Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 16

ORTAÇAĞ DA İSLAM COĞRAFYASI’NDA X VE XI.

YÜZYILDA DOĞAL AFETLER, SALGIN

HASTALIKLAR VE KITLIK

ZÜLEYHA ŞENTÜRK GÜNAL

İnsanlık tarih boyunca bir takım doğal afetlere maruz kalmıştır. Afet kavramı; doğal, insan
kökenli veya teknolojik kaynaklı bir olayın, insanların normal faaliyetlerini ve hayatın doğal
akışını kesintiye uğratmak veya durdurmak suretiyle etkilemesi şeklinde tanımlanabilir.1
Nerede, ne zaman ve hangi biçimde meydana geleceği tespit edilemeyen afetler sonuçları
itibariyle benzer etkiler oluşturmaktadırlar. Başta fiziki kayıplar olmak üzere, ekonomik
kayıplar ile sosyal psikolojik yıkımlara neden olabilmektedirler. Bu afetlerin en korkuncu ve
zorlayıcısı depremlerdir. Deprem kelimesinin etimolojisine baktığımızda ise; Arapça karşılığı
zelzele olup , sözlükte “bir şeyi hareket ettirmek, şiddetle sarsmak, vurmak anlamına
gelmektedir.”2 Semseddin Sami ise zelzele için “yeryüzünün alametlerinden kabul edilen
toprağın titremesi,hareketi arz” olarak ele alır.3Kuran-ı Kerimde Zilzal suresinde, yeryüzü
kendisine has bir şekilde sarsıntıya uğratıldığı zaman, içeridekileri dışarı çıkarıp attığında ve
insan “Ona ne oluyor? “dediği zaman işte o zaman yer kendi haberlerini anlatır.4

Araştırdığımız dönem de Musul da Hicri 376/986-87 depremin yıkım ve ölümlere yol açtığı
görülmektedir. Hicri 426/1034-35 merkez üslü Remle olan deprem Suriye’ den Mısır’a kadar
olan bölgeyi etkilemiş Remle ‘de şehrin üçte birini yıkmış ve çok sayıda insanın ölümüne yol
açmıştır.5 Suriye ‘de 1063 yazında bir deprem görülmüştür. Suriye’de pek çok şehir hasar
görmüştür, şehirlerin birçoğunun harabeye döndüğü ve depremin şiddetli olduğu ifade
edilmektedir. Üç yıl sonra Horasan Bölgesi’ nde oldukça şiddetli bir deprem meydana gelmiş,
artçıların birkaç gün sürdüğü bu deprem pek çok insanın ölümüne neden olmuştur. Çağdaş
Ermeni tarihçilerinden Vardan’ ın söz konusu ettiği bu kayıda göre 1072 Antakya bölgesinde
büyük bir zelzele olmuş, can ve mal kaybına yol açmıştır. Ölülerin tam sayısı hakkında
herhangi bir rakam vermemekle birlikte buradaki Rum patriğinin bin kişi ile “yarılmış toprağın
içine gömüldüklerini” ve Antakya’da ki büyük kiliselerden “Sen Bedros Kilisesi’nin yıkıldığını
belirtmiştir.6

Ergünay,1996,s.263

2Ferit Develioğlu,Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lugat.12.Baskı.Aydın Kitabevi Yay.Ankara 1995


s.1176.

3Şemseddin Sami, Kamus-i Türki ,Dersaadet. 1317.s.686

4 Zilzal Suresi.99/1-4 Ayet

5 İbnü’l Esir 1987.x.60.

6.Müvverih Vardan.Türk Fütühatı Tarihi (889-1269) Trk çev.H.D Andreasyan.İ.ÜEd Fak.Seminer


Dergisi 1/1937.178-179
Bundan sonra aynı şehirde Hicri 467 (1074-1075) yılında başka bir deprem daha meydana gelmiştir.
Bu depremi çağdaş Arap tarihçilerinden yalnızca Azami kaydetmiş ancak depremin şiddet, etki ve
sonuçları hakkında kesin bilgi vermemiştir.7

Doğu Anadolu Bölgesi’nde bir hayli deprem meydana geldiği anlaşılmaktadır. Tespit ettiğimiz
kayıtlara göre Erzurum, Erzincan Dogodop ( Malazgirt yakınlarında eski bir Ermeni yerleşim birimi)
vb… gibi yerlerin ve dolaylarının bu doğal felaketle karşı karşıya kaldıkları görülmektedir.

Suriye,Irak ,El-Cezire ile pek çok ülkede “ 479 ( 1086-87 )yılında bir deprem vuku bulmuştu.8 Bu
depremler Doğu Anadolu Bölgesi ’nide etkilemiştir.

484 yılı Şaban’ında (26 Eylül 1091 ) da Suriye başta olmak üzere pek çok ülkede çok sayıda deprem
olmuştu.9 Antakya ve güney Anadolu’yu etkileyen bu deprem güney-doğu ile birlikte Doğu
Anadolu’yu da etkilemiştir. Nitekim Urfal ı Mateos , Ermenilerin 539. Yılının eylülünde meydana
geldiğini belirttiği bu depremin “ bütün memleket içinde” yani bütün Anadolu’ da vuku geldiğini,
söylemektedir. Aynı yazar yeryüzünün şiddetle sarsıldığını ve gök altında bulunan bütün mahlukların
titrediğin ifade etmek suretiyle bu depremin boyutu hakkında bir fikir vermektedir.10 Bağdat’ta ilki
18 Şevval 450 ( 8 Aralık 1058 ) tarihinde meydana geldi.11 Bu deprem akşam ve yatsı namazları
arasında oldu ve takriben de” bir saate kadar sürdü” ifadesinden anlaşılacağı üzere depremden
sonraki bir saat içerisinde de artçı sarsıntılar devam etmişti. İnsanların büyük bir korkuya kapıldığı bu
deprem Hemedan, Vasıt, Ane,Tekrit’ e kadar olan sahayı etkiledi.Bu sarsıntılar esnasında su ile çalışan
değirmenler de durmuştu.Aynı bilgileri kaydeden İbnü’l Esir ise depremin Irak ve Mısır’da oluştuğunu
Hemedan’ı etkilediği ve birçok evin insanların üzerine yıkılarak ölümlere sebebiyet verdiğini ifade
etmektedir.

İbnü’l Cevz i Zilhacce 455 ( Kasım –Aralık1063 ) yılında Vasıt’ta bir deprem olduğunu ve uzun
sürdüğünü kaydetmesine rağmen söz konusu sarsıntıların Bağdat’ta hissedilip hissedilmediğini
açıklamamaktadır. Vasıt’ın konumu 12itibariyle burada meydana gelen bir depremden Bağdat
etkilenmiş olmasının ihtimal dahilinde olduğu söylenebilir. Nitekim bu sarsıntıların hissedildiğine dair
kaynakların tutulmamış olması sarsıntının hasara ve korkuya sebep olmayacak kadar küçük
olmasından kaynaklı olmalıdır.

İbnü’l C evzi: 26 Rebiyülahir 464 ( 21 Ocak 1072 ) yılında güneşin doğuşu esnasında yeni bir deprem
oldu ve yaklaşık altı sarsıntı hissedildi. Söz konusu bu sarsıntı, kayıtların teferruatlı tutulmamasından
anlaşıldığı kadarıyla hasar meydana gelmemişti. Irak,El Cezire ve Suriye’de 479 (1086-1087 ) yılında

7Azimi Tarihi,(Selçuklularla İlgili Bölümler : 430-538=1038/39-1143/44)yay.A. Sevim.Ankara.1988.s.21

8 İbnü’ Esir ,X,133

9İbnü’l Esir,X,174,Merçil,Selçukname,I,161

10 Urfalı Mateos ,177

11 İbnü’l Cevzi,XVI 1992:30; Sıbt İbnü’L Cevzi XII,2013,333,Arslantaş,2015,93


12 Vasıt: Emevi halifesi Abdulmalik b. Mervan’ın ( 685-705) Irak’a tayin ettiğivalisi Haccac b. Es- Sekaf
tarafından kurulmuş olup Basra ve Küfe yolu üzerinde bulunmaktadır. Bkz.Söylemez ,2002:147-172

Birbirini takip eden çok sayıda deprem meydana geldi.

