Yeni Microsoft Word Belgesi

You might also like

Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 15

Fareler ve İnsanlar sayfa 103

"Ben seninle konuşamam. George başımı belaya sokınam-

dan korkuyor/' dedi Lennie.

Fareler ve İnsanlar sayfa 120

"Ama bıktı artık senden," dedi tavşan. "Önce sana temiz

bir dayak atacak, sonra da seni bırakıp uzaklara gidecek."

"Hayır, bu dediklerini yapmaz o," diye bağırdı Lennie

korkudan çılgına dönmüş bir halde.

Fareler ve İnsanlar sayfa 120

"Ama bıktı artık senden," dedi tavşan. "Önce sana temiz

bir dayak atacak, sonra da seni bırakıp uzaklara gidecek."

"Hayır, bu dediklerini yapmaz o," diye bağırdı Lennie

korkudan çılgına dönmüş bir halde.

Fareler Ve İnsanlar sayfa 42

susardı. Herkes onun bilgisine sonsuz güvendiğinden konu

ister siyaset, ister aşk olsun onun görüşü doğru kabul edilirdi.

Fareler ve İnsanlar sf 49

Yine sakin bir tavırla karşı-

sındakini samirniyete ve güvene davet ediyordu.

Fareler ve insanlar sf 97

"Bu konuda bana güvensen iyi edersin," dedi. "Hem bana

inanmasan bile ya doğruyu söylüyorsam diye düşünüp risk al-

mamalısın bence."

Fareler ve İnsanlar sf 50

Uçurumdan atlamasını söylesem inan hiç tered-

düt etmeyip atiardı hemen.


Fareler ve insanlar sf 89

"Bizim de hayvanlarımız, tarlalarımız olacak. inanmıyorsan bana George' a sor."

Fareler ve insanlar sf 97

"Sizi kim

dinler ki? Bunu gayet iyi biliyorsunuz siz de. Kimse sizin lafınıza inanmaz."

Fareler ve İnsanlar SF 111

" Sonra kendini inandırmaya çalışarak şöyle dedi: "Belki de bir yere kapatır, bakarlar ona orada iyi bir
şekilde."

Fareler ve İnsanlar sf 10

"Fare mi? Canlı bir fare mi?"

"Yok, yok. Ölü bir fare George. Ben öldürmedim ama. Doğru

söylüyorum, ben öldürmedim. Bulduğumda ölmüştü çoktan."

"Ver onu bana," dedi George.

HEİDİ

Sayfa 156

H eidi korku içinde, «Ben gezinecek değildim k i!» diye açıklam aya çalıştı.

Sayfa 222

Oysa onu yemek odasında b ir aşağı b ir y u karı gezinir buldular, ve yüzünde h iç korku ifadesi olm
adığını görünce, daha da çok şa şırd ılar.

Sayfa 327

Peter korku dolu gözlerini Heidi'ye dikti

Sayfa 393

K ısa zamanda duyduğumuz korku tüm m utluluğumuzu yok eder.


Sayfa 323

«inanmıyorum sana. Kim se de inanmaz.»

Sayfa 45

Heidi buna inandı. Zaten önlüğünde b ir tek çiçeğe bile yer kalmamış gibiydi.

Sayfa 50

H eid i'nin ciddî söylediğine inanm ıyordu.

Sayfa 70

«Söylediği zaman inanmamıştık ama...

Sayfa 92

bizim aramızda yaşayacağınıza inanıyorum .

sayfa 139

heidi heyecanından ancak fısıldayabildi, «Kendim için mi? Tem elli mi?» Talih in e inanamamıştı.

Sayfa 83

H e id i’n in ayak sesleri... Çocuk da nineye çok bağlanm ıştı.

Sayfa 236

H eidi öyle b ir inançla ve k a ra rlılık la kendine yol açmaya çalış tı ki, sonunda çaresiz yol verip
arkasından bakm akla yetindiler

Sayfa 146

«Yalan söylüyorsun! Bayan C lara hiç b ir zaman evden çıkm az k i... jöirüyem iyor b ir kere! Şim di
hemen buradan defol da benden dayak yeme!»

Sayfa 285

H e id i’nin kendisini tanıyacağından bile kuşku duymaktaydı.


Sayfa 166

Ama aldatıld ık. Tüm üyle k a n d ın ld ık!

