Diba, İdari Yargılama Hukuku 2021-22 Güz Dönemi

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 163

İDARİ

YARGILAMA
HUKUKU
2021-22

GÜZ DÖNEMİ

Hazırlayan: DiBA, 05312056795


Ders Hocası: Doç. Dr. Emine Cin
KARAGÖZ
1
1. Hafta (29.09.2021)
 Bu ilk dersimiz, dersi sürekli olarak takip etmeniz oldukça önemli. Usul dersleri teknik derslerdir. Usul,
esastan da önce geldiği için özellikle mahkemelerimiz tarafından çok çok dikkate alınıyor. Yargılama
sırasında davanızda ne kadar haklı olursanız olun ki özellikle önemli usul kurallarında hata yaparsanız.
Sonuç elde etmeniz mümkün olmuyor. O yüzden usul kurallarına çok değineceğiz ve bunların önemini
burada zikredeceğiz. Hem maddi hukuk bağlamında idare hukuku kurallarını bileceğiz hem de bu sene
göreceğiniz usul kurallarıyla birlikte bir dava nasıl açılır, nasıl yönetilir, hangi aşamalardan geçer, burada
tarafların rolleri nelerdir, nasıl karara bağlanır, kanun yolları nelerdir? Bunların üzerinde duracağız.

İDARİ YARGININ GELİŞİMİ VE TÜRK YARGI


TEŞKİLATININ GENEL GÖRÜNÜMÜ
I. İDARENİN YARGISAL DENETİMİNDE SİSTEMLER
VE İDARİ YARGININ GEREKLİLİĞİ
 Bugün biraz daha giriş dersi yapacağımız için sizleri yormayı düşünmüyorum.
Bu hafta üzerinde duracağımız husus, Türk İdari Yargısının görünümü. Yani idari yargının içerisinde genel
olarak hangi mahkemelerin yer aldığı, idari yargının teşkilat yapısı, idari yargının görev alanı. İdari yargının
gelişimiyle ilgili olarak öncelikle şunu söyleyebiliriz. İdarenin yargısal denetiminde, modern hukuk
sistemlerinde çeşitli sistemler kabul edilmiştir. Baktığımız zaman bunlardan en temeli Anglo Sakson
hukukunda kabul edilen Yargı Birliği Sistemidir. Diğeri ise, başta Fransa, Almanya, Türkiye olmak üzere
kıta Avrupa’sında kabul edilen yargı ayrılığı sistemidir. Bu bir tercihtir. Başta İngiltere olmak üzere bazı
ülkeler yargı birliğini kabul ediyorlar. Biz ise ikinci seçenekte yer alıyoruz tıpkı Fransa, Almanya
örneklerindeki gibi yargı ayrılığı sistemini kabul oluyoruz. Tabii ki ülkeler kendi sistemine uygun olarak
yargı sistemini oluşturuyorlar.

A. İDARENİN YARGISAL DENETİMİNDE SİSTEMLER


1. YARGI BİRLİĞİ SİSTEMİ
 Peki yargı birliği sistemi nedir? Yargı birliği sisteminde kişiler ile idare arasındaki uyuşmazlıklar, yani
önünüze bir idari uyuşmazlık geldiğinde dahi aynı mahkemeler tarafından görülmektedir. Kişiler
arasındaki uyuşmazlıkları çözen mahkemeler aynı zamanda idare ile kişiler arasında çıkan uyuşmazlıkları
da çözmektedir. Dolayısıyla idarenin idari uyuşmazlıkları bağlamında ayrıca mahkemeler söz konusu
değil. Ayrı bir yargı teşkilatı oluşturulup burada bu uyuşmazlıklar çözümleniyor dikkat ederseniz. Kişiler
arasındaki uyuşmazlıklar nasıl ki örneğin adli yargıda çözümleniyorsa, idare ve kişi arasındaki idari
uyuşmazlıklar da yine adli yargıda çözümleniyor. Yargı birliği sisteminden kastımız bu. Şimdi bu durumda
gördüğünüz gibi yargı birliği sisteminde sadece bir adli yargı düzeni var onun üzerinde de yüksek
mahkeme var. Sadece bir yargı düzeni üstünde yüksek mahkemeden oluşan bir düzenden söz ediyoruz.

 Kişiler, idarenin bir eyleminden, işleminden haksızlığa uğramış olabilirler. İdare, bir hukuka aykırılık
yapmış olabilir. Bu durumda adli mahkemelere başvuruyorlar ve adli mahkemelerden de kendilerine
haklarının teslim edilmesini istiyorlar yargı birliği sisteminde. Orada da mahkeme idare ile kişiyi aynı
düzeyde kabul ediyor yani eşit iki taraf olarak. Nasıl ki adli yargıda bir dava açtığınızda davacı ile davalı
arasına herhangi bir ayrım yok, hepsi eşit taraf olarak görülüyor yargı birliği sisteminde de öyle. İdareye
karşı dava açtığınızda idare ve kişi davanın tarafları eşit kabul ediliyor ve eşitler arası bir uyuşmazlık olarak

2
görülüp her iki tarafa da aynı hukuk kuralları uygulanıyor. Biz özel hukuk kurallarını idari uyuşmazlıklara
da uyguluyoruz bu yargı sisteminde. Özellikle geçen sene idare hukuku dersini aldığınız için bizim
sistemimize pek uygun düşmüyor değil mi? Geçen sene özellikle hep şunu söyledik. İdare kamu gücü
kullanabiliyor, kamu gücü ve yetkisi ile ayrıcalıkları ile donatılmış. Tarafların pozisyonu birbirine eşit değil
idare hukuku ilişkilerinde. Üstün olan taraf, iradesi etkili olan taraf, tek taraflı hukuki sonuç doğuran taraf.
Dolayısıyla bu taraflar arasındaki ilişkide nasıl eşitlik sağlanıp adli yargıda bakılacak uyuşmazlıklara
diyebiliyoruz. Ama Anglosakson sisteminin kabul ettiği durum bu özellik ve başı çeken ülkeler söylediğimiz
gibi İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri. Burada bir dava açacağımız zaman idari uyuşmazlığı yönelik
olarak mutlaka ama mutlaka bizim adli yargıya başvurup davamızı açmamız lazım.

 Mahkeme, idare ile dava açan tarafı eşit iki taraf olarak kabul ediyor. İngiltere bu sistemi kabul etmiştir
dedik. Dolayısıyla genel mahkemeler bakıyor uyuşmazlıklara. Yani bunun için oluşturulmuş ayrıca bir
idare mahkemesi, idari yargı gibi bir düzen söz konusu değil. İdare ile birey aynı düzeyde kabul ediliyor
söylediğimiz gibi. İdarenin yargısal denetimi bu şekilde gerçekleştiriliyor.

2. YARGI AYRILIĞI SİSTEMİ (İDARİ REJİM)


 İkinci sistem ise ülkemizin de kabul etmiş olduğu yargı ayrılığı sistemidir. Diğer bir adıyla idari rejimdir.
Meslek hayatınızda özellikle idari yargı ile ilgileneceksiniz, dava bakacaksınız veya bir karar koyucu
olacaksanız idari rejim kavramı oldukça önemli bunun farkında olmamız gerekiyor. İdari rejimi
benimsemiş ülkelerde yani yargı ayrılığı sistemini kabul etmiş ülkelerde, idarenin yargısal denetimini
gerçekleştiren, adli yargıdan ayrı, bağımsız, tamamen özgün, kendine özgü kuralları olan bir yargı düzeni
vardır. Bunun ismine de biz idari yargı düzeni diyoruz.

 İdari rejimi benimsemiş ülkelerde, sistemlerde idarenin hukuki uyuşmazlıklarına, idarenin yargısal
denetimini gerçekleştiren adli yargıdan ayrı bağımsız kendine özgü kuralları olan ayrı bir yargı düzeni var.
İdari yargı düzeni gibi tıpkı bizde olduğu gibi. Adli yargı düzenimiz var başında yüksek mahkeme olarak
Yargıtay'ın bulunduğu bir de idari yargı düzeneğimiz var. Onun başında da yüksek mahkeme olarak
Danıştay bulunuyor.

 Önceden Askeri Yüksek İdare Mahkemesi vardı fakat daha sonrasında bu kaldırıldı yani şu an baktığımız
zaman ülkemizde 2 yargı düzeni var. Biri adli yargı düzeni ikincisi ise idari yargı düzeni. O halde biz idari
yargıya ne zaman başvuracağız? İdarenin yargısal denetimi için başvuracağız. İdare, kamu gücü yetkisi ile
olanaklarıyla bir idari işlem tesis etmişse veya eylemde bulunmuşsa veya faaliyetinden ötürü bir zarar
meydana gelmişse işte o zaman artık idari yargı koluna başvurmamız gerekir.

 İdari uyuşmazlıklar için adli yargıya gitmiyoruz bunun için oluşturulmuş ayrı bir yargı düzeni var kendine
özgü kuralları var çünkü burada taraflar eşit durumda değil. Birey karşısında idareyi eşit pozisyonda kabul
edemeyiz idare zaten kamusal bir yetki kullanıyor, üstünlük, ayrıcalıklara sahip. Burada birey dezavantajlı
durumda. Dolayısıyla bu dezavantajları eşitleyebilecek argümanlara ihtiyacımız var. İşte idari yargı
bunun için var. Özellikle idari yargı düzeninin oluşturulmasının asıl sebebi bu. Vatandaşlara hukuki bir
himaye, güvence sağlayabilmek. Maalesef uygulamadaki avukat meslektaşlarımız kendi önündeki
dosyalarından yola çıkarak çok fazla bunu dile getiriyorlar ben bu duruma çok üzülüyorum. İdari yargıyı,
idare mahkemelerini, idarenin mahkemeleri olarak görüyorlar. Bu aslında çok üzücü bir durum baktığımız
zaman. Bunlar idarenin mahkemeleri değil idarenin yargısal denetimini, hukuka uygunluk denetimini
gerçekleştiren mahkemeler yani toplumda öyle olmamış olsa dahi böyle bir algının oluşması dahi çok
sakıncalı. O nedenle idari yargının bağımsız, tarafsız olması sadece idare açısından değil dava açan taraf
açısından da baktığınız zaman oldukça önemli bir durum.

3
I) İDARİ REJİMİN UNSURLARI
 Demek ki idari rejimi benimsemiş olan ülkelerdeniz, idari yargının varlığını biz kabul ediyoruz. Bir sistemde
idari rejim kabul edilmişse üç unsurun bir arada bulunması gerekir bu da önemli bir noktadır. İdari rejimin
benimsenmiş olduğunun göstergesi 3 unsurdur. Bunlardan birincisi: Yürütmenin içerisinde yer alan kendi
kendine davranabilme yeteneğine sahip bir idarenin varlığıdır. Evet Türk sisteminde de böyle değil mi
geçen seneki idare hukuku bilgilerinizi hatırlayınız. İdareyi biz nerede konumlandırmıştık? Yürütmenin
içerisinde siyasal kanadı bir kenara ayırdık, idareyi toplumun gündelik ihtiyaçlarını, müşterek ihtiyaçlarını
sürekli olarak yaygın bir şekilde karşılayan bir cihaz olarak tanımladık bir etkinlik olarak tanımladık. İşte
idari rejimin benimsenmiş olduğu ülkelerde bağımsız bir idarenin varlığından söz edeceğiz. Yürütmenin
içerisinde, onun uzantısı olan siyasal kanat değil ama onun teknik kanadını oluşturan bir idare olacak.

 İkincisi: İdareye özgün bağımsız hukuk kurallarının olması. Yani Anglosakson sisteminde olduğu gibi idari
hukuk uyuşmazlıklarında da veya karşılaştığımız bir durumda da özel hukuk kurallarını uygulamıyoruz.
Dikkat ederseniz idare hukuku olacak yani idare uygulanacak. İdare hukuku kurallarının varlığını burada
göreceğiz. İdarenin bütünlüğü ilkesinden söz edilecek, İdarenin kanuniliği ilkesinden söz edilecek. İdari
vesayet ilkesi: İdari vesayet ilkesi, idarenin işlemlerinin yetki, şekil, sebep, konu, amaç unsurlarının
oluşması vs. bizim idareye, idare hukuku kurallarını uygulayabiliyor olmamız lazım idari rejimden söz
edebilmemiz için. Biz idareye, özel hukuk kurallarını uyguluyorsak burada zaten idari yargı düzeninin,
idari rejimin bir anlamı yok o yüzden bağımsız idare hukukunun varlığı çok önemli bir kriterdir burada.

 Üçüncüsü ise: Madem idare hukuku kurallarını kabul ettik benimsedik o halde idarenin yargısal
denetimini gerçekleştirecek adli yargıdan bağımsız bir idari yargı sisteminin oluşturulması gerekir.
Gördüğünüz gibi idari rejimden söz edebilmemiz için üç unsur bir arada olmalı. 1-İdarenin varlığı yer
alacak. 2- İdare hukuku kuralları uygulanacak. 3- İdari yargı düzeni kabul edilecek. Böyle bir düzende biz
artık bir idari yargının, idari rejimin kabul edildiğini söyleyebiliyoruz.

II) İDARİ YARGI REJİMİNDE FARKLI UYGULAMALAR


 Tabii hem adli yargı düzeni var hem idari yargı düzeni var dolayısıyla bunlar arasında uyuşmazlıklar ortaya
çıkabilir özellikle görev bağlamında ortaya çıkabilir bunları da ortadan kaldırabilmek için, çözebilmek için
bir uyuşmazlık mahkemesinin varlığı gerekiyor. Tek yargı düzeninin olduğu bir durumda söz konusu değil
elbette ama madem iki yargı düzeni kabul edilmiş dolayısıyla bunlar arasında bir görev uyuşmazlığı, bir
hüküm uyuşmazlığı ortaya çıkarsa bunları çözebilmek için de bir uyuşmazlık mahkemesinin varlığı gerekir.

 Tamamen tercihtir arkadaşlar söylediğimiz gibi Anglosakson ülkeleri yargı birliği sistemini tercih
etmişlerdir, biz yargı ayrılığı sistemini kabul etmişizdir. Bizde gördüğünüz gibi uzmanlaşma prensibi çok
önemlidir. Yani bir idari yargı hâkimi alanında uzman bir hâkim olmalıdır, idare hukuku kurallarını son
derece iyi bilmelidir. Bilmelidir ki dosyaya uygulayabilsin, dosyayı çözümleyebilsin. O, alanında uzmandır.
Zaten idari yargıda uzmanlaşma prensibi kabul edildiği için idari yargıcın da önüne bir uyuşmazlık
geldiğinde o uyuşmazlığa idare hukuku kuralları ve ilkeleriyle bakabileceğini bilmesi gerekir uyuşmazlığı
bu şekilde çözmesi gerekir.

 Aksi takdirde özel hukuktaki bir uyuşmazlık gibi değerlendirilirse bu olmaz. Ülkemizin kabul etmiş olduğu
sistem bu yönde değil. Tabii ki uzmanlaşma prensibinin çok ciddi artıları var bunu ifade etmemiz lazım.
Çünkü hâkim burada, önüne gelen uyuşmazlıkta idare hukuku kurallarını ve ilkelerini bildiği için, idari
yargıdaki yargılama usulünü bildiği için çok daha hakkaniyetli, çok daha adil bir karar verme durumu
ortaya çıkacaktır. Bu bakımdan da faydalı olduğunu, idari rejimin gerekli olduğunu savunuyoruz. Özellikle

4
bizi idare hukukçuları bunu özellikle önemsiyoruz. Fakat böyle kamuoyunda idarenin mahkemeleri
şeklinde bir bakış açısını da hakikaten yadırgıyoruz. Bunlar olmaması gereken durumlar.

 Şimdi idari yargı sistemini kabul etmiş olan ülkelere baktığımızda kuruluş ve görevler bakımından
mahkemelerde belli farklılıklar var. Bunu da ifade etmemiz gerekir. Kuruluş bakımından baktığımız zaman
ülkemizin kabul etmiş olduğu gibi bazı ülkelerde idari yargıdaki mahkemelerin başında bulunan bir
Danıştay. Danıştay tipi idari yargı sistemi diyoruz biz buna. Tepede yüksek mahkeme olarak Danıştay
örgütlenmiş.

 Danıştay tipinin önemi nedir? Danıştay tipi örgütlenmede, Danıştay sadece yargısal görev ifa etmiyor yani
sadece bir mahkeme olarak yargısal görev ifa edip dava bakmıyor aynı zamanda merkezi idareye
danışmanlık görevini de yürütüyor. Hatırlayınız geçen sene bunun üzerinde durmuştuk. Danıştay tipi
örgütlenmede, Danıştay aynı zamanda merkeze yardımcı bir kuruluş olarak da görev ifa eder. Hangi
konuda merkeze yardımcılık yapıyor? Aslında yapmış olduğu tamamen hukuki danışmanlık. Yani bir
kanun tasarısı hazırlandığında, geçmiş dönemde baktığınızda bir tüzük tasarısı hazırlandığında, bunların
hukuka uygun olup olmadığını veya bir imtiyaz sözleşmesi ile ilgili olarak görüş belirtiyor. Tamamen
merkezi idareyi, hukukçu olarak yönlendiriyor, ona danışmanlık görevini ifa ediyor. Biz Danıştay tipi
örgütlenmeyi kabul etmişiz.

 İkincisi ise: Almanya'da kabul edilen sistem yani Almanya gibi bazı ülkeler idari rejimi benimsemiş
oldukları halde onlar Yüksek İdare Mahkemesi olarak kurmuşlar yani Yüksek İdare mahkemesi olarak
yapılandırmışlar. Bunun anlamı nedir aslında? Merkeze yardımcı olmak gibi bir görevi yok yüksek idare
mahkemesinin. Sadece yargısal görev ifa ediyor. Fransa örneğinde vardı, Türkiye’de de var fakat Almanya
örneğinde orada yüksek idare mahkemesi şeklinde yüksek mahkeme kurulmuş ve kendisine bir merkezi
idareye danışmanlık görevi verilmemiş. Tabi ülkemizde var olduğunu söylüyoruz ama çok yok azaldığını
da yine ifade etmemiz gerekir. Yani kuruluş bakımından bu şekilde arkadaşlar ileride karşınıza çıkarsa
şaşırmayın.

 İkinci olarak, görev yönünden farklılık vardır. Baktığınız zaman Türkiye ve Fransa’nın başını çekmiş olduğu
kıta Avrupa’sı ülkelerinde idari yargının görev alanı oldukça geniştir. Özellikle derslerinizde de bunu
göreceksiniz idari yargının görev alanı oldukça geniştir yani idari yargı imar uyuşmazlıklarına da bakar
memurlardan kaynaklanan uyuşmazlıklara da bakar bir taraftan ihale uyuşmazlıklarına da bakar büyük
projelerin uyuşmazlıklarına da bakar Türkiye bir sözleşmeden çıkar çıkmaz bunun uyuşmazlıklarına da
bakar yani çok çok farklı alanlarda görev ifa eden bir idari yargımız var aslında.

B. İDARİ YARGININ GEREKLİLİĞİ


 Ülkemizde idari yargının görev alanı çok geniş ve idari uyuşmazlıklar kural olarak bizim sistemimizde idari
yargıda çözümlenir. Elimizde bir idare uyuşmazlık varsa kural olarak bu uyuşmazlığın İdari yargıda
çözümlenmesi gerekir. Neden kural olarak diyorum? Bu konu ile ilgili olarak kanun koyucu farklı bir
belirleme yapmışsa, önümüzde bir idari uyuşmazlık olmasına rağmen bu uyuşmazlığın adli yargıda
çözümlenmesine dair bir belirleme yapmışsa uyuşmazlık adli yargıya gidebilir. Anayasa Mahkemesi'nin
önüne dosya geldiğinde Anayasa Mahkemesi bu kanunların hukuka aykırılığı noktasında: “Eğer ki kamu
yararına uygunsa ve böyle bir ihtiyaç varsa olabilir.” Fakat bunun dışında özellikle bir belirleme
yapılmamışsa kural olarak bir idari uyuşmazlığın çözümleneceği mercii idari yargıdır. Çünkü biz idari rejimi
benimsemiş bir ülkeyiz değil mi? Bunu benimsememizin amacı idari uyuşmazlıkların uzman mahkemeler
tarafından görülmesini sağlamak Çünkü takdir edersiniz ki bireyler arasındaki uyuşmazlıklar gibi değildir
idari uyuşmazlıklar. Burada idarenin diğer tarafa üstünlüğü söz konusudur. İdare maddi açıdan üstün,

5
hukuki açıdan üstün, bilgi açısından üstün öyle değil mi? Her açıdan baktığınız zaman birbiriyle
karşılaştırdığınızda idarenin üstünlüğü söz konusu. Bunun da yargılama sürecine yansıdığını
düşündüğünüz zaman davayı kazanabilme ihtimaliniz kalmaz özel hukuk kuralları uygularsanız, taraflar
eşit görülürse. Bizim iki tarafı eşit görecek, bu eşitsizliği dengeleyecek argümanlara ihtiyacımız var. İşte
bunun için idari yargının varlığı ve idari yargının elindeki bazı argümanlar oldukça önemli. Bunu bir kez
daha hatırlatmamız lazım yani idari rejimi benimsemiş bir ülkede, bir sistemde kural olarak idari
uyuşmazlıkların idari yargıda çözümlenmesi gerekir. Farklı bir yargı yeri aramamıza bu konuda gerek
yoktur. Fakat bu konu bazen tartışmalı hale de gelebiliyor kanun koyucunun yapmış olduğu
düzenlemelerle.

 Adli yargıya görev veriliyor unutmayalım adli yargının bu konudaki durumu aslında yetkisi görevli olması
istisnadır nokta. İdarenin bir uyuşmazlığı adli yargıda çözümlenmesi istisnadır. Olması gereken, kural olan
idari uyuşmazlığın idari yargı tarafından görülüyor olmasıdır.

 Durum böyleyken bazı ülkelerde örneğin İtalya'da sadece iptal davası için idare mahkemeleri görevli
kabul ediliyor. Tam yargı davalarına ise adli yargıda bakılıyor. Şunu kastediyoruz, ilerleyen zamanlarda
da anlatacağız.

 Bizim idari yargıda iki tür davamız var: Bunlardan bir tanesi iptal davası, diğeri ise -geçen sene de üzerinde
durduk-

 Tam yargı davası. İtalyanlar iptal davasının idare mahkemelerinde görüleceğini kabul etmişler. Yani bir
idari işlemin hukuka aykırılığı sebebiyle, örneğin yetki, şekil, sebep, konu, amaç yönlerinden hukuka aykırı
olduğu iddiasıyla açılan iptal davası, idari yargıda görülür diyorlar. Fakat idarenin işlem veya
eylemlerinden doğan bir hak kaybı, hak ihlali varsa, tazminat davası açacaksa yani bir tam yargı davası
açacaksak burada artık tam yargı davasını adli yargı çözümler diyor. Böyle bir ayrım var fakat biz bu
konuda böyle bir ayrıma gitmiş bir ülke değiliz. Söylediğim gibi hem iptal davaları, hem tam yargı davaları
idari yargının görev alanına girer. Ülkemizde idari yargının görev alanı geniştir aksi belirlenmedikçe, kanun
koyucu tarafından öngörülmedikçe her idari uyuşmazlık idari yargıda çözümlenir. Adli yargıya gitmemiz
istisnai bir durumdur. Hiç olmaz demiyoruz olabiliyor ama istisna olduğunu da tekrar vurgulamamız
gerekir.

 Bunun dışında karma sistem vesaire de var ama sizin bilmeniz gereken şu an için bu şekilde. Bu
örgütlenmede Türkiye'nin bulunduğu pozisyon gördüğünüz gibi idari rejimi benimsemiştir idari yargının
görev alanı oldukça geniş tutuluyor ve istisnai bir durum olmadığı sürece idari uyuşmazlıkları idari yargıda
çözümleniyor.

 Tabii ki idari yargının teknolojik gelişmeler, bilimsel gelişmeler, toplumdaki yeniliklere binaen gerçekten
farklı dosyalarla karşılaştığını görüyoruz. Söylediğimiz gibi memur uyuşmazlıkları olabiliyor, öğrenci
uyuşmazlıkları olabiliyor veya biri ruhsat başvurusunda bulunuyor onunla ilgili bir uyuşmazlık olabiliyor,
imar uyuşmazlığı oluyor, ihale uyuşmazlığı olabiliyor. Yani çok çok fazla konu idari yargının görev alanına
giriyor bir de şöyle bir durum var geçen sene de söyledik bunu. Hakikaten idare çok faal bir yapıda, çok
etkin sürekli olarak yenilikleri, değişiklikleri takip etmek durumunda kalıyor. Kendisini adapte ediyor. Bu
süreçte bazen isteyerek veya istemeyerek zarara sebebiyet verebiliyor yani idareden zarara uğrama
ihtimaliniz yüksek olabiliyor şu anki durum itibariyle baktığınız zaman. O yüzden de biz idari yargı
davalarının fazla olduğunu söylüyoruz. Her ne kadar bir idari yargı hâkiminin önüne adli yargı hâkimi kadar
dosya gelmiyor olsa da idari yargı hâkiminin bakmış olduğu dosyaların gerçekten uzmanlaşma
gerektirdiğini bu alanda profesyonel olmayı gerektirdiğini tekrar ifade edelim.

6
 Özel hukuk kuralları ile idare uyuşmazlığı çözemezsiniz çözerseniz facia olur. İktisadi İdari Bilimler
Fakültesi öğrencileri de idari yargı hakimi olabiliyorlar bildiğiniz gibi bazıları hukuk fakültesinden ders
aldıklarını göstererek de sınavı kazanabiliyorlar ama idari işlemin ne olduğunu bilmiyorlar. İdari işlem
nedir, idari işlemin unsurları nelerdir, önüne gelen dosyada nasıl bakılacak, bir şey hukuka aykırı mı değil
mi nasıl ayrımına varacak? Bunları bilemiyorlar bunlar da kötü örnekler maalesef. O yüzden burada
uzmanlaşmanın son derece önemli olduğunu söyleyelim.

 Biz idare hukukçuları olarak idari yargının gerektiğini savunuyoruz her ne kadar özel hukukçular ne gerek
var idari yargıya Kaldırılsın(?) idari yargı. Sadece adli yargı olsun tepede Yargıtay bulunsun, yani idare
mahkemeleri de olsun, ama adli yargının içerisindeki bir uzmanlık mahkemesi olsun, özel hukukla kurulan
bir sistem olsun, bu şekilde uyuşmazlıklar çözümlensin deseler de biz şiddetle idari yargının gerekliliğini
savunuyoruz. Özellikle olması gerektiğini ifade ediyoruz.

 Gerçi şunu da ifade etmek lazım her ne kadar özel hukukçular bunu eleştiriyorlarsa da özellikle avukat
meslektaşlar ama idari yargı davaları çok sorunsuz geçiyor. Onların resen araştırma ilkesi olduğu için
avukata çok fazla iş düşmüyor aslında hâkim, mahkeme kendisi bilgi belge topluyor bilgi araştırması
yapıyor tıpkı bir ceza davasındaki gibi düşünelim. Dolayısıyla daha rahatsınız. Bir hukuk davasında çok
fazla efor sarf etmeniz lazım taraflarca getirilmesi ilkesi geçerli olduğu için çok ciddi bir efor sarf etmeniz
lazım. Davayı çok ciddi takip etmelisiniz.

 Ama idari bir uyuşmazlıkta durum böyle değil. Dilekçenizi gerçekten güzel vermişseniz, donanımlı bir
şekilde Danıştay kararlarına, içtihatlara yer verecek şekilde takip etmişseniz, delil değerlendirmesine vs.
katkıda bulunmuşsanız, o dikkat ve itinayı göstermişseniz son derece rahat. Çünkü hâkim burada dosyayı
çözecek olan taraf. Bunun getirilmesinin sebebi de taraflar arasındaki eşitsizliği dengeleyebilmektir.
Çünkü söylediğimiz gibi kabul etmezsek, bir özel hukuk davasında, bir hukuk davasında olduğu gibi
tarafların argümanlarını kendilerinin getirmesini kabul edersek bu durumda idare karşısında karşı tarafın
çok güçsüz olduğunu görürüz. Eşit iki taraf değil bunlar. İdare kamu gücünü kullanarak zaten idari işlemi
tesis etmiş kapalı kapılar ardında öyle değil mi? İşlemle ilgili bilgi idarenin elinde, belge idarenin elinde,
idare maddi açıdan güçlü hukuk müşavirlerini, hukukçularını davaya gönderiyor sonuna kadar takip
ettiriyor. Bilgi açısından zaten güçlü, hukuki açıdan güçlü.

 E o zaman geriye ne kalıyor? Bir özel hukuk mantığı ile giderseniz davayı kaybedersiniz. Davayı
kazanabilme ihtimaliniz olmaz. Hâkim zaten bir özel hukuk davasında hakem konumunda. Getirin
delilinizi dosyanıza koyun ona göre deliler çerçevesinde elimize gelenler çerçevesi değerlendirelim diyor.
Bunu bir idari davada göremezsiniz, kabul edemezsiniz burada idari yargı hakimi çok etkilidir davayı
kendisi yönetir ve (?) bu şu demek değildir davanın tarafları olarak hakime yardım etmeyeceğiz,
işbirliğinde bulunmayacağız, delillerimizi sunmayacağız değil.

 Tabii ki sunacağız bir avukatın amacı nedir? Davasını kazanmaktır fakat hakim burada bunun dışında
başka kurum ve kuruluşlardan bilgi, belge isteme, delil değerlendirmesi yoluna giderek örneğin bilirkişiye
başvurarak, bilirkişinin değerlenmesini alarak, gerektiğinde keşif yaparak, bütün bu imkanlardan
yararlanarak, gerekirse şahit dinleyerek davayı çözümleyecek olan taraftır. Onun için bireylerin talepte
bulunmasına dahi gerek yoktur idari yargının farklılığı burada ortaya çıkıyor aslında. Biz idare hukukunda,
idari yargıda idarenin karşısında bireyin hak ve özgürlüklerini koruma altına almaya çalışıyoruz onu
korumaya çalışıyoruz ama bunu şu şekilde de anlamayalım lütfen. Her şekilde idareyi haksız çıkaralım,
dava açan taraf haklı olsun şeklinde bir bakış açısı da söz konusu değil. Tabii ki baktığınız zaman idare
işlemini, eylemini gerçekleştirmiş, faaliyetini yapmış ama hukuka uygunluk sınırları içinde kalmış Bu dava
reddedilecek şüphesiz olması gereken bu. Çünkü hukuka uygunluk denetimi yapılıyor neticesinde işlem

7
hukuka uygunsa tabii ki açılan dava reddedilecektir(?) burada. Ama işlem hukuka aykırıysa işte burada
bunu anlayabilecek (?) olan uzman bir hakime bizim ihtiyacımız var. Bu oldukça önemlidir. Çünkü İdare
tek taraflı olarak karar alıyor.

 Örneğin bir mahkeme atama işlemini gerçekleştiriyor, görevden alma işlemini gerçekleştiriyor, meslekten
ihraç etme işlemini gerçekleştiriyor, kamulaştırma işlemini gerçekleştiriyor veya bir ruhsat iptaline karar
veriyor yani hayatımıza dokunan kararlar alıyor idare öğrencilik başvurusu kabul etmiyor öğrencilik
statünüze son veriyor, kayıt işleminizi kabul etmiyor vs. Tüm bunları düşündüğümüz zaman tamamen 3.
kişilerden bağımsız, tarafsız, idari yargının kurallarını ve ilkelerini bilen hâkimler tarafından uyuşmazlığın
çözülmesinin önemi ortaya çıkıyor. Uzmanlaşma prensibi ortaya çıkıyor. Bir özel hukuk yargıcına bu
davaları verirseniz eyvah 2 tarafı eşit olarak görür biz bu durumda idarenin karşısında zayıf olan tarafız
bireyi düşündüğümüz zaman. Dosyadaki bilgi ve belgelere göre iddiasını ispatlayamadı deyip, davayı
reddederler. Ne olur? Hem haksızlığa uğramış olursunuz hem de davanız reddedilmiş olur üzerinize
üzerine bir bardak soğuk su içersiniz. O yüzden idari yargının gerekliliğinin çok önemli olduğunu
söylüyoruz. Davanın reddedilmesi burada çok fahiş bir hatadır. Bakacak hâkim, değerlendirilecek tek tek
idari işlemse usul yönlerinden yetki, şekil, sebep, konu, amaç yönlerinden hukuka uygun mudur? Hukuka
uygunsa evet davayı reddet ama değilse bu sefer işlem hukuka aykırıdır deyip işlemin iptaline karar ver.
Yapması gereken de zaten budur.

 Neden idari yargıya ihtiyaç duyuyoruz? Neden idari yargı var aslında? Geçen derste de ifade ettiğimiz
gibi eğer ki bir idari uyuşmazlığı adli yargı kolu çözerse yani uyuşmazlık adli yargıda çözümlenirse bu
uzmanlaşma prensibine aykırılık oluşturur. Hakikaten idari yargı hâkimi bu alanda uzmanlaşmıştır idare
hukuku kurallarını bilmektedir. Dolayısıyla bildiği için de idari yargıda çok daha profesyonelce, bu işin
doğasına uygun, uyuşmazlıkların doğasına uygun bir çözüm bulunma ihtimali doğmaktadır. Çünkü
baktığımız zaman adli yargı hâkimlerinin yetişmelerine hakikaten bunlar idari uyuşmazlıkları çözmeye
uygun değildir. Tamamen özel hukuk kurallarının uygulandığı, eşit iki taraf arasındaki bir
uyuşmazlıkmışçasına idari uyuşmazlıkların çözülmesi doğru değildir. Uzmanlık prensibi oldukça önemli
dedik. Uzmanlık prensibinin geçerli olması her şekilde idari yargının olmasını gerektirir mi? Doktrinde
bazı görüşlere göre deniyor ki, aslında uzmanlaşma prensibinin gereği olarak illaki idari yargıya gerek
yoktu yani adli yargı içerisinde de tıpkı ticaret mahkemelerinde, iş mahkemelerinde, aile
mahkemelerinde olduğu gibi uzmanlaşmış bir idare mahkemesi de olabilirdi diyorlar. Yani bir alt dal
olarak, alt mahkeme olarak onlar da olabilirdi diyorlar. Dolayısıyla adli yargının içerisinde bu şekilde
uzmanlaşmış mahkemelerin varlığıyla da uyuşmazlık çözülebilir deniliyor. Ama bu görüşe katılmıyoruz
arkadaşlar. Gerçekten tam anlamıyla bir idare uyuşmazlığın çözümlenmesi idari yargının yapabileceği
bir iştir ki ona rağmen bile bakınız idari yargıdaki mahkemelere idarenin mahkemeleri gözüyle bakılıyor.
O yüzden bu noktada uzmanlaşmak oldukça önemli.

 Bir diğer nokta idare hukuku, özel hukuktan gerçekten önemli derecede ayrılmaktadır. Çünkü buradaki
ilişki hep söylüyoruz eşitler arası, idare serbestliğinin geçerli olduğu bir ilişki değil. Özel hukukta taraflar
hür iradeleriyle, taraflar arasında eşitlik söz konusu olacak şekilde hukuki ilişkiler kurabiliyorlar. Fakat
idare hukukunda taraflar arasında eşitlik ilkesi geçerli olmadığı için tam tersine eşitsizlik söz konusu
olduğu için burada idarenin iradesinin üstünlüğü söz konusu olduğu için. İdare kamu gücü kullandığı için
çeşitli Kamu gücü ayrıcalıkları ve yetkileriyle donatıldığı için. Eşitlikten söz edebilmemiz tabii ki mümkün
değil. İdarenin üstünlüğünün burada esas olduğunu bir kere daha vurgulayalım.

 Diğer taraftan idare hukukunun ayırt edici bir özelliği daha idare hukuku bildiğiniz gibi İçtihat
hukukudur. İçtihada dayalı bir hukuk dalıdır yani kanuni anlamda, mevzuat anlamında bir boşluk olduğu
zaman biz hemen burada Danıştay içtihatlarına, yargı içtihatlarına bakarız. Yargı içtihatları bu alanı nasıl

8
doldurmuş? Boşluk burada nasıl doldurulmuş? Uygulamaya nasıl konulmuş ona bakarız. Danıştay
içtihatları bizim açımızdan oldukça yol göstericidir. İçtihada dayalı bir hukuk dalı olduğu için yani idare
hukukunda biz her konunun kanunda düzenlenmesini tabii ki bekleyemeyiz. İdarenin bu kadar çok
faaliyet yürüttüğü bir alanda bu mümkün değildir. Çok fazla düzenleme var ama hepsi dağınık bir şekilde
bildiğiniz gibi işte bunun içerisinde ortaya çıkan boşlukları hakimin doldurması hakkaniyete uygun bir
şekilde adalete uygun bir şekilde temel hak ve özgürlüklere uygun bir şekilde doldurması oldukça
önemli. Özellikle hatırlayınız idarenin sorumluluğu alanına baktığımız zaman kanuni düzenlemeler ile
değil tamamen içtihada dayalı olarak oluşturulmuş. Hatırlayalım hizmet kusuru teorisi, idarenin
sorumluluğu bağlamında tamamen idari yargı içtihatları ile oluşturulmuş. Bu konu ile ilgili bir kanuni
düzenleme söz konusu değil anayasada da açıkça bir hüküm yok. Sadece diyor ki idarenin işlem ve
eylemlerinden sorumluluğu söz konusudur. Yani idarenin eylem ve işlemleri yargı denetimi dışında
bırakılamaz diyor.

 Ama burada bir belirleme yok hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluğu yönelik olarak. Baktığımız
zaman özel hukuktan ayrı bir şekilde idare hukukunda, idari yargıda İdarenin hizmet kusuru diye bir
kavram geliştirilmiştir. Başta Fransız Danıştay’ı tarafından geliştirilen bu kavram ülkemiz Danıştay’ı
tarafından da benimsenmiştir Hatta bazı alanlarda farklı bir şekilde uygulama alanı dahi bulduğunu
görüyoruz. Yine kusursuz sorumluluk konusu ..(?)

 Sosyal risk ilkesi: Geçen sene yine üzerinde durdum. Baktığımız zaman tamamen Türkiye'ye özgü
uygulanan bir ilke. Hatta bunun kanunlaşmış şeklini dahi 5233 sayılı kanun babında görebiliyoruz. O
halde idare hukuku, hizmet kusuru kavramının doğduğu, kusursuz sorumluluk kavramının özel hukuktan
farklı bir şekilde algılandığı, ortaya çıktığı, yine sosyal risk kavramının ortaya konduğu yani içtihatlarla
gelişen şekillenen bir hukuk dalıdır. Bunu özel hukuktan farklı olarak tekrar ve tekrar ifade etmemiz
gerekiyor yargı içtihatlarının bizim için önemi büyük. O yüzden sürekli olarak bakarız Danıştay bu konu
hakkında ne söylemiş? Nasıl bir karar vermiş? Bu kararın nasıl bir etkisi olacağı yönünde.

 İdare hukukunun, özel hukuktan farklı oluşu bizi aslında burada idari yargının varlığına doğru götürüyor.
Yargı Birliği sistemine gidilmesi de deniliyor idare hukukunu özel hukuka yaklaştırır şeklinde bir bakış
açısı da var. Yani biz eğer ki adli yargının içerisinde bir alt mahkeme olarak idari mahkemeleri görürsek
burada kişiyle idare arasındaki uyuşmazlıkları da özel hukuk kurallarına tabi olarak yani bir özel hukuk
ilişkisiymiş gibi çözümlenmesi sonucunu doğurur. Bu da idare hukukunun gelişimini engeller deniliyor.
Hakikaten idari yargının ayrı bir yargı kolu olarak varlığı son derece önemli çünkü burada biz özel hukuk
ilkelerini konu ve kurallarını uygulamıyoruz. Tamamen idare hukuku ilkelerine göre uyuşmazlıkları
çözümlüyoruz ve burada yetişen hâkim de idari yargı pozisyonuyla idare hukuku bilgi birikimi ile
yetiştiği, yetişmeleri de bu şekilde olduğu için uzmanlaşma prensibi burada oldukça önemli. Tabii ki
burada bizde idari yargı rejiminin kabul ediliyor olması ile birlikte içtihatların gelişiminin de arttığını
görüyoruz. Gerçekten idari yargının güçlü içtihatlar oluşturabildiğini de görüyoruz, özgün içtihatlar
oluşturabildiğini de görüyoruz., ilk derece mahkemelerine bu konuda kaynaklık edebildiğini de
görebiliyoruz. …(?)

 Bir eleştiri, adli yargının tek taraflı idari işlemleri denetlemede yetersiz kalabileceği yönünde. Bir kere
bir idari işlemi denetleyebilmek için idari işlemin ne olduğunu bilmek gerekiyor. Biz idare hukukçuları
bile hala önümüze gelen bir işlem idari bir işlem mi değil mi tartışıyoruz. Böyle bir durumda bunu özel
hukuk Yargıcı’nın belirlemesini beklemek çok daha zor. Hakikaten idari işlemin ne olduğu bilinecek,
unsurları bilinecek. Yani yetki, şekil, sebep, konu, amaç unsurları bütün bunların hepsine hâkim olmak
lazım. Özel hukukta da bir işlem yapılırken baktığınız zaman yetki, şekil, sebep, konu ve amaç yönleri

9
söz konusudur ama idare hukukundaki şekli ile değil. Yani idare hukukuna baktığınız zaman yetkisiz bir
makamın biz asla işlem tesis edemeyeceğini söylüyoruz.

 Yetkinin kanunla doğacağını söylüyoruz. Kanunda yetki verilmedikçe hiçbir idari makamın bir yetki
kullanamayacağını ifade ediyoruz. Sıkı şekil kurallarına bağlı olduğunu söylüyoruz idarenin. Özellikle
usul işlemlerinde bunun çok daha önemli olduğunu söylüyoruz. Hukuki bir teminat olduğunu
söylüyoruz. Her zaman idarenin bir sebebinin olması gerektiğini, bunun da hukuka uygun bir sebep
olması gerektiğini söylüyoruz. Yani biz bir özel hukuk işleminde sebep belirtmek zorunda mıyız? Değiliz.
İşte idari işlemle aradaki farklar çok net görülüyor. Bir idari işlem söz konusuysa idare mutlaka gerçeğe
uygun, hukuka uygun bir sebep belirlemek zorunda. İdari işlemin sebepsiz olması mümkün değil
mutlaka idare, bir işlemi test ederken bir sebebe dayanacak ve bu sebep mutlaka hukuka uygun olacak.
Mevzuatta öngörülen hukuki sonuç ortaya çıkacak. Amaç mutlaka kamu yararına olacak. Bizim özel
hukuk gibi işlemlerimizde amacımız kamu yararı değil. İdare bu yönden de kamu yararı amacını mutlaka
ön planda tutacak, amacı bu olacak. Kişisel bir amaçla, siyasi bir amaçla veya kar elde etme amacı ile
idare hareket edemeyecek. Gördüğünüz gibi bir idari işleminin denetimini gerçekleştiren hâkimin bütün
bunları biliyor olması gerek. Özel hukuktan farklılıklarını da biliyor olması lazım. Bunun bilinmediği bir
ortamda da zaten bir özel hukuk işlemi gibi görünür hukuki işlem dolayısıyla denetimi de buna göre
gerçekleştirildiğinde adaletsiz, hakkaniyetsiz bir sonuç ortaya çıkar. O yüzden bu nokta oldukça önemli.

 Evet biz idari yargının tekrar ediyorum gerekliliğini savunuyoruz o yüzden diyoruz ki idari yargı var olmalı
özellikle idari yargının içerisinde yüksek mahkeme olan Danıştay da içtihatları ile hukukun
uygulanmasına yön verebilmeli. Ve bu içtihatların da zamanı geldiğinde tabii ki değişebileceğini,
zamanın şartlarına, koşullarına göre yenilenmesi gerektiğini de ifade ediyoruz. Baktığınız zaman idari
yargının varlığıyla bireyin temel hak ve özgürlükleri gerçekten güvence altına alınmaktadır. Yani bireyin
temel hak ve özgürlüklerinin korunmasında çok daha etkin olduğunu söyleyebiliriz özellikle ülkemiz
kurgulamasında. Bireyin temel hak ve özgürlüklerinin korunması bağlamında çok daha etkin bir
mekanizma olduğunu söyleyebiliriz. Eskiden asliye idari yargı da vardı daha doğrusu askeri yargı vardı
ama artık iki başlı bir yargı düzenimiz var: Adli yargı ve idari yargı. Buradaki uyuşmazlıklar da bu şekilde
olmasıyla birlikte daha da basitleşti. Bakarsak uyuşmazlık adli yargıyı ilgilendirirse oraya başvuruluyor.
İdari bir uyuşmazlıksa idari yargıya başvuruluyor. Son kurgulamamız bu şekilde oldu.

II. İDARİ YARGININ DOĞUŞU


 Şimdi idari yargının doğuşu ile ilgili bilgileri vermemiz gerekiyor. İdari yargının doğuşu ilk olarak aslına
bakarsak Fransız hukukunda gerçekleşiyor. Öncelikle burada adalet anlayışı söz konusu fakat daha sonra
ilerleyen derslerimizde de ifade edeceğiz günümüz anlamıyla idari yargının doğduğunu söyleyebiliriz.

 Bir kere günümüzde baktığınız zaman idari yargıyı, idari yargı yapan dava iptal davasıdır. Evet, gerçekten
idari yargıya damgasını vuran dava türü iptal davasıdır. Özel hukukta iptal davası gibi bir dava türüne
rastlamazsınız. Yani adli yargıda görülen davalar babında. Sadece idari yargılamaya özgün bir dava
türüdür. Bu davalarda idari işlemin unsurları babında yetki, şekil, sebep, konu ve amaç yönlerinden biri
veya birkaçı nedeniyle hukuka aykırılığı gerekçesiyle iptal edilmesi söz konusudur. Yani işlem, ilk
yapıldığı andan itibaren geçerli (burada geçersiz demek istedi sanırım cümlenin devamına göre) olmak
üzere iptal edilir. Hiç yapılmamış kabul edilir geçmişe etkili olacak şekilde bir hukuki sonuç doğar.

 İdari yargıya özgü bir dava türüdür dedik iptal davası hukuk devletinin davası olarak kabul edilir aynı
zamanda. Çünkü idare Kamu gücü kullanma yetkisi ile donatılmıştır tek yanlı idari işlem tesis eder ve bu
tek yanlı idari işlem hukuka aykırı ise bağımsız mahkemeler tarafından yani idari yargıdaki mahkemeler

10
tarafından işlem iptal edilir ilk yapıldığı andan itibaren geçersiz olacak bir hukuki sonuç ortaya çıkar.
Yani kamu gücünü kullanmış olan idarenin keyfi idari işlemleri, hukuka aykırı idari işlemler, yetki aşımı
yapmış olduğu idari işlemleri bu şekilde hukuk düzeninden ayıklanır, silinir. Çok önemli bir dava türüdür
bu. Biz idarenin hukuka aykırı idari işleminin mahkeme kararı ile ortadan kaldırıp hukuk düzenlenen
silindiğini söylüyoruz. Bu bir atama işlemi de olabilir, bir öğrencinin kaydının silinmesi işlemi olabilir, bir
görevden alma işlemi olabilir, meslekten ihraç işlemi olabilir, bir yönetmelik olabilir, yönetmeliğin bir
ilgili hükmü olabilir, bir kelimesi dahi olabilir. Hukuka aykırı ise bağımsız mahkemeler tarafından o işlem
ortadan kaldırılır. Fransız hukukunda iptal davasına yetki aşımı davası deniliyor yani idarenin yetkisinin
aşımı neticesinde ortaya çıkan bir dava türü olarak kabul ediliyor ama biz iptal davası olarak bunu
görüyoruz.

