Ve 17. Yüzyillarda Ankara

You might also like

Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 13

OSMANLI TARİHİ SEMİNERİ

16. VE 17.YÜZYILLARDA ANKARA


DR. ÖĞR. ÜYESİ ÖMER GEZER
DENİZ ŞAHİN 21659664

1
İÇİNDEKİLER

GİRİŞ............................................................................................................................3

ANKARA ŞEHRİ 4
A-) Ankara Coğrafyası...............................................................................................4
B-) Ankara Sancağı Ve Kazası..............................................................................5
C-) Ankara’da Sosyal Yaşam 5

ANKARA’DA TİCARET 7
A-) Ankara’nın Ticari Faaliyetleri 7
B-) Uzak Alanlarla Ticaret.....................................................................................7
C-) İstanbul Ve Anadolu İle Ticaret...................................................................8

ANKARA ŞEHİR YÖNETİMİ........................................................................................9

ANKARA MAHALLELERİ VE GÜNLÜK YAŞAM............. .......................................11

SONUÇ.......................................................................................................................12

KAYNAKÇA...............................................................................................................13

2
GİRİŞ

16. ve 17. Yüzyıllarda Ankara’yı konu edindiğim bu çalışmamda Ankara’nın o


dönemdeki gerek sosyal yaşamını gerekse ticari faaliyetlerini incelemeye çalıştım. O
dönem Ankara’sında ne tür ticaret nasıl yapılıyordu, ticarette rol alan kesimler
kimlerdi, ticarette kullanılan, bölge ticaretini artıran etmenler nelerdi bunlara
değineceğim. Ankara mimarisi, yerleşkesi ve sosyal yaşamı hakkında da örnekler
vereceğim. Yerel halk günlük yaşantısında neler yapardı, komşuluk ilişkileri nasıldı,
mahalle kültürü yerleşmiş miydi, sorunlar nasıl çözüme kavuşurdu bu sorulara
makalemde yanıt vermeye çalışacağım. Ankara günümüzde olduğu gibi döneminde
de bir çok tüccarın uğrak bölgelerinden olmuş ve Anadolu ticaret merkezleri arasında
önemli bir yer tutmuştur. Bu dönemleri anlamamızda etkili olacak belgeler ise şer’iyye
sicilleridir. Adli ve idari konuları 19.yy’ın sonlarına kadar kayda alan bu belgeler o
döneme ışık tutmamızı sağlamaktadır. Mahkemelerde çözüme kavuşan sorunların
nasıl çözüldüğünü, işleyişin nasıl olduğunu açık bir şekilde gözler önüne seren bu
belgelerin bir çoğu günümüzde Milli Kütüphanede ulaşılabilir durumdadırlar. Şehir
yönetiminde yer alan bir çok grubun görevlerinden ve bu grupların nereye nasıl
atandıklarının cevabı da bu makalede mevcut durumda olacaktır. Bu dönemlerde
meydana gelen isyanlar halkı ne kadar etkilemiş, bunun ticari yaşama ve günlük
yaşama ne derece bir etkisi olmuştur bunlara da değineceğim. Bu yüzyıllarda aileler
nasıl geçiniyordu ya da para akışı ne durumda idi bunları da makalemde
okuyabilirsiniz.

3
ANKARA ŞEHRİ

A-) Ankara Coğrafyası


Ankara Anadolu’nun tam ortasında bulunan etrafındaki bir çok kazası ile birlikte
Anadolu’nun önemli bir ticaret merkezidir. Çevresindeki tarım alanları çok verimli olup
şehirliye yetmekte ve ticaret için de mahsul üretilmektedir. Özer Ergenç kitabında
Ankara coğrafyasını “İç Anadolu'nun kuzey-batısında, Sakarya nehrinin kollarından
Ankara çayının geçtiği ova üzerinde bulunan Ankara'nın, Orta Anadolu'nun step
mıntıkasının kenarında, fakat İç Karadeniz bölgesinin dağlık yörelerinden uzak ve
korunmaya elverişli konumu nedeniyle, eskiden beri kervan yollarının uğrağı olduğu
bilinir. Bursa'yı Tebriz'e bağlayan İpek yolu, Halep’e uzanan ve Anadolu'yu
çaprazlama geçen bir başka ticaret yolu ve Antalya üzerinden İskenderiye deniz
yoluna bağlanan bir diğeri, Ankara'nın transit ticarette önemini belirlerler. Coğrafi
bakımdan böylesine uygun bir yerde bulunan Ankara, topoğrafik açıdan, Hisar'dan
bugünkü istasyona doğru gittikçe alçalan eğimli bir alan üzerinde yer almıştır.
Görünümüne hisar egemendir. Kale dışında şehir iki bölümden oluşmuştur.
İncelediğimiz dönemde Kale çevresini Yukarı yüz, bugünkü Anafartalar caddesinin
altında kalan ve Hacı Bayram camiinden Karacabey külliyesine kadar uzanan
bölümün de Aşağı yüz diye adlandırıldığını, şer’iyye sicillerinden öğreniyoruz. Aynı
deyimler, Cumhuriyet dönemine kadar gelmiştir”1 sözleri ile özetlemiştir. Coğrafi
konumu ticarete elverişli olduğundan yurtdışı ve yurt içinden birçok tüccar kolaylıkla
Ankara’ya uğramıştır. Tarihin hemen her döneminde Ankara yüksek bir tepe üzerinde
yerleşim alanı olarak varlığını sürdürmüş, zamanlar kale içinde yerleşen halk buranın
temelini oluşturmuştur. İncelediğim dönem olan 16. Ve 17. Yüzyıllarda bu şehir
Osmanlı Devleti’nin en kalabalık şehirlerinden birisi olup, en önemli ticaret
merkezlerinin de ilk sıralarında yer edinmiştir. Bölgeye ulaşım ağı çağa uygun
olduğundan ticaret için doğan bu avantajını yıllar boyunca devam ettirmiştir.
Bölgesinden çıkıp gezmeye başlayan birçok tüccarın uğradığı duraklardan birisi olan
Ankara, ticaretini hep canlı tutmuş, buraya gelen tüccarlar da hanlarda vakit geçirip
şehirde bir iki gün kalarak ekonomiye katkı sağlamışlardır.
Şehir aşağı ve yukarı yüz olarak ikiye ayrılmıştır. Yukarı yüz genelde maddi
durumu iyi kesimin yaşadığı çok canlı ticarete sahip bir bölgedir. At pazarını
çevreleyen alan yukarı yüz olarak anılmış, birçok üretici ve tüccar bu bölgedeki
hanlar ve pazarlarda karşılaşmıştır. Diğer yandan aşağı yüz daha yerel kesime hitap
eden günlük ihtiyaçların kolayca karşılanacağı, maddi açıdan ve ticaret hacmi
bakımından yukarı yüzden daha az getirisi olan bir bölgedir. Yukarı yüz ve aşağı
yüzü birbirine uzun çarşı denilen yol bağlamakta idi. Bu durum Ankara’da asla bir
sınıfsal ayrım hissi yaşatmamış dileyen dilediği yere rahatça gidip gelebilmiştir.

