Professional Documents
Culture Documents
Devleti̇n Öteki̇si̇
Devleti̇n Öteki̇si̇
Devleti̇n Öteki̇si̇
“Fillerin bile titrediği makam’a oturmuş olan Peygamber, bu şiiri okuyan Kaab’a
çıkarır, hırkasını hediye eder. Bu nedenle şiirin adı Kaside-i Bürde diye anılır. Bürde,
Arapça ‘hırka’ demektir. (İslam’da ilk caize!)
Peygamberin affına mazhar olan Kaab, ‘öteki’ olmaktan çıkmış, ‘biz’e dâhil
olmuştur. Bu kez müşrikler ‘öteki’ konumun girerler. Aynı durum, Müslümanlara
karşı savaşan müşrikleri Uhud Savaşında şiirleriyle coşturan, Ebu Süfyan’ın karısı
Hind binti Utba için de geçerlidir.
Ümmet anlayışında ölçü ‘din kardeşliği’ olduğu için İslam’ı kabul eden ‘öteki’
olmaktan çıkar, ‘biz’ dairesine dâhil olur. “Arap şairlerinin büyüklerinden Ebu
Dülame, Kûfeli siyahi bir adamdı.” 4 Müslüman olduğu için Devlet’in gözünde öteki
olmaktan kurtulmuştur.
Kur’an, Şuara suresinde “Şairlere gelince, onlara da çapkınlar-sapkınlar uyar”
diyerek şairleri ‘öteki’leyip İslam camiasından kovarsa da, inananları ayırıp ‘biz’
kılar: “İman edip barışa yönelik işler yapanlar, Allah’ı çok ananlar ve zulme
uğratıldıktan sonra başarıya ulaşanlar böyle değildir.”5
Muhammet Peygamber, şiirin ‘öteki’lere karşı bir silah olarak kullanılmasını
iktidarı pekiştirmek için ister:
2
Reşid Rahmeti Arat, Eski Türk Şiiri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1965, s. 77
3
Sezai Karakoç, İslâmın Şiir Anıtlarından, Diriliş Yayınları, İstanbul 1995, s. 28
4
Corcî Zeydân, Age, C. 2 s.280
5
Türkçe çeviri: Yaşar Nuri Öztürk, İstanbul 1994
Şiir (…) Hz. Peygamberin emir, teşvik ve davetine uygun bir metot olarak müşrikler aleyhine (Siz
‘ötekiler’ diye okuyun! SKB) bir silah olarak kullanılmıştır. Çünkü Hz. Peygamber şair Hassan’a,
“Abdülmenafoğulları’na karşı ateşli dilini kullan. Senin şiirin onlara karanlıkta atılan oktan daha
fazla etki yapıyor” buyurmuştu. “6
O dönemde en etkili silah şiirdi ve iktidar şairi yanına çekip ‘öteki’lere psikolojik
şiddet uyguluyordu.
Arap kabileleri Müslüman olunca ‘müşriklik’ sona ermiş, İslam’ın iktidarıyla
birlikte ‘öteki’ Hristiyanlar ve Zerdüşiler, Maniheistler olmuştur.
Zeydân’a göre en çok esir ve ganimet Endülüs’ün (İspanya) fethinde ele
geçirilmişti.7 Bu durumda esirler ‘öteki’ idi ve pazarlarda satılıyordu. Elimde örneği
yok ama Müslüman şairler o zaman Endülüs’ü fetheden/işgal eden komutanlara
övgüler diziyorlardı. Fakat iş tersine dönünce bu kez ötekinin yaptıklarına karşı
feryâd edip çığlıklar atarlar. Daha önce Müslüman’ın yaptığını Hristiyan yapınca
Ebülbeka Salih bin Şerif, “Endülüs’e Ağıt”ta şöyle feryâd edecektir:
6
C. Zeydân, age, C. 2, S. 593
7
C. Zeydan, age, C. 2, s. 273
8
Sezai Karakoç, age, s. 90
konunun şairler arasında tartışıldığı biliniyor. ‘İranlı olmakla övünen’ Hammad
Acred, bunlardan biridir: Ahmet Yaşar Ocak şöyle diyecektir bu konuda:
Hammad Acred’in zendeka ile ithamında bunlardan daha çok fevkalade başarılı ve etkileyici
olduğu söylenen şiirlerinde sezilen dine karşı serbest tavrı, ibadeti önemsememesi ve belki daha
önemlisi, Kur’an-ı Kerim’in bazı âyetlerini üslup bakımından eleştirmesi rol oynamıştır. Öyle
görünüyor ki bir benzerini yazmak suretiyle Kur’an-ı kerim’in eleştirisi, Abbasi döneminin serbest
düşünceli edebi muhitlerinde ve özellikle şairler arasında bir hayli ilgi çekiyordu. (…) İbn-i
Mukaffa adı etrafında da böyle bir rivayet dolaşmaktadır. (…) [O]nun en yakın dostu Hammad’ın
da böyle bir işe adı karışıyor hatta aynı çevreden bir kelamcı olan Abdullah b. Ebi’l- ‘Avca ve
