Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 316

THUKYDIDES'TEN

ÖZÜR DİLEYEREK:
Tarihi Kültür ve

Kültürü Tarih
Olarak Anlamak

MARSHALL
SAHLINS
THUKYDIDES'TEN ÖZÜR DİLEYEREK

Tarihi Kültür ve Kültürü Tarih Olarak Anlamak

Marshall Sahlins

bgst Yayınları
bgst Yayınları-96
Düşünce Dizisi-40
Thukydides'ten Özür Dileyerek:
Tarihi Kültür ve Kültürü Tarih Olarak Anlamak
Marshall Sahlins
"Apologies to Thucydides:
Understanding H istory as Culture and Vice Versa"
The University of Chicago Press, 2004
Türkçesi : Ebru Kılıç
© The University of Chicago

Birinci Basım
İ stanbu l , Mart 2022
© bgst Yayınları
Yayına Hazırlayan: Taylan Doğan
Redaksiyon: Taylan Doğan, Hülya Hatipoğlu
Türkçe Düzelti: Burcu Yankın
Kapak Uygulama: Salih Gürkan Çakar
Kapak Görselleri: ]. Glen Wilson (üstteki görsel),
Chad Baker/Getty l mages (alttaki görsel)
Mizanpaj: Savaş Yıldırım

Baskı : Özgün Ofset Tic. Ltd. Şti .


Yeşi lce Mah. Aytekin Sk. No: 2 1
Kağı thane/İ stanbul Sert. No: 4 8 1 5 0
02 1 2 280 00 09

ISBN: 978-62 5 -7696-0 1 -2


Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu
Tomtom Mah. Kaymakam Reşat Bey Sok. 9/3
Beyoğlu/İstanbul Sert. No: 1 1 1 93
02 1 2 2 5 1 1 9 2 1
www.bgst.com . tr
bgstyayinlari@bgst.org
THUKYDIDES'TEN ÖZÜR DİLEYEREK

Tarihi Kültür ve Kültürü Tarih Olarak Anlamak

Marshall Sahlins

Türkçesi: Ebru Kılıç

bgst Yayınları
Marshall Sahlins: Marshall Sahlins zamanımızın en önemli antropologlarından bi­
riydi ve kültürel antropolojinin kurucu isimleri arasında yer alıyordu. Chicago Üni­
versitesi Antropoloji ve Sosyal Bilimler Bölümü'nde Emeritus Profesör olarak görev
yapıyordu. Nisan 202 1 'de yaşama veda etti.

Sahlins'in, i l kel toplumların ekonomileri ve Avrupa yayı lmacılığının Yerli kültürler üze­
rindeki etki lerine dair çalışmaları, akademide ve popüler alanda önem li tartışmalara
yol açtı. Sahlins'in eserleri genel kabul gören "ilerleme", "kültürel üstünlük" gibi Av­
rupa-merkezli an layışları sorguladı. Ortaya koyduğu çalışmalar, kültürün, insanların
algıları ve eylemleri üzerindeki gücünü göstermeye odaklanmıştı.

İ l k dönem çalışmalarının odak noktası, "ekonomik olarak rasyonel insan" düşüncesinin


yanlışl ığını ortaya koymak ve ekonomik sistemlerin özgül kültürel biçimler yoluyla so­
mut koşullara uyum sağladığını göstermekti . Culture and Practical Reaöon ( 1 976)
adlı eserinden sonra, tarih ile antropoloji arasındaki i l işkiyle ilgilenmeye başladı ve
farklı kültürlerin tarihi nasıl "anladıklarını" ve "yaptıklarını" ele aldı. Sahlins, yapısa lcı
antropolojiyi geliştiren öneml i isimlerden biriydi. Kültürler hakkındaki bu analiz bi­
çimini tarihsel değişimle il işkilendirmek konusunda öncü araştırmacı lar arasında yer
aldı.

Marshall Sahl ins'in başlıca eserleri arasında şunlar sayılabilir: Social Stratibication
in Polyneöia ( 1 9 5 8), Stone Age Economicö ( 1 972) [Türkçesi : Ta� Devri Ekonomiöi,
çev. Taylan Doğan, Şirin Özgün, bgst Yayınları, 2 0 1 Ol. Cul tu re and Practical Reaöon
( 1 976), lölandö ob Hiötory ( 1 987) [Türkçesi : Tarih Adaları , çev. Hakan Arslan, Dost
Kitabevi, 1 998). How "Nativeö" Think: About Captain Cook. For Example ( 1 996),
Apologieö to Thucydideö: Underö tanding Hiötory aö Culture and Vice Veröa (2004)
[Türkçesi : Thukydideö 'ten Özür Dileyerek: Tarihi Kültür ve Kül türü Tarih Olara k
Anlamak, çev. Ebru K ı l ı ç , bgst Yayınları, 2 0 2 2 ) , The Weö tern /lluöion ot Human Na­
ture (2008) [Türkçes i : Batı 'nı n İnöan Doğaöı Yanılöamaöı, çev. Emine Ayhan, Zey­
nep Demirsü, bgst Yayınları, 2 0 1 21.
İÇiNDEKiLER

6 İltii6tm6yonlar Li..steai

9 Tefekkür

1O Kitapta Geçen Bazı Fiji Terimleri

13 Girif

23 ı. Bölüm: Polinezya SavQfı - 'lhukydidea'ten Özür Dileyerek

131 2. Bölüm: Tarihte Kültür ve Aktörlük

1 95 3. Bölüm: Bir Suikaatin Kültürü

289 Kaynakça

305 Dizin
iLLÜSTRASYONLAR LiSTESi

Şekiller

1.1 Antik Yunanistan 24


1 .2 Fiji Adaları, başlıca kra l l ıklar 2 5
1 .3 Uzun Atina duvarları 3 4
1 .4 Hendekle çevri li geleneksel bir Fiji köyünün krokisi 3 6
1 .5 Rewa Deltası'nda hendekle çevrili köy, 1 948 3 8
1 .6 Vanua Levu'da hendekle çevri li bir köyün kuşatılması, 1 85 6 3 8
1 .7 Bau, 1 9 50 civarı 3 9
1 .8 Viti Levu'nun açığında (93 . 000 metrekarelik) Bau Adası 3 9
1 .9 Bau kano kızağı, 1 920 civarı 40
1 . 1 O l 890' 1arda Bau 4 1
1 . 1 1 Bau Adası, 1 8 56 42
1 . 1 2 Fij i : 1 8 . yüzyıl sonlarından l 843'e kadar Bau ve Rewa 'nın akın, yağma ve savaş
alanları 59
1 . 1 3 Rewa'nın görünüşü, 1 84 0 63
1 . 1 4 Rewa Deltası 64
1 . 1 5 Hocart'a göre Fiji "kabi lesinin" temel yapısı 66
1 . 1 6 Rewa düalizmleri 68
1 . 1 7 Soylu Fiji Soykütüğü 74
1 . 1 8 Pausanias'a göre Sparta'nın kökenleri 95
1 . 1 9 Apol lodoros'a göre Arkadialı kökenler 97
1 . 2 0 Sparta hanedanlıkları 98
1 . 2 1 (a) Helene' den gelen soykütüğü 1 00
(b) Euripides'in /on adlı eserindeki soykütüğü 1 O 1
2. 1 New York Yankees takımının şampiyonluk yarışı, 1 9 3 9 1 35
2.2 New York Giants takımının şampiyonluk yarışı, 1 9 5 1 1 37
2.3 Bobby Thomson'ın sayı turu vuruşu 1 40
2.4 Thomson kaleleri dolaşıyor 141
2.5 Piyon 1 7 1
2.6 Elian 1 76
2.7 Elian Miami 'de 1 83
2.8 Elian'ın A B D 'de tutulması 1 8 5
2. 9 Amerikalı çocuk Elian 1 86
2. 1 O Yunuslar Elian'ı kurtarıyor 1 92
3. 1 "Muaidule", Ratu Tanoa'nın evi 206
3.2 Ratu Raivalita'nın Bau'da ölüme giderken izlediği güzergah 207
3.3 Bau ve Rewa yöneticilerinin ilişki leri 2 1 7
3.4 Fijili çapraz akrabalık 222
3.5 Rewalı yüksek mevkiler arasında cinayet 2 3 9
3.6 Bau'nun Rewa Deltası'ndaki seferleri, 1 84 3 - 4 5 . 2 7 5

Resimler

1. Ratu Tanoa 2 5 5
2. Ratu Cakobau 2 5 6
3. Ratu Gavidi 2 5 7
4. R o Veidovi 2 5 8
5. Muhterem Richard B. Lyth 2 5 9
6. Muhterem john Hunt 260
7. Muhterem Wi l l iam Cross 26 1
8. Muhterem Thomas jaggar 262
9. Muhterem ve Mrs. james Calvert 263
1 O. Muhterem Thomas Will iams 264
1 1. Teğmen Charles Wilkes, komutan, ABD Keşif Seferi (Fiji 'de, 1 840) 265
TEŞEKKÜR

Bu kitaba katkıda bulunan bütün öğrenci leri, meslektaşları, arşiv görevlilerini, dersle­
re ve seminerlere katılan izleyicilerin hepsini tek tek saymam mümkün deği l . Kitapta­
ki bazı konular. özel likle Büyük Polinezya Savaşı hakkında yirmi beş yıldır ders veriyor
ve araştırma yapıyorum. Yine de uzun birinci bölümü okuyup Antik Yunanistan'a özgü
kavramlar, Antik Yunanca yazıl ışlar konusunda bana yardım eden ve doğrudan me­
tinden çıkarmamı söylemeden yaptığım hatalar konusunda beni uyaran klasik dönem
araştırmacıları Paul Cartledge, James Redfield. Nicholas Ruda ll ve Richard Saller'a
özellikle teşekkür etmem gerekiyor. Elbette eserin bu bölümünde geriye kalan tarih­
sel veya kuramsal eksikliklerden sorumlu deği l ler. Fiji 'de ve arşivlerde yürüttüğüm
araştırmaya yardımı ve verileri bi lgisayar dosyalarına kaydetmek için yaptığı azimli
çalışma nedeniyle Mark Francil lon'a özellikle müteşekkirim. Chicago Üniversitesi Ya­
yınevi'ndeki yardımları dolayısıyla El izabeth Branch Dyson, David Brent ve Claudia
Rex'e minnettarım. Son olarak. Fiji etnografisi ve tarihi konularında Fergus Clunie'nin
paha biçilmez yardımı için şükranlarımı sunmak benim için büyük bir zevk olduğu
kadar bir görevdir. Fergus, bu kitabı aksi halde olacağından çok daha iyi hale getirmek
için cömertçe zamanını ayırdı ve (çoğu henüz yayımlanmam ış) araştırma sonuçlarını
esirgemeden benimle paylaştı.
KİTAPTA GEÇEN BAZI FiJi TERiMLERi

Bazı Fiji terimleri ve unvanları

t tauket: o yerin yerlisi, ilk sakini, sahibi


matanttii: krallık, yönetim
mataqalt: klan, soy
Papalagt: Beyaz adam, Beyaz adamlar
Roko Tui Bau: Bau kutsal kralı
Roko Tui Dreketi: Rewa kutsal kralı
turaga: şef
vanua: toprak, ülke
va6U: kutsal rahim yeğen
Vunivalu: Bau'da, Rewa 'da ve diğer adalarda savaşçı kral

Başlıca Fijili şahsiyetler

Adi Oereitoga: Ratu Tanoa 'nın gözde karısı. Ratu Raivalita'nın


annesi
Adi Talatoka: Ratu Tanoa 'nın başlıca karısı
Komainaua: Baulu yüksek şef, bazen Ratu Cakobau'nun yardımcısı
Ratu Banuve: 1 8. yüzyıl sonlarında Bau Vunivalu'su,
Ratu Tanoa'nın babası
Ratu Cakobau (Ratu Seru): Bau Vunivalu'su, 1 853-83, Ratu Tanoa'nın oğlu
Ratu Gavidi: Bau'nun balıkçı-savaşçıları (Lasakau halkı)
Ratu Mara: Bau isyanının bir l ideri, 1 832-37
Ratu Namosimalua: Viwa Adası'nın yönetici şefi
Ratu Naulivou: Bau Vunivalu'su, 1 804-29, Ratu Tanoa'nın ağabeyi
Ratu Oaraniqio: Rewa kralı, (Roko Tui Dreketi), 1 843- 5 5 ,
Ratu Kania'nın kardeşi
Ratu Tanoa: Bau Vunivalu'su, 1 829-4 3 , Ratu Cakobau
ve Ratu Raivalita'nın babası
Ratu Varani: Viwa büyük şefi, Ratu Cakobau'nun yardımcısı
Ro Cokıinauto: Ro Kania ve Ratu Qaraniqio'nun baba bir kardeşi
Ro Kania (Banuve): Rewa kralı, 1 832-37
Tui Kilakila: Cakaudrove'nin yönetici şefi (Vunivalu), 1 834-54 civarı
Başhca Fiji kralhklan

Bau: Güneybatı Viti Levu, Koro Denizi Adaları


Cakaudrove: Taveuni Adası ve bitişik Vanua Levu
Lau: Doğu adaları
Macuata: Kuzey Vanua Levu
Nadroga: Güneybatı Viti Levu kıyısı
Rewa: Rewa Deltası, Beqa ve Kadavu Adaları

Bau ve Rewa yönetici lerinin ilişkilerini gösteren


bir diyagram için Şekil 3 . 3 'e bakınız
(aşağıda 2 1 7 sayfa).
GİRİŞ

Bu kitap tarihin incelenmesi açısından antropolojik kültür kavramlarının değerini konu


alıyor; kitabın akışı boyunca kültürün incelenmesi açısından tarihin değerli olabilecek
bazı yönlerini de gösterdiği için bunun tersi de geçerli. Kitabı oluşturan üç uzun bölüm,
Thukydides'in Peloponnesos Savaşı hakkındaki muhteşem metninde ortaya koyduğu,
tarihi anlamaya ilişkin şu veya bu sorunun etnografik tartışmalarından oluşuyor. Bu
yönüyle, bugün halii hayatımızda olan bir tarihyazımının atası olarak Thukydides'i
onurlandırıyor. Başlıktaki "özürler" sözü ise, modern antropolojinin Thukydides'in
ebediyen borçlu olacağımız saygın öğretilerine sunduğu eleştiriden ileri geliyor.

Elinizdeki kitap birkaç yıl önce, galiba l 987'de, Chicago Üniversitesi Klasik Araş­
tırmalar Bölümü'nde görevli meslektaşım ve dostum J ames Redfield'le yaptığım bir
sohbetten doğdu aslında. Fiji Adaları 'nda 1 9. yüzyıl ortasında yaşanmış, Peloponne­
sos Savaşı'na çok benzeyen bir savaş üzerinde çal ıştığımı söylemem Redfield'in epey
ilgisini çekmişti. Her biri Fiji 'deki daha küçük alanların bazıları üzerinde hakimiyet
kurmuş, biri büyük bir deniz gücü olan Bau ile diğeri büyük bir kara gücü olan Rewa
krallıkları 1 84 3 ile 1 8 5 5 yıl ları arasında görülmemiş şiddette bir çatışmaya tutuşmuş,
nihayetinde takımadaların tamamının hakimiyeti tehlikeye girmişti. Atina ile Sparta
arasındaki meşhur mücadeleyle bu çatışma arasındaki benzerlikler o kadar çoktu ki
Mr. Redfield ile birlikte " Peloponnesos ve Polinezya Savaşları"nı ortak bir derste araş­
tırmaya karar verdik. Bu karşı laştırmanın hem Antik Yunanistan hem de Fiji açısından
aydınlatıcı olduğu ortaya çıkmıştı. Sparta'daki ikili kra l l ı k hakkında, bu yönetim sis­
teminin Fij i 'nin ve bu şeki lde bölünmüş başka birçok hükümdarlığın birbirini tamam­
layan ikili kra l l ı k yönetiminden farkını ortaya koyan uzun bir makale yazmayı bile
düşündüm. Ayrı görevleri ve yönetim alanları olan kutsal bir kral ile bir savaş kralı
yerine, Sparta kral ları birbirlerinin ikiziydi, ayrılamazlard ı ve birinin diğerinden üstün
olması dışında her bakımdan birbirlerinin kopyasıydılar. Castor ve Polydeuces'in yanı
sıra Yunan mitolojisinde -ikisinden biri genellikle bir tanrının dölü olan- kral soylu
başka ikizler üzerinden bize ulaşan karmaşık bir argümanı kısaca ifade etmek adına,
Sparta kral larının, kralın iki bedeninin ampirik versiyonu gibi bir şeyi temsi l ettiği
sonucuna vardım. Biri nispeten kutsal . diğeri nispeten insaniydi, ama bunun dışında
birbirlerini yansıtıyorlardı: Monarşinin kutsall ığının kalıcı bir doğrulaması yatıyordu
14 1 Tlnılcydlde&'fen Ô.ıilr Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

burada. Bu makaleyi gösterdiğimde Mr. Redfield bazı düzeltmeler yaparak bir mahlas­
la yayımlamama izin verdi.

Aynı şeyi bu kitapta da yapmak akl ı başında bir davranış olabi lirdi. Bu kitabın da
başlıca niteliği, klasik araştırmalar disiplininin alanına pervasızca dalmasıdır. Max
Weber'in Atinalıları Fijililer gibi (sözde) barbarlarla karşılaştırmanın meşruluğu
hakkındaki (Paul Veyne tarafından aktarılan) uyarılarına bakarsak, böyle bir girişim
açıkça nai f olduğu gibi klasik çalışmalar yürüten akademisyenlerin hassasiyetlerini
de rencide eder: " Bugüne dek acımasızca hor görülen Bantu ve Hint halklarına en az
Atinalılar kadar önemli bir yer bahşetmeyi isteyen -nihayet ! nihayet ! - tarihte bir tür
siyasal-toplumsal eşitlik fikri tek kelimeyle naiftir" (Veyne 1 984: 52).1

Ama burada iki savaş arasında karşılaştırma yapmanın kültürel bakımdan taşıdığı öne­
mi savunmakla birlikte kültürel göreliliğin savunusunu yapmadığıma dikkat çekmek
istiyorum. Geçmiş yabancı bir diyarsa, başka bir kültür demektir. Autre tempıı. au tre
moeurıı [Başka zaman, başka adetler]. Eğer başka bir kültürse, onu keşfetmek biraz
antropoloji gerektirir; bu da her zaman biraz kültürel karşılaştırma yapmak anlamına
gelir. Mesele Thukydides'in tanımladığı biçimiyle Atinalı larsa, kültürel karşılaştırma
daha da fazla önem kazanır. Birazdan okuyacağınız metinde Simon Hornblower'ın
yerinde sorusunu zikrediyorum: "Thukydides medeni leşmiş insanların klasik Yunan­
ca dediğimiz dili konuşmayacağı bir devri hayal etmiş miydi acaba?" Mesele basit­
çe Thukydides'in tarihini yazdığı kültürü olduğu gibi kabul eden tavrı değildir: Daha
ziyade kültürün önemli olmadığı yönündeki varsayımıdır. Görenekler ve yasaların
direnemeyeceği, insanların benzer koşullarda daima büyük ölçüde benzer davra­
nışlar göstermesine neden olan temel bir insan doğasıyla karşılaştırıldığında kültür
Thukydides'i ilgilendirmez. i nsanları aynı güç ve kazanç arzuları harekete geçirecek,
davranışlarına güç ve kazanç için besledikleri aynı umutlar ve onları kaybetmekten
duydukları aynı korkular yön verecektir. Atinal ı ların, yerle bir etmek üzere olduk­
ları Melos'un çaresiz insanlarına söylediği gibi: "i nandığımız tanrılardan, tanıdığımız
insanlardan bil iyoruz ki zorunlu bir doğa kanunu gereği yönetebildikleri yerleri yö­
netirler" (Thuc. 5 . 1 0 5 . 2). Thukydides'in bugün hala bizimle olmasının nedeni sadece
toplum ve tarih hakkında önemli sorular sormuş olması deği ldir; bu soruları aynı bi­
zim gibi, yani insanların doğuştan gelen özçıkarlarından kaynaklanan evrensel pratik
rasyonelliğine başvurarak sormuş olmasıdır.

Daha da beteri, Antik Yunanca bile bilmememe rağmen Atinalıları yamyamlıklarıyla meşhur Fijili­
lerle karşılaştırıyorum. Antik Yunancayı bilmeyen birinin klasik dönem araştırmacılarınca ciddiye
alınmayı beklememesi gerekir. Peki ama klasik dönem araştırmacıları. antropologların ve benzer­
lerinin Yunanca metinler üzerine yorumda bulunmasını istemiyorlarsa neden bu kadar fazla çeviri
yapma zahmetine giriyorlar ki?
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 15

Thukydides'e ilginin Batı Avrupa'd a 1 7. yüzyılda, dolayısıyla modern kapitalizmin ge­


lişmesiyle birlikte yeniden gündeme gelmesi ve Thomas Hobbes gibi yazarlarca canlan­
dırılmış olması bir tesadüf değildir. (Öyle görünüyor ki Plutarkhos, Ksenophon ve Livy,
Platon ve Aristoteles'le birlikte Rönesans ltalya'sında daha popüler olmuştu; ama 1 7
yüzyıldan beri Hobbes, Hume ve daha niceleri sayesinde Thukydides baş tacı edilmiş­
tir.) Hobbes'un doğa durumunu tasavvurunda Thukydides'ten bazı pasajların yankılan­
ması bir yana bırakılsa dahi, Vernant'ın ( 1 968: 1 O) dediği gibi, Yunanların o mücadeleci
ve yaratıcı ruhunun bizde, sadece kentler arasındaki mücadelelerde deği l "bütün insan
ilişki lerinde, hatta bizatihi doğada" işbaşında olduğunu nasıl görmezden gelebiliriz? Ve
bugün, yeni binyı lın başlangıcında, Thukydides'in hiç olmadığı kadar bizi ilgilendirdiği
görülüyor. Amerikan emperyalizminin utanmazca Ianarından hiç bahsetmesek bile, ne­
oliberal ideolojinin küresel zaferinin damgasını taşıyan bir devirde gözü doymazlığımı­
zın insanın kaçınamayacağımız bir özelliği olduğunu bilmek rahatlatıcıdır. Bunda uta­
nı lacak bir şey yok. Her ne kadar ilk günah olsa da, (sosyo-biyolojiden evrimci psikolo­
jiye, rasyonel seçimlere dayalı iktisattan uluslararası ilişkiler realizmine kadar) birkaç
modern bilimsel versiyonu içinde insanın kendi kendini memnun etmesinin talihli bir
hata gibi olduğu ortaya çıkıyor. İşte Thukydides'in bugünkü popülerliği de buradan ileri
geliyor. "Thukydides'in ısrarla özçıkara odaklanması bazılarını rencide edebi lir belki,
ama özçıkarın çabayı, çabanın da seçenekleri doğurduğu yönündeki kavrayışı, 2.400
yıl önce yazdığı Peloponnesos Savaşı tarihini, Marksizm ve Ortaçağ Hıristiyanlığının
temelindeki aşırı kaderciliği düzelten bir metin haline getiriyor" (Kaplan 2002: 4 5 -46).

Atinalılarla karşı laştırılan Spartalı ların karşısına doğruca aynı "düzeltici tutumla" çık­
mak ilginç olurdu. Thukydides'in Spartalıların huylarına i lişkin betimlemelerine inan­
mak için ya insana özgü tamahkarlık ve iktidar arzusundan yana kusurlu olduklarını
kabul etmemiz ya da şunu varsaymamız gerekir: Bir halkın ilgi çekici ve değerli buldu­
ğu şey doğal olarak deği l, kültürel olarak inş� edilmiştir ve (güya) insan doğasına içkin
olan şeyler çeşitli biçimlerde ve farkl ı anlamlar yüklenerek yüceltilebilir. Tutumlu,
muhafazakar Sparta l ı lar ile girişimci Atinalılar arasındaki farklar dikkate alındığında
Thukydides'in Tarih'inin ilgi çekici yanı, pratik aklın evrensel geçerlil iğini deği l onun
kültürel göreliliğini ortaya koyması olabi lir. Rekabetçi , kendi çıkarına düşkün insan
doğasını tarihin kaynağı olarak gören anlayış da pekala Thukydides'in belagatli bir
dille seslendirdiği, belirli bir kültürel özbi linç, özel likle Yunan ve spesi fik olarak Ati­
nalı bir ideoloji olabi lir. Gelgelelim, bu durumda Thukydides'in Tarih'inin biraz ant­
ropolojisini yapalım derken, sadece şu meşhur "yerl inin bakış açısını" benimsemekle
yetinelim demiyorum , en azından bu meşhur yerlininki n i .

Etnografi gibi, b i r tarih antropolojisi de, söz konusu kültürü daha i y i tanıyabilmek için
onun dışına çıkılmasını gerektirir. Perslerin ya da Mısırlı ların adetlerini ve mitlerini be-
16 l TiıuJcıdictea'ıen Ô%ilr Dileyerek J Maröhall Sahlinö

timlerken kimliğini hiç kaybetmeyen Herodotos'un, Peloponneöoö Sava�ı·nın Ta rihi 'ni


yerli bir katı lımcının (ordudan ihraç edilen bir generalin) bakış açısıyla kaleme almış
Thukydides'e nazaran, daha çok antropolog gibi görülmesi gerektiği fikrinde bir para­
doks vardır. Bu fikir, bir kültürü bilebilmek için başka bir kültüre gerek olduğu anlamına
gelir. Elbette ki herhangi bir vakada tek bir yerli bakış açısı yoktur, sadece çok fazla
sayıda farklı "özne konumları" vardır ve her biri, öznelerarası ve özne konumlarının her
birinden daha büyük olan bir fenomeni kendi ilgili bakış açısına göre ele alır. Dışsal bir
zekanın gerekçesi burada yatar. Bunun yanı sıra, Ruth Benedict'in söylediği gibi, zeki bir
balığın yapacağı en son şeyin, içinde yüzdüğü suya isim vermek olduğunu hatırlayarak
soralım: Katıl ımcılar, onun sayesinde bildikleri bir kültürü ne kadar bilebi lir? Benedict'in
girmesinin yasaklandığı (krş. Clifford 1 983), vaktinden önce sansürlenmiş epistemolojik
Sibirya'dan gelen "etnografik otorite"yi hatırlamamız gerektiğini söyleyerek biraz sapkın
bir konum benimsemiş oluyorum. Yerlinin (ya da yerlilerin) bakış açısını (bakış açıları­
nı) kavramak tabii ki önemlidir. Ama bunu yapabilmek, Mikhail Bakhtin'in antropolojik
olarak yetkin dışarl ıklının "yaratıcı anlayışı" diye salık verdiği şeyi gerektirir. Bakhtin'in
"eksotopi" dediği şeyi, kültüre dışarıda avantajlı bir pencereden bakmayı gerekli kılar.

Tzvetan Todorov'un ( 1 984: 1 07- 1 2) düzenlediği ve yorumladığı üzere Bakhti n'in ek­
sotopi anlayışı başta edebi metin okurunun metnin yazarıyla bağımsız ilişkisine atıfta
bulunuyordu. Okur yorumsal bütünlüğünü koruyarak yazarın anlamlarını ve niyetle­
rini yaratıcı bir biçimde güçlendirir. Metnin deneyimi okurun deneyimiyle zengin leşir.
Ne var ki bir noktada Bakhtin diyalog ortamını değiştirir. Öznenin özneyle ilişkisinin
ötesine, kültürlerarası anlayış seviyesine geçer. Artık etnografın dışsall ığı önemlidir,
böyleli kle gözlenen kültür üzerinde devreye sokulan şey, en başta gözlemcinin kül­
türü de dahil olmak üzere başka kültürlerin deneyimidir. Bel li bir hayat biçimi , başka
kültürel şemalar yelpazesindeki yeriyle anlaşı lır hale gel i r. Todorov'un belirttiği üzere
Bakhtin antropolojinin bütünlüğü açısından, antropoloji uygulayıcılarının sunduğun­
dan daha iyi bir zemin ortaya koyar. İ şte Bakhtin'in yerl i lerin bakış açısıyla yazı lmış
bir etnografiye i lişkin eleştirisiyle başlayan altın değeri ndeki pasajının tamamı:

Taraflı , bu nedenle de hatalı olan, kalıcı olmuş bir imge var; buna göre yabancı
bir kültürü daha iyi anlamak için insanın o kültürde yaşaması, kendi kültürünü
unutması ve dünyaya bu kültürün gözleriyle bakması gerekiyor. Daha önce de
söylediğim gibi bu imge taraflıdır. Hiç kuşkusuz, yabancı bir kültüre bir ölçü­
de girmek, dünyaya o kültürün gözleriyle bakmak o kültürü anlama sürecinde
gerekli bir andır; ama anlayışın takati o anda kesilseydi tekil bir kopyalama ol­
maktan öteye gidemezdi , yeni veya zenginleştirici bir şey getirmezdi. Yara tıcı
anlayı� kendi benliğini, zamandaki yerini ve kültürünü reddetmez, hiçbir şeyi
unutmaz. Anlamada asıl mesele -zamanda, mekanda ve kültürde- anlamakla
uğraşanın yaratıcı olarak anlamak istediği şeyle i l i şkili eköotopiöidir. insanın
BGST J Dü9ünce Dizi�i J 17

kendi dışsal görünümü bile gerçekten erişebileceği_ bir şey değildir, insan onu
bir bütün olarak yorumlayamaz; aynalar ve fotoğrafların bir yararı olmaz; bir
insanın gerçek d ışsal veçhesi sadece başka insanlarca, onların mekansal ekso­
topileri sayesinde, öteki olmaları sayesinde görülebi l i r ve anlaşılabilir.

Kültür alanında eksotopi, anlamayı sağlayan en güçlü maniveladır. Yabancı kül­


tür, ancak başka bir kültürün gözlerinde kendisini daha eksiksiz ve daha derinlikli
olarak gösterir (ama bu tüketi lebilir bir şey deği ldir, çünkü daha da iyi görecek
ve anlayacak başka kültürler de gelecektir) (Bakhtin, Todorov'da 1 984: 1 09- 1 O).

Bir kültürü bilebilmek için başka bir kültür gerekir. Bu diyaloğun karşılıklı olduğunu
göstermek gibi bir yararı olan küçük bir etnografik (ya da etno-tarihsel) örnek vere­
yim, zira bu örnek 1 9. yüzyılda Tonga Adaları 'ndaki bir şefin Avrupalıların "para" de­
diği şey hakkındaki aydınlatıcı yorumlarıyla ilgi l i . Bu örnek mevcut bağlamda daha da
ilginç; çünkü bu kitabın önemli bir bölümü, Fij i kültürünün Antik Atinal ıların para tut­
kuları da dahil olmak üzere Avrupalı ataların pratikleri hakkında sunduğu yorumlarla
da ilgileniyor. (Tonga kanoyla Fiji 'ye birkaç gün mesafededir.) Bu örnekte Tonga l ı şef
Finau, bu adalarda aylarca kalmış genç lngiliz William Mariner tarafından yapı lan ve
Papalagi'nin (" Beyaz adamlar") alışkanlıkları hakkında kulaktan duyma bir şeyler bi­
len başka bir Tongalının tasdiklediği para tanımına cevap verir. Sohbet tümüyle Tonga
dilinde geçmiş olmalıdır.2 Ama duydukları Finau'yu tatmin etmemiştir. Finau "insan­
ların yararlı (fiziksel) bir amaç için kullanamayacakları ya da kullanmayacakları halde
paraya değer vermelerinin aptalca bir şey olduğunu düşünüyordu" (Martin 1 827, 1 :
2 1 3 ). Anlatı şu şeki lde devam eder:

" Eğer [para) demirden yapı lsaydı, bıçağa, baltaya ve keskiye dönüştürülebi l ­
seydi, b i r değer vermek biraz anlamlı olabi lirdi, a m a b u haliyle ben hiçbir
anlam göremiyorum" dedi. "Bir insanın istediğinden fazla tatlı patatesi varsa,
bırakın domuz veya gnatoo [ağaç kabuğundan yapılmış kumaş) ile birazını ta­
kas etsin. Tabii ki para daha rahattır, daha uygundur, ama o zaman da saklan­
dığında bozulmadığından insan onu bir şefin yapması gerektiği gibi paylaşmak
yerine depolar, sonra da bencil olur; ama bir insanın başlıca mülkü erzağıysa
-en yararlı ve en gerekli şey erzak olduğu için öyle olması gerekir- onu depo­
layamaz, çünkü bozulur. Bu nedenle erzağını ya yararlı bir şeyle takas etmesi
ya da komşuları, daha aşağı şefler ve kendisine bağımlı olanlarla karşıl ığında
hiçbir şey almadan paylaşması gerekir" diye ekled i . Sözlerini şöyle bitirdi: " Pa­
palagileri [Avrupa l ı ları) bu kadar bencil yapan şeyi n ne olduğunu şimdi çok iyi
anlıyorum : Bu para i şte" (Martin 1 827, 1 : 2 1 3 - 1 4).

2 i letişim başarısı, yine de insanı çevirinin varsayılan imkansızlıkları üzerine düşündürmelidir; gel­
gelelim antropolojik proje her halükarda çeviriden ziyade metinlere i lişkin bir analiz projesidir ve
epistemoloji ekonomisi ve transkripsiyon amaçları açısından hayli farklıdır.
18 1 Jhukydldea'ten llrir Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

Finau'nun "ekonomiyi keşfetmesi", Aristoteles'in daha meşhur keşfine çok benzer: "Bir
insan bir şeye bol bol sahip olup da buna rağmen açlıktan ölüyorsa, onun zenginlik
olarak görülmesi saçmadır" (Pol. l 2 57b; karşılaştırın Polanyi 1 957). Şefin Avrupalıla­
rın ekonomik alışkanl ıklarını kısa tetkiki sırasında insan Tongalıların ekonomik alış­
kanlıkları hakkında da çok şey öğrenir. (Son cümledeki "insan" rasgele söylenmiş bir
söz deği ldir: Epistemolojik ilişkiler artık en azından üç kişi arasındadır, antropoloğu da
içerir.) Finau, Tongalıların kullanım amaçlı üretim sistemini ve şeflik iktidarının zengin­
liğin (üretken sermaye olarak) kazanç getiren şekilde biriktirilmesinden ziyade yeniden
dağıtı lmasına dayanan siyasal ekonomisini dile getirir. Aristoteles'in geçip gitmekte
olan Atina ekonomisi için ağıt yakmasında olduğu gibi Finau da belli bir toplumsal dü­
zene içkin olan maddi bir hayattan, dolayısıyla nitel iksel ve sonlu amaçları olan bir
üretim sisteminden bahseder. Aristoteles "iyi bir hayat için yeterli olan hane mülkünün
miktarı sınırsız deği ldir" diye yazar ve "Solon'un ' i nsan için servetin sabit bir sınırı yok­
tur' mısrasında betimlediği şeyin doğası da sınırsız deği ldir" der (Pot. l 2 56a).

Thukydides'in betimlediği Peloponnesos Savaşı ile 1 9 . yüzyı lda Fiji 'nin Bau ve Rewa
kral l ıkları arasında yaşanan Poli nezya Savaşı arasında -nihayet ! nihayet !- burada gi­
rişilen benzer karşı laştırma ların bazı sonuçlarını önceden haber vermeme izin verin.

Bulgul ardan biri, siyasal oluşumları ve hakimiyet biçimleri açısından Atina ve Bau im­
paratorluklarının ayırt edici karakteriyle ilgilidir. Deniz güçleri olarak benzerl iklerinin
yanı sıra Atina i l e Bau fii l i bir egemenlikleri olmaksızın emperyal bir hegemonyaya
sahip ol muştur. Onlara tabi olan halklar ekonomik bakımdan haraca bağlanmıştı ve
siyasal bakımdan itaat ediyordu, ama idari olarak hepsi de büyük ölçüde veya ta­
mamen bağımsız kalmışlardı. Atina ile Bau kendilerininkine benzer veya en azından
uyumlu tabi rejimler yaratmak için dışarıya müdahalede bulunmuştu. Ama Roma ya
da modern devirdeki Avrupal ı sömürge rejimleri gibi fetih imparatorluklarının tersi­
ne -önemli açılardan bugünkü Amerikan imparatorluğuna benzemekle birlikte- diğer
siyasal oluşumları yönetmeden kontrol etmişlerdi. O halde doğrudan yönetim kurum­
larının olmaması hangi araçlarla mümkün oluyordu?

Bau ile Atina'nın gözdağıyla yöneten yegane hegemonik güçler olduğunu söylemek
zordur, ama idare yerine bir gösteri siyasetine dayanmaları itibarıyla ikisi de sıradı­
şıydılar. Gösterge imparatorluklarıydılar: Olumlu anlamda ihtişam ve kültür gösterişi
yapan imparatorluklar ve ürkütücü şiddet ve terör örnekleriydiler. Her iki alanda da
aşırıya kaçıyorlard ı , zira bu kuvvet gösteri leri başka halkları az çok gönüllü şeki lde
kendi lerine tabi kılmaya yönelikti. Thukydides'in sayfalarında Atina bir yandan "Hel­
las okulu" diye belirirken öte yandan "zorba kent" olarak karşımıza çıkar. Anıtları,
tiyatrosu, festival leri rakip başka kentlerinkini, en başta da ağırbaşlı Sparta'nınki­
leri açık ara geride bırakır, ama zalimliği de ona direnenlerin eylemleriyle orantı lı
BGST [ Dü�ünce Dizi6i [ 19

olmaktan çok uzaktır; çünkü "ötekileri" korkutmak gibi ek b i r amaca hizmet etmeye
yönel i ktir. Kleon Atinalı ları Mytilene'deki bir isyana cevaben "onları layık oldukları
şekilde cezalandırın" diye uyarır: " Diğer müttefiklerinize isyanı n cezasının ölüm oldu­
ğunu öğretin." Bau'nun büyük savaş beyi Ratu Cakobau da otoritesine yönelik benzer
bir isyanla karşı karşıya kalmış, oradan geçmekte olan Avrupal ı bir ziyaretçiye isyancı
şefi öldürüp yemeseydi Fiji'nin tamamının onunla alay edeceğini söylemiştir. Bu im­
paratorluklarda üstünlük gösterisi bir takıntı, başlı başına bir amaç haline gelmiştir
ama sonlarını da getirmiştir.

Fiji, tarihyazımı açısından ilgili başka bir konuya dikkat çeker: "Diyalektik tarih" pa­
hasına "gelenek-tarih" denilebilecek şeye aşırı bel bağlamanın bir eleştirisini sunmak.
Bau ile Rewa arasındaki kültürel düzene ilişkin sistematik tezatlar, bir tarihsel üretim
tarzı olarak tamamlayıcı karşıtlık sürecini -Gregory Bateson'ın tamamlayıcı şizmoge­
nez dediği şeyi- dikkatimize sunar. Bu iki krallık yapısal anti-tiplerdir, birinin diğeri­
ne dönüşümüdür. Aslına bakı l ı rsa Fiji'de iktidardaki Bau hanedanını, Rewa krallarını
içeren eski kraliyet soyunun kız kardeşin oğlu ve gaspçısı olarak gösteren büyük aris­
tokrat şecereleri tam anlamıyla iki krallığın farkl ılıklarının birbirine benzer olduğunu
gösterir. Burada, yakın dönemde "kültürel kimlik siyaseti" diye tanınan türden, reka­
bet yoluyla bir farkl ı laşma söz konusudur; sonuç, her toplumdaki büyük kurumlar ve
değerlerin diğeri nin tersyüz edilmiş biçimleri olarak karşımıza çıkması olmuştur.

Kozmopolit Atina ile yabancı düşmanı Sparta arasındaki gayet iyi bilinen karşıtlıklar
da aynı şekilde birbirine bağımlı deği l miydi? Klasik çağda Atina ile Sparta arasında­
ki çarpıcı kültürel farklı l ıkların birçoğu nispeten yakın dönemde ortaya çıkmış, yo­
ğun rekabet içinde oldukları bir yüzyıl kadarlık süre içinde gelişmiştir. Bu nedenle
bir halkın mevcut varoluşunun nedenlerini benzersiz geçmişlerinde bulma şeklindeki
hakim eği limin tersine, bu rakip toplumları birbirlerine karşıt konumlanmaları içinde,
araları ndaki farkl ı l ıkların bir sistemi olarak ·değerlendirmenin yararlı olacağını öne
sürüyorum. Yakın dönemdeki teorik söylemler toplumları tecrit edilmiş halde, sanki
sınırlandırılmış ve kapalı oluşumlarmış gibi ele almanın kabahatini mill iyetçiliğin yük­
selişine bağlad ı . Fakat mill iyetçi ideoloji lerin toplumları benzersiz bir kültürel mirasla
donatarak, dolayısıyla onları tarihsel bakımdan 6Ui generiö [nevi şahsına münhasır)
birimler gibi algılayarak bir i l ki gerçekleştirdiği söylenemez. Modern antropologlar
ve tarihçiler de bağı msız kültürlere dair kendine yeterl ilik anlatılarına benzer şeki l­
de eğilimli lerse, insanların hemen her yerde kadim hafızaya dayalı ata geleneklerine
bağlı l ı klarını anlattıkları hikayelerde aynı model lerle karşılaşmışlardır. Mevcut kül­
türel pratiklerin daha öncekilere benzerliğinin izini süren bu gelenek-tarihin man­
tığı, diyakronik [art-zamanlı) bir ardışıklığa daya lı basit bir mantıktır. Aristoteles'in
Sparta anayasasının öncüllerini Girit'te bulması misali, bu tarz tarih şimdinin geçmişe
20 1 ThuJcydide&'tm ÔZilr DUeyerek 1 Mar6hall Sahlin6

benzerlikleriyle anlaşılır. Bu açıdan gelenek-tarihleri genellikle çok eski zamanlara


ilişkin hikayelerdir. Spartalılar meşhur bir "gelenek icadıyla", kültür kahramanla­
rı Lykurgos'un neredeyse olduğu gibi miras bıraktığı benzersiz anayasalarının antik
dönemlerden kalma, çok eski bir anayasa olduğunu ileri sürmüştür. Fakat çok eski
kökenleri olan ve kendi yolunu bağımsızca çizen bu tür gelenekler bir yana, Pelo­
ponnesos Savaşı sırasında Spartalılar ile Atinalılar arasında öne çıkan farklılıkların
birçoğunun bir önceki yüzyılda, hatta savaştan önceki elli yılda ve birbirleriyle ilişkili
olarak ortaya çıktığını doğrulayan kanıtlar birikmiştir. Böylelikle bu halkların her biri
ötekine eşit ve ondan daha iyi olduğunu, onunla aynı ve ondan farklı olduğunu gös­
termiştir. N ispeten senkronik [eşzamanlı) bu tamamlayıcı karşıtlık süreçlerine dikkat
etmek gerekir. Diyalektik-tarih: Geçmiş, sadece başka bir ülke olmanın ötesine geçer.

Kitabın ortasındaki bölüm, Thukydides'in metninin gündeme getirdiği bir başka so­
runa karşılık veriyor, ama bu sorunu ele alırken başvurulan etnografi Antik Yunan­
lar ile klasik Fij i l i leri karşılaştırmaktan çok daha macera l ı . Burada Amerikan beyzbol
tarihinden meşhur bir olayı, (Thomas Kuhn usulünde) bilimsel devrimlerin yapısını,
Napolyon Bonaparte'ı, gemi kazasından sağ kurtulan Kübalı çocuk Elian Gonzalez'i
ve sıradışı başka örnekleri bir araya getirip tarihsel aktörlüğün niteliğine ilişkin kri­
tik bir soruya cevap vermeye çalışıyorum. Tarihsel aktörlük bireysel midir, kolektif
mi? Thukydides Peloponnesos Savaşı'nı neden kimi zaman Perikles veya Alkibiades
gibi fark yaratan kişiler üzerinden, kimi zaman da Spartalılar ya da Atinalılar gibi ko­
lektif oluşumlar üzerinden anlatır? Themistokles'in görkemli bir donanma yaratması
Atina'yı emperya l genişleme yoluna soktuysa, yine de (ve bunun bir sonucu olarak)
Atinal ı lar ile Spartalılar arasındaki savaşın "asıl sebebi" "Atinalı ların artan gücü ve
bunun Sparta l ılarda uyandırdığı korkuydu" Elbette Thukydides, eyleyen tarihsel öz­
neler olarak tarih yapan bireyler (W. R. Connor'ın tabiriyle "komutan anlatıları") ile
koca halkların veya devletlerin bel irdiği anlatılar arasında bel irgin bir saik olmaksızın
gidip gelen, d i l i n i buna göre değiştiren biricik tarihçi deği ldir. Bu açıdan kimi zaman
şu ya da bu sorunu George Bush veya Bili Cl inton 'ın yarattığını söylemek, kimi zaman
"ekonominin" durgunl uğa girdiğinden veya "Amerika'nın" terörist bir tehdit karşısın­
da kendini emniyetsiz hissettiğinden bahsetmek yaygın, sıradan bir folklorik eği lim,
kültürel bir al ışkanl ıktır. Bu şekilde bireysel aktörler ile kolektif aktörler arasında gi­
dip gelmekte bir bilgelik mi vardır, yoksa sadece bir kafa karışıkl ığı mı söz konusudur?

] . H . Hexter'ın Amerikan beyzbol tarihinin retoriğiyle ilgili keskin bir gözlemine daya­
narak, ben bilgelik olduğuna inanıyorum. Her şey, söz konusu tarihsel değişimin ne
tür bir tarihsel değişim olduğuna bakar; gelişimsel bir eği lim mi, yoksa işlerin düzenini
değiştirecek türde devrimci bir olay mı? Thomas Kuhn'un bilimsel paradigma değişim­
lerinden bahsederken onlara "Newtoncu devrim" ya da "Einsteincı devrim" gibi özel
BGST 1 Dü9ünce Diıi6i 1 Z1

isimler verdiğine dikkatinizi çekerim. Ama bilimsel i lerlemenin paradigma içindeki


normal seyrinden bahsettiğinde, eyleyen özne "meslek"tir, genel olarak fizikçiler, hat­
ta bizatihi "bilim"in kendisidir. 1 9. yüzyıldan beri açıkça ölü vaziyette bırakılmış olan
"birey ve toplum"la ilgili sorular böylece tarihyazımının gündemine yeniden girer. Ben
de bunlarla uğraşmaya çalışıyorum: Önce soyut olarak, "öznellik" ve "kültürel belirle­
nimcilik [determinizmi" hakkında yüksekten uçan kuramsal bir tartışmayla, sonra da
bazı bireylerin öneml i tarihsel aktörler olarak yetkil i kıl ınmasıyla ilgili yapısal koşul­
ları belirleyip başlıca karşıtlıkları bütünleştirmeye yönelik antropolojik bir girişimde
bulunarak. Napolyon veya Fiji Adaları'nın kutsal kral ları gibi bazıları, iradelerini ger­
çekleştirmek üzere tasarlanmış yapısal bir düzen içindeki komuta mevki leri tarafın­
dan tarih yapmaya sistematik olarak yetkili kılınmıştır. Elian Gonzalez ve akrabaları
gibi bazılarıysa eylemlerini toplumun daha geniş kesimleri için kritik hale getiren bel­
li bir durumdaki, bir konjonktür yapısındaki konumları nedeniyle büyük birer aktör
olmaya itilmişlerdir. Bu neden le de ben sistemik ve konjonktüre! aktörlükten veya
muhtemel ve muhtemel olmayan şöhretlerin kültürel üretiminden bahsettim.

jean-Paul Sartre kitabın son bölümünde sahneye girip çıkarak önemli bir kuramsal
varl ık gösterir, özellikle de toplumların kendilerini kişi leştirdikleri bireylerin husu­
siyetlerini tarihsel olarak yaşamak zorunda oldukları anlayışıyla. Sartrecı bakışa da­
yanan uzun son bölüm, "Bir Suikastin Kültürü" sık sık tartışılan düzen ve olay, yapı
ve zorunsuzluk' meselelerini ele almaya girişir. Fiji 'ye ve "yabandaki Shakespeare"
gibi bir şeye geri döner: Bau krallık hanedanında siyasal entrikaları ve kardeş katlini
konu alan dramatik bir hikaye, benimkinden ziyade Ünlü Ozan'ın hüneriyle anlatılsa
daha iyi olurdu. Yaşlanan savaşçı kral Ratu Tiinoa'nın oğul ları ve mirasçıları arasında
Bau'nun hükümranl ığı için yaşanan rekabetin hikayesi l 84 5 'te düşman kardeşlerden
birinin, Ratu Raivalita'nın, bir diğerinin, yani Ratu Cakobau'nun emriyle öldürülmesi
üzerine zirveye tırmanır. Bu ikinci düşman k.a rdeşin Fiji Adaları'nda hala çok önemli
bir isim olması, bu olayın Fiji tarihinde bel irleyici bir an olduğunu öne sürmemizi
sağlar. Ratu Raiva lita'nın ölümü Ratu Cakobau'nun Bau krallık tahtına çıkmasının yo­
lunu açar ve onun hükümranl ığında Bau Krallığı Fiji'nin tamamında üstünlük kurar. Bu
durum, lngiliz sömürge dönemi boyunca ve 20. yüzyıl ı n bir bölümünde devam eder.
Ne var ki Ratu Raivalita'nın Ratu Cakobau'yu öldürmek için yaptığı plan açığa çıkıp bo­
zulmasaydı ve kurban onun yerine Cakobau olsaydı, işlerin farklı, çok farklı olacağını
savunmak için tarihsel varsayımlar konusunda çok fazla spekülasyonda bulunmak ge­
rekmez. Zira bu gelişmenin diğer sonuçları arasında, o sırada Bau ile Rewa arasında
sürmekte olan Büyük Polinezya Savaşı da vardır.

lng. contingency. Bu lngilizce sözcüğü, meydana gelen. fakat meydana gelmesi bir zorunluluk içer­
meyen olayları vs. nitelendirdiği için "zorunsuzluk" olarak karşıladık. -y. h.n.
22 1 llıukydidea'ten Ôzür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

Ratu Raivalita'nın Rewa kralının da işin içine karıştığı komplosu Ratu Cakobau'nun
ortadan kaldırılmasıyla sonuçlansaydı, savaş o tarihte, orada ve iki taraf için de ciddi
sonuçlar doğurmadan son bulurdu. En olası sonuç, MatutJ quo ante 'ye [önceki statü­
koya] geri dönülmesi olurdu. Fakat gerçekte olduğu üzere, Ratu Raivalita'nın ölümü
Rewa'yı, düşenler arasında kralın da yer aldığı yıkıcı bir saldırıya açık hale getirdi ve
on yıl daha sürecek kanlı bir savaşa zemin hazırladı. Kardeşler arası düşmanlıkta bu
farklı sonuçların nasıl gerçekleşebileceğinin anlaşı l ması, Fiji'ye özgü vaöu'nun. yani
kutsal rahim yeğen· ayrıcalıklarının araştırı lmasını gerektirir. Burada, annesi Rewa
kralının kız kardeşi olan Ratu Raivalita'nın, kutsal bir yeğen olarak, Bau içi ndeki Rewa
tarafı olduğunu söylememiz yeterlidir; Ratu Cakobau ise Bau'nun yerli bir vaöu'su­
dur (kız kardeşin oğlu), çünkü annesi eski Bau kral iyet ai lesine mensuptur. Bu da
Cakobau'yu en yüksek yerel statüye sahip ve bölünmemiş sadakatin öznesi bir şef
haline getirir. Bu akrabalık ilişkileri sayesinde, Bau ile Rewa arasındaki büyük kolektif
mücadele kardeşlerin kişilerarası rekabetine aktarı lmış, kardeşler arasındaki çatış­
mayı harekete geçi ren unsuru Fij i Adaları' na kimin egemen olacağı mücadelesiyle bir
araya getirmiştir. Bau ile Rewa arasındaki çatışmada söz konusu olan da bu egemenlik
mücadelesiyd i . Daha geniş kapsam lı toplumsal güçler artık genç Bau şeflerinin kişisel
hırsları ve çekişmeleri üzerinden kendini gösterecekti . Ama o zaman da devletlerin
kaderi bu şeki lde kişileştiğinde, yapı zorunsuzluğa boyun eğer.

Zira daha geniş çaplı konjonktürde, yani Bau ile Rewa'nın örgütlenmesi ve durumun­
daki hiçbir şey, Ratu Raivalita yerine Ratu Cakobau'nun hayatta kalmasını ve tersinin
olmamasını belirlememişti. "Sistem" aralarındaki rekabeti, cinayet işlemeye götürecek
bir nefret noktasına varacak kadar yoğunlaştırmıştı belki, ama kimin kimi öldürece­
ğini belirleyemezdi. Hele rakiplerin o zamana özgü tabanca veya misket tüfeğinden
çıkan bir kurşunla kolayca indirilebileceği bu devirde kesinlikle belirleyemezdi. Ratu
Raivalita'nın ölümüne ilişkin o döneme ait anlatılar, oradaki bazı izleyicilerin silahla­
rı (veya iradeleri) hedefi tutturmuş olsa, şeflerin birinden birinin öldürülebi leceğine
işaret eder. Dolayısıyla yapı ve zorunsuzluk biri diğerine indirgenmeksizin birbirlerini
karşıl ıklı olarak belirler. i ki krallık arasındaki ilişkiler, tarihsel akıbetlerini uğursuzca
etki leyen olayların zeminini hazırlamıştı. Tam da bu sonuçlardan biri ya da diğeri yapı­
sal olarak tutarlı olacağından (Ratu Raivalita başarsaydı savaş son bulacak, aksi halde
Ratu Cakobau tarafından acımasızca devam ettirilecekti), geriye dönüp bakıldığında
tarih tümüyle kültürel düzen tarafından düzenlenmiş görünür. Ama kültürel tutarlılık
ve kültürel süreklilik, tarihsel sonuçların kültürel olarak belirlendiği anlamına gelmez.
Kolektif ile bireyin, yapı ile olayın, kategori ile pratiğin diyaloğu kültürel düzenin sü­
rekliliğinin, insan eyleminin zorunsuzluklarının neden olduğu değişmiş bir durum ol­
duğunu gösterir. iddiamız kültürün tarihi belirlediği deği l, sadece onu düzenlediğidir.

lng. uterine nephew. Antropolojide birisinin kız kardeşinin oglu. -y. h.n.
ı
POLİNEZVA SAVAŞI: THUKYDIDES'TEN ÖZÜR DİLEYEREK

Viti. yani Fiji. Güney Paöibik Okyanuöu 'nda. Tonga Adaları ile franöız ko­
loniöi Yen i Ka ledonya araöında bulunan. Dr. Petennann 'ın öon heöapla­
maları n a göre Galler'inkine e�it ya d a Jyonya Adaları 'nınkinden öekiz kat
büyük b i r yüzölçümüne öahip b i r takımadadır.

BERTHOLD SEEMAN. 1 862 ( 1 97 3 : 274)

Konaklamamız öğretici oldu. zira inöan kendiöini inöanlığın bi lgiöi kon u­


öunda ne kadar yetkin göröe de. Fiji Adaları 'na yapılan b i r ziyaret yeni
biki rler verecektir.

CHARLES PlCKERlNG ( 1 849: 1 69)

Thukydides. Peloponnesoslular ile Atina l ı lar arasındaki savaşı. "büyük bir savaş, an­
latılması öncekilerden çok daha değerli bir savaş olacağı . .. "na inanarak. savaşın baş­
ladığı tarihlerde yazmaya koyulduğunu söyler. "Gerçekten de bu. sadece Helenlerin
deği l , barbar dünyanın büyük bir bölümünün -hatta diyebi lirim ki bütün insanl ığın­
tari hinde. bilinen gelmiş geçmiş en büyük altüst oluştu" ( 1. 1 . 1 -2). 1 Dünyanın merke­
zinde benzer bir konumda bulunan 1 9. yüzyıl Fijilileri de, Bau lya da Mbau] ile Rewa
krallıkları arasında yaşanan kendi savaşlarını, erimi bakımından bir o kadar kapsamlı,
önemi açısından bir o kadar olağanüstü görmüş olsalar gerek (Şeki l 1 . 1 , 1 .2).2 Her ikisi

Kural olarak Crawley'nin Thukydides çevirisini kullandım ( 1876) (Crawley 1934; krş. Strassler
1996). Kimi zaman Warner ( 1972). S. Lattimore ( 1998), Jowett ( 1998), Bloomfield ( 1829) ve Hobbes
( 1989116291) versiyonlarına da danışarak başlıca çeviriler arasında bir fikir birligine dayandım. Ara
sıra da spesifik pasajlar için bunlar üzerine yorum yapan klasik dönem araştırmacılarının orijinal
çevirilerini kullandım; biliyorsunuz filoloji Balkanlar'da bir yerlerde bulunan yabancı bir ülkedir.
2 Burada standart F�ji telaffuzu kullanılmıştır. lngilizceyle karşılaştırıldıgında Fiji telaffuzunun kendi­
ne özgü başlıca özellikleri şöyledir: b • mb ("ember"da oldugu gibi); d • nd ("endow"da oldugu gibi);
g • ng ("singer"da oldugu gibi); q • ng ("England"da oldugu gibi); c • ıh (" ıhe"da oldugu gibi).
24 1 Jhubdlde&'fen ÔZflr Dileyenk 1 Mar6hatl Sahtin6

MAKEDONYA

iYON
DENiZi

AKDENiZ

300km
-==
==== =--------===== ===>

1 . 1 Antik Yunanistan

de müttefik topraklardan (vanua) kurulu bir birliğin başında bulunan, Atina gibi bir
deniz gücü olan Bau ile Sparta gibi büyük bir kara gücü olan Rewa, l 843 'ten l 8 5 5 'e
kadar süren, Fiji 'nin tamamının zafer kazanan tarafın egemenliği altında birleşmesi
olasılığını doğuran -ve nihayetinde bu olasılığın önüne geçen- bir savaşa tutuşmuş­
tu. 3 Yabancı misyonerler, tüccarlar ve paral ı askerler bu savaşa giderek daha fazla
dahil olurken, Fijil iler, Aetolialı bilge Yunan'ın kendi yurttaşlarına verdiği nasihatte-

3 19. yüzyıl Fiji yönetim yapılarıyla ilgili olarak kral ve krallık sözcüklerinin kul lanımıyla ilgili ter­
minolojik/tipolojik bir tartışma açmak istemiyorum. Burada bu sözcükleri kullanırken, ayrıca kimi
zaman kral, kimi zaman �eb demeyi tercih ederken dönemin lngi lizce ve Fransızca kaynaklarından
yararlandım. Fiji dilinde genellikle birkaç şehirden oluşan, kralın yönetimi altında birleşmiş, ba­
ğımsız bir kökenden geldiğini ve ayrı bir kimliğe sahip olduğunu ileri süren bir siyasal birimi ifade
eden vanua terimini, toprak (land) ve ülke (country) olarak çevirdim. Bu gibi topraklar özerk ola­
bilecekleri gibi, geleneksel olarak bir ölçüde Bau gibi bir "şeflik ülkesi"ne (vanua turaga) de tabi
olabil irler. Bu durumda Bau Krallığı'na dahil olurlar (matanttü). Tambiah'nın deyişiyle bu "galak­
Uk yönetim yapıları"nda belirli toprakların daha büyük krallıklarla bütünleşmesi çeşitli ölçülerde
gerçekleşir ve (Yunanistan'da olduğu gibi) böyle bir toprak her zaman bir anlamda ya da hevesleri
itibarıyla bağımsızdır: "kendi başına bir ülkedir" (vanua vakai koya).
BGST 1 Dü9ünce Dizi�i i 25

/ �
"

rf,ıfl
" "

. ,ti .,
QKoro �Va'!uabalavu
�,

OMago
(

OCicıa
•.

KORO
DENiZi
l\ıGau <::ı Naya u
Mru
Lakaba
Beqa
· o

d
�.
fi> Totoya o
.!)Matuku
50 100 150 kılometres

1 .2 Fiji Adaları, başlıca krallıklar

ki hakikati yaşayarak öğrendi ler: Kendi aralarında savaşmaya son vermezlerse, çok
geçmeden kavgalarının kendi kavgaları olduğunu bile söyleyemez hale geleceklerdi
(Gomme 1 93 7 : 1 23). Bau-Rewa Savaşı, sonunda Güney Denizleri 'nden bir "Büyük
Kral"ın. Fiji'nin doğusundaki Tonga'dan Kral George Tupou'nun müdahalesiyle son
buldu. Tupou'nun açık denizde yol alabilen k'anolardan kurulu, iki bin savaşçı taşıyan
büyük filosu. zaferi Bau'nun kazanmasında Perslerinkine benzer bir rol oynadı . Bau
ile Rewa arasındaki savaş. il. Dünya Savaşı'ndan önce Pasifik Okyanusu'nda yaşanmış
en büyük savaştı . O halde. Thukydides'ten özür dileyerek. Fiji'deki savaşı deniz gücü
kazanmış olsa da bu savaşa "Polinezya Savaşı",diyorum.4

Haklı olarak. "büyük şeyleri küçüklerle kıyaslıyorsun" diyebilirsiniz: Zaman zaman


Thukydides'in de kul landığı ve bir tarihyazımı yöntemi olarak iyi uyguladığı bir cüm­
le. Burada bu fikri ve kibri benimsemekle kal mıyor. tarihyazımı hakkında Polinezya

4 Başka çalışmalarımda Avrupalıların 19. yüzyılda FiJi savaşlarındaki rolünü ve misket türeklerinin,
balina dişlerinden oluşan deııerli malların ve başka ticaret mallarının Fiji siyasetiyle nasıl
bütünleşmiş oldu!ıunu belirtmiştim (M. Sahlins 1991, 1994; her iki çalışma da M. Sahlins ZOOO'de
yeniden basılmıştır).
26 1 llıukydide&'ten ÔZiir Dileyerek 1 Maröhall Sahlinö

Savaşı'nın da bize öğreteceği bir şeyler olduğunu i leri sürerek, kendini beğenmişli­
ği iki katına çıkarıyorum. Thukydides'in muhteşem metniyle karşılaştırıldığında, ben
antropolojinin ve özel likle bir kültür kavrayışının miras aldığımız tarihyazımında nasıl
bir fark yaratabileceğini göstermeye çal ışacağım. Thukydides, sofistlerin görenek (no­
moö) ve doğa (phyöiö) karşıtlığından çok fazla etkilenmişti. Yunan tarihçi, her devirde
herkes için öğretici olacak bir tarih yazma iddiasında başarıya ulaşacaksa, kültürle­
rin alışı lagelmiş farklılıklarını doğadaki -insan doğasındaki- temel benzerlikler lehine
görmezden gelmesi gerektiğine inanıyordu.

Thukydides'in bir tek insanlık için doğal bulduğu pratik rasyonalite, onu tarihçilerin yanı
sıra uluslararası ilişkiler alanındaki gerçekçilerin de atası kılmaya yazgı lıydı. Askeri aka­
demilerin ve Harvard Kennedy Okulu'nun demirbaşı olan Ta rih 'i, 20. yüzyıl sonunda,
"muhtemelen daha önce hiç olmadığı kadar 1...1 etkiliydi" (Kagan 1 988: 43). Hatta Robert
Kaplan'ın kısa bir süre önce dile getirdiği üzere (2002: 4 5), "Peloponnewö Sava�ı ulus­
lararası il işki ler kuramı alanında. belki de tüm zamanların en çığır açıcı eseridir. Politik
söyleme kapsamlı bir pragmatizm getiren ilk eserdir. Verdiği dersler Hobbes, Hamilton.
Clausewitz ve bizim devrimizde Hans Morgenthau, George F Kennan ve Henry Kissinger
gibi yazarlarca ayrıntı lı bir biçimde geliştirilmiştir" Antropologların, "tarihin [asıl] baba­
sı" diye daha ziyade Herodotos'a paye biçtikleri doğrudur; ama onlar adına hayli ciddi­
yetslz bir durumdur bu, çünkü uzunca bir süre "tarihsiz halkları" inceledikleri iddiasında
olmuşlardır. "Barbarlar"ın ona anlattığı uzunlu kısalı bütün hikayeleri aktaran Herodo­
tos, antropologlara hitap eden etnografik bir duyarlıl ığa sahiptir. Ama o kadar safdil ol­
mayan "aslında ne olmuştu?" ekolünden tarihçi ler, aynı nedenle onu ancak "yalan ların
babası" sayabilirler. Herodotos'un yaklaşımını Thukydides'in tarihi insanın güç ve kar
arzusunun harekete geçirdiği yolundaki projesiyle kıyaslayarak, Thukydides'in Batı'da
neden tarihyazımının, hatta denebilir ki Batı'daki toplumsal düşüncenin babası hal ine
geldiğini görebilirsiniz. Görünürdeki kültürel farkl ıl ıklar bir kenara bırakıld ığında -zira
bunlar, sadece kendini önemseyen tek bir temel insan doğasının çok sayıda yüzeysel
ifadesidir (Latour 2002)- herkesin aşağı yukarı benzer olduğu anlaşılır. Üstelik, kabul
gören anlatı stratejileri başka izlenimler verecek şekilde de tasarlanmamıştır, çünkü
bu strateji lerin (örtük de olsa) olağan nedensellik ilkesi de aynı şeki lde (Batıl ı) sağdu­
yudur. Eski Yunan ve Latin edebiyatı alanında çalışan Richard Meier, -Thukydides'in
kolayca dahil edilebileceği bir kategori olan- "siyasal tarihyazımı"nın yanıltıcı baştan
çıkarıcılığından dem vurur. Bununla da, her gelişmeyi kaçını lmaz olarak en son geliş­
meden kaynaklanıyormuş ve mutlaka bir sonraki gelişmeye yol açıyormuş gibi gösteren
yöntemi kasteder. Meier, Robert Musil'in sözlerini benimseyerek, bunun "anlamayı en­
gellemeye yönelik, çoğu zaman itibar edilen bir bakış açısı" olduğunu söyler ( 1 998: 89).
Dolayısıyla, eğer antropoloji uzun zamandır "tarihsiz" olduysa, tarihin çok daha uzun bir
zamand ır "kültürsüz" olduğu sonucuna varılabilir.
BGST 1 Dü9ünce Diıi6i 1 27

SAVAŞLARI KIYASLAMAK

Thukydides'in öyle bir etkisi olmuştur ki, Avrupa lıların karıştığı herhangi bir modern
savaş Peloponnesos Savaşı'yla karşılaştırılmaktan neredeyse hiç kurtulamaz. Generel
George C. Marshal l ' ı n bir zamanlar, Ruslar Spartalıları biz de Atinalıları oynuyoruz
diye tanımladığı Soğuk Savaş bile: Savaşı Spartalılar kazandığı için bu uğursuz bir ben­
zetmedir. 1. Dünya Savaşı sırasında Toronto Üniversitesi 'nde, Melos halkının. Atinalı­
ların getireceği yıkımdan korunmak için tanrılara ve Sparta l ı müttefiklerine kayıtsızca
güvenmelerini anlatan bir Meloslu diyaloğu okuması yapı lmış ve Almanlar Atinalılar,
İ ngi lizler Spartal ı lar, Belçika l ı larsa zavallı Meloslular yerine konulmuştu (Crane 1 998:
1 -2). Fakat bu türün en iyi örneğinin, Basil Gi ldersleeve'in yazdığı, Peloponnesos
Savaşı 'nın Amerikan İç Savaşı 'yla benzerliklerine dair başından sonuna aynı seviye­
de bir değerlendirme çabası olan "A Southerner in the Peloponnesian War" ( 1 9 1 5)
olduğu söylenebi lir. G i ldersleeve, biraz Antik Yunan savaşlarının mevsimlere bağlılı­
ğını yansıtan bir düzende, yaz aylarını Robert E. Lee ile askeri seferlere katılarak, kış
aylarınıysa Virginia Üniversitesi 'nde ders vererek geçi ren eski Yunan ve Latin ede­
biyatı alanında ünlü bir akademi syendi . Ne var ki, giriştiği kıyaslamaya dair yerinde
bir şüpheye kapı lmıştı: "Tarihsel paralell ikler genellikle zihinsel kıvraklık becerisini
sergilemek için kurulur. ! . . . ] Bir savaşı diğeri üzerinden ifade etme girişimi, olgula­
rın eğilip bükülmesine yol açma eğilimindedir" (Gildersleeve 1 9 1 5 : 5 5 - 56). Sonunda
Gildersleeve'in iki savaşta benzer bulduğu şey, bütün savaşların ortak özell iğiydi: Öl­
dürme, sakat bırakma, korkutma, açlık ve tükenmişlik - çeki len eziyet ortaktı.

Yine de, MÖ 5 . yüzyıl Yunanistan'ı ile 1 9. yüzyıl Fiji'si arasında tarihsel paralel likler
kurmaya ilk kalkışan ben deği lim. Her iki savaşı da benden daha iyi bilebilecek bir
konumda bulunan Horatio Hale, Polinezya Savaşı'nın arifesindeki benzerliklere dikkat
çekmişti. Eski Yunan ve Latin edebiyatı eğitimli bir etnolog ve filolog olan Hale, Birleşik
Devletler Keşif Seferi 'nin bir mensubu olarak l 840'ta Fiji 'de bulunmuştu. Burada kü­
çük bağımsız devletler arasında bir entrika, yöneticileri devirme ve düzenl i aralıklarla
savaş siyaseti yaşandığını keşfetmişti. Bu siyaset, "Yunan cumhuriyetleri arasında bas­
kın olan siyasetle çarpıcı bir benzerlik" gösteriyordu: "Mbau [Baul. Rewa ve Naitasiri,
Viti'nin [Fijil Sparta, Atina ve Thebai 'sidir" ( 1 846: 58). Bu benzerlik, saldırgan deniz
gücü olarak Bau'nun Fiji'nin gerçek Atina'sı, Rewa'nın da Sparta gibi, hükmü altında­
ki halkların tarımsal emeğiyle geçinen daha muhafazakar kara gücü olduğu gerçeğini
görmezden geliyordu. Hale, Bau'yu Sparta'ya benzetirken muhtemelen savaşçılarının
ethoö'undaki bazı benzerlikleri düşünüyordu. Yine de iş Fiji poliö'lerinin, "hayranlı­
ğımızı uyandıran bir kurnazlık ve beceriyle gerçekleştirilen bitmek bilmez entrika ve
hileleri"ni nitelemeye geldiğinde, Hale Fiji 'yle ilgili olarak tam isabet kaydetmiş ve ol­
guları fazla eğip bükmeden, MÖ 5 . yüzyıl Yunan kent devletlerinin siyasetini andıran
28 1 11ıukydidea'ten Oıür DUeymk 1 Mar6hall Sahlin6

pratikleri betimlemişti . Simon Hornblower'ın dediği gibi Antik Yunan tarihi, eski bir
metindeki "küçük devletler büyüklerin gizli diplomasisinden korkar" cümlesiyle büyük
ölçüde özetlenebilirse, 1 9. yüzyıl Fiji tarihi de (hala geçerli olan) atasözü niteliğinde­
ki "Bau usulü komplo" (vere vakaBau) deyişiyle açıklanabilir. Hale, Fijililerin, siyaset
alanında Yunanlarınkine şaşırtıcı derecede benzediğini düşündüğü hünerlerini şöyle
özetlemişti: "Rakip bir devleti, ona bağlı küçük devletleri gizlice isyana teşvik ederek
zayıflatmak, uyuşmazlıklarından yarar sağlamak amacıyla toplumun bir sınıfını diğe­
rine karşı kışkırtmak, zayıf bir müttefiki feda ederek güçlü bir düşmanla avantajlı bir
anlaşma yapmak, efendilerinin elde edeceği ganimeti rüşvet olarak teklif edip yandaş­
ların sadakatini zayıflatmak, düşman kuvvetin liderlerini zayıflatarak bir savaşı savaş­
madan kazanmak; Viti'nin maharetli şefleri bütün bunlara ve Machiavelli ekolünden
başka birçok numaraya son derece aşinadır" ( 1 846: 5 1 ; ayrıca 58).

Polinezya Savaşı'ndaki olayların Peloponnesos Savaşı'ndaki birçok olası örnek ara­


sından tek bir benzerini seçmek gerekirse, bu olay muhtemelen, 427 'deki Korkyra
İsyanı olurdu. Thukydides'e göre bu isyan, gelecek yıl larda Yunanistan'ın tamamında­
ki iç savaşlar (ötaöiö) için bir model teşki l edecekti. Demokratik "çoğunluk"un kalkış­
ması oligarşik "azınlık" tarafından bastırılmış, böylece bu oligarşik kesim Korkyra'nın
Atina'ya bağlılığını tehdit etmiş, olay daha sonra, Spartalıların kentin seçkinlerine
desteğine karşı l ı k Atinalıların halkın lehine müdahalesiyle tarihsel bir ivme ve yoğun­
luk kazanmıştı (Thukydides 3 . 70-85). İç çatışman ın pan-Helenci bir savaşa, daha bü­
yük husumetlerin bu tür yapısal yerel çatışmalara dönüşmesi, söz konusu çatışmaların
şiddetini açıklamam ıza yardımcı olur. Bu çatışmalar ölçek itibarıyla artık yerel olmak­
tan çıktığı gibi sivil iktidarın araçları ve amaçlarıyla da sınırlı kalmaz. Bilakis, azınlık
ile çoğunluğun Sparta ve Atina'yla bağlantıları sayesinde yerel mücadele, Sparta'nın
Atina'nın yayılmasına direnişinin daha geniş kapsamı ve zamansall ığına özgü bir ka­
rakter kazanmış ve ona denk bir şiddete ulaşmıştır (Romi lly 1 968: 2 1 6). 5 Bu nedenle,
Marc Cogan ( 1 98 1 : 268-69) demokrasi ile oligarşi ya da Attikacı lık ile ondan kurtulma
çabası arasında ideolojik bir savaş olarak gördüğü Atina-Sparta çatışmasının gelişi­
minin, Korkyra ve başka yerlerdeki iç kargaşa lıklara aktarıldığında, yerel tarafların
hırslarına daha yüksek ideal lerin gayesini kattığını gözlemler. Sparta'nın, orduları
Atina l mparatorluğu'nun kentlerini " kölelik"lerinden "azat" edebilecek kurtarıcı poz­
ları takınması da aynı ideolojik doğrultudaydı ve iç çatışmaların taraflarının zafer
veya yenilgisinin sonuçlarını büyütme konusunda benzer etkilere sahipti (örneğin
Thukydides 4. 84-88). Daha geniş ölçekli bir Helen savaşının içine bu şekilde çekilen
yerel iktidar mücadeleleri, soyut oldukları kadar uzlaşmaz değerler edinmişti.6

5 Daha küçük çaplı iç karşıtlıkların, geniş çaplı dış karşıtlıklarla bütünleşerek yogunlaşmasının başka
örnekleri için bkz. P. Sahlins ( 1 989); M. Sahlins ( 1 99 1 : 8 1 ) ve ( 1 992).
6 Fiji savaşı yerel ve daha geniş çaplı mücadeleler arasında benzer aktarımları içeriyor olabi lir: Bau-
BGST i Dü9ünce Dizi6i i 29

Yine affınıza sığınarak, bu kültürel şiddet düzeninden -ilgili akademisyenler dikkate


alınırsa tarihyazımı alanında pekala "kibir" (hybri6) kategorisinde sınıflandırılabilecek­
eleştiri yoluyla bahsedeceğim. Thukydides'e göre, Korkyra'da yaşanan vahşetler yapı­
sallık-karşıtı nitelikleriyle biliniyordu. Karşısında bütün geleneklerin ve ahlakın aciz kal­
dığı, doğal bir insani eğilim olarak acımasız özçıkarın ortaya çıkışını temsil ediyorlardı.
Tarihçiler, Thukydides'in Korkyra'daki iç savaş (ve Atina'daki salgın) tasvirinin, Thomas
Hobbes'un doğa durumu· fikrinin başlıca kaynağı olduğunu söylemiştir.7 (Unutmayalım
ki Hobbes, Thukydides'i doğrudan lngilizceye çeviren ilk kişiydi.) Korkyra'da seçkinlerin
isyanı Atina filosunun müdahalesi nedeniyle başarısızlığa uğradığında, kent adeta her­
kesin herkese karşı savaştığı bir iç çatışmayla kendi içine dönmüştü; akrabalara karşı
işlenen suçlara tanrılara edilen küfürler eklenmiş, kent "her şekilde ölüm" saçmıştı:

Eurymedon'un [Atinalı komutan) altmış gemisiyle birlikte kaldığı yedi gün bo­
yunca, Korkyralılar düşmanları olarak gördükleri hemşeri lerini katletmeye
giriştiler; isnat edilen suç demokrasiyi yıkma girişimi olsa da, bazıları şahsi
nefret yüzünden, bazıları da alacakl ıları tarafından borçlarını ödemedikleri
için öldürüldü. Böylece ölüm her şekle büründü; genellikle böyle zamanlarda
olduğu gibi, şiddetin ucu bucağı yoktu; babalar oğul larını öldürdü, dua edenler
sunaklardan çeki lip alındı ya da sunakların üstünde katledildi, hatta bazıları
Dionysos Tapınağı' na kapatıldı ve orada öldü (3 . 8 1 . 4).

Karşı laştırma yapabilmek için Bau kuvvetlerinin Aralık l 8 4 5 'te Rewa'yı yakıp yıkma­
sına tanık olan Metodist misyoner john Hunt'ın kaleminden çıkmış notları değerlen­
direlim bir de. Rewa, Bau hükümdarı ve ordu komutanı Ratu Cakobau'yla yapı lan gizl i
görüşmelerle içeriden ihanete uğramıştı. Baulular şehri kuşattığında, komplocular
önceden kararlaştırılmış bir işaret üzerine şehri ateşe vermişlerdi:

Bazıları uykudan uyanmadan önce şehir alevler içinde kalmıştı ve kimse kaç­
maya fırsat bulamadan korkunç bir katliam başladı. Rewa'da [Bau lularla birlik

Rewa Savaşı birkaç yıl boyunca büyük ölçüde Rewa Deltası'nda daha önemsiz ülkeler olan Toka toka
ile Nakelo'nun mücadelesi olarak, bir vekalet savaşı şeklinde yaşandı. Ancak son dönemde Bau'nun
yönetici savaş kral ı Ratu Cakobau'nun l 854'te Hıristiyanlığa geçmesiyle birlikte (böylece çatışma
yeni ve aşkın bir düzey kazanmış oldu) dikkat çekici biçimde ideolojik bir savaş halini aldı.
lng. state of nature. Thomas Hobbes'un siyaset felsefesine göre, insanlar bir toplum sözleşmesiyle
kendini yönetme hakkını daha yüksek bir otoriteye devrederek örgütlü bir yönetim aygıtı (devlet)
kurmaya karar vermeden önce hakim olan, herkesin kendi gücüne dayanarak birbiri üzerinde ege­
menlik kurmaya çalıştığı, bütünüyle özçıkara göre hareket ettiği, "herkesin herkese karşı savaştığı"
dönem. -y.h.n.
7 örneğin bkz. Brown ( 1 987); Connor ( 1 984: 99); Crane ( 1 998: 258-59); Manicas ( 1 982); Orwin
( 1 988); Sainte-Croix ( 1 972: 26-28). Çekinceler için bkz. Grene ( 1 989: xi). Thukydides'in kültürel
olarak az gelişmiş, göçebe ve yağma korkusu nedeniyle birlikten yoksun olarak tasvir ettiği erken
dönem Antik Yunanistan betimlemesiyle, Hobbes'un doğal durumun "elverişsiz yönleri" hakkındaki
şu meşhur "kötü, çirkin ve kısa" pasajı arasındaki benzerliklerden pek bahsedilmez ( 1 962: 1 00).
30 1 Thulc,Ydldeı'tm ôıiır Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

olup komplo kuran) hain ulakla birlikte hareket eden muhalif taraf başı çeki­
yor, hemşerilerini katlediyordu. Bu da durumu, kim dost kim düşman tam an­
lamıyla bel i rsiz olduğu için, bi lhassa dehşet verici hale getiriyordu. Bazıları da,
güvende olabilmek için kendi leriyle birlikte kaçanları, sırf yanlarına aldıkları
azıcık eşyaya sahip olmak uğruna kazanç aşkıyla öldürecekti (Hunt, }: 1 9 Ekim
1 84 5 sonrası).

Çok kısa bir süre içinde üç yüz kişi katledildi ve söylendiğine göre yüzü Rewa­
lılar tarafı ndan öldürüldü. önceden düşmana katılmayanlar bile mülklerine
el koyabilmek umuduyla komşularının katili oldu; ama hemen akabinde, belki
onlar da bir başka komşu tarafından öldürüldüler ve haksız yolla elde ettik­
leri kazanç yağma landı. [ . . . ) Elbette, misyonerlerin Rewa'da yeniden oturma­
sı uzunca bir süre mümkün görünmüyor (Hunt WMMSIL: tarih yok (30 Mart
1 846)).

Rewa 'nın l 8 4 5 'te yakı l ı p yıkılması -bu unvan, resmi olarak hata yaşlı babası Ratu
Tanoa'ya ait olsa da- Bau'nun savaş kra l ı , yani Vu nival u'su Ratu Cakobau'nun hazır­
ladığı ve bir süredir devam ettirilen harekatın zirve noktasıyd ı . 8 Bu harekatta başvuru­
lan taktikler, Fij i l ilerin savaş usullerinin en üstün örneklerini, bir başka deyişle "Bau
usulü komplo"yu temsil ediyordu. Ratu Cakobau kuvvet, gözdağı , rüşvet ve entrikayı
ustaca birleştirmiş, müttefik orduların el iyle gerçekleştiri len işgal ler ile gizli görüşme­
leri birlikte yürütmüştü. Bu gizli görüşmelerde, iç bölgelerdeki kasabaların şeflerine
deniz ticaretinden elde edilen servet ve soylu kadınlar öneriliyor ve şeflerin Bau tara­
fına geçmeleri teşvik edil iyordu. Kasabayı, kuşatmacı Bau kuvvetlerine teslim etmek
üzere kurulan komploya katılan "hain ulak" Rewa'daki geleneksel elçi, yani " Bau'ya
gösterilen yüz"dü (Mata ki Bau). Bu Yunan proköenoö'una [elçi) denk düşen bir gö­
revdi (Hocart 1 9 1 3 : 1 1 5). Proköenoö gibi, Fiji elçisi de bel irli bir yabancı ülkeyle ilgili
işlerde arabulucu ve ülkesinin çıkarlarının koruyucusu rolü oynuyordu. Bu arabu lu­
culuk görevinin, Fiji elçisinin kendi halkına ihanet etmesi sonucunu doğurabilmesi
de Yunan proköenoö'una benzer (Thuk. 3 . 2 . 3).9 Korkyra'daki isyan hakkında söyle­
nebileceği gibi tam olarak sınıf temelli olmasa da Rewa'daki huzursuzluk, Bau'nun
kuvvetlerinin ve ihtiraslarının Rewa'daki iktidar sahipleri ile halk arasındaki temel bir

8 Ratu, Bau'da ve Bau'ya baglı bölgelerde kullanılan bir şeflik unvanıdır. Ro bu unvanın Rewa'daki
karşılıgıdır. Avrupalılar (Bau'nun Fijili düşmanlarıyla birlikte) Ratu Cakobau'yu sıklıkla unvansız,
sadece "Cakobau" diye ansa da Baulular ve başka birçok Fijili bu kadar saygısız degildi. (Aynı
şey Protestan misyonerler için kullanılan "Muhterem" ya da " Bay" (Mr.), Katolik misyonerler için
kullanılan "peder" unvanları için de geçerliydi.) Ratu Cakobau'nun başka isimleri de vardı; birçokları
için her zaman, gençligindeki ismiyle "Ratu Seru" olarak kaldı.
9 Fiji'de bu görev babadan ogula geçer ve elçinin klanı ile söz konusu ülke arasındaki kadim bir
baglantıya, genellikle akrabalıga dayanır: Bu örnekte, 1 9. yüzyılda kaleme alınmış metinlere göre
"hain elçi" Rewalı biriyle evlenmiş Baulu bir kadının soyundan geliyordu.
BGST i Dü9ünce Dizi6i i 31

bölünmeyi kul lanmasını benzer şekilde mümkün kılmıştı. Elçi, "gerçek Rewa halkı"nın
(kai Rewa dina), şefin geldiği klanlar karşısındaki kategorik ve kimi zaman da pratik
muhalefetinin başını çeken bir klandan (Navolau) gel iyordu. "Gerçek halk", Fiji'nin
başka yerlerinde olduğu gibi , güçlü göçmenlerin soyundan gelen yönetici şeflerin ak­
sine, toprakların asıl "sahipleri" olma (i taukei) şerefinin kendi lerine ait olduğunu
ileri süren yerli soydan ve aşağı statüden klanlardı. Aktarılanlara göre, Baulularla gizli
bir işbirliği içinde olan elçi, aslında "kendi tarafı ve Rewa'nın gerçek halkı adına" ha­
reket etmişti (Lyth TFR, I: 2 0 5). Rewa kralı bu başarılı entrikanın üç yüz kurbanından
biri olmuştu. Üç yüzün doğru rakam olup olmadığını bilmiyoruz, ama söylendiğine
göre Baulular yiyebi leceklerinden fazla insan öldürmüş, bu nedenle takviye güçler
çağırmak zorunda kalmışlardır (Wallis 1 8 5 1 : 1 68).

Bu tür rakamlar ve metinsel atıflar, daha sistematik karşılaştırmalara girişmeden ev­


vel , tarihyazımıyla ilgili meseleler hakkında küçük bir parantez açmamız gerektiğini
ortaya koyuyor. Birincisi, Fij i 'de şeylerin sayısal ölçeği -orduların, şehirlerin vs. bü­
yüklüğü- genel l i kle Yunanistan'da aynı şeylerin büyüklüğünün onda biri ile yirmide
biri arasında değişiyordu. 5 . yüzyılda nüfusu genellikle iki yüz bin ila üç yüz bin olarak
tahmin edi len çok büyümüş Attika'yla karşılaştırıldığındaysa belki daha da azdı. Sa­
vaşın başladığı tarihlerde, Bau ile Rewa'nın başkentlerinde yaklaşık üç biner kişi ya­
şıyordu. Bau Krall ığı'nın (matanitü) nüfusu da tahminlere göre on beş bindi (Derrick
1 9 50: 6 1 ). Verdiğimiz bu son rakam biraz sorunludur, zira başka toprakların Bau'ya
tabi olma derecesi kra l l ı k iktidarının çevre bölgelerinde değişim gösteriyordu. On beş
bin tahmini muhtemelen Bau klanlarının, toprakları üzerinde genellikle hak sahibi
olduğu Koro Denizi 'ndeki adaların yanı sıra Rewa Deltası çevresindeki geleneksel "ha­
raç ödeyenler" (qali) ya da "savaşçı müttefikler" (bati) statüsüne sahip ülkeleri (va­
nua) de içeriyordu. 1 0 Bau'nun topladığı orduların beş bin gibi yüksek bir sayıdan oluş­
tuğu, hatta kimi zaman daha fazla olduğu tah.min edil iyordu. Bununla birlikte, ben en
büyük güçlerin genel l ikle i ki bin-üç bin kişiden oluştuğu kanısındayı m. Bau, Atina'ya
daha ziyade donanma istatistikleri açısından denkti (krş. Casson 1 99 1 ; Gomme 1 93 7 :
1 90-203). Bau'nun açık denizde yol alabilen çifte kanolarının uzunluğu 3 0 . 5 metreyi
buluyor ya da bunu aşıyordu. Bu kanolar elli ile iki yüz arasında savaşçı taşıyabiliyor­
du, ama eldeki kanoların birçoğu daha küçük boyutlardaydı. 1 1 Bir saldırı gerçekleştir-

1O Fetihle tabi kılındığı varsayılan ülkeler, yani qali ile nispeten bağımsız savaş müttefikleri, yani sınır
ülkeleri (bati) arasında standart bir karşıtlık vardı; ikinci grubun Bau ya da Rewa gibi büyük bir
krallığa bağlılığı sözleşmeye ve (kadınların, savaşta alınan cesetlerin ve servetin) takasına daya­
nıyordu. Qali ülkeleri mal olarak, muhtemelen yiyecek veriyor ve hizmet olarak haraç ödüyordu.
Bati ülkelerinden savaşçıların. yanı sıra işgücü de talep edilebiliyordu, ama bunlara karşılık değerli
mallar veriliyor veya ödül olarak ziyafetler düzenleniyordu.
11 Yunan trireme'lerinin tahmini azami uzunluğu 36 metredir, 1 9. yüzyılda en büyük Fiji kanoları da
aşağı yukarı bu uzunluktaydı (Taillardat 1 968: 1 86).
32 1 lhuleydtdea'tm Ô.ıür Dlleyerek 1 Mar6hall Sahlin6

mek üzere kırk ita elli kanodan oluşan Bau filolarının denize açıldığına dair o döneme
ait haberler seyrek değildir. Yunan trireme'lerine eşlik eden teknelerin aks i ne, bu
kanolardaki erkeklerin hemen hepsi savaşçıydı; kendilerini savaş alanına götüren fi­
lonun mürettebatını oluşturuyorlardı. Fij i 'de donanma savaşları nispeten enderdi. Ne
var ki, Bau fi loları yeterli miktarda erzak taşıyamamaları bakımından Atinalılarınkine
benziyordu ; bu da askeri seferlerin sürdürülmesinde benzer zorluklar çıkarıyordu. Lo­
jistik zorluklar Fij ili ler açısından muhtemelen daha fazlaydı. Kimi zaman yol üzerinde,
Bau'ya tabi şehirlerde erzak tedarik edebiliyor, kimi zaman da savaş yerinde düşman
bahçelerini yağmalayabi liyorlardı. Fakat Yunanlar gibi, yerel gıda pazarlarını kullan­
manın getirdiği çok yönlü hareket imkanından yararlanamıyorlardı. Donanmayla ilgili
bütün bu açılardan değerlendirildiğinde, Rewa donanması Bau'nunkinin yarısı kadar
bile deği ldi ve genell ikle daha da küçüktü. (Peloponnesos Savaşı'nın büyük bir bölümü
boyunca) kara temelli Sparta'nın Atina karşısındaki durumu da böyleydi. Tarihsel kay­
naklara gelince, Bau-Rewa Savaşı hakkındaki ilk elden metinler şaşırtıcı derecede zen­
gindir. Bunlar arasında birkaç misyonerin mektupları ve günlükleri , deniz hıyarı· tüc­
carları ile zaman zaman kıyıya vuran enkazları toplayanların günlükleri , Fij i 'yi ziyaret
eden donanma gemilerinin seyir defterleri ve yayı mlanmış kayıtları ile Fijililerin yerel
yayınlarda ya da etnograflarca kaydedi len sözlü anlatımları yer alır. Bu kaynaklara
ilişkin bazı değerlendirmeler başka bir çal ışmamda yayımlanmıştı (M. Sahlins 1 99 1 ,
1 994). Polinezya Savaşı'nın sürdüğü on iki yıl boyunca Bau yakınlarında veya Bau'da,
yine bu sürenin büyük bölümü boyunca Rewa'da bir ya da iki misyonerlik bulunduğu­
nu belirtmek yeterli olur. Bunların hepsi Londra Metodist Misyonerl ik Cemiyeti 'nden
misyonlardı; savaşın son birkaç yılında ise Rewa'da Fransız Marist frerler de bulun­
muştu. Bazı Metodistler -Muhteremler William Cross, john Hunt, Richard Burdsal l
Lyth, Thomas jaggar v e özellikle d e Thomas Will iams- etnografik ayrıntılarla ciddi
ciddi ilgileniyordu ve birçoğu Fiji adetleri üzerine ayrı defterler tutmuştu. Günlükleri
çoğunlukla savaş ve siyaseti konu a lıyordu, çünkü şefin iradesinin genellikle genel
irade olduğu hiyerarşik Fiji sisteminde, cennete giden yolu da cehenneme giden yolu
da döşeyen, şeflerin niyetleriydi. Parantezi burada kapatıyorum.

"DİYELİM Kİ ADALIYIZ"

Peloponnesos ve Polinezya savaşları arasında daha büyük ve ilginç benzerlikler var­


dır; bunların başında da Atina ile Bau güçlerinin benzer bir ekolojiyi paylaşması gel ir.
En çarpıcı benzerl i k, Atina ve Bau yöneticilerinin şehirlerini adaya çevirme arzusudur;
deniz gücü olmaya belirgin bir bağlılık duymalarının doğal bir sonucudur bu. Atinal ı lar
ve Bauluların izlediği savaş ve genişleme stratejileri, bir deniz kültürünün pratikleri

Kitapta beche-de-mer olarak geçiyor. Türkçesi deniz patlıcanı. Özellikle Dogu ve Güneydogu Asya
mutfagında begenilen, taze veya kurutulmuş halde yemek olarak kullanılan deniz canlısı. -y. h.n.
BGST 1 Dü9ünce Dizi6i 1 33

olarak anlaşılmalıdır: Thukydides'in Tarih'inde, Perikles Sparta l ılarla savaşa giril me­
sini savunurken, " ü l kemizin üstüne yürürlerse, biz de onlarınkine yelken açarız" der.
Perikles, Spartalılar Attika'nın tamamını yakıp yıksalar da, bunun Peloponnesos'un
bir bölümünün bile kaybedi lmesi anlamına gelmeyeceğini savunur, zira Spartalı lar
kayıplarını ancak savaşarak kapatabilirlerdi. Oysa Atinalılar denetimleri altındaki
adalardan ve anakara kentlerinden her zaman destek alabil irdi. "Denize hükmetmek
gerçekten de müthiş bir şeydir. Bir düşünün. Diyelim ki adalıyız, bundan daha sağlam,
daha alt edi lemez bir konum düşünebil iyor musunuz? Mevcut koşul larımızda, toprağı­
mızı ve [kırsal kesimdeki] evlerimizi bırakarak, kentimizi ve denizimizi savunduğumuz
konuma yakın bir strateji gel iştirmemiz gerekir" ( 1 . 1 4 3 . 4-5).

Kenti bir adaya çevirmek, Themistokles'in MÖ 480'deki Pers işgali karşısında i leri
sürdüğü radikal stratejiydi. Asl ında Themistokles'in kritik hamlesi MÖ 483 'te gel­
mişti; Atinal ıları, keşfedilen zengin bir gümüş madenini, önceden vaat edi ldiği üzere
her yurttaşa 1 O drahmi dağıtmak yerine 200 kadırganın inşası için ku llanmaya ikna
etmişti. 12 Görünürde ileri sürülen gerekçeye göre bu gem i l er, güçlü bir fi loya sahip
Aegina'yla yapılacak bir savaşta kul lanı lacaktı . Ama sonunda Salamis'te Perslere
karşı kullanıldılar. Herodotos buradan hareketle, Aeginal ılarla savaş bahanesinin
Yunanistan'ı kurtardığını i leri sürer: "Çünkü Atinalı ları denizci olmaya o zorlamıştı"
(7. 1 44). Platon aracı l ığıyla, Herodotos'u yankılayan Plutarkhos da Themistokles'in
Atina l ı ları "olduğu yerde duran hareketsiz piyadelerden denizin sal ladığı denizcilere
çevirdiğini" söyler; hareket ve risk yönünde hayati bir atılım olmuştur bu (Plut . , Them.
4). i l

Atinal ı erkekler MÖ 480'de gerçekten d e karayı terk ederek denizlere açıldı. Atina
fi losu, Delphoi Kahini'nin kehanetine uygun olarak kenti kurtaracak "ahşap duvar"
haline geldi (Hdt. 7 . 1 4 1 ). Kserkses'in (Serhas) birl ikleri boş bir Atina'yı, Plutarkhos'un
eserinde Themistokles'in dediği gibi, "canı ve ruhu olmayan şeyler"i yağmalama zevki­
ne varabilirdi: "Ama biz yine de Yunanistan'ın en büyük kentine, 200 savaş gemimize
sahibiz" (Plut . , Them. 1 1 ). Perslerin Yunanistan' dan çeki l mesinden sonra geriye, on­
ları ve korsanları Doğu denizleri nden temizleme işi kalmıştı. Themistokles Atinalıları,

12 Themistokles'in önerdiği tri reme sayısı hakkındaki -Aristoteles ve Plutarkhos'a göre 1 00,
Herodotos'a göre 200- uyumsuzlukla ilgili olarak bkz. Picard (2000: 28). Aristotelesçi Atinalıların
Devleti'nde Themistokles'in gümüş madeninden elde edilen parayla ne yapmak istediğini söyle­
mediği, bu parayı zengin Atinalılarla gerçekleştirdiği ve daha sonra Salamis'te konuşlandırılan tri ­
rem e 'lerinin inşasının finanse edilmesini öngören yeni b i r düzenlemede kullandığı belirtilir (Ath.
Con6t. 22. 7).
13 Gregory Crane şöyle der: "Atinalılar bir halk olarak niteliksel anlamda yeni bir oluşumdu. Kendi ül­
kelerinin tarımsal üretimine bağımlı olmaktan çıkmaları, birden uçma ve yeryüzünden ayrılma bece­
risini kazanmışlarcasına yeni bir şeydi. !Bana öyle geliyor ki Aristophanes'in bu konuda söyleyecek
bir şeyleri vardı.l Atina devleti yeni bir şeydi ve Peloponnesos'taki komşularını korkutmadıysa bile
korkutmuş olması gerekirdi" (Crane l 992a: 253).
34 1 Jlıukydldea'ten Özür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

Duvarlar

Duvar

2 km 2 mi

1 .3 Uzun Atina duvarları

fi loya her yıl 2 0 tri reme daha eklemeye ikna etti; Atina'yı denizlerde yaşanacak bir
kaderi n yanı sıra bel l i bir ekonom ik kadere de bağlayan bir politikaydı bu. Yine aynı
stratejinin bir parçası olarak -ve projesine karşı çıkan Spartalı ları meşhur bir diplo­
matik hileyle aldatarak- Atina'nın etrafına bir duvar ördürttü ve Peiraieus'u (Pire)
istihkam edip bir liman hal ine getird i . MÖ 460'ta Atina ile Peiraieus arasında uzun
duvarların yapımına başlandı ve 445 civarında da kuzey duvarına paralel ve ondan
yaklaşık 1 64 . 5 metre ötede bir güney duvarının inşasıyla Atina koruyucu bir koridorla
denize bağland ı ; karadan da kent surlarıyla izole edilmişti. " i zole edilmiş", etimolojik
olarak, "ada haline getiri lmiş" gibi bir anlam ifade eder (Şekil 1 . 3 ) .

Peloponnesos Savaşı başladığında (43 1 ), Themistokles'in Atina'yı denize dayal ı bir


güç haline getirme projesi tam anlamıyla gerçekleştirilmişti (Momigliano 1 944).
Perikles'e de, Atina'yı tam bir ada haline getirmek için ülke nüfusunu kent surları
içine alma işi kaldı sadece: Atina, denizleri denetim altında tuttuğu sürece sapasağlam
duracak, ama bir yandan da varoluşu bu denetime bağlı bir ada olacaktı. jacqueline
Romil ly, bu konuda Thukydides'ten öğrendiklerimizi şöyle ifade eder: "Atina bir deniz
gücüdür, daimi amacı denizler üzerinde denetim sağlamaktır. eylem alanı adalardır
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 35

ve bu amaçlara ulaşmak için kullandığı araç da fi losudur. fi losunu ayakta tutmak için
paraya ihtiyaç duyar ve i mparatorluğu da ona bu parayı sağlar. Deniz gücüne dayalı
bir yönetim, zaten bilinçli ve tutarlı bir sistem olarak kabul edilmiştir. Bu fikir, eserin
[Thukydides'in Tarih'i] başından sonuna dek varlık gösterir" (Romilly 1 96 3 : 66).

Aynı şey, aradaki farkl ı l ı kları da dikkate alarak söylersek, Bau için de geçerlidir. Bau
bir deniz gücüdür, eylem alanı adalardır. Daha doğrusu, 20. yüzyıl başlarında şu satır­
ları yazan fijili entelektüel Ratu Deve Toganivalu'nun dediği gibi:

Bau'daki başlıca iş kutsal kanolarla [açık denizlerde yol alabilen büyük kano­
larla] denize açılmaktı; haraç toplamak için Lomaiviti Adaları'na [merkez Fij i ,
Koro Denizi] gitmeyi adet edinmişlerdi; yüklerini, y a n i tatl ı patates, taro, mad­
rai [saklanmış ekmek ağacı meyvesi] ve değerli mal ları [i yau ] haraç olarak
alırlard ı . Yenecek fazla şey dikmezler, Lomaiviti'de kendi lerine haraç ödeyen
topraklardan ve [başta anakara Viti Levu olmak üzere] başka yerlerden aldık­
ları malları yerlerdi. Bau 'da imal edilen bir eşya veya mal yoktu, zenginliklerini
Lomaiviti ve başka ülkelerden sağlarlardı (Toganivalu 1 9 1 1 : sayfa belirtilme­
miş; 1 9 1 2a: 1 5). 1 4

"Diyelim ki adalıyız; bundan daha sağlam, daha alt edilemez bir konum düşünebi liyor
musunuz?" Viti Levu'nun güneydoğu sahiline uzaklığı bir m i l i bulmayan, yüzölçümü
0,093 kilometrekare olan küçük, kalabalık Bau Adası da, önemli açılardan insan yapı­
mıydı ve bu haliyle açıktır ki, Perikles dönemindeki Atinalı larla aynı stratejik düşün­
me biçiminin hayata geçirilmiş hal iydi . Bau sözlü tarihine göre, adanın bitişiğindeki
anakarada bulunan Kubuna yönetici şefleri , Doğu fiji'nin büyük bölümüne hakim
oldukları tarihlerde Bau'yu da işgal etmişlerdi. 1 5 Koro Denizi, Bauluların Ege'siydi .
Paralel b i r adalaşma projesinin Bau tarihine damgasını vurduğu argümanını ileri sür­
mek için arkeolojik sağduyu Perikles'ten yapılan alıntı kadar ikna edici olur mu, emin
deği lim. Ama Thukydides kendisine, konuşturduğu kişilere kendi kanısına göre ko­
şulların gerektirdiği sözcükleri söyletme özgürlüğü tanıdığı için, ( 1 . 2 2 . 1 ) haritalar ve
fotoğrafların zaman zaman sergi lediği etki li tanıkl ığa dayanarak ve araya da biraz et­
nografi serpiştirerek Bau hakkında böyle bir argüman ileri sürme cesaretini kendimde
buluyorum. Bu kaynaklara bakı lırsa, büyük bir siyasal sistemi anakaranın açığındaki
küçük bir adadan yönetme projesi, iki tarihsel öncülün yakınlaşmasını temsil ediyor-

14 1 9 1 2 tarihli Fiji versiyonunu kullanarak çeviriyi biraz değiştirdim.


15 Modern Fiji söylenceleri, yönetici klanların Bau'yu işgal tarihini genel likle 1 760 olarak verir; bu
tarihlendirmede kuşakların bu hamleden sorumlu sayılan krala i lişkin hatıraları esas alınır. Ne var
ki bu yöntemin güvenilir olduğu söylenemez, zira Fiji şecereleri genellikle anlatıcının kendi devri
öncesinde altı ila sekiz kuşak kısaltılır. Bau'nun işgali ve genişlemesinin 1 8. yüzyıl ortasından çok
daha önce başladığı yönünde başka türden kanıtlar da boldur, bunların başında da Bau'ya bağlı
ülkelerin kayıtları gelir (krş. M. Sahlins 1 994).
36 1 Thukydldea'ten Ôzür DUe;yerek 1 Mar6hall Sahlin6

kel i n l koro
( h e n d ek)


'
...

�... -
...
-


...

40 m
1 30 f t

1 . 4 Hendekle çevri l i geleneksel b i r Fiji köyü n ü n krokisi

du: Bunlardan biri, yakında Tonga takımadalarında bulunan yabancı , antik kral iyet
yerleşimi; diğeriyse geleneksel kazıklarla çevri lmiş, hendekli Fij i köyüydü.

Avrupa lılarla temas kurulmasından bi rkaç yüzyı l önce Doğu Fij i krall ıkları, şefl i klerin
birçok ayi n i ve süsleri de dahil olmak üzere, Tonga kültürel biçimlerini al ıyordu (Clu­
nie 1 986). Asl ına bakı l ı rsa, Bau kralları adaya yerleşi rken 1 5 . yüzyıldaki bazı Tonga
yönetici lerin i n stratejisini kopya lamakla ka lmamış, bunu yaparken aynı siyasal gerek-
BGST 1 Dü�ünce Diıiöi 1 37

çelere yaslanmışlard ı . Tonga'nın i l k dünyevi kralının (Hau), konutunu (Tongatapu'da)


Mua açıklarında bulunan küçük bir adaya inşa etmesine ve burayı anakaraya bağla­
yacak bir geçit inşa etmesine yol açan şey, iki kutsal yöneticinin (Tu 'i Tonga) suikaste
kurban gitmesi olmuştu. "Bu adımın, onun Tonga içindeki düşmanlarından korunma­
sını sağlayacağı neredeyse kesindi" (Campbell 1 992: 1 7 ). Popüler Bau söylencelerine
göre de yönetici klanların adaya taşınması hamlesini, halihazırdaki savaşçı krallar ha­
nedanının ilk kralı olan (iki kralın bulunduğu Tonga' da ikinci sırada yer alan dünyevi
kralın eşdeğeri) Ratu Nai latikau başlatmıştı; bu olayın öncesinde de kutsal krallardan
en az bir tanesi (Roko Tui Bau) suikaste kurban gitmişti . 1 6 Gayet mümkün ki bu hamle
savunma amaçlıydı, yine de Fij i l i lerin kendilerine özgü alışıldık savunma önlemle­
ri mevcuttu ve Bau Adası da bu önlemlere gayet güzel uyuyordu. Siper kazıklarıyla
çevrili ve hendekli geleneksel Fiji köyüne ait çizimleri değerlendirelim (Resim 1 . 4,
1 . 5 , 1 . 6). 1 9. yüzyı lda ve birkaç yüzyıl öncesinde, Fiji'nin başlıca adasındaki nehir
vad ilerinde ve alçak arazi lerde hakim olan yerleşim biçimi buydu (Parry 1 977). Bu köy
biçimine, kaba bir tercümeyle "su kalesi" (ya da hendekle çevrili köy) anlamında koro
waiwai denir. Fakat dikkat çekici nokta, köyü çevreleyen hendeği ifade eden waiwai
teriminin, kara içinde bir gölet veya sah i l açıklarındaki bir resifte derin bir bölge anla­
mına da gelebi lecek olmasıdır. Şimdi bir de Bau'ya bakalım (Resim 1 . 7 ve 1 . 8). Kıyıdan
uzakta bulunan ve aradaki deniz parçasıyla korunan, yine de anakaraya uzakl ığı bir
mi lden az olan Bau Adası, esasen, tahkim ed ilmiş eski bir köyün tuzlu suya uyarlanmış
haliydi. Klasik hendekli yerleşimle aynı yapısal özelliklere sahipti; tek fark, burada
bu özel l i klerin insan yapımı değil coğrafi olmasıydı. Bau'da insanların yaptığı başl ıca
değişiklikler, onu neredeyse açık denizde bir donanma üssü haline getirmişti : Açık
denizde yol alabilen kanolar için adanın çevresine yirmi altı dalgakıran yapılmıştı ve
bunlar, yekpare taş bloklardan inşa edilmiş olmaları ve koruyucu işlevleri itibarıyla
biraz siper kazıklarını andı rıyordu (Şeki l 1 . 9: Hornell 1 926). 1 7

16 Başlıca Fiji krallıkları bir savaşçı kral (Vunivalu) ile yaygın tabirle bir kutsal kraldan (Roko Tui)
oluşan ikili bir krallıkla yönetilirdi. Sadece Bau'ya özgü şekilde Vunivalu önde gelen kraldı, buna
karşın ritüellerde Roko Tui ondan daha üstün bir konumdaydı . Bau'ya ilk olarak Vunivalu'nun
himayesinde yerleşildiğini anlatan popüler söylencenin yanı sıra, genel dolaşımdan fiili olarak
çıkarılmış, bu hamleyi gerçekleştiren kişinin ilk Roko Tui Bau (Ratu Vuetiverata) olduğunu aktaran
başka bir söylence daha vardır.
17 Mendirekler ve kıyı bölgelerin büyük bir bölümü 3 . 5 metre yüksekliğinde, 1 . 5 metre genişliğinde ve
20 cm kalınlığında kumtaşından yapılma kaplama taşlarıyla kaplıydı. Bunlar Viti Levu sahilinin 3 0
mil kadar ötesinden getirilmişti. Hornell, Tonga, Mua'daki taş kaplamalı l imanların bunların öncülü
olduğunu belirtir ( 1 926: 3 1 ) Bau söylencelerinde limanların varlığı adanın ilk sakinleriyle (Levuka
.

halkı), dolayısıyla şeflik yerleşiminden öncesiyle ilişkilendirilir (a.g.e . 3 1 ).


.
38 1 11ıuk,ydldea'tm Ôzür DUe;yerek 1 Marahall Sahlina

1 .5 Rewa Deltası'nda hendekle çevrili köy, 1 948

1 .6 Vanua Levu'da hendekle çevrili bir köyün kuşatılması , 1 856


BGST 1 Dü9ünce Diıi6i j 39

1 . 7 Bau , 1 950 civarı

1 .8 Viti Levu 'nun açığında (93.000 metrekarelik) Bau Adası


40 l Tiıulcydldea'fm Ôzilr Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

1 .9 Bau kano kızağ ı , 1 920 civarı

TALASSOKRASi* VE EKONOMİ

Sıkışık bir düzende yerleşmiş evler ve tapınaklarla dolu Bau üç bin saki nine, şefl iğin
hakimiyeti altında yaşayanlarda gözlenen eği l i m i n tersine, bahçecilik imkanı sunmu­
yordu (Şeki l 1 . 1 O ve 1 . 1 1 ) . " Deniz halkları"ndan (kai wai) bazı klanların balıkçı lık
yapmaları dışında adada gıda üreti lmiyordu. Son derece süslü gelinlik etekler dışında,
Bauluların kendi leri de alışverişe konu olabi lir bir zenginlik (i yau) üretmiyordu. Bu
etekler, Bauluların kimi zaman en büyük al ışveriş değerleri olduğunu söyledikleri şeyi,
başka ülkelerin yönetici leriyle evlenmeleri önemli siyasal hamleler teşki l eden şef
ailelerinden kadınları süslerd i . Dışarıdan gelip yerleşen Tongalı bazı zanaatkarların
fildişi ve sedeften yaptığı değerli eşyalar dışında adanın bütün maddi varlığı yakın ve
uzak yerlerden, büyük ölçüde hakimiyet i l i şkileri sayesinde ithal edi liyordu.

Atina imparatorluğu gibi Bau'nun deniz gücü de ona zenginlik getirdi, zenginlik de
iktidarını ayakta tuttu. 1 8 Adanın gündel i k geçim maddeleri temelde, yakındaki ana-

Talassokrasi, denizcilik faa liyetlerinin ve deniz kuvvetinin bariz bir şekilde öne çıktığı imparator­
lukları anlatır. -y.h.n.
18 Bau ve diğer Fiji ülkelerinden bahsederken gayrişahsi üçüncü tekil zamir i t'i kullandım. lngilizcedeki
dişil her ve dhe zamirleri. Atina için en başta kente adını veren tanrıça dahil pek çok nedenle uygun
olsa da Fiji ülkeleri için pek uygun olmuyor.
BGST j Dü�ünce Dizi6i j 41

1 . 1 O 1 890' 1arda Bau

karada bulunan, doğrudan ya da dolaylı olarak Bau şefli k klanlarının denetimindeki


arazi leri işleyen "hane insanları"nın (kai vale) köylerinden gel iyordu. 1 9 Baulu soylu­
ların yemeklerini hizmetçi kadınlar pişiriyordu, odun ve suyu da onlar getiriyordu.
l 8 5 0 '1erin ortalarında Bau'da bulunan Muhterem joseph Waterhouse, bu gündelik
düzenin adadaki küçük bir tepeden görünen manzarasını aktarır:

Yüksek bir gözlem noktasına yerleşi rseniz, su ve odun taşıyanları görürsünüz.


Bir mi lden uzun bir yolu kanoyla aşan zavallı kadınlar sepetlerini doldurur,
odun toplar. pişirmek için yaprak toplar, şehre döner ve yükleri ni birkaç eve
taşırlar. Yam, dalo [tarol. muz, şeker kamışı, yöresel ekmek [konserve ekmek

19 lngilizce "elan" sözcügünü, Fiji dilindeki mataqali'nin biraz kaba bir çevirisi olarak kullanıyorum.
Klanın tanımıyla i lgili teknik sorunlar bir yana, çevirinin kaba olması, Fiji dilinde mataqa­
li sözcügünün göreli olarak, çeşitli derecelerde segmantasyon gruplarını ifade etmek için
kullanılmasının mümkün olmasından ileri geliyor; zira bu sözcük daha geniş kapsamlı olarak "tür"
anlamına gelir ve bu anlamıyla hayvanlar veya başka tür kategoriler için de kullanılabilir: iş, faa­
liyet vs. mataqali'sinden de bahsedilebilir. Fijililer genellikle bu klan gruplarından ismin başına
"halk" anlamına gelen Kai ekini getirip özel isimleriyle, "Falanca Filanca Halkı" diye bahseder.
�2 1 Tlltd!Jdlda'ten &Ar OOe;yerefı 1 Mar4hall Sahlin.ı

f • ' "• "" •


.l,,. lJ ') -'.• t.. ı •••
.5 & a l • •f J• o�

1 . 1 1 Bau Adası, 1 856

ağacı) vs. yüklenmiş sebze taşıyıcılarının -serf kalabalıklarının- gelip yükleri­


ni bıraktıkları kişiler nadiren onlara ödeme yaparken neredeyse hiç teşekkür
etmezler. Kraliyet ailelerinin gündelik yiyeceği böyle temin edilir ( 1 866: 44).

Bau'daki önde gelen bütün klanların bu tür tedarik düzenlemeleri vardı. Bu klanla­
rın Koro Denizi 'ndeki adalarda da genellikle yöre halkının işlediği arazileri vardı ve
bu arazilerden kaldırılan hasat Bau'ya gelirdi. Bau'ya çeşitli derecelerde ve biçimler­
de tabi olan ülkelerden (vanua), çoğunlukla da yakınlardaki adalar ve anakara Viti
Levu'dan yam bahçelerinin ve meyve veren ağaçların ilk hasatı da haraç olarak her yıl
BGSf 1 Dü�ünce Dizi6i 1 43

Bau'ya gelirdi. Buralardan ayrıca ziyafet yiyecekleri, i nşaatta kullanılan hammadde ve


Bau'daki evleri ve tapınakları inşa edecek insanlar da alınırdı. Bau'ya bağımlı ülkele­
rin birçoğu ve daha da uzaktaki bazı yarı bağımsız ülkeler, yılda bir veya iki kez Bau'ya
bol miktarda lüks mal (i yau) gönderirdi; bunlar kendi yörelerinde ürettikleri ürünler­
di ve tapa bezinden kanolara varıncaya dek her şeyi içerirdi. Bau iktidarına verilen bu
tür haraçlar, Fiji'nin en kuzeyindeki Macuata, en doğusundaki Lau, güneyindeki Moala
ve Gau gibi uzak yerlerden gelird i . Bau'nun bir tür kolonisi bile vardı; Fiji 'de benzeri
olmayan bir gel işmeydi bu. Bu koloni, Bau "deniz halkı" (kai wai) toplulukları, tanınmış
kanocular ve savaşçılardan oluşuyordu. Bu kişi ler Bau Adası 'nın ilk sakinleriydiler ve
kalıtsal bir anlamda hala Bau'nun "sahipleri"ydiler (i taukei). Birkaç kuşak önce -çoğu
söylenceye göre bir hataları yüzünden- Bau şeflerince adadan gönderi lmiş ve Doğu
Fiji'nin birkaç bölgesinde iskan edilmişlerdi.20 Başka kra l l ı klarda kendilerine bir yer
bulmuşlarsa da her zaman "yabancı" (ka i tani) olmuşlardı, çünkü Baulular olarak ken­
di kimliklerini ve (prensipte) Bau kral larına bağl ıl ıklarını korumuşlard ı . Hatta Lau'da,
Bau'nun asıl sakinleri olan Levuka halkı, Vunivalu ve karısına gerçek Bau unvanları
(Tui Levuka ve Radini Levuka) vermişlerd i . 2 1 Bau'nun çeşitli koloni lerindeki yerleşim­
ciler arada bir yağma larının ganimetiyle ya da başka biçimlerde elde ettikleri zen­
ginlikle anayurda döner ve Bau şefleri tarafından cömertçe ödül lendiri l irlerdi. Kimi
zaman da kanolarını savaş ya da törensel seferler için Bau şeflerinin hizmetine ve­
rirlerd i . 9 3 . 000 metrekarel i k bu adaya akan kaynaklara bakı lırsa Bauluların, "Şefler
oturur, her şey ayaklarına gelir" atasözündeki kral iyet tanımını, Fij i 'nin başka sakin­
lerinden çok daha fazla hayata geçirdikleri görülebi lir. Bau şeflerinin hareketsizlikleri
ile zenginlikleri arasındaki oransızlık, insanüstü görünmez güçlerinin (mana) işare­
tiydi.

Yine de Bau yöneticileri zenginliklerini dünyevi, faal ve pragmatik bir biçimde kul­
lanarak iktidarlarını hakimiyet i lişkilerine dönüştürmüştü. Tanrılar ve i nsanları sa­
vaş için seferber eden, ittifaklar kuran, komplolar düzenleyen, dostları ödül lendirip
düşmanların altını oyan ve adanın hegemonyasının hammaddesi olan, Bau'ya akan
bu zenginl i kti . Bu zenginliğin bir bölümü stratejik malzemeyd i : açık denizlerde gidebi­
len kanolar, ustaca biçim lend irilmiş savaş sopaları ve mızraklar. Büyük bölümü, özel

20 Söz konusu halklar Bau'nun ilk sahipleri (i taukei) olan Butoni ve Levuka'dır. Bu halklar Lau,
Cakaudrove, Bati ki, Nairai ve muhtemelen başka yerlerde yerleşikti. Hale ( 1 846: 62), Williams
( 1 93 1 , 1 : 1 38), Waterhouse ( 1 866: 1 58-64) ve Erskine'de ( 1 85 3 : 1 80-84) bu halklara ilişkin bilgiler
yayımlanmıştır. Sonuncu kaynakta bir Butoni'nin "kendi kralları" için getirdigi "haraçla" Bau'ya zi­
yareti geniş şekilde tasvir edilir (Waterhouse da bu ziyaretten bahseder). Cakaudrove'de bulunan
Monsenyör john Hunt ve Richard Lyth'in misyonerlik günlüklerinde Butoni halkının yaptıklarına,
Bau savaş kralı Ratu Tiinoa'nın filo taleplerine verdikleri karışık cevaplara çok sayıda atıfta bulu­
nulur (örnegin Lyth J: 9 Aralık 1 840, Mayıs-Temmuz 1 852; Hunt j: 29 Ekim 1 840).
21 1 83 3 ya da 1 83 4'te Vunivalu Ratu Tiinoa, Bau'da bir darbe olmasını beklerken kendisine Lau'da,
Levuka halkı tarafından Tui Levuka unvanı verildi (Twyning 1 996: 5 4-55).
44 1 Thukydldea'ten Ôzür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

biçimlerde yapılmış bol miktarda törensel eşyadan oluşuyordu: devasa tapa bezi is­
tifleri, halat kuleleri ve mat ruloları . Yine bir bölümü hazineydi: balina dişleri, fildişi
ve sedef süsler. Viti Levu'da karanın iç kesimlerinde yaşayan insanlar, adalardan ve
doğudan gelen bu nesnelerin birçoğuna "şef malları" (i yau vakaturaga) diye özel
değer biçerlerd i . 22 Denizden karaya, Fiji diline göre "yukarı"dan "aşağı "ya olan bu
akışa aracılık eden Baulular, ithal ettikleri zenginlikleri yerli savaşçı şeflerin gözünü
boyamak, aklını çelmek için kul lanırdı. Buna benzer siyasal gerekçelerle kullanılan en
yararlı mallar ispermeçet balinası dişleriydi (tbua); bütün değerli eşyaların en değer­
lisi bunlardı.

Bağlayıcı evl ilik ve suikast öneri leri yapılırken sunulan, tanrılara ve şeflere adak
olarak veya yamyamlık kurbanlarını temin etme karşıl ığında veri len balina dişi, Teğ­
men Charles Wilkes'ın yorumuna göre "bir insanın hayatı kadar değerl iydi" ( 1 84 5 , 3 :
90). Büyük Fiji etnografı A . M . Hocart. balina dişi gibi değerli eşyalarda tanrıdan bir
şeyler olduğuna inanırdı ve bu eşyaların değerine il işkin kuramını da buradan hare­
ketle geliştirmişti: "Bir parça kutsall ık, kilolarca maddeye eşdeğerdir" ( l 970b: 1 O 1 ).
Peri kles'in fi nansal olarak zor durumdaki Spartalı lara karşı zafer getireceğine inandığı
Atina tapınaklarında biriktirilen gümüş gibi, hazinenin, özel likle de balina dişi hazine­
sinin toplanması ve harcanması da Fiji savaşlarının ayrıcalıklı bir aygı tıydı. 1 9. yüz­
yılda balina dişlerinin Avrupal ı misket tüfeklerinden daha güçlü olduğu anlaşılmıştı.
Fijili lerin insan öldürmekte savaş sopaları kadar tercih etmediği misket tüfekleri Fiji
savaşlarında hiçbir zaman çok etkili olmamış, yine de, l 840' lara gelindiğinde büyük
krallıklarda yaygın bir hal almıştı (Clunie 1 977: M . Sahlins 1 994). Ne var ki aynı dö­
nemde Avrupa l ı larla ticaretten artan miktarda tedarik edi len balina dişleri, çoğu kez
onları ele geçiren yönetici şeflere çok daha fazla siyasal manevra imkanı sağlamıştı.
Balina dişlerinin fazlalığı, suikast ya da ittifak gibi amaçlar açısından bir değer kaybı
yaratmış görünmüyordu: Bir ya da birkaç iyi balina dişi hala öldürebi liyor ya da evlen­
direbil iyordu. Aslında artan şey mevcut güçtü: Balina dişi akışı. Fij i Adaları 'nda artık
daha fazla siyasal nüfuzun dolaşımda olduğu anlamına geliyordu ve Bau yöneticileri
bu siyasal nüfuzun nasıl kullanılacağını gayet iyi bil iyordu.

Bau, Avrupa l ı larla hem mal hem personel ticaretinden farklı bir biçimde güç elde et­
meyi başarabildi, çünkü zaten bu ticareti kontrol edebilecek güce sahipti. l 8 3 0 'lar ve
l 840' lardaki deniz hıyarı ticareti önemli bir göstergedir. Zira başlıca balıkçılık alanları
Viti Levu ve Vanua Levu'nun kuzey kıyı larında, yani Bau'nun sınırlarının oldukça öte­
sinde bulunuyordu; ama Bau'nun gücünün ulaşabileceği sınırların ötesinde değildi.23

22 Deniz-kara ya da şeflik-bati (savaşçı) mübadeleleri hakkında bkz. Rokowaqa ( 1 926).


23 Bu paragrafta deniz hıyarı ticaretine il işkin sözler M. Sahlins'ten ( 1 994: 50) alınmıştır; dönemin
kaynaklarından yapılmış kapsamlı bir belgelendirme bu pasajın dipnotlarında bulunabilir (a.g.e ..

83 -84).
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 45

Deniz hıyarı nakliyatı sırasında sıklıkla önce Bau'da mola veri l iyor, bu arada yönetici
şefler hediyelere boğul uyor, uzak ticaret istasyonları kurmak için düzenlemeler ya­
pılıyordu. Bau'nun deniz hıyarı bölgelerindeki nüfuzu genell ikle müttefik toprakların
şeflerine dayanıyordu ve söz konusu şefler de bu bölgelerde otoriteye sahipti ; sıklıkla
da deniz hıyarı gemi leriyle deniz hıyarı trafiğini düzenlemeye gönderi lirlerdi. Ayrıca
Ovalau Adası'nda Levuka'da bulunan küçük Beyaz yerleşiminden aracılar gelirdi. Bu
yerleşimin lideri Amerika l ı David Whippy, Avrupal ı topluluğun Bau tarafından kabul
edilmiş temsilcisi Mata ki Bau 'ydu (Bau Elçisi).24 Bau şefleri gerekirse ya barışı koru­
mak ya da kendi paylarını garantiye almak amacıyla ticarete müdahalede bulunmak
üzere silahlı gruplar gönderebi liyordu. Bau iktidarının bu biçimde kul lanılmasının
amacı aynı zamanda bu iktidarın araçlarıydı: Tüccarlar sadece misket tüfekleri deği l ,
balina d i ş i v e diğer m a l l a r gibi zenginlikler d e getiriyorlard ı .

Misyoner M r . Thomas Williams, "Fiji savaşları pahalı, öze l l i kle d e yabancı desteği
[yani, müttefik Fij i topraklarının yardımı] istenince" diye yazmıştı (Wi ll iams ve Calvert
1 8 59, 1 : 4 2 ; krş. Will iams 1 93 1 , 2: 3 46-47). Muhterem Wi l l iams 1 846'da Cakaudro­
ve halkının yaşadığı aşağı lanma bir tarafa, yıkımdan bahsediyordu. Cakaudrove halkı
Baulu lara başvurmuş, isyancı savaş müttefiklerinin (bati), G üneybatı Vanua Levu'daki
(Şeki l 1 .2) Natewa halkını yola getirmelerine yardımcı olmalarını istemişti. Baulular
-kendi ekonomik ve siyasal avantajları için- Cakaudrove halkına yardımcı olmak üzere
Rewa'yla savaşa bir süreliğine ara vermişlerdi. Bau fi losu Somosomo'ya, Cakaudrove
şeflerinin yerine vardığında şefler beş yıldır Bau'nun yardım etmesi için yalvardıkla­
rını söylemişlerdi. Mr. Williams'ın gözlemine göre, bu yakan ların mal iyetini "hesap­
lamak kolay deği ldi: iki ya da üç birinci sınıf kano, daha küçük birkaç kano, 50 rulo
halat [sinnetl. 1 5 0 balya [ağaç kabuğundan] kumaş, ortalama 2 7 . 5 metre uzunluğunda
yüzlerce maöiö [beyaz ağaç kabuğu kumaşı]. balık ağları, yüzlerce balina dişi, ayrıca
[renkli tapa kumaşından! sivrisinek cibinlikleri. L � ks eşyalar ve kadınlar da bu masrafa
dahi ldi" (Wi l l iams 1 93 1 , 2: 347).

Bir Tonga taburu da dahil üç binden fazla askere sahip Bau ordusu 84 kanoluk bir fi ­
loyla gelmiş, Cakaudrove halkının evlerinde bahçelerinde ne varsa yemeye koyu lmuş­
tu. 25 Bau ordusu altı hafta boyunca sürekli bir misafirperverl ik ve düzenl i ziyafetlerle

24 Tarihçi R. A. Derrick'i Beyazların 1 87 4 öncesinde Fiji savaşları üzerindeki etkisini belirleyici olmak­
tan uzak diye özetlemeye iten şey, başka şeylerin yanı sıra bu tür düzenlemelerdi: '"Bir avuç tüccar
ve yerleşimcinin eylemleri lngiltere'ye bağlanma öncesindeki yıllara ilişkin kayıtlı tarihin o kadar
büyük bir böl ümünü oluşturuyor ki bu eylemlere gereğinden fazla önem atfetmek kolaylaşıyor;
oysa bu eylemler, sıklıkla yerel savaşlar ve beraberlerinde getirdikleri her şeyin şekillendirdiği
yerel hayat selinin yüzeyindeki girdaplardan pek öteye geçmiyordu" (Derrick 1 950: 52).
25 Williams'a göre altmış altı çifte, on altı tekli kano vardı, ayrıca birkaç yüz Bau savaşçısı da kara
yoluyla Vuna'dan gelmişti. Williams günlüğünde üç bin Bauludan bahseder; Londra'ya yazdığı bir
mektuptaysa çoğunu tanımadığı on dört-on beş bin savaşçıyla çevrelenmiş olduğundan bahseder
46 1 llıukydldea'tm Ôıür DUe;yerek 1 Mar6hall Sahlin6

ağırlandı . Bau gücünün ve destek vaadinin değerlendirildiği zirve niteliğindeki tören


gelip çattığında, Cakaudrove halkı onlara başka malların yanı sıra binlerce balya tapa
kumaşı, en az 1 70 balina dişi sunmuş bulunuyordu. Baululara bu törende koca koca
pişmiş yam ve taro istifleri, özel ziyafet yemekleri ve büyük deniz kaplumbağaları, ay­
rıca yaklaşık 1 0. 5 metre uzunluğunda kava bitkilerinden yapılmış bir duvar, "yaklaşık
3 8 . 000" pişmemiş yam istifi sunuldu (Wi l l iams 1 93 1 , 2 : 3 4 7 ; Metodist misyonerler
bu tür şeyleri saymayı ve ölçmeyi severdi). Bütün bunlara karşılık Bau lideri Ratu Ca­
kobau, Cakaudroveli şefe "elinde tek bir balina dişiyle" yaklaştı ve "yardım güvencesi
vererek" bu dişi sundu (a.g.e. , 2: 3 5 0).

Natewa isyancılarıyla peş peşe yapı lan savaşlar düzensiz ve bel irsiz, besbelli ki onlar
ile savaşçı Bau kra l ı arasında bir danışıklı dövüştü. Boşaltılmış bazı kasabalar yakıldı,
her iki taraftan beş-altı kişi öldürüldü, sonra da Natewa l ı lar teslim oldu; hem de Ba­
ululara ! Ratu Cakobau, Cakaudroveli müttefiklerinin altını oymuştu, neleri var neleri
yok yedikten sonra şimdi bir de kanoları nı ve kano yapımcılarını alıp gidiyordu. Muh­
terem Williams bu hasarı şöyle değerlendiriyordu: "IBaulular) ü l keyi neredeyse soyup
soğana çevirdi . El lerinden bir kano bile kurtulamadı. Bir tek marangoz bile bırakmadı­
lar. 1 . . . 1 Ülke acınacak halde, en düşük sınıftan insanlar ülkeyi dolaşıp yiyecek arıyor.
1. . . 1 !Savaşçı Cakaudrove kralı] Tui laila'nın aptallığını bir kendisi bilmiyor. Natewalı
düşmanlarından çok daha fazla eziyet çekti, hepsi birlikte onun boyunduruğundan
çıkıp Bau'ya gittiler" (Wi l l iams 1 93 1 , 2 : 3 5 5 - 56). Mr. Wil liams, Cakaudrove kralının
"kendisine i�i bitmi� gözüyle bakabi leceği" sonucuna varmıştı.

Birkaç ay önce Mr. Williams'ın meslektaşı Muhterem john Hunt, Ratu Cakobau'nun
dikkat çekici derecede kısa bir süre zarfında "Bau'yu muhtemelen hiçbir Fiji devletinin
daha önce erişemediği bir refaha ulaştırdığı" bu yolda devam ederse "her bakımdan
Fiji imparatoru" olacağı yorumunda bulunmuştu (Lyth L: tarih yok, c. 4 Ocak 1 845).
Açıktır ki Bau'nun ekonomik saiklerle başat ve baskın bir deniz gücü haline geldiği­
ni söylemek meseleyi aşırı basitleştirmek olur. Aslında durum tam tersiydi. Bau'nun
denize benzersiz bağl ı l ığı bir zenginlik siyasetini beraberinde getiriyordu. Bu siyaset,
tarihsel bir güç olarak maddi kazanç oluşturulmasını öngörüyordu. Mr. Hunt, Rewa ile
büyük savaşın patlak vermesinden sadece birkaç gün önce Baulu bir soyluyla yaptığı
sohbeti aktarır: "Bir Bau şefi bana Bau halkının !Rewa'yla] savaşmayı istemediğini,
zira bu savaştan hiçbir şey kazanmayacaklarını söyled i . Somosomo ya da Lakemba'da

( 1 93 1 , 2: 3 5 5n) Bu kadar büyük bir tahmine ne demeli? Sefere i lişkin bir Fiji anlatısına bakılırsa bu
.

büyük rakam sıradışı değildir, zira söz konusu anlatıda Bau ordusunu taşımak için 1 60 kanonun üç
sefer yaptığından bahsedilir (Anonim Na Mata 1 89 1 l6D. Orduya katkıda bulunan Bau ülkelerinin
listesi [Namara, Namata, Buretü, Levuka, Dravo ve Yatu Mabua (Maumi. Ovea, Mokani)I hiç kuşkusuz
hatırı sayılır bir ordu kurulduğunu düşündürür, ama Muhterem Williams'ın on dört-on beş bin
savaşçı tahmini kayda geçmiş diğer seferlere nazaran üç-dört kat daha büyük bir orduyu işaret eder.
BGST f Dü�ünce Diıiöi f 47

[Lau) savaşırlarsa zenginlik elde edecekler, ama Rewa başka bir krallık [örn. Bau gibi)
olduğu için onlardan bekleyecekleri hiçbir şey yok. Dolayısıyla, açgözlülüğün Fiji sa­
vaşlarıyla çok büyük bir i lgisi var" (Huntj: 1 3 Kasım 1 843).

Her zaman olduğu gibi Bau Rewa'yla savaşa tutuştu. Ama bu durum Mr. Hunt'ın açgöz­
lülükle ilgili yargısını yalanlamaktan ziyade, Ratu Cakobau'nun emperyal hevesleriyle
ilgili önceki gözlemlerini doğrular.26 Daha doğrusu, bütün bi lgiler dikkate alındığında,
Büyük Pol inezya Savaşı Bau'nun ayrıksı denizci lik yönel iminin tetiklediği karşılıklı bir
siyasal ve ekonomik genişleme diyalektiği nin zirve noktasını oluşturuyordu. Emperyal
hakimiyet ve ekonomik sömürü birbirinin amacı ve sonucu haline gelmişti. Siyasal
boyutu daha ileride değerlendireceğim, zira önce hakimiyet sisteminin bazı yapısal
unsurlarını incelemek gerekiyor. Burada mesele, bir amaç olarak ekonomizmdir: Sa­
dece, bireyler olarak ilgili tarih yapanlar arasında formüle edilmesi deği l, toplumsal
eylemin bir amacı olarak inşa edilmesi, dolayısıyla başlıca tarihsel güç olarak ortaya
çıkmasıdır. Maddi hırsları veri olarak kabul etmemel iyiz. Marcel Mauss'un dediği gibi
maddi hırslar arkamızda bıraktığımız bir şey, doğal bir koşul deği ldir, ahlaki bir de­
ğer olarak önümüzdedir. Dolayısıyla, bir kaçınıl mazl ık olmaktan ziyade bir icattır. Bu
argüman Bau için olduğu kadar Atina için de geçerlidir, hatta daha fazla geçerlidir.
Atina da aynı şeki lde kendisine özgü zenginlik siyasetinin mümkün hale gelmesinin
koşullarını, kendisini bir ada haline getirerek, denizlerin denetim altına alınmasına
bağımlı kı larak yaratmıştı: "Atinalılara göre hüküm sürmek, yabancı ülkelerin sırtın­
dan geçinmek, mısırlarını almak, ticaretlerini olabilecek her biçimde engellemek ve
onlara bırakmaya tenezzül ettikleri her tür zenginlik ürününe vergi koymak anlamına
gel ir" (Romi lly 1 96 3 : 74).

Atina için ekonomizm daha radikaldi; çünkü servet edinmekle ilgiliydi, paranın ve
pazarların gel işmesine eklemlenmişti. Bu açıdan 5 . yüzyı l Atina'sı, tümüyle benzersiz
olmadığı diğer Helen kentlerinden çok çok farklıydı (krş. Polanyi 1 9 57; Kallet 200 1 ;
Picard 2000). (Kalabalık) Atina nüfusunun büyük bir bölümünün geçimi parasal ka­
zançlara bağıml ıydı ve bi rçoğu kamu görevlerinde çal ışıyordu; dolayısıyla, devletin
gelir arayışına halk kesi minden bir ses katıyorlard ı. Yaygın tabirle Eski Ol igark, "şarkı
söyledikleri, koştukları, dans ettikleri ve gemi lerle denize açıldıkları için kendilerini
para kazanmaya değer bulan, bundan dolayı kendilerinin zenginleşmesini, zenginle­
rin fakirleşmesini uman" çok sayıda sıradan insandan yakınıyordu (Ps. -Xen. , Conöt.

26 Aslında Mr. Hunt Bau savaşını sadece "açgözlülüge" ya da en azından sadece maddi açgözlülüge
baglamamıştı. Aynı pasajda, Fiji'de bütün çatışmaların kaynagı olarak Aziz Augustus'un bahsettigi
üçlü libidoyu (zenginlik, iktidar ve şehevi zevklere düşkünlük) sadakatle tekrarlar. "'Aranızda
savaşlar ve kavgalar ne zaman başlar? Mensuplarınız arasındaki savaşlar, şehvet duygularınız
arasındaki kavgadan ileri gelmez mi?' Güç, kadın veya mülk arzusu bütün savaşlarının başlıca sebe­
bidir" (Hunt j: 1 3 Kasım 1 843).
48 1 Thukydide6'ten Ôzür Dileyerek 1 Maröhall Sahlin6

Ath. 1 . 1 3). Bütün bunlar Peloponnesos Savaşı sırasında kritik bir dönüm noktasına
ulaşmıştı, zira Pers Savaşı'yla başlayan talassokrasiye dönüş Peloponnesos Savaşı
sırasında zirveye tırmanmıştı . Aslına bakı l ı rsa, bayrak ticareti izleyeceğine ticaret
bayrağın peşinden gidiyordu: "Atina ancak kendisini askeri ve siyasal açıdan baskın
güç olarak tesis ettikten sonra Ege ticaretinin merkezi haline geldi" (Meier 1 998: 3 7).
Atinalı lar imparatorluklarının 43 2'de Spartalılardan önce kurulduğunu savunurken
aslında kend i haklarını i leri sürüyor, kendilerini savunuyorlardı. " imparatorluğumu­
zu her şeyden önce korkuyla, ama daha sonra onurla ve son olarak karla bugünkü
haline getirmek zorunda kaldık" diyorlardı (Thuk. 1 . 7 5 . 3).27 Pers imparatorluğu 'yla
devam eden savaş "korku"ydu; Helenlerin liderliğinin kabul edil mesi "onur"du; "kar"
ise Atina'nın, başlangıçtaki kaynaklarına ve teknikleriyle karşılaştırıldığında donan­
ma gücüne aşırı bağı mlı olma stratejisinden gelişmişti. Siyasal erimin aşırı genişle­
mesi bir ekonomik sıçramayı beraberinde getirmişti . Ol ivier Picard, Themistokles'in
483 /482 'de 200 kadırgayla başlayan gemi inşa projeleriyle bağlantılı olarak şöyle bir
gözlemde bulunur: "Vurgulamak gerekir ki edinilmesi kararlaştırılan askeri güç, kentin
seferberlik kapasitesinin ötesine geçen büyüklüktedir; kullanı lması gereken teknikle­
rin de birçok uzun vadeli sonucu olacaktır. Söylencelerin Themistokles'e atfettiği gibi
hesapçı bir zihin sadece zamanın koşul larına bağl ı bir öneri getirmediğinin, kenti lon­
gue d u ree [uzun süreli] bir siyasete soktuğunun hiç kuşkusuz bil incindeydi " (2000: 28,
krş. 3 7). 2 8 Atina meclisini denizlerde genişleme yönünde bir devlet politikası benim­
semeye yönelten Themistokles, böylece Atina'yı parlak bir ekonomi kariyerine yazgı lı
kılmıştı: "Themistokles halkı, halihazırda sahip oldukları fi loya ilaveten her yıl yirmi
kadırga inşa etmeye, yabancılar ve zanaatkarlara uygu lanan vergiyi kaldırmaya ikna
etti. Böylece her yerden büyük kalaba lıklar kente akabilecek, Atinalılar da çok daha
fazla sayıda zanaat için kolayca işgücü bulabileceklerd i . Kentin donanma kuvvetinin
oluşturulmasında onun düşündüğü bu politikaların her ikisi de çok yararlı olacaktı"
(Diod. Sic. XI. 43).

5 . yüzyı l ortasına gelindiğinde imalat, göç ve nüfus, hepsi serpi lip gelişmekteydi (Me­
iggs 1 972: 262 vd .). Kentin, denizleri korsanlarla Persler dahil bütün rakiplerden te­
mizleyen gemilerin inşasında kullanılan kereste, zift, yelken, halat, bakır, kalay ve
demir dahil temel geçim, imalat ve lüks tüketim mal ları ithalatı da gelişiyordu (Casson

27 Orwin'in çevirisi ( 1 994: 46); Orwin'in, 1 . 76.2'de onur ve korkunun yer değiştirmesi de dahil olmak
üzere Atinalıların argümanına ilişkin tartışmasına bakınız. Crawley'nin çevirisi şöyledir: "Bu vakanın
niteliği bizi imparatorluğumuzu bugün bulunduğu noktaya yükseltmek zorunda bıraktı; başlıca ge­
rekçemiz korkuydu, ama sonra onur ve çıkarlar da işin içine girdi" (krş. Hornblower 1 99 1 b: 1 20).
Thukydides'in "Archaeology"deki genel evrimsel kuramı metinde daha ileride tartışılmıştır.
28 Meiggs daha önce şu kadarını belirtmişti: 'Themistokles özellikle donanma yasasında Pers ülkesinin
yarattığı tehdidi düşünüyor idiyse, bunu filonun genişlemesine mukabil ticaretin de genişlemesi
açısından düşünmüş gibi görünmektedir" ( 1 972: 262).
BGST i Dü�ünce Dizi�i i 49

1 99 1 ). Çok sayıda her türlü lüks mal da: "Sicilya, ltalya, Kıbrıs, Mısır, Lidya, Pontus
[Karadeniz). Peloponnesos ve başka yerlerin en lezzetl i yiyeceği neyse bütün bunlar
donanma kuvveti sayesinde tek bir yerde toplanıyordu" (Ps. -Xen. , Con6t. Ath. 1 1 . 7).29
Kritik önemde bir nokta şuydu: Kentin hayatta kalmasını sağlayan temel tahıllar, Ati­
na iktidarının en uzak nokta larından, Sicilya, Mısır ve en büyük tahıl kaynağı olan
Kırım' dan geliyordu. Atina, tahıl yetiştirmek açısından çok verimli bir bölgede bulun­
madığı için artmakta olan nüfusunu kendi kırsal kesimine dayanarak beslemekten çok
uzaktı. Peloponnesos Savaşı sırasında Attika köylülerinin geri çeki lip kentlere geldiği
dönemlerde, bu yetisi daha da azalıyordu. Bazı yıllarda tahıl ithalatı belki 1 milyon
medimnoi'ye, yaklaşık 1 . 5 mi lyon kileye ulaşabi liyordu; 2 5 0 bin kişiyi beslemeye
yetecek bir miktardı bu (Cohen 2000: l 6n). 30 Buradan hareketle -Cornford'un gayet
iyi bilinen bir argümanda i fade ettiği gibi- Kırım ve Sicilya tahılına duyulan ihtiyacın
Atina lmparatorluğu'nun varoluş nedeni olduğunu varsaymak zorunda deği l iz. Aslın­
da tam tersi geçerliydi: i mparatorluk bu ihtiyacın nedeniyd i . Ve ticarete böylesi bir
bağımlılık söz konusu olduğunda ticaretle yaşayan herkes, tabii devlet de, özellikle
Peloponnesos Savaşı yılları nda en avantaj l ı fırsatlara giderek daha çok dikkat eder
hale gelmişti. " Perikles'in zamanında ve büyük savaş sırasında daha yoğun bir şekilde,
ekonomik etkenleri kentin yaşamı açısından hiç olmadığı kadar önemli kılan bir deği­
şim başladı" (Ehrenberg 1 9 5 1 : 49).

Moses Finley'nin tabiriyle, Atinalıların Devleti "nin "mantıkdışı bir aritmetik" içeren
"kötü şöhretli" bir pasajında Aristoteles, imparatorluk "sıradan halka bir gelir bolluğu
sağlamıştı 1. . . 1 Haraçlar, vergi ler ve müttefikler sayesinde 20 binden fazla kişi geçi­
niyordu" diye yazar. Finley'ye göre bu aritmetik mantıkdışıdır, çünkü Aristoteles'in
özetlediği devlet ücret çizelgesinde hatırı sayılır başka harcamaların yanı sıra donan­
maya da yer veri lmemiştir. Ama bu durum sadece, "Aristoteles'in benzersiz Atina sis­
teminin anahtarın ı , yani yurttaşlara kamu hizmeti .n i , yurttaş olarak görevlerini yerine
getirmeleri karşıl ığında ödemede bulunma ilkesini kavrad ığı n ı " ortaya koyar (Finley
1 999: 1 72). Finley, Aristophanes'in f�ek Arıları, Şövalyeler ve başka komedi lerinde,

29 Yaşlı Oligark'ın ifadeleri, Perikles'in cenaze konuşmasına yakın bir paralellik sergiler (Thuc.
2 . 3 8.2). Meiggs ( 1 972: 264) 420'1erde sahnelenen bir komedide bahsi geçen ithalat listesini
alıntılar: "Kyrene'den silfiyum bitkisi ve öküz derileri, Hellespontos'tan uskumru ve her tür tuzlu
balık, ltalya'dan tuz ve sığır kaburgası . . . Mısır'dan yelken ve halat, Suriye' den günlük yağı, Girit'ten
tanrılar için servi gelir; Libya satmak üzere bol miktarda fildişi, Rodos kuru üzüm ve tatlı incir üretir,
ama armut ve dolgun elmalar Euboea'dan gelir. Köleler Frigya'dan gelir . . . Pagasae dövmel i köle,
Paphlagonia hurma ve yağlı badem. Fenike hurma ve ince buğday unu, Kartaca kilim ve çokrenkli
minderler gönderir. ·
30 Attika nüfusunun 300. 000 olduğunu varsayan Casson, bu nüfusun beslenebilmesi için yılda
1 00.000 tondan biraz daha az ya da ortalama 800 gemi dolusu tahıla (donanma konvoyları dahil
değil} ihtiyaç olduğunu yazmıştı; bu miktarın pek azı Attika tarlalarında yetiştirilebiliyordu ( 1 99 1 :
1 O 1 -2; ayrıca bkz. Sainte-Croix 1 972: 46-48).
50 1 Jbukydldea'ten Ô:ür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

nüfusun genelinin devleti sömürdüğü, ticari geçmişleri şaibeli , rüşvetle iş görmeyi


kendi yükselmelerinin aracı haline getiren sonradan görme siyasetçilerin de bunun
üzerine tuz biber ektiği yozlaşmış bir ekonomik sistemin konu alındığına dikkat çe­
ker: "'Atina ayaktakımına asla ihanet etmeyeceğimi ve her zaman plebler, halk için
savaşacağımı' bilirsiniz" (Waöpö [Eşek Arıları) 666-6 7). Robert Connor'ın ( 1 992) ta­
biriyle bunlar, " 5 . yüzyıl Atina'sının yeni siyasetçileriydi" Bazıları çok genç, birço­
ğu yeni zengin bu insanlar 420'lerden veya daha öncesinden beri, otoritesi toprak
sahibi zenginler ve güçlü dostlardan oluşan ağlarca desteklenen, Perikles gibi eski
devirlerden kalma aristokrat soyluların yerini al ıyorlardı (Ehrenberg 1 9 5 1 ). " Deri ta­
bakçısı" Kleon, "kandil yapımcısı" Hyperbolos, " lir yapımcısı" Kleophon ve agoradaki
benzerleri gibi adamlardı bunlar. Demagoglar ya da -bel l i ki önyargıdan uzak, aslında
demokratik meclisi idare edebilecek retorik becerileri ima eden bir terimle- "halkın
liderleri " olarak, halktaki rüşvetçiliğin yanı sıra kendilerinin rüşvetçilikten i leri gelen
gücünü devlet pol itikalarına aktarıyorlard ı .

