Kuranda Ahiret Hayatı

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 88

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANA BİLİM DALI
KELAM BİLİM DALI

KUR’AN’DA AHİRET HAYATI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN
Yrd.Doç.Dr.Durmuş ÖZBEK

HAZIRLAYAN
Mehmet KAVUŞTU

KONYA 2007
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ............................................................................................................ ııı
KISALTMALAR...............................................................................................v
GİRİŞ
A. AHİRET KAVRAMI....................................................................................1
1. Sözlükte Ahiret................................................................................................1
2. Terim Olarak Ahiret ........................................................................................2
B. KUR’AN’DA AHİRETİN GENEL OLARAK ANLATIMI ......................5
BİRİNCİ BÖLÜM
KUR’AN’DA GEÇEN KIYAMET VE AHİRETLE İLGİLİ KAVRAMLAR
A. KUR’AN’DA KIYAMET KAVRAMI .........................................................11
1. Kelime Anlamı ..............................................................................................11
2. Terim Anlamı ................................................................................................11
B. KUR’AN’DA KIYAMET ANLAMINDA KULLANILAN DİĞER
KELİMELER ....................................................................................................14
1. Âzife..............................................................................................................14
2. Hakka ............................................................................................................15
3. Vâkıa.............................................................................................................17
4. Kâria..............................................................................................................17
5. Sâhha.............................................................................................................18
6. Tâmme ..........................................................................................................18
7. Ğâşiye ...........................................................................................................19
8. Saat ...............................................................................................................20
9. Kıyamet Günü ...............................................................................................21
İKİNCİ BÖLÜM
KIYAMET ALAMETLERİ VE KIYAMET SAATİNİN ÖZELLİKLERİ
A.KIYAMET ALAMETLERİ...........................................................................22
1. Kıyametin Küçük Alametleri .........................................................................22
a. Kıyametin Olup Biten Küçük Alâmetleri .......................................................22
b. Kıyametin Artarak Devam Eden Küçük Alâmetleri .......................................22
2. Kıyametin Büyük Alâmetleri .........................................................................28

I
a. Güneşin Batıdan Doğması .............................................................................30
b. Dâbbetu'l Arz ................................................................................................33
c. Deccâl............................................................................................................34
d. Duhân............................................................................................................36
e. Hz.İsâ'nın (a.s.) Nüzulü Meselesi...................................................................38
f. Ye'cüc ve Me'cüc ...........................................................................................41
g. Mehdî (a.s.) ...................................................................................................43
B. KIYAMET SAATİNİN ÖZELLİKLERİ ......................................................46
1. Her An Kıyamete Yaklaşılması .....................................................................46
2. Kıyametin Ertelenmeyeceği...........................................................................46
3. Kıyametin Kesinliği.......................................................................................47
4. Kıyametin Vaktinin Gizliliği .........................................................................47
5. Kıyametin Aniden Vukuu ..............................................................................49
6. Kıyametin Dehşeti .........................................................................................49
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
KU’RAN’DA AHİRETİN GEREKLİLİĞİ
A. ÖLÜM VE KAPSAMI .................................................................................50
B. AHİRET GERÇEĞİ......................................................................................56
1. Ahiret İnancının Gerekliliği ...........................................................................56
2. Ahiret İnancının İnsan Hayatına Etkileri........................................................63
SONUÇ ............................................................................................................73
BİBLİYOĞRAFYA.........................................................................................75

II
ÖNSÖZ
Vahyin iki temel hedefi bulunmaktadır. Söz konusu bu iki hedeflerin ilki;
Yaratıcı'nın varlığı ve birliği ile birlikte, dünyadaki hayatı bir başka hayatın takip
edeceğini yani ahiretin varlığını haber vermek, diğeri de gelecek hayattaki
mutluluğa ulaşması için yapması gerekenleri insana bildirmektir. Allah inancı,
varlık üzerindeki ve özellikle insan ile ilgili ilâhî tasarrufu itiraf etmek anlamına
gelmektedir. Dünyadaki insanı, davranışları bakımından sorumlu kılan ve o
davranışlara ahlâkîlik atfeden ahiret inancı ise, söz konusu tasarrufun nereye
kadar uzandığını göstermektedir.
Kur'an'ın amacı da vahyin bu genel amacına uygun olarak anlaşılmalıdır.
Nitekim Kur'an, dünyanın asıl yaşama alanı olmadığını, aksine dünyanın, ahirete
bir geçiş olarak düşünülmesi gerektiğini güçlü bir şekilde vurgulamaktadır.
Kur'an'ın, sadece böyle bir gayeye yönelik olarak indirildiğini söylemek dahi
mümkündür.
Yüce Allah'ın, bir hidâyet rehberi olarak insanlara gönderdiği Kur'ân-ı
Kerim'de çok çeşitli ve farklı konulara yer verilmiştir. Ancak, Kur'ân-ı Kerim'in
devamlı olarak üzerinde durduğu, asıl maksat olarak belirlediği bir takım konular
da vardır ki, bunların başında da tevhid ve âhiret gelir.
Kur'ân-ı Kerim'de her fırsatta konular ele alınmış, etraflı bir şekilde
önemle üzerinde durulmuştur. Diğer konular ise, bu asıl maksatlara yardım
etmeleri gayesiyle dolaylı olarak zikrolunmuştur.
Ahiretin varlığı hakkında da pek çok deliller zikredilmiş ve inkârcıların
iddiaları cevaplandırılmıştır.
Canlılar, ortak bir özellik olarak doğar, gelişir ve ölürler. Ölüm, zahiren
bir son olmakla birlikte asla bir yok oluş değil, bir sürecin sona erişidir. İslâm
inancına göre ölümden sonra insanı sonsuz bir âhiret hayatı beklemektedir.
Dünya hayatının bütün mahlûkât itibariyle sona ererek âhiret hayatının
cennet veya cehennem ile sonuçlanmasına kadar olan bölümünü kapsayan bu
konuyu kendimize araştırma mevzuu olarak seçmemizin sebebi, bir sır ve bir
muamma olmakla birlikte mutlaka gerçekleşecek olan, ancak ne zaman meydana
geleceğini kimsenin bilemediği, sadece alametleriyle yaklaştığı hissedilecek olan

III
bu toptan yok oluş ve yeniden ebedi var oluş hakkındaki dinî bilgileri toplayıp
itikâdî açıdan değerlendirmelerini yaparak sunmaktır.
“Kur’an’da Ahiret Hayatı” adlı araştırmamız bir giriş ve üç bölüm ve
sonuçtan müteşekkildir. Giriş bölümümüzde ahiret kavramını, sözlük ve terim
manalarıyla ve Kur’an’daki anlatımıyla geniş bir perspektifte, ilgili eserleride
tarayarak ele almaya çalıştık. Birinci bölümde kıyamet ve ahiretle ilgili
kavramları irdeledik. İkinci bölümde ise kıyamet konusu ve alametlerini
inceledik. Üçüncü bölümde ölümü, ahiret-kıyamet inancının gerekliliği ve insan
hayatına etkilerini ineleyip, sonuç bölümüyle de çalışmamızı nihayete erdirdik.
Çalışmamızda temel kaynaklarımız olan Kur’an ve hadis’in yanında İslam
âlimlerinin görüşlerinden azami ölçüde faydalandık. Âhiret hayatını kıyametin
kopması, hesabın görülmesi ve hesap sonrası ebedî hayatın başlaması şeklinde üç
merhalede ele alıp incelemek mümkündü fakat konunun çok kapsamlı olması ve
bir tez için çok uzun olacak olması nedeniyle çalışmamızı sınırlandırma ihtiyacı
hissettik ve ahiret olgusunu kavramsal çerçevede Kur’ani perspektiften
incelemeye çalıştık. Bunun yanında kıyamet hadisesini de yine Kur’an ayetleri ve
hadisler bağlamında ele alıp değerlendirmeye çalıştık.
Yüksek lisans çalışmamın başından buyana maddi manevi desteklerini hep
hissettiğim, medeni cesaretimi güçlendiren saygıdeğer ve kıymetli hocalarım;
başta danışman hocam Yrd. Doç. Dr. Durmuş ÖZBEK beyefendi olmak üzere,
Prof. Dr. Şerafeddin GÖLCÜK ve Prof. Dr. Süleyman TOPRAK hocalarıma
teşekkürü bir borç bilirim.

Mehmet KAVUŞTU
Konya 2007

IV
KISALTMALAR
a.g.b. Adı geçen bildiri
a.g.e. Adı geçen eser
a.g.t. Adı geçen tez
a.s. Aleyhisselam
A.Ü.İ.F. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
a.y. Aynı yer
c Cilt
c.c. Celle Celalühü
DİA Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
Fak. Fakültesi
Hz. Hazreti
İlh. İlahiyat
Mad. Maddesi
Nşr. Neşreden
s. Sayfa
s.a.v. Sallallahu Aleyhi Vesellem
TDK Türk Dil Kurumu
Terc. Tercüme
trs. Tarihsiz
Ünv. Üniversitesi
Yay. Yayınevi

V
GİRİŞ

A. AHİRET KAVRAMI

1.Sözlükte Ahiret

Ahiret, âhir kelimesinin müennesi olup, Kur’an’da “öbür dünya”


manasında kullanılmıştır. Müfessirlere göre, tam şekli “al-Dâr al-âhira” “son
ikamet mahalli” olup, “al-dünyâ” “yakın” yani bu dünyaya mukabil olarak
kullanılır.1

Âhiret, ölüm veya kıyametten sonraki ebedî hayat, öte dünya, ukbâ, dâr-ı
beka’dır.2 Öbür dünya, öteki dünya3 İnsanın öldükten sonra dirilip sonsuza dek
kalacağı ve Tanrı'ya hesap vereceği yer4, yine sözlüklerdeki verilen
manalardandır. Âhira kelimesi sonuncu, nihai, son, nihayet, sonuç manasına
gelmektedir. “el-âhira” “öbür dünya , ahiret” demektir.5

el-Âhir, son, geride kalan, geciken6 Allah’ın yarattığı, konuşan-


konuşmayan bütün varlıkların ölümünden sonra, sadece kendi zâtının bâkî
kalması manasındadır. Yine Âhir, her şeyin son bulmasından sonrası, evvelin
zıttı, her şeyin sonu anlamındadır. el-Âhira, dâr’ul-bekâ yani ahiret yurdu
manalarına gelmektedir.7

Âhiret, evvelin mukabili ve "son" mânasındaki âhirin müennesi olup


Kur'an'da 110 yerde geçer. Bunun yirmi altısında müzekker ve el-yevm
kelimesine sıfat şeklinde el-yevmü'1-âhir (son gün), dokuzunda dâr ile sıfat veya
isim tamlaması halinde ed-dârü'l-âhire, dârü'l-âhire (son ikamet mahalli), birinde

1 İslam Ansiklopedisi, Milli Eğitim Bakanlığı (Heyet) , Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1950., s. 257.
2 Doğan, D.Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, Bahar Yay. İstanbul, Trs., s. 23.
3 Develioğlu, Ferit, Ansiklopedik Lügat, Doğuş Matbaası, Ankara, 1962., s. 20.
4 TDK Türkçe Sözlük, TDK basımevi, Ankara, 2005., c. 1, s. 42.
5 Mutçalı, Serdar, Arapça-Türkçe Sözlük, Dağarcık Yay., İstanbul, 1995., s. 8.
6 Razi, Ebi’l-Hüseyin Ahmet b. Faris b. Zekeriya, Mu’cem Makayisi’l-Luğa, Beyrut, Trs., c. 1, s. 42.
7 ibn. Manzur, Ebu'1-Fadl Cemaluddîn Muhammed b. Mükrim b. Manzûr el-Âfakî el-Mısrî, Lisânu'l-Arab, Beyrut, 1990. c.
4, s. 11-14.

1
en-neş'etü'l-âhire (ikinci yaratılış, son hilkat) tarzında, elli yerde de dünya ile
(ikisinde dünya mânasındaki ûlâ ile) mukabele edilmiş olarak zikredilir. el-
Âhirenin, yalın olarak kullanıldığı yerlerde de ed-dârü'1-âhire tamlaması
mânasında olduğu kabul edilir.8

2. Terim Olarak Ahiret

Yukarıdaki kullanılış şekillerinden de anlaşılacağı üzere âhiret mefhumu


ile dünya mefhumu arasında sıkı bir münasebet vardır. Âhiret dünya hayatını
takip eden, ona benzer fakat daha değişik ve ölümsüz bir hayattan, ebediyet
âlemine ait çeşitli merhaleler ve hallerden ibarettir.9

Sözlükte "son, sonra olan ve sonrakiler" gibi manaları olan âhiret kelimesi,
terim olarak dünya hayatından sonraki ebedî hayat karşılığında kullanılır.

Âhiret terimini bazı alimler; "İsrafil (As.)'ın Sûr'a birinci üfürüşüyle


başlayan ve cennetliklerin Cennet'e, cehennemliklerin de Cehennem'e girmesine
kadar bütün âhiret hallerini içine alan hayat" olarak tanımlarken, bazıları da;
"İkinci Sûr'un üfürülüşü ve insanların tekrar diriltilmelerinden sonra başlayan ve
sonsuz olarak devam edecek olan hayat" diye tarif etmişlerdir.

Âhiret, ölümden sonra başlayan ve mahşerdeki dirilişten sonra ebediyyen


devam edecek olan bir hayattır. Bu anlamda âhiret dünya karşılığında, âhiret
hayatı da dünya hayatı karşılığında kullanılır.10

Ahiret hayatı, geniş anlamda kıyameti, kabir hayatını da içine alan, dünya
hayatından sonraki bir hayattır; dar anlamda ise, tekrar diriliş anlamına gelen
ikinci sura üflenmesi ile başlayan ve Allah’ın dilemesine bağlı olarak sonsuza
dek sürecek bir hayattır.11

8 Topaloğlu, Bekir, Âhiret Mad., DİA, İstanbul 1988., c. 1, s. 543


9 Topaloğlu, a.g.m., DİA.,c. 1, s. 543.
10 Şerafettin Gölcük- Süleyman Toprak, Kelam(Tarih-Ekoller-Problemler), Tekin Kitabevi, Konya, 2001, s. 439
11 Hûd, 11/105-108.

2
Kur'an'da İslâm'a göre iman esasları tespit edilirken de âhiret İnancı
önemle vurgulanmıştır. Örnek olarak Nisa sûresi 136. âyet gösterilebilir. Söz
konusu âyette Allah'a, Peygamberine ve ona indirdiği kitaba ve daha önce
indirdiği kitaplara iman edilmesi emredildikten sonra şöyle buyurulur:

"Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü


inkâr ederse tam manasıyla sapıtmıştır".

İslam'da âhiret gününe inanmak imanın bir rüknü, akidenin, inancın bir
parçasıdır. Bu sebeple âhirete iman etmeyen gerçek mü'min olamaz. Nitekim
Kur'an'ı Kerim'de mü'minlerin vasıfları sayılırken: "(Onlar) namaz kılan, zekât
veren ve âhirete de kesinlikle inanan (mü'minlerdir)."12 buyurulmaktadır. Bir
başka âyet-i kerimede de: "Ey Muhammed, onlar sana indirilen kitaba da, senden
önce indirilenlere de inanırlar; âhirete de onlar kesinlikle inanırlar."13 buyurulur.

Âhirete inanmayanların durumuyla ilgili âyetlerden bir kaçı da şu


anlamdadır;

"Kim Allah'ı meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü


inkâr ederse, mutlaka haktan çok uzak, derin bir sapıklığa sapmıştır."14

"Bilakis âhirete inanmayanlar azapta ve derin bir sapıklık içindedirler."15

"İnkâr edip âyetlerimizi ve bana kavuşmayı yalanlayanlara gelince, işte


onlar azapla yüz yüze bırakılırlar."16

"Doğrusu bu Kur'an en doğru yola götürür ve yararlı iş (salih amel) yapan


mü'minlere büyük ecir olduğunu; âhirete inanmayanlara da can yakıcı bir azap
hazırladığımızı müjdeler."17

12 Neml, 27/3.
13 Bakara, 2/4.
14 Nisa, 4/136.
15 Sebe', 34/8.
16 Rûm, 30/16.
17 İsrâ, 17/9-10.

3
"Ayetlerimizi ve âhirete kavuşmayı yalan sayan kimselerin işleri (amelleri)
boşa gitmiştir."18

Kur'an'da âhirete inanmayanların büyük bir sapıklık içinde olduklarının


haber verilmesi, yaptıkları amellerin kabul edilmeyeceği ve âhirette kendilerini
büyük bir azabın, beklediğinin bildirilmesi, onların imanlarının olmadığını
gösterir. Çünkü "Mü'min olarak salih ameller işleyen kimse, haksızlıktan ve
hakkının yeneceğinden korkmaz."19 O'nun amelleri makbuldür, âhirette de
kendisini azap değil, büyük bir mükâfat beklemektedir.20

Kur'ân-ı Kerîm'in ifadelerine göre dünya hayatı bir oyun ve eğlence, âhiret
hayatı ise ölümsüz âlem (darü'l-karar) ve Allah'la buluşma (likâullah) yeridir.21

Dünya hayatının fâni, âhiret hayatının ise baki olup imkân dahilinde
bulunduğu ve hatta gerekli olduğu akılla, kıyametin nasıl kopacağı, âhiretin nasıl
başlayıp devam edeceği ise naslarla bilinebilir. Âhiret hayatını gerekli kılan, bu
dünya hayatının bir imtihan yeri olmasıdır.22 Herkes bu dünyada imtihan
olmakta, kimi zengin kimi fakir, kimi âmir kimi memur, kimi sağlam kimi hasta
olarak denenmektedir ve sonuçta bütün insanlar itaatkâr veya âsi, âdil veya
zalim, iyi veya kötü olarak Allah'ın huzuruna çıkacaklardır. Dünya hayatındaki
haksızlıkların, haddi aşmaların cezasının verilmesi ve işlenen iyilik ve taatlerin
ödüllendirilmesi için ilâhî divan kurulacak, herkes birbiri ile hesaplaşacak, haklı
ile haksız ayırt edilecek ve kişiye ameline göre karşılık verilecektir.23 Kur'ân-ı
Kerîm'de bu ilâhî adalet divanının kurulacağı ve insanların dünyada işlediklerinin
karşılığını görecekleri şu ifadelerle haber verilmektedir: "Yoksa kötülük
işleyenler kendilerini, ölümlerinde ve sağlıklarında inanıp iyi ameller işleyen
kimselerle bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar! Allah gökleri

18 A'râf, 7/147.
19 Tâhâ, 20/12.
20 Şerafettin Gölcük- Süleyman Toprak, a.g.e., s.440-441.
21 Ankebût, 29/64; Mû'mİn, 40/39; Hadîd 57/20.
22 Mülk, 67/2.
23 Çelebi, İlyas, İslamda İnanç Esasları, Marmara Ünv. İlh. Fak. Vakfı Yay., İstanbul, 1998., s. 272.

4
ve yeri yerli yerinde yaratmıştır. Böylece herkes kazancına göre karşılık görür,
Onlara haksızlık edilmez."24

Allah'u Teâlâ, içinde yaşadığımız bu Dünya'yı ve üzerindeki bütün


varlıkları geçici bir zaman için yaratmıştır. Bir gün dünya ve dünyadaki bütün
insanlar, canlı ve cansız varlıklar yok olacaktır. Dağlar, taşlar, yerler, gökler
parçalanacak, Allah'tan başka tüm âlem son bulacaktır. Kıyamet Günü'nden sonra
Allah'ın takdir ettiği bir zamanda insanlar yeniden hayat bularak kabirlerinden
kaldırılacak ve "Mahşer" denilen düz bir sahada Allah'ın huzurunda, dünyada
yaptıklarının hesabını vermek üzere toplanacaklardır. Hesapların görülmesinden
sonra bir kısım insanlar iyilikleri nedeniyle Cennet'e, diğerleri ise, inkâr ve
kötülükleri nedeniyle Cehennem'e gideceklerdir.

İşte bu yeni hayatın başlayacağı günden itibaren, bitmez tükenmez bir


halde devam edecek olan hayata "Ahiret hayatı" denir.

Bütün semâvi dinlerde olduğu gibi en son din olan İslâm'a göre, meydana
geleceği ayet ve hadisle ve bütün ümmetin fikir birliği ile kesin olan ahiret
gününe inanmak, imanın şartı olarak farzdır.

B. KUR’AN’DA AHİRETİN GENEL OLARAK ANLATIMI

Ölüm var oluşumuzun tabii bir sonucudur. Hayatta her şey doğar büyür ve
ölür. Bu insanoğlunun karşı koyamayacağı ontolojik bir eylemdir. İnsan aklı
sayesinde ölümü düşünen ve ölüm üzerine konuşabilen bir varlıktır. İnsanın
yaşadığı şeyler içinde ölümün bu kadar belirgin ve fark edilir olmasını, onun yok
olmama, varlığını kaybetmeme arzusuna bağlayabiliriz. Söz konusu duygu,
insandaki en güçlü duygu olarak kendisini gösterir ve neredeyse bütün
davranışların önünde biçimleyici olarak yer alır. Daha önce var oluşu, dünyadaki
bulunuşu üzerinde konuşan, ölümü tanıyan insan, böylece ölüm ve sonrası için de
konuşabilecektir. Dolayısıyla ölüm ve devamında öngörülenler, doğrudan insan
varlığına, onun tarifine bir şeyler katmaktadır. Ontolojik olarak karşımızda duran

24 Câsiye, 45/21-22.

5
insanın varlığı, yaşamı, ancak ölüm ve sonrası da göz önüne alındığında anlam
kazanmaktadır. Aksi halde, insan hayatını sadece dünyaya hasretmek, onunla
sınırlamak, sadece ondan ibaret saymak, tüm kabiliyetleri ve farklılıklarıyla
insanı inkâr etmek; bütün tercihleri, yaptıkları, ürettikleri ile birlikte onu küçük
görmek, bir anlamda onu yok saymak olacaktır.

İşte kendisini son vahiy olarak niteleyen Kur'an, insanın bu en çok


konuştuğu konuyu, hem doğrudan ele almakta, hem de konunun insanla, insanın
dünyada yaşadığı hayatla ilgisini kurarak onu irdelemektedir. Esasen Kur’an’ın
ana hedefi, öngördüğü bir takım ilkeler hakkında, insanları belli bir kanaate sevk
etmek, söz konusu kanaati inanca (iman) çevirmektir. Bu anlamda ölümden
sonraki hayatın varlığı ve orada yaşanacaklar da Kur’an’ın inanılmasını istediği
hususlar arasındadır. Ahiretin bir iman konusu olarak Kur’an’da yer alması, onun
yine Kur’an’da, üzerinde konuşulabilir ve belli ölçüde bir sistem dahilinde
anlaşılabilir bir gelecek hayat telakkisi olarak sunulmasına engel teşkil
etmemiştir.

Kur'ân-ı Kerîm, diğer ilâhî kitaplarla mukayese edilemeyecek kuvvette


âhiret akidesini telkin etmektedir. Bununla birlikte İslâmiyet dünyadan el etek
çekmeyi hiçbir zaman tasvip etmez. Dünya başlangıç, âhiret sonuç olduğuna göre
ikisi arasında denge kurmak gereklidir.25 İnsan âhirete hazırlanırken dünya
nimetlerinden nasip almayı da unutmamalıdır.26 Önemli olan, dünyanın
cazibesine kapılıp âhiret saadetini ihmal etmemektir. Çünkü, "dünya âhirete
nisbetle geçici ve değersiz bir metâdan ibarettir"27. "Âhiret yurduna gelince, asıl
hayat, huzur ve sükûn oradadır"28.

Vahiy ürünü bir kitap olarak Kuran, aynı kaynaktan gelen kendinden
önceki kitapların oluşturduğu geleneğin son noktasıdır. Bu son Kitap'ın tebliğcisi
Hz. Peygamber, Hz. Adem'in, Hz. Nuh'un, Hz. İbrahim'in, Hz. İsmail'in, Hz.

25 Topaloğlu, a.g.m., DİA.,c. 1, s. 545.


26 Kasas, 28/77.
27 Ra'd, 13/26.
28 Ankebût, 29/64; el-Mü'min, 40/39.

6
Musa'nın ve Hz. İsa'nın (a.s.) birbirlerini destekleyen tebliğlerini insanlara
yeniden iletmiştir. Bütün diğer tebliğciler gibi Kur'an'ın peygamberi de, bu aynı
geleneğin bir üyesi olarak insanlara, tevhidin asla değişmeyen ana ilkelerini son
defa getirmiştir. Bu değişmezliğin hemen akla gelen iki gerekçesi şunlardır: İlki,
bütün tebliğlerin aynı kaynaktan gelmiş, ikincisi de bunların aynı muhataba, yani
insana iletilmiş olmasıdır. Zaman, mekan ve tebliğciler değişmiş olsa bile bu iki
unsurun aynı kalması, ilkelerin de değişmezliğini zorunlu kılmıştır. Sözünü
ettiğimiz ana ilkeler ise, insanın kendisini ve sonsuza uzanan varoluş imkanını
kapsayan iki noktada belirlenmiştir. Bunlar, Kadir-i Mutlak Allah ve ahiret
inançlarıdır29. Bu Kur’an’da söyle ifade edilir:

Doğrusu inananlar, Yahudiler, Sabiiler ve Hıristiyanlardan Allah'a ve


ahiret gününe inanan, yararlı iş yapan kimselere korku yoktur, onlar
üzülmeyeceklerdir.30

En son vahiy olarak Kur'an, bakışını içinde bulunduğumuz dünyadan


ziyade ahirete yöneltmiştir. Bu aynı zamanda peygamberlerin asıl görevi ve dinin
genel amacına da uygun bir yaklaşım şeklinde değerlendirilmelidir. Kur'an.
ahiretle ilgili olarak özellikle fiziksel ödül ve cezaya atıfta bulunmaktadır. Ama
ölüm ve yeniden dirilme konusunda, cennet ve cehennemin topografyası ve
cezadan kurtulma hususunda son derece az bilgi vermekte, ahiretle ilgili anlatım
elemanlarını simetrik şekilde (dünya-ahiret, sevap-ikap, cennet-cehennem, nimet-
azap vb.) bir araya getirse bile sistemli; unsurları her zaman birbirini takip eden
bir gelecek hayat telakkisi oluşturmak için çaba sarfetmemektedir. Kıyametin
ortaya çıkışını, cennet ve cehennemi, ahirette yaşanacakları çok canlı tasvirlerle
dile getiren Kur'an, başka bir konu için bu kadar canlı, etkileyici, zengin bir dil
tercih etmemektedir.31

29 Paçacı, Mehmet, Kutsal Kitaplarda Ölümötesi, Ankara Okulu Yay., Ankara, 2001., s. 58.
30 Maide, 5/69
31 Türcan, Galip, Kuran da Ahiret İnancı, S.D.Ü., Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta, 2002. s. 28-34.(basılmamış doktora
tezi)

7
Kur’an, ilk inen ayetlerde ahiret temasını yoğun şekilde öne çıkarmıştır.
Vahyin geldiği dönemde, Mekke'deki etkin güçler karşısında son derece zayıf
kalan küçük mümin topluluk, kendisini vahyin koruyuculuğuna teslim etmiştir.
Kur'an bahsedilen etkin güçlere karşı uhrevî tehditlere vurgu yapmıştır. Bu
durum inananları moral açısından güçlendirmek için de yine uhrevî mutlulukları
belirginleştirerek, onları sıkça zikretmesi son derece tabiî görünmelidir. Nitekim
Hz. Aişe, ilk inen vahiylerin ahiret ve ilgili konuları içermesini, nübüvvet
sürecinin bir gereği olarak algılamaktadır. Ona göre uhrevî beklenti ve endişeleri
çarpıcı ifadelerle güçlendirilen insanlar, dünya hayatında kendilerinden istenen
şeyleri yapmakta zorlanmayacaklardır.32 Görüldüğü gibi, Hz. Aişe, Kur’an’ın
ahiretle ilgili ifadelerini, insanların iyi ve doğruya sevk edilmesi açısından
önemli bulmaktadır. Dolayısıyla Kur’an’ın yoğun bir şekilde ahiret temasını
işlemesi, bu gerçekliği göstermeleri açısından ele alınmalı, hem Hz. Peygamberle
müşrikler arasındaki mücadelenin seyri bakımından değerlendirilmeli, hem de
inanan insanları doğru davranışlara yönlendirme konusundaki etkileriyle göz
önünde bulundurulmalıdır.