1
Ergenç, Ö. Osmanlı Araştırmaları I, İstanbul, 1980, s.87.
4
B-) Ankara Sancağı Ve Kazası
Osmanlı Devleti askeri olarak eyalet ve sancaklara ayrılmıştır. Bu sancaklar da
kazalara ayrılmıştır. Böylece merkezi idare halka daha kolay tesir edebilmiş ve
otoritesini güçlendirmiştir. Merkezi idare bu sancakların başına “bey” ünvanı taşıyan
kimseler yerleştirtirmiş ve ona sorumluluk yüklemişlerdir. Kazalarda ise kadılar
yetkilendirilmiştir. Bu iki idare de birbirlerine yardımcı olmak zorundadır. Kadılar adli
ve idari yetkilere sahiptirler. Bölgelerinde oluşan her türlü sorunu çözmekle
mükelleftirler. Kadılar adil olmalı ve pratik çözümler de üretebilmelidir. Bu sebeple
kadılara bu dönemde büyük görevler düştüğünü görmekteyiz. Osmanlı’nın başarı ile
işleyen bir toprak sistemi vardır. Tımar sistemi ismi verilen bu sistemde eyalet ve
sancakların rolü çok önemlidir. Ankara da bu dönem için tımar sisteminin başarı ile
uygulandığı bölgelerden birisidir ve Anadolu eyaletinin paşa sancaklığı görevini bir
süre üstlenmiştir. Ankara kendisine bağlı bir çok tımar bölgesinden de oluşmaktadır.
Ankara sancağı çok geniş bir alana sahiptir. Etrafındaki yerleri de göz önüne
aldığımızda tarım ve ticaret hacmi bakımından en güvenli ve verimli bölge burasıdır.
Bu da Ankara’nın bu geniş alanda merkez olmasını kolaylaştıran doğal sebeplerden
olmuştur. Etrafında bulunan kazalara hizmet götürür konuma gelen Ankara, sancağın
en geniş ve büyük kazası olmasından ötürü gelişmeye sürekli devam etmiştir.
Ankara’ya atanan kadılar özenle seçilir belirli bir seviyeye gelmiş ve kendini ispat
etmiş insanlar buraya atanırdı. Çünkü bölge Anadolu’nun en önemli kadılık
bölgelerindendir ve sorumluluğu ağırdır.
Şehrin özelliklerini Evliya Çelebi şöyle özetlemiştir, “Hamamlarından Kalealtı
hamamı, Sunguroğlu hamamı, Cenap Ahmed Paşa hamamı meşhurlardır. İki yüz
kadar da saray hamamları vardır. Yetmiş adet bağ ve bahçeli yüksek sarayları vardır.
Fakat kagir olmayıp, kat kat kerpiç yapı evleridir. Bu şehirde kiremit örtülü imaret
yoktur. Engürü kerpici taştan sert olur. Halk dilinde darbımeseldir: ‘Engürü kerpici gibi
bir kalıba dizilmiştir’ derler. Altı bin kadar mamur evleri vardır. Saraylarından Paşa
sarayı, Molla sarayı, Kederzade sarayı, Ahmed Paşa sarayı meşhurdur. İki yüz sebili
varsa da meşhurları Hacı Saravi sebili ile Hacı Mansur sebilidir. İki bin dükkân vardır.
Süslü bir bedesteni var. Dört tane zincirli kapısı vardır. Çarşılarının çoğu yüksek
yerde kurulmuştur. Uzun çarşısı, Sipahi pazarı, Kalealtı pazarı, gayet kalabalık
pazarlarındandır. Kahvehaneleri, berber dükkanları insanla doludur. Sultan çarşısı,
mahalleleri temiz olup, beyaz taş ile kaldırım döşelidir. Ayan ve eşrafı, bilginleri, iyi
kişileri, şeyhleri, maarif erbabı, şairleri çok fazladır. Anadolu toprağından olup, Türk
vilayetlerinden sayılır. Binin üzerinde temiz, olgun, anlayışlı, genç hafızları vardır.
Binlerce kişi, Yazıcızade tarafından yazılan Muhammediye kitabını ezber etmişlerdir.
‘Tarikat-ı Muhammediye’ ezberleyenler çoktur. İyi halleri ile tanınan kimseler çoktur.
Hatta Hacı Bayram-ı Veli evladından Abdurrahman Efendi de ermişlerden sayılır.” 2