B i r uyarıda b u l u n a l ı m : "Antik dönem sıradanlığı"nın 5 . yüzyıl sonlarına doğru son


bulduğunu düşünmeyin . Aristophanes'in Şövalyeler'inde pezevenk Kleon 'un (Paph­
lagon), Demoö'a (Halk) Yunanistan'a hükmedeceğine, Arkadia'da davalara bakarak
büyük para kazanacağına söz vermesi sonrasında, rakibi Sosis Satıcısı tarafından alt
edilmesini düşünelim. Kleon 'un sadece kendi yoz kazancı için bu işin içinde olduğunu
anlatan Sosis Satıcısı, son dönemde savaş nedeniyle kente gelmek zorunda kalmış
Demoö hakkında şu uyarıda bulunur: "Demoö yine kırsal kesime geri döner de barış
içinde yaşar, iri kum yemekte yeni bir cesaret bulur ve basılmış zeytinden yağ edinir­
se, devlet maaşıyla ondan hangi yararları esirgediğinizi idrak eder, sonra bir de bak­
mışsınız geri dönmüş, iyi bir köylü size karşı kullanmak için bir oy avlamaya çalışıyor"
(Knightö [Şövalyeler) 80 1 -9).

Kazanç iştahı sınır tanımayan, paraya dayalı "gayritabii" bir ticaretin tersine, kazan­
cın ve harcamaların hanenin ve kentin iyi bir yaşam sürmesi için gerekli olanlarla
sınırlı tutulmasını öngören, geçmişte kalmış "kullanım için üretim" anlayışının er­
demlerine duyulan bu nostaljinin başka meşhur versiyonları da olabilir (Arist .. Pol .
l 2 5 6b- l 2 58b). Kari Polanyi, Aristoteles'in Pol i ti ka'sına atıfta bulunarak şöyle sor­
muştu:

Aristoteles ai lenin ve devletin kökenini açıklayan, insani istekler ve ihtiyaç­


ların sınırsız olmadığını, yararlı şeylerin içkin olarak kıt olmadığını göster­
mek için, sırf bunun için tasarlanmış bir kuramı hangi amaçla gel iştirmişti?
Bu soruya getirilecek açıklama gün gibi açıktır. i ki politika sorunu -ticaret ve
fiyat- acilen bir cevap bulunması için baskı yaratıyordu. Ticaret ve fiyatların
belirlenmesi meselesi ile topluluğun varoluşunun ve kendisine yeterliliğin i n
BGST 1 Dü9ünce Dizi6i 1 51

gerekleri arasında bir bağ kurulamazsa, ikisiyle d e ilgili hükme varmanın akılcı
bir yolu söz konusu olamazdı. . . Ticaret, daha doğrusu bizim tabirimizle piyasa
ticareti, dönemi n yakıcı bir meselesi olarak gündem·e gelmişti. Yeni ve rahatsız
edici bir gelişmeydi bu ( 1 9 5 7 : 83 -84).

Marx, modern dünyada insanın amacının üretim, üretimin amacının da servet olma­
sına karşıl ık, antik dünyada üretimin amacını insan olarak gören kavrayışın ulvili­
ğinden bahseder ( 1 9 7 3 : 487-88). Bu formülasyon, eski güzel günlerin henüz geride
kalmadığı, dolayısıyla ekonominin egemen ilkesi olarak kendi başına sermaye biriki­
minin (Marx'ın Para-Meta-Para'sı) henüz ön plana çıkmadığı klasik Yunanistan'ı içine
alamayacak kadar iki kutupludur muhtemelen . 3 1 Ama Atina'nın deniz ticaretine ve
haraçlarına bağımlılığı, yurttaşlarının gelirleri için kente bağı ml ı olması, imparator­
luğu emniyette tutmak ve savunmak için yapı lan askeri harcamaların bütün bunları
yoğunlaştırması , iktisadi hesaplamayı kentin tarihi eyleminin başlıca ilkesi haline ge­
tirmiştir. 1 2 i nsan Sicilya Seferi nedeniyle "akılcı hesaplama" demekte tereddüt ediyor;
ama Thukydides halkın bu sefere ne kadar hevesli olduğunu, onu "o tarihte ücret elde
etmek için" iyi bir fırsat olarak gördüğünü ve "fetihlere, gelecek için hiç tükenmeye­
cek bir gelir kapısı" olarak baktığını belirtmiştir (6. 24 . 3 ) . Lisa Kal let Thukydides'in
büyük ölçüde metne dayalı bir analizi üzerinden, Atina lmparatorluğu'nun parasal
kazanç elde etmeyi amaçlamasında ilerici bir dönüşüm görür. " i ktidar giderek iktisadi
bir amacın aracı haline gelir: Atinalı ların denetim sistemlerini iktisadi bir arkhe'ye
!imparatorluğa] dönüştürmeleri" (200 1 : 29 1 ; krş. Ehrenberg 1 9 5 1 : 3 2 3 vd.). Benim
bahsettiğim de materyalizmin kültürel açıdan özgül bir oluşum olarak ortaya çıkması­
dır: Tarihin ekonomik belirlenimi deği l , ekonomizmin tarihsel bel irlenimi.

Polanyi'nin, Aristoteles'in "ekonomiyi keşfetme"sini keşfetmesini tamamlamak üzere


"ekonomik belirlenimin icat edilmesi"nden bahsedebi liriz. Thukydides'in "Arkeoloji"

31 Viktor Ehrenberg 5 . yüzyıl sonları Atina'sından şöyle bahseder: "Ama o zaman bile, ekonomi hayatın
ahlaki veçhelerine hükmediyor degildi. Aslına bakılırsa tam tersi söz konusuydu. Gündelik yaşamın
zorlukları içinde, hatta altsınıflar arasında bile ideal olan pek de iyi bir hayat sürebilmek için zengin
olmak degi ldi ve bunu saglamak da Devlet'in görevi olarak görülüyordu. i şte bu nedenledir ki
Devlet'in kesesinden geçinenlerin sayısı sürekli artmaktaydı" ( 1 95 1 : 3 3 5-36). Ayrıca Alcestus'un.
Platon'un Gorgia6'ında, Theopompus'un ise Devlet 'teki Sokratik çürütmelerini de degerlendiriniz.
Gorgia6, Ehrenberg'in sofistler hakkında "esasen pratik ve fırsatçı zihniyetlerinin" gel işen ekonomik
rasyonalizm karşısında geleneksel degerleri zayıflattıkları yönündeki görüşünü de yankılar (a.g.e.,
273).
32 Bu baglamda yine Ehrenberg'den b i r alıntı: "Bazı çekincelerle de olsa, aralarında savaştan kar eden­
lerin, özellikle de silah üreticilerinin, savaş amacıyla harcanmak üzere ayrılmış kamu fonlarını zim­
metine geçirenlerin de eksik olmadıgı bir 'askeri grup'tan ve savaştan yana olanlardan bahsetmek
mümkündür; para dolaşımdaydı ve birçok kişi bundan yarar saglıyordu" ( 1 95 1 : 3 07). Dolayısıyla
sonunda: "Bu kazanma arzusu artık az çok proleterleşmiş, dolayısıyla da geçimini saglamak zo­
runda olan bir grupla sınırlı degildi artık. Halkın tamamını da içeriyordu ve insanlar para kazanma
arzularıyla ekonomik hayata faal bir biçimde katıl ıyordu" (a.g. e., 323).
52 1 Thukydldea'ten Oziır DUe;yerek 1 Mar6hall Sahlin6

( 1 .2- 1 9) diye bilinen eserinde yer alan, deniz gücüyle elde edilen servetin Helen dün­
yasını barbarlıktan çıkarmaktaki dönüştürücü etkisini vurguladığı büyük kültürel ev­
rim anlatısı, bu tür bir ekonomist kuramlaştırmanın ilk örneği olabilir. Muhteşem bir
entelektüel kariyere yazgılı olan ekonomik belirlenimcilik, kazanç elde etmeye dayalı
bağımsız bir alanın oluşumundan güç alan, doğmakta olan Atina lmparatorluğu 'nun
bir özbilinçli liği olarak başlar. Thukydides'e göre denizcil i k devrimi, teknik açıdan
denizlerin efendisi olmak, Tarım Devrimi'nin maddi sonuçlarına yer veren daha
sonraki antropolojik evrim tasarımlarının tersine daha ileri bir kültürel gelişimin
temelinde yatıyordu. Bununla birlikte, başka açılardan bakı ldığında Thukydides'in
"Arkeoloji"sinde bu gelişimin izlediği yol , büyük ölçüde modern arkeoloji bi liminin
kuramsal sistemlerindeki gibidir. Bu sistemlerde göçebelerin avcı lık ve toplayıcıl ığı
yerini neolitik devrin yerleşik yaşamına bırakır; bunu artık üretimin artması ve kent­
lerin, medeniyetlerin, son olarak da imparatorlukların kuru lması izler. Thukydides'in
meseleyi ele alış biçiminde de hepsi deniz gücüyle mümkün kılınan ticaret, fetihler
ve korsanlığın bastırı lmasından elde edilen gelirler, bazı halkların daha önceki de­
virlerde yerleşik olmayıp tarım yapmadığı koşul lardan kurtulmasını mümkün kılmış
ve imparatorluğun (Atina) önünü açmıştır. Söylencelere göre Giritli Minos bir donan­
ma inşa eden i l k hükümdardı. Ne bu örnekte ne de diğerlerinde Thukydides, daha
önceki "ilkel birikimin" nedenleri veya araçlarıyla i lgi lenmez; Korinthos'un bir kadırga
fi losu kurması bir istisnadır. Thukydides bunun sebebi ni, Korinthos'un, onu zaten ti­
cari bir merkez haline getiren bir kıstakta, elverişli bir konumda bulunmasına bağlar.
Ama servet birikiminin, denizcil ikle uğraşan ilk halkların dur durak bilmeyen husu­
metleri ve bunlara bağl ı olarak orijinal koşullarından ileri gelen güvensizlikleri aş­
malarını nasıl mümkün kıld ığı sorusuyla özellikle ilgilenir. Eğer böyle olmasaydı, bazı
barbarların hala yaşadığı gibi onlar da (Hobbes'un daha sonra yeniden söze döktü­
ğü üzere) "doğa durumunun dezavantaj ları "ndan mustarip olurlardı: Bırakın ticareti,
kentleri ya da "başka bir büyüklük biçimini" toprağın zar zor asgari düzeyin ötesin­
de eki lmesi ni bile engelleyen, korkunun güdümünde göçebe bir varoluşu yaşarlardı
(Thuk. 1 . 3 . 2).

Deniz güçlerinin tonlarca servet biriktirmesi bütün bunları değiştirmiştir. Sahil böl­
gelerinde büyük, surla çevrili kentlerin kurulmasına (oysa önceleri, korsanlardan
korkulduğu için sadece iç kesimlere yerleşil irdi, deniz kenarlarına yerleşim ilk baş­
larda sadece dönemseldi); (ortak bir adları olmasa da Troya'daki Helenler gibi) et­
nik konfederasyonlara ve bir kentin başka kentlere boyun eğdirip onlara hükmetme
gücüne (dolayısıyla imparatorluğa) yol açmıştır. Thukydides ekonomik açıdan teşvik
edici etkenlerin iki l i bir anlamda geliştiğini anlamıştı; nesnel olarak servet birikimleri
[chrematonl artıyordu, öznel olarak da kazanma arzusu [kerdonl. Kazanma arzusu
servet birikimine paralel gelişiyordu, böylece birlikte i lerliyorlardı: "Helenlerin gücü
BGST J Dü�ünce Dizi6i J 53

artarken servet birikimi daha ziyade bir amaç halini aldı; devletlerin gel irleri artıyor
ve hemen her yerde tiranlıklar kuruluyordu" ( 1 . 1 3 . 1 ).

Ya da Crawley böyle tercüme ediyor. Yüzyıllar içinde bu ve buna benzer pasajların


çeviri lerindeki değişikl i kler, tesadüfen de olsa birçok bakımdan açıklayıcıdır; en azın­
dan, antik metni güncel kapitalist kategorilerle donatma eğiliminin gelişimini göste­
rir. "Arkeoloji"de ( 1 . 8 . 3 ) yer alan, Thukydides'in ekonomizmine kanıt olarak sıklıkla
al ıntılanan i fadeyi bir düşünün: Burada ekonomizm, imparatorluk hakimiyetinin yanı
sıra boyun eğme gerekçesi olarak da sunulmuştur. Bir uçta H obbes ( 1 629), söz konusu
maddi çıkarlar genel bir " kazanma arzusu" olsa da, eskiden kalma bir feodalizm ha­
vasıyla "daha aşağıdaki kesimler"den ve "uşaklık"tan bahseder: "Zira kazanma arzusu
nedeniyle daha alçak kesimler kudretlinin uşağı olur, kudretli olanlar da servetleriyle
daha güçsüz kentleri bağımlı kılarlar." Diğer uçta ise, kapitalist "kar" ve "sermaye"
vardır; işte Rex Warner'ın çevirisi 1 1 9 54]: "Zayıf olan, genel kar etme arzusu nedeniyle
güçlülerin yönetimine girmeye razıydı, sermaye kaynaklarını ele geçirerek üstün güç
elde edenler de küçük kentleri denetimleri altına aldılar."33

Gelgelelim, bu farkl ı Thukydides çevirilerinde etnik-merkezci l i kten fazlası söz konu­


sudur: Thukydides'in ekonomizminin ortak bir alt katmanı vardır. De Romilly'nin i leri
sürdüğü üzere onun sisteminin müthiş orijinalliği, onu iyiden iyiye modern kılan şey
burada yatar: "Sadece eleştirel ve mantığa dayalı bir tarih deği l, terimin modern anla­
mıyla olumlu ve gerçekçi , ekonomik etkenleri ilk sıraya yerleştiren bir tarih" (Romilly
1 967: 266). Yine de "modern", "olumlu" ve "gerçekçi" olmak, ekonomik etkenlerin
önceliğini evrensel, hatta doğru kılmaz. Bu ekonomizm aslında, belli bir kültürel-ta­
rihsel oluşumun kendi hakkındaki bilincidir. Avrupa' da yeterince gözden düşmüş, 1 7.
yüzyılda ise yeniden popüler hale gelmiştir.

Bu ekonomik ideolojinin sadece Fiji 'de deği l baş �a yerlerdeki benzer oluşumlarda da
yankılandığını görürüz. Gary Wills'in, Rönesans'ın Aslan Kenti ile Perikles'in Atina'sı
arasında tekrar tekrar paralellikler kuran, kısa süre önce yayımlanmış bir çalışmasın­
da belirttiği üzere, talassokratik Venedik de aynı kazanç elde etme hırsına teslim ol­
muştu. Aynı kazanç elde etme hırsı ve aynı imparatorluk ekolojisi. Bataklığın üstünde
yükselen, insan elinden çıkma, tecrit edilmiş bir adalar zincirin i n üstüne inşa edilen
Venedik de adalara özgü bir zaptedilemezlik ve denizlerde hakimiyet hayaliyle kurul-

33 Diğer paralel pasajlar, ekonomik kategorilerin benzer b i r dönüşümünü işaret etmenin yanı sıra
llıukydides'te söz konusu olan iş başındaki nesnel-ekonomik etkenin servet stoklarının birikimi,
yani kültürel evrimle ilgili benzer antropolojik ve arkeolojik incelemelerde geçen "artık" kategorisi
gibi bir şey olduğuna işaret eder. Bu nedenle Hobbes'un ( 1 989) plöimöterôn sözcüğünü çevirirken
kullandığı karşılık olan "bol miktarda zenginlik" 0 .7), Bloomfield'de "büyük bir servet bolluğu"
( 1 829), Crawley'de "büyük bir sermaye arzı" ( 1 876) ve Warner'da "genel sermaye rezervleri" ( 1 972)
haline gelmiştir.
54 1 lbuleydldea 'ten Ôzür DUeyenık 1 Mar6hall Sahlin6

muştu. Venedik kendisine ait öneml i kaynaklar olmadan, donanma gücünün ekono­
mik amaçlarla kul lanılmasıyla müthiş zengin olmuştu. Wills bu konudaki benzerliklere
dikkat çeker:

Bir deniz imparatorluğu olan Perikles'in Atina'sı karadaki küçük yerleşimini,


bağıml ı l ı k altındaki huzursuz grupların veya düşman rakiplerinin su dünyasına
seferler düzenlemek için kullandı. Atinalılar, tıpkı Venedikli ler gibi, insanl ığın
geri ka lan kısmından farkl ı, ayrı, otokton olduklarını, kendi çimenliklerinden
boy verdiklerini düşünüyorlardı. . . Atinalı ların donanma becerisi, çokrenkli
Atinalarını donatmak için haraç aldıkları Delos Birliği'ni güvence altına aldı;
tıpkı Venedikli denizcilerin Bizans'ın ganimetini askeri tapınaklarının, San
Marco bazilikasının renkli ışı ltısına katmaları gibi. Atina'nın topladığı haraç
parası, Dionysos tiyatrosunda o tanrıya adanmış dini yarışmalar için yapılan
resmi törenlere getiri l i rdi . Venedik'teyse Doğu'dan getirilen değerli eserle­
rin saklandığı sandıklar, kenti himaye eden azizlerin bayramlarında taşınırdı
(Wi lls 2 00 1 : 1 3 - 1 4).

Venedik, Wills'in dediği gibi, Atina'ya benziyordu; Atina'yı bil inçli olarak taklit ettiği
için deği l , "bu iki deniz imparatorluğu yapıları gereği karşı karşıya kaldıkları sorun­
larda benzer çözümlere ulaştıkları için" ( 1 3). Bu deniz imparatorluklarının ekonomiz­
minin gerçekten de tarihsel bakımdan ayrıksı olduğuna ve yapısal gerekçelere da­
yandığına ikna olmamız için, Thukydides'in hareketli Atinalıları nispeten hareketsiz
Spartalı larla karşı laştırmasını izlememiz gerekir. Spartalılar 5. yüzyılda, iddialara göre
tanınmış kanun koyucuları Lykurgos'un yüzlerce yıl önce yerleştirdiği ilke uyarınca,
maddi özveriyi erdem haline getirmiş kişilerdi. Lykurgos boyut itibarıyla kolayca taşı­
namayacak veya biriktirilemeyecek kadar büyük, değeri düşük bir tür demir para icat
etmişti . Lykurgos'un tüketim kanunları nın da kendi yağında kavrulmaya dayalı genel
bir yoksulluk durumu yarattığına dikkat çeken Ksenophon, "sahip olmanın ıstırabının,
sefasını sürmenin ötesine geçtiği bir devlette para kazanmak neden bir meşga le olsun
ki?" diye sorar (Conöt. Laced. V l l . 2). Burada kazançla başka tür bir ilişki kurulmuştu:
Sparta'nın i lişkisi.

ULUSAL KARAKTER, KÜLTÜREL DÜZEN

Fiji 'yle bir karşılaştırma yapmak, Sparta otarşisi ile Atina'nın girişimi arasındaki teza­
tın sadece yapısal gerekçelere dayanmadığını, tarihsel olarak da birbiriyle bağlantıl ı
olduğunu düşündürecektir. Sparta i l e Atina, özellikle 6. yüzyıl sonundan itibaren kül­
türel karşıt tipler olarak birbirlerine karşı evrilmişlerd i . 34

34 Yararlı bir terim olan kar�ıt tipi (antitip) Jonathan Hall'un " Helenler" ile "barbarlar" arasındaki
kategorik karşıtlı�ın gelişimine ilişkin tartışmasından aldım (2002: 1 79).
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 55

Ne var ki Thukydides'e göre, Spartal ı lar ile Atinal ılar arasındaki farklar yapı deği l
karakter meselesiydi . (Thukydides sadece rasyonel tarihyazımımızın deği l , tarihsel
betimleme olarak özcülük ve kültürel açıklama olarak belirlenemezciliğin bütün hata­
larıyla birlikte bugün yeniden dirilti len kolektif öznelliklerin ve hatırası kutsal "ulusal
karakterler"in de öncüsüydü.) Thukydides'e inanacak olursak, dönemin Yunanları et­
nik mizaçlarından olabildiğince yararlanmışlardı. Zira Spartalılar ile Atinal ı lar arasın­
daki bu tür farkları en sağlam biçimde sergileyenler, Spartal ılara bir kez olsun kıçla­
rını kaldırıp Atinalı ların Otuz Yıl Barışı'nı ihlal etmesine gerektiği gibi yanıt vermeleri
uyarısında bulunan Korinthoslular olmuştu. Korinthoslular, siz Spartalılar Atinalılarla
karşı laştırı ldığınızda ağır hareket ediyorsunuz, algınız bulanık, ertelemeye teşnesiniz,
yeniliklere açık deği lsiniz ve al ışkanlıklara mahkumsunuz, ayrıca fazla tedbirli ve sa­
vunmacısınız; evinizi terk etme korkunuz ancak dışarıda neler olup bittiğinden biha­
ber olmanızla boy ölçüşebi lir, diyordu. Elbette Atinalılar onların tam tersine enerjik
olma, girişimci lik ve cüretkarlık nitelikleriyle boy gösteriyordu. "Karakterlerini tek
bir sözcükle betimleyecek olursak, dünyaya kendi lerine de başkalarına da rahat ver­
memek üzere geldiklerini söylemek yanlış olmaz" sonucuna varmıştı Korinthoslular;
"oysa siz Spartalıların al ışkanlıkları onların al ışkanlıklarının yanında eski moda kalı­
yor" diyorlardı ( 1 . 7 0 . 9 - 1 . 7 1 . 2).

Thukydides savaş öncesindeki elli yılı, bugün anı ldığı biçimiyle pentekontaitia'yı be­
timlerken, kuşkusuz Atinal ı lar kesintisiz hareket ya da bu duruma uygun Hobbesçu
ifadeyi (ya da türetmeyi) benimsersek "sürekli bir güç arayışı" biçiminde karşımıza
çıkıyordu. Bu dönem, imparatorluğun önce Atina'nın liderl iğinde bir ittifak, yani
Delos Birliği olarak tesis edildiği , daha sonra Atina'nın hakimiyeti ve sömürüsü al­
tında bir haraç sistemine dönüştüğü dönemdi . Ege'yi korsanlardan temizleyen, Pers­
leri Asya'ya geri süren, isyanları bastıran, imparatorluklarını genişleten Atinalı lar,
pentekonta i ti a'da "Doğu Akdeniz'in her yerinde t)areket halinde olmuş, Peloponne­
sos çevresinde yelken açmış ([Thuk. ) 1 08 . 5), Korinthos Körfezi'nin ( 1 0 3 . 3 ) dar bo­
ğazlarını denetim altına almış, Kuzey Yunanistan ( 1 00 . 2), Küçük Asya ( 1 00 . 1 ), Kıbrıs
( 1 1 2 . 4) ve Mısır'la uğraşmışlardı" (Connor 1 984: 44).35 478 sonrasında Helenlerin
liderliğini Atinalı lara bırakan Spartalılar, artık Korinthosluları fazlasıyla boğan Pe­
loponnesos kabuğuna geri çeki lmiş bulunuyorlardı . Spartal ı lar, Atinal ılarla savaşın
başlaması sonrasında bile, düşmanları dikkate alındığında beyhude ve kısa olmasıyla
dikkat çeken eski moda kara seferleri düzenlemekte ısrar etmişlerdi. Savaşın ilk yıl-

35 Atinalıların 465'te o yılın kayıplarını anmak için diktikleri anıtın beş parçası, onları Makedonya'nın
doğu sınırlarından Hel lespontos'un (Çanakkale Boğazı) Asya yakasına varıncaya dek Kuzey Ege'nin
beş farklı bölgesinde savaş halinde resmeder (McGregor 1 987: 45; krş. Palmer 1 992: 59). Moses
Finley, Atina'nın "Pers savaşları ile Makedonyalı Filip tarafından M Ö 3 3 8'de Chaeronea'da yenilgiye
uğratılmaları arasında geçen süre zarfında her üç yılın ikisinden fazlasında savaş halinde olduğu, bu
dönemde hiç on yıl peş peşe barış yaşamadığı" gözleminde bulunmuştur ( 1 986: 6 7).
56 1 lhukydldea'tm O.zür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

larında, her yaz üst üste Attika'nın kırsal kesimlerini işgal etmiş, yağmalamış, son­
ra da bura lardan geri çeki lmişlerdi; bunlar en fazla kırk gün veya daha kısa süren
harekatlardı. Bu strateji Atina'nın genel geçer bir durumun büyük bir istisnası olma­
sına dayanıyordu: Atina, diğer Yunan kentlerinin tersine, tahı lını büyük ölçüde kendi
üretimiyle karşılamıyordu. 36

Vaziyet böyleyken bile, Spartalıların kendi sınırlarının ötesine geçmekle ilgili bir so­
runları vardı. Seferlerinin, gerekli kurbanların sunulmasının başarısız olması nedeniy­
le sınırı geçmeden sona erdirilmesi yeterince sık rastlanan bir durumdu. Kurbanların
sunulması orduyu yöneten kralın (iki kraldan birinin) liderl iğinde Sparta'nın içinde
başl ıyordu ve başarılı olursa sunak ateşi sınıra taşınıyordu. "Burada kral yine Zeus ve
Athena'ya kurban sunar. Ordu, ancak kurbanın bu iki tanrı tarafından kabul edilebi lir
bulunması halinde karadaki sınırların ötesine geçer" (Xen. Conôt. Laced. X l l l . 2 -3).
Thukydides, Sparta l ı ların sınırlarını aşma konusunda olumsuz alametler gördükleri
için ikisi 4 l 9'da, biri 4 l 6'daki üç ayrı seferi sona erdirdi klerinden bahseder ( 5 . 5 4 . 2 ;
5 . 5 5 . 3 ; 5 . 1 1 6). Goodman v e Hol laday, "bu seferlerde Sparta'nın düşmanları , onun
i l kelerine bağl ılığından çok yarar sağladılar" gözleminde bulunur ( 1 986: 1 56). Thuky­
dides, Sparta l ı ların iki kez deprem (şer alameti) nedeniyle savaş meydanından ay­
rıldıklarını da bel i rtir; bunlardan birinde, her yıl olduğu gibi 426'da Attika işgaline
giderken (Thuk. 3 . 89 . 1 : 6 . 9 5 . 1 ) geri dönmüşlerdi. Bu meşhur savaşçıların Marathon'da
olduğu gibi savaşa çok geç kalmak, zorunlu dini tabular veya ibadetler nedeniyle ge­
cikmek gibi kötü bir şöhretleri vardı. Askeri seferleri orta yerinde bırakıp büyük yıllık
bayramları Hyakinthia için Sparta'ya geri dönmeleriyle de tanınıyorlardı (Hdt. 9.7-
1 1 ; Paus. 3 . 1 0. 1 , 4 . 1 9 . 4 ; Xen . , Hellen. 4 . 5 . 1 1 ) .37 Syrakusa'da Nikias'ın komutasında
felaketle sonuçlanan örnekte olduğu gibi, Atinalılar da askeri stratejilertni törensel
zorunlul uklara tabi kılabil iyorlardı; ama buna dindarl ıkları dile düşmüş Sparta l ı lar
kadar teşne deği l lerd i . Sparta, "tanrılara karşı görevlerini yerine getirmek için kendi­
sinin ve sıklıkla da müttefiklerinin çıkarlarını seve seve feda etme şöhretine sahip tek
Yunan devletiydi" (Goodman ve Hol laday 1 986: 1 54 ; krş. Hodkinson 1 98 3 : 273 -74).
Bu nedenle, Atinal ı lar düşmanlarından yana şanslıyd ı . Spartalıların 4 1 1 gibi geç bir
tarihte bazı büyük başarılardan yararlanarak Pire'ye inme becerisi gösteremediği üze­
rine yorumlarda bulunan Thukydides, "Spartalılar başka birçok örnekte olduğu gibi
burada da tüm dünyada savaşa tutuşulacak en uygun halk olduklarını göstermiştir. i ki

36 Öyle görünüyor ki Spartalılar özellikle de Arhidamos Savaşı sırasında Atina tarımına ciddi düzeyde
pek az zarar vermiştir (Hanson 1 998: 1 3 1 vd.).
37 Goodman ve Hol laday'e göre Spartalı lar otuz sekiz yıllık bir dönemde on kere depremler nedeniyle
savaş meydanını terk etmişlerdi ( 1 986: 1 55). Yazarlar tarih vermez ama bu dönem MÖ 4. yüzyıla
uzanır. Goodman ve Holladay dinin Sparta'nın seferleri üzerindeki etkisine ilişkin ayrıntılı ve bel­
gelere dayalı bir tartışma sunar.
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 57

karakter arasındaki fark, Spartal ı ların ağırkanl ı l ığı ve enerj i eksikliği ile hasımlarının
atılganlığı ve girişimciliği arasındaki tezat çok işe yaramıştır, özellikle de Atina gibi bir
deniz imparatorluğunun çok işine yaramıştır" (8.96.5).

Sparta l ıların sınırlarının dışına çıkma korkuları, Korinthosluların burun bükmesi­


ne neden olan başka muhafazakar özellikleri gibi, klasik akademisyenlerin "Sparta
serabı" dediği, saygın ve ayrıksı olduğu varsayılan bir kültürel sistemin veçheleriy­
di (Ol l ier 1 93 3 -43). Asırlar boyunca başl ıca özellikleri tutumluluk, otarşi ve yabancı
düşmanl ığı olan, ticaret ve sanatları hor gören, Spartalı erkekler ve erkek çocukların
"kışla yaşamı" sürdüğü, devlet serflerine dayal ı bir üretim sistemine sahip benzersiz
bir Sparta kültürünün var olduğu söylencesi bugün kuşkuyla karşılanmaktadır. Köken­
lerinin antik devirlere uzandığı, uzun zamandır ayakta olduğu düşünülen bu kurumlar,
esasen efsanevi kanun koyucu Lykurgos'a atfedilmiştir. Plutarkhos ise Lykurgos hak­
kında, anlaşmazlık ötesinde bir şey bel irlemenin imkansız olduğunu söylemişti (Lyc.
1 ) . Ne var ki, Plutarkhos Spartal ıların benzersizliğine i l işkin söylenceleri tekrarlayan
ilk isim deği ldi; zira bu söylenceler 5. yüzyıldan beri Herodotos, Ksenophon, Platon
ve Aristoteles tarafından aktarı lmıştır. Thukydides de bu isimler arasındadır: Ta rih 'te
Sparta'nın "çok erken bir tarihten beri iyi kanunlara sahip olduğu"nu belirtmeyi ge­
rekli görmüş, buna "dört yüzyıl ı aşkın bir süredir aynı anayasaya sahip olduğu" yö­
nündeki olağanüstü derecede spekülatif iddiayı da eklemiştir ( 1 . 1 8. 1 ) . Bu argümanla
ilgili modern çekincelerin tipik örneklerinden biri A. W. Gomme'nin Thukydides'in
metni üzerine açıklayıcı yorumunda sarf ettiği sözlerdir. Gomme, Thukydides'in pa­
sajında Sparta'nın siyasal anayasasına atıfta bulunulmadığını söyler, zira ikili krallık
dışında bu anayasa aristokrat Yunan yönetim biçimleri arasında bir istisna değildir.
Gomme'ye göre, Thukydides daha ziyade "Sparta'nın kendine özgü yaşam biçimi"ne
atıfta bulunur, ama "arkeolojik kanıtlara dayanarak [. . . ] bunun da MÖ 600 öncesinde
pek var olmadığını bil iyoruz [ . . .]" diye ekler: "Sarıatların ve ticaretin hor görülmesi ,
yabancıların sevilmemesi, hemen hemen diğer bütün halkların yaşamı kolaylaştıran
araçlar olarak gördüğü her şeyin reddedilmesi - 5 . yüzyıl ve sonrası Yunanların özel­
likle Sparta eunomia'sı [iyi yönetim] ve Lykurgos anayasasıyla i l i şki lendirdiği her şey-
6. yüzyı lın i l k yarısı öncesinde baskın deği ldi" ( 1 94 5 : 1 29).

Gomme'nin devrinden bu yana yapı lan araştırmalara göre, " farklı bir Sparta"nın
gelişimi daha da sonraki bir tarihte gerçekleşmişti. Sparta'nın ayrıksı özelliklerinin
birçoğu 5 . yüzyıla dek ortaya çıkmamıştır; bazılarıysa ancak Pers Savaşı'ndan sonra
gözlenir.38 Bugün klasik tarihçiler arasında yaygın olarak kabul gören bir "serap" fik­
ri veya antropologların "geleneğin icadı" diye bildiği şey buradan i leri gelir. Arkaik

38 "Serap" hakkında başka kaynakların yanı sıra bkz. Huxley ( 1 962), Cartledge (200 1 , 2002), Hodkin­
son ( 1 983) ve Rawson ( 1 969).
58 1 lhukydldea'ten Ôzür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

Yunan'ın kendi M i ken geleneğini ya da aynı şekilde Rönesans'ın kendi Grek-Roma


geleneğini icat etmesine çok benzer şeki lde, bu da başarılı olmuştu. Serap denilen bu
durum, Thukydides'in devrinde neresinden bakı l ı rsa bakı lsın sapasağlam ayaktaydı,
hem fikriyle hem de büyük ölçüde gerçekliğiyle. Bu açıdan bakı ldığında, tıerap ve icat
gibi kirli çamaşırları ortaya döken terimlerin pek yararı olmaz. Bu fenomene, kötü
bir isim deği lse de sahici l i kten uzak bir hava veren söz konusu terimler onun kendi
dönemi ve insanları için tarihsel değerini ve önemini göz ardı etme pahasına onun için
bel irlediğimiz akademik şecereyi yansıtmış olurlar. Eski dönemlere dayand ığıyla ilgili
söylencenin tasdik ettiği ayrıksı Sparta sisteminin çok geç ortaya çıkmış olmasının.
Sparta'yı bütün bu açı lardan "devrimci Atina"nın o dönemdeki antitezi haline getirmiş
olacağını göz önüne alalım. O zaman Thukydides'le tarihyazımı üzerine sohbetimiz
şöyle akabi lirdi: Atinalılar ile Spartalıların kolektif mizaçları arasındaki meşhur fark­
ların ardında kültürel düzenleri arasındaki farklar yatar; kültürel düzenleri arasındaki
farklar da birbirleri üzerindeki etki lerinden kaynaklanır.

Yine Fiji 'yle bir karşı laştırma yapmak, belki kültürel uzaklığı nedeniyle tari hyazımı
açısından vurgulamak istediğimiz noktayı açıkça ortaya koyar. Sözü edilen seraba
sonra yine dönebi liriz.

FiJi TARiHiNİN YAPILARI

l 843 - 5 5 'teki Polinezya Savaşı'nın bir pentekontaitia'sını yazacak, dolayısıyla 1 8.


yüzyıl sonuna dönecek olsaydık, (Atina misali) Bau'nun da nispeten hareketsiz (Sparta
misali) Rewa'ya nazaran sürekl i hareket halinde ve genişlemekte olduğunu söylerdik.
Rewa tümüyle kendi sınırları içine kapanmış değildi, ama dış dünyadaki maceraların­
da daha fazla sınırlamıştı kendini. Haritada (Şeki l 1 . 1 2) gösterildiği üzere, sırasıyla
akın ve savaş alanlarına bir bakın. 19 Bau, Rewa' dan farkl ı bir ölçekte iş görüyordu.
Rewa'nın seferlerinin çoğu , yarıçapı başkentin 1 0- 1 5 kilometre ötesi olan bir daire
içi nde gerçekleşiyordu: i syancı tebaasıyla (qali. örneği n Noco), çekişme içinde olduğu
müttefikleriyle (bati, örneğin Nakelo) ya da yakınlarındaki düşmanlarıyla (Tamavua
ya da bir Bau şehri olan Suva'yla) yaptığı savaşlardı bunlar. Rewa'nın daha uzaklarda
atıldığı maceralar, güneydeki Beqa ve Kadavu Adaları'na düzenlediği akınlardan olu­
şuyordu; yine çoğunlukla buralarda tesis etmiş olduğu otoriteyi güvenceye almak için

39 Burada sunulan veriler hiç kuşkusuz eksiktir (Şekil 1 . 1 2). Bau ve Rewa savaşlarının dağılımı başlıca
misyoner ve deniz yolculuğu kaynaklarından. savaşçı krallar Ratu Naulivou ile Ratu Banuve döne­
minde Bau'yu anlatan söylencelerden ve Ro Tabaiwalu zamanında Rewa'yı anlatan söylencelerden
derlenmiştir. Eksik bilgiler dışında, Bauluların yaptığı savaşların sayısına i lişkin tahminler de dü­
şüktür, çünkü hedeflerin birçoğuna bir kereden fazla saldırılmıştır; tek bir sefer sırasında bile ordu­
nun Bau'ya başarı kazanmadan döndüğü, yeniden toplanıp yeniden saldırdığı olmuştur. Rewalıların
yaptığı savaşların sayısına i lişkin tahminler de düşüktür ve bu, daha az ölçüde yukarıdaki aynı ne­
denden kaynaklanır; ama kanımca büyük ölçüde, Rewa'nın etkili olduğu Güney ve Güneybatı Viti
Levu sahil lerindeki harekatlara i lişkin göstergelerin eksikliği nedeniyle düşüktür.
8'&f 1 OOtiMf DIWl 1 59

p A

o
o

W E
B

l.l···
'

1 ®-
o 1

'"=1 A S T E R N - JI V I S I O N '
.. '

...,_ _

- ---
.._
- ·-· - - .. ...

1 .12 Fiji: 1 8. yüzyıl sonlarından 1 843'e kadar Bau ve Rewa'nın akın,


y&Oma ve savaş alanlan (B: Bau, R: Rewa)
60 1 11ıukydlde4'fm Ôzür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

savaşıyordu.40 Aynı dönemde Bau filoları, bir ucundan diğerine Fiji Adaları 'nın her
yerinde faaliyet gösteriyordu. Bau kuvvetleri 1 8. yüzyıl sonu ya da 1 9. yüzyıl başların­
da Fij i Adaları'nın en doğu ucundaki Lakeba (Lau) ve Vanuabalavu'yla savaşa tutuştu.
Kuzeydoğudaki Viti Levu'dan (Nakorotubu) müttefikler de dahil olmak üzere büyük
bir Bau ordusu, Lakeba'nın iç kesimlerinde tahkim edi lmiş bir şehir olan Kedekede'ye
başarıl ı bir saldırı düzenledi. Bu saldırı sonrasında Kedekede sakinleri şehri terk etti
ve Lau kralı tahttan indirilerek yerine burada yerleşik Bau deniz halkından bir şef
geçirildi (Reid 1 990; Koto Ms.). Bau filosu, Vanuabalavu açıklarındaki meşhur bir
savaşta, savaşçı kralın taraftarları tarafından adadan sürülüp çıkarılan kendi kutsal
kral larını (Roko Tui Bau) yakalayıp öldürdü (Na M a ta 1 89 1 'de anonim hikaye [ 1 ] :
1 3 - 1 4). l 840'larda B a u , Vanua Levu'nun kuzey sahil lerinde savaşıyor, Macuata'dan
adanın doğu ucunda, Udu Burnu'na varıncaya dek bütün şehirlere saldırıyordu. Bau,
Viti Levu'nun kuzey (Ba) sahilinde, Malake, Ovalau, Verata (birkaç kez), Bua, Naigani
ve Koro'da, birkaç kez Rewa Deltası 'nda ve Kasavu'ya varıncaya dek nehrin yukarı
kesimlerinde de savaştı. Ama bu dönemde Fij i 'yi ziyaret eden bir Fransız'ın yazdıkları,
Bau'nun kendine özgü siyasal hareketl i l iği hakkında bir hükme varmanın başka bir
yolunu sunar.

Kaptan Dumont d'Urvil le 25 Mayıs 1 82 7'de, Lau, Lakeba'da üst düzey bir Bau şefi
olan Ratu Tubuanakoro'yla birlikte Lau kralının kardeşlerinden birini, bir-iki Tonga­
lıyı, babası Tongal ı annesi Lau kralının kız kardeşi olan yerli bir soyluyu Aötrolabe
adlı gemisine aldı (d'Urville 1 83 2 : 409) . 4 1 D'Urville talihsiz La Perouse'un, Ratu Tubu­
anakoro ise babasının erkek kardeşi Ratu Naulivou, yani Bau'nun Vunivalusu adına
"Fiji takımadalarındaki çok sayıda adada" gerçekleştirdiği bir iş olan haraç toplamanın
peşindeydi (Gaimard 1 83 2 : 698). (Doğabil imci M . Gaimard da, Ratu Naulivou'dan "Fiji

40 Kuralı dogrulayan bir istisna çerçevesinde, l 809'da Bau'nun liderliginde düzenlenen ortak bir Bau­
Rewa seferinde Kuzey Viti Levu"da Teidamu Nehri üzerindeki bir şehre ve doguda, Viti Levu Körfezi
yakınında başka bir şehre saldırılmıştır (iki şehrin de ismi belirtilmemiştir). Bu sefere ilişkin ilginç
ayrıntılarla dolu bir anlatı bize üçüncü elden, Edwin Turpin'in kaleminden ulaşmıştır; o bu bilgileri
(meşhur David Whippy'nin oglu) Samuel Whippy'den, o da söylenenlere bakılırsa üç Beyaz'la birlik­
te bu sefere katılmış olan Norfolklu bir denizciden almıştır. Seferin nedeni Güneydogu Viti Levu'da
bir kıtlık yaşanmasıydı; bu durum Bau ve Rewa şeflerini ateşkes ilan edip Viti Levu'nun diger böl­
gelerinde yiyecek aramak üzere güçlerini birleştirmek zorunda bırakmıştı. Söylenenlere göre dörtte
üçünden fazlası Baulu iki bini aşkın savaşçı, 1 66 kanoluk bir filoyla savaşa katılmıştı. Ordunun
başında Bau savaşçı kralı Ratu Naulivou'nun kardeşi Ratu Tiinoa vardı. Ordu Nadi'ye ulaştıgında
krallara layık bir biçimde agırlanıp tedarik edilmişti: "Fatihler gibi yaşadık"; aslına bakılırsa Nadi
halkının sundugu çok sayıda yamyamlık kurbanıyla ziyafet çekilmişti. Nadi şefi, kendisi çok küçük­
ken Ratu Naulivou'nun selefi ve babası Ratu Banuve'nin yaptıgı bir ziyareti anlatmıştı. Nadi halkı
Bau'nun tebaası gibi davranıyordu; metne göre, böyle davranmasalardı onlara da saldırı düzenle­
nirdi (Turpin DN).
41 Dumont d'Urville gemide altı Tongalı ve Fijili oldugundan. dogabilimci Gaimard ise beş Tongalı
bulundugundan bahseder. Laulu kraliyet mensubu Soroqali'ydi, Lau'nun rahim yegenlerinden biri
(va6u ki Lau) olan Tongalı ise Lualala'ydı.
BGST 1 Dü9ünce Dizi6i 1 61

Adaları'nın kralı" diye bahseder. Avrupalı ziyaretçilerin sıklıkla kullandığı abartılı bir
ifadeydi bu, ama bu bağlamda belirli bir önemi vardır.) Ratu Tubuanakoro Aötrolabe'da
seyahat ettiği o hafta, onurlu davranışları ve zekasıyla Fransız'ın sınırsız hayranlı­
ğını kazandı. D'urville onun nazik tavırları, dostane görünümü ve uyumlu karakteri
için, "benim gözümde, o zamana dek gözlemlediğim bütün vahşilerden çok daha üs­
tün olduğunu gösterdi " diyordu. D'urville'e göre "zekası, yakın zamanda sanatlar ve
bilimlerde meşhur olan kişilerden hiç geri kalmıyordu" ( 1 8 3 2 : 426-27: Aydınlanma
bilozoblarına bariz bir atıftı bu. Fij ililerin klasik Yunanlara benzeti lmesinden renci­
de olanlar burada bir teselli bulurlar belki). Baulu onurlu tavrını, kısmen Fransız'ın
onu karaya çıkarmak istediği yere soylu bir kayıtsızlık göstererek sergilemişti. Zira
rüzgarlar d'Urvi lle'in yolcularını Lakeba'da bırakmasını imkansız kı lmıştı; o da onları
Taveuni Adası'ndaki Cakaudrove başkenti Somosomo'da bırakmayı önermişti. Bu ihti­
mal Tongalıları çaresizli k gözyaşlarına boğmuştu. Ama Ratu Tubuanakoro meslektaş­
larına, onları Cakaudrove'de koruyacağı güvencesi verebi lmişti. AMrolabe daha son­
ra Taveuni 'ye ulaşmayı başaramayınca, Ratu Tubuanakoro dışındaki bütün yolcular
Avrupa'ya götürüldüklerini düşünerek yine paniğe kapılmışlardı. Ama d'Urville Moala
Adası'na gitmeye karar verince gayet memnun olmuşlard ı . Ratu Tubuanakoro'nun
kardeşlerinden biri burada onun gibi, Bau için "haraç toplayıcısı" olarak görev yapı­
yordu.42 Bu kişi çok büyük bir olasılıkla, Fiji'nin büyük fatihi olmaya yazgılı şef Ratu
Cakobau'ydu . iyi bi linen bir söylenceye göre Ratu Cakobau küçükken Moala'da sünnet
olmuştu; sünnet olmak büyük ölçekli ritüel bir mülk sunusu için bir vesileydi (Togani­
valu TkB). Bu arada Ratu Tubuanakoro yol arkadaşlarının bütün yaygarasına rağmen
şeflere özgü sükunetini korurken, Fiji coğrafyasında "daha önce kendi başına ziyaret
ettiği adaların hemen hepsi" hakkında verdiği derslerle Fransızların saygısını kazan­
mıştı (Gaimard 1 83 2 : 698). M . Gaimard onun, "bu takımadaların don Luis de Torres'i"
olduğunu söylüyordu .

O hafta boyunca Ratu Tubuanakoro Gaimard'a insanların yaşadığı altmış üç adadan


oluşan dikkat çekici bir liste ve bu adaların tahmini nüfuslarını verdi. Ayrıca Fran­
sızların kullandığı, Krusenstern'in 1 8 1 3 tarihli Fiji haritasında bu adaların yerlerini
gösterdi . Ratu Tubuanakoro'nun verdiği liste hem çapı itibarıyla -kuzeybatıda Yasawa
Adaları'ndan güneydoğuda Lau'ya varıncaya dek- hem de nüfus için verdiği rakamla­
rın doğruluğuyla dikkat çekiciyd i . iç kesimlerindeki yerleşimler hakkında muhtemelen
bilgi sahibi olmadığı en büyük adalar istisna olmak üzere, Ratu Tubuanakoro'nun tah­
minleri sonraki nüfus sayımlarına gayet uygundu. Gemideki Lau kraliyet ailesi üyesi

42 M . Gaimard'ın belirttigi üzere ( 1 83 2 : 700) haraçlar "ülkenin para birimi olan balina dişi, kano,
1 O- 1 2 yaşlarında genç kızlar, agaç kabugundan kumaş, hasır, halat, deniz kabugu, muz, Hindistan
cevizi. tavuk. domuz. tatlı patates ve genel olarak topragın verdigi bütün yararlı ürünlerdi" Genç
kızların önemiyle ilgili olarak bkz. Tcherkezoff (basımda).
62 J lhukydldea'fm Ôzür Dileyerek J Mar6hall Sahlin6

bu konularda Bauluya saygı duyuyordu; kendisinin vasıfl ı olmadığını belirtmiş, Ratu


Tubuanakoro'nun "bu nitelikte bilgi verebi lecek en uygun Fijili" olduğunu teslim et­
mişti (Gaimard 1 83 2 : 708). Fransızlar, pek farkına varmamış olsalar da bu konuda
başka kanıtlar da göreceklerdi . Nitekim daha sonraları Viti Levu'nun güneybatısındaki
Nadroga'dan bir şef de (muhtemelen Kral Na Ka Levu) Fransızlara insanların yaşa­
dığı altmış beş, kimseni n yaşamadığı elli yedi Fiji adasının isimlerini vermişti ya da
Fransızlar öyle düşünmüşlerd i . Ratu Tubuanakoro'nun verdiği listeye pek uymadığı
için Dumont d'Urville bu listenin biraz düzmece olduğundan, herhalde adaların yanı
sıra bölgelerin de isimlerini içerdiğinden kuşkulanmıştı. Sonradan anlaşıldığı üzere,
Nadroga şefinin verdiği listedeki yerlerin birçoğu ne ada ne bölgeydi , yalnızca Viti
Levu'nun köyleriydi. Nadroga şefi , Ratu Tubuanakoro'nun Fiji'nin tamamına i lişkin
bi lgisine veya deneyimine denk bir bilgiye sahip deği ldi; muhtemelen başka bir Fi­
jili de -tabi i bir Baulu deği lse- bu kadar kapsamlı bilgiye sahip deği ldi.43 Rewalı lara
gelince, onların eriminin doğrudan karşı laştırmalı kanıtı, küçük bir anekdottan iba­
rettir. Bu anekdot da Ratu Tubuanakoro'ya benzer mevkideki biriyle ilgilidir: Rewa
kralının (" Phill ips" diye de bili nen) baba bir üvey kardeşi Ro Cokanauto. Hikayeye
göre, l 840'ta ABD Keşif Seferi 'ne mensup birinin, üzerinde Rewa'nın bulunduğu Wa­
ilevu dışındaki nehirlerin yeriyle ilgili sorusuna karşıl ık, Ro Cokanauto sadece "bu
adadaki başka bir büyük nehi r"den bahsetmişti, "ama tam olarak yerini bilmiyordu"
(Pickering }: 1 7 Mayıs 1 840). Ro Cokanauto'nun bariz cehaleti çok dikkat çekicidir,
zira Viti Levu'nun ikinci büyük nehri Sigatoka güneybatı sahilinden denize dökülür.
Burası, Rewa'nın belirli bir siyasal nüfuza sahip olduğu bir bölgedir. Ama açık ki bu
nüfuz, Bau'nun Fiji takımada larının hatırı sayılır bir bölümünde sahip olduğu yetki ve
tanınırlıkla karşılaştırılamazdı. 44

43 Ratu Tubuanakoro'nun çok gezdigini gösteren bir başka ifade de deniz hıyarı tüccarı john
Eagleston'un Kasım 1 83 1 'de Vanua Levu'nun kuzey sahilinde bulunan Macuata'da ona rastlamış
olmasıdır (UD: 343). ABD Keşif Seferi subaylarından George Foster Emmons. d'Urville'in Nadroga
şefiyle yaşadıgı deneyimle benzerlik kurarak. Kuzeybatı Fiji 'deki Yasawa Adaları'na Batı Vanua
Levu'daki Bua şefi Tui Bu ıı 'nın kılavuzlugunda yaptıgı bir yolculugu anlatmıştı. Şef Emmons'a tekrar
tekrar yoldan çıktıgı uyarısında bulunmuş. dogru yolu işaret etmişti. Talihe bakın ki Emmons ona
kulak asmamıştı: "Çünkü (bu adalar hakkında her şeyi biliyor diye yanıma verilen) Kral Tuibor'un
emirlerini ITui Bual dinleseydim. kendimi Asawa IYasawa) Adaları'nın rüzgaraltı yönüne uzak bir
yerde bulabi lirdim ve nereye orsa ederdim bilinmez" (Emmons}: 8 ve 9 Haziran 1 840).
44 Muhterem Hunt 1 840'larda Viti Levu'nun çeşitli bölgelerine yaptıgı iki farklı gezi sonrasında.
diger Fijililerin Bau ve Rewa lehçelerini anlamasıyla ilgili olarak birbirine biraz ters açıklamalarda
bulunmuştur. Adanın çevresini dolaştıgı 1 84 3 'teki birinci gezide batı sahilindeki şeflerin Rewa
lehçesini anladıgını görmüş, bu da ona bu şeflere Rewa ve Bau lehçelerinde vaaz verme cesare­
ti vermişti: "Her yerde bir-iki şefin Bau ve Rewa halkı arasındaki ilişkiler sayesinde birbirlerinin
lehçelerini anlamakla kalmayıp gayet iyi konuşacak kadar ögrendiklerini gördük" (WMMSIL Hunt.
vd . . tarih yok I Hunt'ın elinden!). Gelgelelim Muhterem Hunt 1 847'de kuzeyde Ba sahiline yaptıgı
bir gezide "çogu şefin ve maiyetleri"nin sadece Bau lehçesini anladıgını görmüş. kendisi yerel Fiji
dilinin onda birini zar zor anladıgından bunu dikkat çekici bulmuştu (}: 4 Haziran 1 847). Bir-iki gün
sonra şu satırları yazmıştı: "Dil leri çok farklı. ama Bau lehçesinde söylenenlerin büyük bölümünü
BGST 1 Dü9ünce Dizi6i 1 63

1 . 1 3 Rewa'nın görünüşü, 1 840

Bau ile Rewa arasında. uzatma lı bir çatışmaya tutuştukları 1 84 3 sonrasında, karakter
ve strateji açısından da buna benzer farklı l ıklar gözleniyordu . Rewa savaşın neredey­
se tamamı boyunca savunmadayd ı . Rewa, yaklaşık olarak l 8 5 2 'ye dek Bau'nun hare­
ketlilik, güç ve zenginlik bi leşimine denk bir varlığa sahip olmadı; bu arada Bau'nun
yönetici şeflerinin komplocu aldatmacalarından bahsetmiyoruz bile. l 8 5 2 'de Bau'da
patlak veren bir isyandan, birçok Bau şehrinin taraf değiştirmesinden ve Bauluların
Avrupalı tüccarlarla bağlarının kopmasından yararlanan Rewa bir süreliğine üstünlü­
ğü elde etti . Ama l 8 5 5 'te zaferi yakalayabi lecek durumda olan Rewa, karizmatik kralı
Ratu Qaraniqio'nun beklenmedik bir biçimde ölmesi üzerine birden çöktü. Bu olay­
dan, sonraki bölümde biraz daha bahsedeceğiz. Ayrıca Rewa'nın Wailevu Nehri 'nin
zengin deltasındaki topraklara sahip olması, tarımla uğraşması onu hassas bir duruma
soktuğu kadar, Bau gücünün kaynaklarını da erişilemez kılıyordu. Bataklık tarosunun
(cyrtoöperma chamiMoniö) yoğun bir biçimde yetiştirilmesinde uzmanlaşmış bir
ekolojik bölge olan Rewa Deltası, sadece yaklaşık 250 kilometrekarelik bir alanda
20 binden büyük bir nüfusu barındırıyordu; "muhtemelen o dönemde Pasifik'te nüfus
yoğunluğunun en yüksek olduğu bölgeydi burası" (Parry 1 97 7 : 1 9; Şekil 1 . 1 3 ve 1 . 1 4).

anlıyorlar. Bau muazzam etkisiyle Hıristiyanl ığa büyük bir hizmette bulundu, tıpkı eskiden Roma'nın
dünyaya büyük bir hizmette bulunduğu gibi. Herhalde bu büyük proje tamamına erdiğinde, Roma
gibi Bau da yıkılacak" (}: 6 Haziran 1 847). Hunı dileğine kavuştu.
64 J Jlıulıydldea'tm Ô%0r 1Hf9erek 1 Mar6hall Sahlin6

�VIWAAdası
Bau 'nun kul land ı ğ ı yollar

6 Bau Adası

Laucala
Körfezi

Rewa Deltası
Rewa'n ı n kul land ı ğ ı yollar
0
Güneydoğu Viti Levu
Nu ku lau Adası
Mil Ôlçe�i
o
Tarım yapılan �
bataklıkları gôsteriyor �

1 . 1 4 Rewa Deltası
BGST 1 Dü�ünce Diziöi 1 65

Bu bölgenin büyük bir bölümünü Rewa ile ona bağlı topraklar oluşturuyordu. Bau'nun
yerel gıda tedariğine verdiği hasar ve Rewa şehirlerine saldırıları, aralarındaki güç
ilişkisini değiştirinceye kadar bu durum böyle devam etti. Rewa'nın kanoları vardı,
hatta belki de Rewa Bau'nun elindeki okyanusa açılabilen kanoların üçte biri kadar
kanoya sahipti ; ama burada da yine Bau'nun üstünlüğüyle boy ölçüşecek durumda de­
ği ldi. Savaşın i l k yıl ında yaşanan iki büyük deniz savaşında Bau'nun büyük ikili kano­
ları, Kadavu Adası'nın başkentine dönen Rewa kanolarına ciddi kayıplar verdirdi (To­
ganivalu 1 9 1 Zb: 1 70; Hunt }: 5 Şubat 1 844; jaggar }: 1 Haziran 1 844). Fergus Clunie,
"bu savaşlar, Bau'nun Fiji 'de hakim konuma yükselmesinde hayati önemde bir etken
olan donanma üstünlüğünü açıkça gösterir" yorumunda bulunur (Clunie 1 977: 23).
Wailevu Nehri 'nin girişine hükmeden Nukui şehrinin Bau tarafına geçmesiyle birlikte
Rewa donanmasının aldığı ilk yeni lgiler, görünüşe bakı lırsa Rewa 'yı savaşın büyük
bölümü boyunca Kadavu 'daki tebaasından ve zenginliklerinden koparmıştı.

Deltadaki desteği nden de yoksun ka lan Rewa bir kez deği l , iki kez yıkı l d ı : l 8 4 5 'te,
sonra yine l 847'de. Birinci savaşta kral öldürülünce liderl i k küçük kardeşi Ratu
()araniqio'ya geçti. Ratu ()araniqio her iki durumda da dağlardaki bir sığınaktan hem
direnişi hem de Rewa başkentinin yeniden işgal edilmesini örgütledi. Muhterem Hunt,
Bau'nun l 843-45 'teki ilk seferlerde Rewa'nın deltadaki savunmasını nasıl yıktığını
anlatır. Rewa ile Bau sularını birleştiren stratejik nehir kana l ı üzerindeki altı şehirden
oluşan ve önemli bir ülke olan Tokatoka'nın Rewa 'nın davasını nasıl terk ettiğini an­
latır. Hunt, uzun zamandı r Rewa'nın savaşlarında müttefiki olan Tokatoka 'nın "soylu
bir direniş sergi lediğini, nihayetinde yenik düşmediğini ama izlemekten ve açlıktan
bitap düştüğü için Bau tarafına geçtiğini" söylüyordu: "Aynı durum birçok Rewa şehri
için geçerliydi. Bau'nun zenginlikleri onlar için fazlasıyla çekiciydi" (}: 1 9 Ekim 1 84 5
sonrası).

5 . yüzyıl Yunanistan'ında olanlar 1 9. yüzyı l Fiji 'sinde de yaşandı : Çekişen güçle­


rin savaşa tutuşma biçimindeki farklar, "ulusal karakter"in ötesinde bir şeyi veya
Thukydides'in, Sparta l ı lar ile Atinalılar arasındaki tarihsel praksis farkl ıl ıklarını açık­
lamak için başvurduğu birbirine zıt eği limleri nasıl ifade ederseniz edin onun ötesin­
de bir şeyi yansıtır. Bau'nun saldırganlığı, Fiji 'de şeylerin düzeni içinde benzersiz bir
yapıya sahip olduğu anlamına geliyordu. Bau siyasal sistemi , normal Fiji sisteminin
tersine çevirme yoluyla kendine özgü bir biçimde dönüşmüş haliydi. Rewa ise bu sis­
temin klasik bir versiyonuydu. l 890'larda yerli arazilerinden sorumlu olarak görev
yaptığı için Fiji yönetim yapı larını gayet iyi bilen Basil Thomson, Rewa'yı "bir Fiji dev­
letinin bildiğimiz en mükemmel örneği " olarak değerlendiriyordu ( 1 908: 3 66). Bau
daha sonra en sıradışı örnek haline gelecek, üretim tarzından tutun mitolojiye varın­
caya dek kültürel açıdan birçok farkl ılık gösterecek, soy grupları sistemindeki radikal
66 1 Thukydldea'ten ÔZür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

KABİLE

1
SOYLULAR KARA HALKI
[TURAGA] [ VANUA]

SOYLULAR KARA HALKI SOYLULAR KARA HALKI

1 . 1 5 Hocart'a göre Fiji "kabilesinin" temel yapısı

bir tezatla ve ikili krall ığın tersine çevrilip kutsal kra l ı n savaşçı krala tabi kı lınmasıyla
dikkat çekecekti.

Rewa'nın klasik yapısı, Fiji 'de ülkenin asıl "sahipleri" olan (i taukei) yerli "kara halkı "
(ka i vanua) ile denizaşırı kökenleri nedeniyle temeldeki "kara"nın tersine "denizli"
sayı lan göçmen yönetici şefler arasındaki temel ikil iğe dayanıyordu (Hocart 1 9 5 2 : 27
vd . , l 970a: 268 vd .). Kara halkının "gerçek Rewa l ı ları" (kai Rewa dina) da içermesi
dikkat çekicidir. Rewa Deltası'nı bataklık olmaktan çıkararak devasa batakl ık tarosu
ve başka ekinler yetiştirmeye elverişli hendekl i ve yükseltilmiş tarlalardan oluşan ay­
rıntıl ı bir sistem inşa etme şerefi onlara aitti. Söylencelere göre, bu asıl halk birbirini
izleyen şeflik sülalelerinin yönetimine boyun eğmiş; bu yönetimler, büyük Fiji kral­
lıklarını yöneten aristokrasinin geleneksel ocağı olan Viti Levu 'nun doğu sahilindeki
Verata'da kutsal kralların ortaya çıkmasıyla zirveye ulaşmıştı. Basil Thomson'ın Rewa
siyasal sistemine hayranlığı, yerli kara halkı ile göçmen şefler arasındaki ikil iğin sis­
temin tamamına taşınma biçiminden ileri geliyordu muhtemelen: Bu ikilik, tipik ikili
Fiji kra l l ığından, kra l l ı ktaki farkl ı bölgeler (va n u a), her bölgedeki farklı köyler (koro)
ve her köydeki farkl ı klanlar (mata q a li) arasındaki i lişkiler aracılığıyla taşınmıştı.45
insanın aklına, A. M . Hocart'ın rastladığı, Fiji üzerine çalışanların sık sık al ıntı ladığı
Lau ifadesi geliyor: "Fij i 'de her şey ikişerli olarak gider, yoksa köpekbalıkları ısırır"46

45 Hocart saha notlarında bir Rewalıdan bahseder: "Rewa'da iki şef, Roko Tui Ndreketi !kutsal krall
ile Vunivalu (savaşçı krall. aralarında Rewa'yı ve bütün tabi şehirleri ve mataiMu'yu (kraliyet
marangozlarını! paylaşırlar. Rewa'da ikisinin birden yetki sahibi olmadıgı tek bir şehir yoktur" (FN
2 5 1 5).
46 Hocart Fiji 'de tekrar tekrar karşımıza çıkan ikilikle ilgili şunları söyler: "Hangi toplulugu alırsanız
alın, ikiye bölünmüş olması. her bir yarının bütünle aynı yapıyı sergilemesi Fiji toplumunun bir
özelligidir; yani o da iki parçaya bölünür ve parçaların her biri arasındaki ilişki, büyük parçalar
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 67

( 1 9 5 2 : 57). Hocart'ın Lau'ya i l işkin incelemesinden a lınan bir grafik. bu ikil iğin, tipik
Fiji ülkesinin, yani Hocart'ın " kabile" dediği şeyin çeşitli düzeylerinde nasıl işlediğine
dair bir model işlevi görebilir (Şeki l 1 . 1 5).

Aslına bakı lırsa Rewa sistemi biraz daha karmaşıktı. Birbiriyle kesişen. biri dikey,
diğeri yatay iki düalizm biçiminden oluşuyordu. Hocart'ın resmettiği birinci sistem,
toplumu az çok birbirine denk iki parçaya ayırır; bu parçalardan her biri iki kraldan
birinin, kutsal kral (Roko Tui Dreketi) ile savaşçı kralın (Vunivalu) yönetimindedir.
Teknik olarak bu d iyametri k bir ikiliktir, yönetici şefler ile tabandaki halk arasında
tabakalararası karşıtl ığı kuran a6imetrik ikilikten farkl ıdır. Biri karşılıklı ilişkiye, di­
ğeri hiyerarşiye dayal ı bu iki sistem birbirinin yerine geçen tarihsel eylem yapı larıydı;
farklı durumlarda yerine göre öne çıkıyorlard ı .

Diyametrik sistem (Şeki l 1 . 1 6a) esasen iç işlerin örgütlenmesidir. Her i k i taraf da ilke­
sel olarak aynı tür gruplardan oluşuyordu; her birinin şefleri, rahipleri, denizci klan­
ları vs. vardı, ama Roko Tui Dreketi tarafı Vunivalu tarafı karşısında ritüel önceliğe sa­
hipti. "Şeflik" ve "kara" tarafları (turaga ve vanua) arasındaki bu farkla tutarlı olarak,
bir de kraliyet unvanlarının geleneksel bir tarihi vard ı . Üstün kral, Roko Tui Dreketi,
daha önceki savaşçı kralların yönetimini gaspetmiş, denizden gelmiş göçmenlerin so­
yundan geliyordu. Bu kutsal krallar hanedanı Fiji 'nin mevki sahibi aristokratlarının
torunlarıydı: üst kolu Viti Levu'nun doğu sahi lindeki eski Verata Krallığı' na hükmeden,
yan kol ları birkaç Fiji ü l kesinde kutsal krallıklara ("Roko Tui" unvanlarına) sahip bir
kraliyet sülalesiydi bu.47 Ama Vunivalu, iç kesimlerdeki kökenleri nispeten şaibeli ve
antisosyal mizaçlı, gerçek şeflerin gözettiği özellikleri taşımayan, ama aynı soydan
geldikleri için benzer şekilde toplumsal bağların ötesine geçen faal iyetlere -kan dök­
meye ve savaşa- uygun krallardan geliyordu. Kökenleri , Fiji'nin i l k savaşında yaratıcı
tanrıya (Degei) ihanet ettikleri gerekçesiyle göçmeye zorlandıkları Viti Levu yaylaları­
na dayanan Vunivalu'nun ataları, ülkenin yerli halklarının yöneticileri haline gelmişti.
Kraliyet unvanları Vunivalu, "savaş tanrısı" ya da "savaşın kökü" olarak tercüme edile­
bilir; ülkeyi sonradan gelen Roko Tui Dreketi halkına teslim ettiklerinde, askeri lider
olarak üstlendikleri bir mevki ve görevdi bu. Rewalı ların dediği gibi, "işleri savaş"tı.4 8

arasındaki i lişkilere benzer. Böylece klanlara varıncaya dek bir ikilik kurulur; klanlar da alt klanlar,
daha üst, daha alt düzeyde ve iç ve dış klanlar olmak üzere ayrıl ır" ( 1 968: 1 1 3).
47 Mahlası Ko Veivuke olan birinin anlattığı söylenceye ( 1 897-79) göre Rewa'yı yöneten ilk Roko Tui
Dreketi bu krallığın kutsal bir yeğeniydi (va6u); bu durum yerli halkın kızlarından birinin, (Verata
soyundan gelen) yabancı krallarla hiyerogamik birleşmesini akla getirir ki, Fiji'deki diğer hanedan
soylarının kökenleri de bu şekilde anlatılır (bkz. M. Sahlins 1 985: Ü çüncü Bölüm).
48 Söylendiğine göre erken Sparta'da da benzer bir sistem vardı; dört köy iki gruba ayrılmıştı. Bir grup.
akropolise yakındı ve iki kraliyet hanesinden üst düzey olana. Agidai 'ye bağl ıydı; diğeri, aşağı grup
bataklıklara yakındı ve sonradan yerleşilen bu köyler alt düzey kraliyet soyuna, Eurypontidae'ye
bağlıydı.
68 l Thukydldea'ten Ôzür DUeyerek 1 Mar6hall Sahlin6

a) VALELEVU REWA
(Büyük Ev)
Roko Tui Dreketi tarafı Vunivalu Tarafı

NARUSA (Roko Tui Dreketi) NAKORO (Vunivalu)


SOYLULAR NAKELI NUKUNITABUA
(TURAGA) NACOLASI (TABU YAGO TAMATA?)
Naivakacau (hizmetçiler) Valebolabola (hizmetçiler)

NAVOLAU (Bau 'ya Elçi) VUSA VASU


SAUTURAGA TAROTARO (haberciler) NANIU (rahipler ve
(KARA NASIMITI (rahipler ve bati) Verata'ya elçi)
HALKI , KAi REWA (h abe rci l er )
VANUA)

b)

(riirii) �
Tören Sahası

_
_
TONGALI
_.::::;�::::
;;; _ :_ __..,.

V U N İ VA L U ' N U N
SOYLU
KLANLARI VUNiVALU ROKO TUi DREKETİ

o o D TARAFININ
SOYLU
"-"------'
KLANLARI
(ROKO TUi DREKETI)

KARA KARA
KLANLARI KLANLARI

TONGALI
DENiZCİLER

1 . 1 6 Rewa düalizmleri : (a) Kesişen yarımlar (b) Mekansal ilişkiler

Prensipte Vunivalu ikili krall ığın faal kral ıyd ı , önde gelen Roko Tui Dreketi 'yse "sa­
dece oturur" -elbette ikili sisteme ait bir abartıydı bu-, tanrı ların insani biçimi olarak
sahip olduğu yetkiye dayanarak kral lığın sunularını kabul eder, böylece onun devam­
l ı l ığını ve refahını sağlard ı . Vunivalu'ysa tersine eylemde bulunurdu: Rewa halkının
asıl yöneticisi olarak sahip olduğu mevkiye dayanarak sadece savaşta deği l birçok
BGST j Dü�ünce Dizi6i j 69

kolektif işte başı çekerdi . 49 Ne var ki Fiji etnograflarının savunduğu üzere, Roko Tui
Dreketi'yi Vunivalu'yla karşılaştırırken, kutsal kral ile savaş kral ı ya da hareketsiz hü­
kümdar ile faal hükümdar karşıtl ığı kurmak biraz yanıltıcı olur (Hocart l 970a: 1 63).
Çünkü Vunivalu'nun da ilahi yönleri vardır; aslına bakılırsa aşkın şiddet_ eylemleriy­
le kurban edi len insanları tedarik ettiğinden bu "savaş tanrısı" bazı bakımlardan iki
kral arasında daha korkunç olandır. İ kinci bir noktaysa, Roko Tui Dreketi 'nin, halkın
"insan-tanrısı" (ka l o u tama ta) sıfatıyla sahip olduğu kutsal gücü nedeniyle krall ığın
pratik politikalarını ve kolektif eylemlerini tasarlamanın yanı sıra refahının da ritüel
dayanağı olmasıdır. 50

ikinci düalizm biçimi olan asimetrik düalizm, iki kral arasında önde gelen Roko Tui
Dreketi'yi merkez al ıyordu. Hocart'ın benzer bir bağlamda dile getirdiği üzere, "ge­
zegenlerin Güneş'in etrafında dönmesi gibi" insanlar da kralın etrafında dönüyordu.
Hocart bu merkezi sistemin, klasik simetrik ya da diyametrik düalizmin yerini almakta
olduğunu savunuyordu. Hocart'a göre diyametrik düalizm Fiji 'de ucuzlamıştı, insan­
ların bu sisteme düşkünlüğü yüzünden ölümüne kullanılmıştı. Yozlaşmıştı: "Yeni ve
daha ulvi bir ilgi, görünüşe bakılırsa, aşırılık nedeniyle zayıflayan eski düal izmi aşın­
dırıyordu. Bu yeni heves, şefe hizmet etmekti. Şef ve ai lesi, çifterli gruplardan oluşan
eski dengeyi bozacak kadar, geri kalan herkesin üstünde tutuluyordu. ! . . . ] Eskiden
birbirine bakan, önde gelme dışında her bakımdan eşit olan iki taraf, Güneş'in etra­
fındaki gezegenler gibi, hepsinin de yüzü şefe dönük birimlere ayrı lmaya başlamıştı"
( 1 9 52: 58).

Hocart'ın gözlemlediği merkezi leşme, sömürgeci liğe bir şeyler borçlu olabilir. İ ngi liz
sömürge yönetimi, her zaman olduğu gibi, "�ebi bulduğuna" memnundu; Fiji 'deki iki l i
krallığı a s l a kavrayamamıştı . Ne v a r k i benim okumam, asimetrik sistemin uzunca bir
süre boyunca iki taraflı sistemle bir arada bulunduğu yönündedir. Daha doğrusu, aynı
sistem başka bir biçimde, şefler ve tebaa arasındaki hiyerarşik ayrım vurgulanarak -ve
tekrarlanarak- algılanmış ve uygulanmıştır. Bunun sonucunda ortaya çıkan düzen ya­
pısal olarak merkezileşmiş, ama bir yandan da her iki boyutta siyasal sistemin kutsal
merkezine odaklanarak eşmerkezli şeki lde mekana yayılmıştır; Rewa'da siyasal siste-

49 1 9. yüzyıl başı ve ortasında Fiji'ye gelen Avrupalılar Vunivalu'dan hep "vali" "yönetici" diye
bahsetmiştir. Ne var ki pratikte Vunivalu'nun askeri görevleri bu dönemde kralla ve kendi aralarında
rekabet ederek, savaşçılıkla şöhret kazanarak isimlerini duyurmaya çalışan Roko Tui Dreketi'nin
kardeşleri tarafından gerçekleştiriliyordu. Ne var ki Vunivalu "bu halk arasında )Rewal hala büyük
nüfuza sahip bir adam. o kadar ki onun rızası olmadan ya da ona danışmadan savaşa girişmedikleri
söylerıir'' (Stuart }: 1 8 Mayıs 1 840).
50 Fiji'deki geleneksel ikili krallığın başka örnekleri için bkz. hepsi Rewa Deltası'nda bulunan Hocart'ın
Noco, Toga, Suva, Tokatoka, Nakelo topraklarındaki ikili krallık betimlemeleri (Hf: passim); ya da
Bau. Cakaudrove ve çeşitli Vanua Levu ülkeleriyle ilgili tartışmaları ( 1 952: passim; krş. Hale 1 846:
6 1 ).
70 1 Thukydldea'tm Ôzilr Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

min bu kutsal odak noktası, Roko Tui Dreketi olmuştur. Bu hiyerarşi k düzen, kutsal
kralın şahsını ilgi lendiren olaylarda ve aynı şekilde sıklıkla, Rewa ile i nsani ya da ilahi
dış güçler arasındaki ilişki lerde öne çıkmıştır.

Bu tür bağlamlarda kra l l ı k "insan-tanrı"ya, Roko Tui Dreketi'ye tapınma olarak iş


görür (Hocart l 970a). Kutsal krala gösterilen hürmet biçimleri, görünmez tanrılara
gösteri lenlerle aynıydı. "Dini oluşturmak için doğaüstüne inancın yanı sıra hürmet
ve adanmışlık gerekiyorsa, bu durumda Fij i l i lerin gerçek dini şefe hizmet etmektir"
(Hocart 1 9 5 2 : 26). Bu "hürmet" halkın şefe karşı pratikteki yükümlülüklerini de içerir.
Yönetici şeflerce kolektif olarak temeldeki "ülke" olarak tanımlanmakla birlikte, halkı
oluşturan bi rçok klan (mataqali) geldikleri soy ve kim l ikleriyle balıkçı, denizci, çiftçi,
marangoz, rahip ya da çeşitli türlerde haberci ler olarak kendi aralarında ayrışıyor­
lardı. Bunlar nadiren tam zamanlı, uzmanlaşmış mesleklerdi. Daha ziyade, grupların
krallar ve kral lık için gerçekleştirdiği farklı işlevler, Roko Tui Dreketi için ibadetle aynı
kapıya çıkan hizmetlerd i ; tanrılara ibadet etmeyi ifade eden terim ile krala hizmet
etmeyi ifade eden terim aynıydı (qaravi koya). Başka bir (ho)-kartezyen meditasyona
başvura lım: "Fiji 'de din yoktur, Avrupa'nın din ile iş olarak ikiye böldüğü bir sistem
vardır sadece" (Hocart 1 9 5 2 : 2 56).

Merkezi sistem aynı zamanda mekansal bir düzendi. Sahada, merkezinde yönetici
kişi liklere dayalı düzenlemelerin ve kra l l ı k yapı larının yer aldığı eşmerkezli bir dizi
bölge olarak görünüyordu. Bu daireler, merkez ile çevre arasındaki karşıtlığın tekrar
tekrar kullanılmasıyla dışa doğru inşa edilmişti ki bu da aynı zamanda ilahi gücün
(mana) çokluğu ile azlığı arasındaki farkın ifade edi l mesiydi. Hocart'ın bu sistemi, "iç
ve üst"e karşı "dış ve aşağı" olarak nitelemesinin nedeni buydu ( 1 968: 1 1 3). Mutlak
merkez krall ığın tören alanıydı (ra ra), büyük ayinler ve törenlerin gerçekleştirildiği
yerdi (Şeki l l . l 6b). Tören alanının çevresinde iki kralın yaşadığı konutlar, büyük tan­
rıların tapınakları ve bu dünyadan göçmüş yöneticilerin mezarları bulunuyordu; yani
manevi -siyasa l bütün güçler. Toplumun temel indeki kara klanları tören merkezinin
dışında, Rewa'da Wailevu Nehri'ne paralel olarak ilerleyen iki sıra halinde yerleş­
mişlerd i . " Bu toprak ve şefl ik halkı hep birlikte Rewa'yı, yani Lomanikoro'yu ("köyün
merkezi"ni) oluşturuyorlardı. Bunların ötesinde çok yakında bulunan, ama ayrı bir
isim taşıyan "yabancılar"ın, yani "dışarlıklılar"ın (kai ta n i ; kel imenin tam anlamıyla
"farklı insanlar"ın) köyleri vardı: iki Tongalı denizciler topluluğu ve bir de kralın ma­
rangozlarından oluşan toplul uk. Rewa'nın başlıca kanocuları olan Tongal ıların buraya

51 iki sıranın Roko Tui Dreketi'nin ve Vunivalu'nun hanelerine ait evlerden dışa dogru uzanması itiba­
rıyla bu pekiila, ikili, yani yarımlar sisteminin mekansal olarak hayata geçirilmesi olabilir. (Rewa'da
kısa bir süre yapııgım saha çalışması sırasında bunu kontrol edemedim.) Ö rnegin Lakeba'da Tubou
gibi Fiji'nin başka yerlerinde, gerçekten de köyün sıg bir hendekle ayrı lmış şeflik ve kara kısımları
bulunuyordu (krş. Hocart l 970a: 255-56).
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 71

1 9. yüzyılda geldiği söyleniyordu. D i l v e görenekler açısından Fijililere asimile olan


Tongalılar, etnisite açısından ayrı kalmışlardı ve hem mevki hem sayı itibarıyla bir
azınlık nüfusuydular. Birazdan göreceğimiz üzere, bu durum Bau'da deniz halkının bü­
yük bir varlık göstermesiyle hoş bir tezat oluşturuyordu. 52

Yine birlikte ele alındığında, merkezdeki şefler, kara halkı ve dışarlıklılardan oluşan
nüfus, Rewa'nın "yönetim şehri"ni, koro wu'yu oluşturuyordu. Bu nedenle de aynı ni­
telikteki yine eşmerkezli bir başka bölgeler dizisinin merkeziydi. Yönetim şehrinin dışın­
da ve çevresinde yerli Rewalıların köyleri ve toprakları bulunuyordu; bunların birçoğu
başkentteki kara klanlarıyla bağlantılıydı. Daha dışarıda, tebaa halkların (qali) ve sınır
müttefiklerinin (bati) ülkeleri yer alıyordu. Böylece, başkentin içinde bulunan aynı eş­
merkezli şefler, kara halkı ve dışarlıklılar dizisini bütün krallık düzeyinde tamamlıyordu.
Müttefiklere ve tebaaya ait toprakların kendi liderleri ve tanrıları vardı, bu nedenle
onlar bir tür bağımsızlık duygusuna da sahiplerdi; ama aynı zamanda, uzun zamandır
Rewa'ya tabi olduklarını da kabul ediyorlardı. Savaşçı müttefikler ya da "sınırlar" (bati)
çoğunlukla başkentin kuzeyinde, Rewa Deltası'nda bulunuyordu. Krall ığa katkı ları yi­
yecekten ziyade savaşçılar biçiminde olduğu için yiyecekleri savaşçı tedarik etmek
için alıkoyuyorlardı; bu sınır toprakları, deltaya epeyce yayı lan kalabalık bir şehirler
ağı oluşturuyordu ve deltada Bau Krall ığı'nın dış çeperindeki topluluklarla karşı karşı­
yaydı. Rewa'ya tabi topraklar (qali) çoğunlukla deltanın güneyinde ve Beqa ile Kadavu
Adaları 'nda bulunuyordu. Hizmet etmeye sınır savaşçılarından daha yatkın oldukları
için -Rewa'nın bu bölgedeki denetiminin her zaman güvence altında olmadığı, zaman
zaman kuvvet yoluyla yeniden tesis edilmesi gerektiği halde- haraç olarak mal ve in­
sanların yanı sıra yiyecek de verebiliyorlardı. Misyonerlerin 1 9. yüzyılda kaleme aldığı
günlüklere bakılırsa Rewa, Bau'yla olduğu kadar kendi tebaasıyla da savaşıyordu.

ileride Rewa'daki mekansal şemanın bazı bakımlardan Sparta coğrafyasına benzediği­


ni göreceğiz. Sparta'da da gerçek Spartalılar mer.kezde, perioekoi. " köleler (he/oflar)
ve müttefikler ise birbirini izleyen çevre bölgelerde yerleşi kti . 51 Ama " Fij i'deki yöne­
tim yapı larının bu en mükemmel örneği" mekansal olduğu kadar yapısal olarak da
Bau'dan ciddi biçimde ayrıl ıyordu.

52 lçevlilige dayalı, dışarıda tutulan bir grup olan marangozlar da Tongalı denizcilerle birlikte deniz
halkı (kai wai) olarak sınıflandırılabilir; onlar da deniz kökenlidir; Wailevu Nehri 'nden aşagıya
inmiş, kara içindeki bir su yolu üzerinden gelmişlerdir. Deniz halkının kara kısmını oluştururlar
(bkz. Rokowaqa 1 926).
Perioekoi, Sparta'nın denetimi altındaki topraklar olan Lakonia ve Messesia'da yaşayan, Sparta
yurttaşı olmayan, özellikle ticaret ve zanaatla ugraşan toplumsal sınıf ve nüfusa verilen isimdir.
-y. h.n.
53 Şeflik şehrini çevreleyen kara halkı Rewa Krallıgı içinde sayılırdı ve bu açıdan ülkenin asıl sahi­
bi olmalarının yanı sıra Sparta perioekoi ' sine de benzerlerdi; kimi zaman söylenenler dogruysa
Spartal ılar, Bronz Çagı Akalı larının soyundan geliyordu (örnegin Huxley 1 962: 2 5).
72 1 Thukydldea'ten llzür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

Bau'nun klasik Fiji Kra l l ığı'nın temel özelliklerini koruduğu doğrudur. Tipik kutsal kral
ve savaşçı kra l , Roko Tui Bau ve Vunivalu ikil iğine sahipti; kralların her biri klanla­
rın, şehirlerin ve geri kalan arazilerin bir yarısını yönetiyordu (diyametri k düal izm).
i ktidar bir yandan da Roko Tui Bau'nun konutunun ve krall ığın başlıca tapınağının
bulunduğu Bau Adası'ndaki törensel merkezin dışına doğru yayıl ıyordu (eşmerkez­
li bölgelerden oluşan düal izm). Ama Baulular Fiji 'ye özgü düzeni iki önemli biçimde
tersine çevirmişlerdi: Bunlar, söylencelerin, yönetici şeflerin Viti Levu anakarasından
adaya göçmesiyle ilişki lendirdiği yapısal dönüşümlerd i . Bau'nun denizci lik yönelimi­
nin temelinde, "deniz halkı"nın (kai wai) -balıkçılar, denizciler ve deniz savaşçı ları­
nın- yerli tarımcılara, yani "kara halkı"na (kai va n u a) karşı kra l l ığın dayanağı haline
gelmesi yatıyordu. Savaşçılığı temel bir yönü olmakla birlikte, Bau'da iki kra l l ı yöne­
tim tersine çevri lmişti; savaşçı kral Vunivalu devletin etkin yöneticisiydi, kutsal kra l
Roko Tui Bau'ya sadece törensel bir üstünlük tanınmıştı .

Bau Adası 'nın yerli halkı, yani "sahipleri" (i ta u kei) kanoculard ı ; oysa Rewa ve diğer
siyasal sistemlerde yerliler kara halkıydı, deniz halkıysa yabancı lardı. Geleneğe göre,
Bau esasen bitişikteki anakaranın -krall ığın hala törensel adı olan, Kubuna diye anı­
lan bölgenin- şeflerine hizmet eden dört grup deniz halkının yurduydu. Birkaç kuşak
(ya da asır) önce Kubuna şefleri önde gelen iki deniz grubunu adadan sürmüş, daha
sonra kendi leri buraya yerleşm işlerdi. Sürülen halklar, Butoni ve Levuka, Koro Deni­
zi ve çevresindeki birkaç adaya yerleşm işlerdi. Bunlar hata Baulular diye bil inmeleri
ve Bau yöneticilerini kendilerinin "gerçek şefleri" olarak görmeleri nedeniyle, daha
önceden Bau'nun yarı kolonisi olarak bahsettiğimiz topluluklardı. Bau'da ilk deniz
halklarının ikisi , Lasakau ve Soso grupları, göçmen krallar yerleşirken yerlerinde kal­
mış, kraliyet balıkçıları olarak görevlerini sürdürmüşlerd i . Bu halklar aynı zamanda
meşhur deniz savaşçılarıyd ı . Özellikle de Lasakau halkı (Kai Lasakau): Bu halk, sırf
kahraman l ı kları nedeniyle değil, önem li törenler için gerekli olan yamyamlık kurban­
larını temin etmekle görevli oldukları için de "tehlikeli insanlar" (ta m a ta rerevaki)
diye bili nirlerd i . B u görevi yerine getirirken, avlarını Bau'ya tabi olan topraklarda,
hatta başka kra l l ı klardaki kendi akrabaları arasında bulmakta tereddüt etmezlerdi .
Muhterem jaggar Lasakau'dan, "çok kana susamış ve zalimler" diye bahsed iyordu;
"bu nedenle onlardan çok korkuluyor, emirlerinde çok sayıda kano olması, planlarını
daha etki li bir biçi mde uygulamalarını sağl ıyor" (WMMSIL: 3 Mart 1 84 5). Bau'nun,
korku salma ününe bir hayli dayanan gücünün başlıca dayanaklarından biri olan bu
deniz halkları, Rewa'daki (Tonga lı) benzerlerinin tersine, mekansal olarak yönetim
şehrinin kıyısında yer almadıkları gibi sayısal olarak da şehrin daha küçük bir kesimi­
ni oluşturmuyorlard ı . Kendi tören yerleri adanın merkezi nde, başlıca tören yerinin
yakınında ya da bitişiği ndeydi . Birlikte ele alınd ığında, bu iki deniz klanı açıktır ki
şeflik klanlarını ve adada onlara bağl ı olan kara halkını sayıca aşıyordu. Bau kra l ları-
BGST i Dü�ünce Dizi6i i 73

nın yönetimi yerli çiftçi lere deği l , yerli denizcilere ve balıkçılara dayanıyordu. Bu da
demekti r ki Bau'nun yönetimi, siyasal strateji lerde olduğu gibi Fiji sınıflandırmasına
göre de karaya deği l denize dayanıyordu. 54

Bau siyasal sisteminin geçirdiği ikinci büyük dönüşüm, ikili krallığın tersine çevri lmesi,
savaşçı kralların (Vunivalu) kutsal kralları (Roko Tui Bau) devirmeleri, böylece törenler
dışında üstün güç haline gelmeleriydi. Bunun ne zaman ve nasıl olduğu belirsizdir. Bu­
nunla birlikte, kesinlik kazandığı tarihin, hüküm süren Roko Tui Bau'nun Vunivalu'nun
adamları tarafından adadan sürüldüğü ve nihayetinde öldürüldüğü 1 9. yüzyıl başı ya
da 1 8. yüzyıl sonuna denk geldiğine kuşku yoktur. Kutsal kralın devrilmesi, bu olayın
ardından Vunivalu'nun halkından birine Roko Tui Bau unvanının verilmesiyle törensel
olarak tersine çevrilmiş olsa bile siyasi olarak geri dönülmez bir aşamaydı. Vunivalu'nun
halkından birine Roko Tui Bau unvanı verilmişti, zira kutsal bir şefin varlığı yapısal bir
zorunluluktu ve Bau toplumsal düzeninin mümkün olmasının bir koşuluydu. Roko Tui
Bau krall ığını ortadan kaldırmak şöyle dursun, gaspçı grup bu mevkinin üstün bir say­
gınl ığı olduğunu dahi inkar edemem işti . Bunun nedenlerinden biri, Bau klanları ve top­
raklarının tabi olduğu geleneksel ikili sisteme göre, krallık nüfusunun bir yarısının Roko
Tui Bau'nun devralınmış tebaası olmasıydı. Bu grubun, "kendi şefleri" yoluyla (kutsal
kralı böyle görüyorlardı) onlara aktarılan ilişkiler ve yükümlülükler dışında Vunivalu'yla
bir ilişkileri ya da ona karşı yükümlülükleri yoktu. Roko Tui Bau törensel olarak da vaz­
geçilmezdi . Ana tapınakta kurbanları kabul eden -ona Fiji'deki en büyük yamyam unva­
nını kazandırmıştı bu- insan-tanrı olarak Roko Tui Bau'nun kutsal görevleri krallığının
refahını güvence altına alıyordu. Bu görevler arasında Vunivalu 'yu göreve atama hakkı
da bulunuyordu; böylece Vunivalu'nun daha fazla otorite sahibi olmasına, şef olarak
kendi üstünlüğünü saklı tutmak koşuluyla, meşruiyet kazandırıyordu.55 Yine de Bau'yu
savaşçı krallar yönetiyordu. Savaşçı kralların, geleneksel olarak krallık sınırlarının öte­
sinde yol açtıkları yıkım artık krall ığın yönetim ilk_e si olarak merkezde kararlaştırıl ıyor­
du. Çünkü bu insanlar köken leri, soyları, dolayısıyla doğaları itibarıyla savaşçıydı. Ratu
Cakobau misyonere, "ölene kadar savaşacağız. Çocuklarımıza savaşmayı öğreteceğiz,
çocuklarımızın çocukları da savaşacak" demişti (Waterhouse 1 866: 86).

Tarihyazımı açısından önemli olan nokta burada yatar: Fiji kültürel düzeni ndeki bu tür
dönüşümler bağımsız gel i şmelermiş gibi soyutlanmış olarak değerlendirilmemel idir.

54 Adaya deniz halkının yerleşmesine i lişkin bilgilerin en eksiksiz versiyonu, NLUTR (Bau), Kuzey
Tai levu'da Yerli Ü lkeler Komisyonu'nda Lasakau, Soso ve Kubuna'nın verdigi ifadelerde karşımıza
çıkar.
55 Besbelli k i Vunivalu hanesinden (Tui Kaba) gelen v e ikili krallıgın fiilen ikinci kralı olan l 830'1arın
Roko Tui Bau'su en azından geleneksel kural ların belirledigi ölçüde edi lgin degildi. Rewa Vunivalu'su
gibi Fiji'yi ziyaret eden Avrupal ılarca " Eski Vali" diye anılabiliyordu (Osborn J: 1 2, 28 Temmuz
1 834).
74 1 Jhukydlde4'fen Özür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

Verata Rewa Batiki Lau


krallarının atası krallarının atası krallarının krallarının
(Ratu) (Roko Tui Drcketi) atası atası

Ovalau)�
(Bureta,

[ Bir haberci ,
6
BUISAVULU
x
ROKOMOUTU
x
ROKO RATU
x
TUI NAYAVU
1
DAUNISAI
maJanivanua]

"VAULA"

onaylanmamış birliktelik

(Şekilde daire kadını, üçgen ise erkeği temsil ediyor)


1 . 1 7 Soylu Fiji Soykütüğü

Bau ile Rewa arasındaki farklar sistemseldir ve tarihsel olarak birbiriyle il işki l idir.
Bunlar birbirlerine bağlı farklardır. Belli başl ı kra l l ı kların kurucu hanedanlarını içeren
(Şeki l 1 . 1 7) Soylu Fiji Soykütüğü'nde kodlanmış olan tarihin anlamı aslında budur. 56
Ben buna Soylu Fiji Soykütüğü diyorum; çünkü bu Fiji'nin rüzgarüstü tarafının bü­
yük bölümündeki yönetici aristokrasilerin atalarını gösteren bir grafiktir nihayeti nde:
Bunlar, Viti Levu'nun doğusundaki , Vanua Levu'daki, Lau'nun güneyindeki ve Koro
Denizi Adaları'ndaki kra l l ı klardır. Eski soylu sınıfının ağırl ıklı olarak pan-Helen olduğu
Yunanistan gibi (Gernet 1 98 1 : 279-80), Fiji siyasal sistemleri de şeflerin soylarıyla
birbirine bağlıyd ı . Kraliyet hanedanının atalarının seyahatleri, toplumsal düzenin in­
şası sırasmda ü l kelerinin -bedenlerinin bölümlerine ve yolculukları sırasındaki olay-

56 Farklı krallıkların atalarını birbirine baglayan Soylu Fiji Soykütü!lü ile her biri için kökenlerini
gösteren şecereler olarak iş gören yerli şecereler arasında bir ayrım yapıyorum. Bu tür yerel
şecereler kimi zaman Soylu Fiji Soykütü!lü'ne baglanır veya kimi zaman belli tarihsel kişilikler söz
konusu oldugunda Soylu Fiji Soykütü!lü'ndeki ilişkileri tekrarlar (örnegin Bau'da Vuetiverata'nın
ilişkilerinin. Roko Tui Bau soyunun kurucusu olan ,efsanevi Vueti'ninkine benzer oldugu söylenir).
Klasik araştırmalarda Helen ve polis şecereleri arasındaki benzer bir ayrım için bkz. j. Hali ( 1 997:
Ü çüncü Bölüm).
BGST J Dü�ünce Diziöi J 75

lara göre isimlendiri lmiş toprakların- doğal düzenini oluşturmuştu; i l k kez l 890'da
yayımlanan (Denicagil aba 1 892-94 [51: 9- 1 1 ) bu soykütüğünün ne kadar eski olduğu
bilinmez, ama 1 9. yüzyıl başından beri , bazı örneklerde ise çok daha öncesinden beri
var olan siyasal il işkileri kural lara bağladığı açıktır. Bau, Verata ve Batiki Adası'nın
ataları arasındaki bağlantı ların burada sunulan ki lit unsurları, Muhterem William
Cross'un l 8 3 0 'larda topladığı metinlerde daha mitsel terimlerle, yakın dönemde
Bau'dan ve çevresinden toplanan soykütüklerinde de daha insani terimlerle tekrar­
lanmıştır (Lyth TFR' de Cross: 97-98; Rosenthal FN: 3 1 1 8/88). 57

Soylu Fiji Soykütüğü'nün ana figürleri, Verata ve Bau kra l l ı klarının ataları, sırasıyla
kutsal Rokomoutu ile sonradan görme Ratu Vueti'dir. Bu soykütüğü kuşaklar boyun­
ca ilerlerken Bau'nun atası Ratu Vueti 'nin edindiği üstünlüğün bir anlatısı halini alır.
Ratu Vueti, kadim Fiji soylularının i l k oğlu kutsal Rokomoutu 'nun üstünde yer alan ve
babası seçkin olmayan bir kişi liktir. Soylu Fiji Soykütüğü, sonradan gelenlerin kurdu­
ğu Bau Kra l l ığı'nın, çok da uzak ol mayan bir geçmişte Fiji Adaları'nda önde gelen m a ­
ta nitü olarak aristokrat Verata'nın yerini aldığı şeklindeki i y i bilinen tarihsel geleneği
kendisine özgü bir biçimde tekrarlar. Fijili ler Verata'nın bir "kan krall ığı" olduğunu
söyler; bu isim ürkütücü " kuvvet kra l l ığı" (matanitü ni kaukauwa) Bau'yla aşağı lama
uyandıran bir tezat oluşturur. Bau, büyük Rokomoutu'nun büyük ablası ile özel ola­
rak anmaya değmeyecek bir toprağı yöneten önemsiz bir şefin yanlış birliktel iğinden
doğmuştur. Bau kral larının adı verilmeyen bu atası , yaratıcı tanrı Degei'yle ve orijinal
yerli halkla ilişkilendirilen bir ülkeden, Viti Levu'daki Rakiraki'den gelen bir haberci
(mataniva n u a) olarak daha önemsiz bir unvanla anılır. Dolayısıyla, Bau kra liyet ai­
lesinin atası yerli kara halkından bir şeftir, hatta doğru düzgün bir şef (turaga) bile
değildir. Büyük Rokomoutu'nun yüksek bir mevkiye sahip ablasının soylu olmayan,
yerli halktan bir haberci tarafından kaçırılması, Fiji 'deki diğer yönetici soyların teme­
lini oluşturan göçmen prensin yerli bir kadınla kurduğu, hipergamiye· dayal ı birlikte­
liğin tersine çevri lmesidir. Ayrıca kutsal kadının sahiplenilmesi, sonraki kuşaklarda
Bau'nun ataları ile Rokomoutu/Verata aristokrasisinin kızları arasında onaylanmamış
birliktelikler biçiminde tekrarlanmıştır. Soylu Fiji Soykütüğü 'nün Bau ile Rewa ara­
sındaki farklar açısından önemi, babadan gelen soya daya l ı bu toplumda, Rewa'nın
atası (Roko Ratu) gibi küçük bir kardeşin büyük kardeşle (Rokomoutu) aynı niteliği

57 Soylu Fiji Soykütüğü Avrupa etkisi taşıyan bir kozmografi içeren bir köken hikayesiyle (Kauni­
toni miti) bağlantılı olarak yayımlandığından, açıkça Fiji'ye özgü yapısal ilişkiler içermesine
rağmen söz konusu miti özgün olmaktan uzak diye niteleyen aynı türden bir (kültürel-jenealojik)
düşünme biçimiyle bir kenara atılma riskiyle karşı karşıyadır (krş. France 1 966). Şecereyle ilgili
olarak, Bau'da kız kardeşin oğlunun diğer başlıca krallıklarla i lişkileri gibi kilit unsurlar, Cross ve
Rosenthal'ın (Viwa ve Nakorotubu hakkındaki) metinlerinde ve Bau ile Batiki'nin ülke kayıtlarında
karşımıza çıkar. Vei tabani. yani Bau ile Verata arasında karşılıklı olarak birbirlerine karşıt tarafların
bulunması da aynı şekilde. bir erkek kardeş ile kız kardeşin soyundan geldiklerini ima eder.
Kendisinden daha yüksek kast veya sosyal statüye sahip bir eşle evlenme. -y.h.n.
76 1 Jlıukydldea'ten Ôzür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

taşımasında, onun arkasından tahta çıkma hakkına sahip olmasında; diğer yandan
Bau atası (Ratu Vueti) gibi bir rahim yeğenin anne tarafından akrabalarını yağmalama­
sında yatar. Aslına bakıl ırsa, tanrılarının dünyevi halefi olarak rahim yeğen, onların
kutsal gaspçısıdır.

Bu noktada bu özel akraba, Fiji 'ye özgü vatı u, yani "kız kardeşin oğlu" hakkında daha
fazla şey öğrenmemiz gerekiyor. Vatı u'ya tanınan, mecburiyet içeren ve çeşitli tabu­
ların eşlik ettiği haklar, bu kişiliğin antropolojik olarak "ana tarafından kutsal yeğen"
şekl inde tanımlanmasına yol açmıştır. Yüksek şefler arasındaki pratik ilişki lerde ta­
rihsel olarak yeterince ortaya konulan vatıu geleneğinin prototip ritüel anlatımına
göre, isyankar bir genç, annesinin erkek kardeşinin halkının tanrılarına veri len kur­
banı gaspeder (Hocart 1 9 1 5 , 1 92 3 , 1 926). Dayının oğul ları, yani vatıu'nun kuzenleri
buna içerlediklerini onu yumruklayarak gösterebi l irler; ama vatıu sunuyu kendisine
saklar (Hocart 1 9 5 2 : 1 42 , 2 5 5). Kurbanı tüketen, kutsal eşya ları sahiplenen rahim
yeğen böylece annesi nin halkının tanrısı yerine geçer. Bir ihlalle başlayan şey, anne
tarafından il işkilerin vatıu'ya verdiği ilahi şeref ve ayrıca lıklarla kutsal kılınır. Bundan
dolayıdır ki yukarıda bahsettiği miz Fiji hanedanlarının kökenlerine il işkin soykütük­
lerinde, güçlü bir yabancı prensin yerli kara halkından bir kızla birleştiği , bu kız bir
erkek bebek, yani halkın vatıu'sunu doğurunca, halkın bu çocuğu kendi kralları olarak
besleyip büyüttüğü (ve ehlileştirdiği) anlatı lır. Aynı şeki lde, vatı u törensel olarak tan­
rının rolünü üstlenince, kara halkından kızın çocuğu toprakların siyaseten yönetimini
de ele alır; ama burada söz konusu olan, toprakların yönetimidir (lewa), toprak (qele)
deği l; toprak yerli sahiplerinde (i ta u kei) kalır. Kra l l ığın kuruluş mitinde Frazervari
bir kutsal evl il iğin bütün erdemleri görülür: i lahi yaratıcı güçler doğurgan toprakla
sentezlenir. Fiji 'de bu daha çok, deniz kökenli kralların kültürel faydalarını, nispeten
kültürsüz kara halkına taşıyan medeni leştirici bir süreçtir.

Soylu Fiji Soykütüğü'nün türedi Bau hakkında neler söylediğini artık değerlendirebi­
l iriz. Bau Kral lığı, Fiji kraliyetinin meşruiyetinin tersine çevri lmiş bir imgesidir; kadim
Fiji soyl ularının kızlarını gaspeden şaibeli ve aşağı soydan gelen bir soydur. Bau sı­
radışıdır: Soylu ol mayan yerl i kökeni itibarıyla kral iyetin babaya dayalı soyunun dı­
şındadır; ataları soylu kadınları kaçırdığı için de iki kez sıradışıdır. "Kuvvet krall ığı"
Bau, ebedi rahim yeğen gibi yerleşik şefl i k düzenine karşı durur ve bünyesinde onu
devirme eğilimi taşır; meydan okuyan ve kutsal bir krall ıktır.

Bir parantez açarak Pausanias ve Apollodoros'un d i kkatle incelenmesinin de göste­


receği üzere, birçok Yunan kenti hakkında Fiji 'dekine benzer, tanrısal soydan gelen
yabancı bir prensin yerli kralın kızını alıp yeni bir siyasal ve doğal düzen kurmasını
içeren, genel olarak kurucu bir mitin anlatıldığını söyleyebiliriz. Pelops'un marifetle
kotardığı benzer bir olay -Pisa ve Elis l l lia] kralına oynadığı, ona kralın kızını ve kra l l ı -
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 77

ğını kazandıran ölümcül oyun- bağlamında Preaux, bu teman ı n Hint-Avrupa kültürün­


de yaygın şekilde görüldüğünden bahseder: "Kentin her kuruluşu, kraliyet iktidarının
her fethi, tanrılar ya da perilerin kutsallık yüklediği, bir savaşçının kuvvetiyle dona­
tılan yabancının ya barışçı bir biçimde ya cesurca fethederek veya bir savaş hilesiyle
Ülkenin Kralı'nın kızını almasıyla sembolik olarak yeni toprağın sahibi olduğu andan
itibaren etkin hale gelir" ( 1 962: 1 1 7; krş. M. Sahlins 1 98 5 : 7 3 vd.).

Ama bu tür benzerlikler bir kenara bırakı lırsa, tarihyazımı açısından i lginç olan me­
sele, Atina ile Sparta arasında, Fijili lerin Bau ile Rewa arasında tasarladığına benzer
farkl ılık i lişkileri olup olmadığıdır. Fijili ler önde gelen Fiji kral l ı kları arasındaki kar­
şıtlıkları, soykütüğü bakımından kodlayarak yapısal antitezlerinden tarihsel bir ak­
rabalık yaratmışlardır. Siyasal yönetim biçimleri arasındaki tezatlar akraba farklıl ık­
lardır. Bau'nun ihlal leri, sistematik olarak Rewa'nın törelerine karşıt şekilde gel işmiş
ve Rewa'nın töreleri de bu süreçte onaylanmıştır. Bu, iki tarafın birlikte evri ldiği bir
süreçtir. G regory Bateson'ın "tamamlayıcı şizmogenez" dediği şeydir: Her iki tarafın
da kendisini diğerinin tersi olarak örgütlediği , birbiriyle çel işerek rekabet ettiği bir
süreçtir. Bau'nun dinamizmi ve Rewa'nın muhafazakarlığı bu şeki lde birbirine bağl ı
olduğu için, biri olmaksızın diğerinin tarihi yazılamaz. Carlo Ginzburg'un deyişiyle,
"hiçbir ada bir ada deği ldir"

TARİHSEL KARŞIT TİPLER OLARAK ATİNA VE SPARTA

Atina ile Sparta arasında Thukydides'in algıladığı (ve Korinthoslulara söylettiği) ka­
rakter tezatlarının ardında sadece kendilerine özgü tari hleri deği l . tamamlayıcı kar­
şıtlık içinde birbirine bağl ı bir tarihi de olan kültürel düzenlerindeki büyük farklar da
vardı. Ben, Atina ve Sparta'nın 5. yüzyı ldaki formlarını, iç koşul larını karşılıklı i l iş­
kilerine tabi kılan karmaşık bir diyalektikle geliştirdiğini savunacağım. Dinamik bir
biçimde birbirlerine bağl ı olan Atina ve Sparta, daha sonra karşılıklı olarak birbirlerini
oluşturmuşlard ı . Victor Davis Hanson, "Atina ve Sparta gerçek bir savaş içinde olan
devletler"dir gözleminde bulunmuştu, "ama bir yandan da evrene bakmanın karşıt
yol larının metafizik i fadeleriydi" ( 1 996: xi). Atina ile Sparta arasındaki il işki, deniz
ile kara, kozmopolit ile yabancı düşmanı, ticari ile otarşik, lüks ile basit olan, demok­
ratik ile ol igarşik, kentli ile köylü, otokton ile göçmen, çok fazla konuşan ile az ve öz
konuşan arasındaki ilişkiyd i : Raymond Aron'un dediği gibi, "ikilikler saymakla bitmez"
( 1 96 1 : 1 08). Atina i le Sparta kültürel açıdan karşıt tiplerd i .

Örneğin, Atina'nın kozmopolit kapsayıcılığına karşılık Sparta l ı ların yabancı düşma­


nı dışlayıcılıklarını düşünelim. Kendisini ritüel dilden siyasal ve pratik olana doğru
yapı landıran antitezlerdi bunlar. Atina lmparatorluğu'nun, Panathenaia şenl iğindeki
büyük geçit töreninde -Parthenon'daki meşhur kabartmada temsil edildiği üzere- her
78 1 Thukydldea'ten ÔZilr Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

yıl kendi kendisinin gösterisini yaptığı, yurttaşların yanı sıra yabancıları da kentin
tanrıçasına sunulan kurbanları taşımaya yönelttiği söylenebilir (Parke 1 977). Helen
dünyasının katılımına ilk kez 6. yüzyıl sonlarında açılan Panathenaia şenlikleri . 5.
yüzyı lda, özellikle Perikles yönetiminde daha da gel iştirilmişti . Her beş yılda bir at­
letizm yarışmalarıyla birlikte düzenlenen ve Büyük Panathenaia Şenliği biçimini alan
bu şenlikler fi il iyatta, kendisinin yaratılmasına katkıda bulunan Atina hakimiyetinin
kutlanmasına dönüşmüştü. Kentin yabancı sakinleri de dahil olmak üzere heterojen
Attika nüfusunun hemen hemen bütün kesimleri, ayrıca sömürge kentlerinin halkla­
rı ve haraç ödeyen tebaa Athena'ya hürmet gösterme törenine katılırdı. Benzer bir
törensel teslimiyet, "Atina'da başka hiçbir vesileyle olmadığı kadar çok Atinal ı ve ya­
bancının toplandığı" (a.g.e., 1 3 3 ) her yılki kent Dionysia'sı törenlerine de damgasını
vurmuştu. Denize açılma mevsiminin başlamasını kutlama vesilesiyle yapı lan bir bay­
ram olan Dionysia, aynı zamanda ağırlıklı olarak tiyatro oyunlarının sergi lendiği ve
müttefiklerin haraçlarını öded iği dönemd i ; haraç olarak getirilen eşyalar tiyatronun
dans zemininde sergi lenirdi.

Paul Cartledge (200 1 : 1 8-20), bu siyasa l-törensel kuşatıcılık ile Spartalı ların. dev­
letin saf Spartalı özünü ayrıştırmak üzere tasarlanmış büyük ulusal dini festivalle­
ri Hyakinthia'nın dışlayıcıl ığı arasında ilginç bir karşılaştırma yapar. Geçit törenle­
rinde sadece Sparta yurttaşları temsil edilirdi; böylece izleyiciler arasında bulunan
helot'lardan: tümüyle dışarıda tutulan. çevre bölgelerden gelen Lakonialı lardan (pe­
rioekoi) ve yabancılardan ayrı lırlardı. Cartledge şu yorumda bulunur:

Hyakinthia festivalinin askeri tarzdaki geçit törenleri, müzikal ve atletik yarış­


maları sadece Sparta yurttaşlarına açıktı. Aslına bakılırsa Hyakinthia'ya katı­
lan -özell ikle de seçkin yabancı misafirlerin buyur edildiği Gymropaidai festiva­
linin veya Perioekoi 'ye önemli bir rol verilen Promakheia'nın tersine- Spartalı
olmayan tek grup helot'lardı . . . Kısacası Hyakinthia şenlikleri, Sparta'nın kent­
leşme sisteminin tamamı gibi, merkezin çevreden ayrı olduğunu ve hiyerarşik
bakımdan ona hakim olduğunu vurgulamak ve bunu güçlendi rmek amacıyla
bilinçli olarak tasarlanmıştı. Normal ve kurallara dayalı Yunan polit.'i. şehri ve
kırsal kesimi uyumlu bir siyasal sembiyozda birleştirirken Sparta başka birçok
bakımdan olduğu gibi bu bakımdan da alışılmadık. hatta benzersizdi (20).

Bu törenlere kabul edilen seçkin misafirler belki bir yana bırakılacak olursa, yabancı­
lar 5 . yüzyıl Sparta'sında kural olarak sıcak karşılanmıyordu; Spartalı ların ülke dışında
fazlaca dolaşması da öyle. O dönemde genelde inanıldığı üzere Lykurgos tarafından bu

Sparta'nın egemenliği altındaki Lakonia ve Messenia bölgelerindeki halkın çoğunluğunu oluşturan,


özgür olmayan kesim. Toprağa bağlı olan helot'lar ekonomik alanda Sparta vatandaşlarını destekler
konumdaydı. -y. h.n.
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 79

tür şeyler yasaklanmış olsun olmasın, periyodik olarak "yabancıların dışarı sürülme­
si" (xenelaöia) Peloponnesos Savaşı başladığında hala yürürlükteydi (Thuk. 1 . 1 44 . 3 ;
Xen . ConM. Laced. X I V . 4 ; Powell 1 988: 2 1 4). Perikles aşağılayıcı b i r tezatla, Atinalı­
.

ların bütün gelenlere açık olmasına karşılık Spartal ı ların yabansı tavrından bahseder­
ken, bugün birçok kimseye hala hitap eden işlevsel bir açıklama getirmişti: Sparta'nın
yabancıları dışlamasının ard ı nda, sırlarını düşmanlarından koruma kaygısı yatıyordu
(Thuk. 2 . 23 . 1 ). Bu açıklama, Spartalıların ülke dışında yaşamasının engellenmesin­
den, dolayısıyla -Korinthosluların dediği gibi- düşmanlarından bihaber olmalarından
kaynaklanan tamamlayıcı dezavantajı görmezden gelir. Birlikte ele alındığında bu ön­
lemler daha çok, Çinlilerin Tang Hanedanı ' ndan beri kendilerini manevi kirlenmeden
korumak amacıyla dönemsel olarak çıkardığı yabancı karşıtı hükümleri hatırlatır. Pe­
loponnesos Savaşı 'nda Sparta'nın zafer kazanmasını izleyen yozlaşma döneminde bu
tür bir kirlenmeyi andıran bir duruma tanık olan Ksenophon, eski dışlayıcı kanunların
erdemlerine ilişkin böyle bir sonuca varmıştır: " Eski günlerde yabansı tavırlar vardı,
ülke dışında yaşamak yasadışıydı; bu yasal düzenlemelerin, yurttaşları yabancılarla
temasta bulunarak ahlaklarını yitirmekten korumayı amaçladığına hiç kuşkum yok"
(ConM. La ced XIV. 4). 58 Büyük Çin Seddi en azından barbarları dışarıda tutmak kadar
Çinli leri de içeride tutmaya yaramış, Çin'e özgü düzenin, ötesinde sürdürülemeyeceği
ekolojik ve kültürel sınırı bel irlemiştir (O. Lattimore 1 940). Lykurgos, Sparta'nın bir
surla çevril mesi gerekip gerekmediği sorulduğunda, iddiaya göre "i nsanlardan oluşan
bir duvara sahip şehir gayet iyi istihkam edilmiştir" dediğine göre (Plut. , Lyc. 1 9) bu
karşılaştırma muhtemelen yerinded ir. Spartalılar görenekleri ve mizaçlarıyla kendi­
lerine dışarıya karşı korunma emri vermişlerdi. Lykurgos işgale en iyi biçimde, "yok­
sul luğu sürdürerek, her insanı yoldaşından büyük olmaya teşvik etmeyerek" karşı ko­
nulacağı nı söylemişti (a.g.e.). Plutarkhos Lykurgos'un, "kentini yabancı alışkanlıkların
nüfuzundan korumaya, genel likle insanların böceklerin yayı l masını önlemeye dikkat
ettiği kadar özen gösterdiği" gözleminde bulunmuştu (a.g.e., 1 O).

Moses Finley'nin belirttiği üzere, hiçbir Yunan devleti, dışlayıcı lık ve yabancı düşman­
lığında Sparta'yla aşık atamazdı: "Sistem dışarının etkisine, şahsen dışarıdan gelenle­
re ve dışarıdan alınan mallara bütünüyle kapalıdır" ( 1 964: 65). Geleneğin (icadının)
söylediği üzere, Lykurgos gümüş ve altına bireysel olarak sahip olunmasını, bütün
ithalatı ve lüks malları yasaklamıştı. Sparta toplumsal ve siyasal olarak kapa lı olduğu
gibi , maddi açıdan da kendi yağında kavrulacaktı. Spartalılar kendi paralarını ancak

58 Plutarkhos da aynı şekilde Lykurgos'un "yabancı ahlak kurallarına. kötü eğitimli insanların
alışkanlıklarına ve farklı yönetim biçimlerine" yakınlık duymasınlar diye Spartalıların seyahat et­
melerini yasakladığını söyler. Plutarkhos. Lykurgos'un yabancıların Lakonia'ya gelmesini yasak­
lama gerekçeleri hakkında da Thukydides'le görüş ayrılığı içindedir. Sparta'da bir şey öğrenecekleri
için değil. "doğru davranış biçimlerine ters düşen bir şeyler getirebi lecekleri" için bu yasağın
konulduğunu söyler (Lyc. 27).
60 1 Thukydlde&'ten Ô.ıür Dileyerek 1 Maröhall Sahlinö

3. yüzyılda bastılar, ama demir içeren paraları ülkelerin i n dışında geçerli değildi. Do­
layısıyla, Theophrastos'un gözlemlediği üzere, kanun koyucu servetten sadece gıpta
edilme öze l l iğini değil, servet olma niteliğini de çekip almıştı (Plut . , Lyc. 1 O). Sparta
yurttaşlarının ticaretle ya da mekanik işlerle uğraşmasına da izin verilmiyordu. 59 Dev­
letin Spartal ı erkeklere tahsis ettiği araziler helot emeğiyle işleniyordu, Spartal ı larsa
sert askeri eğitime, yaşa daya lı örgütlenmeye, kamu disipl inine, toplu olarak yiyip iç­
meye ve kurumsal laşmış oğlancılığa dayalı meşhur kışla kültürlerini yaşıyorlardı (krş.
Hodkinson 1 98 3 ; Plut. , Mor. V. 3). Sistem hanehalkını (oi koö) etkil i biçimde değersiz
kıl ıyordu. Austin ve Vidal-Naquet aslında bu sistemin "oikoö geleneğine karşı, aile ya­
şamını asgari düzeye indiren bir tepki " olduğunu söyler ( 1 977: 82-83). Böyle olduğu
için, arzunun sınırlanması veya bastırılmasıyla olduğu gibi, ekonomiyi enerjiden yok­
sun bırakıyordu. Tüketime sadelik, tutumluluk ve eşitlik hükmedecekti. Bu "akranlar"
(homoioi) toplumunda, kişisel ve ailevi yaşamın nesnelerine, yani evler ve mobilya­
lara, giysiler ve öğünlere temel bir tekti plik hakimdi. Plutarkhos. "lüks onu besleyen
ve teşvik eden şeylerden azar azar yoksun bırakıldı, hiçliğe dönüştü ve kendiliğinden
ölüp gitti" der (Lyc. 9). Athenaios, Sparta 'yı ziyaret eden, Sparta 'da yediği akşam ye­
meği sonrasında "Sparta lı ların dünyanın en cesur insanları olduğuna kuşku yok; aklı
başında biri, böyle yoksul bir yaşama ortak olmaktansa on bin kez ölmeyi tercih eder"
demiş bir Sybarisli 'den bahseder (Deip. 4. 1 3 8 . 2).60

Spartalı lar sistematik tutumluluğun yanı sıra kendilerini, ritüel korumaya ve et­
nik farkl ılıklara dayalı kuşatıcı bariyerlerle de tahkim etmişlerdi. Hocart'ın Fij i l i eş­
merkezli düalizmin yapısını "iç ve üst"e karşı "dış ve aşağı" olarak betimlemesi gibi,
Cartledge'ın da Sparta'nın yabancı düşmanl ığının belirli bir mekansal sisteme dayan-

59 "Aslında Lykurgos'un halkına sundugu en büyük lütuflardan biri de, onlara vasat ya da mekanik bir
zanaatın icrasını yasaklamasından kaynaklanan boş zaman bolluguydu. Sıkıntılı bir iş olan dolaşıp
insanları görmeyi ve iş yapmayı gerektiren para kazanmaya, servetle şerefe veya saygıya kavuşul­
mayan bir devlette hiç ihtiyaçları yoktu" (Plut. , Lyc. 24)
60 Sparta'nın gerilemesi sırasında Agesilaus'un yönetimde olmasına karşın, Plutarkhos'un ("Spartalıların
Deyişleri"nde) ona atfettigi sözler, Lykurgos'a özgü maddiyat konusunda kendini dizginlemeye ve
olagandışı Sparta ekonomisine bazı atıflar içermesiyle digerlerinden ayrı lır. Plutarkhos'un kayda
geçirdigi, görünüşe bakıl ırsa Spartalı yöneticiler arasında rahatça el degiştirebilen başka birçok
hikayenin tersine (Plutarkhos farklı devirlerde yaşamış farklı krallara aynı anekdotları atfeder),
Kral Agesilaus'un Spartalıların parayı, ticareti vs. hor görmesine il işkin anekdotları sıklıkla sadece
ona atfedilmiştir (Plut. Apoth. Lac. 72; bkz. Plutarch ( 1 93 1 : 2791). En iyi anekdotlardan biri sürekli
Sparta adına sefere giden Sparta'nın müttefiklerinin, Sparta'nın çok az askeri olmasına karşın ken­
di lerinin oransızca çok sayıda askeri oldugu yönündeki şikayetine verilen cevaptır. Agesilaus "müt­
tefiklerin ayrım gözetilmeksizin hep bir arada oturmalarını, Spartalıların ise ayrıca oturmalarını
emretti; sonra haberciyle önce çömlekçilerin ayaga kalkmasını emretti; onlar ayaga kalkınca
demircilerin ayaga kalkmasını, sonra marangozların, sonra yapı ustalarının. sonra diger zanaat­
lardan insanların ayaga kalkmasını emretti. Sonuçta müttefiklerin hemen hepsi ayaga kalktı, ama
Spartalılardan bir tek kişi bile ayaga kalkmadı; çünkü vasıfsız işler icra etmeyi veya ögrenmeyi
yasaklayan bir kural vardı. Bunun üzerine Agesilaus gülerek 'görüyorsunuz, sizin gönderdiginizden
ne kadar fazla asker gönderiyoruz"' dedi (a.g.e .. 379).
BGST i Dü�ünce Dizi6i i 61

dığından bahsettiğini hatırlayalım: "merkezin çevre bölgelerden ayrı ve onlara hakim


konumda olması" Sparta örneğinde merkez, gerçek Sparta l ıları içeren dört orijinal
topluluktan oluşuyordu (ya da besbelli ki ülkenin yerli halkı gibi bir topluluk olan
Amyklae de dahil edildiğinde beş). Thukydides'in dediği gibi, eski moda köylerden
ibaret bu topluluk hiçbir şeki lde Sparta'nın şanını gelecek kuşaklara bıraktığı kal ıntı­
larla gösteremeyecekti . Oysa Atina'nın kalıntıları gelecekte onun gücünü aslında ol­
duğundan iki kat daha büyük gösterecekti ( 1 . 1 0 . 2). Burada Perikles'in görkemli inşa
programının siyasal amacına ulaştığını da gösteren 5. yüzyıla ait başka bir antitez
karşımıza çıkar. Buna karşın, Sparta 'nın din siyaseti daha ziyade merkezdeki Sparta
köylerinin çevresine kurul muş, onların kutsal sınırlarını beli rleyen ve onları koruyan
bir dizi tapınağa yatırım yapmıştı . Bu tapınakların ötesinde özgür perioekoi topluluk­
larını kapsayan geniş bir kuşak bulunuyordu (Cartledge 200 1 : 9 vd.). (Perioekoi'nin
aslında Spartalı lar ve deniz arasında yer aldığını, bunun da Atina'nın adasallığıyla bir
başka karşıtlık oluşturduğunu unutmaya l ı m . ) Peri oekoi 'yi içine alan ve hinterlanttaki
h elot'ları dışarıda bırakan bir başka tapınaklar kuşağı ise Lakonia'nın sınırlarını çizi­
yordu. Bunlar sınır tapınaklarıyd ı ; Sparta ordularının ilahi emir olmaksızın bunların
ötesine geçmesi tehlikeliyd i . Son olarak, Sparta'nın helot 'ların isyan tehdidini dikkate
alarak kurduğu sanılan Peloponnesos Birl iği 'nin müttefikleri , bugün hala büyük ölçü­
de bili nmeyen gizeml i devletin en dış çeperini oluşturuyordu.

Peki o zaman Kleisthenes 508'de Atina için, yeni kuru lan on kabilenin her birine dev­
letin başl ıca üç ekolojik bölgesinden (sahil, kent ve tarım yapı lan iç kesimler) bir pay
verilmesini öngören demokratik bir anayasa yapılmasını önerirken tam olarak kimi
ya da neyi düşünüyordu? Bu kapsayıcılık Sparta'nın eşmerkezli sisteminin tam tersi
olduğu için de Atina l ıların, yakın bir geçmişte devirdikleri türde bir tiranlığın Sparta
tarafından yeniden kurul ması girişimi karşısında Kleisthenes' i n reformunu aceleyle
benimsemeleri bununla ilgili olabilir mi? En azından Aristoteles'ten beri düşünürler
Atina ile Sparta'yı kalıtımsal açıdan açıklamaya, yani anayasalarını daha önceki baş­
ka devletlerden (belirsiz) bir tür miras veya yayılma süreciyle aldıklarını düşünmeye
yatkın olmuştur. Bu açıklamaya göre Atina'nın anayasası bazı Yunan kolonilerinin de­
neysel rejimlerinden, Sparta'nınki de gayet iyi bi lindiği üzere Girit'ten alınmış olabi lir.
Ama en azından, senkronik (eşzamanlı) süreçlere de diyakronik (artzamanlı) süreçler
kadar önem veri lmeli; benzerliklerin soy yoluyla sonraki nesil lere tarihsel aktarımı
kadar aynı dönemdeki farkl ılıkların karşıt konumlar yoluyla ortaya çıkmasına da dik­
kat gösterilmelidir. Levi-Strauss kültürel farkl ılıkların grupların yalıtılmış olmalarının
ürünü olmaktan çok, aralarındaki ilişkilerin ürünü olduğunu söyler ( 1 9 5 2 : 1 0). Tam
da ilki ikincisinin yadsınması anlamına geldiği için, demokratik Atina'nın karasal bü-
82 1 Thulcydidea'ten Ô:ür Dileyerek 1 Maröhall Sahlin6

tünleşme (.�ynoeciöm)" modeli pekala Sparta'nın merkezcil hiyerarşi sistemi olabilir­


di. Belirleme yadsımadır.

Aynı bağlantı üzerinden devam edersek, Sparta'nın 508 civarında Atina'daki tiranlığı
desteklemesi ; Sparta l ı lar ile Atinalı ların 5 . yüzyılda, özellikle de Peloponnesos Savaşı
döneminde sırasıyla başını çektiği oligarşi ve demokrasiden oluşan tümüyle yeni bir
antitezdeki bir geçiş anını temsil eder. Tamamlayıcı karşıtl ığın dinamiklerini herhalde
hiçbir şey bu kadar iyi özetleyemez; zira önceki yıllarda yabancı ülkelerde maceralara
atılmaya sanıldığı gibi meyletmemelerine rağmen Sparta l ı lar birkaç kentte -örneği n,
başka kentlerin yanı sıra Korinthos, Naksos, Sikyon, Samos ve Atina'da- tiranlıklara
askeri müdahalede bulunmuştu; kaldı ki Spartalı ların (ideolojik olarak) eşitlikçi reji­
miyle tutarlı bir müdahaleydi bu. Ama şimdi bu iki kent kimin çoğunluğun tarafında
olduğu konusunda kimliklerini değiştirmişti.6 1 Peloponnesos Savaşı sırasında Korkyra
ya da Trakya'da olduğu gibi Sparta l ılar, Atina 'nın d e m oö'u desteklemesine karşılık
isyancı ol igarklara arka çıkmışlardı. Leveque ve Vidal-Naquet bu şizmogenik tersine
çevrilmenin yeterince üzerinde durulmadığını söyler: "Ati na'da Kleisthenes'in yöneti­
minde gerçekleşen (tiranlıktan demokrasiye) siyasal tersine çevrilmeye Lakedaimon­
luların dış politikasında simetrik bir tersine çevrilmenin eşlik ettiği yeterince vurgu­
lanmaz !. . . ] Atina ile Sparta arasında gelişecek ideolojik çatışmaların i l ki buydu. Sparta
508'den itibaren ol igarşilerin jandarması rolünü oynamaya başladı" ( 1 997: 3 0-3 1 ).

Ne var ki bir tarihyazımı ilkesi olarak şizmogenezin, Thukydides'e inanacak olursak


Peloponnesos Savaşı'ndan dört yüzyıl, Plutarkhos'a kulak verirsek beş yüzyıl önce,
Sparta'yı Lykurgos'un kafasından az çok tam gelişmiş şekliyle ortaya çıkan kadim,
kendi kendisini yaratmış kültürel bir oluşum olarak gören ve uzun zamand ır var olan
bir gelenekle rekabet etmesi gereki r. Bu "Sparta serabı" olabi lir; yine de bu "serap"
ayrıksı Sparta kurumlarının, 8. yüzyıl sonunda fethedilen, iki kuşak sonra (y. 660)
geniş çaplı bir isyan üzerine i kinci Messenia Savaşı 'nda kesinkes boyunduruk altına
al ınan Messenialı helot'ların itaati ni sürdürmeye yönelik bir araç olarak geliştirildiği
yönündeki modern akademik hipotezde tamamlayıcısını bulur. Ama Sparta 'nın Mes­
senia Savaşları sonrasında edindiği refah ve ticaret imkanları, kendi içine kapa l ı ve
tutumlu bir toplum serabını en azından 6. yüzyıl sonuna dek ortadan kaldırdığı için,
Sparta'nın benzersizliğini helot'ların hakimiyet altına alınmasıyla açıklayan kuramın
da gözden geçi rilmesi gerektiği açıktır. Bu son gelişmeyi kabul ederek Messenia me­
selesini, Sparta'nın yabancı rakipleri Argos, Arkadia ve özellikle Atina'yla şizmogenik

Antik Yunanistan"da köylerin bir şehir devleti oluşturmak üzere bir araya gelmesidir. Örneğin, Atti­
ka bölgesindeki topluluklar birleşerek Atina şehir devletini oluşturmuştur. -y.h.n.
61 Leveque ve Vidal-Naquet'ye göre 6. yüzyılda tiranlık ile izonomi arasında bir karşıtlık görülüyordu;
yüzyıl başında Atina çoğunluğun. Sparta azınlığın yönetimini desteklerken izonomi de farkl ılaşarak,
demokratik ve oligarşik bileşenlerine ayrıldı ( 1 997: 1 8 ve devamı).
BGST 1 Dü�ünce Diıiöi 1 83

karşıtlığı içinde ele a lmayı öneriyorum. Ü l ke içindeki helot tehdidi, büyük ölçüde ülke
dışındaki Atina tehdidi tarafından yaratılmıştı. Messenialılar etnik birliklerini, Sparta­
lılar ve Atinalılar da yapısal antipatilerini bu üçlü konjonktürde keşfetmişlerdi.

O halde, öncelikle ortadan kaybolması için Sparta serabına biraz daha yakından baka­
lım. Zira Messenia'nın fethedi lmesi Sparta'yı "yeniliklere kapalı büyük bir köy"e (01-
lier 1 93 3 : 4 3 -45) çevirmek şöyle dursun, tam tersine onu Yunanistan'daki en zengin
devlet haline getirmişti . 8. yüzyıldaki bu fetih, zaman zaman şekil değiştiren ama 6.
yüzyıl sonuna dek zayıflamayan bir sanatsal ve mekanik üretim çağının ve uzun me­
safeli ithalat ve ihracat ilişkilerinin başlangıcı olmuştu.62 Klasik dönem araştırmacıları
bunu bir süredir biliyor. 20. yüzyıl başında Artemis Orthia Tapınağı'nda yapı lan kazılar,
"mitlerdeki 'tutumlu' Sparta'nın en azından 6. yüzyıl ortasına dek gerçek yaşamda hiç­
bir karşılığı olmadığını kanıtlamıştır" (Cartledge 2002: 1 3 3 ) . Cartledge, Messenia'nın
ilk fethinin Sparta'yı Akdeniz'deki lüks mallar ve hammadde ticaretinin yörüngesine
soktuğunu, onu "dönemin en ilerici (' Doğululaştırıcı') sanatsal akımlarıyla tanıştırdı­
gını" söyler (a.g.e. , 1 03). Zira 7 . yüzyıl başında Yunanistan'ın birçok bölgesinden ve
başka yerlerden ithal edi len zengin kıymetli adaklık malzeme -altın, gümüş, fi ldişi, sırlı
seramik ve kehribar- Artemis Orthia'da sunuluyordu; hatta burada bulunan Lakonia
tarzı tunç at figürleri İ talya' dan Samos'a kadar dolaşımdaydı. 7 . yüzyıl ortasındaki İkin­
ci Messenia Savaşı sonrasında, Lakonia fildişi oymacıl ığı serpilip gelişti. Yakındoğu'dan
ithal edilen hammaddelerle yapı lmış, Lakonia zanaatkarlarının elinden çıkmış bu güzel
nesneler Akdeniz'in her yerine dağı lmıştı. "Tarih ve sanat tarihi açısından bakıldığında
bu fildişi eşya bolluğu konusunda en fazla dikkat çeken nokta, neredeyse hiç beklen­
medik bir Sparta'nın -edebi imgesinin tersine- dış dünyaya, özellikle de Yunan olmayan
Doğu'ya hem fiziksel hem manevi olarak açık olduğunun gözler önüne serilmesidir"
(Cartledge 200 1 : 1 76). Hans van Wees aynı şeyin şiir açısından da söylenebileceğini
savunur. Alkman'ın (y. 600) şiirleri, sanat tarihinin 7. ve 6. yüzyıl Lakonia eliti hakkında
çizdiği tabloyu güçlendirir; bu elit, "arkaik Yunan'a özgü zenginlik ve eglencenin her
biçiminin belirgin şeki lde tüketi lmesiyle meşguldü l. . . I Hatta Alkman'ın devrinde Spar­
ıa zenginliğe çok büyük önem vermekle nam salmış görünür" (van Wees 1 999: 3 -4).
Sparta'nın ticareti ve dış dünyaya açıkl ığı 6. yüzyılda da devam etmişti . 575 ile 5 2 5
arasında çömlek v e tunç nesne üretimi serpilip gelişti. Lakonia tarzı siyah figürlü çöm­
lekler Karadeniz'den lspanya'ya varıncaya dek her yere yayı lmıştı. Sonraki dönemde
bu çömlek yapımının hızla gerilemesi, genellikle Atina çömleklerinin rekabet gücüne

62 Ollier'nin ( 1 9 3 3 -43) Sparta'nın serabını çürütmesinin yanı sıra, Sparta ekonomisiyle ilgili bu
tartışmayı esasen Cartledge (200 1 : 1 2. bölüm; 2002); Hodkinson (2000) ve Whitby'ye (2002), ayrıca
Moses Finley'nin artık klasikleşmiş "6. yüzyıldaki Sparta devrimi" tartışmasına dayandırıyorum
( 1 97 5 : 1 6 1 -77); bu gelişmelerin büyük bölümü 6. yüzyıl sonunda, hatta 5. yüzyılda gerçekleşmiş
olabilir.
64 1 lhulcydldea'ten Ôzilr DUeyerek 1 Mar6hall Sahlin6

bağlanır. Ama nihayetinde yüzyıl sonuna gelindiğinde Sparta, Lykurgos'un onun için
yüzlerce yıl önce buyurduğu varsayılan otarşi koşul larına yaklaşıyordu.63

Bununla birlikte, Sparta'nın daha geniş çaplı Yunan dünyasındaki askeri ve siyasal var­
lığı daha uzun bir süre devam etti. Sparta 6. yüzyılın i kinci yarısında Tegea ve Argos'la
aralıklı olarak çatıştı; ayrıca Atina ve daha uzaklardaki tiranlıklara askeri müdahalede
bulundu. 5 5 0 civarında Yunanistan' da "önde gelen" iki halk olan Atinalılar ile Spartalı­
lar arasında, i kincisi daha güçlüydü. Lydia kralı Kroisos bu hükme varmış, bunun üzeri­
ne onlarla ittifak kurmayı önermişti (Hdt. 1 . 5 6 vd.). Spartalılar, Pers Savaşları sırasında
Helenlerin lideri olarak konumlarını korudular: bu konumu Atinalılara ancak 478'de
bıraktılar ki Atina o tarihte deniz gücü olmaya kesin karar vermişti . Bu, iki devlet için
de kritik bir dönüm noktasıydı. Diodoros Sikeliotes'in Spartalı ların tartışmalarından
çıkardığına göre, Spartalılar çıkarlarının Atinalılarla hegemonya için çekişmekten ya
da onlara denizlerde meydan okumaktan -ve bu şeki lde zenginlik aramaktan- başka
bir yerde yattığına karar vermişlerdi (XI . 50). Aslına bakı l ırsa, doğrudan askeri ve
ekonomik rekabet yerine yaşam biçimi rekabetine girmeyi kafaya koymuşlardı. Dio­
doros (veya başlıca kaynağı Ephoros), Sparta Geruöia'sının, yani otuz üyeli Yaşlılar
Meclisi'nin 4 7 5 'teki toplantısına ilişkin anlatısıyla bir dönüm noktası anının altını
çizer. Bu toplantı, "denizlerin komutasını yeniden elde etmek için" Atinalılara savaş
açmayı değerlendirmek üzere yapılmıştı. Daha önce aynı konuyu değerlendirmek için
toplanan bir genel mecliste, "genç erkekler ve diğerlerinin büyük çoğunluğu liderliği
yeniden ele geçirmeye hevesliydi; liderliği güvence altına alırlarsa büyük bir zengin­
lik kazanacaklarına, Sparta'nın genel olarak daha büyük ve daha güçlü olacağına, sivil
yurttaşların mülklerinde büyük bir refah artışı olacağına inanıyorlardı" (Diodoros'a
inanacak olursak, Lykurgos'un tutumluluğu, dolayısıyla tektiplik ve eşitlik buraya ka­
dardı.) Diodoros'un metni, Geruöia hakkında değerlendirmelerle devam eder:

Hemen bütün yurttaşlar bu eylem yolunun tutulmasına heves ettiği , Gerusia


da bu meseleleri değerlendirmek için toplanmış olduğu için hiç kimse birinin
başka bir yol önerme cesaretinde bulunacağın ı ummuyordu. Ama Gerusia'nın
bir üyesi , doğrudan Herakles'in soyundan gelen, karakteri nedeniyle yurttaş­
lar arasında beğeni len Heteoemaridas, l iderliği Atina'ya bırakmaları tavsiye­
sinde bulundu; zira denizlerde hak iddia etmenin Sparta'nın çıkarına olmadığı­
nı i fade etti. Şaşırtıcı önerisini destekleyecek sağlam argümanlar i leri sürmeyi
becerdi ve hem Gerusia'yı hem halkı yanına çekti. Sonunda Lakedaimonlular,
Heteoemaridas'ın fikrinin kendi avantajlarına olduğuna karar verip Atinalılar­
la savaşma hevesinden vazgeçti (Diod. Sic. XI. 50).

63 Austin ve Vidal-Naquet abartıyor muydu? "Aslında, arkeolojinin kanıtlarına bakılırsa" derler,


"Sparta'ya ithalat 6. yüzyıl sırasında tamamen kesilmişti" ( 1 977: 70).
BGST 1 Dü9ünce Diziöi 1 85

Spartalılar denizcilikle i lgisi olmayan ve ekonomik işlerde maharetten yoksun kara


merkezl i , helot'lardan yana kaygıl ı ve içe dönük tipler olsaydı , 4 7 5 'teki bu tartışma­
nın birçoğu için büyük bir sürpriz olması gerekirdi . Bir dipnot gibi şunu ekleyebiliriz:
Heteoemaridas'ın (Lykurgos gibi) Herakles'in torunu olarak tanımlanması güvenilirli­
ğini desteklemek için i leri sürüldüyse, bunun Atina'yla karşıtl ığı mitolojik düzlemde
de tekrarladığını ekleyebiliriz. Mitolojik düzlemde, Sparta kra l larının atası Herakles
ile Atina kralı Theseus arasındaki karşıtlık bir süredir devam ediyordu (Calame l 990b:
404).64 Yine de Sparta politikasının 470'lerde belirgin bir biçimde yön değiştirmesine
rağmen, "daha geniş kapsam l ı Helen çıkarlarından yana kanıtlar eksik deği ldi" Peter
Fleiss şu gözlemde bulunur: "Megara'dan yana tedirginlik !. . . ). Teselya'nın gücünü kır­
ma girişimleri, ton Denizi'nde daha uzakta bulunan Zakynthos Adası'ndaki eylemler;
bütün bunlar Sparta liderliğinin, yakın nüfuz alanının ötesindeki olayları dikkatle iz­
lediğini gösterir" ( 1 966: 3 8).

Ne var ki Sparta askerlerinin sayısı, bu tari hten itibaren ani bir geri leme göstermeye
başlad ı . 480'de bel ki de sekiz bin ya da daha fazla olan yurttaş savaşçıların sayısı,
3 7 1 'deki Leuktra Savaşı sırasında neredeyse sadece bine inmişti. Cartledge, Hodkin­
son ve diğerleri, Sparta'nın erkek yurttaşları arasında arazi sahipliği konusunda artan
eşitsizliklerin daha yoksul erkeklerin toplu karavanalara katkıda bulunmasını imkansız
kıldığı, ağır zırhlı piyade statülerini kaybetmelerine yol açtığı argümanını i leri sürer.
Sparta 'daki yoksulluk, tektip tüketim vs. kültünün buna veri lmiş bir tepki olduğu, ar­
tan eşitsizlikler karşısında gerekli dayanışmayı ayakta tutan bir tür işlevsel örtmece
olduğu da kimi zaman ileri sürülür. Öyle olsun veya olmasın Sparta "devrimi"nin bu
tür yönlerinin tarihi 6. değil 5. yüzyıl olmalıdır. Cartledge'a göre (200 1 ) bu tarih aynı
zamanda bunun ideolojik sonucunun, yani meşhur Sparta serabının da tarihidir:

Bu yüz yıllık dönem içinde [480-3 7 1 1 Spartalılar ile helot'lar ve Sparta ile dış
dünya arasındaki il işkiler bozuldukça bu serap doğdu. Daha doğrusu, ilk olarak
tedirgin Sparta l ı lar tarafından imal edildi. Sonraları, kendi ülkelerinin iç politi­
kasına yönelik amaçlar için saldırgan derecede ol igarşik, özellikle de [muhalifi
Atinal ı propagandacılar tarafından benimsendi . Serap, kültürel yönüyle Sparta
gerçekliğinden tamamen uzak deği ldi, ama buna Lykurgos'un yasaklarıyla sah­
te bir tarihsel temel kazandırılması fazlasıyla hafi fl i k ve dedikodudur ( 1 83).

Şu anda karşımızdaki mesele bu serabın yanlışlığını ortaya koymaktan çok taşıdığı


önemi anlamaktır. Mesele, serabın tarihsel doğruluğundan çok görünümünün tarihsel
koşul larıdır. Bu bağlamda, Cartledge'ın i fadesi iki yönüyle d i kkatimizi çekmelidir. Bi­
rincisi, serap tek başına helot sorunuyla ilgili olarak değil , aynı dönemde Sparta'nın

64 Herakles'in soyundan gelenlerin Sparta'daki farklı konumuna ilişkin bkz. Plutarkhos (Ly6. 24).
86 1 Thukydldea'ten Ô.zür Dileyerek 1 Maröhall Sahlinö

dış dünyayla, hepsinden de önemlisi Atinalı larla i lişkilerinin bozulmasıyla bağlantılı


olarak gelişmiştir. i kincisi, Cartledge serabın 5 . yüzyıl itibarıyla Sparta'nın kül türel
gerçeklerine bir ölçüde tekabül ettiğini ileri sürer. Elbette, Moses Finley'nin "6. yüzyıl
devrimi"yle ilgili olarak söylediği gibi, Sparta sisteminin bir seferde evri lmediğini, bu
sistemin unsurlarının -örneğin iki l i krallık ya da yaş-derece sisteminin- muhtemelen
eski olduğunu söylemek güven lidir. Sparta pratikleri nin ne zaman ve hangi sırayla
kültürel gerçekl i kler halini aldığını kimsenin kesin olarak bilmediği de güvenle söyle­
nebi lir. Ne var ki, sistematik olarak da birbirleriyle il işki l i görünen bu ayrıksı özellik­
lerin büyük bir bölümü ancak 6. yüzyıl sonlarından itibaren "Atinalıların artan gücü
ve bunun Spartalılarda uyandırdığı korku" bağlamında gelişmiştir. Bu geç gelişmeler
arasında şunlar yer alıyor olsa gerek: Dış ticaretin askıya alınması, genel olarak tica­
ret ve mekanik sanatların şeytanlaştırı lması, lüks tüketimin bastırılması, denizcil i k
faaliyetlerinin dışlanarak neredeyse tamamen tarıma v e kara merkezli askeri güce
bağımlı hale gelinmesi, yaşam biçiminde eşitlik, sadelik ve tektiplik ilkesi nin kamu
otoriteleri tarafından uygu lamaya konulması, yabancılarla temasların gizli tutulması
ve kısıtlanması ve ahlaki yozlaşmaya karşı buna benzer başka savunma sistemleri­
nin benimsenmesi . Bu saydıklarımız arasında sonuncusu, genel ve kökten bir yabancı
düşmanlığının ve bununla ilişkili olarak yabancı ülkelerle siyasal ilişkilerden ve askeri
girişimlerden uzak durmanın bir veçhesidir.

O halde bütün bunlara bakarak, klasik Sparta 'nın, 7 yüzyı lın ilk yarısında kesin olarak
fethedilmiş ve serfleştiri lmiş Messenia helot'larını bastırmak üzere tasarlanmış bir
oluşum olduğunu ileri süren serabın akademik tamamlayıcısını nasıl ele almal ıyız?
Michael Whitby'nin (2002) beli rttiği üzere, bu "şimdi hüküm süren ortodoksluktur":
"Şimdiki ortodoksluk, hiç kuşkusuz l ngi l izce dil inde yapılan akademik çalışmalardaki
ortodoksluk, Sparta sisteminin tamamını helot'larla açıklar; zira helot'lar emekleriyle
tam yurttaşların ayrıcalıklı askeri yaşamını desteklemekle kalmamış, helot'ların ıs­
rarcı isyankarlıkları gerek Lakonia'da gerek serf nüfusu denetleme ve baskı al tında
tutma ihtiyacıyla, Sparta sisteminin gelişimini ve işleyişini de belirlemiştir. Sparta kıt
kaynaklarını ülke dışındaki girişim lere yönel tmeye korktuğu için dış dünyayla il işkiler
açısından da aynı sonucu doğurmuştur" ( 1 78).

