketle betimlenecektir.


Annales Tarih Okulu, Strasbourg Üniversitesinde Tarih hocalığı yapan L.
Febvre ve M. Bloch tarafından 1929 yılında, Annales d'Histoire Economique et So-
ciale [Ekonomik ve Toplumsal Tarih Yıllıkları] adlı dergi etrafında kurulmuştur.

Dergi, araya 2. DUnya Savaşı'nın girmesi yüzünden yayınına bir süre ara vermiş, sa-
vaştan sonra ise Annales: Economies, Societes, Civilisations [Yıllıklar. Ekonomiler,
Toplumlar, Uygarlıklar] adıyla yeniden çıkmaya başlamıştır.

Bu dergi etrafında toplanan tarihçilerin belli başlıları olarak şu isimler sayıla­

bilir: Lucien Febvre, Marc Bloch, Fernand Braudel, Georges Duby, Pierre Cba-
unu, Pierre Goubert, François Furet, Jacques Le Goff ve Emmanuel Le Roy
Ladurie.
Biz bu çalışmamızda kendimize büyük ölçüde L. Febvre, M. Bloch ve F.
Braudel'in düşüncelerini temel olarak alacağız. Bu dergi etrafında geliştirilmiş olan
Bütünsel Tarih Anlayışı ilk olarak L. Febvre ve M. Bloch'un çalışmalarında temel-
lendirilmiştir. Okulun 2. döneminde yapılmış olan tarih çalışmalarıysa, büyük ölçüde
bu temel anlayış üzerine kurulmuştur.

Annales Tarih Okulunun 2. Dönemindeki tarih çalışmalarına örnek olarak F.


Braudel gösterilebilir. Braudel devraldığı Bütünsel Tarih Anlayışı'nı, Akdeniz ve
Akdeni:ı Dünyası, Maddi Uygarlık ve Kapitali:ım adlı tarih araştırmalarında başa-

35
rıyla uygulayarak; bu anlayışı daha da geliştirnıiştir. Onun bu çalışmalarını ve tarih
anlayışını 3. Bölümde derinlemesine incelemek üzere şimdilik bir kenara bırakıyo-

ruz.
Bilindiği gibi geleneksel, olay anlatımına dayanan tarih ve tarihçilerin [L. v.
Ranke] çalışmalarında ortaya konan toplumun ve insanların tarihi değil; tam tersine
büyük adamlar'ın, tekil olaylar'ın tarihidir. Böylesi tarihler insan ve insan toplumla-
rının yapıp-etmelerini büyük ölçüde gözden kaçırmakta ya da önem bakunından

ikincil bir konuma indirgemektedirler.


Bu durumu Hegel şöyle dile getirir: " ... belli tarih yazar/arz, duyumu değilse

bile, hiç değilse görüyü, tasarımı canlandırmak üzere, geçmiş zamanı yorumsuz,
yan tutmayan, ayrıntılı, canlı bir serimle anlatmaya, onun tıpatıp bir imgesini ver-
meye bakarlar. Olayları her yerde bir tablo halinde bir araya getirirler (Ranke).
Ayrıntının, küçük ilgilerin, asker davranışlarının, politik çıkarlar üzerinde etkisi ol-
mayan özel işlerin renkli bir yığını; bütünü, genel ereği kavramak için yetersiz
kalır... Bu tek tek olaylar tarih açısından pekala doğrudurlar da; ama asıl ilgiye
değer olan böylelikle açıklık kazanmaz, tersine bulamr.•t(l)

Annales Tarih Okulu'nun yeni bir tarih yazımı ve anlayışı ortaya koymaların­

daki ilk ve temel neden de bu geleneksel tarih anlayışının yetersizliği karşısında du-
yulan güvensizliktir. Geleneksel [Pozitivist] anlayışa göre "... tarih tamamen siyasal
ve diplomatik açılardan ele alınıyor; olayların ve tarihsel şahsiyetlerin geçmişleri

kronolojik ve tekdüze bir biçimde yazılıyor; her olay ya da şahsiyet açıkça ya da


zımnen tamamen kendine özgü olarak kabul ediliyor; dolayısıyla başka olaylarla ya
da olaylar dizisiyle bağlantılarının kurulması ve bilimsel karşılaştırmalar yapılması

olanaksız görülüyordu. <2>


11

1- G.W.F. Hegel, Tari_hte Akıl, Çev: Önay Sözer, Ara Yay., 1. Baskı, İstanbul 1991, s: 20
2- Tom Bottomore ve Robert Nisbet, 'Yapısalcılık' , Çev: Binnaz Toprak, Sosyolojik Çözümle-
menin Tarihi. Tom Bottomore-Robert Nisbet (Derleme) V Yay.. 1. Baskı, Ankara 1990, s: 591

36
Bu anlayışa karşılık olarak, Braudel, büyük adamları ve tekil olaylan da içine
alacak kuşatıcı ve daha genel bir tarihten yanaydı. Ona göre; "Tarihte olan her şey

bizim ilgimizi çekmektedir. Yeter ki olayları belirli bir perspektiften görebilelim.


Çünkü ancak genel olanın [Aristoteles'e anıştırma] bilimi yapılabilir. Büyük bir
adamı, içinde yaşadığı genel ortamdan, tarihin öbür 'katlarından' soyutlayamazsı­

nız. 11(3)

Annales Tarih Okulu kendi tarih anlayışını geliştirmek için, tarih bilimiyle
diğer bilimler arasındaki kopukluğu ortadan kaldırmak, tarih araştırmalarında öteki
sosyal ve fizik bilimlerin hepsinden [Coğrafya, Dilbilim, Ekonomi, Nilfusbilim, Si-
yasetbilim, İklimbilim, Psikoloji v.d.] yararlanmayı, bir anlamda bütün bu bilimleri
tarih biliminde toparlamayı amaçlamıştır.

Ancak bu bilimlerarası çalışma, kimi zaman diğer bilimleri tarih biliminin yan
kollarından biri durumuna getirme tehlikesini de içinde taşımaktadır. Braudel, ken-
disiyle yapılan bir söyleşide bu durumu şöyle değerlendirir: "Bloch'la Febvre'in dö-
neminde ana sorun tarihin, kendi dışındaki, onu çevreleyen insan bilimlerini özüm-
semesiydi. Onları yardımcı bilimlere indirgemek pahasına da olsa, tarihe katmamız

gerekiyordu. Febvre'de olsun Bloch'ta olsun, iktisadı, coğrafyayı, sosyolojiyi, bütün


insan bilimlerini kolonileştirme projesi diyebileceğim bir emperyalizm eğilimi

vardı."<4)

Yine de M. Bloch ve L. Febvre'in kendi yönelimlerine bağlı olarak araştırdık­

ları tarihsel-toplumsal dönemlerin maddi yaşantısını, toplumsal düşünüşünü, insanla-


rın toplumsal ve doğal ortam ile olan ilişkilerini; yani araştırdıkları dönemin
bütün'ünü bilimlerarası bir çalışmayla ortaya koymaya çalıştıklarını söyleyebiliriz.
Bu çalışmaların amacı artık "... salt hümanist ya da sanatsal sonuçlar elde

3- Fe~and Braudel, 'Braudel Destanı: Yavaş İlerleyen Tarihin Ustasıyla Yapılan Son Söyle·
şi', Çev: Şirin Tekeli, Tarih ve Toplum Dergisi, Sayı: 26, Şubat 1986, s: 47
4- a.g.y., s: 46

37
etmek yerine gerçekten bilimsel sonuçlara varabilmektir. Olayları ve şahsiyetleri ar-
darda sıralayarak çoğu kez birçok kuramsal çerçeveyi gelişigüzel tek bir çerçeveye
sıkıştıran eski, geleneksel tarih değil, zaman ve mekan içinde yapıları inceleyen
tarih ... <5> dir.
11

Annales Tarih Okulu bu özellikleriyle tarih araştınnalarının içine yapı, insan,


çevre, toplumsal düşünüş kavramlarını sokmuş, Anlama'nın yerine Açıklamayı

koymuştur. Bu okulun Bütünsel Tarih Anlayışı'nı Ortaçağ tarih araştınnalarında kul-


lanan G. Duby'e göre Annales Tarih Okulu "... Toplam (Bütünse/) bir tarihten veya
daha doğrusu kitlesel bir tarihten; şu 'olay' denilen küçük kabarcık/ardan, yüzey
kazalarından uzaklaşarak derinlerde sondaj yapan, bu amaçla çok uzun sürecin
ritmlerinin içine batan, artık hiçbir şeyin değişmiyora benzediği en dipteki derinlik-
lere kadar macera arayan, bakışlarını temellere, en istikrarlı tabakalara ... yönelten
bir tarihten yanaydı. <6>
11

Geleneksel tarihçilikten ayrılan ve yeni bir tarih anlayışına yönelen Annales


Tarih Okulunun, tarih araştırmalarında bir yandan Açıklayıcı-Analitik bir eğilimi,

diğer yandan da başka bilim dallarını kullanarak Birleştirici-Sentetik bir eğilimi or-
taya koyduklarını söyleyebiliriz.
Annales Tarih Okulunun bir diğer temel özelliği ve tarih yazımına, anlayışına

getirdikleri bir diğer yenilik de tasnü dışı olan, tarihsel.belge olarak kabul görme-
yen, ancak insana ve yaşadığı toplumsal, tarihsel sürece ilişkin olan tfun şeyleri

[maddi ya da zihinsel bağlamda üretilmiş olanlar] tarih incelemelerinin konusu ola-


rak ele almaya başlamalarıdır.

Bu özelliğe herşeyle tarih yapılabilir diyen L. Febvre, M. Blocb, F. Braudel


ve G. Duby gösterilebilir ilk elde. G. Duby'e göre artık; "Tarih bir şarkıyı, bir
freskoyu, bir şiiri, bir bale dekorunu, bir cartularis veya bir gazete başyazısı kadar
•, .
5- Tom Bottomore ve Robert Nisbet 'Yapısalcılık', s: 592
6- Georges Duby, Erkek Ortaçağ, Çev: M. Ali Kılıçbay, Ayrıntı Yay., 1. Baskı, İstanbul 1991,
s: 204

38
değerli belgeler saymaktadır.'1(1>

Bu genel belirlemelerin ışığında, Annales Tarih Okulu'nun çal ı şmaları şöyle

değerlendirilebilir: "Annales tarihçilerinin başarılarında hayran olunacak birçok yön


vardır ve onların çalışmaları, tarihsel düşüncenin karakteri üzerinde ciddi etkiler
yapmıştır. Gerçekte bu tarihçilerle karşılaştırılabilir hiçbir bilimadamı grubu böyle
belirleyici bir etki yapmamıştır. Siyasal araştırma alanı dışındaki araştırma alanla-
rının önceden ele alındığı çekingenlik ve şüpheyi tamamen ortadan kaldırmış/ardır

ve anlayışlarını geliştirmek ve can/andırmak istiyorlarsa tarihçilerin türdeş disiplin-


lerden yararlanma/arı gerektiğini göstermişlerdir. "C8>

7- a.g.y., s: 223
8- Stuart Clark, 'Annales Tar ih Okulu', Çev: Ahmet Demirhan, Çağdaş Temel Kuramlar (Derle-
me), Vadi Yay.• ı. Baskı. Ankara 1991, s: 204

39
B- Marc Bloch'un Tarih Anlayışı

Fransız Tarihçi Marc Bloch (1886-1944) Strasbourg'da Ortaçağ Tarihi Eğitimi gö-
revinde, Sorbonne'da iktisat tarihi profesörlüğünde bulunmuş, 1942'de Fransız dire-
niş hareketine katılmış, 1944'de Naziler tarafından kurşuna dizilerek öldürülmüştür.

Marc Bloch'un başlıca tarih çalışmaları olarak şunlar gösterilebilir: 'Fransız

Köy Tarihinin Temel Özellikleri' (1931), 'Feodal Toplum' (1940), 'Tarihçilik


Mesleği ya da Tarihin Savunusu' (1952), 'Garip Bozgun' (1946)
Annales Tarih Okulunun ilk kurucularından olan Marc Bloch tarihe yönelişte,

tarihçinin belirli bir teorik arkaplana ve sorun bilincine sahip olması gerektiğini,

tersi durumlarda ise yapılan çalışmanın salt betimlemeden öteye gidemeyeceğini be-
lirtir. Bloch bu düşüncelerini şöyle dile getirir: "Sözkonusu olan sadece görülen
dünyanın fotoğraftnı çekmek ve onu ölçmek değildir; onu (tarihi) kavramlarla ve
yargılarla yeniden dü.§ünmek gerekir. Dil§ünce gözlemden önce gelir ve her araştır­

ma bir yön gerektirir." <9)

Bloch tarihçilerin çalışmalarında özel bir yer tutan geçmiş ve şimdi denilen
yapılara büyük bir önem vermekte, neredeyse bu yapılarla kendi tarih anlayışının

çatısını oluşturmaktadır. Ona göre salt geçmişle uğraşanlar bir tür Antikacı, salt
şimdiyle uğraşanlarsa İktisatçı ya da Gazetecidirler. Ancak bu kişilerin birer tarihçi

oldukları söylenemez.
Bloch şimdiyi geçmişle, geçmişi de şimdiyle anlamamız ve açıklamamız ge-
rektiğini ve ancak bu iki yapı arasındaki karşılıklı ilişkileri kurarak bütünsel bir
tarih bilimi oluşturabileceğimizi söyler. Bloch'un düşüncesinde tarih biliminin
[kendi tanımıyla zaman içinde insan bilimi] temel işlevi şudur: "... zaman içinde tek
bir insan bilimi vardır ve bu sürekli olarak, ölülerin [geçmiş] incelenmesini canlıla­

rın [şimdi] incelenmesiyle birleştirmek zorundadır." <10>

9- Leon-E, Halkın, Tarih Tenkidinin Unsurları, Çev: Bahaeddin Yediyıldız, T.T.K.


Yay.. l.Baskı, Ankara 1989, s: 13

10- Marc Bloch, Tarihin Savunusu Ya Da Tarihçilik Mesleği, Çev: M. Ali Kılıçbay, Birey
ve Toplum Yay., 1. Baskı, Ankara 1985, s: 30
40
Bloch'a göre tarih biliminin kurulmasında ilk elde yapılması gereken şeylerden

biri de yöntem oluşturmaktır. Tarihe ilişkin bu yöntem, sonuçta gerekli teknik dona-
nıma sahip ve tarih araştırmalarında bize olumlu sonuçlar sağlayabilecek bir yapıda

olmalıdır.

İşte bu yöntem: Karşılaştırmalı Tarih yöntemidir. Bloch bu yöntemin genel


çizgilerini şöyle ortaya koyar: "... farklı toplumsal ortamlarda da olsa, göze çarpan
iki ya da daha fazla fenomenin seçimini yapabilmek, belirli bazı analojiler içinde
sunabilmek; yapılabilecek tüm ölçümler ile, ortaya koyduğu farklılıklar ve benzerlik-
lerle beraber evrimlerini gösteren eğriyi takip edebilmek; mümkün olduğu ölçüde
olguları açıklamak. Öyleyse, karşılaştırma kelimesi ile tarihsel bir yaklaşımın varo-
labilmesi için iki zorunlu koşul vardır; bunlardan birincisi gözlenen olgular arasın­

da herhangi bir benzerliğin olması ki bundan daha doğal bir şey olamaz, ikincisi
de ele alınan olguların gerçekleştiği ortamlar arasında herhangi bir farklılığın ol-
ması zorunluluğu." cı 1)

İşte bu yöntemle hem zamanca ve mekanca farklı toplumlar, hem de birbirine


zaman ve mekanca yakın toplumlar; aralarındaki benzerlik ve özgünlükler üzerinden
gidilerek, incelenip açıklanabilmektedir. Tam da bu noktada Bloch'un karşılaştırmalı

tarih anlayışında dile verdiği önemle karşılaşırız.

Bloch tarih çalışmalarında, incelediği tarihsel-toplumsal yapıların süreç içinde,


dilsel yapısındaki sözsel ve anlamsal değişimleri, Dilbilimsel araçları-yöntemleri

kullanarak izler ve buradan hareketle toplumsal yapılara açıklık getirmeye çalışır.