 Bir diğer nokta idarenin hukuki sorunlarında (?) gidebileceğimiz dava türümüz ise: Tam yargı davası.
Özel hukuktaki tazminat davalarına benzeyen dava türüdür. Fakat bunun da özel hukuktan farklılıklarını
ifade edeceğiz size. İdare bir işlem, bir eylem gerçekleştirir, bir faaliyette bulunur ve biz kişiler olarak
bundan bir zarara uğrarsak. Maddi olabilir manevi bir zarar olabilir. İşte burada uğramış olduğumuz
zararın tazmin edilmesi için açmış olduğumuz dava da tam yargı davasıdır. Örneğin devlete bağlı bir
hastaneye gidiyoruz bir operasyon gerçekleştiriliyor karnınızda pansuman bezi unutuluyor makas
unutulmuş olabilir. Hep yaşanan örnekler bunlar veya bir hastanın ölümü olabilir yaralanması olabilir.
Yanlış bir aşı uygulanması olabilir.

 Daha geçen bununla alakalı bir olay yaşandı çocuklara yanlışlıkla Korona aşısı yapıldı. Bunlar idarenin
sorumluluğunu doğuran bir durum. Eğer bir zarara uğranılmışsa burada tam yargı davasının açılması
gerekiyor zarar şartı bizim için önemli. Gerçek kesinleşmiş bir zararınız oluşmuşsa veya ileride oluşacağı
muhtemelse hatta kesin gözüyle bakılıyorsa işte bu tür durumlarda biz bu zararların tam yargı yoluyla
tazmin edilmesini isteyebiliyoruz. YanDavalarınıni tanzim sürecinde hastaya yanlışlıkla başka bir aşı
yapılacak çocuğa ve denilecek ki biz bunun sonuçlarını olumlu gördük bilimsel dergilerde yayınlanacak.
Bu olabilir mi? Hakikaten hukukçu olarak değerlendirdiğinizde korkunç bir olay. İdarenin sorumluluğu
bağlamında da ciddiye alınması gereken bir olay olarak karşımıza çıkıyor.

A. İPTAL DAVALARININ ORTAYA ÇIKIŞI


 İptal davası nasıl ortaya çıkmış dersek, burada daha çok Fransız hukukundaki düzenlemelere bakıldığı
zaman hakikaten idareye burada idari işlem test etme yetki verildiğinde, bu konu ile ilgili olarak idare
bir yetki aşımı yapmışsa bazılarının haklarının ihlaline neden olmuş ise orada artık iptal davasının kabul
edildiğini görebiliyoruz.

B. TAM YARGI DAVALARININ ORTAYA ÇIKIŞI


 Tam yargı davası bakımından baktığınızda ise burada artık idarenin bir davranışından kaynaklanan, -bu
bir işlem, eylem, sözleşme olabilir- ortaya çıkan zararın idarece telafi edilmesi amacıyla açılan bir dava
olduğunu görüyoruz. Tabii burada biliyorsunuz ki hizmet kusuruna dayanılabiliyor veya kusursuz
sorumluluk yoluna gidilebiliyor. Bu örnekte olduğu gibi bir hizmet kusuru mu var, hatta bunun içerisinde
kişisel kusur değerlendirilmesi mi yapılacak. Yoksa gerçekten de idare hizmeti olması gerektiği gibi
yürüttü fakat yine de olumsuz sonuç, zarar meydana geldiyse kusursuz sorumluluk olarak mı
değerlendirilecek? Bunun tespitinin yapılması gerekir.

 Tabii ki şunu ifade etmemiz gerekiyor özellikle tam yargı davası boyutuyla: Hukuk devletinin gelişim
sürecinden önce bildiğiniz gibi devletin sorumsuzluğu ilkesi geçerliydi bu sadece ülkemiz açısından değil
modern hukuk sistemleri açısından da öyleydi. Örneğin İngiliz hukukunda kral hata yapmaz deniliyordu.

11
Fransız hukukunda da yine aynı şekilde. Mutlak monarşilerin uygulandığı dönemlerde böyle idi.
Dolayısıyla devletin ali menfaatleri nedeniyle bir işlem, bir eylem yapmışsa bundan da bir zarar ortaya
çıkmışsa devletin sorumluluğu gibi bir durum söz konusu değil. Yargı yoluna gidebilmemiz o süreçte
mümkün değil. Tamamen sorumsuzluk anlayışı geçerli. Tabii ki hukuk devleti anlayışının benimsenmesi
ile birlikte artık deniliyor ki “Hayır, nasıl bireyler birbirine hukuki ilişkilerinde zarar verebiliyorlarsa,
bunları tazmin etmek durumunda iseler idare de pekâlâ yanlış yapabilir, hata yapabilir, kusuru olabilir,
hatta kusursuz da olsa zarar verebilir. Bunları karşılamak zorundadır.” Yani artık kusursuz sorumluluğun
dayanaklarını tespit etme noktasına geldik bu noktada bulunuyoruz.

 Tam yargı davası boyutu ile baktığınız zaman Fransız Uyuşmazlık mahkemesinin vermiş olduğu ünlü bir
blanco kararı var bu kararı bilmeniz gerekiyor. Blanco kararı bir milat niteliğindedir. Çünkü burada ilk
kez idarenin kusura dayalı sorumluluğu kabul edilmiştir. Olay şu şekilde gelişiyor, idarece işletilen bir
tütün işletmesinde işçiler tarafından kullanılan bir vagon var. Bu vagon da bir çocuğun yaralanmasına
sebebiyet veriyor. Hatırladığım kadarıyla kolu ya da ayağından olsa gerek bir yaralanma söz konusu.
Zararı tazmini için önce adli yargıya gidiliyor, konu uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne kadar geliyor.
Uyuşmazlık mahkemesine gittiğinde mahkeme burada kamu görevlilerinin 3. kişilere vermiş olduğu
zararlardan idarenin sorumlu olduğunu kabul ediyor. Bu çok önemli bir karardır bizim açımızdan yani
bu kararla birlikte artık idarenin kamu görevlileri, idarenin ajanları, görevlerini gerçekleştirirken 3.
kişilere zarara sebebiyet vermişlerse işte buradan idare sorumludur deniliyor. Kusura dayalı
sorumluluğu ilk kez biz burada kabul edildiğini görüyoruz.

C. KUSURSUZ SORUMLULUK
 Tabii daha sonra Fransız hukukunda kusursuz sorumluluk ilkesi de kabul ediliyor yani deniliyor ki idare
gerçekten her türlü önlemi almış olabilir, hizmeti gerektiği gibi yürütmüş olabilir, bütün bunlar
gerçekleşmiş olabilir ama zarar meydana gelmiş olabilir. Tabii ki burada idarenin her türlü önlemi alıp
almadığını mahkemede hatırlayın kusur sorumluluğu önce gelir demiştik. Hâkim bakacak burada idare
üzerine düşeni yapmış mı? Gerekirse bu konu ile ilgili bir bilirkişi raporu alacak, delil değerlendirmesi
yapacak. Ama baktığında gerçekten idarenin bir hizmet kusuru yoksa bu sefer kusursuz sorumluluk
değerlendirilecek. Burada idare tehlikeli bir faaliyet mi yürütüyor? Bu tehlikeli faaliyetlerden mi
kaynaklandı? Yoksa gerçekten kamu külfetleri karşısında eşitliğin sağlanması ilkesi gereğince mi bir
sorumluluk var? Bütün bunların hepsinin değerlendirilmesi gerekecek.

D. KAMU KÜLFETLERİ KARŞISINDA EŞİTLİK İLKESİ


 Son olarak zaten kusursuz sorumluluk babında kabul edilen teori: Kamu külfetleri karşısında eşitlik
ilkesidir. Bu nedir gelmiş olduğumuz noktada? İdare kamu hizmetini gerçekleştirir bu kamu hizmeti
toplumun genel yararınadır hakikaten kamu yararını sağlamaya yöneliktir. Fakat bu kamu hizmetinden
belli kişiler özel ve olağandışı zarara uğrarlar. Toplum tamamen yararlanıyor fakat bazı kişilerin üzerinde
de zarar kalıyor. İşte sosyal hukuk devleti ilkesinin gereği olarak o zararı o kişinin üzerine bırakmıyoruz
topluma pay ediyoruz ve kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesi. Eskilerin deyimiyle, fedakârlığın
denkleştirilmesi ilkesi bunun için var.

 Bir Metro çalışması yürütülüyor, bir hızlı tren çalışması yürütülüyor, üst geçit çalışması yürütülüyor. Sizin
eviniz artık bu çalışma nedeniyle zemin kattayken kota düşüyor. Eviniz artık güneş ışığı almıyor veya
sürekli olarak pencerelerinizi kapatmak zorunda kalıyorsunuz. Mesela idare bir yol yapım çalışması
yürütüyor hatırlayın örneğimizi pamuk tarlasındaki hep oradaki tozlar duman her şey sizin
pamuklarınızın üzerine geliyor. Veya yetiştirmiş olduğunuz çiçeğin üzerine geliyor Tabii bunu
satıyorsunuz, ihracatını yapıyorsunuz, bundan kâr elde ediyorsunuz, üretimini yapıyorsunuz. Ama ne

12
oluyor? Veriminiz düşüyor, almış olduğunuz ürünün kalitesi düşüyor, değer kaybediyor. İşte bu tür
durumlarda buradaki aradaki farkın zararı ilgiliye tazminat olarak ödenmesi gerekiyor. Bunlar da artık
gelmiş olduğumuz son nokta.

 Ama şunu söyleyelim bizim idari yargımız öncelikle hizmet kusurunu değerlendiriyor halen. Öncelikle
olan bu. Gerçekten idarenin bir kusuru var mı? Hizmetin yürütülmesi ile ilgili olarak, organizasyonu ile
ilgili olarak, planlaması ile ilgili olarak, denetlenmesi ile ilgili olarak bunlara bakıyor. Eğer bunlardan
hiçbiri yoksa -genellikle de olur- ama bunlar da yoksa artık risk ilkesi gereğince bir sorumluluk mu var?
Örneğin karşınızda sürekli olarak ..(?) Patlamalar olduğunu görüyoruz değil mi? Zaman zaman bunu
duyuyoruz. Çünkü yürütülen faaliyet tehlikeli bir faaliyet ne kadar önlem alırsanız alın yine de böyle bir
risk var. İşte bu risk bir zarar doğurmuşsa evinizin camları, penceresi inmiş olabilir, evinizdeki eşyaları
zarar görmüş olabilir, yaralanmaya, ölüme sebebiyet vermiş olabilir. Bu gibi durumlarda bu zararların
ilgililer açısından tazmin edilmesi gerekir. Haftaya buradan devam ederiz.

 …Bu notlardan kazanılan, kazanılacak olan tutarın bir kısmı hayır işi (SMA’lı bir bebek, zor durumda olan
bir aile vb) için kullanılacaktır…

13
2. Hafta (06.10.2021)
 Bunun bir tacir meselesi olduğunu yani bilse de tıpkı İngiltere’de olduğu, Amerika’da olduğu gibi idare
ile kişiler arasında ortaya çıkan uyuşmazlıkların genel mahkemelerde çözülebileceğini, dolayısıyla bunun
için ihtisas mahkemesi dediğimiz idare mahkemelerin aslında orada da yeterli olduğunu fakat bunun bir
kabul olduğunu söyledik. Ama biz bu tabii idari yargının varlığından yanayız çünkü burada uzmanlaşmış
mahkemeler tarafından idare sınıfı ilkelerini bilerek, idari yargılama usul kurallarını bilerek, yani idari
yargının kendine özgü kuralları, idare hukukunun kendine özgü ilkelerini bilerek hareket eden
yargıçların çok daha uzmanlaşmış oldukları için bu konularla ilgili olarak biz daha hukuk devleti adına
bunun faydalı olacağını düşündüğümüzü söyledik. Tabii geçen hafta da söylediğimiz gibi, idare
mahkemelerinin idarenin mahkemeleri olarak görülmemesi gerektiğini, aslında burada idare
mahkemelerinin idarenin yargısal denetimini gerçekleştiren, yani onun hukuka uygunluk çizgisi
içerisinde kalmasını sağlayan mahkemeler olduğunu söyledik. Burada açıklayacağımız sonuç: Elbette ki
idare hukuka uygun eylem ve işlemler gerçekleştirmişse tabii ki burada biz bu işlemi iptal edilmeyeceğini
söylüyoruz veya bu eylemi devam ettireceğini, sürdüreceğini söylüyoruz. Ama bir hukuka aykırılık var
ise bunun da hukuka âleminden ayıklanması, silinmesi, temizlenmesi gerekiyor. Bunu da kabul etmemiz
gerekiyor, hukuk devleti prensipleri çerçevesinde…

III.İDARİ YARGININ GELİŞİMİ


 Şimdi kitapta idari yargının gelişimine ilişkin olarak, Ramazan Hoca’nın kitabında, bu arada Ethem
Hoca’nın kitabını alan arkadaşlarımız var mı? O kitabı da şiddetle öneririm. Yani elimizde ikinci bir kitap
olsun mu derseniz olsun bunu da öneririm çünkü idari yargının gelişimiyle ilgili olarak burada, hoca
Fransa’da doktora yaptığı için çok daha detaylı teknik bilgilere ulaşabilme imkânınız olacaktır. O yüzden
edinmenizi tavsiye ederim.

 Ramazan Hoca’nın kitabından devam edecek olursak, bu arada idari yargının doğuşu ve gelişi olarak
bilgiler verilmiş. Geçen hafta da size söylediğim gibi, özellikle idari yargının doğuşu ile ilgili olarak yani
tam yargı davaları bağlamında Blanco kararının önemli olduğunu söylemiştik. İşte ilk kez Blanco
kararıyla idarenin başlı başına vermiş olduğu bir hizmetten ötürü, bir zarar meydana geliyorsa ki idare
bu arada kusuru varsa, bu zarardan idarenin sorumlu tutulmasına gerektiğine yönelik bir karar veriliyor.
İşte bu karar artık başlangıç olarak kabul ediliyor. Daha sonrasında da artık idari eylem ve işlemlerinden
ötürü bir zarar vermişse, hele hele bunu da zaten kusura dayalı yapmışsa burada yaptırma tabii
tutulması gerektiği belirtiliyor. Şimdi ihtilal öncesi dönem, ihtilal sonrası dönem şeklinde ayrımlar
yapılmış burada. Yani tutuk adalet anlayışından en azından hukuk devleti anlayışına geçiş sürecinde idari
yargının konumu ile ilgili olarak bilgiler verilmiş. Tabii orada (?) hukukunda konseyde tanımı yani bizdeki
Danıştay neyse oradaki Fransız konseyde tası da aynı şekilde. Onun kurulması da oldukça önemli.
Burada konseyde (?) kurularak artık idari işlerin ayrıldığı prensibi kabul ediliyor. İdari işlere ayrı
mahkemeler baksın, onlar tarafından yargısal denetim gerçekleştirilsin prensibi kabul edilmiş.
Dolayısıyla kişilerle devlet arasındaki uyuşmazlıkları çözüme bağlayacak bir yargı yerine ihtiyaç
duyulmuş. Daha öncesinde bunu gerçekleştiren idarenin elemanları iken, idarenin görevlileri iken daha
sonrasında konseyde ta kurgusu(?) yapılmış. Tabii konsey detayı, VIP yetkisinin verilişi de kolay olmamış
yani geçen sene ki bilgilerinizden hatırlayınız, bizdeki Danıştay’da aynı şekilde merkezi idare yardımcılık
fonksiyonu da var. Dolayısıyla orada aslında merkezi idareye yardımcı olsun, orayı idari anlamda hukuki
anlamda bir danışmanlık yapısın şeklinde bir bakış açısı oluşmuş. Fakat daha sonrasına artık bir kanun
değişikliği ile birlikte Fransız konseyde tasına da millet adına karar verme yani yargılama yapma yetkisi
tanınmış. Dolayısıyla burada bir tutuk adalet anlayışından vazgeçildiğini görüyoruz. Burada devredilmiş
bir adalet anlayışı söz konusu olmuş.

1
 Blanco kararının önemli olduğunu söylüyoruz, kararı bir kez daha uygulayalım, Fransız uyuşmazlık
mahkemesinin kararı. Bu kararda Blanco isimli bir çocuk, bir tütün işletmesinde işçilerin kullanmış
olduğu vagon çocuğa çarpıyor ve çocuğun yaralanmasına sebep oluyor. Şimdi bu çocuğu ebeveyni ilk
olarak davayı medeni kanun hükümleri çerçevesinde açıyor, yani bir özel hukuk ilişkisi olarak
değerlendirip medeni kanun hükümleri çerçevesinde zararın tazmini için tabii ki adli yargıda dava açıyor,
medeni kanun çerçevesinde kabul ettiği için…

 Daha sonrasında burada vali, uyuşmazlık mahkemesinin önüne kadar götürüyor bu uyuşmazlığı, yani
medeni kanun hükümleri çerçevesinde adli yargıda görülemeyeceği şeklinde itirazlar var, mahkeme
burada devletin çalıştırmış olduğu kişilerin üçüncü kişilere vermiş olduğu zararlardan sorumlu olduğuna
yönelik karar veriyor. Yani idarenin sorumluluğu bu arada kabul edilmiş oluyor.

 Daha öncesinden idarenin sorumsuzluğu, işte idarenin yapmış olduğu hizmetlerden ötürü sorumlu
tutulamayacağı, prensibi kabul edilmiş iken hatta: Alman hukukunda daha sonraki uygulamalarda
hazineyle, burada hazineye ayrı bir tüzel kişilik tanınarak, eğer idareye yapmış olduğu hizmetlerden
ötürü zarara sebep olmuşsa zararın hazineden karşılanması yoluna gidilmiş. Ama burada Fransız
hukukunda gördüğünüz gibi artık deniliyor ki: Bu 1873 tarihli Blanco kararı ile idare sorumludur. Evet
idare sorumludur burada. Yani burada bu tütün işletmesini gerçekleştirirken bu faaliyeti yaparken bir
zarara sebebiyet vermiş. Dolayısıyla bu zarardan sorumlu tutulması yetmektedir.

 Burada idarenin sorumluluğunun biz hukuk devleti ilkesinin bir gereği olduğunu görüyoruz. Yani hukuk
devleti ilkesine ve özgür bir sorumluluk olduğunu görüyoruz… Bu bağlamda da biz idarenin
sorumluluğunu, yeri geldiğinde tam yargı davalarında yine işleyeceğiz ama yani burada belirtildiği gibi
mutlak bir sorumluluk olmadığını görüyoruz. Yani somut olayı şartlarına bakarak gerçekten somut
olayda idarenin sorumluluğun oluşup oluşmadığını değerlendirmemiz gerekiyor. Hatırlayınız idarenin
sorumluluğunu azaltan-kaldıran halleri, bu arada ne vardı? Zarar görenin kendi kusuru vardı, değil mi?
Zarar gören bazen öyle bir faaliyette bulunuyor öyle bir eylemde bulunuyor ki, zarar miktarını
azaltmakla kalmayıp tamamen idarenin sorumluluğun ortadan kalkmasına neden oluyor. Yani aradaki
bağlantıyı koparıyor, illiyet bağını koparıyor. İşte böyle bir durum söz konusu olabilir, tamamen üçüncü
kişiden kaynaklı bir eylem söz konusu olabilir, bu araya girmiş olabilir, idari sorumluluğunu azaltmış
olabilir veya tamamen ortadan kaldırmış olabilir… Genelde uygulamada gördüğümüz azalttığı yönünde,
yani üçüncü kişinin kusuru veya zarar görenin kusuru ortaya çıkan zararı azaltacaktır. Dolayısıyla orada
da bir indirime gidilecektir idarenin sorumluluğu bağlamında, tazminat bağlamında. Burada gördüğünüz
gibi bu karar idarenin sorumluluğunun asf(?) olarak kabul edildiği bir karar olarak karşımıza çıkıyor.

 Şimdi biz yine iptal davalarında, Fransız hukukunda yetki aşımı davaları olarak kabul edildiğini söyledik.
Yani orada Türkçe’ye çevrildiğinde yetki aşımı olarak geçiyor, yani idarenin kendisine verilmiş olan
yetkiler konusunda bu yetkileri başka idareler babında kullanarak bu yetkiler için tecavüzde bulunması
veya yetkinin gaspı gibi bir durum söz konusu olabilir. Genellikle bu tabir kullanılıyor, yani yetki
saptırması kavramı da zaten oradan geçmiş. Ama biz iptal davası olarak görüyoruz ve diyoruz ki: İptal
davasında idari işlemin yetki, şekil, sebep, konu ve amaç yönlerinden hukuka aykırı olup olmadığı
değerlendirilir. Eğer bu unsurlardan birinde veya birkaçında, bazen tamamında da olabilir istisnai de
olsa, bir hukuka aykırılık var ise işlem iptal edilir. En hafif yaptırım olarak işlemin iptali verileceğini
söylüyoruz. Bazen de hatırlayınız, “işlem yok hükmündedir” dahil diyebiliyoruz.

 Tam yargı davalarında ortaya çıkması da tabii ki kolay olmamıştır, yani idarenin sorumsuzluğu prensibi
işte hikmetinden sual olunmayan devlet anlayışının olduğu bir ortamda, kral hata yapmaz denilen bir
ortamda, mutlak monarşinin olduğu bir ortamda sadece kimse açısından bu böyle değil, modern hukuk

2
sistemlerinde de (?) da bu böyle. İdarenin vermiş olduğu zararı karşılayabileceği kabul edilmemiş yani
idare sorumsuzdur, devlet sorumsuzdur denilmiş. Yapılan kamu hizmetleri de burada sunulan
hizmetlerde lütuf olarak sunuluyor vatandaşa denilmiş. Tebaa olarak görülen bir vatandaş, tebaa gibi
görülen bir vatandaş var çünkü orada, dolayısıyla sorumluluk kabul edilmemiş.

 Tabii hukuk devleti anlayışının gelişmesiyle birlikte, yerleşmesiyle birlikte üstelik bu ilkenin anayasaya
girmesiyle birlikte artık idarenin sorumluluğunun biz kabul edildiğini söylüyoruz. Yani idare, kendi
elinden ve işlemlerinden doğan zararı karşılamakla yükümlüdür diyoruz, değil mi? Anayasamızda bu
konuyla ilgili olarak açık hüküm var. Bu arada idarenin kusurlu sorumluluğu veya kusursuz sorumluluğu
noktasında bir ayrıma gitmemiş anayasamız. Yani idare kusurlu olarak hizmeti yürütüyor olsa da, hizmet
kusuru olsa da sorumlu tutacağız biz idareyi. Hatta günümüzde gelmiş olduğumuz aşamada kusursuz
sorumluluğun türlerini konuşuyoruz değil mi? Yani hukuk devleti anlayışının gelişmeye başlamasıyla
birlikte idarenin artık kusursuz da olsa sorumlu olduğu halleri kabul ediyoruz. Tehlike ilkesine göre idare
sorumludur diyoruz veya kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesine göre idare sorumludur diyoruz veya
daha da ileri gidiyoruz, aslında idari faaliyetle ortaya çıkan zarar arasında bir illiyet bağı olmamasına
rağmen sosyal risk ilkesine göre idare sorumludur diyoruz, değil mi? Bir terörist faaliyeti var, bir
bombalama faaliyeti var, bir infial yaratan kitle hareketi var, dolayısıyla bu hareketlerden ötürü insanlar
zarar görmüş. Bu zarar aslında idarenin eyleminden kaynaklı değil. Bu bir terörist faaliyeti neticesinde
ortaya çıkmış, ama sonuç olarak zarara uğrayan vatandaşlar var. İşte kolunu kaybetmiş, bacağını
kaybetmiş, yaralanmış, manevi anlamda derin acı-üzüntü duymuş… Dolayısıyla bu zararların karşılığı ne
olması gerekiyor? Artık günümüzde gelmiş olduğumuz anlayış bu.

 Tabii bu arada şunu da söyleyebiliriz, yeri geldiğinde onu da konuşuruz, yani terörü önlemekte yükümlü
olan idare bu arada bunu önleyemediği için bu terörist faaliyetler gerçekleşiyor. Ama şunu
unutmayalım, biz sosyal risk ilkesini kusursuz sorumluluğun bir türü olarak görüyoruz. Yani illiyet bağı
aranmayan bir tür olarak görüyoruz. Bu arada eğer idare bu olayın öncesinde istihbari bilgi almışsa, bu
istihbari bilgiyi kullanmamışsa, buna yönelik bir araştırmaya gitmemişse, denetim gerçekleştirmemişse,
alınması gereken önlemleri almamışsa burada biz sosyal riske gidemeyiz. Bu arada baktığımızda hizmet
kusuru olduğunu görürüz. Yani dosyayı önüne alan hâkim ve idari yargı hâkimleri öncelikle hizmet
kusurunun varlığını araştıracaktır. Yani somut olayda istihbari bilgi alınmış mı, bu değerlendirilmiş mi,
bu konuyla ilgili bir önlem alınmış, bir faaliyet yürütülmüş mü…

 Bütün bunların hepsi yapılıyor olmasına rağmen bu sonuç ortaya çıkmışsa, idareye yüklenecek bir
hizmet kusuru söz konusu değilse artık bu teröri faaliyetten ötürü bizim sosyal risk ilkesine dayalı olarak
idareyi sorumlu tutmamız gerekiyor. İşte gelmiş olduğumuz, gördüğünüz son nokta bu aşama. Yani
idarenin aynı bir faaliyeti olmamış olsa dahi, zararlı sonucu doğuran, bundan idareyi sorumlu tutuyoruz.
Neden? Bu zararlı sonucu topluma pay ediyoruz. Yani bu kişilerin üzerinde bırakmıyoruz, sosyal devlet
anlayışının bir gereği olarak hak, adalet, nezafet kavramlarının anlayışının bir gereği olarak topluma bu
zarar pay ediliyor. Çünkü bu kişiler toplumun sadece bir bireyi oldukları için, toplumda yaşadıkları için
bu zararı görüyorlar. Terörün açık hedefi haline geliyorlar… Öncesinde bir kişisel husumet söz konusu
değil, bir tanışıklık söz değil, sadece bulunmuş olduğunuz bir yerden dolayı, toplumun bir parçası
olmaktan dolayı bir zarara uğruyorsunuz. İşte geldiğimiz son noktada da artık bu zararlılığın dahi biz
idarenin sorumluluğu prensibi çerçevesinde karşılandığını söylüyoruz. Ama bu Fransız hukukunda da
böyledir, Türk hukukunda da böyledir. Baktığımız zaman bu şekilde…

 Yani, hizmet kusuruna dayalı olarak ilk etaptan itibaren idarenin sorumluluğunun kabul edildiğini
görüyoruz, ilk kabul edildiği dönemlerde dahil. Dediğim gibi idarenin bir kusuru varsa, hizmetin
yürütülmesinden, organize edilmesinden, işletilmesinden, denetiminden, programlanmasından

3
kaynaklı bir aksaklık, eksiklik, bozukluk var ise bu bir hizmet kusurudur. Ama onun sonucunda ortaya
çıkan zararı idare karşılamalıdır deniliyor. Bakış açısı bu. Fakat idarenin kusursuz sorumluluğuna hiç
değinilmemiş yani idarenin kusursuz sorumluluğuna değinilmesi de gerçekten zaman alıyor. Ha neden
idarenin bir kusuru yoksa zarardan sorumlu tutulsun? Ama arkadaşlar idare riskli faaliyetlerde
yürütüyor bildiğiniz gibi, yani tehlikeli faaliyetleri var idarenin. İşte bir bomba olabilir bu, bir cephanelik
olabilir, bir savaş gemisi olabilir bu. Bütün bu faaliyetlere baktığımız zaman bomba imha olabilir, bunlar
tehlikeli faaliyetler. İşte dinamit patlatma olabilir, dolayısıyla bunların sonucunda bir tehlike meydana
geliyor, bir zarar meydana geliyor. Bu zararın ilgililerin üzerinde bulunmaması gerekiyor.

 Burada ise bir karar var, Fransız Danıştay’ın kararı, risk teorisinin kabul edildiği: İdareye ait tersanede
çalışan bir işçi demir döverken sakatlanıyor. Yani yapılan iş gerçekten tehlikeli bir faaliyet. Demir
döverken sakatlanıyor, konseyde tam bu arada açılan davada davacının hiçbir kusuru olmadığını yani
kendisine ait bir ihmal veya tedbirsizlik durumunun söz konusu olmadığını, burada idarenin kusuru
olmasa dahi sorumlu olacağına yönelik karar vermiş. Çünkü yürütülen faaliyet riskli bir faaliyet, bu
faaliyetin sonucunda bu faaliyeti yürüten kişi herhangi bir şekilde bir kusur bir ihmali söz konusu olmasa
dahi idare de gereken tüm önlemleri almış olsa bile, bir zarar meydana gelebiliyor.

 Evet, 1923 tarihli bir kararda da kamu külfetleri karşısında eşitlik teorisi ortaya çıkmıştır. İşte idare
hukukunun işte adil özelliği buralarda ortaya çıkıyor gördüğünüz gibi. Yani risk teorisi kabul ediliyor,
burada olduğu gibi kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesi kabul ediliyor, hizmet kusuru teorisi tamamen
yargı içtihatları ile oluşturulmuş… Dolayısıyla bu içtihatlar bize idare hukukunun içtihatlilik özelliğini
ortaya koyuyor.

A. TÜRKİYE’DE İDARİ YARGININ GELİŞİMİ


 Şimdi, Türkiye’deki idari yargının gelişimine baktığımız zaman aslında çok bir farklılık olduğunu
görmüyoruz. Yani özellikle bizde de baktığınız zaman idare sorumluluğu bağlamında, yani tam yargı
davaları bağlamında, biz idarenin sorumsuzluğu prensibinin kabul edildiğini söylüyoruz. Dolayısıyla
burada devlet başkanının şahsına toplanan yetkiler var. Ve bu yüzden de biz burada baktığınız zaman
idarenin sorumluluğunun bugünkü anlamda kabul edildiğini söylemiyoruz.

1. Şura-yı Devletin Kuruluşu


 Şimdi burada memurların sorumluluğundan söz edilmiş, burada Tanzimat Dönemi’nden söz edilmiş…
Biz özellikle benim burada vurgulamak istediğim, Şurâ-yı Devlet’in kuruluşu: Osmanlı imparatorluğu
döneminde 1868 yılında Mithat Paşa tarafından onun başkanlığında şu anki adıyla bildiğimiz Danıştay
kuruluyor, o dönemde Şurâ-yı Devlet deniliyor. Yani aslında Fransızca isminden örnek alınarak
kurulmuş, orada Conseil d’Etat’a denildiği zaman biz de burada Şurâ-yı Devlet denilmiş. Tabii oradaki
düşünce gibi düşünülüyor yani hem yargısal görevleri olsun hem de merkezi idareye danışmanlık
görevini de yürütsün. Özellikle idari konularla ilgili olarak hukuki görüş versin şeklinde bir bakış açısı var.
Evet şurâ olarak düşünülmüş, çok önemli bir kuruluş olarak düşünüldüğünü söyleyeyim.

2. 1961 Anayasası
 Benim burada asıl size vurgulamak istediğim, 1961 Anayasası dönemi ve 1982 Anayasası dönemi…
Çünkü o dönemlere gelinceye kadar biz tam net anlamıyla idari yargının varlığı, zannetmeyin, idarenin
sorumluluğunun tam anlamıyla, şu hal ki anladığımız anlamıyla kabul edildiğini söyleyemiyoruz. Şimdi
1961 Anayasası bu konuda gerçekten çok önemli bir hüküm ihtiva ediyor, ilk kez, diyor ki 1961
Anayasası’na: İdarenin hiçbir eylem ve işlemi yargı mercilerinin denetimi dışında bırakılamaz. Çok
önemli bir hüküm, neredeyse 82 anayasasına da çok yakın bir şekilde alınmış, biliyorsunuz, burada ilk
kez deniliyor ki idarenin hiçbir eylem ve işlemi. Bakın hiçbir vurgusu da yapılmış burada, eylem ve işlemi

4
de deniliyor, yargı mercilerinin denetimi dışında bırakılamaz denilmiş. Yani gördüğünüz gibi idare
yapmış olduğu eylem ve işlemlerden ötürü yargısal denetime tabiidir, burada herhangi bir işlem-eylem
konusunda ayrım söz konusu değildir ve bu işlem veya eylemlerinden ötürü bir zarar meydana geliyorsa
sorumluluğu elbette ki bulunmaktadır şeklinde bir hüküm ön görülmüş. Ve burada baktığımız zaman
Danıştay’ın, biz Danıştay Kanunu 521 sayılı Danıştay Kanunu’nun kabul edildiğini ve bu kanunla
Danıştay’ın bağımsız olduğunun belirtildiğini özellikle ifade edelim.

3. 1982 Sonrası İdari Yargı


 Gelelim 1982 Anayasası dönemine… Şu an itibariyle kullanmış olduğumuz yürürlükte olan
anayasamızda, 155.maddede Danıştay düzenlenmiştir. Ne diyor bu arada: Danıştay, idare
mahkemelerce verilen ve kanunun başka bir idari yargı merciine bırakmadığı, karar ve hükümlerin son
inceleme merciidir. Bunu detaylı bir şekilde anlatacağız Danıştay’ın görev alanı ile ilgili olarak,
gördüğünüz gibi Danıştay’ı bizim anayasamız hem bir ilk derece mahkemesi olarak kabul ediyor. Yani
bazı uyuşmazlıklarla ilgili olarak davanın ilk derece mahkemesi olarak Danıştay’da açılacağını
söyleyeceğiz, bazı uyuşmazlıklarla ilgili olarak son derece mahkemesi olduğunu söyleyeceğiz. Burada bir
yüksek yargı olduğuna, yüksek yargı makamı olduğuna vurgu yapacağız. Danıştay ile ilgili olarak 155.
madde de böyle bir hüküm var. Bir de 1982 Anayasası döneminde önemli düzenlemelerimiz var. 82
yılında idari yargıda, idari yargıyı düzenleyen üç temel kanun yürürlüğe girmiştir. Bu bilgi önemli. 82
yılında idari yargıyı düzenleyen üç temel kanun yürürlüğe girmiştir.

 2575 sayılı Danıştay kanunu, bakın Danıştay kanunu değişikliğe uğramış bu arada, değiştirilmiş… 2575
sayılı Danıştay kanunu, 2576 sayılı bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve hâkim
mahkemelerinin kuruluş ve görevleri hakkında kanun; şimdi 2577’yi söylüyorum, o da idari yargı usul
kanun yürürlüğe girmiştir. İYUK, derslerimizde ihtiyacımız olacak olan İYUK, İdari Yargılama Usul
Kanunu. Tabii bu da demek değildir ki Danıştay kanunu ihtiyacımız olmayacak veya 2576 sayılı bölge
idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemeleri kuruluş ve görevleri hakkında kanuna
ihtiyacımız olmayacak… Bunlara da ihtiyacımız olacak. Gördüğünüz gibi 1982 yılında 82 Anayasası
döneminde üç temel kanun bizim için önemli. Yürürlüğe giren 2575, 2576 ve 2577. Yani idari yargılama
usulünün kurallarını şimdiki haliyle anlayabileceğiniz mevzuat hükümleri bunlar. O yüzden 82 yılı ve
sonrası bizim için önemli. Önceki dönemden böyle bahsetmemiz biraz şey olacak hem sizin açınızdan
sıkıcı olacaktı hem fazla yapılan bir gelişme yok. Bu yüzden bu kısma odaklanmakta fayda var. Ve bu
arada ilk kez bu kanunların kabul edilmesiyle birlikte 82 yılından sonra idare mahkemeleri ve vergi
mahkemeleri ilk derece mahkemeleri olarak kabul edilmiştir, idari yargıda…

 Bu da bizim açımızdan önemli bir bilgi, 1982 yılından itibaren üç kanunun kabul edilmesiyle birlikte artık
idari yargıda genel görevli mahkeme, ilk derece mahkemesi idare mahkemeleri olmuştur. Tabii vergi
mahkemeleri de deniyor kitapta, çok doğru, vergi mahkemeleri de -özellikle anlatıcaz görevlerini- idare
mahkemelerine göre özel ihtisas mahkemesidir onlar. Özel görevli mahkemedir, öyle düşünelim. Yani
idari yargıda genel görevli mahkememiz idare mahkemesidir. Bu ne anlama gelir? Biz eğer ki
önümüzdeki uyuşmazlığa vergi mahkemesinin, Danıştay’ın görev alanına girmediğini söylüyorsak, artık
askeri idari yargımız yok bildiğiniz gibi, bu uyuşmazlığın idare mahkemesinde çözümleneceğini
söyleyeceğiz. Çünkü genel görevli mahkememiz, idare mahkememiz. Yani uyuşmazlığın konusu eğer ki
görev alanı olarak, vergi mahkemesinin görevine girip girmediğini öncelikle kontrol edeceğiz. Özel
görevli mahkeme çünkü…

 Danıştay, bu anlamda yine özel görevli mahkeme olarak kabul ediyoruz onu kontrol edeceğiz. Bölge
idare mahkemesinde ilk derece mahkeme sıfatıyla dava açamıyoruz zaten. Dolayısıyla bunlardan birisi
söz konusu değilse, tabii ki bu uyuşmazlığın konusu adli yargının görev alanına girmiyorsa, elimizde

5
seçenek olarak ne kaldı? İdare mahkemesi kaldı. Davamızı idare mahkemesinde açacağız çünkü idare
mahkemesi genel görevli mahkemedir. 82 yılı bu yüzden bizim açımızdan son derece önemli. 2575,
2576, 2577… Gerçekten idari yargılamanın ilkelerini, kurallarını belirleyen kanuni düzenlemelerdir. Bu
dersimizde zaten bunları çok detaylı bir şekilde inceleyeceğiz. Ve bu arada baktığımız zaman idare
mahkemelerine biz artık 82 yılından itibaren bu kanun düzenlemelerde genel görevli mahkeme
olduğunu söylüyoruz. Tabii Danıştay’da burada bir temyiz yeri olarak görev yapıyor, yani bir kanun yolu
aşamasında, temyiz denetimi sırasında karşımıza çıkıyor. Ama aynı Danıştay’ımız bazı uyuşmazlıklar
bakımından da ilk derece mahkemesi görevini ifa ediyor. Dolayısıyla özel görevli bir ilk derece
mahkemesi olarak da karşımıza çıkıyor Danıştay’ımız…

4. İl İdare Kurullarından İdare Mahkemelerine


 Bu arada ilk idare kurullarından söz edilmiş. Hakikaten doğru, il idare kurullarından idare mahkemesine
geçiş yapılmış ülkemizde. Yani baktığınız zaman işte Cumhuriyet Dönemi’nde, 1929 tarihli vilayet idaresi
kanunu var. Burada bir değişikliğe gidiliyor ve il idare kurullarının iptal davası şeklinde yargı görevin
verildiğini görüyoruz. Yani il idare kurulları dediğimiz kurullar, bunlar bildiğiniz gibi idari kurullar yani
idare et netice itibariyle, ama bu idareye biz iptal davası şeklinde, iptal davasına bakmak şeklinde bir
idari yargılama fonksiyonu belirlediğini görüyoruz. Bu fonksiyonu yerine getirdiğini görüyoruz yani iptal
davalarına baktıklarını görüyoruz. Fakat burada yani idari bir düzenlemeye karşı, idari işleme karşı açılan
bir iptal davasına yine kim bakıyor? İdare bakıyor. Yani baktığınız zaman bağımsız bir yargı fonksiyonun
varlığına elbette ki idare kurulunun, söyleyemeyiz. Yani öyle bir durum söz konusu değil. Dolayısıyla
burada devlet şurâsı da yani Şurâ-yı Devlet’in de biz temyiz mercii olarak kurgulandığını görüyoruz. İl
idare kurulu burada iptal davasının ilk incelemesini gerçekleştirsin, davayı bölsün, temyiz denetiminde
Şurâ-yı Devlet baksın şeklinde bir anlayış söz konusu.

 Yine 1949 tarihli bir il idaresi kanununda da böyle bir hüküm ön görülmüş, aynı hatlar kurulmuş: İl idaresi
kurullarının iptal davasına bakabileceği yönünde düzenlemeye yine yer verilmiş. İşte il idare kurullarının
bu yargılama görevi, yargılama fonksiyonu 82 yılında çıkarılan 2576 sayılı bölge idare mahkemeleri,
idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinin kuruluş ve görevleri hakkında kanun yürürlüğe girinceye
kadar devam etmiştir. Yani 1982 yılına kadar il idare kurullarının, idari yargıda iptal davasına baktığını
biz görüyoruz. Yani yargılama fonksiyonunu yerine getirdiğini görüyoruz.

 Kanunun 15. maddesindeki hüküm, idare ve vergi mahkemelerinin görev alanına girer ve kanunlarla
çeşitli kurul ve komisyonlara verilmiş bulunan görev ve yetkiler, bu mahkemelerin göreve başladığı
tarihte sona erer. Artık görevin sona erdiği hükmünden bahsedilmiş. Burada o yüzden 82 yılında yapılan
mevzuat yenilikleri, mevzuattaki değişiklikler, 2575-76-77 idari yargı için oldukça önemli. Gördüğünüz
gibi il idare kurullarına verilmiş olan iptal davasına bakmak ve değerlendirme yetkisi bu kanuni
düzenlemeyle ortadan kaldırılıyor. Ve genel görevli mahkemenin idare mahkemesi olduğunu söylüyor.
Yani zaten buradan objektif, bağımsız, tarafsız bir karar verilmesini bekleyemeyiz çünkü idarenin
çevresinde bir organ, bir birim, bir kurul ne yapıyor? Yine idarenin denetimini gerçekleştiriyor. Yani
böyle tarafsız, bağımsız bir yargı teşkilatı da söz konusu olmadığı için, e tabii ki (?) idareciliğin biz hâkim
bağımsızlığına, teminatına saygı olmadığını söyleyebileceğimiz için adil bir karar verilmesi çok da
mümkün görünmüyordu. Ama 82 yılında artık bu durum sona erdirildi. Bunu rahatlıkla söyleyebiliriz…

6
IV. TÜRK YARGI SİSTEMİNİN GENEL GÖRÜNÜMÜ
A. 1982 ANAYASASINA GÖRE YARGI TEŞKİLATI
1. ANAYASA YARGISI: ANAYASA MAHKEMESİ
 … Tabii ki 61 Anayasası ile birlikte anayasa mahkemesi bizim sistemimizde kurulmuştur ve mahkemeye
kanunların anayasaya uygunluğunu denetleme yetkisi verilmiştir. Her ne kadar yasa koyucunun biz
anayasaya sadakat yükümlülüğü olduğunu söylesek de anayasaya uygun davranma, anayasaya uygun
kanunlar yapma görevinin, fonksiyonunun olduğunu söylesek bile bazen bu gerçekleşmiyor. Yani
anayasaya sadakat yükümlülüğüne aykırı davranmış olabilir dava koyucu. Hatta bazen keyfi bile
davranmış olabilir, bu tarz bir düzenleme çıkarabilir. O yüzden bu düzenlemelerin anayasadaki ilkelere
uygun olup olmadığını değerlendirmesi gerekir. Yani kanun önünde eşitlik ilkesini, ölçülülük ilkesini,
masumiyet karinesini, suç ve cezaların geçmişe yürütülememesi ilkesini, işte ceza hukukundaki kıyas
yasağının vs. en temel anayasa ilkelere aykırılık söz konusu olabilir. İşte bunun denetimini
gerçekleştirecek olan da aykırılık olup olmadığını değerlendirecek olan da anayasa mahkemesidir.
Anayasa mahkemesinin bu arada işlenmiş olduğu işle hukuk devleti açısından oldukça önemlidir.

 Anayasa mahkemesinin üye sayısı ile ilgili olarak tabii çok sık değişiklik yapılıyor yani son dönemlerde
de bildiğiniz üzere değişiklik yapıldı. 2017 yılında anayasa mahkemesinin üye sayısı son durum itibariyle
15 üyesi mevcut. Bu üyelerin bir kısmı Yargıtay tarafından, bir kısmı Danıştay tarafından, bir kısmı YÖK
yer alan öğretim üyeleri arasından, bazılarını doğrudan olmak üzere 15 üyenin seçildiğini ve göreve
başladığını söylüyoruz.

 Tabii ki sadece anayasa mahkemesi kanunların, Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin, meclis iç


tüzüğünün anayasaya uygunluk denetimini gerçekleştirmez. Bunun yanı sıra başka görevleri de
bulunmaktadır. Son durum itibariyle bildiğiniz gibi bireysel başvuru da anayasa mahkemesine
gerçekleştiriliyor. Yani anayasada yer alan temel hak ve özgürlüklerle ilgili olarak kamu gücü tarafından
olumsuz bir işlem veya eylemde bulunup bulunulmadığı noktasında da bir denetim gerçekleştiriyor.
Bunun yanı sıra siyasal partilere ilişkin görevleri de var. Bildiğiniz gibi siyasi partilerin kapatılması davası
aynı şekilde anayasa mahkemesi tarafından sonuçlandırılıyor. Siyasal partilere yapılan mali yardımlar
konusunda bu mali yardımların denetimi de yine anayasa mahkemesi tarafından gerçekleştiriliyor. Aynı
zamanda baktığınız zaman “Yüce Divan” sıfatıyla bazı yargılamaları da biz anayasa mahkemesinin
yüksek mahkeme sıfatıyla gerçekleştirdiğini görüyoruz. Anayasa mahkemesinin vermiş olduğu kararlar
idari yargıya yön vermektedir. Bizim açımızdan oldukça önemli. Son düzenlemelerle birlikte, özellikle
bireysel başvurunun da gelmesiyle birlikte biz idari yargıda sadece Danıştay kararlarını referans
almıyoruz, aynı zamanda anayasa mahkemesi kararlarını da referans alıyoruz. Bizim açımızdan oldukça
önemli. Gerek gerçekleştirdiği norm denetimi kararları gerekse bireysel başvuru kararları… Aslında idari
yargıya kaynaklık etmesi bakımından sadece anayasa mahkemesinin kararları da değil, sadece
Danıştay’ın kararları da değil, yüksek mahkeme olarak Yargıtay’ın kararları bile yön veriyor. Yani
Yargıtay’ın kararları bile aslında bakarsak idari yargı açısından oldukça önemli.

 Biz idare hukukunun, anayasa hukukunun somutlaşmış hali olduğunu söylediğimiz için, bu arada işte
anayasa mahkemesinin kararlarının önemi bizim için ortaya çıkıyor.

