Professional Documents
Culture Documents
Engin Yurt - Ufkun Düşüşü Ya Da Geceyen Çevmeler II. 2-Fakülte Kitabevi Publishing (2018)
Engin Yurt - Ufkun Düşüşü Ya Da Geceyen Çevmeler II. 2-Fakülte Kitabevi Publishing (2018)
ya da
GECEYEN ÇEVMELER II
Engin Yurt
Fakülte Kitabevi Yayınları: 193
Felsefe Dizisi: 22
Engin YURT
Yayıncı
Fakülte Kitabevi Yayınları
Genel Dağıtım
Fakülte Kitabevi Yay. Dağ. Paz. Ltd. Şti.
Yeni Çarşamba Pazarı Kompleksi D. Blok. No:1–9
(Yeni Köy Garajı Yanı) Davraz Mah. / ISPARTA
Tel–Fax: (246) 233 03 74 GSM: 0 505 218 39 53
Web: fakultekitabevi.com
e–mail: fakultekitabevi@gmail.com
İçindekiler
Teşekkür ................................................................................................................................. ii
Önsöz Yerine: Şiirselliğin Kökenine Giden Aforizmalar ....................................................... 1
Elaina ve Tobias (Yanlış Aktarılmış bir Kuzey Kutbu Hikâyesi) .......................................... 9
Rose‟un Yüzükleri ............................................................................................................... 12
Lara‟nın Mozolesi için Kokusunu Kaybetmiş Yaseminler ................................................... 13
Mallarme ve Onun Döşenmemiş Yaya–Yolu ....................................................................... 15
Köprüdeki Kız (Elodie‟nin Eşyaları Arasındaki Mektup) .................................................... 19
Yazısız Mezar Taşları ve Ev Perdeleri ................................................................................. 23
Daha Az Seyahat Edilmiş ve Hiç Gidilmemiş Yollar Hakkında .......................................... 30
Rised Above the Vile ........................................................................................................... 31
House of Tenar (ve İçinde Uyuduğu Sıcak, Kırmızı Şarap) ................................................. 33
Yanlış Uvertür (Deborah‟nın Sessizliği) .............................................................................. 35
Rebecca‟nın Deniz–Diyarındaki Haunted Monologlar ........................................................ 38
Isırık–İzleri ve İçe–Doğma (Lizbeth ve Bethany‟nin Hikâyesi) ........................................... 40
Yüzü Asık Kızın Gölgesinden (Fiona için bir Beckoning) ................................................... 42
Sığınaksızlık ve Zaman–Çanları (Violet Biliyordu) ............................................................. 44
Rennes Karları (Kalıntıların Bitişi) ...................................................................................... 46
Helene ile 6 Gün................................................................................................................... 48
Atafeh‟nin Yanlış Okunan Uzaklara–Kaçmışlığı ................................................................. 50
Mary‟i Özlemek ................................................................................................................... 53
Spout‟un Özsel Kökeni Üzerine ve Hastaneler .................................................................... 57
Kar Küresinde Bir Gündüz ve Bir Gece ............................................................................... 63
Kısa bir Türkçe Çeviri Şiir Kaynakçası (A–J) ...................................................................... 66
EKLER ................................................................................................................................. 76
Ek – 1. Methadon ................................................................................................................. 76
Ek – 2. Sylvia, the Poetess ................................................................................................... 78
Ek – 3. A Gray, Hallucinative Sleep (Last Night–Chrysanthemum for Joan) ...................... 81
Ek – 4. Violet (Antique Pen) ................................................................................................ 83
i
Teşekkür
Metnin yayıma ve basıma hazırlık sürecinde büyük emeği geçen İbrahim Özdemir
ve İbrahim Çelik‟e; metnin editörlüğünü büyük bir titizlikle yapan Burcu Kayadibi
ve manevi desteğini kitabın yayıma hazırlanma süreci boyunca yanımda
hissettiğim Elif Elçi‟ye; kitabın oluşmasında sandığından daha büyük payı ve rolü
olan Sıla Burcu Başarır‟a; tüm hayatım boyunca desteklerini benden hiç
esirgememiş olan babam Aydın Yurt, annem Keziban Aydemir, kardeşim Eray
Yurt‟a tüm kalbimle teşekkür ederim.
ii
Önsöz Yerine: Şiirselliğin Kökenine Giden Aforizmalar
1
Her ne kadar bu yazıda spesifik olarak üzerlerinde durulmayacak olunmasına rağmen ilgilenenler için
ilk akla gelenler: (1) Peter V. Zima, Modern Edebiyat Teorilerinin Felsefesi, Çev. Mustafa Özsarı, Hece
Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2006; (2) Terry Eagleton, Eleştiri ve İdeoloji: Marksist Edebiyat Teorisi
Üzerine Bir Çalışma, Çev. Savaş Kılıç, İletişim Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2009; (3) Ali Galip Yener,
Eleştirinin Eşiğinde Edebiyat, Hece Yayınları, 1. Baskı, Ankara 2006; (4) Emek Kefeli, Metinlerle Batı
Edebiyatı Akımları, Akademik Kitaplar, 2. Baskı, İstanbul 2009; (5) Jacques Derrida, Edebiyat
Edimleri, Çev. Mukadder Erkan–Ali Utku, Otonom Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul 2010; (6) Mehmet
Kanar (Çev.), İran Edebiyatında Şiir: Kaçarlar Devri, İnsan Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 1995; (7)
Nimet Yıldırım, İran Edebiyatı: Başlangıçtan İslamiyet’e Kadar, Pinhan Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul
2012; (8) Rita Felski, Edebiyat Ne İşe Yarar?, Çev. Emine Ayhan, Metis Yayınları, 1. Baskı, İstanbul
2010; (9) Sevim Kantarcıoğlu, Edebiyat Akımları: Platon’dan Derrida’ya, Paradigma Yayıncılık, 1.
Baskı, İstanbul 2009; (10) Theodor W. Adorno, Edebiyat Yazıları, Çev. Sabir Yücesoy–Orhan Koçak,
Metis Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2008; (11) Thomas Stearns Eliot, Edebiyat Üzerine Düşünceler, Çev.
Sevim Kantarcıoğlu, Paradigma Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul 2007; (12) Tzvetan Todorov, Edebiyat
Kavramı: Ve Öteki Denemeler, Çev. Necmettin Sevil, Sel Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul 2011; (13)
Gürsel Aytaç, Edebiyat Yazıları II, Gündoğan Yayınları, 1. Baskı, Ankara 1991.
1
Latince ve Grekçede bulduğu için bu dillerde –ve bu dillerle yakın etkileşim içinde
olan diğer bazı dillerde de– şiir anlamına gelen kelimeler Grekçe ποίησις
kelimesine yani bir çeşit sanatsal yaratma, yapma, eser oluşturmanın kapısına
dayanır. Şimdiden açıkça söylenebilir ki burada bahsi geçen “yapma–yaratma”
kompleks anlam katmanlarına sahip olmasıyla modern dünya insanının, yapmak ya
da yaratmak fiillerinden anladığından çok daha derin ve başka şeylere işaret eder.
Ancak yine de açıktır ki şiir kelimesinin buradaki sözlük anlamı onun ne olduğunu
ifşa etmekte tek başına yeterli değildir ve sadece bir yere kadar işe yarar. Bu
noktada yapılabilecek iki şey vardır: Bunlardan ilki; farklı bir tür kapıya dayanma
bulunana kadar sözlükleri karıştırmaya devam etmektir. İkincisi de dil ve düşünce
arasındaki o eşzamansızlığın yarattığı çorak bölgeye gidip orada dolanmaktır
(ölmüş ve ölmeye yüz tutmuş kelimelerin diyarı olarak da bilinir burası).
Hangisinin yapılacağını düşünmektense ikisini de yapmak daha iyi.
Türkçede şiir kelimesi her ne kadar ilham, esin, yaratmak gibi kelimelerle
yakın dursa da etimolojik olarak, Arapça “ş‟ar” (kıl, tüy) kelimesinden gelir.
Buradan yola çıkarak şiir; kılların yoğun olması, bir şeyin ince elenip sık
dokunması, kılın kırk yarılması gibi anlamları içeren bir hâldedir. Zira yine aynı
kökenden gelen şair kelimesi; kıllı, kılı kıldan ayıran, ince düşünen anlamlarına
gelir. Her ne kadar buna dair eleştiriler olsa da şu an için bu görüşün ya da bu
görüşe getirilen eleştirilen herhangi bir işlevi yoktur burada. Ama yine de birazcık
buradan ilerlensin. O zaman ilk olarak söylenebilir ki şiir; bir şeyin üstünkörü,
gelişigüzel işlenip geçildiği bir yer değildir. Şiirin olduğu yerde işlenen şey, hep
diğer başka şeyler içinde kalarak anlamının yoğunluğu azalmış şekilde değil ama
kendi olduğu şeye yakın bir şekilde süregelerek işlenmektedir, zira bu ince–
işlenme hâli zaten şiirin orada olmasını mümkün kılar, şiiri oraya getirir, çağırır.
Burada ilginç bir bağ kendini ortaya çıkarır: Almancada da poesie, poem gibi
kelimeler şiir anlamına gelse de bu dilde yine aynı anlama gelen başka kelimeler
vardır. Dichten, Dichtung, Gedicht gibi. Bu kelimelerde ortak öğe olan Dicht
kelimesi demin az da olsa bahsedilen sıkı dokunmuş hâlde olmak tabirini çağrıştırır
şekildedir. Dicht kelime anlamı olarak; geçirmez, sızdırmaz, yoğun, çok yakın
duran, gür anlamlarına gelir ve şiir anlamına gelen Dichtung kelimesi; balata,
conta, sıkıştırma, kalafatlama gibi anlamlara da gelir ve bunlar için sıklıkla
kullanılır. Kelimelerin bir yeri birleştirme, olumlu anlamda tıkama, bir araya
getirip tutma gibi anlamlarına dikkat edilsin2 Burada iki dil arasında izlemesi çok
hoş bir el–ele–tutuşmuşluk vardır çünkü Türkçe şiir kelimesinin kökeni olan ş’ar
2
Özellikle Heidegger bu anlam ağının farkında olarak şiiri bu açıdan düşünmenin konusu yapmıştır,
bkz. (1) Martin Heidegger, “Hölderlin ve Şiirin Özü”, Çev. A.Turan Oflazoğlu, Çeviri (Dergi), Sayı:1,
Ankara 1979, s. 1–12; (2) Martin Heidegger, “Şiir”, Çev. Mehmet Barış, Adam Sanat (Dergi), Sayı:
212, İstanbul 2003, s. 17–24; (3) Martin Heidegger, “Şiirde Dil: Georg Trakl‟ın Şiiri Üzerine Bir
İrdeleme”, Çev. Kaan H.Ökten, Cogito (Dergi), Sayı: 38, İstanbul 2004, s. 151–189; (4) Martin
Heidegger, “Şiirin Özü”, Çev. Akşit Göktürk, Türkçe (Dergi), Sayı: 3, İstanbul 1960, s. 3; (5) Martin
Heidegger, “Şiirle Yaşar İnsan”, Çev. Yurdanur Salman, Kuram (Dergi), Sayı: 7, İstanbul 1995, s. 83–
90.
2
kelimesi kıl, tüy anlamına gelse de, Arapçada daha çok herhangi bir yerdeki kılı,
tüyü değil ama kişinin genital bölgesinde gür bir şekilde çıkan ve çok sık olan
kılları, tüyleri ifade etmek için kullanılır. O zaman artık ikinci olarak söylenecek
şey de kendisini belirgin ve açık kılmıştır şimdi. Şiirin olduğu yerdeki sık–
dokunmuşluk; güçsüz, kolay kırılan çalı–çırpıdan yapılan bir sık–dokunmuşluk
değil ama güçlü, kalın, bu sık–dokunmuşluğun kolayca parçalanmasına izin
vermeyecek sağlamlıktaki parçalardan oluşan bir dilsel–düşünsel dokumadır.
Ancak burada sanki oyuna getirildi bir şeyler. Sanki en başından beri yanlış
yönlendirilmiş ve aranılan şey özellikle kendisi bulunamasın diye oyalayacak
şeyleri yola çıkarıyor gibi. En başta sorulması gereken unutulmuş gibi. Bir şiir
okunduğunda onda bulunan ve istemsizce kendisine çekilen, bağlanılan şey nedir?
Bu sorunun cevabı elbet ki bazı açılardan şiirin kendisidir. Ancak bazı açılardan da
kesinlikle şiirin kendisinden çok daha farklı bir şeydir. Eğer böyle olmasa idi, o
zaman şiirler arasındaki anlamsal, kurgusal, düşünsel ayrımların yapılabildiği tek
yer okuyan ya da yazan olarak bilinçli bir şekilde şiir ile ilişkiye giren kişinin
kendisi olurdu. Her ne kadar bunun böyle olduğunu savunan teorisyenler olsa da,
burada bahsi edilen şeyin oluşmasının sadece öznelerarası bir düzlemde mümkün
ve işlevsel olduğu görülüyor olsa da, bu tür bir görüşün nihai anlamda bu şeyin
kendisi hakkında tüm sorulara açıkça cevap verebilmesi pek olanaklı
gözükmemektedir. Zira bu teorisyenler de bu açık–cevap–verilememesi durumunu,
açık–cevap–verilemezliğe bağlayıp bırakırlar.3 Modern zamanlarda artık herkes
Herder, Mallarme gibi şairlerin şiirleriyle, okuma yazmayı yeni öğrenmiş bir
ilkokul çocuğunun ilk şiir denemeleri arasında hiyerarşik bir anlayışta şiir
kıyaslaması yapılamayacağını kabul eder herhalde. Burada işaret edilen o şeyin
oluşmasını –ve belki de kökenini– üzerinde taşıyan zeminini sadece
öznelerarasılıktan oluşmaması ilk bakışta bu kabulü sekteye uğratır gibi gözükse de
aslında tam olarak bu görüşe öznelerarasılık teorilerine karşı görüşler geliştiren
kişilerin tam olarak sağlayamadığı dayanağı sunar. Çünkü şiirin kendisi olma hâli –
bu asla şiirin nesnelliği demek değildir ki şiirin nesnelliği asla öznelliğinden ayrı
bir şekilde ele alınamaz zaten– her şiirin kendi–başına–olma hâlini beraberinde
zorunlu olarak düşünceye getirir. İlkokul çocuğunun şiiri de Herder‟in şiiri de
kendi başına kendi içinde farklı dünyaları açar, sergiler. Bu iki farklı şiir hiçbir
konuda birbiriyle aynı olmak zorunda olmadığı gibi birbirinden üstün ya da derin
olamaz, çünkü bir şiir kendini ortaya koyduktan sonra artık orada söz konusu olan
şairler değildir. Şiirin kendisidir. Şiirin orada neleri sık dokunmuş hâlde gözler
önüne serdiğidir, bu sık dokumanın süregelmesinin zamandan bağımsız bir şekilde
geriye–ileriye doğru sarkaçımsı seyridir. Şiirin, kendisi–olma noktasından sonra
şiirin yaratım kısmında Herder ya da bir ilkokul çocuğu ya da kelimeleri belli
gramer kurallarına göre bir araya getiren bir bilgisayar programı olup olmaması
hiçbir anlam taşımaz.
3
Bu teorisyenlere bir örnek teşkil etmesi açısından bkz. Jacques Derrida, Şiir Nedir?, Çev. Ahmet Sarı
– M. Abdullah Arslan, Babil Yayınları, 1. Baskı, Erzurum 2002.
3
Şimdi demin sorulan soruya geri dönme vakti: Bir şiir okunduğunda onda
bulunan ve istemsizce kendisine çekilen, bağlanılan şey nedir? Artık bu sorunun az
önce verilen ikinci cevabı hakkında konuşulmasının vaktidir. Şiirin kendisinden
başka bir şey olan şey.4 Aslında bunun ne olduğunu açık kılacak olan yol az önce
belirmiştir. Eğer her şiir kendi içinde farklı dünyaları farklı şekillerde ifşa ediyorsa,
sergiliyorsa –zira güçlü parçalarla sık dokumak bu eylemeyi beraberinde getirir– o
zaman denilebilir ki bu sergilemenin, açık kılmanın, ortaya çıkarmanın, belli
etmenin kendisi her şiirde gözlemlenmektedir. O zaman burada aranılan ve şiirin
kendisi olmayan şey bu belli etme, belirgin kılmadır. O zaman soru şimdi şekil
değiştirmiş hâlde tekrar sorulur: Her bir şiirde mutlak olarak orada olan, her şiirin
onu içerdiği, her şiirin ondan pay aldığı şey nedir? Bu sorunun cevabı en belirsiz,
muğlak, temel hâliyle birlikte şiirselliktir. Edebiyat tarihlerindeki tüm şiir
akımlarında ve tüm şiirlerde bu bahsi geçen şiirsellik kendine bir şekilde hep yer
bulmuştur. İşte bu cevapla birlikte artık daha önce konuşulandan daha farklı bir
şeyin karşısında durulmaya başlanılır. Artık soru şiirin ne olduğu sorusu değildir
çünkü şiir, bir vuku bulma, huzura gelme ve zuhur etme mekânıdır. Bu mekânın
kendisinin ne olduğunu belirleyen şey o mekânda süre gelen oluşun neliğidir. Eğer
burada bahsi geçen şey “nelik” kıstası ile yorumlanabilmeye açıksa tabi. Artık
soru, şiirselliğin ne olduğu ve anlamı sorusudur ve bunların cevaplarını elde
edebilmek için şiirselliğin kökenine inilmesi gerekir.
Şiirselliğin Aforizmaları
Şiirselliğin her şiir içinde kendine yer bulduğunu, şiirin şiirselliğin oluşa
gelme mekânı olduğunu söylemek her şiirin şiirsel olduğunu söylemek demek
değildir, gerçi nihai anlamda her şiir elbet ki şiirsel olan olmak zorundadır ancak
her şiirde bu şiirsellik kendini ilk bakışta açığa çıkarmayabilir.
Her masal, masalsı olmasının yanında aynı zamanda şiirseldir de, ancak her
şiirsellik, masalsı olmaya yetişemez. Bu da demektir ki şiirsellik ile masalsılık
arasındaki ilişki de kapsayıcı ve belirleyici olan masalsılıktır. Eğer modern
4
Elbette “şiirin kendisi” cevabı hâlâ bir sorunsal olarak durmaktadır, konuyla ilgili olarak bkz. Percy
Bysshe Shelley, Şiirin Bir Savunması, Çev. Büyamin Kasap, Şûle Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2011.
4
dünyanın şiiri duraksamasına son vermek istiyorsa şiirselliğin daha yüksek
fazlarına çıkmalıdır ve bunun nasıl olacağını masalsılıkta görebilir. Bu masalsılık
aynı zamanda edebiyatın kendini neden var ettiği ve süregelme içinde olmakta
olduğu hakkında da birkaç şey söyleyebilir. Bunun sayesinde belki edebi olanın
arkasına geçip oranın ne olduğu, orada ne olduğu görülebilir.
Öyle bir şiir istiyorum ki insanlardan çok düşünceye, dile, varlığa, yokluğa ve
en nihai anlamda hiçliğe yakın olsun. Şiirsellik denilen şeyin kendisi, kendisini
seyredilmeye açmış hâlde şiirin içinde dursun. Tanıdık olmasın insanlar için.
İnsanlar arasında yaşamasın. İnsanlar tarafından duyguların ifade edilmesi için
kullanılan bir araç olarak şiir olmaktansa, insanların dilini kendini ifade etmek için
kullanan bir şiir olarak olsun.