Yûnus b. Ebi Ferve’nin de Kur’an-ı Kerim’e nazire yazmaya uğraştıkları görülüyor.9
Hoş ve güzel olan her şey, aşağılık kişilere delil olmasın, onların eline düşmesin
diye menedilegelmiştir. Yoksa şarap içmek, çenk çalmak, güzel sevmek ve semâ’
etmek, seçkin kişilere helâldir, aşağılık kişilere haram.11
derken, bir Kalenderi olarak Ehl-i Sünnet’in İslam yorumuna karşı çıkar. Burada
batınî bir yaklaşım vardır, şair Kur’an’ın zahirî ve batınî olarak okunması gerektiğini,
bu nedenle zahirîyi görenlerin şaraba, müziğe karşı çıktıklarını, oysa bunların batınî
bakışla ‘erenlere’ helâl olduğunu söylemektedir. Hiçbir Sünni anlayış şarabın helal
olduğunu söyleyemez.
Mevlâna’nın gücü karşısında direnemeyen Devlet, onu –taraftarlarını maaşa
bağlayarak- ehlileştirmiştir. Cumhuriyet döneminde ise tam bir turizm öğesi
kılınmıştır! Oysa yaşadığı dönemde resmi ideolojinin çığırtkanları Mevlâna’yı
ötekileştirip kitlelerden koparmaya çalışmışlardır:
9
Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (15.-17. Yüzyıllar), Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, 2. baskı, İstanbul 1999, s.35
10
Ahmet Yaşar Ocak, age, s. 48
11
Bu dörtlüğü çeviren: Abdülbâki Gölpınarlı (Mevlanadan Sonra Mevlevilik, s.78): Her çîz ki on hoşest
nehyest mudâm/ Tâ mîneşeved delil-i in merdum-i âm/ Verne mey-u çeng-u sûret-i hûb-u semâ’/ Ber hâs
helâlest-ü berâ hâram
Yine o zaman da Mevlânâ’ya ne kadar itiraz ve hal ve hareketini inkâr ettilerse, aleyhine ne kadar
fetva yazdılar, semâın ve rebabın haram olduğuna dair bütün bapları ve fasılları karıştırdılarsa da
Mevlânâ lütuf ve kereminin çokluğundan bunların hepsine tahammül etti.”12
Mesele: “Bir zaviyenin mescidinde envâı teganniyat ile tevhid ederler iken kelime-i tehvidi tağyir
edip gâh dil men, gâh canmen ve gâh
deyüp ve gâh
deyü göğüslerini döğüp evzâ-ı garibe ettiklerinde ahâli-i mahalleden bazı kimesneler zâviye-i
mezbûrede şeyh olan Zeyd’e;
Bu makule evzâa niçün râzı olursun? dediklerinde, Zeyd:
Ne lazım gelir? Ve mâ haleket-el cinne vel inse illa liyabudün demekle cevap verse şer’an Zeyd’e
ne lazım gelir?
El cevap: Evza ve akval-i mezbure kemal mertebe fuhuş olduğundan gayri, cennet hakkında
söyledikleri kelime-i şenia küfr-i sarihtir. Katilleri mübahtır. Şeyhleri olan bi-din hikâyet olan ef’al
ve akvâl men’e mübaşeret olunmazsa dahi ne lazım gelür demekle kâfir olduğundan gayrı o
kabayihi ibadet kabilinden addedüp âyet-i kerimeyi ana delil getirmekle tekrar kâfir olur. Ve bu
itikattan rücu etmezse katilleri vâcip olur.14
12
Ahmet Eflâkî, Âriflerin Mekıbeleri I, Çev. Tahsin Yazıcı, MEB Yayını, İstanbul 1989, s. 165
13
“Oruç-namaz, hac tasası âşıklara utanmadır/Âşık onlardan seçkinler ve halk arasında beridir (ihtiyacı
yoktur)”
14
Aktaran, Cahit Öztelli, Yunus Emre, Bütün Şiirleri, Milliyet Yayınları, İstanbul 1971, s.LXXXI
Osmanlı’da Heteredoksinin ötekileştirilmesine en güzel cevabı Hasan Dede
verecektir:
Eşrefoğlu al haberi
Bahçe biziz gül bizdedir
…
Zahid bizden kaçıp gezer
Arı biziz bal bizdedir
…
Elif Hakk’a doğru yoldur
Cim ararsan dal bizdedir
Hacı Bektaş köçeği Hasan Dede, derdini anlatabilmek için mecazlara ve remizlere
başvurur: “Gül” mutlak güzelliktir burada, ‘bal’ ise mutlak hakikat! Elif, alfabenin ve
‘Allah’ sözcüğünün ilk harfidir. Cim ise cemâl (güzellik) sözcüğünün ilk harfidir;
şair, Tanrı’yı, güzelliği arıyorsan onlar bizde bulunmaktadır. Dal ise ters C’yi
andırdığı için, bel büküklüğünün remzi ise burada ‘alçak gönülülük’ü anlatmaktadır.