Kur'an'daki ahiret anlatımı Arapların, özellikle de Hicaz Araplarının dilini


ve zihin yapısını gözetmiştir. Söz gelimi Kur’an’ın ahiretle ilgili terminolojisi, o
günün Mekke'sinde geçerli olan ticarî dili (hesap, zarar, satın alma, rehin vb.)
belli ölçüde yansıtmaktadır. İhvân-ı Safa da ahiret anlatımı açısından dünyada
yaşananlarla ahirette yaşanacaklar arasındaki benzerliğe işaret etmektedir. Bu
benzerlik özellikle ticarî işler (ölçü tartı, hesap, kitap, şahitlik vb.) ve dünyadaki
insanlar arasında yaşanan ihtilafların çözüm şekli yani mahkeme usûlü (suçlu,
tanık, kâtip. kadı. hâkim vb.) ile gerçekleştirilmiştir.33

Yine Kur’an, muhataplarının bildiği kavramları, tanıdığı eşyayı, tabiatta


gördüğü düzeni vs. ahiret anlatımına kattığı gibi, o toplumda mevcut olan
kurumları ve o kurumların işleyişini de bahsi geçen anlatıma dahil etmiştir.

32 en-Nesâî, Ebû Abdirrahman Ahmed b. Şuayb b. Ali, Tefsîru’n-Nesâî, I-II, Tahkik: Sabri b. Abdilhâlık eş-Şâfiî es-Seyyid
b. Abbar el-Celî, Müessesetu’l-Kutubi’s-Sekâfîyye, Beyrut 1990/1410, c. II., s. 370-371.
33 İhvânu’s-Safâ, Resâilu İhvâni’s-Safâ ve Hullâni’l-Vefâ, I-V, Tahkik: Arif Tamir, Menşûrâtu Avidat, Beyrut 1415/1995,
c.V, s.198.

8
Mesela Ebû Cehl, Hz. Peygamber’in Kabe’de namaz kılmasını engellemek
istemiş ve onu yandaşlarının çokluğu ile tehdit etmişti. Bunun üzerine Alak
Suresi’nin son ayetleri, Ebû Cehl’in taraftarlarına karşılık cehennemdeki zebani
varlığını öne çıkarmıştır.34 Böylece özellikle Mekke toplumunda nüfuz ve baskı
aracı olarak görülen yandaşlık, ahirette mevcut olan bir unsurun
(zebânî/cehennem görevlileri) anlaşılmasını kolaylaştırmıştır.

Kur’an vahyinin yaşanan şeyler üzerine inmesi, onun önemli bir


özelliğidir. Böylece hem vahyin fonksiyonelliği ortaya çıkacak ve yaşanan şeyler
inananlar lehine yorumlanarak onlara destek sağlanacak, hem de orada dile
getirilen hususlar insanların zihnindeki karşılıklarıyla örtüşecektir. Bu durum,
yani vahyin yaşanan hayatı takip etmesi ve bir anlamda toplumu iyileştirme
çabalarına doğrudan katılması, başta ahiret olmak üzere bazı konuların sıkça
vurgulanmasını zorunlu kılmıştır. Nitekim Kur'an cem ve tertip edildikten, iki
kapak arasına alındıktan sonra diğer tekrarlarla birlikte ahiretle ilgili tekrarlar da
daha görünür hale gelmiştir. Mushaf olarak Kur'an'a bakmak bir yana, Kur'an'ın
vahyedildiği süreçte her inen ayet ya da ayetler grubu, Kur'an olarak algılanmış,
kendi başına değerlendirilmiştir. Dönemin özelliği gereği ahiretle ilgili konulara
yapılan vurgu ve bu konuların tekrarı çok yerindeydi. Söz konusu tekrara imkân
veren üslûp, bilhassa Kur'an'a muhatap olan toplum tarafından doğru
algılanmıştır. Ancak vahiy sürecinin devamında şartların da değişmesiyle ahiret
ve ona bağlı konular -göreceli olarak- daha az zikredilmiş ve belli ölçüde vahyin
dışında kalmıştır. Vahiy süreci açısından ilk başta çok anlamlı bulunan tekrar,
mushafın özellikle son surelerinde yoğun şekilde göze çarpacaktır. Çünkü
vahyin ilk dönemlerinde inen sureler elimizdeki mushafın daha ziyade son
tarafında bulunmaktadır. Dolayısıyla ahiretin tekrarına ilişkin bu yoğunluk,
sadece ashabın sure tertibi ile ilgili görülmelidir. Kur'an’ın ahirete dair
atıflarını, vahyin ilk dönemlerinde gösterdiği özellikleri ihmal ederek, bu gün
elimizde bulunan mushaf şeklinden hareketle tespit etmek mümkün değildir.
Esasen vahyin korunması, sonraki nesillere aktarılması açısından son derece

34 Alak, 96/13-19.

9
önemli olan ve mushaflaşmaya kadar uzanan cem ve tertip faaliyeti, insanların
Kur'an'a bakışını, mııshafa bakış şekline çevirmiş, böylece ashabın çok iyi takip
ettiği vahiy süreci daha sonra gelen insanlar tarafından yeterince
algılanamamıştır.35

Ahiret, Kur’an’ın en önemli doktrininden biridir. Bu nedenle bu konuda


akademik anlamda birçok çalışma yapılmıştır. İlk dönemden itibaren akâid
risalelerinde ve kelamı tarzda yazılan eserlerde ahirete dair bir takım konular
(kabir azabı, şefaat, ru’yet, cennet ve cehennemin varlığı vb.) ele alınmıştır.
Nitekim ahiret, artık çeşitli yönleriyle, akademik düzeyde ele alınıp
tartışılmaktadır.

Kur’andaki ahiret telakkisinin tam anlamıyla anlaşılıp


değerlendirilmesinde bizler için büyük faydalar söz konusudur. Bu yüzden klasik
kaynaklar ve modern dönem kelam âlimlerince konuya dair yapılan çalışmaları
elde edebildiğimiz ve anlayabildiğimiz ölçüde irdeleyip elde ettiğimiz sonuçları
çalışmamızda kullanmaya özen göstereceğiz. Ayrıca yapacağımız çıkarımlarla bu
konuda yeni ve farklı bir pencere açabilirsek kendimizi bahtiyar sayacağız.

Bu gün Müslüman kültürün ölüm ve ahirete dair algısı daha ziyade hadisle
şekillenmiştir. Çalışmamızda, Kur’an’ın anlaşılmasını kolaylaştırma ilkesi
gereği, zaman zaman hadislere de atıf yapacağız. Ahiret, kıyamet ve alametleri,
konularını kavramsal çerçevede inceleyip bir bütünlük içinde ele almaya
çalışacağız.

Kur’ân-ı Kerîm ve hadislerde muhtelif şekillerde ifadesini bulan "ahiret",


"kıyamet" ve bu esnada gerçekleşecek olan olağanüstü hâdiseler, dünya hayatının
âni ve kesin bir biçimde sona ermesi gerçeği, her canlıyı yakından ilgilendiren
çok önemli bir olaydır. Biz bu çalışmada, bu önemli konuyu da çeşitli yönleriyle
ele alarak açıklamaya çalışacağız.

35 Türcan. a.g.t., s. 33.

10
BİRİNCİ BÖLÜM

KUR’AN’DA GEÇEN KIYAMET VE ÂHİRETLE İLGİLİ


KAVRAMLAR

A. KUR’AN’DA KIYAMET KAVRAMI

1. Kelime Anlamı:

Arapça k-v-m kökünden gelen ve “kalkmak” anlamında masdar olan


“kıyamet” kelimesi dinî literatürde, yaratıkların hesaplaşmak için tekrar
diriltildikleri günü ifade etmek üzere kullanılan bir terimdir.36 Kıyam mastarının
aslı “kıvam”dır. “Kaf” harfi kesreli olduğunda “vav” harfi sarf kuralları gereği
“ya” harfine dönüştürülür.

2. Terim Anlamı:

İbn Manzûr, Tehzib’den nakilde bulunarak kıyameti, “Bütün yaratıkların


Hay ve Kayyım' olan Allah'ın huzurunda kalkması”; Süyûtî ise; “Yaratıkların,
âlemlerin Rabbi olan Allah’ın meşiyyetiyle, O’nun için kabirlerinden kalkması,
rûh ve meleklerin de O’nun huzurunda saf tutmaları şeklinde tarif eder.37 İbn
Manzûr, bu kelimenin hadislerde daha çok sözlük anlamında “Yaratıkların
kalktığı an”38 şeklinde tanımlandığını belirtir.

Yaratıkların Allah katında takdir edilen ömürlerinin sona erip bütünüyle


harab olacakları güne “kıyamet” denildiği gibi; tüm ölülerin tekrar vücut bularak
hayata kavuşacağı güne de “kıyamet” denir. İslâm inancına göre İsrafil'in (a.s.)
sûr’a üflemesiyle başlayacak olan kıyamet, âhiret hayatının ilk aşamasını teşkil
eder.39 Bu tariflerden kıyametin âhiret hayatının unsurlarından biri olduğu
anlaşılmaktadır. Bu özellik âhiretin tarifinde daha belirgin hale gelmektedir.

36 İbn Manzûr, a.g.e, c. 10, s. 506..


37Süyûtî, Celâleddin Abdurrahman b. Ebibekr, el-Büdûru's-Safıra fi Ahvâli'I-Âhîra, Tahkik ve Nşr. Ebuabdillah
Muhammed Hasan İsmail eş-Şafii, Daru’l-Kütübü'l-İlmiyye, 1. Baskı, Beyrut, Lübnan, 1996, s. 143.
38 İbn Manzûr, a.g.e, c. 10, s. 506.
39 Bilmen, Ömer Nasûhî, Muvazzah İlm-i Kelâm, Bilmen Yayınevi, İstanbul, trs., s.319-320.

11
“Evvel”in karşıtı olan “son” mânasındaki “âhir” kelimesinin müennesi
olup, “ölümden sonraki yaşam yeri” anlamına gelen âhiret, terim olarak “dünya
hayatını takip eden, ona benzer fakat daha değişik ve ölümsüz hayat, ebediyet
âlemine ait çeşitli merhaleler ve haller”olarak da tarif edilmektedir.40

Âhiret; kişinin ölümüyle, dünyadaki hayatın sona ermesiyle başlayan yeni


ve sonsuz bir hayattır. Teknik anlamda dünyadaki davranışların ceza ve
mükâfatının görüldüğü zaman ve mekânı ifade etmek için Kur’ân’da “ed-Dâru’l-
âhîra” veya kısaca “el-Ahîra” kelimesi kullanılır.41

Ahiret durakların ilki42 olduğu için insanın ölümüyle başlayan ve


kıyametin kopmasına kadar sürecek olan zamana “berzah” hayatı denir. Çeşitli
merhaleleri ve kendine has halleriyle tasvir edilen âhiretin gerçekleşmesi
bugünkü dünya nizamının bozulmasından sonra olacaktır. Ahiret hayatı,
kıyametin kopması, hesabın görülmesi ve hesap sonrası ebedî hayatın başlaması
şeklinde üç merhalede incelenmektedir.43

Fahreddin er-Râzi’ye göre âhiretin aklî ve naklî olmak üzere iki yönü
vardır. İnsan vücudunun ve içinde yaşadığımız kâinatın fani olduğu, öldükten
sonra tekrar dirilmenin de imkân dahilinde bulunduğu konunun aklî yönünü;
kıyametin nasıl kopacağı ve ahiret hayatının nasıl başlayıp devam edeceği hususu
ise naklî yönünü oluşturur.44 Kâinatın topyekûn imhası demek olan kıyamet
hakkında pozitif bilimler bu yok oluşun nasıl olabileceği konusunda çeşitli
teoriler ileri sürmektedirler. Bu yok oluş fizik biliminin temel konulan arasında
yer almaktadır. Ahiret hayatı ise, beş duyunun idrakiyle sınırlı bulunan pozitif
bilimlere konu teşkil etmez. Bu sebeple âhiretle ilgili olarak bilim adına kesin bir
şey söylemek mümkün değildir. Ne var ki ilim adamı da düşünen ve duyan bir

40 Topaloğlu, Bekir, a.g.m., DİA.,c. 1, s. 543-547..


41 Paçacı, Mehmet, a.g.e., s. 59.
42 Rûdânî, Muhammed Bin Muhammed Bin Süleyman, Cem’ul-fevâid min Câmi’il-usûl ve Mecma’iz-zevâid, İz
Yayıncılık, İstanbul, 2000, c.1, s.396.
43 Topaloğlu, Bekir, a.g.m., DİA.,c. 1, s. 543-547.
44 Râzî, Muhammed b. Ömer b. Hüseyin Fahrûddîn, et-Tefsiru'l-Kebir, Müessesetu'l-Matbuati'l-İslâmiyye, 1.Baskı, Kâhîre,
Mısır, 1938., c. 1, s. 8.

12
insandır. Şahsî temayülleri ve ilmî yorumları sonunda ahiret konusunda müspet
veya menfi bir kanaate varabilir.45

Akıl, ölümden sonraki hayatı düşünce kanunlarıyla anlatmaktan âciz


olduğu gibi, deneysel bilimlerle uğraşan bilim adamları da gözlem ve deneylerle
ahiret âlemini ilmî kayıtlara geçirme imkânına sahip değillerdir. Kelâm ilminde
böyle akıl ve deneyle ispat edilemeyen ve yalnız peygamberler vasıtasıyla
bildirilen naklî delillerle sabit olan itikadî esaslara “sem’iyyât” adı verilmektedir.
Kabir halleri ölümden sonra dirilme, hesap, sırat, cennet, cehennem ve
ru'yetullah (Allah'ın âhirette görülmesi) gibi âhirete ait konuların hepsi sem’iyyât
bahsiyle ilgilidir. Kelâmcılar kalkmak, ayağa kalkmak anlamına gelen kıyameti,
“meâd” (geri dönme, yani ölümden sonra hayata dönme) tabiriyle ifade edip
kıyameti de nübüvvet ile alâkalı olan hususlarla birlikte sem’iyyât konularına
dahil etmektedirler. Sem’iyyât bahislerinde akıl, bu hususlarla ilgili olarak haber
verilenleri tasdike yarar. Haber verilmeyen hususları araştırmak ise onun görevi
ve yetkisi dâhilinde değildir.46

Tek tanrılı dinlere göre kıyamet; dünyanın sonu ve bütün ölülerin dirilerek
mahşerde toplanacağı zaman anlamına gelmektedir.47

İslâmda âhiret gününe ve o günde meydana gelecek şeylere îman etmek


gerekli olduğu gibi, âhiret gününden önce olan kıyamet alâmetlerine ve ruhun
kabzedilmesinden kıyamet gününe kadar sürecek olan “berzah” hayatına
inanmak da vaciptir.48

Âhiret merhalelerinden biri olan mahşer hakkında Hz. Peygamber'in


“burada haşr olunacaksınız” diyerek eliyle Şam'ı işaret ettiği belirtilir.49 Süyûtî,
Kur’ân’daki “miktarı (dünya senesi ile) ellibin yıl olan bir gün”50 ifadesindeki bu

45 Topaloğlu, Bekir, a.g.m., DİA.,c. 1, s. 544.


46 Toprak, Süleyman, Ölümden Sonraki Hayat, “Kabir Hayatı”, Esra Yayınları, 7. Baskı, Konya, 1997., s.21-22.
47 Meydan Larousse, Büyük Lügat ve Ansiklopedi, Milliyet Yayınlan, İstanbul, 1981., c. VII, s. 275.
48 Toprak, a.g.e., s.22-23.; Gökçe, Cüneyt, Berzah mad., DİA., c. V, s. 525.
49 Süyûtî, a.g.e., s.91.
50 Meâric, 70/4.

13
sürenin kıyamet günü için kullanıldığını ve Allah'ın bu süreyi kâfirler için bu
şekilde takdir ettiğini kaydetmektedir.51 Âhiret duraklarından biri de A’râftır. Hz.
Peygamber A’râfın cennet ile cehennemi birbirinden ayıran bir set ve perde
olduğunu, buraya iyi ve kötü amelleri birbirine eşit olan mü'minlerin gireceği
kabul edilen en sıhhatli görüştür. Kur’ân’da “tartılan” ağır gelenler ile hafif
gelenlerin durumları belirtilmişken günahları sevaplarına eşit olanların akıbeti
hakkında bir açıklama yapılmamış olması bunların “Ashabu’l-a’râf”ı
oluşturacakları ifade edilmektedir. Ayrıca fetret ehli, müşriklerin buluğ çağından
önce ölen çocukları veya gayri meşru evliliklerden doğan çocukların konulacağı
yer olduğunu belirten görüşler de vardır.52

Kelâm ilmi, temelde İslâm inancına karşı yapılan itirazlara karşı cevap
mahiyetinde ortaya çıktığından ilk dönemin başlangıç devri tartışmalı konuları
arasına girmeyen “âhiret” mevzuuna kelâm kitaplarında fazla yer verilmemiştir.

B. KUR'ÂN'DA KIYAMET ANLAMINDA KULLANILAN DİĞER


KELİMELER

Kur’ân-ı Kerîm’de kıyamet “Yevmu'l-Kıyâme” şekliyle ifade edilmekle


birlikte, aynı anlamları ifâde eden (değişik isimlendirmeler altında kıyamet ve
kıyamet günü anlamında) birçok farklı kullanım mevcuttur. Kıyamet, Hakka,
Kâria, Vakıa, Gâşiye gibi kelimeler bunlardan bazısıdır. Kur’ân’da 5 sûre adını
bu kelimelerden almıştır.

Kur’ân-ı Kerîm’de yukarıdaki isimlerin dışında pek çok kelime kıyamet


anlamında kullanılmaktadır. “Yevmu'd-Dîn” gibi bazı ifadeler de âhiret anlamıyla
beraber kıyamet anlamını ihtiva edecek şekilde kullanılmıştır. Bu bölümde
kıyâmet'in Kur'ân-ı Kerîm'deki müteradifleri başlığı altında bu konulara
değineceğiz.

51 Süyûtî, a.g.e., s. 152.


52 Yavuz, Yusuf Şevki, A'râf Mad., DİA, İstanbul, 1991.,c. III, s. 259.

14
1. Âzife

"Bir şeyin vaktinin yaklaşması" ve "Acele etmek" mânâlarına gelen âzife


(e-z-f) kökünden türetilmiş müennes bir ism-i fail ve sıfat olup "yaklaşan, vukuu
yakın olan" demektir.53

Kur'ân-ı Kerîm'de bu kelime "yevmu'l-âzife" (yaklaşan gün) şeklinde54


tercih edilen görüşe göre kıyamet günü veya ölümün gelip çattığı gün ve
"ezifetü'l-âzife" (âzife büsbütün yaklaşmıştır)55 şeklinde kıyamet ve kıyametin
kopacağı gün anlamlarında iki yerde geçmektedir.

Çeşitli âyetlerde kıyametin mutlaka geleceği, gelmesinin yakın olduğu


bildirilmekle birlikte56 Hz. Peygamber'in şahadet parmağıyla orta parmağını
yanyana getirerek, "Benim peygamberliğimle kıyametin kopması şu ikisi
kadar birbirine yakındır"57 buyurduğu rivayet edilmiştir. Bütün müfessirler
kıyametin yakın olduğunu belirten âyet ve hadislerin insanları ikaz etmeyi
hedeflediğini bildirmektedirler.58

2. Hakka

"Sabit ve gerekli olmak, bir şeyi hakikati üzere tanımak, işlerin hakikatini
kavramak" gibi anlamlara gelen "hakka", (h-k-k) kökünden türetilmiş "Fâile"
vezninde bir ism-i faildir. Kıyamete "hakka" ismi verilmesinin nedeni o gün
gerçek ve batıl birbirinden ayrılacağı içindir.

Muhammed Hamdi Yazır "el-Hâkka"nın "el-Vakıa" ve "es-Sâa" gibi


kıyamet gününün isimlerinden olduğunu belirterek bu kelimeye 12 ayrı anlam
yüklemiştir.59

53 Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dîni Kur 'ân Dili, Zehraveyn Yay., İstanbul, trs., c. VIII, s. 826.
54 Mü'min, 40/18.
55 Necm, 53/57
56 Hicr, 15/85.; Ahzâb, 33/63.
57 Abdülbâki, Muhammed Fuâd, Müttefekun Aleyh Hadisler, Terc. Abdullah Feyzi Kocaer, Hüner Yayınları, Konya, 2004,
s.792.
58 Topaloğlu, Bekir, Âzife Mad., DİA, İstanbul, 1991., IV, s. 326.
59 Yazır, a.g.e., c. VIII, s. 299.

15
Kıyametin isimlerinden biri olan "el-Hâkka" Kur'ân-ı Kerîm'in 69.
Sûresine de ad olmuştur. Sûre, ismini başındaki "el-Hâkka" kelimesinden alır.
"Hak, hukuk, hesap, her şeyin ortaya çıkacağı, gerçekleşeceği gün" anlamlarına
gelen bu kelime daha çok, önceden haber verilen bir sıkıntı veya musibetin başa
gelmesiyle ilgili olarak kullanılır. Kıyamet gününde haşir, mîzân, hesap,
cezalandırma, mükafatlandırma gibi Allah'ın önceden haber verdiği durumlar
tahakkuk edip, bütün ameller yerli yerinde karşılığını bulacağından kıyamet
gününe bu isim verilmiştir. Ayrıca "yaptığının karşılığını bulmak" anlamında
peygamberlere inanmamaları sebebiyle yok edilmiş geçmiş kavimleri anlatmak
için de kullanılır. "Hâkka"yı açıklayan âyetlerden Ad ve Semûd kavimlerinin
helakini haber veren âyetler bu kelimenin sadece kıyamet mânâsına gelmediğine
bir işaret kabul edilmektedir.60

İbn Kesîr, kıyamet gününde Allah'ın vâ'di ve azabı gerçekleştiği için,


Hakka kelimesinin "gerçekleştiren" anlamında kıyamet gününün isimlerinden
birisi olduğunu belirtir.61

Râzî, Ezherî'den naklen bu konuda kıyamete ad olan "Hâkka"nın, Allah'ın


dini hususunda bâtıl yolla mücadele eden herkesi yeneceği ve aldatacağı için bu
ismi aldığını; bu durumda Hakka ile kastedilenin "mücadele ettiği her hasmı
yenmek" demek olduğunu nakleder.62

Hakka Sûresi, âhiret konusunda insanları uyararak onları îmâna ve tedbirli


olmaya yöneltmekte, vahiy bilgisinin kesinliğini ve vahiy yoluyla bildirilen
olayların gerçekliğini, vahyin Hz. Peygamber tarafından aynen tebliğ edilmesinin
zaruretini ortaya koymaktadır.63

60 Işık, Emin, Hakka Sûresi Mad., DİA, İstanbul, 1996., c. XV, s. 202-203.
61 ibn. Kesîr, İmadüddîn Ebu'1-Fidâ İsmail el-Kureşî ed-Dımeşkî, Tefsiru'l Kur'âni'l-Azîm, 6. Baskı, Daru'l-Maarife,
Beyrut-Lübnan, 1993., c. IV, s. 439-442.
62 Râzî, a.g.e, c. XXX, s. 102-103.
63 Işık, a.g.m., DİA., c. XV, s. 202-203.

16
Sonuçta "Hakka" nın kıyamet anına ve büyük kıyamet olaylarına delâlet
eden ve gerçekleşmesi kaçınılmaz olan korkunç olayın, yâni kıyâmet'in bir adı
olduğu anlaşılmaktadır.

3. Vâkıa

Kur'ân-ı Kerim'de bir sûreye ad olan "Vâkıa" kelimesi de kıyamet


anlamına gelir. Kıyametin meydana gelmesi ve olması kesin bir vakıa olduğu için
ona bu isim verilmiştir.64

Olmak, bulunmak, düşmek anlamına gelen (v-k-a) kökünden ism-i fail


olan "El-Vâkıa", kıyametin kopması anını ifade eden, meydana gelen ya da
meydana gelmesi kaçınılmaz olan hâdise anlamında bir isimdir ve kıyamet
saatinin geliş anını ifâde etmektedir.65 İbn Kesîr "O alçaltıcı, yükselticidir"66 âyeti
hakkında Süddî'nin; "Allah mütekebbirleri alçaltır, mütevazîleri yükseltir"
dediğini nakleder.67 O, yine "Yer sarsıldıkça sarsıldığı"68 âyetini de Rebi' b.
Enes'den naklederek "Kalburun içinde bulunanların oynadığı gibi yeryüzünde
bulunanların oynatılacağı" şeklinde anladığını açıklamıştır.69

İbn Kesîr "Önde olanlar öncüdürler"70 âyeti hakkında İbn Kâ'b'ın önde
olanlar sözü ile kastedilenin peygamberler olduğunu; Süddî'nin ise bunların
illiyyîn ehli olduğunu söylediğini bildirir.71 Kıyametin kopmasının kesin bir olay
olduğu bildirilen bu sûre'de kıyametin kopuş anında olacak olaylar ile âhiret
hayatının bir bölümü gözler önüne serilerek meydana gelecek "Vâkıâ"nın
boyutları hakkında bilgi verilmektedir.