Sparta'nın Messenialılar karşısında kazandığı zaferin sonuçları, Forrest'ın dile getirdiği


üzere ( 1 968: 3 8) "üç yüzyılı aşkın bir süre boyunca Sparta'nın tarihini belirlemiştir"
Andrewes'in deyişiyle, "Sparta'yı diğer devletlerden farklı kılan yolda atılmış büyük
bir adımdır bu" ( 1 97 1 : 63). Bu argümana göre diğer Yunan kent devletleri toprak ihti­
yaçlarını kolonileştirmeyle karşı lamak zorunda kalırken, Sparta helot'ların insan gücü
sayesinde büyük bir tarımsal geleceğe ve burnunun dibinde ekilebi lir topraklara sahip­
tir. 'Tek bir kararla Sparta kendini neredeyse tamamen tarımsal bir geleceğe adadı ve
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 87

yeni sınırlarının dışına bakma dürtüsünden kendini yoksun bıra ktı" (Forrest 1 968: 3 8).
G.E.M. de Sainte-Croix, Sparta'nın Messenia helot'ları üzerindeki hakimiyetinin ken­
dine özgü niteliklerine ve zorluklarına dikkat çekerek, bu teze biraz daha inandırıcılık
katmıştı ( 1 972: 89-90). Burada ayrıksı olan, Spartalıların bir etnik grubun tamamına
kendi ülkelerinde boyun eğdirmiş, dolayısıyla onları toplu halde Sparta devletinin (sa­
dece Sparta yurttaşlarının kul lanımına tabi) serfleri haline getirmiş olmalarıydı. He­
lot'ların durumu, başka kent devletlerindeki etnik olarak heterojen, çokdilli, bireysel
olarak sahiplenilen. ticari olarak satılabilen -köle isyanlarına pek konu olmayan- kö­
lelerin durumuna benzemiyordu. Messenialılar kimlik bilinçlerini hiç yitirmediler, bel­
ki de esaret altındayken kimliklerinin daha fazla bilincine vardılar. 3 7 1 'de Thebai'nin
Spartalı ları yenilgiye uğratmasıyla özgürlüklerine kavuştuklarında, üç yüzyıldır var
olmayan bir devleti yeniden kurabildiler. Sainte-Croix, "sadece Spartalılar potansiyel
olarak faal bir yanardağın tepesinde yaşıyordu" der ( 1 972: 90). Dolayısıyla, Spartalı lar
ülkelerinin dışındaki girişim leri tehlikeli bulan. evde oturmaktan yana tiplerse, bunun
nedeni ebedi gözetimin özgürlüğün bedeli olduğu bir sistem inşa etmiş olmalarıydı.65

Sorunlardan biri de, Spartalı ların kültürel ayrıksılığının büyük ölçüde, Messenialılara
boyun eğdirdikten iki-üç yüzyıl sonra ortaya çıkmış olmasıdır. İ kinci bir sorunsa, (y.
660'taki) İ kinci Messenia Savaşı ile 466-65 civarındaki helot isyanı arasında kalan aynı
dönemde, Sparta topraklarında köle isyanı yaşandığına dair açık bir işarete rastlanma­
masıdır. Elimizde Messenialı ların her zaman isyan halinde olduğuna dair hiçbir kanıt
da yoktur. isyan edenlerin her zaman Messenialı oldukları yönünde de bir kanıt yok­
tur. Tam tersine, Thomas Figueira'nın ( 1 999) son dönemde yaptığı araştırmalara göre,
Messenia kimliği, 8. yüzyıldan kalma bir miras olmak yerine 5. yüzyıldaki bir gelişme­
dir: Atinalıların Sparta karşıtı çıkarları için desteklediği ve kışkırttığı bir tür siyasal et­
nik oluşumdur bu. Açıktır ki buradaki mesele, Messenialı ların diğer Yunan halkları gibi
bir kent devleti olarak kurulmasıdır. Böylesi bir f'."l essenia ulusal kimliği, Atinalı ların
Naupaktos'a yerleştirdiği, 460'1ardaki helot isyanından sonra ortaya çıkan farkl ı mül­
ıeci grupları arasında ve onlar tarafından yayı lmıştır. Bu "Messenialı lar" Peloponnesos
Savaşı boyunca Atinalıların müttefiki olmaya devam etti (a.g.e., 2 1 5 , 2 3 2). Figueira'nın
vardığı sonuçları destekleyen Hodkinson (2000: 1 28), "Sparta'nın boyunduruğunda ol­
duğu dönemde nispeten geç bir tarihte, 460'lardaki isyandan sonra ortaya çıkan ayrı
bir Messenia kimliğinin başlıca esin kaynağının, Spartalıların sert bir biçimde direndiği
dış kaynaklı Atina propagandası" olduğu gözleminde bulunmuştur.

Spartalıların Messenia'yla ilgili sorunlarının dış dünyayla ilgi l i sorunlarından bağımsız


olmadığı, aslında antik dönem yazarlarının, özellikle Thukydides ve Aristoteles'in de

65 "Bugünkü ortodoks görüşün" di�er ifadeleri arasında bkz. Kagan ( 1 969: 29), McGregor ( 1 987: 3 1 -
3 2) ve Powell ( 1 988: 98).
88 1 Jhukydlde.ı'ten Ô.zür Dileyerek 1 Maröhall Sahlinö

sezdiği bir şeydi . Ne var ki, bu iki ismin yazdıklarından yapılan alıntılar genellikle
Sparta düzenini, 8 . yüzyıldaki fetihten kaynaklanan işlevsel denetim zorunluluklarına
bağlayan modern görüşü desteklemek için kullanılır. Thukydides bu genel mesele­
yi, Atina'nın 424'te Messenia'daki Pylos'u işgal etmesi bağlamında gündeme getirir.
Spartalıların, Atinal ı ların diğer helot'ları isyana teşvik edeceğinden korkarak yedi yüz
helot'u Brasidas'ın ordusuyla birlikte ülkenin dışına gönderdiğini aktarır. Thukydides
tarihini bel irtmediği, Spartalıların iki bin helot'u bir hi leyle ortadan kaldırdığı başka
bir olay bağlamında, Spartalıların helot'ların "sayı ları ve inatçılıklarından" korktuğu­
nu, "Sparta politikasının her zaman onlara karşı tedbir alma zorunluluğuyla yöneti l ­
diğini" bel i rtir (4. 80.2-3).66 Aristoteles d e benzer biçimde helot'ları, "sürekli oturup
Spartalı ların felakete uğramasını bekleyen bir ordu"ya benzetmiştir (Pol. 1 269). Doğal
felaketler bir tarafa, öyle görünüyor ki Spartalılar ile Messenialılar arasındaki efen­
di -köle ilişkilerinde dış bir tertium quid'in [belirsiz bir üçüncü taraf), daha açık bir
ifadeyle bir Messenia direnişini mümkün kılan gerekli koşul olarak Sparta'nın düş­
manlarının ima (Aristoteles) veya işaret edilmesi (Thukydides), genellikle akademik
çalışmaların dikkatinden kaçmaktadır. Spartalıların, 460' 1ardaki helot isyanını bastır­
mak için o tari hte yürürlükte olan bir anlaşmadaki karşılıklı yükümlülükler uyarınca
görevlendirdiği Atinalılar, Spartal ıların isyancılarla bu "devrimci Atinalı lar" arasında
bir yakınlaşma olacağından korkması üzeri ne birden bu görevden alınıp memleketle­
rine gönderi lmiştir (Thuk. 1 . 1 02. 1 -4).67 Daha önce belirtildiği üzere, Messenialıların
nihayet 3 7 1 / 3 7 0 'te özgürlüklerine kavuşması, Thebai'nin Lakonia'yı işgalinin başa­
rılı olması sayesinde gerçekleşmişti. Uzun sözün kısası Spartalıların, 5. yüzyılda bir
Messenia kimliğinin formüle edilmesiyle birlikte kritik bir hal alan helot sorunu, bir
bagarre <'ı troiö'ydı [üç tarafı i lgilendiren bir anlaşmazlık]; yani Atina'nın Sparta hege­
monyasına meydan okumasıyla bağlantılı olarak gelişmişti.

Ama o zaman, araçsal aklın bir türü olarak Messenialı ların bastırılması zorunlulu­
ğu, hiçbir zaman Sparta'nın kültürel oluşumu için yeterli bir açıklama olamaz. Belirli

66 jowett'in Thuc. 4.80.2 çevirisi, helot'ların Sparta'nın düzeni üzerindeki etkisiyle ilgili olarak daha
da açıktır: "Lakedaimon kurumlarının çoğu özellikle onları bu tehlikeye karşı korumak üzere tesis
edilmiştir.· Hobbes da aynı şeki lde: "Çünkü Lakedaimonluların helot'lara karşı kendilerini nasıl ko­
rumaları gerektiğiyle ilgili birçok kuralları vardı.· Gomme ( 1 956: 547-48), Hornblower ( 1 996: 265)
ve Cartwright ( 1 997: 1 86) yorumlarında, Hobbes ve jowett'in okumalarını reddederek Crawley'nin
okumasına yakın bir okumayı tercih ederler. Ama Cartwright şunları ilave eder: "Helot'ların sayısı
Spartalılarınkinin çok üstündeydi, Spartalılar Messenia'nın fethinden beri hayat tarzlarını serf kom­
şularının efendisi olmalarını sağlayacak şekilde değiştirmişti" (a.g.e.).
67 Thukydides bu olayı betimlerken "Messenia" kimliğiyle ilgi l i bazı meseleleri işaret eder. isyancıların
"helot ·ıar, Thurialılar IMessenia' da bir yeri ve perioekoi sınıfına mensup Aethaealılardan (Messenia' da
bir yeri oluştuğunu" belirttikten sonra, "helot'ların çoğunun meşhur savaşta köleleştirilen eski
Messenialıların soyundan geldiğini, bu nedenle hepsine birden Messenialılar" denildiğini açıklar
( 1 . 1 O 1 . 2). Figueira ( 1 999) özellikle Atinalıların onlara "Messenialı" Spartalılarınsa "helot'lar"
dediğini savunur.
BGST i Dü9ünce Dizi6i i 89

formlardan ziyade arzu edilen etkilere hitap eden kontrol gibi işlevler, çok sayıda
başka yapının aynı amaca hizmet edebileceği gerçeğini bir yana bırakalım, sözgelimi
ticaretin askıya alınması gibi özellikleri açıklayamaz. Formun varoluş nedeni olarak
işlevin yetersiz olduğuna ikna olmak için yapmamız gereken tek şey, açıklamayı ter­
sine çevirmektir. Sparta l ıların helot'ları boyunduruk altında tutmaya devam etmeleri
gerekiyordu; o halde ekonomik özveride bulundular, yabancı ülkelere seyahat etmeyi
ya da dış ticaretle uğraşmayı reddettiler, yeniliklere direndi ler, evl i liğe dayalı aile
hanehalkını ortadan kaldırdılar, parayı hor gördüler, katı bir eşitlikçilik uyguladılar,
aynı giysilere büründüler, sade et suyu içtiler, oğlancılığı kurumsallaştırdılar ve tuzlu
suya alerji geliştirdiler!?! Sparta'nın Messenia sorununa getirdiği çözümün olası tek
çözüm olmadığı, diğer toplumların -tarihsel olarak en yakın örneklerde Persler ve
Romalı ların- Spartalı larınkine benzer kurumların sağladığı faydadan yararlanmaksı­
zın halkları fethedip sömürmüş ve etnik isyanların ya da köle isyanlarının tehdidiyle
karşı karşıya ka lmış olmasıyla doğrulanır. Messenia fethinin düşündürdüğü bir şey
varsa o da Spartalı ların daha 8. yüzyı lda bazı bakımlardan diğer Yunanlardan -Dor ve
göçmen denemez mi?- farkl ı olduğudur. Bırakın Spartalıların hangi yolla bunu yaptığı­
nı, Helenik bir halkın başka bir Helenik halkı köleleştirmesi zaten sıradışıydı. O halde,
Sparta'nın kültürel düzeni bazı bakımlardan onun işlevsel özelliklerinin bir önkoşu­
luydu, tam tersi deği l . Neresinden bakı lırsa bakılsın, isyancı "Messenialılar"la başa
çıkma zorunluluğu yüzyı llar sonra, Sparta'nın dış düşman larıyla devam eden çatışma­
ları bağlamında ortaya çıkmıştı. Sparta kurumlarının ülke içindeki işlevsel değerleri
ne olursa olsun, Spartalılar artık Atinalı larla tamamlayıcı bir farkl ılaşma diyaloğu için­
deydi . Spartalılar 5. yüzyılda, Hanson'ın tabiriyle, Atina kar� ı tı haline geldi ler: " i çe
dönük, dar görüşlü, denizde girişimlere atılmaya gönülsüz Sparta'nın kendi çıkarlarını
gözeten muhafazakarlığı, Atina karşıtı bir felsefe görünümü almıştı" ( 1 996: xviii-xix).

YUNANİSTAN A1VJHISTORJCUS'U

Atina ve Sparta 5. yüzyı lda farkl ılıklarını bir sistem haline getiriyorlard ı . Her birinin
diğeri kadar ve ondan daha iyi olduğu, her birinin diğeriyle aynı ve ondan farkl ı oldu­
ğu ilkesi temel inde şizmogenik bir rekabete tutuşmuşlard ı . İ ki kent devletinde de bu
ilkeyi zarafetle dile getiren ayrıntılı mitler geliştiri liyordu. Atina'da Theseus, Sparta'da
Lykurgos mitleri iki kent devleti arasında evri len yapısal farklılıklara, onları temsil
ederken söylemsel bir etki katıyordu. Atinalıların Theseus söylemi, Spartalıların He­
raklesçi (yani Dor) geleneklerine paralel ve karşıt bir boyut da oluşturuyordu; gerçi bu
iki kahramanın bütün Helenler arasında sahip olduğu şeref düşünülürse, bu karşıtlık
ancak göreli olabi l i rdi. Yine de 6. yüzyıl sonunda ayakları üstünde durmayı başaran
Atina demokrasisinin yandaşları, kısa süre önce devrilen tiranlarının Herakles'e hür­
met göstermesine karşılık özellikle Theseus'u ulusal bir kahraman haline getiriyorlar-
90 1 1lıulcydlde6'fen Ôzür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

dı (Calame l 990b: 404). Bu karşıtlık, Atinalı ların Sparta devletiyle rekabete girdiği
5. yüzyılda da gelişimini sürdürdü. Sparta'nın temeli, yaygın tabirle "Herakleidai'nin
[Heraklesoğul larıl Dönüşü"ne dayanıyordu ve Sparta kra lları da soylarının Herakles'e
uzandığını i leri sürüyordu (dolayısıyla Zeus'u yarı-baba tarafı olarak görüyorlardı).68
Theseus ise tam tersine, Atina kent devletinin birliğini (meşhur synoecism) sağlayan
muhteşem kişilik olmanın ötesinde, halkın demokratik iktidarını da yaratmış meşhur
isimdi.69 Calame'nin tabiriyle, Theseus ve efsanevi işleri aslında diğer kentlerin söy­
lencelerinden al ınmış, daha sonra bir Atina kurucu miti statüsüne çıkarılmıştı (krş.
Paus 1 . 3 . 3 ) . Theseus'un ruhunun Marathon'da Atina kuvvetlerine görünmesi de dahil
olmak üzere bu kahramanlaştırma. Kimon'un 4 7 5 'te sevinç gösterileri ve kutlamalar
eşliğinde Theseus'a ait olduğu ileri sürülen kemikleri kente iade etmesiyle dikkat çeki­
ci bir biçimde kuvvetlenmişti . Robert Parker ( 1 996: 1 68), "bunun sonrasında Theseus
hem hikayesiyle hem kültüyle diğer bütün Atinalı kahramanların üstüne çıktı" gözle­
minde bulunur. Kimon'un kurduğu büyük tapınak da dahil olmak üzere birkaç mabet
Theseus'a adand ı . Büyük bir festival olan Thesia da ona adandı, başka birkaç festival
de Parker'ın ''i n te rp retatio Theöa i a " dediği değişimden geçerek Theseus'un hayatın­
daki olaylarla ilişkilendirildi (a.g.e., 1 69). Bu bağlamda en i lginç nokta, Atina'nın yü­
zünü Theseus'a dönmesiyle deniz gücüne dönüşmesi arasında mitler üzerinden bağ
kurulmasıdır: " Poseidon'un oğul larından biri olarak karada olduğu kadar denizde de
Atina'nın kahramanlığının bir sembolü haline gelebi ldi; Rhion'da o ve babası için ve­
rilen (Delphoi'de bir yazıtla gereğince anılan) büyük kurbanlarla Phormion'un fi losu
429'da Korinthos Körfezi'ndeki zaferlerini kutladı" (a .g.e. , 1 69-70).70

Özellikle Plutarkhos'un derlediği Theseus gelenekleri, Atinalı kahraman Theseus'u,


onlarla aynı ama onlardan farkl ı, onlarla eşit ama onlardan daha iyi resmedip He­
rakles ve Lykurgos'a benzeterek şizmogenik ilkeyi sergi ler. Herakles krall ığı kurarken
Theseus'un kral l ığı reddetmesine ve iktidarı halka vermesine karşın, Atina demokra­
sisinin kurucusu olarak Theseus Herakles'e, Peloponnesos kral larının atasına benze­
tilir. Dahası, kahramanlıklarıyla "işte ikinci bir Herakles" övgüsüne esin kaynağı olan
Theseus, Sparta kral larının atasının ikizi gibidir. ldolü, kimi zaman silah arkadaşı ve

68 Euripides'in Heracleidae adlı eserinin sonunda ( 1 95 5), Herakles'in büyük düşmanı Argive kralı
Eurysthenes ölümüyle, aralarında Sparta kral larının da bulunduğu Herakles'in çocuklarının
çocuklarına karşı Atina'nın koruyucusu haline gelecekti.
69 Euripides yaı varan Kadınlar (Yalvaranlar) adlı eserinde (y. 420-4 1 5), Theseus'un Atina demok­
rasisinin kurucusu olduğu yolundaki (anakronik) söylenceyi, kahramanın "Bu kent özgürdür. ona
hiç kimse hükmetmez / Halk hüküm sürer, her yıl yönetici değişir I i ktidarı zengine vermezler I
Yoksulun da iktidarda eşit payı vardır" sözleriyle taçlandırır ( 1 958b; satırlar 40 5-8).
70 Roma döneminde Atina'nın mabetler açısından zengin güneydoğu bölgesiyle benzerlik kurmak için
"Hadrian Takı (ya da Kapısı)"nın batı yüzüne "Burası Atina'dır, Theseus'un antik kenti", doğu yüzüne
de "Burası Theseus'un değil, Hadrian'ın kentidir" yazıtları oyulmuştur (Wycherley 1 978: 1 5 5).
BGST 1 Dü9ünce Dizi6i 1 91

çapraz (dayı/hala tarafından) kuzeni" (Fijililer bundan neler çıkarırdı ama !) Herakles'i
açıkça taklit eden Theseus, doğum yeri olan Troizen'den Atina'daki kraliyet mirasını
almaya giderken yolda binbir türlü belayı ve canavarı atlatarak Herakles'in meşhur
kahramanlıklarını bile kopyalamıştır. (Agoranın üstünde, bir zamanlar Theseion olarak
tanımlanan Hephaisteion'un ön frizinde Herakles'in işleri, iki yan frizinde Theseus'un
işleri yer alır.) Ama Theseus eğer Lykurgos gibi büyük bir kanun koyucusuysa, Atina
için yaptığı kanunlar Sparta kültür kahramanının miras bıraktıklarının diyametrik kar­
şıtları olmuştur ve Atina bakış açısına göre elbette onlardan çok daha iyidirler. The­
seus Atina halkını özgür kılmakla kalmamış, kenti dünyaya da açmıştır: 'Theseus kenti
daha da büyütmek için Atinalılarla eşit koşullarda yaşamak üzere insanları dört bir
yandan kente davet etti. Aslında ' Buraya gelin bütün insanlar ! ' sözünün her türden,
her kesimden insana imkan sunan bir ülke kurarken kullandığı bir çağrı olduğu sanı l­
maktadır" (Plut. , Theö. 2 5). Ama o tarihlerde Atina'da yaşayan yabancı lar, tüccarlar
ve zanaatkarlar olduğu için, Theseus yine Lykurgos'a özgü ekonomik azgel işmişlik ve
genel yabancı düşman lığının tersine, kentin ticari kalkınmasını desteklemiştir. Bu iki
gelenekte çok sayıda ayrıntılı başka tezat da bulunur; Theseus'un gümüş sikkeler bas­
ması, Lykurgos'un böyle bir şeyi yasaklaması gibi . Lykurgos ve Theseus'un, en azından
5. yüzyıla özgü temsil leriyle mitolojik bir agon'un kahramanları olduğunu söylemek
yeterlidir.

Otoktoni, Atinalıların özell ikle 5 . yüzyılda övündüğü bir başka belirleyici farkl ılık­
tır ve Sparta'nın Dor göçmen lerinin varlığıyla açık bir karşıtlık oluşturur (krş. ] . M .
Hail 1 997: 5 3 vd. ; Cohen 2000: 79 vd .). Edebiyatta Atinalılardan, topraktan doğan
kral Erekhtheus'un torunları olarak bahsedilmesi, Pindaros'ta (47 0 'ler), Aiskhylos'un
Agamemnon'unda (4 5 8) ve Sophokles'in Aiaö'ında (440'ların sonu) karşımıza çı­
kar.7 1 Otoktoni teması, Euripides 'in ion'unda da görülür; en cesur yapısal biçimi ise

lng. classi ficatory cross-cousin. Akrabalık terminoloiisini sistematik şekilde ilk inceleyen Amerikalı
etnolog Lewis Henry Morgan. çeşitli topluluklarda kullanılan akrabalık terminolojisini "sınıflan­
dırmacı" (classificatory) ve "tanımlayıcı" (descriptive) sistemler olarak ikiye ayırır. Sınıflandırmacı
sistemlerde, kişinin (anne-baba-kardeşler gibi) birinci derecede akrabası olmayan amca veya teyze
için kullanılan akrabalık terimi ile baba veya anne için kullanılan terim aynıdır. Kişinin yine birinci
derece akrabası olmayan bazı yakınları. örnegin amca çocukları ya da teyze çocukları ise, amca­
nın babayla ve teyzenin de anneyle aynı cinsiyete sahip olması nedeniyle birinci derece akraba
statüsüne yerleştirilir, "kardeş" için kul lanılan akrabalık teriminin aynısıyla çagrılır. Bu kuzenlere
antropolojide "paralel kuzen" denir. Diger yandan, hala çocukları ile dayı çocukları "çapraz kuzen"
olarak görülür ve onlarla evlilik, dışarıdan evlilik sayılır. Burada "classificatory cross-cousin" te­
rimiyle, hala veya dayı çocugu olarak kuzen kastediliyor. Kaynak: www.britannica.com, kinship
terminology. -ç.n.
71 Klasik dönem araştırmacıları 5 . yüzyıldaki bu otoktonluk iddiasının, terimin "yerlilik" ya da "hep
aynı topraklarda yaşamış olmak" yerine "topraktan dogmak, toprak kökenli olmak" anlamına ge­
lecek şekilde degişiklige yol açtıgını söyler. Ne var ki Atinalıların kendilerini her ikisi de topraktan
dogan Erekhtheus ya da Erichthonius'un soyundan görmeleri, Erekhtheus'un topraktan dogdugu
söylencesinin daha eski olması ve Homeros'ta (aşagıya bakınız) yer alması itibarıyla böyle bir anlam
92 1 Thukydlde&'ten Özür Dileyerek 1 Maröhall Sahlinö

Platon'un Meneköenoö'undadır. Burada Sokrates Perikles'in cenazesinde yapı lan ko­


nuşmayı, söylediği üzere konuşmanın asıl yazarından, Perikles'in metresi Aspasia'dan
duyduğu biçimde aktarır. Atinalılardan şöyle bahsed i lir:

Önce doğumlarından bahsedel im. Ataları yabancı deği ldi, babaları başka bir
ülkeden gelip kalanların soyundan da deği l lerdi; ülkenin çocuklarıydı onlar,
kendi ülkelerinde oturup yaşamışlardı. Onları yetiştiren ülke, başka ülkeler
gibi, çocuklarının üvey anası deği l öz anasıyd ı : Onları doğurmuş ve beslemişti,
şimdi onun bağrında yatıyorlardı . Bu nedenle, anaları olan ülkeyi överek söze
başlamak yerinde ve doğrudur. Bu, onların soyluluklarını methetmenin de bir
yoludur (Pi . , Menex. 237. b-c).

Genel kabul gören bilgilerin, evlat edinme yoluyla ü l keyle ilişkilendirilen gezgin ya­
bancılar (örneğin Lakedaimonlular) ile Atina'nın otoktonisi arasında işaret edilen
tezatı genelde vurgulamaması, hatta görmezden gelmesi, daha ziyade otoktoni mef­
humunun Atinal ı lar açısından işlevsel yararlarından dem vurması ilginçtir. Örneğin
otoktoni Ati nalıları İyonya l ı müttefiklerinin o dönemdeki ataları haline getirir; ya da
Attika'daki heterojen yabancı nüfusun hızla arttığı bir dönemde yurttaşların birliğini
güçlendirir; ya da yurttaşların gururunu, eşitliğini, demokrasiyi ve ulusal bilinci teşvik
eder. Atina'nın "otoktoni"sinin, 5. yüzyılda Spartalı larla rekabete cevaben ayrıntı l ı
olarak geliştirildiğini başka b i r yol la çarpıcı şeki lde gösteren Vincent Rosivach, bunun
ardından ipin ucunu kaçırarak otoktoninin Atina yurttaşlarının birliğini göstermek,
yurttaş olmayanlardan üstün olduklarını ileri sürmek gibi yerel erdemleri olduğu
sonucuna varır ( 1 984: 246-97, 3 0 5). Tamamlayıcı bir karşıtlığın işlevsel bir özelliğe
başvurularak bu şeki lde saptırılması, dolayısıyla toplumlar arasındaki yapısal il işki­
lerin içlerinden birinin olumsal zorunlu luklarına tabi kıl ınması tarihçiler arasında
yaygındır.72 Atina'nın otoktonisine i lişkin tartışmalarda Sparta'nın bu açıdan değer­
lendirilmemesi çok daha sık karşılaşılan bir şeydir. Edward Cohen'in, "eski Yunanca
birçok terimde söz konusu olduğu gibi autokhtôn'un en açık tanımı, antitezi epelyö,
yani 'gelen'le, 'göçmen'le i l işkisinden doğar" gözlemi ışığında düşünüldüğünde daha
da ilginçleşir bu nokta (Cohen 2000: 83). Peki, Dor Sparta hakkında ne söylenebi l i r?
Kaçırdığım bir şeyler mi var?

Klasik dönem araştırmacıları, i l k Atina kral larından Erekhtheus'un 5. yüzyıl gelenek­


lerinde toprağın bir diğer oğluyla, Erikhthonios'la bir araya getirildiğini de söyler.
Hephaistos'un Athena'ya başarısız bir şekilde çullanması sonucunda dölünün yere sa-

değişikliği olasılığı burada büyük bir önem taşımaz (benzer bir görüş için bkz. Hail 1 997: 54.)
72 Ne var ki Loraux (2000) ve Detienne'in (2003) Atinalıların otoktonluğuyla ilgili tartışmaları, büyük
ölçüde bir istisna kabul edilmelidir; bunlar bu kitabın basıma girmesi sonrasında dikkatimi çeken
metinlerdir.
BGST j Dü�ünce Dizi6i j 93

çılmasından doğmuştur bu oğul . Ayrıca Erekhtheus ve Erikhthonios, krallar ve atalar


olarak, daha eski bir kül t sistemindeki yeraltı dünyasına ait bazı yılana benzer tanrıla­
rın insan şekline dönüşmesini de temsi l eder.73 Ama kahramandan tanrıya dönüşmek
yerine tanrıdan kahramana dönüşmek şeklindeki , tersine çevri lmiş bu ilginç Euheme­
rosçuluğu bir kenara bırakalım; insanlar ve tanrılar arasında, dolayısıyla insanlar ve
yılanlar arasında bu tür ayrımlar gözetmeyen, dünyanın her tarafında (Fij i dahil) sık
rastlanan yeraltı dünyası köken mitlerini de. Homeros'un llyada'da (63 8-42) kurduğu
il işkiyi kabul edersek, Erekhtheus gerçekten de Athena'nın tanrı i lan ettiği, topraktan
doğmuş bir kraldı: "Sonra Atinalı lar, güzel Atina'nın insanları gelir, / Verimli toprağın
doğurduğu yiğit Erekhtheus'un halkı. / Zeus'un kızı Athena beslemişti Erekhtheus'u, /
Yerleştirmişti zengin tapınağına, Atina'da. / Boğa ve koyun kurban ederler orda her
yıl, / Sevindirirler Erekhtheus'u Atina delikanlıları. "141•

Herodotos'un Atinalıları ancak süreç içinde Helenleştiri len Yunan öncesi Pelasglarla
özdeşleştirmesi de topraktan doğan kadim halklardan bahseden aynı anlatı türünde
yer alır. "Pelasg" Yunanistan'ın asıl sakinlerini ifade eden genel bir terim gibidir ve bu
terimin yerel versiyonları da olabi lir. Buna karşın, adını bu halka veren ataları Pelas­
gos ise sadece Apollodoros ve benzerlerine göre deği l, Hesiodos'a göre de Arkadia'da
"toprağın oğul larından biriydi"; Herodotos'un Pelasg Atinalı larına ilişkin betimleme­
siyle birlikte değerlendiri ldiğinde bu bilgi, onların otoktonisinin kadiml iğine ilişkin
yeterli kanıtı oluşturuyormuş gibi görünür.75

Arkadialı Pelasgos, Yunan poliö'lerinin kuruluş hikayelerinde betimlendiği üzere,


topraktan doğan bu tür birkaç gerçek kral ve/veya i l k sakinlerden biriyd i . 76 Bunlar
arasında Erekhtheus ve Erikhthonios'un yanı sıra Spartalı Leleks ile Atinalı Kekrops

--- - - - ---- ---

73 20. yüzyıl başındaki klasik dönem araştırmalarında insani olanın doğal olandan türemesiyle ilgili bu
tür vurgular için (Jane Harrison üzerinden Fraser'ın yankı lanması) bkz. Calame ( l 990a).
74 Bazılarının inanmak isteyeceği üzere bu dizelerin geç dönemde eklenmiş olması mümkündür. Aynı
şekilde Atina akropolisindeki Erehteyon 5 . yüzyıl sonunda inşa edilmiştir; ne var ki aynı kutsal yere
inşa edilen diğer mabetlerin ardılıdır. Erehteyon'da Athena, Poseidon ve Hephaestus·un yanı sıra
Erekhtheus'a da kurbanlar sunulurdu.
Türkçesi: Azra Erhat ve A. Kadir, Can Yayınları, 1 9. basım, 2005.
75 Pausanias (viii.4) Samos'ta 7 . ya da 6. yüzyılda yaşamış bir yazarın şiirinden alıntı yapar: "Ve kara
toprak dağlarda büyük ağaçların uzun saçlarıyla tanrı lara denk Pelasgos'u yarattı, onun soyundan
ölümlü bir ırk doğacaktı."
76 Daha önce belirttiğim üzere Yunan poli6'lerinin kuruluş sözleşmelerine ilişkin bu tartışmadaki
başlıca kaynaklarım Apol lodoros'un Ubra ry'si ile Pausanias'ın Guide to Greece diye bilinen eseri­
dir. Bu kuruluş sözleşmelerinin köken hikayeleri elbette ki parçalı ve düzensizdir, ama topraktan
doğan kralların yerini kutsal yabancıların alması yönündeki bu genel örüntünün ortaya konulmasını
yeterli görüyorum; topraktan doğan kral ların yerini kutsal yabancıların alması, yerli halkın kraliyet
hanedanına mensup bir kızın tanrı soyundan gelen dışarlıklıyla hiyerogamik birleşmesi sonucu
gerçekleşir.
94 1 lhukydldea'ten Ôzür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

da yer alır . 77 Bu karakterler ve onların soyundan gelenler, sıklıkla kent devleti coğ­
rafyasının doğal şeki lleriyle aynı isimleri taşıdıkları veya bu topraklara kendi isimle­
rini verdikleri için, günümüzün bazı akademisyenleri onları kendilerinden sonra ge­
lip insanileşmiş ya da medenileşmiş bir devri başlatan Yunan kahramanlarıyla hiçbir
bağlarının olmadığı bir tür pan-Helenci doğal unutulmuşluğa terk etmişlerdir. Ne var
ki, yorumlara dayalı bu bölünme, toprağın doğurduğu insanlar ile kent devleti toplu­
munu inşa eden, gökten inmiş yabancılar arasında bağ kuran hiyerogamik birleşmeyi
gözden kaçırmakla kalmaz; öyle görünüyor ki insanların doğallaştırı lmasından ziyade
doğanın insanlaştırıldığı ilk yerleşimin kurulmasını da yanlış anlamlandırır. Kökenleri
oluşturan halklar kendileriyle toprak arasında eşadlı i l işkiler kurarak -ki bunlara kla­
sik dönemdeki ardıl ları tarafından bilinen yer şekil leri ve insanların kurduğu yerleş­
melerin isimleri de dahildir- doğal dünyayı kültürel bir düzen olarak inşa etmiştir:.78
Doğru, ilk insanların başlıca niteliği bir tür vahşi lik ya da ilkelliktir ve kimi zaman bu,
taşkın üreme güçlerini de kapsar; fakat bu durum topraktan doğduklarını ifade eder.
Ama böyle olduğu için insan varoluşunun temel bir unsurunu oluştururlar ve tanrılar­
dan doğmuş ardıl larının düzenleyici ve medeni leştirici güçleri bu varoluşu tamamlar.
Topraktan doğmuş kadın ile tanrıdan doğmuş yabancının birleşmesiyle bir araya ge­
tirilen yeryüzüne ait olan i le gökyüzüne ait olan, kent devletinin uygun bir tamlığa ve
kendi kendine yeterliliğe sahip temelini oluşturmak için birleşir.

Pausanias'ın aktardığı biçimiyle (i l i . 1 -2) Lakonia gelenekleri buna örnektir (Şeki l


1 . 1 8). Pausanias şöyle başlar: 'lakonialılar toprağın çocuklarından biri olan Leleks'in
ülkenin ilk kralı olduğunu, yönettiği Leleglere de onun adının verildiğini söyler . "
Leleks'in ardından oğlu Myles, Myles'ten sonra da Eurotas kral olmuştur. Eurotas
Lakonia'da büyük bir nehrin adıdır. Ama Pausanias olanları, "ovalardaki bataklık su­
yunu denize doğru yol açarak boşaltan Eurotas'tı, toprağın suyu çekildiğinde geride
kalan nehre Eurotas adını verdi" diye anlattığında bu kahramanlık doğa l bir sürecin
alegorik bir betimlemesinden çok, kültürel bir sürecin, hiyerarşik bir biçimde tarihsel­
leştirilmiş bir anlatısı halini alır. Bu kültürel süreç, Eurotas vadisinin yerleşime ve tarı­
ma uygun hale getirilmesidir. (İ lginçtir, bu süreç Rewa batakl ıklarının asıl Rewa "top-

77 Heredotos, Erekhtheus'un kızının oglu olan lon'dan önce topraktan dogma kralların tahta geçme­
sini ve ülkeye isim vermelerini (kurmalarını) şöyle anlatır: "Atinalı ların kendileri, bugün Yunanistan
denilen yerin tamamının Pelasglara ait oldugu tarihte Pelasgdı ve onlara Cranai denilirdi; ama kral­
ları Kekrops zamanında Cecropidae diye anıldılar. Fakat Erekhtheus yönetimi alınca isimleri yine
degişti, Atinalı oldu; IHellen'in soyundan geleni Ksuthos'un oglu lon başkomutanları oldugunda bu
kez onlara lyonyalı denildi" (Hdt 8. 44).
..

78 Fiji'deki isimlendirme pratikleri de benzerdi. Dogu Viti Levu'daki cografi yer şekillerine Soylu Fiji
Soykütügü'ne göre büyük (erkek) ata olan Rokomoutu'nun yaptıgı işlerin ya da uzuvlarının adı
veri lmişti. Benzer şekilde Güney Vanua Levu'da cografi şekillerin ve toplumsal düzenin büyük
böl ümüne Rokomoutu'nun karısı, en büyük oglu ve maiyetindekilerin buraya yaptıkları seyahatte
yaşanan olaylardan hareketle isim veri lmişti.
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 95

YERYÜZÜ

1
6
Leleks

1 Messenia'ya ı
6 6 o
Myles Polycaon Messene
1
6 6 o
Eurotas Zeus Taygete

1
o = Lakedai mon
Sparta

(= işareti birleşmeyi temsil ediyor)


1 . 1 8 Pausanias'a göre Sparta'nın kökenleri

rak insanları"nca [Nadoi) kurutulmasını andırır.) Pausanias sözlerine. Eurotas'ın erkek


bir varisi olmadığını. egemenliği damadı Lakedaimon'a bıraktığını anlatarak devam
eder. Lakedaimon'un annesi "dağa adını veren Taygete'dir ve babasınınsa Zeus olduğu
sanılmaktadır" Lakedaimon'un kral olmasını sağlayan karısının. yani Eurotas'ın kızı­
nın adı Sparta'dır. Bunları, ilk yerli halkların klasik düzenin kurulmasıyla olan ilgisine
ya da topraktan doğan ilk halklarla, onlardan sonra gelen ve onlarla birleşen gökten
inmiş insanlar arasındaki bağlantıya dair geride bir şüphe kalmışsa diye söylüyorum.
Daha önce görmüş olduğumuz gibi, Hint-Avrupa halklarının yanı sıra Avustronezya
halkları· arasında da yaygı n bir örüntü olan. yerli yöneticilerin yerini kutsal damgayı
taşıyan yabancıların almasıyla ilgi l i Pelops'un anlattıklarına bakarsak, bir "gasptan"
bahsetmemiz gerekmez mi?

Topraktan doğmuş asıl ırkın toprağının, babası Olymposlu Zeus olan bir kahraman
tarafından ele geçirilmesi -ya da yapısal olarak aynı şey demek olan. tanrı soylu ya­
bancının yerli hanedandan bir kadınla evlenerek kral olması- meşhur kozmogoni
mitlerinin siyasal olarak yeniden yaratılmasıyla sonuçlanır. Kentin kuruluşuyla ilgi l i

Avustronezya halkları. Madagaskar'da, kuzeybatıda Dogu Asya anakarası-Tayvan i l e güneydoğuda


Avustralya-Yeni Gine arasında kalan Güneydoğu Asya adalarında, M ikronezya'da, Yeni Gine'nin
kıyı bölgelerinde. Yeni Gine'nin dogusundaki adalarda, Polinezya'da ve Tayvan' da yaşayan, Avust­
ronezya dillerini konuşan halklardır. -y. h.n.
96 1 lhulcydldea'ten Ôzür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

gelenek hiçbir şeye, Kronos'un topraktan doğmuş Titanlarının Zeus'un liderliğindeki


tanrılar ırkı (daha antropomorfik [insanbiçimli) bir birleşmenin çocukları) tarafından
fethedilmesi kadar benzemez. Her iki anlatı da aynı biçimde son bulur: Kendi kendisi­
ne üreyen toprak devralınır ve unutmamak gerekir ki toprağın kendi kendine üreme
güçleri bir mit olmanın yanı sıra bir doğa olgusudur. Gelgelelim, Titanların savaşı ve
Zeus'un soyundan gelen yabancı kralın zafer kazanması, Gaia'nın Uranos'u doğur­
ması ve hemen ardından Uranos'un Gaia'nın üzerini kaplamasıyla başlayan benzer,
tekrarlayan olaylar dizisindeki iki bölümdür. Yeryüzü ile Gökyüzü'nün ritüel birleş­
mesi, oğul ları Kronos'un ödipal bir yerine geçme hamlesiyle babasını hadım etme­
siyle bozulur. Bunu izleyen bir dizi gasp olayında her şey, Gaia ile Uranos'un giderek
daha uzaktan ve insanlaşmış torunlarının, onların ilk birleşmeleri ndeki kendi kendi­
ne yeterli tamlığa ulaşma girişiminde bulunduğunu düşündürür. Tanrı ları insanlardan
ayıran şey gerçekten de özerkl ikti; bununla birlikte, insanlar özerkliğin siyasal özgür­
lük biçimindeki Olympos-a ltı tercümesine heves edebi liyordu. Kozmosta Kronos'tan
Pisa'da Pelops'a ya da Arkadia'da Lykaon'a varıncaya dek birbirini izleyen her tahttan
indi rmeyi haklı çıkaran "suçlar" bile (çeşitli ensest ve yamyamlık biçimleri), ölümsüz­
lerin kendi kendine yeterlil iğinin -cinsellik ve yiyecek kodları biçimindeki- emarele­
riydi. Böylece bunlar, Yunanlar ile tanrıları arasındaki farklar kadar benzerlikleri de
ileri sürmek için kullanılan argümanlardı. Tanrılar arasındaki kendi kendine üreme
ve ensest biçimlerinden tutun, hanedan şecerelerinde ilk kuşakların başlıca nitel iği
olan erkek kardeşin veya amcanın kızıyla yapılan evl i l i klere varıncaya dek farkl ılık ve
uzakl ık, üreme ilişkilerinin çeperi giderek genişleyen dışevl il iğinde de söz konusudur.
Kahramanın giderek antropomorfik bir hal alması ve sürecin insanların kutsal atalar­
dan farkl ılaşmasıyla zirveye ulaşması, bunun sonucundaki bir eği limdir. O halde, in­
sanlar bir yandan, tanrı ların eşliğini ve varlığını paylaştıkları Hesiodosçu altın çağdan
uzaklaşan bir bozulmaya yazgıl ıdır. Öte yandan, yerel geleneklerin de belirttiği üzere
ardışık hanedanlar ve ırklar kraliyet kahramanlarının kü ltüre giderek daha fazla dahil
olmasından yarar sağlar: Belki hala barbarl ık içinde yaşasalar da doğadan ayrı lmış
olan yerli halklardan başlayıp kü ltürel düzeyde klasik Yunanların teknik ve moral in­
cel i klerine doğru ilerleyerek i l k yerli halkları siyasal olarak geride bırakan insanlara
uzanan bir medeni leşme sürecidir bu. Tanrılardan uzaklaşma, insanın evri lmesiyle
dengelenir.

Bu anlatılar kısa da olsa, örüntülerin birçoğu paradigmati k anlatılar olan Arkadialı Pe­
lasgos veya aslen bilindiği adıyla Pelasgia geleneklerinde tekrarlanmıştır (Şeki l 1 . 1 9).
Yeryüzünün oğlu olan Pelasgos. kulübeler ve giysiler yapıp çiğ ot ve yaprak yeme
yasağını koyarak ilk halklar için doğadan kültüre geçişi tamamlamıştır. i ktidar gaspı
hikayesinin etrafında döndüğü oğlu ve ardılı Lykaon elli oğul babası olmuş, oğul larını
kentler kurmaya göndermiştir. Elli oğul motifinin daha geniş kapsamlı söylence kü l l i -
BGST 1 Dü9ünce Dizi6i 1 97

l
6 Pelasgos
Toprağın Oğlu (Hesiodos ve diğerleri)

n
Lykaon O ( Çok sayıda kadın)

1
=

50 oğul

Menelaos Nyktimus
6ı6
Kallisto Zeus

Arkas

1 . 1 9 Apollodoros'a göre Arkadialı kökenler

yatlarında, ilgili çağrışımları vard ır: Çok bariz bir biçimde, barbar kra l Danaos'un elli
kızının, erkek kardeşi Aigyptos'un elli oğluyla evlen ip kırk dokuzunu öldürmesini ha­
tırlatır. Böylece, ülkenin asıl halkının aşırı doğurganlığının yanı sıra kusurlu ahlakıyla
karşılaşırız: Bunların ikisi de Atina geleneğinde, Atinal ı kadınlara tecavüz ettikleri için
şehirden uzaklaştırıldıkları anlatılan Pelasglara atfedilmiş kusurlardır (Hdt. 6. 1 37-
3 8).79 Lykaon örneği nde, Lykaon'un veya (hikayen in değişik versiyonlarına göre)
oğullarının tanrılara saygısızlık suçu işlemesi Pelasgia'yı kaybetmelerine neden olur.
Lykaon ya da oğulları bir insan yavrusunu öldürür, bir kurban ya da bir kurban yeme­
ği olarak Zeus'a sunar. Bu iş üzerine küplere binen -zira babası Kronos'un içe dönük
yamyamlık suçlarını hatırlatır- Zeus, Lykaon'u bir kurda çevirir ve oğullarının üstüne
şimşeğini indirir; Nyktimus dışında hepsini öldürür ve o da Gaia'nın tanrının elini tut­
ması sayesinde kurtu lur. Apollodoros, Lykaon ve oğu l larının "gurur ve tanrı lara say­
gısızlık açısından bütün insanları geride bıraktığ (' yorumunda bulunmuştur (3 . 8 . 1 ).
Pausanias, Tantalos'un oğlu Pelops'u Zeus'a sunmasından kaynaklanan tanrılardan
ayrılma temasının bir tekrarı olarak Lykaon'un da benzer bir kaderi paylaştığını anla­
tır: "O dönemin insanlarının adaletleri ve dinleri tanrıları eğlendirirdi, onlarla sofraya
otururlardı ve tanrılar onların iyiliklerini gözle görülür biçimde zenginlikle ödül lendi­
rirdi; o günlerde bazı insanlar tanrıya dönüştürülmüştü ve hala da onurlandırılır. !. .. ]
Bu durumda, Lykaon'un da vahşi bir hayvana dönüştüğüne pekala inanılabilir" (Paus.
8.2.4-5). Çoğu anlatıya göre bunun ardından Nyktimus kra l l ığı kaybetti ve kız kardeşi
Kallisto'nun oğlu Arkas kral oldu. Arkas'ın babası ölümlü kadınlarla sık sık ilişkiler
kuran Zeus'tu. Kal listo ise Hera'nın kıskançl ığı yüzünden bir ayıya dönüştürüldü ve

79 Herodotos'un Atinalıları Pelasglarla özdeşleştirmesi sonrasında çıkan bu hikaye muhtemelen


Helenleşmiş Atinal ıların asimi le edilememiş yerlileri Attika'dan sürmesine atıfta bulunur.
98 1 11ıu!cydldea'ten Ôzilr Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

A
Leleks
1
0L
Myles
l
Polycaon
o
Messene
6 o
Zeus Taygete

l
Eurotas

6= l
Sparta Lakedaimon

Amyklas Hyacinthus
1
1
1

A
Oibalus ı= o
Gorgophone
.L'.). 6
1
Tyndareos Atreus 1

1
1 1
1

� �l 'I �l
1
1
o =
1
Helene M l emnon 1
1
1
1

Hennione l Orestes A
Aristomachus
1
Tisamenus l
Temenus Aristodemus Cresphontes
1
I
Procles
l
Erysthenes
A
hanedan kurucusu

1 .20 Sparta hanedanlıkları

Artemis tarafından vuruldu. Yine de Arkas kral oldu ve Zeus'un soyundan gelen kral­
ların hakimiyeti, onun neolitik dönemi başlatmasıyla güçlendi ; zira Arkas insanlara
ekin ekmeyi, kumaş dokumayı, ekmek pişirmeyi öğretti. Bu insanlar Arkadialı lardı,
çünkü ülkelerine kralın adı verilmişti.
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 99

Lakonia'da yeryüzünden doğan Leleks'in hanedanını, dışarıdan Zeus'un soyundan ge­


len bir dizi soy grubu, en az üç hanedan izledi ve bunlar klasik Spartalıları herhangi bir
otoktoniden, anneden gelen soydan, dolayısıyla Atinalıların i leri sürebileceği otan­
tiklik ve tamlık iddialarından uzaklaştırdı (Şekil 1 . 20). Zira Zeus'un soyundan gelen
ilk hanedan, yani Lakedaimonlular yeryüzünün asıl oğu l larının ardından gelmişlerdi .
Onların yerini, yine benzer bir eş alma süreciyle hakimiyeti devralan ikinci bir ha­
nedan, korkunç Atreus ailesi aldı. Menelaos'un Lakedaimon kralı Tyndareos'un kızı
Helene'yle evlenmesi ve onların kızlarının da Orestes'le evlenmesi sonucu -babanın
erkek kardeşinin kızıyla evlenme örneği- Pelops'un soyundan gelen, Troya Savaşı 'nın
kahramanları olan Atreus ai lesi yeni bir hanedanl ı k kurdu ve Orestes Mykenai ile
Sparta'nın kralı oldu. Ama Heraklesoğul larının başını çektiği Dorlar, Orestes'in oğlu
Tisamenus'u tahttan indirip öldürünce ve Peloponnesos'taki kra l l ıklara Herakles'in
soyundan gelenleri yerleştirince, kadınlar üzerinden yerel kökenlerle kurulan bağlar
fii len bozu lmuş oldu. Tümüyle kaba kuvvete dayanan ve yerli kadınların alınması sa­
yesinde ilksel toprak güçlerinin aktarımından yoksun kalan bu fetih, Dorlara katıksız
yabancı damgası vurdu.

Otoktoni olarak farkl ı l ıklarını vurgulayan Atinalı lar, bütün Helen lere adını veren
Hellen 'in soyundan gelmeleri nedeniyle, Spartalı lar dahil diğer Yunan halklarla bağ­
lantı larını da korudular (Şekil 1 . 2 1 a). Dolayısıyla, Sparta l ı ata Doros'u da içeren 6.
yüzyıl şeceresinde (Hesiodosçu Ca ta logue ob Women'da) Atinalıların Hellen'in torunu
lon'un soyundan geldikleri görülür. Peki bu otoktoni iddiaları ve lon soyundan gelme
birbiriyle çelişmez mi? Bazı çağdaşlara öyle görünüyordu; bu nedenle de Atinalı ların
5. yüzyılda, l yonyal ı ların soyundan gelmelerini önemsizleştirip otoktonilerini vurgu­
ladıkları, ama Delos Birliği'ndeki İon müttefikleri üzerindeki etkisi nedeniyle ion soy­
larını tümüyle reddedemedikleri söylendi . Yine de otoktoni mefhumu, ion soyundan
gelmekle çelişmek yerine, Atina'nın (Solon'un d.aha 6. yüzyılda bel irttiği üzere) "en
eski İyonya ülkesi", dolayısıyla Ege ve Küçük Asya'daki bütün İyonyalı ların anayurdu
olma yönündeki geleneksel iddiasını güçlend irebi lirdi. Atinal ı lar Delos Birliği doğma­
dan önce bu argümanı siyasal olarak kullanıyordu. Plutarkhos'a göre, Themistokles
Perslere karşı muhalefeti bir araya getirmek için bu argümanı kullanmıştı. Thermopy­
lai Savaşı (480) sonrasında, Atinalı devlet adamı gemisiyle Trakya sahili boyunca yol
alarak Pers ülkesinde yaşayan lyonyalılara, "fırsatını bulduklarında ataları olan Ati­
nalıların tarafına geçmeleri" yönünde mesajlar vermişti (Plut. , Them. 9). Dolayısıy­
la lyonyalılar 478'de Sparta'nın Helen direnişinin liderl iğini yapmasından memnun
kalmadığında, "Atinalılara başvurmuş, soydaşları olarak onların liderleri olmalarını
istemişti" (Thuk. 1 . 9 5 . 1 ). Ama bu durumda, Atina'nın lyonya! ıların atası olma, dola­
yısıyla Helenlerin soyundan gelme iddiası ile topraktan doğma iddiası arasında bir
uyumsuzluk olmasına soykütüksel açıdan bile gerek yoktu.
1 00 l lhukydldea'tm Ôzilr Dileyerek 1 Mar6hatt Sahlin6

a) 6.
He ilen
1

l
Aeolus
l
Dorus
1
Xuthus

ı
Aigimius
l
Ion
1
Achaeus
1

Dumas Pamphylas

1 .2 1 (a) Helene' den gelen soykütüğü

Tam tersine, Atinalı ların topraktan doğan Erekhtheus'la evl ilik ve anne tarafın­
dan bağlantıları dikkate a l ındığında, ion, Atinal ı ların otoktonisini Helen atalarıyla
sentezlediği için esas ata haline gelir. Bu sentez, ion'un Hellen'in oğlu Ksuthos ile
Erekhtheus'un kızı Kreusa arasındaki evlilikten doğduğunu anlatan yaygın gelenekte
zaten mevcuttur (Şekil 1 . 2 1 a). lon, annesinden ötürü toprak soyundan gelir. Anne ta­
rafından ataların Yunan aleminde ilksel koşul olmasının yanı sıra -zira bütün tanrılar
ve insanlar Yeryüzü'nden (Gaia) gelmiştir- Atinalı ların soylarının izini -daha kesin bir
deyişle, atalarına doğru tırmanışın izini- hem anne hem de baba tarafından sürdükleri
açıkça görünmektedir. Atinalı lar, bel l i hanelere mensup olmanın temeli olarak baba
tarafından bağların yanı sıra anne tarafından bağları da kabul etmişlerdir. Perikles
ne kadar Alkmaionidai idiyse [Alkmaionoğul larıl. yani (Spartalılar da dahil) herke­
sin teslim ettiği üzere annesi dolayısıyla ayrı bir soyun mensubuysa, ion da o kadar
Erekhtheus'un soyundan gelir; dolayısıyla ataları topraktan doğmuştur. Etnik gruplar
arasındaki farkl ılıkları ve il işkileri beli rten bir kurallar bütünü olarak Ca ta l ogue ou
Women'daki Helen soyu gibi soyut bir şecerede baba tarafından akrabalarla tanınma
tercih edilebi lir. Bunun da tek sebebi, akrabaların uzaklığını ve yaşça büyüklüğünü
ölçmek için semiyotik bir açıkl ık sağlamaktır. Diğer yandan, haneleri atalarına bağl ı
olarak tanımlanmış yaşayan insanlarla bağlar söz konusu olduğunda, mesele tam tersi
bir hal alır. Burada bir tercihte bulunmak mümkündür; soyun izini aşağı doğru veya
paralel olarak izlemek yerine atalara, yani yukarı doğru sürmek için anne tarafından
bağlar kullanılabilir. Bu durumda, atalar grubu bileşim olarak hem anne hem de baba
tarafından gelen soy çizgi lerine sahiptir ve mensubiyet bakımından bu tür başka grup­
larla örtüşür. Bu a rgümana göre, Atinalı ların otoktoni lerini ileri sürmek için İyonyalı
atalarını terk etmelerine gerek yoktur veya İyonyalı atalardan geldiklerini ileri sür-
BGST 1 Dü9ünce Dizi6i 1 1O1

b) Euripides' in İon'u

.6.
Zeus

Apollo

Geleon Hopletes Argades Aegicores

1 .2 1 (b) Euripides'in İon adlı eserindeki soykütüğü

mek için otoktoni iddiasından vazgeçmeleri gerekmez. Tam tersine ion, gerçekten de
Kreusa ile Ksuthos'un oğlu olmakla birlikte, birçok efsaneye göre Aigialos'un (Akhaia)
kralı olduğu ve ancak hayatının sonraki evrelerinde Atina'ya döndüğü için onu Atinalı
kılan şey Kreusa üzerinden otokton atalarıydı ve Atinalılar böylelikle Hellen'in soyun­
dan gelmişlerdi. lon her iki iddia için de gerekli koşuldu.

Euripides, Peloponnesos Savaşı'nın ortasında bu hikayeyi, lyonya l ılar ile Dorlar ara­
sındaki tezatın daha fazla düşmanlık yaratmasına yol açacak şekilde yeniden anlatı­
yordu; hatta bazı çelişkileri, örneğin Atinalı ataların genel kabul gören Helen şecere­
sinden ayrılmasını atl ıyordu. Yine de, bu kadim şecere Doros'un Spartalı torunlarını,
lon ve Atinalılara göre ayrıcalıklı bir konuma yerleştirmişti (Şekil 1 . 2 1 a). jonathan
Hall'un neslin neresinde yer aldığınızın bir hiyerarşi ölçüsü olduğu yönündeki argü­
manını ( 1 997: 43) kabul edersek, Atinalılar bu açıdan Spartalıların uzaktan küçük
akraba ları olurdu ve hiyerarşide açıkça onların altında yer al ırd ı . Ama Euripides'in
420-4 1 O döneminde yazdığı Jon'da, Atinalılar düşmanları karşısında mit ve şecere
açısından yüksek mevkiyi elde eder (Şeki l 1 . 2 1 b). Topraktan d oğan Erekhtheus'un di­
ğer kızı Kreusa'dan olan torunu lon'un, genel kabul gören şecere geleneğinde olduğu
gibi Ksuthos'un deği l Tanrı Apollo'nun oğlu olduğu ortaya çıkar. Ksuthos'un sonra­
dan gelen bir yabancı, bir Akhaialı olduğu anlaşı lır. Atina adına yaptığı savaşlardaki
kahramanlıkları Kreusa'yla evlenerek ödüllendirilmiş olsa da ne krallığı kazanacak
ne de krallığın varisinin babası olacaktır. Yabancı bir kral manque'dir [başarısız!.
lon'un Apollo'nun oğlu, evlenmeden önce Akropolis'in altındaki bir mağarada tan­
rının Kreusa'ya tecavüz etmesinin meyvesi olduğu anlaşı ldığında Ksuthos'un bütün
ı 02 1 Thukydldea'tm Ôzür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

hevesleri kursağında kalacaktır. Anası yeryüzü babası tanrı olan ion, Erekhtheus'un
tahtına oturmayı başarır. lon'un dört oğlu, yani dört l on kabilesine adını veren ata­
lar Akdeniz'i kolonileştirecektir. Ksuthos'un Kreusa'dan olan, Euripides'in Doros ve
Akhaios olduklarını söylediği meşru oğulları ise Peloponnesos kral ları olacaktır. Ama
artık ölümlü bir babanın küçük oğlu olan Doros, yarı tanrı olan üvey erkek kardeşi
ion'dan aşağı bir mevkidedir. Atalara dayalı bu statü ölçütlerine göre, Atina Sparta'yla
hem aynı hem farkl ıdır, hem ona eşit hem ondan iyidir.

Günümüzde bazı akademisyenler, Euripides'in ve 5 . yüzyıldaki diğer şairlerin, l ogotı'un


mythotı karşısında kutlanan zaferini, tanrı hikayeleri nin yeni versiyonlarını üreterek
tersine çevirmekten açıkça memnuniyet duymasını şaşkınl ıkla karşılar. Tam da aydın­
lanmış Yunanların, en başta da Thukydides'in, tarih i rasyonel çıkarların yönetiminde
ve ampirik akıl yürütmeyle bilinebilecek "insani bir şey" olarak gördüğü sıralarda, şa­
irler ve hemşeri leri tarihsel anlatı lara yeni mitsel söylemler katıyorlardı. Euripides'in
İon'u savaş propagandası olarak görülüyordu; ama bu durum, myth otı'un kolekti f ta­
vırlar ve pratik eylemler üzerinde hala önem l i bir etkisi olduğunu da ima eder. Aynı
şeki lde, Robert Parker Th e Suppliant Wo m e n 'da, demokratik kral Theseus'un "ince­
likli anakronizmi"nin " 5 . yüzyıl sonunda mitolojik düşüncenin yaşamsal l ığının devam
ettiği"ni gösterdiğini belirtir ( 1 996: 1 70). Thukydides, Tari h 'inden "olağanüstü"yü
bertaraf etmeyi amaçladığını, böylece popüler zevki doyurmayacağını en başında söy­
lemiştir. Peki , Yunanlar tari hle "olağanüstü"yü yeniden kurarken bile "olağanüstü"yle
tarih yapıyorsa, Thukydides hata etmemiş miydi?

Logotı ile mythotı arasındaki ters il işkiyi görmezden gel meyelim: i rrasyonel bir ikti­
dar arzusunu teşvik eden katı pratik gerçekl ikleri. Birazdan göreceğimiz üzere, Antik
Yunanistan'ın yanı sıra büyük deniz imparatorluğu Fiji 'de ve Atina'nın yanı sıra Bau'da
da böyle olmuştu.

"GÜCÜN PEŞİNDE, ANCAK ÖLÜMLE SON BULAN DİNMEK BİLMEZ İKTİDAR


ARZUSU" (HOBBES)

Bir hakimiyet kültürünü araştırıyoruz. Burada yine ulusal karakterden fazlası söz ko­
nusudur. Bau ve Atina için, başkaları üzerinde hakimiyet kurmak kendi varoluşları açı­
sından gerekli bir koşuldu. Her ikisi de, Yunanların pleonektı ia· dediği zenginlik dahi l,
iktidar peşinde dinmek bilmez bir güç arzusu taşıyorlardı. 8° Kuvvet başlıca araçlardan

(Eski Yunanca pleonexia) Kabaca açgözlülüge, hasete veya tamahkarlıga karşılık gelen felsefi bir
kavram. Daha kesin şekilde, "başkalarının haklı olarak sahip oldugu şeyi ele geçirmek yönündeki
doymak bilmez arzu" olarak tanımlanır. -y.h.n.
80 Willis, Atina ile Venedik arasında benzer bir karşılaştırma yapar: "Emperyal kentler denizden
hayat solumaya baglandıklarında hayatta kalmak için denizde genişlemeye devam etmek zorunda
kalırlar . . . Emperyal kentler karşıtlarını dünyaya hükmetmeye heves ettiklerine inandırmışlardır"
(200 1 : 1 6).
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 1 03

biriydi, ama kuvvet gösterilerinin yanı sıra kudret gösteri leri yaparak da hükmediyor­
lardı. Çünkü üstünlükleri, fii l i bir idare olmaksızın sağlanıyordu . Egemenliğin olmadığı
bir hegemonyaydı bu. Esasen bir gösteri efekti üretme siyasetine, iktidar alametleri­
nin gücüne dayanıyordu. Hep olduğu gibi, Bau da Atina da kendi lerini maliyetleri kat­
lanarak artan bir deniz jeopolitiği içinde bulmuştu ve bu durum dışa doğru genişleme
yönünde bir baskı yaratıyordu. N ihayetinde, Atina'nın da Bau'nun da böbürlenmeleri
irrasyonel bir hal aldı. Ayakta kalabilmek için genişlediler, ama bu nedenle altından
kalkamayacakları bir yükün altına girdiler. Sonları ölüm oldu.

"Kuvvet krallığı" (matanitü ni kaukauwa) Bau'nun, Fiji topraklarında görülmemiş bir sa­
vaş, entrikacılık ve despotluk şöhreti vardı ve alışıldık hiyerarşi ve meşruiyet ilişkilerini
tersine çevirmeye yatkınl ığının eşi benzeri yoktu. Bir Bau şefi İ ngiliz sömürge yönetimine
yazdığı dilekçede, "bu dünyayı kuvvet yönetir" demiş ve ardından sözlerine, Britanya'nın
kendi imparatorluğunu elde etmesini sağlayan fetih ilkesi gereğince sömürgenin dolaylı
yönetim sisteminde Bau'nun önde gelen konumda bulunmaya hakkı olduğunu savuna­
rak devam etmişti (Wainiu AY: 1 8- 1 9). O tarihlerde atasözlerine konu olmuş Bau usulü
komploculuk, daha popüler düzeyde politiki vakaBau. "Bau usulü politika" tabiriyle ifa­
de ediliyordu. Yunanca poli6 sözcüğünden çetrefilli bir biçimde türetilen politika sözcü­
ğü, Atinalılar gibi Bauluların da başka siyasal sistemlerin işlerine karışmaya hazır oldu­
ğunu hatırlatır. Bau'nun savaşçı kral ları başka topraklarda, kendilerine bağlı klanları ya
da şehirleri iktidara taşımak amacıyla özellikle hiyerarşik açıdan aşağıda yer alan soyları
ve şefleri destekleyerek taht kavgalarına müdahale etmeleriyle nam salmıştı. Ama türedi
yerel şeflerin talihlerinin yaver gitmeme olasılığı oldukça fazlaydı, çünkü Bau soyluları
kendilerine tabi olan şehirlere yönelik zorba şiddet eylemleri ve yağmalarla da meşhur­
du. Bau'nun savaşçı kralları, törensel amaçlarla kendi hakimiyet alanlarındaki halklardan
kurbanlıklar/yamyamlık kurbanları seçmekte tereddüt etmezdi. Örneğin 1 83 9'da Ratu
Tanoa (Vunivalu) için yeni bir evin inşa edilmesiyl.e bağlantılı olarak öldürülüp yenen
on kişiden altısı Bau'nun denetimindeki yerlerin sakinleriydi (Cross D: 1 Şubat 1 839).8 1
Ratu Tanoa da, Ratu Cakobau da kendilerine bağl ı bir yer onları memnun etmediğinde,
özellikle de önceden belirlenmiş yiyecek ve servet haraçlarını ödemediğinde orayı yakıp
yıkıp halkını öldürmekte vakit kaybetmezdi. Vunivalu baba ve oğlu 1 84 1 'de sadece iki
ay içinde, yakınlardaki şehirlerde böyle bir nedenle on üç kişiyi öldürmüştü (Cross D: 23
Eylül ve 27 Kasım 1 84 1 ) .82 Diğer üst düzey Bau şefleri de benzer bazı topraklarda kadın

81 Bau kontrolündeki ülkelerden gelen altı kişi Kaba, Buretü ve Ovalau'dandı. Bundan iki hafta önce,
Ratu Cakobau'nun evinin inşası için Bau'ya baglı bir ülke olan Moturiki'de erkekler avlanmıştı
(Cross D: 1 Şubat 1 83 9). Bundan birkaç ay sonra Ovalau"dan dört adam Bau"da yeni bir tapınak için
kurban edilmek üzere alındı (jaggar}: 22 ve 23 Agustos).
82 Yüzyıl ortasına ait misyonerlik kayıtlarında böyle birkaç vakadan bahsedilir (örnegin Lyth DB: 23
Eylül 1 849 1 3 5381: Lyth J: 1 Temmuz 1 850). Söylentilere göre, Ratu Tiinoa yönetiminde balıkçı bir
halkın yerleşik oldugu Malake Adası'nda yakalanan bir deniz kaplumbagası Bau kralına verilmek
ı 04 1 lhukydldea'tm Ôzilr Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

ataları olmasından ya da kimi zaman Bau karşısında duyulan genel korkudan istifade
ederek benzer yıkıcı eylemlerde bulunurdu. Teğmen Wilkes bu tür olaylarla ilgi l i olarak,
"Ambau'daki [Bau] şeflerin ve halkların, bu grubun sakinleri tarafından bu kadar tiksin­
tiyle karşılanması pek de şaşırtıcı değil" yorumunda bulunmuştu ( 1 84 5 , 3: 1 49).

Thukydides'in Atinal ı ları "devrimci" diye nitelemesin i hatırlatır biçimde Muhterem


John Hunt, Rewa'yla savaşın ilk aylarında Bau'nun amaçlarından bahsederken mis­
yoner dostlarına, "öyle görünüyor ki amaçlanan sadece fetih değil devri m " uyarısın­
da bulunmuştu (Hunt L'den Lyth ve Calvert'e: 28 Mayıs 1 844). Mr. Hunt, Bau'nun
hakimiyet arzusunun, özell ikle de Ratu Cakobau'nun heveslerinin, Fij i 'deki savaşla­
rın ve Fiji devletleri arasında kurulmuş i l işkilerin normal sınırların ötesine geçtiği­
ni kastediyordu. Rewa ile savaş, bu büyük rakibi iktidarının zirvesindeyken bertaraf
etme olası lığını gündeme getirerek, Bau'nun hakimiyetini genişletme imkanlarının
sınırsız olduğu hissini besliyordu. Zira Rewa'nın Bau'ya tabi olması tahayyül edilebi lir
hale gelmiş ve savaşın net bir amacı olmuştu; ama bunun da ötesinde hiçbir zaman
Bau'ya ait olmamış küçük ve büyük başka topraklar da Bau'nun hakimiyetine girmeye
başlamıştı. Bunlar arasında deltada, daha önceki savaşlarda Bau'nun eline geçmiş,
Rewa'nın eski müttefiklerinin yanı sıra batıda geleneksel olarak Rewa'nın müttefiki
olan öneml i ü l keler de bulunuyordu. Nadrogd 'nın m a ta n i tii 'su bunlardan biriyd i :
M r . H u n t 1 84 5 başında buranın " Bau'nun e l i n e geçtiğini" bildirmişti (Lyth L, Hunt'tan
Lyth'e ve Calvert'e: tari h belirti lmemiş ly. 4 Ocak 1 84 5 ]). Mr. Hunt'ın meslektaşı Muh­
terem Thomas J aggar, Temmuz' da rüzgaraltı (Batı) Viti Levu'nun neredeyse tamamının
Bau tarafına geçtiğini yazmıştı (WMMSIL: 5 Temmuz 1 845). Buna benzer başarılar
Bau'nun pleonekö ia'sını yegane olası sonucuna doğru itiyordu: Mr. Hunt, "bu grubun
genel hakimiyet fikri güçleniyor" gözleminde bulunuyordu (L, Jos. Waterhouse'a: tarih
belirtilmemiş l 1 844]). Ratu Cakobau, Fij i Adaları'nın imparatoru olma yolunda ilerli ­
yor görünüyordu. "Gelecek i k i yılda da geçen yıl l 1 844] yaptığı gibi devam ederse, her
anlamda Fiji'nin i m paratoru olur kanısındayım. Vanua Levu'nun tamamı şu ya da bu
biçimde ona bağl ı ve Naviti levu da IViti Levu] boyunduruğuna giriyor. Rewa savaşları
genelde beklendiği biçimde Rewa'nın yıkımı ve kralın ölümüyle son bulursa, Thakom­
bau [Ratu Cakobau] her an imparator olabilir" (Lyth L, Hunt'tan Lyth'e ve Calvert'e:
tarih belirtilmemiş [y. 4 Ocak 1 84 5]).

Ratu Cakobau'ya Tui Viti, yani "Fiji Kra l ı " deniyordu zaten . Bu unvan mektuplarda, Ho­
nolulu 'daki l ngiliz konsolosunun yazdığı bir mektubun adresinde kullanı lmıştı (Hunt
L: Kasım 1 844).83 Metodist misyonerler günlüklerinde Ratu Cakobau'yu vakit kaybet-

yerine yenilince adanın tamamı yerle yeksan edilmişti (Wilkes 1 84 5 , 3: 2 1 O, Hudson ]'den: 523-
24)
83 ABD Keşif Seferi'nden Horatio Hale l 840'ta Fiji'de bulundugu sırada. o tarihlerde "Tui Viti" diye bir
unvan bulunmadıgını açıkça bel irtmişti ( 1 846: 1 8 1 ).
BGST i Dü�ünce Dizi6i 1 1 05

meksizin düzenli bir biçimde bu şekilde anmaya başlamışlardı . l 847'ye gelindiğinde


Muhterem Lyth'e göre Fij i l i ler de artık bu unvanı kullanıyordu: " Seru (Saroo diye te­
laffuz edilir), diğer adıyla Thakombau'ya, yani Tanoa'nın oğluna artık kendi halkı ve
Beyazlar hep Tui Viti diyor" (Lyth L: 26 Ağustos 1 847). 84 Böylelikle yabancı modeller,
kendine özgü, Fijivari bir mantığı olan ve giderek büyüyen bir ihtirasa adapte edili­
yordu. Ratu Cakobau, savaşın hem yol açtığı hem gerekl i kıldığı merkezkaç amaçlara,
yani hakimiyet alanının ölçeğini ve meşruiyetini genişletmeye aktif bir ilgi duyuyordu.
Nihayetinde, bu amaçlar Ratu Cakobau'yu kapasitesinin ötesinde bir noktaya zorladı.
Ratu Cakobau, kısa süre önce kendi adalarının "evrensel hakimiyetinin" göstergeleri
olarak Avrupa gemileri edinen Polinezya hükümdarlarının -Tonga kralı George Tupou
ile ondan önce Hawaii kralı Kamehameha'nın- benimsediği kral iyet giyim kuşamını
benimsemeye kalkarak otoritesini Fiji siyasal aklının ve kendi askeri yeti lerinin öte­
sinde genişletme yönünde beyhude bir çabaya girişmişti (Wi l l iams ve Calvert 1 8 59:
464). l 8 5 2 'de Vanua Levu 'nun kuzeyinde büyük bir deniz seferinde alınan yenilgi ,
Bau açısından tam olarak Atinalı ların Sicilya Seferi 'ne benzemiyordu ve can kaybı açı­
sından kesinl ikle öyle deği ldi; ama Sicilya Seferi gibi bu savaş da siyasal gerçekliğin
evrensellik hayal lerine dayattığı sınırları belirlemişti.

Hikaye kısaca şöyledir8 5: Ratu Cakobau, l 8 5 0 'de Rewa ile hala savaş halindeyken, biri
Avustralya'dan diğeri Amerika'dan iki pahalı savaş gemisi sipariş etti ve deniz hıyarı
yüküyle ödemede bulunacağı nı vaat etti. Ama bunu yapabilmek için başlıca deniz hıya­
rı bölgesi olan Kuzey Fiji'deki şeflerden görülmemiş miktarda haraç toplaması gereki­
yordu. Üstel ik Bau'nun bu halklar üzerindeki doğrudan otoritesi geleneksel olarak pek
de güçlü değildi. Viti Levu ve Vanua Levu'nun kuzey sahil lerinde ilişkileri olan yakın
müttefiklerini ve kendisine tabi şefleri seferber eden Bau hükümdarı. deniz hıyarı top­
layabi lmek için gerekli bütün akrabalık bağlarından ve siyasi ilişkilerden yararlandı . Bu
genişlemiş nüfuz zincirleri sayesinde -gelgelelim bağlantı ları mesafeyle orantılı olarak
zayıflıyordu- yerli soylulara ve halklarına deniz salyangozlarıyla doldurmaları gereken
keten torbalar gönderdi . Ne var ki, bu proje daha en başında direnişle karşılaştı. Ratu
Cakobau -asla gerçekleşmeyecek vaatlerle satın aldığı- yeni gemisi Cakobau'yla bu
bölgeye gittiğinde deniz hıyarı torbalarının doldurulmadığını gördü. Torbalar ya çürü­
meye terk edilmişti veya yakı lmıştı. 1 8 5 1 sonuna gelindiğinde, Ratu Cakobau kuvvet
kullanması gerektiğine karar verdi. Bunu tipik bir biçimde yapacak ve kendisine karşı
koyan birini ibretialem olsun diye cezalandıracaktı. Bu amaçla en zorlu hasmını. Kuzey

114 Ratu Cakobau'nun l 8 58'de müzakere ettiği üzere Fiji'nin Britanya'ya bağlanması sürecinde, Cako­
bau "fiji, Tui Viti vs. ordularının Vunivalusu" olarak anılmıştı (Derrick 1 950: 1 39). Britanya hükü­
meti bu bağlanmayı reddetti. Ama Ratu Cakobau'nun başkanlık yaptığı, Fiji'de yerleşik Beyazların
da desteklediği bir dizi Fij i hükümetinden sonra Ratu Cakobau sonunda ve resmi olarak 1 87 1 'de
"Tui Viti" unvanını aldı.
115 Daha eksiksiz ve iyi belgelenmiş bir versiyon için bkz. M . Sahlins ( 1 987).
1 06 l lhulcydldea'fm Ôzür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

Vanua Levu'da Macuata Krallığı'nda hak iddia eden Ra Ritova'yı seçti. Kuvvetin, birine
ceza, diğerlerine bir işaret olarak ibretlik değerini vurgulamak isterim. Ratu Cakobau
meseleyi Mary Wallis'e, Cakobau gemisi için müzakereler yaptığı Salemli deniz hıyarı
tüccarının eşine bu şekilde açıklamıştı. Ratu Cakobau'nun Wallis'e anlattığına göre,
diğer bütün şefler onun Ra Ritova'nın deniz hıyarı avlamayı reddetmesini nasıl karşı­
layacağını görmeyi bekliyordu. Macuata şefini öldürüp de yemeyi başaramazsa, "bütün
Fiji ona gülecek, otoritesini kabul etmeyecekti" (Wallis 1 994: 47). Ratu Cakobau, Fiji
tarihinde bi linen en büyük ordulardan birini toplamış olsa da iş nihayetinde şu şekilde
son buldu: Denize açılan iki yüz kanoyla ve Cakobau'yla Macuata sahiline taşınan yak­
laşık iki bin veya daha fazla savaşçı, Ra Ritova'nın kalesinin aşağı kısmındaki sahilde
onu yıldırmaya yönelik gösterişli ve beyhude bir çabayla bir aşağı bir yukarı geçit töre­
ni yaptı . (Fij i koşul ları dikkate al ındığında, bu gösterişli ordu Atina'nın Sicilya'ya gön­
derdiği donanmayla aşık atıyor olsa gerek.) Ne var ki , bu büyük ordu, gücünün bütün
zaaflarını da gösteriyordu: Bau hükümdarı ordunun büyük bölümü üzerinde kırılgan bir
denetime sahipti. Deniz hıyarı toplama işinde olduğu gibi ordu da dolaylı bir otorite
iddiasıyla görevlendirilmişti; bundan ötürü Ratu Cakobau'nun topladığı savaşçıların
birçoğu üzerinde komuta yetkisi sınırlıydı. Ratu Cakobau'nun kendi hassas durumunun
farkında olduğu açıktır, zira sonunda Ra Ritova'ya saldırdığında hepsi de Bau halkından
sadece üç yüz kişi kullandı; etkin olmayan müttefiklerinin bazıları ise bunu savaşçılık
onurlarına sürülmüş bir leke olarak görmüştü. Daha da beteri Baulular aşağılanmıştı:
Yaklaşık on kayıp vererek sürülüp çıkarı lmışlardı. Ertesi sabah küçük bir grup Macuata
kalesinden bir saldırıya girişince, itti fak ordusunun tamamı doğruca kanolarının yolu­
nu tuttu. Ratu Cakobau durumu, kuvvetlerini deniz hıyarı toplama işiyle görevlendir­
mekle kurtarmayı da başaramadı . Eski müttefikleri bunu bir bir reddedip hizmetçi deği l
savaşçı olduklarını ilan ederek çeki ldi.

Büyük deniz hıyarı seferberliği Bau 'nun Rewa'yla savaşında bir dönüm noktası ol­
muştu. Mary Wallis bilgece bir yaklaşımla, işin buraya varacağını daha bunlar olup
biterken anlamıştı. Ratu Cakobau'nun on beş yıldır şöhret merdivenini tırmand ığını
not etmişti: "Ama belki de merdivenin tepesine ulaşmıştı, geçen haftaki utanç verici
kaçışla birkaç basamak birden indiğine hiç kuşku yok" (Wallis 1 994: 59). Sonraki haf­
talarda, Ratu Cakobau'nun gerilediğini gösteren başka kanıtlar ortaya çıkacaktı. Bau
kuvvetlerinin memnuniyetsizliği bunlardan biriyd i :

Görünüşe bakılırsa, bütün taraflar arasında büyük bir memnuniyetsizlik hakim.


Bau ve Lasakau şefleri [Lasakau şefleri Bau'nun büyük balıkçı-savaşçılarıydı),
Thakombau ' nun [Ratu Cakobau) meselenin tamamını çok budalaca idare etti­
ğini söylüyor. M bete [Ratu Cakobau'nun tarafında hareket eden, Ra Ritova'nın
yerel rakiplerinden biri] memnun deği l , zira ziyafet sofrası kuracak bir ceset
BGST i Dü�ünce Dizi6i i ı 07

alamadı. Elijah [Ratu Cakobau'nun sadık müttefi klerinden biri olan Viwa'dan
Ratu Varani] memnun deği l , çünkü domuzlar pişirildiğinde onun payına bir şey
düşmedi. Ovalau dağl ı ları [Viwa şefleri dolayımıyla Bau'ya bağl ı olan Lovoni
halkı] bir daha Thakombau'yla sefere çıkmayacaklarını, zira Thakombau'nun
savaşmalarını engel lediğini ve çok aptal bir şef olduğunu söylüyor (Wallis
1 994: 67).

Ratu Cakobau'nun yenildiği haberi Viti Levu'nun kuzey sah i line ulaştığında, insan­
lar Bau'dan gönderilen deniz hıyarı torbalarını yırtıp kumaşlardan giysi yaptı (Wal­
lis 1 994: 68). Çok geçmeden, Fiji'nin neredeyse tamamı Ratu Cakobau'ya gülüyordu:
" Bau bugün korku salmak yerine sahilin birçok bölgesinde alay konusu haline geliyor"
(a.g.e .. 74).

l 852'de Macuata'da alınan yenilgi Baulular için hemen ölümcül bir sonuç doğurma­
rlı, ama rakip kuvvetler arasındaki ilişkileri ciddi bir biçimde olumsuz yönde değiştir­
di. Ratu Cakobau küçük düşmüştü, ama bunun ötesinde Ra Ritova, Macuata'nın Ratu
Cakobau'dan bağımsız olduğunu ilan etmişti ve çok geçmeden de Rewa'dan yana saf
t utmak için komplolar kurmaya girişecekti. Kuzeydeki şefler Avrupalı deniz hıyarı tüc­
carlarıyla kendi hesaplarına, doğrudan müzakereler yürütmeye başlamıştı, halbuki bu
ticaret önceden Bau şefleri üzerinden yürütülüyordu. Ratu Cakobau'nun deniz hıyarı
t icaretine doğrudan müdahalesinden memnun olmayan Fiji'de yerleşik Avrupalılar da
onunla ilişkilerini azaltmış, Rewalılarla ve Bau'dan uzaklaşmış, isyan planlayan bazı şef­
lerle gizli anlaşmalar yapmıştı. Bau nihayetinde İngiliz misyonerlerin ve Hıristiyan Ton­
ga müttefiklerinin yardımıyla savaşı kazanacaktı. Ama deniz hıyarı fiyaskosu Bau'nun
din değiştirip Hıristiyanlığa geçmesinin yanı sıra, Avrupalıların Bau'nun denetimi dışın­
da hareket eden, kendi siyasi gündemleriyle bağımsız bir kuvvet olarak ortaya çıkması­
n a da zemin hazırlamıştı.86 Ratu Cakobau'nun "Fiji Adaları üzerinde evrensel hakimiyet"
.
ilrayışı, Fiji'yi daha da büyük hak iddiaları olan bir imparatorluğun nüfuzuna açmıştı.

Yine de, bir kuvvet gösterisiyle desteklenen ve sonunda yıkıma götüren evrensel
hakimiyet iddiaları söz konusu olduğunda, Atinalı larla aşık atmak pek kolay deği ldir.
Atinalıların, Melos Atina boyundur_uğuna girmeyi reddetti diye Melos erkeklerini kat­
letmesinden, kadınlarını ve çocuklarını köle olarak satmasından bir yıl sonra; Sicilya
Seferi tam bir felaket olmaya doğru ilerlerken, imparatorluğun baskısı ve hevesleri
açısından tam bir dönüm noktası olan 4 l 4'te, Aristophanes Atina'nın kendini beğen­
mişliğini konu alan komedya başyapıtı Ku�lar'ı kaleme almıştı. Gökler ile yeryüzü
ıırasında, insanların verdiği kurbanlara müdahale edebilecekleri bir noktada kurulan

ıııı Daha önceden Levuka'daki Avrupa yerleşiminin lideri, bu yerin "Bau Elçisi" olarak bilinirdi ve bu
Baulu statüsünü hem kendisi hem de Baulular adına kul lanmaktan kaçınmazdı (Wilkes 1 845, 3 :
1 84-86).
ı os l Tiıukydldea'ten Ô.zllr Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

Bulutgukuk ülkesinin" kanatlı Atinal ıları, tanrıların açlık çekmesini sağlayarak onları
müzakerelere ve boyun eğmeye zorlar. Ku� lar'ın birçok farklı a legorik okuması ol­
muştur ve bazı ları abartılıdır; ama eserin, Atinalıların aşırı heveslerinin parodisi oldu­
ğu düşüncesi bu okumaların en başında gelir. William Arrowsmith'in belirttiği üzere:

Bir Atinalıyı Kuşlar'ın arasına bırakın, kanatları olan bir emperyal ist haline
gel i p tanrılarla savaşır. Bulutgukuk ülkesi, Atina lmparatorluğu'nun gözle
görülür bir parodisidir. Merak ediyorum, imparatorluk Atina'sının, impara-
torluğa mensup devletlere karşı benimsediği politikalar ve stratejilerin, Bu­
lutgukuk ülkesinin tanrılara karşı seferinde harfi harfine benimsendiğini fark
etmemiş bir Atinalı var mıdır acaba? Aristophanes'in gözünde Atina'nın sal­
dırganlığının mantıksal sonucu. insanın tanrı olması ve kanatlar takıp dünyaya
hükmetmesiydi (Arrowsmith 1 994: 1 76-78).

Bir mitolog olarak Aristophanes'in. antik dönem yazarlarının dengi olduğunu orta­
ya koyduğunu da eklemeliyiz. Aristophanes tanrı ların düşüşünü resmederken. yerli
prensesle birleşmesi sayesinde egemen liği gaspeden yabancı kral mitini, zamanın es­
kitemediği bu miti kullanmıştır. Kentlerin kuruluş geleneklerinde de aynı anlatı karşı­
mıza çıkar. Babası tanrı olan yabancı, yeryüzünün soyundan gelen prensesi alır; yalnız
Ku�lar'da bu sentez tersine işler: Göğe ait bir kadın, yeryüzüne ait (insan) atalardan
gelen bir gaspçı tarafından al ınır. Kurbanlarını alamayan tanrılar önde gelen kuş­
adam Peisetairos'a, " i lahi Prenses"lerini -Athena deği l midir bu?- verirler, böylece
Peisetai ros dünyanın hakimi olur.

jacqueline de Romilly, Thukydides'i okurken -Aristophanes'in karşıtı olmaktan ziyade


gerçekçilik alanında bir egzersizdir bu ve Bulutgukuk ülkesinden ziyade Rea l p o l i ti k
diyarı söz konusudur- Atinal ı lar i ç i n iktidarın kendi başına b i r amaç haline geldiği
şeklindeki benzer sonuca varmıştır. De Romil ly, Atina'nın heveslerinin "tam da do­
ğası itibarıyla" hiçbir sınır tanımadığını söyler (Romi l l y 1 96 3 : 65). imparatorluğun
MÖ 478'de kurulmasından Peloponnesos Savaşı'nın sonunda 404'te çökmesine dek
Atina'nın her zaferi, Atina iktidarının her genişlemesi, görünüşe bakı lırsa bu faali­
yetin amacının yalnızca daha ileri bir noktaya taşınmasına yol açmıştır. Gittikçe bu
amacın tam bir soyutlama halini aldığı söylenebilir: kendi başına güç, sırf kendi içinde
bir amaç olarak güç. De Romilly'nin gözlemlediği üzere, sonunda Atinalı ların istedi­
ği "mümkün olan en güçlü iktidar ve diğer ülkeler üzerinde mümkün olan en büyük
hakimiyeti kurmaktı; emperyalist liderlerin hitap etmeyi tercih ettiği duyguyu bir
emare olarak alırsak. nihai amaç bir şeye sahip olma arzusundan ziyade otorite icra
etme tutkusuydu " (a.g.e .. 78-79).

Eski Yunanca Nephelokokkygia. Nephele (bulut) ile kokkykö'ten (guguk kuşu( türetilen bir ifade.
-y.h.n.
BGST 1 Dü�ünce Diziöi 1 ı 09

Thukydides'in Tarih'inde bu p leoneköia'nın asıl vücut bulmuş hali Kleon ve


Alkibiades'ti. Özel l i kle Alkibiades, Sicilya'nın işgaliyle ilgili tartışmada, Atina'nın ge­
nişleyemezse çökeceğini savunurken böyle bir tablo çizer: " i mparatorluğumuzun tam
olarak hangi sınırda durması gerektiğini tayin edemeyiz; sahi p olduklarımızı elimizde
tutmaktan memnuniyet duymamamız ve bunları artırmayı planlamamız gereken bir
noktaya eriştik. Başkalarına hükmetmeye son verirsek başkaları tarafından yönetilme
tehlikesiyle karşı karşıya kalabiliriz" (Thuk. 6. 1 8. 3). Emperyalist animuö'un sade­
ce içten gelen bir itki olmadığını, siyasal bir karşıtlık bağlamında ortaya çıktığını bir
kez daha belirtelim: Yönetmek ya da yöneti lmek karşıtlığı. Pleoneköia'nın sadece geç
dönemde ortaya çıkan bir gelişme olmadığı, savaşla birlikte ortaya çıkmış ve savaş
tellalı hatiplerce körüklenip alevlendirilmiş olması da kayda değerdir. Plutarkhos'a
göre 4 3 0 ' larda, yani savaş öncesinde Perikles'in uyguladığı ve vaaz ettiği temkinli
kuvvet kullanımı, Atina'nın kendi iktidarıyla zehirlenmiş olmasına verilmiş bir tepkiy­
di. Sici lya 'nın fethedilmesi daha o zamanl arda hayal edil iyordu . Mısır'ı geri almaktan,
Pers imparatorluğu'nun sahil şeridine saldırmaktan da bahsedil iyordu. "Kartaca ve
Etruria'ya saldırmanın hayalini kuranlar da vardı. Aslına bakı lırsa, Atina'nın o tarih­
lerdeki hakimiyeti ve giriştiği bütün işlere eşlik ediyor gibi görünen başarı dalgası
düşünülürse, bu konudaki ümitler tümüyle temelsiz deği ldi" (Plut. , Per. 20).

Atina'nın hakimiyetinin karanlık yüzü, müttefik Yunan kentlerinde uyandırdığı kin ve


kızgınl ıktı. Tam da ilahi özerkl iğin Olympos-altı dünyaya özgü versiyonu olan özgürlük
Helenlerin üstün siyasal değeri olmayı sürdürürken, bu kentler giderek daha fazla
boyun eğer hale gelmişti . 87 Pers tehdidi geri ler ve Atina, müttefikleri üzerindeki ikti­
darını onlardan aldığı haraçla finanse edip onları kendi tebaasına çevirirken, bu eski
federasyonda, yani hızla Atina imparatorluğu halini alan Delos Birliği 'nde direnişler
gözleniyordu. Thukydides: " Müttefik şehirlerin direnç göstermesinin nedenleri ara­
sında en önemlisi, haraç ve gemi yükümlülüklerinin gecikmesi ve hizmetlerin yerine
getiri lmemesiyle ilgi l i oland ı . Zira Atinalıların eli çok ağırdı ve altından kalkılması zor
taleplerde bulunuyorlardı; buna alışık ol mayan, asl ında sürekli çalışma kapasitesine
sahip olmayan kişilere zorunluluklar dayatarak saldırgan davranıyorlardı" ( 1 . 99. 1 ;
krş. Plut . , Cim. 1 1 ). Ayak direyen kentlere yapı lan dayatmalar arasında, topraklarına
Atina kışlaları kurulması, Atina yerleşimleri için toprak al ınması, yerelde demokratik
yönetimlerin teşvik edi l mesi, Atinalı müfettişlerin atanması ve yıllık haraç yükümlü­
lüklerinin artırılması yer a l ıyordu. Diodoros Sikeliotes, "müttefiklerin çoğunun", Atina
yönetiminin ağırlığına "kendi aralarında isyan etmeyi tartışarak" tepki gösterdiğini

H7 " Özgürlüğün bu kadar değerl i bulunduğu bir dünyada. mükemmel bir devlet olan ve bir Cenaze
Töreni konuşmasını fazlasıyla hak eden Atina lmparatorlugu hiçbir anlamda popüler olamazdı.
Bütün kurumları, müttefiki olan devletleri bağımsızlıklarından alıkoymak için kullandığı bütün yön­
temler hoşnutsuzlukla karşılanmış olmalıdır" (Camkwell 1 997: 1 03).
ı ıo [ llıukydldea 'tm Ô.zür Dileyerek [ Mar6hall Sahlin6

belirtir ( 1 1 . 7 0 . 2). Fakat birkaçı 460'ların başından beri kayıtlara geçen isyanlar, katı
bir tutumla bastırılmış ve yeni dayatmalara neden olmuştur.

Peloponnesos Savaşı müttefikler açısından yeni isyan. Atinalı lar açısından ise yeni
baskı olasılıkları doğurmuştu; zira üçüncü bir taraf, yani Spartalı lar da meseleye dahil
olmuştu. Spartal ı lar prensip itibarıyla isyanlarla işbirliği yapabilecek ve baskıları ha­
fi fletebi lecek durumdaydı. imparatorluk baskı uygulayanlar için bir tiranlık halini a l ı ­
yordu. Sparta işgal lerinin ikinci yılı sonrasında Atinalı ları bir araya toplamaya çalışan
Perikles. sadece imparatorluklarını kaybetme deği l , "imparatorluk pratiği sırasında
ortaya çıkan husumetlere de maruz kalma" tehl i kesi içinde oldukları uyarısında bulu­
nuyordu: "Çünkü, biraz açık konuşmak gerekirse, sahip olduğunuz şey bir tiranlıktır;
belki böyle bir tiranlık kurmak bir hataydı. ama bırakmak tehlikeli olur" (Thuk. 2 . 6 3 . 1 -
2). Lesbos'taki [Midi l l i ] Mytilene isyanıyla bağlantı lı olarak aynı meseleyi vurgulayan
Kleon. (ti pik bir biçi mde) çok daha doğrudan bir üslup benimsemiş ve Mytilene halkını
toptan ortadan kaldırarak cezalandırmaya varacak bir argümanla Atina mecl isine "im­
paratorluğunuz bir despotluk. tebaanız da gidişattan hoşnut olmayan isyancı komplo­
cular" diye seslenmişti . Mytilene böyle bir akıbetten bir şeki lde kurtuldu, ama (Kleon
tarafından ele geçiri len) Torone. Skione veya en çok bilinen örnek olarak Melos kur­
tulamadı . Uzun yıllar sonra 3 3 9 'da isokrates. Atina'nın bu kıyımları hakkında rahat
bir tavırla tanrıların bile benzer kıyımlar gerçekleşti rdiği, Sparta l ı ların daha da bete­
rini yaptığı mazeretini i leri sürecekti (Pa n a th. 62-63). i sokrates, Spartalılardan dem
vurarak Atinalı ların üstünlüğünü i leri sürmekle kentinin bir asır önce acımasızlığıyla
nam salmış olmasını retorik düzeyde yeniden dil lendirmiş ol uyordu: Ülke içindeki te­
baanın huzursuzluğu dış düşmanların varlığıyla ağırlaşmıştı, dolayısıyla tebaanın dış
düşmandan gelen tehditle orantı lı olarak bastırılmasını gerektiren yeni bir bagarre a
troi6 [üç tarafl ı bir mücadele] söz konusuydu. 4 3 2 'ye gelindiğinde bu dinamik açıkça
anlaşılmıştı, en azından Sparta meclisini kend ilerine karşı husumetten vazgeçirmeye
çalışan Atinalı larca. Bu Atinalı lar. İ kinci Pers Savaşı sonrasında Sparta bıraktığında,
nasıl Helenlerin liderliğini üstlendiklerinden. onur ve şanın imparatorluklarını geniş­
letme yönündeki çıkarlarıyla nası l birleştiğinden, Sparta kendi lerine karşı tavır aldı­
ğında tabi kentlerdeki isyancıların nasıl Sparta'ya sığınma. böylece imparatorluğun
sonunu getirme tehdidi yarattığı ndan bahsediyorlard ı : "Sonunda, neredeyse herkes
bizden nefret ederken, bazıları çoktan isyana kalkmış ve boyun eğdirilmişken, sizler
[Spartalı lar] bir zamanlar olduğu gibi dostumuz olmaktan vazgeçmiş, kuşku ve mem­
nuniyetsizlik nesneleri haline gelmişken, imparatorluğumuzu elden bırakmak artık
güvenli görünmedi, hele ki bizi terk eden herkes sizin kucağı nıza düşecekken" (Thuk.
1 . 7 5 . 4).

Geçmiş sadece yabancı bir ülke deği ldir; ülkeler arasındaki il işkilerdir.
BGST 1 Dü�ünce Diıiöi 1 1 1 1

ARKHt:• EGEMENLİK OLMAKSIZIN HEGEMONYA

Atina ve Bau kendi lerine özgü bir imparatorluk yönetimi geliştirmişlerdi; hakim ol­
dukları halklar arasında değişken bir korku ve cazibe karması yaratma yetisine sahip
bir yönetimdi bu. Atina ve Bau'nun hegemonyaları, modern devirlerde yabancı sö­
mürge gücünün kendi devletini başka ülkeler ve toplumlara doğrudan dayattığı Avru­
pa imparatorluklarınınkine benzemiyordu. istilayla elde edi len ve işgalle elde tutulan
bu tür sömürge rejimleri gerçekte tabi kılınan halklar üzerinde egemenliğe sahipti ve
onları gerekli bütün idare, yasal düzenleme ve zor araçlarına başvurarak yönetiyordu.
Ama ne Bau ne de Atina imparatorluklarını fetihlerle yaratmıştı ve ikisi de doğrudan
yönetim uygulamıyordu. Egemenlik olmadan hegemonya uyguluyorlard ı . 88 Ne var ki
bu durum yönetimlerinin ılımlı olduğu anlamına gelmiyordu. sadece huşu ve korkuya
dayand ığını ifade ediyordu; yani stratejik kuvvet gösterileriyle doğrulanmış bir kudre­
tin şöhretine dayanıyordu. Atinal ı lar ve Baulular ılımlı olmaktan ziyade belki o kadar
acımasızlardı ki bu yönleriyle tanınıyorlard ı .

Ne v a r k i , dediğim gibi fatih deği llerdi: B a u da Atina da gerçekte üstünlüklerini önceki


hegemonik rejimlerin halefleri olarak onlardan miras almışlard ı . Askeri güç, yüksel­
melerinde kesinlikle etki li olmuştu, ama onlara bir tür seçi lmiş liderlik rolü kazandıran
şey, güçlü olan diğerlerine karşı -Atina Perslere, Bau ise kendisinden önceki Verata
Krall ığı'na karşı- sergi ledikleri güç gösteri leriyd i . Önceden varolan siyasal ittifakları
kendi lehlerine yeniden düzenlemeyi becermişlerdi; daha zayıf ü l keler, daha beter bir
akıbetten korkmalarının yol açtığı bir tür gönüllülükle, korunmak amacıyla onların
yanında yer almışlard ı . 89 Atinalıların 4 3 2 'deki Sparta meclisinde yukarıda bahsettiği ­
miz ricada bulunurken takındı kları masumiyet buradan ileri geliyordu. imparatorluk­
larının onlara kazandırdığı kötü şöhreti gerçekten de hak etmediklerini söylüyorlardı,
zira "bu imparatorluğu şiddet sayesinde deği l, siz [Spartalılarl. barbarlara karşı savaşı
tamamına erdirmekte gönülsüz olduğunuz. müttefikler bizim saflarımıza geçtiği ve
aynı zamanda bizden komutayı üstlenmemizi istedikleri için elde ettik" (Thuk. 1 . 7 5 . 2).

Eski Yunanca arkhe. Sözcügün a s ı l anlamı felsefidir, şeylerin kökeninde yer alan veya şeylerin mey­
dana geldigi ilk unsur veya ilk ilke anlamına gelir Bu ilk anlama bagl ı olarak "ilk yer" "yönetim
metodu", "imparatorluk, devlet" "otoriteler" ve "buyruk, emir" anlamlarını kazanmıştır. -y.h.n.
88 Söylenenlere göre, müttefik kentlerde idam cezasını gerektiren suçlar hakkında Atina'da yargılama
yapılması bir zorunluluktu (Hornblower 1 99 1 a: 29). Böyle bir şey, egemen ligin kritik önemde bir ih­
lali olur ve bir devletin başlıca özelligi olan yaşam ile ölüm arasında karar verme tekeli reddedilmiş
olurdu. Atinalılar M Ö 440' 1ardan itibaren kendi paralarını kendilerine tabi olan kentlere dayatma­
ya başladı, ama besbelli ki bu girişimler başarılı olamadı (Picard 2000: 85-87; Kagan 1 969: 1 1 6- 1 7).
89 Hocart Fiji hakimiyetinin yönetsel olmayan niteligi ile siyasal sınırların belirsizligi arasındaki
ilişkiye dikkat çeker; bu açıdan "kabile" hakkında söyledikleri, Bau, Rewa ve başka krallıkların ege­
menlikleri için de geçerlidir: "Kabilenin gerçekligi o kadar kesin degi ldir; bir kabilenin nerede bitip
digerinin nerede başladıgını söylemek her zaman kolay degildir, çünkü Fiji toplumunun dayanagı
yönetim degil baglılıktır ve baglılık da siyasal bagımsızlıkla birleşmiş ritüel bir tabiyetten tam bir
kölel ige varıncaya dek sonsuz derecede çeşitli biçimler alabilir" ( 1 968: 75).
ı ı2 1 Thulcydldea'fen Ozür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

Birçok müttefikin bağl ı l ı klarını lyonyal ı Atina'yla akrabalığa dayandırabildiğini gör­


müştük. Bau'nun hegemonyası açısından da bilinen bir şeydi bu. Bau'nun Verata'ya
saldırıları, Verata'ya tabi toprakları onun saflarından ayrıl ı p karşı tarafa geçmeye zor­
ladığında, bu ülkeler genellikle kendi yöneticileri ile Bau şefleri arasında güçlü akra­
balık bağları kurarak yapmışlardı bunu: Ya yüksek statüdeki Baulu bir kadının kendi
liderlerinin karısı olmasını talep etmiş ya da "bir şef dilemişlerdi" (kere turaga); yani
Baulu bir soylunun kendi hükümdarları olma unvanını almasını istemişlerdi (krş. M .
Sahlins 1 994). Ne var k i , b u imparatorluk sistemlerin i n yarı gönüllü nitel iği , akrabal ı k
bağlarıyla birl i kte e l e alındığında, maddi haraçların y a da siyasal dayatmaların nis­
peten düşük düzeyde olması hal inde, hegemonyacı otoritenin madunların direnişiyle
karşılaşabileceği anlamına geliyordu. Zira imparatorluğun temel nitelikteki il işkileri,
ideolojik hegemonya araçlarından ve hegemonyanın gizemli bir kıl ığa büründürülme­
sinden ibaret deği ldi. Ya da böyle olsa bile, bu açı lardan pek işlevsel deği ldi. Hakim
gücün ekonomik ve siyasal baskı larının ezilme olarak tecrübe edildiği noktayı nispe­
ten düşük bir dayatma düzeyinde beli rleyen bu temel il işkiler, hazır hoşnutsuzluk for­
mül leriydi. Merkezdeki hoşnutsuzluk: işte bu da imparatorluk pleo n ekö i a 'sının, daha
fazla toprağı denetim altına alma itkisinin kaynaklarından biridir.

Tarihsel olarak baskın bir gücün sömürüsü sayı lan şeyin, aşikar olmadığı gibi işin içine
dahil olan maddi veya fiziksel zorlamanın doğrudan bir i fadesi de olmadığını savu­
nuyorum. Aynı şey, kuvvet addedi len şey için de geçerl idir. Zira baskın gücün a ldığı
haraç miktarı ya da uyguladığı zorlamanın büyükl üğü, siyasal açıdan önem arz eden
durumun sadece bir veçhesidir. Taraflar arasındaki mevcut ilişkiler, ezilen grubun
özerkl ik hissi ve özerkl iğe verdiği değer de önemlidir. Sömürü de kuvvet de siyasal
olarak kendi başına anlamlı deği ldir. Paul Veyne'in söylediği gibi: "Kuvvet ilişkileri
sembol ik olsun olmasın değişmez deği ldir. [. .. ] Tarihdışıymış gibi görünmeleri, kıyasla­
madan ileri gelen bir yanılsamadır. Sosyoloji leri keyfi ve tarihsel bir programın sınır­
ları içinde belirlenmiştir" ( 1 988: 59).

Egemenlik olmaksızın hegemonya : Bu tür bir imparatorluk düzenini nasıl adlandır­


malı? Thukydides Atina İmparatorluğu 'na a rkhe diyordu; "komuta etme" anlamına
gelen fi ilin isme çevri lmiş hal iydi bu sözcük. Atina örneğinin ayrıksıl ığını kabul eden
bazı klasik dönem araştırmacıları da bu kullanımı benimsemiştir. Ol ivier Picard bun­
lardan biridir. Picard imparatorluk teriminin Pers Kra l l ığı'nın elindeki topraklara
atfen uygun olabi leceğini, ama Atina'nın gücünün kendine özgü olduğunu, öyle ki
"modern söz dağarcığında ona uygun bir isim olmadığını; ve (muhtemelen Venedik'in
puiMance'ı dışında) onunla karşılaştırılabi lecek başka örnekler de olmadığını" belir­
tir (Picard 2000: 1 O; krş. Kal let 200 1 ) . Az sayıdaki bu a rkhe oluşumlarına Bau'yu da
ekleyelim. Bu arkhe oluşumlarının hepsi, geniş bir alana yayı lmış, kendi örgütlülüğü
BGST i Dü�ünce Dizi�i i I 13

olan çok sayıda yönetim birimine hakim, ama onların yönetimini üstlenmeyen de­
niz güçleriydi . Aslına bakıl ı rsa, bu deniz imparatorluklarının büyüklüğü, insan gücü
ve yerel kaynakları ile üstünlüklerinin çapı arasındaki büyük uyumsuzluk, arkhe'nin
temel niteliklerinden biridir. Bu durum, hegemonyanın kendine özgü bir başka özell i ­
ğinin koşuludur; d a h a a ç ı k bir deyişle, b u nitelik, arkhe'nin diğerlerini büyük ölçüde
gösteri efektleriyle, Hobbesçu bir yönetim ifadesini benimseyerek söylersek "hepsini
huşu içinde tutacak" güç ve üstünlük gösterileriyle denetim altında tutmasıdır. Güç
gösteri lerinin, imparatorluklarını doğrudan idare eden diğer imparatorluk sistemleri­
nin bilmediği yönetim tekni kleri olduğunu ileri sürmüyorum ; sadece arkhe'de bu tür
gösterilerin başlıca hakimiyet aygıtı, hem hakimiyet elde etme hem de onu elde tutma
aygıtı olduğunu söylüyorum . Güçlerini her zaman gösterme zorunluluğu, Atinalılar
ve Bauluların güç takıntısını bir ölçüde açıklar. Arkhe önemli açılardan bir işaretler
imparatorluğudur: görkemli, gaddar veya her iki özell iği birden taşıyan güç işaretleri;
bu güç işaretleri diğer halklara, muhtemelen kendi yararları veya korunmaları adına
boyun eğdirir, ama hiç kuşkusuz bunu, yıkıma uğratılmaları tehdidiyle yapar.

işaretler imparatorluğunda kuvvet de bir kuvvet işaretidir. Bu, kuvvetin "sadece


sembolik olduğu" veya Baulular ve Atinalı ların onu isyancıları boyun eğmeye zorla­
mak ve arkhe'lerinin sınırlarını genişletmek için kullanmadığı anlamına gelmez. Bu
tür kuvvet kullanımları aynı zamanda daha geniş anlamda yönetimseldi; kurbanlar
dışındaki taraflar üzerinde gösteri efektleri gözetilerek kasten gerçekleştiriliyor ve
bu amaçlar doğrultusunda durumun gerektirdiğinden çok daha zalim olabil iyorlardı.
Şidd et. 6embolik olabilm ek a d ı n a çok daha büyüktü. De Rom i l ly'nin ifade ettiği gibi
Atina'nın kuvveti terör yaratmayı amaçlıyordu, zira bu kuvvetin idari ya da siyasal
bir yapısı yoktu (Romilly 1 968: 2 1 5). Fiji 'de Ratu Cakobau, isyancı bir şefin sonunu
korkunç bir yamyaml ı kla getirebi lirdi. Aynı şeki lde Atinal ı ların isyancı kentlere ya da
n rkhi!'lerine katıl maya direnen kentlere yaptığı m_isil lemeler de hızlı ve acımasızdı.
Bu tür vakalarda başvuru lan şiddet baskıcı olmakla kal mıyor, kasten aşırı boyutlara
taşınıyordu. Yenilmez bir güç olduklarını somutlaştırmak ve böyle nam salmak üzere
tasarlanmıştı. Kleon, isyancı Mytileneli lerin katledi lmesini savunurken, "onları hak
ettikleri gibi cezalandırın ve müttefiklerinize isyanın cezasının ölüm olduğunu öğre­
t in" diyordu (Thuk. 3 . 40 . 7).

Atina meclisinde 427 'de Mytilene'nin, 4 l 6'da Melos'un akıbeti hakkında yapılan
meşhur tartışmalar, ibret olması amacıyla kuvvet kullanma meselesi etrafında dön­
müştü. Mali haraçtan ziyade gemi temin eden bir müttefik olan Mytilene'nin isyanı,
Atinalılara birçok yönden darbe indirmişti. Az sayıda kişinin (oligarklar grubunun)
başlattığı isyan, Peloponnesos fi losu tarafından desteklenmişti. Bu durum, Atinalıla­
rın düşmanlarının ortak bir harekat yürütüyor olmalarının ötesinde, Atina'nın arka
1 14 1 llıukydldea'ten Ô.zllr DUeyenık 1 Mar6hall Sahlin6

bahçesi lyonya denizlerindeki denetimine bir meydan okuma anlamına da gel iyordu .
Ne v a r ki Atina meclisi, Mytilene'yi toptan ortadan kaldırma yönündeki i l k kararın­
dan sonra yeniden toplanıp bu acımasız tedbiri yeniden değerlendirmişti . Karardan
vazgeçilmesine karşı çıkan Kleon yurttaşlarına, " imparatorluk açısından çok ölümcül
olan üç duyguya, acıma, duyarlılık ve hoşgörüye" geçit vermemeleri uyarısında bu­
lunmuştu (3 . 4 0 . 2). Kleon'un diğer müttefiklere verilmesi gereken dersin ölüm olduğu
konusundaki ısrarına, isyanların (daha az acımasızca) bastırıldığı kentlerin akıbetle­
rinin Myti lenelilere "ders vermediği" gözlemi de eşl i k ediyordu (3 . 3 9. 3). Yine de, en
başta kararın onaylanmasına dayanak olan aynı gösteri efektleri ilkesi dikkate alına­
rak karardan vazgeçi ldi. Meclis Diodotos'un karşıt argümanlarına ikna oldu: "Kleon
isyanı idamlık bir suç haline getirmenin yararlı caydırıcı etkileri konusuna ne kadar
olumlu bakıyorsa, gelecekteki çıkarları onun kadar gözeten ben de tam tersi bir yolun
tutulmasına onun kadar olumlu bakıyorum" (3 . 4 4 . 3 ) . Diodotos, böyle bir gösterinin
olası isyancı lara olsa olsa ölesiye savaşabi lecekl eri ni göstereceğini söyledi, zira kay­
bederlerse akıbetleri ölüm olacaktı; ama bir yandan da az sayıdaki oligarşi yanlısının
suçlarından ötürü Mytilene'deki benzerlerini öldürerek demokrasi yanlısı çoğunluğa,
yani Atina 'nın başka kentlerdeki doğal dostlarına da yanlış mesaj verecekti (3 . 4 5 . 46).
Atinalı lar bu argümanı kabu l ederek birçok kişinin hayatını esirgemeye karar verdiler;
sadece aristokratlar öldürüldü. 9 0

Eski Sparta'nın ada koloni lerinden biri olduğunu ileri süren Melos'un akıbeti bu kadar
iyi olmadı. Atinalı lar Melosluların kendilerine katı lması halinde kuşatmayı kaldırma­
yı önerd i . Meloslular ise tarafsız kalma ricasıyla bu teklifi reddedince yok edildi ler.
Thukydides' in Melos vakasını Atinal ı ların kötü biten Sici lya Seferi 'nden hemen önce
ele alması, bazı yorumcular tarafından genelde bir ahlak dersi olarak alınmıştır: Ati­
nalı ların acımasızl ıkları pahal ıya patlamıştı. Oysa Atinalılar alışıldık bir nam salma si­
yaseti güdüyordu. Tarafsızlık tekl ifini kabul edemezlerdi. Meloslulara şöyle söyledi ler:
"Çünkü dostluğunuz bize tabi olanların gözünde bizim zayıfl ığımız ve sizin de gücümü­
ze düşman olduğunuz anlamına gelecek" (Thuk. 5. 95). Ve yine, "biri leri bağımsızlığını
koruyorsa, bunun nedeni güçlü olmalarıdır ve biz onlara müdahale etmezsek bunun
nedeni bizim korkmamızdır; dolayısıyla imparatorluğumuzu genişletmenin yanı sıra
sizin itaat etmenizden de kazançlı çıkmalıyız; sizin adalı ve diğerlerinden daha zayıf
olmanız, denizin efendi lerine karşı koymayı başaramamanızı daha da önemli kıl ıyor"
(Thuk. 5 . 97). Spartalı ların ya da davaları hakl ı olduğu için tanrıların yardımını boşu
boşuna bekleyen Meloslular teslim olmaya yanaşmadılar. Bütün erkekler öldürüldü
ve çocuklarla kadınlar köle olarak satıldı.

90 Thukydides binden fazla kişinin öldürüldügünü söyler (3 : 5 0 : 1 ) ; başka bazı okumalara göre ölü sayısı
çok daha azdı.
BGST 1 Dü9ünce Diıiöi 1 1 15

Hem Melos hem Mytilene vakalarında Spartal ıların fii l i veya varsayılan varlığı ve
Atina'nın deniz gücüne oluşturdukları tehdit, kuvvetler sahasında işlerin giderek kar­
maşıklaştığını ve Atinalıların hegemonyalarını ayakta tutmakta giderek daha fazla
zorluk çektiğini gösterir. Buna isyancı kentler arasında gizli bir anlaşma olasılığını da
eklersek, Atinalıların kendilerine isyan etme cüretinde bulunacaklara gaddarca bir
karşılık vermeyi neden kendi çıkarlarına görecekleri de anlaşılabi lir. Ama diğerlerini
huşu ve korku içinde bırakmanın başka yol ları da vardı.

Gary Wills'in tabiriyle, "Atina çok renklidir" Atina bir gösteriyd i : Arkhe siyasetinin
başka araçlarla yürütülmesi açısından belirli bir değeri olan kültürel bir cazibe kuv­
veti ve bir ışıma kaynağıydı . Victor E hrenberg antik komedyaya i lişkin mükemmel et­
nografisinde şöyle der: '" Kentlerin en parlağı ' olan Atina'nın güzell iği ve ruhuyla bü­
tün Yunan devletleri arasında öne çıktığını dönemin toplumu bile fark etmişti. Atina
her türlü entelektüel ve sanatsal girişim için en iyi toprağı sunuyordu. Komedya şairi
Atina'yı bilmeyenleri, bilip de sevmeyenleri, sevip de orada yaşamayanları alaya alır"
(Ehrenberg 1 9 5 1 : 278).

Atina köktenci Sparta 'yla hoş bir karşılaştırma da sunuyordu. Thukydides'in, ileride
maddi izlerinin zayıfl ığına bakarak hiç kimsenin Sparta'nın gücünü algılayamayacağı ,
ama maddi izlerinin anıtsal l ığı nedeniyle Atina'nın gücünün muhtemelen olduğundan
da büyük görüleceği şeklindeki tahminini hatırlayalım. Debdebe ile güç arasındaki
i l işkiye dair bu tür fikirler, Alkibiades'in 4 l 6'daki Olimpiyat oyunlarına görülmemiş
hir biçimde yedi savaş arabasıyla girmesinde ve geçiş törenini bir-iki-dört düzeniy­
le bitirmesini yurttaşl ı k erdemleriyle ilişkilendirip caka satmasında dile getirilmiştir:
"Helenler savaşlarla yıkıma uğramasını bekledikleri kentimizin, Olimpiyat oyunların­
da sunduğum muhteşem gösteriden hareketle aslında olduğundan daha büyük olduğu
sonucuna vardılar [ . . . ] Görenekler bu tür gösterileri şerefli bulur ve bu gösteri lerin
ıırkalarında bir kudret izlenimi bırakmaması mümkün deği ldir" (Thuk. 6. 1 6 . 2).

Yunanistan denen bu görkemin siyaseti buydu işte: Mimarisi ve sanatının muhteşem­


l l�i. tiyatrosunun görkemi, ışıltı l ı geçit törenleri ve ayin ler, jimnasyumlar ve sempoz­
yumlar. Atina'yı hiç görmemiş olanlar bile şairlerinin ve filozoflarının, siyasetçi lerinin
ve atletlerinin namına bakarak onun üstün olduğunu bilebi l i rd i . Evet "tiran bir kentti"

ııma yine de "Hellas'ın okuluydu" 91 " Bazılarının para harcama konusunda bütün sınır­
lıırı aştığı" hayranlık verici çok sayıda gösterisiyle Atina dünyayı kendine çekiyordu:
"Kentimiz onu ziyaret edenler için her devirde bir festival olmuştur" sonucuna var­
mıştı lsokrates (Paneg. 46). Tebaa durumundaki halklar, aynı zamanda tiyatro sezonu

'il lsokrates. Atina'nın dünyaya entelektüel katkılarını överken "Hellas okulu" hakkında Perikles'i
yankılar (Thuk. 2. 4 1 . 1 ) : "Kentimiz düşünce ve konuşma bakımından insanlığın geri kalanının önüne
geçtiğinden. ögrencileri dünyanın geri kalanının öğretmenleri haline gelmiştir" (Paneg. 49-50).
1 16 1 11ıu!Qtdldea'tm Ô.zilr DUeyerek 1 Mar6hatl Sahlin6

olan öneml i dini bayram Şehir Dionysia'sı zamanında yıllık haraçlarını ödemek üzere
Atina'yı ziyaret ederdi.

Bau ise tersine, mimari açıdan seyre değer önemli bir şey sunmuyordu; ama yine de
Fiji'nin en önemli adasıydı, Bau'nun gücünün neredeyse sürekli festivallerle sergilen­
diği bir sahneydi . Bau'da yaşam az çok süreklilik gösteren, boyun eğme ve üstünlüğün
sergilendiği bir geçit töreniydi. Burada yaşam, konuşma, davranışlar, şarkılar, danslar,
bedensel süslemeler, yiyecek ve zenginlik gösterileri, insan kalabalıkları ve genel he­
yecan bakımından Bau'nun kudretini gösteren, insanın Fiji kültürünün en üst düzey
temsilleri diyesi geldiği, yine de her durumda bu kültürün en takdir edilen örneklerini
sergileyen bir ritüeller dizisiydi. Uzak ya da yakın, küçük ya da büyük yerlerden gelen
haraçlara gösteriler eşlik ederdi. Daha önce belirttiğimiz üzere, bu haraçların bazıları
ilk ürün sunularıydı, özellikle de tatlı patates ve ağaçların verdiği ürünlerdi; bazılarıysa
uzak krallıkların servetlerinden her yıl veya her yarı yıl yaptığı sunulardı. Tabi konum­
daki topraklardan olağanüstü haraçlar ve yine buralardan bir fayda beklentisiyle şu
veya bu Bau şefine gönüllü hediyeler gönderiliyordu. Bunların hiçbiri törensiz olamaz­
dı ve çoğuna da bayramlar eşlik ediyordu. Basil Thomson, erken sömürge döneminde
hiyerarşi gösterilerinin günbegün sergilediği manzarayı, yönetici savaşçı kralın bakış
açısıyla bir nebze sunar:

Mbau'nun [Bau) Vunivalusu gibi büyük bir şefle birlikte kalan bir Avrupal ı , kü­
çük gösteri lerin sayısı karşısında hayrete kapı lır. Gün içinde herhalde birkaç
kez şefin konutunun dışından tama [yönetici şefin ya da tanrının konutuna
yaklaşı lırken yapılan törensel karşılama) haykırı lır. Şefin mata 'sı [matani­
vanua, 'haberci') gözler ve tabi bir klanın bir sunuyla -bir sinnet rulosu, bir
kumaş [tapa) balyası, bir kaplumbağa, kaçınılmaz olarak bir kava köküyle- gel­
diğini haber verir. Şefin konutundan birkaç kişi dışarı çıkıp sunu konuşmasını
dinler ve belirlenmiş biçimde alkış tutar, ama şef konuşmayı dinlemek için
pek istifini bozmaz. Getirilen mallar bir depoya taşınır; vakti geldiğinde hak
eden bir şefe, çok sayıda adamının kullanması için gönderi lmek veya ittifakın
güvenliğinin dayandığı dolambaçlı siyasal müzakerelerde kullanılmak üzere
burada saklanır (Thomson 1 908: 282).

Muhterem Thomas Wil liams'ın "Fiji 'de vergi ödeme"ye ilişkin genel betimlemesinden
hareketle, otoritenin sergilendiği daha önemli bayramlar hakkında bir hükme vara­
bilir ve bu tür sahnelerin Bau'da, başka yerlerde olduğundan daha sık sergi lendiğini
düşünebiliriz:

Fij i 'de vergi ödemek, Britanya'da vergi ödemeni n tersine, insanların sevdiği
her şeyle i lişki lidir. Bunun gerçekleştiği gün önemli bir gündür, en güzel elbi-
BGST 1 Dü9ünce Dizi6i 1 1 17

selerin giyi ldiği, en hoş görünüme bürünüldüğü, en güzel sözlerin söylendiği


gündür; bir gösteri günüdür: balina dişleri, deniz kabuğundan kolyeler lal
alın bağları en yeni boyun bağları en zarif türbanlar. Aylardır üzerinde
çalışılan saç biçimi şimdi en mükemmel haliyle gösterilir: Bedene en hoş ko­
kulu yağlar sürülür ve en hoş çiçekler takılır Silahlar da -sopalar, mızraklar
ve misket tüfekleri de- iyice cilalanır ve olağanüstü derecede güzel görünür.
Fijililer haraçlarını türlü türlü sevinç ve heyecan gösteri leriyle taşır ve ilgili ka­
bilenin tümü bu gösterilere tam anlamıyla katılmaya çalışır. Seyirci kalabalık­
ları toplanır, Kral ve maiyeti de vergiyi almak üzere orada hazır bulunur. Vergi
bir şarkı ve dansla ödenir, gülümsemeler ve alkışlarla alınır. Vergiyi ödeyenler,
bu sahneyi bırakıp kra llarının sunduğu bir ziyafete katılır. Vergi ödemeyi bu
şeki lde "neşeli bir şeye" çevirebilen politika kuşkusuz küçümsenecek bir şey
değildir (Wil liams ve Calvert l 8 5 9 'da: 3 0-3 1 ).

Ayrıca Bau'da bu tür neşeli vergi ödeme sahneleri sık sık savaş ayinleriyle tamamlanır:
Savaş öncesinde, savaş sonrasında, kimi zaman da kuşatmalar sırasında savaş yerine
kuvvet gösteri leri yapılır. İ ngiliz misyonerler Bau yakınındaki istasyonlarından, Ekim
1 83 9 ile Haziran 1 84 1 arasında savaş filolarının adadan on altı-on yedi kez ayrıldığına
tanık olmuştu. Bu seferler çoğunlukla otuz-kırk kanoluk büyük seferlerdi, kimi zaman
da Viti Levu anakarasındaki savaşçıların hareketleriyle eşgüdüm içindeydi. Savaşçıla­
rın savaşa uygunluğunu değerlendirmek, savaş sırasında alınan insan kurbanları ada­
mak ve yemek, insanları öldürenleri ve silahlarını kutsamak, zaferden bir süre sonra
düzenlenen ziyafetlerle tanrılara ve müttefiklere teşekkür etmek bu tür eylemlerin,
özellikle de büyük eylemlerin olağan sonuçlarıydı . Dolayısıyla, Bau'nun bu tür uğraşla­
rına ilişkin gözlemlerden onun savaşçılığının yol açtığı ritüel yoğunluğuna dair bir fikir
edinilebilir. Ritüellerin hepsi de ulvi ya da korkunç deği ldi. Cesetlerin toprak fırınlarda
pişirildiği gece boyunca sürüp giden cinsel alemle � dahil, yamyamlık kurbanlarının ce­
setleri başındaki coşkulu sevinç birçok Batılı tanık açısından ne kadar tiksinti vericiyse,
muzaffer Fijil iler için o kadar zevkliydi.92 Her koşulda bu tür olaylar her zaman tabaka­
laşma yaratan, siyasal vurgusu olan olaylardı. Nutuklar, haraç ödemeleri, kava ayinle­
ri ve törenlerin başka yönleri Bau şeflerinin üstünlüğünü temsil ediyor ve iletiyordu.
Bau'yu ziyaret edenlere, hoşlanmaktan korku duymaya uzanan dikkat çekici bedensel
deneyimlerle özümseyebilecekleri güç gösterileri sunuluyordu. Bau'da bir tiyatro sezo­
nu yoktu; Bau'nun hegemonyasının az çok süreklilik gösteren icraları söz konusuydu. 93

92 Savaşta insan öldürenlerin takdir edilmesi ve yamyamlık da dahil savaş törenleri hakkında bkz.
Clunie ( 1 997; passim).
<J3 Muhterem Calvert. Bau'ya haraçlarla gitmenin ne demek olduğunu, diğer tarafın. yani haraç veren­
lerin bakış açısıyla aktarır: "Küçük şehirlerin halkı Bau'ya giderken güvenli bir yolculuk için, Bau
şefinin onlara iyi davranması, onları iyi beslemesi, aldığı yiyecek veya mülklerin karşılığında on-
ı ıa 1 Jlıukydldea'ten ôzür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

Egemenl i k olmaksızın hegemonyanın olduğu, bağlaşık rejimler yaratılmasına ve ca­


nilik ile muhteşemliğin gösteri efektlerine dayalı olarak işleyen bir sistem bugünün
dünyasına yabancı değil . Atina gibi i bretlik güç kullanımı, kültür gösterisi ve demok­
rasi ihracatı üzerine inşa edilmiş, aşina olduğumuz bir a rkhe örneği vermek gerekirse,
günümüz Amerikan imparatorluğuna ne buyrulur?

PLeONeKSIA JEOPOLİTİGİ

Atinalı general ve devlet adamı Kimon 4 5 1 'de, Sparta ile beş yıllık bir barış anlaş­
ması imzalayıp Birinci Peloponnesos Savaşı'nı sona erdirmesinden kısa süre sonra,
Kıbrıs ve Mısır'a karşı iki yüz trireme'yle" büyük bir sefere girişmişti (Thuk. 1 . 1 1 2) . 94
Plutarkhos'a göre, Kimon barışın tesis edilmesinden kısa süre sonra. "Atinalı ların ses­
sizce oturup duramayacaklarını, sürekl i etkinl iğe ve imparatorluklarını yabancı ülke­
lere düzenledikleri seferlerle genişletmeye daya l ı bir poli tika izlemeye meyi lli olduk­
larını" açıkça anlamıştı (Cim. 1 8). Kıbrıs ve Mısır' da Perslerin elindeki bölgeler hedef
seçi lmişti, çünkü Kimon adaların ya da Peloponnesos'un çevresinden dolanarak diğer
Yunan devletlerini kışkırtmak istemiyordu. "Kimon'un planı, Atinalıları barbarlara yö­
nelik harekatlarıyla sürekli bir eğitim halinde tutmak ve doğal düşmanlarından alıp
Yunanistan'a getirdikleri zengi nli kten hak ettikleri kazancı elde etmelerini mümkün
kılmaktı" (a. g.e.).

i nsan, Sici lya Seferi karşısında duyulan, daha önce bahsettiğimiz genel heyecan konu­
sunda Thukydides'in yaptığı yorumu hatırlıyor: "Sıradan insanların ve askerlerin ücret
alabileceği , gelecek için sonu gelmez bir finansman kaynağı olabilecek fetihler yapıla­
bileceği fikri " (6. 2 4 . 3 ) . Aslına bakı lırsa Kimon'un pol itikası, Atina'nın devam etmekte
olan pleonekö i a jeopolitiğinin birçok temel yönünü barındı rıyordu. imparatorluğun
çevre bölgelerinde girişilen, merkezde artan maddi talepleri karşılama ve müttefik­
lerin ve Atina'nın omuzlarına gereksiz dayatmalar yüklemekten kaçınma zorunlu­
luğundan kaynaklanan masrafl ı maceralardan bahsediyorum. Sömürme ve dışarıya
doğru genişlemede bir yön deği şikliği söz konusuydu. Kimon, "adalar" dan, dolayısıyla
Atina'nın müttefiklerinden uzak dururken, Peloponnesos'taki eski düşman lardan da
kaçınıyordu. Arkhe'nin merkezinde vergilerin toplanması ve hoşnutsuzluğun artma-

!ara iyi mallar vermesi için dua eder, tanrılarına sunularda bulunurdu. )Yerli tanrının ruhunu ele
geçirdiği yerli) rahip ihmal edildiğini, domuz, ilk meyve ve her zaman olduğu gibi !ziyafeti pudingi
ve kava sunulmadığını düşünür ve memnun olmazsa, tanrısının öfkelendiğini, tehlike içinde
olacaklarını haber verirdi. Bu durumda ziyaret gerekli sunular yapılıncaya dek ertelenirdi" (Mi6-
6ion6: 22 Ocak 1 8 55).
M Ö 5 . yüzyılda Doğu Akdeniz"de en gelişmiş biçimine ulaşan, çok sayıda küreğin gücüyle yol alan,
hafif, hızlı ve yüksek manevra kabiliyetine sahip yelkenl i savaş gemisi. -y.h.n.
94 Atinalılar çok geçmeden Persler tarafından Mısır'dan sürüldü.
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 1 19

sı mümkünken, sınırı ndaki ve sınırlarının ötesindeki askeri eylemler, bunun tersine,


yeni gel irler, yeni kaynaklar ve ganimet (özellikle köleler) sağladığı gibi katılımcılara
da donanma hizmetinde oldukları sürece geçim kaynağı vaat ediyordu. Kimon'un iki
yüz trireme'yle çıktığı sefer "sürekli bir eğitim" sağlarken, her gemide normalde ol­
duğu gibi iki yüz değil de daha az adam olduğunu varsaysak bile, binlerce Atinal ıya
sürekli bir gelir de sağlamış olsa gerek. Bu maaşların büyük bölümü kamu fonlarından
ve bir bölümü bazı gemi lerin bakımını üstlenen zenginlerin katkılarından karşılandığı
için, bu tür maceralarda uzun vadeli ticaret ve haraçlar konusu da dahil hatırı sayılır
getiriler öngörülmüş olsa gerek. Ne var ki Kimon örneğinde sefer, kendi hayatı da da­
hil olmak üzere muhtemelen net bir kayıpla sonuçlanmıştı. Kimon'un hayatını kaybet­
mesi, bu talihsiz olay, Yunanların Kıbrıs kuşatmasına son vermelerine neden olmuş
ve kazandığı bir tek zafer dışında, harcanan büyük çabalara karşılık fi lo memlekete
gösterecek pek az şeyle dönmüştü (Thuk. 1 . 1 1 2).

Arkh e'nin jeopolitik ikilemi, genişledikçe masraflarının çoğa larak artmasına maruz
kalan bu tür bir talassokrasinin ya kendi halkından veya tabi halklardan aldığı haraç­
ları artırma veya sömürecek yeni halklar bulma zorunlu luğuyla karşı karşıya kalma­
sıdır. Denizlerde yayılmanın finanse edilmesi, hegemonun kaynakları ve insan gücü
üzerinde doğrusal olmaktan ziyade katlanarak artan talepler yaratır. Atina, dışa doğru
birçok yönde yayı lan bir hakimiyet alanının merkezinde bulunduğu için çıkarlarının
ve masraflarının, kendisinin genişleyen bir çembere uzaklığının karesinin 7r (pi sa­
yısı) ile çarpımı kadar artmasıyla karşı karşıya kalmış olabi lir. Bu sorun geometrinin
düşündürdüğünden çok daha ağırdı, zira Atina'nın başlıca tahıl kaynakları gücünün
uzandığı en uzak yerlerde, özellikle de Kırım'da bulunuyord u . Ticaret yollarının açık
tutulması, hatırı sayılır düzeyde bir donanma varlığını ve düzenli aralıklarla askeri
eylemlerde bulunmasını gerektiriyordu: Plutarkhos'a göre, seksen gemi yılın sekiz ayı
boyunca sürekl i devriye geziyordu (Per. 1 1 ). Ehrenberg durumu şöyle özetler: "Sırf
tahıl yollarını müdahaleden uzak tutma işi, kendi başına öncelikli bir politika ve sık sık
askeri önlemler al ınmasını gerektiren bir meseleydi . Devlet ve halk için tahı l ve diğer
yaşamsal malzemeler elde etme mecburiyeti ve zorluğu, siyasetin ekonomiyi, dahası
ekonominin de siyaseti etkileyebi leceği bir araç yaratıyordu" (Ehrenberg 1 9 5 1 : 3 2 5 ;
krş. Thuk. 2 . 69 . 1 ; Casson 1 99 1 : 1 1 1 - 1 2).95

Bu jeopolitiğin kritik önemdeki "siyaset" kısmı, a rkhe'nin giderek artan maddi yüklerini
merkez nüfusların, yani Attika ile uzun zamandır müttefiki olan kentlerin omuzlarına

95 Karadeniz'le ilgili olarak Kagan şöyle yazar: "Bu bölgenin Atina için önemi genellikle sadece eko­
nomik açıdan degerlendirilir, ama ekonomik önemi gerçekte stratejik rolüne baglıydı. Atina'nın
güvenligi tamamen yerel gıda kaynaklarından bagımsız olmasına dayanıyordu. Uzun duvarlar
Atina'yı gereksindigi her şeyi deniz yoluyla karşılayan bir adaya çevirmişti. Atina'nın Karadeniz'e
erişimini kesebilecek bir düşman. onu dize getirebi lirdi" ( 1 969: 1 80).
1 20 l Tiıukydldea'ten Ôzilr Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

yüklemenin riskleriyle ilgiliydi . Bu riskler ülke içinde isyan ve ülke dışında ise başkal­
dırıydı. isyanlar hakkında zaten bir şeyler biliyoruz: i syan potansiyeli, zengin ve güçlü
olanların devleti desteklemek için gerek hukuki gerek ahlaki olarak en büyük yüküm­
lülükleri üstlenmiş olmasından kaynaklanıyordu. Donanma bir ölçüde litürjiler yoluyla
desteklenmiş ve oluşturulmuştu; yani zengin yurttaşların -sembolik olarak denizlerde
komuta etme yetkisine sahip oldukları- trireme'lerin i nşası, donanımı, bakımı ve mü­
rettebatın maaşlarının ödenmesi konusunda üstlendiği kamusal yükümlülükler yoluy­
la. (5. yüzyılda Atina donanmasının tam olarak ne ölçüde litürjilerle desteklendiği ve li­
türjilerin ne ölçüde yasal olarak zorunlu kılındığı bilinmiyor.) Vincent Gabrielson, Atina
filosunun finansmanı hakkında kısa süre önce yaptığı bir çalışmada ( 1 994: 1 2) devletin
"asıl vergi lendirme nesnesi"nin, yani zenginlerin "iyi niyetlerine ve korunmaları"na bü­
yük ilgi gösterdiğinden bahseder: "Devletin çıkarı ekonomik ve siyasaldı: Ekonomikti,
zira herhangi bir suistimal mülk sahiplerinin işbirl iğinden vazgeçmesine ve daha beteri
finansal potansiyellerinin tükenmesine yol açabi lirdi; siyasaldı, çünkü sınırsız maddi
talepler toplumsal huzursuzluklara, hatta ötaöiö'e (iç savaşa) yol açabi lird i . " Atina'yı
arkhe'sinin hinterlandına, Sicilya ve Bulutgukuk ü l kesi kadar uzak yerlere avlanmaya
yönlendiren şey, burada, isyancı potansiyeli taşıyan zenginler ile resmi olarak bağımsız
olup haraç ödeyen kesimler arasında yaygın olan merkezkaç baskılardı.

Peloponnesos Savaşı her şeyi daha da beter bir hale getirmişti: Atinalı lardan daha
fazla vergi al ınmaya, müttefiklerden daha fazla haraç toplanmaya ve arkhe'nin sınır­
larına haraç toplama seferleri düzenlenmeye başlanmıştı. Bütün bunlar, Sici lya fela­
keti sonrasında, ülke dışında geniş çapl ı bir isyanı ve ü l ke içinde ol igarşinin darbesini
önlemeye yetmemişti .

Thukydides'in Atinalı ların olağanüstü vergi lere tabi tutulduğunu ilk kez fark etme­
si, daha o zaman arkhe'nin dış çeperlerinden alınan haraçları artırma eği limiyle var
olan bağıntıyı gösterir. 428'de Atina Lesbos Adası'nda Mytilene'nin kuşatmasını sür­
dürmek için paraya ihtiyaç duyduğunda, yurttaşlarından ilk kez savaş vergisi almaya
başlamıştı. Ama bu vergi lendirmeyle toplanan 200 talent yeterli olmadığı için "mütte­
fiklerden para toplamaya" on iki gemi gönderilmişti (Thuk. 3 . 1 9 . 1 ). Bu tür haraç top­
lama işleri silahlı seferlerle gerçekleştiriliyordu. Bu örnekte, seferin komutanı deniz
yoluyla ulaşılabilecek yerlerden para topladıktan sonra iç kesimlere, Küçük Asya'daki
Karia bölgesine doğru i lerlemiş, ne var ki komutan ve birçok askeri burada yerli halkın
düzenlediği bir saldırıda öldürülmüştü (3 . 1 9. 2). Bundan iki yıl önce haraç toplamak
ve korsanları caydırmak için aynı bölgeye gönderilen başka bir Atina kuvveti de aynı
akıbete uğramıştı (2. 69). Atina filolarının, Thukydides'in bahsettiği iki benzer sefer
dahil 420'1erdeki bütün bu haraç toplama seferleri, Atina hegemonyasının uç kesim­
lerindeki bölgeleri ve görünüşe bakılırsa kimi zaman buraların da ötesindeki yerleri,
BGST 1 Dü�ünce Diziöi 1 121

örneğin Küçük Asya' da Karia ve Likya bölgelerinden başlayıp Hellespontos üzerinden


Trakya' da Eion'a uzanan bir bölgeyi hedef alıyordu (2. 69. 1 ; 4 . 5 0 ; 4 . 7 5). Üstelik 425 'te
Atinalılar imparatorluğun her yerinde haraç miktarlarını artırmıştı. En azından bazı
müttefikleri vergi yüklerinin iki katına çıktığına tanık olmuştu. Aslına bakılırsa Moses
Finley, Atina'nın gel i r taleplerin i n üç katından fazla arttığını i leri sürmüştür ( 1 972:
24). Sonrasında, 4 l 3 'teki zorlu koşullarda Atinal ı lar yeni vergi lendirme önlemleri­
ne başvurmuştu. Hem Syrakusa'da hem de Attika'da (Spartal ıların stratejik Dekeleia
Kalesi'ni işgal etmesiyle) hareket kabiliyetini kaybeden Atinalılar, "tebaalarına haraç
yerine, deniz yoluyla yapı lan bütün ithalat ve ihracat gel irlerinin yaklaşık yirmide
biri oranında bir vergi dayatmıştı; bu önlemin onlara daha fazla para getireceğini dü­
şünüyorlardı, zira harcamaları artık ilk başta olduğu gibi değildi: Gelirleri azalırken
savaşla birlikte harcamaları artmıştı" (Thuk. 7 . 2 8 . 4). O yıl içinde müttefikler/tebaalar
isyana kalkıştı : Lesboslular, Euboial ılar, Koslular, Hellespontos kentleri ve başka bir­
çokları ya Sparta'dan yardım alarak veya bir araya gelip komplo kurarak başkaldırdı
(bk. 8 vd.). Atinalı zenginler, "savaştan çok ağır şeki lde etki lenen 1 . 1" ve "yönetimi ele
..

geçirme yönünde büyük umutlar besleyen [ . .. ] en güçlü yurttaşlar" da başkaldırmıştı


(8.48. 1 ). i stedikleri hükümet bir oligarşiydi ve yaptıkları darbe büyük ölçüde demok­
ratik eği limli ordu tarafından tersine çevri linceye dek kısa süreliğine bir oligarşi kur­
dular. Ama Atina arkhe'sinin sonu yakındı.

Fiji'deki Bau arkhe'si de benzer bir jeopolitikle karşı karşıyaydı ve daha önce belirtti­
ğimiz gibi pleonekö i a'sı da benzer bir akıbete uğradı; aslında başarısız bir darbe giri­
şimi de bunlara dahildi. Ama başından beri Bau da benzer şeki lde hakimiyet alanının
uç noktalarında zengin lik ve güç için savaşmaya hazır olmuştu. Bauluların yakındaki
Rewa'yla bir çatışmaya girişmeleri iki yılı aşkın bir süreye yayılan kışkırtmalar sonucu
gerçekleşmişti . Sonunda Büyük Polinezya Savaşı başlamak üzereyken bile Baulular, en
azından bazı Baulu şefler, tıpkı Kimon'un Mısır ve Kıbrıs'ı hedef seçmesi gi bi, Fiji 'nin
kuzey ve doğusundaki uzak, zengin topraklarda yıl lardır dönemsel olarak savaşıp ba­
rış yaptıkları yerleri düşman olarak görmeyi tercih etmişti .

l 830 'ların sonu ve l 840'1arın başında Bau, Ratu Cakobau 'nun komutasında Verata,
Macuata, Namena, Cakaudrove ve Lau'da büyük krallıklara karşı tekrar tekrar akın­
lara veya haraç toplama harekatlarına girişti. Bau'nun ya da müttefiklerinin filoları,
krall ığın l 820'1erde Vunivalu Ratu Naulivou yönetiminde sahip olduğu, ama 1 832-
l Tde halefi Vunivalu Ratu Tanoa'nın sürgün edi lmesiyle sonuçlanan iç savaş sıra­
sında tehdit altına girip zayıflayan hakimiyetini yeniden elde etmek için sık sık uzak
yerlere yelken açtı . Eski Verata Krallığı, Bau kanolarına saldırılar düzenleyerek eski
üstünlüğünü yeniden i leri sürme çabasına girişmişti. Bu, Bau'nun bir zamanlar çoğu
Verata toprakları olan adalar üzerindeki denetimini tehlikeye atan bir hamleydi. Üste-
1 22 1 Thukydlde&'fen Özür DUeyerek 1 Mar6hall Sahlin6

l i k Ratu Tanoa, l 8 3 2 'de Somosomo'nun kendisine tanıdığı sığınma hakkı karşıl ığında
Bau'nun Lau'dan haraç toplama hakkın ı Cakaudrove kral ına devretmişti (Hale 1 846:
59). Yeterince güçlendi klerini düşünen Cakaudrove'nin yönetici şefleri de Bau'ya ha­
raç ödemeyi kesmişti. On yılın sonuna gel indiğinde, aynı yönetici şefler Macuata şef­
lerini de aynı şekilde davranmaya ve Bau'yu zengin leştirmek yerine Cakaudrove ile
takas i l işkisine girmeye i kna etmişlerdi. Cakaudrove şefleri, bazı Viti Levu halklarıyla
(Namena ve Telau) komplo kurarak onları Bau'ya karşı ittifak kurmaya ikna etmişti .
Kısacası Cakaudrove Krallığı, Fij i 'nin hegemonyacı gücü olarak Bau'nun yerini almaya
heves ediyordu. Ratu Cakobau yüzyıl başında Bau'nun iktidarını ayakta tutan ikna
edici güç gösteri lerini tekrarlayıncaya dek de bu hevesini korudu.96

Bau ile Cakaudrove hiçbir zaman doğrudan çatışmaya girmedi. Bununla birlikte, 1 83 9
sonrasında aralarında b i r tür savaş hali vard ı . Cakaudrove b i r Bau saldırısının e l i kula­
ğında olduğu yolunda söylentilerle tekrar tekrar kışkırtı ldı. Bau ise öncelikle Verata'ya
boyun eğdi rmeyi tercih etti. Bau kanoları Ekim 1 83 9 ile Kasım 1 840 arasında Verata
şehirlerine dokuz-on sefer düzenledi. birkaç kez düşmanla kapıştı ve sonunda Ara­
lık 1 840'ta Verata şeflerini resmen boyun eğmeye (i t.oro) zorladı . Namena ve Telau
toprakları, Ratu Cakobau'nun en incelikl i , en başarı l ı komplolarından birine (vere va­
kaBau) maruz kaldı ve 1 83 9'da Bau yakı nlarındaki Viwa Adası' na yapı lan dostane bir
ziyaret sırasında savaşçı ları katledildi. Bunu, (Viti Levu'nun kuzeydoğu sahil lerindeki)
asıl Namena'ya denizden düzenlenen birkaç saldırı izledi. Viti Levu'daki düşmanlarıy­
la meşgul olan Bau'nun doğrudan Cakaudrove'yle uğraşacak hali yoktu. Ratu Cakobau
bunun yerine, Macuata'ya saldırsınlar diye Viwa ve Tonga savaşçılarından oluşan bir
fi lo gönderdi . Bu nedenle 1 840'ta yaklaşık beş yüz Tongal ı altı ay boyunca Bau'da
yaşamıştı. Ne var ki , Verata'nın boyun eğmesinden sonra Bau Vunivalusu Vuna'daki
Taveuni şehrini Cakaudrove'ye karşı savunmak üzere bir sefere girişti, ancak bu sefer
başarısız oldu. Daha sonra Macuata'ya karşı zafer kazanı lan, Vanua Levu'nun kuzeydo­
ğu ucuna dek devam eden ve yol üzerinde birçok kente korku salınan ani bir sefer dü­
zenlendi. Bau'nun bu güç gösteri leri, Cakaudrove'nin savaşçı müttefiklerinin (Natewa)
isyanıyla birleşince, Somosomo şefleri 1 84 3 başında barış talebinde bulunmaya ikna
oldu. Bundan kısa bir süre sonra, haraçları taşıyan etki leyici bir fi lo Cakaudrove'den
Bau'ya yollandı ve Ratu Cakobau'nun Lau'ya düzenlediği bir ziyaret de Bau'nun bu mü­
reffeh adalardan yeniden haraçlar almasını sağlad ı . Bau a rkhe'sinin böyle tarihsel bir

96 Mr. Hunt l 83 9'da şöyle yazmıştı: "Somosomo ICakaudrovel şeflerinin komşuları üzerinde nasıl güç
kazandığına i lişkin söylenenlerden bahsettim. Bu noktada kendilerini, sahip oldukları zenginlik ne­
deniyle tanrılardan olsa olsa biraz aşağı gördüklerini ekleyebilirim. Artık Bau'yla savaşa girmek üze­
reydiler. daha doğrusu Bau onlara savaş açmak üzereydi; ama geçmişteki başarılarını asla fethedil­
meyeceklerine il işkin kesin bir kanıt olarak görüyorlardı. Son zamanlarda. Bau'ya ait birçok şehrin
Somosomo'nun davasını desteklediğini işitmişlerdi ve bu da burunlarını iyice havaya dikmelerine
neden olmuştu" (Lyth N içinde: 3 3 2).
BGST 1 Dü�ü nce Dizi6i 1 1 23

biçimde geri kazanılmasının jeofiziksel boyutlarını tamamlamak için, tabi durumdaki


adaların -özell ikle de Koro, Motoriki, Ovalau ve Nairai'nin- Bau ordularının seferber
edilmesi amacıyla önemli· kaynaklar bağışlayarak katkıda bulunduğunu, seferlerde
onlara destek olduğunu ve başarılarını ödüllendirdiğini beli rtmemiz yeter. Ne var ki
Bau'nun tebaalarından alınan bu tür haraçlar her zaman onların sadakatlerini teş­
vik etme amacını gütmüyordu. Söylencelere göre, Baululardan ve onların Viti Levulu
müttefiklerinden oluşan büyük bir gücün Verata'da iki şehre düzenlediği başarılı bir
saldırı sonrasında Ratu Cakobau halkına, Koro Denizi 'ndeki adalara yelken açmalarını
ve büyük zafer ziyafetleri için domuz ve zenginlik (i yau) toplamalarını söylemişti
(Anon. 1 89 1 [4]: 1 1 ) . Arkhe'nin sınırlarını güvence altına almak, ülke içindeki tebaa ve
merkez pahasına gerçekleşti rilmişti: Bu kayıplar muhtemelen çevre bölgelere yapılan
fetihlerde elde edilen gelirlerle telafi edi lecekti. 97

Ne var ki Antik Yunanistan'da olsun Fiji'de olsun bu pleonekö i a jeopolitiği basit bir
coğrafi termodinamik deği ldir. Fiziksel kuvvetler a rkhe'nin niteliğinin, yani egemenlik
olmaksızın hegemonya sisteminin dayattığı bir stratejiyle harekete geçirilir. Çıkarlar,
direnişler, hevesler ve diğer siyasal eylem niyetleri , irrasyonel l i kleri de dahil olmak
üzere motivasyonlarını özgül bir yapısal bağlamdan, belirli bir ilişkiler ve değerler
şemasından alır. Arkhe siyaseti, Thukydides'in tavsiye ettiği ve ondan bu yana birçok­
larının da uyguladığı üzere basitçe veya doğrudan i ktidar ya da kazanç arzuları gibi
evrensel insan eği limlerinden hareketle okunamaz.

iNSAN DOGASINA İLiŞKiN TARİHYAZIMI

Meloölular: Peki ama sizin yönetiminize hizmet etmek nasıl olur da bizim için
iyi olur?