Neyin şiirsel olduğunu söylemek kolay kolay kimsenin harcı değil. Ancak
şiirselliğin nerede olduğu görülmek isteniyorsa ilk olarak şiir insanların elinden
kurtarılmalı. İnsanlığın kendi tarihi boyunca hapsedildiği o kafesin kapısı biraz bile
aralansa koşmaya başlayacaktır şiir, var gücüyle. Ona fark ettirilmeden takip
edilsin şiir. Ne yöne doğru koştuğunun, nerelerde soluk almak için durduğunun ve
nerede koşmayı bıraktığının şiirselliğe dair bir şeyler söylediği görülecektir.
Şiirsellik yüksek fazlarında şiiri salt ve kendinde kıldığı gibi aynı zamanda da
dili ve dile dair olan her şeyi bakireleştirir.
Şiir, dişil ya da eril olmasa da çoğu zaman dişil davranır. Şiirin bu hâli ona,
insana dair olmanın ilk evrelerinden miras olarak kalmıştır ve şiirin, dilin
azizliğine uğramış bu hâli ona emanet değildir.
6
varsayımına pek güvenilmemeli sanırım. Şiirsellik bir soru ve onun üzerine
söylenilmeye çalışılanlar da cevaplar değil. Tam tersi belki de. Ya da sorusu
aslında olmayan güzel bir cevap. Şiirselliğin ne demek olduğu ile ilgilenen her
edebiyat, felsefe ve sanat teorileri toplanıp üst üste koyulsa şiirselliğin yüzde
kaçının gizemini çözmüş olurlar? Yoksa şiirselliğin gizemi de bu yığın ile birlikte
daha da çoğalan, büyüyen bir şey mi? Şiirselliğe dair getirilen her yeni belirleme
denemesinin binlerce belirlenemezliği de kendisiyle beraber getirdiği gözlerden
kaçan bir durum mu? Negatif teoloji ile ilgilenenler üşüşebilir. Yine de amaç onu
ışığın altına getirip görebilmekse bu bile işlevsiz ve nafiledir. Sadece zifiri
karanlıkta varolabilenin ışık altında nasıl gözüktüğü üzerine nasıl konuşulabilir ki?
Ya da böyle bir konuşmaya cidden gerek var mıdır? Sadece okunan şiire şiir
okunurken ilgi duyan ve bu yüzden yuvasından bir süreliğine çıkıp şiiri dinleyen o
şey ile nasıl yüz yüze gelinebilir ki? Bir yüz–yüze gelinemezlik hep kendini
sürdürecektir. Ama yine de şanslı bir durum vardır burada, zira şiirselliğin çoğu
şiire karşı zaafı vardır, birisi onları okurken dayanamaz çıkarır kafasını saklandığı
yerden daha iyi duyabilmek için. Sonra da sessiz sessiz okuyucunun ve şiirin yanı
başına gelir, hissettirir kendini. Yani şiirsellik hep biraz bir gizem olarak kalacak
olsa da, her zaman çağırması ve birlikte vakit geçirmesi en kolay olan gizemlerden
biri olacaktır. Kendini şiir okuyan okuyucudan ve şiirin okunmasından
saklamayan, esirgemeyen bir gizem. Şiirsellik nasıl ve nerede mevcut olur?
Anlamsız da olsa bu iki sorunun da cevabı “şiir okuyarak” şeklindedir ve aynıdır.
Hangi şiiri peki? Bilinmez. Sizi hangi şiir çeviyorsa onu. Kim bilebilir ki bunu!
Hiçliğe yazılmış, eskil sayfalar kokan bir tiyatro eseri..
bu seferki, kadim telakkilere bile bölünemeyecek türde ölüm piyesleri içeriyor gibi..
–ama işaret edilecekse benim cevrime, meyus edişime, işaret edilsin..
bu maruz kaldığım beyazlık meraklısı hicran için–
Kendi yazılarından nefret eder hâle gelmiş yazarlar ve simgel–makberler ne derse desin
Sıcağın ve soğuğun,
Ölüme –ve ondan geri kalan yaşama– olan tepkisinin arkasında saklananların mütalaaları
Her zaman daha dolayımlı, yumuşak ve kurşuni bir rüsvalıkta yüzer..bulanır..
Şiirsellik ve zamanın taahhüdlediği kuru sanrısallık ise
Tüm sözlüklerdeki kelimeler gibi..bekliyorlar.
Farkındayım bu eskillik bir daha –belki de hiç– sahnelenmeyecek asla.
2012/06/08 – 04:54
7
Varlığın Çınlama Diyarından Sonra Gelen
8
Elaina ve Tobias (Yanlış Aktarılmış bir Kuzey Kutbu Hikâyesi)
Onlar haksızlar..kendini bir duvara fırlatmanın, bir acıyı hafifletmek için onu
daha aşağı bir noktaya koymak ya da yer değiştirmek ile alakasızdır..hisliği
kaybetmek amacıyla duvara dönüşmek için duvarın içinde olmaya çalışmakla
ilgilidir bu
Dumanın hatırlatmaları..ironik olarak kendi kendine iletilmiş bir mektup,
9
Presencing haritalardan hiçbirinin göstermeyeceği yerden..
Ama ev–hissi–yaratan bir orman ile aynavari bir göl arasında
“Geyiğin bakışının en büyük tesadüfün sembolünü ikidiği yerde/henüz gelecek olan en iyi”
Elaina için bir şey
“Geyiğin bakışının en çok kapalı/en kapanmış döngünün sembolünü ikidiği yerde”
Tobias için bir şey.
Bu günden birkaç sene önce, kuzey kutbu sınırında sayılabilecek bir kasabaya
gitmiştim, aslında orada olmam için pek bir sebebim yoktu ama soğuk yerleri hep
kendime daha yakın bulmuşumdur ve orası da yolumun üstünde idi sanırım –ya da
yol beni oraya yönlendirmişti–..o gibi yerlerde aslında kendi başına yapılabilecek
birçok şey olmasına rağmen, orasıyla ilgili aklımda kalan; otelinde ucuz bir ücret
karşılığında kalmama izin veren yaşlı bir amca ve onun arkadaşları olan yine yaşlı
bir çift ile geçirdiğim bir akşam yemeği ve o an o yemek masasında bulunmuş
olmaktan ne kadar huzur duyduğum..yemek boyunca daha çok sevgi ve aşktan
bahsedilmişti –Elaina ve Tobias‟ın hikâyesini de bu sofrada öğrendim zaten–
genelde konu hakkında kimsenin düşünmediği şeyleri söyleyen ben bu masada
kendimi ilk defa yaşımdaymış gibi çok yolu olan bir genç olarak hissetmiştim, ve
bu gerçekten huzur vericiydi..eşini kaybedeli birkaç sene olmuş bir yaşlıdan
sevgiyi ve özlem duymayı; birlikte yaşlanmış bir çiftten aşkı, bağlılığı ve bunların
büyüsünü dinlemek. O akşam bile fark edebileceğim kadar açık ve üstten oluyordu
kim ve ne olduğum konusunda geri döndürülemez değişikliklerin
oluşturuluyorluğu. Şimdi hayalimde baştan yaratıyorum da o hâlimle o
masadayken konuşsaydım söylemiş olabileceğim saçma şeyleri (ben kim oluyorum
da üstatlarımın konuştuğu yerlerde bu hâlimle sevgiyi, edebiyatı bölüyorum..kapa
çeneni reve!). İyi ki alakasız bir yoldan öğrenmişim susmayı..yoksa o akşam aşk
acısı çeken insanlara gıpta edebilmek kendime katılmazdı..ya da daha da
kötüsü..hiç okuyamazdım Elaina ve Tobias‟ın masalını..kendi dillerinden.
Bu akşam, şans eseri, Elaina ve Tobias‟ın masalını anlatan başka bir hikâyeyle karşılaştım
Ama farklı bir son ile..aptalca olan, üzgün olmasına rağmen..bu yüzden bunu yazmak
istedim
..onlara..göstermek için..şunu,
Aşkın her bir hikâyeyi yendiği zamanları unutmadığımı..benim sözde “sanat”ımı bile..
O ikisinin arasındaki aşkın..
–Benim kederli sonlar için açlık çektiğimi hâlâ hatırladıklarından emin olsam da–
Sonu o akşam yemeğindeki olduğu gibi yazıyorum..
Klasik sonsuza kadar mutlu yaşadılar şeklinde. Çünkü gerçekten olan şey bu.
Onların yanından ayrıldığım ben ise herhangi bir teolojinin tanrısını bulmak
için geceleyin bir ormanda kasıtlı olarak kaybolmak kadar gerçeğim. Zamanın kum
taneleri duraksamayacak hiçbir gece, o bahsettikleri tanrı yanımda olmadıkça.
10
Soğuk ve denizaşırı bir yolculuğun sessiz tayfaları işaret ediyor gelecekten doğru
tüm keşmekeş hâllerimi. Şiir bir başka sokağın sonunda âşık olacak sonra. Yalanlar
ve ültimatomların gerçekliği (dans eden kimse yok). Kabul etmiyorum selamlarını
yürürken karşılaştığım geçmiş ve geleceğin. Kaldırım taşlarına hiç benzemeyen bir
ağacın dibindeki taş–birikintisinde saklanmış bir karınca evine gözümü dayıyorum
kapalı hâlde. Yasak her şey. Su bile. Sonra bırakıyor tayfalar beni kendi hâlime.
Geri yüzdüm bu yatağa şimdi. Tam olarak biliyorum sensizliği artık ve en çok
korktum. Yeter bu. Uyu elimi tutup lütfen.
Eğer bana inanmıyorsanız..gidin ve sorun Elaina ile Tobias‟a
.. Gidin ve sorun, sonsuza kadar süren o wayward kış rüzgârlarına.
2011/11/19 – 05:39
11
Rose’un Yüzükleri
12
Lara’nın Mozolesi için Kokusunu Kaybetmiş Yaseminler
Uzun zaman önce ölmüş tanrıların mezarsız tabutlarına ait şeyler gibi. Yeteri
kadar evleşmiş, içi ya da dışı olmayan ayak izlerinin, bu mezarın sarhoşluğunda
olduğu patikayı kimler bilir? Belki daha soğuk bir uçurumda benden önce gelirdi
bu kendi gösterişselliklerine neredeyse âşık olmuş toprak–dünyalar. Belki de bu
tabutlar beni avucuna alabilecek kadar küçüktür hâlâ ve ben de bana dair olanın
paralize olmasını izleyemeyecek kadar henüz–ıslanmış. Yine de aynı bir cümle
sırıtıp selamlıyor iç geçirişleri (gölgeler ve unutkanlıkları işte). Olamadığım hiçbir
şey yok ama hâlâ onların nefesinin yasaklandığı en–lanetliyim. Ey sen, tabut! Sana
13
benzeyen bir ev. Hayalimden fırlama bir el sıcaklığı. Ve doğanın yanımızda
götüremeyeceğimizden emin olduğu hediyelik eşyalar. Tanık olduğum her son, sen
varsın diye var (ve az önce üşüyemeyecek kadar hissiz olmanın sınırından öteye
atıldım). En kötü ilk kâbusların, kendi kurbanlarından aldıkları her ne ise peşimde
şimdi, etimi çiğniyor, duyabiliyorum. Duyamadığım ise senin sarhoşluğun.
Neredesin? Evimizin yolunu göster bana lütfen. Ben bilmiyorum bu patikayı.
Senin, masumiyet ve kehanetlerle uğraşan üstattan öğrendiğin sırrı,
Onun öğrencisiyken başarısız olmuş bir hastalıklı olarak
Sanırım artık ben de görebiliyorum..o satırlarla belki de..
Bilinç ve zaman aynı dokunabilirliğin ötesine indirgendiğinde
Yer altı hapishanelerinde, büyüleri baş aşağı yaptığı için tutsak olan ruhların,
Varlığa ait olmayan gölgeleri kullanarak kalipsoyla üzerine konuştuğu damgalar
Sadece bilinç için tekrar açığa çıkar..zaman için değil..ve bu yılgın, anlamsız damgalar,
Trajedilerin normalliğini ne kadar minimize etme eğiliminde olursa olsun,
Sadece gümüşe doğup yaseminlerin lanetlendiğini
Görebilmiş bir ölümlü tarafından yorumlanıp kullanılabilir..Senin tarafından matmazel.
2011/04/04 – 02:37
14
Mallarme ve Onun Döşenmemiş Yaya–Yolu
15
Tanık çoğaltan, çoğunun uğruna yaşadığı suçların dokunulmamışlığını öven
Parşömenlerinle gelişmiş onun bu hâli..
Kehanetleri ezbere değil, kağıttan okuyan bu akımı neden sana atfettikleri belli..Üstat.
(Ancak yine de burada birkaç dakika durup şiirin mekândaki kullanılmamış nefesleri
aramasını izlemem gerekiyor sanırım)
Kendisinden şüpheye düşmemek için aynanın karşısına oturmak zorunda olan biri
(Katlanamazdım asla buna. Öte yandan bu şüphedeki derinleşen çifte bilinçsizlik birbirini
yok ediyor en başta..düşünebilseydin keşke bunu)
.
Elinde küçük bir cam şişe
İçindeki düşlerin aradığı perdelere dikkat et..
(benimkilere oranla daha az kalın olsalar da)
Her şeyin kısaltılmış olarak varsayımdan geçtiği öyküleri
Kendisini anlatmaktan alıkoyar onlar..
Bir (1) adım geri.. Ametist bahçelerinde, kendini kimsesiz sanan bir ölümlü
Unutuşa gömemeyecek insansal dertlerini belli. Gecenin her zamanki sayfasından
Daha karanlık harelenmiş bir uğraşta yazılan, bu çoktan ölmüş fikirler..
Şiirin herhangi bir ideal hatasını sunuyor diye devinimsizleşen bakirelere bakmak
16
Hani o unutmak için nefesini ucuza satılığa çıkaran eskil bakirelere..bunların hepsi onlara
(bir de yırtılışıyla tapınaklardaki mistik örtülerin nevrozlarına)
Endişeli prelude‟lar. Pandantif paragraflar. Hatta, susulan şiirler ve
Ulunan rüyalar (kendi kendine acı çektirmeye adanmış olanlar)
Hepsi görüldü bunların tarafımdan...ve hâlâ bakmak ya da olmak istediğim bir yer yok.
[..] Ve o devam ediyor..ben inertiatic bir kayanın hissizliğine sahip olurken..
Hangi gömütsel deniz kazasında bulduğunu bilmiyorum
Ya da cezalı soytarıların yolunun nerede sonlanacağını nasıl bilebildiğini
(gecenin kâhinlerinin bile ön göremeyeceği şeylerle uğraşmışsın)
Ama beyhude açılan bu uçurumlar..Lobotomilerin işe yarayacağı andan çok uzakta artık
Mum ve kaşığın simgesinin takibinde olan da anlamını yitirdi benim için uzun zaman önce.
Sen ise, insan zihninden daha dışarı,
Yaprakları ilkbaharda, hatta yazın bile sana solgun görünen o müstakil bahçelerde
“düşüş” kelimesiyle özetlenebilen her şeyi sever halde
Kendi patikanı bulmuşsun..yürüyebileceğin bir yolu
Görmüyor musun? Aslında hem öyle hem de değil olsa da
Bu emetik orgu tek başına çalacak kadar düşmemişsin sen
Yoksa çocukları öldükten sonra anne–babanın kendilerine değil ama ölen evladına
Bir daha denemem sözü verebildiklerini hâlâ göremiyor olurdum..
(.) Bir duayı genişleterek gömmeye çalışmak..tümceyi değil, duanın kendisini..
Kendini gömmeye başlamak..
(sevemedim ki hiç senin gibi ölümden sonra hayat olduğuna inananları)
Artık tamamen yanlış sulardayım..sulardaymışsın
Sondan bir önceki hece mi yoksa kelime mi ölüdür?
Hayır, ölüler öldüklerini de ölü olduklarını da bilirler..
Hatta en çok çocukken ölenler bilir. Çünkü aslında insanlar ölmez
Sadece bebekler ve çocuklar ölür
Diğerleri ise sadece..olasılık sanatıyla tanıdık bir rastlantıya sürüklenir.
17
Dünya güzel bir kitaba varmak için yapılmıştır..
(Elodie‟nin bunu nasıl eleştirdiğini hatırlıyorum)
Başkaları duymasın diye alçak sesle ağlayanlara sormalı bir de bunu
Yüksek sesle dile getirilmedikçe kalıcı olmaz..
Bir edebiyat öğretmeninin inandığı tanrısız kutsallığı bu ve ben mor bir dansı
dans ediyorum. Senin tanrısızlığın gibi kokan bir tavan–arasının ürkekliği ve
saklanmışlığı damarlarımda dolaşır hâlde. Söyleyin o kalender–meşrep tanrıların
bulut yaratan çalgıcılığına, müziği durdurmasınlar asla. Şiir ve masalın zamanın
başlangıcından bile öncedir beklenen gökyüzü düğünü bu (kır çiçeklerin özleri
nasıl da düğüne son dakika koşarak yetişmiş hâlde çiğ içinde kalmışlar, durmasın
müzik ki onlar da eşlenebilsinler, eşleşebilsinler kendi aralarında). Müzik durmasın
ki düğüne gelenlerin arasında kaybolmaya çalışan, pek sevilmediği ve nezaketen
davet edildiğinden olsa gerek, bayan varlık daha sonra laf edecek, taş atacak bir anı
kazanmasın kendine. Evet, aynen böyle işte. Bırakın şiir ve masal dans etsin böyle
diledikleri gibi. Birbirlerine karışan ilkbahar meltemlerinin canlı, kıpırgan
uğultuları misali. Bırakın müzik hep olsun. Peki, ben mi? Hele bana hiç
dokunmayın. Benim o kutsallıkla tanıştığım düğün bu.
Ama artık görüyorum seni. Göğsündeki o iki hiçlikten,
Biri seni öldürecek kadar yayıldı..
Diğeri ise şiirini yaşatmanı sağlayacak kadar derin yayılmadı.
2011/05/28 – 01:46
18
Köprüdeki Kız (Elodie’nin Eşyaları Arasındaki Mektup)
19
(çıkarımsız ve hatta geçersiz bir rasyonalizasyon olma olasılığı varsa da..yine de bunu
söylüyordu: Doğa–üstü olmaya izin yok!)
Mektup
Bulanık bir akıl ve yaralı bir kalpten doğma,
Geçmişi tamamen geride bırakmayı seçmiyorum
Kendi özümün, onun ardından giden sefil davranışını izleme amacıyla
–sıradan bir genç gibi–
Ama hâlâ kendi içimde talep edecek kadar küstah ve kibirliyim
Kâbusların ve rüyaların olmadığı bir geceyi.
Yağmurlu bir günde, eğer çoğu şey yolundaysa
Senin köprüdeki kayıp kızın olmaya hevesli bir şeyim.
Olmamı istemediğini bilmeme rağmen..
Ama, çoğu şey bugün yolunda değil, ve çoğu zaman da
Onun beni (..) şekilde acıttığını gördüğünü biliyorum, sadece daha fazla
Bu yüzden dünyalar, anılar, bilekler ve tatiller uyduruyorsun.
Sadece dikkatimi dağıtmak için
Benim bazı sık düşüncelerime odaklanmamı engellemek için
Ama bu senin ferasetin içinde değil, bunun benim başka bir şeyi görmemi sağladığı
Sen istemesen bile..o kız olmama ihtiyacın var. Bu yüzden uğraşıyorsun,
Heyecan verici hiçbir şey olmayan yarınlara uyanmak stabilizörüm olmak için
(Kâğıt okunamaz hâle gelmiş)
Benim hastalığım seninkinden daha kötü bir şey
Ben, kendi gözlerimdeki bakışı tanımıyorum artık, ve eğer benim kadar hasta olsaydın
20
Bütün fenomenlerin tanıdık bir anlamda titrediğini bilirdin
Zamanın bakışından öldülüğe eşit olan bir anlamda
(.) Üzerine düşünmeyi gereksiz görüp bundan kaçınmayı savunuşunu dinledim
Ufak bir çocuk olmaya çalışıyormuşsun gibi
Ama bu onların çoğunun sadece sinir ve doku yığınından oluşan
Bir süprüntü olduğunu düşündüğün gerçeğini saklayamıyor.
