Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 26

ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I

2. ÜNİTE DERS NOTLARI

OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA REFORM ARAYIŞLARI (1839- 1913)


Osmanlı Devleti’nde 18. yüzyılın ilk yarısında başlayan ve etkili olarak 19. yüzyılda gelişen Batılılaşma/ Modernleşme/
Yenileşme/ İlerleme olarak adlandırılan hareketlerin genel özelliklerine baktığımızda iki özelliğinin ön plana çıktığı
görülür. Başlangıçta kısmi amaçlarla ortaya çıkan bu reform hareketleri etkisini giderek genişleyen bir uygulama ile
devam ettirir. Öncelikli Batılılaşma etkisinin görüldüğü alan askeridir. Daha sonra bununla birlikte siyasi/idari
merkezileşme ve eğitim reformları ortaya çıkar. Ayrıca devletin korunup kollanması ve devletin ihya edilmesi anlayışı
hâkimdir. Dolayısıyla bu reform arayışlarının Cumhuriyet dönemine kadar siyasi/idari/askeri planda gerçekleştiğini
söyleyebiliriz.

1826’da Mehmet Ali Paşa


Belgrad’da idari kriz ve yerel memnuniyetsizlik bir Sırp ayaklanmasına yol açtı. Yunanlıları mağlup eder etmez
Sırplar bir taraftan sadık kalmaya devam ederken bir yandan da Osmanlıların İngiltere, Fransa ve Rusya
1806’dan bu yana yeniden savaş halinde oldukları Ruslardan yardım harekete geçti. Navarin’de
istemekteydiler. Napolyon'un ülkelerini işgali sebebiyle Ruslar, 1812’de Osmanlı ve Mısır donamaları
Osmanlılarla barış yaptı. Sırp ayaklanması 1813'te bastırıldı. Diğer taraftan büyük kayıplar verdi. II.
1821’de Yunan İsyanı patlak verdi. Sırp isyanının aksine Yunan isyanın çıkışından Mahmut geri adım atmayınca
itibaren tam bağımsızlığı hedefliyor olması önemlidir. Ruslar Kafkaslar ve Balkanlara
saldırdı (1828-1830). İngiltere
ve Fransa Yuannistan’ı Mısır
ordusundan temizledi. 1826’dan sonra Mehmed Ali Paşa Mısır valiliğinin yanısıra Şam valiliğini de istedi. 1831’de
Mehmed Ali’nin oğlu İbrahim Paşa komutasındaki Mısır birlikleri Suriye’yi ele geçirdi. Mehmed Ali’ye Mısır, Hicaz
ve Girit valilikleri, oğlu İbrahim Paşa’ya da Suriye’nin denetimini vermek zorunda kaldı. 1839 yılına gelindiğinde II.
Mahmud Güneydoğu Anadolu’da bir ordu topladı ve İbrahim Paşa iyi idare edilemeyen Osmanlı ordusunu Haziran
ayında dağıttı. II. Mahmud Osmanlıların Nizip’te yenilgiye uğradığı haberini almadan 30 Haziran’da vefat etti.
Abdülmecid’in tahta geçmesiyle birlikte Avrupalı güçlerin müdahalesi ile kriz çözülmek istendi. İki taraf da bir yıl
bekledi ancak ne Mehmed Ali işgalden vaz geçti ne de padişah onun bağımsızlığını tanımayı kabul etti. 1840 yılında
Londra Konferansı’nda İngiltere, Avusturya, Prusya ve Rusya ortak bir ültimatom verdiler. Fakat Mehmet Ali Fransız
desteğini alırken İngiltere, Avusturya ve Osmanlı ittifakı kuruldu. Bu kutuplaşma Mısırlıların yenilgisi ile sonuçlandı.
1841’de Abdülmecid Mehmet Ali’yi ömür boyu Mısır valisi ilan etti. Hatta ölümünden sonra valiliğin erkek torunlarına
geçeceğini belirten bir ferman çıkardı. Mehmed Ali’nin ardılları aynı liderliği ve politikayı devam ettiremediler. Öte
yandan Mehmet Ali İstanbul’a ödediği vergiyi devam ettirecek, asker sayısını azaltacak ve Osmanlı donanmasını geri
verecekti.

A. Tanzimat Dönemi (1839- 1876)


Tanzimat: nizam verme anlamına gelen “tanzim” kelimesinin çoğuludur. Daha önce kullanılan “nizam”
sözcüğü yeni yöntemle tertiplenmiş birlikleri bulunan ordu birliği anlamına gelir. Şimdiki “tanzim”
sözcüğündeki nizam verme ise askerlik alanından öteye gitti. Tanzimat, Gülhane Hatt-ı Hümayun’u diye
bilinen bir fermanla 3 Kasım 1839’da ilan edildi. Bu ferman Müslüman ve gayri-Müslüman herkes için eşitlik
içeren bir dönemin başlangıcıdır. Ayrıca ferman rüşvetin, yozlaşmanın ve yargılamadan ceza görmenin
sonunu öngörerek hukukun üstünlüğünü koruyan bir içeriğe sahiptir.
1839’da Tanzimat Fermanı’nın ilanından 1876 yılında kısa ömürlü I. Meşrutiyet hareketinin
başlangıcına kadar olan süre “Tanzimat Dönemi” olarak anılır. Resmi anlamda o ana dek gerçekleşen en
yoğun ve kapsamlı Batılaşma hamlesinin başlangıcı olan Tanzimat, Osmanlı toplumsal ve kültürel hayatında
da kalıcı ve derin dönüşümlere neden olmuştur. Tanzimat’ı safha safha uygulanan bütünlüklü bir
modernleşme projesi olarak algılamak yerine girift ve yer yer sancılı bir müzakere süreci olarak ele almak
gerekir. Bu sürecin merkezinde kendi içinde farklılıklar arz eden Osmanlı bürokrat seçkinleri, diğer tarafında
ise türlü beklenti ve talepleriyle Avrupa güçleri, yerel (muhafazakâr) muhalefet ve çeşitli Müslüman ve gayri
Müslim güç odakları yer almıştır.

1
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
2. ÜNİTE DERS NOTLARI

1839 Tanzimat Fermanı laikleşme konusunda da önemli bir adımdır ve imparatorluk dağılana kadar
devam edecek bir süreçtir. Ferman dini cemaatlere ayrıcalıklar tanınmasına olanak sağlayan geleneksel millet
sistemi anlayışını zayıflattı. Fakat eşitliğin sağlanmasından memnun olsalar da cemaatler ayrıcalıklarından
vazgeçmek istemedi.
II. Mahmut ölüp Abdülmecit tahta geçtiğinde Mısır’ın Osmanlı valisi Mehmet Ali Paşa’nın orduları
Suriye ve Adana vilayetlerini işgal etmiş ve Osmanlı ordusunu Nizip’te yenilgiye uğratmıştı. Bu sırada ilan
edilen ferman, kişi özgürlüklerine yaptığı vurgu ve İmparatorluğun Müslüman olmayan unsurlarına tanıdığı
haklarla Avrupa devletlerinden destek görmüş ve neticede Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasını
istemeyen büyük güçlerin (özellikle de İngiltere'nin) baskısıyla Mehmet Ali Paşa Mısır’a gerilemek zorunda
kalmıştı. Ne zaman sona erdiği ise tartışmalı olup bunun için Sadrazam Âlî Paşa’nın öldüğü 1871, Midhat
Paşa’nın sürgüne gönderildiği 1877, Meclis-i Meb‘ûsân’ın kapatıldığı 1878 veya Düyûn-ı Umûmiyye
İdaresi’nin kurulduğu 1881 gibi tarihler verilir; ancak 1878’de meclisin kapatılmasıyla dönemin sona erdiği
yönünde genel bir fikir oluşmuştur.
Sultan Abdülmecit (1839-1861) padişahlığın geleneksel niteliklerine inanmış olmakla birlikte devlet
idaresi ve hükumet alanında mühim yenilikler de getirmiştir. Sultan Abdülmecit, reformların uygulanmasını
yerinde görmek ve halkın şikâyetlerini bizzat dinlemek amacıyla 1844’te İzmit, Bursa, Çanakkale ve Adalar’a
seyahatte bulundu. Her yıl Meclis-i Vâlâ-yı Ahkam-ı Adliye’nin açılışına da katılmıştır.
Tanzimat Fermanı’nda dile gelen temel fikirler Avrupa siyasal düşüncesine aşina birçok Osmanlı
bürokratı arasında bir süredir tartışma konusu edilmekteydi. Mısır krizi sayesinde Reşit Paşa ve kadrosu Batı
tarzı reform hamlesini geniş ölçekte ve iç ve dış desteğin yarattığı ivmeyle hayata geçirme fırsatını elde etti.
Bu dönüm noktasında Osmanlı siyasal yaşamının merkezine artık iyi eğitimli, Avrupa kültür ve siyasetinin
inceliklerine hakim ve reform yanlısı bürokrat kadrolar geçmiştir. "Tanzimat seçkinleri" olarak
adlandırabileceğimiz bu reformcu kadrolar II. Abdülhamit devrine kadar yönetimin tartışmasız güç merkezini
oluşturur. Tanzimat döneminde devletin yönetiminde etkili olan bürokratlar diğer bir ifade ile kalemiye
mensupları bu dönemde görülür. Bunların ortak özellikleri Avrupa’yı ve Avrupa dillerini biliyor olmalarıydı.
Tanzimat Fermanı, dili ve yapısı bakımından geleneksel Osmanlı yönetim anlayışı ile seçkin
bürokrasinin yeni devlet ve toplum fikirleri arasında ustaca mekik dokuyan bir metindir. Fermanın giriş
kısmında geride kalmış parlak bir ihtişam ve refah çağına gönderme yapılır ve şeriata uygun bazı pratik
kanuni düzenlemelerle bu ideal düzenin yeniden canlandırılabileceği belirtilir. Geçmiş odaklı bu yönelimiyle
metin, Osmanlı entelektüel ve siyasal evreninde Tanzimat’tan en az iki yüzyıl kadar geriye götürülebilecek
köklü bir "düşüş" ve ıslahat söylemine eklemlenir. Kanunî Sultan Süleyman döneminin sonlarından itibaren
birçok Osmanlı düşünür ve siyasetçisinin çeşitli şekillerde paylaştığı ve yeniden ürettiği bu çok katmanlı
söylem, geleneksel Osmanlı devlet düzeninin özde iyiliğini veri olarak alır ve yönetimdeki sapma ve
bozulmaların teşhis edilip düzeltilmesiyle etkin ve verimli bir yönetim sisteminin yeniden
kurgulanabileceğini varsayar. Bu bağlamda, geleneksel duyarlılıklara hitap eden üslubuyla Tanzimat Fermanı
düşüş/ gerileme söyleminin ve bu söyleme bağlı ıslahatçı girişimlerin son halkasını oluşturur.
Tanzimat Fermanı’nın mimarı ve dönemin dışişleri bakanı Mustafa Reşit Paşa'nın İngiliz siyasilerle
yakın ilişkilerini devreye sokarak bu belgeyi etkin bir diplomatik araç olarak kullandığı yadsınamaz. Ancak

2
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
2. ÜNİTE DERS NOTLARI

fermanın tamamen Avrupa devletlerinin baskısıyla ve onların beklentileri doğrultusunda şekillendiğini


söylemek büyük hata olur. Zira Tanzimat girişiminin düşünsel ve siyasal arka planı II. Mahmut döneminin
Avrupa esinli seküler – merkeziyetçi dönüşümleri ve yenilikçi siyasal beklentileri çerçevesinde oluşmuştur.
Hatt-ı Hümayun’da yeni düzenlemelerin şeriata uygunluğuna yapılan vurgu Tanzimat fikri ile geleneğin
birleştirilmesi anlayışı ile ulema ve toplumun nezdinde meşrulaştırma çabasını yansıtır. Buradaki reformların
amacını üç ana başlıkta toplayabiliriz: Vergi Sisteminin düzenlenmesi, askerlik hizmetinin zorunlu hale
getirilmesi ve tüm Osmanlı can, mal ve namusunun kanunlar ile güvence altına alınması.
Vergi sistemi ile askerlik alanında yapılan düzenlemeler modern bir devletin işleyişi için zorunlu
olsa da bu iki konuda Tanzimat dönemi boyunca ciddi bir ilerleme kaydedilememiştir. Bilindiği gibi ilk defa
zorunlu askerlik uygulamasına geçildi. Uygulama zorlukları ve mali problemler yüzünden vergi reformları
çoğunlukla etkisiz ve kısmi olarak kalmıştır. Gayrimüslimlerin ödediği cizye vergisi kaldırılmıştı. Bunun
yerine askerlikten muafiyet sağlayan yeni bir vergi (bedel-i askeri) getirildi. Tüm Osmanlı can, mal ve
namusunun kanunlar ile güvence altına alınması, Tanzimat ile birlikte tamamen yeni bir devlet ve toplum
anlayışının belirmekte olduğuna işaret eder. Burada ferman ile padişah, ayrım yapmadan tüm tebaasının
haklarına kefil olduğunu açıklayarak kanunlar önünde tam eşitlik prensibine olan bağlılığını, dolaylı da olsa,
ifade etmiş oldu. Böylece halk arasında Müslim-Gayrimüslim eşit sayıldı.
Tanzimat Fermanı ve Getirdikleri
Tanzimat Fermanı Müslüman veya Hristiyan ayrımı yapmamış, bütün Osmanlı uyruklarını dikkate almıştır.
Osmanlı Devleti’nin kendiliğinden teşebbüs ettiği bir reform hareketidir.