64 İbn Kesîr, a.g.e, c. IV, s. 302-303.


65 İbn Manzûr, a.g.e., c. VIII, s. 402-403.
66 Vakıa, 56/3.
67 İbn Kesîr, a.g.e., a.y.
68 Vakıa, 56/4.
69 İbn Kesîr, a.g.e., a.y.
70 Vâkıa, 56/10.
71 İbn Kesîr, a.g.e., a.y.

17
4. Kâria

"el-Kâria" da kıyametin isimlerinden biridir ve Kur'ân-ı Kerim'de bir


sûreye ad olmuştur. "Kâria"; bir şeyi diğer bir şeye çarparak şiddetli bir sesin
çıkması anlamına gelir ve (k-r-a) kökünden türetilmiş müennes bir ism-i faildir.72

"Kâria" kâinatın, kozmik düzeni bozulurken meydana gelecek olan


korkunç çarpışmalar sonucu çıkacak sesi vasfeder.73

Râzî tefsirinde "kâria" kelimesinin kıyamete ad olarak verilmesine ilişkin


görüşlerini dört ana başlık altında toplar.74 "Kâria" ile ilgili isimlendirme
mülahazalarını sıraladıktan sonra Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Kur'ân'da
Kâria'nın üç defa zikredilmesinin sebebinin gelecek olan kâria'nın çok şiddetli bir
kâria olduğunu tasvir etmek için olduğuna dikkatimizi çeker.75

5. Sâhha

Büyük belâ ve musibet mânâsına gelen sâhha (s-h-h) kökünden türetilmiş


ism-i faildir.76 Kur'ân-ı Kerim'de "Çarpınca kulakları sağır eden o gürültü"
(sâhha) olarak geçmektedir.77

Sâhha kelimesinin aslı "sahh"dır. Sahh ise, demir ve taş gibi katı bir şeyin
sert bir şeye çarpmasıdır. Buradan hareketle "sâhha"; şiddetle çarpan, kuvvetli ses
çıkaran, haykıran şey demek olur.78

İbn Kesîr, İbn Abbas'ın "büyük gürültü" anlamına gelen "sâhha"nın


kıyametin isimlerinden birisi olduğunu ve Allah Teâlâ'nın onun büyüklüğünü
belirtmek için kullarını sakındırdığını belirttiğini nakleder.

72 Yazır, a.g.e., c. VIII, s. 301.


73 Yavuz, Ömer Faruk, Kur 'ân ve Kıyâmet, Marifet Yayınları, İstanbul, 1997., s. 160-161.
74 Râzî, a.g.e., a.y.
75 Yazır, a.g.e., a.y.
76 İbn Manzûr, a.g.e., c. III, s. 33.
77 Abese, 80/33.
78 İbn Manzûr, a.g.e., a.y.

18
İbn Kesîr, İbn Cerir et-Taberî'ye göre, "sâhha"nın sûra üfürülüşün bir adı
olduğunu belirttikten sonra, Bağavi'ye göre bu kelimenin kıyametin sayhası
anlamına geldiğini ifade eder79

6. Tâmme

Örtmek, bürümek, galip gelmek mânâlarına gelen ve (t-m-m) kökünden


türemiş olan tâmme; her şeyi bastıran, kendisinin dışındaki bütün belâları
unutturan büyük belâ demektir. Bu adın verilmesinin sebebi, kıyametin, bütün
belâları kapsaması, onun yanında diğer felâketlerin basit kalışı, cennet veya
cehenneme girinceye kadar geçen bütün felâketleri içine alışıdır. Çoğunlukla
kıyamet günü bazen de ikinci nefha olarak açıklanan tâmme, kıyametin
isimlerindendir.80

7. Ğâşiye

"Örtmek, bürümek, kapsamak" anlamına gelen, (ğ-ş-y) kökünden türetilen


Gâşiye, müennes bir ism-i fail olup Kur'ân-ı Kerim'de harf-i tarif ile ma'rife
olarak kullanıldığında kıyamet günü anlamına gelir.81

Kur'ân-ı Kerim'in seksen sekizinci sûresine ad olan bu kelime (Rasülüm!)


Dehşeti her şeyi kaplayan kıyametin haberi sana gelmedi mi?82 şeklinde
geçmekte olup birinci ayette geçen ğâşiye kelimesi sûreye ad olmuştur.

Kıyamete bu ismin verilmesinin sebebi, kıyamet gününde felâketlerin


herkesi ve her şeyi kaplamasından kaynaklanır. Kâfirlerin yüzlerini örtmesinden
dolayı cehennem'e de "Gâşiye" denir.83

Hz. Peygamber'in Cuma ve bayram namazlarında Gâşiye Sûresini


okuduğu rivayet edilmektedir. Zemahşerî ve Beyzâvî gibi bazı müfessirlerin

79 İbn Kesîr, a.g.e., c. IV, s. 5.


80 Yavuz, a.g.e., s. 162-163
81 İbn Manzûr, a.g.e., c. XV, s. 126.
82 Ğâşiye, 88/1.
83 Topaloğlu, Bekir, Ğaşiye Sûresi Mad., DİA, İstanbul, 1996.,c. XIII, s. 399.

19
naklettikleri "Allah, Gâşiye Sûresini okuyanın âhiret hesabını kolaylaştırır"
mealindeki hadisin mevzu olduğu kabul edilmiştir.84

Kıyamet vaktinin isimleri olarak açıklamaya çalıştığımız bu kelimelerin


her biri kıyametin değişik bir yönünü anlatmaktadır.

Âzife; kıyametin yaklaşmakta olan korkunç bir olay olduğunu ifade


etmektedir.

Hakka ve Vakıa; yaklaştığı belirtilen böylesine büyük bir olayın mutlak bir
suretle gerçekleşeceğini vurgulamaktadır.

Sâhha ve Kâria, kıyamet koparken çıkacak olan korkunç gürültü ve sesleri


tasvir etmektedirler. Sâhha ile Kâria'nın arasındaki ayrım şu noktadadır: Sâhha,
kıyamet günü Sûr'a üflenmesi sonucu çıkacak olan sesin adıdır. "Sayha" ve
"Zecra"da bu sesin diğer isimleridir.

Kâria, kıyamet saati esnasında dağların, yıldızların birbirleriyle çarpışması


sonucu ortaya çıkacak olan korkunç gürültüyü ifâde eder.

Tâmme ve Ğâşiye; kıyametin yaşanabilecek en büyük felaket olduğunu,


onun yanında diğer belâların çok basit kalacağını ve onları unutturacağını ifâde
etmektedir.85

8. Saat

(s-v-a) kökünden türetilmiş bir isim olan saat, gece ve gündüzden oluşan
24 saatlik zaman diliminden bir parçadır.86

Saat kıyametin koptuğu vakittir. Kıyamet insanı ansızın yakalayacağı ve


tüm canlılar tek bir sayha (çığlık) ile öleceği için ona saat adı verilmiştir.87

84 Topaloğlu, a.g.m., a.y.


85 Yavuz, a.g.e., s. 163.
86 İbn Manzûr, a.g.e., c.VIII, s. 169.
87 Râzî, a.g.e., c.VIII, s. 88.

20
Kur'ân-ı Kerim'de "es-Sâa" dünyanın sonu ve âhiretin başlangıcında
meydana gelecek büyük hâdiseyi ifâde eden terim olarak geçmektedir.88

Kur'ân-ı Kerim'de "es-Sâa" "Kıyametin kopacağı günde, Firavun ailesini


azabın en çetinine sokun"89 âyeti âhiret anlamında; "Kıyametin kopması ise göz
açıp kapama gibi veya daha az bir zamandan ibarettir"90 âyetiyle de dünyanın son
saati anlamında iki değişik şekilde zikredilmektedir.

Saat kelimesi Kur'ân-ı Kerim'de kıyametin mutlak surette vuku bulacağı,91


kıyametin kopuşunun ansızın olacağı,92 kıyamet saatinin çok belâlı ve insanlar
için büyük zorlukları ihtiva ettiği ve gelmesi mutlak bir vakit olduğu93 şeklinde
dünyanın son saati anlamında müteaddit defalar geçmektedir.

Nihaî olarak Kur'ân-ı Kerim'e göre Saat'i, dünya hayatının son bulacağı,
kâinatın kozmik düzeninin bozulacağı ve onu takip edecek olan ba's ve
hesaplaşmanın yapılacağı vakit olarak anlayabiliriz.

9. Kıyamet Günü

Bu terim, Kur'ân-ı Kerim'de daha ziyâde ölümden sonraki hayata ilişkin


konulan işlerken kullanılmakla birlikte dünya hayatının son anını ifâde eden
âyetlerde de istihdam olunmaktadır.94 Buraya kadar yukarıda zikredilen isimlerin
dışında çok sık kullanılmamakla birlikte Kur'ân-ı Kerim'de kıyamet saatini ifade
eden başka isimlendirmeler de mevcuttur. Süyütî kıyametin yüz kadar ismi

88 Nahl, 16/77.
89 Gâfir, 40/46.
90 Nahl, 16/77.
91 Kehf, 18/21.
92 En'âm, 6/31.
93 Hicr, 15/85; Kamer, 54/46.
94 Ahkâf, 46/5; Arâf, 7/167; İsrâ, 17/62; Kasas, 28/71-72; Zümr, 39/31; Nahl, 16/124;
Bakara, 2/113-174-212; Al-i İmrân, 3/77-185-194; Nisâ, 4/87-109-141-159; Araf, 7/32-172; Yûnus,10/60; Hûd, 11/99;
Nahl, 16/23-92-124; İsrâ, 17/13; Kehf, 18/105; Meryem, 19/95; Hacc, 22/17-
69; Kasas, 28/41-42-61; Ankebût, 29/13-25; Secde, 32/25; Sebe, 34/32; Zümer, 39/15-31; Fussilet, 41/40; Şuarâ, 42/45;
Câsiye, 45/17-26; Mücâdele, 58/7; Mümtehine, 60/3; Kalem, 68/39; Kıyâme, 71/1.

21
olduğunu belirtir ve bunlardan seksen tanesini zikreder.95 Gazzâlî'de kıyametin
isimleri konusunda yüz civarında isini zikretmektedir. Her iki müellif kıyametin
isimlerinin çokluğunu kıyamet hadisesinin azametine işaret ettiğini, isim
çokluğunun mânâ çokluğuna delâlet ettiğini ve her ismin bir sırrı olduğunu
belirtmektedir.96

95 Suyûtî, a.g.e., s. 143-144.


96 Gazâli, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Ahmed, İhya-u Ulûmiddin, Daru'l-Hadis,1. Baskı,
Kâhîre, 1992., c. V, s. 144-146.

22
İKİNCİ BÖLÜM

KIYAMET ALAMETLERİ VE KIYAMET SAATİNİN


ÖZELLİKLERİ

A.KIYAMETİN ALAMETLERİ

1. Kıyametin Küçük Alametleri

a. Kıyametin Olup Biten Küçük Alâmetleri

Kıyametten çok önce zuhur eden alâmetler. Bunların sayısı çoktur.


Başlıcaları şöyle özetlenebilir:

Rasûlullah (s.a.v.)'ın vefatı, Hz.Ömer ve Hz.Osman'ın şehâdeti, Cemel ve


Sıffin Vak'aları, Nehrevan olayı, Hz.Hasan'ın Hz.Muaviye için hilafetten feragati,
Hz.Hüseyin'in şehâdeti ve o gün vukua gelen olağanüstü hâdiseler. Hürre Vak'ası
ve Medine'nin harabı, Abbâsiler'in hâkimiyeti, Fâtımîlerin fitnesi, Karâmita
Fitnesi, Basra'da develerin boyunlarını aydınlatan bir ateşin çıkması, yalancı
peygamberlerin zuhuru, Kudüs'ün fethi, Medine'nin fethi, mal çokluğu,
depremlerin sık sık vukuu, cinayetlerin sık cereyan etmesi, semâdan taş yağması,
Hacc yolunun kapanması, Haceru'l Esved'in Kabe'den kaldırılması, kuyruklu
yıldızın zuhuru, ölüm hâdiselerinin çoğalması, Mekke'nin harap edilmesini
mubah görmek şeklinde özetlenebilir.97

b. Kıyametin Artarak Devam Eden Küçük Alâmetleri

Ebû Hüreyre (r.a.)'den gelen bir rivayete göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: "İki camianın ikisi de aynı iddiada oldukları halde, aralarında
büyük bir harp çıkmadıkça, 30'a yakın yalancı Deccâl türemedikçe, bu
deccâllerin hepsi; "Ben Allah'ın Resulüyüm!" iddiasında bulunmadıkça, (hakîkî
âlimlerin vefatıyla) İslâmî ilimler inkıraza uğramadıkça, zelzeleler çoğalmadıkça,

97 Berzencî, Muhammed b. Abdürresûl b. Abdüsseyyid el-Hüseynî, el-işâa li-eşrâti's-saa, Beyrut, ts., s. 10-135.

23
zaman tekarrub edip gece-gündüz bir olmadıkça, fitneler zuhur etmedikçe, adam
öldürme vakaları çoğalmadıkça kıyamet kopmayacaktır.

Yine aranızda mal çoğalıp sel gibi akmadıkça, mal sahibi malının zekâtını
"kim kabul eder" diye endişelenmedikçe, bazı kimselere zekât verilmek
istendiğinde, "benim zekâta ihtiyacım yok" demedikçe98, halk yüksek binalar
yapma yarışına girmedikçe, insanlar ölünün arkasından, "keşke bunun yerinde
ben olaydım" diye ölümü temenni etmedikçe99, güneş batı'dan doğup insanlar bu
hâdiseyi görüp kendilerine bir fayda da sağlamayacak olan bir "îmân"a toptan
yönelmedikçe kıyamet kopmayacaktır100.

Muhakkak ki kıyamet kopacaktır. Hem de (alım-satım için) satıcı ile alıcı


aralarında elbise açacaklar da satış-alış tamam olmadan ansızın kıyamet kopacak,
o elbisenin dürülmesi mümkün olmayacaktır. Yine muhakkak kıyamet
kopacaktır, hem de sağmal devenin sütünü sağıp gelen kişiye, sütü içmek nasip
olmayacak. Hem de kişi havuzunu sıvayıp tamir edecek, fakat kıyamet ansızın
kopacak da havuzun suyunu kullanmak nasip olmayacak. Kıyamet muhakkak
kopacak, hem de yemek yemekte olan kişi lokmasını ağzına götürecek, kıyamet
ansızın kopacak da o lokmayı yutmak nasip olmayacaktır".101

Cahş kızı Zeyneb (r.a.)'den gelen bir rivayete göre, Resûlullah (s.a.v.) yüzü
kızarmış olarak ve 3 kere "Lâ ilahe illallah" diyerek uykudan uyanmış ve
"Yaklaşan bir belâ yüzünden Arapların vay haline! Bu gün Ye'cüc ve Me'cüc
seddinden şu kadar (bir delik) açıldı" buyurmuştur. Açılan deliği tarif etmek için
de başparmak ile şehâdet parmağını daire şeklinde bağlamıştır. Zeyneb (r.a.): "Ya
Resûlallah! Aramızda sâlih kişiler olduğu halde (gene) kırılır mıyız?" diye
sorunca Resûl-i Ekrem (s.a.v.), "Evet, çirkin haller çoğalırsa", buyurmuştur".102

98 Zebidi, Zeynü’ddin Ahmed b. Ahmed b.Abdi’l-Latifi, Sahih-i Buhari Muhtasarı-Tecrid-i Sarih Tercemesi, Terc. Kamil
Miras, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1987, c5, s.152.
99 Nevevî, a.g.e., c.7, s.474; Rûdânî, a.g.e., c.5, s.360.
100 Abdülbâkî, a.g.e., s.59.
101 Zebidi, a.g.e., c.12, s.307., Abdülbâkî, a.g.e., s.59.
102 Nevevi, a.g.e., c.2, s.85.

24
Arabistan yarımadasının geniş otlakları nehirler haline dönüşmedikçe,103
Araplar yüzleri sahtiyanla kaplı, gözleri küçük, kıldan ayakkabı giyen bir
kavimle savaşmadıkça,104 bu kavmin Türkler olduğuna dair bir rivayet vardır.105
Hicaz'dan Basra'daki develerin boyunlarını aydınlatacak bir ateş çıkmadıkça106
ilim azalıp cehalet yaygın bir hal almadıkça, zina alenîleşmedikçe, 50 kadına bir
tek erkek düşecek derecede kadınlar çoğalıp erkekler azalmadıkça107 içki aşırı bir
şekilde tüketilmedikçe108 Beytü'l-Makdis fethedilmedikçe, malın Müslümanlar
arasında aşırı miktar çoğalıp 100 dinarlık bir bağış yapılıp, bağış yapılan kişi
bunu azımsayıp küçük görerek bağış sahibine husumet beslemedikçe109
kıyametin kopmayacağı Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından belirtilmiştir.

Kıyamet kopmadan önce meydana gelecek fitnelere de dikkat çeken Hz.


Peygamber, o fitnelerde uyuyanın uyanıktan, oturanın ayaktan durandan, ayakta
duranın yürüyenden, yürüyenin koşandan daha hayırlı olacağını bildirmiş, kim o
fitnelerin başında dikilirse o fitneler onu yıkar. Her kim o fitneler zamanında
sığınacak bir yer bulursa, hemen oraya çekilsin, buyurmuşlardır.110

Hz. Peygamber tarafından kıyamet kopmadan önce meydana geleceği


haber verilen pek çok hadise vardır ki bu hadiseler şunlardır:

Kahtân oğullarından bir adam çıkıp insanları asasıyla sevk ve idare


etmesi111, yeryüzünde Allah Allah diyecek bir tek insanın kalmaması,112
Müslümanların Yahûdîlerle harp etmesi, Müslümanların Yahûdîleri öldürmeleri
ve Yahûdîlerin arkalarına gizlendikleri taşların garkad ağacı hariç diğer ağaçların

103 Rûdânî, a.g.e., c.5, s.362; Abdülbâkî, a.g.e., s.260.


104 Abdülbâkî, a.g.e., s.784.
105 Abdülbâkî, a.g.e., s.785.
106 Zebidi, a.g.e., c.12, s.303.; Rûdânî, a.g.e., c.5, s.357.
107 Zebidi, a.g.e., c.5, s.152-153.
108 Rûdânî, a.g.e., c.5, s.362.
109 Rûdânî, a.g.e., c.5, s.362.
110 Abdülbâkî, a.g.e., s.780.
111 Rûdânî, a.g.e., c.5, s.360.; Abdülbâkî, a.g.e., s.784.
112 Tirmizî, Fiten, 35.

25
dile gelip arkalarındaki Yahûdîyi haber vermeleri,113 ehl-i beytten adı Hz.
Peygamber’in adına uygun birisinin Araplara melik olması,114 kalbinde zerre
miktarı îman bulunan, hiç bir kimseyi sağ bırakmayacak ipek yumuşaklığında bir
rüzgarın Yemen'den çıkması,115 alçak oğlu alçağın dünyanın en mutlusu
olması,116 yırtıcı hayvanların insanlarla konuşması, kişinin kamçısı, pabucu ve
kemeriyle konuşması, kişinin uyluğunun ailesinin yaptıklarını haber vermesi,117
kişi mü'min olarak akşamlayıp kâfir olarak sabahlaması, mü'min olarak
sabahlayıp kâfir olarak akşamlaması, bazı toplulukların dünya menfaati
karşılığında dinlerini satması,118 İstanbul'un fethedilmesi, Şam'a Meryem oğlu
Îsâ'nın (a.s.) inmesi,119 kıyametin koptuğu zamana ulaşanların insanların en
şerlileri olması120, hayattaki bir kişinin kabirdeki bir kişinin yanından geçerken
ölünün yerinde kendisinin olmasını istemesi,121 Fırat nehrinin altın bir dağı açığa
çıkarıp insanların bu altın için savaşıp her 100 kişiden 99'unun ölmesi ve
herkesin kurtulan kişinin kendisinin olmasını istemedikçe122 kıyamet
koymayacaktır.

Benzeri hadis-i şeriflerin adedi oldukça fazladır. Birbirlerine yakın ifadeler


arzetmektedirler. Değişik bir yönü bulunan bir başka hadis şu şekildedir:

Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle dedi: Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu; "Fırat
(nehrinin suyu çekilerek) kıymetli altın hazinesini açıklaması zamanı yaklaşıyor.
Her kim o zaman orada hazır bulunursa ondan bir şey almasın".123

Fırat nehri üzerinde çok kanlı bir savaş olacaktır. Bu savaş Fırat'ın
kaynağında veya yataklarında çok zengin altın madenlerinin bulunmasından veya
113 Nevevi, a.g.e., c.7, s.472.; Rûdânî, a.g.e., c.5, s.359.; Abdülbâkî, a.g.e., s.786.
114 Rûdânî, a.g.e., c.5, s.365.
115 Müslim, İman, 185.
116 Rûdânî, a.g.e., c.5, s.360.
117 Rûdânî, a.g.e., c.5, s.360.
118 Rûdânî, a.g.e., c.5, s.336.
119 Müslim, Fiten, 34; Buhârî, Fiten, 5.
120 Abdülbâkî, a.g.e., s.780.
121 Abdülbâkî, a.g.e., s.783.
122 Nevevi, a.g.e., c.7, s.475.
123 Zebidi, a.g.e., c.12, s.305.; Nevevi, a.g.e., c.7, s.475.; Abdülbâkî, a.g.e., s.782.

26
temiz içme suyunun altına eş değerde olmasından kaynaklanabileceği şeklinde
yorumlanabilmektedir.124

Kıyamete yakın, insanların kendilerine emredilen emirlerin 1/10'unu ifa


ettiklerinde onların bu 1/10'luk itaatleri kendilerini kurtaracağını ifade eden bir
hadis vardır ki, bu hadis kıyamete yakın insanları Allah'a kulluktan
uzaklaştıracak çok güçlü etmenlerin bulunacağını ve bunlara karşı koyarak itaate
yönelenlerin Allah'ı razı edebileceği müjdesini verir.125

Cariyelerin efendilerini doğurmasından; kıyamete yakın anaların


saygınlığının gidip, doğurup büyüttükleri yavrularının kölesi olacağı
anlaşılmaktadır.

Belirsiz (asaletsiz) deve çobanlarının, şehirlerde yüksek binalar yapmada


birbirleriyle yarışmasından da kıyamete yakın çöllerden ve köylerden büyük
şehirlere akın olacağı, bunun akabinde hızlı ve çarpık şehirleşme sonucu
toplumsal huzurun, düzenin ve dengenin bozulmasına sebep olacağı, bu arada
artan işsizlik ve ahlâki çöküntünün bunalıma ve kargaşaya neden olacak ve
anarşik olayların artacağı anlaşılmaktadır.

"Çalgı âletlerinin çoğalması". Asr-ı saadette evlenmeler çok kolay, sessiz


ve çok defa aniden olduğu için fitneye ve zina töhmetine maruz kalınmaması için
düz deflerle ilânı uygun görülmüştür.

Dinleri bozulan, inançları sarsılan ruhsal zevklerden mahrum kalan


insanlar, ruhun değil, nefsin gıdası olan müziklere yönelirler. Günümüzde
Hıristiyan papazları kiliseleri konser salonlarına çevirmişler, yaptıkları müzikli
programlara "âyin-i ruhanî" adını vermekte126 ve bu ayinlerle kişilerin rûh ve
beden sağlığı üzerinde denge kurma çabası içindedirler.

124 Tomor, Ahmed, Kur'ân 'dan Bir Nur Fatiha Sûresi, s.22-36.
125 Rûdânî, a.g.e., c.5, s.335.
126 Tomor, a.g.e, s.22-36.

27
Kıyamet ile ilgili hadis olarak rivayet edilen haberler yukarıdakilerden
ibaret değildir. Berzencî, bu konuda İbn Hacer el-Askalânî'nin Fethu'I-Bâri ve es-
Suyutî'nin ed-Durrü'l-Mensur-el-Hasaisu'l-Kübra ve Cem'ul-Cevamî adlı
eserlerinde bu tür kıyamet alâmetleriyle ilgili hadisler mevcut olduğunu
belirterek; "Yağmurun çoğalması, otların azalması, âbidelerin çoğalması,
fakihlerin azalması, emirlerin çoğalması, eminlerin azalması, yalancının
doğrulanması, doğrunun yalanlanması, hâinin emin sayılması, eminin hâin
sayılması, yabancıların sarmaş dolaş olması, akrabaların birbirinden uzaklaşması,
mihrapların süslenmesi, kalplerin harap olması, erkeklerin erkeklerle,
kadınların kadınlarla yetinmesi (livata ve sihak-homoseksüel ve lezbiyen
ilişkilerin çoğalması), erkek zevcesine itaat edip annesine karşı gelmesi,
arkadaşını yaklaştırıp, babasını uzaklaştırması, mescitlerde seslerin yükselmesi...
Mescitlerde seslerin yükselmesi sanki mescidde değil de kulüplerde
oturuyorlarmış gibi fütursuz ve malâyâni şeylerin yüksek sesle konuşulmasıdır.
Kıyamet yaklaştığı zaman kişi köpek yavrusu yetiştirip, bu işin ona kendi öz
çocuğunu yetiştirmekten daha iyi gelmesi. Büyüğe saygı, küçüğe merhametin
kalkması. Zina çocuklarının çoğalması, kişi sokak ortasında zina edip canavar
ruhlu insanların koyun kılığına girmesi"127 kıyamet alâmetlerindendir.

Özellikle Hıristiyan batı toplumlarında, çocukların 18 yaşından sonra


bağımsız hareket edebilmesi, anne-babanın yaptırım ve himayesinin kaldırılması,
toplumda farklı eğilimlere zemin hazırlamaktadır. Bu durum, küçükleri
saygısızlığa sevk etmekte, küçüklerinden gereken saygı ve itaati bulamayan
büyüklerin, şefkat ve merhameti azalmaktadır. Bu durum aileyi, vefa duygusu
kuvvetli hayvanları yetiştirip beslemeye, tatmin olmamış duygularını bu şekilde
tatmine sevk etmektedir. Bu gün Avrupa ülkelerinde, Amerika'da evinde köpek
beslemeyen aileler azınlık durumuna düşmüşlerdir.