Tıpkı benim de düşündüğüm gibi
İnsanlar hakkında sevmediğin şeylerden biri, onlar hakkında yeni şeyler öğrendikçe
Öğrendiklerinden sevecek tek bir şey bile bulamamak,
Aksi durumunu hatırlayamadığın bir patikaya dönüşmüş olması olduğunda
Şu an benim olduğum noktanın yakınlarındasın demektir
Ama hâlâ yaklaşmana çok var bir şekilde.
İşte bu an geldiğinde yapmanı istediğim bir şey var
Yapacağına şimdiden söz vermelisin–öylesine olmayan sözlerinden birini–
!Lütfen intihar etme Elodie, 04.09.2001
Ölümünün ardından, bir zamanlar onun gibi başkalarını aşağı gören, kibirli
biri olmuştum. Elimde olmadan. Ama sonra bu yüzden birçok bakış açısını
kaçırdığımı fark ettim. İşe yaramaz olsalar da oradalardı nihayetinde, öyle devam
etmek Elodie için sorun yaratmamış olsa da (eminim hiçbir bakış açısını
kaçırmıyordu o) benim için çok yanlıştı. Bakış açılarının nelere hükmedebildiğini
gördüğüm için onlardan aşırı derecede korkuyorum. Bu yüzden herhangi birisini
bilinçli olarak gözden kaçırmam benim yapamayacağım kadar ben–dışı.
Sana bir cevap yazmak istedim, ama bunu yapmakta bir anlam göremiyorum
..hâlâ..uydurabilirim..tıpkı eski zamanlarda yaptığım gibi.
Bir kilise faresi kadar sessiz..sen hareket edersin, sen beklersin
Ta ki soğuk boyutlar senin non–discernity içine hasta düşene kadar
Senin özünü içeri almadan..Tene ölümler saldığını her gün görür gibi olurdum,
Korkutulmuş bir akıl hastasının ne kadar ileri gidebileceğini merak ettiğinden
21
Durmamayı seçtiğin her düşünceye düşüşünde
Gördüğümü fark etsen bile (eminim unutacağımı sanmıştın, yazını bulana kadar)
..ama hatırlıyorum..Nefesi almanın (vermenin değil) sürekliliğinin virtüel olduğunu
Ne kadar empoze etmeye çalışsan da şu an.
Kalender–meşrep ve çapaklı gözlerin,
Yanlışlıkla kapanan tüm demonstratif yaralarını anlamamak için direnirken
Kentin bütün tenha köşelerinde tek gecelik anılar yaratıyor kendi başına
(.) Vücudum dememi bekledikleri şeyin üstüne saldırmış
Tüm bu sargı bezleri..yara bantları ölülüğün arkesi kadar inatçı değiller..
(i am not “in” vainness..i am “in vainness”)
2011/09/04 – 03:32
22
Yazısız Mezar Taşları ve Ev Perdeleri
23
herhangi bir şey yazıldığı an, o, artık mezar–taşı–olmasını, birisinin–mezar–taşı–
olması ile değiştirir ve artık o mezar taşı ne kadar nefes alırsa alsın kendisinden
değil ait olduğundan söz etmeye başlar. Ve aynı nedenden dolayıdır ki mezar
taşları üzerine yazılmış herhangi bir yazıya bakıldığında orada hep bir insana–dair
olma durumu, insandan–dolayı olma durumu kendini belli ediyor olacağından; bu
yazılar da mezar taşlarının özsel kökenini arayan yol için bir engelden fazlası
değildir artık. Nasıl olsa onların içinden ihtiyaç duyulan çekip çıkarıldığı için
bunun dert edilmesine gerek de yok. Burada tabi ki şu hemen söylenebilir: “Bir
mezar taşının varoluşa gelmesinin nihai anlamı ve amacı birisinin mezar taşı olmak
olduğu için onun özsel kökeni de tam da buradan yola çıkılarak aranmalıdır.” Bu
gerçekten de haklı bir bakış açısıdır ve eğer bu yoldan gidebilecek kişi birisinin–
mezar–taşı–olmasına bakarken tamamen yoldan çıkıp mezar taşlarını bırakıp o kişi
hakkında düşüncelere dalmamayı, ağlamamayı başarabilirse gerçekten bu yol da
bahsedilen o özsel kökene götürebilir. Ancak ben o kadar sağlıklı bir zihne ve
psikolojik yapıya sahip olmadığım için o yoldan gidemeyeceğimi biliyorum, ve şu
da söylenmelidir ki bu yolların biri diğerinden daha nihai olabilse de hiçbiri salt
anlamda nihai değildir bu yüzden herhangi bir yol seçilebilir. Ve en önemli olarak
şu da bilinmelidir ki çoğu şey için şeyin varoluşa gelmesi ile varlığı arasında çok
sıkı bir bağ olsa da bu durum bence mezar taşları için söz konusu değildir çünkü
mezar taşlarının varoluşunun özü hem kendi varoluşsallığına hem de
varlıksallığına ihanet etme, ona ters düşme, aksi yöne gitme üzerine kuruludur.
Ölüm ve yaşam arasındaki o sisli uçurumun sınırında olan ve buradaki herhangi bir
şeyin orada–olması durumunu ve neliğini orada olarak simgeleyen herhangi bir
şey için de durum böyledir. Bu bölgede tüm şeyler hem ölümü hem de yaşamı en
açık ve net şekilde gördükleri için –ama yine de sis içinde olmaları da etraflarını
sardığından– kendi oluş hâllerinden korkarlar, bu da onları bazı açılardan (özellikle
yolda ilerlemek isteyenler ve yolun kendisi için) güvenilmez kılar. Bu yüzden eğer
amaçlanan özsel kökeni ise mezar taşlarının varoluşa gelmesine ya da varlık içinde
olmalarına tam olarak inanmamak gerekir yolda.
Mermercinin dükkânının önündeki yazısız mezar taşının karşısına bir
sandalye çekip onunla bakışıldığında yolda olan kişi ister istemez ona sorular
sormaya başlar –cevap vermesini gerçekten umarak– eğer benim gibi acemi bir
yolcu ise o sandalyede oturan ilk sorduğu soru “sen nesin?” gibi yanlış bir soru
olur. Bu soruya birçok cevap gelir ama bunların hiçbiri yazısız mezar taşından
değil soruyu soranın kendi kafasında ona atfederek yarattığı cevaplardır.
Sandalyede oturan içine düştüğü bu hayali yanılsamanın farkına vardığında –ki en
az bir saat geçmiştir bunun farkına varana kadar– ne soracağını bilmediği için
aklına gelen en yakın şeyi dillendirir: “Sen kimsin?” Ve ortalığı bir sessizlik
kaplar. Ama sandalyede oturan bu sessizliğin soruya karşılık düşen hiçlikten dolayı
olmadığını fark edecek kadar rahatsız olmuş durumdadır. Hava artık daha yavaş
devir–daim olur, bazen akmaz bile [rüzgârın duruyor olması düşünsel–mantıksal
olarak ilk bakışta imkânsız gelse de şimdi bu deneyimlendiği için artık nasıl olduğu
işaret bile edilebilir]. Havanın bu birkaç dakika için duraksaması yazısız mezar
24
taşının soruyu duyduğunda sebep olduğudur, çünkü beklenmedik, boş anında
yakalanmıştır. Daha sonra zaman biraz geçince hava tekrar eski hâline döner ve
elinde hâlâ bir cevap yoktur ama artık bir adım atmıştır. Elinde cevap olmamasının
sebebi ne mezar taşının üstünde bir şey yazmıyor olması (ki daha önce de
söylenildiği gibi bununla mezar taşının kendisi arasında kökensel bir bağ yok,
oradan çok uzakta bir yerde duruluyor) ne mezar taşının cevabı bilmiyor olması –ki
çok açıktır ki biliyor– ne de mezar taşının konuşmaya ehli olmaması –ki böyle
değil– durumu. Bunun tek bir sebebi vardır. Mezar taşı kendi olduğu şey olmasının
ve nerede kök saldığının farkındalığında olduğundan (bunu ona o sisli uçurumun
mekânsallığı verir) soruyu soranı yani sandalyede oturanı umursamaz, onu aşağı
görür, muhatabı olarak kabul etmez, ona cevap vermeye tenezzül etmez. Çünkü
ona göre sandalyede oturabilen ya yaşamdan ya da ölümden gelmiş olmanın ona
eşlik ettiğidir. Bu da onun, karşısındakini aşağı görmesi için yeterlidir çünkü
gerçekten de ölüm de yaşam da o kendi aralarındaki sisli uçurumdan daha aşağılık,
pislik yerlerdir.
Bu durumdaki sandalyede oturan için yapacak pek bir şey yoktur. Orada tek
başına otururken artık ne yaparsa ne söylerse söylesin yazısız mezar taşı onu kaale
almayacak ve onunla konuşmayacaktır. Peki, bu noktadan sonra ne yapılabilir?
(Aslında en basit düşünmeyle bile bu bulunabilir ama insanlık kendi tarihini
yazmaya, basit düşünmeyi bıraktığı ana yakın bir zamanda başladığı için hemen ilk
anda akla gelmeyebilir ne yapılacağı). Çözüm basittir. Yazısız mezar taşının
karşısına kendine muhatap alabileceği bir şey, birisiyle tekrar çıkmak ve merak
edilen o özsel kökeni o muhatap aldığı kişiye sordurtarak yazısız mezar taşı ona
cevap verirken yapılabildiği kadar kulak kabartıp cevabı duymaya çalışmak. Ancak
burada şöyle bir sorun kendini belirtir. Yazısız mezar taşının kendine muhatap
alma ihtimali olanlar yine onunla aynı mekânsallığa sahip olanlar (o sisli uçurumun
diyarındakiler) olacağından onlar da mezar taşının yaptığı gibi kaale
almayacaklardır karşısına ölümden ya da yaşamdan gelmiş olanın eşlik ettiğini. Bu
yüzden kabul etmeyeceklerdir yolda olan ne söylerse söylesin, duymazlıktan
geleceklerdir. Peki, o zaman ne yapılabilir?
Varlığa dair az çok bir şey bilenler onun katmansal yapısından haberdardır.
Bu katmanlı durumun sınırı yoklukla çizili olduğundan oluş içinde kalan her şey
kendi düzlemsel yapısını, düzlemini ve düzlem olmasını bu katmanlaşma içinde
yansıtmak, kurmak, inşa etmek, nefes aldırmak zorunda kalır. Varlığın verilmiş–
olma durumu ve kendisiyle bu kadar sık bir ilişki ağı oluşturması da buna bağlıdır
ve bu yüzdendir zaten. İşte bunu bilen yoldaki artık gözünü başka bir yere diker,
belki yazısız mezar taşının diyarından olanı onun karşısına ikinci sandalyede
oturtamasa da mezar taşının onu gördüğünde kendi türüne bir sebepten dolayı
yakın hissedeceği, onu kendisiyle aynı yerden olduğu için değil ama kendisine bazı
açılardan benzediği ve acıdığı için muhatap alacağını oturtabilir o diğer
sandalyeye. Sadece eğer bulabilirse buna uygun, böyle bir şeyi, birini. Bunu
ararken kullanılacak kriterler nedir peki? Ne aranıyordur şimdi? Yazısız mezar
taşına kendisini anımsatacak olan aranıyor. Yazısız mezar taşı nasıl peki?
25
Hakkında iki ufak şey biliniyor. Birincisi, oluş–içinde–olma ortamının, bir–
şeylerin–arasında–olma olduğu (ölüm–yaşam) ve diğeri de soru sorulduğunda
cevap verebileceği halde bir sebepten dolayı cevap vermemesi.
..sanırım ikinci sandalyenin sahibi belli oldu: Ev perdeleri.
Ev Perdeleri
Her ne kadar ev perdeleri, modern zamanlarda pencerelerin camların önünde
duran, kullanımına uygun olarak, istenmediğinde kapatılıp güneş ışınlarının ya da
başka insanların bakışlarının evin içine girmesini engelleyen; istenildiğinde
açılarak dışarının, dışarısı olarak dışarının, ferahlığının evin içine geçmesine izin
veren nesneler olarak görülse de aslında perdelerin perde olması bu sayılanlardan
çok daha öte ve fazlasını içinde saklar, üzerinde taşır. Bu sayılanlar hiç kuşkusuz ki
perdelere dair bir şeyler, hatta önemli bir şeyler, söylemektedir ancak bunlar
temelde perdelerin özüne ait olanların üzerindeki mantıklı, pragmatik, gerçekçi,
olgusal bilgilerdir. Perdelerin kendilerine dair daha özsel anlamları görmek için
bunların yanı sıra daha başka yerlere de bakılmalı.
Burada sanat, insanlık üzerinden bir simge yollayarak o başka yerlerden
birini işaret eder. Sahne perdeleri. Özellikle de tiyatro sahnesinin perdeleri.
Bilindiği üzere tiyatrolarda gösteri bittiğinde –ya da bazı yerlerde gösteriye ara
verildiğinde ya da sahneler arası geçişlerde de– perdeler kapanır. Burada perdenin
kapanışının simgesel bir gönderimi vardır ve bu gönderim, arkaik olmanın yanında
perdenin özüne dair de bir şeyler söyler. Perdeler çok açıktır ki oyunsal olan ile
günlük gerçeklik arasında durur. Perdeler kapandığında perdenin kapandığını
gören sadece gösterinin sona erdiğini ya da gösteriye ara verildiğini algılamaz. O
artık, perdenin işaret ettiği şekilde, oyunsal olanın varoluşunun sürmediğinden
haberdar edilir. Sahnede söz gelimi Hamlet‟i oynayan oyuncu sadece perdeler
kapanana kadar Hamlet‟tir, perdeler kapandığında o sahne arkasına geçip
kostümünü çıkarırken içkisinden yudum alan ve kendi performansını kendi
kafasından değerlendiren veya ne kadar yorulduğunu ama zevk aldığını düşünen ya
da günlük kendi hayatında ne sorunu varsa (eşiyle yaşadığı sorunlar, borçları vs.)
ya da güzel olan şeylerle (akşam eve döndüğünde eşiyle paylaşacağı yemek ve
anlar vs.) zihni onunla meşgul olmaya başlayan bir oyuncu olur. O, nasıl perdeler
kapanmadan önce olduğu kişi (günlük hayatında doğduğundan beri kullanageldiği
kişilik) değilse, perdeler kapandıktan sonra da kesinlikle artık Hamlet değildir. İşte
perde bu birbirinden neredeyse ölüm ve yaşam kadar ayrı iki farklı öğenin
ortasındaki yerdedir. O birbirine neredeyse zıt iki farklı gerçeklik (birisi kurgusal
birisi spontane olan) arasındaki düzeni, dengeyi, geçişi sağlamak için oradadır ve
açılır veya kapanır. Bu iki farklı gerçeklik birbirine zamansız gözüküp birbirine
karışmasını engellemek için, çökmemeleri için.
Ama perdenin kendi özselliğine dair bir şeyleri sadece sanatın yolladığı bu
simge söylemez. Aynı zaman da kelimenin kendisi ve geçmişi de bu özsellik ile
ilgili bir şeyler fısıldar. Kelimenin İngilizcesi olan curtain kelimesinin etimolojisi
26
biraz kazılıp rahatsız edilirse bu kelimenin cohortem (avlu), aulaia (perde), aule
(iç bahçe) kelimeleriyle ilişkili olduğunu kusar etimoloji. İnsanlık tarihinde ilk
evlerin sadece soğuktan ve dışarıdaki diğer tehlikelerden korunmak için yapıldığı
düşünülecek olursa pencere–kapı ayrımının henüz tam oluşmadığı ve aslında
bugün perde denilen şeyin bir zamanlar bezden yapılmış ilk kapılar olarak
görüldüğü çıkarımsanabilir. Bu anlamda perde hem evin yani “içerisi” olanın
sınırını belirleyen, onu oluşturduğu kadar ondan çıkışın ya da ona girişin de
mümkünlüğünü sağlayan, hem de –kelimenin isminin eski kullanımının da işaret
ettiği gibi– avluya, iç bahçeye geçişin, yani “dışarısının” sınırını belirleyen olarak
kendini gösterir. Perde bu anlamda iç ve dış gibi birbirine neredeyse tamamen zıt
iki şeyin arasındadır (yazıyı okumaktan sıkılanları “kapı”, “geçiş”, “geçit”
kavramlarının insana–dair olmasına daha yakın bir şekilde ele alınıp işlendiği
Kafka yazılarına yönlendirmeyi bu yazıya ve üstat Kafka‟ya bir borç bilirim. Ama
o özsel kökeni hâlâ arayanlara/yolda olanlara biraz daha devam etmesini öneririm
bu adımları).
Peki, perdenin bu arada–olma hâli ki hem içeriyi hem dışarıyı görerek, ona
maruz kalarak arada–olması ve onun iki–gerçeklik–arasında olması onu yazısız
mezar taşına benzetse de diğer kriteri unutmamak lazım, perdeye soru
sorulduğunda –doğru soru sorulduğunda– cevap verir mi? Buradaki kırılma noktası
sanırım bir perdeye sorulacak ne olduğuyla ilgilidir ve bu perdenin demin hakkında
birkaç şey bulunan özselliğiyle yakından ilişkili olduğundan sorunun ne olduğu da
açıktır. Perdeye “ne görüyorsun / neye bakıyorsun?” diye sorulur. Mezar taşına
sorulduğu gibi “sen kimsin?” diye sormak vakit kaybıdır çünkü bilindiği üzere
perdeler tülden olduğu zaman bile perde–olmaklığını kaybetmezler (ki tülden–
olma durumu, ona arkasında ne olduğunu gösterme lanetini verir ki bu perdenin
olduğu şey için belirleyici etmenlerden biridir.) Bu yüzden bir perdenin özsel
kökeni onun neyi gördüğüne dayanır. Ama burada perde beklenildiği gibi sessiz
durmaz, cevap verir bir süre sonra (ki bu durum yolda olanı ümitsizliğe düşürür
çünkü cevap verilmemesini beklemektedir o): içeriyi/dışarıyı görüyorum, hiçbir
şey görmüyorum, spontaneliği/kurgusallığı görüyorum vs. Ama bu kadar çok
cevap vermesi soruyu soranı işkillendirir çünkü sanki aslında perde soran kişinin
olduğu yere göre yine soranın gördüğü şeyi söylemektedir. Gerçekten de eğer
soran kişi içeride ise buna uygun olarak, dışarıda ise yine buna uygun olarak cevap
verir perde. Yani aslında perde aslında gerçekten cevap vermez. O da yazısız
mezar taşları gibi soruyu soranı kaale almaz ve gerçekte ne gördüğünü söylemez
(çünkü içeride iken dışarıyı ve dışarıda iken de içeriyi göremez perdenin
karşısındaki). Ama o yazısız mezar taşlarının ait olduğundan daha aşağılık bir
mekânsallığa ait olduğundan soruyu sorana cevap vermemeyi sessiz kalarak değil
onunla dalga geçerek, onu kandırmaya çalışıp böylece onunla eğlenmeye uğraşarak
yapar. Bu anlamda perdeler de yolda olana asla bir şey söylemeyecek olsa bile
yolda olan artık kendini daha ikna etmiştir ki eğer perdeye mezar taşına istediği
soruyu sordurabilirse aralarında bir konuşma olma ihtimali var gözükür. (Bu
noktadan sonra artık yapılacak tek şey kulak kesilmektir. Zira perde zaten kendisi
27
yazısız mezar taşının karşısına çıkıp onunla konuşmak için can atar, çünkü
perdenin özü de varlığın katmansallığına dair bir şeyler bilir ve yazısız mezar
taşlarının kendisiyle ilişkili ama kendisinden nasıl yukarıda bir yerde olduğunun
farkındadır, ondan bir şeyler öğrenmek, kapmak isteği ile dolar içi yoldaki
niyetinin onu mezar taşı ile karşılaştırmak olduğunu belirttiğinde)
Mermerci dükkanının önündeki yazısız mezar taşının karşısına iki sandalye
çekerken yolda olan, mezar taşı göz ucuyla karşısına tekrar gelen sıradana ve
yanındaki pis, garip şeye bakar. Bu göz ucuyla bakması her şeyi başlatacak olandır.
