Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 322

Tercüme gâne vârisi haline getirdi.

Kuşkusuz İslam
dünyasında felsefî düşüncenin ortaya çıkışı

Hareketi ve
yalnızca tercüme hareketlerine bağlanamaz,
zira İslam felsefesinin oluşumu, daha geniş

Etkileşimler
planda, tercüme hareketinin dışında bulu-
nan ve onu doğuracak şekilde ilerleyen İslam
düşüncesinin kendi iç gelişimiyle de ilgili-
dir. Bu itibarla denilebilir ki, tercüme hare-
ketleri, komşu kültürlerle temas ve özellikle
İBRAHİM HALİL ÜÇER Abbâsî halifeliğinin imparatorluk yapısının
doğurduğu ihtiyaçlarla ilişkili olduğu kadar,
tercümelerin başladığı döneme kadar geliş-
miş İslâmî entelektüel birikimle de yakından
ilişkilidir. Hal böyle olunca, Arapçaya tercü-
me edilen kadîm felsefe-bilim külliyatının
intikal ettiği yerin boş bir levha olmadığını,
aksine tedvin sürecinden itibaren kendi iç ge-
lişiminin sağladığı imkânlar sayesinde varlık,
tanrı, âlem, insan ve değer gibi birçok konu-
da özgün açıklayıcı çerçevelere sahip olduğu-

İ slam dünyasında felsefî düşüncenin nu söylemek gerekir. Dolayısıyla Pehlevîce,


teşekkülünde, komşu kültür ve mede- Sanksritçe ve Süryanice’yle birlikte özellikle
niyet havzalarıyla gerçekleşen karşılaşma- Yunanca’da ifade edilen kadim felsefe ve hik-
ların önemli bir rolü vardır. Fetihlerle bir- met birikimi, tercüme hareketleri sayesinde,
likte Müslümanlar, yalın coğrafi havzaların yeni bir dile, yeni bir kültüre, yeni bir coğraf-
ötesinde kadîm felsefî kültürlerle yüz yüze yaya ve nihayet kendine özgü açıklayıcı me-
geldiler ve başta Yunanca olmak üzere, Sür- tafizik ilkelere sahip yeni bir geleneğe intikal
yanice, Pehlevîce, Sankristçe gibi dillerde etmiştir. Bu unsurların tamamı intikal eden
üretilen felsefe-bilim literatürünü Arapçaya mirasla ilgili dönüştürücü bir yöne sahiptir.
tercüme ettiler. Tarihteki başka herhangi bir Her şeyden önce şunu ifade etmek gerekir ki,
tercüme faaliyetiyle karşılaştırılamayacak Sokrates öncesi dönemden itibaren bin yılı
denli geniş kapsamlı bu tercüme faaliyeti, aşkın bir süre boyunca kendisini Yunancada
Müslümanları, felsefenin Bâbil’den Yunan- ifade eden felsefe, M.S. sekizinci asırdan iti-
lılara uzanan büyük hikayesinin nihâî ve ye- baren artık yeni bir dilde, Arapçada kendisi-

Pisagoras’ı öğrencisiyle tasvir eden bir minyatür.


ISLAM DÜŞÜNCE ATLASI

ANTİK-HELENİSTİK DÖNEM FELSEFE MERKEZLERİ

ni ifade etmeye başlamıştır. Bu durum M.S. kendisini gösteren felsefî etkinliğin çeşitli
sekizinci asırdan başlayarak on yedinci asra ölçülerdeki yansımalarını taşıyan bir dil ola-
varıncaya değin, neredeyse bin yıl boyunca rak değerlendirilebilir. Bu tespitler etrafında
küre ölçeğinde felsefenin ana dilinin Arapça bakıldığında, M.S. sekizinci asır ile onuncu
ve daha sonra ona eşlik edecek şekilde Farsça, asırlar arasında gerçekleşen tercüme etkin-
Türkçe ve Urduca olmasını sağlamıştır. Orta liklerinin sınırlı bir coğrafyada yerel sonuçla-
çağlar boyunca Latince bahse konu dillerde ra sahip bir kültürlenme çabası olarak değer-

322
KLASIK DÖNEM
TERCÜME HAREKETİ VE ETKİLEŞİMLER  /  İbrahim Halil Üçer

lendirilemeyeceği, aksine felsefe tarihindeki belirli bir felsefî teorinin, aynı dilde dahi
temel aksları değiştiren bir olgu olarak görül- olsa farklı bir yer, dönem ve entelektüel ge-
mesi gerektiği açıklık kazanır. leneğe aktarıldığında karşılaştığı meydan
Antik-Helenistik birikimin İslam dünya- okumalarla dönüşümlere uğradığını göster-
sına intikali, felsefe tarihindeki dönüşümle- mektedir. Kadîm felsefî birikim İslam dün-
rin iç mantığıyla uyumlu bir biçimde önem- yasına, yani sadece yeni bir yere değil aynı
li kırılmaları ve süreklilikleri barındırır. Her zamanda yeni bir dile, kültüre ve açıklayıcı
şeyden önce tercüme hareketinin başlan- metafizik çerçeveye aktarıldığında; felsefe
gıcı, tedvin ve tasnif süreçleri neticesinde tarihi açısından daha önce şahit olmamızın
dînî ilimlerin, özellikle de kelâm ilminin mümkün olmadığı derecede büyük ve yeni
ilk teşekkül evresini tamamladığı bir döne- meydan okumalarla karşılaştı. Bu meydan
me denk gelir. Bu dönem boyunca gelişmiş okumalar, İslam felsefesini, mütekaddimî-
problemler ve kavramsal şemalar felâsife ni Antik-Helenistik döneme tekabül eden
üzerinde iki yönlü bir etkiye sahip olmuştur. felsefe tarihi için müteahhir ve İbnu’n-Ne-
Bunlardan ilki, Yunan felsefesinde görmemi- dîm’in deyimiyle muhdes, yani “yeni” bir
zin mümkün olmadığı ve varlığını felsefenin dönem haline getirdi. Bu “yenilik”, M.S. 8.
İslam dünyasındaki etkinliğine borçlu yeni asırdan itibaren başlayan süreçte felsefe
meselelerin vazedilmesidir. Bunlara örnek tarihinin genel gidişatı açısından önemli
olarak, İslam’a özgü tevhid ve nübüvvet an- dönüşümler ve kırılmaların eşiğinde bulun-
layışından kaynaklanan meselelerin çoğu duğumuza işaret eder. Bununla birlikte söz
zaman ilk defa felsefî külliyat içerisinde konusu kırılmalar, İslam felsefesinin, teva-
kendisine yer bulabilmesi verilebilir. Bah- rüs ettiği kadimlerle ilişkisinin yalnızca bir
se konu etkilerden ikincisi ise özellikle dil, boyutuna karşılık gelir. Söz konusu ilişkinin
usûl ve kelâm geleneğinin Helenistik biri- ikinci boyutunu “süreklilikler” oluşturur. İs-
kim karşısındaki felsefî meydan okumaları- lam filozoflarının felsefe tarihinin müteah-
nın, felâsifeyi bunlara karşı cevap arayışına hir bilginlerine karşılık geldiği düşünülürse,
ve aktarılan birikimde revizyonlara yönelt- bu tarihin mütekaddîmini Antik-Helenistik
mesidir. mö 4. asırda İyonya şehir devletine filozoflardır. Dolayısıyla bizzat disiplinin
bağlı Atina’da ortaya çıkan Aristoteles fel- tarihi ve literatürü açısından Antik-Hele-
sefesi, ms 3. asrın başlarında Roma İmpara- nistik felsefe ile İslam felsefesi açısından
torluğu’na bağlı Atina’da yaşayan ve ay-üs- güçlü süreklilikler bulunur. Bu sürekliliği
tü âlemin ay-altı alem üzerinde hem doğal merkeze aldığımızda, felâsifenin önceki fi-
türlerin meydana gelişi hem de insanların lozoflarla ilişkisinin önemli bir boyutundan
kaderi açısından derin bir etkiye sahip ol- bahsedebiliriz. Felâsife Aristoteles veya Ef-
duğunu söyleyen sözde-Aristotelesçi de latun gibi filozofları Yunanca şerhler gele-
Mundo ve Batlamyusçu Tetrabiblos’un ente- neği içerisinde oluşmuş yorumsal gelenek-
lektüel açıdan hakim olduğu bir atmosferde lerle birlikte tevarüs etmiştir. Aristotelesçi
Aristoteles metinlerini yorumlamaya çalı- ve Yeni-Eflatuncu şarihlerin Aristoteles ve
şan Aphordisaslı İskender’in elinde çeşitli Eflatun felsefesini çeşitli meydan okumalar
revizyonlara uğramıştı. Benzer şekilde M.Ö. dolayısıyla yeniden yorumlama faaliyetleri,
5 asırda ortaya çıkan Eflatun felsefesi, M.S. felâsifeye terminolojik süreklilikler içeri-
3. asrın sonlarına doğru İskenderiye’de ya- sinde saklanmış kavramsal dönüşümler ve
şayan ve Afrodisiaslı İskender’in sistematik kavramsal dönüşümler içinde taşınan ter-
yorumlarıyla tahkim edilmiş Aristoteles fel- minolojik süreklilikler miras bırakmıştır.
sefesinin entelektüel açıdan baskın iklimin- Bu türden dönüşümlere ve bu dönüşümlere
de Eflatun felsefesini yorumlamaya çalışan neden olan meydan okumalara dikkat edil-
Plotinus’un ve takipçilerinin elinde oldukça mesi, İslam filozoflarının geliştirdiği yeni
önemli revizyonlara uğramıştı. Bu iki örnek, açıklama modelleri ile kavramsal şemaları

323
ISLAM DÜŞÜNCE ATLASI

Aristoteles’i öğrencilerine usturlabı anlatırken


gösteren bir minyatür.

doğru bir şekilde yorumlayabilmeyi ve bun- us’a gelinceye kadar süren bir hoca-talebe
ların felsefe tarihi açısından ne anlama gel- ilişkisine şahit oluruz. Bu hoca-talebe ilişki-
diğini tespit edebilmeyi mümkün kılar. si içerisinde oluşan okul pratikleri, hem bir
İslam felsefesinin Antik-Helenistik fel- metin geleneği hem de bu metinlerin na-
sefeyle ilişkisi açısından süreklilikler önemli sıl yorumlanacağına dair yorum pratikleri
olmakla birlikte, felâsife ile Antik filozoflar oluşturmuştur. Buna mukabil, başta ilk İs-
arasında birçok açıdan önemli kopukluk- lam filozofu Kindî olmak üzere felâsife, An-
lar bulunduğuna işaret etmek gerekir. Her tik-Helenistik birikimle, bu birikimi temsil
şeyden önce Yunanca felsefe geleneği hem eden filozoflar üzerinden değil metinler
metinler hem de filozoflar açısından sürekli üzerinden karşılaşmıştır. Bu da söz konusu
bir gelenek oluşturmuştur. Söz gelimi Ye- metinlerle ilgili yerleşik ve çoğu zaman bağ-
ni-Eflatuncu felsefe geleneğine baktığımız- layıcı görünen yorum pratiklerinden yer yer
da, M.S. 3. yüzyılda Plotinus’tan başlayarak bağımsız bir şekilde hareket edebilmelerini
M.S. 6. yüzyılda Filoponus veya Simpliki- mümkün kılmıştır. Diğer taraftan bu duru-

324
KLASIK DÖNEM
TERCÜME HAREKETİ VE ETKİLEŞİMLER  /  İbrahim Halil Üçer

Dioskorides’in Materia Medica’sının


Arapça tercümesinden bir minyatür.

mun, felâsifeyi Antik metinler ve filozoflar


geleneği hususunda belirli bir tarihsel sü-
reklilik fikrinden zaman zaman uzaklaştır-
dığını söyleyebiliriz. Söz gelimi Plotinus’a
ait Enneadlar’ın IV.-VI. kitaplarının Esûlu-
cyâ adıyla ve Proclus’a ait Teolojinin Unsur-
ları kitabının bir bölümünün de el-Hayru’l-
mahz adıyla Aristoteles’e nispet edilmesi
böyle bir durumun netice olarak görünür.

Tercümeler ve Sâikleri
İslam felsefesinin oluşumunu açıklama
amacındaki bazı teoriler, fetihler ertesinde
Müslümanlarla komşu kültür ve medeniyet
havzaları arasında gerçekleşen “temas”ın,
tercüme hareketlerinin gerçek sâiki olduğu-
nu ve İslam dünyasındaki felsefî etkinliğin
de bu temasla başladığını iddia etme eği-
limindedir. Bu eğilim, aklî ilimlerin doğu-
şunu sadece harici tesirlere bağlar. Ne var
ki, temas teorisinin açıklayamadığı bir şey,
tercüme hareketlerinden önce yaklaşık iki
asır boyunca felsefî bir kültür meydana ge-
tirememiş çevre kültür havzalarıyla temasın
nasıl olup da tam anlamıyla felsefî bir kül-
tür doğurabildiği sorusuna cevap vereme-
mesidir. 529 senesinde Bizans İmparatoru
Justinyen’in Hıristiyanlık taassubuyla Atina,
Konstantinopolis ve İskenderiye’deki felse-
fe okullarını kapatmasıyla, buradaki bazı
filozoflar Urfa, Harran, Nusaybin, Antak-
ya, Kinnesrin gibi Doğu şehirlerine gelmiş
ve söz konusu şehirlerde yaşayan ağırlıklı
olarak Süryani öğrencilere dersler verme-

Sofokles ve öğrencileri, Mübeşşir b. Fâtik’in


Muhtâru’l-hikem adlı eserinden.

325
ISLAM DÜŞÜNCE ATLASI

ye başlamışlardı. Bu filozofların ölümüyle yoğunlaşan çeviriler, iv) Huneyn b. İshak (ö.


birlikte bin yılı aşkın bir süredir felsefeyi 259/873), İshak b. Huneyn (ö. 298/911) ve
taşıyan Yunanca terk edilmeye başlanmıştır. onların etrafındaki mütercimlerin çevirile-
Bunun yerine felsefe, bir kısmı apolojetik ri, v) Bağdat’taki Aristotelesçi okuldan Ebû
amaçlara diğer bir kısmı ise pratik ihtiyaçla- Bişr Mettâ b. Yunus (ö. 328/940) ve Yahyâ b.
ra cevap vermesi için Yunancadan tercüme Adî (ö. 363/974) etrafındaki mütercimlerin
edilen Süryanice eserlerde soluk bir şekilde çevirileri.
canlılığını sürdürmeye devam etmiştir. Bu- Birinci dönemdeki çeviriler, yukarıda be-
nunla birlikte Süryanicedeki felsefî etkinlik, lirtildiği üzere divanların Arapçaya aktarıl-
Yunan ya da İslam toplumunda olduğu gibi ması örneğinde olduğu gibi, fetihlerle birlikte
canlı ve bütüncül bir felsefî kültür meyda- ortaya çıkan daha çok siyâsî ve iktisâdî ihti-
na getirmekten çok uzak kalmıştır. Müslü- yaçlardan kaynaklanmıştır. İkinci evre çeviri
manlar tercüme etkinliklerine başlamadan hareketlerinin merkezinde mantık, astroloji,
iki yüzyıl öncesinde felsefî bilimler, çevre geometri ve aritmetik kitaplar bulunur. İb-
kültür havzalarında canlı bir kültür mey- nu’l-Mukaffa‘ (ö. ykl. 138-9/756) Porfirius’un
dana getirme gücünden gittikçe uzaklaşmış Eissagoge’si, Aristoteles’e ait Kategoriler,
durumdaydı. Dolayısıyla bu kültür havzala- Yorum Üzerine ve Birinci Analitikler’i tercü-
rıyla temasın, nasıl olup da İslam dünyasın- me ya da ihtisar etmiştir. Mehdî döneminde
da olduğu gibi canlı ve bütüncül bir felsefî Aristoteles’in Topikler’i, Harun er-Reşîd dö-
kültür meydana getirebildiği sorusunun ce- neminde ise Fizik’i Arapçaya aktarılmıştır.
vabını harici temas teorileriyle verebilmek Tercüme hareketinin Me’mûn ve Mu‘tasım
mümkün değildir. Antik bilimsel ve felsefî dönemlerinde Kindî’nin editörlüğü altındaki
literatürün İslam dünyasına aktarılması ve çalışmalarla gerçek anlamda ivme kazandı-
buradaki düşünürlerce temellük edilerek ğını söyleyebiliriz. İbn Nâ‘ima el-Hımsî, Kus-
özgün bir şekilde yeniden üretilmesi, hari- ta b. Luka, Ustâz, Habib b. Bıhrîz, Yahya b.
ci etkenlerden daha çok, Abbasî hilafetinin el-Bıtrîk gibi mütercimlerin oluşturduğu bir
taşıdığı imparatorluk yapısının doğurduğu çeviri grubu Eflatun, Aristoteles, Afrodisias-
ihtiyaçlarla ve tercüme hareketinin başladı- lı İskender, Gerasalı Nikomakos, Plotinus,
ğı döneme kadar gelişmiş İslâmî entelektüel Proklus, John Filoponus, Olimpiodorus ve
birikimle ilişkilidir. Stefanus gibi filozoflara ait eserleri Arap-
Tercüme hareketlerinin başlangıcını, di- çaya aktarmışlardır. Aristoteles’e ait olup
vanların tercümesi gibi çeşitli siyâsi-iktisâ- tercüme edilen eserler arasında Metafizik,
dî nedenler ve birtakım pratik sebeplerden Fizik, Birinci Analitikler, Sofistik Çürütme-
kaynaklanan ihtiyaçlar etrafında Emevîler ler, Gökyüzü Üzerine, Meteoroloji, Canlıların
dönemine kadar götürebilmek mümkün- Oluşumu, ve Canlıların Parçaları gibi eserler
dür. Bununla birlikte felsefî literatürün bulunur. Yanlışlıkla Aristoteles’e atfedilen ve
Arapçaya tercüme edilmesi Abbasî halifesi Plotinus’un Enneadlar’ının IV-VI. bölümleri-
Mansur’un 762’de Bağdat’ı inşasından kısa nin İbn Nâ‘ima el-Hımsî çevirisinden ibaret
bir süre sonra başlar ve çeşitli evreler da- olan Esûlucyâ da Kindî çevresi tarafından
hilinde onuncu asrın sonuna kadar devam tercüme edilmiştir. Enneadlar’ın beşinci ki-
eder. Bu evreleri şu şekilde tasnif edebiliriz: tabının özeti üzerine yazılmış bir metin olan
i) Emevî dönemindeki idâri ihtiyaçlar dola- ve daha sonra Fârâbî’ye atfedilen Risâle fi’l-
yısıyla yapılan çevirilir, ii) Abbasî halifeleri ilmi’l-ilâhî de Kindî çevresinde üretilmiştir.
Mansur (slt. 754-775) döneminde başlayan, Enneadlar’ın kaderini Proklus’un Teolojinin
Mehdî (slt. 775-785) ve Harun er-Reşîd (slt. Unsurları adlı eseri de paylaşır. Bu eserin
786-809) dönemlerinde devam eden çe- bazı bölümleri Kitâbu’l-Îzâh fi’l-hayri’l-mahz
viriler, iii) Abbasî halifesi Me’mûn’un (slt. adı altında Aristoteles’e atfedilerek yine aynı
813-833) başlattığı ve Kindî çevresi etrafında dönemde çevrilmiştir. Proklus’un Teolojinin

326
KLASIK DÖNEM
TERCÜME HAREKETİ VE ETKİLEŞİMLER  /  İbrahim Halil Üçer

Sofokles ve öğrencileri, Mübeşşir b. Fâtik’in Muh-


târu’l-hikem adlı eserinden.

Unsurları’ndaki önermelerinden diğer bazı- de üretilen metinlerin gözden geçirildiği


ları, Mâ İstahrecehû el-İskender el-Afrûdîsî ve birçok yeni eserin artık uzmanlaşmış
min Kitâbi Aristûtâlîs el-müsemmâ bi-Esûlû- bir mütercimler grubu tarafından Arapça-
cyâ ve ma‘nâhu el-kelâm fi’r-rubûbiyye başlığı ya aktarıldığı dönem olarak öne çıkar. Bu
altında İskender’e nispet edilmiştir. İsken- dönemdeki mütercimler arasında Huneyn
der’in halihazırda Yunancasına sahip olma- ve İshak’tan ayrı olarak, çoğu Huneyn’in
dığımız Fi’l-inâye’si, Risâletu’l-İskender fi’l-il- öğrencisi olan Ebû Osman ed-Dımeşkî, İb-
leti’l-ûlâ ve’l-ma‘lûl ve harekâtihi ve’htilâfihâ rahim b. Abdullah, İbn Bakkûs, İsa b. Yahya
ve harekâtu mâ yefsud ve yekûn adlı risalesi, b. İbrahim, Hubeyş b. A‘sem, Musa b. Hâ-
Quaestione’sinin bazı bölümleri ve Oluş ve lid, İsa b. Ali gibi isimler bulunur. Gözden
Bozuluş Üzerine Şerhi de bu dönemde çev- geçirilmiş yeni tercümelerden ayrı olarak
rilmiştir. İskenderiyeli şarihlerden Olympi- bu dönemde Eflatun, Aristoteles, Theoph-
odorus’un Oluş ve Bozuluş Üzerine Şerhi ve rastus, Galen, İskender, Porfirius, Iambli-
John Filoponus’un Fizik şerhi de Kindî çev- kos, Temistius, Proklus, John Filoponus ve
resine ait çeviriler arasında zikredilir. Ayrıca Olimpiodorus gibi filozoflara ait metinler
Filoponus’un Proklus’a yazdığı reddiyenin tercüme edilmiştir. Daha önce tercüme edi-
bir kısmı, Kindî çevresi tarafından İskender’e len Aristoteles metinleri dışında bu dönem-
nispet edilerek çevrilmiştir. de Kategoriler, Birinci Analitikler, Retorik,
Huneyn b. İshak, İshak b. Huneyn ve Fizik, Oluş ve Bozuluş Üzerine, Nefs Üzerine,
çevresinin yaptığı çeviriler, Kindî dönemin- Metafizik kitapları tercüme edilmiştir. Ay-

327
ISLAM DÜŞÜNCE ATLASI

Irak bölgesine ait, III/IX. asırdan kalmış ve üze-


rinde “sabır zaferin anahtarıdır” yazılı topraktan
yapılmış tabak. Davidmus Inv. no. 50/1999

328
KLASIK DÖNEM
TERCÜME HAREKETİ VE ETKİLEŞİMLER  /  İbrahim Halil Üçer

rıca Huneyn çevresi Galen külliyatını nere- Yahyâ b. Adî’ye nispet eder. Ayrıca el-Fih-
deyse tümüyle Arapçaya aktarmıştır. İsken- rist’te Ammonius’a, Kitâbu Şerhi mezâhibi
der el-Afrodîsî’nin Metafizik üzerine yazdığı Aristâlîs fi’s-Sâni‘, Kitâb f î ağrâzi Aristâlîs
şerhin Lambda ve Delta’dan sonraki bölüm- f î kütübihi ve Kitâbu hücceti Aristâlîs
ler üzerine olan kısımları, Quaestione’nin fi’t-tevhîd adlı eserler nispet edilir. Yine İb-
bir bölümü, De Anima’sı, Fi’l-Akl’ı ve Mebâ- nü’n-Nedîm Simplicius’un Kategoriler ve
diu’l-küll adlı eseri Huneyn ve arkadaşları De Anima’ya yazdığı şerhlerden bahseder,
tarafından çevrilmiştir. Porfirius’un Eisa- ancak bunların mütercimleri ya da tercüme
goge’si, Kategoriler, Fizik ve Nikomakhos’a edildikleri dönemle ilgili herhangi bir bilgi-
Etik üzerine yazdığı şerhler de bu dönemde ye yer vermez.
ayrıca tercüme edilmiştir. İbnü’n-Nedîm’in Tercüme hareketlerinin son iki evresini,
zikrettiği ve Yahyâ b. Adî’nin kitaplarının önceki evrelerden ayıran önemli unsurlar-
listesinde gördüğünü söylediği, Sirianus’un dan biri, mütercimlerin nitelikleriyle ilgi-
Metafizik şerhinin Beta üzerine olan kısmı lidir. Bu dönemdeki mütercimler sadece
da bu dönemde çevrilmiştir. Temistius’a ait Yunanca bilgileri ve antik Yunan kültürüne
eserler arasında tercüme edilenlerden en aşinalıkları bakımından değil, Yunan felse-
önemlisi ise De Anima şerhidir. fesiyle ilişkileri açısından da önceki müter-
Ebû Bişr Mettâ b. Yûnus ve Yahyâ b. Adî cimlerden ayrılırlar. Huneyn b. İshak, İshak
çevresindeki mütercimler, çeviriler döne- b. Huneyn, Yahyâ b. Adî, Ebû Bişr Mettâ b.
minin son safhasını oluşturur. Bu müter- Yûnus, İbn Suvâr, İbn Zur‘a, İbnü’l-Ham-
cimler arasında Ebû Ali İbnü’s-Semh, Ebû mâr, İbnu’s-Semh gibi isimler bir mütercim
Ali İbn Zur‘a ve İbn Suvâr gibi isimler yer olmanın ötesinde, aynı zamanda felsefî ter-
alır. Mettâ, Aristoteles’in İkinci Analitikler, cihleri bulunan felsefeciler olarak değer-
Poetika, Semâ ve’l-âlem, Oluş ve Bozuluş lendirilmelidir. Bu isimlerden birçoğunun
Üzerine ve İskender’in şerhiyle birlikte Me- müstakil felsefî çalışmaları mevcuttur. Ay-
tafizik’in Lambda kitabını çevirmiştir. Yine rıca Yahyâ b. Adî çevresinin özellikle fizikle
Mettâ, İskender’in Oluş ve Bozuluş Üzerine ilgili yorumları, Aristoteles’in Fizik kitabı-
şerhini, Kitâbu’s-Semâ ve’l-âlem şerhinin bir nın tercümesi içerisinde günümüze kadar
kısmını ve daha önce Kindî çevresi tarafın- ulaşmıştır. İbn Sînâ’nın “batılılar” (mağri-
dan da tercüme edilmiş Fi’l-inâye’sini aktar- biyyûn) olarak nitelediği, Bağdat’ta yerleşik
mıştır. Onun Temistius’tan çevirdiği metin- bu mütercim-filozoflar grubu, Aristoteles
ler arasında Fizik ve Semâ ve’l-âlem şerhi, felsefesiyle ilgili özel bir yorum geleneğinin
ayrıca Metafizik’in Lambda kitabına ait bir de devamcısı olarak gözükür.
açıklama yer alır. İskenderiye okuluna men- Buraya kadar aktardığımız liste, çeviri
sup şarihlerden Simplikius’un Kategoriler hareketinin yalnızca genel eğilimini yan-
şerhi de İbn Suvâr tarafından çevrilmiştir. sıtır. Tercüme edilen külliyat aslında çok
Yahyâ b. Adî Metafizik’in M kitabını, Sofis- daha kapsamlıdır. Felsefenin aynı zamanda
tika ve Topika’sını, İskender’in el-Âsâru’l-ul- bir kültür haline gelecek şekilde Yunanca-
viyye şerhini, Temistius’un Kitâbu’s-Semâ dan sonra ilk defa başka bir dilde yeniden
ve’l-âlem şerhini Arapçaya aktarmıştır. üretildiği bu süreç, felsefenin yeni bir dil,
İbnü’n-Nedîm Ammonius’un Katego- kültür ve coğrafya içerisinde aldığı yeni
riler şerhini zikreder, fakat mütercime yer şekilleri gösterme kabiliyetine sahip en
vermez, Topikler şerhinin tercümesini ise önemli olgulardan biridir.   

329
ISLAM DÜŞÜNCE ATLASI

KURUMLAR

Beytü’l-Hikme

A bbâsî halifesi Me’mûn’un 830’da Bağdat’ta kurmuş ol-


duğu ilim ve araştırma merkezi olan Beytü’l-Hikme’nin
temelleri Abbâsîler’in ikinci halifesi Mansûr dönemine kadar
uzanır. Tercüme faaliyetleri üzerine yoğunlaşan, zengin bir kü-
tüphaneye sahip olan, çeşitli sahalarda araştırma ve öğretim
faaliyeti yürüten bu merkezin İslâm’ın 3. asrının başlarında
kurulmuş olması, fetihlerin akabinde hâkimiyet kurulan coğ-
rafyalardaki eski uygarlık mirasıyla oluşan temasla ilgilidir. Zira
köklü medeniyetler, Nil ile Amuderya arasındaki “ekümenik
bölge”de kurulup gelişmiş, Müslümanlar da bu bölgeyi fethe-
dince çok değişik din, kültür ve düşüncelerle karşılaşmıştır. İs-
lâm’a karşı meydan okumalar ve hücumlarla devam eden bu
temas karşısında ilk sistemli karşı duruş, Mu‘tezile kelamcıları
tarafından ortaya konulmuştur. Mu‘tezile, ilhâdî fikirlere karşı
bir entelektüel duruş sergilemiş ve insanlığın kadim kültür
mirasının İslâm dünyasına aktarılışına öncülük etmiştir.
de yeniden gözden geçirilmiştir. Beytü’l-Hikme çatısı altında
Tevhid inancı ekseninde şekillenen Müslümanlara ait bilgi an- ilim adamı ve mütercimlerin meydana getirdiği telif ve ter-
layışına göre mutlak bilgi ancak Allah’a aittir, beşer düzeyinde cüme eserlerin her geçen gün artmasıyla Hizânetü’l-Hikme
üretilen her bilgi, gerçeğin sadece bir parçasıdır ve son tahlilde adıyla bir kütüphane oluşmuştur. Bizans topraklarındaki çe-
eksiktir. Bu bakış açsısı, beşerî bilgiye eleştirel bir gözle cesurca şitli yazmaların Bağdat’a getirilmesi için heyetler gönderil-
yaklaşmayı beraberinde getirmiş, tekâmül eden bilgi ve tecrü- miştir. Beytü’l-Hikme’deki astronomi üzerine yapılan çalışma-
be insanlığın ortak malı olarak görülmüştür. Bu anlayış doğrul- lara bağlı olarak Bağdat’ta Şemmâsiye denilen yerde Yahyâ b.
tusunda İslâm dünyasında antik dillerden tercümeler Emevîler Mansûr’un riyasetinde bir rahasthâne kurulmuştur.
döneminde başlamış; ancak arkasında destekleyici kararlı bir si-
yasi irade bulunmadığından kısmî ve sınırlı halde devam etmiş, Me’mûn’un ölümüyle birlikte (833) Beytü’l-Hikme’deki ilmî
yoğun ve kapsamlı bir harekete dönüşememiştir. faaliyetler duraksamış; ancak burada başlayan çabalar bazı
devlet adamları tarafından çeşitli zaman ve mekânlarda des-
Abbâsî halifelerinden Mansûr, Hârûnürreşîd ve Me’mûn’un teklenmeye devam etmiştir. Beytü’l-Hikme aynı zamanda
tercüme hareketine vermiş oldukları bilinçli ve kararlı des- İslâm dünyasında kütüphane, rasatahâne ve medrese gibi
tek, Beytü’l-Hikme’nin inşasıyla birlikte kurumsal bir hüviyet kurumların oluşumuna da öncülük etmiştir. 
kazanmış, böylece burası akademik tercüme hareketinin
merkezi ve sembolü haline gelmiştir. Antikçağ’dan geriye İleri Okumalar için Öneriler ve Kaynakça
mahzenlerde çürümeye ve yok olmaya yüz tutmuş, Atina’dan
֍ Mahmut Kaya. “Beytülhikme”. DİA. c. VI. İstanbul: TDV Yayın-
Kaşgar’a kadar geniş bir alanda dağınık vaziyette duran yaz-
ları, 1992: 88-90.
maların toplanması, bunları anlayabilecek bilginlerin bir araya
getirilmesi ve emekleri karşılığında mütercimlere başka her- ֍ Mustafa Demirci. “Beytü’l-Hikme: Antik Kültür Mirasının İs-
hangi bir yerde bulamayacakları büyük meblağlar ödenmesi lâm Dünyasına Aktarılması”. İslâm Kurumları Tarihi El Kitabı. ed.
bu siyasi irade ve desteğin açık birer göstergesiydi. Eyüp Baş. Ankara: Grafiker Yayınları, 2013: 457-472.
֍ Mustafa Demirci. Beytü’l-Hikme: Kuruluşu, İşleyişi ve Etkile-
Cündişapur tıp akademisi başta olmak üzere farklı bölgeler- ri. İstanbul: İnsan Yayınları, 1996. 
den Bağdat’a gelen tabipler, hekimlik mesleğini icra etmele-
֍ Beytü’l-Hikmeti’l-‘Abbâsî: ‘Arâkatu’l-Mâdî ve Ru’yetü’l-Hâdır:
rinin yanında çeşitli tıp eserlerini Beytü’l-Hikme’de Arapçaya
Ebhâs İhtifâliyyeti’l-Mieviyyeti’s-Sâniyete ‘Aşrete ‘alâ Te’sîsihi fî
tercüme etmiştir. Yine bu merkezde mantık, felsefe, matema-
Bağdâd 1200 m., I-II, Bağdad: Beytü’l-Hikme, 2001.
tik, geometri, kimya, astronomi gibi aklî ilimlere dair başlıca
klasikler Grekçe, Sanskritçe, Süryanice ve Farsça dillerinden ֍ Dimitri Gutas. Yunanca Düşünce Arapça Kültür: Bağdat’ta
Arapçaya aktarılmıştır. Halife Mansûr döneminde başlayan Yunanca-Arapça Çeviri Hareketi ve Erken Abbasi Toplumu. çev.
çeviri hareketi Beytü’l-Hikme’yle birlikte hız kazanmış, daha L. Şimşek. İstanbul: Kitap Yayınevi, 2003. 
önce yapılmış tercümeler bir bakıma edisyon kritik düzeyin- —Selahattin Polatoğlu

330
Dioscorides’in Materia Medica’sının Arapça
tercümesi el-Haşâiş’ten bir sayfa
Düşünce Tarihi 2
(Tahsin Görgün)

1. Ders
28/10/2021
Yeni Platoncu Yaklaşım, Hristiyanlığın Getirdikleri, Götürdükleri ve
Roma Medeniyetinin Çöküşü

Düşüncenin ihya olması için ahir zaman Peygamberinin gelmesi


gerekiyordu. O (sav) gelince önce hayat ihya oldu. Hayat ihya olunca
düşünce teşekkül etti. İnsanlar insanlığın ilmi ve fikri birikimini ihya
ettiler. Yeni bir medeniyet, yeni bir toplum oluşturuldu.

Yahudi düşüncesi ise tamamen İslam düşüncesi üzerine kuruludur.


İslam'daki birikimler kullanılarak olışturulmuş. Hristiyanlığın
skolastik düşüncesi de İslam düşüncesiyle irtibat içerisindedir.

18.yy'daki dünya tatihinyazaföarı bütün dünya tarihini iki döneme


ayırıyorlardı.
1. İslam öncesi
2. İslam sonrası

İslam öncesi dönem, kaynaklara dayalı bir bilgi vermiyor. Daha çok
arkeolojik kazılar, daha önceki ödenmelerden kalmış tek anlamı
olmayan, kalıntılara dayalı tarihli. Bu durum düşünce tarihi için de
geçerliydi. İslamiyet tebliğ edildiğinde bitin insanlık kültürü
fosilleşmişti. Hristiyanlıkta Paulus Hz İsa'yı ilahlaştırarak
Peygamber'le irtibatı koparmış oldu.

Düşünce tarihi de dünya tarihi gibi İslam öncesi ve İslam sonrası


olarak ikiye ayırabilir, ilk çağ, orta çağ, yeni çağ gibi ayırımlarının
terkedeceğiz. Bu durum hem düşünce tarihine hem de İnsanlığın

tarihine uymamaktadır. Bunu yavaş yavaş üzerinde çalışarak


başaracağız.

1. İlk çağ
2. Orta çağ
3. Yeni çağ

Bu anlamsız ayırım Alman filozof wash shipenk de boş, karşılığı


olmayan bir ayırım olduğunu söylüyor.

Dünya tarihini ikiye ayırdığımızda bugünün tarihini de İslam sonrası


tarihinin bir parçası olarak göreceğiz. Roger Garaudy "Batı bir
kazadır" demektedir. İnsanlık bu kazadan kurtulacak. Biz kendimizi
toparlandıkça, Müslümanlar kendi aralarında söz ve iş birliğini
kurdukça batı merkezci tarih düşüncesi kendini hakiki olana
bırakacaktır.

Düşünce miladi 4. ve 5. yy'da tükendi, fosilleşti. İslamın tebliğle


birlikte düşünce önce Müslümanlar arasında, sonra onlarla birlikte
yaşayan gayri müslimler arası da ve onlarla irtibat halinde olan diğer
toplumlar arasında gelişti.

İlim, düşünce, tıp, edebiyat, sanat, vs alanında çalışmalar miladi 8.


Yy'dan sonra yani İslamiyetin tebliğinden sonra canlandı. Hem
Müslümanlar hem de onlardan etkilenen diğer inşa laf arasında
canlandı. Ve Müslümanlara bakarak yaşamayı öğrendiler.

Düşünce tarihi nebilerin bildirdiği zeminde ve o zeminle irtibat


halinde ortaya çıkıyor. Mesela skolastik düşünce Nebevi Hikmet'le
irtibat halinde olan düşünceyle teşekkül ediyor. Sonrasında batı
Avrupa da 14,15,16. Yy da şüphecilik ortaya çıktı. Reformla o
şüpheciliği aşmaya çalışıyorlar. 17. yy'da Descartes .... Hareketiyle
şüpheciliği aşıyor.

Osmanlı devleti, Babür devleti, Safevi devleti tıp, edebiyatçı sanatta


çok güçlüydü. Batılılar 17. Yy'dan sonra 19. yy'a kadar bilim ve diğer

alanlarında İslam düşüncesinden istifade ettiler. 19. Yy dan sonra


kendi düşüncelerini ortaya çıkarıyorlar ve 20. Yy'da iki tane büyük
felakete sebep oluyorlar. 1. ve 2. Dünya Harbi... Yani Nebevi
Hikmet'le irtibatı terkettikleri zaman insanlığın başına çok büyük
belalar açtılar. Şu anda da yaşadığımız budur.

İnsanlığın Peygamber'le irtibatı koparmaları ve yeniden yeni


Peygamber'in insanlığa hakikati anlattığını dikkate alarak bu minvalde
insanlık tarihini ve düşünce tarihini yeniden yazmalıyız.

Platon aslında Organon isimli bir kitap yazmış değildir. Aristotales de


Metafizik isimli bir eser gazmış değildir. Talebelerin talebeleri ve
sonrasında insanlar üzerinde çalışarak böyle bir eser ortaya
çıkarmışlardır. Yani geçmiş düşünce tarihlerine yönelik, Hint'e, Çin,e
yönelik de elimizde orjinal eserler yoktur.

İslam öncesi dönem Hakkı'nda ne kadar güvenilir bilgimiz var. Bunu


daha net görebilmek için Voltaire'nin dünya tarihi metnini paylaşalım:

İslam öncesi dönemle ilgili anlatılmaya değer bulduğu bölümler


Çin
Çin'in dini
Hindistan
İran

Hristiyanlık, Roma, Hititler, Sümerler hiçbiri yoktur. Bunun sebebini


sayfa 74'de şöyle açıklıyor:

“Dünya tarihine gelmiş bütün kanun koyucular ve Fatih'ler arasında


hayatı, çağdaşları tarafından detaylı bir şekilde anlatılmış yegane
şahsiyet Muhammed'dir.”

İslamiyet ve İslamiyet medeniyetiyle birlikte yazı kural haline geliyor.


İslamiyet öncesi toplumlarda yazı yoktu. Belirleyici değildi.

Siyer kitabı

Yeryüzünde 10 milyonun üzerinde insan yaşıyor. Yaşayanların onda


1'i Müslüman. (Şu anda yeryüzünde yaşayanların dörtte 1'i Müslüman.
Aslında Müslümanlık geri gitmiyor. Sadece sahip oldukları imkanları
kullanmadıkları ve kendi aralarında söz ve iş birliği yapmadıkları için
sıkıntı vardır.)

Batı Avrupa'da yaşayan insan neden İslam tarihiyle meşgul olsun?


Sorusuna cevap veriyor:

“İslam kendi başına insanlık tarihinin görüldüğü en büyük


hadiselerden biridir.
Ortaya çıkışı hakkında güvenilir malumata, haberlere sahip
olduğumuz yegane dünya dini islamiyettir.”

(Hristiyanlığın, Budizm'in, Konfüçyalizm'in (Şu anda Çin'in 1,5


milyarının dini) nasıl oluştuğu, Nasıl ortaya çıktığıyla ilgili tarihi
malumata sahip değiliz. Konfüçyüsün gerçekten yaşayıp
yaşamadığına ilgili tarihi bir gerçek yok. Buda'nın da Nasıl yaşadığı,
nerede yaşadığı, gerçek bir insan olup olmadığıyla ilgili bir bilgi yok.
Hinduizm'le ilgili tarihi olarak bilgi yok. Yazıyı bile İslamiyetle irtibat
kurduktan sonra öğreniyorlar.

Kitabın başında şöyle diyor:


“Buda'dan yaklaşık bin yıl, Hz İsa'dan yaklaşık yarım bin yıl sonra Hz
Muhammed üçüncü dünya dinini tebliğ etti. Budizm'in ilk yüz yılları
tamamen karanlıktaydı. Erken dönem Hristiyan zamanı da yarı
karanlıktaydı. (Yani neyin tam olarak Nasıl gerçekleştiğini
bilmiyoruz) Buna karşı islamın gelişmesi başından itibaren tarihi
rivayetlerin ışığı altında gerçekleşti.”

Dünya tarihine yön veren en önemli isim olarak Hz Muhammed


yazılmış:

Müslümanların Diğer Din ve Kültürleri İhyası

İslam öncesi dönemle ilgili bilgilerin çoğu Müslümanlar eliyle


hazırlanmıştır. Müslümanlar Hint, Fars düşüncesi birikimiyle irtibat
kurmuşlardır. Tamamı fosilleşmiş durumda olan kültürleri ihya ettiler.
Hint düşüncesi ve Hint tarihiyle ilgili bütün veriler Müslümanlar
tarafından hazırlanmış. Yunan düşüncesiyle ilgili veriler Müslümanlar
tarafından muhafaza edilmiş ve nakledilmiş. Keldani, Hint, Babil, Pers
ilim ve tefekkürü Müslümanlar tarafından anlayıp, kullanılıp,
geliştirilmiş ve muhafaza edilmiştir. Diğer taraftan Yahudi diniyle
ilgili düşünce ve felsefe Müslümanlardan istifade edilerek
geliştirilmiş. Hristiyanlıkla ilgili bilim ve siyaset Müslümanlardan
istifade edilerek geliştirilmiş. Müslüman Sadece Çin'le ilgili bazı
hususlar özellikle 18. Yy dan itibaren fikri bir canlanmadan bahsetmek
mümkün. Ancak Çin'deki gelişmelerle İslam kültür medeniyetinin
gelişmesi arasında Nasıl bir irtibat var bilemiyoruz. Çinliler

müslümanlarla karşılaştıktan sonra Konfüçyüs'ün eserlerini keşfedip


11. 12.'dan sonra canlanma başlatıyorlar.

Düşünce tarihi Nasıl yazılıyor?

Müslümanların mesela devlet yönetimiyle ilgili Farslar'dan istifade


etmiş olduklarını varsayalım. Abbasiler'de de devlet yönetimiyle ilgili
belgeler var. İran'daki devlet yönetim şeklinin Nasıl olduğuyla ilgili
bir kurgu oluşturuyorlar ve "İslam öncesi İran kültüründe devlet
yönetimi" şeklinde bir kurgu inşa ediyorlar. Sonrasındaki kültürler
İran kültürüyle ilgili Metin'ler okuyorlar ve zannediyorlar ki
Müslümanlar devlet yönetimiyle ilgili bütün belgeleri İran'dan
aldıklarını zannediyorlar.

Aynı şey Bizans ve Roma için de geçerlidir. Roma imparatorluğunun


gerçek manada kurucusu 18. Yy da yaşamış bir İngiliz tarihçisidir.
Kitabın dörtte birini İslam tarihine ayırmıştır. İslam tarihinden istifade
ederek roma imparatorluğundakiöhayatı kuruyor. Aralarında
benzerlikler ortaya çıkıyor. Roma'nın hayat düzenini yazan şahsın
İslam medeniyetini örnek alarak roma imparatorunun düzenini
kuruyor. Bunun Nasıl kurulduğunu bilmeyen insanlar sonraki nesiller
bunları okuyup "İslam felsefesi aromamdan esinlenmiş" diye
düşünceler ortaya çıkıyor. Hatta safdil Müslümanlar bununla ilgili
çalışmalar yapıyorlar.

Bu dönem konuşacağımız konular:

⁃ Düşünce tarihine giriş


⁃ Yeni Eflatunculuk, Platonizm, hristiyanlıkla arasındaki irtibat,
Hristiyanlık neden medeniyeti yok etti?
⁃ Ahir Zaman Peygamberinin dünyaya teşrifinde İslam toplumunun
teşekkülü, insanlığın Nebevi Hikmet'le tanışması, düşüncenin
nasıl ihya olduğu, zikir-fikir-şükür
⁃ İslam düşüncesi adım adım Nasıl gelişti? Varlıkla ilgili asli kaygı
düşüncenin asli manasıydı. Ben kimim? Nereden geldim? Nereye
gidiyorum? Nasıl yaşamalıyım? İslam düşüncesiyle irtibat Nasıl

kurulacak? Varlık meselesi Nasıl ele alınır? Ahnî varlıkta fıkıh ve


fiziğin önemi.. Peygamberimiz "İlim iki kısma ayrılır. Dinlerin
ilmi ve bedenlerin ilmi" demiştir. Fiziki dünya hem insan bedeni
hem de gök cisimleri vs.
⁃ Yazıda varlığın gelişimi. Şimdiki yazılım, robot, yapay zekanın
yazıyla ilişkisi
⁃ La Fontane'in iki ciltlik fabllarının Beydavi' in Kelile ve Dimne
eseriyle Ezop Masallarından alınarak yazıldığı ancak bizim
çocuklarımızın bunlardan bihaber olduğu
⁃ Batı Avrupa'daki insanların düşünmeyi, yaşamayı ve devlet
düzeninin Nasıl oluşturulduğuna, eğitim sisteminin nasıl
kurulduğunu Müslümanlardan nasıl öğrendikleri (Sicilya'da
medrese kurulması, idari dilin Arapça olması) Düşünmeyi öğrenen
Batılılar Hristiyan felsefesi olan skolastik düşünceyi
geliştirmeleri. THK as Akinas'ın ibni Sina'dan istifade ederek
varlık meselesini Nasıl ele aldığı

Düşünce Tarihi 2
(Tahsin Görgün)
2. Ders
04/11/2021

Stoa Felsefesi, İslam Öncesi Felsefi Düşüncenin Kaybolması ve


Hristiyanlık

(Stoacılık Aristotales sonrası düşüncenin tarihi..


Stoa dediğimizde aklımıza eski Yunan gelir.
M.Ö 6. Yy
Kriton'lu Zenon (MÖ 334-262)
Stoa/Revak
Stoacılık: Revakiyyun
M.Ö 2. Yy: Çiçero eserlerinde gördüğümüz

Geç dönem Stoa : M.S. 1. ve 2. yüzyılda Roma'da yaşamışlar. (Atina


değil)
Epistema (M.S. 50-130)
Marcus Aurelius (M.S. 121-180)

Stoacılığı tanımadan Hristiyanlığın ne manaya geldiğini anlayamayız.


Bu sebeple Hristiyanlığı anlamak için Stoa felsefesini anlamamız
gerekir.
Yeryüzünde yaşayan insanların 2 milyardan daha fazlası (hepsi teslisi
kabul etmese de) Hristiyanlık kültürüne sahiptir. Bu kısım hocanın yaz
döneminde anlattığı bunalımıyla ilgili bilgileri içerir)

Düşünce Tarihi: İnsanlığın Nebevi Hikmet ile İrtibatının Tarihi

Cenabı Hak mevcudatı ve insanlığı terk etmemiştir: Rahman ve


Rahim isimleri bunu gösterir.

O, insanlığa Peygamber göndererek her zaman Hidayet etmiş; onlara


teorik ve pratik hayatlarında yol göstermiştir.

Temel sorular:

Ben kimim?
Nereden geldim?
Neredeyim?
Nereden geldim?
Nasıl yaşamalıyım?
Nereye gideceğim?

Peygamber'ler bu sorulara müspet cevap veriyorlar. Böylece İnsanlığın


hayatına çöken karanlık ortadan kalkıyor. İnsanlar Peygamber'lerin
getirdiği kurallara uydukları ve kurallara uyan insanlarla birlikte
yaşadıkları zaman Nasıl davranılacağını biliyor ve aralarında bir
düzen oluşuyor.

"Nasıl yaşamalıyım?" sorusu her halükarda ölüm ufkunda


cevaplanacak bir sorusudur. Ölüm olmasaydı insanların birbirilerine
karşı sorumlulukları ve ihtiyaçları olmazdı. Böylece hak, adalet, ahlak
gibi kavramlar olmazdı. Öldükten sonra toprak olunsaydı, insanlara
iyilik, kötülük kavramlarıyla değil çıkar kavramlarıyla yaklaşır, kısa
ömürde hazzı artıracak ne yapılması gerekiyorsa o yapılırdı. Bütün bir
hayatı anlamlı hale getiren ölümdür. Ölümden sonraki hayatın
olduğunun farkında olunca çıkardan önce hayrı, iyi ve doğru olanı
esas alıp iyi ve doğru olanla faydalı olan telif etmeye çalışılır.
Peygamberlerin görevi de budur.

Sofistlerin "herşey caizdir (anything goes)" tavrını aşmasının yolu


olarak özellikle Giyotima isimli hanım üzerinden Sokrates Nebevi
Hikmet'le irtibat kurduğunu, kendisinde Nebevi Hikmet olmamakla
birlikte Nebevi hikmeti sevmek, savunmak gibi durumlarını görüyoruz
Savunmalar'da. Sonrasında Platon ve Aristo

(Sofistlerin o zamanki her şey caizdir fikri günümüzde post modern


düşünceyle aynıdır.)

Aristotalesin Nebevi Hikmet'le irtibatı koparmasından sonra Yunan


düşüncesinin ne duruma geldiğini göreceğiz.

Sokrates ve Aristotalesle birlikte Büyük İskender etkin oluyor. Onunla


birlikte Makedonya merkezli bir hareketlenme söz konusu oluyor.
Atina ve Yunan şehirleri geri planda kalıyor. Sonrasında Roma
imparatorluğu kuruluyor. Romalılar Latince kültürü ön plana çıkarınca
Yunanca ihmal ediliyor. Romalılar kendileri bir düzen oluşturunca
nazari bir planda felsefe ve bu anlamda bir metafizik (bu varlığın
dizeni nedir? Varlık Nasıl ortaya çıktı? Gibi sorular) çok anlamlı hale
gelmiyor. Onun yerine daha çok alemi inceleyip araştırdıktan sonra
aleme uygun bir şekilde yaşama ın yegane çözüm olduğunu düşünen
insanlar ortaya çıkıyor.

4.Yy içerisinde Atina'nın yavaş yavaş siyasi etkisini kaybettiği Zaman


insanlar kendileri "Erdemli bir şekilde Nasıl yaşamaya çalışırız?"
sorusunu cevaplamaya çalışıyorlar. Kemeraltı revakların altında ayak
üstü sohbet etmeye çalışan insanlar var. Bunlardan biri Kritonlu
Zenon... Etrafındaki insanlara ders veriyor. Kleantes'in Zeus'a İlahi
isimli şiiri var.

Stoa felsefesinin 3 cihetten analizini yapmak mümkündür:

1. Theoria
2. Etik/ahlak
3. Bilgeliğin yaşanması

1. Theoria

Kutsal olanın temaşası. Arapça'ya "nazar" olarak çevrilmiştir. Theora


nın amacı "Bizi kuşatan gerçeğin içinde kutsal olanı görmeye
çalışmaktır."

Neredeyiz? sorusuna "alemdeyiz" cevabını veriyor.

(Nazariyat bizde soyut bir şekilde bir şeyin açıklanması anlamındadır.)

Esas vazifesi alemdeki logosu tanımaktır.

Logosun özelliği? Nereden geliyor?


Logos aleme içkin olandır. Dolayısıyla Tanrı
"Tanrı nerdedir? Alemdeki düzenin kaynağı nedir?" Sorularına cevap
olarak "Alemdeki düzeni kavradığımızda Tanrıyı da kavramış oluruz"
diyorlar. Yani İlahi olanı ve tanrısal olanı insanın aklıyla farkedip
keşfetmesi…

Nasıl yaşayacağız? sorusuna "Adil bir şekilde" cevabı veriyorlar.


Alemdeki düzene kendimizi uyarladığımız Zaman yaşamamız

gerektiği şekilde yaşamış oluruz. Alemdeki gidişata müdahale edip


orayı değiştirmeye çalışmak uygun değil.

Sıdk ve sadakat kavramları stoacılarda önemlidir.

Theoria, alemdeki logosu kavrayıp, İlahi olanı temaşa etmektir. Peki


bunun manası nedir? "O düzeni keşfettiğimizde, yerimizi bulup kendi
hayatımızı uyum içerisinde sürdürmektir. Ahlakla alakalı olarak
üzerinde durdukları şey uyum içerisinde yaşamaktır." diye
düşünüyorlar. Bu fikir hristiyanlıkla bağlantılı olacaktır.

2. Etik Ahlak

Müslümanların fethettikleri bölgelerde Stoa ahlakı belirleyici bir


konuma gelmiştir. Demişler ki : "Bizim bir irade özgürlüğümüz
yoktur. Biz rüzgarın önündeki bir yaprak parçası gibiyiz. Üzerimize
düşen vazife: Dedelerimiz nasıl bir hayat yaşadıysa onu sürdürmek,
ahlaklı yaşamaktır. Tanrı Rıza'sına yaşamak da budur." (Tanrı bahsi
yok ama)

Müslümanlar da buna karşılık şöyle bir tez ortaya koymuşlardır:


"Hayır, insanın vazifesi çevresine uyum sağlamak değil, doğru
yaşamaktır. Doğru yaşamak da İlahi emirler ve yasaklara ittiba
etmekle olur. Emirlerin ve yasakların ne olduğunu ancak bir
Peygamber'e ittiba ederek bilebiliriz."

3. Bilgeliğin Yaşanması: Ölüm Korkusunun Aşılması

Epiktetos

"Hepimiz öleceğiz. Bu uğursuzluk değildir. Olup biten bir durumdan


diğer duruma geçiştir."

Stoacılarda reenkarnasyon benzeri bir düşünce mevcuttur. Yani ölüm


yok oluş değil, başka bir duruma geçiştir.

İnsan iradesinin etrafında olup biten şeylere itiraz etmeden ona uyum
içinde sarfetmesi görülür stoacılarda.

Sadece Tanrı'ya saygı duymak (takva)


Ona bağlanmak
Onun emirlerine itaate adamak

İşin ilginç tarafı tanrıyı tabiat haline getirip emirler ve itaat olan kısmı
alemdeki mevcut düzene itaat olarak yorumlamaktır. Epiktetos'un
bahsettiği Tanrı, Bizim Allah Teala olarak bahsettiğimiz "Teala"
kısmında vurguladığımız Allah değil, kosmosun bir muadili,
Yunanlıların logos adını verdikleri evrensel aklın bir başka ismidir.
İnsandan beklenen şey olup bitene razı olmaktır.

Stoacıların söyledikleri şey, "insanlar başlarına gelene razı olmak


yerine onu değiştirmeye uğraşıyorlar. Bu kabul edilmez bir şey
değildir. Aleme müdahale etmeden ona kendilerini uydurmaları
gerekir."

Epiktetos: "İrademizi olaylarla o şekilde uzlaştırmalıyız ki, hiçbir şey


isteğimiz hilafına gerçekleşmesin, biz onu isterken vuku bulmazlık
etmesin.”

"Biri gelip yalan söylüyor. Bu benim istediğim şeydi" diye kabul


etmek gibi...

Mesela şirketle anlaşma yapılıyor. Şirket şunları yapmanı istiyoruz


diye maddeler veriyor. Olumlu olumsuz düşünmeden "ben bunların
hepsinin olmasını arzu ediyorum." diyorlar. Onlar gerçekleşince de
"tam da benim istediğim oldu" diyorlar.

Yani kendilerini nefret ettikleri şeyin içinde bulmamaya çalışıyorlar.


Acı, korku duymuyorlar. Herhangi bir sorun yaşamıyorlar.
Kendilerinden bekleneni vazife haline getirmeye çalışıyorlar.

Roma toplumunu düşünürseniz orada belli bir bürokrasi oluşmuş.


İnsanlardan beklentiler var. Ama her şey insanların istedikleri gibi
oluşmuş. (Tepki göstermiyorlar hiçbir şeye. Düzen nasılsa ona ayak
uyduruyorlar)

Günümüzde Stoa felsefesi

Günümüzde de reklamlar üzerinden yapılan şey aynı. İnsanların


beklentileri üretiliyor, beklentiler oluşturuluyor. İnsanlar da sunulan
alternatiflerden birini tercih ediyorlar. İnsanlar kendi tercihlerini tercih
ettiklerini düşünüyorlar ama aslında kendilerine sunulan
alternatiflerden birini seçiyorlar. Sistemin talep be beklentileri dışında
bir şey yapmış olmuyorsunuz. Günümüzde Stoa felsefesini
benimseyip önerenlerin böyle bir beklentileri vardır.

Hristiyanlığın Stoa felsefesine karşı bir tepkisi olacaktır.

Kitap Tavsiyesi:

Batıdaki Bilim Felsefesiyle ilgili

Alan Chalmers, Bilim Dedikleri, Paradigma Yay.

İslam Medeniyetinde İlim/Bilim

Şakir Kocabaş

İbrahim Halil Üçer


Düşüncenin Zamanları

Düşüncenin
Zamanları
Tarihi anlamak şimdiyi anlamaktır, şimdiyi anlamaksa tarihi.

İBRAHIM HALIL ÜÇER


Dr. Öğretim Üyesi İMÜ Edebiyat Fakültesi E sasen şimdi, biraz önce ile biraz sonranın
birleştiği yerde varlık kazanarak kesintisiz
bir seyyaliyet içerisinde olmuş ve olacağı birleştirir. Olmuş
olan kendi aktüalitesini meleke hâlinde şimdiye devrederek
an içinde korunur ve şimdinin imkânlarını gerçekleştiren
DÜŞÜNEN ŞEHİR | Dosya | Düşüncenin Zamanları

yeni aktüalitelerin teşekkülü için zemin rolü ifa eder. Olmuş


olanın meleke hâlinde şimdide korunması, söz gelimi bir
kez fidan dikmeyi öğrenerek bilfiil bunu tecrübe etmiş bir
insanın daha sonra fidan dikmediği esnada bu tecrübeden
edindiği kazanımı bilkuvve koruması ve dilediği zaman fidan
dikebilme gücüne sahip olması gibi, önceki bilfiilliklerin an
içinde yarı bilfiil güçler olarak muhafaza edilmesi demektir.
An içindeki eylemlerimiz sadece hiç tecrübe edilmemiş saf
bilkuvvelikleri keşfederek onları bilfiil hâle getirme çabasını
ifade etmez, bu çabayı mümkün kılacak şekilde önceki
tecrübelerden elde ettiğimiz yeteneklerin kullanılmasını da
içerir. Bu manasıyla tarih, sadece olmuş bitmiş veya gelip
geçmiş bir hadiseler yığını değildir. Kuşkusuz tarihin olmuş
38
bitmiş bir ciheti vardır, ancak bu ciheti aşacak bir biçimde
tarih bugüne intikal ederek orada “ken- Tarihin şimdiyle ve şimdinin tarihle dünyaya ait astronomik zamanı ortaya
disi sayesinde eylemde bulunma gücü ilişkisine dair bu iki değerlendirme, çıkartır. Sene, ay, hafta ve gün, bu tek-
elde ettiğimiz” bir melekeye dönüşür. genel olarak tarihsel kavrayışa olduğu biçimli astronomik zamanı ölçülebilir
Tam da bu nedenle, tarihsel zamana kadar onun en önemli boyutlarından ve takip edilebilir hâle getiren objektif
yönelik bir idrak zafiyeti sadece geç- birini teşkil eden düşünceler tarihine kronolojiyi ifade eder. Diğer taraftan
mişe dair basit bir anlayışsızlık ortaya de ışık tutar. Annales okulu tarihçile- bu astronomik zamanı ortaya çıkaran
çıkarmaz, şimdiye ait eylemlerimizin rinin etkili bir şekilde gösterdiği gibi, konumsal değişimlerin dünyada sebep
yapısını tahrif ederek eylem iktidarımızı nasıl ki tarihsel zamanın gelip geçen olduğu fiziksel değişimler vardır. Mev-
kökünden sarsabilir. Bu bakımdan hadiseler katmanından ayrı olarak simsel ve günlük hareketlerin dünya
tarihi anlamak, şimdiyi anlamaktır. kolayca geçmeyip uzun süreler boyunca üzerinde yarattığı ısınma, soğuma,
Bu anlayış sayesinde şimdi içinde saklı etkisini koruyan süreçler ve nere- büzüşme, genleşme gibi değişimler
olan ve potansiyelleşmiş bilfiillikleriyle deyse hiç geçmeyip hep orada kaldığı dünyanın jeolojik ve coğrafi zamanını
eylemlerimizi inşa etmeye devam eden izlenimi veren yapılar katmanı varsa, ortaya çıkarır. Dünyanın astronomik,
yapısal unsurları kavrama, eyleme içkin düşünceler tarihi de böyle katmanlara jeolojik ve coğrafi zamanına benzer
cihetlerini muhasebe etme ve bu sayede sahiptir. Düşünceler tarihine yönelik şekilde canlıların biyolojik zamanından
eylemlerimize istikamet kazandırma bir kavrayışın şimdiki düşünme etkin-
imkânı elde ederiz. liğimize neler katabileceği ve şimdiki
Diğer taraftan böyle bir anlayışa düşünme etkinliğimizin tarihten gelen
erişme çabası, kaçınılmaz olarak, şimdi düşünceleri anlamaya nasıl kat-
içerisinde gerçekleşir. Canlı şimdiye kıda bulunabileceği soruları,
yönelik bir meraktan yoksunluk, tarihe bahse konu katmanlara
bakışı körleştirerek hikmetten mahrum ilişkin de açık bir anlayışı
kılar. Hareket ve değişimin ilkesine gerektirir. Aşağıdaki
dair herhangi bir soruya sahip olma- satırlarda düşünceler
yan bir düşünce tarihçisinin önceki tarihi yazımının anla-
doğa veya nefs teorilerine, bir şehrin mını bu sorular ve işaret
insani yaşam için gerçekte ne anlama ettiğim katmanlarla ilişkili
geldiğine ilişkin herhangi bir soruya bir biçimde ele alacağım.
sahip olmayan şehir tarihçisinin Merv, Bununla birlikte önce daha
Herat ya da Malatya gibi şehirlere, bilgi temel bir sorunun cevabını
üretiminin toplumsal düzenin inşasında aramaya girişmemiz gerekiyor:
nasıl bir role sahip olduğu hakkında hiç Düşüncenin zamanı nedir?
düşünmemiş bir kurumlar tarihçisinin Belki daha esaslı bir şekilde
13. yüzyıldaki medreselere dair malu- soracak olursak; “Düşüncenin
matı belki onu ciltler dolusu esere sahip zamanı var mıdır?”