Atinalılar: Çünkü en beterine maruz kalmadan evvel boyun eğmekten yarar


sağlayacaksınız ve biz de sizi mahvetmemekle kazanmış olacağız. . .

Meloölular: Koşu llar eşit olmadıkça, iktidarınıza v e talihinize karşı koyma­


nın ne kadar zor olduğunun sizler kadar bizler de farkındayız, bundan emin
olabi lirsiniz. Ama tanrı ların bize sizinki kadar iyi bir talih bağışlayabileceğine
güveniyoruz, çünkü bizler haksızl ığa karşı savaşan adil insanlarız; güçten is­
tediğimiz şey, sırf utanç yüzünden de olsa, akrabalarının yardımına koşmakla
yükümlü olan Spartalı larla ittifak kurarak sağlanabilir . . .

Ati n a l ı lar: i nsanların d a tanrı ların da, zorunlu bir doğa kanunu gereği , yöne­
tebildikleri yerleri yönettiğini inandığımız tanrılardan, tanıdığımız insanlardan

97 Bauluların 1 83 8-42'deki yeniden fethi esas olarak o dönemde Monsenyör Cross. Jaggar. Hunt ve
Lyth'in günlüklerindeki notlardan izlenebi lir.
1 24 1 lhulcydldea'ten Ôıilr D!leyerek 1 Mar6hall Sahlin6

biliyoruz. Bu kanunu i l k biz koymuş deği liz, bu kanun konduğunda ona ilk uyan
da biz değiliz: bizden önce var olduğunu gördü k ve bizden sonra da sonsuza
dek var olacak. Bizim yaptığımız tek şey ondan yararlanmak, sizin ve başka
herkesin, bizimle aynı güce sahip olsa bizim yaptığımızı yapacağını biliyoruz.
Bu yüzden, tanrılar söz konusu olduğunda, dezavantaj l ı olacağımızdan yana ne
bir korkumuz ne de korkmak için bir nedenimiz var . . . Spartalılar, kendi çıkar­
ları ya da ü l kelerinin kanunları söz konusu olduğunda yaşayan insanların en
değerlileridir; başkalarına karşı davranışları hakkında pek çok şey söylenebi­
lir; ama kısaca, tanıdığımız bütün insanlar arasında neyin hoş, onurlu, neyin
kullanışlı ve adil olduğunu değerlendirmekte en dikkat çekici olanlar onlardır
(Thuk. 5 . 92-93 , 1 04-5).

Meşhur "Meloslularla Diyalog"dan yapılan bu al ıntılar Thukydides'in tarihin, yani Batı


tarihinin asıl babası olduğu iddiasını destekleyen güçlü ifadeler olsa gerek. David
Hume, 'Thukydides'in ilk sayfası, kanımca gerçek tarihin başlangıcıdır" diye yazmış­
tı. " Bundan önceki anlatılar fabl larla o kadar karışmıştı ki fi lozofların bunları büyük
ölçüde şairlerin ve hatiplerin güzel lemelerine terk etmesi gerekmişti" ( 1 98 5 : 422).
"Bütün uluslarda ve çağlarda 1. . 1 insan doğası, prensipleri ve işleyişleri itibarıyla aynı
.

kalır 1 . . . 1 i nsanl ı k bütün devirlerde ve yerlerde o kadar aynıdır ki tarih bize bu konuda
yeni ya da tuhaf bir şey söylemez" ( 1 97 5 : 83) inancında olan bir fi lozofun yerinde bir
övgüsüydü bu. Bu sözlerden hareketle, Thukydides'in tarihin başlangıcı olduğu kadar
sonu olduğu yargısına da varılabil ir, zira Hume'un epey öncesinden şimdiye dek Ba­
tılı filozofları aydınlatan dizginsiz özçıkarı tanımlamış, aynı şeki lde tarihsel eylemi n
evrensel a n a kaynağı üzerine kafa yormuştur.98 Daha kesi n b i r deyişle: Augustusçu
"üçlü libido"dan, binlerce yıldır antropolojimize hakim olmuş üç şehvet, yani seks,
kazanç ve iktidar arasından Thukydides kazanç ve i ktidara odaklanmıştır. Seks büyük
ölçüde görmezden gel inmiştir, hemen hemen tümüyle kadınlar da. Thukydides'in üze­
rinde durduğu, insanlar için doğal olarak tiksindirici olan şey ise korkudur. (Burada da
Hobbes'un nereden yola çıktığını görebi lirsiniz.)99

98 Herodotos'la yapılan olajlan karşılaştırmalarla ilgili olarak Crane'in sözleri ısrarlıdır: "Thukydides
tarihsel olayları özçıkarlar ve kuvvetler dengesi açısından analiz eden ilk isim dejlildi, ama
Tarih'inde bunu, daha önceki tarihlerde yazılmış olup bugüne ulaşan başka bütün belgelerden daha
büyük bir yogunluk ve ayrıntıyla yapar" ( 1 998: 1 46). Thukydides'te kendine öncelik veren insan
dojlası hakkında başka kaynakların yanı sıra bkz. Camkwell ( 1 997: 6, 1 9), Connor ( 1 984: 1 44),
Guthrie ( 1 97 1 ), Palmer ( 1 992), Romilly ( 1 96 7).
99 Connor, yaygın tabirle "Arkeoloji" denilen eserde geçen bir pasaj hakkında yorumda bulunur: "Mi­
nos zamanında refahın artmasının nedeni cesaret ya da kahramanlık degil, erken Yunanistan'ın
aristokratik literatüründe daha ziyade hor görülen bir şeydi; kar dürtüsü, yani kerdo6'tu: 'Kar elde
etmeyi arzulayan zayıf, daha güçlü olanın dayattığı "köleliğe" ayak uydurur, daha güçlü olan ise daha
küçük şehirleri kendisine tabi kılmaktan yarar sağlar' ( 1 . 1 8. 3 ( . Burada (Thukydides'in) erken Yunan
tarihinde birçok fenomenin nedeni olduğunu söylediği bir dinamikle karşılaşırız. Thukydides'in be­
timledigi gelişmeler, kahramanların veya kahramanlığın degil, erken literatürde sıklıkla hor görülen
BGST 1 Dü9ünce Diıiöi 1 1 25

O halde, içimizdeki en kötünün ifadesi olarak Batı'nın mutsuz tarih bilincinin parlak kö­
kenleri de burada yatar (Orwin 1 988: 83 2). Thukydides'in tarihyazımının diğer yönleri
üzerine çok sayıda tartışma yapılmıştır. Öyle görünüyor ki, klasik dönem araştırmacıları
bu konuda söylenebi lecek her şeyi, her şeyin tam tersi de dahi l , söylemiştir. Thukydi­
des hem bir pragmatist hem de bir mitoloji uzmanıydı; hem nesnel hem de özneldi; bir
şairdi ve bilimsel bir tarihçiydi; gerçek bir ahlakçıydı ve aynı zamanda ahlakla ilgisiz bir
gerçekçiydi; devrinin adamıydı, diğer yandan ise devrinin önünde giden bir modernistti
ve -neden olmasın?- bir postmodernistti (Connor 1 977). Yine de Hume'a ve Hobbes
ve biraderlerine hitap etmiş olabilecek başlıca iki ilke -evrensel olarak geçerli bir tarih
yazma niyeti ve tarihsel eylemin kendi çıkarını düşünen insan doğasına atfedilmesi­
konusunda Thukydides'in tarihyazımı üzerinde geniş çaplı bir uzlaşma söz konusudur.
Ben buna, bu tür temellere dayalı bir tarihin kesinlikle kültür karşıtı ve aynı ölçüde tarih
karşıtı olduğu iddiasını da eklerdim. insan doğasına başvurmak, insan yaşamının biçim­
lerinin kültürel inşasını küçümser. Thukydides tarihin gerçek babasıysa, tarih. içinden
gerçek antropolojiyi çekip çıkararak işe başlamış demektir. Thukydides, kendi deyişiyle
ifade edersek, insanlar doğal olarak nasıl larsa öyle oldukları sürece, insanın tarihini
bütün devirlerle ilgili kılmak adına harikulade olanı dışarıda bırakarak işe başlamıştır:

içinde romantik bir unsur bulunmadığı için benim tarihimi okumak pekala o

kadar da kolay deği lmiş gibi görünebilir. Ne var ki, sözlerimi, geçmişte olmuş
ve (insan doğası nasılsa öyle olduğu için) gelecekte farklı zamanlarda büyük
ölçüde aynen tekrarlanacak olayları açıkça anlamak isteyenlerin yararlı bul­
ması benim için yeterli olacaktır. Çalışmam, yakın çevremdeki toplumun zevk­
lerine hitap etmek için tasarlanmış bir yazı parçası deği ldir, ebediyen kalıcı
olmak üzere hazırlanmıştır ( 1 . 2 2 . 4). 1 00

Thukydides'in mütevazı entelektüel hevesleri, mutlaka birbirini gerektirmese de ken­


disinin o zaman birbirine karıştırdığı, iki kat insani leştirilmiş bir tarihi, yani hem se­
külerleşti rmeyi hem de evrenselleştirmeyi kapsıyordu. Thukydides "romantik" olan
dışarıda bırakmakla tarihsel olayların bir nedeni olarak ilahi müdahaleden kurtulma­
yı kastediyordu. Tarihi, bir insan yaratısı olarak anlaşı lır kılacaktı ve bu nedenle de

arzuların ortaya çıkardığı sonuçlardır. Özçıkarların gözetilmesi, kar elde etme arzusu ve hatta korku
Yunanistan'ın gücü ve güvenliğinin artmasını ve erken dönemlerdeki tehlikelerden ve sefaletten
kurtulmasını sağladı" (Connor 1 984: 25-26).
1 00 Bu pasajda Crawley'nin çevirisi yerine Warner'ın çevirisini kullandım. zira çoğu yorumcu burada
"insani şey" (to anth rôpinon) denilen şeyin insan doğası anlamına geldiği, Korkyra'daki isyan
konu alan paralel bir pasajda durumun böyle olmasının daha kesin olduğu konusunda hemfikir·
dir: "Devrim kentlerde çok sayıda ve korkunç eziyete yol açmıştı; hep böyle olmuştur ve insan
doğası lphy6i6 anthrôpônl aynı kaldığı sürece de her zaman böyle olacaktır" (3.82.2; krş. 1 985:
43). "insani şeyin" ya da kendi ifadesiyle "insanlık durumu"nun. Thukydides'te insan doğasıyla he­
men hemen aynı anlama gelmesi hakkında Luginbill'e de bakınız ( 1 999: 30n. 3 2n).
1 26 1 Thulcydlde&'ten Ôıür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

-insanların neyi önemli bulduğunu görmezden gelen bu büyük etnografik günah bir
tarafa bırakıl ı rsa- epeyce takdir edilmişti. Ne var ki Yunanları insan olarak kendi ta­
rihlerinden sorumlu kılmak. onların tarihini insanlık için bir örnek haline getirmekle
aynı şey değildir. Tam tersine, Yunan tarihinin evrensel olarak uygulanabi lir olması
için ayırt edici şeki lde Yunan olan, onun özgül koşullarını belirleyen ne varsa çıkarıp
atmak, anlaşılabi lirliğini genel bir insan doğasına dayandırmak gerekir. Dolayısıyla,
harikulade olanı dışarıda bırakmak, evrensel olan uğruna doğal olandan yana olup
kültürel olanı değersiz kılmak için kullanılan bir reçete haline gelmiştir.

insan doğası: David Grene ( 1 965) tarih retoriğinin bu şekilde hayvani leştirilmesinin,
5 . yüzyı lın Atina bilincindeki insanileştirilmesinin karşıtı olduğunu savunur. Tanrıların
denetiminden alınıp insanların kararına bırakılan siyaset, böylece bedensel arzulara
bırakı lmış oluyordu: "Çünkü Atina lmparatorluğu'nun yüceliği, sakinlerinin gözünde
insan elinden çıkmış olmasına ve neredeyse sadece maddi kaynakların kullanı lma­
sına dayanıyordu; çünkü ilahi olarak dayatılmış bir göreve veya insani bir görevden
fazlasına ya da insanın mükemmell iğine inanma yönünde bir girişim yoktu. 5. yüzyıl
Atina'sında siyaset retoriği, esasen hayvani arzu lar ve bunların tatmin edil mesinden
başka hiçbir şeye dayanmayan bir insan doğası kuramı gel iştirir" (28).

Tarihyazımı olayında entelektüel olarak bir kenara itilen şey sadece tanrı ların ya­
pıp ettikleri ve insanlığın iyi hisleri deği ldir; insani anlamlar ve kural lar doğal arzu­
nun güçlü kuvvetlerine karşı koyamadığı ölçüde, kültür de bir kenara bırakı lır. Tarih,
Thukydides için olduğu gibi "insani bir şeyse" o zaman değişebi lir sözcükler ile ya­
tıştırılamaz bedenler arasındaki eşitsiz bir yarışma halini alır. Thukydides'in tarihin­
de nomotı, yani "uzlaşım" phytı itı'in yani "doğa"nın dengi deği ldir. Nonıotı ile phytıitı
arasındaki il işki, zorunsuz olan ile zorunlu olan, değişebi lir olan ile değişemez olan
arasındaki il işki gibidir. Diodotos, Mytilene tartışmasında "kısacası bunu önlemek
imkansızdır" der "ve insan doğasının aklına koyduğu şeyi yapmasını kanun kuvve­
tiyle veya başka herhangi bir caydırıcı kuvvetle engellemeyi ancak büyük bir saflık
umabi lir" diye buyurur (3 . 4 5 . 7). Thukydides'te şu veya bu biçimde insan doğasına
tabi olan, onun tarafından alt edilen veya kendi nitelikleri için ona bağl ı olan kültürel
pratikler ve kurumların listesi hayli etki leyicidir. Bu liste, akrabalık, dostluk, etnik
bağlar, imparatorluk ve genel olarak geleneksel sosyal kurumları; kanunlar, ahlak,
onur, anlaşmalar ve genel olarak adaleti ; tanrı lar, kutsallık ve genel olarak dini; bir
o kadar önemlisi, dili ve genel olarak sözcüklerin anlamlarını içerir. i nsan arzularıyla
karşılaştırıldığında bütün bu kültürel pratikler ve kurumlar bir hiçtir: Korkyra IKorfu]
devriminde ya da Atina salgınında olduğu gibi , ya özçıkar bunları altüst edecek, ya
da Atina l mparatorluğu'nu kuran veya Melosluların yıkımına yol açan kazanç ve ikti­
dar arayışında olduğu gibi, özçıkar bunların var olmalarının asıl gerekçesi olacaktır.
BGST 1 Dü9ünce Dizi6i 1 1 27

O halde Thukydides'in insan doğasına atıfta bulunmasının kayda değer bir açıklayıcı
gücü olduğuna dikkat edelim. Bu argüman hem düzeni ve düzensizliği, hem yapıyı ve
istikrarsızlığı, hem kültürün inşasını ve çözülmesini açıklayacaktır. i ndirgemeci insan
doğası antropoloj i lerinde hala rastlanan, asla kaybetmeyen tartışma pozisyonu, kıs­
kanılası bir konum olan bu prosedür, her şeyi ve karşıtını açıklar. 1 0 1

Böyle bile olsa, Thukydides'in insan doğasına dayanması başından beri sorunluydu. Zira
bu yaklaşımı, Birinci Kitap'ta Korinthoslular tarafından açıklanan Spartalılar ile Atinalı­
lar arasındaki farkl ılıklarla pek uyumlu deği ldi. Thukydides'in üzerinde çok fazla durdu­
ğu ulusal özel liklerden bahsediyorum. Ulusal karakterdeki bu tezatların nasıl kurulduğu,
Spartalılar ile Atinalıların kesinlikle aynı koşullarda kesinlikle karşıt biçimlerde davran­
masını belirler (krş. Bagby 1 994: 1 3 7-38). Thukydides'in insan doğasına ilişkin birkaç
tartışmasında dramatik yansımaları olan bir örnek vereyim. Korinthoslular Spartalı lara
hitap ederken Atinalıların, "güçlerinin ötesinde maceraperest ve muhakemelerinin öte­
sinde cüretkar, tehlikedeyken ise rahat olduklarını" belirtmiş, "sizin mizacınızsa gücünü­
zün gerektirdiğinden daha azına kalkışmak, muhakemeniz aksine hükmetse bile güven­
memek ve tehlikeden kurtuluş olmadığını hayal etmektir" demişlerdi ( 1 . 70.3). Öncelikle
"tehlike"ye verilen farklı yanıtları değerlendirelim; çünkü tehlike, Thukydides'e göre
doğal içgüdülerin serbest bırakı ldığı koşula karşılık geliyordu. Tehlike, özellikle Korkyra
devriminde, özçıkarın müesses kurumları yerle yeksan etmesine neden olan şeydir. Öy­
leyse insan doğrudan, insan doğası her yerde aynıysa, Spartalılar ile Atinalılar nasıl aynı
koşullarda olup da farklı tepkiler verir diye sorma hakkına sahiptir. Thukydides'in tari­
hini, bütün zamanlar için bir hazine kılması beklenen koşullar bunlardır: koşulların ben­
zerliği ve insan doğasının özdeşliği. Elbette toprağa dayalı Spartalılar ile talassokratik
Atinalıların özçıkarlarının farklı olduğu söylenebilir. Ama totoloji bir kenara bırakı lırsa,
aslında bunun söylediği şey, Spartalılar ile Atinalı ların çıkarlarının kültürel düzenlerine
dayandığıdır. Değerleri, yararl ı özell ikleri ve bura uygun olarak saikleri ve eylemleri
doğal düzenden deği l kültürel düzenden kaynaklanır. Aziz Augustinus'un söylediği gibi,
insanları birbirinden farklı kılan şey, sevdikleri şeylerdir.

Sonra bir de, Korinthosluların dikkat çektiği "güç"le ilişki vardır: Atinalılar hakimiyete
güçlerinin ötesinde heveslidir; Spartalılarsa, başarabileceklerinden daha azına kalkışır.
Bunun, Spartalıların insan doğası açısından kusurlu oldukları veya Atinalıların evren­
sel insan eği limlerinin yegane temsilcisi oldukları tek örnek olduğu pek söylenemez.
Sparta'nın tek primwı i n ter pareö (eşitler arasında birinci) olduğu, eşit oy hakkına sa­
hip özerk devletlerden oluşan ve Atina'nın kendi imparatorluğunda yararlandığı haraç

1 O 1 Robert Kaplan sonraki sayfalarda (2002: 48-49). "güç ve özçıkarın" Atina emperyalizminin (Melos
diyalogunda oldugu gibi) itici gücü oldugundan bahseder: "iktidar ve zenginlik Atinalı ları medeniyet
yaldızının hemen altında yatan. onun iyi talihini tehdit eden insan dogasının karanlık kuvvetlerine
karşı körleştirmişti . "
1 28 1 Thulcydldea'ten Ôzür DUeyerelc 1 Maröhall Sahlinö

toplama ve diğer hakimiyet ayrıcalıklarının bulunmadığı gönüllü bir ittifak olan Spar­
ta birliği, lider devletin libido dominandi'sindeki" kusurlarını yeterince açığa vuran
bir kanıttır. Ne var ki, Thukydides'in yeterince sık ifade ettiği gibi, insanın yapabildiği
durumlarda yönetme istenci insan doğasının bir kanunudur. Atinalıların, "bizim sahip
olduğumuz güce sahip olan siz ve diğer herkesin bizim yaptığımızın aynısını yapacağını
bilerek", Meloslulara bu kanunu ilk koyanların kendileri olmadığını, bu kanuna göre
hareket eden son halk da olmadıklarını, tek yaptıkları şeyin bu kanunu kullanmak ol­
duğunu söylediğini hatırlayalım. Gelgelelim, aynı güce sahip olsalar da Spartalı ların
her zaman aynı şekilde (aynı sizin gibi beyler) davranmayacağı zaten açıktı. Üstelik bu
örnek, Melosluların gerekli evrensel-doğal eği limlere sahip olmadığını da göstermişti:
Kendilerini korumak için nasıl korkmaları gerektiğini bilmiyorlardı. Kavga etmeyi se­
çerek -bütün imkansızlıklara rağmen tanrı ların ya da Spartalıların müdahale etmesini
umarak- yıkıma uğramışlardı. Diyalogda açıkça ortaya konulduğu gibi , Melosluların
kendi çıkarlarını algılayamama ları, Thukydides'in logot.'un insani tutkuları engelleye­
mediği görüşünü ironik bir biçimde doğruluyorsa, umudun gerçekliğe rasyonel şeki lde
karşılık vermediği yönündeki karşıt görüşü de destekler. Nitekim, Thukydides'e göre,
"özledikleri şey için tedbirsizce umuda bel bağlamak ve istemedikleri şeyleri bir ke­
nara bırakmak için egemen aklı kullanmak insan türünün bir alışkanlığıdır" (4 . 1 08 . 4).
insanlar, isteklerinin algılarına bile müdahale etmesine izin veriyorsa -ki "gözle görül­
mez aktörler olsalar da umut ve açgözlülük, algılanan tehlikelerden çok daha güçlüdür"
(3 . 4 5 . 5)- o halde insanlar en üstün çıkarları doğrultusunda hareket etmeye meyi lli
deği l demektir. Pandora 'nın aldatıcı hediyesi olan umut, üzerine hesaplar yapmayı
imkansız hale getirerek çıkar meselesini etkisizleştirir. Onun yerine, insanları tanrılar,
adalet veya Spartalılarla akrabalık gibi başka türde değerlendirmeler yaparak hare­
ket etmeye yöneltir. Oysa Thukydides bütün bunların -özellikle bir kriz anında- insan
doğası kadar güçlü olmadığının düşünüldüğünü söyler. Öyleyse, insan doğasına aykırı
hareket edenin sadece insan doğası olduğu ve bu durumda ise insan doğasının tarihya­
zımının yenilmez dünya şampiyonu haline geldiği, tarihsel kuram laştırmaların yapıldığı
bütün olası dünyaların en iyisindeyiz demektir.

Peki bu tarihte kimin çıkarları söz konusudur? Aristophanes'e bakı lırsa kadınların çıkar­
ları kesinlikle önemli deği ldir, Attika'da eziyet çeken köylülerin çıkarları da. Spartalıların
helot'larının çıkarları da önemli deği ldir tabii ki. Ne var ki, 422'de Spartal ılar Sphakteria
Adası'nda esir tutulan adamlarının yüz yirmisini kurtarabilmek için Atinalılarla barış
yapmaya can atıyorlardı (Thuk. 5. 1 5 . 1 ). Ah, ama bu esirler gerçek Spartalı lardı, kentin
"ilk aileleri"nden geliyorlardı. Peki bu meşhur "akranlar" toplumunda "ilk aileler" kimdir

Lat. iktidar istenci, hakim olma arzusu, yönetme hırsı. -y.h.n.


BGST 1 Dü9ünce Dizi6i 1 1 29

ve neden bu kadar önemlidir? 1 02 Açıktır ki toplumsal ve siyasal olarak farklılaşmış çıkar


ve güç düzenleriyle, başka bir deyişle farklı tarihsel aktörlük düzenleriyle uğraşmamız
gerekmektedir. Ama Thukydides kitabını, Batı' da toplumu özerk bireylerden oluşan bir
toplam olarak düşünme yanılgısına dönüşecek olan anlayışın ilk evrelerinde yazmıştı:
Sanki tarihin oluşmasında -ekonomi ya da siyasal sistemin oluşmasında olduğu gibi- öui
generiö * bireyler ile adına toplum denilen, farklılık göstermeyen bütünlük arasındaki
etkileşimden başka değerlendirecek bir şey yokmuş gibi. Her şey (Leo Strauss'un belirt­
miş olduğu gibi) insana ve kente indirgenmişti, sanki ikisi arasında olup onları eklemle­
yen başka bir şey yokmuş ve (Perikles'in belirttiği gibi) tarihsel mesele kentin çıkarları
ile bireylerin çıkarları arasındaki müzakerelere dayalıymış gibi .

Analizin tamamını bu tuhaf soyut tarihsel öznelerin karşıtlığına dayandırma strateji­


si belki halihazırda açıktır; nitekim Thukydides'in doğal tarihinin kültürel boşluğunu,
sınırlı kaynaklarla doldurmak için büyük çaba sarf eden birçok modern tarihçi açısın­
dan bu strateji açıktı. Simon Hornblower, "Thukydides medeni insanların klasik Yu­
nan dediğimiz şeyden bahsetmediği bir devri hiç hayal etmiş midir acaba?" diye sorar
( 1 987: 96). Thukydides'in anlatısında eksik olan şey, tarihsel aktörlüğün oluşumuna
dahil olan bütün bir aracı kurumlar ve değerler kümesidir: Eksik olan, bel l i kişiler ve
�ruplara otorite bahşeden, dolayısıyla kolektif kaderi onların tikel eği limleriyle sınır­
landıran hem konjonktüre( hem de sistematik nitelikteki karmaşık i lişkilerdir. Klasik
araştırmacıların son dönemde yaptığı araştırma lar. 5. yüzyı l Atina'sı anlatılarına dahil
edilmeyen şeyin 5 . yüzyıl Atina'sı olduğunu düşündürür: Klanlar (gene), şehrin alt bi­
rimleri (dem oö), kabi leler ve (Levi -Straussçu anlamda) hem anne hem baba tarafından
aynı kökenden gelen haneler; evlilik ilişki leri , dostluk ağları, siyasal topluluklar ve
yandaşları; ya da genel olarak (çoğunlukla) ekonomi , (çoğunlukla) din ve (çoğunlukla)
ıı rkh e örgütlenmesi eksiktir. Bu bağlamda, Albert Cook'un gözlemlediği gibi, Thukydi­
des "Herodotos'un etnografik araştırma larını neredeyse tamamen geride bırakmıştır.
llu ayrıntılara ihtiyaç duymamıştır" ( 1 98 5 : 2). O be İ ki bu eksikl iği hissetmiyordu, ama
rhukydides'ten beri akademik dünyanın onun anlatısına katmaya çalıştığı şey, tam da
onun eksik bıraktığı etnografidir. 1 03

1 02 Sparta toplumunun zenginlik, soy ve başka etkenlerle farklılaşması hakkında bkz. Hodkinson
( 1 983).
Nevi şahsına münhasır.
1 03 "Atina'da hayat karmaşık bir çeşitlilik gösteren, kimi zaman örtüşen, kimi zaman farklılaşan ku­
rumlar ve gruplaşmalar yoluyla örgütlenir: kült birlikleri, insanların kendi aralarında yardımlaşma­
sına yönelik eronoi, siyasal alt bölünmeler, göçmen sosyal gruplar. iş cemiyetleri, birlikte yemek
yiyen gruplar, cenaze birlikleri, dini gruplar. 'evler' ve haneler, kardeşlikler, akraba grupları. aile
örgütlenmeleri ve başka birçok grup; erkek yurttaşların yönetimine dayanan politai'nin biçimsel
siyasal örgütlenmesini sıklıkla etkileyen. onu tamamlayan, onun yerine geçen. onu reddeden anlam
merkezleri ve otorite merkezleri" (Cohen 2000: 8, krş. Connor 1 992; Ehrenberg 1 95 1 ; Hornblower
1 992).
1 30 1 Thulcydldea 'ten Ô.ıilr Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

Bunun nedeni, insanlar kültürel olarak farklı olduklarına ve dünya içinde ve üzerinde
farklı eylemlerde bulunduklarına göre, onların tarihlerini anlamak için değer ve ilişki
düzenlerini bilmenin gerekli olmasıdır. Aksi takdirde, antropolojinin olmadığı bir ta­
rihyazımında anlatılarımız genel bir insan doğasının belirsizli klerine veya tarihçinin
kendi kabilesinin zımni sağduyusuna indirgenir; böylelikle tarihçinin kendi kabi lesi­
nin etnikmerkezciliği, rasyonel özçıkar biçimini alarak sıklıkla genel insan doğasının
evrenselliği gibi kabul edilir.

Yine de bütün bu egzersizlerin kanıtladığı şey şudur ki, Thukydides bizi bu karışıkl ığın
içine sokuyorsa, onun ölümsüz sayfalarında gezinmek buradan çıkmamıza yardımcı
olabilir. O halde Thukydides'e özürlerimizi sunuyoruz. i htiyara çok şey borçluyuz.
2
TARİHTE KÜLTÜR VE AKTÖRLÜK
Thukydides'in Peloponnesos Savaşı'yla ilgili temel metnini ele alalım: Burada tam olarak
kimler aktör konumundadır? Tarihin aktörleri kimler ya da nelerdir? Kent devletleri mi?
Halklar mı? Belirli kişiler mi? Aktörlükle ilgili aynı bilmeceler Herodotos'ta da karşımıza
çıkar. Öyle tahmin ediyorum ki Annales Okulu'nun, en azından bazı longue duree [uzun
süre] tarihlerinde bireyleri silip yapıları vurgulama yönündeki girişimlerine rağmen bu
bi lmeceler şimdiye dek yazılmış bütün tarihleri uğraştırmıştır. Görünüşe bakı lırsa antik
devirlerde tarihyazımı sorunu kendini şöyle gösteriyordu: Thukydides, Peloponnesos
Savaşı'nı anlatırken iki farklı tarihsel aktör arasında serbestçe ve belirgin bir gerekçe
olmaksızın gidip gelir; bir yandan Atinalı lar, Spartalılar veya Korinthoslular gibi kolektif
öznelerden, diğer yandan ise Perikles, Brasidas ya da Alkibiades gibi önde gelen birey­
lerden bahseder. Thukydides -savaşı başlatan olaylardan ayrı olarak- savaşın "gerçek
nedeni"ne ilişkin meşhur bir pasajda, Atinalıların "gücünün giderek arttığından" ve bu­
nun "Spartalılarda uyandırdığı korkudan" bahseder. Kolektifler gidişatı belirleyen güç­
lerdir. Cüretkar Atinalılar ile muhafazakar Spartalılar arasındaki karakter farklılıkları da
bütünlüklere dair aynı dille ifade edilir; bu farklılıkların Atinalılar ile Spartalıların askeri
stratejileri ve emperyal hegemonyaları arasındaki önemli farkl ılıkları açıkladığı varsayı­
lır. Gelgelelim Atina'yı bir deniz gücü haline getiren bilge Themistokles'ti, görkemli Sicil­
ya Seferi'ni düzenleyen hırslı Alkibiades'ti ve bu seferin çuval lamasına yol açan da batıl
inançlı Nikias'tı. W. Robert Connor'ın tabiriyle "komandan anlatı ları"nda tarihsel itibar,
kent devletlerinin veya daha kesin bir dille halkların kolekti f oluşumlar olarak hareket
edişini anlatan pasajların tersine, bütünüyle bireylere aittir (Connor 1 984: 54-5 5).

Connor, bu i ki farklı tarih öznesi tipinin Thukydides'in metnine dönüşümlü olarak


hakim olduğunu bel irtir. (Atina'da 4 1 l 'de yaşanan iç savaşta birbirine rakip kişiler ve
hiziplerin karmaşık hikayesi buna bir istisna oluşturur.) Fakat tarihçinin bu iki özne
arasında salınıp durmasına ilişkin genel bir i l ke sunmaz. W. D. Westlake ( 1 968) ve
daha yakın dönemde Simon Hornblower ( 1 987: 1 4 5-46), Thukydides'in Tarih'inin
sonraki kitaplarında öncekilere nazaran bireylerin daha fazla öne çıktığı ve daha ek­
siksiz betimlendiği gözlemine dayanarak akla yatkın bir iddia ortaya atmışlardır. ikili,
savaş ve savaşın yazım ı i lerled i kçe, Thukydides'in bireylerin tarihsel öneminin daha
fazla farkına vardığı kanısındadır. Ama bu önemi zaten anlamış olduğumuzu varsa-
1 32 1 Thulıydldea'ten Ô.ıür Dileyerek 1 Maröhatl Sahtin6

yarsak, tarihin niçin ve ne zaman bireyler üzerinden, ne zaman kolektifler üzerinden


anlatılması gerektiğini sormamız icap eder. Öyle görünüyor ki, büyük Arnaldo Mo­
migliano da 5. yüzyıl Yunanistan'ının anlatı ldığı tarih metinlerinde bel l i kişilerin "ra­
hatsız edici varl ığı"nı açıklamaya çalışırken benzer bir varsayımda bulunmuştur; kent
devletinin siyasal eylemin belirlenmesindeki ve siyasal düşüncedeki ayrıcalıklı yeri
göz önünde tutulduğunda, bu kişilerin varl ığı "rahatsız edici"dir (Momigliano 1 99 3 :
40-42). Momigliano, önemli kararlar meclislerde y a da konseylerde kent tarafından
alındığı için bu durum "askeri ve siyasal işlemlerin kolektif kurumların elinde oldu­
ğu izlenimi yaratıyor ya da en azından bu izlenimi güçlendiriyordu" der. Ama bütün
bunlara rağmen kent tarihin hem başlıca öznesi hem konusu olsa da, vakanüvislerin
Perikles ya da devlet adamı nitelikleri (ö trategoi) gösteren diğer Atinalı generaller
gibi bazı kişileri görmezden gelemediğini, çünkü bu kişilerin orada olduğunu söyler:
"Kolektif kararları vurgulamaya ne kadar eğilimli olsa da, hiçbir tarih bireylerin rahat­
sız edici varlığından kurtu lmayı başaramaz: Onlar basitçe vardırlar. " Yine de, dağlara
tırmanmanın gerekçesi olarak dağların varlığı yeterli olsa da, salt bir şeyin var olması
tarihyazımı için yeterince iyi bir gerekçe gibi görünmez.

Momigl iano'nun siyasal kararlarla ilgili argümanı, başta Thukydides ve Herodotos ol­
mak üzere Atinalı tarihçilerin olağandışı bir adetini i fade eder. Antik dönem yazarları
kolektif özneyi, devletin kendisinden ziyade kentin ya da devletin halkı olarak ta­
nımlama eğilimindeydi. Bu nedenle, söz konusu metinlerde Atina, Sparta, Korinthos,
Pers ülkesi tarihsel aktörler deği ldir; etken ya da edilgen fii l lerin dilbi lgisel özneleri
deği ldir. Aktörler Atinalı lar, Spartalılar, Korinthoslular, Persler ve benzerleridir (Fin­
ley 1 984: 26). Peloponnesos Savaşı'nın "gerçek sebebi" Atina'nın gücünün giderek
artması ve bunun Sparta'da korku uyandırması deği l -bu pasaj sıklıkla bu şeki lde
çevrilse de- "Ati n a l ı l a rı n gücünün giderek artması ve bunun Sparta l ı l a rda korku
uyand ırmasıdır" Yaygın olarak kullandığımız şekl iyle -bunun başka birçok yerde,
Fiji Adaları'nda bile doğru olduğuna inanıyorum- kent, ulus ve bu tür diğer kolektif­
ler zaten i nsan kimliğine büründürülmüştür: Tarihsel ve başka konuşmalarda, insan
olmayan kişilerin karakteri ve yeti lerine sahip oluşumlar olarak karşımıza çıkarlar.
"Amerika" savaş yanlısı olabi lir. kendisini tehdit altında hissedebi lir, bir krize mü­
dahalede bulunabi l i r ya da sırt çevirebilir, bir refah dönemi yaşayabilir veya A I DS
salgınıyla mücadele edebi lir vs. Ama klasik " Ati na" böyle yapmaz; bunun nedeninin de
genell ikle demokrasisi olduğu söylenir. Kararların bütün yurttaşların katıldığı meclis­
lerde alındığı ve çoğu resmi mevkinin kura yoluyla demoö 'tan doldurulduğu demok­
ratik Atina'da kentin tarihi, eylem halindeki halkın tarihi olarak algılanır. Yurttaşlar
ve devlet birdir. Ehrenberg'in belirttiği gibi, Atina devletine "ne (reö publica Roma­
n a gibi) 'Atina Cumhuriyeti' ne de (bir toprak parçasında hükümran olan modern bir
devlet gibi) 'Attika' denir; Atina devleti 'Atinalılar' diye anılır. Demoö'un, yani halkın
BGST 1 Dü9ünce Dizi6i 1 1 33

şahsında ve fikrinde cisimleşen devleti yurttaşlar, sadece ve sadece onlar oluşturur"


(Ehrenberg 1 9 5 1 : 3 3 7). Devleti kendi başına ve kendisi için bir oluşum olarak algıla­
manın önündeki engellerin, Thukydides'in Atina'nın toplumsal ve kültürel düzeni üze­
rine ancak sınırlı düzeyde kafa yormasının bir sonucu olduğu ve onunla aynı temele
dayandığı söylenebi lir.

Yine de, tarihsel özne sorunu yakamızı bırakmaz: Tarihsel özne ne zaman Themis­
tokles, ne zaman Atinalılar olmalıdır? Tarihyazımıyla ilgi l i bu tür soruların ardında
yapısal sorular yatar ve bunların cevaplanması gerekir: Bir yerde bütünlüklerin, başka
bir yerde bireylerin tarih yapıcılar olarak yetkilendirilmesini belirleyen yapısal ve du­
rumsal koşul lar nelerdir? A. B. Gallie, "tarihte genel eğilimlerin izlenmesinin mi yoksa
bireysel gerekçeler ve saiklerin izlenmesinin mi daha büyük öneme sahip olduğuna
kim karar verir ve buna hangi gerekçelere dayanarak karar verilebi lir?" diye sorar
( 1 963 : 1 7 5). Ama biraz farkl ı biçimdeki bu ifade, yani tarihin kolektif aktörlerinin
yerine -bir değişim biçimi olarak- "genel eğilimler"in konması, peka la bu soruna "nasıl
karar verilebileceğini" de gösteriyor olabilir. Geniş anlamda ele alındığında düşün­
dürdüğü şey, kolektifler ile eğilimler arasındaki ilişkinin bireyler ile olaylar arasındaki
ilişkiye benzediğidir. Başka bir deyişle, hangi tarihsel özneni n seçileceği , tarihsel deği ­
şimin kipine (moduna) bağlıdır. Bu bölümde, Amerikan beyzbol yıllıklarından alınmış,
gerçekten ilginç bir örnekle başlayarak bu argümanı inceleyeceği m.

BEYZBOL BİR OYUN OLARAK OYNANAN TOPLUMDUR

l 960'ların sonunda Yale' li tarihçi j . H. Hexter, "Tarih Retoriği" üzerine açıklayıcı bir
deneme yazmıştı. Denemeni n ana teması "New York Giants nasıl oldu da 1 9 5 1 'deki
Dünya Serisi 'nde oynayabildi?" sorusuna bir cevap vermekti . 1 Zira o dönemki Dünya
Serisi, Mississipi Nehri 'nden ABD'nin doğu sahi l ine, Kanada sınırından Mason-Dixon
hattına dek olan beyzbol takımlarını kapsadığı içi!" bu sorunun dünya tarihi açısından
önemini takdir edebi lirsiniz. Edemiyorsanız, muhtemelen bir beyzbol hayranı deği lsi­
nizdir. Bu yüzden, Hexter'ın metniyle ilgili bu yorumdan ötürü sizden özür di lemem
gerekir. Özellikle de Amerikalılar, Kanada lılar, Japonlar, Dominikliler, Venezüelalılar
ve Kübalılar dışında beyzbol hayranı olmayan ve beyzbolu muhtemelen hiç önem­
semeyen okurlardan özür dilerim. Bununla birlikte, atletizm müsabakalarını her­
hangi bir biçimde destekleyen ler bu anlatıyı başka bir lig sporuna tercüme edebi lir.
New York Giants'ın Brooklyn Dodgers'ı Ulusal Lig Şampiyonası'nda nasıl yendiğine
ve böylece Dünya Serisi'nde oynamaya nasıl hak kazandığına i l işkin bu hikayenin,
Giants'ın varlıklı Manhattanlı hayranlarını pleb Brooklynl ilerle karşı karşıya getirdi­
ği için sınıf savaşı unsurları da barındırdığını söyleyerek bir teselli sunabilirim. Her

ilk olarak l 968'de Cncyclopedia ob the Social Science<1 ' ta yayımlanan bu deneme Hexter'da
yeniden basılmıştır ( 1 97 1 : 1 5-76).
ı 34 1 Thıılcydlde&'fen ô:nır DUeymlc 1 Mar6hatl Sahlin6

halükarda Giants'ın 1 9 5 1 'deki zaferinin hikayesine, ayrıca Hexter'ın l 939'da New


York Yankees'in kazandığı Amerikan Ligi Şampiyonası'yla yaptığı karşılaştırmaya kat­
lanmak yararlı olabi lir. Zira bu iki hikaye sırasıyla bireysel ve kolektif aktörlük örnek­
leri sunmakla kal maz, tarihsel değişim türlerini karşı karşıya getirerek anlatıbi l i mseı·
farklı l ıkların ortaya çıkmasını da teşvik eder.

Tarih i n yapıları ve tari h i n içinde yapı lar vardır. Tarih, yaşayanların ölüler üzerinde
yaptığı numaralardan ibaret değildir. l 9 3 9 'da Yankees'in kazandığı zaferin tarihi ge­
lişimseldir (developmental); 5 1 'deki Giants'ın zaferinin tarihi ise olaysaldır (evene­
mential). Birincisi evrimseldir, ikincisiyse bir tür devrimci volte-tace'tir."" Yankees
başından sonuna, N isan' dan Ekim'e dek 1 93 9 sezonunda baskın olmuş ve ikinci sıra­
daki takımla arasını sürekli açmıştı . Giants ise, 3 Ekim 1 9 5 1 'de saat l 5 : 58'de, Bobby
Thomson'ın takımlar sezon sonunda berabere kaldığı için unvan amacıyla yapı lan üç
maçl ık play-ott'un son maçı nın son oyununun son devresinde Brooklyn Dodgers'ı ye­
ni lgiye uğratan meşhur sayı turu koşusunu yapmasıyla maçı kazandı. Hexter bu iki se­
zonu karşı laştırmayı tercih etmişti; çünkü onun "hikayecilik" dediği , Giants'ın zaferine
uygun düşen anlatı biçiminin tersine, Yankees'in şampiyon luğu "analiz" edilerek daha
iyi anlaşılır: Analiz. başarıl ı bireysel hamlelere ya da bel l i maçlara değinmek zorunda
kalmaksızın sadece bir takım olarak Yankees'in özel l iklerini değerlendirerek yapı lır.
Dolayısıyla, yine Thukydides'in diyeceği gibi, küçük şeyleri büyüklerle karşılaştırmak,
kolektif bir anlatıyı veya fark yaratan kişilerin müdahalesini özgül biçimleri itibarıyla
çeşitli biçimlerde teşvik eden rekabet tarihleri demektir burada da. Üstelik Hexter'ın
beyzbol karşı laştırması, bir tarihi anlattığımız zamansal l ıklar ya da dönemlendirmeler
için o tarihin niteliğine dayalı i l keli bir akıl yürütme sunar. Evreka ! Bugün baskın epis­
temolojik ruh hali olan. karamsar şeki lde kendi üzerine düşünmenin tersine -ki sık­
lıkla bugünle ilgili kaygı ları, görünürde tarihçinin manipü lasyonlarına hiçbir direniş
göstermeyen bir geçmişe dayatmaktan duyulan suçluluktur- tarihin yapıları ve tarihin
içindeki yapı lar, kibrimize bazı güçlü sınırlar dayatır.

1 93 9 'da Amerikan Ligi'ndeki şampiyonluk yarışında bir dönüm noktası, bir çekişme
olmadı (Şeki l 2. 1 ). Günbegün yaşanan küçük dalgalanmalar bir kenara bırakı lırsa,
Yankees en başından itibaren rekabette arayı fazlasıyla açtı ve sonunda sezonu, Bos­
ton Red Sox (başka kim olabi lir ki?) karşısında on yedi maçlık olağanüstü bir avantajla
tamamladı . Aynı sebepten ötürü, şampiyon luk kazandıran belirleyici eylemler veya
kahramanlar da söz konusu deği ldi. Bazı Yankee oyuncuları bazı dönemlerde öne çık­
mışlar veya şu veya bu oyuncu bir maçın sonucunu belirleyecek biçimde dikkat çekici
bir oyun sergilemişse de, hiçbir bireysel performans ya da belli bir olay Hexter'ın

l ng. narratological.
Tutum ve davranışlarda ani ve hızlı değişim. -y.h.n.
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 135

KAZANILAN
MAÇLAR
100

- -�
--
80 -
--
- --
-- -
/-
_../ �
........
,./
40 _../ ----- New Yoı11 Yankees
- _....
- ----------- 4 Mayıs'a kadar St. Louis Browns
-
2Q ,,,.. - -- ----- Bu tarihten sonra Baston Red Sox
.,..,,....
--
_ ....

"""'-
.., ;;;
� "'

"'
<J) c c N <J) ;:; E
>. ::ı o
.. !! !! E u; ;;:. :;;:
w w
:::; ·:;ı ·:;ı E ::ı

:r :r
� ':il

2 . 1 New York Yankees takımının şampiyonluk yarışı, 1 939

sorduğu, Yankees'in şampiyonl uğu nasıl kazandığı sorusunu yeterince cevaplayamaz.


Bu ilerlemeci hakimiyet tarihini anlamak için bir takım olarak Yankees'in, bütün se­
zon boyunca beyzbol açısından önemli olan topa vurma, saha içinde topu yakalama
ve topu atma işlerinde üstün olduğunu göstermek yeterlidir. Tarihsel özne kolektif­
tir ve bundan ötürü de ilgili tarihsel etkenler bir kolektif olarak onun özellikleridir.
Yani Hexter'ın dediği gibi : " New York'un [Yankees) daha iyi olduğunu analiz etmek­
ten, onun bileşenlerini araştırmaktan ve bunları okur için anlaşılabi lir kılmaktan baş­
ka yapılacak bir şey yok"tur ( 1 97 1 : 3 9-40). Bu noktada, bütün beyzbol hayranları
kl iometri uzmanı kesilir ve takım oyunuyla ilgi l i hazır istatistikleri önünüze sürer: topa
vurma ortalaması, sahada topu yakalama yüzdesi , sayı turları, sayı getiren koşular,
ilk atıcıların sayı yaptığı koşu ortalaması, maçın son devresinde oyuna giren yardımcı
fırlatıcıların koruduğu/kaptırdığı gal ibiyetler vs. Yankees'in şampiyonluğu kazanma­
sının nedeni budur. Ama Hexter' ın sunduğu sezon grafiğinin şekl ini ve ölçülerini gör­
mezden gelmeyelim. Bunlar tarihi bel li bir zamansallık içinde ve bel l i bir aktörlükle
anlatır.

Burada söz konusu olan tarihsel değişim biçimi, yani uzun vadeli gelişimsel bir deği ­
şim, onu tanımlamaya en uygun plan olarak şu veya bu dönemlendirme planını değer­
li bulur. Hexter tercihini açıkça tartışmasa da 1 93 9 sezonunu grafi k olarak anlatmak
amacıyla benimsediği zaman aralıkları eşittir. Yankees'in hakimiyetini uzun vadeli bir
eğilim olarak gösterebi len bu zaman aralıkları, bu eğilimin abartılı olmamasını veya
karanlıkta kalmamasını garanti edecek yeterlilikte dört haftal ı k bir süreden oluşur.
Daha uzun dönemler Yankees'in başarısını yanlış resmedebi lir, bir roketin fırlatılması
gibi çok hızlı bir çıkış olarak gösterebilirdi. Bütün dalgalanmalarla günü gününe bir
1 36 1 Tlıukydldea'fen Ôzür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

anlatım Yankees'in neden kazandığı sorusuna doğrudan cevap vermez, zira bell i bir
maç ya da maçlar dizisi şampiyonluğun belirlenmesinde etkil i olmamıştır. Buna kar­
şın, Giants'ın 1 9 5 1 'deki zaferi tamamen başka bir "hikayedir"

Hexter, Giants'ın zaferini açıklamak için "hikaye anlatımı"nın mantıksal kurallarına uy­
mak gerektiğini söyler. Sonra da bu kuralların neler olduğunu açıkça söylemeden pra­
tikte bunu yapmaya girişir. Kurgunun bir kılavuz olarak işe yarayabileceğini söyler: Don
DeLillo'nun kısa süre önce (biraz tersinden, sanatın yaşamı izlediği şeklinde olsa da),
Giants ile Dodgers arasındaki belirleyici maçın hikayesini Underworld ( 1 997) adlı ro­
manının giriş bölümü ve tekrarlanan anlatısı yaparak doğruladığı bir gözlemdir bu. Belki
de Hexter'ın beni msediği retorik mantığıyla i lgili suskunluğunun nedeni, bu mantığın
arkasındaki gerekçeyi ortaya koyacak soruyu sormamış olmasıdır. Kritik soru, onun sor­
duğu "New York Giants nasıl oldu da 1 9 5 1 'deki Dünya Serisi'ne çıkmayı başardı?" soru­
su değildir. Kritik soru şudur: Giants nasıl oldu da Dodgers'ı yenip şampiyonayı kazandı
(ve böylece Dünya Serisi 'nde oynamayı başardı)? Tekrarlaya lım; zira olan şey spesifik
türden bir tarihsel değişimdi: İ ki takım, başka bir deyişle birbirine rakip iki kolektif özne
arasındaki uzun süreli ilişkinin, olabilecek en son anda, dolayısıyla dramatik bir biçim­
de bozulmasıydı. Burada, şeylerin düzeninin tersine çevrilmesi söz konusudur; Bobby
Thomson'ın sayı turunu tarihsel bir olay kılarken onu bir kahraman ve bir tarih yapıcı
haline de getiren yapısal bir değişikliktir bu. Bu devrimci sonuçtan hareketle, filmi geri­
ye doğru sararak tarihimizin tempolarını, dönüm noktalarını ve aktörlerini keşfeder ve
belagatli bir dille harekete geçiririz. Hikayedeki yapısal tersine çevrilme hikayede bir
şeyin tarihsel değerini ve ilgisini belirleyen ilkedir; anlatının düzenlemesine hükmeden
bir telo&'tur. Tarihsel hikaye anlatıcı lığı, zaten bilinen bir sonucun başlangıcından iti­
baren yeniden anlatılması ve bu bilginin anlatıda birbirini izleyen olayların (arşivden)
seçilmesine kılavuzluk etmesidir. François Furet'nin dediği gibi, "olaylara dayalı her ta­
rih teleolojik' bir tarihtir; ancak tarihin sonu, bu tarihi oluşturan olayları seçmemize ve
anlamamıza izin verir" ( 1 982: 7 5 ; krş. Gallie 1 96 3 : 1 68; Veyne 1 984: 3 1 ).

Dolayısıyla Hexter, 1 9 5 1 'deki şampiyonluk yarışının hikayesine sezonun yarısından


fazlasının geride bırakıldığı bir yerden, 1 1 Ağustos'tan başlar. Zira dönüm noktası,
tersine çevrilmenin başlangıcı bu tarihti; buna karşın o tarihte hiç kimse bunu bi­
lemezdi (Şeki l 2 . 2) . 2 Aslına bakılırsa, Dodgers'ın menajeri Charlie Dressen, hemen
hemen o tarihlerde meşhur açıklamasını yaparak "Giants öldü" buyurmuştu. 1 1 Ağus­
tos'taki maçın sonunda Dodgers on üç maçla Giants'ın önündeydi ve o zamana dek

Teleolojik bir açıklama, bir sürecin veya olayın, sonunda ulaşılan belirli bir amaçtan, hedeften veya
işlevden hareketle açıklanmasıdır. -y.h.n.
2 Bobby Thomson'ın (başkalarıyla birlikte) yazdığı 1 95 1 'deki şampiyonluk yarışıyla ilgili kitap da bu
noktada, yani 1 1 Ağustos'ta başlar; "çünkü 1 95 1 sezonunun asıl hikayesi ancak o tarihte gelişmeye
başlamıştı" (Thomson vd. 1 99 1 : 7).
B G ST 1 Dü�ünce Dizihi 1 1 37

ÔNDE VEYA GERiDE OLUNAN


PLAY-OFF MAÇ SAYISI
,1 KAÇ MAÇ ÔNDE VEYA
G ERiDE OLUNDUGU
0

2
.3
4
.5
-6 G iants üst üste
1 1 6 maç kazanıyor

-8

10
il
12
13
. -.-
. ....
1 4-l--.-������������..-H........ . �--f
...., -.-��,...ı.,.....�
. -,...-....�
i l 12 14 16 18 20 22 24 26 28 30 1 3 5 7 10 12 14 16 18 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 1 2
AGUSTOS EYLÜL EKiM

2.2 New York Giants takımının şampiyonluk yarışı, 1 951

sağlayabildikleri en büyük üstünlüktü bu. Ertesi gün Giants, arka arkaya on altı maç
kazanacakları bir tempo tutturarak Dodgers'ın avantajını altı maça indirdi. Hexter
bunu grafik haline getirmemiş olsa da Dodgers'ın 1 1 Ağustos öncesinde birkaç ay
boyunca gösterdiği performansın Yankees'in l 93 9'daki şampiyonluk koşusunu an­
dırdığını belirttiğine dikkat edelim. Dodgers'ın performansını uzun vadeli bir eğilim
olarak dönemlendirmek ve zaferini, Yankees'in hikayesine benzer şekilde "daha iyi"
bir takım olmasıyla açıklamak muhtemelen yerinde olurdu. Ne var ki 1 1 Ağustos son­
rasında, uygun tarihyazımı biçimi değişir ve "analiz"in yerini "h i kaye anlatma" alır.
Anlatının üslubunda, zamansal l ı k ve aktörlük açısından farkl ı l ı kların damgasını vur­
duğu bir değişim söz konusudur. Zaman aralıkları tedricen büyütülür. Aylarla başla­
yan anlatı anlarla, nihayetinde muhtemelen on saı:ıiye süren bir final anıyla, yani sayı
turuyla (home run) bitecektir. Zamanın belli bir noktasında, bireysel özneler kolektif­
lerin yerini alır. Dodgers ve G iants'ın performanslarını karşılaştırarak başlayan anlatı
Bobby Thomson'la son bulacaktır.

1 2 Ağustos sonrasında tarihin temposu yükselir. Buna mukabil Hexter da tarihi giderek
daha kısa zaman aralıkları halinde dönemlendirir. (Bu durum, hazırladığı grafikte ya­
tay eksen üzerinde günlük aralıkların uzatılmasıyla gösterilmiştir [Şekil 2.2].) "Tarihin
temposu" terimiyle, bir şeyin olay sayılmasının koşulunun meydana gelen şeyin nihai
sonuçla yakından ilgili olduğu kabulüne dayanılarak, genellikle bell i bir süre zarfın­
daki olayların yoğunluğu kastedilir. O halde tarih dönemlerini belirlemesi ve sınırını
çizmesi gereken şey, takımlar arasındaki ilişkinin ciddi bir değişim gösterdiği dönem­
lerdir, yani Giants'ın önde giden Dodgers karşısında önemli bir konuma geldiği devre.
1 38 1 Thulcyd!dea'tm ÔZ1lr Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

Hexter'ın işaret ettiği üzere akla yatkın birkaç alternatif mevcuttur, ama seçerken hata
yapılamaz: birincisi, 1 2 Ağustos ile 1 4 Eylül arasında Giants'ın arayı kapattığı ve altı
maç geride olduğu bir konumu koruduğu yaklaşık bir aylık bir dönem; ikincisi, 1 5 Eylül
ile sezonun son bulduğu 3 0 Eylül arasında Giants'ın Dodgers'a yetişmesini ve onlarla
berabere olmasını sağlayan gal ibiyet dizisi . O sezon lig beraberlikle son buldu. Böylece
takımların şampiyonluğu, üç maçlık seride kimin daha iyi sonuç alacağına bağlandı.

Play-obü'taki maçların her biri takımların konumunu ciddi biçimde etki lediği için, şim­
di günbegün ilerleyen bir anlatıya geçiyoruz. 1 Ekim' de Giants maçı 3 - 1 kazandı, ama
ertesi gün Dodgers 1 0-0'lık bir galibiyet alarak beraberl iği yakaladı. Bütün sezonun
kaderi artık 3 Ekim' deki son maça bağl ıydı. Bu tür bir yapısal sıkıştırma, olaysal tari­
hin başlıca niteliğidir: Uzun zamana yayılan bir tarihin işleyişi kısa bir süre zarfına ve
makro ilişkiler de mikro eylemlere sıkıştırılır. Aslına bakılırsa, yarattığı değişiklikle
zamanın geçmesini ve büyük toplumsal düzenin bir sonuç doğurmasını sağlayan şey
olaydır. Başka bir deyi şle, olay bunları şeyleştirir ve bel li aktörlerde cisimleşmesini
sağlar. Gerçekte tarih, Alkibiades'in yaptıkları ve çektikleri haline gelir. Bu örnektey­
se, Bobby Thomson'ın yaptıkları ve Ralph Branca 'nın çektikleri . . .

Her şey 3 Ekim'deki maça bağlanmışken, neredeyse devreden devreye ilerleyen bir
betimleme düzeyine geliriz. Daha net bir ifadeyle, anlatının temposu değişir ve maç
iki takımın şampiyonluk şansının kısa ve öz bir göstergesi olacağı için skorun bir dev­
reden diğerine değiştiği bir sürece dönüşür. Brooklyn birinci devrede 1 -0 öndedir,
Giants'ın beraberliği yakaladığı yedinci devrenin sonuna kadar da önde kalır. Koca bir
sezon, iki p l ay-ott maçı ve yedi devre daha: Hala beraberedirler. Ama sekizinci devre­
de Brooklyn 3 puan alır ve dokuzuncu devrenin sonuna yaklaşana kadar önde olmayı
sürdürür. Giants'ın son vuruşlarına sıra gelmiştir. Elbette buraya kadar maç anlatısına
oyuncular tek tek dahil edilebi lir: Örneğin nadi ren de olsa DeLi llo'nun yaptığı gibi .
Ama son devreye kadar, koca sezonun nasıl sonuçlanacağı tek tek oyuncuların neler
yaptığına bakmaz. Oysa şimdi buna bakıyordur.

(Konjonktürün yapısı gereği , sonucun benzer şeki lde birkaç kişinin yaptıkları veya
yapmad ıklarıyla belirlendiği ZOOO 'deki ABD başkanlık seçimlerini hatırlatmama gerek
var mı? Fark yaratmak üzere yetkilendirilmiş olanlar, Florida eyalet sekreteri Kathe­
rine Harris ve ABD Yüksek Mahkeme yargıcı Antonin Scalia gibi kişilerdi. Scalia diğer
yargıçların bir oyu varken kendisinin iki oya sahip olmasından ileri gelen avantajı,
Florida'da oylar yeniden sayılırsa büyük ihtimalle Al Gore'un kazanacağını göstererek
Dubya'nın [George W. Bush) başkanlık meşruiyetini zedeleyeceği fikrini pekiştirmek
için kullanmıştı .)3

3 Cumhuriyetçi Parti'den ayrılarak Demokratların Senato üzerinde denetim kazanmasına yol açan.
böylelikle 2000 seçimlerinin sonucunda oluşan başka bir dikkat çekici dengeyi bozan adam, yani
BGST 1 Dü9ünce Dizi6i 1 1 39

Dokuzuncu devrenin sonunda oyunu, Brooklyn Dodgers için top fırlatmayı sürdüren
Don Newcombe başlatır. Giants'ın i l k adamı Al Dark sağa doğru vurur: Dodgers'ın
ilk kalecisi Gil Hodges'un az kalsın tutabileceği, yerden giden bir toptur. ilk kaledeki
adam. Hodges -ya da Menajer Dressen- birinci ve ikinci vuruş arasında bir top tut­
ma konumuna geçmek yerine koşucuyu tutmayı seçer; o arada Giants'ın bir sonra­
ki vurucusu Mueller hızla bir yer topu çakar, Dark üçüncüye gelir. (Tarih, koşucuyu
tutmanın kimin kararı olduğunu kaydetmez. Ama meraklıların bildiği ve sonuçların
gösterdiği üzere, bu kötü bir beyzbol kararıydı ; zira Dark 4- Z 'l i k bu durumda ikinciyi
almak için bir tehdit oluşturacak konumda deği ldi.) Monte l rvin oyuna girer. Ardından
solak vurucu Whitey Lockman üçüncü sahadan karşı sahaya bir duble çakar, Dark
sayı yapar, Mueller üçüncüde durur. (Hurt üçüncüye kayar, Mueller oyundan çıkarılır,
yerine bir pinch koşucusu girer.) 4-2 Dodgers öndedir, bir kişi oyundan çıkmıştır,
Giants'ın koşucuları ikinci ve üçüncüdedir, bir sonraki vurucu Bobby Thomson'dır.
Dressen top fırlatıcı Don Newcombe'un yorulduğuna karar verir ve onun yerine Ralph
Branca'yı geçirir. Charlie Dressen genelde fikrini sormadığı, o kadar ciddiye bile al­
madığı yedek oyuncu koçunun tavsiyesi üzerine Newcombe'un yerine ısınmakta olan
oyunculardan biri olan Cari Erskine'i deği l Branca'yı seçer. Dressen, birinci play - obb
maçında Branca'nın sayı turu yapmasını sağlayan Thomson olmasına rağmen tercihini
Branca'dan yana kullanır; aslına bakılırsa Branca'nın o sezon yapılmasını sağladığı on
yedi sayı koşusundan onunu Giants oyuncuları yapmıştır; buna karşılık on bir kay­
bından beşi de G iants oyuncularına aittir. Dark'ın oyunu başlatan teklisi sonrasında
Hodges'un o şekilde konumlandırılması dahil bu tür kararlar besbelli ki kritiktir. Bun­
ların peşinden gidebi l i riz, ama bu yol kaosa (kuram) çıkar, zira sonucun ortaya çıkma­
sı için bundan önceki bütün eylemler gereklidir ve böyle olduğu için de hiçbir eylem
tek başına Giants'a kupayı kazandırmamıştır.4 Şampiyonluğu kazandıran şey, Bobby

Vermont senatörü james jeffords ilginç bir şekilde kendisini güçlendiren ve ünlü bir isim haline
getiren konjonktüre! düzenin farkındaydı . "'işleri tersine çevirebi lecek bir konumdaydım' demişti.
'Dolayısıyla bu eylemleri ve güçleri kullandım'" (Chicago Tribune, 7 Haziran 200 1 ).
4 Elbette ki bu kadar eğlenceli hikaye arasında "peşinden gitme" itkisine direnmeye hiç gerek yoktur.
Ö rneğin Charlie Dressen'in hamleleri. Giants'ın menajeri Leo Durocher'ın 1 948 gibi geç bir tarihte
Dodgers'ın menajeri olduğunu, aynı tarihlerde Dressen'in takımın koçluğunu yaptığını ve Durocher'ın
da sağ kolu olduğunu bilmeniz gerekir. Dressen'in kendisinden daha ünlü ve gösterişli bir karakter
olan Durocher karşısında becerilerini kanıtlaması gerekiyordu. " Dolayısıyla iki takım arasındaki
her toplantı, bir beyzbol maçından ziyade taktik bir satranç oyununa yaraşır şekilde çok sayıda
menajerlik hamlesi ve kararı içerme potansiyeline sahipti" (Thomson vd. 1 99 1 : 9). Ama zorunlu
zorunsuzluklarla ilgili genel bir noktaya dikkat çeken Thomson önceki birkaç yıl içinde Durocher,
Dressen ve çeşitli top oyuncularını 1 95 1 'deki konumlarına getiren bütün olayları düşünerek şu
soruyu sorar: "Durocher l 947'de görevden alınmamış olsaydı ne olurdu? . . . Stoneham, Durocher'ın
iyi sayı vuruşları yapan oyuncularla anlaşmasını ve Dark ve Stanky gibilerinin peşinden koşmasını
kabul etmemiş olsaydı ne olurdu? Ashburn iyi bir atış yapmamış ( 1 95 1 'deki son oyundal olsaydı
ve Cal Abrams sayı kalesinde güvende olsaydı ne olurdu? Tek bir değişiklik, tek bir taşın yerinde
olmaması. . . " (a.g.e .. 76).
1 40 1 1hukydlde6'tm ônır Dileyerek 1 Mar�hall Sahlin�

2.3 Bobby Thomson'ın sayı turu vuruşu (© Bettmann/Corbis)

Thomson'ın sayı turu olmuştur. Dolayısıyla Branca'ya, "Staten lsland'lı lskoç"a karşı
oyuna giren üçüncü kaleci. Glasgow doğumlu Thomson o yıl otuz bir sayı koşusuyla li­
der olan bir takımda saygın bir yüzde .292 puanına sahiptir. Nihai aktörlere yeterince
odaklandığımıza göre ağır çekime geçebiliriz.

Zamanın son genişletilmesinde bir atıştan diğerine bir anlatım vardır. ilk atılan top,
Thomson'ın ıska l adığı bel hizasında hızlı bir toptur. iyi bir vurucuya göre bir atıştır,
ama Thomson açıklanamaz bir biçimde topa vurmaz. Bundan sonraki atışta top, fal­
solu şekilde hızla Thomson'ın üzerine doğru gelir. Thomson topu füze gibi sol sahanın
alçaktaki tribünlerine kadar gönderir (Resi m 2 . 3 , 2 . 4). Sayı turu. Üç puan alınır. Gi­
ants oyunu kazanır. Giants kupayı kazanır. Yükselen tezahüratın ardından, Giants'ın
hayret içindeki radyo spikeri Russ Hodges tekrar tekrar bağırır: "Giants şampiyon
oldu! G iants şampiyon oldu ! Giants şampiyon oldu! Giants şampiyon oldu ! " Brooklyn
Dodgers'ın spikeri emsalsiz Red Barber, elli dokuz saniye boyunca hiçbir şey söyle­
mez ve sessiz kalır; onun bu hali en etkileyici beyzbol yayını olarak anıl ır. Ertesi gün.
meşhur spor yazarı Red Smith, Don Delil lo'yu haber verircesine bundan böyle sanatın
BGST 1 Dü�ünce Diıi6i 1 141

2.4 Thomson kaleleri dolaşıyor


(National Baseball Hail of Fame Library, Cooperstown, NY)

ancak yaşamı izleyebileceğini yazar: "Artık oldu. Artık hikaye bitti. Anlatmak mümkün
deği l . Kurgu sanatı öldü. Gerçekl ik icadı bastırdı. Bundan sonra ancak ve ancak kesin­
likle imkansız olan, i fade edi lemeyecek kadar fantastik olan bir şey mantıklı olabilir"
I New York Hera l d Tri b une: 4 Ekim 1 9 5 1 ).

Giants'ın akla hayale sığmaz sezonu. "Coogan's Bluff Mucizesi" (oyun sahaları Polo
Grounds buradadır) haline gelir. Bob Thomson'ın sayı turu. "dünyanın dört bir yanın­
dan duyulan vuruş" olur. Bel li bir yaştaki bütün Amerikalı beyzbol hayranları -Pearl
Harbor'ı, Frankl in Roosevelt'in ölümünü, Başkan Kennedy'nin suikastini hatırladıkları
gibi- Thomson'ın büyük ustal ığının yayınını dinlerken nerede olduklarını hatırlar. Bu
cümleyi i l k kez yazmamın ardından, j ules Tygiel'in Paö t Time: Baöeball M Hiötory
adlı kitabında Bobby Thomson'ın sayı turuyla ilgi l i şu pasaja rastladım (2000: 1 44):

Gazeteci George W. Hunt l 990'da, "muhtemelen Amerikan sporundaki en dra­


matik ve sarsıcı olaydır, o zamandan beri de Pearl Harbor ve Kennedy suikasti-
1 42 1 Tiıulcydidea 'fm Ôzür DUeyerek 1 Mar6hall Sahlin6

nin aşkın tarihsel niteliğini kazanmıştır" gözleminde bulunmuştu. ·o zamanları


yaşamış, az biraz beyzbola ilgisi olmuş herkes 'bunu duyduğunda neredeydin?'
sorusunu uzun ve çok ayrıntıl ı şekilde cevaplayabilir."

Belki de sporu, hava durumundan bahsetmeyi hafife aldığımız gibi, normalde bölün­
müş ve ancak hayal edilebilen bir topluluğun dış kabuğu gibi hafife alıyoruz. Tygi­
el, DeLil lo'nun bu skorla ilgili düşüncelerine dikkat çeker: "Yüzyıl ortasındaki o anın
[ Bobby Thomson'ın sayı turunun] insanın zihnine önde gelen liderlerin, güneş gözlük­
leriyle çelikten bir görünüm sergi leyen generallerin büyük şekil lendirme strateji lerin­
den ve hayallerimizi paramparça eden haritalara dökülmüş vizyonlardan daha kalıcı
biçimde işlemesi mümkün deği l midir?" (a.g.e. , 1 44-4 5).

Peki , o zaman "dünyanın dört bir yanında işitilen atış"ı Peloponnesos Savaşı'yla veya
ABD başkanlık seçimleriyle aynı düzlemde ele almak gerçekten cüretkarlık deği l mi­
dir? Hexter, Thomson'ın sayı turunun "(kendi alanında) Armada'nın yenilgisinin, Sta­
l ingrad Savaşı'nın, Normandiya Çıkarması'nın dengi" olduğunu söyler ( 1 97 1 : 42).

Başka bir deyişle, aynı abartı lı üslupla, Kopernik Devrimi'nin de dengiydi . Tartıştığı­
mız tarihsel değişim tipleri arasındaki farkl ıl ık, daha çok Thomas Kuhn'un devrimci
"paradigma değişimleri" ile "normal bilim" arasında yaptığı meşhur ayrıma benziyor.
Paradigma değişimleri "atılım" ve "dönüşüm" gibi terimlerle betimlenir, normal bi­
limse "tedrici" ve "biriki msel" sözcükleriyle; bu iki süreç zamansall ıkları ve aktörleri
itibarıyla olduğu kadar dinamik biçimleri itibarıyla da böyledir (Kuhn 1 970, 1 977,
2000). Normal bilim, Yankees'in l 9 3 9 'da kazandığı şampiyonluk gibi , atılım niteli­
ğinde bilimsel bir keşif ya da kuramsal bir formül leştirmeyle başlatı lan gelişimsel
bir eğilimin işlenmesidir. Örneğin, periyodik elementler tablosunun doldurulması
gibi . Dolayısıyla, Kuhn'un yaklaşımı itibarıyla, normal bilimin tarihyazımı daha çok
Hexter'ın "analizi"ne benzer. Tarihin öznesi de benzer şeki lde kolektif ve büyük öl­
çüde anonimdir; "bilim camiası" "meslek" veya kimi zaman "normal bi lim" olarak
anılır. Bu camia dünyanın nasıl olduğunu "bil ir" kendi varsayımlarını savunmak için
"istek" gösterir, ya da onu "tehdit eden" deneysel anormalliklerden artık "kaçamaya­
cak" noktaya geldiğinde "yoldan çıkar" vs. Yine kolektif. insan olmayan bir kişi söz
konusudur (örneğin Kuhn 1 970: 5- 7). Ama Kuhn bilimsel devrimlerden bahsettiğinde
anlatının dili gerçek kişilere yönelir. Paradigma değişimleri gerçekten de bireylerin
isimlerini almıştır: Newton dinamiği, Kopernik astronomisi, Einstein görelilik teorisi.
Doğru, Kuhn "uzun bir tarihsel dönemin, biraz keyfi bir biçimde seçi lmiş tek bir isim­
le adlandırılarak talihsiz şekilde aşırı basitleştirilmesi hakkında" bazı hayıflanmaları
olduğunu itiraf eder (örneğin, Newton veya Franklin) ( 1 970: 1 5). Paradigma deği­
şimlerinin, olaysal karakteriyle ilgili çekincelerini de ifade eder. Örneğin, oksijenin
keşfedilmesini ve flojiston düşüncesinin son bulmasını değerlendirirken, bu atılımın
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i i 1 43

belli bir kişiye atfedi lebileceğini veya tarihte bel l i bir ana oturtulabi leceğini reddeder.
Bununla birlikte, onun değerlendirmesine göre bu tarih birkaç yıllık sonlu bir dönem
( 1 77 4- 77) olarak verilebi lir ve ayrıca sınırlı bir dizi karakterle de ilişkilendirilebilir
(Priestly, Lavoisier, Scheele ve Bayen) ( 1 977: 1 66- 1 6 7). Her halü karda bir paradigma
değişimi, normal bilimdeki tedrici eğilimlerin tersine, Kuhn'un dediği gibi "nispeten
ani"dir (2000: 1 7), "ilk önce bir ya da birkaç kişinin zihninde ortaya çıkar· ( 1 970:
1 44). Bu noktada Hextervari bir "hikayeciliğe" geliriz; hatta bazı pasaj larda, kültür
kahramanlarına ilişkin folklor geleneklerine benzer gözlemler çıkar karşımıza: "Kimi
zaman yeni bir paradigmanın şekli önceden haber veri lir. !. .. ] Daha büyük bir sıklıkla
da 1. .. 1 yeni paradigma veya sonradan onun geliştirilmesini mümkün kılacak yeterlilik­
te bir ipucu birden, bazen gece yarısı, derin bir krizde olan bir insanın zihninde ortaya
çıkar" (Kuhn 1 970: 89-90).

Öyle görünüyor ki bir iz üzerindeyiz. Thukydides'e geri dönersek, bireylerin ve ko­


lektiflerin Thukydides'in Ta rih'inde ortaya çıkışının her zaman dönüm noktaları ile
tedrici değişiklikler arasındaki farkı vurguladığını ileri sürmek abartıl ı olurdu; zira bu
tür aktörler aktörlük dışında, başta kimlik olmak üzere, anlatıda çeşitli işlevler üst­
lenir.5 Mesele tersi nden bakarak, bu iki tip tarihsel değişimin, tarihin öznesindeki bu
farklılıkla vurgulanıp vurgulanmadığı sorusuyla daha iyi anlaşılır. Thukydides'in Ati­
na arkhe'sinin gelişimine ya da Spartalıların dönemsel Attika işgal lerine veya bu tür
başka bel irsiz manevralara il işkin betimlemelerinde göze çarpan faili meçhullük ya da
failin hemen hemen meçhul olması, Themistokles ya da Peri kles'in denizcilik strateji­
leriyle, Brasidas'ın Trakya'daki olağanüstü zaferleriyle, Alki biades, Nikias, Hermokra­
tes ve Ephemos'un Sici lya Seferi ' nde oynadığı rollerle ve bel l i kişilerin siyasal gidişatı
veya askeri kuvvet ilişkilerini değiştiren bu tür başka müdahaleleriyle karşılaştırıl­
dığında, durum böyleymiş gibi görünüyor. Thukydides'in konuşmacıları tanımlaması
bile bu kurala uyuyormuş gibi görünür. Temsil ettikleri kentlerin izleyegeldiği pol i­
_
tikaların tekrarlanması söz konusu olduğunda, konuşmacılar kolektif ve meçhuldür.
Örneğin "Atinalı lar" ya da " Meloslular"dır. Bel l i bir statükonun devam etmesi savunu­
lurken de öyledir, örneği n "Atinalıların", Spartalıları 4 3 2 'de yapılmış barışı korumaya
ikna etmeye çalışması gibi. Ama savaş açmak veya gidişatı değiştirecek bir stratejiye
karar vermek söz konusu olduğunda, genellikle konuşmacılar bireysel olarak tanımla­
nır. Atinalı ları Myti leneli leri ortadan kaldırmamaya ikna eden Diodotos bile böyledir:
Görünüşe bakı lırsa o da bu kurala uymuştur, zira ancak bu konuşması sayesinde adı
tarihe geçmiştir; aksi takdirde hakkında hiçbir şey bilmeyecektik. Dolayısıyla, eyleme
geçen tarihin öznesi meselesini tüketmekten uzak olduğumuzu ve bunu büyük ölçüde

5 Söz konusu iki tarihsel degişim biçimi (evrimsel ve devrimsel) arasındaki korelasyona ve
Aristoteles'in özsel (ya da dogal) olan ile arızi (ya da şiddetli) olan kavramları arasında yaptıgı
ayrıma dikkat çekmek de aynı şekilde abartılı olabilir. Ama işte öyledir.
1 44 1 Thulcydldea 'ten Ôzür DUeyerelc 1 Maröhall Sahlinö

aşırı basitleştirdiğimizi hesaba katarak ve tarihsel aktörlük tipleri ile tarihsel değişim
tarzları arasındaki ilişki hakkında daha büyük iddialarda bulunmadan, görünürdeki
bu ilişkinin, şu ya da bu tür tarih yapıcıyı güçlendiren durumsal ve örgütsel koşullar
hakkında ilginç sorular doğurduğunu söyleyebi liriz.

Yoksa o eski epistemik "Tarihin Büyük Adam Kuramı"nın kasvetine ve hatta daha da
eski "birey mi toplum mu?" sorusunun batakl ığına mı batıyoruz? Bu soruların arkeolo­
jisine inmek için biraz zaman ayırmaya değer: Tam anlamıyla Foucaultcu bir kazı değil
ama en azından yüzey araştırmasına benzer bir şey yapacağız.

ARA SÖZ: ÖLÜ BEYAZ BALiNALAR YA DA LEViATHANOLOJİDEN* ÖZNEOLOJİYE**

"Tarihin Büyük Adam Kuramı"nın 1 9. yüzyı la ait bir sorun olduğu söylenir. Yine de bu
sorun 2 1 . yüzyılda hala varlığını sürdürmektedir.6 Genel biçimi, yani birey ve toplum
karşıtlığı beşeri bilimlerde bağdaşmaz olduğu sürece çözülebi lecek gibi de deği ldir.
Artık neoliberal izm denen müteveffa "geç kapitalizm" kişisel özgürlük ile toplumsal
kısıtlama lar arasındaki çatışmayı, gündelik pratiklere ve kültürün içkin bilincine taşı­
maya devam ettiği sürece de varl ığını koruyacaktır. Bu argüman, geçmişten günümüze
bize geldiği haliyle, bir zayıf, bir de kuvvetli biçim almıştır. Meşhur savunucusunun
Kont Tolstoy olduğu zayıf olan biçimi, asıl tarih yapma gücünün liderlerden ziyade
halk kitlesinde olduğunu söyler; buna göre, kralların ve savaşların hikayelerini bir ke­
nara bırakıp "aşağıdan yukarıya" tarihlere bakmamız gerekir. Ama Marx'ın vurguladığı
üzere, örgütlenmesine -üretim tarzına, sınıf sistemine, siyasal sistemine vs. - değinil­
meyen bir toplum kavrayışının boş bir soyutlama olduğunu dikkate alırsak, toplumsal
düzen ile bireysel aktörlüğü veya birey ile (antropolojik versiyonuyla) kültürü karşı
karşıya getiren güçlü karşıtlığın, tarihyazımı alanındaki savaşların çok daha şiddetli
şekilde verildiği alan olduğunu görürüz.7 i nsanların büyük bir sosyal mekanizmaya
bağl ı yaratıklar olduğu düşüncesi ile bireylerin özerk ve kendi kendine hareket edebi­
lir birimler olduğu, toplumunsa bireylerin birbirleriyle ilişkilerinden ve kendi çıkarını
kollayan projelerinden müteşekkil bir kalıntıdan başka bir şey ol madığı düşüncesi
arasındaki konumlanmalar hiç olmadığı kadar kutuplaşmıştır.

Thomas Hobbes'un 1 65 1 'de yayımlanan Leviathan adlı kitabına gönderme yapılıyor.


lng. Subjectology.
6 "En ham haliyle siyasal tarih, 1 9. yüzyıl sonunda ortaya çıkmış bir kalıba saplanıp kalmıştır: 'büyük
olayları' anlatmak ve 'Büyük Adamlar' (ya da öbür yüzleriyle 'Gerçekten Berbat Adamlar') hakkında
yargıda bulunmak" (Arnold 2000: 80).
7 Burada "toplum" veya "kültür"ün bireye uygun antitez olup olmadıgı meselesine girmek istemiyorum.
Başka çalışmalarımda toplumun kendisine özgü yapısı sembolik olarak kurulmuş bir düzen oldugu
için ontolojik olarak kültürel bir oluşum. dolayısıyla kültürün bir veçhesi ya da boyutu oldugunu
vurgulamıştım (M. Sahlins 2000). Buradaki amaçlarım açısından. tarihyazımıyla i lgili sorunun bireye
karşı toplum olarak kuruldugunu ve bu formülün devralındıgını varsayarak bu formülü bireye karşı
kültürle eşanlamlı görecegim.
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 1 45

Yine de bu, çok uzun zamandır varlığını sürdüren bir Batı takıntısıdır. i nsan ve kent
karşıtlığı, Thukydides'te kişisel çıkarlar ile kent devletinin çıkarları arasındaki çatışma
biçiminde açıkça gözlenir. Çıkarların, dur durak bilmez i ktidar ve kazanç arzusunun
güdümündeki bir insan doğasına bağlanması da Thukydides'te zaten mevcuttu. Tam da
Platon'un Protagoraö ya da Gorgiaö diyaloglarında olduğu gibi Thukydides'in sayfala­
rında da insanlar, kent devletinin işlerinde kamusal çıkarlar mı özel çıkarlar mı fiilen
baskın çıkıyor ve ahlaken hangisinin baskın çıkması gerekir diye tartışırlar. Eşitlikçi bir
demokrasinin ilk yurttaşı olarak antitezin somut halini temsil eden Perikles, bu çatış­
mayı, bireysel çıkarlara en iyi şekilde kamusal yararın teşvi k edilmesiyle hizmet edile­
ceği ilkesine oturtarak uzlaştırmaya çalışır. Bu nedenle, Atinalı lara "kentinizi kendinizi
sevdiğiniz gibi sevin" çağrısında bulunur. Kamu yararı demek, onu yönetenler kadar
yönetilenler tarafından da bir tiranlık olduğu teslim edilen Atina İ mparatorluğu demek
olduğu için, Perikles'in politikası Mandeville'in Fable'ında verilen dersin tam tersidir:
Burada, Kamusal Kötülükler Özel Erdemlerdir. Ne var ki Thukydides'in birey/toplum
karşıtlığını oturttuğu çerçevenin Mandevi lle'le -ve i kisinin arasında kalan, ikisinden
beri gelmiş geçmiş başka birçok isimle- ortak noktası, birey ile toplum arasında aracı­
sız bir il işkinin basit sosyolojik düal izmi diye tanımlanabi lecek bir konumdur. Özelde
birey ve genelde toplum, sanki onları hem birbirlerine bağlayan hem de farklılaştıran
farklı nitelikte hiçbir kurum, değer ve ilişki yokmuş gibi, boş bir toplumsal uzamda
birbirleriyle karşı karşıya gelir. Birazdan göreceğimiz üzere, Gramscici hegemonya ya
da Foucaultcu iktidar gibi ileri toplumsal kısıtlama mefhumlarında bile aynı şey olur.
Doğru, bunlar aracı kurumlardan bahsederler; ama çoğu kez onlara toplumun daha
büyük düzenini bireylerin beden lerine aktarma işlevini yüklemek için yaparlar bunu.

Birey/toplum karşıtlığının modern versiyonları, klasik düalizmin H ıristiyanlaşmış bir


antropoloji yoluyla aktarı lan biçimiyle öne çıkardığı, toplumsal baskı ile kişisel özgür­
lük arasında belirleyici bir mücadele hissini de barınd ırır. Yalnız dünyevi kentin Atina
deği l de doğuştan günahkar insanın evi olduğu Hıristiyan düal izminde, baskıcı olana,
yani toplumsal tarafa olumlu değer yüklenir. Aziz Augustinus'a göre, kural tanımaz
beden lerin sosyal denetimi -çocuğun baba tarafından, yurttaşın devlet tarafından
denetimi- Adem'in soyundan gelen ve kendi zevklerinden başka bir şey düşünmeyen­
lerin bu hor görülesi dünyasında insanın hayatta kalması için zorunlu koşuldur. Aksi
ıakdirde, insanlar hayvanlar gibi birbirlerinin kanına girerlerdi . Augustinus, "aslan­
lar veya ejderhalar bile birbirleriyle, bizim birbirimizle yaptığımıza benzer savaşlara
tutuşmamıştır" diyordu (De civ. D. X l l . 22). Ya da balıklar gibi : "Nasıl da birbirlerine
eziyet ederler ve nasıl da yutabildiklerini yutarlar! Daha büyük bir balık daha küçük
olanı yuttuğunda, onu da daha büyük bir balık yutar" (Deane 1 963 içinde: 47). Açgöz­
lü balık metaforu, kendi çıkarını kollayan, kural tanımayan insan kavramının ne kadar
dayanıklı olduğunun iyi bir ifadesidir. Augustinus'tan önceki haham geleneğinde mev­
rut olan bu metafor, Huizinga'ya ( 1 9 5 4 : 229) göre Ortaçağ'da hala bir atasözü olarak
1 46 1 1Jıukydldea'tm Ôzilr DUeyerek 1 Mar6hall Sahlin6

yaşıyordu: ''Les grands poissons mangent les plus petits . " ["Büyük balıklar küçük balık­
ları yutar."] "Büyük bal ı k küçük balığı yutar", hala şirket kapitalizmini tek bir cümlede
anlatan popüler bir betimlemedir. Fakat aynı antropolojinin daha kapsamlı seküler
bir tercümesi için, tam da gerektiği anda ortaya çıkan siyasal çözümlemesiyle birlikte
Hobbes'a bakabi lirsiniz. Thukydides'in çevirmeni olan Hobbes, Aziz Augustinus'a ben­
zer bir biçimde, doğa durumunun devasını devlet durumunda bulmuştur: i nsan libido­
sunun antisosyal yıkıcılığını denetim altında tutacak ve " herkesi huşu içinde bıraka­
cak" bir tekelci gücün kurumlaşmasında. (Bu size Freud ve süperegoyu hatırlatmışsa,
bunun nedeni sadece Augustinus'un da libido sözcüğünü kullanmış olması değildir.
Gerçekten de bu, Batı folklorunun, yani sosyal bili mlerin anakayasıdır.) Dolayısıyla,
Hobbes'un ''Leviathan"ı, Eyüp'ün 40-42 dizelerine bir atıftır:

Seninle birlikte yarattığım Behemoth'a bak,

Kemikleri tunç borular, kaburgaları demir çubuklar gibidir.


Tanrı 'nın yapıtları arasında ilk sırayı alır,

Onu uyandıracak kadar yürekli adam yoktur.


Öyleyse benim karşımda kim durabi lir?

Yeryüzünde bir eşi daha yoktur,


Korkusuz bir yaratıktır.
Kendini büyük gören her varlığı aşağılar,
Gururlu her varlığın kralı odur.

O zaman Eyüp RABbi şöyle yanıtladı:


Senin her şeyi yapabileceğini bil iyorum,
H içbir amacına engel olunamaz.

Dikkat edel im; bu, Louis Althusser'in ( 1 97 1 : 1 27-86) bireyin toplumsal şekillenmesiy­
le ilgili büyük bir kurama çevireceği, aynı türden bir "çağrı" dır ("Kim benim karşımda
durabilir?") ve yine Eski Ahit'tendir. Althusser'e göre özneye Özne (Tanrı) tarafından
boyun eğdirilmesi, "yönetici sınıf ideolojisi "ne bağlanmış bireylerin "üretim ilişkilerini
ve onlardan türeyen i lişki leri yeniden üretmeye" nasıl zorunlu kılındıklarını açıklayan
modeldir (a.g.e., 1 82-83).8

8 Daha kapsamlı bir bakışla bir özneleştirme eylemi olarak değerlendirilen "interpeller" IFr.I, yani
polisin yaptığı gibi "öncelikli olarak çağrılmak" bireylerin buyurucu söylemler veya pratiklerle
BGST 1 Düoünce Dizi�i 1 1 47

Bana kalırsa, Emile Durkheim'ın toplumda Tanrı 'yı bulmasının nedeni, insanların top­
lumu Tanrı gibi baskıcı bir güç olarak görmesi anlamında, Tanrı'nın, devral ınan Batı
antropolojisinde hep var olmasıdır (krş. M. Sahlins 1 996: 407- 1 1 ). Devlet, kural tanı­
maz özneye boyun eğdirmesi itibarıyla ilahi gücü temsil etmekle kalmamış, Kilise'yle
uzun süren mücadelesinde Kilise'nin yetkisinin ve işlevlerin i n büyük bir bölümünü
kullanmaya girişmiştir. Aziz Augustinus ve diğerleri gibi Durkheim da her halükarda
sosyal olguyu, disipline edi l memiş insanlığa vurulmuş zorunlu bir dizgin olarak anlar.
insanın iki l i bir doğası vardır [homo dublexl der; ikilidir ve bölünmüştür: Aslında top­
lum-öncesi egosantrik ve tensel bir benliği denetim altında tutma mücadelesi veren
toplumdan al ınmış, ahlaki ve entelektüel bir benlikten oluşur. Dolayısıyla, aslında
Durkheim da modern deği ldir. Onun insanı yarı-melek, yarı-hayvan olarak düşün­
mesi, antropolojik karanlık çağlardan bir şeyler taşır. "Modern", nihayetinde sadece
taraflardan biri bağımsızca var olsun diye, bireyi topluma tabi kı larak veya bireyde
toplumu varsayarak eski düalizmin bir tarafını tümüyle diğer tarafın içine oturtmaya
çalışan düşünme biçimidir. Ya toplum jeremy Bentham ve Margaret Thatcher'ın sa­
vunduğu gibi, girişimci bireyler arasındaki il işkilerin toplamından başka bir şey deği l­
dir veya bireyler bir hiçtir; yani sonucu öznenin ölümüne çıkan bazı i leri öznel lik inşa­
sı kavrayışlarında olduğu gibi, daha büyük toplumsal ve kültürel düzenin kişileşmesin­
den başka bir şey değildir. Öyle görünüyor ki, kapitalizmin ve kapitalizmden duyulan
hoşnutsuzluğun gel işmesi, antik antropolojik düalizmi özel likle siyasal ve buna bağl ı
olarak diyalektik nitel ikte yeni bir dönemece taşımıştır. Sağ ve sol birbirini, bireysel
ve kültürel bel irlenimci liğin birbirini tamamlayan ve uçları temsi l eden kuramlarına
itmiştir. Sağda: Hepsi, toplumsal bütünlükleri, kendi kendi lerin i şekil lendiren bireyle­
rin projelerinde eritmekten memnuniyet duyan rasyonel seçim kuramı ve benzer ra-

toplumsal özneler olarak görev almaya çağrıldığı süreci ifade eder. Althusser'in paradigmatik
modeline göre Tanrı Musa'yı adıyla çağırır ve Musa "bu gerçekten de benim. Ben Musa'yım, senin
hizmetkarın; sen konuş, ben dinleyeceğim" diye cevap verir. Musa, par excellence (mükemmel)
Özne'nin, Tek Olan'ın onu çağırmasıyla, kendisinin özne olduğunu/buyruk altına al ındığını fark
eder: "Ben benim." Teoloji böylece Althusser'e, ekonomik altyapının yeniden üretimiyle ve yeniden
üretimi için, doğrudan öznelerin inşa edilmesine tercüme edilebilecek hegemonik ideolojinin
temel işleyişini sunar. Tanrı insanları kendi suretinde yaratır veya lsa'da kendisini bir insan olarak
kopyalar; insanların karşılıklı olarak O'nda kendilerini tanımalarına izin veren bir yansıtmadır bu
ve aynı zamanda itaat etmeleri koşuluyla nihayetinde O'na katılacaklarının da bir garantisidir.
Peki o zaman, der Althusser, "sözcüklerin" -üretim ilişkilerine boyun eğmek üzere- "ağzımızdan
dökülmesine izin verelim" " işler olması gerektiği gibi olacaksa" "üretim ilişkilerinin yeniden
üretilmesi, üretim ve dolaşım süreçlerinde dahi güvence altına alınacaksa . . . neye ihtiyaç duyulur?"
diye sorar: Bu sorunun cevabı, Aziz Augustine'in verdiği cevap gibi, hem ilahi nitelikte hem de
saflığı bozan, Tanrı'nın gücünü toplumun sınırlandırmaları içinde gerçekleştirip gizemlileştiren bir
hamle olarak Zion'un Babil'e aktarılmasıdır. "Gerçekten de, Özne ile özne olarak çağrılan bireylerin
aynadaki yansıma olarak kendilerini tanıdığı bu mekanizmada; Özne'nin, kendi 'emirlerine' özgürce
tabi olmayı kabul etmelerine karşılık öznelere verdiği güvenceler mekanizmasında aslında söz
konusu olan nedir? Bu mekanizmada söz konusu olan gerçeklik, bizzat tanıma biçimlerinde zorunlu
olarak yanlı� tanınan (meconnue) gerçeklik . . . son tahlilde üretim i lişkilerinin ve onlardan türeyen
ilişkilerin yeniden üretilmesidir" (Althusser 1 97 1 : 1 82-83).
1 48 l lhukydldea'ım Ôzür Dileyerek 1 Maröhall Sahlin6

dikal bireycilik kuramları. Solda: Kültürel süperorganiğe ve leviathanolojinin buna


benzer başka türlerine i lişkin kavramlar, bireysel özneleri kendi suretlerinde şekil len­
dirme gücüne sahip özerk kültürel Behemoth'ların zalimane mefhumları.

Kolayca, burjuva toplumumuzun kendi kendisinin bilincine varması olarak görebile­


ceğimiz radikal bireyciliğe çok fazla zaman ayırmaya gerek yok. Rasyonel seçim ku­
ramından sosyo-biyolojiye varıncaya dek tüm bu faydacı sorunsallar, bireyi işlerlik
gösteren bir maksimizasyon ilkesiyle donatır ve görünüşe bakılırsa toplumun dü­
zenlemeleri bu i l keden i leri gelir. Böylece söz konusu sorunsallar, toplumsal olanı
bireysel olanda kapsamayı başarır. Bu tür yaklaşımların Chicago Üniversitesi iktisat­
çılarının uyguladığı uç versiyonları -küçük yaşta suça eği limden intihara ve Sovyetler
Birliği'nin çöküşüne varıncaya dek- her şekil ve biçimdeki bütün kültürel ve tarihsel
fenomenleri "insani sermayeleri"ni dikkatle kullanan insanların çok sayıdaki kolektif
etkisi olarak açıklayabilir. Louis Dumont'un keşfetmiş olduğu üzere burada işin sırrı,
topl umun yapıları ve değerlerini n, sanki eser sahibi oymuş gibi, bireyin eği l imlerin­
de olduğunu varsaymakta yatar. Dumont şöyle açıklar ( 1 970): "Amaçlar krall ığı, her
insanın meşru amaçlarıyla çakışır, dolayısıyla değerler tersyüz olur. Toplum' denilen
şey araçtır, her insanın yaşamı ise amaç. Toplum ontolojik açıdan artık yoktur" (9- 1 O).
Toplumsal olan ile bireysel olan arasındaki siyasal tangonun diyalektik bir hal aldığını
söylemiştim. Bu paragrafın ima ettiği üzere, bu iddia tümüyle şakadan ibaret deği ldir.
Radikal bireycilikte toplum, kendi olumsuzlanmasında kapsanarak korunur; toplum,
yani bilinçte ve iktisat biliminde bireylerin niyetleri olarak karşımıza çıkan değerlerin
kaynağı , "amaçlar kra l l ığı" olarak kapsanır. Toplum, bireyin rasyonel iradesinin ter­
cihleri ve memnuniyetleri şeklinde -yeniden bunların sonucu olarak ortaya çıkmak
üzere- mistifiye edilir.

Leviathanoloji, radikal bireyciliğin simetrik olarak tersine çevri lmesidir. Bireyin birey
olarak deği l, sadece her şeye gücü yeten sistemin ifadesi olarak var olduğu tezini ileri
sürer; her şeye gücü yeten bu sistem, toplum, kü ltür veya hegemonyacı söylem ya
da kapitalizm, mill iyetçilik, sömürgecilik gibi çeşitli biçimlerde tanımlanır. Görünmez
El'in meşhur liberal ideolojisi, insanların, kendileri için yaptıkları iyi şeyleri gizemli
bir biçimde u l usun refahına dönüştüren aşkın toplumsal mekanizmaya itaati vasıta­
sıyla, özneni n sistem tarafından bu şeki lde olumsuzlanmasını önceden haber vermiş­
ti. Burada güçl ü ve mekanik, bireylerin kendi çıkarlarını gözeten eylemlerini kolekti f
ve ilahi bir yolla kapsayabilecek tıui generitı bir şey vardı. Yine Dumont'a dönelim:
"Bu 'bir şey', tek tek özel çıkarları uyumlu kılan mekanizmadır; bir mekanizma 1. . 1 .

başka bir deyişle, insanların istediği ya da düşündüğü bir şey deği l , onlardan bağımsız
olarak var olan bir şeydir. Dolayısıyla toplum, doğal nesneler dünyasıyla aynı niteliğe
sahiptir, gayriinsani bir şeydir" ( 1 977: 1 78).
BGST 1 Dü�ünce Diıiöi 1 1 49

Adam Smith ve şürekası, buradan otomatik olarak toplumsal faydanın doğacağı ge­
rekçesiyle bireylerin takas ve alışveriş konusundaki doğal eğil i mlerine gömülme öz­
gürlüğünü savunduklarında, kapitalizm eleştirisi karşılarına dikilir: i nsanların davra­
nışlarını, onların bilgi ve denetiminin ötesinde bir yolla kapsayıp birleştirme gücüyle
donatılmış kendi kendine var olan bu Büyük Balkabağı'nı görünür kılarak yapar bunu.
Marx Kap i tal'in önsözünde yer alan meşhur bir paragrafta şöyle der: "Burada bireyler
ancak ekonomik kategorilerin ete kemiğe bürünmüş halleri, bel l i sınıf i lişkileri ve sınıf
çıkarlarının somut temsil leri oldukları ölçüde dikkate al ınmıştır. Toplumun ekonomik
oluşumunun evrimini doğal bir tarihsel süreç olarak gören benim bakış açım, bireyi ,
varlığını borçlu olmaya devam ettiği ilişkilerin öznel olarak ne kadar üzerine çıkarsa
çıksın, toplumsal açıdan bunlardan sorumlu tutmak konusunda tüm diğer bakış açı­
ları kadar ileri gitmez" ( 1 967: 1 O). İ şçi sınıfı dışarıda bırakılmaz: " Mesele, şu ya da bu
proleterin hatta bütün proletaryanın şu anda amaç olarak neyi benimsediği deği ldir.
Proletaryanın ne olduğu ve bu oluş uyarınca tarihsel olarak ne yapmak zorunda kala­
cağı meselesidir" (Marx ve Engels 1 9 56: 37).

Öznenin bu şeki lde sınıf ilişki leri sisteminde -ve (eski güzel "nihai anal iz"e göre) üretim
güçleri ve ilişkilerinde- eritilmesi, sınıf ilişkilerine indirgenemeyecek özgürlükçü dava­
ların partizanları tarafından Marksizmin "anti-hümanizm"i olarak anılan şeydir. Engels,
Plehanov ve Troçki bunu tarihsel olarak sürdürmek, tarihi yapan kişileri kendine özgü
hareket yasaları olan kişilerüstü güçlere tabi kılmak için dikkat çekici girişimlerde bu­
lunmuştur. Özellikle de Troçki , i l . Nikolay, XVI . Louis ve 1 . Charles'ın paralel kişil ikleri­
ne ilişkin nefes kesen anal izinde yapmıştır bunu: Hepsi de katledilmiş hükümdarlardır;
yüzeysellikleri, hoşlukları, tembellikleri, ikiyüzlülükleri ve kararsızlıkları başlıca birey­
sel özellikleri olmaktan ziyade, mutlakiyetçi liğin gerilemesinin onları soktuğu haldir
(Troçki 1 980: 1 1 2 vd.). Yozlaşmanın başlıca emaresi olan bu nitelikler -yüzeysellik,
hoşluk, tembellik, ikiyüzlülük vs. - çok sayıda ba � ka siyasetçi, bazı üniversite yöneti­
ci leri ve birçok ikinci el araba satıcısı bir tarafa, George W. Bush'un da gayet olası bir
betimlemesini sunuyor olmasaydı, ikna edici bir argüman ortaya koyabilirdi. Kişisel
özellikler ile yapısal biçimler ya da tarihsel değişimler arasında bu tür bağıntılar kur­
manın ortaya koyduğu çok sayıda sorundan biri de, nedensellik oku hangi yönü işaret
ederse etsin, sonsuz sayıdaki kültürel varyasyona karşılık gelmek üzere yeterince ori­
jinal kişisel özellik bulunmamasıdır. Ama bu durum, Troçki 'yi , "tarihin nitelik itibarıyla
kişilerüstü olan ve hareket eden büyük güçleri"ni ayrıcalıklı görmekten ve bir kişinin
"ayırt edici özellikleri"nin, daha yüksek bir gelişim yasasının oluşturduğu bireysel çizik­
lerden ibaret olduğunu savunmaktan alıkoyamamıştır (a.g.e., 73).

insan A. L. Kroeber i le Leslie White'ın 20. yüzyıl başındaki "süperorganik" fikrini, yani
aktörlüğü olmayan, her yerde hazır ve nazır bir kültürel düzeni yansıtan ve ifade eden
1 50 1 llıulcydldea 'tm Ôıür DUeyerelc 1 Mar6hall Sahlin6

bir özne antropolojisini hatırlıyor. Kroeber ( 1 9 1 7) bireylere karşı White'tan ( 1 949)


biraz daha cömertt i . Ona göre kültür muazzam bir mercan resifi gibiydi; ölçeği ve ör­
gütlenmesiyle kendi lerini aşan bu daimi dış iskelete neredeyse algılanamaz boyut­
larda bir eklemede bulunan mi lyonlarca minicik mikroorganizmanın hepsinin birden
oluşturduğu kocaman bir eserdi:

Bütün büyük insanların yaşamları bize hatırlatır


Kendi yaşamlarımızı ulvi kılabi leceği mizi,
Ve göçüp giderken bırakır bizden geriye
Küçük bir kireç birikintisi.

Ne var ki White'ın "süperorganik"i, bireyleri daha da fazla görmezden gelir. Hepsi de


büyük kü ltürel oluşumların denetimi altındaki insanlar, daha çok bu oluşumların sal­
gısı gibidir. Ya da birey, White'ın bel irttiği gibi, karadan radyo dalgalarıyla denetle­
nen pi lotsuz bir uçağa benzer (White 1 949: 1 5 7). Burada. azgelişmiş halkların bizler
gibi mutlu olmasını engel lediği varsayı lan "yoksulluk kültüründe" veya "geleneksel
kültür"de olduğu gibi, otoriter bir davranış buyruğu, özel likle de kendi kendini alt
eden bir davranış buyruğu olarak kültüre dair şu mutsuz antropolojik bilincin başlı­
ca kaynağı yatar! Süperorgan i k teriminin düşündürdüğü üzere bu kültürel hakimiyet
kavrayışları, olumsuzladıkları öznel liği, toplumsal ya da kültürel bütünlük düzeyinde
yeniden üreterek korurlar.

Ama süperorganik kültür 20. yüzyılda evrilen ve Althusserci yaklaşımdan türeyen


çağrı lar. G ramsci 'den esinlenen hegemonyalar ve iktidarla dolu Foucaultcu söylemler
gibi gelişmiş biçim lerde zirveye çıkan birkaç leviathanoloji türünden sadece biridir.
Bunların hepsi, aktörlükten yoksun öznell iğin inşasında. neredeyse hiçbir aracının
bulunmadığı her yere nüfuz eden baskı hissi dahil, antik dönem atalarının özel l i klerini
korumuştur. Zira (yönetici sınıfların çıkarları doğrultusunda örgütlenen) toplumsal
bütün ile özne arasındaki aracı kurumlar. sadece öznenin inşası sürecinde toplumsal
bütünün değerlerini ona aktarmak için vardır. Tekrarlayalım, bireysel öznelerin olu­
şumu onların boyun eğmesiyle eşanlamlıdır. Foucault, "birey aslında bir iktidar efek­
tidir ve aynı zamanda, bir iktidar efekti olduğu ölçüde bir aktarımdır: i ktidar, oluş­
turduğu bireyler üzerinden aktarılır" der (20 0 3 : 3 0). i şte burada karşımıza bal i nanın
karnında hapsolmuş, özselleştirilmiş toplumsal özne çıkar; onu yöneten toplumsal
bütünün hakim çıkarlarını kendi özelliklerinde cisimleştirip ifade ederek bu bütünün
suretinde veya onu yeniden üretmek üzere şeki llenmiştir.
BGST j Dü�ünce Dizi6i j ı5ı

Bugünlerde hem beşeri bilimlerde hem sosyal bilimlerde muazzam bir kültürolojik
terörizm almış başını gidiyor; görünüşe bakıl ırsa, kültürün esasen i ktidar olduğunu
söyleyen yaygın akademi k kavrayışın tamamlayıcısı bu. Öyle anlaşılıyor ki, iktidar,
bir antropoloğun sıralayabileceği hemen her kurumun salgısı (yani işlevi) (M. Sahlins
2002: 20-23). Kültürün özü olan -o olmasaydı insanın bedensel özellikleri nesneleri
bakımından belirsizli k gösterir ve insan il işkileri örüntüden yoksun olurdu- simgesel
kapasite, egemenler tarafından i nsanlara yüklenen bir dayatmadan ve bir hegemonya
aracından ibaretmiş gibi görünür. Ne var ki kültür olmasa i nsanlar, Clifford Geertz'in
deyişiyle, "az sayıda yararlı içgüdüye, daha az sayıda tanınabi lir duyguya sahip, hiç
zekaları olmayan kullanışsız canavarlar. zihnen boş sepetler olurdu" ( 1 97 3 : 49). Ev­
rim öyle bir yaratık ortaya çıkarmıştır ki -tıpkı cinsell iğin akrabalık sistemleriyle, aç­
lığın yenebilir şeylerle ilgili tercihler ve belirlenim lerle, hakimiyetin ise, gerçekten
bir zorunluluksa, futbolla örgütlenmesi gibi - bu yaratığın organik ihtiyaçları tatmin
etme becerisi, onları anlamlı biçimde örgütleme becerisine dayanır. Dolayısıyla, be­
deni bu şeki lde sembolik varoluş örgütlemesiyle sınırlanan insanlık kültür olmaksızın
hayatta kalamaz. Bu ışıkta bakınca, kültür özünde güçlendiricidir. Neresinden bakı lır­
sa bakı lsın, mevcut hegemonya antropoloji lerinin onu tanımladığı gibi hiçbir zaman
yekpare olarak baskıcı deği ldir. Zamane hegemonya antropoloj ileri derken, "başka­
ları için dünyanın haritasını çıkarmak ve ona açıkl ık getirmek üzere simgesel güç bi­
riktiren" hakim fikirlerden bahseden metinleri , "başka düşünme biçimleri üzerinde
sadece hakimiyetin a l ışıldık iktidarına deği l , al ışkanlık ve içgüdünün atıl otoritesine
de sahip olan" anlamlı kategoriler yaratan metinleri kastediyorum.9 Bir kel imenin de­
netimimizde olmayan bir dünyada ve bu dünya için her kullanı lışının, onun anlamını
tehlikeye sokmasının ne önemi vardır? Hatta bazı düşünürler, dünyayı oluşturan bir
ontoloj i olarak erişi lemez bir hegemonya evreni ayırt eder; bu hegemonya evreni,
kültürün geri kalanını kolonileştirebildiği gibi, neyin olduğuna dair yönerge oluştura­
rak insanların neleri düşünemeyeceğini de bel irleme kapasitesine sahiptir. Antropo­
logların buna inanması hayret vericidir, zira bu yaklaşım mesleklerini anlamsız kılar.
Bu durumda, böyle hegemonyacı bir düzenin (başka herkes kadar) kurbanı oldukları
için başka halkların neler düşündüğünü düşünememeleri gerekirdi. Antropologlar, bu
ve son dönemlerde hakim olmuş başka birçok yol la, antropolojinin imkansızlığını ant­
ropolojik olarak göstermeye ölümüne kararlı görünmektedir. 1 0

Aynı şeki lde, eski Kutsal Ruh'un, Görünmez El'in çok korkunç biçimde genel olarak
her şeyi kontrol eden kültüre dönüşmesi, Foucault'nun her şeye gücü yeten iktidar

9 jean ve John Comaroff'un ( 1 99 1 : 1 8- 1 9) aydınlatıcı tartışmasında Stuart Hail (Gramsci'yi izleyerek)


hegemonik olanı düşünülemez olarak tartışmayı sürdürür.
1O Antropologların bugün kültürü "bir kenara" bırakarak kendilerini nesnesiz bir disiplinle baş başa
bırakması gibi.
1 52 1 llıukydldea'ten Ôzür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

vizyonu olsa gerek. (Öyle görünüyor ki, Foucault'nun leviathanolojisinin aslında


modern Batı'ya uygulanmasının amaçlanmış olması kültür öğrencilerini hiç rahatsız
etmemiştir: Bu fikir toptancı bir bakışla, etnografik ve tarihsel olarak her alana ya­
yılmıştır.) Burada, her yerde hazır ve nazır olduğu kadar karşı konulamaz da olan ik­
tidar, her yerden fışkıran ve herkesi kuşatıp içine alan, gündelik şeyleri, i l işki leri ve
insani varoluş kurumlarını dolduran, buradan da insanların bedenlerine, algılarına,
bilgi lerine ve özelliklerine aktarılan i ktidar çıkar karşımıza: ] . G . Merquior'un tabiriy­
le "özne-kötekleme" ( 1 98 5 : 82). Bu argüman, tarihsel bir bağlamda hakim gerçekli k
tanımlarının seçici liğinin, eskinin kalıntısının v e yeni biçimlerin b i r arada var olması­
nı sağladığı Gramscici hegemonyadan daha hegemonyacıdır. Foucault, kendisinin bir
yapısalcı olduğunu da haklı olarak reddeder; zira sorunsalında yapısalcıl ıktan geriye
kalan tek şey insan aktörlüğünden kaçınmadır. Foucault'nun konumu kuramsal olarak
-ai leler, okul lar, hastaneler, hayır kurumları, teknoloj i ler vs. gibi- yapıları, bu yapıla­
rın disipl in ve kontrolle ilgili işlevsel-araçsal etki leri içinde eritmesi itibarıyla aslında
"postyapısalcı"dır. 1 1 Aile basitçe bir i ktidar kurumu mudur? Bireyi, modern kapita list
toplumun bir " i ktidar-efekti" kılmaya yönelik birkaç düzenlemeden biri midir? Elbette
ki ailenin (ailemizin) ataerkil olduğu doğrudur. Ama ataerki l l i k kapital izm öncesi bir
il işki biçi midir. Aslına bakı lırsa aile (karşıl ığı ödenmeyen emek, işin ve kaynakların
dayanışmacı toplumsal ilişkiler tarafından tahsis edilmesi ve değerlerin sahip olanlar­
dan olmayanlara akması, kısacası akrabalık ekonomisiyle, ki bunlarla i l işki l i duygular­
dan bahsetmiyorum bi le) yapısal olarak antikapitalist bir sistemdir. Koca Lewis Henry
Morgan'ın tabiriyle, daha çok "yaşayan komünizm"e benzer; herkesten becerisine ve
herkese ihtiyacına göre. (Ataerkil olduğunu söylemiştim . ) Ama Foucaultcu bakış açı­
sına göre, aile insanların üzerine yük bindirmeni n bir yoludur. O halde başka işlev­
selciliklerde olduğu gibi, kültürel meseleler ne olduklarıyla deği l varsayılan amaçları
açısından ; düzenleriyle deği l getirdikleri düzen açısından önem taşır. Dolayısıyla,
mesele " kralın kafasını uçurun"dan ibaret deği ldir. i ktidar, akademik Terör'ün daha
genel leşmiş versiyonudur; kültürel biçimin de içeriğin de araçsal ölümüdür. 1 2

11 Stuart Hali, L. McNay'den alıntı yapar: "Foucault disipliner gücü modern sosyal kontrol biçimleri
içinde bir egilim olarak betimlemekten, bütün sosyal ilişkilere nüfuz eden, tam anlamıyla yerleşmiş
yekpare bir güç olarak konumlamaya fazlasıyla kolaycı bir sıçrama yapar. Bu da disipliner gücün
etkisine ilişkin aşırıya kaçan bir değerlendirmeye ve bireye i lişkin yoksul bir kavrayışa yol açar"
(Hali 1 996: 1 2).
12 Michael Walzer, Foucaultcu işlevselcilik hakkında şunları söyler: "Disipliner toplum bir toplumdur,
toplumsal bir bütündür ve Foucault bu bütünün parçalarına ilişkin açıklamasında bir işlevselcidir.
Hiç kimse bu bütünü tasarlamamıştır ve hiç kimse onu kontrol etmez; ama sanki görülmez bir
el sayesinde bütünün tüm parçaları bir şekilde birbirine uyar. Foucault kimi zaman bu uyuma
hayret eder: 'Bu, nihayetinde insanın, hiç kimse onu bütünlüğü içinde tasarlamış olamayacağına
göre, dağılımının, mekanizmalarının, karşılıklı kontrol ve uyarlamalarının nasıl bu kadar incelikli
olabileceğini merak etmesine yol açan son derece karmaşık bir ilişkiler sistemidir'" (Walzer 1 986:
57).
BGST i Dü9ünce Dizi6i i 1 53

Bu durumda, ironiktir ama kültürel biçimlerin boyun eğdi rme etkilerinde bu şekil­
de çözülüp erimesiyle geride kalan tek şey öznedir. Tarihsel ve antropolojik anali­
zin ciddi biçimde ele alabi leceği yegane nesne, kültürel bütünün aktarıldığı öznedir,
doğrudan çağrılan özne. Bir zamanlar en ele geçmez etnografik bilgi addedi len öz­
nellik, kültür ve tarihin bulunduğu kritik yer haline gelir. Bu nedenledir ki, Foucault
Reformasyon hakkında şunları söyler: " 1 5 . ve 1 6. yüzyılda asıl i fadesi ile sonucunu
Reformasyon'da bulan hareketlerin hepsi Batı'nın öznell i k deneyiminin büyük bir kri ­
z i olarak, Ortaçağ'da bu öznelliğe biçim veren d i n i v e ahlaki i ktidara karşı b i r başkaldı­
rı olarak analiz edi l melidir. Manevi yaşamda, selamete kavuşma çabalarında, Kitap'ta
yatan hakikatte doğrudan eyleme geçme ihtiyacı : Bütün bunlar yeni bir öznellik
mücadelesiydi'" (Foucault 1 994: 3 3 2). Burada kurumlar, yapılar, ilişkiler vs. , özneyi
kuran iktidarın biçimleri olarak düşünülmüştür. öznelliğe kendi biçimini verirler. Ama
bu arada, yapı lar iktidar işlevleri haline gelirken wdece öznelliğin biçimi olabilir.
Foucault öznelliğin, "öznelliğin biçimini bel irleyen üretim güçleri, sınıf mücadeleleri
ve ideoloj i k yapı lar" gibi Marksist doğruluklarla karşılıklı i l işkiler içinde olmasına izin
verir. Ama bu tür kurumlar, Foucaultcu açıklamaya bu şekilde girmez: Bu kurumların
özell i kleri, il işkileri ve dönüşümleri hiçbir şeki lde açıklanmaz. Onlar tarihsel analiz­
lere veril idir; bireyin öbür dünyadaki kurtuluşundan bu dünyada kurtuluşuna doğru
hareketini tamamlayan modern devlet gibi -birden fazla anlamda deuö ex machina.
Odak noktasının bu şekilde küçülmesiyle birlikte, söz konusu kurumlar tarihsel ya
da kurumsal formasyonlar olarak deği l, sanki din, devlet, aile ve benzerleri bundan
ibaretmiş, onları i lgilendiren tek şey buymuş gibi boyun eğdirme/öznelleşme etkileri
itibarıyla ve bu etki ler olarak anlaşıl ırlar. Bu kurumların iktidar işlevleri, onların oluş­
masına hizmet eder. Bu durumda tarihsel leştirilme ayrıcal ığına, tarihin gerçek mahali
ve hatta gerçek kaynağı olma ayrıcal ığına sahip tek şey olarak geriye öznenin öznelliği
kalır. Bunun ironik olduğunu söylüyorum, çünkü leviathanolojinin asıl projesi birey­
sel özneyi hiçe indirmekti. Ama sonunda sistem araçsallığın asit banyosunda çözülüp
gittiği için öznenin metafiziğine kilitleniriz, ki analizin asıl amacı bunu önlemektir. 1 3

Yine de, modern özneoloj i yozlaşmış bir yapısalcıl ığın kalıntısı deği ldir sadece. Her­
hangi türden süperorganik bir sistematikliğe karşı siyasal muhalefetle bir araya gelen
öznenin tamamlayıcı biçimde olumlu bir değerlendirmesi , l 960'lar ve l 970'1erden
beri kültürel araştırmalar dahil beşeri bilimlerde serpilip gel i şen özgürlükçü hare­
ketlere eşlik etmiştir. Özneye odaklanmış bir gündemin tesis edilmesinde kuramsal

Seçme Yazılar 2: Özne ve iktidar. çev. Işık Ergüden, Osman Akınhay, Ayrıntı Yayınları, 2000; çevi­
ride küçük değişiklikler yaptık. -y.h.n.
13 Terence Turner. bununla i lişkili olarak sosyal ve siyasal analizin "bedene" indirgenmesiyle ilgili
benzer bir noktayı vurgular: "Beden. her şeyden önce modern/postmodern çağda insanlık durumu
konusunda oluşturulan kuramların sosyal, kültürel ve siyasal içeriğinin genel olarak boşaltılması
sonrasında oluşan boşluğu doldurmuştur" ( 1 995: 1 44).
ı 54 1 Dıukyd!de.ı'tm ôıiır Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

l iderliği sıklıkla femi nizm ve queer araştırmaları üstlenmiş olsa da sadece onları
kastetmiyorum . Bugün genellikle sömürgeleştirilmiş ve sömürge-sonrası halklar ola­
rak yeniden tanımlanan yerli halklar konusunda, yani bu eski antropolojik alanda bile
vurgu değişmiştir: Vurgu, insan yaşamının farklı biçimlerde düzenlenmesine yönelik
görünürde kayıtsız, bugün ise siyasal olarak sorumsuz -hatta bu halkların yıkımının
işbirlikçisi olarak- addedi len bir ilgiden, bir haki miyet, eziyet ve direniş etnografisine
kaymıştır. Kültürel sistematikli k mefhumları hem siyasal hem de entelektüel düşman
olarak görüldükleri zaman darbe alırlar. Kimliklerini talep eden ve daha genel top­
lumun otoriter anlatı larına karşı koyan dışlanmış öznelerin somutlaşmış, deneyime
yakın dünyasına karşıt olarak, insanlarla ve iktidar sahipleriyle bağlantı l ı , yabancı­
laşmış, gayrişahsi yapıların dünyasına atıfla kul lanıldığında bu mefhumların hayat­
ta kalması zordur. ilk durumda, kimliklerini talep eden dışlanmış öznelerin otoriter
anlatılarına karşı koydukları daha genel toplumun tutarlı, sınırlı, bir bütünlük haline
getiri lip özselleştiri lmiş bir sistem olarak gerçekliği sorunsal laştırı lmalıdır. Akademik
ortam böyle bir ruh hali içindeyken Lacancı psikanaliz herhangi bir biçimdeki yapısal
analizden daha iyidir.

Her halükarda, hangi biçimde olursa olsun özneoloji doğmuştur. Önde gelen dergi­
lerin sayfaları, kimlik türünü gösteren bir önekle birbirinden ayrılan her çeşit özne,
öznel lik ve benlikle doludur. Böylelikle, "burjuva özne" "sömürge-sonrası öznellik",
" Kartezyen benlik" ve benzeri teri mlerle karşılaşırız. Ortaya çıkan, kültürel biçimlerin
ve güçlerin hikayelerini soyut kişi likler üzerinden anlatan alegori türünde bir antro­
polojidir. Kurumlar, il işki ler, adetler vs. 'nin yerini burjuva özneler, sömürge dönemi
özneleri , m i l liyetçi özneler, geç kapitalist özneler, modern özneler, postmodern özne­
ler ve sömürge-sonrası Afrikalı öznelerden oluşan yeni bir dramatiö peröonae · alır;
tabii neoliberal devletin kolayca tanınan yaralı öznesini unutmak olmaz; yabancılaş­
mış benl i k, neol iberal benlik, Melanezya benl i.ği , sosyalist benlik ve tüketici benlik de
çıkar karşımıza. Sonra bir de çeşitli öznellikler vardır ve bu tür başka birçok karakter
arasında toplumsal cinsiyete, ırka, küreselleşmeye, melezliğe dayalı, demokratikleşti­
rilmiş ve modernleştirilmiş öznellikler de yer alır. İçinde bu tür yaratıkların bulundu­
ğu antropolojik yeni cesur bir dünya söz konusudur. Ya da garip, eski bir antropolojik
dünya. Arkaik mitoloji lerin insanmerkezci kılıklarda kozmik güçleri temsi l etmesi gibi,
akademik dergi lerimizin sayfalarında da kültürel makrokozmosların ete kemiğe bü­
rünmüş hal leri sahnede çalım satarak yürür, yürür de . . . ne yapar?

Çeviride kaybolup giden kültürel düzenden yoksun olarak hiçbir şey değilse de görü­
nüşe bakılırsa çok da fazla bir şey yapmaz. Tanımı itibarıyla kaygan olan öznell i k kara

Lat. dra ma ti6 per6onae. tiyatro veya sinemada kullanılan, dramatik bir eserdeki başlıca karakter­
lerin yazıl ı oldugu l istedir. -y.h.n.
BGST 1 Dü�ünce Diziai 1 1 55

bir kutunun yanı sıra kara bir delik haline gelir. Public Cu l tu re da yayımlanan bir
'

makalede Sovyetler Birliği 'nin çöküşünün "kaynağı " ve "iç mantığı" olan bel l i bir "geç
sosyal ist özne" hakkında i leri sürülen iddialar gibi zaman zaman şişirilmiş iddialar
söz konusudur (Yurchak 1 997). Ya da "öznenin statüsü ve formülasyonu ile özne ku­
ramının bir demokrasi kuramı açısından içerimleriyle i lgilenen" "ilerici bir toplumsal
kuram" vaatleri gibi vaatler ortaya atılır. Peki bütün bunlar bu şekilde işlevselleştiril­
miş, öznel leştirilmiş ve ontolojik olarak karalanmış tarihsel oluşumları ve hareketleri
nasıl telafi edebil i r? Elimize geçen, disipline edilmiş ve bastırılmış -ama nasıl , hangi
biçimlerde?-, bu nedenle direnen -yine hangi biçimde?- sömürgeleştirilmiş özneler
ya da yabancılaşmış -sizin ve benim gibi mi?- ve tüketen -neyi, ne kadar?- burjuva
özneler veya aynı totolojik cinsin diğer türleridir. Bunun biraz antropolojisini veya ta­
rihini yapabilmek için, bel i rsiz öznel özelliklere tercüme edi l i rken "kaybolan" spesifik
kültürel oluşumlara ve i lişkilere geri dönmemiz gerekir. "Çok sayıda özne konumu"na
başvurulması da sorunu çözmeyecektir. Çoğulluk, ya prensi pte bireyler kadar fazla
sayıda özne konumu bulunduğundan katıksız bireycilik içinde erir veya devasa bir
bal ina veya kolektif kişi yerine bir bal inalar sürüsü, soyut bir kolektif kişiler sürüsü
yaratarak leviathanolojiyi kopya lar. Bu yol lardan biri ya da diğerinde özneoloji, bi­
reyciliğin başladığı antropolojik totolojiyle son bulur: yani , kendi özel amaçlarıymış
gibi mistifiye edilmiş koca bir toplumsal amaçlar krallığının barındığı soyut, ideal bir
özneyle. Bu, eski özcülüğün pazarlık masasına sürülmesiyle birlikte artık her iki hane­
nin de musibetini barındıran bastırılmış bireyin geri dönüşüdür. Çünkü artık mesele
bir özün yüklendiği bireydir, kültürel bütünlüğü kendi varlığında cisimleştiren birey:
örneğin, kişisel özelliklerinin burjuva toplumunun tanımlayıcı özelliklerini ifade ettiği
sıradan, ortalama burjuva özne. Böylece, bugünlerde modaya uygun şekilde kültür­
den esirgenen özcülük sinsice sürünerek mikrokozmos olarak bireye geri döner. Kül­
türde istenmeyen, tek anlamlı, zamandışı, bütünlükler haline getirilmiş kategoriler ve
ilişkiler sistemi ideal bir özneye taşınmıştır.

Böyle giderek küçü len hermenöti k daireler içinde dönüp durarak nasıl bir sonuca
varabiliriz? Marx'ın sözlerini başka türlü söyleyecek olursak, kültüroloji kendisi ile
bireycilik arasındaki antitezin ötesine hiç geçmemiştir ve bireycilik, acı sonları gelip
çatıncaya kadar kültürolojinin meşru olumsuzlaması olarak ona eşlik edecektir.

Sorun, öznelerin, en azından somut öznelerin ya da öznel özelliklerin, hatta paylaşı­


lanların bile toplumların tarihleriyle ilgisiz olması değildir. (Tam tersi yönde örnekler
ekleme fırsatı olacak birazdan.) Sorun, sanki bir tür mimetik !taklide dayalı) örtüşme
içindelermiş gibi, genel toplumsal yapıları öznel özell i klere indirgemek veya tam ter­
sini yapmaktır. Leviathanoloj i ve özneoloji, Paul Ricoeur'ün ikisi arasında "epistemo­
lojik kopuş" dediği şeyi görmezden gelir: Tarihin i lgilendiği toplumsal varlıklar -ulus-
1 56 1 llıulcydldea'tm Ô.ıilr Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

lar. kent devletleri , sınıflar, kabi leler, hükümetler- ile söz konusu halkların öznellik­
leri arasındaki "epistemolojik kopuş" Toplumsalı n bireyselde erimesini, dolayısıyla
ister tek yönl ü isterse karşılıklı olarak birinin diğerini kapsamasını ya da belirlemesini
imkansız kılan, temelde ontolojik nitel ikte çok sayıda kopuştan bahsedilebi lir. Bun­
lardan biri , sembolik özelliklerin oluşturduğu toplumsal ve kül türel fenomenler ile bi­
reysel öznelerin özellikleri arasındaki fenomenal düzenin farklılığıdır. Kutsal kra l l ık,
Demokrat Parti , New York Yankees, paralel ve çapraz kuzenler arasındaki farklı lık,
Protestanl ık, Reformasyon, Atina lmparatorluğu'nun yükselişi ve çöküşü: Nitelikleri
itibarıyla bu kültürel oluşumlar ve dönüşümler, öznelerin özelliklerinden hareketle
tahmin edi lemez. Kültürün bütünüyle veya eşyapılı şeki lde (izomorfik olarak) kendini
öznede kopyalaması anlamında, öznenin betimlenmesi için kültür de elverişli deği l­
dir. Yekpare olsa da kültürel düzen öznelerarası bir a landa işler. Bireylerin bu alan­
da kısmi ve farklılaşmış ilişki leri vardır; bu nedenle de kültürel kategorilerin bulanık
veya kültürel mantıkların bel irsiz olduğu, çünkü insanların bunların birbiriyle çeli şen
ve müzakere edi lebi lir versiyon larına sahip olduğu argümanı i kna edici görünmemek­
tedir. Halihazırda amacımız tarihsel aktörlüğü anlamak olduğu için, standart burjuva
bir öznenin ya da bu türden başka öznelerin, mensubu oldukları sınıflar. ülkeler ya
da etnik gruplar onları nasıl oluşturduysa ondan ibaret olan ve başka da bir şey yap­
mayan öznelerin var olmaması özellikle önemlidir. Bütünlükle ilişkileri, ailevi ya da
başka kurumlarda tikel bir biyografik deneyim dolayımıyla kurulan somut birey, bu
nedenle kültürel evrensel leri bireysel bir formda i fade etmel idir. Bu birey, Alexander
Goldenweiser'ın, A. L. Kroeber'in 1 9 1 7 tarihli "Süperorganik" başlığını taşıyan etki li
makalesine cevaben yazdığı bir denemede belirttiği üzere "öui generiö [nevi şahsına
münhasır) bir tarihsel terkip"tir.

Bu bağlamda, "birey" teriminin spesifik olarak tanımlanması gerekir. Birey,


biyolojik birey deği ldir, genel psikoloj ideki soyut varl ık da deği ldir, az çok ye­
tenekli şu ya da bu birey de değildir, bel irli bir medeniyete katılan ortalama
birey bile deği ldir. Burada bahsedilen birey, biyografik birey olarak tanımla­
nabi lir. Sui generiö tarihsel bir terkiptir. Biyolojik, psikolojik veya medeniyete
dair etkenler onun içeriğini tüketmez. Toplumsal ortamının kültürünü tecrübe
etmiştir, ama sadece bel l i veçhelerini; bu veçheler ona bel l i bir bireysel düzen
içinde ulaşmış, benzersiz bir psişe tarafından alınıp özümsenmiştir. Tarihsel
toplumun somut bireyi budur (Goldenweiser 1 9 1 7: 449).

Goldenweiser'ın, bireylerin farklılaşmış bir toplumsal ortamda, kültürel evrensellere


seçici ve benzersiz bir biçi mde katılmasına i lişkin olarak betimlediği süreç, sonraları
Sartre'ın dolayımlar [mediations) kavramı çerçevesinde sunduğu argümana benzer.
Sartre da benzer bir biçimde kişilerin kültürü, kültürün hakim biçimlerini ve zihniyet-
BGST 1 Dü9ünce Dizi6i 1 1 57

lerini -ulusu, üretim i lişkilerini, sınıf i lişkilerini, Hıristiyanlığı, bilimi, demokrasiyi-, bu


tür genelliklerin kişilerarası i l i şkiler ve tikel tecrübeler, öze l l i kle de aile yaşamı ara­
cılığıyla süzgeçten geçirilmesi sayesinde benzersiz yollarla yaşadığında ısrar etmiştir.
Kültürü spesifik bir biçimde yaşayan bir kişi, hala onun içinde var olurken onun öte­
sine geçmiş gibi kültürü benzersiz bir yolla ifade edecektir (krş. Wagner 1 973). "Kendi
devriyle özetlenen, bu nedenle onun tarafından evrenselleştirilen" insan, "kendini,
kendi tekil liği içinde yeniden üreterek onu devam ettirir" (Sartre 1 98 1 -9 3 , l : ix). Bu
kavrayış, en başta kişilerarası alemin daha geniş toplumsal düzenin hegemonyasına
karşı yapısal direnişi de dahi l , temel bazı açılardan Althusserci çağırma ya da Fou­
caultcu öznel leştirmenin zıddıdır. Sartre'ın Search bor a Method ( 1 968) adlı kitabı.
sanki bunlar toplumun ve tarihin işleyişini açıklayabi lirlermiş gibi, soyut öznelerin ve
onların özselleştirilmiş öznelliklerinin sağlam bir eleştirisidir. "Valery küçük burjuva
bir entelektüeldir" der Sartre, "buna kuşku yok. Ama her küçük burjuva entelektüel bir
Valery deği ldir" ( 1 968: 5 5 - 56).

Her küçük burjuva entelektüel de Gustave Flaubert gibi bel irgin burjuva karşıtl ığı ne­
deniyle burjuva okurlar kazanmamıştır. Burada, edebiyat dünyasından tarih yapan bir
entelektüel karşımıza çıkar. Sartre'ın titiz ayrıntılarla betimlediği üzere, Gustave Flau­
bert devrinin kapsamlı i lişki l eri ve çelişkilerini; örgütlenmesi ve dinamikleriyle bu bü­
yük kolektif güçlere yeni, özgün ve kişisel boyutlar kazandıran bir ai lede yaşamıştır.
Son derece basitleştiriyorum . 1 82 1 'de doğan Flaubert bir anlamda Restorasyon'un,
Temmuz Monarşisi'nin ve yükselen burjuvazi ile krallar, din adamları ve soylu top­
rak sahiplerinin dirilen Eski Rejim'i arasındaki; din adamı karşıtı faydacı liberal ler ile
dindar a�ırılıkçılar arasındaki ; ayrıca materyalizm ile inanç, bilim ile H ıristiyan öğre­
tisi arasındaki çatışmaların çocuğudur. Ama daha yaklaşık bir i fadeyle, kırsa l . köylü
bir altyapıdan -kendi babası bir veterinerdi- orta sınıf statüsüne yükselmiş Rouen'lı
önde gelen bir doktor ve hastane yöneticisi ile '!nne tarafından tanınmış bir yargıç­
lar ve din adamları sülalesiyle bağları nedeniyle soyluluk iddiaları olan bir annenin
hayatta kalan ikinci çocuğudur. Servetini toprağa yatıran, ama bir yandan da sanayi
ve ticaret burjuvazisi içindeki dostlarını ve müşterilerini koruyan Flaubert'in babası
Achil le-Cleophas Flaubert'in de kendine özgü çelişkileri vardır. Oğul larının kaderini
en fazla belirleyen şey, baba Flaubert'in köken itibarıyla köyl ü ve nitelik itibarıyla
feoda l olan despotik bir ataerki l otorite kullanarak, onlara kendi ateşli liberal. pozi­
tivist, materyalist ve din adamları karşıtı görüşlerini aşılaması olmuştur. Gerçi iş din
adamları karşıtlığına gel ince, insan içinde ihtiyatlıdır ve dışarıya karşı Kil ise'yle saygılı
bir ilişki içinde olduğunu gösterir. Sartre'ın Flaubert'in annesinin dindarl ığıyla ilgili
iddiaları tartışma konusu olmuş ve açıkçası çürütülmüştü r 1 4 ; ama anne Flaubert, Eski

14 Sartre'ın Madam Flaubert'in diniyle ilgili konumu, onu eleştirenlerin görünüşe bakılırsa inandıkları
ı 58 i Tiıulcydlde•'tm Ôzilr Dlleymlc 1 Mar6hatl Sahlin6

Rejim' den devraldığı değerler ne olursa olsun, Achil le-Cleophas'ın patria poteötat:ı·
altında, yarı eş yarı kız çocuk olarak onun analitik-akılcı öğreti lerine karşı çıkma­
mıştır. Gustave açısından ağabeyi Achille bütün bunları daha da karmaşık bir hale
getirmiştir. Babasının seçi lmiş vasisi olan Ach i l le -bi l i msel üreme biçimi olarak feoda l
en büyük erkek çocuk statüsü- büyük doktorun kariyerini kendine örnek almıştır; ama
zavallı Gustave onunla rekabet edememiştir. Tam tersine başarılı ağabeyiyle karşılaş­
tırılınca, Sartre'ın iddiasına göre, okumayı öğrenmeye direnmesi de dahil bir çocuk
olarak Gustave'ın belirgin yavaşlığı ve ilgisizliği, onun "ai lenin budalası" olduğundan
kuşkulanı lmasına yol açmıştır.

Sartre bu ailenin dinamiklerini tartışırken, mensuplarını daha büyük yapıların ete


kemiğe bürünmüş basit hal leri -burjuva özneler, feodal özneler vs. - olarak görme­
meye dikkat eder; zira aile mensuplarının her biri, ilgi l i bütün evrenselleri farklı bi­
çimlerde içselleştirmiş ve "bu yapılara kendi kişi l i klerinin bütünlüğünü vermiştir"
Flaubert ailesi, doğrudan toplumsal çatışmanın daha büyük güçlerine tekabül eden
ve onları örnekleyen kişisel yarı lmalarla bölünmüş değildir. "Fransa'yı ve [Gustave'ı)
parçalayan karşıt kuvvetler, Hotel-Dieu'deki [evindeki) insanlarda cisimleşmemiştir"
(Sartre 1 98 1 -93 , 1 : 487). Elbette, babasının yükselmekte olan burjuva bir bilim in­
sanı olması, annesinin ise yavaş yavaş silinen soylu anılara sahip dindar biri olma­
sı, Flaubert' i n başkalarına benzemeyen küçük burjuva bir entelektüel olarak statüsü
açısından kritikti r. Oedipus kompleksi tersine doğru yaşansaydı, Fransız edebiyatı­
nın tarihi farklı olabilirdi. Ama Sartre dinamikleri şöyle betimler: "Flaubert' i anlamak
için onun dönemin temel çelişkileri tarafından şekil l endirildiği asla unutulmamalıdır;
fakat bu şeki l lendirme, bu çelişkilerin ikirciklikler ve ironik dönüşler biçiminde giz­
lendiği belirli bir toplumsal düzeyde -ailede- gerçekleşmiştir" (a.g. e . , 488). Achil le­
Cleophas'ın "liberal ideolojisi"ni oğul larına "kesin bir buyruk" olarak dayatmak için
"egemen otoritesi"ni kullanması ironiktir. i lahi otoritesini ve oğul larının kendisine
olan hayranlığını, Tanrı 'ya karşı hürmet beslemeleri ni engellemek için kullanır. Fakat
bu Hıristiyanlıktan arındırma Gustave üzerinde etkili olamaz, nedeni tam da bu yakla­
şımın ağabeyi üzerinde çok başarı lı olmasıdır. Achille'le rekabet edemeyen Gustave,
babasıyla özdeşl i k kuramaz ve ömrü boyunca da (babası adına) görünürde reddettiği
bir Tanrı hakkında ikircikli kalır. Ama bir yandan da babanın dünyasını reddederek
hayali bir dünyayı benimser ve okurlarıyla sohbet edip suç ortaklığına giren başka
birçok yazarın tersine, bu hayali dünyada "evrende her yerde var olan, ama hiçbir

gibi bana (ne Sartre ne de Madam Flaubert açısından) dogmatik görünmüyor. "Madam Flaubert'in
dini Kilisesizdi, Tanrı'sı yükümlülükler veya yaptırımlardan yoksundu, sadece onu haklı çıkarmak,
kocasının zar zor gösterdi!li bir şefkatle onu sarmak için kendini gösteriyordu" vs. ( 1 98 1 -93, 1 :
493).
Lat. Roma hukuku ve gelenekleri ailenin en yaşlı erkek bireyini, geniş ailesinin bireyleri üzerinde
çeşitli yetkilerle donatır. Patria pote6ta6. bu çerçevede "babanın iktidarı" anlamına gelir. -y.h.n.
BGST 1 Dü�ünce Diıi6i 1 1 59

yerde görülmeyen Tanrı gibi" olmayı amaçladığını söyler. 1 5 Estetik açıdan bakıldığın­
da, keskin burjuva karşıtı hislerle ve insanlığa karşı genel bir horgörüyle tamamlanıp
ayakta tutulan katıksız bir kendi için yazma, sanat için sanattır bu. Flaubert, "Aksiyom:
Burjuvadan nefret erdemin başlangıcıdır" diye yazmıştı George Sand'e. "Ama bana
göre 'burjuva' terimi, frak giyen burjuvanın yanı sıra iş önlüğü giyen burjuvayı da
kapsar" (Steegmuller 1 9 5 3 : 2 1 1 ) .

Flaubert öyle basit bir burjuva entelektüeli değildi ve hiç kuşku yok ki Madame
Bovary de yeni bir idealizm türüydü; burjuvazi "idealizm i " gerçekçilik sanmış ve
Flaubert'in kamu ahlakını yozlaştırdığı suçlamasıyla hüküm giymesine yol açmasına
rağmen (ya da bu nedenle) çabucak tutmuştu. Sartre Madam Bovary'nin bu kadar
popüler olmasının kişisel ve kolektif kronotiplerin ("programlama") tesadüfi biçimde
birleşmesinin sonucu olduğunu düşünür; öyle ki bu birleşme yazarın burjuva karşıtı
tutumlarını, 1 848 olaylarında işçi sınıfına ihanet edildiği için hissedi len, dik bir pro­
leter bakışın her zaman uyand ırabi leceği burjuva suçlul uğuyla buluşturmuştur. Belki
de öyledir, ama burjuva karşıtı burjuva yazarların eserlerin i n burjuva kamuoyunun
belli bir kesimine hitap etmesi , son iki yüz yıl içinde Hıristiyan kapitalizmin yüksek
kültürü dönemi boyunca tekrarlanan bir fenomendir. H ıristiyan kapitalizm: İ l k gü­
nahın -Tanrı 'ya karşı gelerek insanın bedensel olarak keyfine bakmasının- bir yaşam
biçimi haline getirilmesini içeren, tanımı itibarıyla bir çelişki. Daha geniş toplumun
ekonomisine ve hislerine kritik açılardan karşı olan bir ai ledeki "burjuva özne"nin ikili
varoluşunu da unutmamak gerekir.

AKTÖRLÜK YAPILARI

Şimdi bireysel tarihsel aktörlüğe odaklanarak, tarihin onu yetki lendiren bazı yapıla­
rını inceleyelim. 1 6 Zira bireylerin tarihsel bir etkisinin olabileceği kabul edildiğinde,
Raymond Aron'un bize hatırlattığı gibi, bunu yap � cak bir konumda olmaları gerekir;
"konum". kurumsal veya konjonktüre! nitelikteki ya da her iki koşulu birden taşıyan
bir ilişkiler dizisi anlamına gelir. Kültürel düzen ve bireysel aktörlük arasındaki kapa-

15 "Gustave on üç-on dört yaşlarında edebiyatı, kendisini hayali olarak Tanrı'nın eşiti kılacak
yaratım karşıtı bir girişimde kullanabileceğini ve yazma müessesesinin sonunda orıa varlığını
kazandıracağını; inşa sürecinde kendisini inşa edebileceğini anlayınca edebiyata sarıldı" (Sartre
1 98 1 -9, 2: 3 04).
16 Şimdiki bireysel eylem bağlamında kullanıldığı biçimiyle aktörlük hakkında bir uyarı. Bu terimle
sosyal toplulukların tarihini etkileyen müdahaleleri, dolayısıyla özellikle "tarihsel aktörlüğü" i fade
ediyorum. 'Aktörlüğün" topluluğun ya da çevrenin sorumluluğuna karşı kişinin eylemlerinin kişisel
sorumluluğunu üstlenmesi anlamına geldiği yönünde veya buna karşı bir savunuda bulunmuyorum.
Her halükarda aktörlük bu anlamıyla burada söz konusu değildir; tarih yapan kişilerin bireysel­
liklerini belirleyen karmaşık biyografik bel irleyici etkenlerin, kişinin yol açtığı sosyal etkilere izin
veren veya onları gerçek kılan daha kapsamlı konjonktür yapılarıyla bel irlenmediğini savunuyo­
rum.
1 60 l lhukydtdea'tm Ô%ilr Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

tılamaz boşl ukla ilgili kabul gören bazı fikirlerin de üstesinden gelmemiz gerekir -ki
bu fikirler bugün en son ortaya çıkan özneoloj i ler ve leviathanoloj ilerle güçlenmiştir.
Bunun yanı sıra, bunların bir sonucu olan sosyolojik ile psikolojik, nesnel i le öznel ,
toplumsal yasaya uygun ile zorunsuz, genel ile özel v s . birçok antitezi d e aşmamız
gerekir. i nsan varoluşunun birbiriyle tezat teşkil eden bu yönleri birbirine indirgene­
mez; tarihçi lerin ve sosyal bilimcilerin, ne yapıların ne de kişilerin belirleyici olduğu­
nu savunmaya sıklıkla heveslenmesinin bir nedeni de budur. Fakat bütün bu Manici
yaklaşımların görmezden geldiği şey, kişi lerin kolekti fleri temsil etmek üzere nasıl
yetki lendiri lebildiğidir: Kişiler, elbette kendi bireyselliklerini kaybetmeden kolektif­
lerin somut bir örneğini oluşturmak ya da onları kendilerinde kişileştirmek, hatta kimi
zaman var etmek üzere nasıl yetkilendiri lirler? Başka bir deyişle, tarihin, tarih yapıcı­
ları nasıl oluşturduğu yeterince değerlendirilmez. Burada iki tür aktörlük yapısından
bahsediyorum, yine birbirinin karşıtı aktörlük tiplerinden: Perikles, Napolyon ya da
Fiji Adaları krallarının oluşturduğu gibi ö i 6 tem i k a ktörl ü k ile Bobby Thomson ya da
Scalia, Harris ve arkadaşlarının oluşturduğu gibi konjonktüre! aktörl ük.

Şu ya da bu gerekçeyle Napolyon, tarihsel aktörlüğe il işkin tartışmalarda Bobby


Thomson'dan daha popüler bir örnek olmuştur. Bu tartışmanın bir bölümünün, özellik­
le yine Kont Tolstoy ile ] . P. Sartre tarafından yapılan tartışmanın, büyük adamın veya
benim sistemik aktörlük dediğim konumun kurumsal olarak yetki lendiri lmesi açısından
önemli olduğu kanısındayım. Tolstoy'un Sava� ve Ba rı� · ın önsözündeki ( 1 962), aşa­
ğıdan tarihle i lgili meşhur argümanlarını kastetmiyorum. Bu popülist tezin karmaşık
bir biçimde serimlenmesi sırasında Tolstoy, lider ile kitleler arasındaki kutuplaşmaya
üçüncü bir koşul ekler. Lider ile kitleler arasındaki ilişkiden, dolayısıyla kurumsal ya da
yapısal yetki lendirme biçimlerinden, bireysel veya kitlesel olsun nitelik itibarıyla ta­
rihsel kişilerden farklı olan fenomenlerden bahseder. Tolstoy, Napolyon'un Fransa'nın
bütün gücüne ve kaderine nasıl hükmedebildiği üzerine kafa yormaya başladığında,
tertium quid' önem kazanır. Napolyon altı yüz bin kişi lik bir ordu toplayıp onları sa­
vaşa gönderebilecek güce sahipti; ama bu güç neydi ve nereden kaynaklanmıştı diye
sorar Tolstoy. (Parantez içinde, bu gücün Rusya işgalinin başarısız olmasıyla fena halde
çuvallama olasıl ığı içerdiğini de belirtelim; hani belki de dünya tarihsel bir kişilik olan
Napolyon'un gerçekten Aklın Kurnazlığı'na bir örnek teşkil ettiğine inanmaya heves
edenler olur diye. Aktörlüğün, kendine özgü bir ifadesi olduğu kültürel bir düzen ta­
rafından oluşturulduğunu düşünmenin değerli yönlerinden biri de, bir trajediye dö­
nüşen tarihi böylelikle anlayabilecek ve her zaman olası dünyaların en iyisini veya en
rasyonelini arayan -kültürel materyalizmden tutun yapısal-işlevselciliğe, kültürel eko­
lojiye, rasyonel seçim kuramına ve uluslararası ilişkilerde gerçekçiliğe varıncaya dek-

Lat. tertium quid, iki bilinen unsurla birleşmiş halde bulunan, tanımlanmamış üçüncü bir unsur
anlamına gel ir. Doğrudan anlamı "üçüncü bir şey"dir. -y. h.n.
BGST [ Dü�ünce Dizi6i [ 161

panglossçu· antropolojileri bu şekilde unutabilecek olmamızdır.) Tolstoy, ister iyilik is­


ter kötülük için kullanılmış olsun, Napolyon'un gücünün kişisel olmadığını savunuyor­
du; bu güç onun fiziksel ya da ahlaki varlığından kaynaklanmıyordu. Elbette Tolstoy,
birçok emrin amaçlandığı gibi gerçekleştirilmediği askeri bir durumla uğraşırken, bir
şeyleri meydana getirme gücünün görünürde onu kul lanan kişinin dışında yer aldığına
iki misli inanabilirdi. Güç daha ziyade, "ona sahip olan kişinin, kitlelerle arasındaki
ilişkilerdeydi" (Tolstoy 1 962: 1 1 1 0). O halde, güç nedir? "Komuta eden kişinin, komuta
ettikleriyle ilişkisi tam da güç denilen şeydir" (a.g.e., 1 1 1 8). Ama komuta edenlerin
komuta edi lenlerle ili�kilerinden bahsettiğimizde kültürel düzen alanına girmiş oluruz.
Buradan hareketle kumandan anlatılarını, sistemik yetki lendirme i lişkilerinin teşvik et­
tiği söylenebilir: Bu da, toplumun daha kapsamlı örgütlenmesi nin belirli otorite kişil ik­
lerine yapısal olarak aktarılması yoluyla olur.