Bir süre sonra sandalyede oturan yoldaki gözlerini kapatır diğer ikisi rahat
konuşabilsinler ve tabii ki kendisi onları daha tam olarak dinleyebilsin diye.
(Sessizlikte biraz ev perdesine baktıktan sonra yazısız mezar taşı, onun için acı
duygusu geliştirir. Onun aşağılık yapısına üzülür çünkü kendisine hangi açılardan
benzediğini fark etmeye başlamıştır. Bunu gören ev perdesi de –onun durumunda
olan herhangi bir şeyin yapacağı gibi/yapmasının beklendiği gibi– kendi
aşağılıklığının farkında olarak, merak etti–rildi–ği soruyu sorar: “Sen kimsin?”
Ama yazısız mezar taşı henüz cevap verme anında değildir. Daha yeterince
acımıyordur çünkü. Ve daha sonra ev perdesi o hamlesine sıra geldiğini düşünür ve
blöf yapıp eğer isterse o uçurumu kapsayan sisler olmadan uçurumun nasıl
olduğunu anlatabileceğini –çünkü denildiği gibi perde olmanın özü onun iki farklı
ucu görebilmesindedir– söyler yazısız mezar taşına. Aslında kendisi de bilir bunu
yapamayacağını ve yazısız mezar taşının bunu yapamayacağını bildiğini çünkü o
başka bir özde ya da varlık katmanında kök salmış halde doğmuştur ama yine de
yapar bu blöfü hiç kararsızlığa düşmeden. Bu an yazısız mezar taşı için işlerin
dönüm noktası olduğu andır. Her ne kadar farkında olsa da ev perdesinin bu vaat
ettiği şeyi yapamayacağının ve onun da bunu yapamayacağını bildiğinin, yine de
ev perdesinin bunu bilirken ve kendisinin de bunu bildiğinin farkında iken hâlâ bu
blöfü deniyor olmasını en aşağılık olarak hisseder ve bu hisle birlikte acıma
duygusu en aşkın safhasına ulaşır ve yazısız mezar taşı konuşur)
Bütün kölelerimin benden daha temiz olduğu bir terennümde
Kendini okutmayan bir kitap kadar münis geliyor bana bu mezar sanatları
İrenk eden gafletlerle dolu bir kağışlanmanın melali her tarafımı sarmış
Tahammüllerin sakifliğini hariç..
İhtiyadi olmayan bir tasvirin mülhitliğinin naraları neyi töhmet altında bırakıyorsa
Benim tevdi edilmişliğim de aynı itimatsızlıktan muzdariptir.
[ahkam kesen bir teşrinde doğmuş olmalıyım..
Yoksa nasıl bu kadar muthtelif olabilirdim kendime]
Çareler batınidir,
O an öyle icap eden yalancı şahbazlığım ise mahsus ve yosun tutmuş kokar
Senin ne olduğunu arşınlayabileceğin ya da tercüme edebileceğin bir şeyin rehaveti değil bu,
Ensemde nefesini hissettiğim bu muallak, muallaklığın özünü ona satan şey
Yoksa intikal edilebilen ya da idame ettirilen o şey–yaralanmalarından biri olsa idi
Kendisinden satın almak için sunduğum/verdiğim tüm mahalleri
Böyle kolaylıkla suratıma çarpamazdı..
–tembihliyorum kendime..savsaklıyor beni..sökün ediyor gibi oluyorum..
Tedavülden kalkmama– (nihayet–telef–olan‟ım) (.)
28
(Herhangi bir mezar taşının özsel kökeni –ya da kökensel özü, zira bu
raddede aralarındaki ayrım çoktan yok olmuş halde zaten– kaybolmuştur ve onu en
ve asla bulamayacak olan mezar taşının kendisidir. Ve artık mezar taşının geride
kalan salt kendine ait olan özü kendini bu artıktan dolayımlayarak inşa etmeye
başlar ve bu inşa bitince de etrafta mezarlıklarda ya da mermercilerde görülen
mezar taşlarının ondan yapılacağı/ondan şekil alacağı madde hâline getirir kendini
mezar taşı. Ve bu geçmiş hikâyesi yüzünden de mezar taşları ölüm ve yaşam
arasında olmaya uygun düşmüşler olarak o sisli uçuruma götürülür/o mekânsallığa
iye edilir/oraya “taş”ınır varlık tarafından. En başından beri yolda olan durabilir
artık. Aranılan şey bulundu çünkü. Bu yolda bulunabilecek tek şey, sonradan “o”
olmuşsa da artık mezar taşının bile anımsamadığı bir, çoktan beri “o” olmuş
olandır.)
Sandalyede oturan gözlerini tekrar açtığında mermer ustasının ve çırağının
ona bakıyor olduğunu görür. Yolda olan tam olmasa da artık aradığını bulmuş bir
halde sandalyeleri yerine geri koyup gitmeyi düşündüğü sırada mermer ustası
perdeyi çırağa uzatıp üç tane çay ve bir sandalye daha getirmesini söyleyip oturur
diğer sandalyeye –çırak içeri gider hızla, belli ki ustasının yapacağı konuşmayı
merak etmektedir. Yolda olan ise, mermer ustasının şimdi mezar taşları ile ilgili
uzun ve sıkıcı/insanlığa dair–daha önce kesinlikle duymuş olduğundan emin
olduğu– bir konuşma yapacağını düşündüğünden konuyu herhangi birinin üzerinde
pek uzun konuşmayacağı şeye nasıl dönüştürebileceğini planlamaktadır çoktan.
Usta çırağının gelmesini beklerken hiç konuşmaz, arada yazısız mezar taşına bakar
ama pek öyle hakkında bir şeyler düşünerek bakma olmadığı bellidir bunun. Bir
süre sonra çırak da sandalyesinin üstüne üç tane çayı koymuş halde gelir. Ve daha
usta ses çıkarmamışken olsa bile yazısız mezar taşı yine o tepkiyi verir. Boşta
yakalanmışken “sen kimsin?” sorusu sorulduğunda verdiği tepkiyi. Hava yine
devir–daimliğini elinden bırakır.
Doğrusunu söylemem gerekirse ustanın ne konuştuğunu pek hatırlamıyorum.
Çünkü o an dinlemek içimden gelmiyordu ve başka şeyler vardı kafamda. Ama
yine de konuşmasının bir sırasında (belki de sonunda emin değilim zira oradan
ayrılana ya da eve dönene kadar kafamdaki şey beni meşgul etmişti) şunu söylemiş
olduğunu sanıyorum:
“Bazı mermerler ya da taşlar diğerlerine göre mezar taşı olmaya, yani kendi
olmaya daha çok direnir, hatta o kadar ki bazen hiçbir mermer ustası o maddeye
mezar taşı formu veremez ve bu form verme uğraşı sırasında taşı heba
eder..çünkü..ve bazen de..Bazı mezar taşları (öyle sonlanmış olsalar bile) en
eskiden oldukları şeyi anımsar ve bir mezar taşı olmak yerine ve onu olmaklığa
devam etmek isterler. Ve bu anımsama ve direnme onlara kendi özlerinden,
kökenlerinden kalan, olmaklık içerisinde taşınarak gelmiş tek şeydir.”
2012/02/05 – 00:17
29
Daha Az Seyahat Edilmiş ve Hiç Gidilmemiş Yollar Hakkında
2012/02/18 – 04:47
30
Rised Above the Vile
31
(birkaç saniye sonra sembolizmin yeri kalmayacak)
O kadar da yeni olmayan new kyrios peşinden gelmiş..
Yorumsanmamış bir inziva yapıntısına soğuyamayacak kadar
İntifa ve irtifak hakları konusunda kafası karışmış bir şekilde..senin gibi
2011/05/22 – 01:16
32
House of Tenar (ve İçinde Uyuduğu Sıcak, Kırmızı Şarap)
33
zavallılığın eğer yapabilseydi yapacağı gibi. Birilerini özlediğimi görmek güzel.
Nasıl olduğunu bilmesem de birkaç saniye için bu evde –ya da bu evin simgelediği
ve Tenar ve Sen‟in aynı kişi ya da kendileri olarak içinde bulunduğu herhangi bir
evde– yapılan iğrenç şeyleri düşünmemek de öyle. Her ne kadar yapamayacağımı
söylesem ve buna inansam da sanırım gerçekten isteseydim çoğu şeye rağmen –ki
bunların başında güçsüz bir egoya sahip olmam var– sahih bir arkadaşlığı devam
ettirebilirdim ya da baştan kurabilirdim. Ancak şu var ki ben ne olursa olsun ya da
ben ne olursam olayım ya da karşıdaki affedilmeyi gerçekten hak etse ve
affedilsem bile kendine özgün ve has hikâyeler böyle durumları içermez. Daha
önce hiç okumadığım gibi okusaydım da sıradan bir hikâye olduğunu düşünmekten
kendimi alamazdım. Bu yüzden aslında artık farkına varılmalıdır ki buradaki sorun
ne ben, ne benim, ne ev ne de evin sakini. Buradaki sorun –ki bu bazı sorunlar gibi
çözülemezdir ve sadece bırakılması gerekir– özsel hikâyelerin insanların değil ama
karanlıktaki gölgelerin düşündüğü yerlere gitmeyi istediği ve bu hikâyelerin asla
birlikte, arasında yürümediği insanlar hakkında konuşamadığıdır. İşte Sen‟in de
Tenar‟ın da (ki bunlar aslında hep aynı ve tek kişi idi sanırım) –ve o evin de tabi–
bana zaten bildiğim ama tekrar sonsuza kadar öğrettiği şey bu oldu.
2012/03/12 – 00:37
34
Yanlış Uvertür (Deborah’nın Sessizliği)
35
bugün seni gelirsin diye ama sanırım tekrar dışarı çıkmaya alışma sürecinde
uyuyorsun eve gelince) eğer istersen tekrar telefon kullanmaya da başlayabilirim
ama yüz yüze görüşmek..aldığım nefesin bu tür bir hayata harcandığını görmek
tiksindiriyor kendimden..elimde olmadan odam dememi bekledikleri bu yerden
tüm gün boyunca hiç çıkmadığımı fark ediyorum karardığında etraf..sadece yalnız
kalmak istiyorum..daha fazla bir şeyler yazmam gereksiz..belki ileride görüşürüz
tekrar ama yakın bir gelecekte kendimde o gücü görmüyorum..umarım konuşuruz.
2010/03/03 – 00:17
Biliyorum, senin için bu hâlim mutat bir dışlanmışlığın katlanılabilir götürüsü olurdu hep
Benim için ise,
hangi masa olduğunu anımsayamamak kadar müptedi o kokunun revan olmuşluğu,
Yazılmamış bir trajedi gibi..korkutucu
görünmeyen uzakların sonuna..Denizlerin tensizliğine..Buraya..benim olamadığım bir yere.
(.) Olduğum şey her ne ise artık berdevam..
Ama hâlâ bu uykusuz paradigmaların kaymasını engellemenin layığının aşağısında olanım..
Hele ki içimdeki kanare bir şey tökezletiyorken karanlığın boşalan soluğunu
Kendisine ruh denmesi onun benim için yüzleştiğim kanayan bir beis olmasını yırtar mı?
Asla. Bir de seni dinliyorum, orada kendi hâlinde yalan olmadığı sürece güzel bir şeyler
yaratacağına inanmak isterken birazdan titremeye başlayacakmış kokan bir tavırla
konuşuyorsun..sorun olan bir şeylerini bulmak herkesleyken olduğu gibi, kolay. Bu yoldan
gidemiyor olmamı ister etrafımdaki çoğu şeyin beni kendisine yöneltecek kısımlarından
yoksun doğmama bağla ister yalnız yaşayıp ölmekten korkmanın üstesinden gelemediğim
için attığım tersine adımlara..ama en az ben yokken olduğun bu yeni sana duyduğum
yabancılık kadar nasıl yaşadığını umursayamadığın gerçeğinin de üstünü zar zor örtmüş
olursun sonunda..
Senin için inşa ettiğim bu kemanların yanmasını izlemek
Hangi günaha âşık hissettiriyor kendini tahmin edebiliyorum
Artık yazabildiğini de bu çoktan bitmiş melodiyi,
İpeksi sağırlığın tüm etrafa yavaşça ağarken
–kabul ediyorum hâlâ hırsız olanım–
Kotorize edilmiş bir uvertürüm, yanlış..Duvarın ne tarafında olduğum önemli değil.
Tek seferlik ziyarete gelen bir gezginin odada geride bıraktığı yazıya konuşur
gibi konuşmalı bazen sanırım. Kokunun dekoltesinde bileklerim yanar, sadece bir
sonraki rüyaya ulaşmayı sağlayana kadar. Daha sonra ilk önce ses ve ışıklar
uyuşur, sanki asırlardır aynı yatakta hareketsiz yatmışlar gibi (bu noktada varlık
kendi içindeki tüm yarı–tanrısal kahramanları defeder, kovar kendine gelebilmek
için) sonra mekân korkudan bir yere saklanır zira uyuşma sırasının ona geldiğini
bilecek kadar her yerde olmuş ve görmüştür çoğu şeyi. İşte bu an eğer yeterince
36
şanslıysa ve yalnızsa, karanlık izin alır zamandan. Hükmetmek, tüm o kovulma ve
uyuşma yüzünden içi boşalanı doldurmak için. Zamanın buna izin vermesini her
şey tesadüfü ya da anlık olarak yorumlar. Ama aslında öyle değildir. Çünkü hiçbiri
tahmin etmez ama eğer karanlık devreye girmezse o boşalma işinin ucu zamana
bile dokunabilir. Birden gözlerimin tavana baktığını fark ederim. Soluma dönerim
hiç düşünmeden, kendiliğimden. Duvarda senin uykun asılı. Artık bileklerim
yanmaz hiç. Senin, bana ait olmayan anıların bedelini ödetmeye çalışan
hatırlayamadığım bengi bir sesten ibaret olmadığını biliyorum..ama yanılsamaların
insanın yüzüne yapışan maskeler gibi olsa da senin hikâyende yerim olmadığını
çalan şey bu değil..
Yanındayken mutsuzluğumun değişmiyor olması...gerçek sessizliği istiyor olmam
(.) Ben bırakıyorum..
Seni sevdiğini söylediğinde
Artık kendime inanmamın evsiz bir köle gibi hissetmeme sebep oluyor olması.
2010/09/11 – 02:57
37
Rebecca’nın Deniz–Diyarındaki Haunted Monologlar
Belki de hâlâ görece genç olduğum içindir ama o tür cümleleri şu ana kadar
pek kuramadım ve nasıl kurulabileceğine dair birkaç zayıf tahminim olsa bile,
hiçbir zaman bu sanatı öğrenebileceğimi sanmıyorum.
Ama bir keresinde gördüm. O tür cümleleri kurabilen birini, Rebecca‟yı
Çürümeden anılaşmayacak spesifik bir uzay–zaman ve
Mat bir yuvar ile işaretlenmiş tuhaf bir polinya
Rebecca’nın kendisine iyi davranmak için seçmeye çalışırken
kararsız kaldığı iki tecelli bunlar
Siyah bir boyutta batmış sarmal zaman tayfı..her seferinde olduğu gibi, çirkin
Ama bu bir büyüteç kadar tekdüze, soğuk deniz
Saatin çarklarındaki alazlanmış tüm kararsızlığı çevsizliyor.
Gelgitlerin sadece altı saatliğine izin verdiği toprak yolculukları da
Gerçekler konusunda tutumlu davranma yanılgısını seçiyorlar
Denizle eş seviyede olan her ölümlü sembolün hayatı boyunca en az bir kere yaptığı gibi..
(.) Öyle sembolleri ki, kendi ruhlarındaki yivlerin resimlerini çizebilen kadim çobanlar ile
Tüm berketilmiş tinsel meduzaların
Korku içinde orun olarak görüp kabul ettiği deniz fenerleri
Birbirini tahmin edilebilir kılmaya çalışmıştır asırlarca, onlara sahip olabilmek için..
..Öyle bir toprak yolculuğu ki,
Kötü bir ekinoks için geçmişi ve şimdiyi aynılaştırabilme yetisi bahşedilmiş,
Soluk alan bir menfez görebilirsin bu yolculukta.
(.) On–iki sene sonra dönüş..
Üzerine uyuyup unuttuğun hikâyelerin kadar kaotik, sessiz, bu rıhtımdaki adımların.
O hikâyelerden birini hatırlıyorum..bir kudas histerisine dönüşmekten kaçınmak için sadece
yağmur yağdığında seyahat eden yolcular hakkındaydı..
38
That always dine alone.
Kendi ismini önemsemeyen bir denizcinin iskambil kağıtlarıyla tek başına oynamak..
Eğer başka biri olsaydı, sintinedeki alınmayı bekleyen mesuliyetler belirliyor olurdu
Tayfaları ve onların ölümlülüğünü, eğer başka birinin mazisi olsaydı,
Sarnıcı dolduran bu baştan savma sunuların kullanmadığı insiyatifler
Belki söz sahibiydi şimdi
Tüm bu sıkıcı devranın nedenselliğine üşüştüğü sahte korelasyon gölgesi üzerinde
–dümenin gölgesi?–
Rebecca bu elli–iki kartın neden zihnen dengesiz davrandığını biliyor
–hiçbir mavna kurtarmak için yaklaşamayacak asla–
Kozalakların evrenin sonunun gelmesine sempati duyduğunu düşündüğün delüzyonların
eski fotoğraflara bakmak ile yakın bir arkadaşın mezarını ziyaret etmek arasındaki fark gibi..
“Düşüyor” ikisi de..
Cennet kapısından içeri alan melek ile yollar ayrılmadan birkaç anlık
konuşma gibi bu monologlar..Gümüşü kuşatan sağırlık adımsasın o kendi
mekânından kovulmuş tinleri. Cennet yürüyüşleri siyahın karanlığa sattığını geri
alacak bu tavan–arası ritimlerle (ve en ufak bir deniz sarhoşluğunun bundan haberi
bile olmayacak). Kucak açsın dileyen o koku olamayan anılara. Burada başka bir
uykusuzluk hüküm sürüyor. Yakınma, bir dağ olmak için çok uzakta. Yakındayken
de bir şiir tozundan görünmez ki orayı mesken–bilmişlik (nasıl da bileğini koruyor
varlık bak, neredeyse yaşamak istiyor diyeceğim). Adımsanmak rayına yerleşiyor
hiçliğin. Ben seninleyken geriye kalanlara sağırım. Yürüyorum cennette sadece.
Yanında.
Bu, tekrar canlı hissetmek için değil..ya da o güzel anıları son bir kez daha yaşamak
..Rebecca fikrini değiştirmeyecek –ve onun aklı çoktandır paslı bir teneke–
Yıllar geçtikçe, onun manası vuku bulacak.
Bu sahibi belli salıncakta rol yaparcasına sallanırken, asıl yaptığın
Ölmüş bir sembolü hatırlanması kolay bir sanrıya gömmek..bir ateistin yapacağı şekilde
Bir deniz fenerinin kimlik bunalımı..önceden–sezilebilirliğe yakınsamanın sonunda
Ve geriye kalanın kabul–edilmeyişinin..