DÜŞÜNEN ŞEHİR | Dosya | Düşüncenin Zamanları


kılabilir, ama yöneldiği şeylerin gerçek Zaman değişimle yakından iliş-
anlamlarını keşfetmesini sağlayamaz. kilidir. Onu ister bilfiil değişimlerin
Bu nedenle şimdiye, daha yerinde bir artardalığından isterse de değişi-
tabirle varoluşun en canlı bir biçimde min imkânından çıkartalım, deği-
şimdide gösterdiği anlamlara yönelik şimle zaman arasında
bir merak veya idrak yoksunluğu, bu özsel bir ilişki vardır.
anlamların tarihteki görüntülerine Dünyanın güneş
ilişkin bir idrak yoksunluğuna dönüşür. sistemi içerisinde
Tarihi anlamak şimdiyi anlamaktır, ama sürekli tekrar
şimdiyi anlama çabasından mahrum eden örüntü-
bir idrakin tarihsel olanı hiçbir zaman ler hâlindeki
tam olarak kavrayamayacağı da akılda ko n u m s a l
tutulmalıdır. değişimi 39
da bahsedilebilir. Organizmanın çeşitli suz bu değişimlerin kendisi içerisinde süre gerçek düşüncenin zaman, mekân,
açılardan değişim süreçleri bu zamanı yüzdüğü objektif bir astronomik zaman dil gibi unsurlara bağlı değişimlerden
ortaya çıkarır ve biz de yaş, çocukluk, vardır, ancak kronolojinin bize tanıttığı bağımsız ilahî bir uzayda varlık kazan-
gençlik, yaşlılık gibi adlandırmalarla bu objektif zaman farklı coğrafi-beşeri dığı kabul edilmiştir. Böyle bir kabule
bu zamanın görünen yüzünü ölçer ve zamanların oluşturadurduğu farklı neden olan şeylerden biri, belki de en
takip edilebilir hâle getiririz. Tarihsel tarihsel zamanlar barındırır. Bu tarihsel önemlisi, aklın değişmez hakikatleri
zaman, sayılan zaman türlerinde olduğu zamanları birbirinden ayırt eden şey, idrak yönündeki değişmez ve müşterek
gibi doğal ve sapmalara umumiyetle sadece onlara zemin teşkil eden somut kabiliyetine olan güçlü inançtır. Söz
bağışık bir biçimde tekrar eden deği- coğrafi ayrımlar değildir. Onları birbi- gelimi Fârâbî (ö. 339/950) matematiksel,
DÜŞÜNEN ŞEHİR | Dosya | Düşüncenin Zamanları

şim örüntüleriyle ortaya çıkmaz. Bu rinden ayıran ve aynı objektif zaman fiziksel, mantıksal ve metafizik bilimleri
nedenle tarihsel zamanı kavramanın dilimi içerisinde, Braudel’in deyimiyle tam da bu nedenle “hakiki bilimler”
yolu kronoloji değildir. Tarihsel zaman, farklı zamansallıklar görmemizi sağla- diye nitelemiş; hakikiliği değişmezlikle
dünyaya ait astronomik, jeolojik ve yan şey dünyaya etki eden eylemlerin tanımlamıştır. Burada değişmezlik; şu
coğrafi zamanlar içinde yaşayan insanın arkasındaki insanların farklı varlık, ya da bu zamana, bölgeye, topluma,
bu zamanlara bağlı koşullar içerisinde, değer, insan ve evren anlayışlarına sahip dine ve dile göre farklılaşmaksızın aynı
fakat onları aşacak bir şekilde giriştiği olmasıdır. İşte bu anlayışlar zemininde olma manasına gelir. Buna göre “hakiki
eylemlerin yarattığı değişimlerin varlık kazanan eylemlerin yarattığı deği- bilgi” veya “hakiki felsefe” değişmez,
zamanıdır. İnsana ait arzuların dile şimlerin zamanı, coğrafyanın sınırlarını değişen zaten yanlış olandır. Böyle
gelme ve iradi bir yolla gerçekleştirilme da aşan tarihî zamansallıklar inşa eder. bir bilimsel bilgi tasavvuru, “bilginin”
biçimleri bireysel, toplumsal, iktisadi Düşüncenin de böyle farklı bir veya “düşüncenin” tarihini tasavvur
ve siyasi eylemleri ve bu eylemlerle zamansal akışa ve ritme sahip oldu- etmeyi zorlaştırır. Zaten bu nedenle,
40
biçimlenmiş mekânları yaratır. Kuşku- ğunu söyleyebilir miyiz? Uzunca bir bahse konu bilimsel bilgi tasavvuruna
sahip geleneksel felsefe tarihi metinleri, de farklı tabakalarda yer alan bilginlere düşünceye özgü zamanı inşa eden
bugünkü manasıyla düşünce tarihi ait sorular ve bu soruları cevaplama değişimlerin fark edilmesidir. Bunlar
değildir. Bunun yerine onlar, herhangi yöntemleri açısından gerçekleşen deği- düşüncenin yöneldiği sorularda, bu
bir gelişim, değişim ve etkileşimden şimlere ilişkin de fikir verir. Bu türden soruların yarattığı problemlerde, bu
bağımsız bir şekilde, “bilgi”nin tarih değişimleri adlandırma ihtiyacı, daha problemleri ifade etme biçimlerinde,
içindeki görünümlerini onu üreten sonra hem İslam düşüncesindeki nazari bu soruları anlamlı kılan çerçevelerde
“bilgin”lere bağlı kronolojik bir sıra geleneklerin bütünü hem de her biri meydana gelen değişimlerdir. Düşün-
düzeni içerisinde sergilemeyi seçerler. açısından mütekaddimîn (=öncekiler) cenin zamanı, işte bu değişimlerin
Buna rağmen, geleneksel tarih metin- ve müteahhirûn (=sonrakiler) şeklinde zamanıdır. Bu değişimlerin yarattığı
leri bile ekol ve daha önemlisi tabaka bir ayrım yapılmasına neden olmuştur. zamanın tarihsel zamanla bir benzerliği
fikrinden yoksun kalamaz. Söz gelimi, Kronolojiye çok güçlü bir biçimde bağlı vardır: Tıpkı onun gibi düşüncenin
İslam dünyasında yazılmış ilk sistematik olan ve tabakalandırmanın düşüncedeki zamanı da astronomik zamanın aksine
bilim ve felsefe tarihi metinlerinden değişimlerle ilişkisine nisbî ölçüde, yeknesak değildir, tekrar eden değişmez
biri sayılabilecek el-Fihrist’in müellifi
Muhammed b. İshak en-Nedîm (ö.
ykl. 385/995) felsefi ilimlerin İslam
dünyasına intikalinin, bu ilimlerin tari-
hinde yarattığı dönüşümü vurgulamak
isterken İslam dünyasındaki filozof
ve bilim adamları için el-muhdesûn
tabirini kullanır. Muasır ve çağdaş gibi
anlamlara gelen bu tabir, en-Nedîm’in
bu filozoflar ve bilim adamlarıyla muasır
olduğunu anlatmayı amaçlamaz, çünkü
bu kategori altında yer verdiği isimlerin
birçoğu ondan önce yaşamıştır. el-Muh-
des ifadesi, bunun yerine, en-Nedîm’in
felsefi ilimlerin tarihi açısından nasıl
bir farkındalık içerisinde bulundu-
ğunu anlatır: Müslümanların önceki
felsefi ve bilimsel mirası temellük
ederek ürettikleri yeni birikim “yeni”
(muhdes) bir dönemi ortaya çıkarmış
ve onu önceleyen evreyi “antik” (kadîm)
hâline getirmiştir. Diğer taraftan İbn
Sa’d’ın (ö. 230/845) tarihle ilgili meşhur
et-Tabakâtü’l-Kübrâ’sından başlayan bir

DÜŞÜNEN ŞEHİR | Dosya | Düşüncenin Zamanları


gelenekle ilişkili bir biçimde hemen her
alanda telif edilen tabakat metinlerden
ayrı olarak, İbn Cülcül (ö. ykl. 384/994),
İbnu’l-Kıftî (ö. 646/1248), İbn Ebî Usaybi’a çoğu zaman da imalarla atıfta bulunan örüntülerle ilerlemez. Kronoloji bahse
(ö. 668/1269) gibi isimlerin felsefe-bilim tabaka fikrine karşılık, mütekaddimîn – konu değişimlerin gerçekleştiği kesin
tarihini, hususen el-Ka’bî (ö. 319/931) müteahhirîn ayrımı kronolojiyi tâlileştirir zaman aralıklarına dair bilgi verse
ve Kadı Abdülcebbâr (ö. 415/1025) ve başka bir şeyi ölçmeye başladığını de bu değişimlerin kendisini ölçme,
gibi kelamcıların Mu’tezile kelamını açıkça ifade eder. Çünkü bu ayrımda adlandırma veya tanımlama kabiliyetine
tabakalar hâlinde ele alma teşebbüsleri, yalın kronolojiden uzaklaşır ve düşün- sahip değildir. Düşüncenin zamanı,
düşünce üretiminin farklı evrelerine ceyi, onun da içinde aktığı astronomik kuşkusuz dünyaya ait astronomik,
yönelik bir farkındalık içerir. Tabaka zamanın akışına göre değil bizatihi coğrafi ve beşeri zaman içerisinde
fikri ilk bakışta sadece kronolojiyle, yani düşüncenin kendi ritmine göre takip varlık kazanır, fakat onu ortaya çıka-
nesiller ve yüzyıllarla ilgili gibi görünse etmeye başlarız. Bunu sağlayan şey, ran değişimler dünyanın kendisi ya 41
da güneş etrafındaki hareketlerinden zündeki birkaç yüz bin yıllık hikayesi açıklamaya çalışır. Bu mahaller zemin
kaynaklanan değişimler olmadığı için ne boyunca insanın bu manzaraya bakışı terimlerdir. Zemin terimler; varlık, bilgi,
astronomik ne de coğrafi zaman ölçüleri ve bu bakışı ifade eden kavramlar belki iyi, kötü, insan, âlem, neden, tanrı gibi
düşüncenin zamanıyla çakışmaz. 14., yüzlerce kez değişti. İnsanın kendisi terimlerde olduğu gibi, fikri yönlendirme
15. ya da 16. yüzyıllar astronomik bir biyolojik açıdan yüzbinlerce yıldır ve kendisi etrafında toplama kabiliyetine
zaman ölçüsünü ifade edebilir, ancak neredeyse hiç değişmedi, fakat insanın sahiptir. Böylesi terimlere mahsus ileri
“15. yüzyıl İslam düşüncesi” bu zaman kendisine bakışı ve bu bakışı ifade ettiği bazı özellikler bulunur. Birinci olarak
onlar, uzun zamanlar boyunca varlığını
sürdüren ve bir ölçüye kadar kalıcılıkla
nitelenebilecek fikirlerin ifadesidir.
İkinci olarak farklı diller, kültürler ve
coğrafyalarda bile varlığını korurlar.
Nihayet, tekrar pahasına, üçüncü olarak;
kavramsal değişimlerin kendisi üzerinde
gerçekleştiği kalıcı zemine karşılık
gelirler. Hızlı bir şekilde değişiyor
görünen kavramlara nispetle zemin
terimlerin değişimi, imkânsız değilse
bile çok yavaştır; öyle ki neredeyse hiç
değişmez görünürler. Bunları takip
eden ve kurucu terimler olarak adlan-
dırabileceğimiz şeyler ise bahse konu
zemin terimleri genellik ve bir ölçüye
kadar müphemlikten çıkartarak açık
ve belirgin hâle getiren terimleri ifade
eder. Bu yönüyle onlar zemin terimlere
form kazandırır. Söz gelimi yaratıcılık
dilimi içerisinde gerçekleşen düşünceyi kavramlar değişiyor. Uzunca bir süre, tanrı terimini; gaye ve yetkinlik iyi
niteleme, belirleme veya anlama açısın- icad ettiğimiz bu kavramların tanrısal terimini; doğruluk, yanlışlık ve gerekçe
dan neredeyse hiçbir şey ifade etmez. yaratımın değişmezlik ve ilahîliğine bilgi terimini kurar. Kurucu terimler
Çünkü düşüncenin zamanını yaratan koşut bir değişmezlik ve ilahîliğe sahip de uzun zamanlar boyunca varlığını
değişimler, astronomik zamanı yaratan olduğuna inandık. Özellikle yüksek sürdürme ve kavramsal değişimler
değişimleri ölçen birimlerle ölçülemez. seviyeli metafiziksel bir idrakin ürünü için zemin rolü ifa etme kabiliyetine
Düşünceye mahsus bir zamansal olan kavramların böyle bir yönü bulun- sahiptir, ancak onların zamanı zemin
akış ve ritmin mevcut olduğunu söy- duğunu hâlâ inkâr edemeyiz. Bununla terimlerinkine benzer bir kalıcılıkla
ledik. Peki o nedir, nasıl kavranabilir? birlikte gerçekliğin çok yavaş değişen nitelenemediği gibi, birincilerin aksine
Düşünce her şeyden önce bir kavram boyutlarına nispetle kavramlarımızın daima mekânsal sürekliliğe sahip
DÜŞÜNEN ŞEHİR | Dosya | Düşüncenin Zamanları

işçiliğidir. Zihin, gerçekliği kendisi çok hızlı değiştiğini de itiraf etmek oldukları da söylenemez. Örnek olarak,
aracılığıyla kavrayacağı kaplar inşa gerekir. Düşüncenin zamanını en açık İslam düşünce geleneği açısından,
eder. Kavramlar bu kaplara karşılık biçimde gösteren şey, böyle kavramsal “yaratıcılık” tanrı teriminin kurucusu
gelir. Gerçekliği bir şekilde ona sığ- değişimlerdir. unsurlarından biri olduğu hâlde Aris-
dırdığımızı düşündüğümüzde, onu Nasıl ki niteliksel, niceliksel veya toteles felsefesi açısından yaratıcılık
kavradığımıza inanırız. Oysa gerçeklik konumsal değişimlerin kendisi üze- değil “kendine yeterlilik” kurucu bir
“neredeyse” değişmez bir biçimde hep rinde gerçekleştiği tözlerden bahse- unsur olarak alınabilir. Benzer şekilde
orada dururken, gerçekliği kendisi diyorsak kavramsal değişimin kendisi teleolojik ahlak geleneği açısından
aracılığıyla ifade ettiğimiz kavramlar üzerinde gerçekleştiği mahallerden “iyi”nin kurucu unsurlarından biri olarak
“neredeyse” sürekli değişir. Yeryüzün- veya zeminlerden de bahsetmeliyiz. “gaye” terimi öne çıkarken, teleolojik
den göğe baktığımızda gördüğümüz Kavramlar doğrudan gerçekliği tutan olmayan bir ahlak geleneği açısından
manzara aslında milyonlarca yıldır bir ad olarak vaz edilmiş görünen bu “işlev” terimi öne çıkabilir.
42 neredeyse hiç değişmedi; fakat yeryü- zeminler etrafında sıralanarak onu
Zemin terimler üzerindeki değişimler ilkeyi açımlayan kavramsal bileşenler ve ispat etmeye girişmişlerdir. İlahî
kurucu terimler aracılığıyla, kurucu örgüsünü zayıf konuma düşürebilir. yaratmayı açıklarken hâlâ Tanrı’nın
terimler üzerindeki değişimler ise Böyle bir durumda, kurucu terimi özgür iradesini merkeze alan, ancak
onları açımlayan semantik bileşen- hangi birincil semantik ilkenin açık- felsefi kavramsal örgüye ait imkân,
ler aracılığıyla gerçekleşir. Semantik layacağı hususundaki rekabet karşıt zorunluluk, nedensel tamlık ve eksiklik
bileşenlerin kavramlar, kavramlar dizgenin kendi kavramsal örgüsünü gibi kavramlarla birlikte filozoflara ait
arası ilişkiler, yöntemler ve teorilerden gözden geçirmesine ve birincil semantik burhani yöntemi de alımlayan kelam-
müteşekkil olduğu söylenebilir. Söz ilkesini açıklayıp ispat ettiği örgüde cılar bu sürece iyi bir örnek teşkil eder.
gelimi İslam düşüncesindeki meta- değişikliğe gitmesine neden olabilir. Bahse konu süreç karşıt dizgelerin
fizik geleneklerin tamamı, Tanrı’nın Bu değişikliğin gerçekleşme yolları bir kendilerine ait birincil semantik ilkeleri
âlemin ilkesi olduğunu kabul eder. Bir dizgenin kendisini dönüştürerek karşıt muhafaza etme çabası zemininde, karşıt
diğer deyişle zemin ve kurucu terimler dizgeyi tenkit gücüne erişme çabasını kavramsal örgüler arasında gerçekleşen
hususunda (tanrı ve yaratma) müşte- ifade eder. Söz konusu dizge, bunu ve terimlerin korunup mefhumlarının
rektirler. Bununla birlikte Tanrı’nın yaparken, karşıt dizgenin güçlü görü- değiştirildiği “terminolojik süreklilikler
yaratıcılığının onun özgür iradesiyle nen kavramsal örgüsünü kendi birincil ve kavramsal dönüşümler” ile terimler
mi yoksa mükemmelliğiyle mi açıkla- semantik ilkesini izah ve ispat etmek değişse de mefhumların aynı kaldığı
nacağı, tartışmalı bir husustur. Özgür üzere alımlayarak kendi kavramsal “kavramsal süreklilikler ve terminolojik
iradeyi merkeze aldığımızda yoktan örgüsünü terk edebilir. Kelam gelene- dönüşümlere” şahitlik eder. Kavramsal
yaratmacı, mükemmelliğini merkeze
aldığımızda ise sudurcu bir oluş teorisi
ortaya çıkar. Bu teoriler beraberinde
onları inşa eden kavramsal örgüleri
getirir. Yoktan yaratmacı teori kıdem,
hudus, zamansal öncelik-sonralık,
nedensel zorunsuzluk gibi kavramsal
bileşenlere; sudurcu teori zorunluluk,
imkân, zati öncelik-sonralık, nedensel
zorunluluk gibi kavramsal bileşenlere
sahip olabilir. Bu kavramsal bileşenler
ve onlar arasındaki ilişkiler teoriyi
inşa ederken, teori ise kurucu terimin
açıklamasını veya ispatını verir. Niha-
yet açıklanarak ispat edilmiş kurucu
terim, zemin terimle ilgili anlayışımıza
belirginlik kazandırır.
Semantik bileşenler de kendi içle-
rinde hiyerarşik bir yapıya sahiptir.

DÜŞÜNEN ŞEHİR | Dosya | Düşüncenin Zamanları


Kurucu terimi açımlayan birincil
semantik ilkeler (örn. Özgür irade –
mükemmellik), tamamlayıcı semantik
bileşenleri de tayin eder. Diğer taraftan
teorinin alt unsurlarını teşkil eden ğinin 5/11. yüzyılın sonundan itibaren örgüler arasındaki diyalektik dönüşüm,
tamamlayıcı semantik bileşenlerin geçirdiği dönüşümler buna örnek olarak düşünce tarihçisinin en kolay fark ede-
açıklama ve ispat güçleri de kurucu verilebilir. Burada kelamcılar İbn Sînâcı bileceği değişimler alanını ifade eder.
terimi hangi birincil semantik ilkelerin dizgenin giderek güçlenen ve kurucu Buraya kadar anlatılanlardan düşün-
tam manasıyla izah edeceğini belirler. terimleri izah ve ispat hususunda felsefi cenin zamanını gösteren değişimleri
Bu bakımdan, bazen birbirine muhalif birincil semantik ilkeleri temel referans ve onların farklı katmanlarını çıkar-
birincil semantik ilkelerden birini mevkiine yükselten kavramsal örgüsü sayabiliriz. Düşünce tarihinin emek
açımlayan kavramsal bileşenler örgü- karşısında; kendi birincil semantik ve zaman sarfına değer bir alan hâline
sünün gücü, karşıt birincil semantik ilkelerini karşıt kavramsal örgü ile izah gelebilmesi, bu değişim katmanlarını 43
gösterebilme becerisiyle yakından içerisinde giderek kendisini semantik
ilişkilidir. Değişimler alanına, dola- ilkeler gibi gösteren, bu sayede yüzlerce
yısıyla bu değişimleri ortaya çıkaran yıllık tarihsel geçmişi aşarak bugüne
karşılıklı ilişkilere kayıtsız bir biçimde gelmeyi ve şimdi içerisinde muhafaza
dizgelerin veya görüşlerin yeknesak bir edilmeyi başaran fikirlerdir.
sunumu ya da bilginlerin kronolojik Birincil semantik ilkeler katmanı,
bir sırayla dizilimi düşünce tarihiyle aynı kurucu terimler içerisinde düşü-
ilgili anlayışımızı derinleştirmediği nen farklı dizgeleri ayırt etmemizi
gibi, hasbelkader üzerine eğildiğimiz sağlayan şeydir. Bu semantik ilkeler,
bilgin, terim, kavram veya dizgeyi de kurucu terimi hangi dizgenin daha iyi
yanlış anlamamıza neden olabilir. Dola- açıklayabileceğini gösterme hususunda
yısıyla düşüncenin zamanını keşfetme rekabet içindedirler. Rekabetteki başarı,
amacındaki düşünce tarihi yazıcısı, bu kavramsal örgüler bakımından gerçek-
zamanı inşa eden değişimlere dikkat leşen değişimlere gösterebildiği direnç
kesilerek onları türlerine göre ayırt tarafından belirlenir. Dolayısıyla bu
ederek sınıflandırma ve değişimlerin ilkeler tabiatı gereği dirençlidir. Onlar
niteliğine göre düşüncenin zamanını eşzamanlı bir şekilde aynı coğrafyada
ölçecek dönemlendirmeler yapmak veya aynı dönemde eşit bir şekilde mev-
durumundadır. Bunu yapmaya giriş- cudiyetini sürdürebileceği gibi, bir ilke
nefs teorisi kurucu bir terim olarak
tiğinde, yukarıda kısaca tasvir edilen belirli bir dönem içerisinde diğerlerini
nübüvveti açımlayan vahyi ve derece
dört katman ortaya çıkar: ilga ederek kendisini kurucu terimi izah
bakımından farklı olsa da benzeri bilgi
1. Zemin terimler katmanı gücüne sahip ana ilke olarak vaz edebilir.
alma tarzlarını izah ve ispat sadedinde
2. Kurucu terimler katmanı Örnek olarak, tanrıyla ilgili tasavvuru-
o kadar önemli bir rol elde etmiştir
3. Birincil semantik ilkeler katmanı muzu inşa eden kurucu terimlerden
ki, tamamlayıcı semantik bileşenler
4. Tamamlayıcı semantik bileşenler biri olarak “yaratıcılık” ya da insanla
seviyesinden çıkarak birincil semantik
veya kavramsal örgüler katmanı ilgili tasavvurumuzu inşa eden kurucu
ilkeler mevkiine yükselmiştir. Bu da
Tamamlayıcı semantik bileşenler terimlerden biri olarak “sorumluluk”
onu zamana karşı daha dayanıklı hâle
veya kavramsal örgüler katmanı düşün- terimlerinin hangi semantik ilkelerle
getirmiş ve ona yönelik tehditler, dizgeyi
cedeki değişimlerin kendisi üzerinden açıklanması gerektiği uzunca bir süre
karşıtlarından ayıran birincil semantik
takip edilebileceği en açık katmandır. farklı dizgeler arasında rekabet konusu
ilkelerin korunması esnasında görüle-
Bu seviyedeki değişimler ve onların olmuştur. Yaratıcılığın Ehli Sünnet gele-
bilecek bir dirençle karşılaşmıştır. Aynı
yarattığı kavramsal örgüler, bilimsel neğinde olduğu gibi özgür iradeyle mi,
şey bazı yöntemlerle ilgili de geçerlidir.
disiplinlerin ilgili dönemler içerisindeki Mu’tezile’de olduğu gibi aklî ilkelerle
Söz gelimi, İbn Sînâ’nın aklî zorunluluk
tarihsel formuyla yakından ilişkilidir. Bu sınırlandırılmış bir özgür iradeyle mi,
fikrine dayanan burhani bilgi anlayışı
yönüyle asıl açıklamak ve ispat etmek Meşşai filozoflarda olduğu gibi Tanrı’nın
âlemin metafizik bir ilkeye dayalı olarak
istedikleri birincil semantik ilkeler zatından kaynaklanan bir zorunlulukla
varlık kazandığı düşüncesini ispat
katmanına nispetle zaman-mekânsal mı izah edileceği yönündeki tartışma-
DÜŞÜNEN ŞEHİR | Dosya | Düşüncenin Zamanları

etme ve bunu yaparken fizik bilimlerin


açıdan daha sınırlı bir alanı kuşatırlar. lar buna örnek olarak verilebilir. Aynı
verilerini de tahrip etmeksizin koruma
Dolayısıyla bu katmanda gerçekleşen şekilde insani sorumluluğun, akıl
hususunda o kadar başarılı olmuştur
değişimler ve bunların yarattığı etki zemininde anlam kazansa da, öncelikle
ki, bu yöntem ve ona içkin metafizik
nisbî bir geçicilikle maluldür. Bununla ilahî buyrukla mı yoksa aklî doğa ile mi
ilkeler giderek tamamlayıcı semantik
birlikte bazı kavramsal örgülerin, kurucu belirlendiği yönündeki tartışmalar da
bileşenler seviyesinden çıkarak birincil
terimi açımlayan birincil semantik ilkeyi bunun örneğidir. İslam düşüncesinin
semantik ilkeler mevkiine yükselmiştir.
izah ve ispat kabiliyeti o kadar güçlü gelişimi açısından yaratıcılığı açıklama
Bu da onu kavramsal örgülerle ilgili
olabilir ki, giderek, onlar olmaksızın hususunda giderek özgür iradenin,
her türden değişime karşı dirençli bir
birincil semantik ilkenin izah ve ispat sorumluluğu ise ilahî buyruğun öne
konuma getirerek, kalıcılık vasfına sahip
edilemeyeceği yönünde bir düşünce çıkması ise belirli bir semantik ilkenin
olmasını sağlamıştır. Bunlar, sınıflan-
ortaya çıkabilir. Bu durum da onları yaygın referans mevkiine yükselmesini
dırıldıklarında dizgenin tamamlayıcı
benzerlerine göre daha kalıcı hâle örnekler. Kurucu terimi açıklamak için
semantik bileşenleri olarak görünen,
44 getirir. Örnek olarak, gayrı maddi hangi birincil semantik ilkenin referans
ama düşünceye özgü zamansal akış
konumuna yükseleceğini belirleyen şey zamanındaki hususi döngü anlarından kaybederek yeni bir form kazanması
sadece kavramsal örgüler arasındaki biriyle yüz yüze olduğumuzu gösterir. anlamında tözsel bir dönüşümü ifade
diyalektik dönüşüm süreçleri ve onlara Yeknesak bir kronolojisi olmayan bu eder. Bu yönüyle zemin terimler ve
zemin teşkil eden mantıksal argüman- evreler, takip eden evrenin öncekini kurucu ilkeler düşünce tarihinin en
lar değildir. Bu olguyu açıklamak için geri döndürülemez bir şekilde ortadan alt katmanını oluşturur ve her türden
kuşkusuz bunlara müracaat etmemiz kaldırdığı astronomik zamanın aksine değişim içerisinde saklı kalan değişmez
gerekir, ancak kimi zaman kavramsal sonraki döngüler içerisinde korunmaya ilkeleri gösterir.
örgüler noktasında bir semantik ilkenin devam eder ve hiçbir zaman tümüyle Düşüncenin tarihteki görünümlerini
diğerine baskın çıkma gücüne sahip yok olmaz. Bu döngüler ve onları temsil anlama çabası bu katmanların her birine
olmadığı hâlde öne çıkarak referans eden ilkeler ve telakki tarzları, farklı sevi- mahsus zamanı ve onun akış ritmini
hâline geldiğini görebiliriz. Bu noktada, yeler hâlinde şimdi içerisinde korunur. göz önünde bulundurmayı gerektirir.
başka bir faktörü daha dikkate almamız Şimdiyi idrake yönelen zihinsel çabanın Bu sayede düşünce tarihçisi, değişim
gerekir: Zihinsel eğilim veya telakki uzanabildiği ve kendisinden etkilendiği nehrinin yüzeyden akan geçici görü-
tarzı. İnsanlar şu ya da bu ilkeyi kabul nümleri ile derinden ilerleyen daha
hususunda, kavramsal örgüleri de aşan az geçici görünümlerini ayırt etme,
bir zihniyet evreniyle ilişkili eğilimlere nihayet bir yerden sonra neredeyse
sahip olabilir. Bu eğilimler genel olarak kalıcı gibi görünen dip katmanlarını
varlığı, insanı, insanın alemdeki yerini, keşfetme imkânı elde eder. Böyle bir
Tanrı’yla ilişkisini yorumlama yönündeki imkân, düşünce tarihi çalışmasını hak
bir telakki tarzı tarafından belirlenir. ettiği gerçek mevkie yükseltir: Ona ait
Bu telakki tarzı felsefi argümanların katmanları gösterecek rasyonel bir
ötesinde insani yaşam alanı kuran tasnife, bu katmanları kuran ilişki-
bütün tarihî, toplumsal, kültürel ve dinî lere ve değişimlerin yarattığı zamanı
faktörler tarafından tayin edilir. Bunun ölçmemizi sağlayan dönemlere bağlı
inşasına büyük felsefi teoriler kadar, bir şekilde, düşüncenin tarihteki görü-
etkili edebî metinler, sürekli bir biçimde nümlerine yönelik bir malumat alanı
dolaşımda kalan masallar, efsaneler, inşa etmenin ötesine geçerek gerçek
menkıbeler, nesilden nesile aktarılan bir anlayış sahası kurmak. Düşünce
davranış tarzları, dinî metinlerin çok tarihçisinin böyle bir anlayış sahası inşa
çeşitli yollarla beslenerek yerleşik hâle etme gayreti, basitçe boş vakit öldürme,
getirilmiş yorum biçimleri de etkide geçmişe dönük nostaljik merakı tatmin
bulunur. Tanrı’nın insan için en iyi F.: Özlem Akgül etme, tarihte böbürlenecek veya ağıt
olanı yaratmak zorunda olduğunu yakılacak olaylar keşfederek avunma
savunan ve sürekli olarak “Allah için gibi amaçlara bağlanamaz. Şimdide
şunu ya da bunu yapmak zorunludur.” en yakın katman, kronolojik olarak varlık kazanan düşünme faaliyetinin
gibi cümlelerle kendisini ifade eden nihai döngünün tesir ve uzantılarını düşüncenin tarihsel katmanlarını sevi-
Mu’tezilî salah-aslah ilkesinin Eş’arîli- yansıtsa bile şimdi bu katmanların yeler hâlinde muhafaza ettiği hesaba

DÜŞÜNEN ŞEHİR | Dosya | Düşüncenin Zamanları


ğin iradeci tutumu karşısında ortadan tümü üzerinde varlığını kazanır. katıldığında; bu gayreti düşünce tarih-
kalkmasının sebepleri, muhtemelen Zemin terimler ve kurucu ilkeler, çisi için anlamlı kılan şeyin, an içinde
kavramsal örgülerin gücünden ziyade kendileri değişmeyen ama değişi- korunarak hâlâ idrakimizi yönlendiren
Müslümanların genel zihinsel eğili- min kendileri üzerinde gerçekleştiği zihinsel melekeleri keşfetme imkânı
minde ve telakki tarzında aranmalıdır. tözsel sabitleri ifade ederler. Bunlar olduğu söylenmelidir. Bu melekelere
İfade edildiği üzere, birincil semantik üzerinde meydana gelecek değişim, yönelik bir idrak yoksunluğu, yazının
ilkeler doğaları gereği dirençlidir ve zemin teşkil ettikleri ve farklı dizgeleri başında da ifade ettiğim üzere, tarihle
oldukça yavaş bir biçimde değişirler. barındıran gelenek için bir oluş-bozu- ilgili basit bir cehaletten daha tehlikeli-
Onların değişimi, kavramsal örgüler luş düzlemi yaratır. Bu seviyedeki bir sini doğurur. Melekeler şimdi içindeki
kadar nisbî de olsa zihinsel eğilim değişme; kurucu ilkeler seviyesinde anlama çabamızın yapısal bir unsuru
ve telakki tarzlarındaki bir değişime tikel geleneklerin, zemin terimler hâline geldiği için, onlara dair kavra-
de işaret eder. Böyle değişimlerin seviyesinde ise tikel gelenekleri içeren yışsızlık giderek mevcuda yönelik bir
gözlemlendiği süreçler, düşüncenin kuşatıcı geleneklerin mevcut hâlini kavrayışsızlık ve basiretsizliğe dönüşür. ▪ 45
Fütuhat-ı Medeniye (Yusuf Kaplan) (MTO 1. Kademe 2. Dönem)

1.Ders
22/06/2021

Öncü Kuşak

Fenomenoloji görüngü bilimi olarak çevriliyor. Fenomen... "Avrupa


Bilimlerinin Krizi" kitabında bu bilim dalını geliştirdi.
Fenomenolojiyi kurdu. Halbuki pozitivizmin, tarihin hakim olduğu bir
dünyanın düşünceyi uzaklaştıran bir durum.. Kabuk bilimler
üzerinden eşyanın, kainatın, Tanrı'nın tanımlanması çalışıldı. Bunu
gören adam bunun Nasıl aşılması gerektiğini gördü ve bu kitabı
yazdı. Ve buradan çıkışı mümkün kılacak bilim dalını geliştirdi.
Fenomen, görünenlerin iç yüzüyle, mantığındaki, ruhuyla ilgilenendir.

Dr. Razi "El luga bil.. el akli vel kalbi.. Lisan aklın ve kalbin
aynasıdır." Heideger de "Dil varlığın evidir" sözü de onun karşılığıdır.
"Kur'an'ı anlayasınız diye Arapça yaptık" ayeti boşuna değildir.

Vücûd kelimesini "varlık" kelimesiyle anlayamayız.

‼ "Şikayet etme, hikaye inşa et!" ➡ MTO'nun noktalarından biri

Bütün ilimlerin (fizik, metafizik, tıp, biyoloji, vs) kaynağı Allahu


Teala'nın isim ve sıfatlarında gizlidir.

Bütün ilimler Allahu Teala'nın isim ve sıfatlarının tecellisi olduğu için,


bütün varlığı kuşatan, tabiatta insanın iç dünyasında, görünür
görünmez alemde dengeyi kuran, kaosa (atom, parçalanma) değil
kosmosa (denge, bütünlük)dayanan, bütün varlığı anlamlandıran,
bütün varlığı yerli yerine oturtan, bütün alemleri emanet alan, bütün
varlığa hitap eden bir medeniyetten bahsediyoruz.

Derdi hakimiyet kurmak olan insanlığın dünyayı götürmek istediği yer


kaostur. Bu düşünürler

İslam medeniyeti inşa ve ihya eder. Batı uygarlığı imha ve ifna (yok
etme) eder. Fizik üzerinden metafizik tanımlamaya çalışır batılılar. Bu
Nasıl olur? Kabuğu tanımlıyorlar. Kabuktan çıkıp özüne inmeyen
omleyin mahiyetini anlayamayız.

Batılılar bunu gördüler 1968'de bunu aştılar. İfrat/tefrit meselesine


geleceğiz. William Macneim yaşayan en büyük tarihçi "2500 yıllık
Batı uygarlığı ifrat (abartı) ve tefrit (ayartı) hikayesidir." Dedi. Abartı,
insanın tanrılaştırılması (modern süreç / klasik dönem) ayartı ise hız,
haz, ayartı ve dromograsinin (postmodern süreç) kölesine
dönüşülmesidir. Hakimiyet kurma güdüsünü eksene alan bir uygarlık
inşa ve ihya edemez, imha ve ifna edecek bir çaba ortaya koyar.
Amaçlarını yitirir, araçların kölesine dönüşür. Eşyaya, dünyaya,
Tanrı'ya hakim olma güdüsüyle hareket eden uygarlık araçlar
tarafından güdülecektir. Amaç araca, sahip olma güdüsüne dönüşür.
Sahip olma güdüsü sonunda insana sahip olur. Siz araçlara sahip olma
güdüsüyle hareket ettiğiniz zaman amaçların kölesi olursunuz. Araçlar
amaçları unutturur. Şu anda yaşadığımız şey budur.

Hakim olma güdüsü kaos üretir. Hakikatin izini sürme kaygısıyla


hareket eden medeniyet ihya ve inşa eder. Bütün varlığı var eder.
İnsan insan olacak, hayvan hayvan olacak, bitki bitki olacak, tabiat
tabiat olacak (ozon tabakasını delmeye kalkmayacaksınız, tabiatı bir
düğmeye basıp yerle bir edecek bir teknoloji inşa etmeyeceksiniz).

19.yy'ın son çeyreğinde Natural Sciences (tabiat bilimleri) üzerinden


antropolojinin, tarihin üzerinden insan bilimlerinin ve toplum
bilimlerinin inşa edilmesi demek hakikatin imha edilmesi demektir.
Yani siz kabukla çekirdeği anlamaya çalışacaksınız demektir.
Hakikatle savaşan bir uygarlığın dostu olamayız. Şeytanî bir düzen
kurmaya çalışıyorlar. İnsanın hızın, hazın, ayartının kölesine
dönüşmesi demek şeytanın nefsi emmarenin kölesine dönüşmesi
demektir. Bu sebeple şeytanî düzen demek hamaset (abartı) değildir.
İnsan biyolojik bir varlık olarak tarihten çekiliyor. İnsan ilk defa
biyolojik bir varlığa indirgendi. Yeme, içme, tuvalet, yatak...Bu insan

değil... Bu insanın ölümüdür. İnsanı diriltecek ve ayağa kaldıracak


BİZİZ. Bunu ne Çin, ne Japonya, ne Latin Amerika, ne de Avrupa
(Avrupa tarihten çekildi zaten, Amerika'daki Yahudiler ve biraz
İngilizler tarihi yapıyor) yapar. Bu ülkede ateizmin, deizmin
yaygınlaşmasına hak veriyorum. Gencecik çocukların, pırlanta gibi
çocukların sorduğu sorulara verilecek cevabımız yok. 50-60 yaş
kuşağının 35-40 yaşta zihni bilgiye şu anda lise-üniversitede okuyan
çocuklar 15-25'li yaşlarda geliyor. Gençliği aşağılamak, dışlamak
yerine onlara sahip çıkmak gerekir. Onların derdini anlasanız,
dertleriyle hem dert olsanız onlardan muazzam gece orduları çıkar,
manevi ordular çıkar, fikir, ilim, şükür, hakikat orduları çıkar, Mus'ab
b. Umeyrler çıkar. Gider, tek başına Medine'yi fetheder. Hz,
Peygamber gelene kadar orayı hazırlar. O insanların dünyasını
tanımadan onları yargılıyoruz. Nasıl bir dijital dünyada yaşadıklarını
bilmiyoruz. Kopmuş bir dünyada kokmuş bir mahlukat gibi kesip
biçiyoruz. Ben kan ter içindeyim ve yarın Allahu Teala'nın huzurunda
bunu söyleyeceğim.

Entelektüel ve Entelijansiya Kavramları

Entelektüel bireysel gayrettir. Kişinin tek başına dünyayı anlamaya


çalışması, milletin, varlığın sorunlarını anlamaya çalışıp onun çilesini
çekmesidir. Entelektüeller dünya kuramaz. Entelektüel sadece zihni
faaliyet yapan demektir. Teorikle uğraşan demektir. Müslüman
entelektüel olamaz. Müslüman soyutla somutun müşahhaslaştığı
kişidir. Allahu Teala'nın Esma'sının ve sıfatının hayatın bütün
boyutlarında soyut ve somut boyutlarda (düzlemde)
müşahhaslaşmasına çalışan kişidir. Müslüman fikir adamı ve ilim
adamı ağzından çıkan her cümlenin bir bedeli olduğunu bilir. Cümle
hakikat kapısını açan bir anahtardır. Korunaklı bir kaleye cümle
kapısından girilir. Büyük kapı.. Cümle kurmak zor bir iştir. Cümle
kuran kişinin cümle alemi idrak edebilecek, cümle alemdeki varlıkları
kavrayabilecek ve idrak edebilecek bir zihni çabası vardır.

Kitap önerisi : Peygamberle ilgili


İlk Bahar (Wadah


Muhteşem bir kitap.. Son bölümde saçmalamış. Bu da güzel.. Siyer
felsefesi
İslam Peygamberi 2 cilt (Muhammed Hamidullah) - 2.ciltte İslam
medeniyetini anlatıyor. Muhammed Hamidullah ilim adamıdır.

Hz. Peygamber'in hayatıyla ilgili kitaplar döküntüdür. İnsanları


sömürüyor. Sünneti seniyye bütün ilimlerin mashargahıdır. Hz
Peygamber bütün ilimlerin mashargahıdır. Onu anladığınızda bütün
ilimleri geliştirirsiniz. Biyolojiyi, astronomiyi vs. İnsan mikro
Kosmosdur. Büyük alemdir.

"Ve ma erselnake illa rahmeten lil alemin" ayetini her alana


uygulamanız lazım. Bunun için ciddi bir bilgi birikimi gerekir. Felsefe
birikimi, ahlak birikimi, sanat birikimi, bilim tarihi, bilim felsefesi
birikimi gerekir. Bu sebeple Hz Peygamber bizzat kendisi bütün
ilimlerin mashargahıdır. Hz. Peygamber'in sünneti seniyyesini deşifre
ettiğiniz zaman oradaki Kuran'ı görürsünüz. Zihin, akıl, kalpe hitap
eden ilim, irfan, Hikmet yolculuğu var. Bu yolculukları harekete ve
hayata getiremediğiniz sürece hakikatin izini süremezsiniz. Sadece
hakim olursunuz. Eşyayı tanırsınız. Biyolojide mühendislikte buluşlar
yaparsınız ama hakikatin izini süremezsiniz. Hawking özürlü dahi
adam söylemişti. Bilimin putlaştırılması ve dinselleştirilmesinden
bahsetti. Nietsche bilim kilisesinden bahsetti. Şu anda aşıyla yapılan
şey budur.

Entelijansiya kollektif iradenin harekete geçirilmesi demektir,


entelijansiyası olmayan toplumlar bir dünya kuramazlar.
Entelijansiyası olmayan tek toplum Türk toplumudur. Kollektif
iradesini harekete geçiremeyen, metaforfoz yiyen (başkalaşmış, ),
celladına aşık, ne olup bittiğini kavrayamayan toplumlar.

Entelektüel,
✅ Bireysel çabanın ortaya çıkması
✅ Zihni faaliyet

✅ Çağının çocuğudur. Ağlar mamasını verirsiniz. Kapı kuluna


dönüşmüştür. Bizde "aydın" olmuştur. Gücün Sözcü'sü ve özcüsü.
Türkiye'de entelektüel yok sadece siyasi çıkar
✅ Güç odaklarına karşı mesafesini koruyan kişidir
Gazalî, Razi sadece zihni faaliyet yapmaz. Razi Hikmet'i çok
muazzam anlatır. Ameli Hikmet ve nazari Hikmet olarak ikiye ayırır.
Ameli boyut olmadığı sürece nazari boyut size hiçbir manzara
sunamaz. Nazari Hikmet sadece tahayyül ettirir, ameli Hikmet onu
inşa eder. Cehaleti bilmekle değil olmakla aşabilirsiniz. Amelle
taçlanmayan ilim ruhu taşlaştırır. Zihni köleleştirir, Kalbi öldürür, ruhu
taşlaştırır.

Entelijansiya
✅ Kollektif çabanın aktörü
✅ Öncü kuşak, kurucu kadro (Daru'l Erkam kuşağı).. Kurucu kadro
bütün kınamalara rağmen bütün saldırıları göze alarak La diyerek
hakikate teslim olmak, hakka boyun eğmektir. Şafak yağmurları
olarak anlattığı kuşaktır. Sahabe klasik Metin'lerde "Şafak yağmurları"
olarak tarif edilir
Müslümanların kollektif iradeleri yok. Öncü kuşakları, kurucu
kadroları yok.

MTO'da bizim yapacağımız şey istikamet üzere giden, İslam adına


söylenen her şeyi öğrenecek ilim yolculuğu yapacak kişi... Kuran'ı
Kerim Müslümanların kitabı bütün insanlığa hitap eder. Bütün varlığa
hitap eder. MTO öğrencisi bütün insanlığın sorunlarıyla hem dert
olacak, hem hal olacak kişi olmalıdır. Dünya bize gebe, biz hakikate
gebeyiz. Bu ülkede entelijansiya yoktur, hakikat yolculuğuna çıkacak
kurucu kadro yoktur.

Entelijansiya buradan MTO'dan çıkacak. Medrese şeklinde bir eğitim


modeli... Üç şey gerekir..
🔸 Hoca olacak
🔸 Talip olcak

🔸 Kitap olacak

Medrese, insana sadece hakikat yolculuğu sunmaz. hakikati insana


izini süreceği hakikatin ruhunu zamanları ve mekanları aşarak tevarüs
etmesine imkan tanır. Burada bunu yapacağız.

Daru'l Erkam kuşağında, öncü kadroda;


🔸 Yaş sınırı, cinsiyet sınırı yoktur.
🔸 Ölçü, hakikate teslimiyettir.
🔸 Hakikattir. Hakikatin izini sürmektir.
🔸 Cehaleti yenmektir.
‼ Mümin hakikati üstlendiği için bütün varlığın bilgisine sahip olan
kişidir.
Bilme, bulma, olma yoluna çıkan kişidir. Cehaleti aşmış kişidir.
Üniversiteler okuyup, doktora yapmış, insanlar almış kişilerin
sonucunda "so what?" Aslolan insanın karakteridir. Okumuş yazmış
insanlarımızın kafası çöplüktür. Seküler eğitim sistemi zihnimizi geri
çekti, çağdaş hurafeler çöplüğüne dönüştürdü.

İletişim bilimleri, sanatla ilgilenen kişiler genellikle seküler çevreden


çıkar. Neil Postman dindar biridir. Televizyon dili ve felsefesi ile ilgili
bir iletişim kitabı yazmıştır. Northorn Prinenın (papaz, bir kitap
yazmış, devrinin son kitabı, bible) kullandığı "rezonans" kavramını
kullanıyor.

Entelijansiyadan, öncü kuşaktan beklediğimiz üç şey vardır:


1. Medeniyet perspektifine sahip olması
2. Müslümanca düşünme melekelerinin geliştirilmesi (ümmileşme)
3. Dil zevki oluşturma

Entelijansiyası olmayan toplumlar;


➡ Dünyada ne olup bittiğini anlayamazlar.
➡ Kendi dünyalarını kuramazlar.

➡ Başka toplumların taaruzlarına, saldırılarına maruz kalmaktan


kurtulamazlar.

Türkiye'de entelijansiya olarak Sezai Karakoç ve İsmet Özel vardır.


Özellikle Sezai Karakoç yaşayan sahabedir. Bu dünyayı yaşayan ama
bu dünyada yaşamayan kişidir.

Yapılması gereken şey Daru'l Erkam kuşağı oluşturmaktır.


🔸 Orada herkesin aynı anda seferber olması vardır.
🔸 Seferde olması vardır.
🔸 Birlikte kollektif bir yolculuk ortaya koyması vardır.
🔸 Hakikati dünyaya sunabilmenin yolu tek kişilik çabalardan
geçmez. Kollektif bilincin, kollektif ruhun, kollektif iradenin harekete
ve hayata geçirilmesinden geçer.

✅ Entelijansiya okulları ekollere dönüştürecek insanlardan çıkacak.


Entelijansiyanın içinden o ekollerin bir anda yer yüzünde bütün
insanlığın kalbini titreştirecek bir yolculuk ortaya koyabilmesi, o öncü
kuşağın içinden çıkacak, o entelijansiyanın içinden çıkacak. O öncü
kuşağın dahileri olacak. Sadece okul ve ekol kurmak da yetmez.

✅ Dünyayı, tarihi, eşyayı tanıyabilecek, çığır aşacak yolculuğu


gerçekleştirecek yanlız adamların, ümmileşmiş adamların
yetiştirilmesi lazım.
✅ Bizim önümüzü açan insanlar sıra dışı ama sınır dışı değildir.
✅ Sıradan insanlar olamaz.
✅ Öncü kuşak/Müslüman entelijansiya iyiliği emredip kötülükten
uzaklaştıracaklardır.
✅ O öncü kuşakların önünde de yanlız adamlar vardır.

▶ Tarih yanlız adamların kanatlarında yükselir.


Yanlız adamlar;
🔸 Zor zamanlarda ateşten gömlek giyerler ve tarihin akışını
değiştirirler. 🔸 Peygamberlerdir onlar.
🔸 Ümmileşmiş insanlardır.
🔸 Çağın ağlarından, bağlarından, kavramlarından kendilerini
arındırmış, bugünü değil geleceği yaşayan insanlardır.

İslam geçmişle ilgili değildir. İslam en evvelden yola çıkar. En


evveldir. Köklere yapılan bir yolculuktur ama geleceğe dönük
yolculuğu sadece İslam gerçekleştirir. İslam bütün ideolojiler üstüdür.
İslam tarihler, zamanlar üstüdür. İnsanı kamil modeli hayata
getirilemez düşüncesi yanlıştır. Bizim medeniyetimiz insan yeşerten
bir medeniyettir. Bu medeniyeti kurmamız lazım. Medine zemin
olduğu için durduğunuz yer, gördüğümüz şeyi belirler. Zemin
zihninizin sapmamasının teminatını sunar.

Müslüman entelijansiya bir toplum modelidir. Müslüman dünyanın


minyatürüdür.
✅ Mekke'de münferit şahsiyet inşa edildi. Müslüman insan tipi inşa
edildi.
✅ Medine'de müşterek şahsiyet inşa edildi. Müslüman toplumu inşa
edildi.
✅ Medeniyet sürecinde kürevi Müslüman şahsiyet inşa edildi.
Küresel bir dünya kuruldu.

2. Ders

29/06/2021

Durum Alışları Meselesi (Göre - Karşı - Rağmen Tavırları)

İnsan başına ne geldiğini bilmiyor. İnsanın başına ne geldiğini


insanlığa söyleyecek olan biziz. Biz şu anda sahip olduğumuz
imkanların farkında değiliz. Çok tehlikeli bir süreç geliyor. Türkiye'yi
de aşan bir şey.. O da eşcinsellik dalgasıdır. Batı'da çıktı bu hikaye ve
batı dışındaki toplumlarda bütün sol akımları çürüttü. Eşcinsellik
algısı üzerinden insanı tanımlamaya çalışan bir hikaye var. İlk defa
insanlık yok olmakla yeniden dirilme noktasında araftadır.

Batı uygarlığı çöktü ve bütün insanlığı çok büyük bir felaketin eşiğine
sürükledi. Bütün medeniyet tecrübelerini tarihin çöp sepetine
gönderdi. Batı uygarlığı 300 sene içinde tarih boyunca geliştirilmiş 16
medeniyeti tarihten sildi, 9 tanesini fosilleştirdi.

Antony (??) Batı uygarlığını tarihe gömecek iki olgudan bahsediyor:


1. Demokrasi
2. Alkol (uyuşturucu)

Şu anda batı kültürünü, batı uygarlığını yaşıyoruz. Batı uygarlığının


İnsanlığa verdiği şey.. Batı uygarlığı hakim olma güdüsüyle kurulduğu
için şiddete dayalı ilişki biçimleri geliştirmiştir. Dışarıdaki bütün
kültür ve medeniyetleri düşmanca algılama güdüsü üretmiştir. Batı
uygarlığı patolojik bir uygarlıktır.

Biz insanlığın önünü açacak bir yolculuğu başlattık. MTO talebeleri


olarak ilk önce kendimizi ve çocuklarımızı kurtarmamız lazım. Sonra
doğru soru sormaya başlayacağız. İnsanlığın başına ne geldiğini
göreceğiz. İnsanı biyolojik bir varlığa indirgeyen, hızlarının,
hazlarının kölesine dönüştüren, insanı hayvan derekesine indirgeyen
bir insan algısı oluşturuluyor. İnsanları sürüleştirdikleri zaman
dünyayı sömürecekler.

Batı uygarlığı;
✅ Saldırıya dayalı
✅ Hakimiyet kurma esprisi üzerinden yola çıktığı için

✅ Şiddete dayalı ilişki biçimleri geliştiriyor. Fiili şiddet biçimleri


(sömürgecilik, emperyalizm, vs) üretiyor. Bugün Latin Amerika diye
bir yer yok. Çin kapitalizmin kölesi... Resim sanatı, tiyatro sanatı, şiir,
felsefe Çin'de gelişmişti.

Sadece İslam medeniyeti;


☀ Hakikati eksen aldığı için,
☀ Hakim olma kaygısı gütmediği için
☀ Dengeye dayalı ilişki biçimleri üretiyor.
☀ Ruhla beden arasında denge kuruyor.
☀ Kendi dışındaki kültürlerle barışa dayalı, uluslararası ilişki
biçimleri kuruyor. Tarihte ilk defa küresel bir medeniyet tecrübesi
üretmiştir. Osmanlı bunun zirvesidir. Ayrıca Endülüs ve Abbasiler de
küresel bir medeniyet tecrübesidir. Küresel medeniyet tecrübesi,
yaratıcı tasavvuru, hakikat tasavvuru, eşya tasavvuru gibi aşılmamış
bir zirvedir. Önce kendimizi bilmemiz lazım, böylece bilme, bulma,
olma yolculuğu yapabiliriz.

İslam, İman, ihsan var. İhsan zirvedir. Bütün varlıkların sırtını


dayadığı yüce bir dağdır. İhsan bütün medeniyetlerin nefes
alabilecekleri, insanı kamili oluşturan büyülü bir dağdır.

Mevzimiz Mevzumuzu Belirler

Biz yerimizi terkettik. Bizim temel sorunumuz, sormamız gereken


soru şudur:
"NERESİSİNİZ?" Nesiniz ve Neresiniz? sorularının iç içe geçmiş
halidir

Yani mekan sorusudur. "Dil varlığın evidir" demişti ??

Evin terkedilmesi söz konusudur. Cennetin terkedilmesi...

Biz sorunlarımızın nereden kaynaklandığını bilirsek anlamlandırma


konusunda çok hızlı mesafe kat etmeye başlarız.
Yere ihtiyacımızın olduğunu, durduğumuz yerin neresi olduğu
ilkesinden bihaber yaşadığımızı bilmiyoruz.

💠 Durduğunuz yer gördüğünüz şeyi belirler.

❗ Tevazu sahibi olabilmesi için kişinin mevzisini ve mevzusunu


bilmesi gerekir.

Yer meselesini (mevzi-mevzu meselesi) açıklığa kavuşturmak için iki


kilit kavram:

Varış noktası neresi?


Kalkış noktası neresi?

Kişinin yaratıcı karşısındaki konuyu bilmesi


⚠ Bunu kaybettiği zaman ayağının altındaki toprak kaymaya başlar
⚠ Patinaj yapmaya başlar
⚠ Sükunete eremez
⚠ Bir yeri mesken tutamaz
⚠ Bir yere iskan edemez
"Bir yeri sükuna erdirebilmek için o yere iskan etmek ve o yeri
mesken tutmak gerekir" diyor Heideger
Kişinin durduğu yeri
Durduğunuz yer gördüğünüz şeyi belirler
Şu anda müslümanları

Varış noktası asrı saadettir. Sünneti seniyedir.


Kalkış noktası

Hz Peygamber yaşayan Kur'andı. Ama bu durum bizim için "Yaşatan


Kur'an olmalı"
İzini sürmem gereken soru şu :
⁃ Ben kendimi Hz Peygamber'e Nasıl çağdaş kılabilirim?
⁃ Hz. Peygamber'i kendime Nasıl çağdaş kılabilirim?
Zaman mekanı aşmaktan bahsediyoruz burada. "Hangi zamanda
yaşamak isterdiniz?" diye sordular bana. "Şimdi ve burada yaşamak
isterdim. " Dedim. Burayı hakikatin rengine boyamam lazım.

İlkeleri koydu Hz Peygamber.. Sûret ve sîret meselesi


Suret yol haritasını veriyor, sîret ise ruhu veriyor. Hakikat sûrette
tecelli ediyor. Oradan işin özü, vakıf olma yolculuğu başlıyor.

Varış noktası sünneti seniyedir.


Kalkış noktası

Göre tavrı..

Batı'ya göre cümle kurduğumuzda Batı'yı özneleştirip kendimi


nesneleştiriyoruz. Batı kral, biz soytarısıyız. Batılıların belirlediği
tarihte tatil yapıyoruz. Türkiye'deki laik ve seküler kesimlerin çoğu
kendileri gerçek değil, gölgedir. Kral kendileri değil, soytarıdır.
Başkalarının söylediklerini tekrarlayan papağanlar vaziyeti
kurtarmaya çalışıyorlar. Kendilerine yazık ediyorlar. Kültür, sanat ve
edebiyatta birçok insan var. sömürgeleştirilirler. Mevzilerini bilmiş
olsalar mevzularını daha iyi seçmiş olacaklar. Ve nereye iskan
edeceklerini, nereyi mesken tutacaklarını daha iyi bilirler. Dolayısıyla
enerji ve zaman kaybı olmayacak. Bu toplumda müthiş bir birikmiş
enerji var. Özellikle genç enerji... Bu genç enerjinin imajinatif bir
kaynağa dönüştürülmesi gerekir.

Karşı Tavrı

Batılıların belirlediği alanda top çeviriyoruz. Kuralları onlar koymuş,


biz reaksiyon veriyoruz.

Reaksiyon tavrı,
💠 Bir aksiyon üretilmemesini gösterir.
💠 Bir ekseninizin olmadığını gösterir.
💠 Eksenin siz olmadığınızı gösterir.

Eksenin biz olmamız, aksiyonu biz üretmemiz lazım. Aksiyonu da


amelî hikmet ve nazarî hikmet olarak düşünmemiz lazım.

Hz Peygamber hiçbir zaman başkalarının gündemleri üzerinden hayatı


şekillendirmedi.
‼ Sürekli gündemi belirleyen, müdafaa konumundayken bile kendisi
oldu. Savunma konumundayken bile ön açan oldu. Mekke sürecinde
savunma konumundayken bile sürekli gündemi kendisi belirledi. Ve
kendi gündemini Mekkeli müşriklere kabul ettirdi.
‼ Sürekli insiyatif aldı.

Karşı tavrında onların (Batılıların) belirlediği gündemler tarafından


güdülüyoruz.

Cemil Meriç diyor ki "Bütün Kur’an’ları yaksak, bütün camileri


yıksak kendimizi kabul ettiremeyiz Avrupa'ya." Neden kendimizi
kabul ettirmeye çalışalım? Gücün önünde boyun eğip, gücü ele
geçirince herkesi kendi gücüne boyun eğdirmek... Tam bir Yahudi
mantığı.. Fetö de aynı...

Rağmen Tavrı

Rağmen tavrı sünneti seniyenin ortaya koyduğu tavırdır. İnsiyatif


alınır. Savunma konumunda bile
Mesajı zamana ve mekana kurban etmemek
Kitaba uymak, kitabına uydurmamak
Sabite ve değişkenler

İnsanlığın onurunu sadece İslam koruyabilir.

Marksizm kapitalizme meydan okumuştu.

Hz Peygamber "Sağ elime güneşi sol elime ayı verseniz beni


davamdan vazgeçiremezsiniz" demişti. Müşriklere rağmen
vazgeçmedi.

Turgut Özal Türkiye'nin en kıymetli isimlerinin adını Anadolu Liseleri


koydu. Mevzinin kurulması meselesi kişinin psikolojisini yitirmemesi
meselesidir.

Türk Hava Kurumu’ndan sonra ondan daha aşağı bir şirket kurup
ismini “Anadolu Jet” koyduklarında telefon açıp tepki gösterdim.
“Avrupa Jet”, “Batı Jet” koysunlar, batarsa batsın. (En kötünün ismini
koysunlar Batı diye)

15 Temmuzda İlk defa İslamî kesim Türkiye'nin psikolojik


üstünlüğünü ele geçirdiler.

Kemalistler ele geçiriyor.

Müslüman sakalı Marksistler gibi.. Kirli.. Olmamalı. Böyle bir


aşağılık kompleksi olmaz.

"Bu dünyada sadece ben bile kalsam hakikat yolculuğu devam


edebilmeli" demelidir mü'min.

İslam bizim tek vazgeçilemezimiz midir? Değil midir?

Eğer evet ise, 60'larda 70'lerde Mücahit olarak yola çıkan bizler
80'lerde 90'larda Nasıl Müteahhit olduk ve 2000 lerde Nasıl her şeye
Müsait hale geldik? Ve her şeyi terketmeye başladık?

3. Ders
06/07/2021

Endülüsleşme Süreci

Endülüsleşme kavramından çıkarak yok oluşu ifade eden Nihilizm


kavramını konuşacağız.

Profan bir dünyada yaşıyoruz. Profan din dışı demektir, seküler


demektir. Bütün medeniyetlerin kökeninde din vardır. Din atar
damarlardan biridir. Pagan uygarlıklar bile dinin getirdiği felsefi
sorunlardan yola çıkarak kendilerini meşrulaştırmaya, kendilerini inşa
etmeye çalıştılar. Grek düşüncesinde bile tevhidi boyut vardır. Ancak
bize sunulan Grek düşüncesi pagandır. Ama dinin bizim anladığımız
anlamda bir şekilde hayatın her alanına nüfuz ettiğini, ibadetlerini,
sanatlarını, sporlarını, tiyatrolarını, olimpiyatlarını bile ibadet olarak
yaptıkları ı görüyoruz. Tiyatro (trajedi) bir ibadet biçimidir. Pagan
uygarlıklar bunları bile ibadet biçimi olarak algılıyorlar.

Çin ve Kore medeniyetine geçince birinci dalga medeniyeti de ikinci


dalga medeniyeti de..... Din hayatın anlamını öğreten kaynaktır. Din
her şeyin kaynağıdır. Bu bütün medeniyet tarihçilerimin, Batılı felsefe
tarihçilerinin açıkça konuştukları şeydir. Bu fikri bir aktör kabul
etmedi. Türkiye'nin laik entelijansiyası... Celladına aşık tasmalı
çekirgeleri... Muhafazakar kesimleri... Bu ülkedeki insanların zihinleri
aynı...

Dünyada bütün medeniyetlerin, sanatın, teknolojinin, vs kökü dindir.


Post moderniteyle birlikte Batılılar insanları hızlandırılmış bir tarihin
eşiğine sürüklediler. Bugünkü gelaket haberi delta plus... Bunlar
şeytan... Ama bunu başına ne geldiğini bilemeyen büyüklenin
entelijansiyası, aydını, akademisyeni anlamıyor. Boğaziçi'mde
kendilerinden farklı düşünen insan yok. Bir tane vardı. Yalçın Koç...
Ülkenin önünü açacaktı. Da'r ettiler orayı ona. Nefes alamadı orada ve
terk etti. Zihni işgal fiili işgalden daha tehlikelidir.

Bir medeniyetin ve milletin çocuklarının ölümü zihni işgal üzerinden


gerçekleşir. Endülüsleşme oluşur.

Endülüsleşme tecrübesi;
🔹 Bir medeniyetin yok edilmesidir.
🔹 Köklerinin kurutulmasıdır.
🔹 Ruh köklerinin kurutulmasıdır.
🔹 Köklerinin yok edilmesidir.
🔹 Köklerinin kazınmasıdır. Toprağın kökünden de (arkeolojik)
üstünden de kazınmasıdır.

İki tür endülüsleşme sürecinden bahsedilir:


1. Fiili endülüsleşme (yok oluş)
2. Zihnî endülüsleşme (yok oluş)

Endülüs tecrübesinden yeteri kadar beslendikten sonra, alacaklarını


aldıktan sonra tarihten sildiklerini, kökünü kazıdıklarını görüyoruz.
Haydutluktur bu durum. Biz Müslümanlar olarak İslam medeniyetinin
hayat bulması, hayat sunması, hayat olması bakımından kilit rol
oynamış çocukları olarak, biz insanlığın yüz akıyız. İnsanlığın
geleceği biziz. Dünyayı cehenneme çevirenler, gelecekte dünyaya
cehennemden başka bir şey veremezler. Batılılar saldırı geliştiren bir
uygarlıktır. Bütün medeniyetlerin kökünü kazımıştır. Batı'da insanlar
acı çektiler, sıkıntı çektiler.

Biz kültürel sermayeden yiyoruz. Osmanlı'nın bizi ayakta tutmasını


sağlayan meyvelerini devşiriyoruz. Osmanlı'nın anlam haritaları
yırtılıp paramparça olmak üzere. Dolayısıyla sermaye tükenmek
üzeredir. Mirasyediyiz. Mirasyedi olduğunun bile farkında değiller.
Başına ne geldiğinin de farkında değiller. Böyle bir başka toplum ve
millet yok dünyada. İngiliz'ler, Fransız'lar, Çin'ler, Japonlar, Hintler ne
olduklarını biliyorlar. Batınuygarlıpı sadece biyolojik varlıklardan
oluşan bir insan türüdür. Amerika da Çin de biyolojik olarak karnını
doyurmaya çalışan insanlardan oluşuyor. Bu ürpertici bir şeydir.

Bu topraklarda Anadolu ruhu ve Anadolu mayası dediğimiz şey


maalesef yok oluyor. Biz son kuşaklarız. Gencecik insanlar, başörtülü
insanlar ne olduğunu bilmiyorlar. Biz başörtü mücadelesini kazandık
ama tesettürü kaybettik. Kendimize geldiğimizde bu ülkeyi Nasıl
tarumar ettiğinizi göreceğiz. En ürpertici şey de şehirlerimizin yok
edilmesidir. Ama kültürel genlerimizi çıkarıp mimari yapıyı
canlandırabiliriz.

Şehir sadece bir mekan değil, bütün zamanları (geçmiş ve geleceği)


yutan ve kucaklayan bir imkandır. Şehriniz yoksa kesinlikle bir
dünyanızın olmadığını söyleyebilirsiniz.

Biz Müslümanlar olarak başımıza gelenlerden ötürü başkasını


suçlayamayız. Sorumluluğu ve suçu başkasında arayamayız.

⚠ Batı uygarlığı tarihte hiçbir medeniyetin üretmediği kadar büyük


bir yıkım harekatı gerçekleştirdi, bütün medeniyetleri kazıdı, bütün
dinleri fosilleştirdi, bütün kültürleri yağmaladı.
⚠ Kendilerinden uzaklaştırdılar ve bütün İnsanlığı başka bir
mahlukata dönüştürdüler. Dolayısıyla tehtidleştirdiler.

Bunları göremediğiniz sürece başınıza ne geldiğinizi asla


göremezsiniz. Bu felaketten Nasıl çıkacağınızı göremezsiniz. Olup
biteni anlamadan o sorunu çözmek için ne tür bir sorumluluk
üstlenmeniz gerektiğini asla bilemezsiniz. Doğru soru soramazsınız.
İnsanlığın önünü açamazsınız. Bütün dinlerin, medeniyetlerin
kuyularını kazan Batılılar o kuyuya kendileri düştüler.