Büveyfiler döneminde Bağdat’ta meydana gelen depremlerde 346 (957-958 )senesinde Irak ,El
Cibal,Hilvan ve Kum ile çevresinde kırk gün birbirini izleyen sarsıntılar halinde meydana
gelmiştir.Şiddetli olduğu anlaşılan bu deprem esnasında binalar çökmüş,su kaynakları kesilmiş ve
enkaz altında kalan birçok kişi hayatını kaybetmiştir13.Depremlerden önce ve sonra doğada birtakım
değişiklikler meydana geldiği anlaşılmaktadır.

İbnü’l Esir ‘in 345 ( 957-958 )yılında gerçekleştiğini söylediği depremlerden sonra İlaye en
Nasibini ,İbni Tağıveri ve ibnü’l Cevzi deniz suyunun yaklaşık seksen zira ve Ebul Ferec ise Basra
körfezinin üç yüz arşın kadar çekildiğini bu esnada daha önce görülmemiş birçok kaya ve adanın
ortaya çıktığını aktarmaktadır 14 Bunların yanı sıra 368 (978-979 ) senesinde birçok sarsıntı meydana
gelmiş şiddetlisi de Irak’ta görülmüştür.

Skylitzes, 1030 ve 1040 yılları arasında Anadolu’da altı büyük deprem olduğundan söz etmektedir. İlk
deprem 13 Ağustos 1032 Pazar günü şiddetli bir sarsıntıyla gece meydana geldi.6 Martta bir deprem
daha meydana gelmiştir. 15 Anadolu’nun farklı bir bölgesinde deprem meydana gelmiştir. Deprem
den Suriye büyük zarar görmüştür. 18 Aralık 1036 tarihinde gecenin dördüncü saatinde iki küçük ve
üç büyük deprem olmuştur. 2 Kasım 1037 tarihinde günün onuncu saatinde deprem meydana gelmiş
ve dünya uzun süre sallanmaya devam etmiştir. Depremin ocak ayına kadar artçıları devam etmiştir.
Bu olaydan iki sene sonra bir deprem daha meydana gelmiştir. Batı Anadolu’da meydana gelen bu
depremden sonra yağmurlar başlamış yağmur sonrası da salgın hastalıklar çıkmıştır.

1040 Tarihinde şubat ayında meydana gelen depremler etkilediği bölgelerde bütün evleri ve
şehirleri yıkmış, şehir sakinlerinin birçoğu hayatını kaybetmiştir. 1041 yılında Amid ‘de iki kez
deprem olduğundan da söz edilmiştir.

1044-1045 Tarihinde Tebriz’de tahribat yapan bir deprem yaşanmış ve bu deprem Amid ve
Armeni ‘ ye kadar uzanmıştır. Azimi yaşanan bu depremi sade bir dille kaleme alırken İbnü’l
Esir 1042 -1043 yılında yaşanan depremi şöyle anlatır: Tebriz’de büyük bir deprem oldu.
Şehrin kalesi, evleri, surları Pazar yerleri ve hükümet konağının büyük bir kısmı yıkıldı.Şehrin
halkından ölenlerin sayısı elli bin kadardır.16

13 Nuh Arslantaş, İslam Tarihinde Depremler ve Algılama Biçimleri, İz Yayıncılık,İstanbul 2015,s 81-85

14 Nuh Arslantaş,a.g.e,s 82

15 Skylitzes, A Synopsis of Byzantine History, s. 364,365

16 Azimi,Azimi Tarihi s,8


Fasih Hafi: Tebriz’de yaşanan bu depremin ( 1041-1042) olarak vermiştir. Deprem sonrası harabeye
dönem Tebriz ve çevresinde Halife Reşid’in zevcelerinden olan Zübeyde Hanım tarafından yapılan
imarethanelerde yıkılmış ve yıkılan bu yapılar Tebriz valisi tarafından hızlı bir şekilde yeniden imar
edilmiştir.demektedir.

Urfalı Mateos’a göre, bu depremler insanlar Tanrının şiddetli hiddetine maruz kaldılar. Tanrı öfkeli
bakışlarını mahluklara tevcih etti. Korkunç bir zelzele oldu ve peygamberin “O zemine nazar ettiğinde
titrer .“diye söylemiş olduğu veçhile bütün yeryüzü sarsıldı . Bütün arz ve mahluklar çalkalandı.Birçok
evler yıkıldı.Erzincan denilen şehir harap oldu.Toprak yayıldı erkek ve kadınlar derinliklere
yuvarlandılar.Bunların acı feryatları günlerce işitildi. Yaz mevsimi idi. Sarsıntılar uzun süre devam etti.
Yaz mevsiminde yeryüzü karanlılarla örtülmüştü. Güneş ve Ay kana boyanmış gibi doğuyor. Gök
ortalarına çıktıkları vakit berraklık kazanıyordu. Günahlardan dolayı Allahın hiddetine maruz kalan
mahlukların akıbetini nakletmek mümkün değildir.

Azimi : “Yağıbasan zamanında Antakya’da 484 yılının 19 Şevval Pazartesi (4 Aralık 1091) gecesi büyük
bir zelzele oldu. O gün Teşrîn-i evvel’in 6. gününe (6 Ekim) müsadiftir. Zelzele halktan pek çok insanın
ölümüne ve evlerin yıkılmasına sebep oldu. Ayrıca surların 70 burcu da yıkıldı. Zelzelenin Suriye’de
yaptığı tahribat daha büyüktü. 485 (1092) yılında Sultan Melikşah Antakya surunun yıkılan
kısımlarının tamir edilmesini emretti. Tamir sırasında surun altında Hıristiyan resimleri ve silahları
bulundu. Yağıbasan, bunların tekrar gömülmesini ve olduğu gibi bırakılmasını emretti.” 17

Tespit edilen kayıtlara göre,Urfa,Harran,Sümeysat ,Baliş,Maraş,Diyarbakır vb..gibi yerleşim birimleri


ile dolaylarında deprem söz konusu olmuştur.Bunlardan en eskisi 479 ( 1086-1087 )yılında Irak El
Cezire Suriye ile pek çok ülkede deprem olmuştu.18 Bu depremler yakın olduğu için Güney Doğuyu da
etkilemiştir.

Fatimi halifesi Bedru’l Cemali ‘nin Dımaşkbölgesine vali olarak atandığı dönemde Suriye ‘de büyük bir
deprem meydana gelmiştir.Fatimi ülkesinde 460 (1067-1068 )yılında Remle’den Mısır’a uzanan geniş
coğrafyada büyük bir tahribata neden olan şiddetli bir deprem meydana geldi.Merkez üssü Kudus’e
yaklaşık 45 kilometre mesafede bulunan Remle olan ve Akdeniz’in Filistin ve Mısır kıyılarını vuran söz
konusu deprem Remle’nin bütünüyle harap olmasına neden olmuştu. Kuyuların başlarından sular
fışkırmış, yarılan toprağın altından hazineler çıkmış19 Beytül Makdis’in bulunduğu sahra önce ikiye
bölünüp daha sonra eski haline dönmüştü. Deprem esnasında Hz. Muhammed’e izafe edilen
mescidin iki şerefesi yıkılmış 15 ya da 25 bin insan hayatını kaybetmişti. Yine denizin bir günlük
mesafeye kadar çekilmesi ve burada birçok eşya , cevahir ve sair şeyler olduğunun görülmesi, açlık
içerisideki insanların balık bulabilme umuduyla suyun çekildiği yerlere akın etmesine sebep
olmuştu.Fakat bu sırada çekilen denizin birdenbire geri dönmesi , burada bulunan insanların pek
çoğunu helak etti.

17 Muharrem Kesik, “Cenâbî’ye Göre Türkiye Selçukluları”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Tarih Dergisi, (İstanbul 2000), sy. 36, s. 233,234.