1844’te genel nüfus sayımı yapıldı ve Osmanlı nüfusu yaklaşık 35 milyon olarak tespit edildi. 23
Nisan 1847 tarihli padişah iradesi ve ardından hazırlanan Tapu Nizamnamesiyle erkek ve kız çocuklarının
babalarının mirasından eşit pay almaları sağlandı. 1848’de ortaya çıkan ve Avrupa’yı sarsan ihtilâller
Osmanlı ülkesini de etkiledi. Voyvodaların kötü idaresine karşı isyan eden Eflak ve Boğdan’ın bazı yerlerini
Rusya’nın işgal etmesi üzerine Osmanlı kuvvetleri Eflak’a girdi ve ertesi yıl imzalanan Balta Limanı
Antlaşması’yla konu çözüme kavuşturuldu.
1850’nin sonlarına doğru şehir içi ulaşımda önemli bir adım atıldı ve Boğaziçi’nde vapur
işletmeciliği yapmak üzere Şirket-i Hayriyye kuruldu. Mısır Valisi Abbas Hilmi Paşa’nın, İskenderiye’den
başlayıp Kahire üzerinden Kızıldeniz’e ulaşacak bir demiryolu inşa imtiyazını İstanbul’u aradan çıkarıp
doğrudan İngilizlere vermesi, Osmanlı Devleti’yle İngiltere arasında diplomatik krize yol açtı. Devletin
kararlı tutumu karşısında İngiltere ve Abbas Hilmi Paşa geri adım attı; neticede imtiyaz padişahın fermanıyla
verildi. 1856’da tamamlanan İskenderiye-Kahire demiryolu Osmanlı sınırları içinde yapılan ilk
demiryoludur.
1837’de icat edilen telgraf Kırım savaşı esnasında Osmanlı ülkesine girdi. Sultan Abdülmecid,
1847’de iki Amerikalının telgrafı tanıtmasının ardından İstanbul ile Edirne arasında bir hat döşenmesini
emretti, Şumnu’ya kadar uzatılan hat 1855’te açıldı. Bu arada İngilizler Varna-Kırım ve Varna-İstanbul,
Fransızlar, Varna-Şumnu-Rusçuk-Bükreş arasında askerî telgraf hatları inşa etti. Telgrafın yaygınlaşmasıyla

3
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
2. ÜNİTE DERS NOTLARI

29 Mart 1855’te sadarete bağlı bir telgraf müdürlüğü kuruldu. Başlangıçta Fransızca olan haberleşme dili
yaklaşık yedi ay sonra Türkçe ’ye çevrildi.
Tanzimat Fermanı’nın getirdiği en önemli değişim, hükümdarın “mutlak” olan yetkilerinin bir
kısmından kendi isteğiyle feragat ederek, kendisinin de uyacağı bir “yasa düzeni” kurulmasını vaat etmiş
olmasıdır. Tebaa olarak tanımlanan ve kendisinden sadece itaat beklenen Osmanlılar, artık yasaların
güvencesi altında olacaklar, tanımlanmış yasal çerçeveler içerisinde eşit vatandaşlar haline gelecekler ve belli
ölçülerde de yönetime katılacaklardı. Böylece Osmanlı tebaasına reaya yerine vatandaş statüsü verildi. Fakat
Tanzimat Fermanı sultanın otoritesine gerçek ve bağlayıcı sınırlar getirebilecek bir belge değildi. Uygulama
konusunda sultanın verdiği tek teminat Tanzimat meclislerinin koyacağı yeni yasalara uyacağına dair verdiği
kişisel sözdü.
Bu dönemde yeni meclisler oluşturuldu ve idari reformlar gerçekleştirilmeye başlandı. Mısır
meselesinin 1841’de imzalanan anlaşmayla çözümlenmesinden sonra Osmanlı devleti tamamen iç sorunlarla
ilgilenmeye yöneldi ve Tanzimat’ın kendine özgü yapılanmaları bu dönemde ortaya çıktı. Mülki taksimata
ilişkin yeni düzenlemeler yapıldı. Hem askerlik hem eğitim alanında yurt dışından getirilen uzmanlar
görevlendirilerek devletin modern bir çehreye kavuşturulması için çabalar harcandı.
Halkın daha iyi yönetilmesi için çeşitli meclislerin kurulması kararlaştırıldı. 24 Eylül 1854’te Meclis-
i Ali-i Tanzimat (Tanzimat Yüksek Meclisi) kuruldu. Böylece kanun ve yönetmeliklerin hazırlanması işi bu
kuruma devredilmiş oldu. 1861 yılında bu meclis Meclis-i Vâlâ ile birleştirildi ve iki daire olarak çalışmalarını
devam ettirdi. 1868’de bugünkü Danıştay olan Şura-yı Devlet kuruldu ve mülki idare işlerine bakmaya
başladı Adalet işlerine bakması için Divan-ı Ahkâm-ı Adliye (bugünkü Yargıtay) kuruldu.
Eğitim alanındaki yeniliklere baktığımızda 1849 yılında ilk defa İstanbul’da Lise öğrenimine muadil
bir kurum olan Darülmaarif (Lise)’in açıldığını görürüz. Yükseköğrenimin alt yapısını hazırlamak amacıyla
ortaöğrenime büyük bir ağırlık verilmiş bu amaçla yeni tarzda eğitim veren okullar kurulmuştur. 1846’da
Askeri İdadiler, 1847’de Mülkiye Rüştiyeleri açılmıştır. Fransız Liseleri örnek alınarak 1865’te Darüşşafaka,
1867’de Galatasaray Sultanisi (bugünkü Galatasaray Lisesi) kurulmuştur. Bu okulun açılmasındaki amaç tüm
toplulukların entelektüellerini laik bir ortamda birliği desteklemek amacı ile bir araya getirmekti. Mekteb-i
Sultani zamanla güçlendi ve bunu başka dini temelli kurumlar da izledi. Mesela Amerikalı misyonerlerce
kurulmuş olan Robert Koleji bunlardandır. Ortaöğretimin gelişmesine üzerine artan öğretmen ihtiyacını
karşılamak için 1847’de Darülmuallimin, 1862’de Darülmuallim-i Sıbyan kuruldu. Kadınlar için 1842’de
Ebe Mektebi, 1858’de Kız Rüştiyeleri, 1870’de Kız Sanayi Mektepleri ve aynı yıl da Darülmuallimat
kurulmuştur. Batı tarzında eğitim veren bu okulların, mekteplerin yerini almaya başlamasıyla medreseler de
önemini yitirmeye ve etkisizleşmeye başlamıştır. Bu yeni kurumlarda yetişenler özellikle Fransız tiyatro ve
edebiyat eserlerini adapte ederek yayınladılar.
1851’de telif ve tercüme kitapların hazırlanması amacıyla Encümen-i Dâniş oluşturuldu. Ancak bu
kurum, Târîh-i Cevdet gibi bir iki eser dışında verimli çalışmalar yapamadan siyasî çekişmelere kurban edildi.
Mevcut ceza kanununun eksikliklerini gidermek için Kānûn-i Cedîd hazırlandı; bu kanunun en önemli yanı
kamu davası anlayışını getirmesiydi. Yargılamada açıklık ilkesi kabul edildi. İlk özel gazetenin de bu
4
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
2. ÜNİTE DERS NOTLARI

dönemde çıktığını görmekteyiz. 1843 yılında Ceride-i Havadis ismiyle çıkmıştır. Bu gazetenin sahibi ticaretle
meşgul ve Londra gazetelerinde muhabirlik yapan Churcill isminde bir İngiliz’di. Kendisine hükümet
tarafından yardım edildi. Yeni gazetenin Takvim-i Vekayi’den farkı yabancı gazetelerden geniş iktibaslar
yaparak Avrupa havadislerini aksettirmedi idi.
Halkın Yönetime Katılması için muhassıl meclislerini kuruldu. Vergi toplamada “iltizam” usulü
kaldırıldı. Vergi toplama işi maaşlı memurlara devredildi. Rüşvet yasaklandı. Yakın eyaletlerden başlamak
suretiyle, sancak yönetimi mültezimlerden alınarak “muhassıllara” verildi. Bunlar, hem bölgenin yönetimini
üstlenecekler hem de vergileri toplayarak merkeze gönderecekti. Bu işlerin yapılmasında muhassıllara
yardımcı olmak üzere sancak merkezlerinde “Muhassıllık Meclisi” adı altında yeni bir kurul oluşturuldu.
Halktan temsilcilerin de katıldığı bu kurul, vergilerin tespiti, toplanması ve benzeri hizmetlerin yerine
getirilmesinde muhassıla yardımcı olacaktı. Ancak muhassıllar birçok bölgenin gelirini kendi haline
bırakıyordu. Ayrıca muhassıllar devletin gözüne girmek için gittikleri bölgelerde gelirleri mevcut halinden
daha fazla göstermeye çalışıyordu. Dolayısı ile umulan gelir sağlanamadı. Sistemin işlemesi bunlar gibi
birçok sebepten dolayı mümkün olmayınca Mart 1842’den itibaren iltizam usulüne tekrar dönüldü.
Eyalet ve sancak sisteminin de yeniden düzenlendiğini görmekteyiz. Birkaç köy birleştirilerek, ilk
defa köy ile sancak arasında “kaza” adı altında bir idari birim oluşturuldu. Kazaları, Kaza Müdürü olarak
adlandırılan ve seçimle atanan kimseler idare edeceklerdi. Muhtarların ve Kaza Müdürlerinin seçimle
atanmaları, halkın seçim kavramını tanıması açısından önemli adımlardır. Sancak yöneticisi doğrudan
doğruya hükümet merkezinden atanacak olan Kaymakam idi. Bunlar sancak merkezlerinde kurulan Sancak
Meclisi’ne başkanlık eder ve Vali’ye karşı sorumluluk taşımakla beraber onun tarafından görevden
alınamazlardı. Sancak Meclisleri Kaymakam, Mal Müdürü, Tahrirat ve Mal Başkâtipleri ile Müslüman ve
gayrimüslim toplulukların temsilcilerinden meydana geliyordu. Eyalet yöneticisi eskiden olduğu gibi yine
Vali idi. Valiler de yönetimi Eyalet Meclisi ile birlikte idare eder ve merkezden atanırlardı.
1850’de Osmanlı maliyesi ciddi bir buhran geçirmekteydi. Genel kanı olumsuz ve endişe vericiydi.
Üstelik de Rusya ile siyasi münasebetler kötüleşmekte ve savaş ihtimali belirmekteydi. Sadrazam Mustafa
Reşit Paşa maliyede reform yaparak gelir elde etmek için koşulların uygun olmadığı düşüncesindeydi. Acil
bir tedbir olarak borç para alınmasının gerekli olduğunu uygun gördü. Paris Bankası ve Londra Bankası ile
anlaştı. Ancak borç para tutarı Osmanlı bütçesinin üçte biri kadardı ve yeterli değildi. Tam da bu sırada
Mustafa Reşit Paşa sadrazamlık görevinden uzaklaştırıldı. Bununla birlikte borçlanma aleyhtarları
Abdülmecit’e baskı yapmaya başladı. Sonuçta bankalarla yapılan anlaşma padişah tarafından imzalanmadı
ve yürürlüğe konulmadı. Devletin bir türlü düzene konulamayan mali durumunu 1854’te başlayan Osmanlı-
Rus Harbi büsbütün kötüleştirdi. Savaş giderleri için olağanüstü bir bütçeye ihtiyaç duyuldu. İngiltere ve
Fransa ile Rusya’ya karşı bir ittifak imzalanmıştı. Böylece bu iki ülke Osmanlı’nın borç para alma
teşebbüsünü desteklemeye karar verdi. 1854’te Londra ve Paris’te iki ayrı banka ile anlaşma imzalandı.
Osmanlı Devleti buna göre 330 milyon kuruş elde edecekti. Dolayısıyla Osmanlı Devleti 1854’ten itibaren,
Kırım Savaşı sırasında savaş harcamaları için Avrupa’dan borç almaya başladı. Böylece ilk dış borç alındı.
Daha sonra bunu 1855, 1858, 1860 borçlanmaları izledi. Artık iki üç yılda bir bazen yılda bir, dış borçlanmaya

5
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
2. ÜNİTE DERS NOTLARI

gidiliyordu. Bu dönemdeki borçlanmalar savaş, isyan, silah, saray inşaatı masrafları ya da maaş ödemeleri
gibi yerlerde kullanılıyordu. Elverişsiz koşullarla, çok yüksek faizlerle alınan borçlardan sonra Osmanlı
Devleti 1876’da borçlarını ödeyemez duruma geldiğini ilan etmek zorunda kaldı.
Genel olarak Tanzimat reform politikalarına baktığımızda tepeden aşağı yapılan düzenlemeler
olduğunu söyleyebiliriz. Tanzimat seçkinlerin olan bürokrat kadrolarının ihtiyaç gördükleri ya da büyük
devletlerin etkisiyle Osmanlı toplumuna dair reformlar yapıldı. Bu sebepler reformlar geniş kitlelerin
desteğini alamadı.
Kırım Savaşı
Kırım Savaşı’nın nedenlerine baktığımızda iki önemli husus dikkatimizi çeker: Rusya’nın Osmanlı
Devleti’ne karşı değişen politikası ve Hristiyanlığın kutsal yerleri meselesi. 1853 yılına gelindiğinde Rusya,
Mehmet Ali Paşa bunalımında (Mısır Meselesi) izlediği zayıf bir Osmanlı Devleti üzerinde etki alanı kurma
politikasını bırakarak, Osmanlı’ya karşı dağılma politikası izlemeye başlamıştı. Bunu sağlayabilmek için de
kutsal yerler sorununu kullandı. Ayrıca Kırım savaşı sonrası Osmanlı, İngiltere, Fransa ve Rusya arasında
imzalanan Paris Barış Antlaşmasında Osmanlı Gayrimüslim halklarının hakları için düzenlenen Islahat
Fermanı da yer aldı. 1856 Islahat Fermanı, Kırım savaşı koşullarında Avrupalı müttefiklerin diplomatik
baskıları altında ilan edildi. Böylece Osmanlı Devleti gayrimüslim haklarını güvence altına alarak diğer
devletlerin bu hakları gözetmek için içişlerine müdahalesini önlemeyi amaçladı.

Hristiyanlarca kutsal sayılan ve tek tanrılı dinlerin doğduğu yer olan Kudüs ve çevresinde Osmanlı Devleti
gerek Katoliklere gerekse Ortodokslara çeşitli ayrıcalıklar vermişti. 1853 yılına gelindiğinde bu ayrıcalıklar
konusunda Ortodoks Rusya ile Katolikliğin dünya çapında savunuculuğunu yapan Fransa çatışmaya başladı.
Bununla birlikte Rusya, Osmanlı Devleti için ilk defa “hasta adam” deyimini kullanarak İngiltere’ye
paylaşılması önerisinde bulunmuş, ancak Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruma politikası izleyen
İngiltere bu öneriyi kabul etmemişti. Bunun üzerine Rusya, tek başına harekete geçerek Osmanlı Devletine
bir antlaşma ve bu devletin sınırlarını içinde yaşayan Ortodoksların koruyuculuğunun Rusya’ya bırakılmasını
önermişti. İngiltere’nin desteği ile de Osmanlı Devleti bu istekleri reddedince, 19.yüzyıldaki üçüncü
Osmanlı- Rus savaşı başladı. 1854 yılında Rusya Sinop’taki Osmanlı donanmasına bir baskın yaparak
yakması üzerine, İngiltere ve Fransa da Osmanlı Devleti’nin yanında savaşa katıldı. Avusturya ve Prusya
tarafsız kaldı. 1856 yılında Rusya’nın barış istemesi üzerine Paris Barış Antlaşması imzalandı. 19. yüzyılda
Osmanlıların Rusya’ya karşı kazandıkları tek savaş Kırım Savaşı’dır. İngiltere için Avrupa’da değişiklik bir
büyük devletin tek yanlı iradesiyle değil, ancak Avrupa Uyumu içinde diplomasi yoluyla yapılabilirdi. Fransa
İngiltere’nin yanında savaşa katıldı. III. Napolyon güç dengesini bozarak Avrupa’da Fransa’ya üstünlük
sağlamak istiyordu. İki ülkenin de ortak düşüncesi Rusya’nın Avrupa sınırları dışında tutulması idi.