⚠ Batı uygarlığı bütün kıyılara, bütün karalara, bütün Deniz'lere


saldırdı. Sadece islamla başa çıkamadı. Çünkü Müslümanlar bütün
diğer medeniyetlerin çocukları olarak, kurucu kaynakları sağlam,
muhkem olduğu için diriliş biçimleri, direniş biçimleri, var oluş
biçimleri ve iradesi geliştirebiliyorlar. İslam dünyasına yerleştirilen
kuklalar tarumar ediyor.

İnsanlığı düşünen, insanlığın düşünmesi için nefes tüketen, düşünme


melekelerine yeniden kavuşması için nefes tüketen sadece
müslümanlardır. MTO

Müslümanlarda
🔹 Yılgınlık yok
🔹 Teslim bayrağı çekmek yok
🔹 İntikam düşünmesi yok

Biz İslam Peygamber'i Hz Muhammed'in ümmetiyiz. Nefes aldığımız


sürece Allahu Teala'nın yardımı gelecektir. Allah Nur'unu
tamamlayacaktır.

Birinci Endülüsleşme süreci fiili Endülüsleşme sürecidir.


🔹 Doğrudan işgale dayanır
🔹 Tarihten siler
🔹 Köklerini yok eder

Bunu en iyi şekilde uygulayan batılılardır.

İkinci Endülüsleşme süreci Zihni Endülüsleşme sürecidir.


🔹 Doğrudan saldırganlık biçimlerinin gerçekleştirdiği, kültürel
sürecin, medyatik narkozun gerçekleştiği post modern süreçtir.
🔹 Ayık değilsiniz.
🔹 Bir saldırıya uğradığınızı fark edemiyorsunuz. Burada nihilizm
biçimleri ortaya çıkıyor.
1. Nihilizm Biçimi: Uluslarası ilişkilerde ortaya çıkmıştır. İktisadi ve
siyasi yıkım hareketidir. Batının ürettiği nihilizm iki büyük dünya
savaşı ortaya çıkardı. Anarşi üretti
2. Nihilizm Biçimi: Kültürel emperyalizmdir. Kültürel
sömürgeciliktir. Zihni sömürgeciliktir. Felsefi nihilizm biçimidir.
Deizm ve ateizm. Zihnin Tanrı fikrinden uzaklaştığını, zihnin

teslim alındığını görüyoruz. Bu da kaos üretiyor. Hem siyasi kaos


hem de felsefi kaos.

‼ Moderniteyle birlikte tarihte ilk defa üretilen din dışı uygarlık Batı
uygarlığıdır. Bunu işleyen Teoman Dural, Sezai Karakoç ve Yusuf
Kaplan'dır.

‼ Batı uygarlığı evrensel değerlerden bahsediyor. Batı uygarlığının


evrenselliğinden bahsediliyor. Batı uygarlığı evrensel değil, taşralıdır.
Avrupa taşralıdır.

✅ Amerikan tecrübesi ise barbardır. Kültürün popüler versiyonunu


üretmekle insanı barbarlığın eşine, sığılaşmanın eşiğine sürerek
Biyolojik insan diye bir şey üretti Amerikan tecrübesi. İnsanı insan altı
bir varlığa indirgedi.

✅ Avrupa'da Amerika'dan daha yüksek bir kültürü var. Bunda


Yahudiliğin, Hristiyanlığın ve Grek felsefesinin payı çok büyüktür.

✅ Amerikan tecrübesi tamamen kapitalizmin ürettiği bir tecrübedir.


✅ Amerika kapitalizmin çocuğudur.
✅ Kapitalizm köksüzlüktür.
✅ Kapitalizm liberalizm üzerinden bütün yapıp ettiklerini
meşrulaştırıyor. Liberalizm sevimli gibi gözüküyor. Ama kapitalizmi
ayartıyor. Bilal Gates i semirtiyor. Bunlar Yahudilerdir. Siyonist değil.
Allahu Teala'nın en fazla nimet verdiği kavimdir. Peygamber'lerini
bile asıp kesmişlerdir.

🔹 Kapitalizm üzerinden fiili endülüsleşmenin gerçekleştiğini


görüyoruz. Kapitalizm modernitedir. Neo liberalizmdir. Daha şort
kapitalizmdim. Görünmez yöntemlerle kontrol etme biçimleri ve tek
ikinizi geliştiren, araçları geliştiren, daha smart tek ikinizle üzerinden
insanları kontrol eden, tahrip eden, yıkan bir tecrübedir.

Vicahede kişinin kendiyle savaşı, mücadele başkasıyla savaşıdır.

Bütün batı uygarlığının evrensel değer ürettiğini ileri süren düşünce


bir masaldan ibarettir. Daha iyi bir İnsan tasavvuru, daha iyi bir adalet
tasavvuru, daha iyi bir hakikat tasavvuru mu geliştirdi? Homo
ekonomikus demiş geliştirdiği insan tipine. Tabiatın büyüsünü
bozmuş. Tabiatın ruhunu yok etmiş. Tabiatın Kutsi özelliklerini yok
etmiş ve tabiatı makineye dönüştürmüş. Sonra insanı makineye
dönüştürmüş. İnsanı makinenin esiri yapmış. Tekno pagan.. Dünyanın
hiç ir yerinde olmayan gelişmiş bir hukuk var. Çünkü yaşayan tek
uygarlıktır batı uygarlığı.

‼ Batı uygarlığı evrensel değil, marjinaldir.(marjinal:aykırı, sıradan


olmayan)
‼ İnsanlığın birikimini, Tanrı fikrini, hakikat fikrini izafileştirmiştir.
Dolayısıyla ‼ Tanrıyı, hakikati devre dışı bırakmıştır. Hakim olma
güdüsünü putlaştırmıştır. Güç de insanın ürettiği dünyayı kusmuştur.
‼ Dünyayı cehenneme çevirmiştir. Korona hapishanesini görüyoruz.
⚠ Bütün insanlık tarihinde üretilmiş medeniyet tecrübelerinin
mirasçısı olarak görmez, hepsini ötekeleştirir.
⚠ Alabildiğini alır, çalabildiğini çalan, geri kalanını da çöpe atan bir
barbardır. Mutlak hakikat biçimini çöpe atar. İnsan tanrılaştırılabilir.
Tanrı rolü olmaya başlayabilir.

Biz başkalarından tevarüs ederiz. Geçmişte üretilen bilgilerin


hepsinden vahyin filtresinden geçirerek yararlanmasını bildiğimiz
için, bunu gelecekteki insanlara aktarmayı bildiğimiz için gelecek
biziz. Hakikatin yitirilmesine izin vermeyiz biz.

✅ Modern süreçte de post modern süreçte de ÇAĞIN DİNİ


SEKÜLARİZMDİR.

Daha ileriki aşamada bunun yeni bir PAGANİZM sürecine


dönüştüğünü göreceğiz.
Modernite yeni PAGANİZM biçimidir. Peter Gay bunu açıkça söyledi.
Resmi var. Kendisi de pagan biri ama ilim adamı.. muhteşem bir kitap.
1.cilt 570 sf. Kaynakçayla ilgili Metin var. 2. Cilt 700 küsür sayfa"

Diğer kitap
Bu adam bir MTO lu.. (İngilizce pdf var)

2. BÖLÜM

İlk olarak fiili Endülüsleşme sürecini gördük. İkincisi ise zihni


Endülüsleşme süreciydi.
Zihinler medya üzerinden teslim alınıyor ve dijital uygarlık denilen bir
uygarlığa eğriliyor dünya.

1. Sekülerleşme çağı: Modernite: Dinin dünyadan


uzaklaştırılmasıdır. Fiili endülüsleşmenin yaşandığı dönemdir.
Dinin,mayaysan, zihinden, kültürden, üniversiteden dolayısıyla
dinin insanın dünyasından, hayattan uzaklaştırılması. Sekülarizm
Türkçede "laiklik" olarak çevrilir. Laiklik daha politik bir süreçtir.
Sekülarizm felsefi bir süreçtir. Sekülerleşme, sekülarizasyon daha
sosyolojik bir süreçtir.
2. Sekülerleşme çağı: Post moderniteyle başlar. Dünyevi olanın
dinselleştirilmesidir. Zihni endülüsleşmenin yaşandığı dönemdir.
Hristiyanlık orada sadece semboliktir. Indualizm (bireyselleşme)
hristiyanlığa ait bir kavramdır. O kavram sekülerleştirildi.
Hristiyanlıktan alınan kavramların hepsi sekülerleştirildi.
Hristiyanlığın kavramlarının hepsi vahidden alınmasa bile vahyin
izini taşıyordu. Kalıntıları vardı. Aristo "Kapalı mekanik dünya
felsefesi" üzerinden felsefesini kurdu. Aristo'nun bilim algısı,
dünya algısı Galileci, Newtoncu kartezyen bilim tarafından
çökertilince Hristiyanlık da yerle bir oldu. Thomas Akinas'ın

yaptığı çapsızlıktır. İbni Sina'dan, İbni Rüşd'den beslenmişlerdi.


Biz de beslenmiştik. Ama biz vahyin ışığında diğer düşünce
birikimlerini okuduk. Ama Thomas Akinas öyle yapmadı.
Aristocu felsefenin ışığında Hristiyan dogmasını şekillendirdi.
(Bizde pergelin sabit ayağı vahye kilitlenmişti. Batı'da 12. 13.
yy'da Grek felsefesine kilitlenmişti. Bizden yanlış öğrendiler.)
Thomas Akinas kilise tarafından afaroz edildi. Sonra Aziz ilan
edildi. Seküler otoritenin taarruzlarına maruz kalıyor. Kilis'e diye
bir şey kalmadı.

‼ ‼ 2.sekülerleşme çağı olan zihni endülüsleşmenin yaşandığı


dönem tekno paganizm. Yani dijital uygarlık. Yarı insan, yarı makina.
Sonuç: İnsanı biyolojik bir varlığa dönüştüren insan anlayışı. Geçici
olanın kutsandığı, kalıcı olanın yok sayıldığı bir Zaman anlayışı. İlişki
biçimi, değerler anlayışı. İzafileşmenin kutsandığı (herşey sana göre
bana göre), kaosun hükmünü ilan ettiği bir dünya... Bir dinler
algısı...İnsanın oyuncakların kölesine dönüştüğü, oynayan bir varlığa
dönüştüğü bir dünya... ,Homovidens (gören varlık, videolar)..
Homolüdens (oynayan varlık) Plastik, sahte, hayata değmeyen,
dokunamayan, hayatın dokusunu, kokusunu yitirdiği, insansız bir
dünyanın, dünyanız bir insanın söz konusu olduğu bir varlık. İnsanın
hiçbir şeyden zevk alamadığı, ve din yok olduğu, insanın extacy'ye
uyuşturuculara(ekran ve hap uyuşturucusu) kaçtığı, ayartıcı bir haz
anlayışı. İnsanı hayattan kopardığı, insanın hayattan kopmak için can
attığı bir nihilizm biçimi. İnsanın barbarlaşması... Sadece hız haz ve
ayartının kölesine dönüşmesi, yaratıcıyla ilişkisinin yok edildiği.

Kültür insanın ürettiği şeydir. Popüler kültür insanı tüketen şeydir.


Tükettikçe insanın tükenmesine yol açan bir kültürdür. Ferdiyetin ve
cemiyetin yok olması, ferdiyetin yerini bireyselliğe bırakması, insanın
biyolojik bir varlığa, cemiyetin yığına dönüşmesi... Dinlerin aşınması,
hakikat fikrinin aşınması, izafileştirilmesi.. Her şey izafileştirilince
izafileşme tanrısallaştırılıyor.

Fert ve Birey Kavramları


Fert ile birey aynı anlamlara sahip değildir.


Fert nefsini teslim alan kişidir. Kendini aşan kişi. Başlı başına olan
kişi. Mü'min...
Birey nefsine teslim olan kişi. Dünyamız bir insan. İnsansız bir dünya.
Ve insanlar bu u yüceltiyorlar. İnsanın özgürleşmesinden
bahsediyorlar. Medyatik narkoz yemeyi, insanın köleleşmesini insanın
özgürleşmesi olarak görüyorlar.

Diyanet vakfı Başkan'ı İhsan Açık hoca o zaman Urfa müftüsüydü.


Valilere, belediye Başkan'larına ders vermiştik. Çok iyi çalışmalar
yapmıştı. Diyanetin bu tür insanları ödüllendirmesini öneririm.

4. Ders
13/07/2021

Modern Tarih Boyunca Karşı Karşıya Kalınan İki Büyük Dalga

Kilit kavram: Melezleşme: Hibrit insan

Çağımızın nevi şahsına münhasır bir sorunu vardır.

Batı dünyasının bütün dünyayı Nasıl bir çıkmaz sokağın eşiğine


sürüklediğini deşelemek istiyorum. Türkiye'de dünyada
sömürgeleştirilemeyen nadir ülkelerden biridir.

Sömürgeleştirilemeyen ülkeler
1. Afganistan
2. İran
3. Türkiye

Afganistan'ın bir gücü yok ancak İran ve Türkiye'nin işgal edilmemesi


önemlidir. Avrupalı emperyalistler İran'ın hiçbir şeyine dokunmadılar.
Tarihinde olmadığı kadar güçlüdür. Tarih boyunca Yemen'e kadar
açılmış, Arabistan dünyasına hakim olmuş bir güçtür.

İran ve Afganistan kısmî sömürgecilik tecrübesi yaşıyor ama


kurtuluyorlar. Buna rağmen İran hiçbir şeyini kaybetmiyor. Biz
sömürgecilik tecrübesi yaşamamamıza rağmen her şeyimizi
kaybediyoruz.
(Türkiye neden Katar'a yerleşti? İran neden Yemen'den çekilmek
istemiyor?)

🔹 Türkiye ötekisiz ötekidir. Ve bizi mahveden şey budur. Kendinizi


ötekeleştirmişiz.
🔹 Türkiye kendini kaybeden ve kendini Nasıl kaybettiğini bilemeyen
bir ülkedir.
🔹 Köklerinin Nasıl kuruduğunu bilemeyen bir ülkedir.
⚠ Biz en kötüsünü yaşayacağız. Başka milletlerin korunakları vardır.
Diğer Müslüman toplumlar İslamı silmiş değil ama bizde öyle
değildir. Müslüman toplumun ailelerinde eşcinsel sapkınlık tavan
yapmış durumda. Türkiye gavurdan böyle bir zulüm görmedi.
Toplumun bütün ortak noktaları yok edildi ve Türkiye şu anda
paramparça oldu. Bunun siyasetle alakası yok. İçeriden yapılan
etkilerle bu toplumun ruh kökleri kurutuldu.

Sokağa çıkıp bakın. Toplumun yüzde 99'unun Müslüman olduğunu


kim söylüyor?

✅ Kimliklerini, ortak asgari müştereklerini yitirmiş toplumlarda


Batı'dan gelen en uç hareketler toplumun tam merkezine yerleşir.
Eşcinsellik felaketi böyle bir felakettir. Acayip örgütlendiler. Topluma
nefes aldırmadan düşürüyorlar.

Batı'da akşam dolaşamazsın. Öyle bir sömürü düzeni var ki..


Ekonomik nizam, siyasi nizam vardır Batı'da. Hukuk da...

☀ Batı'da önce nizam sonra insandır. İslamiyette önce insan sonra


nizamdır.

☀ Batı uygarlığı varlığını midesine borçludur. İslam medeniyeti


varlığını ruhuna borçludur. Bizden başka insanlığa umut sunabilecek,
namusunu, haysiyetini hatırlatabilecek başka bir kaynak yoktur.

İki dalga saldırı... Dünya nasıl bir krizle karşı karşıya?

Virüs ve aşı savaşları...

Cümlemiz: Tarihi şekillendiren bütün dönüm noktaları zihniyet ve


bilinç devrimleriyle gerçekleşir. Zihniyet ve bilinç dönüşümü... Şu
anda tarihin şekillendirildiği yeni bir bilinç inşa edilmeye çalışıldığı
bir yerdeyiz. İnsan bilinci büyük bir dönüşümle karşı karşıya... Hibrit
insan... Melez insan... Bununla Müslümanlar olarak nasıl başa
çıkabiliriz?

Tarihin dönüşüm abları bilinç dönüşümlerinin olduğu anlardır. Bunun


iki dalga saldırı biçimi de tezahür ettiğini görüyoruz:

1.Dalga Saldırı: Tanrı'ya, hakikate ve tabiata saldırı vardır.


Moderniteyle birlikte hibrit insanın kökenleri deşelenir. Yarı insan yarı
makina olan insan... İnsanın tanrılaştırılması...
2.Dalga Saldırı: İnsana ve hayata saldırı vardır. Hakikat fikrinin yok
edilmesi. İnsanın fizik ve fizik ötesiyle ilişkisinin çökmesidir. Her şeyi
görünür kılma. Görünür kılmanın nedeni kontrol edilebilir olmasıdır.
Artık hesabınıza kimin girip çıktığını görüyorsanız kontrol
ediliyorsunuz demektir. İnsanın sonu, ailenin sonu, toplumun sonu

Küresel kriz 3Z'de nasıl tezahür etti?

1. Bütün insanlığın zihninin köleleştirilmesi. İnsanlığın celladına


aşık edilmesi. Tanrı'ya, hayata, hakikate saldırı vardır. Bütün diğer
kültürlerin kökünün kazınması. İnsanlığın tek bir yere mahkum
edilmesi. Yani Batı'ya... Batı uygarlığı kriz uygarlığıdır. Kontrollü
krizler üreterek hakimiyetini kurmaya çalışır. Tanrı üzerindeki,
tabiat üzerindeki, hakikat üzerindeki, dünyadaki toplumlar

üzerindeki hakimiyetini korumaya çalışır. Biz de "neden batı gibi


olamadık?" diyoruz.

‼ Batı uygarlığı bilfiil / bedenen yaşıyor. Bilkuvve / ruhen çöktü.


İnsanı yok etti, Tanrı fikrini yok etti, hakikati yok etti. Tek gücü güce
sahip olmasıdır. Çin, Hint gibi köklü medeniyetlerinin böyle bir
dertleri yoktur. Yani dünyaya sahip olma, hakim olma gibi dertleri
olmadı. Bu bir insanlık sapmasıdır. Feleğini şaşırması, yolunu
şaşırması, kendisini unutması, başka bir varlığa, canavara
dönüşmesidir. Frankeştayn karakterini kendileri ürettiler. Herşeyi yok
ettikten sonra kendini yok etti. Hitler, Musolin, vs buralardan çıktı,
bizden çıkmadı.

İnsanlığın geleceğini getirecek olanlar, bizi geleceğe götürecek


olanlar, farklı dinlerin, kültürlerin, medeniyetlerin, inançların,
inançsızlık biçimlerinin kendi iradeleriyle kendileri kalarak ve
kendileri olarak yaşanmalarını sağlayabilecek bir kozmopolis bir
dünya inşa edebilecek medeniyetlerdir.

Biz her şeye rağmen rahmet Elçisinin merhamet yüklü ümmetiyiz. Biz
İnsanlığın umuduyuz.

Dün olan yarın olacak olanın garantisidir. Dün ne oldu?

İnsanlığın birikimini tevarüs ettik


Hakikatten taviz vermedik. Hakikatten Asla vazgeçmedik.
Adalet, sulh düzenini dünyada biz kurduk.
İnsanlık tarihinde bu kadar hakkı yenmiş Osmanlı medeniyetinden
başka medeniyet yoktur. Medine'den süt emmiş, ikinci sahabe
dönemini taşıyan başka bir medeniyet yok. Yavuz'a kadar at sırtında
hakikat bayrağını düşürmemek için uğraşmışlardır.

‼ Osmanlı bilfiil / bedenen bitmiş, bilkuvve / ruhen yaşıyor.


Avrupa'nın, Asya'nın içlerine gidin. Osmanlı'yı göreceksiniz. Yok oluş
faslında bile merhamet bayrağını asla yere düşürmüyor Osmanlı.

Çünkü tek derdi hakikattir. Abdülhamit çok büyük bir adamdır. Yok
oluş faslında bile.. Her yere Allah'ın rahmetinin tecelli etmesini
sağlayabilecek kulluk vazifesini yerine getirerek gidiyor. Açeye,
Uygur Türk'lerine, Afrika'nın içlerine kadar gidiyor.

Bizde büyük insanlar çoktur. Tarih boyunca insanlığın en kamillerini


yetiştirmişiz. Osmanlı insan yeşerten bir medeniyettir. İnsan kendini
aşan, kendini aşma melekelerine, kabiliyetlerine sahip olan insanı
kamil... Toplumun en üstündeki ve en altındaki insanlar toplumun
yükünü taşıyan, insanlığın derdiyle dertlenen sorumluluk taşıyor.
Hakikatin şarkısını yeniden bestelemek için nefes alıp veriyoruz.

‼ Batı uygarlığı kontrollü krizler üreterek kendini idame ettiriyor


ama hakikati idam ediyor.

İnsanlığın yükünü omuzlarında taşıyan, kendilerinden farklı düşünce,


inanç biçimlerinin öyle kalmasını sağlayan en zirve örnek Osmanlıdır.
Millet sistemi çok muazzam bir örnektir.

Alparslan "Biz güzel Müslümanlarız, bidat nedir bilmeyiz." demiştir.

2. Zeminin yitirilmesi. Bütün insanlığın medeniyetlerinin,


kültürlerinin, var olma, ayakta durma,öyaşama zeminlerinin yok
edilmesi. Bütün insanlıpın kaygan zeminlerde patinaj yapmaya
mahkum edilmesi.
3. Bütün insanlığın Kendi zamanını değil, başkasının zamanını
yaşamaya zorlanması. Yitik Cennet... Kendi cennetini yitirip
başkalarının cehennemine mahkum edilmesi..

Diğer toplumlar kendi zeminini korudu. Hristiyan kendi kilisesini


korudu. Biz de başkalarının kutsallarına saygı duyarız. Bugün
Fransa'da başörtüsünün yasaklandığı yerleri sıralasak kafayı yersiniz.
Bugün Srebrenisa da yaşadık.

Descartes hayvanın makina olduğunu söyler. Sonradan insanın da


makina olduğunu söyleyen bir kavram çıkacak. Homorobotiks

Pagan uygarlığı dışarıdan bir saldırıyla değil içeriden saldırıyla


çökmüştür. Şu anda Avrupa gitti. Toparlanmaya çalışıyor. Dünyaya
vereceği bir şey yok.

Şu anda insanlığın karşı karşıya kaldığı manzara, bütün İnsanlığın bir


okyanusta fırtınanın ortasında sürükleniyor olması manzarasıdır.

Melezleşme: Hibritleşme: Tek tipleşme

1. Melez insan tipinin üretilmesi. Hibrit insan. İnsanın ontolojik


varlığına müdahale
2. Melez cinsiyet üretme. Eşcinsellik. Biyolojik varlığa saldırı
3. Melez kültür. Hız haz ayartı
4. Melez yer. Melez bir dünyanın ortaya çıkması
5. Melez yönetim. Tek dünya devleti

Dünya Sağlık Örgütü'nün ilk başkanının yaptığı açıklama:

Melezleşmeyle birlikte;

İnsanın sonu,
ailenin sonu,
toplumun sonu,
ulus devletin, siyasetin sonu,
coğrafyanın sonu,
kültürün, aidiyet biçimlerinin sonu,
dinin sonu,
din dışı kutsallıklarda patlamanın yaşanması

Descartes orta çağı yıktı. Descartes'dan dindar diye bahsedilir. Dinin


sekülerleştirilmesine yol açtığı demişti bir dindardı Descartes. Felsefi
olarak kilisenin temellerini yıktı. Kant felsefi olarak modern dünyanın

temellerini attı. Hegel, Descartes ve Kant'ın ikili karşıtlar (beden ruh)


üzerinden başlattığı

Marx tez antitez sentezini pratik olarak uygulamaya çalışıyor. Hegel'in


teorik olarak önerdiği çıkış yolu (diyalektiği) zamanı maddileştiriyor,
tarihi kutsayarak durduruyor. Marx'ın önerdiği pratik çözüm yolu
(pratik diyalektik) hayatı maddileştiriyor (alt yapı üst yapıyı belirler)
ruhu yok ediyor, donduruyor.

Çıkış yolu çıkmaz sokaktır. Şu anda geldiğimiz nokta budur.

5. Ders
27/07/2021

Yaşadığımız Sorunları Medeniyet Perspektifi Üzerinden Nasıl


Anlayabilir ve Anlamlandırabiliriz?

Kitap: Enfermasyon Bombası (Paul Virilio): Dromokrasi kavramının


mucidi

Paul Virilio' un Asıl akademik entelektüel alanı mimaridir. Batı


uygarlığının öncüsüdür. Kitabın aslı Fransızcadır. Metris
yayınlarından çıktı. Nitelikli, entelektüel dünyayı, düşünce dünyasını
en iyi takip eden bir numaralı yayınevidir. Türkiye'nin Galimarıdır
(???)

Melezleşme Kavramı

Hibrit insan, hibrit dünya, hibrit yeryüzü..

Modernite tektipleştirici (uniform), kendini dayatan, kendisi dışındaki


bütün dünyaları yıkan, hayat hakkı tanımayan; post modernite
(multiform) farklılıklar...

Farklılıklara hayat hakkı tanıyormuş gibi

Bizim bize özgü yaşadığımız bir şey var. Bu tanımlamayı yapıyoruz.

Bu toprakların ruhu İSLAMDIR. İslamı çekip çıkardığınız Zaman bu


topraklarda kimse kalmaz. Avrupa'ya Amerika'ya giderler, başkaları
gelip yerleşir.

Uniform
Multi form: Görünüşte çok biçimli, farklı oluşumlara hayat Hakkı
tanıyor gibi. Ama tek biçimlidir ve bu tek biçimcilik aynı anda ışık
hızı gibi yayılıyor.

Modernite Avrupa'ya özgü gibiydi. Zayt gayzını her yere yaydı.


Modernitenin bir derinlik, ruh var. 3-4 asırda dünyaya yayılır. Post
modernitede ruh yok. Derinlik.. Anında dünyaya yayılır. Kore BTS
grubu İnsanlığın başına gelecek en büyük belalardan biri. Asya'da
Güney Kore'yi pilot ülke olarak kullanılıyorlar. Güney Kore'nin
Nesebi gayri sahih hale getirdi. Bütün kimliği ve kültürü delik deşik
edildi, kimyası bozuldu, ruhu yok edildi, dünyası yerle bir edildi.
Popüler kültürde özellikle müzikte Batı'dan gelen davranış
biçimlerinin, zevk biçimlerinin karikatürü olan bir tür üretiyorlar. Bu
ilk önce misyonerlik okullarıyla başladı. Bizim Nasıl badireler
atlattığımızı ve Nasıl püskürttüğümüzü düşünün. (1820'li yıllardan
itibaren bu ülkede de böyle oldu. Gayri müslimlere imtiyazlar verildi.
Müslümanla gayri Müslim eşitlendi. Ontolojik olarak eşitlenemez. Bu
üstünlük psikolojisi kibir ve barbarlık biçimi doğurmaz. İnsanlar
İslamı bilmedikleri için konuşuyorlar. Eşitlik yoktur. Batı'da da eşitlik
yok. İnsanlara Nasıl aşağılık mahlukat yapıldığını orada yaşamayan
kimse bilmez. Kitleler kütleye dönüşmüş, popüler kültür tarafından
güdülüyor. Şimdi oraya bütün dünya girdi.)

1970-80'lerde Amerika'da yaşanan, 1990 ve 2000'lerin başlarında


Avrupa'da hızla yayılan ve 2010'dan itibaren bütün dünyada gözlenen
yıkıma (tek tipli kültürün, multiform çok çeşitlilik, erkek-kadın
cinsiyetinin içine er-dişi gibi 3. Tür oluştu)

Gelen felaket insanın biyolojisine saldırıdır.

Uniform
Multiform

Görünüşte ortaya çıkan insan tipi farklı, gercekte farklıdır. Altından


başka biri çıkıyor... Maskeli balo... Post modern dünya maskeli
balodur. Korona hapishanesinde maskeli baloları yaşıyoruz.

Çağın durumuyla bizim durumumuzu anlamaya çalışıyoruz.

Güney Kore'de denenen bir model aynı zaman diliminde bizde daha
önce başladı tanzimatla. Görünüşte Müslümanları koruyan, gerçekte
Müslümanların altını oyan bir fermandır Tanzimat Fermanı. Sürekli
gerçeklerle yüzleşmeyi erteleyen, gerçekle hesaplaşma sorununu
erteleyen, bizi 2 asır perişan eden bir şeydir. Necip Fazıl İdeolocya
Örgüsü'nde bahsediliyor.

Ey genç
Gelecek yılı kurtarmaya bakacaksın
Şeklinde hitabı

Günü kurtarmaya baktılar şimdiye kadar. Sürekli oynatıyorlar bizi.


Oynayan da biziz. Sürekli kaybediyoruz.

Benim tarihim aksiyonlar tarihi değil, reaksiyonlar tarihidir.

Herkes kendi borusunu öttürmeye çalışıyor. Müslümanlar..

Kemalistler acayip bir şekilde güçlendi. Müslümanlar basiretli olması


lazım. İslama davet ederken müjdeleyici olması lazım. Bunu İhsan
Şenocak'a söyledim twitlerini değiştirdi.

Bu millet sahipsiz. Tarih yapmış bir millet, az çile çekmemiş. Ama


yıkılmadı, ayakta duruyor. Kore'ye girdiler. Kore diye bir şey kalmadı.
Kendi kimliğini koruyamadı. 200 sene önce bu ülkede misyoner

okullarınaçıldı. Hala eğitim bizim elimizde değil ama hala ayaktayız.


Merzifon'da, Tarsus'ta, Kayseri Talas'ta Amerikan Koleji var. Dağın
başına muazzam bir bina yapmışlar. İyi eğitim diye insanlar
gönderiyor okullara. Ama çocuğun gidiyor.kendi ayağımıza kurşun
sıkıyoruz.

Hiçbir reform hareketleri ileri atılımlar değil, geriden atılan


adımlardır.

Şimdi derse giriyoruz:)

Dünyanın Bunalımı, Bunalımın Dünyası

Dünyanın bunalımı dünyanın kutsanmasıdır.


Bunalımın dünyası kutsallığın yok edilmesidir. Din dışı kutsallıklarda
patlamalar yaşanmasıdır.

3 kavramsal şemamız var:

Bir dünya kuracaksanız, bir medeniyet fikrini, bir mefkûreyi insanlığa


sunacaksanız üç şeye değmelidir:
1. Çağa değmeli (çağı iyi tanımalıyız)
2. Hayata değmeli
3. Hakikata değmeli

2016 yılında Almanya'da cumaya gitmeyenlerin oranı yüzde 66, şu


anda yüzde 88'dir. Dinin terkedildiği, dinin büyük darbe yediği bir
süreçte yaşıyoruz. Dinin kolay kolay terkedilmeyeceği, yaşanabilir
insanca bir dünya inşa edilmesi sürecinde kurucu, konumlandırıcı,
koruyucu olarak ana faktör olmalıyız.

(Almanyadan 13 yaşındaki Çiğdem kardeşimiz çok güzel bir sunum


yaptı geçen hafta..)

Çağa Değmeli

"Kişi yaptığından sorumludur." ayeti bir şey yapmakla yükümlü


olduğumuzu anlatır. Her insan çağının çocuğudur. Her insan o çağı
aşması lazımdır.

Herkes Batılıların kurduğu bir ağın içindedir. Her insan çağının


sorumluluğunu üstlenmelidir. Herkes kişiye yüklenen yükün farkında
olmalıdır. O yükün ne olduğunu, kendilerine Nasıl bir yükümlülük
yüklediğini bilmeleri lazımdır. Bu sadece Müslümanlar için söz
konusudur. İnsanların yükünü omuzlarında taşıma yükümlülüğünü
sadece Müslümanlar yüklenebilir. Emaneti üstlenme bilincinde olanlar
sadece müslümanlardır.

Çağı tanıyamadığımız için TANIMLANIYORUZ. Aksiyon gösterme


tanımlanmaktadır. Durduğumuz yer gördüğümüz şeyi belirler. Onlara
göre reaksiyon gösteriyoruz.

🔹 İçinde yaşadığımız çağ tam bir çağ körleşmesi yaşıyor. Bu iki


şekilde tezahür ediyor:
1. Bütün insanlığın Batı'ya mahkumiyeti (kültür, zaman, mekanlar
batılı)
2. Bütün insanlığın kendinden mahrumiyeti (kişiliğinden,
zevklerinden, beğenilerinden mahrumiyeti)

Kendi kavramlarımızı oluşturmalıyız. Müslümanca düşünme


melekeleri oluşturmalıyız.

Hayata Değmeli

İlim amelle taçlanmalıdır. Böylece insan şahlanır.

"Alimler Peygamberlerin varisleridir" hadisin metni müthiştir.


Hadisteki süreç ilim-irfan-Hikmet sürecidir. Muhteşem metaforik bir
dildir.

Çağın beni tanımlamasından kurtulmamın yolu rağmen tavrıdır.


Zihnimin çağdaş hurafeler çöplüğüne dönüştüğünü bilmem lazım. O

sebeple reaksiyon gösteriyorum. Uzun soluklu bir çıkışa ihtiyacımız


vardır. İnsanın yolunu açacak üç şeyi söyledik. Çağı tanıma, hayata ve
hakikate değmesi...

Hakikate Değmeli

Evrensel olmalıdır. Gerçeğin hem görünen hem görünmeyen


boyutlarına ulaşabilecek. Hem enfüste hem afakta, hem evvelde hem
ahirde, hem zahirde hem batında.. Gem köklere gidecek (geçmişe)
hem göklere (gelecek) yükselecek. Sadece kabuğa değmek değil,
özüne de inilmelidir. Hangi gerçek? İster fizik gerçek, ister fizik ötesi
gerçek. İster İlahi gerçek, ister beşeri gerçek. İster mülk alemi, ister
Melekût alemi. İzah etme kapasitesi kuşatıcı ve kucaklayıcı olmalıdır.
(Hadid suresindeki 4 kavram üzerinden açıklanıyor. Evvel, ahir, zahir,
batın)

Çağı Müslüman Hanımlar Belirleyecek

Bir çağ dönüşüm süreci yaşıyoruz. Şu söyleyeceğim size şaşırtıcı


gelebilir. Bu çağ dönüşümü sürecinde Müslüman hanımlardan çıkacak
ilim, irfan, hikmet erbabı, mütefekkirler çok etkili ve belirleyici
olacaktır. İlahiyatın, MTO'nun yüzde 80'i bayanlardan oluşuyor.
Hanımların olması Allah'ın rahmetidir. Çocuklarımızı onlar
yetiştirecek" Müslüman aile güçlü ailedir. Şimdi ne anne ne de baba
kaldı. Baba figürü ortadan kalktı. Baba otoriteyi temsil eder. Ailede
yangın var, toplumda kaos var. Ailenin olmadığı yerde toplum
kendisini toparlayamaz.

Bir Müslüman girdiği yerin şeklini alan değil, girdiği yere ruhunu,
şeklini verendir.

Zihin, Kalp, Ruhun Harekete Geçmesi

İnsanlığın geçmişini ve geleceğini şekillendiren yolculuklar insanların


aynı anda hem zihnini, hem kalbini, hem ruhunu aynı anda harekete

geçirebilen uzun soluklu yolculuklardır. Bunu sadece İslam


yapabilecek durumdadır.

⚠ Çin medeniyeti DİRENEMEDİ. Koskoca 5000 yıllık Çin


medeniyeti kapitalizmin önünde, Batı uygarlığının önünde diz çöktü.
BİZ DİRENİYORUZ. Bizim şu an itibariyle kan ter içinde kalarak
insanın yükümlülüğünü bilerek cümle kuruyor olmamız meydan
okumadır.

3-4 asırdır aksiyon değil reaksiyon gösterdik. Batılıların belirlediği


alanda ve belirlediği kurallarla top çevirdik. Modernitenin
(Descartes)'in kartezyen dünyası çöp oldu????

Türkiye'nin açmazı nedir? Türkiye'nin temel sorunu nedir?

✅ Türkiye'nin temel sorunu 2 asırdır farkını fark edememesidir.


✅ Farkı farketmesini, farkını tefrik edebilmesini sağlayacak
melekelerin yok olmasıdır.
✅ Türkiye'nin sorunu kendini kaybetmesi ve yitirmesi değildir. Bu
sonuçtur. İşin bidayetinde Türkiye'nin sorunu ötekini kaybetmesi,
ötekini bilememesidir' düşmanını bilememesidir. Farkı kaybetmesidir.
Farklı olanın yok edilmesidir. Öteki gayrimüslimler.. Gayri müslimler
sürülmeseydi İzmir'de başörtülü bir kızcağızın başörtüsü çıkarılmazdı.
Lozanla ben bedenimi kaybettim, ruhumu kaybettim. Ruhumu sattım
Lor Kinos'a.. İhsan Şenocak burada devreye girmeli insanları
ürkütmeden. Bir hesap yapıldı ve bu başarıldı. Bunlar neden
konuşulmuyor?

💎 "İslamı öyle canlı ve diri yaşa ki seni öldürmeye gelen sende


dirilsin." diyor Sezai Karakoç

1924'de London Times gazetesinde yayınlanan haberde "devrimler


yavaş gidiyor" denmişti. İslam toplumunu, İslami eğitim sistemini
tavandan tabana kurutmuşlardı.

Bütün Müslümanları temsil edecek, kararlarına saygı duyacak ilim


erbabı, kurumlar, alimler konseyi yok maalesef. Hemen inşa edilmeli.
Meclis-i meşai vardı Osmanlı'da...Hilafet gidince sipsivri ortada
kaldık. Müslüman toplum inşa edilmeden Oraya hilafet gelmez.
Ortalık karışır. Kan gövdeyi götürür. Bütün Müslümanları ve İslam
dünyası ı toparlayacak süper güce ihtiyaç vardır.

"Bundan böyle ne kadar hayır derseniz değin evet


anlaşılacaktır. ...bilincini kaybetmiş bilim etik sınırları zorlayan (aşı) ,
gitgide askerileşen (savunma sanayisi). Bilincini kaybetmiş bir bilim,
bütün gelenin üzerine yayılan tele gözlerim ve bilim, okuma yazma
bilmeyen insan kitleleri, kültür sanat bahaneli pornografi, insan
bedeninin yeni sömürgeciliğin odağı haline gelişi, çocuksuluğun
hakim olduğu bir kültür, uluslarası barışı ... Enfermasyon bombası.
Bütün bunlara hayır diyen binlerce insan var ama onlar evet anlamaya
devam ediyorlar." Paul Virilio

6. Ders
03/08/2021

Nasıl bir dünyanın eşiğinden geçiyoruz?

Zorlu bir süreçten geçiyoruz. Orman yangınları olayında Türkiye'ye


özgü bir şey vardır. Türkiye'de yaşanan orman yangınları
Amerika'daki gibi değil. Orada iki ay sürüyor ama bizde iki ay sürse
memleket cehenneme girer.

🔹 Bu ülke bizim elimizde değil.


🔹 Bu ülke bizim elimizden alındı.
🔹 Bu ülkenin çocuklarının elinden alındı.
🔹 Bu ülkenin çocukları sahipsiz.
🔹 Bu ülkenin kaptan köşkünde biz yokuz.

Bu ülkenin kreması, bürokrasisi, ülkeye Çek'i düzen veren insanlar, el


itlwri, burjuvazisi, üst sınıfları laik, solcu kesimlerden oluşuyor. Laik
süreci başlatanlar, islamı toplumdan tasfiye edenler onlardır. 1850'den
1950'lere kadar bir asırda ortaya konan sıçrama 3-4 asra bedeldir.
Ahmet Cevdet Paşanın aldığı nefes 3-4 asır nefes aldıracak. Bizim
aldığımız nefes de geleceğe nefes aldıracak.

Biz bütün dünyayı elimizin tersiyle ittik. Ülkemizin çocuklarını


gereken yere yükselttiğimiz zaman ülke bizim elimizde olacak.

Dünkü yazım en önemli yazımdı, okunmadı...


02/08/2021 tarihli yazı

✅ Modernite bizim üzerimizden, bizi dize getirdiği için başarıya


ulaşmıştır. Dünya üzerindeki hegemonyası ı Osmanlı'ya durdurmasına,
bizi dize getirmesine borçludur. Ancak biz Çin ve Hindistan gibi
teslim bayrağı çekmedik.

Osmanlı bilfiil bedenen çökmüş olsa da bilkuvve ruhen yaşıyor.


Müntesiplerinin dinleriyle ilişkisinde her şeye rağmen, bütün baskılara
rağmen, islamın terörle özdeşleşmelerine rağmen, işgal etmelerine,
bütün şehirlerimizi yok etmelerine rağmen (Şehir Hz Peygamberdir.
Şehir yok edilince merhamet çekilir. Müslüman şehirde Allah'ın isim
ve sıfatları tecelli eder. Müslüman şehir Allahu Teala'nın isim ve
sıfatlarının mashargahıdır. Musul ne kadar güzel ne kadar Müslüman
bir şehirdi. Yerle bir ettiler. Musul'da ben göz yaşları içinde yazılar
yazdım. Gaziantep'in ruhunuzu şu an. Kapitalizmin berbat bir çocuğu.
Bir Antep'e bir Musul'a girin. Musul Osmanlı'nın eseridir.) İslamın
sancağı

Bir insanın dünyası penceresi kadardır. Bizim penceremiz bütün kültür


ve medeniyetlere açılan sınırsız ve sonsuzluğa açılan bir penceredir.
Sadece fizik aleme değil Melekût aleme de açılan bir penceredir.

Biz tarihten çekildiğimiz için modern tarih Batılılar tarafından


şekillendirildi. Bizde ruh var, onlar bedenen hakimdir. Ruhun olduğu
yerde hayatı ruhun nefesi ve sesi şekillendirir. Bunu Nasıl yapacağız?
Teslim bayrağı çekmeyeceğiz? Bu ülkeyi kurda kuşa yem
etmeyeceğiz. Bu ülkeyi anında terk edecek insanlar ama biz sonuna
kadar savunacağız. Çünkü Anadolu yarımada değil, kıtadır. İnsanlığın
son adasıdır, insanlığın son mirasıdır. Ahmet Cevdet Paşa söyledi.
Osmanlı insanlığın son adasıdır derdi. Bizdeki ruh bütün dünyayı
kurtarmaya, Türkiye'yi ayağa kaldırmaya yeter.

Eşyaya kim hakimse, eşyanın bilgisine, dünyanın bilgisine, insanlığın


bilgisine kim hakimse İnsanlığın ve dünyanın geleceğini o
şekillendirir. Türkiye umuttur. Türkiye insanlığın bitmeyen şarkısıdır.

Ben oniki sene bu dünyayı Kuran barbarların insanlığı ne bale


soktuğunu onların içinde yaşadım. Sabahın erken saatinden başlayıp
hayvan gibi çalışıyorlar. Sonra kendilerini barlara, dansçına e
atıyorlar. Uyuşturucuya, cinselliğe kaçıyorlar. Aşırılıklara kaçırıyorlar.

Paul V.. Kitabında aşırılıkları anlatıyor. Bilmin aşırılığı... tahakküm


olma kaygısıyla geliştirilen bir bilim.. Dünyayı sömüren, insanı
sömğren bilim.. Aşırılığı insanı kolonlamaya kadar gider.

Enformasyon güçtür. Enformasyon bilgi değil veridir (data).. Dünyada


Bilgin'in yerini enformasyon (bilgi) aldı.

Dört gün içinde 7,5 milyon hesap açılmış. Tam bir siber savaşla karşı
karşıyayız. Elektrikler kesiliyor.. Neden dün değil bugün kesildi.
Üzerimizde deneme yapıyorlar. 16 yaşında bir çocuk tutuklandı.
Şehirleri bile benzine verebilirler. Devletin hazırlıklı ekiyor. Aşiret,
kabile, parti meselelerini bir tarafa bırakmamız lazım. Kardeşlik
ruhunu, dayanışmayı sağlamamız lazım. MTO olarak bunu çok iyi
yapıyorsunuz. Maddi kaygımız yok bizim. Bir cemaat hareketi değil..
Okulu ekole dönüştüren bir yapı...

Bu toplumda ve MTO'da bunlar var⬇


1. Tarihi derinlik - Yatay eksen - Dinamizm (Asya'dan Avrupa'nın


içlerine kadar girme)
2. İrfanî derinlik - Yatay eksen - Derûnî sükûnet (sabredip bir anda
ayağa kalkan bir toplum)

Türkiye'nin yaşadığı tecrübe kendine özgüdür. Modern tarihte bu ülke


fiilen dışarıdan işgal edilmemiş, zihnen ele geçirilmiştir. Bu ülkeye
çeki düzen veren, eğitimine, kültürüne, sanatına... Eğitim, kültür, sanat
gelecekle ilgili, siyaset bugünle ilgilidir. Entelektüel sermaye siDeyse
sosyal sermaye de zamanla oradan meyve verecektir, esere entelektüel
sermayeniz yoksa sosyal sermayenizin içi boştur. Şu anda toplumun
bizim gibi düşünmesinin bir faydası yok. Toplum geleceği
şekillendirmez. Toplum tarih yapmaz.

💎 Tarih yanlız adamların kanatlarında yükselir.


💎 Yanlız adamlar zor zamanlarında Ateşten gömlek giyerler.
💎 Yanlız adamlar peygamberlerdir.
💎 Bu dünyayı yaşayan ama bu dünyayı yaşamayanlaradır.
💎 Çağrısı çağını kuran adamlardır.
💎 Öncü kuşaklardır.

Çin medeniyetinde MANDALİNLER öncü kuşaklardır. O öncü


kuşaklar olmasaydı 5000 yıllık Çin medeniyeti olmazdı. Benim öncü
kuşaklarım alim, arif, hakim, hem zihni, hem kalbi hem ruhu harekete
geçiren insan-ı kamil insanlardır.

Sadece Müslüman ve mümin insan bütün insanlığın haysiyetini korur.


Batı'da, Çin'de böyle bir şey yok. Emaneti sadece biz üstlenmiş
durumdayız. Emanetin yüklendiğinin bilincinde olan insanlar
İnsanlığın yükünü üstlenirler. Hz Peygamber'e güvendikleri için bütün
değerli eşyalarını, madenlerini ona bırakıyorlardı. Sadece O'na
güvendikleri için... O'nunla savaşmalarına rağmen...

Bunun Kemal noktası Osmanlıdır. Biz insan yeşerttik. Millet sistemi


bizde ırk değildir. İnsanlığın geleceğini İnsanlığa yaşatmış Osmanlı
milletler sistemini kurarak. Herkes kendi durumunu yaşamış. Şimdi
BM, NATO sömürüyor milleti. Fatih kadı karşısında yargılanmıştı ve
kadı "kalk ayağa!" demişti. (Fatih halk tarafından sevilmemişti.
İlginçtir.)

Batı uygarlığı insanlığı üç tür nihilizmin eşiğine bıraktı:

1. Metafizikî nihilizm
2. Fizikî nihilizm
3. Fenemonolojik nihilizm

Metafizikî nihilizm kişinin kendine, Tanrı'ya, yaratıcıya


yabancılaşması ve kendinden, Tanrıdan, yaratıcıdan uzaklaşmasıdır.
Dolayısıyla kişinin kendisini, araçları, hazlarını Tanrılaştırmasıdır.

Fizikî nihilizm insanın dünyaya yabancılaşması, dolayısıyla sanal


dünyanın fizik dünyayı tarumar etmesi, paramparça etmesi, dijital
dünyayı gerçek fizik dünyayı ele geçirilmesi, sanal gerçekliğin fizik
gerçekliğin yerine geçmesi, ulus devlet imparatorlukların yerini
medya imparatorlukların alması, aklın hükümranlıklarının yerini
algının almaya başlaması, insanın nesneleşmesi medyanın
özneleşmesi, medyanın insanın özgür iradesini ipotek altına almasıdır.
Demokrasi olmaz böyle bir ülkede. Algı imparatorluğu yapan kazanır.
Biden böyle kazandı. Trump'ın ve cumhuriyetçilerin önde gelenlerin
hesaplarına el koydular. Meta jeofizik sosyal medya faaliyeti...

Fenemonolojik nihilizm, insanın hayata yabancılaşması ve kendinden


uzaklaşması. Algının gerçeğin önüne geçmesi, algının gerçeği ve aklı
çarmıha germesidir.

Bu biçimler sadece Amerika ve Avrupa'da değil Türkiye'de de


geçerlidir. Belki Kuzey Kore'de geçerli değildir.

Şu anda zihni olarak yaşadığımız şey bedenen burada oluşumuz,


zihnen olmayışımızdan. Şizofreniz. Özellikle seküler kesim bu
şekildedir. Aidiyet biçimleri yok olmuş durumdadır. Aidiyeti İslam
verebilir bize.

Bu ülkenin insanına, kültürüne, dünyasına, acısına, derdine,


sıkıntısına, iyi günde, kötü günde yaşadıklarına ortak olmayan insanlar
asalaktır. Biz bu ülkenin iyi gününde, kötü gününde, zor anında
yanında olacak, kurda kuşa yem etmeyecek insanlarız. Kendimizi iyi
yetiştirmemiz lazım.

Ülkemizi, birliğimizi, bütünlüğümüzü korumamız lazım. Hangi


partide olursak, hangi cemaatte olursak olalım birlik olmalıyız.
Anadolu insanın son ATASIDIR. son kaleyi kurda kuşa yem
etmemeliyiz.

Türkiye parçalanabilir. Alev'i-Sünni çatışmasını, Kürt-Türk


çatışmasını yeniden tezgahlayacaklar. Konya'daki olayda beni aradılar,
böyle bir olayla işimiz yok diye. Aradılar beni.. Bir twit yetiyor. (Olay
nedir bir araştır???)

Şu anda düşmanı dost olarak sunuyorlar. Hükümet sosyal medyayı


küçümsedi. Algı gerçeği çarmıha gerdi. Toplum, dünya atomize oldu
(püskürtüldü). İzafi oldu. İzafi olan hakikat katına yükseltildi.
İzafileşme.. Kutsallıkların yerini sahte kutsalların almaya başlaması..
Bu ülke sosyal medya üzerinden asimetrik bir savaşla karşı karşıya.
Bunu püskürtecek gücü yok bu ülkenin çocuklarının.. 4 günde 7,5
milyon hesap açılması ne demek? Karşı taraf acayip bir şekilde
kemikleşti bizim kesimden bazı hocaların yüzünden... Voleyboldaki
kadın (Eda) Türk kadınını temsil etmiyor. Sadece Türkiye'yi temsil
ediyor.

Mevziniz mevzunuzu belirler. Mevzi vatandır. Bizim vereceğimiz


güçlü mesajlar insanların silkinip kendine gelmesini sağlayabilir.
Hükümet ve iletişim başkanlığının akıllarını başlarına devşirmeleri

lazım.. Toplumu bütünüyle kucaklayabilecek, ön alacak bir iletişim


stratejisi geliştirmesi lazım.

Doğal afetlerin bile biraraya getiremediği bir toplumu sosyal afetler


yok olmanın eşiğine sürükler. Bizi yakan yangınlar değil bizim
duyarsızlığımız, acıyı paylaşamayışımızdır.

7. Ders
10/08/2021

Çağı ve içinde yaşadığımız dünyada İslamı nasıl anlıyoruz?

Tarihin gündönümü zamanlarındayız" insanlık tarihlinde yeni bir


yolculuğun başlayacağı aralıktayız. Bu tür buhran ve kriz zamanları
bütün dünyanın aktörlerinin krizi iliklerine kadar yaşadığı
zamanlardır. Bütün kriz anları yeniden kurulma anlarıdır. Şu anki
ontolojik felaket, insan türünün yok oluşun eşiğine sürüklenmesi
dünyanın bir tür kıyameti yaşayan facia üzerine facia yaşıyor olması
(sadece fiziki felaketler yangınlar vs değil)..

Tarihte ilk defa insanlık zihnini, kendini, varlığını yitirdi. İliklerine


kadar varlığını sürdürdüğü tarihi yolculuğunu bitirdi.

Tarihte ilk defa insanlığın zihni buharlaşmış durumdadır. Başına ne


geldiğini kavrama melekelerini yitirdi. Yitirdiğini de bilemiyor. Yani
insan başına ne geldiğini bilmiyor. Başına ne geldiğini bilmediğini de
bilmiyor.

İnsan sadece tabiattaki bir varlık değildir.

İçinde yaşadığınız çağı anlayamadığınız sürece, içinde yaşadığınız


Çağlar'ı anlayamazsınız. Anlayamazsanız tarihi yazamazsınız. Bugünü
anlayamazsanız içinde yaşadığınız

Bir Müslüman olarak vaktin çocuğu (Ebul vakt) olmadan önce ilmil
vakt olmaktır.. Çağların bütün sırlarına hakim olmak.. Bu çağı tanıma
kaygısı aslında hayatın hakikatini kavrama imkanlarını artırır.

Yaşadığımız çağı duyma, duyumsama, hissetme, İnsanlığın nereden


gelip nereye gittiğini görebilme melekelerimizi kaybetmiş
durumdayız"

2. Cümle:
İnsan varlığını yitirdiğinin farkında olamayan bir varlıktır. Dolayısıyla
insan var olamamıştır. Dolayısıyla insan fıtratını yitirmiştir. Çağı
anlamaya en yakın olan (zihni setleri müsait olan) Müslümanlar ama
çağa dünya kadar Müslüman olanlar yine müslümanlardır. Bu durum
Allah'ın rahmetinin çekilmesine yol açar. Allah'ın rahmeti olmasa
hiçbir varlık nefes alamaz. Tabiatta nasıl bir düzen var düşünün...

Tabiat ve fıtrat farklı bir şeydir. Bu j sadece Müslümanlar söylüyor.


Çin ve Hintlerde insan özüne yönelik kavrayışlar var ama Batı'da yok.
İnsanın biyolojik varlığını bütünüyle kendisinin inşa edilmesine karar
verdi batı. Öz (self, fıtrat), ben bilinci, ego değil) diye bir şey yok
dediler.

İnsanın üç tabiatı vardır.

✅ Fıtratla tabiat aynı şey değildir.


✅ Fıtrat tabiattan önce gelir. İnsanın yitirdiği, keşfetmekle mükellef
kılındığı boyutudur. İnsanın üstü örtülen Kudsi varlığıdır.
🔹 İnsanın "ben"i beşeri varlığıdır. Dünyaya, görünür aleme açılan
yüzüdür.
Fıtrat meleküti aleme açılan boyutudur. Ötelere yolculuk dışarıda
yapılmaz, içeride yapılır.

Batılıların hiç böyle kavramları olmadı. Dünyaya hükmetme


psikolojileri oldu. Nietsche bunu söyledi. Kölelik psikolojisi.. Hakim
olma güdüsü batılı insanı güttü. Bizim derdimiz hakikatin izini sürme

oldu. Hakimiyet tanrısal özelliği bünyesinde barındırır. Hakimiyet


Allah'ındır. İnsanın yeryüzünde her hakimiyet kurması, her hakimiyet
çabasına mahkum olmasıyla sonuçlanır.

15-16. Yy Rönesans, reform, modernimizle birlikte "bilgi güçtür"


diyerek gücün, maddenin, eşyanın kutsandığını görüyoruz. İnsanın
gökle irtibatını yitirip yanlızlığa mahkum olmasını görüyoruz. İnsanın
kendisiyle savaşıdır, insanın intiharıdır. Tanrı fikrinin yok olduğunu
görüyoruz.

Potansiyel olarak özü gür olduğu için, fıtrat diye bir kavrayış olduğu
için Müslümanlar insanlığın umudu olmaya adaydır. İnsanlığın neden
bize gebe olduğunu bunu kavradığımız zaman görebiliriz.

İnsanın 3 tür tabiatı vardır (fıtrattan sonraki hikaye):

1. İnsanın bizatihi fiziki tabiatı (biyolojik, görünür varlığı) (fıtrat


insanın görünmeyen boyutudur)
2. Kültür: insanın değerlerini üretmesini sağlayan kaynak
3. Popüler kültürün şekillendirdiği insanlar

Kültür en büyük küfürdür. Çünkü kültür insanın yapıp ettikleri


yüzünden dünyaya çeki dizen vermesidir. Avrupa'da kilisenin
ipoteğinde olan bir insanın varlığı vardır. Bizde de, Çin'de de, Hint'te
de böyle bir şey yoktur. Avrupa yenilerek Paganizmle savaştığı için
böyle bir korumacı kültür geliştiriyor. PAGANİZM Hristiyanlığın
ruhunu çalışıyor. Aziz Paulus Hristiyanlığın mimarıdır. Hz. İsa başka
bir kişiliktir. İsa Mesih, Hz İsa değildir. Çevirilerde bu yanlıştır.
Kendimize nüfuz edemiyoruz. Böylece çağı tanımıyoruz.

Çağı tanımak aslında kendimizi tanımaktır. Bunu anlatmaya


çalışacağım.

(Hayvanlar alemi dışında iki tür hayvan vardır: 1. Okumayan insan 2.


Okuyan insan (ne okuduğunu bilmeyen, tuğla gibi kitap okuyanlar

Bu sebeple okuduklarımızın üzerinde düşünelim. Renkli kalemleri


özene bezene, zevkle kullanalım. Okuduklarınız üzerinde okurken
düşünmeye başladığınız anda zihninizde muazzam fikirler uçuşabilir.
Hemen defterinize yazın.)

Kültür en büyük küfürdür. İnsanın yapıp ettikleridir. İnsan tabiki


kültür üretecektir. Bir şekilde hakikatin kültür üretilerek izinin
sürülmesi yanlış bir şeydir. Hakikatin izinin sürülmesi çabasıyla
ortaya çıkan şey ilimdir, hikmettir, irfandır. İlahi varlığın ruhundan
üflediği gerçeğini ortaya çıkarıyor. Üretilen kültürün insanı
şekillendirmesi söz konusu burada. İnsanın tanrılaştırılmaz gerçeği...
Peygamber'ler tarafından lütfedilsen bir şey olmadığını söylemeye
çalışması kendisine zulümdür. İnsanın nefes alması ı sağlayan şey,
ölmesini sağlayan şey kendisi değildir. Alıp verilen nefes, doğum,
elim bizim elimizde değilse bu bizim dışımızdaki varlığın bizi
yarattığı ı göstermez mi? İnsan yaratıl ış bir varlıktır. Bu sebeple bu
varlığa yol yordam gösteren kaynakların olması gerekir.

Şu anda doğan insanlar vahşetin içine doğuyor. Afrika'da batının


sömürgeleştirdiği insanlar vahşetin içine doğuyor.

İnsanın kendisini bu dünyanın yegane varlığı olarak görüp kendisini


hayatın merkezine yerleştirmesiyle felaket başlıyor.

Edgar Alen Po insanın Nasıl tanrılaştığını, Tanrılaşan insanın Nasıl


azmanlaştığını ve kendi zincirlerinin mahkumu olduğunu anlatıyor.

Popüler kültürün şekillendirdiği insanlar

İnsan popüler kültürün köleleridir. Film kültürü, müzik kültürü, dijital


kültür. Pppüler kültürün olduğu yerde kimse özgürlükten
bahsedemeyiz.

‼ Popüler kültürün "kabe"si Los Angeles'tir. Geleceğin inşa edildiği


yer New York, Washington, Brüksel değildir. Bunlar bugünü

şekillendirmeye çalışıyor ama Los Angeles geleceği popüler kültür


üzerinden inşa ediyor.

***

Kişinin kendini bilmesi, tanıması, kendi dünyasını tanıması,


yaşanması ve sonra başka dünyalara bakabilecek perspektifleri
geliştirmesi gerekir. Fakat şu anda Müslümanlar dahil dünyada hiçbir
toplum kendi Zaman'ında, kendi dünyasında, kendi kültüründe
yaşamıyor. Başkalarının dünyasını yaşıyor. Hepimiz gönüllü
köleleriz. Köle oldu u farkedemeyecek kadar Özgürlük tutsağındadır.

O halde;
✅ İçinde yaşadığımız dünyayı anlamak gibi bir mecburiyetle karşı
karşıyayız.
✅ Buna zaten mecburuz. Çünkü hepimiz tek bir dünyada yaşıyoruz.
✅ Müslümanlar çağ dışılar, çağın dışındalar. Barbarlığı oynuyorlar.
Bilemeden konuşamazlar.

Çağ bize gebe. Birilerinin doğumu gerçekleştirmesini bekliyor.


Hakikatin gün ışığına çıkmasını bekliyor.

✅ İçinde yaşadığımız çağa da islama da nüfuz edebilecek konumda


değiliz.

Bizim içinde yaşadığımız dünyayla, Batıyla kurduğumuz ilişki biçimi


simulatiftir (sığ, sahte ve yüzeysel). Batı'ya dair ezberlerimiz var. Ve
bu ezberleri kutsal ilkelere dönüştürüyoruz.

Sadece batıyla kurduğumuz ilişki simulatif değil, islamla kurduğumuz


ilişki de simulatiftir. Sığ, sahte ve yüzeyseldir. Kavrayışı güçlü olan
insanlara ihtiyacımız var. Bu insanlar heryerden çıkabilir.
Üniversitelerden en az çıkar. Kuru akademizm algılama melekelerini
yok eder. Aklı en fazla dumura uğratan onlardır. Akademizmin

rasyonalizm üzerinden işleyen bir zihni var. Bu sebeple aklı en fazla


öldüren onlardır. Çünkü akılcılık aklamacılıkla sonuçlanır. Kuru
akılcılık kurulu düzenin aklamacılığını yapar.

Çağı anlama konusunda bir kavrayış düzlemi sunacağım size

Neden çağı anlamak zorundayız?


1. Hiçbirimiz hiçbir medeniyetin çocuğu kendi kültüründe kendi
Zaman'ında yaşamıyor. Başka bir kültürde başka bir kültürü,
başka bir zamanda başka bir zamanı yaşıyor. Çağın dışında
yaşadığımız için çağı tanımak zorundayız.
2. Çağı tanımak aslında hayata değmek demektir. Hayata
deyemeyeler bize hiçbir şekilde bir çağ çağrısında bulunamazlar.
(Ümmileşmek herşeyin anasıdır. Her şeye kuşbakışı bakabilmek,
hayatı anlamlandırabilmektir.)

✅ Yaşayamayan yaşatamaz.

Yaşayamadığınız sürece yaşatamaz, yalatacak bir ruh sağlayamaz


insanlara nefes olamazsınız.

Hayat bir nehirdir. Akar. Hakikatle hayat arasındaki ilişki: Hakikat


nehirde gizli değildir. Hakikat nehirde yolculuk yapmakla, nehirde
yıkanmakla elde edilebilir.

Medeniyet tarifi;

✅ Medeniyet, insanın mekanda zamanı harekete geçirmesidir. (Zihin-


zemin-zaman)
İnsan:zihin mekan:zemin zaman:Zaman
✅ Allahtan aldığı emanetle, Allah'ın ruhundan üflediği varlık olarak
hayata ruh üflemesidir.

🔹 Hz. Peygamber kendisini "Medinetü'l İlm (İlmin Medinesi)" olarak


tarif etmiştir. Biz de medeniyet tarifiyle Hz. Peygamber'i tarif
ediyoruz.

🔹 Hayat nehirdir. Akar. O nehirde değmediğiniz, girmediğiniz sürece


hayatın dışında kalırsınız. Nehre girin, iz sürün, başka nehirler,
denizler ve okyanuslarda yolculuk yapın.

Tabii coğrafya bakımından 3 tür medeniyetten söz ediyoruz:


1. Kara medeniyetleri
2. Nehir medeniyetleri
3. Deniz medeniyetleri

Kara medeniyetleri, pûr karada var olamaz. Medeniyetlerin en iyi


yeşerdiği yerler pûr denizlerde değildir.
✅ Medeniyetlerin en iyi yeşerdiği yerler Nehirlerdir. Medeniyetler en
iyi şekilde nehirlerin çevresinde yeşerir.
✅ Nehirler aynı zamanda denizlere ve okyanuslara açılır.

Nehir;
1. Yolculuk anlamı var
2. Sürekli akıyor olması zikir anlamına gelir. Tabiatın zikridir nehir.
Yolda kalmış olanı alır, gideceği yere götürür. İnsanı bir yerden
başka yere götürür. Taşıma işlemi görür.
3. Aynı zamanda temizler. Değdiği her şeyi temizler. Toprağı
temizler. İnsanın dünyasını temizler. İnsanın imar edilmiş hayatlar
inşa etmesini mümkün kılar. Sürekli akar. Medeniyetin varlığını
sürdürebilmesi akışının olmasına bağlıdır. Akışı biten medeniyet
varlığını sürdüremez.

(Dünyanın her yerinde coğrafya kavramı ortadan kalktı. Başka, sanal


bir dünyaya geçiş yapıyoruz. Yanlışlık eseri dünyayı terketme durumu
vardır. İnsanın kolonlanması meselesi ciddi bir meseledir.
Açıklamadılar. Dr Frankeştayn lardan korkuyorlar. İşte Böyle bir

dünyada bu konuları (medeniyet coğrafyaları) konuşmamız ne kadar


doğrudur bilinmez. Yitirdiği iz bir cennet var. Biz Canan'a can
olabilirsek bu cinnet halinden çıkabiliriz. Bu da bizi yitirdiğimiz
cennete ulaştırabilir. Elimizden gitse de teslim bayrağı çekmiyoruz.
Bu okumalarla eziklik psikolojisi, aşağılık kompleksi, zenci
psikolojisini çöpe atıyoruz. Kazı yapıyoruz. Geriye dönük kazı, içe
dönük, bugüne dönük kazı ve geleceğe dönük kazı. İnsanlık bize gebe.
Müslüman insanlığın ve varlığın haysiyetini koruyan insandır.)