2. ADLİ YARGI: YARGITAY


 Yüksek mahkeme olarak Yargıtay’a baktığınız zaman Yargıtay’da biliyorsunuz hukuk davalarının yani
özel hukuk davalarının ve ceza davalarının, ceza hukukundan kaynaklanan uyuşmazlıkların adli yargı
tarafından çözümlendiğini söylüyoruz. Dolayısıyla çözümlenen bu uyuşmazlıkların en yüksekte

7
mahkemesi olarak, bir temyiz makamı olarak biz Yargıtay’ın olduğunu görüyoruz. Yargıtay’ın altında da
adli yargı düzeninin, adli yargı mahkemelerinin varlığını görüyoruz. Yargıtay’a gelen dosya yükü çok
fazla, yani iş yükünü biz Danıştay’dan çok daha fazla olduğunu söylüyoruz çünkü adli yargı düzeni
içerisinde malumunuz hem hukuk mahkemeleri var hem ceza mahkemeleri var. Dolayısıyla bunlardan
gelen dosyalar işte Yargıtay’da hukuk dairesinde veya ceza dairesinde değerlendiriliyor. O yüzden iş
yükü hakikaten fazla. Ülkemizden zaten ilk derece mahkemesi olarak bu adli yargıdaki mahkemelerin
Türkiye’nin hemen her yerinde bulunduğunu söylediğimiz için, yani her tarafa yayılmış bir örgütlenmesi
olduğu için bu durum normal. Yani Yargıtay’ın gerçekten ciddi bir iş yükü var ve bu iş yükünün arasında
ciddi bir şekilde içtihat oluşturma fonksiyonunun da olduğunu söylüyoruz. Bunu sadece Yargıtay
açısından söylemeyelim, Danıştay açısından da öyle. Gerçekten özellikle önemli konular bağlamında
içtihat oluşturma yoluna gidildiğini biz görüyoruz. Yargıtay üyeleri de 12 yıl için seçiliyor, bir kimse ikinci
defa Yargıtay üyesi seçilemez denilmiş ama üyeliğe seçilme koşulları ile ilgili yeni bir değişiklik
düşünülüyor, bildiğim kadarıyla hem Yargıtay için hem Danıştay için, yüksek mahkemeler için. Bunlar
değişebilir o yüzden bu bilgileri çok fazla ifade etme gereği hissetmiyorum.

 İki kısma ayrıldığını söyledik, hukuk mahkemeleri ve ceza mahkemeleri olmak üzere. Tabii burada hukuk
kısmında sulh hukuk ve asliye hukuk şeklinde bir başlık var. Ve bunun yanı sıra özellikle ihtisas
mahkemeleri var, işte iş mahkemeleri gibi, daha sonra aile mahkemeleri gibi, fikri sınai haklar
mahkemeler gibi mahkemelerde var. Bunların sayısı da her geçen gün artıyor malumunuz
toplumumuzdaki uyuşmazlıklar çeşitleniyor. Hakikaten yani toplumsal ilerleme, ekonomik gelişmeler,
sosyal değişiklikler, bilimsel ilerlemeler… Bütün bunların hepsi işte ekonomi, siyaset, hatta psikoloji bile
baktığınız zaman davaların çeşitliliğine etki yapabilir, insanların psikolojisi dahi. O yüzden de çok artık
çeşitli mahkemelere ihtiyacımız doğdu ve bu mahkemelerin sayısı da her geçen gün artıyor. İşte ihtisas
mahkemesi kurulu olarak kurulan aile mahkemelerinde durum bu şekilde, iş mahkemelerinde durum
bu şekilde, ticaret mahkemelerinde durum bu şekilde. Fikri sınai haklar mahkemeleri mesela şu an onun
içinde ciddi bir uğraşı var. O mahkemelerin görev alanına giren uyuşmazlıkların sayısı da her geçen gün
artıyor. Ceza mahkemeleri olarak baktığımız zaman da tabii burada asliye ceza, ağır ceza ve sulh ceza
hâkimliklerinden oluşan bir yapının olduğunu söyleyebiliyoruz…

3. İDARİ YARGI: DANIŞTAY


 Gelelim Danıştay’a. Asıl bizim meselemize, konumuza. Biliyorsunuz ki kişilerle idare arasındaki
uyuşmazlıklar, idare hukukundan doğan uyuşmazlıklar, kamusal uyuşmazlıklar idari yargıda
çözümlenmektedir. İdari uyuşmazlıklardır. Dolayısıyla idari uyuşmazlıkların konusu idari makamların
gerçekleştirdiği kamu hizmetleridir, kamusal faaliyetlerdir. Yani idarenin özel hukuk alanındaki
faaliyetleri idari yargının görev alanı dışında kalmaktadır. İdarenin özel hukuka tabii faaliyetleri idari
yargının görev alanı dışında bulunmaktadır. İdari yargının yüksek mahkemesi olan Danıştay, anayasanın
155.maddesinde ifadesini bulmuştur. İdari yargı alanında yüksek mahkeme olduğu burada ifade
edilmiştir. Danıştay’ımız hem bir temyiz merciidir bizim hukuk sistemimizde, bazı uyuşmazlıklarla ilgili
olarak ilk derece mahkemesidir, aynı zamanda idari görevleri de bulunmaktadır. Yani merkezi idareye
yardımcı olmak gibi bir fonksiyonu da bulunmaktadır. Danıştay üyelerinin dörtte üçü birinci sınıf idari
yargı hâkim-savcıları arasından seçilmektedir. HSK tarafından dörtte üçü birinci sınıfa ayrılmış olan
hâkim-savcılar arasından HSK tarafından seçilmektedir. Dörtte biri ise kanunda yer alan niteliklere sahip
olanlar arasından Cumhurbaşkanı tarafından seçilmektedir. Yani hâkimlik mesleğinin gerektirdiği
niteliklere, özelliklere sahip olanlar arasından Cumhurbaşkanı tarafından seçilmektedir. Böyle bir ayrım
var. Dörtte üçü birinci sınıfa ayrılmış hâkim ve savcılar arasından, dörtte biri ise Cumhurbaşkanı
tarafından seçiliyor. Birinci sınıf idari yargı hâkim ve savcılarının sayısının gördüğünüz gibi Danıştay’ın
yapısında biz daha fazla olduğunu görüyoruz.

8
4. UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ
 Uyuşmazlık mahkemesi ise malumunuz iki farklı yargı kolumuz var: Bir tarafta idari yargı kolumuz var,
bir tarafta adli yargı kolumuz var. Bunların arasında bir görev uyuşmazlığı ortaya çıkabilir. Yani elimizde
bir uyuşmazlık var ve biz bu uyuşmazlığı adli yargı kolunda mı çözülecek, örneğin: Asliye hukuk
mahkemesi tarafından mı uyuşmazlık çözülecek yoksa idari yargının içerisinde görev alan idare
mahkemesi tarafından mı çözülecek? Bu konu bakımından bir uyuşmazlığa düştük. Sonuç olarak
mahkemeler bir konuda bir belirleme yapamıyorsa, bu konuda bir tespitte bulunamıyorsa, bir ihtilaf söz
konusuysa bunu çözecek olan uyuşmazlık mahkemesidir. Çünkü bir taraftan adli(?) yargı düzeninin
içerisinde bir mahkeme var, diğer tarafta idari yargı düzeninin içerisinde bir mahkeme var. Bazen her iki
mahkeme de kendisi görevli olduğunu düşünüyor, buna sıkı sarılıyor bu düşünceye, bazen de her ikisi
de diyor ki: “Hayır ben görevli değilim, idari yargı görevli”. İdari yargıdaki mahkemeye gidiyorsunuz, bu
sefer diyor ki idari yargı “hayır ben görevli değilim, adli yargı görevli”. Şimdi ne olacak? Görev
uyuşmazlığının çözülmesi gerekecek ki dosyaya bakılsın, bir karar verilsin. Yani size davacı olarak
neticede hakkınızı alabilmek için bu talepte bulunuyorsunuz. Dava açıyorsunuz, dolayısıyla
sürüncemede kalmadan bu görev uyuşmazlığın bir an evvel çözümlenmesi gerek. İşte bunu yapacak
olan da uyuşmazlık mahkemesidir. Bu uyuşmazlık mahkemesi bu bağlamda önemli bir görev üstleniyor.
Sadece görev uyuşmazlığını çözmüyor, yeri geldiğinde ifade edicez, hüküm uyuşmazlığına da bakıyor
uyuşmazlık mahkemesi. Yani bir hüküm uyuşmazlığı ortaya çıkabilir. İki farklı yargı düzeninden verilen
hükümlere bakıyorsunuz birbirleriyle çelişiyor. Şimdi karar uygulanacak ama nasıl uygulanacak? Adli
yargı başka türlü bir karar veriyor -hüküm veriyor-, idari yargı aynı olayla ilgili olarak diyelim ki farklı
hüküm veriyor. Bu kararların uygulaması nasıl yapılacak, uygulamaya nasıl konulacak? Bu konu ile ilgili
olarak uyuşmazlıkları yine uyuşmazlık mahkemesi karara bağlıyor. Yani adli yargı düzeni ile idari yargı
düzeni arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlığını, uyuşmazlık mahkemesi karara bağlıyor.

B. NİTELİĞİ TARTIŞMALI KURULUŞLAR


 Şimdi, niteliği tartışmalı kuruluşlar demiş. Bu başlık altında da yani HSK ifade ediliyor. Yüksek
mahkemelerimiz bu şekilde yani anayasada belirtilen yüksek mahkemelerimiz bunlar: Yargıtay,
Danıştay, anayasa mahkemesi ve uyuşmazlık mahkemesi. Bu konuda hiçbir tereddüt yok. Fakat yüksek
mahkeme olup olmadığı tartışmalı olan belli kurul veya kuruluşlar. Örneğin: Hâkimler ve Savcılar Kurulu.
Hâkimler ve Savcılar Kurulu idari yargı hâkimlerinin ve adli yargı hâkimlerinin mesleğe kabul edilmesi,
meslekte ilerlemesi, ataması, nakillerin yapılması, yükselmeleri, birinci sınıfa ayrılmaları, disiplin cezası
işlemleri, görevden uzaklaştırmaları, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verilmesi
gibi kritik yetkileri kullanmaktadır, kritik işlemleri tesis etmektedir. Bakınız bu bahsettiklerimin hepsi
idari işlem değil mi? Ne yapıyorsunuz? Görev verip nakil yapıyorsunuz. Ne yapıyorsunuz? Disiplin cezası
veriyorsunuz. Ne yapıyorsunuz? Meslekler kalması uygun görülmeyenler hakkında karar veriyorsunuz.
Ne yapıyorsunuz? Yükselmesini sağlıyorsunuz. Ne yapıyorsunuz? Birinci sınıfa ayırıyorsunuz. İşte
bunların hepsi birer tipik idari işlem. O halde ne yapacağız? Biz bunları, bu idari işlemin hukuka aykırı
olduğunu iddia ediyorsak idari yargıya başvuracağız. İdari yargıda iptal davası açacağız. Çok önemli bir
görev üstleniyor burada HSK, yani yargının sekreter ve işlerini görmüştür diyebiliriz, bürokratik işlerini
yürütüyor aslında bakarsak. Gördüğünüz gibi yani mesleğe atanma, meslekte yükselme, disiplin özgü
işlemleri(?), meslekten uzaklaştırma, disiplin cezaları vs. gibi kritik görevleri üstleniyor, kritik idari
işlemler tesis ediyor. Yani buradaki yapmış olduğu görevlerin hepsi idari görevler baktığımız zaman,
bildiğiniz idari işlem tesis ediyor.

9
1. HAKİMLER VE SAVCILAR KURULU
 Tabii ki bi kere baktığımız zaman HSK’nın yapısının gerçekten bağımsız, tartılı olmasının gerektiğini
vurgulamamız gerekiyor. Eğer böyle bir yapı olmazsa yani merkezi hükümete karşı olarak bağımsız bir
yapı oluşturulmazsa bu tabii ki hâkimlik ve savcıların niteliklerine kadar yansıyacak bir durum. O yüzden
bu konuda dikkatli olmak gerekiyor yani yargı bağımsızlığını ve hâkimlik teminatı unsurlarını göz önünde
bulundurmak gerekiyor. Bütün bu işlemleri gerçekleştirirken çok da dikkatli olmak gerekiyor çünkü yargı
bağımsızlığı, hâkimlik teminatı, hukuk devleti ilkesinin en önemli gereklerinden bir tanesi. Yargının
bağımsız olması ve hâkimin teminatta olması. Zaten şimdi hâkimleri coğrafi teminatla getiriyor,
getirilecek. Halen daha bir sonuç alınamadı son eylem planında geçti bu. İnşallah en kısa zamanda
uygulamaya da konulur, coğrafi teminata da hâkimlerimiz kavuşmuş olur bu vesileyle…

 Bu bağlamda biz Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun yapmış olduğu işlerin önemli olduğunu söylüyoruz.
Dolayısıyla kararlarına karşı yargı yolunun açık olmasının önemli olduğunu söylüyoruz yani neticede
hâkimlik teminatına sahip olan, yargı bağımsızlığı ilkesinin kabul edildiği bir sistemde hâkimlerimiz
üzerinde idari işlemler tesis edebiliyor Hâkimler ve Savcılar Kurulu. Fakat anayasamıza baktığımız zaman
bu konuyla ilgili olarak kısmen yargı yolunun kapatıldığını görüyoruz. Sizler de biliyorsunuz yani kısmi
anlamda bir yargı yolunun kapalı olması gibi bir durum söz konusu. Şöyle diyor anayasamız: Kurulun
meslekten çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışındaki kararlarına karşın yargı mercilerine başvurulamaz.
Dolayısıyla gördüğünüz gibi sadece meslekten çıkarma kararlarına karşı yargı yolu açıktır. Sadece ve
sadece meslekten çıkarma cezasına karşı, verilen karara karşı yargı yolu açık. Bu da zaten birçok
zorlamayla kabul edilmiş bir hüküm. Yanlış hatırlamıyorsam bir bayan hâkim meslektaşımızdan
meslekten çıkarılması neticesinde intihar etmesi gibi bir durum söz konusu oldu. Kendi gururuna,
onuruna yediremediğini ifade etti ve intihar etti. Daha sonra tabii AİHM önüne kadar bu konu gitti. Yani
yargı yolu kapalı olmaması gerektiği defalarca ifade edildi. Bu bağlamda da meslekten çıkarma
cezalarına karşı şu an itibariyle yargı yolu açık ama gönül ister ki bir hukuk devletinde verilen tüm
kararlara karşı yargı yolu açık olsun. Hakikaten bir hukuka aykırılık var ise, hukuka aykırı bir işlem tesis
edilmişse, bunun yargısal denetimi gerçekleştirilebilsin. Yani her zaman bizler hukuk devletinde idarenin
her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolunun açık olması gerektiğini savunuyoruz. Bakınız böyle
istisnalar olmamalı.

 Buna benzer bir düzenleme, aslında devlet memurları kanunları uyarınca görev yapan memurlar
hakkında vardı anayasada. Onların da kendileri hakkında verilen her türlü disiplin işlemine karşı dava
açması söz konusu değildi. Yani anayasa değişikliğinden önce, şu anki mevcut halinden önce, uyarma ve
kınama cezasına karşı yargı yoluna başvuramıyordu. Neden? İdare burada gerekçe olarak şunu
savunuyor idi, yani bu düzenleme için: “Çok fazla başvuru olacak. Biz bunun önüne geçemeyeceğiz”.
Böyle bir anlayış hukuk devletinde olamaz. Çok fazla başvuru olacaksa ideal(?) ve işlemlerini dikkatli,
itinalı tesis etsin ve buna göre (?) çalıştırsın. Bu bir bahane, bu bir mazeret değil. O yüzden şu anki haliyle
memurlara verilen uyarı cezasına karşı da yargı yolu açık, kınama cezasına karşı da yargı yolu açık,
meslekten çıkarma kararına da karşı yargı yolu açık. Bunu başardık. Burada niye kalıyoruz? Yani HSK’nın
vermiş olduğu kararında yargısal denetimini de gerçekleştiriyor olması lazım. Yani burada bu eleştirimizi
de özellikle ifade edelim.

 HSK’nın hukuki niteliği nedir? Hakikaten öğreti de doktrinde de tartışılıyor ama söylenen şu: Yargının
hükümeti deniliyor. Yani yargının sekretarya görevini yapan yargının hükümeti olan bir kuruldan söz
ediyoruz. Ve gördüğünüz gibi çok önemli bir kamu gücü kullanıyor, kamusal yetki kullanıyor. Hâkim ve
savcıları göreve başlatıyor, ilerlemesini sağlıyor, birinci sınıflar ediyor, disiplin işlemlerine bakıyor,
meslekten ayrılması gereken ayırıyor yani çok önemli kamusal yetkiler, çok önemli idari işlemler tesis
edebiliyor. O yüzden yargının hükümeti olarak değerlendiriliyor HSK. Bu bağlamda bu kurulun

10
kararlarının yargı denetimine kapalı olmasının hukuk devletiyle bağdaşmadığı belirtiliyor. Kesinlikle
katılıyorum bu düşünceye ben de aynen böyle düşünüyorum, hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmıyor
sadece bir kararına karşı yargı yolunun açık olmuş olması. Mesela uyuşmazlık mahkemesi 93 tarihli bir
karar vermiş, orada HSK’yı idari bir kurul olarak değerlendiriyor. Hakikaten bu arada yargıçlar görev
yapıyor olsa da birileri, baktığımız zaman çoğunluk itibariyle, bu bir idari kurul. İdari kurul tamamıyla
yargının, hükümetin işlerini üstleniyor ve idari işlemler tesis ediyor. Yargı yolunun da burada tamamen
açık tutulması gerektiğini özellikle ifade edelim.

2. SAYIŞTAY
 Son olarak Sayıştay’dan söz edelim… Sayıştay ise yine niteliği tartışmalı olan bir yapı aslında Türk idare
yapısının içerisinde. Şimdi Sayıştay anayasamızda yer alan bir anayasal oluş, anayasada açıkça yer alıyor.
Ve deniliyor ki anayasamıza göre: Genel bütçe, kalkma bütçeli idareleri, bütün gelir ve giderlerini,
mallarını… Genel bütçeye dahil olan, katma bütçeye dahil olan idarelerin bütün gelirlerini, giderlerini,
malvarlıklarını meclis adına denetleyen ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlayan,
bakınız kesin hükme bağlıyor, sorgulanan hesap ve işlemleri kesin hükme bağlayan; kanunlarla verilen
inceleme görevini, denetleme görevini hükme bağlatma işlevini yerine getiren bir anayasal kuruluştur.
Yani kamu idarelerinin gördüğünüz gibi gelirlerini, giderleri, mallarını meclis adına denetliyor. Bu
denetim çok önemli bir denetim. Yani burada herhangi bir yolsuzluk yapılıp yapılmadığı, herhangi bir
usulsüzlük yapılıp yapılmadığı, en hafif tabiriyle bir kamu zararı oluşturulup oluşturulmadığı Sayıştay
denetçileri tarafından raporlanıyor ve Sayıştay’ın önüne sunuluyor.

 Şimdi yargı bölümü içerisinde yer alıyor Sayıştay bizim anayasamızda, ama yüksek mahkeme başlığı
altında yer verilmemiş. Yani bu da ilginç, anayasamız baktığınız zaman yargının içerisinde yer veriyorsa
işte ya, ama bir yüksek mahkeme olarak nitelendirmemiş. Yani baktığımız zamanda her ne kadar da
böyle yargısal yetkiler kullanıyormuş gibi gelse de çok yakın yetkiler kullansa da hakikaten Sayıştay’ı biz
yargı kurucu olduğunu görmüyoruz yani yargılama yapan bir kuruluş gibi değerlendirmiyoruz. Ama
doktrinde şu da deniliyor: Hesap mahkemesidir, deniliyor Sayıştay için. Yani, hesap yargılaması yapan
bir mahkemedir şeklinde düşünceler de var. Çünkü deniliyor, burada farklı yollar var, farklı müesseseler
var. O yüzden bu şekilde değerlendirmişler. Sayıştay’ı biz hesap yargısı yapan idari bir kurul olarak da
değerlendirebiliriz. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun bir kararı var burada, Sayıştay’ın bir mahkeme
olmadığı yönünde karar tesis edilmiş. Aslında baktığımız zaman, genel bakış açısı bir mahkeme olmadığı
yönünde. Daha çok idari bir kurul olduğu yönünde ama gerçekten kamu adına idarelerin işlem ve
eylemlerinin kamu zararına yol açıp açmadığı, herhangi bir usulsüzlük, yolsuzluk olmadığının
denetlenmesi babında da Sayıştay’ın görevi, fonksiyonu oldukça önemli. Sadece dediğimiz gibi burada
bir hesap mahkemesiymişçesine hareket etmiyor Sayıştay. Merkezi idare tarafından kendisine
gönderilen bir düzenlemenin kendi mevzuatına uygun olup olmadığını da değerlendiriyor. Bunu
değerlendirmesini de yapıyor yani gerçekten baktığımız zaman mali konularla ilgili olarak biz merkezi
idareye yardımcı olduğunu da görüyoruz. Hatırlarsanız Sayıştay’ı merkezi idareye yardımcı bir kuruluş
olarak da anlattık çünkü mali konularla ilgili olarak yapılacak düzenlemelerle ilgili, örneğin bir yönetim
(?) çıkarılacak, Sayıştay’ın görüşü alınıyor. Özellikle kanunda bununla ilgili bir düzenleme varsa mutlaka
zaten bu konuda Sayıştay’ın bu konuyla ilgili olarak görüşünün alınması gerekiyor.

11
3. YÜKSEK SEÇİM KURULU
 Son olarak Yüksek Seçim Kurulu diyelim ve bitirelim. Yüksek Seçim Kurulu da niteliği tartışmalı bir kurul.
Yani anayasamızın 79.maddesi diyor ki: Genel seçimler, yargı organlarının genel yönetimi ve denetimi
altında gerçekleştirir. Yani seçimlerin adi bir şekilde gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğini, rekabete
uygun bir şekilde gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğiyle ilgili olarak denetim görevini gerçekleştirecek
olan, seçimlerin yönetimini gerçekleştirecek olan yargıdır. Bu bağlamda Yüksek Seçim Kurulu’na görev
verilmiştir. İşte bu konuyla ilgili seçim sürecinde bir yolsuzluk yapılıp yapılmadığı, herhangi bir şikâyet
varsa bununla ilgili değerlendirmenin yapılması, itiraz varsa seçim sonucuna bunun incelemesini ve
değerlendirmesini…

 Biliyorsunuz İstanbul seçimlerinde bunu yaşadık değil mi? YSK’nın önüne gitmişti seçim sonuçları, işte
bunlarla ilgili olarak itirazları incelemek ve kesin kararı bağlama görevi YSK’nın. Çok zor bir görev
hakikaten böyle seçimin olduğu bir ortamda, tansiyonun yüksek olduğu bir ortamda böyle bütün
heyecanla siz adil bir karar vermiş olsanız YSK adil karar vermedi deniliyor. Ya da tam tersi olabiliyor, o
yüzden yargının buradaki işlevi çok önemli. Yani tamamen bağımsız, tarafsız hareket ediyor mu? Burası
oldukça önemli, onu da vurgulayalım. Ve en önemli nokta da anayasamıza göre YSK kararları aleyhine
başka bir merciiye başvurulamıyor. Şimdi bu da bir handikap, dolayısıyla oradan çıkacak olan karar,
doğrudan sonuçları etkiliyor. Dolayısıyla başka bir merciiye başvurulamadığı için son derece objektif bir
şekilde karar veriyor olması ve kararının gerekçesini detaylı bir şekilde anlatıyor olması önemli.

 Burada baktığımız zaman YSK’nın hukuki niteliğinin bir seçim yargısı olduğu yönünde söyleniyor yani
gerçekten seçimin adil, hakkaniyetli bir şekilde yürütülüp yürütülmediğiyle ilgili olarak neredeyse bir
yargılama görevi gören bir fonksiyon (?) ifade ediliyor. Başka bir merciiye başvurulamıyor vermiş olduğu
kararlarıyla ilgili olarak. Dolayısıyla bir seçim yargısı olarak değerlendirilmiş. Danıştay’ımız da bu arada
YSK’yı kazai usul vurgulayan, bağımsız, kendisine hüküm verilen görevinin niteliği nedeniyle özel bir
yargı yeri şeklinde değerlendirmiş. Spesifik bir görev icra ediyor, hakikaten seçim yargısı görevini
üstleniyor. Ve vermiş olduğu karara karşı başka bir itirazı, imkânı söz konusu değil. Yani kendine özgü
bir kuruluş olarak değerlendirebiliriz biz YSK’yı…

 Gördüğünüz gibi niteliği tartışmalı olan kuruluşlar işte HSK gibi, başta HSK olmak üzere, HSK çok
tartışılıyor, YSK gibi, buradaki Sayıştay gibi kurul ve kuruluşlar… Ama burada HSK’yı tekrar vurgulamak
gerekiyor. Gerçekten hâkimlerin sekretaryası, idari işlemi yürüten bir böyle yapı olarak biz HSK’yı
değerlendirebiliriz ve tüm kararlarına karşı da yargısal denetimi de açık, yargı yolunun da açık olması da
bu bağlamda oldukça önemli

 …Bu notlardan kazanılan, kazanılacak olan tutarın bir kısmı hayır işi (SMA’lı bir bebek, zor durumda olan
bir aile vb) için kullanılacaktır…

12
3. Hafta (13.10.2021)
TÜRK İDARİ YARGI TEŞKİLATI
I. DANIŞTAY
A. DANIŞTAY’IN YAPISI VE İŞLEYİŞİ
 Danıştay üyelerinin dörtte üçünün hâkim ve savcılar arasından HSK tarafından belirlendiğini söyledik.
Dörtte birinin de biz burada Cumhurbaşkanı tarafından belirlendiğini söyleyeceğiz. Tabii
Cumhurbaşkanı tarafından belirleme konusunda da nitelikleri kanunda ön görülenler tarafından
verilmiş yani Danıştay hâkim olabilmek için kanunda ön görülen nitelikleri sağlayanlar arasından
Cumhurbaşkanı tarafından dörtte bir üyenin seçimi ve ataması gerçekleştiriliyor. Danıştay’ın başkanı,
orada görev yapan daire başkanları, yani dolayısıyla yöneticiler kendi üyeleri arasından Danıştay Genel
Kurulu’nca belirleniyor. Bu hükümler zaman zaman değiştirilebildiği için buradan okumayı tercih
ediyorum çünkü zaman zaman bu konularda ilgili olarak değişikliğe gidiliyor.

1. DANIŞTAY ANAYASAL BİR KURUMDUR


 Danıştay ile ilgili olarak sadece anayasanın 155.maddesini anlatamayız tabii ki burada, onun dışında bir
de 2575 sayılı Danıştay kanunumuz mevcut. Bu kanun bizim açımızdan oldukça önemli, Danıştay ile ilgili
temel düzenlemelerin yapıldığı kanun 2575 sayılı Danıştay kanunudur. İşte Danıştay kanununda bu
kuruma ilişkin olarak biz temel düzenlemelerin yapıldığını görüyoruz. Mesela ne denilmiş: Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş yüksek idare mahkemesi, danışma ve inceleme merciidir,
denilmiş Danıştay kanunun 1’inci maddesinde… Demek ki hem yargısal görevleri olan bir yüksek idare
mahkemesi konumunda, bu (?) hukukta yani bizde Danıştay olarak geçerken, bazen yüksek idare
mahkemesi olarak da geçebilir. Başka ülkelerin sistemlerini de anlayacaksınız ki orada Danıştay’a benzer
bir yüksek mahkeme yapılanması mevcut. Hem de inceleme ve danışma mercii olarak kabul edilmiş.
Danıştay bağımsızdır denilmiş, yönetimi ve temsili Danıştay başkanına aittir yani Danıştay kurumunu,
yargı deyimini temsil edecek olan elbette ki Danıştay başkanıdır. Ve yürütme ile ilgili olan ilişkilerinin
sürdürülmesi Cumhurbaşkanlığı aracılığıyla gerçekleştirilmektedir.

2. DANIŞTAY PERSONELİ VE ATAMA USULÜ


 Danıştay’da meslek mensupları; baktığımız zaman Danıştay’ın başkanı, başsavcısı, Danıştay’da başsavcı
da var yani sadece adli yargının içerisinde savcıların olduğunu düşünmeyelim, Danıştay’da da savcı var.
Ama buradaki başsavcılığın hukuki niteliği, görevi daha farklı, bunu da ifade edeceğiz.

 Danıştay başkan vekilleri, dairelerin başkanları ve dairelerin üyeleri. Bunlar Danıştay’ın meslek
mensuplarıdır yani bir Danıştay üyesi meslek mensubudur, bir Danıştay’daki daire başkanı meslek
mensubudur, işte Danıştay’ın başkanı veya başkan vekilleri yine meslek mensuplarıdır.

I) Danıştay ÜYELERİNİN NİTELİKLERİ VE ATANMASI


 Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve kanunen kendilerine sağladığı teminat altında görev yaparlar,
denilmiş. Yani hâkimlik teminatından elbette ki yararlanabiliyorlar. Gördüğünüz gibi Danıştay ülkemizde
hem anayasal bir kuruluş hem de yasal temelleri bir kuruluş olarak karşımıza çıkıyor. Bir idari yargı
mercii, yüksek idari yargı mercii aslında eksik söylemeyelim, yüksek idari yargı mercii ve mahkeme
statüsünde olduğunu özellikle belirtmemiz gerekir. Yürütmeden tamamen bağımsız olduğunu
söyleyelim. Yürütmeden tamamen bağımsız olarak hem yargısal faaliyetlerini gerçekleştiriyor hem de

1
merkezi idareye danışmanlık faaliyetlerini gerçekleştiriyor. Şunu unutmayalım ki, Danıştay hem tabii ki
yargı fonksiyonunu yerine getirirken yargı faaliyetinde bağımsız, aynı zamanda merkezi idareye
yardımcılık görevini ifa ederken de yürütmeden bağımsızdır. Yani Danıştay’ı bu bağlamda etkileyecek,
almış olduğu kararları sorgulayacak bir birim söz konusu değil. Yani Danıştay’dan konu ile ilgili olarak
örneğin; merkezi idare hukuki danışmanlık ister. Hukuki danışmanlığı Danıştay gerçekleştirir, raporunu
sunar ve bırakır. Tamamen yürütmüş olduğu faaliyet, yürütmeden bağımsız bir faaliyet. Bunu tekrar
ifade etmemiz gerekiyor…

 Üyeleri hâkim statüsündedir. Yani başkan da dahil diğer üyeleri, dairelerde görev yapan üyelerin hepsi
hâkimlik statüsündedir ve hâkimlik teminatından yararlanırlar. Yani anayasamızda yer alan,
kanunlarımızda yer alan hâkimlik teminatında üyelerin her biri yararlanır Danıştay üyeleri.

 Kendi yöneticilerini de bu bağlamda kendileri seçiyorlar. Kamuoyundan da biliyoruz, işte Danıştay


başkanı seçimi gerçekleştiriliyor veya daire başkanlarının seçiminde yine kendi üyeleri arasından oluyor.
(Biri soru soruyor: Başsavcı olanlar demiştik ya, onlar da mı hâkimlik statüsüne sahip oluyor?)
Başsavcı olanlar için mi? Tabi tabi, aynı.

 Danıştay personeli. Baktığınız zaman Danıştay’da personeli iki gruba ayırmak gerekiyor burada da
belirtildiği gibi: Birinci kısma girenler, karar verme yetkisine sahip olanlardır. Evet, personel ikiye ayrılır,
birincisi; aslında bunu Yargıtay içinde yani derslerinizde görüyorsunuzdur muhtemelen, karar verme
yetkisine sahip olan grup. Burada daire üyelerini söylüyoruz, yani ikinci daire üyeleri, üçüncü daire,
dördüncü, beşinci, onuncu daire… Bu daire üyelerinin her biri karar verme yetkisine sahiptir. Tabii ki
daire başkanları, üyeleri saydıktan sonra daire başkanlarını söylememiz lazım: Danıştay başsavcısı ve
Danıştay başkanı. Bunlar karar verme yetkisine sahip olan Danıştay’daki yargı mensuplarıdır. Bakınız iki
numaralı dipnotta belirtilmiş, önceki 521 sayılı Danıştay kanununda kanun sözcüsü deniliyordu,
Danıştay başsavcısı için kanun sözcüsü. Yani aslında bize Danıştay başsavcısı kanunun ne dediğini,
hukukun ne dediğini söylüyor yani hukuken yargılamada önümüze çıkan idari uyuşmazlığın nasıl karara
bağlanacağını, bu konudaki mevzuatın, hukukun anlatan görevli aslında bu adam, Danıştay başsavcısı.

 Eskilerin deyimi daha doğru aslında ama şimdi bir Türkçeleştirme çabamız olduğu için bizim, bu şekilde
geçmiş. Ama siz bileceksiniz ki buradaki Danıştay başsavcısı aslında kanun sözcüsüdür. Bunu
unutmayalım. Kanunun ne olduğunu söyler. Yani adli yargıdaki savcılık makamıyla birbirini
karıştırmayalım, böyle önemli bir farklılık var. Hakikaten bu isimlendirme yürütülen göreve daha
uygundur, kesinlikle. Baktığınız zaman kanunun ne olduğunu söyleyen bir başsavcımız var yani Danıştay
kararlarını okuyup incelediğinizde de bunu net bir şekilde görebiliyorsunuz. O yüzden adli yargıdaki
savcılık makamıyla karıştırmayalım.

 İkincisi ise: Karar alma sürecine yardımcı olan grup. Yani buradaki üyelerin karar almasına, hüküm tesis
etmesine yardımcı olan grup. Bunlar da tetkik hâkimleri, Danıştay tetkik hâkimi ve savcılardır.
Danıştay’daki tetkik hâkimleri demek ki ne yapıyor bu arada? Yardımcı bir görev üstleniyor, yani dosyayı
aslında üyelere sunuyor, bu konuyla ilgili olarak yazılı veya sözlü raporunu ortaya koyuyor, gereğini artık
karar verecek olan üyeler belirliyor. O yüzden de taşrada bir hâkimlik yapmak çoğu meslektaşımıza göre
orada bir kürsü kullanmak, karar verici makam olmak Danıştay’daki tetkik hâkimliğinden önde geliyor,
yani yeğleniyor, isteniyor. Çünkü hem tecrübe kazanıyorsunuz hem birikiminizi arttırıyorsunuz hem de
yüksek mahkemeye geleceğinizde daha iyi bir pozisyonda gelme fırsatı yakalıyorsunuz. Yani tetkik
hâkimliği görevi hakikaten zor bir görev, yardımcı fonksiyonunu gerçekleştiren bir görev, onu da
özellikle belirtelim. Tabii onlar da kıdemlerine göre kıdemli tetkik hâkim de olabiliyorlar. Gördüğünüz

2
gibi ikinci grupta yer alanlarda: Danıştay tetkik hâkimleri ve savcılar. Bunlar karar alınma sürecine
yardımcı olan grup.

 Danıştay üyeleri için anayasal güvenceler vardır diyoruz. Yani burada anayasaya bir zorunluluk olarak
üyelerinin dörtte üçünün belirlenmesinin, işte hâkim ve savcılar arasında HSK tarafından
gerçekleştiriliyor olması bir zorunluluk. Yani dörtte üç idari, yargı, hâkim ve savcıları arasında
belirleniyor. Geri kalan kısmı da zaten Cumhurbaşkanı tarafından atanma niteliklerine sahip olanlar
arasından belirleniyor. Tabii dörtte üç büyük bir oran gördüğünüz gibi yani nitelikli çoğunluğu biz hâkim
ve savcıların oluşturduğunu görüyoruz, idari yargıda görev alan hâkim ve savcıların…

 Aslında bu da bir teminat mıdır derseniz teminattır. Çünkü öyle durumlar olabiliyor ki bazen, Danıştay’a
üye seçiliyor. Üye örneğin; vali, valilik yapmış bir kişi. Şimdi tamam ilde mülkiye amiri olarak görev
yapmış, idari davalara, uyuşmazlıklara aşina dolayısıyla yapmış olduğu görev nedeniyle ama teorik
olarak, teknik olarak baktığınız zaman idare hukuku ve idari yargı bilgisi zayıf olabiliyor. O bakımdan da
baktığınız zaman idari yargı hâkim ve savcılarının oranlarının yüksek olması bu bağlamda önemli
görülüyor. Yani hukukçular arasından nitelikçi çoğunluk sağlanmış oluyor. HSK bu atamayı yapıyor.
HSK’nın bu arada bu atamayı objektif bir şekilde gerçekleştiriyor olması oldukça önemli, yargı
bağımsızlığı ve haksızlığını sağlamak bağlamında…

 Cumhurbaşkanı’nın atayacağı üyelerin, daha önce de söyledik, yani kendisinin tamamen isteğine bağlı
olduğunu değil, bunun için kanunda belirlenen yani yasama organının daha öncesinden belirlemiş
olduğu nitelikleri sağlayanlar arasından atama yapacağını söylüyoruz. Bu da önemli gerçekten, belirli
nitelikleri sağlayanlar arasından Cumhurbaşkanı atama yapabiliyor. Bazen hukuk fakültesi öğretim
üyelerinin ataması yapılıyor, bunu da görüyoruz. Ankara hukuktaki hocamız mesela bir süre Danıştay
üyeliği görevini gerçekleştirdi Ali Ulusoy Hocamız, yani bu şekilde Cumhurbaşkanı tarafından
gerçekleştirilen atamalarda olabiliyor. Kendilerine kanuni güvencelerde getirilmiş. Yani hâkimlik
teminatına sahip olduklarını söyleyebiliyoruz.

 Peki kimler Danıştay üyesi olabilir? Danıştay kanunu 8.maddesine ifade edilmiş, bu konularda da
değişiklik yapılıyor o yüzden son hali bu onu söyleyelim: İdari yargı hâkim ve savcılığı yapanlar. Burayı
anladık zaten değil mi? İdari yargı hâkim ve savcı olanlar Danıştay üyeliğine seçilip atanabiliyor. İkinci
kategori: Bakanlık, Cumhurbaşkanı Yardımcılığı, Bakan Yardımcılığı, Müsteşarlık, Müsteşar Yardımcılığı,
Elçilik, Valilik görevinde bulunanlar. Evet demek ki bir vali, Danıştay’a üye olarak seçilebiliyor
gördüğünüz gibi. Yani Yargıtay’da böyle bir durum var mı? Anlatılmadı mı, hep birden cevap vermeniz
lazım yok mu böyle bir durum? Böyle bir şey duydunuz mu? Hayır. Artık Danıştay’daki farklılığa
geliyoruz, bakınız idari yargının farklılığı burada ortaya çıkıyor. Demek ki valilik yapmış olan bir kişi,
bakanlık yapmış olan birisi, cumhurbaşkanı yardımcılığı yapmış olan birisi, bakan yardımcılığı yapan,
müsteşarlık, müsteşar yardımcılığı -gerçi artık yeni sistemimizde müsteşarlık, müsteşar yardımcılığı gibi
makamlar kalmadı bildiğiniz gibi… Demek ki bu görevleri yapmış olanlar zamanında, Danıştay’a üye
olarak seçilebiliyor.

 Devam ediyoruz: Generallik, amirallik görevinde bulunan… Kişi generallik görevinde bulunmuşsa,
amirallik görevinde bulunmuşsa Danıştay’a üye seçilebiliyor. Kanunda açıkça düzenlenmiş. Devam:
Cumhurbaşkanlığı genel sekreterliği, Cumhurbaşkanlığı idari işler başkanlığı, meclis genel sekreterliği
görevi yapmış olanlar… Bakınız üst düzey idarecilik görevleri bunlar değil mi? Bu idari görevleri yapmış
olanlar da olabiliyor. HSK genel sekreterliği görevini yapmış olanlar, genel kalkma bütçeli dairelerde,
kamu kuruluşlarında genel müdürler… Bu kapsamda çok atama yapıldığını görüyoruz Cumhurbaşkanı
tarafından, yani kamu kuruluşlarına görev yapan genel müdürler. En az bu derecedeki teftik-teftiş

3
kurulu başkanları ile düzenleyici ve denetleyici kurumlarının başkanlığı görevinde bulunmuş olanlar. Bir
düzenleyici-denetleyici kurumun başkanı da yani Rekabet Kurumu başkanı, BDDK başkanı, SPK başkanı,
RTÜK’ün başkanı ne olabiliyor? Danıştay üyesi seçilebiliyor gördüğünüz gibi. Yükseköğrenim kurumlarını
hukuk, iktisat, maliye, kamu yönetimi profesörlüğü görevini yapmış olanlar…

 İşte söylediğimiz gibi hukuk profesörleri, profesör olmak bu arada şart görüyorsunuz kanun koyucu
özellikle bunu vurgulamış; iktisat, maliye, kamu yönetimi profesörlüğü görevini yapmış olanlar da yine
Cumhurbaşkanı tarafından bu göreve getirilebiliyor. Danıştay üyesi olarak görev yapabiliyor. Kamu
kurum ve kuruluşlarının baş hukuk müşavirliği, dikkat edelim baş hukuk müşaviri deniliyor, birinci hukuk
müşavirleri, yani sadece hukuk müşaviri olmak değil birinci hukuk müşaviri olmak gerekiyor, hukuk
hizmetleri başkanlığı ve hukuk işleri müdürlüğü görevini yapmış olanlar…. Neden bu kadar farklı isimler
verilmiş? Her kurum farklı isim verebiliyor hukuk müşavirliğinde çalışan görevlilerine, kimi de baş hukuk
müşavirliği, kimi de hukuk işleri müdürlüğü görevini yapmış olanlar şeklinde bir belirleme yapılmış. İşte
bu kategorinin hepsi gördüğünüz gibi Danıştay üyesi olabiliyor. Yani bir bakan, bir vali, bir genel müdür,
bir general gördüğünüz gibi Danıştay üyesi olarak atanabiliyor.

 Belli bir süre çalışma zorunluluğu: Bu konu ile ilgili yeni düzenlemeler yapılacağı da söyleniyor yani
çalışma zorunluluğu ne kadar süre çalışılacak, buna ilişkin bir çalışma da var bildiğim kadarıyla. İdari
yargı hâkim ve savcıların Danıştay üyeliğine seçilebilmesi için öncelikle birinci sınıfa ayrılması gerekiyor.
Birinci sınıfa ayrılma kriterini sağladıktan sonra da en az üç yıl bu görevlerini başarıyla gerçekleştirmiş
olmaları gerekiyor. Demek ki idari yargı hâkim ve savcılarının Danıştay üyesi olabilmesi için en az birinci
sınıfa ayrılmış olmaları lazım ve birinci sınıfta da üç yıl başarı ile görevlerini gerçekleştirmiş olmaları
lazım. Ve birinci sınıf ayrılma niteliklerini de kesinlikle kaybetmemiş olmaları lazım. Yani uzunca bir süre
gerekiyor değil mi? Hem birinci sınıfa ayrılacaksınız hem orada üç yıl görev yapacaksınız, başarılı
olacaksınız. Baya bir zaman gerekiyor.

 İdari görevden seçilenler için baktığınızda işte bakanlar için, valiler için, genel müdürler için, generaller
için vs. baktığınızda yükseköğrenimi tamamladıktan sonra devlet hizmetinde en az on beş yıl çalışmış
olmaları, en az on beş yıl. Yani bayağı bir kıdemli olmanız gerekiyor gördüğünüz gibi, tecrübeli olmanız
gerekiyor. Ve birinci derece ayrılığını kazanılmış hak olarak almaları, hâkimliğin gerektirdiği ahlak ve
seciyeye de sahip olmaları gerekiyor. Birinci derece ayrılığın kazanılmış hak olarak almış olmaları da
önemli ve hâkimliğin gerektirdiği ahlaki değerlere, etik değerlere de sahip oluyor olmaları aranıyor.

 Yani gördüğünüz gibi uzun bir yolculuklu, hem idari görevler açısından on beş yıl birincil derece ayrılığı
kazanmanız gerekiyor hem de idari hâkimler açısından baktığınız zaman birincil sınıfa ayrılmış ve üç yıl
da burada başarıyla görev ifa etmiş olmanız gerekiyor. Yani yüksek yargıda görev alabilmek için tecrübe,
kıdem kriteri gerçekten son derece önemli. Neden önemli? Özellikle temyiz dosyalarına baktığımız
zaman Danıştay’ın temyiz mercii yaptığı dosyalarda dosya ilk olarak ilk derece mahkemesine geliyor. İlk
derece mahkemesi, yani idare mahkemesi için bizim açımızdan, dosyayı tekemmül ettirmeye çalışıyor.
Fakat bazen dosyanın içerisinden evrak kayboluyor, bazen mahkeme eksik inceleme gerçekleştiriyor,
yani hukuku doğru uygulayamıyor, yanlış yorum yapıyor. Bu sefer dosya nereye gidiyor? İstinafa gidiyor.
İstinafta bir aşama daha kat etmiş oluyoruz çünkü daha kıdemli hâkimlerimiz var orada, biraz daha
dosyayı tekemmül ettiriyoruz. Ha ondan sonra başvuru olduğunda dosya Danıştay’a gittiğinde, artık bu
dosya tekemmül etmiş oluyor Danıştay’ın önüne geldiğinde. Danıştay’ın burada yapacağı şey nedir?
Hukuk yaratmak. Hukukun ne olduğunu söylemek ve bunu ortaya koymak. Yani ona kalan bu oluyor,
olması gereken de bu. Bir süzgeç gibi düşünün, alttan gidiş üstten geldiği zaman ne oluyor? Daralıyor.
Ha burada artık işte Danıştay’a gelen dosya netleşmiş oluyor ve artık orada Danıştay gereken kararı

4
verebilecek seviye de oluyor ve zaten de veriyor. Böyle değerlendirmemiz lazım, o yüzden oradaki
hâkimlerin kıdemi yeterliliği oldukça önemli.

 Görev süresi. Değişiklik yapıldı görev süreleri ile ilgili olarak, gördüğünüz gibi on iki yıl için seçiliyorlar.
Son değişiklikle birlikte Danıştay üyeleri on iki yıl için seçilir ve bir kimse iki defa Danıştay üyesi
seçilemez. Bunu da doğru buluyorum açıkçası çünkü bu yargı da olsa idari görevler de olsa hakikaten
ikinci kez seçim üçüncü kez seçim derken artık bir teorik oluşuyor. Yani baktığınız, yaptığınız işle ilgili
olarak niteliğinize bir zayıflama bir meydana geliyor. Bir rutine bindirmiş oluyorsunuz gerekli o niteliği
sağlama bağlamında da. O yüzden ikinci defa seçilememek gibi bir şartın da ön görülüyor olması önemli.
On iki yıl ile sınırlandırılmış. Bu değişiklikten önce Danıştay üyeleri, emeklilik yaş hadlerini dolduruncaya
kadar görev yapabilmekteydiler. Yeni üyelerin, hâkimlerin önü açılsın, yeni içtihatlar ortaya konulsun.
Dolayısıyla orada da bir sirkülasyon sağlansın. Yani bir üye emekli oluncaya kadar görev yapıyorsa bunun
yerine işte on iki yıllık bir şart görmesi, burada olumlu karşılıyoruz. On iki yıl görev yapabiliyor ve daha
sonrasında da bu görevi ikinci defa sağlama şartı yok gördüğünüz gibi.

II) SAVCILAR VE TETKİK HAKİMLERİ


 Savcı ve tetkik hâkimlerine geldiğimiz zaman Danıştay’da üyeler dışında savcıların ve tetkik hâkimlerin
olduğunu söyledik. İşleri gerçekten zor hakikaten hem tetkik hâkimlerinin hem savcıların. Danıştay
savcıları meslekte beş yıl hizmet etmiş idari yargı hâkimleri arasından HSK tarafından atanır. Meslekte
beş yıl hizmet etme şartı aranıyor, beş yıl kıdemi dolduran hâkim ve savcıları arasından, idari yargı
hâkimleri arasından bir Danıştay’a savcı ataması HSK tarafından yapılıyor. Görevleri nedir? İlk derece
mahkeme sıfatıyla Danıştay’da görülen dava dosyalarından kendilerine başsavcı tarafından havale
olunanları başsavcı adına inceler, esas hakkındaki düşüncesini de bir ay içinde gerekçeleri yazılı olarak
verirler. Gördüğünüz gibi burada savcılarımız Danıştay’da ilk derece mahkeme sıfatıyla görülen bir
dosya olduğunda bu dosyayla ilgili olarak kendilerine başsavcı tarafından havale olunan, bir iş bölümü
ayrımı yapılıyor orada, kendine havale olunan dosyayla ilgili olarak esas hakkındaki düşüncesini belirtir.
Bakın savcının buradaki görevi bu, esas hakkındaki düşüncesi neyse bu hukuki uyuşmazlığın çözümü
noktasında, bunu bir ay içerisinde gerekçeli bir şekilde ve yazılı olarak verir. Savcının yapacağı görev bu,
esas hakkındaki düşüncesini, hukuki uyuşmazlığın nasıl çözüleceğini gerekçeli bir şekilde yazılı bir
şekilde başsavcılığa verir gördüğünüz gibi. İlgili yerlerden Danıştay başkanlığı aracılığıyla her türlü bilgi-
belgeleri isteyebilirler, işlem dosyaları da getirtebilirler. Düşüncelerini sözlü bir şekilde, önceden haber
vermek kaydıyla belirtebilirler. Yani biz yazılı bir şekilde olabilir dedik ama sözlü bir şekilde de pekâlâ
esas hakkındaki düşüncesini ifade edebilmesi mümkündür.