POLLYANNA

" Nancy, küçük istasyonda, yolcuların inişlerinin en iyi görülebileceği yere geldiğinde, içini bir
korku kaplamıştı.
Pollyanna şaşırmıştı. Sadece başını sallayabildi. Gözlerini korku bürümüş, iyice irileşmişti.
Nancy, adeta korku dolu gözlerle Pollyanna'ya baktı. "Ne kadar garip bir iş!"
Pollyanna küçük yaratığın korku dolu özlerinin içine bakarak şefkatli bir sesle mırıldandı.
Bunlara rağmen Pollyanna'nın bu korku dolu odalara girmesi ve doktora telefon ederek ev
sahibinin başına gelenleri anlatması gerekiyordu.
Hizmetçi, korku dolu bir sesle şunları söyledi: "Beyefendi, izin verirseniz burada... Burada size
yemek getiren bir kız var. Doktor onu yanınıza getirmemi söyledi."
Pollyanna, gözleri ve ağzı korku ve şaşkınlıktan açılmış bir biçimde onu dinliyordu.
. Kazadan duyduğu korku ve üzüntüyü anlattı.
Bayan Polly'nin büyük korku ve şaşkınlığı içinde, Nancy hüngür hüngür ağlamaya başladı.
Fakat polis olup korku içindeki insanlara yardım edebilmek belki daha da hoş.
Sonra korku ile sordu: "Anam dediğin senin annen mi?"
Pollyanna korku ile yalvardı: "Fakat ne olur reddetmeyin." "Reddettim bile."
Yarı korku dolu, yarı yorgun bir şekilde Bayan Carew'ın yüzüne bakarak kararlı bir şekilde
konuşmaya başladı.
Bu korku ile küçük şeyleri bahane ediyor.
Önünde hayal meyal Jamie'nin ıstırap ve korku dolu yüzünü seçiyor ve haykırışlarını
işitiyordu.
Şimdi onun için en büyük mutluluk Pollyanna ile arasındaki şüphe ve korku engelini aşmasına
yardım edecek bir mucizenin gerçekleşmesi olabilirdi.
Jimmy o gün kampa döndüğü zaman, düşünceleri karmakarışıktı. İçindeki isyan ve korku
birbirine karışmıştı.
Bayan Carew'ın artık gülümsemediğini ve gözlerinin korku ifadesi ile dolduğunu görürlerdi.
Pollyanna ellerini yüzünden çekip genç adama baktığı zaman, gözleri çaresizlik ve korku ile
dopdoluydu.
"Yani o zamanlar sizi severdim," diye değiştirmeyi düşündüyse de, sonra bunun büsbütün
saçma olacağını fark ederek sustu ve korku ile John Pendleton'ı dinlemeye başladı.
"Ohh!" diye içini çeken Pollyanna gözle görülür bir şekilde gevşedi ve yüzündeki korku
kaybolmaya başladı.
Pollyanna'nın gözleri yine korku ile büyümeye başlamıştı. Telaşla: "Fakat sizin yuvanızda, bir
çocuğun var olduğunu unutuyorsunuz. Jimmy var," dedi.
Tom inanmamıştı. "Hadi, hadi şaka yapmaya devam et" dedi. "Bana, bugün güneşin doğudan
batacağını da söylesene."
O, artık "mutluluk Pollyanna oyununu" başarılı bir biçimde oynayabileceğine inanmaktaydı.
Pollyanna, hala bu sözlere inanmamış görünüyordu
Sen gelmeden önce Bay Tom bana bir vakitler Bayan Polly'nin bir sevgilisi olduğunu
söylemişti. Buna inanmamıştım.
"Bunu bana söyleseydin asla inanmazdım"
Bu güler yüzlü çocuğun bir daha sokaklarında dolaşıp koşamayacağını, tatlı tatlı mutluluk
veren şeyleri anlatamayacağı gerçeğine inanmak istemiyorlardı.
Dr. Mead'in çok korktuğu şeyin, yani Pollyanna'nın bir daha yürüyememesi ihtimalinin
gerçekleşeceğine inanmak için her türlü neden vardı.
Gizlice her ikisini de gözetleyip yüzlerindeki ifadeyi tespit etmeye çalışıyor, konuşmalarını
dinliyordu. En sonunda gerçekten birbirlerine taptıklarına inanmaya başladı.
Yine de hikayenin bir tarafında, kesin olarak bulamadığı bir bozukluk olduğunu tahmin ediyor
ve birinci ödülü kazanamaması olasılığının belirdiğine inanmaya başlıyordu.
Bayan Polly, dönüp kapıya doğru yürürken işi emniyete almak istedi.
Nancy, açıkça belli olan bir şüphe içinde: "Evet, belki de" diye doğruladı.
" Nancy'nin yüzü belirgin bir şüphe içindeydi.
O zamana kadar daima bundan şüphe etmişti.
Yüzü ve sözleri şüphe aksettirmekle beraber, şimdi kanepede çok daha dik bir şekilde
oturuyordu.
Pollyanna gözlerini kırpıp yüzünü kırıştırdı, şüphe ile oğlanların yüzlerine bakıyordu.
. Kafasında bir şüphe olsa bile; uzun boylu, kahverengi gözlü genç adamın elindeki koltuk
değnekleri, onun hedefine ulaşması için yeterliydi
"Bilemiyorum. Kesin bir bilgi elde edemedik. Bazen bundan emin oluyorum, bazen de şüphe
ediyorum.
Şimdi onun için en büyük mutluluk Pollyanna ile arasındaki şüphe ve korku engelini aşmasına
yardım edecek bir mucizenin gerçekleşmesi olabilirdi.
Harrington Konağı'ndan tamamen uzaklaşması, diğerlerinde şüphe yaratabilirdi.
Polly Teyzenin gözlerinde bir şüphe izi belirmeye başladı. Pollyanna bunu fark ettiyse de hiç
sesini çıkarmadı.
"Evet, Sadie Dean. Şaşırmış görünüyorsun. Bilmiyor muydun? Sadie'ye karşı olan histerimden
hiç şüphe etmedin mi?
Emin olmazsam, bu şüphe ile seninle asla mutlu olamam."
"Hayır Jimmy, bu şüphe oldukça mutlu olamam. Anlamıyor musun, yıllar önce benim annem
onun aşkını reddederek kalbini kırmış?
Jimmy'nin ziyaretinden bir hafta sonraydı ki, bu düğümü çözebilecek tek kişi olan John
Pendleton iki genci daha fazla şüphe içinde bekletmekten kurtardı.
Her ne kadar Polly Teyzeyi henüz kandırmadıksa da, eminim kabul edecektir.
Pollyanna, artık John Pendleton'ın, Polly Teyzesinin bir zamanki sevgili olduğundan kuşku
duyuyordu.
"Hayır, Pollyanna, sevdiğimi söyleyemem," diye kaşlarını çatarak cevap verdi Bayan Carew.
Gözlerindeki parlaklık gitmişti. Kuşku ile bakışlarını Pollyanna'ya çevirdi.
"Ama, beni en şaşırtan şey, nasıl olup da adamın seninle dost olduğu?
Görevine pek bağlı bir kadındır! Onun kendisiyle son on beş, yirmi yıldır hiç de dost değiliz.
Jamie ile Sadie Dean de, Jimmy ile dost olmuşlardı

İNCİ

Ama ilk göz ağrısı için duyduğu korku ve kaygıyı bir türlü silip atamıyordu yüreğinden.
Sonra yüzündeki korku silindi, katılaşan gövdesi gevşedi ve kafas ında yeni bir türkü
biçimlenmeye başlad ı
Juana bebeğini atkısının altı na soktu . Kaygı ve korku dolu bakışlarını gözlerine dikti . Kino
yaklaştı,
Şimdi Kino'nun yüreğini korku sarmıştı. Her zaman olduğu gibi öfke korkuyu izledi.
» Mum ışığı yüzünü aydı nlatıyordu. Bakışları korku dolu, dudakları titriyordu.
Belki cayar diye Kino karısının yüzüne baktı, gözlerinde du raksama ya da korku aradı, ancak
hiçbirini bu lamadı.
Halk yüzünün korku saldığını, h ızı giderek artan bir fırtı nayı andırdığını, ikisinin de insanlara
özgü duygulardan uzaklaşmış oldukları nı söyler.
Şimdi göle düşen adamın korku dolu gözlerini görüyordu incinin yüzeyinde.
Körfez'de yaşayan halk bu nedenle olacak gözleriyle gördüğüne, açık seçik gerçeklere
inanmaz,
İ nsan bu Körfez'in bel i rsiz ışığında gördüklerinin çoğuna inanmamal ıydı, çünkü görüntüler
yan ıltıyordu.
Kimi leyin boğaz ına bir şey düğümleniyor, işte güven ve mutluluk duyduğum yer, sıcacık evim
diye haykırmak istiyordu.
Kısaca kano açl ı ktan ölmeye karşı bir güvenceydi. Kino her yıl yalnız o yöre halkı nın bildiği
dayan ıklı bir maddeyle sandal ını sıvardı.
. Kino arkasına dönünce ailesinin sıcaklığını ve güvenliğini bu lacağına emindi
Kino'nun ı rkının araç gerece ne denli güven duyduğunu çok iyi bildiğinden çantasını
göstermeye çalışıyordu.
Çünkü doktora güvenmiyordu.
. Gelecek güvencesini, rahatı nı, güvenliğini üstleniyordu.
Aile Tü rküsü'nü mırı ldanarak ona karşı savaşıyor, ailesinin bütü nlüğünü, güvenliğini, sıcakl
ığı nı korumaya çal ışıyordu.
«Gün ağarı nca sandal ı mıza binip denize açıl ırız, sonra dağları aşıp başkente varırız, sen ve
ben. Kimse dolandıramayacak bizi. Bana, erkeğine güven.»
u. Denize açı lan bir sandal ın güvenlikte olamayacağı apaçık ortadaydı.
Juan Tomas kuşku uyand ırmamak için arada bir d ışarı çıkıp komşuların arasına katılıyordu.
Çünkü en ufak bir ses, yuvarlanan bir taş, bir ah ediş avcı ları uyandı rabi lir, geceyle ilgisi
olmayan bir ses gözcüyü kuşku landırabilirdi.
İşyerlerine gidip göster incini ya da istersen onları buraya çağırayım, böylece seni
aldatmadığımı anlarsın. Oğlum, baksana!» diye çağırdı.
« Eğer gerçek dediğin gibiyse biz yaşamı mız boyunca aldatılıyoruz demektir. »