Zina çocuklarının çoğalması, aile mefhumunun sarsılması, eşlerin


birbirlerine karşı sadakatsizlikleri sonucu ortaya çıkan bir durumdur.

127 Berzenci, a.g.e., s. 136-155.

28
Günümüz Türkiye'sinde, özellikle medyatik zengin kişilerin; nikâhsız
yaşadıklarını itiraf ettiklerini ve bunun normal bir durum olduğunu, hatta evliliği,
"körü körüne bir kişiye bağlılık" olarak değerlendirdiklerini gözlemliyoruz.
Nikâhın, gereksiz bir formaliteden ibaret olduğunu bile savunan bu kişiler
medyanın da körüklemesiyle giderek çoğalmaktadır.

Kıyametin ansızın kopacağını ve kıyamet alâmetlerinin belirdiğini ifâde


eden âyet ve yorumu müfessirlerce şu şekilde anlaşılmıştır:

"Onlar, kıyamet gününün ansızın gelip çatmasını mı bekliyorlar? Şüphesiz


onun alâmetleri belirmiştir. Kendilerine gelip çatınca ibret almaları neye
yarar?".128 Ayetteki "eşrât" kelimesi alâmetler manasınadır. Müfessirler bu
alâmetlerin ayın parçalanması, Hz. Peygamberin risâleti olduğunu söylemişlerdir.
Buradaki "eşrafın insanın yoktan yaratılması, göklerin ve yerin var edilmesi gibi
haşr'in ve ba'sin (dirilişin) mümkün olduğunu gösteren deliller olduğu
söylenebilir''.129

Peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed’in (s.a.v.) gönderilmesi, ay'ın


ikiye yarılması, duman bu alâmetlerdendir, denildi. Zemahşerî, Kelbî'nin kıyamet
alâmetlerinden; "mal çokluğu, ticaret, yalancı şahitlik, sıla-i rahmi terk,
cömertliğin azalması, cimriliğin çoğalmasıdır", dediğini zikreder ''.130

Ayetlerin belirttiği "kıyametin küçük alâmetleri", ortaya çıkmış veya


artarak devam eden alâmetler olduğu aşikârdır. Biz şimdi "kıyametin büyük
alâmetleri" olarak bilinen ve kıyamet saatinin çok yakın olduğunu ihtar eden
alâmetlere bakalım.

2. Kıyametin Büyük Alâmetleri

Kıyamet alâmetleri dendiğinde daha çok akla gelen büyük alâmetler


olmaktadır. Büyük alâmetler nelerdir? İlk zuhur edecek "büyük kıyamet alâmeti"
128 Muhammed, 47/18.
129 Râzî, a.g.e, c. XXVIII, s. 60.
130 Zemahşerî, Ebu’l-Kâsım, Carullah Mahmud b. Ömer, el-Keşşâfan Hakâiki't-Tenzîl ve Uyûnu'I-Ekâvîl fî Vücûhi't-Te
'vîl, İntişârâtu Afıtâb, Tahran, trs., c. III., s. 534-535.; İbn Kesîr, a.g.e, IV., 191.

29
hangisidir? Sorularına cevap bulmaya, bu alâmetleri teker teker incelemeye
çalışacağız. Kıyametin büyük alâmetlerini topluca belirten hadiste bu alâmetler
şöyle sıralanmaktadır:

Huzeyfe b. Esîd el-Gıfarî'den naklen rivayet edilmiştir. Biz müzakere


ederken Peygamber (s.a.v.) yanımıza çıkageldi ve "Neyi müzakere ediyorsunuz?"
diye sordu. Ashâb, kıyameti anıyoruz dediler. "Siz ondan önce 10 alâmeti
görmedikçe, o kopmayacaktır: Duman'ı Deccâl'i, Dâbbe'yi, güneşin battığı yerden
doğuşunu, İsâ bin Meryem'in (a.s.) inişini, Ye'cüc ve Me'cüc'ü, biri doğuda biri
batıda biri Arap yarımadasında olmak üzere üç yerin batacağını, bunların
sonuncusu Yemen'den çıkıp insanları haşr olunacakları yere sürecek bir ateş
olacağını buyurmuştur.131 Bu alâmetleri ifade eden hadis-i şeriflerde kıyamet
alâmetlerinin 10 tane oluşunda ittifak olmakla birlikte, bu 10 alâmetin neler
olduğu konusunda tam bir ittifak söz konusu değildir.132

Abdullah b. Selâm'ın Hz. Peygamber’e kıyametin ilk alâmetinin ne olduğu


sorusu da içinde bulunan ve cevaplarının ancak bir Peygamber tarafından
verilebileceğini bildiği soruları Hz. Peygambere yönelttiğinde; "Sana üç şey
soracağım. Bunların cevabını ancak bir peygamber bilebilir, diyerek şu soruları
sorar.

1. Kıyamet alâmetlerinin evvelkisi nedir?

2. Cennet ahalisi ilk önce hangi yemeği yiyecekler?

3. Çocuğun hâli nedir? Çocuk babasına mı yoksa anasına mı benzer? dedi.


Peygamber (s.a.v.), "Bu sorduğun sorulan biraz önce bana Cebrail (a.s.) gelip
haber verdi", dedi.

1. Kıyamet alâmetlerinin ilki, o insanları doğu tarafından batıya sürüp


toplayan bir ateş olduğunu,

131 Rûdânî, a.g.e., c.5, s.362.


132 Tirmizî, Fiten, 21.

30
2. Cennet ahalisinin yiyeceği ilk yemeğin balık olduğunu,

3. Çocuğa gelince; erkeğin suyu kadının suyunun önüne geçerse erkeğe,


kadının suyu erkeğin suyunun önüne geçerse kadına benzeyeceğini
bildirmiştir.133

Yukarıdaki hadis-i şerifin verdiği bilgiye göre büyük kıyamet


alâmetlerinden ilki; doğudan çıkıp insanları batıya sürecek bir ateş olduğudur.

Fakat buna muvafakat etmeyen hadis-i şerif de vardır. Abdullah bin


Amr'dan naklen Resûlullah'ın (s.a.v.); "İlk çıkacak kıyamet alâmeti güneşin
battığı yerden doğması ve kuşluk zamanı insanların üzerine Dâbbe'nin çıkması.
Hangisi önce çıkarsa, ötekinin de hemen onu takip edeceğini, Medine'de Mervân
b. Hakem'in yanındakilere; kıyamet alâmetlerinden ilkinin Deccâl’in çıkacağını
söylediği rivayet ediliyor.134

Yukarıdaki hadîs-i şeriflerde verilen mesajlar doğrultusunda kıyametin ilk


alâmetinin hangisi olduğunu tespit zor görünmektedir. Bu rivayetlerden birisini
tercih ederek kıyametin büyük alâmetlerini incelemeye geçebiliriz:

a. Güneşin Batı'dan Doğması

Güneşin batı'dan doğması kıyametin büyük alâmetlerinden biri olduğu


şüphe götürmez bir gerçektir. Bu konuya izah getiren bir hadis-i şerif:

Ebîi Zer (r.a); Güneşin battığı bir sırada mescide girdim ve Resûlullah
(sav.) oturuyordu. "Ey Eba Zerr!" buyurdu. "Şu (güneş) nereye gidiyor, biliyor
musun?". Ben de, Allah ve Resulü bilir!, dedim. Buyurdu ki "Secde yapmak için
müsaade almaya gidiyor ve kendisine müsaade ediliyor. Ve sanki (bir gün) ona
"geldiğin yerden doğ" denilecek ve bunun üzerine yoluna devam etmeyip battığı

133 Buhari, Kitabu'l-Menakibi'l-Ensâr, 50.


134 Müslim, Kitabu'l-Fiten ve Eşrati's-Saa, 118.

31
yerden doğacaktır". Sonra Resûl-i Ekrem "Ve zalike mustekarrun leha" âyetini
okudu. Ebû Zerr, bu kıraatin Abdullah b. Mes'ud'un kıraati olduğunu söyler.135

Güneş'in batı'dan doğuşu kıyamet alâmeti olarak zuhur edecek,


gerçekleşecektir. Bu oluşum nasıl olacaktır? Pozitif bilimler açısından bu
mümkün müdür? Sorularına şöyle bir cevap vermek mümkündür: Güneşin
batıdan doğması kozmik bir bozulmadır. Kâinatta mevcut olan denge, cisimlerin
kendi etraflarındaki dönüşleriyle meydana gelen merkezkaç kuvvetle
sağlanmaktadır. Yerküre kendi etrafında dönerek güneş etrafındaki yörüngesini
muhafaza etmektedir. Soldan sağa doğru saatte kendi etrafında 1670 km. bir hızla
dönerek güneşin çekim gücüne karşı bir denge oluşturmaktadır. Güneş çekim
gücünü kaybetmesiyle mevcut dengesini yitirebilir. Bu sebeple güneş'in batı'dan
doğma hâdisesi gerçekleşebilir.

"Dünyamız saniyede 30 km. saatte 108.000 km. bir hızla güneş etrafında
batı'dan doğu'ya doğru dönmektedir. Yörüngesi üzerinde bulunun bir gökcismine
çarpması halinde bu dönüş tersine, yani doğu'dan batı'ya doğru olacak,
dolayısıyla güneş'in batı'dan doğması neticesini verecektir.136

Güneş'in batı'dan doğmasının kıyamet alâmeti olduğuna delâlet ettiği


müfessirlerce tespit edilen âyet şudur:

"Rabbinin âyetlerinden biri geldiği gün, daha îmân etmemiş veya


îmânından bir hayır kazanmış olmayan bir kimseye (o günkü) îmânı asla fayda
vermez. Deki; Bekleyin! Çünkü biz (de) şüphesiz bezeyicileriz".137

Müfessirlerin büyük bir kısmı bu âyetten kastedilen muradın güneş'in


batı'dan doğması olduğunda ittifak halindedirler.

Berzencî, güneşin batıdan doğuşu konusunda:

135 Abdülbâkî, a.g.e., s.60.


136 Yavuz, a.g.e., s. 199.
137 En'âm, 6/158.

32
ibn. Hacer'in; güneş'in batı'dan doğmasıyla tevbe kapısının kapanacağını,
sonra da Dâbbetu'l-Arz'ın çıkıp kâfirle mü'mini ayırdedeceğini,

Aliyyü 'l-Kâri'nin de; güneş batı'dan doğduğu zaman kâfirlere îmânın


fayda vermeyeceğini, Tevbe etmemiş bulunan günahkarların tevbeleri de kabul
olmayacaktır138, dediğini nakleder.

ibn. Merdûveyh'in; güneş'in batı'dan doğacak olmasının alâmeti nedir?


sorusuna Resûlullah'ın (s.a.v.): "O gece gayet uzun olacak, yâni iki gece kadar
uzayacak" buyurduğunu,

Beyhaki'nin, Resûlullah'ın (s.a.v.): "İki veya üç gece kadar uzun olacak,


Rablerinden korkup teheccüd namazı kılan takva ehli namaza kalktıklarında ay'ı
göremeyip, yıldızları göreceklerdir. Yatıp tekrar kalkacaklar, namazlarını
kılacaklar, gecenin noksanlaşmadığını görecekler, bunun üzerine tekrar
yatacaklar, uyandıklarında görecekler ki durum yine aynı, hiç değişmemiş, gece
devam ediyor. İçlerini bir korku kaplayacak. Eyvah! Kıyametin eşiğindeyiz!,
diyecekler. Bütün insanları panik ve telaş kaplayacaktır. İnsanlar, korku içinde
camilere koşacaklar. Sabah olunca bile güneşin doğması gecikecek. Güneşin
batı'dan doğduğunu görecekler. Güneş göğün tam ortasına gelince, gerisin geriye
dönecek, eski doğduğu yerden doğacaktır. Gafiller gaflette, uyanık mü'minler
tazarrû ve niyazda iken bir ses yükselecek: "Tevbe kapısı kapanmıştır. Güneş ile
Ay batı'dan doğmuştur". İnsanlar baktıklarında her ikisini de ziyasız, nursuz, iki
çuval halinde görecekler139, buyurduğunu nakletmektedir.

"Güneş'in batı'dan doğmasından sonra insanlar yeryüzünde ne kadar süre


kalacaklar? sorusuna; muhtelif rivayetlerde, farklı süreler beyân edilmiştir.

Berzencî, ibn. Abbas (r.a.)'dan rivayet edilen bir hadiste, "Güneş'in


batı'dan doğmasından sonra insanlar, yeryüzünde 120 yıl veya 8 ay ya da 6 ay
kalacaklardır. Hatta ihtiyar birisine yaşı sorulduğunda "güneş batı'dan doğduğu

138 Berzenci, a.g.e, s. 260-270.


139 Berzenci, a.g.e, a.s.

33
yıl doğmuşum" diye uzun bir zaman dilimini gösteren cevap vermeden, at'ların
doğurdukları taylara binilemeden sûra üfürülecektir" gibi 2-3 yıllık kısa zaman
dilimini gösteren çeşitli rivayetler nakletmektedir.140

Bu rivayetler arasında 6 ay, 8 ay gibi veya yeni doğan tayın üzerine


binilmeden kıyamet kopacaktır gibi haberlerin tercih edilebilme durumları
zayıftır. Bizim tercihimiz daha uzun süreli haberler doğrultusundadır. Çünkü
kıyamete yakın 30 yıl kadınların kısır olup çocuk doğuramamaları; günahsız
çocukların kıyamet azabını yaşamayacakları, kıyametin kötülerin üzerine
kopacağı şeklindeki haberler doğrultusunda, kısa zaman dilimleri bizce mümkün
gözükmemektedir.

b. Dâbbetu'l Arz

Dâbbe, yürüyen, debelenen, hafif hareket eden hayvanlar ve insanlar için


kullanılır. Her ikisi için de kullanılabilir. Kıyamet alâmetlerinin ilki olup, ikincisi
güneşin batıdan doğuşudur141 şeklinde bir rivayet vardır.

Dâbbe'nin kıyametin büyük alâmetlerinden olduğunu belirten âyetler: "O


söz başlarına geldiği (kıyametin yaklaştığı) zaman, onlara yerden bir dâbbe
(mahlûk) çıkarırız da, bu, onlara insanların âyetlerimize kesin bir îmân
getirmemiş olduklarını söyler"142 Âyet-i kerime "Dâbbetül Arz" denen bir
yaratıktan söz etmektedir. Hadis-i şeriflerde bu yaratığın insanların bozulduğu,
Allah'ın emrini bıraktıkları, Hak din olan İslam'ı terkettikleri zaman, bir kıyamet
alâmeti olarak ortaya çıkacağı zikredilmiştir. Bu varlığın çıkacağı yerin Mekke
olacağı rivayet edilmişse de kesin değildir. Âyet-i kerimede, bu varlığın
insanlarla konuşacağı zikrediliyor. Bununla beraber bu varlığın şeklinin nasıl
olacağı bilinmemektedir. Bir elinde Hz. Süleyman'ın mührünün, diğer elinde de
Hz. Musa'nın asasının bulunacağı, mühürle kâfirlerin alnını mühürleyeceği,
böylece onların alnına "Kâfir" oldukları yazılacağı, müminlerin yüzünü de âsâ ile

140 Berzenci, a.g.e, a.s.


141 Yazır, a.g.e, c. VI, s. 160-161.
142 Neml, 27/82.

34
sileceği, böylece onların yüzlerinin de yıldızlar gibi parlayacağı rivayet
edilmektedir.143

"Vakta ki Süleyman'ın üzerine ölümü hükmettik, ölümünü onlara


Süleyman'ın asasını yiyen kurttan başka bir şey delâlet etmedi. Vakta ki
Süleyman'ın ölüsü yüzünün üzerine düşünce, cinler onun öldüğünü bildiler.
Cinler gaybı bilmiş olsaydılar, ihanet edici bir azap içinde eğlenip kalmazlardı"144
ayetleridir. Dâbbetu'l Arz Kur'ân'da iki yerde zikredilmektedir. Neml Sûresi'nde
"Dâbbeten mine'l-Arzi" (yerden bir hayvan) olarak bahsedilirken, Sebe'
Sûresi'nde "Dâbbetu'l Arz" (Yer hayvanı) olarak bahsedilir.

"Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı yalnızca Allah'a aittir".145 Bu âyet


dâbbenin hem insan, hem de hayvanlar için kullanılabileceğini göstermektedir.
"Onlarla konuşan dâbbe"146 terkibinde açık olarak belirtilen bu dâbbe, konuşan
bir hayvan, yâni insandır.

c. Deccâl

Sözlükte, bir şeyi örtmek, yaldızlamak, yalan söylemek veya boyamak


anlamındaki "Decl" kökünden türeyen bir sıfattır. Deccâl'in, "Deccâl"
diye isimlendirilmesi yeryüzünde süratle gezinmesindendir. Lügatte decl, hızlı
yürüyüş demektir147. Klasik kaynaklarda: "Âhir zamanda ortaya çıkıp,
göstereceği harikulade olaylar sayesinde bazı insanları dalâlete sürükleyeceğine
inanılan kişi".148 Âhir zamanda bu ümmetten çıkacak yahûdi bir adam olup,
rububiyet iddia edecek, hak ile bâtılı birbirine karıştırarak kendi küfrü ile
insanları kandırmaya çalışacak olduğundan dolayı deccâl adı verilmiştir.149

143 Taberi, Ebü Cafer Muhammed b. Cerir, Taberi Tefsiri, Terc. Kerim Aytekin, Hasan Karakaya, Hisar Yay., İstanbul,
1996, c.6, s. 202.
144 Sebe, 34/14.
145 Hûd, 11/6.
146 Neml, 27/82.
147 El Mu'cemu'l-Vasît, c. I, s. 271.
148 Demirci, Kürşat, Deccâl mad., DİA,c. IX, s. 67.
149 ibn Manzur, a.g.e, c. XI, s. 236.

35
Deccâl kelimesi, Kur'ân-ı Kerim'de geçmemektedir. Hadislerde,
"muhatabını aldatmak gayesiyle güzel sözler söyleyen ve bir gözü bulunmayan
kötü kimse" anlamındaki "MESİH" kelimesiyle birlikte, "El-Mesîhu'd-Deccâl"
ve "Mesîhu'd-Dalâle" şeklinde kullanılmıştır.150

Cessâse, Deccâl'in eşeğinin ismidir. Deccâl'in hapsolunduğu yerde


bulunup bir fitne olmak üzere konuşur.151

Deccâl kıyametin büyük alâmetlerinden birisidir.152 Kıyamete yakın bir


zamanda ilâhlık

İddiasıyla ortaya çıkıp, yaptığı bazı harikulade işleriyle insanları


etkileyeceği ve insanlar için büyük bir imtihan olacak olan Deccâl hakkında
Resûlullah (s.a.v.) Müslümanlara hutbe irad etti ve Allah'a layık olduğu şekilde
senada bulunduktan sonra deccâl'den bahsederek şöyle dedi: "Ben sizi ondan
önemle sakındırıyorum. Her peygamber de kavmini muhakkak surette
sakındırmıştır. Fakat Ben, onun hakkında hiçbir peygamberin kavmine
söylemediği bir sözü söyleyeceğim. O'nun tek gözlü olduğunu biliyorsunuz (bu
haliyle tanrılık iddia edecek). Allah ise tek gözlü değildir". Resûlullah (s.a.v.) o
gün Müslümanları fitneden sakındırırken; "Biliyorsunuz ki, sizden hiçbiriniz
ölmeden önce Rabbini göremeyecektir ve nitekim onun (Deccâl’ın) iki gözü
arasında "kâfir" yazılıdır. O'nun amelinden hoşlanmayan bu yazıyı okuyacağı,
Deccâl'in sol gözü şaşı olup, sanki onun gözü emsalinden dışarı fırlamış üzüm
tanesi gibi olduğu, Deccâl'in beraberinde bir su ve bir ateş bulunacağı, fakat onun
ateşinin soğuk bir su, suyunun ise yakıcı bir ateş olduğu153, haberi Hz.
Peygamber’den bize ulaşan haberler arasındadır.

Kelâm âlimlerinin büyük çoğunluğu Deccâl ile ilgili rivayetleri mümkün


görmektedirler.

150 Demirci, a.g.m., DİA, c. IX, s. 67.


151 Serahsî, Muhammed b. Ahmed b. Ebi Sehl Ebû Bekir, Sıfatu Eşrati's-Saa, (Nşr: Dr. Zeki Sarıtoprak), Kâhîre, 1993.,
s.40.
152 Rûdânî, a.g.e., c.5, s.362.
153 Rûdânî, a.g.e., c.5, s.377.; Abdülbâkî, a.g.e., s.790.; Nevevi, a.g.e., c.7, s.452.; Zebidi, a.g.e., c.9, s.184.

36
Teftâzâni; Deccâl ile ilgili rivayetleri zahirî mânâda anlamayı mümkün
görmektedir. Mahmut Şeltut; çağdaş bir âlim olarak Deccâl'i zahirî mânâda
anlamanın mutlaka gerekli olmadığını belirtir. Muhammed Abduh; Deccâl'i,
İslâm'ın ortadan kaldırmaya çalıştığı bütün hurafe, yalancılık ve kötülüklerin
sembolü olarak yorumlar. Reşid Rıza; klasik anlayışı tamamen terk etmemekle
birlikte Deccâl hâdiselerinden daha ziyade, maddi şehvetlerin galip geleceği,
şerrin ve inkarcılığın yaygınlaşacağı sonucuna varır. Said Nursî ve Muhammed
el-Behî; Deccâl'i komünizm ve materyalizm olarak algılar. Muhammed Esed;
Avrupa medeniyetidir, der. Said Eyyûb; siyonizm şeklinde yorumlar. Kâmil
Miras; tek bir kişi olmayıp küfrün sembolüdür ve küfrü yayan herkes Deccâl'dir,
der. Muhammed Sefâme; şeytandır, der. Ömer Rıza Doğrul da, Deccâl fitnesi
Hıristiyanlık akidelerinin yayılmasıdır, der.

Haricîlerin erken devir âlimleri, Cehmiyye, bazı mu'tezile kelâmcıları ile


Abdülkerim el-Hâtim, Abdullah es-Semman Mustafa es-Sadâvî gibi çağdaş
araştırmacılara göre Deccâl inancı, bütünüyle merdudtur. Zira onlara göre bu
konuda kesin delil niteliğini taşıyan bir nass yoktur.154

Sonuç olarak; Kur'ân-ı Kerim'de Deccâl ile ilgili hiçbir sarih ifade
bulunmadığı açıktır. Hadis olarak rivayet edilen metinlerden elde edilebilecek en
belirgin hüküm ise Deccâl'in yeryüzünde inkarcılığı yaymaya çalışan, mukaddes
değerleri yok sayan ve şer faaliyetlerini destekleyen bir cereyan niteliği
taşıdığıdır. Bu cereyanın muhtelif asırlarda temsilcileri olmuş, bundan sonra da
olacaktır. Buna göre Deccâl; harika bir varlık, belli bir şahsiyet ve tek bir insan
olmaktan çok, her dönemde şerri temsil eden bir tiptir. Deccâl ile ilgili çeşitli
rivayetlerde yer alan olağanüstü maddi tasvir ve ayrıntılar ya isnat açısından
sahîh değildir, yahut râvîlerin sehivlerine maruz kalmış veya onların indî
yorumlarıyla karışmıştır. Bu rivayetler tevatür derecesine ulaşmadığından v.
asırdan sonra mecazi mânâlarına yorumlanmalar, İslâm âlimlerince mümkün

154 Sarıtoprak , Zeki, Deccâl Mad., DİA, İstanbul, 1994., c. IX, s. 72.

37
görüldüğünden maddi bir Deccâl'i benimsemeyenleri, küfür ve dalâletle itham
doğru değildir.155

d. Duhân

Kıyametin büyük alâmetlerinden birisi olan Duhân; Tütmek, dumanı


çıkmak mânâsındaki "dahn" kökünden isim olup, duman anlamına
gelmektedir.156 Kur'ân-ı Kerim'de iki yerde geçmektedir:

Kur'ân-ı Kerim'deki 44. Sûre'nin adı olup; "Şimdi sen göğün, insanları
bürüyecek açık bir duman çıkaracağı günü gözetle. Bu, elem verici bir azaptır.
(İşte o zaman insanlar) Rabbimiz! Bizden azabı kaldır. Doğrusu biz artık
inanıyoruz (derler)"157, Âyet-i kerimede zikredilen bu dumanın ne zaman çıktığı
veya çıkacağı ve bu dumanın nasıl bir şey olduğu hakkında iki görüş
zikredilmektedir. Abdullah b. Mes'ud, Mücahid ve Dehhak'tan nakledilen birinci
görüşe göre bu duman, Rasulullah'ın, imana davetine rağmen iman etmemekte
direnen Kureyşliler aleyhine beddua etmesi üzerine kıtlığa düşmelerinde,
yeryüzünden göğe doğru yükselen manevi bir dumandır. Bu hususta Abdullah b.
Mes'ud diyor ki: "Rasulullah, Kureyşlilerin, kendisine karşı isyan edip
direttiklerini görünce onların aleyhine, Yusufun kıtlık yılları gibi senelerin
onların da başına gelmesi için beddua etti. Bunun üzerine onlara kıtlık ve sıkıntı
isabet etti. Öyle ki kemikleri yemeye başladılar. Kişi göğe doğru bakıyor,
sıkıntıdan dolayı yerle gök arasını duman kaplamış gibi görüyordu. Bunun
üzerine Allah teala: "Ey Muhammed, göğün, insanları çepeçevre saran apaçık
duman çıkaracağı günü bekle. Bu, can yakıcı ağır bir azaptır." âyet-i kerimesini
indirdi. Bunun üzerine inananlar, Rasulullah’a gelip "Ey Allahın Resulü, sen,
Allahtan, Mudar kabilesi için yağmur yağdırmasını dile. Zira onlar helak
oldular." dediler. Resulullah "Mudar için mi? Şüpesiz ki sen çok cür'etlisin."
dedi. Sonra yağmur diledi onlara yağmur yağdı. Bunun üzerine "Şüphesiz biz
(dünyada) az bir müddet de olsa sizden azabı kaldıracağız. Fakat sonunda yine

155 Sarıtoprak, a.g.m., s. 71.


156 Yurdagür, Metin, Duhân mad., DİA, c. IX. s. 546-547.
157 Duhân, 44/10-12.

38
inkarcılığınıza döneceksiniz."158 âyeti nazil oldu. Müşriklere refah gelince onlar,
eski hallerine döndüler. Bunun üzerine de Allah teala "Büyük bir kuvvetle
kıskıvrak yakaladığımız gün, onlara mutlaka layık oldukları cezayı vereceğiz."159
âyetini indirdi.160

Duhân'ın zikredildiği diğer bir âyet de şudur: "Sonra, duman halinde olan
göğe yöneldi. Ona ve yer küreye: İsteyerek veya istemeyerek gelin!, dedi. İkisi
de "isteyerek geldik" dediler"161 şeklinde geçmektedir. Duhân-ı Mübîn, aşikâr,
apaçık duman demektir. Bir de Araplar gelmesi çok kuvvetle muhtemel olan
şerre "Duhân" derler. Bu âyetlerin delaletiyle duman, kıyamet alâmetlerindendir.

e. Hz.İsâ'nın (a.s.) Nüzulü Meselesi

Kur'ân-ı Kerim Hz. İsa'yı İsrailoğulları'na gönderilen162, babasız olarak


dünyaya gelmiş163, Rühu'l-Kudüs tarafından desteklenmiş164, kendisine bir takım
mucizeler verilmiş165 olan Allah'ın elçisi166 olarak tanıtmaktadır.

