Professional Documents
Culture Documents
Tercüme Etkinlikleri
Tercüme Etkinlikleri
Hellen aforizmalarının(hikemi edebiyat) büyük bir kısmı, Emeviler Döneminin sonuna doğru
Arapça’ ya çevrilmiştir. Aslında bu aforizmaların tamamı Aristoteles ve Alexandros ile
bağlantılıydı (Gatas 1975:444). Bu çevirilerin 9. ve 10. yüzyıllarda Arap şiirine güçlü bir etkisi
olmuştu. Bu dönemin en ünlü Arap şairlerinden ikisi olan Ebu el-Atahiye ve el-Mutenebbi,
şiirlerinde aforizmaları kullanmışlardı.
2-) Abbasi Döneminde Çeviriler
Çeviri faaliyetleri Abbasi döneminde ciddi bir devlet politikası haline gelmiştir. Abbasi
dönemine gelinceye kadar siyasi, ekonomik, askeri ve kültürel açıdan iç erklerin zirvesini
yaşayarak adeta doyuma ulaşan Arap kültürü, bütün bu erkler açısından dış temaslara hazır
hale gelmiş, nihayet taşarak başka kültürlerin nüfuz sahasına egemen olmuş ve doğal olarak
bu kültürlerle münasebete geçmiştir. Abbasilerin iktidara gelmesiyle birlikte Müslümanlar
Mezopotamya, Mısır, Asur, Hellen ve Hint medeniyetlerinin düşünsel ve bilimsel
ürünlerinden istifade etmeye yönelmişlerdir. Abbasiler döneminde ortaya çıkan bu kültürel
temaslar, köklü bir hazırlık devresi ile oluşan tarihi zemin üzerinde kurulmuştur. Bu hazırlık
deneyiminin nihayetinde şekillenen zemin üzerinde ortaya çıkan kültürel aktivite ise çeviri
hareketi olarak kendini göstermiştir.(Tanrıverdi, 2006:17).
Abbasiler, kendi bilgi birikimlerini Hellen, Hint ve İran medeniyetlerinin sahip oldukları bilim
ve düşünce hayatları ile ilgili kitaplan Arapçaya tercüme edip kaynaştırmak suretiyle insanlık
tarihi boyunca ilkini Hellenlerin gerçekleştirdiği ikinci kültür intikalini gerçekleştirmişlerdir
(Karlığa, 2004:175). Ayrıca Abbasi iktidarıyla beraber Müslümanlar Mezopotamya, Mısır,
Asur ve Babil medeniyetlerinin düşünsel ve bilimsel ürünlerinden de istifade etmeye
yönelmişlerdir. (Ulukütük, 2010:259).
Abbasilerde çevirinin hız kazanmasının ardında önemli iki neden yatmaktadır. Birincisi,
Emeviler döneminde genişleme politikasına odaklanmış Araplar bilginin gücünü
keşfetmişlerdi. (Dağbaşı, 2013:178)
Bağdat’ı kuran ikinci Abbasi halifesi olup, Abbasi Devleti’nin de gerçek kurucusu sayılır. yeni
bir şehir kurarak yepyeni bir toplumsal yapı oluşturma projesini hayata geçirdi.
Bununla siyasi, ekonomik ve bilimsel olarak her şeye yeniden başlama, güçler arası denge
oluşturma ve dönüşümü gerçekleştirmeyi hedeflemekteydi. Böylece, Abbasi devrimi
toplumla bütünleşecek ve muhalif güçler zayıflayacaktı. Bu projenin bir boyutu da çeviri
hareketiydi.
El-Mehdi, el-Mansur’un başlattığı politikayı farklı bir açıdan yaklaşarak devam ettirmişti.