Batı uygarlığıyla İslam medeniyeti karşılaştırması;

Bizdeki nehir anlayışı fiziki nehirden ziyade manaya bakan nehir


anlayışıdır. Fiziki nehir müslüman medeniyetleri... Biz manevi
düzlemdeki hem enfüsî boyut hem de âfâkî boyutunhn devrede olduğu
nehir anlayışından bahsediyoruz.

Batı'daki nehir anlayışı sadece faydaya (çıkara) dayanır. Güç, fayda,


sömürü, teknoloji, işgal aracı, ve hakimiyet kurma olarak düşünür
nehri. Bilgiye araca teknolojiye hakim olma

Biz nehire,
Mana düzleminde bakarız
Fetih imkanı olarak bakarız. Tabiatın Fethi, eşyanın fethi ve
dolayısıyla insanın ve dünyanın Fethi... Fetih... Açılamayan kapıların
açılması... Tabiata nüfuz etme, insana nüfuz etme, eşyaya nüfuz etme,
dünyaya nüfuz etme.

Fetih;
✅ Nüfuz etmektir.
✅ Kapıları açmaktır
✅ Görmektir
✅ Görebilmektir
✅ İdrak edebilmektir

✅ Görme, bilme, bulma, olma yolculuklarının hepsini


gerçekleştirecek kapıları açmaktır.

İçinde yaşadığımız çağ, dünyaya hükmeden çağ hayata değebilen,


hayatın görünür görünmez yanları j keşfeden, bütün insanlara hayatın
lezzetlerini sunabilen bir çağ değildir. Çünkü hayattan ve hakikatten
anladığı şey sadece yüzeydir. Hayatı bütün derinliğiyle kavratan bir
çağdan bahsetmiyoruz. Hayata hakim olma gidişiyle yaşanılan bir
haşishaneden bahsediyoruz. Başkaları için Batılıların kendi zevklerini
beğenilerini dayattıkları, kendilerine aşık ettikleri bir çağdayız.
Popüler kültür bizi var eden, şekillendiren, yaratan şeydir. Eğer hayata
deşe ilse kesinlikle haddini bilir.

Hayatın Nasıl kendine gelebileceğini, özeni hatırlatıcı bir nehir, bir


kaynak olduğunu görür.

İbni Sina
Varlık iyiliktir. Yokluk kötülüktür.

İbni Arabi
İyilik varlıktadır. Kötülük yokluktadır.

Varlık fıtrat

Bediüzzaman
İyiliğin kaynağı varlıktır (vücuddur) hayattır. Kötülüğün kaynağı
yokluktur (ademdir)

Fıtratın inkarı insanı yokluğa götürür

Hayat fıtrat nehridir. İnsanı arındıran, tertemiz yapan, kendine getiren,


ulvi bir nehir. İnsanlığı besteleyen bir ihsan. Dolayısıyla insan fıtratını
yitirmediği sürece' hayata değebildiği sürece hiçbir varlığa zarar
vermez.

Çağdaş hayat yüzeydir. Yüzeyseldir. Çağdaş hayat çağı ve insanı


yüzeysele mahkum eder. Fizik gerçekliğe, eşyaya, bedene, hazlara,
hazların Arzu'ların ertelenemezliğine mahkum eder. Hayata
değemediği için böyledir. Halbuki biz

Herşey çift yaratılmıştır. Batı uygarlığı (pagan uygarlık) Yüzeye, tek


boyuta, fiziğe, sahteye, niceliğe, sayıya dolayısıyla arızaya,
dolayısıyla araçlara insanı mahkum ettiği için hayattan ve hakikatten
uzaklaştırır. Dolayısıyla insanı kendine düşman yapar. Hakikate,
başkalarına düşman yapar. İnsanın her şeye hakim olma gücüsü,
araçlara hakim olma güdüsü, masaya kasaya nisaya sahip olma güdüsü
insanı insanlığından uzaklaştırır.

Bunu Nasıl halledeceğiz? Fıtrata, hayatın bizatihi özüne, kendisine


Değmeye çalışarak.. Entelektüel olarak Nasıl yapacağız bunu? İşte
burada Fussilet Suresi 53. ayet..

Dünyayı dünyadan ibaret görenin dünyası yoktur, yokluktur,


yoksulluktur. İnsanlıktan mahrum olmaktır. Bir dünyadan mahrum
olmaktır. Yüzeye, yüzeysele, hıza haza ayartıya köledir. Dünyayı bu
dünyanın ötesine taşıyarak, taşırarak yaşayan insanlar bize dünyayı
yaşanır kılabilir. Dünyayı dâr edinenler, dünyayı dar ederler insana.
Dünyayı aşabildiğiniz ölçüde dünyanın gerçeğini kavrayabilirsiniz.

Afak enfüs

Ufku afakta arayanın ufku yoktur. Enfüste yapılan yolculuktan sonra


afakın ötesindeki ufuklara açılabilir insan. Ufku aşabildiği Zaman
ufka ulaşabilir. Dünyayı aşabildiği zaman bir dünya inşa edebilir
insan.

8. Ders
17/08/2021

MTO Hakkı'nda konuşmalar

9. Ders
24/08/2021

Afganistan’da Yaşanan Nedir?

Afganistan tampon bölgelerden biridir. Suriye, Balkanlar da


tampondur. Tampon bölge şu demektir: Dünya üzerinde bir hakimiyet
kurmak isterseniz tampon bölgeyi yönlendirerek ve şekillendirerek
bunu yapabilirsiniz.

Afganistan’da şu anda kim oraya hakim olursa bölgenin geleceğini


şekillendirecek bir konuma ulaşabilir. Afganistan’ında aşacak ve bütün
islam coğrafyasına yayılacak tehlikeli bir sürecin tohumları ekilmeye
çalışılıyor.

Şu ana kadar soğuk savaş ve kısmen sonrası dönemde jeopolitik


stratejiler üzerinden dünyanın haritalarıyla oynadılar. Soğuk savaş
bittikten sonra artan bir şekilde jeopolitik değil teopolitik stratejiler
üzerinden bölgenin (islam dünyası) ve dünyanın geleceğini
şekillendiren adımlar atılmaya başlandı.

teopolitik: din, inanç etkisinde yapılan politika

Tarihi biz yapmıyoruz. Bizim tarihimizi de biz yapmıyoruz.


Bulunduğumuz coğrafyada bugünü şekillendirecek .. 350 aile küresel
sisteme çalışıyor. İnanılmaz bir emperyalist proje uygulanıyor.
Türkiye bağımsız değildir. Bu ülkenin en kudretli olduğu dönemde
Cumhurbaşkanı bir üniversitenin (Boğaziçi) rektörünü atayınca ortalık
cehenneme dönüştürülüyor. 200 senedir bu ülkenin ipleri bizim
elimizde değil çünkü. Buülkenin kaptan köşkünde biz yokuz.

1648 ves.. anlaşmasından sonra Avrupalılar “Avrupa Dünya Düzeni”


diye bir düzen kurdular. Avrupa yıkıldı ve yeniden yapıldı. 1618’de
başlayan 30 yıl savaşları, din savaşları.. Avrupa ve kilise parçalandı.
Katolik kilisesi parçalandı ve tarihten çekildi. Protestanlık katolik
kilisesinin hegemonyasını paramparça etti. Buradaki savaş, ulus

devletlerin doğuşudur. Bunun arkasından ulus devlet


imparatorluklarının doğuşu gelecektir.

Avrupa Dünya Düzeni’nin Avrupa tarihi açısından önemi,


✅ Kilisenin hükümranlığının sona ermesi
✅ Protestanlığın başlamasıdır.
✅ Avrupa’nın protestanlaşmasıdır.
✅ Dinin hayattan çekilmesidir.

‼ Otorite (kültürel, ekonomi, siyasi, vs) hegemonya ve meşrûiyet


kaynaklarını kilisenin şekillendirdiği bir dünyadan sekülarizmin ve
dolayısıyla laikliğin Otorite, hegemonya ve meşrûiyet kaynaklarını
şekillendirdiği bir dünyaya geçiyoruz. Yani kilisenin
hegemonyasından seküler bir dünyaya geçiş yaşanıyor.

Dinin protestanlaşması demek dinin dünyadan çekilmesi demektir.

Şu anda hepimiz Avrupa tarihinin, batı tarihinin içindeyiz. Kendi


tarihimizin, kendi kültürümüzün içinde değiliz. Bugün burada değil,
çünkü biz burada değiliz. Tarihi biz yapmıyoruz. İslam dünyası diye
bir dünya yoktur.

İslam dünyası müslümanların şekillendirdiği bir dünya değildir. İslam


dünyası değil, işgal dünyasıdır. İslam dünyası emperyalistlerin
şekillendirdiği bir dünyadır. Kendi hayatımızı biz şekillendirmiyoruz.

Uydurma haritalar çizilmesi ve uydurma devletlerin uydurulması

‼ Tanzimat’la birlikte yaşadığımız İkinci büyük medeniyet krizinden


itibaren islam dünyası paramparça oldu. İslam dünyası Osmanlı’nın
yıkılışı, hilafetin durdurulduğunda kadar zihnen ve fiilen işgal
edilmişti. Osmanlı’nın durdurulmasından sonra (postkolonyal süreç..
ikinci dünya savaşından sonra) kolonileştirdiği coğrafyalardan
çekilmeleri ve uyduruk sahte devletler icat etmeleri ve bu devletleri

kendileri tarafından batılaştırılmış, zihnen batıya bağlı elitlere,


otoritelere bıraktılar. Böylece onları daha iyi kontrol edebileceklerdi.
Özellikle islam dünyası I terk etmeleri ve bu kadar devlet
kurdurulması iyi niyetli bir durum değildir. Yükü taşıyamadıkları için
sırtlarından atıp uzaktan kumanda etmeye başladılar. Kuveyti Nation
mesela Kuveyt Milleti… bir köy… ve işin ilginç tarafı cetveli alıp
haritalar çizdiler. Libya ve Suriye’nin haritalarına bir bakın… Başları
belaya girsin diye bunu yaptılar. Uyduruk sınırlar çizdiler. Bir bölge
Irak’ta diğer bölge Suriye’de kaldı. Afganistan’da, Irak’ta, İran’da da
yaptılar bunu. Her yerde böyle çizildi.

‼ Emperyalistler soğuk savaş döneminden sonra Dünyanın


haritalarını, özellikle islam dünyası başta olmak üzere teopolitik
stratejiler üzerinden belirliyorlar. Bununla birlikte akidevî olarak,
mezhebi olarak, meşrebi olarak ülkeleri birbirine düşürüyorlar.
Protestanlaştırılma sürecinin tohumlarının ekildiğini sonradan
görüyoruz. Harici mantığı…

Afganistan’da Olanlar Neden Türkiye’nin Önünü Tıkamak Demektir?

Müslümanların herhangi bir şekilde emperyalistleri def ettiği bir


duruma seviniriz.

Herkes Amerikalılardan bahşediyor halbuki oyunu oynayanlar


İngilizlerdir. Afganistan’da yaşanan oyunun perde arkasında İngilizler
vardır. Taliban yönetimini Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri
(BAE) ve Pakistan hemen tanıyacaktır. Çünkü bu üç ülke de
İngilizlerin yönetimindedir.

Suudi Arabistan’da Ingilizlerden habersiz kuş uçmaz.

BAE, İngilizlerin merkez üssüdür, stratejik üssüdür, finansal üssüdür.


Arap sermayesi Londra city’ye taşınır BAE üzerinden. Petrol, doğal
gaz yoktur orada. Orada bir düzen kurul üç ve Arap dünyasını kontrol
ediyorlar.

✅ Osmanlı devleti tarihten çekildikten sonra Amerikalıların askeri


yığınak yapmadığı bir Arap ülkesi yoktur. Amerikalılar aslında Yahudi
gücüdür. Amerika’ya Hakim olan, ele geçiren, şirketler üzerinden
dünyaya çeki düzen veren yahudi gücü…Yani Yahudi gücü Amerikan
gücü üzerinden Arap ülkelerine askeri yığınak yaptılar.

✅ İngilizlerin bürokrasisini yani devletini ele geçirmedikleri, kontrol


etmedikleri bir Arap ülkesi yoktur.

(Örnek olarak El Arabia tv

El arabia’ya bakınca bunu hemen göremeseniz de dünya tv lerini


tanıyorsanız görürsünüz oradaki ingilizleri. Yapılanması, medya dil
anlayışı, belgesel dili vs İngilizlere özgüdür. İngilizlerin Haber ve
belgeselleri estetize edilmiş, stilize bir dil vardır (stylish) Fransa’da
factual dur. Direkt kamerayı dayar. Büyük sinema akımları
Fransadadır. İngilizlerin medya dili önce saygınlığını kazanır.
Çaktırmadan sizin bilinç algınızı teslim alır. Fransızlar daha
gerçeklere dayanır, daha tabii olanı yakalamak üzerine dayanır.)
27• dk

İngilizler bütün Arap dünyasındaki bürokrasilere, devlet yapılarına,


sızmıştır. Amerikalılar yani Yahudiler de askeri olarak bütün Arap
dünyasına cira.. etmiştir. İslam dünyası köledir. İngilizlerin
Pakistan’da, Hindistan'da çok rahat bir şekilde cirit atmalarının zor
olmadığını bilelim. 1947'de Müslüman Hristiyan parçalandı.

Afganistan’da olan hadise Pakistan’ın, İran’ın, Türkiye’nin geleceğini


de şekillendirir. Burada Çin'in ve İngilizlerin rolü vardır. 2500 yıllık
batı uygarlığı

Batı uygarlığı,
✅ 2500 yıl önce Atina’da kuruldu.
✅ İskenderiye'de dağıldı.

✅ Roma’da hristiyanlık üzerinden toparlandı ve yıkıldı.


✅ Siyasi olarak Paris’te ve esas itibariyle iktisadi olarak Londra’da
yeniden kuruldu.
✅ son 2 0 0 yıllık (sanayi
devrimleriyle)Son kuruluş aşaması kapitalizm üzerinden
gerçekleşmiştir. Vesvalya düzenine bağlayabiliriz. Ulus devlet
imparatorluklarının deniz aşırı coğrafyalara Avrupalı güçlerin
yayılmaya başladıklarını görüyoruz. Özellikle Amerika’ya
yerleşmeleri keşifler çağıdır. Dünyaya açılmaya başlamaları..
Avrupa’da tıkanma var. 1871’de Alman birliği Bismark üzerinden
sağlandı. Almanya’da 350’den fazla prenslik var. Almanya
paramparçadır. Avrupa’yı kuran kurucu kaynağı devredışı bırakarak
Avrupayı yeniden kuracak, aklı hayatın merkezine yerleştiriliyor.
Sonra bilimi, siyaseti, kuruluşu iktisatla tamamlıyorlar.

Homoekonomikus adında bir insan tipi icat ediliyor. Ve kapitalizm ile


birlikte modern Avrupa'nın kuruluşu tamamlanıyor. Kapitalizm neden
midir sonu, mudur diye sorarsak sonuçtur. Bilimsel devrimlerin, siyasi
devrimlerin, entelektüel devrimlerin ve iktisadi devrimlerin ortaya
çıktığını görüyoruz. İktisadi devrim kapitalizmin korunması demek..

Osmanlı ticaret düzeninin gölgesinde gelişen şehir devletleri (Endülüs,


Sicilya) kapitalizmin tohumlarını ekti???

Kapitalizm devrimleri İngiltere Menchester'da fabrikayla başladı. 4


sanayi devrimi oldu.
1. Sanayi devriminin sembolü fabrikadır.
2. Sanayi devriminin sembolü elektriktir ve demir çelik endüstrisi
3. Sanayi devriminin sembolü bilgisayar devrimi
4. Sanayi devriminin sembolü dijital devrim. Yarı insan yarı robot.
Homo ekonomikusun yerini homo robot aldı.

‼ Son 200 yıldır İslam dünyasının kaderini belirleyen İngilizlerdir.


Sadece soğuk savaş döneminde sahte bir çatışma icat edildi. Jeopolitik
coğrafyalar. Kapitalizm ile sosyalizm Birbirine düşman kardeşlerdir.
İkisi de modern ve sekülerdir. Marx aslında seküler İsa mesihtir.
Hristiyanlıktan büsbütün kopmuş değildir. Marx köken itibariyle
yahudidir. Kapitalizm okuması iyidir. Ama felsefi olarak zayıftır.
Sosyal bilimci olarak konuşur.

Son aşamada batı uygarlığını yeniden Kuran Londra'mın ve batı


uygarlığı kapitalizm üzerinden kurulmuştur. Sadece ekonomik,
iktisadi devrimden bahsetmiyoruz. Ekonomi politik devrimdir. İslam
dünyasının ekonomi politik haritalarını tarumar etmiştir.

Amerikalılar soğuk savaş sürecinde (60-70 ve 80-90) İslam dünyasını


kontrol ettiği sürede dünyayı kontrol edecek duruma ulaşmışlardır.

İslam dünyasındaki kontrolünüzü kaybederseniz dünyayı yönetecek


durumunuz çöker.

İslam medeniyeti varlığını, dirilişini, canlılığınI sürdürüyor


olabilselerdi Amerikalılar buraya giremezlerdi. Yani
yahudiler...Yahudiler Amerikalıların bütün kurumlarına hakimdirler.
Çini de ele geçirmeye çalışıyorlar. Şu anda Çin İngilizlerin
yönetiminde.. Çin'in İpek yolu projesi İngilizlerin geliştirdiği bir
projedir. İngiliz'lerle Çinliler işbirliği halindedir.

Şu anda Türkiye'nin Afganistan'da, Katar'da bulunmasının sebebi


Yahudi gücüne karşı İngiliz'lerle işbirliği yapmış olmalarıdır. Ama bu
çok tehlikelidir. Bunu ülkenin tepesindekilere söyledim. İngiliz'lere
asla güvenmezsiniz. Onların ne yapacağı belli olmaz.

Yahudi sıcak kanlıdır, tez canlıdır, panik psikolojisiyle hareket eder,


paranoyaktır, azınlık psikolojisi vardır.

İslami çevrelerde de azınlık psikolojisi vardır. Ak parti ilk iktidara


gelince seküler kesimin olduğu yere hizmet taşıdı. Zenci psikolojisi

söyleyip duruyorlar. Abdurrahman Dilipak da diyor. Hayır ben zenci


değilim.

Canan Karatekin Thy'nin başındaydı ve onun döneminde başarılı


projeler geliştirildi. Sonra Anadolu Jet'i kurdu. Ve ben telefon açıp
söyledim. İkinci sınıf bir havayolu şirketine neden "Anadolu" ismini
veriyorsun? Dedim. Olmaz ki dedi. Şu anda Türkiye'nin İslamî
kesimleri psikolojik üstünlüğünü kaybetmiş durumdalar. Cumhuriyet
tarihinde belki de ilk defa bu ülkenin Müslüman çocukları 15
temmuzdan sonraki üç sene içinde psikolojik üstünlüğü ele geçirdiler.
Müslüman ailelerin çocukları kendilerini Müslüman olarak
tanımlamıyorlar. Giyimleri, sakalları ona göre şekilleniyor. (İsmail
Saymaz sakalı) bizim arkadaşlarımız bile böyle... Psikolojik üstünlüğü
kaybettik.

✅ İngilizler son 200 yılda İslam dünyasının sınırlarını ve sorunlarını


belirleyen aktördür.

Sorunların belirlenmesinde İslam dünyasının derinlerine nasıl nüfuz


ettiklerini anlamak zorundayız. Bunu bilemediğimiz için
Afganistan'da olan şeyin büyük bir İngiliz oyununun uzantısı
olduğunu göremiyoruz. Ülkemizdeki profesörlerin unvanlarını almak
lazım. İstihbarat elemanları gibi çalışıyorlar. 3. ve 4. senede kürsüler
KURACAĞIZ. Afganistan'da neler olduğuyla ilgili konuşmalar,
dergiler vs KURACAĞIZ.

Orada gördüğümüz şey Amerikalılar, Yahudiler gibi görünüyor.


Taliban yönetiminin Amerikalılar'ı kovduklarını söyleyebiliriz.
Anlaşmalar yapıldı. Taliban direndi ve kovdu. Sovyetler'den de
kovmuşlardı. Vietnam'da rezil oldular. Bir yığın intiharlar oldu.

Süper güçler her şey değildir. Bu akideye terstir. İyi bir organizasyonla
bütün emperyalistleri def edebilirsiniz. Emperyalistler her şeye hakim
ama Müslümanların inançlarına hakim değildir. Bugün İslamın
dışındaki bütün diğer dinlerin hepsi sekülariz edildi, fosilleştirildi,
tarih dışına itildi. Çin ruhu, Hint ruhunuzu artık. Taoizm ve

konfüçyalizm şekillendirir Çin ruhunu ama yok. Koskoca birbuçuk


milyarlık Çin kapitalizmin önünde diz çöktü. Yani İngiliz'ler ve
yahudilerin önünde...Çin geliyor. Afrika'nın her yerine yerleşmiş. Ama
yok olmaya geliyor. Bir medeniyet fikri yok. Çin teslim alınmış
durumda. Hindistan da aynıdır. Japonya zaten yok oldu gitti.

Bütün dinleri fosilleştirdiler ama İslamı yok edemediler,


dönüştüremediler, protestize edemediler. Bundan sonraki beni
korkutan tehlike Hristiyanlık gibi

Ya öleceğiz ya olacağız

‼ İslamî sekülerleştirecekeler
‼ Protestize edecekler
✅ Bir dünya görüşü, hayat tarzı, inanç sistemi olarak benimseme
yolculuğuna son verecekler. Çocuklarımıza bakınca görürsünüz.
Kendilerini İslamî dünya görüşüne göre tanımlamıyorlar. Bunun
önünde dimdik duracağız. Sorularına adam gibi cevap vererek...
Dünya görüşümüzle donanarak... MTO bunu sağlayacaktır.

Türkiyede sanatla uğraşanlar seküler kesimler. Onlar da Batı'da


üretenlerin karikatürüyle uğraşıyorlar. Bunu yapan gençlik hareketi
yok bizde. Türkiye'deki seküler çevriler ne Batı'yı tanıyorlar ne de
islamı. İli İslam düşmanlığına kadar götürdüler. Ekşi sözlükte Hz
Peygamber'le, Kur'anla ilgili şeyler bir bakın. Türkiye'deki İslam
düşmanlığı Batı'dakiler rahmet okutturur. Batı'da böyle bir şey yok.
Afganistan'la ilgili skeç yapmaya çalışan biri var.. İğrenç bir şey. Çok
tehlikeli bir sürecin içine giriyoruz. Batı'da felsefe bitti, din bitti, aile
bitti. Edebiyatın sonu, felsefenin sonunun yaşınyorlar. Barbarlaştılar.
Ruhsuzlaştılar. Makinalaştılar. Çocukları kaldırıp atıyorlar. Vicdan,
acıma duygusu, merhamet duygusu yok edilecek. Tıbbın geldiği nokta
budur.

Asıl meseleye geliyoruz

İngiliz'ler ne yaptılar?

Öncelikle vehhabilik diye bir şey icat edildi, Osmanlı zihnen, fiilen
yıkıldı. Vehhabilikle Osmanlı'nın köklerini kuruttular. Ecyad kalesini
yıktılar. Suud zihniyet olarak vehhabidir, selefidir. Ehli sünnet
değildir. Mevcut Selefilik köksüzlüktür demektir. Kemalizm bir
Selefilik biçimidir. Modernite bir Selefilikle biçimidir yani
köksüzleşme biçimidir. Bütün tarihi birikimi yok ediyorlar. İngilizlerin
kuklası oldular. İslamın yaşanmadığı bir yerde İslamî nizam
kurulamaz. Bizim istediğimiz bir şey önce zihinde devrim yaşanmak.
İttihadı İslam kurulması.. Hilafet yok...

Vehhabilikle birlikte harici mantığı basit, sığ İslam anlayışı. Ve


böylece terör örgütlerinin kurulmasına yol açıldı.

Harici mantığı,

✅ Harici mantığı 1300 yıllık (son 100 yıl hariç) tarihin hiçbir
döneminde üslüman toplumların omurgası haline gelmemiştir.
✅ Sadece marjinal bir harekettir.
Son 200 yılda İngiliz'ler bütün Afrika'yı, bütün Arap dünyasını,
PKistanı, Hindistan alt kıtasını harici mantıklına boğdular. İlk defa
harici mantığı omurga konumuna yerleşti. ✅ Türkiye'de güçlü değil
harici mantığı. Ama dominant haline gelmesini sağlamaya çalışıyorlar.
✅ Harici mantığı irfani hassasiyetlerin yitirilmesi demektir. Tasavvuf
bu anlamda önünde bir settir.
✅ Komünist dünya çöktüğünde komünist dünyaya İngilizler
doğrudan haricileri, Selefi'leri doldurdular. Türk cumhuriyetlerine,
Balkan'lara onları doldurdular.
✅ Harici mantığı sık, yüzeysel, şekilci İslam anlayışı
✅ İslamın ruhunu kavramaktan son derece uzak, kullanılmaya
elverişli. Emperyalistler tarafından kullanılanlar var. Ama zihinleri

zaten müsait oldukları için yaşadıkları toplumu cehenneme


sürüklüyorlar.
✅ Harici mantığından düşünür çıkmaz, Yunus Emre, Gazali, Itri,
İmam Rabbani çıkmaz. Protestanlaştırma çıkar. Hormonlu
Müslümanlar çıkar.
✅ İslam=terör, kan emici, el kesen, kadın taşlayan bir canavarlık
biçimi olarak lanse etmeye çalışıyorlar.
✅ Dünyayı islamdan nefret ettirmeye çalışıyor İngilizler. Ölümü
gösterip sıtmaya razı etmeye çakışıyorlar. Protestanlaştırıyorlar. İslam
olsun ama Peygamber olmasın. Dini hurafelerden temizlemeye
çalışarak yok etmeye ataizme, deizme kadar gidiliyor.

Batılılar önce asimile (kendine benzetme) sonra elimine etmeye


çalışıyorlar diğerlerini. Ama biz öyle değiliz. Onlar imha etmeye, biz
ihya etmeye çalışıyoruz. Farklı dinlerin, inançların, inançsızlıklarını,
kültürlerin, medeniyetlerin aynı yerde Nasıl yaşanacağını gösteren tek
medeniyet İslam medeniyetidir. Osmanlı medeniyeti anlaşılamamıştır.
Aşılamamıştır. Anlaşılamadığı için aşılamamıştır.

(Şu anda insan devre dışı kalıyor. İnsan bittiği zaman hayattan eser
kalmaz. Allahu Teala'nın isim ve sıfatları insanda tecelli ediyor. İnsan
fıtratını kaybederse dünyayı cehenneme çevrilmesidir. Şu anda batı
uygarlığının yaptığı şey budur. Korona hapishanesiyle ne yapılmaya
çalışılıyor? Aşı karşıtlığı Türkiyeyi kaosa sürükleme projesidir.

Aşıyla kimlikleriyle oynanıyorsa... Gıdayla bu Ünsal aya çalıştılar.

Netlflix neden kuruldu. Dünyanın geleceğini şekillendirmeye


çalışıyorlar. Bütün dizi ve filmlerde Eşcinselliği cazip hale
getiriyorlar. Toplumları, aile kavramını yok ediyorlar. İnsanlıpın
biyolojik varlığının tehlikeye düştüğü bir zaman diliminde İslamın
kuşatıcı, kanatlandırıcı, tabiatla insan arasında dengeye dayalı..)

Adı koyulmamış üçüncü dünya savaşını yaşıyoruz. İslamla savaştır.


Harici, Selefi mantığı üzerinden Müslüman = terör, sonrasında Fetö

projesi yani İslamı Protestanlaştırma projesi. İslamı hayattan


uzaklaştırma projesi, İslamı hristiyanlaştırma projesi... yapılmaya
çalışılıyor.

Özetle üzerimizde yapılmak istenen şey şudur:

🔹 İslamı harici mantığına dolayısıyla selefi mantığına hapsetmek


🔹 İslamı terörle, şiddetle, kanla özdeşleştirmek
🔹 Dünyanın islamdan nefret etmesini sağlamak
🔹 Müslümanları islamlamdan uzaklaştırarak protestanlaşmanın
kucağına atmak
🔹 İslamı protestanlaştırmak
🔹 İslamı sekülerleştirmek
🔹 İslamın bireysel bir inanç seviyesine indirilmesi
🔹 İslamın ruhunun çalınarak içinin boşaltılması
🔹 Peygambersiz İslam, islamsız İslam oluşturulması
🔹 Deistleştirilmiş İslam anlayışı oluşturulması

Bunu Nasıl önleyeceğiz?

Ehli Sünnet Omurganın Harici Mantığına Dönüştürülmek İstenmesi

Taliban'da yapılmak istenen şey,

Taliban kendisini Hanefi, Maturidi çizgi üzerinden akidesini, şer'i


uygulamasını sürdüreceğini söyledi. İrani çizgide bir Hanefi Maturidi
uygulamasıdır bu. Nasıl oluyor bu?

Ne olursa olsun bin yıldır ehli sünnet omurga var. Taliban'a birlikte
Hanefi Maturidi damarı harici mantığına, Selefi mantığına
indirgenerek, hapsedilerek içeriden çökertme operasyonu
uygulanacak. Tam İngiliz aklı bu... İnanılmaz bir operasyon bu...

Oradaki Müslümanlara dua edelim. Bu aynı zamanda Türkiye'nin


devre dışı bırakılmasıdır. Ehli sünnet omurga İslam dünyasının
omurgasıdır. Bunu gerçek anlamda siyasi anlamda hayata geçiren
bizleriz. Türk'ler ve Kürtler.. Nureddin zenginin çocukları, Selahaddin
Eyyubi, Selçuklular, Osmanlılar ve Anadolu'daki beylikler hayata
geçirmiştir ehli sünnet omurga. Anadolu'da Selçuklular'la, Melikşah'la
birlikte ehli sünnet omurga kurulmuştur. İmam Gazali 1000 senelik
nefes aldırmıştır. Descartes'in, Kant'ın damarlarında Gazali dolaşıyor.

Toparlıyoruz

‼ Şu anda yapılmak istenen şey ehli sünnet omurganın içeriden,


Taliban üzerinden çökertilmesi olabilir. Ve irfani renge boyanması..
Orası zaten Fars bölgesi. 100 yıldır açık bir şekilde şianın önü açılıyor.
Kaçar hanedanı yıkıldı, Osmanlı yıkıldı ve İslami eğitim sistemi yerle
bir edildi. Eser kalmadı. Ama İran'ın şii, İslami eğitimine dokunmadı
İngiliz'ler.

Orada dönen şey şudur:

İki şii Hilal'i çekildi. Bilfiil şii Hilal'i, bilkuvve şii Hilal'i... Bilfiil
Siyasi olan şii Hilal'i bütün Arabistan yarımadasına siyaseten şiiler
yerleştirildi. Irak'a, Suriye'ye, Lübnan'a, Yemen'e kadar yerleştirildi.
Bilkuvve şii Hilal'i kültürel olarak bütün Türk cumhuriyetlerine
yerleştirildi. Fars kültürü, Fars İslamı tarihsel olarak zaten etkili.
Bizde de etkili. (Biz salat değil namaz diyoruz, nebi değil Peygamber
diyoruz, abdest diyoruz mesela. Farsçadan gelme kelimeler bunlar)

Ehli sünnet omurganın İki büyük ülkesi var.. Türkiye, Mısır, sembolik
olarak da Pakistan.. Hindistan, Bangladeş, Endonezya, Malezya yı da
dahil edebiliriz. Pakistan'da Şii nüfusu fazla. Atom bombası üzerinden
hadım edildi. Mısır da Mursi ile büyük bir darbe yedi ve hadım edildi.
Türkiye'nin izlediği bölgesel strateji jeopolitik strateji değildir.
Teopolitik stratejidir. Bir taraftan Selçuklulardan ve Osmanlılardan
tevarüs eden ehli sünnet omurganın temsilcisiyim diyor. İktisadi

politikalarını, kültürel politikalarını savunma


psikolojileriningeliştirilşyor.

Diğer taraftan Türkiye olarak Mısır ve İranla birlikte hareket edersek


olur. Bunu yapıyoruz. Mısır'da biraz hatamız var. Mısır ve Türkiye ile
işledikleri strateji şudur: "Mısır ve Türkiye asla Yanyana gelmeyecek."
Gelirse Müslümanlar ehli sünnet omurgayı korur. Emperyalistlerin
dünya üzerindeki bütün oyunları püskürtülür. Omurganın ayakta
durması demek Müslümanların ayağa kalkması demektir, omurgası
çök iş bir insanın ayakta durması mümkün değildir. Aslan düştüğü
yerden kalkar.

İngiliz'ler geliştirdiği 200 yıllık Şark meselesinde iki ayağı vardır:

1. Tarihi yapan bir aktör olarak İslam medeniyetlerini tarihten


uzaklaştırmak. Başardılar. Osmanlı'yı, Müslüman Hindistan'ı,
Arap dünyasını, Türk dünyasını parçalayarak
2. Müslümanları islamdan uzaklaştırmak. Bunu da Vehhabilik
üzerinden, harici mantığı ve Selefilik üzerinden yaptılar. Böylece
islamdan uzaklaştırdılar.

Ölümü gösterip sıtmaya razı olma.. 28 şubat süreci buna örnektir.

Türkiye her şeye rağmen Afganistan'da bulunması gerekir. Türkiye


Nasıl Libya'da bulunuyorsa Afganistan'da da bulunması gerekir. 200
yıldır ilk defa bir ülke bizi çağırdı.
Dikkatli olmamız lazım. Müslümanlar olarak dünyaya söyleyeceğimiz
şey ehli sünnet omurgadır. Selçuklular ehli sünnet omurga olarak tarihi
şekillendirdiler. İstikamettir.

10. Ders
31/08/2021

Eğitim sistemi Türkiye’de çöktü. Bu haliyle, mevcut eğitim sistemiyle


Türkiye 50 yıl gitmez. Zihni olarak, entelektüel olarak bu ülkeyle

irtibatını koparmış olanlar fiilen bu ülkeyi terkederler. En son


terkedecek olanlar biziz. Şehit kanlarıyla 1000 yıllık mücadele
sonunda vatan toprağı yapıldığını bilenler bu ülkeyi
terketmeyeceklerdir. Gençlik şu anda gidiyor, savruluyor, nereye
gittiğini kimse bilmiyor. Öyle bir çıkmaz sokağın eşliğine
sürükleniyoruz ki nereden nereye gittiklerini göremiyoruz. U sadece
Türkiye’ye özgü bir şey değildir. Kosmodern algılama biçimlerini,
kültürü, sanatı dünyanın içsellleştirmesidir. Postmodern algılamanın
ele geçirdiği bir dünyadayız. Çeşitlilik, melekelerin, kimliklerin ve
kültürlerin birbirine karıştırılması..

Modernitenin bittiği bir süreçteyiz. Modernite mutlak hakikat fikrini


yok etti. İnsanı tanrılaştırdı. Postmodernite mutlak sahteyi hakikat
olarak sundu. İzafileşme…

Üç büyük bilimsel devrim

1• bilimsel devrim: Descartes, Newton, Galileo, Kopernik, Beykın ile


kurulan bilimsel devrimdir.
2•
3•

Modern insan dünyayı keşfettikçe kendini kaybetti. Modern dünya


veya post modern dünya (Batılılar) temel var oluş sorularını
soramamıştır. Bu sebeple çökmüştür. Tanrı fikrini yitirdi. Her şeyi
tanrılaştı. Hakikat nedir sorusunun cevabı yok modernlerde. Uygar
barbardır onlar.

Kitap: Uygar Barbarlık


Stjephan Mestrovic (Hırvat)

(Yayınevini Pınar yayınevi bünyesinde kurmuş hoca)

(Şerif Mardin bu yazarın eline su dökemez. Şerif Mardin okunmadan


MTO bitmez. Listede yok ama bir şekilde oraya götürür. Türk
modernleşmesine ait metinler bir numaralı metinlerdir. Türk sosyal

bilimci, sosyal teorisyendir. Agnostik biridir. Torunu Ebu’l Ula


eşraftan biri.. İnancını yitirmiş. İnanmak isteyip inanamadığını
söylüyormuş.???? 100 sene önce Türkiye’nin en muazzam alimlerinin
yetiştiği bir aile 100 sene sonra ülkelerini terketmiş. Ruhen, zihnen..
Şerif Mardin inşallah müslüman olarak vefat etmiştir. Çok dua
ediyorum. Şerif Mardin “Türk modernleşmesi Türkleri islamdan
uzaklaştırma projesidir.” demiştir. Ruh haline dönüştürmesinin hiçbir
akım, hiçbir oluşum, hiçbir fikir hareketi bir toplumun kaderini
değiştirecek rolü oynayamaz. Ruh üretebilen, ruha dönüştürebilen,
ruhunu iliklerine kadar hisseden insanlardan oluşur. Bu dünyayı
terkeden, birkaç adım ötede yaşayan insanlardır.
Fazlurrahmanla birlikte bulunmuşlar. İslam reformistlerinin önde
gelenlerinden biri Fazlurrahman. İslamda reform yapma,
modernleştirme.. )

(Niyazi Berkes Türkiye’de Çağdaşlaşma kitabının yazarı. İngilizce


çevirisi “Secularizm in Turkey” Türkiye’de Laiklik olarak da çevrildi.
Çağdaşlaşma neden sekülarizm olsun, neden laiklik olsun?)

(Beyazıdı Bestami hazretleri rabıta kavramını kediden öğrendiğini


söylüyor. İnanılmaz bir odaklanma var kedilerde)

(Uygur Kocabaşoğlu Türkiye’de misyonerlikle ilgili en iyi çalışmaları


yapandır. Merzifon’da, Harput’ta, Tarsus’ta (Adana), Talas’ta
(Kayseri) Amerikan kolejleri var. Cengiz Çandar Tarsus’taki Amerikan
kolejinden mezun. Kadrolar oralardan yetişiyor.)

Osmanlı’da masa kasa nisa bizi mahvetti. Türkiye fiilen işgal edilmedi
ama zihnen işgal edildi. Daha sinsi, daha yıkıcı,daha derinlerde kök
salıcı ve daha tehlikelidir. Celladına aşık etmesidir zihni işgal. Bunu
eğitimle yaptılar. Tarihin kaderi eğitimle şekillenir. Bir toplumun
geleceği eğitimle şekillenir. Ekşi sözlükte Hz Peygamber ve Kur’an-I
Kerim’le ilgili neler var.
Çocuklarımızın öğretmenleri de öğretmenlerimizin öğretmenleri de
cep telefonlarıdır.

Çok çabuk yok olacağız. Z kuşağının 7 milyonunun 5 milyonunun


islamla ilişkisi sıfırlanmış durumda… 2 milyonunun da nasıl olduğu
belli değil.. Ama yine de yılmayacağız… şikayet etmeyeceğiz…
Şükredeceğiz…

Dergi

Dergi çok önemlidir. Kitapların kaynağı sergilerdir. İnajinatif atılımlar,


fikri açılımlar dergilerle gerçekleşir. Türkiye’de dergi yoktur. Derginin
olmadığı yerde dert olmaz. Var ama entelektüel hareket üretilmiyor.
Bir coşku yok. Dergi olunca ülkeyi sallamalı, sarsmalıdır. Dünya
kitabın etrafında dönüyor. Kitleyi bununla şekillendiriyorlar. Kitleleri
yönlendiren insanları yönlendirerek, onlara hakim olarak
şekillendiriyorlar. O büyük üniversitelerde insanlar harıl harıl kitap,
dergi okuyor. Bizim hocalarımız bilmiyor dergileri, takip etmiyorlar.
Dünyayı şekillendiren 5-6 tane önemli dergi var. Onları insanların
bulup yutması lazım. German Critical Kuartilli, Critical Theory,
Jeornal of History of Ideas (Düşünce dergisidir… kitaba,
ansiklopediye dönüşmüş. Bir makale 60-70 sayfadır)

Zafer Toprak İstiklal mahkemelerinde işlenen cinayeti yazan kişidir.

Batı uygarlığın hukuku galiplerin hukukudur, üstün insanların


hukukudur, burjuvazinin haklarını koruyan hukuktur. Yoksulun
hukuku yoktur. Bir uygarlığın en güçlü yanlarından biri hukuk ve
adalet sistemidir. Yaşayan tek uygarlık batı uygarlığı olduğu için
hukuk sistem en gelişmiştir. Yaşayan tek uygarlık batı uygarlığıdır. Ve
batı uygarlığı dışında hiçbir medeniyetin yaşamadığını bilelim, hiçbir
kültürün yaşamadığını, hiçbir dinin işe yaramadığını,
İşlevsizleştirildiğini, fosilleştirildiğini, protestanlaştırıldığını, hayattan
uzaklaştırıldığını,ruhsuzlaştırıldığını,, paçavraya çevrildiğini bilelim.
Ama islama yapamadılar bunu.

Son durum (Last picture)

Küresel sistem 3• dünya savaşını islama karşı yapıyor. Proksivor


üzerinden örgütleri icat ettiler, el Kaideyi icat ettiler, Afganlıları
Sovyetlerden uzaklaştırdılar. Nietzsche büyük adam. “Modernler
nedenlerle sonuçları birbirine karıştırır” der. Sonuçları neden olarak
konumlandırırlar. Last Picture, son resim, imaj, algının aklı çarmıha
germesi… Son durum ne ise son sunulan haber arka planı çöpe atarak
görünene bakar.
Biden ile Tayyip beyin görüşmesinde Tayyip bey otururken Biden
geliyor. İyice yaklaştıktan sonra ayağa kalkıyor. Elini öpüyormuş gibi
bir kare yakalayıp acayip bir şekilde kullanıldı. Ve son durum budur
diye bir hikaye…Batı uygarlığı yalan söyleme sanatı üzerine kuruldu.

Son durum ikna ile başlar misyonerlikle devam eder. Medya uygarlığı
ile ikna etmek üzerine kurulu..

Batı uygarlığı, varlığını ve meşruiyetini en kötü üzerinden icat eden


bir uygarlıktır. Medya üzerinden yalan söyleyerek ayartıyor…

10 senede 100 senelik nefes alacağız. Gazali 25 yılda 1000 yıllık nefes
almış. İmam Rabbani “ikinci bin yılın yenileyicisi”

✅ Maveraünnehir havzasının insanlığa armağan ettiği en önemli


özelliği EDEPTİR.

Hocanın bu haftaki yazısını oku.. “Kamil insan (Mekke süreci), kamil


mizan (Medine süreci)” kavramlaştırılması…

✅ Tekil, çift, üçlü mekanizmalar,metodolojiler siz de


geliştirebilirsiniz.
Hakikatin dikey ve yatay eksen olarak iki türlü görünümden oluşur.
Dikey eksen yaratıcı ruh, yatay eksen kurucu irade. İkisinin birbirini
beslemesinden hakikat toplumu ve medeniyeti doğuyor. İlim, irfan,
hikmet sütunları olarak onu açıyoruz.

✅ Bizim insanlığa armağan edeceğimiz şey, tasavvuf üzerinden


kuracağımız kamil insan modelidir. Dolayısıyla ehli sünnet omurga
üzerinden kuracağımız kamil nizam modelidir. Özellikle Gazali’nin
sistemleştirdiği akidede, fikirde, siyasette sistem kuruluyor. İki asırda
her şey bitiyor. Diğer medeniyetlerle temasa geçiliyor. Hepsinden
besleniliyor, hepsini besliyor. Beslenme kabiliyeti geliştiriliyor. İslam
medeniyetinden başka bunu geliştirmiş hiçbir medeniyet tecrübesi
yoktur.

Mestrovic’in “Duygu Ötesi Toplum” kitabı batı uygarlığını dehşet bir


şekilde…

Biz mto olarak ne olursa olsun birbirimizin önünü açacağız. Kardeşlik


ilan edeceğiz.

2.07 dk dan sonrasını dinle..

11. Ders
07/09/2021

Eğitim Meselesinin Boyutları ve MTO Olarak Ülkemizin Yolunu


Değiştirecek Çabayı Nasıl Gerçekleştirebiliriz?

Dünyada şu anda çok büyük bir felaket yaşanıyor. Korona bunun nihai
noktasıdır ve işin nereye gideceğini ve Nasıl bir boyut kazanacağını
bilmiyoruz. Büyün İnsanlığın korona hapishanesine hapsedilmesi batı
uygarlığının dünyayı Nasıl büyük bir cehenneme çevirdiğini
gösteriyor. Şu anda yaşadığımız, batı uygarlığını Kuran dinamitlerin
bütün insanlığı yok oluşunun eşiğine sürükleyecek dinamitlere
dönüşeceğini gösteriyor. Bu yaşanılanların hesabını vermediler,
vermeleri gerekiyordu.

Biz,
Kamil insan modeli geliştiriyoruz
Kamil nizam modeli geliştiriyoruz
Kamil dünya nizamı, düzeni, medeniyeti geliştiriyoruz

Dünya çok büyük bir felaketin eşiğine sürüklenirken biz teslim


bayrağı çekecek değiliz.

Batılılar bütün dünyanın dinlerini fosilleştirdiler. Bütün dinleriyle


irtibatını kopardılar ve sakatladılar. Batı uygarlığı şiddet üreten,
şiddeti tanrılaştıran bir uygarlıktır. Tanrı fikrini, hakikat fikrini yok
eden, tabiatı yok eden, insanı yarı insan yarı makinaya dönüştüren bir
uygarlıktır.

Şu an Amerikan hegemonyasının çökmesiyle birlikte (Amerika'nın


felsefesi yoktur. Jan Bodrier Amerika'yı ı tarif ederken "gerçekliğin
çölüne hoş geldiniz" diyor)

Batı uygarlığı, Asya'nın ruhunu da çaldı ve dönüştürdü, metaformoza


(başkalaşıma) uğrattı.

Dünyanın bugün yüzleşmesi ve hesaplaşması gereken bir batı sorunu


vardır.

Özgürlük, adalet, insan hakları, bükün üstünlüğü söylemleri post


modernliğimin keşif koludur. Yapılan soykırımı örtbas etmek için
söyleniyor. Çinliler bitti. Çinlilerin diyeceği bir şey kalmadı. Çin'i
dönüştürdüler. Müslümanların önü açık ama muhteşem bir çağ
okuması yapmamız lazım. İçinde bulunduğumuz çağı tanımamız
lazım. Kendimizle hem yüzleşmemiz hem de hesaplaşmamız lazım.
Batılılar uzaylara gittiler, başka dünyalara fiziki olarak ulaştılar ama
insana ulaşamadılar.

İnsanlık batıyla hesaplaşmadan karşı karşıya kaldığı sorunları


çözemez. Kendini bile ek, kendini bulacak ve kendi olacak. Hakikat
fikrini, medeniyet fikrini, medeniyet tasavvurunu insanlığa sunacak
bir .... İhtiyacı vardır.

✅ Batı uygarlığı saldırgan bir uygarlıktır. Hem teorik hem de


pratikte...Kendisi dışındaki hiçbir dine, medeniyete, kültüre hayat

hakkı tanımamıştır. Bütün kıtaları işgal ettiler, bütün kıtaları


cehenneme çevirdiler, tabiatı, doğayı, coğrafyayı yerle bir ettiler.

✅ Batı uygarlığı yıkıcı ve imha edici bir uygarlıktır.


✅ Batı uygarlığı hırsızdır. Herşeyi çalıyorlar. (Jack Gudi'nin Tarih
Hırsızlığı kitabı listede var). Neden Afganistandalar bugün?

Batı uygarlığıyla yüzleşerek buradan eğitim sitemine, estetik fikrine


geçiş yapabiliriz

"Arkeolojik Emperyalizm" başlıklı 2 yazısını oku!

Türkiye'de an itibariyle 600 den fazla kazı yapılıyor. Türkiye'deki


pagan kültürü ortaya çıkarmaya çalışıyorlar. Arkeoloji

Siyasetle uğraşırsanız sadece günü kurtarırsınız. Eğitimde, kültürde,


sanatta, bürokraside, yargıda varlık gösterirseniz geleceğe
hazırlanırsınız.

Kim iktidarda olursa olsun bu ülkenin çocuklarının kökünü kimse


kurutamadı. Ama es İslamı terkediyor. 10 sene sonrayı
düşünemiyorum. Eşcinsellik, Koreli BTS grubu muhafazakar ailelerin
çocuklarını mahvediyor. Batı'da Homeschooling diye bir şey var.
Devlet çocukları ailelerden alacakmış. Böyle bir rezillik olmaz.
Muhalefet partileri bunu dile getiriyor. Hitlerden bile berbat birşey bu.

✅ Türkiye düşmemelidir. Türkiye son kaledir.

Mevcut eğitim sistemini yıkacağız ve yeniden yapacağız. Sinan, zıttı,


Gazali yetiştiremeyen eğitim sistemi olmaz. Köle yetiştiriyor eğitim
sistemi. Epistemik köle.

✅ 100 sene önce İngiltere, Fransa, Almanya (350 prenslikle), Rusya,


Japonya (Çin'i işgal ediyor), Amerika ve Osmanlı vardı. 100 sene önce

dünya on süper gücü olan ülkeler bugün yine süper güç. 100 sene önce
sahip oldukları iddiaları, gördükleri rüyaları bugün de aynı şekilde
devam ettiriyorlar. Alman'ların 7B stratejisi var mesela. Berlin'den
başlayıp, Bosna'dan, Basra'dan, Bombay'a kadar uzanan.. İngilizlerin
Şark meselesi halen sürüyor. Ama biz tarihin yok olmuşuz, ancak
ruhen yok edemeyecekler. Gürültü patırtı yapmadan, deruni olarak
geleceğiz. Zihnen kaybedilmiş bir kuşak fiilen bu ülkeyi terkedecektir.
Batı'ya gidiyor gençler.

(Avustralya Başbakan'ı İngiliz kraliçesinin varisidir. Kapitalizmi


İngiliz'ler kurdular. Homoekonomikus üzerinden...)

Ötekisiz öteki..

Müslümanların dışında yeni medeniyet tecrübesini kuracak kimse


yoktur. Sadece BİZ varız. Zorlukların üstesinden geleceğiz.
Çocuklarımızı leş kargalarının elinden alacağız.

Türkiye'deki gençliğin üç özelliği

Hedonist
Kariyerist
Unuttu hoca:) yazıda var

Bomba haber: Teoman Duralı hoca MTO'da..Kimseye evet demedim,


sana hayır diyemem demiş. Medeniyet Felsefesi dersleri verecek.
Özkan Gözel de felsefeci. Varlığın Evi: Evin Varlığı Dersleri verecek.
İyi bir müslüman..

Laiklik meselesi Türkiye'nin bağımsızlığıyla ilgili bir meseledir.


Türkiye'de laiklik din haline getirildi. Sabatay şebekesi inanılmaz bir
şekilde kullanıyor laikliği. Ülkenin kaderini şekillendiriyor. Sabatay
şebekesi bütün kurumlara hakimdir. Bu ülkenin çocuğu değildir.
(Mısır'da Sisi var, o Mısır ülkesinin çocuğudur, bizdekiler bizim
çocuklarımız değildir)

Bir ülkenin başına gelen en büyük felaket başına ne geldiğini


bilmemesidir.

Batıdan gelen saldırı modern saldırıdır. Modernlikle hesaplaşmadan,


yüzleşmeden post modernliğe yakalandık biz. Post modernizmde her
şey mubahtır. Bütün Müslüman toplumlar sanal dünyaya fırlatılmış
durumdadır. MTO'nun kuruluş amacı budur. Ben gece gündüz
demeden ülkenin tüm şehirlerini, üniversitelerini dolaştım.

İslam bu ülkede azınlıkların dini olacak.

İngiliz'ler geliyor. Afganistan üzerinden geliyorlar. Biz de dış


politikada başarı gösteriyoruz. Amerika'ya karşı İngiliz'lerle anlaştı.
Mısır'la aramız iyi oluyor. Ama çok dikkatli olmalıyız. İngiliz'lere asla
güvenilmez.

Fransız'lar, İspanyol'lar, Belçikalılar saldırırlar giderler ama İngiliz'ler


celladına aşık ederler. Bu ülkenin çocukları İngiliz'lere aşık edilecek.

Bir ülkenin kaderi kitleler tarafından şekillendirilmez. Çilesini çeken,


bedelini ödeyen öncü kuşaklar tarafından şekillendirilir.

Teşkilatlanmamız Daru'l Erkam modelidir.


Eğitim modelimiz ehli suffa modelidir.

Alimler Peygamber'lerin varisleridir. Biz ilim adamlarını çıkaracağız.


İnşallah... La yükellifullahu nefsen illa vusaha.. Allah insana
taşıyamayacağı yük yüklememiştir.

Mantık (Asım Cüneyt Köksal)

2. Ders
03/11/2021

Müfret lafızlar kendi içinde 2'ye ayrılır:

A. Cüz'i
B. Küllî

Küllî lafız, mef'umunu (kavramını) düşünmek, birçok birey arasında


manasının ortak olduğunu düşünüyorsa bu lafız küllidir. Dünyada
insan türü yok olsa ve "İnsan" kavramını düşünecek tek bir insan
kalsa, sadece bu lafzın anlamının üzerinden hareket ederse, aklı bu
anlamını kavrayacak birkaç fert olduğuna karar verir. Canlı, hayvan,
tür ve cins isimleri küllidir. Kitap, kalem, defter,

Cüz'i lafız, sırf, manası mef'umunu düşünmek, tasavvur etmek,


anlamını dikkate almak ve manasını sadece bir ferdin taşıyabileceği
kanaatine varılmasıdır. Söz konusu anlam birden fazla fert arasında
kavranmasına engel olur. Zeyd, Ahmet, Ayşe (Zeyd'in anlamı derken
tanıdık bir Zeyd. Zeyd'in anlamını tanıdık şahıstan ibarettir.) özel
isimler cüz'idir.

Bir şeyi biliyorsak bu bilinen şeyin sureti bizim zihnimizde meydana


gelir. Bu söz konusu suret bizim zihnimizde bulunması açısından buna
ilim (bilgi) deriz. Fakat bizim zihnimizde bulunmasını dikkate
almazsak buna malum ve mef'um deriz. Bunlar eş anlamlıdır. Kavram
anlamındadır. Bilinen şeye işaret eder. İlim, söz konusu şeyin
zihnimizde bulunmasını itibare alan, malum ve mef'um nazarı dikkate
alan yaklaşımlardır.

Mef'umunu sadece kendi özüne bakarak, dış dünyadan yalıtarak,


sadece kavramın kendisine bakarak... “Hayvan” kelimesinin
kavramının kendisine bakarak bunda birçok fert olması mümkün mü
değil mi? Cevaz veriyorsa küllidir. Vermiyorsa cüz'idir. Zeyd, Ahmet,

Mehmet cüz'idir. İnsan küllîdir. Ahmet mef'umunu zihnimiz başka bir


fert olmasına izin vermez. İnsan kavramının birçok ferdi olabilir.

✅ Her külli kavramın zihindeki fertleri sonsuzdur.

Hobbit kavramı küllidir. Zihin külli kavramlar üretebilir. İyi


tanımladıktan sonra dış dünyada olması gerekmez.

Romancı Hobbit diye bir kavram oluşturdu ve nasıl bir canlı olduğunu
anlattı. Bu kavram birçok fertte mevcut olabilir. Akıl bu kavramı
kavradıktan sonra her şeyde olabilir. “Deniz kızı” kavramı mesela..
Birçok ferde muntabık olabilir.

✅ Bazı kavramların sayısını bilemediğimiz kadar ferdi vardır.


Molekül, yıldız, hidrojen molekülü kavramları mesela.

✅ Bazı kavramların sayısı ise dış dünyada sınırsızdır. Devlet kavramı


mesela... Birkaç devlet vardır.

✅ Bazı kavramların tek bir ferdi vardır. Bazısının birkaç tane,


bazısının ise tek bir tane ferdi vardır. Mesela ay kavramı. Dünyanın
uydusu olan bir gök cismi.. Bir tane var.

“Vacibul vücûd” kavramı. Var olması kendiliğinden zorunlu olan..


Yegane olan Allah'a aittir. Ancak külli bir varlıktır. Yalın akıl yoluyla
bakınca birden fazla olmasına cevaz verir ancak biz birden fazla
delillerle birden fazla olamayacağını ıspatlarız. “Anka kuşu”
kavramı... Yüzü insan yüzüne benzeyen bir kuş. Küllidir ama ferdi
yoktur. Deniz kızı, unicorn, kanatlı at küllidir ancak hiçbir ferdi yok.

Şerîkül bârî (yaratıcının ortağı) kavramı da küllidir. Hiçbir ferdinin


olması mümkün değildir.

Külli lafız iki türlüdür:


Müşekkek

Külli bir lafız, bu kavramı, fertleri farklı farklı derecelerde


gerçekleşiyorsa buna müşekkek denir. Mesela kırmızı kavramı...
Kırmızının dereceleri vardır, kırmızının bazısı pembeye çalar, bazısı
daha koyudur.

Mütevatı'

Müşekkeke zıd olarak, eğer külli bir mef'um farklı farklı değil de tek
derecede olursa buna mütevatı' denir. İnsan kelimesi..

Her lafızda iki ihtimal vardır:

1. Kasıt lafzın kendisidir. Mesela "geldi" kelimesi dili geçmiş zaman


fiilidir. Mazi fiildir. Maksat anlamı değil lafzın kendisidir.
2. Lafzın manası maksat (murat) olur. İki türlüdür. Ahmet lafzının
manası sadece o şahıstan ibarettir. Veya Ahmet kelimesinden
ibarettir.

İnsan küllidir dediğimizde, "İnsan" kelimesinden murat, insan lafzının


mef'umu (kavramı) kastedilir. Ya mef'umu kastedilir yada mâsadakı
murat edilir. Bir külli lafzın her bir ferdi onun mâsadakı olur.???
Mef'um ve mâsadak ayrımı önemlidir. Öğrencinin mâsadakları bir fiili
öğrenci olan fertlerden ibarettir.

Lafızların manaları arasında 4 nispet vardır


1. Müsâvat: eşitlik
2. Mübayenet: ayrılık. Hiçbir ortak noktası olmayan. Kavramlar
arasında kesişim kümesi yok.
3. Umum ve husus mutlak: biri diğerinin alt kümesi olan.
4. Umum ve husus minvecih: kesişen iki küme

1. Müsâvat

"Nâtık" kavramı insana has bir kavramdır. Düşünen demek.


"Dâhik" Gülen demektir. Gülme insana has bir kavramdır. Natık
kelimesinin mef'umu (kavramı) ile Dâhik kelimesinin mef'umu
birbirinden farklıdır.
Bu iki kavramın Mef'umları farklı, mâsadakları aynı. Tekabül ettikleri
fertler aynıdır. Her nâtık dâhiktir. Yada her Dâhik nâtıktır. O halde bu
iki küme Eşdeğerdir, birbiriyle müsavirdir.

2. Mübâyenet

Eğer iki küllinin hiçbir ferdi diğer bir kümenin hiçbir ferdine uygun
düşmüyorsa aralarında mübayenet vardır. İnsan ve at kavramları...
Hiçbir insan at değildir. Hiçbir at insan değildir. O halde bu iki kavram
birbiriyle mübayindir.

3. Umum ve Husus Mutlak

Eğer külli kavramlardan birisi diğerinin bütün fertlerine şamil ise yani
biri diğerinin alt kümesini teşkil ederse aralarında umum ve husus
mutlak vardır. Canlı ve insan kavramları. Canlı ve at kavramı. Her
canlı attır diyemeyiz. Her at canlıdır. Canlı ve varlık kavramı. Her
varlık canlı değildir ama her canlı varlıktır.

4. Umum ve Husus Minvecih

Aralarında kesişen küme vardır. İnsan ve beyaz külli kavramları. Bazı


insanlar beyazdır. Kesişen kısım "beyaz" olan. Beyaz kümesinin
içerisinde kağıt, leylek gibi canlı ve cansız varlıklar vardır. İnsan
kümesinin içerisinde beyaz olarak nitelenemeyen farklı ırklar vardır.
Kırmızı ve Çiçek kavramı. Çiçek kümesi kesişen kümedir.

Cüzi kavramlar bu dört nispet arasında nasıl düşünülmeli?

Ahmet ve insan kavramları arasında umum ve husus mutlak vardır.


İki cüzi birilerinden mübayindir. Aralarında kesişim olmaz. Ahmet


Ayşe değildir.

İki kavram birbirinden ayrılmıyorsa birbirine mef'um sayılır. Gündüz


ve güneş kavramları. Her güneş doğduğunda güneş olur.

Her iki mef'um birbirinden ayrı durumdaysa, bir varken diğeri yoksa
birbirine mübayin olurlar. Gece ve gündüz kavramları

"Evin aydınlığı", "Güneş'in doğması" arasında umum ve husus mutlak


vardır. Her güneş doğduğunda ev aydınlanır. Ama her aydınlıkta güneş
doğmayabilir.

Güneş'in doğması ve rüzgarın esmesi arasında umum ve husus


minvecih vardır. Bazen güneş doğduğunda rüzgar eserken bazen
esmez. Bazen denk gelir bazen gelmez.

Mahiyet, Hakikat, Hüviyet

Külli bir mef'um (kavram) zihnî fertlerine nispetle mahiyet adını alır.
Dış dünyadan mücerret, salt zihni fertleri açısından bakılır. Harici
fertlerinin zannında bulunduğu cihetle ona hakikat diyoruz. İnsan
kavramı dış dünyadaki fertleri dikkate almadığınız, salt
düşündüğümüzde insanın mahiyetinden bahsederiz.

Hakikat, mahiyetin anlamını taşımak itibariyle harici fertlerini


tahakkuk ettirmesidir. Dış dünyadaki fertlerinde gerçekleşmesi esastır.
Mahiyetin ete kemiğe büründüğü haldir.

Mahiyet bütün külli kavramlara şamil bir kelimeyken hakikat dar bir
anlamı kapsar. İnsan kavramının hem mahiyeti hem de hakikati vardır.

✅ Her hakikatin mahiyeti vardır ama her mahiyetin hakikati yoktur.

Anka kuşunun, Deniz kızının, hobitin mahiyeti vardır ama hakikatı


yoktur.

İlimlerdeki tüm terimlerin mahiyeti vardır. Sosyal bilimlerin, şer'i


bilimlerin, ilimlerin mahiyeti vardır. Düşünürlerin, alimlerin ihdas
ettiği anlamlar mahiyet ihtiva eder. Mesela kelime, fiil, cümle külli
kavramdır. Vacip, farz, mekruh, toplum, birey külli kavramlardır.

✅ Mahiyet ve hakikat kavramlar arasında umum ve husus mutlak


vardır. Mahiyet büyük küme, hakikat onun alt kümesidir. Her külli
kavramın mahiyeti varken sadece dış dünyada fertleri, mâsadakları
bulunan külli kavramların hakikatleri olur.

Hüviyet

İnsan hakikati insan ferdinde mevcuttur. Ancak her insan birbirinden


farklıdır. İnsan lafzını külli olarak her birine atıfta bulunmuyoruz.
Kendini diğer fertlerden ayırt eden şahsi özelliklerin bütününe hüviyet
denir. Hüviyet biriciktir. Her bir ferdin hüviyeti kendisine mahsustur.

🔹🔹🔹

Mantık kavramsal açısından külli lafızlarla ilgilenir.

✅ İlim yada her türlü bilgi ya tasavvurdur yada tasdiktir.

Müfredin bilgisini bilmek tasavvur bilgisidir. Kavram bilgisidir.


Mahiyetine ilişkin bilgidir. X nedir. Nispeti haberiyenin bilgisi tasdik
sayılır. Bunda bir yargı var.

Fikir ve Nazar

✅ Eş anlamlı olarak kullanılır.

✅ Zihnin meçhule ulaşmak için bilinen bilgileri kuralına uygun bir


şekilde tertip etmesidir. Sonunda yeni bilgi ortaya çıkacak.

İnsanlar bildiklerinden hareketle bilinmeyen bir şey öğrenmeye


çalışırlar. Bu ya tasavvurî bir bilgi olabilir yada tasdik (önerme) bilgisi
olabilir. Temsil, analoji

Mantıkta külli kavramlardan bahsedeceğiz. Külli kavramlar kendi


içinde kısımlara ayrılır.

İsaguci'den metin okudu hoca..

Nev'i, cins, fasıl

Bir şeyin mahiyetinin kendisi nev'idir. Mahiyet ve Nev'inin


mefhumları farklı olsa da kavramların kapsamı açısından birbirine
eşitlenebilir.

Fasıl: bir nevi mensup olduğu cinsteşlerinden ayırdedilen bir özellik


ihtiva eder. Külli bir kavramdır. İnsan canlı cinsiniz alt kümesi. İnsanı
maymundan, inekten, vs ayıran nedir?

Dik açılı üçgen bir nev'idir. Üçgen kümesinin alt kümesidir. Dik açılı
kısmı bu üçgenin faslı olur. Diğer cinslerinden ayırd eder yani.

Arazi:

Arazi lafızlar (külliler) bir şeyin mahiyetine dahil olmayıp onun o


yapan özelliklerinden arız olarak...