C-) Ankara’da Sosyal Yaşam


Ankara şehri hanları, kahvehaneleri, mescit ve camileri, pazarları ile tam bir şehir
görünümüne sahiptir. Buralarda halk birlikte zaman geçirmişler ve farklı kültürden ya
da farklı bölgelerden insanlarla kaynaşmışlardır. Bir şehri canlı tutan en önemli özellik
o şehrin canlılığıdır. Bireysel olarak insanlar yaşadıkları bölgede rahatça zaman

2
Çelebi, Evliya, Seyahatname.
5
geçirebiliyorsa ve bu orada yaşayan halkın geneli için böyle ise yaşayan bir şehir
oluşturmak kaçınılmazdır. Bu dönem Ankara’sı için de durum tam olarak böyledir.
Şehrin gündelik hayatında herkes kendine bir yer edinebiliyor böylelikle evlerinde
sıkışıp kalmıyorlar.
Ankara’nın ve şehir olan diğer bölgelerin aslında bir sosyal tabakası vardır. Bu
tabaka din ve devlet adamlarını üst düzeye koymakta bir diğer yandan da zenginleri
doğal olarak bu grup içine almakta idi. Ankara’da da durum böyle süregelmiştir. Ama
keskin bir şekilde sınıfsal ayrım mevcut değildi.
O dönem Ankara’sında veyahut diğer şehirlerde mahalle kavramı çok büyük önem
taşıyordu. Çünkü bu mahallelerde yaşayan reaya birbirini tanıyor ortak bir paydada
buluşuyordu. Küçük mahallelerin iç ilişkileri ne kadar düzgün olursa özelden genele
doğru bir sükûnet baş gösteriyordu. Müslüman olmayan halk istisnalar haricinde
kendi ayrı mahallelerinde ikamet etmişlerdir. Bundan ziyade aynı meslek gruplarında
bulunan kişiler de aynı mahalle içerisinde yaşamaya özen göstermişlerdir. Mahalle
kültürü Türk ve İslam geleneklerinin önemli bir parçasıdır. Mahalle değiştirmek, başka
bir mahalleye taşınmak ya da evini gayrimüslim birisine satmak bu dönemde olan
olaylardır. Yani mahalle ilişkilerinde bir katılık yoktur. Mahalleli din, dil, meslek fark
etmeksizin huzur içinde yaşamış dışarıdan gelen tehlikelere beraber göğüs germiştir.
Dışarıdan gelen tehlike dediğimizde bu dönemlerde meydana gelen Celali
İsyanlarına bahsetmeden geçmeyelim. 16.yüzyılın ortalarında Anadolu’da topraksız
köylülerin ve eski sipahi ve süvarilerin de katıldığı bir eylem olarak ortaya çıkan bu
isyan kısa sürede Ankara’ya da ulaşmış, sosyal yaşamı etkilemiştir. Ankara ahalisi
ise bu isyana karşı Ankara kalesinin etrafına sur inşa etmiş doğabilecek saldırılara
ortak bir savunma alanı yaratmıştır. Bu isyan güçlükle bastırılmış Ankara da en az
zararla kurtulmuştur. Nüfusun 1/3’ü zarar görmüş geri kalan ahali ekonomik sıkıntılar
yaşayarak vergi ödemekte sıkıntı çekmişlerdir. Toparlanma süreci kısa sürmüş
Ankara ahalisi kendini revize etmiştir. Yukarıda bahsettiğim mahalleli bilinci burada
kendini açık ve net bir şekilde belli etmiştir.
Osmanlı mahallelerinde yaşayan reaya vergi vermek zorundadır ve bunların tahrir
defterinde kayıtları tutulmuştur. Kim, nerede yaşıyor, ne kadar vergi vermesi gerekir
bunların hepsine tahrir defterlerinden kolayca ulaşılabiliyordu. Burada merkezi
otoritenin sadece İstanbul’da etkili olmadığını Anadolu sancaklarında da etkisini bir
hayli hissettirip, vergisini eksiksiz alıp, sükuneti sağladığını görebiliyoruz.
Mahalleliler genelde akşamları işleri bittikten sonra kahvehanelerde, hanlarda,
mescitlerde toplanır sohbet ederlerdi. Özellikle camilerde her akşam mahallenin
erkekleri imam ile beraber namaz kılar ve cemaat bilinci ile hareket ederlerdi. Kısaca
Ankara döneminin gerekliliklerini fazlasıyla yerine getirip, reayanın sosyalleşmesi için
uygun ortamların bulunduğu, müslim ve gayrimüslim halkın iç içe yaşadığı kozmopolit
bir şehir yapısındadır.3

3
Gayrimüslim halk, müslim halk ile rahatça alışveriş ve ticaret yapabiliyor. Şeriyye sicillerinde bir Müslümanın
kendi mahallesindeki evini bir zimmiye sattığına dair kayıtlar mevcuttur.
6
ANKARA’DA TİCARET