18 İbnü’ Esir ,X, 143

19İbnü’l Cevzi ,XVI,105: İbnü’l Kesir ,s.1836


İbnü’l Kalanisi tarafından verilen bilgilere göre, 460 tarihinde meydana gelen bu deprem sırasında
hocaları ile birlikte okullarında bulunan yaklaşık 200 kadar çocuğun akıbeti, ailelerin hayatlarını
kaybettikleri için hiç kimse tarafından sorulmamıştı. Ayrıca bu deprem esnasında korkunç bir ses
duyulmuş, insanların üzerine büyük bir toz bulutu çökmüş, ortaya çıkan bulutlar şiddetli bir soluğa
sebebiyet vermiş, bi çok ağaç dona maruz kalarak tahrip olmuştu. Depremlerin ardından önüne
geçilmez bir hızla yayılan açlık, kıtlık ve hastalıklar büyük bir felaketin yaşanmasına neden oldu.

Selçuklu dönemi kaynaklarında afet hadisesi aktarılmadan önce bu afetlerin nişaneleri olarak gök
hadiselerinden oldukça sık bahsedilmiştir. Bunlar; yıldız kayması, gök taşı düşmesi, yıldız ve
gezegenlerin hareketleri, Güneş ve Ay tutulmaları ve hava kararmaları ile hava aydınlanmaları gibi
hadiselerdir. Afetlerin veya felaketlerin öncesinde tahminde bunlar önem teşkil eden unsurlar
olmuştur.Dönemde itibar gören müneccim ve astronotlar bu durumun önemli bir kanıtıdır.

Sabah güneş doğarken güneşin etrafında bir kızıllık meydana geldiyse o günün yağmurlu ve soğuk
geçeceğine, kuşlar ve diğer hayvanlar yöreden zamansız bir şekilde göç ettiklerinde yakın bir zamanda
deprem meydana geleceğine, kuyruklu bir yıldız kaydığında büyük felaketlerin meydana geleceğine
inanılmaktadır. Ayın örtülü yani görünmediği geceler, güneşin noksanı ay tutulması, yerin ayıbı
deprem, feleğin zahmete dönmesi olarak yorumlanmıştır. Azimi ve dönemin diğer kaynaklarında sıkça
rastlanan güneş ve ay tutulmalarının ardından başka bir afetin zuhur edeceği kehanetinde
bulunmuştur.20

Dönemin kaynaklarından Urfalı Mateos’un eserinde II. Basil’in hükümdarlığı döneminde Rum
İmparatorluğu (976-1025) 21 Mart 1003 , 19 Mart 1004 tarihlerinde gökyüzünde felaketleri ve
dünyanın sonunu işaret eden aleve benzer bir yıldızın belirdiğini, her yerde şiddetli depremlerin
meydana geldiğini insanların dünyanın sonunun gelmiş olduğunu zannetiği, tufan 21zamanında
olduğu gibi herkesin titremeye başladığını, insanların korku , endişe,dehşet içinde günahlarını
çıkartmak için çabaladığını 22 belirten ifadelere yer vermiştir.

Ermeni Kayıtlarında Sİmbat Vekayinamesinde ve Mateos’un kayıtlarında geçen başka bir alamet şu
şekilde nakledilir. 1099-1100 bu yılda gökyüzünde koyu kırmızı renkte ateşli alamet tekrar göründü.
Bu alamet kuzey tarafından doğuya doğru gitmekte olup gecenin yedinci saatine kadar gökyüzünde
göründü. Alamet sonra karardı. Bütün bu alametler tahribat, ölüm, katliam, açlık, ve türlü türlü
felaketlerin çıkacağının habercisi olarak değerlendirilmiştir.1100 yılında yıldırım düşmesi mucizevi bir
nişane olarak ortaya çıkmıştır. Aynı yıl kıtlık yaşanmıştır.

20 Afetle Öncesinde Meydana Gelen Nişaneler ve Garip Hadiseler İçin Bkz.11. yüzyılda meydana
gelen doğal Afetler Bkz. Ömer Subaşı “11. Yüzyılda Anadolu’da Meydana Gelen Doğal
Afetler”TAED2015.54 Erzurum s.505-535

21 Kur’an-ı Kerim ‘de geçen Hz.Nuh’un zamanında meydana gelen ve Nuh Tufanı olarak kayıtlara
geçen hadise toplum nezdinde hafızalarda öyle yer etmiş ki insanlar afet sonrası o toplum gibi helak
olacaklarını düşünmüşlerdir. Görüldüğü gibi afetlerde toplum hafızasında yaşayan birer menfi
anılardır.

22 Urfalı Mateos Papaz Grigor ‘un Zeyli, 316.


Urfalı Mateos’ta anlatılan bir hurafeye göre , felaketlerin bir belirtisi olarak horozların akşam ötmesi
veya öküzlerin ve koyunların oturmuş bir vaziyette gübrelemesi gelecekteki felaketlerin bir nişanesi
olarak aktarılmaktadır.23

Türkiye Selçuklu Devleti dönemine baktığımızda ise , vuku bulan depremler daha çok Halep,
Antakya,İstanbul,Erzincan,Erzurum,Konya, Suriye ,Filistin Maraş,gibi yerler olmuştur.Anadolu
coğrafyasını etkileyen depremler daha çok merkez üssü olarak Irak merkezli ve Suriye merkezli
depremler olarak sınıflandırılabilir.Kaynaklar dönemin depremleri anlatırken daha çok Irak, Suriyeve
civarındaki bölgeleri aktardıktan sonra Anadolu coğrafyasındaki yaşanan depremlere değinir.

Azimi 1081-1082 yılında Akdeniz sahilindeki yörelerde deprem olduğunu kaydeder fakat depremin
yeri hakkında bilgi vermez. Antakya’da etkisi görülen depremlerden dolayı yıkılan yerler, El Kadı
Hasan b. El-Mevc tarafından tamir ettirilmiştir.24

Suryani Mihail,1085 yılında İstanbul’da şiddetli bir deprem meydana geldiğini ve binlerce insanın
harap olduğunu bildirmektedir. Bunun yanı sıra aynı müellif tarih vermeksizin Antakya’da bir deprem
olduğunu , depremin nihayetinde yıkıntılar arasında büyük tunç heykeller bulunan bir yer altı evi
çıktığını da ifade eder.Mihail ,bu heykellerin ata binmiş zırhlı ve kılıçlı heykeller olup zincire vurulmuş
gibi bağlı olduğunu da ekler.

1091-1092 yılında Nusaybin, Suriye ve Antakya’yı etkileyen büyük bir deprem daha olmuş, bu
depremde birçok ev yıkılıp pek çok kişi enkaz altında can vermiştir. Ayrıca Antakya hisarının büyük bir
bölümü yıkılmış ve doksan burç yerle bir olmuştur.

30 Aralık 1097 yılında Antakya’da şiddetli bir deprem daha meydana gelmiş ve öncesinde gökyüzünde
nişaneler ortaya çıkmıştır. Ardından haftalarca süren yağmur ve soğuk hava birbirini takip etmiştir.
I.Haçlı seferi sırasında meydana gelen bu deprem , Haçlıların günahları,aç gözlülükleri ,eşkıyalıkları ,
uygunsuz davranışları dolayısıyla Tanrı’nın bir öfkesi olarak yorumlanmıştır.25

900-901 yılında Erdebil merkezli, şiddetli depremde Tarihçi İbnü’l Cevzi ‘den nakledilen 150 bin kişi
ölmüştür. Depremin ilk gününde 30 bin kişinin öldüğünü aktaran İbnü’l Cevzi aynı yıl olayları
içerisinde depremlerden önce Azerbaycan’da veba salgını ve birçok insanın öldüğünü nakletmiştir.
Ayrıca bu depremlerden önce güneş tutulması, gündüz vakti karanlık yaşandığı ve siyah bir rüzgardan
bahsedilen İbnü’l Cezvi’nin ifadesi Erdebil’i etkileyen depremden ( Hindistan depremi) bahseden
İbnü’l Esir’in ifadesinin aynısıdır.