Sınırlarda herhangi bir değişiklik yapmayan Paris Barış Antlaşması Osmanlı Devleti’nin 19. yüzyılda içine
düştüğü durumu ve zayıflığı açıkça göstermektedir. Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğü artık Avrupa
devletlerinin ortak güvencesi altındadır. Osmanlı devleti, çok pahalıya gelen yıkıcı bir savaşı yürütebilmek
için Avrupalı müttefiklerinden ödeme kapasitesinin çok üstünde borç para almıştır. Zaten cılız olan

6
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
2. ÜNİTE DERS NOTLARI

endüstrisinin gelişmesi, 1838 Ticaret sözleşmesiyle engellenen devlet, bu borçlarının altından kalkamamış
ve sonunda Avrupa devletlerinin mali denetimi altına girmiştir.
Osmanlı Devleti Eflak ile Boğdan’ın özerkliğini kabul etmiş, Sırbistan’a verdiği ayrıcalıkları
genişletmiştir. Eflak ve Boğdan eyaletleri özerkliklerini aldıktan sonra Fransa ve Rusya’nın desteğiyle 1859
yılında birleşeceklerdir.
Eflak ve Boğdan eyaletleri 1859’da Florence Nightingale’in Kırım’daki çalışmalarının sonucunda
birleştikten bir süre sonra, 1878 yılında,
Haziran 1868’de Kızılhaç’ın Osmanlıdaki benzeri olan kurum
Romanya adını alıp tam bağımsızlığını ilan
etmiştir. Bu da başka bir Osmanlı- Rus kuruldu. Bu kurum önceden Yaralı ve Hasta Osmanlı
savaşının sonunda olmuştur.
Askerlerine Yardım Cemiyeti olarak adlandırılırken, Haziran
1877’de Hilal-i Ahmer Cemiyeti, 1935’te Kızılay adını alarak günümüze kadar görevine devam etti.
B. Islahat Fermanı
Tanzimat Fermanından 17 yıl sonra, 1856’da Islahat Fermanı yayımlandı. Tanzimat bildirisinin vaat ettiği
reformları gerçekleştirecek kanun ve nizamların yapılmamış olması ve yapılanların da uygulanmamış
olmasından Batı devletleri şikâyetçiydi. Bu devletlerin elçileri, Kırım Savaşı’nın sona ermesiyle Paris’te
toplanacak olan barış konferansında Rusya’nın Kaynarca Antlaşması’ndan bu yana elde ettiği bir hak
iddiasıyla Ortodoks Hristiyan milletler çıkarına isteklerde bulunmasını önlemek amacıyla bu fermanın
hazırlanmasını istemişlerdi. Osmanlı gayrimüslim tebaası ile ilgili fermanın uluslararası bir antlaşmada yer
alması başlı başına Osmanlı içişlerine müdahale şeklinde yorumlandı. Sadrazam, dış işleri bakanı ve
şeyhülislam ile bu devletlerin elçilerinin katıldığı tartışmalar sonunda Tanzimat kurallarını tekrarlayan,
açıklayan ve genişleten bir ferman olarak yayımlandı.

Osmanlı Devleti Kırım savaşının ardından toplanacak olan Paris Kongresi’nden önce Sadrazam Âlî Paşa,
Hariciye Nâzırı Fuad Paşa ve Şeyhülislâm Mehmed Ârif Efendi ile İngiltere, Fransa ve Avusturya sefirlerinin
de yer aldığı bir komisyon kurup Avrupa devletlerinin gayri Müslim tebaaya haklar tanınması yönündeki
taleplerini değerlendirdi. 18 Şubat 1856’da Islahat Fermanı ilân edildi.
Islahat Fermanı aşağıdaki yenilikleri vaad etmiştir:
1. Şahsın hayat, mülk, şeref ve haysiyetinin dokunulmazlığı
2. Hristiyanlara ve diğer gayri Müslim milletlere eskiden bağışlanmış ayrıcalıkların sürdürüleceği
3. Bütün dinlere mensup Osmanlı vatandaşlarına dini törenlerini serbest yapabilme hakkı
4. Din ve dil dolayısıyla herhangi bir grubun diğerinden düşük kabul edilmeyeceği
5. Kimsenin din değiştirmeye zorlanamayacağı
6. Dini farklılıklara bakılmaksızın, her Osmanlı vatandaşının sivil ve asker memuriyetlere atanabileceği
Islahat Fermanı, ikinci nesil Tanzimat bürokratları tarafından Avrupalı elçilerin yoğun baskıları
altında kaleme alındı. Avrupa’nın bu meseleye olan ilgisine baktığımızda gayrimüslimlerin Osmanlı
Devletinde haksızlığa uğradığına dair bir kanı mevcuttu. Müslüman nüfus için ferman, azınlıklara eşitlik adı
altında ayrıcalıklar tanındığının açık göstergesiydi. Avrupalı devletler eşitlik meselesini tamamen farklı
görmekteydi. Örneğin; Osmanlılar için eşitlik tüm Osmanlı tebaasının yasalar önünde eşit olması, cemaatlere

7
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
2. ÜNİTE DERS NOTLARI

yönelik ayrıcalıkların din konularına ve millet kavramının da cemaate indirgenmesiydi. Ruslar için eşitlik,
dini cemaatlere tanına hakların bağımsızlık, mümkün olmaz ise özerklik olarak genişletilmesiydi.
Islahat Fermanı ile birlikte Fransız Devrimi ile Avrupa’ya yayılan eşitlik ilkesi, sınırlı bir biçimde de
olsa, ilk kez Osmanlı devletinin siyasal yaşantısı içine girmiş bulunmaktaydı. Tanzimat Fermanı’ndaki temel
haklar güvencesine eşitlik esasını ekleyen Islahat Fermanı, yirmi madde ile Hristiyanlarla Müslümanlar
arasında eşitlik sağlamayı amaçlamaktaydı. 1856- 1876 yılları arasında Islahat Fermanı’na dayanarak yabancı
devletler, Osmanlı Devleti’nin iç işlerine daha çok karışmaya başladı. Eflak ile Boğdan’ın birleşmesi ve
Sırbistan’a verilen ayrıcalıkların artırılması bunun tipik örnekleridir. Bununla birlikte Islahat Fermanı’nın
getirdiği yenilikler ile Batı’nın liberal düşünceleri Osmanlı’da yayılmaya başladı. Gazeteler kuruldu,
edebiyatta Fars sitili bırakıldı ve Montesquieu, Rousseau gibi düşünürlerin kitapları Türkçe ‘ye çevrildi.
1839 bildirisini Müslümanlar için çıkarılmış olarak nitelersek, 1856 bildirisini de Hristiyanlar için
yayımlanmış bir belge sayabiliriz. Tam eşitlikçi bir düzen fikri zihniyet ve uygulamadaki ciddi engelleri
aşamamış olsa da Tanzimat süreci boyunca birçok gayri Müslim memur Osmanlı yönetiminde (özellikle de
belediyeler, hariciye gibi yerlerde) yüksek rütbelere ulaşma şansını elde etti. Tanzimat dönemini, muhalefeti,
çelişkileri, sentezleri ve farklı deneyimleriyle birlikte olanca karmaşası ile anlamak gerekir. Tanzimat
döneminin yarattığı önemli olumsuzluklardan biri hemen hemen her alanda ortaya çıkan ikiliktir. Gerek
kurumlar ve gerek düşünce bakımından eski ve yeni Cumhuriyet’in ilanına kadar varlıklarını sürdüreceklerdi.
Birçok Cumhuriyet kurumunun temeli Tanzimat ile birlikte
Fransız Devrimi’nin ikinci ilkesi özgürlük
Osmanlı toplumuna 1876, I. Meşrutiyet atılmış olsa da modern İslami muhalefetin kökenlerinin de
hareketiyle girmiştir.
aynı döneme uzandığını unutmamak gerekir.
Mali İflas ve Balkan Krizi
Yeni Osmanlılar Tanzimat reformlarının etkilerini eleştirirken, İmparatorluk 5 Ekim 1875 tarihinde Osmanlı
Devleti, beş yıl süreyle dış borçlarının faizlerinin ancak yarısını ödeyebileceğini açıkladı. Bu büyük tepkilere
sebep oldu. Aynı yılın yazında Bosna ve Hersek’te artan vergiler ve bir önceki hasat mevsiminin kötü geçmiş
olması nedeniyle bir köylü ayaklanması başlamıştı. 1876’da Osmanlı ordusunun sert müdahalesi ile birlikte
birçok Hristiyan Sırbistan, Karadağ, Avusturya- Macaristan topraklarına kaçtı. Bölgede gerginlik tırmandı.
Haziran 1876’da Sırbistan ve Karadağ Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti. Balkanlarda Panslavizm etkisi
görülmekteydi. Rusya’nın da baskısı ile Osmanlı ateşkes ilan etti ve 23 Aralık 1876’da Tersane
Konferansı’nın toplanması kararı alındı. Aynı zamanda Kanuni Esasi ilan edildi. Osmanlı temsilcisi padişahın
anayasayı yürürlüğe koyduğunu belirterek artık toplantıya gerek olmadığını söyledi. Osmanlı için
Balkanlar’daki gerginliği gidermek ve sorunları çözmek için yürürlüğe giren anayasanın güvencesi yeterliydi.
Ancak yabancı delegeler aynı fikirde değildi. Uzun süren tartışmalar sonunda Osmanlı Devleti’ne bir ıslahat
taslağı sunulması kararıyla konferans sona erdi. 15 Ocak 1877’de Osmanlı Devleti bu istekleri kabul
etmediğini bildirdi. Rusya ile savaş artık kapıdaydı.

Islahat Fermanına Tepkiler- Cidde ve Kuleli Olayları


Islahat Fermanı önemli değişiklikler getirmişti, ancak kısa bir süre sonra getirdiği yeniliklere karşı
tepkiler başladı. En önemli tepki din adamlarından geldi. Nedeni ise cemaatleri üzerindeki siyasal

8
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
2. ÜNİTE DERS NOTLARI

otoritelerinin ellerinden alınması idi. Müslümanlarla eşit duruma getirilmiş bulunan Hristiyan dini
önderlerinin en sert tepkiyi göstermeleri dikkat çekicidir. İstanbul’daki Patrik elindeki aforoz yetkisi alınınca
Yunan Hristiyanları üzerindeki etkisini kaybetmişti. Müslümanlar da dahil “eşitlik”, “Osmanlı yurttaşlığı”
gibi yeni kavramları tam olarak anlamlandıramayan tüm din adamları eski düzeni istemeye başladılar.
Islahat Fermanı Osmanlıların din ve mezheplerine bakılmaksızın eşitliklerini adeta bağırarak ilan
etmekteydi. Cidde’de hac mevsimi sırasında hacılar, bazı tahrikler sonucunda Hristiyanlara saldırdılar.
Fransız ve İngiliz konsolosları araya girmek isteyince, öldürüldüler (15.07.1858). Bunun üzerine İngiliz ve
Fransız filosu Cidde önlerine geldi ve kenti topa tuttuktan sonra, kışkırtıcı diye eşraftan on kişinin asılmasını
sağladı. Cidde olaylarından sonra Kuleli olayı yaşandı. 1859 yılında Süleymaniyeli (Musul) Şeyh Ahmet,
Ferit Çerkes, Hüseyin Daim Paşa ile birlikte gizli bir örgüt kurdu. Bunların amacı Abdülmecit’i ve bazı devlet
adamlarını Şeriat adına öldürmekti. Veliaht Abdülaziz ve Şinasi’nin bu olayla ilgili olduğu söylense de bu
yönde bir kanıt bulunamadı. Örgüt harekete geçmek üzere iken, ihbar ile mensupları yakalanıp Kuleli’ye
hapsedildiler (14.09.1859). Şeyh ve elebaşı üç kişi idama mahkûm edildi, ancak Abdülmecit bu cezaları
müebbet küreğe çevirdi.

Müslümanlar Tanzimat reformlarının getirdiklerinden hiçbirine sahip olamadılar. Kendileri ile bağ
kurabilecekleri ulusal bir ibadethane yoktu. Halen İslam bir evrensel din olarak devam etmekteydi. İktisat
alanında ayrıcalıklar elde eden Hristiyan tüccarlara karşı rekabette başarılı olamadılar. Böylece ticaret ve
üretimi bırakarak devlet memuriyetinde ve askerlikte görev aramaya başladılar. 1860’lara gelindiğinde
Osmanlı bürokratik kadroları doyma noktasına geldi. Artık iş bulmakta zorlanmaya başladılar ve yükselmek
de himayeye bağlı hale geldi. Bunlardan etkilenenler yeni entelektüel sınıf, imparatorluğun zayıflamasından
ve kendilerinin kötü durumlarından, Osmanlı Hristiyanlarına verilen ayrıcalıklardan Tanzimat devlet
adamlarını sorumlu tuttular. Bu toplumsal emniyetsizlikten Yeni Osmanlılar olarak bilinen yeni bir hareket
doğdu. Yeni Osmanlılar Tanzimat döneminin bir ürünüydü.

Yeni Osmanlılar rejimi eleştiren ilk modern muhalefet hareketidir. O dönem basınının ve eğitiminin bir
entelektüel sınıfın gelişimini sağlayan etkisiyle ortaya çıkmışlardı. Namık Kemal, İbrahim Şinasi, Ali Suavi
gibi aydınlar yeni fikirlerini gazetelerde ifade ediyorlardı. Bu yazılar şehir ve kasabaların kıraathanelerinde
herkese okunduğundan geniş kitlelere ulaşabiliyordu. Osmanlı yönetimin nam-ı diğer Bâb-ı âli buna basını
sınırlamaya çalışarak ve yönetimi eleştiren her türlü fikri yasaklayan yasalar çıkararak engel olmaya çalıştı.
Bunun sonucunda aydınlar gizli dernekler kurmaya başladı. Yeni Osmanlılar Cemiyeti bunun ilk nüvesidir.
Tanzimat bürokratlarının otoritesine ters düşen Yeni Osmanlı öncüleri Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa ve
Ali Suavi gibi isimlerdi. Bu yazarlar ilerlemenin hür kurumlara dayandığını savundu. Bu tür kurumlar ancak
halkın desteği ile süreklilik sağlayıp ayakta kalabilir. Bu sebeple halk eğitilmelidir ve halka ulaşmanın en
kolay yolu gazetedir. Böylelikle gazete çıkarmaya başladılar.

Yeni Osmanlılar; yüksek bürokratları, paşaları, Avrupalıları ve bazı Hristiyanları ayrıcalıklı bir grup
haline getirerek Müslüman nüfusu ihmal ettikleri için ikaz ettiler. Ayrıca Avrupa’ya verilen ekonomik

9
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
2. ÜNİTE DERS NOTLARI

ödünler ve ekonominin güçsüzleştirilmesi de bunların arasındadır. Çünkü İmparatorluğun bazı bölgeleri


tamamıyla bir Avrupa ülkesinin ekonomisine eklemlenmiş ve İstanbul ile ilişkileri zayıflamıştı. Amaçları
düzeni yıkmak değil, düzeni daha kapsayıcı ve Avrupa’nın genişlemesine daha dayanıklı hale getirmekti.
Sultan ile tebaası arasında bir sözleşme oluşturacak anayasa ile imparatorluğun meselelerini tartışacak ve
yasa çıkaracak bir temsili hükümet istediler.