 Tetkik hâkimlerine gelelim… Tetkik hâkimleri de yine meslekte beş yıl hizmet etmiş, beş yılını
doldurmuş, olumlu sicil almış olan idari yargı hâkimleri arasından, HSK tarafından atanır. Bakınız fazla
bir kıdem aranmıyor değil mi? Beş yıllık bir kıdem, burada savcı olabilmek için, tetkik hâkimi olabilmek
için. Ama çok fazla görevleri var baktığımız zaman. Ne yapıyorlar? Bir kere Danıştay başkanının,
dairelerin, kurul başkanlarının kendilerine havale ettikleri işleri inceleyecek, daire veya görevli kurula
gerekli açıklamaları yaparlar.

 Şimdi bir dosya: Danıştay’ın diyelim ki ikinci dairesine geldi. Daireye bu arada üyeler toplanıp karar
alacak. Öncelikle tetkik hâkimi raporunu sunacak. Olayı özetleyecek, olayın ne olduğunu üyelere
anlatacak ve olayla ilgili olarak kendi düşüncesini ortaya koyacak, olayın nasıl çözümleneceğine yönelik
olarak. Yani ilgili daireye gerekli açıklamayı yapacak. Somut uyuşmazlığın netleştirilmesi bağlamında
aslında önemli bir görevi ifa ettiğini söylüyoruz biz tetkik hâkimlerine. İşte yardımcılık fonksiyonu burada
önemli bir değer. Üyelerin dosyayı hatırlamasını sağlıyorlar, dosyayla ilgili olarak onların kafasında
tekrar bir canlandırma, bir netleştirmeyi gerçekleştiriyorlar. Karar taslaklarını yazıyorlar, gerekli

5
tutanakları düzenliyorlar ve diğer görevleri de işte daire başkanının, kurul başkanının vereceği diğer
görevleri gerçekleştiriyorlar. Yani işin mutfağındasınız. Aslında çok böyle yardımcılık niteliğinde önemli
bir fonksiyonu ifa ediyorsunuz ama karar verme konusunda yetkiniz yok. Kararı verecek olanlar oradaki
üyeler toplanacak ve ilgili daire oturup konuyla ilgili olarak, uyuşmazlıkla ilgili olarak karar verecek.

3. DANIŞTAY VE PERSONELİNİN HUKUKİ STATÜSÜ


 Danıştay’ın bir mahkeme olduğunu söyledik. Dolayısıyla burada personelinin hâkim statüsünde
olduğunu söyledik. İşte üyelerinin, tetkik hâkimlerinin, savcılığın hâkim statüsünde olduğunu söyledik.
Anayasal bir kuruluş olduğunu söyledik, anayasada 155.maddede açıkça düzenlendiğini söyledik. Zaten
adli yargı, idari yargı ayrımını benimsemiş bir sistemde idari yargının da anayasada düzenlenmiş
olmasını da biz bekliyoruz. Dolayısıyla böyle bir belirlemenin de anayasada açıkça yapıldığını biz
görüyoruz. Personelinin hâkim statüsünde olduğunu söyledik, Danıştay kanunun 4. maddesinde ifade
edilmiş; başkan, başsavcı, başkan vekilleri, dairelerin başkanları, dairelerdeki üyeler yüksek mahkeme
hâkimleri olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve kanunlarının kendine sağladığı teminat altında görev
yaparlar. Gördüğünüz gibi üyeler yüksek hâkim statüsündedir. Yani oradaki başkan, başkan vekili, daire
başkanları, dairedeki üyeler, hepsi yüksek hâkim statüsündedir ve kendileri için ön görülmüş hâkimlik
teminatından yararlanmaktadırlar. Dolayısıyla biz yüksek hâkimlerimiz içtihat oluşturduğu için böyle
kıdemli hâkimlerimiz olduğu için orada hukuk oluşturulduğunu, yeni hukuk ilkelerinin ortaya
konulduğunu da söyleyebiliyoruz. Tabii ki Danıştay’da görev yapan savcılarda, tetkik hâkimleri de
hâkimlik statüsündedirler, hâkimlik-savcılık güvencelerinden yararlanmaktadırlar. Bunu da belirtelim.

 Hâkimlik-savcılık teminatı nedir? Bunu biliyoruz zaten değil mi? Yani anayasamızın 138.maddesinde
ifade edilen, 138.madde hala çok tartışılan bir madde yani anayasa değişiklikleri bağlamında da çok sık
gündeme geliyor. 138’i biz tartışmaların canlı olduğunu görüyoruz. Çok çok hayati bir düzenleme aslında
bu, ne diyor: Hâkimler görevlerinde bağımsızdırlar. Anayasaya, kanuna, hukuka uygun olarak vicdani
kanaatlerine göre hüküm verirler. Neye göre hüküm verecek hâkimimiz? Anayasaya göre, kanunlara
göre ve vicdani kanaatine göre hukuka uygun bir karar vermek zorundadır. Hiçbir organ, makam, kişi
yargı yetkisinin kullanılmasına, mahkemelere, hâkimlere emir ve talimat veremez. Yani karar şu yönde
çıksın, mahkeme başkanıyla özellikle konuşalım, kararı etkileyelim ya da en az cezayı almasını sağlayalım
sanığın yani suç işlenmiş sabit örneği; daha az nasıl ceza alabilir, alt sınırdan nasıl cezalandırılır diye veya
bir idari uyuşmazlıkta işte baktığımız zaman ihale usulüne uygun gerçekleştirilmemiş ama burada nasıl
kılıfına uydurulabilir, bu avukatlardan zaten beklenen bir temel midir? Yani bir müvekkil geldiğinde
özellikle işte etik ilkelere uygun davranmamışsa, eğer kusurlu davranmışsa “ben nasıl kurtulabilirim bu
işten, beni nasıl sıyırabilirsiniz, yasayı nasıl dolanabilirsiniz” deniliyor. Yani bunun yolları aranıyor. İşte
hâkimlerimize de işte bu dosyayı, “kurtarın, bu dosyada bizim aleyhimize bir karar çıkartmayın, dileyin
ne dilerseniz”. Yani bilirkişilere rüşvet teklif edildiği, avukatlara zaten yapmış oldukları görev nedeniyle
verildikleri düşünülüyor kişiler tarafından. Hâkimlere teklif edildiği… Bunların hepsini duyuyoruz
maalesef bunlar olmaması gereken durumlar.

 Hakikaten hâkim burada dosyaya, önündeki dosyaya bakarak, hukukun ne olduğunu düşünerek ve
vicdani kanaatine göre karar vermek zorundadır. Yani bir hâkim bir savcı, özellikle bir hâkim karar alırken
gece yastığa başını koyduğunda vicdanen rahat mı değil mi? Bunu değerlendirebiliyor olması gerek,
kararını buna uygun veriyor olması gerekir. Görülmekte olan bir dava hakkında yasama meclisinde yargı
yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz, beyanda bulunamaz denilmiş.
Maalesef bu konuda kamuoyu, bilgi, sosyal medya da aynı şekilde çok fazla uyuşmazlıkların,
mahkemelerin yapacağı işin içerisine giriyor. Çok dahil oluyor, çok müdahil oluyor. Yargılamanın
gidişatını bile etkileyebiliyorlar değil mi? Baktığınız zaman sosyal medya adaleti diyoruz biz buna aslında.
Yani tutuksuz yargılanmasına karar veriliyor kişinin ama ne oluyor? Konu toplumda infial yaratıyor, yani

6
nasıl olabilir, nasıl tutuklu yargılanmaz, bu kişi başkalarına da mı zarar versin denildiği için bu da sosyal
medyada, kamuoyunda çok büyük tepki çektiği için tekrardan biz o kişinin ne yapıyoruz? Tutuklandığını,
cezaevine gönderildiğini görebiliyoruz.

 Yani hem bu arada aslında bakarsak sosyal medyanın bazı dosyalar hakkında olumlu katkısı olduğunu
söyleyebiliriz ama çoğunluk itibariyle olumsuz olduğunu söyleyelim. Yani gerçekten oradaki kişiler
hukuk fakültesi mezunu değil, hukuk bilgisi çok zayıf ama işte böyle klavyenin başına geçince her şey
biliniyormuş gibi oluyor. Yargılama sürecine etki ediyorlar, bu doğru değil. Hâkimlerimiz de bir insan
öyle değil mi? Yani onlarda dosyayı kapatıp, kapısını kapatıp, çıkıp adliyeden evine gittiği zaman
giderken bu toplumun içerisinde yaşıyorlar, bu toplumdan etkileniyorlar. Her gün sabah-akşam aynı
konunun konuşulduğunu düşünün; televizyon açıyor hâkim, aynı konu gündem de. Kendileri
karalanıyor, bunlar olmaması gereken durumlar. Yani dosyayla ilgili olarak yapılacak olan yorumların
yargılama sürecinde çok dikkatli yapılıyor olması gerekir. Çok çok bu konuda dikkat etmek gerekir. Yargı
kararını versin, beğenirsiniz beğenmezsiniz, beğenmediğiniz takdirde zaten üst hukuk yollarına
başvurabiliyorsunuz, itiraz edebiliyorsunuz.

 Ama yargı sürecine bu kadar müdahil olmak doğru değil. Mesela Danıştay karar verecek, bizim
alanımızla ilgili olarak bir örnek verelim: İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmamıza yönelik uyuşmazlık, değil
mi? Herkes bu konuyu tartışıyor. Ha bırakın Danıştay işini yapsın, Danıştay’ın ilgili dairesi işini yapsın.
Hukukun ne olduğunu söylesin. Tabii ki burada verilecek olan karar da idari yargının tepesinde yer alan
Danıştay’ın vereceği karar da siyasetçileri rahatsız edebilir. Veya tam tersine memnun edebilir. Yani bu
olabiliyor çünkü burada yönetimle çok sıkı bir bağlantı var, yani yönetimin yapmış olduğu siz,
tasarruflarla ilgili bir karar veriyorsunuz, netice itibariyle, idari tasarruflarla ilgili. Ha bu toplumda
tartışılır, konuşulur, eleştirileri yapılır ama yargı sürecinde de saygılı olmak durumundayız. Bunu
hepimizin gerçekleştiriyor olması gerekir. O kararla ilgili olarak, konuyla ilgili olarak yargı kararını versin.
Üst hukuk yolları neyse denensin, sonuç elde edilsin. Bu kadar siyasetin içerisinde malzeme edilmesi de
hâkim ve savcılarımızın yaptığı işin, doğru değil. Yani 138’i hep tartışıyoruz, tartışmaya da devam
edeceğiz bu bağlamda.

 İdare mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez, bunların yerine getirilmesini geciktiremez. Şimdi
bu da ülkemiz açısından ciddi bir sorun. İdare diyor ki; mahkeme kararını değiştiremez, yerine
getirilmesini geciktiremez. İdarenin eline karar geliyor, yargı kararı, diyor ki idariyetçiler: “Ben bu kişi ile
ilgili kararı gitmiş, mahkemeyi de kazanmış tüh yazıklar olsun, uygulamak istemiyorum” diyor. Yani
düşünün ve anayasa bağlamında görüyorsunuz idari yargı kararının uygulanmasını geciktiremez demiş
değil mi? Kanuna baktığımız zaman idareye tanınmış olan bu konudaki en fazla süre otuz günlük süre.
Otuz günün sonuna kadar bekliyor, halbuki o kararın uygulanması örneğin; ilgili görevden
uzaklaştırılmışsa, görevine çağırılıp başlatılması en fazla bir hafta. Ne yapıyorsunuz siz? Üç hafta daha o
kişiyi mağdur ediyorsunuz. Buna hakkınız mı? Bakınız anayasanın 138.maddesi bunu açıkça öngörmüş.
Suç işliyorsunuz, görevinizi kötüye kullanıyorsunuz. Bunun sadece idari boyutu değil, aynı zamanda
cezai boyutunun da düşünülüyor olması lazım.

 Demek ki idare eline gelen mahkeme kararını geciktirmeksizin, kanuna göre en fazla otuz günlük süresi
var. Otuz gün içerisinde gereğini yerine getirmek zorundadır. Kararı beğenmiyorsan, gider istinaf
aşamasına başvurur, Danıştay aşamasına başvurur. Ama kararın gereğini gerçekleştirmek, yerine
getirmek zorundadır. Birde idari yargıda hâkimlerin anlatıcaz diye geldiğinde şunu deme hakkı yok: “Abi,
bu karar verildi idare mahkemesi tarafından. Ama bi istinafa gidelim bakalım, istinaf bi karar versin…”
kesin bu kararı kaldıracak deme şansı yok. O karar eline geldiği andan itibaren en geç otuz gün içerisinde

7
o kararın gereğini gerçekleştirmek zorundadır. Bakınız 138.maddenin hükmü anayasal bir emirdir. Bunu
idarecilerimizin çok dikkatli bir şekilde uyguluyor olması gerekiyor.

 139. maddede hâkimlik teminatı düzenlenmiştir: Hâkim ve savcılar azlolunamazlar. Kendileri


istemedikçe anayasada gösterilen yaştan önce emekliliğe ayrılamaz. Yani kıdemli hâkimlerimize ihtiyaç
var, bazı meslekler vardır ki gerçekten kıdem bu mesleklerde çok önemlidir. Askeriyede, akademide,
mesela bizlerde… Hâkimlerimizde, hâkim ve savcılarımız… Hakikaten böyle kıdemlendikçe alanınızla
ilgili olan bilginiz, görgünüz, niteliğiniz, kaliteniz artar. O yüzden de emekli kendileri istemedikçe,
kendileri için belirtilen emeklilik yaşından önce emekliye ayrılamaz. Yani onların o kalitesinden,
birikiminden, niteliğinden sonuna kadar yararlanmak şeklinde anayasa koyucunun burada bir amacı var.

 Emekliye ayrılamaz, bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa da aylık, ödenek,
diğer özlük haklarından yoksun kılınamaz. Tabii mahkemelerde kaldırılabiliyor biliyorsunuz mesela;
devlet güvenlik mahkemeleri eski dönemde var olan bir mahkemeydi. Artık devlet güvenlik
mahkemelerin varlığından söz etmiyoruz. Dolayısıyla bu mahkemelerin kaldırılmasıyla orada görev
yapan hâkim ve savcılarımızın aylık, ödenek, özlük hakları kendilerine verilmemiş olamaz.

 Hâkimler mahkemelerin bağımsızlığı, hâkimlik teminatı esaslarına göre görev ifa ederler. Gördüğünüz
gibi hâkimlerimiz burada hem idari yargı hâkimlerimiz hem adli yargı hâkimlerimiz anayasanın
138.maddesi ve 139.maddesi çerçevesinde görevlerini ifa etmek durumundadırlar. Hâkim deyimi
buradaki, belirtiğimiz gibi mahkeme başkanını, üyeleri, hâkimleri, tetkik hâkimlerini özellikle belirtiyor.

 Gördüğünüz gibi azlolunamıyorlar, kendileri istemedikçe 65 yaşından önce emekliye sevk


olunamıyorlar. Hakikaten 65 yaşta önemli bir yaş Türkiye gerçeğinde baktığımız zaman, işte akademide
de olduğu gibi ne oluyor? O yaştan önce kendileri istemedikçe emekliye sevk edilmiyorlar. Meslekten
çıkarılmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymiş olanlar, görevini sağlık bakımından yerine
getiremeyeceği kesin olarak anlaşılmış olanlar ve meslekte kalmaları uygun olmadığına karar verilenler
hakkında kanunda istisnalar saklıdır denilmiş. Yani bu tarz yorumlarda elbette ki bir müdahale edilecek,
ama onun dışındaki durumlarda kendileri istemedikçe emeklilik yaşı olan 65 yaşına kadar görevlerinin
başında görevlerini ifa edebilir.

 Danıştay başkanı, Danıştay’ın kendi üyeleri arasından seçiliyor. Üye tam sayısının salt çoğunluğuyla
seçilir demiş. Danıştay Başkanı seçilebilmek için altı yıl süre ile Danıştay üyeliği yapmış olmak gibi bir
kriter getirilmiş, altı yıl Danıştay üyeliği yapanlar arasından belirleniyor. Görev süresi dört yıl, süresi
bitince yeniden seçilebilir denilmiş. Bu uygulamada gördüğümüz Danıştay üyelerinin emeklilik vakitleri
yakın olduğundan, emekliliğe yakın başkanlığı tercih ettikleri, dolayısıyla zaten son demleri görevlerine,
dört yıl görev yapıp işte belki seçilirse yeniden dört yıl daha görev yapıp sonradan emekliye ayrıldıklarını
uygulamada görüyoruz.

4. DANIŞTAY’IN YÖNETİMİ
I) DANIŞTAY BAŞKANI
 Başkan, Danıştay’ın genel işleyişinden sorumludur. Dolayısıyla burada dışa karşı diğer idari birimlere
karşı, idarilere karşı, vatandaşlara karşı, Danıştay’ın işleyişinden işte Danıştay’ın daireleri arasındaki
uyumun eş güdümlü sağlanmasından ve bu kuruluşun düzenli çalışmasından sorumlu olarak karşımıza
çıkıyor.

8
II) DANIŞTAY BAŞSAVCISI
 Danıştay Başsavcısı’na geldiğimiz zaman, başsavcıda Danıştay Genel Kurulu tarafından seçiliyor. Altı yıl
süreyle Danıştay üyeliği yapmış olmak gibi bir şart getirilmiş burada da. Danıştay Başsavcısı olabilmek
için Danıştay üyeliği görevini altı yıl süreyle yapmış olmak gerekiyor, görev süresi de dört yıl olarak
belirlenmiş.

 Başsavcı önemli bir görev ifa ediyor burada. Daha önce de söylediğimiz gibi: İlk derece mahkeme
sıfatıyla Danıştay’ın bakmış olduğu uyuşmazlıklarda esas hakkındaki düşüncesini bildiriyor. Ve savcılara,
kendi başkanlığı altındaki savcılara da hangi görevin havale edileceğini, tebliğ edileceğini kendisi karar
veriyor. İncelemiş olduğu dava dosyaları hakkında düşüncesini bildiriyor ve kanunlarla kendisine verilen
diğer görevleri gerçekleştiriyor. Yani Danıştay Başsavcısı burada, kanun sözcüsü burada, esas hakkında
ne olacağını, hukukun ne söylediğini, hukuken kanunun ne söylediğini ifade edip ortaya koyuyor.

III) DAİRE BAŞKANLARI


 Daire başkanları da seçimle belirleniyor. Yine Danıştay Genel Kurulu üye tam sayısının salt çoğunluğuyla
seçiyor. Üç yıl süreyle Danıştay üyeliğini yapmış olmak gibi bir kriter getirilmiş. Dediğim gibi bu şartlar
değiştirilebiliyor, zaman zaman değişikliğe gidilebiliyor, genel hatlarıyla bilmemiz önemli burada. Görev
süreleri de dört yıl olarak belirlenmiş. İlgili dairenin başında görev yapan daire başkanlarının görev süresi
dört yıl olarak belirlenmiş.

 Daire başkanlarının görevleri de: İlgili dairenin düzenli çalışıyor olmasını sağlamak, daire işlerinin
vaktinde yerine getirilmesini gerçekleştirmek ve tetkik hâkimlerinin yetişmelerini sağlamaktır.
Gerçekten daire başkanlarının görevi burada önemli çünkü oradaki işlerin vakitlice gerçekleştirilmesi,
kararların zamanında yazılması, gerekçelerin zamanında yazılıyor olması, o dairede görev yapan tetkik
hâkimlerinin yetiştirilmesinin sağlanmasında daire başkanları sorumludur.

5. DANIŞTAY’IN KARAR MERCİLERİ VE USULLERİ


 Karar Mercileri: Şimdi baktığımız zaman Danıştay’da Daireler var, Genel Kurul var, İdari İşler Kurulu var,
bazen zaman zaman hâkimlik sınavlarında bunları sorabiliyorlar. O yüzden böyle bilgi şekli sorular tercih
edildiği için Danıştay’daki kurulları bilmenizde fayda var. Danıştay’da Daireler, Genel Kurul, İdari İşler
Kurulu, Dava Daireleri Kurulları -yani İdari Dava Daireleri-Vergi Dava Daireleri olmak üzere-, İçtihatları
Birleştirme Kurulu, Başkanlar Kurulu ve Başkanlık Kurulu bulunmaktadır. Genellikle karıştırılan
Başkanlar Kurulu ile Başkanlık Kurulu’dur. Yapısı bu şekilde.

I) DAİRELER
 Dairelere baktığımız zaman, Danıştay’da dokuzu dava dairesi, bir tanesi de idari daire olmak üzere on
daire bulunmaktadır. Danıştay’da şu an itibariyle on daire bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi idari
daire, diğer dokuz tanesi dava dairesi olmak üzere. 2016 değişikliği ile on daireye indirildi Danıştay’daki
daire sayısı azaltıldı. Öncesinde toplam on yedi daire bulunmaktaydı, yani 2016 değişikliği öncesinde on
yedi daire vardı. İşte iki daire idari daireydi, geriye kalanlar dairelerin hepsi dava daireleriydi. Ama son
değişiklikle birlikte artık baktığımız zaman dokuz dava dairesi var, bir tane de idari daire var.

 Bu idari dairemiz Birinci Daire. Birinci Daire, Danıştay’da idari daire olarak görev yapmaktadır. Yani
merkezi idareye yardımcılık fonksiyonunu gerçekleştirmektedir. İdari daire olmasından kısıt bu.
Yargılama makamı olarak görev ifa etmiyor, yargısal görevi yok. İdari görevleri var, tamamen merkezi
idareye yardımcı fonksiyonu mevcut. Geriye kalan dokuz dairenin hepsi de mahkeme olarak yargılama
faaliyetini gerçekleştiriyor. Yani hepsi gördüğünüz gibi dava dairesi olarak karşımıza çıkıyor.

9
B. DANIŞTAY’IN GÖREVLERİ
1. DANIŞTAY’IN DANIŞMANLIK GÖREVLERİ
 Danıştay’ın danışmanlık görevinin, merkezi idareye danışmanlık görevini Birinci Daire gerçekleştirir
dedik. Bir de İdari İşler Kurulu gerçekleştiriyor. Adından da anlaşılacağı üzere İdari İşler Kurulu’ da bir
hukuki danışmanlık görevini gerçekleştiriyor.

2. DANIŞTAY’IN YARGISAL GÖREVLERİ


 Yargısal görevler de dediğimiz gibi, iki-üç-dört-altı-sekiz-on’a kadar gidiyor, ama bunlardan üçüncü
daire, dördüncü daire, yedinci ve dokuzuncu daire vergi dairesidir. Vergi dava dairesidir, yani vergi
uyuşmazlıkları üçüncü daireye, dördüncü daireye, yedinci ve dokuzuncu daireye gelir. Bunun dışında
kalan diğer daireler iki, altı, sekiz, on kalıyor. İşte bu dairelerde baktığınız zaman idari dava dairesidir. O
halde elimizde bir idari uyuşmazlığımız var idare mahkemesinin görmüş olduğu, Danıştay’da hangi
dairelere gelebilir? Üçe gelebilir mi? Gelemez, orası vergi dava dairesi. Vergi uyuşmazlığımız var, ikiye
gelebilir mi? Veya ona gelebilir mi? Gelemez. Bu şekilde bir ayrım gerçekleştirmiş. Yani üç, dört, yedi,
dokuz vergi dava dairesi; onun dışında kalanlar ise idari dava dairesi olarak görev yapmaktadır. Başkanlık
Kurulu, bu sorulabiliyor sınavlarda Başkanlık Kurulu şeklinde: İş yükü bakımından zorunluluk olması
halinde vergi dava dairelerinin birini idari dava dairesi olarak, idari dava dairelerden bir tanesini de vergi
dava dairesi olarak görevlendirebiliyor. Bunu yapacak olan Başkanlık Kurulu.

I) DANIŞTAY’IN İLK DERECE MAHKEMESİ GÖREVİ


 Dava daireleri ne görev yapıyor? Baktığımız zaman, bir: Danıştay kanunu 24. maddesinde belirtilen
konularla ilgili olarak ilk derece mahkemesi sıfatıyla uyuşmazlıkları çözümlüyor. Demek ki Danıştay’daki
dava daireleri, Danıştay kanunu 24. maddesinde belirtilen konularla ilgili olarak ilk derece mahkemesi
sıfatıyla iptal davalarına ve tam yargı davalarına bakıyor. Belirteceğiz zaten Danıştay kanunu 24.
maddesinde hangi düzenlemelerin yer aldığını…

II) DANIŞTAY’IN TEMYİZ GÖREVİ


 İkincisi: İdare mahkemeleri, vergi mahkemeleri ve bölge idare mahkemelerin yani istinaf mahkemesince
verilen kararların temyiz denetimini gerçekleştiriyor. İkinci fonksiyonda temyiz denetiminin
gerçekleştirilmesi.

III) DAİREDE KARAR ALMA YÖNTEMİ


 Her dairede bir başkan ve yeteri kadar üye bulunuyor. Ve tabii ki dairelerde tetkik hâkimleri de
bulunuyor, her dairede yeteri kadar tetkik hâkimi de bulunuyor. Başkanları, Danıştay Genel Kurulu
seçiyor.

 Kararlar gereği tabii de alınıyor, heyet toplanıyor, heyet halinde karar alınıyor. Heyetlerinde de başında
da bir başkan ve dört üye bulunuyor. Demek ki beş üyeden oluşuyor. Bunlardan bir tanesi başkan ve
dört üyenin katılımıyla toplanıyor heyet, salt çoğunluk ile de karar alınıyor. Demek ki Danıştay
dairelerinin karar alma usulü, heyet halinde toplanmak; bir başkan, dört üye olmak üzere. Bunların
katılımıyla toplanıyor, salt çoğunluk ile de karar alıyor.

 Dairelerde müzâkereler gizli yapılıyor, yani ellerindeki uyuşmazlıkla ilgili olarak müzâkereyi gizli olarak
gerçekleştiriyorlar.

10
IV)DAİRELERİN GÖREV DAĞILIMI
 Görev dağılımı… Peki dairelerin, hangi dairenin, hangi işe bakacağını, hangi uyuşmazlığa bakacağının iş
bölümüne kim karar veriyor? İşte bu özellikle bir soru olarak, sorun olarak karşımıza çıkıyor. 2014 yılında
yapılan değişiklikle Danıştay kanununda; dairelerin hangi işlere bakacakları konusunda iş bölümü esası
benimsenmiştir. Bakınız 2014 yılından önceki düzenlemelere baktığımız zaman biz kanunda açıkça hangi
dairelerin hangi uyuşmazlık türlerine bakacağının belirlendiğini görüyoruz. Dolayısıyla kanunluk
ilkesinin orada işletildiğini görüyoruz. Ama 2014 değişikliğinden sonra artık baktığımız zaman iş bölümü
esası kabul edilmiş. Yani; idari dava daireleri ile vergi dava daireleri kendi aralarında iş bölümü esasına
göre çalışır. İş bölümü esası kabul ediliyor.

 Özel kanunlarda başkaca hüküm bulunmadığı takdirde dava daireleri arasındaki iş bölümü Başkanlık
Kurulu tarafından belirleniyor. Demek ki buna belirleyecek olan artık Başkanlık Kurulu. Başkanlık Kurulu
karar alıyor, bu kararlarda Resmî Gazete ’de yayımlanıyor, hangi mahkemenin hangi dairenin hangi
uyuşmazlık türünü çözümleyeceği. Örneğin; memur hukukuna hangi daire bakacak? Veya ihale
kanunundan, kamu ihale kanunundan doğan uyuşmazlıklara hangi mahkeme bakacak? Veya idari
sorumluluğu ile ilgili ortaya çıkan uyuşmazlığa hangi mahkeme bakacak? Kim karar veriyormuş? Evet,
Başkanlık Kurulu karar verir. Öncesinde nasıl belirleniyormuş? Kanunla, kanunda açıkça 2014 öncesinde,
bu da zaten doktrinde çok ciddi bir şekilde eleştirildi. Bizim katıldığımız görüşte aynı şekilde, kanunda
açıkça belirtiliyor olması hakikaten vatandaşlar açısından hukuki öngörülebilirlik ilkesi gereğince yapılan
bir düzenlemedir, hukuk devleti ilkesine hizmet eder. Ama şimdi yeni usulle birlikte artık Başkanlık
Kurulu karar veriyor, yani idareden alıp görevi başka bir daireye pekâlâ verebiliyor. İş bölümü esası bu
şekilde. Gördüğünüz gibi görev esası terk edilmiş, artık bunun yerine iş bölümü esası burada kabul
edilmiştir. Başkanlık Kurulu belirliyor.

 Peki, iş bölümü esasına göre Başkanlık Kurulu belirleme yaparken neye dikkat etmek durumunda? Tabii
ki Başkanlık Kurulu burada belirleme yapacak ama bu belirlemeyi de böyle gerçekleştirirken belli
kriterlerden yola çıkmak zorunda. Bakın Danıştay kanununun ilgili bir 27.maddesi de bunu ifade ediyor.
Mesela; bir kişi, iptal davaları, idari sözleşmeden doğan davalar yönünden, daireler arasında iş
bölümünün belirlenmesinden uyuşmazlık her anlamda mevzuat esas alınıyor. Yani iptal davasıyla ilgili
bir uyuşmazlık var elimizde, mevzuat isimlerine bakarak iş bölümleri sağlanıyor, burada belirtmek
gerekiyor.

 Tam yargı davaları yönünden baktığımız zaman; zarara neden olan idari işlemden doğan uyuşmazlığı
çözmekle görevli olan daire, zarar idari eylemden doğmuş olan hizmetin niteliğine bakılarak karar
veriliyor dedik. Yani burada tabii ki farklı kriterler var, çok fazla kriterler var, (?). Ama bileceğimiz artık
Danıştay’da görev esası görev belirlemesinin terk edildiğinin, bunun yerine artık Danıştay’da
gördüğünüz gibi artık iş bölümü esasına geçiliyor. (?) ve iş bölümü esası da Resmî Gazete ‘de
yayımlanıyor. Biz oradan takip edebiliyor, hangi dairenin, hangi uyuşmazlıkları çözümlediğine yönelik
olarak, Başkanlık Kurulu’nun kararı.

 Danıştay’da genel kurul da var tabii ki. İşte genel kurulda aynı şekilde başkan, başsavcı, başkan vekilleri,
dairedeki başkanlar ve üyelerden oluşuyor, genel sekreterden oluşuyor Danıştay’ın genel kurulu.
Gördüğünüz gibi burada tüm üyelerin varlığını görüyoruz.

11
V) İDARİ İŞLER KURULU
 İdari İşler Kurulu, adından da anlaşılacağı üzere idari işlerin örgütlenmesinden, yürütülmesinden
sorumlu bir kurul olarak karşımıza çıkıyor. 2016 değişikliği ile artık İdari İşler Kurulu’da, idari daire
başkanı her takvim yılı başından Başkanlık Kurulu tarafından idari daireden seçilecek iki üye ve her dava
dairesi başkan ve üyeleri arasından seçilecek bir üyeden oluşan bir yapı bu. İdari İşler Kurulu’da tıpkı
birinci daire örneğinde olduğu gibi merkezi idareye danışmanlık görevini gerçekleştirmektedir.

 Mesela ne yapıyorlar merkezi idareye yardımcı olmak için? Kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz sözleşmeleri
ile ilgili olarak düşüncelerini belirtiyorlar. Bir elinizde kamu hizmeti imtiyaz sözleşmesi var ise bu
sözleşmenin idari hukuku boyutuyla ilgilenmesini, bu sözleşmeyle ilgili olarak hukuki görüşü
gördüğünüz gibi İdari İşler Kurulu veriyor.

 Kanunlarda Danıştay İdari İşler Kurulu’nun yapacağı yazılı işler verilmiş. Ve memurların (??) tabii yani şu
anki 4483 sayılı kanuna göre memurun yargılanması için soruşturma izni veriliyorsa lüzumlu muhakeme
kararlarına örneğin; itiraz edebilecekse, bunlardan yeri geldiğinde bahsedicez, yine bu konuda biz İdari
İşler Kurulu’nun görevli olduğunu söylüyoruz.

VI)İDARİ VE VERGİ DAVA DAİRELERİ KURULLARI


 İdari daireler, İdari Dava Daireleri Kurulu ve Vergi Dava Daireleri Kurullarına geldiğimiz zaman… İdari
davalar için adından da anlaşılacağı üzere İdari Dava Daireleri Kurulumuz var, Danıştay’da. Vergi davaları
açısından da Vergi Dava Daireleri Kurulumuz mevcut.

 İdari Dava Daireleri Kurulunda her bir dairenin başkanı var. Ve her idari dava dairesinden iki yıl için
Başkanlık Kurulu tarafından görevlendirilen iki asıl ve iki yedek üye var. Aslında bu oluşum oldukça
önemli, yani Danıştay’ın buradaki İdari Dava Daireleri Kurulu, anlatacağız sebebini birazdan. Demek ki
burada idari dava daireleri başkanları var, belirlenmiş (?) üyeler var.

 Vergi Dava Daireleri Kurulu içinde aynı şekilde, yani vergi dairelerine, vergi davalara bakan ilgili
dairelerin başkanları var. Ve iki yıl için Başkanlık Kurulu tarafından görevlendirilen üç asıl ve üç yedek
üyeden oluşmakta.

 Toplantı ve görüşme yeter sayısı ise İdari Dava Daireleri Kurulu için on beş, on beş üyenin toplanması
gerekiyor. Vergi Dava Daireleri Kurulu için ise on bir olarak belirlenmiş.

 Peki görevleri nelerdir? İdari Dava Daireleri Kuruluna baktığımız zaman idare mahkemelerinin vermiş
olduğu ısrar karar, bir direnme kararı var ise bunu temyiz incelemesini gerçekleştirir. Demek ki ilk derece
mahkemesi olarak idare mahkemesi tarafından verilen karar, ilk derece mahkemesi direniyorsa
kararında, sert karar veriyorsa işte burada sert kararı temyiz inceleyecek olan artık Danıştay’ın İdari
Dava Daireleri Kurulu. Daireye gitmiyor dikkat ederseniz, onun üstünde yer alan İdari Dava Daireleri
Kuruluna gidiyor artık uyuşmazlık.

 Danıştay, İdari Dava Dairelerince ilk derece mahkemesi olarak verilen kararları temyiz incelemesinde
bulunur. Örneğin: Hepimizde Danıştay İkinci Dairesinin baktığı ilk derece mahkemesi sıfatıyla baktığı bir
uyuşmazlık olsun. İkinci Dairenin verdiği bir karar, bunu temyiz en nereye götüreceğiz? İşte Danıştay
İdari Dava Daireleri Kuruluna götüreceğiz. Artık üstüne çıkabileceğimiz başka bir makam kalmadı
farkındaysanız, yani Danıştay’dan geri götürüp dosyayı istinafa veya ilk derecesine bildiremeyeceğimiz
için nereye götürüyoruz? Daha yüksek bir kurul olan Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna götürüyoruz.
Elimizdeki uyuşmazlık bir vergi uyuşmazlığı ise bu sefer nereye götürüyoruz? Vergi Dava Daireleri

12
Kuruluna götürüyoruz. Örneğin: Danıştay Üçüncü Mahkemesi, ilk derece mahkeme sıfatıyla bir
uyuşmazlığı çözdü. Bunun temyiz incelemesini Danıştay Vergi Dava Daireleri Kuruluna götürmek
durumundayız. Bu nokta önemli.

 Bir de Danıştay İdari Dava Dairelerinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla, itirazı mümkün olarak karara
bağladı(?). Yani gördüğünüz gibi önümüzdeki uyuşmazlık eğer Danıştay’ın ilk derece mahkemesi sıfatıyla
çözmüş olduğu bir uyuşmazlık ise, bu uyuşmazlığım temyizini biz konusuna göre ya İdari Dava Daireleri
Kuruluna götürmek zorundayız ya da Vergi Dava Daireleri Kuruluna götürmek zorundayız. Bu
fonksiyonları bu bakımından da oldukça önemli.

VII) İÇTİHATLARI BİRLEŞTİRME KURULU


 Peki, İçtihatları Birleştirme Kurulu ne yapar? Adından da anlayacağınız üzere içtihatların
birleştirilmesine tabii, kimler var? Danıştay Başkanı, Başsavcı, Danıştay başkanvekilleri, dava dairelerinin
başkanları ve üyelerden oluşur. Yani herkes var gördüğünüz gibi, yol olarak nitelendirebileceğimiz
herkes İçtihatları Birleştirme Kurulunun oluşumunda mevcut bulunuyor. Karar yeter sayısı, toplantı
yeter sayısı var. Bunlara bakabilirsiniz sizler.

 Şimdi, burada içtihattın birleştirilmesi kararı oldukça önemlidir. Bazen şunu görüyoruz; Danıştay’ın
daireleri arasında başka kararlar çıkabiliyor. Yani hakikaten birbirine çok benzer duruşmazlıklarla(?) ilgili
olarak İkinci Daire farklı bir karar veriyor, bakıyorsunuz Sekizinci Daire çok başka bir karar veriyor. Yani
bu durumda ne yapmak lazım? İçtihatleri birleştirmek lazım. Bu da kolay olmuyor ama içtihattı
birleştirmesi kararı veriliyor.

 Kurul, içtihattın birleştirilmesi veya değiştirilmesi hakkında bir karar veriyor. Ve bu kararı da bir ay
içerisinde Resmî Gazete ‘de yayımlanıyor. İçtihatları birleştirme kararları Resmî Gazete’ de yayımlanır,
hatta biz içtihattı birleştirme kararlarını maddi anlamda kanun olarak değerlendiririz.

 Danıştay’ın en görevlerinden bir tanesi zaten idari yargı içerisinde içtihat birliğini sağlamaktır. Bu
fonksiyonu oldukça önemli. Yani madem idari hukuk içtihadi bir hukuktur diyoruz, dolayısıyla
Danıştay’ın burada vermiş olduğu içtihattı birleştirme kararları oldukça önemli. Ve bu içtihattı
birleştirme kararları, Danıştay’ı, idare mahkemelerini, vergi mahkemelerini, idareyi bağlar. Demek ki
Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulunun içtihattı birleştirme kararı, tüm mahkemeleri bağlar. Tüm
mahkemeler bu kararlara uymak zorundadır, idare de içtihattı birleştirme kararına uymak zorundadır.
Yani herkesi bağlayıcı nitelikte maddi anlamda kanun olarak göreceğimiz bir karar ortaya çıkıyor. O
yüzden de oldukça önemli. Tabii ki arasında görüş farklılıkları, yorum farklılıkları olabilir az önce de
söylediğimiz gibi, yani daireler arasında. İşte bunların da giderilmesi oldukça önemli. Vatandaş açısından
baktığınız zaman ciddi sıkıntı. Nasıl oluyor bir uyuşmazlık, işte diyelim ki birinizin ki İkinci Daire’ye gitti,
diğerininki Altıncı ya da Sekizinci Daire’ye gitti. Farklı görüşler var, mahkemeler tarafından, daireler
tarafından. Farklı yorum yapılıyor, farklı kararlar veriliyor. İşte bunun uygulamada birliğinin
sağlanabiliyor olması önemli, hukuk devleti ilkesi bağlamında.

VIII) BAŞKANLAR VE BAŞKANLIK KURULU


 Başkan ve Başkanlık Kurulu demiş, bunlar yeni yapılar. 2011’de yapılan değişiklikle getirildiler, yani
görüyorsunuz çok sık değişikliğe uğrayan bir Danıştay kanunumuz var. 2011 değişikliğiyle Başkanlar
Kurulu getirildi ve Başkanlık Kurulu oluşturuldu. Bu ikisi birbiri ile çok karıştırılıyor. Şimdi Başkanlar
Kurulu’na baktığımız zaman, Danıştay Başkanı başkanlığında denilmiş; başsavcı, başkanvekilleri ve daire
başkanlarından oluşuyor. Ne yapıyorlar Başkanlar Kurulu? Daireler arasında çıkan görev

13
uyuşmazlıklarını karara bağlıyor. Diyelim ki daireler arasında bir görev noktasında, uyuşmazlığın çözümü
noktasında bir uyuşmazlık ortaya çıktı. Bunu Başkanlar Kurulu çözümlüyor.

 Başkanlık Kurulu’na baktığımız zaman ise Başkanlık Kurulu’da: Danıştay Başkanı’nın başkanlığı altında,
üçü daire başkanı üçü Danıştay üyesi olmak üzere altı asıl ve dört yedek üyeden oluşuyor. Yani on üyenin
katılımı ile oluşan bir yapı. Görevleri nelerdir? Üyelerin görev yerlerini, dairelerin iş durumunu ve
ihtiyaçlarını göz önünde tutarak belirlemek. Evet bir Danıştay üyesinin görev yerinin iş bölümü
esaslarına göre, iş yoğunluğuna göre belirleyecek olan Başkanlık Kurulu. Çok ciddi görevleri var. Zorunlu
hallerde daire başkanı ve üyelerinin dairelerini değiştirebiliyor. İş bölümü belirliyor, bu çok önemli.
Bunun üstünde ısrarla duruyorum dikkat ederseniz, Danıştay daireleri arasındaki iş bölümünü belirleyen
yine Başkanlık Kurulu. Yetkili merciinin neresi olduğu belirtilmemiş, olan yönetim işlerini belli ediyor ve
bu işleri karara bağlıyor. Özellikle bizim için önemli olan görevi; iş bölümü esaslarına göre dairelerin
görev alanlarını belirleyebiliyor olması…

 …Bu notlardan kazanılan, kazanılacak olan tutarın bir kısmı hayır işi (SMA’lı bir bebek, zor durumda olan
bir aile vb) için kullanılacaktır…

14
4. Hafta (20.10.2021)
 Geçen hafta Danıştay’ın görevlerinden biraz bahsettik. Aslında Türkiye'deki idari yargı örgütlenmesinin
güçlü bir yapı olduğunu söyledik. Yani ilk derece mahkemeleri olarak idare mahkemeleri ve vergi
mahkemelerinin görev yaptığını, 2. derecede de istinaf mahkemesi olarak bölge idare mahkemelerinin
görev yaptığını ve 3 dereceye çıktığımızda da Danıştay'ın temyiz mercii olarak, yüksek mahkeme olarak
görev yaptığını ifade ettik. Bugün Danıştay'ın görev alanına baktığınız zaman, Danıştay’ı biz hem bir
temyiz mercii olarak görüyoruz hem de belli uyuşmazlıklar bağlamında ilk derece mahkemesi sıfatıyla
görev yaptığını görüyoruz. Bugün aslında üzerinde duracağımız husus Danıştay'ın ilk derece mahkemesi
sıfatıyla bakmış olduğu, çözmüş olduğu uyuşmazlıklar.