Böylesi bir tutuma deyim yerindeyse Dilbilimsel Tarih Çalışması da denilebi-


lir. Onun bu tutumunun uygulanışına örnek olarak, Ortaçağ ve onun toplumsal yapı­

larının tarihsel süreç içinde incelendiği Feodal Toplum adlı kitabı gösterilebilir.
Karşılaştınnalı tarih yöntemi tarihçiye, karşısında bulunan tarihsel süreçleri,

11- Marc Bloch, 'Avrupa Toplumlarının Karşılaştırmalı Tarihi İçin', Çev: Ali Boratav,
Tarifı ve Tarihçi (Derleme), Alan Yay., 1. Baskı, İstanbul 1985, s: 21-22

41
olaylan ve yapılan incelerken yardımcı olur. Bu yöntemle tarihsel malzemelerin ta
içine etki edilip, onlar tutarlı ve doğru bir biçimde açıklanıp anlaşılabilirler.

Bloch'a göre Tarihe ilişkin olanlar, açıklanıp anlaşılınazdan önce, ilkin ortaya
çıkarılmalı ya da keşfedilmelidirler. Bu keşif ise sanılanın aksine hiç de kolay de-
ğildir. Tarihte olmuş olanların "... gözlerimizin önünde tüm açıklıklarıyla birdenbire
belirivermeleri için sadece metinleri ya da dev eserleri okumak yeterli değil midir?
Kuşkusuz doğru. Fakat yine de okumayı bilmek gerekmez mi? Belge bir tanıktır ve
tanıkların çoğu gibi soru sorulmadıkça pek konuşmaya niyetli değildir. Güç olan
soru dizisini hazırlamaktır. İşte, orada, o anda, karşılaştırma, tarihçiye çok kesin-
leşmiş bir yardımı, varolduğu müddetçe hizmet görecek bir soru yargıcını sağlar.< 12>
Şimdi de Blocb'un Feodal Toplum adlı yapıtının temel özelliklerini ortaya
koymaya çalışalım. Bloch bu kitabında Ortaçağı bütünsel olarak inceler. Feodalizm
kavramından hareketle, bu tarihsel-toplumsal dönemin iktisadi, sosyal ve siyasal ku-
rumlarını, o toplumdaki çeşitli eğilimleri ve bu eğilimlerin geçirdikleri dönüşümleri

ortaya koyar. Ancak bunu yaparken hiçbir zaman yapay aynlıklara dayalı toplum-
sal-tarihsel kategorileri temele almayıp, onları ancak yolaçıcı oldukları ölçüde kulla-
nır. Çünkü: "Bir toplumu yöneten kurumlar bütünü son çözümlemede ancak, insani
ortamın bütününün bilgisi içinde açıklanabilir." 13
< >

Annales Tarih Okulunu eleştirel bir tutumla inceleyen G. Mclennan'a göre


Bloch Feodal Toplum adlı kitabında, "Feodalizmin farklı biçimlerini, tamamlanma-
mış çözülmesini; sınıfların içsel bölünmelerini, akrabalık ilişkilerinin biçimlerini,
kültürel yaşamı ve rasyonellik kavramlarını, hem de Jonksiyonalizm' izi taşımayan

derin bir görüşlülükle, detaylarına kadar inceler." 0 4>

Bloch ise bu kitaptaki amacını daha başlarken şöyle dile getirir: ". .. bu kitap-

12- a.g.y., s: 24
13- Marc Bloeh, Feodal Toplum, Çev: M. Ali Kılıçbay, Savaş Yay., 1. Baskı, Ankara 1983, ·s: 83
14- G. McLennan, 'Braudel ve Annales Paradigması' , Çev: Ali Boratav, Tarih ve Tarihçi (Derle-
me), s: 117

42
ta, bir toplumsal yapının bütün bağlantı/arıyla birlikte çözümlenmesine, açıklanma­

sına teşebbüs edilmektedir." 05)

Bloch'un kitabında Feodal Toplum'u incelerken kullandı~ı. başvurduğu tarih


nesneleri, geleneksel tarihçilerin kullandıklarından oldukça farklıdır. Onun tarih ça-
lışmasında kullandıkları: "... yazıcı rahiplen·n Latince metinleri, halk dillerinde ya-
zılmış satış-bağış sözleşmeleri, azat belgeleri, biat tutanakları, kral kararnameleri,
mahkeme zabıtları ve yazınsal yapıtlardan oluşan belgelerdir. Bloch destan, roman,
şiir ve şarkı içerik çözümlemelerini tarihçinin en kıymetli malzemesi sayar. Bu bel-
gelere itibar etmeyen tarihçileri kuru. tarihçiler olarak niteler. Çünkü onun amacı

feodal toplumu, feodal insanın aracılığıyla ve sözü edilen insani mantığıyla olduğu

kadar, duygularıyla da yakalayıp ortaya koymaktır." 0 6)

Çünkü Bloch'un Tarihin Savunusu Ya Da Tarihçilik Mesleği adlı kitabında

da belirtiği gibi: "Tarihsel tamklıklann çeşitliliği hemen hemen sonsuzdur. İnsanın


söylediği veya yazdığı her şey, malettiklerinin tümü, elini değdiği her şey onun
[insan] hakkında bilgi verebilir ve vermelidir." cm Benzeri [neredeyse aynısı] bir
tutumu L. Febvre'ın tarih anlayışında da gönnek olanaklıdır.

Ancak Bloch'a göre tarihsel belge olarak değerlendirilen ve kesinliği, tek an-
lamlılığı genellikle kabul edilen Sayı, Zaman ve İsim türünden belgelerin insan zih-
ninden kırılarak bize aktarıldığı için, bu türden belgeleri değerlendinneden önce, o
toplumsal yapıların ve insanların zihniyetlerinin çözümlerunesi gerektiğini belirtir.
Çünkü toplum; "... çeşitli zihniyetlerin birbirini etkilediği bir dokudur. Ve Bloch'un
amacı, bu birbiriyle etkileşim halindeki zihniyetlerin tarih içindeki seyrinin bir çö-
zümlemesini yapmaktır." < >18

Bloch'un Feodal Toplum kitabında kendine temel olarak aldığı yöntemin

15- Marc Bloch, Feodal Toplum, s: 7-8


16- a.g.y ., s: XIV
17- Marc Bloch. Tarihin Savunusu Ya da Tarihçilik Mesleği. s: 427
18- Marc Bloch, Feodal Toplum, s: XIII

43
genel özellikleri olarak şunlar söylenebilir:
1- Araştırılan tarihsel-toplumsal dönemdeki dilsel yapılar, Dilbilimden hareket-
le açıklanır. Dilin geçirdiği anlam ve sözcük değişimleri araştırılarak; buradan hare-
ketle toplumsal yapının geçirdiği değişimler izlenir ve ortaya konulmaya çalışılır.

2- Araştırılan dönemin bütün özellikleri gözönünde bulundurulur, farklı ve


benzer dönemlerin ve toplumların karşılaştınlması her düzeyde yapılır.

3- Araştırılan döneme ilişkin olarak; "... feodaliteye özgü kurumların çeşitli

mekanlardaki evriminin farklı tempo ve r.itimlerini olağanüstü bir çabayla izlemeye


çalışarak, sözü edilen tempo ve ritimleri kıyaslayarak, tarih atlaslarımızdan ancak
iki boyutlu olarak algıladığımız fiziki coğrafyayı bize dört boyutlu -boy, en, derinlik
ve zaman- bir toplumsal coğrafya olarak kavratma gayretleri ..." o 9>öne çıkar.
Bloch bu temel özelliklere dayarak kendi tarih anlayışını geliştirir ve inceledi-
ği tarihsel-toplumsal döneme ilişkin olarak Bütünsel Bir Tarih Anlayışı ortaya koy-
mayı başarır.

19- a.g.y., s: XVII

44
C- Lucien Febvre'in Tarih Anlayışı

Fransız Tarihçi Lucien Febvre (1878-1956) Strasbourg'da tarih profesörlüğünde bu-


lunmuş, yeni bir tarih anlayışına yol açan Annales dergisinin kuruculuğunu yapmış­

tır Bloch'la birlikte.


Lucien Febvre'in başlıca tarih çalışmaları olarak şunlar gösterilebilir: 'Yerkü-
re ve İnsanın Evrimi' (1922), 'M. Luther'in Kaderi' (1928), 'XVI. Yüzyılda
Dinsizlik Sorunu' (1942), 'Rabelais'nin Dini' (1942) ve 'Tarih Uğrunda Savaş'

(1953).
Lucien Febvre, tarih bilimiyle diğer bilimler arasındaki kopukluğa ve bu du-
ruma bağlı olarak geliştirilen tarih araştırmalarındaki eksikliklere ilişkin olarak M.
Bloch ve F. Braudel'in de bütünüyle katıldığı bilimlerarası işbirliğini geliştirir.

Ona göre ancak bu işbirliğiyle tarih ve tarih bilimi doğru bir biçimde kavrana-
bilir ve oluşturulabilir: "... tarihçilerin denenmiş, eski katıksız yöntemlerini, geçmişin

belgelerine uygulamalarına karşılık, sayıları gittikçe artan kimi kez de bir kısmı tut-
kulu olan insanlar, çalışmalarını çağdaş toplumların ve ekonomilerin incelenmesi
üzerine yöneltmiş buunmaktadırlar ... Kuşkusuz, kendi alanında haklı bir uzmanlaş­

maya giden, emek vererek kendi bahçesini eken bir kimse için yine de komşusunun

işini görmek amacıyla çaba harcamaktan daha iyi bir şey olamaz. Fakat duvarların

çok yüksek oluşu, sık sık görüşü engellemektedir. Bununla birlikte, yöntem ve olay-
ların yorumu üzerine ne kadar değerli öneriler olursa olsun, bu çeşitli topluluklar
arasında zihinsel etkileşim sık/aşmadıktan sonra, bundan hangi kültürel kazançlar
elde edilecek ve nasıl bir sezgi sağlanacaktır! Tarihin geleceği... buna ve aynı ·za-
manda yarınki tarihi oluşturacak olayların doğru kavranmasına bağlıdır. Bizim
karşı çıkmak istediğimiz bu korkunç bölünme/erdir... " 20
< >

Febvre bütünsellik ve bilimlerarası işbirliğini içermeyen bütün tarihlere ve

20- Femand Braudel, '1950'1erde Tarihin Durumu', Çev: Zeki Arıkan, Tarih İncelemeleri Der-
gisi-!, Ege Ü.E.F. Yay., 1. Baskı, İzmir 1983, s: 140

45
tarih anlayışlarına, incelenen tarihsel dönemin, sosyal ve ekonomik yapılarına değin­

meyen tarihlere ve tarihçilere eleştirel bir bakışa sahiptir.


Bu bakış onu bilimlerarası bir tarih anlayışına, daha da ileri giderek, diğer bi-
limleri de içine alan bir tarih ve tarihçi belirlemesine götürür. Ona göre; "... yalnız­

ca tarih var-topyekun tarih, tüm insani faaliyetlerin tarihi ve karşılıklı zlişkileri.


Aktif bir tarihçinin ilkesi, disiplinlerarası bir yaklaşımın gerekli olduğudur, 'sınırla­

ra ve bölümlemelere tahammülü olmayan bir tarih'. Febvre'in ısrarla dediği şuydu:

Tarihçiler coğrafyacı olurlar. Hukukçu da olurlar. Hatta sosyolog ve psikolog da


olurlar." <21 )

Tarihçiye çok yönlü işlevler yükleyen Febvre'ın tarih anlayışını daha belirgin
kılmak için, onun tarihi nasıl gördüğünü Braudel üzerinden giderek açıklayalım.

Braudel'e göre Febvre için "... tarih, hiçbir zaman kısır bir bilgince çalışma, bir
çeşit sanat için sanat ve kendi kendine yetecek bir bilginlik olmamıştır. Tarih ona,
yalnız biz tarihçilerin nasıl işlediğini bildiğimiz ve onsuz ne şimdinin, ne geçmişin

toplumlannın ve bireylerinin davranış, yaşam, gidiş ve sıcaklığının yeniden ele geçi-


rilemeyeceği ince, karmaşık bir olgu olan zamanın eşsiz düzeninden yola çıkarak,

toplumsalın ve insanın bir açıklaması olarak göründü." <22>

Bloch'un tarih hakkındaki temel düşüncelerine tamamen katılıp, onun insanı

merkeze alan ve Zaman içinde İnsan'ı inceleyen tarih anlayışına yakın olan Febv-
re'de geleneksel tarih anlayışına, belgelere, olaylara, büyük şahsiyetlere dayanılarak

yapılan tarihe karşıdır.

Febvre'e göre: "Tarih kuşkusuz yazılı belgelerle yapılır. Tabii ki oldukları

zaman. Hiçbir yazılı döküman yoksa da yapılabilir, yapılmalıdır da. Kelimeler, işa­

retler, peyzaj ve kiremitler, tarlaların ve ayrık otlarının biçimleri, Ay'ın biçimleri,


Ay tutulmaları ve koşum takımları, jeologlar tarafından incelenen taşlar ve kimyacı-

21- Peter Burke, 'Modern Avrupanın İlk Dönemlerinde Toplum ve Ekonomiye Giriş', Çev:
Ali Boratav, Tarih ve Tarihçi (Derleme), s: 11-12
22- Femand Braudel, '1950'lerde Tarihin Durumu'. s: 141
46
Zarın inceledikleri kılıçlar. Sadece tarihçinin becerikliliği, bunları kullanabilmesi,
kusurlu, alışagelmiş çiçeklerden bal elde edilmesine olanak · sağlar. Tek kelimeyle
[tarihçi] insana ait olanı, ona bağlı olanı, ona hizmet edeni, onu anlatanı, varlığına

işaret eden şeyleri, canlılığını, zevklerini ve insani varlığının biçimlerini kullanır."<23 >
· · Buradan da anlaşılabileceği gibi, Febvre'ın amacı, bütünselliği içinde, alabildi-
ğince bilgi edinmeyi sağlayabilmek için tarihe, tarihsel belgelere, geçmişteki herşeye

yönelmek, bunlar arasında karşılıklı bağlar kurmak ve ilkin görünmeyenleri, söylen-


meyenleri açığa çıkarmaktır. Febvre'ın bu bakışının ardında tarihsel süreçler-yapılar

arasındaki, geçmiş olmalarından kaynaklanan boşlukları, eksiklikleri doldurma isteği­

nin bulunduğunu söylemek olanaklıdır.

Buradan hareketle Febvre, tarihçinin incelediği döneme, yapıya yönelirken


karşılaştığı sorunları; şimdiye değin tarihe konu edilmeyen nesneleri inceleyip, onlar
arasında karşılaştırmaya dayalı bir bağlantı kurarak çözebileceğini söyler.
Çünkü Febvre'e göre: "... Tarihçi olmak asla başeğmemektir. Edinilen bilgile-
rin eksiklerini doldurmak için herşeyi denemek, her işe girişmektir. Büyük bir keli-
me için çaba göstermektir. Yanılmak, veya defalarca vaat edilmiş şeylerin peşinden

ilk seferin coşkusuyla koşturmaktır ve sonunda girilen yolun istenenden çok farklı
olduğunu farketmektir. r<24>1

Toplumların tarihsel gelişim sürecinde yaşadığı olumluluk ve olumsuzlukların,

şimdiye [içinde yaşadığımız dönem] aktarılışı ve etkileri konusunda Febvre Tarih'in


kendisine önemli işlevler yüklemektedir.
Tarihin diğer işlevlerinin yanında, toplumsal bir işlev olarak geçmişi bugüne
göre düzenlemesi gerektiğini söyleyen Febvre için; "Geçmişin, insanların omuzları­

na tüm ağırlığıyla çökmesini engelleyen ve onu düzenleyen tarihtir. Rahatlıkla iddia


edebilirim ki, gözardı edilmişlere boyun eğmeyen, uygarlığımızı kendi geçmişini ka-

23- Lucien Febvre, 'Başka Bir Tarihe Doğru', Çev: Ali Borcıtav, Tarih ve Tarihçi (Derleme),
s: 58-59
24- a.g.y., s: 59

47
leme alması için teşvik eden, destekleyen, 'tarihsel' olgu_lar birikiminin çoğalması

için çabalayan Tarih'tir. Zira, tarih insanlara yalıtılmış bir olgular kolleksiyonu
sunmuyor. Bu olguları düzenliyor. Onları açıklıyor ve açıklarken içinde yer alan ol-
guların eşdeğerli olarak sunulmadığı bir dizi kuruyor. Çünkü, var olan gereksinim-
lere bağlı olarak ister istemez, sistemli bir şekilde topluyor, sınıflandırıyor ve geç-
mişin olgularını gruplandırıyor. Yaşama bağlı alarak ölümü incelemektir bu." <25>
Şimdi de Febvre'ın tarih çalışmalarına Suraiya Faroghi üzerinden giderek
göz atalun. Febvre araştırdığı tarihsel-toplumsal dönemin genel kültürel nitelikleri
üzerinde yoğunlaşmakla birlikte, düşünsel ortam ile maddi ortam arasındaki ilikişki­

leri de hiçbir zaman gözardı etmemiştir. Bu durum onun çalışmalarında bütünselliğe

dayalı bir tarih anlayışının gelişmesine yardmıcı olmuştur. Suraiya Faroghi'ye göre
"... kariyerinin başında kültürel coğrafya ile ilgilenen ve La Terre et l'Evolution
Humaine [Yerküre ve İnsanın Evrimı] adlı bir kitap yazan Febvre, daha sonra ilgi
alanını değiştirerek kendini 16. yüzyıl Avrupa'sının dinsel ve entelektüel çelişkilerine

adamıştır." <26)

