Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 2

Amin Maalouf - Semerkant

Lübnan’da doğmuş, Arap kökenli olan Amin Maalouf hayatının büyük bir
kısmını gazetecilik yapmakla geçirmiştir. Lübnan’da çıkan iç savaş sonrasında
Paris’e göçen maalouf günümüzde hala orda yaşamakta ve çoğu vaktini kitap
yazmaya ayırmaktadır. Yazdığı birçok kitaptan yola çıkarak tarih konusunda
çok derin bilgilere sahip olduğunu gördüğümüz amin Maalouf, 1988 yılında
yazmış olduğu Semerkant romanıyla geniş kitlelere ulaşmayı başardı.
Kitabında tarihi olayları kurgularla karışık bir şekilde aktaran Amin Maalouf,
diğer kitaplarının aksine bu kez adından da anlaşılabileceği üzere İran ve
Selçuklular üzerinde daha fazla durmuştur. Ele aldığı coğrafyaların
kendilerine has gelenek ve göreneklerini çok iyi bir şekilde aktarmayı
başarmıştır. Dört bölümden oluşan kitapta her bir bölümde farklı dönemlerde
yaşanılmış olan olayları ele almıştır. Örneğin ilk kısımda karahanlı dönemini,
ikinci kısımda Selçuklu dönemini ve diğer bölümlerinde de genel olarak İran’ı
konu edinmiştir. Romanına tarihteki yaşamış kişilerden kahraman olarak
seçtiği birçok kişi bulunmaktadır. Selçuklulardan Tuğrul Bey, Ömer Hayyam,
Selçuklu hükümdarı Melik Şah, Abbasî halifesi, Nizamülmülk, Hasan Sabbah,
Alparslan, Nasır Han, Terken Hatun ve dahası bu karakterlere örnek olarak
gösterilebilir. Kitapta, özellikle ilk iki bölümde Ömer hayyam’dan ve onun el
yazması olan rubaiyatından bahsedilir. Semerkant’ta yazılmaya başlanan bu
rubaiyat titanikte yaşanan kaza sonucunda suların altında kaybolur. Diğer
bölümlerde anlatıldığı üzere ne kadar uğraşılsa da yazma bulunamaz. Bu
olayın çevresinde doğu ve batıyı iç içe geçiren Maalouf okuruna tarihi
olaylardan da bahsederek çok şey katmayı hedefler. Aynı zamanda doğunun
eksik olduğu konulara da dikkat çekmekten kaçınmaz.
Okur hem 20. Yüzyıldaki İran’ın tarihinden hem de 1900’lerdeki tebrizin
durumundan yola çıkarak doğu tarihiyle ilgili bazı bilgilere ulaşabilmektedir.
Yalnız kitaptaki çoğu olayın kurgudan ibaret olduğu da unutulmamalıdır.
Örneğin kitapta arkadaşlık içerisinde gördüğümüz Ömer Hayyam,
Nizamülmülk ve Hasan Sabbah üçlüsü aslında tamamen bir rivayetten
ibarettir. Aynı zamanda Cihan adında bir kadının gerçekte olduğu da kesin bir
bilgi de değildir. Ama tabii ki Maalouf bu romanı bir tarih ansiklopedisi olarak
yazmamıştır. Bu nedenle salt gerçekleri ele alma gibi bir amacı da yoktur.
Fakat yine de kitap tarihi bir eser olarak görülerek okunmamalıdır. Kurgusal
içeriği göz önünde bulundurulmalıdır.
Kitabın en güçlü özelliklerinden biri gayet akıcı, çarpıcı ve sade bir dille
yazılmış olmasıdır. Bu nedenle okuyucuyu sıkmaz ve merak duygusunu ortaya
çıkarmayı başarır. Fakat ne yazık ki aynı durum son iki bölümü için geçerli
değildir. Bu kez tam tersine daha sıkıcı bir edebi dil kullanmıştır yazar. Okur
ilk bakışta bu bölümlerin birbirinden ayrı iki kitaba ait olduğunu düşüncesine
kapılabilir. Bu bölümlerden yola çıkarak yazarın kurgu aralarındaki geçişleri
çok iyi yapamadığını, uyumu tutturamadığını görebiliriz. Ayrıca yazar
romanını tarafsız bir şekilde ele alamamıştır. Çoğu kısımda Türklerin ve
İngilizlerin yanı sıra diğer birçok ülkeyi küçük düşürücü bir dille aktarırken
Amerika’yı bu ülkelerden ayrı bir yerde tutmuştur. Hatta daha çok öven bir
tutum sergilemiştir. Bunun yanı sıra romanın bir diğer özelliği de bireylerden
yola çıkarak toplumu ve o dönemi bize adeta bir sosyolog edasıyla
aktarmasıdır. Maalouf hayatının çoğunu Fransa’da geçirmiş ve konu edindiği
yerlerde çok bulunmamış olmasına rağmen ele aldığı coğrafyaları birçok farklı
açıdan neredeyse kusursuz bir şekilde ele almış. Belki bunu yapabilmesinin
nedenlerinden biri de yazar kimliğinin dışında ayrıca gazetecilik kimliğinin de
bulunuyor olmasındandır. Yazar yaptığı betimlemelerle okurun karakterleri
ve olayları gözünün önüne getirebilmesini sağlamıştır. Bu nedenler dolayısıyla
Semerkant’ın gerçekten başarılı bir eser olduğunu söyleyebiliriz.
Rümeysa
kaya

You might also like