Hasan Dede ‘biz’i, Devletin ötekileştirdiklerini kapsayacak şekilde kullanmaktadır.
Hasan Dede’nin bu nefesi, ‘öteki’leştirilip dışlanmaya incelikli bir tepkidir.
Fakat Devlet’in ötekilere tepkisi çok şiddetlidir. Hulûla (Allah’ın insanda tecelli
ettiğine) inanan, Bayrami–Melami geleneğin özellikle Hamzavî koluna uygulanan
şiddet, İdris-i Muhtefi’yi15 Yunus yolunda rumûzlu bir dile yönlendirir:
Etrâk-i bîidrâk, on asırdan beri isyan, ayaklanma gibi olaylara sebebiyet verenleri sembolize eden
bir deyimdir, zamanla bir şahıs ve zümreyi zemmetmek için de kullanılmıştır. Şayet milletimizin
tamamına şümulü olsa idi ‘Mal bulmuş magribi gibi’ sevinmek değil, üzülmek gerekir idi ‘Ben
idraksizim, ahmağım’ diyebilen kişi veya topluluğun Türk medeniyeti gibi yüksek bir medeniyet
yaratması sosyal ve tarihi kanunlara aykırıdır.17
Uzun Hasan’ın yandaşlarının ‘leş’ sözcüğü ile anlatılması, ‘Rum padişahı’ diye
nitelenen Fatih Sultan Mehmet’in ordusunun, ‘Türkmen boyunu’nu kesmesinden
hoşnut olunması geniş bir kesimin ‘dil’ ile nasıl ötekileştirildiğinin tezahürüdür.
Günümüzde de kitlelerin beyninin bir köşesine yerleşmiş Alevi imgesinin Yavuz
dönemi kazaskeri İbni Kemal’in fetvasında yıllar önce dile getirilmişti:
... biz onların küfründe ve mürtetliklerinde asla şüphe etmeyiz. Ülkeleri dar-ül harptir. Erkekleri ve
kadınlarıyla evlenmek ittifakla batıldır. Evlatlarından her birinin evlad-ı zina olduğu kesindir.
Kestikleri murdardır.
…
Onların hükmü mürtetlerin hükmü gibidir. Öyle ki onların şehirleri ele geçirilirse oraları dar-ül harp
olur ve Müslümanlara onların malları, kadınları ve çocukları helal olur. Erkeklerin ise (...) katli
vaciptir
17
Aydın Taneri, Türk Devlet Geleneği Dün-Bugün, Milli Eğitim Bakanlığı Yayını, Ankara 1993, s.79
18
Isparta Süleyman Demirel Üniversitesinden mezun bir edebiyat öğretmeni “Hocam, Şah İsmail gerçekten
bir Türk şairi mi? Ben onu İran şairi olarak biliyordum” demişti. Bu örnek, Farsça yazan Mevlâna’yı Türk
sayan, Türkçe yazan Hatayî’yi İranlı kılan Sünni merkezli ulus devleti kuranların ürettiği ideolojinin
tezahürüdür.
19
Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t- Tevarih III, yalınlaştıran: İsmet Parmaksızoğlu, 3. basım, Eskişehir 1992,
s.133
Burada İbni Kemal’in ‘onlar’ ile ‘etrak-ı bîidrak’ Türkmenleri, Müslümanlar ile
Sünni egemen sınıfı kastettiği çok açıktır.