16. yüzyılın kültürel ortamını, o dönemdeki duygu ve düşüncelerin tarihini, bir


kliltür ve düşünce tarihçisi olarak inceleyen Febvre; Rabalais, Erasmus, Luther ve
Des Periers üzerine çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalarında, içinde yaşanılan sos-
yal-kültürel ortamın, insanların düşünsel ve duygusal kişiliklerinde önemli etkiler bı­

raktığını söyleyen Febvre'ın ortaya koymaya çalıştığı temel düşünce şöyle özetlene-
bilir: "16. yüzyılda yaşamış bir Avrupalı, çağının temel varsayımlarına karşı çıksa

bile, hassas bir gözlemci, onun bu çağın insanı olduğunu hemen anlayabilir. Bunu
mümkün kılan da, içinde yaşanılan duygusal ve düşünsel ortamın herkesin kişilik

yapısında bıraktığı derin izlerdir. Bu düşünce ortamı kU§kusuz insanların çevreleri


üzerinde sağladıkları kontrolün derecesi ile belirlenmektedir. Ancak hakim olan gru-

25- a.g.y.• s: 67
26- Suraiya Faroghi, 'Duyguların da Bir Tarihçesi Vardır: Lucien Febvre'in Yapıtları', Top-
lum ve Bilim-28, İstanbul 1985, s: 150

48
bun kendini "yükselen"mi yoksa "önemini yitirmekte olan" bir topluluk olarak mı al-
gılaması da bu düşünce ortamının niteliğine daha bir belirginlik kazandıracaktır.<21 >
Belirleme yerindeyse her düşünürün çağının insanı olduğunu ileri süren Febv-
re, Luther üzerine olan bir incelemesinde de; "... insan ile toplum arasındaki ger-
ginliğin tarihin ana sorunu olduğunu söylemektedir. Soyut bir düzeyde böyle bir sav
özgün görünmemekle birlikte, Febvre bu basit savı zenginleştirme yoluna gitmiştir.

Doğal ve toplumsal koşulların, düşünce ortamının oluşması üzerindeki etkisi ve bu


koşulların çağın en cesur düşünürlerinin düşüncelerine bile çizdiği sınırlar, Febv-
re'ın belli başlı konuları arasındadır. Bu açıdan bakıldığında Febvre 16. yüzyıl

Fransız uygarlığını çarpıcı biçimde açıklamıştır." <28>

Buraya kadar söylediklerimizden hareketle M. Bloch ve L. Febvre üzerine


son bir değerlendirme yapacak olursak; "Ayrı bireyler olarak ne Bloch ne de Febv-
re zamanlarının en büyük tarihçileri değillerdi; ikisi birlikte büyüktüler!.. Onların

Fransa'daki tarih pratiği üzerindeki ortak etkilerinin kendi çalışmalarından daha


büyük olduğu söylenebilir. Braudel'in öne sürdüğü gibi, [onlar], 'egemen güç ola-
rak tarihin başı çektiği' bir çeşit sosyal bilimler ortak pazarı kurdular." 29
< >

27- a.g.y., s: 159

28- a.g.y., s: 160

29- Peter Burke, 'Modern Avrupanın İlle Dönemlerinde Toplum ve Ekonomi'ye Giriş', Çev:
Ali Boratav, Tarih ve Tarihçi (Derleme), s: 13
49
fil.BÖLÜM

A- Fernand Braudel'in Bütünsel Tarih Anlayışı

Bu bölümde Fernand Braudel'in tarih bilimine ilişldn görüşlerini, tarih bilimiyle


diğer bilimler arasında kurmaya çalıştığı ilişkileri, kendi tarih anlayışındaki temel
kavramaları ve oluşturduğu Bütünsel Tarih Anlayışı'nı serimlemeye çalışacağız.

Daha sonraki bölümdeyse; Bütünsel Tarih Anlayışı'nı ilk olarak ortaya koyduğu

Akdeniz ve Philippe Il Zamanında Akdeniz Dünyası adlı tarih çalışmasını incele-


yeceğiz.

F. Braudel (1902-1985) Annales Tarih Okulu'na 1946 yılında katılmış, M.


Bloch ve L. Febvre'ın ölümünden sonra Annales Tarih Okulu'nun ve dergisinin
esas temsilcisi olmuş, 1962 yılında 'İnsan Bilimleri Evi' (Maison des Sceinces de
l'Homme)'ni kurmuş ve yöneticiliğini yapmıştır.

F. Braudel'in başlıca tarih çalışmaları olarak şunlar sayılabilir: 'Akdeniz ve


Philippe Il Zamanında Akdeniz Dünyası' (2 cilt, 1949), 'Tarih Üzerine Yazılar'
(1 cilt, Derleme 1969), 'Maddi Uygarlık, Ekonomi ve Kapitalizm' (3 cilt, 1979),
'Akdeniz: Mekan ve Tarih' (1 cilt, 1977), 'Kapitalizmin Dinamiği' (1 cilt, Kon-
feranslar, 1985), 'Fransa Tarihi' (tamamlanmamış).

Braudel, her tarih çalışmasının ve ona bağlı olarak ortaya çıkan sorunların de-
ğişik yerlerde değil; tam tersine, tarih denilen alanda aranması gerektiğini söylemek-
tedir. Ona göre tarihin sorunları "... ressamla [tarihçi] tablo [yazılan-olU§turulan

tarih] ve hatta çok aşın bulunan atılganlıkla, tabloyla manzara [yaşanmış-yaşanan

tarih] arasında aranmamalıdır, fakat manzaranın kendi içinde aranmalıdır". <o

1-Femand Braudel, '1950'1erde Tarihin Durumu', Çev: Zeki Arıkan, Tarih İncelemeleri Dergisi,
l, Ege Ü.~.F. Yay., l.Baskı, İzmir 1983, s: 132

50
Ancak böylesi karmaşıklık ve hareketlilik içeren bir yapıyla karşılaşıldığında

ona yönelik olarak yapılacak olan çalışmanın da karmaşık ve çok yönlü olacağı

açıktır. Böylesi bir yapının herhangi bir yönüne ağırlık veren bir tarih çalışması,

daha baştan çeşitli eksiklikleri kendi bünyesinde barındıracaktır.

Bundan ötürü; "Tek yanlı bir tarih yoktur. Ne çatışma ya da uyuşmaları in-
sanların bütün geçmişini belirlemiş olan ırkların savaşı; ne ilerleme ya da iflasın

etkenleri olan güçlü ekonomik ritimler; ne her zaman var olan toplumsal gerginlik-
ler; ne Ranke'nin kendisiyle bireyi ve geniş genel tarihi yüceleştirdiği yaygın tinsel-
ciliği, ne tekniğin üstünlüğü, ne de insan topluluklarının yaşamı üzerinde geciktir-
meli sonuçlar doğuran bitkisel fişkırma diyebileceğimiz nüfus patlaması; bütün
bunların hiçbiri yalnız başına tarihe egemen değildir ... İnsan son derece klırmaşık­
tır." (ı)

Geleneksel tarihçiler daha çok hikayeci bir tarzda geçmişte olmuş-bitmiş olan-
ları bize çoğun büyük adamlar ve büyük olaylar üzerinden giderek anlatmakta; rast-
lantısallıklar ya da tarihe içkin olağanüstü yasalılıklan kendi açıklamalarının temeli-
ne koymaktadırlar. Böylesi anlayışları ve onların kurdukları tarihsel dünyayı

eleştiren Braudel şöyle demektedir: "Bu dünya, içinde tarihçilerin yeryüzünün


prensleriyle birlikte bulunmaktan hoşlandığı, incelenip araştırıldığından ötürü kendi-
sine alıştığımız bir dünyadır. Üstelik bu dünya bağlarından koparıldığı takdirde ki-
şinin, içinde tamamen saf bir biçimde, tarihin her zaman farklı, aynı zamanda her
zaman birbirine benzeyen tekdüzeli bir olaylar topluluğu olduğuna inanacağı bir
dünyadır. Bu oyun öyle bir olaylar bütünüdür ki tıpkı satranç oyunundaki taşların

binlerce birleşmesi gibi, sonsuz ve acımasız bir biçimde yönetilen bir dünyada olay-
ların yinelenmesi görüntüsü altında, her zaman benzer olan durumları, her zaman
aynı olan duyguları ortaya koymaktadır." <3>

2- a.g.y., s: 132
3- a.g.y., s: 134

51
İlk yapılması gereken şey; böylesi bir tarih anlayışından uzaklaşmak, toplumla-

rı, insanları ve çevreyi de içine alan, geleneksel tarihçilerin arkaplana ittikleri tarih-
sel sürecin temel taşıyıcılarını tekrardan önplana geçirmek olmalıdır. Tarihçi, artık,

toplumsal yapıları doğrudan doğruya, kendinde ve kendisi için ele alıp incelemeli-
dir.
Bu ise, beraberinde son derece kapsamlı bir tarih çalışmasını, diğer bilimlerle
yöntem ve bilgi alışverişini ve hepsinden önemlisi de insan ve yaşam merkezli bir
bakış açısını içermektedir.
Braudel, tarihe ilişkin yukarıda dile getirdiğimiz düşüncelerini, tarih çalışma­

larının nesnelerine dair göıüşlerinde somutlaştırmaktadır. Ona göre "... bu belgeleri


ve malzemeyi insana ilişkin bilgilerin ışığında yeniden ele almak ve yeniden düşün­

mek gerekir ve bunların ayrıntılarının ötesinde, eğer olanaklıysa yaşamı yeniden


bulmak gerekir: Yaşamın güçlerinin birbiriyle nasıl birleştiği, uyuştuğu ya da çatış­

tığını ve aynı zamanda çoğu kez onların kabarmış sularının birbirlerine nasıl karış­

tığını göstermek gerekir. Temel güçlüklere, çatışmalara karşın, yaşamın bütünlüğü

demek olan tarihin bütünlüğüne saygı göstermek için her şeyi yeniden ele almak ve
tarihin genel çerçevesine yerleştirmek zorunludur." <4>

Bu söylenenlerden sonra Braudel'in şimdi de tarih üzerine yapmış olduğu be-


lirlemelere, tanımlamalara bakalım. Braudel'in sözleriyle: "Bana göre tarih, müm-
kün tüm tarihlerin toplamıdır -dünün, bugünün, yarının doktrinlerinin ve bakışları­

nın bir kolleksiyonu-. Bana göre tek hata, bu tarihlerden birini, diğerlerini dışta

bırakacak bir şekilde tercih etmektir." <5>

Braudel'in bu çoğulcu tarih anlayışı, geleneksel tarih anlayışlarından oldukça


farklı, büyük ölçüde esnekliği olan, yöntemsel ve bilimsel tutumlar bağlamında çok

4- a.g.y., s: 138

5- F.Braudel, 'Tarih ve Toplumsal Bilimler: Uzun Süre', Çev: M.Ali Kılıçbay, Tarih Üzerine
Yazılar (Derleme), İmge Yay., l.Baskı, İstanbul 1992, s: 64-65

52
yönlülüğü içeren, farklı bakış açılan arasında tercih yapmaktan ziyade, farklı belir-
leme ve incelemeleri kapsamayı isteyen bir anlayıştır.

Bu bütünsel ve çoğulluğu içeren anlayışla tarihe yönelen Braudel, yukarıda

verdiğimiz tarih tanımını daha da geliştirerek şunları söylüyor tarih hakkında:

"Tarih'ten ... bilimsel olarak yürütülen bir ara§tırmayı, gerektiğinde bilim olan, ama
karma§ık bir araştırmayı anlıyorum: Tek bir tarih, tek bir tarihçilik mesleği değil

de; meslekler, tarihler, bir meraklar, görüşler, olanaklar toplamı vardır, bu topla-
ma; yarın başka meraklar, başka görüşler, başka olanaklar katılacaktır." <6>
Bu belirleme, aynı zamanda tarihi olduğu kadar, tarihçiyi de çoğulcu bir an-
layışa yöneltecektir. İşte tam bu noktadan başlayarak; tarihte birlik ve çoğulluk so-

runuyla da yüzyüze gelmekteyiz.


Braudel bu sorunun çözümü olarak şunları ileri sürmektedir: "Tarihçi öncelik-
le en iyi bildiği geçmiş kesimi üzerinde çalışmaktadır. Ama olabildiğince gerileri
görebilmenin çarelerini arıyorsa, bir o kapıyı, bir bu kapıyı çalacaktır. .. Gündeme
her seferinde yeni veya az farklı bir manzara gelecektir ve bunların birkaçını çatış­

tırmayı bilmeyen, bu adı hak eden hiçbir tarihçi yoktur: Kültürel ve toplumsal, kül-
türel ve siyasal, toplumsal ve ekonomik, ekonomik ve siyasal manzaralar vs. Fakat
tarih bunlann hepsini kapsamaktadır; bu komşulukların, bu ortaklıkların, bu somut
etkileşimlerin bütünüdür.
... Bana göre tarih ancak n boyutta kavranabilir. Bu cömertlik vazgeçilmez
niteliktedir: Kültürel bakışı veya diyalektik materyalizmi veya herhangi bir çözümle-
meyi alt düzlemlere, hatta açıklayıcı alanın dışına atmaz; tabanda somut bir tarihi,
Georges Gurvitch'in söylediği gibi, çok boyutlu bir tarihi tanımlar. Bu. çoğulluğun
ötesinde tabii ki herkes serbesttir; hatta bazıları, o olmadan mesleğimizin olamaya-
cağı veya hiç değilse en değerli tutkularından bazılarını kaybedeceği tarihin birliği-

6- F.Braudel, 'Tarih ve Sosyoloji', Çev: MAii Kılıçbay, Tarih Üzerine Yazılar (Derleme),
s: 105

53
ni ileri sürmeye kendilerini zorunlu saymaktadırlar. Hayat çok yönlüdür, tarih de
öyle..• " m
Tarihe geçmişin incelenmesi yoluyla şimdinin incelenmesi olarak bakan Brau-
del, bu görüşünü tarih felsefesinde görülen "tarihsellik" kavramıyla ilişkilendirir.

Ona göre bugünün zamanı, aynı zamanda geçmişin tarihini de üzerinde taşımakta­

dır. Bu tarihsellik ve tarihin egemen bilim olmaması gerektiği anlayışı, onu şu so-
nuçlara vardırmaktadır: "... tarih ancak, öbür bilimleri zenginleştiren son derece ya-
rarlı bir bilim dalıdır. Öbür insan bilimleri için tarihi bir perspektife sahip olma
zorunluluğu var. Örneğin sosyolog, bugünkü zaman üzerinde çalışır. Ama bugünkü
zamanın kendi kendine yeterli olduğu zannına kapılması hatalıdır. Çünkü bugünkü
zaman çok kısadır. Güncel bir olayı, geçmişte hangi biçimlerde ortaya çıktığını

araştırmadan inceleyemezsiniz. Aynı durum iktisat ve sosyal psikoloji için de geçer-


li. Günümüzün bunalımını, geçmiş bunalımlarla karşılaştırmadan inceleyemezsiniz.
Bugün eski mekanizmalardan hangilerinin hdld geçerli olduğunu, hangilerinin değiş­

tiğini görmeniz gerekir. Bu değişmeler, geçmişle bugünün farkını anlamamıza yar-


dımcı olur." (S)

Braudel'in tarih çalışmalarında ortaya koyduğu ve büyük ölçüde tarihe bakı­

şını, yönelişini belirleyen bir başka temel kavram olarak 'Süre' [duree]yi gösterebili-
riz. Süre ve onunla yakından ilişkili ancak onu kapsayan bir kavram olan 'Zaman'
ile Braudel tarihe yönelmiştir. Onun bu kavramları seçişinde geleneksel tarih anla-
yışlarının bu konudaki yetersizlikleri de etken olmuştur.