A-) Ankara’nın Ticari Faaliyetleri


Ankara halkı geçimini tarım ve ticaretten sağlamakta idi. Tarımsal alanların geniş
olması avantajını kullanan Ankaralılar bir çok tahıl, meyve ve sebzeyi üretip,
pazarlara sunmuşlardır. Ankaralıların tarım dışında öyle bir ticaret malzemesi vardır
ki o dönem Ankara denince akıllara gelen ilk şeydir. Bu ürün Ankara civarında çokça
bulunan tiftik keçisinden elde edilen “sof” kumaşıdır. Keçilerin yünleri yontulup
işlenirdi. Hemen her evin içerisinde bu sofların işleneceği bir bölüm bulunurdu.
Anadolu’dan bu kumaş için tüccarlar gelir, Ankara’da konaklar bu kumaşlardan
alırlardı. Sadece Anadolu değil, seyahatnamelerden anladığımız kadarıyla Halep ve
İran’dan da tüccarlar gelir Ankara’yı ziyaret ederlerdi. Avrupa’dan ise Lehli,
Hollandalı, Fransalı tüccarlar bu kumaş için Ankara’ya gelmişlerdir. 4 Sof kumaşı
genellikle üst kesimin tercih ettiği kaliteli, kullanım alanı geniş bir üründür. Avrupalılar
bu kumaşın dayanıklılığı nedeniyle düğme olarak bile kullanmışlardır. Yine bu
kumaşın dayanıklılığına güvenen insanlar tersanelerde gemilerin yelkenlerinde sof
kumaşını kullanıyorlardı. İstanbul’un yani sarayın sof ihtiyacını ise mültezimler
karşılıyordu. Ankara’da üretilen sofun belirli bir kısmı saray için ayrılır mültezimler
onları saraya gönderirlerdi.
Sof kumaşı iç ve dış pazarda çok değerli bir kaynak idi. Yabancı tüccarlar
havaların güzel olduğu dönemlerde Ankara’yı ziyaret ederler ve buradan aldıkları
kumaşı ya da hammaddeyi ülkelerine götürürlerdi. Peki bu tüccarlar Ankara’ya nasıl
ulaşırlardı? Deniz yolu ile İzmir, İstanbul ya da Sinop’a gelen tüccarlar buralardan
karayolu ile Ankara’ya varmışlardır. Ankara’dan sof satın alan tüccarın İzmir limanını
kullanarak hareket etmesi İzmir’in ekonomisini de canlandırmış, liman kenti olan
İzmir’i ticarete katmıştır.
Sof o dönemler için bir çok açıdan önem teşkil ediyordu. Örneğin Ankara’da
yaşayan sıradan bir reaya bu kumaşı tiftik keçisinden elde ettiği yün ile evinde
kolayca elde edebiliyor hem kendi geçimine hem de iç ve dış pazara katkıda
bulunuyordu. Hanlarda ve pazarlarda tüccarların en çok ilgisini çeken unsur da bu
kumaş olmuştur. Yukarıda değindiğim gibi bu kumaş Ankara bölgesine özel bir
keçiden elde edildiği için yerel piyasa ürünü idi.

B-) Uzak Alanlarla Ticaret


Ankara yukarıda belirttiğim gibi ticari faaliyetlerin sürekli içerisinde bulunan bu
konuda aktif bir şehir yapısındadır. İç pazarda İstanbul önemli bir noktada
bulunuyordu çünkü her yıl üretilen sof kumaşının bir kısmı saray için ayrılıyordu.
Buradan da kumaşın kalitesinden merkezi yönetimin de memnun olduğu anlaşılabilir.
Ankara’da hemen her evde bulunun sof işleme odalarında hemen her gün bu kumaş
işlenir pazarlarda yerini alırdı. Anadolu’da daha çok tarımla ilgilenen sanacaklar ve
kazalar mevcuttur. Ankara için de durum aslında böyledir tarım ve hayvancılık
kazalarda sıkça uğraşılan mesleklerdir. Ancak belirttiğim gibi o bölgeye özel olan tiftik

4
Taş, H. XVII.Yüzyılda Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2014, s.122.
7
keçisinin yününden elde edilen gelir ve ticaret hacmi diğer ticari faaliyetleri gölgede
bırakacak kadar büyüktür.
Limanı olmamasına rağmen liman ticareti ile de haşır neşir olmuşlardır. Bunun
sebebi Ankara’nın iç pazarda İzmir ile sürekli ilişkide olmasıdır İzmir limanı
Anadolu’nun batıya açılan ticaret kapısı olmakla beraber önemli bir liman kentidir.
Venedikli tüccarlar 16. Yüzyılda Ankara’ya sık sık uğramışlardır. Fransız ve Lehli
tüccarlar da yine bu yüzyılda Ankara’da bulunmuşlardır. 17. Yüzyılda bir ülke
tüccarları daha katılmıştır onlar da Felemenk (Hollanda) tüccarlardır. Buradan
Ankara’da üretilen sof kumaşının Avrupa’da büyük ilgi gördüğü sonucuna varabiliriz.
Ankara’da üretilen ve dokunan aynı zamanda hammadde olarak işlenmemiş halde
de satılan bu ürün Ankara ticaretinin nerdeyse tamamını kapsıyordu. Bu sayede
üretime katılan herkesin cebine para giriyor, rekabet arttıkça kalite artıyor, ortaya
güzel ürünler çıkıyordu. Önce ülke içinde Sinop, İzmir, Kayseri ile bu ticareti yapan
Ankara halkı zamanla liman kentlerinden ve karadan dünyada adını duyurmuştur.
Doğuda Halep ve İran, Avrupa’da Lehistan, Fransa, Hollanda ve Venedik ile birden
çok kez ticaret ilişkisine girilmiş olduğunu kaynaklar bize göstermektedir.
Peki yapılan bu ticaretin önemi ne idi? Neden tüccarlar binlerce kilometre uzaktan
gelip Ankara’ya uğruyorlardı. Bunların cevabı basittir. Kaliteli ve sağlam kumaş.
Bahsettiğimiz dönemlerde kumaş hayatın hemen her alanında bugünkü olduğu gibi
kullanılıyor ve büyük bir önem taşıyordu. Kaliteli kumaş giymek zenginlik göstergesi
idi. Bu kumaştan sadece kıyafet değil düğme ve yelken gibi alternatif ürünler de
yapılıyordu. Dönemin denizcilik faaliyetlerini düşündüğümüzde, coğrafi keşifler ile
birlikte artık denizaşırı yolculukların hız kazanıp günlerce, aylarca deniz üstünde vakit
geçirdiklerini düşünürsek yelkenlerin sağlamlığının da öneminin farkına varmış
oluruz. Bu yüzden de sof kumaşının değeri anlaşılmış insanlar uzak demeden
Ankara’ya uğramışlardır.