I) DANIŞTAY’IN İLK DERECE MAHKEMESİ GÖREVİ


 Hatırlayınız 1982 yılında idari yargıda reform niteliğinde 3 tane kanuni düzenlemenin yürürlüğe girdiğini
söyledik değil mi? 2575, 2576 ve 2577 sayılı kanun. O halde biz nereye bakacağız Danıştay’ın ilk derece
mahkemesi sıfatıyla görev alanını tespit edebilmek için Danıştay Kanunu’na bakacağız. Biliyorsunuz ki
Anayasamıza göre mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri kanunla düzenlenir. O halde Danıştay
Kanununa bakmamız gerekiyor. 2577 sayılı Danıştay Kanununun 24. maddesi bize Danıştay'ın ilk derece
mahkemesi sıfatı ile bakmış olduğu uyuşmazlıkları gösteriyor. Demek ki Danıştay Kanunu 24'e
bakmamız gerekiyor.
A) CUMHURBAŞKANI KARARI
1) İlk olarak: Cumhurbaşkanı kararı. O halde elimizde bir Cumhurbaşkanı kararı var ise bu karar bir üst
düzey yöneticinin göreve atanması olabilir, görev değişikliği yapılması olabilir veya görevine son
verilmesi olabilir böyle bir Cumhurbaşkanı kararı varsa, veya Cumhurbaşkanlığı tarafından verilen bir
tahsis kararı varsa ya da tahsis kararı kaldırılmış ise, kısacası elimizde bir Cumhurbaşkanı kararı varsa
yargısal denetimini biz ilk derece mahkemesi sıfatıyla Danıştay'a yaptırıyoruz. İlk kategori buydu.
B) CBK DIŞINDA DÜZENLEYİCİ İŞLEMLER
2) İkinci kategori: Cumhurbaşkanınca çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri dışında düzenleyici
işlemler. Bu kategori oldukça geniş biliyorsunuz ki cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yargısal
denetimi, Anayasa Mahkemesince gerçekleştiriliyor. Onun dışında kalan cumhurbaşkanının çıkardığı
tüm düzenleyici işlemler yönetmelik olabilir, genelge olabilir, bir tebliğ olabilir, yani idarenin düzenleyici
işlemlerini hatırlayalım. Cumhurbaşkanının çıkarmış olduğu düzenleyici işlemlerine karşı yargısal
denetim için Danıştay'a ilk derece mahkemesi sıfatıyla dosyayı götürmemiz gerekiyor. Bu bir yönetmelik
olabilir, genelge olabilir, bir tebliğ vs. olabilir. Bu bağlamda kararname dışında cumhurbaşkanının tüm
düzenleyici işlemlerini biz yargısal denetim için ilk derece mahkemesi sıfatıyla Danıştay'a götürüyoruz.
C) BAKANLIKLAR İLE KAMU KURULUŞLARININ VEYA KAMU KURUMU
NİTELİĞİNDEKİ MESLEK KURULUŞLARINCA ÇIKARILAN VE ÜLKE DÜZEYİNDE
UYGULANACAK DÜZENLEYİCİ İŞLEMLER
3) Üç, Bakanlıklar ile kamu kuruluşlarının veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınca çıkarılan
ve ülke düzeyinde uygulanacak düzenleyici işlemler. Arkadaşlar elimizde bir bakanlığın düzenleyici
işlemi varsa, bir kamu kurumunun, bir kamu kuruluşunun düzenleyici işlemi varsa bu bağlamda kamu
kuruluşlarını geçen seneki bilgilerimizden hatırlayalım. Örneğin üniversitemiz, diyelim ki bir sınav
yönetmeliği yaptı veya bir disiplin yönetmeliği yaptı diye düşünelim. Ve kamu kurumu niteliğindeki
meslek kuruluşlarınca çıkarılan: Barolar Birliği, Mimarlar Odası, Mühendisler Odası, Tabipler Odası vs.
gibi kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınca çıkarılan, dikkat edelim ülke çapında uygulanacak
düzenleyici işlemlerdir. O halde bu kamu tüzel kişileri tarafından çıkarılan ve ülke çapında uygulanacak

1
bir düzenleyici işlem sözkonusu olmalı ki biz bunun yargısal denetimi için ilk derece mahkemesi sıfatıyla
Danıştay'a gidebilelim. O halde diyelim ki Kırıkkale Üniversitesi sınav yönetmeliğinde bir değişikliğe gitti
yeni bir sınav yönetmeliği hazırladı yayınladı. Davayı nerede açacağız bunun iptali için? İdare
mahkemesinde. Danıştay'ın görev alanına giren bir uyuşmazlık yok burada. Çünkü ülke çapında
uygulanacak bir uyuşmazlık değil sadece Kırıkkale Üniversitesi öğrencilerini ilgilendiren, onların
öğrencilik statüleri ile ilgili olarak yapılmış bir düzenleme söz konusu. Bu noktada dikkatli olalım yani
ülke çapında uygulanacak bir düzenleyici işlem söz konusu değilse Danıştay'a gitmiyoruz yani Danıştay
Kanunu 24. maddesi kapsamında değil.
D) Danıştay İDARİ DAİRESİNCE VEYA İDARİ İŞLER KURULUNCA VERİLEN
KARARLAR ÜZERİNE UYGULANA EYLEM VE İŞLEMLER
4) Dört, Danıştay idari dairesince veya idari işler kurulunca verilen kararlar üzerine uygulanan eylem ve
işlemler: Hatırlayınız Danıştay'ın birinci dairesinin ve idari işler kurulunun idari görevleri de yaptığını
ifade ettik. Yani Merkezi idareye danışmanlık, hukuki danışmanlık görevini ifa ettiğini söyledik.
Dolayısıyla bu görevini ifa ettiği sırada almış olduğu bir karara karşı alınan bu karar üzerine bir uygulama
işlemi yapılmışsa, uygulamaya yönelik bir eylem yapılmışsa işte burada bizim bu uygulama işlemine
yönelik davayı veya ortaya çıkan eyleme yönelik davayı yine Danıştay’a götürmemiz gerekiyor.
E) BİRDEN ÇOK İDARE VEYA VERGİ MAHKEMESİNİN ALANINA GİREN İŞLER
5) Beş, Birden çok idare veya vergi mahkemesinin alanına giren işler. Bunu da ifade edeceğiz görev yetki
bölümünde. Birden çok mahkemenin görev alanına giren veya yetki alanına giren bazı işlerimiz var böyle
durumlar olabiliyor işte böyle bir durumda da Danıştay’a gideceğiz. Bu konuyu izah edeceğiz ileride.
F) DANIŞTAY YÜKSEK DİSİPLİN KURULU KARARLARI VE BU KURULUN GÖREV
ALANI İLE İLGİLİ Danıştay BAŞKANLIĞI İŞLEMLERİ
6) Altı, Danıştay yüksek disiplin Kurulu kararları ve bu kurulun görev alanı ile ilgili Danıştay Başkanlığı
işlemleri: Danıştay yüksek disiplin kurulu bir karar aldı diyelim. Bir disiplin sürecine ilişkin almış olduğu
bir karar bu kararın yargısal denetimi için bizim Danıştay’da davayı açmamız gerekir. Kanunda açık
düzenleme var çünkü bu hususla ilgili.
G) TAHKİM YOLU ÖNGÖRÜLMEYEN KAMU HİZMETLERİ İLE İLGİLİ İMTİYAZ,
ŞARTLAR VE SÖZLEŞMELERİNDEN DOĞAN DAVALAR
7) Yedi, Tahkim yolu öngörülmeyen kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz, şartlar ve sözleşmelerinden doğan
davalar: Önümüzde zaten tahkim yolu benimsenmiş bir sözleşme varsa tabii ki tahkime gideceğiz bu
durumda idari yargıya gitme imkânımız yok ama önümüzde tahkim yolu açık olmayan bir imtiyaz
sözleşmesi varsa bu durumda Danıştay’a gidiyoruz.
H) BELEDİYELER İLE İL ÖZEL İDARELERİNİN SEÇİMLE GELEN ORANLIK SIFATINI
KAYBETLERİ HAKKINDAKİ İSTEMLER
8) Sekiz, Ayrıca Danıştay, belediyeler ile il özel idarelerinin seçimle gelen organlarının organlık sıfatını
kaybetmeleri hakkındaki istemleri inceler ve karara bağlar. Bunu geçen seneki bilgilerimizden
hatırlayalım. Seçilmiş organların, organlık sıfatını kaybetmesi Danıştay kararı ile oluyordu. Ama buradaki
alınacak olan karar, dosya üzerinden alınacak bir karardır. Yani bir tarafta davacının bir tarafta davalının
olduğu çekişmeli yargılama usulünün uygulandığı normal bir dosya olarak düşünmeyelim. Önüne dosya
geliyor Danıştay'ın yazılı bir usule evrak üzerinden bakıp kararını veriyor. Bunu normal bir yargılama
usulü gibi değerlendirmeyelim bu nokta önemli çünkü.

 Gördüğünüz gibi Danıştay kanununun 24. maddesinde belirtilen uyuşmazlıklar ile ilgili olarak davamızı,
bu bir iptal davası da olabilir tam yargı davası da olabilir bunu unutmayalım. Yani önümüzdeki dava,

2
idari yargılama usulündeki iki dava çeşidinden biri de olabilir. Nereye götüreceğiz? Danıştay’a
götüreceğiz ilk derece mahkemesi sıfatıyla.
İ) İKAZ
 Şu hususu da unutmamamız gerekiyor, Danıştay'ın ilk derece mahkemesi sıfatıyla görevi sadece
Danıştay Kanunu 24. maddede sayılan uyuşmazlıklar değildir. İşin biraz zorluğu burada. Demek ki özel
kanunlarda, Danıştay'ın açıkça ilk derece mahkemesi sıfatıyla uyuşmazlığı çözeceği belirtilmişse, evet o
uyuşmazlık bağlamında da bizim davamızı Danıştay’da açmamız gerekiyor. Bu konuda dikkatli olacağız
demek ki mevzuatta, kanunda açık bir düzenleme var ise -Danıştay Kanunu 24 dışında- Danıştay'ın ilk
derece mahkemesi sıfatıyla görev yapacağını dair o zaman bizim davayı Danıştay’da açmamız gerekir.

 1) Örneğin 4046 sayılı özelleştirme uygulamaları hakkında kanunumuz var. Bu kanundaki 27. maddeye
göre dikkat edelim. Özelleştirme uygulamalarına ilişkin idari davalar ilk derece mahkemesi olarak
Danıştay’da görülür. O halde kanun kapsamına giren, bu kanun kapsamında değerlendirilecek bir
özelleştirme var ise özelleştirme kapsamında bir idari dava görülecek ise Danıştay’da görülecek. İlk
derece mahkeme sıfatıyla bu uyuşmazlığı Danıştay çözümleyecek. Kanun koyucu burada özel bir
tercihte bulunmuş yani özel olarak görevli mahkemeyi kendisi tayin etmiş.

 2) Devam edelim Türk Petrol Kanunu. Petrol kanununun 20. maddesine göre de bakanlık tarafından
alınan başvuru, araştırma izni, arama ruhsatı, işletme ruhsatından doğan hakları tesis eden kararlara
karşı açılacak davalar, ilk derece mahkemesi olarak Danıştay’da görülür. O halde petrol aramak için,
işletmek için, işletme ruhsatı almak için yapmış olduğumuz bir başvuru, bu başvurunun reddi, veya bize
ruhsat verilmişse daha sonrasında ruhsatın iptali gibi idari uyuşmazlıklar, idari davalar söz konusu
olacaksa bu kanun kapsamında ilk derece mahkemesi sıfatıyla Danıştay’a başvurmamız gerekir.

 3) TRT'nin Kanunu'na bakalım orada da şöyle denilmiş: “Cumhurbaşkanı veya görevlendireceği bakan,
milli güvenliğini açıkça gerekli kıldığı hallerde bir haber veya yayını men etmeye yetkilidir.” Birinci
fıkrada söz konusu men kararları aleyhine Danıştay’da açılacak iptal davaları denilmiş. O halde böyle bir
men kararı alınmışsa yargısal denetimi Danıştay’da gerçekleştirilecek. Gördüğünüz gibi sadece Danıştay
Kanunu 24te sayılan haller değil, bunun dışında özel kanunlarda Danıştay'a ilk derece mahkemesi
sıfatıyla görev verilmişse bu uyuşmazlığı Danıştay çözümlemek durumundadır. Danıştay Kanunu 24'ü
çok iyi bilmek zorundayız idari yargı dersini benden alan bir öğrenci 24'ü bilecek. Burada belki şimdi
kolay gibi gelebilir ama önümüze çıkan uyuşmazlığı sınavda soracağız.

 Bir örnek uyuşmazlık vereceğiz, görevli yetkili mahkeme neresidir? Hangi süreç içerisinde nereye
başvurulur? Hangi hukuki yollara başvurmamız gerekir? Davacı olsanız nasıl bir dilekçe yazarsınız?
Davalı olsanız idare olarak savunmanız ne yönde olur? Hâkim olsanız nasıl bir karar verirsiniz yorumunuz
ne olur? Bu noktaları irdeleriz o yüzden görevli ve yetkili mahkemeyi biliyor olmanız önemli bu yüzden
24'ü çok iyi bileceğiz. Yine bir örnek verelim Hâkimler Savcılar Kurulu Kanununa bakalım. “Genel kurulun
veya dairelerin meslekten çıkarma cezasına ilişkin kesinleşmiş kararlarına karşı yargı mercilerine
başvurulabilir.” Bildiğiniz gibi HSK’nın tek bir kararına karşı yargı yoluna başvurabiliyoruz. O da
meslekten çıkarmadır. Şimdi burada bu karara karşı yargıya başvurabileceği ifade edilmiş diğer kararları
yargı denetimi dışındadır. Meslekten çıkarma kararlarına karşı açılan iptal davaları ilk derece mahkemesi
olarak Danıştay’da görülür. O halde bir hâkimin meslekten ihracı söz konusuysa bu kararın iptali için
Danıştay’da dava açacak. Gördüğünüz gibi kanundaki özel hüküm nedeniyle. Danıştay Kanunu
24.maddede belirtilen hallerde açılan iptal ve tam yargı davalarının ilk derece mahkeme sıfatıyla
Danıştay’da çözümlenmesi beklenir.

3
II. BÖLGE İDARE MAHKEMELERİ
A. BÖLGE İDARE MAHKEMELERİNİN KURULUŞ VE
İŞLEYİŞİ
1. BÖLGE İDARE MAHKEMELERİNİN KURULUŞU VE YAPISI
 Bölge idare mahkemelerine geçelim. İdari yargı teşkilatımızda 2. dereceye geçtik. Bölge idare
mahkemeleri: Bölge idare mahkemeleri de yine 1982 yılındaki reformla, 2576 sayılı kanunla uygulamaya
geçmiş olan mahkemelerimizdir. 2576 sayılı kanun ile bölge idare mahkemelerinin, idare ve vergi
mahkemelerinin, kuruluşu ve görevleri düzenlenmiştir. Yasal dayanağı bu şekilde ifade edilmiştir. Tabii
ki 82 reformundan itibaren bu kanuna birlikte görev yapmaya başlamışlardır bölge idare mahkemeleri.
Ama şu anki haliyle değil yani 2016 yılı değişikliğinden önce biz aslında bölge idare mahkemelerini, bir
itiraz kanun yolu olarak biliyoruz. Evet yine bir kanun yolu olarak düzenlenmiş ama itiraz kanun yolu
deniliyor bunun adına. Duyarsanız şaşırmayın hoca bize hep istinaf olarak ifade etti eski düzenlemede
böyleymiş demeyin. Demek ki önceden bir itiraz kanun yolu olarak düşünülmüş kanun yolu kısmında
biraz bahsederiz bu husustan. Ama şu anki durum itibariyle yani 2014 yılında yapılan değişiklikle birlikte
2016 yılında yürürlüğe girdi bu değişiklik zaten. Artık istinaf görevi ifa etmektedir bölge idare
mahkemeleri. Artık İstinaf mercii olarak görüyoruz bölge idare mahkemelerini.

 Şu an itibariyle 8 tane Bölge İdare Mahkememiz mevcut. Türkiye'yi bölgelere ayırdığımızda 8 adet Bölge
İdare Mahkemesi mevcut. Bunlar üç büyükşehir olmak üzere: Ankara, İstanbul, İzmir onun dışında
Konya, Gaziantep, Samsun, Erzurum ve son olarak kurulan Adana şehrindedir. 8 tanedir.

 Tabii ki bu bölge idare mahkemelerinin kurulması hem coğrafi durumla ilgili hem de iş hacmi ile ilgili.
Gerçekten iş hacminin fazla olduğu yerlerde özellikle Adana için bir ihtiyaçtı hakikaten. İş hacmi, iş yükü
fazla olan bir şehirdi dolayısıyla artık oraya da bir Bölge İdare Mahkemesi kazandırıldı. Kitabınızda bir
bilgi olarak da verilmiş Bursa bölge idare mahkemesinin var olduğunu ama daha sonrasında da HSK’nın
kararı uyarınca faaliyette bulunmasından vazgeçmiş. Bazen böyle kararlar de alınabiliyor ihtiyaç hasıl
olmadığında vazgeçilebiliyor.

 Bölge İdare mahkemelerinde, bir idare diğeri de vergi olmak üzere en az 2 daire bulunacak. Yani bir
bölge idare mahkemesi kurulmuşsa artık bizim en azından bir tane idari dairemizin olması lazım. En
azından bir tane de vergi dairemizin olması lazım. Çünkü ilk derece mahkemesinden gelen uyuşmazlık,
idare uyuşmazlığı ise idare mahkemesinin görev alanına giren. İdari daire bunu çözecek. Vergi
mahkemesiyle ilgili bir uyuşmazlıksa vergi dairesine gidecek. Bu şekilde bir tasnif yapılmış. En az bir bir
olacak şekilde.

 Tabii bu sayı Adalet Bakanlığının teklifi üzerine HSK tarafından artırabiliyor. Dairelerde de bir başkan
yeteri kadar üye bulunuyor. Dairelerin karar alabilmesi için bu kısımları siz okursunuz başkanlar Kurulu
denilmiş, bunların kurulunun görevleri, adalet komisyonu, müdürlükler bu kısım biraz daha teknik husus
ve değişikliğe açık hususlar o yüzden ben işleyişle ilgili bilgi vermek istiyorum. En az 2 tane daire
olacağını söyledik. Dairelerin sayısına baktığınız zaman, bakınız Ankara bölge idare Mahkemesi'nde 12
tane idari daire var. İhtiyaç olduğu için gördüğünüz gibi idari daire sayısı fazla. 4 tane de vergi dairesi
var vergi dairesinin sayısı düşük kalıyor gördüğünüz gibi Ankara'daki iş yoğunluğunu değerlendirdiğimiz
zaman. İstanbul'a baktığımızda ise 10 tane idari daire var 6 tane de vergi dairesi var. Neredeyse başa
baş. Vergi uyuşmazlıkları İstanbul'da daha fazla düşündüğümüz zaman iş hacmi bağlamında. Ama
Ankara'ya da baktığımız zaman özelikle bazı davalar bakımından Ankara idare mahkemeleri de bu

4
bağlamda görevlendirildiği için artık doğrudan otomatik olarak Ankara Bölge İdare mahkemesine
uyuşmazlık gidiyor. Adana'da yeni kurulan bölge idare mahkemesinde de şu an itibariyle 3 idari daire
var ve 2 tane de vergi dairesi kurulmuş durumda. İş hacmine göre iş bölümünü HSK belirliyor.

I) BAŞKAN
 Bölge idare mahkemesine başkan olabilmek için veya üye olabilmek için tabii ki kararı HSK verecek.
Başkan ve üyelerin görev bakımından da belirli bir süre öngörülmemiş. Nasıl atanabiliyorlar ona bakalım
kısaca. Başkan, daire başkanları birinci sınıf olup birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri
kaybetmemiş, demek ki istinaf mahkemesine, Bölge İdare Mahkemesi'ne üye olup görev yapabilmek
için 1. sınıf ayrılmış olmak gerekiyor. HSK tarafından atama yapılabiliyor. Danıştay'ın daire başkanları ve
üyeleri istekleri üzerine HSK tarafından BİM tarafından BİM başkanına veya daire başkanlığına 4 yıllık
süreyle atanabilirler. Belki bir Danıştay üyesi yapmış olduğu görevi itibariyle yorulmuş olabilir,
dinlenmek istiyordur öyle bir durumda da yine istinafa gelip görev yapabilir burada.

II) DAİRELERİN GÖREVLERİ


 Dairelerin görevleri: İlk derece mahkemesi tarafından verilmiş, istinafa açık olan kararlar ile ilgili olarak
istinaf denetimini gerçekleştirir. Dikkat edelim ilk derece mahkemesinin vermiş olduğu bazı kararlar -
bunu zamanla da anlatacağız- kesindir, istinaf yolu kapalıdır. Eğer istinaf yolu açık denilmişse kanunda
bu ifade edilmişse işte istinaf denetimini bölge idare mahkemeleri gerçekleştiriyor.

 İlk derece mahkemelerince yürütmenin durdurulması istemleri hakkında verilen kararlara karşı yapılan
itirazları incelemek: Burada yürütmenin durdurulması kavramını zamanla ifade edeceğiz konusu
geldiğinde mahkemenin vermiş olduğu bir yürütmenin durdurulması kararı varsa veya tam tersi
yürütmenin durdurulması kararına başvuru yapılmış, başvuru reddedilmiş ise işte burada itirazen bu
dosyayı Bölge İdare mahkemesine götürmemiz gerekiyor. İstinaf yolundan ayrı böyle bir itiraz yolu da
istinafın yani bölge idare mahkemelerinin görevleri arasında sayılmıştır.

 Yargı çevresi içinde bulunan ilk derece mahkemeleri arasındaki görev ve yetki uyuşmazlıklarını çözmek:
Bundan da söz edeceğiz görev ve yetkiyi anlatırken. Kendi yargı çevresi içinde bulunan dersten sonra
mutlaka bakın bölge idare mahkemelerinin yargı çevresinde bulunan mahkemeleri inceleyin. Bu da
önemli bilgidir. Öğrenmeniz gerekir mi derseniz evet gerekir. Kendi yargı çevresi içerisinde bulunan
mahkemeler arasında görev uyuşmazlığı veya yetki uyuşmazlığı ortaya çıkarsa bunu çözümleyecek olan
yine Bölge İdare mahkemesidir. Aslına bakarsak istinafın yani daha doğrusu Bölge İdare Mahkemesinin
görevleri de fazla. Danıştayı ilk derece mahkemesi sıfatıyla da görevlerinin çok olduğunu gördük istinafa
geldiğimiz zaman istinafta da yapılan görevlerin fazla olduğunu gördük. Ve kanunda verilen diğer
görevleri yapmak denilmiş.

 Bölge İdare Mahkemesinde her dairede bir başkan ve iki üye katılımı ile toplanılır. Heyet dediğimiz
oluşum, 1 başkan ve 2 üyeden oluşur. Danıştay'da heyet nasıl toplanıp karar alıyordu? Bir başkan ve
dört üye ile toplanırdı. Dolayısıyla toplam 5 üyenin katılımı ile toplanır ve salt çoğunlukla karar verir.
Bölge İdare mahkemelerinde ise bir başkan ve iki üyenin katılımı ile toplanılıyor. Dolayısıyla toplamda 3
üyenin katılımıyla toplanılıyor. Karar çoğunlukla veriliyor. Yani en az 2 üyenin oyuyla karar çıkıyor.
Müzakereler de tabii ki gizli yapılıyor. Hâkimlik teminatından yararlanıyorlar şüphesiz yani Anayasamızın
ilgili hükmü gereğince, hakimler savcılar kanununda da 4. maddede bu konuya ilişkin hüküm var.
Azlolunamayacakları, 65 yaşından önce kendileri istemedikçe emekliye sevk edilemeyecekleri,
mahkemenin kaldırılması nedeniyle de olsa özlük haklarından yoksun bırakılamayacaklarına yönelik
olarak.

5
B. BÖLGE İDARE MAHKEMELERİNİN GÖREVLERİ
 Gelelim bölge idare mahkemelerinin görevlerine, 2576 sayılı kanunda sayılan görevleri:
Kanun yolu olarak istinaf mercii: Bu kısmı anladık zaten istinaf konusu kanunu(?) anlatırken bunu
anlatacağız.

 Görev ve yetki uyuşmazlıklarını çözmek: Aslında bunu da söyledik yani görev ve yetkiyi anlatırken ifade
edeceğiz ama kendi yargı çevresi içinde bulunan diğer mahkemeler arasında görev uyuşmazlığı çıkabilir,
yetki uyuşmazlığı çıkabilir. O sebeple bu mahkemeler arasındaki sorunları Bölge İdare Mahkemesi
çözüyor, karara bağlıyor.

 Diğer kanunlarla verilen görevler: Yürütmenin durdurulması kararlarına karşı itiraz dedik, bunu da ifade
edeceğiz yani diyelim ki Kırıkkale İdare Mahkemesi, davacının açmış olduğu davada yürütmenin
durdurulması kararını aldı. Şimdi bu karara karşı idareye itiraz edecek, nereye edecek? Bölge İdare
mahkemesine itirazını gerçekleştirecek. E Kırıkkale'de Bölge İdare Mahkemesi olmadığına göre hangi
bölge idare mahkemesinin yargı çevresi içerisinde ise o mahkemeye bizim bu dosyayı götürüp
yürütmenin durdurulması kararına karşı itiraz etmemiz gerekiyor idare olarak. Veya tam tersi olabilirdi,
yürütmenin durdurulması kararı verilmedi mahkeme tarafından ne yapacağız davacı olarak? Hemen
itiraz edeceğiz. Artık bölge idare mahkemesine itirazımızı gerçekleştireceğiz.

 Memur yargılanması sürecinde hatırlayalım 4483 sayılı kanunda da bölge idare mahkemesinin görevi
belirtilmişti. Burada hatırlayalım idari mercilerin soruşturma izni verme kararı veya soruşturma izni
vermeme kararlarına yönelik itirazlarını bölge idare mahkemelerine yapıyoruz. Başkaca kanunlarla da
da görev verilmiş olabilir Bölge İdare mahkemelerine. Örneğin 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi'ne yapılmış bazı başvuruların tazminat ödenmek suretiyle çözümüne dair kanunumuz var.
Bu kanun uyarınca kurulan komisyon kararlarına karşı Ankara bölge idare mahkemesine itiraz
edilebilmektedir denilmiş. Örneğin komisyon, tazminatı düşük öngörmüşse bizim başvurucu olarak
Ankara bölge idare mahkemesine itirazda bulunmamız gerekiyor. Gördüğünüz gibi Bölge İdare
mahkemelerinin de görev alanları hayli geniş.

III.İDARE VE VERGİ MAHKEMELERİ


 Gelelim idare ve vergi mahkemelerine. 1982 yılında yapılan idari yargı reformu ile birlikte artık 2576
sayılı kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte ilk derece mahkemeleri İdari yargıda idare mahkemeleri ve
vergi mahkemeleri olarak belirlenmiştir. Demek ki ilk derece mahkemeleri artık 82 yılından itibaren
idare mahkemeleri ve vergi mahkemeleri olarak belirlenmiştir. Yani daha öncesinden, 82 yılının
öncesinden İl İdare kurumlarına verilen yargısal görevler ortadan kaldırılmıştır. Tam da olması gerektiği
gibi. Bizim bir uyuşmazlığımız varsa ilk derece mahkemesi sıfatıyla Danıştay'ın görev alanına giren bir
uyuşmazlık değilse bizim ilk derece olarak idare mahkemesine veya vergi mahkemesine, görev alanına
göre dava açmamız gerekir.

 İdare mahkemeleri ve vergi mahkemeleri de coğrafi durum ve iş yüküne göre belirlenir. Bir ilde
gerçekten iş yükü bağlamında idare mahkemesinin kurulmasına veya vergi mahkemesinin kurulmasına
ihtiyaç varsa bunun istatistiki değerlerini zaten Adalet Bakanlığı tutuyor. Böyle bir ihtiyaç olursa Adalet
bakanlığınca kurulur ve yargı çevreleri de belirlenir.

6
A. MAHKEMELERİN KURULUŞU VE İŞLEYİŞİ
 İdare ve vergi mahkemelerinde bir başkan ve yeteri kadar üye bulunur. Peki, heyet kararı nasıl alınır?
Bir başkan ve 2 üyenin katılımıyla alınır. O halde burada da gördüğünüz gibi İdare mahkemelerinde de
vergi mahkemelerinde de 3 üye var. 3 üye ile toplanılıyor ve karar alınıyor. Yine çoğunluk kararı ile karar
alınmış olunur. Kural olarak idare ve vergi mahkemeleri kurul olarak çalışıyor. Tek hâkimle uyuşmazlık
çözmeleri istisna. Yani genel kural, kurul halinde çalışmaları. 3 üye ile toplanıp bunların çoğunluğu ile
karar almış olmaları. Yalnız kanun bazı durumlarda tek Hâkimle de dosyaya bakılabileceğine karar
vermiş. Burada 2576 sayılı kanunun 7. maddesinde sayılan hallerdeki uyuşmazlıklara tek hâkim bakmak
zorundadır. Yani bir hâkim burada bu üyelerden biri, bu uyuşmazlığı karara bağlayacak.

 Tabii tek hakimle uyuşmazlığın çözümlenmesi, bu düzenlemeler getirilirken de tartışıldı. Çünkü adil
yargılanma hakkı bağlamında tartışıldı. Yani tek bir hakim bakımından incelenip dosyanın karara
bağlanıyor olması bu bağlamda acaba adil bir yargılama yapılıyor mu, yapılmıyor mu eleştirilerini de
beraberinde getirdi. Nedir bu uyuşmazlıklar? Bir kere uyuşmazlık miktarına bakacağız. Eğer ki
uyuşmazlığın miktarı -2021 yılı itibariyle bu rakam her yıl güncelleniyor elinizde eski kaynak, eski kitap
varsa günceli takip etmek durumundayız- 57 bin Türk Lirası. Son durum bu şekilde. 57 bin Türk lirasını
geçmeyen uyuşmazlıklarda ve konusu belli bir para içeren bir idari işleme karşı açılan iptal davası varsa
elimizde bu uyuşmazlığı tek hâkim çözümleyecektir.

 Uyuşmazlık miktarı 57 bini geçmeyen tam yargı davaları: Önümüzde bir tam yargı davası var yani
idarenin bir işleminden veya eyleminden kaynaklı zarara uğradık. Bu zararımızın telafi edilmesini
istiyoruz. Yani özel hukuktaki tazminat davasına benzer şekilde. Tabi ki farklılıklarını anlatacağız. 57.000
Türk Lirasını geçmiyorsa bu uyuşmazlık, tek hâkimle karara bağlanacak.

 Vergi davaları bağlamında uyuşmazlığın miktarı 57 bini geçmiyorsa, vergi Mahkemesi hâkimlerinden biri
tarafından Uyuşmazlık çözümlenecek. Gördüğünüz gibi bir parasal limit belirlenmiş bu parasal limiti
aşmayan uyuşmazlıklar, tek hâkimle çözümlenecek.

 Bu tür davalarda Hakimler arasındaki dağılımlar, esaslar, denge sağlanacak şekilde önceden mahkeme
başkanları tarafından tespit edilir. Yani mahkeme Başkanlarının bu tarz görevleri zaten idari görevleri
bulunmaktadır. Dolayısıyla bu şekilde dengeli bir dağılım yapılmaya çalışılır. Burada uyuşmazlığın
miktarı gördüğünüz gibi belirleyici bir durum olmuş.

B. MAHKEMELERİN PERSONELİ
 Mahkemelerde, idare ve vergi mahkemelerinde hâkim olabilmek için hangi kriterler aranıyor? Hâkimler
savcılar kanununa bakmamız gerekiyor. Bu kanuna göre 8. maddede düzenlenmiş. Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşı olan, yaş itibari ile 35 yaşını doldurmamış olan, adli yargı adayları için hukuk fakültesinden
mezun olan. İdari yargı hakimleri için ise burada belirtildiği gibi 2018 değişikliği ile -son değişiklik
2018'de yapılmış- hukuk fakültesinden mezun olan veya hukuk fakültesinden mezun olanlar dışından
alınacak adaylar bakımından ise her dönemde alınacak aday sayısına yüzde 20'sini geçmemek üzere,
hukuk bilgisine, programlarında yeterince yer veren Siyasal Bilgiler, İdari Bilimler, iktisat, maliye
alanlarında en az 4 yıllık yükseköğrenim görmüş olanlar da idari yargı hakimi olabilirler.

 O halde adli yargıda hâkim olabilmek için sadece ve sadece hukuk fakültesi mezunu olmanız gerekirken,
İdari yargıda yapılacak olan alımda yüzde yirmiyi geçmemek üzere programlarında hukuk derslerine yer
veren İktisadi İdari Bilimler öğrencileri de yani kamu yönetimi okuyan, maliye okuyan, siyaset bilimi
okuyan, iktisat okuyan öğrenciler de başvuru yapabilirler. İdari yargı hâkimi olabilirler. Bunun bir sebebi

7
de gerçekten idari yargı hakimliği mesleğinde sadece hukuk nosyonuna sahip olmak, hukuki bilgiye
sahip olmanın yanı sıra baktığınız zaman öyle uyuşmazlıklar çözülüyor ki orada imar uyuşmazlığı da
olabiliyor, çevre uyuşmazlığı da olabiliyor, altyapı ile ilgili de olabiliyor, yönetimle ilgili olabiliyor. Hukuk
dışında bu alanlarda da bir derinliğinizin en azından bir bilginizin olması gerekiyor. O yüzden böyle bir
yola gidilmiş. Eleştirilmiyor mu? Eleştiriliyor. Neden sadece hukuk fakültesi mezunları bu mesleği icra
etmiyor, diğer alanlardan da alınıyor şeklinde. Zaten sınava girersiniz de görürsünüz sadece hukuk
soruları değil karşımıza iktisat, ekonomi, maliye alanından sorular da geliyor. Aynı şekilde tabii ki
hâkimlik savcılık mesleği Türkiye'nin her yerinde görev yapılabilecek durumu gerektirdiğinden sağlık
durumunuzun da buna elverişli olması gerekiyor. Çünkü yargı çevresine göre baktığınızda 3 ya da 4
senede bir sürekli olarak tayininiz çıkıyor. Doğu-batı-kuzey-güney sürekli olarak dolaşmak
durumundasınız. Yazılı sınavda başarılı olmanız bekleniyor ve tabii ki yapılan mülakatta başarılı olmamız
bekleniyor.

 Avukatlık mesleğinden hâkimliğe geçmek isteyen adaylar da olabiliyor. Mesleklerinde fiilen 3 yıl görev
yapmış, çalışmış ve de 45 yaşını doldurmamış olan avukatlar da yazılı sınav sonucunda, mülakat
sonucunda hâkim olabiliyor. Onlar da avukatlıktan hâkimliğe geçiş sınavına giriyorlar. Başarılı olurlarsa
hâkim olarak atanıyorlar. Bunları okursunuz staj süresi, eğitim süresi bunlar zamanla değiştirebiliyor.
Çünkü önceden bir yıl olarak öngörülmüş olan staj süresi şimdi 2 yıla çıkarılabiliyor. Tabi ki hâkimlik
savcılık teminatı onlar açısından da geçerli.

 İdare Mahkemesinin ve Vergi Mahkemesinin Görevleri: Öncelikle vergi mahkemesinin görev alanını
tespit edelim. 2576 sayılı kanunun 6. maddesini okuyalım. Gördüğünüz gibi ilk kategoride genel bütçeye
ait bir idare olabilir. Bununla ilişkin olarak genel bütçeli idarelere bakmanız lazım 5018 sayılı kanununda
belirtilmiş. İl Özel idareleri denilmiş, belediyeler denilmiş, köyler denilmiş, bunların çıkarmış olduğu bir
vergi, resim, harç varsa elimizde. Bakınız bu düzenlemede de olacak. Örneğin belediye tarafından
çıkarılmış beyan edilmiş bir benzeri mali yükümlülük bunların yanı sıra vergi, resim, harç ve bunların
yanı sıra ortaya konulan bir mali yükümlülük var ise. Bu bir harç olabilir, resim olabilir, vergi olabilir ve
bunların zamlarına yönelik, cezalarına yönelik bir uyuşmazlık varsa vergi mahkemesine gidiyoruz. Çünkü
bakınız özellikle görev alanı spesifik bir şekilde belirlenmiş. A bendinde yer alan yani yukarıda saydığımız
uyuşmazlıklara ilişkin 6183 sayılı amme alacaklarının tahsil usulü hakkında kanun uygulanacaksa
buradaki uyuşmazlığı yine bizim vergi mahkemesine götürüyor olmamız gerekir.

 Görev alanı sınırlı gördüğünüz gibi elimizde bir mali yükümlülük olacak, vergi, resim, harç gibi veya buna
benzer bir mali yükümlülük bunlara ilişkin bunların iptali olabilir, zam konulmuştur, ceza verilmiştir,
tarifenin iptali istenebilir bu tür durumlarda bizim davayı vergi mahkemesinde açmamız gerekiyor.
Belediyelerle ilgili olabilir, köylerle, il özel idareleriyle ilgili olabilir veya genel bütçenin koymuş olduğu
bir vergi, resim, harç benzeri yükümlülük söz konusu olabilir.

 6.maddede vergi mahkemesinin görev alanını belirtmişken. Artık Danıştay'ın görev alanını öğrendik
vergi Mahkemesi'nin görev alanını da öğrendik. Geriye İdare Mahkemesi kaldı. İşte diyeceğiz ki
Danıştay’ın ilk derece mahkemesi sıfatıyla görev alanına giren uyuşmazlıklar hariç, vergi mahkemesinin
görev alanına giren uyuşmazlıklar hariç eğer konu bunlardan birine girmiyorsa genel görevli mahkeme
olan İdare Mahkemesinde dava açacağız.

 Bazen klasik usulde sınav yaptığımız için bunu çok görüyoruz çok fahiş hatalar oluyor. İdare
mahkemesinin gelen görevli mahkeme olduğunu öğrenci yazamıyor. Sonra diyor ki hocam nasıl olur
nasıl bu kadar düşük puan geldi? Bazen Cimer'e şikâyet edildiği dahi oluyor. Yazdığınız ifadelere çok
dikkat edin sınavda çalakalem aklıma geleni yazdım şeklinde bir anlayış söz konusu değil. Orada

8
yazdığınız bir harf, bir ifade, bir kelime tamamen kurgunuzu yanlış noktaya taşıyabiliyor. O yüzden
dikkat edelim bu noktalarda daha hassas, daha düşünerek yazmakta fayda var.

 Bazı ilk derece mahkemesi kararları istinafa kapalı arkadaşlar yeri gelmişken bunları da ifade edelim.
Bunları zaten İlerleyen zamanlarda anlatacağız ama mesela denilmiş ki: “Konusu 2020 değişikliği ile
birlikte 7 bini geçmeyen bir vergi davası varsa burada verilmiş olan karar istinafa götürülmüyor.” İstinaf
kanun yolu kapalıdır. Dolayısı ile artık başka gidebileceğimiz bir yol yok. Konusu 7 bini geçmeyen tam
yargı davası, yani karar yargıda kesinleşiyor gördüğünüz gibi. Ve 7 bini geçmeyen idari işlemlere karşı
açılan iptal davaları. Evet parasal sınır bu şekilde belirlenmiş diğer kısmı da zaten yine anlatırız.

 Gelelim idarenin görev alanı meselesine. Aslında idari yargının görev alanı konusu, İdari yargıda halen
tartışılan, bazı uyuşmazlıklar bakımından da halen tartışılmaya devam eden bir konudur. Ülkemizde adli
yargı, idari yargı ayrılığı benimsendiği için sistem olarak 2 yargı düzenine birden yer verildiği için bazen
önümüze gelen uyuşmazlığın idari yargıda mı yoksa adli yargıda mı çözümleneceği noktasında ihtilaflar
yaşanabiliyor. İdarenin gerçekleştirmiş olduğu bir eylem, işlem, faaliyet bakıyorsunuz ki bazen idari
yargının görev alanına giriyor, bazen adli yargının görev alanına giriyor. Bizim burada temel belirleyici
kriterimiz ne olacak? İdari faaliyetle ilgili olarak, hangi kriterlere göre idari yargıya gideceğiz? Hangi
kriterlere göre adli yargıya gideceğiz? Bunu belirlememiz gerekir.

 Bir kere şunu söyleyelim görev ve yetkiyi anlatırken daha fazla üzerinde duracağız ama. Göre kamu
düzenindendir arkadaşlar. Yani bir uyuşmazlığa dava konusu bakımından hangi mahkemenin
bakacağına yönelik, hangi mahkemenin görev alanına gireceğine yönelik belirleme görevli mahkemenin
belirlenmesidir. Ve görev, idari yargıda kamu düzenindendir. O halde taraflar anlaşarak görevli
mahkemeyi değiştiremezler. Aramızda taraflar olarak, davalı ve davacı olarak vekiller bir araya gelip
görevli mahkemeyi değiştiremeyiz. Çünkü kamu düzeninden bir şekilde belirlenmiş görev kuralıdır.
Görevsizlik itirazı, davanın her aşamasında ileri sürülebilir. Mahkemece de re’sen dikkate alınmak
zorundadır. Mahkeme. -ilk inceleme konularını anlattığımızda da ifade edeceğiz- tabi ki kendisinin
görevli olduğuna inanıp bu düşünceyle bu uyuşmazlığı incelemeye devam ediyor, bu dosyaya bakıyor
ama yargılama sırasında da taraflar mahkemenin görevsizliği noktasında itirazda bulunabilir. Bu itiraz
gelmemiş olsa dahi mahkeme resen görevli olup olmadığını dikkate alır. Çünkü görev konusu ilk
inceleme konularının en başında yer alan bir konudur. Mahkeme görevsiz olduğu halde bir dosyaya
bakarsa, bu bir temyiz nedenidir. Bu bir bozma nedenidir. Demek ki görevsiz bir mahkeme bir dosyaya
bakamaz. İlla ki görevli mahkeme olması gerekir.

 Yetki hususuna geldiğimizde, yetki ise yer bakımından mahkemenin tayin edilmesidir. Yani coğrafi alan
itibariyle hangi mahkeme bu uyuşmazlığı çözümleyecek? Buna da biz yetki kuralı diyoruz. Yetki kuralı
da idari yargıda kamu düzenindendir. Adli yargıdan farklı olarak yetkiyle ilgili olarak yetkili mahkeme
konusunda tarafların anlaşması, ortak bir noktada buluşması söz konusu değildir. Adli yargıda bu
yapılabiliyor mu? Yapılabiliyor, yetkili mahkemeyi taraflar bazı uyuşmazlıklar haricinde belirleyebiliyor
ama idari yargıda yapamayız kesinlikle ve kesinlikle davamızı görevli ve yetkili mahkemede açmak
zorundayız. Yetki de kamu düzenindendir. Mahkeme yetkili olup olmadığını kontrol etmek zorundadır
ilk inceleme konularından birisidir. Hatta en önde gelenlerindendir işin esasına girmeden önce
mahkeme bunu kontrol etmelidir. Taraflar da yargılama süresince yetkisizlik konusunda bir itirazda
bulunabilir o kadar önemli bir durum arkadaşlar. Davanıza bakacak olan mahkemenin mutlaka yetkili
mahkeme olması gerekmektedir.

9
İDARİ YARGININ GÖREV ALANI VE UYŞMAZLIK
MAHKEMESİ
I. İDARİ YARGININ GÖREV ALANI
A. İDARİ YARGININ GÖREV ALANININ ANAYASAL
KORUNMASI
 Gelelim Anayasamıza göre idari yargının görev alanına. Burada idari yargının görev alanının anayasal
bağlamda düzenlenip düzenlenmediği noktasında doktrinde görüş ayrılığı söz konusu. Yasama organı
bir kanuni düzenleme yolu ile idari bir uyuşmazlığın idari yargı yerine adli yargıda çözümlenmesine karar
verebilir mi? Bu noktada iki farklı görüş var. Bir görüş diyor ki: “Hayır bunu yapamaz. Çünkü Anayasamız
idari yargının görev alanını güvence altına almıştır.” Yani anayasamızda Danıştay’ı düzenleyen 155.
madde, daha öncesinde kaldırılmadan önce Askeri Yüksek İdare Mahkemesince düzenlenen madde, iki
ayrı yargı düzeni olduğu için bunların arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıkları çözümlemeye yönelik
uyuşmazlık mahkemesi ile ilgili madde, bütün bunları bir arada değerlendirdiğimiz zaman deniliyor ki
“Evet anayasamızda idari yargının temelleri atılmış.” Yani varlığını Anayasadan alan idari yargı
örgütümüz var. Kanunla adli yargıya görev verilmesi, bu bağlamda Anayasa ile öngörülmüş,
düzenlenmiş olan idari yargının varlık sebebini ortadan kaldırır deniliyor. Ben bu görüşe Katılıyorum
arkadaşlar benim düşüncem de bu yönde. Çok açık, istisnai, gerçekten kamu yararına uygun gerekçe
olmadığı sürece idari yargının varlık sebebinin, varlığının korunması gerektiğini savunuyorum. Elbetteki
bir idare hukukçusu olarak bunu savunmam gerekiyor, adli yargıya bırakılmasını istememem gerekiyor.
Fakat bazı idare hukukçusu hocalarımız diyebiliyorlar ki. İkinci görüşe sahipler onlar da şu şekilde
söylüyorlar: “Bu konuda takdir yetkisi kanun koyucunundur, önümüzdeki bir idari uyuşmazlık dahi olsa
kanun koyucu tarafından adli yargı görevlendirilebilir.” Şunu düşünüyorlar hem adli yargı düzeni
bakımından hem idari yargı düzeni bakımından kanun koyucu bu alanları grileştirebilir. Kısacası demek
istedikleri bu. Yani yasa koyucunun bu bağlamda takdir yetkisi olduğunu ifade ediyorlar. Fakat ilk görüşü
savunuyoruz dediğim gibi. İdari yargının varlığının Anayasal olarak düzenlendiğini.

 Kanun koyucu tarafından istisnai bir düzenleme olmadıkça elimizde idari bir uyuşmazlık varsa bunun
yargısal denetiminin idari yargıda gerçekleştirilmesi gerektiğini ifade ediyoruz. Bu konuya ilişkin olarak
yaklaşımına baktığımız zaman Anayasa Mahkemesi, her ne kadar çelişkili bazı kararları olsa dahi bakınız
tutarsız kararları da olabiliyor. Ama genel olarak eğiliminin idari yargının görev alanının anayasal olarak
korunduğu yönünde bir görüş olduğunu görüyoruz. Yani tam da düşündüğümüz gibi idari yargının görev
alanının anayasada düzenlendiğine, korunduğuna dair bir görüşe sahip Anayasa Mahkemesi. Dediğimiz
gibi farklı yönde kararları da olabiliyor ama genel olarak eğilimi bu yönde.

B. İDARİ DAVA KAVRAMI VE İDARİ YARGININ GÖREV


ALANININ TESPİTİNDE ÖLÇÜTLER
1. İDARİ DAVA KAVRAMI
 Peki, bir idari dava dediğimizde ne anlıyoruz? Ve idari yargının görev alanı nasıl tespit edeceğiz?
Bunlarda ölçülerimiz nelerdir? Çok önemli bir nokta arkadaşlar bu husus. Aslında tüm sene boyunca
bunu ifade etmeye çalışacağız. Bir kere idari uyuşmazlık dediğimiz zaman hakikaten idarenin
tasarruflarının, yani idarenin eylemlerinin ve işlemlerinin hukuka uygunluğunun denetlendiği, kamu
hizmetlerinin hukuka ve kamu hizmetlerinin gereklerine uygun yürütülüp yürütülmediğinin tespitinin
yapıldığı, idarenin faaliyetlerinden bir zarar doğmuş ise maddi veya manevi bu zararlarının tazmin

10
edilmesi için, telafisi için açılan davalardır diyebiliyoruz aslında genel hatlarıyla. Biz idarenin
faaliyetlerinden doğan özellikle burada idare, kamu gücü kullanma yetkisi ile donatılan, kamu gücü
kullanarak tek yanlı iradesiyle bir işlem gerçekleştirmişse veya bir faaliyette bulunmuşsa, bu faaliyetinin
sonucunda bir zarar ortaya çıkmışsa işte bu zarardan kaynaklı uyuşmazlıklar için bizim bu uyuşmazlığı
idari dava olarak isimlendirmemiz gerekir ve idari yargıya başvurmamız gerekir davayı İdari yargıda
açmamız gerekir. Demek ki burada taraflardan birisi idare ve bu uyuşmazlığın konusu da idarenin eylem
ve işlemlerinin oluşturduğu davalar Tabi ki idari bir dava olacağı için karşımızdaki davalı taraf hep
idaredir. Yani bizlerin, vatandaşların hep idareye karşı açmış olduğu davalar.

2. İDARİ YARGININ GÖREV ALANININ TESPİTİNDE


KISTASLAR
 Peki idari yargının görev alanını belirlerken hangi kıstaslardan yararlanıyoruz? Kolay değil dediğim gibi
idarenin yapmış olduğu bir faaliyet var elimizde hakikaten bu faaliyette idare, özel hukuk kişileri gibi
karşılıklı konsensusla, eşitlik ilkesi temeliyle mi gerçekleştiriyor? Yani bunu bir idarenin özel hukuk
uyuşmazlığı olarak adli yargıya mı götüreceğiz? Yoksa tamamen kamu hukuku kurallarına dayanan,tek
yanlı iradesiyle, kamu gücü kullanarak yapmış olduğu bir faaliyet mi? Ki bu durumda da idari yargıya
gideceğiz. Bu konuda adli yargı ile idari yargı arasındaki görev sorununu kim çözecek? Uyuşmazlık
mahkemesi. Uyuşmazlık mahkemesi de gerçekten zordur arkadaşlar çünkü uyuşmazlığın bir tarafına
bakıyorsunuz özel hukuk tarafı ağır basıyor gibi. Diğer tarafına baktığınız zaman idare boyutu ağır
basıyor gibi. O yüzden uyuşmazlık mahkemesi kararlarını, biz hem özel hukukçular hem de idare
hukukçuları olarak takip ederiz.

I) KAMU GÜCÜ KISTASI


 Şimdi ilk olarak idari yargının görev alanının belirlenmesinde deniliyor ki doktrine göre, daha çok Fransız
doktrinin etkisiyle bizde de kabul edilmiş bu düşünce. Kamu gücü kıstası: Yani idare işlemini yaparken
eylemde bulunurken Kamu gücü kullanmışsa. Evet Kamu gücü kullanılarak gerçekleştirilen bir tasarruf
olduğuna göre bunun yargısal denetimin de idari yargıda gerçekleştirmesi gerekir. Peki söyleyiniz
idarenin kamu gücü kullanarak gerçekleştirdiği tasarruf örnekleri? Mesela kamulaştırma. Kamu gücü
kullanımına tipik bir örneği. Kamulaştırma işleminin iptalini istiyorsak idari yargıya gideceğiz. Görevden
uzaklaştırma, disiplin cezaları. idari yaptırım kararları. imar ve İskan durumu, bir memurun meslekten
ihracı söz konusu olabilir, İlgiliye ruhsat verilmesi mesela büfe açması için ruhsat talebinin kabulü olabilir
veya reddi olabilir, ruhsatın iptali olabilir, lisansını iptal olabilir vs. gibi durumlarda idare kamu gücü
kullandığı için demek ki bununla ilgili davaların da idari yargıda çözümlenmesi gerekiyor.