Braudel'e göre geleneksel tarihçiler için "Belgelerin kitlesel miktarlarda keşfe­

dilmesi, tarihçinin belgesel doğruluğun gerçeğin bütünü olduğuna inanmasına yol

7- F.Braudel, 'Bir Toplumsal Tarih Kavrayışına Dair', Çev: M.Ali Kılıçbay, Tarih Üzerine
Yazılar (Derleme), s: 196-197

8- 'Braudel Destanı: Yavaş İlerleyen Tarihin Ustasıyla Yapılan Son Söyleşi', Çev: Şirin Te-
keli, Tarih ve Toplum Dergisi-26, İstanbul 1986, s: 47

54
açmıştır. Louis Halphen daha dün 'olay zincirinin adeta otomatik olarak yeniden
_oluştuğunu görmek için, bir bakıma birbiri peşi sıra okunan belgelerin bizi kendile-
rini sundukları biçimleriyle taşımalarına izin vermek yeterlidir' diye yazmaktaydı.

Bu 'tarihin doğarkenki hali' ülküsü XIX. yüzyılın sonuna doğru yeni tarzda bir kro-
nikçi/iğe ulaşmıştır. Bu tarihçilik, kesin olmak tutkusu içinde, olaysal tarihi elçilerin
mektuplarından veya parlamento görüşmelerinden itibaren açığa çıktığı haliyle
adım adım izlemektedir." c9>
Dolayısıyla geleneksel tarih anlayışında önemli olan 'Kısa Süre' [courte duree]
ya da başka türlü söylendikte bir tür 'Olaylar ve Önemli Kişilikler Tarihi'dir. Böyle-
si bir tarih anlayışının Süre'yi çok dar bir perspektiften gören yanına karşılık; Brau-
del Süre'yi çok geniş bir bağlamda ele alıp onu çeşitli dönemselleştinnelerin,hatta

tarihin kendisi olarak görme eğilimini taşımaktadır.

Braudel için önemli olan ve yeni tarih anlayışının temeline alması gerektiğini

savunduğu; genelde 'Süre' ve 'Zaman', özeldeyse, 'Uzun Süre' [longue dureeJ diye
tanımladığı yapılardır. Braudel'e göre böylesi bir tarih " ... farklı sahanlıklarda yer
almaktadır, bunların üç tane olduğunu söyleyeceğim, ama bu aşırı bir basitleştirme

olacaktır. Aslında gündeme on, yüz sahanlığı; on, yüz süreyi getirmek gerekir. Yü-
zeyde olaysal bir tarih kısa zamanın içinde yer almaktadır: Bu bir mikro tarihtir.
Yokuşun ortasında yer alan konjonktüre/ bir tarih daha geniş ve daha yavaş bir
ritm izlemektedir. Bu tarih şimdiye kadar özellikle maddi hayat, ekonomik devreler
ve aradevreler düzleminde incelenmiştir ... Bu konjonktür 'anlatısı'nın ötesinde yer
alan yapısal tarih veya uzun süre tarihi, yüzyılları bütün olarak gündeme getirmek-
tedir: Bu tarih hareket edenle hareketsiz sınırındadır ve uzun süre sabit kalan de-
ğerleriyle, daha hızlı akan ve tamamlanan, sonuçta da onun çevresinde yörüngede
olan diğer tarihlerin karşısında değişmezmiş gibi görünmektedir." <10>

9-F.Braudel. 'Tarih ve Toplumsal Bilimler: Uzun Süre', s: 56-57


10- F.Braudel, 'Tarih ve Sosyoloji', s: 119-120

55
Onun · bu düşüncelerini pratiğe döktüğü çalışması olan 'Akdeniz ve Akdeniz
Dünyası' adlı kitabını B altbaşlığında ele alacağız. Şimdi Braudel'in Süre'ye bakışı­

nı daha ayrıntılı betimleyelim.


Braudel'e göre ilk olarak "Tarihin tek olmayan ama şimdinin ve geçmişin top-
. lumsal yapılarına ilişkin bütün büyük sorunları ortaya tek başına koyan, tarihin şu

esaslı yolu olan süre üzerinde yararlı bir anlaşma sağlanmalıdır [bunu söyledim ve
ısrarla yeniden söylüyorum]. Bu, tarihi şimdiye bağlayan, onları çözülmez bir bütün
haline getiren yegane dildir." cı ı)
Bu süre ve ona bağlı olarak geliştirilen uzun süre ya da çok uzun zaman di-
limlerinde değişebilen, sanki yok olmaya direnen bu yapıları tarihçilerin kabullen-
mesi kolay olmayacaktır. Buna rağmen yine de "Tarihçi açısından onu [uzun süre]
kabul etmek bir tarz, bir tutum değişikliğine, bir düşünce alt üst olU§una, toplumsa-
lın yeni bir kavranışına hazır olmak demektir. Bu kabulleniş yavaş, bazen de adeta
hareketin sınırında olan bir zamana alışmak olacaktır. Bir başkasında değil, ama
bu hatta -bu konuya ileride geleceğim- tarihin talepçi zamanından vazgeçmek, onun
dışına çıkmak, sonra başka bir bakış açısıyla, başka kaygılarla, başka sorunlarla
yüklü olarak geri dönmek meşrudur. Tarihin toplamı her halükarda bu yavaş tarih
örtülerinden itibaren, sanki bir altyapıdan yola çıkıyormuşcasına yeniden düşünüle­

bilir. Bütün hatlar, binlerce hattın hepsi tarihin zamanının binlerce kez patladığı

noktalar, bu derinlikten, bu yarı-hareketsizlikten itibaren anlaşılmaktadır: Her şey

onun etraftnda yörüngededir." cıı)

'Uzun süre' ile artık olaylardan oluşan bir tarihten, gürültüler, patırtılar, bir tür
resmi geçitlere benzeyen, diğer bir yanıyla, bir parlayıp bir sönen olaylar dizgesin-
den, sessiz, ama gerçekliklerin, tarihin taşıyıcıları olan yapılara geçmekteyiz. Bu ge-
çişle birlikte tarih, diğer tanımlarının yanında artık bir süre diyalektiği durumuna

l l- F.Braudel, 'Tarih Üzerine Yazılar (Önsöz)', s: 10

12- F.Braudel, 'Tarih ve Toplumsal Bilimler: Uzun Süre', s:64

56
gelmekte ve dikkatlerimiz L. Febvre'in tarih hakkında söylediği şu sözlerde toplan-
maktadır: Tarih geçmişin bilimi, şimdiki zamanın bilimi.'
'Süre' kavramıyla çok yakından ilişkilendirilebilecek bir başka kavram da
'Yapı' kavramıdır. Braudel çoğun 'Uzun süre' ile 'Yapı'yı eş anlamda kullanmakta-
dır. Toplum bilimlerinde 'Yapı', daha çok bir örgütlenme di.lzeyi, sabit ilişkiler ve
değişmezliği içeren bir anlama sahip olmasına karşın; BraudeJ 'Yapı'yı çok uzun
toplumsal dönemlerde değişen si.lreklilikler olarak alma eğilimindedir.

Braudel için bu yapıların içine coğrafi onamları, biyolojik gerçeklikleri, zihin-


sel çerçeveleri toplumu, uygarlıkları, koymak olanaklıdır. Buradan hareketle 'Uzun
Süre' ve 'Yapı' arasındaki ilişkileri şöyle betimlemektedir BraudeJ: "Uzun süre, ya-
pıların ve yapı gruplarının bitmez tükenmez tarihidir. Tarihçi için bir yapı yalnızca

bir mimari, bir bir araya getirme olmayıp aynı zamanda, çoğu kez yüzyılı aşan

[zaman yapıdır] bir sürekliliktir; bu büyük kişi devasa zaman mekanlarını hiç bo-
zulmadan geçmektedir; bu uzun yolculuk esnasında biraz değişirse, kendini gene
yol boyunca toplamakta, sağlığına yeniden kavuşmakta ve sonuçta çizgileri ancak
yavaş yavaş bozulmakt~dır." 0 3>
Ancak hemen belirtmemiz gerekir ki Braudel 'Yapı ' kavramıyla işgörmesine

karşın, bir yapısalcı değildir. Braudel kendi tarih anlayışındaki yapısalcılıkla, insan
bilimlerindeki yapısalcılık arasındaki ayrımı şöyle dile getirir. "Ben olay tarafından

fazla cezbedilmeyen ve şu aynı i§areti ta§ıyan olayların grubu olan konjonktür tara-
fından da ancak yarı yarıya cezbedilen, bir eğilim olarak 'yapısal'cıyım. Fakat bir
tarihçinin 'yapısalcılığı', diğer insan bilimlerini aynı ad altında sıkıntya sokan prob-
lematikle hiçbir ortak yana sahip değildir. Bu yapısalcılık tarihçiyi, kendilerini
fonksiyonlar halinde ifade eden matematik soyutlamaya yöneltmemektedir. Fakat
onu bizzat hayatın kaynaklanna, en somut, en gündelik, en tahrip edilemez, en

13- F.Braudel, 'Tarih ve Sosyoloji', s: 121-122

57
adsız olarak insani olana yöneltmektedir." <14>
Bu noktada karşımıza süreklilik ve süreksizlik gibi iki yapı ve onlar arasında­

ki ilişki çıkmaktadır. Sürekli olan ile yapılar [uzun süre-tarihsellik], süreksiz olan
[geçicilik-olaylar-kişiler] arasındaki ilişkiyi de yine tarih sağlamaktadır.

Braudel bu konudaki görüşünü, bütünsellik dilşüncesiyle de birleştirerek şunla­

rı söylemektedir: "Gülünsün diye, herşeye tarih denilmektedir. Claude Levi-Strauss


yakınlarda gene şöyle yazmıştır: 'Çünkü. her şey tarihtir, dün söylenmiş olan tarih-
tir, bir dakika önce söylenilen tarihtir'. Ben buna, söylenilmiş veya düşünülmüş veya
yapılmış veya yalnızca yaşanmış şey diye ekleme yapacağım. Fakat her yerde hazır

ve nazır tarih, toplumsalı bütünlüğü içinde gündeme getiriyorsa, bunu her zaman,
hayatı sürekli olarak sürükleyen, alevleri söndüren ve yeniden parlatan zamanın bu
hareketinden itibaren yapmaktadır. Tarih bir süre diyalektiğidir; onunla, onun saye-
sinde toplumsalın, tüm toplumsalın ve böylece geçmişin ve tabii gene böylece şimdi­

nin incelenmesidir, çünkü bunları birbirinden ayırmak mümkün değildir."< 15>


Braudel'in 'Zaman' hakkındaki düşünceleri ise oldukça ilginçtir. 'Süre' kavra-
mında olduğu gibi 'Zaman' kavramına da özel bir önem veren Braudel'e göre
'Zaman'; bizden / toplumdan bağımsız, ancak onların varoluşunun da nedeni olan,
tarihin en temel yapısı durumundadır. Buna bağlı olarak "Tarihçi için her şey zaman-
la başlamakta, her şey zamanla bitmektedir; bu zaman kolayca tebessüm yaratabilen,
evreni yarattığı söylenilen matematik tann gibi olan, insanların dışında, iktisatçıların

diyecekleri gibi 'dışsal' bir zamandır ve insanları itmekte, zorlamakta, onların çeşitli

renklerdeki kişisel zamanlanna üstün gelmektedir; evet, dünyanın emredici zama-


nı. t1(16)

14- F.Braudel, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, Çev: MAli Kılıçbay, Eren Yay., 1.Baskı, İstan­
bul 1990, Cilt-2, s: 400

15- F.Braudel, 'Tarih ve Sosyoloji', s: 112

16- F.Braudel, 'Tarih ve Toplumsal Bilimler: Uzun Süre', s:86

58
BraudeJ'in tarih anlayışındaki önemli kavramlardan biri de 'Model'dir. Top-
lumbilimler inceledikleri konuya ilişkin olarak çeşitli araçlar geliştirmektedirler.

Model de bunlardan biridir. Braudel'in düşüncesine göre toplumbilimlerinde kulla-


nılan Modeller "... varsayımlardan birbirlerine denklem veya fonksiyon biçimi altın­

da sağlam bir şekilde bağlanmış açıklama sistemlerinden başka bir şey değillerdir;

şu şuna eşittir veya şu şunu belirler. Herhangi bir gerçek, bir başkası ona eşlik et-
meden ortaya çıkmamakta ve sık ilişkiler ve sabiteler şundan buna olan bağlantılar

düzleminde ortaya çıkmaktadırlar." (l7)

Toplumbilimlerindeki model anlayışına ilişkin olarak verdiği bu tanımlamanın

yanında tarih biliminde kullanılan Modellere ilişkin olarak da şunları söylemektedir.


"Bunlardan [modellerden] tarihçiler tarafından kurulan oldukça kaba, ilkel, gerçek
bir bilimsel kuralın gerektirdiği sağlamlığı nadiren içeren ve asla devrimci bir ma-
tematik dile ulaşmayı amaçlamayan, ama gene de kendi tarzlarında modeller olan
modelleri anlıyorum." (18)

Braudel bu tanımlamalardan da anlaşılacağı üzere, toplumbili.mlerinde ve tarih


biliminde modellere dayalı olarak yapılacak. olan çalışmalara; daha doğrusu modeli
temele alan ve incelenen gerçekleri ona uygun hale getirmeye çalışan, modelleri
mutlaklaştıran anlayışlara karşıdır.

Ancak araştırmada çeşitli modeller kullanılabileceğini de yadsımaz. Onun an-


layışında gerçeklikle model arasında karşılıklı etkilenmeye dayalı bir ilişki bulun-
maktadır. Ona göre araştırma, sürekli "... olarak toplumsal gerçekten modele ve
sonra modelden toplumsal gerçeğe yöneltilmeli ve yolculuklar bir dizi rötU§tan
sonra sabırla tekrarlanmalıdır. Böylece model sırasıyla yapı açıklama denemesi; bir
yapının hayatının ve sağlamlığının denetimine, karşılaştırılmasına, sağlamasının ya-
pılmasına yarayan bir alet olmaktadır. Eğer güncel.den yola çıkarak bir model kur-

17- a.g.y., s: 73
18- a.g.y•• s: 74

59
saydım, onu hemen gerçeğin içine oturtur, sonra da zaman içinde gerilere, eğer

mümkünse doğumuna kadar gerilere götürmeyi isterdim. Bundan sonra diğer top-
lumsal gerçeklerin eşanlı hareketlerine bakarak, onun bir dahaki kopU§a kadar olan
muhtemel ömrünü kestirmeye çalışırdım. Ama eğer bana bir kıyaslama unsuru ola-
rak hizmet ediyorsa, onu zaman veya mekan içinde dolaştırarak, sayesinde yeni bir
ışıkla aydınlanabilecek diğer gerçekleri arardım." cı 9>
Braudel'in ortaya koyduğu Bütünsel Tarih Anlayışı, kendi içinde, tarih bilimi
ile diğer insan bilimleri arasında zorunlu bağlantıları da içennektedir. Böylece Ta-
rihçi, aynı zamanda İktisatçı, Sosyolog, Psikolog, Antropolog, Nüfusbilimci, Dilbi-
limci olmaya başlamış ve tarih bilimi oldukça zenginleşip tiirevlenmiştir. İnsan bi-
limlerine ve onun etkilerine geleneksel tarih ve tarihçilerin karşı çıkışları /
eleştirileri vardır. "Ama her şeye rağmen yeni bir tarih 'bilimi' doğmU§tur ve kendi-
ni sorgulamaya ve dönil§türmeye devam etmektedir. Bu yeni bilimin doğU§U kendini
Fransa'da 1900'den itibaren Revue de Synthese Historique ile ve 1929'dan itibaren
de Annales ile haber vermiştir. Tarihçi, tüm insan bilimleri karşısında dikkatli
olmak istemiştir. İşte bu da mesleğimize garip sınırlar ve garip meraklar sağlamış­
tır. Öylesine ki, artık tarihçi ile toplumsal bilimler alanındaki gözlemci arasında
dünün engel ve farklarını düşünemiyoruz. Tarih de dahil tüm insan bilimleri birbir-
lerinden etkilenmektedirler. Aynı dili konuşmaktadırlar veya konU§abilirler." <20>
Ancak burada unutulmaması gereken bir aynın vardır ki bu aynın Annales
Okulu'nun 1. Dönemi diye adlandırılan M.Bloch ve L.Febvre ile Annales Okulu-
nun 2. Dönemi diye adlandırılan F.Braudel'in tarih ve diğer insan bilimleri arasında

kurdukları ilişki üzerinden gidilerek ortaya konmalıdır.

M.Bloch ve L.Febvre bütün insan bilimlerini birleştirmek ve tarih biliminin


içinde eritmek istiyorlardı. Bu durum diğer insan bilimlerini, tarih biliminin bir alt

19- a.g.y., s: 81-82


2()... a.g.y., s: 65

60
dalı durumuna getinne tehlikesini de içinde taşımaktaydı.