Araz-ı Lazım ve Araz-ı Müfarık

Lazım bir şeyden ayrılmayan demektir. Mahiyetten ayrılması mümkün


olmayan arazilere lazım denir. Ayrılabilenlere müfarık denir.

Araz-ı hâs
Araz-ı âm

Bilkuvve
Bilfiil

Bilkuvve nefes almak tüm canlılarda lazım bir araz-ı âm. Çünkü nefes
almak sadece insana değil, oksijenle hayatını idame ettiren tüm
canlılar içindir.

Gülücük, tek bir Nev'e mahsustur. İnsan türüne mahsus.. Bilkuvve


gülmek insan mahiyetinden ayrılmaz. Potansiyel olarak.. Bilfiil
gülmek ayrılabilir bir şeydir. İnsan bazen güler bazen gülmez.

5 külli kavram:

1. Cins
2. Nevi
3. Fasıl
4. Araz-ı hâs
5. Araz-ı âm

Biz bu kavramlar vasıtasıyla mahiyetleri anlamaya ve tarifler yapmaya


çalışırız.

Müslüman Zihninin Yeniden İnşâsı (Ömer Türker)

1. Ders
26/10/2021

Müslüman zihninin inşası aynı zamanda İslam düşüncesinin yeniden


inşası demektir.
Çağdaş düşünceyi yeniden ele alma, İslam düşüncesini bize bütün
dönemlerinde yaşayan Müslümanlar olarak belli başlıklar altında ele
almaya çalışacağız. İslam düşüncesinin kapsamına ait bir tespitte
bulunalım.

Şu anda batı düşüncesi var, analitik düşünce, Alman düşüncesi vs. var
İslam düşüncesi de bunların yanında olan biri değildir. İslam
düşüncesi var olan yegane düşüncedir. Eş zamanlı olarak kendisiyle
kıyaslanan belli düşüncenin bulunmadığı bir dönemdir İslam
düşüncesi. Bu düşüncenin kendi içinde felsefe ekolleri, hukuk
ekolleri, sanat ekolleri, vs birçok düşüncenin bulunduğu, bu
düşüncelerin medeniyetleştiği bir düşüncedir.

Islam düşünce geleneğindeki fikir ekolleri, düşünce ayırımlarının


olduğu, fiilen vuku bulmuş bu çeşitliliği barındıran düşünce
havzalarının bulunduğu geniş bir coğrafyaya tekabül eder.
Maveraünnehir,
Dünyaya bin yıl hakim olmuş büyük bir gelenekten bahsediyoruz.

İslam düşüncesinde

İslam miladi 7. Yy ın başında ortaya çıkmış, kısa sürede devletleşmiş,


bilinen dünyanın kahir eksenine uzanan, siyasi birliğe dönüşmüş,
büyük bir bilimsel ve kültürel harekete dönüşmüştür. Dolayısıyla
İslam mirasından bahsederken... Bu mirasın ortaya çıkmasına, neşvü
nema bulmasına zemin teşkil eden, bu dinden değişik kültürlerin
katıldığı, değişik insanların olduğu, büyük coğrafyada varlığını
sürdüren bir coğrafyadan bahsediyoruz. Bilgi birikiminin bütünü
vardır. Bilgin'in çeşitli alanlarının bulunduğunu dikkate almak gerekir.

Müslümanların Hicri 2. asırdan itibaren siyasi ve kültürel birliği tesis


ettikten sonra kendilerini kadim medeniyetlerinin temsilcisi olarak
gördüğü gerçektir. Kültürel ve bilimsel mirası kendilerine
Düşüncenin yegane temsilcisi olarak yeniden üretmişlerdir.

İslam medeniyeti münhasıran dini bilimler içerisinde üretilen fikri


birikimi değil, aynı Zamanda kadim bilimler mirası da kadim
kültürleri de içine alarak yeniden ortaya çıkmış bir bilimsel ve kültürel
yönelişi ifade eder. Müslümanlar kendilerini dünyanın yada
İnsanlığın mirasını kendilerinin bir parçası haline getirdikten sonra bu
mirası islamileştirmişlerdir. Kendi fikri üretiminin bir parçası haline
dönüştürmektir. İslam düşüncesinin mirası Yunan medeniyetine ait
birikimi de, Mezopotamya'ya ait birikimi de, Hint'e ve Yunan'a ait
birikimi de şu veya bu biçimde içerir ve yeniden üretir.

Yunan düşünürleri, İran kültürel mirası, Mısır mirası gayri İslamı


unsur olarak görülebilir ama 13,14,15. Yy da bunlar Müslümanların
tefekkürlerinin esaslarına tekabül eder. Yeniden üretilmiş mirasa
tekabül eder.

İslam düşüncesi terkibindeki İslamın İslam dini anlamıyla İslam


kelimesinin hususi bir vurgusu vardır. Müslümanlar kısa süre
içerisinde dünyanın bölgelerine hakim olmuşlardır. Onlara bu
motivasyonu veren, bütün kadim medeniyetlerin birikimini kavrama
çabasını doğuran İslam dinidir. Bütünüyle bu dini anlama çabası
olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla biz İslam diniyle irtibatı
zayıflattığımız ve kestiğimiz anda İslamın bilimsel, sanatsal, kültürel
hiçbir tarihini anlayamayız. Medeniyetini anlayamayız.

Tevhid inancı
Ahiret inancı
Nübüvvet inancı

Bunlardan birini dikkate almazsak hiçbir şeyle yakın ve uzaktan


bağlantımız olamaz.

İslam dininin süreç içerisinde büyük bir havzaya dönüşmesi şunu


ortaya çıkarmıştır:

Nasıl ki günümüzde batı medeniyeti münhasıran batı Avrupa'da


kurulup geliştirilen, kökleri Yunan'a, Hristiyanlığa uzanan bir
medeniyet olsa da günümüzde Müslümanların ve diğer insanların
katıldığı bilimsel idraki ve akademiayı temsil ediyorsa 17. Yy’da
İslam medeniyeti de böyleydi. İslam medeniyeti sadece müslümanları
gördüğümüz bir medeniyet değildi.
Bu medeniyette üretilen fikri mirasa, sanatsal mirasa, estetik mirasa,
vs (. ) dönemlere göre değişen hacimde Müslümanların dışında gayri
Müslüm'lerin de katıldığı bir akışa …. Ederiz. Mesela Bağdat'ta büyük
tercüme hareketleri vardı, bu büyük bilimsel mirasa herkes ortak
olmuştur. Başka dinlere, farklı milletlere mensup olan insanlar medeni
hayatın geliştirilmesine katkıda bulunmuşlardır. Mecusiler, Hindular,
vs hepsi aktif rol oynamışlardır.

Müslüman olmak demek, çeşitliliğe sahip olmak demektir.

İslam medeniyetiyle irtibat noktasında..

İslamda bilimlerin ortaya çıkış süreci

İslami ilimlerle ilgili olarak Taftazani "Müslümanların kendileriyle


Kuran ve sünnet arasındaki irtibatı tesis etme sürecinde ortaya çıktı"
demişti.

Vahiy ile Müslümanların yaşadığı hayat arasında kopukluk yoktu.


Herhangi bir problem olduğunda çözüm mercii olarak devreye
girebilirdi Rasulallah. Ancak Daru'l bekaya irtihal edince
Müslümanların elinde Kuran ve sünnet kaldı. "Varlığımızı nasıl devam
ettireceğiz?" Problemi ortaya çıktı. Sahabe nesli dünyaya yayıldılar
tebliğ için. Kadim Mısır'ın, Mezopotamya medeniyetlerinin, İran'ın,
Hint medeniyetlerinin olduğu coğrafyalara.. Kadim medeniyetlerin

geliştiği coğrafyalar.. "Kuran ve sünnetle hareketle Müslüman kalmak


Nasıl olacak?" düşüncesi ortaya çıktı.

Medeniyetlerle ortaya çıkan bilimler süreç içerisinde onları Müslüman


kılan dini ilkeler ve naslar arasındaki irtibat Nasıl kurulur düşüncesi
ortaya çıktı. Kurucu ilke ile Müslümanlar arasındaki uzaklıktan
doğdu. Anlama problemi her zaman vardı. Peygamber'imizin
yanındayken bile uzaklık problemi vardı. Bu uzaklık ve yakınlık
bilimler olarak ortaya çıktı.

Bilimler ve bilimlerin içerdiği tefekkür Hz Peygamber'i temsil eder


aslında.

Bütün kültürel miras aslında Müslümanların idrak eden bir zihin


olarak İslam Peygamber'inin insanlığa sunduğu idealleri
Düşünme
İdrak etme
Harekete geçirme
çabası olarak ortaya çıktı.

Herhangi bir dönemde Müslüman olarak var olma çabası


Müslümanların fikri birikiminden ele alınır, değerlendirme çabası
değildir.
Kökleri İslam medeniyetinin derinliğine ulaşan derin bir çabadır.
Erken dönemin müctehidlerine uzanan derin bir faaliyettir yeniden
düşünme çabası. Bu da "Müslüman olarak var olmak nedir?"
sorusunun cevabına işarettir. Müslüman olarak var olmanın nihai
temsili Rasulallah ve sahabe tarafından gerçekleştiriliyor.

Müslüman Zihni'inin inşâ sürecinde

Temelde üç başlığımız var:


1. İnsan Hakkında Tefekkür
2. Alem (Doğa, tabiat, mevcutlar) Hakkında Tefekkür
3. Allah Hakkında Tefekkür

Bunlar üçlü saç ayağı. Birini ihmal edersek olmaz. Bu üç ana başlığın
alt başlıkları vardır.

İslam medeniyeti, İslam düşüncesi insanın mükellef varlık olduğu


üzerine kuruludur. İslam insana içinde külfet, meşakkat barındıran bir
teklif yüklenildiğini söyler. İnsan olmak aslında mükellef olmak
demektir. Ve biz ancak mükellef varlıklar olduğumuzu idrak
edebildiğimiz sürece bu dünyada insan olduğumuzu kavramış oluruz.

1. Teklif kavramı
2. Mesuliyet kavramı

Felsefenin duyarlılıklarını dikkate alırsak teklif değil mesuliyet


olduğunu

İslam mirası insanın mükellef bir varlık olarak;


⁃ Anlama
⁃ Açıklama
⁃ Temellendirme
⁃ Tatbik etme
süreci olarak nitelendirilir.

✅ Teklif, Allah'ın bu alemi yaratıp insanı da bu alem içinde kendisine


kulluk etmesi demektir.

✅ Bir nesnenin yaratılmış olması onun kullukta bulunması anlamına


gelir. İnsanın mükellef varlık olmasıyla kaydedilen alternatiflerini
tercih edebilecek şekilde, kendisine ve varlığa ilişkin bir bilinçle
donanıp bu kulluğu kabul edip etmeme yükümlülüğüne maruz
bırakılmasıdır.

Mükellif kılan yaratıcı açısından bakıldığında insan için çabalamayı


gerektiren bir sıkıntı.. Zihinler ve organlar tarafından
gerçekleştirilecek fiiller emredilir.

✅ Mükellef olan insan.. İnsanın kendisine ve varlığa ilişkin bir


bilince sahip olarak, mükellif tarafından kendisine tevcih edilen filleri
idrak edip bunları dikkate alarak, bunlar doğrultusunda yaşama
bilincine sahip olması demektir.

Yaratıcı (mükellif)

✅ Mükellef olma özelliğini devre dışı bıraktığımızda insan olmanın


özelliğini de yitiririz. O zaman neden insanız? Teklif bizi akıl sahibi
bir varlık olarak tanımlar. Bu da insanın kendisine ve varlığa ilişkin
bir bilince sahip olması demektir.

AKIL

Aklı bir bilkuvveden bilfiile dönüştüren şey temel bilgilerin meydana


gelmesidir. Nesneler arasındaki ilişkilerin kavranması, arasındaki
varlığın vazedilmesi..

İnsan olarak var olmak demek aklın hem esasta hem de o esastan
türeyen ayrıntılarda varlığını devam ettirmesidir.

Teklif şuuru kaybedildiğinde;

1. Müslüman olarak var olmanın ne anlama geldiğine dair sorular


önemini kaybeder.
2. İnsan olarak var olmanın ne anlama geldiğine dair sorular yitirilir.

Varlığa ilişkin idrak,


İnsanı rahatsız eden
İnsanda kaygı oluşturan
İnsanı tedirgin eden
Korkuyla umut arasında bir hayat sürmesini gerektiren bir idraktir.

✅ İnsanın mükellef bir varlık olması demek kendisi ve mevcutlar (var


olan her şey) hakkında tefekkür eden bir kapasiteye sahip olması
demektir.

İnsan zihni diğer bütün maddi ve cismani unsurlardan farklı olarak


sınırsız bir şeydir. Bilmenin bir sınırı yoktur. Kapasitesi dolmaz.
Beden eskir. Dilin hareket etmesinin belli bir oranı vardır, elin
tutmasının sınırları vardır. Aklın sınırı nedir? sorusunun .... yoktur.
Akıl ulaşabildiği her şeyi bilir. Ulaşabildiği her şeyle irtibat kurabilir.
Bilinç, şuur hacmi olmayan bir şeydir. Şuur mekanla ilişkilidir ama
mekansız bir şeydir. Şuur zamanla ilgilidir ama zamansızdır. Şuur
zamanı idrak eder, zamanla irtibatlıdır ama kendisi zaman üstü bir
şeydir. Bilinç mutlak anlamda ölçülemez ve sınırlanamaz.

Bilincin neticelerini beyin araştırmalarından, azalarımızdan,


yaptığımız eylemlerden takip edebiliriz. Yani biri bir eylem yaptığında
Nasıl bir bilinçle yaptığını takip edebiliriz. Üretimlerimizden
çıkarabiliriz. Alet üreten, sanat eserlerinden, mimariden, hatta onu
üretenlerim bilincini anlamaya, bilgisini ölçmeye konuya ilişkin
bilinci nasıl kavradığını anlamaya çalışırız.

İnsan bilinci,
Sonsuz şeyle irtibat kurabilir
Sonsuz şeyin varlığını kavrayabilir
Var olmak (vücut) hakkında düşünebilir
Teklif ancak böylesi bir bilinç üzerine kurulabilir.

Teklifin derin bir anlamı ortaya çıkar


Teklif özü itibariyle kulun Allah'ın hitabına mazhar olması demektir.
İnsanın İlahi hitaba Mazhar olması için İlahi ilimle dolayısıyla İlahi
idrak ile insani idrak arasında bir irtibat olması gerekir. İki şey
arasında bir münasebet olmadan bilgi akışından bahsedemeyiz.

İnsani idrak, insan içine insan zırhında gizlenen İlahi bir idrak gibidir

"İnsana ruhundan üfledim" ayeti aslında insana insani kimliğin


verilmesidir. Bedenin İlahi bir idrakle donatılmasıdır.

Teklifin temelinin insanın sonsuz kabiliyeti oluşturur.

Bilinç İlahi bir şeydir. İlahi olanını da insanın bilmeye açık yönü
ortaya çıkarır.

Mükellef olmak demek sonsuz kabiliyete sahip bir bilince sahip olarak
sonsuz basamaklarda idrak edebilir bir bilinenle irtibat kurabilme
imkanıdır. Sonsuz bir bilme kapasitesine sahip olmak demektir.
Aslında zaman ve mekanla irtibatlı ama zaman ve mekanla
sınırlanmayan.. Teklifin daha derin bir anlamı bundan sonra açığa
çıkar.

Mükellef olmak demek sonsuz kabiliyetle sonsuz olanla irtibat


kurabilmek demek. Sonsuz olan aslında mevcudat değil, bu
yaratılmışları meydan getiren yaratıcıyla ilişkilendirildiğinde açığa
çıkan bir kavram.

Teklif inanın sonsuz olan Allah'la ilişkisinde ortaya çıkar, teklifin asıl
meselesi TEVHİDDİR. İnsanın var oluş amacı tevhidde kendisini
gösterir. Teklif insanın kendisini Allah'la irtibatlı hale getirip Allah'ı
bilme çabasını hayatının merkezine yerleştirmesinde kendisini
gösterir. Mükellef olmak Allah'ı .... insanı. Sorumlu olması ve
hayattaki en önemli meselenin de bu olması demektir.

Teklif sadece belirli bir zümrenin işiymiş gibi görünür. Allah'ı bilmek
belli bir zümrenin işi değildir. Hz. Peygamber müslümanlara, Allah'ı
bilmenin belirli bir şartı, belirli bir zamanı, belirli bir mekanı
olmadığını, her bir kulun Allah'a yönelişinde tahakkuk edebilecek bir
hedef olduğunu öğretti.

✅ Din bir zümreyi mükellef kılmaz. Din insanların tamamını


mükellef kılar.

Hiçbir insan diğerinden ayrıcalıklı değildir. Şekil şartları bizi


yanıltmasın.

Şirk; Hakk'ı bu dünyada içinde bulunduğumuz şartların belirli bir


kısmıyla ilişkilendirmek, oraya hapsetmek, bir tür oranın cezbesine
kapılmak.. Maddi anlamda meczup hale gelmek. Zenginliğin,
hastalığın, bolluğun, darlığın, sıhhatin cazibesine kapılmak, bununla
insana açılan sonsuz kapıyı kapatmak ve sınırlandırmak anlamına
gelir.

Mükellef olmak demek, bilinçle ilgili temel şartlara sahip olduktan


sonra Allah'ı bilmenin ve Allah'a yönelmenin insanın merkezinde
olduğu şuur haline sahip olmak demektir. Dinin en önemli işlevi,
Allah ile fert arasındaki düzenlemedir. Din bütün düzenlemeleri bu
ilişkinin uzantısı olarak ortaya çıkarır.

Tam olarak yer değiştirdiğimizde...Yani benimle Allah arasındaki


ilişkiyi diğer toplumlarla, vs öne aldığımızda teklif irtifa kaybına
uğrar, dindarlık irtifa kaybına uğrar.

Daha da derinleştirebiliriz..

Mükellif Allah, mükellef birey olarak ben

✅ Teklif bütün hayatı saran asli zemin olduğundan bütün ilişkilerin


temelinde bulunur.

✅ Teklif kavramının en temelinde Allah'ı bilme vardır.

Müslüman Zihninin Yeniden İnşası (Ömer Türker)

2. Ders
02/11/2021

Mükellef olmak neyi gerektirir?

Mükellef olmak insanın sırtına bir külfet yükler. İnsan olmak belli bir
külfete, meşakkate katlanmayı kabul etmeyi gerektiriyor. Bu külfet ve
meşakkatın ilk adımından önce bu içeriği ilgilendirecek her şeyi
ilgilendirecek ve belli bir düşünmeyi gerektirecek ana bir mukaddime
takdim etmek gerektiriyor.

İslam düşüncesinin problemlerinden biri Tanrı-alem ilişkisidir. Bu


ilişkiye dair söylenenlerin tamamı "mükellefiyetin içeriği nedir?"
sorusunun zemininde bulunur.

Mükellefiyetin aktif hale gelmesi, insanın yaptığı davranışların


sorumluluğunu üstlenerek İlahı muhataba mazhar olması, o
davranışlar neyi gerektiriyorsa onunla karşılaşması..

Mükellefiyet nedir? sorusuna Mutezile'yle Maturidiye olarak her iki


gelenek aynı cevabı verdi:

1. Bir yaratıcının varlığına inanmak (Nazari bilgidir. Zorunlulukla


idrak edilen bir bilgi değil. Akıl yürütmeyle, kendisinden, alemden
hareketle yaratıcı fikrine ulaşmasıdır. Kelam ilmi sonradanlığı
dikkate aldı. Hudus kavramı.. Bütün nazari bilgilerin temeli
yaratıcı bilgisidir.)
2. Yaratıcıya şükür ve minnet duygusu içerisinde olmak

Burada iki ana kavramımız var:


Marifet: Tanrı'nın varlığını bilmek
Şükür: Tanrı'ya karşı şükran içerisinde bulunmak

Eş'ari geleneği ise aklın evrensel olarak böyle bir şey vermediğini
düşündüler. Tanrı'nın varlığına ve ona şükranı nimet olmaya ilişkin bir
şey değil. Yani teklif demek aklı yerinde olan ve büluğa eren herkesin
sorumluluğunda olan bir şey dediler. Öyle bir şey söylenmeli ki hiç bir
kimse bunun dışında kalmasın.

Ne demek istediler?

İnsan bir takım temel bilgilerle donatılır. Aklın içeriğini oluşturan


bilgilerle donatılır. O bilgiler sayesinde etrafını algılayıp bilgisini
çoğaltmaya başlar. Ardından içerisinde yaşadığı hayatı devam ettirir.
Nihai gayeyi algılamasını sağlayacak üst düzey bir metafizik idrakin
olması gerekmez. Aklın uyarılması gerekir. Yani birisi "sen bu
dünyada boşuna bulunmuyorsun, bir yaratıcın var..." Gibi haber
getirebilir. İman edip etmemekle mükellef hale gelebilir. Dolayısıyla
Eşariler insan olmanın sınırlarıyla teklife muhatap metafiziğe açık
insan olmanın sınırlarının birbiriyle örtüşmediğini iddia ettiler. İnsan
olmak bu dünya içinde bulunup canlılar aleminin bir üyesi olmak
olduğunu iddia ettiler. Onlara göre mükellef olmak ile nübüvvet
birbiriyle örtüşür. Teklifin anlamının ancak böyle tahakkuk edeceğini
düşündüler.

Teklif şu demek:

🔹 Bütün bu sahneyi kuran ilke beni birey olarak muhatap alacak ve


benden bir takım taleplerde bulunacak. Bu talebin, bu hitabın
gerçekleşmesi fiilen içinde bulunduğum şartlarla sağlanabilir mi?
Yoksa hitap bir aracı, bir haberci tarafından mı insana ulaşır?
Bir nebi mi gelip beni uyarmalı?

Biz İlahi iradeyi bir Nebiden mi öğreneceğiz yoksa İlahi iradeyi içinde
bulunduğumuz şartlarla kavrayabilir miyiz?

🔹 Marifetullaha ulaşma gayesiyle, marifetullaha ulaşma


meşakkatiyle sorumlu olmaktır. Allahı bilmek bir anlamda insan için

külfet ve meşakkattir. Ama bu külfet ve meşakkat insanın


ulaşabileceği en son ödüldür aynı zamanda. Bu sorumluluk ve bilinci
ortaya çıkarır.

Burada iki önemli netice ortaya çıkar:

1. Allah ile alem arasında ortaya çıkan ilişkinin alemin


bütününü ilgilendiren bir hadise olması

Allah ile alem irtibatı parçalı bir ilişki değildir. Allah inancı bu
dünyadaki konumumu pekiştirmek için dayanacağım, üzerine basarak
yükseleceğim basamaklardan biri değildir. Allah inancı kendimden
beklentileri karşılamak için payanda (destek) yaptığım bir şey değil.
Allah inancı kendimden emin olmak için kendime vasıta yaptığım
hususlardan birisi değildir.

Özetle, oluşla Allah arasındaki ilişki o oluşun bütünüyle ilgilidir.


Masanın, bilgisayarın yapılması da olabilir, meyvenin büyümesi de
olabilir, galaksilerdeki patlama da olabilir, davranışlarımızın hepsi
olabilir. Yani İlahi kudretle ortaya gelen her şey bütünüyle ilgilidir.
İlahi fiil bir bütün olarak İlahi kudrete dayanır. Bunu ıskalarsak,
ALLAHLA İLİŞKİMİZİ ZAYIFLATTIĞIMIZ ZAMAN
MÜSLÜMANLIĞIMIZ İRTİFA KAYBINA UĞRAR.
DİNDARLIKTA AMEL MERKEZDE DEĞİLDİR. AMEL, NAZARİ
İDRAKİN UZANTISI, NETİCESİ OLARAK ORTAYA ÇIKAR.
Allah'la alem arasındaki parçalı ilişki Allahı Hakkı'yla takdir
edememekle karşı karşıya kalır.

Alem aslında Hakkı'n karşılıksız cömertliğidir. Alem bütünüyle


Allah'ın feyzi olarak meydana gelir.

Hakktan alınan şey alem olarak karşımıza çıkan her ne var ise onun
vücududur. Haktan alınan şey vücuttur. Varlık da bu vücutla kaimdir.
Bu nedenle Allah'la bir nesnenin irtibatı yada benim irtibatım bir
yönümden (parçamdan) kurduğum bir irtibat değil, benim bütünümü

ilgilendiren bir irtibattır, yada herhangi bir nesnenin bütününü


ilgilendiren bir irtibattır.

"Metafizik varlığı inceler" derken,

Aşağıda fizik, ortada matematik, yukarıda metafizik var şeklinde değil


aslında. Var olan her şey metafiziğin konusudur. Metafizik
siyasetle, ahlakla, iktisatla parçalı bir ilişkiye girmez. Bütün
bunların varlığı bakımından metafizik onlarla ilişkilidir. Metafizik
onların vücuduna dahildir. Böyle olunca vücudu bahşeden ilke vücudu
ondan alanların tamamını kuşatır. Onların hepsiyle bütüncül bir
şekilde ilişkilidir. Ve zihin Tanrı'ya Hakkı'nı vermekten uzak kalır.
Varlık bakımından iliskiyi iyi ıspatlayamadığımız ölçüde şirk
karıştırmış olur ikinci ilahlar icat etmiş okuruz.

2. Herhangi bir meseleye baktığımızda, değerlendirdiğimizde


fiillerimizin tamamını kuşatacak şekilde İlahi vücuda ilişkin
bilgimiz bizim açımızdan da bilgi süreçleri bakımından da
parçalı değildir.

Allah ile aramızda olan irtibatı parçalı bir irtibat olarak


değerlendirirsek,

Dindarlık (tedeyyün) dediğimiz İlahi hitaba Mazhar olmak


dediğimiz şey, bu fiillerimizin tamamının Allah'ın kudretinin şu
veya bu seviyede değişik tarzlarda kendisini göstermesi ve
kavranmasından ibarettir.

Mutezile ve Maturidiye ile ehli sünnetin Eşari kanadı arasında bir


tartışma vardır.

Mutezile Hicri 2. Yy da İnsanın fiillerinin kendisi tarafından yapılıyor


olması gerektiğini söyledi. Sonra bu söz değişik manalara çekileceği
için Ali El Cübbai buna "yaratma diyelim yani " insan kendi fiillerini
kendisi yaratır" dedi. Mesela bir şeyi kaldırmak iradeli bir fiildir.
Soğukta titremekten yada ateşte yanmaktan başka bir şeydir. Bunu sen

kendin meydana getirirsin. Bu yaratma da Allah'ın sana verdiği


kudretle gerçekleştirirsin. Yani Allah'ın mutlak yaratıcılığına ortak
olmak değildir.

Ehli sünnet kelamcıları bu yaratma konusunu uygun görmedi. "Kesb"


kavramını kullandılar. Kesb fiili kazananın insan olması..

İnsan iradesi nerede devrededir? Sorusunu sordular. "İnsan iradesi


yapılan eylemlerin iyi yada kötü, itaat ve isyan olmasında etkendir"
dediler. Fiilin var oluş sürecinde etkili değildir, dediler.

Maturidi kelamcılar da insan kudretinin etkinliğini ifade edecek daha


güçlü bir vurgu için "hal" kavramını geliştirdiler.

Kelam geleneğinde de ister hareket vermeyi insana atfedelim,


davranışlarımızın tamamı İlahi kudretin tecellisidir.

İlahi kudret parçalı olarak ilişkiye girmez, fiillerimizde kendini


gösterir.

Asıl kavramamız gereken mesele Allah ile alem arasındaki


bütünlüklü ilişkidir.

Hak bütünde kendini gösterir. Ancak isimleri değişik olabilir.

İlahi isimler teorisi

✅ İlahi isimler (Allah'ın isimleri) Sufiler tarafından


geliştirilmiştir. Peygamberimiz hadisinde "Allah'ın 99 ismi vardır.
Kim bunları sayarsa cennete girer."

✅ İlahi isimleri saymak lafzen saymak değildir. Saymak öyle bir


şey olmalıdır ki biz her bir isimle irtibat kurabilmeliyiz.
✅ Öyle sayabilmeliyiz ki Allah-alem arasındaki ilişkiyi inşa
etmeliyiz.

✅ İlahi isimler nazari bir tefekkür olarak kavrama ve insanda hal


haline getirme olarak kendini gösterir.
✅ İlahi isimler alemde değişik nesneler olarak kendini gösterir.
Mesela "Kâdir" ismi alemdeki her bir fiilin muhtevasıdır. Kâdir ismi
olmaksızın alemde hiçbir şey fiil yapamaz. Çiçek açamaz, bülbül
ödemez, elimizi kaldıramayız. Kâdir ismini gördüğümüz her şeyde
temaşa ederiz. Aslan ceylanı parçalarken, anne çocuğunu emzirirken,
katil maktulüne zarar verirken ortaya çıkar.
✅ Âlim isminin tecellisi yeni doğan yılan yavrusunun avlanmayı
bilmesi, bir hücrenin bedendeki işlevlerini yerine getirmesi, çiçeğin
toprak altına düşüp çimlenip fideye dönüşmesi, bir organın, ağaçların
işlevlerini yerine getirmesi bir idrakin masrafı olarak,
görünümümolarak, alim isminin tecellisi olarak ortaya çıkar.

Alemdeki sıfatların tamamı İlahi isimlerin neticesi, görünümü


olarak karşımızda bulunur.

Kriz dönemlerinin problemi, ilgilendiğimiz şeylerde Allah'ın


kaybedilmesidir. Hakkı'n isimlerinin alemdeki temaşasını ihmal
ederek, her bir gördüğümüz nesnede Hakk'ı gördüğümüzü ihmal
ederek Allahı arayış ve bulma çabasını sürdüremeyiz.

Duyu organlarımızla idrak edemediğimiz bir Allah'a İman ediyoruz.


Gördüğümüz her şey O'nun eseri olarak ortaya çıkar.

Hadid suresinde, "İlktir, sondur, açıktır, gizlidir" denir Allah için.

Evel ahir, zahir ve batını temaşa ettiğimizde mükelleften istenen


nedir? sorusuna ancak bir nebî cevap verebilir. Teklifin ayrıntısının
ancak bir Peygamber tarafından bildireceği hususu tüm geleneklerde
ortaktır.

✅ Müslümanca düşünebilmeni birinci şartı mükellef varlık


olduğumuzu olma hususunu kavramak ise, ikinci şartı yada

mükellefiyetin en temel hususiyeti Allah ile alem arasındaki


ilişkinin bütün bir ilişki olduğunun kavranmasıdır. (bütüncül
tasavvura ulaşmak). Bütüncül tasavvurun tezahürü ise varlık
kavramı ile o varlığın fiilleri anlamında yada görünümleri anlamında
isimler kavramında gizlidir. Dolayısıyla mükellefiyetin ayrıntısına
ulaşmak söz konusu olduğunda vücuttan mevcuda geçiş yaparız. Yani
bir varlık idrakinden o varlığın kendisini gösterdiğini haller idrakine
geçeriz. Bu anlamda Müslümanca düşünebilmenin zemininde her
bir şeyin Allah'la ilişkisini kurmak vardır.

Allah alem ilişkisini anlarken, kurarken merkezde olan ilke Allah'ın


başlangıç, orta ve sonda alemin bütününü ilgilendiren bir ilke olarak
varlığını akıldan çıkarmamaktır.

Matematikte sayılarla, fizikte cisimlerle, kimyada moleküllerle,


siyasette toplumla, aile içinde bireylerle muhatap oluyoruz.
Karşılaştığımız her şey ilahi isimlerin yansımaları olarak kendilerini
gösterirler. Tedeyyün (tedeyyün) Müslüman olarak bunların öncelikle
idrak edilmesi demektir. Yunus Emre "Yaratanı severim yaratılandan
ötürü" cümlesi bununla ilgilidir.

Varlık metafiziğin bir konusuysa, metafizik tedeyyünün ve hayatın


merkezinde bulunur. Hayatta yaptığımız fiillerin merkezinde bulunur.
İhmal edersek şer'an şirke düşülür. Müşrik olunur.

Peygamber'imizin Tedeyyün Konusunda Hassasiyeti

✅ Bir gün Üsame B. Zeyd üç ay sonra parasını ödemek için cariye


satın alıyor. Peygamber'imiz de "ben başımı kaldırıp indirinceye
kadar, gözlerimi kapatıp açıncaya kadar ölümü aklımdan
çıkaramıyorum. Üsame nasıl oluyor da üç ay sonra yaşayacağını
düşünerek böyle bir alışveriş yapıyor." diyor. Peygamber'imiz aslında
bu tür alışverişlere izin vermektedir ancak bazılarından tedeyyün
konusunda hassasiyet bekliyor. Bazı zihinlerin körleşmesini, ayıklığını
yitirmesini kabul etmiyor.

✅ Başka bir gün de Hz. Ömer'e bir gömlek veriyor. Ertesi günü o
gömleği üzerinde görünce "Neden giyindin? Ben sana giy diye değil,
başka birine verirsin diye vermiştim." diyor. Peygamber'imiz bazı
sahabeleri Allah'a karşı himmetini güçlü tutacak davranışlardan
engellemeye çalışıyor.

Peygamber'imiz (sav) "Günde 70 defa istiğfar ederim" derken


tespihle Estağfirullah demesi kastedilmiyor. Nebinin zihni sürekli
ayık bir zihindir. Her an huzurda olduğunu bilerek yaşayabilmek
demek. Başka bir ifadeyle her şeyin Hakk'ın fiili olduğunu temaşa
ederek yaşayabilmek demektir.

Fiiller (namaz, zekat, sadaka, hac, komşuya yardım) saflaşmadıkça


Hakkı'n isimleri bulanıklaşıyor. Fiilin saf olması ihlas ve ihsan
kavramlarıyla anlatılır. Fiilin Allah'a yönelmek için ne kadar
gerekiyorsa o kadar yapılması demektir. Din hayata Allah-alem
ilişkisini, Allah inancını merkeze alarak bakılmasını gerektiriyor.

Allahın birliğine İman etmenin dindeki ismi tevhiddir. İhmal


edersek tevhidi ihmal etmiş oluruz. Tevhidi ihmal etmek, tevhid
anlamının erimesine sebebiyet vermek, Hakkı'n tevhidini müşahade
etmemizi sağlayan unsurları gözden kaçırmamızı sağlar. Bu da üç
aşamada gerçekleşir:

1. Zatın tevhidi (tevhid-i hak)


2. Sıfatların tevhidi (tevhid-i sıfat)
3. Fiillerin tevhidi (tevhid-i ef'al)

Zatın tevhidi, var oluşun kaynağının yegane hakka dayandırmaktadır.


Bir tek Allah'ın olması, ortağının olmaması demektir.
Sıfatların tevhidi, dünyada milyonlarca canlı vardır. Bütün bunların
Allah'ın "Hay" isminin eseri olduğunu idrak etmek demektir. Canlı
olan her şeyin "Hay" ismiyle kavrandığını, hayatın anlamının Allah'a
ait olduğunu kavramak demektir.
Fiillerin tevhidi, varlıkta meydana gelen fiillerin İlahi kudretten
kaynaklandığını düşünmek demektir.

✅ Aslında bu dünyayı ve kendimizi temaşa etmek demek tevhidin


çeşitli mertebelerini bizim için nazari olarak kazanabilmek demektir.
Bu nedenle nazariyede Müslüman olmak ameliyede Müslüman
olmaktan zordur. Ameliyede Müslüman olmak belli hareketleri
yapmayı gerektirir. Ama o hareketlere ruh vermek insanın zihninin
Müslüman olmasını gerektirir.

‼ İnsan zihni şirke meyyaldir. Aslolan zihnen Müslüman


olmaktır. İmanda tahkik budur. Zihnen Müslüman olmaktır,
nazari olarak Müslüman olmaktır. Bu durum modern dönemde
krize dönüştü.

🔹 Dinen düşülebilecek en büyük kriz imanda tahkikten yoksun


olmaktır.

Mükellefiyetin en önemli üçüncü ilkesi imtihan kavramıdır.

Sonuç olarak, Müslüman zihninin yeniden inşasında


söyleyeceğimiz şudur:

1. Mükellefiz
2. Müslümanlık bizim zihnimiz için peşinen garanti edilmiş bir şey
değildir. Buna yönelik bir çabamızın olması, bu çabanın
zemininde de her bir nesne, her bir olay, her bir oluş, her bir fiille
olan ilişkinin onun bütünüyle algılanmasıdır.

Müslüman Zihninin Yeniden İnşası (Ömer Türker)

3. Ders
09/11/2021

Nübüvvet Kavramı

Nübüvvetle ilgili konuşulması gereken bir takım temel hususlar vardır.

Nebi ve Rasul kavramı arasındaki açıklamalar


İnsanlık tarihinin Peygamberlik tarihi olarak ele alınması
İslam ümmetinin zihni ve ahlaki ... Nübüvvetin yeri meselesi

Nebi haber demektir. Nübüvvetin ayrıntılarının anlaşılması için


haberin ayrıntılarının vurgulanması gerekir.

Nebi uyarıcı, bir kimseyi ayıltma işlemini yerine getiren demektir.


Nübüvvet, tebliğ ettiği kişileri tebliğin içeriği her ne ise,
muhataplarına ayıklık (sahıv) kazandıran, farkındalık oluşturan
müessesenin ismidir. Nebinin tebliğiyle karşılaşan kimse Allah'a dair
izleri, işaretleri, alametleri gördüğünde bunlara karşı ayılması,
farkında olması beklenir. İnsanın gafletinin izale edilmesi, giderilmesi
sürecidir. Bunu İslam geleneğinden en iyi anlatan metinlerden biri
Muhyiddin İbnu'l Arabi'nin Fususu'l Hikem'idir. Bütün
Peygamber'lerin getirdiği hikmetlerin tarihi bir anlatısını sunar. Aynı
zamanda Allah'la irtibatı ve bunun müctebilatına dahil edeceğimiz
şeyler hususunda insanın ayıltılması, farkındalık sahibi olma
hususundaki süreci vaz edilir.

Fususu'l Hikemden önce Peygamberlik tarihinin sıralaması


Şehristani'nin El Milel ve'n Nihal'inde cümle olarak geçer.

Rasul kavramı bir nebinin ayıltma, farkındalık oluşturma işleminin


hangi merciden hareketle yaptığını ifade eder. Bu anlamda Rasul ve
nebi Allahtan insana irtihal eden, kulun gafletini gideren, ayıltan,
farkındalık oluşturan kişiyi ifade eder.

✅ Nübüvvet, İlahi iradenin insana bizatihi İlahi merci tarafından


tasdik edilmiş olan talebini iletmesidir.

Fakihler insanın niçin Peygamberliğe ihtiyaç duyduğunu araştırdılar.


Bazıları yaratıcıyı kabul etse de peygamberi kabul etmeyebilir. Allah'ı
kabul etse de insanın bu dünyada neler yapması gerektiğini, aklın
bunları çıkarabileceğini düşünebilir. Aklın bu dünyada insana verilmiş
en büyük bir lütuf olduğunu ve aklın bir imkanı olduğunu düşünebilir.
Böylece özel olarak Peygamber'in gelmesini beklemek anlamlı
olmayabilir.

✅ İslamda nübüvvet inancı genel olarak insanın ikmali için yani


insanın bilgi araçlarını tamamlamak için vardır.

🔹 "Birinci elçi akıl elçisi, ikinci elçi ise nebidir" diye düşünen alimler
vardır.

Bazı alimler Akıl ne kadar bilir? sorusuna "bir nebiden aldığımız


destekten yoksun olduğumuz taktirde aklın bu dünyadaki konumunu
idrak etmemiz mümkün değildir. Akıl kendisinden beklenen vazifeleri
desteksiz ifa edilebilir bir kudrete sahip değildir." demişlerdir.

Bazı alimler de insanın herhangi bir Peygamber'le karşılaşması söz


konusu olmasa da insanın bir yaratıcının varlığını bilmek ve ona
teşekkür etmekle mükellef olduğunu söylemişlerdir. Ancak düşünülen
yaratıcının sıfatları hususunda yanılabilir. Yani yaratıcının Platon'un
düşündüğü yaratıcı gibi mi yoksa İslam geleneğindeki yaratıcı gibi mi
olup olmadığını bilmeyebilir. Sadece varlığını kendisinden aldığı ve
diğer nesnelerin de varlığının kendisine ait olduğu bir yaratıcı fikrine
sahip olup ona şükran duygusu besleme duygusuna sahip olabilir.
Mutezilî alimler buna temel ahlaki bilgilerle de insanın mükellef
olduğu fikrini de eklediler.

Eş'ari mütekellimler insanın tarihinin aslında bir nebi ile


başlayabileceğini iddia ettiler. İnsan olmamızın ancak bir
Peygamber'le tamamlanabileceğini düşündüler. İnsanın bilgisi
bakımından Peygamber'le tamamlandığı gibi var oluşu bakımından da
Peygamber'le tamamlanacağını düşündüler. Yani bir Peygamber'le
karşılaşmadığı taktirde insan kendi var oluşunu konumlandıramaz.
Mükellef insan olan şeyin Peygamber'le karşılaşmak sayesinde
keşfedilir. Yani insan olduğumuzun farkına varmak ancak nübüvvet
makamıyla gerçekleşir.

Maturidi ve Mutezili mütekellimler asgari mükellefiyetin (asgari


insanlığın) birinci elçi olan akıl elçisiyle tamamlandığını düşündüler.
(İkinci elçi nebidir) Yani İnsanı kendi aklı ve nebiyle karşı karşıya
koyduğumuzda bize verilen birinci elçi olan akıl asgari müşterek
anlamında insanlığı tamamlayıcı işlem görür. Buradan sonra
Eş'arilerle birleşiyorlar.
Nübüvvet ise insanın

Hayvanlarda bile güzel ve çirkine dair bir idrak var. İnsanın insan
olarak tanımlanması için yeterli değil.

Mutezile Maturidiler insanı insan olarak tanımlanabileceğini, akıl


elçisinin yeterli olduğunu ancak bu tanımın kemalinin Peygamber'le
tamamlanabileceğini düşündüler.

✅ Peygamber iki şeyi tamamlar:


1. Bilgiyi
2. Ahlakı (davranışı)

✅ Yani bir anlamda Peygamber nazari ve ahlaki bilinci tamamlar.

✅ Peygamber'imiz (sav) "Ben güzel ahlakı tamamlamak için


gönderildim." Demiştir.

✅ Kuran'da bir ayette "Bugün sizin dininizi tamamladım."

Farabi'nin tarifiyle "din ârâ ve efaldir." Hem amelleri hem de inançları


barındırır, dinin tamamlanması demek inançla yani nazarla ilgili olan
kısmın yanında ameli olan kısmın da tamamlanması demektir. Yani
dini tamamlamak insana sadece emir ve yasakların bildirilmesi demek
değildir. Emrin ve yasakların temelini oluşturan inançların da
tamamlanması demektir.

Peygamber'e göre din insanın metafizik idrakinin tamamlanması


demektir. Peygamber aslında maddi dünyanın açıklamasıyla ilgili bir
teori getirmez. Gökyüzü, yağmur, hava su nasıl oluştuğuna dair bilgi
vermez. Onların varlıklarına ilişkin cümleler söyler. Nesnelerin varlığı
bakımından konuşur.

✅ Nübüvvet bize metafizik hakkında haber getirir.


✅ Nübüvvet bize her bir şeyin Allah'la ilişkisi olduğunu söyler.
✅ Nübüvvetin asli işlemi, insan olarak lütuf olan kısmı burasıdır.
Yani nübüvvet bizim var oluşa ilişkin idrakimizi tamamlar ve her bir
nesnede Allahı görme yada Allah'a bakma bilincini kazandırır.

Hz Peygamber metafizik idrakte neyi tamamladı?

Hz. Peygamber'in bize öğrettiği şeyin Tanrı- alem ilişkisindeki denge


olduğu söylenir.

Kuran'da müfessirlerin, kelamcıların, sufilerin en çok zikrettiği


ayetlerden biri "O hiçbir şeye benzemez, onun benzeri yoktur, o işiten
ve görendir."

Hem hiçbir şeye benzemediği söylenir. Hem de yaratılanda olan işitme


ve görme özelliğinin olduğu söyleniyor. Hem tenzih hem de teşbih
yapılıyor. İbnu'l Arabi bu durumu Muhammed kısmında açıklıyor.

🔹 Metafizik idrakin bir boyutu Allah'ın zatına ilişkin bilgi


🔹 Allah alem ilişkisine dair bilgi
🔹 İnsanın bekasına dair bilgi (insan ne olacak, ahirette ne ile
karşılaşacak vs)

Aklın insandaki ölümsüzlük arzusundan hareketle, ahiret hayatını


düşündüğü kabul edilebilir. Ama fıkıh alimleri, mutasavvıflar,
filozoflar Peygamber'in haber vermesine rağmen aklen ahiret
hayatının ayrıntısına ulaşamayacağımızı düşünürler.

Allaha şükredeceğiz ama hangi sözlerle, hangi davranışlarla


şükredeceğiz? Ne gibi eylemler ve sözleri O (cc) kendisine yaklaştıran
vesileler olarak kabul edecek? Bunu aklımızla bilmemiz mümkün
değildir. Ancak Peygamber vasıtasıyla bilebiliriz. Peygamber bize
hem inanca ilişkin hem de davranışa ilişkin Hakkı'n taleplerini iletir.
Ona karşı davrandığımızda sonumuzun ne olacağını bildirir. Nübüvvet
bu anlamda insanın kendi bekasına ilişkin bilinci tamamlama işlevini
görür. İnsan bir Peygamber'le karşılaşmadığını bilincinin üçte birini
yitirir. Eksik varlığa dönüşür. İnşa. Mütekamil bir varlık olmak için bir
nebiye muhtaçtır. Nübüvvet insanın kendi bilincine açılan bir
kapısıdır. Nübüvvet imkanından ne denli mahrum olursak bilincimizin
odalarından da mahrum oluruz. Nübüvvetin tamamlayıcı olması
bakımından böylesi kritik bir işlevi vardır.

Bir ayette "Size Rabbinizden basiretler gelmiştir. Kim bunlarla


bakarsa kendisine bakar. (Kendi bilincini açar) Kim körleşirse,
kendisini kapatır." Yani kendi bilincini kapatır. Bilinç açısından
bakıldığında durum böyledir.

Ayetlerde İmanın nur olduğu, nebinin ışık saçtığı geçer.

"Allah yerlerin ve göklerin nurudur. Onun Nur'unun misali


kandillikteki bir kandil gibidir. Ne Doğu'ya ne de Batı'ya aittir..."

.. Süleyman tefsir ederken, "meseli Nur'unu misali yani O'nun


Nur'unun misali derken Hz. Peygamber'den bahsediyor." demektedir.
Ayetin sonuna kadar Hz Peygamber'den bahsettiği söylüyor. Yani Hz
Peygamber'in hem kendisi hem de tebliğ ettiği öğreti insan zihnini
aydınlatan, insanın bilincini ikmale erdiren bir işleve sahiptir.

Başka bir ayette Allah'a İman eden bir kimsenin kalbindeki bir Nur'la
dolaşacağı söylenir. Aydınlanarak dolaşmak demek Peygamber'in
öğrettiği Hak, ahiret, Allah-alem ilşkisini bilmek, kalbindeki İman
Nur'uyla, bilincin açılmasıyla bunlara karşı hassasiyet kesbedilmesi
demektir.

Bilincin ilk yarısı nazari kısımdı. Allah, ahiret, Allah-alem irtibatıyla


ilgili bilgidir. Bu ay ı Zaman'da insanın kendisiyle ilişkin bilgidir.

İnsanın kendisine ilişkin bilgininin diğer yönü ise davranış bilgisidir.

Davranış açısından bakalım...

Hz. Peygamber Ahlakı tamamlamak için gönderildiğini söylüyor. Bu


ne demek?

Ahlakı tamamlamak demek bir anlamda İnsanları ahlaklı kılmaktır.


Ancak bu durum başka toplumlarda da geçerlidir. Sadece Peygamber'e
has bir şey değildir. Peygamber'le ahlakın tamamlanması bilincin
tamamlanmasına zemin işlevi görür. Bu nedenle ahlaki tamamlamak
demek ameli hayatımızın nazari ikmalimize zemin oluşturması
demektir.

Sufiler ilginç tespitler yaptılar. Mistiklerin tamamı bir takım


riyazetlerle, bir takım uygulamalarla metafizik idrake
ulaşabileceğimizi düşünüyorlar. Aç kalma, kendisini terbiye etme,
zihni dolduran engeller,iç düşüncelerden zihni boşaltma, saflaşma...
Müslüman sufinin bunlardan farkı Hz Peygamber'e ittibada ortaya
çıkacağını söylediler.

Mesela, Sufiler oruç tutarak aç kalır, mistikler de aç kalır. Farkı nedir?

Oruç aç kalmanın özel bir türü. Oruçla elde edebilen metafizik idrak
aç kalmayla elde edilmez. Abdest almayla elde edilen bilgi başka bir
temizlikle elde edilmez. El yüz yıkamayla abdest alma arasındaki fark
davranış farkı değil, metafizik farktır. Abdestle insanda son derece
fazla metafizik idrak doğurur.

Güzel ahlakı tamamlamak,

1. Ahlakın metafizik yönünü tamamlamak (ikmal etmek) demektir.


Yani Peygamber bize bu davranışların bizi hangi metafizik idrake
götüreceğini bildirir.
2. Hangi Metafizik idrakten kaynaklanacağını gösterir. İman insanda
ne gibi fiiller doğurur bunjnla ilgili ayet hadisler vardır. Ancak
imanın hangi parçası hangi fiili doğurur? Allah'a, ahirete, Allah
alem ilşkisini dair bilgi hangi davranışlara sebebiyet verir?
Bunları bildirmek için gelmiştir Hz. Peygamber.
3. Bazı ayetlerde Hz Peygamber ve beraberindekilerin başkaları için
model olduğu anlatılır. Üsvei hasene ayeti, vb. Bir nebi hangi
toplumda bulunuyorsa Allah-ahirete ilişkin nasıl bir idrak
doğuracağını kendi yaşantısıyla modeller, gösterir. İnsan olma ın
sınırları genişletilse Hz Peygamber olurdu. Hatmu nübüvvettir Hz.
Peygamber. Enbiyanın mührüdür. Hatemu'l enbiyadır. Ona
bakarak kendimiz ve başkaları Hakkı'nda şahitlikte bulunabiliriz.
Şahitlik kavramı... Biz iyi davranışları yerine getirdiğimizde yada
aykırı davranışlarda bulunduğumuzda kendisine bakarak
kendimizi değerlendireceğimiz mihenk taşı Hz Peygamber'in
kendisidir. Kendimizde haşyeti, İhsan'ı, İslamı nispet ettiğimizde
bu vasıfların en evvel ahirde Peygamber'in sahip olduğunu
gösterir. Peygamber bizim sadece Müslümanlığımız değil
insanlığımızı ölçen bir mihenk taşıdır. Bir hadiste "ben
tamamlanmış bir bina un son tuğlasıyım." diyor.

Nübüvvet olmak demek insan olmanın ne demek olduğunu mütekamil


cevabı bize veren makamdır.

İnsanlığın tarihini nebilerle başlar. İnsanlık tarihinin Hz. Adem'le


başladığı söylenir. Allah ademe isimleri öğretmiş. Bu isimleri
Melek'lere saymasını emretmiş. Melek'ler sayamamışlar, Adem as
saymış. Allah Melek'lere Adem (as)'a secde etmelerini emretmiş, onlar
da secde etmişler. İnsana secde etti melekler. Sonra cennete gider
Adem as. Ak Fas'ında cennetten sürülür ve dünyadaki imtihan süreci
başlar. Bu hikayenin bize verdiği mana nedir?

İnsanın kendisinin Allah'la arasında bir bilinçle yola çıkması demektir.


İlk önce insan marifetullahla yola çıktı. Allah'a ilişkin bilgi olmaksızın
insan kendi insaniyetini yitiren bir varlıktır. İnsan kendine ilişkin
farkındalığa sahip bir varlıktır.

İslam insanın başlangıcının Allah'a ilişkin marifetle olduğunu söyler.


Dolayısıyla kendisine ilişkin farkındalığın ancak Allah'a ve aleme
ilişkin farkındalıklar başladığında tam olarak tahakkuk edeceğini
söyler. Adem kıssası in en önemli bölümü budur.

Peygamber'lerle birlikte insan Allah'a olan marifetini, ahirete ilişkin


marifetini artırır. Ve. Unlara uyumlu yaşantının Nasıl olduğunu
öğrenir. İnsanlık tarihi aynı zamanda kulluk tarihidir. Peygamberliğin
bize getirdiği haberin tamamlayıcı yönü tarihin bütününe yayılır. Bir
yerde marifet yoksa insanlık da yoktur.

Adem as sadece allahı bilmekle yola çıkmıyor. İnsanlık da öyle. Dil


var. İsimler var. Dil asıl itibariyle insana verilmiş İlahi bir hediyedir.
Dil sadece iletişim aracı değildir. Dil aynı zamanda var oluş vasatıdır.
Dil kendi içinde bütün metafizik imaları barındırır. Dünyadaki bütün
dillerde vardır. İnsan metafizik bir anlamı barındıran bir dille ortaya
çıktı. Dinden arınmış bir dil yoktur dünyada. Tanrı fikrini
barındırmayan bir dil yok dünyada.

Peygamber'ler sürekli bir şekilde değişmez esasları hatırlatma


özelliğine sahiptir.

Her Peygamber'de bazı haramlar müşterektir. Yalan, zina, vs. Bazı


şeyler de bazı Peygamber'lerde helal diğerinde haram olabilir. Yani
şeriatın bazı hususları değişmiştir.
Değişen kısımlar bilgi ve ahlakı ikmal etme amaçlı değişmişlerdir.

✅ Peygamberi kendimizi ikmal eden bir ilke olarak


değerlendirdiğimiz zaman Peygamber'e iman etmiş oluruz.

Müslüman Zihninin Yeniden İnşası (Ömer Türker)

4. Ders
16/11/2021

Ahiret İnancı

İslam alimleri genel olarak aklın vahiyle ilişkisini tartıştılar ve çeşitli


ekollere ayırdılar. Mutezile ve Maturidi aklın vahiyden bağımsız
olduğunu savundular.

Ahiret meselesinin ortak bir paydası vardır. İnsan aklı ne denli bir
çaba içerisine girerse girsin ahiret meselesi bir Peygamber'in tebliğine
muhtaçtır. Alimlerin tamamına göre bir Peygamber'in tebliğ ettiği
şeylerin bir kısmı aklın ulaşabileceği şeylerdir, bir kısmı aklın
ulaşamayacağı şeylerdir (ahiret meselesi), bir kısmı da kendi başına
kalsa kerih gördüğü ancak Peygamber'in açıklamasıyla güzel gördüğü
şeylerdir. Mesela kurban kesme meselesi aklın kerih gördüğü ancak
Peygamber'in açıklamasının ardından aklın güzel gördüğü meseledir.

Ahiret meselesi birkaç açıdan derinlemesine kavranması ve ele


alınması gereken bir şeydir. Gelenek olarak islam düşünce geleneğinin
(kelam, tasavvuf, fıkıh) yazı yazan, düşünen, tefekkür eden alimlerinin
ahiretle ilgili kanaatlerini bir bütün olarak dikkate aldığımızda
karşımıza şöyle bir şey çıkıyor: Bir ahiret inancına kanaat getirmemiz
için

⁃ Allah tarafından teklife muhatap olmamız gerekiyor


⁃ İradeli bir Tanrı anlayışına sahip olmamız gerekiyor.

Filozoflar iradeli bir Tanrı kavramını kabul etmezler. (Zatı gereği


alemi var etmesi lazım gelen bir zorunluluk vardır iradeli Tanrı
anlayışında)

Filozoflar insan ruhunun (nefs kelimesini kullanırlar) zaten ölümsüz


bir varlık olduğunu düşünürler. Bedenin öldüğünü düşünürler. Beden
ölünce ruhun ahireti başlar. Sonrasında bu dünyada yapılanların
neticesi olarak sahip olunan melekeler, özellikler, ruha ne imkan
sunuyorsa ona göre varlığını devam ettiriyor. Fakat bu İslam
alimlerinin yaklaşımına göre ahiret hayatı zorunlu olarak böylesi bir
manevi cevheri gerektirmediğini düşünürler. İnsanı öldüren de dirilten
de (yuhyî ve yumît) de Allah'tır. Bu sebeple ilahi iradeye bağımlı,
Allah'ın tercihine bağlı bir ahiret vakasının söz konusu olduğunu
düşünürler. Ehli sünnete göre kabir azabı olduğunu, kabrin cennet
bahçelerinden bir bahçe yada cehennem çukurlarından bir çukur
olduğunu düşünürler. Bu düşünce iradeli bir Allah inancına dayanır.

Bu meselenin teklif anlayışıyla yani insanın mükellef oluşuyla


doğrudan ilişkisi vardır. Dini düşünce geleneği bakımından, teklifin en
önemli yönü sonucunun olmasıdır. Teklif sadece bu dünyadaki
sorunların yerine getirilmesi değil, bu dünyada yaptıklarımız yada
yapmadıklarımızdan dolayı sorguya çekilmemizdir.

Teklif kelime olarak, külfet ve meşakkatten gelir. Ahiret inancı teklifin


aslında meşakkat olmadığını, rahmet olduğunu ortaya koyar. Ahiret
inancı insana var olduğunu ve ölümü hatırlatır. Ölüm rabıtası diye bir
şey vardır. Öldüğü, tabuta konulduğunu, kabre girdiğini düşünür
insan.

Dinde iki önemli husus vardır:

1. Ölümü tefekkür: Peygamber'imiz "Ölmeden önce ölünüz"


buyurmuştur. Ölüm rabıtası yaparak ölmüş bir insan nasıl bir
açıklığa ulaşmışsa öyle bir uyanıklığa ulaşmaktır. Bu söz
Sokrates'e de nispet edilir.
Peygamber'imiz dünya hayatını bir gölgelikte dinlenip gitmek
olduğunu söyler. Bu durum dünya hayatını önemsizleştirir.

Hayat bu dünyaya özgü olan, kendisini farketmesini ve bu dünyada


niçin bulunduğunu tefekkür ettiren bir durumdur.

✅ Ahiret inancı tefekkürle bizi kendimize getirebilir.

✅ Bir türlü ölüm rabıtasıyla ahireti temaşa edebiliriz. Ölüm rabıtası,


ahiretin ne olduğunu kavramamıza ve ahiretle irtibatı sürekli canlı
tutmaya sebep olur. Ölüm rabıtasıyla ahireti her an temaşa ederek
kendi halimizi düzelteceğimiz bir miya işlevi görür. Dünyadaki
sorumluluğu sürekli hatırlatan, dünyanın anlamını sürekli
düşünmemizi gerektiren şeydir.

2. İstiğfar

✅ İslam geleneğinde ölüm rabıtasının yani ahiret inancının ardından


gelen en önemli şey istiğfardır. Yani kişinin Hak'tan bağışlanma
dilemesi, günahlarını Hakk'a arz etmesidir. Üsame'yi çok seven
Peygamber'imiz onunla ilgili "Üsame'ye şaşırıyorum. Sanki üç ay
sonra yaşamaya garantisi varmış gibi üç ay sonra parasını ödemek
üzere cariye satın almış. Ben gözlerimi kapatıp açıncaya, başımı
kaldırıp indirinceye kadar ölümü aklımdan çıkartamıyorum" diyerek
sürekli ölüm rabıtası içerisinde olduğunu, dünya hayatında daimi bir
ayıklığı olduğunu söylemiş oluyor.

İnsanın varlığı zaten ahirete dönüktür. Önemli olan zihninin de ahirete


dönük olmasıdır. Zihninin ahirete dönük olması için de sürekli istiğfar
etmesi gerekir. İstiğfar sadece günahlardan af dilemek değildir.
İstiğfarın esası unutkanlıktan af dilemektir. İnsanın bir yönüyle Hakkı
ve kendisini unutmasından af dilemesidir. "Allahı unutan kimselerden
olmayın, Allah da onlara kendisini unutturdu" buyruluyor ayette.
Ölüm rabıtasıyla ayıklığı diri tutmak, istiğfarla da Hak'tan örtülmeyi
dilemektir. İstiğfar Hakka karşı insanın kendisini aşması, Hakkı'n
idrakini tazelemesi, kendi varlığına ilişkin kendini tazelemesi, sadece
bedeninin değil, zihniinin de ahirete dönüşüdür.

Ahiret inancını tebliğ etmek insana ne verir?

Ahiret inancı insan ikmalini tamamlayan, insan zihninin bütünlüğünü


oluşturan bir inançtır. Bu sebeple Bütün Peygamberler insana ahiret
hayatını tebliğ ediyorlar.

Peygamberimiz "Ben duvardaki son tuğlayım"


Ayette de "Bugün size dininizi tamamladım."

Dini tamamlamak, kulluk şuurunun oluşması için gerekenlerin


tamamlanması demektir.

✅ Ahiret inancı umut üretir. Sonsuza kadar yaşayabilme


umudu...Sonsuza kadar var olabilme umudu...Bu durum bütün dinsiz,
ateist temayüllerin gelip kilitlendiği noktadır. Bu umut aynı zamanda
ahlakı da temellendiren bir şeydir. Bu umut aynı zamanda dünyayı da
imar etmemizi sağlar. Aynı zamanda kendimizi imar etme ve inşa etme
çabasına düşürür. Ahiret inancı insanın umudunu besleyen, insanın
hayattan ve kendinden umut var kılan şeydir.

Ahiret inancı bir mü'mine kendini çok içkin bir eleştirme imkanını
verir. Herkesten önce kendi eylemlerine karşı, kendisinin daha iyi
koşullarda var olmasını engelleyen unsurlara karşı olan eleştirel
düşüncelerin zemininde bulunur ahiret inancı.

Bu dünyadaki bütün felsefeler, düşünceler, ideolojiler (şayet belli bir


konuysa sınırlı değilse) asıl itibariyle mutluluğu vadeder. Bir şey bize
mutluluğu, kurtuluşu var etmiyorsa varlığı sürdürmesi mümkün
değildir.

Bazı düşünceler güçlerini;


⁃ İnsanların tükenmişliklerinden alabilirler
⁃ İnsanların maddi refahlarından alabilirler
⁃ Toplumsal düzenin çok iyi olmasından alabilirler
⁃ Nostaljiden alabilirler

✅ Bütün külli düşüncelerin bir sorumluluğu vardır: İnsana mutluluk


ve kurtuluş vadetmesidir. Ahiret inancı insanın bu beklentisini ayrıntılı
bir şekilde karşılayan bir inanç ve kurtuluş reçetesi olarak ortaya çıkar.
Bu sebeple ahiret inancıyla ilgili ayrıntılar insanların sayısıncadır.

Her insanın yaptığı işler farklı sebeplerdendir. Kimisi çıkar için yapar,
iyilik için yapar, sevap olsun diye yapar, Allah'ın emri olduğu için
yapar. Kimin Himmet'i yalnızca Allah'a tahsis edilmişse, kim Allah'a
yönelmişse onun karşılığı hak olacaktır. Kim neyi hedeflemişse
karşılığı ona göredir.

Pişmanlık

Ahiret inancının tahsis ettiği en önemli kavramlardan biri pişmanlık


kavramıdır. Biz ne denli Hakka uzak olacaksak o denli pişman
olacağız. Bu nedenle ahiret inancı kişinin Hakka yakınlığının ve
uzaklığının sınanmasını ihtiva eden bir inançtır. Kuran'da bize insan
sayısınca basamakları olan, mertebeleri bulunan bir hayat anlatılır.

İman akideleri tahkikten taklide giden bir yelpaze arz eder. Yani biz
sadece bir haberi tasdik ederek de inanmış olabiliriz. Haberin sunduğu
içeriği tefekkür edip kavrayarak da inanmış olabiliriz. Yada haberi
tahkik ederek de inanmış olabiliriz.

Tahkik birisinin bizim adına yapacağı bir işlem değildir. Herkes kendi
adına hakikatı kavrayabilir. Birimiz bize kendi bilgisini aktarabilir. O
bilgi bizde tasavvura dönüşür. Onun zihninde meydana gelmiş tasdik
faaliyeti bizde meydan gelmez, bu nedenle Peygamber'i gören
kimsede tasdik oluşmuyorsa inanmayabilir.

Bize gelen her şey tasavvurdur. O tasavvurun tasdike dönüşmesi


tamamen ikinci bir hadisedir. Hz Peygamber (as) bir hadisi kudsîde
"Kulumun en sevdiğim özelliği bana farzlarla yaklaşmasıdır. Sonra
kulum bana nafilelerle yaklaşır. Ben de onun gören gözü, işiten kulağı
olurum... Kim benim dostuma düşman olursa ona harp ilan ederim."
İslam geleneğinde mutasavvıfların çok atıf yaptıkları bir hadistir.

Nübüvvetin idrak ettiği hakikate varis olmayı, Hak'tan bilgi almayı


ifade eder.

Bizde varlığı unutkanlık hali vardır.

Müslüman olarak yaşamaya çalışmanın amaçları

Din, Ölmeden önce ahirete ilişkin önermelerin tecrübeyle kazanma


imkanımızın olduğunu söyler. Sufiler sülûkun başındaki ilk tecrübenin
kabir ahvalini temaşa etmek olduğunu söyler.