II) HAKİMİYET VE TEMŞİYET TASARRUFLARI


 Şimdi burada idarenin işlemleri ikiye ayrılmış: Hakimiyet tasarrufları ve Temşiyet tasarrufları olmak
üzere. Hakimiyet tasarrufu dediğimiz tam da az önce anlattığımız husus. Kamu gücü kullanılarak
gerçekleştirilen tasarruf. Temşiyet tasarrufu dediğimiz tasarruflar ise yine Fransız hukuku kaynaklıdır.
Burada idare kamu gücünü kullanmaz tıpkı bir özel kişi gibi. Hani özel kişiler arasındaki ilişkileri
düşünelim eşitlik ilkesine bağlı olarak hareket eder ve tasarrufta bulunur. Ne gibi? İdare bir taşınmazı
kiralar mesela burada kamu gücü kullanımı var mı? Yok. Taraflar özgür iradesi ile bir araya geliyor ve bir
konsensus sonucu anlaşma imzalıyor. Kiralama olabilir, satın alma olabilir veya kiraya verme işlemleri
gibi. İşte bunlar temşiyet tasarrufudur deniliyor. Dolayısıyla bu tür uyuşmazlıklar için idari yargıya
gidilmez. İdarenin uyuşmazlığı söz konusu olsa dahi adli yargıda bu uyuşmazlık çözülecek.

11
III) KAMU HİZMETİ KISTASI
 Şimdi diğer bir ölçüt: Kamu hizmeti kıstası. Diyorlar ki, kamu hizmeti ekolü daha doğrusu. İdare zaten
kamu hizmetlerini kurar, işletir idarenin faaliyetleri zaten idari faaliyet olduğu için bu faaliyetlerden
kaynaklı ihtilaflar da idari yargıda çözümlenir.

 İdarenin gerçekleştirmiş olduğu kamu hizmetlerinden kaynaklanan uyuşmazlıklar: Şimdi bir kere kamu
hizmeti kavramının içeriğini halen net bir şekilde dolduramıyoruz. Soyut içerikli bir kavram.Dolayısıyla
biz bir kamu hizmetini özel hukuk sözleşmelerine de konu edebiliyoruz. Geldiğimiz son noktada özel
hukuk sözleşmeleri de söz konusu olabiliyor. Böyle bir durumda bu teoride yetersiz kalıyor arkadaşlar.
Bu teorilere baktığımız zaman evet bir tarafından olayı yakalıyorlar, idari uyuşmazlıkları ortaya
koyuyorlar ama tam anlamıyla yeterli geldiklerini söyleyemiyoruz.

IV)İDARİ İŞLEV KISTASI


 Diğer kıstasımız: İdari işlev. Bunu geçen seneden hatırlayacaksınız fonksiyonel anlamda idareyi
anlatırken çok fazla üzerinde durduk. İdare burada ne yapıyor işlev olarak da aslına baktığımız zaman
biz yasama organının da, yargı organının da idari faaliyetleri gerçekleştirdiğini görebiliyoruz. Sadece
yürütmenin bir uzantısı olan teknik idare değil.

 Mesela yasama organının içerisinde yer alan hakimler, mahkemelerimiz burada görev yapan kalem
personeli ile ilgili olarak onların özlük haklarına yönelik, onların sicillerine yönelik işlemler tesis
edebiliyorlar. İşte bu işlemlerin yargısal denetimi de yine idari yargıda gerçekleştiriliyor. Yani şöyle
diyorlar idari işlev kıstasına göre: İdare etmek, ihtiyaçların belirlenmesi, bunun giderilmesi, kişi mal ve
değerlerin korunmasına yönelik sürekli olarak yapılması gereken, genellikle kamu hizmeti denilen
etkinliklerde bulunma anlamını taşır ve bu da idare işlevinin içeriğini oluşturur denilmiştir. Yani
gördüğünüz gibi burada idare toplumun genel sürekli ve teknik ihtiyaçlarını gidermek ile yükümlü olan
bir cihaz olarak karşımıza çıkıyor. O halde idare toplumun genel sürekli teknik ihtiyaçlarını karşılıyor
müşterek ihtiyaçlarını karşılıyorsa faaliyet buna yönelikse işte burada artık biz bu faaliyetten doğan
uyuşmazlığın idari yargıda çözümlenmesini bekleriz. Yasama organının görev alanı dışında kalan, yargı
organının görev alanı dışında kaynaklanan uyuşmazlıklar idari yargıda çözümlenmelidir deniliyor.

 Gördüğünüz gibi 3 kıstasımız var. Kamu gücü kıstası, Kamu hizmeti kıstası ve İdari işlem kıstası.
Arkadaşlar bunun üçünün tek başına yeterli geldiğini söylemiyoruz. O yüzden de yine gördüğünüz gibi
teoriler geliştirilmiş ama bizim her halükarda önümüze gelen uyuşmazlığa bakmamız gerekiyor. Yani
burada idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlık mı var? Yoksa adli yargının görev alanına giren
bir uyuşmazlık mı var?

II. İDARİ YARGININ GÖREV ALANINA GİREN VE


GİRMEYEN KONULAR
A. İDARİ YARGININ GÖREV ALANINA GİREN KONULAR
1. ORGANİK ANLAMDA İDARENİN İDARİ FAALİYETLERİ
 Şimdi idari yargının görev alanına giren uyuşmazlıklara bir bakalım. Organik anlamda birincisi idarenin
faaliyetleri. Organik anlamda idare dediğimiz zaman Türkiye Cumhuriyeti'nin idari teşkilat şemasını
geçen seneden hatırlayalım yani burada devlet tüzel kişiliği ve diğer kamu tüzel kişilikleri var bildiğiniz
gibi işte onların gerçekleştirmiş olduğu işlemler. Tabii ki bunların arasında hepsini de idari işlem olarak

12
değerlendiremiyoruz takdir edersiniz ki bazıları da özel hukuk işlemi olarak karşımıza çıkıyor. İdari
yargının görev alanını belirlemekte kullanılıyor.

 Yani idare, teknik anlamdaki idare kamu gücünü kullanarak tek taraflı iradesi ile bir işlem gerçekleştirmiş
ise. Evet bu uyuşmazlık idari yargının görev alanına girer deniliyor. Örneğin üniversitemizin hazırlamış
olduğu sınav yönetmeliği, öğrenci disiplin yönetmeliği, bunların iptaline yönelik bir dava açacaksak
bizim bu davayı idari yargıda açmamız gerekir veya üniversite öğretim üyesinin vermiş olduğu not
işlemi, iptalini istiyorsak idari yargıda dava açmamız gerekir.

2. ÖZEL HUKUK KİŞİLERİNİN İDARİ NİTELİKTEKİ


FAALİYETLERİ
 İkincisi: Özel hukuk kişilerinin idari faaliyet niteliğindeki etkinlikleri. Şimdi özel hukuk kişileri idari işlem
tesis edebilir mi hatırlayınız geçen sene bunun cevabını vermiştik. Kural olarak idari işlemi idare
gerçekleştirir fakat bazen özel hukuk kişilerinin de idari işlem tesis edebileceğini kabul ediyoruz. Sadece
biz değil bunu Danıştay da kabul ediyor. Mesela Türk hukukundan bir örnek, kanunda özel hukuk
hükümlerine tabi olduğu belirtilen Türkiye Futbol Federasyonu bünyesinde yer alan Merkez hakem
kurulunun tek taraflı bir işlemi. Aslında bir özel hukuk tüzel kişisi olarak düzenlenmiş TFF, ama
gördüğünüz gibi tek yanlı iradesiyle bir hukuki sonuç doğurmuş ilgilinin üzerinde. Yani bizim anladığımız
anlamıyla bir idari işlem var. İşte burada bu idari işlemin iptaline yönelik bir başvuru yapılacaksa davanın
idari yargıda çözümlenmesi gerekir. Yani burada özel hukuk tüzel kişisi var kesinlikle yapmış olduğu
işlem idari işlem sayılamaz, idari yargıya gidemeyiz diyemeyiz. Böyle bir düşünceye kapılırsak fahiş hata
yaparız.

 Müvekkil geldi sizinle anlaştı parasını da nakit yatırdı. Davayı açacaksınız önce adli yargı düzenine mi
açacaksınız davanızı -net olan hususlarda sıkıntı yok zaten böyle durumlarda var- İdari yargıda mı
açacaksınız adli yargıda mı açacaksınız? Mesela bu uyuşmazlık idari yargının görev alanına giriyor siz
tuttunuz adli yargıda dava açtınız. Ne oldu? Müvekkilinize zaman kaybettiniz yani oradan bir görevsizlik
kararı verilecek tekrardan siz dosyayı alıp öbür tarafa davanızı açacaksınız bunu müvekkile nasıl
anlatacaksınız? Tamam hukuki bilgisi olan veya en azından bu anlamda sizi anlayabilecek birileri olabilir
ama ya tam tersi olursa? O yüzden arkadaşlar bu hususa da dikkat etmek durumundayız. Bir özel hukuk
kişisinin işlemi dahi olsa burada tek yanlı irade ile alınmış, ilgili için hukuki bir sonuç doğurabilen bir
karar varsa elimizde biz bunu idari işlem olarak kabul edip idari yargıya götürüyoruz.

 Şimdi bir örnek daha verelim daha net kafanızda canlansın. Türkiye Diyanet Vakfı örneği. Danıştay'ın
2003 tarihli vermiş olduğu karar. Bu bir vakıf anlayacağınız üzere bir özel hukuk tüzel kişisi. Fakat bu
tüzel kişi vakfın yönetim kurulu, bir kişinin lojmandan çıkarılmasına karar veriyor, davacının oturmakta
olduğu lojmandan tahliyesine yönelik bir işlem tesis ediyor. Şimdi burada bir özel hukuk kişisi var
dolayısıyla onun yapmış olduğu işlem idari işlem değildir mi diyeceğiz? Yoksa bu işlemin niteliğini mi
değerlendireceğiz? Burada vakfın yönetim kurulu, tek yanlı iradesiyle davacı açısından sonuç doğuran
bir karar almış, lojmana tahliyesine yönelik bir karar. Üstelik Danıştay kararında ifade edildiği gibi
Türkiye Diyanet Vakfında görev alan yönetim kurulunda görev alanların tümü merkezi idarenin üst
düzey kamu görevlileri. Yani merkezi üst düzey kamu görevlilerine aynı zamanda bu vakfın yönetim
kurulu üyelikleri görevleri de verilmiştir. Bu tarz düzenlemeler zaten mevzuatımızda var. Dolayısıyla tüm
üyeler kamu görevlisi, alınacak karar ilgili açısından bir hukuki sonuç doğuruyor, tek yanlı irade ile
alınmış bir karar. İşte burada bir idari işlem tesisi söz konusudur. Dolayısıyla önümüzde bir özel hukuk
kişisi olmasına rağmen bu uyuşmazlığın idari yargıda çözümlenmesi gerekir denilmiş. Ve bu
uyuşmazlıkta “Davacının söz konusu uyuşmazlığın ..(?) özel hukuk hükümlerinin uygulanması suretiyle

13
adli yargının görev alanı olduğu iddası da yerinde görülmemiştir”. Denilmiş. Yani davacı adli yargı
görevlidir demesine rağmen aslında baktığımız zaman tipik idari yargının görev alanına giren bir
uyuşmazlık söz konusu.

 Yine Türkiye Jokey Kulübü ile ilgili verilmiş bir karar var uyuşmazlık mahkemesi tarafından. Burada da
Jokey Kulübü bünyesinde yer alan komiserler kurulu karar vermiş tek yanlı iradesiyle Bakanlığın Emir ve
talimatları doğrultusunda ve denetimi altında faaliyetini sürdürdüğü sonucuna varılmakta ve adı geçen
komiserler heyetinin idari bir kurul olduğu ve kararlarının da idari nitelik taşıdığının kabulü
gerekmektedir denilmiş. Uyuşmazlık mahkemesi tek tek bu şekilde uyuşmazlığın niteliğine bakıp
değerlendiriyor. Sonuç itibariyle bu konu ile ilgili de idari yargının görev alanına girdiğini ifade etmiş.

3. YASAMA VE YARGI ORGANLARININ İDARİ İŞLEVE GİREN


FAALİYETLERİ
 Yasama ve yargı organlarının idari işlevine giren faaliyetleri: Yasama organı nasıl idare işlevine giren
faaliyetler yapıyor? Bildiğimiz yasama organının tipik görevi nedir? Genel nitelikli, soyut nitelikli, kişilik
dışı kural koymaktadır. Genel norm koymaktır aslında bakarsak. Dolayısıyla kanun yapmanın dışında
parlamento kararları alır, yürütmeyi denetler vs. Tabii yapmış olduğu bu faaliyetler anayasa hukukunun
konusu bize ilgilendirmiyor ama bunun dışında kalan idari faaliyetlerini, idare hukuku alanına giren
faaliyetlerinin tabii ki denetimi idari yargıda gerçekleştirilir.

 Söylediğimiz gibi, örneğini de verdik bunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin genel sekreterliğine bağlı
çalışan uzman bir doktorun sözleşmesinin feshedilmesi burada bir idari sözleşme var idari sözleşmenin
feshedilmesine yönelik uyuşmazlık idari yargıda çözümlenir.

 Yine genel sekreterliğe bağlı çalışan kamu görevlilerinin, Örneğin oradaki uzmanların veya uzman
yardımcılarının özlük hakları, disiplin işlemleri, görevde yükselmeleri vs. gibi durumlarla ilgili
uyuşmazlıklar da yine idari yargının görev alanına girer. Demek ki disiplin işlemi varsa veya burada bir
atama işlemi, tercih işlemi, emeklilik işlemi olabilir kısacası onların statülerine ilişkin bir işlem tesisi
edilmişse bu bir idari işlemdir. İdari yargıda denetlenir. Şu da olabilir sadece orada çalışan görevlileri
düşünmeyelim meclisin yönetimi altında bulunan mallar var bu malların yönetimi ile denetimi ile ilgili
olarak bir idari uyuşmazlık ortaya çıktığında da bizim idari yargıya gitmemiz gerekiyor.

 Burada örnek verilmiş mesela yasama organının üst kurullara yapmış olduğu seçim. RTÜK üyelerini
seçmesi, RTÜK üyelerini seçme mecliste gerçekleştirildiği için tabii bunun idari nitelikte olup olmaması
ile ilgili olarak farklı görüşler var ama Danıştay meclis genel kurulunun bu işlemin idari nitelikte olduğuna
karar vermiş. Bu düşünceye katılıyorum arkadaşlar burada meclis tarafından idari nitelikli, hukuki, tek
yanlı hukuki sonuç doğuran, ortak irade ile oluşturulmuş bir karar var. Dolayısıyla biz bunun idari
fonksiyona dâhil olduğunu düşünüyoruz. Peki yargı organı, idari işleve giren faaliyet yapabilir mi? Bunu
da söyledik yapabilir. Sadece dosya bakmıyor. Mesela ne yapıyordu idari yargının görev alanına giren
hangi tür faaliyetleri yürütüyor?

 Hatırlayalım bir mahkeme başkanının, orada görev yapan kalemde görev yapan memurların özlük
haklarına yönelik bir işlem tesis etmesi, bir disiplin işlemi tesis etmesi, vermiş olduğu bir disiplin cezası,
yine idari işleve dâhil olduğu için idari yargının görev alanına girer.

 Mesela bir örnek var burada 2013 tarihli bir karar aslında yeni sayılabilecek bir karar. YSK tarafından
kurul personeli hakkında verilen disiplin cezasına karşı açılan davaya Danıştay bakmış ve işlem hakkında

14
yetki unsurundaki sakatlık nedeniyle iptal kararı vermiş. Gördüğünüz gibi bas baya uyuşmazlığı Danıştay
çözmüş ve işlemin iptaline de karar vermiş. Bu yüksek yargı olabilir, diğer tüm mahkemeler olabilir.
Orada çalışan personele yönelik bir disiplin işlemi tesis edilmişse yani sadece disiplin işlemi değil dikkat
edelim bunu örnek olması bağlamında söylüyoruz. Siz önünüze gelen uyuşmazlığı değerlendireceksiniz
burada idari faaliyete giren idari fonksiyona dair bir işlem söz konusuysa bunun yargısal denetimi için
bizim gitmemiz gereken yer tabii ki idari yargı.

4. İKTİSADİ KAMU KURUMLARININ KAMU HUKUKUNA TABİ


FAALİYETLERİ
 İktisadi kamu kurumlarının kamu hukuku alanına giren faaliyetleri: Arkadaşlar buna geçmeden önce
burada bırakacağım ama kitabınızdaki bir iki hususa değinmek istiyorum. Mesela bu tartışılan bir
konuydu mahkemelerin kendi üyeleri içerisinden başkan seçmesi veya üye seçimi işlemi. Bunun niteliği
ile ilgili olarak da yargı yerlerinin farklı kararları var. Mesela Anayasa Mahkemesi'nin vermiş olduğu bir
kararda Anayasa Mahkemesi Başkanlığı seçimleri ile ilgili olarak idare Mahkemesi'nde iptal davası
açılmış. Bu davada Anayasa mahkemesinin kuruluş ve yargılanma usulleri hakkında kanunumuz var 8.
maddesinin anayasaya aykırılığı iddia edilmiş. Yani madde Aslında anayasaya aykırıdır diye. İdare
Mahkemesi bu davayı kabul etmiş, anayasaya aykırılık sorununu da Anayasa Mahkemesi'ne taşımış.
Anayasa Mahkemesi söz konusu kanunun ilgili maddesini anayasaya uygun bularak itirazı reddetmiş.

 Burada özellikle bizim için önemli olan Anayasa Mahkemesine üye seçimi ile ilgili olarak yapılmış bir
usulsüzlük varsa. Şunu kastediyoruz, idare hukuku bağlamında hatırlayalım idari işlemin unsurları. Yetki,
şekil, sebep, konu, amaç. Bu unsurlardan biri veya birkaçı hakkında hukuka aykırılık iddiası var ise işte
burada yargısal denetimi idari yargının gerçekleştirmesi gerekiyor. Bu Anayasa Mahkemesi'ne üye
seçimi de olsa burada bir idari faaliyettir arkadaşlar ben katılıyorum buradaki mahkemenin kararına.
Dolayısıyla bu uyuşmazlığın çözümlenmesi gerekir.

 Mesela 2017'de yapılan değişiklikten önce yani Askeri yüksek idare mahkemesi kaldırılmadan önce
Askeri Yüksek İdare mahkemesinin bu konuda çelişir kararları var hakikaten mahkemeler bu konuda
çelişkili kararlar verebiliyorlar. 94 tarihli bir karar örneği verilmiş burada: Askeri Yargıtay, Askeri
Yargıtay’a üye seçimi işlemine karşı açılan iptal davasında işin esasına girmiyor ve yargı yerinin idari
yargı işlevine dahil iptal davasına konu olacak bir işlemi bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddediyor.
Ama bizim de savunduğumuz görüş burada artık yeni tarihli verilen karar. Dolayısıyla burada bir idari
işlem var ve yargı denetimine tabii bunu da söyleyelim.

 Kabahatler kanununun 24. maddesinden söz edelim son olarak. Kovuşturma sırasında kovuşturma
konusu fiilin kabahat olduğu anlaşılırsa mahkeme söz konusu fiil hakkında idari yaptırım kararı verir
denilmiş. Şimdi burada verilen idari yaptırım kararları kesinlikle ve kesinlikle idari işlem niteliğindedir.
Bunu hiç tartışmaya dahi açmıyoruz diyoruz ki bu bir idari yaptırım olduğuna göre bu bir idari işlem.
Çünkü idare burada tek yanlı iradesiyle kamu gücü kullanarak yapmış olduğu soruşturmanın,
araştırmanın neticesine idare usul kurallarını işleterek hukuki bir sonuç elde etmiştir. Dolayısıyla bas
baya bir idari işlem var burada. 24. maddeye baktığımız zaman mahkemenin vermiş olduğu idari
yaptırım kararı bir idari işlem olmasına rağmen idari yargının görev alanına girmiyor. Nasıl olur
diyeceksiniz mahkeme idari işlem tesis edebilir mi? Ediyor işte arkadaşlar. Bunun istisnai tipik
örneklerinden birisi de buradaki hüküm. Evet iktisadi kamu kurumlarının kamu hukukuna tabii
faaliyetlerinde kalalım.
 …Bu notlardan kazanılan, kazanılacak olan tutarın bir kısmı hayır işi (SMA’lı bir bebek, zor durumda olan
bir aile vb) için kullanılacaktır…

15
5. Hafta (27.10.2021)
5. İDARENİN EKONOMİK KOLLUK İŞLEMLERİ
 …(?)

 Özellikle burada tüketicinin korunması amacında çok önemli bir özellik var. Mesela; serbest rekabet
ortamının, serbest piyasa düzeninin sağlanması ve korunması değil, tüketicilik hakkının korunması
bağlamında da idarenin yapmış olduğu denetimler oldukça önemli. Yine SPK (Sermaye Piyasası Kurulu),
SPK’nın gerçekleştirmiş olduğu denetimde önemli. Yani o piyasadakileri düzenliyor ve bu düzenlemeleri
uygun bulunmadığında aynı zamanda ne yapıyor? Bir bağımsız idarî otorite olarak denetliyor. BDDK’da
aynı şekilde, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu aynı şekilde o piyasanın düzenini sağlıyor.

 Şimdi baktığımız zaman özel hukuk tüzel kişilerinin kurulması aşamasında da veya onların pay sahibi
olması aşamasında da idarenin belli görevleri var. İşte ekonomik kamu düzeninin sağlanabilmesi
açısından. Örneğin, TTK 509.maddesini burada örnek verelim, diyor ki: Limited şirketlerin kurulabilmesi
için Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’ndan izin alınması gerekir. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın burada gerekli
mevzuat hükümleri çerçevesinde bu izni verip vermemesine yönelik almış olduğu karar, tek taraflı
iradesiyle gerçekleştirmiş olduğu, kesin yürütülmesi zorunda olan bir idarî işlem niteliğindedir.

 O halde bakınız; siz bir ticari işletme kurmak istiyorsunuz, bir limited şirket kurmak istiyorsunuz. Bunu
sağlayabilmek içinde elinizdeki tüm mevzuat hükümlerinin aradığı şartları götürüyorsunuz, bakanlık size
bu konuyla ilgili olarak izin veriyor. İşte burada yapılan bu izin işlemi bir idarî işlemdir.

 Diyelim ki izin alamadınız, bakanlık size izin vermedi. Yani bunu diyen (?) idarî komiteler bağlamında da
söyleyebiliriz; ruhsat almanız gerekiyor diyelim ki, size ruhsat vermedi. Ne yapacaksınız? İşte bunun
idarî yargıda dava konusu edeceksiniz. İdarî yargının görev alanına giren bir konudur. Çokça karşımıza
çıkıyor bu, aslında tartışılıyor da yani özel hukuk alanında çalışan ve özellikle “nasıl olur, bunu yargı
neden denetlesin?” diyorlar. Ama görüyorsunuz ki burada bakanlık, tek yargı idaresiyle bir kamu gücü
kullanımı yolu ile bir idarî denetim gerçekleştiriyor. Dolayısıyla idarenin burada gerçekleştirmiş olduğu
bu idarî denetim, idarî işlem niteliğindedir ve idarî yargının görev alanına girmektedir.

 Yine bir başka örnek, burada belirtildiği gibi: Sermaye piyasası kurulup, anonim ortaklıkların ortak
sayısını belirleme işlemine karşı açılan dava. Bakınız, ortak sayısının belirlenmesine yönelik bir işlem var.
Burada SPK bu işlemi tespit ediyor, dava da Danıştay davanın idarî yargıda görüleceğine karar vermiş.
Hangi gerekçeyle? Burada idarenin kanunun kendisine tanımış olduğu denetim yetkisini
gerçekleştirdiğini ve bu denetim yetkisini gerçekleştirirken kullanmış olduğu bir tek taraflı bir kamu
gücüne dayalı tasarruf olduğunu belirterek burada idarî işlem olduğuna hükmediyor. Ve idarî yargının
görev alanına girdiğini ifade ediyor. O halde; özel teşebbüsler, bu şekilde kanunlarda belirtilen
ekonomik kamu düzeninin sağlanması için bu şekilde bağımsız idarî otoritelere tanınmış yetkiler var ise,
yani bu bizin verme olabilir, işte burada olduğu gibi ortak sayısını belirleme işlemi olabilir…

 Yani tek yanlı irade ile kamu gücü kullanılarak gerçekleştirilen bir tasarrufa ise, bu tasarrufa karşı
açılacak davanın idarî yargıda çözümlenmesi gerekir. Bunlara yönelik uyuşmazlıklar çok fazla. İdarî
yargının görev alanının bu bağlamda da geniş olduğunu görebiliyoruz

1
6. KARAYOLLARI TRAFİK KANUNU UYGULAMASINDAN
DOĞAN BAZI İŞLER
 Bu konuda hakikaten baktığınız zaman tartışmalı bir konu ama kanundan doğan bir hüküm var bununla
ilgili. Şimdi Kabahatler Kanunu’nun 27/8. maddesi şu şekilde, uygulamada bizim çok tartıştığımız bir
hüküm bu: İdarî yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idarî yargının görev
alanına giren kararların da verilmiş olması halinde, bakınız aynı zamanda idarî yaptırım kararının yanı
sıra bir de idarî yargının görev alanına giren bir karar verildiğinde diyor kanun. Bu durumda; idarî
yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin iptali talebiyle birlikte idarî yargı merciinde
görülür. O halde biz ne yapacağız? İki işlemi de alacağız, nereye götüreceğiz? İdarî yargıya götüreceğiz,
kanunda bununla ilgili olarak açık hüküm ihdas edilmiş.

 Buna bir örnek verelim, mesela; size bir idarî yaptırım kararının yanı sıra, aynı zamanda aracın 60 gün
süreyle trafikten men edilmesine yönelik bir karar da verildiğinde. Yani hem idarî para cezası alıyorsunuz
hem de aynı zamanda aracınız trafikten men ediliyor, burada olduğu gibi. İşte bu durumda ne
yapacaksınız? Trafikten men edilme kararını biz ikisini birlikte değerlendirdiğimiz zaman kanundaki
hükümlerin, idarî yargıda çözümlemesi gerekiyor. Yani burada bir idarî para cezası var ama bir de idarî
yargının görev alanına giren de bir uyuşmazlık eklendi burada. İşte trafikten men edilmek gibi veya
sürücü belgesinin geri alınması gibi, değil mi? Bu ikisi birlikte olduğu zaman ne olacak peki? İdarî yargıya
götüreceğiz biz bu uyuşmazlığı. Neden? Çünkü Kabahatler Kanunu’nun 27/8. fıkrasında bu konuyla ilgili
açık hüküm ihdas edilmiş. Uyuşmazlık mahkemesi de 27/8’den yola çıkarak vermiş olduğu kararlarını
özellikle son dönemde, bakınız burada son bir karardan da örnek verilmiş, 2021 tarihli. Bu kararı
okuyabilirsiniz veritabanlarında, orada da ifade ediliyor; eğer ki bir idarî para cezasının yanı sıra ceza
puanı gibi, sürücü belgesinin geri alınması gibi veya otopark ücretinin iadesi talebiyle açılan davalar,
bunlar idarî yargının görev alanına giren uyuşmazlık olarak kabul ediliyor uyuşmazlık mahkemesinin
önüne de geldiğinde. Neden? 27/8 hükmü bunu zaten açıkça ön görmüş.

 Amaç burada usul ekonomisini gerçekleştirmek. Yani düşünebiliyor musunuz aynı uyuşmazlığın bir
parçasının idarî yargıya gidilip bir parçasının adli yargıda görüldüğünü, değil mi? Yani bu hakikaten
vatandaş açısından da hiç böyle, hani biz ne diyoruz; yargılama işte basit olmalı, ekonomik olmalı
dolayısıyla adil olmalı. Yani ilkeler bağlamında da baktığımız zamanda sorunlu görünüyor, usul
ekonomisiyle bir kere bağdaşmıyor. Kanundaki hüküm nedeniyle biz hemen uyuşmazlığı idarî yargıya
götürüp denetimini gerçekleştirebiliyoruz…

B. İDARİ YARGININ GÖREV ALANINA GİRMEYEN


KONULAR
 İdari yargının görev alanına girmeyen konular dediğimiz zaman ilk olarak tabii ki baktığımız zaman
hükümet tasarruflarını görüyoruz burada. Hükümet tasarrufu dediğimiz burada aslında hükümet etme
işlevi, yani ülkenin üst siyasal yönetimini gerçekleştirmek ve üst çıkarlarını, menfaatlerini koruyabilmek
adına gerçekleştirilen tasarruflardır bunlar. Üst yönetim tasarruflarıdır ve siyasi niteliği ağır
basmaktadır. Özellikle siyasi niteliğinin ağır bastığını ifade etmemiz gerekir. Bu yüzden bu hükümet
tasarrufları yani ülkenin üst siyasal çıkarları için menfaatleri korumak için bu getirilen bu tasarruflar
deniliyor, yargının önüne götürülmesi… Yani neden yargıdan bağışık olsun bu tasarruflar? Neden
ülkenin üst yönetimin içinde siyasal çıkarlarının sağlanabilmesi için menfaatlerinin… Yani üstün bir kamu
yararı anlayışı var burada. Kabul edilmiş bir anlayış burada söz konusu.

2
 O yüzden hükümet tasarruflarının idari yargıda yargısal denetimi mümkün değildir. Demek ki elimizde
bir hükümet tasarrufunun niteliğinde bir karar var ise böyle bir tasarruf var ise, idari yargının görev
alanına girmez. İdari yargıda bu konu ile ilgili olarak dava açmamız mümkün değil. Biz buna üst siyasal
yönetim etkinlikleri diyoruz. Dediğimiz gibi, üst siyasal yönetim etkinlikleri de bunlar.

 Yargı yerleri, bu işlemleri denetlemekten imtina etmiştir üst siyasal yönetim tasarrufları olduğu için. O
yüzden hükümet tasarruflarını biz yargı kısıntısı olarak değerlendiriyoruz. Bildiğiniz gibi yargı yerleri bu
işlemleri kendi lehinden bakmak istemedikleri için burada biz devletin üstün çıkarları söz konusu
olduğunda deniliyor; “yargı bu tasarrufları denetlemesin”. O bakımdan da bunları yargı kısıntısı olarak
kabul edildiğini görüyoruz.

 Yani, serbestçe karar alabilsin bazı konularla ilgili olarak üst siyasal yönetim. Serbestçe hareket
edebilsin, karar alabilsin, bu şekilde bir yargı kıskacı altında bulundurulmasın şeklinde bir anlayış var.
Tabii ki, doktrinde bir görüş, özellikle bu şekilde hükümet tasarrufları denilen bir kategorinin kabul
edilmesini hukuk devleti ilkesi ile bağdaştırmamaktadır. Yani deniliyor ki burada; üst siyasal yönetimin
ülke menfaatleri için almış olduğu bir karar denilse bile aslında burada ne yapılıyor? Yargı denetiminden
kaçınılmaya çalışılıyor, deniliyor. Ama doktrindeki diğer görüşte ve varlık sebebi de özellikle belirtilir
ülkenin üst siyasal yönetiminin almış olduğu kararlar bakımından.

 Fransız hukukundaki durumdan söz edilmiş burada. Bakınız Fransız hukukunda, hükümet tasarrufu
olarak hükümetin parlamento ile ilgili işte, mesela; meclisin olağanüstü şekilde toplantıya çağırılması
veya meclisin feshedilmesi… Yani böyle bir karar veriliyor idari yargının önüne götürülmesinde. Veya
özellikle uluslararası ilişkilere yönelik diplomasi ifadeleri(?). Bakınız burada; anlaşmaların akdedilmesi,
uluslararası sözleşmelerin akdedilmesi, bu bağlamda diplomasi faaliyeti yürütülüyor olması, yabancılar
için vize verilmesi-verilmemesi işlemleri. Fransız hukukunda bunlar hükümet tasarrufu olarak kabul
edilmiş ve idari yargının görev alanı dışında kabul edilmiş. İşte, savaş ve barış ilanına yönelik kararlar.
Hakikaten bunlar biliyorsunuz dünya artık diken üstünde değil mi? Her an bir savaş tehdidi olabilir mi,
bir savaşın içerisine girilebilir mi ya da ne olacak? Bunun örneklerini görüyoruz, en son Afganistan’da
gördük bildiğiniz üzere. İnsanlar aç, yoksul, çocuklarını satma noktasına gelmişler yani artık dünya
kampanyalar düzenleyerek oradaki insanların bu (?) durumu da düzeltmeye çalışıyor yardım
kampanyaları, insani bağış kampanyaları yoluyla. İşte bunda da bir savaş ilanı karar verilecekse Fransız
hukukunda bu hükümet tasarrufudur deniliyor, idari yargının görev alanı dışında.

 Gelelim Türk hukukuna… Biz de kapsam öncelikle yani 82 Anayasası döneminden bu döneme gelene
kadar geniş tutulmuş aslında. Ama zaman içerisinde bu kapsamın biz daraltıldığını görüyoruz. Mesela
24 Anayasası döneminde; hükümet tasarrufu, devletin yüksek siyaseti, devletin siyasi tasarrufları
şeklinde verilmiş. Bakınız mukabelei bilmisil kararları bu bağlamda görülmüş. İskân kararları,
vatandaşlıkla ilgili kararları, sınır dışı etmek kararları, yabancıların sınır dışı edilmesi gibi kararların biz
denetlenmediğini görüyoruz. Kapsam geniş değil mi gördüğünüz gibi, yani 24 Anayasası döneminde
ciddi bir şekilde yabancının sınır dışı edilmesi kararı dahi hükümet tasarrufudur deniliyor, idari yargının
görev alanı dışında tutulmuş. Şu an ki bakış açımızla bunu kabul edebilmemiz mümkün mü? İdari yargısal
denetimi gerçekleştirelim, hukuka uygun mu değil mi, idari işlemi denetleyelim diyoruz şu an ki bakış
açımızla ama bu o zaman öyle değilmiş.

 61 Anayasası da burada önemli gerçekten. Diyor ki 114.maddesi, tabii biz bunu 82 Anayasasında 125’e
almışız ama oradaki ifadeleriyle aslında; “idarenin hiçbir eylem ve işlemi hiçbir halde yargı mercilerinin
denetiminin dışında bırakılamaz”. Bakınız bir de hiçbir halde denilmiş, hiçbir eylem ve işlemi denilmiş.
61 Anayasası bunu kuvvetle vurgulamış. Dolayısıyla bu hükümden dolayı da yani hükümet tasarrufları

3
gibi bir kategori yok, dolayısıyla idari yargının denetim alanı içindedir ve denetlenmelidir şeklinde bir
görüş savunuluyor.

 82 Anayasasına geldiğimizde ise; “idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır”
deniliyor. Ve tartışılıyor, yani deniliyor ki; “madem idarenin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolu
açık, hükümet tasarrufları gibi bir kategori yapılarak yargı denetiminden kaçınılıyor” deniliyor. Bir görüş
hukuk devleti bağlamında bunu(?) olumsuz görüyor. Ama bizim katıldığımız görüşü özellikle hakikaten
baktığımız zaman burada politik işlerle ilgili karar alınıyor. Yani siyasal içerikli bunlar, içeriğine baktığımız
zaman gerçekten devletin bu bağlamda politik, siyasi yönetimine yönelik işlemler olduğu için yani
hükümet etme işlevine yönelik olduğu için burada yargı denetiminden bağışık olabileceğini kabul
ediyoruz.

 Bu bağlamda özellikle örnek verebilecek durum, örneğin; silahları kuvvetlerin kullanılmasına karar
verilmesi. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kullanılmasına yönelik verilen bir karar. Diplomasi faaliyetleri…
Şimdi diplomasi faaliyetine yönelik kararı biz idari yargının önüne götüremiyoruz çünkü burada bir
hükümet tasarrufu var, devletin yüksek siyasetini ilgilendiren. Bazı üst düzey kamu görevlilerin atanması
demiş ama bu düşünceye katılmıyorum yani üst düzey kamu görevlilerinin atanması, bunların
görevlerine son verilmesi zaten idari yargının denetimi içerisinde. Özellikle üzerinde durmak istediğim
husus diplomasi faaliyeti burada, savaş ilanı olabilir veya bu bağlamda silahlı kuvvetlerin kullanılmasına
karar verilmesi olabilir. Bu tür kararlar günümüzde hükümet tasarrufu olarak kabul edilip yargı denetimi
dışında bırakılmıştır.

 Bakınız burada bir örnek verilmiş, bu da aslında çok eski tarihli bir karar değil: Dışişleri Bakanlığı’nın
2004 tarihli Resmî Gazete’ de yayınlanan “ABD’ne Destek Hamulesinin İthal/İhraç ve Ülke İçi Nakil ve
Tevziine Dair Tebliğ” var. Bu tebliğin iptali sebebiyle bir dava açılmış. Bu davada Danıştay davanın
reddine karar vermiş, bunu bir hükümet tasarrufu olarak kabul ediyor. Temyiz incelemesinde konu
İDDK’nun önüne gelmiş, o da bu tasarrufu hükümet tasarrufu niteliğinde kabul ederek temyiz talebini
reddetmiş. Yani hükümet tasarrufu kategorisini çok da genişletmememiz gerekiyor, bu konuda dikkat
etmemiz gerekiyor. Yani eskiden olduğu gibi sınır dışı etme kararları, mukabelei bilmisil kararı, bazı iskân
kararları artık yargısal denetimin dışında değil. Bu bağlamda idari yargı denetimi gerçekleştiriliyor. Yani
kararın içeriğine bakıp tartışmamız gerekir hükümet tasarrufu olup olmadığı noktasında…

1. KANUNLA ADLİ YARGININ GÖREVLİ KILINDIĞI KONULAR


 Ne dedik geçen hafta? Bazen kanunla düzenlemeler yoluyla idari yargının aslında görev alanına girmesi
gereken bir uyuşmazlığın biz adli yargının görev alanında son bulduğunu görüyoruz. Bu tabii ki kanuni
düzenlemeyle gerçekleştirilmiş.

 Nüfus kütüğü tescil işlemleri: Türk Medeni Kanunu’muz ve Nüfus Hizmetleri Kanunu’muzdan doğan
yetki ile yani kanundaki bu düzenlemeler yolu ile biz nüfus siciline ilişkin davaların adli yargıda
çözümleneceğini söylüyoruz. Yani; doğum, ölüm, evlilik, boşanma, adının değiştirilmesidir veya
soyadının değiştirilmesidir. Yani kayıtlarda bir değişiklik ya da düzeltme yapılmasıdır. İşte bütün bunların
hepsi aslında birer idari işlem olmasına rağmen, bakınız gerçekleştirilen tipik bir idari işlem burada. Ama
kanundaki hükümden dolayı TMK ve NHK’daki hükümden dolayı adli yargının görev alanına girmektedir.
Bu davaları asliye hukuk mahkemesi çözmektedir, adli yargının içerisinde asliye hukuk mahkemesi
çözmektedir. Örneğin; nüfus kaydına ilişkin bir düzeltme istiyoruz, değişiklik istiyoruz.

 Tapu sicili tescil işlemleri: Türk Medeni Kanunu’ndaki hüküm ve Kadastro Kanunu’ndaki hüküm
nedeniyle taşınmazın mülkiyetinin kazanılması, mülkiyet hakkında yaşanabilecek değişiklikler. Örneğin;

4
bir konuyla ilgili olarak tapuya şerh verilmesi, aile konutu şerhi verilmesi veya bu yerin bağımsız bölüm
olarak idare edilmesi, faili mülkiyet konulması… Tüm durumlarda idari nitelikte olan aslında bu tapunun
tescil işlemlerine ilişkin davalar adli yargının görev alanına girmektedir. Demek ki tapuda mülkiyetin
kazanılması, mülkiyet konusunda yaşanacak herhangi bir değişiklik veya tapu kütüğünün tutulmasından
doğan bir zarar meydana gelmişse işte bu zarar yine adli yargıda açılan dava ile giderilmeye çalışılacaktır.
Neden? Çünkü Medeni Kanun’un ve Kadastro Kanunu’nda buna yönelik hüküm konulmuş. Burada
gördüğünüz gibi bakınız Medeni Kanunu’nun 1007.maddesi var, diyor ki: “Tapu sicilinin tutulmasından
doğan bütün zararlardan devlet sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere
rücu eder. Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür”.
İşte devletin sorununa ilişkin davayı da bizim adli yargıda açmamız gerekiyor. Aslında yapılan tipik idari
işlem. Bakınız; tapu kütüğüne sizin taşınmazı kazandığınıza dair kayıt konuluyor, mülkiyetin el
değiştirmesine ilişkin kayıt vs. kaydedilmesi. Bunların hepsi idari işlemde bulunuyor(?). Ama kanunda
buna yönelik hüküm konulduğu için biz davayı adli yargı yerinde açmak durumunda kalıyoruz.

 İcra-iflas memurlarının kusurlarından doğan davalar: İcra İflas Kanunu’muza baktığımız zaman eğer icra
işlemleri sırasında işte iflas işlemleri sırasında bir kusur meydana gelmişse, bir zarar meydana gelmişse
işte bu zararlara ilişkin davaları da adli yargıda açmamız gerekiyor. Yani İcra İflas Kanunu’ndaki
hükümleri işleterek adli yargıda dava açılması gerekir.

 Fikrî haklarla ilgili davalar: Aslında bu alanda da çok fazla idari işlem gerçekleştiriliyor. Fikir ve Sanat
Eserleri Kanunu’muz var. Bir de Patent Enstitüsü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’umuz var. İşte
bu Türk Patent Enstitüsü aslında patent, marka, faydalı model, endüstriyel tasarım gibi fikrî hakların
tescil işlemlerini gerçekleştiriyor. Aslında yapmış olduğu işlemler tamamen idari işlem. Yani bir işte
faydalı model, patent verilmesi, işte marka vs. bu tescil işlemlerinin gerçekleştirmesi birer idari işlem.
Fakat kanunda buna yönelik olarak açılan davalar özellikle ihtisas mahkemesi olarak, fikrî ve sınai haklar
mahkemesine verildiği için, böyle bir kanunda özel bir düzenleme yapıldığı için böyle bir uyuşmazlık
ortaya çıktığında davayı adli yargıda açmamız gerekir. Yani fikrî ve sınai haklar mahkemesinde bu davayı
açmamız, uyuşmazlığın burada görülmesi gerekir.

 İdarî para cezalarının bazıları: Burada şöyle bir ayrım var Kabahatler Kanunu’nda, idari yaptırım
kararlarının bazıları için idari yargıya gidiyoruz bazıları için ceza mahkemelerine gidiyoruz. Yani adli
yargıya başvuruyoruz. İşte o yüzden şöyle bir ayrım var burada, eğer diyoruz ki; özel bir kanunda
düzenleme ile yargısal denetimin idari yargıda yapılacağına ilişkin bir hüküm yoksa, demek ki özel bir
kanuni düzenlemede yargısal denetimin idari yargıda yapılacağına yönelik bir düzenleme yoksa bu
durumda idari para cezalarının yargısal denetimi adli yargıda gerçekleştirilir. O halde idari yargıya
gidebilmemiz için açık kanuni bir düzenlemenin bulunması gerekir. Son olarak bunu biz sokağa çıkma
yasakları bağlamında gördük. Sokağa çıkma yasaklarına uymayan kişiler hakkında para cezası verildi,
idari para cezası. Şimdi bu idari para cezalarına ilişkin mevzuata baktığımız zaman eğer ki açıkça kanunda
idari yargıya gidileceği ifade edilmemişse Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda, ha bu yapılmadığı için biz adli
yargının görevli olduğunu görüyoruz. Bu bağlamda adli yargı karar vermiş, uyuşmazlık mahkemesinin
kararları da son kararları da bu yönde. Yani gerçekten adli yargının bu bağlamda böyle daha adil,
hakkaniyete uygun karar verebileceği noktasında çekincelerimiz vardı. Ama gerçekten güzel kararlara
da imza attı, onu da belirtmemiz lazım. Yani adli yargı yerlerinde özellikle bireyin temel hak ve
özgürlükleri bağlamında çok doğru, anayasadaki hükümleri, idare hukuku bilgilerini tahmin ederek bu
bağlamda güzel kararlar verdiğini görüyoruz. O halde bir idari para cezası karşımızda var ise bakacağız,
ilgili kanunda idari yargının görevli olduğuna yönelik bir açık yasal düzenleme var mı… Var ise tabii ki
idari yargı görevli, ama yok ise bu durumda bizim bu uyuşmazlığı götürüp adli yargıda denetletmemiz
gerekir. (Birisi soru soruyor, tam anlamadım: Bir savcının pandemi yasaklarını eleştirmesi hakkında

5
hukuki açısından değerlendirmesini yapmasını istiyor galiba. Hoca da olayı tam bilmediğini, ama
aşağılayıcı veya haddi aşan bir şeyler var ise duruma bakılması gerektiğini söylüyor.)

 Sosyal Sigorta ve çalışmalar: Burada da baktığınız zaman aslında SGK’da çok fazla idari işlem tesis ediyor
aslında bakarsanız yani kanunlardan doğan. Fakat, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanunu’muz var. Bu kanundan doğan uyuşmazlıklar adli yargıda çözümlenir denilmiş, yani kanuna açık
hüküm konulmuş. Artık bu durumda yapacak bir şey yok yani elimizde bir idari işlem de olsa yargısal
denetiminin adli(?) yargıda yapılması lazım. Toplu İş Sözleşmesi’nin 79.maddesi var, İş Mahkemeleri
Kanunu var. Yani bu kanunlardan doğan uygulamalar var ise adli yargıda uyuşmazlığın çözümlenmesi
gerekir.

 Esnaf ve sanatkârlar sicili ile ilgili uyuşmazlıklar: Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu’nda
hüküm var, bir de Türk Ticaret Kanunu’nda bu kanunlardan doğan bir uyuşmazlık söz konusu ise adli
yargıda çözümlenmesini bekliyoruz.

 Millî Müdafaa Mükellefiyeti Kanunu uygulamasından doğan uyuşmazlıklar; gördüğünüz gibi çok
düzenlememiz var yani idari yargının görev alanı dışında çıkan uyuşmazlıklar bağlamında.

 Borsalara karşı açılan davalar: Sermaye Piyasası Kanunu uyarınca borsalara karşı açılacak bir dava adli
yargıda çözümlenir denilmiş.