Sanırım Rebecca‟nın toprak yolculuğu tam olarak bu noktada bitmiş olmalı. Unbalanced.
2011/08/01 – 02:51
39
Isırık–İzleri ve İçe–Doğma (Lizbeth ve Bethany’nin Hikâyesi)
Lizbeth bugün beni ısırdı. Ona son zamanlarda ne oldu anlayamıyorum. Eskiden ne kadar
da zarif, düzgün ufak bir kızdı. Sonrasında dudaklarını bile yaladı. Bu yeri terk etmeliyim.
Mary Turner
(Ama biliyorum, Lizbeth buraya gelmek için başka bir yol kullandı)
40
Bundan seneler önce, o henüz buranın varlığını bile bilmiyorken ben
buradaki mezarlardan birini açmıştım. Ölüler gerçekten dedikleri gibi huzur
bulmuşlar mı diye merak içinde olduğumdan. Bunun yüzlerinden okunabileceğini
düşünürdüm o zamanlar. Sonraları bu yanılgıdan uzaklaşmış olsam da tam olarak
onun içinden çıkamadığımın hep farkındaydım. Şimdi tekrar dönünce buraya, artık
sadece havaya kendi akışkanlığını kaybettiren bu herneise‟nin sanatını..en
sonunda..sadece seyredebilirim.
Ölümün mekânı ölünün mekânıdır.
Şu an geri dönüp ayakta durduğum,
Bu içinde benim için hiçbir şey olmayan insafsız bahçe..bu masal, Lizbeth‟in kokusu..
Onun hiçleşemeyecek kadar yok varlığına basıyorum..
I am, silenced her..when, for and whilst in her non–tactile lair..her dining table
...evil will never realize what it ate..
(.)
Bethany bu masalın nasıl bittiğidir..cahil, bengi, durdurulamaz bir bilgi ikazı
Ve Lizbeth..o; egziste–olmanın, egziste başladığı (yer ve eyleyen olarak) kabustur..
...ve ısırmaya.
(.)
Bu yüzden şöyle derler hayali olarak..
bu; ölülerin, yaşıyor olanların, ölüyor olanların ve yeni–doğmuşların masalı değil!
...
Tüm bu boş ninniler ve suskun hayaletler etrafında asılı–süzülerek daireler çizerken
Bethany’nin yalnız sayfiyesinin ve Lizbeth’in gececil uçurumunun.
2011/11/05 – 05:49
41
Yüzü Asık Kızın Gölgesinden (Fiona için bir Beckoning)
Bazı sabahlar, eğer yeterince hasta uyanmışsam kahvaltı bitene kadar âşık
olduğum bir eski sevgilinin hayali bana eşlik ederdi masada. Aslında herhangi
birini bir daha asla görmek isteyemiyor olmama rağmen çoğu zaman eski
sevgililerime hâlâ aşığımdır (ya da kandırılıyorum kendi–m– tarafından). Ama
onun bana eşlik etmesi nedense hiç rahatsız etmezdi. Hatta itiraf etmeliyim ki bazı
sabahlar uyandığım ilk an istediğim şey, onu masada görebilmek de olmuştur –
birisine kahvaltı hazırlamayı seviyorluğumla alakasız ama bu– ancak yine çoğu
zaman yaptığım gibi tek taraflı düşünüp konuştuğumdan bir şeyleri kaçırıyordum
sanırım beni ziyaret ettiği bunca sefer. Çünkü bu sabah masaya oturmak (ki bu
davranışı o masayı benim masam kılardı) yerine belli bir uzaklıktan bana ara sıra
bakmayı tercih etti [ki tek başına kahvaltı yapmaya ne kadar çok aitsem bir o kadar
da kahvaltı yaparken birisinin bana katılmayıp uzakta durmasından nefret ederim].
Emin değilim ama sanırım bu son seferdi. Artık beni ziyarete gelmeyecek.
Kendi varlığının bile lüzumsuz gördüğü, bedbaht bir öğleden sonra
Utancından geri içeri sürünüyor..berraklık dileyen bir merhamet vardiyasının sonu gibi.
Geriye kalan gün çirkin..Günün geriye kalanı ise rehnedilmiş bir dilekten fazlası değil.
–herhangi bir çocuğun herhangi bir doğum gününde aklına gelmeyecek,
gelmemesi gereken türde bir azatlık dileği–
(.) ama yine de bunu diledi..ve şimdi her şey kötü bir anlamda klasik
Her şey uykuya yabancı artık.
–Onu dışa çıkarmaya asla muktedir olmayacağım..ama ben, onun tamamından dışa çıkacak
Tıpkı onun yaptığı gibi..ve bir gün onunla gerçek dışarıda buluşacağım.–
Çünkü kayıp bir inci‟den bahsetmene rağmen..
Bu her zaman, hakkındadır –ve en çok eder olandır bu–
Kavkın üzerindeki ufak çizgiler tarafından yaratılıyor olmakta olan desensel–örüntülerin.
(.) Siyahı sevmek ile renkleri terk etmek arasındaki ayrım tekrar inşa ediliyor..
42
Daha sonraları iyileşiyor olmanın çok daha üstüne, ötesine çıktı. Ne zaman
onun şarkılarını dinlesem ya da sözlerini okusam, onunla aynı dönemde yaşıyor
olmanın benim için ne büyük bir şans olduğunu ve bundan ne kadar çok onur
duyduğumu tekrar anımsıyorum.
Kelimeler kendi yolunu ve içerideki yerini bulur..ben sadece onları kağıda dökerim
Fiona
Trajediler ve kederli sanatlar, son–bulmadan daire çizen bir chiasm‟ın tract‟ları gibidir
Hangi noktada olduğun fark etmez, eğer yeterince yürürsen, bir kavşak çağına gelirsin
Trajedileri sanata dönüştürek..onun yaptığı..onun, yapmakta en iyi olduğu.
O, sevme‟de en iyi
(onun nasıl aşka düştüğünü duydum)
(.) Henüz daha tanışılmamış varlıklara vahiyvari, küfelik aşk mektupları yazıyor
Kendine bir ruh adandığının farkına varan bu meşale kapıları..
Ama ait olmaktan çıkamayacakları bu kamburlaşmaya meyilli sokaklardayken,
Hiçbiri onunki kadar güzel, edvarımsı libaslara sahip olamayacak asla
[ve o, çoğuna nihan duran afak..o esriyen rayihalığın seyri..
Duyuyorum, senden başkasına açılmıyor..isar olmuyor]
–üstatlarımdan birisin sen de artık–
Sözleri anımsanmayan bir kış ayini duası gibi bu ayna. Elinde kış tutan bir
büyücü. Uzaklaşıyor sadece bir melodinin tahrip edebileceği kapı–dışarılıktan
doğru. Koynum kendisine sığmayan kötü bir haber gibi davranıp takip ediyor onu.
Gece kendisi olabildiğinde neyin tininde iz çıkarabiliyorsa bu saydam ıslaklıklar da
onun kölesidir artık (kaç gün sonra özgür olacaklar tekrar? Bilmiyorum). Varlığın
paravanımsılığı köşeleri kapıyor işte teker teker. Neredeyse boynumdaki
tasmalarım dokunabilir–olmaklığa düşecek. Bu ayin ise, sen. Benim utangaçlığımı
kendisinde yaşayan kar–kışım. Tanıştığım tek büyücü. Kurtarır mısın ki beni? Sen
korkudan bir sunağa saklanmış koynumu getir kendinle. Ben de o şarkıyı ikna
edeyim. Kendini kurtararak.
Herhangi bir derin imbattan hâlâ beklediğim,
Buğulu bir tuhfenin hatırasının eksikliğini çekiyorum,
Burada tek başıma bir diğer kahvaltımı yaparken. Senin.
2011/12/10 – 06:27
43
Sığınaksızlık ve Zaman–Çanları (Violet Biliyordu)
44
sahip olan tüm bu üste çıkmışlık ise bir diğer külleşmiş uyku. Hikâyeler
duraksamıyor bile burada (biliyorum en azından bir tane şey var benim gibi
hisseden). Şiirler kendini siyahtan geri çalıyor olacak birazdan umarsız ve
iyileştirilemez bir tavır ile (başlamış sanki?). Sonul yavaşlasa da gece, sığınak–
olmaklık yetişemiyor hâlâ. Sizin sesinize dair herhangi bir şey duyulmuyor burada
diye.
Makul bir boyuttan daha sevgili, korozif gece çiçeklerinden daha pervasız
Kinci bir hikâye bile bu sevilmiş–olan ya da lanetli oratoryoyu alçaltıyor,
Durmadan satırlarını tekrarlıyor, aydaki yalnız bir havasal peri gibi
Ve bir anevrizma gibi davranan o tek–saniyelik tereddüt
Küllere–ondan hiçbir şeyin inşa edilemeyecek olan– dönecek, o tekrarlama ile
Sanki berrak bir rüya, bir saatteki yorgun bir ana zembereğe itirafta bulunuyormuş gibi.
(.) Sadece Violet‟ın ondan uyanabilmeyi muktedir olduğu bir berrak rüya,
Ve sadece onun, birlikte geçinip gittiği.
2011/03/10 – 01:58
45
Rennes Karları (Kalıntıların Bitişi)
46
Söylemiştim..Eğer sezebileceği kadar dalgın bir şeye yaklaştırırsan
Karanlık seçimlerini hep kendisi yapar. Buradan ayrılıyor olması
Senin olduğun gibi sıradan bir kötü...bir insan...gibi olmadığını gösterir
Benimle ayrılıyor olması ise,
[İfhamı boş ver şimdi, anlamsız en az, bu fark yaratmayan hikâyen kadar..ki
yaşadığın bu (..) noktanda en iyi senin görebilmen lazımdı bunu]
..Onun da kaybolmuş olduğunu.
2010/12/31 – 00:37
47
Helene ile 6 Gün..
6. Günün Sonu
En az o okşanmış, sıcak diş tellerin kadar muhteriz bir pijama–içindeliği bana sununca
(Biliniyor mu sürekli bu oda–olamayan yerde kalacağım?)
Kendimi “zamanın kendisinden bile daha uzun süredir asılı duran herhangi bir tozlu tablo”
hissediyor oluşum sekteye uğruyor
–bir şeyler yalan olmalı burada ama göremiyorum–
Kalemi bitmeden silgisi biten o mahlasgüzarların celsesi ise bu sekteye uğramak,
Tedarik edilmiş olan tüm bu üryanlık sadece bir masumiyet ikazı anlamına gelir..
–ki ikna edilebiliyorsun beni..sen ilga etmedikçe bütün ramak kalmışlıklar mahzurdur.–
Mekânsallığı çelimsiz olmaktan kurtardığın her an
Kışkırtılamaz müdahalelerin hepsi eskiden tanıdığım bir hastanenin karakterine bürünüyor..
Hepsi kainat ve iltimas dolu..
(Artık eminim. Bu insanlık içinde sadece sen biliyorsun varlığın kimden kuver almadığını)
Sevmediklerin neyse de sevdiğin şeylerden ve kişilerden tiksinmemeyi öğrenmelisin bir
şekilde engin. Bunun için kendi ölümünün hikâyesini yazmaktan vazgeçmelisin ilk olarak.
48
günleri güzel kılacağızdır– onun yanında, onunla aynı yerde olacak olsam da asla
onunla aynı mekânda olamayacağım için hep üzüleceğim. Tanrının bir gezgin
olduğu eski bir Pagan dinine inandığımız son gece. İçinde yüzmesi zor bir rahim
bu, senin sahip olduğun (evime giden tek yol?). Geriye kalan tüm uyku
sinestezilerine adaksal isimler veriyorum kafam karışmasın diye (hâlbuki sen
elimden tuttuğun sürece kaybolacağım yok bu yolda ama işte tedirginim bir başka
resimsi gerçeklik korkusundan). Gölgeler hamlesini yapmak için hazırda bekleyen,
gökyüzünden iniyor şimdi aşağı. Varlık da böylece kendine gelecektir yavaş yavaş
artık. Sakin bir kitap kadar uykulu olduğunda sen, ben de o asırlardır bahsini
yaptığım ev ve yuva arasındaki farkı en sonunda hissederim. Yorgan ve
battaniyenin özsel dansına tanık olmanın nasılını öğrenirim. Serin ve kutsal bir
hava sen odayı odam yaparken dolanır içeride, duvarlara dokunarak. Sonra
gözlerimi tavana bakarken buluyorum, düşünmeden, kendiliğimden sola
dönüyorum. Neredeyse insanlaşmışsın ve uyuyor gibisin. Tensiz bir
antropomorfizm mi bu? Adaklarım kabul olmuş gibi. O yolda yürüyebiliyorum
artık. Yuvandayım çünkü, senin yanında.
Müştekiliği bir gece–tiyatrosu sonrasındaki eve–yürüyüşün kendisine dönüşen her kimse
It’s not helping ile yön ve tür değiştiren tüm ruh alış–verişlerinin
Siyaha siyah kusan haberini duyumsuyor olmalı..
Artık o oda–olmayan yerde durmuyorum..Tıpkı senin artık pijama içinde olmaman gibi.
2011/05/02 – 01:34
49
Atafeh’nin Yanlış Okunan Uzaklara–Kaçmışlığı
Geçmiş arkadaşlarımdan biri eskiden her zaman komik bir şekilde şöyle
derdi: Ne..ne imgesi..imge satın almak için bir ruha ya da zamana sahip
değilim..ben sadece aptal bir uyuşturucu bağımlısıyım..göremiyor musun? ve
bundan kısa bir süre sonra –içinde bulunduğu ana bağlı olarak– birkaç dakika için
ağlıyormuş ya da kahkaha atıyormuş gibi yapardı [en azından sanki numara
yapıyormuş gibi davranırdı].
50
–ya da en azından ben hiç kestiremedim kime âşık olduğunu, olacağını–
Dostluğun teorisini de sadece onun gibi 16 yaşında olan bir kız ne kadar umursarsa
O kadar umursayabiliyordu..
Ama kendi hayatını okumakta belki de çoğu kişiden daha fazla direnirdi,
Bazı kabusların karanlıkta uyunurken değil,
Sadece ışıklar açıldıktan sonra odanın o güvenceye alındığı için bakılmayan köşesinde
Görülebilir olmaya düştüğünü hiç unutmadan kendi olmaya ve korkmamaya direnirdi.
Ama etrafa intikal edip dönüşen belirsiz boğuntu bunu imkânsız kılıyor neredeyse..
[Korkmanın eylem patikaları bu durumlarda kendi kaotikliğini
daha çabuk terk etme eğilimi içindedir çoğu zaman]
(.)
Özgürlüğün, iğfale bulanmamış aynalardan geleceğine inandığını söylediğin her an,
Sadece insanlıktan medet ummamayı küçük yaşta öğrendiğini saklayan
Ufak bir kız görüyorum..
Salınarak gecenin içine kaçıp saklanmaya çalışan bir duygulanım..arkaya sürülmüş fikirler..
Ama bu kaçtığın ara sokaklar en çok geceleri kamburlaşmış rolünü takınırlar,
Sanki bu dünyadan değillermiş gibi..kendileri buna tamamen inanarak..
Ve böyle yerlerdeki herhangi bir gece asla temiz ya da temiz olmaya doğru olmaz.
(.) Kendi çocukluğumun ufak, gereksiz bir kısmını anımsatıyor bu satırlar.
Zira onun içine doğduğu gibi bir toplum olmasa da ben de ebeveynler ve
çevre tarafından büyütüldüm. Her ne kadar bana inanmaktan çok sadece yaşamaya
çalışan insanlarmış gibi gelseler de yine de hatırladığım kadarıyla sorun yaratırdı
bu durum hayatımda. Belki de çocukluğumu bırakmak zorunda kaldığım
hastanelerde kendim dememi beklediklerini de bıraktığımdan inanılan şey benim
için hiçbir zaman bir çocuğun hayalinden, inanılan ve hakiki olanı simgeleyen şeye
evrilemedi. Yine de uzak geçmişteki gençliğimin bir safhasında –sanırım onun
yaşlarındayken– gerçekten bir şeyin hakikiliğine ve aşkınlığına inanmanın nasıl bir
his olduğunu merak etmiştim. Çok da okudum bunun için. Tek tanrılı dinleri, çok
tanrılı dinleri, uzak doğunun teolojik inançlarını, teleolojik olan ve olmayan mistik
öğretilerini de okudum, adı asırlar önce yok olmuş kabilelerin, kavimlerin
mitolojilerinde yazanları da. Ama ateizm de dâhil olmak üzere hakikat iddiasında
bulunan her söylem ya da yazının karşısında asla ötesine geçerek onu kapsayıp
içine alamayacağı egzistansiyel bir engel görmüştüm her seferinde. Sonraları
merakım beni bıraktı. Artık sadece tanımadığım bir inananın yüzünde huzuru çok
açık şekilde okuyabildiğim anlarda birkaç saniyeliğine kötü hissediyorum bunun
nasıl olduğunu yaşayamadan bir agnostik olarak ölecek olduğumu düşünerek.
Birkaç dakika sonra bu da geçiyor. Her seferinde daha başka ve içimden daha derin
bir yerden gelen rahatsız olmuşluğun eline beni bırakarak. Sanırım, Atafeh de bu
konuda biraz benim gibiydi.
51
...
Odada benimle birlikte uykusuz kalan tüm felsefeler,
Hakikati çoktan kendi hâline, arkalarında bırakmış olanlardan başkaları değil..
Böyleyken, kastrasyona uğramış bir piyanoda ne, ne kadar icra edilebilirdi?
Ya da şifalı malçlarla donatılmış olduğu söylenen
Bir dağ yürüyüşü ne kadar yol, yolun ne kadarını gösterebilir ona?
Ne kadar celb edebilirdi onu?
(..) Bilmiyorum bir aile kuracak mısın, ya da bunu denerken başarısız mı olacaksın
Ama görüyorum, sen hiç de kendine–zararlı değilsin
Bu yüzden şimdi bohçala ruhunu ve başka bir yerde çöz on(lar)ı..
okyanusun diğer tarafında değil..daha uzağa, çok daha uzağa gitmelisin.
Onun dün gece akşam saat 9‟da bir kaçağa dönüştüğünü söylüyorlar
Ama onlarla hemfikir değilim
Çünkü bir kaçak olmak..orada olunması gereken bir mekâna ihtiyaç duyar en baştan..
Ama onun evi, bir yer olmaktan bir şey olmaya düştüğünde
Artık onu hoş karşılayan olmayarak..O, bir kaçak olarak isimlendirilemez..
O sadece, o süitleri sükûnet içinde dinleyebileceği bir yer bulmak için uzaklara gitti.
2011/10/23 – 02:06
52
Mary’i Özlemek
(I)
“İnsanların tanrısı olsa olsa günahkâr bir anne olabilirdi en fazla
Ve bunu herkesin böyle yaşadığını bilen birkaç kişiden biri de İsa idi
O sadece oradaydı, ve biraz da kaygılıydı..
Onun yerinde olan herhangi birinin olacağı kadar..ne eksik, ne de fazla
Bu yüzden sadece kendisinin öyle olduğunu bildiği, iyi niyetle bir yalanı konuştu.
..ve Peter asla anlayamayacağı için –çünkü o kendi tanrısını çok istiyordu–
Mary‟i seçti. Yalanını yine kendine has bir yolla itiraf etmek için..
Çünkü günahkâr bir annenin çocuğu bile günahkâr ölebilir bu dünyada
Ama oluşun kendisi bu ya, bazen eğrisi doğrusuna denk gelir..bazen de gelmez
Mary, İsa‟yı ve onun yalanını sevdi..ve devam ettirdi
Zaten düşününce..dönecek pek bir yeri de yoktu Mary‟nin.”