ROBİN HOOD
"Ah Küçük John," diye söze başladı Robin, "çok cesur bir insansın. Sağ salim geri geldiğine,
hemde yanında aşçıyı da getirdiğine inan çok seviniyorum
"Hah!" dedi Robin titreyen değirmenciyi kendisine getirdiklerinde. "Demek beni öldürmeye
kalktın ha? İnan ki..."
i Robin adamın omuzuna vurup, "şimdiye kadar gördüğüm en yaman adamsın. Tozlu
değirmenini bırakıp benim çeteme katılır mısın? İnan ki senin gibi bir adam, hayatını sabanla
değirmen taşı arasında geçirmemeli.
"Öyleyse dinle Allan," diye bağırdı Robin, "inan bana, şu iki gün içinde Vadili Ellen karın
olacak. Şu Fountain Manastırı rahibini yarın aramaya çıkacağım ve aklına girmeye çalışacağım,
olmadı aklını başına devşirmesini bilirim zaten."
"Benim, yani dürüst ve çalışkan bir zanaatkârın handan içeriye girdiğini gördün ve onun kim
olduğunu bilmene rağmen bana kim olduğunu söylemedin demek. Senin kafanı kırarım ben!"
"Şurada oturan adam keşiş meşiş değil, dürüst bir insan kılık değiştirip keşiş cübbesi giymez,
hırsız bile böyle değersiz bir cübbeyi çalmaya tenezzül etmez. Bence bu adam Robin Hood'un
adamlarından biri."
Ben hacı olmadan önce dürüst bir çiftçiydim, zalimlere ve şişkin para keseleri taşıyan
rahiplere kalkan elleri iyi tanırım
Ben dürüst bir adamım, ne bir adama yanlış yaptım ne bir kadına el kaldırdım.
"Ne iyi kalpli ne dürüst bir adamsın sen, tüm iyilikler de seninle olsun!" diye bağırdı kasap
neşeyle, bu sırada arabadan aşağıya atladı ve Robin'in uzattığı keseyi aldı.
"Pek çok kişi beni sever ve bana iyilik diler, ama çok az kişi bana dürüst demiştir," dedi
"Tüm iyilikler sizlerin üstüne olsun, bu evin aşının bolluğuna zeval gelmesin ve tüm kasaplar
benim gibi dürüst kalsın
Lincolnshire'lı dürüst bir köylüyle, sevdiği kadın uğruna karşılaşmak istiyor ha? Hadi gençler?
Gelin gelin
Daha sonra çok güvendiği ulaklarından birini çağırdı ve atını eyerlemesini, Lincoln köyüne
gitmeye hazırlanmasını, burada yakalama emrine uyacak biri varsa onu bulup getirmesini
istedi. Ulak hemen o sabah görevi yerine getirmek üzere yola çıktı.
"Teklifinizi kabul ediyorum, çünkü kardeşlerimle benim bu paraya ihtiyacımız var. Biz neşeli
bir hayat sürüyoruz ve kimse azıcık parayla neşeli bir hayat süremez. Sizinle anlaşalım,
yanınızda üç yüz poundu getireceğinize söz verin, pazarlığı böylesine ucuza kapamaya çalışan
birine güvenemem yoksa."
Robin Hood kendi kendine konuşurken tüm siniri bir anda kayboluverdi, çünkü sağ kolu diye
adlandırdığı güvenilir adamının hayatı tehlikede olabilirdi
Küçük John güvenli olsun diye senin taşımanı istediğim iki kese var.
"Sana inanırdım şövalye efendi, ama senin gibilerin arasında laflarına kesinlikle
güvenilmemesi gereken çok insan var. Bu konuda kendi çıkarımı düşündüğüm için beni mazur
gör."
"Eh bu dedikleri doğru olmalı o zaman!" dedi şen Robin piskoposa dönerek, "Küçük John en
güvenilir adamımdır çünkü."
Hukukçuya önceden ödeme yapılmıştı, çünkü hukukçu Başrahip Vincent'a çok da
güvenmiyordu
"şu alçak Robin Hood'un yaşadığı yere çok yakınız. Buradan öteye geçince önümüz açılacak ve
yol daha güvenli olacak."
Bundan sonra fakir görünen bir adama güvenirsem, saçımı kazıtıp kafamı maviye
boyatacağım! Bizim tahıl simsarı tilkiden de kurnaz çıktı."
r. Londra'ya gelirsen seni elindeki tüm gücü seferber ederek koruyacağını ve güvenli bir
şekilde tekrar Sherwood Ormanı'na dönmeni sağlayacağını söylemem için beni gönderdi.
Robin, Lea'lı Sir Richard'la birlikte giderek dediğini yaptı, çünkü şövalyenin önerisi oldukça
akla yatkındı ve güvende olabilmesi için tek yöntem bu gibi duruyordu.
"Biliyorum," dedi Robin, "kralın beni aradığını çok iyi bildiğim için geldim zaten. Siz
majestelerine benim güvenliğimi sağlayacağına söz verdirirseniz, başıma hiçbir kötülük
gelmeyeceğini ve majestelerinin ne kadar yumuşak kalpli olduğunu da biliyorum, o yüzden
hayatımı sizin ellerinize bırakıyorum."
Robin Hood ile tenekeci kapıdan içeri girip iki büyük kupa bira söylediğinde, hancıya bakan
biri kendisinin daha önce ünlü haydudu görmediğine kesin inanırdı.
. Bunun üstüne herkes, bunun gri tüylü kör bir ok ile ucuna bağlanmış kaz tüyü kalınlığındaki
bir parşömen olduğunu gördü.
Arkasında kara cübbeli üç papaz, korkak kara koyunlar gibi büzüşmüş duruyorlardı.
Yakınlardaki ağaçlara altı at bağlanmıştı
Grubun atları ayaklarını yere sertçe vurup kuyruklarını sağa sola savuruyorlardı. Kralın
korucuları önlerinde dul kadının üç oğluyla birlikte işte bu hana geldiler. Üç gencin elleri
arkalarından sıkıca bağlanmıştı ve boyunlarından geçen ip hepsini birbirine bağlıyordu.
Ellerini arkadan bağladılar, atlardan birinin sırtına çıkartıp ters bir şekilde oturttular, ayakları
atın karnından geçirilen iplerle bağlanmıştı.
"Nasıl olur?" diye bağırdı tenekeci. Kızgın bir boğa gibi burnundan soluyordu: "Benim, yani
dürüst ve çalışkan bir zanaatkârın handan içeriye girdiğini gördün ve onun kim olduğunu
bilmene rağmen bana kim olduğunu söylemedin demek
"Şurada oturan adam keşiş meşiş değil, dürüst bir insan kılık değiştirip keşiş cübbesi giymez,
hırsız bile böyle değersiz bir cübbeyi çalmaya tenezzül etmez. Bence bu adam Robin Hood'un
adamlarından biri."
. Stutely gibi bir delikanlının asılacak olması beni çok üzdü. Ben hacı olmadan önce dürüst bir
çiftçiydim, zalimlere ve şişkin para keseleri taşıyan rahiplere kalkan elleri iyi tanırım
Ne olur benden bir şey almaya kalkma! Ben dürüst bir adamım, ne bir adama yanlış yaptım
ne bir kadına el kaldırdım
"Ne iyi kalpli ne dürüst bir adamsın sen, tüm iyilikler de seninle olsun!" diye bağırdı kasap
neşeyle, bu sırada arabadan aşağıya atladı ve Robin'in uzattığı keseyi aldı
"Pek çok kişi beni sever ve bana iyilik diler, ama çok az kişi bana dürüst demiştir," dedi Robin
"Tüm iyilikler sizlerin üstüne olsun, bu evin aşının bolluğuna zeval gelmesin ve tüm kasaplar
benim gibi dürüst kalsın."
"Ee, kim gelip benimle, Lincolnshire'lı dürüst bir köylüyle, sevdiği kadın uğruna karşılaşmak
istiyor ha? Hadi gençler? Gelin gelin. Sevgilileriniz uğrunda dövüşmeye değmeyecek kadınlar
mı, yoksa Nottingham gençlerinin kanında mı mıymıntılık var? Bence Lincoln'e karşı