901-902 yılında Irak Bağdat’ta artçıları ile beraber günlerce devam eden deprem meydana gelmiş.
Basra’da bazı yerlerin çökmesi sonucu 6 bin kişi ölmüştür. Bağdat ‘ta ve Humus’ta yaz mevsiminde
ikindi vaktinde kuzeyden esen rüzgar dalgasından sonra hava soğumuş, halk ateş yakmak

23 urfalı Mateos a.g.e.s.115

24 Nuh Arslantaş. İslam Tarihinde Depremler ve Algılanma Biçimleri İz Yayıncılık ,İstanbul,2015,s 97


25Ebru Altan,Antakya Haçlı prinkepsliği Tarihi Kuruluş Devri ( 1098-1112) ,TTK Yay,Ankara,2018 s.57

Ve kalın cübbeler giymek zorunda kalmıştı. Soğuk havanın şiddetinden sular donmuştur.26 Fars
bölgesinde özellikle Huzistan bölgesinde şiddetli bir depremle birlikte çok sayıda insan öldü.

Fâtîmî Devleti döneminde Irak, Musul ve Bağdat bölgelerinde meydana gelen şiddetli bir deprem yel
değirmenlerinin durmasına neden olmuştur. Hemedan, Vasıt, Âneve Tikrit gibi merkezlerde etkili
olan şiddetli deprem pek çok can ve mal kayıplarına neden olmasının yanı sıra bölgeyi adeta
harabeye çevirmişti. Eş-Şİddetü’i Uzmâ 2ya uzanan süreç Bedrü’l –Cemali ‘nin Dımaşk valiliğine
atandığı Suriye bölgesinde yine büyük bir depremin meydana geldiği ve ardından veba salgını
başladığı görülmektedir.

SALGIN HASTALIKLAR

Salgın hastalıkların insanlık tarihinde önemli değişikliklere sebep olduğu bilinen bir gerçektir. Etki
alanları insan anatomisiyle sınırlı olmayan salgınlar müteselsil bir şekilde bireyleri, aileleri ve
toplulukları etkilediğinden demografik yapı üzerinde değişiklikler meydana getirmişlerdir. Salgınların
aile ve toplum hayatı üzerinde önemli etkilerinin olmasının yanında büyük göçleri harekete geçirecek
bir ivmeye sahip oldukları da bilinir. Salgın ortaya çıktığında iki türlü göç hareketi gözlemlenir. Birincisi
salgının meydana geldiği karantina bölgesini terk etmemek kaydıyla yerleşimin daha yüksek yerlere
nakledilmesi; diğeri ise salgının bitmesiyle azalan nüfusu desteklemek için yeni göç dalgasına izin
verme şeklidir.

Veba Arapça’da taun veya kıran şeklinde ifade edilmiştir. Ancak veba kelimesi daha geniş
kapsamlıdır. Bunun batıdaki karşılığı plague/ black , death ( kara ölüm) , 27 Türkçe de ise karşılığı
kıran/ölet gibi kelimelerle de anılmaktadır. Denizli,İzmir,Çanakkale ,Samsun,Giresun Artvin,Erzurum,
ve Muğla’da “ davun” olarak söylenmektedir.Zaman zaman yumurcak olarak ifade edilse de en
yaygın kullanımı vebadır.

İncelediğimiz dönemde karşımıza çıkan salgın hastalıkların büyük bir çoğunluğu doğal afetler ve kıtlık
haberleri ile ilişkili görünmektedir. Yazarımız çoğunlukla veba olaylarına değinmekle birlikte zaman
zaman çiçek , farenjit, menenjit gibi hastalıkların salgın durumundan da bahsetmektedir.

X. ve XI. Asırda Bağdat’ta ortaya çıkan salgın hastalıklar insanları önemli ölçüde etkilemiştir. Bağdat’ta
ekseriyetle bahsedilen salgın hastalıklar içerisinde en önemlisi veba olarak görülmektedir. Bulaşıcı bir
hastalık olan vebanın yayılması coğrafya, iklim, sosyo- ekonomik koşullar, toplumların kültür düzeyi
ve temizlik alışkanlıkları ile bağlantılıdır. Toplum sağlığında ciddi hasarlara yol açan bu salgınlar
zikredilen sebeplerden dolayı kıta ve kıtaları etkileyen büyük salgınlara neden olabilmektedir.

935-936 senesinde Isfahan’da ortaya çıkan ve burada yaklaşık iki yüz bin insanın ölümüne sebep
olduğu ileri sürülen veba salgınının Bağdat’a doğru yayıldığı görülür. Nitekim vebanın şiddetinden
insanlar gasledilemeden ve kefenlenemeden gömülmüşlerdir. Bunların yanı sıra insan cesetleri
yollarda kalmış ve onları kefenleyecek kimseler dahi bulunamamıştır. 940-941 yılında Irak’ta şiddetli
bir kuraklık ve kuraklıktan hemen sonra bir kıtlık yaşanmıştır. Kuraklık devam ederken pahalılık ve bir
de veba salgını başlamıştır. Veba salgınının yayılmasından sonra birçok kimse ölmüş ve insanlar
gasledilmeden ve namazları kılınmadan tek bir kabre gömülmüştür.28 Bağdat 330 (941-942)
senesinde yeniden pahalılık ve kıtlık ile yüzleşmek zorunda kalmış ve hemen akabinde yokluk içindeki
halkın leş yediği, bundan dolayı da halk arasında büyük miktarda ölümlere sebebiyet veren bir veba
salgını ortaya çıktığı ifade edilmektedir187
26 Kara ölüm: ( Mevtü’l Evsed) ya da büyük yok oluş tükeniş ( fenaü’l kebir) adlarıda verilmiştir.Esra
Atmaca “.XIII-XV Y üzyıllar Arasında Suriye Bölgesin’nde Veba Salgınları “ 2015 .s 525

27 İbnü’l Esir a.g.e.cilt.7 s .457

28 Ezdi, II, 263; İbnü’l-Esîr,

346 (957-958) senesinde Bağdat’ta halk arasında boğaz şişkinlikleri ile vücudun muhtelif yerlerinde
şişkinliklere sebep olan bir hastalık türü yayılmıştır bu hastalıktan dolayı hayatını kaybedenlerin sayısı
artmıştır. İbnü’l-Esîr193 bu hastalıklardan kurtulmak için kan aldıranların omuzları arasında aşağıya
doğru sarkan şiddetli bir sancı meydana geldiğini, bunu bir ateşin takip ettiğini ve nihayetinde kan
aldıranların hiçbirinin bu hastalıktan kurtulamadığını kaydetmektedir.

Nitekim aynı bilgileri vermeye devam eden Ebu’l-Ferec “veba o kadar şiddetli idi ki, bir hırsız Bağdat
zenginlerinden birinin duvarında delik açmaya çalışırken deliğin içinde öldü. Hâkimin huzuruna
çıkmak için koyu renkli elbiselerini giyen bir genç, bir ayağını ayakkabısına geçirdikten sonra diğerini
geçirmeden öldü” diyerek Sıbt İbnü’l-Cevzî’yi teyit etmektedir.

406 (1015-1016) senesinde Basra ve çevresinde şiddetli bir veba salgını daha çıkmış ve çok kişinin
öldüğü bu salgın esnasında mezarcıların mezar kazmaktan aciz kaldıkları ifade edilmektedir.29 423
(1031-1032) senesinde yaşanan bir kıtlık hadisesinden sonra halk arasında çiçek hastalığı salgını
ortaya çıkmıştır.

425 (1033-1034) yılları arasında Irak, Suriye, Musul, Huzistan ve diğer yerlerde boğmacadan birçok
kişinin öldüğü ve hatta bazı evlerde hane halkının tamamının ölmesinden dolayı kapıların kapandığı
İbnü’l-Esîr tarafından nakledilmektedir.

8 Kasım 1034 senesinde Şirâz’ı etkileyen bir veba salgını ortaya çıkmıştır. Daha sonra Ahvaz, Basra,
Vasıt ve Bağdat’a yayılan bu veba esnasında Bağdat’ta yetmiş bin kişinin öldüğü söylenmektedir.
Vebanın şiddetinden dolayı bu sene Irak’ta hac yapılamamıştır.

1045- 1046 senesinde atlar arasında büyük bir veba salgını ortaya çıkmış ve Büveyhî emiri Ebu
Kâlîcâr’ın (1044-1048) askerlerine ait on iki bin at telef olduğu gibi salgın bütün şehirlere sirayet
etmiştir.