(II)
“İnsanların tanrısı olsa olsa günahkâr bir anne olabilirdi en fazla
Ve bunu herkesin böyle yaşadığının erken farkına varan çocuklardan biri idi İsa..
Ama kendi annesinin günahkârlığına o kadar uzun süre baktı ve baktırıldı ki,
Unuttu bunu..kendini de. Doğru olduğuna inandığından fazlasını konuşmadı hayatı boyunca.
Herhangi bir akıl hastasından çok daha fazlasıydı. Ama pek de bir farkı yoktu on(lar)dan..
Peter tanrısını o kadar çok istiyordu ki,
Çoğu günler İsa‟nın sözlerini sadece dinler ve düşünürdü..Ama Mary..
O, İsa‟nın gördüğünü görebilecek kadar sanrısal bir hayata mahkûm edilmiş yaşıyordu,
Çocukluğundan beri.”
(III)
“İnsanların Tanrısı İsa ile yalnız konuştu..ve İsa da Mary ile.”
(.)
Rahvan yürümeyi bilmeyen atımsı bir medeniyet..
Ve bu atın üstündeki sözde ren bakireleri ile yolculuk eden
Yarı kösnül, sıradan bir orospu..
(benden daha orospu değilsin Mary)
Olmakta oluşunun külfeti altında ölecek olan bu atın tıyneti kadar
Üstünde onunla birlikte seyahat eden;
Kendi varlığını talan etmeden nefes alma yetisini asırlar önce
Yol üstündeki bir mağarada yaşayan duygudaşa
53
Negasyon dolu bir temerküz etme karşılığında satan
–onu da israf edeceklerine dair söz vererek tabi– bu vulgar paryanın menşei de bozuk.
Senin gözlerin için en güzel nedir, Mary?
Onlar, hikâyenin başladığı ve dolayısıyla en önemli kısmının
Yedi şeytanın senden alınması olduğunu sanıyor..
Ama senin hikâyen bu patrimonyal tasnif edilişin ötesinde görebiliyorum bunu..
Senin kim olduğunu bilmek isteyen her kimse, o şeytanları arayıp bulmalı ilk önce.
(.) Sıyrılmış sıtkıların periferik serimlenişi,
Kendinden uzaklaştırılmış egzistansiyal dirimselliğin
Hazin anevrizmaları ile var edilmiş rahmanlık yolculuğun..
Ama haç şarkıları söylemiyorsun diğer havariler gibi
–onlar oraya doğru yürüyor, kendilerini hüsrana uğratmayacak bir kudretin mabedini
İnşa etme görevini kendi kendilerine verip üstlendikleri,
Üstü insanın dokunamayacağı kadar yakıcı kumlarla örtülü, heroistik bir gravürün içinde..
Sonraları o haysiyetli paryaların hepsi rağbet gösterdi bu çevrimli koalisyona–
Ama sen..sen sanki sadece kaçıyor gibisin..
54
(.)
Müstehzi ve herhangi bir iradenin hakaretamiz olmakla suçlayacağı bir mahreç ile
Diskürsif olmaklığını kaybedip kendi herliğine düşmüş bir falezin
Arasındaki yanılsamada ve bunun dışarı doğru tefrikasında
Gizlenir ölümlülüğün büklümleşmiş kefareti
Eskiden tanıdığım çok yaşlı bir kadın söylemişti bu sözü..yalnız yaşayan bir nine
Elinde sürekli, tamah edilmiş olduğunu, ya da tamah ettiğini –tam hatırlamıyorum–
söylediği
Arşesiz, çarmsız ve nektarsız bir mihenk taşı ile dolaşırdı
She says:
yola koyul ve asla hiçbir taşı altına bakılmamış bırakma, ta ki “o” uygarlığı bulana kadar
Ve kendini kâhin sanan yaşlı bir azizin hatalı torunu olarak cevap verir
Ve bir koruyucu olmaktan fazlası olmaya karar vermiş yaşlı bir kadın–koruyucunun torunu
olarak
he says:
o ışıklar benim için değil, nine. Ben chimaera ile konuşmak istiyorum. Ben en güzel
calypso’yu görmek istiyorum. Ben doğasız bir morga seyahat edip oradan uçarak geçmek
istiyorum.
She ends the conversation..she ends me
“böyle davranıyor olman için hayattan çok fazla nefret ediyor olmalısın..bunu
görmek üzücü”
Ama o gün de aynen şu anki gibi düşünüyordum. Bence, nefret gibi güçlü bir
hissi hissedebilmek için sağlıklı bir zihne sahip olmak gerekiyor, ki böyle bir
tarafım olduğunu hiç hatırlamıyorum neredeyse. Çoğu güzel şeye tepkisizdim belki
de, bilmiyorum.
55
Bir zamanlar benim de senin ve onun gibi bir Hristiyan olduğum gerçeğinin anısına..
2011/09/23 – 01:39
56
Spout’un Özsel Kökeni Üzerine ve Hastaneler
“Kendi sorunlarımı yazmaya son verdim. Onlar cevapsızlar. Şimdi sadece seninkiler, dünya.
Sadece seninkiler.”
57
Spout kelimesinin ilk anlamlarından biri “fışkırmak”tır. Dilde bu kelimenin
seçilmesi uygundur çünkü örneğin waterspoutların [hortum nedeniyle suyun
kabarması ve yukarı çekilmesi] yakınlarındayken etrafa yağmur damlaları şeklinde
su sıçradığı ve bir waterspouta bakılınca sanki denizden yukarı doğru büyük bir su
fışkırması varmış gibi gözükür. Ya da hortumların veya benzerlerinin oluşma
hâlleri düşünüldüğünde –önce bulutlarda başlayıp sonra aşağı, yere doğru hareketi–
tam tersi şekilde gökyüzünden yeryüzüne doğru bir fışkırma olarak da görülmüş ve
yorumlanmış olabilir. Bu durumun aynısı landspoutlarda [buradaki land kelimesi
ile kastedilen en sık anlamıyla karadaki etrafı ve etraftaki şeylerin dağılması,
saçılmasıdır ve sıradan bir toz hortumundan daha fazlasıdır] ve gustnadolar [bunlar
bulutlarla bir bağı olmayan sert ve döngüsel–huni şeklinde hareket eden rüzgârların
yeryüzünde oluşturduklarıdır ve gust kelimesi de zaten rüzgârın ani ve sert
esmesini isimlendirmek için kullanılır] için de geçerlidir. Burada sayılanların hepsi
birer var olan örnekleri olarak varlığa–dairlik, varlığa–aitlik taşır. Su, hava,
toprak, toz, rüzgâr, etraftaki şeyler. Ancak bunların kökeni, onların varlığa–dair
olmalarında durmaz, çünkü varlığa–dair olmak kendi anlamında şeylerin olma
hâllerine bir “var” getirir. Onlar, “olmakta” olan şeyler iken varlık ile artık “var
olmakta olan” şeylere dönüşür. Mevcudiyet ve Oluş arasındaki o ünlü felsefi ayrım
da tam burada temellenir. Burada bahsi geçen “var”, onlara olma hâlinde olma
içinde fazladan bir tür alan [ya da aralık] getirdiğinden bu şeyler artık oluşun
içinde şeyler olarak göze–belirebilen şeylerdir [burada hiç istemesem de
Heidegger‟in “tanrı, melek, at, taş vardır ama var olmamaktadır, sadece dasein
hem vardır hem de var olmaktadır” görüşüne karşı çıkmak zorundayım. Tanrı,
melek, at, taş, şeyler, Dasein, insan. Bunların hepsi olmaktadır, olmanın içindedir
ve bu, salt anlamda onların süregelmelerinde temellenir. Ve tanrı, melek, at, taş,
Dasein, başka biri gibi; olmakta olmaya sahip olan bunların “var olmaları” azalan
ya da çoğalan alanları, aralıkları dolayısıyla yolda olan için muallaktadır. Bu
muallak durum; olmak ve var–olmak arasında bir belirsizlik yaratıyor olabilir
ancak bu muallaklığın sonucunda “var olmamaktadır” diye yorumlamak varlığın
özüne dair olan arayışı çok açıktır ki, bir sekteye uğratır, yavaşlatır, vakit
kaybettirir. Ki hele eğer gidilmek istenen yer varlığın da ötesinde yokluk ve onun
da ötesindeki hiçlik ise bu tür vakit kayıpları yolda olan için hayati ve ölümcül
önem taşır]. İşte bu olmak, şeylerin –varlığa dair olanlarında olmak üzere–
kökenine en çok yaklaşılabilecek yerin uzaktan görünebileceği ilk yerdir. Bu
yüzden aslında farklı şeyler üzerinden de olsa orada süregelen şey en temelde spout
edenin oluş olduğu hâldir aslında [waterspout, landspout gibi oluş–spout terimi de
böyle akla gelir].
Peki, oluş fışkırdığında olan şey nedir? Aslında orada oluşun kendisi
fışkırıyor olması demek etrafa saçılanların (şeylerin) olmaklığı olanlar (şeyler)
olması demektir. Bu olmaklığı olanların içinde tüm ve her tür alana, aralığa
sahipler bulunur [mevcut olma ya da mevcudiyet olarak]. İşte bunların arasında
varlığın, olmaklığının yanına “var” vermiş olduğu şeyler de bulunmaktadır. Bu
fışkırma ile [ki bu oluşun süregelmesi sürecinde içindekilerin, oluşun üzerinde
58
süregeliyor olduğunun değişmesidir çünkü burada artık oluş şeylerin oluşundan
dışarı, yani mekâna doğru saçılır, tabiri caizse mekânın oluşu olur] o oluş içindeki
şeyler etrafa dağılır. Bu dağılmada olmaklığa sahip olanlar, olmaklıklarından dışarı
doğru kaybetmeye başlar. Bu dışarı doğru kaybetme sırasında; varlığın,
olmaklıklarının yanına “var” verdikleri de diğerleri gibi olmaklıklarından
uzaklaşma sürecine maruz kalırlar. Bu uzaklaşma, olmaklıklarının yanında
taşıdıkları “var”ı da etkiler. Onu da olmaklık ile birlikte dışarı doğru kaybettirir.
İşte bu “var”ın dışarı doğru kaybedilmesi varlığın kendisini bu süreç boyunca hep
öteye iter, çünkü dışarı doğru kaybedilen “var”; varlığa–dairliğin, olmaklık ile
kenetlendiği, birleştiği hâl olarak, bu süreçte varlığı da kendisiyle birlikte sürükler.
İşte bu süregelen iki temel şey (yani bir, mekânın oluşsallığının aralığının, alanının
artması ve iki, varlığın öteye doğru itilmesi) o kırılma noktasının başlangıcını
oluşturur. Mekân [ki burada söz konusu olan gökyüzü ve yeryüzüdür] varlığı
taşımaya çalışan, varlığın her köşeyi, tarafı doldurduğu bir öğe olarak
süregelmesini [ya da süregelmekliğini] bırakır çünkü artık karşı çıkacak kadar
güçlenmiştir ve karşısındaki de [yani varlık, gücünü o mekânda kaybetmektedir]
işleri tersine döndürür. Mekân, olmaklığın aralığını, alanını, varlığa–dairliğe
yakınsayandan kendine, yani mekânsallığa doğru değiştirmeye başlar [ki işte bu
yüzden göze beliriş içinde etraf hep karmaşıklaşır, varlığın bu ötelenen
hâlindeyken göze beliriş içindeki var–olanlar etrafa savrulur]. Gökyüzü ve yeryüzü
mekânın kontrolünü ele alırlar. Artık aralarındaki alanda varlık güçsüz olduğundan
birbirlerine doğru uzanırlar [ki bu da hortumların yeryüzü ve gökyüzünü
birleşmesi, arada sanki bir yol, köprü oluşması gibi gözükür göze beliriş içinde].
Bu süreçte meydana gelen ve mevcut olan gök gürültüsü varoluşsal–fenomenolojik
tarzda bir belirlenim sunar. Buradaki “gürültü” kelimesi kendi kökenini sanki ses–
temelli bir yapı düzleminden alıyormuş gibi gözükse de aslında ortaya koyulan
anlam bu tabirin ilk anlamının işaret ettiği şekildedir. Ortalığı dolduran, ele
geçirmiş olan varlık güçsüzleştiğinde gök gürlemeye, gürleşmeye başlar. Bu, oluş
içinde ses–temelli süregelse de aslında olan –yine tabirin de işaret ettiği gibi–
gök’ün büyümesidir, daha fazla yer kaplamasıdır, daha güçlü, gür bir şekilde
kendine doğru gelmesidir. İşte bu büyüme sırasında [ki bu sırada yeryüzü de boş
durmaz, o da kendi varlık tarzında genişler, uzamlaşması artar] bu iki mekânın
büyümesi birbirlerinin sınırına dayandığında en başından beri olmaklıkta olan
şimşekler kendini, son kozları olarak, göze belirme içine atar, orada da
süregelmeye başlar. İşte tüm bunlar yüzünden orada bulunan artık varlıkla muhatap
olduğundan çok mekânla muhatap olur. İşte bu sadece mekânsallığın süregelmesi
mekânı boş, temiz yani kendisi gibi; mekânsallığın oluş içinde ön planda olması
gibi hissettirir. Çünkü bir uzam alanı olarak mekân ve mekânın mekânsallığı
kendine uzamsızlıkta daha yakınlaşmış olarak kendini daha önce olduğundan daha
fazla gerçekleştiriyor hâldedir. İşte bu boş ve temizlik. Yani bu sahih mekân–olma
hâli orada kendimi salt anlamda iyi hissedeceğim düşüncesinin oluşma
sebeplerinden biridir, çünkü ben orada olduğumda burada olduğumla aynı uzamı
kaplıyor olmama rağmen orada, derinlik olarak, daha fazla mekânda oluyor ve
elimde daha fazla mekân tutuyor olacağım. Mekân öncesine göre daha fazla mekân
59
tutuyor olacak ve bu da bana ilk defa bir “yerde” –ama kendisi olma hâlini
başarmış olan bir “yerde”– olmayı sunacak. Yaptaze ve tertemiz bir şekilde.
...
Hastaneler
Tam olarak emin olmasam da, sanırım hastaneler oluş–spoutların
süregelmediği mekânlardır. Eğer oluş–spoutlar, oluşun süregelimi içindeki ve
kendindeki aralık, alan, frekans değişimleri, faz kırılmaları ile ilgili ise o zaman şu
denebilir ki oluş–spoutların süregelmediği bir yeri aramak için en uygun yer,
oluşun faz kırılmalarına ya da frekans değişimlerine uğramadığı yerdir. Oluşun bu
tür bozunma ve değişimlere uğramaması demek en primitif anlamıyla varlığın
durmadan olmaklık içindeki şeylere “var” vermesi, varlığın sürekli “var”ıp,
“var”lanıp yığılması, çoğalması demektir. Bu yığılmanın yarattığı hâl ve hiyerarşik
yapı, yolda olanın solipsizminde, daha doğrusu solipsizm üst sınırında yani kendi
üzerine dönmüş olan solipsizmin mutlak imkânsızlığında, kendini açığa vurur,
kanıtlar. İşte burası ve yukarıdaki varlık–mekân savaşının birleştiğinde söylediği
şey şudur ki oluş–spoutların süregelmediği bir mekânda, mekân varlığın kölesi
hâline gelmiş durumdadır [bu durumda olmak zorundadır, bundan varlığın mekân
için salt anlamda negatif bir özellik taşıdığı sonucu çıkarmak çok uç bir yorum
yapmak olacaktır lâkin varlığın uzun süreli hükümdarlığında mekân, kendi mekân
olmaklığından iyice uzaklaşıp –hatta mekân olmaklığını kaybedip– bir var–olan
olarak süregelmesine devam ettiği de açıktır varlığın hizmetinde olarak]. Orada ne
kimse için ne de mekân için bir tür mekânsallık veya mekânda orada–olmak
denilen şey süregelmez. Bunun için varlık çok ağır basar çünkü o yerlerde.
60
Ancak hastaneler böyle değildir. Hastaneler kelimenin en doğrudan anlamıyla
mekânsızlık kokarlar, ve öyledirler de. Hastaneler, hasta ziyareti yapanlar için bir
uğrak yeri, içinde çalışanlar için bir iş yeridir. Ve hastalar. Hastalar için ilk bakışta
durum farklıymış gibi gözükse de aslında onlar için de durum aynıdır. Benim
hastanede geçirdiğim süre boyunca gördüğüm kadarıyla hastanedeki hastalar üçe
ayrılır.
İlk olarak belli bir süre içinde hastaneden ayrılacak olanlar vardır. Bunlara
iyileşme sürecinde olanlar, hastalığı hastanede kalmasını gerektirmeyenler, bazen
de öleceği kesin olan ama geriye kalan günlerinde bir evde de bakılabilecek
durumda olanlardır [ve şu an unuttuğum birkaç kişi daha]. Bunlar için hastane bir
mekân değildir çünkü onlar orada olmazlar. Sadece oradan geçerek giderler.
Ve geriye son kısım kaldı. Bunlar, ölene kadar hastaneden asla çıkamayacağı
belli ve kesin olanlardır. Her ne kadar hastane idesine bu kadar yakın olsalar da,
belki de tam da onların bu ideye yakınlığındandır bu. Gördüğüm kadarıyla onlar
hastanede bir mekândaymış gibi bulunmazlar. Hatta onlar bir hastanede bile
bulunmazlar. Onlar artık hastanenin içinden, hastanenin kendisine yapışmış bir öğe
olarak bulunurlar. Tam süregelmekliği ile söylenecek olursa aslında; onlar,
hastane olmuşlardır. Ne hastane bir mekândır bu kişiler için, ne de bu kişiler
hastane için onlara mekân olduğu bir yapıdadır. Bu yüzden varlık, hastanenin
mekânsallığını yutarken bu hastaların hâlini de o mekânsallık ile birlikte yutar. Bu
mekânsallığı ve onunla birlikte ona yapışmış olanları yutarak güçlü hâle gelen
61
varlık artık oluş–spoutları için çok kalın haldedir. O yırtılma/ delinme/ dağılma/
fışkırma gerçekleşemeyecek kadar dolgun çeperler içinde –ve bu çeperler olarak da
tabi– süregelir.
[Bu noktadan sonra artık dil, zihin ve yorumlama işe yaramaz hâle gelir. Ve
yolda ilerleyebilmenin tek yolu simgeler, çağrışımlar ve şiirin diyarına dair olan
diğerlerinden yardım istemektir. Zira belki biraz yokluğa dair kokular etrafı sarmış
olsa da hiçliğe çok uzakta bir noktada duruluyor]
..
Ama ben daha fazla yazmak ya da düşünmek için çok yorgunum artık, bu
yüzden bu yazıyı burada bitiriyorum. Benden önce bu yatakta yatmış olan hastanın
duvara yazdığı birkaç dizelik bir şiirle.
Amonyak–gam kokan şekilsiz pirayeler..
İltica etmek için son bu ablavut hatmilerin girdabı kaldıysa geriye
Artık rabıta vakti gelmiş demektir..o en başından beri kovuşturulan muahede ile..
Sesim de kalmadı pek, ya da hâlim yok gözlerimi açmaya..ama yine de
(imdat!)
..Bu kısık ve yavaş kordonlar neye muktedir ki
Böyle cibiliyetsiz sarahatlerin, veballerim altında ezilmeden durmasını sağlıyor?
(Duyabiliyorum boşveriyor ben olmayan birisi bir şeyleri)
..hayali şehrayinlerin durgun mestaneliğini özledim,
–en kötüsü de– belki de hep özleyeceğim..
kendime hatırlatma:
Duvardaki şiiri kimin yazdığını ve hangi hasta türüne ait biri olduğunu sabah
doktorlara sormayı unutma ve kendi yazına devam etmeye çalış.