Sartre, mantıken kesinlikle bunu izleyen evrensel ve teki l diyalektiğini vurgulayarak bu


argümanı tamamlar: kişilerin kendilerine özel biçimlerde yaşadıkları kül türel düzenler­
den güç almaları ve tarihsel etkide bulunmaları. Napolyon'dan başka birinin iktidara
gelmesi halinde de devrimci sonucun aynı olacağını söyleyen Plehanov'dan alıntı yapan
Sartre, bu paragrafın kendisini her zaman güldürdüğünü söyler. Sartre'a göre aradaki
tek fark, kanlı Napolyon savaşları, devrimci ideolojinin Avrupa'nın geri kalanı üzerinde­
ki etkisi, Fransa'nın müttefiklerce işgali, toprak sahiplerinin geri dönüşü, Restorasyon
dönemindeki ekonomik gerileme, Beyaz Terör, (babası imparatorluğun generallerinden
biri olan) Victor Hugo et det. chot.eö comme ça [ve bunun gibi ufak tefek şeyleri olurdu.
Sartre bütün bunları, yapı ve aktörlüğün diyalektiğiyle ilgili çok değerli bir paragrafta bir
nraya getirir; bu paragraf benim için meseleyle ilgili olarak büyük önem taşır:

1 . 1 her bir durumda bireyin tarihsel olaydaki rolünü düşünmeye koyu lmalı­
..

yız. Çünkü bu rol ebediyyen bel irlenmemiştir: Bu rolü her durumda belirle­
yen şey, söz konusu toplulukların yapısıdır. Bu yolla zorunsuzluğu tümüyle
ortadan kaldırmaksızın, ona sınırlarını ve rasyonelliğini yeniden kazandırmış
oluruz. Grup, meydana getirdiği ve buna karşı lık onu meydana getiren bireyle­
re kendi gücünü ve etkinliğini verir; bireyin indirgenemez özelliği evrensel liği
yaşamanın bir biçimi olmasıdır. [ . . . ] Ya da daha doğrusu bu evrensel lik, başına
geçirmiş olduğu önderlerin yüzünü, vücudunu ve sesini alır; böylelikle olayın
kendisi, kolektif bir aygıt olmasına karşın az ya da çok bireysel işaretler taşır.
Çatışma koşulları ve topluluğun yapıları bireylerin kişi leştirilmesine izin ver­
diği ölçüde, kişiler söz konusu olayda yansımasını bulabi lir (Sartre 1 968: 1 3 0).

Aşırı ve komiklik derecesinde iyimser olan bakış açısı. Sözcük. Voltaire'in hicivsel eseri Candide'te­
ki yaşlı ve bilgiç Dr. Pangloss'tan türemiştir. Dr. Pangloss o kadar safça iyimserdir ki büyük acılara
ve eziyetlere katlandıktan sonra bile bu tutumunu korur. -y.h.n.
1 62 1 Thukydldea'ten Ôzllr DUeyerek 1 Mar6hall Sahlin6

O halde bize şu soru kalıyor: Topluluklar ve mücadelelerinin kendi lerini bireylerde kişi­
leştirmesinin -açık ki hem kültürel hem tarihsel olarak değişkenlik gösteren- ölçüsünü
bel irleyen şey nedir? Makrokozmosun mikrokozmosa bu yapısal aktarımları konusun­
da, belirli insanların kolektivitelerin tarihlerini yapmak üzere nasıl yetkilendirildiği
konusunda daha genel bir şey söyleyebilir miyiz? Bir şey söyleyebilme imkanımız, Na­
polyon Bonaparte'ı Bobby Thomson ya da Katherine Harris ile yan yana getirme çılgın­
lığının sırrıdır. Söz konusu kişiler, aktörlüğün yapılanmasının birbirine zıt biçimleridir.
Thomson konjonktüre( aktörlüğe iyi bir örnektir, Bonaparte ise sistemik aktörlüğe.

Bobby Thomson, belirli bir tarihsel konjonktürdeki ilişkiler sayesinde oynadığı kahra­
manca rol nedeniyle, bazı koşulların bir araya gelmesiyle seçilmişti. Napolyon'un tarih­
sel güçleri , kalıcı bir kurumsal düzende işgal ettiği mevkiden ileri geliyordu. Thomson
açısından, tarihi belirlemesini mümkün kılan şey durumun ta kendisiydi. Durum onu
önemli bir fark yaratabileceği bir konuma sokmuş ve yarattığı farkın önemini oluştur­
muştu. Zorunsuzluğun rasyonell iği böyleydi. Ama Napolyon'un teki lliği, tarihsel olarak,
tam da onun iradesini aktarmak ve uygulamak üzere hiyerarşik olarak örgütlenmiş ko­
lektif oluşumlarda -Fransa, ordu- sahip olduğu üstün konumdan güç almıştır. Doğru,
kurumsal konumlar Bobby Thomson örneğinde de bir rol oynamıştır; bunlar, konjonk­
türe! aktörlüğe her zaman dahil olarak yerelleşmiş ilişkilerdir. Koca bir sezonun sonucu­
nun o anda Thomson'ın omuzlarına yüklenmesini mümkün kılan şey, oyunun kuralları
ve onun vuruş düzenindeki yeriydi . Ama şampiyonluğu belirleme gücü, Thomson'ın sı­
ralamadaki yerinin özelliğinden kaynaklanmıyordu; tıpkı Florida Eyalet Sekreteri mev­
kiinde olmasının, Katherine Harris'in ABD başkanının kim olacağına karar vermesini
özel olarak belirlememesi gibi. Bobby Thomson'ın aktörlüğü, belli koşullar altında ey­
leminin maharetine dayanıyordu. Iska geçmiş olsaydı, tarihte bir dipnot bile olamazdı
(sonraki vurucu bir sayı turu yapmadığı sürece; zira bu durumda Thomson oyun dışına
çıkarılacak ikinci oyuncu olacaktı). Oysa Napolyon'un kurumsal konumundan güç alan
eylemleri, hangi stratejik kararı almış olursa olsun hayati önemde olurdu: Rusya'yı işgal
etmiş olsa da olmasa da, tarihin akışını bu şekilde etki lemiş olurdu. Aslına bakılırsa
Bobby Thomson'ın kahramanca eylemini kahramanca yapan böyle bir durumsa; Napol­
yon da kolektif kuvvetlerin belirli bir ilişkisini oluşturduğu ve -planları ve emirleri ters
gitmiş olsa bile- sonuçtan sorumlu olduğu ölçüde, durumu yaratmıştı.

Belirli bir kurumda kendine yer bulan, Napolyon'unkine benzer bir tarihe yön verme
yetkisi, söz konusu kişi o mevkide bulunduğu sürece devam eder. Oysa Bobby Thomson
sadece anlık bir kahramandı; şeylerin geniş çaplı düzeninde sıradan bir yere sahipken
bir anlığına parlamış, güneşin altındaki vuruşunun ardından nispeten yine karanlığa gö­
mülüp unutulmuştu. (Aslına bakı lırsa, tamamen karanlığa gömülmüştü, zira bundan kısa
bir süre sonra Chicago Cubs takımına gönderilmişti.) Thomson'ın tarihsel varlığı kon-
BGST j Dü9ünce Dizi6i j 1 63

jonktürel olduğu kadar gelip geçiciydi de: Gelip geçiciydi, çünkü sadece konjonktüreldi.
Doğru, yaptıkları nedeniyle uzun süre hatırlanacaktı. Toplumöal hatızada, bu tür bir
kerelik kahramanlar kendilerine ayrılan on beş dakikadan daha uzun bir süre boyunca
şöhret sahibi olabilirler; on beş dakikalık ölümsüzlük gibi bir şeydir bu. Özellikle mucit­
ler, yaptıkları şeyin, dolayısıyla konumlarının, icatlarının yarattığı toplumsal sonuçlarla
doğru orantılı olarak zamanla önem kazanmasıyla "poöt-bactum olay"* denilebilecek
şeyden yararlanabil ir. Wright kardeşlerin Kitty Hawk'taki deneyleri ya da Alexander
Graham Bell'in ilk telefon konuşması o dönemde pek dikkat çekmemiş olabilir; ama ha­
vacılığın ve telefona dayalı iletişimin gelişimiyle orantılı olarak uzunca bir süre boyun­
ca hatırlanmışlardır. Oysa Bobby Thomson'ın on beş dakikasının ölümsüzlüğü sadece,
genellikle olayla ilgisi olmayan bir gerekçeyle, örneğin ülke beyzbol nostaljisinin veya
l 950'lere duyulan bir özlemin etkisi altına girdiğinde hatıraların yeniden canlanmasıyla
ortaya çıkar. 200 l 'de, Thomson'ın vuruşunun dünyanın dört bir yanında duyulmasının
50. yıldönümünde böyle olmuş, gazetelerde bir dizi haber ve HBO'da bir saatlik özel bir
program yayımlanmıştır. Wal l Street jou m al 'da, Giants'ın Polo Grounds'taki maçlarda
rakiplerinin atışın nasıl olacağına dair işaretlerini, dönüm noktası final maçına dek ve bu
maç da dahil çalmayı başardığını ileri süren bir haber üzerine yeni bir tartışma bile patlak
vermiştir. New York Ti me6 'ta yayımlanan bir makale istatistiksel bir argüman ileri süre­
rek bu iddiaya karşı çıkmış, böyle bile olsa, bu durumun Giants'a özel bir yarar sağlama­
dığını, zira bu kritik dönemde deplasmanda oynadıkları maçlardaki sicillerinin kendi sa­
halarındaki sicillerinden daha iyi olduğunu ileri sürmüştür. Thomson'ın sayı turu yapma­
sından bir gün önce, Giants'ın Polo Grounds'ta 1 0-0'lık bir yenilgi aldığı da eklenmiştir.
işaret çalma iddialarıyla bağlantılı olarak kendisiyle röportaj yapılan Bobby Thomson bu
iddiaları reddetmiştir, ama bazıları bunu inandırıcı bulmamıştır. Uzun zamandır Bobby
Thomson'ın dostu olan, muhteşem sayının eş-yı ldızı ve imzalı beyzbol hatıra eşyaları sa­
tış ortaklarından Ralph Branca'nın "Thomson'ın yine de vurması gerekiyordu" şeklindeki
sözlerine de yer veri lmiştir. Fakat bu tür toplumsal 'hatıra meseleleri bir tarafa, konjonk­
türe! kahraman, kurumsal olarak tarihe hükmeden kahramanların tersine, tarihsel anı
geçer geçmez kamuoyunun görüş alanından hızla kaybolur. Ancak zaman zaman "insani
ilgi" türüne giren bir hikayede yeniden ortaya çıkar: "Monica Lewinsky nerede? Ne yapı­
yor şimdi?" (Bu nedenle de kimin umurunda?)

TARiHi YAPMAK: FiJi ADALARl'NIN KUTSAL KRALLARI

Öte yandan, 1 9. yüzyıl Fiji 'sinde kutsal kral ların her sabah nerede olduğunu herkes
bi lird i , çünkü kral her sabah başlıca tapınakta tanrının rolünü oynayarak ulvi bir bi­
çimde toplumu yeniden yaratır, böylece halkın varoluşunu mümkün kılardı. Bu nok­
tada, toplumsal kaderi hem sistemik hem konjonktüre( aktörlük yoluyla kilit bireyle-

Olaydan sonra, olay sonrasında.


1 64 l Tiıukydldea'ten Ô.ziir Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

rin eline vermenin içerdiği kapsamlı kültürel işi, Fij i ' n i n tanrı-krallarını i l kine örnek,
Elian Gonzalez destanını ise ikinciye örnek olarak ele alıp tartışmak istiyorum.

Fiji'nin kutsal kra lları birçok bakımdan yönettikleri ülkelerin mümkün olmasının yapı­
sal koşullarını oluşturuyordu. Varlıkları ve eylemleriyle krallığın kolektif varoluşunu,
onun maddileşmiş varlığını ve bütünlüklü eylemini yaratıyorlardı. Kral olmazsa, siyasal
sistem parçalanıp birbiriyle ilgisiz parçalara, Fijililerin dediği üzere onu meydana ge­
tiren "farklı halklarına" (dui ka ikai) ayrılma yönünde belirgin bir eğilim gösteriyordu.
Bu halklar, etnografik literatürde genellikle "klanlar" (mataqali) ya da "soy grupları"
(ya vuw) diye anılan, ama konuşma dilinde " falanca filanca halklar" (Ka i • özel isim)
diye adlandırılan yerel birkaç ata grubuydu. Bau ve Rewa'ya ilişkin önceki tartışmalar­
da gördüğümüz gibi, kökenleri birbirinden farklı olan bu klanların statüleri farklıydı
ve klanlar gördükleri işlev bakımından uzmanlaşmışlardı. Çeşitli türlerde şefler ya da
rahipler, haberciler, balıkçılar, çiftçiler, marangozlar, denizciler veya savaşçılardı. iş­
levler arasındaki farkl ılıklar, ekonomik emek açısından katı bir işbölümünü yansıtmı­
yordu, zira grupların çoğu çiftçilik yapıyor veya başka şeki lde geçimlerini sağl ıyordu;
söz konusu farklıl ıklar daha ziyade birkaç klanın krala sunduğu diyakritik hizmetleri
temsil ediyordu. Aslına bakı lırsa, krallığın "farklı halkları"nın gündelik varoluşlarında
birbirleriyle genel likle pek ilgileri yokmuş gibi görünüyordu. Geleneksel Fiji şehirleri­
nin hendeğine doğru giden birkaç (genellikle dört) yan yol farklı klanları kendi toprak­
larına ve (bilgi veren modernlere göre) yıkanma havuzlarına bağlıyordu ve yerleşim
alanları, en azından şeflerin yaşadığı yerler çitlerle çevrilmişti. Bu nedenle herhangi
biri, bağlantılı olmadığı bir halkın köyünün çevresine rahatça ya da kolayca gitmez­
di. 1 7 Gerçekte krall ığın bir ile birçok arasında, bir oluşum olarak matanitü (krallık) ile
kendi işlerine bakan farklı halklar arasında değişen, iki yönlü yapısal bir biçimi vardı.
Fiji sisteminin başlıca niteliği , Durkheimcı organik dayanışma yerine farkl ı grupların
birbiriyle il işkilerinin kutsal krala ortaklaşa tabi olmalarından kaynaklandığı hiyerarşik
bir dayanışmayd ı . O halde kralın yaptığı şey tarihi meydana getiriyorsa, bunun nedeni
varl ığının veya iradesinin tezahürünün edimsel olarak krall ığı meydana getirmesiydi.
Bu nedenle, benzer şeki lde kralın yokluğu ya da ölümüyle de tarih meydana getirilebi­
liyordu, zira o olmaksızın şeyler parçalarına ayrı lıyordu (M. Sahlins, 1 985).

Dolayısıyla toplumu meydana getiren ve bozan kra l . kutsa l l ığın insan biçimindeki,
gözle görülür biçimiydi. Misyoner Muhterem John Hunt günlüğüne "görünüşe bakı-

17 Mary Wallis'in gözlemine göre ( 1 85 1 : 2 1 1 ). bu yalıtım özel likle şef ailesinden erkekler için ge­
çerliydi; doguştan gelen klan baglılıkları nedeniyle karışık bir şekilde ikamet eden kadınlar daha
içli dışlıydı. Kadınlar genellikle gruplar halinde görülseler de "şefler kendi aralarında gruplar oluş­
turmazdı. Ratu Cakobau'nun bir yeri babasıyla birlikte ziyaret ettiğini ya da üst düzey şefleri bir·
birlerinin yanında göremezdik" Elbette erkekler tapınaklardaki ritüellerde ve kava çemberlerinde
birbirleriyle il işki kuruyordu.
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 1 65

lırsa Tanrı 'ya sunuda bulunmalarıyla şefe bir hediye sunmaları arasında fazlaca bir
fark yok" diye not düşmüştü. " Hıristiyanların insanlara yaklaşım i le Tanrı'ya yaklaşım
arasında gözettiği büyük ve haklı farklılık öyle görünüyor ki bu halk tarafından bi­
linmiyor" (Hunt }: 1 Eylül 1 840; karşılaştırın Hocart 1 9 1 2 : 447). i nsan biçiminde bir
tanrıya tapan Hıristiyanların "bu büyük ve haklı farklı l ı k" hakkında bu kadar gürültü
koparması biraz paradoksa ldır, ama Mr. Hunt'ın gözlemi tümüyle yersiz de değildir.
Doğu Fiji'deki büyük toprakların (Bau, Rewa, Verata, Cakaudrove, Macuata ve diğer­
leri dahil) kralları aslına bakı lırsa kalou tamata'ydı, yani "insan-tanrılar"dı. "Büyük
şefler kimi zaman 'ben bir tanrıyım' der, buna inanırlar da" (Waterhouse 1 866: 402).
Ya da Fijili birçok tanık arasından seçtiğimiz birinin sözleriyle: "Şefler: Onlar Fiji'nin
tanrılarıdır" (Rabuku 1 9 1 1 : 1 56). Fijililer genellikle tapınaklarında dini imgeler bu­
lundurmaz, ülkenin tanrılarının başlıca tapınaklarına ise nadiren dini imgeler konur.
Mr. Hunt "sahte tanrılara tapıyor olsalar da putları yok" diyordu (}: 28 Ekim 1 843).
Başlıca tapınaklara daha ziyade, tanrıların zaman zaman etkisi altına aldığı rahipler
ile ülkenin büyük, görünmez tanrılarının ete kemiğe bürünmüş kalıcı hal leri olan Roko
Tui Bau gibi kutsal krallar yerleştiril iyordu.

Fiji'nin kutsal kralı ikiz bir varlıktı ya da Kantorowicz'in The King 'ö Two Bodie6 ( 1 957)
adl ı kitabında Ortaçağ Avrupa'sını betimlediği türde iki varl ıklı bir kişiydi. Doğadan ge­
len insani biçimi kutsama yoluyla kutsal bir biçimi temsil ediyordu; bu kutsama Fiji 'de
görkemli kral olma törenleriyle gerçekleştiriliyordu (Hocart 1 969). Bu durum, kralın
kendisinin, kendi ölümlü bedeninde tanrı olduğu anlamına gel mez. Hocart'ın söyle­
diği üzere "bu, monarşistlerin zaman zaman ileri sürdüğü bir iddiadır, ama şaşmaz
biçimde monarşinin çöküşünden önce gelen otokrasi sarhoşluğuyla ileri sürdükleri
bir iddiadır: Bir çöküş semptomudur" ( 1 93 3 : 244-45). Tanrı 'nın varlığı kralda vücut
bulmasıyla nasıl tükenmiyorsa, kral da kutsallığı barındırmasına rağmen bu nedenle
insanlığını, bireyselliğini veya ölümlülüğünü kaybetmez. Hocart hükümdarın "tanrının
locum tenenö"i' olduğunu söyler (a.g.e.). Fijililer kimi zaman hükümdarın tanrının
"halefi" (i 606omi) olduğunu söyler; bu da kralın insanlar arasından tanrının yerini
aldığı anlamına gelir (Rokowaqa 1 926: 3 1 ) Tanrılar, tapınak ritüel lerinde içlerine gir­
.

dikleri (curumi koya) rahiplerin yanı sıra, bazı hayvanlarda ya da insan olmayan baş­
ka varl ıklarda da "vücut bulabilir" (vakatolo); bu durumda rahipler "tanrılar" (kalou)
olarak görülür veya anılır. Dolayısıyla, kralın tanrı lığının herhangi bir ritüel ilkesine
benzediği söylenebilir. Fakat bu durumda, kral ı ritüel sırasında tanrının taşıyıcısı ola­
bi lecek başka bir kişiden ayıran şey "onun bütün ömrünün bir ritüelin seyri" olmasıdır
(Hocart 1 93 3 : 245). Doğumundaki törenlerden ölümündeki törenlere dek ve gündelik
hayatında kralın bütün faaliyetleri ve bu sırada kullanılan nesneler kişiliğinin ikiliği-

Lat. bir başkasının görevini geçici olarak yerine getiren kimse. -y. h.n.
ı 66 1 Thukydldea'ten lı%11r DUeyenk 1 Mar6hall Sahtin6

ni ortaya koyar. Cakaudrove adamının Hocart'a, savaş ayinlerinde olduğu gibi geçici
olarak rahiplerin içine girdiklerinde sadece kimi zaman tezahür eden ruhlar ile krallar
arasındaki tezatlardan bahsederken dikkat çektiği nokta budur:

Bir Fijili bana "eski devirlerde tanrımız şefti" dedi. Resif Lordu'nun [Tui Cakau,
Cakaudrove'nin kutsal kralı] tebaasından biri "sadece şefe inanılırdı [vakabau]"
dedi; "şef, insan biçimli bir tanrı yoluyla tanrıydı lkalou tamatal. Ruhlar [tevoro]
sadece savaşta yararlıydı; başka şeylerde bir yararları yoktu" (Hocart 1 952: 93).

Aslına bakı lırsa kral her günün başlangıcında ülkenin şeflerinin sunduğu kutsal kavayı
içtiğinde bu kavanın sunulduğu tanrıların halefi olmakla kalmaz, insani toplumsal ha­
yatı kurumsal laştırmak gibi kutsal bir işlevi de gerçekleştirirdi. i nsan toplumunu oluş­
turarak kutsal gücün (mana) dünyevi bir vizyonunu ortaya koyardı. Elbette burada
diyarşinin birinci kralından bahsediyorum: Savaş kralının (Vunivalu) fii len yönettiği
Bau'da bile, kutsal kral (Roko Tui Bau) başlıca tapınakta kava sunularını kabul eder­
di. 18 Doğu Fiji 'deki diğer büyük krall ıkların (Verata, Rewa, Macuata ve Cakaudrove
gibi) önde gelenleri de böyle yapar ve açık ki (Tokatoka, Nakelo ve Waimaro siyasi sis­
temleri gibi) önde gelen birçok ülkede de böyle yapı l ırdı . 1 9 Bu yerlerde, kral gündoğu­
munda ülkenin başlıca tapınağında kava sunusunu kabul edinceye dek insanların bü­
tün faaliyetleri tamamen dururdu. G ündoğumunda tel lalın (ya da bazı yerlerde rahi­
bin) çağrısıyla kralın şehrinde uygulanan topyekun sessizlik ve hareketsizlik, tanrının
varl ığının -insanların varoluşunu mümkün kılmak için- insanların varoluşunu aştığı
anı (zamandışıl ığı) bel irtirdi. Prensip olarak konuşmaya ya da çocukların ağlamasına,
köpeklerin havlamasına veya horozların ötmesine izin yoktu. Hiçbir iş görülemezdi .
Karada y a da denizde y o l almak yasaktı. Tapınakta toplanan tellal lar, rahipler v e klan
şefleri törensel kavayı hazırlayıp tanrılara ve kraliyet soyundan atalarına sunar, re­
fah ve zafer için dua ederlerdi. ilk Amerikalı tüccarlardan Warren Osborn duayı "iyi
bir tatl ı patates mevsimi geçirsinler, düşmanları ölsün, sahi llerini birçok gemi ziyaret
etsin, birçoğu karaya otursun ki Beyazların mülklerini alabilsinler gibi iyi niyetl i daha
birçok dilekte bulunarak ruhlardan lütufta bulunmalarını istedikleri uzun bir hikaye"
olarak betimler (Osborn }: 25 Mart 1 83 5). Kutsal kava daha sonra krala sunulurdu.
Kral hemen içerdi (yani adak hemen kabul edilirdi), başkentte bir çığlık yankı lanırdı

18 Bau"nun başlıca tapınagı Navatanitawake"de ilk kap kava Roko Tui Bau'nun ayrıcalıgıydı; şehirdeki
evlerdeyse bu şeref Vunivalu"ya aitti (Hocart fN: Bau; krş. Capell 1 97 3 : 240 ltiiD. Bu baglamda
büyük adamın evinin, Naulunivuaku'nun, tapınaktan daha seküler olduguna, savaşçı kralın bu­
rada yaşadıgına inanıyorum; tıpkı savaşçı kralın unvanlarından biri olan "Tui Levuka"nın, bu evin
başlangıçta ilişkilendirildigi "yerli" halkı (Levuka) ifade etmesi gibi.
19 Çeşitli ülkelerde kralın günlük kavasıyla ilgili başlıca kaynaklar arasında şunlar yer alır: Williams
ve Calvert ( 1 859: 1 1 1 - 1 5), Lyth (TFR: 1 3), Williams ( 1 93 1 , 2: 3 1 9, 322; MN, cilt 1 ), Sinclair (}: 1 5
Agustos 1 840). jaggar (SC/Y). Toganivalu (TkB). Lester ( 1 94 1 -42). Hocart (fN: 3 1 0). Hale ( 1 846: 69).
Diapea ( 1 928: 93). Komaitai'nin ifadesi (CSO/MP 5947/ 1 7), Mac-Gillvray (}: 1 2 Ekim 1 854).
BGST 1 Dü9ünce Diıiöi 1 1 67

ve herkesin tekrarlayıp güçlendirdiği bu çığlık normal faaliyetlere devam edilebile­


ceği anlamına gel irdi . 20 Tapınakta birkaç klanın şeflerine de rütbelerine göre kava
sunulurdu ve böylece toplum hiyerarşisi ve çeşitliliğiyle yeniden üretil irdi . i nsanlar
işe giderlerken, kral ve şefler bir içki kasesinin başında oturup krallığın küçük-büyük
meselelerini tartışırdı. Dolayısıyla kralın sunuyu kabulüyle birlikte toplumun bütün
işlevleri ve düzeni yeniden başlatıl ırdı .

Buna karşın, kralın ölümü toplumun b i r krize girmesi demekti. Bu durum, birçok hi­
yerarşik toplumda olduğu gibi, kralın ölümünün ardından toplumsal düzenin ritüel
olarak askıya alınması ve/veya tersine çevrilmesinin ötesine geçebi lirdi. Rewa kralı
Ratu Qaraniqio'nun l 8 5 5 ' teki ölümü zafere çok yakınken yenilgiye yol açmış; Fiji'nin
o zamana dek yaşadığı en büyük savaşta, Bau ile Rewa arasındaki Büyük Polinezya
Savaşı 'nda Rewa'nın Bau'ya tam anlamıyla teslim olmasını beraberinde getirmişti .
l 854'ün sonuna gelindiğinde Rewalılar, başkentlerinin Baulular tarafından iki kez
yağmalanması, Ratu Qaraniqio'nun selefinin l 8 4 5 'te düşman ı n elinde can vermesi
ve birkaç yıl boyunca güçten düşmelerine neden olan iç savaş dahil l 8 4 3 ' ten beri
verdikleri kayıplara rağmen durumu tam anlamıyla tersine çevirmeyi başarmışlardı.
Bu kayıpları telafi eden ve daha da fazlasını yapan Ratu Qaraniqio, Bauluları görünüşe
bakıl ı rsa kaçınılmaz bir mengeneye sıkıştırmış bulunuyordu.

Rewal ılar bu başarıyı sadece kendi çaba larıyla elde etmiş deği llerdi . Bau ' nun büyük
savaşçı kra l ı Ratu Cakobau da işleri bozarak onlara çok büyük katkıda bulunmuştu.2 1
Ratu Cakobau'nun l 8 5 2 'de Macuata'ya karşı talihsiz deniz hıyarı seferiyle siyasal
ve ekonomik gücünü Kuzey Fiji 'ye kadar yaymakta başarısız olduğunu hatırlarsınız.
Macuata'yla yapı lan utanç verici savaş Bauluların deniz hıyarı ticaretinin denetimini
yitirmelerine neden olmakla kalmadı, Beyaz tüccarlar ile Rewa l ı ların birleşik güçle­
rini, bunun yanı sıra eski Bau şehirlerini ve Bau'nun içinde isyancı bir grubu küçük
düşmüş Ratu Cakobau'ya karşı harekete geçirdi · (krş. Derrick 1 9 5 0 : 1 08-9; Calvert
/: 1 5 Mayıs 1 8 5 5 ; Will iams ve Calvert 1 8 59: 47 1 -72). Fiji'nin kuzey sahil lerindeki
halklar Avrupalılarla bağımsızca ticaret yapmaya başladı; Levuka'nın (Ovalau) Beyaz
sakin leri de ziyaretçi deniz hıyarı gemileriyle gizli anlaşmalar yaparak Bau'ya etki li

20 Ö nceden tüccar olup daha sonradan sahil tarayıcısı olan bir başka kişi, kendisinden korkulan
"Yamyam jack" (john jackson, William Diapea, William Diaper olarak da bilinir) bagırarak tabuyu
kaldırmanın Cakaudrove'nin başkenti Somosomo'ya özgü oldugu kanısındaydı. Bu konuda şunları
söylemişti: "Kral Tue Cakau ITui Cakau) sabahları 'yagone'yi lyaqona, kaval içtiginde (her zaman
7 . 3 0 sularında) evden eve, içerden dışarıya, her yerde yankılanan ve sonunda (en azından bana
göre) tam anlamıyla igrenç hale gelen bir çıglık yükselir" (Diapea 1 928: 93).
21 Cakobau'nun sefil durumuna ve Ratu Qaraniqio'nun ölümüne ilişkin tartışma şu kaynaklardan izle­
nebilir: Waterhouse ( 1 866: 2 5 1 - 52), Derrick ( 1 950: 1 03-4), Calvert (}: 26 Ocak- 1 5 Mayıs 1 856:
passim), Calvert ( 1 856: 6-8), Williams ve Calvert ( 1 859: 3 58-59), CL (Mathieu: 1 O Mart, 27 Nisan
1 85 5), Marist Anonim (HM: 65-68), Moore (j: 25 Ocak 1 8 5 5), Deniau (Hf2), Rougier (FL).
1 68 1 1Jıukydlde&'ten Ô.zür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

bir ambargo uyguladılar. Bu durum, cephane ve diğer mallarda ciddi bir kıtlığa neden
oldu. Öte yandan hırçın Amerikan konsolosu John Williams Sydney'de yayımlanan
bir gazetede Ratu Cakobau'yu açıkça kınayarak "medeni uluslara" onu yok etmele­
ri çağrısında bulundu. Çeşitli Beyaz gruplar (Ratu Cakobau stratejik bir hamleyle 3 0
Nisan l 8 5 4'te d i n değiştirip Metodist Kil isesi 'nin inancını benimsediği için Metodist
misyonerler hariç) çok geçmeden Rewalıların yanı sıra Bau'nun içinde ve çevresindeki
isyancılarla bir olup komplo kurmaya, onlara malzeme tedarik etmeye başladı . Ratu
Cakobau'nun amca/teyze tarafından kuzeninin" başını çektiği bu isyan, uzun zamandır
ve tekrar tekrar kendini gösteren gaspetme alışkanl ığına sahip Bau savaşçı kral larının
iç düşmanlarını harekete geçirdi. Bütün bu düşmanlar, Bau yakınları ndaki yarıma­
dada bulunan Kaba' da merkezi bir karargah kurdu (Harita 1 . 1 ). Kaba 'nın kaybedil­
mesi Ratu Cakobau'ya indirilmiş bir darbe olmuştu. Bunun tek nedeni buranın Ratu
Cakobau'nun kendi klanına adını veren (Tui Kaba) anayurt olması deği l, Bau savaşçı
kralının burada büyük bir savaş kanosu ve silah deposu ile iki direkli yelken li gemi
Tha ko m b a u 'yu bulunduruyor olmasıyd ı . Tha ko m b a u , elde edilmeleri l 8 5 2 'deki de­
niz hıyarı fiyaskosuna yol açan iki Avrupa gemisinden biriydi. Kaba 'nın yanı sıra Bau
savaşçı kral ıyla benzer şeki lde güçl ü akrabalık bağları ve ittifakları olan birkaç şehir
de kralın Rewal ı , yabancı ve Baulu düşmanlarından oluşan ittifaka katılmıştı. Daha
sonra Mart l 8 54 ' ü n başlarında Bau'nun büyük bölümü yakı lıp yıkı ldı, geride her ne
kaldıysa iki hafta sonra kopan bir kasırgayla yerle yeksan oldu.

Bu arada Ratu Cakobau hastalanmıştı . Misyoner doktor Muhterem R. B. Lyth'e göre


(DB: 1 9 Temmuz 1 8 54) "apış arasındaki bir fistü l " nedeniyle bedensel olarak rahatsız­
lanmasının yanı sıra zihinsel olarak da umudunu kaybetmiş durumdaydı. Lyth, Kasım
l 8 5 3 'te "Bau düşmanları tarafından kuşatılmış durumda. Thakombau'nun [Ratu Ca­
kobaul liderl ik ettiği gururlu isyancı kent, savaşın ya da devrimin eşiğindeymiş gibi
görünüyor" diye not düşmüştü (}: 5 Kasım 1 8 5 3). Lyth'in meslektaşı, o dönemde Bau
hakkında vaazlar veren Muhterem james Calvert de Ratu Cakobau'nun kişisel durumu
ve askeri vaziyet hakkında aynı kasvetli görüşe sahipti: "Tuhaf ve ciddi bir biçimde
rahatsızland ı . Kendisine karşı kuvvetli bir akım vard ı . Tanrılar ve insanlar onu aşa­
ğı çekmek için birleşmişlerdi; bedensel olarak, içi nde bulunduğu koşullar ve zihinsel
durumu itibarıyla ıstırap içindeydi" (Calvert }: 1 5 Mayıs 1 8 5 5). Metodistler, en başta
da Calvert, din değiştirmiş bu değerli ismi çok sayıda tehl ikeden korumak için büyük
manevralara giriştiler. Rüşvetlerle, tehditlerle Bau'nun güçlü savaşçı-balıkçıları Lasa­
kau halkının Ratu Cakobau'nun tarafında kalmasını sağladılar. Tonga'nın H ıristiyan
kralı George Tupou'nun ordusunun da Cakobau'nun yardımına koşmasına aracı oldu-

lng. classificatory brother. Terimin açıklaması ve sınıflandırıcı akrabalık sistemlerinde amca/teyze


tarafından kuzenin kardeş statüsüne yükseltilmesi için Birinci Bölüm' de s. 9 1 'deki çevirmen dipno­
tuna bakınız.
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 1 69

lar.22 Birleşik Tonga ve Bau güçleri Nisan l 8 5 5 'te Bau isyancılarını Kaba'da yenilgiye
uğrattı. Ama o tarih lerde Ratu Cakobau'nun en büyük düşmanları, Ratu Qaraniqio
liderliğindeki Rewalılar bu yeni lginin dışında kalmıştı.

Rewa'nın. Bau'yla sürdürdüğü zorlu savaşın son yıllarında elde ettiği bütün avantajlar
Ratu Qaraniqio'nun 2 5 Ocak l 8 5 5 'te beklenmedik ve gayet ani biçimde ölmesiyle
silinip gitti. Birkaç güne kalmadan Bau'ya teslim olmak için müzakereler yürütülme­
ye başlandı ve bu görüşmeler Ratu Cakobau'nun 9 Şubat'ta boyun eğme sunusunu (i
tıoro) kabul etmesiyle sonuçlandı . Gelgelelim, çok uzun deği l birkaç hafta önce Ratu
Qaraniqio, Ratu Cakobau'nun barış yapmaya hazır olduğunu bel irten birkaç mesajı­
nı dikkate almamış, Bau'ya karşı elde etmesi çok yakın olan zaferi kutlamak için bir
tapınak yaptırmıştı. Her şey Rewa'da kralın ölümü üzerine yükselen büyük ağıttaki
gibi oldu (orada yaşayan Katolik misyonere göre): "Şefimiz düştü ! Büyük şefimiz gitti .
Bati Vundi [Ratu Qaraniqio'nun isimlerinden biri] artık yok! Heyhat, heyhat! Hepimiz
kaybolduk ! " (Rougien FL).

Ratu Qaraniqio'nun ölümünün yarattığı şok, beklenmed ik resmi bir olayın çok ötesine
geçmiş gibiydi, zira yol açtığı koşul lar yönetimin kolayca el değiştirmesini, dolayısıy­
la savaşın sürdürülmesini sağlayacak gibi deği ldi. Rewa'da yaşayan ve birkaç hafta
boyunca Ratu Qaraniqio'ya ağır dizanteri tedavisi uygulayan Metodist misyoner Muh­
terem William Moore'a göre kral hastalığını gizl iyor, "halkının öğrenmesinden kor­
kuyordu" Moore Muhterem Lyth'e, "bil iyorsunuz. savaş sırasında bir şefin sağlığı her
şeyden önem lidir" diye yazmıştı (Lyth L: 7 Haziran 1 8 5 5). Kra l ı n sağlığı ile siyaset mü­
essesesinin refahı arasında ima edilen (Frazercı) ilişki, Ratu Qaraniqio'nun ölümüyle
birlikte kolektif kararl ı l ığın çökmesini anlaşılır kılar. Protestan misyonerlerin büyük
itibar gösterdiği bir başka etkense Ratu Qaraniqio'nun ölmeden birkaç saat önce bi­
lincini yitirmiş, savaş sorumluluğunu şeflerine ya da bir halefe devretmeden, sessizce
göçüp gitmiş olmasıdır. Aslına bakı l ı rsa. kralın ölmüş kardeşlerinden birinin (Ro Bati­
vuaka) oğl u, daha yirmisine bile gelmemiş genç bir adam olan Ratu Rabici, görenekler
gereği tutulan on günlük yasın ardından Kadavu Adası 'ndan gelip krallıkta hak id­
dia etmişti . Ratu Rabici bazı rahipler, Rewa'nın savaşa katılan birkaç müttefiki (ba ti)
ve Katol ik misyonerler dahil başka birçok grupla birlikte Metodistleri , özell ikle de
Moore'u kra l ı öldürmekle suçlamıştı. Moore'un krala verdiği ilacın zehir olduğu veya

22 HMS Herald'dan MacGillvray, Ratu Cakobau'nun din değiştirmesi sonrasında Protestan misyoner­
lerin ayak oyunları hakkında şu yorumda bulunmuştu: "13u misyonerliklerde (Monsenyör Moore ve
Waterhouse, ama özellikle de Mr. Calvert) Thakombau ile karşıtları arasında bir uzlaşma sağlama
girişimini kesintisiz sürdürmüştü. Her ne kadar 'zorluğun' misyonerlerin önerdiği biçimde halle­
dilmesi [Bau isyancılarının Ratu Cakobau'ya boyun eğmesi) nüfuzlarını ciddi biçimde artıracaksa
da, zira diğer çözüm etkilerini azaltacaktı, ben yine de bunun ardında Hıristiyanları ve rahipleri
harekete geçirmekten başka bir saik göremiyorum" (j: 1 2 Ekim 1 854).
1 70 1 llıulcydlde&'tm Ozür Dileyerek 1 Mar6hall Sahtin6

misyonun kendi maiyetindeki bazı Baululara bu pis işi yaptırdığı söyleniyordu. Bu suç­
lama, Ratu Cakobau'nun kısa süre önce din değiştirmesiyle Protestanların tarafsızlığı­
nın tehl i keye girmesini yansıtıyordu. Moore'un, kra l ı n ölümü sonrasında Bau'yla barış
yapılması uyarısında bulunması da Rewa l ıların onun masum olduğunu düşünmesine
yol açacak değildi. Kralın ölümünün sebep olduğu ilk olaylardan biri Moore'un evinin
yakı lması oldu. Yaygın inanışa göre bunun sorumlusu Ratu Rabici'ydi.

Ne var ki Ratu Qaraniqio'nun genç halefinin yapabileceği en i leri şey bu oldu. Kra­
lın ölümünü izleyen kargaşanın, ölümün yarattığı şokun ötesinde başka bir şeyden
kaynaklandığından yana kuşkularım var. Rewa'nın kuzeyli müttefikleri (ba ti) savaşın
sürmesinden yanaydı ve besbelli ki Ratu Rabici de bunu destekliyordu; ama şef düze­
yindeki diğer güçler desteklemiyordu. Sırf gençliği nden ötürü deği l, kuşaklar boyunca
krallık uğruna baba ve kardeş katliyle nam salmış bir hanedanda halef olarak tartış­
malı bir tercihi temsil edeceği için de Ratu Rabici'yi destekleyip desteklemediklerini
sorguluyorum. Ratu Qaraniqio'nun öldüğü koşu llar nedeniyle mi, yoksa yerine he­
men meşru bir halef çıkmadığından mı bi linmez, Ocak sonuna gel indiğinde Rewa fii l i
b i r yöneticiden yoksundu. Ratu Qaraniqio, Bau'ya karşı kazanmayı umduğu zafer için
tanrılara teşekkür etmek üzere yaptırdığı tapınağa, kazanmayı umduğu zaferle birlikte
gömüldü. Peder Rougier kendi siyasal mezar yazıtını kaleme aldı: "Doğal yollardan öl­
müş olsun olmasın, onunla birlikte Bau'nun tek güçlü ve gerçekten de sağlam düşma­
nının ölüp gittiğine kuşku yoktur. Rewa, l ideri olmaksızın ordusunu Bau üzerine gön­
deremez. Fiji görenekleri değerlendirildiğinde bu tamamen imkansızdır" (Rougier FL).

Dolayısıyla Ratu Qaraniqio'nun ölümü olaysal nitelikte bir dönüm noktasıydı; tarihin,
tartışmakta olduğumuz türden tersine çevri ldiği başka bir olaydı. Bu örnekte, Dün­
ya Kupası'nı kimin oynayacağı gibi önem l i bir sonuca yol açmamış olsa bile, bu olay
Bau ile Rewa arasında Fiji'nin sömürgeleştiri l mesi ( 1 87 4 - 1 97 1 ) döneminde de devam
eden hakimiyet ve karşıtlık i lişki lerinin tortulaşmasına yol açmıştır; söz konusu il işki­
ler, sömürge-sonrası ü l kenin çalkantılı siyasetinde hala görülebilir.

Çalkantılı siyasete i l işkin bir örneğimiz daha var. ama bu defa konjonktüre! aktörlü­
ğün inşasını gösteren bir örnek.

ELIAN GONZALEZ'iN iKONLAŞTIRILMASI

Elian Gonzalez vakasının kal ıcı imgelerinden biri, Küba l ı küçük çocuğun başını bir sat­
ranç piyonunun üzerinde gösteren, yazısız karikatürdü (Şekil 2 . 5).23 25 Kasım l 999'da,
Amerika'da Şükran Günü'nde denizde sürüklenirken bulunan Elian. Miami 'ye ulaşmak
amacıyla çıkılan talihsiz bir yolculuktan hayatta kalan tek kişiydi; annesi ve on Kübalı

23 Elian Gonzalez vakasıyla ilgili, büyük bölümü internet sitelerine atıfta bulunan bibliyografya, genel
bibliyografyanın sonunda özel bir bölüm halinde sunulmuştur.
BGST 1 Dü9ünce Diıi6i 1 171

daha o yolculukta hayatlarını kaybetmişti. Elian


kısa süre sonra bir cau6e celebre [kamuoyunda
tartışma yaratan vakal haline geldi. Küçük Elian,
federal ajanlar tarafından alınıp babasına geri
verildiği 22 Nisan 2000'e dek, i l kesel karşıtlık
ve idareten ittifaklar üzerine kurulu karmaşık bir
ilişkiler yelpazesindeki çeşitli çıkar gruplarınca
bir argüman, hatta bir bahane olarak kullanıldı.
Elian'ın bir piyon olarak gösterildiği imgeyle ak­
tarılan şey, bu daha geniş çaplı ulusal ve ulus­
lararası mücadelelerin çocuğun velayetiyle i lgil i
a i l e çatışmasına taşınmasıydı: Kişilerarası i lişkiler
anlamlı-yapısal bir şeki lde büyütü lmüş, böylece
daha geniş çapl ı siyasal etkiler edinmişlerdi (krş.
Rowe 2002). 2 . 5 Piyon (Taylor Jones/
Los Angeles Times;
Elian'ın Miami 'deki büyük amcası Lazaro
© Tribune Media Services, ine.)
Gonzalez'in evine yerleşmesinin üstünden birkaç
gün geçmeden, Florida'daki Kübalı sürgünler ce-
maati ve Havana'daki Küba hükümet aygıtı Elian'ın davasını kendi aralarındaki müca­
delede bir dava haline getirdi . Annesini kaybetmiş küçük bir çocuğun babasının ve­
sayetine girip girmeyeceği meselesi, Amerikan hukukuna göre kolayca çözülebilecek
bu mesele, soyut olduğu kadar uzlaştırılamaz ideolojik karşıtlıklara tercüme edildi.24
Miami'de Elian'ın babasına neden verilmemesi gerektiği, komünist diktatörlüğe karşı­
lık demokratik özgürlük argümanıyla dile getiriliyordu; Havana' da çocuğun babasına
geri verilmesinin gerekçesi ise kapitalist yozlaşmışlığa karşı devrimci ahlakla açıkla­
nıyordu. Çok geçmeden her iki taraf da bu değerleri her gün düzenledikleri kitlesel
gösterilerle somut olarak i fade etmeye başladı. Her gece, hafta sonları da bütün gün
Gonzalezlerin evinin önünde büyük kalabalıklar toplanıyor, çocuğun adını haykırıp
görünmesini diliyorlard ı ; neşe ve şevkleri, tapınma sınırına varıyordu. Küba bütün
bunlara, adanın dört bir yanında binlerce kişinin bir araya geldiği gösterilerle karşılık

Z4 Bugüne dek bu bir göçmen davası değil vesayet davası olduğundan Adalet Bakanlığı raporunda
"uzak bir akrabanın ebeveynin altı yaşındaki oğluyla ilgili olarak ebeveyn-çocuk ilişkisini ve ailenin
istikrarını ciddi biçimde bozacak şekilde hükümet prosedürlerini harekete geçirmesi, ebeveynin
otorite alanına ciddi bir müdahale olur" denilmiştir (ABC: Z4 Nisan ZOOO). Aslına bakılırsa Elian'ın
annesi yaşıyor olsaydı, çocuğu Amerika'ya babasının izni olmadan getirdiği için federal mahkeme­
de çocuk kaçırma nedeniyle hüküm giyebilirdi. Arletis Blanco Ekim 200 l 'de Florida'da "ebeveynin
uluslararası çocuk kaçırması" nedeniyle üç yıl boyunca gözetim altında tutulma cezasına çarptırıl­
mıştı. Blanco erkek arkadaşı, kızı ve oğluyla birlikte bir önceki Kasım ayında bir tekneyle Küba' dan
kaçmış, oğlunun babasını Küba"da bırakmıştı. Elian vakasına özellikle benzer bir olaydı bu. Çocuk
babasına geri verilmişti (NYf: 25 Ekim 200 i ).
1 72 1 Thukydldea'tm Ôıilr Dileyerek 1 Maröhall Sahlinö

veriyordu; bunların yanı sıra televizyonda birkaç saatlik bir yayın yapıl ıyor ve me­
sele her gün tartışılıyordu. Haberlerde "burada Küba'da hep Elian'dan bahsediliyor,
tek mesele Elian" deniliyordu (WP: 1 7 Nisan 2000). Miami'de (yaygın olarak tanındığı
isimle) "mucize çocuğa" her yıl düzenlenen Üç Kral Geçişi'nde onur koltuğu verildi.
Havana'da Elian, (genel olarak anıldığı isimle) "çocuk şehit", jose Marti'nin doğum
günü kutlamalarında Marti'nin yanı sıra i lgi odağı oldu. Komünist Parti'nin gazetesi
Gra n m a da Elian'ı Che Guevara'ya benzeterek onun "emperyalizmin bir masuma karşı
işleyebileceği suçlar ve adaletsizliklerin ebedi sembolü haline geldiğini" yazdı (MH: 29
Ocak 2000). Bu karşılaştırma Miamili Kübalıların, iade edilecek olursa Elian'ın başına
geleceklerle ilgili en beter korkularını doğrulamaktan başka bir işe yaramadı . Çocu­
ğun Küba'ya geri gönderi lmesinin üstünden çok geçmemişti ki Miami 'deki akrabala­
rından biri şu gözlemde bulundu: "Ona Che gibi olmayı öğretiyorlar: bir suikastçi ve
astımlı" (MH: 2 5 Mayıs 2000). Miami'de, biraz önce ima ettiğimiz gibi, özgürlük ideo­
lojisi devrimci olmaktan çok mesihçiyd i ; Elian, Che Guevara ve jose Marti'den ziyade
İ sa ve Musa'yla il işkilendiriliyordu.

Elian üzerinden yürütülen siyasetle birlikte bu ideolojik ve performatif ilişkilendirme­


ler, makrokozmosun çok sayıda yapısal katmanının ailevi ve kişisel düzeye taşınması
gibi, bizim için son derece önemlidir. Uluslararası ilişkiler bu şeki lde aile içi i lişkilerde
kendini gösterir. Bu nedenle de Elian vakası tarihsel aktörlük konusunda birkaç so­
rudan fazlasını gündeme getirir. Bu sorular arasında, gayet sıradan bazı insanların
nasıl tarihsel açıdan son derece önemli ve sarsıcı etkilerde bulunabildikleri vardır.
Miami 'deki Gonzalez ailesi, federal mahkemeni n emirlerine ve ABD Göçmenlik ve
Yurttaşl ı k H i zmetleri'ne (dolayısıyla Adalet Bakanl ığı'na, adalet bakanına ve nihaye­
tinde başkana) karşı gelerek uzlaşmazl ıklarıyla Küba-Amerika ilişkilerini rehin almayı
becerebildi. Üstüne üstlük bu durumun uzun vadeli ve geniş çaplı tarihsel kal ıntıla­
rı olacaktı. Elian vakasının, 2000'deki ABD başkanlık seçimleri üzerindeki belirleyi­
ci etkisi de bunlara dahildi. (Dolayısıyla antropoloji kuramını yine kaos kuramıyla
il işkilendirebi liriz ve gerekçemiz de hiç yok deği ldir: Elian olmasaydı, I rak Savaşı ol­
mazdı.) Burada farkl ı kültürel dizgelerin veya yapısal düzeylerin, ulusal-siyasal me­
seleleri ai levi değerlerin niteliğiyle donatmanın ve ai levi meseleleri de ulusal-siyasal
sonuçlarla bezemenin diyalektik etkileriyle can alıcı biçi mde iç içe geçtiğini görürüz.
Thukydides'ten bu yana Realpolitik'in hükmünde olduğuna inandığımız devletlerarası
il işkiler duygusal akrabalık dramlarına karışır.

O halde buna, tarihöel melodra m diyelim. Hayal edilen cemaat gerçek bir aile ola­
rak kabul görüyorsa mill iyetçi liğin yayılması daha kolaydır. Aslında bugün lerde en
beğenilen terim meconnaiMance'tır [bilmeme, anlamama]. Ama kuramsal salatamı­
za Fransız sosu ekleyeceksek ben Rousseaucu pitie'yi [acıma, merhamet etme! tercih
BGST i Dü�ünce Diıi6i i 1 73

ederim: Bize benzer yaratıkların acılarını ve hazların ı kend i duygularımız gibi dene­
yimlemek. Britanya kısa süre önce çal kantılarla dolu, Prenses Diana'nın ölümüyle
ortalığın sarsıldığı bir dönem geçirdi. Elbette hepimizin bildiği üzere, kraliyet aileleri
bütünlüğün gösterenleri olarak önceliğe sahiptir. Fakat 1 1 Eylü l 200 l 'de yaşanan
üzücü olaylar sonrasında Dünya Ticaret Merkezi'nin enkazından çıkarılan her ceset,
gerçek milliyeti ne olursa olsun, Amerikan bayrağına sarılmıştı. New York Timeö'ta
kurbanların gündelik hayatları ve erdemleri üzerine yayımlanan haberlerde. her biri
'Tanrı Amerika'yı Korusun" dan bir mısra gibi gösteri ldi.

Kişisel olanın ulusal olanla bu şeki lde sentezlenmesine, özel l ikle gayet popüler Latin
Amerika telenovela' ları da dahil, pembe dizi lere ilişkin antropolojik çalışmalardan da
aşinayız. Bu dizi ler Elian vakasıyla metaforik olduğu kadar muhtemelen metonimik
olarak da ilişkilidir. "Washington'da ve ülke çapında başka kentlerin barrio'larında
Latinolar Elian Gonzalez anlatısını, siyasal entrikalar ve aile kavgalarıyla dolu gerçek
hayattan bir pembe dizi gibi izl iyor. Bütün karakterleri (baba j uan Miguel , amca La­
saro, arka planda Küba diktatörü Fidel Castro) tanıyorlar, senaryoyu ve özellikle de
göçmenliğin bir ebeveyni çocuğundan nasıl ayırabi leceğini gayet iyi anl ıyorlar" (WP: 9
Nisan 2000). 25 Telenovela 'da da devlet, sınıflar ve etnisiteler düzeyindeki toplumsal
kategoriler ve evrenseller. ayrıca genel ahlaki i l keler, hepsi somutluk kazanıp cisim­
leştikleri insan i l işkilerinin duygusal yükünü üstlenir. Kolektif kategoriler ve görenek­
ler daha sonra alegorik olarak anlatı lır ve kaderleri de özel hayatlara ilişkin dokunaklı
bir hikayenin sonucu olarak şeki llendirilir. Elian'ı bir nebze görebilmek için gelen ka­
labalıklara konuşan Miami -Dade belediye başkanı Alex Penelas "burada, bu insanla­
rın yüzlerinde gördüğünüz şey 4 1 yılı aşkın bir süredir devam eden zulüm [. .. ] Bunlar
gerçek ailevi hisler !. . . ) Bu gerçek acı" diyordu (MH: 1 4 Nisan 2000). Küçük Havana'da
Elian 'la ilgili muazzam duygusal l ığa ilişkin böyle birçok haber yayımlanmıştı ve İngi­
lizce konuşan Amerikan cemaatin anlayış göste�mekle birlikte pek sempati duymadığı
bir coşkunluk söz konusuydu. Fakat Miami 'deki Küba l ı lara göre siyasal makrokozmos
ı le ai levi mikrokozmos arasındaki sembolik transferler, popüler yerel rahip Francisco
Santana'nın yaptığı gibi açıkça dile getirilecek kadar zirvedeyd i : "Küba' da komünizmin
ai leyi bölerek başladığından kesinlikle eminim ve Küba' da komünizm bu aile yeniden
birleştiğinde son bulacak. " Santana'nın argümanı "çocuğun savaş halindeki ailesi, ko-

25 Ne var ki Wa6hington Po6t ' ta yayımlanan aynı makalede Kübalı olmayan lspanyol asıllıların Kübalı
Amerikalı ların siyasal davasından ziyade söz konusu insanlık dramına ilgi duyduklarına dikkat çe­
kilmişti. "Bir telenovela ya da pembe dizi gibi. Olayı siyasal bir dramadan ziyade bir insanlık dramı
gibi izliyorlar. Bu ilgi güçlü siyasal görüşlere dönüşmüyor. " Herhalde burada asıl önemli nokta Flo­
rida'daki Kübalı Amerikalılar ile diğer lspanyol kökenli gruplar arasında bir bağ olmaması, lspanyol
kökenli diğer grupların Kübalıların sahip olduğu güç ve ayrıcalık karşısında bir içerleme duygusuna
kapılmalarıydı. Bu siyasal sürtüşme, 2000 başkanlık seçiminde Kübalı olmayan lspanyol kökenli
seçmenlerin yarısının, Kübalı Amerikalıların ise sadece üçte birinin Gore'u desteklemesinde görü­
lebilir.
1 74 1 Thulcydlde6'ferı ÔDlr Düeyerelc 1 Mar6hall Sahtin6

münist babası ile Miami 'deki antikomünist akrabaları barış yapabilirse o zaman Cast­
ro devrilir" yönündeydi (WP: 2 1 Nisan 2 000). Ya da Rousseaucu pitie'ye bir örnek
daha verirsek:

i nsanlar Elian'ın çektiklerinde kendi trajedilerini görüyor [Kübalı sürgün grup­


ları arasında sesi en fazla çıkanlardan biri olan Demokrasi Hareketi'nin l ideri
Ramon Saul Sanchez böyle diyordu). Küba l ı ai lenin parçalandığını ve annesini
kaybetmiş küçük bir çocuğun yaşadığı insani dramı görüyorlar. Başka bir me­
sele daha var: ABD gibi bir dünya devinin ve onu siyasal bir piyon olarak kul­
lanmaya niyetli Küba diktatörlüğünün muazzam güçleriyle karşı karşıya kalmış
savunmasız bir insan görüyorlar (WP: 1 Nisan 2 000).

Aynı tarihlerde Küba'da "kaçırılan Elian"ın içinde bulunduğu zor durum benzer şe­
kilde siyasal bir sermaye haline getiril iyordu. Çocuk kaçırmanın, tesadüfi olmayan
bir biçimde, Küba tarihsel hafızasında özel bir çağrışımı vardır: Afrikalı-Küba l ı ların
l 904'te Beyaz çocukları kaçırıp Santeria tanrısı Chang6'ya kurban etmeleri; ama Step­
han Palmie'nin okumasına göre asıl düşmanlar Küba'nın geleceğini çalmaya niyetli
lspanyol ve Ameri kalı sömürgeciliklerdir (aktaran Rowe 2002: 1 44). 26 Başkalarının
yanı sıra Gabriel Garcia Marquez'in de (commondreams.org 2000) Elian'la ilgi l i olarak
dikkat çektiği üzere, l 960-62 'de yaşanan ve binlerce Kübalı çocuğun "sahte yetim"
haline getirildiği korkunç Pedro Pan Operasyonu bu meseleyle daha doğrudan ilişki­
lidir. ABD hükümetiyle gizlice anlaşmış olan Amerika'daki Katolik Kilisesi 'nin hima­
yesinde, altı ile on altı yaşları arasında on dört binden fazla çocuk ebeveynlerinden
ayrı lıp ABD'ye gönderilmiş ve burada koruyucu ailelere veri lmişti. Yaygın inanca göre
Küba Kilisesi ve Radio Swan'ın yaydığı, ebeveynleri çocuklarından ayrılmaya teşvik
etmek üzere dolaşıma sokulan korkunç söylenti lerden CIA sorumluydu: Söylenti lere
göre, Castro rejimi siyasal olarak beyinlerini yıkamak için küçükleri ebeveynlerinden
ayıracak ya da bu amaçla onları Rusya'ya gönderecekti . Yayılan "çok daha zalimce ya­
lanlar" arasında "en iştah açıcı çocukların Sibirya kesimhanelerine gönderi lip konser
ve et olarak geri gönderi leceği" gibi söylentiler de yer al ıyordu (a.g.e.); Castro'ya geri
gönderi l i rse Elian'ı bekleyen muhtemel kadere dair Miami'de diriltilen bir yamyamlık
teranesiydi bu. Operasyon Pedro Pan l 962 'de, ABD'ye göçü de askıya alan Küba füw
kriziyle son buldu. ABD'ye götürülmüş çocuklar bu nedenle yıllarca ebeveynlerinden
ayrı kaldı (birçoğu hala ayrıdır). Dolayısıyla olayların akışına bakı lırsa binlerce Kübalı
çocuk yabancı bir güç tarafından, yarı siyasal yarı kültürel bir beyin yıkama amacıylıı
zorla ebeveynlerinden alınmıştı ve bu beyin yıkama o kadar başarıl ı olmuştu ki bir·
çok çocuk daha sonra Elian'ın Küba'daki korkunç komünist rejime geri gönderilmesini

26 Birazdan görecegimiz üzere bu hatıra, Miami'de dolanan, Castro'nun Elian'ı geri alması ve bir
Santeria tanrısına kurban etmesi gerektigi yolundaki söylentilerle de dirilecekti.
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 ı 75

engelleme davası uğruna mücadele eden tanıklar olarak ortaya çıkmıştı. Ne var ki
kendi "kaçırılmaları"nın hatıraları da Küba'da yeniden su yüzüne çıkıyordu; tam da
kapitalizmin "en temel insan ilişkilerini umursamamasının" bir tezahürü olarak. Her
iki vakada da ki lit ideolojik hamle, siyasal soyutlamaları, parçalanmış bir aile ve ça­
lınmış bir çocuk pathosuna dönüştürmekti. Elian'ın iade edi l mesi sonrasında Küba
U lusal Meclisi Başkanı New york Time6 muhabirine esefle son aylardaki ajitasyonun
azaltılması gerekeceğini söylemişti: " insanlardan, annesi olmayan, babasından ayrı
kalmış bir çocukla ilgili olarak ABD göç yasasında bir değişikl i k tartışıl ıyor diye hep
aynı duygusal seviyede olmalarını isteyemezsiniz" (5 Temmuz 2000).

Florida Uluslararası Ü niversitesi ' nde siyaset bilimi profesörü Damian Fernandez de­
niz kazası geçirmiş Elian'ın tarihsel-melodramatik önemini şöyle özetliyor: "Elian va­
kasını anlamak için gerçekten onu sembolik olarak anlamanız gerekiyor. Elian Küba
ulusunun metaforudur ve Küba krizde olan bir ulustur, gemi kazası geçirmiş bir ulus­
tur. Her iki taraf, burada Miami 'de ve orada Havana'da yarının ulusu için mücadele
ediyor" (PBS: Şubat 200 1 ).

O halde burada, kolektif olanla kişisel olan arasındaki alışverişlerle ilgi l i başka bir
kritik nokta bulunuyor: Herhangi bir eski hikaye işe yaramaz. Yapısal olarak ifade
etmek gerekirse iyi bir eski hikaye gerekir. Birkaç açıdan değerlendiri lince bu, iyi bir
hikayeydi. Amerikan basınında sıklıkla dile getirildiği üzere, Elian'ın babası denizde
kaybolmuş ve annesi Küba' da kalmış olsaydı bu vaka kamuoyunun dikkatini çekmek­
sizin bir anda tümüyle son bulabilirdi. Çocuğu sevgil i annesinden ayırmayı kim bir
dava haline getirebi lirdi? Amerikan psişesinde baba-çocuk i l i şkisi anne-çocuk bağı
kadar dikkatleri üzerine çekmez; daha ziyade, sırf kültürel olan temelde biyolojik
olanın yanında neyse odur.27 Olayın işe yarar başka bir veçhesiyse Elian'ın küçük­
lüğüydü; dolayısıyla masumiyet ve çaresizlik, onu ya babasına geri göndermek ya da
ister Amerikan isterse Küba hükümeti olsun, acımasız hükümetlere karşı korumak için
bir argüman olarak ileri sürülebi ldi. Çocuğun güzelliğini, fotojenik cazibesini ve ırkını
da unutmamak gerekir (Şekil 2 . 6). Elian'ın Siyah deği l Beyaz olması, sadece lngilizce
konuşan Amerikalı nüfusta deği l demografisi ırksal olarak seçici bir göç sürecini yan­
sıtan Miami 'deki Küba topluluğunda ikonlaştırılması olanağının da koşuluydu: "Aslına
bakı lırsa, yaklaşık yüzde 90'ı Beyaz olan Miami'deki Küba sürgünleri arasında ırkçılık
alışılmadık bir durum değildir. Miami'de yayımlanan bir radyo programını arayan bi-

27 Time'da Lance Morrow şöyle yazıyordu ( 1 7 Nisan 2000): "Bazı Amerikalıların bu ikilemi çocuğun
babasını, hatta babaların rolünü bir kenara bırakarak, hatta karalayarak gamsızca halletmeleri ra­
hatsız edici. Florida Boğazı'nda ölen juan Miguel Gonzalez, Küba' da çocuğunu bekleyen ise annesi
olsaydı, Elian anne-çocuk bağının siyasetten önde geldiği gerekçesiyle derhal annesine geri gönde­
rilirdi. Bu doğal. Ama baba . . . O farklı . . . Amerikalılar babalar ikinci, esasen bir kenara bırakılabilirmiş
gibi davranıyor. "
1 76 1 Thıılcydidea'ten Ô.zür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

2.6 Elian (© AFP/Corbis)


BGST [ Düfünce Dizi6i 1 77

rinin dediği gibi, Elian Gonzalez'i n (adadaki Kübalıların yaklaşık yüzde 50'si gibi) şayet
Siyah olsaydı denize atılacağı da yaygın olarak dile getirilen bir tahmindir" (George,
Mayıs 2000: 67) .28

Sonra bir de yakın akrabal ığa odaklanmanın yapısal erdemleri söz konusuydu; bes­
belli ki akraba l ı k, ilgi l i bütün tarafların işlerine yarayan yanlış anlamaları geliştirmeye
devam edebilecekleri ortak bir zemindi. Kübalılar açısından bu durum l ngil izce konu­
şan Amerikalılar için olduğundan biraz daha farkl ı ve geniş kapsamlı bir meseleydi:
Göçün paramparça ettiği geniş bir akrabalık ağına i lişkin son derece tanıdık bir olaydı.
(Bu açıdan bakı ldığında Gonzalezlerin Fidel Castro'yla ortak bir yönü vardı; Castro da
bir zamanlar oğlunun velayeti için benzer bir mücadeleyi kazanmıştı. Castro'nun ye­
geni ABD'li temsilci Lincoln Diaz-Balart'ın (Cumhuriyetçi-Florida) çocuğu Amerika'da
tutmak için i leri sürdüğü hararetli argümanlardan biri de Elian'a bir Labrador yav­
rusu hediye etmek olmuştu.) Küba'nın bakış açısına göre. Elian'ın velayeti mesele­
sine dahil olan insanların il işkileri, büyük-büyükanne, büyükanne ve büyükbabalar,
onların kardeşleri ve kuzenleri dahil olmak üzere en az dört kuşak geriye gidiyordu.
Amerikalılarsa sadece anne, baba ve çocuktan oluşan çekirdek ai leye odaklanmış­
ıı; "kutsallıkları"yla Elian'ın soydaş akrabalarının vesayet iddialarını daha bir önem­
siz kılacak "asıl bağlar"dı bunlar. Aslına bakı l ırsa Elian'ın iki büyük amcası Lazaro ve
Delphin Gonzalez onu ü l kede tutma mücadelesi verirken, Amerikan basınında yine
Miami'de bulunan kardeşleri Manuel'in çocuğun babasına gönderi lmesi inancında ol­
duğuna neredeyse hiç değinilmedi; bu inancı Manuel 'i, kent sokaklarında yapayalnız
veitilip kakılan bir adam. "bir communi6ta ve hain" haline getirmişti (WP: 6 Nisan
2000). Elian'ın annesin i n (Miamili Kübalıların dile getirdiği üzere) "kendisini oğlunun
llzgürlüğü için kurban etmiş" olmasına karşın, Küba'da yaşayan anneannesinin çocu­
�un "Komünist Küba"ya iade edilmesi amacıyla lobi yapmak için Amerika'ya gelmesi
de pek dikkat çekmedi . 29

!il Elena Freye, ılımlı Küba Demokrasi Komitesi'nin başkanı "bu çocuk Haitili çirkin bir Siyah çocuk
değil. Bu çocuk sevimli görünümlü [Beyaz[ bir çocuk, çok fotojenik" diyordu (PBS: 26 Nisan 2000).
Haitili çocuk karşı laştırması besbelli ki yaygındı: bkz. "Race Cal led a Key in Elian Saga" (AP: 8 Nisan
2000). Bu bağlamda Eliıin vakası Miami'de Afrikalı Amerikalılar i le Kübalı Amerikalılar arasındaki
karşıtlığı hafifletmemiştir; Afrikalı Amerikalılar Kübalıların sahip olduğu ayrıcalıklara ve güce içer­
liyordu. Genel olarak Siyah Amerikalı lar, en başta da Kongre üyesi olan Siyah Amerikalılar Eliıin'ın
Küba'ya gönderilmesini destekliyordu. Nisan 2000'de Miami-Dade'deki Afrikalı Amerikalı ların yüz­
de 92'si Eliıin'ın Küba'ya geri gönderilmesinden yanaydı (WP: 1 5 Nisan 2000).
,ı ıı Yapısal olarak konuşmak gerekirse "eski iyi bir hikaye" ihtiyacı, Küba hükümetinin Aralık 200 l 'de
ABD'de casusluk yapmaktan hüküm giyen beş "devrim kahramanı" hakkında coşku yaratma
kampanyasının kısa süre önceki başarısızlığıyla kendini göstermişti. New .York Time6 'ta şöyle deni­
yordu: "Eliıin Gonzalez, yani nihayetinde Küba'daki babasına kavuşan kazazede çocuk vakasında
olduğu gibi Küba hükümeti bu kişileri de gösterilerin, televizyonda yayımlanan tartışmaların
ve uluslararası camiaya yapılan çağrıların odak noktası haline getirdi. Ama diplomatlar, Küba
istihbaratı için çalıştıklarını kabul etmiş yetişkin adamlara sempati duyulmasını sağlamanın zor
olduğunu söylüyor. Tutuklanmanın, bu tür işlerin beraberinde getirdiği normal bir risk olduğunu
1 78 1 Thuleyd!dea 'mı Dnır DUe,Yerek 1 MarAhall Sahlin6

Bu tarihsel melodramın dra m a ti6 peröonae'si kimin, hangi koşullarda tarih yapan bir
kişi olacağına i lişkin bazı düşünceleri de beraberinde getirmelidir. Açıktır ki hikayenin
yapısal olarak iyi olması, güçlendirdiği tarihsel aktörlerin karakterinden daha kritik­
tir. U l uslararası il işkilerin Lazaro ve Delphin Gonzalez gibi kişilere aktarılması, Tin'in
Hegelci kurnazlığının halis muhlis bir örneği olarak görünmeyecektir. insanın aklına
daha ziyade Marx'ın, Louiö Bona p a rte 'ın On Sekiz Brumaire 'i adlı kitabının ikin­
ci basımının önsözüne yazdığı satırlar geliyor: Marx, Fransa'daki sınıf mücadelesi­
nin "grotesk bir vasatlığın, bir kahraman rolü oynamasını mümkün kılan koşullar ve
ilişkiler yarattığını" söylemişti. Ama bu, sistemik bir aktörlük örneğiydi . Önemli bir
ai lede doğmayan, mevkiden ileri gelen bir güçleri de olmayan Miami 'deki Gonzalez
klanı ndan birkaç kişi büyüklük yüklenemeyecek kadar şaibeli karakterlerd i . 30 Yine
de şunu kabul etmek gerekir ki Elian'ın büyük amcaları Lazaro ve Delphin, geçmiş
alkollü araç kul lanma sicil leri itibarıyla kahraman liderler olmak için en az George
W. Bush ve Richard Cheney kadar meziyet sahibiyd i . işsiz bir teknisyen olan Lazaro
Amerikan güçlerine direnecek, nihayetinde federal leri Elian'ı silahlı bir baskınla al­
mak zorunda bı rakacak kadar cesaretliydi. Meydan okuyan bu tutum, Lazaro'nun ABD
mahkemelerinde parlak siyah gömlek üzerine parlak mor kravat takarak sergilediği
maço imgesine uygun düşer; işe yarar başka bir yanlış anlamadır bu. Elian'ın (standart
Amerikan düşüncesine göre) ikinci göbekten kuzeni olan Marysleysis, açık ki çocu­
ğun asli bakı mını üstlendiği için (sık sık baş gösteren "anksiyete atakları" nedeniyle
hastaneye kaldırıl madığında) genellikle çocuğun "veki l annesi" sayılıyordu (Salon: 29
Haziran 2000; MH: 26 Mayıs 2000). Yerel cemaat kolej i nden terk yirmi bir yaşındaki
Marysleysis, Elian'ın Miami 'de kaldığı süre boyunca acil servisi yedi-sekiz kez ziyaret
etti. Maneviyatının ve acılarının bir emaresi olarak görülen bayılmaları, onu küçük
Havana camiasına daha bir sevdird i . Ama birçok lngil izce konuşan Amerikalının biraz
histerik bulduğu bu özel lik, defalarca televizyona çıkmasını sağlasa da, genel Amerika­
lı izleyici kitlesinde pek de fazla sempati uyandırmad ı . Gerçekte Waöhington Poö t'tan
Gene Weingarten'a göre (6 Nisan 2000) ABD medyası genelde Marysleysis'e biraı
horgörüyle bakarak "artist" veya daha beterinden bazı isimler taktı. Weingarten'ın
üç kısımlık "Modern Bir Tutku Oyunu" başlıklı söyleşisi Elian vakası üzerine okudu
ğum en iyi söyleşidir; yine de, Weingarten 'ın Marysleysis'in davranış biçimine ilişkin
gözlemleri, misyonerlerin Güney Denizi Adaları'nda yaşayanların cenaze törenlerini
anlamaktan aciz değerlendirmeleri ni andırabilir: " Marysleysis genelde soğuk ve bur
nu büyük görünüyor; aşırı makyajlı ve tırnakları gösterişle boyanmış, kimi zaman ka

işaret ediyorlar" (NYf: 1 7 Ekim 2002).


30 Eliıin'ın Miami'deki vasilerine ilişkin haberler şu kaynaklarda bulunabilir: Lopez-Calderon (georı
ties.com, 2 Nisan 2000), Salon ( 1 7, 26 Nisan, 1 2 Mayıs, 8, 29 Haziran 2000), ABC ( 1 O Şubat 2000).
WP (6 Nisan 2000), NewAweek ( 1 7 Ocak 2000), MH ( 1 O Ocak, 1 O Şubat 2000).
BGST i Dütünce Dizi6i i 1 79

meralara dönüp Elian için ağlamaya başlamadan birkaç dakika önce arkadaşlarıyla
kıkırdadığı görülebiliyor" (WP: 6 Nisan 2000).

Genel geçer Amerikan bakış açısına göre, Elian melodramının yan karakterleri daha
da sorunluydu. Sık sık Elian'la oynamaya gelen ikiz kuzenleri jose ve Luis Cid Cruz
uzun bir sabıka listesine sahip ağır suçlulardı. Biri Gonzalezlerin evinden yarım mil
ötede işlenen silahlı bir soygun nedeniyle suçlanıyordu. Bu ikilinin polisteki dosya­
larında silahlı soygun dışında ateşli si lahlarla ilgili ağır suçlar, tutuklanmaya şiddetle
karşı koyma, büyük hırsızlık, küçük hırsızlık, soygun ve çocuk bakım payını ödeme­
mek gibi suçlar bulunuyordu. Sonra bir de medyanın ünlü ettiği şu "El Pescador"
Elian'ın kurtarılmasına yardımcı olan "balıkçı" vardı. Bu şöhretinden yararlanan adam
Lazaro'nun evini sık sık ziyaret etmeye başlamış, maha llede kahraman diye karşıla­
nır olmuştu; ama aslında balıkçı da deği ldi Latino da. Donato Dalrymple, New York
Poughkeepsie'den, ebeveynleri l skoçya-l rlandalı ve ltalyan bir tipti; geçimini ev
temizliğiyle sağlıyordu ve o gün kuzeninin tekneyi sürmesine eşl ik etmesini isteme­
siyle hayatında ilk kez balık avına çıkmış oldu. Aile içi şiddetten iki kez tutuklanan,
üç kez evlenip boşanan El Pescador bu yönleriyle Elian'ın koruyucularının profi line
gayet uygundu. Hevesle TV'de boy göstermesi bir yandan, (kontra yanlısı korkunç
isimlerden) Oliver North gibilerin onu şahsen tebrik etmesini beraberinde getirmiş,
öte yandan daha liberal basının onu " fonz" ve "süslü soytarı" gibi övgüyle hiç alakası
olmayan terimlerle nitelemesine yol açmıştı (Salon: 29 Haziran 2000). El Pescador,
Wa6hington Po6 t 'tan M ichael Leahy'ye "800. 000 Kübalı beni seviyor" diye konuşmuş­
tu. "Evet, ya, o kapıdan geçtiğimi, belediye başkanlığına ya da adı nedir, şu daha alt
mevkiye adaylığımı koyduğumu görebiliyorum. Komiser miydi neydi?" (WP: 26 Nisan
2000). Gene Weingarten, Elian hikayesinin "kolay kolay şöhret olamayacak birkaç
kişiyi şöhret haline getirdiğini, aralarında şöhret olması en imkansız ismin de Donato
l>alrymple olabileceğini" söylemişti (WP: 7 Nisan 20PO). "Kolay kolay şöhret olamaya­
rak şöhretler"· tarihyazımı açısından önemli nokta budur işte.

Ama söylediğim gibi, bu tür muhtemel olmayan bir tarihsel aktörlüğün oluşması için
hatırı sayılır bir çaba sarf edilmişti. Havana ve Miami'de her iki taraftan Kübalı lar te­
mel siyasal davalarının kaderi pek iyi gitmediğinden Elian davasında siyasal bahisleri
yükseltmek üzere harekete geçmişlerdi. Küba'da yorgun bir devrim, Florida'da silin­
mekte olan bir karşı devrimle karşı karşıya kalmıştı; her iki tarafta da şahinler, özel­
likle gençler arasında siyasal bağl ılıkların geri lediğinin farkındaydı . Elian'ı Miami'de
tutma kampanyasının başını Castro karşıtı faaliyetleriyle tanınan muhafazakar Küba
Amerikan U l usal Vakfı (CANF) çekiyordu. CANF, Seattle'da Fidel Castro'nun katılacağı
Dünya Ticaret Örgütü toplantısında taşınmak üzere Elian'ın bir propaganda posterini
yaptırarak meselenin fiti lini ateşlemekle tanınıyordu. Fidel toplantıya katı lmadı, ama
ı eo l 1hulcşdld& 'tm ôzar Düe;yenlc 1 Marahall Sahlina

poster sadece Seattle'da değil , sonrasında Miami caddelerinde de dolaştırıldı. Siyaset


bilimci Dario M oreno "Elian öncesinde büyüyorduk, daha az aşırı ve tutkulu başka bir
aşamaya geçiyorduk. Elian Gonzalez eski muhafızların siyaset üzerinde denetim tesis
etmesini yeniden mümkün kıldı, çünkü Elian mükemmel bir sembolik davaydı" gözle­
minde bulunuyordu (WP: 7 Nisan 2 00 1 ; karşılaştırın PBS: Frontline, Şubat 200 1 ; N.YT:
1 6 Ocak, 2 Eylü l 2000). Havana' da da durum böyleydi : The Guardian'ın "Küçük bir ço­
cuk yaşlı diktatörün yardımına koştu" manşeti durumu yansıtıyordu ( 1 2 Nisan 2000).

Açıktır ki Elian'ın "mükemmel sembolik dava" olmasını sağlayan şey, içinde bulunduğu
zor durumun bir gençlik siyaseti oluşturmaya uygunluğuydu (CT: 24 Haziran 2 0 0 1 ).
Bu nedenle Florida Boğazı'nın her iki yakasında okullar başlıca ajitasyon merkezleri
haline geldi. Küba'da okul çocukları "çocuk kahraman"la dayanışmalarını göstermek
için kitlesel olarak bir araya geldi ler. Elian M iami 'deyken, Küba'daki okulunda boş
kalan sırası kalleş kapita lizmin bir sembolü olarak kullanıldı; Küba'ya döndüğünde ise
Miami 'de gittiği okulda boş kalan sırası kal leş komünizmin sembolü haline geldi; hatta
Miami 'deki sınıfı bir plaketle ona adandı ve okulda yaptığı çalışmaların daimi olarak
sergi lenmesi planlandı. Benzer şeki lde birbirini yansıtan açıklamalarda her iki taraf­
tan sözcüler, genç insanlar üzerindeki etki lerini yeniden artırarak kazandıkları siyasal
gümüş üzerine yorumlarda bulundular: Birinde "gümüş sırma"ysa diğerinde "gümüş
tabak"tı. Miamili Küba l ılar Elian'ı kaybetmenin tesellisini "daha önce bu konuya ilgi
duymayan genç Kübalı Amerikalı ların davaya bağl ıl ığında" bu luyordu (M H: 2 3 Kasım
2000). Havana' da önde gelen bir siyasetçiyse New Jork Timeö'a şöyle diyordu: " Bize
gümüş tabakta bir fırsat sundular. Bu açıkça takdir ettiğimiz fikirlerin bir savaşı . . . Bu
birkaç ay, yeni biçimler, yöntemler ve aktörler keşfetmemizi, hepsinden de önemlisi
çok sayıda genç keşfetmemizi sağladı" (N.Yf: 5 Temmuz 2000). 3 1

Miami li Küba l ı ların seferber olması karmaşık biçimlerde Amerikan ulusal siyasetiyle
kesişiyor, siyasal kuvvetlerin yeni ittifaklar kurmasına neden oluyordu ve bu yeni
ittifaklar arasında bazı ları yabancı-yatak a rkadaşı tipi ittifaklardı. Gece geç saatler­
de yayımlanan talköhow'larda kimi zaman dalga geçilen, yazı lı basındaki gazeteci le­
rin sık sık eleştirdiği ve Demokrat Clinton Yönetimi'nin kuvvetle karşı çıktığı Kübalı
Amerikalıların davası, neresinden bakıl ırsa bakı lsın ülkenin genelinde pek taraftar
bulamıyordu. Kamuoyu yoklamalarına bakıl ı rsa Elian'ı babasına geri göndermekten
yana olanlar Aralık'tan (yüzde 46 göndermekten yana, yüzde 33 göndermeye karşı)
Nisan'a kadar (yüzde 59 göndermekten yana, yüzde 33 karşı) tedrici olarak arttı (ABC:

31 Küba Dışişleri Bakanlığı Kuzey Amerika Masası Direktörü'nün sözlerinin alıntılandığı benzer bir
haberde şöyle deniliyordu: "Elian vakası Devrim'in onaylanmasıdır. insanların dahil olmasını
sağlamıştır . . . Genç Kübalılar Sovyetler döneminde, Domuzlar Körfezi zamanında, Küba füze krizi
devrinde doğmadılar. Ama kendilerini bu üzücü hikayenin bir parçası olarak hissettiler" (CT: 24
Haziran 200 1 ; krş. /IO'f: 2 Eylül 200 1 ).
BGST 1 Dü9ünce Dizi6i 1 181

2 Nisan 2000). ABD'nin Küba'ya ticari ambargosunu sona erdirmekten yana görüşler
de güçleniyordu. Bu arada ABD'ye göçü denetim altına almaya duydukları i lgi, Başkan
Castro ile Başkan Clinton açısından Elian'ın geri gönderilmesini ortak bir dava haline
getirdi. Öte yandan, kısa süre sonra Demokrat Parti' den başkan yardımcısı adayı ola­
cak Senatör joseph Lieberman, Elian'ı fahri ABD vatandaşı yapacak bir Kongre yasa
tasarısını destekleyerek Göç ve Yurttaşlık Hizmetleri Kurumu'nun etrafından dolaşma
konusunda bazı muhafazakar Cumhuriyetçilerle birlikte hareket etmeye hazırlanı­
yordu. Kongre'nin nadiren aldığı kararlarla tanıdığı bu tür fahri yurttaşlıklar, ancak
Winston Churchill ve Rahibe Theresa gibi kişilere verilmişti. Cumhuriyetçi senatör
Connie Mack, Elian için neyin iyi olacağına ve ·o nun ne olacağına ABD hükümetinin
karar vermesini sağlayacak yasa tasarısını desteklerken, "Elian'ı ne düşüneceğine ve
ne olacağına [Kübalı] hükümetin karar verebi leceği bir yere göndermenin onun için
iyi olduğunu sanmıyorum" diyordu (WP: 1 6 Ocak 2000). Tesadüfe bakın ki Lieber­
man, Castro'ya dönük açı l ı m yapılmasını destekleyen bağımsız Lowell Weicker'e kar­
şı Senato'ya adaylığını koyduğu l 988'den beri Küba lı Amerikalı cemaatinin sevgilisi
olmuştu. 2000 başında Senato'ya yeniden seçilmek için adaylığını koyduğunda, Hür
Küba Siyasal Eylem Komitesi kampanyasına en az on bin dolarla katkıda bulunmuş­
tu. Bütün bunlara ve Al Gore'un, Elian'ın Amerika'da tutu l masını savunarak Kübalı
Amerikalıların oylarına oynamasına rağmen, Clinton yönetimi çocuğu ülkesine iade
ettiğinde Florida'daki Kübalılar başkanlık seçimlerinde " Demokratları cezalandırmak"
amacıyla kitle halinde seçimlere katıldılar. Kübalı Amerikalıların 2000 'deki Gore­
Lieberman'a verdiği oylar, l 996'daki Clinton-Gore'a verdiklerine kıyasla 50. 000 ka­
dar azaldı. Al Gore'un Florida'yı ve başkanlığı neden kaybettiğine ilişkin çok sayıda
gereksiz ve yeterli gerekçeye bir de Elian Gonzalez'i ekleyin. Yine de birçok liberal De­
mokrat, muhafazakar Cumhuriyetçi ilkelere dayanarak Elian'ın fahri yurttaş yapılma­
sını öngören yasa tasarısı gibi önlemlere başından beri karşı çıkıyordu. California'dan
Afro-Amerikalı Kongre temsilcisi Maxine Waters'ın ulusal televizyonda Elian'ın baba­
sına geri gönderi lmesini savunma biçimi, kutsal Cumhuriyetçi inekler olan "aile değer­
leri" ve "doğal haklar"ı akla getirmişti (CNN: 4 Ocak 2000).

Elbette Amerika' da siyasal sağın kendine özgü çelişki leri vardı; "aile değerleri"ne bağ­
lılığı görüşlerinin bir tarafın ı temsi l ediyorsa, liberter komünizm-karşıtlığına bağlı l ığı
da öbür tarafını temsil ediyordu. Sonuçta ortaya çıkan diyalektik çarpıtmaları bir yan­
dan siyasal açıdan sağın elini zayıflatıyor, bir yandan da onu mülkiyetçi bireyci liğin
keskin ideolojik uç noktalarına itiyordu. Bir yandan, ciddi sayıda önde gelen Cumhu­
riyetçi aile değerlerine sıkı sıkıya sarıl ıyordu. Eski bir futbol yıldızı olan Oklahoma'dan
Cumhuriyetçi Steve Largent, "akıl alacak iş değil " diyordu, "Elian'ın babasına geri gön­
derilmesi gerekir" (CT: 22 Ocak 2000). Muhafazakar köşe yazarı Kathleen Parker da şu
yorumda bulunuyordu: "Ebeveynlerin Tanrı tarafından veri lmiş olan, kendi çocukla-
ı BZ 1 Thukydlde&'fen Ôzür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

rını yetiştirme hakkı her zaman siyasetten önce gelmelidir" (CT: 1 9 Ocak 2000 ) .3 2 Öte
yandan rad i ka l sağ, üstün aile değerleri zeminini terk etmek ve bireysel özgürlüğün
en üstün çıkar olduğunu savunan temel konuma geri dönmek zorunda kaldı: Benl iğin
kendisi olma hakkı, ebeveynlerin hak iddiaları karşısında öncel iğe sahip olmal ıydı.
Radyolardaki sohbet programları, küçük TV istasyonları ve internet aylar boyunca
Elian vakasını, serbest girişimcil iğe ve Amerikan hayat tarzına yönelik küçük-büyük
her tür tehditle i l i şkilendirerek liberter köktencil i k nöbetlerine gömüldü.

lnternette önde gelen sağcı sitelerden "capitalismmagazine.com. "dan birkaç örnek


verelim. Ayn Rand 'ın mirasçılarının yayı mladığı bu i nternet dergisi olayları "Elian'ı
Özgür Kıl" başlıklı bir yorum köşesiyle izledi. Genel tezleri, çocuğu Castro Küba'sı­
nın "tropikal hapishanesi"ne "devletin kölesi olmaya" geri göndermenin, "çocuk
suistimali"yle ve hatta "Bili Gates'in yasal düzenlemelere tabi tutulması"yla bir tutu­
labilecek büyüklükte "bir günah" olacağıydı; zira bu gibi vakalarda "bir babanın hakkı,
asla bir çocuğun haklarının önüne geçemezd i "; hem zaten baba davasına bağl ı bir
komünistse, "bu durum onun ebeveyn olma vasıflarına sahip olmadığını gösterirdi"
Ebeveynlik haklarıyla ilgili bu son eksantrik düşünceler, Maryland Üniversitesi 'nde
işletme ve psikoloji profesörü olan Edwin Locke'la yapılan söyleşi lerde ortaya çık­
mıştı. Locke, Elian'ın babasına geri gönderi lmesinin, Amerika'da artık gemi azıya al­
mış görelil ikçi çokkül türcülüğün teşvik ettiği türden bir davranış olduğu kanısındaydı.
Locke "çokkültürcülük, hiçbir yolun doğru yol olmadığını ve herkesin kendi görüşüne
sahip olduğunu söyler. Çokkü ltürcülüğü kabul ederseniz herkes eşit olur. Castro'nun
Thomas jefferson'dan farkı olmaz" diyordu (cm. c: 25 Mart 2000). Locke, Richard
Salsman'la birl ikte kaleme aldığı başka bir makalede, birkaç ay içinde "bir çocuğu bir
diktatörlükte köleliğe mahküm etmek"le kalmayıp (tütün yükümlül üğü davalarına at­
fen) "koca bir sektörü mahveden" ve (Microsoft' a atfen) "Amerika'nın en başarılı şirke­
tini yıkan" Adalet Bakanı janet Reno'dan adalet beklenemeyeceğine işaret ediyordu.
Locke, sigara imal atçılarına açılan tazminat dava ları hakkında, "satın alanlar kendile­
rine zevk veren ürünleri kötüye kullanıyor diye satanların haklarını lağvetmenin abes
olduğu" kanısındaydı (Aynı şey eroin satıcıları için de mi geçerliydi peki?). " i çerlemiş
bazı haylazlar" hükümeti "kendi çabalarıyla elde edemeyecekleri" bir rekabet avantajı
tanımaya ikna etti diye M icrosoft'u cezalandırmak da abesti . Elian Gonzalez vakasıyla
bariz bağ bu noktada kuruluyordu; o da aynı şeki lde kendi çıkarlarını en üst düzeye
çıkarma özgürlüğünden yoksun bırakılmıştı: "Mesele ister koca bir sektör, istek tek
bir şirket, isterse tek bir birey olsun temel i l ke aynıdır. i nsanlar ya kendi hayatları

32 Jill Nelson, USA Today'de (7 Ocak 2000): "Küba'ya karşı husumet ebeveynler ve çocuklar arasındaki
bağa üstün gelmiyor . . . Elian'ın babasının kollarına dönmesi, Amerikalı siyasetçilerin ortaya atma·
ya bayıldıkları, fazlasıyla çığırtkanlığı yapılmış 'aile değerleri' kavramı açısından küçük bir zafer
olacaktır" (krş. CPD: 22 Aralık 1 999; WP: 1 Ocak 2000).
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i i 1 83

üzerinde hakka sahiptirler -ki bu hak


başka insanlarla serbestçe ticaret yap­
ma hakkını da içerir- veya bu hakka sa­
hip deği ldirler" (cm. c: 23 N isan 2000).
işte karşınızda Edwin Locke. John Locke
mülkiyetçi bireycilik hakkında daha iyi­
sini söyleyemezdi .

Elian Kasırgası siyasal yelpazenin ta­


mamında bir başka değerler çelişkisini
daha tetiklemişti. Elian'ın Amerika'da
tutulmasına karşı çıkan kesimlerin bir
bölümü temelde özeleştireldi. Bu öze­
leştirel l ik, Elian'ın Amerikalı bir ço­
cuk olarak geleceğinin onun "özgürlük
hakkı"nı savunanların iddia ettiği kadar
iyi olacağı konusunda ABD'deki gençlik
kültürüyle ilgi l i deneyimlere dayanan.
2.7 Elian Miami'de (© Reuters/Corbis)
her zaman belli belirsiz denemeyecek,
rahatsızlık verici şüphelerden ileri gel i-
yordu. Elian'ın ABD'deki geleceği Küba'dakinden daha beter olabilirdi. Elian'ın, ku­
cağı oyuncaklar ve (ateşlemeyi sevdiği oyuncak tabancalar da dahil) başka eşyalarla
dolu halde yayımlanan görüntüleri de gençlerin karıştığı şiddet vakaları ve nefsine
düşkün uyuşturucu kullanımı gibi sorunlarla mücadele eden Amerika l ı ların yüreğine
pek su serpmiyordu (Resim 2 . 7 ). Elian vakası. Colorado'da Columbine Lisesi'nde iki
genç öğrencinin katliam gerçekleştirdiği yıl meydana gelmişti. O halde gayet ortalama
muhafazakar bir gazetecinin yorumunu alalım: "Özgürlük kisvesi altında Elian'ı oyun­
caklara boğduk, onu şöhret yaptık. eline bir köpek y avrusu verdik, resimlerini çektik.
ellerini kaldırtıp zafer işareti yaptırdık ve sonra ona eski iğrenç Küba'ya dönmek iste­
yip istemediğini sorduk. " " Kendi toplumumuz uyuşturucu, seks ve şiddete boğulduğu
için" yabancı bir ülkenin çocuğunuzu geri vermek istemediğini bir düşünün (Parker.
CT: 1 9 Ocak 2000). Gabriel Garda Marquez (commondreams.org 2000), Elian'ın 6
Aralık l 999'da altıncı doğum gününde çeki lmiş fotoğraflarında. son model silahlarla
çevrelenmiş, başında savaş m iğferi, Amerikan bayrağına bürünmüş bir halde görün­
düğüne dikkat çekerek bu fotoğrafların Michigan'da aynı yaşlarda bir çocuğun bir okul
arkadaşını tabancayla öldürmesinden kısa bir süre önce yayımlandığını belirtiyordu.
Marquez bu nedenle, Elian'ın uğradığı asıl deniz kazasının açık denizde deği l karada.
kazadan sonra kendini bulduğu yerde gerçekleştiği gözleminde bulunmuştu.
1 84 1 Tiıukydide&'ten Özür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

Bir de aşırı boyutlarda tüketimcilik söz konusuydu : Elian'ın kendi başına sürebileceği
kumsal arabası da dahil olmak üzere bir ev dolusu pilli oyuncak, kol saatleri, cep tele­
fonları, spor malzemeleri, giysiler vs. 33 Flori dalı yazar ve yorumcu Cari H iaasen "bütün
bu hediyelerle başa çıkmak kolay mı sanıyorsunuz?" diye soruyordu: "Her gün yeni
bir paket açıl ıyor, içinden çocuğun Küba'da yaşasa asla sahip olamayacağı pahalı bir
oyuncak çıkıyor" (MH: 30 Ocak 2000). Bu hediyelerin çoğu Miamili Kübalı lardan gel i ­
yordu. Bu cömert hediyelerin, Elian'ın sevgisini kazanmak i ç i n o n a rüşvet vermekten
tutun, "özel bir çocuk", Dünyanın Kralı'na yaklaşan biri olarak statüsünü onaylamaya
varıncaya dek yerel anlamları ve işlevleri olduğuna da kuşku yoktu. Mesaj, H iassen' i n
d i l e getirdiği üzere açıktı: "Yıldız Savaşları legolarıyla d o l u b i r dolabın varsa Baba'ya
ne ihtiyacın var?" Kurtarılmasının üstünden iki hafta geçmemişti ki Elian Disney
World'e götürüldü ve Küba l ı ların çıkardığı yerel gazeteye göre burada "saat 1 1 . 00'de
Mickey Mouse tarafından şahsen karşılandı" (Libre 2 0 0 1 : 1 6).

Ne var ki Elian'ı fazlasıyla zevküsefaya gömülmüş halde gösteren fotoğrafların orta


sınıf Amerika l ı lar için farklı anlamları olabil iyordu. New Orlean1> Picayune'da ya­
yımlanan, Walt Handelsman'ın çizdiği bir karikatürde Elian kelimenin tam anlamıyla
oyuncak paketleriyle çevrelenmiş bir halde görül üyordu; bu arada yanında duran Sam
Amca "Küba'nın geri a l masını engellemek için onu ablukaya aldık" diyordu (Resim
2 . 8). Green Bay PreM-Gazette'de yayımlanan (Resim 2 . 9), joe Heller'ın çizdiği başka
bir karikatürde Elian bir oyun arkadaşıyla beraber görülüyordu. Elian çocuğun elin­
den bir Amerikan Askeri joe bebeği gibi görünen oyuncağı kapmıştı ve bu arada arka
planda Elian'ın a krabaları olduğu bel irtilen bir erkek ve bir kadınla, janet Reno'nun
"FBI ajanı" diye etiketlenmiş bir karikatürü duruyordu . Elian diğer çocuğa oyuncak
bebek için bağırıyordu: "Onu geri alamazsın! Artık ben i m ! Ona asla elini sürmeyecek­
sin! Ne şimdi, ne başka bir zaman ! " Bunun üzerine a krabalarından biri Reno'nun işini
kolaylaştırırcasına "gördün mü? Elian gerçekten de bizden biri ! " diyordu. PBS'te ya­
yımlanan New1>hou r'da gazeteci Richard Rodriguez benzer temsillerden bahsederken
bunların Amerika l ı lar arasında "ne hale geldik" türünden bir mahcubiyeti yansıttığı
değerlendirmesinde bulunmuştu: "Sabah gazetesinde bir karikatürist, vasat bir yete­
nek, ne zaman Elian'ı çizse çocuğu N i ke ayakkabıları ve güneş gözlükleriyle çiziyor;
bilirsiniz işte, tüketimci N i ke çocuğu gibi . Bu çocuk Havana' da mı yetişse daha iyi olur,
yoksa South Beach'te güneş gözlükleri ve patenlerle mi diye sorsanız, birçok Amerikalı
ebeveyn orta yaşa özgü temkinliliğimizle Elian'ın bizim çocuklarımız gibi yetişmesini
istemediğini söylerdi " (PBS: 26 Nisan 2000).

33 Kumsalda giden araba, Elian'ın aldığı çok sayıda Noel hediyesi arasında yer alıyordu. "Bugün
aralarında Noel Baba kılığına girmiş birinin de bulunduğu bir grup Miami belediyesi yetkilisi, Elian'a
pille çalışan, mor, sarı ve kırmızı renklerde bir kumsal arabası, alüminyum bir sopa, bir beyzbol
eldiveni ve topu getirdi" (WP: 25 Aralık 1 999).
BGST i Dü�ünce Dizi6i j 1 B5

KÜBA'N I N GERİ ALMAS I N I


ENGELLEMEK İÇİ N ONU
ABLUKAYA ALD I K

2 . 8 Elian' ı n ABD'de tutulması


(Walt Handelsman/New Or/eans Picayune ; © Tribune Media Services, ine.)

Kübalı Amerikalıların siyasetinin kendisine özgü çelişkileri ve ironileri vardı. Çoğun­


luğun savunduğu konum, yani Elian'ın özgür olmasının ebeveynlik haklarından önce
geldiği düşüncesi , Küçük Havana' da "özgürlük" ve "demokrasi" diye savunulan şeyle­
ri saçma bulan ılımlı azınlık tarafından alaya alıriıyordu. "Ne zaman bir şey yapma­
nın gerekçesi olarak özgürlükten bahsetseler, gülüyorum" diyordu, Miami 'de Radio
Pro gre& o 'da yorumcu olan Francisco Aruca.34 "Onlar" Kübalı cemaatinde iktidarı te­
kel lerine almış şahin Castro karşıtlarıydı: Olaylar üzerinde denetim kuran örgütler ve
mafya tarzı kişi liklerden oluşan, ideolojisini başlıca lspanyolca yayın organlarında
muhalefet olanağına yer bırakmadan yayan bir ağdı bu. Yıllardır bu ideolojiyi hara­
retle savunmak, Miami 'deki Kübalılar arasında ekonomik fırsatlara sahip olup sakin,
huzurlu bir hayat sürmeni n zorunlu koşulu olmuştu . 1 5 Yaygın tabirle ılımlılara göre

34 Eliıin hakkında Aruca ve Kübalı Amerikalı diğer "ılımlılar"la yapılmış kapsamlı Frontline söyleşileri
PBS'te bulunabilir (2000)
15 Florida Uluslararası Ü niversitesi'nde profesör olan Lisandro Perez şöyle diyor: "Buradaki Küba
topluluğunun bazı dinamiklerini ve siyasal olarak nasıl işlediğini anlamak için bu topluluğun
birçok bakımdan küçük bir kasabayı andırdığını anlamanız gerekir. Kübalı Amerikalı topluluğu eko-
1 86 l lllulcydlde• 'tm ÔZGr Düeyerelı 1 Mar6halt Sahlin6

+- - 1

GÖRDÜ N
MÜ? ELIAN
GER.ÇEKTEN
DE BiZDEN
BiR.I !

2 . 9 Amerikalı çocuk Elian (Joe Heller/Green Bay Press-Gazette)

(Küba'yla diyalog kurulmasını istedikleri için küçümseyici bir tabirle dialogueroıı diye
de anıl ıyorlardı), yerel hakimiyet ve baskı sistemi Amerika'daki demokratik erdem­
lere uygun düşmüyordu. Ayrıca, "tam tersine burada yaptıkları şey, Miami 'de Ame­
rikan Anayasası'nı bertaraf etmektir" diyorlardı. Başka bir l i beral entelektüel Max
Castro'ysa şunları söylüyordu: "Marksizm-Leninizmin bir ideoloji olarak çöktüğü , Sov­
yet bloğunun ortadan kal ktığı komünizm-sonrası bir dünyada Kübalı sürgünler sıklıkla
Küba rejiminden daha otoriter, daha ulaşılmaz görünmeye başladılar" (PBS: 26 Nisan
2000). Elian'a vaat edilen "özgürlüğün" bazı çelişkileri, ülkelerinin dışında yaşayan
Kübalı ların genellikle benimsediği "sürgün" kimliğine içkindi ; yani "göçmenler"den
farklı ve onlara karşıt olarak "sürgünler" Zira bu şeki lde devrim öncesi bir meşruiyete
dayanarak otoriter Batista rejiminin mirasında da hak iddia ediyorlardı. I l ı ml ılar ger­
çekten de ailevi bir benzerlik olduğunu söylüyordu.

Burada, kültürde düzen hakkında antropolojik bir değerlendirme yapmak için mola
verelim. Kiazmatik i l işkileri ve diyalektik karşıtlıklarıyla bütün bu karmaşık siyasal
konumlar bileşiminin, bugün geçerli olan postmodern "her zaman bağlantıyı kopar"

nomik olarak çok güçlüdür. Çok fazla istihdam yaratır ve kendisi ve mensupları için çok sayıda iş
imkanı üretir. Olmasını istemeyec�iniz şeylerden biri topluluğun bazı temel dayanaklarına ters
düştüğünüz için siyasal ideolojiniz nedeniyle dışlanmaktır" (PBS: 2000).
BGST 1 Dü�ünce Dizidi 1 1 87

eğil imiyle bir ilgisi olsa gerekir. Beşeri bilimlerde birçoklarının, bazı kült uzmanların
izinden giderek kültürde ve kültürlerde tutarsızlıklar bulmaktan kaynaklanan sapkın
tatminini kastediyorum. Bilirsiniz işte, ihtilaflı kategorilerin, bulanık sınırların. har­
moniden yoksun çoksesli liğin, büyük anlatıların imkansızlığının kutlanması ve yapı­
sökümün başka sinsi tatları. Yine de benzer bir bağlamda Julian Barnes'ın merak ettiği
gibi ben de merak ediyorum: "Güncel bir yazar tereddüt ettiğinde, belirsizlik olduğunu
ileri sürdüğünde, yanlış anladığında ve oyunlar oynayıp yanıldığında, okur gerçekten
de gerçekliğin daha sahici bir biçimde anlatıldığı sonucuna mı varıyor?" ( 1 984: 89) Bu
bağlamda Elian siyaseti, olup bitenin sistematik bir şey olup olmadığı sorusunu gün­
deme getirir. Elbette; Amerikan sağında bireysel özgürlükler ile ebeveynlerin hakları
konusunda diyalektik bölünmelere veya Amerika'da orta sınıfın bel l i bir kesiminin
mensubu olarak yetişmeye ilişkin çekincelere ya da Havana'da ve Küçük Havana'daki
gençliğe yapılan vurguya baktığımızda, bu sorunun cevabı "evet"tir: Konumlar pek
rasgele deği ldir, yapısal olarak da sembolik olarak da şansa bağlı deği llerdir. Belki de
"çatışan söylemler"le ilgili farkl ılıkları düzensizlikle bir tutmakta fazla acele ettik. Bu
durumda, farkl ıl ıkların içindeki ve a ra<1ı ndaki il işkileri aramaya son vermek; böyle
bir sistematikliğin imkansız olduğu gerekçesiyle bu arayışı a priori bırakmak gayet
kolay hale gelir. Bu taktik konusunda (Goethe'den al ıntı yapan) Bourdieu'yü tercih
ederim: "Bir kişinin bilinemez bir şey olduğunu varsayması, ama bunun, araştırmasına
herhangi bir sınır koymak anlamına gelmediğini düşünmesi yürek ister, görüşümüz
budur" ( 1 996: xvii). Ben Elian konusunda -farkl ı tutumlar içindeki özne konumları
gibi- benimsenen siyasal konumların ardında, tutarlı şeki lde tarafların çıkarları oldu­
ğu görüşünden daha fazlasını öne sürüyorum. Gerçi bu da, Bakhti n'in bize dediği gibi ,
zaten sistematik bir şey söylemektir. Bu özne konumları birbirleriyle özgün mantıksal
ve sosyolojik ilişkiler içindedir ve böylelikle ahlaki ve siyasal doktrinlerin çatışması­
nın yarattığı bir dinamiğin damgasını vurduğu daha geniş ölçekl i , karmaşık bir düzeni
ima ederler. Evet, jim (George ya da her kimsen) bir kültür vardır. Her ne kadar farklı
karakterleri ve karmaşık senaryosuyla asla basit olamayacaksa da büyük bir anlatı
bile olabilir. Kuramsal molamız son buldu.

Bu arada Miami'de Gonzalezlerin evinin önünde her gün toplananlardan biri şöyle
dedi: "Elian sırf bir çocuk olsaydı Fide! onunla uğraşmazdı. Fidel onun kutsal olduğunu
biliyor ve onu yok etmek istiyor" (NJDN: 9 Nisan 2000). Küçük Havana'dan yayılan
ulusal siyasal fırtına güçlü bir dinsel esinle sürekli kamçılanıyordu. "Mucize Çocuk"
(fi Niiıo Milagro) ya da "Çocuk Kral" (fi Niiıo Rey) Miamil i sürgünlerin acılarına
son vermeye, onları ezen firavunsu ya da zalim Fide! Castro'yu yok etmeye ve onları
anayurtlarına geri götürmeye gelmişti. 36 Elian'ı görmeye can atan i nsanların tuttuğu

36 Kurtarıldığında Elian'ın götürüldüğü hastanedeki doktorların ifade ettiği üzere tıbbi mucize denilen
1 88 1 JhııkycUdea'ten Ôzilr DUeyenık 1 Mar6hall Sahlin6

nöbetlerden birine katılan Marta Rondon "içimde, onun bu işi yapacağı hissi var" di­
yordu (MH: 1 O Ocak 2000). Aziz imgelerinin taşındığı ayinleri andırırcasına, Elian'ın
geceleri Gonzalez ailesinin bahçesinde ona hayranlık duyan bir kalabalığa yukarıdan
bakarak dolaştırılması, Elian vakası sırasında düzenli olarak yaşanan bir olaydı. Bu
sefer, çocuk n ihayet Delphin Gonzalez'in omuzlarına çıkıp her iki eliyle birden V işa­
retleri yaptığında ve daha sonra boş bir su tabancasıyla kalabalığı ıslatacakmış gibi
davrandığında Marta çok etkilenmişti : " içimde ona karşı öyle hisler, öyle bir sıcaklık
var ki. Özel bir çocuk o. Hiç kuşku yok, özel bir çocuk" (a.g.e.). Kübalı Katolik din
adamlarının birçoğu da aynı kanıdaydı. Buna karşın, Miami 'de lngilizce konuşan Ame­
rikalı din adamları, varsayılan mucizeden kuşku duymuş, Elian'ın aziz ilan edi lmesine
yanaşmamıştı. " Herod*, yani Castro Küba'da bekliyor" diyordu Muhterem jose Luis
Mendez, Corpus Christi Kilisesi 'nin vaizi. "Pontius Pilate•• Washington' da ellerini yıkı­
yor, Başkan C l i nton yan i . Çocuğun çektiği eziyet Küba halkının çektiği eziyettir" (WP:
20 Nisan 2000). Ya da Gonzalezlerin evinin dışında bulunan pankartlardan birinin
dile getirdiği üzere, özlü bir deyişle söylersek: "Elian l sa, Castro Şeytan."

Miami 'de lspanyolca yayın yapan radyoda, Kübalı ların kahvelerinde (ve ayrıca res­
mi Elian web sitesinde) süregiden söylentiye göreyse, Elian içinde yüzdüğü iç lastiği
çevreleyip onu köpekbal ı klarına karşı koruyan yunuslarca kurtarılmıştı. Başka bir ta­
kipçi M i a m i Hera l d muhabirine, "bunun Kutsal Kitap'tan bir hikaye olduğunu hangi
Kübalıya sorsan bilir" diyordu (MH: 8 Ocak 2000). Aslına bakı lırsa bu hikaye Kutsal
Kitap'ta değildi, ama Aristoteles'teydi . Aslında "balıkların kurtardığı deniz kazazede­
si" ya da benzeri hikayeler dünya çapında geçerliliği olan mitsel bir temadır. Bunlar
arasında, "Bir balığın sırtında denizden kaçış" (Stith Thompson motif B54 l . I ); "Balık
adamı sudan geçirir" (B5 5 l . I ); "Deniz canavarı yolcunun sırtına çıkmasına izin verir"
(B5 56); "Büyülü somon kahramanı suyun üstünde taşır" (B 1 7 5 . 1 ) ve diğerleri yer alır
(B2 56. l 2 , F 1 088. 3 . 2 , B56 l . 5) . 37 Küba'nın koruyucu azizesi Yardımsever Hanımımız
hakkında da benzer hikayeler anlatılır: bir fırtınayı nasıl yatıştırıp bir balıkçıyı kurtar­
dığı; bir balıkçıyı veya üç balıkçıyı ya da küçük bir çocuğu fırtınada kıyıya nasıl çıkardı­
ğı gibi hikayeler. Yunusların Elian'ı kurtarması üzerine şiirler yazılmıştı: "Ve yunuslar

şey, çocuğun bir iç lastik içinde yirmi dört ila kırk sekiz saat güneş altında sürüklenmiş olmasına
rağmen, buna i lişkin pek belirti göstermemesiydi. Bu "mucize" doğal olarak Miami'deki Küba toplu­
l uğu tarafından kabul edildi ama başka yerlerde, Elian'ın suda kaldığı sürenin abartıldığı gerekçe­
siyle kuşkuyla karşılandı.
Matta'ya göre lncil'de Hz. lsa doğduğu sıralarda Beytüllahim'de iki yaşından küçük bütün erkek
çocukların öldürülmesi emrini veren Roma'ya bağlı Yahudiye Eyaleti'nin kralı. -y.h.n.
Hz. lsa'yı yargılayan Yahudiye valisi. -y.h.n.
37 I Üç Kral) geçidine katılan Nikaragua kökenli Amerikalılardan Sonia Espinosa "bence yunuslar onu
babasından daha çok seviyor. " dedi. "Yalnız olduğunda ona baktılar, okyanusta yunusların ye­
tim yavrusu oldu. O bir mucize" (MH: 1 O Ocak 2000, "Three Kings"; krş. MH: 25 Ocak 2000). Stith
Thompson'a yapılan atınar için l ndiana Ü niversitesi'nden Gregory Schrempp'e müteşekkirim.
BGST [ Dü�ünce Dizi6i [ 1 89

kol ladı çocuk denizciyi I Üzerinde uçan küçük meleklere benziyorlardı" (Jose Manuel
Carballo, MH: 23 Ocak 2000). Elian karikatürlerde, tablolarda ve duvar resimlerin­
de, yunuslarca çevrelenmiş halde yüzerken ve yunuslar, uçan melekler. Yardımsever
Hanımımız ya da Tanrı 'nın Eli tarafından şefkatle yönlendiri l irken resmediliyordu.
Religion in the Ne wtı 'te, kristoloj i k* motiflerle Santeria motiflerini siyasal mücadele
ikonlarıyla bir araya geti ren daha ayrıntıl ı bir folk duvar resmi betimlenmişti: "Elian
Yardımsever Hanımımızla denizde iç lastiğin içinde yüzüyor, Ochun [Orisha] ve Eleg­
gua [Ochun'un oğlu] da iç lastikte onunla birlikte. Etraflarını üç yunus çevreliyor, te­
pelerinde Tanrı'nın el leri . küçük bir Bakire Meryem ve Çocuk onları gözetiyor. Bu sah­
ne, bir kefede Papa i l . Jean Paul'ün başının. diğer kefede ise Başkan Clinton'ın port­
resinin yer aldığı daha büyük bir adalet terazisiyle çerçeveleniyor. Arka planda Fidel
Castro'nun gölgeler içinde iki görüntüsü, kasvetli bir çehresi olduğu görülen Özgürlük
Heykeli, lsa ve elinde başka bir terazi tutan bir başmelek yer al ıyor" (RIN: 2000).

Bir aile melodramının tarihsel bahisleri yükseltmesinden mi bahsetmiştiniz! Sırf en


öne çıkan kimlikleri sıralarsak biraz lsa, biraz Musa, biraz Orisha'yla birlikte Elian
mesihçi bir umut olarak ikonlaştırılmış ve böylece kaderi nin çizi ldiği akrabalık ilişki­
lerine ve siyasal çatışmalara kozmik bir anlam kazandırılmıştı. Bu dini temsi ller ide­
olojik refleksler olmanın ötesinde, daha önce söylediğim gibi, u l usal olanın tarihinin
kişilerarası düzleme aktarılmasını sağlayan yapısal aktarıcılardı, dolayımlardı; öyle ki,
Gonzalez camiasının yaptıkları olay haline geliyord u . 38

Kristolojik veçheye i l işkin bazı işaretlerimiz vardı zaten. Miami 'de haftalık yayımla­
nan Libre "Elian cehennemden çıkmak için haç duraklarından·· geçti" diye yazıyordu.
Elian'ı lsa olarak resmeden işaretlere Gonzalezlerin evini çevreleyen kalabalıkta sık
sık rastlanıyordu; örneğin bir posterde şöyle deniliyordu: "Çarmıha gerildikten sonra
Elian ve Küba da dirilecek" (WP: 20 Nisan 2000). Ya da Elian'ın iade edi lmesi sonra­
sında üzerinde oyuncak bir bebek olan evde yapı lmış bir çarmıh "Cl inton ve Reno,
Elian'ı çarmıha gerdi ler" yazı l ı bir pankartla taşınmıştı ( RIN: 2 000). Bazı ları Elian'ın
kutsal sağaltıcı güçleri olduğunu ileri sürüyordu: Ana-babalar hasta bebeklerini şifa
bulsun diye Gonzalez ailesinin bahçe çitleri üzerinde havaya kaldırıyordu (BBC Newtı:
29 Ocak 2000). Dini söylencelerin yanı sıra Elian'ın hayatta kaldığı koşullardan da
beklenebi leceği üzere, l sa-olarak-Elian teması Meryem sembolizminin de damgası-

Kristoloji, Hıristiyan ilahiyatının Hz. lsa'nın doğası ve işleriyle ilgilenen bölümü. -y.h.n.
38 Elian vakasının dini boyutları çok sayıda habere konu olmuştur. Başka haberlerin yanı sıra bkz.
Chicago Tribune ( 1 7 Ocak 2000), MH (8, 1 O. 23 Ocak. 26 Mart. 1 O Nisan, 1 4 Mayıs 2000), WP (22
Ocak. 6, 1 4, 20 Nisan 2000), CNN (28 Mart 2000), NYDN (9 Nisan 2000), RIN (Yaz 2000), geocities.
com'da Lopez-Calderon (2 Nisan 2000).
Hz. lsa'nın mahkum edilmesinden mezara konulmasına kadar olan olayları betimleyen 1 4 resim
veya oyma. -y. h.n.
1 90 1 Thukydidea'tm Ôzür Dileyerek J Maröhall Sahtinö

nı taşıyordu. Elian'ın ölmüş annesi ayinlerle anıl ıyor, çeşitli malzemelerden yapılma
sunaklarda kutsanıyordu. Elian'ın Küba'ya geri gönderildiği gün bir kadının şöyle de­
diği işitildi: " Belki annesi görünür de bu iş burada son bulur" (MH: 28 Haziran 2000).
Bakire Meryem iki kez görünmüştü: Bir keresinde Gonzalezlerin evinde Elian'ın yatak
odasındaki aynada bel irmiş, bir keresinde de birkaç blok ötedeki bir bankanın camın­
da herkesin göreceği şekilde ortaya çıkmıştı. Olayı anlatanlardan birine bakılırsa, her
ne kadar "bedenini ya da yüzünü görmek mümkün olmasa da bankanın camındaki gö­
rüntünün Meryem olduğu su götürmezdi" (WP: 6 Nisan 2000). 468 NW Yirmi Yedinci
Bulvar'daki Totalbank'ın Bakiresi , bebeklerini cama süren annelerden tutun da sözde
Bakire'nin bir cam temizleme malzemesinin kalıntısı olduğunu ileri süren kuşkucuya
dek, farkl ı ölçülerde saygı gördü (MH: 26 Mart 2 0 0 0 ; Newt.day: 9 Nisan 2 000). Her­
halde inanmayanlar da kısa süre sonra i kna olmuştu, zira Florida piyangosu 2 - 3 - 1 -9
numarasına vurmuş, çoğu Kübalı olsa gerek, 1 92 bilet sahibi piyangoda 5 . 0 0 0'er dolar
kazanmış ve Lazaro Gonzalez 2 3 1 9 NW İ kinci Cadde'deki meşhur evi satın almıştı . 39

Elian'ın Musa olarak gösterildiği temada anne figürü de hiç kuşkusuz bir rol oynu­
yordu (CT: 1 7 Ocak 2000; WP 22 Ocak, 2 0 Nisan 2000; ReligiousTolerance.org). İs­
panyolca yayımlanan yerel bir derginin arka kapağı nda "Kübalı Bir Musa" denil iyordu
(RIN: Yaz 2000). "Tanrı'nın iradesi i nsan zihnince kesinlikle anlaşılmaz, ama bu va­
kanın nitelikleri Elian'ın Musa'ya benzediğini işaret ediyor" diyordu Castro rejiminin
eski siyasal mahkumlarından biri (WP: 2 0 N isan 2 000). Miami 'de yayımlanan bir Küba
gazetesinde köşe yazarı olan jose Marmol 'un Elian'ın hikayesine getirdiği usta işi yo­
rum, Musa'nın ikinci kez yeryüzüne gel işini nokta nokta açıkl ıyordu. Musa'nın annesi
de onun hayatını kurtarmak amacıyla oğlunu suya bırakmıştı, diyordu Marmol. Daha
sonra "Firavun'un kızı Musa'yı saraya almış ve bu olay l branilerin tarihini değiştirmiş­
ti . . . Musa yaşayıp halkını (hemen hemen bizim Küba'dan sürgün edildiğimiz süreye
benzer şekilde) 40 yıllık bir esaretten sonra vaat edilen İsrail ülkesine götürmek üzere
Mısır' dan çıkardı" (CT: 1 7 Ocak 2000).

Elian'ın sembolik olarak bu şeki lde büyütülmesinin mantıksal gerekçeleri etki leyici­
dir. Sembolik büyütme Elian'ın Eleggua (ya da onun bir oğlu) olarak, Santeria kültüne
dahil edi l mesine kadar varmıştı: Eleggua 'nın oğlu, güçleri gayet uygun biçimde yolla­
rın açılmasını ve kapatılmasını da içeren hi lekar Orisha'ydı. (Bu tanımlama, Elian'ın
Çocuk lsa olarak nitelenmesiyle ille de tezat oluşturmaz, zira Çocuk lsa, Eleggua'nın
aldığı birçok biçimden biridir.) Dahası Santeria, Castro'yla doğrudan ve kötücül bir
bağ kurmak gibi genel bir değere de sahipti. Santeria'nın kendisi gibi Castro da mü­
esses Kilise'nin dışındaydı, dolayısıyla Orit.halar ile onların rahiplerinin etkisi altın­
da veya gizlice bu külte bağlı olduğu rahatlıkla düşünülebi l irdi . Gonzalezlerin evinin

39 Bu ev Ekim 200 l 'de Elian'ın şerefine bir mabede çevrildi (Unidos en Casa Elian).
BGST 1 Dü9ünce Dizi6i 1 191

dışında toplanan göstericilerden birinin Waöhington Poö t'tan Gene Weingarten'ın


eline tutuşturduğu bir kağıt parçası görünüşe bakıl ırsa her şeyi anlatıyordu:

Gerçekten de hayret verici. Fidel'in gizemli Afrika-Küba dini Santeria'ya bağlı


olduğunu söylüyor. Küba diktatörünün kudretli Santeria azizi Eleggua ile ters
düştüğü ileri sürülüyor. Sümüklüböcek kabuklarına danıştığı, "Hindistan cevizi
attığı" ; maymun, keçi, boğa ve koyun kurban ettiği ama bir fayda görmediği
söyleniyor. Eleggua'nın Elian Gonzalez'in bedenine yerleştiğine inandığı, bu
nedenle Castro'nun talihinin dönmesi ve rejimini kurtarması için Eleggua'yı
geri alması gerektiğine kani olduğu iddia edil iyor. Onu geri alırsa Elian'ı. içine
yerleşmiş olan tanrıya kurban edeceği ileri sürülüyor (WP: 6 Nisan 2000).40

işin gizliliğine rağmen Weingarten'ın sonradan öğreneceği üzere bu belge sır değildi.
Miami 'nin her yerinde biliniyordu, zira İspanyolca bir tabloid gazetede "Çocuk ve Ca­
navar" manşetiyle yayımlanmıştı. Gazete bedava dağıtıl ıyordu. Weingarten , Miami­
Dade County'nin belediye başkanı Alex Penelas'ın bürosundaki broşür standından
gazetenin bir kopyasını aldı. Ama o tarihlerde New,sweek'ten jonathan Alter'a göre
(24 Nisan 2000), ABD Kongresi Küba'ya döndüğünde Castro'nun Elian'ı yiyeceği yö­
nünde yeminli bir ifade almış bulunuyordu.

Elian'ın kutsall ığına i lişkin bazı ritüeller daha da aleniyd i . Elbette Santeria seansla­
rını ya da sayılamayacak kadar fazla kişisel duayı deği l, pazar günleri yapı lan kilise
ayinleri ve Elian'ın Miami 'de geçirdiği günlerin sonuna doğru Gonzalezlerin evinde
ve çevresindeki gece ayinlerini kastediyorum. Evde haftada altı gece Tanrı 'ya "altı
yaşındaki Elian Gonzalez'in sağ salim onlara gelmesini sağlayan mucize" için şükre­
diliyor ve evin önünde 1 7. 3 0 ile 2 3 . 3 0 arasında "sayıları itibarıyla on iki havariyi
andıran" altı Katolik ve altı Evanjelik vaiz sırayla ayin yönetiyordu. Cuma günleri. yani
çarmıha geri lme gününde ise on ikisi birden yönetiyordu ayini (MH: 1 O Nisan 2000).
Katoliklerin ve karizmatiklerin" gayet iyi bili nen muhalefetleri dikkate alındığında.
bu ekümeniklik Elian'a atfedi len bir başka mucizeydi . Gelgelelim bu kutsama daha
liberal Amerikan Protestanlarına uzanmıyordu. Ulusal Kil iseler Konseyi'nin temsil
ettiği Amerikan Protestanları Elian'ın ülkesine geri gönderi lmesini faal olarak des­
tekl iyordu. Küçük Havana'daki dini coşku. kamuoyu yoklamalarına göre yüzde 83 gibi
yüksek bir oranın Elian'ın Miami'de tutulmasından yana olduğunu açıklamaya katkıda

40 Lazaro Gonzalez'in Rahibe Olaughlin'e Elian'ın büyükannelerine iletilmesi için verdiği benzer bir
kaçak not, rahibe notu teslim etmeyip okuduktan sonra Elian·ı Miami 'de tutma girişiminin sözcüsü
haline gelince olayların akışını etkiledi. Notta Castro'nun çocuğu "büyü ayinlerinde kurban etmeyi"
istediği uyarısında bulunuluyordu (MH: 3 1 Mart 2000). Santeria hakkında ayrıca bkz. Wa6hin9ton
Tim e6 (4, 1 5 Nisan 2000), SFC (9 Nisan 2000), WP (20 Nisan 2000).
Karizmatik Hıristiyanlık, Kutsal Ruh'un işlerini, tanrısal armağanları ve modern çağdaki mucizeleri
bir müminin gündelik yaşantısının bir parçası olarak vurgulayan bir Hıristiyan hareketidir. -y. h.n.
1 92 1 11ıulcydldea 'tm ônır Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

BAZI KÜBALILAR ELIA N ' I N MES i H OLDUCUNA YEM i N ED İYOR;


KURTARI LD I C I N DA ETRAFI N I YUN USLA R ÇEVRELEM İŞTi

2 . 1 O Yunuslar Elian ' ı kurtarıyor (Don WrighVPa/m Beach Post;


© Tribune Media Services, ine.)

bulunsa da, Miami Herald 'da yayımlanan yukarıdaki karikatürde görüldüğü üzere söz
konusu coşku l ngilizce konuşan Amerikalı Miamili ler camiasında aksi yönde bir etki
yaratıyordu (Şekil 2. 1 O).

Yine de mucize l ngil izce konuşan Amerikalı camiadan bazılarının kalbine dokunabi l­
mişti, bel l i bir muhafazakar eği limin kalbine. Başkan Birinci Bush'un konuşma yazarı
olan Cumhuriyetçi entelektüel Peggy Noonan Wal l Street ]ou m a l ' ı Elian hikayesine
il işkin banal dini açıklamalarla doldurmuştu. Bu h i kayenin başından beri "mucizevi
olayların" damgasını taşıdığını söylüyordu (WSJ: 24 N isan 2000). Zira "yorulup da
kaymaya başladığında, onu bir melekler topluluğu gibi çevreleyen yunusların yukarı
itmesi bir mucizeydi " 41 Noonan. Elian'ın Amerika'nın Şükran Günü'nde kurtarılması­
nın da bir mucize olduğunu yazmıştı; bu arada Paskalya' dan bir gün önce federal ajan­
larca kaçırılmasıysa Demokratların dinden çıkmışlığının bir işaretiydi. "Bay Reagan'ın
hala başkan olmaması çok kötü" diyordu Noonan: " Bay Reagan yunusların hikayesini
Hıristiyan bir kitöch deyip bir kenara atmazdı, bunu Tanrı 'nın yaratıklarının Tanrı'nın

41 Unutmadan belirtelim: Elian'ın içinde bulunduğu iç lastiğin yakınlarında yunusların var olduğu.
sahil güvenlik kurtarma ekibinin raporlarıyla veya Elian'ı bulan balıkçıların farklı ve çelişkili
anlatımlarıyla doğrulanmış değildir.
BGST 1 Dü�ü nce Diziöi 1 1 93

çocuklarından birini koruma emri aldığı yönündeki makul varsayımın olası kanıtla­
rından biri olarak görürd ü . " Alın işte. Mucize! Mucize! Wal l Street j ou m al da okuyun
'

aslını astarını; her halükarda Görünmez El'e sıkı sıkıya inanmış bir yayın organında.

Son olarak bir de Tom DeLay vard ı . Temsi lciler Meclisi'nde Cumhuriyetçi çoğunlu­
ğun değnekçisi olan DeLay, Larry Kins Live TV programında Elian'ı "kutsanmış çocuk"
diye anmış ve Star Tribune'ü konuyla ilgili şöyle bir başyazı kaleme almaya itmişti:
"Sonrasında Doğrucu Tom DeLay, Kral Larry'nin rüyasına gird i . Larry ona şöyle dedi:
' imparator Bill Clinton'ın ajanlarının Elian çocuğu kaçırmasına ne diyeceksin?' Doğru­
cu DeLay ise Larry'ye, ' Bu kutsanmış bir çocuk. i ki gün suda kaldı, büyük balıklar ona
dokunmadı ve onu yutmadı. Sıcak güneş de onu kavurmad ı ' dedi" (RIN: 2000). Yüksek
mevki lerdeki bütün bu dindarlık, gazeteci Richard Cohen'i Elian'ın gerçekten de bir
amaç uğruna kurtulduğuna ikna etmişti: "Siyasetçi leri maskaraya çevirmek" (a.g.e.) ve
böylece tarih yapmak için.
3
BİR SUİKASTİN KÜLTÜRÜ
il.Dünya Savaşı'nı izleyen yıllarda Paris'te Marksist kuram fırtınasının esmesine tepki
gösteren Raymond Aron, Thukydides'te tarihin nasıl yazılması gerektiğine ilişkin taktik bir
karşıt örnek bulmuştu. Tarihin Thukydides'in izinden giderek "insan eylemleri" biçiminde
yazılması gerekiyordu: " insan eylemi derken birbirleriyle ilişkili bir ya da birkaç kişinin
eylemini kastediyorum" (Aron 1 96 1 : 1 03-4). Elbette bu açıklama toplumların kaderlerini
belirleyen siyasal ve askeri tarih için geçerlidir. Aron'a bakı lırsa. Thukydides toplumsal
güçlerden ziyade bireylerin eylemlerini seçmeye duyarlı gözüyle gerçekten de bize, tıpkı
amaçladığı gibi, ebediyen varlığını koruyacak bir tarihyazımı hazinesi sunmuştur.

Aron, Thukydides'in sosyolojik betimleme açısından birçok şeyi dışarıda bırak­


masını onaylar, ama bunun bir meşruiyeti olduğu kanısındadır. Aristoteles ya da
Ksenophon 'un tersine Thukydides kentlerin inşasıyla pek ilgilenmemiştir; kentlerin
ekonomik rejimlerine, sömürgeci tarihlerine, hatta o zamanki askeri mücadele biçim­
leri ve kural larına da pek eği lmemiştir. Buradan hareketle (Aron'un birçok çağdaşının
tersi ne) Thukydides'in genel ekonomik ve siyasal işleyişe dair genel yasalara ihtiyacı
olmadığı sonucuna varılabilir. Aron, aslında genel olarak kültürün dışarıda bırakılma­
sı gerektiğini savunur. Klasik Yunan'da olsun modern Avrupa'da olsun siyasal olay­
ların tarihi, toplumların tarihine indirgenemez. Kolektif koşullar meclisleri etkileri
altına alan hatiplerin veya savaşları komuta eden general lerin iradeleri ve sözlerinin
dayanağı olamayacağı gibi a borti ori' bunları belirlemez de.

Olayların tarihi toplumların, sınıfların veya ekonomilerin tarihine indirgene­


mez. Bizim devrimizden önceki 5. yüzyılda da bu şeki lde indirgenemezdi ; İsa
Mesih sonrasında 2 0 . yüzyı lda da indirgenemez . . . Terime verdiğimiz anlamıyla
olay, yani, bir ya da birkaç ki�inin gerçekle�tirdiği. yeri ve tarihi belli ey­
lem. düşüncemizle eylemde bulunanları bertaraf edip onların yerinde kim olsa
aynısını yapardı demediğimiz sürece [durumsal ya da yapısal] konjonktüre asla
indirgenemez (Aron 1 96 1 : 1 1 6).

Aron'un argümanı, olay ile yapı, amaçlı eylem ile kültürel düzen; dolayısıyla bunun da
ötesinde anlatısal tarih i le tarihsel etnografi arasındaki i l işkinin kopmasının radikal

Daha da kuvvetli bir sebep dolayısıyla. -y.h.n.


1 96 l Tiıukydldea 'ten Ôzür Dileyerek 1 Maröhall Sahlinö

ama sıradışı olmayan kısa bir açıklamasıdır. Aron, toplumdaki daha geniş çaplı hare­
ketleri dikkate a l mak amacıyla olayların üstüne çıkmanın bazı amaçlarla tümüyle yan­
lış olmayacağını kabul eder. Thukydides Birinci Kitap'ta, ilkel başlangıçlarından itiba­
ren Helenlerin gelişimini özetleyerek "bir evrimin anahatlarını çizme" (yaygı n tabirle,
"arkeoloji" işine giriştiğinde) böyle yapmıştır ve doğru da yapmıştır. Ne var ki siyasal
ve askeri meselelerle ilgili olan sonraki kitaplar, yerinde bir biçimde tümüyle farklı
bir tür olan ve fark yaratan kişilerin müdahaleleri nin damgasını taşıyan olay-tarihi
biçi minde kaleme alınmıştır. Aron "arkeoloji" de bile tarihsel olarak önemli bazı birey­
ler bulunduğunu, bunların başında da, yaptıklarıyla Atina'nın bir deniz imparatorluğu
olarak doğmasını tasarlayan ya da buna katkıda bulunan kişilerin geldiğini görmeyi
tercih etmez. Savaşı konu alan sonraki yedi kitap da kolektif tarihsel öznelerden (yani
rasyonel çıkarlarına veya ulusal karakterlerine, hatta tam olarak kültürel oluşumla­
rına göre davranan, çatışan halklardan) yoksun deği ldir. 1 Ama bu istisnalar, Aron'un,
genel toplumsal yasa lar geçerli olduğunda ve bu yasa lar bazı insanların kararlarını
diğerlerinden daha olası kıld ığında bile, hiçbir şeki lde tarihin akışını fi ilen bel i rleyen
eylemleri ve niyetlerini bel i rleyemez diyen görüşüyle tutarlıdır. Hiç kimse Pelopon­
nesos Savaşı'nı önceden isteyemez ya da düşünemezdi; "bu trajik olayın açıkça ortaya
koyduğu şey, kentlerin, rejimlerin ya da savaş gereklerinin ötesinde insanın kend isi­
dir; sürekl ilik gösteren sai klerin yönlendirdiği ebedi insandır, eylemlerinin bilincinde
olup kaderlerinin bilincinde olmayan insanların işidir" (Aron 1 96 1 : 1 1 4).

Aron'un argümanının en azından iki yönlü olduğuna , bir ölçüde kendi kendisiyle çe­
liştiğine dikkat edel im. Zira Aron, bir yandan tarih yapan aktörlerin benzersizl iğinden,
mutlak bireyselliklerinden dem vururken , öte yandan bütün insanlığın ortaklaşa pay­
laştığı saiklerle hareket eden "ebedi insan"dan dem vurur. Özgürlük ve insan doğası .
Aron bir yandan, tarihin toplumsal yasalara veya kolektif koşul lara indirgenemez­
l iğinin bir koşulu olarak bireysell iği vurgulama ihtiyacı duyar. Bu noktada her şey,
gerçek eylemler i l e soyut yasalar arasında olduğu gibi ontolojik karşı laştırılamazlıklar
etrafında döner; buradan da "bir ya da birkaç bireyin" yapıp etti klerini ayrıcalıklı kılan
bir tarihin meşruluğuna varılır. Fakat öte yandan Aron, Thukydides'in MÖ 5 . yüzyılda
olduğu kadar M S 20. yüzyılda da anlaşılabilirliği ve uygulanabi lirl iğinin koşulu olarak
evrenselliğe ihtiyaç duyar. Bu durumda, tarihsel aktörlük bireysel aktörlerin elinden
kayıp gider. Şu paragrafa bir bakın: " Peloponnesos Savaşı 'nın tarihini yazmak, gurura
ve güç arzusuna kapı lmış Atinalıların Perikles'in tavsiyelerine karşı çıkarak kahra­
manlıklarına ve insanüstü çabalarına rağmen nasıl yenilgiye uğradıklarını ve boyun

Birinci Kitap'ta Girit'te Minos ve Pers ülkesinde Cyrus. donanma inşası. fetihler ve koloniler gibi
alanlarda sa�lanan benzeri gelişmeler açısından Atinalı ların habercisi olarak karşımıza çıkar ( 1 . 4. 1 .
1 .8.2, 1 . 1 3 . 6). Themistokles de karşımıza çıkar tabii ki. Hatta ilk tri reme'leri (üç sıra kürekli kadırga)
inşa eden Korinthoslu gemi yapımcısı Ameinokles de ( 1 . 1 3 . 3).
BGST 1 Dü9ünce Diıi6i j 1 97

eğdiklerini anlatmak demektir" (Aron 1 96 1 : 1 0 5). Tarihsel özneler. şimdi gerçekten


de kolektiftir; Perikles yerine Atinalılardır söz konusu olan. Thukydides'in öğretisi
doğrultusunda genel insani özel l i kler tarafından yönlendirilirler; bu örnekte söz ko­
nusu özellikler, gurur ve güç arzusudur. Aron bu noktada Marx'a karşı Weber'i sefer­
ber eder: Tarih, eldeki araçlarla, güç ve zafer gibi amaçlara ulaşmaya yönelik rasyonel
proje olup çıkar. Gelgelelim Aron'un i leri sürdüğü iki argüman birbiriyle ne kadar
çelişse ve biri insan eyleminin evrensel niteliklerinden, öbürü ise insan eyleminin
tikel özel liklerinden kaynaklansa da, her ikisi de kültürel düzeni tarihyazımına özgü
solukluğun ötesinde ortadan kaldırmak gibi ortak bir işleve sahiptir.

Ne var ki Aron, temel ekonomik deği şiklikleri siyasala yedirmek (yani başka bir an­
ti-Marksist hamleyle altyapıyı üstyapıya yedirmek) girişimiyle, bu tür ekonomik de­
ğişikliklerin "mevkileri nedeniyle yurttaşlarının hayatlarını etki leme yetisine sahip"
bireylerce ileri sürü ldüğü için esasen siyasal nitelikte olduğunu söylediğinde, yukarı­
daki argümanını bir kenara bırakmış olur (Aron 1 96 1 : italikler benim vurgum). Oysa
Tolstoy'dan, hatta Saussure'den bildiğimiz üzere "mevki" bir i l işkiler toplul uğundaki
farkl ılaşmış bir konumdur.2 Aron yapısal güçlendirmeden, yetki lendirmeden bahse­
diyordur. Burada ima edi len şey, bir sistem veya toplumsal bir durum içindeki bazı
yetki li kişilerin eylemleri n i , bir bütün olarak topluluk açısından belirleyici sonuçlara
dönüştüren "mevkidir" " Mevki" her zaman tarihi yapanları yetki lendiren, güçlendiren
ve -sonuçlar, niyet ettikleri gibi olmasa da- yapıp ettiklerini etki l i kılan, kişiler, şeyler
ve değerlerden oluşan kapsamlı bir kültürel planı gerekli kılacaktır.

Bu bölüm, l 845 'te gerçekleşen ve Fiji Adaları 'nın tarihini ciddi biçimde etki leyen,
bugün hala gözle görülür etkilere sahip belirleyici bir siyasal suikastin incelenmesi
yoluyla bu iddiaları tartma yönünde bir girişimdir. Bu tartışmada özell ikle, bu tarihsel
durumu oluşturan ve -fi i len olup bitenleri bel irlemeksizin- söz konusu tarihsel du­
rumun sonucunu örgütleyen Fiji kültürünün bazı düzenlerini ele al ıyoruz. Daha kap­
samlı yapıda hiçbir şey, suikastin suikastçi aleyhine sonuçlanacağını ve onu tarihsel
kurban haline getireceğini öngöremezdi .

BAŞLICA KARAKTERLER

5 Ağustos l 845 'te ya da yaklaşık olarak o tarihte Fiji 'de Bau Adası 'nın üst düzey şef­
lerinden biri olan Ratu Raivalita baba bir kardeşi Ratu Cakobau tarafından öldürüldü.
Ratu Cakobau görünüşe bakı l ırsa babaları Ratu Tanoa'nın emriyle ve kesinlikle onun
adına bu işi gerçekleştirmişti. Bau'nun savaşçı kralı (Vunivalu) unvanına sahip, yaşı

2 "Topluluk" burada yararlı bir biçimde iki anlamda alınmıştır: hem sosyal bir bütünlük hem de
parçalarının birbirini karşılıklı etkiledigi düşünülen, (Saussurecü bir yapıya çok benzer şekilde)
birçok parçaya sahip bir bütünün Kantçı bir yargısı anlamında.
1 98 1 Thulcydlde6'ten Ôrir Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

ilerlemiş Ratu Tanoa savaş dahil yönetim işlerini büyük ölçüde Ratu Cakobau'ya dev­
retmişti. Başlıca Fiji ü l kelerinin (vanua turaga yani "şefi n toprakları") diğerlerinde
olduğu gibi Bau'da da i ki l i bir krallık vardı. Yaygın tabirle kutsal bir kral. Roko Tui Bau
ile birçok yönetim işinin verildiği savaşçı kraldan oluşuyordu bu kra l l ık. Fiji kral l ı kla­
rının çoğunda savaşçı kral diğer krala tabiyd i ; kutsal kral adına "yönetim işlerini (cola
öau) yürütüyordu" Kutsal kral bu diyarşide önde gelendi . Ne var ki bildiğimiz üzere
Bau'da iki kralın fii l i sıralaması, en azından 1 9. yüzyı l başından itibaren ve muhte­
melen daha da uzun bir süreden beri tersine çevri lmişti (bkz. Birinci Bölüm). Kra l l ı ­
ğ ı n başl ıca tapınağının dışındaki ritüeller d a h i l . neresinden bakı lırsa bakı lsın Bau'da
yönetim Vunivalu 'daydı. Kutsal kral "sadece varl ığını koruyordu" (tiko ga); ama bu
zorunluydu, çünkü kutsal kral krallığın "insan-tanrısı" (ka lou ma ta), onun bütünlüğü
ve refahının manevi koşuluydu, (bkz. İ kinci Bölüm).

Savaşçı kralın ai lesi içinde etkin bir yönetici ile sürekl i bir varl ığa sahip olan bir un­
van sahibi arasındaki aynı tezat, l 8 3 0 'ların sonundan itibaren Ratu Cakobau ile Ratu
Tanoa arasındaki i l işkiye giderek damgasını vurmaya başlamıştı. l 8 4 5 'e gelindiğin­
de, Ratu Raiva lita'nın suikaste kurban gitmesi Ratu Cakobau'nun üstünlüğünü garanti
altına aldığında, Muhterem Thomas J aggar yaşı i lerleyen Ratu Tanoa 'nın "hükümet
işleriyle ancak oğlu Thakombau (Ratu Cakobau) arac ı lığıyla i lgilenebi ldiğini" düşünü­
yordu: "Yaşl ı adamın besbelli ki takati yok. Halsizlik yüzünden çoğu kez evde kalıyor"
(WMMSIL: 5 Temmuz 1 84 5).