C-) İstanbul Ve Anadolu İle Ticaret


Ankara’nın ticari faaliyetlerinde dünyaya açılması ne kadar önemli ise iç
pazardaki etkinliği de o kadar önemlidir. Ticaret özelden genele doğru büyüyen bir
olgu olduğundan önce çevrene kanıtladığın ürününü daha sonra dış pazara
sunmalısın. Ankaralılar da tamamen bu yolu izlediler. Bölgeye özgü olan Tiftik
keçisinin yününden yaralanıp ürettikleri sof kumaşını önce Anadolu ve İstanbul’a
gönderdiler. Sağlamlığı ve kullanım alanının genişliği fark edildikçe alıcılar Ankara’ya
bu ürün için gelmeye başladılar. İstanbul’a gönderilen sof genelde sarayın
ihtiyaçlarında kullanılıyordu. Her yıl üretilen ürünün bir kısmı zaten ayrılmakta idi. Üst
kesimin tercihi bir ürün olduğundan her İstanbullu sof kumaşında yararlanmıştır
diyemeyiz. Anadolu’da ise özellikle Kayserili tüccarlar Ankara’ya sık sık uğrarlar bu
kumaşı alırlardı. Sinop, İzmir gibi liman kentlerinden gelen tüccarlar da bu işin
ticaretini güzel yapıp hem Ankaralı esnafa hem kendilerine hem de şehirlerine para
kazandırıyorlardı. Peki bu tüccarlar sof kumaşına nerelerden ulaşıyordu? Tabii ki
Ankara’nın en canlı bölgeleri olan hanlara giderek ulaşıyorlardı. Yukarı yüzde
bulunan ‘Kapan Han’ tüccarların uğrak yerlerinden olurken aşağı yüzde bulunan
‘Kağnı Pazarı Kapısı’ adlı yer de sıkça ziyaretçi ağırlamakta idi. Kısacası Ankara iç

8
pazarda çevre il ve sancaklarla da ilişkide bulunmuş, adından söz ettirmiştir. Bu
Ankara ticaretinin uzaklara açılmasında da çok önemli bir durumdur.

ANKARA ŞEHİR YÖNETİMİ

Anadolu vilayetlerine merkezden ya da sancakbeyleri tarafından atanan ehl-i örf


taifesi atanırdı.5 Aslında bu yörelerde iki isim ön plana çıkardı. Bunlar yürütmeden
sorumlu beylerbeyi ya da sancakbeyi ve yargıdan sorumlu kadılardır. Osmanlı
hükümeti tarafından atanırlar. Merkez her zaman taşra yönetiminde olan biteni
kontrol altında tutmak istemiştir. Bunun nedeni merkezi otorite zayıfladığı zaman
bölgelerde bulunan yerel aşiretler ya da paralı hanedanlar güçlenir, isyana kalkışır ya
da bağımsız olmaya çalışıp devleti yorarlardı. Peki ehl-i örf kimlerden oluşur? Dizdar,
Kethüda-i şehr, Kethüdayeri, Muhtesib, Mütesellim, Sancakbeyi, Subaşı, Voyvoda,
Yasakçı, Yatakçı, Mültezimlerden oluşan bu taife taşrada merkezi hükümetin varlığını
hissettirmekle, güven ve sükuneti sağlamakla yükümlüdürler.
Kadılık makamı ilk İslam devletlerinden beri süregelmiş, ulema sınıfına mensup,
adaleti sağlamak, toplumu huzur ve barış içinde yaşatmak gibi kutsal görevlere sahip
bir makamdır. “Fakihlerin bu konuda ileri sürdüğü görüşler, toplumda mümkün olduğu
ölçüde en vasıflı kimselerin bu görevi üstlenmesini temine yöneliktir” 6 Kadılar
kendilerine verilen görevi en kusursuz şekilde tamamlamalı, kesinlikle adaletli ve
bağımsız davranıp insanların güvenini kazanmalıdır. İşini iyi yapan bir kadı uzun süre
bu görevi icra edebilmekte idi. Mahkemelerde davacı ve davalıyı eşit şekilde
dinlemeli önyargıdan uzak kararlar verip iki tarafında çıkarını düşünmelidir. Kadı’nın
mahkemelerdeki en önemli yardımcıları ise kâtip ve naibleri idi. “Mahkeme’de
kadı’nın en büyük yardımcılarından birisi hiç şüphe yok ki katiplerdir. Katipler
mahkemedeki zabıtların kaydını tutmanın yanında çoğu kez muhallefat kayıtlarını,
bizzat ölen kişinin evinde yapmak için kadı tarafından görevlendirilirdi.” 7 Naibler ise
Kadı yokken onun yerine bakarlar ve olayları sonuca bağlarlardı. Kadı’nın yokluğunu
hissettirmeden tıpkı onun gibi adaleti temin etmek ile yükümlü idiler. Saray tarafından
atanırlar ve bölgelerindeki genel mali gerek idari gerekse askeri konularda hüküm
verebilirlerdi. Aynı zamanda merkezi otoritenin de bir nevi temsilcisi konumunda idi.
“Kadıların nereye, ne kadar süre ile tayin edilecekleri kadıasker tarafından
düzenlenir, ruzname denilen deftere yazılırdı ve sırası, zamanı gelen kadının tayini
için padişaha arzda bulunulur, onay alındıktan sonra durum bir mektupla ilgiliye
bildirilir ve berat alması istenirdi. Berat geldikten sonra tayin işlemi tamamlanmış
olurdu”8 Kadılar günlük bir ücret ile çalışır, gördükleri davalardan da pay alırlardı.
Kısacası o dönem kadıları, merkezi otoritenin temsilcisi olarak bölgede huzur ve
sükuneti sağlayıp, mahkemelerde adaletli şekilde davranan, görevindeki her türlü işi
layıkıyla yerine getiren birer devlet adamı idiler. Mahkemelerde genelde boşanma,
alacak verecek meseleleri, miras meseleleri görüşülürdü. Reaya kadın erkek fark
etmeksizin mahkemeye katılım göstermekte idi. O dönem için kadınların eve