1. Bizatihi böylesi bir idrake ulaşmak. Hakikat bilgisine ulaşmak için


terbiye sürecine (sülûk) girerler. Böyle bir tecrübeyi kazanmak,
sadece duyarak inandığımızı şeylerin dışına çıkarak hakikatini
temaşa ettiğimiz şeylere dönüşür.
(20. yy'ın başında Batı'da ortaya çıkan Mantıkçı Pozitivizm ekolünün
en önemli iddialarından biri metafizik önermelerin yanlış değil saçma
olduğu önermesiydi. Çünkü bir şeyin doğru yada yanlış olması için o
şeyin anlamlı yada anlamsız olması gerekirdi. Bu yaklaşıma göre
öldükten sonra cennet-cehennem, kabirde hesaba çekildiğimiz
anlamsızdı. Bunlar insan tecrübesinde yoktu. Bunlar sadece dinden
tevarus edilen, iktidar amacına dönüşen, insanın umudunu besleyen
şeylerdi.)

Din bu cümlelerin sadece öldükten sonra anlaşılacağını söylemez.


Ölmeden önce de anlaşılabilir. Kaf Sûresi'nde bir ayette insanoğlunun
cehenneme düşenin serüveni anlatılır:

"Sen bu dan gafletteydin, habersizdin. Şimdi gözünden perdeyi


kaldırdık. Gözün keskin. Bak gör!"

Perdenin kalkması insan bedeninin bu dünyadan gitmesiyle merbut bir


şey değildir. Perde bu dünyadan gitmeden önce de kalkabilir. İslam
dindarlığı ahiret hayatı da dahil olmak üzere dinin Hz Peygamber'in
tebliğ ettiği bütün cümlelerin ümmetin şahsı manevisi değildir.
Fertlerin de tahkiken kavranabileceği şeyler üzerine kuruludur. Yani

Peygamberin cümleleri sadece duyup tasdik edilerek değil aynı


zamanda Müslüman fertler tarafından hakikaten kavranabileceği,
tevarus edileceği cümleler üzerine kuruludur. Fakat İslam aynı
zamanda bir şahsı manevinin ötesinde fert fert her müslümanın da
kendisine tebliğ edilen hakikatlerin tecrübeyle kazanabileceği üzerine
kuruludur.

Ahiret inancı tecrübe edilerek de doğrulanabilen bir inançtır. İnsanın


bağlantılı olduğu, ona doğru bir yöneliş olursa müşahade edebileceği
bir varlık sahasıdır. Cümlelerin anlamları böyle bir seviyeden idrak
edilirse bir şeyden nakil olmaktan çıkar.

Peygamberimiz "İman yetmiş küsür şubedir. Bunun en küçüğü yoldaki


bir şeyi kaldırmaktır. Haya da imandan bir şubedir."

(Beyhâki'nin "Şûbu'l İman" adlı eseri bu hadisteki şubeleri açıklamak


üzerine kuruludur.)

Hadis alemleri bu şubeleri imanın mertebeleri değil de tezahürleri


olarak anladılar. İman ancak bunlarla birlikte mükemmelleşir, kemale
erer.

Ahiret inancı;

1. Teklifin bizim açımızdan doğuracağı neticeleri ifade eder.


2. Kuşkunun biteceği, yakînin başlayacağını ifade eder.
3. Kendimizi, içinde bulunduğumuz şartları sorgulayıcı bir miya
olarak değerlendirmemizi ifade eder. Ölçüdür.
4. Mücadele azmini doğurur.
5. Ölümün anlamını değiştirir.

Peygamberimizin en son sözü "Mear'refiki'l eala (en yüce dostla


birlikte)"

Peygamberimiz bize ahiretteymişiz gibi bu dünyayı yaşamayı öğretti.


Bu bilinci kazanmanın en iyi yolu ölüm rabıtası ve istiğfardır.

Müslüman Zihninin Yeniden İnşası (Ömer Türker)

5. Ders
23/11/2021

Akıl-Vahiy İlişkisi

Birinci Mukaddime

İslam düşünce geleneğinde en erken dönemden itibaren akıl-vahiy


ilişkisi problemi vardır.

Vahiy, Hz Peygamber tarafından terkip edilmiş İlahi kelamdır. Aklın


kapsamına giren şeyle vahyin kapsamına giren şey değişir. Aklın
kapsamına giren ilk bilgilerimizdir.

🔹 Filozofların nefs dediği şey, kelamda ruhtur.

Heyülani Akıl, Bilmeleke Akıl, Bilfiil Akıl, Müptedeb Akıl, Müktesep


Akıl

Beynimizi kullanırız. Ruhumuzda bilgiler oluşur. Filozoflar buna


heyülani akıl derler. Bilgilerin dış dünyadan alınıp beynin
kuvvelerinden geçtikten sonra, akılda oluşan (heyülani akıl) bilgilere
bilmeleke akıl denir. Akıl, nesnelerin hakikatlerini bilme yolunda bir
meleke kazanır. Bunların bir kısmı metafizik ilkelerdir.

İlk bilgiler,
1. Bir şey ya vardır ya yoktur.
2. Bir şeye eşit olan birbirlerine eşittir. Bu bilgi Matematiksel
bilgilerin temelini oluşturur. Geometriksel bilgiler buradan neşet
eder. (Farabi)

Filozoflar bu ilk bilgilere bilmeleke akıl derler. Sonra bu nesneler


geliştirilir. Hakikatleri oluşturulur. Geliştirilmiş akla bilfiil akıl denir.

Filozoflar insanda meydana gelen ilk bilgilerin temel bilgilerimiz


olduğunu söylerler. Bu ilk bilgilerin kaynağı metafizik bilgiden gelir.
Nesneleri algılayarak soyutlama yapıyor değiliz. Kelamcıları göre bu
temel bilgilerin tamamı doğrudan Allah tarafından yaratılır, buna
mübtede bilgiler (ibtida) derler. Yani vasıtasız ve başlangıç olmadan
doğrudan Allah tarafından yaratılırlar.

Aklın birinci anlamıyla naslar arasında, vahiy arasında çelişki


uyandıran durumlar vardır. Herhangi bir nesnenin aynı anda iki
mekanda bulunmasını akıl kabul etmez. Velilerin kerametleri ve Hızır
as gibi... Bunun bir izahı yapılır.

Filozoflara göre biz ilk bilgileri donandıktan sonra ilk bilgileri


çoğaltırız. "Bir şey vardır" cümlesini değişik nesnelerle çoğaltırız.
"Şey" ve "var" kelimesinin yerine başka şeyler geçer. Masa, ağaç
vardır, kedi vardır". Varlığın yerine de bu nesnelerin halleri geçer.
“Masa siyah olarak vardır, bilgisayar kahverengi olarak vardır”, a
şahsı 1.80 boyundadır demek, a şahsı 1.80 boyunda vardır. Buğday
ekim ayında ekilir demek, buğday ekim ayı da vardır, demektir.

Hayatta edindiğimiz sağ duyulu idraklerimiz, tatma, dokunma, vs


tecrübi idraklerimizdir. Yani tecrübelerimizdir. Biber acıysa sağ
duyumuz onu acı olarak algılar. Gülü kokladığımızda haz alırız ama
koku nedir diye sormayız henüz. Sağ duyulu idraklerimiz süreç
içerisinde nesilden nesile aktarılarak örfi tecrübelere dönüşür.
Toplumun nesilden nesile aktarılan bilgiler yekûnu yani marifetler
yekûnu olarak ortaya çıkar. Buna Müktesep akıl denir. Yani ikinci
bilgilerdir.

✅ Mübtede akıl birinci bilgilerdir. İnsan tarafından kazanılmayan,


Allah tarafından doğrudan meydana getirilir. Müktesep akıl yani ikinci
bilgiler süreç içerisinde kazanılır.

Müktesep akıl

Sağ duyulu idraktir. Bireyin veya toplumun sağ duyusudur. Acı, siyah
ortak idraktir.

Nesnelerin ve kendimizin sağ duyuya dayalı idrakleri..

Sağ duyulu idraklerimizle vahiy arasında zaman zaman çelişki


oluşabilir ancak hızlı çözüm bulunup çelişki ortadan kalkabilir.

Aklın üçüncü anlamı

Sağ duyuya dayalı idrakler ile vahiy arasındaki ilişkinin nasıl


kurulacağıyla ilgili İslam düşünce geleneğinde birden fazla tavır
gelişebilir:

Kimileri vahyi olduğu gibi alıp sağ duyuya dayalı idrakleri vahye
dayalı kılmayı tercih edebilir.
Kimileri sağ duyuya dayalı idraklerle vahyi, nasları yorumlamayı
deneyebilir. Ancak bunlar büyük problem oluşturmaz. Bu bütün
dönemler için geçerlidir.

Ancak aklın üçüncü bir anlamı vardır.

Dakikleştirilmiş idrakler vardır.

Bütün dönemlerde İnsanlar duyularımızın gerçekleştirdiği aklın ne


manaya geldiğini sorunsallaştırırlar. "Gerçekten bu idrakler özneye
bağlı idrakler midir, yoksa dış dünyada gerçekte hakikati var mıdır?
Bal gerçekten tatlı mıdır? Biberin acılık diye bir özelliği var mıdır?
Yoksa bu sadece benim dilimle biber arasındaki bir ilişkiden mi
meydana gelir?"

Bu, farklı kisvelerde ortaya çıkan bilimsel idrake tekabül eder.

🔹 Aslında vahiyle akıl arasında kurulması gereken ciddi ilişki


problemi burada ortaya çıkar. Çünkü asıl itibariyle dış dünyaya ilişkin
dakikleştirilen idrakle vahiy arasındaki problem..

Başlardaki açıklamalar bilimsel idrakle uyumlu hale getirilmesi


beklenir. Bütün düşünce gelenekleri bunun izahını yapmakla
mükelleftirler. Filozofların, mütekelliflerin, sufilerin buna ilişkin
teklifleri olmuştur.

Modern dönemde Müslümanların yaşadığı kriz de bilimsel ilkelerle


naslar arasındaki irtibatın nasıl sağlanacağı sorusuna verilen cevapta
belirsizlik bulunmasından neşet eder.

✅ 16.yy dan itibaren Batı'da gelişen bilim, dış dünyanın en son ve


diğerlerine nispetle daha kusursuz olduğuna inanılan dakikleştirilmiş
idrakini oluşturdu.

Örnek: Klasik dönemde insanlar yerin bir merkezin etrafında


döndüğünü düşünüyorlardı. O zamanki bilimsel idrak buydu. Sağ
duyulu idrakte böyle bir şey yoktu. Aristotalesçi gelenek nesnelerin
hareket etmesinin sebebinin onlardaki tabiat olduğunu söyledi. Alemin
merkezinin dünya olduğunu, vs vs yani yer çekimine dair bir
kanaatleri yoktu.

Klasik dönemde matematik hareketli nesneleri incelese bile nesneler


hareketsiz olan bir disiplindi. Üçgeni, beşgeni incelerken hareketli
nesnelerin matematiğini yapan bir disiplin yoktu. Descartesle birlikte
ciddi bir dönüşüm ortaya çıktı.

Klasik dönemde atomlar bölünmeyen parçalardı. Modern dönemde


kuantum fiziği ortaya çıktı.

Dış dünyanın bilimsel idraki değişti. İslam düşüncesi süreç içerisinde


inanılan naslar ve vahiy ile bilimler arasında uzlaşma ve
irtibatlandırma problemiyle karşı karşıya kaldı. Bu anlamıyla akıl ….
dönemlerde naslar ile kendisiyle irtibatın kurulması düşünülen bir
bilgiler kümesidir. Dakikleştirilmiş idraki ihtiva eden bilgiler
kümesidir.

Sufilerin, mütekelliflerin bir bilim anlayışı vardı ancak modern


dönemde bu bilim anlayışı açıklama gücünü yitirdi.

(Akıl vahiy ilişkisinin seviyeleri vardı. Bu bilim din arasındaki


uzlaşmaya veya karşıtlığa dönüşebilir...)

Bilim dediğimiz şey süreç içerisinde değişen, yenilenen doğru bilgiler


kümesidir. Bu anlamda nas da bunlarla uyum sağlandığı ölçüde

Buraya kadar anlattıklarımız birinci mukaddimeyi oluşturur. Birinci


giriş

İkinci Mukaddime

Namazda, oruçta icma vardır. Bu belirgin durumların dışında nazari


meselelerde de icma söz konusudur. Bir insan Kuran'dan farklı
yorumlar çıkarabilir. Aynı ayetten farklı yorumlar ortaya çıkabilir.
Burada icma yani ortak kanaat söz konusudur.

🔹 İcma sanıldığı kadar durağan, sükun içinde olan bir kavram


değildir. Hareketlidir. Dönemden döneme değişebilir. Nasıl nazari bir
tefekkürle idrak edileceği süreç içerisinde değişebilir. İcma kavramı
süreç içerisinde zaman zaman kapsamını genişleten ve daraltan bir
kavramdır.

🔹 Mesela, İlk dönemlerde alemin yoktan var edildiğine inanılıyordu.


13. yy dan sonra alemin vahdeti vücut ilkesiyse bağlı olarak Tanrı'dan
taşma yoluyla meydana geldiğine inanılarak kapsam genişledi.

Modern dönemde icma yerini başka icmalara bırakmaya başlar.

Bu meseleleri nasıl ele alacağız? Birinci ve ikinci mukaddimeyle


ilgili...

Birinci mukaddimeden çıkan sonuç, yani zihnimizin yeniden inşasıyla


ilgili söylemek istediğimiz şudur:

Müslümanlar değişik varlık tasavvurları (ontolojiler) geliştirdiler.

H.2. Yy ın ortalarından itibaren nesnelerin teorik izahının nasıl


yapıldığı meselesini ele aldılar. Mesela bir nesne gözlük bezi... Bunu
bölsek bölsek nihai parçalar bütününe ulaşabilir miyiz? Nasıl izah
ederiz?

Farklı teorik fizikler gelişti.

Dediler ki: bunlar bir fiil, Allah'ın yarattığı şeyler

Arazcı görüş

Cevherler arazlar
Telefon nesne, rengi, kokusu cevherdir. İnsanın boyu cevher

Cevher ve arazı ayırmadılar.

(Cevher Allah. Cevher dış dünyada kendi başına var olan demektir.
Allah'a cevher dediğimizde O'nu madde yapmış olmayız. Belirli bir
cisim halinde olmayı gerektirmez cevher. Dışta kendi başına bulunur.
Ne madde ne değil...)

Dırar b Amr Mutezile mütekellimi arazcı görüşü savundu.

Sonra başka biri çıktı, bir nesnede sonsuz doğalar vardır. Hangisi
baskınsa onu hissederiz dedi.

Ebu Huzeyf b Allaf nesnelerin cevher ve arazlardan müteşekkil


olduğunu söyledi. Atomcu perspektif... Sağ duyumuzla atomun
bölünmesine ulaşamayız. Nesnenin alt parçalarına inemeyiz.

Sonra İslam medeniyetine Yunanca’dan felsefi eserler tercüme edildi.


Burada nesneler iki cevherden müteşekkil. Madde ve suret.

Sonrasında maddeyi üç boyutlu duruma getirecek durumlar ortaya


çıktı.

Bunların tamamı Müslüman düşünürler tarafından ya ilk kez ihdas


edildi, ya başka medeniyetlerde ortaya çıkanlar onlar tarafından
tevarus edildi, değerlendirildi.

🔹 Temel dini meselelerle uyumlu hale getirildi. Nazzam'ın Zuhur


kumun teorisi, Cahız'ın tabiatçı teorisi, Dırar arazcı, Ebu Huzeyf
atomcu, Farabi, Kindi, İbni Sina madde suretçi teoriyi benimseyip
geliştirdiler. Kuran ve sünnetle uyumlu hale getirip savunabildiler.

Buradan çıkan düşünce şudur:

Metafizik kabuller, teorilerden bağımsız, maddi dünyaya ilişkin


teorilerden bağımsız, onlara aşkın olan kabullerdir. Belirli bir teorik
fiziği zorunlu kılmazlar. Belirli bir fiziksel idraki gerektirmezler. Sağ
duyulu bir alem idraki gerektirir. Herhangi bir şekilde, belirli bir teorik
fiziği gerektirmezler.

✅ Müslüman zihnini inşa eden kabullerin nazarî olanları metafizik


alana girer.

✅ Zihnimizi, düşüncemizi inşa eden düşünceler, Allah'ın birliği, Allah


alem ilişkisi, Peygamber'imizin Hak ve sadık oluşu, ahiret hayatına
ilişkin düşüncelerimiz metafizik alana girer. Dolayısıyla biz metafizik
alan üzerine bütün düşüncemizi inşa ediyoruz.

✅ Tarihsel ve modern düşünceden anladığımız şudur ki, metafizik


alana ilişkin temel kabullerimiz belirli bir dönemde ortaya çıkan
bilimsel kabullerden bağımsızdır. Yani bu, bir olayla ortaya çıkan bir

şey değildir. Müslümanlığın temelini oluşturan akidelerin, temel


inançların bulunduğu bir alandır. Sağ duyulu idraklerimizi
dakikleştirdiğimizde daima bunlardan sonra yaparız. İslam
toplumunda veya başka toplumda ortaya çıkan dakikleştirilmiş idrakle
çürütülmeye elverişli değildir. Onların üzerinde veya onlardan
aşkındır. Modern dönemde karşı karşıya kaldığımız en önemli
problemlerden biri budur. Nazariyatın nasıl sürdürüleceği meselesi...

Müslüman olarak nazari aklımızın temelini oluştururlar, bir teoriyle


veya ispatla çürütülmezler.

Akide izi oluşturan temel İman esasları metafizik seviyede bulunurlar


ve hiçbir bilimsel seviyeye rica edilmezler. Fizikle ilgili teoriler oraya
ulaşamazlar. İnsan zihni metafizik alana fizik teoriden bağımsız bir
şekilde ulaşır. Fizik teorilerle uyumlu hale gelinmesi beklenir mi
onlardan bağımsızdır.

Nazari aklın bir yönü de davranışlarımıza bakan taraftır. Bu da ahlaki


bilinç dediğimiz şeyi oluşturur. Ahlaki bilinç, temel erdemler ve temel
erdemsizliklere ilişkin davranışlarımızı yönlendirir.

Ahlak da dış dünyaya ilişkin sağ duyulu idraki ihtiza eder lakin belirli
bir bilimsel teoriye dayanmaz. Aynen metafizik kabullerde olduğu
gibi, ahlaka ilişkin kabuller de birbirinden son derece farklı bilimsel
teorilerle savunabilir. Biri çıkar erdem ve erdemsizlik teorisini farklı
şekilde savunur. Diğeri insan nedir? düşüncesini farklı savunur.

İnsanın insan olmasını sağlayan ahlaki ilkelerle dakikleştirilmiş


düşünceler arasında zorunlu bir idrak yoktur. (Modern dönemdeki
kürtaj meselesi, ötenazi yani fiş çekme vakaları gibi insan ne zaman
insan olur? Düşüncesi)

Metafizik alanla ahlak alan birbiriyle uyumlu bir şekilde belirli


dönemlerde ortay çıkan bilimsel açıklamalardan bağımsız bir şekilde
belirlemeye elverişlidir.

Bunlar arasında hiçbir ilişki yoktur anlamına gelmez.

Bu ilişki nasıl bir ilişki?


Müslümanın görevi nedir?

Her ne kadar metafizik ve ahlak belirli bilimsel açıklamalardan


bağımsız olsa da bütün dönemlerde ilişki kurmuştur.

H 2-3. Yy ın sonuna kadar birçok teoriler geliştirildi. Bir kısmı zayıf


bulundu. Bir kısmı güçlendi. Kelamcılar Atomcu, filozofçular madde
suretçi teori geliştirdiler. Son birkaç Yy da modern batının etkisiyle
bilimsel anlayışımızda köklü değişiklikler ortaya çıktı. Bu durum
bizim şartlarımızı etkiledi. Dünyaya ilişkin bilimsel idrakimizi
yeniden şekillendirdi.

Modern dönemdeki temel problemimiz nazari problemlerdir.

İslam dünyasındaki tecdid hareketlerinin nerdeyse tamamı (çok az


istisna hariç) yenileşme hareketini amelî bir hareket olarak algıladı.
Sanki ameli hayatımızı düzenlerken nasların buna uygun hale
getirilmesi vahyin buna uydurulması gibi..

Bağının kendini başka toplumlara dayatması. Tanzimat fermanı,

AB kriterleri derken aynı zamanda hukuki bir takım düzenlemelerden


bahsediyor. Bir medeniyet dünyada hakimiyet kurduğunda onlara
yaptırım uygulayabiliyor. Bizde de nasların yeni bir duruma tabi
tutulmasıyla ilgili yeni kanaat oluştu. Bu kanaat bizim ameli
problemimiz gibi bir problem oluşturdu???

Muhammed İkbal "İslamda Dini Düşüncenin Yeniden İnşası" kitabı


önemli

(Muhammed'in İslam düşüncesiyle ilgili bilgileri zayıf olsa da)

Bütün dönemlerde Müslüman ulemanın bir sorumluluğu vardır.


Alimlerin mükellefiyeti vardır. Ne ile mükelleftirler?

"Alimler enbiyanın varisleridir" diyor Rasulullah Efendimiz (sav)

Peygamber'e varis olan alimler Peygamber kendi döneminde ne


yaptıysa onun mükellefiyetini yerine getirmelidirler. Bir Peygamber
ne yapıyor? İnsanların inanacağı esasları kendi tecrübelerine aykırı
olmaksızın ortaya koyuyor. Sağ duyulu idraklerle çelişmeyecek
şekilde....Allah'a teslim olmuş bir insanın yaşantısını modelliyor.

Nebiye varis olan kişi, Müslüman olarak var olmak ne demek


sorusuna cevap vermelidir.

Akıl vahiy ilişkisinin sağlıklı bir şekilde kurulması, başka bir tabirle
metafizik ve ahlaki bilincimizin kendi dönemimizdeki bilimsel idrakle
çelişmeyecek şekilde sürdürülebilmesi ve aradaki uyumun tesis
edilmesi bilimlerle uğraşan insanların yükümlülüğündedir.

Dersin özeti de şudur:


Aslında bu idrakin kendisi mevcut teorilerden bağımsız ve onların
üzerinde bir idraktir. Ama her halükarda bu idrak belirli bir dönemde
ortaya çıkan ve doğru kabul edilen bilgilerle ilişkili bir şekilde
kavranabildiği için bu ilişkiyi tesis etmekle mükellefiz.

Kitap tavsiyesi: Muhammed İkbal "İslamda Dini Düşüncenin Yeniden


İnşası

Seminer: Doğu’nun ve Batı’nın Hikayesi


(Necip Tosun)

10/12/2021
“Doğu’nun Hikaye Kuramı” isimli kitabımda “Hikaye Doğu’dan
gelir.” demiştim. Biz her şeyimizi hikaye üzerinden yapmışız.
Felsefemizi, medeniyetimizi, inancımızı, hakikati hikaye üzerinden
yapmışız. Batı’nın zihniyeti, inancı ve eşyaya bakışı ise daha çok
resim, heykel ve müzik üzerindendir.

Şimdiye kadar hep Doğunun Batıdan etkilendiği söylenilmişti ana


durum bunun tam tersi. Bunu da ancak biz el yordamıyla araştırarak
bulabiliyoruz. Dünya edebiyatı doğudan ve Türk edebiyatından bir
etkilenmiştir.

Don Kişot 1500lerin sonlarında yazılıyor. Ve yazarı Cervantes dünya


edebiyatının en büyük romanı olarak literatüre yerleşiyor. Aslında
“Don Kişot”, hem Hariri’nin hem de Hamadâni’nin makamelerinden
etkilenmiştir. İspanyol yazarlar ve Avrupa edebiyatı yazarları da bunu
söylüyor. Don Kişot’un sadece makamelerle bağlantısı yok, Binbir
Gece Masallarıyla da bağlantısı vardır. Cervantes Endülüs’ten
etkilenmiştir.

Bizim Doğu’nun en önemli eserlerinden biri İbni Tufeyl’in “Hay b.


Yeksan” adlı kitabıdır. Aslında felsefe kitabı olmasına rağmen
hikayeyle anlatılmıştır. Bir adada yaşayan Hay’ın Tanrı’yı ve kendisini
bulmasını anlatmaktadır. Bunu da Robinson Crusoe ile
irtibatlandırabiliriz. Bu yüzde yüz Hay b. Yeksan’ın yeni bir
versiyonudur ama bunu Daniel Defoe gizler.

Ahmet Hamdi Tanpınar, Hay b. Yeksan’dan için “Müslüman


romancılığının en ileri noktası” demiştir.

Gencevili Nizamî’nin “Heft Peyker” adlı eserinden bahsetmek


istiyorum. Bu eser Batıda yayınlandığında Calbino “yılın çeviri olayı”
demiştir.

Firdevsî’nin “Şeyhname”si

T.S. Elliot Shakespare’in “Hamlet”’ini okuyunca “bu çok taklit bir


eser. Doğulu bir eserden aşırma” demiştir. Tabii Batı bunu gizliyor.
Yıllar sonra Selim İleri bunu şöyle açıklayacaktır: “Elliot’un söylediği
Doğulu eser Firdevsî’nin Şeyhnâmesi’dir” demiştir.

Sadi’nin “Bostan ve Gülistan” isimli eseri de çok kıymetlidir. Birçok


yeri gezmiş birinin hayata bakışı anlatılır.

Doğu metinlerinin hiçbirinde vaaz üslûbu kullanılmaz.

Mevlana “Mesnevî”sini kendi eliyle yazmamış, sözle anlatmış ve


Hüsamettin Çelebi’ye yazdırmıştır.

Mesnevi benim şaşkınlıkla okuduğum ve hayretler içinde kaldığım bir


kitaptı. Hikayenin kuramsal temellerini Mevlana Mesnevi’de
tartışmıştır. Yani bir hikayenin uzatılmadan, kısaca ve özlü olarak
anlatılması gerektiğini vurgular. Hikayenin neden sembolik olarak,
fablla anlatıldığını söyler. Cinselliğin nerede kadar anlatılması
gerektiğini, nereden sonra bahsedilmemesi gerektiğini söyler.

Batıda “romantizm” akımı Binbir Gece Masalları’nın çevrilmesinden


sonra yaratılmıştır.

🔹 Binbir Gece Masalları 16 ciltliktir ve yazarı belli değildir.

Batılı bir yazar “Batı edebiyatını İncil’den sonra en çok etkileyen


kitap “Binbir Gece Masalları’dır” demiştir. Yüzyıllarca birikerek
oluşmuştur. Bu masallarda adalet anlayışı, hakikat anlayışı, ödül-ceza,

insanlar arası ilişkiler, vs anlatılmaktadır. Bu masalların dünya


edebiyatı üzerindeki etkilerini kimde görüyoruz? Görmediğimiz kimse
yok desek yeridir.

En son okuduğum Marcel Proust’un 7 ciltlik eseri sanki Binbir Gece


Masalları’nı yeniden yazmak isteyen bir anlatıcı vardır. Ve 7 cilt
boyunca bu masallara atıfta bulunur.

Balzac da “İnsanlık Komedyası” isimli bir dizi romanlar yazar. Bunu


da Binbir Gece Masalları’na benzetmek ister. Binbir Gece
masallarının etkisi yazarlarla sınırlanmaz.

Markuez’in en çok etkilendiği eserlerden biri Binbir Gece


Masalları’dır.

Ne yazıkki Türkiye’de Doğu edebiyatını okuyanlar Batı edebiyatını


bilmiyor. Batı edebiyatını okuyanlar Doğu edebiyatının yanından bile
geçmiyor.

Evliya Çelebinin “Seyahatname”si 2 cilt, herkesin okumayı göze


almadığı ağır bir kitaptır. Ben Evliya Çelebiyi Osmanlı’nın Hikaye
Sandığı olarak görüyorum. Şu anda dizi film olacak kadar fantastik
hikayeleri var. Akademi keşke bu hikayeleri incelese…

Bir keresinde Firdevsî’nin Şeyhnâmesi’mden bir masalı kızıma


okudum. Bir kralın Görüntüsünü beğenmediği bir oğlu var. Onunbir
mağaraya bırakıyor. Kartallar büyütüyor. 15-16 yaşına gelince
insanların arasına gitmesi gerektiğini söylüyor kartallar. Savaş olursa
tüylerimizi sür biz geliriz diyorlar, vs. Kızım “bu Yüzüklerin Efendisi”
dedi.

Doğu okumalarına nereden başlayabiliriz?

Kur’an kıssaları
Hay b. Yeksan
Dede Korkut

Kelile ve Dimne
Şeyhnâme
Harirî’nin Makamat
Feridüddin Attar’ın Mantıku’t Tayr’ı
Binbir Gece Masalları
Gencevili Nizami’nin Heyf Peyker’i
Sadi’nin Bostan ve Gülistan’ı
Mevlana’nın Mesnevîsi
Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi

Sesin Nefesi: Nefesin Sesi (Yücel Arzen)

1. Ders
25/10/2021

Müzik

Müzik; müzik, mızıka aynı kökten geliyor. Yunan mitolojisine göre


Olimpos tepesinin üzerinde tanrılar, aşağıda insanlar var. Tanrıların
haberlerini insanlara, insanların haberlerini tanrılara ileten 9 Musa var.
(9 gezegen). 9 Musa'dan biri edebiyatla, diğerleri tarihle ilgileniyor.
Seçilmiş olanların kulaklarına gelip fısıldıyorlar. Müzik Musa'ların
etkinliği olsa da müziği şeyle tanımlarız: Müzik bazı seslerdir. Ancak
ileride sessizliği konu edinen çağdaş müzik bestecilerinin sessizlikle
neler yaptığına inanamayacaksınız. Bazı seslerin bazısını icra eden
müzisyen seçiyor. Burada her sesten bahsetmeyeceğiz. Sadece insanın
duyduğu ses aralığından...

İnsan 20-20,000 ses aralığındaki sesleri duyar. Üstteki sesler


ultrasonda seslerdir. Duymadığımız sesler bardır yani. Biz
duygulumuz seslerle ilgileneceğiz. Ses bir titreşimle oluşur.

Hepimiz bir titreşimden, sesten ibaretiz fikri tasavvufta mevcuttur. Ses


ve nefes ilişkisi çağrışıma çok açıktır. Bir ses ve nefes oluşumuz
birbiriyle çok ilişkilidir. Müziğin sözcüklerle, şiirle, edebiyatla olan
ilişkisini konuşacağız. Şarkıları... Müziğin görüntüyle olan ilişkisine
de değineceğiz. Görüntüden kasıt film müziği... Filmde müzik ne işe
yarar? Bunları örneklendireceğiz. Aynı görüntüye farklı müzikler
koyarak anlamın Nasıl değiştiğini göreceğiz. Müziğin dansla ilişkisini
konuşacağız.(Ben uzun süre Anadolu Ateş'ine müzikler yaptım.
Duvarımda "Müzik değişirse dans da değişti" yazar). Müziğin bizim
coğrafyamızdaki biçimlerinden bahsedeceğiz. Halk müziği, İstanbul
müziği, (Özbek'lerin, Karadenizlilerin, Osmanlı'nın müziği, vs).
İstanbul müziği konservatuarda anlatılmadı. Bunu tanımak için başka
disiplinlere ihtiyaç duyduğunu anlatmaya çalışacağım.

Kısmen hayatta kalmak için, kısmen kendimi ifade etmek için,


anlamak için, anlaşılmak için tek enstrümanım müziktir.

Sorunlu yazılmış bir müziği çalamazsınız. Yani bir adamın 14 tane


parmağının olması lazım.Ama sorunlu bir müziği sorunsuz çalan bir
hale getirdiler. Play tuşuyla... Dijital müzik programlarının
handikaplarından biri bu… kendi iç dünyamızı bulmadaki engellerden
bahsedeceğiz.

Müzik konservatif olarak 3 ana başlıkla tanımlanır ve değerlendirilir:

1. Melodi
2. Ritim
3. Armoni

Melodi: Kulağa hoş gelen çizgisel hat.


Ritim:

Müzik tek bir şeysiz yapılamaz. ZAMANSIZ...

Müzik aslında zamanın tarifidir.

Müziğin zamanla ilişkisini sorgulayan bestecilerden biri John Cage "4


dk 33 sn" isimli bir eseri var. O süre içerisinde bir sessizlik var. Ve
herkesin çalabileceği bir eser. Tasavvufta da suskunluk var. Müzik
tarihine yepyeni bir açılım getiriyor.

Başka eserleri de var John Cage in. “120 yıl sürecek bir müzik”..
İnsan zihninin içerisine bir kod atıyor. Bunun için bir radyo istasyonu
kuruyor ve eseri başlatıyor. Do notası 120 saat, re notası 3 yıl, vs.
Müzik sadece bizim haz araçlarımızla tanımladığımız bir uğraşı
değildir. Müziği bir çeşit kavramsal tartışma ortamına çekiyor John
Cage. Bu tür deneyleri ilham vericidir.

Müzik ve Zaman sorununu düşünen bir besteciyim. Müzikte doku,


armoni gibi .. Bunlara YouTube dan bakabilirsiniz.

Batı Müziğinde üç notanın üst üste gelmesi teslisi, üçlemeyi yani


kiliseyi temsil eder.

Anadolu’da ikinci kızı olanlar saniye ismini koyarlar. İkinci olan


birincinin yani hakikatin yansımasıdır. Müzik ve tiyatro da
ikincillerdir. Sesin yansımasıdır.

Müzik yeteneği olmayan insanlar dijital olanaklar sayesinde müzik


yapabiliyorlar. Sorunlu müziği sorunsuz gibi vermeye çalışarak..

Ben şu anda Şemseddin Sivasî Hazretlerinin hayatını konu ettiği bir


tiyatro oyununa müzik yapıyorum.. Tasavvuf musikisinde neden
Tambur, ney, kudüm var da bağlama yok?

Dem sesi pergelin sabit ucudur. Diğer ucuyla her yeri dolaşabiliriz.
Sabit üç bizi eve döndürür.

Pergelin sabit ayağını kaldırdığımızda şu ses çıkıyor:

Güven duygusu, emniyet duygusu kayboluyor. Koşulsuz eşitlik..


korku filmlerinde kullanılan müzik budur.

Bizim Türk Musikisi dediğimiz müziğe Dede Efendi ne demiştir?


Diye sormuştum. Tanımlamalar meşhurdur batıda. Tanımlayarak mal
haline getirirler. Mevlana mesela..

Ama Dede Efendi Mevlana’yı yutmuş (anlamış) sadece ibadet ediyor?

Makamımız: kürdi /Hindi


Ritmimiz: Hicaz/Nihavend

Dede Efendi bir isim koymamış, adlandırmamış. Adlandırmak


gerekirse İstanbul Müziği diyebiliriz. Sibirya’da da yapılmış İstanbul
Müziği..

Konservatuarda çok şey öğretirler ama Suskunlar romanı bana daha


çok şey öğretti.

Çağrı filmini neden çok sevdik?

Ben çağrı filminin müzikalini yapıyorum. Onu yaparken yaşadığım


zorlu süreci anlatacağım ve örnekler vereceğim hiç korkmadan..

Sinemanın Dünyası: Dünya Sineması (Yusuf Kaplan)

4. Ders
24/11/2021

Sinemanın Zaafları

Çağı anlayamazsanız tanımlanırsınız. Tanırsanız tanımlamaya


başlarsınız.

Sinemayı anlayamazsanız içinde yaşadığınız çağı tanımlayamazsınız.


Anlayamadığınız bir dünyanın köleleri olmaktan kurtulamazsınız.

Şu anda içinde yaşadığımız çağ sinemanın doğduğu zamanki dünyayı


anlatıyor. Müslümanların anlamaları mümkün değildir. Çünkü
bağımsız değiller. Özgürlüklerini yitirmişler. İlk şok 19. Yy da
yaşanan sömürgecilik ve emperyalizmdir. 17. ve 18. Yy a kadar
gidiyor sömürgecilik. 15. ve 16. Yy da dünya gücüydük biz. Pax
Ottomana (Osmanlı düzeni) kurulmuştu. Sulh var bizde, selam
yurdu... Salah... Kurtuluş... Huzur ve sükun medeniyet coğrafyasına
hakim olmuştu.

Kendi dünyanızı kaybettiğiniz zaman başka dünyaların hakim olduğu


dünyada kaybolursunuz. Biz hiçbir zaman başka kültürlerin, başka
dinlerin hayatlarını cehenneme çevirmedik.

Müslüman en evrensel zihin kalıbına sahip olan kişidir. Şimdiki İslam


ülkelerinde kabile mantığı var. Sadece kendi gettosuna çalışıyorlar.
Sadece kendisi için çalışıyorlar. İlkelliktir bu...Başkasına omuz
vermektense, omuz vurmak ilkelliktir.

Efendimiz (sav)'in hayatımı etkileyen iki büyük hadislerinden biri,


"Müslümanlar bir bedenin uzuvları gibidir. Herhangi bir uzuv
ağrıdığında bütün vücut onu hisseder." MTO'nun da yaptığı şey bütün
Müslümanların önünü açmaktır.

✅ Sinema çağı kavrama konusunda çok iyi bir vasıtadır. Bu sebeple


sinema çağın ruhudur.

✅ Bir medeniyetin Zeitgeist'i, çağının ruhu negatif ve pozitif


özellikleriyle formlarında kendisini tezahür ettirir. En önemli formu
aynı zamanda en kötü zaafları olan formu da olabilir. Her alanda bunu
görebiliriz. Mesela zekat, namaz... Kılınan namaz insanı bütün
kötülüklerden, çirkinliklerden uzaklaştırması gerekir. Ama riya için
kılınıyorsa olmuyor. Namazdan alması gereken manevi tadı, istifadeyi
alamıyor. Sanatlarda da bu durum böyledir.

Şifreleri kırmak: Putları kırmaktır

‼ Form normunu dayatır.

Form: Sosyal medya formu. Kutuplaştırıcı, çatıştırıcı, parçalayıcı,


atomlaştırıcı, sıradanlaştırıcı.. Sosyal medyanın kodlarını, şifresini
çözerek, kırarak ve yeniden kurarak oluşturmak lazım. Şifre kırmak
demek putları kırmak ve bütün putperestlik biçimlerini yok etmek
demektir.

Şu anda Mekke sürecindeyiz. Önce çakıl taşlarını temizlememiz


lazım. İmanın, akidenin çok güçlü olması lazım. Dil kurulmalı...
Mekke sürecinde dil kuruldu. Efendimiz (sav), Asaletin nasıl diriltici
bir imkan olduğunu öğretti.

➡ Köklere ne kadar derin dalarsanız, asil, arı duru, tertemiz ve güzel


bir kişilik inşa edersiniz.

➡ Köklere ne kadar derin dalarsanız imkanlar asil, arı duru, tertemiz


ve güzel bir dil inşa edersiniz.

Asalete Kavuşmak

Asaletin kazanılması bir şeyin asliyetine kavuşmasıyla mümkündür.


İnsan asliyetine, hüviyetine kavuştuğu zaman asaletini kazanır. Yani
kişi kendi olduğu zaman asliyetine kavuşur, hüviyetine kavuşur, asalet
sahibi olur. Kendi olmayan, özünü yitiren kişi kendini özleyemez.
Kendini özleyebilen insanlara biz mü'min diyoruz. Yani kendine
güvenmeli…Yaratıcıyla kurduğu irtibattan sonra kişi kendine duyduğu
güvenle bu dünyada omuzları dimdik yürümeye başlar. Halifedir
kişi...Hem kendi dünyasında hem de dünyada emniyeti teminat altına
alabilir.

🔹 Kişinin kendini özlemesi demek, kişinin fıtratını yitirmemesi


demektir.

✅ Kişinin iki beni vardır: Kendi ve nefsi. Kendi olan iç beni (ruh)
yani enfüs.. Nefsi olan dış beni (beden), yani âfaktır.

1.Ben: İç ben: Kendi: Ruh: Enfüs


2.Ben: Dış ben: Nefsi: Beden: Âfak

✅ Kişi nefsini unuttuğu zaman kendini unutur. Nefsini unuttuğu


zaman nefsi kişiyi esir alır. Hızın, hazzın, araçların kölesi haline gelir.
Bu sebeple kişi nefsini durdurması lazım. Havf ve reca arasında DİRİ
olması lazım. Hayat sahibi olması lazım. Hayat "Hay"dan gelir. (Bu
kelimeyi kaldırıp yaşam kelimesini getirmek saçmalıktır)

Bir eğitim sistemi ruh yeşertmediği sürece yeni bir dünyanın


kapılarını açamaz.

Bir eğitim sisteminin amacı ruh vermektir, ruhunu yakalamaktır, gönül


fethetmektir. Bunu ancak Müslümanlar yapmaktadır.

🔹 Sinema artık felsefenin yerini aldı. Sinemayı alıp


dönüştüreceksiniz.
➡ Tevarüs
➡ Temellük
➡ Temessül
yaparak yeni bir dünya kuracaksınız. Hayalleriniz sınır tanımayacak.
Bizde ötelere ayarlı bir kalp ve ötelere ayarlı bir ruh vardır.

Müslümanların dünyada hakim olduğu on asırlık hiçbir süreçte


dünyanın cehenneme dönüşmesi söz konusu olmamıştır. Ne zaman
Müslümanlar hakimiyetini yitirmiş, dünya cehenneme dönüşmüştür.
Tarihe bakın, göreceksiniz.

Hindistan'da Müslümanları kıtır kıtır kesiyorlardı, pandemi durdurdu


bunları. Arap dünyasına baksanız tam bir cehennem. Kudüs'te
Filistinlilerin yaşadığı tam bir zulüm.

Norm form meselesi...Yani kimliğin inşası meselesi, kodların


çözülmesi meselesi... Çağın iyi tanınması meselesi... Çağı iyi tanıyan
insanlar kendilerini iyi tanıyan insanlardır.

İki ben : iç ben (ruh), kalp, enfüs


Dış ben (beden), afak

‼ Kişinin kendini özlemesi, asliyetine kavuşması, hüviyetine


kavuşması, özüne ulaşmasıdır. Kişinin iki beni olduğu için, kişinin
özüne ulaşması ölçüsünde nefsini aşması mümkün olabilir. Özüne
ulaşan insan nefsini ve dünyayı teslim alabilir. Böylelikle kişi
özgürlüğüne kavuşur.

Kişinin kendini özlemesi (öz:kendi), fıtratını özlemesi

✅ Fıtrat: Kişinin İlahi olanla buluştuğu noktadır. Bunu en iyi İhlasın,


takvanın zirveye ulaştığı noktada yaşarız. Bir kişi sokakta sıradan bir

insan gibi görünebilir ama insan-ı kâmil olabilir. O büyük insanların


yanına gittiğimizde edebden başımızı kaldıramayız. Başımızı
kaldırdığımızda gördüğümüz şey nurdur. Kalpten kalbe döşenen yol
vardır o anda. Dolayısıyla kişi fıtratını koruduğu zaman ihlas sahibi
olur. Kişinin kendini aşması demek İlahi olana adım atması demektir.
Kişinin özüne ulaşması melekûtî alemden süt emmesi demektir. Kişiyi
arı duru, tertemiz, meleksî varlığa dönüştüren budur.

💎 O sebeple Özlem çok büyük bir eylemdir. İnsanın yaratıcıyla


irtibatını kurduran bir haslettir, vasıtadır. Özlediği şey, bir şeyin özünü
yakaladığı şey kişinin iliklerine kadar hissettiği şeydir.

Bilme, bulma, olma yolculuklarında Sinemayı yeni bir dünyanın inşası


sürecinde kullanabilirsiniz. Sinemanın imkanlarını anlayamazsınız
kendi dünyanızı kurmakta zorlanabilirsiniz.

Bu sebeple,

➡ Şifre çözme
➡ Şifre kırma
➡ Şifre kurma

önemlidir.

✅ Postmodern çağın İbrahim'leri kod kırıcılardır. Şifre kırıcılardır.


Tekno paganizmin çukurundan insanlık böylece kurtulur. Bunu
yapamadığımız sürece istediğimiz kadar Kuran okuyalım, hadis
ezberleyelim olup biteni anlayamayız. Teknopagan düzeni ortadan
kaldıramayız. Tevhidi oluşturacak, arı, duru, tertemiz bir dünya
kuramayız.

✅ Çağın araçlarının kölesi haline gelen çocukları insanın özüne,


çağın özüne, hakikatin özüne vakıf olamadıkları için özlerini ve

özgürlüklerini de kaybederler, özlemenin ne kadar diriltici olduğunu


bilemezler.

Sinemayla Düşünme Nasıl Mümkün Olur?

Bu konuda "Çağdaş Küresel Medeniyet" kitabında Teoman Duralı


hoca bu konuya dikkat çekti. (Bu kitap 100 kitap listesinde olan
mutlaka okunması gereken bir kitaptır.)

Modern batı uygarlığı din dışı bir uygarlıktır.

1648 Restolya düzeniyle birlikte hayata geçirilmiştir.

✅ BÜTÜN VAR OLUŞUN KAYNAĞI DİNDİR. BÜTÜN


MEDENİYETLERİN KÖKENİNDE DİN VARDIR. SADECE
MODERN BATI UYGARLIĞI DİN DIŞI, SEKÜLER, LAİK,
PAGAN BİR UYGARLIKTIR. BU ANCAK İNSANLIĞI
FELAKETE GÖTÜREBİLİR.

✅ DİN HER ŞEYİN KÖKÜ DEMEKTİR. KÖKLE GÖK


ARASINDAKİ BAĞI KURAN KÖK DEMEKTİR. ASIL
DEMEKTİR. Bu bağlar kopunca dünya yaşanılamaz bir cehenneme
çevrilir. Toplumlar, kıtalar mahvolur. Biz geliyoruz. En mükemmel
şekilde geleceğiz. Müslümanlar bu toprakların umududur. Biz
hakikatle derinlemesine buluştuğumuz zaman dünyanın kapıları
açılacaktır önümüze. Çünkü biz saldırarak, tecavüz ederek
savaşmıyoruz. Bizde (fıkıhta) savunarak savaşma vardır, saldırarak
savaşma yoktur.

Batı'da insan acziyet içindedir. Araçların kölesine dönüşmüştür.


Herkes birbirinden korkuyor. Sadece bir Müslüman insani tavrı
gösterebilir onlara. Fedakarlık, kanattıralım, kardeşlik duygusu,
çıkarsız muhabbeti, musafahayı, sohbeti, sahabe ruhunu gördükleri
zaman anında teslim bayrağını çekeceklerdir. Sizin normal komşuluk
ilişkinizi sürdürmeniz yeterlidir. Bir yaşlının elinden poşeti almanız

yeterlidir. Adamlar yaşlandıkça itilip kakılıyor Batı'da. Bizde yaşlı


insanlara hizmet ederiz. Bizde yaşlı bilge insandır. Büyük de küçüğü
sevip sayar.

Bütün sanatların, bütün düşünme biçimlerinin, bütün bilimlerin


KAYNAĞI DİNDİR. Tony Benn "BÜTÜN MEDENİYETLERİN
KAYNAĞI DİNDİR." diye söylemişti on ciltlik kitabında. Bu kitabı
MTO çocukları okuyacaktır. "İbni Haldun'dan sonra yazılan bütün
tarih felsefesi kitapları İbni Haldun'a düşülmüş bir dipnottur." demişti
Tony Benn.

🔹 Sinemanın en önemli avantajı bize kıyas yapma imkanı sunmasıdır.

🔹 Sinema dünyaya, eşyaya ayna tutabilir.

🔹 Sinemayla felsefenin meselesi Tanrı meselesidir.

Sinema ve Din Meselesi

Bütün sanatların KAYNAĞI dindir demiştim. Sadece modern, seküler,


batı uygarlığı hariç desek de diyemiyoruz. Dinden köklenmese bile
modern batı uygarlığı dinin dilini kullanıyor. Roman bu şekilde ortaya
çıktı. Terry Eaglton edebiyat teorisyenidir. Edebiyat eleştirmenidir.
Marksisttir.

Sanatın, bilimin, yapıp ettiklerimizin kaynağı dindir demiştik.

İnsana aleladeyi anlatarak fevkaladeye ulaştırmak...

Herhangi bir şeyi insanın dış görünüşünden kurtarmak ve iç dünyasına


ulaştırmak. Sözüne, gözüne, iç gözüne kavuşturmak sanat ve bilimle
mümkündür.

‼ Hakkı'n hakikatleri sûretlerde mahcuptur (gizlenmiştir). Sûretlerle


tecelli eder. Yani normlar formlarda gizlidir. Allahu Teala'nın bütün
isimleri ve sıfatları bilimlerde ve sanatlarda tecelli eder.

✅ Allahu Teala'nın CELAL sıfatları bilimlerde, CEMAL sıfatları


sanatlarda tecelli eder. Bütün bunları içine alan sıfat ise KEMAL
sıfatıdır.

Modernlikle birlikte din dışı bir uygarlığa geçilmiştir. Batı uygarlığı


marjinal bir uygarlıktır. Dünyayı cehenneme çevirmelerine, bizi
korona hapishanesine tıkmalarına rağmen batı uygarlığı özgürlüğün
kaynağı olarak biliniyor gençlerimiz tarafından. Amerikalılar
Amerika'yı Holywood'u icat ederek icat etmişlerdir. Sonra inşa
edilmiştir. Amerikan fikri Holywood üzerinden icat edildi. Göçmen
toplum vardı Amerşkda. Amerika'daki dil birliğini, duygu birliğini,
ruhunu, karakterini, kişiliğini Holywood sağladı. AMERİKAYI
SİNEMA KURDU. Sinemanın zaaflarını temsil eden, izleyiciye
narkoz veren, izleyiciyi sömüren, popüler, klasik Holywood sineması..
Kültürü, felsefesi, müzik kalitesi, tarihi olmayan Amerika'nın
barbarlık tecrübesi olmuştur (???) Propoganda makinasıdır.

Propoganda işlevi gören hakikati öldürür. Holywood kitlelerin


afyonudur. Şimdi de sosyal medya kitlelerin afyonudur.

İlk sinema salonları seküler kiliseleri andırıyor demişti (???). Yani


herkes bir salona yerleştiriliyor. Verileni alıyor.

✅ Grekler'de tiyatro bir ibadet biçimidir. Bütün trajediler (tragedia),


sahnede oynanan bütün oyunlar bir ibadet biçimidir. Sahnede oynanan
bu oyunlar (Yunan babalarının oyunları) dinsel birer ayindir.
Holywood buradan beslenmiştir (Aristo bunu Poetika kitabında güzel
anlatmıştır). Klasik Holywood popüler sinemanın dil yatağıdır.m2400
sene önceki köklerden beslenmiştir. Aristo olmasaydı Holywood
olamazdı. Aristo olmasaydı roman olamazdı. Katarsis (günah çıkarma)
burada ortaya çıkar.

Terry Eaglton;

➡ Din hayattan çekildi, dinin yerini roman aldı.


➡ Roman dinin dilini kullanmaya başladı.
Dedi.

Dinin dili derken Katarsise, günah çıkarma seansına dönüştü. Roman


hazma ve okuma biçimleri günah çıkarma seanslarına dönüştü. O
sebeple bizde roman gelişemezdi. Hay b Yeksan roman değildir.

Adamlar 15,16,17. Yy da romanı, Holywood'u kurarken köklere


gittiler. Rafael'in Atina Okul tablosu var. Eflatun elini göğe kaldırıyor,
Aristo yeri işaret ediyor. Biri göklere bakıyor, tanrısal olandan
besleniyor, diğeri yerden besleniyor. Orada kenarda İbni Rüşd de
vardır.

Klasik Holywood, Grek tiyatrosundan ve çağdaş romandan beslendi.


Arınma biçimi... Grekler'de ibadet biçimi olan tragedia popüler
sinemada melodrama, seküler bir ayine dönüşüyor. Dinden kurtuluş
yoktur.

Kitap tavsiyesi:
➡ İbni Hişam’ın siyer kitabını tavsiye etmiyor Yusuf hoca

➡ En güzel Siyer kitabı : İlk Bahar

➡ Çağdaş Küresel Medeniyet (Teoman Duralı)

➡ Poetika (Aristo)

Sinemanın Dünyası: Dünya Sineması (Yusuf Kaplan)

5. Ders
01/12/2021

Sinema-Şiir İlişkisi

İnsanın, Eşyanın, Dünyanın ve Hakikatin Kavranması Sürecinde


Sinema-Şiir İlişkisi

Büyük formdan bahsetmiştik. Medeniyetlerin büyük kriz yaşadıkları


zamanlarda medeniyetler o krizleri aşmak, anlamak ve
anlamlandırmak için büyük formlar geliştirirler. Karanlığın en zifiri
anı şafaktır. Zifiri karanlık aslında Allah'ın rahmetinin tecelli ettiği
andır. Zalimlere karşı mazlumların ahının işitildiği andır.

🔹 Nur hakikatin bizatihi kendisidir, hakikatin yansımasıdır. Hakikati


ihlaslı bir şekilde yaşayana Allah'ın lütfettiği bir lütuftur Nur.

Hikmet Kavramı

Kur’an-ı Kerim’deki Hikmet kavramı o kadar derin ve muazzamdır


ki... Elmalılı 18-19 Hikmet'in manasını zikreder.

🔹 Hikmet: Olma : Son safha

"Hikmet'inden sual olunmaz"

Hikmet'in KAYNAĞI: Kuran'ı Kerim

3 Hikmet'ten bahsediyoruz

Sinemayı çağın ruhu olarak en imajinatiff bir şekilde şiirle nasıl


kullanırız?

Alîm-Hakîm-Basîr-Kadîr

Alîm:İlim sahibi
Hakîm: Hikmet sahibi
Kadîr: Kudret sahibi

Kur'an-ı Hakîm deriz. Kur'an-ı alîm yada Kur'an-ı basîr demeyiz.


Buradan şu sonuç çıkar: Hakîm; Alîm, Kadîr ve Basîr'i ihtiva eder.
Yani hakimiyet Allah'ındır. Bunu anlayan insan insanlaşır. Kamerayı
silah olarak kullanmaya kalkışmaz. Kameranın, hakikatin izini sürme
sürecinde nasıl muazzam bir imkan tanıdığını görür. Hakim olan,
hükmeden, noktayı koyan Allahu Teala'dır. Kişi noktayı koymaya
kalkıştığı an ipin ucunu kaçırır. Kişi nokta olmaya çalıştığı an yücelir.
Her şey bir nokta olabilmekte gizlidir. Nokta her şeyin özü, özetidir.

⭐ Hikmet kavramı, İslam düşünce tarihinde hakettiği derinlikte


incelenmedi ve üzerinde kafa patlatılmadı.

Aslında bizim anlamaya çalıştığımız Hikmet'i Müslümanlar yaşadılar.


Hikmet'i, kemal merdivenlerini tırmanma yolculuğu, insan-ı kamil
yolculuğu olarak görerek okuyan Müslümanlar hakikati yaşadılar. Anı
yaşamak yok olmak demektir. İlmu'l vakt olmak bütün varlığı
kuşatmak demektir.

Şu anda simülasyonlar çağında yaşıyoruz. Algı aklı çarmıha geriyor.

Biz Hikmet'i anlamaya çalışıyoruz. İlmi, irfanı, Hikmet'i biz (MTO)


gündeme getirdik. Bilmiyoruz. Bütün eylemleri bu üç sütun üzerinden
şekillendiriyoruz. Tabii Doğu ve batıdan da besleneceğiz ama kurucu
kavramlar vasfında bir dünya kurulmasında ve medeniyet
yolculuğunun yapı taşlarının düzenlenmesinde kendi kavramlarımızı
kuracağız. Şu anda Türkiye'deki entelektüel hayat sefalet bir durumda.

Kuran'dan beslenmediği için, kaynağını yitirdiği için sürekli başka


yere kaynak yapıyor. Bu durumda yok olmak mukadderdir.

Dolayısıyla;

➡ Şiir, hakikatin izinin sürülmesi, kişinin derdini bilmesi, hakikate


dokunmanın, değmenin verdiği lezzeti yaşayabilmesidir.
➡ Şiir, ulaşılamayana ulaşma amacı, dokunulamayana dokunma
aracı, duyulamayanı duyma ve duyurma aracı, imkanı ve mekanıdır.
➡ Şiir beşeri olanın bittiği yerde başlar.
➡ İlahi olanla beşeri olanın buluştuğu noktadır.
➡ Kişinin aşkınlaştığı an şiiri yakaladığı ve yaşadığı andır.
➡ İlahi şiarların ışığında nebevî şuurun iliklerine kadar işlenmesi
durumunda söz konusu olur şiir. Dolayısıyla kişinin kendini aşma
durumu tavan yapar.
➡ Kur'an-ı Kerim'de Şuara (şiirler) sûresi vardır.
➡ Beşeri dilde muhatap alınan en önemli dil şiir dilidir. Kur'an-ı
Kerim muhatap aldı, unutmayın.
Şiir ilahi olanla beşeri olanı buluşturur. Vahiy kesildiğinde aşkınlaşır...

Büyük düşünürler şiirin gücünü farketmiş ve şiir söylemişlerdir.


Mesela Nietsche'ye filozof demek hakarettir. Nietsche şairdir ve
şiirdir. Bir atın sahibini atı dövmesi üzerine, ata sarılması ve onunla
özdeşleşmesi ve akli melekelerini yitirmesi çok yüce bir davranış
biçimidir. Ümmîlik budur. Kişinin kendini aştığı andır. Şiirin
zirvesidir.

Nietsche nihilizm olmak zorundaydı. Çünkü modernite aklın


aşırılıklarını hakim kıldığı için dünyayı ve Avrupa'yı cehenneme
çevirdi. Aklın, devletin putlaştırılması, vs. Hegel de bunu hissetti.
Alman ruhu icat etmekti onların derdi. Bizim de bu topraklarda her
dem diri tutacak, her dem canlı tutacak, bil fiil umut olmasını
sağlayacak, umudu diri tutacak esaslı bir yolculuk yapmamız lazımdır.

Derdiniz ne kadar büyükse dünyanız da, hayalleriniz de, ufkunuz da o


kadar büyüktür.

Derdiniz kadarsınız.

Hakimiyet kurmanız ne kadar büyükse o kadar küçülüyorsunuz


demektir. Hakimi olduğunuz şeylerin mahkumu olmaktan
kurtulamazsınız. Araçların kölesi olmaktan kurtulamazsınız.

Şiir insanı inceltir. İnsanı, görünenlerin ötesindeki görünmeyenleri


görmesini sağlar. Şiir Allah'ın bir lütfudur. Bütün medeniyetler
şiirselle zirve yapar. Şiirsellik, kendini aşmak demektir.

Şiir,
✅ Keşfedilmemiş kıtaları keşfe çıkmaktır.
✅ Şiirin bize kazandırdığı şey mükaşefedir. Bütün kapalı kapıların
açılması, perdelerin aralanmasıdır.
✅ İnsanı insan yapar. Has şiir kişiyi kendine getirir ve kendinden
geçirir. Bir şeyin köküne vakıf olmak, dokunmak... Bir mazluma
dokununca , bir kimsesize dokununca ruhunun dirildiğini görecektir.
Bir kişinin acısını paylaşması, bunu rencide etmeden yapması,
perdelerin kalkması en iyi şekilde SİNEMAYLA yapılır, bu
yaşanmışlığı en ateist insana, en inancını yitirmiş insana bile
yaparsınız sinemayla. Allah'ın merhamet kanatlarını germesi... Bunu
yaşayan insanlar vardır.

🔹 Şiir var oluşun zirvesidir.


🔹 Şiir oluş yolculuğunun zirvesidir.
🔹 Şiir aşkınlaşmanın adıdır. Aşkınlaşma biçimidir.

Şiir Rahmanî de olabilir, şeytanî de olabilir.

Kişi, fizik dünyayı aşma sonucunda istikametini yitirirse şeytani olana


da kapılar açılabilir.

ŞİİR HAS SİNEMANIN ZİRVESİDİR.

Sinemanın şairi Tarkovski'dir. "Şiirsel Sinema" kitabı ve


"Mühürlenmiş Zaman" kitabını okuyun

Büyük adamların öğrencileri de büyüktür. Parajanov

Medeniyet yolculuğu aslında şiirsel bir yolculuktur. Eşyaya dokunmak


ve dönüştürmek... Bir dünya inşa etmek... bir heykeltraş gibi
yontmak...

Bütün büyük dünyalar şiirle kurulur. İnsan İlahi alana değdiği ve İlahi
olanla irtibat kurduğu an bütün dünyaların kapıları açılır.

Hakîm
Hz. Peygamber Hikmet sahibidir.

Hikmet'le şiir arasındaki ilişki muazzamdır.

Hakimiyet kurmak şeytanidir. Hakimiyet kurmaya çalışıldığı an büyü


bozulur. Varlığın düzeni bozulur. Kosmos kaosa dönüşür. Ölümü ve
doğumu elinde olmayan bir varlığı tanrısallaştırır, hakimiyet kurar.

Kuran'ın zihin haritasında hem mülk alemi hem de melekût alemi


vardır. Varlığın hakikatini idrak edebilmek...

Me-le-ke kökü hem mülk alemi hem melekût alemini içerir. İki
dünyaya da bakar. “Kuran'ı anlayasınız diye Arapça indirdik” ayetinin
gerisindeki sır buradadır. Her şeyin çift yaratılması... Varlığın sırrına,
bütün yönleriyle (pozitif-negatif, görünür-görünmez) irdelediğin
zaman o şeyin sırrına ulaşıyorsun. Kuran'ı Kerim'de tek bir kökte
bütün anlamlar gizlidir. (Arapça'ya hakim olmak lazım)

Hikmet kavramında da bu vardır. Hakîm olmak ve hâkim olmak.. İkisi


de farklı anlam...

✅ Şiir beşeri olanın bittiği, İlahi olanın başladığı noktadır.


✅ Beşeri sözün bittiği yer şiirdir.
✅ Aşkın olana ulaşma imkanıdır. Allahu Teala'nın lütfudur.
✅ Has şiirin özelliği, rahmetin kapılarını açmasıdır. İnsanın idrak
edemediği şeyleri idrak etmeye başlamasıdır. Görünmeyen şeyleri
görmeye başlamasıdır.
Bir şeyin, eşyanın hakikatine dokunmak şiirdir. Peygamber'in yaptığı
şey budur. Hayata değmesidir. Hayatı bütün boyutlarına kadar
yaşaması...

İlahi şiar
Nebevî şuur
Beşerî şiir

🔹 İlahi şiar Mekke'de hayat bulur.


🔹 Nebevî şuur Medine'de hayat olur.
🔹 İnsan Medeniyet sürecinde Beşeri şiirle durur.

Şiiri kötüye kullanabilirler diye şairler uyarılmıştır.

Mikro ölçekte insanın kendisini, makro ölçekte medeniyeti inşa etme


sürecidir. İhya ve ifna etme (yok etme)

✅ Şiir medeniyetinin zirvesi İslam medeniyetidir.


✅ İslam medeniyeti şiir medeniyetidir. Rahmetin, merhametin,
adaletin, sulhün, selametin, silmin, hakkaniyetin, uhuvvetin
(kardeşliğin) hâkim olduğu yegane medeniyet tecrübesi, İslam
medeniyeti tecrübesidir.

İslam tarihinde de zulüm olmuştur. İnsan azman bir varlıktır. Ancak


diğer medeniyetlerle karşılaştırdığımız zaman dehşet bir tablo ortaya
çıkar. İslam medeniyeti hiçbir zaman cinayet işlememiştir, engizisyon
mahkemeleri yoktur, gulag takım adaları yoktur, Portekizlilerin
yaptıkları gibi kölelik istasyonları yoktur, Srebrenica katliamları
yoktur, Ebu Gureyb hapishaneleri yoktur. HZ. PEYGAMBER'İN
HAPİSHANESİ YOKTU.

Merhamet, rahmet şiirin en iyi ifadesidir. Şiirin insana en iyi


hissettiren şey görünmeyenleri görmesi, idrak edemediklerini idrak
etmesi, perdelerin kaldırılması, insanın önünün açılmasıdır. Velayettir
aslında...

⭐ ⭐ İnsanın kendisini en iyi ifade etme biçimi şiirdir. İnsanın


duygularını, düşlerini, dünyasını en soyut şekilde, en derinlikli
biçimde ifade etme biçimi şiirdir. Şiirin geliştiği yer, zirveye ulaştığı
yer HİCAZ YÖRESİ. Vahyin oraya gelmesi, beşerin kendini en iyi
ifade ettiği yere vahyin gelmesi Allah'ın rahmetidir. Hayatın ve
hakikatin en derin katmanlarına nüfuz etmesini sağlar şiir. Vahiy şiiri
aşıyor.

Şiir bütün sanatların anasıdır ve zirve noktasıdır. Sadece sanatların


değil bütün duyuş, düşünüş ve düş görüş biçimlerinin var oluş
noktasıdır şiir.

⭐ İnsan kendisini en iyi şekilde şiirle ifade edebilir. Keşfedilmemiş


kıtaları şiirle keşfedebilir.

Buraya kadar yaptığım yolculuk şu paragrafı kurmak içindi:

⭐ Bütün duyuş ve duyuruş biçimleri, bütün düşünme ve düş görme


biçimleri, bütün oluş ve var oluş biçimleri şiirle kurdukları ilişkiyle
orantılı olarak derinlik kazanabilirler. Çünkü şiir zamanı ve mekanı
aşma imkanlarına sahip yegane ifade, varoluş ve tecrübe biçimidir.