"Yaşl ı adam" yedi yıl daha dayanacak, pervasız, güçlü oğlunun giriştiği maceraperest
savaşları onaylamayacaktı. Bir zamanlar sağlam bir savaşçı olan Ratu Tanoa , kral ların
hırslı küçük oğu l larının birçoğu gibi ağabeyi Ratu Naulivou'nun (ö. 1 829) Vunivalu
olarak hükümdarlığı sırasında şiddeti ve zalimliğiyle nam salmıştı. Yine burada da
kardeşler arasındaki rekabet onları, Fiji şefl iğinin gra vi ta6 [ağırbaşlıl ık) ve celerita6
!çabukluk) veçheleri doğrultusunda, yani kra liyetin onurunu temsi l eden unvan sahibi
ile aşırı kuvvet gösteri leriyle bu niteliği gölgede bırakan rakip kardeşi olarak birbirin­
den ayıracaktı. Deniz hıyarı tüccarı Wi l l iam Driver'ın topladığı bilgilere göre (}: 6 Ekim
1 827) "yamyamlık eği limi" nedeniyle kardeşiyle birkaç kez kavga eden Ratu Tanoa bir
noktada, Bau nüfusunun büyük bir bölümüyle birlikte Lau Adaları' na gitmek için ayrıl­
mıştı. Ratu Naulivou arkalarından bir grup adamını göndermişti, ama işin nasıl çözü­
me kavuştuğunu, cezalandırmayla mı yoksa uzlaşmayla mı son bulduğunu bilmiyoruz.
Her halükarda Ratu Tıinoa kardeşiyle aralarındaki bu görüş ayrılıklarının "korkunç
yaralarını" yaş l ı l ığında da taşıyacaktı: Sağ kulağının arkasında, başına aldığı iki savaş
sopası darbesinin izleriydi bunlar; söylenti lere bakı lırsa Ratu Naul ivou'nun sopasının
izleri (Cargi l l }: Mayıs 1 83 9). Ratu Tanoa insan içindeyken ağaç kabuğu kumaşından
yapı lmış ve izleri kapatacak şeki lde örtü lmüş büyük bir türban takardı (Resim 1 ).
BGST J Dü�ünce Dizi6i J 1 99

Teğmen Wilkes'ın Ratu Tanoa'nın l 840'taki haline ilişkin betimlemesi, o dönem Av­
rupalıların gönderdiği birkaç raporla aynı özelliklere dikkat çeker ( 1 8 4 5 , 3 : 56). Bau
kralı o tarihlerde altmış beş-yetmiş yaşlarındaydı , uzunca boyluydu, muhtemelen
1 . 80 cm kadardı (beş ayak 1 O i nç). Ama yıl lar belini bükmüştü, biraz zayıfça, hatta
kırılgandı; yüzünü, göğsünü ve koca sakalını siyaha boyayarak beyhude bir çabayla
yaşının etkilerini gizlemeye çalışırdı. Teğmen Wilkes Beyazlar arasında Ratu Tanoa'ya
"Yaşlı Keş" lakabının, "pis, hırpani görünümü" nedeniyle takı ldığı kanısındaydı. Ama
bazıları bu lakabı, sesinin sanki burnundan konuşuyormuş gibi yüksek ve cızırtılı çık­
masına yol açan bir konuşma bozukluğuna bağl ıyordu; Avrupalılar için anlaşılması zor
bir konuşma biçimiydi bu (Eagleston UD, 1 : 283 ; j ackson 1 8 5 3 : 4 59).3 Wilkes, bütün
bunlara rağmen yaşl ı adamın çehresinde bir kurnazlık ve zeka olduğu kanısındaydı,
"söylendiğine göre zihni gayet faal" diyordu (Wi lkes 1 84 5 , 3: 5 6). Ratu Tanoa 'nın sa­
vaşçı oğlu Ratu Cakobau onun kararlarına ne kadar karşı çıksa, onların çevresinden
dolanmanın bir yolunu bulsa ve babası kendi projelerini desteklesin diye bi rtakım
manevra lar yapsa da yaşlı adam siyaseten tümüyle tablonun dışına çıkmış da deği ldi.

l 8 3 0 ' 1arın sonunu takiben misyonerlerin anlatılarında ve başka günlüklerde Ratu


Tanoa'nın Rewa, Macuata ve Cakaudrove gibi güçlü ülkelerle çatışmaya girmeye Ratu
Cakobau kadar hazır olmadığı belirti lir. Yaşlı savaşçı Avrupalı lara yönel ik muamele­
sinde de temkinl iyd i , özel likle de Bau'yu ziyaret eden savaş adamlarına karşı, o kadar
ki onlar tarafından gene l l i kle "dostane", kimi zaman da "çekingen" diye tanımlanmıştı
(Pickering 1 846: 1 5 5).4 Fij i l i şefler, nezaket siyasetinin üstadı olduklarından yabancı
muhataplarını nasıl memnun edeceklerini iyi bil iyorlardı; fakat yine de bu açıdan Ratu
Tanoa ile dobra oğlu arasında bazı tezatlar mevcuttu. Rewa'yla yaşanan büyük savaş
sırasında Ratu Cakobau bazı Beyazlarla, Ovalau Adası 'ndaki küçük Avrupalı toplulu­
ğunun tamamıyla ve ticaret gemileriyle askeri ve siyasal açıdan zararına olacak ciddi
bozuşmalar yaşadı . Protestanların yanı sıra Katol_i k misyonerleri Bau'dan uzak tutma
biçimi, kayda alınmış Fij i tarihinin en eğlenceli satırlarını doğurdu. Aslına bakı lırsa
Metodist misyoner Muhterem Waterhouse, Ratu Cakobau'nun yolu Bau'ya düşmüş
ve bir Fransız misyonerl iği kurulması talebinde bulunan " Papavari piskoposa" kar­
şı saygısızl ığından haz duymuştu. Piskopos, Ratu Cakobau'ya İ ngiliz misyonerlerin
Bau'da tutunamamasının nedenini bilip bilmediğini sormuş, sonra da "çünkü Bakire

3 Şeflikle ilgili Fiji görenekleri 20. yüzyılda olduğu kadar 1 9. yüzyıl ortasında da geçerliyse, Ratu
Tiinoa'nın konuşması ve başka ayırt edici özellikleri hiç kuşkusuz Bau'da özel konuşmalarda alay
konusu olurdu. Ne var ki resmen ve kamusal olarak yönetici şefler insan biçiminin kusursuz
örnekleridir.
4 l 832'de Ratu Tiinoa'ya karşı düzenlenen darbe sırasında darbenin nedenlerinden birinin. Ratu
Tiinoa'nın Avrupalıların gemi lerini gereksiz biçimde koruması olduğu bildirilmişti. Ratu Tiinoa'nın.
Bauluların 1 83 1 'de Glide gemisini, Temmuz l 832'de de iki uskunayı ele geçirmesini engellediği
söyleniyordu (Eagleston UD, 1 : 48).
200 1 llıulıydldea'ten ô.ı:ür Dileyerek 1 Mar6hatı Sahlin6

Meryem Bau'yu Katoliklere sakladı" açıklamasında bulunmuştu. Ratu Cakobau Kato­


l i kliğe geçecek ve sonra da din değiştirmiş Protestanların inançlarını değiştirmeleri­
ni emredecekti. " Bütün bunların üzerine kra l , piskoposa kendisini ve kentini Bakire
Meryem'e emanet etmesini ve Bakire Meryem dinlerini değiştirdiğinde yeniden gel ­
mesini söyledi " (Waterhouse 1 866: 1 96). Ne v a r ki Muhterem Waterhouse The King
and People ot Fiji adlı kitabının sayfalarında farkında olmadan Ratu Cakobau'nun
kendisinin uzun, tumturaklı vaazlarını nasıl hor gördüğünü de anlatmıştı : "Yüksek ra­
hibin Thakombau'nun sağında oturduğunu gördüm, rahibin sunduğu çok büyük bir
kava kökü kralın ayaklarının dibinde duruyordu. İ ki saat boyunca krala vaaz verdim;
beyhude. Sonunda ona üçümüzün, Tanrı 'nın nihai hükmünü keseceği tahtın önünde
bir kere daha buluşacağını hatırlattım. Alaycı bir tavırla, 'ah, sanırım öbür dünyadan
lngi ltere'ye bir gemi geldi. Bakıyorum da kıyamet günü hakkında gayet bilgilisin' dedi"
(a.g.e. , 1 92). Protestanların tekrar tekrar tehditlerine konu ettiği meşhur cehennem
işkenceleri de Ratu Cakobau 'yu korkutmuşa benzem iyordu; ni hayetinde "soğuk hava­
da bir ateşin olması iyi bir şey" demişti (a.g.e., 1 03 ) . 5

l 845 'te Ratu Raiva lita onun emriyle indirildiğinde Ratu Cakobau otuz beş yaşların­
da, belki biraz daha yaşl ıydı ve hem kişisel hem siyasal gücünün doruğundayd ı . Kar­
deşinin ve rakip şefin ölümü kudretinin bir başka ifadesiydi , zira suikastin kurbanı
olması amaçlanan kişi Ratu Cakobau'ydu; Ratu Raival ita ise suikasti tasarlayan kişiy­
di. Hikaye açıldıkça, suikast planının tersine dönmesinin Bau'nun Rewa'yla devam
etmekte olan savaşının kaderini de tersine çevirdiğini göreceğiz. Ratu Raivalita'nın
annesi Rewa 'dand ı , baba bir kardeşi Ratu Cakobau'nun annesi ise Baulu yüksek mev­
ki li bir kadındı. Dolayısıyla Ratu Raivalita " Bau'daki Rewa grubunun" lideriydi (Derrick
1 9 50: 8 5). Ratu Cakobau'yla çatışması, Rewa ile geniş çaplı savaşın ailevi bir mikro­
kozmosuydu ve bu mücadelenin Rewa'yla savaşın gidişatı üzerinde ciddi etki leri oldu.

Ratu Cakobau, komplolar kurma ve bozma becerisi de dahil olağanüstü siyasal ve as­
keri beceri lerini on yılı aşkın bir süredir sergi liyordu. Topraklarla ve Bau Vuniva l u 'su
mevkisiyle ilgi l i komplolar kurmuştu ve üstelik bu işte gayet iyiydi. Ratu Naul ivou
savaşçı kral olarak yöneti mi sırasında. söylendiğine göre "yüzün yüz katı" komplo
kurmuştu. Ratu Cakobau l 8 3 0 '1arın sonunda selefini, yani amcasını hiç aratmaya­
cak iki büyük komploya imza atmıştı . Biri l 83 7 'de Ratu Tanoa'ya unvanını iade eden
karşı darbeydi: Unvan gaspçılarına karşı ani bir isyan patlak vermişti ve karşı tarafta
gibi görünen Ratu Cakobau Bau'da, yani babasının düşmanlarının arasında yaşadığı
sırada önayak olmuştu bu isyana. İ kincisi ise Bau yakınlarında bir ada olan Viwa'da

5 Aynı şekilde Ratu Tanoa da Papa lagi'ye karşı besledigi bütün dostane hislere ragmen Hıristiyanlıga
geçmeyi düşünmüyordu. Tegmen Wilkes'a söyledigi üzere "Hıristiyan olmak onu Beyaz yapmayacak
ya da ona gemiler kazandırmayacaktı, dolayısıyla ne işe yarayacaktı, bilemiyordu"
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 20 1

törensel bir ziyafete davet edilen (Namena ve Telau Adası 'ndan) çok sayıda düşmanın
1 84 1 'de katledilmesiyd i . Muhterem William Cross'un misyonu Viwa'da bulunuyordu
ve kendisi bu olaya tanık olup hayretler içinde kalmıştı (Cross D: 1 9-29 Mayıs 1 84 1 ).
Ratu Cakobau liderliğindeki Bau ordusu günlerce Viwa'yı açıkça tehdit etmiş, görü­
nürde Viwa'ya yüklenmiş, ama sonra şefin yeğeninin (Ratu Varani) önceden yaptığı
bir düzenlemeyle şehre girmiş ve bu durum karşısında Viwa'nın önde gelen şefi (Ratu
Namosimalua) bile şaşkınlık içinde kalmıştı . Bunun üzerine Bau ve Viwa'nın birleşik
güçleri şehri ziyaret edenlere hiç beklemedikleri bir anda saldırıp onları katletmişti.
Bu saldırı, Ratu Cakobau'nun l 8 3 0 'larda Ratu Tanoa'nın sürgünü sırasında Bau'nun
Doğu Fij i üzerinde kaybetmeye başladığı egemen liğini yeniden i leri sürmek üzere gi­
riştiği bir dizi seferden biriyd i .

Ratu Cakobau l 8 3 0 ' 1arın sonunda v e l 840'1arın başında Bau'nun egemenliğini ye­
niden tesis etme girişiminin başını çekerken yorulmak bilmez bir çaba sergi lemişti .
Verata'nın bal ı kçı-savaşçı larının l 83 9'un ortalarında bir Bau kanosuna saldırıp önde
gelen bir şefi ve başka birkaç kişiyi daha öldürmesi siyaseten önemli olduğu kadar
şahsen özellikle rahatsız edici olsa gerekti. Bildiğimiz üzere Verata, Bau'dan önce Fi­
ji'deki başl ıca kra l l ı ktı. Bau'nun egemen olarak meşruiyeti hala soylu Verata'nın onun
fii len üstün güç olduğunu tanımasına ve boyun eğmesine dayanıyordu. Verata'nın o
sıradaki savaşçılığı, Bau'nun eski üstünlüğünü yeniden i leri süremeyecek kadar za­
yıf olmasından istifade etmeyi amaçladığı anlamına gel iyordu. Bu nedenle Verata'nın
saldırısına cevap vermek bir zorunluluktu. Söylencelere göre son iç savaştan sonra
hala toparlanmaya çal ışan Bau savaşçı larının savaşacak hali yoktu, ama Ratu Cako­
bau onları savaşmayı kabul edinceye dek sekiz gün boyunca büyük bir erkek evine
hapsetti (Anonim Na Mata' dan 1 89 1 [ 5 1 : 1 0).6 Sonraki on üç ay boyunca çok sayı­
da Bau fi losu çeşitli Verata kentlerine saldırılarda bulundu. Nihayetinde Veratal ılar
(Ratu Tanoa'nın istediği, ama savaşçı oğlunun boşa çıkardığı) bozulan bir teslim olma
girişiminin ardından, Kasım 1 840 sonunda Bau yöneticilerinin boyun eğdiklerini (i
wro) kabul etmesini sağladılar (Cross D: 1 2 Mart, 22 Kasım 1 840). Bu çatışmanın
devam ettiği sırada Fij i 'de bulunan Teğmen Wilkes'a göre Ratu Tanoa kendisinden,
Ratu Cakobau'yu görünce onunla "sert konuşmasını ve ona bol bol iyi tavsiyelerde
bulunmasını" istemişti. Ratu Tanoa "çünkü o genç bir adam ve yerinde duramıyor;
ama ben yaşlıyım, hem iyi hem kötü şeyler gördüm" demişti (Wilkes 1 84 5 , 3: 59).
Ama gravita6, celerita6'ı a l ı koyamayacaktı . Ratu Cakobau Verata'nın teslim olmasını,
sırf Vanua Levu'daki Macuata ve Cakaudrove'ye saldırmak istediği için kabul etmişti .
Teğmen Wilkes adadan ayrıldıktan yaklaşık bir yıl sonra Ovalau Adası 'ndaki küçük

lı Aralık l 839'da Muhterem Cross birçok Baulunun Verata'yla savaşmaktan yorgun düştügünü, ama
arzuları hilafına Ratu Cakobau tarafından savaşmaya zorlandıklarını işitmişti (D: 27 Aralık 1 839).
202 1 lJıukydldea'ten Dzür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

Beyaz kolonisinin lideri David Whippy'den Ratu Cakobau'nun faaliyetleri hakkında


bir mektup a lmıştı. Whippy'nin mektubunda "adalar her geçen gün daha da kötüye
gidiyor, zira zorba Seru [Ratu Cakobau] adaların nüfusunu ortadan kaldırıyor ve biri
onun konumuna son vermezse epeyce büyük bir zarar verecek. Aslında kral o, zira
Tanoa Seru'nun iznini almaksızın hareket etme cüretinde bulunmuyor" deni liyordu
(Wi lkes 1 84 5 , 3: 3 62).

Teğmen Wilkes'ın ve diğer Papalagi'nin Ratu Cakobau 'ya ilişkin betimlemeleri onun
hatırı sayı lır siyasal gücünün bütün fiziksel ve zihinsel özell iklerini taşıdığını gösterir
(Resim 2). Uzun boylu, heybetli bir adamdı ; 1 . 80 cm' den uzundu, açık bir teni, gür bir
saka l ı vardı. Adet olduğu üzere giydiği ve güçlü bedenini ortaya koyan şeflere özgü
peştamal tapası Avrupa l ı lara, benzer şeki lde güçlü bir mizacı olduğunu da epeyce his­
settiriyordu; nitekim güçlü mizaca sahip biri olarak biliniyor olsa gerekti . Kimi zaman
oyuncu, genellikle efendi ve her zaman "gururlu" Ratu Cakobau ilk raporlardan birin­
de belirti ldiği üzere "bir krala özgü yüksek hisler" sergi liyordu (Eagleston UD, 1 : 3 86).
Adayı ziyaret eden bir misyoner "her noktadan fışkıran bir iktidar bil inci"nden bahset­
mişti (Lawry 1 8 5 0 : 47). Bugünlerde "karizmatik" denebilir. Kraliyet Donanması'ndan
Yüzbaşı Erskine "tepeden tırnağa bir kral " diyordu ( 1 8 5 3 : 1 86). Hepsi de onun siyasal
hünerinden etki lenmişti. H ıristiyanlığa geçmesinin Ratu Cakobau'da görünürde bazı
değişiklikler yarattığını hatırlayan Muhterem Calvert, "önceden Fiji 'de Fiji il işkilerinin
planlanması, tasarlanması ve idaresi konusunda eşi benzeri yoktu. Hainliğe kafası çok
çalışırdı" diye yazmıştı (]: 1 5 Mayıs 1 8 5 5).

Ratu Cakobau'yu öldürüp yerine geçme planları kuran kardeşi Ratu Raivalita, hiç kuş­
ku yok ki düzenbazlık ve ihanet konusunda onun dengi değildi.7 Muhterem Hunt ta­
lihsiz Ratu Raivalita'dan "hatırı sayılır düzeyde yüksek bir ruha sahip, ama yetenekleri
açısından onun dengi olmayan genç bir şef" diye bahsetm işti. Ratu Raiva lita hakkında
edindiğimiz ilk bilgi 1 83 5 'e aittir. O tarihte, daha on iki yaşlarındayken yüksek "ruhlu
olduğu"nu gösterdiği bel irtilmişti. Tüccar Warren Osborn Ratu Raivalita'yla, annesi
Adi Qereitoga ile birlikte yaşadığı Rewa'da tanışmıştı. Annesi Rewa'nın kutsal yöneti­
cisinin (Roko Tui Dreketi) kız kardeşi, aynı zamanda Bau savaşçı kra l ı Ratu Tanoa'nın
"gözde eşi" olduğundan Ratu Raivalita Rewa'da büyük bir va6u 'nun (va6u levu) ayrı­
calıklarına sahipti ve krallığın ayrıcalıklı rahim yeğeniyd i . Bu statüdeki birine, başka
birine tanınsa zararlı sayılabi lecek özgürlükler veri l iyordu; bu da Osborn'un çocuğu
Rewa'da "saygı gösteri len" ve "şımarıklığa teşne" yüksek mevki li biri olarak betimle­
mesini açıklar. Annesinin yamacında olduğu zamanlarda uslu durmak zorunda kalsa
da "yaramazlıkları" pek dikkate alınmıyordu Osborn'a göre, ama Osborn Fijili çocuklar

7 Fiji kaynaklarında Ratu Raivalita genellikle başka bir isimle, Doviverata ya da Ratu Doviverata
olarak anılır.
BGST 1 Dü�ünce Diıiöi 1 203

arasında ebeveynlere saygısızlığın yaygın olduğu kanısındaydı (]: 3 1 Ocak- 2 5 Şubat


1 83 5). Ne var ki Ratu Raiva l i ta'nın yaramazlıkları çok geçmeden daha ciddi bir şeye
dönüşecek ve Bau siyaseti bağlamında yeni bir anlam kazanacaktı.

l 840'ta Teğmen Wilkes Ratu Raiva lita 'yı gördüğünde (" 1 8 yaşlarında, iyi görünümlü
genç bir adam") onun savunmasız köylüleri yağmalamasının, Bauluların "alışkanlık
haline getirdiği gaddarlıkların" başlıca örneklerinden biri olduğunu ve "grup sakinle­
rinin onlardan bu kadar tiksinmesini" açıkladığını düşünmüştü (Wi l kes 1 84 5 , 3: 1 49).
Baulu seçkinler arasında benzersiz olmadığı apaçık olsa da Ratu Raivalita'nın "des­
potluğu" (wu katakata) ona Bau sözlü tarihinde özel likle kötü bir yer kazandıracak
kadar ayrıksıydı. Tarihçi Ratu Deve Toganivalu 'ya göre Ratu Raivalita "birinci sınıf
bir caniydi" ve Ratu Cakobau'dan bile beterdi (TkB, s. belirti l memiş [5]; karşılaştırın
Anonim Na Mata 1 89 1 [7]: 1 4- 1 5). Ratu Deve, Ratu Raivalita'nın emirlerini harfiyen
yerine getirmeyenleri, örneğin beğendiği gibi bir ziyafet hazırlamayan Bau tebaasını
acımasızca cezalandırmaya hazır bir insan olmasını kınıyordu; bu sertliği genç şefe "Sı­
cak Yemek" (Buta Ka takata) lakabının takı lmasına neden olmuştu. Ratu Deve, Ratu
Raiva lita'nın rakibi Ratu Cakobau'nun aklayıcısı gibi davrandığı için, vardığı hükümler
o döneme i lişkin anlatılarla desteklenmemiş olsaydı aşırı bulunabi lirdi. Aslına bakılır­
sa bu kaynağın (Ratu Deve tarihinin) tarafgirliği, Ratu Raivalita'nın şiddetine ek bir si­
yasal anlam kazandırır. Daha açık söylemek gerekirse bu yargı ların, Ratu Raivalita'nın
Ratu Cakobau'yla rekabeti çerçevesinde anlaşılması gerektiğini düşündürür. Zalimce
ve kutsal terör gösterisi, genç oğlun ya da kardeşin büyüğün otoritesine meydan oku­
masının tipik özell iğidir. Ratu Raivalita terörün ta kendisiydi.

Teğmen Wilkes, Ratu Raivalita'yla tanışmasından kısa bir süre önce, onun Ovalau Ada­
sı'ndaki bir kenti yaktığını öğrenmişti . Gerekçe kent sakinlerinin onun yaklaştığını öğ­
renince, ellerindeki her şeyi alacağından korkarak değerli eşyalarıyla birlikte kaçmaya
çal ışmalarıydı ( 1 84 5 , 3: 1 49). Wilkes, Ratu Raivalita'nın Baul u önemli bir müttefikin,
Levuka şefinin bir "yeğen "ini (muhtemelen şefi n kız kardeşinin oğlunu) öldürdüğünü
de bildirmişti: Görünüşe bakı lırsa genç Baulu, Levukalı balıkçı bir grubun yolunu kesip
avlarını gaspetmek istediğinde kaza sonucu meydana gelmişti bu olay. Ratu Raivalita
kurbanın yüzünü tanınmasın diye parça lamış ve cesedini yensin diye Bau'ya getirmiş­
ti. Ama Ratu Tanoa buna engel olmuş, Levuka şefini teskin etmek için ona bir balina
dişi ve bazı Bauluların kurban edilmiş küçük parmaklarını gönderm işti (a.g. e . , 3: 1 03).
Bundan birkaç yıl sonra kumsal tarayıcısı john jackson " Bau' da haraç ödeyen kentlere
bir tür gezinti düzenlendiğinde" Ratu Raivalita'nın benzer eylemler gerçekleştirdiğine
tanık olmuştu. Şefin gel i şi yeterince önceden bildirilmediği için Batiki Adası halkı ona
sunulacak ziyafeti "çeşnicibaşıları ve maiyeti talep etmeden önce" gereği gibi pişir­
meye vakit bulamam ıştı" jackson "adil bir ölçütle değerlendirdiğimde, bu insanların
204 1 lhukydldea'ten ô.ıür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

zorbaca kullanı lmasına çeşnicibaşıları ve maiyetinin neden olduğunu düşünüyorum"


demişti. Bu yardımcı taifesi telaş içindeki Batiki halkının sunduğu yemeğin epeyce çiğ
olduğunu bildirmiş ve bunun "özellikle buraya özgü eski bir saygısızlık biçimi" oldu­
ğunu belirtmişti. Saygısızlıkta bulunan Batiki Adası halkını sahilde toplayan Ratu Ra­
ivalita. öldürmenin onlara bir nevi iyilik yapmak olacağını söyleyerek onları krallara
özgü bir biçimde aşağılamış; adamlarından birinin, zora koşulmaya alışmış bu saygısız
kölelerin sahildeki çakıltaşlarını yemesinin. şefin pişmemiş domuzu yemesinden daha
kolay olacağını söylemesi üzerine bu cezayı benimsemişti. Taşları yemeleri emredilen
adalılar jackson'ın söylediğine göre bu işi o kadar hızlıca yapmışlardı ki sahi lin küçül­
düğünü gözünüzle görebi lirdiniz (Jackson 1 8 5 3 : 4 56). "Sıcak Yemek" adının hakkını
vermişti gerçekten de.

Ratu Raivalita zorbalığını Bau tebaası üzerinde, yani ona direnecek durumda olmayan
krall ığa bağl ı köylüler üzerinde uygu luyordu. Yağma akınları Ratu Cakobau'nun fetih­
leri sırasında gösterdiği şiddete eşdeğer düzeydeyd i , ama hiçbir şeki lde onunkilerle
aynı büyüklükte olmad ığı gibi aynı etkiyi de doğurmuyordu. 1 84 5 'te, yirm i l i yaşları­
nın başında, Ratu Cakobau'ya suikast gi rişimi de suikast kurbanı olmasını planladığı
kişinin karşı darbesiyle boy ölçüşememişti. Ölen Ratu Raivalita oldu. joseph Heller'ın
Albay Clevinger hakkında söylediği üzere "felsefesindeki hata buydu"

BAU'DA ÖLÜM

Muhterem john Hunt, Ratu Raivalita'nın ölümü hakkında "birçok tevatür var" diyor­
du. Eyl ül l 842 'den beri yakınlardaki Viwa Adası'nda bulunan ve Bau'daki meseleler
hakkında en bilgi l i l ngi liz misyoner olan Hunt olaydan birkaç gün sonra. Lakeba'da
bulunan meslektaşları Muhterem Lyth ve Calvert'e yazdığı mektupta neler olduğunu
anlatmıştı (Lyth L: 9 Ağustos 1 84 5 ; karşı laştırın Lyth ]: 9 Ağustos 1 94 5). Bundan bir­
kaç ay sonra büyük Bau-Rewa Savaşı'nın ilk iki yılına ilişkin anlatısında ilk anlattıkla­
rına başka ayrıntılar ve düşünceler eklemişti.8 Hunt bu bilgiyi yerel kaynaklardan al­
mış olsa gerekti , ama bu kaynakların isimlerini vermemişti. Amerikalı bir deniz hıyarı
tüccarının eşi Mary Wallis de hemen hemen o günlerde, Hunt'ınkinden daha ayrıntılı
bir anlatı kaleme almıştı. Wallis'e bilgi veren "Tommy" kısa süre önce Viwa'da Hunt'ın
yanında kalmış ve Muhterem Thomas jaggar'a hizmet etmiş Rotuman Adası'ndan bi­
riydi. Hunt'ın başka Metodist meslektaşları da sonraları Ratu Raivalita'nın ölümünü
mektuplarında ve matbu eserlerinde, muhtemelen kısmen Hunt'tan veya jaggar'dan
aldıkları bilgilere dayanarak betimlemişlerdi ; buna karşın, james Calvert ile joseph
Waterhouse da l 8 5 0 'lerin başında Bau'da bulundukları sırada olayı yeniden anlatan

8 Bu savaş anlatısı, Mr. Hunt'ın günlügünde 1 9 Ekim 1 84 5 tarihiyle ilgili maddeden sonra başka bir
madde olarak yer almış ama daha sonraki bir tarihte yazılmıştır, çünkü Rewa'nın Aralık l 845'tekl
düşüşünü de içerir.
BGST i Dü�ünce Dizi6i i 20 5

Baul uları dinlemişlerd i . Bau'daki Metodistlerin yazdıklarını tamamlayan i lginç bir bil­
gi kaynağı da Rewa'da bulunan Katolik rahiplerd i . Bu rahipler, Rewal ı güçlerin Ratu
Raivalita'nın komplosuna katılımına i lişkin önem l i tanıklıkları anlatmışlardı. Bu asli
kaynakların aperçu 'süsünü (genel bakış] tamamlamak için son olarak, elli yıla yakın
bir süre sonra da olsa istikrarl ı hale getirilip yayımlanmış Bau'daki sözlü tarihten de
bahsetmek gerekir.

Hunt, Ratu Raivalita'nın ölümünden kısa süre sonra kaleme a l dığı mektupta şefin Ratu
Cakobau'ya karşı bir komplo tasarlamakta olduğunu ve kendi adamlarından bazıları­
nın ihanetine uğradığını yazmıştı (Lyth L: 9 Ağustos 1 84 5). Hunt'ın "birçok tevatür" ol­
duğu yolundaki gözlemi, olayın gelişimine ilişkin bel i rsizliklerden çok onu çevreleyen
bu karanlık entrikalara atıfta bulunuyordu.9 Olayın nasıl gel iştiği Hunt'ın ve özel likle
de Wallis'in metinlerine dayanarak makul bir biçimde yeniden kurulabilir. Hunt ve
Wallis, Ratu Raivalita'nın 1 84 5 Temmuz sonu ya da Ağustos başı bir yolculuktan dön­
mesinden kısa bir süre sonra sopalarla dövülerek öldürüldüğünü anlatır. 1 0 Ratu Rai­
valita neşeli dostuyla beraberd ir ve Selemili bu dost kendi talebi üzerine ölümünde de
ona eşlik edecektir. (Fiji dil inde "Salem"e Selemi deniyordu; burası l 820'lerden itiba­
ren adalarda ticaret yapan, David Whippy, Kaptan Wal l i s ve Kaptan Eagleston dahi l
Amerika l ı sakinler v e tüccarların a n a l imanı olmuştu.) 1 1 Ratu Raivalita sahile ayak
basması sonrasında Fij i göreneklerine göre, döndüğünü duyurmak ve "hoş geldin" al­
mak üzere kava sunmak (i öeVuöevu) için babası Ratu Tanoa 'nın evine gidiyordu. Bu
ev "Muaidule" (Şeki l 3 . 1 ), kanoların yanaştığı başlıca sahi l i n yakınındaydı. Muştucu­
sunun (m utanivanua) görevini gerçekleştirmesiyle yerine getirilecek kava sunumu
prensipte, genç şefin yolculuğunda yaşanan olayların anlatılmasını da kapsıyordu.

9 Mr. Hunt sonraki bir anlatısında Ratu Cakobau'ya karşı Ratu Raivalita'nın "başı çektigi" bir
"komplo"dan ve Ratu Raivalita'nın "güçlü destekçileri oldugundan" bahsediyordu. Ratu Raivalita'nın
düşmesinden başka kişiler de zarar görmüştü ama "komploya karışan herkesin bulunup bulunmadıgı
bilinmiyordu. Bazı ları aslında bir komplo olmadıgını. "genç şefin düşmanları tarafından yalan yere
suçlandıgını. masum olmasına ragmen öldürüldügünü düşünüyor'' (j: 1 9 Ekim 1 845). Ne var ki
dönemin başka kaynaklarına dayanarak komplonun. gerekçelerinin ve komploya karışan isimlerin
biraz daha aydınlatılabilecegini görecegiz.
1O Mrs. Wallis'e göre Ratu Raivalita Somosomo'dan gel iyordu ( 1 8 5 1 1 O 1 ), ama Bau söylencelerine
göre Ovalau'dan dönüyor olması daha muhtemeldir. Ratu Raivalita Mart'ta Somosomo'ya giden
büyük bir Bau grubunun başını çekmişti; grup eski Cakaudrove kralı Tui Cakau'yu memleketine
götürüyordu (Lyth }: 3 1 Mart 1 845). Tui Cakau. bir Selemili ve bir Bau şefi olan Ratu Nayagodamu
eşliginde yaklaşık üç ay boyunca Somosomo'da kaldı ve Mayıs'ta buradan ayrıldı. (Bkz. Williams
1 93 1 . 3: 322-23; Ratu Raivalita bu anlatıda sık kullanılan diger adıyla, Doviverata olarak, daha
dogrusu Williams'ın yazımıyla " Droiverata" olarak karşımıza çıkar.) Yine de Mrs. Wallis'in 1 7 Nisan
1 845 tarihinde Ratu Raivalita'nın o gün kendisini Viwa'da ziyaret ettigini yazmış olması. ama diger
yandan Muhterem Williams'ın Raivalita'nın o tarihte Somosomo'da oldugunu belirtmesi nedeniyle
Ratu Raivalita'nın ölümünden hemen önceki geliş gidişleri hakkında bir karışıklık söz konusudur
(Wallis 1 85 1 : 80).
11 Selemilinin Fiji dilindeki ismi Matanibukalevu'ydu (Williams 1 93 1 : 3 24); Ratu Raivalita'yla akraba
veya aynı klandan olup olmadıgı bilinmiyor.
206 l Thulcydldea'ten Ô.zilr Dileyerek 1 Mardhatl Sahlind

3 . 1 " M uaidule" , Ratu Tanoa'nın evi (resim: Conway Shipley, 1 851 )

Göreneksel olmakla kalmayan bu sunum hem Hunt'ın hem Mrs. Wallis'in aktardığı
üzere. Ratu Raival ita hayatının Bau'da risk altında olduğunu biliyor olsaydı daha da
zorunlu olurdu, zira yaşl ı kralın adağını kabul etmesi ona bir güvenlik sağlayacaktı.
Gelgelelim Bau'nun savaşçı kral ları sıklıkla görenekleri çiğnemeye meylettiğinden
(onların görenekleri böyleydi) bu vakada Ratu Raival i ta'nın bu jesti ona ne babasının
merhametini ne de korumasını sağladı. Çoğu anlatıya göre Ratu Raivalita'yı öldürme
kararı yaşlı adama aitti; diğer yandan. Ratu Raiva l i ta'nın Ratu Cakobau'nun yanı sıra
Ratu Tanoa'dan da kurtulma niyetinde olduğuna dair yaygın bir inanış vardı.

Kava sunumu son bulduğunda. Ratu Raiva lita kal ı p Ratu Tanoa 'yla birlikte sunu­
yu içmek yerine kendi evi "Naisogolaca"ya gitme ricasında bulundu; evi şehirde
" Muaidule"nin bulunduğu yerin karşı tarafındaydı (Şeki l 3 . 2). Yolda bazılarının söy­
lediğine göre, Ratu Raivalita Ratu Cakobau tarafından, ama çoğu anlatıya göre amca/
teyze tarafından diğer bir kuzeni Komainaua (Ratu Wainiu) tarafından yakalandı. Sa­
vaşçı kralların soyundan gelen ve Cakaudrove kra l l ı k ailesinin vaöu'larından (rahim
yeğeni) biri olan Komainaua, Bau'da çok önemli bir şefti. Bu da genel olarak ciddi bir
manevra ve entrika yeteneğine sahip olduğu anlamına gelir. Örneğin daha birkaç yıl
öncesinde Ratu Cakobau'nun can düşmanlarından biriydi ve Cakaudroveli akrabala-
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 207

Evler:
R atu Tanoa'n ı n evi
1 Muaidule
2 Naisogolaca
3 Navatanitawake (Tapı nak)
4 Naduruvesi

r'
,. ı

... f" ' " • ... ..


J,O ıı •" t.. J •Öo
.5 � ·• •· •r •"

3.2 Ratu Raivalita'nın Bau 'da ölüme giderken izlediği güzergah

rıyla Bau'ya savaş açma planları kurmuştu. Ne var ki Bau ile Cakaudrove l 842'den
beri uzlaşma içindeydi , daha doğrusu Cakaudrove Bau'nun hakimiyetini kabul etmişti;
Komainaua'nın kra l l ı k ai lesinden ağabeyiyle görünürde iyi i l işkiler içinde olması bu­
nunla açıklanabi lir. 1 2 Şimdilik Ratu Cakobau'nun infazcısıydı ve sadece bu örnekte

12 Gelgelelim Ratu Raivalita'nın ölümünden hemen hemen bir yıl sonra Komainaua"nın Raıu
Cakobau'yu devirmek için yine komplo kurduğu bildirilmişti (Hazelwood P. Lyth"ten Hazelwood'a: 7
Kasım 1 846). Komainaua l 850'de düzenlenen bir komploya ilişkin bir haberde daha karşımıza çıkar
(Lyth J: 4 Mart 1 85 1 ). Söz edilen komplolar bir sonuç getirmemişti.
208 1 Dıukydlde6 'ten Ôzilr Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

deği l , birkaç ay sonra Rewa kralına karşı da aynı işi gerçekleştirmesi emredilecekti;
ama o bu emri gerçekleştirmeyi kabul etmeyecekti .

Halihazırdaki vakada Komainaua, Ratu Raivalita'yı başına indirdiği b i r sopayla yere


sermişti. Bundan biraz önce sonu gelmiş genç şef Ratu Cakobau'nun elinde canının
bağışlanması için yalvarırken ona karşı komplo kurduğunu inkar etmiş ve anlatılanla­
ra bakı lırsa "düşmanlarım sana yalan söylüyor" demişti (Wallis 1 8 5 1 : 1 04). Bu inkar,
görünüşe bakı l ı rsa o koşullar altında dikkate alınmamıştı. [Muhterem Hunt "putpe­
restlik ne kadar merhametsiz bir şey" yorumunda bulunacaktı (}: 1 9 Ekim 1 84 5) . ] Bu­
nun arkasından gelen darbe besbelli ki ölümcül deği ldi. Sık anlatılan bir hikayeye
göre, şaşkına dönmüş Ratu Raivalita diri diri gömülmüştü; bazılarının söylediğine göre
kendi evinin zeminine gömülmüş, iki gün boyunca yerin altında inlediği işitilmişti.
Ama Muhterem Waterhouse'un anlattıkları kulağa daha inandırıcı gelir: Waterhouse'a
göre Ratu Raivalita sopalarla dövülmesinden kısa bir süre sonra "alışıldık biçi mde"
öldürülmek üzere boğul muş ve o gece Ratu Cakobau'nun evinin yakı nlarına gömül­
müştü. "Etrafı çevri lmiş mezarı, bundan böyle iktidara karşı komplo kuracaklar için bir
ibret hikayesi olarak hala durmaktadır" (Waterhouse 1 866: 1 1 0). 1 3

Olayların geçtiği ortamdan Mr. Hunt ve Mrs. Wallis'ten daha uzakta olan iki misyoner
kaynak, Ratu Raivalita'nın ölümünde rol oynayan başka bir aktörden bahseder (Wa­
terhouse 1 866: 1 09 ; Williams 1 93 1 , 2: 3 22-23). Bu aktör adı veri lmeyen bir Beyaz' dır
ve talihsiz genç şefin tarafını tutan bu Beyaz hem Ratu Cakobau'nun hem kendisinin
hayatını tehlikeye atar. Farklı kaynaklardan derlendiği anlaşı lacak düzeyde farkl ı lık­
lar içeren Muhterem Will iams ile Muhterem Waterhouse'un raporları başka belgeler­
ce doğrulanamasa da kolayca göz ardı edi lemez. O dönemde yüksek mevki li birçok
şefin maiyetlerinde tüfek tamiratından tutun viski damıtmaya ve şefin korumal ığını
yapmaya varıncaya dek çeşitli işleri gerçekleştiren yabancı "evcil hayvanlar" ("kuş­
lar" "hayvanlar" anlamına gelen m a n u m a n u) bulunurdu. Mr. Will iams'a göre, Ratu
Raivalita sopalarla yere seri ldiğinde yanında böyle bir İ ngiliz bul unuyordu. Pa palagi
hızla, dolu bir tabanca çekip azıcık ötede bulunan Ratu Cakobau'yu nişan almıştı. Ama
tabanca hedefi tutturamamıştı. Ratu Cakobau da bunun üzerine l ngi liz'in sopalanma­
sını emretmişti, ama kimse buna cüret edememişti. Aralarında bir sohbet başlamış,
sonuçta Ratu Cakobau adamın cesaretini takdir ederek ona kendi hizmetine girmesini
teklif etmişti (Wi l liams 1 93 1 , 2 : 3 2 3 ) . Waterhouse'un büyük ihtimalle yerel Bau kay-

13 Olaydan yaklaşık elli yıl sonra, Ratu Cakobau'nun soyundan gelenlerin hala iktidarda oldugu
dönemde anlatılan Bau söylencelerinde Ratu Cakobau'ya Ratu Raivalita'nın ölümünde hiçbir kişisel
rol ya da sorumluluk biçilmiyordu (Anonim Na Mata 1 89 1 171: 1 4- 1 5). Bu anlatılara inanılırsa Ratu
Raivalita onu vurmak için hepsi de ıskalayan beş girişimde bulunmuşsa da Ratu Cakobau istifini
bozmamıştı (6ega 6oti ni bau yalo lailai kina). Ratu Raivalita'nın ölümünden Baulu diger şefler
veya Ratu Tiınoa sorumlu tutulmuştu.
BGST 1 Dü9ünce Dizi6i 1 209

naklarına dayanan anlatısına göre Papalagi, Ratu Tanoa'nın evinden ayrıldığı sırada
Ratu Raivalita'ya eşl i k ediyordu. i ki şef Ratu Raivalita'yı tuttuklarında yabancı taban­
casını çekmiş, ama şeflerden birinin elini sallayarak çeki lmesin i emretmesi üzerine
ateş etmemişti. Ratu Cakobau bu anlatıda karşımıza çıkmaz. Onun yerine Beyaz ağla­
yarak Ratu Tanoa'ya koşar ve neler olup bittiğini anlatır, o da olanları i ncelemesi için
birini gönderir (Waterhouse 1 866: 1 09).

Misyonerlerin anlatılarından çok sonraki bir tarihte kaydedilmiş kısa bir Bau söylence­
sinde de (Toganivale 1 9 1 Zb: 1 7 1 ) Ratu Raivalita'ya eşlik eden bir Papalagi'nin, genç
şef Ratu Cakobau'nun adamları tarafından yakalandığında bir tabancayla olay yerine
koştuğu anlatılır. Hikayenin bu versiyonuna göre Beyaz adam, Ratu Cakobau'nun onu
yere sermesi için birini çağırması üzerine koşarak kaçmıştır.

Bu hikayelerden nasıl bir sonuca varmalıyız? Kendisi de koşul l u olan belki bir sonuç
dışında bunların gerçekl iğini belirlemek zordur. O sonuç da şudur: O gün Ratu Cako­
bau da öldürülebi lirdi. Tarihsel zorunsuzluğu, onu izleyen kültürel analizle ne kadar
sınırlasak da ortadan kaldıramayız.

Olayın hemen ardından ulaşan tanıklıklara göre, Ratu Raivalita'nın ölümü sonrasın­
da beraberindeki Selemi gönül l ü olarak kendi ölümüne koşmuştu. Selemi şefine eşlik
etmeyi tercih etmişti ; fakat kendisinin masum olduğunu i leri sürmemiş, tam tersine
Ratu Cakobau aleyhine geniş kapsamlı bir komplodan bahsetmişti. Şefin yere yıkılma­
sının ardından Selemi eve dönüp adamlarından, iple boğazlanması için onu gereği nce
giydirmelerini ve süslemelerini istemiştir. Daha sonra Ratu Cakobau olay yerine belki
de tanık olarak davet edilmiştir, ama Selemi 'nin önde gelen birkaç Baulu ile müttefik
şeflerin de dahil olduğu komplo hakkında anlatacaklarını dinlemek için de çağrı ldığı
kesindir. Bütün bunların ardından Selemi şefinin kaderini paylaşmıştır (gelenekler
gereği iple boğazlama işi kişinin yakın akrabası tarafından yapılmıştır) ve "dostların
ruhları yeniden birleşmiştir. kimbilir nerede?" (W a l l i s 1 8 5 1 : 1 0 5) Sembolik olarak
veya gerçekte şefle birlikte ölmek eski Fij i kültürüne nüfuz etmiş bir temad ır. Kendi
kend ini sakatlama eylemlerinde, genç adamların sünnet törenlerinde ve kralın ölü­
münü izleyen genel düzensizlikte bütün ülke sembolik olarak ölür; kralın halefinin or­
taya çıkmasıyla birlikte dirilecek ve yeniden oluşacaktır. Ayrıca eşlerin ve Selemi gibi
hizmetkarların gerçek ölümleri de söz konusuydu; bu kişiler ölümden sonraki hayatta
(Bul u) şefe eşl ik etmeleri için öldürülürlerdi; böylece şef refahı sağlamayı ve halkının
kaderini kontrol etmeyi sürdürecek donanıma sahip olurdu.

Mevcut bağlamda, Selemi örneğinde olduğu gibi, yönetici şeflerin "yoldaşları" (i to)
hakkında da bir şeyler söylememiz gerekir; zira açıktır ki bu kişi ler komplolar kurul­
masında ve bozulmasında önemli roller üstlenmişlerdir: Komplolar ayarlamış, casus-
21O 1 lhukydldea'ten Ôzür DUeyenık 1 Mar6hall Sahlin6

luk yapıp bunları ortaya çıkarmış ve şeflerini komplolara karşı korumuşlardır. Zira
Ratu Raivalita ve Ratu Cakobau gibi genç şefler söz konusu olduğunda, maiyetleri
muhtemelen, daha önce kul lanımlarına vakfed i l miş bir evde birlikte oynamış, ya­
ramazl ıklar yapmış, yemiş, içmiş ve uyumuş genç çetelerin siyasal hayattaki deva­
mını temsil ediyordu (bure n i M). l 840'ta Wilkes'ın gemisini ziyaret ettiğinde Ratu
Cakobau'ya genç adamlardan oluşan böyle bir grup eşlik etmişti (Wilkes 1 84 5 , 3: 66-
67). Bu grupları siyaseten işlevsel kılan şey münhasıran, doğal l iderleri olan yüksek
şefin klanından (ma taqali) seçi lmemiş olmalarıyd ı . Bu eşl ikçi ler daha ziyade çeşitli
klanlara bağl ıyd ı lar; Ratu Cakobau'nun önemli taraftarlarından biri olan Viwalı Ratu
Varani gibi bazı örneklerde ise başka müttefik ü l kelerden gel iyorlardı. 1 840'larda bir
ara Muhterem Lyth (RC: 1 3) "Ratu Cakobau'nun Yoldaşları" (Ai Toka ni i Cakobau)
diye yaftaladığı dokuz adamdan oluşan bir liste hazırlamıştı. Bazılarının hangi klan­
lara ait olduğunu bel i rlemek zordu, çünkü hepsi de kendi isimlerinden ziyade savaşçı
unvanlarıyla (ko roi) tanımlan ıyordu. Bu da hepsinin katil olarak tanındığını gösteren
i lginç bir olgudur. izlerini sürebi ldiğim beş adam Bau'daki dört farkl ı klana mensuptu.
Hiçbiri de Ratu Cakobau'nun kendi halkından deği ldi, ama üçü atalardan, dedeler­
den beri bu halkın düşmanı olan klanlardand ı . Sadakat bağlarının genellikle soya ve
evl ilik birliğine göre örgütlendiği Fijili lerinki gibi klanlara daya l ı bir toplumda şefin
maiyeti olağanüstü derecede esnek bir siyasal eylem aygıtı anlamına geliyordu. Yer­
leşik şeflerin kendi işlerini yapan, önceki kuşaklardan devraldı kları tellalları, rahip­
leri ve savaşçıları vard ı ; ne var ki bu görevlilerin i şlerinin büyük bir bölümünü, kava
kasesi etrafında şefe eşlik etmek oluşturuyordu. Ama Ratu Raiva l i ta ve Ratu Cakobau
gibi gençlerin kendi leriyle aynı eği l imlere sahip faa l genç adamlarla kurdukları şahsi
ve pragmatik bağlar, aynı şekilde yapısal normların ötesine geçen siyasal istihbarat
ve kargaşa için fırsatlar yaratıyordu. Dolayısıyla bu kesimler, yükselen hırslı şeflerin
celeritaö güçlerinin toplumsal biçimiyd i . Ratu Raival ita'nın yağma seferlerine i l işkin
hikayelerde bu kişilerin pek de hoş tipler olmadığını görmüştük.

KOMPLO

Hunt geçmişe dönük anlatısında, Ratu Raiva l i ta'nın arkasında olan "güçlü bir grup"tan
bahseder; bununla birl ikte "komploya katılan herkesi n ortaya çıkarı lıp çıkarı lmadığı
bel l i deği ldir" Fakat genç şefin hiçbir komploya karışmadığını, masum olduğunu ve
kendisine çamur atıldığını düşünenler de vardı (}: 1 9 Ekim 1 84 5). Ne var ki birbirini
destekleyen anlatımlar arasında, Ratu Raivalita'nın yoldaşı Selemi 'nin açıkladığı üze­
re epeyce dehşet verici ve kapsamlı olan komplonun gerçekliğinden kuşkulanmamızı
engelleyecek kadar fazla sayıda komploya katılma itirafı mevcuttur. Ama böyle bile
olsa Selemi bütün gerçeği anlatmamıştır. Selemi'nin Ratu Cakobau'ya yönelik komp­
loda yer aldığını söylediği isimler arasında, Viwa Adası'nın yöneticisi (Roko Tui Viwa)
BGST 1 Dü9ünce Dizi6i 1 Z1 1

Ratu Namosimalua ile oğlu Mai Sapai; Bau'nun önem l i bir savaş müttefiki (bati) ve
geleneksel olarak Bau kutsal kralıyla (Roko Tui Bau) i lişki l i Namara ülkesinin yönetici­
si (Roko Tui Veikau); Baulu Lasakau deniz savaşçılarının. "tehlikeli adamlar" klanının
önde gelen iki şefi (isimleri veri lmemiş) ve güçlü sahil savaşçı ları olan Soso halkının
(yine isimleri verilmeyen) iki lideri (Wallis 1 8 5 1 : 1 0 5) de bulunuyordu. Bu liste di­
ğer kanıtları gayet iyi destekler, ayrıca Bau'da savaşçı kra l ı n ai lesinin bazı uzun sü­
reli düşmanlarını, on yıl önce Ratu Tanoa'nın sürgüne gönderi lmesine neden olan
isyana katılanları işaret ettiğinden zaten dikkate a l ınması gereken bir listedir. Ratu
Raivalita'nın yakın yoldaşlarından bir diğerinin, kısa süre önce Cakaudrove yolculu­
ğunda ona eşlik eden Ratu Nayagodamu'nun da benzer şeki lde şaibeli bir geçmişi var­
dır. l 8 3 0 'lardaki darbede Ratu Nayagodamu'nun babasının ağabeyi Bau Vunivalu'su
olarak Ratu Tanoa 'nın yerini almıştır. l 850' lerin başında, Ratu Nayagodamu'nun
Bau'da Ratu Cakobau 'yu devi rmeye çalışan hizbin yine önde gelen mensuplarından
biri olması da onun hanesi ile Ratu Tanoa'nınki arasındaki husumetin bir başka ka­
nıtıdır. Ratu Nayagodamu, tekrar tekrar onları öldürme girişiminde bulunan yönetici
savaşçı kral ların yegane ezeli düşmanı da deği ldi; bu çatışmalar birazdan göreceği miz
üzere 1 8 . yüzyı la dek uzanıyordu.

Başka önemli bir Baulu, adı kötüye çıkmış "güçlü adam" (qdqd) Ratu Gavidi (Resim
3), Ratu Raiva lita'nın komplosunda muğlak bir rol oynamıştı. Lasakau deniz savaşçı­
larının iki kral soyundan birinin şefi olan ve iktidar yolu rakip akrabalarının suikaste
uğramalarıyla döşenen Ratu Gavidi neresinden bakı l ı rsa bakılsın, Selemi'nin ifadesin­
de komploya karışmış iki Lasakau şefinden biriydi. Selemi'nin itirafını bildiren Mrs.
Wallis, Ratu Gavidi'nin aylardır suç işlediği bi lgisine de sahipti; ama yine de davranış
biçiminin onu sonunda temize çıkardığı inancındayd ı . Wallis'in anladığı kadarıyla pla­
nı Ratu Raival ita'dan öğrenen Ratu Gavidi bunu Ratu Cakobau'ya açm ıştı, o da iyi hiz­
metleri karşılığında kız kardeşlerinden biriyle evlenmesini önermişti Ratu Gavidi 'ye
(Wallis 1 8 5 1 : 1 03). (Şunu belirtmek gerekir ki kraliyet ai lesi nden bir kız kardeşin he­
diye edil mesi Fiji 'deki en etki li siyasa l işlemlerden biriydi; bu eşi alan şefin varisini,
yani ayrıcal ıklı kız kardeşin oğlunu yönetici hanenin va<1u 'su kılmanın ötesinde, bu
kraliyet rahim yeğeninin babasının halkının liderliğine geçmesini de büyük ölçüde
garanti altına alıyordu.) Ama Ratu Gavidi, Mrs. Wal l is'in karakter ve sadakat açısın­
dan ona safça vermeye hazır olduğu yüksek notları pek de hak etmiyordu. Mr. Hunt'ın
Ratu Raivalita'nın " kendi grubundan birinin" ihanetine uğradığı yolundaki haberi ni
unutmaya lım. i hanet tarihi dikkate alındığında Ratu Gavidi -eğer Ratu Raival ita'yı
Ratu Cakobau'nun hayatta kalmasıyla elde edebileceği (kra liyet ai lesinden bir kadın
almak gibi) avantajlar için satmıyorsa- muhtemelen yine ikili bir oyun oynuyordu; kim
kimi öldürürse öldürsün kazanan yine Ratu Gavidi olacaktı. Beş yıl sonra, Bau'nun
Verata'ya düzenlediği bir saldırı sırasında Ratu Gavidi'yi sırtından vurarak ortadan
2 12 1 Thukydlde6 'ıen Ôzür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

kaldırdığı gerekçesiyle Ratu Cakobau'dan ciddi ciddi kuşkulanılacaktı. 1 4 Mr. Hunt bir
keresinde " Fiji siyaseti büyücülük kadar gizemlidir, aslında ona biraz benzer de. Ba­
uluların, özellikle de Bau şeflerinin niyetlerinin ne olduğunu öğrenmek neredeyse
imkansızdır" gözleminde bulunmuştu (WMMSIL: 26 Şubat 1 845).

O dönem kaleme alınmış bir misyoner günlüğünün bugüne ulaşan bir parçasında
Ratu Raivalita'nın düzenlediği komplonun o kadar da sır olmadığı, bir süredir geliş­
tirilmekte olduğu ima edi lir. Dolayısıyla Viwalı Ratu Namosimalua'nın Mr. jaggar'a,
Ratu Cakobau'nun üvey kız kardeşi Adi Vatea'nın adına neler dediğini okuyabiliriz:
"Namosimalua bu sabah bize Dovevarata'nın [Ratu Raivalita) Vatea'ya, kendisinin ve
Luke'un [muhtemelen Ratu Tanoa hanesinin eski Baulu düşmanlarından Ratu Mua­
levu) Viwa'ya gelmeyeceğini, çünkü birl i kte komplo kurduklarını ve N'nin Dovev'e
dönmeye çalıştığını söyledi" (Jaggar P}: 9 Eylül 1 844; "N" Avrupa anlatılarında Ratu
Namosimalua'yı veya Ratu Gavidi'yi, kimi zaman da " N gavindi"yi ifade ediyor olabi l i r).

Döneme ait belgelerin hemen hepsinde Viwa Adası'nın saygın isimlerinden Ratu
Varani'nin, Ratu Cakobau'yu önceden uyarmış olabi lecek başka isimlerin yanı sıra
Ratu Raivalita'nın niyetlerini ortaya çıkardığına di kkat çeki lir. Bau savaşçı kralının
ezelden beri silah arkadaşı olan Ratu Varani kısa süre önce din değiştirip Hıristiyan­
l ığa geçmiş ve artık savaşmayacağına yemin etmiş olsa da uzun zamandır mahare­
tini sergi lediği siyasal ayak oyunlarından tümüyle elini eteği ni çekmemişti. Vara ni
"Fransa"nın Fiji diline aktarı lmış halidir; şef iki direkli Fransız gemisi ]ot>ephine'in
l 8 3 5 'te Bau ve Viwa halkınca ele geçirilmesinde öncü bir rol oynadığı için bu ismi
almıştı. Ratu Varani, Viwa'nın yönetici şefi Ratu Namosimalua'nın kardeşinin oğluydu
ve askeri yağmalarıyla olduğu kadar Bau adına gerçekleştirilen deniz hıyarı ticaretinin
organize edi lmesindeki hizmetleriyle de en az onun kadar öne çıkmış bir isimd i . Öte
dünyayla ilgi l i kaygı ları bir yana, l 8 4 5 'te Ratu Cakobau'yu koruma çabasına girmişti.
Mrs. Wallis'in verdiği bilgilere göre, Ratu Varani deniz hıyarı ticaretinde ku llanı lan
iki direkli G a m b i a 'nın (kaptanı joseph Hartwell) güvertesinde Ratu Raivalita'nın yu­
karıda adı geçen Ratu Gavidi ile "mesele hakkında konuştuğunu" işitmişti. Aslında
Gambia 'nın seyir defterinde Ratu Varani'nin (" Frene") Aralık 1 844 ortasında, gö­
rünüşe bakı lırsa Ratu Cakobau'nun ticaretle ilgili çıkarlarının temsilcisi olarak Viti
Levu'nun kuzey sahil lerinden gemiye bindiği belirti liyordu (Gambia seyir defterinde
yazarı meçhul satırlar: 1 5 ve 1 6 Aralık 1 844). Mrs. Wallis'in değerlendirmesine göre
Ratu Varani, Gambia'da hazırlanmakta olan planlar hakkında casusluk faaliyetle­
rinde bulunması için güvenilir bir adamını göndermişti. Adam derhal bu planlama-

14 Bu olayda Mrs. Wallis, Ratu Gavidi'nin Ratu Cakobau'ya husumet duydugundan emindi:
"Thakombau'yu IRatu Cakobaul öldürmeyi planladıgı öne sürüldü ve çok büyük ihtimalle suçunun
bedelini hayatıyla ödedi" ( 1 994: 1 0). Besbelli ki bu komploya Komainaua'nın yanı sıra Ratu
Nayagodamu da katılmıştı (Lyth j: 4 Mart 1 8 5 1 ).
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 213

ların bir komplo olduğuna, yani "'vere'nin Thakombau'yu [Ratu Cakobau]. Verani'yi
[Ratu Varani) ve bir kişiyi daha öldüreceğine" ve bunun üzerine " Revelete'nin [Ratu
Raivalital Bau kralı olacağına" karar vermişti (Wallis 1 8 5 1 : 1 03 ) . H ikayeye bakılırsa
Ratu Varani'nin adamı daha sonraları bu planı Ratu Cakobau'ya açtığında Ratu Ca­
kobau buna inanmamış ve muhbire yol vermişti. Fakat öyle görünüyor ki bu Ratu
Cakobau'nun olağan moduö o p era n d i 'siydi. Bau siyasetinin " insanların niyetlerini
anlamayı imkansız kılan" stratejilerinden biriydi; ama burada söz konusu olan, Ratu
Raivalita ertesi Ağustos Bau'da karaya ayak bastığında Ratu Cakobau'nun içinden ge­
çen niyetler deği ldi elbette.

Ratu Cakobau kendisine karşı bir araya gelen komplocu güçlerin , suikast girişimi geri
teptiğinde ayan beyan meydana çıkan birkaç şeften daha geniş bir kesim olduğunu
varsayacak kadar akı l l ı olsa gerekti . Bau siyasal sisteminde derin bir fay hattı mev­
cuttu: Bau'nun Vunivalu [savaşçı kral] ve Roko Tui Bau [kutsal kral] tarafından yöne­
tilen iki parçaya bölünmüş yapısından bahsetmiyorum. Gerçi bu i l işkiler kesinl ikle
etkiliyd i . Fakat farkl ı gruplar arasında tarihsel bir uyuşmazl ı k da vardı: Söz konusu
gruplar arasında kra l l ığı, öze l likle de savaşçı kral unvan ını ele geçirmek için verilen
ölümcül mücadeleler tarih öncesi dönemlerden beri adayı sıkıntıya sokmuştu ve sö­
mürge sonrası dönemde de bela olmaya devam edecekti. Temelde bu bölünmenin
tarafları şunlard ı : Bir yanda eski savaşçı kral ların haneleri ve Roko Tui Bau halkı
dahil eski Baulu soylular (onlara böyle diyeceğiz) vard ı ; bunların karşısında ise yeni
savaşçı krallar, yani Vunivalu [savaşçı kral] unvanını, yönetim üstünlüğünü ve tabii
bununla birlikte yakın tarihte yerinden ettikleri grupların kızgınl ığını da kazanmış
Ratu Tanoa ve Ratu Cakobau'nun Tui Kaba halkı vard ı . l 840 'ta bu siyasal sahneyi
gözleyen Horatio Hale yakın dönemdeki bir gaspetme hikayesinin böldüğü iki şef
"grubu"ndan ve Bau halkının geri kalanının da çıkarlarına uygun düşen şekilde bun­
lardan biri veya ötekine yakınlaştığından bahsediyordu (Hale 1 846: 60-6 1 ). Vunivalu
grubunun karşısında, Hale'in "Yönetici Hanehalkı" (Kai Vale Levu) dediği ve "Mba­
titombi" diye tanımladığı bir grup vardı; bunlar genelde Nabaubau olarak da bilinen
Batitobe idiler. 1 5 Hale, Batitobe'nin "eskiden bütün iktidara sahip olduğunu, mevcut
kralın büyükbabasının bu i ktidarı onlardan aldığını" öğrenmişti (a.g.e., 60). Teğmen
Wilkes bu gaspçıyı Ratu Banuve olarak tanımlıyor ve "Tanoa'nın babası Bamiva [Ba­
nuve] kra l lığı ele geçirip tahta geçmeden önce Ambau'yu [Bau] yöneten Mbatitombi
[Batitobe] ai lesinden" bahsediyordu (Wi l kes 1 84 5 , 3: 1 3 1 ). Ama her halükarda Hale,

15 Birkaç Fiji kaynağında Nabaubau ile Batitobe bir tutulur veya aynı grubun ismi olarak kullanılır.
Örneğin, Yerli Topraklar Komisyonu'na anlatılan Bau söylencelerine göre: "Batitobe; yani
Nabaubaulular [na Batitobe. a ya iratou mai Nabaubaul" (NLCITR [Tailevu Kuzey (Yavusa
Kubuna)I). 1 890'lardaki Topraklar Komisyonu'nun kayıtlarında Batitobe ile Nabaubau, yönetici Tui
Kaba halkının alt bölümleri için birbirinin yerine kullanılan adlardı. Başka metinlerde Nabaubau,
Batitobe'nin bir bölümü ya da hanesi olarak tanımlanmıştır.
214 1 Thukydldea 'ten Ô.zilr Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

Bau'da tekrar tekrar gözlenen siyasal krizlerin ki lit d i namiğini kavramıştı: Kadim ve
yakın tarihin kinlerini besleyip büyüten eski şeflerin, savaşçı kral grubunun iktidarını
gaspetmeye yönelik bütün meydan okumaları desteklemeye hazır olmalarıydı bu di­
namik; bunlara Ratu Raivalita örneğinde olduğu gibi yönetici hanenin içinden gelen
meydan okumalar da dahildi. Bunun da ötesinde "düşmanımın dostu düşmanımdır"
i l kesi uyarınca, Bau'nun eski soyluları l 8 3 0 'lardaki darbe sırasında Ratu Tanoa'yı
himaye eden Rewa'ya savaş açmışlard ı ; aynı insanlar "düşmanımın düşmanı dostum­
dur" i l kesine göre, on yıl sonra Ratu Cakobau'nun Rewa'ya karşı düzenlediği seferler­
de ona ayak bağı olacaktı.

Bau'da çatışma hali ndeki bu şefl ik grupları hakkında birkaç şey daha söyleyelim. Na­
baubau, Roko Tui Bau ve benzer aristokratların, eski hükümdarlar olarak Ratu Tanoa
ve diğerlerinin sonradan görme Tui Kaba 'sının tersine Bau'nun gerçek şefleri olma­
ları önemlidir. Halihazırdaki savaşçı krallar esasen yukarıda adı geçen gaspçı Ratu
Banuve'nin (ö. 1 804), yani 1 8. yüzyıl sonlarındaki Vuniva l u 'nun soyundan geliyorlar­
dı; bazı şecerelere göreyse iktidarı gaspeden, Ratu Banuve'nin babasıydı. Gelgelelim
açıkça tarafl ı bir Baulunun 2 0 . yüzyıl başında Yerli Topraklar Komisyonu'na sunduğu
üzere "şu Ratu Banuve, babasının kim olduğu çok açık deği l "di (NLCITR [Tai levu Ku­
zey (Yavusa Kubuna)]). Bu ifade, komisyonun Bau Kra l l ığı hakkında kayıt altına aldığı,
karmaşık ve birbiriyle çatışan üç tarihten birinde karşımıza çıkar; ayrıca bu üç tarihe,
çelişki li olmakta onlardan aşağı kalmayan, daha önceki ve sonraki tarihlerde der­
lenmiş başka versiyonlar da kolayca eklenebi lir. Sorunların birçoğu şecereye il işkin
yapısal ve polemiksel meselelerde yatar: Adet olduğu üzere soy gruplarının şecere­
lerinin kısaltılıp sadece altı-yedi kuşak derine götürülmesi ve sonrasında ada kültü­
rünün kutsal kahramanlarının yaşadığı devirlere bağlanması; aynı kişiler için farklı
isimlerin, farkl ı kişiler için aynı isimlerin (kimi zaman aynı hikayelerin) kullanılması;
tabii bir de şeflerin atalarının tartışmalı bir biçimde manipüle edilmesi. Öte yandan,
bir de (kendi tanrılarına ve tapınaklarına sahip olmaları yakın akrabalıklarına ve ba­
ğımsız köken lerine tanıkl ık eden farkl ı yerel grupların varlığına dayanarak) sahadaki
fii l i durumu temel alan tarih vardır ve bu tari hin şifresini çözmek o kadar zor deği ldir.
Bu tarihi okuduğunuzda yönetici Tui Kaba halkının önde gelen düşmanlarının iki kate­
goriye ayrı ldığını görürsünüz: ( 1 ) Eski savaş kra l ları, bir zamanlar Vunivalu unvanına
sahip soy grupları; 1 9. yüzyı lda bu gruplar arasında en öne çıkanlar Horatio Hale'in
belirttiği üzere Nabaubau veya Batitobe ve bu kralların Bau içinden ve dışından evli­
liklerle edindikleri müttefikler; (2) Kutsal kralın, Roko Tui Bau'nun halkı ve onun yanı
sıra yine Bau'nun içi nden ve dışından olup geleneksel olarak onu şefleri kabul eden
bazı klanlar. Nabaubau'nun dışında en az üç klanı daha içine alan eski savaş kra l ları
kategorisi, bütün bir kadim gasplar dizisinin ve devam eden husumetlerin tanığıdır;
fakat bu gruplar Ratu Tanoa grubuna karşı muhalefetlerinde kolektif bir varoluş ve
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 215

bütünlük kazanmıştır. 1 6 B u koalisyonun başını Nabaubau grubu çekiyordu, ama bunun


nedeni sadece iktidarı ele almış olan son grup olmaları deği l, tam da bu nedenle en
büyük siyasal destek ağına sahip olmalarıydı. Başka yerlerdeki şeflik hanelerine Bau
kraliyetinin vaöu'su, yani imtiyazlı kız kardeş oğlu ayrıcal ığını kazandırmak için Na­
baubau kadınları yaygın olarak talep görürdü. Bau'ya tabi bir kasabadan modern ve
bilgi li bir adamın dile getirdiği üzere: '"Nabaubau 'nun hikayesi, eski günlerde Bau'daki
bütün yüksek şefler ve hanımların 'Nabaubau'dan geldiğini, onların annelerinin ve
anneanneleri nin genellikle 'Nabaubaulu' olduğunu anlatır . . . Bugün Bau'da bütün bü­
yük isimlerin, hem şeflerin hem hanımların isimlerinin mevcut olduğunu görebilirsi­
niz" (Rosenthal fN: karşı laştırın Lyth DB. 4: 40b).

1 9. yüzyıldaki en büyük Fiji şeflerinin önemli bir bölümü gerçekten de Nabaubau


aristokrasisinin rahim yeğenleriydi, yani yüksek mevki l i Nabaubau kadınlarının
oğul larıyd ı . Bunlar arasında Ratu Raivalita'nın darbe girişiminde adı geçen iki şef,
Viwa ve Namara şefleri de bulunuyordu. (Ratu Cakobau'nun kendisi de Nabaubau'ya
vaw'ydu. Buna karşın, annesi o daha bebekken ölmüştü ve bu i l i şkinin ona l 845 'te
pek yararı olmamıştı ; ama l 8 3 0 ' larda Ratu Tanoa'ya karşı çıkarılan isyanda bu
unvan, birazdan göreceğimiz üzere, onun hayatta kalmasını sağlamıştı.) Nabaubau
.
halkı, 1 8. yüzyıl başında kutsal Roko Tui Bau'nun üstün yönetici l iğini yeniden tesis
etmeyi amaçlayan başarısız isyandan, 1 8 54 - 5 5 'te Ratu Cakobau'ya karşı çıkarılıp
yine başarısız olan isyana varıncaya dek, Tui Kaba'nın sonradan görme savaşçı
kral larına karşı çıkarı lan bütün büyük isyanların önemli taraftarları arasındayd ı . 1 7
Aynı şeki lde yönetici Vunivalu grubuna karşı ( 1 800, 1 83 2 v e l 8 5 4 'te) girişilen bu
hareketlerin en az üçünde önde gelen katılımcılar Vusaradave denilen soya dayalı
kara savaşçı larıydı (bati). Bunlar, özellikle Roko Tui Bau kralları ve onların tarihsel
kızgınlıklarıyla bağlantı lı çok büyük bir Bau klanıydı. Bu nedenle Ratu Raivalita'dan
yana olan "güçlü grup"ta kimlerin yer aldığını tam <? larak bil mesek de, Vusaradave'nin

16 Tui Kaba'ya karşı gelen eski savaşçı kral ların oluşturduğu başlıca dört grup şunlardı: Nanukurua.
Nabaubau, Naisoro ve Dewala. Bu gruplar toplu olarak "Aşağı Tui Kaba" (Tu i Ka ba i Ra) olarak
bilinir; Ratu Cakobau ve diğerlerinden oluşan grup ise yönetici "Yukarı Tui Kaba" (Tu i Kab a e Cake)
diye anılır. Fakat bu, sömürge dönemindeki kullanım olabilir. Sömürge planında bu dört grup
("Batitobe" kimi zaman "Nabaubau"nun yerine kullanılır). Tui Kaba'nın klanının ( m a taqali) parçaları
(i toka toka) olarak anılmıştır. Asıl Tui Kaba'ya karşı olan gruplar toplu olarak veya konuşma dilinde
"Rokodurucoko" ya da "Dewala" dile anılmıştır. Bu dört soylu soyun kendi tanrıları ve tanrı evi
vardır; sadece Naisoro'nun tanrısı ve tanrı evi Tui Kaba'yla aynıdır; bu da Banuve topluluğunun Bau
yönetici çevrelerine Naisoro'yla akrabalık yoluyla, besbelli ki bu aileden kadın alarak, dolayısıyla
Naisoro'ya va6u olarak girdiğini düşündürür (Wainiu BK).
17 Nabaubau ya da Batitobe halkı gerçekten de kimi zaman söylencelerde ve modern Baulu bilgi
kaynakları tarafından Roko Tui Bau veya kutsal krallar olarak tanımlanmıştır. Nabaubau halkının
1 9. yüzyıl başlarında Roko Tui Bau klanının bir parçası olarak varlığını sürdürmüş olması. bu
nedenle de genel olarak Roko Tui Bau halkı şeklinde tanımlanmış olması mümkündür. Bau Başelçisi
l 988'de bana Nabaubau'nun aslında bir zamanlar Roko Tui Bau halkı olduğunu. daha sonra Aşağı
Tui Kaba'nın va6u'su olmaları nedeniyle bu gruba dahil edildiklerini anlatmıştı.
2ı6 1 lbuleydldea 'tm Ôıür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

savaşçı şefleri ve eski Bau soyluları hiç kuşkusuz olağan şüpheliler arasında sayıla­
caktı.

Eski Nabaubau soylularından bazı önde gelen kız kardeş oğul ları (daha açık bir i fa ­
deyle Rewa yönetici leri) Ratu Raivalita'nın komplosuna katılmakla kalmamış, o dö­
nem yazılan bazı tarihlere inanacak olursak, komplonun başlıca kurucuları arasında
yer almışlard ı . Ratu Raival ita'nın dayıları Rewa kra l ı Ro Kania ile erkek kardeşi Ratu
Qaraniqio suikast planıyla doğrudan bağlantı lıyd ı : Ratu Cakobau'nun düşmanlarının
dostları olmanın ötesine geçen isimlerd i . Rewa l ı lar vaöu olduğu için Ratu Raivalita'ya
borçlu oldukları geleneksel hisler ve yükümlül üklerle hareket etmiş de deği l lerdi ba­
sitçe. Rewa l 8 4 5 'te Bau'yla açıkça savaş halindeyd i ; bu koşul lar altında, dayı ile kız
kardeş tarafından yeğen arasındaki bu öneml i i lişki taktik bir avantaj olarak artı bir
değer kazanmış, çıkarlar ve eylemlerden oluşan çarpıcı bir yapı haline gelmişti. Aslına
bakı lırsa Rewa yönetici leri Bau'da Ratu Raiva lita 'yı desteklerken onların Baulu eşde­
ğerleri, yani Ratu Tanoa ve Ratu Cakobau, Rewa'nın yönetici hanesindeki simetrik bir
bölünmeden yararlanıyorlard ı .

Rewa 'dan Ro K a n i a ile Ratu Qaraniqio'nun baba bir kardeşleri R o Cokanauto annesi­
nin halkı olan düşmanın saflarına geçtiğinde, Bau'yla yapı lan savaş daha birkaç ayını
bile doldurmamıştı. 1 8 Ro Cokanauto'nun annesi Ratu Tanoa 'nın kızıydı, dolayısıyla
Cokanauto "Bau 'ya bir kız kardeş oğlu"ydu (vaöu ki B a u), tıpkı Ratu Raivalita'nın
Rewa'ya "kız kardeşin oğlu" olması gibi (Şeki l 3 . 3) . Sadık birkaç şehri ve klanı da yanı­
na alarak Bau cephesine geçen Ro Cokanauto Rewa'yı neredeyse ikiye böldü ve askeri
konumunu ciddi bir biçimde zayıflattı. Ro Cokanauto sonrasında Rewa Deltası'nın gü­
neyindeki Nukui kasabasına geçti ; burası çok geçmeden Baulularla doldu ve Rewa'yı
hem denizden hem karadan taciz etmekte kullanılmaya başlandı . Ratu Tanoa 'nın
kışkırtması üzerine isyancı torunu Ro Cokanauto Rewa'nın kutsal kralı yapı lıp Roko
Tui Dreketi ilan edildi ve böylece alternatif bir yönetim kuruldu. Bu neden ledir ki
Rewa'dan Ro Kania'nın Bau'daki kız kardeşinin oğlu Ratu Raivalita'nın adına benzer
bir şey yapma girişiminde bulunması pek de görülmemiş bir şey olmayacaktı, özell ikle
de askeri ve siyasi olarak bu kadar ağır bir baskı altındayken.

Bundan birkaç yıl sonra Ratu Raivalita'nın Rewa'daki kraliyet hanesinden Ratu
Qaraniqio'nun temsil ettiği akrabaları, suikast komplosuna katıldıklarını kabul et­
mekle kalmayıp suikastin düzenleyicileri arasında sayı lmak istedi ler. Ratu Qaraniqio
1 8 5 1 'de Fransız Katolik misyoner Rahip Mathieu'ye her şeyin arkasında ağabeyi Rewa

18 Bütün bu Rewalı soyluların birkaç isimleri vardır. Bu nedenle de Avrupa ve Fiji metinlerinde çeşitli
isimlerle karşımıza çıkarlar. Kral Ro Kania, Ratu Banuve olarak da bilinir. Ratu Qaraniqio, Dakuwaqa,
Bativudi ve Lagivala ("Uzun Adam") olarak anılır; Ro Cokanauto genellikle Batı literatüründe Salemli
deniz hıyarı tüccarı Kaptan john Eagleston'un işvereninin adıyla "Phillips" olarak bilinir.
(Tokaıol<a) Roko Tui Drtketi

Ratu Banuve Raru Savot.ı?


(Vunivalu) Roko Lcwasau (Nabaubau)
6. 1 804

Ratu TAnoa
o o L
Ratu Naulivou Adi Talltoka Adi Savusavu Adi Qereiıoga Adi Salawai Ro Tabaiwalu Adi Waqanivcre
(Vunıvakı) (Vunivalu) (Cakaumu-.�ı (Roko Tui Drtk.eti)
Ö. 1 829 ö. 1 852

Adi Qoliwasawasa Ratu Cakobau Ratu Raivalita 1 Rcwa'ya Vasu1 Ro Cokanauto Ro Kania Raru Qaraniqio
(Vuni,·alu) ö. 1 84S a..k.a. Phillip1 (Rok.o T. Drekcti) (RTD)
ö 1 883 "Rok..o Tui DrtUti.. Ö. 1 845 ö.IU5
Ö. 1 85 1
Bau'ya

c5 1
Kardeş İlişkisi ..A. saulu
Yerli Vasu 1 Vunivılu'ya Vısu 1
"'

L Rewalı '-v-'
Roko Tui
ı::ı
"''
....

9 4
"''
Bau'ya Vasu ;:s
,,
...
ı::ı
Evlilik İlişkisi �:
3.3 Bau ve Rewa yöneticilerinin ilişkileri
:::;
218 l Thukydldea 'ten Ôzür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

Kralı'nın olduğunu söyled i : "Bundan önce . . . Roko Tui Dreketi olan [Rewa'daki kraliyet
unvanı) ağabeyim Ratu Banuve, Cakobau'ya savaş açtı. Rewa va,m'su Raivalita'yla iş­
birliği yaptı ve Raivalita ona yardım edecekti. Ama L 'Aimable )oöephine gemisinin
komutanını öldüren meşhur Varani komployu duyunca Cakobau'ya haber vermeye
gitmiş. Ertesi gece, Cakobau kardeşini öldürttü" (Deniau'da, H F2). 1 9

Bau yöneticilerini devirme planının Rewa'da doğduğu iması, Mr. Calvert'in kaleme aldığı
versiyonda daha da açıktır. Bu anlatı, tarihi ve yansıttığı dinsel inançlar açısından Katolik
rahibin anlatısından bağımsız olsa gerekir. Calvert'in değerlendirmesine göre, komplo­
nun asli gerekçesi Rewa'nın Bau'yla savaştaki stratejik durumunun ol umsuz olmasından
kaynaklanıyordu: "Rewa bugüne kadar, çok daha zayıf olsa da savaşın sürdürülmesinde
inat etti ve ağabeyi Thakombau'yu [Ratu Cakobau) öldürmeye kalkan vaw'ları, IRatul
Raivalita'dan yardım alma umuduna yaslandı. Bunun karşılığında Ratu Raivalita'nın ile­
ri sürdüğü koşulsa Mbau yönetimini alması sonrasında Rewa'nın kendisine haraç öde­
mesiydi" (Will iams ve Calvert 1 8 59: 3 5 0) . 20 Başka bir deyişle, Rewa yönetici leri Bau
Vunivalu'su olarak Ratu Raivalita'ya küçük bir haraç ödeme pahasına hayatta kalmak için
anlaşma yapmaya razıydı lar; vaö u'ları olarak onun geleneksel hakkından pek de farklı
veya çok daha önemli olmayan bir haraçtı bu. Bu takdirde siyasal durum, savaş öncesi
koşullara dönecekti: Genel olarak dostane olacaktı ve Rewa'nın büyük vaw 'su olarak
Bau yöneticisi Ratu Raivalita bu ilişkide Ratu Tanoa 'nın yerini alacaktı.

Ratu Raival ita'nın, ölümünden bi rkaç ay önce Rewa 'da kraliyet ai lesinden akraba­
larıyla gerçekten de komplo kurduğuna il işkin, o döneme ait bazı kanıtlar mevcut­
tur. Vaöu' ları olan Ratu Raivalita iki krallık arasında devam eden husumete rağmen,
prensipte Bau ile Rewa arasında serbest geçişten yararlanacaktı. Mr. Calvert'e göre
(Wi lliams ve Calvert 1 8 59: 3 50) Baulu geceleri Rewa'ya mesaj gönderiyordu. Misyo­
ner, Ratu Raivalita'nın dayılarıyla, yani Rewa kralı ve Ratu Qaraniqio ile şahsen temas
kurduğunu da öğrenmişti . Yukarıda bahsettiği miz, deniz hıyarı ticaretinde kullanılan
iki direkli Gambia gemisinin seyir defteri bu iddia lara bel irli bir inandırıcılık katar.
Gemi Kasım 1 844'te Viti Levu'nun güneydoğusunda seyrederken Rewa'dan gelen bazı
kanolarla karşı laşmıştır. Geminin yanına gelen kanolardan birinde " Baulu bir şef olan
Roveleet [Raivalital" de vardı (Gambia seyir defteri: 8 Kasım 1 844). Seyir defterinde
Ratu Raivalita ile bazı "müzakereler" yürütüldüğü belirti l i r. Bu görüşmeler deniz hıyarı
ticaretiyle ilgili olsaydı, Ratu Raivalita'nın kralı öldürme heveslerini biraz cephaneyle
destekleyebileceğini ima eden bir ipucu da olurdu. Her halükarda Rewal ı düşmanın

19 P. Mathieu'nün (burada Bativudi diye anılan) Ratu Qaraniqio ile söyleşisi Deniau tarafından tırnak
işareti içinde. yani P. Mathieu'den duyduğu haliyle aktarılmıştır. Misyoner ile Rewalı şef arasındaki
konuşma Ovalau, Levuka'da gerçekleşmişti.
20 Mr. Calvert (ya da matbaacı) bu metinde Ratu Raivalita'nın öldürülme tarihini 1 84 5 yerine hatalı
olarak " 1 846 ortası" diye vermiştir (Williams ve Calvert 1 859: 3 50).
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 219

çıkarlarının, siyasal sistemi aşan akrabalık i lişki leri aracılığıyla Bau Krallığı'nın çekiş­
meli siyasetine aktarı ldığı yeterince açıktır.

Bunun sonrasında olaylar iki düzeyde, iki mücadele arasındaki bir diyalog olarak i ler­
ledi. Ratu Raivalita'nın i ktidarı ele geçirme girişimi, rakip kra l l ıklar arasındaki kolektif
bir üstünlük mücadelesini, kraliyet ai lesine mensup akrabalar arasında kişi lerarası
bir taht mücadelesiyle birleştiriyordu. Bu çatışmaların ikisi de diğeriyle bağlantı lı hale
gelmesi nedeniyle artı bir yoğunluk ve tarihsel etki kazanmıştı . Bau ile Rewa arasın­
daki savaşın husumetiyle donanmış olan Ratu Cakobau ile Ratu Raivalita arasındaki
(birazdan savunacağımız üzere Fiji şeflerinin i l işkilerine içkin olan) düşmanl ık, son­
rasında cinayete varan uç bir noktaya taşınmıştı. Buna karşın, kardeş katli Rewa'nın
askeri durumunu daha da istikrarsız bir hale sokmuş, kent kapı larını neredeyse kel i­
menin tam anlamıyla Bau kuvvetlerine açmıştı. Bireysel düzeydeki çatışma hem daha
geniş çaplı savaşın gidişatına karşılık vermiş hem de onu epeyce belirlemişti.

Ama tarih gerçekten de kolektif olan ile kişi lerarası olan arasında bu tür bir bütünleş­
meye dayanarak işl iyorsa, harekete geçirici güçleri birinden diğerine aktaran yapısal
ara katmanlar hakkında bir şeyler daha söylemek gereki r. Bu çabaya değecektir, zira
böyle bir çaba zorunsuzluğun -yani kimin kim tarafından öldürüleceğinin bel irsizl i­
ğinin- rasyonell iğinin, dolayısıyla sınırlarının tesis edi lmesine de katkıda bulunur ve
aynı zamanda zorunsuzl uğu belirli tarihsel etki lerle donatır. Aracı kurumlar, örneğin
Fiji 'deki vaöu göreneği , evrensel olan ile tikel olanın bir sentezini kapsar; bu, aracı
kurumların tarihsel eylemde meydana getirdiğine benzer etki tarzında bir şeydir. A.
M. Hocart ( 1 93 3 : 2 5 3 ) "çapraz kuzen sistemi" dediği şeyden, yani erkek kardeşler ile
kız kardeşler ve onların çocukları arasındaki ayırt edici il işki lerden bahsederken akra­
baların sınıflandırılmasından çok daha fazlasının söz konusu olduğunu işaret etmiştir.
Hocart burada "koca bir teoloj i " bulunduğunu söylüyordu (Hocart l 970b: 2 3 7). Bir­
birinden ayrı olaylara ve tikel kişi lere il işkin ant·a tımızı kavrayabilmemiz için burada,
kozmolojik ölçekte bir mola vermemiz gerekiyor.

KIZ KARDEŞiN OGLU (VASU)

Vaöu grubun medeni siyasal sisteminden ayrı düşünülemez, zira onun ayrıl­
maz parçalarından birini oluşturur ve Fiji despotluğunun yüksek baskıcı gücü­
ne katkıda bulunur . . . Bir şef ne kadar yüksek mevkide olursa olsun, bir kral ne
kadar güçlü olursa olsun, bir vaöu'su varsa, bir efendisi var demektir.

THOMAS WI LLIAMS, Fiji and the Fijianö içinde (Wi l l iams ve Calvert 1 83 9)

Ratu Raivalita'nın ölüm nedeni sorulduğunda bir Fijilinin vereceği kısa cevap muh­
temelen "vaöu il işkilerine bak" olurdu. Kız kardeşi tarafından yeğeninin ayrıcalıklı
220 1 lhukydldea'ten Ôzilr Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

statüsü, Ratu Raivalita ile Ratu Cakobau arasındaki husumetin yanı sıra, Bau ile Rewa
arasındaki savaşın neden ikisi arasındaki husumet üzerinden geliştiğini açıklamakta
da çok önemli bir rol oynar. Zira Bau savaşçı kralı Ratu Tanoa'nın bu iki oğlunu birbi­
rine düşüren şey, onların kişisel kaderleri ile savaşan krallıkların geleceklerini birbi­
rine bağlayan şeydi aynı zamanda: vaöu ilişkileri. Ratu Raivalita, Rewa için büyük bir
vaöu'ydu, bütün krallığın anne tarafından tabu [dokunul maz] olan bir yeğeniydi, zira
annesi Rewa'da hem kutsal kral hem üstün kral olan yönetici Roko Tui Dreketi'nin kız
kardeşiydi (Şeki l 3 . 3). Ratu Cakobau'nun annesiyse Bau'da eskiden şanlı bir kraliyet
hanesi olmuş Nabaubau'dandı. Buna karşın, Nabaubau hanedanl ığı artık aşılmıştı ve
bu da onu "yerli bir kız kardeş oğlu" (vaöu i tau kei) olarak daha bir onurlu kılmıştı.
(Ratu Tanoa'nın canını almadığı eşleri vard ı , Cakobau'nun annesi de hiç kuşkusuz ik­
tidardan edilmiş Nabaubau halkının husumetini gidermeye hizmet edecekti.) O halde
anne tarafından ataları itibarıyla bu iki kardeş Bau siyasetinde farklı bir stratejik de­
ğere sahipti : Ne var ki bu avantajlar ve dezavantajlar, Bau ile Rewa arası ndaki ilişkile­
rin değişmesiyle birlikte değişecekti. Rewa ile iyi i l i şkiler, Ratu Raivalita'nın Bau'daki
kariyerini iyileştirecekti; Rewa ile husumet ise Ratu Cakobau için daha iyi olacaktı.

Vaö u i lişkisi, Fiji 'de pratik siyasetin başlıca yapısal biçimidir. Ortak atadan gelme
soyların ve bu temel üzerinde örgütlenmiş grupların esnekl ikten uzak yapı larının
tersine, kız kardeşin oğlu-annenin erkek kardeşi ilişkisi, evl i l i kle kurulan ittifakların
bir fonksiyonu olarak güç ve servet bakımından değişen koşul lara daha kolay ayak
uydurur. Evl ilik hem bir tercihi mümkün kılan bir düzenleme hem de kadının oğlu ile
ağabeyleri ve babaları, yani doğuştan bağlı olduğu aile grubu arasında kalıcı bir sada­
kat ve yükümlülük bağı olacağı vaadidir. Burada sistemde nispeten özgür olunan bir
alan vardır: Tarihsel olarak kültürel düzenin açık olan bir boyutu, yaş itibarıyla büyük
olmanın değişmez kıldığı hiyerarşi ler ve ortak soya dayalı dayanışma il işkileri dışın­
da siyasal yararı olan yeni ittifaklar şeki l lendirilmesini mümkün kılan bir alandır bu.
Kural olarak babadan gelen soya daya l ı bu düzende evlilik ve vaöu eyleme alan açar.
Realpoliti k, erkekler arasında kadınlar dolayımıyla kurulan, dolayısıyla kadınlar ta­
rabından kurulan bağlarda yatar; bu, kadınların kocaları, erkek kardeşleri ve oğulları
arasındaki ilişkileri ne ölçüde şekil lendirebildiğine bağl ıdır. Ratu Raivalita örneğinde
göreceğimiz üzere, kadınların bu konudaki etkinlikleri sıklıkla hatırı sayılır düzeyde­
dir. Bu noktada, vaöu'nun gerçek manada kişisel bir akrabalık terimi olmaktan ziyade
siyasal bir terim olduğunu belirtmek önem taşır; zira bir kişi ile bir grup, yani o kişinin
annesinin ağabeyinin halkı arasındaki ilişkiyi i fade eder. Birinin kız kardeşinin oğlu­
nu i fade eden kelime vugo'dur (artı iyelik eki); bu sözcük karşılıklı (referans) olarak,
annenin erkek kardeşi için de kul lanılır. Ama vaöu , Hocart'ın ( 1 929: 40) belirttiği
üzere, bir akraba l ı k unvanıdır ve bir erkeğin annesinin baba tarafından akrabalarına
göre statüsünü belirtir; annelerin erkek kardeşlerinin yönetici şef olması durumun-
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 22 1

da ise söz konusu kişinin, annesinin erkek kardeşlerinin ü l keleri ve tebaalarına göre
statüsünü de i fade eder.2 1 Anne tarafından bu akrabaların (ya da tebaanın) hiçbiri
vaöu'dan, birinci tekil iyeli k ekiyle bahsetmez: " Vaöu'm" denmez, sadece "vaöu'muz"
(neitou vaöu) vardır. Vaö u i lişkisinin, bir erkek ile annesinin halkı arasındaki bağın,
söz konusu erkeğin o halk arasında sahip olduğu statü olarak bu niteliği, onu ittifakın
yanı sıra ihanet, tahta geçme hakkının yanı sıra gasp siyasetin i n ayrıcalıklı yapısı ha­
line getirir. Teolojik olduğu için de bu kadar kul lanışlıdır.

ÇAPRAZ AKRABALIK KOZMOLOJİSİ

Bir erkek kardeş-kız kardeş (çapraz cinsiyet) çiftiyle birbiriyle i l işkilenmiş insanlardan
bahsederken bir "çapraz akrabal ı k" kategorisinden bahsetmek uygun olacaktır. Çap­
raz kuzenler bir erkek kardeş ile kız kardeşin çocuklarıdır ya da benim bakış açıma
göre dayımın çocukları ile halamın çocuklarıdır (Şeki l 3 . 4). Fij i örneğine baktığımızda
İ ngilizcede çapraz akraba l ı k [cross kinship] derken yaptığımız kel i me oyunu uygun gö­
zükür, zira aslında son derece büyük bir saygı içeren bir il işkiye bir husumet unsuru
eşlik eder. ·

Fiji 'deki çapraz akrabalığa i lişkin etnografik bir deneyimle (bunun yerel koşullardaki
bir açıklamasıyla), bu akraba lığın teolojisiyle birlikte siyasetini de ifade eden bir
deneyimle başlayalım. Moala Adası'ndaki Keteira köyünden bir adam l 9 5 5 'te, bana
kendisinin kız kardeşiyle ve kız kardeşi dolayımıyla kuru lan akrabalık il işkileri ile,
erkek kardeşlerinin temsil ettiği baba tarafındaki veya baba ocağındaki kişilerle
olan akrabalık il işkileri arasındaki farklılıkları açıklamıştı. Bahsettiğim adam, Taka,
aşağıda okuyacağınız satırlarda çifte bir tezat geliştiriyor: Hem erkek kardeşler
arasındaki bağların durağanl ığına nazaran çapraz akrabal ığın yeniliğinin, hem de
çapraz akrabalığın "kutsal " (tabu) niteliğine karşılık erkek kardeşlerle bağlarının iyi
tanımlanmamış niteliğinin yarattığı tezatlardır bunlar. Taka , kız kardeşi ve babasının
kız kardeşi üzerinden bütün akrabalarının, onun içiıi "kutsal kan" (dra tabu) olduğunu,
hepsinden de önemlisi bütün kız kardeşlerinin kendisi için böyle olduğunu söylemiş
ve şöyle devam etmişti: "Kız kardeşimin oğlu çok önemlidir [ d redre]. Benim kanımdır,
benim kız kardeşim gidip o adamı doğurdu. Erkek kardeşler sadece erkek kardeştir
[veitacin i öa veitacin i ga]. ama kız kardeşin çocuğu yeni bir yoldur. Kızınız veya kız

21 Hocart va6u teriminin sadece erkekler için geçerli olduğunu, kız kardeşlerin kızları için
kullanılmadığını söyler. Ben bunun, aksinin belirtilmediği kullanımlar açısından doğru olduğunu ve
20. yüzyıl başında ve öncesinde genel olarak doğru olabileceğini düşünüyorum. Ama zaman zaman,
bahsi geçen kişinin açıkça belirtilmesi koşuluyla, kadınlardan da bu şekilde bahsedildiğini duydum.
lngilizcede "cross" sözcüğü, diğer anlamlarının yanı sıra, "karşı çıkmak", "ters düşmek" anlamına da
gelir. -y.h.n.
222 J Thukydldea'ten Özür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

�--ı
Tina / Vugo
o
/
/
/

Luve Vugo

İlişkilerin Niteliği
Saygı/tabu

..
., Örüntü haline gelen şakalaşma/husumet

� Cinsel ilişki

Evlilik

3.4 Fijili çapraz akrabalı k

kardeşiniz yeni b i r soy lkawa] kurar. Erkek kardeşler sadece hanededir, geçmişten
bugüne orada olmuşlardır. Ama kız kardeşimden inen soy yeni bir soydur" (M . Sahlins
1 962: 1 68). Burada çapraz akrabal ığın siyasal erdemlerini, bunların kurulu grupları ve
soy i l işkilerini gölgede bırakabi leceklerini hissedeb i l i riz. Aslına bakıl ı rsa kız kardeşin
ve kız kardeşin oğlunun gücüne ilişkin çeşitli i fadeler alternatif bir siyasal meşruiyet
tarzını da akla geti rir. Soy grubunda yaşı daha büyük olmanın kendisine özgü bir
kutsa ll ığı vardır, ama onunla ilişkisi bakımından va<1u son derece gösterişli bir i lahi
gücü, normal insan sosyal liğinin ötesine geçen bir şeyi temsil eder.

Bunun benzerini, rahim yeğeninin lkız kardeşin oğlunun] adağa saygısızl ığında, anne­
sinin ağabeyinin halkının tanrısına sunulan şeyi almasında, böylece tanrının yerine
geçmesinde görmüştük (bkz. yukarıda i kinci Bölüm). Va<1 u 'nun normal kural ları, bir
otorite gaspıyla aynı sonucu doğuracak şeki lde ihlalinin çeşitli versiyonları, birkaç
farklı kültürel biçimde tekrar tekrar karşımıza çıkar: Törensel değiş tokuş görenek­
lerinden tutun da krall ığın kuruluş sözleşmelerine varıncaya dek, gündelik akrabalık
ilişkileriyle aktarılır. Kişilerarası düzeyden kozmik düzeye uzanan bu tür yapısal tek-
BGST 1 Dü�ünce Diziöi 1 223

rarlar böylelikle Ratu Raivalita'nın ölümüne dair tarihyazımıyla ilgili olacaktır, özel lik­
le de bu tarihyazımı kolektif güçlerin vatıu i lişkileri dolayımıyla bireysel rekabetlere
doğru gelişmesini içerdiği için. Kozmolojik olandan toplumsal eylem düzlemine doğru,
adak sunularının maddi yararlara dönüşmesini içeren şeki lde benzer bir gliMando ·
Fij i l i lerin geçişli vatı uta fii l iyle bildiği, "bir şeyi vatıu etmek, vatıu hakkıyla bir nesneyi
almak" anlamına gelen pratikte görülebi lir. Bu mülk gaspları, her zaman kız kardeşin
oğlunun "kutsal kan"ının belirli bir anlamını beraberinde getirir. Her halükarda yeğe­
nin, törensel işlemlerde dayının kabul ettiği değerli eşyalara el koyması söz konusu
olduğunda kutsal olanı gündelik olandan ayırmak zor olacaktır, zira geleneklere göre
bu tür bütün eşyalar ritüel şekl inde öncelikle alıcıların tanrı larına sunulur ve dolayı­
sıyla sunu niteliğindedir. Buradan, dayının ekinleri, domuzları veya taşınabilir malla­
rının sıradan vatı u ' lanmasına geçiş, yalnızca küçük ve çok da farklı olmayan başka bir
adımdan ibarettir.

Ne var ki orijinal göreneklere göre, dayıya ait şeylerin bu şeki lde izin al maksızın ve
genelde bir uyarıda bulunmaksızın gaspedilmesi ölçülü şeki lde ve vatı u daha çocuk­
ken yapılmalıdır. Prensip itibarıyla bu hareket yetişkinlerin, özellikle de şeflerin gra ­
vi tatı'ının, yani ağırbaşlıl ığının denetimi altında yapı lırdı . 22 Böyle olması olgunluk ça­
ğındaki bazı Baulu öfkeli şeflerin, kraliyet ailesi mensubu dayılarından pervasız talep­
lerde, hatta kadın talebinde bulunmasını engel lememişti. Örneğin, Ratu Cakobau'nun
amca/teyze tarafından kuzeni ve gelecekteki rakibi Ratu Mara Kapaiwai'nin Lau'da
yapmayı al ışkanlık haline getirdiği gibi.23 Vaö u olma ayrıcalığının icra edil mesi zaman
zaman içerleme ve kızgınlıklara neden oluyordu. Bu pratikte bir ihlal hissi mevcuttu.
Hocart'a dayanarak bunun pratik açısından esaslı bir öneme sahip olduğu söylene­
bilir ( 1 929: 2 3 5). Va w annesinin halkına (ya da onların tanrılarına) sunulan adağı
.

gaspettiğinde dayı larının oğul larının, yani çapraz kuzenlerinin onu dövme hakkı oldu-

Müzik terimi. iki nota arasında yukarı veya aşağıya kesi ntisiz kaydırma. -y. h.n.
22 Muhterem Thomas Williams vaw ayrıcalıklarının icrasına il işkin, Temmuz l 846'da Bau güçlerinin
Cakaudrove ile birlikte askeri bir harekat düzenlemek için bulundukları Somosomo'da bir tapınak
ayini sonrasında gerçekleşen örnek bir vaka aktarır. Ratu Tanoa'nın oğullarından biri, "bir ufaklık"
"buranın vaöu'su olması nedeniyle" bir çifte, yirmi bir tane de tekli kanoya el koymuştu ( 1 93 1 , 1 :
3 5 i l. Aynı olaydan bahseden Mrs. Wallis (hiç kuşkusuz misyonerlerden aldığı bilgiye dayanarak)
bu tür eylemlerin "çoğunlukla l vawl küçükken gerçekleştiği, zira 'vaöu' büyüdükçe bu tür işlere
girişmekten utandıkları" yorumunda bulunur ( 1 85 1 : 2 1 7). Ö te yandan bazı yetişkinler çocuğu bu
işe itmiş olsa gerektir, ne de olsa yirmi bir kano.
23 Ratu Raivalita'nın gençliğindeki en meşhur talanlarının bazıları vaw hakkına dayandırılmış olabi lir.
Muhterem Thomas Jaggar l 83 9'da Rewa'da bulunduğu sırada bazı domuzlarını Ratu Raivalita'nın
bütün Rewa Krallığı üzerindeki vaöu hakları nedeniyle yitirmişti. Ratu Raiva lita'nın Rewa'ya tabi bir
ülke olan Dreketi'de yetiştirilmiş olan "domuzlarımızı vaöu'ladığını" bildirmişti (j: 1 O Kasım 1 839).
Kaptan Eagleston da vaöu ve domuzlarla ilgili olarak l 838'de Rewa'da domuz tedarik edemediğini,
zira kralın bir ziyafet için domuzları dokunulmaz kıldığını bildirmişti. Eagleston kralın yanında
yürürken domuzları vurma yoluna başvurmuş, bunun üzerine kral "aman Tanrım, Rewa'da bir vaöu"
diye bağırmıştı (UD, 2 : 1 O 1 ).
224 1 Thukydldea'ten Ôzür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

ğunu hatırlayalım; ama vaöu'nun el koyduğu mallar geri alınmazdı. Hocart'ın Bau'da
görüştüğü kişilerden birinin söylediği üzere, "Wekana [akrabaları) vaöu'yu iyi tanıyor­
larsa, onu ve çevresindekileri döverler; ama ne olursa olsun vaöu. i y au 'yu [değerli
eşyaları) alır" (FN: 2777).

Bu çeşitli il işkiler (erkek kardeşler ve kız kardeşler, dayılar ve rahim yeğenler, çapraz
kuzenler) arasındaki davranış kural ları izlenirse, zaman içinde arketip niteliğindeki
vaöu'nun adağa el koyması ritüeline benzer bir etki leşimin haritasını yansıttıkları gö­
rülebilir. Çapraz akrabalar arasındaki etki leşimler ve işlemler üç kuşağa yayılarak,
vaöu hakkının oluşumu ve sonucuna i lişkin bir anlatı gibi akar. " Bütün teoloji", erkek
kardeş ile kız kardeş arasındaki uygun davranış biçimiyle başlar. Keteira'dan Taka'nın
dediği gibi kız kardeş soyunun "kutsal kan"ını taşıyorsa, erkek kardeşleri ile onun ara­
sında salık veri len, doğrudan hitabı, bedensel teması, cinsel göndermeleri yasaklayan
kaçınma, kız kardeşin temsil ettiği kutsal güçlerin, üreme güçlerinin evlendiği haneye
aktarı lmasını sağlar. Erkek kardeşleri fi i l i üreme ve büyüme güçleri ni yitirir. Onların
(insana özgü) kontrol lerinin ötesine geçen bu güçler kız kardeşlerinin oğlunda, yani
sınırları ihlal eden vaö u'da can bulur. Vaö u'nun anne tarafından (manevi, törensel,
maddi ve siyasa l) akraba ları üzeri ndeki tiranl ığı bu nedenle bir anlamda meşrudur,
çünkü şimdi artık onların soyunun "kutsal kan"ını elinde tutmaktadır. Fijil iler kimi
zaman vaö u'nun "kutsal toprakları" (vanua tabu) olduğunu söyler, tıpkı bazı Fiji tan­
rılarının kendilerine tapanların yaşadığı toprakların vaw 'su olması gibi (Hocart HF:
4 4 5 ; Gau hakkında).

Kuşaklar boyunca bir kadının doğduğu aile ile evlendiği aile arasında süregiden mese­
le, evlendiği ailenin doğduğu aile aleyhine üreme gücü kazanmış olmasıdır. Akrabalık
sistemi, kuşaklar boyunca devam eden bir aktarma ve nihai uzlaşma mücadelesidir;
birbirini izleyen, hepsi de bir yandan cinsel ve bir yandan da manevi maharet üzerin­
deki çekişmenin etrafında dönen abartılı saygı ve abartılı husumet aşamaları bu mü­
cadeleye damgasını vurur. Bu nedenle erkek kardeş ile kız kardeş arasındaki etki leşim
gibi, dayı ile kız kardeşi nin oğlu arasındaki il işki de cinsel göndermelerle ilgili kaçın­
ma tabularının damgasını taşır. Açıkça büyük bir saygıyı ifade eden, Fijili lerin "ağır
bir akraba l ı k i l işkisi" (vei wekani bibi) dediği bu davranış, kadın gücünün vaöu'nun
evine aktarımını da dile getirilmez bir şey olarak bırakır, böylece onu güvence altı­
na alır. Kaçınma ve saygıyla korunan şey, vaöu'nun asimetrik ayrıcal ığıdır: "Bir şef
ne kadar yüksek mevkide olursa olsun, bir vaöu'su varsa bir efendisi var demektir. "
Çocuk vaöu'nun bir zenginlik sunusuyla birlikte babasının halkı tarafından annesinin
ağabeyi nin halkına gösteri lmesi, bu rahim yeğenin haklarını meşrulaştırır. Vaöu bu­
nun üzerine, buna katlanması (vowta ga) ve hatta şeflere özgü tavırlar (vakaturaga)
sergileyerek bunu hoş karşı laması emredilen gravitaö bir dayıya karşı saldırganca
mülkiyet haklarını iddia etmeye girişir.
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 225

Gelgelelim bu akraba l ı k anlatısının bir sonraki bölümünde örtül ü husumetler, vaöu


ile annesinin ağabeyinin oğulları, yani çapraz kuzenler arasında öngörülen bir husu­
met biçiminde su yüzüne çıkar (Hocart 1 9 1 5 , 1 923). Bir kadının bir haneden diğerine
geçişine içkin olan güç aktarımı, bir sonraki kuşağın erkekleri arasında ifade bulur.
Kız kardeşin oğlunun adağı çalmasına misil leme olarak dayısının oğulları tarafından
arketip nitel iğinde bir ritüel gereği dövülmesi , David Graeber'in (mal ların takasına
karşı) "kötülüklerin takası" dediği çeşitli biçimler alan pratiklerde somutlaşır. Çapraz
kuzenler gerçekten de birbirlerinden çalabilirler. Ritüel kavganın sözlü bir benzeri
olarak da klasik bir "şakalaşma ilişkisi"ne girerler; bu i l işkideki mizah duygusu (çifte
anlamda), en başta cinsel hakaretler de dahil gözle görülür bir biçimde karşı lıklı ha­
karetlerde bulunmakta yatar. Cinsellik damgası taşıyan bu hakaretleşme, sanki onu
doğrular ya da düzeltirmiş gibi kadının baştaki güç aktarımını çağrıştırır. Kuzenlerin
birbirleri nin kız kardeşleriyle giriştikleri , önü açılan flörtleşme de aynı şeyi çağrıştırır.
Sevgi gösterisi biçimindeki açık kurlaşma cinsel ilişkiyle sonuçlanabi l i r ama sahi l kral­
lıklarında, birinci dereceden çapraz kuzenler arasındaki evl i l ikler geleneksel olarak
caydırılır. Tercih edilen birleşme ise, i kinci dereceden çapraz kuzenler arasında, yani
karşıl ıklı olarak birbirleriyle a lay eden vaöu'nun çocukları ile annesinin erkek karde­
şinin oğul larının çocukları arasındaki evl iliklerdir.

Bu noktada, ikinci dereceden çapraz kuzenlerin birleşmesi, akrabal ı k dramasının son


bulması ve tekrarının başlaması olarak karşımıza çıkar. Evl i l iğin, vaö u ile annesi nin
halkı (annesinin erkek kardeşinin oğul ları) arasındaki düşmanlığı arıtarak ulvileş­
tirdiği (süblimasyon) söylenebilir, şu istisnayla ki bu evl ilik iki kuşak önceki orijinal
birleşmeyi tekrarlarsa, aynı i l işkileri, dolayısıyla aynı hiyerarşiyi ve temeldeki husu­
meti yeniden kurar. Bu noktada katı bir kural yoktur: Kadın alanların ve verenlerin
daha önceki rollerini tekrarlamaları gerekmez. Ama siyasal bağlamın istikrarına bağl ı
olarak, en azından şeflik haneleri arasında böyle � avranma yönünde bir eği lim söz
konusudur. Örneğin Bau'daki soylu ai leler kadınlarının en azından bazılarını, dönüp
dönüp yine aynı topraklardan alarak eski ittifakları tekrar tekrar tazelerler. El bette ki
bu düzenlemelerin sürekl i liği kendi aralarında evlenen grupların siyasal geleceğinden
etki lenecektir, tıpkı siyasal kaderlerinin kendi aralarında evlenmenin devam etmesi­
ne bağlı olması gibi. Akrabal ığın teolojik siyaseti işte böyleyd i . 24

24 Teknik bir ifadeyle, öyle görünüyor ki, Fiji'de BAEOK ya da BBZOK evliliklerinin sürmesinin ima
ettiği üzere. akrabalık bağları açısından örtük olarak dört sınıflı bir sistem mevcuttu. Erkekler kimi
zaman belli bir haneyle BB evliliklerini tekrarlar; aslına bakı lırsa büyükanne (bui) kişinin karısını
ifade etmek üzere kullandığı alternatif bir terimdir. Aynı şey şeflik soylarının farklı kuşaklarında
asıl isimleri tekrarlama pratiğiyle de kodlanmıştır. (B: Baba, A: Anne, O: Oğul, Z: Kız kardeş, K: Kız,
E: Erkek kardeş)
226 1 Thukydidea'ten Özür Dileyerek 1 Maröhall Sahlinö

Aynı şeyin bir başka ifadesi de, kız kardeşin oğlunun ülkenin halkıyla bir i lişkisi olarak
krallığın kurulmasıdır. Daha önce gözlendiği üzere (bkz. yukarıda Birinci Bölüm), Fiji'de
birçok ülkedeki hanedanlık kökenlerine i lişkin tekrar tekrar karşılaşılan bir düzenle­
me, yerli bir şefin kızıyla evlenerek yönetimi güvence altına alan yabancı bir prensin
yükselmesi ve böylelikle yerli halkın vaöu'su olan (vaöu i taukei) halefinin babası
olmasıdır. Laulu adamın Hocart'a dediği gibi "şefler denizaşırı yerlerden gelir, Fij i 'nin
bütün ülkelerinde durum böyledir' ( 1 929: 1 29). Denizaşırı bir ülkeden gelen şefle yerli
kadının birleşmesi, Fiji kültürel düzenindeki başlıca dikotomi leri birleştirir: Birbiriyle
bağıntı içindeki deniz ve kara, yabancı ve yerli , şef ve sıradan halk, gökyüzü ve yeryüzü
karşıtlıkları. Kra liyet ai lesine doğmuş çocuk, bu kutuplaşmaları sentezleyerek hiyerar­
şik olarak toplumu kapsar ve toplumun bütünlüğünü kendisinde temsil eder. Gelgele­
lim statüsü ve güçleri her zaman muğlaktır: Siyasal sistemin içindedir ama köken iti­
barıyla bir yabancıdır; halkın üstündedir, ama bir anlamda onların küçüğüdür; hem bir
refah kaynağı hem bir yıkım gücüdür. Yönetici şef onurlu bir hitapla "çocuk şef' (gone
turaga) diye anıl ır; şefin yerli kadının yavrusu olduğunu ve yerli halkın onun "büyük­
leri" (mutua) olduğunu hatırlatan bir şeref payesidir bu. Efsaneler. kralların ve yaratıcı
eylemlerinin iyil iğinden dem vurur: Örneğin yerli halkın dağınık yerleşimlerini nasıl bir
araya getirip birleşik ve düzenli bir siyasal sistem yarattıklarını anlatır. Fakat yönetici
şefle ilgili olarak bir gaspçı olduğu havası da varl ığını sürdürür ve onun ağırbaşlılığı
ve saygınlığının altında bir şiddet tehdidi yatar. Başka bir deyişle. şef. vaöu'nun kalıcı
şekilde varlığını sürdüren karakteri ne sahiptir. Buell Quain, Fiji şefliğinin müphemlik­
lerine ilişkin Vanua Levu'nun iç kesimlerinden güzel bir etnografik gözlem sunar:

İyi bir şef. tebaası arasında şiddeti onaylamaz ve caydırır. Ufak tefek hataları
görmezden gel ir ve sesini ılımlı. kibar bir sohbet tonunun üstüne çıkarmaz. Bu
şekilde kendini dizginleme bir şefe yaraşır; ataları memnun eder ve sıradan
ölümlüler olarak bu türden incel ikli bir kontrolü öğrenme yetisine sahip ol­
mayan bütün insanlar arasında "iyi bir ruhu" teşvik eder. Ama erkek bir şefin
bir "erkek" olması da gereki r . . . Kendi arzularını tatmin eder de bütün toplum­
sal düzenlemeleri çiğnerse, insanlar onun "kötü" olduğunu söyleyecektir, ama
"tam bir şef' olduğunu da söyleyecektir. Kadınlarına karşı "gereksiz bir güç"
kullanan ve tevazu yoksunluğu bütün köyü şok eden Ratu Seru [Ratu Cakobau
deği l , bu isimde başka biri) tam bir şeftir. i nsanlar bir zamanlar akşam ye­
meğinde pişirmek amacıyla özellikle şişman bir çocuk seçebilmek için çocuk
yıkama yerinin yakınında bekleyen, uzun zaman önce ölmüş bir Rokowaqa
şefinden, huşu ve takdirden alçalmış sesleriyle bahseder (Quain 1 948: 203).21

25 Quain, Rokowaqa şefinin efsanevi yamyamlık özelliklerinin gerçek anlamıyla alınmaması gerekti-
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 227

KIZ KARDEŞİN OGLU (YAS[]): SİYASET

Kız kardeşin oğlunun, annesinin halkı üzerindeki otoritesi ve ayrıcalıkları dikkate


alındığında, bu vaöu il işkilerini kuran evlilik müzakereleri ve hepsinden de önemli­
si büyük şeflerin evli l iklerini kuran müzakereler Fij i siyasetin i n merkezinde yer alır.
Genellikle bir parçası oldukları komplolarla birlikte bu müzakereler yüksek bir Fiji
sanatıdır. Hesaplamalarda, kendi aralarında evlilikler yapan şeflerin statüsünün yanı
sıra o anın stratejik pratik taleplerine bağl ı olan, vaöu'nun güçlerindeki yapısal per­
mütasyonların da dikkate alınması gerekir. Evlil iğin sağladığı avantajları azami düzeye
çıkarmak da her zaman mümkün olamazdı, zira bel l i bir yönetici şefin hanesinde bir­
biriyle çatışan çıkarlar olması muhtemeldi; daha açık bir deyişle, şefin birkaç karısının
çocuklarının evli l ikleriyle i lgili bölücü nitelikteki kaygılarıydı bunlar ve erkek kardeş­
ler de bu kaygıları paylaşırdı. O halde evlilik pratiğini ve vaöu i lişkisini anlamak için
öncelikle müzakerelerinin dayandığı yapısal ilkeleri incelememiz gerekir.

Birinci i l ke: Vaöu'nun iddialarının siyasal ölçeği , kız kardeşin oğlunun ve dayısının
kendi ülkelerinde şef olarak nasıl bir statüde bulunduklarına bağlıyd ı . Bu başlı başı­
na karmaşık bir durumdur, zira vaöu'nun babasının mevkisinin yanı sıra annesinin
mevkisini de içerir; fakat benim dikkat çekmek istediğim şey, mevkiye göre vaö u hak­
larının toplumsal ölçeğindeki farklı l ıklardır. Bir erkek, kendi mevkisine ve annesinin
akrabalarının mevkisine bağl ı olarak yalnızca başka bir hanenin vaöu'su olabileceği
gibi koca bir klanın, ülkenin ve hatta krallığın vaö u'su da olabi lir. Bir uçta, özel bir si­
yasal değeri olmayan halklar arasında vaw ilişkisi ve ayrıcalıkları sadece asıl ilgilileri
kapsar: kız kardeşin oğlu, annenin erkek kardeşleri ve erkek kardeşlerin aileleri. Diğer
uçtaysa -sözgelimi bir Bau savaşçı kralının (Vunivalu), Rewa kutsal kralının (Roko Tui
Dreketi) kız kardeşinden olan oğlu örneğinde olduğu gibi- bir Baulu bu şeki lde Rewa
Krallığı 'nın vaöu'su olur. Bu adam, "büyük vaö u"dur (vaöu levu) veya "şef vaö u" dur
(vaöu turaga). Bu noktada vaöu gerçekten de bir ·akrabalık unvanı taşır, bütün bir
birleşik grubun tamamıyla ilgili bir statüdür bu. Yapısal olarak söyleyecek olursak,
bunu mümkün kılan şey grubun hiyerarşik kapsayıcılığının şefinin şahsiyetinde, bu
örnekte annenin şefl ik ai lesinden erkek kardeşinde toplanmış olmasıdır, öyle ki onun
şahsi ilişkilerinin onun yöneti mini tanıyan herkesi içermesi gerekir. Şefin kız karde­
şinin oğlu, onun halkının vaöu'sudur. Rewa kralının kız kardeşinin oğlu olan Ratu
Raivalita " Rewa'nın vaöu" suydu (vaöu ki Rewa), onur ve mal mülk iddiaları kral iyet
ailesinden dayısına tabi olan bütün yerlere uzanan "büyük bir vaöu"ydu. Aynı ilke
uyarınca, önemli bir mevkiye sahip olan rahim yeğeni vaöu statüsüne kendi halkını
da dahil eder. Bu, kendi halkının vaöu ayrıcalıklarını bizzat kul lanması anlamına deği l ,

gini, b u hikayenin apaçık şok degeri i l e v e ataların gücüyle övünmek amacıyla anlatıldıgını belirtir.
Ama bu hikayenin yönetici şeflerle ilgili başka tür bir hakikati aktardıgı açıktır.
228 1 Thukydldea'ten Ôzür DUeyerek 1 Mar6hall Sahlin6

bu ittifaka katılması ve yararlarından istifade etmesi anlamına gelir. Şeflik ailelerin­


deki evliliklerin siyasal açıdan değerli, özellikle de kral iyet ailesinden bazı kadınların
kritik stratejik çıkarlar açısından önemli olmasının nedeni burada yatar.

Yüksek bir mevki vaöu ilişkisini başka bir biçimde, onu potansiyel olarak zamansal, ay­
rıca toplumsal ve mekansal olarak kuşaklara yayarak da biçimlendirir. Vaöu statüsü bazı
örneklerde kalıtsaldır. Nüfuz sahibi bazı Bauluların iki-üç kuşak önceki ataların soyun­
dan (iki taraflı soy) geldiklerini ileri sürerek vaw ayrıcalıkları üzerinde hak iddia ettikleri
bilinmektedir. Ratu Cakobau'yla yakından ilişkili, isyancı ünlü bir şefin oğlu olan Ratu
joni Madraiwiwi 'nin, l 9 l 3 'te İngiliz sömürge yönetimine yazdığı bir mektupta babasının
eski düşmanlarına karşı kendi mevkisini haklı çıkardığı şu satırları bir değerlendirel im:

Babam [Ratu Mara Kapaiwai] gerçekten Vunivalu ai lesine doğduğundan ve an­


nem de Vunivalu'nun [Ratu Tanoa] ve Radini Levuka'nın [savaşçı kralın asıl karı­
sı, Cakaudroveli Adi Talatoka'nın unvanı] en büyük çocuğu olduğundan, annem
Bau Vunivalu 'sunun ve Bau topraklarının bütün kızları arasında en yüksek mev­
ki li hanımdır. Bu nedenle ben de (bütün) Bau'nun ve Bau topraklarının tamamı­
nın vaw 'suyum. Dolayısıyla benim mevkim, bugün yaşayan Vunivalu ailesinde­
ki en yüksek mevkidir . . . Annemden [Cakaudroveli Adi Talatoka'nın kızıl dolayı
Cakaudrove'de de yüksek mevkili bir şefim ve burada uygun zamanda ayrım gö­
zetmeksizin haraç toplayabi lirim . . . Aynı şekilde babamdan dolayı [Lau'nun eski
yönetici ai lesinden bir kadının oğlu] Lau'nun tamamında da yüksek bir şefim ve
burada da babamın eskiden yaptığı gibi ayrım gözetmeksizin haraç toplayabili­
rim (Ratu joni Madraiwiwi FMIMS 629: 26 Ağustos 1 9 1 3).26

Ratu Madraiwiwi, Laululardan ayrım gözetmeksizin mülk ve kadın alan, bu nedenle


sık sık başı onlarla belaya giren babasından bahsetmez. Ratu Madraiwiwi 'nin, babası
Lau'da vaöu olduğu için oranın vaöu 'su olarak hareket edebi lmesi; annesinin annesi
de Cakaudrove'nin yönetici ailesinden olduğu için Cakaudrove vaö u'su olarak dav­
ranabi lmesi bizim bu kitaptaki amaçlarımız açısından önemlidir.27 Kendi ülkesinde
yüksek mevki li bir kadının çocuğu olması itibarıyla yerli bir vaöu (vaw i ta ukei) ol­
duğunu i leri sürmesi, böyle bir statüde hak iddia etmesi de dikkate değer. 2 8 Burada

26 Bende bu mektubun sadece lngilizce bir versiyonu bulunuyor. "Aile" Fiji dilinde muhtemelen
mataqali sözcüğüyle karşı lanır; ben bu sözcüğü gevşekçe "klan" olarak çevirdim. "Hanım" hiç
kuşkusuz "şeflik ailesinden bir kadın" anlamına gelen mara ma'dır.
27 Ratu joni Madraiwiwi, Lau'nun eski yöneticilerinden birinin kızı olan Adi Litiana Maopa'yla
evlenmiş, böylece büyükbabasının (babasının babasının) izlediği evlilik yolunu tekrarlamış ve oğlu
Ratu Sir Lala Sukuna'yı yine Lau'ya va6u yapmıştı. Annesinin annesi üzerinden va6u haklarına sahip
olması, temeldeki dört sınıflı evlilik sisteminin bir başka göstergesidir.
28 Vaöu i t a u kei 'yi "yerli vaw " olarak çeviriyorum; bu sözcük daha sıklıkla "iç va6u" olarak çevrilir
Son derece yüklü bir terim olan i taukei ' n in lngilizcede "yerli", "ilk yerleşen" "bir yerin asıl sakini"
"bir yerin yerl isi" "bir yerin sahibi" olarak çevrilebi lecek çeşitli anlamları vardır.
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 229

pratik siyasal müzakerelere d ikkate değer şekilde giren başka bir yapısal değer söz
konusudur. 29

Bau'daki yönetici grubun (Vunivalu insanları ya da Tui Kaba klanı) yüksek mevkili
bir mensubu olan Ratu Madraiwiwi, annesi Vunivalu'nun kızı olduğu için, onların kız
kardeşinin oğlu olması nedeniyle iki kat daha saygındır. Ratu M adraiwiwi bu neden­
le babasının halkı karşısında, unvan gereği kız kardeş oğludur ve onlara hükmetme
hakkına sahip olduğu öngörül müştür. Her ne kadar bu tanıma uyan en şerefl i vaöu
olmasa da yerli bir vaöu'dur. En şerefli vaöu, ülkenin eski krallarının soyundan, asıl
kadim kraliyet ai lesinden gelen vaöu olurdu. Yabancı kralın ("şefler denizaşırı ülke­
lerden gelirler") yerli yöneticinin kızıyla birleşmesi, krallık oluşumu sözleşmelerinde
işte bu nedenle önemlidir. Bu pratik başka gaspetmelerde de görülür; örneği n bir şef­
lik soyunun aynı ülkeye ait bir vaöu tarafından tahttan indiri lmesinde ya da yenilgiye
uğramış şefin zafer kazanmış şef hasmına bir sepet toprak ve bir kızını ya da kızlarını
hediye etmesinde olduğu gibi. Bu evl ilik taktiğinin Ratu Tanoa'nın hanesi tarafından
uygulandığını da görmüştük; Ratu Tanoa 'nın hanesi savaşçı kral unvan ını gaspedip
bir kuşak önceki kutsal kra l ı öldürmüştü. Ratu Tanoa 'nın hanımlarından birinin, Adi
Savusavu'nun, eski Nabaubau soylularının veya kutsal Roko Tui Bau'nun kızı olduğu
söylenir; bu büyük kadının (marama levu) çocuğu da Ratu Cakobau'nun ta kendisiy­
di. Gerçek yöneticilerin soyundan geldiği için Bau'nun yerl i vaw'su olan Ratu Cako­
bau, Vunivalu olan babasının yanı sıra annesi üzerinden de kend isini tam anlamıyla
krallıkla özdeşleştiriyordu. Oysa l 8 4 5 'teki koşullar itibarıyla Ratu Raivalita, düşman
Rewa'nın büyük vaöu'suydu.

Son olarak, yapısal permütasyonlar itibarıyla vaö u'nun güçleri kendisinin ve dayı­
sının ülkesinin siyasal statüsünden de etki lenir. Bir kadın kendisinden aşağı mevki­
deki biriyle evlenince, örneği n Baulu soylu bir kadın tabi köylerden birinin şefiyle
evlenince, oğlunun vaöu statüsü babasının düşük mevkisine göre belirlenir. Böyle bir
va ö u'ya Bau'da "onurlu bir adam" (ta m a ta dokai) denirdi, ülkesi de ağır haraçlara ve
soygunlara karşı korunabi lirdi; ama tam tersi bir durumdaki vaöu'nun maddi ayrıca­
l ı klarına ya da siyasal nüfuzuna sahip olmazdı. Tam tersi durumda, kadın kendisin-

29 A. M. Hocan, Lau'da yerli vaw'nun üstünlüğünü bildirmiş, biraz da bu konuda, özellikle de Cekena
hanesinin rahim soyunun üstünlüğü karşısında hayrete kapı lmıştı. Ratu Madraiwiwi buradaki
konumunu Cekena hanesine, yani bu eski krallara dayandırıyordu: "iç yeğenin (va6u i taukei)
büyük bir saygınlığa sahip olması, bir soylunun yapabileceği en yüksek evliliğin o yerin soylu
hanımlarından biriyle olduğu devirleri işaret eder . . . Thekena gibi nispeten gölgede kalmış bir
klandan ya da Waitambu gibi düşük tabakadan bir köye mensup bir hanımın oğlunun, Fiji'nin başlıca
devletlerinden biri olan Thakaundrove'den bir anneye sahip olmakla övünebilecek bir adamdan
neden daha büyük olduğunu anlamak zordur" ( 1 929: 234). Ama Hocart "besbelli ki önemli olan
sadece hiyerarşik konum değil, soyluluk ile söz konusu ülkenin bir bileşimidir" sonucuna vardığında
hedefi tutturmuştu.
23 0 1 Thukydldea'ten Ôzür Dileyerek 1 Maröhall Sahlin6

den yüksek mevki li bir adamla evlenmesi halinde, örneğin tebaa ülkelerden bir kadın
Baulu yüksek mevkil i bir şefin hanımı olması halinde va6u haklarının icra edilmesi
açısından biraz canavarı andıran bir "kız kardeş oğlu" dünyaya getirirdi. Bunlar, anne­
lerinin akrabalarının halkına korku salıp kan kusturan, yeterinden fazla mülk ve emek
talebinde bulunan genç şeflerdi . Bau ve Rewa bu tür zorba vaöu'lar çıkarmalarıyla
tanınmıştı . 3° Cakaudrove'de kralın oğulları ve erkek kardeşleri va6u oldukları tabi du­
rumdaki ülkelerde yaşama, buraları neredeyse ele geçirme eğilimindeydi.3 1 Sömürge
döneminin başlarında, l ngiliz hükümeti nin kurduğu Şefler Konseyi'ndeki üyelerden
biri, Beyazların Fij i 'ye kötülük etmelerini, "Göklerin Vaö u ' ları" olsalar gerekir varsayı­
mıyla açıklamıştı (Şefler Konseyi, Proceeding6, 1 876: 1 4) . 32

VASU ve BAU'DA EVLİLİK SiYASETİ

Vaöu sisteminin önemi dikkate al ındığında, evl ilik strateji leri savaş ve barışın başka
yollarla sürdürülmesidir denebi lir. Bu durum, ayırt edici bir yoksul luk ve güç bileşi­
mine sahip olduğu için özell ikle Bau'da böyleydi (bkz. yukarıda Birinci Bölüm). Bau
hakkında, şefl i k ai lesinden gelen kadınların başlıca ihraç malı olduğunun söylendiğini
duymuştum. Aslında Bau'nun en tanınmış değerli malları (i yau) son derece süslü
gelinlik etekleriydi , ama bunlar da dışarıya gelin veri len kızlara ve kız kardeşlere eşlik
ettiğinden aynı kapıya çıkar. Yüksek mevki sahibi kadınlardan bu şeki lde bahsedil­
mesi Fiji kura llarını ihlal etmez. Tam tersine bakire ya da "ham kadınlar", kurban edi­
lecek insanlar veya "pişmiş adamlar" ve ispermeçet balinası dişleri Fiji'nin en büyük
değerleri , çok sayıda alınıp verilebi lir "büyük şeylerdi " (ka lavu) (M. Sahlins, 1 983).
Radcli ffe-Browncu bir damardan i lerleyerek bunların olağanüstü değerinin tam da
toplumu örgütleme ve yeniden örgütleme güçlerinde yattığı söylenebi lir: kurdukları
ve bozdukları ittifaklarda, suikastlerde ve haleflikte, savaşlarda ve boyun eğmelerde.

30 l 840"ta Teğmen Wilkes'ın gemilerinden biri Rewa kralının baba tarafından kardeşi Ro Veidovi'yi,
birkaç yıl önce Kadavu'da bir Amerikan gemisinin mürettebatına yönelik saldırıyı planladığı
gerekçesiyle yakaladı (aşağıya bkz.l. Daha sonra Wilkes'ın Kadavu'yu ziyareti sırasında yerli bir şef
ona "Kantavu halkının IRo Veidovi'ninl alınıp götürülmesinden memnuniyet duyduğunu, zira Ro
Veidovi'nin vaôu'luk yetkisine dayanarak kendilerinden sürekli her türlü malı aldığını" söylemişti
( 1 845, 3 : 289).
31 Cakaudrove önde gelen şefinin (Tui Cakau) oğul larından biri ve tabi Bouma ülkesinin büyük vaôu'su
olan Ratu Lewenilovo, l 840'larda bir dönem babasıyla arasındaki çatışma nedeniyle burada
yaşamıştı. Muhterem Hunt, Ratu Lewenilovo'nun "Bouma'da belki de ICakaudrove'nin başkenti)
Somosomo'daki kral kadar güçlü olduğunu" gözlemlemişti (J: 8 Şubat 1 842).
32 Vaôu konumundaki pragmatik bir değişkenlik de unvan sahibi şeflerin göreneksel çokeşliliğinden ve
farklı annelerden olan oğul ları arasında şefin varisinin kim olacağının belirsizliğinden kaynaklanır.
Baba hayattayken, çok sayıda kızlarının oğul ları. onun hanesi nezdinde vaôu statüsünden
yararlanabilir. Ama herhangi bir kızın baba-anne bir erkek kardeşi babanın yerine geçmediği
sürece, annesinin erkek kardeşi şeflik unvanından yoksun kaldığı için vaôu bazı ayrıcalıklarını,
hatta statüsünü yitirir. Söz konusu erkek kardeşin çocuklarının da başına gelebilecek bir akıbettir
bu (bkz. Şekil 3 . 1 ). Değerlendireceğimiz tarihsel dönemlerde bu türden bir değişiklik öneml i rol
oynamıştır.
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 23 1

Her zaman bu tür işlerle meşgul olan Bau söz konusu olduğunda, buranın büyük nüfu­
sunu desteklemek ve çok sayıda siyasal ritüel işlem için gerekli kaynakları bulmak gibi
ilave maddi sorunlar da vardı (bkz. yukarıda Birinci Bölüm). Zira vaöu ilişkileri bu gibi
tedarik hazırlıkları açısından da değerliydi. Rahim yeğeninin büyük ayrıcalıkları anne­
sinin halkının kanolarına, domuzlarına veya başka mülklerine el konmasını içeriyorsa
da toprakları, emekleri ve ürünleri üzerinde i leri sürebileceği uzun vadel i hak iddiaları
çok daha önemliydi. Bau, daha önce görmüş olduğumuz üzere, Koro Denizi 'nin dört
bir yanından ve yakındaki Viti Levu anakarasından akan mallarla gel işme göstermişti
ve bu trafiğin önemli bir bölümü de kadim ve yakın zamandaki vaöu bağlantılarına
dayanıyordu. Bu da Bau'ya kadınların geldiği, başka ülkelere kız kardeş oğulları do­
ğurduğu, aynı zamanda "büyük şeyler" olarak Bau'dan çıktığı anlamına gelir.

Bau'da stratejik evlilik kararlarının nasıl alındığını bilebi lmek kolay deği ldir. Açıktır
ki konuyla ilgili konuşmalar iki farkl ı ortamda ilerliyordu: Tapınaklarda, erkeklerin
evlerinde, şeflerin evlerindeki kava ortamlarında yüksek mevki li adamlar arasında
ve bir de ev içinde, şefl i k ai lesinden kadınların seslerinin güçlü çıktığı bir ortamda;
hem bu kadınların arasındaki i l işkilerde hem de kocalarıyla il işkilerinde mesele ka­
rara bağlanabi liyordu. Bu bağlamda, tarihsel kayıtlar, bu iki alanda iş gören iki insan
grubunun altını çizer: Bir yanda, daha geniş kapsamlı arenada kralın elçisinin kralın
kızlarının birleşmeleri üzerinde sahip olduğu denetim, diğer yanda ise çokkarıl ı lığın
söz konusu olduğu hanelerde soylu annelerin şef soyundan oğul larının gelecekleri
üzerindeki etkisi. Literatürdeki bu çokça rastlanan göndermelerin normal (özellikle
dikkat çekici olmayan) vakaları işaret ettiği yorumunda bulunmak, kraliyet elçilerinin
yöneticilerin oğul larının evl i likleri , kralın eşlerinin ise kızlarının birleşmeleri üzerin­
deki etkisini görmezden gelmek mümkündür. Öte yandan söz konusu göndermeler,
oğullar ve kızların evl iliklerine bağlı olan farkl ı dolaysız çıkarları , birbiriyle çelişen
şeki llerde ayırt eder. Kraliyet ai lesinin kızları söz kqnusu olduğunda, babalarının ül­
kesinin çıkarları, ü l ke üzerindeki vaöu ' l u k iddialarının dağı l ı m ı önemlidir; bu konuda
siyaseten biraz kurnaz, biraz da savunmacı olmak gerekir. Fakat kralın hanımlarının,
oğul larının evl i likler yoluyla ya da başka biçimlerdeki fetihlerine müdahale etmesi,
kendi doğdukları ülkelerin geleceğini ve oğul ların ana tarafından akrabalarını etkiler.
Güçlü bir krall ıkta bir vaöu'nun iktidarda olması iyidir.

Bau'da Tunitoga unvanını taşıyan kral iyet elçisi, yani "ülkenin yüzü" ( m a ta n i va n u a)
savaşçı kral Vunival u'nun danışmanı, idarecisi ve törenlerin yöneticisiydi. Kutsal
Roko Tui Bau'nun da böyle yardımcıları vardı: Masau. "Ev içi nde ü l kenin yüzü" (mata­
nivanua e vale) denilen bu içeriden kişi ler, kentin tören alanında kralın karşısında
halkı temsil eden dışarıda görevl i elçilerin te.rsine, gerçekte yaşayan tanrı ların ra­
hipleriydi ve tapınaklarda görünmez tanrı lara hizmet eden rahiplerin muadil leriydi
2 32 1 Thukydidea'ten Ôzür Dileyerek 1 Maröhall Sahlinö

(Hocart 1 9 1 3).33 Kraliyet ailesinden kadınların evli l i k yoluyla başka ülkelerin şefleri­
ne verilmesi bu kişilerin ritüel hizmetlerinin bir parçasıydı (Rabuku 1 9 1 1 : 1 57). Muh­
terem joseph Waterhouse. Bau'daki deneyimine dayanarak büyük habercinin, yani
Tunitoga'nın. kralın ve şeflerin bütün kızlarının "doğal muhafızı" olduğunu. onları
"kesinlikle elçinin elden çıkardığını"; evlilik tekli flerin i n önce elçiye geldiğini; elçinin
bu meselelerdeki -iradesinin ebeveynlerinkinden üstün olduğunu ve nihai kararı onun
verdiğini söylemişti ( 1 866: 1 5). Muhterem misyonerin bu konudaki sözlerinin vahiy
gibi gökten indiğini kabul etmemiz gerekmiyor. Ratu Tanoa ve Ratu Cakobau'nun güç,
irade ve feraset sahibi adamları, denetimleri altındaki kadınlarla ilgili nasıl hamle­
de bulunacaklarını gayet iyi bil iyorlard ı : Ratu Cakobau'nun kız kardeşlerinden birini,
Ratu Raivalita'ya ihanet etmesi için Lasakau şefi Ratu Gavidi 'ye hediye etmesine bir
bakalım. Vunivalu'nun elçisinin, Bau'daki bi rçok şefli k hanesinde kızların elden çı­
karılmasında etki li olmadığı da açıktır: Bu şeflik haneleri kuşakl ardır dışardaki halk­
ların bazılarıyla kendi ittifaklarını kuruyorlard ı . Yine de şef ailelerinden kad ınların.
özell ikle de kral ailelerinden kadınların çeşitli hesaplarla evlenmek üzere veri lmesi
kurumsal olarak ve açıkça bir devlet çıkarı niteliğindeydi .

Bau'da taktiksel birkaç örüntü yaygındı. Bunlar arasında en beğenileni, kraliyet aile­
sinden bir kadının, başka bir ülkenin yönetimi için rekabet eden hanelerden birine
(en dalavereci örnekte en aşağı düzeyde olana) veya Bau içinde önem li bir klanın
denetim altına a l ı nması için rekabet eden hanelerden birine takdim edilmesiyd i . Bir
iktidar vaadi olarak kadın alanların Bau v a <1 u 'su olarak bir gelecekleri olduğunu ima
ettiğinden bu ittifak onların şefl iğini garanti altına alabilirdi; tabi i Bau kralına bağl ı
bir şefti söz konusu olan. Ratu Cakobau bu tür bir evl i l i k siyaseti yürütmüş olmasıyla
tanınıyordu. Bu siyaset, gerek zaten tabi olan bir yerden daha büyük bir şey alma­
sını. böylece Rewa veya Verata'nın müttefiklerini (ba ti) Bau'dan yana çevirmesini,
gerekse Bau'ya tabi olan ülkelerin bağl ı l ığını Roko Tui Bau'dan kendisine çevirmesi­
ni kapsıyordu. Başlıca Fij i kra l l ı klarında ü l ke içinde birbiriyle çatışan müttefiklerin
(ba ti) şefleri, büyük soyluların vaw'su olarak olağan statülerini yansıtan bir bağı m­
sızlıkla tanınıyordu; aynı zamanda düşman bir kra l l ığın bir şef ailesinden bir kadının
daha avantaj l ı bir tekl ifle sunulması karşıl ığında taraf değiştirmeye istekli olmalarıyla
bili niyordu. Ratu Cakobau'nun, Ratu Raivalita olayında Lasakau şefi Ratu Gavidi 'ye
verdiği kız kardeşi, daha önce deltada önemli bir Rewa müttefiki olan Tui Nakelo'ya
(oğlunun eşi olması için) öneri lmiş ve böylelikle bu hamle Tui Nakelo'nun Bau tarafı­
na geçmesini sağlama girişimi olarak başarılı olmuştu. Gelgelelim kraliyet ai lesinden
bu kadın bu defa Ratu Gavidi'ye gönderi l i nce (Wallis 1 8 5 1 : 1 67-68, 2 1 1 . 245), söz

33 Bu nedenle. içerdeki ülkenin-yüzüne kimi zaman "haberci rahip" bete matanivanua denir
(Rokowaqa, 1 926).
BGST 1 Dü9ünce Dizi6i 1 23 3

konusu ittifak da bozulmuş ve Nakelo yine Rewa'nın tarafına geçmişti. Öyle bir durum
vardı ki Ratu Cakobau'nun denetlediği Baulu yüksek mevkil i hanımların sayısı, Ratu
Cakobau'nun bütün siyasal entrikalarına yetmiyordu. Bau'nun savaşçı müttefiklerin­
den (bati) biri olan Namata'dan gayet bilgi l i bir soylunun gözünden bu entrikaların
nasıl işlediğine bir bakalım: " Ü l kemiz Bau yönetimindeyse ve başka yabancı ülkelere
vaöu olan üst düzey soylular varsa, bu kişiler Ülkenin Şefi yapı l maz. Sadece Bau'ya
vaö u olanlar bu göreve getirilir: Mevkice daha düşük statüde olsalar bile kutsal şef
olma kavasını onlar içeceklerdir" (Rabuku 1 9 1 1 : 1 5 5 ; krş. Hocart l 970a: 1 0 5 -6).34

Başka ü l kelerden yüksek mevki sahibi kadınların Bau şeflerinin eşi olarak alınması­
nı öngören tersine taktik de son derece salık verilen bir taktikti . Bunun nedeni de
sadece zaten güçlü olan Baulu haneleri bu ülkelerin vaöu'su kılması deği l , yöneti­
ci şeflerin çokeşlilik alışkan lıklarının birkaç farklı yerde bu avantajı elde etmelerini
mümkün kılmış olmasıyd ı . Misyonerler ve diğer Pa palagi'nin, çok sayıda hanımı var
diye yerden yere vurduğu Bau yönetici şeflerinin bu kadar çok sayıda vaw 'nun baba­
sı olmayı beklediklerini düşünmeyelim. Sadece usulüne uygun işlemlerle resmen evl i
olan kadınlar (vakabau) rahim yeğeni olarak tanınan meşru oğu l lar doğurabiliyordu.
Cinsel kudret Fiji şef soylarının karakteristik özelliğiydi gerçekten de; sadece şeflere
özgü zenginlik kapasitesiyle deği l, ü l kenin üreme güçlerinin şef konumundaki vaöu'ya
aktarılmasıyla da tutarlı bir nitel i kti bu. Ne var ki büyük adamların sözde eşlerinin
çoğu, cariye ve/veya hizmetçi statüsünde daha düşük mevkiden kadınlardı. Ama böyle
bile olsa, Bau söylenceleri ve şecerelerinin çoğuna göre Ratu Tanoa 'nın ona oğullar
veren, şef soyundan gelen dokuz sahici eşi vardı. Bu kadınlar çok farklı memleketler­
dendi: İ kisi Bau'dandı, ikisi Koro Denizi 'ndeki adalarda Bau'ya tabi olan topraklar­
dandı (Koro ve Sawaieke, Gau); ikisi Cakaudrove'den, biri Taveuni Adası'nda bulunan
(sonraları Cakaudrove'nin hakimiyetine giren) eskinin soylu Vuna Krall ığı'ndan, biri
Viti Levu'nun kuzeydoğu sahilindeki Nakorotubu K�allığı'ndan ve biri de Rewa'dandı .
B u sonuncusu, Ratu Raival ita'nın annesi olan A d i Qereitoga'yd ı . Bunun yanı sıra sa­
vaşçı kralın klanının (Tui Kaba) civar akrabaları Lau, Nairai Adası ve Cakaudrove'de
yüksek mevki l i hanelerden birçok kez eşler almışlardı ve daha önceleri Verata'dan da
eş almışlardı. Evliliklerde görülen bu kozmopolitl ik, sıradan Fij i l i lerin genellikle kendi
ülkelerinden, hatta kendi köylerinden eş alma pratiğine kökten ters düşüyordu. Fakat
Bau'nun sonradan görme savaşçı kral larının evl ilik ağlarını ülkelerinin derinlerine ol-

34 Bau Vunivalu grubunun mensuplarından biri olan Ratu Etuate Wainiu'nun 20. yüzyı l başındaki
anlatısı, Bau'nun hakimiyetinin nereye kadar uzandıgını Britanya sömürge yönetimine açıklamayı
amaçl ıyordu: "Bau şef ailesinden kadınlar (marama) Naitasiri ve Suva'ya düzenli şekilde gelin
olarak veri lir. Bu, Bau'nun bu ülkeleri ve halklarını denetim altına alması, buraların bize itaat
etmesi !yani "söz dinleme", vakarorogol anlamına gelir. Anneleri Bau'dan gelmiş olanlar bugün hala
bu ülkelerde yaşamaktadır. Bau'yla vaw baglantıları nedeniyle bu ülkelerin ikisinde de şehirler"
(E. Wainiu CSO MP 2 5 9/ 1 9 1 0).
234 1 Thukydldea'ten Ôzür Dileyerek 1 Maröhall Sahlin6

duğu kadar yurtdışına da yaygın şeki lde atmış olmaları özellikle siyasal bir hamleydi:
Ülke dışında, kendi lerinden önce gelen kra lların kurduğu ittifakları geri kazanmak,
ülke içindeyse kızlarıyla evlenerek seleflerini geri kazanmaya yönelik bir hamleydi
bu. Ratu Cakobau örneğinde olduğu gibi: Ratu Cakobau'nun asıl eşi ve annesi, Bau'nun
eski büyük a ilelerindendi .

Hanım alma v e v a w peydahlama. kadınlar daha önemsiz ü l kelerden gel iyorsa sıklıkla
tek yönlü bir biçimde Bau'nun yararınayd ı . Bu akış bir itaat emaresi olarak al ına­
bilir. l 8 5 0 '1erin sonunda ve l 860'ların başında Fiji 'de l ngi liz konsolosu olan W. T.
Pritchard Laulu bir soylunun, Ratu Cakobau'nun huzurunda küstahça Bau'ya tabi ol­
madığını ilan ettiğini anlatır. Ama Ratu Cakobau "peki o zaman nasıl oldu da bu kadar
çok Lakebalı hanım [marama] Bau'ya geldi? Şeflerimize haraç diye veri lmediler mi?
Bu yüzden de bu kadar çok vaöu ki Lakeba (Lakeba'ya vaöu) yok mu?" deyince geri
adım atmıştır (Pritchard 1 968: 3 3 0). Ne var ki kadınların daha üst düzeyde şefler­
den birine haraç olarak veril mesi iması, kraliyet ailesine mensup kadınların Bau i le
Fiji 'deki diğer büyük kra l l ıklar Rewa ve Cakaudrove arasında büyük ölçüde karşıl ıklı
olarak alınıp veri lmesiyle ortadan kaybolur. Yoğun bir ittifaklar ağı , Bau'da halihazır­
daki ve önceki hanedanlar, özell ikle de savaşçı kral ların hanedanl ıkları (Vunivalu) ile
Rewa'nın halihazırdaki ve önceki krallarını birbirine bağlamıştı; öyle ki bu krallıkların
her ikisinin de yöneticileri veya yönetici adayları diğer kral lığın vaöu'su olduğunu ile­
ri sürebi lirdi . Bau'nun yerli vaöu'su olan Ratu Cakobau bu açıdan bir istisnaydı ; fakat
babası Rewa'ya vaöu'ydu ve Bau'ya vaöu olan Rewa kra l ı da Ratu Tanoa'nın kızıyla
evlenmiş, çocuklarını Bau 'ya vaw yapmıştı (Şeki l 3 . 3 ).

Dolayısıyla yakın ve uzak yerlerden kadınları Bau'nun yüksek mevki sahibi adam ları­
nın eşleri olarak Bau'ya getiren bu karmaşık birleşme sistemi , Doğu Fiji 'deki daha ge­
niş çaplı siyasal ilişkileri ve kuvvetleri temsi l ediyor, bu kadınların oğul ları üzerinden
bu i l işkiler ve kuvvetleri kul lanıyordu. Çeşitli ü l kelerin ta lihindeki değişimler, evlenip
Bau şecerelerine dahil olan kadınların kökenleri ve oğul larının yerel kariyerleri üze­
rinden okunabi lir.

Ne var ki farkl ı ü l kelerden şef grupları arasında evli likler üzerinden kurulan bir ittifak,
aynı zamanda aynı ülkenin şefleri arasında bir bölünme anlamına geliyordu. Bau'ya
getirilen soylu kadınlar oğullar doğurursa, ana tarafından bağlantı ları, yani oğul ları­
nın (vaw olarak) destek alabi leceği erkek kardeşleri aracı lığıyla yönetici hanelerde
farkl ılaşmalar yaratırdı. Buna karşılık, evlenip Bau'ya gelen soylu kadınlar doğdukları
grubu temsi l etmeyi sürdürecek (ve "kutsal kan" olarak bu gruba bağl ı yeni soylar
oluşturarak) erkek kardeşlerinin ülkelerinin talihini, oğul larının olağanüstü rekabetçi
Bau siyasal sahnesindeki talihine bağlayacaklardı. Böylece Rewa'nın Bau'yla savaşın­
daki kaderi, vaö u ' ları olan Ratu Raivalita'nın ayak oyunlarına bağl ı olacaktı . Daha
BGST 1 Dü�ünce Diziöi 1 23 5

önemli siyasal meselelerin bu şekilde erkek kardeşler veya a kraba haneler arasında­
ki i lişkilere dahil olması, kendi aralarındaki çatışmaların şiddetin i artırmaktan başka
bir işe yarayamazdı . Ayrıca bu durum, bazı kadınları ülkelerin kaderi açısından kilit
oyuncular haline getiriyordu. Bu kadınlar ülke yönetici lerinin kızı olarak kendi rızaları
olmaksızın, kendilerini ve mutluluklarını doğrudan i l gilendirmeyen devlet çıkarları
gereği evlendirilip dışarı gönderi lmiş olabi lirdi. Fakat eşler ve anneler olarak kendi­
lerini, kendilerine özgü çıkarlara ve sonucu etkileme araçlarına sahip rakip taraflar
olarak siyasal bir mücadelenin ortasında buluyorlardı .