Hz. isa'nın nüzûlüyle ilgili Kur'ân-ı Kerim'de dört âyet vardır.167 Ayetlerde
Hz. İsa'nın ölümünden önce ehl-i Kitâb'ın kendisine îman edeceği
belirtilmektedir.168

Bu ayetlerden biri olan zuhruf suresi 61. ayet söyledir; “Hiç şüphesiz o,
kıyamet-saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan (kıyametten) yana hiç bir kuşkuya
kapılmayın ve bana uyun. Dosdoğru olan yol budur”.

158 Duhân, 44/15


159 Duhân, 44/16
160 Taberi, Ebü Cafer Muhammed b. Cerir, Taberi Tefsiri, Terc. Kerim Aytekin, Hasan Karakaya, Hisar Yay., İstanbul,
1996, c.7, s. 356.
161 Fussilet, 41/11.
162 Saff, 61/6.
163 Âl-i İmrân, 3/37-45-59.
164 Bakara, 2/87-253.
165 Bakara, 2/87-253; Mâide, 5/114; Zuhrûf, 43/63.
166 Nisâ, 4/171; Saff, 61/6.
167 Âl-i İmrân, 3/45-46; Nisâ, 4/157-159; Mâide, 5/110; Zuhrûf, 43/61.
168 Nisâ, 4/157-159.

39
Ayet-i kerimede geçen “o” kelimesinden kimin kastedildiği hakkında iki
görüş zikredilmiştir;

Abdullah b. Abbas, Mücahid, Katade, Süddi, Dehhak ve ibn-i Zeyd’e göre


“o” kelimesinden maksat, hz. İsa’dır. Bu izaha göre hz. İsa’nın gökten inmesi,
kıyamet alametlerindendir.

Hasan-ı basri ve Ma’mer’e göre ise ayetteki “o” kelimesinden maksat,


Kur’an-ı Kerimdir. Buna göre de ayetin izahı şöyledir: “Şüphesiz ki bu Kur’an,
kıyametin kopmasını alametlerini ve dehşetlerini öğretir.”169

"Ey Îsâ, ben seni öldürüp katıma yükselteceğim ve seni kâfirlerden


arındıracağım."170 Âyetinde "tüvüffiye" kelimesinin öldürme mânâsına geldiği,
bu kelimenin dildeki ve Kur'ân'daki kullanımı bu şekildeyken, Hz. Îsâ için
alışılmamış bir mânâda kullanılması için bir gerekçe olmadığı söylenmektedir.
Hz. Îsâ’nın Yahûdîler tarafından öldürülmeyip, çarmıha da gerilmediğini belirten
âyet hakkında171 Hz. Îsâ’yı, Allah'ın öldürdüğü, ama onlar kendilerinin
öldürdüklerini zannettikleri söylenmektedir.172

Hz. Îsâ’nın kıyamete yakın bir vakitte nüzulünün vaki olacağını ifade eden
kelâmcılar azımsanamayacak kadar çoktur. Ebû Hanîfe (ö. 150/767), Ebû
Hanîfe'den sonra gelen ve akâid ile ilgilenen Ali el-Medinî (ö.234/848), et-Tahâvî
(Ö.321/933), ehli sünnet kelâmının iki mühim siması Eş'arî (Ö.324/936) ve
Maturidî (Ö.333/944), el-Acurrî (Ö.360/970), Adbülkâhîr el-Bağdâdî
(Ö.429/1037), îbn Hazm (Ö.456/1064), Şehristânî (Ö.548/1153), îbn Teymiyye
(Ö.728/1328), îbn Haldun (Ö.809/1406), Meşhur müfessir el-Kurtubî
(Ö.671/1272), es-Suyûtî (ö.911/1505), Muhammed Zahid el-Kevserî (ö.
1371/1951), Hz. Îsâ’nın nüzulünü kabul eden mühim şahsiyetlerdendir.173

169 Taberi, Ebü Cafer Muhammed b. Cerir, Taberi Tefsiri, Terc. Kerim Aytekin, Hasan Karakaya, Hisar Yay., İstanbul,
1996, c. 7, s. 205.
170 Âl-i İmrân, 3/55.
171 Nisâ, 4/157-158.
172 Atay, Hüseyin, Ehl-i Sünnet ve Şia, A.Ü.İ.F. Yay., Ankara, 1983., s.132-135.
173 Sarıtoprak, Zeki, İslâm İnancı Açısından Nüzûl-i Îsâ Meselesi, Çağlayan Yay., İzmir, 1997., s. 103-110.

40
Hz. Îsâ’nın nüzulünü kabul edenlerden konuya farklı yorum getiren
şahıslar da mevcuttur. el-Halîmî (ö.403/1012) Hz. Îsâ’nın yeryüzüne indiğinde
herkes tarafından tanınamayacağını, kendisine yakın olanların onu göreceğini
ifade eder. Bu yaklaşım genel kanaate ve kendinden öncekilere aykırıdır. Çünkü
kendinden öncekiler Hz. Îsâ’nın nüzulünün herkes tarafından bilinecek
olağanüstü bir hadise olarak aktarmışlardır.174

Suyûtî'nin talebelerinden Şa'ranî (ö.973/1565) Nüzûl-i Îsâ’yı kabul


etmekte "Hz Îsâ bu kadar uzun süre yemeden içmeden nasıl semada kalabilir?"
sorusuna şöyle cevap vermektedir. "Cismi semâvât âleminde letafet kazandığı
için yemeğe içmeğe ihtiyacı yoktur. Melekler gibi onunda yemeği tehlil (Lâ İlahe
İllallah) içmesi teşbihtir". Şa'ranî gece-gündüz Allah'a ibadet edip cisimleri
latîfleşen Allah'ın bazı velî kullarının bile uzun süre yeme içme ihtiyaçlarını
hissetmediklerini müşahhas örneklerle anlatır. Ona göre "bunu gördükten sonra
Hz. Îsâ'nın da yemeden içmeden yaşayabileceği hususu gözden uzak
tutulmamalıdır".175

Hz. Îsâ'nın nüzulünü kabul eden âlimlerden bir kısmı onun ölmediğini ileri
sürmektedirler. Büyük kelâmcı Matûridî âyette geçen "müteveffîke" kelimesini
yerden almak ve göklere çıkarmak olarak anlar. Bu durumda "Seni vefat
ettireceğim"176 âyeti "Seni yerden alıp göklere çekerim" şeklinde olur. Ayetin
devamı da, âhîr zamanda kâfirlere karşı olan galibiyetine dikkat çekmekle bu
fikri te'yid eder mahiyettedir. Zemahşerî (ö.538/1143) nüzulüne kadar Hz. İsa’nın
ölümünün ertelendiğini düşmanlık edenler tarafından değil, kendi eceliyle
öleceğini ifâde ederken; Ebu'l-Ferec el-Cevzî (ö.597/1200) göğe yükseltilme
mânâsının yanında normal ölüm ihtimalini uzak görmediğini belirtmektedir.
Fahreddin er-Râzî (ö.606/1209), İbn Kesîr (ö.774/1372) ve Celaleddin es-Suyûtî
(ö.911/1505) âyetteki vefatın uyku mânâsına olduğunu dolayısıyla konuyu "Hz.
İsa göğe çıkarıldı, kıyametten önce gelecektir" şeklinde anlamanın daha uygun

174 Sarıtoprak, a.g.e, s. 103-110.


175 Sarıtoprak, a.g.e, s. 110-112.
176 Âl-İmrân, 3/55.

41
olacağını belirtmektedirler. Onlar, "Senin ömrünü tamamlayacağım, o zaman seni
vefat ettireceğim, öldürmeleri için seni onlara terk etmeyeceğim, göklerime
yükselteceğim, meleklerime yaklaştıracağım, seni öldürmeye fırsat
bulamayacaklar, çünkü seni koruyacağım" görüşünü benimsemektedirler.177

Elmalılı Hamdi Yazır, Allah'ın bir kelimesi ve Rûhu'l-Kudüs ile


desteklenmiş olan Mesîh İsa’nın henüz Allah'a rücû etmediğini, daha dünyada
göreceği işleri olduğunu, kıyametten önce gelip daha sonra vefat edeceğini ve
ruhunun kabzolunacağını belirtmektedir.178

Hz. İsa'nın ölümü ve nüzulü konusunda farklı bir yorum getiren kıyamet
alâmetleri konusunda ciddî çalışmaları bulunan günümüz araştırmacılarından
Zeki Sarıtoprak görüşlerini "Allah âlemlerin Rabbidir."179 âyetinden birçok
âlemin varlığı anlaşılmaktadır. Hz. İsa'nın Allah tarafından fizik ötesi âlemlerden
birine nakledilmiş olması mümkündür. Hayatın mertebeleri olduğu gibi ölümün
de mertebeleri vardır. Şehitlerin bizim nazarımızda ölü, Kur'ân'a göre ölü
olmadıkları belirtilmektedir.180 Meleklerin de yiyip içmeden hayatta olduklarını
biliyor fakat mahiyetini kavrayamıyoruz. Buradan Hz. İsa'nın göğe çekilmesi
maddî âlemden gayb âlemine nûrânî cesediyle birlikte geçmesi, "boyut
değiştirmesi" olarak ifade etmektedir.181

Hz. İsa'nın nüzulü meselesinde çok farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Hz


İsâ'nın ölmeyip göğe yükseltildiği, rûh ve cesetle halen sağ olduğu, kıyamete
yakın yeryüzüne ineceği, yeryüzüne indiğinde herkes tarafından tanınamayacağı,
Hıristiyanlığın İslâmiyet’e dönüşeceği şeklinde değişik yorumlar yapılmaktadır.

177 Sarıtoprak, a.g.e, s. 46-53.


178 Yazır, a.g.e, c. III, s. 116-132.
179 Fatiha, 1/1.
180 Bakara, 2/154.
181 Sarıtoprak, a.g.e, s. 76-77.

42
f. Ye'cüc ve Me'cüc

Ye'cüc ve Me'cüc'ün kıyamet alâmetlerinden oldukları kitap ve sünnet ile


sabittir. Kur'ân-ı Kerim, Ye'cüc ve Me'cüc hakkında Kehf ve Enbiyâ Sûrelerinde
bilgi vermiştir. Âyetlerde Ye'cüc ve Me'cüc'ten şu şekilde bahsedilir:

"Dediler ki, Ey Zülkameyn! Bu memlekette Ye'cüc ve Me'cüc


bozgunculuk yapmaktadır. Bizimle onlar arasında bir sed yapman için sana bir
vergi verelim mi? Dedi ki: Rabbimin, beni içinde bulundurduğu nîmet ve kudret
daha hayırlıdır. Siz bana kuvvetinizle destek olun da sizinle onlar arasında
aşılmaz bir engel yapayım". "Bana demir kütleleri getirin" Nihayet dağın iki yeri
arasını aynı seviyeye getirince (vadiyi doldurunca) "Üfleyin (körükleyin)" dedi.
Artık onu kor haline sokunca, "Getirin bana, üzerine bir miktar erimiş bakır
dökeyim" dedi. Bu sebeple onu ne aşmaya muktedir oldular, ne de onu
delebildiler. Zülkarneyn, "Bu Rabbimden bir rahmettir. Fakat Rabbimizin va'di
gelince, O, bunu yerle bir eder. Rabbimin va'di haktır", dedi".182

"Nihayet Ye'cüc ve Me'cüc (sedleri) açıldığı ve onlar her tepeden akın


ettiği zaman; ve gerçek vaad (ölüm, kıyamet) yaklaşınca, birden, inkâr edenlerin
gözleri donakalır!. Yazıklar olsun bize!(derler). Gerçekten biz, bu durumdan
habersizmişiz, hatta biz zâlim kimselermişiz".183

Hadisler Ye'cüc ve Me'cüc'ün bir fitne olduklarını belirtmiş ve insanları


onların şerlerinden sakınmaları için uyarmıştır.

Resûllullah (s.a.v.) bir gün korku ile Zeyneb'in (r.a.) yanına girerek: "Lâ
ilahe illallah! Vukuu yaklaşan bir serden, büyük bir fitneden dolayı vay Arab'ın
haline! Bu gün Ye'cüc ve Me'cüc'ün seddinde şunun gibi bir delik açıldı" buyurdu
da baş parmağı ile yakınındaki şehâdet parmağını halkaladı. Zeyneb (r.a.); "Yâ
Rasülallah, içimizde bu kadar iyi kimseler varken biz helak olur muyuz?", diye

182 Kehf, 18/94-98.


183 Enbiyâ, 21/96-97.

43
sorduğunda Resûlullah (s.a.v.): "Evet fısk ve fücur, zina ve ma'siyet çoğaldığı
zaman (helak olursunuz)" diye cevap verdi.184

Ye'cüc ve Me'cüc'ün kimler oldukları ve kimin soyundan geldikleri


hususundaki rivayetler pek zayıftır. Ancak Ye'cüc ve Me'cüc'ün, geçmişte
yaşamış iki kavmin ismi olduğu ve bunların asılları ve nesepleri belirsiz bir
kavim oldukları beyan edilmekte, bunların önlerine çekilen ve mahiyetini kesin
olarak bilemediğimiz seddi aşarak ortaya çıkışlarının kıyamet alâmetlerinden
olduğu çeşitli Hadis-i Şeriflerde zikredilmektedir.185

Müfessirler Ye'cüc ve Me'cüc'ün hangi kavimden olduğu hususunda


Türklerden olduğunu ileri sürdükleri gibi, Ye'cüc'ün Türklerden, Me'cüc'ün Ceyl
ve Deylem kabilelerinden olduklarını da ileri sürmüşlerdir.186

İbn Kesîr, Nevevî'nin Müslim şerhi'nde: Ye'cüc ve Me'cüc Âdem (a.s.)'den


çıkıp toprağa karışan meniden yaratılmışlardır. Buna göre onlar, Âdem (a.s.)'den
yaratılmış olmaktadırlar. Yoksa Hz. Havva’dan değil. İbn Kesîr Nevevî'nin, bu
sözün garip olduğunu da vurgulamaktan geri kalmaz dediğini, İmam Ahmed'in
Müsned'inde Resûlullah'ın (s.a.v.): "Nuh (a.s.)'ın çocukları üç taneydi. Sâm
Arapların atası, Ham Sudanlıların atası, Yâfes Türklerin atası idi. Ye'cüc ve
Me'cüc Türklerin soyundandır. Türk adı verilmesi seddin arkasında terkedilmiş
olmalarındandır. Ancak Türkler şeddin bu tarafında kaldılar"187 dediğini nakleder.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, yukarıdaki izahları reddederek şöyle


bir itirazda bulunur: "Gerçekten kitap ehlinden bazıları Ye'cüc ve Me'cüc için
Hz.Âdem'in bir ihtilâmından meydana geldi şeklinde bir efsane naklediyorlar.
Bazı tefsirlerde bunu esefle görmekteyiz. Hâlbuki Tevrat'ın birinci kitabının
onuncu faslında (Ye'cüc ve Me'cüc Yâfes'in oğullarındandır) diye açıkça ifade
vardır188 demekte ve bu hadiseyi tefsirlerinde zikreden müfessirleri yermektedir.

184 Nevevi, a.g.e., c.2, s.85.; Abdülbâkî, a.g.e., s.779.


185 Taberi, a.g.e., c. 5, s. 382.
186 Râzî, a.g.e, c. XXI, s. 169-171.
187 İbn Kesîr, a.g.e, c. III. s. 109.
188 Tevrat, Tekvin, Bab: 10/2; Yazır, a.g.e, c. V, s. 391-392.

44
Sonuç olarak; Ye'cüc ve Me'cüc, Hz.Âdem soyundan insan nevinden
varlıklardır. Azgın bir topluluktur. Kıyamete yakın bir zamanda ona alâmet
olarak kapalı bulundukları seddi aşacaklar ve her tepeden insanlara saldıracaklar,
insanları katledecekler, sonuçta Hz. İsa’nın (a.s.) duası ile toplu bir şekilde
ölecekler ve o devri yaşayan insanlar bu fitneden kurtulacaktır denilebilir.

g. Mehdî (a.s.)

Mehdî'nin kıyamet alâmeti olarak ortaya çıkacağı Kur'ân-ı Kerim'de


zikredilmemekte ve hadislerde O'nun Hz.Isâ'nın (a.s.) indirildiği zamanda zuhur
edeceği belirtilmektedir.

"Mehdî, (kızım) Fatıma'nın neslindendir".189 Rasûlullah Mehdî'nin cennet


ehlinin büyüklerinden olduğuna işaretle; "Biz Abdulmuttalib'in çocukları cennet
halkının büyükleriyiz. Ben, Hamza, Ali, Cafer, Hasan, Hüseyin, Mehdî"190
buyurmuşlardır.

Berzencî, Hafız b. Kayyım'dan (el-Menâr) adlı eserde, Mehdî'nin kim


olduğu hususunda dört görüş üzerinde ihtilâf edildiğini belirterek, bu görüşleri
şöyle sıralar:

1. Meryem oğlu Isâ (a.s.)'dır. Gerçek Mehdî O'dur.

2. Abbasî halifelerinden hükümdar olan Mehdî'dir.

3. 0, ehl-i beyt'ten, yani Hasan ve Hüseyin b. Ali'nin evlâdındandır. Ahîr


zamanda

gelecektir.

4. Rafızî ve İmâmiyye'nin görüşü olarak; Mehdî, Muhammed b. Hasan el-


Askerî'dir. O,

189 Rûdânî, a.g.e., c.5, s.365.


190 İbn, Mace, Fiten, 33.

45
Hüseyin b. Ali'nin oğullarındandır. Hasan bin Ali'nin değildir. Hâlâ
yaşamaktadır, demektedir.

Yukarıda maddeler halinde yazılan Mehdî'lerden âhîr zamanda kıyamet


alâmeti olarak geleceği belirtilen Mehdî'nin ehl-i beyt'ten olduğu ileri sürülen
üçüncü görüşte ifade edilen olduğunu, çünkü Mehdî'nin Hz. Peygamber
soyundan olacağı haberine Hz. İsa ve Abbasî halifesi Mehdî uymamakta,
imâmiyyenin iddia ettiği Hasan el-Askerî'nin Mehdî olamayacağı, onun halen sağ
olduğu fikirleri kabulünü imkânsızlaştırmaktadır.

Mehdî, Kudüs'e hicret edecektir. Bu hicretten sonra Medine tahrip edilip


vahşilerin sığınağı olacaktır. Beyt-i Makdis'in imar edileceği ve Medîne'nin harap
edileceğine dair hadislerde bu açıklanmaktadır.

Mehdî, açık alınlı, küçük burunlu, iri gözlü, parlak ve seyrek dişlidir. Sağ
yanağında yıldız gibi yüzünü aydınlatan inciyi andıran bir işaret vardır. Sakalı
sık, omzunda Peygamber (s.a.v.)'in nişanı vardır. Uylukları uzun, rengi Arab
rengidir. Dilinde ağırlık vardır. Yavaş ve ağır konuştuğu zaman sağ elini sol
dizine vurur, kırk yaşındadır. Bir başka rivayette otuz-kırk yaş arasındadır. Allah
(c.c.)'a karşı son derece boyun eğicidir. Üzerinde iki pamuk abası vardır. Ahlâkı,
Hz.Peygamber'e (s.a v.) benzer. Esmerdir, orta boylu ve kaşı kavislidir.191

Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yolundan gidecek, ihya etmedik sünnet,


kaldırmadık bid'at bırakmayacaktır. Yeryüzü zulüm ve işkence yerine adaletle
dolacak, bolluk olacak, isteyene verecek, verdiğini geri almayacak, O'ndan
ümmet-i Muhammed'den başka denizdeki balıklar, havadaki kuşlar, ormanın
vahşi hayvanları bile memnun kalacaktır. Yeryüzünün tüm definelerini bulacak,
tüm ülkeler ona kapılarını açacaklardır. Kurt ile kuzu bir arada bulunacak,
çocuklar yılan ve akrep ile oynayacak zarar görmeyeceklerdir. İnsanlar bir ölçek
buğday ektiklerinde karşılığında 700 ölçek bulacaklardır. Tefecilik, veba, zina,
içki gibi fena alışkanlıklar kalkacaktır. Ehl-i Beyt'e buğzeden bir fert
kalmayacaktır. Yeryüzüne emniyet ve sükûn hâkim olacaktır. Hatta bir kadın beş
191 Berzenci, a.g.e., s. 159-163.

46
kadınla birlikte aralarında hiçbir erkek olmadığı halde serbest ve korkusuz Hacc'a
gidebileceklerdir.192

Hz.Peygamber (s.a.v.), Mehdi'nin bazı özellikleri hakkında şöyle buyurur:


"Ümmetim içinde el- Mehdî olacaktır. (Aranızda kalması) kısa tutulursa yedi yıl,
uzun tutulursa dokuz yıldır. Ümmetim, o devirde öyle bir refah bulacak ki o güne
dek onun mislini kesinlikle bulmamıştır. Yer yemişini (gıda ürünlerini) verecek
ve insanlardan hiçbir şey kalmayacak (vermemezlik etmeyecek)tir. Mal da o gün
çok birikmiş olacaktır. Adam kalkıp, 'Ya Mehdî, bana (mal) ver', diyecek, Mehdî
de, 'Al' diyecektir".193 Burada dikkat çeken nokta, Mehdî (a.s.) için sıralanan
özelliklerin birçoğu Hz. İsâ (a.s.) için de zikredilmiş olmasıdır. Bu özellikler
Mehdî, Hz. İsa veya hem Mehdî, hem Hz. İsâ için birlikte geçerli olabilir, aynı
işleri birlikte yapabilirler.

B.KIYAMET SAATİNİN ÖZELLİKLERİ

Kıyamet saati hakkında birçok şeyler söylenmiş ve söylenecektir. Kıyamet


saatinin bir takım vasıfları ve özellikleri mevcuttur. Şimdi bunları görelim.

1. Her An Kıyamete Yaklaşılması

Kıyamete her an yaklaşmaktayız. Dünya hayatının sonu demek olan


kıyamet saatine yaklaştığımız şüphe götürmez bir gerçektir.

Allah (c.c); "(Resulüm!) Sen bu sözü (Kur'ân'ı) yalan sayanı Bana bırak
(kendini üzme). Biz onları bilmedikleri bir yönden yavaş yavaş azaba
yaklaştırıyoruz"194 âyeti ile Hz.Peygamberi (s.a.v.) tesellî ederek Kur'ân-ı Kerim'i
yalanlayanlardan dolayı üzülmemesini, haddi zatında onları kıyamet günü
azabına sevk ettiğini, o gün herkesin cezasını bulacağını belirtir.

192 Berzenci, a.g.e., s. 164-165.


193 İbn, Mace, Fiten, 34.
194 Kalem, 68/44.

47
"Yaklaşan yaklaştı, onu (vaktini) Allah'dan başka açığa çıkaracak
yoktur".195

Kıyametin isimlerinden birisi olan "âzife", kâinatın ecelinin yaklaştığını


vurgulayarak takip edecek ba's, hesap, cennet, cehennem gibi durumlara
hazırlıklı olunmasını ister.

"(Kıyamet) saati yaklaştı, ay yarıldı"196 ve "İnsanların hesaba çekilecekleri


(gün) yaklaştı. Hal böyle iken, onlar gaflet içinde yüz çevirdiler"197 âyetlerinde
kıyametin yaklaşmakta olduğu açık bir şekilde vurgulanmaktadır.

Hz. Peygamber (s.a.v.)'in gönderilmesi ve irtihali de kıyametin


yaklaştığının işareti sayılmıştır.

2. Kıyametin Ertelenmeyeceği

Kıyamet ertelenemeyecek, yaratıklar, onu başlarından savmaya ve


ertelemeye güç yetiremeyeceklerdir.

Kur'ân'da bu gerçek; "Nuh şöyle dedi: Ey kavmim! Şüpheniz olmasın ki


ben sizi, "Allah'a kulluk edin, O'na karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin ki,
Allah bir takım günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir vadeye kadar tehir etsin"
diyerek apaçık uyaran bir kimseyim. Bilinmeli ki Allah'ın tayin ettiği vâde
gelince, artık o ertelenmez, keşke bilseydiniz"198 ayeti ile anlatılmaktadır.

3. Kıyametin Kesinliği

Kur'ân-ı Kerim'in kıyamet saati ile ilgili vermiş olduğu bilgilerde dikkat
çeken bir diğer özellik, kıyamet saatinin vukûunun kesinliğidir. Bu konuda
Kur'ân-ı Kerîm'de;

195 Necm, 53/57.


196 Kamer, 75/1.
197 Enbiyâ, 21/l.
198 Nûh, 71/2-4.

48
"Kıyamet günü mutlaka gelecektir, bunda hiç şüphe yoktur. Fakat
insanların çoğu buna inanmazlar"199 buyurulur.

Kıyamet vaktinin geleceğinde şüphe yoktur. Ve Allah kabirlerdeki


kimseleri diriltip kaldıracaktır. İnsanlardan bazısı, bir bilgisi ve (vahye dayanan)
aydınlatıcı bir kitabı olmadığı halde, sırf Allah yolundan saptırmak için yanını
eğip bükerek (kibir ve azamet içinde) Allah hakkında tartışmaya kalkacaktır.
Allah onun için dünyada bir rezillik olduğunu, kıyamet gününde ise ona yakıcı
azabı tattıracağını200 haber vermektedir.