2002/05/14 – 05:13
62
Kar Küresinde Bir Gündüz ve Bir Gece
Şehrin en son, ben doğmadan çok önce gördüğünü söyledikleri yaman bir
kış..bazıları için tanrının ya da evrenin sinik bir ruh hâlinde uyanmasının tepkisel
hışmı..bazıları için zaten uğramayı bekledikleri bir tür apokaliptik gazap..bazıları
için ise başka birçok şey..ya da pek bir şey değil..yine de akşam haberleri, şehirde
hayatı durduran fırtınalar ile ölü şehirler yaratanlar arasındaki ayrımı kendi trajedi
bağımlılıklarına göre yorumluyorlarmış gibi duruyor –bunun farkında olan ama her
ihtimale karşı sokakta oynamasına izin vermeyen annenin çocukları üzülmesin,
kışın getirdiği değil ama gerisinde bıraktığı karlar beş, altı gün sonra tamamen
sizin olacak– ben ise daha uzak bir olasılığın peşindeyim, yukarıda saydıklarımın
hangisinin ya da hangilerinin haksız olduğunu umursasam da kendimi bunun
cevabını bulmak için düşünmeye itemiyorum. Dışarısı beni çağırıyor çünkü. Uzun
zamandan sonra ilk defa.
63
Oksimoron diye çağrılan sadece düşünme ya da konuşmayla ilgili değildir
Ama aynı zamanda varlıkla ilgilidir ve varlığın kendisinin bir parçasıdır
Bu, benim dudaklarımı uyuşturan varlık değil
Bu, hareket eden ve hareket etmeyen yabani kadife çiçeğinin içindeki harmoninin karnavalı
Gerçekten bu tümlüğe dokundun mu? [..] dokundum
Ve içerisi için bekler–bırakılmış olan,
Geride olan değildir. Onun dışarda olduğunu söylemek bile zor, olmamaklığın
yoksunluğundan.
(kar–tanelerini görmeye geri düştüm)
Sanırım dokunmadım..sadece o rol–yapma hâli tarafından kandırıldım..değil mi?
64
böyle. İçine solu beni lütfen, sarıl bana, sen koksun her şey, olsunlar böylece. O
şafak vaktinden azat et beni, kendi ruhuna bağla.
–Hikâyesini bilmediğim her şey benim için çirkin mi hâlâ?–
Ya da karanlığın kendisine düşmeden onun içinde(n) yürüyebilmeyi öğrenmiş o
mahlûkatlar,
ellerine dönüşmüş bu flamaları kime götürüyor asla başka bakmayan gözlerle?
Kendi fragmanlarının vasisi yine kendi olan.
Varlık ve yokluğun tazmin ödediği(dir) hiçlik?
(O kar–taneleri görmeye geri düştüm)
Axis mundilerin bile bahşetmeye yetersiz olduğu her–ne–ise ile karşılaştım.
2012/02/01 – 00:01
65
Kısa bir Türkçe Çeviri Şiir Kaynakçası (A–J)
Abbas Kiarostami, Rüzgârla Yoldaş: Hamrah Ba Bad, Çev. Uğur Yıldırım, Pan Yayıncılık,
1. Baskı, İstanbul 2011.
Abdullah Özkan–Erdal Alova (Der.), Amore: Dünya Yazınından Seçme Aşk Şiirleri, Boyut
Yayın Grubu, 1. Baskı, İstanbul 2000.
Abdullah Rıza Ergüven (Çev. ve Haz.), Baudelaire: Şiirler, Yaba Yayınları, 3. Baskı,
İstanbul 2001.
Abdullah Rıza Ergüven (Çev. ve Haz.), Fransız Şiiri: Başlangıcından Bugüne, Yaba
Yayınları, 1. Baskı, Ankara 1985.
Abdullah Rıza Ergüven (Çev. ve İnc.), Paul Eluard: Yaşamı–Sanatı–Şiirleri, Berfin
Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2011.
Abdullah Rıza Ergüven (Çev.), Baudelaire’den Şiirler, Varlık Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul
1961.
Abdullah Rıza Ergüven (Haz.), Vladimir Mayakovski: Yaşamı, Sanatı, Şiirleri, Berfin
Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2002.
Achim Wagner, Hafif Coğrafya, Nika Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul 2013.
Adnan Özer (Çev.), Antonio Machado (Seçme Şiirler), Yön Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul
1994.
Adnan Özer (Çev.), Pablo Neruda: Aşk Şiirleri, Kırmızı Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2009.
Adonis, Ayna ve Düş, Çev. Metin Fındıkçı, Avesta Basım Yayın, 1. Baskı, İstanbul 2002.
Adonis, Kör Kahin, Çev. İbrahim Demirci, Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2013.
Adonis, Sen Oku Ey Aşkın Sarhoşluğu, Çev. Metin Fındıkçı, Hayal Yayınları, 1. Baskı,
İstanbul 2010.
Adonis, Şamlı Mihyar’ın Şarkıları, Çev. İsmail Özdemir, YKY, 2. Baskı, İstanbul 2010.
Adonis, Tarih Kadının Bedeninde Parçalanır, Çev. Metin Fındıkçı, Artshop Yayıncılık, 1.
Baskı, İstanbul 2010
Ahmed Eş–Şehavi, Benim Adıma Bir Gökyüzü, Çev. Mehmet Hakkı, Kırmızı Yayınları, 1.
Baskı, İstanbul 2014.
Ahmet Cemal (Çev. ve Haz.), Rainer Maria Rilke: Bütün Şiirlerinden Seçmeler, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2014.
Ahmet Cemal (Der. ve Çev.), Paul Celan: Ellerin Zamanlarla Dolu, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2015.
Ahmet Necdet (Haz.), Çağdaş Fransız Şiiri, Yeditepe Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 1959.
Ahmet Sarı, Thomas Bernhard’ın Şiir Dünyası, Deki Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul 2007.
Ahmet Turan Oflazoğlu (Çev.), Hölderlin: Seçme Şiirler, İz Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul
1997.
Aiskhylos, Zincire Vurulmuş Prometheus, Çev. Azra Erhat–Sabahattin Eyuboğlu, Bilgi
Yayınevi, 1. Baskı, Ankara 1968.
66
Alberto Caeiro (Fernando Pessoa), Teslis’in İkincisi, Çev. Nil Toker, Kült Neşriyat
Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2013.
Aleksandr Sergeyeviç Puşkin, Aşk Şiirleri, Çev. Kanşaubiy Miziev–Ahmet Necdet, Artshop
Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul 2003.
Aleksandros Adamopulos, 12+1 Yalan, Çev. Herkül Millas, İmge Kitabevi, 1. Baskı,
Ankara 2000.
Alexandr Sergeyeviç Puşkin, Uçuyor Troyka Yel Gibi, Çev. Ataol Behramoğlu, Adam
Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul 2003.
Ali Galip Yener, Eleştirinin Eşiğinde Edebiyat, Hece Yayınları, 1. Baskı, Ankara 2006.
Ali İhsan Kolcu (Haz.), Ondokuzuncu Yüzyılda Batı Edebiyatından Tercüme Edilen Şiirler
Antolojisi (1859–1901), Gündoğan Yayınları, 1. Baskı, Ankara 1999.
Ali İhsan Kolcu, Albatros’un Gölgesi: Baudelaire’in Türk Şiirine Tesiri Üzerine Bir
İnceleme, Akçağ Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2002.
Aloysius Bertrand, Gaspard de la Nuit, Çev. Özdemir İnce, Kırmızı Yayınları, 1. Baskı,
İstanbul 2009.
Andre du Bouchet, Bugün Budur, Çev. Ahmet Soysal, İmge Kitabevi, 1. Baskı, Ankara
1997.
Andrea Alciatus, Simgeler Kitabı, Çev. Çiğdem Dürüşken, Kabalcı Yayınları, 1. Baskı,
İstanbul 2007.
Angelos Sikelianos, Artemis Orthia’ya İlahi, Çev. Esin Ozansoy–Erdal Alova, İmge
Kitabevi, 1. Baskı, Ankara 1997.
Anıl Meriçelli (Çev.), Kırmızı Kırmızı Bir Güldür Aşkım (Çeviri Şiirler), İnsancıl Yayınları,
1. Baskı, İstanbul 1997.
Anıl Meriçelli (Çev.), Modern İngiliz–Amerikan Şiiri Antolojisi, İnsancıl Yayınları, 1. Baskı,
İstanbul 1999.
Anne Carson, Kocanın Güzelliği: 29 Tangoda Kurgusal Bir Deneme, Çev. Aslı Biçen, Metis
Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2009.
Anne Sexton, Kilitli Kapılar, Çev. Dilek Değerli, Artshop Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul
2006.
Anton Baev, Dünya Nimetleri, Çev. Kadriye Cesur, Komşu Yayınları: Yasak Meyve, 1.
Baskı, İstanbul 2011.
Antonio Machado, Granada’ya Doğru, Çev. Tozan Alkan, Sözcükler Yayınları, 1. Baskı,
İstanbul 2016.
Antonio Machado, Kastilya Kırları, Çev. Ayşe Nihal Akbulut, İmge Kitabevi, 1. Baskı,
Ankara 2001.
Aram Pehlivanyan, Özgürlük İki Adım Ötede Değil, Aras Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul
1999.
Aram Saroyan, Minimal Şiirler, Çev. Halil Duranay, Kült Neşriyat Yayınları, 1. Baskı,
İstanbul 2013.
Ari Çokona (Çev.), Konstantinos Kavafis: Bütün Şiirleri, İstos Yayın, 2. Baskı, İstanbul
2013.
67
Arthur Rimbaud, Illuminations, Çev. Can Alkor, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1.
Baskı, İstanbul 2008.
Asım Bezirci (Çev.), Paul Eluard: Asıl Adalet (Seçme Şiirler), Evrensel Basım Yayın, 1.
Baskı, İstanbul 2006.
Asım Bezirci (Der.), Dost Türk–Yunan Şairlerinin Diliyle Barış, Anahtar Kitaplar Yayınevi,
1. Baskı, İstanbul 1992.
Asım Bezirci (Der.), Halkımızın Diliyle Barış Şiirleri, Evrensel Basım Yayın, 1. Baskı,
İstanbul 1996.
Asım Bezirci (Der.), Şairlerimizin Diliyle Barış, Evrensel Basım Yayın, 1. Baskı, İstanbul
1999.
Ataol Behramoğlu (Haz.), Çağdaş Rus Şiiri Antolojisi, Can Yayınları, 1. Baskı, İstanbul
2008.
Ataol Behramoğlu–Özdemir İnce (Haz.), Dünya Şiir Antolojisi 1. Cilt, Pozitif Yayınları, 1.
Baskı, İstanbul 2008.
Ataol Behramoğlu–Özdemir İnce (Haz.), Dünya Şiir Antolojisi 2. Cilt, Pozitif Yayınları, 1.
Baskı, İstanbul 2008.
Attila F. Balazs, İsteğin Hususiyeti, Çev. Müesser Yeniay, Şiirden Yayıncılık, 1. Baskı,
İstanbul 2015.
Aydın Karahasan (Çev.), Ömer Hayyam: Farsça Asılları ve Türkçesiyle Rubailer, Telos
Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2014.
Ayşe Lahur Kirtunç (Çev.), Rütbesi: Yalınayak (Emily Dickinson’ın Şiirlerinden Seçmeler),
Efil Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul 2009.
Ayşe Necatigil (Düz.), Behçet Necatigil: Yalnızlık Bir Yağmura Benzer (Çeviri Şiirler),
Adam Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul 1984.
Ayten Mutlu–Figun Dinçer (Çev.), Sen Sanırdım Her Baharı: Çağdaş İngiliz Kadın
Şiirlerinden Seçmeler, Artshop Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul 2007.
Azer Yaran (Çev.), Anna Ahmatova: Seçilmiş Şiirler, Adam Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul
1984.
Azer Yaran (Çev.), Boris Pasternak: Erken Trenlerde (Seçme Şiirler), Can Yayınları, 1.
Baskı, İstanbul 2013.
Azer Yaran (Çev.), Boris Pasternak: İkinci Doğuş (Seçilmiş Şiirler), Adam Yayıncılık, 1.
Baskı, İstanbul 1994.
Bâki Asiltürk, 1980 Kuşağı: Türk Şiirinin Poetikası, Toroslu Kitaplığı, 2. Baskı, İstanbul
2006.
Başo, Kelebek Düşleri: İki yüz yetmiş beş haiku, Çev. Oruç Aruoba, Metis Yayınları, 2.
Baskı, İstanbul 2015.
Behçet Necatigil–Ayşe Sarısayın (Çev.), Wolfgang Borchert: Fener, Gece ve Yıldızlar ve
Ölümünden Sonra Yayınlananlar Şiirleri, Can Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2008.
Behruz Kia, Düşüncedeki Rüzgâr, Çev. Tülin Mertcan, Şiirden Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul
2012.
68
Behruz Kia, Hatıraların Gri Parçaları: Gray Pieces of Memory, Çev. Tülin Mertcan, Pan
Yayıncılık, 2. Baskı, İstanbul 2008.
Bejan Matur, Tanrı Görmesin Harflerimi, Timaş Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2011.
Berken Bereh, Kalbim Bir Yastıktır Aşka, Çev. Şener Özmen, Evrensel Basım Yayın, 1.
Baskı, İstanbul 2012.
Bernard Le Bouvier de Fontenelle, Ölülerin Diyalogları: Eski ve Yeni Ölüler, Çev. Yaşar
Avunç, Kırmızı Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2011.
Betül Biliktü, Sergüzeşt, Aşka ve Aşıklara Dair: Melami Büyükleri, Çev. Lalizade
Abdülbaki, Furkan Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul 2001.
Boris Vian, Barnum’s Digest, Çev. Erdoğan Alkan, Kodeks Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul
2011.
Bülent Kandiller–Yurdakul Kavas–Kaan Özbayrak–Tansu Açık (Çev.), Renga: Bir Şiir
Zinciri, Adam Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul 1992.
Cai Tianxin, Durgun Yaşamın Şarkısı, Çev. İlyas Tunç, Artshop Yayıncılık, 1. Baskı,
İstanbul 2009.
Can Alkor (Der. ve Çev.), Bulunmuş Çeviriler, Norgunk Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul 2012.
Celâl Üster (Çev. ve Haz.), Yatağında Yalnız mısın?: Eski Japon Ozanlarından Aşk ve
Özlem Şiirleri, Okuyan Us Yayın, 1. Baskı, İstanbul 2002.
Cengiz Bektaş (Der.), Akdenizli Ozanlar, Evrensel Basım Yayın, 1. Baskı, İstanbul 2003.
Cesar Vallejo, Çıkın Sokaklara Dünyanın Çocukları, Çev. Ayşe Nihal Akbulut, Sözcükler
Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2014.
Cevat Çapan (Çev. ve Haz.), Şiir Çevir Denize At, Cumhuriyet Kitapları, 1. Baskı, İstanbul
2008.
Cevat Çapan (Çev.), Kavafis’ten Yüz Şiir: Başka bir Deniz Bulamazsın, Sözcükler Yayınları,
1. Baskı, İstanbul 2014.
Cevat Çapan (Haz.), Çağdaş Amerikan Şiiri Antolojisi, Artshop Yayıncılık, 2. Baskı,
İstanbul 2009.
Cevat Çapan–Kenan Sarıalioğlu (Çev. ve Der.), Haikular, Sözcükler Yayınları, 1. Baskı,
İstanbul 2011.
Cevdet Perin (Haz.), Çağdaş Fransız Edebiyatı, Elips Kitap, 1. Baskı, İstanbul 2011.
Charles Baudelaire, Paris Kasveti, Çev. Hasan Anamur–Beki Haleva, Kırmızı Yayınları, 1.
Baskı, İstanbul 2008.
Charles Baudelaire, Paris Sıkıntısı, Çev. Tahsin Yücel, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
3. Baskı, İstanbul 2010.
Charles Baudelaire, Şarabın Şiiri & Esrarın Şiiri, Çev. Orhan Düz, Dedalus Kitap, 2. Baskı,
İstanbul 2014.
Charles Baudelaire, Yapma Cennetler, Çev. Yakup Şahan, Telos Yayıncılık, 2. Baskı,
İstanbul 2008.
Charles Bukowski, Günler Tepelerden Aşağı Koşan Vahşi Atlar Misali, Çev. Avi Pardo,
Parantez Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2015.
69
Charles Bukowski, Kimse Bilmez Ne Çektiğimi, Çev. Avi Pardo, Parantez Yayınları, 2.
Baskı, İstanbul 2015.
Christina Rossetti, Cin Pazarı ve Seçme Şiirler, Çev. Fahri Öz, YKY, 1. Baskı, İstanbul
2011.
Comte de Lautréamont, Maldoror’un Şarkıları, Çev. Özdemir İnce, Kırmızı Yayınları, 1.
Baskı, İstanbul 2008.
Çiğdem Manas (Der.), En Güzel Dünya Aşk Şiirleri Antolojisi, Gün Yayıncılık, 1. Baskı,
İstanbul 2004.
Daniil Kharms, Mavi Not Defteri, Çev. Halil Duranay, Kült Neşriyat Yayınları, 1. Baskı,
İstanbul 2013.
Dannybal Reyes Umbria, Yıldırımlar İçin Mezardır Bu Kent, Çev. Berna Talun Üğüten,
Alakarga Sanat Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2013.
Dante Alighieri, İlahi Komedya, Çev. Nurseren Yurtman, Timaş Yayınları, 2. Baskı,
İstanbul 2014.
Darryl A. Levy, Varoş Manastırı/Ölüm Şiiri, Çev. Halil Duranay, Kült Neşriyat Yayınları,
1. Baskı, İstanbul 2013.
Dato Mağradze, Jakomo Ponti, Babil Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2012.
Deborah D‟agostino, Kent Martıları, Çev. Gülbende Kuray Ulusoy, Ürün Yayınları, 1.
Baskı, Ankara 2013.
Dost Körpe (Çev.), Emily Dickinson: Aşk Yaşamdan Önce Gelir (Seçme Şiirler), Oğlak
Yayıncılık ve Reklamcılık, 1. Baskı, İstanbul 2011.
Dragan Dragojlovic, Ölümün Anayurdu: Death’s Homeland, Çev. Ayten Mutlu–Figun
Dinçer, Artshop Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul 2009.
Edgar Allan Poe, Annabel Lee, Çev. Erdoğan Alkan, Varlık Yayınları, 1. Baskı, İstanbul
2012.
Edit Tasnadi–Kemal Özer (Çev.), Yüzünün Arkasında Mayıs / Macar Kadın Şiirinden
Seçmeler, Artshop Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul 2007.
Edmond Jabes, Öcü’nün Yemeğine Şarkılar, Çev. Nilüfer Zengin, İmge Kitabevi, 1. Baskı,
Ankara 2000.
Efe Murad (Çev. ve Der.), M. Azad: Seçme Şiirler (1956–1996), Pan Yayıncılık, 1. Baskı,
İstanbul 2011.
Elizabeth Bishop, Soğuk Bir Bahar, Çev. Cevat Çapan, Kırmızı Kedi Yayınevi, 1. Baskı,
İstanbul 2015.
Emek Kefeli, Metinlerle Batı Edebiyatı Akımları, Akademik Kitaplar, 2. Baskı, İstanbul
2009.
Emily Dickinson, Gizli Cennet, Çev. Dilek Değerli, Artshop Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul
2007.
Endre Ady, Kan Ve Altın, Çev. Tahsin Saraç, Adam Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul 1992.
Enes Haliloviç, Silinmiş Haberler, Çev. Avdija Salkoviç–Metin Cengiz, Şiirden Yayınları,
1. Baskı, İstanbul 2014.
70
Engin Yurt (Çev. ve Haz.) Li Bai: Bambu Flütü ve Pirinç Şarabı, Dergah Yayınları, 1.