Sıbt İbnü’l-Cevzî veba salgının da şehirde Cuma namazını dört yüz kişinin kıldığını ve geriye kalanların
öldüğünü, toplamda ise ölenlerin sayısını abartılı bir şekilde üç yüz bin olarak vermektedir. Vebanın
ardından ciddi bir fiyat artışı ortaya çıkmıştır.30 Bağdat ve Irak’ta 449 (1057-1058) senesinde yeni bir
kıtlık meydana gelmiş ve bu sebepten fiyatlar artmıştır. Fiyatların artmasından dolayı gıda maddesi
bulamayan insanlar hayvan leşi ve köpek eti yemeye başladıkları için veba salgını ortaya çıkmıştır.
Salgın esnasında birçok kişi ölmüş ve bu yüzden halk ölüleri defnedemediğinden ve cesetler toplu
olarak gömülmüştür.

Arap tarihçisi İbnü’l Esir ‘e göre 1047-1048 yılında Irak ( Bağdat, Musul ) ve El Cezire ‘de büyük bir
kıtlık meydana gelmiş bunu korkunç bir veba salgını izlemiştir. Salgında pek çok kişi hayatını
kaybetmiştir.1048- 1048 yılında Arabistan, ( Mekke), Irak ( Musul ), El Cezire , Suriye, Mısır ve diğer
yerlerde bu afetler tekrar zuhur etmişti. 1056-1057 yılında Irak’ta büyük bir kıtlık çıkmış ve ardından
veba salgını baş göstermiştir. Bu veba salgının da pek çok kişi hayatını kaybetmiştir.
29 Abu’l-Farac, I, 259.

30 İbnü’l-Esîr, IX, 412; Sıbt İbnü’l-Cevzî, XII, 228; Abu’l-Farac, I, 304

Selçuklu Devleti döneminde Anadolu’da bir çok salgın hastalıklar ortaya çıkmıştır. Bu veba
salgınlarıyla ilgili olarak çağdaş yerli ve yabancı kaynaklar bir takım kayıt ve bilgiler vermişlerdir.
Bunların bilhassa, başta Patrik Mihael ve'Ebu'l - Ferec olmak üzere, Süryani,.Urfa'lı Mateos. ve Papaz
Grigor gibi Ermeni, Eflaki gibi Acem , Ibnü'I;.Esir ve İbnü'I-Adim gibi Arap müelliflerin eserlerinde söz
konusu edildikleri görülmektedir.

Anadolu'da doğrudan doğruya veya dolayısıyla Selçuklu hakimiyeti altında bulunan bölgelerde, ve
müstakil diğer devletlerin hüküm sürdüğü sahalarda, veba salgınları bahis konusu olmuştur. Selçuklu
Sultanı Süleyman Şah döneminde Bizans’ın başkenti İstanbul’da bir veba salgını olmuş. Bu salgın
sonucunda dört ayda 160.000 kişi hayatını kaybetmiştir. Kiliseler cesetlerle dolmuş ve bu cesetler
denize atılmıştır.

Sultan I. Kılıç Arslan devrinde, Ermeniler'in 541. (27 Şubat 1092 - 25 Şubat 1093 ) yılında, Anadolu'da
büyük bir veba salgınının çıktığı anlaşılmaktadır. Yalnızca Urfa'lı Mateos'un söz konusu ettiği bu
salgında; pek çok kişi kırılmış, din adamları, papazlar ölüleri gömmeye ~aman ve imkan
bulamamışlardı. Hemen her evden ağlayış sesleri ve figanlar yükselmiş, ölüm olaylarının çokluğu
karşısında insanlar, korku ile sarsılıp can vermekte olanlardan daha fazla azap duymuşlar, bu suretle
memlekette ölenlerin sayısı haddi hesabı geçmişti. Mateos. söz konusu salgının hangi yerlerde,
şehirlerde görüldüğünü belirtmemişse de, bunun büyük bir salgın olduğu, ve kendisinin ikamet ettiği
Urfa dahil olmak üzere, Anadolu'daki pek çok yeri kapsadığı ve büyük nüfus kaybına yol açtığı
muhakkaktır.

Diğer bir salgın, I.Haçlı seferinde, Haçlılar'ın Kilikya'ya inişleri ve Antakya kuşatması esnasında Haçlılar
arasında ve Antakya'nın Haçlılarca işgalini müteakip (30 Haziran 1098) şehirde çıkmış ve görünüşe
göre, üç-dört ay kadar etkili olmuştu. Antakya'nın kuşatılması esnasında, Haçı ordusu büyük bir açlıkla
karşı karşıya kalmış, askerler ölü müslüman askerlerinin gömülü cesedlerini çıkarıp yemişlerdi. Bunun
akabinde Haçlılar arasında bir salgın hastalığın da çıktığı görülmektedir.31

Büyük Selçuklu devleti valisi Emir Yağıbasan 'ın idaresinde bulunan Antakya'ya gelip, şehri kuşatan
Haçlılar, Selçuklu müdahalesinin geç kalması yüzünden burasını işgal etmişler ve bütün Türkleri
kılıçtan geçirmişlerdi. Şehir sokaklarında, hepsi de bu sıcak yaz gününde süratle tefessüh eden
cesetlere raslamadan bir adım atmak mümkün değildi. Haçlılar bütün hastalıklara ve askerlerin
firarına rağmen, şimdi barınacak bir yer bulmuşlardı. Haçlılar'ın işgalden sonra ivedilikle yaptıkları ilk
iş, şehri temizlemek ve kokmaya başlayan cesetIeri salgın hastalık doğurmadan süratle gömmek
olmuştur. I. Mesud döneminde Malatya’da kümes hayvanlarında çıkan bir hastalık daha sonra küçük
çocuklar arasında yayılmış ve bir çok çocuğun hayatını kaybetmesine neden olmuştur.
31 Urfalı Matcos, 192-93.(Fransızca tercümesinde 7/l.nin. Bkz: 193, not 216). S.Runcıman Antakya
fethi öncesinde,Haçlı ordusunun7/l.nİn kısa bir zamanda açlıktan öldüğünü belirtmiştir.(Bkz: Haçlı
Seferleri Tarihi, ı, Birinci Haçlı seferi.

Haçlı seferine ilişkin bilgi veren: Arap tarihçisi İbnü'l- Adim, Alman kralının Çukurova'da ilerlediğini ve
Masisa (Misis)'ya kadar akınlar yaptığım, daha sonra "Allahın onlara büyük 'bir sıcaklık ve açlıkla
beraber:, korkunç bir veba musallat ettiğini, çıkan bu salgın dolayısıyla Haçlıların yük hayvanlarını ve
arabalarını çeken öküzlerini feda etmek, öldürmek zorunda kaldıklarını, salgın esnasında günde Haçlı
askerlerinden 1000 tanesinin öldüğünü ve böylece Antakya'ya ulaştıklarını, ancak Haçlı ordusunun
onda birinin yok olduğunu" ifade etmiştir.

Bizans Tarihçisi, Skylitzes de 1032 yılında Anadolu’da yaşanan kıtlık ve salgın hastalıklar hakkında bilgi
vermektedir. Skylitzes’e göre Kapadokya civarlarlarında kıtlık ve salgın hastalıklar baş
gösterdi.Burada yaşayan halk yaşamak için yeni yerler aramaya, atalarının topraklarını terk etmeye
başladılar.İmparator halkı Kapadokya ve civarlarına geri döndürmek için zorladı ve onlara para
verdi.Onların yaşamlarını sürdürebilmeleri için çeşitli yardımlarda bulundu. Tarihçi Zonaras ‘da 1032
yılında yaşanan bu olayı imparator kıtlık ve salgınlarla mücadele eden halkı imparator destekledi
onlara para verdi. Topraklarını terk etmemeleri için her türlü imkanları sundu şeklinde anlatır.