"İnkarcılar: Kıyamet bize gelmeyecek, dediler. De ki: Hayır! Gaybı bilen


Rabbim hakkı için o, mutlaka size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre miktarı bir
şey bile ondan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyüğü de şüphesiz,
apaçık kitaptadır (yazılıdır)"201 buyurulmaktadır.

4. Kıyametin Vaktinin Gizliliği

İnsanlar yaşadıkları süre içinde devamlı bir imtihan içinde


bulunmaktadırlar. Varlığında, vukuunda şüphe olmayan kıyamet vakti de
insanların tabi tutuldukları imtihanların büyüklerinden birisidir. Kıyameti
imtihanların büyüklerinden kılan önemli özelliği ise vaktinin bilinmeyişi ve gizli
oluşudur.

Kıyametin bilgisi Allah'a aittir. O'ndan başka hiçbir varlık bu bilgiye sahip
değildir. Bu konuda nass'larda ittifak vardır. Her şeyi ilm-i ezelîsi ile bilen Allah
Teâlâ O'nun bilgisinin dışında hiçbir şeyin gerçekleşemeyeceğini, hatta bir
çekirdeğin dahi kabuğunu yarıp çıkamayacağı, dişi bir devenin gebe kalıp
doğuramayacağı202, yağmuru O'nun yağdırdığı, rahimlerde olanı bildiği, hiç
kimse yarın ne kazanıp nerede ne zaman öleceğini bilmediği, bunlara ilaveten
bilinmeyenlerin en büyüğü olan kıyamet anının bilgisinin sadece Allah katında

199 Mü'min, 40/59.


200 Hacc, 22/7-9.
201 Sebe', 34/3.
202 Fussilet, 41/47.

49
olduğunu203, bu bilginin istisnası olmadığı, Hz. Peygamber’in de bu bilgiden
mahrum olduğu204 Kur'ânî gerçeklerdir.

Cibril Hadîsi olarak meşhur olan hadiste, kıyamet vakti hakkında sorulan
soruya Hz.Peygamber'in verdiği cevap çok manidardır:

Bir zât, "Kıyamet ne zaman?" dedi. Resûlullah, "Bu meselede sorulan


sorandan daha âlim değildir (Şu kadar var ki kıyametten evvel zuhur edecek)
alâmetlerini sana haber vereceğim. Ne zaman ki satılmış cariye sahibini doğurur,
kim oldukları belirsiz deve çobanları yüksek bina kurmakta birbiriyle yarışa
çıkarsa kıyametin alâmetleri görülmüş olur. (Kıyametin vakti) Allah'tan başka
kimsenin bilmediği beş şeyden biridir", buyurdu. Sonra, "O saatin ilmi şüphesiz
Allah'ın nezdindedir. Yağmuru (mukadder olan vakitte ve yerde) O indirir.
Rahimlerde olanı bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse
hangi yerde öleceğini bilmez. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, her şeyden
haberdardır"205 âyetini okudu.

Kıyamet saatinin vakti konusunda Hz. Peygamber’in diğer insanlardan,


hatta büyük meleklerden farklı bir bilgiye sahip olmadığı görülüyor. Biz
biliyoruz ki peygamberler yalan söylemezler. Onlar günahsızdırlar. Günah
işlemekten masumdurlar, korunmuşlardır. Kıyametin vaktini Rasûlullah (s.a.v.)
bilmediğini ikrar etmiştir. Ayetlerde de o vaktin bilgisinin, sadece Allah'ın ilmine
ait bulunduğu belirtilmiştir.

5. Kıyametin Aniden Vukuu

Kıyametin alâmetlerinin belirdiği bugün için tedbir alınmasının gerekliliği


ve gelip çattıktan sonra ibret almanın bir şey ifade etmeyeceği206, bugünün
azamet ve dehşetinden Müslümanların korku ve ızdırap duymayacağı207,

203 Lokman, 31/34; Zuhrûf, 43/85.


204 Ahzâb, 33/63.
205 Nevevi, a.g.e., c.1, s.298.; Lokman, 31/34.
206 Muhammed, 47/18.
207 Zuhrûf, 43/65-69.

50
kıyametin kopuşunun göz açıp kapatma süresi veya ondan daha az bir sürede
gerçekleşeceği208, kıyametin bu aniden gelişi karşısında ona inanmayanların
şaşırıp kalacakları, reddetmeye veya ondan kurtulmaya, onu ertelemeye güç
yetiremeyecekleri belirtilir.209

6. Kıyametin Dehşeti

Dünyanın ölümü şeklinde adlandırdığımız kıyamet anının, bir takım


kozmik bozukluklar sonucu meydana geleceği ve bu durumun çok korkunç, çok
dehşetli bir olay olacağı, insanların bu olaylara şahit olduklarında başlarına
gelecek feci durumları Kur’âni ifade ile şöyle sıralanır:

"Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü kıyamet vaktinin depremi


müthiş bir şeydir! Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiği çocuğu
unutur, her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş bir halde görürsün.
Oysa onlar sarhoş değillerdir; fakat Allah'ın azabı çok dehşetlidir."210

208 Nahl, 16/77.


209 Enbiyâ, 21/40.
210 Hacc, 22/47.

51
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

KU’RAN’DA AHİRETİN GEREKLİLİĞİ

A. ÖLÜM VE KAPSAMI

İslam inancına göre ölüm olgusu, dünya ve ahiret olmak üzere iki
aşamadan ibaret olan hayat sürecinin ilkinin sona ermesi ve ikincisinin
başlamasına geçişi sağlayan bireysel tecrübedir Ahiret hayatına geçişin kapısı
niteliğindeki ölüm, ahiret kavramının ayrılmaz bir parçasıdır. Hayatın sürekliliği
içerisinde tekrarlanan yaşam ve ölüm olayının var kılınışının dinî anlamı “ kimin
daha iyi iş ve davranışlarda bulunacağının denenmesi”211 olarak Kuran’da
zikredilmiştir. Kendimizi, dünyayı ve davranışlarımızı anlamlandırma
bakımından ahiret düşüncesi çok önemli bir bakış açısı sunmaktadır. Ahiret
düşüncesi insana bu dünyada bir amaç ve hayat için bir anlam sunmaktadır.
Ahiret yüksek/yüce değerleri temsil eder. Başka bir ifadeyle, dünya, hayatın salt
maddi yönünü, sırf dünyevi kazanımları ve geçici tatminleri ifade ederken, ahiret
bu hayatın öbür tarafına, yani hayatın daha yüce ve ahlaki değerlerine, sonsuza
değin sürecek olan huzur ve tatmine işaret eder. Bu yüce değerler, daha alt
seviyedeki değerlerin kendisi için var olduğu ve peşinden gidilmesi gereken
gayedir.Dünya zaman açısından “hemen, şimdi” ve “az değerli”; ahiret ise
“henüz gelmeyen ve “yüce bir değere sahip olan” dır.212

“Dünyevilik”, insanın en büyük zaaflarından birisidir. Bütün çabalarını


sırf maddi hayatın içine gömen, hemen gelene itibar edip, sonra gelecek olanı
terk eden213, kısa vadeli bir düşünce ve anlayış içerisinde hayatını tüketen
insanlar gerçekte kendilerini kandırma ve avutmadan başka bir şey
211 Mülk, 67/2.
212 Hökelekli, Hayati, “Dini Hayatın Bütünlüğü Açısından Ahiret İnancının Psikolojik Temelleri”(bildiri), Kelam Anabilim
Dalı XII. Koordinasyon Toplantısı ve İslâm'da Ahiret İnancı Sempozyumu, Sivas, 2007., s. 7.
213 Kıyâmet, 75/20-21.; A’la, 87/16-17.

52
yapmamaktadırlar. Eğer insan davranışları, ölüm sonrasını da hesaba katan bu
uzun vadeli bakış açısına yerleştirilirse, çoğunun anlam ve değerden yoksun
olduğu görülür. Eğer bir insan, ölüm sonrasını da içine alan uzun vadeli bir bakış
açısı geliştirebilirse, zihnini ve dikkatini hayatın yüksek gaye ve hedeflerine
yöneltir ve içinde bulunduğu durumun anlık ve kısa vadeli beklentilerine dalmaz.
Çünkü dünyevilik insanı dar görüşlü yapar ve gerçek hedefleri unutturur. Ahiret
olmaksızın insan “anlık yaşama” durumuna düşer ve sedece “dar görüşlü”olarak
kalmayıp aynı zamanda “hayvanlar gibi”olur. Ahiret inancının anlamı, “dünyaya
dalma” denilen dar ve başıboş hayat görüşlerinin tam tersine, görülmeyeni,
gelecek olanı, ileride karşılaşılacak olan tehlikeleri devamlı zihinde tutarak
insanın kendini çözülüp dağılmaktan kurtarmasıdır.214

Ölüm tüm canlıların ortak kaderidir. Yaratılmış olmak, doğmak; ölmeyi de


beraberinde getirmektedir. Canlıların ortak özelliklerinden biri de ölümdür.
Canlılar doğarlar, büyürler, çoğalırlar ve ölürler. Bunlar canlıların ortak kaderidir.

Dünyada tüm insanların müşahedesine açık en önemli iki olaydır doğum


ve ölüm. Ölümün kaçınılmazlığı evrensel ve önü alınamayan bir gerçek olduğuna
göre215 ona verilecek anlamın, kişinin bireysel ve toplumsal hayatında çok
önemli yönlendirici etkiler meydana getireceği muhakkaktır. Fakat ölüm
psikolojik olarak kabul edilmesi çok zor bir gerçektir. Çünkü insan, kendi yok
oluşunu ve tükenişini düşünmek bile istememekte, geçmişteki anıları ve
gelecekle ilgili ümitleriyle yaşamaktadır. Bu yüzden ilk nazarda ölüm insana tabii
bir olay gibi görünse de, herkes böyle bir gerçek karşısında kendisini kolayca
boyun eğmeye hazır hissetmemektedir. Freud’un ifadesiyle, “kimse kendisinin
öleceğine inanmaz” veya “ bilinçdışında herkes kendi ölümsüzlüğüne inanır”216
ve bu yüzden de hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşarız. İnsan için ölüm ne kadar tabii
ise o kadar da musibet olarak gözükmektedir. Bu noktada psikolojik bir çelişki

214 Çiftçi, Adil, Fazlur Rahman ile İslamı Yeniden Düşünmek, Kitabiyât yay., Ankara, 2000., s. 213-216.
215 Âl-i İmran, 3/185.
216 Sigmund Freud, “Ölüme Yönelik Tutumumuz”, Uygarlık, Din ve Toplum, Terc. Selçuk Budak, Öteki Yayınevi Ankara
1995, s.75.

53
yaşanmaktadır; aynı anda hem ölümün varlığı kabullenilmekte fakat hem de
ondan kurtulmak istenmektedir.

İnsanlığın en büyük meşguliyetlerinden birisi ölüme çare aramak,


ölümsüzlüğe ulaşmak olmuştur. Bu araştırma, insanoğlunu kıyamete kadar
meşgul etmeye devam edecektir. Fakat buna çare bulma imkânı yoktur. Bu
gerçek, Kur'ân-ı Kerim'de; "De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak
sizi bulacaktır. Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'a döndürüleceksiniz
de, O, size bütün yaptıklarınızı haber verecektir"217 şeklinde bildirilmektedir.

Ayetteki ilâhî hüküm, kesin ve herkese şamildir. Ayetin verdiği


mesajlardan birisi de ölümün insan için sevimli bir olay olmadığı ve insanların
kendilerine sevimsiz gelen bu olaydan kaçtıklarıdır. Allah (c.c.) meâlen bir
âyette; "Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacak, ancak azamet ve ikram sahibi
Rabbinin zâtı baki kalacak"218 buyurur. Bu âyetin mesajı, ölümsüz olanın sadece
Allah (c.c.) olduğudur. Zîra O'nun dışında tüm varlıklar ölümü tadacaklardır.
"Her nefis ölümü tadacaktır"219 âyetinde geçen, "her nefis", her şeyi içine
almaktadır. Tüm canlı mahlûkat bir gün muhakkak öleceklerdir.

"Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler"220 buyrularak Peygamber


(s.av.)'in de diğer tüm peygamberler gibi öleceği kendisine bildirilmiştir.

Ölüm hakikatini Kur'ân-ı Kerim, inananların zihnine kazımıştır: "Sonra


muhakkak siz bunun ardından elbette öleceksiniz... Sonra da şüphesiz sizler
kıyamet gününde tekrar diriltileceksiniz"221, "Her canlı ölümü tadar, bir deneme
olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. Ve siz ancak Bize
döndürüleceksiniz"222.

217 Cum'a, 62/8.


218 Rahmân, 55/26-27.
219 Ankebût, 29/57.
220 Zümer, 39/30.
221 Mü'minûn, 23/15-16.
222 Enbiyâ, 21/35.

54
Mü'minler, ölüm gerçeğini kabullenerek, Rab’lerinden kendilerini
Müslüman olarak öldürmesini dilerler223.

Ölümden kaçış yoktur, ölüm insanları nerede olsalar, nereye saklansalar


bulur224.

Ölüm Allah'ın bir takdiri olup öldüren Allah'tır225. Her nefis ölümü
tadacaktır226, bundan hiç kimse istisna tutulmayacaktır227. Bununla birlikte ölüm,
bilinmeyenler grubunda yer alır. Herkes ölecektir, fakat hiç kimse nerede ve ne
zaman öleceğini bilemez228.

Dünyada hepimize er veya geç gelecek olan ölüm kadar kat'î bir hakikat
yoktur. Hatta ölüm her günün bir yarını, her gecenin bir gündüzü ve her yazın bir
kışı olmasından daha kat'îdir. "Şüphesiz her canlı ölümü tadacaktır229. Her gün
aramızdan ayrılanlar da buna şahitlik etmektedir.

Eğer ölüm yok olup gitmek olsaydı, o zaman yapılacak bir şey kalmazdı.
İnsanlar aslandan kaçar gibi ölümden korkar kaçarlar, ama ne kadar kaçsalar da
yine bir gün ölüm onları yakalar, korktukları başlarına gelirdi. İnsan yok
olmaktan korktuğuna, yok olmayı istemediğine ve ölüp gitmekle yok
olmayacağına, sadece bir dünyadan diğerine göçeceğine göre... Bu noktada
ölüme ve ölümden sonraki hayata hazırlık ihtiyacı kendisini hissettirmektedir.
Çünkü insan daima yarınına hazırlık arzusundadır. Ölüm sonrasını hatırlatan en
etkili olay ölümün kendisi olduğu için, ölümü sık sık hatırlama teşvik edilmiştir.
Ölümü çokça anmayı emir ve tavsiye etmekle Rasûlullah (sav) bu konuda

223 Yusuf, 12/101; Arâf, 7/126; Âl-i İmrân, 3/193.


224 Nisâ, 4/78.
225 Bakara, 2/28-258; Âl-i İmrân, 3/27-156; En'âm, 6/2-95; A'râf, 7/158; Tevbe, 9/116; Yûnus,
10/31-58; Hicr, 15/23; Nahl, 16/70; Hacc, 22/66: Mü'nıinûn, 23/80; Rûm, 30/19-27-40;
Mü'min, 40/68; Duhân, 44/8; Câsiye, 45/26; Kâf, 50/43; Necm, 53/44; Vâkıa, 56/60; Hadid,
57/2.
226 Âl-i İmrân, 3/185; İsrâ, 17/99; Enbiyâ, 21/34-35; Mü'minûn, 23/15; Ankebût, 29/57;
Rahnıân, 53/26-27.
227 Bakara, 2/243; Âl-i İmrân, 3/145-154; Nisâ, 4/78; Kâf, 50/19.
228 Lokman 31/34.
229 Âl-i İmrân, 3/185.

55
ümmetine gerekli ikazları yapmış ve onlara "Lezzetleri yok edici olanı, yâni
ölümü çok hatırlayın"230 buyurmuş mü'minlerin en akıllısının ölümü çok anan ve
ölüm sonrası için hazırlık yapan kişi olduğunu ifade etmiştir"231. İslâm'da ölümü
hatırlamak ve ölümden sonrasını düşünmek, mü'mine dünya hayatını zindan
etmek için değil dünyasını mamur etmesi ve âhiretine de hazırlıklı olarak
yaşaması için tavsiye edilmiştir. Kış mevsimi için gerekli hazırlıklarını
tamamlayan kişi için kışın gelmesi kendisini korkutmadığı gibi âhiret hazırlığı
tam olanı da ölümün gelişi korkutmaz.

İnsanların ölümden korkmalarının sebebi, ölümden sonraki hayatı


hakkıyla bilip ona hazır olmayışlarıdır. Onların bu durumu şimşeğin çakışından
sonra gök gürültüsünden korkmaya benzer. Aslında insana zararı dokunan
şimşeğin çakışındaki elektriklenme (yıldırım) olduğu halde insan ondan değil
zararsız gök gürültüsünden korkar. Aynı şekilde ölüm, ölümden korkan için
ölümden sonrası kadar korkulacak bir şey değildir. İnsanın fazilet derecesi ve
takvası arttığı nispette ölüm korkusu azalır. Emevî halifesi Süleyman b.
Abdilmelik'in (ö. 99-717): "Ölümden niçin korkuyoruz?" şeklindeki sorusuna
tabiinden Seleme b. Dinar el-Mahzûmî: "Dünyayı îmar ederken âhireti harabe
haline getirdiniz. Ma'mûreden harabeye gitmek elbette sizi tiksindirecektir."232
diye cevap vermiştir. O, bununla ölümden korkmanın gerçek sebebinin ölüme
hazırlıksız olma olduğunu belirtmiştir.

Ölümü sık hatırlama insana günahlarından hemen tevbe etme, rızkında


kanaat etme, kulluğunda, ibadetlerinde, ihlaslı, istekli ve samimi davranma gibi
faydalar sağlar. Ölümü unutmanın şu üç felaketi beraberinden getireceği
bildirilmektedir:

a. Daha vakit çok var, gençsin deyip tevbeyi ertelemek,

230 Nevevi, Muhyiddin Ebu Zekeriya Yahya Bin Şeref, Riyâzü’s-Sâlihîn, Terc. ve şerh: Yaşar Kandemir, Lütfi Çakan,
Raşit Küçük, Erkam Yayınları, İstanbul, 2001., c.3, s.447.
231 Nevevi, a.g.e, c.3, s.448.
232 Toprak, a.g.e, s.71

56
b. Dünyadaki mal ve evladın imtihan için verildiğini unutup dünyaya aşırı
bağlılık, hırs ve tamahın artması,

c. İbadetlerinde kişiyi tembelliğe sevketmek.

Ölümü hatırlamak emeli kısaltacağı için dünya elemini azaltır. Dünyada


emel ne kadar çoğalırsa elemde o nispette artar. İnsanı Allah'dan uzaklaştırıp
dünyaya daldırır. Halbuki Allah (c.c.) insana "Mal ve evlâtlarla oyalanmamayı,
kendilerine verdiklerinden ölümden önce intak etmelerini aksi halde pişmanlığın
fayda vermeyeceğini bildirir."233

İnananlar ölümün yaklaştığını anladığı an, Allah'ın huzuruna temiz çıkmak


için, dua ve ibadete, tevbe ve pişmanlığa yönelir. Gerçekte her gün, her saat, her
dakika her an azar azar ölüme yaklaşılmakta, sonuçta ölüm herkese îsâbet
etmektedir. Bunun için kişi her an ölümün arefesinde olduğu bilinciyle hareket
etmelidir.

Aslında ölüm, insanın Allah'a kavuşmasıdır. Seven her zaman sevdiğine


kavuşmak ister. Dolayısıyla mü'min sadece sıkıntılı zamanlarında değil bolluk ve
genişlik zamanlarında da ölümü arzu etmesi gerekir. Fakat Rasülullah hiçbir
zaman böyle bir şeyi temenni ve tavsiye etmemiştir. O, başa gelen bir sıkıntıdan
ötürü ölümü temenni etmeyi yasaklamış, ölümü istetecek bir darlıkla karşı
karşıya kalındığında "Allah'ım, benim için yaşamak hayırlı olduğu sürece beni
yaşat, benim için ölüm hayırlı olduğu vakit de beni öldür."234 demeyi tavsiye
etmiştir. Fukaha bu hadise dayanarak ölümü temennî etmenin mekruh olduğunu
beyân etmektedir.235

Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Yûsuf un (a.s.), "Allah'ım, beni Müslüman olarak


öldür ve Salihlere kat"236 diye dua edişi ve Hz. Meryem'in Hz. İsa'yı dünyaya
getireceği zaman kavmi tarafından durumunun anlayışla karşılanmayacağını

233 Münafikûn, 63/9-10.


234 Abdülbâki, a.g.e, s.716.
235 Toprak, a.g.e., s. 63.
236 Yusuf, 12/101.

57
bildiğinden "Ah ne olaydı, keşke bundan önce öleydim de unutulmuş gitmiş
olaydım"237 deyişini Müslümanın, dîninden bir şey kaybetmekten korktuğu an
ölümü temennî etmesinin mekruh olmayacağına delil olarak ileri sürülür.238

İnsan, ölümü bir yok oluş şeklinde değil de bir başka yaşam alanına geçiş
olarak değerlendirirse, bu yaşam alanıyla ilgili bilgilenme çabaları son derece
önem kazanacaktır. Peygamberlerin en önemli görevi, her insanın belli ölçüde
taşıdığı gelecek hayat beklentisinin kesin bir gerçek olduğunu bildirmek,
dünyadan sonra yaşanacak hayata dair bilgiler vermektir. Nitekim Kur’an,
peygamberlerin uyarı görevlerinin ahiretle ilgili olduğunu açık ifadelerle ortaya
koymuştur.239

B.AHİRET GERÇEĞİ

1. Ahiret İnancının Gerekliliği

İnsanlar zekâ, kabiliyet, sağlık vb. durumlar itibarıyla dünya hayatında eşit
değildirler. Fakirlik, ihtiyaçlar ve acılar içinde ölenler olduğu gibi zenginlik
zevkleri ve nimetleri içinde hayata gözlerini kapayanlar da vardır. Şayet fakir
kötü, zengin iyi bir insan idiyse adalet yerini bulmuş denebilir; fakat durum tam
aksiyse ömrünü acılar içinde geçiren dürüst ama fakir insanın mükâfat göreceği
ikinci bir hayat gereklidir.

Ahiret varlığını zorunlu kılan başka sebeplerde vardır. Hakikat ve kemâl


anlayışlarını bunlardan saymak mümkündür. Hakikatin bütün açıklığıyla ortaya
çıkacağı ve herkes tarafından anlaşılıp benimseneceği bir gün olmalıdır. Öbür
taraftan insan diğer varlıkların aksine kemâlini kendi gayretiyle (kesbî olarak)
elde eder. Bilgi veya marifet ile ede edilecek bu kemâl ölünceye kadar bedenin
çeşitli fonksiyonlarıyla gerçekleşir. Bu fonksiyonlar bitince kemâle erme son
noktasına ulaşır ve çekilen bunca zahmetin karşılığını görme, yâni ruhun manevî
hazları tatma dönemi başlar. Bu da ancak ölümden sonra gerçekleşecek bir

237 Meryem, 19/23.


238 Toprak, a.g.e., s. 63.
239 Ğafir, 40/15.

58
husustur. Ruhu bu lezzetten mahrum bırakmak ne kemâl ne de adalet prensibiyle
bağdaşır.

İslâm akaidinin üç esasından (Allah, Peygamber, Ahiret) birini teşkil eden


âhiret inancı her şeyden önce insanda sorumluluk duygusu meydana getirmekte
ve bu yönüyle hem hukukî hem de ahlâkî müeyyide olmaktadır. Dünya hayatında
insanın zorluklarla haksızlıklarla mücadele ettiği halde bunları ortadan
kaldıramadığı, neticede elem ve acı çektiği bir gerçektir. Mutlak adaletin tecellî
edeceği, iyiliğin mükâfatlandırılması için bütün engellerin ortadan kalkacağı
ebediyet âleminin varlığına inanmak, insan için büyük bir teselli kaynağı ve
yaşama sevincidir.

Kıyamet ve âhiretin gerçekliği konusu insanın psikolojik yapısında ve dış


dünyada bulunan bunca delile rağmen yinede inkâr edilebilmektedir. Kur'ân-ı
Kerim inkâr sebeplerinin başında dünya sevgisini zikreder. Ahiret nîmetleri
yanında son derece değersiz olan dünya nîmetlerinin hemen ele geçirilebilir
olması onları cazip hale getirmiştir. Bu cazibeye kapılan gönüller geçici olanı
ebedî olana tercih ederler. Genelde servet ve mevki sahibi insanlar hayatın çekici
görünümüne aldanır, servet ve nüfuzlarına güvenerek mağrur olabilirler. Hatta bu
anlayış onlarda bir inanç haline dönüşebilir.240 Halbuki onların bu davranışı selim
yaratılışlarına ters düşmektedir. Âhirete inanmayanların inanmamaları için tatmin
edici hiçbir delillerinin bulunmadığı, bu iddialarının bir kuruntudan ibaret olduğu
"Onların bu konuda hiçbir bilgisi yoktur. Sadece zan ve kuruntuya dayanırlar,
halbuki zan gerçek karşısında hiçbir şey ifade etmez. Bizi anmaktan yüz çeviren
ve dünya hayatından başkasını arzu etmeyen kimselere önem verme! Onların
ilim adına varabildikleri son nokta işte bundan ibarettir."241 âyetiyle ifade
edilmektedir.

Birçok âyette Allah'a îmanla âhirete îman beraber zikredildiği gibi âhireti
inkâr edenlerin Allah'ı da inkâr durumuna düştükleri ifâde edilir.242 Çünkü

240 Mü'minûn, 23/33-38; Neml 27/1-5; Câsiye 45/34-35.


241 Necm, 53/28-30.
242 Nisâ, 4/38; Ra'd, 13/5.

59
sorguya çekileceği ve dünyada yaptıklarının karşılığını göreceği ikinci bir hayata
inanmayan bir kimsenin tanrının varlığını kabul edişi felsefî bir kanaatten öteye
geçmez. Felsefî kanaatler kalbin değil fikrin ürünleridir ve kişinin davranışlarına
yön verme gücünden genellikle yoksundur. Emir altına girmek, davranışlarını
insanüstü âlemden gelen prensiplere göre düzenlemek ve ileriki bir hayat
programı çerçevesinde sorumluluk almak istemeyen insanlar, âhiret gerçeğini
inkâr ederler. Hatta buna engel olacak vicdanlarının sesini bile kesmeye çalışırlar.