Nottingham yapalım. Bugün buraya Lincoln'lülerin sopa kullanmasını biliyor dediği kimse ayak
basmadı daha."
"Öyleyse sana Kral Arthur'un sarayında yaşayan dürüst bir şövalyenin, tıpkı Phillis gibi kalp
ağrısını nasıl geçirdiğini anlatan şarkıyı söyleyeyim."
"Hiç de bile," dedi tabakçı cesurca. Gafil avlanmasına karşın, böyle göz korkutucu laflara karnı
toktu. "İftiracının tekisin sen. Hırsız filan değilim, dürüst bir zanaatkarım. Suratımdan sana ne,
hemzaten senin suratın da pek şirin sayılmaz seni gidi ahlaksız seni."
"Aman sakin ol efendim," dedi Küçük John, "bu ne sinir böyle? Boşu boşuna sinirlenme. Şu
yabancının kılığı kıyafeti o lordlarınkine göre daha ağırbaşlı. Dürüst bir adam olup olmadığını
bilmiyoruz."
"Biz dört dürüst adamız," dedi Robin, "şu ağır yükünü taşımana yardımcı olmak istiyoruz.",
"Ama," dedi değirmenci, "benden alabileceğiniz bir şey yok ki. Cebimde iki penim bile yok.
Yalvarırım bana zarar vermeyin, bırakın da gideyim. Ayrıca haberiniz olsun Robin Hood'un
bölgesinde dolaşıyorsunuz, eğer benim gibi dürüst bir adamı soyduğunuzu duyarsa,
kulaklarınızı koparıp Nottingham kale duvarına kadar kovalar sizi."
"Robin dürüst bir tüccarı soymaya kalkmaz. Demek paramı çalacaktın ha?" Tekrar bir darbe
indirdi. "Paradan kendi hakkını bile alamayacaksın, seni uzun bacaklı dolandırıcı seni!" Bunu
dedikten sonra Küçük John'un omuzuna öyle bir vurdu ki, Küçük John yolun diğer yanına
yuvarlandı. "Hiç merak etme sıra sana da gelecek kara sakal."
"hem dürüst hem içten bir surat. Tıpkı bir genç kızınki gibi saf, hatta şimdiye dek gözümün
gördüğü en güzel surat, ama bakışlarından anladığım kadarıyla üzüntü yaşlısı gibi genci de es
geçmemiş sanırım."
"Biri bana kibar der diğeri zalim. Biri bana dürüst der öteki hırsız. Bir adam başka insanların
gözünde şekilden şekle giriyor, bin çeşit hal alıyor. Bana senin ne gözle baktığın da tamamen
sana kalmış. Benim ismim Robin Hood."
"Bunu almayacağız," dedi Robin, "Quentin kendi işini alın teri dökerek kurmuş dürüst bir
adam." Böylece ipek balyaları açılmadan bir kenara kondu.
"Sen kim oluyorsun ha? Denby'ye böyle soytarı gibi gelip dürüst bir adamı hokkabazlık
hileleriyle yenebileceğini mi sanıyorsun?" diye bağırdı kızgın bir boğa gibi.
Daha sonra çok güvendiği ulaklarından birini çağırdı ve atını eyerlemesini, Lincoln köyüne
gitmeye hazırlanmasını, burada yakalama emrine uyacak biri varsa onu bulup getirmesini
istedi. Ulak hemen o sabah görevi yerine getirmek üzere yola çıktı.
"Teklifinizi kabul ediyorum, çünkü kardeşlerimle benim bu paraya ihtiyacımız var. Biz neşeli
bir hayat sürüyoruz ve kimse azıcık parayla neşeli bir hayat süremez. Sizinle anlaşalım,
yanınızda üç yüz poundu getireceğinize söz verin, pazarlığı böylesine ucuza kapamaya çalışan
birine güvenemem yoksa."
Robin Hood kendi kendine konuşurken tüm siniri bir anda kayboluverdi, çünkü sağ kolu diye
adlandırdığı güvenilir adamının hayatı tehlikede olabilirdi. Bu yüzden çalıların arasından
dikkatle yolunu bularak, yaprakları sağa sola itip, iki adamın ellerinde sopaları birbirlerine
yanaştıklarını görebileceği bir açıklık yakaladı.
"bu giysi çok süslü püslü, ama yine de oldukça sevimli; hem bu giysiyi giymişsem ne olmuş,
üstüme yapışmadı ya. Küçük John güvenli olsun diye senin taşımanı istediğim iki kese var. Bu
süslü kurdelelerin arasında ben kese taşıyamayacağım."
"Öyle mi?" dedi Robin şövalyeye dikkatle bakarak. "Sana inanırdım şövalye efendi, ama senin
gibilerin arasında laflarına kesinlikle güvenilmemesi gereken çok insan var. Bu konuda kendi
çıkarımı düşündüğüm için beni mazur gör."
"Eh bu dedikleri doğru olmalı o zaman!" dedi şen Robin piskoposa dönerek, "Küçük John en
güvenilir adamımdır çünkü."
Şakalar ve kahkahalar duyuluyor, herkes mutlu görünüyordu. Hukukçunun buruşuk yüzünde
çarpık bir gülümseme vardı, çünkü başrahip, Lea'lı Sir Richard davasıyla ilgili kendisinden taraf
tutması için cebine seksen altın sıkıştırmıştı. Hukukçuya önceden ödeme yapılmıştı, çünkü
hukukçu Başrahip Vincent'a çok da güvenmiyordu
"İşte en tehlikeli kısımburası," dedi, "şu alçak Robin Hood'un yaşadığı yere çok yakınız.
Buradan öteye geçince önümüz açılacak ve yol daha güvenli olacak."
"Dur bakalım dostum," dedi kahkahalarının arasında, "hayatımda senin kadar kurnazını
görmedim, demek takunyaların tabanı ha! Bundan sonra fakir görünen bir adama
güvenirsem, saçımı kazıtıp kafamı maviye boyatacağım! Bizim tahıl simsarı tilkiden de kurnaz
çıktı."
Londra'ya gelirsen seni elindeki tüm gücü seferber ederek koruyacağını ve güvenli bir şekilde
tekrar Sherwood Ormanı'na dönmeni sağlayacağını söylemem için beni gönderdi.
Robin, Lea'lı Sir Richard'la birlikte giderek dediğini yaptı, çünkü şövalyenin önerisi oldukça
akla yatkındı ve güvende olabilmesi için tek yöntem bu gibi duruyordu.
"Biliyorum," dedi Robin, "kralın beni aradığını çok iyi bildiğim için geldim zaten. Siz
majestelerine benim güvenliğimi sağlayacağına söz verdirirseniz, başıma hiçbir kötülük
gelmeyeceğini ve majestelerinin ne kadar yumuşak kalpli olduğunu da biliyorum, o yüzden
hayatımı sizin ellerinize bırakıyorum."
Vay be," dedi Küçük John, "bu çok güzel bir şarkı sahiden ve içinde doğruluk payı da var."
Böyle düşünenlerin sayısı daha çok olunca, hırsız şüphesi güdenler susup diğerlerine katılır
oldular
"Keseyi al bakalım Küçük John," dedi Robin Hood, "ve içindeki para tamam mı diye bir bak.
Validen şüphe duymamıza gerek yok tabii, ama kendisi keseden kafi paranın çıkmadığını
öğrenirse başına çok iyi şeyler gelmeyebilir."
"Olabilir," dedi Küçük John, "ben sizi çok sık görüyorum." Konuşurken valinin gözlerinin içine
bakıyordu ki, karşısındaki ondan şüphelenmesin
Bu laflar üstüne aşçı bir sağa bir sola baktı, şüpheyle başını kaşıdı, ama ziyafet çekmeye de
bayılıyordu. En sonunda derin bir nefes alıp Küçük John'a, "Pekâlâ, planını beğendim, hadi
dediğin gibi olsun, güzel bir ziyafet çekelim," dedi.
"Senden şüphe eder miyim hiç, hem o sopanın tadına bir kez bakmak bana yetti Küçük John.
"Şuna bakın, şu gelenin oldukça neşeli ve süslü bir kuş olduğuna şüphe yok."
"İşte ondan hiç şüphem yok," dedi Robin.