Dersimizin kalbi:

⭐ Vecd hali insanın önündeki perdeleri kaldırarak, insana eşyanın


görünmeyen hallerini, tatlarını, kokularını, dokularını tecrübe ettirir.
Ve d hali ins son yaşadığı boyuttan başka boyuta ulaştırır. Sınırlarının
kapılarını açar. Batı'daki ekstazi hali (uyuşturucu aldığı an) sınırlarının
hapishanesine tıkar insanı. Kapana kapatır. Dünyayı unutturur.

⭐ Vecd hali kişinin zamanı ve mekanı aşması, zamanda ve mekanda


kendine ulaşmasıdır. Dünyadan el etek çekmesi değildir. Hakikati
iliklerine yaşanmasıdır. Müslüman olma coşkusunu iliklerine kadar
yaşanmasıdır.

⭐ Vecd yaşanan anı, deryanın bütün özelliklerinin şifrelendiği bir


katreye yada ummanın bütün özelliklerinin toplandığı damlaya
benzetebiliriz. Veya bütün var oluş hakikatlerinin özetlendiği,
toplandığı, şifrelendiği, gizlendiği noktaya benzetebiliriz. Aslında
insan işte bu Derya'nın özü ve özeti olan katredir, ummanın özü ve
özeti olan damladır, eşyanın özü ve özeti olan noktadır. Velhasıl insan
alemin özü ve özetidir. İşte Şiir Öz'ün özlü sözüdür.

Şiir has sinemayla zirveye ulaşır. İnsanın görünür görünmez tüm


yollarının hissedilmesine sinemayla ulaşılır. Sözle, gözle, yazıyla ifade
edebilir.

Kitap Tavsiyesi:

Tarkovsky “Şiirsel Sinema" ve "Mühürlenmiş Zaman"

Sinemanın Dünyası: Dünya Sineması (Yusuf Kaplan)

6. Ders
15/12/2021

Bilimle İnsanın Dış Dünyasına, Sanatla İç Dünyasına Yapılan


Yolculuk

Bizim derdimiz sinema değil, hakikatin izini sürmektir. Bunu


sinemayla, felsefeyle veya sanatlarla yapabilirsiniz. Çağı ve insanı
anlama konusunda, hümanizmle birlikte insanın tanrılaştırılma
yolculuğuna rağmen sinema ilginç bir şekilde ortaya çıkmıştır.

Modernite dış dünyanın fethi mi? Sinema acaba moderniteye baş


kaldırı olabilir mi?

Sinema modernitenin dünyayı, tabiatı, insanı, varlığı kontrol ve


kolonize etme biçimlerine meydan okuma olabilir mi? Batılılar
(modernler) dış dünyanın fethine, sömürülmesine,
sömürgeleştirilmesine yoğunlaştı. Sinema, bütün sözlü, yazılı ve
görsel iletişim biçimlerinin kaynağı olarak modernlerin dış dünyayı
işgal etmelerine karşı bir isyan ve başkaldırı biçimidir.

✅ Sinema iç dünyanın keşfine doğru yapılan bir yolculuktur. Bütün


dünyayı, eşyayı, hakikatı anlama vasıtalarına karşı bir başkaldırı
hareketidir.

✅ Bilimle dış dünyayı fethettiler. Sinemayla insanın iç dünyasına


yolculuğa başladılar, sefere çıktılar. Bu aslında insanın
tüketilemeyeceğini gösteren bir şeydir. Siz isterseniz sadece dış
dünyayı kavramaya yönelik melekeleri harekete geçirseniz de, ister
istemez insanın asıl zenginliğinin içeride olduğunu, iç dünyanın
harekete geçirilmediği sürece hakikatin kavranamayacağını söyleriz.

✅ Dış dünyaya yapılan yolculuklarda insan aslında kendinden kaçar,


yaratıcıdan kaçar, hakikatten kaçar, yolculuk yapmaktan kaçar.

✅ Sinema postmodern bir sanat türüdür.

✅ Sinema, modern resim sanatına, romana, felsefeye bir başkaldırı


hareketidir.

Modernite spesifik olarak müzikte ve sinemada meydan okumayla


başbaşa kalmıştır. Bu muazzam bir yolculuktur. Batılıların müzik
sanatında katettikleri mesafe, resim sanatında kısmen katettikleri
mesafe....

Felsefe ilahiyatın hizmetçisidir (ortaçağda).

🔹 Roman aslında insanın iç dünyasıyla ilgilidir. Ama Batı'da


geliştirilmiş tür olarak bizim romanı geliştirmemiz mümkün değildi.
Çünkü romanda yazarın yaptığı şey, kilisede Papaz'ın yaptığı şeydi.
Papaz'ın rolünü yazar üstlendi. Özellikle modern dönemde günah
çıkarma esprisi romanda söz konusu olmuştur. Roman olmasaydı
sinema bu kadar güçlü bir şekilde gelmeyebilirdi.

✅ Bilim, dış dünyanın fethine dönük, sanatlar iç dünyanın keşfine


yönelik bir yolculuktur.

Enfüs ve Âfak

Bunların anahtarını Fussilet 53. ayet bize veriyor.

İslamın vahyinin, hakikatin kendisi olduğunu buradan anlayabiliriz.


Bütün bilimsel devrimlerin açıklamasını en iyi şekilde
yapabileceğimiz yer bu ayettir. Burada Kur'an-ı Kerim'in beşer üstü,
İlahi boyutunun ne kadar açık olduğunu görmüş oluyoruz.

İfrat tefrit olmasaydı Batılılar hakikatın eşiğine gidebilirdi.

Orta çağ (kilise çağı) ve modern çağ olarak ikiye ayırdığımızda Batı
uygarlığını Richard Sennett'in "Gözün Vicdanı" ve "Ten ve Taş"
kitapları mimarinin okunması ve modernitenin anlanması sürecinde
zihin açıcı kitaplardır. Bu kitapta Richard Sennett batı uygarlığının
kapanma süreci yaşadığını söyler.

✅ Kilise çağlarında dışa açılma fobisi vardır. İçe kapanma vardır.


Bunu mimari olarak güzel yapıyor Richard Sennett. Bunun
mimarideki karşılığı manastırlardır. Manastırlar dağın başındadır,
dünyadan el etek çekmiştir, toplumdan tecrid edilmiştir, çekilmiştir.
Ancak kendini inzivaya çekmiştir, "Tanrı'ya adamıştır". Manastırlar
sadece dini mabedler değil, aynı zamanda bilim mabedleridir. Aynı
zamanda bilim adamı olan bazı papazlar da islamdan beslenmişlerdir.

Avrupa'yı kuran islam medeniyetidir. Barbar kavimler kıtasıdır


Avrupa. Son derece ilkel, kaba saba, kültürleri olmayan bir kavimdir.
Kültürle, İslam medeniyetiyle tanıştıktan sonra tanıştılar. İnceliğin,
zerafetin ne olduğunu öğrenip kendi köklerine gittiler ve dil kurdular.
Latince'yi öğrendiler. Aurelius hem filozof hem kral. Çok çaplı zirve
adamlar yok. En zirve adam Thomas Aquinas...

➡ Kilise çağlarında içe kapanıyorlar, moderniteyle birlikte dışa


kapaklanıyorlar.
➡ Kilise çağlarında, Avrupa'da, orta çağda dışa açılma fobisi var.
Modern çağlarda içe açılma fobisi var.
➡ Kilise çağlarında dünyayı ihmal ediyorlar, modern çağlarda ruhu
ifna ediyorlar.
➡ Kilise çağları ifrat, modernite çağları tefrittir.

Sinema, felsefe ve teolojinin meselesi Tanrı meselesidir. Bu da


bilimlerle dış dünyanın fethi, sanatlarla iç dünyanın keşfine,
dolayısıyla insanın kendine keşfine doğru bir yolculuk yapılıyor.

Modernler bize felsefenin kilisenin hizmetinde olduğunu anlatıyor.

Nietsche "Modernin tanrısı bilimdir" diyor.

Felsefe bilimin hizmetçisidir. Modern dönemde felsefe diye bir şey


yoktur zaten.

Felsefe 2 türlüdür:
-Spekülatif felsefe (nazari)
-Pratik felsefe (ameli)

Spekülatif, gerçek felsefe, eşya Hakkı'nda, Tanrı Hakkı'nda


düşünülebilir. Pratik felsefe ise bilimdir. Moderniteyi inşa eden şey
bilimdir. Moderniteyi başlatan yolculuk sanattır. (İtalya'da Toskana'da
başladı. Doğanın özgür olduğunu keşfetti ressamlar. Özgür insanın
keşfine, kilisenin tasallutundan kurtulması başlamıştır.)

✅ Modernite fizik gerçeklik üzerine kurulmuştur.


✅ Modernite fenomenler üzerine kurulmuştur.
✅ Bütün sanatlar moderniteye başkaldırıdır.

Orta çağlarda dışa açılma fobisi hakim oldu, moderniteyle birlikte iç


dünyaya açılma fobisi ortaya çıktı.

🔹 Mimari olarak kilise çağlarında manastırları, modern dönemde


taşın ön plana çıktığını görüyoruz. (Paris'ten ben nefret ederim. Şehrin
merkezi korunur, içten dışa doğru büyür.) Taşın ruha, insana meydan
okuması vardır.

Modern seküler bilim fizik gerçeklik üzerinden inşa edildi.

Sanatlarda insan manevi bir hava sezer. Bu sebeple günümüzde


modern insan maneviyatı dinde değil, sanatlarda ve sanatla arıyor. Din

gitti. Kilise ruhsuz bir makinadır artık. Batı'da kilise sadece kurumsal
olarak vardır, durumsal olarak yoktur. Sanat insanın iç dünyasıyla
ilgilidir. İnsanın iç dünyası keşfedilmemiş kıtadır. Kimse kuşatamaz,
Allah insana ruhundan üflediği için, o da insanın iç dünyasında derc
edildiği için maneviyat içeride yeşermiştir.

Özellikle müzik sanatında ruhun terennümlerini besteler...???

İnsan özgür iradesiyle uzun soluklu yolculuklara çıkarabilir.

⭐ Allahu Teala'nın ruhundan üflediği ve Allahu Teala'nın isim ve


sıfatlarının mashargahı olduğu insanın iç dünyası keşfedilmemiş
kıtadır. Mümin olmayan insanlara da o yolculukta belli bir mesafe
katetme imkanı lütfetmiştir Allahu Teala.

✅ Modernizm, sanatlarda ortaya çıkan moderniteye başkaldırı


hareketidir. Modernizm ve din gibi bir ayırım vardır. Din modernizmle
değil, moderniteyle savaşıyor. Modernite de modernizmle savaşıyor.
Din moderniteye başkaldırıdır.

⭐ Dinle uğraşan insanlar modernizmi keşfetmeliler, SİNEMA


modernizmin en iyi vasıtalarından biridir.

🔹 Sinemanın doğduğu ortam olmasaydı Nietsche, Heideger, Picasso


çıkmazdı.

"Sinema hem Nietsche'dir hem de ötesidir" diye yazılar yazdım.

Kitap Tavsiyesi:

Richard Sennett'in "Gözün Vicdanı" ve "Ten ve Taş"


Siyaset Felsefesi (Bengül Güngörmez) (MTO 2. Kademe 1. Dönem)

2.Ders
01/11/2021

Aydınlanma Teolojisi

Bizim ülkemizde bu iki kavram nasıl bir araya gelir diye


düşünebilirsiniz. Genelde "aydınlanma düşüncesi" kavramları
kullanılır.

Kavramın kökünde "enlightment" yani "ışık" var. Kökeni skolastik


düşünceye gidiyor. Skolastikler ışık kavramını kullanıyorlardı. Işık
kavramı modern bir düşünce gibi görünse de kaynağı teolojiye
dayanır. Aydınlanmadaki ışık kavramı Skolastik düşüncedeki kutsal
ışığa denk gelir. Kutsal ışık İlahi olana, tanrısal olana, kutsal olana
gönderme yapar. Seküler ışık olan aydınlanmadaki ışığın ise dinle
iliskisi olmaması düşünülemez.

Aydınlanmadaki ışık tamamen dünyevi olarak düşünülüyor. Eski çağ


karanlık, yeni çağ aydınlık... Aslında ışık kavramını aydınlar değil,
skolastik düşünürler, teologlar yapmış. Bunlardan biri
AquanalıThomas.. Agustunos İlahi aydınlanmadan bahsetmiş. Platon
iyi kavramını Güneş'le ilişkilendirir.

Aydınlanma geleneğe savaş açıyor. Geri kalmışlık, adetlerin ürünü,


dogma olarak görüyorlardı geleneği. Bu sebeple aydınlanma geleneğe,
özellikle kilise geleneğine bir karşıtlık ifade ediyordu. Aydınlanma
düşünürleri geleneğe büyük bir savaş açtılar. "Aydınlanma geleneğe
karşıdır ama aydınlanmanın kendisi de bir gelenektir" demişti hocam
Prof. Dr. Hüsamettin Arslan. Bunu aklı ön planda tutan aydın birine
söyleseniz bunu kabul etmez. Geleneğin irrasyonel olduğunu söyler.

✅ Gelenek, geçmişten gelen, tecrübe edilen, deneye gözleme tabi


tutulamayan, sayısal olarak matematiksel olarak ifade edilemeyen,

laboratuvara sokulamayan bir şeydir. Mesela ayakkabımızı sağ


ayağımızla giyeriz. Bu kuşaktan kuşağa aktarılan bir şeydir. Dinsel
içeriklidir. Bunu aydın birine söyleseniz hurafe olduğunu, akla
uymadığını, bilime uymadığını söyler. Dolayısıyla geleneği
rasyonalize edemezler ve aydınlanmacılar geleneği reddederler. Ancak
kendileri de bir düşünce geleneğinden beslenirler. Bu gelenek Platon'a,
Yunan'a kadar gidebilir.

Aydınlanmacıların söylediği şey sekülerdir, dünyevidir. Sekülerlik


teolojik olanın dünyevileşmesiyle ortaya çıkan bir gelenektir. Aynı
zamanda rasyonalisttir. Rasyonalizm de Platon'a giden bir düşünce
geleneğidir.

✅ Descartes kutsal ışığı alarak sekülerize etmiş. Ve ismini


değiştirmiş. Aydınlanmanın kaynağına "reason" yani "akıl" demiş.
Kutsal ışık, skolastik düşüncenin modern düşünceye hediyesidir.

Sorumluluk kavramını
Otonomi (özerklik) kavramını
Tarih ve hafıza
Başlangıç
Yenilik
Dönüş
Kurtuluş
Tamamlanış
Dışsallaştırma
İçselleştirme
Somutlaşma
Bireysellik ve cemaat

Gibi kavramları onların dinsel anlamlarını dönüştürerek yine


Hristiyanlar yada incil geleneğinden devralmıştır.

Aydınlanma düşüncesinde Tanrı suretindeki "insan fikri" "insan


onuru" halini almıştır.
Batı'daki insan hakları

Karl Smith

"Olağanüstü hal" kavramıyla, hristiyanlıktaki "mucize" kavramını


ilişkilendirir.
"Kadiri mutlak devlet" fikrini, "kadiri mutlak Tanrı" kavramıyla
eşleştiriyor.
Kitap tavsiyesi: "Politik Teoloji (Siyasi İlahiyat)" kitabında bu
kavramlar geçer.

✅ Cumhuriyet döneminde bizde de aydınlanma düşüncesi önemliydi


ve bu ideoloji bizde "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir." sözüyle ifade
ediliyordu.

Gelenek fikri dinsel olarak ortaya çıkmış olmayabilir. Düşünce


geleneklerinden de ortaya çıkmış olabilir.

Akıl geleneğe meydan okurken bugün aklın kendisi bir geleneğe


dönüşmüş, kurumsallaşmış durumdadır. Aydınlanmacılar akılla ilgili
her şeyi eleştirdiler. Sadece
aklın kendisini eleştirmediler. Çünkü akla dayanarak her şeyi eleştirir
ve aklın kendisini eleştirmezseniz "aklın kilisesini" (Tauben) korumuş
olursunuz.

Akılcılık: Pozitivizm

Bizde ise cumhuriyetin akılcı yaklaşımı çok fazla sorgulanmadı.


Parçalanmakta olan imparatorluğu kurtarma projesi olarak ortaya çıktı
akılcılık (pozitivizm). Onun öncesinde İslamcılık, Osmanlıcılık,
Türkçülük gibi akımlar vardı. Bu akımlar öne sürüldü imparatorluğu
kurtarmak için. Cumhuriyet bunlardan Türkçülük ve Akılcılığı yani
pozitivizmi benimsedi.

✅ Aydınlanmacı ideolojiye sonuna kadar bağlı biri cenaze töreninde


"ışıklar içinde uyu" dedi. Biz geleneksel olarak "Nur içinde yat" deriz.
Bu dediği şey seküler olarak bir duadır. Sonuç olarak bundan teolojik
olandan kaçmamız zordur.

✅ Dinden kaçamazsınız. Kaçmaya, reddetmeye, görmezlikten


gelmeye çalışabilirsiniz ama yine dine geri dönersiniz.

✅ Dinden kaçamayız çünkü "dil kripto teolojiktir". der Jakob Taube.


Yahudi haham, filozoftur.

Kitaptaki en sonda olan kişidir. Kitabımın bir bölümünü ona ayırdım.

Kripto gizli demektir. Yani dilin içinde Teoloji öyle içkindir ki, siz
isteseniz de istemeseniz de o dili konuştukça mutlaka teolojik
kavramlar kullanıyorsunuz.

Bazıları aydınlanma düşüncesini hristiyanlıktan tamamen uzaklaşıp


Paganizmin yükselişi olarak değerlendirdi. Ben öyle düşünmüyorum.

Aslında rasyonalist gelenek mevcut dinin yerini almaya çalışan başka


bir düşünce geleneğiyle aydınlanmayı idealize edebiliriz.

Türkiye'de Aydınlanma ve Ziya Gökalp Teorisi

Türkiye'de "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" fikri hakim oldu ve


imparatorluğun yıkılma üzereyken bir kurtuluş projesi olarak
önümüze batı pozitivizmizi almak olarak bir fikir geldi. Atalarımız da
bu fikre sarıldılar. Bilimle, fikirle,mekanikleşeler yeni kurulacak
cumhuriyeti yeniden "ileri" devletler seviyesine getirme amacı
güdüldü. Bir tür bilimperestlik ortaya çıktı. Bunu yaparken Ziya
Gökalp'in meşhur teorisine yaslandılar. Yani "batının teknolojisini
alırız, hayat tarzını almış olmayız" diye düşündü. Kültürümüzü
vermeyiz diye düşündü.

Kültürle medeniyet belirsiz kavramlardır. Ancak ikisini birbirinden


ayırmak da neredeyse mümkün değildir.

Mesela teknik bir şeyi aldığınız zaman,


⁃ Doğrudan diliniz etkilenecektir.
⁃ Yaşam tarzınız değişecektir. (Tv sadece teknolojik aygıt olarak
girmedi hayatımıza. İnsanlar akşam birbirlerinde oturmaya gitmek
yerine evlerine kapanıp dizi izlemeye başladılar. Çocuklar kendi
odalarında, aileler ayrı odada izlemeye başladı. Şu anda bilgisayar
başında çocuklar. Anne babalarını dinlemek yerine youtuber ları
dinliyorlar. Yani teknoloji yaşam tarzını değiştirdi.

Ziya Gökalp'in dediği olmadı yani. Eğer bir teknik aygıtı alıyorsanız
yaşam tarzını da alıyorsunuz.

Bilimle ilgili teorileri de düşünelim.

Quantum teorisi
Rölativizm (görecicilik) teorisi

Bu bir formül. Teknik hayatımızı, eğitim hayatımızı etkiler ama


gündelik hayatımızı nasıl etkiler?

✅ Rölativizm yani görecicilik.. Sana göre, bana göre, ona göre...


Demokratik çoğulculuğu getirir. "Hoşgörülü" bir yapıya
inanabilirsiniz. Ama dinsel değerler konusunda, etik ilkeler konusunda
da rölativist olabilirsiniz. (Onun dini ona göre, benimki bana göre
gibi)

Batılılaşma Osmanlı'da Başladı

✅ Kavramların iktidarla da iliskisi vardır. Aydınlanma kavramını


toplumun bir takım elitleri, askeri elitleri savunmuştu. Pozitivist
okullarda okudu onlar, aydınlanmacı okullarda okudular. Bu bir anda
olmadı. Bu sadece cumhuriyetle Atatürk'le başlamadı. Batılılaşma
sadece Atatürk'ler başlamadı. Buna çok daha önce karar verildi.
Osmanlı'da, 3. Selim döneminde, Tanzimat'la birlikte Batılılaşma,
modernleşme hareketi başladı. Pozitivist okulları padişah Abdulhamit
kurdu. Burada yetişen Atatürk ve arkadaşları buradaki yenilikleri
cumhuriyetle birlikte daha da radikalize ettiler.

Cumhuriyet bir devrim değil rejim değişikliğidir. Bu devrim bile olsa


devrimler dahi bir gecede yapılmaz. Bu konuda fikrime
katılmayabilirsiniz. Bu konuda şu kitabı tavsiye ederim.

Kitap Tavsiyesi: İlber Ortaylı'nın "Osmanlı İmparatorluğunda Alman


Etkisi" ni okuyabilirsiniz

Aydınlanmayla birlikte ne değişti? Sosyolojinin babası Saint Simon

Batı'da ve bizde çok şey değişti. Saint Simon sosyoloji


babalarındandır. Seküler bir azizdir. Aydındır. Bilim adamlarıyla bir
araya gelip kendisine ilim ve bilime adıyor. Aslen kendisi mühendistir.
Projeleri olmuş bir adam. Aristokrat ailenin entellektüel çocuğudur.
Parası tükenince hizmetçilerinden birinin evine sığınıyor. Ve yazmaya

başlıyor. İşçi toplumuyla ilgili metinler yazıyor. "Geleceği nasıl inşa


ederim?" diye kendi projesini oluşturuyor. "Geleceğin toplumu bilim
toplumu olacak. Bilim adamlarının yönettiği bir toplum olacak.
Entellektüeller sorunların reçetelerini yazacak. Endüstriciler bu
reçeteleri uygulayacak. Toplum tasavvurunda sanatçılar ve aylaklar
olacak. Politikacılar ve askerler olmayacak. Öyle bir sistem olacak ki
barış sistemi olacak bu sebeple politikacılara ihtiyaç kalmayacak."
demişti. Sosyolojiyi kurdu. 1925'te öldü. Toplum bilimi yaratmak
istedi. İnsanların yönetiminden nesnelerin (şeylerin) yönetimine
geçeceğimizi söylemişti.

Düşünceleri bize ütopik gelebilir. Matrix filmini hatırlatabilir.


Matrix'de makinalardan çocuk oluyordu. Sensimon endüstriyalizmin
Peygamber'i olarak kabul edildi.

ibadet etme tarzları, müzik yapma tarzları, insanların yaşadığı mekan


rasyonalize edilmiş, değiştirilmiş Batı'da. Endüstriyeleşme
kentleşmeyi getirdi. Fabrikada çalışmak için köyden kentlere göç
oldu. Bürokratik kurumlara girdi insanlar. İşte orada nesnelerin
yönetimi hakimdir. İnsanların yüzüne bile bakmazlar buralarda,
bürokratik bir kağıt vardır ve ona göre işlem yapılır. Max Weber buna
itiraz etmiş. Bu durumda hayatın demir bir kafese döneceğini söyler.

Rasyonelleşmek büyünün bozulmasıdır. İrrasyonalist inançla ilgili


şeyleri irrasyonel olarak kabul eder. Bir insan akılcılığa aşırı derecede
bir vurgu yapıyorsa bu durum da irrasyonellik.

Aydınlanma Düşüncesinin Bize Kent Hayatını Hediye Etmesi

Endüstri toplumun kent toplumudur. Kent ve şehir kavramı


ayrılmalıdır. Şehir surların olduğu kültürün, ticari hayatın, siyasal
hayatın gerçekleştiği yerdir. Üretim gerçekleşmez. Üretici şehre gelir
parasını alır gider. Köylünün entelektüel hayatı yoktur. Şehir köylünün
üzerinden geçinen bir asalaktır. Kent ise, kentin kendisi bir üreticidir,
fabrikadır. İnsanlar koşuşturma içindedir kentlerde. Metrodan eve,
evden metroya. Kent hayatı üretimin merkezidir.

Kent deyince Georg Simmel aklımıza geliyor. Alman bir yahudidir.


Paranın Felsefesi, Metropolis ve Zihinsel Hayat metinleri vardır.

Kent kalbin değil, aklın, matematiğin, hesabın mekanıdır. Kentte


kalbinizle hareket ederseniz aldatılırsınız ve bir sure sonra yanılırsınız.
Modern kentler rasyonalitenin mekanıdır. Rasyonalitenin kent
yaşamından doğduğunu söyler Simmel.

Kavramlar değişmişti. Selamun aleyküm yerine "Tünaydın" kavramı


konuşmaya çalışılmış ama tutmamış.

Işık evleri de aydınlanmanın bir parçası.

Sessizlik ve Gece

Sessizlik ve gece modernitenin bize unutturduğu şeylerdir.

Kentlerde ışık dolu. Gece diye bir şey yok. Gece gidilen yerler gürültü
içerisinde. Batlar, araba sesleri, korna sesleri, evin içerisinde
televizyonların sesleri..

Sessizlikte düşünürüz, ibadet ederiz. İbadet edilen mekanlar bile sessiz


değil artık. Camilerde telefon sesleri yükseliyor.

Kaselerde otururken müzik sesi oluyor. Konuşmak için sesin


volümünü yükseltmeye başlıyorsunuz. Kütüphaneler bile artık chat
kafeye dönüşmüş durumda.

İki insan sessiz olarak oturup konuşabilirler. Bunu en iyi aşıklar


yapabilir.

İnsan sessizlikle düşünebilir, gürültüyle düşünemez.

Bununla ilgili kitap tavsiyesi: Sessizlik ve gece konulu


Belki Fransız modernitesinin yerine İngiliz modernitesini alsaydık


gelenekten kopmazdık. İngilizler daha çok geleneğe bağlıdırlar.
İngiliz'ler kraliyeti bile kaldırmadılar. Biz ise Fransız'lar gibiyiz.
Osmanlı'yı kuruttuk.

Çoğu şehirlerimiz kentleşti maalesef. Kuleler şehrin içine yapılmak


zorunda değil. Dışına yapın. Madrid'de öyle...

Örgün eğitim okumamış birine sosyolojiyle ilgili kitap tavsiyesi:

Sosyolojik Düşünmek Zygmund Bauman


Siyaset Felsefesi (Bengül Güngörmez)

3.Ders
08/11/2021

Modernitenin Teolojisi

Aydınlanmayla modernitenin ilşkisini bağlamak bakımından, Tanrı'nın


öldüğünü bahsetmiştik. "Tanrılar öldüyse yerine yeni tanrılar koymak
gerekir" diyor Nietsche. "Tanrı'nın yerine hayatı koyalım" diyor ve
nihilizm fikrinden kurtuluyor.

Modern de olsak, seküler olduğumuzu da düşünsek teolojiden


kurtulmak güçtür.

Modernite nedir?

Modernite şimdi ve yeniyi ifade eden bir sözcüktür. Modern şimdi ve


yeni demektir. Her çağda modern vardır. İlk çağlarda bile yeni bir şey
söyleyene modern demişler. Peki Moderniteden farkı nedir?

✅ Modernite, var oluşun merkezi olarak insanın Tanrıyla yer


değiştirdiği, efendi olmaya çalıştığı, bilimin ve teknolojinin
kullanımıyla doğanın sahip olmaya çalıştığı "seküler" bir alandır.

Modernitede insan kendi kaderini tayin eden kişi olarak ortaya


kurulur.
Bilimin ve teknolojinin kullanımıyla bilimi, tarihi kontrol altına
aldığını düşünür.

✅ Moderniteyi tragedya sanatının sonu olarak değerlendiriyorum.

Tragedyada harika bir kahraman varken hayatı ters türs olur. Bir
felakete uğrar. Trajik kahraman aşırı gururlu, öfkeli, fevri, hırslı
olabilir. Yaptığı hata hayatına mal olabilir. Biz böyle tragediaları

izlerken kahramanla özdeşleştiririz. Kendimizi onun yerine koyar


üzülürüz. Felaketle karşılaşan insanlara sempati kurarız.

Olası felaketleri önlememiz için gücümüz sınırlıdır. Talihimizin


üzerindeki denetimimiz kesinlikle alçak gönüllü olmalıdır.
"kaderimizi aklımızla kontrol edebiliriz" dersek tragedialar bunun
tersini söyler.

Tragedya mahvolmuş insanlara tepeden bakmamayı öğretir.


Kendi kaderimizi ne kadar kontrol edebiliriz, gücümüz ne kadar bunu
öğretir.

Modernite ise tragedyanın bitişidir. Modernitede insanın gücü


sınırsızdır. Bilme isteği olan insanın yapabilecekleri sınırsızdır. Aynı
zamanda modernite bütün bir tarihi kontrol edebileceği fikrini taşır.

İlerleme fikri, iyimserlik (optimizm) fikri insanın mevcut durumundan


daha iyiye doğru gittiği, mükemmele doğru gittiği fikri ortaya çıkar.

✅ Modernitenin insanın kendi kaderinin efendisi olacağına dair bir


iddiası vardır. Bu da evrenin merkezine Tanrı'nın değil de insanın
yerleştirilmesi ve bunu da bilimle teknikle yapılacağı düşünülür.

Madam Bovary tragedia örneğidir.

Güzel bir hayatı olan kahraman kendini felakete doğru yönlendirir.

Modernite

Nietsche "Gramere inanıyorsanız moderniteden kurtulmanız


imkansızdır." demiştir.

“Modernite yeni bir tür dinsel bakış içerir”diyen bir bakış vardır. Bunu
düşünenler dini elimine etmek yerine yeni bir dinsel bakış içerir.

✅ Modernite yeni bir tutarlı Teoloji oluşturma girişimidir.


✅ Modernite yeni bir tutarlı metafizik oluşturma girişimidir.

17.yy özel bir öneme sahiptir. Bu dönemde skolastik düşünce (daha


teolojik düşünce) din adına reddediliyor. Descartes, Hoopes, Bacon,
Copernic, Galileo
Bu arada nominalizm diye bir akım ortaya çıkıyor. Skolastiğe karşı
nominalizmin yarattığı bir devrim ortaya çıkıyor.

Nominalizm

Nominalistler her şeyin adlardan ibaret olduğunu düşünürler. Her şey


soyutlamadır. Önemli olan tikellerdir. Genel önermelerin hepsi
soyutlamadır.
Mesela bir kişi masa dediğinde nominalizm masanın bir kavram
olduğunu söyler. Ancak birinin masası dense gerçek olan o kişinin
masasıdır.

Platon nominalistlerden nefret eder. "Nominalistler tek tek güzelden


bahsettiler ama güzelin kendisini unuttular, asıl güzeli unuttular." der.
Nominalistler bu tür soyutlamalara karşıdırlar. Tikel olanı, somut olanı
ön plana getirmeye çalışırlar düşüncede.

En büyük soyutlama nedir?

Tanrı fikridir.

Batı'daki Tanrı fikri nominalistlerin hedefi haline geliyor.

✅ Thomas Hopes nominalizm hakimdir. Erdem, şeref, ahlak, inanç,


ruh, Tanrı diye bir şey yoktur onda. Onda maddeler vardır. Maddeler
birbirini iter çeker.

Siyaseti bilime dayandırmıştır.


Nominalistler devrimin maddi boyutu vardır. Kilise bunların ne


yapmak istediğini anlamıştır. Asıl derdi kilisenin sahip olduğu maddi
şeyler. Ocan ??

Mülkiyete karşı yaklaşımda bulunuyorlar. Tanrıyla insan arasındaki


kişileri aradan çıkarmak istiyorlar. Kilise bunları bastıramıyor. Ocan
görüşü kınansa da tesiri gittikçe büyüyor Batı'da. (1326-1339-1349).
150 yıl sonra bu fikrî hareket Avrupa'da en yaygın entelektüel
hareketlerden biri haline geliyor.

Buna eşlik eden diğer düşünce hümanizm 14. Yy da tartışılıyor.


Hristiyan hümanistler ve seküler hümanistler var.

Nominalistler ve hümanistler

Luther'in ortaya çıkışı

Luther deformasyonla birlikte reform yapmaya çalışıyor.

Luther Türkiye'de yenilikçi, modern olarak anlatılıyor. Kilisenin


kapısına isteklerini yazmış asmış. Radikaldir. Fundementalisttir..

Ne diyor Luther?

🔹 ”Benim din adamına ihtiyacım yok. Doğrudan doğruya kutsal


kitabı okuyup tanrıyı anlarım. Tanrı sözü felsefi olarak analiz edilecek
bir şey değildir. Kilisede aradaki din adamlarını çıkarırsak bizi inanç
kurtarır" diyor.

🔹 Tanrıdan insana değil insandan Tanrı'ya gidiyor. Hemen tanrıyı


anlayan, teolojik bilgisi olmadan kutsal kitabı anlayan bir insan.
🔹 Luther'in yapmak istediği şey kiliseden kurtulmaktır.
🔹 Luther incili ulusallaştırmak istiyor. Almancaya çevriliyor.

Hermüratik

Kutsal kitapları okurken onları anlatacak insanlara ihtiyacımız var.


Luther bunu reddedince...Doğrudan kutsal kitabı anlayabileceğimizi
söylüyor.

🔹 Hümanizm insanı, Luther tanrıyı ön plana koyuyor.

Skolastik düşünce krize girdiği için bu entelektüel kriz toplumsal krize


de neden olur. Düşünürler bu krizi aşmak için üç şey ortaya
koyuyorlar:

1. Hümanizm (insan önceliği)


2. Reformasyon (Tanrı öncelikli)
3. Modernite (doğa önceliği)

Düşüncedeki krizin toplumsal karşılığı din savaşlarıdır. 16. Yy ve 17.


yy 'da yaşanmış. Katoliklerin Protestanları nasıl öldürdükleri anlatılır.
O kadar insan ölüyor ki iki dünya savaşından daha fazla insan öldüğü
söylenir. Bununla ilgili Kraliçe Margot filmini öneririm.

Luther katoliktir.

Krizi çözmek için ilk hümanizm fikri ortaya koyuluyor. Tanrıyı ve


doğayı yorumlarken insanı ön plana almayı düşündüler.

Deformasyonda insanı ve doğayı yorumlarken tanrıyı ön plana almayı


düşündüler.

Modernitede ise doğanın önceliğinde krizi çözmeyi düşündüler.

Modern süreçte olan biten şey İlahi niteliklerin;


1. İnsan varlığına transfer edilmesi
2. Doğal dünyaya transfer edilmesi (evrensel mekanik nedensellik)
3. Sosyal güçlere transfer edilmesi (Genel irade fikri. Tanrı gibidir,
Tanrı gibi asla yanılmaz)

4. Tarihe transfer edilmesi (ilerleme fikri, diyalektik değişim fikri,


diyalektik materyalizm, Hegel aklın hilesi fikri.. Bunların hepsine
dinsel boyut katıyorlar)

Carl Löwith “Meaning in History” (Türkçesi güzel değil) diyor ki,

"Modernite seküler hristiyanlıktır. Hristiyan ideallerin


sekülerleşmesinin bir neticesidir."

Derken "Modernite ortaçağdan kopuş değil, ortaçağın devamıdır. Biz


modernler hala Hristiyanlığın içindeyiz. Ama bu Hristiyanlık deforme
olmuş hristiyanlıktır." Demek istiyor.

🔹 Bizde laiklik, kadın hakları, insan hakları, sekülerleşme diye dem


vuran batı bozulmuş hristiyanlıktan bahsediyor aslında.

Carl Schmidth, Hristiyanlıktan kopuşun tam olarak gerçekleşmediğini,


teolojik formların varlığını sürdürdüğünü çok iyi anlatır Siyasi İlahiyat
kitabında

Mesihçilik
Kurtuluş
Bin yolculuk
Mucize
Kıyamet

gibi kavramlar var. Bunların hepsi teolojik kavramlardır.

Marksizm= Bilimsel mesihçilik (modernite)


Her şeye kadir Tanrı= Her şeye kadir kanun koyucu (modernite)
Mucize= Olağanüstü hal (modernite)

Dolayısıyla teolojik formlar pek çok şekilde devam ediyor. İlahi olan
da politiktir diyen düşünürler de vardır. Çünkü ahiret, kıyamet, inanç
gibi kavramları sadece öte dünyaya ait kavramlar değil, bu dünyayı da
politik olarak düzenleyecek kavramlardır.

Kurtuluş fikri mevcut politik düzeye meydan okur.

Kurtuluş fikrini bu anlamda ikiye ayırabiliriz:


1. İlahi kurtuluş
2. Dünyevi, seküler kurtuluş (nasyonal sosyalizm, kominizm,
faşizm, kemalizm, pozitivizm, bilimizm, feminizm)

Kurtuluş fikri dinden gelir. Mesela cumhuriyetin kuruluş ilkelinde


bilgiyle kurtuluş vardır. Batı'dan gelen seküler bilgiyle kurtulacağımızı
inanıyoruz. 12 yıllık eğitim, üniversite, yüksek lisans, doktora vs.
Eğitimle kurtuluşa inanıyoruz. Bu bir pozitivizmdir. Bizim
devletimizin temelinde bu inanç yatıyor.

Günlük Yaşamdan Sanata kitabı (Gül'ün Adı kitabını da mutlaka


okuyun)

Umberto Eco, Roberto Vakka isminde birinden bahsediyor. Vakka


diyor ki "modernliğin tam ortasında, bilimin zirvesinde refah ve

müreffeh yaşarken yeniden Ortaçağ'a gerebilirsiniz. Nasıl olur? Salgın


çıkar herkes evlerine kapanabilir. Elektrik kesintisi olabilir. Ateş
yakılmaya yer kilitlenir. Katliamlar ortaya çıkabilir.

Orta çağ ile modern çağı ayıran şey nedir? diye soruyor

Benzerlikleri çoktur:

Orta çağda katedraller vardır. İnanılmaz büyük, üzerinde birçok


figürler bulunur, içerisi resim dolu, mistik ve loş bir ortam.. Orta
çağdaki katedralin karşılığı modern çağda reklam panosu, tv ekranı,
mistik çizgi romanlardır. Katedralin içinde önemli kişiler, resimler vs
var. Reklam panosusun içinde de yıldızlar, elit insanlar vardır.
Kilisenin renkli camlarından süzülen ışık vardır. Bugünün renkli multi
şovu ilişkilendirilir.

Orta çağda entelektüellerle halk arasında bizde olduğu gibi kopukluk


yoktur. Entellektüeller yeni bir şeyden bahsedince kutsal kitaplara
yada kendilerinden önce gelenlere atıf yapmışlardır. Geçmişle bağ
kurarak yeniyi söylemişlerdir. Ancak dinsel ayrışmalar vardır. Din
konusunda rekabet ve çatışmalar vardır. Bunun modern çağdaki
karşılığı "modern ideolojiler"dir.

Dominiklerle fransizkenler arasındaki çatışma modern dünyada


Stanilistlerle Troçkistler arasında görülebilir.

Orta çağda manastırlar vardı. Manastır ülkenin gözden uzak


köşesinde, içerisinde özel araştırmalar yapan insanların yaşadığı,
keşişlerin yaşadığı özel bir yerdir. Mesela keşişler manastırdaydın
imparator keşişlerden birini çağırır ve kendisine danışman yaparmış
yada bir yere elçi olarak gönderirmiş.

Bugün manastıra karşılık gelen yer üniversitelerdir. Üniversite


kampüsleri de şehir dışına yapılır. Orada akademisyenler çalışmalar
yapabilirler. Öğrenciler olur. Bazen devlet adamları o kişileri
bürokraside bir yere, kültür müdürlüğüne vs getirilirler.

Mezuniyet törenlerinde bize cübbe giydirirler. Bunlar dinsel öğelerden


kalan şeylerdir. Avrupa'da eğitim kurumları Hristiyan eğitim
kurumlarıyken sekülerleşmiştir. Biz de onları takip ediyoruz.

Türkiye'deki entelektüeller bu anlamda müttefik. Din değiştirmek


zorunda kalmışlardır. Sekülerizm de dindir.

Batı'da Tarih tasarımları üçlüdür, üç dönemdir:


İlk çağ (eski çağ)
Orta çağ
Yeni çağ (modern çağ)

Bu ayırımın üç aşamadan oluşmasının sebebi tarih tasarımın da


teolojik düşünceden geliyor olmasındandır. Tarih tasarımı teslisçidir:
Baba: İlk çağ
Oğul: orta çağ
Kutsal ruh: yeni çağ

Yani tarih tasarımının sekülerize edilmiş hali teslis inancındaki bu


üçlemedir.

Benzer örnek

Baba:İlkel komünal toplum,


Oğul: sınıflı toplum
Kutsal ruh: sınıfsız toplum

Auguste Comte'un teolojik evre, metafizik evre ve pozitif evre olarak


tarihi bölümlemesi teslisçidir. Bunun altında yatan düşünür fiyormuş
Yoakindir. Hristiyanlığın çok dogmatikleşti ve bir şey koyalım ortaya
reform olsun, yenilenme olsun demiştir.

Baba: Eski ahit imparatorluğu


Oğul: Hristiyan imparatorluk
Kutsal ruh: Son dönem

Bu tarih yapısı hala varlığını sürdürüyor, biz de batılaştığımız için bu


üçlemeyi devraldık.

Hocanın Modernite ve Kıyamet kitabını oku

John Grey gibi bazı düşünürler hristiyanlıktan kopulmadığını,


Hristiyanlığın devam ettiğini, modern dönemin de bir teolojisinin
olduğunu savundular. "Modernite bütün sekülerlik iddiasına rağmen
dinler tarihinden bir fasıl ve tarihin teolojik yorumundan başka bir şey
değildir." diyor John Grey

Dolayısıyla rasyonalizm çağı aklın kilisesinin olduğu çağdır. Bu aynı


zamanda Tanrı'nın krallığıyla eş anlamlıdır.

Modern, seküler politik hareketler ortaçağdan kalmış sekülerleşmiş


hareketlerdir.

Siyaset Felsefesi (Bengül Güngörmez)

5. Ders
22/11/2021

Pareto ve Pareto'nun Seçkin Kavramı

Pateto İtalyan bir düşünürdür. Oligarşik bir yönetim şeklini savunduğu


için pek çok insan faşistlikle suçlamıştır. Ama faşist değildir.
Kendisinden öncekilere tepki veren biridir.

Durkheim, Fransız devrimiyle, modernleşmeyle birlikte din ve ahlakın


zayıfladığını söylemiştir. Dinin yerine ne koyulması gerektiğini
söylemiştir. Yahudi bir sosyologdur. Sonrasında dinin dogmaları
yerine bir ahlak ortaya koyulması gerektiğini, bilimle birlikte bir ahlak
ortaya koyulması gerektiğini söylemiş. Pareto ise buna karşı çıkmış.
Bilim bir ahlak sağlamaz demiş. Bilim ancak benzerlikleri karşımıza
koyabilir demiş. Bu düşüncede Hume’dan etkilenmiştir.

Bireylerin değer sistemleri köklü bir biçimde birbiriyle benzeşmez.


Ancak toplum renklidir, birden fazla değere sahiptir. Ve toplumlarda
benzeşmezlikler vardır. Bunlar seçkin adını verdiğimiz az sayıda
şeylerdir.

Pareto sosyolojisinde kitle ve seçkin ayrımı vardır. (Niccola


Machiavelli Mac'lerle klasik politikanın bittiğini, modern siyaset
anlayışını savunmuştur.

Machiavelli’nin İtalya için yazdığı "Prens" kitabı bütün politikayı


etkilemiştir. Sevilmek mi istersiniz, korkulmak mı istersiniz? diye
sormuştur.) Ben de öğrencilerime derste soruyorum.

Seçkin misiniz değil misiniz? Düşünün…

Pareto'daki Seçkin Kavramı

Geniş anlamda seçkin


Dar anlamda seçkin: yöneticileri kapsar

Seçkin: Her biri kendi alanında başarılı olmuş ve meslek


hiyerarşisinde üst düzeye ulaşmış, az sayıda birey. Elit.

🔹 Seçkin kavramında derin, metafizik, ahlaki anlamda bir şey


anlayamazsınız. 🔹 Toplumun kendiliğinden ortaya çıkan
şahsiyetleridir.
🔹 Yaşam yarışında iyi not almayı başaranlardır.
🔹 Şanslı bir ailede doğarsanız seçkin toplumun içine doğarsınız.
🔹 Milli piyango çıkarsa seçkin grubunda olursunuz.

Seçkin olmak için iyi bir ailede doğmadıysanız yaşam yarışında iyi
not almış olmanız gerekir. Orhan Pamuk seçkin bir aileden gelmiştir.
Ben mesela böyle bir aileden gelmedim ama yaşam yarışında iyi not
aldım. Okullarda birinci oldum. Profesör oldum ve seçkin sınıfına
girdim.

Takibe her zaman güvenilmez ama çalışmaya güvenilir. Çok sıkı


çalışarak kaybeden görmedim.

Dar anlamda seçkin

Başarılı olanlar arasında siyasal yada toplumsal olarak yönetici


işlevini yerine getiren az sayıda kişiye yönetici seçkinler denir. Bir
toplumu anlamak istiyorsanız o toplumun seçkinlerinin nasıl olduğuna
bakmanız gerekir. (Pareto'ya göre)

Pareto'ya göre bu dünyada eşitsiz bir mal dağılımı vardır. Ama siyasal
rekabete göre güç, onurun dağılımı daha çok eşitsizdir. Az sayıda
insan yönetir, çok sayıda insan ya onlara tapar yada hileye başvurur.

Kitle seçkinler tarafından yönetilir. Çoğunluğu ikna etmeyi yada


yanıltmayı başarırlar.

Yasal yönetimde, az sayıda insan yönetmesi doğrudur demek gerekir.

İki tane yönetim aracı vardır:


🔹 Güç (iktidar)
🔹 Hile

Pareto bu fikri Machiavelli’nin fikrinden devşirmiş. Bir yöneticinin


tilki gibi mi aslan gibi mi olmasını istersiniz? Demiş.

🔹 Aslan'lar grubu kuvvet kullanımını yeğleyen seçkindir. (Güç)


🔹 Tilkiler grubu da kurnazlığa eğilim gösterirler. (Hile)

Politik liderin tilki gibi mi aslan gibi mi olmasını istersiniz?

Bir lider aslında iki niteliği de üzerinde taşıması gerekir. Sadece güce
dayanarak halk ikna edilemez yada uluslararası ilişkiler yönetilemez.
İkisi de olmalı...

Mosca adındaki düşünür... İtalyan.. Pareto'nun tezlerine yakın tezler


ileriye sürmüş. İktidarının meşruiyeti konusunda insanları ikna etmiş
olmalı gerekir.

Sokrates "gençler heyecanlıdır" der, sever gençleri. Aristotales ise


gençleri sevmez, yaşlıları sever. Gençlerin aklı bir karış havaları
hoşuna gitmez.

Gençler marksist teoriye hemen kapılırlar. Adaletsizliğin yanında,


yoksulluğa karşı çıkar, vs. Gençler çabuk kapılırlar. Marksist teoriyi
okumadan yörüngesine girerler. (İktidara gelince ise en kötü şeyi
yaparlar)

Pareto Marx'ın haklı olduğu yönler olduğunu söyler. Sınıf kavgasının


bütün tarihi belirlediğini söyler.

O dönemin kavgası işçi sınıfıyla burjuvazinin kavgası devrim olunca


son buluyor. İşçi sınıfın zaferiyle son bulacağına inanıyor Marx. Fakat
Pareto bu inancı eleştiriyor. Çünkü bu kavga emekçi sınıfın
diktatörlüğüne değil, ayrıcalıklı bir azınlığın egemenliğine ulaşacağını
söylüyor. Yani işçi sınıfın kendisi değil, işçi sınıfının adına
konuşanların egemen olacağını söylüyor Pareto.

Pareto'ya göre kaderimiz seçkinlerle karşılaşmaktır diyor.

İnsanlara mutluluk getirmesi beklenen devrim ideal olarak kalır.


Gercekte bir altın çağ olacaktır diye beklenir ama o altın çağ gelmez.
Meşhur lafları "güzel günler göreceğiz, her şey çok güzel olacak"
Neden şimdi değil de gelecekte?

Pareto bunu eleştiriyor. "Siz dünyanın en iyi toplumunu kurup devrim


de yapsanız mutlaka seçkinlerle bir araya geleceksiniz. Yani o
seçkinler sizi yönetecektir" diyor.

Pareto'ya göre tarihsel açıdan en önemli olgu: tarih aristokrasiler


mezarlığıdır yada aristokrasiler mezarıdır.

Ne demek?

Toplumların tarihi, oluşan, iktidara gelen, ondan istifade eden,


gerileyen, yerine başkalarını bırakan azınlıkların tarihidir.

Büyük toplumsal hareketleri anlamak için seçkinleri anlamak gerekir.


Seçkinler yukarıdan başlayıp sonra aşağıya düşebilirler.

Ülkemizdeki seçkinler kimler? Gelecekte seçkin kim olacak? Düşün


Osmanlı aristokrasisi, Fransız aristokrasisi, cumhuriyet aristokrasisi


neden düştü? (Aristokrasi seçkin sınıfı ifade eder, toplumun elit
kesimlerini ve yönetici azınlıkları temsil eder)

Askeri bürokratik aristokrasi toplumun elit kesimleridir. Çoğu


savaşlarda ortadan kalkmışlardır. Pareto'ya göre savaşlarda canlarını
ortaya koydukları için tükenmişlerdir.

Birkaç sene sonra canlılıklarını, güç kullanma yeteneklerini yitirirler.

Şiddetsiz toplum istemeyiz. Ama Pareto'ya göre şiddet eğilimi


olmadan toplum yönetilemez. Şiddet genellikle zayıflıkla da
birliktedir. İktidarda olanların torunları veya torunlarının oğulları
ayrıcalıktan yararlanırlar. Gelecekte muhafazakarların torunları
çocukları ne yapar?

Bu kişiler genelde kendilerini entelektüel konulara yada uygarlığın


yada sanatın yüksek zevklerine verirler. Bunlar ılımlı aristokrasilerdir.
Zayıflılıklarının kurbanı olarak ayaklanmayla devrilmişlerdir. Toplum
onları idare eder, kitle kabullenir. Mesela Fransız soylu sınıfı 18. Yy
sonunda tükenmiştir. Giyotinde can verdiler. Hümanizmi savundular.

İyi bir konumdasınız. Yeteneklerinizle oraya geldiniz. Ama


çocuğunuzun çocuğunda yetenek yok. Sadece sizin konumunuzdan
yararlanır. Ve o konumu boşuna işgal eder. Seçkinler arasında
onlardan olmayı hak etmeyen bireyler vardır. Kitleler arasında da her
an seçkinler arasına katılan bireyler vardır.

🔹 Rektör, yönetici, millet vekili dar anlamda seçkindir. Öğrenciler


kitledendir. Henüz seçkin değildir. Ancak çalışmayla seçkin gruba
geçebilirler. Ama onların çocuklarında bu yetenekler yoksa inişe
geçerler.

Bu koşullarda toplumsal istikrar Nasıl sürdürülür?

Pareto incelemiş

🔹 Elemek
🔹 Özümsemek

TÜrkiye cumhuriyeti elemeyi yapmıştır. En insancılığı sürgündür.


Avrupa'nın kolonileri bu iş için çok uygun olmuş. Kolonilerim en
önemli özelliği devrimcilere kaçış imkanı sunmasıdır. "Göç emniyet
sübabına mahkum olmayan toplumlar iç karışıklıklara sebep olur"
demiş bir düşünür. 15 temmuzda kaçanlar burada kalsaydı yeni
olaylara sebep olabilirlerdi. İngiliz'lerde özümseme olmuş

Her toplumun elenmesi ve özümsenmesi gereken potansiyel ve


önderleri vardır.

Pareto'nun bahsettiği sürgün dışındaki method ise öldürmedir. Cinayet


meselesi...

Seçkinler dolaşımı teorisi

Bireylere miras kalan yeteneklerle hiyerarşideki konumları arasında


tam bir uyum olumsuzluğu vardır. Seçkinlerden gelenler belli bir
konumda olurlar ama yeteneksizlikleri yüzünden toplumda
istikrarsızlıklara, düzensizliklere, şiddete sebep olabilirler. Ancak
seçkin bir grup uzun süre iktidarda kalırsa entelektüel hale gelir.

"Halk için din, yöneticiler için zeka gerekir"

🔹 Pareto, hukuğun, uygarlık ve akıl evreleriyle, dinsellik, inanç


evreleri arasında gidip gelmelerden oluşur.??

🔹 Pareto aristokratik değerler sistemine inanıyor. Kendisi de


soyludur. Genova'nın seçkin ailesinden geliyor.
🔹 Bilimin parlak olduğu o dönemde bilimciliği eleştiriyor. Akılcılığı
da eleştiriyor. 🔹 Sınırlarının bilincinde bir akıldan söz etmek

gerektiğine inanıyor. Akıl bize ahlak, metafizik öğretemez diyor. Yani


toplumun akılla düzenlenebileceği düşüncesinin saçma olduğunu
düşünüyor.
🔹 Toplum birliğinin bilimle sağlanamayacağını düşünüyor. Toplum
birliği ancak kişisel çıkarlarımızı toplumun ortak çıkarlarına bir
ölçüde feda etmekle olacağını söylüyor.
🔹 Toplum tutarlılığının inançla, değergamlıkla sağlanacağını
düşünüyor.
🔹 Bencillik egemen olmadan akıl başarı kazanamaz.
🔹 En parlak uygarlığa sahip toplumlar çöküşe en yakın toplumlardır.
Çünkü insanın geliştiği yerde kan dökmekten uzak olunamaz.
🔹 En hoş görülü seçkinler onları ortadan kaldıracak devrimleri davet
edenlerdir. Çünkü sert değillerdir.
🔹 Seçkinin ortadan kaldırma savının şiddeti artıracağını söyler.
🔹 Barışçılar savaş çıkmasına, hümanistler (insancıllar) devrinin
olmasına katkıda bulunurlar. (Türkiye'de olan)
Pareto çok sevilmemiştir.

Siyaset Felsefesi (Bengül Güngörmez)

6. Ders
29/11/2021

Bilim, Bilimizm, Pozitivizm ve Viyana Ekolü

Bilim Batı için ne ifade eder?

"Sonsuzluk Teorisi" isimli bir film var. Raman Ujan vejeteryan yemek
yiyemiyor ve veremden ölüyor. Ama kimse yemek yemediğini
farketmiyor. Bilimle uğraşan insanlar var. Raman Ujan Hintli...
Matematikçi ateist var. Raman Ujan aşkınlığı keşfetmeye çalışıyor.
Ülkesinde ayakkabı giyinmiyor. Amerika'ya gelince ayakkabı
ayağınınsıkıyor. Bu film Britanya ekolünün Hindistan'ı nasıl
sömürdüğüyle ilgili. Emperyalizmle ilgili. Kendisini bilimle uğraşan
insanlar kendilerini üste koyuyorlar. Raman Ujan aşkınlıkla, diğerleri
içkinlikle (dünyevileşmesiyle) ilgililer.

Bilim

Sosyolojinin kurucuları doğa bilimlerinden etkilenmişlerdir. Nasıl ki


doğa bilim adamları laboratuvarlarda deney yapıyorlarsa onlar da
toplumu laboratuvara sokmayı düşündüler. Toplumu bir organizmaya
benzettiler. Her organı toplumun bir parçasına benzettiler. Her birinin
işleyişi olduğunu, aralarındaki ilişkiyi keşfetmeye çalıştılar.

"Toplum bir makinadır" diyen olmuş. "Makinanın parçaları vardır.


Makina nasıl işliyorsa toplum da öyle işlemelidir" demişler. Toplumu
makinaya, organizmaya benzetmek, yapılardan hareket etmek vs
anlayış pozitivist yaklaşımlardır. Pozitivist yaklaşımın eksikliği şudur:
Mesela aileyi ele alıp işlevleri değerlendirilir. Ama ailenin ne ifade
ettiği konuşulmaz.

Kitap önerisi:

Bilimle ilgili okuyacağınız ilk kitap Hüsamettin Arslan'ın "Epistemik


Cemaat" (Bilim sosyolojisi Hakkı'nda yapılmış ilk doktora tezi)

Bilginin Gelişimi
Bilim Dedikleri
Kuğunun Bilimsel Devrimlerin Yapısı" (çok önemli)

Bilim sosyolojisi ve bilim felsefesini okumadan bilimle ilgili


konuşamayız. Bilimin kendisini konu haline getirmemiz lazım.
Maalesef Türkiye'de bu çalışmalar yapılmıyor. Bahsettiğim kitaplar
çok önemli.

Hüsamettin Arslan'ın "Pozitivizm Makalesi"ni okuyun mutlaka


internetten

Pozitivizm

Bazıları Türkiye'de orduculuk olarak değerlendirir pozitivizmi. Pozitif


olumlu, artı demektir. Negatifin tersidir. Olguculuk.. En genel
pozitivizm bilimsel bilgiye iman demektir.

✅ Auguste Comte kurmuş pozitivizmi. Bir din oluşturduğunu


söylüyor. Sevgilisine adıyor. (Hatta intihar etmeye çalışıyor. Sen
nehrine atlıyor.)

✅ Bizde Jön Türk'ler Fransa'ya gittiklerinde pozitivizmden çok


etkilenmişler. "Order and Progress (Düzen ve İlerleme)"in bizde
karşılığı "İttihat ve Terakki"dir. Auguste Comte bu ifadeyi ilk kullanan
kişidir.

Brezilya'nın bayrağında Order and Progress yazar. Onlar da çok


etkilenmişlerdir.

✅ Pozitivizm sadece sosyolojide değil siyaset biliminde, ekonomide,


felsefede, dil bilimde, psikolojide egemen olmuştur. Türkiye'de
psikolojide çok egemendir. Kartezyen felsefe ve Emp.in (??)
devamıdır. Batı entelektüel tarihinin dingin çivisidir. Bir anlamda
pozitivizm modernitedir.

✅ Modernitenin ne olduğunu öğrenmek isteyen herkes önce


pozitivizmi öğrenmelidir.

✅ Türkiye'ye has pozitivizm özellikleri vardır. Türkiye'nin entelektüel


cetleri (babalarımız) pozitivistlerdir. Cumhuriyetin ilk kurucuları
pozitivizmi benimsemişlerdir. Pozitivizm cumhuriyetin ilk kurucu
ideolojisidir. İttihat ve Terakki Paris'te örgütlendiği için kendi
örgütlerinin adını böyle koymuşlardır.

Descartes
Bacon
Hume

Nazizme ve idealizme karşıttır.

Pozitivizm bilimle ilgilidir.

Ortodoksi formudur.

Ortodoksi nedir?

Çoğunluğun kesin olarak kabul ettiği düşüncelerdir.

Her grubun bir geleğini olabilir.

Aydın biri olarak geleneğe savaş açmış olabilirsin. Heretiksin. Ama


başka biri de gelip aydına savaş açabilir. Neye karşı çıktığınızı, neye
isyan ettiğinizi düşünmelisiniz. Geleneği eleştiren aydınların da bir
geleneği vardır. Akıl geleneği, bilim geleneği, rasyonal gelenek.

✅ Pozitivizm zaman içinde ortodoksi bir form haline gelmiştir.


✅ Pozitivizm geleneğe karşı çıkar.
✅ Pozitivizm aydınlanmacı bir yaklaşım tarzıdır.
✅ Pozitivizmde Olguculuk vardır. Yani metafizik olan her şeyi
reddeder. Pozitif olan her şeyi kabul eder. Deney ve gözleme
dayandırılan şeyleri kabul eder. Dolayısıyla manevi alanı, aşkın alanı
dışlar. İçkinlikle kendini kurarak zaman içinde statiko haline gelmiştir.

Ortodoks olmak : kurala uymak


Heretik olmak: kurala karşı çıkmak

Ortodokslar çok düşünmezler, heretikler düşünürler. Çünkü düşünmek


eleştirmektir.

✅ Ortodoksi formuna göre bilim, deney ve gözleme dayanan, ispat


edilen kesin bir bilgidir. Dolayısıyla pozitivizm buna inanır. Ama
aslında bilim bu mudur? Aslında pozitivizm başka bir şey, bilimle
ilgili olduğu var sayılan pozitivizm başka bir şeydir. Gerçekte bilim
böyle işlemez. Bu sebeple bilimi ikiyle ayrımışlar:

Scientist in Action (Fiiliyattaki bilim)


Scientist in Text (Metindeki bilim)

Pozitivizm Bir Din Olarak Ortaya Konulmuş

Pozitivizm din gibi ortaya konulmuştur. Bilim adamı adeta bir Tanrı
gibi. Kesin bir hakikat yok. Hakikate ulaşmak entelektüelin
ütopyasıdır. Nihai anlamda hakikate ulaşmak vardır. Pozitivizmi göre
nihai doğru bilimin doğrusudur. "Tek hakikat bilimin hakikatidir, diğer
hakikatler yanlıştır" derse kendini bir dinle eşitlemiş oluyor ve
pozitivizm bir dine dönüşüyor. Bu da Newton'un "Uzay, Zaman,
Mekan" anlayışından geliyor. Newton'a göre evrende uzay ve zaman
mutlaktır. Böylelikle tek bir mutlak olduğunu ortaya koymuştu.

Sonrasında Einstein gelmiş ve "Uzay ve zaman görecelidir" demişti.


Böylelikle Einstein'e göre tek bir mutlak doğru yoktur. İnsanlar uzay
ve zamanda eylem yaptıkları ve düşündükleri için bunların görece
olduğunu söylüyor, bu anlamda Einstein "Rölativizm teori" yi
getiriyor. Sana göre, bana göre..

‼ Pozitivizm ilk darbesini Einstein'dan yemiştir.

Dünyadaki toplumların milliyetçilikle yönetilmesi pozitivizmi....


Buradaki milliyetçiliği bizdeki vatanı sevmek olarak düşünmeyin.
Ulusçuluktur yani. Nationalizm... Descartes'in kartezyen geleneği
realizm, empirizm, pozitivizm.

Viyana ekolü pozitivizmi

🔹 Felsefecilerin uğraştığı bir ekoldür


🔹 25-30 senede başarılı olmuştur.
🔹 En önemli etkisi metafiziğin tamamıyla terkedilişidir.
🔹 Düşünürlerinin çoğu Yahudi kökenlidir. Descartes'i reddederler.
"Sosyolojik Gelenek kitabını mutlaka okutun. (Yusuf Kaplan'ın
çevirisi)
Sosyalizmi kendilerine yakın görmüşlerdir. Kendilerini sosyalist
olarak görmüşlerdir.
Fen bilimlerinden felsefeye geçmiştir.

🔹 Türkiye'de pozitivizm ilk olarak fen bilimlerinde ortaya çıkmıştır.


Askeri Harbiye'de

⭐ Beşir Fuat bizde pozitivisttir.

Viyana ekolü pozitivizmin arka planı

1920 başlarında Viyana'da bulunan Moris Civic.. Kafelerde


toplanmışlardır. Avrupa'da kafeler çok önem arzediyor. Bu kafelere
görünmeyen kolej denir. Entelektüel sohbet yapılıyor. Bizde de birkaç
tane kahve var. Ama çok sesli...İstanbul'da "Küllük" var" çok önemli
edebiyatçılar oradan gelmiş geçmiş. Ama artık çok önem verilmiyor.

Neopozitivzim ve mantıksal empirizm adlarıyla alınır.

➡ Empirizm bilimsel bilgidir. Deney ve gözleme dayanan bilgi...


Üyeleri Mach ve Pierson. Pozitivizmin izinden gitmişlerdir. Mach
metafiziğin bilimle doğrulanamayacağını söylemiş. Ruh, Tanrı, özgür
irade gözle görülemediği için reddedilir. Ama sonrasında gözle
görünmeyen atomu sorguluyor. Deneyle gözlenmeyecek her şeyi
dışarıda bırakmayı öneriyor.

1879'da John Stuart Mill, aşırı empiristtir. Matematikçi.. Matematiğin


doğrularını bile empirik genellemeler olarak görür. Mill'den sonra
felsefenin mantık disiplini olduğu anlayışı yaygınlaşır.

Frege çıkıyor sonrasında ve felsefeyi ikiye ayırıyor:

➡ Meşru felsefe matematik ve mantık kapsamına giren felsefe


➡ Gayri meşru felsefe matematik ve mantık kapsamına girmeyen
felsefe

Frege bilimsel felsefeyle metafizik felsefe arasında bir ayırım


yapıyor..Ve günümüze kadar geliyor. Bundan şunu çıkarıyoruz:
Metafiziği her yerden dışlamışlardır. Felsefeden bile metafiziği
ayırmaya çalışıyorlar.

Frege'den sonra Russell

"Matematiğin İlkeleri" çalışmasında matematiği mantıksallaştırıyor.


Matematik ve mantığın aynı şeyler olduğunu söylüyor. Bilgi

teorisindeki yazıları geleneksel metafiziğe düşmanlığı körüklemiştir.


Metafizikten nefret eder. Ona göre felsefenin amacı empirik bilime
temel sağlamaktır. Felsefe de bunu metot koyarak yapar. Metodunun
adını "Mantıksal Empirizm" koymuştur.