5
Ehl-i Örf taifesinin şer’iyye sicillerinde geçme sıklığına “Taş, H. 17. Yüzyılda Ankara, s.80.” den ulaşabilirsiniz.
6
Kadı, İslam Ansiklopedisi, http://islamansiklopedisi.org.tr.kadi , [28,06,2020].
7
Taş, H. XVII. Yüzyılda Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2014, Ankara, s.165.
8
Ergenç, Ö. 16. Yüzyılda Ankara Ve Konya, Ankara Enstitüsü Vakfı Yayınları, 1995, Ankara, s81.
9
kapandığını söylemek yanlış olur çünkü şer’iyye sicillerinde de görülmekte olan bir
husus vardır ki o da mahkemeye davacı ya da davalı olarak kadınların da geldiğidir.
Bazen yerlerine vekil tayin etmiştirler. Bu işi hem kadın hem de erkekler yapmıştır. 9
Beylerbeyine değinecek olursak bunlar askeri sınıfta en düşük rütbeli askere
yetişebilecek yakınlıkta bulunurlar. Tımar sisteminin askeri kolunun bir parçalarıdır.
Şehirlerde güvenlik sorununu çözmekle yükümlü olup sözü geçen kimselerdir.
Bilindiği üzere Anadolu beylerbeyliğinin paşa sancağı önce Ankara iken daha sonra
Kütahya olmuştur. Beylerbeyi ve sancakbeyi nasıl olunurdu? “bu yöneticilerin hepsi
kul sisteminden yetişme, bağlılıkları daha önceki görevlerinde denenmiş, devlete ve
padişaha yararlarından dolayı yükseltilerek bu göreve getirilmiş kimselerdir. Diğer bir
deyişle, beylerbeylik be sancakbeyliği bir acemi oğlanının yetenek ve bağlılığının
derecesine göre ve şartların uygunluğu halinde sadrazamlığa kadar yükselebileceği
meratib içinde önemli merhalelerdendir”10
Sancakbeylerinin ise görevi her şeyden önce hazır bir asker olmalarıdır. Görev
düştüğü zaman anında sefere ya da ortaya çıkan olaya katılmalıdır. Savaş esnasında
beylerbeyinin emri altında tımarlı sipahileri ile beraber hazır olmak zorundadırlar.
Olası bir durumda ya da gecikmede gözden düşerler hatta görevlerinden dahi
alınırlardı. Halkın can ve mal güvenliği de onlara aitti. Huzur içinde ve güvenli bir
alanda yaşamalarında sorumluluk sancakbeylerine aittir. Çalışmalarını kadı ile
ortaklaşa yürüten sancakbeyleri örf ve adetlere karşı olan durumları tespit ederdi.
Yargılama işi Kadı’nın görevi olsa da yetki alabilen sancakbeyleri olaylara emrinde
bulunan subaşılar ile müdahale ederlerdi.
Subaşılar kadı ve sancakbeylerinden sonra en önemli mevkidedirler. Toplumsal
olaylara müdahale yapmak onların görevidir. Kanunlara uyulması konusu, bunları
denetleme işi yine bu grubun görevlerindendir. Taşrada bulunan subaşılar beylerbeyi
ya da sancakbeyi tarafından tayin edilirlerdi. Tımar sahipliklerinde serbest oldukları
için bu konuda sancakbeylerine tabii değildirler. Konar göçer olarak Ankara’ya ya da
herhangi bir taşra bölgesine giden reayadan da subaşılar mesul olmuşlar ve onları
genellikle kale ve köprü inşaatında çalıştırmışlardır. Subaşıların görevleri bunlarla
sınırlı değildir. İslam ansiklopedisinde şöyle bahsedilmiştir “hayvanlara fazla yük
yüklenmemesi, kayıkçılık nizamı, narh, ayakkabıların nizama göre imali, dilenciliğin
meni ve tüfek teftişi, mukataaya verilmiş padişah haslarının denetlenmesi,
gümrüklerin teftişi, mum imalatı ve dellallık nizamı idi” 11
Yatakçılar ya da asesler diye tanımlanan grup ise çarşı ve pazarların bekçileri
konumundadır. Nerede ne kadar yatakçı olacağı kurallarda bellidir. “Ankara’da aynı
şekilde bedesten önünde, bit (kehle) pazarında, saraçhane, uzunçarşıda kısacası
çarşıların hepsinde aseslerin beklediğini öğreniyoruz” 12 Asesler geceleri dolaşırlardı,
kimlik kontrolü yaparlar ve gerek gördüklerinde suçluları cezalandırırlardı. Subaşı ya
da beylerbeyi tarafından atanırlardı. Geceleri nöbet usulü kontrolü sağlarlardı. Hatta
zamanla toprak aldıklarını da görmekteyiz. “XVI. Yüzyıl sonlarında asesbaşılara tımar
verilmeye başlanmıştır.”13
9
Bunlarla ilgili tablolara “Taş, H. XVII. Yüzyılda Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2014, Ankara, s.172-173”
ten ulaşabilirsiniz.
10
Ergenç, Ö. 16. Yüzyılda Ankara Ve Konya, Ankara Enstitüsü Vakfı Yayınları, 1995, Ankara, s.65.
11
Subaşı, İslam Ansiklopedisi, http://islamansiklopedisi.org.tr/subasi, [27,06,2020].
12
Ergenç, Ö. 16. Yüzyılda Ankara Ve Konya, Ankara Enstitüsü Vakfı Yayınları, 1995, Ankara, s.71.
13
Asesbaşı, İslam Ansiklopedisi, http://islamansiklopedisi.org.tr/asesbasi, [28,06,2020].
10
ANKARA MAHALLELERİ VE GÜNLÜK YAŞAM