Yaşanan vakalar hakkında bilgi vermeye devam eden Skylitzes, 1034 yılı içerisinde Doğu vilayetlerinin
çekirge salgınından dolayı büyük zarar gördüğünü söylemiş ve bu eyaletlerinin halklarının Trakya’ya
göç etmek veya çocuklarını satmak zorunda kaldıklarını iddia etmiştir.32

Endülüs Emevi Devleti halifesi III. Abdurrahman döneminde33 Endülüs’te kıtlık ve açlık vakaları,
ardından erzak ve gıda fiyatlarında artış görüldü. Kurtuba ve çevre iller bu kıtlıktan çok etkilendiler
hemen ardında veba salgını başladı ve birçok insan hayatını kaybetti.

Horosan’da, Sâmânîlerin hâkim oldukları 302/914-915 yıllarında özellikle Herat’ta, halkın açlıktan
yırtıcıları ve murdar hayvanları yemek zorunda kaldığı çok büyük bir kıtlık yaşanmıştır. Halkın elinde
yeteri miktarda yiyecek olmaması dolayısıyla halk düzenli beslenememiş bu kıtlık bir nevi vebanın
çıkmasına neden olmuştur.

H.307 yılında Fatımilerin İskenderiye’ye girdiği, halkın mallarının yağmalandığı, bundan dolayı
Mısır’da; fiyatların yükseldiği, ardından veba salgının ortaya çıkması ile pek çok insanın göç ettiği kayıt
edilmiştir.

940 -941 yılında kış mevsiminde çok az yağmur yağmış ,bu yüzden Bağdat’ta kıtlık meydana
gelmiştir.Kıtlık sonucunda insanlar açlıktan ölmeye başlamış. Kıtlıktan sonra Bağdat’ta yağmurlar
yağmaya başlamış Abbasi mezarlığı sular altında kalmış, köprüler yıkılmış Bağdat’ta bir veba salgını
başlamıştır. Aynı yıl ateşli salgın hastalıklar ve eklem hastalıkları halk arasında yayılmıştır. Kan
aldıranlar bu hastalıktan kurtulmuş, aldırmayanların hastalığı uzun sürmüştür. 34

955-956 yılında Rey şehrinde büyük bir veba salgını neticesinde pek çok insan hayatını kaybetti. Bu
hastalık sebebi ile ölenler olmuştur.
32 Skylitzes, A Synopsis of Byzantine History, s. 367.

33 Fatımiler; 909-1171 yılları arasında Kuzey Afrİka, Mısır, ve Suriye’de hüküm süren Sii-İsmaili
devleti hanedanı bkz; (Eymen Fuâd es-Seyyid ‘’Fatımiler’’ TDVİA, c.12, s.228)

34 İbn’ül Esir, a.g.e. c.8, s.260.

İbn’ul-Kesir el-Bidaye’de H.347 yılının Nisan ayında tekrar Bağdat'ta ve diğer doğu illerinde (Suriye ve
Filistin) deprem meydana geldiğini, Bu yüzden çok insan öldüğünü, çok evler yıkıldığını rivayet
etmiştir. Cebel bölgesinde (muhtemelen deprem sonrasında) büyük bir veba salgının olduğu ve
çoğunluğu kadın ve çocuklar olmak üzere pek çok insanın öldüğü kayıt edilmiştir.

İhşidîlerin son dönemlerinde veba salgını görülmüştür. Mısır tarihinde en büyük felaket olarak bilinen
veba salgını İhşidilerin yıkılmasını hızlandırmıştır.

Antakya ve Halep bölgesini ele geçirmek üzere, Bizanslılar 969 senesinde düzenledikleri bir seferde,
Antakya’yı kuşattıkları sırada, Bizans askerleri arasında bir veba salgını başladı35. İbn’ül-Kesîr ise 969
yılının ekim ayında insanlar arasında “maşiri” denen bir hastalığın görüldüğünden bahis ederek birçok
insanın öldüğünü zikretmektedir. Fakat hastalığın etkili olduğu bölgelerden söz edilmemiştir.

1031-1032 yılında Musul, Cebel, Bağdat taraflarında da çiçek hastalığından ötürü ölü sayısı
fazlalaştığı, her evde mutlaka çiçek hastalığına yakalanmış bir insan olduğu ifade edilir iken bu salgının
Haziran, Temmuz, Ağustos, Eylül, Ekim ve Kasım aylarında da sürdüğü, yazın, güz mevsimine oranla
daha çok insan kaybının olduğu bildirilmiştir.36 Musul ve çevresinde de bir çok çocuk ölmüştür.İbnü’l
Esir’in ifadesiyle “musibetten nasibini almayan ev kalmamıştır”. Halife el-Kâ’im’in dahi çiçek
hastalığına yakalandığı ve kurtulduğu kaynaklarda zikredilmiştir. Buna göre salgın Bağdat’ta da
görülmüştür. İbn Tağriberdî, bu salgını taun olarak kayıt ederken Hint ve İran’da ortaya çıkan vebanın
Gazne, Horasan, Cürcan, Rey, Isfahan, Cebel ve Hulvân yolu ile Musul el-Cezîre ve Bağdat’a kadar
ulaştığını ve birçok kişinin öldüğünü bizlere aktarmıştır.

8 Kasım 1034 senesinde Şirâz’da ortaya çıkan veba salgını Ahvaz, Basra, Vasıt ve Bağdat’a yayılmıştır.
Bu veba esnasında Bağdat’ta 70 bin kişinin öldüğü söylenmektedir. Vebanın şiddetinden dolayı bu
sene Irak’tan hacca giden olmamıştır. Bu salgının boğmaca vakaları ile beraber ele alınması daha
doğru olacaktır. Tarihte bütün salgın hastalıkların veba olarak geçmektedir.

1054-1057 yıllarında Fâtımî ülkesinde etkili olan ve Doğu’dan inerek Mısır’a ulaştığına işaret edilip
bölgede görülen ilk geniş kapsamlı afet olduğu belirtilen bu kıtlık ve veba, Bağdat’tan Mısır’a uzanan
coğrafyanın tamamına yayılmıştır. Havanın kirlendiği, bu kirlilikten dolayı içeceklerin köpürdüğü ve
sineklerin çoğaldığı belirtilmektedir. Ayrıca Irak bölgesinde can kaybı o kadar fazlaydı ki, sürekli
“teçhiz ve tedfin” işlemleri ile ilgilenen insanlar birçok yerde cesetleri yıkamadan ve kefenlemeden
defnetmek zorunda kalıyorlardı.

35 Selim Kaya, Rahime Kıyılı a.g.m s. 415.

36İbn Kesîr, el-Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yay. 12/112


37 Mustafa Alican, ‘’Fatımî Halifesi El-Müstansır Billâh Döneminde Mısır’da Yaşanan SosyoEkonomik
Ve Siyasî Buhran Üzerine Bir İnceleme’’, Tarih Dergisi, S.59, (2014 / 1), İstanbul 2014, s. 8.

İbn Kesir 1063 yılında Irak-Vasıt’ta da bir deprem olduğunu, ayrıca aynı dönem olayları arasında
çiçek hastalığından ani ölümler ile birçok insanın öldüğünü nakil etse de, bunun nerede olduğunu
belirtmemiştir. 1063 yılında Mısır’da veba salgını olduğunu on ay boyunca her gün bir insanın öldüğü
anlatılmaktadır.

Orta Çağ toplumu, cüzzamın bulaşıcı etkisinin çok fazla olduğunu ve başa gelebilecek en tehlikeli
hastalık olduğunu düşünüyordu. Selçuklu coğrafyasında da belki de bundan dolayı pek çok
cüzzamhanelerin inşası bu sebeple ortaya çıkmıştır. Cüzzam hastalığı ile vücutta yavaş ilerleyen, önce
elde ve ayaktaki hissetme duygusnu ortadan kalkar. Daha sonra vücut fonksiyonda düşüşler
gözlenerek ülserler ortaya çıkarır. Ülserler el ve ayak parmaklarını eriyecek duruma getirir. Tırnaklar
dökülür. Ardından yaşamı on yıldan fazla sürmeyecek şekilde nefes alan canlı ortaya çıkar. Orta
Çağ’da cüzzamlılara “yaşayan ölüler veya canlı cesetler” denmesindeki etken budur. Orta Çağ’da bu
hastalığa erkeklerin yakalanma oranının daha yüksektir.