 İdarenin Taşıt Araçlarının Karıştığı Kazalardan Doğan İhtilaflar: Bu çok tartışılıyordu yani idarenin bir
taşıt aracı bir kazaya karışıyor ise işte orada kamu görevlisi yaralanmış olabilir, ölebilir veya karşı taraf
zarar görmüş olabilir. İşte bu durumda hangi yargı koluna gidilecek, uygulamada tartışmalı bir hükümdü
bu. Karayolları Trafik Kanunu’nda 110.maddede son yapılan değişiklikle, bu değişiklikte 2011 yılında
yapıldı. Şöyle diyor: “İşleteni veya sahibi devlet veya diğer kamu kuruluşu olan araçların sebebiyet
verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu kanundan doğan sorumluluk davaları adli yargıda görülür”. Yani
artık bu idarenin taşıt aracı bir zarara sebebiyet vermişse bu davanın bizim idari yargıda çözümlemesi
beklememiz gerekir; “zarar görenin kamu görevlisi olması bu fıkra hükmünün uygulanmasını
önlemez…” Yani zarar gören burada bir kamu görevlisi de olabilir, yaralanmış olabilir, vefat etmiş
olabilir. Yine adli yargıya gidilecek ve “hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da aynı
hüküm uygulanır” demiş yani trenle diyelim ki bir idarenin taşıt aracının kaza yapması durumunda,
çarpışması durumunda. Bütün bu uyuşmazlıklar işte idarenin personeli olup olmadığına bakılmaksızın
gördüğünüz gibi adli yargıya gönderilmiş usul ekonomisinin sağlanabilmesi açısından…

 Kamulaştırma işlemlerinden bazıları: Kamulaştırma Kanunu’nda bunun için hüküm var biliyorsunuz,
kamulaştırma işleminin kendisini biz idari yargıda iptal davası konusu ediyoruz işlemin hukuka aykırı
olduğu gerekçesiyle. Ama burada 24.maddeye göre idare kamulaştırmadan vazgeçerse, son zamanlarda
bu da oluyor anayasa mahkemesinin bireysel başvuru kararlarını takip ediniz; idare kamulaştırmadan
vazgeçiyor veya burada mal sahibi kamulaştırılan taşınmazı geri almak istiyor. Geri alma hakkının
doğduğu durumlarda yani bunlardan kaynaklanan bir uyuşmazlık varsa bizim bu uyuşmazlığı adli yargı
yerine götürmemiz gerekiyor.

 Gördüğünüz gibi pek çok kanunda aslında idari fonksiyona dahil faaliyetler, işlemler olmasına rağmen
adli yargının görevlendirildiğini görüyoruz. O halde önümüze gelen uyuşmazlığa bakacağız. Öncelikle
gerçekten idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlık mı yani kanunda acaba başka bir belirleme
yapılmış mı yapılmamış mı bunu öncelikle değerlendirmemiz gerekiyor.

6
2. İKTİSADİ KAMU KURUMLARININ ÖZEL HUKUKA TABİ
FAALİYETLERİ
 Bunu zaten söyledik, yani şöyle söyledik, hatırlayınız; KİT’lerin iç işleri işine yönelik almış olduğu kararlar,
yani üst düzey oradakilerin yapmış olduğu yönetimin atanması, kendi personelin özlük işleri… Bunlara
yönelik bir işlem varsa zaten idari yargının görev alanına girer. Fakat burada iktisadi kamu kurumlarının
özel hukuka tabi faaliyetlerinden söz edeceğiz. Yani bir KİT olarak karşımıza çıkan bankaların durumunu
düşünebiliriz: Ziraat Bankası, iç iş değişiminde idare hukuku kurallarına tabi. Ama baktığınız zaman
üçüncü kişilerle olan ilişkilerini yani müşterileriyle kurmuş olduğu ilişkilerinde işte kredi sözleşmesi
yapıyor, değil mi? Biz de mesela kredi veriyor, daha sonrasında çekmiş olduğunuz bu kredilerin ödemesi
yapılıyor… Yani bu tür durumlarda baktığımız zaman biz adli yargının görev alanına giren bir
uyuşmazlıktan söz ediyoruz. Yani bankayla müşteri(?) arasında kurulan o ilişki orada ortaya çıkan bir
uyuşmazlık, yani bu bir abonmanlık ilişkisi de olabilir, müşteri-banka ilişkisi de olabilir. Yani hangisinde
olursa olsun ortaya çıkan uyuşmazlık adli yargının görev alanına girer. Çünkü burada bu KİT özel hukuka
tabii bir şekilde faaliyet yürütüyor. Kârlılık ve verimlilik amacıyla ne yapıyor? Ticari alanda, ekonomik
alanda faaliyet yürütüyor. O yüzden bankaların, devlet banklarının bizlerle vatandaş ile kurmuş olduğu
hukuki ilişkiden doğan davaların biz adli yargının görev alanına girdiğini özellikle söylüyoruz.

 Mesela uyuşmazlık mahkemesi, KİT ile(?) hizmetten yararlananlar arasındaki abonman sözleşmesinden
kaynaklanan uyuşmazlık. Bakınız bir abonman sözleşmesi var, bu davaların KİT’lerde istihdam edilen
personel ile ilgili işlemden kaynaklanan davaların adli yargıda görüleceğini bahsetmiş. Yani gördüğünüz
gibi KİT’ler ekonomik alanda ticari esaslara göre faaliyet yürüttüğü için kârlılık ve verimlilik amacıyla,
özel hukuk kuralları işletiliyor bu alanda. Dolayısıyla özel hukuka tabii bir faaliyet yürüttüğü için bizlerle
olan ilişkilerinde, işte karşı tarafla olan ilişkilerinde, burada adli yargının görevli olduğunu söylememiz
gerekiyor.

3. KAMU GÖREVLİLERİNİN TAZMİNAT SORUMLULUĞU


 Bunu kısa geçeceğim çünkü sonra uzadı uzadıya zaten anlatacağız bunu. Buradan yasamızın 40.maddesi,
129.maddesi ve Devlet Memurları Kanunu’nun 13.maddesindeki hükmü birlikte değerlendirdi ise(?),
kamu görevlileri görevlerini ifa ederken üçüncü kişilere vermiş oldukları zarar nedeniyle dava idareye
karşı açılıyor bildiğimiz gibi ve burada tabii ki kişisel kusuru olan kamu görevlisine daha sonrasında idare
rücu ediyor. Yani öncelikle bu zararı telafi ediyor idare karşılıyor ve bunu rücu sonucunda da ne yapıyor?
Kişisel kusuru söz konusu olan kamu görevlilerine rücu davası açıyor, adli yargıda rücu davası açıyor.
Burayı kısa geçiyorum…

4. İDARENİN KİŞİLERE KARŞI AÇACAĞI DAVALAR


 İdare bir kişi aleyhine dava açacaksa yani biz idari yargıda kural olarak idarenin davalı makamında
olduğunu söylüyoruz, bu durumda idare davalı makamında yer aldığına göre birine dava açacağı zaman
da bu davayı adli yargıda açması gerekir.

5. İDARECE YAPILAN HAKSIZ ÖDEMELERİN GERİ ALINMASI


 Bazen oluyor ya; idareniz 10 sıfır atarak ödeme yapmış olabilir yani muhasebecilerimiz farkına varmaz,
beş bin yatıracağı yerde bir anda sıfırı fazla koyar elli bin yatırır. Fark edilmez bu şimdi, ne olacak? Haksız
bir ödeme yapılır idare tarafından. İşte bu haksız ödemenin geri alınması konusunda tabii ki kanunda
açık bir düzenleme olmadığı sürece idare bunu kendi kendisine yapamayacağından ne yapması lazım?
Dava açması lazım. İlgili vermiyorsa tabii ki, veriyorsa zaten sıkıntı yok. Vermediğini düşünelim; “hayır,
bu para benim hakkımdır yanlışlık yok” vesaire diyorsa idarenin yapacağı tek şey artık, dava açmak.

7
Dava açmayı nerede gerçekleştirecek? Adli yargıda gerçekleştirecek. Bu haksız ödemenin geri iadesi
için, bakınız burada bir örnek verilmiş: “Davacı Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanının hatalı yaptığı
intibak işleminin düzeltilmesi sonucu fazladan ödediği paranın tahsili talebinde Dr… adına açmış olduğu
istirdat davasının tetkiki Danıştay’ın görevi dışında bulunduğundan davanın görev yönünden reddine…”
yani burada idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlık yok. İdare yapmış olduğu fazla ödemenin
iadesini nerede talep edecek? İlgiliden adli yargıda talep edecek.

6. İDARENİN YARGI ALANINA İLİŞKİN İŞLEMLERİ


 Bu konu tartışmaları, bazen tartışılıyor. Açıkçası bazı fikirler, yani kitaptaki gibi düşünmüyorum onunla
ifade edeyim. Yani öncelikle konuyu biraz açalım; şimdi 129.maddede hatırlayınız geçen sene
memurların disiplin sorumluluğu sürecini anlatırken orada şunu söylemiştik: “Memur hakkında ceza
kovuşturması açılabilmesi için görevi nedeniyle işlenmiş olduğu iddia edilen bir suç iddiasıyla burada
yetkili merciinin iznine tabi olunduğu” nu söyledik, değil mi? Yetkili merciden izin alınması gerek. Şimdi
burada soruşturmayı yapıyor yetkili merci, soruşturma iznini veriyor veya vermiyor. Vermediği anda da
biliyorsunuz ki artık yargısal yola götürüp o memurun yani yargı süreçlerinden geçmesi mümkün
olmuyor. Şimdi bu durumda acaba bu soruşturma izni verilmesi veya vermeme kararı, soruşturma izni
verilmemesi kararına karşı idari yargıda iptal davası açılabilir mi? Hiç böyle idari yargıya gidip dava
konusu edildiğini duydunuz mu? Bu tartışılıyor yani soruşturma izni verilmesi kararı bir görüşülüyor ki
bu yargı alanına giren bir işlem. Dolayısıyla yargı alanına giren bir işlem olduğu için bunun denetlenmesi
mümkün olmasın yani olamaz deniliyor. Bir diğer görüş, benimde katıldığım bir görüş, soruşturma izni
verilmemesine yönelik karar baktığınız zaman tipik bir idari işlemdir ve yargısal denetimden geçmesi
gerekiyor. Yani gerçekten karşımızda tipik bir idari işlem ve bu idari işleminde idari yargı tarafından
denetlenmesi oldukça önemli. Burada çeşitli kararlar var, bunlar tartışılmış, ileride de bunu konuşuruz.

 Danıştay’ın kararlarına bakalım. Danıştay’ın kararlarına baktığımız zaman bu nitelikteki işlemlerin


soruşturma izni verilmesi veya verilmemesine yönelik kararların idari nitelikte sayılarak iptal davasının
kurulacağı yönünde kararları var. Yani gerçekten de iptal davasının konusunu oluşturabilir kanaatimizce.
Mesela şu konuda da sıkıntı yaşanıyordu, Danıştay’ın bir kararı; bir hâkim hakkında şikâyet sonucunda
Adalet Bakanı’nın soruşturma izni vermemesi işlemi. Şimdi avukatların ve hâkimlerin görevdeki suçları
nedeniyle soruşturulabilmesi Adalet Bakanı’nın iznine bağlı kanuna göre. Şimdi bir hâkim hakkında
şikâyet sonucunda Adalet Bakanı’ndan soruşturma izni isteniyor. Adalet Bakanı soruşturma iznini
vermiyor. Burada bunu Danıştay idari işlem olarak nitelendirmiş ve iptal davasının konusunu
oluşturacağını belirtmiş. Çok doğru bir şekilde, yani soruşturma izni vermiyorsunuz veya veriyorsunuz,
bu nedir? İdare tek yanlı idaresiyle kamu gücü kullanarak ilgilinin hukuk dünyasına sonuç doğuruyor
daha ne olsun değil mi? Tipik bir idari işlem var. O zaman bu idari işleminde yargısal denetiminin
gerçekleştirilmesi gerekir. Yani burada soruşturma izni verilmemiş ama gerçekten uygun bir şekilde mi
verilmemiş, bunun yargısal denetiminin yapılması lazım. İşte Danıştay buna olumlu bakmış. Burada
bahsedilmiş, Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin farklı kararları olabileceği yönünde ama ast olan,
kanaatimizce bu şekilde verilmiş olan kararlarında yargısal denetiminin gerçekleştirilmesi…

 …Bu notlardan kazanılan, kazanılacak olan tutarın bir kısmı hayır işi (SMA’lı bir bebek, zor durumda olan
bir aile vb) için kullanılacaktır…

8
6. Hafta (03.11.2021)
9. FİİLİ YOL UYGULAMASI SONUCU ÇIKAN UYUŞMAZLIKLAR
 Fiili yolda kalmıştık burada bir kez daha hatırlatmakta fayda var Kendi personeline, kendi iç işleyişine
yönelik olarak bir faaliyette bulunuyorsa bizim burada bu faaliyetlerden kaynaklanan uyuşmazlıklarla
ilgili olarak idari yargıya başvurmamız gerekiyordu fakat bunun dışında karşımızdaki idare eğer ki karlılık
esaslarına dayalı olarak faaliyet yürütüyor ve bu faaliyetin kamu hizmetinden yararlananlar veya üçüncü
kişiler bağlamında bir hukuki uyuşmazlık ortaya çıkıyorsa burada artık özel hukuk kurallarının
uygulanması gerekiyor. Adli yargıya başvurulması gerekiyor.

 Örneğin bir abonman sözleşmesini düşünelim idare ile kullanıcı arasındaki abonman sözleşmesinden
kaynaklanan uyuşmazlık veya oradaki tarifenin yatırılmaması, tarife zammı vs. gibi uyuşmazlıklardan
kaynaklanan davaların biz adli yargıda açılması gerektiğini söylüyoruz.

 Şimdi gelelim fiili yol uygulamasına: Fiili yol kavramı, Fransız hukukundan esinlenerek alınmış bir
kavram. Burada fiili yol dediğimizde idarenin temel hak ve özgürlüklere ve özellikle de mülkiyet hakkına
ağır, açık, çok haksız bir saldırısının bulunması halinde ortaya çıkan duruma biz fiili yol diyoruz. Demek
ki idare burada mülkiyet hakkına veya temel hak ve özgürlüklerinin bir tanesine çok ağır bir müdahaleyle
saldırıda bulunuyor, onu öyle bir çiğniyor ki hakikaten biz bu eylemin idareden kaynaklandığını
düşünemiyoruz. Çünkü diyoruz ki idare kamu hizmetlerini gerçekleştirmek için oluşturulmuş bir örgüt,
bir yapı böyle bir yapının temel hak ve özgürlüklere müdahalede bulunması veya mülkiyet hakkını
çiğnemesi elbette ki beklenemez.

 O halde bu eylem idareden kaynaklanıyor olsa bile idari eylem vasfını kaybetmiştir artık. Onu idari eylem
olarak değerlendiremeyiz burada idarenin bir haksız fiili vardır. Yani tıpkı özel hukuktaki haksız fiil
hükümlerini burada da uygulayıp, idarenin haksız fiilinden ötürü yargılanması gerekir diyoruz veya
idarenin ajanının, kamu görevlisinin. O halde burada bir fiili yol söz konusu olduğu için idarenin haksız
fiili söz konusu olduğu için bu tür davaların adli yargıda çözümlenmesi gerekmektedir. Bu tür
durumlarda biz idari yargı yerlerine başvurmuyoruz burada adli yargıya başvurulması gerekiyor. Çünkü
idarenin çok açık bir mülkiyet hakkına veya özel hak ve özgürlüklere saldırısı bulunuyor.

 Bakınız burada örnek verilmiş, kamulaştırma işlemini hiç idareye gerek duymaksızın yani o prosedürü
baştan sona kamulaştırma kanunundaki prosedürü işletmeksizin doğrudan kişinin taşınmazının yola
katılması. Ne yapıyorsunuz idare olarak? Aslında uygulamanız gereken prosedürü uygulamayarak
burada vatandaşın mülkiyetindeki taşınmazına el atıyorsunuz. İşte burada artık idare, mülkiyet hakkında
ağır, açık bir saldırıda bulunuyor biz buna fiili yol diyoruz. Ve haksız fiildir haksız fiile ilişkin uyuşmazlıklar
da adli yargı yerlerine görülmektedir.

 Burada özellikle fiili yol durumunun idarenin taşınmaza haksız el atması durumlarında ortaya çıktığını
söylüyoruz. Zaten burada da müdahalenin meni davası açılıyor ve müdahalenin meni davası adli yargıda
yüksek mahkeme olarak Yargıtay'ın önüne kadar da gidiyor. Çünkü artık burada idareden kaynaklanan
bir eylem olduğunu kabul edemeyeceğimiz nitelikte mülkiyet hakkını açık bir saldırı var. Sadece bu konu
değil diğer temel hak ve özgürlüklere de aşırı derecede el atıp saldırıda bulunmuş olabilir idare. Örneğin,
işkence: İşkence de gözaltında tutulan bir sanığa işkence edilmesi hakikaten idare ile
bağdaştırabileceğimiz, idari eylem niteliği olduğunu kabul edebileceğimiz bir eylem değil. İnsanlık dışı
bir eylem olduğu için burada artık idare ortadan kalkıyor ve haksız fiil hükümlerine göre adli yargıda
yargılamanın yapılması gerekiyor. Yargıtay kararı var burada: “Belediyenin yol yapımı çalışması sırasında

1
özel hukuk kişisinin taşınmazına molozla toprak dökmesi yani hiçbir şekilde herhangi bir izin
alınmaksızın, herhangi bir başvuru yapılmaksızın..” Doğrudan idare geliyor özel kişinin taşınmasına
moloz döküyor işte bir hukuk devletinde bizim idareden beklediğimiz bir tavır bir davranış bir uygulama
değil bu. Fakat böyle bir durum söz konusu olduğunda bunun fiili yol niteliğinde olduğunu kabul ediyor
ve davanın adli yargıda açılması gerektiğini söylüyor yani burada artık bizim hizmet kusuru olarak kabul
edebileceğimiz bir eylem bir davranış söz konusu değil. Gerçekten de idare burada hakikaten çok ciddi,
önemli bir saldırıda bulunuyor temel hak ve özgürlüklerde, mülkiyet hakkında yani burada eylemin
idarilik vasfı ortadan kalkmış oluyor. Çünkü biliyoruz ki bir hukuk devletinde idarenin böyle bir tavır ve
davranış içerisine girmesi mümkün değildir. Hizmeti işletirsiniz, hizmeti işletmeniz sırasında usulü bir
davranışız olur, ihmaliniz olur, kusurlu bir davranışınız olur, tedbirsizliğiniz olur. Evet böyle bir durumda
hizmet kusurunun varlığından söz edebiliriz ama burada idarenin hiçbir şekilde gerçekleştirmemesi
gereken idare ile bağdaştıramayacağımız nitelikte çok açık ağır bir saldırı var o yüzden bunun idarilik
vasfı olduğunu kabul etmiyoruz. Bu durumda da bu eylem, fiili yol niteliğinde kabul edilmiştir kararı da
zaten buradan okursunuz.

10. İDARENİN TAŞIT ARAÇLARININ SEBEP OLDUĞU


KAZALARDAN DOĞAN DAVALAR
 İdarenin taşıt araçlarının sebep olduğu kazalardan doğan davalar: Şimdi 2011 yılında bir değişikliğe
gidildi Karayolları Trafik kanununda aslında burada özellikle uyuşmazlık mahkemesinin önünü açmak,
bu itilaflar acaba adli yargı mı görülecek idari yargıda mı görülecek ihtilafının önüne geçmek için
kanunda değişikliğe gidildi. Şöyle deniliyor: “İşleteni veya sahibi devlet ve diğer kamu tüzel kişileri olan
araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanlar dahil bu kanundan doğan sorumluluk davaları adli
yargıda görülür.” Yani örneğin bir kaza oldu burada idarenin aracı olması veya özel kişinin aracı olması
arasında herhangi bir fark yok idarenin taşıt aracı zarara sebebiyet vermişse burada artık biz kamu
görevlisinin zarar görmesi halinde de bu hükmü uygulayacağız yani diyeceğiz ki dava adli yargıda
çözümlenir, açılacak olan tam yargı davası var ise bunun da adli yargıda açılması gerekir.

 O halde devletin veya diğer kamu kurum ve kuruluşlarının sahip olmuş oldukları motorlu taşıtların sebep
oldukları kazalardan doğan davaların adli yargıda çözümlenmesi gerekiyor. Çünkü bununla ilgili kanun
hükmü var. Özellikle bu bağlamda tüm uyuşmazlıkların adli yargının önüne gidilmesi biraz usul
ekonomisi bağlamında getirilmiş bir hüküm. Burada kamu görevlisi bir zarar görüyor olsa dahi idarenin
taşıt aracının sebep olduğu kazada bu hükmü uygulayacağız. Yani yine adli yargıda bu uyuşmazlık
çözülecek. Şimdi doktrinde denilmiş yol kusuruna yani biliyorsunuz ki karayollarının bakımı, onarımı,
gözetimi, can ve mal güvenliğinin sağlanması idarenin asli görevlerinden bir tanesi dolayısı ile idare bu
görevlerini yeterince gerçekleştirmemişse, yani yolda bir kusur varsa mesela idare bir çukur açmış,
kapatmamış veya idare yol çalışması yapmış, ama gerekli tedbirleri almadıkları için kaza olmuş. Su
birikintisi olmuş idare bunun için önemini almamış boşaltmamış, tahliyesini gerçekleştirmemiş ilgili
geliyor orada kaza oluyor işte böyle durumlarda da acaba adli yargıya gitmek zorunda mıyız? Yani tipik
burada idarenin hizmet kusuru var değil mi gereken önlemleri almadığı için, ihmali davranışta
bulunduğu için, dikkat ve özeni göstermediği için, can ve mal güvenliğini koruyamadığı için bu tür
durumlarda idari yargıya gitmek gerekir düşüncesi var yani topyekün biz bu davaları adli yargıya
götürüyoruz bunu da idare hukukçusu olarak kabul etmiyoruz doktrinde bu konu eleştiriliyor gerçekten
yoldan kaynaklı bir zarar meydana gelmişse idarenin burada hizmet kusuru varsa idareyi sorumluluktan
bu şekilde kurtaramayız. Yani adli yargının önüne gidecek şekilde bir bakış olmaması gerekir. Tabii
uyuşmazlık mahkemesi de bizim bu düşüncemizi destekleyen kararlar vermiştir gerçekten yoldan
kaynaklı bir hizmet kusuru varsa burada idare, sorumlu olduğu bu zararı karşılamak zorundadır.

2
 İdari yargıya gidip tam yargı davası açabiliriz şeklinde fakat son 2011 değişikliği ile birlikte artık 2011
yılında karayolları trafik kanunu 110.maddesinde yapılan bu değişiklikle birlikte bu tür davaların da adli
yargıda görüleceği şeklinde içtihat oluşmuştur. Topyekün o zaman adli yargıya gidiliyor bunu
eleştiriyoruz tekrar söyleyeyim. Gerçekten yoldan kaynaklı yani idarenin faaliyetine, gerekli özeni,
disiplini, tedbiri almaksızın yolda bir kaza meydana gelirse işte bu tür durumlarda idarenin sorumluluğu
yoluyla idari yargıya gidilmesi gerekir.

 Mesela örnek verelim su birikintisinden kaynaklanan zarar çok karşımıza çıkıyor değil mi su birikmiş
yağmur yağıyor hemen su birikintisi durumu ile karşılaşıyoruz veya aracın yol çalışmasına ait kum yoluna
çarpması neticesinde ortaya çıkan zarar yani burada normalde idarenin gerekli önlemleri alması
gerekirdi, tedbirleri alıp kum yolu olduğunu oradan geçen vatandaşın, ilgili sürücünün takip ediliyor
olması gerekirdi veya yolun üzerinde kalan kullanılmayan eski revüje çarpılması sonucu ortaya çıkan
zarar bütün bu zararların hepsinde de aracın uğradığı zararı ödeyen sigorta şirketlerinin idareye karşı
açacağı davanın adli yargıda görüleceğine karar vermiş. Aslında bu davalar doğrudan idari yargıda
açılabilecek davalar yani sigortacı ödeneği yaptıktan sonra rücuyu idareye karşı idari yargıda yapması
gerekirken kanundaki hükümden dolayı adli yargıya başvurmamız gerekiyor. Maalesef kanundaki
hüküm bu yönde.

11. TRAFİK İDARİ PARA CEZALARI


 Trafik para cezaları: Burada da Karayolları Trafik Kanunu yine idari para cezaları öngörmüş ve burada
da hangi yargı düzeninde görüleceğine yönelik yani bu para cezalarına karşı bir başvuru yapılacaksa
nereye yapılacağına yönelik bir hüküm yok. Uyuşmazlık mahkemesi de burada trafik idare para
cezalarının yargısal denetiminin adli yargıda yapılması gerektiğine yönelik kararlar vermiş. Örneğin
burada belirtildiği gibi trafik düzenine aykırı davranılması, araçtaki teknik şartlara ilişkin hükümlerde
ihlal, alkollü, uyuşturucu madde bulundurarak araç kullanılması vs. şeklinde bir durum varsa bundan
kaynaklanan bir ceza verilecekse, yani bir idari para cezası adli yargıya gidilmesi gerekiyor.

12. İDARENİN ÖZEL HUKUK EYLEMLERİNDEN DOĞAN


DAVALAR
 İdarenin özel hukuk eylemlerinden doğan davalar: Aslında bunu hep söylüyoruz idare bazen öyle
faaliyetlerde bulunuyor ki idari nitelikte kabul etmiyoruz biz bu faaliyetleri. Özel hukuk alanına giren
faaliyetler de gerçekleştiriyor idare, burada taraflar arasında eşitlik söz konusu oluyor ve tarafların
uzlaşısı ile gerçekleştirmiş genellikle sözleşmeler olduğunu görüyoruz bunun. Burada bizim aslında
taraflar arasında eşitlik olup olmadığını ve idarenin kamu gücü kullanıp kullanmadığı noktasına bir
değerlendirme yapmamız gerekiyor.

 Baktığımız zaman idare bir taşınmazını kiraya veriyorsa, satımını gerçekleştiriyorsa veya bir ihtiyacı için
örneğin kırtasiye ürünü için bir ihaleye çıkıyorsa vs. durumlarda veya haksız fiil durumlarında az önce
ifade ettiğimiz gibi zaten özel hukuk kuralları uygulanacağı için bu tür durumlarda da idari yargıya
gidilmesi gerekiyor. Mesela burada bir örnek: “Belediyeye ait taşınmaz üzerinde belediyeye gelir
sağlamak üzere yapılan inşaatın temelindeki suyun şehir şebekesine bağlanması sırasında bir şahsın
evinde kullandığı suyun kesilmesi..” ile ilgili uyuşmazlıktan örnek verilmiş. Burada baktığımız zaman
zaten biz bu uyuşmazlığın eğer ki kamu gücü kullanılarak, kamusal güç ve ayrıcalıklardan yararlanarak,
idarenin tek yanlı iradesiyle gerçekleştirilmiş bir işlem veya eylemse idari yargının görev alanına girdiğini
söylüyoruz.

3
III.İDARİ UYUŞMAZLIKLARIN ÇÖZÜMÜNDE YARGI
DIŞI YÖNTEMLER
 İdari uyuşmazlıkların çözümünde yargı dışı yöntemler: Biz idarenin denetlenmesinin, özellikle hukuki
denetim bağlamında en güçlü denetimin her zaman yargısal denetim olduğunu söylüyoruz. Dersimiz
bağlamında da bunu hep ifade edeceğiz yani idari yargının gerçekleştirmiş olduğu denetim gerek iptal
davaları gerek tam yargı davası yoluyla gerçekleştirilen denetim gerçekten idarenin en önemli denetim
aracı. Fakat artık Sadece bu denetim aracıyla yetinebilmemiz, yargıya başvurmanız yeterli değil.
Özellikle uyuşmazlıkların bu kadar çeşitlendiği ve yenilendiği, güncellendiği bir ortamda bizim artık bu
kadar davadan bir nebze olsun kurtulabilmemiz için yani bunları hafifletebilmemiz için yargının iş
yükünü hafifletebilmemiz için alternatif çözüm yöntemlerine ihtiyacımız var. Bunlar uyuşmazlıkların
daha kısa zamanda çözülmesine yardımcı oluyor, yargının iş yükünü hafifletiyor ve burada aynı zamanda
hem zamandan tasarruf edilmiş oluyor hem emekten tasarruf edilmiş oluyor hem de yargı önüne çıkıp
tarafların yıpranmasının önüne geçilmiş oluyor. Çünkü bildiğiniz gibi yargı süreci aleni bir süreç. Aleni
süreç olduğu için herkes tarafından bu yargılamanın konusu bilinebiliyor fakat özellikle alternatif
uyuşmazlık yöntemlerinde genellikle gizlilik ilkesi geçerli olduğu için tarafların itibarı, ticari sırları, veya
konuşulmasını istemediği mesleki sırları tüm bunların hepsi taraflar arasında gizli kalabiliyor.

 Şimdi burada not edilmiş 2012 yılında ülkemizde hukuk uyuşmazlıklarında arabuluculuk kanunu
yürürlüğe girdi bazı uyuşmazlıklar bağlamında dava şartı olarak kabul ediliyor. Yani öncelikle
arabuluculuğa başvurun oradan çıkan sonuca göre eğer anlaşma sağlanamazsa anlaşma tutanağı
tutuluyor sonrasında yargı süreci başlıyor fakat hukuk uyuşmazlıkları öngörüldüğü için yani özel hukuk
uyuşmazlıklarında söz konusu olduğu için geçerli olduğu için bu kanun, elimizde idarenin bir özel hukuk
uyuşmazlığı varsa, ne olabilir bunlar? Örneğin idarenin iş sözleşmesi uyarınca çalışan, idari görev yapan
işçiler. İşte onların özlük haklarına yönelik düzenlemeler olabilir, işçilik alacakları, kıdem tazminatı, iptal
tazminatı, yol alacağı, yemek parası vs. gibi bir durum varsa geçerli olabilir. Fakat idare, idare
hukukundan kaynaklanan kamusal güç, yetkilerini kullanmışsa, kamu gücünü kullanarak bir işlem tesis
etmişse veya bir faaliyet gerçekleştirmişse artık burada biz arabuluculuk yolunun geçerli olmadığını
söylüyoruz. Tamamen özel hukuk uyuşmazlıkları için öngörülmüş bir yargı dışı uyuşmazlık çözüm
yöntemidir arabuluculuk. O halde idarenin sadece özel hukuk uyuşmazlıkları bağlamında bunu
yapıyoruz ama idarenin taraf olduğu idari uyuşmazlıklarda arabuluculuk geçerli değil.

A. TAHKİM USULÜ
 Tahkim usulü: Tahkim usulü aslında ülkemizde tartışılan bir usul olagelmiştir. Kabul edilme süreci zor
bir süreç olmuştur. Özellikle imtiyaz sözleşmeleri babında baktığımız zaman burada Danıştay, Anayasa
Mahkemesi'nin çok ciddi direnci var yani tahkim usulünün tahkim yolunun açılmasına yönelik olarak
ama anayasa değişikliğiyle artık son raddede bu usul kabul edilmiş. Burada şunu söyleyelim
anayasamızda yapılan değişiklikle birlikte 1999 tarihinde 4446 sayılı kanunla anayasada değişikliğe
gidiliyor ve şöyle deniliyor anayasanın 47. maddesinde: “Devlet kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer
kamu tüzel kişileri tarafından yürütülen yatırım ve hizmetlerden -yani kamu hizmetleri tabii ki yatırım
ve hizmetleri dediğimiz- bazılarının özel hukuk hükümlerine göre gördürülmesi imkanı anayasal olarak
sağlanmıştır. Yani 47. maddeye baktığımız zaman biz kanunla hangi sözleşmelerin, hangi yatırım ve
hizmetlerin özel hukuk hükümlerine göre gördürüleceğini hüküm altına alındığını görüyoruz. Yani artık
anayasada yapılan değişiklikle birlikte iptal edilemeyecek şekilde bir hüküm kurulmuş oldu özel hukuk
sözleşmelerinin yolu açılmış oldu.

4
 Zaten yabancı yatırımcı arkadaşlar bir özel hukuk sözleşmesi ile mi karşı karşıya kalmak ister idari
sözleşme ile mi karşı karşıya kalmak ister? Özel hukuk sözleşmesi ile değil mi yani tarafların eşit olduğu
birbirlerinin üzerinde baskı kurabileceği aslında şartları özgürce belirleyebileceği bir özel hukuk
sözleşmesi kurmak ister.

 1999 anayasa değişikliğinden önce Danıştay'ın önüne gelen uyuşmazlıklarda baktığımız zaman Danıştay
bu sözleşmenin adı ne olursa olsun adına bakmaksızın niteliğini değerlendirerek idari sözleşme
olduğuna karar verirdi. Dolayısıyla bir kamu hizmeti imtiyaz sözleşmesi deniliyorsa örneğin bu Danıştay
incelemesinden geçmek zorunda bildiğiniz gibi. Anayasamıza göre bu artık yatırımcılar açısından tercih
edilen bir durum değildi. Yani hem Danıştayın incelemesinden geçeceksiniz hem karşınızda bir imtiyaz
sözleşmesi olacak e bir özel hukuk sözleşmesi değil bu kadar yatırım yapıyorsunuz. Bir de ne ile
karşılaşıyorsunuz? O ülkenin iç hukuktaki yargılaması ile karşı karşıyasınız yani sizi oradaki yargı
makamları yargılıyor. Şimdi şunu da düşünüyor yatırımcı diyor ki: “Oradaki iç hukuktaki yargı makamı
beni yargıladığında elbette ki devleti'nin bütünlüğünü veya ülkesindeki ekonomik siyasi konjektürü de
değerlendirilecek dolayısıyla bu da benim için bir handikap o yüzden özel hukuk sözleşmelerinin önü
açılsın.” Bu anayasa değişikliği ile birlikte artık 47. maddesindeki değişiklikle birlikte bunun önü açıldı ve
Danıştay'ın inceleme yetkisi Kamu hizmeti imtiyaz sözleşmeleri ile ilgili olarak düşüncesini bildirme
şekline dönüştürüldü, yumuşatıldı yani düşünce bildirme şekline dönüştürüldü.

 Bu bağlamda tahkimin de önü açılmış oldu. Anayasamızın 125. maddesinde hüküm var buna ilişkin kamu
hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinde bunlardan doğan uyuşmazlıkların milli veya
milletlerarası tahkim yoluyla çözülmesi öngörülebilir.” Yani imtiyaz sözleşmesi yapıldığında bir tahkim
şartı öngörülebilir veya milletlerarası tahkime ancak yabancılık konusunu taşıyan uyuşmazlıklar için
gidilebilir. Bu durumda gördüğünüz gibi ulusal anlamda tahkim veya uluslararası tahkimin önü açılmış
oldu. Anayasamızın 125. maddesindeki hüküm gereği kamu hizmeti imtiyaz sözleşmelerinde artık
tahkime gidilebilir.

 Tahkim usulü: Bir kere tahkim usulü uygulandığı zaman elbette ki bir hakem heyetine gidiyor, bu hakem
heyetinin vermiş olduğu bir karar da tahkim şartı olmayan sözleşmelerde son sözü Danıştay'ın
söylediğini görüyoruz. Eğer sözleşmenin tahkim şartı öngörülmüşse hakem heyetine başvuru olduğu
için burada son sözü Yargıtay söyleyecektir. Tahkimden anladığımız ne? Bir kere tahkim burada
tarafların ortak iradesiyle ortak anlaşmasıyla alanında uzman yani özellikle bu konuda uzmanlaşmış bir
hakem heyetine gidilerek uyuşmazlığın çözülmesinin sağlanmasıdır. Burada gördüğünüz gibi bir
yargılama yapan yüksek mahkemeye başvuru şeklinde bir usul söz konusu değil taraflar kendileri bir
hakem heyeti belirliyor. Kendi iradeleri ile ortak iradeleriyle bu durumda da bu hakem heyetine
uyuşmazlığın çözümünü bırakabiliyorlar.

 Aslında yargısal uyuşmazlığı, bu uyuşmazlığı çözümleme yetkisini, siz devletin egemenlik yetkisini
kullanan yargılama makamlarından alıyorsunuz burada hakeme bırakıyorsunuz yani tahkim usulünü
öngörüyorsunuz. Tabii bu kesinlikle özel hukuk işleri bağlamında baktığımız zaman çok olumlu onların
tercih edebileceği bir usul çok daha kısa sürede çok verimli bir şekilde görüşme gerçekleştirerek özellikle
de kazan-kazan prensibi üzerinden uyuşmazlığın çözümlenmesi yoluna gidebiliyorsunuz.

1. TAHKİM USULÜNE BAŞVURMANIN NEDENLERİ


 Neden gidiliyor? Dediğimiz gibi çabukluk, hızlılık önemli yani mahkemelerin iş yükünü biliyoruz
arkadaşlar bir de yargılama usulleri uygulanıyor mahkemelerde bildiğiniz üzere yani tebligat usulleri,
daha sonrasında adli takip uygulaması uyuşmaların zaten uzunca aralıklarla veriliyor olması yani şu an
itibarı ile bir uyuşmazlığı en iyi ihtimalle bir buçuk iki yılda tamamlanması ilk derece mahkemesinden

5
çıkması gibi bir durum söz konusu. Siz burada bu tahkim usulü ile birlikte hakemlere giderek uyuşmazlığı
kısa sürede çözme sonucuna ulaşıyorsunuz

I) UZMANLIK
Tahkimin tercih edilme nedenlerinden biri de alanında uzman bilirkişilere başvuruluyor olması yani
hakemler bu konuda uzman oldukları için ortaya çıkacak olan çözümün de daha nitelikli bir çözüm olacağı
düşünülüyor.

II) GİZLİLİK
Üstelik dediğimiz gibi burada ticari sırlarınız, itibarınız veya konuşulmasını istemediğiniz, bilinmesini
istemediğiniz noktalar ile ilgili olarak da gizli kalınıyor. Dolayısıyla bu gizlilik ilkesi de taraflara cazip geliyor.
Yargılama aleni bir süreç olduğu için bu sürece takılmak istemiyorlar.

III) TARAFLARA SAĞLANAN İMKANLAR


 Duruşma yer ve zamanının tarafların iradesine göre belirlenmesi, yani burada tamamen tarafların
iradesinin söz konusu olması cazip geliyor. Tabii milli mahkemenin önüne çıkmak istemiyorlar dediğimiz
gibi özellikle uluslararası yatırımcılar uluslararası tahkimin uygulandığı uyuşmazlıklarda. Çünkü oradaki
hakimlerin ülkesindeki sosyal, siyasal, ekonomik koşullardan, şartlardan etkilenebileceği ve buna
yönelik bir karar verebileceğini endişesi var. Ama yabancılar artık burada diyorlar ki mahkemeye
gidiyoruz tarafsız bağımsız bir şekilde belirlediğimiz hakemimiz bizim burada uyuşmazlığımızı çözüyor.
Yani yabancı yatırımcıların mahkemelere olan güvensizliği bu şekilde aşılmış oluyor.

2. İDARİ SÖZLEŞMELERDE TAHKİM


 İdari sözleşmelerde tahkim: Kısaca şunu söyleyelim bir kere tahkim dediğimiz usul özellikle özel hukuk
uyuşmazlıklarının çözüm yolu olarak karşımıza çıkıyor yani gerçekten özel hukuk uyuşmazlıkları
uygulandığında dosya götürebiliyor ama biliyorsunuz artık Anayasamızın 125. maddesine göre imtiyaz
sözleşmeleri ile ilgili olarak tahkim'in önü açıldı. Peki bunu dışındaki diğer sözleşmelere ilişkin bir durum
var mı yapılabilir mi?

 Bu konu ile ilgili olarak biz baktığımızda şu an için imtiyaz sözleşmesi dışında terkim usulünün
uygulanmış olduğu bir idari sözleşmenin olmadığını görüyoruz şu an itibariyle sadece Kamu hizmeti
imtiyaz sözleşmelerine takim şartı konulabilir konuluyor …(?) şeklinde ama onun dışında diğer
sözleşmeler açısından tahkim yasağı devam ediyor. Çünkü baktığınız zaman tahkim usulünde tarafların
iradesinin serbest olması lazım yani irade serbestisinin geçerli olduğu bir alanda tahkim usulünü
gerçekten rahat bir şekilde uygulayabiliriz. Özellikle yargıda şu yöntemleri rahatlıkla uygulayabiliriz.
Ama gerçekten idare hukukunda bunu gerçekleştirebilmemiz zor mümkün değil.

B. SULH USULÜ
 Sulh Usulü: Aslında bu anlatıldı mı bilmiyorum ama Medeni Usul dersinde anlatılacaktır daha net
göreceksiniz. Bu da alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinden birisi. Ama özellikle özel hukuk
uyuşmazlıklarının çözümlenmesinde çok verimli bir fayda sağlıyor. Sulh usulünde taraflar karşılıklı
olarak fedakarlık yapıyorlar. Yani biliyorsunuz yargılama sürecinde sonuç olarak haklı olana haklı
deniliyor onun teslimi sağlanıyor fakat alternatif uyuşmazlık çözümlerinde bu durum böyle değil örneğin
sulh usulünde bir taraf fedakarlık yapıyorsa diğer taraf da fedakarlık yapar orta bir yol bulmaya
çalışılıyor. Hak temelli bir yaklaşımdansa menfaat temelli bir yaklaşımın ön planda tutulduğunu
görüyoruz. Çünkü yargılama süreci Kazan-Kaybet esasına dayalı yani yargılama sonucunda bir taraf
kazanacak diğer taraf kaybedecek bu prensip var.

6
 Ama alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinde böyle değil her iki taraf da örneğin bir taraf alacağında
indirim yapacak diğer taraf ödemeyi gerçekleştirecek belki biraz taksit imkanı sağlanacak. O da tabii
tarafların menfaatlerini bozmayacak şekilde her iki tarafı dengede tutup koruyacak şekilde ortak bir
formül bulunacak sistem bunun üzerine işliyor. Tabii ki özel hukuk uyuşmazlıklarında ciddi bir faydası
var yani yargılama sürecine gitmeden sulh oluyorsunuz uyuşmazlık kapanıyor. Davalar devam ederken
de sulh olabilirsiniz bir özel hukuk uyuşmazlığında HMK’da buna ilişkin hüküm de var 313. maddede:
“Sulh, görülmekte olan bir davada, tarafların aralarındaki uyuşmazlığı kısmen veya tamamen sona
erdirmek amacıyla, mahkeme huzurunda yapmış oldukları bir sözleşmedir.”

 Bakın burada mahkeme önündeki sulh düzenlenmiş. Ön inceleme aşamasında size eğer ki ilk ön
inceleme aşamasına çıktığınız zaman varsa taraflara yoksa vekillerine sulh olunup olunamayacağını
sorar. Yani deli değerlendirmesinde davanın esasına geçmeden önce ilk etapta sulhü değerlendirmeye
çalışıyor hakim de bunu yapıyor arkadaşlar. Fakat sulh olunamıyorsa ki genelde bizim avukat
meslektaşlarımız sulh olmasından yana olmazlar her iki tarafın vekil olarak sulh olmuyoruz derler. Çünkü
oradan gelecek bir vekalet ücreti var yargılama sonucunda kazanılacak elde edilecek bunun için sulh
olunmaz olunacak durumlar varsa da olunmaz. O yargını o şekilde delil değerlendirmesi vs. esasa
geçilerek devam edilir.

 Ama burada hakimin sulhe teşvik etmesi önemli ama şunu da diyebilirsiniz yargılama aşamasına geçmiş
bir dosya bu aşamaya gelmiş artık bu saatten sonra sulh olunur mu? Zor bir ihtimal olarak görünüyor
diyebilirsiniz ama olamaz mı olabilir. Hakimin sulhe teşviği burada önemsemiş ve HMK’da bir hüküm
olarak konulmuş. İdarenin taraf olduğu uyuşmazlıklarda sulh olunabilir mi? Şimdi özel hukuk
uyuşmazlıklarında sulh olunabilir dedik gerçekten tarafların iradesi orada egemen o yüzden söz konusu
olabiliyor. İdarenin taraf olduğu uyuşmazlıklar bağlamında baktığınız zaman 2011 yılında yürürlüğe
giren 659 sayılı genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ve özel bütçeli idarelerde hukuk hizmetlerinin
yürütülmesine ilişkin kanun hükmünde kararnamemiz var 659 sayılı KHK bizim için önemlidir idare
hukuku bağlamında. Burada sulhe ilişkin hükümler sevk ediliyor idarenin özel hukuk uyuşmazlıklarında
sulh, idari uyuşmazlıklarda sulh bu konular düzenlenmiş.

1. İDARENİN TARAF OLDUĞU UYUŞMAZLIKLARDA SULH


USULÜ
 Şimdi sadece idarenin taraf olduğu idari uyuşmazlıklardan söz edelim burada 659 sayılı KHK'nın 12.
maddesine göre idari işlemler dolayısıyla haklarının ihlal edildiğini iddia edenler idareye başvurarak
uğramış olduğu zararların sulh yoluyla giderilmesini dava açma süresi içerisinde isteyebilirler mi? Yani
önümüzde bir idari işlem var bu işlemden dolayı bir zarara uğradık hakkımızın ihlal edildiğini
düşünüyoruz ve bu durumda idareye dava açmadan önce sulh yoluna başvurabilir miyiz dava açmadan
önceki aşamada? Karşımızdaki idari eylemden kaynaklanan bir hak ihlali de olabilir bu durumda da biz
anlatacağız bunu idari merci tecavüzünde idareye dava açmadan önce İYUK 13. maddesine göre idareye
başvurmak zorundayız. Yani bizim İYUK 13 kapsamında idareye yapmış olduğumuz başvuru sulh
başvurusu olarak kabul edilmektedir ve bu madde çerçevesinde incelenmektedir.

 İYUK 13: “1-İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı
bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden
itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu
isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren
veya istek hakkında otuz gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava
süresi içinde dava açılabilir.

7
 2-Görevli olmayan adli yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde
sonradan idari yargı mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı
aranmaz.” Yani idarenin bir eyleminden ötürü burada bir zarara uğramışsak burada bir hak ihlali
gerçekleşmişse bizim yargılama sürecine gitmeden önce bu eylemi yazılı bir şekilde öğrendiğimiz veya
başka şekilde öğrendiğimiz tarihten itibaren bir yıl içerisinde ilgili idareye başvuruyor olmamız gerekir.
Bu zorunlu bir başvuru. Zorunlu başvuruyu gerçekleştirmek zorundayız. Neden İdari yargılama Usul
Kanunu 13. maddesi böyle bir hüküm sevk etmiş? İşte yargılama aşamasından önce acaba sulh olunabilir
mi yani idareden kaynaklı gerçekten ortaya çıkmış bir zarar varsa bu zarar telafi edilebilir mi yargılama
sürecine geçmeden bu uyuşmazlık çözülebilir mi idare ve vatandaş burada sulh olabilir mi? Şeklinde bir
anlayış burada söz konusu. 1 yıl içerisinde her halükarda 5 yıl içerisinde idareye başvuruda bulunulması
gerekecek. Örneğin ben şu an burada ders veriyorum bir idare eylem gerçekleştiriyorum. Fakat benim
Adana'daki yazlığıma belediye yol yapım çalışması gerçekleştirirken girmiş bahçenin içerisine benim
muz ağaçlarımı veya ceviz ağaçlarımı söktü. Ağaçlardan artık hayır gelmiyor bu şekilde zarara uğramış
oldum bahçe duvarım yıkıldı. Ben bu edimi nasıl öğrendim? Bir komşum beni aradı dedi ki böyle böyle
belediye çalışırken senin evinin şu bölümüne zarar verildi ortaya maddi bir zararın çıktı. Böyle bir
durumda ben yazılı bildirimle mi öğrendim bu durumu? Hayır genelde yazılı bildirimle öğrenme durumu
zor gerçekleşir uygulamada çok karşımıza çıkmaz. Olabilir kanun koyucu bunu da düzenlemiş tabii ki
ama nasıl öğrendik başka suretle öğrendik bana gelen telefonla. Şimdi bu durumda benim öğrendiğim
tarihten itibaren bugün 3 Kasım. 3 Kasımdan itibaren 1 yıl içerisinde ilgili idareye oradaki belediyeye
başvurarak tazmin edilmesini istemem gerekmekte.