Osmanlı egemen sınıfı, Türkmenlere karşı yaptığı zulmü dinsel gerekçeye
dayandıracaktı Sözgelimi, Hafız Hamdi Çelebi, 1499’da, Muhammet Peygamberin
hadisi olduğu söylenen “Baban da olsa Türk’ü öldür”ü öne sürerek
(Parmaksızoğlu’nun günümüz Türkçesine aktarımıyla) şöyle der:
Buradaki ‘şah’, Safevi devletinin başında olan, Şah İsmail’in oğlu Şah
Tahmasb’tır; ‘Urum’ ise Anadolu’dur; ama burada bu sözcükle Osmanlı ülkesi
kastedilmektedir. Şair, Safevilerin iktidar talebini, onların sözcüsü olarak şiddetle
arzulamaktadır:
20
Abdülbâki Gölpınarlı, Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, İnkılap ve Aka Kitabevleri,
İstanbul 1997, s. 284
21
Ahmet Yaşar Ocak, Hamzavî-Melamilerin on beş ‘kutb’unun adın veriyor. Age, s. 261
Virdim (Kur’andan, hadislerden seçmeleri okumak), gecem gündüzüm
Muhammet soyunadır, çok zor durumdayım/z, gel bizi kurtar, beklentisi ötekinin
direncini ayakta tutmaktadır.
Anadolu’da Osmanlı’nın ötekisi olan ve Kızılbaş olarak adlandırılan Aleviler,
İran’da iktidar olunca kendi soylarını Ehl-i Beyt’e bağlayarak Şia adını aldılar; bu kez
Sünniler İran’ın ötekisi durumuna geldiler.22
Osmanlı-Safevî egemen sınıflarının mücadelesi, çok karmaşık bir durumu da
yansıtır. Merkeziyetçi bir devlet olan Osmanlı, her şeyi denetimi altına almak için
muhalif hareketleri devletleştirir. Bektaşi tekkeleri, Mevlevi tekkeleri
devletleştirilerek ehlileştirilir. Yeniçeri ocağının öbür adı “Ocağ-ı Bektaşiyan”dır.
Bektaşilerin Ali’ci olarak İran’a ideolojik yakınlığı olmasına rağmen, yeniçeri şairleri
şöyle bir çelişkiye düşeceklerdir: Bir yandan Osmanlı’nın emrinde, onun ideolojisini
dillendirirler, bir yandan ideolojik akrabalıkları olan İran’ın acısını yaşarlar. “İran
seferinde büyük başarılar kazanmış”23 Ferhat Paşa’ya Öksüz Dede şöyle seslenir:
Aynı şair, Ferhat Paşa’nın esir ettiği, Abbas Şah’ın oğlu Mirza için şöyle
diyecektir:
Âşık Mehmed, Yunanlıların Girit İsyanı’na yardım etmek için adaya iki bin askerle
çıkan Albay Vassos’un ettiklerinden adadaki Türkleri ve Yahudilerin yanında
Rumların da şikâyetçi (şekvâcı) oldukları için adaya “İslam askerleri”nin başına
atanan Müşir Ethem Paşa’yı karşılamaya (istikbale) çıktıkların söylemektedir.24
Radyolarımızda da okunan, savaşa çağrılan bir askerin, sevgilisinin başkası
tarafından alınışına kahroluşunu, evinden ayrılışından yakındığını “Yunana gideni
gelir mi sandın” diyerek umutsuzluğunu dillendirdiği türküde Yunan şöyle
aşağılanmaktadır:
Mehmet Emin (Yurdakul), “Ben bir Türk’üm dinim cinsim uludur” diyeli 117 yıl
geçtiği halde, aydınlar dışında henüz Türklük bilinci uyanmamıştır. Pehlivan Ağa
Türküsü’nde hâlâ “Biz de Osmanlıyız, şanımız artar” denilmekte ‘biz’ tanımı
Türklükle değil, İslam’la tanımlanmaktadır. Ama öteki ‘kâfir, gavur’ sözcükleriyle
tanımlanmamaktadır. Seferberlik sonunda yazılan destanda (1918) şöyle denmektedir:
İttihatçılar, dümen suyundan gidip memleketi teslim ettikleri Almanları öteki gruba
sokmazlar. İttihatçıların sözcüsü Ziya Gökalp, ‘biz’ ile Türk’ü tanımlarken ‘öteki’ni
şöyle aktarıyor:
Öteki artık Türk olarak çizilen ‘biz’e göre tanımlanmaktadır. Kâzım Nâmî (Duru),
bunlara bir ‘öteki’ daha ekleyecektir:
24
Cahit Öztelli, Uyan Padişahım, Milliyet Yayınları, İstanbul 1976, s. 336
25
Bu türkünün değişik versiyonları var; ben, Cahit Öztelli’nin age’sinden aktardım. S.442
Önünde yerlere yüz süren Bulgar
Kudurmuş kurt gibi ediyor Ilgar
Kuruluşuyla ‘dıştaki öteki’den daha çok ‘içteki öteki’ temel olarak dikilecektir
Cumhuriyet’in karşısına.