Kur'ân âhireti inkâr eden bazı tipleri de kibirli ve katı yürekli olarak tasvîr
eder. Maddî hazlara düşkün ve bayağı arzularını tatmin için kalbini karartan,
kibirli mütecaviz, merhametsiz, yetimi itip kakan, fakire yardımcı olmadığı gibi
başkaları nezdinde de bu konu için gayret göstermeyen kimse din gününü (yâni
âhireti) inkâr eder.243 Kısa bir dünya hayatından sonra ölümle her şeyin son
bulduğunu iddia etmek insan ruhunu sonu belirsiz bunalımlara sürükler. Düşünen
beyin ve hisseden gönüllerin bunu kabullenmesi kolay değildir.244

Yaşama arzusu fıtrî ve tabiidir. Bu arzu çok değişik şekillerde tezahür


edebilmektedir. Biyolojik ölümsüzlüğün imkânsızlığını gören bir baba oğlu için
"tıpkı babası" şeklindeki benzetmeden haz almakta, hayatının belli ölçüde de olsa
bir başka canlıda devam ettiğini görerek teselli bulmakta ve fâniliğini
unutabilmektedir. Ölümsüzlük adına duyduğumuz bir başka özlem de sosyal
ölümsüzlüktür. İnsanlar genellikle eserleriyle başkalarının iyilik ve mutluluğuna
katkıda bulunmak ve "geride bir şeyler bırakmak" isterler. Bıraktıkları eserler
kendilerinden sonra yaşamaya devam eder. "Büyük adamlar ölmez" sözüyle
sosyal ölümsüzlük anlatılmak istenmektedir. Ölümsüzlük meselesi ahlâkî, felsefî
ve ilmî açıdan inceleme konusu olmuş, sonuçta olum, kıyamet ve âhiretin
gerekliliği vurgulanmıştır.245

İslâm inancı taşın, toprağın, ağacın ölümsüz değil, insanın ölümsüzlüğünü,


yâni ölümden sonra başka bir âlemde yaşayacağını belirtir. Allah kullarını ayrı

243 Nahl, 16/22; Müddessir; 74/43-47; Mutaffifin, 83/10-14; Mâûn, 107/1-3.


244 Paçacı, a.g.e, s. 85.
245 Aydın, Mehmet S., Din Felsefesi, Selçuk Yay., 3. Baskı, İstanbul, 1992., s. 228-259.

60
ayrı hepsini sevdiğine göre sevgisini kişiliklerimizi koruyarak göstermesi âhirette
ebedî yaşatması akla uygun düşmektedir.246

İslâm inancında âhiret karar günüdür. O gün birşeyi değiştirmek, yeni bir
davranış tarzı seçmek ya da hatalarını düzeltmek için hiçbir kimseye fırsat
verilmeyecektir. Çünkü bu durumlar için sadece bu dünyada ve bir defaya
mahsus olarak fırsat verilir. O halde burada verilen şu hayat, insanın
çalışabileceği, kazanabileceği veya sonuçta hayırlı meyveler verecek olan
tohumları ekebileceği tek hayattır. Zîra Kur'ân "yeniden dünyaya gelme" ve
"ruhun beden değiştirmesi" gibi fikirleri kabul etmez. Ahiret ekim yeri değil
harman yeridir. Yâni ürün alma yeridir. Bunun için orada ya ebedî bir saadet,
veya başarısızlık ve mutsuzluk vardır. Yahut da orada ya cennet veya cehennem
vardır.247

İnsanın dünyada yaptıklarının karşılığını görebilmek için ölümü kıyameti


ve ölümden sonra hesaba çekilmeyi, hesabın neticesine göre ceza veya mükâfat
görmeyi, yâni âhiret hayatının Allah’ın varlığını kabullenmenin doğal neticesi
olarak görebiliriz.

Ahirete iman, insan davranışları için bir yön ve hedef belirler. İnsan ancak
nereden geldiği ve sonuçta nereye gideceğinin bilgisine sahip olduğu ölçüde
kendisine bir gaye ve hedef belirleyebilir. Ahiret inancı, henüz ulaşılmamış,
ancak ulaşılmak istenen yüce amaçlara işaret ederek, insanı bu amaçlar üzerinde
düşünmeye ve onları gerçekleştirme yolunda etkin olmaya yönlendirir. Dünya
hayatını aşan, ölüm sonrasına yönelik hedefler göstererek, kişide güçlü bir
amaçlılık duygusu yaratır ki, sağlam bir kimlik duygusunun gelişimi açısından bu
son derece önemlidir. Ahiret inancının verdiği böyle bir amaçlılık duygu ve
düşüncesinden uzak çoğu insanlar için hayat “boş ve anlamsız” dır. “İnsan
yaşamının amacı ve anlamı” sorusu sayısız kere sorulmuş ama hiçbir zaman
doyurucu bir cevap alınamamıştır. Bazıları ölümü hayatta kazanılan her türlü
başarıya son noktayı koyan bir felâket olarak görmüşlerdir: “Mademki ölüm
246 Aydın, a.g.e, s. 228-259.
247 Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur'ân, Terc: Alparslan Açıkgenç, Ankara Okulu Yay., Ankara, 1998., s. 183-185.

61
vardır, o halde hiçbir şeyin nihai noktada bir anlam ve değeri yoktur” diyenlerin
sayısı tarih boyunca az olmamıştır.248 Aşkın olana yer vermeyen, kendi üzerine
dönüşümlü ve kendi içine kapalı bir düşünce tarzı ile bu sorunu aşma imkânı
olmadığı pek çok kez görülmüştür. Dolayısıyla bu dünyanın yaşamaya değer olup
olmadığı sorusu, dinin dışında çok tartışmalı bir konu olarak hâl0â güncelliğini
korumaktadır. Çağımıza damgasını vuran naturalist-nihilist anlayışlar insanı
büyük bir çıkmaza ve bunalıma sürüklemiştir. Çünkü ölüm ve yaşam karşısında
bir yol göstericiden mahrum olan kimse köksüz ve dayanaksızdır. Aşkın olanla
bağını koparmış bir düşünce ve inanç evreninde, “psikiyatri pratiğinde her gün
artan sayıda insanın “ anlamsızlık” “boşluk” duygularından yakınmalarının249
sebebi budur. Bu soruya yalnızca dinin cevap verebildiğini, en katı din
muhalifleri bile itiraf etmek zorunda kalmışlardır.250 Hayatına anlam bulamayan
kimselerin içine düştükleri “depresyon” hali, ölümle sonuçlanan intihar
girişimlerinin büyük bir bölümünü oluşturmaktadır.251

Dünya hayatı eksiklik ve sınırlılıklarla doludur; bu haliyle yaşam insan


için tatmin edici olmaktan uzaktır. Bu dünya içinde arzulanan hedefler olumsuz
bir tecrübe ile gerçekleşme imkânı bulamayabilir ya da arzulanan doğrultu ve
düzeyde sonuçlanmayabilir. Daha da önemlisi, ölüm her şeyi alıp götürebilir. Bu
yüzden dünya hayatı başlı başına bir amaç ya da hedef olmaktan uzaktır. Bunun
bilincinde olan insan, kalıcı amaçlara ihtiyaç duyar. İşte ahiret inancı insana
dünya ötesi kalıcı hedefler göstermek suretiyle, dünya hayatını da bu amaçlara
ulaşmada bir vasıta kılarak, anlamlı hale getirmektedir.252

Ölüm gerçeği insan tabiatı tarafından çok zor kabullenilen bir durumdur
ve inananlar için en büyük kesinlik olan yeniden diriliş inancı bu kabulü
kolaylaştıran bir niteliğe sahiptir. Ahiret bilincinin zayıfladığı seküler kültürde

248 Aydın, a.g.e, s. 184.


249 Tura, Saffet Murat, Şeyh ve Arzu, Metis Yayınları, İstanbul 2002, s.154-156.
250 Sigmund Freud, a.g.e., s.259.
251 Köknel, Özcan, Kimliğini Arayan Gençliğimiz, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul 2001., s.354.
252 Hökelekli, a.g.b., s. 7-8.

62
ortamlarında ölümün doğurduğu kaygı ve korku ancak ölümü bir anlamda
sistematik baskı altına alma ve kişilerin dikkat alanından uzaklaştırmakla ortadan
kaldırılmaya çalışılmaktadır. Ölümsüzlük isteği, sonsuza kadar kesintisiz yaşama
arzusu insan tabiatının en derin özlemlerinden birisidir. Öyle ki, yeniden dirilişli
öngören bir ahiret inancına sahip olmayan kişiler bile bir tür ölümsüzlük
düşüncesi ve ümidi ile hayata bağlı kalmaktadır. Fakat insanın varoluşsal
kimliğinin ve bilinçli benliğinin devamı ancak dini görüş içerisinde kendi
garantisini bulabilmektedir. Ölümden sonra yeniden diriliş ve sonsuz bir hayat
vadeden dini öğreti inanan insanlar için ölümsüzlük arzularına bir yanıt, ölümle
ilgili belirsizlikler için bir açıklama ve aydınlanma anlamına gelmektedir.

Hayat ölümle, ölüm de ahiret düşüncesiyle anlam kazanmaktadır. Ölüm


ötesi bir bakış açısına sahip olmayan kimselerin yaşadıkları boşluk ve
anlamsızlık duygusu, tutarlı ve sürekli bir kimlik kazanımını imkânsız duruma
sokmakta, huzursuzluk ve stres dolu bir hayata, kendinden kaçış ya da kendini
yok edici tekniklere mahkûm etmektedir. Ölümü ve sonrasını da içine alan bir
bakış açısı inanan insanları hedefleri ve görevleri belli bir yaşam tarzına sahip
kılmakla, hayatla barışık ve uyumlu hale getirmektedir.

Ahiret inancı; hastalık, bir yakının ölümü, doğal felaketler, sakatlık,


yaşlılık gibi dramatik olayların yol açtığı acı ve sıkıntılarla başa çıkmada güçlü
bir telafi ve teselli vasıtası olarak işlev görmektedir. Küçük ya da büyük her iş ve
davranışının hesabını kıyamet günü Allah’ın huzurunda vereceği bilgi ve
inancına sahip kimse üzerinde bunun etkisi, davranışlarını içsel bir kontrole tabi
tutma ve derin bir sorumluluk duygusu içerisinde hareket etme şeklindedir. Bu
dünyada gerçekleşmesi imkânsız gözüken mutlak adaletin öteki dünyada yerini
bulacağına dair inanç, hayatı katlanılır kılmakta, insanın erdemli olma
çabalarının boşa çıkmayacağı ümidini canlı tutmaktadır. Bu dünyada yaşanan
bütün farklılıkların, ihtilafların anlam ve gerçeğinin ortaya çıkacağı, tüm
hakikatin eksiksiz anlaşılacağı bir günün beklenmesi, kişilerarası ilişkilerde
tahammül ve hoşgörüye önemli bir dayanak oluşturmaktadır. İnsan mutluluğun
peşindedir fakat bu gerçeklik dünyası bunun için çok yetersiz kalmaktadır. O

63
halde bütün arzuların doyuma ulaştığı, kişinin her dileğinin anında yerine geldiği
bir Cennet fikri, insanı hep peşinden sürüklemeye devam edecektir253

“Kur'an'da: "Sizi boş yere yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi


sandınız?"254 ve "İnsanoğlu kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?"255
buyurarak insanın gayesiz ve boş yere yaratılmadığını bildiren Allah Tealâ:
"Allah'ı nasıl inkâr edersiniz ki, siz ölü idiniz sizi O diriltti, sonra öldürecek,
sonra tekrar (haşr için) diriltecek ve sonunda O'na döneceksiniz."256 buyurarak da
insanın hayat yolunu çizmiştir.

Buna göre, kendisini yaratan ve "Ben insan ve cinleri ancak bana ibadet ve
kulluk etsinler diye yarattım." buyuran Allah'ın buyruğuna kulak veren insan,
"Beni yaratana ne diye kulluk etmeyeyim ki... (yani elbette kulluk etmeliyim)"257
der ve bu gerçeği kavradıktan sonra Allah'ı bırakıp başka şeylere tapanları
görünce de: 'O'nu (Allah'ı) bırakıp da O'ndan başka tanrılar edinir miyim ki, eğer
Rahman olan Allah bana bir zarar vermek isterse o tanrıların şefaati bana fayda
vermez, beni kurtaramazlar. Doğrusu o taktirde apaçık bir sapıklıkta olurum,"258
diyerek kendisinin haklı ve inancının makul olduğunu kanıtlamaya çalışır. Aynı
zamanda sonunda nasıl olsa her şey Allah'a dönecek diyerek âhiret hazırlığı
yapmaya yönelir.259 Âhirete inanmayan, bu inanca sahip olmayan ise hayatının
gayesini tesbit edemediği için huzursuz olur, zulüm ve eziyete kalkışır, nefsinin
her istediğini yerine getirmeye çalışır, dünyayı cennet yapmak isterse de bunu
başaramaz, neticede zillete düşer, hem kendi dünyasını hem de âhiretini perişan
eder.

İnsanın bir diğer özelliği de onun yokluktan hoşlanmayıp ebedilik fikriyle


ve ebedî olma arzusuyla yaratılmış olmasıdır. Dünyada ebedi kalamayacağını

253 Hökelekli, a.g.b., s.15-16.


254 Mü'minûn, 23/115.
255 Kıyâme, 75/36.
256 Bakara, 2/28.
257 Zâriyât, 51/56.
258 Yâsîn, 36/22.
259 Yâsîn, 36/23-24.

64
kavrayan insanı ölüm ve yok olma korkusundan kurtaracak ve ebedî mutluluğu
elde etmeye yöneltecek olan yine âhiret inancıdır.”260

“Ahiret hayatına inanmış olmanın insan hayatı üzerinde çok büyük ve


derin tesirleri vardır. Dünya hayatını gerçek yönüyle tasavvur etmek ancak bu
iman sayesinde mümkün olur. Çünkü insan fıtratına uygun olan İslam Dini'ndeki
ahiret fikri, yalnız ahiret günü için değildir. Dünya ile ahiret birbirine bağlıdır.
Dünya ahire tin tarlası ve ahiret için olduğu gibi, ahiret de dünya için, bu
dünyanın nizam ve düzeni içindir. İnsan ahiretini dünyada kazandığı gibi,
dünyasını da ahirete olan imanı sayesinde ve ölçüsünde düzeltir ve mamur
eder.”261

2.Ahiret İnancının İnsan Hayatına Etkileri

Ahiret’e iman, ölümden sonra tekrar dirilmeye inanmaktır. Ölüm ve


ölümden sonraki gelmesi muhakkak olan hayat ebedîdir. Ne zaman geleceği de
bilinmez. Öyleyse, gelip gelmemesi muhtemel ve hem de sonlu olan bu dünya
hayatı için durmadan hazırlık yapan insanoğlu, ahiret hayatına da gerçekten
inanmışsa mutlaka sonsuz olan ahiret hayatı için daha fazla hazırlık yapacaktır.
Çünkü geleceğine inanmak, o güne hazırlanmayı gerektirir. Allah Teala da
Kur'an-ı Kerim'de : "Ey iman edenler, Allah'tan korkun ve herkes yarın için
önden ne gönderdiğine baksın."262 mealindeki ayet-i kerimede "yarın" la ölümden
sonrasını yani ahireti kasdetmiş ve ahiret hazırlığını tenbih etmiştir.

Öldükten sonra ebedî bir hayata kavuşma inancı insanın ahiret alemindeki
saadetini temin ettiği gibi, ahirette kâinatın yaratıcısı önünde hesap verme
duygusu da cemiyetteki fenalıkları, önleyen biricik amildir. Böyle bir iman in-
sanın kalbinde yerleşir ve insanı daima hayır İşlemeye, serden kaçınmaya, kötü
şeyleri terkederek faziletlerle zinetlenmeye, hak ve adelete uymaya, Allah'dan
korkarak her yerde O'nun koyduğu hududu aşmamağa sevkeder. Çünkü mü'min,

260 Şerafettin Gölcük- Süleyman Toprak, a.g.e., s.442-443.


261 Toprak, a.g.e, s.24.
262 Haşr, 59/18.

65
Allah'ın hududunu aşanları o büyük Cehennem azabının beklediğine263
inanmaktadır.264

Yaşam, sadece Dünya hayatından ibaret değildir. Bu hayatın son bulduğu


ölüm, bir yok oluş değil; yeni ve ebedî bir hayatın başlangıcıdır.

Bilindiği gibi “İnsanları hayvanlardan ayıran en önemli özellik akıldır.”


Aklın aslî görevi ise nefis muhasebesi yapmak, geleceğini düşünmek ve ölümden
sonrası için hazırlanmaktır. Çünkü insan, ölüm gerçeğini ve dolayısıyla ölümden
sonrasını gözardı edemez.

“Ahiret Günü”ne ve bu dünyada yaptığı her şeyin hesabını tek tek


vereceğine inanmayan bir insan, dünya hayatını mânâlandıramaz, yaşama aşkı ve
emelleriyle dolu, canlı ve gayeli bir hayat süremez, irâdesi ve imkânlarını hayra,
iyiliğe, erdeme, fâzilete ve yüce gayelere yönelterek özlemi duyulan bir insanı
olamaz.

Ahiret Gününe ve hesaba çekilme inancı, kişiyi bencillik ve aşırılıklardan


alıkor. Başkalarına daha saygın olmayı sağlar. Her attığı adımın hesabını yapar.
Doğru ve dürüst olur. Haksızlıktan ve haram lokma yemekten sakınır. Bunun
içindir ki, âhiret gününe iman konusu, Kur’an-ı Kerim’de çokça işlenmekte,
varlığı ve oluş şekli, şuurlara yerleştirilmektedir. Ahiret hayatı bütün
ayrıntılarıyla anlatılmakta, Cennet ve nimetleri, Cehennem ve azabı gayet açık
bir şekilde tasvir edilmektedir.

İslam dininin hedefi, insanların dünya ve âhiret saadetini temin etmektir.


Dolayısıyla kâmil insan, Allah’tan hakkıyla korkar. Kimseye kötülük etmez.
Herkese iyilik eder. Adâlete, ilâhî hukuka riâyet eder. Nefsi için sevdiği şeyleri
başkası için de sever. Nefsi için kötü gördüğü şeyleri başkası için de kötü görür.
Allah’a tevekkül ve itimat eder. Azim sahibi olur. Bu güzel hasletlerle içiçe olan

263 Nisa, 4/14.


264 Toprak, a.g.e, s.22-28.

66
kâmil insan, ancak ilâhî dinin gözetimi ve ahirette yaptıklarının hesabını verme
inancı ile mümkündür.

Cemiyetin düzenli ve intizamlı olması; dînin, neslin, canın, aklın ve malın


korunması ile mümkündür.

Bu temel esaslar gözetilmezse, hayat düzeni kökünden sarsılır. İnsanlar


arasında huzursuzluk ve kargaşa başgösterir. İnsanların işlerinde düzensizlik ve
dengesizlik hakim olur; böyle bir toplum hem dünyanın hem de âhiretin
dengesini kaybeder. Ahiret ve dolayısıyla öldükten sonra dirilmeye imanın yer
almadığı bir inanç sistemi ile böylesi dengesizlikler giderilemez. Çünkü ahiret
inancının yer almadığı inanç sistemlerine göre, insanlar öldükten sonra çürür, ot
gibi yok olur, toprağa karışır gider. Ayrıca onlarda haram-helal mefhumu da
yoktur. Cennet, Cehennem, sırat, hesap, kitap gibi değerlerden de
265
mahrumdurlar.

Tüm insanlık için âhiret, kâinatın yıkılışıyla başlayacaktır. Dünyanın


ölümü olarak da nitelendirilebilecek kıyamet vakti, âhirete geçiş noktasında yer
almaktadır. Âhiret hayatı dünya hayatının son bulması ile başlayacaktır.

Kur'ân-ı Kerîm'de kıyamet saatinden bahsedilmesinin asıl gayesi, dünya


hayatının sonlu bir hayat boyutu olduğu altı çizilerek, âhiret hayatının gerçek ve
ebedî hayat olduğunu ortaya koymaktır.

Kur'ân-ı Kerîm'de evreni ebedîymiş gibi algılayan kimselerin


düşüncelerindeki bu inancın yıkılması için, dikkatler evrenin yıkılmasından
sonraki hayat boyutuna çevrilerek bu inancın yerleşmesi için kâinatın yıkılış
sahnelerine sık sık temas edilmiştir.

Dünyanın sonlu olduğu inancı insanın yaşantısında köklü kararlar almasını


temin etmiştir. Kişi; dünyanın, âhiret hayatının hazırlık safhası olduğunu kabul
ederek, yaşantısında ilâhî disipline boyun eğme, emirler doğrultusunda,

265 Ağırman, Cemal “Ahiret İnancının Pratik Hayata Etkileri”, Diyanet Aylık Dergi, Sayı: 153, Yıl: Eylül 2003, s. 25-26.

67
yasaklardan uzak kalarak rahat ve huzurlu bir yaşam ile âhiret yaşantısını
kazançlı hale getirme çabası içinde bulunur. Yaşadığı her dakikanın hesabının
kendisine sorulacağını bilir, hesabını veremeyeceği davranışlardan kaçınır.
Allah'a iltica ederek, O'na boyun bükerek, hatalarından pişmanlık duyarak, tevbe
fırsatından yararlanmayı düşünür. Aynı hatalara bir daha düşmemecesine tevbe
edip, kul hakkından uzak kalmaya çalışır.

Herhangi bir şekilde haksızlığa uğrayan kişilerin uğradığı bu haksızlığın


dünyaya ait bir durum olacağı, ilâhî adaletin tecellî edeceği kıyamet gününün de
kendisine hakkının teslim edileceği inancının tam oluşu, hakkını arayamayan,
zulme maruz kalmış kişilerin hayata küsmemesine, sabrının karşılığının
kendisine verileceğine inanarak, aşırılıklara, isyana sapmamasına sebebiyet
vermesi dolayısıyla yaşantımızda çok büyük bir tesir icra etmektedir.

Hasta her an kendisine yaklaşan ölüm ve koşarak gittiği kabir karşısında


ümidi sadece o kabri öbür âleme açılan bir hol olarak görmede bulabilir. Şayet
kabri saadete götüren bir yol ve ebediyete ulaştıran bir vasıta olarak görmüyorsa,
hasta hiçbir zaman mesut olamayacaktır. O sancılarına, baş ve bel ağrılarına,
kanser ve kangrenine karşı bununla teselli bulur. Ölümün sessizliğine ve Azrail'in
korkusuna bu inançla karşı koyabilir. "Ben gidiyorum, fakat asıl sıhhatime, ebedi
gençliğime kavuşacağım ve herkesin muhakkak döneceği yer olan Allah'ın
yurduna gidiyorum" diyerek hastalığını unutup teselli bulur.

Irzını, namusunu gaddar ve zâlimlerin elinden kurtaramamış, intikam


hırsıyla yanıp kavrulan mazluma gelince, o ancak zâlimin yakasını Allah'ın eline
vereceği günü ve bu dünyada çektiklerine mukabil âhirette kendisine
bahşedilecek mükafatları düşünerek teselli bulabilir.

Musîbetzede doğal afetlere maruz kalmış, bağını bahçesini dolu vurmuş,


sel götürmüş, binası zelzelede başına yıkılmış, kurduğu hayalleri perişan olmuş,
aile ve yuvası harab olmuş musîbetzedeler ancak öldükten sonra dirilmeyi
düşünmekle teselliye kavuşabilirler. Zira bu inanca göre musibetlerde giden mal

68
sadaka olur, can ise onu şehitlik mertebesine ulaştırır. İşte bu düşünceyle orada
rahat ve huzura kavuşur.266

Ölüm ve kıyamet inancını taşımayan bir kimse pratik yaşantısında


hayatının sanki hiç bitmeyeceği, sahip olduğu nimetlerin hiç eksilmeyeceği
hissine kapılır267. Böylece yoksula ve yetime cömert davranmamaya, mala karşı
aşırı sevgi beslemeye devam eder268. Menfaat ön planda kalır. Kıyamet inancı
canlı tutulduğunda nimetlerin geçici olduğu anlaşılıp insanlar arasındaki ilişkilere
olumlu yansımaları görülür. Aile bireylerinin birbirlerine karşı davranışlarında,
komşuların birbirleriyle olan ilişkilerinde Kur'ân'ın öngördüğü ölçüler içinde
davranışlarını düzeltmeye çalıştıkları görülmektedir.

Âhirete inanmayan, her yaptığının kendi yanına kar kalacağını, hesabın,


kitabın ve cezanın olmayacağını sanan bir kimsenin maddi menfaati için, maddi
menfaat temininin verdiği hırs ve tamah ile heves ve arzusu uğruna dünyada
cezasız kalacağını garantilediği an yapmayacağı fenalık ve kötülük yoktur.
İnsandaki hırs ve tamah, ihtiyacı artırır. Artan ihtiyaçlarını karşılamak için
böyleleri bölücülük, yalancılık, hile, aldatma, tahakküm gibi her türlü gayri
meşru çarelere başvururlar. Böyle fertlerden teşekkül eden cemiyetlerde artık
kardeşlik, yardım, ahlâk ve fazilet duygulan silindiği için bîçarelerin yaşamasına
imkân kalmaz.

Ahirete inanmayanların bir kısmı, sabırsızlıklarından ahiret nimetlerini


hemen görmek isterler. Bilmezler ki, imaın kıymeti gayba iman olmasındadır.
Gözüyle gördüğüne herkes inanır. İnanmazsa zaten aklından şüphe edilir. İş,
görmeden, Peygamberin haber vermesiyle inanmaktır. Bu yüzden de onlara
ebediyete inanmak zor gelir. Bunların durumu anne karnındaki yavruya benzer.
Nasıl ki o yavru dokuz ay sonra geleceği bu dünyayı bir türlü idrak edemezse
bunlar da, ömürleri bitince gidecekleri ahiret hayatını bir türlü idrak edemezler.

266 Toprak, a.g.e, s.24-34


267 Fecr, 89/18.
268 Fecr, 89/21.

69
Halbuki Hazreti Allah, melekût âleminin idrakine çalışmak yerine inanmayı ve
ibret almayı, ibretle bakmayı emretmektedir.269

Fakat şurası da inkâr edilmez bir gerçektir ki, bugün ahirete inandıklarını
söyleyen insanların çoğunun imanı, söyledikleri sözde kalmaktadır. Eğer ahirete
ve ahiret ahvaline olan imanları tam manasıyla ve gerçek anlamıyla kalplerinde
yer almış olsaydı ona göre yaşarlardı. Yani imanlarının tezahürünü hayatlarında
görmek mümkün olurdu. Çünkü bu insanlar, yazın sıcağından ve kışın
soğuğundan korunmak için çaba harcadıkları halde, Cehennem'in sıcağından
korunmak için gayret sarfetmezler.