Braµdel böylesi bir tarih anlayışından yana değildir. Braudel kendisiyle yapı­

lan bir söyleşide aralarındaki farklılığı şöyle dile getirmektedir: "Benim yaklaşımım

onlarınkinden [M.Bloch, L.Febvre] biraz farklı. Benim derdim, insan bilimlerini


tarih içinde özümlemek değil, tersine, tarihi insan bilimleri içinde eritmek. Asıl

önemli olan, hem tarih hem de öbür bilimleri içeren bilimlerüstü bir dal yaratma.
Beni her zaman, aralarındaki ilişkiler, karışımlar heyecanlandırdı." <21 >

Braudel'in bakış açısıyla içinde yaşanılan killtür ikliminde, insan bilimleri ola-
rak nitelendirebileceğimiz bilimlerin genel bir bunalımı, açmazı bulunmaktadır. Çö-
zülmesi olanaklı bu bunalım ve açmazlar, hem tek tek bilimlerin yöntem ve işleyiş­

lerinde ve kendi bilimsel çerçevelerini belirgin bir biçimde saptayamamalarında,

hem de kimileyin bilinçli, kimileyin de bilinçsiz olarak birbirleriyle kuramadık.lan

ilişkiler ve son olarak da birbirleriyle olan kavgalarında kendini dışlaştırmaktadır.

Ancak bütün bu sorunlara ve kavgalara rağmen, yine . de şunlar söylenebilir:


"... bu kavgaların ve bu redlerin bir yararı vardır. Yeni merakların kökeninde zo-
runlu olarak, kendini başkalarına karşı kanıtlama arzusu bulunmaktadır: Diğerini

inkar etmek, onu zaten tanımaktır. Bundan da fazlası, toplumsal bilimler bunu açık­

ça istiyor olmamakla birlikte, kendilerini birbirlerine dayatmakta, her biri toplumsa-


lın bütününün 'toplamı'nı kayrama eğilimine girmektedir; her biri kendi evinde
oturduğunu sanırken, komşusunun sınırlarını çiğnemektedir. İktisat kendini kuşatan
sosyolojiyi keşfetmekte, tarih -herhalde insan bilimlerinin en az yapılanmış olanı­

çok sayıdaki komşularının verdikleri tüm dersleri kabul etmekte ve bunları yansıt­

maya gayret etmektedir. Böylece çekincelere, muhalefetlere, sakin cehaletlere rağ­

men bir 'ortak pazar'ın kuruluş taslağı çizilmektedir, daha sonra her bölümün belli
bir süre içinde çok daha dar kişisel bir yola girecek olmasına rağmen, gelecek yıl­

larda bu ortak pazar denenmeye değer bir şey olacaktır." <22>

21* 'Braudel Destanı: Yavaş İlerleyen Tarihin Ustasıyla Yapılan Son Söyleşi', s: 46-47
22- F.Braudel, 'Tarih ve Toplumsal Bilimler: Uzun Süre', s: 52

61
Bu bir araya gelişin koşulları vardır ve en önemlisi bilimlerin eski veya yeni
olmalarının onlara hiyerarşik anlamda bir üstünlük sağlamaması gerektiğidir. Bir
diğer koşul ise herhangi bir bilimin diğer bilimler üzerinde dayatmacı bir anlayış

geliştirmiyor olmasıdır. Çünkü ne kadar reddedilirse edilsin; günümüzdeki insanbi-


limlerinin [sosyoloji, tarih, coğrafya, psikoloji, etnoloji, nüfusbilim vb.] kendi yön-
tem ve sonuçlarını insanın ve toplumun bütünsel bir kavranışı olarak gösterme eğili­

mi vardır ki, bu durum aşılmalıdır.

Bir diğer koşul olarak, biraz da benzetme yoluyla, Braudel şunu ileri sürer:
"Bilgelik hepimizin birden, geleneksel gümrük resimlerimizi indirmemizi gerektirmek-
tedir. Fikirlerin ve tekniklerin dolaşımı bu sayede teşvik bulacak ve teknikler ile fi-
kirler insan bilimlerinin birinden diğerine geçerken hiç krqkusuz değişecekler, ama
hiç değilse ortak bir dil yaratacaklar, bu dilin taslağını çizeceklerdir." C23)

Bu genel koşullar ışığında BraudeJ ortak çalışmalar yapılmasının, karşılıklı

uzlaşıma varma, ortak kanallar yakalama ve kendi iç bütünselliğini koruyarak diğer

bilimlerden etkilenme yoluyla olabileceğini belirtir. Braudel'in bu anlayışı, onun bi-


lime ve yönteme ilişkin ileri silrdüğü çoğulculuk anlayışıyla pekişmektedir.

Braudel'e göre insan ve insana ilişkin yapıların kavranmasında, bu alanın bü-


tünüyle açıklanıp, ortaya konulmasında hiçbir bilim dalı ya da model tek başına ye-
terli olamaz.
Ona göre "Yöntemler, bakış açıları, kazanılmış ilgiler herkese, yani bunlardan
yararlanma yeteneğine sahip olduğunu kanıtlayan herkese aittir. Daha önce de söy-
lediğim üzere, toplumsal bilimler ortak pazarının güçlüğü, yabancı tekniklere uyum
sağlamaktadır. Buna bir de gereksiz sınır tartışmaları veya öncelik kavgalar ekle-
meyelim. Tüm tek yanlı açıklamalar bence lanete layıktır ve bugün bizi bekleyen
ödevin karşısında biraz da boşunadır.

23- F.Braudel, 'İnsan Bilimlerinin Birliği ve Çeşitliliği', Çev: M.Ali Kılıçbay, Tarih Üzerine
Yazılar (Derleme), s: 98

62
Aslında her bilim adamında olan esas ve basit olanı hedefleme gibi otoriter
bir arzuya sahip olan ve üretim araçlarının mülkiyetine ilişkin teorilerinde, toplum-
sal ve ekonomik eklem/eşmeye çifte bel bağlayan Karı Marx, herkesten daha fazla
mucit sarhoşluğuna kapılmaya hak sahibi olan Karı Marx, 18 Mart 1872'de Mauri-
ce La Cluitre'a gene de şöyle yazmıştır: 'Bilime giden şahane yol yoktur'. Bunu
hiç unutmayalım. Çok sayıda ve güç keçi yolundan ilerlemek zorundayız."C24>
BütUn bu belirlemelerden sonra, sonuç olarak şunları söyleyebiliriz: İnsan bi-
limleri bir araya gelmeli, birbirlerinden karşılıklı olarak etkilenmeli, disiplinlerarası

bilgi aktarımı ve kullanımı geliştirilmeli ve bu süreç içinde insana ilişkin gerçekliği,

bütünlüğü içinde kavramaya çalışan bir ortak Dil [program] oluşturulmalıdır. Brau-
del'e göre; "Yarının tarihçisi bu dili imal edecektir-yoksa tarihçi olmayacaktır."<25 >

24- F.Braudel, 'Nüfusbilim ve . İnsan Bilimlerinin Boyutları', Çev: M.AJi Kılıçbay, Tarih Üzeri-
ne Yazılar (Derleme), s: 239-240
25- F.Braudel 'Tarih Üzerine Yazılar' (Ônsöz), s:ll

63
B-Akdeniz ve Akdeniz Dünyası

Burada ilk olarak Braudel'in Akdeniz'e bakışını, bir tarihsel nesne olarak ona iliş­

kin genel dUşUncelerini ve buradan hareketle 'Akdeniz ve Akdeniz Dünyası' adlı

kitabında, Akdeniz'i incelerken kullandığı tarih yöntemini ve anlayışını ortaya koya-


cağız. Böylelikle önceki bölUmde sunmaya çalıştığımız tarih h·akkındaki görüşleri de
bir açıklık ve somutluk kazanacaktır.

Braudel Akdeniz'le tarih arasındaki içsel ilişkiyi belirtirken şöyle demektedir:


"Tarih, çevremizi saran ve bizi işgal eden bugünün sorunları --hatta kaygı ve sıkın­

tıları-- adına geçmiş zamanların sürekli sorgulanmasından başka bir şey değildir.

İnsanların kendilerine yarattığı başka hiçbir dünya Akdeniz kadar kanıtlayamaz


bunu; çünkü Akdeniz'in kendini anlatmasının, kendini tekrar yaşamasının sonu gel-
mez. Kuşkusuz zevki için olduğu kadar, gerektiği için de yapar bunu. Geçmişte va-
rolmuş olmak, varlığım bugün de sürdürmenin bir koşuludur. Nedir bu Akdeniz?
Binbir şeyin hepsi birden. Bir peyzaj değil, sayısız peyzajlar. Bir deniz değil, birbi-
rini izleyen birçok deniz. Bir uygarlık değil, birbiri üzerine yığılmış birçok uygar-
lık. rı(26)

Akdeniz'in böylesi çok yönlü bir yapı göstermesi onun belli bir tarihsel dö-
nemde merkez olmasındandır. Bu tarihsel dönemde bütün yollar Akdeniz'e çıkmak­

tadır. Bundan ötürü "Binyıllardan beri, her şey ona koşmuş, tarihinin altını üstüne

getirip onu zenginleştirmiştir: İnsanlar, yük hayvanları, arabalar, gemiler, fikirler,


dinler, yaşama sanatları. Hatta bitkiler bile.'ı(21l

26- F.Braudel, 'Akdeniz', Çev: Necati Erkurt, Akdeniz: MSkan ve Tarih (Derleme), Metis yay..,
l.Baskı, İstanbul 1990, s:7
27- a.g.y •• s:S

64
Bu Akdeniz'in etrafında ve kendisinde farklı doğalar, yaşam biçimleri, düşün­

sel yapılar olagelmiştir. Ancak bu sayılanlar tarih denilen ana yapı aracılığıyla bü-
tünleştirilmişlerdir. Çünkü "... tarih, tıpkı denizin suyla tuzu kaynaştırması gibi, farklı
öğelerin kaynaşmalarını sağlar. 11<28)
Akdeniz üzerine yapılacak bir çalışmada ilkin dikkat edilmesi gereken şey,

onu tarihselliği içinde ele almaktır. Akdeniz, özellikle de 15. ve 16. yüzyıllardaki

Akdeniz, çeşitli ekonomilerin, uygarlıkların, toplumsal yaşantıların, kısacası o dö-


nemde tüm bir yaşamın odağında yer almaktadır. Dolayısıyla tarihsel bir nesne ola-
rak Akdeniz'e yönelip-araştırma yaparken, tarihçinin şimdinin zaman ve mekan anla-
yışının sınırları ile düşünmesinin, tarihçiyi Akdeniz denilen yapıyı anlama ve
açıklamada önemli açmazlar içinde bırakacağı açıktır.

Braudel Akdeniz'le ilgilenen tarihçilerden şu belirlemeyi dikkate almalarını

ister: "Bugünkü Akdeniz'i bir göl durumuna getiren bu görünümden [zaman ve me-
kanca kolayca ulaşılabilir olmak] tarihçi her ne pahasına olursa olsun uzak kalma-
lıdır. Yüzeylerden söz ettiğimize göre, unutmayalım ki Augustus ve Antonius'un Ak-
deniz'i ya da Haçlılarınki, Hatta Il.Phüippe'in donanmasının gezdiği Akdeniz'in
boyutları, bugünün hava ya da deniz yolculuklarının bizim kafamızda uyandırdığı

boyutların yüz katı, bin katıdır. Tarihteki Akdeniz'den söz etmek, ona gerçek boyut-
larını vermek, onu sınırsız düşünmek demektir; üzerinde durulması gereken önemli
bir noktadır bu. Eskiden Akdeniz tek başına bir evren, bir gezegendi. <29>
11

Geçmişe ilişkin yapılan tarih çalışmalarının aksine, Akdeniz üzerine yapılan

bu çalışmada Braudel, bize tarihe bir 'başka', 'farklı', 'yeni' bir yaklaşım tarzı sun-
makta, geleneksel tarihin es geçtiğini, temele koymaktadır. Bu kitabın amacına, yön-
temine geçmeden önce Braudel'in Hocası L.Febvre'in 'Akdeniz ve Akdeniz Dün-
yası' adlı esere ilişkin düşüncelerine değinelim.

28- a.g.y., s: 15
29- F.Braudel, 'Deniz', Çev: Necati Erkurt, Akdeniz: Mekan ve Tarih (Derleme), s:31-32

65
L.Febvre'e göre: "Fernand Braudel'in eseri bizlere tamamen yeni ve bir an-
lamda devrimci bir plan getiriyor. Doğal, tarihsel ve coğrafi çerçeveleri içinde,
''politik" kelimesinin en geniş anlamıyla, İspanyol politikasının büyük tasarılarının
gerçek anlamını ortaya koymaya karar vererek, öncelikle insani arzulara etki eden,
daha ne olduğunu anlayamadan üstlerine çullanıp onları çeşitli yönlere saptıran ka-
lıcı güçleri inceliyor. Ve bu, yol gösteren, yönlendiren, engelleyen ve kısıtlayan

gücü temsil eden, ya da aksine insanların güç oyununu coşturan, yoğunlaştıran,

daha önce girişilmemiş bir tahlildir. Bugüne kadar önemsenmeden kullanılmış, Ak-
deniz diye isimlendirilen bir kelimedir. Bundan sonra, ikinci bölümde, kısmi ancak
kesin bir metanetin yüreklendirdiği güçlere, fakat bu kez tarihleri belli, ve tıpkı 16.
yüzyılın ikinci yarısında hüküm süren İspanya kralı 11.Philippe'in yaşamıyla anılan
zaman diliminde, etken olanlar gibi kesinkes saptanmış kişiliklerin ötesinde varolan
ortak güçlere ilgisini yöneltiyor Braudel. Üçüncü bölüm: Olaylar. Kabaran, patla-
yan dalgalar ve olguların bulanıklığı. Sık sık ilk bölümde incelenen sürekli, kalıcı

güçlerle savrulmuşlar. İkinci bölümde sayılan sağlam güçlerce etkilenmiş ve yönlen-


dirilmişler. Fakat tarihin cilveleri onların üstünde dansediyor, en parlak, en umul-
madık çeşitli tesadüfler olayların örgüsünü bir kanaviçe__gibi işliyor.