"Madem öyle," dedi Robin, "isteğimi nazikçe yerine getirdiğin ve benimle nazikçe konuştuğun
için ben de seninle öyle konuşacağım. Bilesin ki sevgili dostum, ben buralardan geçen senin
gibi şüpheli görünüşlü kişileri denetliyorum. Cüzdanını bana uzat da içine bakıp yasaların
müsaade ettiğinden daha fazla paran olup olmadığını anlayayım.
"Bilemiyorum," dedi Will Stutely kafasını şüpheyle sallayarak, "efendimiz belaya balıklama
dalmayı pek seviyor, ama ben burnumuzu her işe sokmamak gerektiğini düşünüyorum,
ilerideki ses bir adama ait ve bir adam kendi dertlerini kendi halledebilmeli."
"Bugün söylediklerinin hepsini duydum vali efendi. Bunları Robin Hood'a yetiştireceğimden
şüphen olmasın. O yüzden Sherwood Ormanı'nda tekrar görüşene kadar kendine iyi bak."
"Dur bakalım Hodge kardeş," dedi kör adam konuşmasını keserek. "Kardeşimizden
şüphelenmemize gerek yok, ama yine de kendisini tanımıyoruz. Sen necisin arkadaş? Lider
misin, tahrifçi misin, jiletçi misin, dili kesiklerden misin yoksa deli taklitçisi misin?"
"Dur bakalım Hodge kardeş," dedi kör adam konuşmasını keserek. "Kardeşimizden
şüphelenmemize gerek yok, ama yine de kendisini tanımıyoruz. Sen necisin arkadaş? Lider
misin, tahrifçi misin, jiletçi misin, dili kesiklerden misin yoksa deli taklitçisi misin?"
İngiltere'nin en ünlü okçuları orada olacak. Kraliçe senin de bu okçuların yanında yer almanı
istiyor, eğer gelirsen hiç şüphesiz ödülü kazanacağından emin. O yüzden bu haberi vermem
için beni görevlendirdi ve iyi niyetinin bir göstergesi olarak kendi parmağında yıllardır taşıdığı
bu altın yüzüğü sana vermem için gönderdi."
Ama kralın dileklerini yerine getirebilecek biri vardıysa da kulaklarının o gün tıkalı olduğu
şüphe götürmezdi.
"Eğer şarkıların da senin gibiyse, güzel olduklarına şüphe yok," dedi Kral Richard. "Bir şarkı
söyle lütfen, seni dinlemek istiyorum."
Bu lafların üstüne vali kuşkuyla Robin'e baktı. Kendi kendisine, "Bu haydudu böyle tanıyor
olmasından hoşlanmadım, keşke Sherwood Ormanı'ndan bir an önce uzaklaşabilsek," dedi.
ı. "Sana bir sır vereyim mi?" dedi. "Bugün söylediklerinin hepsini duydum vali efendi. Bunları
Robin Hood'a yetiştireceğimden şüphen olmasın. O yüzden Sherwood Ormanı'nda tekrar
görüşene kadar kendine iyi bak."
"Madem sonunda kendini öldürtecektin, bari önce arkadaşlarınla vedalaşsaydın," dedi, "ama
burada ölecek olursan, ben de yanında ölmek isterim; senin gibi bir dost için canımı bile
veririm."
"Öyleyse," dedi Küçük John, "bence birbirimizin boğazına yapışmaktansa dost olmamız daha
mantıklı olacak. Ne dersin şen aşçı dostum, benimle Sherwood Ormanı'na gidip Robin
Hood'un çetesine katılır mısın? Ormanda neşeli bir hayat bizi bekler, hem aralarından bir
tanesi ben olmak üzere yüz kırk tane dostun olacak. Ayrıca her yıl üç kat yeşil elbiseyle 550
şilin maaş da alacaksın."
"Hiç arkadaşın kalmadığını söylüyorsun Sir Richard, ama pek çok insan kötü gününde Robin
Hood ile birlik-te pek çok dost edindi söyleyeyim. Biraz neşelen şövalye efendi, sana yardımı
dokunacak bir çözüm bulunur elbet."
Köpekler dürüst bir adamı kokusundan anlarlar, işte Robin de kendince dürüst bir adamdı.
İkimiz de dürüst işler yapmadan para kazanmıyor muyuz? Alnımızın akıyla bir kuruş bile
kazanmadık değil mi? Kardeşiz diyorum sana, tek farkımız sen zenginsin ben fakir, o yüzden
yalvarırım bana biraz para ver.
Ne ellerim ne yüzüm ne de vücudum toz toprak içinde. Hiç böyle dilenci gördün mü? Ben de
senin kadar dürüst bir adamım, dikkatle bak bakalım," dedi. Bunları söylerken göğsüne
koyduğu keseyi çıkartıp şaşkınlıkla bakan istifçinin gözleri önünde altınları salladı. "Dostum,
bu çul çaputu, sırf benim gibi zengin bir adamı fark etmesin diye Robin Hood'u kandırmak için
giydim.
teke tek karşılaşmaktansa iki dürüst adam olarak o Robin Hood'un karşısına çıkmamız daha iyi
olacak. Eğer seninle yola devam etmemden rahatsızlık duymayacaksan yanında yürüyeyim.
"Sen de dürüst ve zengin bir adam olduğuna göre seninle yola devam ederim tabii," dedi
istifçi, "ama dilencilerden hiç hoşlanmıyorum."
"Sen de benim kadar dürüst bir adamsın, hem benden de gençsin; o yüzden sana daha önce
kimseye söylemediğim bir sırrımı söyleyeceğim ki, sen de bir daha Robin Hood'dan korunmak
için dilenci cübbesine bürünmeye kalkmayasın. Ayağımdaki şu takunyaları görüyor musun?"
"Sen dürüst bir adama benziyorsun ulak efendi, kraliçemiz de herkese adil davranan iyi kalpli
bir insan biliyorum. Arkadaşımla birlikte seni Robin Hood'a götürebiliriz, çünkü nerede
yaşadığını biliyoruz. Ama sana şimdiden söyleyeyim, onun kılına zarar gelecek olursa sana
dünyayı dar ederiz."
Ayva dürüst bir adamdı, ama pek zeki olduğu söylenemezdi, o sırada da aklından geçen tek
şey, "Ayakkabılar için üç buçuk şilin Ayva efendi, ayakkabıların için üç buçuk şilin" lafıydı. Bu
lafları kafasında döndüre döndüre yürüyor, başka bir şeye kafa yormuyordu.
Robin ayakkabıcıya on şilin verdi. "Hayatımda pek çok kişinin yerine geçtim, ama daha önce
hiç dürüst bir ayakkabıcı olmamıştım,"
"Neler oluyor?" dedi, "Gerçek mi rüya mı bu anlamadım. Tüm bu harala gürele ne beyler? Bu
adam dürüst bir adam, ne yapıyorsunuz?"
"Dürüst mü dedin?" dedi adamlardan biri. "Bu adam Robin Hood'un ta kendisi be."
Ayva'yım yahu, yanlışın var... yine de... olabilir mi? Ben demek ki gerçekten de Robin
Hood'um! Dürüst bir zanaatkardan böyle ünlü bir hayduda dönüşebileceğimi hiç
düşünmemiştim doğrusu."
İlk olarak dürüst ol. İkinci olarak da körlemesine adımlar atma. Senin gibi gözü kapalı
tehlikeye atılan bir adam bir sıçrar, iki sıçrar, en sonunda yakalanır haberin olsun. Kendini
ateşe attın, ama mucize eseri yanmadan kurtuldun. Tekrar deneme sakın." Bunları dedikten
sonra geri dönüp orayı terk etti.
Robert Lee'nin tavsiyesine uyarak ayağını denk almaya çalıştı, belki pek çok insanın dürüstlük
tanımına nazaran daha dürüst bir insan olamamıştı, ama Sherwood'a kolay ve hızlı bir şekilde
ulaşamayacağı mesafelere gitmemeye özen gösterdi.
Robin Hood'un Huntington Kontu olarak şatosunda değil de, elinde yayı kalbinde orman aşkı
ve dürüst bir insan olarak nasıl öldüğünü oldukça hızlı anlatmaya çalışay