Anayasa İle İlk Tecrübe: Kānûn-ı Esâsî ve I. Meşrutiyet

Kānûn-ı Esâsî’nin ilân edildiği 23 Aralık 1876’dan Meclis-i Meb‘ûsan’ın Sultan tarafından tatil edildiği 13
Şubat 1878 tarihine kadarki döneme I. Meşrutiyet
II. Abdülhamit dönemi Tanzimat’ın olgunluk
evresidir. Reformların ivme kazandığı, denilmektedir. Devletin değişen iç ve dış şartlara uyum
imparatorluk bünyesindeki cemaatler sağlayamaması Meşrutiyeti gerekli hale getirdi. Milleti meclis
arasında milliyetçi hareketlerin gittikçe
güçlendiği bu dönemde toplumsal yaşam aracılığıyla idarede söz sahibi yapan Anayasa devletin
alanında önemli değişimler yaşanmış, otoritesini korumak için de padişaha ayrıcalıklar verdi.
Cumhuriyet’i kuracak kuşak yetişmiştir.
Meşrutiyet fikri Osmanlı aydınları ve bürokrasisi
arasında hayli taraftar bulmuş ve Midhad Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa ve askeri okullar nazırı Süleyman
Paşa’nın gayretleriyle Sultan Abdülaziz tahttan indirilerek yerine V. Murad getirilmiştir (30 Mayıs 1876).
Balkanlar’daki krizle eşzamanlı olarak İstanbul’da da siyasal bir kriz yaşanmıştı. Bir kaç gün sonra tahttan
indirilmiş olan Sultan Abdülaziz, kapatıldığı Feriye Sarayı’nda bilekleri kesilmiş halde ölü olarak bulundu.
Bu duruma sinirlenen yaverlerinden Çerkes Hasan, kabine toplantısını basarak Serasker Hüseyin Avni
Paşa’yı ve diğer nazırları öldürünce zaten sinirleri zayıf olan V. Murad, tahttan indirildi. Yerine Meşrutiyetin
ilanı konusunda aydın/ bürokrat kesimi ile anlaşan II. Abdülhamit geçti. 23 Aralık 1876’da ilk Osmanlı
Kanun-ı Esasi’si (Anayasa) ilan edildi. Böylece parlamenter yönetimle tanışma başladı.

Kanuni Esasi’ye göre egemenlik padişaha aittir. Saltanat ve Halifelik de Osmanlı ailesinden en büyük evlada
aittir. Padişah İslam’ın koruyucusu ve hükümdardır. Anayasada padişahın üstün gücünü sınırlayan hiçbir
madde yoktur. Yürütme kuvvetinin başı da padişahtır. Hükümet meclise karşı değil padişaha karşı
sorumludur. Kanuni Esasi’ye göre adına Meclis-i Umumi denilen Ayan Meclisi ve Mebusan Meclisi adı
altında iki ayrı meclisten oluşmaktadır. Meclis-i Mebusan üyeleri halk tarafından seçilecekti. Meclis-i Ayan
üyeleri ise Padişah tarafından atanacaktı. 1876 Anayasa padişahın yetkilerini kanun güvencesine alarak bir
kısıtlama yapmıyordu. Mebusların dokunulmazlığı vardı.

Şubat 1878 başında Rus ordularının Trakya’da ilerlediği ve İngiliz donanmasının Marmara’ya girdiği
günlerde, Yıldız Sarayı’nda toplanan olağanüstü bir meclise çağrılan beş mebustan biri doğrudan doğruya
Sultanı eleştirerek savaş sırasında Meclis’in devre dışı bırakıldığını, bu yüzden yenilginin sorumluluğunun
savaşı saraydan yönetenlere ait olduğunu dile getirdi. Bu olayı izleyen günlerde Meclis’te ateşli tartışmalar
yaşandı. Meclis ile saray arasındaki gerginlik arttı. Sonunda Meclis 14 Şubat 1878’de kapatıldı ve başkentte
sıkıyönetim ilan edildi. Eleştirileri ile dikkat çekmiş olan bazı mebuslar sürgüne gönderilmişti. Osmanlı
Devleti’nin bir yıldan fazla süren ilk meşruti rejim deneyimi sona ermiş oldu. II. Abdülhamit Meclisi süresiz

10
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
2. ÜNİTE DERS NOTLARI

olarak tatil etti ve Anayasa da fiilen askıya alınmış oldu. Bu dönemde resmi anayasa yürürlüktedir. Fakat
Parlamenter sistem işlemediği için, siyasal örgütlenmeler yapılamıyor, farklı fikirlerin ifade edilmesine karşı
ağır bir baskı uygulanıyor ve halk yönetimi etkileyebilecek katılım araçları olmadığı için sistemin dışında
kalmaya devam ediyordu. Yani, şeklen sorun yoktu ama fiilen Anayasa yürürlükten kalkmış durumdaydı.
Otuz yıl süren bu dönemde ekonomik çöküş, siyasal başarısızlıklar, hızla toprak kaybedilmesi ile özellikle
Rumeli vilayetlerinde sivil- asker bürokratların katılımıyla güçlenen İttihat ve Terakki Cemiyeti vatan ve
milleti kurtarmak için harekete geçmenin zamanını kolluyordu.

II. Abdülhamid daha sonraki dönemde ülke yönetiminde sert bir politika takip etti. 23 Aralık 1876’da
Anayasa’nın ilanıyla başlayıp 14 Şubat 1878’de Meclis’in kapatılmasıyla sona eren meşruti rejimin
kurulmasında başrolü Midhad Paşa oynamıştı. Abdülhamit’in Sultan Abdülaziz'in ölümünden sorumlu
tuttuğu Midhad Paşa ve arkadaşları Yıldız Sarayı'nda kurulan özel mahkemede yargılanarak ölüm cezasına
çarptırıldılar. Ancak padişah ölüm cezalarını müebbet hapse çevirdi.

İç politikadaki sertliği dış olayların seyrine göre azalıp çoğaldı. Bilhassa yabancı devletlerin içeride
birtakım olaylar çıkartmaları. Padişahı sıkı bir rejim uygulamaya sevk etti. Çünkü iç politikadaki çalkantıları
kontrol etmeden dağılmakta olan bir imparatorluktaki çeşitli menfaat gruplarını ve siyasi faaliyetlerini
zapturapt altına almadan devleti yönetmek mümkün değildi. Daha tahta çıktığı gün etrafını saran kimselerin
entrikaları ile kendisini hapsetmek istediklerini anlayan Abdülhamid bunun sonucu olarak Avrupa'da yapılan
muhalif yayın faaliyetlerine karşı sıkı bir sansür uyguladı. Abdülhamid'in en başarılı yönü dış politikasıdır.
Dünyadaki politik gelişmeleri yakından takip etmek üzere sarayda bir çeşit bilgi merkezi kurdu. Osmanlı
Devleti ile ilgili bütün dünyada çıkan yazılar ve dış temsilciliklerden padişaha gelen raporlar burada toplanır
ve değerlendirilirdi. Devletin toparlanabilmesi için zamana ihtiyaç olduğuna inanan Abdülhamid bazı tavizler
pahasına da olsa ağır bir yük oluşturan savaşlardan kaçınma yoluna gitti. Saltanatı süresince daima idareli
davrandı ve kendi kesesinden bile bazı fedakârlıklarda bulundu. Sarayın masraflarını azami derecede kıstı.
Cariyelerle dolu saray hayatından uzak sade bir hayat yaşadı.

Mali Reform Çabaları


Abdülhamit’in miras aldığı mali durum da siyasal durum kadar güçlükler ve sorunlarla doluydu. Osmanlı
Devleti 1876 borcunu ödeyememiş ve Rus Savaşı muazzam harcamalara yol açmıştı. Bu sebeple
İmparatorluk iflas etmiş bulunuyordu. 1878’de barış yapılır yapılmaz borç bunalımına ilişkin müzakereler
başlamış ve sonraki yıllarda devam eden süreçte çözüm
II. Mahmut döneminden itibaren açılmış olan
batı tarzı eğitim veren kurumlardan yetişen geliştirildi. 1881’de Muharrem Kararnamesi ile 1876’de
ve büyük ölçüde Fransız düşünce Düyun-ı Umumiye İdaresi’nin kurulmuştu. Bununla birlikte
geleneğinden etkilenen aydınların
oluşturdukları Jön Türk muhalefetinin bu yabancı yatırımcılar sultanın mali rejimine ve imparatorluğun
dönemdeki temel amacı II. Abdülhamit’in geleceğine daha büyük güven duydular. Bu İdare kurduğu
istibdat rejimine son vermek ve 1876
anayasasını yeniden yürürlüğe koydurtmaktı. modern bürokrasi ile vilayetlerin vergileri, tuz ve tütün
tekelleri ve ipek, alkollü içkiler, balıkçılık gibi değişik

11
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
2. ÜNİTE DERS NOTLARI

alanlardaki vergiler türünden birtakım gelir kaynaklarını doğrudan yönetiyordu. Elde edilen devlet gelirleri
masraflar düşürüldükten sonra devlet borçlarının faizlerinin ödenmesi için kullanılıyordu. İdare, devlet
gelirlerinin aşağı yukarı üçte birini denetlemekteydi. Böylece Avrupa sermayesinin Düyun-ı Umumiye
aracılığıyla Osmanlı ekonomisine doğrudan müdahale ediyor olması ve Osmanlı yönetiminin yavaş yavaş
harekete geçmesi, Rum ve Ermeni aracıların Tanzimat döneminde ekonomide geliştirmiş oldukları
konumlarının etkisini bir nev’i azaltmıştı. Dolayısıyla Abdülhamit hükümeti uzun bir müddet dışarıdan çok
az borç almıştır. Hatta Hükümet aldığından çok daha fazla eski borç ödemiştir.

1888-1896 yıllarında Osmanlı Devleti’ndeki yabancı şirketlerin ilk dolaysız yatırımları gerçekleşmişti.
Bu yatırımların üçte ikisi demiryollarına yapılmıştı. İngiltere yüzyılın başından bu yana olduğu gibi, Osmanlı
İmparatorluğu’nun en büyük ticaret ortağı olmayı sürdürüyordu. Fakat İngilizler yatırım bahsinde Fransa ve
özellikle Almanya karşısında kaybetmişlerdi. Yeni sanayilerin büyümesi ve Avrupa’nın modern şirketlerinin
doğrudan işe karışması, Osmanlı toplumunda gerginlik yaratmıştı.

II. Abdülhamit tarımın önemini kavramıştı. Bu sebeple özel kurumlar kurarak gelişimini destekledi.
Bursa, İstanbul ve Selanik’te ziraat mektepleri açılmış, çiftçilere kredi sağlamak üzere 1888’de Ziraat
Bankası kurulmuştur. Böylece çiftçi kredileri düzenlenecek ve tefecilerin önü kesilecekti. Ancak sadece
büyük toprak sahipleri arazilerini geliştirip güçlendirecek krediler alabildiler. Küçük çiftçiler kredi
alamadıkları için eski çiftçilik yöntemlerini kullanmak zorunda kaldılar. Büyük çiftliklerin sahipleri ihracat
için kullanabilecek para getiren ürünlerden tütün, pamuk, incir ve zeytin yetiştirmeye başladılar. Bunlar
zenginleşerek 1908 sonrasında siyasette etkili oldular. Ticaret alanında önemli gelişmelerden birisi Sultanın
da desteğiyle 1882’de İstanbul Ticaret Odası’nın kurulmasıdır. Ancak bu dönemdeki mali reform çabalarının
başarıya ulaştığı söylenemez. Başarısızlığın nedenleri arasında Osmanlı maliyesinin içinde bulunduğu kötü
durum, ülkede iktisadi gelişmeye temel olabilecek altyapının ve insan kaynaklarının yetersizliği ile
kapitülasyonların olumsuz etkilerini azaltmaya imkan vermeyen uluslararası konjonktür sayılabilir.

II. Abdülhamit döneminde devlet bütçesinin yaklaşık yarısı askeri harcamalara ayrılmışsa da, bu, ordunun
tamamının modernleştirilmesine yetmemiştir. Bu nedenle belirlenen yeni savunma stratejisi uyarınca
donanma kendi haline bırakılarak ağırlık kara ordusuna verilmiştir. Bu seçimde Osmanlı İmparatorluğu’nun
coğrafi yapısı kadar orduyu modernleştirmek için getirilen Alman uzmanların görüşleri de rol oynamıştır.
Orduya nitelikli subay yetiştirmek için pek çok okul açılmış, okulların müfredatı yenileştirilmiştir. Mekteb-i
Harbiye’ye hoca olarak Alman subaylar getirtilmiş, 1895’ten sonra Almanya’ya öğrenci gönderilmiş ve tüm
askeri okullar bir çatı altında düzenlenmiştir. Kısılabilecek tek harcama kalemi olarak görülen maaşlardaki
kesintiler ve ödemelerdeki aksaklıklar subaylar arasında rejime karşı tepki doğurmuştur.

Toplumsal yaşam alanında ilk göze çarpan değişim giyim, kuşam ve yaşam tarzındadır. Pazarlama
tekniklerinin gelişmesi hazır giyim sektörünün ortaya çıkması, taşımacılık ve ulaşım alanındaki ilerlemeler
sayesinde ülkeler arasındaki iletişim ve ticaret artmıştır. Büyük şehirlerde lokanta, plaj, kafe, sinema, tiyatro
gibi Osmanlı toplumu için yeni kamusal mekanlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Söz konusu kamusal mekanlar,

12
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
2. ÜNİTE DERS NOTLARI

kadınların toplumsal konumuna ilişkin bir tartışma başlatmış, Osmanlı feminizmi de 1890’lı yıllarda bu
tarihsel çerçevede doğmuştur. Kültür ve sanat alanındaki gelişmelere baktığımızda yaşanan değişim özellikle
edebiyatta çarpıcıdır. Osmanlı edebiyatının 1870’li yılların başında roman türünün ilk olgun örnekleri
yüzyılın sonunda yazılmıştır. Sansürün etkisiyle siyasal alanda yapılamayan tartışmalar yazı dili üzerinde
yoğunlaşmıştır. İlk Osmanlı ressamlarının çıktığı bu dönemde, 1881’de Eski Eserler Müzesi ve 1883’te Güzel
Sanatlar Akademisi gibi önemli kültür kurumları açılmıştır. Osman Hamdi Bey’in önderliğinde Osmanlı
arkeolojisi doğmuştur. Abdülhamit’in gittikçe artan baskı yönetimi, devletin giderek parçalanması ve
özellikle Kırım Savaşı’ndan sonra gün geçtikçe daha da bozulan ekonomik ve mali durumun yarattığı sıkıntı,
devleti gerçek bir sıkıntı altında bırakmaktaydı.

93 Rus Harbi (1877-78 Osmanlı Rus Savaşı) ve Berlin Kongresi


Paris Barış antlaşması ile Karadeniz’e çıkması engellenen Rusya 1871 yılında bu maddeyi tanımadığını ilan etti ve
silahlanmaya başladı. Avrupa’da artık güçler dengesi değişiyordu. Sadece İngiltere garantör devlet olarak kaldı. “Hasta
adam” yaşatılacak mı yaşatılmayacak mı belli olacaktı. Bu terim ilk defa 1815 Viyana Kongresi’nde gündeme geldi ve
yıkılmakta olan Osmanlı imparatorluğu için kullanılır.
Rusya Osmanlı Devletinin Balkan topraklarında görülen ayrılıkçı hareketleri desteklemekle kalmayıp
Kırım Savaşı sonrasında da Panslavizm politikasını yerel ayaklanmaları destekleyerek hızlandırdı. Rusya’nın
bu hareketleri devam ederken İngiltere de zaman zaman müdahil oldu. Böylece Balkan sorunu bir iç sorun
olmaktan çıktı. Bir dış sorun haline geldi. İngiltere kendi istekleri sebebi ile Rusya’nın egemenliğine girecek
bir Osmanlıdan yanaydı. İngiltere, Almanya ve diğer devletlerin de desteği ile 23 Aralık 1876’da İstanbul’da
Tersane konferansının toplanmasını sağladı. Konferans Balkan sorununu barışçı bir şekilde çözmeyi
amaçlamıştı. Sırbistan, Karadağ, Romanya bağımsız olacak ve Bulgaristan özerk hale gelecekti. Osmanlı
Devleti Tersane Konferansı kararlarını kabul etmedi ve 93 Harbi başladı. Savaş ağır bir yenilgi ile sonuçlandı.