Gözüpek, ama yine de basit bir şema. Sessiz, gürültüsüz, cafcaflı açıklamalar­

dan, inancını açıklayabilmekten gelen kurumlanma/ardan yoksun olan bu kitap, bir


bildiri, bir işarettir. "(30)
L.Febvre, Braudel'in çalışmasını kısa ve net bir biçimde özetler. Biz bu özet-
lemeyi daha da geliştireceğiz. Kitabın ana yapısına geçmeden önce şunu belirtmek
gerekir ki; ".. .Braudel'in tercih ettiği gerçeklik, fiziksel nesnelerin ve ilişkilerin dün-
yasındaki tüm anlamların dışında bir alanda yatan bir gerçekliktir -coğrafi, fizik-
sel oluşumlar, iklim örüntüleri, ekolojik sistemler, demografik mekanizmalar ve ben-

30- L.Febvre, 'Başka Bir Tarihe Doğru', Çev: Ali Boratav. Tarih ve Tarihçi (Derleme), Alan
Yay., 1.Baskı, İstanbul 1985, s:63

66
zeri şeylerden oluşan bir gerçekliktir o - ...Braudel'i ilgilendiren §ey, 'kültür'den
ziyade 'doğa,' 'sözcükler'den ziyade 'şeyler'dir. Akdeniz'in bir çalışma nesnesi olarak
seçilmesi bizzat bunun bir göstergesidir."(31}
Bütünsel bir tarih anlayışına, bütünsel bir tarihe varabilmenin yolu olarak ha-
reketsizlikten, insan yaşamının en canlı hareketlerine kadar bir dizi süreci incelemek
ve birbiriyle ilişkilendirmek gerektiğini belirtir Braudel.
Buraya kadar söylenenlerden sonra onun 'Akdeniz ve Akdeniz Dünyası' kita-
bındaki amacının ne olduğuna bakalım. Braudel'e göre; "...bu kitap, birbirlerini iz-
leyen üç sicile veya üç "basamak"a göre, veyahut da daha fazla sevdiğim bir şekil

olarak, üç farklı zamansallığa göre, bir cins bütünsel tarih denemesidir, bu dene-
mede amaç; geçmişin tüm çeşitli zamanlarını en geniş açılımları içinde kavramak,
hunların biraradalıklarını, içiçeliklerini, çelişkilerini, farklı kalınlıklarını hatırlamak­

tır. Benim arzularıma göre, tarih; kendini şarkı halinde ifade etmeli, birçok ses ta-
rafindan söylenmiş olarak kendini duyurmalıdır, fakat bunun aşiktir sakıncası, sesle-
rin çoğu zaman birbirlerini örtmeleridir. Hiçbir zaman bunların içinden solo olarak
kendini dayatan ve eşlik edenleri uzaklaştıran bir tanesi bulunmamaktadır. Öyle ol-
saydı, bir tek onun senkronizmi içinde ve sanki saydamlık gibi, gerçeğin üst üste ·
çakı§tırdığı şu farklı tarihler nasıl fark edilebilirlerdi ki?" <32)

İncelediğimiz bu kitap, temel olarak her biri kendi içinde bütünsellik içeren üç

ana kattan / bölümden oluşmaktadır. Bu üç kat /bölüm ve bu katların, incelemenin


konusu olan Akdeniz hakkında içerdiği, açıklamaya çalıştığı yapılar şöyle sıralanabi­

lir: 1. Bölüm, "...hemen hemen hareketsiz bir tarihi, insanın onu çevreleyen onunla
ilişkileri içindeki tarihini gündeme getirmektir; bu tarih akmakta ve değişmekte

yavaş, sıklıkla ısrarlı geri dönüşlerden ve sürekli olarak yenilenen devrelerden mey-
dana gelen bir tarihtir. Hemen hemen zaman dışı olan ve cansız nesnelerle temasta

31- Stuart Clark 'Annales Tarih Okulu', Çev: Ahmet Demirhan, Çağdaş Temel Kuramlar (Der-
leme), Vadi Yay.• 1.Baskı, Ankara 1991, s: 208
32- F.Braudel, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, Cilt-2, s: 396

67
olan bu tarihi ihmal etmeyi, ne de bu konuda bir sürü kitabın eşiğine yararsız yere
konulan, madeni manzaralarıyla, tarlalarıyla ve çiçekleriyle çabucak gösteriliveren
ve sanki daha sonra bunlar bir daha ele alınmayacakmış gibi, sanki çiçekler her
ilkbaharda yeniden açmıyorlarmış gibi, sanki sürüler hareketleri sırasında duruyor-
larmış gibi, sanki tekneler mevsimlere göre değişen gerçek bir denizde seyretmiyor-
/armış gibi ele alınıveren şu geleneksel tarihe coğrafi girişlerle yetinmeyi isteme-
dim."<33>
Braudel'in tarih anlayışında bu kata karşılık gelen kavram, 'Uzun Süre' [lon-
gue duree] ya da 'Uzun Dönemli Yapısal Ortam'dır. Buna bir bağlamda tarihin alt-
yapısı da diyebiliriz. 'Uzun Süre', tarihin temel taşıyıcısıdır. Artık mekandan hare-
ketle tekrar, yavaşlık ve süreklilik içeren yapılar araştırılır. Araştırmada coğrafyaya,

ama tarihselliği ve toplumsallığı içeren coğrafyaya büyük iş düşer. Coğrafya Brau-


del'e göre; "... tam haliyle, toplumun mekansal incelenmesi veya düşüncemi sonuna
kadar götürmek üzere, toplumun mekan aracılığıyla incelenmesi olarak gözükmekte-
dir."<34>
Tarih artık G.Deleuze ve F.Guattari'nin dediği gibi ".. .Braudel'in bakış açı­

sından bir geo-tarih .. :•<35> durumuna gelmiştir. Bu bölümün tarih nesneleri Dağlar,
Ovalar, Denizler, İklim, Göç ve Ticaret yollarıdır. Bunların değişimi ya çok uzun
dönemde olmakta ya ·da değişmemekte ve döngüsel bir nitelik göstermektedir.*

33- a.g.y., Cilt-1, s: XVIlI


34- F.Braudel, 'Biyolojik Bireyin Bir Coğrafyası Var mıdır?', Çev: M.Ali Kılıçbay, Tarih
Üzerine Yazılar (Derleme), s: 177
35- G.Deleuze/F.Guattari, Felsefe Nedir?, Çev: Turhan Ilgaz, Y.K. Yay., 1.Baskı, İstanbul 1993,
s: 89
"' Bu bağlamda Hegel de kendi tarih felsefesinde "Dünya Tarihinin Coğrafi Temeli"nin önemine
değinmiştir. Ancak Hegel'de her türlü evrimin nedeni 'Geist' olduğu için; fenomenlerin somut/ mad-
desel açıdan açıklanmasına ancak söz düştükçe, ikinci derecedeki önemli durumlarda, adeta gönülsüz-
,·.:· ce başvurulduğu için, coğrafi çevrenin tarihsel önemi hakkında dile getirmiş -olduğu bu çok doğru an-
layış ve saptama, kendisinde taşıdığı verimli sonuçların hepsini çıkanmlamaya filozofu
yöneltmemiştir.

68
İnsanları taşıyan, besleyen ve etkileyen bu yapılar, aynı zamanda tarihi de et-
kilemekte ve bir anlamda onu biçimlendinnektedirler. Braudel'e göre: "bireylerin
hayatları bu yapıların yol açtığı zincirlerden bazen özgürleşebilir. Çünkü, onların

yaptığı tüm şeyler edimde bulunmaya zorlanmaları açısından onları çevreleyen şey­

/erce sınırlandırıldığından ve mecburi kılındığından, çoğu zaman insanlar ger.çekte


longue duree 'nin mahkumlarıdır. 't(36>
2. Böli.lm de, Braudel'e göre "...hareketsiz tarihin üstünde yavaş ritmi olan bir
tarih fark edilmektedir: eğer ifade asıl anlamından saptırılmış olmasaydı, bunun
için grupların ve gruplaşmaların tarihi olarak, toplumsal tarih denilebilirdi. Bu dip
dalgalarının Akdeniz hayatının bütününü nasıl yükselttiği; işte kitabımın ikinci kıs­

mında, birbirlerini izler biçimde ekonomileri, devletleri, toplumları incelerken ve ni-


hayet tarih kavrayışımı daha iyi aydınlatmak için denizdeki bütün bu güçlerin kar-
maşık sava§ alanında nasıl etki ettiklerini göstermeye çalışırken, kendime sorduğum

buydu. Çünkü biliyoruz ki, savaş saf bir bireysel sorumluluklar alanı değildir.'t(37)
Braudel'in tarih anlayışında bu bölüme karşılık gelen kavram; 'Orta Süre'
[mo~enne duree] ya da 'Orta Dönemli Konjonktüre! Ortam'dır. Burada Akdeniz'in
tarihsel-toplumsal yapılan açığa çıkarılmakta ve incelenmektedir. ilk bölüme göre
tarih, artık daha insansal bir boyuta yaklaşmıştır. Artık nesnelerden değil, insanlar-
dan, insanların yapıp ettiği, ürettiği ilişkiler ve kurumlardan söz edilip, bunlar ince-
lenmekte, hareketsiz olan yapılar ile yan hareketli yapılar yani 1.Bölümdeki ortam
ile bu bölümdeki ortam arasındaki çeşitli ilişkiler, etkiler araştınlmaktadır.

Bu bölümde incelenen tarih nesneleri, ekonomik yapılar, endüstri, madenler,


ticaret biçimleri, haydutluk, köle~ insan sayısı, sınıfsal ve yönetsel yapılar, uygar-
lıklar, teknoloji, savaş teknolojisi ve biçimleridir. Bu tarih nesnelerinin değişme

ritmleri, gelişimleri, yönelimleri çeşitli bilimlerden de yararlanılarak [iktisat, sosyo-

36- Stuart Clark, 'Annales Tarih Okulu', s: 202


37- F.Braudel, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, Cilt-1. s: XVIII

69
loji, istatistik, nüfusbilim] çözümlenmektedir.
3. Bölüm ise, Braudel'e göre "...geleneksel tarihe ayrılmış olan, eğer istenirse
insani ölçüde değil de, birey düzeyindeki tarihtir; Paul Lacombe ve François Si-
miand'ın olaysal tarihi: bir yüzey çırpıntısı, med ve cezirlerin güçlü hareketleriyle
meydana gelen dalgalar. Kısa, hızlı ve sinirli salınım/an olan bir tarih. Tanım ge-
reği aşırı duyarlı olan bu tarihte, en ufak adım bütün ölçü araçlarını alarma geçir-
mektedir. Ama bu haliyle bütün tarihler içinde en fazla ihtiras vereni, insanlıktan

yana en zengin olanı, aynı zamanda da en tehlikeli olanı budur... Tehlikeli bir
dünya, fakat çoğunlukla sessiz ve anlamını ancak çok büyük zaman dilimleri kav-
randığında açığa vuran şu gizil büyük akıntıları önceden saptayarak, onun büyüleri-
ni ve kötülüklerini defedebiliriz. Büyük gürültüsü olan olaylar çoğunlukla sadece
onlar, bu büyük kaderlerin tezahürlerinden ibarettirler ve ancak onlar tarafından

açıklanabilmektedir/er. <38>
11

Braudel'in tarih anlayışında bu bölüme karşılık gelen kavram 'evenement'


[olay]* ya da 'courte duree' [kısa süre]dir. Bu bölümde incelenen tarih nesneleri ise
ekonomik, dinsel, siyasal savaşlar, diplomatik ilişkiler ve dönemin tarihsel ilişkileri­

dir. Olaylar dünyası bazen bir tarihsel döneme ilişkin olarak tarihçilere ışık tutabilir,
yön gösterebilirler.
Ancak bu olaylar dünyasının salt bir gerçeklik olarak kavranmasına karşıdır

38- a.g.y., Cilt-1, s: XVIIl


• Burada 'Olgu' [factum, tatsache] ve 'Olay' [ereignis, fenomen] arasındaki aynına dikkat çek-
mek isteriz. Bu ayrıma ilişkin çeşitli düşünceler geliştirilmiştir: Örneğin L.M. de Rijk. Betül Çotuk-
söken 'in 'Nasıl Bir Tan·h Felsefesi?' (Felsefe Tartışmaları, Panorama Yay., 1. Baskı, İstanbul 1993,
13. Kitap, s: 60-67] adlı makalesinden aktaracak olursak, "Rijk:in 'olay' dediğine, 'tarih alanında
kendi başına varo/an', 'olup bitenlerin tümü' demek olanaklı; bunların varolU§lannın en temel kipi
ise bulamklıktır.
Ri.ik' in 'olgu' dediğine ise 'zihinsel varo/an', 'olup bitenlerin hep bir tasanm eşli­
ğindeki yorumu' demek olanaklı görünüyor." Biz ise bu kavramlardan, ilkinin [olgu] büyük ölçüde
doğabilimlerinin,ikincisinin [olay] ise toplumbilimlerinin iş gördüğü ve yöneldiği kavramlar oldukla-
rını anladığımızısöyleyebiliriz. BIJll!i bağlı olarak olgu, gözlemlenebilir, ölçülebilir ve yinelenebilir.
Olay ise gözlemlenebilir de gözlemlenemez de; biriciklik ve yinelenemezlik özelliğine sahiptir. İşte
Tarih alanı da olgu ve olayların biraraya geldiği. kendine özgü ilke ve kuralları olan bir alandır ve
bu yüz.den.o [Tarih] tam da nesnellik ve öznellik sının üstünde bulunmaktadır.

70
Braudel. İnsanların çoğun yapıp etmelerinin temelinde sadece kendi tercihleri bu-
lunduğunu, kendi ya§adıkları dönemin tarihselliğinin, uzun süre denilen yapılar tara-
fından büyük ölçüde belirlendiğini bilmediklerini söyler Braudel. Çünkü Braudel'e
göre; "Tarihin derin anlamının akıntısına karşı olan her çaba, önceden mahkum
edilmiştir. <39>
11

Olaya ve olaysal tarihe eleştirel bir tarzda yaklaşan Braudel, olaydan şöyle

söz eder: "Ben kendi hesabıma onu [olayı] kısa süre'nin içine yerleştirmek, oraya
hapsetmek isterim: olay patlayıcıdır, XVI. yüzyılda denildiği gibi 'dakikası dakikası­

na haber'dir. Yanıltıcı duvarlarıyla çağdaşların bilinçlerini doldurmaktadır, ama


alevinin görülmesiyle kaybolması bir olmaktadır. u(40)
Buradan hareketle Braudel, ancak sonuçlan ve etkileri daha önceki bölümlerin
izlerini ta§ıyan ve ancak çeşitli biçimlerde de olsa Uzun ve Orta Süre'nin yansıma­

ları olduğunun ortaya konulması koşuluyla olayların belli bir önem ve anlam kaza-
nabileceğini belirtmektedir.
Braudel'in 'Akdeniz ve Akdeniz Dünyası' adlı çalışmasındaki bu üç katlı

tarih anlayışı, aynı zamanda H.Berr ve L.Febvre'in tarih için belirledikleri üç temel
kategoriye de karşılık gelmektedir. ·G.McLennan'a göre Berr ve Febvre'in kategori-
leri rastlantı, zorunluluk ve mantık'tır. "Teorik olarak bu düzeyler birbirlerini ta-
mamlamalı ve karşılıklı ilişki içinde olmalılardı; tarihçinin dikkatini çekmek için
birbirleriyle rekabet etmeleri söz konu.su değildi. Fernand Braudel de metodoloji
konusunda anahtar niteliği taşıyan pasajlarında bu üçlü bölünmeyi devralır, fakat
tarihsel ölçek açısından bunlar arasındaki farkları tartışarak felsefi ağırlıklarını

biraz azaltır. Braudel'in elinde 'rastlantı', 'L'histoire evenementielle'e, 'yani olaylar


tarihine: yüzeysel dalgalanmalara, tarih akıntılannın güçlü sırtlarında taşıdığı

köpük yığınlarına dönil§ür. Berr ve Febvre'deki 'zorunluluk', Braudel'in 'toplumsal

39- a.g.y., Cilt-2, s: 400


40- F.Braudel. 'Tarih ve Toplumsal Bilimler: Uzun Süre', s: 55

71
tarih, gruplar ve gruplaşmalar tarihi' şeklindeki ikinci kategorisidir. Bu, 'yapı ve
konjonktürü, ağır devinimliyle hızlıyı' birleştiren 'kol/ekti/ yazgı ve genel eğilimleri'

kapsar. Braudel'in ele aldığı üçüncü, 'mantıksal' kavram, 'çevresiyle ilişkisi içinde
insanın' algılanamaz' tarihi, hemen hemen 'sürekli bir tekrar'dan oluşan tarihtir. "c41 >
Braudel çeşitli tarih bilimcileri ve tarih teoricilerinden etkilenerek, b~en de
eleştirerek; kendine özgü bir tarih teorisi geliştirmeyi başarmıştır. Tarih teorisi bağ­

lamında geliştirdiği kavramları devamlı işlemiş, içlerini doldurmuş, Süre'ye ve


Süre'nin diyalektiğine büyUk bir önem vermiştir.

Braudel bu çalışmasında, M.Blo~h'un Feodal Toplum adlı kitabında yaptığı­

nı, bir döneme ilişkin bütünsel tarih çalışmasına benzer bir biçimde; ama yöntemsel
açıdan daha da zengin olarak ortaya koymuştur. Son olarak, Braudel'in bu kitabın­

da, Annales Tarih Okulu 'nun ikinci dönemine ilişkin bir paradigmanın ortaya konul-
duğunu ve bize yeni bir tarih anlayışının-yapılışının sağlam bir örneğinin sunuldu-
ğunu söyleyebiliriz.