GULLİVERİN GEZİLERİ

Genel Sekreter’in, bir hainin hayatını kurtarmak yolunda fikir ileri sürmeye nasıl cüret
edebildiğine şaştığını söyledi
Bu elçi Blefuscu hükümdarına, beni yalnız gözlerimi çıkarmak suretiyle cezalandırmakla
yetinen efendisinin derin merhametini belirtmek; adaletten kaçtığımı ve iki saat içinde
Lilliput’a dönmezsem Nardac rütbesinin elimden alınıp hain sayılacağımı söylemek üzere
talimat almıştı.
Bu elçi Blefuscu hükümdarına, beni yalnız gözlerimi çıkarmak suretiyle cezalandırmakla
yetinen efendisinin derin merhametini belirtmek; adaletten kaçtığımı ve iki saat içinde
Lilliput’a dönmezsem Nardac rütbesinin elimden alınıp hain sayılacağımı söylemek üzere
talimat almıştı.
Bunun üzerine bu hain yaratık, fırsat kollayarak, ben bu ağaçların birinin tam altından
geçerken dalları silkti; her biri Bristol fıçıları büyüklüğünde on kadar elma yanı başımdan yere
düştü; ama bir tanesi ben tam eğilmişken sırtıma çarparak beni yüzükoyun yere serdi. Bir
yerime bir şey olmadı; cüce de ricam üzerine bağışlandı; çünkü onu ben kışkırtmıştım.
üyük hizmetlerde bulunan kimseler olmuştu; bunları görmek istedim. Sorup soruşturduktan
sonra, adlarının hiçbir yerde bulunmadığını; yalnız bazılarının tarihe en bayağı madrabaz ve
hainler olarak geçmiş olduğunu öğrendim. Ben de zaten, bunlardan başkasının adını bile
işitmemiştim.
Bazı tayfalar, hainliklerinden ya da kayıtsızlıklarından olacak, kılavuzlara çok yerler görmüş bir
yabancı olduğumu söylemişler; onlar da bunu bir gümrük memuruna haber vermişlerdi.,
Ama bir miço, hainin, habisin biri, bir memurun yanına gitti ve beni işaret ederek daha haçı
çiğnememiş olduğumu söyledi.
Çünkü çok şeytan, kötülüğe yatkın, hain ve intikamcı hayvanlar. Kuvvetli ve dayanıklı olmakla
beraber çok korkaklar; bundan ötürü de küstah, alçak ve zalim oluyorlar.
Kızıl tüylü erkek ve dişilerin ötekilerden daha şehvetli, daha hain; kuvvet, canlılık bakımından
da, daha üstün oldukları görülüyor.
Sağlığım çok iyi, kafam da rahattı. Ne bir dostun hainlik ve sadakatsizliği ile karşılaşıyor, ne de
açık ya da gizli bir düşmanın kötülüğüne uğruyordum.
Artık, bir avukat, yankesici, soytarı, ahmak, lord, kumarbaz, siyaset adamı, muhabbet tellalı,
doktor, tanık, ayartıcı, dava vekili, hain ve bunlara benzer kimseler görmekle çileden
çıkmıyorum; bu zamanla olagelecek şeylerdendi
Devlete karşı hıyanetle suçlandığını öğrenen yazar Blefuscu’ya kaçıyor. Orada gördüğü kabul
Hazine Bakanı Flimnap, General Limtoc, Başmabeyinci Lalcon, Başyargıç Balmuff’la işbirliği
ederek size ihanet ve daha başka önemli suçlar yükleyen birtakım maddeler hazırladı.
Ama bütün büyüklük ve zenginliklerini, bazıları, yurt ve hükümdarlarına ihanet etmekle;
birkaçı, zehirle; çoğu da masumları yok etmek için adaleti bozmakla elde ettiklerini itiraf
ettiler.
Bazılarını, davalar mahvetmiş; ötekiler, bütün paralarını içkiye, kadına sarf etmişler, kumarda
kaybetmişlerdi; kimi, yurda ihanet ettiğinden; çoğu da, adam öldürmek, yankesicilik,
zehirleme, hırsızlık, yalan yere yemin, sahtekârlık, kalpazanlık, ırza geçme, askerden kaçma,
düşman saflarına geçme gibi suçlardan ötürü yurtlarından uzaklaşmışlardı
Ya rakibimin avukatını iki kat ücret vererek benden yana çekerim; o da o zaman müşterisine
ihanet eder, hakkın benden yana olduğunu hissettirir
Bir adamın başbakan olabilmesi için üç çare vardır: ya bir yolunu bulup, karısını, kızını ya da
kız kardeşini kullanır; ya başbakana ihanet edip ayağını kaydırır
Ben o zaman bunun sebebini pek anlayamamıştım; ama sonradan birinin kulağıma
fısıldadığına göre, Flimnap’la Bolgolam, elçilerle görüşmemi İmparator hazretlerine
sadakatsizlik olarak göstermişler
Lilliput İmparatoru’nun müsaadesini aldığımı; böyle yüce bir hükümdarı görmekle onur
duyduğumu; ve asıl efendime olan sadakatime uygun olmak koşuluyla elimden gelen hiçbir
hizmeti kendilerinden esirgemeyeceğimi söyledim.
ülke yasalarının yapılmasında payları olur; son kararı veren en yüksek mahkemede üyelik
eder; yiğitlikleri, davranışları ve sadakatleriyle hükümdarlarını, yurtlarını her zaman korumayı
üzerlerine alırlar.