1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı sonrasında Balkan Türklerinin en yoğun oldukları Bulgaristan,
Osmanlı egemenliğinden çıktı. Bundan sonra Osmanlı egemenliğinin Rumeli’de tamamen son bulması, yani
Türklerin Avrupa’dan tamamen çıkarılması gündeme gelecekti. Bu savaş iki cephede yürütülmüştür: biri
Rumeli, diğeri de Anadolu’da. Romanya’nın bağımsızlığının Osmanlı tarafından tanınmaması meselesi ile
başlayan savaş ile Ruslar Edirne’yi ilhak edip Yeşilköy’e kadar gelmiştir. Daha sonra Birinci Dünya
Savaşı’nda havaya uçurulacak olan, büyük bir zafer anıtı inşa ettiler. Anadolu’da daha başarılı olan Osmanlı,
Rumeli’de çok büyük ve önemli kayıplara uğradı. Bulgarlar bu sırada Müslümanlara baskı yaptı ve göçler
başladı. İstanbul yoğun göçmen akınına uğradı. Osmanlı büyük devletlerden barış için aracı olmalarını istedi
fakat bunun için destek göremedi. Sonunda Abdülhamit bizzat Çar’dan barış istedi. Edirne’de Rusya ile
mütarekeyi ve barış şartlarını içeren bir belge imzalandı. Ayastefanos (Yeşilköy) antlaşması ile Karadağ,
Sırbistan ve Romanya bağımsızlık kazandı. Bulgar prensliği kurulurken burada Osmanlı askeri artık
olmayacaktı. Bosna-Hersek Avusturya’ya verilirken, Kars, Ardahan, Batum ve Doğu Beyazıt Rusya’da
kalacaktı. Kutsal yerler meselesi ile ilgili Rusya’nın hegemonyası kabul edildi. Bu son madde ile ilgili başta
İngiltere olmak üzere Avrupa devletleri rahatsız oldu. Bunun üzerine 1878 Haziranında Berlin Kongresi

13
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
2. ÜNİTE DERS NOTLARI

toplandı ve yeni şartlarla Rusya’nın da katıldığı Berlin antlaşması imzalandı. Bu antlaşma Ayastefanos
antlaşmasının genişletilmiş halidir. Romanya, Sırbistan ve Karadağ bağımsız kaldılar. Sınırları daraltılan
Bulgaristan özerk prenslik oldu. Bosna-Hersek ise Avusturya tarafından işgal edildi. Balkanlar dolaylı olarak
Avrupalı büyük güçlerin mücadelelerine sahne olacak bir bölge haline geldi. Doğu Anadolu’da Ermeniler
için ıslahat ve Çerkeşlerle Kürtlere karşı korunmalarını öngören madde getirdiği önemli şartlardan birisidir.
Ayrıca Berlin antlaşması ile Osmanlı Devleti Ayastefanos’ta ödeyeceği tazminatın iki katını ödemek zorunda
kaldı.

C. II. Meşrutiyet Dönemi


Meclisin yeniden toplanmaya davet edildiği 23-24 Temmuz 1908’den 30 Ekim 1918 Mondros
Mütarekesi’ne veya 20 Ocak 1921 tarihli Teşkîlât-ı Esâsiyye Kanunu’nun neşri ya da saltanatın ilga edildiği
1-2 Kasım 1922 tarihine kadarki döneme de II. Meşrutiyet denilmektedir.
1907 kışının çok sert geçmiş olması nedeniyle tarım sektörü 1908 yılına büyük bir sıkıntıya girmiş,
hayat pahalılığı olumsuz etkisini orta sınıflar üzerinde de göstermeye başlamıştı. 1906 ve 1907 yıllarında
Kastamonu, Erzurum, Sivas, Trabzon, Sinop, Ankara, Bitlis, Diyarbakır, Van ve Kayseri’de çıkan vergi
isyanları, 1908 Temmuz’unda Makedonya’da ortaya çıkan ayaklanmanın toplumsal tabanının genişliğinin
göstergesidir. Söz konusu vergi isyanlarında yakalanan elebaşlarının bazıları, meşrutiyetin yeniden ilanından
sonra mebus olarak mecliste görev almıştır. Orduda da yaygın bir hoşnutsuzluk vardı. Maaşlarını alamayan
subayların çıkardıkları küçük çaplı isyanların sayısı 1908’e yaklaştıkça katlanarak arttı.

1907’de gerçekleşen Rus-İngiliz ittifakı da Jön Türklerin ruh halini derinden etkiledi. Osmanlı toprak
bütünlüğünün 19. yüzyıl boyunca koruyucusu olan İngiltere’nin Osmanlı Devleti’nin son iki yüzyılda on bir
kez savaştığı en büyük düşmanı Rusya’yla yakınlaşması İmparatorluğun sonunu getirecek bir gelişme olarak
algılandı. Nitekim, 1908 Haziran sonunda Reval’de İngiliz kralıyla Rus çarının yaptıkları görüşmenin Jön
Türkler tarafından yanlış bir biçimde Osmanlı topraklarının bölüşüldüğü şeklinde yorumlanması, 23
Temmuz’da anayasanın ilanıyla sonuçlanacak ayaklanma sürecini başlattı.

Mart 1908’de İngiltere’nin Makedonya vilayetlerine ilişkin bir reform planı sunması bölgedeki Jön
Türkleri bir an önce harekete geçmeye itti. Paris’teki cemiyet merkezi ve Selanik şubesi arasında gerçekleşen
yazışmalardan sonra 28 Mayıs 1908’de Manastır’daki konsoloslara "Terakki ve İttihat Cemiyeti" imzalı bir
bildiri verildi. 3 Temmuz 1908’de Kolağası Niyazi Bey’in, yanında belediye reisi, maliye müfettişi, polis
müdürü olmak üzere birkaç yüz asker ve siville birlikte Resne’de dağa çıkmasıyla İstanbul’daki rejime karşı
geri dönüşü olmayan bir mücadele süreci başlatıldı.

İsyancılar, 23 Temmuz 1908’de Manastır’da meşrutiyeti yeniden ilan ettiler. Makedonya’nın pek çok
şehir ve kasabasından saraya çekilen telgraflar Sultana Kanun-ı Esasi uyarınca Meclis-i Mebusan’ı toplantıya
çağırmasını, yoksa tahttan indirileceğini bildirdi. Bazı nazırların direnme tavsiyelerini kabul etmeyen II.
Abdülhamit, 24 Temmuz’da meşrutiyeti ilan ettiğini açıklayan fermanını yayımladı.

14
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
2. ÜNİTE DERS NOTLARI

Sonuç olarak, Reval görüşmesi İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni (İTC) çok kaygılandırdı. 1876 Kanun-
ı Esasisi’nin yürürlüğe konarak meşrutiyet yönetiminin yeniden ilan edilmesine yönelik çalışmalara hız
verildi. Makedonya’daki olayların gittikçe tırmanması ve 23 Temmuz’da birçok kentte meşrutiyetin ilân
edilmesi üzerine II. Abdülhamit, 23-24 Temmuz 1908 gecesi anayasayı tekrar yürürlüğe koyduğunu ilan etti.
Abdülhamit, bu önlemle İTC’nin gücünü sınırlayacak kanısındaydı. Ancak, İTC gücünü giderek İstanbul’a
kaydırdı. Hükümet değişti; Kâmil Paşa sadrazamlığa getirildi. Kâmil Paşa kabinesinin programında köklü
değişiklik vaatleri vardı. Seçimler kısa sürede yapılacak, Meclis-i Mebusan bir an önce açılacaktı. Seçimlere
kadar geçen sürede, başta İstanbul olmak üzere ülkenin dört bir yanında Osmanlı toplumunun o güne değin
görmediği bir özgürlük havası esti. İlk kez genel grev niteliği taşıyan işçi hareketleri gözlemlendi. I.
Meşrutiyet Meclisinin aksine, II. Meşrutiyet Meclisi Padişah yetkilerinden büyük oranda bağımsızdır.

Meşrutiyetin yeniden yürürlüğe girmesinin ardından Avusturya-Macaristan, 1878’de Berlin Konferansı’nda geçici
olarak kendisine bırakılmış olan Bosna-Hersek vilâyetini topraklarına kattığını duyurdu. Osmanlı Devleti bu
gelişmeler karşısında, Avusturya’yı protesto etmek için bu ülkeden gelen mallara karşı “boykot” ilân etmekten öteye
gidebilecek bir eylemde bulunamadı. Öte yandan meşrutiyetin ilânından doğan “serbestlik ortamı” içinde yüzlerce
gazete çıkarılmaya başlandı.

1908 yılının yaz aylarında yapılan seçimlerde İttihat ve Terakki Cemiyeti parlamentoda çoğunluğu
sağlamış görünüyordu, fakat seçilen mebusların cemiyetle bağları oldukça zayıftı. İttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin bu zayıflığı, 17 Aralık 1908’de Meclis-i Mebusan’ın açılmasıyla daha net biçimde ortaya çıktı.
Sadrazam Kâmil Paşa ile İTC arasında cereyan eden iktidar mücadelesi başlangıçta basın aracılığıyla
sürdürüldü ve kısa bir süre sonra tam bir siyasal bunalıma dönüştü. Padişah, hükümetle Cemiyet arasındaki
bu çekişmede “tarafsız görünmeye” özen gösteriyordu.
II. Abdülhamit döneminin en dikkat çekici yönlerinden bir de eğitim alanında gözlenen büyük atılımdır.
Eğitim ile ilgili yenilikler başkentle sınırlı kalmayıp taşraya da ulaştırılmıştır. Bu bağlamda, 1876- 1909
arasında rüştiyelerin sayısı 250’den 600’e, idadilerin 5’den 104’e çıkarılmış, öğretmen okullarınınki 4’ten
32’ye, 200 olan iptidailerin sayısı 4.000-5.000’e çıkarılmıştır. Bunların yanında ders müfredatlarında ciddi
değişiklikler yapılmış, okulların maddi olanakları iyileştirilmiş, modern eğitim araç ve gereçleri satın
alınmıştır. Kız okullarının sayısı artarken, 1889’da dilsiz ve sağırlar, 1891’de körler için okul açılmıştır.
Bunlarla birlikte bu dönem her düzey okul sayısında ve okullaşma oranında en çok artışın olduğu dönemdir.
Askeri, siyasi ve iktisadi nedenleri yanı sıra hac yolculuğunu da kolaylaştırmak üzere düşünülmüş büyük
bir proje olan Hicaz Demiryolu, II. Abdülhamit’in hilafet siyasetinin en somut sonucudur. Yapımına 1900’da
başlanan ve Yemen’e kadar gitmesi öngörülen demiryolu 1908’de Medine’ye ulaşıp işletmeye açılmıştır.
Tüm dünya Müslümanların bağışlarıyla yapılan Hicaz Demiryolu, Müslüman kamuoyunda II. Abdülhamit’e
büyük saygınlık kazandırmıştır.

Meşrutiyetin yeniden ilânından sonra Osmanlı Devleti iki darbe ile sarsıldı. Bulgaristan Prensi
Ferdinand, 5 Ekim 1908’de İstanbul’a bir telgraf çekerek bağımsızlığını ve krallığını ilan etti. Aynı gün

15
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
2. ÜNİTE DERS NOTLARI

Avusturya, Bosna-Hersek’i ilhak etti. Buna, Rusya ve Sırbistan’ın yanı sıra İtalya da büyük tepki gösterdi.
Üçlü İttifak’ın kurulduğu günden beri Avusturya ile geçinemeyen İtalya, Habeşistan yenilgisinden sonra
Adriyatik ve Balkanlar’la ilgilenmeye başlamıştı. Özellikle Karadağ ve Arnavutluk’a yönelen İtalya, tıpkı
Avusturya gibi, bu yöreye geniş ekonomik yatırımlar yapıyordu. Ayrıca, Arnavutluk’u ele geçirebilmek için
Adriyatik’i kapalı bir denize dönüştürmeyi tasarlıyordu. Avusturya’nın Bosna-Hersek’e yerleşmesi
Adriyatik’te güçlenmesi anlamına geliyordu.

Abdülhamit’in meşrutiyetin ilanı ile kısıtlanan iktidarının yanında, Sadrazam Kâmil Paşa, Meclis-i
Mebusan ve İttihat ve Terakki Cemiyeti farklı güç odakları olarak ortaya çıktı. Kâmil Paşa, kimi kez
muhalefete kimi kez Abdülhamit’e yakın davranarak gerginlikleri yatıştırmaya çalıştı. Ancak, bu uzlaştırıcı
politika sonuç vermedi. Kâmil Paşa, Meclis’in büyük çoğunluğunun güvensizlik oyu ile sadaretten düştü.
İTC’nin siyasal etkinliği Hüseyin Hilmi Paşa’nın sadrazam olmasıyla güçlendi, ama siyasal ayrılıklar da
keskinleşmeye başladı. İTC’ye karşı muhalefetin sesi daha gür çıkmaya başladı. Bu arada muhalefetin
sözcülerinden Serbestî gazetesi başyazarı Hasan Fehmi, Galata Köprüsü’nde öldürüldü.

Sopalı Seçimler
1911 sonbaharında, iç ve dış olayların etkisiyle muhalefet tek bir çatı altında toplandı. Hürriyet ve
İtilaf Fırkası kuruldu. Fırkanın başına Şehzade Vahdettin’in eniştesi Damat Ferit Paşa geçti. Yeni parti 11
Aralık 1911’de İstanbul ara seçimini kazandı. Bu gelişmelerin endişeye sevk ettiği İTC, padişahı Meclis’i
dağıtmaya razı etti. Meclis-i Mebusan’ın dağıtılmasından sonra yapılan ve "Sopalı seçim" diye bilinen 1912
seçimlerinde İttihatçılar yoğun çaba sarf ettiler. Ara seçimdeki başarısından umutlanan muhalefet ise, İttihat
ve Terakki kıskacından kurtulabilmek için çok çalıştı, ama yalnızca altı mebusluk kazandı. İttihatçılar 264
mebus ile Meclis’e yeniden hakim oldular. Ancak bu durum uzun sürmedi. Ordunun siyasetle uğraşması,
Trablusgarp Savaşı’nın kötüye gitmesi, Mayıs 1912’deki Arnavutluk isyanı gibi nedenlerle geniş bir kesimin
eleştirilerine hedef olan İTC destekli hükümet, Halaskârân Grubu’nun muhtırası karşısında istifa etmek
zorunda kaldı. 21 Temmuz 1912’de Gazi Ahmet Muhtar Paşa başkanlığında kurulan Büyük Kabine
döneminde ise Sultan V. Mehmet Reşat, Meclis-i Mebusan’ı bir kez daha dağıttı. İktidardan uzaklaşan
İTC’nin imdadına Balkan Savaşları yetişti.