Onun döneminde İslam'dan başka inançlara sahip olduklarını ilan edenlerin kitaplan
yaygınlaşmaya başlamıştı. Bunun karşısında el-Mehdi, din âlimlerini İslam karşıtlarına ve
kâfirlere karşı kitap yazmaları için görevlendirdi, bu ilimler inatla İslam dinine karşı çıkanlara
kanıt gösterdiler, sapkınların ortaya attığı problemleri çözdüler ve şüphe duyanlara gerçeği
açık ifadelerle izah ettiler. Bunu yaparken de büyük ölçüde çeviriden faydalandılar.
El-Mehdi ayrıca, iyi bir öğrenciydi; Topika isimli kitabı dikkatlice okudu ve bir uygulama
yapma fırsatı yakaladı. Açık bir münazarada bir Hristiyanla tartışarak, İslam'ı savunan ilk
Müslüman oldu. Tartıştığı kişi ise, Topika’yı çevirmekle görevlendirdiği Nasturi patriği I.
Timotheos'tan başkası değildi.
Hıristiyanların yayılım sürecinde, Apolojistler denilen din alimleri, teolojik tartışmalarda ve
özellikle Paganlara karşı inançlarını daha iyi savunabilmek için Hellen felsefesi ve mantığına
ilgi duymuşlardı. Aynı ilgi, yine aynı amaç ve gerekçelerle bu kez Müslümanlarda ortaya
çıkıyordu. Nitekim Müslümanlar aynı zamanda İslam içindeki bir takım konuların, sözgelimi
Kur'an'ın yaratılıp yaratılmadığı, kabir azabının olup olmadığı, Tanrı’nın varlığının
ispatlanmaya çalışıldığı kelam denilen teolojik konuların yanında; halifeliğin meşruiyeti,
liderliğin din ile ilişkisi ve bu ilişkilerin yetersizliğinin sorgulanması gibi siyasi konuları da
tartışmışlardır. İşte bu noktada el-Mehdi'nin neden Aristoteles'in Topika’sını çevirtmek
istediği anlaşılmaktadır.
Halife el-Mansur ile başlayan çeviri faaliyetlerinin, Harun Reşid döneminde daha sistemli bir
hale geldiğini söylemek mümkündür. Harun Reşid, Harran’da yeni Platoncu Pagan okulunda
hocalık yapan Haccac b.Yusuf b. Matar'a, Eukleides'in Usulu'I-Hendese’sini yeniden tercüme
ettirmiştir (İbnu'n Nedim, 1997:234). Yine aynı dönemde Süryani Yahya b. el- Bitrik
tarafından Hellence’den tercümeler yapılmıştır. Yuhanna b. Maseveyh, Harun Reşid
döneminde mütercimlerin üstadı olarak bilinirdi. Maseveyh özellikle eski kitapların çevirisini
yapmakla görevlendirilmişti.
Halife el-Me'mun, bilim adamları meclisine davet eder, fıkhi ve felsefi konularda toplantılar
düzenlerdi. Ayrıca o, Roma imperatorlarına hediyeler göndermiş ve onlardan ellerindeki
felsefe, tıp vb. konulan içeren kitaplan kendisine yollamalannı istemiştir. Roma imperatorları
da buna karşılık Platon, Galenus, Hippokrates, Eukleides, Klaudios Ptolemaios, Aristoteles
gibi filozofların eserlerini göndermiştir.
Günümüzde herhangi bir savaşın galibinin, mağlup ülkenin tüm yer altı ve yer üstü
kaynaklarına el koyduğunu dile getiren Hunke (1997: 266:267) İslam dünyasında el-Me'mun,
Bizans imparatoru Mikhael'e karşı kazandığı zaferden sonra, tazminat olarak antik filozofların
henüz Arapçaya çevrilmemiş eserlerini istediğini söyleyerek o dönemde çeviriye verilen
önemi apaçık ortaya koymak istemektedir. İbnu'n Nedim ise felsefe ve diğer kadim bilimler
üzerine bu kadar çok kitap olmasının sebebini, el-Me'mun gördüğü iddia edilen ve dilden dile
anlatılan rüyası olduğunu söylemektedir (Gutas, 2011: 98).