VASU ve KARDEŞ KATLİ ÇATIŞMASI

Ölüm, Fiji 'deki vaöu ilişkilerine birkaç biçimde eşl ik ediyordu . Bazı ülkelerden Bau
soylularıyla evlenmek üzere gönderi len kadınlara, anayurtlarının başına zorba kesile­
cek Baulu bir vaöu olmasın diye kürtaj yapmaları talimatının veri ldiğini beli rten doğ­
rulanmamış haberlerde görülebi l i r bu örneği n. Macuata halkı, " Bau'da Mathuata'ya
büyük bir vaw'nun hiç doğmamış olması"nı bu politikanın bir kanıtı olarak alıyor­
du (Pritchard 1 968: 3 3 0). Aslında 1 9. yüzyıl ortasında Bau'dan büyük bir vaö u, Ratu
Mara Kapaiwai, Lakeba halkının başına zorba kesilmişti, ama bu durum Lakeba halkı­
nın "Lakeba'yı Saklar" (Sa Vun i Lakeba) adını verdikleri bir Lau şefiyle ilgili çel işki li
hatıralarını gölgelememişti. Şefe, "evlenip Bau'ya giden Lakebal ı hanımların kız kardeş
oğul ları doğurmasınlar diye kürtaj yapması geleneğinden" ötürü bu isim veri lmişti;
''Lakeba 'yı, kız kardeşin oğlunu kul lanarak Lau'yu yağmalayabilecek Bau halkından
saklamışlardı" (Hocart WI: 28 1 ) Basil Thomson Fiji'de, özel likle de Bau'da şeflik ai le­
.

sinden dışarıya veri len kadınların yanında profesyonel kürtajcılar gönderilmesinin,


evlenen kadınlara kendi ü l kelerinden taleplerde bulunacak rahim yeğenleri olmasın
diye düşük yapmalarının tembih edilmesinin genel bir kural olduğunu anlatır ( 1 908:
22 1 ) Bau'ya ve Bau'nun evl ilikler yaptığı başka ü l kelere ait şecerelere bakı lırsa bu
.

tür bilgilerin abartılı olduğu, hatta hiç de doğru olrnadığı açıktır. Birçok modern "kent
efsanesi"nde olduğu gibi söz konusu bilgilerin de gerçeklik değerleri, bazı yapısal özel ­
likleri antisosyallik veya suça yatkınlık noktasına dek çekiştirmelerinde, dolayısıyla
normal düzendeki bazı çelişkileri ortaya dökmelerinde yatar. Bu kürtaj hikayeleriyle
ima edilen şey, vaöu il işkisinin kural ihlal eden yönü ve annenin halkı açısından teh­
likeleridir.

Ne var ki yapısal olarak ters yöndeki ölüme, dul kalmış annenin, oğlunun vaw ayrıca­
lıklarını meşrulaştıracak şeki lde öldürülmesine misyonerlerin ve diğer Papalagi'nin
1 9. yüzyılda kaleme aldığı metinlerde dehşet duygusu eşliğinde bol bol rastlanır. Öl­
müş bir şefin hanımlarının kendi akrabalarınca, tercihen kendi erkek kardeşleri tara­
fından boğulması, ölü eşle birlikte yakı lmayı andıran bu gelenek birkaç yönden de­
ğerliydi. Fakat dul eşin yeniden evlenmesiyle tehlikeye girebilecek vaöu ilişkilerinin
236 1 Thukydldea'ten Ôzür Dileyerek 1 Maröhall Sahlinö

korunması bu geleneğin en öneml i yönüydü (Wil liams ve Calvert 1 8 59: 1 58). Keskin
zekalı sahil enkazcısı John jackson ("Yamyam jack") vaöu haklarının değiştirilemez
kılınmasının, pekala dul hanımların boğulmasının başlıca gerekçesi olabileceği kanı­
sındaydı, zira "çocuklarının meşru olduğu ve vaöu olarak ölmüş annelerinin geldiği
yerler üzerinde hak iddia edebilmeleri için bir tür kanıt kabul ediliyordu" ( 1 8 5 3 : 448).
Böyle olduğu için Cakaudrove kralının oğul larından birinin vakitsiz ölümü üzerine er­
kek kardeşi sadece çocukları olan dul eşleri boğmuştu, "çünkü bunu yapmanın, yeğen­
lerinin va ö u'luk özelliklerini kullanması için bir araç yaratacağını ve onlara tükenmez
bir mal kaynağı sağlayacağını biliyordu" (a. g.e.).

Bu bağlamda değerlendirild iğinde Ratu Raivalita ile Ratu Cakobau arasındaki kardeş
katliyle sonuçlanan çatışma olağanüstü bir şey deği ldir; yani, vaöu il işkilerinin keli­
menin tam anlamıyla her zaman ölümcül derecede ciddi olduğu dikkate alınırsa bu
böyledir. 35 Evet, ölümcül derecede ciddidir, çünkü onların çekişmesi anneleri nin gel­
diği ülkeleri n kaderi ni ilgi lendi riyordu. Yamyam jack "bu kral ların erkek kardeşleri
genellikle bütün adalarda ve adaların bütün bölgelerinde sıklıkla eşzamanlı olarak
gerçekleşen bütün belaların başını çeker; öyle ki ü l kenin tamamı, daha doğrusu sakin­
leri daimi bir karmaşaya sürüklenir ve bu karmaşanın yaratacağı sorunları tahayyül
etmek neredeyse imkansızdır" diyordu (Diapea 1 928: 1 02). jackson doğrudan Lau 'dan
bahsediyordu ama diğerlerinin yanı sıra Rewa, Bau, Cakaudrove ve Macuata'da kar­
deşler arasında benzer çatışmalar yaşandığını da muhtemelen bil iyordu. Aynı ana­
babanın çocuğu olan erkek kardeşler arasındaki çatışmalar azınlıktaydı, ama bunlar
da yeterince huzursuzluk verici olabi lirdi. Bau'yla büyük savaşın hemen öncesinde
Rewa'da böyle bir çatışma olmuş, Rewa kral ı Ro Kania, gösterişli ve karizmatik Ratu
Qaraniqio'yla karşı karşıya gelmişti . Nihayetinde uzlaşmaya varmışlardı, ama onun
öncesindeki kavgalarına baba bir kardeşler arasında gözlenen çatışmalarda bilinen
olaylar damgasını vurmuştu: hırslı genç kardeşle kra l ı n eşlerinden biri arasında zina,
kısmen bunun sonucu olarak genç kardeşin ü l keden kovulması veya kendi kendine
uzaklaşması ; Ratu Qaraniqio Bau'ya gidip bir süre annesinin halkına sığınmıştı.

Kardeşler arası bu çatışmalarda sık sık başvurulan bir taktik, yani rakip kardeşlerden
birinin kra l ı n eşlerinden biriyle zina yapması, sadece yöneticinin erkekliği ve üreme
gücüne bir hakaret olduğu için deği l kralın evl i l ikle kurduğu ittifakların gaspedilmesi
olduğu için de kra la ihanetti. Ne var ki her şey, kral iyet ai lesinden meseleye dahil olan
kadınların bu yıkıcı faaliyetlerde akti f bir taraf olarak rol aldığını düşündürür. Şahsen
çekici yönleri ne olursa olsun, kralın birkaç eşinden bazıları kral kocalarının rakiple-

35 "Bir babanın, yüksek mevkili farklı kadınlardan olan ogul ları arasındaki kıskançlıklar ve entrikalar.
sıklıkla ilgili krallıkların müdahalesine ve savaşa yol açmıştır. Tarihsel devirlerdeki birçok savaş
-bu savaşların en acıları iç savaşlardır- aslında geniş bir ölçekteki aile kavgalarından başka bir şey
degi ldir" (Derrick 1 950: 57).
BGST 1 Dü9ünce Dizi6i 1 23 7

riyle ilişkiler kurarak çıkarlarını (ki aynı zamanda ağabeyleri ve oğullarının çıkarları
demektir) daha iyi bir konuma getirebilirlerdi. Elimizdeki örnekte, Rewa kralının eş­
lerinden hangisinin kralın genç kardeşiyle ilişki kurduğunu bilmiyoruz. Ama kralın
"açıkça söylemek gerekirse ailede sözü geçen" asıl eşi Adi Qoliwasawasa'nın kocasına
kötü bir dille cevap verdiği ve anlatılanlara göre sevgi li lerinin isimlerini verdiği bili­
niyor (Osborn j: 3 1 Ocak- 2 5 Şubat 1 83 4). l 83 0'lar ve l 840'larda gelen Avrupalı ziya­
retçilerin çok güzel bulduğu Adi Qoliwasawasa, söylendiğine göre, "yabancı lükslere"
de düşkündü (Jackson 1 8 5 3 : 467-68). Açıktır ki kral ların eşleri , kraliyet için kardeşler
arasında veri len mücadelelerde kritik roller oynayabiliyorlardı. 36

Oynadıkları rol. oğullarının, kocalarının unvanını alma şansını artırmakta bel irleyici
olabiliyordu. Kra l l ı k ailelerinde kralın eşleri arasında kavga lar (son dönemde geniş
ailelerde erkek kardeşlerin eşleri arasında olduğu gibi) Fiji etnografisinde tekrar tek­
rar karşımıza çıkan bir temad ır. Kimin tahta geçeceği konusundaki bel irsizlikler, an­
laşmazlık olas ı l ı klarını artırmaktan başka bir işe yaramıyordu. Doğru, kralın eşlerin­
den biri, kralın unvanıyla birlikte anılan resmi bir unvana sahip oluyordu. Ama öyle
görünüyor ki bu unvan bile bir başkasına verilebil iyordu ; her halükarda resmi unvan
sahibi hanımın oğullarının kralın halefi olmak konusunda başka kral eşlerinin oğulla­
rına göre öncelik kazanması hiçbir şekilde garantilenmiş değildi. 37 Pa palagi kaynak­
larında, baba bir kardeşler arasında mevkinin anneleri nin mevkisine dayandığı sık sık
belirtilmiştir. Ama genell ikle bu kadınların birbirlerine göre statülerini belirlemek de
zordur, zira farklı ülkelerden gelirler. Pratikte pek çok şey, hanı mı n doğduğu ülkenin
hali hazırdaki gücüne ve kocası açısından bu ülkenin stratejik değerine bağl ıyd ı . Bazı
şeylerse hanımın kralın gözündeki yerine ve eşleri arasında şahsi tercihlerine bağlıy­
dı; bu tercihler, eşlerin siyasal değerini yansıtabileceği gibi yansıtmayabilirdi de. Bu
noktada dönüm noktası oluşturabilecek rastlantılar için yapısal bir alan mevcuttu.

l 820'ler civarından itibaren ve Polinezya Savaşı sırasında da devam eden bir süreç­
te Rewa'da yönetici konumundaki Roko Tui Dreketi unvanı, meşhur bir kral olan Ro
Tabaiwalu'nun oğul ları arasında çekişme konusuydu. Kardeşler karşılıklı olarak yürüt­
tükleri katliamlarda babalarını esirgemedi ler ve araları ndaki husumet l 844-4 5 'teki iç
savaşa gelip dayandı; bu tarihlerdeki iç savaş sırasında hayatta kalan kardeşlerden

36 A d i Qoliwasawasa hakkında ayrıca bkz. Eagleston (UD, 2 : 2 1 3- 1 4) v e W a l l i s ( 1 85 1 : 1 52). Yamyam


jack onun keskin bir dili olduğundan bahseder: "'Kaisi mata vaka puaka' (seni domuz suratlı köle)
gibi ifadeleri gayet sık kullanırdı, özellikle de eşine karşı; eşi kral olsa da doğumu ve görünümü
itibarıyla kraliçe olan Qoliwasawasa'dan çok daha aşağıydı. Ondan daha yaşlıydı" (Jackson, 1 853:
467).
37 l 840'ta Baulu bir kadın. Ratu Tanoa'nın kızlarından biri, siyasal nedenlerle Cakaudrove'nin yaşlı
kralı (Tui Cakau) ile evlendirilmiş, kraliyet karısı unvanı olan Radi Cakau unvanını almıştı. Ama
bundan iki ay sonra Bau ile i lişkiler kötüleşince Cakaudrove kralı kadını başından attı (Lyth }: 25
Eylül. 30 Kasım 1 840).
23 8 1 lhukydlde&'ten Ô.zür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

biri ve taraftarları, Rewa'nın üzerine yürümekte olan Baulu düşmanın tarafına geç­
ti. 3 8 Rewa'nın yönetici ailesinde yaşanan bu çatışma, neden olduğu katliam nedeniyle
Avrupalı ziyaretçilerin kroniklerinde büyük bir yer kapladı, ama niteliği itibarıyla Fiji
söylencelerine göre bir-iki kuşak önce Lau ve Bau'daki kraliyet ailelerinde yaşanmış
kardeş ve ebeveyn katlinden farklı deği ldi (Lyth TFR'de Cross, 1 : 1 2 1 -2 3 ; Hocart 1 929;
Reid 1 990). Ratu Raivalita'ya karşı planlanan suikast de tekrarlanan bu örüntünün
bir örneği olarak a lınabilir. Bu nedenle, gayet iyi belgelenmiş Rewa örneğinin burada
incelenmesi Bau'daki benzer mücadeleye ilişkin sonuçlar açısından önemlidir.

Rewa'da kraliyet ai lesine mensup başlıca isimler arasındaki il işkiler aşağıdaki soykü­
tüğünde gösteri lmiştir (Şeki l 3 . 5).

l 820'de veya o civarda Rewa kralı Ro Tabaiwalu'nun, Kadavulu (ismi bilinmeyen) bir
kadından olan. dolayısıyla Kadavu'ya va6u olan en büyük oğlu Koroitamana babasını
öldüresiye dövdü. Bütün emarelere göre, Koroitamana'nın en büyük kraliyetin vasisi
olma, dolayısıyla Roko Tui Dreketi unvanını alma şansının azalması babasını öldürme­
sinin gerekçelerinden biriydi, daha doğrusu tek gerekçesiyd i . Annesi görünürde kralın
hanımları arasında birinci sırada gelse de artık kesinl ikle başka bir eşin gerisine düşüp
ikinci sıraya yerleşmişti. Söz konusu eş, Bau'nun eski kraliyet ai lesinin (Nabaubau/
Batitobe) kızlarından Adi Waqanivere (diğer adıyla Adi Waqaniveno) idi. Adi Waqa­
nivere resmen Rewa kraliçesi (Radi Dreketi) idi ve Ro Tabaiwalu'nun oğul larından
dördünün annesiyd i . 39 Adi Waqanivere. oğullarının çıkarını korumak adına kocasını
Koroitamana 'ya karşı dolduruyordu ; bununla birlikte, bu gibi vakalarda olağan ol­
duğu üzere Kadavu'ya va6u olan bu gencin babasının diğer eşlerinden biriyle zina
yaparak kra l ı yeterince öfkelendirdiği söyleniyordu. Zina yapı lan eş bu nedenle öldü­
rüldü. Bu olayın Fiji şarkı larından birinde korunan bir versiyonuna göre, Koroitamana

---- ---- - ---- --- -- - -------- - - -

38 Rewa'daki kral katli vakalarına ilişkin başlıca kaynaklar şunlardır: Calvert (}: 28 Haziran 1 8 5 5);
Cary ( 1 972: 3 3 -34); Eagleston (Cmerald seyir defteri: 1 5 Mayıs 1 834; UD, 2: 1 4- 1 5); Hudson (}: 22
Mayıs 1 840); Pickering (}: 1 9, 2 1 Mayıs 1 840); Reynolds (Le: 2 1 Eylül 1 840); Sinclair (]: 1 5 Ocak
1 840); Waterhouse ( 1 866: 3 6-42); Wilkes ( 1 845, 1 : 1 3 1 - 3 4); Williams (MN: 1 20-22); Will iams ve
Calvert ( 1 8 59: 1 03 -4). 1 840 tarihli Wilkes seferi raporları en ayrıntılı kaynaklardır, özellikle de
Hudson'ın Rewa şefi Ro Cokanauto ile uzun zamandır Rewa krallarının yardımcılığını yapan Paddy
O'Connell'ın ifadelerine, ayrıca etnograf Horatio Hale'in topladığı bilgilere dayanan raporu. Ne
yazık ki Hale' in Fiji'yle ilgili notları bugüne ulaşmamıştır. Wilkes'a katılanların ve misyonerlerin hiç
kuşkusuz başka yerel kaynakları da vardı, ama bu kaynakların neler olduğu belirtilmemiştir.
39 Kaptan Hudson'ın öğrendiği üzere Ro Tabaiwalu'nun birçok eşi vardı; başeşi Bau'dandı ve
"Tanoa'nın babası krallığı almadan önce orada hüküm süren ailedendi" (Hudson }: 22 Mayıs
1 840). Adi Waqanivere'nin oğul larının Bau'nun eski soylularına va6u olması ve Rewa'da tahtın
varisi konumunda bulunmaları, (yıllar sonra bildirildiği üzere) Koroitamana'nın Rewa kralını
"Ratu Tiinoa'nın ağabeyinin, Bau Vunivalusu Naulivou'nun emriyle öldürmesi"ni açıklamamızı
sağlar (Calvert ]: 28 Haziran 1 85 5). Zira Bau'nun eski soyluları bu Vunivalu'nun düşmanlarıydı.
Koroitamana'nın darbesi başarılı olmasaydı, Bau vaöu ' su muhtemelen tahta çıkamazdı. Fiji tarihini
değiştiren bir başka belirleyici zorunsuzluktu bu.
� R•ru l>noo
o

o = 15. o
(Kadaw1 Ro T....iw•lo 1 Adi W"'lMiv=
Adi Salawai

Koroitamana Ro Macanawai Ro Kania Ro Bativuaka Ratu Qaraniqio Tui Sawau Ro Cokanauto Ro Veidovi

Babasını
/
öldürür,
/ I
ö. doğal nedenler ö . doğal nedenler

/
ö. doğal nedenler

/
Tui Sawau Ratu Cakobau 'nun Ro Macanawai 'yi öldürür, Ro Kania ve Ratu
Adi Waqanivere'nin tarafından Ro Veidovi tarafından Qaraniqio'nun ihanetiyle
emriyle öldürülür,
planıyla öldüıillür. öldürülür. Rewa Savaşı, 1 845. öldürülür. Amerikalılara teslim edildi ,
ö. denizde.
"'


"'
f'
"''
3.5 Rewalı yüksek mevkiler arasında cinayet "'
"
"'
"'
ı::; ·
E

t:!

240 1 lhukydlde&'ten Ôzür Dileyerek 1 Maröhall Sahlinö

babasıyla kavga ettiği için oradan oraya -Ra'dan Bau'ya, Bau'dan Kadavu'ya- sürüldü;
sonunda Rewa'ya geri dönme eziyetine katlanması gerekti (Waterhouse 1 866: 3 9).
Ne var ki buraya döndüğünde, Adi Waqanivere'nin i l k oğlu olduğu için artık krallık
unvanının varisi olan Ro Macanawai 'den daha önemsiz bir kişi lik olacaktı. Gelgele­
lim babasını öldürmesi bu durumu değiştirmedi . Ro Macanawai'nin annesi stratejik
bir hamleyle kralın ölümünü birkaç gün gizledi, bu arada Koroitamana'nın canının
alınmasını istediğini duyurdu. Bazı şeflere verilen balina dişleri de bu işin gerçekleşti ­
rilmesini sağladı . 40 Artık kral R o Macanawai 'ydi. En azından kısa bir süreliğine, kafası
baba bir kardeşlerinden Tui Sawau'nun sopasıyla kırı lıncaya dek kral kaldı. Tui Sawau
da Bau'ya va6u 'ydu, ama hali hazırdaki savaşçı kralın hanesine va6u'ydu, öldürdüğü
kardeşi gibi eski Bau soylularına deği l . (Bau'daki bu kraliyet aileleri arasındaki reka­
bet, Rewa 'daki kendi rahim yeğen leri arasındaki husumete hiç kuşkusuz katkıda bu­
lunmuştur.) Ro Macanawai'nin ölümünün ardından annesi Adi Waqanivere ile hayatta
kalan erkek kardeşleri Bau'ya kaçtılar ve Rewa yönetimini Tui Sawau'ya bıraktılar Tui
Sawau ise l 828'e dek Rewa 'yı yönetti, ama l 828'de annesi yine Kadavu lu olan baş­
ka bir erkek kardeşi Ro Veidovi tarafından vurulup öldürüldü. Söylendiğine göre Adi
Waqanivere'nin Bau'daki toplu luğu yüklüce bir rüşvet karşıl ığında Ro Veidovi 'ye bu
işi yaptırmıştı. Adi Waqanivere'nin Bau'daki ailesi bu olaydan yararlanarak Rewa'ya
döndü ve bu sefer Adi Waqanivere'nin en büyük oğlu Ro Kania kral olarak Roko Tui
Dreketi unvanını aldı. Kardeş katl i, akraba katli ve kral katli böylece son buldu. Fakat
Rewa tacını giyen baş hala rahat deği ldi, zira erkek kardeşler arasındaki husumet baş­
ka biçimlerde devam etti.

l 840 'ta ABD Keşif Seferi 'nden Kaptan W. L. Hudson, Rewa kralı Ro Kania ile erkek
kardeşi Ratu Qaraniqio'nun dostane hizmetlerinden yararlanarak baba bir kardeşleri
Ro Veidovi'nin peşine düşüp onu yakaladı; on iki yıl önce Rewa kralının rakibi Tui
Sawau'yu öldüren Ro Veidovi'ydi bu (Resim 4). Amerikal ılar, l 8 3 4 'te Salem'den hare­
ket eden i ki direkli Ch a6. Doggett teknesi nin mürettebatına Kadavu açıklarında dü­
zenlenen ve on adamlarının ölmesiyle sonuçlanan bir saldırı nedeniyle Ro Veidovi 'nin
peşindeydi ; gerçi bazılarına göre bu komplo Ratu Qaraniqio, bazı larına göreyse Ro
Kania'nın kendisi tarafından planlanmıştı.4 1 ABD gemisi Peacock'ta zincire vurulan Ro

40 Hikayenin alternatif versiyonlarına göre Koroitamana Rewa'da öldürülmüştür veya kuzeye,


Rewa'nın savaş müttefiki Tokatoka'ya kaçmıştır; burada Rewa'ya savaş açma önerisi reddedilmiş,
bunun yerine dövülmüş, ama ölmemiştir. Yaralı bir halde Rewa'nın bir başka müttefikine (ba ti),
Nakelo'ya kaçmış, sonunda burada öldürülmüştür.
Farklı söylencelere konu olan bir başka meseleyse Ro Tabaiwalu'nun oracıkta öldüğü ve karısının
bu gerçeği sekiz gün gizlediğinin mi (olağan hikaye budur), yoksa ölmeden önce bu süre boyunca
hayatta kaldığının mı doğru olduğu sorusudur.
41 Teğmen Wilkes, Cha.ı. Doggett gemisinden james Magoon gibi, sadece Ro Veidovi'nin suçlanması
gerektiği yönündeki ifadelere inanmayı tercih etmişti; fakat ABD Keşif Seferi'nin diğer mensupları
Wilkes'ın arasının iyi olduğu Rewa kraliyet ai lesi mensuplarının katliama karıştığı yolunda yüz
BGST [ Dü�ünce Dizi6i [ 24 1

Veidovi kısa süren bir yargı lamada suçlu bulundu ve bir mahkum olarak Amerika'ya
götürülürken yolda öldü. Öyle görünüyor ki kraliyet ailesinden erkek kardeşleri, Ro
Veidovi 'den kurtulduklarına gayet memnundu. Bundan birkaç yıl önce Amerikalı de­
niz hıyarı tüccarı John Eagleston, Chaö. Doggett'te işlenen cinayetlerdeki rolü nede­
niyle Ro Veidovi 'yi yakalamaya çalışırken kardeşler arasında böyle bir hissin varlığına
tanık olmuştu. Zira Ro Veidovi 'yi ve onun işbirlikçisi olduğu iddia edilen Manillalı
bir adamı muhbirlik ederek eleveren Ro Kania idi (krş. Clunie 1 984). 42 Baba bir kar­
deşlerinden bir diğeri Ro Cokanauto ("Phil lips"), Kaptan Eagleston'un gemisini almak
için komplo kurarken de bu ikisine ihanet etmişti. Kaptan Eagleston ise bütün bun­
lardan hareketle Ro Veidovi 'nin erkek kardeşleri hakkında "ona karşı hiçbir iyi niyet
beslemiyorlar, şayet o şeytanı sessiz sedasız tuzağa düşürürsem güzel bir balina dişi
karşıl ığında memnuniyetle öte tarafa postalarlar" gözleminde bulunmuştu (UD, 2: 1 4).

Ro Veidovi , l 8 3 4 'te Kaptan Eagleston'un tuzağından kaçtı, ama l 840'ta Kaptan


Hudson'ın kurduğu tuzaktan kaçamadı ; bunda, Ratu Qaraniqio'nun Amerika l ı lar
yararına sarf ettiği çabalar etki l i olmuştu. Kaptan Hudson önce Rewa kralı ile Ratu
Qaraniqio'yu Peacock 'ta rehin tutmuş, daha sonra Ratu Qaraniqio'ya Ro Veidovi 'yi
gemiye getirme görevi vermişti. Ratu Qaraniqio da bu görevi hemen yerine getirmiş­
ti. Uzun zamandır birbirleriyle mücadele eden Rewalı kardeşler arasındaki mevcut
düşmanlıklar ve dostluklar, Amerikalı lara Ratu Qaraniqio'nun Ro Veidovi'yi seve
seve getireceği konusunda güven vermişti. Teğmen Reynolds'ın belirttiği üzere tek
sorun "kurbanın ölüsünün mü dirisinin mi getirileceğiydi" (Le: 2 1 Eylül 1 840). Ro
Veidovi o sıralarda, geçmişte Ro Cokanauto aynı ana-babadan kardeşi Tui Sawau'yu
onun evinde öldürmüş olmasına rağmen Ratu Cokanauto'nun tarafındandı ve Ratu
Qaraniqio'nun düşmanlarından biriydi. Amerikalı ların anladığı kadarıyla Ratu
Qaraniqio'nun Ro Veidovi 'yi teslim etmesi, zamanlaması gayet iyi yapılmış bir hamley­
di, zira "Veidovi her zaman onun rakibi" olmuştu; . ayrıca Ro Cokanauto'ya arka çıkan
tek kardeşiydi (Wi l kes 1 84 5 , 3: 1 29, 1 3 6). Bunun hemen sonrasında Ratu Qaraniqio,

kızartıcı kanıtlar toplamıştı. Ö rneğin Mr. Emmons, Magoon'un Ro Veidovi'yi başaktör olarak
gösteren ifadesine açıkça karşı çıkmıştı: "O dönem Rewa'da kralın erkek kardeşiyle yaşayan ve Fiji
dilini gayet iyi anlayan hi lesiz hurdasız, dürüst bir Wahoolunun IOahul açıksözlü ifadesine göre.
Rewa kralı Tu-in-drekete'nin planı kurduğu, Bendova'yı IRo Veidovil tasarılarını gerçekleştirmek
üzere seçtiği benim zihnimde gayet açıktır" (j: 2 1 Haziran 1 840). Olayın gerçekleştiği tarihe çok
yakın tarihlerde fmerald'dan George Cheever (Kaptan john Eagleston). Ro Kania'nın olaya dahil
olduğu konusunda aynı sonuca varmıştı (j: 1 4 Mayıs 1 834).
42 "Mani ilah adamlar" Manilla'nın dış kesimlerinde yaşayan lspanyolca konuşan, Malay ve Mestizolardı;
deniz hıyarı ticaretinin ilk dönemlerinde bazı gemi lerde mürettebat olarak işe alınmışlardı ama
Yankee tüccarlar arasında çok sert müşteriler olmakla ün kazanmışlardı. Manilla briki (iki direkli
yelkenli) Laurice'te l 825 'te çıkan ve subayların öldürü ldüğü bir ayaklanma, Manillalı adamlardan
birkaçının Fiji'ye önemli şefler arasına yerleşmesiyle sonuçlanmıştı. Bu anlatıda bahsi geçen
Manillalı adam ya da adamlar, özellikle de "Bartan", muhtemelen Lauri ce'ten sağ çıkanlar arasında
yer alıyordu (Clunie 1 984).
242 1 Tiıukydldea'ten Ôzür Dileyerek 1 Maröhall Sahlin6

Ro Veidovi'nin eşleri de dahil olmak üzere malına mülküne el koydu. Charles Picke­
ring, Ratu Qaraniqio hakkında "iyi görünümlü bir adam, ama yüz ifadesinde nereye
giderse gitsin her yerde çakal diye damgalanmasına neden olacak bir şey var, söylen­
diğine göre ona kardeşini yakalamaktan daha büyük bir iyi l i k yapamazmışız" demişti
(]: 1 5 Haziran 1 840).

Bu durumda, Ro Cokanauto, Ro Tabaiwalu'nun oğul ları baba bir kardeşler arasında,


Ro Kania ile Ratu Qaraniqio'nun iktidarına meydan okuyabilecek geriye kalan son
kardeşti. Dahası Ratu Tanoa'ya ve halkına va,ıu'ydu. Oysa rakip kardeşleri Bau'nun
eski soylu ailelerinden Nabaubau'ya, yani Ratu Tanoa'nın düşmanlarına va,ı u'ydu.
Ayrıca Ro Cokanauto'nun ihtirasları vard ı . Mr. Pickering'e, "ah evet ! . . . Kral olmak isti­
yoru m ! " demişti: "Şöyle bir yürüyüp şunun yapı lmasını, bunun yapılmasını emretmek
istiyorum" (]: 1 9 Mayıs 1 840). l 844-4 5 'te bu dileğinin yarısına kavuştu. Ratu Tanoa,
Bau tarafına geçmesi sonrasında onu Rewa'nın Nukui şehrine Roko Tui Dreketi yaptı;
fakat başkentte Ro Kania hala bu unvanla hüküm sürüyordu . 4 ı Ro Cokanauto 1 8 5 1 'de
dizanteri ve d e l i ri u m tremen<1 'ten' öldü; o tarih lerde Ro Kania da ölmüştü. Ratu Qa­
raniqio, Bau'yla savaşı tek başına sürdürüyordu.

SUİKASTİN TARİH ÖNCESİ

Ratu Raivalita i l e Ratu Cakobau arasındaki husumet kişisel bir husumetten ibaret
deği ldi. Daha doğrusu şahsi husumetleri, daha geniş çaplı siyasal durumun. Bau ile
Rewa arasında değişen il işkilerin güdümündeydi . i kisinin de bu iki krallıktaki va<1u
il işkileri nedeniyle söz konusu i l işkilerde kend ilerine özgü rol leri vard ı . Hikaye kı­
saca şöyledir: Ratu Tanoa'nın Vunivalu tahtından indirilmesiyle sonuçlanan l 8 3 2 -
37'deki darbe, Baulu i k i genç şefin siyasal konumlarını farklı açılardan güçlendirmiş­
ti. Rewa 'ya va<1u olan Ratu Raivalita bu darbeden yarar sağlamıştı, zira Ratu Tanoa
iktidarı geri alabilmek için Rewa 'nın desteğine kritik bir biçimde ihtiyaç duymuştu.
Ratu Raivalita'nın annesi, Rewa kralının kız kardeşi Adi Qereitoga'nın konumunu da
güçlend irmişti bu durum. Bu arada Bau'ya va<1u olan Ratu Cakobau adada kalmayı ve
Ratu Tanoa'yı tahttan indiren şeflere karşı bir isyan örgütlemeyi başarmıştı. Bu isyan
babasını de jure savaş kral ı statüsüne geri taşırken. onu da de bacto i ktidara getirmiş­
ti. Ratu Tanoa'nın Bau'ya geri dönüşüyle ilgili bu iki siyasal gelişme birbirini tamamlı-

43 Kaptan Sir Edward Belcher'ın Fiji'ye yaptığı bir ziyarette bildirdiği üzere, Ro Cakanauto l 840'ta
tahta çıkacağını doğru tahmin etmişti. Belcher, Rewa kral iyet ailesinden şöyle bahsediyordu: "Çok
zayıf akıllı bir adam olarak görülen ve kardeşlerinin hor gördüğü halihazırdaki kral IRo Kanial.
göreneklere göre ona yer vermek için öldürülen babasının yerine geçti. Ro Kania'nın ölümünün
kısa sürede diğer kardeşlerinden birinin tahta çıkmasına yol açacak olması olasılıkdışı değildir.
Aslına bakı lırsa Phill ips IRo Cokanautol onun huzurunda 'dört yıl içinde kral ben olacağım' demişti"
(Belcher 1 84 3 : 46; Cokanauto lngilizce mi konuşuyordu?).
Alkol bağımlısı olan kişi lerde alkol yoksunluğu dolayısıyla gelişen hastalık. -y.h.n.
BGST i Dü9ünce Diıiöi i 243

yordu, zira Rewalılar sürgününün son yıllarında ona kucak açmakla kalmamış, Bau'da­
ki isyancıların devrilmesini madden de desteklemişti. Ratu Tanoa'nın yeniden tahta
çıkmasını izleyen yıllarda Ratu Cakobau'nun siyasal önemi ciddi bir biçimde arttı ve
Bau'nun Fij i 'de yeniden yükselişe geçmesini sağlayan savaşlara girişti ; çünkü darbe
Bau'nun yükselişini baltalamıştı. Ne var ki l 840' 1 arın başlarında Bau'nun başarıları,
Rewa kraliyet ailesinde devam eden çatışmalar ve bütün bu gel işmeler iki krallığın
karşı karşıya gelmesine ve sonunda tam bir savaşa girmesine neden oldu. Bu savaşın
Ratu Raivalita'ya hiçbir yararı olmadı , çünkü giderek güçlenen ağabeyi Ratu Cakobau
Bau'ya va<1u'ydu. Bau ile Rewa arasındaki ilişkilerin giderek bozulması iki kardeşi de
birbirleriyle çatışma rotasına sokmuştu.

Bau ile Rewa arasındaki i l işkiler, Ratu Tanoa 'nın hükümran lığının başlarında daha
iyiydi. Ratu Tanoa'nın l 829'da Vunivalu unvanı alması Rewa ile i l işkileri iyileştirmiş­
ti, öyle ki bu durum Bau'daki düşmanlarını rahatsız etmiş ve 1 83 2 darbesinde de rol
oynamıştı. Ratu Tanoa Rewa'ya va<1 u 'ydu: Annesi Roko Lewasau eski bir Roko Tui
Dreketi 'nin kızıydı ve açık ki bu kişi de Ro Kania ve diğerlerinin hanesinden başka bir
ai lenin kızıydı. Bu bağ, Ratu Tanoa'nın 1 820 civarında Adi Qereitoga'yla evlenmesiyle
ve bundan sonrasında ona gösterdiği saygıyla güçlenmişti. Adi Qereitoga bir anlatıya
göre Kral Ro Kania'nın ana-baba bir kardeşiydi (Wallis 1 8 5 1 : 1 52), başka bir anlatıya
göreyse ana ayrı baba bir kız kardeşiydi (Eagleston UD, 1 : 3 80-8 1 ). Bu nedenle de
Rewa'da son derece yüksek mevkiye sahip bir kadındı: Kral ve kraliçeden sonra ikinci
sırada gelirdi. Warren Osborn'un anlattığına göre de "bu nedenle büyük saygı görür­
dü" Osborn onun 1 83 5 'te Rewa'da, kendisine ait büyük bir evde bir sürü hizmet­
çiyle birlikte "muhteşem bir biçimde" yaşadığına tanık olmuştu (}: 3 1 Ocak- 2 5 Şubat
1 83 5).44 O döneme ait belgelerde Adi Qereitoga'nın Bau'daki konumundan "Kraliçe"
"Başkraliçe" ya da Ratu Tanoa 'nın "başhanımı" "asıl hanımı" "gözde eşi" gibi sıfatlarla
bahsedi lir.45 Gelgelelim Adi Qereitoga teknik olarak ·:Başkraliçe" (Radini Levuka) deği l-

44 Adi Qereitoga, Ratu Tiinoa'nın Bau'dan sürgün edildiği dönemde Rewa'ya kaçmıştı. Osborn bu
tarihlerde onu ve Ratu Raivalita'yı Rewa'da görmüştü. Büyük olası lıkla Adi Qereitoga'nın Bau'da
kendi evi de vardı; burası 'Tarakaibau" (ya da 'Taranikaibau") denilen, aslında Ratu Tanoa'nın
annesi, yine Rewalı olan Roko Lewasau için yaptırılmış evdi; bazı ifadelere göre Ratu Raivalita'nın
da eviydi (TR/EB ITailevu, Baul. Aisea Komaitai'nin ifadesi; Toganivalu TkB: i, 5). Bazıları da Ratu
Raivalita'nın evinin "Naisogolaca" olduğunu söyler ki ben bunun daha olası olduğu inancındayım.
45 Adi Qereitoga'nın evlilik durumuyla ilgili farklı nitelendirmeler şu kaynaklarda bulunabilir:
Eagleston WD. 1 : 3 80-8 1 , 2: 123 Ocak 1 83 51; t:merald Seyir Defteri: 1 1 Mayıs 1 834); Osborn (/:
3 1 Ocak- 25 Şubat 1 83 5); Wallis ( 1 85 1 : 53); Williams ve Calvert ( 1 85 9 : 433); (WMMSIL, Hunt'tan
Lyth'e: 7 Ocak 1 843). Adi Qereitoga'nın ikinci unvan Radini Kaba'ya sahip olabileceğini düşün­
düren şey, sonradan Bau'da gözden düştükten sonraki yıl larda taşıdığı isimdir: genelde Koya na
malaöivo'nun kısaltması olarak kullanılan Koya na malo "emekli peştamallının karısı" anlamına
gelir ve "emekli peştamallı" i fadesi, unvan sahibi oldukları görevlerden ayrılan şefleri ifade eder.
Vunivalu'nun hanımı unvanlarının farklı mevkilerden kadınlar arasında paylaştırılması olasılığına
i l işkin olarak bkz. Hocart (Hf: 3 44).
244 1 llıulcydldea'ten Ô.zilr Dileyerek 1 Maröhall Sahlinö

di. Bu unvan Ratu Tiinoa'nın başka bir eşine, Cakaudrove kralının (Tui Cakau) kızların­
dan biri olan Adi Talatoka'ya aitti. Adi Talatoka daha evvel. Ratu Tiinoa'nın kendisin­
den önce hüküm süren erkek kardeşi Ratu Naulivou'yla evlenmişti .46 Gelgelelim Adi
Qereitoga'nın Bau'da kral eşlerine layık görülen unvanların ikincisine (Radini Kaba)
sahip olması mümkündü. Beyaz adamlara göre "doğanın güzel lütuflarından hiçbirini
göstermemesine" rağmen hiç kuşkusuz Ratu Tanoa ona büyük bir saygı gösteriyor ve
onu ayrıcalıklı bir muameleye tabi tutuyordu. Rewa, Ratu Tiinoa'nın gözde müttefiki
kaldığı sürece Adi Qereitoga da onun "gözde hanımı" olarak betimlenebilirdi.

Ratu Tanoa darbenin çok öncesinden beri Rewa'yla karşılıklı iyi niyet gösteri leri için­
deydi . Daha önce bel irttiğimiz gibi, Bau'da Ratu Tiinoa hakkındaki şikayetlerden biri
de buydu. Çok muhtemeldir ki William Cary'nin Mayıs 1 83 1 'de Rewa'daki bir ziyafet­
te eşl ik ettiği Baulular grubunda yer almış veya bu grubun başını çekmişti. Cary'nin
söylediğine göre, Rewalı lar ziyaretçilerine kestikleri bin domuzun yarısını vermiş ol­
salar bile bu ziyafet Fij i standartlarına göre büyük bir ziyafetti (Cary 1 972: 70). Ratu
Tiinoa 'nın ertesi yıl hanımının erkek kardeşi Rewa kralına verdiği çifte kano da büyük­
tü. Kaptan Eagleston bu kanonun muhtemelen Pasifi k Okyanusu'ndaki en büyük kano
olduğunu söylemişti: En geniş yerinde teknenin eni 32 metre, yel ken direği yaklaşık
1 9 metreydi; serenleri 2 5 . 5 metre, platformu da yaklaşık 7 metreydi ; bu kanoyu inşa
etmek birkaç yıl a l mıştı ve kano birkaç yüz kişi, "yerl i l erin söylediğine göre ise 700
kişi " taşıyabiliyordu (Eagleston UD, 1 : 3 92). Bu tür al ışverişlerin Bau'daki bazı hizip­
ler arasında yarattığı kızgınl ık, belki de Bau kaynaklarının Rewa'ya aktarılmasından
ziyade, Rewa'nın gerçekten nefret ettikleri şeyi , Ratu Tiinoa'nın yöneti mini destek­
lemesi nden kaynaklanıyordu. Ratu Tiinoa'nın, Baulu düşmanlarının yağmalamaya
can attığı deniz hıyarı ticareti gemi lerini koruma altına alması da bu hoşnutsuzluğu
ağırlaştırmıştı (Clunie 1 984; Eagleston UD. 1 : 3 8 3 , 3 87 , 4 3 8-40; Osborn j: 7 Temmuz
1 83 5).47 Savaşçı şefler Ratu Mara ve Seru Tanoa 'nın başını çektiği aynı Baulu unsur-

46 Ratu Naulivou zamanında Adi Talatoka unvan sahibi kraliçe, yani Radini Levuka degi ldi. Radini
Levuka unvanına sahip olan Adi Kawanawere'ydi, Ratu Naulivou'nun ölümü sonrasında boguldu
(Lyth RC: 26). Adi Talatoka'nın bu unvanı, Lau, Lakeba'daki Levuka halkının 1 83 3 civarında Ratu
Tanoa'yı Tui Levuka ilan etmesiyle birlikte almış olması muhtemeldir (Twyning 1 996: 88-96). Bau
Adası'nın, o zamanlar Lau'da yaşayan asıl "sahipleri" (i taukei) olan Levuka halkı, Ratu Tanoa'ya bu
unvanı Lakeba'yı ziyaret ettiği sırada vermişti. Ratu Tanoa o tarihlerde Cakaudrove'de yaşıyordu;
l 832'deki darbe sonrasında ilk buraya sıgınmıştı. Cakaudroveli eşinin Lakeba'daki törenlerde
Radini Levuka unvanını alması çok siyasal bir hamle olsa gerekti .
47 Baulular ve Viwalı ların saldırısına ugramak üzere olan, ama Ratu Tanoa'nın bu saldırıyı planlayanları
geri çekmesi üzerine paçayı kurtaran Hawaii'den getirilen iki uskuna hakkında Kaptan Eagleston
şöyle yazmıştı: "Kralın bu uskunaları koruması, onun ziyaretlerine gelen Beyazlarla dostlugunu
bir süredir hiç hoş karşılamayan önde gelen birçok şefin ona derinden içerlemesine yol açtı" (UD.
1 : 383). Bu olay darbeden on dört ay önce Temmuz 1 83 1 'de gerçekleşmişti. Ratu Tanoa, Glide
gemisinin kaptan ı Kaptan Archer'a, aynı Baulu ve Viwalı şeflerin (Ratu Mara ve Ratu Namosimalua)
gemisini ele geçirmek üzere bir komplo düzenleyecegi haberini de vermişti (a.g.e., 1 : 387).
BGST 1 Dü�ünce Diziöi 1 24 5

lar, Ratu Tanoa'nın Rewa şehirlerini basmalarına izin vermemesinden de rahatsız ol­
muştu. 48 Aslına bakılırsa bu husumet sırasında Ratu Tanoa, hanımı Adi Qereitoga'nın
erkek kardeşi olan Rewa kralına (muhtemelen silah da dahil olmak üzere) "savaş mal­
zemesi" temin ediyordu (Eagleston UD, 1 : 4 3 8). Adi Qereitoga bir keresinde Rewa'yı
ziyaret etmişti, üstelik tam o sırada Rewalılar öldürülmüş iki Baulunun cesetlerini fırı­
na vermeye hazırlanıyordu. Orada bulunan Kaptan Eagleston, Adi Qereitoga'nın gayet
iyi karşılandığını belirtmişti; bu nedenle Rewa'ya vaöu olan Ratu Tanoa'nın da savaş
olsun olmasın aynı şeki lde iyi karşılanacağı kanısındaydı (a.g. e . , 1 : 3 9 1 ).

Ratu Tanoa'nın Rewa'ya karşı tarafl ı bir tutum içinde olması ve Avrupa gemilerini ko­
ruması , Bau'da ona karşı husumeti beslediyse de l 8 3 2 'de onu tahttan indiren isyan,
Ratu Tanoa'nın Vuniva l u unvanını almasının çok öncesinde başlayan benzer nitelikte
daha eski çatışmalardan miras kalmıştı. Ratu Tanoa'nın mensup olduğu yönetici (ve
gaspçı) Tui Kaba klanındaki selefi de onun gibi eski Bau soylularına (Nabaubau, Dewa­
la ve Roko Tui Bau), onların büyük savaş müttefikleri Vusaradave'ye ve Bau içi ndeki
ve dışındaki başka yandaşlarına karşı savaşmıştı. Ama en fazla öne çıkan isyancı, yani
Ratu Mara bu yerli aristokrasinin önde gelen isimlerinden biriydi ve üstüne bir de Vu­
saradave savaşçı larına vaöu'ydu.49 Yüzbaşı Eagleston onu " kartal gözlü, hoş yapı l ı ve
ulvi hislere sahip" çok uzun boylu bir adam, "müthiş bir savaşçı" olarak tanımlamıştı,
fakat diğer yandan "büyük bir hayduttu, ne Beyazların ne de Kral [Ratu Tanoa'nın]
veya gözdelerinin dostuydu" (UD, 1 : 3 86). Ratu Mara ile l 8 3 2 'deki darbeden kısa bir
süre sonra karşılaşan Yüzbaşı Eagleston onun "eski kralla [Ratu Tanoa] ilgi l i ifadelerini
çok keskin bulmuş ve onunla bir ziyafet çekmekten çok büyük bir memnuniyet duya­
cağı" kanısına varmıştı (UD. I: 4 3 7). Vusaradaveli savaşçıların (bati) başı (yani Yüzbaşı
Eagleston'un tahminlerine göre " fiji kuvvetlerinin başkomutanı") olan Seru Tanoa ile
Viwa Adası'nın l ideri Ratu Namosimalua da 1 83 2 isyanında öneml i rol oynamış diğer
iki isimdi. Amerikalı tüccarlar onları büyük ölçüde �atu Mara'ya benzer şekilde tanım-

- -- - - ---- - - -------- -- - ---- - - - - - - - - - - · -- · - - ·-- ----

48 Söylenenlere göre. yüzden fazla kişinin ölümüyle sonuçlanan böyle bir saldırı. l 832'de Kaptan
Eagleston'un gemisi Cmerald'ı ele geçirmeye yönelik karmaşık bir planın sonucunda gerçekleşmişti
(Clunie 1 984: 66-67; Eagleston UD. 1 : 296-97). Komplocular arasında isyancı Ratu Mara; Battan
adında, uzun zamandır Rewa kralı Ro Kania'ya hizmet eden Manillalı bir adam ve (adları belirtilme­
miş) birkaç Rewa şefi yer alıyordu. insan kralın da komplocular arasında yer aldığı kuşkusuna kapı­
l ıyor (karşılaştın Cheever ]: 1 4, 1 5 ve 2 1 Mayıs 1 834). Komplo, önce Rewa kralının baba bir kardeşi
genç Rewa şefi Ro Cokanauto. sonra aralarında muhtemelen Ratu Tıinoa adına hareket eden David
Whippy'nin de yer aldığı bazı Beyazlar tarafından Kaptan Eagleston'a açıklanınca başarısızlığa uğ­
radı. Rewalıları plana ihanet etmekle suçlayan Ratu Mara. bir Rewa şehrine yukarıda bahsedilen
saldırıyı düzenledi ve eşine pek rastlanmadık bir katliam yaptı.
49 Warren Osborn (}: 7 Temmuz 1 837) Ratu Mara'yı Vusaradave'nin mensuplarından biri olarak
tanımlar; ama Bau şecerelerinde Ratu Mara. atalarıyla ilgili farklı hikayelere rağmen. önceden
Vunivalu unvanına sahip birinin soyundan gelen biri olarak anılır hep; ayrıca şecerelerde Ratu
Mara'nın annesinin de Vusaradaveli bir kadın olduğu belirtilir. Ö rneğin bkz. NLC/TR'deki (Tailevu
Kuzey IBauD " Dewala Şeceresi" ya da Evans Koleksiyonu'ndaki Bau Şeceresi (MS).
24 6 1 llıukydldea'ten Ôzür Dileyerek 1 Maröhall Sahlin6

lamışlardı; şu farkla ki, Seru Tanoa aşırı derecede kava içiyordu ve Papalagi'ye karşı
misafirperver bir tutum gösteriyordu. Öbürüyse ne yabancıların ne Ratu Tanoa'nın
dostu olan (a.g. e . , 1 : 3 8 5-87; Osborn j: vd.) "hain bir iblisti" Ayrıca Seru Tanoa "şahin
gözlü"yken Ratu Mara "kartal gözlü"ydü. Burada bir parantez açalım; yaptığımız bir­
çok alıntının düşündürdüğü üzere burada dikkatli olmamız, Fergus Clunie'nin Kaptan
john H. Eagleston'u "Bau'nun siyasal ayak oyunlarını o zamandan beri dışarıdan gelen
herhangi biri kadar iyi bilen, gösterişli keskin bir gözlemci" olarak tanımlamasını des­
teklemem iz gerekir ( 1 984: 58).

Kaptan Eagleston'un kendi döneminde tanık olduğu " Bau usulü komplolar" dan birkaç
yıl önce 1 83 2 darbesinin kostümlü bir provası yaşanmış, yirmi -otuz yıl önce de tam
bir iç savaş olmuştu. Her iki olayda da yine aynı çatışan kuvvetler aynı şeki lde hiza­
lanmıştı. l 8 2 5 'te Ratu Tanoa'nın ağabeyi, tahttaki savaş kralı Ratu Naulivou, Bau'daki
güç dengesinde beklenmedik bir değişiklik nedeniyle bir isyan tehdidiyle karşı karşıya
ka lmıştı. Güç dengesindeki söz konusu değişiklik, iki direkli İspanyol gem isi La u rice'te,
gem inin Manillalı erkeklerden oluşan mürettebatı tarafından çıkarı lan bir isyan sonu­
cu yaşanmıştı. Laurice Bau'da karaya yanaştığında geminin cephaneliği Vusaradave
savaş şefinin eline, şu bizim Seru Tanoa 'nın eline geçmişti . (Laurice 'in direklerinin
daha sonra Bau'nun başlıca tapınağının, kutsal kralın yaşadığı Navatanitawake'nin sü­
tunları olarak kul lanılmış olması ve gem inin çıpasının bugüne kadar tapınak platfor­
munun önüne yerleştirilmiş halde kalması da düşündürücüdür ve Roko Tui Bau'nun
işbirlikçiliğini akla getirir.) Clay gemisinden tüccar William Driver, Laurice 'in kumsala
çeki lmesi sonrasında yaşananları Bau' da duyduğu kadarıyla aktarır (}: 6 Ekim 1 827).
İ syancılar arasında kavgalar kopmuş ve ölenler olmuştur. Şefler de "galeyana gelmiş"
sonunda Kral Ratu Naul ivou "başının derde girdiğini anlayınca, kasabanın yakı lmasını
emretmek zorunda kalmış ve böylece bütün ayrı lık tohumları, gemiden al ınan malze­
meler, silahlar ve cephanelerin yakı lmasıyla birlikte ortadan kaldırılmıştır"

Kral ağabeyi Ratu Naul ivou ile "yamyamlık özel liği" nedeniyle anlaşmazlıklar yaşamış
olan (tipik şeki lde) zalim kardeşi Ratu Tanoa arasındaki çekişmeci ilişkiler bu yangın
nedeniyle daha da kötüleşti (Driver }: 6 Ekim 1 827). Ratu Tanoa yüzlerce Bauluy­
la birlikte Lau'ya gitti . Kaptan Driver'a göre, nüfusun dörtte birini yanında götüren
Ratu Tanoa asla geri dönmemeye yemin etmişti . Driver bu satırları yazdığı sıralarda
Ratu Tanoa hala geri dönmemişti, ama l 829'da geri döndü ve Vunivalu olarak Ratu
Naulivou 'nun yerine geçti. Ratu Tanoa, Ratu Naulivou'yu tahtından indirmek için Vu­
saradave ve Roko Tui Bau halkıyla el ele verip bir komplo kurmuş muydu, bilinmi­
yor. Aynı kişiler birkaç yıl sonra Ratu Tanoa 'nın tahttan indirilmesinde rol oynayacak
olsalar da onun ağabeyine karşı aynı kişilerle ittifak kurması Bau siyasetinin " kara
sanatı"nın ufku içindeyd i . Büyük ölçüde Ratu Raivalita'nın Ratu Cakobau'ya karşı mü-
BGST 1 Dü9ünce Dizi6i 1 247

cadelesinde eski Bau soylularını yanına almasına benzer bir işti bu. Benzer bir gel iş­
meyi, 1 83 2 darbesinde Ratu Tanoa'nın baba bir bazı kardeşlerinin, Tui Kaba savaş
krallarının aynı köklü düşmanlarıyla birlikte Ratu Tanoa'yla işbirliği içinde harekete
geçmesinde de görürüz. Bau'da isyanların yapısı neredeyse bir formüle dayanıyordu:
iktidardaki Vunivalu'nun baba bir kardeşi ile eskiden beri iktidarlarının gaspedilmesi­
nin acısını, eski görkemlerini yeniden kazanma umuduyla yatıştıran yerli soylu klan­
lar arasında bir uyumun sağlanmasından geçiyordu isyanın yolu .

Ratu Tanoa 1 820'lerde Ratu Naul ivou'nun Baulu düşmanlarıyla elbirl iği edip bir
komplo kurmuş olsun veya olmasın, ilk başta, yirmi-otuz yıl önce aynı yerli aristok­
rasiyi (Nabaubau, Roko Tui Bau ve Vusaradave halkını) hedef alan kıyımlarıyla kral
ağabeyini rahatsız eden ürkütücü bir nam salmıştı. 1 9. yüzyıl başları civarında bu in­
sanlar, Tui Kaba yöneticilerini ülke dışına sürerek Bau Krallığı'nın kontrolünü geri al­
maya çalışmıştı. Gelgelelim komploları açığa çıkmış isyancılar Bau'dan kaçmış ve Ratu
Tanoa da onların peşine düşmüştü. Rivayete bakı lırsa Ratu Tanoa onları Kuzeydoğu
Fiji 'deki Vanuabalavu 'da yakalamış ve birçoğunu öldürmüştü; öldürdükleri arasında
dönemin kutsal kra l ı (Roko Tui Bau) da vardı. Bu nedenle de savaşçı adı Viwwaqa'yı
almıştı. Bu isim "kano yakan" anlamına geliyordu ama muhtemelen mecazi olarak
çok sayıda kati lin unvanlarının bir bileşimi gibiydi; (viw + waqa), "aşırı katil " gibi bir
şey.

O halde hasımlar dikkate alınırsa, 1 83 2 isyanı başladığında kökeni aslında yirmi­


otuz yıl kadar önceye uzanıyordu. 50 Temelde Bau şefleri arasındaki ilişkilerde uzun
zamandır dibe çökmüş husumetlerin bir patlamasıydı. Bu karşıtl ıklar atalara kadar
uzanıyor, eski yöneticilerle türedi savaş krallarını karşı karşıya getiriyordu, dolayısıy­
la kadim kavgaların ortaya çıkması için uzun zamandır gömü l ü kalmışlar veya unutul­
muşlar gibi mezarların kazılmasına gerek yoktu. Modern etnografların bild iği üzere,
Fiji 'de tarihsel ilişkilerin yeniden üretilmesi başka yollarla işler. Eski kavgalarda veya
gaspetmelerde al ınan yaralar gündelik etkileşimde veya gündelik etki leşi min yoklu­
ğuyla canlı tutulur: gün içinde kim kimi ziyaret ediyor, kim kiminle gayriresmi or­
tamlarda kava içiyor, hangi haneler düzen li olarak yiyecek alıp veriyor, hangilerinin
böyle bir il işkisi yok . . . gibi . örneğin, hanelerden biri diğerinin kutladığı, hayatın dönüm
noktalarını konu alan törenlere katılmaz. Sonra kamusal ritüellerde, özellikle de kava

50 l 832'deki isyana ilişkin daha iyi ve kapsamlı anlatılar arasında Muhterem Cross'un "A Short Ac­
count of the Lale War at Bow, Feejee" başlıklı anlatısı (Cxt: Eylül 1 83 8) ve Waterhouse ( 1 866:
56-66) ile Anonim Na Mata'nın ( 1 89 1 121 ve 1 3 1) anlatıları da yer alır. Warren Osborn (j) ve Kaptan
Eagleston'un (UD) bu dönemde sahadaki gözlemleri de büyük önem taşır; tartışmamız sırasında
bunlara da değinilecek.
248 1 llıukydldea'ten Ôzür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

çemberlerinde eski aristokrasinin türedi soylular karşısındaki üstünlüğü ya tanınır


ya da görmezden gelinir; böylece eski kavgalar her halükarda yeniden gündeme
getirilir. Dolayısıyla l 8 3 2 'de Ratu Tanoa'yı deviren şeflerin l 8 4 5 'te ondan ve Ratu
Cakobau'dan kurtulmak için yine komplo kuruyor olmaları hiç de şaşırtıcı deği ldir.

Ratu Tanoa'nın baba bir bazı kardeşlerinin ona karşı l 8 3 2 'deki darbeye katıldığı­
nı, bunlardan biri olan Ratu Ramudra'nın Bau Vunivalu 'su olarak onun yerine geç­
tiğini öğrendiğimizde de şaşırmayız. Ratu Ramudra, Bau'ya tabi adalardan biri olan
Nairai'nin va,m'suydu; lideri yerl i Bau hanedanından (Nabaubau'dan daha önceki bir
savaş kral ları hanedanından) gelmiş olsa da Nairai 1 9. yüzyı lda fazla bir özelliği ol­
mayan bir yerd i . s ı Ratu Ramudra yine de göstermel ik bir kraldı, isyanlarının sebebi
olmaktan ziyade onu Vunivalu yapan güçlü şeflerin kuklası olması daha uygun dür
şüyordu. Kişisel nitel ikleri itibarıyla gerçekten de Bau çifte krall ığındaki faal kralın
tam tersiydi; elli-altmış ki lo fazlayla. Kaptan Eagleston yüz kilodan daha şişman olan
bu adamı "yağl ı bir canavar" diye tanıml ıyordu. Ratu Ramudra o kadar şişmandı ki
yardım olmaksızın hareket edemiyordu (UD: 1: 43 7). Ara l ı k l 83 2 'de Ratu Ramudra
Peru gemisini ziyaret ettiğinde, kaptan onu güverteye çekmek için geminin palanga
takımının kullanıl masını önerdi, ama "bu düzenlemeyi beğenmeyen kral adamlarının
ona yardım etmesine karar verdi ve altı kişinin bu işi başarması biraz zaman aldı"
(a.g.e.).

Ratu Ramudra 'nın hareketsiz, kısa, bunun dışında hiçbir dikkat çekici özel liği olma­
yan hükümranl ığı ona Fiji söylencelerinde kalıcıl ığı olan "Uzanan Kral" (Na Vun i valu
Davodavo) lakabını kazandırdı. O kadar tehlikesizdi ki Ratu Tanoa iktidarı geri aldık­
tan sonra, birkaç Bau şefinin uğradığı akıbetten onu esirgeyerek karaciğerini çiğ çiğ
yemek yerine onu a ffetti . Ama bu obez isyancı kral hiçbir işe yaramamışsa da Ratu
Cakobau ile Ratu Raivalita'nın bahtı açı lmış, Ratu Tanoa'nın yeniden iktidara gelmesi­
ni sağlayan ayak oyunları sayesinde. ayrıca ciddi bazı nedenlerle karşı karşıya gelmiş­
lerdi. Ratu Raiva lita, Ratu Tanoa 'nın Rewa'yla arasındaki etki li bağlantı olan annesi
Adi Qereitoga'nın stratejik konumundan yararlanmıştı. Bu esnada Ratu Cakobau ise
Bau'da isyan örgütlemekle meşgu ldü.

Ratu Cakobau, Ratu Tanoa 'nın sürgünde olduğu beş yıl boyunca Bau'da kaldı; baba­
sının davasına bağl ı l ığı dikkate alınırsa biraz esrarengiz bir olaydır bu. Bau söylence­
lerine göre Ratu Cakobau hayatta kalmasını talihe, bir de toy genç numarası yaparak

51 Bu Dewala ya da Rokodurucoko denilen daha büyük soydur. Nairai söylencelerine göre bu soy­
dan gelen bir adam Nairai halkı tarafından şefleri yapılmak üzere (kere turaga) Bau'dan istenmişti
(NLC/TR (Lomaiviti (Nairai)(. Bu seçkin köken, Ratu Tanoa'nın babası Ratu Banuve'nin neden Nai­
rai va6u'su olarak tanındığını ve Ratu Tanoa'nın neden Nairaili bir kadını gerçek eşleri arasında
saydığını. ayrıca Ratu Ramudra ile kardeşi Ratu Caucau'nun neden 1 83 2'deki isyancılar arasında
yer aldığını da açıklar.
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 249

gizlice çevirdiği entrikalarını hasıraltı etmesine borçluydu (Anonim Na Mata 1 89 1


[2]: 1 4- 1 5). Ama iş bu kadarla kalmıyordu. Darbeni n başlangıcında isyancı katil lerin
elinden şans eseri kaçmasının hikayesi, bir kez daha gerçek hayat m i ti biçiminde,
onu koruyan yapısal ilişkileri gözler önüne serer. Rivayete göre, isyancılar (isyan baş­
ladığında Koro Adası'nda bulunan) Ratu Tanoa'nın peşine düşmeden önce oğullarının
ikisini, Ratu Tubuanakoro ile Ratu Cakobau'yu ortadan kaldırmaya karar vermişlerdi.
Gau Adası'nda Sawaieke vaöu'su olan Ratu Tubuanakoro, Dumont D'urvi lle'in ifade­
sinden bildiğimiz üzere çok yetenekl i biriydi (bkz. yukarıda Birinci Bölüm). Avrupa­
lılara ait bu gibi raporlara bakı l ı rsa, Ratu Tubuanakoro ile Ratu Cakobau (ya da o
zamanlar bilinen adıyla Ratu Seru) Ratu Tanoa 'nın oğul larının en önde gelenleri, en
başarılılarıydı (Ratu Raivalita l 8 3 2 'de henüz on yaşlarında bir çocuktu). Kardeşle­
ri öldürmeye niyetli olan isyancılar, onları bir toplantı düzenledikleri "Naduruvesi"
diye bir eve veya başka bir hikayeye göre eve bitişik bir kano bağlama yerine ça­
ğırdılar (bkz. Şekil 3 . 1 ). Ama Bau'daki büyük tapınağın (Navatanitawake), yani Roko
Tui Bau'nun uğrak yerinin önünden geçerken kutsal kral, Ratu Cakobau'yu kavasını
hazırlaması için içeri çağırd ı . Genç şef ona itaat etti, ağabeyi ise randevu yerine doğru
yoluna devam etti. Bau söylencelerine göre, Ratu Cakobau tapınağın kapısından ağa­
beyi nin sopalarla dövüldüğünü gördü ve onun yanına gitmek için davrandı , ama Roko
Tui Bau onu durdurdu ve kava sunmaya devam etmesini istedi . Çağdaş başka bir an­
latıya göreyse, Ratu Tubuanakoro Bau'da öldürülmemişti. Üstelik Kaptan Eagleston'a
göre sonunu getiren şey isyancı ları açıkça hor görmesi olmuştu:

Şefler ve önde gelen adamlar ilerde nasıl hareket edeceklerini belirlemek üze­
re bir toplantı yaptılar. Toplantıda hararetl i bir tartışma koptu, Kral'ın oğlu
Tooboonoocooroo [Ratu Tubuanakoro] yaşarsa babasının yaptığı hataların in­
tikamını alacağın ı açıkladı; bu sözlerle kaderini mühürledi, ihanete uğradı ve
bir kanoda sopalarla dövüldü. ilk darbeyi al.dığında hemen ayağa fırladı , kati li­
nin suratına tükürdü ve ona kadın dedi. Bir darbe daha inecekti, şeflerden biri
darbeyi indirecek kişiyi durdurup "onu bir domuzmuş gibi öldürme, bir şef gibi
öldür" dedi ve bunun üzerine boğuldu (Eagleston UD, 1: 440).

Ratu Cakobau'nun kutsal kava ikram ederken yakayı kurtardığı hikayesi, bu hikayeyi
aktaran kaynaklar itibarıyla inandırıcı lıktan uzak görünse de yapısal olarak aydınla­
tıcıdır. inandırıcı deği ldir, çünkü Ratu Cakobau'nun niçin daha sonra, tapınakta Roko
Tui Bau'ya hizmet etmediği bir sırada öldürülmediğine i l işkin bir şey söylemez. Ay­
dınlatıcıdır, çünkü Ratu Cakobau'nun Roko Tui Bau'yla ilişkisi korunmasını sağlamış
olmalıdır. Unutmayalım, Ratu Cakobau, Bau'nun yerli vaöu'suydu, çünkü annesi Roko
Tui Bau unvanıyla yakından i lişki l i olan eski soyluların, yani Nabaubau halkının kı­
zıydı. Dolayısıyla Ratu Cakobau, isyanın önde gelen isimlerinin kız kardeşinin kutsal
2 50 1 1Jıukydlcte6'ten Ô.zür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

bir oğluydu. Nasıl ki bir vaöu annesinin ü l kesinde, o ü l ke kendi ülkesiyle savaş ha­
lindeyken dokunulmazlığa sahip oluyorsa, bu yerl i vaöu da babasına karşı düzenle­
nen ve annesinin halkının önemli bir rol üstlendiği bir isyandan sağ çıkabilirdi. (Ratu
Cakobau'nun sonraki tarihlerde karısı unvanına sahip Adi Samanunu'nun Roko Tui
Bau'nun kızı olmasının da konuyla bir i lgisi olabilir, fakat 1 83 2 - 3 7 döneminde evli
olup olmadıklarını bilmiyoruz.) Fijili tarihçi Setariki Koto, "öyle görünüyor ki Ratu Ca­
kobau, Roko Tui Bau ve Nabaubaulu dayıları tarafından korundu" diyordu (MS, Bau
bölümü).

Aynı tarihlerde, Ratu Cakobau'nun kaygısız genç rolünü oynayarak izlediği siyasetin
şüphe uyandırmasını bertaraf ettiği söylencesi de biraz abartı lmış olabi lir. "Cakobau
kaygısızmışçasına ortalı kta dolanır I Saman altından ne sular yürütür" der tarihsel
şarkıda (Waterhouse 1 866: 64, 3 3 2). Ne var ki bu tipleme Kaptan Eagleston'un darbe­
den birkaç ay önce, Bau soylularının "en önde gelenlerini" tartışırken betimlediği Ratu
Cakobau'nun davran ışlarına pek uygun düşmez. Gayet bilgi li Salemli tüccarın verdiği
dokuz soylu isim arasında Ratu Cakobau, Ratu Seru adıyla beşinci sırada yer al ıyor­
du. Tüccar ondan şöyle bahsetmişti : "Kral'ın oğlu Saroo, uzun boylu, soylu görünüm­
lü bir adamdır, çok gözlemci ve çok sorgulayıcıdır ama gururludur; hanedana özgü
yüksek ulvi hislere sahiptir" (Eagleston UD, 1 : 3 8 5-86). 52 Söylenceler, darbe sırasında
Ratu Cakobau'nun şüphelerden tümüyle azade olduğunu da i leri sürmez (Anonim Na
M a ta 'dan, 1 89 1 [2]; Koto MS). Ama açıktır ki gaspçılarla d ışarıdan işbirl iği yaparak
tehlikeyi başından savuşturmuştu. isyancı Ratu Mara'yla seyahate çıkmıştı (Osborn
}: 2 Ağustos 1 83 4). Karısı gaspçının, Uzanan Vunivalu'nun evinde doğum yapm ış,
loğusa dönemini orada geçirmişti (a.g.e., 29 Mayıs- 1 Haziran 1 83 4). Ratu Cakobau
Bau şeflerinin, Ratu Tanoa'nın en büyük müttefi ki Rewa'ya karşı giriştiği en az birkaç
saldırıda çarpışmıştı (a .g.e. , 26 Mayıs, 3 Haziran 1 83 4). Ne var ki bütün bu süre zar­
fında gizliden gizliye Viti Levu anakarasındaki bazı sadık şeflerle ve bel irleyici hamle
olarak da Bau'daki Lasakau bal ı kçı-savaşçılarla babası adına anlaşmıştı. Söylenenlere
bakı lırsa Lasakau halkına yiyecek, balina dişleri ve bir sürü vaatle gitmişti . 'Tehlikeli
adamlar" diye nam salmış kalabalık ve korku lan bir grup olan Lasakau, Bau'da kendi
bölgelerini veya Bau'nun koro'sunu işgal etmiş ve Mart 1 83 7 başlarında isyancılara
meydan okuma girişimi nde bulunarak burayı kazıklarla tahkim etmeye koyulmuştu.
Bir anlatıya göre, Lasakau halkı hasımlarıyla misket tüfeği kullanmama konusunda
anlaşmaya varmıştı; her durumda yangın çıkaran mızraklar ve okların en etkili silah
olduğu bir savaş başladı . Rüzgarın körüklediği yangının isyancıların şehrine yayılması
ve isyancıların canlarını kurtarmak için Viti Levu sahi l lerine koşması zaferi beraberin-

52 Kaptan Eagleston'un listesinde Ratu Cakobau'dan sonra. akıbeti kötü olan Ratu Tubuanakoro gelir;
ondan önceki iki isimse 1 83 2 darbesinin iki l ideri. şahin gözlü Seru Tanoa ile kartal gözlü Ratu
Mara'dır.
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 25 1

d e getirdi. Bazıları sığınacak bir yer bulmaya çalışırken ölüp gitti. Bazılarıysa hayatta
kaldı ama daha sonra klanları tarafından Ratu Tanoa'nın talep ettiği uzlaşma bedeli
olarak kurban edildi.

Ratu Cakobau, Ratu Tanoa'nın tahta yeniden çıkarılmasında büyük rol sahibi bir isim
olarak görülüyordu, dolayısıyla büyük i tibar kazanmıştı. Bu olaydan Ratu Tanoa 'nın
oğul ları arasında açıkça en güçlüsü ve Bau Vunivalu'sunun bariz halefi olarak çıktı
(krş. Cargi l l }: 6 Mayıs 1 83 9). Karşı darbede aldığı rol nedeniyle ona " Bau savaşları" ya
da "Bau kötüdür" anlamına gelen Ca kobau ismi verildi. 53 Ne var ki oynadığı rol, Bau
söylencelerinde. veya tarihsel şarkı larında anlatıld ığı gibi hiç de öyle tek yönlü deği l­
di. Rewa kralı ve halkının da bu olayda bir o kadar payı vardı. Bu da Ratu Tanoa'nın
Rewalı hanımı Adi Qereitoga ile oğu l ları Rewa vaw'su olan Ratu Raivalita'nın siyasal
konumlarının bu olaylar nedeniyle ciddi biçimde güçlendiği anlamına gelir.

Ratu Tanoa'nın sürgünde olduğu dönem boyunca onunla Rewa arasındaki il işkiyi Adi
Qereitoga sağlamıştı. Bu nedenle Avrupalılar onu bu dönemde Ratu Tanoa'nın "gözde
hanımı" " Başkraliçe" vs. diye tanımlam ıştır. Ama sürgünün i l k iki yılında Ratu Tanoa
i l e Rewa arasındaki i l işki uzaktand ı . Ratu Tanoa i l k başta Cakaudrove'ye sığınmıştı
ve hiç kuşkusuz burada, yasal olarak başlıca eşi olan Adi Talatoka'nın Cakaudrove
yönetici hanesinin kızı olması nedeniyle korunmuştu . 54 Böyle bile olsa Cakaudrove'de
geçirdiği yıllarda Rewa'da bulunan Adi Qereitoga ile sevgi dolu bir i lişkisi olmuştu.
Adi Qereitoga, başlangıçta Ratu Tanoa 'nın diğer eşleriyle aynı kaderi paylaşmış ve
Ratu Tanoa krall ığıyla birlikte isyancı yönetici Ratu Ramudra'nın eline geçmişti; fakat
daha sonra bu durumdan kurtulmuştu (Eagleston UD, 2: 1 1 ; Eagleston, fmerald 'ın
seyir defteri: 1 1 Mayıs 1 83 4). 1 83 5 başında, hatta belki daha önce Rewa'da oğlu Ratu
Raivalita ile birlikte yaşıyordu (Osborn }: 3 1 Ocak- 2 5 Şubat 1 83 5). Fij i l i aracı lar sa­
yesinde Ratu Tanoa'yla i letişimini ne derece korumuştu, bilmiyoruz, fakat Avrupalı
tüccarların günl üklerinde bazı Papalagi'den bu amaçla yararlanıldığı görülür. Kaptan
Eagleston Şubat l 8 3 5 'te Cakaudrove'nin başkenti Somosomo'dayken, eski dostu Ratu
Tanoa ona Rewa'daki "Kraliçe"sine teslim edi lmek üzere iki büyük balya tapa bezi
emanet etmişti (fmera l d seyir defteri: 23 Şubat 1 83 5). Bundan bir ay önce War­
ren Osborn, Rewa'da Adi Qereitoga ile tanışması sonrasında onun "Yaşlı Keş"e (Ratu
Tanoa) saygıyla mukabele etmesinden dolaylı bir biçimde bahsetmişti. " Bowe'nin
[Baul eski Kral içesi, Yaşlı Keş'in başeşi Kaptan Eagleston'u özel dostu olarak görüyor
ve kocasına lütfettiği yardımdan ötürü ona birçok hediye ve erzak getiriyor, aramız-

53 Ne var ki Cakobau ismi bu olay üzerine uydurulmuş degi ldi; Kaptan Eagleston daha önce aynı adı
taşıyan başka bir Baulu tanımıştı.
54 Söylenenlere göre Ratu Tanoa'nın darbeden kaçıp Koro Adası'nı terk ederken ilk amacı Rewa'ya
ulaşmaktı. ama ters rüzgarlar onu Cakaudrove'ye gitmek zorunda bırakmıştı (Anonim Na Mata
1 89 1 121: 1 4).
252 1 Thukydldea'tm Ôıür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

dan biri onu ziyaret ettiğinde çok büyük bir misafirperverli k gösteriyor" diye yazmış­
tı (]: 3 1 Ocak- 2 5 Şubat 1 83 5). (Bu sözler, Kaptan Eagleston'un darbe öncesi nde Adi
Qereitoga'yı anlattığı satırlardan biraz farklıdır: "Büyük bir dilenci, ama küçük bir he­
diye ziyaret için onu memnun etmeye yetiyor" [ UD, 1 : 3 80-8 1 1.)

1 83 5 sonuna doğru, Ratu Tanoa Rewa'da Adi Qereitoga'nın yanına geldi; hanımının
kral olan ağabeyi onu korumakla kalmamış, Bau'da yeniden iktidara gelmesi için faal
olarak seferber olmuştu. Muhterem Waterhouse'un betimlediği üzere: "Rewa sahip
olduğu bütün adamlar ve araçlarla Tanoa'yı, yani vaöu'sunu destekliyordu. Birkaç
önemli şehir Bau kralı için Rewa orduları tarafından işgal edildi" ( 1 866: 62; krş.
Wilkes 1 84 5 , 3: 64-65). Waterhouse, Ratu Cakobau'nun da bu askeri stratejinin ta­
raflarından biri olduğunu bel irtir. Ne var ki işgal edilen Kaba şehrine ne yapılacağı
konusunda Roko Tui Dreketi ile görüş ayrı l ığı yaşadığında, Roko Tui Dreketi onun
bütün şehir halkını ortadan kaldırma isteğine kulak asmamıştı .55 Ratu Tanoa'nın ye­
niden iktidara getiril mesine dışarıdan veri len, can alıcı bir destek olduğu yönünde
de bazı işaretler vardır. Ovalau'da sahi l taramakla ve ticaretle uğraşıp oradaki kü­
çük bir yerleşimde yaşayan ve Baulu gaspçı larla kendi meseleleri neden iyle kavgal ı
o l a n bazı Avrupal ı lar, söylentilere göre, "gece vakti onlardan yardım isteyen [Ratu]
Seru'ya özel olarak büyük miktarda cephane temin etmişlerdi" (a.g.e., 63). Bu haberi
doğrulamak zordur. Ama Ratu Cakobau'nun, Ratu Tanoa 'nın tarafına geçsinler diye
Lasakaulu savaşçılara maddi teşvikler sunduğunu Rewa kaynaklarından doğrulamak
hiç de zor değildir. Asl ına bakı lırsa Muhterem Cross'un " Feejee, Bow'da geç dönemde
yaşanan savaşa il işkin kısa anlatısı" (Ext: 1 Ocak 1 83 9), Ratu Cakobau'nun meseleye
dahil olmasına değinmeksizin, Roko Tui Dreketi'nin entrikalarına yapı lan karşı dar­
benin bütün sorumluluğunu Lasakau halkına atfeder. Cross bu bilgiyi Eylül l 83 8'de
din değiştirmiş bir Rewalıdan almıştı; bu kişi "sık sık Rewa kralının habercisi olarak
kullanıldığı için savaş ( l 8 3 7 'deki Lasakau isyanı) sırasındaki gelişmeleri başka herkes­
ten daha iyi bilme imkanına sahipti" 56 Haberci, Cross'a şunları söylemişti: "Rewa kral ı
onlara (Lasakau bal ı kçı-savaşçılarına), Tanoa'nın düşmanlarının darmadağın edilme­
sine veya ortadan kaldırılmasına katkıda bulunurlarsa, onlar için birkaç kano yaptı­
racağı sözü vermişti. Lasakau balıkçı-savaşçıları bu öneriyi kabul etti ler ve kendilerini
Bow'un diğer kısmından ayırmak için bir çit örmeye ve hendek kazmaya başladı lar"
(a.g.e.). Hatta Ratu Cakobau el altından Lasakau halkına bal ina dişi, gelecekte iktidar

55 Vunivalu halkının, yani Tui Kaba klanının yurdu olan Kaba'nın isyancılarla i lişkisi Ratu Tiinoa'nın
grubunu özellikle çileden çıkarmış olsa gerekti . Kaba'yı, Kleon'un benzer bir örnek olan Mytilene
için savunduğu akıbete layık görüyorlardı: "Onları hak ettikleri gibi cezalandırın ve isyanın cezasının
ölüm olduğu müttefiklerinize ibret olsun" (Thuk. 3.40. 7).
56 Bu betimlemeye göre söz konusu "haberci", Bau Elçisi (Mata ki Bau) olarak tesis edilmiş grup olsa
gerektir, yani Rewa'daki Navolau halkına mensuptur.
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 2 53

ve ayrıcalık vaatlerinde bulunurken, Rewa kralı bu deniz savaşçılarını olağanüstü bir


kano filosuyla donatmıştı. Rewa kralının emriyle Kadavulu, işinin ustası marangozlara
yaptırılan elli kano, Ağustos 1 83 8 'de başka değerli mallarla birlikte krala sunulmak
üzere Rewa'ya geldi (Cross D : 3 1 Ağustos 1 83 8). Bunun üzerinden iki hafta geçmeden
Roko Tui Dreketi, yeniden tahta çıkarılan Vunivalu'ya, yani Ratu Tanoa'ya kırk dokuz
kano sunmak üzere Bau'ya gitti (a. g. e . , 1 5 Eylül 1 83 8).

Ratu Tanoa, yeniden iktidara gelmesini izleyen yıl larda, Rewa kral ı Ro Kania ile karşı­
lıklı dostane ziyaretlerde ve hediye alışverişinde bulunmayı sürdürdü. Bu esnada Bau,
Doğu Fij i 'de hegemonyasını saldırgan bir tutumla yeniden kuruyordu. Ratu Tanoa'nın
oğul ları Ratu Raivalita ve Ratu Cakobau ise bu gelişmelerden yarar sağladı lar: Ratu
Raivalita "kutsal kan" bağı nın ta kendisi olduğu için Rewa ile dostane ilişkilerden ya­
rar sağladı; Ratu Cakobau ise Bau ordularının fii l i komutanı olduğu için diğer krall ık­
larla yaşanan hasmane il işki lerden yarar sağladı.

Ne var ki iktidardaki daha yaşlı krallar Ratu Tanoa ile Ro Kania, Bau ile Rewa arasında
devam etmekte olan il işkilerin başlıca figürleriydi . 1 83 8-40 döneminde Ratu Tanoa ,
Rewa'yı beş-altı kez şahsen ziyaret etti ve Ro Kania da Bau'ya üç-dört kez iade-i ziya­
rette bulundu.57 Bu ziyaretlerin bazı ları bayramlar (öôlevu) vesilesiyle yapı lmış, hatırı
sayılır büyüklükte heyetler ev sahibi topluluk tarafından günlerce misafir edi lip cö­
mertçe ağırlanmış, şereflerine ziyafetler çeki lmiş, eğlenceler düzenlenmiş ve büyük
hediyeler veri lmişti; yani Marcel Mauss'un diyebi leceği gibi bir karşı lıklılık sistemi
yaratan hediye değiş tokuşlarıydı bunlar. Bazı ziyaretlerse diplomatik ziyaret olarak
sınıflandırı labilir: krall ıklardan birinin iç çekişmelerine barışçı müdahale girişimleri
gibi örneğin. Ro Kania, Ratu Tanoa 'nın iktidara dönmesi sonrasında hem isyancı hem
de kendisine sadık şefleri çağırdığı toplantıya katı lmış ve şefler arasında uzlaşma sağ­
lanmasında etki li bir rol oynamıştı (Cross fxt: Eylül 1 83 8). Ayrıca Bau'da iki şehir ara­
sında şiddetli bir anlaşmazlığın çözüme kavuşturulması için müdahalede bulunmuştu
(a. g . e . , 4 Eylül 1 83 8). Ratu Tanoa ise Rewa'ya giderek şefleri , Noco ülkesinde kend i­
sine tabi olan itaatsiz şehirlere yönelik saldırı lardan vazgeçirmeye çal ışmıştı (Jaggar
]: 6 Kasım 1 840). Bau ile Cakaudrove arasındaki ilişki lerin bozulma sürecinin bir nok­
tasında Ratu Tanoa, Roko Tui Dreketi'den askeri yard ım istemişti. Böyle bir harekat
hiç yapı lmadı, ama Rewa kuvvetlerini seferber etti ve savaş için tapınaklarını yeniden
onardı (Jaggar ]: 1 5 , 1 7, 2 5 -26 Kasım 1 840). Ratu Cakobau da Rewa 'nın işlerine mü­
dahil olmuştu. Ro Kania ile kardeşi Ratu Qaraniqio arasında uzun zamandır devam
eden anlaşmazlığa müdahale etmeye çalışmış, Ratu Qaraniqio adına Ro Kania'ya ri-

57 Karşılıklı ziyaretlere i lişkin bu haberler için şu kaynaklara bakınız: Cargi ll (}: 4 Mayıs 1 83 9); Cross
(D: 2 Şubat, 4 Eylül 1 838, 9 Kasım 1 840); jaggar (}: 3 Mayıs, 1 9 Ekim 1 839, 3 1 Ocak, 1 9 Eylül. 24
Eylül. 1 Ekim, 6-9 Kasım, 3 Aralık, 28 Aralık 1 840). Ratu Cakobau da Rewa'yı en az iki kez ziyaret
etmişti (jaggar j: 26 Temmuz 1 839, 1 9-20 Nisan 1 840).
2 54 1 Thukydldea'ten il.ıür Dileyerek 1 Marahall Sahlina

tüel nitel iğinde bir tazminat (i öoro) sunmuştu (a.g.e., 1 4 Nisan 1 84 1 ). Bu tazminat
reddedildi; Bau l u şefe indirilmiş bir darbeydi bu. Rewa kral ı ile Ratu Qaraniqio'nun
kısa süre sonra -çok teşekkürler ama- Bau'nun yardımı olmaksızın barışması da bu
darbenin üstüne tuz biber ekti. Bu gelişme ileride daha beter şeylerin yaşanacağının
habercisiydi, fakat l 840'1arın başına dek iki krallık arasındaki ilişkiler ağırlıklı olarak
dostaneydi. i ki kra l l ı k arasındaki bütün bu al gülüm ver gülüm ilişkilerin en hatırı sa­
yılır yönü de birbirlerine yamyaml ığa kurban gidecek insanlar sunmalarıydı.

Bu kurbanlar "büyük şeylerdi" Özellikle de Bau bu kurbanlarla Rewa'ya epey bir hiz­
met sunmuştu. ilk olarak Ratu Tanoa iktidara yeniden gelmesinden kısa bir süre son­
ra, isyancı şeflerden birinin bir parçasını Ro Kania'ya göndermişti (Cross D: 1 4 Ocak
1 83 8 ; jaggar WMMSIL içinde : 2 3 Ağustos 1 83 9). Sonra bir seferinde de Bauluların
öldürdüğü bir Veratal ı , yeni bir tapınak inşasında kul lanılmak üzere bir ev direği geti­
ren Ro Kania'nın beklenen bir ziyareti için tuzlanıp hazırlanmıştı (Jaggar}: 1 8, 22 Ekim
1 83 9). i ki kere de Bauluların katliamlarına kurban giden yirmi kişi (i lkinde yirmi Vera­
tal ı , ikincisinde yirmi Namena lı) Rewa kralına gönderilmişti . 5 8 Ro Kania'nın bu ceset­
leri Rewalı lar ile savaş müttefikleri (bati) arasında paylaştırması otoritesini güçlendi­
recekti; öte yandan Bau'dan Rewa'ya bu tek yanlı bakola ("yamyamlık kurbanı") akışı,
Ratu Tanoa'nın saygınlığını artıracaktı. 59 O sıralarda Rewa kralı Hıristiyan l ığı yayan
misyoner heyetleriyle (olumsuz şekilde) nasıl başa çıkılacağı ve Avrupalı gemilerin
sevkiyatının (misafi rperverlikle) nasıl ele alı nacağı konusunda Bau Vunivalu'sundan
emirler alıyordu.

58 Her biri yirmi kurban içeren bu iki hediyenin gönderilmesi ve kabulü (dağıtımı ve tüketimi) ile i lgili
ayrıntılar için şu kaynaklara bakınız: Cargill (/: 3 1 Ekim, 1 Kasım 1 83 9); M. Cargill ( 1 85 5 : 232); Cross
(D: 30 Ekim 1 83 8); ve Jaggar (/: 3 1 Ekim, 1 ve 2 Kasım 1 83 9 , 29 ve 30 Mayıs 1 84 1 ).
59 Bakola hediye edilmesiyle ilgili bulabildiğim, Rewa'nın Bau'ya bakola gönderdiği tek istisna,
Rewa'ya tabi olan Kadavu şehrindeki katliam sonrasında Bau'ya gönderilen dört cesettir (jaggar }:
24 Ekim 1 84 1 ) . Ratu Qaraniqio'nun şahsi bir intikam meselesi olarak tasarlayıp yönettiği bu saldırı,
Mr. jaggar'ın aldığı bir habere göre Ratu Tii n oa'nın hiç hoşuna gitmemişti (29 Aralık 1 84 1 ). Ama
zaten o tarihlerde Bau ile Rewa arasındaki i lişkiler limoniydi.
BGST 1 Dü�ünce Diıi6i 255

Resim 1 . Ratu Tii.noa


256 1 7Jıulıydldea 'ten ônır Dlteymk 1 Mar6hall Sahlin6

'TNA K O M BA U AUA• T H E V U N I V A L U klNO or r c u ı a .

Resim 2. Ratu Cakobau


BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 257

Resim 3. Ratu Gavidi


258 1 Thukydldea'fm ÔZilr Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

Resim 4. Ro Veidovi
BGST 1 Dü�ü nce Diıi�i 1 2 59

Resim 5. Muhterem Richard B. Lyth


260 I Thukydldea'ten Ôzür Dileyerek 1 Maröh all Sah linA

Resim 6. M uhterem John Hunt


_ ___ __ _ _ _ ___ _ __ ___ ___ ___________ _ ____ _ __Jl_� Düpü nce Dizi6i J ��

Resim 7 . Muhterem Will iam Cross


262 l 11ıukydlde6'ten Ôıür Dileyerek 1 Mar6ha l l Sahlin6

Resim 8. Muhterem Thomas Jaggar


BGST 1 Dü9ü nce Dizi6i 1 2b3

Resim 9. M uhterem ve Mrs. James Calvert


� Thukydldea 'ten Özür Dileyerek 1 Ma rtıhall Sah l i n tı
_____
.

Resim 1 O. Muhterem Thomas Will iams


BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 265

Resim 1 1 . Teğmen Charles Wilkes, komutan , ABD Keşif Seferi (Fiji'de, 1 840)
266 1 llıukydldea'ten ôwr Dileyerek 1 Maröhall Sa hlin6

Yaşlı krallar anlaşmalarını bu şekilde pekiştirirken Ratu Cakobau ile Ratu Raivalita
kariyerlerini farklı biçimlerde ilerletiyorlardı. Ratu Cakobau'nun tuttuğu yol çok geç­
meden Rewa ile ittifakı bozacak, kardeşlerin arasını ölümcül bir biçimde açacaktı. Ye­
niden fetih zamanıydı. Ratu Cakobau 'nun teşviki ve öncülüğünde Bau darbe yıl larında
kaybettiklerini geri kazandı (bkz. yukarıda Birinci Bölüm). Bu olayları kısaca tekrar­
layalım: 1 83 8 ile 1 84 3 arasındaki beş yıl boyunca Ratu Cakobau başka bazı stratejik
düşmanlarının gözünü korkutmak amacıyla bazı stratej i k düşmanlarına tekrar tekrar
saldırılar düzenlediği son derece akı l lıca bir seferberlik yürüttü. Viti Levu'da Verata,
Namena ve Telau'nun yanı sıra Macuata'ya ve kuzeydeki diğer bölgelere saldırıldı.
Cakaudrove ve Lau'nun gözü korkutu ldu. Verata, l 840 'ta resmen Bau'ya tabi oldu (i
öoro), Cakaudrove ise l 842 'de. Lau da Ratu Cakobau'nun l 843 'te uzatma lı bir ziyareti
sırasında haraç ödemeyi kabul ederek aslında aynı şeyi yaptı . Bu yıllar Teğmen Wilkes
ile adalardan geçen başka Avrupalı ların, Ratu Cakobau'nun Bau'nun fiili kralı olarak
Ratu Tanoa'yı, yani "Yaşl ı Keş"i yeri nden ederken Fij i 'yi cehenneme çevirdiğinden
bahsettiği yıllardı. Ratu Raivalita ile maiyetinin Bau'ya tabi şehirlere düzenlediği kor­
san saldırıların Pa p a l agi 'nin pek dostça ol mayan bir yaklaşımla dikkatini çektiği yıl­
lardı aynı zamanda. Ratu Raivalita bu talanların yanı sıra Ratu Tanoa adına daha resmi
görevleri de yerine getiriyordu veya Rewa vaöu'sunun, babasının Rewa Krall ığı'na
saygısını paylaştığın ı düşündüren hizmetlerde bulunuyordu ona. Teğmen Wilkes Ratu
Raivalita ile, bu genç şef Ratu Tanoa'ya eş olarak vaat edilen kral kızını getirmek için
Macuata yolcusu olduğu sırada tanışmıştı (Wi l kes 1 84 5 , 1 : 1 48-49). Ratu Raivalita,
Cakaudrove ile kısa süre önce varılan barışın kutlanması amacıyla yapılan törensel
bir ziyaret için buraya giden bir Bau heyetine başkanlık da etmişti (Lyth }: 7 Haziran
1 842). Ölümünden kısa bir süre önce de Cakaudrove kral ına, Bau'ya düzenlediği bir
devlet ziyaretinden dönüşü sırasında eşlik etmişti (a. g.e. , 3 1 Mart 1 84 5).60 Ne var
ki genel olarak bakı ldığında Ratu Cakobau'nun Bau'da yönetim gücünü ele geçirmesi
Ratu Raivalita'nın siyasal durumunu giderek müphem bir hale getirmişti, zira küçük
kardeş olarak i lerleme ve babasının halefi olma şansı nı elden kaçırıyordu.

Her şey Ratu Cakobau'nun örgütlü iktidar üzerindeki denetiminin, Ratu Raiva lita'yı
Fiji şefl iğinin karşı çıkan, yerleşik kural ları çiğneyen tarzını sergi lemeye ittiğini dü­
şündürür. Ratu Cakobau'nun askeri girişimlerinin iktidar üzerinde uzun erimli etki­
leri ol uyordu; orduları seferber edip harekatları yönetmenin ötesine geçen etkilerdi
bunlar. Muhterem Thomas Williams'ın dediği gibi "Fij i 'de savaşların pahalı bir girişim"
olduğunu, orduları ve tanrı ları ayakta tutup ödül lendirmenin hatırı sayılır bir servet

60 Ratu Tiinoa, Teğmen Wilkes'ın ona verdiği Hall'un tüfeğini Ratu Raivalita'ya emanet etmişti.
Wilkes'a göre bu hamlenin amacı Ratu Tiinoa'nın rahim yeğeni. Rewalı Ro Cokiinauto'nun tüfeği
"vaö u'lamasını" engellemekti ( 1 845, 1 : 77). Böylece Ratu Raival ita'nın Rewa'daki vaw ayrıcalıkları,
Ro Cokiinauto'nun Bau'daki va6u ayrıcalıklarının önüne geçecekti.
BGST 1 Dü�ü nce Dizi6i 1 267

birikimi gerektirdiğini de unutmamak gerekir. Buradan hareketle Ratu Cakobau'nun


savaş kralı rolünü üstlenmesinin, krallığın, ona tabi toprakların ve müttefiklerinin
hayatında derinlere nüfuz eden bir denetimi beraberinde getirdiği sonucuna varabi­
liriz. Ratu Cakobau kapsamlı Bau emperyal düzeninin efendisiyd i . Ratu Raivalita'nın
girişebi leceği herhangi bir rekabet, tesis edilmiş düzen karşısında kişisel bir üstün­
lüğe dayalı, toplumu yönetme konusunda alternatif bir iddiadan hareket etmeliydi.
Ratu Raivalita'nın önünde açık olan yol küçük kardeşin celeri taö yoluydu: Toplumsal
normlar ve sıradan insanların cüretinin ötesine geçen eylemlerle kendi m ana'sını
performanslarla sergi lemesi gerekiyordu. Ürkütücü olmalıyd ı , "kötü" yani "gerçek
bir şef" olması gerekiyordu. Bauluların hafızasındaki yeri bunu başardığını gösterir.
Tarihçi Ratu Deve Toganivalu'nun Ratu Raivalita'dan nasıl bahsettiğini hatırlayalım:
" Ratu Cakobau'dan da büyük bir zorba" demişti , "sadece ve sadece zörbalık ve eziyet­
ten zevk duyan birinci sınıf bir cani" (TkB, birinci kısım).

Bau'da Ratu Cakobau ile Ratu Raiva lita'yı kesin bir rekabete sokan şey, Rewa haneda­
nında yaşanan çekişmeni n bir benzeriyd i . Roko Tui Dreketi, yani Ro Kania ile kariz­
matik kardeşi Ratu Qaraniqio arasındaki rekabet nihayetinde Rewa ile Bau arasındaki
ilişkilerin bozulmasıyla, buna mukabi l Ratu Raivalita'nın siyasal ağırlığının geri leme­
siyle sonuçlanmıştı. Rewa kra l ı ile kardeşi arasındaki husumet 1 83 8 ile l 8 3 9 'da, Wes­
leyci misyonerlerin burada kaldıkları ilk yıllarda gözle görülür bir hal almıştı. Asl ına
bakı lırsa kralın Ratu Tanoa 'nın tavsiyesine, hatta kendi eği l i mine kulak vererek hoş
görmeye hazır olduğu bu misyoner Pap a l agi 'nin Ratu Qaraniqio tarafından işkenceye
maruz bırakı lması söz konusu husumetin kısmi bir ifadesiydi . Bunun dışında kardeş
kavgası, daha önce belirttiğimiz üzere, Ratu Qaraniqio'nun kra l ı n eşlerinden biriy­
le i lişki kurması, bunun üzerine Bau'daki akrabalarının yanına sürgüne gönderil mesi
biçimini almıştı. Yine de şefl i k niteli kleri dikkate alınırsa Ratu Qaraniqio, Ro Kania'yı
biraz gölgede bırakıyordu. Ratu Qaraniqio'nun Re:wa 'da en gösterişli eve ve hane­
halkına sahip olduğu açıktı; hallerinin, tavırlarının da eşi benzeri yoktu. Boyu 1 . 9 5 ' i
bulan, belki d a h a da uzun olan Ratu Qaraniqio gayet yapı lı v e gayet hava lıydı; "gös­
terişliydi" ama Pa p a l agi'nin genel likle sorunlu bulduğu bir çehresi ve tavrı vardı:
"çakal suratl ı " "sert ve kana susamış bir kişilik" (Reynolds Le: 2 1 Eylül 1 840; krş.
Pickering ]: 1 5 Mayıs 1 84 0 ; Sinclair }: 1 5 Haziran 1 840). Ro Kania ise sıklıkla daha
soluk biçimlerde değerlendiriliyordu: " l . 9 5 '1ik iri yarı, çirkin, saka l l ı boyal ı suratlı bir
yamyam" diyordu Warren Osborn onun için; "ayrıca büyük bir düzenbaz, hırsız ve
dilenciydi", ama bütün bunlara rağmen Beyaz tüccarların iyi dostu ve koruyucusuydu
(}: 3 1 Ocak- 2 5 Şubat 1 83 5). Yamyam jack, Rewa kralını yaklaşık on yıl sonra "şişman,
tembel. lüks hayatın efemi neleştirdiği biri" diye betimleyecekti (Jackson 1 8 5 3 : 467).
268 1 Thulcydldea'ten Ô:nlr Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

Beyazların hiçbiri onu tarzı ve yapısı itibarıyla kardeşine denk görmüyordu.61 Ayrıca
Ratu Qaraniqio'nun cesaret gösterisini, Rewa ile Bau arasındaki barışı bozacak şekilde
sergilemesini de engel leyememişti.

Hem Fijililere hem Avrupalılara göre Büyük Polinezya Savaşı'nın nedeni, Ratu
Qaraniqio'nun Bau'ya bağlı Suva şehrine karşı giriştiği ve 1 843 'te buranın yıkılması
ve nüfusun büyük bölümünün katledilmesiyle zirveye tırmanan büyük saldırılard ı . 62
Bu düşünce, neden sorununu tetikleyici olaylarla sınırlı tutmamız halinde bile muh­
temelen çok basittir, ama Suva olayının Bau ile Rewa arasındaki i l işki lerde bir dönüm
noktası olduğu açıktı. işlerin iyi giderken kötüye dönmesi, yine kişilerarası düzeyde
gerçekleşen olaylar (yönetici şefler arasındaki kavga lar, onurlarını ve iktidarlarını ge­
nişletip savunma çabaları) ile kolektif güçlerin durumu arasındaki etkileşimden kay­
naklanıyordu. Ayrıca Suva'daki husumetlerin yine Thukydidesvari bir deyişle, Pelo­
ponnesos Savaşı'nın "en hakiki nedeni" ne benzer daha uzun bir tarihi vard ı . Bu "hakiki
nedeni " . Fiji'de Bauluların gücünün giderek artması ve bunun Rewa lı larda uyandırdığı
korku olarak uyarlayabi l i riz.

Suva lideri Roko Tui Suva 'nın Bau'da Vunivalu hanesinin vaw' larından biri, yani Ratu
Tanoa'nın kızlarından birinin oğlu olması her düzeyde kritik önem taşıyordu. Bir Bau
şehri olarak Suva'nın statüsünün araçsal (ayrıca kurumsal) biçimi buysa, daha önceki
(şecerelere güvenilebil irse sadece iki kuşak önceki) Suva şefinin Rewa'nın va, m'ların­
dan biri olması ve bütün emarelere göre daha ziyade bu krall ıkla ittifak kurmayı tercih
etmiş olması da kritik önemdeydi (Hocart FN: 2090-9 1 ). Rewalı Ratu Qaraniqio işte
bu geçmişin üzerine Ocak 1 84 1 'de Suva'ya gelmiş, o zamanki Suva yöneticisine (Roko
Tui Suva) ait bir domuza el koymuştu. Bau'da Nabaubau kraliyet hanedanının rahim
yeğeni olan Ratu Qaraniqio bu krallığa ait yerlerde canının istediğini yapma hakkı­
na sahipti ve Rewa kralının kardeşi olarak o cüretkarl ığı da vardı. Dolayısıyla Roko
Tui Suva, Rewa şefinin domuzu vaw'lamasını engel leyince çıkan arbedede, Bau'daki
eski soylular ile yönetici Tui Kaba arasındaki eski çekişmenin yanı sıra. Bau ile Rewa
arasında güç dengesindeki tarihsel değişim de öne çıktı. Bu olayın zamansallığı kesin­
l i kle anlık deği ldi ve ortaya çıkışıyla sınırlı değildi; kısa şimdisi, uzun bir tarihe daya­
nıyordu. Bu tarihin yanı sıra Suva'nın coğrafi durumu da önemliydi . Suva. Rewa'nın
arka bahçesindeki bir Bau şehriydi. Ayrıca stratejik bir konumda, Rewa'nın denize

61 Osborn'un Ro Kania'yı Beyazların dostu olarak nitelemesine, J ackson'ınsa "efemine" diye tanımla­
masına rağmen, Ro Kania'nın l 830'1arın başında Avrupa gemilerine yönelik en az iki saldırı girişi­
minin ardındaki güç olduğu açıktı (Clunie 1 984).
62 Bu olayların ayrıntıları M. Sahlins'te ( 1 99 1 ) betimlenmiştir, burada sadece kısaca tartışılacaktır.
Suva'nın yıkımının Bau-Rewa Savaşı 'nın nedeni olması hakkında şu kaynaklara bakınız: Calvert (/:
1 5 Haziran 1 8 5 5); Hocart (fN: 2 596); jaggar (WMMSIL: 5 Temmuz 1 84 5); Koto (MS); NLC/TR (Tai­
levu Kuzey, Bau); Wall ( 1 9 1 9).
BGST 1 Dü9ünce Dizi6i 1 269

ve kendisine bağlı başl ıca adalara açıldığı ana kapı olan Wailevu Nehri 'nin ağzında
bulunuyordu.63 (Bau siyasal sisteminde gözlenen, krallığa bağl ı bazı şehirlerin başka
krall ıkların egemenliğindeki bölgelerde bulunduğu bu mozaik görünümü Fiji 'de sıra­
dışı bir durum deği ldi. Suva gibi dış bölgede yer alan bir şehrin avantajı, Bau'ya onu
başına bela almayacak kadar uzak, ama korumasından yararlanabilecek kadar yakın
olmasıydı.) Bu nedenledir ki domuz olayında hakarete uğrayan Ratu Qaraniqio'nun
Suva'ya büyük bir saldırı düzenlemesi, Bau ile Rewa arasındaki siyasal ilişkiler, iki
krallığın yönetici leri Ratu Tanoa ile Ro Kania arasındaki şahsi i l i şkiler, Rewa'da Ratu
Qaraniqio ile kral arasındaki rekabet ve ayrıca Bau içindeki "Rewa takımının", yani Adi
Qereitoga ile Ratu Raival ita'nın gelecekleri açısından ciddi sonuçlar doğurdu.

Şubat l 842'de Rewalı ların Suva'ya ilk saldırısı öncesinde Rewa 'da bulunan Muhterem
J aggar, Bau ile savaşın yakın olduğu yönünde söylentilerden ve iki krallık arasında
deniz yolculuklarının askıya alındığından bahsediyordu. Görünürde domuz mesele­
sinde aşağı lanmasının intikamını almayı amaçlayan Ratu Qaraniqio'nun başını çektiği
bu saldırı , kral kardeşiyle uzlaşmanın ötesine geçtiğini gösteriyordu. Ratu Qaraniqio
Rewa politikalarına ağırlığını koymuş olmalıydı , zira müttefik ve tabi ülkelerden (ba ti
ve qali) birlikler de dahil belki iki bin kişiden oluşan büyük saldırı gücünü hem Roko
Tui Dreketi'nin hem de Rewa'nın ikinci kralının, prensipte Rewa ordularını komuta
eden savaş kra l ı Vunivalu'nun onayı olmaksızın toplayamazdı. Rewa l ı lar sayı ları fazla
olsa da Suvalılar tarafından aşağılayıcı bir biçimde püskürtüldüler (Jaggar ]: 23, 25
Haziran 1 842). Ama Ratu Qaraniqio Nisan l 843 'te daha büyük, birçok yerden toplan­
mış bir Rewa ordusuyla şehri almakla kalmayıp güven liklerini sağlaması gereken bir
anlaşma uyarınca bölgeyi boşaltmakta olan kadınlar ve çocukları katledince emeline
kavuştu.

Suva'da katliam olduğu haberi Bau'da büyük bir şaşkınlık ve öfkeyle karşılandı ama
hemen bir karşılık veri lmed i . Sonraki haftalarda her iki taraftaki misyonerler (Rewa'da
jaggar ve Viwa'da Hunt) hatırı sayı lır bir geri lim olduğunu ve i l k düşman lık emareleri­
nin gözlendiğini bildirdi; fakat savaş ancak 1 84 3 sonunda, Suva'nın düşmesinden altı
ay sonra patlak verdi . Bau'da savaş kararını verecek kişiler olan başlıca isimlerin, yani
Ratu Cakobau ile Ratu Tanoa 'nın eylemlerinden hareketle bu gecikmeye akla yatkı n
bir açıklama getirilebilir. Ratu Cakobau, Bau'dan uzun bir süreliğine ayrılarak altı ay
boyunca Lau 'da kaldı. Görünüşe bakı lırsa, Suva'daki katliama hiddetlenmiş olsa da
temkinli bir yol tutmuştu; Rewalıların niyetlerinin ne olduğunu bekleyip görecekti . Bu
gezi Bau'nun Lau üzerindeki ( l 8 3 0 'lardaki darbede Cakaudrove'nin meydan okudu-

63 Korinthos-Korfu anlaşmazlığının Peloponnesos Savaşı'nı başlatması ile Rewa ve Suva arasındaki


anlaşmazlığın Polinezya Savaşı'nı başlatması arasında biraz tekinsiz benzerlikler vardır. Korint
ve Korfu'nun eskiden beri i lişkili olması ve Korfu'nun Peloponnesos'un batı yakasında, denizaşırı
Sicilya'ya bakan stratejik bir mevkide yer alması da bu benzerlikler arasında yer alır.
270 [ llıukydldea'ten Ôziir Dileyerek [ Maröhall Sahlin6

ğu) hakimiyetini ve bu rüzgarlı krallığın zenginliğine erişebileceğini de teyit ediyordu.


Yerel misyoner Thomas Williams, Bau fi losunun "Tuinayau'nun (Lau kralı) ve halkının
biat etmesini sağlamak ve zenginliğini almak için" 2 1 Mayıs'ta Lakeba 'ya geldiğini bil­
dirmişti ( 1 93 1 , 1 : 1 62-63). Fakat Ratu Cakobau'nun Bau'dan ayrılma gerekçelerini
babasının Suva felaketine verdiği tepkiyle de değerlendirmek gerekir. Hunt'a göre
Ratu Tanoa katl iamdan rahatsızdı ama bu nedenle savaşa gidecek kadar da rahatsız
olmamıştı: "O dönemde Tanoa 'yla bu konuda sohbet ettiğimi hatırl ıyorum, bana düş­
manlık gösterilmesi için Rewa'nın daha aşırı bir şey yapmış olması gerektiğini söyledi.
Tipik özelliği olan sükunetle olanları gözlemliyordu: Bir şehri (Suva'yı) yakıp yıktılar,
ama umursama, bir tanesini daha yıksınlar, o zaman savaşırız" (Huntj: 1 9 Ekim 1 84 5).

Muhterem Calvert'e göre Ratu Tanoa'nın hareket etmesini engelleyen değerlendirme­


ler arasında Ratu Raivalita vard ı . Misyonerin deyişiyle 'Thakombau'nun rakip kardeşi
Rewa'nın yüksek vaöu'suydu !. . ] Dolayısıyla asl ında annesinin akrabalarından yana
.

olacaktı" (Wi lliams ve Ca lvert 1 8 59: 3 48). Bu bi lgi önemliydi, çünkü bütün anlatı lara
göre Ratu Tanoa'nın fi krini değiştiren ve Ratu Cakobau Lau 'dan döndüğünde savaş
için yanıp tutuşmasına neden olan şey, Ratu Raiva lita'nın annesi nin ona ihanet et­
mesiydi. Adi Qereitoga zina yapmış, haneden başka birkaç kadınla birlikte Rewa'ya
kaçmıştı ve burada kadınların hepsi Rewa soylularına cariye olarak veri lmişti. Ratu
Tanoa bu aşağı lanma sonrasında Rewa'ya karşı harekete geçtiği için, altı ay önce sa­
vaşın patlak vermesini engelleyen şeyin onun gönülsüzl üğü olduğu sonucuna varmak
peka la akla yatkın olur. Ayrıca Ratu Cakobau'nun sahneyi terk etmesi , baba ile oğlun
daha önceki savaşlar hakkında olduğu gibi bu savaş hakkında da görüş ayrı lığı yaşadı­
ğını ima ediyordu. Rewa kralıyla yakın ilişkilerinin yanı sıra l 8 3 0 'daki darbede ondan
gördüğü belirleyici destek karşısındaki borçluluk hissinin de savaşmaktan alıkoyduğu
Ratu Tanoa, Suva'nın yakı lıp yıkılması yüzünden Rewa'yı cezalandı rmakta savaş çı­
ğırtkanı oğlu Ratu Cakobau kadar çabuk davranmamıştı . 64

Fakat Adi Qereitoga bütün bunları değiştirmiş, bu çı kmaza bir son vermişti. Muhterem
Calvert neler olduğunu şöyle özetl iyordu:

64 Birkaç yıl sonra (Rewa'nın iki kez daha yıkılması sonrasında) Ratu Tanoa ile Ratu Cakobau
arasında. yaşlı adamın oglunun Cakaudrove'ye saldırma istegini kabul etmemesi üzerine benzer
bir anlaşmazlık çıkmıştı. Bu itiraz, Ratu Tilnoa'nın l 830'1ardaki darbe sırasında Rewa'ya siyaseten
çok şey borçlu olmasından ve o zamandan beri olanlardan üzüntü duymasından ileri geliyordu.
Muhterem Lyth bu bilgiyi dolaylı kaynaklardan edinmişti (DB: 1 1 Haziran 1 849): "Gemi maran­
gozumuz Simpson, Tui Viti'nin I Ratu Cakobaul babasına I Ratu Tilnoal Somosomo'ya ICakaudrovel
savaş açmayı önerdigi bilgisini verdi bana. Yaşlı adam şöyle demiş: 'Oglum oldugunu sanırdım.
Rewa denilen yer bizim dostumuzdu ( l 830'1ardaki isyan sırasında), öldürülecegim veya denizde
telef olacagım zamanlarda Somosomo bana kucak açtı. Sense şimdi orayı yıkmak istiyorsun. Ama
onlar olmasaydı ben de sen de burada olamazdık. ' Tui Viti bunun üzerine başka bir şey diyememiş."
BGST 1 Dü�ünce Diziöi 1 27 1

Mbau'yu (Bau) rencide eden çok ağır bir diğer olaysa, Tanoa'nın başeşinin,
Raivalita'nın annesin i n Kral'a sadakatsizlik etmesi, dolayısıyla Tanoa'nın ha­
nesinden birkaç hanımla birlikte evine, Rewa'daki ağabeylerine dönmesi oldu.
Bu kadınlar Rewa'da farklı şeflere dağıtıldı, böylece eski efendi lerine yapı la­
bilecek en ağır hakarette bulunuldu; eski efendileri Rewa şeflerinin sürgün­
deyken ona yardım eli uzattığını unutmuştu ve intikam arzusuyla yanıp tutu­
şuyordu. Bu ihlal geçmişte kapatılmış yarayı derinleştirdi ve yıl sonuna doğru
iki taraf birbirlerine haberciler göndererek savaş ilan etti (Wi l l iams ve Calvert
1 8 59: 3 48).

Calvert'in sunduğu bu özet Ratu Tanoa'nın tepkisini anlama yönünde önem l i ipuçları
sunar, ama Adi Qereitoga 'nın saiklerini görmezden gelir. Açıktır ki Adi Qereitoga bu
gelişmelerde etkin bir isim olmuştu ve bütün bunların doğuracağı sonuçları bildiğine
hiç kuşku yoktu. Bau'da işlediği zina 1 842 sonunda ya da 1 84 3 başında, tarihin kay­
detmediği bir kişiyle i l işki kurması sonucu başlamıştı; gerçi Adi Qereitoga muhtemelen
sadakatsizliğini saklamaya çal ışmadığı için genel olarak bilinen bir şeydi bu (Hunt'tan
Lyth'e, L: 7 Ocak 1 84 3 ; Hunt j: 1 9 Ekim 1 84 5 ; Waterhouse 1 866: 1 1 1 ). Adi Qereitoga
ve beraberindekilerin zinası, kaçması ve sonraki ilişkileri : Bunların herhangi biri başlı
başına hükümdara karşı bir ihanet olabilirdi; "Yaşlı Keş"in erkekl ik gücünün zayıfla­
dığından yana kaygı larının b i l i nmesi de bu durumu ağırlaştırıyordu. Fakat Rewa'nın
Suva'ya husumeti sonrasında Bau ile Rewa arasındaki il işkilerin bozulması, Ratu
Tanoa'nın sözde gözde eşi olarak Adi Qereitoga'nın statüsü üzerinde ancak benzer
bir etki yaratmış olabi l i rd i . Adi Qereitoga'nın iki kra l l ı k arasında aracı rolü oynaması,
Bau açısından bir handikap haline gelmeye başlamıştı. Oğlu Ratu Raivalita ise Rewa'ya
vaw olarak yalnızca utancı paylaşmakla kalmıyor, Bau'yu yönetme imkanını ağabeyi
Ratu Cakobau karşısında kaybediyordu. Ratu Raivalita'nın e l indeki son siyasal koz,
Ratu Tanoa'dan beklediği son destek de Bau'nun Rewa'ya yönelik dostluk hisleriyle
_
birlikte sönüp gidiyordu. Annesin i n Ratu Tanoa'yla bağları da benzer şeki lde çözülüp
gitmişti: Muhtemelen zaten ondan nefret etmeye başlamıştı; nitekim l 845 'te Rewa yı­
kı lıp da annesi zorla Bau 'ya getiri ldiğinde ondan açıkça nefret ediyordu: " Revelete'nin
(Ratu Raivalita'nın) annesi Bau'da yaşamak zorunda olsa da kral (kocası) öldüğünde
(uygun düşeceği üzere) boğulmayacağını, çünkü ondan nefret ettiğini, onun etine kes­
kin uçlu mızraklar batırmayı di lediğini açıkladı" (Wallis 1 8 5 1 : 1 62).

Fakat Adi Qereitoga'nın iki yıl önce kocasına göstere göstere karşı gelmesi , zina yap­
ması ve Rewa'ya kaçması oğlunun heveslerini ve hayatını da rehin alan bir siyasal pat­
lamaya, Rewa'yla savaşa yol açmıştı . Yerli vaöu olarak Ratu Cakobau'nun kahraman
statüsüyle karşı laştırıldığında Ratu Raivalita artık düşman bir yabancıdan ibaretti.
1 844 sonunda Viwa'da yaşanan ve Mrs. Wallis'in aktardığı bir olay, Ratu Raivalita'nın
272 1 Thuk;ydldea'ten Ôıilr Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

Rewa'ya bağlı l ığını ve bunun nasıl bir utanç haline geldiğini gösterir. "Yakışıklı genç
adam" gündüz vakti göz göre göre Lasakau balıkçı-savaşçılarının şefi Ratu Nalila'nın
genç i kinci eşlerinden birini kaçırmıştı (Wallis 1 8 5 1 : 3 3).65 Ratu Raivalita daha sonra
kaçırdığı kadını Bau'da "evlenmesinin kararlaştırıldığı Rewa kralının kızının otura­
cağı eve" getirmişti (a.g. e., 5 5). Bu evli l i k düzenlemesinin ne zaman yapıldığı bilin­
miyor. Rewa kralının kızı ile Ratu Raivalita çocukken yapı lmıştı belki; böylece Ratu
Raivalita'nın ayrıcalıklı Rewa va,m'su olmasını sağlayan düzenleme, yani Rewa kra­
l ının kızının Bau şefiyle evlenmesi tekrarlanmıştı.66 1 844 sonunda Rewa ile savaşın
başlaması sonrasında, Ratu Raivalita daha düşük konumdan bir kadın getirerek gele­
cekteki Rewal ı eşi için özel olarak inşa edi lmiş evin kutsal lığını ayaklar altına almıştı.
Sanki her şey görünüşte Ratu Raivalita onu Bau'da bir şüpheli haline getiren Rewa'ya
bağl ılığını reddediyor, böylece kendisini Bau kralı yapmayı amaçlayan komployu giz­
l iyor gibi gerçekleşiyordu.67

Rewa ile savaşın, Ratu Raiva lita ile Ratu Cakobau'nun Bau 'daki göreli konumları üze­
rindeki etkisi. bu çatışmayla il işkili olan şu yaşayan mitlerden birini ele alarak da
anlaşılabi lir. Bu, Adi Qereitoga'nın sadakatsizliği ve Rewa'ya kaçması, nihayetinde
düşmanl ığın fiti lini ateşleyen olaylar üzerine Ratu Tanoa 'nın oğul larını toplaması­
nın hikayesidir. Muhterem Hunt'ın aktardığı versiyona göre, Ratu Tanoa öfkeyle Re­
walı akrabalarının kendisini aşağı ladığını açıklar ve intikamını alacak ve onu sevip
düşmanlarını cezalandıracak bir oğlu olmadığından yakınır. Hunt, "besbelli ki yaşlı
adamın kalbine çok acı bir kötücüllük çökmüştü. Rewa'nın ve onun çıkarlarını des­
tekleyen herkesin yerle yeksan edi lmesine karar vermişti" diye yazar. Fakat hikayeye
göre bütün oğulları babalarının halinden anlasa da sadece Ratu Cakobau öne çıkar

65 Daha kesin bir dille ifade etmek gerekirse, Ratu Nahla sürgündeki şefti ve (vaw'su oldugu)
Viwa'da yaşıyordu. Baba bir erkek kardeşini öldürdügü, Lasakau halkının şefi olmak için rekabet
ettigi Lasakaulu Ratu Gavidi'den korkuyordu. (Ratu Gavidi kısa süre sonra intikamını alacak. Ratu
Nahla ile babasını kava kasesi başında barış yapmaya çalışırmış gibi yaparken öldürecekti.) Ratu
Gavidi'nin Ratu Raivalita'nın suikast senaryosuna dahil olacagını bildigimize göre. Raivalita'nın eski
düşmanının eşlerinden birini kaçırması Ratu Gavidi'nin Ratu Cakobau'ya destegini saglamaya yöne­
lik taktik bir hamlesi olabilir pekıllıl .
66 Böyle bile olsa bu tür bir birinci derece çapraz kuzen evliligi (AEK) olagandışıdır. Çapraz kuzenlerin
çocuklarının (yani ikinci dereceden çapraz kuzenlerin) önceden ayarlanmış evliliklerde birbirlerine
yavuklanmaları görenektendir. Bana kalırsa bu, Adi Qereitoga'nın Rewa kralı Ro Kania'nın anne­
baba bir kız kardeşi degil baba-bir kız kardeşi oldugu anlamına geliyor.
67 Bau siyasetinin bu tür "kara sanatları"na, Ratu Raivalita'nın şefliği sıradan insanları yönlendiren
sosyal normların ötesinde bir kişilik olarak tesis eden diğer zorba davranışlarının yanı sıra aşırıya
varan cinsel davranışlarıyla da isim yaptığını eklemek gerekir. Ratu Raivalita'nın ölümünden birkaç
ay sonra Muhterem Thomas Williams, Cakaudrove yönetici şefinin Bau'da yaşayan kızına eşlik et­
mek üzere gönderilen genç bir kadını teselli ettiğini işitmişti: "Bau'da kısa süre önce öldürülen şef
[Ratu Raivalita 'ya bir referans) gibi, kendisine bir çocuk getirildiginde onunla hemen yatağa giden
cinsten bir şefe gittiğini düşünmeyesin. Başka bir şefe gidiyorsun [Ratu Cakobau mu?[" (Wil l iams
1 93 1 , 2: 3 3 0n).
BGST J Dü�ünce Dizi6i J 273

ve var gücüyle Ratu Tanoa 'nın davasını üstlenir (Hunt }: 1 9 Ekim 1 845). Elbette bu
metni n bir başvuru kaynağı olarak değeri ve gerçekliği a priori şüphelidir; zira Ratu
Cakobau uzunca bir süredir Bau kuvvetlerinden sorumluydu ve Rewa'ya karşı bu kuv­
vetlerin başını çekmeyi babasından çok önce kafaya koyduğu da açı ktı . Bau'nun tek
yerli vaöu'su olarak kralın oğulları arasında bu işe en uygun isim de oydu. Bu metnin
doğruluk değeri daha ziyade olayların harekete geçirdiği i l işkilere işaret etmesinde
yatar. H i kayenin kritik noktası , Ratu Cakobau ile Ratu Raivalita arasında düşmanlık
uyandıran bir tezat kurmasındadır. Ratu Cakobau'nun Bau yöneticisi olarak babasının
halefi olacağı kesindir; öte yandan Ratu Raivalita genç yaşta ölüme yazgıl ıdır. Ratu
Cakobau babasının savaşını yürütmek üzere öne çıkmışsa, Ratu Raivalita da "Rewa'nın
çıkarlarını destekleyenler" bu nedenle de "Ratu Tanoa onları ne kadar severse sev­
sin Rewa'nın yıkımını paylaşacaklar" arasında sayılmış olsa gerektir. Bu mit, Ratu
Cakobau'nun iktidara yükselişini doğrular ve Ratu Raivalita'nın çöküşüne işaret eder.

Hum aynı metinde, Rewa i l e savaşın olağanüstü derecede kötücül n i teliğini de vurgu­
lar. Ratu Tanoa i l e oğul ları o kadar öfkelenmişlerdi ki derhal bir "şefler savaşı"na ka­
rar vermişlerd i . Hunt'a göre bu, " Fiji 'de bile savaşın en kötü biçim i " demekti; taraflar­
dan birindeki "önde gelen bütün şefler" öldürülünceye dek bitmeyecek bir çatışmaydı
bu (Hunt j: 1 9 Ekim 1 84 5). Gelgelelim Ratu Tanoa'nın öfkesi gibi ayırt edici bir şiddeti
olan bu savaşın da ilerlemesi zaman aldı. Şurası kesin ki Rewalı lar kendi lerine düş­
manlık ilan edildiğinde, bundan ölümüne bir savaş olacağı mesaj ı n ı çıkarmamışlardı.
Nitekim boyun eğmeyi önerip kendi lerini aşağılayarak cevap vermişlerdi (i öoro).68
Ama artık çok geçti. 'Thakombau ve babası, Rubicon 'u geçmişti; babanın kötücül,
oğlunun da hırs l ı ısrarı, her ikisinin de beceri leri ve kaynakları bir yana, Rewa'nın
Fij i 'deki bağımsız devletler arasından silinmesi dışında başka bir şeyin onları tatmin
etmesini gayet olasılıkdışı bir hale getirmişti" (a.g.e.).

Modern tarihçiler arasından en az biri, bu savaşın f.ij i ' deki başka büyük çatışmalardan
farklı olup olmadığı konusunda kuşkuya kapılmıştır (Scarr 1 97 5 : 1 00). Hunt da Kasım
l 843 'te ilk patlak verdiğinde savaşın bu kadar koşulsuz olduğunu düşünmüyordu. O
tarihlerde Misyoner, çatışmanın çok geçmeden Rewa'nın boyun eğmesiyle son bula­
cağı görüşündeydi (Viwa Kayıtları: Kasım 1 843). Bundan bir ay sonra ise her iki tara­
fın da savaşta birbirine denk olduğu gözleminde bulunarak çok geçmeden savaştan

68 Mr. Hunt'ın husumetin başlangıcı hakkındaki metnini belli ki okumuş ve/veya meseleyi onunla
tartışmış olan Mrs. Wallis bu baglamda şöyle yazmıştı: "Rewa şefleri, Bau'nun Rewa"nın yıkımını
amaçladıgını düşünmemişlerdi. Uyandırdıkları düşmanlıgın farkında degillerdi; küçük bir çatışma
sonrasında Bau'ya 'soro' edebileceklerini lözür dilemek). affedileceklerini ve daha önceden oldugu
gibi dostça yaşamaya devam edeceklerini umuyorlardı. işte bu konuda yanılıyorlardı" ( 1 85 1 : 1 66).
Bu farklı tepkiler, yukarıda Birinci Bölüm"de kuralları çigneyen Baulular ile göreneklere uyan
Rewalılar arasındaki tezatın iyi bir örnegidir.
274 1 Thukydldea 'ten Özür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

yorulacakları yolundaki inancını dile getirdi (Hunt }: 25 Aralık 1 843). Ama Hunt'ın,
Bauluların Rewa kralının ölümünden daha azıyla tatm i n olmayacağı kanısına varması
çok uzun sürmed i . Benzer şeki lde Rewa'da jaggar da çok geçmeden Rewalı ların sa­
vaştaki amaçlarından benzer bir dille söz edecekti. Aslına bakılırsa jaggar, Bau'nun
büyük habercisinden (Vunivalu'nun habercisi Tunitoga) bunun benzersiz bir savaş ol­
duğunu işitmişti: " Bunun kötü bir savaş olduğunu, ölümüne bir savaş olduğunu, ancak
ve ancak Rewa'dan veya Bau'dan iki şefin ölümüyle son bulacağını, daha önce böyle
bir şey olmadığını ve bunun yeni bir şey olduğunu söyled i " (Jaggar PJ: 4 Nisan 1 844).
Rewa'da da Bau'da da misyonerler düşman kral ların d i l lendirdiği , düşmanl ığı körükle­
yen hakaretleri kayıt altına alıyordu (krş. Lyth R.: 84). Hunt bir yerde 'Tanoa'nın ölü­
mü dışında Bau halkının vazgeçmesine yol açacak bir şey göremiyorum" diye yazmıştı
(Hunt L. 'den Williams'a: 2 8 Nisan 1 845). Bu satırlar Ratu Raivalita'nın şu ölümcül
darbeyi indirmeye çalışmasından birkaç ay önce kaleme al ındığından, giriştiği komplo
ile savaşın gidişatı arasındaki bağl antıyı vurgular.69

KONJONKTÜRÜN YAPILARI VE ZORUNSUZLUKLARI

Savaşın ilk al tı-yedi ayı içi nde Bau, kendi topraklarında savaşan ve çoğu kez de sa­
vunma yapan Rewa kuvvetleri karşısında görünürde bel irleyici bir avantaj kazand ı .
Baulular birkaç farklı müttefik ordunun (mata i va l u) yardımıyla Rewa Deltası'nda b i r
d i z i saldırı düzenl eyerek kuzeyden güneye doğru i lerlediler v e nihayetinde düşman
başkentini misket tüfekleriyle vurabilecek menzile girdi ler. Ayrıca Rewa'nın güney­
den denize ve Beqa ile Kadavu Adaları 'ndaki tabi ülkelere erişimini kesintiye uğrattı­
lar. Fakat l 844'ün ikinci yarısında harekat bir duraksama içine gird i . Bau'nun i lerleme
enerjisi zayıfladı. Deltaya yapı lan geniş ölçekli saldırılar son buldu. Bütün bunların
bel i rgin bir askeri gerekçesi yoktu.

Bau luların ilk saldırı larda gösterdiği başarı, kendi güçlerinin ve Viti Levu ile Koro De­
nizi Adaları 'ndan getirilen birl iklerin aralıklı olarak kullanı lması sayesinde olmuştu
(Anonim Na M a ta 1 89 1 [ 5 1 : 8- 1 1 ). İ l k hamleler, Bau ile Rewa'nın kuzeyindeki Wa­
i l evu Nehri üzerinde güçlü bir müttefik kra l l ı k olan Naitasiri kuvvetlerinin koordine
harekatlarıyla gerçekleştirilmişti (Şeki l 3 . 6). Baulular, Nadali 'den itibaren Wailevu
Nehri 'nin sol yakasını tutmuştu; Naitasiri ordusu ise karşı kıyıdaki iki şehre saldırmış­
tı (Hunt }: 4 Ara l ı k 1 843). Ocak l 844'e gelindiğinde Naitasiri ordusunun, Rewa'nın
müttefiki olan nehir üzerindeki Toga ülkesinin bazı şehirlerinde zafer kazandığı yo­
lunda haberler geliyordu (a.g.e. , 1 5 Ocak 1 844). Hemen hemen aynı tarihlerde Bau,

69 "Şeflerin savaşı" meselesiyle ilgili diğer bilgiler için bkz. Hunt (WMMSIL: 1 7 Ekim 1 844, 28 Kasım
1 844; Lyth L: Muhterem j. Hunt'tan, 28 Mart 1 84 5 ; Williams L: Muhterem j. Hunt'tan, 28 Nisan
1 84 5); jaggar (WMMSIL: 9 Temmuz 1 844, 4 Ekim 1 844, 25 Kasım 1 844, 5 Temmuz 1 845; 3 Mart
1 845). Ayrıca bkz. Calvert (Wil liams ve Calvert 1 8 59: 440-4 1 ).
BGST 1 Dü9ü nce Dizihi 1 275

3.6 Bau ' n u n Rewa Deltası'ndaki seferleri , 1 843-45


A, B. C: ilk seferler; D: nihai sefer (Tippett 1 973: 38'e göre)

Moturiki ile Ovalau'dan bir ordu (Evci l Domuzlar [Na Getil diye bil inen resmen örgütlü
bir kuvvetti bu) meydana getirdi ve bu orduyu Rewa'nın önem l i bir sınır müttefiki
(bati) olan Tokatoka'ya karşı kullanarak bazı avantajlar kazandı. Tokatoka daha sonra
savaştan çeki lmişti (a . g . e . , 5 ve 1 9 Ocak 1 844). Yine bazı Bau kuvvetleri , örneğin sınır
müttefiki Namata bir sürel iğine savaşa katılmıştı. Namata her zaman zafer kazanma­
mıştı, Rewa'nın da bazı zaferler kazandığı olmuştu; ama Namata şu ya da bu ölçüde
dur durak bilmeden savaşmıştı. Kritik strateji, baskıyı elden bırakmamaktı. Düşmanın
gözünü yıldırmak, onu yenmek kadar önemliydi her zaman. Entrika ve rüşvet tek ba­
şına kuvvetin başaramadığını tamamına erdirirdi sonrasında.

Ratu Cakobau askeri kuvvetin yanı sıra diplomasi ve komplolara dayalı bir savaş yü­
rütüyordu. Bau orduları kuvvetli olsalar da taktik bakımından bazı kısıtlama lara sa­
hipti , özellikle de Rewa Deltası'nın azimle tahkim edilmiş ve hendeklerle çevri lmiş
şehirlerine boyun eğdirmek söz konusu olduğunda. Ağır erzak yükü taşımayan. işgal
276 1 11aulcycüdea'ten Dzor DUe;yerelc 1 Mar6hall Sahlin6

ettikleri ülkelerin kaynaklarıyla geçinen Bau kuvvetleri uzun seferberlikler ve kuşat­


malara dayanıklı deği ldi. Genellikle birkaç günlük bir harekat sonrasında savaş mey­
danından çeki l i rlerd i . Bir dehşet ve ihanet bileşimi kullandıklarından iyi savunulan
yerlere yüklenmekten ziyade muhtemelen terk edilmiş yerleri yakıp yıkıyor, bazı hileli
strateji lerle bir düşman şehrine girmeyi başardıklarında insanların çoğunu öldürü­
yorlardı. Bau orduları, hadi a lelacele çeki lmediklerinde demeyelim, ama çarpışmayı
bırakmadıklarında öyle az kayıp vererek yakayı kurtaramıyordu (krş. Derrick 1 9 5 0 :
48-49). Zira lojistik sınırlamaların yanı sıra, iş geniş ölçekli veya uzatmalı savaşlara
geldiğinde bir yandan aynı dezavantajlara, diğer yandan ise düşman direnişini başka
yollarla kırmayı sağlayan avantajlara yol açan yapısal sınırlamalar da söz konusuydu.

Bau ordularının bi rçoğu gibi Rewa şehirlerinin birçoğu da bağı msız olarak savaşan
müttefiklerden, yani kendi yöneticileri, kendi tanrıları olan ve kendi çıkarlarını canla
başla savunan "sınırlar"dan (bati) ol uşuyordu. Her ne kadar göreneksel veya uzun
süreli olsa da bu şehirlerin Bau ve Rewa kral larıyla i l işkileri, kökenleri itibarıyla söz­
leşmeye daya l ı , pratik olarak da gönüllü addediliyordu. Aslına bakı lırsa sınır savaşçısı
ülkelerin yönetici soyu genellikle baskın durumdaki kra l l ı k hanedanl ığına mensup bir
kadına dayanırdı ve bu nedenle de görünürde üstün olan kral lıkla ayrıcalıklı bir vat.u
ilişkisi içinde olurlardı.7° Kısacası sınırlar hatırı sayılır bir eylem özgürlüğüne sahip
"kendi lerinde ve kendi leri için ülkelerdi" (vanua vaka i koya). Muhterem Williams'ın
gözlemlediği üzere Fij i 'de bir savaşın bu kadar paha l ı olmasının nedeni buydu. Delta­
ya düzenlenen harekatlarda müttefiklerini seferber edebilmesi için Bau'nun buyruk­
larla ya da kaba kuvvetle sahip olamadığı kontrolü, yiyecek ve hazinelerle sağlaması
gerekiyordu. Müttefik kuvvetler zafer kazanırlarsa ziyafetler ve hediyeler için yine
Bau'ya el açıyorlard ı . Dolayısıyla Bau'nun askeri başarıları kaybedi len adamların yanı
sıra "tanrılar için yapılan büyük yiyecek masrafıyla, savaşçı lara akıtılan zenginlik ve
erzakla ve Thakombau'nun bol miktarda sahip olduğu silahlar ve cephanelerle sağ­
lanıyordu" (Hunt ]: 1 9 Ekim 1 84 5). Bau 'nun Lau, Cakaudrove, Macuata, Koro Denizi
Adaları'ndan ve başka yerlerden topladığı haraçlar işte bu nedenle stratejik açıdan
değerl iydi. Bau kuvvetlerini ayakta tutabilmek kadar, Rewa'nın kurduğu ittifakları bal­
talayabi lmek için de zenginlik gerekl iydi. Rewa sınır ülkelerinin (ba ti) de bağımsızlıkta
ve kendi refahlarını gözetmekte aşağı kalır yanı yoktu; Rewa hegemonyasını yıkılma
ve müttefiklerinin taraf değişti rmesi konusunda kırılgan hale getiren yönlerinden bi­
riydi bu. Böyle olduğu için de l 844'te Rewa için işler tepetaklak oldu. Ratu Cakobau
askeri avantajlarının yanı sıra Bau usulü komplolarla onu meşhur eden yeteneklerini
ve kaynaklarını da kullanarak Rewa konfederasyonunu parçaladı.

70 Hocart, sınır savaşçıları ile üstün şeften eş alma arasındaki yakın i lişkiyi gösteren bir vakayı
aktarır: "Wai levu halkına Latu'dan hanımlarla evlenip evlenmediklerini sorduğumda 'sınır il işkisini
doğrulamaya çalışıyor' dediler" (Hf: 437).
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 277

Ocak l 844'te, savaşın başlamasının üzerinden henüz iki ay geçmişken, Rewa stratejik
bir sınır müttefikini, yönetici şeflerinden birini ve onun takipçilerini Bau'ya kaptırdı;
bu sıkıntıl ı bir yolun daha başıydı (Harita 3 . 2). Bau ile Rewa arasında, Rewa Deltası 1nın
bir ucundan diğerine uzanan stratejik bir konumdaki on iki şehrin bulunduğu geniş
topraklara sahip Nakelo ü l kesi, Roko Tui Dreketi 'ye olan geleneksel bağlılık andını
bozup Bau cephesine geçti (Anonim Na Mata 1 89 1 [5); Calvert L: 29 Ocak 1 844; Hunt
]: 22 Ocak 1 844; jaggar]: 22 Ocak 1 844).7 1 Sonradan Ratu Cakobau'nun Nakelo lideri
Tui Nakelo'ya taraf değiştirme bedeli olarak kız kardeşlerinden birini söz verdiği an­
laşıldı (Waterhouse 1 866: 1 24). (Bi ldiğimiz üzere aynı kadın, Adi Lolokubou, l 845 'te
Ratu Raivalita'nın komplosunu haber verdiği için Lasakau şefi Ratu Gavidi 'ye söz ve­
rilmiş, bunun üzerine duruma bozulan Nakelo şefi Rewa saflarına dönmüştü.)72 Kuzey­
de Nakelo Bau'ya katı l ırken güneyde ise Rewa başka kopmalarla da darbe al ıyordu.
Rewa kralının kardeşi Ro Cokanauto, Rewa Deltası'nın güneyinde bir balıkçı şehri
olan Nukui 'nin başına geçmiş, "birkaç büyük şehri" de yanına alarak Bau'ya katı lmıştı
(Jaggar]: 29 Ocak, 8 Şubat 1 844; WMMSIL: 9 Temmuz 1 844). Rewa isyancılarının yanı
sıra Bau kuvvetleri de Nukui'yi deltaya saldırılar düzenlemeye yönelik bir üs olarak
kullanıyordu. Şubat ortasında düzenlenen bir saldırıda Rewa'ya o kadar yaklaşılmıştı
ki şehir paniğe kapı lmıştı (J aggar WMMSIL: 9 Temmuz 1 844 [ 1 5 Şubat 1 844)). Nukui
açıklarında faaliyet gösteren Bau kanolarının, Kadavu 'da haraç ödeyen ülkelerden
Rewa 'ya akan trafiğe saldı rmaya başladığı tarihlerdi (Jaggar ]: 5 Şubat, 23 Mart 1 844;
WMMSIL: 9 Temmuz 1 844). Rewa'ya tabi (qali) başka bir halk, deltanın güneydoğu­
sundaki Noco ülkesi de Bauluların tarafına geçti . Baulular buranın kendi lerine bağ­
lı kalmasını sağlamak için Noco'ya derhal bir savaşçı birliği yerleştirdi (Anonim Na
Mata [5): 9). Rewa'ya gayet yakın olan balıkçı kasabası Lokia'nın da Bau'nun tarafına
geçmesi Bau'ya, düşman başkentine misket tüfeği ateşi yöneltebilecek kadar ileri bir
mevzi kazandırdı (Hunt }: 2 8 Kasım 1 844). Dolayısıyla Bau'nun deltanın kuzeyinden
ve güneyinden yaklaşan kıskaç harekatı, Rewa'yı birçok müttefik ve tabi şehirden, bu
nedenle de savaşı sürdürmek için gereksindiği gıda, servet ve insan gücü akışından
yoksun bıraktı.

71 Dönemin misyoner raporları ve Fiji söylencelerinde Nakelo'nun tamamının Bau tarafına geçtiğinden
bahsedilse de olağan bölücü siyaset ve bu tür topraklarda şefl iklerin çekişmeli olduğu dikkate
alındığında bu durum kuşkulu görünmektedir. Ne var ki bu örnekte, Tui Nakelo taraf değiştirmişti
(ama l 845'te yine Rewa tarafına geçecekti).
72 Fijilinin açıklaması bu minvalde devam eder. Nakelo'nun fikir değiştirmesini açıklayan bir başka
gerekçe ise aynı şekilde Rewa'nın geleneksel savaş müttefiklerinden biri olan bitişik Tokatoka ülke­
sinin ( l 845 'te) Bau tarafına geçmesi ve Nakelo ve Tokatoka miras alınmış bir rekabet ilişkisi içinde
(çapraz kuzenlerin soyundan geldikleri için veitabani, "karşıt taranar") olduklarından ikisinin bir­
den Bau'nun müttefiki olmasının mümkün olmamasıydı (Anonim Na Mata 1 89 1 151: 1 0). Bu durum
belki gerçekten de bir rol oynamıştı, ama bu manevraları açıklamaya yeterli bir neden değildi; zira
Nakelo ve Tokatoka savaştan önce uzun bir süre boyunca Rewa'nın müttefikleri olmayı başarmıştı.
278 1 Jhukydldea'ten Ôzilr Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

Temmuz l 845'e gelindiğinde Jaggar, Rewa'nın "düşman tarafından çevrelendiğini"


harekat sahasının "çok sınırlandığını", yiyecek kaynaklarının "çok kıt" olduğunu ve sa­
vaş devam ettiği sürece de bu durumun büyük olasıl ı kla değişmeyeceğini bildiriyordu
(WMMSIL: 9 Temmuz 1 844). Ağustos'a gel indiğinde yiyecek kıtlığı ve şehre yönelik
tehditler Jaggar'ı, Rewa'daki misyonu terk edip Viwa'da Hunt'ın yanına gitmeye mec­
bur etti. Kasım'a gelindiğinde (yam hasadı tükenmiş olduğundan genellikle yılın pek
bolluk içinde geçmeyen bir dönemiydi) Hunt da Jaggar da Rewa'da "açlık" olduğun­
dan söz ediyordu: "Açlık Rewa topraklarında hızlı, korkutucu bir i lerleme kaydediyor"
(Hunt WMMSIL: 2 1 Kasım 1 844). "Rewalı ları açlık korkusu sarmış durumda" (Jaggar
WMMSIL: 1 5 Kasım 1 844). Mart l 845'e gelindiğinde Rewa'daki durum gerçekten de
içler acısıydı. Rewa l ı lar hala savunmadayd ı ; kendi lerine tabi şehirleri kaybettiklerin­
den ve bahçeleri düşman tarafından harap edildiğinden pek az yiyecekleri vardı, ekip
biçebilecekleri çok az toprakları ve çok az tohumları kalmıştı; bir ordu toplayabile­
cek servete veya bir orduyu ayakta tutabi lecek kaynaklara sahip deği llerdi (Jaggar
WMMSIL: 3 Mart 1 84 5).71 Artık sonlarının geldiğini sanırdınız.

Hunt savaşın i l k aylarına ilişkin görüşlerini kaleme alırken Rewa'nın, neresinden ba­
kılırsa bakı lsın tükenmiş olması gerektiği ni bel irtiyordu; ne var ki Bau kazandığı belir­
leyici avantajları korumayı becerememişti.

Bau'da savaşı başlatmaya yönelik hazırlıklar büyük umutlarla yapı ldı. Tanrıla­
ra di leklerde bulunuldu, adamlar ve silahlar hazırlandı, saldırılan ilk şehirler
Bau savaşçı larına kolay yem oldu. Rewa halkı ancak silik bir direniş göstere­
bildi. Thakombau [Ratu Cakobaul o kadar başarı l ı ol muştu ki bu başarıyı nasıl
sürdürebi leceğini ve kazandığı avantajları nasıl kullanabi leceğini bilse savaş
altı ayda son bulabilirdi. Bir seferinde savaşçılar Rewa'ya çok yaklaştı, şehirde
öyle bir panik havası esti ki bir saldırı olsa muhtemelen boşaltılıp yakıl ı rd ı . Ne
var ki kolayca elde edilen bu başarıyı gereğince kul lanmak yerine başarıları
nedeniyle tanrılara şükranlarını sunmak ve düşman askerleri nin öldürülme­
sinde başarılı olmuş adamları şereflendirmek için Bau'ya geri dönmeleri gere­
kiyordu (Hunt }: 1 9 Ekim 1 84 5).

1 844 sonunda Rewa kuşatılmış ve yoksul düşmüş olsa da savaşta bir duraksama nok­
tasına gelinmişti. Durum birkaç aydır böyleydi ve ertesi Ağustos'ta Ratu Raivalita'nın
ölümüne dek de değişmeyecekti. Bauluların ve müttefiklerinin Rewa Deltası'na dü­
zenlediği geniş ölçekl i akınlar Temmuz l 844'te kesildi (Jaggar WMMSIL: 9 Temmuz
1 844); fakat bunun nedeni basitçe, Hunt'ın inandığı üzere, Bauluların erken kazandık-

73 Muhterem jaggar, Rewa başkentinde gıda kıtlığıyla ilgi l i olarak bir ölçüde çelişkili i fadeler kullanır.
3 Mart tarihli aynı mektupta tatl ı patatesin hasat mevsiminin geldiği tahmininde bulunur ve ekim
alanının küçüldüğü varsayımıyla hasattan '"küçük bir tatlı patates stoğu" diye bahsetse de Fijililerin
az yiyecekle uzun süre dayanabileceklerini belirtir (jaggar WMMSIL: 3 Mart 1 845).
BGST 1 Dü�ünce Diıiöi 1 279

ları zaferleri kutlamakla meşgul olmaları deği ldi. Sonraki aylarda dış kesimlerdeki bir
Rewa şehrine rasgele bir saldırı düzenlendi, ama saldırıların büyük bölümü küçük Bau
akıncı gruplarının karada kurulan pusular veya kanolarla denizden yapı lan akınlarda,
kurbanlarını düşmanın müstahkem mevki lerinin dışında faka bastırmaya çal ıştığı sal­
dırı lardı. "Sürekli bu tür görevlere çıkıyorlar, kimi zaman avlarını öldürüp eve getiri­
yorlar, bazen de başarı kazanmadan geri geliyorlar" (a.g. e.).74 Bu dönemde Baulular,
Rewa şehirlerini yakıp yıkmaktan çok yamyamlık heveslerine kurban edecek avlar
bulmakla i lgileniyordu belki de. Başka amaçlara yönel ik olarak bakola'ya (yamyamlık
kurbanlarına) ihtiyaç duyuyorlard ı.