31 Mart Vak’ası
II. Meşrutiyet döneminin ilk önemli siyasal buhranı 31 Mart Vakası’dır. Olayın patlak vermesine yol
açan gelişmelerin başlangıcını, Kâmil Paşa kabinesinin, mecliste yapılan bir oylama sonucunda düşürülmesi
teşkil eder. İttihat ve Terakki’ye yakın olan Hilmi Paşa’nın Sadrazamlığında kurulan yeni kabine 17 Şubat
1909’da programını okuyarak Meclisten güvenoyu alır. Daha sonra göreve başlar. Hilmi Paşa kabinesi,
göreve başladığı andan itibaren, Derviş Vahdeti’nin sahibi olduğu Volkan gazetesi başta olmak üzere İttihat
ve Terakki karşıtlarının şiddetli muhalefeti ile karşı karşıya kalmıştır. Alaylı subaylardan 1400 kadarının
ordudan tasfiye edilmeleri girişimi, bunların “mektepli subaylara” karşı harekete geçmesine yol açtı.
Cemiyetin asıl dayanağı durumundaki “cihet-i askeriye ”de ilk çatlak da bu vesileyle kendini göstermeye
başladı.

16
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
2. ÜNİTE DERS NOTLARI

Mektepli subayların İttihat ve Terakki Cemiyeti ile özdeşleştirilmesi, alaylıların aynı zamanda
cemiyete de düşman olmalarına sebep teşkil ediyordu. 6 Nisan’da İttihat ve Terakki Cemiyeti karşıtı olan
Serbesti Gazetesinin başyazarı olan Hasan Fehmi’nin öldürülmesi ve buna bağlı olarak ortaya çıkan
gelişmeler sonucunda 13 Nisan 1909 günü Avcı Taburları, üniversite (Darülfünûn) öğrencilerinin de
katılmasıyla meşrutiyete karşı bir ayaklanma başlattı.
Bu sırada İTC, Âyân ve Mebusan Meclislerini Yeşilköy’de toplamıştı. Sultana gönderilen bir
telgrafta İstanbul’un o sırada Çatalca önlerine varmış olan Mahmut Şevket Paşa komutasındaki Hareket
Ordusu’na teslimi isteniyordu. Gelişmelerden gittikçe tedirgin olan Abdülhamit, direnmedi. İstanbul, 24
Nisan 1909’da Hareket Ordusu’nun denetimine girdi. Üç gün sonra Meclis İstanbul’da toplandı. Mahmut
Şevket Paşa’nın Meclis’e gönderdiği ve başkentin tümüyle Hareket Ordusu’nun elinde olduğunu duyuran
yazıdan sonra, Şeyhülislam Mehmet Ziyaeddin Efendi’den Abdülhamit’in tahttan indirilmesi yolunda fetva
alındı. Meclis’in görevlendirdiği bir heyet saraya giderek, sultana hal edildiğini bildirdi. Veliaht Mehmet
Reşat’ın V. Mehmet unvanıyla tahta çıkmasının ardından II. Abdülhamit, ordunun isteği ve Meclis’in
kararıyla, Selanik’e sürüldü. Bir süre burada oturan Abdülhamit, Balkan Savaşı’nın çıkması ve Selanik’in
tehdit altına girmesi üzerine İstanbul’a getirildi ve ölümüne kadar Beylerbeyi Sarayı’nda göz hapsinde
tutuldu.
Fakat siyasal kargaşa sona erdirilerek istikrarın sağlanması bir türlü mümkün olmadı. Kısa ömürlü
kabineler geldi, gitti ve sonunda İTC’nin karşısında 11 muhalefet partisinin birleşmesiyle 1911 yılında
Hürriyet ve İtilâf Fırkası doğdu. İki siyasi parti arasındaki cepheleşme, orduya da sıçrayarak İttihatçılara karşı
muhalefet eden “Halaskâr Zabitan” grubunun ortaya çıkmasına yol açtı. Sadrazam Mahmut Şevket Paşa bu
grup tarafından düzenlenen bir suikast sonucunda öldürüldü. Bu siyasal karışıklıklar sırasında devletin
dağılma süreci de bütün hızıyla devam ediyordu.

31 Mart Olayı’na en büyük tepki Selanik’ten geldi. Bu 1909 Kanun-i Esasi değişiklikleri
kentte meşrutiyet lehinde büyük bir miting düzenlendi. 3. Abdülhamit’in tahttan indirilmesinden
Ordu Komutanı Mahmut Şevket Paşa bir "Hareket sonra, İTC’nin gücü ve etkinliği giderek arttı. 31
Ordusu" kurulması için emir verdi. İTC’ye muhalif kimi
kesim, isyanın Abdülhamit’in konumunu Mart Olayının nedenlerinden biri olan 1876
güçlendirmesinden tedirgin olmuştu. Muhaliflerin
Kanun-i Esasisinde değişiklik çalışmaları, 21
öncülerinden Prens Sabahattin, Beşiktaş önlerindeki
Hamidiye kruvazöründe donanma subayları ile yaptığı Ağustos 1909’da tamamlandı. Padişahın
toplantıda, daha da güçlenmesi durumunda Abdülhamit’in
yetkileri kısıtlandı. Tahta çıkışında, Meclis-i
tahttan indirilmesini önerdi. Ancak donanma subayları ve
erleri Saray’a bağlı kaldılar. Umumi önünde Kanun-i Esasi’ye, vatan, millet
ve şeriata bağlılık andı içmesi öngörüldü.
Meclis-i Mebusan’ı dağıtabilmesi çok zorlaştırıldı. Sadrazamı atayan padişah, bundan böyle, barış, ticaret,
toprak bırakılması ya da ilhakı ile devlet harcamalarını gerektiren anlaşmaları Meclis’in onayına sunacaktı.
Hükümet de artık sultana değil Meclis’e karşı sorumlu olacaktı.

17
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
2. ÜNİTE DERS NOTLARI

Bosna- Hersek Bunalımı


1908 tarihli “Bosna-Hersek bunalımı” olarak adlandırılan bu olay Birinci Dünya Savaşı’nın provası olarak
değerlendirilebilir. Bu bunalımın iki sebebi vardır. Bunlardan ilki 1904-1905 savaşında Japonya’ya yenilen
Rusya Boğazlar yoluyla sıcak denizlere çıkmak istemiştir. Bunun için de İngiltere’nin desteğine ihtiyacı
vardır. Bu amaçla 1908 yılında Rus ve İngiliz monarkları Reval’de Boğazlar ve Balkan sorunları hakkında
görüşür. Bu bunalımın temelindeki sebeplerden bir tanesi de Avusturya’nın 1878 Berlin Anlaşmasıyla işgal
ettiği ve yönetimini ele geçirdiği bu bölgeyi ilhak etmek istemesidir. 5 Ekim 1908 tarihinde Avusturya resmen
Bosna-Hersek’i işgal eder. Buna karşı en büyük tepki Sırbistan’dan geldi. Sırbistan bu ilhakı Balkan
ulusçuluk hareketlerine ağır bir darbe olarak nitelendirdi. Bu konuda Slav milliyetçiliğinin büyük destekçisi
olan Rusya’dan destek alamadı. Bununla birlikte Rusya Balkanlarda çıkacak bir çatışmada askeri yardım
yapamayacağını da açıkladı. Büyük koruyucunun desteğinden mahrum kalan Sırbistan Avusturya karşısında
gerilemek zorunda kaldı. Rusya’nın da büyük devlet olarak prestiji sarsılmış oldu. Avusturya’nın Bosna-
Hersek’i işgali ile Almanya arasındaki gerilim arttı. Bulgaristan tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan ettikten
sonra Osmanlı Devleti ise, hukuken olmasa bile filen bu oldubittiyi kabullenmek durumunda kaldı.
Dış borç ve Almanya’ya yöneliş
Osmanlı Devleti’ne çağdaş maliye anlayışını getiren Cavit Bey, İTC’de piyasa ekonomisinden yana
olan eğilimi temsil ediyordu. Hazırladığı 1909 bütçesi Osmanlı Devleti’nin bir anlamda ilk bütçesiydi. Cavit
Bey, mali programını uygulamaya geçtiğinde, Mahmut Şevket Paşa 9,5 milyon liralık askeri bütçeye ek
olarak 5 milyon liralık olağanüstü ek ödenek istedi. Cavit Bey’in direnmesine karşın Mahmut Şevket Paşa
Meclis’ten istediği ödeneği elde etti. Ayrıca Harbiye Nazırı, Divan-ı Muhasebât’ın (Sayıştay) devlet
harcamalarını denetlemesine de karşı çıkıyordu. Cavit Bey, Harbiye Nezareti’ne ait harcamaların Divan-ı
Muhasebat denetimi dışında bırakılmasıyla doğan bütçe açığını karşılamak amacıyla dış borç girişiminde
bulundu. Fransa mali çevreleri bu isteği geri çevirdi. Bunun üzerine devreye giren Almanya, Cavit Bey’e 15
milyon lira borç vermeyi kabul etti. Bu gelişme, İTC’nin Almanya’ya yaklaşmasında rol oynadı.
II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ FİKİR AKIMLARI
II. Meşrutiyet dönemi her bakımdan kendisinden sonraki dönemi çok derinden etkileyen bir dönemdir. Bu
dönemde ortaya çıkan tecrübeler ve kazanılan yeni siyasal ya da fikri gelenekler, yapılan münakaşalar,
gerçekleştirilmeye çalışılan reform hareketleri, cumhuriyet döneminde yapılan inkılâplara ışık tutmuştur.
Tanzimat ve ıslahat dönemlerinde gelişen Osmanlıcılık fikri hiçbir etnik ve siyasî ayrım gözetmeksizin bütün
Osmanlı tebaasının vatandaşlık bağıyla birbirine bağlanması düşüncesi devletin bütünlüğünü koruma
isteğinin resmî ideolojisi olarak geliştirilmiştir. Başlangıçta teorik olarak hayli cazip görünen bu fikir, hayatın
gerçekleri karşısında anlamsız hale gelmekten kurtulamayacaktır. Lâkin her şeye rağmen, yıkılışına kadar
Osmanlı Devletinin resmî politikası olmaya devam etmiştir. Ancak Meşrutiyet devrinin hayli renkli ve
hareketli ortamında resmi ideoloji dışında ülkenin kurtuluşu için ortaya atılan reçeteler ve gelişen fikir
hareketleri içinde Batıcılık, İslâmcılık ve Türkçülük fikirleri “ana akımlar” olarak ön plana çıkmaktadır.
Elbette dönemin fikrî ve siyasî akımları bu üç düşünceden ibaret değildir, fakat hemen hemen her akım, bu
üç temel fikir hareketinden az ya da çok etkilenmiştir.

18
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
2. ÜNİTE DERS NOTLARI

Osmanlı ıslahatlarının Tanzimat döneminde hız kazanmasıyla birlikte, batı fikirlerinin de Osmanlı
aydınlarını etkilediğini daha önce belirtmiştik. Esasında modernleşme konusunda dönemin fikir akımları
arasında az-çok bir mutabakat vardır. Fakat bunun derecesi konusunda münakaşalar yürütülmektedir. Genel
çizgileri itibarıyla dönemin fikir akımlarını aşağıdaki kategorilerde değerlendirebiliriz.
Batıcılık: Batıcılar, batı medeniyetini bir bütün olarak görmekte ve medeni olabilmek için bütün bu değerlerin
benimsenmesi gerektiğini savunmaktadırlar. İçtihad, İleri gibi gazete ve mecmualar etrafında
toplanmışlardır. Abdullah Cevdet, Celal Nuri, Kılıçzade Hakkı tanınmış temsilcileri olarak kabul edilebilir.
Bu hareketin öncülerinden Abdullah Cevdet’in çıkardığı İçtihad Mecmuası’nda yayınlanan ve Kılıçzade
Hakkı’nın kaleme aldığı “Pek Uyanık Bir Uyku” başlıklı iki yazıda batıcıların bütün hedefleri özetlenmiştir.
Bu makalede özetle şu hususlar dikkati çeker:
* Fes kâmilen defedilip yeni bir serpuş kabul olunacaktır.
* Mevcut kumaş fabrikaları genişletilecek ve yenileri de açılacaktır. Yerli mallarının kullanılması teşvik
edilecektir.
* Kadınlar diledikleri tarzda giyinecekler, yalnız israf etmeyeceklerdir. Polisler ve softalarla, arabacı
makulesi kimseler kadınların giyimlerine asla müdahale etmeyeceklerdir. Şeyhülislâm Efendiler de çarşaflara
dair beyannameler yazmayacak ve imza etmeyeceklerdir. Kadınlar vatanın en büyük velinimeti sayılarak
kendilerine erkekler tarafından hürmet ve riayet gösterilecektir.
* Kadınlar ve genç kızlar, Müslüman Boşnak ve Çerkezlerde olduğu gibi, erkekten kaçmayacaklardır. Her
erkek, kendi gözüyle gördüğü, tetkik ettiği, beğendiği ve seçtiği kızla evlenecektir. Görücülük adetine nihayet
verilecektir.
* Kızlar için diğer mekteplerden başka bir de Tıbbiye Mektebi açılacaktır.
* Birer tembellik yuvası olan bütün tekkeler ve zaviyeler ılga olunacak, varidat ve tahsisatları kesilip, Maarif
bütçesine ilâve edilecektir.
* Bütün medreseler kapatılacaktır.
* Sarık sarmak ve cübbe giymek sadece yüksek alimlere mahsus hale getirilecektir.
* Arazi ve Evkaf kanunlarından başlanarak bütün kanunlar ıslah edilecektir.
* Şer’i mahkemeler kaldırılacak ve Nizami mahkemeler ıslah edilecektir.
* Mecelle kaldırılacak veya en azından o derece değişecektir.
* Mevcut Osmanlı Elifbası atılarak yerine Lâtin harfleri kabul edilecektir.
* Avrupa Medeni Kanunu kabul edilerek bugünkü evlenme-boşanma şartları tamamiyle değiştirilecektir.
Birden fazla kadınla evlenmek ve bir sözle karı boşamak usulleri kalkacaktır.
Türkçülük: Esasında, Türkçüleri; Tanzimat’la birlikte gelişen fikir hayatımızda ortaya çıkan yenilikçi-
muhafazakâr çatışmasında uzlaşmacı bir noktaya koymak gerekmektedir. Çünkü vatan, dil ve kültür
kavramlarına dayanan milliyetçiliğin bizatihi kendisi, 19. Yüzyıl sonlarında gelişen batı kökenli bir
harekettir. Ali Suavi, Mahmut Celaleddin Paşa ve Gaspıralı İsmail Bey’i öncüleri arasında sayabileceğimiz
Türkçüler düşüncelerini daha çok dil, kültür ve ekonomi meseleleri üzerinde yoğunlaştırmışlardır.
Türkçülerin programlarını da Milli Tetebbular, Halk’a Doğru ve Türk Yurdu mecmualarından ve hayli geniş