Öte yandan el-Me'mun, elinin meselelerini akılcı bir yaklaşımla çözme eğilimindeki
Mu’tezilenin düşüncelerini desteklediği bilinmektedir. Akıl yürütmeye dayalı kelam
tartışmalarından ortaya çıkan düşünceler, onun din politikasının temelini oluşturmaktadır.
Çeviri faaliyetleri onun bu politikalarını besleyecek en iyi araç niteliğindeydi. Döneminde
çeviri faaliyetlerinin zirvede olmasının ardında yatan nedenlerden biri de budur
İbnu'n Nedim’in anlatımına göre el-Me’mun’un rüyası şöyledir (Aktaran: Suçin, 201 t:39 ):
[...] El-Me'mun anlatıyor: Rüyamda beyaz tenli, al benizli, geniş alınlı, kaşları bitişik, kel
kafalı, gözleri masmavi, halim selim bir adamın yatağıma oturmuş bir halde beklediğini
görünce korkudan tir tir titredim. “Kimsin?" dedim. Adam "Ben Aristoteles" diye cevap verdi.
Bunu duyunca rahatladım. "Bilge adam!" dedim, "Size bir sorum var". Adam "Sor bakalım"
dedi. "İyi olan şey nedir?" diye sordum. "Akla göre iyi olan şeydir" dedi. "Sonra?" dedim.
"Hukuka göre iyi olandır'' diye cevap verdi. "Daha başka bir şey var mı?" diye yeniden
sorunca "Halkın gözünde iyi olandır'' diye cevap verdi. Sorumu bir kez daha tekrarlayınca
"Hepsi bu kadar" dedi [ ...] İşte kitapların ortaya çıkmasını sağlayan kesin sebeplerden biri de
bu rüyaydı.
El-Me'mun’un rüyasının kendi politikalarının bir uzantısı olduğunu söyleyerek, bir rüyanın
çeviri hareketini bütün hızıyla başlatacağını söylemenin pek de doğru olmadığını, aslında
rüyayı çeviri hareketinin bir nedeni değil, toplumsal sonucu olduğunu, ** Aristoteles
rüyasının da El-Me'mun’un Mutezile yanlısı siyasetini haklı çıkarmak için uydurulmuş
olabileceğini iddiaları da mevcuttur. Sonuç olarak, kaynaklar incelendiğinde El-Me'mun
döneminde de çeviri hareketinin tüm hızıyla devam ettiğini söyleyebiliriz.
Eyüp Tanrıverdi (Tannverdi, Eyüp, 'Yunanca-Arapça Çeviri Sürecinde Harran Okulu 186:178),
Abbasiler döneminde gelişen çeviri hareketinin 'sosyo-kültürel tercih' tezi ile
açıklanabileceğini söylemektedir. ·Buna göre hareket, kişisel çabalar ile tetiklenen yapay bir
süreç olmaktan öte kültürel bir olgudur. Bu aktivite sadece Halife el-Me'mun'un bir rüyasıyla
açıklanamayacağı gibi, aracı unsurların özellikle Süryanilerin uğraşlarıyla, ya da Halife el-
Mansur'un politik bir projesiyle de sınırlandırılamaz. Tanrıverdi'ye göre bu hareket, aksine
başta halifeler olmak üzere, yüksek kademedeki devlet erkânının, zengin asillerin desteği ile
gelişen, tüm katmanların desteğini alan ve yaklaşık iki yüzyıl boyunca devam eden, devletin
ve toplumun yüksek kademelerinde nesiller boyu destek bulan, yoğun bir süreç olarak
görülmek durumundadır. El-Memun 8. yüzyılda İslamiyetin en önemli medresesi Beyt’ül
Hikme’yi kurmuştur.