41- G.McLennan, 'Braudel ve Annales Paradigması ', Çev: Deniz Erksan. Tarih ve Tarihçi (Der-
leme), s: 117-118

72
Sonuç

Tarihsel olayları, süreçleri, yapılan yani bütünlüğü içinde tarihi, bu varlık ala-
nındaki bütün olup bitmeleri, insan bilimlerinden yararlanarak; bütünsellik, disiplin-
lerarası çalışma, süre gibi kavramlardan hareketle inceleyen ve gerektiğinde tarih'i
geleneksel malzemelerinden ve yöntemlerinden bağımsız olarak, dil~ ülke ve insan
yapılan, dış çevre ve zihniyetler aracılığıyla açıklayan Annales Tarih Okulu'nun
tarih anlayışını, tarih teorisinin temel sorunlarıyla ilişkili olarak inceledik.
Buradan hareketle genelde Annales Tarih Okulu, özeldeyse Fernand Brau-
del'in somut / varolan temelli bir fenomenolojik - ontolojik tarih anlayışı ve
yöntemi geliştirdiklerini söyleyebiliriz. Bu ontolojik bakış: "... olana yönelen ve
olanı ilişkileri -bağlantıları içinde görmeğe ve aynı zamanda onun ilişkilerini­

bağlantılarını görmeğe çalışan bir bakıştır. Ya da: nesne edinilenin varlıkça yapısı­

na veya neliğine yönelen ve bağlantılarını olduğu kadar diğer şeylerle ilgisini ve


onlardan farkını gören bakıştır." (JJ

Bu incelememizin sonucunda eğer " .. Annales Okulunda bir hata aranacak


olursa histoire totale diyebileceğimiz bir tür yaklaşıma olan görünüşteki tercihlerini
belirtebiliriz. Diğer bir deyişle, bir çağ ya da bir yörenin her boyutuna değinerek

konuyu bütünüyle kuşatan bir yaklaşım. Bu tercihin karşısında J.H.Hexter'in histoi-


re problemetique [problem tarihi] diye adlandırdığı yaklaşımı örnek gösterebiliriz.
İkincisinde, belirli bir sorunsal çerçevesinden tek bir zaman ya da yörenin yoğun

ve çok boyutlu incelenmesine olanak tanıyan, aynı zamanda başka yöreler ve za-
manlarda benzer bir sorunsal ortaya çıkmışsa, gerektiğinde bir ekip çalışması şek-

1- İoanna Kuçuradi, Çağın Olayları Arasında, s: 173

73
Zinde, karşılaştırmalı yaklaşımlara da açık olan türde bir anlayış görmekteyiz."(2)
Bu eleştirinin birinci bölümüne katılmak olanaklıysa da, ikinci bölümde ileriye
sürülen karşılaştırma yönteminin Annales Tarih Okulu'nda bulunmadığı savı doğru

gözükmemektedir. Çünkü özellikle M.Bloch, Avrupa Toplumlarının Karşılaştır­

malı Tarihi İçin adlı makalesinde bu yöntemi açıkça savunmakta ve bu yönterrile


de iş görülmesi gerektiğini söylemektedir.
Ancak geliştirilmeye çalışılan tÜln eleştirilere karşın; " yine de Braudel' in
Akdeniz'i gibi bir çalışmayı takdir etmemiz gerekir. Tarih ile sosyal bilim yaklaşım­

larını böylesine olağanüstü bir sentezle birleştirebilmek nadirdir. Tarih ve sosyal


bilim alanlarına harcanan bütün mali kaynaklara rağmen Amerika Birleşik Devlet-
leri' nde· bile bu çapta bir çalışma yapılmamıştır. Sosyal bilimler çalışmış tarihçile-
rin ve tarihin tekniğini ve bakış açısını özümsemiş sosyal bilimcilerin neler yapabil-
diği hakkında bir derstir bu."<3>

İçinde bulunduğumuz kültürel ortamda bizim sosyal bilimcilerimizin ve özel-


likle de tarihçilerimizin ortaya koymaya çalıştığımız tarih anlayışından pek de ders
aldıkları, etkilendikleri söylenemez. Kuşkusuz bu durumun bir çok nedeni bulun-
maktadır. Ancak en önemli neden olarak [Ulkemiz özelinde konuşacak olursak]:
Devlet-Bilim, Bilim-Toplum, Bilimadamı-Devlet, Bilim-Bilim ve Bilimadamı­

Toplum diye kavramlaştırabileceğimiz yapılar arasında kurulan tek yanlı, zorlamacı,

hiyerarşik ilişkiler gösterilebilir.*


Tek yanlı kurulan [tersinden söylendikte kurulamayan] bu ilişkiler sonucunda
"ister geri kalmış, isterse -nezakette- gelişmekte olan ülkeler sınıfında, tarih bilimi
açısından eriştiğimiz noktanın gelişmiş ülkeler düzeyinin hayli altında olduğunu

2- Tom Bottomore ve Robert Nisbet, 'Yapısalcılık', Çev: Binnaz Toprak, Sosyolojik ÇöZilmle-
menin Tarihi, Tom Bottomere-Robert Nisbet (Derleme), V yay., 1.Baskı, Ankara 1990, s: 593
3- a.g.y., s: 593
* Bu duruma örnek olarak ülkemizde hem ortaöğrenim hem de yükseköğrenim düzeyinde yapıl­
mış olan ders kitaplan gösterilebilir. Okutulan bu ders kitaplannın ve genel olarak tarih öğretimi ve
anlayışının somut örneklerle çözümlenmesi ve eleştirilmesi bağlamında bakınız: "Salih Özbaran,
Tarih ve Tarih Öğretimi, Cem Yay., 1. Baskı, İstanbul 1992"

74
kabul etmek durumundayız. En önemlisi bu düzeye erişme çabasının ilk şartı olan
'bilimsel_çalışma' nın koşullarını ülkemizde hala yaratabilmiş değiliz. Dünyaca onay-
lanmış araştırmacılarımız yok değil. Ancak bu bireysel başarıların bir Tarih
Okulu' oluşturmamıza yeterli olmadığı yadsınamaz."<4>
TUrkiye'de böylesi bir ortamda durumda tarihin gidişi ya da tarihin so11u tar-
tışmalarının yapılıyor olması ve bu sorunların modernizm-postmodernizm bağla­

mında ele alınıyor olması, oldukça ilginçtir! Buradan hareketle hem modemizm-
postmodernizın kavramlarına hem de tarihin sonu diye konulan soruna yaklaşmayı

deneyelim. ÇünkU inanıyoruz ki bu kavramlar henüz bizim kültUrel ortamımızda

açık seçik olarak ortaya konulmamışlardır.

Klasik anlamda modemizın, temeline Akıl'ı alan ve ondan hareketle gelişmeci,

ilerlemeci bir anlayışla hareket eden, insan toplumlarının bütün yapıp etmelerinin
sonul anlamda özgürleşmeye doğru evrildiğini ileri silren, Aklın ürettiği düşüncele­

rin ve onun yansımalarının [Ekonomik / Teknolojik / Siyasal] insanlığın bütününe


yarar sağladığına duyulan güven olarak tanımlanabilir.

Bu belirlemeye rağmen modemizm için: "Başlangıç tarihi saptamak da bir o


kadar zordur. Modernitenin başlangıcı Saint Augustin' e dayandırılabilir, üstelik
çok da aptalca sayılmaz bu, çünkü biraz önce sözünü ettiğim temaların, hristiyanlık­

tan miras kalan kavramlarda, zaman ve mekan düzenlemelerinde bulunduğu açıktır:

Özgürlüğe doğru sürekli ilerleyen, ilk günahtan itibaren gelişen ve Tanrı'nın krallı­
ğını vaad eden bir tarih görüşü... Herkes bu görüşün bütün modern anlatıların te-
melinde yattığını saptayacaktır. Ama söz konusu başlangıç tarihini Descartes'da,
Leibniz'de, Ansiklopedi' de ya da Fransız Devrimi'nde bulabiliriz. Akla yakın gelen
bir sürü tarih vardır." (5)

4- Orhan Koloğlu, '2050'yi Düşünürken', Salih Özbaran, Tarih ve Tarih Öğretimi, Cem Yay.,
!.Baskı, İstanbul 1992, S: 83-84
5-J.F.Lyotard, 'Postmoderne Dönüş'. Çev: Berrin Ersan. Modemizmjn Serüveni-! (Derleme),
Y.K.Yay., l.Baskı, İstanbul 1993, s: 7

75
Postmodemizmi ise şöyle tanımlayabiliriz: Büyük ölçüde modemizmin politik,
düşünsel, tarihsel ve toplumsal sonuçlarını eleştiren ve söylemleprun temeline belir-
sizlik, parçalanmışlık, kuralsızhklkuralların yapısızlandırılması, öznenin yitimi/
çokbenlilik, yapısöküm (dekoostrüksiyoo), görelilik/her şey gider gibi kavramları
alan anlayış.*

Postmodemizmi üst-anlatıların sonu olarak da gören J.F.Lyotard, yine kendi


sözleriyle postmodemlik hakkında şunları söyler: " ..postmodernlik kavramının bir
dönemi ya da tarihsel bir zaman sürecini tanımlamadığını, belirlemediğini, sonra
da, kendi dışında hiçbir gönderme taşımadığını, yani bir uyan dışında hiçbir değeri

olmayan, hiçbir ağırlık taşımayan bir söz olduğunu... söylemekten hiç rahatsızlık

duymuyorum. Söz konusu söz [postmodernlik], modernitede bir şeylerin sona ermek-
te olduğunu haber veriyor bize."(6)
Modemizm-Postmodemizm kavramları bağlamında tarih bilimi ya da daha
geniş olarak söylersek tarih teorisinde de tarihsel olarak yeni olmayan ama gündem-
de olması anlamında yeni bir sorunla karşılaşıyoruz: Tarihin sonu [mu?]
Modernizın bağlamında düşündüğümüzde Augustinus'la başlayan tarihin sonu
düşüncesi, farklı bir bağlamda da olsa 'Dünya Yurttaşlığı Amacına Yönelik Ev-
rensel Tarih İçin Düşünceler' adlı makalesiyle Kant [özellikle barış ve Birleşmiş
Milletler düşüncesine öncülilk etmesi bağlamında]'la devam edip; Hegel'de Geist'ın

[rin] kendini açtığı yer olan tarihin, bu kendi kendine yabancılaşmış Tin'in, kendi
kendine gelişerek son aşamaya varma süreci olan tarihin, sonul anlamda yine kendi
kendisiyle özdeşleşmesiyle bütünlüğüne kavuşması ve herkesin özgür olduğu Hristi-
yan-Germen toplumuna ulaşılmasıyla tarihin biteceği, sona ereceği biçiminde kendi-
ni göstermektedir düşünce tarihinde.
Dolayısıyla tarihin modernist yorumundan kaynaklanan bu düşünce sanıldığı

* Bu konuda daha geniş bilgi için bakınız: Önay Sözer. 'Önay Sözer ile Postmodern Üzerine'
[Söyleşi], Varlık Dergisi - 1023, Aralık 1992, s: 11-14
6- a.g.y., s: 7

76
gibi yeni değildir. Günümüzdeyse Amerikalı bir bürokrat olan Francis Fukuyama
tarafından geliştirilen tarihin sonu düşüncesi de teorik köklerini Hegel 'den almakla
birlikte; daha çok dünyamızın içinde bulunduğu konjonktüre! ortama denk düşmesi

yüzünden popillerlik kazanmış ve yaygınlaşmıştır.

Dünyamız büyük ölçüde 2. Dünya Savaşı'ndan sonra iki ana kampa bölün-
müştü. Bunlar ekonomik ve politik olarak birbirinden farklı; Liberal Kapitalizm ve
Reel Sosyalizm denilen anlayışlara uygun olarak yapılandırılmış toplumlardı. Ancak
1989'larla birlikte Reel Sosyalist denilen toplumların ekonomik, politik ve sosyal
açıdan içine düştükleri bunalımı aşamamalarından dolayı yıkılmalarıyla birlikte,
dünya görünürde tekli bir yapıya doğru yöneldi.
Bu duruma bağlı olarak Fukuyaına Liberal Kapitalizmin ve onun değerlerinin

bütün dünyaya egemen olduğuna, dolayısıyla tarihsel gelişmenin [en azından top-
lumların nitelikçe değişmeyeceğine] sonuna geldiğine ve bu anlamda tarihin de bitti-
ği, sona erdiği düşüncesine varır.*

Kuşkusuz böylesi bir sona varış güncellik'ten olduğu kadar, Fukuyama'nın

öznel politik düşüncelerinden ve içinde bulunduğu bürokratik konumundan da kay-


naklanmaktadır Fukuyama modernizmin içinde, modernist bir düşünceyle, moder-
nizmin tamamlandığını-biltünlendiğini ve artık ekonomik, politik ve sosyal açıdan li-
beralizasyonun hakim olacağını söyleyerek bize Hegel'i hatırlatmaktadır.

Postmodern.izm bağlamında bu sorunu ele alacak olursak postmodemistler için


önemli olan tarihsellik değil güncellik [şimdi]dir. "Alışılmış anlamda geçmiş ve
gelecek kavramlarına postmodern yabancıdır. Ona göre geçmiş, büsbütün geçmemiş

olduğu gibi, gelecek de tümüyle gelecekte değildir; tersine her ikisi bir balama şim­

didedir. Geçmiş ve geleceğin bu şimdileştirilmesi, aslında geçmiş, şimdi, gelecek üç

* Bu konuda bakınız: Francis Fukuyama. 'Tarihin Sonu mu?', Çev: Sina Şener, Eski Dünya-
dan Yeni Dünyaya (Derleme). Hil Yay.• 1. Baskı. İstanbul 1993, s: 193-219, Aynca bakınız Francis
Fukuyama, Tarihin Sonu ve Son İnsan, Çev: Zülfü Dicleli, Simavi Yay., 1. Baskı, İstanbul 1993

77
boyutunu ortadan kaldırır ve hepsini birden bir boyuta indirir. Bu nedenle, örneğin

tarih felsefesi bağlamında da 'tarih bitti' denir."<7>


Bu d~şünceler temellerini büyük ölçüde Edmund Husserl'den ve tarih feno-
menolojisi denilen alandan almaktadır kanımızca. Genel olarak fenomenoloji, özel
olarak da tarih fenomenolojisi kendini gerçekliğin köken'inin ortaya çıkarılması

üzerine kurar. "Tarih fenomenolojisi Husserl' in Dirimü Şimdi [lebendige Gegen-


wart] dediği şeyin betimlemesi üzerine kurulur. Geçmiş hiçbir zaman şimdiden ko-
parılamaz [tıpkı geleceğin de koparılamayacağı gibı]. Eğer geçmiş her zaman şim­

dide sürdürülüyor olmasaydı, eğer gelecek daha şimdiden orada taslaklanmış

olmasaydı, geçmiş ve gelecek bir hiç olurlardı. Başka bir deyişle, hiçbir biçimde
bulunmazlardı. Gizemli bir geçmişten, anıların ötesindeki zamandan söz etmek ola-
naksız olurdu, eğer bizim için sonsuza dek yitmiş olan uygarlığın şimdiki yıkıntıları

olmasaydı. Ama geleceğin şimdide 'bildirilebilmesi' ve geçmişin orada 'sürdürüle-


bilmesi' için, bu şimdi yalnızca şimdi olmamalıdır. Hem daha şimdiden geçmiş bir
şimdi hem de henüz gelecek bir şimdi olmalıdır. Henüz şimdi olan bu geçmiş dola-
yısıyla, geçmiş olarak geçmiş bizim için bundan böyle şimdi olmayan bir şimdidir,
'
gelecek ise her zaman henüz şimdi olmayan bir şimdi olmuştur ve her zaman öyle
olacaktır... Bu, ya hiçbir şeyin hiçbir zaman bütünüyle yok olmadığı, ya da şimdi­

nin kendisinin hiçbir zaman gerçekten yer almadığı demektir."<8>


Bu belirlemelerden sonra kendi bakışımızı ortaya koyarsak; kanımızca tarihin
sonu biçiminde ortaya konulan bu düşünce, ister modemizm. isterse postmodemizm
bağlamında tartışılsın, sonuçta bizim düşünsel ufkumuzu genişletmeyecektir. İnsanlık

tarihi boyunca çeşitli dönemlerde dile getirilen bu düşünce, spekülativ ve öznel ol-
maktan öte bir içeriğe sahip değildir. Olsa olsa içinde bulunulan tarihsel-toplumsal

7- Ö. Naci Soykan Türkiyeden Felsefe Manzaraları, Y.K.Yay., l. Baskı, İstanbul 1993, s: 121
8- Vincent Descombes, Modern Fransız Felsefesi, Çev: Aziz Yardımlı, İdea Yay., 1. Baskı, İstan­
bul 1993, s: 139-140

78
dönemin o anki politik ve ekonomik durumunu, [o da geçici bir süre için] yansıtı­

yor olabilir. K.Marx'ın şu sözleri sanırım bu sorunun yanıtını kendi içinde banndı­

nyor; "Profesör/er, tarih teorileri yaratıyorlardı. Oysa, tarih, bu sayın profesörlerin


tarihlerine aldırış etmeden çılgınca koşusuna devam ediyordu." <9)
Tarih Uzerine yapılan bütün çalışmalann, üretilen bUtün söylemlerin insanlık

tarihiyle paralel olarak geliştiğini ve insan toplumlannın varolduğu sürece de bunla-


rın devam edip çeşitlenebileceğini söyleyebiliriz. Çünkü tarih bizi vareden, sarıp

sarmalayan, bitmek tükenmek bilmez bir süreçtir. Söylediklerimizi desteklemek


üzere eski Mısır şiirlerinden birinde sanki tarih bize şöyle seslenmektedir:
"Ben dünüm, bugünüm, yarınım.