19
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
2. ÜNİTE DERS NOTLARI

yayınlardan derlemek mümkündür. Bu program şu şekilde özetlenebilir: Büyük Türk Birliği: Dilleri, ırkları,
adetleri hatta çoğunun dinleri bir olan bütün Türklerin birleşmesi. Osmanlı Devleti bu camia içinde merkezî
bir yer işgal edecektir.
Gaspıralı İsmail Bey bunu “Dil’de, fikir’de, iş’de birlik” şiarıyla ifade etmektedir. Ona göre, Türk tarihi
Osmanlı Devletinin kuruluşu ile başlamaz. Ondan evvel de büyük bir Türk mazisi ve medeniyeti vardır. Türk
milletinin Osmanlılardan evvel başlayan tarihini, ahlâk ve adetlerini, lisan ve edebiyatlarını, iktisadi
durumlarını araştırmak şarttır. Türk dili, Arap ve Acem dillerinin tesirinden kurtarılacaktır. İstanbul Türkçesi
ortak yazı ve konuşma dili haline getirilmelidir. İsimler konulurken Türkçe adların yaygınlaştırılmasına önem
verilmelidir.
Ziya Gökalp bunu Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak şeklinde formüle etmiştir. Millî İktisat:
Yoksulluktan ve yabancı baskısından kurtulmanın yolu, millî istihsali (üretimi) artırmanın çarelerini bulmak
ve Türk iktisadî hayatını yabancı maliyecilerin pençesinden kurtarmaktır. Millî Edebiyat: Halk dilinin ve
folklorünün araştırılması, millî vezin olan hece vezninin kullanılması ve halka inilmesi.
İslâmcılık: İslamcılık hareketinin iki temel çizgisini olan ihyacılık ve selefiyecilik oluşturur. Bunlardan
İhyacılık din’in asr-ı saadette, peygamberimizin hayatta olduğu dönemdeki haliyle yaşanması gerektiğini
savunmaktadır. Buna karşılık Selefiyecilik ise din’in kuralları değişmemekle beraber yeni içtihatların
yapılabileceği ve Müslüman hayatının yeni şartlara göre tanzim edilebileceği görüşünü benimsemektedir. Bu
iki ana gruba mensup olan aydınlar Sırat-ı Müstakim, Sebilürreşat gibi dergiler etrafında toplanmışlardır.
Din, cemiyetin temel direğidir ve dinle millet birdir. İslâm dinine mensup insanlar, Hilâfet etrafında dil farkı
gözetmeksizin bir tek millet oluştururlar. İslâm Terakkiye Mâni Değildir: İslâm dini insanlığın ön plana
çıkardığı bütün değerlere, demokrasi, hürriyet, eşitlik, kardeşlik vb. sahiptir. Müslümanların geçmişte
kurduğu yüksek medeniyet bunun göstergesidir. Dolayısıyla, gelişmeye mani olan din veya dini değerler
değil, fakat dinin değerlerine göre hareket etmeyen Müslümanlardır.
Çağdaşlaşma: Batının ilim ve tekniğini, sanayiini almaya mecburuz. Fakat Avrupalıların bütün adetlerini,
ahlâkını ve hayat tarzını kabul edemeyiz.
Kadın Hakları: Şeriat, yani dinin koyduğu kurallar, kadının kendisine mahrem olmayan erkeklerden
kaçmasını emreder. Tesettür şarttır. Fakat bu, kadına hiçbir meşru hakkını kaybettirmez. Kadın da malını
erkek gibi istediği şekilde kullanabilir.
Sosyalizm: Bu cereyanın meşrutiyet döneminde etkili olduğu söylenemez. Herhangi bir programından söz
etmek mümkün olmamakla birlikte Halk İştirakyyun Fırkası adı altında bir örgüt kurulmuştur. Fırkanın adına
izafeten İştirakçi lakabıyla tanınmış olan Hilmi Bey tarafından temsil edilmişlerdir.

20
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
2. ÜNİTE DERS NOTLARI

TRABLUSGARP SAVAŞI (1911- 1912)


Siyasal birliğini tamamlayan İtalya, 20. yüzyılın başından itibaren başlıca iki hedefe yönelmişti: İlki,
Avusturya- Macaristan sınırlarında kalan ve İtalyanca konuşulan bölgeleri sınırlarına katmak ve
Arnavutluk’u alıp Adriyatik denizine sahip olmak. İkincisi, çoğalan nüfusu için yerleşme ve iş alanı,
gelişmekte olan sanayisi için ham madde kaynakları ve Pazar aramak üzere sömürgecilik faaliyetlerinde
bulunabilmesi için, Trablusgarp’ı almak ve böylece Kuzey Afrika’ya adım atmaktı. Uzun süre vali
atanmayarak bölgenin yöneticisiz bırakılması, İtalya’yı daha da cesaretlendirdi.
Bosna-Hersek’in işgaline en şiddetli tepkiyi gösteren devletlerin başında Rusya geliyordu. Boğazlar,
Rusya açısından hayati derecede önem taşımaktaydı. Zira buraların rakip büyük güçlerden birisi tarafından
kontrol altına alınması bu devletin durumunu güçleştirecekti. Boğazlarla ilgili olan diğer devletler üzerinde
baskı kurabilmek amacıyla Rusya, Balkanlarda şiddetli bir rekabet içinde olduğu Avusturya’dan başka bir
devletin desteğini almak üzere harekete geçerek, İtalya’ya yaklaştı. İki ülke arasında imzalanan Racconigi
Antlaşması ile Rusya ve İtalya, Trablusgarp ve Boğazlar üzerindeki menfaatlerini karşılıklı olarak tanımayı
taahhüt ediyorlardı.
Anlaşmadan iki yıl sonra İtalya, Trablusgarp’a saldırdı. Rusya ise Boğazlar konusunda Osmanlı
Devleti’ne baskıda bulunmaya başladı. İngiltere, bu devleti büsbütün küstürerek karşısına almamak için Mısır
yolunu Osmanlı kuvvetlerine kapatınca, buraya asker sevk etme imkânı da ortadan kalkmış oldu.
Durumunu sağlamlaştıran İtalya, 28 Eylül 1911’de Osmanlı Devleti’ne verdiği 24 saat süreli
ültimatomda, "uygarlıktan uzak bırakılan bu topraklarda, İtalyanlara ve yabancılara çok kötü davranıldığını"
bahane ederek Trablusgarp’ı işgale karar verdiğini bildirdi. Osmanlı hükümeti cevabında, kendi topraklarında
asayişi sağlayacak güç ve kudrete sahip olduğunu vurgularken, iktisadi alanda her türlü müsaadelere hazır
olduğunu bildirdi. İtalya yanıtı yeterli bulmadı ve 28 Eylül’de ikinci notayı vererek, Osmanlı Devleti’ne yirmi
dört saatlik bir süre tanıyarak Trablusgarp ve Bingazi’yi işgale karar verdiğini, buraların derhal boşaltılmasını
istedi.
Genç Osmanlı subayları (Mustafa Kemal, Enver, Ali Fethi, Aziz Ali el-Mısrî) kılık değiştirerek gönüllü
olarak Trablusgarp’a geçip, burada bulunan Osmanlı ve Arap kuvvetlerini örgütleyerek, çetin bir gerilla
savaşına giriştiler. İtalyanlar, beklemedikleri bu şiddetli direniş karşısında şaşırdılar. Bu sırada başlayan
Balkan Muharebesi İtalya’nın işini kolaylaştırdı. İtalya, Ege’deki On İki Ada’yı da işgal etti ve Almanya
aracılığıyla Osmanlı Devleti’ni barışa zorladı. 1912 Ekiminde imzalanan Uşi antlaşması ile Osmanlı Devleti
Trablusgarp’ı İtalya’ya terk ettiği gibi, Yunanlıların göz koydukları On İki Ada’yı da İtalya’nın
koruyuculuğuna terk etti.
İtalya’nın Trablusgarp’a saldırmasıyla, İTC’nin Osmanlı toplumunun karşı karşıya kaldığı iç ve dış
sorunlara çözüm getiremediği düşüncesini daha da yoğunlaştırmıştır. Bununla beraber nezaretin elden ele
geçmesi ve bazı insanların önceden hayal dahi edemeyecekleri önemli makamlara getirilmeleri valilik ve
mutasarrıflık gibi büyük memuriyetlerin neredeyse ayağa düşmesi ve bazı kişilerinde İTC idaresinde hak
ettiklerini düşündükleri mevkileri alamamaları siyasal didişmelerin şiddetini arttırmış ve siyasal bir
muhalefetin oluşmasını hızlandırmıştı.

21
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
2. ÜNİTE DERS NOTLARI

BALKAN SAVAŞLARI (1912- 1913)


Bulgaristan, bağımsızlığını kazandıktan sonra Balkanlarda aktif bir politika izlemeye başlamıştı. Bu
ülkenin Sırbistan’la bir çatışmaya girmemesi için gayret sarf eden Rusya, her iki devlet arasında arabuluculuk
yaparak Osmanlı Devletine karşı anlaşmalarını sağladı. 13 Mart 1912’de Bulgaristan ile Sırbistan Dostluk ve
İttifak antlaşması imzaladı. Buna göre iki devlet birbirlerinin toprak bütünlüğünü tanıyor ve Osmanlı
Devleti’ne karşı birleşiyorlardı.
Osmanlı Devleti, İtalyanları Trablusgarp kıyısından söküp atamadı ve Balkan Savaşı’nın patlak vermesi
üzerine, barışa razı oldu. Berlin Antlaşması sonrasında Bulgaristan ve Sırbistan’ın durmaksızın genişleme
özlemleri, Rusya’nın Balkan Slavlarını kışkırtma çalışmaları ile Yunanistan’ın kuzeye doğru genişleme
tasarıları Balkanlar’da sürekli gerginliğe neden oluyordu. Bu gelişmelerde kırılma noktası ise Bosna-
Hersek’in Avusturya-Macaristan tarafından ilhakı oldu. Avusturya’ya karşı Rusya, Balkanlar’da Slavları
birleştirme çabalarına hız verdi. Mayıs 1912’de Arnavutlar bağımsızlık isteği ile ayaklandılar. Osmanlı
Devleti, Trablusgarp Savaşı nedeniyle ayaklanmaya müdahale edebilecek durumda değildi. 1912 ortalarına
kadar bir dizi ittifak Balkan Savaşları’nın habercisi oldu. 8 Ekim 1912’de Karadağ Osmanlı Devleti’ne savaş
ilan etti. Osmanlı ordusu savaşa olumsuz koşullarda girdi. Ordunun geri ulaşımı ve ikmali yetersizdi. Askerin
iaşesi ilk günden itibaren büyük sorun oldu. Komutanlar arasında da eşgüdüm kurulamadı. Osmanlı Doğu ve
Batı Orduları, Bulgarlar, Sırplar ve Yunanlılar karşısında hezimete uğradı. Kuşatılan Yanya, Edirne ve
İşkodra kentleri uzun süre direnebildilerse de, sonunda teslim olmak zorunda kaldılar. Bu arada Ege
adalarının tümü, deniz kuvvetleri Osmanlılarınkinden güçlü olan Yunanistan tarafından işgal edildi. Rauf
Bey komutasındaki Hamidiye kruvazörü Osmanlıların tek yüz akı oldu.
Ayrıca Rusya’nın teşvikiyle 1912 ortalarında Yunanistan ve Karadağ da bu anlaşmaya katıldılar. Böylece
Osmanlı Devleti’ne karşı harekete geçme hazırlıkları tamamlanmış oldu. Bu esnada Osmanlı Devleti Balkan
devletlerinin arasındaki ittifakı fark edemedi. Hatta Balkan ittifakını el altından destekleyen Rusya’nın savaş
olmayacağı konusunda Hariciye Nazırı Norodukyan Efendi’ye verdiği teminata güvenerek Rumeli’de hatırı
sayılır bir çoğunluktaki eğitimli askerini terhis etti. Büyük devletlerden, yenildikleri takdirde sınırların
değişmeyeceği garantisini de alan Balkanlı bağlaşıklar Ekim ayında Osmanlı Devleti’ne karşı savaş açtılar.
8 Ekim’de Karadağ Osmanlılara savaş ilan etti.
Osmanlı Devleti Ordu içerisindeki siyasî çekişmelerden ötürü, emir-komuta zincirinde ortaya çıkan
aksamalar sebebiyle hemen hemen her cephede ağır bir mağlubiyete uğradı. Bulgarlar ile yapılan çarpışma
sonucunda yenilen Osmanlı ordusu Çatalca’ya kadar geri çekildi. Yunan ordusu Ege denizinde üstünlük
sağladı. Balkan ülkeleri hızla Makedonya’yı işgale başladı. Yunan ordusu Selanik’e girdi. Bütün bunların
sonucunda Osmanlı Devleti barış istemek durumunda kaldı. Taraflar arasında savaşı bitiren anlaşma 1913
Mayısında Londra’da imzalanmıştır. Londra Barış antlaşmasına göre: Arnavutluk bağımsızlığını kazanıyor,
Girit Adası Yunanistan’a bırakılıyor, Osmanlı Devleti’nin Trakya sınırı, Edirne’yi dışarıda bırakacak şekilde
Midye-Enez hattı oluyordu.

22
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
2. ÜNİTE DERS NOTLARI

Balkan Savaşı’nda ummadıkları kadar kolay bir zafer kazanan bu devletler, elde ettikleri toprakların
paylaşılmasında anlaşmazlığa düşünce bu defa birbirleriyle savaşa tutuştular. Sırbistan, Bulgaristan ile
yapmış olduğu ittifakın çizdiği arazi parçasından daha büyük bir bölgeyi ele geçirmişti. Sırpların burayı
vermemesi ve paylaşmaya yanaşmaması taraflar arasındaki uyuşmazlığın temel nedeni oldu. Yunanistan ise
Bulgaristan’ın Ege kıyılarına ulaşmış olmasını tepki ile karşılıyordu. Bu durum Sırp ve Yunan devletlerini
birbirine yakınlaştırdı. Bunun üzerine Bulgaristan bu iki devlete savaş ilan etti. Bu yeni gelişme karşısında
kendisi için tehlike olabilecek kadar büyüdüğünü düşünen Romanya da Bulgaristan’a karşı savaşa girdi.
Bunların üzerine harekete geçen Osmanlı Ordusu Edirne’yi kurtarmayı başardı. Osmanlı Devleti ile
Bulgaristan arasında 29 Eylül 1913 tarihinde İstanbul antlaşması imzalandı ve Bulgaristan Kırklareli,
Dimetoka ve Edirne’yi Osmanlı Devleti’ne geri verdi. Antlaşmada Bulgaristan’da kalan Türklerin durumu
ele alınmakta, mülkiyet haklarına saygı gösterileceği belirtilerek isteyenlere dört yıl içerisinde Türkiye’ye
göçme hakkı verilmekteydi. Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında ise Kasım’da Atina Antlaşması
imzalanır ve Girit kesin olarak Yunanistan’a bırakılır.
Osmanlı Devleti’nin Balkan savaşları sonrasında Balkan devletleri ile imzaladığı antlaşmaların önemli bir
özelliği vardır. Bu da, bu devletlerin sınırları içerisinde kalan Türklerin statüsü meselesidir. Balkan devletleri
Türk azınlığı günden güne baskı altına alarak ezmeye çalışmıştır. Bu durum karşısında Türklerin büyük bir
kısmı varlıklarını sürdürebilmenin garantisi olarak Türkiye’ye göç etmek durumunda kalmış, kalanlar ise
şartlara boyun eğmiştir. Savaş şartlarını zorlamasıyla karşılıklı olarak yapılan bu uygulamalar, 1923 yılından
itibaren yapılacak olan nüfus mübadelesinin ilk örneğini teşkil etmiştir. Balkanlardan Anadolu’ya yapılan
göç dalgası 1989’lara kadar devam etmiştir.
Balkan Savaşları, Osmanlı’nın iç politikası üzerinde çok derin etkiler bırakmıştır. O zamana kadar
yaygınlık kazanamayan Türkçülük güçlenmeye ve Balkanlardan gelen göçmenlerin etkisiyle Türklük şuuru
yerleşmeye başladı. Balkan Bozgunu salt bir askeri yenilgiden öteye Türkiye’de çok derin toplumsal bir
travmaya yol açmıştır. “Vatan” olarak benimsenmiş topraklardan Anadolu’ya akan yüzbinlerce insan yollarda
salgın hastalıklardan, açlık ve sefaletten kırılmıştır. İTC, Balkan savaşındaki yenilgi üzerine Bâbıâli
Baskını’nı düzenleyerek yönetime el koydu. Aralık 1912’de Bulgar ordusu İstanbul yakınlarında, Çatalca’da
durduruldu. Ancak Edirne’nin kısa sürede düşeceğine kesin gözüyle bakılıyordu. Bırakışma sağlayabilmek
için yapılan Londra görüşmelerinde Osmanlı Devleti Edirne’yi Bulgaristan’a bırakmaya zorlandı. Bir süredir
yeniden hükümette olan Sadrazam Kâmil Paşa’nın bunu kabul edeceğinden çekinen İTC harekete geçti. 23
Ocak 1913’te gerçekleştirilen ve "Bâb-ı Âlî Baskını" diye bilinen darbeyle İttihatçılar yeniden iktidara
geldiler.
Balkan Savaşları İTC’nin sonu oldu. Jön Türk Devrimi’nin savunduğu ve Müslüman olsun olmasın tüm
Osmanlı vatandaşlarını aynı potada eriten “unsurların birliği” (ittihad-ı anasır) bir türlü gerçekleşmiyordu.
İTC, hemen Balkan Savaşları sonrasında orduyu yeniden düzenledi. Balkan Savaşları ertesinde İTC,
çözülmekte olan imparatorluğu kurtarmak ve ona çağdaş bir görünüm vermek için iktidara el koydu. Hürriyet
ve İtilaf partisini çalışamaz hale getirdi. I. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar ülkeyi muhalefeti bastırarak
yönetti. Ama tüm savaş süresinde Mebusan ve Ayan Meclisleri açık kaldı. Devlet, anayasanın çizdiği