Selçuklu döneminde ise cüzzamlıları ayrı bir yerde tutmak için miskinhaneler. Sıracalılar(Sırçalı Sultan)
ve cüzzam evleri inşa etmişlerdir. Bu amaçla vakıflar kurulmuş hastalığı için bir takım tedbirler
alınmıştır. Cüzzamlıları halkın içinden alarak hem yayılmasını önlemişler hem de rehabilite etmeye
çalışmışlardır. Bu gelişmeler halk sağlığı açısından önemli bir karantina sisteminin teşkil edildiğini
gösterir. Ayrıca bu cüzzamhanelerde hastalığın tecridi, tedavisi ve bakımıda sağlanmıştır.

H. 469 yılında Irak, Suriye ve Cezire bölgesinde veba salgını görülmüştür. Mahsuller toplanmadı.
Gerekçe olarak da ölümlerin çok olduğu gösterilmiştir

İslam tarihi boyunca birçok salgın olmuştur. Salgında doktorlar hastalara temizliğe dikkat etmek ce
düzenli beslenmek konusunda uyarıda bulundukları bilinmektedir. Salgın döneminde insanların
birçoğu temiz havanın olduğu ve insan kalabalığının olmadığı köylere göç etmiş oldukları tarih
kaynaklarında zikredilmektedir.

446-447 (1054-1057) yıllarında Fâtimi ülkesinde etkili olan ve Devâdâri tarafından ilginç bir şekilde “
Doğudan inerek Mısır ‘a ulaştığına işaret edilip bölgede görülen ilk geniş kapsamlı afet olduğunun altı
çizilen kıtlık ve veba,Bağdat’tan Mısır’a uzanan coğrafyanın tamamına yayılmış durumdaydı.Başta
veba olmak üzere bulaşıcı hastalıların yayılması, insanların sokakta, çarşıda ya da mescitte düşüp
ölmelerine sebep oluyordu.Ölü sayısının çok fazla olması sebebiyle insanlar cesetleri defnetmekten
aciz kalıp onları toplum mezarlara gömüyorlardı.

İbnü’l Cevzi ve ona atıfta bulunan İbn Kesir ‘in Diyarbakır, Diyarı Rum Horosan, Cibal ve çevresine
kapıldıkları hastalıktan dolayı yol ortasında düşüp ölen ,bir gecede bütün ailesini kaybeden, bir şey
almak veya birine bakmak için girdikleri bir yerden çıkmadan orada ruhunu teslim eden insanlara her
yerde rastlamak mümkündü. Büyük bir korku ve endişeye kapılan bazı insanlar, tövbe edip mal ve
mülklerini varla yok arası fiyatlara elden çıkarıyor ve edindikleri paraları infak ederek ölüme hazırlık
yapıyorl
SEL BASKINLARI

İnsanoğlunu tarih boyunca etkileyen doğal afetlerden birisi de sel baskınlarıdır. Sel, sürekli yağan
yağmurdan veya eriyen kardan oluşan, geçtiği yerlere zarar veren taşkın su veya su taşkını
demektir.38 Akarsu yataklarında, vadi tabanlarında, yamaçlar boyunca düzensiz ve geçici sel yatakları
içinde, kıyılarda ve şehirlerde görülmektedir. Her akarsuyun mevsim normallerine göre bir debisi yani
akım değeri bulunmaktadır. Ancak uzun süre devam eden sağanak yağışlar ve artan sıcaklığa bağlı
olarak gerçekleşen hızlı kar ve buz erimeleri ve bunlar dışındaki etmenlerden dolayı akarsulara büyük
miktarda su gelebilir. Akarsu yatakları mezkûr sebeplerden dolayı gelen suyu taşıyamaz duruma gelir
ve böylece taşkın ve sel gibi afetler meydana gelmektedir.

Büveyhîlerin Bağdat’a gelişi arifesinde 332 (944) senesinde yağmurun fazla yağmasından dolayı bir sel
felaketi meydana gelmiştir. Bu esnada selden dolayı çok sayıda ev yıkılmış ve birçok insan da yıkılan
evlerin altında kalmak suretiyle can vermiştir. Bunların yanı sıra felaket esnasında tarla ve araziler

38 Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, c. 2, İstanbul 1992, s. 1275

Ucuzlamış ve değerinin çok altında bir fiyata satılmıştır. Hatta bir dinarlık değere sahip olan bir şey bir
dirhemden daha aşağılarda alıcı bulmuştur. Yıkılan binalar yeniden inşa edilemediğinden çok sayıda
hamam, dükkân ve mescit metruk hale gelmiş ve çok az ev yapıldığından tuğla ocaklarının çoğu da
kapanmıştı. Bu karmaşa içerisinde halk yıkıntılara sığınmış, hırsızlık artmıştır.

Bağdat’ın doğu tarafında 337 (948-949) senesinde Dicle’nin suyunun yirmi bir zira yükselmesinden
kaynaklanan bir sel baskını meydana gelmiştir.39 Bu taşkından dolayı insanlar sular altında kalan
doğu tarafını terk etmek zorunda kalmışlardır. Sel ile birlikte birçok ev yıkılmış ve insanların çoğu da
göçük altında kalarak can vermiştir. Dicle Nehri 346 (957-958) senesinde yeniden taşmış ve İbn
Miskeveyh’in ifadesine göre su seviyesi on ziraya kadar ulaşmıştır. Ancak sonuçları hakkında detaylı
bilgiler verilmediğinden muhtemelen şehirde ciddi bir hasara yol açmamıştır. 977-978 yılında
Bağdat’ta nisan ayında Dicle nehrinin taşması sonucu Bağdat’ın doğu ve batı kısmı sular altında
kalmıştır. Bu sırada birçok ev ve Babu’t-Tibin’de bulunan çok sayıda mezar tahrip olmuş. İnsanlar
gemilerle şehirden uzaklaşmaya çalışmış.

370 (Mayıs-Haziran 981) senesinde yeniden artmış ve üç ay boyunca da debisi yüksek akmıştır. Bu
sırada şehrin doğu ve batı tarafları su baskınına maruz kalmıştır. Tarım arazilerinin çoğu sular altında
kalmış. Es -Sarât kanalı üzerinde bulunan eski ve yeni köprüler yıkılmış, bir süre sonra ise büyük
miktarda mal harcanarak yeniden inşa edilmişlerdir.40

378 (Kasım-Aralık 988) senesinde şiddetli gök gürültüsü ve şimşekler eşliğinde devam eden yağmur ve
ardından da iri taneli bir dolunun yağmasından hemen sonra vadiler sular altında kalmıştır. Bu sırada
nehirler ve kuyular suların artmasından dolayı taşmış, birçok ev de harap olmuştur. Bağdat’ın sulama
ihtiyacını karşılayan kanallar taşkından dolayı taş ve balçıkla dolmuş ve yollar da balçıkla kaplanmıştır.
395 (1004-1005) senesinde Dicle Nehri’nin kaynaklanan sel felaketinden ise Bağdat’ın doğu yakası
etkilenmiştir.

Büveyhîler dönemine ait kaynaklarda 1011 yılında Dicle nehrinin taşmasıyla birçok insan hayatını
kaybetmiş şehrin su ihtiyacını sağlayan kanallar dolmuş, yaşanan sıkıntılardan dolayı insanlar hac
farizasını eda edememişlerdir.41 (1015-1016) Haziran ayındaki kayıtta ise ayrıntılı olmamakla birlikte
sadece Irak ve diğer yerlerde şiddetli yağmurların yağdığı ifade edilmektedir. Bağdat’ta 1039-1040
senesinde de bir sel taşkını yaşadığı kaydedilmiştir. Yağışın fazla olması nehirlerin taşmasına, insan
ölümlerine, su kanallarının dolmasına evlerin yıkılmasına sebebiyet verdiği gibi yağışın az olması da
siyasî ve askerî mücadelelere fiyat artışına, ürünlerin zarar görmesine, sosyal ve iktisadî hayatı
etkileyen kıtlık gibi hadiselere neden olabilmektedir.