MUTLU PRENS
Ne büyük felaket! Zavallıcıklar, tek evladını kaybetmek ne dernek! Gerçekten korkunç bir şey!
Bir türlü inanamıyorum
Ben kızlarımı yoklamaya gidiyorum. Çok güzel altı kızım var, Turnabalığı kızlara rastlar diye
korkuyorum.
"Bir yolu var," diye cevap verdi Ağaç, "ama o kadar korkunç ki sana söylemeye cesaret
edemem."
'Çok iyi kalplisin,' demiş Hans, 'ben de acaba beni unuttun mu diye korkuyordum birazcık.'
Biraz bekledikten sonra bir çuval unu çok iyi bir fiyata satmış ve hemen eve dönmüş, çünkü
fazla gecikirse, hırsızların yolunu kesmesinden korkuyormuş.
Çekingen, ürkek bir sesle sormuş: 'Çok işim olduğunu söylesem sence bencillik mi olur?'
"İnce altın varaklar var üzerimde," dedi Prens, "onları bir bir söküp şehrimin yoksullarına
vermelisin; yaşayanlar her zaman altının kendilerine mutluluk getireceğine inanırlar."
"Ama aşkın modası geçti artık, şairler öldürdü aşkı. Aşk hakkında o kadar çok şey yazdılar ki,
kimse onlara inanmaz oldu; bence çok normal. Gerçek aşık acı çeker ve susar. Hatırlıyorum
da, ben bir zamanlar ... Ama artık önemi kalmadı. Sevda maziye karıştı."
Ama Çarkıfelek başını iki yana salladı. "Sevda öldü, Sevda öldü, Sevda öldü," diye mırıldandı.
Bir şeyi kırk kere söylerse olacağına inananlardandı.
Zavallıcıklar, tek evladını kaybetmek ne dernek! Gerçekten korkunç bir şey! Bir türlü
inanamıyorum."
"Mantığın tırnağı bile olamaz, çünkü hiçbir şeyi kanıtlamaya yaramıyor ve insana hep
gerçekleşmeyecek şeylerden bahsediyor ve insanı gerçek olmayan şeylere inandırıyor. Hatta,
gayet işe yaramaz bir şey, Felsefe'ye geri döneceğim. Metafizik öğreneceğim. "
"Nereyi seversen orası senin dünyandır," diye atıldı, hüzünlü bir Çarkıfelek; gençliğinde eski
bir köknar kutuya bağlanmışt
Hatta bir keresinde bir toplantıya başkanlık ettim, hoşlanmadığınıız her şeyi lanetleme kararı
aldık. Ama pek bir etkisi olmadı. Şimdi evime bağlandım, ailemle ilgileniyorum."
Sonra geriye bir tek, etrafına bağlanmış sicim kaldı, o da hendeğin kenarında yürüyüşe çıkmış
olan bir Kaz'ın sırtına düştü.
ir zamanlar," dedi Ketenkuşu, "Hans adında, dürüst bir adamcağız varmış."
Zavallıcıklar, tek evladını kaybetmek ne dernek! Gerçekten korkunç bir şey! Bir türlü
inanamıyorum."
"Ama tek evlatlarını kaybetmediler ki," dedi Roma Kandili, "başlarına hiçbir felaket gelmedi."
"Ben kaybettiler demedim," diye cevap verdi Fişek, "ya kaybetseler dedim. Tek evlatlarını
kaybetmiş olsalardı, bu konuda daha fazla bir şey söylemenin anlamı olmayacaktı
Her şeye rağmen, metanetini kaybetmemiş ve üç saat kadar yürüdükten sonra Doktor'un
evine varıp kapısını çalmış.
"Sevgili küçük Kırlangıç," dedi Prens, "bana akla hayale sığmaz şeyler anlatıyorsun, ama
erkeklerle kadınların çektikleri acılardan daha akla hayale sığmaz bir şey yoktur. Yoksulluktan
daha büyük bir sır yoktur. Uç kentimin üzerinde, küçük Kırlangıç, uç da bana orada neler
gördüğünü anlat."
Aşk iyi güzel de, dostluk çok daha yüce bir şey. Doğrusunu isterseniz, bence bu dünyada vefalı
bir dost kadar soylu ve az bulunan bir şey yoktur."
Yakındaki bir söğüt ağacında oturan Yeşil Ketenkuşu, konuşmaya kulak misafiri olmuştu.
"Pekala, sizce vefalı bir dostun görevleri nelerdir?" diye sordu.
"Ne saçma soru! " diye haykırdı Su Sıçanı. "Vefalı bir dosttan, bana karşı vefalı olmasını
beklerim elbette."
"Size uyarlanabilir," diye cevap verdi Ketenkuşu; sonra ağaçtan aşağı uçup gölcüğün kenarına
konarak Vefalı Dost öyküsünü anlatmaya koyuldu
Küçük Hans'ın birçok dostu varmış, ama en vefalı dostu, koca Değirmenci Hugh imiş
Değirmenci, 'Gerçek dostlar her şeyi paylaşmalıdır,' dermiş hep; küçük Hans da başını sallayıp
gülümser, böyle soylu fikirlere sahip bir dostu olduğu için çok gururlanırmış.
Değirmenci'nin, gerçek dostların cömertliği konusunda söylediği harika sözleri dinlemek,
onun için hayattaki en büyük zevkmiş
r. En azından ben dostluktan bunu anlarım, haklı olduğumdan da eminir
Senin dostlukla ilgili konuşmalarını 0dinlemek ne büyük zevk
r. Hans'ın kişiliğinin bozulmasına izin verecek değilim. Ben onun en iyi dostuyum, onu daima
kollamaya, baştan çıkarılmasını engellemeye niyetliyim
Un başka, dostluk başka; ikisini karıştırmamak lazım. Zaten iki ayrı kelime, anlamları da çok
farklı. Bunu kim olsa anlar.'
'Hans, böyle konuşmana şaşırdım,' demiş Değirmenci, 'dostlar asla unutmaz. Dostluğun en
güzel tarafı da budur, ama korkarım sen hayatın şiirselliğini anlamıyorsun
Bence cömertlik, dostluğun temelidir; ayrıca ben kendime yeni bir el arabası da aldım. Evet,
hiç merak etme, el arabamı vereceğim sana.
El arabası kalastan çok daha değerli elbette, ama gerçek dostlar böyle şeylerin üstünde asla
durmazlar.
anılıyor olabilirim, ama bence dostluk, gerçek dostluk, bencillikten tamamen arınmış
olmalıdır.'
'Sevgili dostum, can dostum!' diye haykırmış küçük Hans. 'Bahçemdeki bütün çiçekler sana
feda olsun
'Doğrusu,' demiş Değirmenci, 'benim sana el arabamı vereceğimi düşünürsen, reddetmen pek
dostluğa sığmıyor.'
'Lütfen öyle deme,' diye haykırmış küçük Hans, 'dostluğa sığmayacak bir şey yapmayı hiç
istemem.
'fakat Değirmenci'nin isteğini geri çevirmediğime memnunum, o
Aylaklık büyük günahtır:; ben dostlarımın aylak olmasından, uyuşuk olmasından hiç
hoşlanmam. S
. Dost olmasaydık, katiyen böyle konuşmazdım elbette
Ama düşündüğünü aynen söylemedikten sonra, dostluğun ne anlamı kalır
Hoş sözleri herkes söyleı; herkes pohpohlaı; iltifat edeı; ama gerçek dost daima acı konuşur
ve dostunu üzmekten korkmaz.
Hatta gerçek dost, dostunu üzmeyi tercih edeı; çünkü ona iyilik ettiğini bilir.'
Zavallı Hans'çık, çiçekleri iki gündür sulanmadığından, kendi bahçesinde çalışmak için
sabırsızlanıyormuş, ama çok iyi bir dost olan Değirmenci'nin isteğini geri çevirmek de
istemiyormuş.
Düşünürsün, düşünürsün,' demiş Değirmenci, 'ama daha uğraşman lazım. Şu anda dostluğun
sadece pratiğini biliyorsun; ileride teorisini de öğrenirsin.'
Ama çiçekleriyle bir türlü ilgilenemiyormuş, çünkü dostu Değirmenci sürekli gelip onu uzak
yerlere gönderiyor veya değirmende işe koşuyormuş
Küçük Hans çiçekleri unutulduklarını zannedecekler diye kahroluyormuş bazen, ama
Değirmenci'nin can dostu olduğunu düşünüp teselli buluyormuş.
İşte küçük Hans bu şekilde Değirmenci için çalışıp duruyor, Değirmenci de dostluğa ilişkin
güzel sözler söylüyormu
'Ben onun en iyi dostu olduğuma göre,' diyormuş Değirmenci, 'en önde benim bulunmam
gerekir.