Emevi İmparatorluğu’ndaki seçkinlerin büyük bir çoğunluğu(etnik açıdan) Arap olsa da,
Abbasi İmparatorluğu daha çok sayıda etnik gruptan oluşmaktaydı. Etnik kökeni Arap olanlar,
bu kavmin ve seçkinlerin yalnızca bir bölümünü oluşturmaktaydı. Böyle olunca, Arapça
konuşan herhangi bir Müslümana atfen, dinini ve ırkını düşünmeksizin ‘Arap’ sözcüğü
kullanılmaya başlandı. Bu dönemde oluşturulan büyük ilmi kaynaklara (Arap tıbbı, Arap
felsefesi vb.) başvururken, bu ilmin, ister istemez Yarımadada etnik kökeni Arap olanlara
yönelik olmadığı da akıllarla gelmelidir. Etnik kökeni Arap olanların mükemmel oldukları kimi
alanlar olmuştur; ancak hem çeviri hem de telif eser oluşturma bakımından başı çekenler,
Farslar, Süryaniler ve Yahudilerdi. Özellikle Farslar, Müslüman toplumun entelektüel
gelişiminin şekillenmesinde etkili olmuşlardır. 10. ve 11. yüzyıla kadar, Arapça dahi
Farsçanın etkisi altında daha da zenginleşmiştir.
Genel anlamda, insanların iç içe geçtiği bir imparatorlukta, bir çeviri ya da özgün eseri belli
bir etnik gruba mal etmek çoğu kez zordur. Örneğin Arapçadaki ilk ilmi eser, Fars kökenli bir
Yahudi fizikçi (Basralı Masarcavayh) tarafından yapılmış bir çeviriydi. Bu çevirinin kaynağı,
İskenderiye’deki bir Hristiyan papaz Ahrun tarafından Yunanca yazılmıştı (Hitti 1937: 255).
Benzer şekilde kaynak ile çeviri eseri birbirinden ayırmak ve dolayısıyla çevirinin gerçek
kaynağını bulmak genelde zor olmaktadır.
Batı’da Arap edebiyatının en iyi bilinen eseri olan Binbir Gece, aslında Farsça eski bir esere
dayanmaktadır (Binbir Gece masallarındaki hikaye anlatıcısının adı Şehrazat, bir Fars adıdır).
Bu yüzden de bu eserde, Hint kökenli birkaç hikâye vardı. Hikâyelerin bazıları daha sonradan
eklenmiş olup yeni bağlamdan ve Arapça yazımdan etkilenmiş olabilirdi.
Beyt-ül Hikme bir üniversite, kütüphane ve tercüme odası olarak işlev görmekteydi ve
Hellence, Süryanice, Sanskritçe ve Aramice’den çeviriler yapan 65 çevirmen bulunmaktaydı.
El-Nedim, el-Fihrist isimli eserinde Beyt-ül Hikme’de 47 çevirmenin yalnızca Yunanca ve
Süryanice’den, 17 çevirmenin Farsça’dan, 2 çevirmenin Sanskritçe’den ve birinin de
Aramice’den çeviri yaptığından bahsetmektedir. (Kaya 1992: 391) ** Nasturilerin hala dinsel
iletişim dili olan Süryanice’den Arapça’ya çevrilmişti. Süryanice’de bulunmayan Hellence
eserler ise, ya doğrudan Arapça’ya ya da önce Süryanice’ye daha sonra Arapça’ya
çevrilmiştir.
Abbasi döneminde çok çeşitli eserler çevrilmişti.
Aristoteles’in Ethike: Hellen ahlak felsefesi eserleri ilk çevrilen eserler arasındadır. Ethike de
onların başında gelir.