1071-1072 yılında çok sayıda hayvanın öldüğü ve şiddetli bir kıtlık meydana geldi. Horasan’da çobanın
biri sabahleyin sürüsünü otlatmaya götürmek için kalktığında sürüdeki bütün hayvanların öldüğünü
görmüştü. Çok sayıda ürün de yok oldu. Bunun sebebi de sel baskınları ve yağan iri taneli doluydu.

39 Sıbt İbnü’l-Cevzî, XI, 82;İbn Tağriberdî, III, 340

40 İbnü’l-Cevzî, XIV, 277.

41 İbnü’l-Esîr, IX, 182.

1095-1096 yılında Bağdat bir sel olacağı tahmin edilmiş ve halife Müstazhir’e haber verilerek
öngörülen bu afete karşı sel yataklarını ve suların patlak vermesinden korkulan yerlerin, arkların su
bendlerinin onarılmasını emretti. Bu yılda hacılar Nahle ‘den sonraki Menakip vadisinde iken büyük
bir sele maruz kaldılar.Dağ başına tırmanan hacıların boğulmaktan kurtuldukları, suların develeri ve
eşyalarını sürükleyip götürdükleri haberi Bağdat’a ulaştı.Müneccim de sel felaketini önceden bilmiş
oldu. 42

Skylitzes, Anadolu’da sağanak yağmurun Mart (Mart 1030) ayına kadar yağdığını ardından nehirlerin
yükseldiğini ve boşlukların bütünüyle göle dönüştüğünü ardından ise bütün çiftlik hayvanlarının
boğulduğunu ve ekinlerin yerlere yattığını söylemektedir. Yaşanan bu yağmur ve sel felaketinin ertesi
yıllarda şiddetli kıtlığa sebep olduğunu aktarmaktadır.

42 İbnü’l Esir,a.g.e. c 10,s. 217


KITLIK

Kıtlıklar, çoğu zaman yağışların azlığından, aşırı yağmur veya kar yağışının tarım arazilerine verdiği
zararlardan, bölgede meydana gelen depremlerden, çekirge istilalarından, kış şartlarının zor
geçmesinden veya salgın hastalıklar neticesinde ortaya çıkmıştır.

373-397/983-1007 yılları arasında Irak ve çevresi adeta kıtlıkla mücadele etmek zorunda kalmıştır.
Uzun süren bu kıtlık yıllarında fiyatlar artmış, yiyecek bulamayan pek çok insan açlıktan ölmüş, asayiş
bozulmuş ve ahalinin büyük bir kısmı bölgeyi terk etmek zorunda kalmıştır (İbnü’l-Esîr,1987: IX,
38,48,55,81,86,167 )

417/ 1026 yılında Irak’ta Dicle nehri başta olmak üzere tüm nehirler donmuş. Nehirler donduğu için
halk ekinleri ekemez olmuş, Irak ta yiyecek sıkıntısı baş göstermiştir.43. Bu olaydan beş veya altı yıl
sonra kuraklığa bağlı olarak tekrar bir kıtlık başlamış, Horasan’dan Hindistan ‘a kadar olan bütün
bölgeyi etkilemiştir. Ebü’l Ferec 1031 yılında meydana gelen bir kıtlık sonucunda çok acı bilgiler
aktarır. Güvenlik nedeniyle Irak ‘a yeterli miktarda yiyecek gönderilmemiş kuraklıkta baş gösterince,
çarşı Pazar da fiyatlar artmış, halk kedi –köpek yemek zorunda kalmıştır. 502 senesi başlarında Dicle
Nehrinin taşması mahsulün sular altında kalmasına yol açmış bunun sonucunda büyük bir kıtlık
yaşayan Irak’taki Sevad şehri halkı bütün Ramazan ayı boyunca sadece ot ve dut yemek zorunda
kalmıştır. (İbnü’l-Esîr,1987 X,376) 1138-1139 yılında kuraklık nedeniyle bir kıtlık başlamış.Bu kıtlıktan
Suriye,Irak,Musul, Cizre, Ahlat, Diyarbakır yörelerinde etkili olmuştur.

Nil Nehrinin düzenli taşkınları Mısır’ın tarımsal faaliyetleri için olumlu etkiler yapmaktadır. Bu düzenli
taşkınların olmadığı yıllarda Mısır’da tarımsal üretim düşmekte, bu durum sadece Mısır’ı değil oradan
nakledilen hububata muhtaç bölgeleri de olumsuz etkilemektedir. Bağdat’ta meydana gelen bir
depremden hemen sonra şehrin sosyo- ekonomik çevresi değişti. Pahalılığa bağlı olarak bir kıtlık
ortaya çıktı ve rivayete göre insanlar yiyecek bulamadıklarından kedi ve köpek gibi hayvanların
etlerini yemeye başladılar . 44 Nil nehrinin suyunun hızla azalmaya başlaması ile Mısır ‘da da hissedilir
hale geldi. Fâtimi topraklarında sayılmayacak kadar çok insanın ölümüne neden olmuştu.İbnü’l Cevzi
‘nin söylediklerine bakılırsa 45 yalnızca bir aktarın bir gün içerisinde bin şişe şurup sattığı Mısır’da
her gün on bin insan can veriyordu. Bunun sonucunda da Fâtimi topraklarında kıtlık baş
göstermiştir.Mısır ‘da kıtlık ve hastalıklar uzun süre devam ettiyse de etkisi fazla sürmemiştir.Daha
sonra Mısıra gelen bolluk ve bereketten herkes nasibini almıştır.

Herat bölgesi kurak bir iklime sahiptir.Bölgede Ceyhun, Heri-rud, Hilmend ve Murgab gibi nehirler ve
bu nehirler üzerine yapılmış su kanalları yapılmış olsa da bölgedeki iklimin kuraklığı sebebiyle sık sık
kıtlık meydana gelmiştir.

43 İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 27

44 (İbnü’l-Cevzî, XVII, 1992: 156

45 İbnü’l Cevzi, XVI,5,KRŞ. İbn Tağrıberdi, V, 60.


Herat toprağında genellikle ya aşırı kuraklıktan yada kışların sert geçmesinden kaynaklı kıtlıklar
meydana gelmiştir. Samanilerin bölgede hakim oldukları dönem de 914-915 yıllarında da çok büyük
bir kıtlık yaşanmıştır. Halk açlıktan yırtıcı hayvanları ve murdar hayvanları yemiştir. Bu dönem de
buğday çok pahalı olmuş işçiler yaptığı işin karşılığında para yerine emtia almışlar ancak halkın alım
gücü olmadığı için bunu pazarda satamamışlar. 1009 -1010 yılında Herat bölgesinde yağmurlar
kesilmiş ve kıtlılar başlamıştır.

1022-1023 senesinde Nişabur’da olmak üzere Horâsân şehirlerinde kıtlık olmuştur.Bu kıtlık Herat’ı
da etkilemiştir.El-Utbi ‘nin kaydına göre bu kıtlıkta insanlar otları yemiştir. Otlar bitince kedi ve
köpekleri yemişler , yolda buldukları kemikleri kaynatmışlardır. Ortaçağ da İslam coğrafyasında çok
fazla kıtlık meydana gelmiştir. 1065-1066 yılında kıtlık başlayınca buğday fiyatları artmıştır. Bu
kıtlığın yaşandığı dönemde Herat , Büyük Selçuklularla Gazneliler arasında bölgenin sürekli el
değiştirdiği, uzun süreli mücadelelerin olduğu bir dönemdir.Otorite boşluğunda devlet yardımı
alamayan halk zor durumda kalmıştır.

1097-1098 yılında Herat’ı Bâtınîler istila etti. Halkın buğdaylarını satmaları için bazı kurallar koydular
sonra da bütün buğdayları kendileri aldılar.Tahıl çok fazla pahalandı.Halk arasında karışıklıklar
çıktı.Bâtınîler halife Hâce Abdullah-ı Ensari ‘yi öldürdüler.Bu karışıklıkta halk sıkıntı yaşadı. Büyük bir
kıtlık görüldü. Bu kıtlık Selçuklu hükümdarı Berk Yaruk ‘un şehre gelmesine kadar sürdü.

You might also like