🔹 Türkiye'deki solcular empirizme savaş açmazlar, empiristtirler.

Göze dayalı gelenek


Kulağa dayalı gelenek

Grekler'de "logos" kavramı vardır. Logos hem söz hem akıl demektir.
Batı düşünce geleneğinde bazıları sözü bazıları da aklı vurguluyor.
Kartezyen ve kıta Avrupa'sı geleneğine göre farklı farklı yorumlanıyor.
Kıta Avrupa'sında söz ve dil olarak vurgulanır.

Ortaçağ Avrupa'sı Aristotales in fikirlerini benimsemişlerdir. Tanrı


sözdür. Söz İsa'dır. Tanrı insanlarla diyalog kurmak için sözü
düşünmüştür. Kartezyen gelenekte doğru bilgi matematikle ifade
edilen bilgidir.

Bununla ilgili kitap "Sözün Düşüşü" (Jackques Ellul) tanrı sözünün


nasıl aşağılandığı, gözün nasıl yükseldiğini, gözün anlamlı hale
geldiğini anlatır.

Aslında düşünme organımız kulaktır. Görüntü kendisini zorla kabul


ettirir. Ama kulağınıza gelen şeyi düşünürüsünüz. Eleştirirsiniz, ister
kabul eder ister etmezsiniz. Nesneden gelen şeyi sorgulamazsınız.

⭐ Dille düşünürüsünüz. Tarihten gelir. Empirizme savunanlar tarihe


kapalıdır.

⭐ Teknoloji göze dayalıdır. Modern uygarlık göze dayalıdır. Gözün


egemenliğindedir.

Kısaca Viyana ekolü bilim dışında her şeyi saçma kabul etmiştir.
Bilime tapan, bilim sevici bir yaklaşım tarzını miras bıraktı.

Feyerabend'in şu kitapları nefistir. Bilimle ilgili okuyun..

Özgür Bir Topluma Karşı Bilim


Yönteme Karşı
Kendi Otobiyografisi

Pozitivizm Eleştrimenleri Pozitivizmin en büyük eleştirisini Frankfurt


Ekolü yapmıştır.

➡ Lunn (?) da eleştirir. Bilimin olgulardan değil, paradigmalardan


oluştuğunu söylemiştir.

➡ Frege (?) bir de pozitivizmin en büyük eleştirmelerindendir.

➡ Hayek de eleştirmenlerden. "Kölelik Yolu" kitabı müthiştir. Bütün


solculara öneririm.

➡ Scott'un "Devlet Gibi Görmek" kitabı da pozitivizmin eleştirisidir.

Weber şunu sorar: "Modern insan geçmişte ok atan insandan üstün


müdür?"

Ok atan insan okun yapısını, neyden yapıldığını, özelliklerini, hangi


eğimle atarsa nereye gideceğini bilir. Ama modern insan hızlı trene
biner ve gider. Fizik yaslarını düşünmez. Dünyayı ne kadar
anlayabilir? Bu anlamda bilim bize ne vaat edebilir?

"Lorenzo'nun Yağı" filmi inanılmaz bir bilim eleştirisidir.

Kitap Tavsiyeleri:

➡ Epistemik Cemaat (Hüsamettin Arslan)


➡ Bilginin Gelişimi (Hüsamettin Arslan)
➡ Pozitivizm Makalesi'ni internetten bulabilirsiniz (Hüsamettin
Arslan)
➡ Bilim Dedikleri (Alan Chalmers)
➡ Bilimsel Devrimlerin Yapısı (Thomas S. Kuhn) (çok önemli)

➡ Sözün Düşüşü" (Jackques Ellul)

➡ Özgür Bir Topluma Karşı Bilim (Paul Feyerabend)


➡ Yönteme Karşı (Paul Feyerabend)
➡ Kendi Otobiyografisi (Paul Feyerabend)

➡ Kölelik Yolu (Friedrich A. Von Hayek)

➡ Devlet Gibi Görmek (James C. Scott)

Film Önerisi:

➡ Sonsuzluk Teorisi
➡ Lorenzo'nun Yağı

Siyaset Felsefesi (Bengül Güngörmez)

7. Ders
06/12/2021

Postmodernizm

Modernite yaşanan ve devam eden bir süreci ifade eder. Modernizm


ise bir ideolojiyi ifade eder.

🔹 Bir kavramın sonunda -izm olursa mutlaka orada bir ideoloji


vardır.

Modern dönem neyi ifade ediyordu?

Aydınlanma projesi ve akıl çağı... Aklın ışığında ilerleme. Her şeyin


aklın ışığında ölçüldüğü bir norm. Bundan kutsal kitaplar da nasibini
aldı, geçmişten gelen gelenekler de nasibini aldı.

Modernite sürecinin temeli akla dayanarak her şeyi eleştirmektir. Akla


dayanan mükemmel bir toplum inşaa etmek. Bu dünyalı, rasyonel,
içerisinde belirsizliğe yer olmayan, aydın bir çağ inşa edilecekti. Bu,
aynı zamanda bilimsel düşüncenin ta kendisiydi.

19.Yy bu projeyi devraldı. 1950'li yıllarda yeni bir şey oldu. 2. Dünya
savaşı ve çalkantılarla birlikte sorgulamalar başladı. Aklın insanı
özgürleştirmediği sorgulanmaya başladı (gaz odalarında öldürülen
insanlar ve Hiroşima'da öldürülen insanlar üzerine). Dolayısıyla bu
durumda modernitenin çekirdeğini oluşturan birtakım ilkeler eleştiriler
başladı.

Kartezyen gelenek: Descartesci, Platoncu gelenektir. Matematiğin ve


mantığın egemen olduğu gelenektir.

Modernliğin filozof babası Descartes'tir. Descartes aynı zamanda


rasyonalizmin ve modern felsefenin de kurucusudur. Descartes bir
düalizm ortaya koydu" (Düalizm: birbirine indirgenemeyen şeylere
denir. Dekotomi de denir. Ruh-beden, madde-zihin, beden-zihin gibi)

Descartes'in temel projesi şuydu: "Eğer sağlam bir bilgiye ulaşmak


istiyorsak, açık-seçik bir temel bulmalıyız." Temelcilik...

Descartes'i bilgiye sağlam bir temel bulmaya iten şey neydi?

Descartes'in etkisiyle uzun zaman hekimler insan ruhuyla bedeni ayrı


ayrı ele almışlardı.

Descartes şunu gördü: başlangıçta orta çağ toplumu düzenli bir


toplumdu. Katolik kilise etkisindeydi. Ancak zamanla farklı gruplar
ortaya çıkıp farklı fikirler ileri sürdü. Bunlar dinsel gruplardı.
Sonrasında bu dinsel görüşlere bağlı farklı keşifler ortaya çıktı.
Moderniteyi “orta çağdan farklılaşma” olarak tarif ettiler.
Postmodernizm ise farklılaşmanın farklılaşması.. İnsanların
farklılaşmaları geç dönem orta çağda zihinlerde farklılaşmaya yol açtı.
Zihinlerde karışıklık (rölativizm) ortaya çıktı. Bunun üzerine
Descartes "bir temel bulmalıyız" dedi. "Böylece doğru düşünmenin
kurallarını da bulabiliriz" dedi.

Temeller Arayışı

Descartes'in girdiği temel arayışına sosyal bilimlerde "Temeller


arayışı" denir. "Düşünüyorum öyleyse varım"

Descartes, kuşguculuğun babası olarak da bilinir. Kendinden,


düşündüğünden, her şeyden kuşgulanır. Tek kuşgulanmadığınız
"düşünüyor olan benim" diyor.

Bilginin temeli "düşünen ben" diyor. Bu aynı zamanda rasyonel bu


ruha tekabül ediyor. Tanrı inancıyla felsefeyi birbirine katıyor.

Descartes'e göre zihinle bedenin birbirine indirgenemeyeceğini, zihnin


bedensiz olarak yaşayabileceğini savunuyor. Kısaca Descartes insan
ruhunu sekülerize etmiştir. Ruh orada Hristiyanlığın belirlediği bir
şeyken, ruhu sekülerize ediyor, dünyevileştiriyor. Tanrı perspektifi...
Her şeye tepeden bakabilmek için Tanrı gözüne sahip olmak gerekir.
Bu, zamanda modernitenin bilgi anlayışı olarak karşımıza çıkıyor.
Descartes tanrısal bir özelliği dünyevi bir şeye tekabül ettiriyor.

Bu kartezyen aydınlanma projesi 1950'lerden sonra eleştiriye uğradı.


(Batı düşüncesinde sürekli eleştiriler olmuştur. Bir fikir ortaya çıkıyor.
Canlı tutuluyor. Sonra biri çıkıyor onu eleştiriyor. Sonra o fikir canlı
tutuluyor vs)

Postmodernizm ilk önce mimaride ortaya çıkmış. Cam evler.. (Hoca


18. Dk'da kaynak kitaplar verdi)

İlk önce sanatta kullanılan postmodern kavramı sonrasında felsefede


de kullanılıyor. Modernite Platoncu dönemdir. Postmodernite ise yeni
Aristotalesci dönemdir.

Modernite gözün egemen olduğu dönemdir.

Kulak egemen gelenekte duyduğu şeyi sorgular, hemen inanmaz. Göz


egemen olan gelenekte gördüğü şeye inanır.

Göz beyin ve rasyonaliteyle ilişkiliyken, kulak kalple ilişkilidir.

➡ Tek tanrılı dinler kulak ve söz merkezli dinlerdir.

Kartezyen felsefesi göze dayalı bir gelenektir.

Modernitede kıta Avrupa'sı geleneği vardır.

Logos: söz ve akıl var. Akıl tarafı modernite, söz tarafı kıta Avrupa'sı
geleneği. Nietzche, Vico, Heideger, Russo

Kitap tavsiyesi

Moderniteden postmoderniteye nasıl geçildi?

Nietsche aydınlanmayı ilk eleştirenlerdendir.

Postmodernite, modernitenin farklılaşmasıdır.


Postmodernizm yerel kültürleri vurgulamak istedi.

Postmodernite modernitenin eleştirisidir. Modernitenin içinde bir


süreçtir ama ondan kopmuştur.

Postmoderniteye bilimi eleştirdiler. "Bilim adamı Tanrı gibi, her şeyi


biliyor. Tarih üstü, tarih dışı bir varlık. Bu olamaz. Tarih kültürden
gelen bir şeydir. Bu sebeple bilgiden bahsedemeyiz. Hakikat yoktur.
(Nietsche'den aldılar) Hakikat bir ilizyondur. Kesin doğru diye bir şey
yoktur." Dediler. Dolayısıyla kartezyen geleneği ortaya çıktı.

Orta çağda teoloji egemendi. Teoloji vahiy+felsefe.. Aristotalesci..Dil


çok önemlidir. Hristiyanlıkta "Tanrı sözdür". Düşünürlere göre Tanrı
konuşur, konuşmak için dili kullanır. Batı düşüncesinde İsa sözdür.
Söz logostur.

Postmodernizm dile vurgu yaptığı için neo Aristotalestir. Dil, kulak


önemlidir. Her şey bir metin olarak okunabilir.

✅ Postmodernler meta anlatılara karşı çıkıyorlar. (Meta anlatı: Büyük


sorulara karşılık veren düşünce sistemleri) Bilim, marksizm meta
anlatıdır. Postmodernler meta anlatıları reddederler. Meta anlatıların
aktörleri vardır. Dinlerde Peygamber'ler vardır. Bu sebeple karşı
çıkarlar. Meta anlatılar her şeyi örgütlerler. Liberalizm de meta
anlatıdır.

✅ Postmodernler özcülüğe de karşıdırlar.

Türkiyede postmodernizmi ilk islamcılar savundular. Cumhuriyetçiler


farklılıklara izin vermiyordu. Bir yurttaş tipi ortaya koymuştu.
Modern, başı açık, dinini özel alanda yapan, kamusal alana taşımayan,
devletinin dediği şeyi yapan, rasyonel olan, makbul vatandaş...
Dolayısıyla burada farklılıklara izin yoktu. Öz Türkçeci olacaktı,
Türkçe konuşacaktı.

Aslında postmodernler islama da karşı çıkıyor (meta anlatı olduğu


için) ama islamcılar bunu görmedi.

Postmodernliği köküne kadar savunursak nihilizme kadar gidebiliriz.


Hakikat fikrini kaybedebiliriz.

Rölativizmin tehlikeli tarafını görmek durumundayız. Sana göre, bana


göre tavrı.. Bu durum nihilizme ve hakikati kaybetmeye götürür.

✅ Postmodernler modernitenin bastırdığı, görmezden geldiği ne varsa


onu ortaya çıkarıyorlar. Gelenek,
Düşünce basit değil, kompleks olmalı
Biricik olan, tek olanı öne çıkarırlar
Objektifiz. Yerine Rölativizmi savunuyorlar,
Duyguyu ön plana çıkarırlar.

Modernite kadını ezer.

Batı kültürü homojen (!) bir kültür sunuyor. Herkes hamburger yesin,
kola içsin, internete girsin.

✅ Postmodernler buna karşı yerelliği savunur. (Bu iyi bir özellik)


✅ Bir insanın hayatını, doğayı, bir olayı metin olarak okunması
gerektiğini savunurlar. Modernistler tek bir doğruya, tek bir hakikate
ulaşabileceklerini düşünürler. Postmodernistler birçok doğru ve yorum
olacağını düşünüyorlar. Ama bütün yorumların birbirine eşit derecede
doğru olduğunu savunuyorlar. Burada da helmönitikçiler bir fark
koyuyor. Bütün yorumların birbirine eşit olamayacağını, arada daha
doğru yorum olabileceği fikrini öne sürüyorlar.

Postmodernizmin etkilendiği kaynaklar:

Hümanizm nedir?

Hümanizm, insan severlik DEĞİL, insancılıktır. İnsanı merkeze


alınmasıdır. İnsanın karar verici olarak merkeze gelmesidir.

Hümanizm aynı zamanda emperyalizmin bir silahı haline gelmiştir.

Orta çağda Tanrı'ya göre bir bakış açısı vardır. Tanrı merkezlidir.
Hümanizmde insana göre olan bir bakış açısı vardır. Rönesansta
hümanizme göre insan nedir? (Beş duyusu olan Rasyonalist bir
hayvan."

Anti hümanist insanı merkeze almayan, karşı çıkan bir fikir. Heideger
anti hümanisttir.

Heideger, dünyada temel belirleyici olan varlığın kendisi. Marx da


anti hümanisttir. Her şeyin insana göre belirlenemediğini söylüyor.

Romantizm

Romantizm, postmodernlere objektivizme karşı eleştirel bir konum


miras bırakır.

Romantizmde duygular, egzotik, metafizik, kutsal, fantazia vardır.


Bulunduğu yerde az bulunan şeyleri romantizm savunur.

Postmodernler savunmuşlar. Kıta Avrupa'sı geleneğinin temelinde de


romantizm vardır. Romantizm güzel bir yemek yapma, mum yakma,
güzel bir müzik açma değildir. Romantizm çok önemli bir entelektüel
gelenektir. Rousseau da romantik bir düşünürdür.

➡ Romantizm duyguların, geleneğin, kutsalın altını çizer.

➡ Rasyonalizme ve objektivizme karşı çıkar.


➡ Özcülüğe de karşı çıkarlar.

➡ Postmodernler romantiklerden etkilenerek evrensel doğruluk,


güzellik kriterinin olamayacağını düşünürler.

Postmodernler totalde aydınlanmacılar olan tüm düşünceleri


reddediyor.

Postmodernlere herkesin uzlaşacağı bir taraf olabilir.

✅ Postmodernlere bir ideolojiyle ilişkilendirmek istersek radikal


demokratlar diyebiliriz.
✅ Postmodernler Nietsche den çok etkilenmişlerdir. Çünkü Nietsche
aydınlanmaya karşı çıkmıştır. "Tanrı öldü" diyerek insanın öldüğünü
söylemek istemiştir. Kilisenin önem verdiği şeylerin öldüğünü,
Hristiyanlık tanrısının insan gözünde öldüğünü söylemek istiyor. Aynı
zamanda insanın da öldüğünü söylüyor.

Postmodernleri radikaller (pesimistler) ve ılımlılar olarak ikiye


ayırabiliriz. Fuko pesimisttir. Fuko “bilgi güçtür” derken gücün, dilin
içkin yapısında olduğunu söylüyor. Dilin dünyayı kategori etmesinden
dolayı bunun içkin olduğunu söylüyor. Sınıflandırmak güç
uygulamaktır. Batı toplumu dünyayı az gelişmiş toplumlar, çok
gelişmiş toplumlar diye sınıflandırır. Güç uygular.

✅ Postmodernizmin en önemli meselelerinden biri yazarın ölümü


meselesidir. Postmodernlere göre yazar ölmüştür. Bir kitabın filme
dönüşmesi durumunda yazılanın sahnede olmadığı görünür. Artık eser
onu yorumlayanların eline geçer.

✅ Postmodernizmde yazarın önemi azalır. Metnin ve okuyucunun


önemi artar. Postmodernler yazarı terkedene otorite okuyucuya geçer.
Okuyucunun doğuşu, yazarın ölümü gerçekleşir. Bünüzden
demokrasilerde iktidarlık, egemenlik halka geçer. Burjuvazi yazarı
üretmiştir. Orta çağda her şey anonimdir. Hak iddia edilecek birini
aramak için üretilmiştir.

Hoca derse başlarken şöyle demişti:

Hüsamettin hoca demişti ki "Çınar Osmanlı'nın ağacıdır, çam ise


Cumhuriyet'in. Cumhuriyet döneminde çok çam dikilmiştir ve çam
çok kolay yanan bir ağaçtır."

İlahiyatın Felsefesi: Felsefenin İlahiyatı (Recep Alpyağıl)

2. Ders
05/11/2021

DİNÎ EPİSTEMOLOJİ: “Akıl ile iman arasında ne tür bir ilişki


vardır?”

Din felsefesi ilahiyatın yerini bugün almış görünen bir kavramdır.


Klasik ilahiyatın ilgilendiği konuları ihtiva eden bir branştır.

3A

1. Akıl
2. Allah
3. Ahlak

Gerçekte var olan bir A vardır. O da Allah'tır. İlahiyatta, din


felsefesinde tek konumuz Allah'tır. Diğer A'lar Nasıl ortaya çıkıyor?

Akıl meselesini kendisine konu edinme biçiminin bir takım yöntemi


vardır. Dini epistemoloji

3A'nın din felsefesinde karşılığı vardır:

Akıl: Epistemoloji
Allah: Ontoloji
Ahlak: Etik

1. Akıl: Dini Epistemoloji

Dini epistemoloji;
🔹 iman ve akıl ilişkisi,
🔹 şeriat ve hikmet ilişkisi (gelenek anlamıyla )
🔹 bilim ve din ilişkisi (modern anlamıyla)

İlah Hakkı'nda konuşabilir miyiz?


Bu konuşma biçimimiz hangi temeller üzerine kurulmalı?

Müslüman zihni uzun bir zamandır bir metodoloji arayışı


içerisindedir. Modern bir dünyaya doğru ilerliyoruz. Nasıl bir
istikamet, kıble bulmalıyız?

İncil’den:

Hristiyan Tertüllian: "İnanıyorum, saçma olduğu için inanıyorum",


demişti.

İslam düşüncesi içerisinde ortaya çıkmış politik olmayan, nazari olan


ilk ekol Mutezile ekolüdür. Hristiyanlık söz konusu olduğunda, saçma
olduğu için inandığını söyleyen gelenek bir yana, Hz. Peygamber'in
vefatının ardından rasyonaliteyi, akılcılığı önemseyen bir ekolün
(Mutezile) çıkmış olması bir yanadır.

İslam düşüncesi içerisinde çok erken tarihli olarak Mutezile'nin ortaya


çıkmış olması tesadüf değildir. Önemli bir durum var ortada. Dini bir
metin bu tür bir rasyonaliteyi ortaya çıkaracak bir atmosferi besliyor
demektir.

İlahiyatın en esaslı konumlarından İlah konusunda hangi hususta


hareket etmemiz gerektiğini göreceğiz. Akıl ve nakil bu konuda
uyumlu ve birlikte hareket ediyor.

✅ Bir medeniyetin Medine olabilmesi için, huzurun olabilmesi için


bir akıl selametinin ortaya çıkmış olması lazım. O kişilerin sükunete,
ihtimama ulaşabilmiş olmaları lazım. Akıl ve nakil meselesini
çözememiş bir gelenek içerisindeki insanların huzurlu olduğu
görünmez.

Kuran-ı Kerim bu konuya nasıl değinmiş?

Kuran kendisini dogma olarak kabul etmiyor. Benim içeriğim bu,


bunu kabul et demiyor.

İsra 36:

"Bilgin olmadığın birşeyin ardısıra (peşisıra) gitme. Zira kulak, göz ve


gönül yaptıklarından mesuldür."

Bunu söyleyen bir metin kendisinin de aynısıyla kabul edilmesini


bekliyordur. (Yani siz benim dışımdaki her şeyi bilmeden takip
etmeyin demek istiyor.) Hem duyu organlarından bir olan gözün hem
de gönlün, zihnin anılmış olması bir iç tutarlılığının sağlanması
bekleniyor. Kuran söz konusu olduğunda onun için de benzer bir şey
takip etmek zorundayız. Vahyin peşi sıra giderken gönül açısından da
göz açısından da kulak açısından da hesabını verebilmeliyiz.

Hacc suresi:

"Size bir örnek verildi. Allahtan başka taptıklarınız bir sivrisinek bile
yaratamazlar. Bunun için bir araya gelseler bile, sivrisinek onlardan
bir şey alsa olsa onu geri alamazlar. Yardım isteyen de aciz, istenilen
de"

Ayet şunu yapıyor: aklını kullanamayan bir perspektifi eleştiriyor.

✅ İlah demek ki kudret sahibi olmalı, güçlü olmalı. Aklın söylediği:


İlah güçsüzse uluhiyet söz konusu olamaz. Zihnen de bu bilgiye
ulaşmamız mümkün.

Metin mesaj kendini dogma olarak değil, insanın temel


fonksiyonlarını kullanması mümkün.

Burada metinin vermek istediği mesaj çok açık. İnanç ahlakı


diyeceğimiz...
Bir ilahın varlığına inanç bizim en önemli inancımızdır. İlahi inanç
bilgi temelli ve dini temelli olmalıdır. Dinde teslimiyet söz konusudur.
Ancak bilmeden teslimiyet değil. Tanımadan, bilmeden teslim
olunmaz. Genel söz konusu olduğunda, insanlara rehberlik etme söz
konusu olduğunda temel ve asli inançların mutlaka bilgi üzerine
kurulması gerekir.

(Sonra gelenler) bilmedikleri konuda karanlığa taş atar gibi tahminler


yürüterek, “Onlar üç kişidir; dördüncüleri de köpekleridir” diyecekler;
“Beş kişidir, altıncıları köpekleridir” diyecekler. “Onlar yedi kişidir,
sekizincisi köpekleridir” diyecekler. De ki: “Onların sayısını rabbim
daha iyi bilir. Onlar hakkında bilgisi olan çok azdır. Artık onlar
hakkında gerçeği açıklama dışında tartışmaya girme ve kimseden de
onlarla ilgili bilgi isteme!”

Ashab-ı Kehf'in sayısı kaçtı dendiğinde farklı bilgiler var. Delil söz
konusu olmadığında, kanıt söz konusu olmadığında bu şey
demogojiye dönüşür. Konuşmanın beslendiği kaynak söz konusu
değil.

Herhangi bir şey hakkında görüş bildirmek delil üzerine kurulmalıdır..

Burhan kesin bilgiyi ifade eder. İbni Sina'nın, İbni Rüşd'ün burhanla
ilgili kitapları vardır.

"Söylediğinizde doğru iseniz bir Burhan (delil) getirin" diyor ayet..

İtminan, mutmain olma, sükuna kavuşma... Bu dersin anahtar


kavramlarından biri..

Metnin kendisi, tevhid içerisindeki örnek kişilerden buna işaret etmiş


oluyor.

Somut örnekler

İmam Maturidi

Elimize ulaşan iki kıymetli (Tevilatu'l Kur'an ve Kitabü't Tevhid)


çalışmalarından biri.

Klasik dönemden elimize ulaşan metinlerden konuya hamdele ve


sallebeden sonra bilgi bahsiyle başlayan bir metindir.

Öyle bir yol olmalı ki herkesi tuttuğunuzda madur gösteren bir şey
olmamalı..

İstidlal: delil kabul etme, delille hareket etme

Fussilet 53-54 çok anacağımız ayetler olacak

Burada bahsedilen Hristiyan epistemolojiden bizim farkımızın


olduğudur. Hristiyanlıkta asli günah söz konusudur. Rehberliğe ihtiyaç
duyuyor.

İlah delil üzerine olmalı, İstidlal üzerine olmalı. Haftaya "bir ilah var
mı?" konusunu işleyeceğiz. Her bir konu diğer haftada başka bir
basamağa götürecek bizi...

Filozoflar şeriat ve hikmeti süt kardeş olarak görmüşlerdir. Her ikisi


de aynı kaynaktan besleniyor.

Üç farklı anlatım yolu vardır:


1. Hikmet
2. Cedel
3. Güzel öğüt

Hikmetle konuştuğumuzda "bu böyledir" dersiniz. Kişi bunu kabul


eder veya etmez. Ama gerekçelendirerek ve delillendirerek
anlatırsınız. Biz derslerimizi böyle yaparız. Bir ikna söz konusu
yoktur. Burhan sanatıyla anlatmak budur.
Cedel yönteminde onu kabule zorlarsınız. Öğüt yönteminde ise karşı
tarafı kendi fikrinize çekmeye çalışırsınız.

Medeniyet tasavvuruna sahip olan her bir ferdin başkalarından önce


kendisinin tutumu önemlidir. Tahkim yapacak mısınız? Taklit mi
yapacaksınız? Dogmatik mi olacaksınız?

......Dogmatik değildir. Burhanîdir. Deliller üzerinden konuşulmasıdır.

İbni Rüşd okunması gereken bir metindir

Felsefe kitaplarında göreceğiniz bir resim. Müslüman bir filozof var,


ibni Rüşd var. Aristo, Platon var.

Masnu: yaratılmış olma

İlk cümle: sanat eserini, tabiatı ne kadar iyi anlarsanız, tabiatın


arkasındaki sanatkarı da o kadar iyi anlarsınız demektir.

İbni Rüşd, Farabi, İbni Sina'da da olan şey şeriat ve hikmetin


kaynağını aynı görmeleri, çelişmeyeceğini söylemeleri

Su içen çocuk boğulduğu zaman annenin su içmeyi yasaklaması ne


kadar mantıklı değildir. Bunun gibi Hikmet yolunda giderken bir
marazın ortaya çıkması, kötülüklerin ortaya çıkmış olması Hikmetin
bütünüyle ihmal edileceği sonucunu vermez.

İslam düşüncesinde her zaman akıl ve gönül birlikteliği söz


konusudur. Ama bunu bir yüzdeye vurduğumuzda, epistemoloji
açısından baktığımızda (ki epistemolojinin en esaslı meselesi doğru
üzere olup olmadığımız meselesidir. Bu doğruluğun ölçütü de keyfi
değildir. Başkaları açısından da test edilebilir. Kontrol edilebilir
olması lazımdır. Bu açıdan baktığımızda meselenin ehemmiyeti ortaya
çıkmış oluyor)

Ya akıl yada gönülü tercih etmek zorunda değiliz. İdeal anlamda


doğru olan şey nazari olarak bilinen hususun bir taraftan da keşf
yoluyla tamamlanmasıdır. Yani zahirin batın yoluyla
tamamlanmasıdır. Ama tercih söz konusu olduğunda epistemoloji her
zaman rasyonaliteyi, delili tercih eder. Bilginin doğruluğu dediğimiz
şey keyfi, öznel, dogmatik olmaması lazımdır.

İlahiyatın Felsefesi: Felsefenin İlahiyatı (Recep Alpyağıl)

3. Ders
12/11/2021

Tabîî İlahiyat
A. Tanrı'nın Varlığı Hakkında Deliller
B. Tanrı'nın Sıfatları

İlahiyatın ontoloji olduğundan bahsetmiştik.

Tanrı’nın varlığına delil olarak hem dış dünyadan hem de iç dünyadan


delilleri işleyeceğiz.

Aşağıdaki bölümleri işleyeceğiz:

Bugün soracağımız soru şudur:

Alem niçin yok değil de var?

Tabii ilahiyat: Doğal Teoloji, Doğal İlahiyat

Tabii olmayan ilahiyat: Vahyî İlahiyattır. Otorite eşliğinde ilerleyen


ilahiyattır. Delilsiz, sadece aklın referansta bulunduğu ilahiyattır. bir
delil üzerinde hareket edilirse bu Vahyî ilahiyat olur.???

✅ Tabii ilahiyat, tabiata bakmak suretiyle, aleme bakmak suretiyle


olur. Alemden bir ilahın varlığına gitmek yani alemden Allah'a gitmek
sürecinin başlığıdır tabîî ilahiyat.

Kuran'ı Kerim'in tabii ilahiyat yaptığını, tabii ilahiyat yapamayan


zihinlere nasıl tabii ilahiyat yapılacağının örneğini verdiğini
göreceğiz.

Dış dünya kavramını açacağız. İç dünya da nefs kavramıdır.

Âfâkî - Enfüsî = Dış dünya - İç dünya

Ayette önce afak sonra enfüs kavramı geliyor

Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ayetler vardır. Başka bir


deyişle "dış dünyada deliller vardır."

🔹 Tanrı'nın varlığına hem dış dünyadan hem de iç dünyadan delilleri


göreceğiz.

Neden hiçbir şey değil denenir şey var?

Bir savaş meydanında bütün mevziler kaybedilmiş olsa bile bu soruyu


soracaktık. Sağlam bir zemindir bu soru. İlahiyat savunmacı bir
yaklaşım değildir. Yani ilahiyatta başka insanları dîni mübîne davet
etmek için, eleştirmek için, ateistleri, inanmayanları inanma noktasına
getirebilmek için yapılan çabalar öncelikli değildir. Yusuf Bey'in
dersinden referansla söylersek, Medine'nin dışında kalanlar, medeni
olmak isteyenler için biz bunları anlatıyor değiliz. Aksine Medine
içerisinde yer alan her bir ferdin bu muhtevada o fazilete sahip
olabilmesi için anlatıyoruz. Öncelikli olarak bizim için, başkaları için
değildir.

Aksi olsa, Medine'yi kaybetmiş olsak bile bu soru olacaktı. Tanrı


yoktur diyen, hiçbir hakikat kabul etmeyen her bir fert için bu soru
canlılığını koruyor. Niçin hiçbir şey değil de bir şey var?

Mukılîn

Hz İbrahim'in yaptığı bu yorum tabii ilahiyatın fevkalade güzel


örneklerinden birisidir. Kuran aslında tabii Teoloji yapıyor. Bunun en
tipik örneklerinden biri de Hz. İbrahim'dir.

Hz. İbrahim bu olayı kendi mi yaşamış yada başka birinin ağzından mı


konuşuyor gibi yorumlar yapılmıştır. Ancak Peygamber'lerin örneklik
vasıfları, bizatihi bunları yaşamış olmaları onların örnekliğine değer
katar.

Özetle İbrahim as ne gördü? Efele (batan) ne idi?

Neden üç tane gök cismine baktı da diğerlerine bakmadı? Sadece üç


tane gök cismine bakarak gördüğü hakikati bütüne yayabildi.

‼ Efele kelimesi için anahtar tabir değişmedir. Değişimi göreceğiz.

Değişim

İslam dünyasında Hadese (oluş)- Hudus delilini göreceğiz

Değişim, Oluş, Dönüşüm kavramları "Efele" ile ilgili kavramlardır.

Bütün felsefenin, bütün ilahiyatın en esaslı sorusu, bugün bile


kendisine yanıt arayan sorusu "oluş" sorusudur. Felsefe tarihinde oluşu
Nasıl açıkladığımızı görüyoruz. Hali hazırda da devam ediyor. Fizik
dersindeki ilk meseleler hareket ve kuvvet bahisleridir. Kuvvetin,
enerjinin nereden çıktığına dair kaynak bulmak lazım. Tabii olanda mı
kalacaksınız? Tabii olanın üzerine mi çıkacaksınız?

Hz. İbrahimin farkettiği şey oluştu, değişimdi. İnsan zihni bunu arıyor.
İbrahim as farklı gök çizimlerine de gitmiş olsaydı, bu alem içinde
kaldığı müddetçe olmakta olan şey oluşumdu, dönüşümdü. Zihnin
bize söylediği şey bu değişimin bir sebebinin olduğudur. Oluşum
kendi kendine olmaz. Oluşum kendi kendini değiştiriyor olamaz. Bu
kıssada bütün bu hareketleri nefis bir şekilde görüyoruz.

Hudus Delili (Oluş Delili)

Arapçası

İslam düşüncesi içerisinde bu durum çok erken farkedilmiş bir


hakikattir. Allah'ın varlığını ispat etme meselesinde farklı deliller
göstermeye ve aynı zamanda kendi içlerine dahil ettikleri farklı
medeniyetlerden istifade ederek farklı deliller farkediliyor. Bu
delillerden biri Hudus delilidir.

Hiçbir olayın kendi kendine olamamasının sebebiyle alakalıdır. Bir


olayın kendi kendisinin sebebi olur denilirse bu arguman işlemez.

Slaytta görülen üç ifadeyi İmam Gazali Burhan'la getiriyor. Her


birinin ayrı ayrı mantığı vardır. Klasik mantıkla tarif edilmiştir.

✅ İmam Gazali, mantığı islamîleştirmiştir.

Gazali'ye kadar mantık bilinen bir şeydi ama dini ilime tatbik
edilmemişti. Kelama, fıkha, vs dahil etmiştir mantığı. Hz İbrahim
üzerinde bilinen hadise Gazali ile mantıksal forma girmiştir.

Hudus delilinin mantığa uyarlanması;

1. Her hâdisin (sonradan olanın) bir sebebinin bulunması gerekir:


Büyük önerme (Kübra), tümden gelim (kıyas, talil)
2. Âlem hâdistir (sonradan olmuştur): Küçük önerme (sûra)
3. O halde âlemin bir sebebinin bulunması gerekir: Netice

✅ Delillerden hareketle sonuca gittiğimiz için, sonuçta ancak


delillerde yer alan kavramı elde ederiz.

✅ Bu konuda da sonuçta elde ettiğimiz kavram muhdistir. Tabii


Teoloji yaptığımız cihetle Allah lafzını kullanmıyoruz. Aslında
Muhdis olan Allah'tır, ilahtır. Eğer bu lafzı kullanırsak akıl yürütmede
olmayan bir kavramı dahil etmiş oluruz. Öncülerde yer almayan
Kavramı dahil edemeyiz. Delil silsilesinin kendi içinde verdiğini elde
etmemiz gerekir.

Her bir önermenin üzerinde duracağız.

Hudus kavramı

Bizim Medine'miz hadis olan Medinedir. Hadis olanın muhdisi vardır.

✅ Hay bin Yakzan tabii ilahiyatın örneğidir. İbni Tüfeyl (Endülüslü


filozof ve hekim) ve İbni Sina (İslam Meşşâi okulunun en büyük
sistemci filozofu, Ortaçağ tıbbının önde gelen temsilcisi)'nın hikaye
tarzında yazılmış felsefi eserleridir. Bu ders bağlamında okunabilir.
İnce detaylı çizgi filmi vardır. İzlenebilir. Tabiat içerisinde yer alan bir
kişi. Dışarıdan bir otoriteyse sahip değil. İlahı bulması söz konusu.
Hay adadan ayrılıp başka bir yere gidip Apsalla karşılaşır. Orada da
Vahyî bilgi var. Kendi aklıyla bildiği bileğiyle Vahyî bilgi aynıdır. Em
afaki hem de Enfüsî delili güzel ifade ediyor. İnsan yayınlarından
çıkan Metin'ler okunabilir. Batı medeniyetinde Robinson Cruse ile
karşılaşması var.

Hudus Kavramı

1. Başlangıcı olan her şeyin bir nedeni vardır.

Hiçbir olay mantıksal olarak kendi kendisinden önce olamaz. Mesela


su içiyorum. Mantıksal olarak su içme hadisesi su içmemden önce
olamaz. Yani meydana gelen her şeyin bir sebebi vardır.

Bir çanta çalınıyor. Olan şeyin mutlaka bir sebebi vardır.

Olan bir şeyin sebebi olmasaydı sizin eşyanız kaybolduğunda "ona ne


oldu?" Diye düşünüyor olmanız anlamsız olurdu, "burada her şey
kendi kendine kaybolur" denirdi. Aksini düşünmek bizi sihir
kavramına götürür. Aksi düşünüldüğünde materyalizm söz konusudur.

2. Alemin başlangıcı vardır.

A. Felsefi Arguman: Bilfiil sonsuzluğun imkansızlığı

Bilfiil: bir şeyin gerçekleşmesi hali


Bilkuvve: bir şeyin gerçekleşmemiş potansiyelini ifade eder.

Çekirdek bilkuvve olsun, bilfiil de çekirdeğin ağaca, meyveye


dönüşmüş halidir.

Kuvve halinde bir sonsuzluk kavramı vardır. Bir dizinin +1 şeklinde


devam edebilmesi kavramı vardır. Peki dış dünyadaki şeyler de böyle
olabilir mi? +1 şeklinde geriye doğru, sonsuza dek gidebilirler mi?
İslam dünyasında bunun adı teselsülün bâtıl olmasıdır (Zincirleme
olarak geriye gitmek bâtıldır)

Bütün argümanların üzerine kurulduğu detay:


‼ Başlatıcısı olan her şeyin ne kadar evveline gidersek gitmiş olalım,
mutlaka onun da bir başlatıcısı vardır.

Bilfiil sonsuz imkansızdır.

Klasik dönemdeki ilahiyatçıların verdiği argümanlardan birisi:


Alemdeki oluş hareket, hadiseler geriye doğru sonsuza doğru gitmiş
olsaydı, başlangıcı olmaksızın gitmiş olsaydı mantıksal bir saçmalığa
yol açardı. Alemin hadis olmadığını, sonsuz olduğunu söylemenin
dolaylı yolu saçma..

Mesela gök cisimlerinin sonsuz olduğunu düşünelim... Bu gök


cisimlerinin kimisi büyük, kimisi küçük ve her biri farklı daireler
çiziyorlar. Farklı hareketleri söz konusu... Bunların sonsuz hareket
ettiğini söylersek tuhaf bir hareket ettiğini söylersek, tuhaf bir
paradoks ortaya çıkacaktır. Dünya'nın çizmiş olduğu sonsuz daire ile
Güneş'in çizmiş olduğu sonsuz daire birbirinden farklı olacaktır.
Farkın olduğu her yerde büyük, küçük, sonsuz diye bir şey
olamayacağı için tabiattaki hareketler mantıksal anlamda saçmalığı
beraberinde getirir. Yani, Güneş'in çizmiş olduğu dairenin
sonsuzluğuyla Dünya'nın çizmiş olduğu dairenin sonsuzluğu farklıdır.
Farkın olduğu, artı, eksinin olduğu bir yerde sonsuzluktan söz
edemeyiz.

Hilbert'in Oteli Deneyiyle Alemin Sonsuz Olmadığının İspatı

Modern dönemde Hudus delili oldukça popülerdir.

Matematikte sonsuz kavramı... Hilbert sonsuzluk üzerinde düşünür.


Düşünce deneyleri vardır. Bu deneyleri de bilfiil sonsuzu kabul
etmenin saçma olduğunu gösteriyor. Bu örneğin, alemin sonsuz
olamayacağını ispat etmede kullanılması işimize yarıyor. Bu
örneklerden biri Hilbert'in oteli deneyidir.

Mesela bilfiil sonsuz sayıda odası olan bir otel düşünelim. Olağan
otellerde dışarıdan gelen +1 kişi alınır. Ama Hilbert'in otelinde
"dışarıdan gelen bir üyeyi almıyoruz" diyemeyiz. Almıyoruz
dediğimiz yerde sınırdan bahsedemeyiz. Otelde birinin kaldığını
düşünelim. Sonra da o kümeden çıkmak istediğini düşünelim. Otel
sahibine "Kalan müşterilerde artma eksilme oldu mu?" Diye de
soramayız. "Artma oldu" diye ez "eksilme oldu" da diyemez. Çünkü
bilfiil sonsuz olan bir otelde kalanlarda artma ve eksilme olmaz.
Çünkü artma ve eksilmenin olduğu yerde sonsuzluk olmaz.

B. Bilimsel kanıtlar

Büyük patlama hadisesi alemin zamansal bir başlangıcı olduğunu


söyler. İlk üç dakika, ilk üç saniye diye kitaplar vardır.

Yani bugünkü modern bilimin de neticesi başta söylediğimiz üçlü


argümandır. Alemin başlangıcı olduğu da popüler bilim tarafından
teyid edilmiştir. Bilimsel verilerle desteklenmesi güzel. Bu konuda
birçok video vardır. Büyük patlamayla ilgili videoları izleyin. Bunun
detaylarını anlatan metinler de vardır.

İzafiyet teorisi: alemin genişlemesi. Alem genişliyorsa bir başlangıcı


vardır demektir.

Klasik bir ilahiyatçı görüşü her zaman " o ilk hadisenin öncesinde ne
var?" sorusunu sorar. Katıldığım bir astronomi kampında gece
teleskopla gök cisimlerini inceliyor, gündüz de teorik dersler
alıyorduk. Güneş fiziği üzerine uzman olan bir hoca sürekli yer
çekiminden bahsedince gayri ihtiyari "peki yer çekimine ne sebebiyet
verdi oluşturan nedir?" sorusunu sordum. O da modern fiziğin cevap
aradığı sorunun bu olduğunu söyledi.

Bundan hareketle tüm bunlar bizi "Muhdisi kim oluşturdu yani Allah'ı
kim yarattı?" sorusuna götürebilir. Her şeyi yaratanın yaratıcısı yoktur.

Kitap önerisi: Zamanın Kısa Tarihi (Stephen Hawking)

Tabiatçı bir bilim adamının ilahiyatçı bakış açısını kullanarak


yazılmış. Hayat hikayesini anlatan bir film de var.

Kitabın ilk cümlesinde bir anektod anlatılır. Bu anektodda söylenilen


şey Hudus delilinde anlattığımız şeylerdir. Bir teyze bütün insanlığın
hep kaplumbağanın üzerinde olduğunu söyler. Peki kaplumbağa ne
üzerindedir? diye sorunca "aşağı doğru hep kaplumbağadır." diye
cevap verir teyze. Bu da Hudus teorisinin delilidir.

Büyük patlama doğal olarak, kendiliğinden ilahiyata kapı açıyor.

İki bilim adamından biri kozmolojik olarak, diğeri de matematiksel


olarak alemin genişlediğini söylüyorlar. Bu da ilahiyata kapı açıyor.

Yaklaşan cisimden gelen ışıkla uzaklaşan cisimden gelen ışığın farklı


olması

Kırmızı ışıkdaki ışık tayfı uzaklaşan cismi ifade ediyor. Mavi ışık tayfı
daha yoğun. Işığın uzaklaştığını ifade ediyor.????

Cisimler kırmızıya kayıyor. Teorimiz somut veriyle desteklemiş


olması güzel

Büyük paylama anından kalan ışık fotoğrafı.


Evrenin bebeklik fotoğrafı

Toparlayalım

Hudus delili sağlamlaşıyor. Bir Muhdis vardır demek mümkündür.


İslam düşüncesinde en fazla üzerinde çalışılan, yazılan başlıklardan

biridir Hudus kavramı. İslam düşüncesinin model olarak Hudus


kavramı üzerinden okumak mümkündür.

Kuran'da da bununla ilgili ayetler vardır.

Kozmolojik deliller:
⁃ Sebeb delili,
⁃ Hareket delili,
⁃ Hudus delili,
⁃ İmkan delili (cevaz delili)
Alemdeki her şey,
Vacip olabilir
Mümkün olabilir
Mümtenî (olamaz) olabilir (Olanaksız kavramı kavram olarak vardır.)

Aslında gerçekte iki kategori vardır. Vacip ve mümkün

Mümkün olan şey var olabilen ve var olamayabilen şeydir. Bir şeyin
varlığa gelebilmesi için varlığın ve yokluğun eşit olması lazım.

‼ Ne kadar geri götürürseniz götürün zihin şurada durur: kendisi


mümkün olmayan (varlığı ve yokluğu eşit olmayan) bir varlık olmalı
ki bu mümkünler vücuda gelebilsin (yani mümkün olan halleri ortaya
çıkmış olsun). Mümkünler silsilesini nihai anlamda bir mümkünle
açıklamak mümkün olmadığı için, kendisi mümkün olmayan bir
Varlık, o varlığın ıstılahi adı vaciptir. Vacibul vücududur. Varlığı vacip
olan, zorunlu olan Bir Varlıkta durmak zorundayız.

Bütün her şeyi renklerini veren (Medine kuruyorsanız Medine'nize,


devlet kuruyorsanız devletinize) tabiat söz konusudur.

Hudus deliliyle

Hadis olmayan kadîmdir. Sadece bir varlık kadîmdir ve vaciptir.


Geriye kalanların hepsi hadistir. Bu da alemdeki her şeyin gelip geçici
olduğunu, alemdeki her şeyin kadim olana nispetle var olduğunu,
alemdeki her şeyin kadim olanla akraba olduğunu kavrıyoruz.

İlahiyatın Felsefesi: Felsefenin İlahiyatı


(Recep Alpyağıl)
5. Ders
03/12/2021

Teleolojik deliller bilimle paralel ilerleyen delillerdir.

Evrimde her şeyin bir düzen olarak değil de gelişigüzel geliştiği ortaya
konulur.

Darwin’in evrim kuramındaki en esaslı kavram olan "doğal seçilim"


Teleolojik delile karşıdır. Teleolojik delilde bir gaye ve düzen
olmasına rağmen evrimde doğal seçilim söz konusudur.

Vahiy de ayet, tabiat da ayettir. Her iki metnin birbiriyle çelişmesi


düşünülemez. Tabiata bakan birinin elde ettiği şeyin dini bir metinle
çelişmesi ilkesel olarak düşünülemez. Düşünülüyorsa da bir yanlış
anlama vardır. Bu Einstein'in izafiyet teorisi de olabilir, Newton'un
kanunları da olabilir, Darwin'in evrim kuramı da olabilir. Hakikaten
tabiata bakılmışsa bunun vahyin ayetiyle çelişmesi düşünülemez.

Müslüman olan da Evrimi kabul edilebilir. Evrim teorisi doğru da


olabilir, bilim de olabilir. Bunu ilkesel olarak, daha detaya inmeden
söyleyebiliriz.

Darwin gözümüzün, burnumuzun milyon yıllar içinde doğal seçilimle


oluştuğunu söylüyor. Buna doğal seçilim sebebiyet verdi, peki doğal
seçilime ne sebebiyet verdi?

Biyolojik Tasarım Delili

Evrimle barışık olmayan bir delildir.


Intelligent Design (I.D): Akıllı Tasarım: Intelligent Design Movement

Kitapta Darwin'in evrim teorisini eleştiriyor.

Darwin zamanında hücre ve yapısı bilinmiyordu diyor.

İndirgenmez komplekslik
Fare kapanı bir kompleksliği ifade ediyor. Çünkü farklı parçaları var.
Bu araçların kendi kendine bir araya gelmesi hem zordur, hem de
parçalardan herhangi birinin eksilmesi halinde sistem çalışmaz. Bu
yapı ancak zeki bir tasarımcı (akıllı tasarımcı) tarafından oluşturulur.

Tasarım o kadar barizdir ki ama bazı bilim adamları alemdeki tasarımı


görmeyi reddediyorlar.

Darwinin Kara Kutusu kitabından resimler


Teleolojik delile örnekler:


Tek hücreli bakteriler

"Hücreden Allah'a" isimli çalışma

Bu kompleks yapıyı zeki bir tasarımcı yapmış olmalı. Araba motorunu


da buna örnek verebiliriz. Parçaların hepsi tek tek ele alındığında
işlevsiz görünür. Ama bir araya gelince işlevsel oluyor. Darwin'in
düşüncesine göre bu parçalardan her biri işlevsiz olduğu için elenmiş
oluyor.

Teorik olarak bakıldığında bir türün başka türe dönüşmesi


mümkündür. Hudus teorisini düşünürsek.. Ancak metafizik açıdan
bakılırsa (Aristocu ve Platoncu) mümkün değildir.

Kozmik Tasarım Delili

Kozmik, alemdeki bütünü, her şeyi, galaksileri içinde barındırır.


Kozmo düzen demektir.

Ayetler kozmik delili gösteriyor

Gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık. (Enbiya 32)


Gökleri direksiz bir şekilde yarattı. (Lokman 10)
Gökleri direksiz bir şekilde yükseltti ve siz bunu görüyorsunuz. (Ra’d
2)
Allah gökleri ve yeri zeval bulurlar diye tutuyor. (Fatır 41)

Mülk 21
Kasas 71

Slayt

Kitap

Bundan 13 milyar yıl önce olacak en ufak bir değişiklik alemin şu


andaki halinde olmamasına sebep olurdu. Bu sebeple bilinçli bir
alemle karşı karşıyayız. Hassas ayarda en ufak bir sapma canlıların
bugünkü gibi olmamasına sebep olur.

Normalde merkezde (çekirdekte) olan protonun çekmesi lazım ama


onu tutan (imsak) biri var.

Bütün bu verilerin söylediği şey kosmosda büyük planda bir tasarımın


olduğunu görmek mümkündür.

Goldilocks ve Üç Ayı Masalı

Masalda Goldilocks isminde bir kız var ve bu kız bir ayı ailesinin
evine gidiyor. Ayı ailesi baba ayı olan büyük ayı, anne ayı olan orta
ayı ve çocuk olan küçük ayıdan oluşuyor. Her boyuttaki ayıların
eşyaları da boyutlarına göredir.

Büyük ayıya büyük boy çorba kasesi


Orta ayıya orta boy çorba kasesi
Küçük ayıya küçük boy çorba kasesi

Büyük ayı için büyük boy sandalye ve yatak


Orta ayıya orta boylu sandalye ve yatak
Küçük ayıya da küçük boy sandalye ve yatak

Goldilock kavramı fizikte bir ıstılaha


dönüşmüş. Goldilock enigması diyorlar.
Bunu demelerinin nedeni evde üç farklı
şekil (kase), üç farklı boyut ve tam da

bunlara denk gelen bir hayat ortamı


(büyük, orta, küçük yapılı ayılar)
bulunmasıdır.
🔹 Biz de âleme baktığımızda bizim gibi canlıların yaşamasına olanak
sağlayan bir düzende olduğunu görüyoruz.

Evren nasıl oluyor da bizim gibi insanların yaşamasına fırsat veriyor?

Kitap Tavsiyesi

🔹 "Evrim ve Tasarım" isimli evrimle ilgili yaptığım bir çalışmadır.


İleri okuma yapmak isteyenleri oraya yönlendirebilirim.
🔹 Darwin'in Kara Kutusu (Michael Behe): Evrim teorisini eleştiriyor.
🔹 Hücreden Allah'a
🔹 Zamanın Kısa Tarihi - Büyük Patlamadan Kara Deliklere (Stephen
Hawking)

;
İlahiyatın Felsefesi: Felsefenin İlahiyatı
(Recep Alpyağıl)

6. Ders
10/12/2021

Tanrı'nın Varlığı Hakkında Deliller: Ontolojik Delil, Dini Tecrübe


Delili ve Şuur Delili

Kitap içeriği

Bugün işleneceğimiz delillerin temel karakteri enfüsî delillerdir. Âfakî


delillerden başlayıp enfüsî delillere geldik. Bugünkü işleyeceğimiz
dersin en anahtar kavramı "nefs" kelimesidir.

Nefs ve enfüs nedir?

Nefs sadece ruhun olmadığı bedenden müteşekkil olduğunu


düşünürsek, nefs delili farklı olur. Enfüsî delil hem kozmolojik hem de
Teleolojik delilin alt kategorisi olarak düşünülebilir.

Türkçede nefs kelimesi negatif olarak kullanılır ama felsefecilerin


(İslam düşüncesi içerisinde) dilinde nefs kelimesi, herhangi bedensel
bir duruma atıfta bulunmayan, insanı insan yapan şey olarak kullanılır.
Burada bir paradoks vardır. Kelamcılar nefse ruh demişlerdir. Yani
felsefecilerin nefs dediğine kelamcılar ruh demiştir. Cevher, zihin...

Özetle nefs kelimesi, yani "kendi" kelimesinden..

Nefs Bedensel olarak dediği şeye değil de kendi iç dünyasına


baktığında, gözünü kapattığında 'ben" dediğinde neyi düşünüyorsa
nefs odur.

Enfüsi olarak denildiğinde, (benim kendi düşüncem) iki ayette daha


geçiyor.

Dinin salt korku üzerinden açıklanmasının olumsuz yanları vardır.


Uçak düşerken, kasırga anında ateistler inanmaya başlayabiliyor. İnsan

ölüm anıyla karşı karşıya gelince nefs kavramı ortaya çıkıyor. Bizde
olan nefs, o ölüm anında bize Tanrı'yı hatırlatıyor.

Kişi nefsini, kendini hatırlarsa, doğrudan doğruya onunla bağlantıya


geçerse, o bizi doğrudan Tanrı'ya götürmüş oluyor. Bu durum nadir
anlarda gerçekleşir. Olağan zamanlarda nefsin üzeri farklı duyu
organlarıyla örtülüyor. Bütün hislerimiz, içimizdeki nefisle olan
bağımız kopuyor. Bu esnada Tanrı'yı hatırlamak oldukça zor oluyor.

🔹 Ayette, kişi bütünüyle, organlarıyla, bedeniyle bağı kopmuş oluyor.


Fiziki organları ne kadar unutursak nefsi, Tanrı'yı daha çok
hatırlıyoruz. Fiziki organları ne kadar hatırlarsak, nefsi, Tanrı'yı
unutuyoruz.

İslam düşüncesinde İbni Sina'nın "Uçan Adam" örneği vardır:

Birçok uzvunu kaybetmiş biri hâlâ kendi olarak vardır.

Batı felsefesinde Tanrı'nın delili dendiği de ilk akla gelen Aziz


Anselm'dir.

Tanrı nedir? Kendisinden daha büyük olduğunu düşünemediğimiz


varlıktır.

(Ezanda Allahu Ekber dediğimizde herhangi bir şeye nispet


edemediğimiz şekilde büyüktür.)

Zihinden nasıl gerçek dünyaya intikal edeceğiz?

Zihinde gerçek olmayan kavramlar da vardır: Kaf dağı, çift başlı


yaratıklar gibi...

Burada St.Anselm değişik bir şey öneriyor: Kendisinden daha büyüğü


düşünülemeyen bir varlığı hem zihnimde (iç dünyamda) hem dış
dünyamda da düşünebiliyorum.

Yani
Enfüsî olandan afaki olana...

Öyleyse kendisinden daha büyüğü düşünülemeyen bir varlık sadece


zihinde mi olursa olur?

Bu delile şöhretini kazandıran kili Descartes ve Kant'tır. Biri sunan,


diğeri eleştiren kişidir.

✅ Lenin, Spionaza, Descartes hem matematikçi hem de filozof

Descartes ne diyor?

Üçgen kavramı... Üç köşeli, dik açılı kavramı, iç açıları 180 derece


olması kavramı. Tanrı yoktur demek çelişik bir kavramdır Descartes'e
göre.. Kavram varsa vardır. Tanrı yoktur demek yuvarlak kare, dört
köşeli üçgen demek gibi bir şeydir. Üçgense üç açılıdır, Tanrıysa
vardır, bekarsa evlenmemiştir." Kavram kendi yüklemini de kendi
içerisinde vermiş olur.

Descartes "Mükemmellik" kavramından hareket ediyor Farabi gibi.


Şöyle diyor Descartes: "Kendi zihnime bakınca mükemmellik
kavramını görüyorum. Ben mükemmel değilsem, alem mükemmel
değilse bu kavram nereden geldi? Bunun gibi sonsuzluk kavramı...
Sonlu olmakla beraber bizde sonsuzluk kavramı nasıl olabilir? Öyle
ise bunu kendisi mükemmel olan, Kemal sahibi olan bir Varlık bize
vermiştir."

Kant'ın karşıt tavrı

Analitik önermeler
Sentetik önermeler

Kant'a göre "Tanrı vardır" önermesi sentetik bir önermedir.

Şu anda, modern dönemde de bu düşüncenin popüler versiyonları


vardır.

Dini Tecrübe Delili

"Enfüsî Deliller, İspatı Vacip Deliller" olarak da başlık yazabiliriz.


(Dini tecrübe delili batılı bir başlıktır. Biz kendi metinlerimizi
yazarsak dediğimiz başlıkları koyabiliriz.)

Fussilet 53

Ayetin ikinci kısmında muhatap değişiyor. İbni Sina bu ayete Burhan-ı


sıddıkiyn (doğrulayanların delili) diyor. Afaki ve Enfüsî delillerin bir
kavim için olduğunu söylüyor. Ayette bizim medlul dediğimiz delil ??
oluyor, delil dediğimiz medlula dönmüş oluyor.

Sûfiler bu ayetten çok şey anlıyorlar. İlahi olanın her şeye şehîd
olması şu demek: Bizim şu anda yaptığımız şey aleme nefsimize şahit
gözüyle baktık. Ve onları başka şeye şahit, şehit tuttuk. Bu ayette her
şey tersine çevriliyor. Şehit tuttuğumuz meşhur, meşhur olan şehit..

Işık var mı? Dediğimizde ışık olmadan göremezdik.

Örnek

Alemi böyle görebilmek, bu makamda olabilmek muazzam bir şey...

Bal örneği. Balı tatmayan bilmez. Başa dair nazari bilgiye de


ihtiyacımız var, lezzet bilgisine de ihtiyacımız var.

İkinci bölümdeki makamdaki olmayı herkesten beklenmez.(evelem


yemci birabbike ennehu ala külli şey'in şehîd)

Richards Swinburne
Hristiyan din felsefecisi

Dini tecrübede iki safha söz konusu


1. Kişinin kendisi için delil olur mu safhası
2. Dini tecrübe başkası için delil olur mu

Freud (cinsellik), Marx (ekonomi), Nietsche (güç) saflık kavramını


bozdular.

Şahitlik ilkesi: bilim, tarih, coğrafya

Hicr 14-15

En'am 7-8

Film Tavsiyesi: Ameli

Delil-medlul alakasını anlatıyor.


İlahiyatın Felsefesi: Felsefenin İlahiyatı (Recep Alpyağıl)

1. Ders
29/10/2021

Nedir ilâhiyat denen bilim?

Kelimenin kökteninden "ilah" kelimesi vardır. Bazı düşünürlere göre


"Allah" lafzından kökeni de "ilah"La alakalıdır. Sonradan "Allah" ismi
oluştu. Bazılarına göre ise bunu iddia etmeyenler de vardır. İlah
kelimesine bir nispet "ya"ise getirilmiş. "İlahi" kelimesini
kullanıyoruz Türkçede. İlahi kelimesinin muhtevası "ilahla alakalı
olan şey" dir.

Arapçada bir şeyin sonuna gelen "ta" o şeyi çoğul yapar.

İlahiyat, kelime anlamıyla "ilaha ait olanlar" demektir.

Nedir İlaha ait olanlar?

Bugün Türkiye'de ortalama bir kişiye metafizik nedir? diye sorunca


nasıl cevap alıyorsak ortalama bir Arap'a ilahiyat nedir? sorunca
alacağınız cevap aynıdır.

Ekranda Ilmu'l İlahi ve ulûmu'l ilahiyat

Özetle ilahiyat dediğimiz şey her ne mesele ki ilahla alakalıdır, bu


ilahiyattır. İslam düşüncesinde Ilmu'l İlahi, ulumu'l ilahiyat

"El metalibu'l âliye Mine'ler ılmu'l ilahi" Fahreddin Razi'nin eseridir.

"Felsefe" aslında Arapça söyleyiştir. Arap'ın söylediği bir tabirdir.


Hatta cumhuriyette diş özdeşimlerinden sonra "felsefeye felsefe değil,
filozofi diyelim" denmişti. Bunun sebebi felsefenin Arap ağzıyla
söylenmiş olmasındandır.

Filo: Sevgi
Sophia: Hikmet

Felsefe'ye "Hikmet sevgisi" denmesinin sebeplerinden birisi Hikmet'e


mutlak anlamda sahip olacak varlığın Tanrı olduğu düşüncesidir. Yani
mutlak bilgiye Tanrı sahip olacaktır.

Filosofi'ya neden Hikmet denmiştir?

Hikmet Allah'ın isimlerinden birinin kaynağıdır. Allah'ın hakîm


olması. Hâkim, mahkum, mahkeme, hüküm, hükümet, hakem, hekim,
tahkim gibi çok sayıda kelimenin köküdür Hikmet.

Müslüman Arap'ların fetihler içerisinde kuzeye çıktıklarında, bozansa


gidip elde ettikleri ilimlere sahip olup dönüştürmeleri, kendi
bünyelerine dahil etmiş oldukları paganlara (putperestlere) ait ilme
Hikmet kelimesini vermiş olmaları çok önemsediğim bir husustur.
Bununla uğraşanlara hakîm ve hekim denmesi de.. Felsefeci aynı
Zaman'da doktordur. Klasik anlamda felsefe bütün ilimleri şemsiye
gibi toparlayan bir ilimdir.

Müslümanların "Hakîm, Hikmet, hükemâ" şeklinde karşılık vermeleri


sıradan bir karşılık değildir.

"Hikmet mü'minin etiğidir" şeklindeki ifade "biz Nasıl olsa buna


sahiptir" şeklindeki yaklaşımdır.

Platon, Eflatun

Müslüman filozoflar Eflatun'a "İlahi" demişlerdir.


Nazari Hikmet
1. El-İlmu'l Esfel (el-İlmu'l Tabii)
2. El-İlmu'l Evsat (el-İlmu'l Riyazî)
3. El-İlmu'l Â'la (el-İlmu'l İlahî)

Amelî Hikmet
1. Ahlak
2. Ev Yönetimi
3. Siyaset

Aristocu bir slayttır.

Felsefe iki türlüdür

Teorik : Nazarî
Pratik: Amelî

Aristo olsaydı Nazari Hikmet e ait ilk üç kutuyu şu şekilde sıralardı:


⁃ Tabiat (fizik, kimya, biyoloji, astronomi, vs)
⁃ Matematik (musiki, hendese, İslam dünyasında 70-80 yıl öncesine
kadar ılmu'l riyazıyat olarak kullanılıyordu)
⁃ Teoloji
olarak ayırırdı.

Kınalızade'nin (Kanûnî dönemi mütefekkiri) Mukaddimesi'nden bir


bölüm:

İlahiyatın başka bir ismi Felsefeü'l Ùla (ilk felsefe)

Aristo metafizikte ne yapılıyor? sorusunun cevabını şu şekilde


vermiştir:

Diğer bütün ilimlerde sınırlı bir yönden sebeplilikmaraştıröırken,


metafizikte bütün sebeplerin birbirine bağlandığı, müsebbibu'l esbab
konuşulur. Fizikte, biyolojide alt nedensellikler vardır. Bütün
nedenselliklerin birbirine bağlandığı bir üst neden vardır metafizikte.

✅ Felsefenin İslam dünyasındaki karşılığı hikmettir. Metafiziğin


İslam dünyasındaki karşılığı "ilahiyat" olacaktır.

İbni Sina'nın ansiklopedik eseri:

✅ İlahiyat, klasik anlamda felsefenin en son branşıdır. Kraliçe


branştır. İlmu'l Âla'dır. Felsefenin en zirve ilmidir.

✅ Felsefe artık fiziği kaybetmiş, fizikçilere bırakmış. Biyolojiyi


kaybetmiş, biyologlara bırakmış. Matematiği kaybetmiş,
matematikçilere bırak. Klasik anlamda bir felsefeci aslında bütün bu
ilimlerle ilgileniyordu. Felsefeciye kalan şey metafizik, ilk felsefe yani
ilahiyattır. Felsefenin kendisi ilahiyat yani metafiziktir.

✅ İlahiyat bir bilimdir.

Felsefeyle ilahiyat bir araya gelir mi? İlahiyatın felsefesi, dinin


felsefesi olur mu?

✅ İlahiyat felsefenin bizatihi kendisidir.


Bugün Türkçede yaşatılması gereken kavramlardan biri Külliye'dir.


Kül, bütün demek. Külliye yerine "üniversite" denilmiştir.

Siz her ne vakit bütün sebeplerin sebebinden bahsetseniz onun bilinen


adı ilahtır. İlahi olması, ilahiyat olması, bu branş içerisinde her ne ile
uğraşılıyorsa bu şey ilahla alakalı görünüyor.

Hocanın çalışmaları

Gelenekten kopma filozof yetiştirememenin, medeniyet kuramamanın


sebeplerindendir.

✅ İlahiyat, felsefe, metafizik ve ontoloji kavramları dönüşümlü


olarak birbirinin yerine kullanılan kavramlardır.

✅ İlahiyatsız bir medeniyetin olması, medeniyetin tasavvur edilmesi


mümkün değildir. Hatta medeniyeti ortaya çıkaran bir kavramdır
ilahiyattır.

Aşağıdaki eser bu derste işleyeceğimiz konuları içerir:

You might also like