23
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
2. ÜNİTE DERS NOTLARI

doğrultuda yönetildi. Parti kongreleri savaş yıllarında düzenli bir biçimde yapıldı. İttihatçılar ülke
bağımsızlığı için savaşı fırsat bildiler. I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Kapitülasyonlar kaldırılarak Büyük
Devletler meydan okundu. Milli iktisat politikasını uygulamaya koyuldu. Ülke dış güçlerinin ekonomik
baskısından kurtarılmaya çalışıldı ve kâğıt para reformuna gidilerek bugünkü para sistemimizin temelleri
atıldı.
Balkan savaşları, Balkanları iki kampa bölmüştür. Bir taraftan Sırbistan, Romanya ve Yunanistan diğer
tarafta Bulgaristan. Özellikle Rusya, Avusturya- Macaristan baskısını sınırlamak ve İstanbul ile Boğazlar
üzerindeki tutkularını gerçekleştirmek için bu guruba destek veriyordu. Bu nedenle Bulgaristan Balkan
savaşları sonrasında Avusturya yanlısı bir politika izleyecek ve ittifak yolları arayacaktır.
Osmanlı Devleti’nden aldıkları topraklar, Balkan ülkeleri arasında paylaşım sorunu doğurdu. Bu nedenle
başlayan İkinci Balkan Savaşı’nı fırsat bilen Osmanlı ordusu, Doğu Trakya’yı ele geçirdi. Edirne’nin temmuz
ayında geri alınması da, İTC iktidarını perçinleyen bir gelişme oldu. Mahmut Şevket Paşa’ya karşı
düzenlenen suikast ise İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin tek parti yönetimini başlattı.
Millî İktisat Politikaları
II. Meşrutiyet yıllarında gündeme gelen "milli iktisat", 1913 yılından itibaren iki alanda ortaya çıktı:
Müslüman Türklerin iş adamı olmaya özendirilmeleri ve gayri Müslimlerin işyerlerinin boykot edilmesi.
Daha sonra yerli ya da yabancı tüm şirketler Türkçe kullanmaya ve belli sayıda Türk’e iş vermeye zorlandılar.
Bu aşamadan sonra ulusal şirketlerin kurulmasına geçildi. Bir yandan parası olan Müslümanlar yatırımcılık
için banka kurmaya özendiriliyor, diğer yandan da, özellikle tarımsal ürünlerin tüketim mallarına
dönüştürülmesinde Türk tekeli sağlamak amacıyla, "Millî Mahsulat", "Millî Kantariye" ya da "Millî
Ekmekçiler" adlarıyla anonim şirketler kuruluyor ve Müslüman esnafın bunlara ortak olması yönünde
propaganda yapılıyordu. Propagandanın yeterli olmaması, yayın yoluyla toplumun eğitilmesini gündeme
getirdi. Bu doğrultuda 1915 güzünde "milli iktisada doğru" düsturuyla, milli iktisadın kuramsal yayım organı
iktisadiyat mecmuası yayımlanmaya başladı. İktisadiyat mecmuasının ilk sayısında yer alan "Mecmuamızın
mesleği: milli iktisada doğru" başlıklı yazıda, Türklerin Alman ulusunu örnek almaları gerektiği
kaydediliyordu. Almanya yarım yüzyıldan kısa bir sürede sanayileşmiş, bağımsız bir ekonomik yapıya
kavuşmuştu. Dergiye göre, Almanya’da ilerlemenin, yükselmenin ve gelişmenin kaynağı "milliyet" ilkesiydi.
Millî iktisadı Almanlar bulmuş ve uygulamışlardı. Türklerin iktisat alanında Almanların geçirdikleri
deneyimlerden ders almaları gerektiğini vurgulayan iktisadiyat mecmuası, yükselmek için "milliyet “ten
başka bir ilkenin düşünülemeyeceğini kaydediyordu. Müslüman-Türk bir sermayedar sınıfı yaratma çabaları,
I. Dünya Savaşı sıralarında bazı vurgunculuk skandallarına de neden olmakla birlikte, görece başarılı oldu.
Geleceğin Millî Mücadele döneminde hem meşrutiyet hem de bağımsızlık için gösterilen çabayı büyük çapta
sırtlayan bu sınıf olacaktı.

24
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
2. ÜNİTE DERS NOTLARI

Avrupa ve Osmanlı İmparatorluğu (1838-1918)


20. yüzyılda mikro anlamda Türkiye’yi ve makro anlamda da dünyayı anlamak, 19. yüzyılda neler
olduğunu bilmekten geçer. 1800’lü yıllar insanın doğayla ilişkisinin ve yaşam koşullarının hızla değiştiği bir
dönemdi. 1789 Fransız Devrimi ile ortaya çıkan ulus- devlet anlayışı, o tarihten sonra temel siyasal yapı
haline geldi. Dünya üzerindeki bütün devletler yavaş yavaş ulus- devletlere dönüşmeye başladı. Bu dönüşüm
sırasında ise ulusal egemenlik, laiklik gibi kavramlar gelişti. O güne kadar hükümdarların uyruğu yani tebaası
olan insanlar yasa karşısında eşit yurttaşlar oldular. Haklardan yararlanmak için bir devletin uyruğu olmak
gerektiği anlayışı yerleşti. Ulus- devlet ile ortaya çıkan ve yeni bir içerik kazanan parlamento, ulusal askeri
eğitim sistemi, devletçe yürütülen sağlık hizmetleri, sosyal güvenlik kurumları gibi kurumlar bütün dünyaya
yayıldı.
Fransız Devrimi ile eşzamanlı olarak yaşanan Sanayi Devrimi, benzer bir gelişmenin ekonomi
alanında yaşanmasına neden oldu. Buhar gücünün önce üretimde, sonra ulaşımda kullanılmaya başlaması
madencilikten sanayiye bütün alanları hızla değiştirdi. Batı Avrupa’daki birkaç devlette başlayan bu gelişme
ile “Batı”, dünyanın geri kalanına karşı büyük bir üstünlük kurdu. Dolayısıyla, hammadde ihtiyacını
karşılamak ve ürettiği malları satabilmek için dünyanın geri kalanının siyasal, ekonomik ve toplumsal
koşullarını değiştirmeye başladı. Hatta bu değişim gerektiğinde zor kullanarak oldu. Batı dünyası dışında
kalanların bir kısmı Batı’nın sömürgesi haline geldi. Diğerleri ise, görünüşte siyasal bağımsızlıkları olan, ama
karar alma sürecinde Batı’nın istekleri doğrultusunda davranan ülkelere dönüştüler.
Fransız Devrimi ile Sanayi Devrimi sadece siyasal ve ekonomik yapıları değil, toplumsal yaşamı da
değiştirdi. Mesafeler kısalmaya, dünya küçülmeye ve insanlar kentlerde yaşamaya başladı. Yeni toplumsal
sınıflar ortaya çıktı. Yerleşik değerler sarsıldı. Zengin olmaya odaklanmış bir başarı anlayışı geleneksel
değerlerin yerini aldı, ama bu gelişmeye karşı yaygın bir tepki de oluştu. Sanayi Devrimi ayrıca sömürgecilik
anlayışını da değiştirdi. Sömürgeler bir yandan Avrupa için sanayi hammaddesi ve gıda üreticisi olmaya
zorlanırken, diğer yandan da Avrupa’nın kitlesel sanayi üretiminin alıcısı haline geldi, yani Avrupa için birer
Pazar haline dönüştü.
20. yüzyılın başında İngiltere’nin mutlak üstünlüğüne dayalı devletlerarası sistem sarsılıyordu. Bu
sistemin siyasal temelleri 1815 Viyana Kongresi ile atılmıştı. Yüzyıl sonunda doğru, bir yandan İngiltere’ye
rakip ülkeler güçlenmeye başlarken, diğer yandan o güne kadar ikinci planda kalmış olan bazı ülkeler ve bu
ülkelerde yaşayan halklar Batı’nın kendilerine biçtiği rolü değiştirmek için harekete geçtiler. Osmanlı
İmparatorluğu da, 19. yüzyılda, dünyanın geri kalanı gibi, Batı’daki büyük dönüşümün sancılarını yaşadı.
M, sanayileşme ve modernleşme eğilimleri çokuluslu, tarıma dayalı ve geleneksel imparatorluğun hem
dönüşmesine, hem de çözülmesine yol açtı.
Ulus-devlet, sınırları belirlenmiş ve bölünmez sayılan bir ülke üzerinde, tek bir otoritenin egemen
olmasını, bütün ülkede tek bir yönetimin ve hukuk sistemin uygulanmasını anlatır. Ayrıca, egemenliğini
Tanrı’dan değil, o ülkede yaşayan insanlardan, yani halktan aldığı kabul edilir.
Osmanlı sisteminin 1838 Osmanlı-İngiliz Ticaret (Balta Limanı Antlaşması) antlaşması dünya
ekonomisine açılışı simgeler. 19. yüzyılın başlarında Osmanlı dış ticaret hacmi imparatorluk içindeki toplam

25
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
2. ÜNİTE DERS NOTLARI

üretimin %1 ya da %2’sini aşmıyordu. İmparatorluğun kendi iç ticareti dış ticaretten çok daha önemliydi.
Daha sonra Osmanlı ekonomisi gıda maddeleri ve hammaddeler ihraç eden, buna karşılık mamul mallar ve
belirli gıda maddeleri ithal eden bir ekonomi durumuna geldi.
Birinci Dünya Savaşı’na kadarki dönemde Osmanlı dış ticareti on kattan daha fazla artmıştı. Tütün,
üzüm, incir, ham ipek, tiftik, afyon, meşe palamudu, fındık, pamuk ve zeytinyağı gibi tarımsal ürünler 19.
yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun temel ihraç mallarını oluşturuyordu. Tarımda pazar için üretim de
yaygınlaşmaya başladı.
19. yüzyılda Osmanlı ekonomisindeki en önemli gelişmelerden biri de demiryolu yapımıdır.
Demiryollarından beklenen faydalar şöyledir: iç güvenliğin sağlanması, devlet gücünün imparatorluğun uzak
köşelerine ulaştırılması ve savaş dönemlerinde cepheye asker ve malzeme taşınabilmesi, demiryolları ile
tarım ürünlerinin daha etkin biçimde toplanabilmesi ve iç Anadolu gibi boş toprakların bulunduğu bölgelerde
yeni alanların tarımsal üretime açılması. Osmanlı Devleti’nin sunduğu kar garantileri demiryollarının
yapımını ve işletmesini üstlenen yabancı şirketlere çok elverişli koşullar sunuyordu. 19. yüzyılda Anadolu’da
yapılan demiryollarının en önemlileri Ege bölgesinde İzmir- Aydın ve İzmir- Kasaba hatları, İstanbul’u
Anadolu’ya bağlayan İzmit- Ankara ve Eskişehir-Konya hatlarıdır. Ekonomik alanda güçlüklerle mücaddele
etmek için bazı girişimlerde bulunuldu.

- 19. yüzyıl sonunda korumacı ekonomi politikalarına başvuruldu


- 20. Yüzyıl başlarından itibaren tüketime destek verildi (fordizm)
- 1930’lu yıllarda devletin ekonomiye müdahalesi görüldü
KAYNAKÇA
Acun, Fatma (ed.). Atatürk ve Türk İnkılâp Tarihi, Ankara: Siyasal Kitabevi, 2015.
Akşin, Sina (ed.). Türkiye Tarihi 3: Osmanlı Devleti 1600-1908, Cilt 3. İstanbul: Cem Yay. 2000.
Berkes, Niyazi. Türkiye’de Çağdaşlaşma, Ankara: YKY, 1973.
Feroz Ahmad, Bir Kimlik Peşinde Türkiye, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2010.
Findley, Carter V. Modern Türkiye Tarihi: İslam, Milliyetçilik ve Modernlik 1789- 2007, Ankara: Timaş
Yayınları, 2012.
Imber, Colin. Şeriattan Kanuna: Ebussuud ve Osmanlı’da İslami Hukuk, (Çev. Murteza Bedir), Ankara: Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, 2004.
İnalcık, Halil & Seyitdanlıoğlu, Mehmet. Tanzimat: Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu, İstanbul: İş
Bankası Kültür Yayınları, 2014.
Karal, Enver Ziya. Osmanlı Tarihi, c.V, Ankara: TTK, 1975.
Kuran, Ercümend. “Osmanlı İmparatorluğunda Yenileşme Hareketleri”, Türk Dünyası El Kitabı, c.1, s. 491-
506.
Kuyaş, Ahmed (ed.). Tarih (1839-1939), İstanbul: TÜSİAD, 2016.
Öz, Mehmet. “Osmanlılar: Medeniyet Tarihi/ Sosyal Hayat/ Osmanlı Toplumu”, İslam Ansiklopedisi,
yıl: 2007, cilt: 33, ss: 532-538.
Sander, Oral. Siyasi Tarih: İlk Çağlardan 1918’e, Ankara: İmge Yayınevi, 2013.
Toker, N. & Tekin, S. “Batıcı Siyasi Düşüncenin Karakteristikleri ve Evreleri: ‘Kamusuz Cumhuriyet’ten
‘Kamusuz Demokrasi’ye” içinde Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Modernleşme ve Batıcılık, Cilt 3,
İletişim: İstanbul, 2004.
Resimler için:
https://www.google.com.tr/search?q=%C5%9Firketi+hayriye&espv=2&biw=1366&bih=662&source
=lnms&tbm=isch&sa=X&ved=0ahUKEwjFh7v79JrPAhVLfhoKHSBzAOIQ_AUIBigB#imgrc=KJH
Fa_bi6r_wpM%3A

26

You might also like