Cakaudrove halkını beslemek için insan kurbanlara ihtiyaç vard ı . Yaşlı heybetli kral­
ları Tui Cakau'nun liderliğindeki büyük Cakaudrove birliği Mart l 844'te Bau'ya geldi
ve yaklaşık bir yıl boyunca burada kaldı. Bu ziyaretçi heyetinde bir grup Butoni deniz
savaşçısı da yer al ıyordu: Ataları Baulu olan, özgün kimlikleriyle birlikte Bau şeflerine
sadakatlerini de koruduklarından iki yönlü bir bağl ılıkları olan savaşçılardı bunlar
(yukarıda Birinci Bölüm'e bakınız). Bau ile Cakaudrove arasındaki il işki ler yıllar için­
de bir kızışmış bir soğumuştu, ama Tui Cakau, Ratu Tanoa'ya bağl ı l ığını (i <1 o ro) gös­
termek ve Bau'dan askeri yardım istemek için bu kez iki tane çifte kanoyla gelmişti.
Cakaudrove'den gelen bu tür ziyaretler son derece törensel oluyordu. Ziyaretçiler ilk
birkaç gün törensel olarak şakşakçı tutumlar sergi ler, bunun ardından Baulu evsahip­
leri onlara yamyamlık kurbanlarıyla tamamlanan cömert ziyafetler çekerdi . 75 Bu tür
bakola'lar sunmak Bau'nun kesin yükümlülüğüydü ve Cakaudrove halkının kesinlikle
bu ziyafetlere katı lması gerekirdi (krş. Calvert j: 2 Temmuz 1 8 50). Durum böyle oldu­
ğundan Bau'nun Rewa'yla yürüttüğü çatışmalar başka bir amaca daha hizmet etmeye
başlamıştı. Bau ordularının düzenlediği harekatların yerini alan vurkaç saldırıları, Ca­
kaudrove halkına yamyamlık ziyafetleri çekmeye yarıyordu artık. Muhterem jaggar
Londra'daki Metodist yetki li leri aydınlatmak üzere bu tür bir olayı betimlemişti:

Bau'da bir yamyamlık ziyafeti düzenlemişlerdi. Bir pusuda on bir Rewalı öldü­
rülmüş, o sırada Bau'da bulunan Somosomo (yani Cakaudrove) halkı tarafın­
dan pi{liri l i p yenmi{lti. Bu onlar için zengin bir öğündü, genellikle de neüi<1
bir yiyecek olarak görülürdü. Zavallı yaratıkların bacak kemiklerinden iğneler
yapıyorlardı ; bir gün bunların bazı larını elime aldım. Ayrıca ateşin üstüne ası­
lıp tütsüyle kurutu lan iki i nsan eli gördüm! Bir keresinde de bir adamın göv-

74 Fiji savaşlarında uygulanan bir başka göreneksel gizli taktik, bati kadi denilen, savaşçının genel­
likle geceleyin düşman topraklarına girip habersiz bir adam, kadın ya da çocuğu pusuya düşürdüğü
yiğitlik örneği dönemin kaynaklarında anılmaz, ama bu savaş döneminde uygulanmış olabilir.
75 Cakaudrove ziyaretlerinin ritüellerinde, fare biçimindeki yarı boğulmuş Cakaudrove tanrısının
Bau halkı tarafından kurtarılması şeklindeki orijinal olayın tekrarlandığı düşünülüyordu. Bu mit ve
Bau'daki Cakaudrove halkının bu mitle ilişkili ritüel davranışları Fiji'de 1 9. yüzyıl ortasında olduğu
gibi hala gayet iyi bilinir.
2 80 1 llıukydldea'tm Ôziir Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

desinin üst kısmının bir bölümünün pişirildiğini görmüş olan bir beyefendiyle
(belli ki j aggar burada bir Pap alagi'den bahsetmektedir) sohbet etmişliğim de
oldu. Bu sayede Bau sokaklarındaki domuzlar da insan iç organlarından sebep­
leniyord u ! Beyefendi ler, bütün bunlar, olgular ve gerçeklerdir . . . incit dışında
hiçbir şey bu insanların bu alçalmış durumdan tam anlamıyla kurtulmalarını
sağlayamaz (J aggar WMMSIL: 4 Ekim 1 844).

j aggar, Lasakau kanolarının gizlice düzenlediği bir akında yirmi sekiz esirin Bau'ya
götürüldüğünü, bazılarının canlı canlı kızgın taşların üstüne yatırıldığını da anlatmıştı
(a.g.e. , 3 Mart 1 84 5). Aslına bakılırsa yamyamlık fırınları genellikle Cakaudrove hal­
kının Bau'da bulunduğu sıralarda yakı lıyordu. Hunt, Kasım sonunda "Bau'da sadece
son üç ay içinde en az elli kişinin yendiği, bunların bazılarının hatırı sayılır mevkideki
Rewa şefleri olduğu" tahmininde bulunuyordu (Hunt WMMSIL: 28 Kasım 1 844). Ne
var ki cesetlerin büyük bölümü Rewa'dan veya Rewa'ya bağlı ülkelerden gelmesine
rağmen Cakaudrove halkının ziyareti, Bau'nun askeri dikkatinde kaymaya yol açan bir
yön değişikliğini de beraberinde getirmişti .

jaggar'ın sözlerine inanırsak, "Bauluların dikkati büyük ölçüde, şefleriyle birlikte on


iki aydan biraz daha uzun süredir Bau'yu ziyaret etmekte olan Somosomo (Cakaud­
rove) halkına yönelmiş" durumdaydı (WMMSIL: 3 Mart 1 845). Cakaudrove şefi yaşlı
Tui Cakau, Vanua Levu'nun güneydoğusunda yaşayan Natewa halkını cezalandırmakta
Bau'nun desteğini almak için "savaş yaygarası" (tagi valu) koparmak üzere Bau'da bu­
lunuyordu. Cakaudrove krallarının geleneksel bir savaş müttefiki (bati) olan bu güçlü
ve isyancı ülke, yıllardır Cakaudrove'nin başına belaydı (Lyth }: 4 Mart 1 844; Williams
1 93 1 , 1 : 260). Tui Cakau'nun Bau'da bulunduğu tarihlerde, Cakaudrove'de resmi sa­
vaşçı kral (Vunivalu) unvanını taşıyan oğlu Tui Kilakila, Natewalılara birkaç saldırı
düzenlemiş, ama sadece bazılarında zafer kazanmıştı. Bau'nun bu meseleyle ilgisiyse,
Ratu Cakobau'nun Natewa'nın isyanını gizliden gizliye kışkırttığına inanı lmasıydı. Hunt,
Bau kuvvetlerinin meseleye dahil olmasının Cakaudrove'ye pahalıya patlamakla kalma­
yacağını, onu "Bau'nun boyunduruğuna biraz daha isteyerek girmek zorunda bırakacağı­
nı" öngörmüştü (Hunt WMMSIL: 26 Şubat 1 845). Aslına bakıl ırsa, l 846'da Ratu Cakobau
liderl iğindeki bir ordu Natewalıları geleneksel efendileri Cakaudrove yerine Bau'ya bo­
yun eğmeye zorladığında (i öoro) olan buydu. Yine de bu durum, Bau'nun Aralık l 845 'te
Rewa'yı yıkarak burayla meselesini görünürde halletmesi sonrasında gerçekleşmişti.
Bau'nun niçin bir yıl ya da on sekiz ay önce Rewa'yı yıkmadığı sorusu hala cevapsızdır,
zira Cakaudrove'yle yaşanan durum görünüşe bakılırsa Rewa'nın yıkımının ertelenmesi­
ni zorunlu olmaktan ziyade elverişli kılan bir nedendi ve kesinlikle de tek neden değildi.

Rewa ile savaşta yaşanan durgunluğun gerekçesi büyük ölçüde Bau'nun iç siyasetinde
yatıyordu. Nabaubau hanesi nin başını çektiği (Roko Tui Bau da dahil) kadim Bau soylu-
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 28 1

ları ile sonradan gelme Tui Kaba savaş kralları klanı arasında kuşaklardır devam eden
çekişmeler yeniden canlanmıştı. Nabaubau hanesi ile Bau dışındaki birkaç vaöu'ları,
i ktidarı ele geçirmek, böylece savaşı bitirmek için düşman Rewa ile birlikte komplolar
kuran Ratu Raivalita'nın doğal müttefikleriydi. J aggar, Ratu Raivalita'nın ölümünden
sadece bir ay önce, Rewa ile çatışmanın "hızla son bulması yönünde hiçbir ihtimal gö­
rünmediğini" belirterek Bau'daki askeri çıkmazdan sorumlu olduğuna inandığı bir hi­
zipçil iği ima etmişti: "Başkentteki (Bau) gidişat şaibeli görünüyor, biz de bazen Bau'nun
i lerlemesini kesinlikle duraklatacak, savaşta başarı ihtimalini karartacak, umutları
boşa çıkaracak alttan alta bir akıntının iş başında olduğunu düşünmeye başlıyoruz.
' Kendi içinde bölünmüş bir krall ığın ayakta duramayacağı ' doğru. Bence bu iki güçlü
bölge arasında uzun zamandır devam eden savaşın sonucu, Bau kendi içinde birl iği
sağlarsa, Rewa şeflerinin ölümüne bağl ı; başka türlü olmaz" (Jaggar WMMSIL: 5 Tem­
muz 1 845). Hunt ise onunki kadar kısa olmasa da birkaç ay önce ihtilafın nedenlerini
daha kesin sözlerle tanımlamıştı. Ocak ayında Muhterem Lyth'e şu satırları yazmıştı
Hunt: "Bau'nun şu sıralarda Rewa'yı kolayca yıkıma uğratabi leceği kanısındayım, ama
Tui ila ila (Tui Kilaki la), Namosimalua, Tui Veikau ve Naitasiri şefleri, Raivalita'dan bah­
setmiyorum bile, Rewa şeflerinin öldürülmesine engel oluyor. Belki de bazı engeller
ortadan kaldırılacak. Orasını ancak Tanrı bilir" (Lyth L: 4 Ocak 1 84 5).

Neresinden bakı lırsa bakı lsın Bau'nun Rewa ile savaşında duraksama yaratan şey,
Ratu Tanoa'nın eski düşmanlarının bir koalisyon kurmuş olmasıyd ı . Ratu Raivalita'nın
ümitsiz heveslerinin etrafında dönen ve onun aracılığıyla Rewa l ıların bir o kadar
ümitsiz askeri durumunu desteklemeyi amaçlayan bir koalisyondu bu. Ratu Raivalita
ile dayıları Rewa yöneticilerinin komploları ve Bauluların longue d ure e [uzun süredir
devam edeni hoşnutsuzluklarıyla güçlenmişti . Hunt'ın Rewa kralının öldürülmesini
engelleyen Bau şefleri listesi, Namara (Tui Veikau) ve Viwa (Namosimalua) şeflerini de
içerir; bu liste, kısa bir süre sonra ifşa olduğu üzere Ratu Raivalita'nın Ratu Cakobau
ve Ratu Tanoa'yı öldürmek için işbirl iği yaptığı isimlerle örtüşür. Muhterem Cross'un
yaklaşık on yıl önce derled iği; tahttan indirilmiş Bau savaşçı kral larının, Nabaubau
ya da Batitobe hanesinden kral larının rahim yeğeni (vaöu'su) olan önemli şeflerin
sıralandığı bir başka liste ile Hunt'ın listesi arasındaki örtüşme daha da çarpıcıdır.
Cross'a göre yukarıda bel i rtilen Namara ve Viwa liderleri , ayrıca Cakaudrove savaş
kralı (Hunt'ın listesinde "Tui ila ila") ve Rewa kralı (Ro Kania), hepsi de Ratu Tanoa'nın
babası Ratu Banuve'nin ezeli düşmanı olan "Savou"nun kızlarının oğul larıydı. Ratu
Banuve, Vunivalu unvanı için verdikleri mücadelede Savou'yu koltuğundan etmiş olan
şu meşhur gaspçıydı. Her şey Ratu Raival ita'nın l 844-45 'te "kendisini destekleyen
kuvvetli taraftarları", Ratu Tanoa'dan kurtulma isteklerini l 8 3 0 'larda göstermiş ve
l 8 5 0 ' lerde de Ratu Cakobau'dan kurtulmaya çal ışmış yerli Bau aristokrasisi ve bağ­
laşıkları arasından devşirdiğini düşündürür. (Ratu Raivalita'nın başl ıca eşlikçi leri ara-
282 1 Thukydldea 'ten Özür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

sında yer alan Ratu Nayagodamu'nun, l 8 3 2'deki darbede Ratu Tanoa'nın yerini almış
olan Uzanan Vunivalu'nun hanesine mensup olduğunu hatırlayalım.) Diğer komplo­
cular Rewa kra l ı ile kardeşi Ratu Qaraniqio'nun birçok gerekçesi vardı: Ratu Cakobau
ile babasının öldürü l mesi, Bau'yla savaşta yaklaşan yenilgi ihtimalini olumlu bir barış
antlaşmasına çevirebi lird i .

Ratu Raivalita ile Ratu Cakobau arasındaki n i h a i kapışmanın ardında, kolektif kuvvet­
lerin içinde bulunduğu bu durum yatıyordu. Buna uygun olarak Ratu Raivalita, Ratu
Cakobau'nun emriyle öldürüldüğünde kuvvetler arasındaki bağıntı değişti: Savaştaki
açmaz ortadan kal kmıştı. Fakat kralların ölümüne zemi n hazırlayan, Bau'nun savaşın
ilk aylarında hızlı bir ilerleme kaydetmesi olmuştu. Çatışmanın başlamasıyla birl ikte
Bau yönetimine halef olma olasılığını yitiren Ratu Raivalita artık yegane umudunu
Ratu Cakobau ile Ratu Tanoa'nın ortadan kaldırı lmasında görüyordu. l 844'ün ikinci
yarısına gelindiğinde bu hamle Rewa yöneticilerinin de barış ve hayatta kalma yönün­
deki yegane umuduna dönüşmüştü. Rewa yönetici lerinin Baulu vaw'larının Tu i Kaba
klanının ezeli düşmanlarıyla birlikte kurduğu komplo, Bau'nun Rewa Deltası'nda yü­
rüttüğü harekatın ciddi bir biçimde yavaşlamasına neden oldu. Neresinden bakılırsa
bakılsın Ratu Raiva lita, Ratu Cakobau açısından çifte tehlike haline gelmişti: Hayatını
tehdit etmesinin yanı sıra askeri başarısının (başka bir deyişle emperyal heveslerinin)
önündeki bir engeldi. Ratu Raivalita'nın onu ortadan kaldırması gerektiği kadar, onun
da Ratu Raivalita'yı ortadan kaldırması gerekiyordu. Dolayısıyla Ratu Raivalita'nın
Mart l 845 'te yaşlı Cakaudrove kralına ülkesine dönüş yolunda eşli k eden savaşçı he­
yetinin başkanı olarak görevlendirilmesi , başka bir bakışla, bertaraf etme siyasetinin
fazla şiddet içermeyen bir önlemi olarak görülür. Ama Ratu Raivalita Bau'ya döndük­
ten birkaç ay sonra, Fiji hanedanlarının tarihlerinde sık sık rastlanan kardeş cinayet­
lerinin kurbanlarından biri olacaktı.

Rewa'nın Kasım l 8 4 5 'te düşmesi Ratu Raival ita'nın öldürülmesinin sonraki perdesi
olmakla ka lmıyordu, biraz da bunun nedeniyd i . Bu olayı birkaç yıl sonra anlatma biçi­
mine bakı lırsa Ratu Qaraniqio tam da böyle düşünüyordu. Katol ik misyonerliğine Ratu
Raival ita'nın öldürüldüğü günün gecesi Ratu Cakobau'nun Rewa üzerine yürüdüğünü
söylemişti. Ertesi gün şafak vakti Ratu Cakobau Rewa'ya saldırmış ve kra l ı öldürmüş­
tü (Deniau, HF2). Ratu Qaraniqio aylar süren çatışmalar ve entrikaları böylece olaylı
bir yirmi dört saate sıkıştırıvermişti ama bu mitleştirme, nedensell iği işaret etmenin
bir biçimi deği l miydi? Muhterem Calvert'in anlatısı, daha akla yatkın bir zamansallık
izlese de Rewa'nın çöküşünü açıkça aynı şeki lde açıklar. Calvert, Ratu Raivalita'nın
ölümünün "Rewal ı şeflere ağır bir darbe indirdiğini" söylüyordu: " Raivalita öldüğünde
büyük umutları ve beklentileri suya düşmüştü; boyun eğdiren bir aşağı lanmaya maruz
kaldıklarından barış yapma çabası içindeydi ler" (Wi l l iams ve Calvert 1 8 59: 3 5 1 ). Ne
BGST i Dü�ünce Dizi6i j 283

var ki bu anlatıda bile sonraki olaylar kısaltılır. Ratu Raivalita'nın ölümü savaşta hiç
kuşkusuz kritik bir dönüm noktası olmuştu, ama bunun hemen sonrasında savaştaki
açmaz da son bulmuştu. Bau, Rewa Deltası 'na doğru daha yönteml i bir biçimde sokul­
muş, öyle ki , kısa süre sonra düşman başkenti savunmasız kalmıştı.

Nihai saldırı Kasım 1 84 5 başında Bauluların deltanın güney sahil inde, kukla Rewa
kralı Ro Cokanauto'nun kalesi olan Nukui yakınlarına ulaşmasıyla başladı (Harita
3 . 2).76 Baulular, Rewa şefleriyle bir hizmet i l işkisi (qali) içinde olan, şeflerin yiyeceğini
sağlayan başlıca kaynak olan Dreketi ülkesinin kendi taraflarına geçmesini sağlamak
için buraya gelmişlerdi. Bau'nun nihai ilerlemesi, Dreketi 'den başladığı için mitsel bir
çağrışım taşıyordu. Rewa söylencesine göre, nihayetinde Rewa kralları olmuş göçmen
şeflerin deltadaki asıl yerleşim yeri Dreketi'ydi (bu nedenle krallara " Roko Tui Dreke­
ti" denirdi); krall ığı almadan önce yakınlardaki durak noktalarıysa Burebasaga ülkesi
olmuştu. Ratu Cakobau, Dreketi 'den Burebasaga'ya yönelmek, böylece Rewa'yı çevre­
leyip kuşatmak için el bette iyi taktik gerekçelere sahipti, fakat hanedanı yerle yeksan
etme misyonuyla tutulan bu yol Dreketi hanedanının izlediği m i tsel yolu da yeniden
izl iyordu. Burebasaga 'nın Bau'ya boyun eğmesi Rewa 'nın akıbetini kesin olarak belir­
ledi, zira Burebasaga Rewa'nın müttefiklerine (bati) ve ona tabi ülkelere ait savaşçı
kuvvetleri seferber etme görevini yürütüyordu. Bu durumda Burebasaga'nın düşmesi,
Rewa'nın öneml i sınır ülkelerinden Tokatoka'nın da Hunt'ın "soylu direniş" dediği şey
sonrasında Bau tarafına geçmesinde belki belirleyici bir etken olmuştu. Diğer Rewa
toprakları gibi Tokatoka da kuvvete başvurarak alınmamış, "izlemeyle ve açlıkla yor­
gun düşürülmüştü" (Hunt }: 1 9 Ekim 1 845). Calvert'in bahsettiği teslim olma tekl ifi ,
Rewa'nın neredeyse tümüyle yalıtıldığı bu noktada Ratu Cakobau'ya gönderi ldi. Ne
var ki haberci, yani Bau'ya gönderilmek üzere görevlendirilen elçi (M a ta ki Bau) Ratu
Cakobau tarafından yoldan çıkarı lmış, ihanet edip başkenti düşman kuvvetlerine tes­
lim etmek üzere kurulmuş bir komploya dahil olm.uştu (bkz. yukarıda Birinci Bölüm).
Bau şeflerinin "intikam ruhu" teslim olma teklifini kabul etmelerini engelleyecek ka­
dar ağır basıyordu. Rewal ıların hakaretleri ve Ratu Raivalita'nın "hain komplosuna"
katılmaları "intikam ruhunu" beslemişti (Wi ll iams ve Calvert 1 8 5 9 : 3 5 1 ).

Bunun sonrasında Rewa'nın yıkımı sırasında Ratu Cakobau, Roko Tui Dreketi 'den,
yani Ro Kania'dan intikamını aldı. Ro Kania'nın annesi, Ratu Cakobau'nun annesinin
kız kardeşiydi, karısı da amca/teyze tarafından kuzeniydi (FBD). Herhalde Rewa kra l ı ,
Bau'nun büyük va,m'su olduğundan y a da belki d e düşmanını veya girdiği savaşı hiç
anlamadığından, şehri alevler içindeyken besbelli ki "Thakombau'nun kendisini öl-

76 Ağırlıklı olarak, Muhterem jaggar'ın Muhterem Lyth'e sunduğu bu dönemin en ayrıntılı


anlatılarından, ayrıca Ratu Deve Toganivalu (TkB), Hunt (]: 1 9 Ekim 1 84 5 ; karşılaştırın Waterhouse
1 866: 1 2 5-27) ve Anonim Na Ma ta'daki ( 1 89 1 151) anlatılardan yararlanıyorum.
284 1 llıukydldea'tm Ôzür Dileyerek 1 Maröhall Sahlinö

dürmeyecegi " inancıyla, Wailevu Nehri 'nde Ratu Cakobau'nun kanosuna geldi (Lyth
TFR, 1 : 206). Geleneksel kurallara uyan Rewa ile onları çiğneyen Bau arasındaki te­
zat işte burada, yöneticilerin şahsında nihai i fadesini bulmuştu. Zira Rewa kralının
akrabalıklarını i leri sürerek yaptığı ricalar hiçbir işe yaramadı. Çoğu anlatıya göre,
Ratu Cakobau Komai naua'ya, yani Ratu Raivalita 'ya sopayı i l k indiren adama Roko Tui
Dreketi'yi öldürmesini emretmişti . Bu durumun birçok ironik yönü vardır. Bildiğimiz
üzere Cakaudrove vaöu'su olan Komainaua'nın Ratu Cakobau'yla müphem bir il işkisi
vardı, zira Cakaudrove'nin 1 83 9-4 1 'de Bau'nun egemenl iğini baltalama girişiminde
bulunmasında büyük rol oynayan başlıca kışkırtıcılardan biri olmuştu. Dolayısıyla
Komainaua'nın Ratu Cakobau'nun emrine uymayı reddettiğini veya Rewa kralına ateş
ettiğini, ama hedefi tutturamadığını anlatan hikayelerin olgusal olduğu kadar mantık­
sal bir nedeni de olsa gerektir. Lyth'in kaleme aldığı metne göre sadece Komainaua
deği l , Ratu Cakobau'nun maiyetindeki iki kişi daha hedefi tutturamamıştı. Bunlar­
dan biri Rewa kralının ölmüş kardeşi Ratu Bativuaka'nın oğluydu. Lyth'in anlatısında
Rewa'nın kutsal kral ı ile Bau savaş kralının kral lara has nitel ikleri arasındaki tezat da
vurgulanır. Söylenenlere bakı l ırsa Rewa kutsal kra l ı , Ratu Cakobau'ya "beni neden
öldürmek istiyorsun? Bırak yaşayayı m . Ben senin akrabanım" diye seslenmişti. Terör
estiren Baulu, bu sözlere "hayır, seni öldüreceğim; ben ve babam aleyhindeki kötü
konuşmaların çizmeyi aştı" diye karşılık vermişti (Lyth TFR, 1 : 207).

Hunt'a göre bu noktada, Mani llalı olduğu dışında hakkında bir şey söylenmeyen bir
yabancı olaylara dahil olmuştu (}: 1 9 Ekim 1 84 5). Bu gibi dışarlıklıların (Avrupal ı sahil
tarayıcılar, Tahitili ler ve Hawaiili ler dahil olmak üzere) Fiji yönetici şeflerinin heyet­
lerindeki varlığı en başta benzer bir bağlamda, Ratu Raivalita'ya saldırı sırasında da
gözlenmişti. Bu yabancıların misket tüfeklerini tamir ve ateşleme ya da grog' damıtma
konusundaki uzmanlıklarının yanı sıra, büyük şeflerin kişiliklerine halel getirmeyle
ilgili tabulardan muaf olmaları, hatta bunları hor görmeleri nedeniyle siyasal bir de­
ğerleri de vard ı . Bu gibi tabular, tümüyle Fiji usulü savaşlarda Ro Kania ve Ratu Cako­
bau ile benzerlerini gayet iyi koruyordu, ama Papalagi, Tonga l ı lar ya da Manillalılar
söz konusu olduğunda tabuların böyle bir etkisi yoktu. Bu durumda çoğu anlatıya
göre Ratu Cakobau'nun kanosuna ilk geldiğinde Rewa kralını ilk vuran ve yaralayan
(Wi l l iams'ın metninde " Bau'da yerleşik bir yabancı" diye betimlenen), Mani llalı olmuş­
tu (Wi ll iams MN, cilt 2). Rewa kralı, bir misket tüfeğiyle yaralandıktan belki daha önce
belki daha sonra bir Baulunun mızrağıyla göğsünden de yaralanmıştı. Hikaye anlatıcı­
larına göre farkl ı l ı k gösterir. Çoğu versiyona göre, Ratu Cakobau bunun üzerine iki kez
üst üste yaralanmış kralın kafasına bir savaş baltası indirmiş, ama yine de onu öldü­
rememişti; kralın ölümü ancak Ratu Cakobau boğulmasını emrettikten sonra gerçek-

Bir tür sulandırılmış a�ır içki . -y.h.n.


BGST 1 Dü9ünce Dizi6i 1 28 5

leşmişti. Bütün bunlar Rewa kralının karısı ve çocuklarının gözleri önünde olmuştu.
Kralın karısı ve çocukları, en azından bu örnekte akrabaların nasıl onurlandırılacağını
(belki de varislerin nasıl etkisiz hale getirileceğini?) bilen Ratu Cakobau'nun emriyle
Rewa'dan getirilmişti; nitekim Ro Kania'nın karısı, Ratu Tanoa'nın kızı ve dolayısıyla
Ratu Cakobau'nun baba bir kız kardeşiydi. Wi l l iams'ın anlatısı şöyle son bulur: "Kral,
çocuklarının bulunduğu kanoda düştü, kanlar içinde yatıp kaldı, böylece bütün bir
aile vahşi bir zaferle kan l ı Bau kentine götürüldü" (a.g.e.). Belki daha açıklayıcı bir
sonuç, olayın Fiji söylenceleri ndeki anlatımına göre, Rewa kralına savaş baltasıyla
saldırdığında Ratu Cakobau'nun ağzından dökülen şu ifadelerde yatar: "Sizin, bütün
ülkelerdeki Bau vaöu'larının göreneği bu. Biriniz daha böyle bir kötülüğe yeltenecek
olursa Uvinisiga IRatu Cakobau'nun sopasının adı] tarafından yenilecek (Anonim Na
Mata 'dan 1 89 1 151: 1 1 ).

SON: TARİHTE YAPI VE ZORUNSUZLUK

Başka türlü de olabi l ird i . Misket tüfekleri ve işbirl ikçi lerin kolayca bulunabi ldiği düşü­
nülürse Rewa vaw'su Ratu Raivali ta peka la Ratu Cakobau'ya suikast düzenleyip onu
öldürebi lirdi. Kısa süre sonra barış yapılabi lir, Rewa yıkımdan kurtulabi lird i . Muh­
terem Calvert'in değerlendirmesini tekrarlarsak, Rewa yöneticileri Ratu Raivalita'yı
"Mbau'nun yönetimini ele alması sonrasında Rewa'nın kendisine haraç ödemesi ko­
şuluyla ağabeyi Thakombau 'yu öldürme" işine koşmuştu (Wil l iams ve Calvert 1 8 59:
3 50). Olayların böyle bir gidişat izlemesinin ötesinde, Ağustos 1 84 5 sonrasında Ratu
Cakobau olmasaydı bu varsayım altında Fiji Adaları'nda tarihin akışı nasıl olurdu, ha­
yal etmesi zor. Fakat Ratu Cakobau'nun denklemden eksi lmesin i n ne anlama geleceği
konusunda, gerçekte olup bitenlere, yani Fiji tarihinin bundan sonraki akışında Ratu
Cakobau'nun ve Bau'nun öne çıkmasına bakarak bir kavrayış edinebi liriz.

1 84 5 sonunda kırıp geçirilen ve kral ı öldürülen Re � a aslında boyun eğmedi . Ratu Qa­
raniqio kıyımdan kaçtı ve dağlarda korunaklı bir yere sığınarak müttefik topraklarla
bazı ilişkileri canlandırıp beceriyle Rewa 'nın davasını üstlend i . Rewa l 847'de Baulu­
larca bir kez daha yıkılsa da Ratu Qaraniqio bir kez daha hayatta kaldı ve l 8 5 5 'teki
ani ölümüne dek mücadelesini sürdürdü (bakınız yukarıda İ kinci Bölüm). O tarihler­
de Rewa ve isyancı Baulularla uğraşan Ratu Cakobau din değiştirip Metodizme geç­
mişti; bu da ona çeşitli H ıristiyan kuvvetlerin belirleyici siyasal ve askeri desteğini
kazandırd ı : İ ngiliz misyonerlerin kumpasları ve rüşvetleri Bau muhalefetinin dağı l­
masını sağlamış, Tongalılar da Nisan l 8 5 5 'te belirleyici önemdeki Kaba Savaşı'nda
Ratu Cakobau'nun geri kalan düşmanlarına öldürücü bir darbe indirmişlerd i . Bu arada
Rewa ile savaş ilerlerken Ratu Cakobau ile Baulular Vanua Levu'yla meşguldü, ama
aldıkları sonuçlar değişkenlik gösteriyordu. 1 846' da görünürde dikkafalı müttefikleri
Netawa'ya karşı Cakaudrove'ye yardım etmek amacıyla Vanua Levu'ya düzenlenen
286 1 Tiı.uleydldea'fen Oıiır Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

büyük harekat genel olarak Doğu Fiji'de Bau'nun otoritesini ciddi şeki lde güçlendir­
mişti; fakat bu seferberliğin kazanımları l 8 5 2 'de Macuata'ya karşı yürütülen talihsiz
deniz hıyarı seferinde yitirildi (bkz. yukarıda Birinci Bölüm). Yine de uzun süren Poli­
nezya Savaşı'nın sonunda Bau açıkça Fiji topraklarında baskın güç haline gelmiş, Ratu
Cakobau da en güçlü Fiji kralı olmuştu. Doğru, savaş adalarda faaliyet gösteren çeşitli
Papalagi güçlerini kuvvetlendirmişti : H ıristiyan misyonerler, adalarda yaşayan ve
buraları ziyaret eden tüccarlar, donanma gemi leri ve diplomatların temsil ettiği hükü­
metler, en başta da Amerikan ve İngiliz hükümetleri . Bu yabancılar bir yandan Fiji 'nin
özerkliğini giderek kemiriyor, diğer yandansa kendi güçlerini büyük ölçüde Baulular
- 1 883 'teki ölümüne dek özel likle Ratu Cakobau- aracılığıyla ortaya koyma ihtiyacı
hissediyorlard ı . Bau, 1 9. yüzyı lın ilk yarısında Avrupa 'nın desteği ve korumasıyla ken­
di başına olduğu döneme nazaran Fij i 'de daha büyük bir mevcudiyete mi erişti ve daha
büyük bir Fiji nüfusunu mu etki li biçimde denetim altına aldı, burası tartışmalıdır.

l 844'te Ratu Cakobau'ya postayla gelen, Honolulu'daki İ ngiliz Konsolosu'nun kaleme


aldığı mektupta kendisine Tui Viti, yani Fiji Kralı unvanıyla hitap edilmişti; bu unvan,
sonraki kırk yıl içinde bazı açılardan siyasal bir gerçekli k olmanın ötesine geçecek, bazı
açılardansa bunun gerisinde kalacaktı. Misyonerlerin, özellikle de din değiştirmesi son­
rasında Ratu Cakobau'yu bu unvanla anmaktan memnuniyet duyduklarını belirtmiştik.
Ratu Cakobau'nun l 858'de Britanya konsolosu W. T. Pritchard'la yürüttüğü, Fiji'nin
Büyük Britanya'nın himayesine girmesini konu alan müzakerelerde Ratu Cakobau " Fiji
ordularının Vunivalu 'su ve Tui Viti vs. " diye anılmıştı. Britanya Fiji'nin himayesine gir­
mesini kabul etmedi ama bundan sonra Papalagi'nin teşvik ettiği ve Ratu Cakobau'nun
liderlik ettiği, görünürde Fijili bir dizi hükümet kuruldu. Bu hükümetlerin sonuncusun­
da, " 1 87 1 -7 4 Cakobau Hükümeti " deni len hükümette Ratu Cakobau Tui Viti unvanını
taşıdı. Pritchard ve Beyazlar. Tonga'nın Fiji 'de egemen kuvvet olarak Bau'nun yerini
alma konusunda yarattığı tehdidi uzaklaştırıp nihayeti nde bertaraf etmekte de kritik
bir rol oynadılar. Tonga kral iyet ailesinin soyundan gelen ve Ratu Cakobau'nun dikkate
değer bir muhalifi olan Şef Ma'afu liderliğinde Tongalı lar l 860'larda Lau'nun ve Vanua
Levu'nun büyük bölümünün denetimini ele geçirmişti. Fakat daha büyük hevesleri için
Avrupalıların belirleyici desteğini kazanamadılar. Tui Viti, Fiji'nin l 874'te Britanya'nın
himayesine girmesinde rol oynayan başlıca Fijili aktör oldu, sonraki yıllarda da Bau
şefleri dolaylı yönetime dayanan sömürgeci sisteminin hakimleri oldular. 77

Dolayısıyla Ratu Cakobau'nun l 845 'te ölmüş olması hal inde Fiji tarihinin nasıl bir yön
izleyeceği ni bilemesek de, işin içindeki kuvvetleri harekete geçiren kişi leri bir kenara

77 Bau'nun l 958'de Ratu Sir Lala Sukana'nın ölümüne dek gücünü koruduğu söylenebilir. Lau va6u'su
olan bu yüksek mevkili, Baulu Yerli Topraklar Komisyonu Başkanı'ydı, sömürge hükümetinde Fiji
işleri sekreteri olarak görev yapmıştı ve Ratu Cakobau'dan sonra Fiji tarihinin en ünlü lideriydi.
BGST 1 Dü�ünce Diıi6i 1 287

bırakalım, bu kuvvetler arasındaki ilişkiler de farklı olacağı için Fiji tarihinin hayli
farkl ılaşacağını rahatlıkla söyleyebil iriz. Neresi nden bakı lırsa bakı lsın Bau, Rewa, Ca­
kaudrove, Lau ve Macuata krall ıkları arasındaki güç dağı lımı aynı olmayacaktı. Bu du­
rumda dış güçlerin , Avrupa l ı lar ve Tongalıların da Fij i siyasetine dahil olması aynı şe­
kilde gerçekleşmeyecekti. Ratu Cakobau olmasaydı H ı ristiyanl ığa geçiş süreci başka,
muhtemelen daha meşakkatli bir yol izleyecekti. Protestanlık ile Katol iklik arasında
aynı siyasal bölünmeler yaşanmayacaktı. Katolikler Rewa ile Cakaudrove'de, Protes­
tanlar ise Bau'da güçlenmiş ve Bau sayesinde Fiji'nin büyük bölümüne başarıyla yayıl­
mıştı . Peki , Tongalılar ve (her zaman Beyazlara karşı kendini Cakobau'dan daha dos­
tane ve onların usulleri konusunda daha bilgili bir şef olarak pazarlamış olan) Ma'afu
sömürge-öncesi geç dönemde ve sömürge dönemlerinde daha büyük, hatta hakim bir
role sahip olabi lir miydi? Bau'nun tek başına Tongalılara karşı koyma şansı, Bau'da iç
bölünmelerin yaygın l ığı dikkate alınırsa az olurdu gibi görünüyor; Ratu Raivalita'nın
Tonga 'yı etkisiz hale getirmesi, hatta Tonga karşısında epey uzun süre ayakta kalması
ise pek ihtimal dahilinde görünmüyor.

Buna karşın, her ne kadar zorunsuz olsa da, gerek olası l ı k olarak gerekse Ratu
Cakobau'nun ortadan kalkması varsayımı altında gerçekleşecek sonuçların her iki­
si de kül türel açıdan tutarlı ve yapısal anlamda harekete geçirilmiş olacaktı. Suikast
hiç kuşkusuz bir zorunsuzluktu: O dönemin konjonktüründeki i l işkilerde veya daha
geniş anlamda kültürel sistemde, Ratu Raivalita'nın Ratu Cakobau'yu deği l de Ratu
Cakobau'nun Ratu Raivalita'yı ortadan kaldırmasını gerekl i kılacak hiçbir şey yoktu.
Yapı, daha geniş kapsamlı düzeni bu tikel kişiler arasındaki rekabete aktararak ve on­
ları, toplumsal bütünlüklerin kaderini kendi bireysell iklerinde cisimleştirmeye yetki li
kılarak kendini zorunsuzluğa açar. Raymond Aron'un tavsiye ettiğinin aksine, yapısal
düzeni bir kenara bırakmaksızın ona sınırlarını yeniden iade ederiz. Ratu Cakobau ile
Ratu Raivalita arasındaki vaöu il işkilerinin, baba .bir kardeşler olarak aralarında olu­
şan husumetin veya Bau-Rewa Savaşı 'nın stratejik vaziyetinin epeyce ötesindeki her
türden biyografik, psikolojik ve dolaylı koşul kimin kimi öldürmeyi başaracağının be­
l irlenmesinde rol oynamıştır. Aslına bakı lırsa, olay yerinde bulunan bir Pa p a l agi'nin
Ratu Raivalita öldürüldükten sonra Ratu Cakobau'ya misil leme yapmaya çalışırken
silahının ateş almadığı bilgisi doğruysa , olay iki kardeşin de ölmesiyle sonuçlanabilir­
di. Ne var ki kim başarmı ş olursa olsun sonuç yine de, onu belirlemeyen aynı yapısal
koşul ların mantıksal bir sonucu olacaktı. Sartre'ın dediği gibi, zorunsuzluğu bir kenara
bırakmaksızın ona rasyonalitesini iade etmeliyiz. Ratu Raivalita'nın Ratu Cakobau'yu
öldürmek için kurduğu komplo, açıkça Rewa'yla vaöu akrabal ığına, Bau ile Rewa ara­
sındaki ilişkilerin geri lemesi nin Bau Krallığı'nın halefi olma şansını ortadan kaldır­
masına ve Rewa'nın l 844-45 'te Bau ile çatışmada kuşatı lmış konumda bulunmasına
dayanıyordu. Ratu Raivalita'nın kardeşini katletme planı işe yaramış olsaydı, bu yapı-
288 1 Dıuk,ydldea 'ten lhilr DUeyerelc 1 Mar6hall Sahlin6

sal bağlam, bu sistemik koşullar -planın neden başarı l ı olduğu dışında- plan hakkında
neredeyse her şeyi açıklard ı .

Ne v a r k i antropolojik bir tarihyazımının bakış açısına göre d a h a da ilginç o l a n şey


şudur: Ratu Raivalita, Ratu Cakobau'yu öldürmeyi ve yerine geçmeyi başarmış olsaydı
bile, aslında olup bitenden kökten farkl ı olmakla birl i kte tarihsel sonuçlar yine de Fiji
kültürel düzeniyle tutarl ılık taşırdı. Rewa ile barış mı? Ratu Raivalita, Rewa vaöu'suy­
du. Bau'da yine çekişme mi? Ratu Raival ita halkının, Tui Kaba 'nın ezeli düşmanla­
rı yakın bir akrabayla birleşir, onu devi rmeye çalışırlardı. (Bu akraba muhtemelen,
on yıl sonra amca/teyze tarafından en yakın kuzeni Ratu Cakobau'ya karşı kalkışılan
ve onu tahttan indirmeye çok yaklaşan, Vusaradave savaşçılarının dahil olduğu bir
isyanın başını çeken Ratu Mara Kapaiwai olurdu.) Olay zorunsuzdu, ama aktörlerin
gerekçelerini edindiği ve olup bitenin de anlamını bulduğu belirli bir kültürel alanın
koşullarında gelişmişti . Kültürel düzenin bakış açısına göre, olan şey şans eseriydi ; fa­
kat ondan sonra olanlar akla yatkındı. Kültür, zorunsuzu meydana getirmez, yalnızca
zorunsuzun yarattığı farklıl ığı meydana getirir.

Elbette zorunsuz bir sonucun yapısal tutarlıl ığı -sanki sistem olaydan etki lenmezmiş
gibi- güçlü bir kültürel sürekli l ik, hatta kültürel bir bel irlenimci lik izlenimi verir. Fakat
bu şeki lde yan l ış bir düşünüşe kapı lmamız gerekmiyor. Söz konusu kültürel sürekl i l i k
mümkün o l a n yegane sürekl i li k değildi, önceden bel irlenmiş hiç deği ldi. Kültür b u şe­
kilde kendini yeniden üretiyorsa, kend ini değişmiş bir halde yeniden üretir. Bir sistem
olarak bile, olabilecek olandan farkl ı bir geleceği bilir. Ratu Cakobau genç yaşta ölmüş
olsaydı Fiji aynı kal ırdı; bu i fade insanı her zaman güldürmelidir.

Tarihin paradoksları, kolektiflerin bireylerde, kategorilerin pratiklerde ve yapı ların


olaylarda harekete geçirilmiş ifadesinden başlayarak farklı düzeylerin diyaloğunda
yatar. Thukydides de tikel lerde evrenseller bulduğu i nancındaydı; bu örnekte, tarihin
tikellerinde insan doğasının evrensel lerini bulduğuna inanıyordu. Evrenseller doğal
deği l kültürel nitel ikte olduğunda, yani tarihsel eylemin gerçekleştiği toplumun (ya
da toplumların) kültürel düzenleri söz konusu olduğunda, buradaki argüman sorunun
iki misli karmaşık hale geldiğini ileri sürer. Zira kültürel bütünlükler aynı zamanda
tarihsel tikel lerdir: Bireysel ya da kolektif olsun bazı özneleri tarih yapıcı olarak çeşitli
biçimlerde güçlendiren ve onların eylemlerine özgün gerekçeler ve etki ler kazandıran
o kadar çok ayırt edici değerler ve ilişkiler düzeninden söz ediyoruz. Kimin ya da ne­
yin tarihsel bir aktör olduğu, tarihsel bir eylemin ne olduğu ve tarihsel sonuçlarının
ne olacağı; bunlar kültürel bir düzeni n belirlenimleridir ve farklı düzenlerde farkl ı
şeki llerde belirlenirler. O halde kültür olmadan tarih olmaz. Belirli bir olay söz konusu
olduğunda, kültür ne o olaydan önce olduğu gibi kalır ne de gelecekte olabi leceği gibi
olur, bunun için de bunun tersi de geçerlidir: Tarih olmadan da kültür olmaz.
KAYNAKÇA
Herhangi bir girişten önceki asteriks işareti (') yayımlanmamış kaynakları gösteriyor. Notlarda
kullanılan kısaltmalar köşeli parantez içinde verilmiştir. Ana kaynakçanın devamında Elian Gonzalez
olayıyla ilgili özel bir bölüm yer alıyor. Kaynakçada arşivler ve kurumlarla ilgili aşağıdaki kısaltmalar
kullanılmıştır:

CSO/MP Sömürge Bakanlığı, Tutanak Belgeleri. fiji Ulusal Arşivi. Suva


ML Mitchell Kütüphanesi, New South Wales Kütüphanesi, Sidney
MOM Denizaşırı Metodist Misyon Belgeleri, Mitchell Kütüphanesi, Sidney
NAF Fiji Ulusal Arşivi, Suva
PMB Pasifik Elyazmaları Mikrofilmler Bürosu. Ausıralian National University, Sidney ve
abonelik kütüphaneleri
SOAS School of Oriental and African Studies Kütüphanesi, University of London
WMMS Wesleyan Metodist Misyoner Derneği. Londra

Althusser. Louis. 1 97 1 . Len in and Philo6ophy and Other l:May6. New York: Monthly Review Press.
Andrewes. Antony. 1 97 1 . Greek Society. Harmondsworth, Middlesex. England: Penguin.
•Anonymous of Gambia. (Log/ Log of the brig Gambia (Capt. joseph Hartwell), voyage from Salem ıo
New Zealand and Fiji, 1 844 - 46. PMB 2 1 O. Orijinali: Peabody Museum. Salem. Mass.
Anonymous of Na Mata. 1 89 1 . "Ai Tukutuku kei Ratu Radomo Ramatenikutu Na Vunivalu mai Bau." Na
Mata: (i) 1 3 - 1 4 january; (2) 1 2- 1 5 February;
(3) 4-7 March; (4) 1 0- 1 3 April ; (5) 8- 1 1 May; (6) 8- 1 O june; (7) 1 3 - 1 5 july; (8) 1 1 - 1 2 August; (9) 1 3 - 1 4
September.
Apol lodorus. 1 92 1 . The Librar;y. Çev. Sir james George Frazer. 2 cilt. Loeb Classical Library. Londra:
Heinemann.
Aristophanes. 1 98 1 . Knight6. Edisyon ve çeviri. Alan H . Sorpmerstein. Warminster. U.K. : Aris G Phillips.
-- . 1 994. Four Play6 by Ari6tophane6. Edisyon ve çeviri. William Arrowsmith.
Richard Lattimore ve Douglass Parker. New York: Meridian.
--. 1 998. Ari6tophane6 /: Cloud6, Wa6p6, Bird6. Çev. Peter Meineck. lndianapolis: Hackett.
Aristotle. 1 950. Ari6totle '6 Con6titution ob Athen6 and Related Text6. Çev. Kurt von Fritz ve Ernst
Kapp. New York: Hafner.
Arnold, John H. 2000. Hi6tor;y: A Ver;y Short Introduction. Oxford: Oxford University Press.
Aron. Raymond. 1 96 1 . Thucydide et le recit des evenements. Hi6tor;y and Theor;y ı : ı 03-28.
Arrowsmith. William. 1 994. l ntroduction to The Bird6. by Aristophanes. i n four Play6 by
Ari6tophane6. edisyon ve çeviri William Arrowsmith, Richard Lattimore ve Douglass Parker.
1 73-83 . New York: Meridian.
Atheneus. 1 928. The Deino6ophi6t6. Loeb Classical Library. Londra: Heinemann.
Austin, M . M . . ve P. Vidal-Naquet. 1 977. Cconomic and Socia l Hi6tor;y ob Ancient Greece:
An Introduction. Berkeley: University of California Press.
Bagby, Laurie M. johnson. 1 994. The use and abuse of Thucydides in international relations.
lntemational Organization 48: 1 3 1 -5 3 .
290 1 Thukydlde4'tm Ôzür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

Barnes, j ulian. 1 984. flaubert 'ö Parrot. New York: Vintage l nternational .
Barrett, M ichele. 1 99 1 . The Politic6 ob Truth: From Marx t o Foucault. Stanford: Stanford University
Press.
Belcher, Capt. Sir Edward. 1 84 3 . Narrative ob a Voyage Round the World Perbonned in Her Maje6ty '6
Ship Sulphur. duri ng the Jearö 1 83 6 - 1 84 2 . Cilt. 2. Londra: Colburn.
Bloomfield, Rev. S. T. çev. ve edisyon 1 829. The Hiötory ob Thucydideö. 3 cilt. Londra: Longman, Rees.
Orme, Brown. fi Green.
Bourdieu, Pierre. 1 996. The Ruleö ob Art: Gene6i6 and Structure ob the Literary Field. Stanford:
Stanford University Press.
Brewster. A. 1 920. The chronicles of the Noemalu tribe or dwellers in Emalu. Tranöactionö ob the Fiji
Society 1 920: 6- 1 5 .
Brown. Clifford W. 1 987. Thucydides. Hobbes, and the derivation of anarchy. Hiötory ob Political
Th ough t 8: 3 3 -62.
Brunt, P. A. 1 99 3 . Studieö in Greek Hiötory and Thought. Oxford: Clarendon Press.
Cahen, E. n. d. Panathenaia. Dictionnaire deö antiquite6 grecque6 et romaine6 içinde, ed. Charles
Daremberg, 4 : 3 0 3 - 3 1 . Paris: Hachette.
Caiame. Claude. l 990a. Du figuratif au thematique: aspects narratifs et interpretatifs de la description
en anthropologie de la Grece ancienne. Le diöcourö a n thropologique içinde. jean-Michel Adam.
Marie-jeanne Borel, Claude Caiame ve Mondher Kilani, 1 1 1 -34. Paris: Meridiens Klincksieck.
-- . l 990b. Th ı!öee et 1 'imagi n a i re Athenien. Lausanne: Editions Payot.
Calvert, Rev. james. 1 8 56. Cvent6 in Feejee: Na rra ted in Recent Letten brom Severa l Weöleyan
MiMiona rieö. ] . Calvert vd. 2. basım. Londra: john Mason.
' -- . Ul journals of Rev. james Calvert. 1 83 8 - 86. WMMS (Box 1 ). SOAS.
• -- . /L/ Personal Papers and Correspondence of Rev. James Calvert. WMMS (Box 3). SOAS.
' -- . IMissionsl in Notebooks and Miscellaneous Papers of Rev. james Calvert. WMMS (Box 2). SOAS.
· -- . 1 WMMSIL See un der Wesleyan Methodist Missionary Society, Londra.
Campbell, lan. 1 992. 161and Kingdom: Tonga Ancient and Modem. Christchurch, N.Z.: Canterbury
University Press.
Capell. A. 1 97 3 . A New Fijian Dictionary. 4. baskı. Suva: Government Printer.
Carey, William S. 1 972. Wrecked on the Feejeeö. Fairfield. Wash . : Ye Galleon Press.
Cargill, Rev. David. 1 977. The Diarie6 and Correöpondence ob David Cargill. 1 83 2 1 843. Ed. Albert ] .
Schütz. Canberra: Australian National University Press.
' -- . Ul journal of Rev. David Cargi ll, 1 832-38. ML (A 1 8 1 7. 1 8 1 8).
• -- . /WMMSIL/ See under Wesleyan Methodist Missionary Society, Londra.
Cargill, Margaret. 1 85 5 . Memorieö ob Mn. Margaret Cargill. 2. basım. Londra: Mason.
Cartledge, Paul . 1 99 3 . The Greekö: A Portra i t ob Selb and Other6. Gözden geçirilmiş baskı, Oxford:
Oxford University Press.
-- . 200 1 . Spartan Reblectionö. Berkeley: University of California Press.
--. 2002. Sparta and Lakonia: A Regional Hiötory 1 3 0 0 -3 6 2 B. C. 2. basım. Londra: Routledge.
Cartwright. David . 1 997. A Hiötorical Commentary on Thucydideö: A Companion to Rex Wamerö
Penguin Tranölation. Ann Arbor: University of Michigan Press.
Casson. Lionel. 1 99 1 . The Ancient Marinerö: Seabarerö and Sea Fighterö ob the Mediterranean in
Ancient Tim e6. 2. basım. Princeton: Princeton University Press.
• Catholic Missionaries. /CL/ Letters of the Catholic missionaries to Fiji. M a rist Mission Archives, Roma.
Cawkwell. George. 1 997. Thu cydideö and the Peloponneöian War. Londra: Rout ledge.
' Cheever, George N. Ul journal of the ship Cmera ld from Salem to the islands of the South Pacific.
Peabody M useum. Salem. Mass.
Clifford, james. 1 98 3 . On ethnographic authority. Repreöentation6 2 (Spring): 1 3 2-43.
Clunie, Fergus. 1 977. Fijian Weaponö and Warbare. Bulletin of the Fiji Museum. No. 2. Suva: Fiji Museum.
BGST 1 Dü9ünce Diıiöi 1 29 1

-- . 1 984. The Manila brig. Domodomo: Fiji Muöeum Quarterly 2 (2): 42-86.
-- . 1 986. Yalo i Viti. Shade6 ob Fiji: A Fiji Muöeum Catalogue. Suva: Fiji M useum.
Cogan. Marc. 1 98 1 . The Human Thing: The Speeche6 and Principle6 ob Thu cydideö ' Hi6tory. Chicago:
University of Chicago Press.
Cohen. Edward. 2000. The Athenian Nation. Princeton: Princeton University Press.
' Colvocoresses. Lt. George M. UI journal of Lt. George M. Colvocoresses. Coe Collection,
Yale University Library, New Haven, Conn.
' -- . iNi Narrative. United States Exploring Expedition. çeşitli belgeler. 1 838-42. PMB 539. Orijinali:
Yale University Library, New Haven. Conn.
Comaroff. jean. ve john Comaroff. 1 99 1 . Ob Revelation and Revolution: Chri6tianity. Colonialiöm.
and Con6ciou6ne66 in South Abrica. Cilt 1 . Chicago: University of Chicago Press.
Connor. W. Robert. 1 977. A post modernist Thucydides. ClaMicö joumal 72: 289-98.
-- . 1 984. Thucydide6. Princeton: Princeton University Press.
-- . 1 992. The New Politician6 ob Fibth-Century Athen6. lndianapolis: Hackett.
Cook. Albert. 1 985. Particular and general in Thucydides. Illinoi6 ClaMical Studieö 1 O: 2 3 - 5 1 .
Cornford. Francis M. 1 97 1 . Thucydideö Mythi6toricu6. Philadelphia: University of Pennsylvania Press.
• Council of Chiefs. (Tutanaklar! Notes of the Proceedings of a Native Council. 1 87 5- 1 9 1 O. NAF.
Crane. Gregory. l 992a. The fear and pursuit of risk: Corinth on Athens. Sparta and the Peloponnesians
(Thucydides 1 . 68-7 1 , 1 20-2 1 ). Tra n6action6 ob the America n Philological AMociation 1 22:
227-56.
-- . l 992b. Power. prestige, and the Corcyrean affair in Thucydides 1 . ClaMical Antiq u i ty 1 1 : 1 -27
--. 1 998. Th ucydideö and the Ancient Simplicity: The Limit6 ob Pol i tical Realiöm. Berkeley:
University of California Press.
Crawley, R .. çev. 1 934. The Complete Writing6 ob Thucydide6: The Peloponneöian War. New York:
Modern Library. (Orijinali l 876'da bası ldı(
• Cross. Rev. William. /Dl Diary of Rev. William Cross. 28 December 1 837-1 October 1 842. ML (MOM 336).
• -- . /Cxt/ Extracts from letters and diary, 1 839-42. ML (B 686).
• -- . /WMMSIL/ See un der Wesleyan Methodist Missionary Society, Londra.
• CSO. IMP 5947/ 1 71 lnquiry relating to chiefly privileges at Bau. CSO/MP 5947 of 1 9 1 7
' CSO. (MP 259/ 1 Ol Petition to the Secretary of State for the Colonies drafted by E. Wainiu. CSO/MP
259 of 1 9 1 O.
Deane. Herbert A. 1 96 3 . The Political and Social ldea6 ob St. Augu6tine. New York: Columbia
University Press.
Deli llo. Don. 1 997. Underworld. New York: Scribner.
' Deniau. Alfred. S. M. /HF2/ Histoire de Fidji: seconde parti�. Fotokopi. Marist Mission Archives. Roma.
Denicagi laba lliai Motonicocokal. 1 892-94. Ai Talanoa ni Gauna Makawa. Na M a ta. series of 1 7 parts.
Na Mata içinde 1 932-34, başka bir mahlas isimle yeniden basıldı. Ko Qase ni Viti Makawa.
Derrick. R. A. 1 950. A Hi6tory ob Fiji. Suva: Government Press.
Detienne. Marcel. 2003. Comment etre a u tochtone. Paris: Seuil.
Diapea. William (john jackson. William Diaperl. 1 928. Cannibal jack: The True Autobiography ob
a White Man in the South Sea6. Londra: Faber fi Gwyer.
Dillon. Matthew ve Lynda Garland. 2000. Ancient Greece: Social and Hi6torical Document6 brom
Archaic Time6 ta the Death ob Socrate6 (c. 800-399 B. c.). Londra: Routledge.
Diodorus Siculus. 1 946. Diodoruö ob Sicily. 1 2 cilt. Ed. T. E. Page vd. Loeb Classical Library. Cambridge.
Mass. : Harvard University Press.
Dirlik, Arif. 1 996. The pası as legacy and projeci: Postcolonial criticism in ıhe perspective of
indigenous historicism. American lndian Culture and Reöearch joumalzo (2): 1 -3 1 .
' Driver. William R. 1)1 journal of the ship Clay. voyage from Salem to Feejee l slands and Manilla. Capt.
Wm. R. Driver. 1 827-29. Peabody Museum. Salem, Mass.
292 1 lhukydldea'ten Ôzilr Dileyerek 1 Mar6hatl Sahlin6

Dumont, Louis. 1 970. Homo hierarchicu6. Chicago: University of Chicago Press.


--. 1 977. From Mandeville to Marx. Chicago: University of Chicago Press.
D'Urville, Dumont M. J. 1 832. Voyage de la corvette L'Astrolabe . pendant le6 annee6 1 82 6 1 8 2 9
- -

1 828 1 82 9 : HiMoire du voyage. Cilt 4. Paris: J . Tastu .


-

•Eagleston, John H. Ul Barque Peru of Sa lem: Two voyages to the islands in the Pacific Ocean,
1 830-33. PMB 205. Orijinali: Essex l nstitute, Salem, Mass.
•-- . llog fmerald/ Log of the ship fmerald. 1 83 3 -36. PMB 205. Orijinali: Essex l nstitute, Salem.
Mass.
•-- . /UDi Ups and downs through life. 2 cilt. Peabody Museum, Salem, Mass.
Ehrenberg, Victor. 1 95 1 . The People ob AriMophane6: A Sociology ob Old Attic Comedy. Oxford:
Blackwell.
•Emmons. George Foster. Ul journals of George Foster Emmons on U.S. Exploring Expedition. 1 838-42.
in the Pacific. Mikrofilm kopyası. Beinecke Library, Yale University, New Haven, Conn.
Erskine, john Elphinstone. 1 85 3 .joumal ob a Crui6e among the l6land6 ob the WeMem Pacibic.
Londra: j. Murray.
Euripides. 1 95 5 . The Heracleidae. Çev. Ralph Gladstone, giriş: Richmond Lattimore, cilt. 1 : furipide6.
1 09-55. The Complete Greek Tragedie6 içinde. ed. David Grene ve Richmond Lattimore. Chicago:
University of Chicago Press.
-- . 1 9 58a. /on. Çev. ve giriş Ronald Willetts, cilt 3: furipide6, 1 77-295. The Co mplele Greek
Tragedie6 içinde. ed. David Grene ve Richmond Lattimore. Chicago: University of Chicago Press.
--. 1 958b. The Suppliant Women. Çev. ve giriş Frank Jones. cilt. 4: furipide6. 5 1 - 1 04. The
Complete Greek Tragedie6 içinde, ed. David Grene ve Richmond Lattimore. Chicago: University
of Chicago Press.
Evans col lection. Çoğunlukla Bau'yla ilgili belgeler. NAF
Figueira. Thomas. 1 999. The evolution of Messenian identity. Sparta: New Per6pective6 içinde, ed.
Stephen Hodkinson ve Anton Powell, 2 1 1 -4 5 . Londra: Duckworth and Classical Press of Wales.
Finley. John H. 1 96 3 . Th ucydide6. Ann Arbor: University of Michigan Press.
Finley, M. 1. 1 964. The Ancient Greek6. New York: Viking Press.
-- . 1 972. l ntroduction to Thucydide6 HiMory ob the Pelopon ne6ian War. ed. Rex Warner,
·

9-32. Harmondsworth, U . K . : Penguin Books.


-- . 1 97 5 . The U6e and Abu6e ob HiMory. New York: Viking Press.
--. 1 98 1 . fconomy and Society in Ancient Greece. New York: Viking Press.
--. 1 984. Politics. The Legacy ob Greece: A New Apprai6al içinde, ed. M. 1. Finley, 22-36. Oxford:
Oxford University Press.
-- . 1 986. Ancient HiMory: fvidence and Model6. New York: Viking Press.
-- . 1 999. Th e Anci ent fconomy. Gözden geçirilmiş baskı. Berkeley: University of California Press.
Fison. Lorimer. 1 90 3 . Land Tenure in Fiji. Suva: E. J. Marsh. Government Printer.
Fleiss. Peter J. 1 966. Thucydide6 and the Politi c6 ob Bipolarity. Baton Rouge: Louisiana State
University Press.
Forrest. W. G. 1 968. A HiMory ob Sparta. New York: W. W. Norton.
Foucault, Michel. 1 994. Power. Cilt 3. New York: New Press.
-- . 2003. "Society Must Be Defended": Lectures at the College de France. 1 9 75-76. New York: Picador.
Fougeres. G. n.d. Hyacinthia. Dictionnaire de6 antiquite6 grecque6 et romaine6 içinde, ed. Charles
Daremberg, 3 : 304-6. Paris: Hachette.
France, Peter. 1 966. The Kaunitoni migration: Notes on the genesis of a Fijian tradition. joumal ob
Pacibic HiMory i : 1 07- 1 4 .
Furet, François. 1 982. L 'A telier de l 'hiMoire. Paris: Flammarion.
Gabrielson. Vincent. 1 994. Financing the Athenian Fleet: Public Taxation and Social Relation6.
Baltimore: Johns Hopkins University Press.
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 293

Gaimard, j. 1 832. Extrait du journal de j. Gaimard. Voyage de la corvette L'Astrolabe . . . pendant le6
annee6 1 8 2 6 - 1 8 2 7- 1 8 2 8 - 1 829: Hi6toire du voyage içinde, Dumont d'Urville, 4:698-727. Paris:
j . Tastu.
Gallie, W B. 1 963. The historical understanding. Hi6tory and Theory 3: 1 49-202.
Geertz, Clifford. 1 97 3 . The Interpretation ob Culture6. New York: Basic 8ooks.
Gernet, Louis. 1 98 1 . The Anthropology ob Ancient Greece. Baltimore: johns Hopkins University Press.
Gildersleeve, Basil L. 1 9 1 5 . The Creed ob the Old South. 1 8 65 - 1 9 15. Baltimore: johns Hopkins
University Press.
Girard, jules, n.d. Dionysia. Dictionnaire de6 antiquite6 grecque6 et rom aine6 içinde, ed. Charles
Daremberg, 2:23 0-46. Paris: Hachette.
Goldenweiser, Alexander. 1 9 1 7. The autonomy of the social. American Anthropologi6t 1 9: 447-499
Gomme, A. W 1 93 7 . C66ay6 in Greek Hi6tory and Literature. Oxford: Basil Blackwell.
-- . 1 945. A Hi6torical Commentary on Thucydide6. Cilt ı . Introduction and Commentary on
Book /. Oxford: Clarendon Press.
-- . 1 956. A Hi6torical Commentary on Thucydide6. Cilt 3, The Ten Year<1 ' War. Oxford:
Clarendon Press.
Goodman. M. D .. ve A. j. Hol laday. 1 986. Religious scruples in ancient warfare. ClaMical Quarterly 36:
1 5 1 -7 1 .
Grene, David. 1 965. Greek Pol i tical Theory: The lmage ob Man i n Th ucydide6 and Plato. Chicago:
University of Chicago Press.
-- . 1 989. lntroduction to The Peloponne<1ian War IThucydidesl: The Com plete Hobbe6 Tran<1la tion.
ed. David Grene. Chicago: University of Chicago Press.
Guthrie, W K. C. 1 97 1 . The Sophi6t6. Cambridge: Cambridge University Press.
Hale, Horatio. 1 846. "Ethnography and Philology." United State6 Cxploring Cxpedition during the
Yearö 1 838. 1 83µ. 1 84 0 . 1 84 1 . 1 84 2 . Under the Command ob Cha rleö Wilkeö. U. S. N. Cilt 6.
Philadelphia: Lea & Blanchard.
Hail, jonathan M. 1 997. Cthnic ldentity in Greek Antiquity. Cambridge: Cambridge University Press.
-- . 2002. Hellenicity: Between Cthnicity and Culture. Chicago: University of Chicago Press.
Hail. Stuart. 1 996. lntroduction: Who needs society? Que6tion<1 ob Cul tura l lden t i ty içinde. ed. Stuart
Hail ve Paul Du Gay. Londra: Sage.
Hanson. Victor Davis. 1 996. l ntroduction to The Landmark Thucydideö. ed. Robert B. Strassler, ix-
xxiii. New York: Free Press.
--. 1 998. Warbare and Agriculture in Cla6<1ical Greece. Berkeley: University of California Press.
•Hazelwood, Rev. David. IDBI Day-book. 1 844 - 46. ML (B 57 1 ) .
•--. 1/1 journals. 3 cilt. ML (B 568-570) .
• -- . IPI Papers. ML (A 2494).
Herodotus. 1 987. The Hi6tory. Çev. David Grene. Chicago: University of Chicago Press.
Hexter, j. H. 1 97 1 . Doing Hi6tory. 81oomington: l ndiana University Press.
Hobbes. Thomas. 1 962. Leviathan. New York: Col lier Books.
Hobbes. Thomas, çeviri: 1 989 1 1 6291. The Peloponne<1ian War IThucydidesl. Ed. David Grene. Chicago:
University of Chicago Press.
Hocart, Arthur M. 1 9 1 2. On the meaning of Kalou and the origin of Fijian temples. ]oumal ob the
Royal Anthropological ln6ti tute 42: 43 7-49.
-- . 1 9 1 3 . Fijian heralds and envoy6. ]oumal ob the Royal Anthropological ln6titute 43: 1 09- 1 8.
-- . 1 9 1 5. Chieftainship and the sister's son in the Pacific. American Anthropologi6t 1 7: 63 1 -43.
-- . 1 92 3 . The uterine nephew. Man 4: 1 1 - 1 3 .
--. 1 926. Limitations of the sisters son's right in Fiji. Man 1 34: 205-6.
1 929. Lau 161and6. Fiji. Bernice P. Bishop Museum Bulletin. No. 69. Honolulu: Bishop Museum.
-- . 1 93 3 . The ProgreM ob Man. Londra: Methuen.
294 1 llıukydldea'ten Ô%1lr Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

-- . 1 952. The Northern State6 ob Fiji. Occasional Publications. No. 1 1 . Londra: Royal
Anthropological lnstitute.
-- . 1 968. Ca6te: A Comparative Study. New York: Russell o Russell .
-- . 1 969. Kingöhip. Oxford: Oxford University Press.
-- . l 970a. King6 and Councillor6. Chicago: University of Chicago Press.
-- . l 970b. The Libe-Giving Myth and Other fMay6. Londra: Tavistock o Methuen.
• -- . IFNI Field notes of A. M . Hocart. Turnbull Library, Wellington, Yeni Zelanda.
• -- . IHFJ Heart of Fiji. Elyazması. Turnbul l Library, Wellington, Yeni Zelanda.
• -- . IW!I The Windward Islands of Fiji. Mikrofilm, Cambridge University Library. Daktiloyla yazılmış
orijinal belge: Turnbull Library, Wellington, New Zelanda.
Hodkinson, Stephen. 1 983. Social order and the conflict of values in classical Sparta. Chiron 1 3 : 239-8 1 .
• -- . 2000. Property and Wealth in ClaMical Sparta. Londra: Duckworth and Classical Press of Wales.
• Holmes, Silas. !fi Journal of Silas Holmes, assistant surgeon of the Peacock. 20 August 1 83 8- 1 2 june
1 842. Coe Collection, Yale University Library, New Haven, Conn.
Homer. 1 990. The lliad. Çev. Robert Fagles. New York: Viking Penguin.
Hornblower, Simon. 1 987. Thucydide6. Baltimore: johns Hopkins University Press.
-- . 1 99 1 a. The Greek World. 4 79-323 s. c. Londra: Routledge.
--. 1 99 1 b. A Com mentary on Th ucydidn Cilt. 1 Oxford : Clarendon Press.
--. 1 992. The religious dimension to the Peloponnesian War, or what Thucydides does not teli us.
Ha rvard Studie6 in Cla66ical Ph ilology 94: 1 69-979
-- . 1 996. A Commentary on Thu cydide6. Cilt 2 . Oxford: Clarendon Press.
Hornell. james. 1 926. The megalithic sea works and temple platforms at Mbau in Fiji. Man 26: 2 5 - 3 2 .
Hoy, David Couzens. 1 986. Foucault: A Critical Reader. Oxford: Blackwell.
• Hudson, William Leverath. !fi journal of the U.S. Exploring Expedition. PMB 1 46. Orijinali: American
Museum of Natura) History, New York.
Huizinga, j. 1 954. The Wa ning ob the Middle Age6. Garden City, N . Y . : Doubleday Anchor
Hume. David. 1 97 5 . fnquirie6 Conceming Human UnderManding and Conceming the Principle6 ob
Moral6. Oxford: Clarendon Press.
-- . 1 985. fMay6: Mora l. Political and Li tera ry. Ed. Eugene F. M i ller. l ndianapolis: Liberty Classics.
• Hunt, Rev. john. !fi Fiji journals of john Hunt, 1 january 1 839-20 July 1 848. WMMS (Box 5b). SOAS.
• -- . iLi Letters to and from Reverend john Hunt, 1 84 1 -47. WMMS (Box 5b). SOAS.
' -- . IWMMSILI See u nder Wesleyan Methodist Missionary Society, Londra.
Huxley, G. L. 1 962. farly Sparta. Cambridge, Mass. : Harvard University Press.
lsocrates. 1 99 1 . /6ocra te6. Çev. George Norlin. 2 cilt. Loeb Classical Library. Cambridge, Mass.: Harvard
University Press.
jackson, john IWilliam Diapea, William Diaperl. 1 85 3 . jackson's narrative. Appendix A joumal ob a
Crui6e among the 161and6 ob the WeMern Pacibic içinde, john Elphinstone Erskine, 4 1 1 -77.
Londra: Murray.
jaggar, Thomas. 1 988. Unto the Perbect Day: The joumal ob Thoma6 }aggar. Feejee. 1 838- 1 845. Ed.
Esther Keesing-Styles ve William Keesing-Styles. Auckland, N.Z.: Solent Publishing.
' -- . 1/1 Diaries of Thomas james jaggar, 1 83 7-43, including notes at the end of the diaries.
Mikrofilm kopyası. Pacific Collection, Adelaide University Library. Orijinali: NAF
' -- . /frag/ Fragmentary diary notes of Rev. Thomas jaggar, 1 844. M L (MOM 3 3 7).
' -- . /Pj/ Private journals of Rev. Thomas jaggar. ML (MOM 579).
• -- . /SCl.YI Yaqona drink of the king of Fiji. jaggar Papers. Library, University of California, Santa
Cruz.
' --. /WMMSIL/ See under Wesleyan Methodist Missionary Society, Londra.
jowett, Benjamin, çev. 1 998. HiMory ob the Peloponneöian War lThucydidesl. Amherst, N.Y.:
Prometheus.
BGST 1 Dü9ünce Diıiöi 1 295

Kagan, Donald. 1 969. The Outbreak ob the Peloponne6ian War. lthaca, N.Y. : Cornell University Press.
-- . 1 988. The first revisionist historian. Commentary 85 (5): 43-49.
Kallet, Usa. 200 1 . Money and the Corrotıion ob Power in Thucydidetı: The Sicilian Cxpedition and Ittı
Abtermath. Berkeley: University of California Press.
Kallet-Marx, Lisa. 1 993. Money. Cxpentıe and Naval Power in Thucydidetı Hilıtory 1 -5. 24. Berkeley:
·

University of California Press.


Kantorowicz, Ernst H. 1 957. The King 'tı Two Bodietı: A Study in Medieval Pol i tical Theology.
Princeton: Princeton University Press.
Kaplan, Robert D. 2002. Warrior Politictı: Why Leadertıhip Demandtı a Pagan Cthotı. New York:
Vintage Books.
• Koto, Setariki. iMSi Ko Viti. Daktiloyla yazılmış metin Dr. Deryck Scarr tarafından sağlanmıştır.
Ko Via Veivuke (mahlas(. 1 897. O Viti e na Gauna Makawa. Na Mata (May): 79. Kroeber, Alfred Louis.
1 9 1 7. The superorganic. American An thropologilıt 1 9: 1 63 - 2 1 3 .
Kuhn, Thomas S. 1 970. The Structure ob Scientibic Revolutiontı. lnternational Encyclopedia of Unified
Science. Cilt 2, No. 2. Chicago: University of Chicago Press.
-- . 1 977. The Côôential Tentıion: Selected Studietı in Scientibic Trantılation and Change. Chicago:
University of Chicago Press.
--. 2000. The Road tıince Structure. Chicago: University of Chicago Press.
Latour, Bruno. 2002. Wa r ob lhe Worldtı: Wha ı about Peace ? Chicago: Prickly Paradigm Press.
Lattimore, Owen. 1 940. lnner Atıian Frontien ob Ch ina. New York: American Geographical Society.
Lattimore, Steven, çev. 1 998. Thucydidetı: The Peloponnetıian War. lndianapolis: Hacken.
Lawry, Rev. Walter. 1 850. Friendly and Feejee ltıla ndtı: A MiMionary Vitı i t to Varioutı Sta tiontı in the
South Seatı, in theYear M DCCCXLVll. 2. baskı, Londra: Charles Gilpin.
Lester, R. H. 1 94 1 -42. Kava-drinking in Fiji. Oceania 1 2: 97- 1 2 1 , 226-54.
Leveque, Pierre ve Pierre Vidal-Naquet. 1 997. Cleitıthenetı the Athenian: An CMay on the
Repretıentation ob Space and Ti me in Greek Pol itical Th ough t brom the Cnd ob the Sixth
Century to the Death ob Plato. Humanities Press.
Levi-Strauss, Claude. 1 952. Race and Hilıtory. Paris: UNESCO.
Lockerby, William. 1 92 5 . The joumal ob William Lockerby Sandalwood Tra der in the fiji ltılandtı
during the Yeartı 1 80 8 - 1 809. Ed. Sir Everard im Thurn. Londra: Hakluyt Society.
Loraux, Nicole. 2000. Bom ob the Carth: Myth and Politictı in Athentı. lthaca: Cornell University
Press.
Luginbill, Robert D. 1 999. Th ucydidetı on War and National Character. Boulder, Colo.: Westview
Press.
• Lyth, Rev. Richard Birdsall. IDB/ Daybooks of Rev. Richard Birdsall Lyth, 1 84 2 - 5 5 . 6 cilt. ML (B 538, B
539, B 544, B 545, B 546, B 56 1 ) .
• -- . 1/( Journals of Rev. Richard Birdsall Lyth, 1 836-60. 7 cilt. ML (B 5 3 3 , B 5 3 4 , B 5 3 5 , B 536, B
540, B 54 1 , B 542).
• -- . iLi Letters to and from Rev. Dr. Lyth, 1 836-54. M L (A 836).
• -- . /LF/ Letters of Rev. Richard Birdsall Lyth to his family, 1 829-56. WMMS (Box 6b). SOAS.
• -- . /Nl Note-book. ML (B 5 52).
• -- . (N/( Notes on lslands, attached to his day-book and journal, 1 850-5 1 . M L (B 539).
• -- . iRi Reminiscences, 1 85 1 - 5 3 . ML (B 548).
• -- . (RC( Reminiscences and customs. ML (B 5 5 1 ).
• -- . ITFRI Tongan and Feejeean Reminiscences. 2 cilt, ML (B 549).
• -- . I VJI Voyaging journals. 4 cilt. M L (B 5 3 7).
• -- . (WMMSIL) See under Wesleyan Methodist Missionary Society, Londra.
" MacGil lvray, John. 1/1 Voyage of H . M . S. Herald under the command of Capt. Mangles Denham, R.N . .
being the private journal kept b y john MacGillvray, naturalist. Papers o f the Admiralty (Adm
296 1 lhukydldea'ten Ôzür Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

7 /852). Public Records Office, Londra.


' Madraiwiwi, Ratu joni. /FMIMS/ Ratu joni Madraiwiwi on Bauan Affairs. Yerliler Sorumlu Yetkilisi' ne
yazılan mektubun kopyası. 26 Ağustos 1 9 1 3 . Fiji Museum Manuscript Collection (629), Suva.
Manicas, Peter T. 1 982. War, stasis, and Greek political thought. Comparative Studie6 in Society and
Hi6tory 29: 6 7 3 -88.
' Marist Anonymous. (HM/ H istoire de la mission de Fidji, Oceanie. Marist Mission Archives, Roma.
Martin, john, ed. 1 827. An Account ob the Tongan l6land6 in the South Pacibic Ocean. 3 cilt, 3 .
baskı, Edinburgh: Constable.
Marx, Kari. 1 964. The Cighteenth Brumaire ob Loui6 Bonaparte. New York: lnternational Publishers.
-- . 1 967. Capital. Cilt. 1 . New York: lnternational Publishers.
--. 1 97 3 . GrundriMe: Foundation ob the Critique ob Political Cconomy (Rough Drabt).
Çev. Martin Nicolaus. Harmondsworth, U.K.: Penguin Books.
Marx, Kari ve Friedrich Engels. 1 956. The German ldeolos;y. Londra: Lawrence IJ Wishart.
McGregor, Malcolm F. 1 987. The Athenian6 and Their Cmpire. Vancouver: University of British
Columbia Press.
Meier, Christian. 1 998. Athen6: A Portrait ob the City in lt6 Golden Age. Çev. Robert ve Rita Kimber.
New York: Henry Holt.
Meiggs, Russell. 1 972. Th e Ath e n i a n Cmpire. Oxford : Clarendon Press.
Merquior, j. G. 1 985. Foucault. Berkeley: University of California Press.
Momigliano, Arnaldo. 1 944. Sea-power in Greek thought. Cla M i c a l Review 58: 1 -79
-- . 1 99 3 . The Development ob Greek Biography. Gözden geçiri lmiş baskı Cambridge, Mass.: Harvard
University Press.
' Moore, Rev. William. 1/1 journal of Rev. William Moore, 1 844-46. M L (MOM 567).
Nai Lalakai. 1 980-8 1 . Na i Tutu vaka-Gonesau. Series of articles in Nai Lalakai I Fiji language weeklyl.
çeşitli yazarlar. Suva.
Native Lands Commission. 1 959. Fi nal Report. on the Provin ce6 ob Ta i l evu (North). Rewa.
Naita6iri and Colo Ca6t. Suva: Government Press.
• -- . INLC/EB (district)I Evidence books. By district. Native Lands Commission records. Suva: Native
Lands Trust Board.
• -- . INLC/TR (district)J Tukutuku Ravaba !General Historiesl. By district. Native Lands Commission
records. Suva: Native Lands Trust Board.
Ollier, F. 1 93 3 -4 3 . Le mirage Spartiate. 2 cilt. Paris: Boccard.
Orwin, Clifford. 1 988. Stasis and plague: Thucydides and the dissolution of society. joumal ob Politic6
50: 83 1 -47.
-- . 1 994. The Humanity ob Thucydide6. Princeton: Princeton University Press.
' Osborn, joseph Warren . 1/1 journa l of a voyage in the ship Cmerald owned by Stephen C. Phillips, Esq.
and commanded by john H. Eagleston during the years 1 83 3 , 1 834, 1 83 5 , and 1 836. PMB
223. Orijinali: Peabody Museum, Salem, Mass.
Palmer, Michael. 1 992. Love ob Glory and the Common Good: A6pect6 ob the Political Thought ob
Thucydide6. Lanham. Md.: Rowman IJ Littlefield.
Parke, H. W. 1 977. Fe6tival6 ob the Athenian6. lthaca, N.Y.: Cornel l University Press.
Parker, Robert. 1 996. Athenian Religion: A HiMory. Oxford: Clarendon Press.
Parry, john T. 1 977. Ri ng-ditch Fortibication6 in the Rewa Delta. Fiji: Air Photo lnterpretation and
Analy6i6. Bu iletin of the Fiji Museum, No. 3 . Suva.
-- . 1 987. The Sigatoka Valley: Pathway into PrehiMory. Suva: Bulletin of the Fiji Museum, No. 9.
Pausanias. 1 979. Guide to Greece. Çev. Peter Levi. 3 cilt. Harmondsworth, U.K.: Penguin Books.
Petterson, Michael . 1 992. Cult6 ob Apollo at Sparta: The Hyakinthia. the Gymnopaidiai and the
Kameia. Skrifter Utgivna au Svonska lnstitutet 1 Athen, No. 1 2. Stockholm.
Picard, Olivier. 2000. Guerre et economie dan6 l 'alliance athenienne (..r go-322 av. ]-0 Liege:
BGST 1 Dü9ünce Dizi6i 1 297

Sedes.
Pickering, Charles. 1 849. The Race6 ob Man: And Their Geographicat Di6tribution. Londra: john
Chapman.
' --. 1/1 journal of Charles Pickering with the U.S. Exploring Expedition. Massachusetts H istorical
Society, Boston.
Plutarch. [Mor] 1 93 1 . Ptutarch 06Moralia. Cilt. 3. Loeb Classical Library. Cambridge, Mass.: Harvard
University Press.
-- . (Live6/ 1 928. Plutarch 06 Live6. 1 1 cilt. Loeb Classical Library. Londra:
Heinemann.
Poesch, jessie. 1 96 1 . Titian Ram6ey Peate and Hi6 ]oumal6 ob the Wilke6 Cxpedition. Philadelphia:
American Philosophical Society.
Polanyi, Kari. 1 957. Aristotle discovers the economy. Trade and Market in the Carly Cmpire6 içinde,
ed. Kari Polanyi, Conrad M . Arensberg ve Henry W. Peterson. 64-94. G lencoe. 1 1 1 : Free Press.
Powell, Anton. 1 988. Athen6 and Sparta: Con6tructin9 Greek Political and Social Hi6tory brom 4 9 8
B . c . Londra: Routledge.

Preaux, jean-G. 1 962. La sacralite du pouvoir royal iı Rome. Le pouvoir et le Mcrı! içinde, Luc de
Heusch vd. , 1 03 -2 1 . Annales du Centre d'Etude des Religions, No. 1 . Brussels: lnstitut de
Sociologie, Universite Libre de Bruxelles.
Pritchard, W. T. 1 968. Potyne6ian Remini6cence6. [Facsimile of 1 866 ed. J Londra: Dawsons of Pall
Mail.
Quain, Buel l. 1 948. Fijian Vitlage. Chicago: University of Chicago Press.
Rabuku, Niko. 1 9 1 1 . Ai Sau ni Taro me Kilai. Na Mata: 1 54-58. 1 72-76.
• Ravuvu, Asasela D. 1 98 5 . Fijian ethos as expressed in ceremonies. Doktora tezi, University of
Auckland, Y.Z.
Rawson, Elizabeth. 1 969. The Spartan Tradition i n Curopean Thought. Oxford: Clarendon Press.
Reid, A. C. 1 990. Tovata I and /1. Suva: Fiji Museum.
• Reynolds, William. )Le) Letter no. 1 5 : to his father, Peacock at Sea. 2 1 September 1 840. Photostat.
Archives and Special Collections (MS 6 Box 2/ 1 1 ) . Shadok-Fackenthal Library, Franklin and
Marshal l College, Lancaster, Pa.
Ricoeur, Paul. 1 984. Time and Narrative. Cilt. 1 . Chicago: University of Chicago Press.
Rivers, W. H. R. 1 9 1 4. The Hi6tory ob Metane6ian Society. 2 cilt. Cambridge: Cambridge University
Press.
Rokowaqa, Epeli. 1 926. Ai Tukutuku kei Vi ti. Suva: Wesleyan Missionary Society.
Romilly, jacqueline de. 1 96 3 . Thucydide6 and Athenian Imperiali6m. Oxford: Blackwell.
-- . 1 967. Hi6toire et rai6on chez Thucydide6. Paris: Sodete d'Edition "Les Belles Lettres."
-- . 1 968. Guerre et paix entre cites. Probleme6 de la 9uerre en Grece a n cienne içinde, ed. jean-
Pierre Vernant. 207-29. Paris: Mouton.
• Rosenthal, Mara. IFNI Field notes of Mara Rosenthal, mainly from Bau and Rewa areas. 1 987-89.
Fotokopi.
Rosivach, Vincent J . 1 987. Autochthony and the Athenians. ClaMical Quarterly 3 7 : 294-306.
'Rougier, Pere Emmanuel. /FL/ Four lectures on the comparative work of the Catholic and Wesleyan
missions in Fiji. The history of Christianity in Fiji according to the Wesleyan mission içinde.
Çevirinin daktiloyla yazılması Rev. joe Deyi. Archives of the Marist Mission, Roma.
Sahlins, Marshall. 1 962. Moala: Cutture and nature on a Fijian 16tand. Ann Arbor: University of
Michigan Press.
-- . 1 983. Raw women, cooked men, and other "great things· of the Fiji lslands. The Cthnography ob
Cannibali6m içinde, ed. Paula Brown ve Donald Tuzin, 72-93 . Special Publication. Washington,
D.C.: Society for Psychological Anthropology.
--. 1 98 5 . 16tand6 ob Hi6tory. Chicago: University of Chicago Press.
298 1 1lıukydlde6'ten Ôzilr Dileyerek 1 Mar6hall Sahtin6

-- . 1 987. War in the Fiji lslands: The force of custom and the custom of force. Intemationat fthic6
in a Nuctear Age içinde. ed. Robert ] . Myers. 299-328. Ethics and Foreign Policy Series. No. 40.
Lanham. Md.: University Press of America.
-- . 1 99 1 . The return of the event. again: With renections on the beginnings of the great Fijian war
of 1 843 to 1 84 5 between the kingdoms of Bau and Rewa. Ctio in Ocea nia içinde, ed. Aletta
Biersack. 37- 1 00 . Washington, D.C.: Smithsonian lnstitution Press.
-- . 1 992. HiMoricat Cthnography. Cilt 1 of Anahulu: The Anthropology ob Hi6tory in the Kingdom
ob Hawaii. Patrick V. Kirch ve Marshall Sahlins. Chicago: University of Chicago Press.
-- . 1 994. The discovery of the true savage. Dangerou6 Liaiwn6: CMay6 in Honour ob Greg Dening
içinde. ed. Donna Merwick. 4 1 -94. Melbourne: Melbourne University Press.
--. 1 996. The sadness of sweetness: The native anthropology of Western cosmology. Current
Anthropology 37: 3 95-4 1 5, 42 1 -28.
--. 2000. Culture ih Practice. New York: Zone Books.
-- . 2002. An empire of a certain kind. Social Analy6i6 46: 95-98.
Sahlins. Peter. 1 989. Boundarie6: The Making ob Fra nce and Spain in the Pyrenee6. Berkeley:
University of California Press.
Sainte-Croix. G. E. M. de. 1 972. The Origin6 ob the Peloponneöia n War. Londra: Duckworıh.
Sartre. jean-Paul. 1 968. Sea rch bor a Method. New York: Vintage Books.
--. 1 98 1 -93. The Fa mily idi ot: GuMave Flaubert 1 8 2 1 - 1 857. 5 cilt. Chicago: University of Chicago
Press.
Scarr. Deryck. 1 97 5 . Cakobau and Ma'afu. Pa cibic 16/and Portra it6 içinde. ed. J. W. Davidson ve
Deryck Scarr, 95- 1 26. Auckland, N.Z.: A. H. o A. W. Reed.
Seeman. Berthold. 1 97 3 . Viti: Account ob a Govemment MiMion to the Vitian or Fijian 16/andö.
1 8 6 0 61. Folkestone, U . K .: Dawsons of Pal! Mail .
•Sinclair, George T. 1/1 journals of George T. Sinclair, acting master aboard the Relieb. the Porpoiöe and
the Flying Fi6h I U . S . Exploring Expeditionl, 1 9 December 1 83 8-26 j une 1 842. Tegmen Charles
Wilkes'ın komutası altındaki ABD Keşif Seferi'nin Kayıtları, 1 838-42. Mikrofilm. Central Research
Libraries, Chicago. Orijinali: National Archives. Washington, D.C.
Smythe. Mrs. IS. M.I. 1 864. Ten Month6 in the Fiji /61and6. Oxford: john Henry o james Parker.
Starr, Chester G. 1 978. Thucydides on sea power. Mnemoöyne 3 1 : 3 4 3 - 5 0 .
Steegmuller. Francis. e d . 1 95 3 . The Selected Letten ob Gu6tave Flaubert. New York: Farrar. Straus o
Young.
Strassler, Robert B., ed. 1 996. The Landmark Thucydideö. New York: Free Press. ICrawley çevirisi.!
•Stuart, Frederic D. 1/1 journal of Frederic D. Stuart, captains derk aboard the Peacock. 19 August
1 838- 1 8 July 1 84 1 .Tegmen Charles Wilkes'ın komutası altındaki ABD Keşif Seferi'nin Kayıtları.
1 838-42. Mikrofilm. Central Research Libraries, Chicago. Orijinali: National Archives,
Washington, D.C.
Taillardat, J . 1 968. La triere athenienne et la guerre sur mer aux Ve et ! Ve siecles. Problemeö de
guerre en Grece ancienne içinde. ed. J . -P. Vernant, 1 83-205. Civilisations et Societes. No. 1 1 .
Paris: Mouton.
Tcherkezoff, Serge. Baskıda. FirM Contactö in Polyne6ia: The Samoan Caöe and Compari60n6.
Christchurch, N.Z.: Macmillan Brown Center for Pacific Studies.
Thomson. Basil . 1 908. The Fijian6: A Study in the Decay ob Cu6tom. Londra: William Heinemann.
Thomson, Bobby, Lee Heiman ve Bili Gutman ile birlikte. 1 99 1 . The Gia nt6 Win the Pennant! The
Giantö Win the Pennant! The Giant6 Win the Pennant! New York: Zebra Books.
Thucydides. Hi6tory. Bkz. Bloomfield 1 829; Crawley 1 934; Hobbes 1 989; jowett 1 998; S. Lattimore
1 998; Strassler 1 996; Warner 1 972.
Tippett, A. R. 1 97 3 . Aöpect6 ob Pacibic fth no hi6fory. Pasadena, Calif. : William Carey Library.
Todorov, Tzvetan. 1 984. Mikha il Bakhtin: The Dia logical Principle. Theory and History of Literature,
BGST 1 Dü�ünce Diziöi 1 299

cilt 1 3 . Minneapolis: University of Minnesota Press.


Toganivalu, Ratu Deve. 1 9 1 1 . The customs of Bau before the advent of Christianity. TranMction6 ob
the Fijian Society bor ı 9 1 1 : n . p.
-- . 1 9 l 2a. Ai Tovo mai Bau sa bera ni yaco mai na Lotu. Na Mata (january): 9- 1 7. (Toganivalu
1 9 1 1 'in Fiji versiyonu.)
-- . l 9 l 2b. Ai Tukutuku kei Ratu Cakobau, Na Vunivalu mai Bau. Na Mata: ( 1 ) August; (2) September,
1 59-60; (3) October, 1 68-7 5 .
-- . l 9 l 2 c . Ratu Cakobau. TranMction6 o b the Fijian Society b o r 1 9 1 2: 1 - 1 2.
• -- . /TkB/ Tukutuku kei Bau. NAF (F 62/247). lngilizce çeviri, "An island kingdom, " NAF.
Tolstoy, Count Leo. 1 962. War and Peace. New York: Modern Library.
Trotsky, Leon. 1 980. The Hi6tory ob the RuMian Revolution. New York: Path- Finder.
Turner, james West. 1 997. Continuity and constraint: Reconstructing the concept of tradition from a
Pacific perspective. Contemporary Pacibic 9: 345-8 1 .
Turner, Terence. 1 995. Social body and embodied subject: Bodiliness, subjectivity and sociality among
the Kayapo. Cul tu ral Anthropology 1 O: 1 43-70.
•Turpin, Edwin j . IDNI Diary and narratives of Edwin j . Turpin. NAF.
Twyning, john P. 1 996. Wreck ob the Minerva. IShipwreck and Adven ture6 ob john P. Twining among
the South Sea Cland6. l 8 50'nin yeniden basımı) Fairfield, Wash. : Ye Gal leon Press.
Tygiel, jules. 2000. Pa6 t Time: Baöeball aö Hi6tory. New York: Oxford University Press.
Van Wees, Hans. 1 999. Tyrtaeus' Cunomia: Nothing to do with the Great Rhetra. Sparta: New
Per6pecti ve6 içinde, ed. Stephen Hodkinson ve Anton Powell, 1 -4 1 . Londra: Duckworth.
Vernant, jean-Pierre. 1 968. lntroduction to Probleme6 de la guerre en Grece ancien ne. ed. J.-P
Vernant, 9-30. Civilisations et Societes, No. 1 1 . Paris: Mouton.
Veyne, Paul . 1 984. Writing HiMory: CMay on Cpi6temology. Middletown, Conn. : Wesleyan University
Press.
--. 1 988. Did the Greek6 Believe in Th eir Myth6 ? Chicago: University of Chicago Press.
Wagner, Roy. 1 97 3 . The Invention ob Culture. Englewood Cliffs, N.J . : Prentice-Hall.
•Wainiu, Ratu Etuate. IAYI Ai Yalayala ni Vanua VakaBau, Na Yavusa Ko Kubuna. Tippett Collection, St.
Marks National Theological Centre Library, Canberra.
• -- . IBK} Bure Kalou Vakaitokatoka ena Mataqali Tui Kaba kei na Mataqali Bete. Filed with Wainiu,
AY. Tippett Collection, St. Marks National Theological Centre Library, Canberra.
Wall, Colman. 1 9 1 9. Sketches in Fijian history. Tran6action6 ob the Fijian Society bor the Jear 1 9 1 9:
n.p.
Wallis, Mary l'A Lady"I. 1 85 1 . Libe in Feejee or. . Five Yean among the Ca nnibal6. Boston: Heath.
'
--. 1 994. The Fiji and New Caledonia joumal6 ob Mary Walli6 1 85 1 - 1 853. Ed. David Routledge.
Suva: lnstitute of Pacific Studies.
• -- . journal of Mary Wallace /öic/. 1 85 1 -5 3 . Peabody Museum, Salem, Mass.
Walzer, Michael. 1 986. The pol itics of Michel Foucault. Foucault: A Critical Reader içinde. ed. David
Conzens Hoy, 5 1 -68. Oxford: Blackwell.
Warner, Rex, çev. l 972 ( 1 9 541. Hiötory ob the Peloponne6ian War IThucydidesl. Harmondsworth,
U . K .: Penguin.
Waterhouse, Rev. joseph. 1 866. The King and People ob Fiji. Londra: Wesleyan Conference Office.
•Wesleyan Methodist Missionary Society, Londra. lnward correspondence from Feejee, 1 83 5-57.
8 cilt. WMMS (Box 3 1 ). SOAS.
Westlake, H. D. 1 968. lndividual6 i n Thucydide6. Cambridge: Cambridge University Press.
Whitby, Michael. 2002. Sparta. New York: Routledge.
White, Leslie A. 1 949. The Science ob Culture: A Study ob Man and Civilization. New York: Farrar,
Straus.
Wilkes, Charles. 1 845. Narrative ob the United State6 Cxploring Cxpedition during the Yean
300 l lhukydldea'tm Ô.zilr Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

1 83 8, 1 839. 1 840. 1 84 1 . 1 84 2. 5 cilt. Philadelphia: Lea 6 Blanchard.


' Wilkinson. David. /MS/ Personal notes. NAF. cilt 1 .
Williams. Thomas. 1 93 1 . The joumat ob Thoma6 Wittiam6. MiMionary in Fiji. 184-1 853. Ed. G. W.
Henderson. 2 cilt. Sydney: Angus 6 Robertson.
• -- . /LW/ Letters to Thomas Williams. 1 832. M L (A 852).
• -- . /MNI Miscellaneous notes chiefly concerning Feejee and Feejeeans. 3 cilt. ML (B 496-98).
• -- . /WMMSIL/ See under Wesleyan Methodist Missionary Society, Londra.
Williams. Thomas ve j ames Calvert. 1 859. Fiji and the Fijian6. New York: D. Appleton 6 Co. [2 cilt,
Britanya baskısı 1 cilt.)
Wil ls. Garry. 200 1 . Venice. Lion City: The Retigion ob fmpire. New York: Simon 6 Schuster.
Xenophon. [Pseudo-Xenophon. "Old Oligarch"). Con6titution ob the Athenian6. Scripta minora
[Xenophons writings 7. cilt[ içinde. 1 3 5-90. Loeb Classical Library. Londra: William Heinemann.
Wycherley. R. E. 1 978. The Stone6 ob Athen6. Princeton: Princeton University Press.
Yurchak. Alexei. 1 997. The cynical reason of late socialism: Power. pretense and the Anekdot. Pubtic
Culture 22: 1 6 1 -88.

ELIAN GONZALEZ OLAYI

ABCNews.com. [ABC[ "http:/ /www.ABCNews.com"


29 Ocak 2000. Now. a pro-Cuban rally in Miami.
1 O Şubat 2000. Focus on Elian's Miami relatives.
27 Mart 2000. Cuban boy telis his story: Diane Sawyer's visit with Elian Gonzalez.
2 Nisan 2000. Most Americans want Cuban boy returned to his father. Gary Langer.
1 3 Nisan 2000. Crowds grow in Miami.
1 7 Nisan 2000. Waiting, waiting, Alan Clendenning.
24 Nisan 2000. Miami family continues fight.
29 Haziran 2000. Good news. Maria F. Durand.
Associated Press. [AP) "http://www.ap.org"
8 Nisan 2000. Race called a key in Elian saga, Paul Shepard.
6 Haziran 2000. AP daily news.
Attanta Con6titution. "http://www.ajc.com" 2 3 Ocak 2000. Elian grandmothers plead case with Reno.
Mike Williams.
BBC News. "http:/ /news.bbc.co. uk" 29 Ocak 2000. The Dalai Lama of Little Havana.
Capitalismmagazine.com. [cm. el
1 4 Ocak 2000. The Rights of Elian Gonzales. Peter Schwartz.
26 Ocak 2000. lnterview: What Castro has in store for Elian. Prodos Marinakis.
2 5 Mart 2000. A sin to deport Elian, Leonard Peikoff.
25 Mart 2000. lnterview with Edwin Locke. Elian Gonzalez: Why a father's rights can never
supersede those of a child.
23 Nisan 2000. Government assaults on cigarette companies, M icrosoft and Elian Gonzalez violate
individual rights, Edwin Locke ve Richard M. Salsman.
Ch icago Tribune. lCTl "http:/ /www.chicagotribune.com"
1 7 Ocak 2000. For some exiled Cubans, Elian given role of modern-day Moses, Laurie Goering.
1 9 Ocak 2000. Cuban-American groups join cry to send Elian home.
1 9 Ocak 2000. Parental authority: Elian belongs with his father, Kathleen Parker.
22 Ocak 2000. Back home with Grandma. [Başyazı.)
22 Ocak 2000. Grandmothers plead for Elian, Mike Doming.
24 Haziran 200 I . Elian fight revived Cubans on all sides, Laurie Goering.
24 Temmuz 200 I . Anti-Castro groups moderation makes waves, Rafael Lorente.
BGST 1 Dü9ünce Dizi6i 30 1

Cleveland Plain Dealer. (CPDI "http://www.plaindealer.com" 22 Aralık 1 999. Morality compels U. S. to


send young boy home, Otis Moss. jr.
CNN. "http://www.cnn.com"
4 Ocak 2000. CroM�ire. Deşifre edilmiş metin için bkz. "http:I /www.cnn.com"
28 Mart 2000. lmage of Virgin Mary said to appear in Elian's Miami home.
Commondreams.org. "http://www.commondreams.org"
29 Mart 2000. Elian: Shipwrecked on dry land, Gabriel Garcia Marquez.
Denver PoM. "http://www. denverpost.com"
1 1 Ocak 2000. Plot over Elian thickens. (Başyazı. !
1 3 Ocak 2000. Reno halts Cuban farce, A 1 Knight.
1 8 Ocak 2000. Finding a home for Elian Gonzalez will be a tough job, Ed. Quillen.
Elovitz, Paul H., ed. 2000. The Elian Gonzalez obsession. Cli o '6 P6yche 7 'deki bölüm, no. 1 (Haziran).
Geocities.com. "http://www.geocities.com" 2 Nisan 2000. Madness in Miami, Michael Lopez-Calderon.
George. Mayıs 2000, 64-69, 1 1 4- 1 8. The untold Elian story, Ann Louise Bardach.
Guardian, "http:I /www.guardian.co.uk" 1 2 Nisan 2000. A small boy bails out the old dictator, lsabel
Hilton.
Libre. 200 1 . rnan. Libre supplement, Miami.
Lo6 Angele6 Time6. "http://www. latimes.com" 2 5 Ocak 2000. Commentary: There's no shortage of
hypocrites; Cuba: The brouhaha over Elian Gonzalez provides a mirror for our across-the-board
absurdity regarding the island, Robert Scheer.
Miami Herald. IMHI "http:I /www.miamiherald.com"
1 3 Aralık 1 999. Elian gets to be a kid at Disney, Phil Long.
1 3 Aralık 1 999. The deadly voyage: How it happened, Elaine De Valle.
8 Ocak 2000. Emotional bond compels protesters, Paul Brinkley-Rogers.
1 O Ocak 2000. Mania over Elian rising, Eunice Ponce ve Elaine de Valle.
1 O Ocak 2000. Three Kings parade a spectacle for child, Eunice Ponce ve Ana Acle.
1 2 Ocak 2000. Boy's cause in the hand of Miami image master, Alfonso Chardy vd.
23 Ocak 2000. Dolphins take the stuff of legend, Ana Acle.
29 Ocak 2000. Cubans pay homage to Marti, Elian. Associated Press.
30 Ocak 2000. Planet Elian, Cari Hiaasen.
1 Şubat 2000. Exile group forges ironic alliances, Karen Branch.
9 Şubat 2000. Elian's great-uncles have had DUi convictions. Associated Press.
26 Mart 2000. Mary "appears" near Elian, Sandra Marquez Garcia.
3 1 Mart 2000. Prayer vigil lifts Elian fervor to new high, Meg Laughlin.
2 Nisan 2000. Elian case puts Miami "republic" in spotlighi, Meg Laughlin.
1 O Nisan 2000. Elian a bridge linking rival fates, D. Aileen Dodd.
1 4 Nisan 2000. Throng outside house swel ls to thousands, Sandra Marquez Garcia, Andrea Elliott ve
Martin Merzer.
1 4 Mayıs 2000. Ceremony set to honor Elian's mom.
2 5 Mayıs 2000. Family members moving out of house where Elian stayed, Ana Acle.
26 Mayıs 2000. Relaxed Marisleysis moving on, Meg Laughlin.
28 Haziran 2000. Supporters pray boy will remain, Ana Acle.
30 Haziran 2000. Miami relatives attend ceremony at Elian school, Ana Acle.
23 Kasım 2000. Elian's story waits for ending, Andres Viglucci.
National Catholic Reporter, "http://www.natcath.com" 5 Mayıs 2000. The question in Miami is not the
same asked elsewhere, Tom Blackburn.
New6day. "http:I /www.newsday.com" 9 Nisan 2000. Devout see a "miracle" in Elian, Ellen Yan.
New6week.
1 7 Nisan 2000. The war over Elian, joseph Contreras ve Evan Thomas.
302 I· Thukydlde&'ten Ô.zilr Dileyerek 1 Maröhall Sahlin6

24 Nisan 2000. The Elian case. Joseph Contreras ve Evan Thomas.


24 Nisan 2000. "ünce more unto the breach." Jonathan Alter.
New Jork Daily New6. INYDN( "http:I /www.nydailynews.com" 9 Nisan 2000. Cult believes child is
Cuban Messiah. Roberto Santiago ve Helen Kennedy.
New Jork Time6. (Nyn "http:I /www. nytimes.com"
1 6 Ocak 2000. Custody case is overshadowing shift among Cuban immigrants. Peter T. Kilborn.
22 Ocak 2000. Grandmothers make plea for Cuban boy's return. Robert D. Mcfadden.
22 Ocak 2000. Helping Cuban families is in America's interest. Bernard W. Aronson ve William D.
Rogers.
24 Ocak 2000. Grandmothers to fly to Miami. Associated Press.
26 Ocak 2000. Elian Gonzalez and Congress. (Başyazı. (
5 Temmuz 2 0 0 0 . Cuba sees fervor over Elian useful in other battles. David Gonzalez.
2 Eylül 200 1 . Heir to Cuban exile leader is finding his own voice, Dana Canedy.
2 5 Ekim 200 1 . Florida: Probation in kidnapping case.
New Jork Time6 lntemational, "http:I /www.nytimes.com" 1 7 Ekim 2002. Havana enshrines heroes of
espionage. David Gonzalez.
Ottawa Citizen. "http://www.ottawacitizen.com" 1 1 Nisan 2000. Elian inspires mysticism in Miami,
Hil lary Mackenzie.
PBS. (pbö. org] 26 Nisan 2000. New6Hour. "http: //www. pbs.org/newshour/bb/media/jan-juneoo/
elian_4-26. html"
frontline: Saving Elian. Şubat 200 l 'de yayımlandı . "http:I /www. pbs. org/wgbh/pages/frontline/shows /
elian/"
Religion in the Newö. I R/NI
"http:I /www. trincOll.edu/depts/csrpl/RFNVOl 3 N02/elian.htm" Go down. Elian, Thomas Hambrick­
Stowe. Cilt 3, no. 2 (Yaz 2000).
Rel igiousTolerance.org. "http:I /www. religioustolerance.org/elian.htm" 1 3 Nisan 2000. The Elian
Gonzalez religious movement. B. A. Robinson.
Rowe. john Carlos. 2002. Elian Gonzalez. Cuban-American detente, and the rhetoric of family values.
Tra nönational America: The fading ob Border6 i n the WeMem Hemiöphere içinde. ed. Bundt
Ostendorf, 1 3 9-48. Heidelberg: Universitiitsverlag C. Winter.
St. Peteröburg Time6. "http://www.sptimes.com" 5 Ocak 2000. Protesters rally for Cuban boy, Sarah
Schwei tzer.
Salon.com. (Salon( "http:I /www.salon.com"
1 7 Nisan 2000. Why can't they ali just get along, Myra MacPherson.
26 Nisan 2000. Elian! Nature trumps politics. Camille Paglia.
1 2 Mayıs 2000. " I never made myself famous, " Daryl Lindsay.
8 Haziran 2000. Elian, politics. the Roman empire. Camille Paglia.
29 Haziran 2000. Adi6s Elian. Myra MacPherson.
San franciöco Chronicle. "http://www.sfchronicle.com/chronicle" 9 Nisan 2000. The mystical power
of Elian, Roberto Cespedes.
Seattle PoM-lntell igencer. "http://www.seattlepi. nwsource.com" 8 Nisan 2000. God will intervene,
prevent Elian from leaving, Cubans say, Mildrade Cherfils.
Seattle Time6. "http:I/www.seattletimes. nwsource.com" 1 Şubat 2000. Elian Gonzalez reaches divine
status for some Cuban Americans.
Time Magazine. 1 7 Nisan 2000. The second-class parem, Lance Morrow.
USA Today. "http://www. usatoday.com" 7 Ocak 2000. "family values" exist in Cuba, too, Jill Nelson.
Wall Street ]oumal. IWSJI "http://www.wsj.com" 24 Nisan 2000. Why did they do it? Peggy Noonan.
Waö h ington PoM. IWPI "http://www.washingtonpost.com"
2 5 Aralık 1 999. For Cuban boy, 6, a Christmas outpouring.
BGST i Dü�ünce Diziöi i 303

1 Ocak 2000. Council of churches seeks boy's return to Cuba.


1 6 Ocak 2000. Rare act of Congress is planned for Elian; GOP leaders back citizenship bills. Karen De
Young.
22 Ocak 2000. Little Havana's "El Milagro." Hanna Rosin.
1 Nisan 2000. Elian is something special for us. Sue Anne Pressley.
1 Nisan 2000. Little Havana's little prince. joel Achenbach.
5 Nisan 2000. Rough draft: Battle for Elian is Armageddon. only bigger, j oel Achenbach.
6 Nisan 2000. A modern play of passions. Gene Weingarten. 3-part series.
9 Nisan 2000. Last-ditch efforts to keep Elian, Karen De Young.
9 Nisan 2000. Other Latinos more divided over fate of Cuban boy, Philip P. Pan ve Michael A.
Fletcher.
1 4 Nisan 2000. Elian's infantry, Gene Weingarten.
1 4 Nisan 2000. Fools for Elian, Richard Cohen.
1 5 Nisan 2000. Elian impasse widens Miami's ethnic divides, April Witt.
1 7 Nisan 2000. Viva Elian! Hero of the Revolution ! . john Ward Anderson.
20 Nisan 2000. Seeing mystery and miracles in Miami, April Witt.
23 Nisan 2000. Raid reunites Elian and father, Karen De Young.
26 Nisan 2000. A fisherman and his 1 5 minutes. Michael Leahy.
28 Haziran 200 I . Forever a poster child, Gregory B. Craig.
2 5 Kasım 200 1 . A shrine ıo Miami's angel who flew away, Sue Anne Pressley.
2 5 Kasım 200 1 A year later. Elian's echoes linger. Alex Veiga.
Waöhington Ti m e6. "http://www.washingtontimes.com"
4 Nisan 2000. Santeria ceremony held to guard boy, Tom Carter.
1 5 Nisan 2000. Fear fueling Castro's fulminations, Guillermo Cabrera lnfanıe.
DİZİN

Metinde ve dizinde şenik soyundan her kişinin Fiji dilindeki isimlerinin önünde saygı göstergesi olarak şu
onurlandırıcı ifadeler yer almaktadır: kadınlar için "Adi", erkekler için "Ratu" veya "Ro"

1. Charles. 1 49 Alkibiades. 20. ı 09, ı 1 5, 1 3 1 , 1 3 8, 1 43


XVI. Louis. 1 49 Alkmaionidai (Alkmaionoğulları), 1 00
1 1 Eylül 200 1 , 1 73 , 1 49, 1 6 1 Alter, jonathan. 1 9 1
1 939 Amerikan Ligi Şampiyonası. 1 34-3 5 Althusser, Louis, 1 46-47
Amyklae, 8 1
A Andrewes. Antony, 86
A Southemer in the Peloponne6ian War. 27 Annale6 okulu, 1 3 1
ABD Keşif Seferi, 62, 1 04n, 240 Antik Yunanistan MythiMoricu6'u, 89
"adak olarak sunulan insan kurbanlar" ("pişirilen Apollo. 1 0 1
insanlar"), 44, 56, 73, 1 1 7 Apollodoros, 76, 93
Adi Kawanawere, 244 Apollodoros'a göre Arkadialı kökenler, 97
Adi Litiana Maopa, 228 araçsallık, 1 52- 1 53
Adi Lolokubou, 277 arche (imparatorluk). 5 1 , 1 1 2. 1 1 8, 1 43
Adi Qereitoga, 1 O. 202, 233, 242-45, 248, 2 5 1 - Archer, Kaptan, 244n
52. 269, 270-72
Argos, 82, 84
Adi Qoliwasawasa, 237
Arhidamos Savaşı, 56
Adi Samanunu, 250
Aristophanes. 3 3 n, 49-50, 1 07-08, 1 28
Adi Savusavu, 229
Aristoteles, 1 8- 1 9, 49-5 1
Adi Talıitoka, 1 O, 228, 244, 2 5 1
Arka d ia, 82, 93
Adi Vatea, 2 1 2
Arkas, 97-98
Adi Waqanivere (diğer adıya Adi Waqaniveno),
238, 240 Aron. Raymond. 77, 1 59, 1 95, 287
Aegina. 33 Arrowsmith, William, 1 08

Agesilaus. 80n Artemis, 83, 98


Agidai. 67n Artemis Ortheia, 83
Aigyptos, 97 Aruca. Francisco. 1 85
aile, antikapitalist bir sistem olarak, 1 52 asimetrik düalizm. 58, 6 1
"ailevi değerler" 1 72, 1 8 1 -82 Aspasia, 92
Aimable }o6ephine. L '. 2 1 8 A6trolabe. 60-6 1

Aiskhylos Agamemnon. 9 1 Athena. 92. 93n


Akalılar. 7 1 n Athenaios, 80
Akhaios. 1 02 Atinaltların Devleti (Aristoteles). 40
3 06 1 1Jıukydldea'ten Ô.z1lr Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

Augustinus, Aziz, 47n, 1 27 , 1 45-47 Buretü , 46n, 1 03


Augustusçu "üçlü libido" 1 24 Bush, George W., 20, 1 38, 1 49, 1 78, 1 92
Austin, M. M . , 80, 84n Butoni halkı, 43n, 72, 279
Büyük Panathenaia Şenligi, 77-78
B
Bakhtin, Mikhail, 1 6, 1 7, 1 87 c
bakola (yamyamlık kurbanları), 254, 279 Cakaudrove, 1 0- 1 1 , 4 3 , 45-46, 6 1 , 69, 1 2 1 -22,
balina dişi (tahua), 44-46, 6 1 n 1 65-67, 1 99, 20 1 , 205-07, 2 1 1 , 223, 228,
230, 2 3 3 -3 4 , 236, 237, 244, 2 5 1 , 2 5 3 ,
Barber, Red, 1 40 266, 269-70, 2 7 2 , 2 7 6 , 279-8 1 , 282-85,
Barnes, julian, 1 87 287
Bateson, Gregory, 1 9, 77 Cakobau (gemi). 1 0 5-06
ba ti (müttefikler, sınır savaşçıları), 3 1 , 45, 7 1 , Calame, 85, 90
1 70, 2 1 1 , 2 1 5, 2 3 2 - 3 3 , 245, 254, 269, Callisto, 97
275-76, 280, 283
Calvert, james (misyoner), 1 68, l 69n, 202, 204,
Batı antropolojisi, devletin ilahi gücü temsil et­ 2 1 8, 270, 282-83, 285
mesi, 1 47
Ca p i t a l (Marx), 1 49
Batiki Adası, 75, 203 -04
Cartledge, Paul. 57, 78, 80, 8 1 , 83, 85, 86
Batitobe. Bkz. Nabaubau (Batitobe) halkı, 2 1 3 - 1 6,
220, 238, 247-50, 280-8 1 Cartwright, David, 88
Bativudi, 2 l 6n, 2 1 8 Cary, William, 238, 244
Battan, 245n Casson, Lionel, 3 1 , 48, 49, 1 1 9
Bau ve Rewa'nın 1 809 seferleri, 59 Castro, Fidel, 1 73 , 1 77, 1 79, 1 87, 1 89, 1 9 1
Bau'nun kolonileri, 43 Castro, Max, 1 86
bayramlar foölevu), 2 5 3 Catalogue ob Women (Hesiodos), 99, 1 00
Belchet, Edward, 242 Chaeronea, 47n
Beli, Alexander Graham, 1 63 Chang6 (Santeria tanrısı), 1 7 4
Benedict, Ruth, 1 6 Cha6. Doggett (tekne), 240-4 1
Bentham, jeremy, 1 47 Che Guevara, 1 f2
Beqa Adası, 1 I , 58, 72, 27 4 Cheever, George, 24 1 , 245
Beyaz adam, Beyaz adamlar (Papalagi), 7, 208- Cheney, Richard, 1 78
09 CIA, 1 74
Bizans, 54 Cid Cruz, jose, 1 79
Blanco, Arletis, 1 7 1 Cid Cruz, Luis, 1 79
Bloomfield, S. T. , 2 3 , 5 3 Clay (gemi), 246
Bonaparte, Napolyon, 20-2 1 , 1 60-62 Clinton yönetimi, 1 80
Boston Red Sox, 1 3 4 Clunie, Fergus, 9, 6 5 , 246
Bouma, 230n Cogan, Marc, 28
Bourdieu, Pierre, 1 87 Cohen, Edward, 92,
Branca, Ralph, 1 38-40, 1 63 Cohen, Richard, 1 93
Brasidas, 83, 1 3 1 , 1 43 Columbine Lisesi, 1 83
Brooklyn Dodgers, 1 3 3 -34, 1 39-40 Comaroff, jean ve John, 1 5 1 n
Bua, 62n Connor, W. Robert, 20, 29, 50, 5 5 , 1 24-25, 1 29,
Burebasaga, 283 131
BGST 1 Dü9ünce Dizi6i 1 307

"Coogan's Bluff Mucizesi", 1 4 1 Driver, William, 1 98, 246


Cook, Albert, 1 29 dul kadınların boğulması, 236-37
Cornford, Francis M., 49 Dumont, Louis, 1 48
Crane, Gregory, 27, 29, 3 3 , 1 24 Durkheim, Emile, 1 47
Crawley, R., 23, 48, 5 3 , 88, 1 2 5 Durocher, Leo. l 39n
Cross, William (misyoner), 3 2 , 7 5 , 2 0 1 , 2 5 2 , 28 1 d'Urville, Dumont, 60-62, 249
Dünya Serisi, 1 3 3 , 1 3 6
ç Dünya Ticaret Merkezi saldırısı. 1 73
çapraz akrabalık, 22 1 -22, 224 Dünya Ticaret Ö rgütü toplantısı. Seattle, 1 79
çapraz kuzen evliliği, 225, 272n
Çinlilerin yabancı karşıtı hükümleri, 79 E
Eagleston, Kaptan john H . , 62n, 205, 2 l 6n, 24 1
D Ehrenberg, Victor. 49-5 1 . 1 1 5 , 1 1 9, 1 29, 1 3 2-33
Dakuwaqa, 2 l 6n ekonomik belirlenimcilik, 5 2
Dalrymple, Donato, 1 79 eksotopi, 1 6- 1 7
Danaos, 97 "El Pescador" 1 79
Dark, Al, 1 3 9 Cmera l d (gemi), 240n, 245n
Degei, 67, 75 Emmons. George Foster. 62, 24 1
Delay, Tom. 1 93 Engels. Friedrich, 1 49
Delillo, Don, 1 36. 1 38, 1 40, 1 42 Ephemos, 1 43
Delos Birliği, 54-55, 99, 1 09 Ephoros, 77
Delphoi, 90 Erehteyon, 93n
Delphoi kahini, 3 3 Erekhtheus, 9 1 -94, 1 00-02
Demos. 1 29 Erikhthonios, 92, 93
deniz halkı (kai wai), 43, 60, 7 1 -73 Erskine, Cari, 43, 1 3 9, 202
deniz hıyarı ticareti, 45, 1 07, 1 67, 2 1 2, 2 1 8, 244 Eski Oligark, 47
depremler. 56 Espinosa, Sonia, 1 88
Derrick, R. A., 3 1 , 45, 1 0 5 , 1 67, 200, 236, 276 C�ek Arıları (Aristophanes), 49
Detienne, Marcel, 92 eşmerkezli düalizm, Bau, 72, 8 1
Devlet. (Platon), 5 1 Euripides: Heracleidae. 90n; Yalvaran Kadınlar
Dewala (Rokodurucoko), 2 l 5n, 245n, 248n 90n; /on. 90: soykütüğü 1 O 1
dialoguero6. 1 86 Eurotas, 94-95
Diaz-Balart, Lincoln, 1 77 Eurypontidae, 6 7n
Diodotos, 1 1 4, 1 26, 1 43 Eurysthenes, 90n
Diodoros Sikeliotes. 84, 1 09
Dionysia, 78, 1 1 6 F

diyametrik düalizm, 69, 72 Fernandez, Damian, 1 75


doğa (phy6i6), 26, 1 26 Figueira, Thomas, 87-88
doğa durumu, 1 5, 29, 52 Fiji kanoları, 3 1 -3 2
Dorlar, 99, 1 O 1 Finau (Tongalı şeO, 1 7- 1 8
Doros. 99, 1 O 1 -02 Finley, Moses. 49, 5 5 , 79, 8 3 , 86, 1 2 1 , 1 3 2
Dressen, Charlie, 1 3 6. 1 3 9 Flaubert, Achille (oğul), 1 57-58
308 J JhWcydldea 'ten Dzür Dileyerek J Mar6hall Sahlin6

Flaubert, Achille-Cleophas (baba), 1 58 H


Flaubert, Gustave, 1 57-59 Hale, Horatio, 27, 1 04n, 2 1 3- 1 4, 238n
Fleiss, Peter, 85 Hali, Jonathan, 1 O 1 , 1 9 1
Forrest, W. G . , 86, 87 Hali, Stuart, 1 5 1 n, l 52n
Foucault, M ichel, 1 50-53 Handelsman, Walt, 1 84, 1 85
Fransız Marist frerler, 32 Hanson, Victor Davis, 56, 77, 89
Freud, Sigmund, 1 46 Harris, Katherine, 1 38, 1 60, 1 62
Freye, Elena, 1 77 Hartwel l, joseph, 2 1 2
Furet, François. 1 3 6 hegemonya, egemenlik olmaksızın, 1 1 1 - 1 2, 1 1 8,
1 23
G Helene, 99- 1 00,
Gabrielson, Vincent, 1 20 Helene'den gelen soykütüğü, 1 00-0 1
Gaia, 96-97, 1 00 Helenler, 2 3 , 48, 54n, 55, 84, 89, 1 09- 1 1 O, 1 1 5,
1 96
Gaimard, M . , 60-62
Hel ler, joe, 1 83
Gal lie, A. B . . 1 3 3 , 1 3 6
heloı ·ıar, 7 1 , 78, 8 1 -83, 85-89, 1 28
Ga mbia (gemi), 2 1 2, 2 1 8
hendekle çevrili köy (koro wai wai), 3 7
Gau Adası, 249
Hephaisteion, 9 1
Geertz, Clifford, 1 5 1
Hera, 97
"gelenek-tarih", 1 9
Herodotos, 1 6, 26, 3 3 , 57, 93, 97n, l 24n, 1 29,
George Tupou, Tonga Kralı, 25, 1 05 , 1 68 1 3 1 -32, 1 88
gerçek Rewalılar (kai Rewa dina). 3 1 , 66 Hesiodos, 93
Gildersleeve, Basil, 27 Heteoemaridas, 84
Ginzburg, Carlo, 77 Hexter, J . H . , 'Tarih Retoriği", 1 3 3
Girit, 1 9, 48, 52, 8 1 Hıristiyan düalizmi, 1 4 7
Glide (gemi), l 99n, 244n Hiaasen, Car i , 1 84
Goldenweiser, Alexander, 1 56 "hikaye anlatıcılığı", 1 3 4, 1 3 6-37, 1 43
Gomme, A. W., 25, 3 1 , 57, 88 hipergami evlilik, 7 5
Gonzalez ailesi, Miami, 1 72, 1 88 Hobbes, Thomas, 1 5, 23, 2 6 , 2 9 , 5 2 - 5 3 , 8 8 , 1 24-
Gonzalez, Delphin, 1 77-78, 1 88 25, 1 44, 1 46
Gonzalez, Lazaro, 1 7 1 , 1 77-79, 1 90, 1 9 1 n Hocart, A. M . , 44, 66-6 7, 69- 70, 80, 1 1 1 n, 1 66,
Gonzalez, Manuel, 1 77 2 1 9, 220, 22 1 n, 223 -24, 226, 229n, 276n
Gonzalez, Marysleysis, 1 78 Hodges, Gil, 1 3 9
Goodman, M. D . , 56 Hodges, Russ, 1 40
Gore, Al, 1 38, 1 73 , 1 8 1 Hodkinson, Stephen, 56-57, 80, 83, 85, 87, 1 29
Gorgiaö (Platon), 5 1 n, 1 4 5 Holladay, A. J . . 56
Görünmez El, 1 48, 1 5 1 Homeros, 9 1 n, 93
gösteri efektleri siyaseti, 1 8- 1 9, 1 03 Hornblower, Simon, 1 4, 28, 48, 88, 1 1 1 , 1 29,
131
Graeber, David, 225
Hornell, James, 3 7
Gramscici hegemonyalar, 1 45 , 1 50, 1 52
Hudson, W . 1 . , 1 04, 2 3 8 , 240, 24 1
Granma. 1 72
Hugo, Victor, 1 6 1
Grene, David, 29, 1 26
Huizinga, J . . 1 40
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 3 09

Hume, David, 1 5, 1 24, 1 25 Karia bölgesi, 1 20-2 1


Hunt, George W, 1 4 1 Kasavu, 60
Hunt, john (misyoner), 29, 3 2 , 43n, 46-47, 62n, kava, 1 66-67, 205-06
65, 1 04, l 22n, l 23n, 1 64-65, 202, 204- kava çemberleri, 248, 249
06, 208, 2 1 0-2 1 2, 230n, 269-274, 278,
280-8 1 , 283 -84 Kedekede, 60
Hür Küba Siyasal Eylem Komitesi, 1 8 1 Kekrops, 93, 94n
Hyakinthia, 56 kendi kendine üreme, 96
Hyperbolos, 50 Kennan. George F., 26
kent Dionysia'sı. 78, 1 1 6
Kıbrıs, 48, 59, 1 1 8- 1 9, 1 2 1
iç savaş (Ma6i6), 28 Kırım, 49, 1 1 9
ikinci Messenia Savaşı, 82-83 kız kardeşin oğlu. Bkz. va6u (kutsal rahim yeğen),
1 9, 22. 76, 2 1 6, 220, 227
ilk meyve haraçları, 42, 1 1 8
kibir (hybri6), 29
//yada (Homeros), 93
Kiliseler Ulusal Konseyi, 1 9 1
"insan-tanrı" (ka lou tam a ta), 69-70, 1 65, 1 98
Kimon. 90. 1 1 8- 1 9
ion, 94n.
Kissinger, Henry, 26
lrvin, Monte, 1 3 3
klanlar (gene), 1 29
lsokrates. 1 1 O
klanlar (mataqali), 4 1 n, 58, 62, 1 59
lyonyalılar, 99- 1 00
Kleisthenes. 8 1 -82
Kleon, 1 9, 50, 1 09- 1 O, 1 1 3 - 1 4
J
Kleophon, 50
jackson, john. Bkz. "Yamyam j ack" (john jackson,
William Diapea ve William Diaper), 1 67, Ko Veivuke (mahlas?), 67n
1 99, 203-04, 236-37, 267, 268 kolektif özneler, 54-55
jaggar, Thomas (misyoner), 32, 72, 1 04, 1 98, Komainaua (Ratu Wainiu), 206-08, 2 l 2n, 284
204, 2 1 2, 223n. 269, 274, 278-8 1 komutan anlatıları, 20
jeffords, j ames, 1 3 9 konjonktüre! aktörlük, 2 1 , 1 59-60, 1 62-63
jose Marti, 1 72 Kopernik Devrimi, 1 42
jowett, Benjamin, 2 3 . 88 Korinthoslular, 57, 79, 1 27, 1 3 1 -3 2
Korky'ra isyanı, 28-30, 8 2 , 1 26-27
K Koro Denizi, 3 1 . 35, 42, 72. 1 23 , 23 1
Kaba, 1 03n, 1 68-69, 252, 252n Koro Denizi Adaları, 74, 274, 276
Kadavu Adası. 58, 65, 1 69, 274, 272 Koro Denizi'ndeki adalar, 3 1 , 42, 74, 1 23 , 2 3 3 ,
Kagan, Donald, 26, 87, 1 1 1 , 1 1 9 276
kai vanua (kara halkı), 66, 70-72, 75-76 Koroitamana, 238, 2 4 0
kai wai (deniz halkı), 4 3, 60, 66-6 7, 7 1 -72, 73n Koto, Setariki, 60, 250, 268
Kallet, Lisa, 47, 5 1 , 1 1 2 kozmogoni mitleri, 9 5
Kamehameha, Hawaii Kralı. 1 0 5 Kreusa, 1 00-02
Kantorowicz, Ernst H . , The King '6 Two Bodie6. Kroeber, A. L., 1 49, 1 50, 1 56
1 65 Kroisos, 84
kaos teorisi, 1 39, 1 72 Kronos, 96-97
Kaplan, Robert, 1 5, 26, 1 27 Krusenstern'in 1 8 1 3 tarihli Fiji haritası, 6 1
Karadeniz, 4 9. 1 1 9n
3ıo 1 Thukydldea'ten Dzilr Dileyerek 1 Mar6hall Sahlin6

Ksenophon, 1 5, 54. 57, 79, 1 95 Lockman, Whitey, 1 3 9


Kserkses, 3 3 logo6, 1 02, 1 28
Ksuthos. 94n, 1 00-02 Lokia, 277
Kubuna, 35, 72, 73n Lomanikoro ("köyün merkezi"), 70
Kuhn, Thomas, 20, 1 42, 1 43 Londra Metodist Misyonerlik Cemiyeti, 32
kuruluş mitleri, 89-90, 93, 95 Loraux, Nicole, 92
Küba, 1 70- 1 75, 1 77, 1 79-82 Luginbill, Roberı D . . 1 25
Küba Amerikan Ulusal Vakfı (CANF). 1 79 Lykaon, 96-97
Küba Demokrasi Komitesi, l 77n Lykurgos, 20, 54, 57, 78-80, 82, 84, 89-9 1
Küba füze krizi, 1 7 4. l 80n Lyth, Richard 8urdsall (misyoner), 32, 43n, 1 0 5,
Küba Ulusal Meclisi, 1 7 5 1 68-69, 204, 2 1 0, 270n, 28 1 , 284
Küçük Havana, 1 73 , 1 78, 1 85, 1 87, 1 9 1
kültürel bel irlenimcilik, 22, 288 M

kültürel kimlik siyaseti, 1 9 Ma'afu. 286-87


Mack, Connie, 1 8 1
L Macuata, 43, 60, 1 06-07, 1 2 1 -22, 1 66-67. 1 99,
20 1 , 236, 266, 276, 286-87
La Perouse, 60
Madame Bova ry (Flauberı). 1 59
Lakedaimon, 88n, 95
Magoon. james. 240, 24 1
Lakonia, 71 n, 79n, 86, 88, 94, 99
Mai Sapai, 2 1 1
Lakonia tarzı çömlekçilik, bronz ve fildişi işleri,
83 Makedonyalı Filip, 55n
Lakonialılar (perioekoi), 78 Malake, 60, 1 03 n
Largent, Steve, 1 8 1 mana (kutsal güç), 4 3 , 70, 1 66
Larry King Live, 1 93 Mandeville. 8ernard, Fable. 1 4 5
Lasakau halkı (Kai Laöakau), 72, 250, 252, 272n, Manillalı adamlar, 24 1 , 245n, 246
Lattimore, S., 23, 79 marangozlar, Rewalı, 66n. 2 5 3
Lau, 43, 47, 60-6 1 , 66-67, 74, 1 2 1 -22, 223, 228, Maraıhon, 56, 9 0
229n, 2 3 3 , 235-36, 238, 246. 266, 269- Mariner, William, 1 7
70, 276, 286-87 Marmol, jose, 1 90
Laurice (lspanyol teknesi), 24 1 . 246 Marquez, Gabriel Garcia, 1 83
Leahy, Michael, 1 79 Marshall, George C., 27
Lee, Roberı E., 27 Marti, jose, 1 72
Leleks, 93 -94, 99 Marx, Kari, 5 1 , 1 44, 1 49, 1 5 5, 1 78, 1 97
Lelegler, 94 Masau. 2 3 1
Lesbos, 1 1 O, 1 20 Mata ki Bau (Bau'ya elçi), 45, 2 5 2n. 283
Leveque, Pierre, 82 Matanibukalevu, 205n
leviathanoloji, 1 48, 1 50, 1 52-53, 1 5 5, 1 60 matanitu (krallık), 1 O, 24, 3 1 , 7 5 , ı 03-04, 1 64
Levi-Strauss, Claude, 8 1 , 1 29 matanivanua (elçi), 75, 23 1
Levuka (Ovalau), 4 5 -46, 72, 1 6 7 mataqali (klanlar), 4 1 n. 66, 70, 1 64, 228n
Lewinsky, Monica, 1 63 Mathieu. Rahip, 1 67, 2 1 6, 2 1 8
Lieberman, joseph, 1 8 1 Mauss, Marcel, 47, 2 5 3
Livy, 1 5 Megara, 8 5
Locke, Edwin, 1 82, 1 83
BGST [ Dü�ünce Diziöi [ 3ı ı

Meier. Richard. 26, 48 Naisoro. 2 l 5n


Meiggs. Russell, 48, 49 Naitasiri, 23, 27 4
Melos. 1 4, 1 07, 1 1 O. 1 1 3 - 1 5 Nakelo, 29n. 58, 69n, 1 66, 232-33, 240n. 277
Meloslu diyalogu, 27, ı 1 4, 1 23-24 Namena. 1 2 1 -22, 2 0 ı . 266
Mendez. jose Luis. 1 88 Nanukurua. 2 1 5
Meneköenoö, (Platon). 92 Napolyon. Louis, 20-2 1 , 1 60-62
Menelaus. 99 Natewa. 45-46, 1 22 , 280
Merquior. j. G .. 1 52 Naulivou. 1 O. 58. 60, 1 2 1 . 1 98, 200, 238. 244.
Meryem sembolizmi, 1 89 246, 247
Messenia Savaşları. 82-83, 87-89 Naupaktos, 87
Messenialılar. 83, 86-89 Navatanitawake, l 66n, 207
Metodist misyonerler. 32, 1 68-69, 204-05, 279. neoliberalizm. 1 44. 1 54
Aynı zamanda bkz. Calvert. james; Cross. New Orleanö Picay u n e. 1 84
William; Hunt. john; jaggar. Thomas; Lyth, New York Giants. 1 3 3 -344. 1 3 6-37, 1 4 1
Richard; Waterhouse. Joseph; Wil liams.
Thomas New York Timeö. 1 63 , 1 73 , 1 7 5, 1 77, 1 80

Mısır. 49, 5 5 , 1 09, ı 1 8, 1 2 1 New York Yankees 1 939. 1 3 4, 1 3 5 . 1 56


Miken gelenegi. 58 Newcombe, Don. 1 3 9
mill iyetçilik, 1 8, 1 48 Nikias. 56. 1 3 1 . 1 43
Minos, 52 Noco, 58, 69n, 2 5 3 , 277
Moala Adası. 43, 6 1 , 22 1 nomoö (gelenek görenek). 1 26
Momigliano. Arnaldo. 34. 1 3 2 Noonan. Peggy, 1 92
Moore. William. 1 67. 1 69-70 North, Oliver, 1 79
Moreno. Dario, 1 80 "normal bilim" 1 42-43
Morgan. Lewis Henry, 9 1 , 1 52 Nukui, 65, 2 1 6. 242. 277, 283
Morgenthau. Hans. 26 Nyktimus, 97
Morrow. Lance. 1 75
Moturiki Adası. 1 03 o

Mua. Tonga, 37 O'Connel l. Paddy. 2 3 8


Musa. l 47n. 1 72 . 1 89-90 Olaughlin, Rahibe, 1 9 1
Musil. Robert. 26 oikoö· (hanehalkı). 80
mülkiyetçi bireycilik, 1 83 Orestes. 99
Myles. 94 Orwin, Clifford. 29. 48. 1 2 5
mythoö. 1 02 Osborn. Warren. 7 3 , 1 66, 202, 237, 243 -47,
250, 2 5 1 , 267. 268
Mytilene. 1 9, 1 1 O, 1 1 3 - 1 5, 1 20, 1 26, 1 43 , 252n
Ovalau Adası. 45, 1 99, 20 1 . 203

N
ö
Nabaubau (Batitobe) halkı. 2 1 3 -2 1 6, 220, 238,
247, 249 ölümsüzlerin kendi kendine yeterliligi, 96
Nadi, 60n özcülük, 55, 1 5 5
Nadroga. 62 "özne konumları" 1 6
Naigani Adası. 60 öznellik. 2 1 , 1 47 , 1 53-54
Nairai Adası. 43n. 1 23 , 248 özneoloji, 1 4 1 . 1 54-55. 1 60
3 12 1 Thulcydldea'tm ôıiır Dileyerek 1 Mar6hatı Sahlin6

p Politika (Aristoteles), 50
Palmie, Stephan, ı 74 politiki vakaBau (Bau usulü politika), 1 03
Panathenaia Şenliği, 77-78 Polydeuces, 1 3
Panathenaia Şenl ikleri, 77-78 Poseidon, 90, 93
Pandora, 1 28 postmodernizm, 1 86
Papalagi (Beyaz adam), 1 7, 2 3 3 , 2 3 5 , 237 postyapısalcılık, 1 5 2
paradigma değişimleri, 1 42- 1 43 proköeno6. 3 O
Parker, Kathleen, ı 8 ı Protagoraö (Platon). 1 4 5
Parker, Robert, 90, 1 02 Protestanlık, 287
Pausanias, 68, 86nn. 75-76, 87-88
Peder Rougier, 1 70 o
Pedro Pan Operasyonu, 1 7 4 qali (tabi halklar), 3 1 , 58, 7 1 , 269, 277. 283
Peiraieus (Pire), 34, 56 Quain, Buel l, 226
Pelasglar, 93, 94n, 97
Pelasgos, 93, 96 R
Peloponnesos Birligi, 8 1 Ra Ritova, 1 06-07
Peloponnesos Savaşı, 20, 26-27, 34, 48-49, 1 08, Radi Cakau. 2 3 7
1 1 0, 1 3 1 -3 2 , 1 96 Radi Dreketi (Rewa Kraliçesi), 2 3 8
Pelops, 76, 95-97, 99 radikal bireyci lik, 1 48
pentekontaitia, 5 5 , 58 Radini Kaba, 244
Perez, Lisandro, 1 85 Radini Levuka. 4 3 , 228, 243
Perikles, 20, 3 3 - 3 5 , 44, 49-50, 53-54, 78-79, 8 1 , Radio Progreöo, 1 74
92, 1 00, 1 09- 1 0, 1 1 5, 1 29, 1 3 1 -32, 1 43 , Radio Swan, 1 7 1
1 4 5, 1 60, 1 96, 1 97
Rakiraki, 7 5
perioekoi. 7 1 , 78, 8 1
Rand, Ayn, 1 82
Pers Savaşı, 48, 5 7, 84, 1 1 O
rasyonalist tarihyazımı, 5 5
Peru (gemi), 248
rasyonel seçim kuramı. 1 48
"Phillips" Bkz. Ro Cokanauto 62, 2 1 6, 24 1 , 242
Ratu Banuve. Bkz. Ro Kania. 1 O. 58, 60, 2 1 3 - 1 4,
Phormion, 90 2 1 6, 2 1 8, 248, 28 1
Picard, Olivier, 33, 47, 48, 1 1 1 - 1 2 Ratu Caucau, 248
Pickering, Charles, 62, 1 99, 238, 242, 267 Ratu Deve Toganivalu, 3 5 , 203, 267, 283
Pindaros, 9 1 Ratu Etuate Wainiu, 2 3 3
pitie. ı n. ı 7 4 Ratu Gavidi, 2 7 9
Platon, 1 5, 3 3 , 5 1 , 57, 92, 1 45 Ratu j o n i Madraiwiwi, 2 2 8
Plehanov, Georgiy Valentinoviç, 1 49, 1 6 1 Ratu Lewenilovo, 2 3 0
pleoneköia. 1 02, 1 04, 1 09, 1 1 2 , 1 1 8, 1 2 1 , 1 23 Ratu Mara Kapaiwai, 223, 2 2 8 , 2 3 5 , 288
Plutarkhos, 1 5, 3 3 , 57, 79-80, 82, 90, 99, 1 09, Ratu Mualevu, 2 1 2
1 1 8- 1 9,
Ratu Nailatikau, 3 7
Polanyi, Kari, 1 8, 47, 50, 5 1
Ratu Nalila, 272
Preaux, jean-G . , 77
Ratu Namosimalua, 1 O, 20 1 - 1 2, 244-45
Pritchard, W. T 234-3 5 , 286
..
Ratu Naulivou, 1 O, 58, 60, 1 2 1 . 1 98, 200, 244,
Polinezya Savaşı, 9, 1 3 , 1 8, 2 1 , 2 3 246, 247
polislerin (şehirlerin) kurucu mitleri, 76-90 Ratu Nayagodamu, 205, 2 1 1 - 1 2, 282
BGST 1 Dü�ünce Diziai 1 3ı3

Ratu Qaraniqio, 1 0, 63, 6 5 , 1 67, 1 69-70, 2 1 6, Sartre, jean-Paul, 2 1 , 1 56-6 1 , 287


2 1 8, 236, 240-42, 2 5 3-54, 267-69, 282, savaş sopaları, 43-44
285
savaşçı unvanları, 2 1 O
Ratu Rabici, 1 69-70
Scalia, Antonin, 1 38 , 1 60
Ratu Ramudra, "Uzanan Savaşçı Kral" (Na Vun i -
valu Davodavo), 2 4 8 , 2 5 1 Schrempp, Gregory, 1 88
Ratu Sir Lala Sukana, 286 Search bor a Method, 1 57
Ratu Tubuanakoro, 60-62, 249-50 Selemi, 205, 205n, 209- 1 ı
Ratu Varani, 1 0, 1 07, 20 1 , 2 1 O, 2 1 2- 1 3 Seru Tiinoa, 244-246
Ratu Vueti, 75-76 sınır müttefikleri. Bkz. bati, 7 1
Redfield, james, 1 3 , 1 4 Sigatoka, 62
Reformasyon, 1 53 , 1 56 Skione, 1 1 0
Religion in the New6, 1 89 Smith, Adam, 1 49
Reno, Janet, 1 82, 1 84, 1 89 Smith, Red, 1 40
Reynolds, Teğmen, 24 1 sofistler, 26, 5 1 n
Ricoeur, Paul, 1 5 5 Solon, 1 8, 99
Ro Bativuaka, 1 69 Somosomo, 45-46, 6 1 , 1 22, 1 6 7n, 205n, 223n,
230n, 2 5 1 , 270n, 279-80
Ro Macanawai, 240
Sophokles, Aia6, 9 1
Ro Tabaiwalu, 58, 237, 238, 240, 242
Soso halkı, 2 1 1
Ro Veidovi, 230, 240-42, 258
sosyolojik düalizm, 1 4 5
Rodriguez, Richard, 1 84
Sovyetler Birliği, 1 48, 1 5 5
Roko Lewasau, 243
Soylu Fiji Soykütüğü, 7 4
Roko Tui Bau halkı, 2 1 3 , 247
Sparta (Eurotas'ın kızı), 9 5
Roko Tui Dreketi (Rewa'nın kutsal kralı), 69, 202,
227, 237, 253, 267, 283-84 Sparta v e Atina, tarihsel karşıt tipler olarak, 7 7
vd.
Roko Tui Suva, 268
Sphakteria, 1 28
Roko Tui Veikau, 2 1 1
Strauss, Leo, 1 29
Roko Tui Viwa, 2 1 O
Suva, 58, 69n, 2 3 3 n, 268-69, 270-7 1
Roko Tui Bau (Bau'nun kutsal kralı), 37, 60, 72-
74, 1 66, 1 98, 23 1 -3 2 süperorganik, 1 48-50, 1 53 , 1 56
"Rokodurucoko", 2 1 5n synoecism, 82, 90
Rokomoutu, 7 5 , 94n Syrakusa, 56, 1 2 1
Romil ly, jacqueline de, 28, 34-35, 47, 53, 1 08,
1 1 3 , 1 24 ş
Rosivach, Vincent, 92 şampiyonluk yarışı, 1 3 5
Rönesans ltalya'sı, 1 5 "şefler savaşı", 273
şeflerin yoldaşları (i to), 209- 1 o
s şizmogenez, 77, 82
Sainte-Croix, G. E. M. de, 29, 49, 87 Şövalyeler (Aristophanes), 50
Salsman, Richard, 1 82
Sanchez, Ramon Saul, 1 74 T
Sand, George, 1 59 T' ang hanedanı, 79
Santana, Francisco, 1 73 tabu (kutsal), 22 1
Santeria, 1 74, l 74n, 1 89-9 1
314 1 JJıuleydldea'tm Ô.zilr DUeyerelı 1 Mar6hall Sahlin6

talassokrasi, 40, 48, 1 1 9 Tui levuka, 4 3 , 1 66n


tamamlayıcı karşıtlık. 1 9-20, 77. 82 Tui Nakelo, 232, 277
Tamavua, 58 Tui Sawau, 240, 24 1
Tantalos, 97 Tui Viti (Fiji Kralı), 1 04-05, 286
"Tarakaibau", 243n Tunitoga, 2 3 1 -3 2
"Tarihin Büyük Adam Kuramı", 1 44 turaga (şeO, 6 7 , 7 5
Taveuni Adası. 6 ı . 23 3 Turner. Terence, 1 53
Taygete, 95 Turpin, Edwin, 60
Tegea, 84 Tygiel. Jules, PaM Ti me: Ba6eball a6 Hi6tory.
Teidamu Nehri, 60n 141
tekel, 1 46 Tyndareos, 99
Telau Adası. 20 1
telenovela ı ar . 1 73
·
u

Temmuz Monarşisi, 1 57 Udu Burnu, 60


Thatcher, Margaret, 1 47 ulusal karakter, 54, 65, 1 27
Thebai, 27, 87-88 uluslararası i l işkiler teorisi ve Thukydides'in
Ta rih i, 26
'
Themistokles, 20, 3 3 -34, 48, 99, 1 3 1 , 1 43, l 96n
Underworld (Delillo), 1 3 6
Theophrastos, 80
Uranos, 96
Theseus, 85, 89, 90-9 1 , 1 02
Thompson, Stith, 1 88
v
Thomson, Basil , 65-66. 1 1 6, 2 3 5
van Wees, Hans, 83
Thomson, Bobby, 1 3 4, 1 3 6-42, 1 60, 1 62-63
vanua (ülke, toprak), 24
Tisamenus, 99
Vanua Levu, 44-45, 60, 62n, 74, 1 04-06, 1 22,
Titanlar, 96 20 1 , 226, 280, 285-86
Todorov, Tzvetan, 1 6, 1 7 vanua turaga (şefük ülkesi), 24n, 1 98
Tokatoka, 29n, 65, 69n, 1 66, 240n, 275, 277n, Vanuabalavu, 60, 247
283
va6u (kutsal rahim yeğen), 22, 76, 202, 206,
Tolstoy, Kont, 1 44, 1 60-6 1 , 1 97 2 1 1 , 2 1 5, 222, 224, 227, 23 1 , 233, 2 3 5 ,
Tonga Adaları, 1 7, 2 3 , 3 6 2 4 0 , 28 1
Tongalılar, 1 8, 6 1 , 70-7 1 , 284-287 Venedik. 5 3 - 5 4
toplumsal hafıza. 1 63 Verata, 6 0 , 66-67, 75, 1 1 1 - 1 2, 1 2 1 -23, 20 ı .
Torone, 1 1 0 2 1 1 , 2 3 2 - 3 3 , 266
tören alanı (rara). 6 2 Vernant, jean-Pierre, 1 5
Trakya, 82, 99, 1 2 1 , 1 43 Veyne. Paul, 1 4, 1 1 2, 1 36
Troçki, Leon, 1 49 Vidal-Naquet, P., 80, 82, 84
Troya, 5 2 Viti Levu, 3 5 , 37n, 42, 44, 60, 62, 66-67, 72, 74-
75, 1 04-05, 1 07, 1 1 7, 1 22-23. 2 1 2, 23 1 ,
Troya Savaşı, 9 9 2 3 3 , 250, 266, 274, 286
Tu 'i Tonga (kutsal yöneticiler), 37
Vueti, Roko Tui Bau soyunun kurucusu, 74n,
Tubou, 70n 75-76
Tui Cakau, 1 66, 1 6 7n, 205n, 230n, 244, 279-280 Yuna, 1 1 6
Tui Kaba halkı, 2 1 3 -2 1 5, 229 Vusaradave, 2 1 5, 245, 248
Tui Kilakila, 280-8 1
BGST 1 Dü�ünce Diziöi 1 315

w 266
Wailevu Nehri, 63, 65, 70, 7 1 n, 269, 274, 284 Williams, john, 1 68
Waimaro, 1 66 Williams, Thomas (misyoner), 32, 45-46, 1 1 6,
Wal l Street joumal. 1 63 , 1 92-93 208, 2 1 9, 223n, 266, 270, 272n, 276, 285
Wallis, Kaptan, 205 Wright kardeşler, 1 63
Wallis, Mary, 1 06, l 64n, 204-06, 208, 2 1 1 - 1 2,
223n y
Warner, Rex, 2 3 , 5 3 , 1 2 5 "Yamyam jack" (John j ackson, William Diapea ve
Waöhington PoM. l 73n, 1 78-79, 1 9 1 William Diaper), l 67n, 236
Waterhouse, joseph, 4 1 , 43n, 1 99-200, 204, yamyamlık, 44, 60, 72, 1 03 , 1 1 3 , 1 1 7, 279-80
208, 232, 252 yamyamlık kurbanları (bakola). 254, 279
Waters, Maxine, 1 8 1 yapısal güçlendirme, 1 97
Weber, Max, 1 4, 1 97 yapısalcılık, 1 52
Weicker, Lowell, 1 8 1 Yardımsever Hanımımız, 1 88-89
Weingarten, Gene, 1 78, 1 79, 1 9 1 Yasawa Adaları, 6 1 , 62n
Westlake, W. D., 1 3 1 yönetim (lewa ) . 76
Whippy, David, 45, 60n, 202, 205, 245n
Whippy, Samuel. 60n z

Whitby, Michael. 83, 86 Zakynthos Adaları. 85


White, Leslie, 1 49, 1 50 Zeus, 93, 95-99
Wilkes, Tegmen Charles, 44, 1 04, 1 99, 200n,
20 1 -03, 2 1 O, 2 1 3 , 230, 238n, 240n, 252,

You might also like