Bu dönemde iki çeviri yöntemi benimsenmiş gibi görünmektedir (Rosenthal 1975: 17). [321]
Bu yöntemlerin ilki Yuhanna bin el-Batrik ve bin Naima el-Himsi tarafından kullanılmıştı. Bu
çeviri yöntemi aşırı derecede harfiyendi ve bunda esas olan her Hellence kelimenin Arapça
eşdeğerini bulmak, böyle olmaması durumunda ise Hellence kelimeyi Arapça’ya aktarma
yoluna gitmekti. Bu yöntem tam olarak başarılı olmuyordu ve el-Batrik tarafından yapılan
çeviriler daha sonradan gözden geçirilip düzeltiliyordu. Çevirileri düzeltenlerden en önemlisi
el-Memun’un emrindeki Huneyn bin İshak’tı. Bu yüzden de bin İshak ve onu izleyenler,
çevirinin didaktik bir işleve sahip olduğunu düşünerek erek metnin okunabilirliğine ve
erişilebilirliğine önem vererek erek dile ve erek metnin okuyucusunun beklentilerine öncelik
vermişlerdir.
Örneğin; bin İshak çevirilerinin tıp biliminde uzman olmayan ya da felsefe hakkında bilgi
sahibi olmayan biri tarafından da anlaşılabilen hoş ve duru bir biçimi olduğunu
düşündüğünden çevirilerini açıkça övmüştü. Bununla beraber çevirinin en başarılı yöntemine
ilişkin yorumlara ek olarak, belli metin türlerinin çevrilip çevrilemeyeceği, çeviri metinlerin
güvenilir kaynaklar olup olmadığı, Hellence ve Süryanice’nin Arapça’nın yapısına müdahalesi
gibi meseleler üzerine de düşünülmüştü. Dönemin en ünlü yazarlarından biri olan El-Cahız
(869), çevirmenler ve çevirileri üzerine beyanlarında özellikle iğneleyiciydi. Çünkü
çevirmenin asla adil olamayacağı ve sadakatini savunamayacağını düşünüyordu. (Salma
Carr’dan alıntılanmıştır 1996).
Çevirmenler işlerinin bu şekilde nadiren eleştirilmesi haricinde oldukça lüks bir hayat
sürüyormuş gibi görünüyorlardı. El-Nedim (988, Hitti’den alıntılanmıştır 1937: 306) Huneyn
bin İshak’ın bir gününü şöyle anlatmaktadır: Banyosunu yapardı, sabahlığını kuşanır, hafif
bir içecekle çöreğinin tadını çıkarır, öğle uykusu için uzanır, uykudan sonra kalkıp tütsüyle
cildini nemlendirirdi. Akşam yemeğini yiyip tekrar uyur ve uyanırdı. Uyandığında dört ratıl
yıllanmış şarap içerdi. Canı taze meyve çekerse Şam elması ya da ayva yerdi.
El-Me'mun dönemine kadar en olgun devrini yaşayan çeviri bu dönemden sonra, yavaş yavaş
hızını kaybetmiş gibi görünmektedir (Fural, 2012: 257). Elbette el-Me'mun'dan sonra gelen
halifeler döneminde de çeviri faaliyeti olmuştur ama Bağdat'ta, iki yüzyıla yakın bir süre
boyunca süren çeviri faaliyetleri yerini artık 'telife bırakmıştır. Çünkü bu hareket için asıl
talebi yaratan Arap felsefesi ve bilimi artık kendi ayaklan üzerinde durabilecek düzeye
erişmiştir. Oluşan bilgi birikimi neticesinde İslam dünyasının başkenti olan Bağdat, bilginin
merkezi konumuna gelmiş, İbn-i Sina, Biruni, İbn-i Rüşd, İbn-u'l Heysem, el-Harizmi gibi
alimler kendi eserlerini telif etmeye başlamışlardır. Ardından bir dizi Moğol istilasının
ardından Beyt’ül Hikme ve Bağdat yıkılacak, 1258’de Hülagü tarafından halife ve devlet
adamları katledilecektir.
Bibliyografya