Baskı, İstanbul 2017.
Engin Yurt (Çev. ve Haz.), Bai Juyi: Çiçek Olmayan Çiçek, Dergah Yayınları, 1. Baskı,
İstanbul 2016.
Eray Canberk (Çev.), Paul Eluard: Kesintisiz Şiir, İmge Kitabevi, 1. Baskı, Ankara 2001.
Eray Canberk (Haz.), Çağdaş Çin Şiiri Antolojisi, Yön Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul 1996.
Eray Canberk (Haz.), Nobel’li Şairler Antolojisi, Oğlak Yayıncılık ve Reklamcılık, 1. Baskı,
İstanbul 2000.
Erdal Alova (Çev.), Nikholay Vaptsarov: İnsana Adanmış Şarkılar (Seçme Şiirler), Evrensel
Basım Yayın, 1. Baskı, İstanbul 2003.
Erdal Alova–Çiğdem Dürüşken (Çev.), Catullus: Bütün Şiirleri, Kabalcı Yayınevi, 1. Baskı,
İstanbul 2002.
Erdoğan Alkan (Çev.), Arthur Rimbaud: Bütün Şiirleri, Varlık Yayınları, 3. Baskı, İstanbul
2007.
Erdoğan Alkan (Haz.), Sembolizm (Antoloji), Varlık Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2006.
Erdoğan Alkan, Paris Komünü ve Komün Şairleri, Evrensel Basım Yayın, 1. Baskı, İstanbul
1996.
Erdoğan Alkan, Romantizm, Varlık Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2006.
Ergin Koparan (Çev.), James Langston Hughes: Ertelenmiş Düş Kurgusu (Caz Şiirleri),
Varlık Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 1990.
Ergin Koparan (Çev.), James Langston Hughes: Seçme Şiirler, Yön Yayıncılık, 1. Baskı,
İstanbul 1994.
Eric Stinus, Kışın Bir Ağacın Binde Biri, Çev. Gülşah Özer–Kemal Özer, Toroslu Kitaplığı,
1. Baskı, İstanbul 2008.
Erich Fried, Der ki Ağaçlar Sultanı, Çev. Mustafa Ziyalan, Artshop Yayıncılık, 1. Baskı,
İstanbul 2007.
Ernst Jandl, Dilin İntikamı, Çev. Hayati Yıldız, Pan Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul 2010.
Ernst Jandl, Dilin İntikamı, Çev. Hayati Yıldız, Pan Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul 2010.
Eugen Gomringer, Somut Şiir Seçkisi, Çev. .eringen, Edebi Şeyler: 160. Kilometre
Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2015.
Eugéne Guillevic, Kasırgaların Çatırtıları, Çev. Nuri Pakdil, Edebiyat Dergisi Yayınları, 2.
Baskı, Ankara 2014.
Eugene Guilleviç, Mutluluk Toprağı, Çev. Metin Cengiz, Artshop Yayıncılık, 1. Baskı,
İstanbul 2006.
Eugenio Montale, Xenia, Çev. Egemen Berköz, İmge Kitabevi, 1. Baskı, Ankara 2000.
Ezra Pound, Cathay, Çev. Ülkü Tamer, Jaguar Kitap, 1. Baskı, İstanbul 2012.
Fahri Özdemir (Çev.), Jacques Prevert: Aşk Şiirleri, Kırmızı Yayınları, 1. Baskı, İstanbul
2006.
Fahri Özdemir (Çev.), Pablo Neruda: Ve Aşktan Olacak Ölümüm, Islık Yayınları, 1. Baskı,
İstanbul 2015.
71
Fahri Özdemir (Der.), Federico Garcia Lorca: Ah, Rüzgârda Giden Aşk (Seçme Şiirler),
Islık Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2015.
Fahri Özdemir (Der.), Federico Garcia Lorca: Aşk Şiirleri, Kırmızı Yayınları, 1. Baskı,
İstanbul 2007.
Fahri Özdemir (Der.), Furuğ Ferruhzad: Aşk Şiirleri, Kırmızı Yayınları, 1. Baskı, İstanbul
2006.
Fahri Özdemir (Der.), Louis Aragon: Aşk Şiirleri, Kırmızı Yayınları, 1. Baskı, İstanbul
2010.
Fahri Özdemir (Der.), Paul Eluard: Aşk Şiirleri, Kırmızı Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2006.
Fahri Özdemir (Haz.), Arthur Rimbaud: Sarhoş Gemi, Kırmızı Yayınları, 1. Baskı, İstanbul
2006.
Fahri Özdemir (Haz.), Guillaume Apollinaire: Aşk Şiirleri, Kırmızı Yayınları, 1. Baskı,
İstanbul 2006.
Fahri Özdemir (Haz.), Rabindranath Tagore: Yüreklere Yakılan Ezgi (Seçme Şiirler), Islık
Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2015.
Federico Garcia Lorca, “Cante Jondo” Şiiri, Çev. Sabri Altınel, Adam Yayıncılık, 1. Baskı,
İstanbul 1996.
Federico Garcia Lorca, Ne Garip Federico Adında Olmak, Çev. Erdal Alova, Can Yayınları,
3. Baskı, İstanbul 2016.
Ferid Muhiç, Zirve, Çev. Mariya Leontiç, Bengü Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2008.
Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı, Çev. Saadet Özen, Can Yayınları, 5. Baskı,
İstanbul 2011.
Fernando Pessoa, Uzaklıklar, Eski Denizler, Çev. Cevat Çapan, Can Yayınları, 3. Baskı,
İstanbul 2009.
Fetva Tukan, Kapalı Kapılar Önünde, Çev. Metin Fındıkçı, Artshop Yayıncılık, 1. Baskı,
İstanbul 2008.
Friederike Mayröcker, Çocuk Yazı, Çev. Burak Özyalçın, Pan Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul
2013.
Friedrich Nietzsche, Dionysos Dithyrambları, Çev. Orhan Tuncay, Gün Yayıncılık, 1.
Baskı, İstanbul 2005.
Friedrich Nietzsche, Dionysos Dithyrambosları, Çev. Ahmet Cemal, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2011.
Friedrich Nietzsche, Şen Bilim: Şiirler, Çev. Ahmet İnam, Say Yayınları, 4. Baskı, İstanbul
2011.
Friedrich Schiller, Felsefe ve Şiir, Çev. Burhanettin Batıman, Yaba Yayınları, 1. Baskı,
İstanbul 2001.
Furûğ Ferruhzâd, İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına, Çev. Ali Güzelyüz, Demavend
Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2015.
Gérard Genette, Anlatının Söylemi: Yöntem Hakkında Bir Deneme, Çev. Ferit Burak Aydar,
Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2011.
72
Gertrude Durusoy–Ahmet Necdet (Çev.), Guillaume Apollinaire: Dünya Gülü, Adam
Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul 2006.
Geşem Necefzade, Savaş Ayakkabı Ölüm, Çev. F. Gedikli, Bengü Yayınları, 1. Baskı,
İstanbul 2008.
Giorgio de Chirico, 9 cm No:3, Çev. Cemal Akyüz, Kült Neşriyat Yayınları, 1. Baskı,
İstanbul 2015.
Giuseppe Ungaretti, Batık Liman ve Başka Şiirler, Çev. Cevat Çapan, Can Yayınları, 1.
Baskı, İstanbul 2013.
Gottfried Benn, Et, Çev. Oğuz Tarihmen, İmge Kitabevi, 1. Baskı, İstanbul 1997.
Gökçenur Ç. (Çev.), Paul Auster: Duvar Yazısı (Seçme Şiirler), Can Yayınları, 1. Baskı,
İstanbul 2008.
Guillaume Apollinaire, Alkoller, Çev. Erdoğan Alkan, Kodeks Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul
2013
Guillaume Apollinaire, Çizgi Şiirler: Calligrammes, Çev. Erdoğan Alkan, Artshop
Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul 2006.
Guillaume Apollinaire, Hayvan Öyküleri Kitabı, Çev. Erdoğan Alkan, Kodeks Yayınevi, 1.
Baskı, İstanbul 2012.
Gustavo Adolfo Becquer, Kafiyeler: Rimas, Çev. Ertuğrul Önalp, Multilingual Yabancı Dil
Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2006.
Gül İlbay (Der. ve Çev.), Arzunun Karanlık Odası: Fransız Kadın Şairlerin Erotik Şiirleri,
Papirüs Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2003.
Güler Çelgin (Çev. ve Der.), Örneklerle Hellenistik Çağ Şiiri, Arkeoloji Sanat Yayınları, 1.
Baskı, İstanbul 2000.
Gürkal Aylan (Çev.), Yunanlı 4 Kadın Ozandan Sevgi Dizeleri, Artshop Yayıncılık, 1.
Baskı, İstanbul 2006.
Gürsel Aytaç, Edebiyat Yazıları II, Gündoğan Yayınları, 1. Baskı, Ankara 1991.
Halil Cibran–Mihail Nuayme, Gözlerin Fısıltısı, Çev. Hüseyin Yazıcı, Kaknüs Yayınları, 1.
Baskı, İstanbul 2009.
Halil Gökhan (Çev.), Salah Stetie (Seçilmiş Şiirler), Oğlak Yayınları, 1. Baskı, İstanbul
1995.
Han Şan, Soğuk Doruktaki Adam, Çev. Ömer Tulgan, Yol Yayınları, 1. Baskı, İstanbul
1993.
Hanan Avvad, Filistin, Senin İçin, Çev. Metin Fındıkçı, Evrensel Basım Yayın, 1. Baskı,
İstanbul 2003.
Hans Magnus Enzensberger, Körler Alfabesi, Çev. Ulrike Böhmer–Turgay Fişekçi, İmge
Kitabevi, 1. Baskı, İstanbul 2000.
Haşim Hüsrevşahi (Çev. ve Der.), Dolunayda Kızıl Tef Çalan Kadınlar: İranlı Kadın Şairler
Seçkisi, Totem Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul 2015.
Hayriye Ünal, Eşikteki Özgürlük: Çoksesli Şiir, Hece Yayınları, 1. Baskı, Ankara 2011.
Heinrich Heine, Şarkılar Kitabı, Çev. Behçet Necatigil, Adam Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul
1982.
73
Henri Michaux, Çin’de İdeogramlar, Çev. Orçun Türkay, Norgunk Yayıncılık, 1. Baskı,
İstanbul 2010.
Henrik Nordbrandt, Aşk Şiiridir Bütün Şiirler, Çev. Murat Alpar, Adam Yayıncılık, 1.
Baskı, İstanbul 1991.
Henrik Nordbrandt, Ayaklarımın Altına Serdim Dünyayı, Çev. Murat Alpar, Adam
Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul 1993.
Henrik Nordbrandt, Her Sözcüğü Bir Aşk İlanı Gibi Duyumsuyorum, Çev. Murat Alpar, Can
Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2012.
Herkül Millas–Özdemir İnce (Çev.), Yannis Ritsos: Rumluk Yaşlı Kadınlar ve Deniz,
Kırmızı Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2010.
Herodas, Mimoslar, Çev. Erdal Alova, Kabalcı Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2007.
Hilda Doolittle, Aşk Yamacındaki Ateş, Çev. Dilek Değerli, Artshop Yayıncılık, 1. Baskı,
İstanbul 2008.
Hulûd el Mualla, Gülün Gölgesi Yok, Çev. Mehmet Hakkı Suçin, Kırmızı Yayınları, 1.
Baskı, İstanbul 2014.
Hüsrev Hatemi (Çev.), Ömer Hayyam: Rubailer, Çağrı Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2012.
Ion Deaconescu, Düşler Ormanında, Çev. Barış Behramoğlu, Tekin Yayınevi, 1. Baskı,
İstanbul 2015.
Israel Bar Kohav, Atlantis, Çev. Sezer Duru, Komşu Yayınları: Yasak Meyve, 1. Baskı,
İstanbul 2007.
Iuvenaus, Yergiler, Çev. Erdal Alova–Çiğdem Dürüşken, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2006.
Ivan Hristov, Bdin, O Bataklık, Çev. Gökşenur Ç., Yitik Ülke Yayınları, 1. Baskı, İstanbul
2015.
İlhami Soysal (Haz.), 20. Yüzyıl Türk Şiiri Antolojisi, Bilgi Yayınevi, 4. Baskı, Ankara 1992.
İlyas Tunç (Der.), Çağdaş Güney Afrika Şiiri Antolojisi, Bence Kitap, 1. Baskı, Ankara
2013.
İmdat Avşar (Çev.), Resul Rıza: Gecenin Suskun Nağmesi (Seçme Şiirler), Bengü Yayınları,
1. Baskı, İstanbul 2010.
Jacques Derrida, Edebiyat Edimleri, Çev. Mukadder Erkan–Ali Utku, Otonom Yayıncılık, 1.
Baskı, İstanbul 2010.
Jacques Derrida, Şiir Nedir?, Çev. Ahmet Sarı – M. Abdullah Arslan, Babil Yayınları, 1.
Baskı, Erzurum 2002.
Jaime B. Rosa–Metin Cengiz–Müesser Yeniay (Haz.), Çağdaş İspanyol Şiiri Antolojisi,
Şiirden Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul 2013.
James Langston Hughes, Alabama’da Şafak, Çev. Ergin Koparan, Kavram Yayınları, 1.
Baskı, İstanbul 1985.
James Langston Hughes, Memleket Özlemi, Çev. Necati Cumalı, Ataç Kitabevi, 1. Baskı,
İstanbul 1961.
James Langston Hughes, Özgürlük Gibi Sözcükler, Çev. Özcan Özbilge, Kaynak Yayınları,
1. Baskı, İstanbul 1985.
74
Jamie B. Rosa, Deniz Şiirleri, Çev. Metin Cengiz, Şiirden Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul
2014.
Jean Orizet, Dünyanın Derisi, Çev. Halil Gökhan, Yön Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul 1999.
Jeremy Reed, Sayıklamalar: Bir Arthur Rimbaud Yorumu, Çev. Ülker İnce, Telos Yayınları,
1. Baskı, İstanbul 1998.
Jidi Majia, Gök ve Yer Arasında, Çev. Ataol Behramoğlu, Tekin Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul
2015.
Johann Wolfgang von Goethe, Faust, Çev. İsmet Zeki Eyuboğlu, Sosyal Yayınlar, 1. Baskı,
İstanbul 2001.
Johann Wolfgang von Goethe, Yarat Ey Sanatçı: Şiirler, Roma Ağıtları, Akhilleus, Çev.
Ahmet Cemal, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 2014.
John Berger–Selçuk Demirel, Kıyıdaki Adam, Çev. Cevat Çapan, Yapı Kredi Yayınları, 2.
Baskı, İstanbul 2009.
Jorge Luis Borges, Şifre, Çev. Yıldız Ersoy Canpolat, İletişim Yayınları, 2. Baskı, İstanbul
2013.
José Martí, Göklerde Eriyip Gitmek İsterdim, Çev. Ataol Behramoğlu, Can Yayınları, 1.
Baskı, İstanbul 2011.
75
EKLER
Ek – 1
Methadon
–.)
I‟m sure that subsequents will also, just like preceedings,
Be exhibiting an unique dance with the music of anxiety passages
Which are full of calsified, burning thornes and barren miracles..
But next time, I‟m not going to try to look inside them.
Anyway, my loathing is not this..it hasn‟t come yet
…(The ones who will lave me are the rains in that phenomenon..
..I‟m still behind.)
I‟m expectorating with agraphia, on lands which an heedless exterior–I has stained..
Yes,
My realm, is the back of these same–old–stories which are being left by their lynchpins,
And within kingdom of sophistry, black garbage in which I was born slave, is my only bed..
The one who arises from the direful deamon of my spine‟s at–easedlessness in the mirror,
Is my negated breathing–in..
… . ..forasmuch as it is so,
I must go to the blackest one..to the middle of it..to the nonexistingness.
76
(..I have returned to the one place which I wasn‟t expelled before, Notwithstanding
I had come with an unwellness which its convalescence would never be able to begin,
I‟m not sure if i can continue, while this vague moonstruckness is tired inside of me,
to hunt my own deadness–of–winter in dark..to hunt my other answers
this exhausted scatteredness of me is myself.
after learning that there‟s no space for my literature in art of being happy
this room..
this cheap and commodious place which had taught me to content with sadness in a
yesteryear that I can‟t recall..)
Yes, I can bide here a bit. –the lack of euphoria is a price I shall pay–
Methadon..
My being–amolioratedness is not at the end of you..it is within you as much as eternity is in.
09.12.2010 – 03:49
77
Ek – 2
Sylvia, the Poetess
78
river –or its all meanings that are possible to talk about– I did sometimes try to
picture how does it feel like to be the point‟s itself where the river gets most deep
and look from over there to that graveyard..like every student of yours who follow
you to teach them something..
“You are not a fool lover..I just envy you
Because you have something that I never had and never will be and will have.”
These tinders you have, are nothing different from a shrouded soughing
Their being decomposed is still not finding an end..like an alive neuralgia.
No, nothing from those heavenly lines or verses will make everything alright,
No, god doesn‟t talk through you, beside through, you are not even someone to talk to..
79
You should‟ve known this, Slyvia..suicide isn‟t always a big deal..although
I‟m not like those who say: “sometimes you live or you die..there‟s not much of a
difference between them.” But still..
I know, I still see only few that I can not tell you what is poetical or not,
especially to you as you, one of the people who all these years tried to teach me the
difference between meaningless and dead words..but in any case, what I‟m telling
about here is not a fact which its bond with literature moves involuntarily.
How many of the differences between “from life to death” and “from nilness to something”
act like countable beings?
Among all the things, I‟m now fully aware that at least you don‟t know this‟ answer.
There are only a few points of view where death and the dead aren‟t
completely same and if you are not done with even one of them (which if I have to
make an interpretation for you, it seems like you will never be done) I no longer
think you can understand me...
20.07.2011 – 02.17
80
Ek – 3
A Gray, Hallucinative Sleep (Last Night–Chrysanthemum for Joan)
Like all the sooty symbols that don‟t extract out their existence from their cold lives
They are too sleeping in this hour of the day..
If I didn‟t see myself when I look at my hand,
I would‟ve almost loved their sleeping..of these deities of my head–acheless–ness
..
Everyone knows, walls move when darkness falls
They have only one aim, to remind themself that they can move..
Especially when you are not looking at them
But everyone who knows this, also fell asleep already.
And if now you are not the one who is insane, who lost her mind
I don‟t know who is.
..
“I can read you, like you read me” whispered as
The liar in her sickbed,
And the flicker in another yarn to snow
...every fear has its own ritual that it hides from itself,
So that it would see itself sleeping when looking in the mirror, and the liar‟s soothsaying
Now, this is the what only a few people talks without getting tired
And I‟m, not one of them.
..it won‟t snow. (but, you are one of who waits for their turn to live it)
And I‟m not allowed to think you when my boredom doesn‟t have me anyway.
81
And yes, suddenly I feel nothing for this world
But still, that I stay in place near being your friend, that I have known you, I feel..etc
It‟s not me, but still I smile this insolubly anyway.
07.11.2011 – 04:21
82
Ek – 4
Violet (Antique Pen)
In entreaty where the anemones only have backlashes for touch of the macabre,
For circles who has relinquished themselves
And
For scarlet fever turbidity of billow debris that still possesses the juncture
I was the only soul brings their own compunction to them..
In so much as that
Even stark thunderbolt residues who has been kennin‟ here as an asylum since born
Couldn‟t endure this stain
...
here, inertias are as cold as the meshes of a spider‟s web in hollow..
And what slips from my hand is non–recyclable turning of a never–ending astringency
Into a black disease reels of silver
–
It was the last phase of disease, by a tightrope tied up to my left wrist
When i prevented drift causes to break the striation of time in my memory
In full moon of December...
When i first saw Violet..
83