Ankara’nın 16. Ve 17. Yüzyıllar özelinde mahalle kültüründen ve günlük


yaşamlarında neler yaptığından bu başlık altında bahsedeceğim. Yukarıda bulunan
bölümlerde az çok değinmiştim. Anadolu’nun en kalabalık bölgelerinden birisi olan
Ankara etrafında bulunan kazaları ile birlikte yüzölçümü olarak da büyük bir
sancaktır. Ancak şu an Ankara’nın merkezi olan ve daha önce açıklamalarını
yaptığım “yukarı yüz” ve “aşağı yüz” de bulunan mahalleleri ele alacağım. “Ankaralı
için şehir olgusu çeşitli ekonomik etkinlikler ile dini ve kültürel etkinliklerin bir arada
gerçekleştiği bir mekandır. Çarşılardan başlayacak olursak; her çeşit insanın bir
arada rahatça dolaştığı, ticaret yaptığı, kiminin alıcı kiminin satıcı olduğu bir ortak
alandır. Bu anlamda şehrin kalbinin attığı yer ise herkese açık kamusal bir alan olan
çarşıdır”14 Çarşılarda cemaatin namaz kılabileceği bir camii, konaklama yerleri,
hanlar, hamamlar, dükkanlar kısacası bir şehirlinin ihtiyacı olan her olgu mevcuttur.
İnsanlar ev ve iş dışında buraya gelirler zaman geçirirlerdi. İş için gelen esnafta
mevcuttur. Buralarda dükkanını açar reayaya hizmet ederdi. Kadın ve erkeklerin sık
sık karşılaştığı nadir bölgelerin başında gelen çarşılar bu dönemde şehirlerin
atardamarı konumunda idi.
Sof üretimi konusunda kıyaslanamayacak derecede önemli yol kat etmiş olan
Ankara şehrin yukarı ve aşağı yüzlerinde de üretilen sof’u alıcıya satmakta idi. Yukarı
yüzde alışverişin canlı olduğu mekân at pazarı ve çevresidir. Bu bilgiyi o döneme ait
Ankara Şeriyye Sicillerinden öğrenmekteyiz.15 Burada genelde elit tabaka yaşamakta
ve alışveriş yapmakta idi. Mallar kaliteli ve pahalı her kesime hitap etmeyen
türdendir. Burada bulunan bedestenler ve hanlar sıkça ziyaretçileri ağırlamakta idi.
Aşağı yüze döndüğümüzde daha orta sınıf malların alıcıya makul fiyatlardan
ulaştığını öğreniyoruz. Burada da hanlar, hamamlar, bedestenler, çarşı ve camiiler
mevcut ancak tek farkı daha ucuz ve kalite bakımından daha düşük ürünlerin satılıyor
olması. Aşağı yüzde bulunan Karaoğlan Çarşısı ve Hasan Paşa Hanı bölgenin gözde
mekanlarıdır. Yukarı yüzün daha aktif olduğunu da kaynaklardan öğrenebiliyoruz.
Sebebi ise şöyle açıklanabilir; büyük hanların kaleye yakınlığından dolayı daha
güvenilir ve korunaklı olmasıdır. Tüketici bunları düşünerek hareket etmiştir.
Ankara mahallelerinde müslim-gayrimüslim halk zaman zaman farklı mahallelerde
yaşamış olsa da beraber yaşadığı yerler ve mahalleler de mevcuttur. 16 Mahalleli
bilinci etnik ve dini kökenin önüne geçmiş, insanlar birbirini ötekileştirmeden huzur
içerisinde yaşamışlardır. “Sicillerde İslam şehirlerinde görülen uygulamanın aksine,
14
Taş, H. XVII. Yüzyılda Ankara, Trük Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2014, s.195.
15
Merak edenler için çarşı ve Pazar isimlerinin sicillerde ne sıklıkla geçtiğini gösteren tablo “Taş, H. XVII.
Yüzyılda Ankara, Trük Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2014, s.196.” da mevcuttur.
16
“XVII. Yüzyıla ait kullandığımız defterlerde mahkemeye yansıyan davaları, taraflar açısından incelediğimizde
Keyyalin, Valtarin, Eşenhor, Sed, Makramacı ve Kurd mahallelerinin gayrimüslim mahalleleri olduğu
anlaşılmaktadır. Bununla birlikte nüfusunun çoğunluğunu gayrimüslimlerin oluşturduğu Kebkebur-ı Zimmi ve
Keyyalin mahallelerinde, Müslüman reayaya Kebkebur- Müslim mahallesinde ise Müslümanların yanı sıra
gayrimüslimlere de rastlanmaktadır. Ayrıca yüzyıl boyunca sicillere kaydedilen davalardan anlaşıldığına göre
Hacı Doğan, Hatun, Yenice ve Yakub En-Na”al mahallelerinde Müslim ve gayrimüslim nüfus yaşamaktadır ve
genellikle bu mahallelerde gayrimüslimlerin çoğunlukta olduğunu söylemek mümkündür” Taş, H. XVII. Yüzyılda
Ankara, Trük Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2014, s.204.
11
Osmanlı şehirlerinde farklı etnik ya da dini grupların aynı mahalleyi yaşam alanı
olarak tercih ettiklerine dair bol sayıda örnek mevcuttur” 17 Mahallede yaşayan reaya
önce kendi mahallesinin insanıyla kaynaşır daha sonra bir şehirli olarak sosyal
yaşama katılırdı. Mahalle bilinci gelişmiş olsa da insanlar kendini şehirli olarak
nitelendirerek sosyal yaşamın bir parçası olmuştur. Mahkemelerde mahalleleri ile
anılmamış şehirli kimlikleri ile ön plana çıkmışlardır. Mahallenin evleri birbirini taciz
etmediği ürece tek veyahut iki katlı olarak yapılmış, insanların özel hayatını rahatsız
etmeyen bir mimari tercih edilmiştir. Kadınlar evlerine hapsolmamış günlük yaşamın
bir parçası konumuna gelmişlerdir. Önceki konu başlığının altında da belirttiğim üzere
kadınlar mahkemelere bile katılmış, ötekileştirilmemiştir. Hanlar ve pazarlarda
bulunmuş, mahallenin günlük koşuşturmasında da kendilerine alan edinmişlerdir.
Mahalli sakinleri bir mahalleliyi orada istemiyor ise bu kişiyi çoğunluk kararı ile
mahalleden gönderme hakkına sahiplerdi. Bu durum bir bakımdan mahallenin huzuru
ve güvenliği için önemlidir. Mahallelinin ortak hareket etmesi çok önemlidir. Pasif
kalan ya da birbirleri ile arası iyi olmayan mahalleler şehrin genelinde hiçbir zaman
kıymet görmemişlerdir ancak birbirlerine bağlı ortak hareket eden mahalleler önemli
şekilde söz sahibi olmuşlardır.