OLİVER TWİST
Bu masum eğlence sırasında Noah ayağını masa örtüsünün üzerine koyup küçüğün saçını ve
kulağını çekerek birçok tatlı sözler söyledi, sonra olay her nerede meydana gelecekse, onun
asılışını görmeye mutlaka geleceğinden ve tam da onun gibi kötü yürekli hain imaret
oğlanlarından beklenecek türden sinir bozucu, ufak tefek konulara parmak bastı.
Karısının gözyaşları Mr. Sowerberry’ye çıkar yol bırakmadı. Oliver’ı şiddetle cezalandırmak
hususunda bir an bile duraksasaydı karısının gözünde bir canavar, bir düşman, bir erkek
bozuntusu ve vatan haini olup çıkıverecekti.
Aynı zamanda Elegeçmez’in sokaktaki küçük çocukların başlarından kasketleri kapıp atmak
gibi haince bir huyu vardı.
Başını kapıya doğru çevirip kulaklarını dikerek dışarısını dinlerken gür, kızıl kaşlarının altında
gözleri keskin bakıyordu ve o beyaz yüzünde haince bir gülüş vardı.
Ne var ki o buna alışığa benzerdi. Ses çıkarmadan bir köşeye kıvrılıp yattı ve hain bakışlı
gözlerini dakikada belki yirmi kez kırpıştırarak odayı gözden geçirmeye başladı.
Ağzını şöyle haince şapırdatmasından anlaşıldığına göre sokağa çıkınca karşılaşacağı ilk bayın
ya da bayanın bacağına saldırmayı kuruyor olsa gerekti.
Mr. Brownlow yaptığı araştırmaların hiçbir dalında henüz doyurucu bir sonuca ulaşamadığını
açıklayınca Mr. Grimwig hain hain güldü.
İlk baştan beri çocuk yalancılık, nankörlük ve hainlikten gayrı hiçbir meziyet göstermemişti.
Onun doğumundan beri bütün yaptıklarını dinledik şimdi. Ömrü boyunca hainlikten başka bir
şey bilmemiş kerata
Fagin derin düşüncelere dalmış, yüzünün buruşuklarında tamamen şeytani bir hainlik
belirmişti.
Harry Maylie, “Rüyaydı herhalde Oliver,” dedi. Oliver hain moruğun yüzünü anımsayıp
ürpererek, “Hayır, efendim, rüya değildi,” diye yanıtladı.
Böylelikle bu tehlikeli hain, nefret ettiğim bu adam ortadan kalkmış olur. Onun yerine
güvenilir bir ortak bulmuş olurum.
Fagin, izbesine oturmuş beklemekteydi. Yüzü öyle solmuş ve çarpılmış, gözleri öyle kıpkızıl
kan çanağına dönmüştü ki insandan çok çirkin ve iğrenç bir hortlağı andırıyordu: mezardan
yeni çıkmışçasına sıvışık, hain bir ifritin pençesindeymişçesine tedirgin...
O gece, karanlık bastığından beri koca Londra’nın geniş sınırları içinde işlenen kötü işler
arasında en kötüsü buydu. Pis kokuları sabah havasını zehirleyen faciaların en haincesi, en
korkuncu.

You might also like