Varlığımla dolmayan gün yoktur.


Benim açtığım yoldur şimdiki çağ. 11 < 10>

9- Marx-Engels, Düşünceler, Aforizmalar, Çev: Nuri Sel, Yeni Dünya Yay.• l.Baskı, İstanbul 1975,
s: 26
10- Eski Mısır Şiiri, Çev: Talat S.Halman, T.İş Bankası Kültür Yay., l.Baskı. İstanbul 1972, s: 11

79
Kaynakça

1-Aristoteles, Poetika, Çev: İsmail Tunalı, Remzi Kitabevi,


5.Basım, İstanbul 1993

2-Emst von Aster, Bilgi Teorisi ve Mantık,Çev: Macit Gökberk, İ.Ü.


E.F.Yay., 2.Baskı, İstanbul 1972

3-Prof.Dr.Bekir Sıtkı Baykal, Tarili Terimleri Sözlüğü,T.T.K. Yay., 2.Baskı ,

Ankara 1981

4-Marc Bloch, Feodal Toplum,Çev: M.Ali Kılıçbay, Savaş Yay.,


1.Baskı, Ankara 1983

5-Marc Bloch, Tarihin Savunusu Ya Da Tarihçilik Mesleği,


Çev: M.Ali Kılıçbay, Birey ve Toplum Yay.,
1.Baskı, Ankara 1985

6-Marc Bloch, 'Avrupa Toplumlarının · Karşılaştırmalı Tarihi


İçin', Çev: Ali Boratav, Tarih ve Tarihçi (Derleme),
Alan Yay., 1.Baskı, İstanbul 1985

7-Nejat Bozkurt, 'Hegel Felsefesi Üstüne Notlar' ,Hegel-Seçilmiş


Parçalar, Çev: Nejat Bozkurt, Remzi Kitabevi,
1.Baskı, İstanbul 1986

8- Nejat Bozkurt, Eleştiri ve Aydmlanma (Felsefe İncelemeleri),


Say Yay., 1. Baskı, İstanbul 1994

80
9-Tom Bottomore ve
Robert Nisbet, 'Yapısalcılık', Çev: Binnaz Toprak, Sosyolojik
Çözümlemenin Tarihi, Tom Bottomore-Robert Nisbet
(Derleme) V Yay., !.Baskı, Ankara 1990

10-Femand Braudel, Tarih Üzerine Yazılar,Çev: M.Ali Kılıçbay, İİnge


Yay., 1.Baskı, İstanbul 1992

11-Femand Braudel, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası,Çev: M.Ali


Kılıçbay, Eren Yay., !.Baskı, İstanbul 1989, Cilt 1-2

12-F.Braudel, Akdeniz, Çev: Necati Erkurt, Akdeniz: Mekan ve


Tarih-(Derleme), Metis Yay., l.Baskı, İstanbul 1990

13- Femand Braudel, '1950'lerde Tarihin Durumu' ,Çev: Zeki Arı.kan,

Tarih İncelemeleri Dergisi-!, Ege Ü.E.F. yay.,


1.Baskı, İzmir 1983

14- Fernand Braudel, 'Braudel Destanı: Yavaş İlerleyen Tarihin


Ustasıyla Yapılan Son Söyleşi' Çev: Şirin Tekeli,
Tarih ve Toplum Dergisi, Sayı: 26 Şubat 1986
İstanbul

15- Peter Burke, 'Modern A ~pa'nın İJk Dönemlerinde Toplum ve


Ekonomi'ye Giriş', Çev: Ali Boratav, Tarih ve
Tarihçi (Derleme), Alan yay., l.Baskı, İstanbul 1985

16- E.H.Carr-J.Fontana, Tarih Yazımında Nesnellik ve Yanlılık,çev: Özer


Ozankaya, İmge Kitabevi, !.Baskı, Ankara 1992

81
17- E.H.Carr, Tarih Nedir,Çev: M.E.Gürtürk, İletişim Yay.,
2.Baskı, İstanbul 1987

18- Ernst Cassirer, Devlet Efsanesi, Çev: Necla Arat, Remzi Kitabevi,
l.Baskı, İstanbul 1984

19- Ernst Cassirer, 'Tarih', Çev: Füsun Altıok, M.E.B. DüşUn Bilim
Eğitim Dergisi-1, Tarih Özel Sayısı, Ankara 1979

20- Stuart Clark, 'AnnaJes Tarih Okulu',Çev: Ahmet Demirhan,


Çağdaş Temel Kuramlar (Derleme), Vadi Yay.,
1.Baskı, Ankara 1991

21- R.G.Collingwood, Tarih Tasarımı,Çev: Kurtuluş Dinçer, Ara Yay.,


1.Baskı, İstanbul 1990

22- Betül Çotuksöken, 'Nasıl Bir Tarih Felsefesi', Felsefe Tartışmalan,

13. Kitap, Panorama Yay., İstanbul 1993

23- G.Deleuze/F.Guattari, Felsefe Nedir?,Çev: Turhan Ilgaz, Y.K.Yay.,


1.Baskı, İstanbul 1993

24- Vincent Descombes, Modern Fransız Felsefesi, Çev: Aziz Yardımlı,

İdea Yay., 1. Baskı, İstanbul 1993

25- Georges Duby, Erkek Ortaçağ,Çev: M.Ali Kılıçbay, Aynntı Yay.,


1.Baskı, İstanbul 1991

82
26- Suraiya Faroghi, 'Duyguların da Bir Tarihçesi Vardır: Lucien Febvre'in
Yapıtları', Toplum ve Bilim-28, İstanbul 1985

27- Lucien Febvre, 'Başka Bir Tarihe Doğru",Çev : Ali Boratav,


Tarih ve Tarihçi(Derleme), Alan Yay., l.Baskı,

İstanbul 1985

28- Francis Fukuyama, 'Tarihin Sonu mu?'Çev: Sina Şener, Eski


Dünyadan Yeni Dünyaya (Derleme), Hil Yay., 1.
Baskı, İstanbul 1993

29- Macit Gökberk, Kant ile Herder'in Tarih AnlayışlarıJ.ü.E.F.


Yay., 1.Baskı, İstanbul 1948

30- Talat S.Halman, Eski Mısır Şiiri,T.İş Bankası Kültür Yay., l.Baskı,
İstanbul 1972

31- Leon-E.Halkın, Tarih Tenkidinin Unsurları,Çev: Bahaeddin


Yediyıldız, T.T.K. Yay., !.Baskı, Ankara 1989

32- G.W.F. Hegel, Mantık Bilimi,Çev: Aziz Yardımlı, İdea Yay.,


! .Baskı, İstanbul 1991

33- G.W .F. Hegel, Tarihte Akıı Çev: Önay Sözer, Ara Yay., 1. Baskı
İstanbul 1991

34- Herodotos, Herodot Tarihi,Çev: Miintekim Ökmen, Remzi


Kitabevi, 3.Basım, İstanbul 1991

35- Nusret Hızır, Felsefe Yazıları, Çağdaş Yay., 1.Baskı,

İstanbul 1976

83
36- Martin Jay, Diyalektik İmgelem, Çev: Üns~I Oskay, Ara Yay.,
l.Baskı, İstanbul 1989

37- İoanna Kuçuradi, Çağın Olayları Arasmd~ Şiir - Tiyatro Yay., 1.


Baskı, Ankara (tarihsiz)

38- Orhan Koloğlu, '2050'yi Düşünürken',Salih Özbaran, Tarih ve


Tarih Öğretimi, Cem Yay., l.Baskı, İstanbul 1992

39- J.F.Lyotard. 'Postmoderne Dönüş', Çev: Berrin Ersan,


Modemizmin Serilveni-1 (Derleme), Y.K.Yay.,
l .Baskı, İstanbul 1993

40- K.Marx-F.Engels, Kutsal Aile,Çev: Kenan Somer, Sol Yay., l.Baskı,

Ankara 1976

41- K.Marx, Louis Bonaparte'in 18 Brumaire'i,Çev: Sevim


Belli, Sol Yay., 2.Baskı, Ankara 1990

42- K.Marx-Engels, Düşünceler-Aforizmalar, Çev: Nuri Sel, Yeni


Dünya Yay., 1.Baskı, İstanbul 1975

43- K.Marx-F.Engels, Alman İdeolojisi, Çev: Hamdullah Erbil, Melsa


Yay., 1.Baskı, İstanbul 1990

44- G.McLennan, 'Braudel ve AnnaJes Paradigması',Çev: Deniz


Erksan, Tarih ve Tarihçi (Derleme), Alan Yay.,
1.Baskı, İstanbul 1985

84
45- Salih Özbaran, Tarih ve Öğretimi Cem Yay., 1. Baskı İstanbul
1992

46- Doğan Özlem, Tarih Felsefesi, Ara Yay., 2.Baskı, İstanbul 1992

47- Blaise Pascal, Düşünceler, Çev: Fethi Yücel, Ege Matbaası,

4.Baskı, Ankara 1970

48- Ö.Naci Soykan, Türkiyeden Felsefe Manzaraları,Y.K.Yay.,

l.Baskı, İstanbul 1993

49- Önay Sözer, 'Hegel'de Dünya Tarihi'nin Gidişi ve 'Özgürlük


İdesi', Macit Gökberk Armağanı, T.T.K. Yay.,
1.Baskı, Ankara ı 983

50- Önay Sözer, 'Önay Sözer ile Postmodern ÜzerinelSöyleşi],


Varlık Dergisi - 1023, Aralık 1992

51- İlhan Tekeli, 'Tarih Metodolojisi Üzerine' ,Bilim ve Sanat


Dergisi, 21 Eylül 1982

52- David Thomson, Tarihin Amacı,Çev: Salih Özbaran, E.Ü.Yay.,


1.Baskı, İzmir 1983

53- Nermi Uygur, Kültür Kuramı, Remzi Kitabevi, 1.Baskı,


İstanbul 1984

85
Özet

Tarih hakkında yapılan bu çalışmada yöntem olarak, tarih bilimi ve teorisinde-


ki temel sorunları ortaya koymayı ve onları incelemeyi sağlayan sorun bilinci
temel alındı. Bu sorun bilinciyle incelenilen varlık alanının [Tarihin] kendisi bir
bUttin olarak konu edinilerek, bu bütünün çatisını oluşturan ve düşünce tarihi bo-
yunca üzerinde kesin bir uzlaşımın sağlanamadığı sorunlar [Öznellik, Nesnellik,
Rastlantı, Nedensellik, Tarihte Bireyin Rolü, Tarih, Tarihçi, Tarih Bilimi, Tarih Fel-
sefesi v.d.] çeşitli tarih bilimcileri ve tarih felsefecileri üzerinden gidilerek ortaya
konulup çeşitli çözUın önerilerinde bulunuldu.
Yine de tarih alanına ilişkin bu sorunların kalıcı bir çözümünün bulunmadığı

ve bu sorunların sürekli çözümsüzlük üreten bir yapıda olduğu, buna bağlı olarak
tarih üzerine üretilmiş ya da üretilebilecek olan bütün çözüm denemelerinin mutlak
bir kesinliği ve kapsayıcılığı olamayacağı gösterilmeye çalışıldı.

Bu temel belirlemelerden sonra, çalışmanın konusunu oluşturan ve 20. yüzyıl­

da bir tarih okulu olarak kendini ortaya koyan Annales Tarih Okulu, belli başlı
temsilcilerinden hareketle ortaya kondu. Burada 19. yüzyılda Ranke ile ortaya
çıkan, sadece olaylara, büyük tarihsel kişiliklere ve diplomasiye bağlı olarak ve
olaylan kronolojik bir dizinle biraraya getirip tarih yazan pozitivist anlayışa karşı

olarak geliştirilen yeni tarih anlayışının belli başlı yanlan incelendi.


Annales Tarih Okulu 'nun ilk kurucuları olan Marc Bloch ve Lucien Febv-
re'in tarih çalışmalannın merkezinde yer alan çeşitli kavramlar ve eğilimler (karşı­

laştırmalı tarih anlayışı, dilden hareketle toplumsal yapının çözümlenmesi, disiplinle-


rarası çalışma, bütünsellik, geleneksel tarih anlayışının tersine, insan yapıp etmeleri
sonucu ortaya çıkan her nesnenin tarihi anlama ve açıklamada kullanılabileceği savı,

tarihin egemen bir bilim olarak öne çıkması gerekliliği] örneklendirilerek açıklanma­

ya ve tartışılmaya çalışıldı.

86
Daha sonra Annales Tarih Okulu'nun bu bütünsel tarih anlayışını geliştirip de-
rinleştiren Fernand BraudeI ve onun tarih görüşünü temellendirip somutlaştırdığı

Akdeniz ve Akdeniz Dünyası adlı kitabı incelendi. Bu incelemede ilkin Brau-


del'in Annales Tarih Okulu'yla olan benzerlik ve farklılıkları teorik bağlamda ele
alınıp, Bloch ve Febvre'de yer alan tarihin egemen bilim olma savının Brau~el'de

nasıl tarihin diğer bilimlerle bir integrasyonunun gerekliliğine dönüştüğü gösterildi.


Bundan sonra onun temel kavramları [Süre, Zaman, Coğrafya, Model, Yapı, Maddi
Yaşam, Disiplinlerarası ilişki, Ortak Dil Oluşturma Çabaları v.d.] belli bir açıklığa
kavuşturulmaya ve bu kavramsal yapıların karşılık geldiği gerçeklikler gösterilmeye .
çalışıldı.

Tarih bilimine ve teorisine yeni bir bakış açısını, yeni kavramları ve çoğulcu

yöntemleri yerleştiren; kuramsal açıdari bütünlükçü ve yenilikçi bir anlayışa sahip


olan Ferıiand Braudel'in bu konuda referans gösterilebilecek olan kitabı da yine
bu bağlamda incelendi. Bu kitapta ortaya koyduğu üç katlı tarih anlayışı [Uzun Sü-
reli Yapılar, Orta Süreli yapılar ve Kısa Süreli Yapılar] somut olarak temellendirildi
ve onlara karşılık düşen felsefi yapı [Fenomenolojik Tarih Ontolojisi] ortaya konul-
maya çalışıldı.

Tarih bilimine ve teorisine bir Zaman ve Mekan Ustası, daha doğru deyişle

Zaman ve Mekanı [Tarih ve Coğrafya] birleştirebilen bir usta olarak geçen Brau~
del'in tarih anlayışı betimleyici, bir tarzda ele alındıktan sonra Annales Tarih
Okulu'nun bir genel değerlendirmesi ve eleştirisi yapıldı.

Bütün bunlardan sonra ülkemiz özelinde tarih çalışmalarına eleştirel bir tarzda
göz atıldı ve buradan hareketle ülkemizin verili durumu temele alınarak tarih felse-
fesinin temel sorunlarından birisi olan ve günümüzde popülerlik kazanan tarihin
sonu, yine popüler olan bir başka kavram çifti [Modemizm-Postmodernizm] bağla­

mında tartışılıp genel bir tarih değerlendirilmesine varıldı.

Annales Tarih Okulu 'nun bütünsel tarih anlayışının ve bu bağlamda Fernand

87
Braudel'in tarih anlayışının ele alınıp incelenmesindeki temel amaç olarak ise şun­

lar söylenebilir: 20. yilzyılla birlikte bilimler hem kendi içlerinde bir uzmanlaşmaya

doğru gittiler hem de diğer bilimlerle ilişkilerini asgari düzeylere indirdiler. Bundan
kuşkusuz tarih de payına dilşeni aldı. Öte yandan artık yalnızca bütünsellik, çoğul­
culuk, disiplinlerarası çalışma değil de, uzmanlaşma, tekillik ve parçalanma gibi
temel yapıların da öne çıkmaya başladığını görüyoruz; ··
İşte bu bağlamda hem genel olarak dünyaya hem de özel olarak Ttirkiye'ye
örnek olması bakımından Annales Tarih Okulu önemli bir yer işgal etmektedir. Sağ­

lam, Bütünsel, Disiplinlerarası Çalışmayı öne alan, bütün tophım ve doğa bilimlerin-
den yararlanan, tarihi insan ürünü herhangi bir şeyle açıklayabilen; Dil, Coğrafya,

Süre gibi yapıları temele alan bir Tarih Okulu ve Anlayışını ortaya koymak / be-
timlemek; 20. yüzyılın sonlarında bize, bizim kültürel ortamımıza, genel olarak bi-
limlere özel olarak da tarih bilimi ve teorisine önemli katkılarda bulunacaktır. Bu
çalışma bu katkıya yönelik küçük bir ipucu olabilirse kendini amacına ulaşmış saya-
caktır.

88

You might also like