SONUÇ

16. ve 17. Yüzyıllarda Ankara’da yaşayan reaya gündelik hayatında rahat,


ticarette yetenekli, bölgesinin kaynaklarını iyi bilen ve kullanan bir topluluktur.
Binlerce kilometre uzaklıktan gelen tüccarlara ev sahipliği yapan Ankara’nın han ve
konaklama yerleri hemen herkesi memnun bırakmıştır. Hem aldıkları ürünlerden hem
de ahalinin davranışından memnun olan yabancı tacirler bu kente sık sık
uğramışlardır. Kalenin etrafında kurulmuş olan ve yüzyıllardır varlığını sürdüren bu
şehir zorluklara da boyun eğmemiştir. Mahallelinin birliktelik örneği olan, kalenin
dışına inşa edilen sur ile de bir çok belayı en az hasarla savmıştır. Etrafında bulunan
bir çok kazaya hatta bölgesinde bulunan bir çok yere örnek sayılabilecek olan Ankara
bahsettiğim dönemde Osmanlı Devleti’nin en önem verdiği şehirlerin başında
gelmiştir. Gerek ticarette gerekse sosyal yaşamda örnek teşkil edebilecek konumda
olan Ankara tam bir Osmanlı kenti halini almıştır. Üretilen sof kumaşı ile halk hem
kendi geçimini sağlamış hem de ülke ekonomisine ve itibarına yön vermiştir.
Herhangi bir uyuşmazlık ya da sorunda kadılık makamı görevini iyi bir şekilde
yapmış, halk her zaman bu kurumlara güvenmiştir. Yöneten ve yönetilen sınıf
birbirinden memnun kalmış, oturmuş düzen layıkıyla yerine getirilmiştir. Şehir ne
kadar yukarı ve aşağı yüz olarak ikiye ayrılmışsa da isteyen istediği yere gidip
alışverişini yapmış, kalmış, yaşamıştır. Bu olay tamamen insanların alım gücü ile
alakalı olmuştur. Yukarı yüzde bulunan at pazarı ve çevresine ülke dışından veya
ülke içinden gelen tacirler mutlaka uğramışlardır. Özellikle Çengel Han, Zağferan
Han ve Kurşunlu Han bu tacirlerin uğrak noktaları olmuştur. Sebeplerinden
bahsetmiştim, kaleye yakın olması dolayısıyla güvenlik açısından bir zafiyeti
bulunmaması ve ticaretin en yoğun bölgesinde bulunmasıdır.

17
Taş, H. XVII. Yüzyılda Ankara, Trük Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2014, s.198.
12
Tüm bu yaşananlar bakımından şehirdeki gündelik ve ticari hayat sürekli işlemiştir.
İnsanlar Ankara’da sıkılmamış, herkes bir işin ucundan tutmuştur. Çevreden nüfus
çeken bir kent halini almıştır. Tarım, tekstil ve tiftik ipliği konuları Ankaralının hayatı
haline gelmiştir. Zamanla gelişmeye devam edecek olan bu şehir günümüze kadar
gelişimini hiç aksatmamıştır.

KAYNAKÇA

AKDAĞ, M. Celali İsyanları, 1963, Ankara.


ÇELEBİ, E. Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Yapı Kredi Yayınları, 1999, İstanbul.
DEMİREL, Ömer, “1700-1730 Tarihlerinde Ankara’da Ailenin Niceliksel Yapısı”,
Belleten, LIV/211, 1991, Ankara.
ERGENÇ,Ö. 16.Yüzyılda Ankara ve Konya, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2012,
İstanbul.
ERGENÇ, Ö. (1984), Osmanlı Şehrindeki Mahallenin İşlev ve Nitelikleri Üzerine,
Osmanlı Araştırmaları 04.
TDV İslam Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr.
KANKAL, A. “17. ve 18. Yüzyıllarda Kuzey-Batı Anadolu’da Sosyal Hayat (Şeriyye
Sicillerine Göre)”, Tarih İncelemeleri Dergisi, XV, 2000, İzmir.
NAİMA, Mustafa Efendi. Naima Tarihi, Zuhuri Danışman Yayınevi, 1967, İstanbul.
ORTAYLI, İ. Kadı, DİA, 24, 2001, İstanbul.
TAŞ, H. XVII. Yüzyılda Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2014, Ankara.
UZUNÇARŞILI, İ.H. Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı, Türk Tarih Kurumu
Yayınları, 1984, Ankara.
YARAR, C. (2008), 16. Yüzyıl Sonları ve 17. Yüzyıl Başlarında Ankara’da Asayiş,
Suç ve Ceza, Ankara.

DENİZ ŞAHİN 21659664

13

You might also like