Ahiretin ilk durağı olan kabir ehlinin geride bıraktıklarından pişmanlık


duydukları ve önden gönderdiklerine sevindikleri kendilerine haber verildiği
halde, kabir ehlinin pişmanlık duyduğu mallar için dünyadakilerin birbirleriyle
boğuştuklarını, beş paralık dünyalık için binbir hile ve desise uydurduklarını
gördüğü halde, bir gün onların da bu boğuştukları maldan ötürü pişmanlık
duyacaklarını düşünmeden bu kavganın içine girer ve çoğu kez kendisi dünyalık
peşinde koşarken ruhunu teslim eder.270

Kur'ân-ı Kerim âhirete inanmayanların sadece zanna uyduklarını,271


inkarcı, kibirli, maddî hazlara düşkün ve merhametsiz olduklarını,272 bu
nedenlerle onlara itibar edilmemesinin gerektiğini273 bildirir. Dünyadan nasibi
unutmadan âhiret yurdunu aramayı öğütler.274 İnsanın boş yere yaratılmadığını,
başı boş bırakılmayacağını, öldükten sonra diriltilip huzûr-ı ilâhîye çıkarılacağını
haber verir.275 Böylece dünyada sorumluluk duygusuna sahip tek canlı varlık olan
insanın hayatını anlamlı kılanın da bu duygular olduğunu, dolayısıyla
sorumluluğunu idrak etmeyenlerin, gerçek insanlık değerini yitirmiş olacaklarını,
269 Araf, 7/176
270 Toprak, a.g.e, s.32-33.
271 Kurtubi, Muhammed b. Ahmed b. Ebi Behr, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, Terc. M. Beşir Eryarsoy, Buruc Yay.
İstanbul, 1997, c.16, s.464.
272 Nahl,16/22; Müddessir, 74/43-47; Mutaffiftn, 81/10-14.
273 Necm, 53/29.
274 Kasas, 28/77.
275 Mû'minûn, 23/115; Kıyâmet, 75/36-40.

70
böylelerinin dünyada bazı sorumluluklardan ve dünyevî yaptırımlardan
kurtulsalar bile Allah'ın huzurunda hesap vermekten ve uhrevî azaptan
kurtulamayacaklarını276 haber verir, onlar üzerinde yaptırım gücü oluşturur.277

İnkârı kabil olmayan gerçeklerden birisi de âhirete inandıklarını söyleyen


insanların çoğunun îmanının sözde kalmasıdır. Çünkü bu insanlar yazın
sıcağından ve kışın soğuğundan korunmak için çaba harcadıkları halde
cehennemin sıcağından korunmak için gayret sarf etmezler. Bu hal sözüne
güvendiğimiz birisinin bize, yediğimiz yemeğin içinde zehir olduğunu haber
vermesine, bizim de onu tasdik edip yemekte zehir olduğuna inandığımız halde
yemeği yemeğe devam etmemize benzer. Yemeğin zehirli olduğuna inanmamız
zehirlenmemizi engellemez. Aynı şekilde kıyamet ve âhîret hallerine inanan fakat
gereklerini yapmayan kimseler de bu inançlarından bir fayda göremez. Bu
durumdaki inançlı kişiyle inkârcı arasındaki fark şudur, iman ve tasdik onları
sadece cehennemde ebedi kalmaktan kurtarır.278

Bu durum Kur'ân'da şöyle ifade edilmektedir: "Hayır! Yetime karşı cömert


davranmıyorsunuz… Yoksulu yedirmek hususunda birbirinize özenmiyorsunuz.
Size kalan mirası hak gözetmeden yiyorsunuz. Malı çok seviyorsunuz. Ama yer
çarpılıp parçalandığı zaman, melekler sıra sıra dizilip Rabbin buyruğu gelince o
gün cehennem ortaya konur"279. Önce insanların yanlış davranışları zikredilmiş,
sonra kıyamet saati hatırlatılarak âhiret yaşantısına bir geçiş yapılmıştır. Bu
durum fertler arasındaki yanlış davranışların bertaraf edilmesinde kıyametin
etkinliğini gözler önüne sermektedir.

Kıyamet inancının bireyde dinamik halde bulunması ibadetlerine de


yansıyarak ibadetlerin samimiyet, ihlâs içinde icra edilmesini, riya, gösteriş,
yanılgı ve hatadan uzak bir ibadetin zevkini tatmamızı temin eder.

276 Nûh 71/17-18; Şuarâ 26/81-102; Yûsuf 12/101; Tâha, 20/55; Meryem, 19/33.
277 Çelebi, a.g.e., s. 275.
278 Toprak, a.g.e, s.30-33
279 Fecr, 89/18-22.

71
Kıyamet inancının insanlar üzerindeki temel amaçlarından birisi de dünya
ve âhiret hayatının dengede tutulmasını sağlamaktır. Bu suretle cennet ümidi ve
cehennem korkusu insanlarda denge halinde bulunacaktır.

Kur'ân cennetteki nimetlerin ebedîliğinden, bozulmayan süt, süzme bal ve


şaraptan280 cennetlikler için atlas ve nakışlı kumaş elbiselerden281, cennette
kötülük ve yorgunluğun, üzüntü ve korkunun olmadığından282, yaşıt ve ceylan
gözlü bakire eşlerden283 bahsederek ümit duygusunu canlı tutar.

Diğer taraftan cehennemin ateş dolu bir çukur olduğundan284,


cehennemliklerin aşırı sıcak ve kaynar su içinde serinliği olmayan bir dumanın
gölgesinde bulunacaklarından285, suçluların zincire vurulacağından286, yüzükoyun
katrandan elbiseler giymiş bir halde sürüneceklerinden287, dünyada biriktirdikleri
altın, gümüş ve mücevherlerin cehennem ateşinde kızdırılıp alınları, böğürleri ve
sırtlarının dağlanacağından288 bahsederek korkma duygusunun canlı kalmasını
hedefleyerek, bu cezalar ile kötü işler arasında denge kurar.

Kıyametin yaşantımıza etki eden bir diğer yönü de alâmetlerdir. Küçük


alâmetler olarak adlandırılan ve ahlâki yapının bozulması şeklinde ifade
edebileceğimiz içki ve fuhşun yaygınlaşması, faizin helal kabul edilmesi,
emanete ihanet edilmesi vb. ahlâk dışı davranışların kıyamet alâmeti olarak
nitelenmesi toplumu bu davranışlara karşı uyarmaktadır. Bu davranışların
Hz.Peygamber tarafından kıyametle bağlantılı olarak zikredilmesi toplumun dînî
ve ahlâkî yaşantısı üzerinde olumlu sonuçlar vermektedir.

280 Muhammed, 47/15.


281 İnsan, 76/21.
282 Vakıa, 56/88-89.
283 Vakıa, 56/28-29.
284 Karia, 121/10-11.
285 Vakıa, 56/52-54.
286İ brâhîm, 14/49-50.
287 Neml, 27/90; Furkân, 25/34.
288 Tevbe, 9/34-35.

72
Kıyametin büyük alâmetlerinden olan Deccâl, Mesih, Dâbbe inancının
toplumda sürekli olarak canlı tutulmasıyla toplumun her kesiminde Deccâl veya
Mesîh olarak kabul edebilecekleri bir durumla karşılaşılabilir. Deccâl'in İslâm'ın
hükümlerini kaldırmaya çalışan kişiler olarak yorumlanması, Hz. İsa'nın
yeryüzüne inmesinin Hıristiyanlığın İslâmiyeti kabulü olarak yorumlanması bu
düşünceyi destekleyip canlı tutacaktır.

Hayatı düzgün ve doğru istikametlerle geçirmenin çaresi âhiret hayatını


dünyada ahlâk haline getirmektir. Ahîrete îmanı olmayan fertlerde ve bu fertlerin
oluşturduğu cemiyetlerde fazilet ve doğru bir istikamet düşünülemez. Eğer
onlarda fazilet ve erdemden bir iz görülüyorsa bu, insanlık fıtratının cevherine ve
çekirdeğine Allah tarafından yerleştirilen faziletten kaynaklanır. Fıtrata
yerleştirilmiş olduğundan dolayı da aksini yapmaları mümkün değildir. Bu
durum onları böyle faziletli işler yapmaya zorlamıştır. Bu ise hiçbir zaman
çalışmak ve kazanmakla elde edilen fazilet seviyesinde değildir289.

İslâm akaidinin ana esaslarından biri olan âhiret inancı her şeyden önce
insanda sorumluluk duygusu meydana getirmekte ve bu yönüyle hem hukukî
hem de ahlâkî müeyyide olmaktadır. Dünya hayatında insanın zorluklarla,
haksızlıklarla mücadele ettiği halde bunları ortadan kaldıramadığı, neticede elem
çektiği bir gerçektir. Mutlak adaletin tecelli edeceği, iyiliğin mükâfatlandırılması
için bütün engellerin ortadan kalkacağı ebediyet âleminin varlığına inanmak,
insan için büyük bir teselli kaynağı ve yaşama sevincidir. Cenâb-ı Hak, insanların
atası olan Âdem'i "kendi eliyle" yarattığını, ona ruhundan üflediğini ve onu
meleklerin secdesine vesile kılıp yeryüzünde kendi halifesi tayin ettiğini beyan
etmektedir.290 Bu manada Allah'tan gelen insanın fena bulmayıp yine ona
dönmesi kaçınılmaz bir sonuçtur. Yaratılış hikmetini unutmayan ve insanlık
şuurunu yitirmeyen kişinin ruhu bundan başka hiçbir şeyle tatmin bulamaz.291

289 Gülen, M. Fethullah, Ölüm Ötesi Hayat, Nil Yayınları, İzmir, 2005., s. 19.
290 Bakara, 2/30; Sâd, 38/ 71-75.
291 Topaloğlu, a.g.m., DİA.,c. 1, s. 545.

73
İnsanda sonsuzluk duygusu bulunmaktadır. Bu dünyadaki ayrılıkların,
eksik kalmış özlemlerin beka âleminde karşılanacağı inancı insanı
rahatlatmaktadır. Allah yolunda öldürülenlerin ölü zannedilmemesini, onlara ölü
denilmemesini, onların rableri nezdinde diri olduklarını bildiren âyetler ile
sâlihlerin ruhlarının arşın altında yeşil kuşların kursağı içinde asılı olduklarını,
hayır ve sadakalardan ruhların haberdar edildiklerini haber veren hadisler
insandaki beka duygusuna cevap veren ve ölümle her şeyin bitmediğine delâlet
eden ifadelerdir. Bunun aksi olan fena duygusu ise insanı strese ve ümitsizliğe
iter. Dolayısıyla hem sosyolojik hem de psikolojik açıdan âhiret İnancı gerekli ve
zorunludur.292

Sonuç olarak Kur'ân'ın kıyamet ve ahiret anlayışıyla hedeflediği asıl gaye,


İslâm toplumunda bu inancın canlı tutulmasını sağlamaktır. Bu sayede
müslümanlar dâima âhirete karşı uyanık tutulmakta ve toplumun ahlâki yapısının
korunmasında önemli bir aşama kaydedilmektedir.

292 Çelebi, a.g.e., s. 275.

74
SONUÇ

Vahyin amacı; dünyadaki insana başka bir hayatın varlığını, o hayattaki


mutluluğa ulaşmak için yapılması gerekenleri bildirmektir. Öyle ise, şunu kesin
olarak ifade edebiliriz ki, son ilahî hitap olan Kur'an, bu amacını gerçekleştirmiş
gözükmektedir. Dünyadaki bulunuşunu anlamlı kılmak isteyen her bir insan,
Kur'an'ın ölüm sonrası hayatla ilgili tespitlerine ve bunun sistematik izahına baş
vurup, onu inanca çevirebilecektir. Vahyin son mirasçısı olan Kur'an, tevhit
geleneğini tamamlamış, “özelde inanç konuları ve öne çıkardığı kıyamet ve
ahiret ile ilgili olarak” Allah ile insan arasındaki ilişkiyi net bir zemine
oturtmuştur.

Kıyamet ve ahiret inancı, İslam inancının en önemli ilkelerindendir.


Kur’an’ın ifadesiyle zerre kadar hayır yapan mükafatını görecek, zerre kadar
kötülük yapan da cezasını görecektir. Dolayısıyla müslüman, attığı her adımın
hesabını iyi yapmak durumundadır. Çünkü her hal ü kârda insanın korkuları,
şüpheleri, âcizliği, çaresizliği, yalnızlığı, mahrumiyeti, başarısızlığı, hayal
kırıklığı, sevgisizliği, pek çok arzu ve isteklerinin karşılanmaması; günahlar,
ızdıraplar, acılar, suçluluk duygusu, pişmanlık, hayal kırıklığı, haksızlık ve
adaletsizlik gibi hallerde din ve Allah inancı insan için en önemli bir sığınak ve

75
ümit kaynağıdır. Mesela ölüm korkusunun yıkıcı etkilerine karşı, kişiler ve
toplumların güvenip bağlanabilecekleri ve onları hayata bağlayabilecek en
önemli şeyin Allah'a tevekül ve ahiret inancı olduğuna hiç şüphe yoktur.

Kıyametin ve ahretin vaktini Allah'tan başka hiç kimse bilmemektedir,


ancak kıyamet ve ahiret gelişini haber veren bir takım alâmetleri vardır. Bu
alâmetler büyük ve küçük alâmetler olarak iki guruba ayrılmaktadır. Küçük
alâmetler daha çok insanların yaşantılarındaki yanlışlıkların çoğalması, toplumun
dinî, ahlâkî ve insanî değerlerden uzaklaşmaları sonucu meydana çıkarken,
büyük alâmetler olarak nitelendirilen Duhân, güneşin batıdan doğuşu, yer
batması, ateşin zuhuru gibi alâmetler ise kozmik bozuklukları ifade etmektedir.
Dâbbetü'1-Arz, Deccâl gibi insan üstü varlıklarla insanların çok ağır bir imtihana
tâbi tutulacakları görülmektedir. Küçük alâmetler olarak belirtilen davranış
bozukluklarının dünyanın sonuna doğru artarak devam edeceği ve kıyametin bu
insanların en şerlilerinin üzerine kopacağı anlaşılmaktadır.

Ahiret inancı, Kur'ân-ı Kerîm'de çok geniş ve farklı yönleriyle ele


alınmıştır. Kur'ân-ı Kerîm'de bir taraftan, âhiret hayatının naklî yönüne yer
verilerek, uhrevî âlemlerin ebedi manzaraları tasvîr edilip, gözler önünde
canlandırılırken, bir taraftan da, âhiret hayatıyla, öldükten sonra dirilmeyle
alakalı, şüphe ve inkârlara cevap verilerek, öldükten sonra tekrar dirilmenin
aklen mümkün olduğu, âhiretin vuku bulmasının gerekli olduğu, çeşitli delillerle
ispat edilmiş, böylece mes'ele aynı zamanda aklî çerçevede de ele alınmıştır..

Yine Kur'ân'a göre, âhiret hayatı sonsuzdur, ölümsüzdür. Dünyaya tekrar


dönüş yoktur.

Ahireti inkâr edenlerin ellerinde hiç bir delil yoktur. Onların iddiaları
Allah'ı bilmemek, kudret, ilim gibi sıfatlarını tanımamaktan kaynaklanmaktadır.
Ayrıca. günahlara meyil, dünyaya aşın bağlılık, kibir gibi bir takım enfüsî
sebepler onları âhireti inkâra yöneltmektedir.

76
Tarih boyunca bütün milletlerde, öldükten sonra ruhun hayatiyetini
sürdürdüğüne, ölümle her şeyin son bulmadığına dâir bir takım inançlar olsa da,
Kur'ân'ın bildirdiği manada bir âhiret inancına inananların sayısı her devirde az
olmuştur. Bütün peygamberler, tevhîd inancının yanında, bu inancın
yerleştirilmesi hususunda da, büyük güçlüklerle karşılaşmışlardır.

İnsanlık her hususta olduğu gibi, öldükten sonra durumlarının ne


olacağının cevabını da, en güzel şekliyle ancak Kur'ân'da bulabilirler ve bu
husustaki şüphelerinden de, Kur'ân'ın sunduğu delillerle kurtulabilirler.

77
BİBLİYOĞRAFYA

ABDÜLBÂKİ, Muhammed Fuâd, Müttefekun Aleyh Hadisler, Terc.


Abdullah Feyzi Kocaer, Hüner Yayınları, Konya, 2004

AĞIRMAN, Cemal “Ahiret İnancının Pratik Hayata Etkileri”, Diyanet


Aylık Dergi, Sayı: 153, Yıl: Eylül 2003,

ATAY, Hüseyin, Ehl-i Sünnet ve Şia, A.Ü.İ.F. Yay., Ankara, 1983.

AYDIN, Mehmet S., Din Felsefesi, Selçuk Yay., 3. Baskı, İstanbul, 1992.

BERZENCÎ, Muhammed b. Abdürresûl b. Abdüsseyyid el-Hüseynî, el-


işâa li-eşrâti's-saa, Beyrut, ts.

BİLMEN, Ömer Nasûhî, Muvazzah İlm-i Kelâm, Bilmen Yayınevi,


İstanbul, trs.

BUHÂRÎ, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail, Sahihu'l-Buhârî, 2.Baskı,


Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992.

ÇELEBİ, İlyas, İslamda İnanç Esasları, Marmara Ünv. İlh. Fak. Vakfı
Yay., İstanbul, 1998.

ÇİFTÇİ, Adil, Fazlur Rahman ile İslamı Yeniden Düşünmek, Kitabiyât


yay., Ankara, 2000

DEMİRCİ, Kürşat, Deccâl Mad., DİA, c. IX, İstanbul, 1994.

DEVELİOĞLU, Ferit, Ansiklopedik Lügat, Doğuş Matbaası, Ankara,


1962.

DOĞAN, D.Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, Bahar Yay. İstanbul, Trs.

78
EN-NESÂÎ, Ebû Abdirrahman Ahmed b. Şuayb b. Ali, Tefsîru’n-Nesâî, I-
II, Tahkik: Sabri b. Abdilhâlık eş-Şâfiî es-Seyyid b. Abbar el-Celî, Müessesetu’l-
Kutubi’s-Sekâfîyye, Beyrut 1990/1410

FAZLURRAHMAN, Ana Konularıyla Kur'ân, Terc: Alparslan Açıkgenç,


Ankara Okulu Yay., Ankara, 1998.

GAZÂLİ, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b.


Ahmed, İhya-u Ulûmiddin, Daru'l-Hadis,1. Baskı, Kâhîre, 1992.

GÖKÇE, Cüneyt, Berzah Mad., DİA, c. V, İstanbul, 1992.

GÜLEN, M. Fethullah, Ölüm Ötesi Hayat, Nil Yayınları, İzmir, 2005.

HÖKELEKLİ, Hayati, “Dini Hayatın Bütünlüğü Açısından Ahiret


İnancının Psikolojik Temelleri”(bildiri), Kelam Anabilim Dalı XII. Koordinasyon
Toplantısı ve İslâm'da Ahiret İnancı Sempozyumu, Sivas, 2007.

IŞIK, Emin, Hakka Sûresi Mad., DİA, c. XIV, İstanbul, 1996.

İBN. KESÎR, İmadüddîn Ebu'1-Fidâ İsmail el-Kureşî ed-Dımeşkî,


Tefsiru'l Kur'âni'l-Azîm, 6. Baskı, Daru'l-Maarife, Beyrut-Lübnan, 1993.

İBN. MÂCE, Abdillah Muhammed b. Yezid el-Kazvinî, Sunen-u B. Mace,


2. Baskı,Çağrı Yay., İstanbul, 1992.

İBN. MANZUR, Ebu'1-Fadl Cemaluddîn Muhammed b. Mükrim b.


Manzûr el-Âfakî el-Mısrî, Lisânu'l-Arab, Beyrut, 1990.

İHVÂNU’S-SAFÂ, Resâilu İhvâni’s-Safâ ve Hullâni’l-Vefâ, I-V, Tahkik:


Arif Tamir, Menşûrâtu Avidat, Beyrut 1415/1995.

İSLAM ANSİKLOPEDİSİ, Milli Eğitim Bakanlığı (Heyet) , Milli Eğitim


Basımevi, İstanbul, 1950.

79
KARADAŞ, Cağfer, “İslam Düşüncesinde Ahiret Hayatı”(bildiri), Kelam
Anabilim Dalı XII. Koordinasyon Toplantısı ve İslâm'da Ahiret İnancı
Sempozyumu, Sivas, 2007.

KÖKNEL, Özcan, Kimliğini Arayan Gençliğimiz, Altın Kitaplar Yayınevi,


İstanbul 2001.

KUR'ÂN-I KERİM VE AÇIKLAMALI MEALİ, Komisyon, Türkiye


Diyanet Vakfı Yay. 2. Baskı, Ankara, 1993.

KURTUBİ, Muhammed b. Ahmed b. Ebi Behr, el-Câmiu li Ahkâmi’l-


Kur’ân, Terc. M. Beşir Eryarsoy, Buruc Yay. İstanbul, 1997.

MEYDAN LAROUSSE, Büyük Lügat ve Ansiklopedi, Milliyet Yayınları,


İstanbul, 1981.

MUTÇALI, Serdar, Arapça-Türkçe Sözlük, Dağarcık Yay., İstanbul, 1995.

MÜSLİM, Ebû'l-Hüseyn Müslim b. el-Haccac, Sahîhu Müslim, 2. Baskı,


Çağrı Yay., İstanbul, 1992.

NEVEVİ, Muhyiddin Ebu Zekeriya Yahya Bin Şeref, Riyâzü’s-Sâlihîn,


Terc. ve şerh: Yaşar Kandemir, Lütfi Çakan, Raşit Küçük, Erkam Yayınları,
İstanbul, 2001

PAÇACI, Mehmet, Kutsal Kitaplarda Ölümötesi, Ankara Okulu Yay.,


Ankara, 2001.

RÂZÎ, Muhammed b. Ömer b. Hüseyin Fahrûddîn, et-Tefsiru'l-Kebir,


Müessesetu'l-Matbuati'l-İslâmiyye, 1.Baskı, Kâhîre, Mısır, 1938.

RÂZİ, Ebi’l-Hüseyin Ahmet b. Faris b. Zekeriya, Mu’cem Makayisi’l-


Luğa, Beyrut, Trs.

80
RUDÂNÎ, Muhammed b. Muhammed b. Süleyman, Cem'u'1-Fevâid min
Cami'il-Usûl ve Mecma'i'z-Zevâid, Büyük Hadis Külliyatı, Terc. Naim Erdoğan,
İz Yayıncılık, İstanbul, 2000.

ŞERAFETTİN GÖLCÜK- SÜLEYMAN TOPRAK, Kelam(Tarih-Ekoller-


Problemler), Tekin kitabevi, Konya, 2001, s. 439

SARITOPRAK , Zeki, Deccâl Mad., DİA, c.IX, İstanbul, 1994.

SARITOPRAK, Zeki, İslâm İnancı Açısından Nüzûl-i Îsâ Meselesi,


Çağlayan Yay., İzmir, 1997.

SARITOPRAK, Zeki, Dâbbetü'1-Arz Mad., DİA, c. VIII, İstanbul, 1993.

SERAHSÎ, Muhammed b. Ahmed b. Ebi Sehl Ebû Bekir, Sıfatu Eşrati's-


Saa, (Nşr: Dr. Zeki Sarıtoprak), Kâhîre, 1993.

SİGMUND FREUD, “Ölüme Yönelik Tutumumuz”, Uygarlık, Din ve


Toplum, Terc. Selçuk Budak, Öteki Yayınevi Ankara 1995.

SÜYÛTÎ, Celâleddin Abdurrahman b. Ebibekr, el-Büdûru's-Safıra fi


Ahvâli'I-Âhîra, Tahkik ve Nşr. Ebuabdillah Muhammed Hasan İsmail eş-Şafii,
Daru’l-Kütübü'l-İlmiyye, 1. Baskı, Beyrut, Lübnan, 1996.

TABERİ, Ebü Cafer Muhammed b. Cerir, Taberi Tefsiri, Terc. Kerim


Aytekin, Hasan Karakaya, Hisar Yay., İstanbul, 1996.

TDK TÜRKÇE SÖZLÜK, TDK basımevi, Ankara, 2005.

TİRMİZÎ, Ebû Îsâ Muhammed b. İsâ b. Sevre, Sünenü't-Tirmizî, 2. Baskı,


Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992.

TOMOR, Ahmed, Kur'ân'dan Bir Nur, Fatiha Sûresi, Adapazarı, trs.

TOPALOĞLU, Bekir, Âhiret Mad., DİA, c.I, İstanbul 1988.

TOPALOĞLU, Bekir, Âzife Mad., DİA, c.IV, İstanbul, 1991

81
TOPALOĞLU, Bekir, Ğaşiye Sûresi Mad., DİA, c.XIII, İstanbul, 1996

TOPRAK, Süleyman, Ölümden Sonraki Hayat, “Kabir Hayatı”,


EsraYayınları, 7. Baskı, Ankara, 1997.

TURA, Saffet Murat, Şeyh ve Arzu, Metis Yayınları, İstanbul 2002, s.154-
156.

TÜRCAN, Galip, Kuran da Ahiret İnancı, S.D.Ü., Sosyal Bilimler


Enstitüsü, Isparta, 2002.(basılmamış doktora tezi)

YAVUZ, Ömer Faruk, Kur 'ân ve Kıyâmet, Marifet Yayınları, İstanbul,


1997.

YAVUZ, Yusuf Şevki, A'râf Mad., DİA, c. III, İstanbul, 1991.

YAZIR, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dîni Kur 'ân Dili,


Zehraveyn Yay., İstanbul, trs.

ZEBİDİ, Zeynü’ddin Ahmed b. Ahmed b.Abdi’l-Latifi, Sahih-i Buhari


Muhtasarı-Tecrid-i Sarih Tercemesi, Terc. Kamil Miras, Diyanet İşleri Başkanlığı
Yayınları, Ankara, 1987.

ZEMAHŞERÎ, Ebu’l-Kâsım, Carullah Mahmud b. Ömer, el-Keşşâfan


Hakâiki't-Tenzîl ve Uyûnu'I-Ekâvîl fî Vücûhi't-Te 'vîl, İntişârâtu Afıtâb, Tahran,
trs.

82

You might also like