 Doğrudan dava yoluna başvuramıyorum gördüğünüz gibi öncelikle burada sulh usulü işleteceğim ondan
sonra olumlu cevap alamazsam yani idare benim talebimi kısmen reddedebilir, tamamen reddedebilir,
hayır bizden kaynaklı bir zarar oluşmadı vs. gibi gerekçeler ileri sürebilir. Bunun tebliğinden itibaren
veya 30 gün içerisinde bize bir cevap vermezse idare sürekli beklemek zorunda değiliz burada zımni ret
oluşuyor. Yani talebimizin reddedildiği anlamına geliyor bu durum. Ondan sonraki süreçte artık dava
açma süresi içerisinde dava açma hakkımızı kullanacağız işte İYUK 13.maddesinde öngörülen hüküm
sulhü düzenliyor. Peki diyeceksiniz ki hocam uygulamada bunun faydası var mı bu hüküm gerçekten
amacına hizmet ediyor mu vatandaş ve idare sulh olabiliyor mu? Maalesef hayır çünkü burada idare
adına komisyonda görev alan görevliler yeterli güvencelerle donatılmadığı için idare adına bir karar alıp
orada harcama yetkilisi olarak bir tasarrufta bulunmak istemiyorlar. Ne istiyorlar? Kendilerini güvence
altına alabilmek için mahkemeye gidip mahkeme süreci işlesin davayı kazanın kazandıktan sonra zaten
bizim bütçemizde bununla ilgili olarak mahkeme kararına yönelik bir ödeneğimiz var oradan
karşılayalım deniliyor. Son yargı paketini takip ediyoruz özellikle bu konuya ilişkin değişikliğe gidileceği
söyleniyor yani özellikle idare komisyonunda yer alan görevlilerin elinin güçlendirilmesi anlaşma yoluna
gidebilmesi bağlamında.

 Hakikaten bu yapılabilirse yargı sürecine gitmeden Biz pek çok uyuşmazlıkların çözülebileceğini
düşünüyoruz yani çok fazla uyuşmazlık günümüzde idari yargının önüne geliyor işte bunu
durdurabilecek bu şekilde sulh gibi mekanizmalara ihtiyacımız var. Bir de vatandaşla idarenin bu şekilde
sulh olması da hukuk devletinde zaten beklediğimiz, istediğimiz, özlediğimiz bir durum sizin
uyuşmazlığınız yargı sürecine girmeden, daha fazla masraf etmeden, yani bu eylemin idareden
kaynaklandığını bazen ispat etmek zorunda kalabiliyorsunuz, onun için bile uzman görüşü almak
durumunda kalabiliyorsunuz, yargılama sürecine girmek vatandaş açısından çok ağır bir külfet
baktığımız zaman. Türkiye gibi bir ülkede yargılama masrafları da fazla Anayasamız her ne kadar ucuz
az masraflı bir yargılama sürecini ön görse düşünse dahi bu böyle gerçekleşmiyor uygulamada o
bakımdan da baktığınız zaman sulh mekanizmalarının da çok daha işler bir hale getirilmesi
gerekmektedir. Burada eğer ki sulh olabiliyorsak bir tutanak tutuluyor sulh olunan konularla ilgili olarak.

8
Tabii bu tutanağın tutulması da artık bu uyuşmazlık kalemleri ile ilgili olarak dava sürecinin
işlemeyeceğine artık dava yoluna gidilemeyeceğine yönelik bir durum ortaya çıkarıyor. Keşke bu şekilde
olunabilse arkadaşlar böyle uyuşmazlıklar çözülebilse ve yargılama süreci bu şekilde ortadan kalkmış
olsa.

IV. YARGI DÜZENLERİ ARASINDAKİ


UYUŞMAZLIKLARIN GİDERİLMESİ
A. YARGI DÜZENLERİ VE UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ
 Burada bir görev uyuşmazlığı ortaya çıkarsa ve hüküm uyuşmazlığı ortaya çıkarsa bunu nasıl
giderileceğini göreceğiz. Burada özellikle baktığımız zaman yargı düzenleri arasında görev uyuşmazlığı
çıkabilmesi için yargı düzeni dediğimiz kavram yani aynı tür uyuşmazlıkların düzenlendiği ve üst derece
denetiminin gerçekleştirdiği bir yargı kolu elimizde olması gerekiyor. Aynı şekilde bir yargı kolu daha
bulunması gerekiyor. En az 2 yargı kolu bulunmalı ki bunlar arasında görev uyuşmazlığının ortaya
çıktığını söyleyebilelim. Yargı düzenlerinin kendi içerisinde bir görev uyuşmazlığı ortaya çıkarsa
uyuşmazlık mahkemesine gitmiyoruz. Yani o yargı düzeninin kendi içerisinde görev uyuşmazlığı
çözülüyor. Fakat burada özellikle belirteceğimiz farklı yargı kolları arasında ortaya çıkan görev
uyuşmazlığının çözülmesi. Diyelim ki bir uyuşmazlık asliye hukuk mahkemesinin görev alanına mı
girecek yoksa idare mahkemesinin görev alanına girecek?

 Şimdi böyle bir ihtilaf varsa yani her iki mahkeme de bu anlamda kendini görevli gördüyse veya tam
tersi her iki mahkeme kendisini bu anlamda görevsiz gördüyse bizim burada bu uyuşmazlığın ihtilafını
çözmek için uyuşmazlık mahkemesine başvurmanız gerekiyor. Fakat asliye hukuk mahkemesiyle
örneğin sulh hukuk hakimliği arasında veya asliye ceza ile ağır ceza mahkemesi arasında bir görev
uyuşmazlığı ortaya çıkarsa burada farklı yargı kolları söz konusu olmadığı için uyuşmazlık mahkemesine
gidebilmemiz mümkün değil. Bu ayrımı net bir şekilde yapabiliyor olmamız lazım. Uyuşmazlık
mahkemesi son yapılan değişiklikle birlikte, Anayasamıza göre adli ve idari yargı merciileri arasındaki
görev ve hüküm uyuşmazlıklarının kesin olarak çözümlemekte yetkilidir.

 Burada uyuşmazlık mahkemesinin vermiş olduğu karar kesin, uyuşmazlık mahkemesi hangi yargı
kolundaki mahkemenin görevli olduğunu belirtirse o mahkemenin uyuşmazlığı çözümlemesi
gerekmektedir. Kesin olarak bu görev ve hüküm uyuşmazlığını karara bağlar. Uyuşmazlık mahkemesinin
kuruluşu, üyelerinin niteliği, seçimin işleyişi kanunla düzenlenir. Bu mahkemenin başkanlığı da Anayasa
mahkemesince kendi üyeleri arasından görevlendirilen üye yapar denmiş. Anayasa mahkemesinin
üyelerinden birisi aynı zamanda Uyuşmazlık mahkemesi başkanlığı görevini yapıyor. Uyuşmazlık
mahkemesinin yüksek mahkeme olduğunu söyledik. Bir başkan 6 asıl üyesi bulunmakta 6 yedek üye var
denilmiş. Başkanı anaysa mahkemesi tarafından belirleniyor. Mahkemenin toplanması, karar alması,
yapısı bunları okuyunuz arkadaşlar. Bunlar sık sık değişikliğe uğrayan konular olduğu için biz esas önemli
olan konu üzerinde duralım.

B. UYUŞMAZLIK TÜRLERİ VE GİDERİLMESİ


 Uyuşmazlık Türleri ve Giderilmesi: Arkadaşlar 2 farklı yargı kolu söz konusu olduğu için bunlar arasından
olumlu görev uyuşmazlığı ve olumsuz görev uyuşmazlığı olmak üzere 2 çeşit görev uyuşmazlığı ortaya
çıkıyor.

9
1. OLUMLU GÖREV UYUŞMAZLIĞI
 Burada olumlu görev uyuşmazlığından başlayalım öncelikle. Arkadaşlar olumlu görev uyuşmazlığı ,
uyuşmazlık mahkemesinin görevi kanununda 10. maddede düzenlenmiş.

I) OLUMLU GÖREV UYUŞMAZLIĞI ÇIKARMANIN ŞARTLARI


A) BİR DAVANIN AÇILMIŞ OLMASI
 Olumlu görev uyuşmazlığı çıkarma adli veya idari yargı mercilerinin birinde açılmış olan davayı ileri
sürülen görev itirazları reddi üzerine ilgili başsavcı tarafından görev konusunun incelenmesi uyuşmazlık
mahkemesinden istenmesidir." Örneğin elinizde idari bir uyuşmazlık var fakat bu dava asliye hukuk
mahkemesinde açılmış. Genellikle bu karıştırılıyor. Asliye hukuk mahkemesinde dava açıldığında idare
davalı taraf olarak "Bu uyuşmazlığın idari yargıda çözümlenmesi gerekir." Diyor. Yani görevli mahkeme
idae mahkemesidir diyor. Yani görev itirazında bulunuyor. İşte bu görev itirazı mahkeme tarafından
reddediliyor. Bu ne demektir? Mahkeme kendisini görevli adlederek bu uyuşmazlığı çözümlemeye
devam etme kararı alıyor. İşte bu durumda ilgili başsavcı burada korunması gereken hukuk düzeni idari
yargı kolu o yüzden idari yargı kolunun başsavcısı yani danıştay başsavcısı, görev konusunun
incelenmesini uyuşmazlık mahkemesinden istiyor, kesin olarak karara bağlanmasını istiyor. Bu
uyuşmazlık gerçekten idari yargıda mı çözülecek yoksa adli yargıda mı şeklinde. İlk olarak olumlu görev
uyuşmazlığı karşımıza bu şekilde çıkıyor. Birinci ihtimalimiz bu.
B) GÖREVSİZLİK İTİRAZININ YAPILMASI
 Olumlu görev uyuşmazlığının 2. ihtimali ise, birinci ihtimal burada anlatılmış arkadaşlar görevsizlik
itirazının yapılması denilmiş bir daha dönelim oraya, korunması gereken yargı yeri bu başvuruyu
yapacak ama ne zamana kadar görevsizlik itirazında bulunabilir buna da bakmamız gerekiyor.
C) GÖREVSİZLİK İTİRAZININ REDDEDİLMİŞ OLMASI
 Uyuşmazlık mahkemesi kanunu 10. maddesine göre: "Görev itirazını hukuk mahkemelerinde en ge. 1.
oturumda, idari yargı yerlerinde de dilekçe ve savunma evresi tamamlanmadan yapılmış olması
gerekmektedir." Yani dilekçeler aşaması tamamlanmadan önce bizim idare olarak örneğin asliy ehukuk
mahkemesinde açılan davada görevsizlik itirazında bulunmamız gerekiyor. Neden böyle bir hüküm
öngörülmüş? Neden davanın sonuna kadar gidilemiyor? Arkadaşlar bu başvurunun kötüye
kullanılmasının önüne geçilmeye çalışılıyor.

 Yargı ...(?)'de bırakılmasın belli bir kural konulsun burada o kural çerçevesinde ilgililer başvuralarını
yapsınlar. Ama bu konuyla ilgili eleştiri de var doktrinde deniliyor ki, kitapta da belirtildiği gibi görev
kamu düzenindendir arkadaşlar yani bu adli yargı için de idari yargı için de böyle. Yani davanın her
aşamasında taraflarca görevsizlik itirazında bulunulabilir veya hakim kendisini bu davaya bakmakla
görevsiz olduğuna karar verebilir. İşte böyle bir durumda deniliyor ki yargılamanın sonuna kadar yani
karar verilinceye kadar aslında itirazda bulunulabilir. Ama uyuşmazlık mahkemesi kanununa baktığımız
zaman bizim usulen kanunda bilmemiz gereken, idari yargıda dilekçe ve savunma evresi
tamamlanmadan adli yargıdaysa en geç 1. oturumda görevsizlik itirazında bulunmamız gerekiyor.

 Danıştay bu ilk oturum şartını dar yorumlamış gördüğünüz gibi yani yargılamanın sonuna kadar giden
bir süreç olarak kabul etmemiş. Geniş yorum esası buralarda kabul görmüyor, kanunda belirtilen şekilde
uygulama gerçekleştiriliyor. O yüzden böyle bir görevsizlik itirazı talebimiz varsa elimizi çabuk tutacağız.
Kanunda belirtilen kurala riayet edeceğiz.
D) ESAS HAKKINDA KARAR VERİLMEMİŞ OLMASI

10
 Yargı kendisini görevli adledeceki görevsizlik itirazında bulunuyoruz ama yargı yeri gerçekten kendisinin
görevli olduğuna yönelik bir karar veriyor aslında ve esas hakkında da bir karar verilmemiş olması
gerekecek. Bu durumda başsavcılık harekete geçirilecek yani görevsizlik itirazında bulunan taraf, ilgili
korunması gereken hukuk düzeninin başsavcısına bu bildiğiniz üzere Danıştay için Danıştay başsavcısı,
Yargıtay için de Yargıtay Cumhuriyet başsavcısının harekete geçirilmesi gerekecek.

 Şimdi burada başsavcının alacağı karar önemli, 2 tür karar alabiliyor. Birincisi, uyuşmazlık çıkarılmasına
gerek yoktur diyor. Yani istemin reddine karar veriyor bu kararı da kesin bu kararla ilgili başka bir yere
başvurabilme şansımız mevcut değil. Ama bir de bakıyoruz ki uyuşmazlık çıkarılmasına gerek var diyor.
Hakikaten davalı idarenin başvurusunu kabul ediyor. Burada uyuşmazlık çıkarılmasına gerek vardır
diyor. Bu talebi de 10 gün içerisinde uyuşmazlık mahkemesine bildiriyor. Eğer böyle bir kanaate ulaşırsa.
Dikkat edelim başsavcının burada düşüncesi görüşü önemli. Yargıtay Cumhuriyet başsavcısı için de
böyle Danıştay başsavcısı için de böyle. Dolayısıyla burada artık uyuşmazlık çıkarılmasına gerek
olduğunu kanaatine ulaşırsa uyuşmazlık mahkemesine başvuracak. Uyuşmazlık mahkemesi kararını
verinceye kadar da dava geri bırakılıyor yani bekletici mesele olarak kabul ediliyor.

 Uyuşmazlık mahkemesi yapmış olduğu inceleme sonucunda görevsizlik iirazını reddeden yargı yerinin
görevli olduğu kanaatine ulaşırsa başsavcının talebini redddediyor. Yani görevsiz mahkemede dava
görülüyor derse bu şekilde artık görevlilik kararı kaldırılıyor ve yargı yerini artık kendisi belirliyor.
Uyuşmazlık mahkemesinin vermiş olduğu bu kararı da kesin. Yani burada görev konusundaki
uyuşmazlığı aslında uyuşmazlık mahkemesi kesin olarak karara bağlamış oluyor.

2. OLUMSUZ GÖREV UYUŞMAZLIĞI


 Olumsuz görev uyuşmazlığına baktığımız zaman, 14. maddede düzenlenmiş, idari yargı merciilerinden
veya adli yargı merciilerinden en az ikisinin tarafları, konusu, sebebi aynı olan davada kendilerini
görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararın kesin veya kesinleşmiş olması gerekir." Bu aklınıza
takılabilir arkadaşlar yani hem adli yargıda hem idari yargıda tarafları, konusu, sebebi aynı olan dava
olacak değil mi? Her ikisi de kendisini görevsiz görecek. Yani şöyle düşünün elinizde bir idari yaptırım
kararı var. Öncelikle gittik idari yargıda dava açtık ondan sonra idari yargı kendisini görevsiz gördü sonra
gittik adli yargıda örneğin asliye hukuk mahkemesinde dava açtık orası da kendisini görevsiz gördü ama
şöyle her ikisi de birbirini görevli görüyor arkadaşlar. Yani ben ..(?) dava açıyoruz dikkat edelim ama
konusu, sebebi, tarafları aynı olan dava olacak. Bu idari yaptırım örneğinde olduğu gibi. Diyecek ki
burada idari yargı: "Hayır, bu uyuşmazlığı çözümlemekle görevli olan mahkeme adli yargının içerisindeki
asliye hukuk mahkemesi." Asliye hukuk mahkemesine başvuruyoruz o da diyor ki:" Hayır, benim görev
alanıma giren bir dava değil bu idari yargının görev alanına girer." Her iki taraf da kendine olumsuz
anlamda bir görevli atfetmedi bir görev krizi yaşadık burada. Bir yargı düzeninde açılan dava verdiğimiz
örnekteki gibi başka bir yargı düzeninin görevli olduğu gerekçesiyle reddedildikten sonra davayı diğer
mahkemeye götürüyoruz diğer mahkeme de ilk görevsizlik kararını veren mahkemeyi görevli görüyor
bunda karşılıklı durum çok önemli buna dikkat edelim. İşte burada olumsuz görev uyuşmazlığı ortaya
çıkmış oluyor. Adli yargıda davayı açıyoruz, idari yargı görevli diyor. Görev nedeniyle reddediyor
davamızı. İdari yargıda açıyoruz, adli yargı görevli diyor. Bu durumda ne yapacağız? Davayı mahkemesiz
bırakmayacağız değil mi? O yüzden bu uyuşmazlığı çözümlememiz gerekiyor.

11
I) OLUMSUZ GÖREV UYUŞMAZLIĞININ ŞARTLARI
A) İKİ GÖREVSİZLİK KARARI BULUNMALIDIR
 Elimizde iki tane görevsizlik kararı olacak dikkat edelim 2 mahkeme de görevsizlik kararı verecek yani
biri görevsizlik kararı vardı diğeri ilk inceleme konularından birinden red kararı verdi veya esastan bir
red kararı verdi bu tür durumlar değil. İki mahkeme de görevsizlik kararı verecek.
B) MAHKEMELER AYRI YARGI DÜZENLERİ İÇİNDE YER ALMALIDIR
 Mahkemeler ayrı yargı düzenleri içinde olacak. İşte bahsettiğim gibi biri adli yargı içerisindeki asliye
hukuk mahkemesi iken, diğeri idari yargı içerisindeki idare mahkemesi olması gerekir. Yani aynı yargı
düzeni içerisindeki mahkemler arasında görev uyuşmazlığı noktasında uyuşmazlık mahkemesine
gitmiyoruz. Örneğin vergi mahkemesi ile idare mahkemesi arasında görev uyuşmazlığı ortaya çıkarsa
aynı yargı düzeni içerisinde bu -anlatacağız daha sonra- aynı yargı çevresi içerisinde bulunuyorlarsa
bölge idare mahkemesi tarafından, farklı yargı çevresinde bulunuyorlarsa da Danıştay tarafından
çözümlenir. Demek ki 2 görevsizlik kararı olacak her ikisi de mahkeme olacak dikkat edelim yani
yargılama sürecini işleten işte asliye hukuk mahkemesi bir idare mahkemesi örneğinde olduğu gibi.
C) GÖREVSİZLİK KARARLARININ KARŞILIKLI OLMASI MESELESİ
D) GÖREVSİZLİK KARARLARI KESİNLEŞMELİDİR
 Karşılıklılık çok önemli yani her iki mahkeme de karşılıklı olarak ben görevsizim diyecek ve bu görevsizlik
kararı da kesinleşmiş olacak. Davalar aynı olacak,taraflar, konusu, sebebi aynı olan 2 dava olması
gerekiyor elimizde.

II) OLUMSUZ GÖREV UYUŞMAZLIĞININ ÇÖZÜM USULÜ


A) BAŞVURU
 Olumsuz görev uyuşmazlığı nasıl çözümleniyor? Bunun için başvuru, son görevsizlik kararını veren yargı
yerine bir dilekçeyle yapılıyor. Burada sürecin işletilmesi isteniyor. Dosyayı alan uyuşmazlık mahkemesi
de ilgili başsavcının görüşünü alıp bu konuyla ilgili karar veriyor. Uyuşmazlık mahkemesi artık burada
görevli bulduğu mahkemenin hangisi olduğuna karar veriyorsa görevsizlik kararını kaldırıyor böylece
görevli mahkemeyi de belirtmiş oluyor. Örneğin uyuşmazlığı asliye hukuk mahkemesi sen
çözümleyeceksin diyor ve asliye hukuk mahkemesi artık bu saatten sonra karar kesin olduğu için bu
uyuşmazlığa bakmakla yükümlü. Olumsuz görev uyuşmazlığı da bu şekilde halledilmiş oluyor.

 Mesela: "Uyuşmazlık mahkemesi, vakıf üniversitelerinde görev yapan akademik personelin -bu çok
tartışılan bir konu oldu- üniversiteyle olan iş akdinden kaynaklanan davaları.." Vakıf üniversitesinde
çalışıyor akademik personel, vakıf üniversiteleri de anayasamıza göre kamu tüzel kişisi olarak bul
ediliyor. İşte bu kamu tüzel kişisi de çalışan, sözleşmeli olarak görev yapan akademisyenlerin durumu.
Üniversitedeki ücret alacağı örneğin ücret alacağı yatırılmıyor bunun icra takibi ve itirazın iptali
davalarının idari yargıda görülmesine karar verilmiş. Normalde ne yapar hocalar bunu işte der ki iş
hukuku akdidir bu dolayısıyla özel hukuk sözleşmesi var burada icra koymaya çalışır, karşı taraf da itiraz
ederse itirazın iptaline başvurur.

 Şimdi özel hukuk mantığı böyle işliyor. Fakat dikkat edelim uyuşmazlık mahkemesinde belirttiği gibi
vakıf üniversitesinde kamu hukuku esaslarına göre faaliyet yürüten akademik personel var. Yani
idareyle arasındaki ilişki idari sözleşme ilişkisi. Burada bir özel hukuk sözleşmesi yok. Burada kendisine
verilmiş olan program çerçevesinde akademisyen görevlerini ifa ediyor. Bu bir öğrencilerle imzalanan
öğrencilerin yatırmış olduğu harçlara yönelik bir uyuşmazlık değil öyle olsa evet adli yargıya giderdik
fakat buradaki idare hukukundan kaynaklanan idari fonksiyondan kaynaklanan bir uyuşmazlık. Yani

12
öğrencilerin derslerine, kamusal yükümlülüklerine, müfredata ilişkin bir uyuşmazlık olduğunda bizim
idari yargıya gitmemiz gerekiyor. Çalışan akademisyenlerin sözleşmesi de idari sözleşme olduğu için
buradan kaynaklanan bir uyuşmazlığın idari yargıda çözümlenmesi gerekiyor. Artık bu kararı da
uyuşmazlık mahkemesi de olumsuz görev uyuşmazlığı çıkarılmış ve bu bağlamda görmüş.

3. OLUMLU GÖREV UYUŞMAZLIĞI


 Olumlu görev uyuşmazlığının 2. türü: İki şekilde çıkabiliyor dedik. 1-Görev itirazı reddedildi değil mi?
Görevsiz bu mahkeme denildi ama mahkeme kendisinin görevli olduğuna karar verdi biz de artık
örneğin idari yargı için kendi yargı düzenimizi korumak için başsavcılığı harekete geçirdik. Başsavcılık da
gerçekten evet burada uyuşmazlık çıkarılması gerek dedi ve uyuşmazlık mahkemesinin uyuşmazlığı
çözmesine karar verdi. 2. Tür ise: Bu daha ilginç arkadaşlar. Adli ve idari yargıya bağlı, ayrı iki yargı
merciine açılan tarafların konusu ve sebebi aynı olan davalarda bu yargı merciilerinin her ikisinin de
kendini görevli sanan kararlar vermiş olmaları gerekir. Çok ilginç bir durum şimdi adli yargıda açılmış bir
dava var. Tarafı, sebebi, konusu aynı. Verdiğimiz örnekte olduğu gibi bir idari yaptırım kararı var. Gittik
bu idari yaptırım kararının iptali için sulh ceza mahkemesine başvurduk adli yargının içinde. Sonra gittik
bir de tarafı, konusu, sebebi aynı olan uyuşmazlıkla ilgili olarak idari yargıda da iptal davası açtık bu sefer
de idari yargıya başvurduk.

 Normalde burada görülmekte olan bir durum var elimizde derdest bir dava var. Bu derdest davanın bir
kez daha başka bir mahkeme görülebilmesi mümkün mü? Yani farklı yargı kolları aynı uyuşmazlıkla ilgili
karar vermeye çalışıyor. Peki hocam diyeceksiniz uygulamada bu olabilir mi? Yani bu şekilde hiçbir
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmadan yargılamanın sonuna kadar gidilebilir mi? Olabilir, olur, oluyor
arkadaşlar. O zaman ne yapacağız? İşte o zaman da hüküm uyuşmazlığı ortaya çıkacak. Bu sefer de yine
uyuşmazlık mahkemesi devreye girip hüküm uyuşmazlığını çözümleyecek. Yani hakikaten ilginç bir
durum derdest bir davanın hem adli hem idari yargıda görülebiliyor olması. Fakat bu her ne kadar
olmaması gereken bir durumsa da usulen baktığınız zaman olabiliyor işte olduğu zaman da son raddede
yine uyuşmazlık mahkemesi devreye girip bu sefer de bu yargı kararları arasındaki hüküm uyuşmazlığı,
çelişki varsa, uygulama bakımından sıkıntı varsa bunu gideriyor. En azından uygulamada birinin
kararının esas alınmasını sağlıyor.

I) OLUMLU GÖREV UYUŞMAZLIĞININ ŞARTLARI


A) AÇILMIŞ İKİ AYRI DAVANIN BULUNMASI
 Şimdi açılmış 2 dava olacak, 2 davanın konusunun, sebebinin, taraflarının aynı olması gerekecek. Her
ikisi de görevlilik kararı verecek yani her iki mahkeme de kendisine görev itirazı yapıldığında bunu
reddedecek ve kendisinin görevli olduğuna karar verecek bakınız bu sefer olumsuz değil olumlu
anlamda görev uyuşmazlığı ortaya çıkmış oluyor. Bu nasıl çözümlenecek? Olumlu görev uyuşmazlığı,
yargı mercilerinin her ikisinin kendilerini görevli sayan kararlar vermeleri halinde ortaya çıkar bunun
çözümü için de burada artık olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması isteyen taraflardan biri hangisi olursa
burada bir dilekçeyle başvuru da bulunacak. Burada bir süreç şartı öngürülmemiş ve artık konu
uyuşmazlık mahkemesinin önüne gelecek ve uyuşmazlık mahkemesi burada artık hangi mahkemenin
bu uyuşmazlığı çözmeye görevli olduğuna karar verecek.
B) İKİ DAVANIN KONU, SEBEP VE TARAFLARININ AYNI OLMASI
 Hüküm uyuşmazlığına geldiğimiz zaman burada ise bir verilen karar var adli veya idari yargıdan verilmiş
kesinleşmiş fakat bu kararlar yani tarafları, sebebi, konusu aynı olan kararlarda çelişkili olduğu için
kararların uygulanabilmesi. Özellikle diyelim ki idare kararın uygulamasını gerçekleştirecek bunu nasıl
gerçekleştirecek? Bir hüküm uyuşmazlığı ortaya çıkıyor özellikle nasıl ortaya çıkar bu?

13
C) HER İKİ MAHKEMENİN GÖREVLİLİK KARARI VERMESİ
 Olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmamıştır her 2 mahkeme de kendisini görevli görerek burada
uyuşmazlığı çözümlemiştir. Bu kararlar kesinleşmiştir. Şimdi idarenin önüne karar geldiği zaman diyelim
ki bunu nasıl uygulayacak? Yani adli yargı penceresinden bakıp farklı bir karar veriyor, idari yargı farklı
bir karar veriyor. Burada ne oldu? Hükümler arasında bir uyuşmazlık ortaya çıktı bu da hakkın yerine
getirilmesine engel bir durum oluşturdu. İşte böyle bir durum olduğunda hüküm uyuşmazlığının ortaya
çıktığını söylüyoruz. Yani esasa ilişkin verilmiş kesin bir karar olması lazım iki yargı düzeni arasında aynı
konuda olması lazım ve bu kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmemesi gerekir
arkadaşlar bunu da özellikle ifade edelim.

 Bu hüküm uyuşmazlığını giderecek olan da uyuşmazlık mahkemesidir. "Uyuşmazlık mahkemesi,


Danıştay yargılama usulünün bu kanuna aykırı olmayan hükümlerini uygulamak suretiyle uyuşmazlığın
esasını karar bağlar" denilmiş. Yani kararlar arasındaki çelişki gerçekten giderilebilecek durumdaysa
bunun giderilmesini, kararlardan birinin esas alınmasını sağlar. Öbür türlüyse kendisi bu bağlamda bir
karar verir. Burada uyuşmazlık mahkemesinin vermiş olduğu karar kesin, verilen karara ilişkin olarak
başka bir yargı merciine başvurma ihtimali söz konusu değil ve bu kararlar değiştirilemez, kaldırılamaz.
Hüküm uyuşmazlığının ortaya çıkması zor bir ihtimal ama tabi ki çıkabilir.

V. YARGILAMA YETKİSİNİN KAPSAMI VE SINIRI


 Yargılama Yetkisinin Kapsamı ve Sınırı: Yargılama yetkisi dediğimiz zaman biz idari faaliyetlerinin bu
işlem, eylem, diğer faaliyetler olabilir yargısal denetime tabii tutulmasını anlıyoruz. Yani hukuk
kurallarına uygun olup olmadığı bağlamında hukuka uygunluk denetiminin gerçekleştirilmesi gerekiyor.
Fakat yargılama denetimi, yargılama yetkisi dediğimiz zaman bunun bazı istisnaları olduğunu
söylüyoruz. Yani idari yargı denetiminin olmadığı alanlar var. Kısacası bunlardan söz edecek olursak,
yasama kısıntısı dediğimiz alanlar.

A. YARGILAMA YETKİSİNİN KAPSAMI


1. CUMHURBAŞKANININ TEK BAŞINA YAPTIĞI İŞLEMLER
 Şimdi cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemler kategorisi denilmiş. Arkadaşlar artık yeni sisteme
geçmemizle birlikte CB hükümet sistemine, burada artık cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemler
kategorisi mevcut değil artık cumhurbaşkanının yapmış olduğu tüm işlemleri yargısal denetime
alabiliyoruz. İşte bu bir cumhurbaşkanı kararı olabilir, cumhurbaşkanı yönetmeliği olabilir veya bir
genelge olabilir.

 Bildiğiniz üzere Danıştay kanunu 24. maddesi uyarınca Danıştay tarafından denetimi gerçekleştiriliyor.
Fakat burada belirtildiği gibi cumhurbaşkanının hükümet işlemleri yargısal denetim dışındadır. Hükümet
tasarrufları diyoruz biz buna. Yani devletin yüksek, ali menfaatleri için özellikle siyasal alanda yüksek
siyasal menfaatler için alınmış olan siyasi yönü ağır basan kararların biz yargı denetimi dışında olduğunu
söylüyoruz. Yani idari yargının denetim alanı içinde değil anayasa hukukunun konusunu ilgilendiriyor.
Deniliyor ki:" Burada hükümet tasarrufu varsa devletin yüksek menfaatlerine ilişkin siyasi yönü ağır
basan kararlar alınmışsa artık yargı buradan el çeksin bu alana dokunmasın." Bu alanlar nelerdir?
Özellikle diplomasi faaliyetleridir. Özellikle siyasi yönü ağır basan kararlar dediğimiz zaman Türkiye
Cumhuriyeti devletinin diğer devletlerle, ülkelerle gerçekleştirmiş olduğu diplomasi faaliyetleri bu
bağlamda hükümet tasarrufu olarak değerlendirilir ve yargısal denetimin dışındadır. Bunun dışında
silahlı kuvvetlerin kullanılmasına karar verilmesi. Yani tamamen burada siyasi içerikli olan ve
diplomasiye yönelik faaliyetler yargısal denetim dışında bunlar hükümet tasarrufu olarak kabul ediliyor.

14
2. YÜKSEK ASKERİ ŞURA KARARLARI
 Gelelim yüksek askeri şura kararlarına. Burada da aslında biraz detay konular daha kısa geçmeye
çakışacağım. 2010 yılında yapılan değişiklikle birlikte son hali Anayasamızın, yüksek askeri şuranın terfi
işlemleri ile kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma hariç her türlü ilişik kesme kararına karşı yargı yolu
açıktır. Neler istisna tutulmuş? Terfi işlemleri ve kadrosuzluk nedeniyle emkliye ayırma işlemleri yargısal
denetime kapalı onun dışında kalan her türlü ilişik kesme kararına karşı yargı yolu açık. Bir kez daha
vurgulayalım hukuk devletinde bu şekilde idarenin gerçekleştirmiş olduğu işlemlerin yargısal denetim
dışında bırakılmaması gerekir arkadaşlar. Böyle bir alan söz konusu olmaması gerekir. Burada terfi
işlemlerinde, kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma işlemlerinde yargısal denetim olması gerekir. Bu
denetimi de idari yargı gerçekleştirilecektir. Ama Anayasadaki hüküm bu şekilde arkadaşlar.

3. HAKİMLER VE SAVCILAR KURULU KARARLARI


 Yine HSK kararları 2010 yapılan Anayasamızdaki değişiklikle birlikte kurulun meslekten çıkarma cezasına
ilişkin olan men dışındaki kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamaz. Hangi durumlarda
başvurabiliyoruz? Meslekten çıkarma cezasının iptali davası açacaksan örneğin. Onun dışında verilen
disiplin cezasına karşı Hakimler Savcılar Kanununa baktığımız zaman diyelim ki uyarma cezası var veya
kınama cezası var bununla ilgili olarak yargısal denetim yolu kapalı Anayasadaki hüküm nedeniyle. Yine
bunu da hukuk devleti ilkesi bakımından eleştiriyoruz.

4. YÜKSEK SEÇİM KURULU KARARLARI


 YSK kararları da Anayasamızın 79. maddesine göre bu kararlar kesin ki son mahalli idareler seçimlerinde
gördük etkilerini. Ve herhangi bir şekilde yargısal yola başvurma imkanı mümkün değil.

5. UYARMA VE KINAMA CEZALARI


 Uyarma ve kınama cezaları bunlar 2010 yılında yapılan değişiklikle birlikte artık disiplin kararları yargı
denetimi dışında bırakılamaz demiş. Yani memura artık bir uyarma cezası da verilse, kınama ceası da
verilse, meslekten çıkarma cezası da verilse yargısal denetime tabii. Yargının önüne götürülecek. İşte
bunun gibi keşke diğer alanlarda da tamamen yargısal denetim yolu açık olsa bunu diliyoruz.

6. OLAĞANÜSTÜ HALDEKİ İŞLEMLER


 Olağanüstü hallerdeki idari işlemler: Yine burada da Anayasamızın ilgili hükmüne bakmamız gerekiyor.
Son yapılan değişikliklerle birlikte zaten sıkı yönetim usulü bir olağanüstü yönetim usulü olarak kaldırıldı
hukuken. Onun yerine olağanüstü hal var ülkemizde yani OHAL düzenlemesi mevcut halen. Burada da
belirtilen şartlar gerçekleşmişse artık CB olağanüstü hali ilan edebiliyor. Eskiden bakanlar kurulu, Cb
başkanlığında toplanarak olağanüstü hal ilan edebiliyordu yapılan değişiklikle artık CB olağanüstü hal
ilan edebiliyor.

 CB, olağanüstü hal ilan etmesi, olağanüstü hal kararları acaba yargısal denetime tabii mi? Yani bir
hükümet tasarrufu mu değil mi? Bu tartışılıyor. Çünkü burada olağanüstü hal sebeplerinin gerçekten
oluşup oluşmadığını mevcut şartlar bağlamında belirleyecek olan birim Cumhurbaşkanı. O yüzden bunu
siyasi içerikli bir karar olarak görürsek yani devletin yüksek menfaatlerini ilgilendiren bir karar olarak
görürsek burada deriz ki gerçekten bir hükümet tasarrufu işlemi var dolayısıyla yargısal denetimi
gerçekleştirilemez. Ama doktrindeki diğer görüş diyor ki: "Aslında bu teknik yönü ağır basan idari bir
işlem." Uygulamaya baktığımız zaman özellikle sıkı yönetim ilanı hakkında Danıştay eski tarihli
kararlarında idari yargı denetimi dışında bırakmış bu sıkıyönetim ilanı kararlarını. Çünkü burada

15
deniliyor ki siyasi yönü ağır basan devletin yüksek menfaatini ilgilendiren bir alınması gereken karar var.
Dolayısıyla yargısal denetim dışında.

7. BAZI KANUNLARDAKİ KISITLAMALAR


 Bazı kanunlardaki kısıtlamalar tabii sadece Anayasamızdakilerle yetinmiyoruz, bazı kanunlarda bu
kararların kesin olduğu, yargı denetimi dışında olduğu belirtilmiş dolayısıyla idari yargıya gidemiyoruz.
Mesela bu bağlamda bir önek verelim: Spor tahkim kurulu kararları denilmiş:" Spor federasyonlarının,
spor faaliyetlerinin yönetimi ve disiplinine ilişkin kararlarına karşı ancak zorunlu tahkim yoluna
başvurabilir."

 Gördüğünüz gibi spor tahkim kurulu kararları tahkime açık. Burada bir idari yargı denetimi söz konusu
değil. Tahkim kurulu kararları kesin olup bu kararlara karşı hiçbir yargı merciine başvurulamaz. Bu yönde
düzenlemeleri hukuk devleti ilkesi bağlamında yine eleştiriyoruz. Bir kararın kesin olması ciddi
mağduriyetler, hak kayıpları yaratabilir.

 Hukuk devletinde önemli olan kanunların kesin olup uygulamaya konulması yargı denetimi dışında
bırakılması değil, tam aksine birden fazla çeşitli etkili hukuki yolların öngörülmesidir. Yani mağdur
olduğunuzu düşünün hak kaybına uğradığınızı düşünün orada karar kesinleşiyor. Halbuki siz bundan
başka birkaç hukuki yolu deneyebilirseniz burada artık adil yargılamanın gerçekleştiğine inanırsınız ve
güvenceli bir şekilde karar elde edersiniz. Bunun sağlanması gerekir o yüzden bu yöndeki
düzenlemelerin hepsini eleştiriyoruz.

8. YÜRÜTMENİN DURDURULMASI KARARINDA


KISITLAMALAR
 125. maddede Anayasamıza göre: "Kanun olağanüstü hallerde seferberlik, savaş halinde, milli güvenlik,
kamu düzeni, genel sağlık nedenleriyle yürütmenin durdurulması kararının verilmesini sınırlayabilir."
Yani bir kanuni düzenleme yapılarak bu bahsettiğim sebeplerle -çok muğlak sebepler gördüğünüz gibi:
kamu düzeni gibi, milli güvenlik, sağlık gibi gerekçelerle- yürütmenin durdurulması kararı verilmesini
sınırlandırabilir. Anlatacağız arkadaşlar yürütmenin durdurulması kararı aslında davacı için gerçekten
öngörülmüş geçici bir hukuki himaye işte bu süreçte bunun sınırlandırılması da hukuk devleti ilkesi
bakımından eleştirilen bir husus yeri geldiğinde ifade edeceğiz.

 Yargı denetimi bildiğiniz gibi idari işlemlerin, eylemlerin, faaliyetlerin hukuka uygunluk denetimiyle
sınırlıdır. Sadece ve sadece hukuka uygunluk denetimi gerçekleşecek bunun dışında yargının yerindelik
denetimi gerçekleştirmesi mümkün değildir.

B. YARGILAMA YETKİSİNİN SINIRI


 Anayasa 125. maddede: "Yargı yetkisi idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğun denetimiyle sınırlı
olup hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz." Denilmiş. Üzerine basa basa vurgulanmış.
Yani deniyor ki yargı yetkisi hukuka uygunluk denetimini kapsar onun dışında bir yerindelik denetimi
şeklinde gerçekleştirilemez. "Yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak
yerine getirilmesini kısıtlayacak idari eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde
yargı kararı verilemez." Denilmiş. Aynı hükümler benzer şekilde İYUK'ta da bulunur.

 O halde yargı yerleri sadece hukuka uygunluk denetimi gerçekleştirir bunun dışındaki yerindelik
denetimini gerçekleştiremez.

16
 Yerindelikten kastımız nedir? Öncelikle hukuka uygunluktan kastımız ne ondan bahsedelim kitapta
belirtildiği gibi. Öncelikle bir idari işlem söz konusu olduğunda hatırlayalım idari işlemin 5 unsuru vardı:
Yetkili makam tarafından tesis edilmiş mi? Mevzuatta öngörülen şekil kurallarına riayet edilmiş mi?
İdarenin göstermiş olduğu sebep gerçekten somut uyuşmazlıkta gerçekleşmiş mi ve hukuka uygun bir
sebep mi? Yani o idari işlemi tesis etmeye yetecek inandırıcı, yeterli bir sebep mi? Ve bu sebebin
oluşmasıyla ortaya çıkan hukuki sonuç doğru belirlenmiş mi amaç kamu yararına mı?

1. HUKUKA UYGUNLUK DENETİMİ


 İşte bu unsurlar bağlamında mahkeme hukuka uygunluk denetimini gerçekleştirir önümüzde bir idari
işlem olduğu durumda. Tabii ki sadece bunlarla da yetinmez aynı zamanda anayasal ilkeleri de hukukun
genel ilkelerini de göz önünde bulundurur. Yani idare fırsat eşitliğini gözetmiş mi? İdare ölçülülük
ilkesine riayet etmiş mi? İdare masumiyet karinesini göz önünde bulundurmuş mu? Lekelenmeme
hakkına riayet etmiş mi? İnsan onurunu göz önünde bulundurmuş mu? Bütün bunları hepsine bakarak,
sadece idari işlemin 5 unsuru babında değil elbette hukuka uygunluk ..(?) dediğimiz yani genel olarak
evrensel hukuk ilkelerine uyulup uyulmadığı noktasından da bir denetim gerçekleştirilmektedir.

 Özellikle eğitim öğretimle ilgili olarak davalarda örneğin fırsat eşitliğinin sağlanıp sağlanmadığı veya
disiplin hukuku bakımından değerlendirme yapılacaksa ölçülülük ilkesine riayet edilip edilmediği gibi
noktalarda denetim gerçekleşir.

2. TAKDİR YETKİSİ, YERİNDELİK VE YARGISAL DENETİM


I) BAĞLI YETKİ
 Takdir yetkisi bağlı bir yetki, yerindelik konusuna bakalım. Bağlı yetki dediğimiz zaman geçen seneki
bilgilerimizden hatırlayalım, mevzuat emredici bir şekilde idareye hangi şekilde davranacağını, nasıl
hareket edeceğini öngörmüşse artık idarenin burada bağlı yetkisi var deriz ve bu bağlı yetki
çerçevesinde bu işlemi gerçekleştirmek zorunda deriz.

 Bizim gördüğümüz özellikle idari işlemin unsurlarından sebep ve konu unsurunun önceden belirlenmesi.
Yani idarenin belli bir yönde hareket etmesi konusunda belli bir hareket marjı tanınmamışsa ona bir
seçme özgürlüğü tanınmamışsa idarenin burada bağlı yetkisinden söz ediyoruz biz. Örneğin devlet
memurları kanunumuza göre: "Mezuniyetsiz(?) ve kurumlarınca kabul edilen mazereti olmaksızın
görevin terk edilmesi ve bu terkin kesintisiz 10 gün devam etmesi halinde yazılı müracaat şartı
aranmaksızın çekilme isteğinde bulunulmuş sayılır." Yani burada kişi 10 gün göreve gelmezse sebep
unsuru oluşmuşsa kesintisiz bir şekilde, mazeretsiz bir şekilde konusu nedir? Hukuki sonuç nasıl
doğacak? Görevden çekilmiş sayılacak. Peki idarenin burada mevzuata göre bir takdir yetkisi var mı ?
Yok. Görevine bu şekilde 10 gün gelmeyen izinsiz özürsüz olan memura bu disiplin cezasını konu unsuru
bakımından idare uygulamak zorundadır. Burada bağlı yetkisi verdik. O halde gördüğünüz gibi sebep ve
konu unsuru birbiriyle bağlı ve bunu gerçekleştirmek zorunda. Yani artık o kamu görevlisini istifa etmiş
sayarak görevine son vermek durumunda çünkü burada bağlı yetkisi var.

II) TAKDİR YETKİSİ


 Bağlı yetkisinin zıttıysa takdir yetkisidir. Takdir yetkisi de idarenin mevzuatta öngörülmüş bir seçme
özgürlüğü varsa bir hareket marjı varsa idarenin. O yada bu seçenekten, alternatiften birini seçebiliyorsa
burada artık idarenin takdir yetkisinden bahsederiz. Tabii ki idarenin takdir yetkisinin olması gerekir işin
doğasında bu var zaten. Çünkü o kadar hızlı gelişen ihtiyaçlar var ki idarenin takdir yetkisi bağlamında
bu hızlı gelişen ihtiyaçları, bu çeşitli ihtiyaçları hemen giderebilmesi lazım. Bu sebeple idareye takdir
yetkisi tanıyoruz.

17
 Bu bağlamda mesela idarenin tercih yapma imkanı var denir. Ulaşım hizmetlerinde idare önceliği
karayoluna mı, havayoluna mı, deniz yoluna mı verecek? Bu konudaki takdir yetkisi kime ait? Bu konuda
örgütlenme, bu konuyla ilgili olarak işlemlerde bulunma, eylem gerçekleştirme yetkisi idareye ait bir
yetki. Gördüğünüz gibi idarenin burada takdir yetkisi var.

 Şimdi yüksek öğretim kamu hizmeti bağlamında acaba bu fakültelerin sayısı arttırılsın mı, yoksa
kontenjanlar düşürülsün mü, belli bir baraj getirilsin mi, yoksa tüm ülke çapında yayılsın mı, eğitim
öğretim 5 yıl olsun mu bunun takdirini kim yapacak? İdare gerçekleştirecek. Buralarda biz idarenin
takdir yetkisi olduğundan söz ediyoruz. Yine bir hükümden örnek verelim yüksek öğretim kanunu 53.
maddesi: "Geçmiş hizmetleri sırasında çalışmaları olumlu olan ödül veya başarı belgesi alanlara
verilecek disiplin cezalarında bir derece alt ceza uygulanabilir." Ne yapmış mevzuat? Ne yapmış kanun
burada? Takdir yetkisi tanımış idareye. Geçmiş hizmetleri sırasında çalışmaları olumlu olan ödül veya
başarı belgesi alanlara verilecek disiplin cezalarında bir derece alt ceza uygulanabilir demiş uygulamak
zorunda mı idare? Hayır takdir yetkisi var yani somut olayın koşullarını değerlendirerek kamu yararı
amacıyla idarenin uygulama gerçekleştirmesi gerekir.

 İdari işlemin hangi unsurlarında takdir yetkisi var? Yetki unsurunda olabilir mi? Kesinlikle ama kesinlikle
olamaz, yetki kanundan doğar dedik. Yetkisizlik asıl, yetki istisnadır dedik aman dikkat. Şekil unsuru
bağlamında idarenin takdir yetkisi olabilir mi, mevzuatta öngörülen şeklin dışına çıkabilir mi idare?
Çıkamaz. Amaç unsurunda olabilir mi kamu yararının dışında bir amaç güdebilir mi? Hayır. O halde
sebep ve konu unsuru kaldı. Sebep ve konu unsuru bağlamında idare takdir yetkisini kullanabilir. Sadece
bu 2 unsur bağlamında. Sebep unsuru bağlamında geçen sene bunu söyledik, sebep mevzuatta belirsiz
kavramlarla muğlak kavramlarla ifade edilir dedik. Ne deniyordu mesela? "Gerektiğinde, lüzumu
dahilinde, ihtiyaç duyulması halinde.." Ne yapıyor burada mevzuat, kanun? İdari işlemin sebebi
konusunda bir takdir yetkisi veriyor idareye gerektiğinde diyor, lüzumu dahilinde, ihtiyaç duyulması
halinde diyor. Buna kim karar verecek? İdare karar verecek. Bunun gibi veya kamu güvenliği veya kamu
düzeninin gereklerine göre gibi ifadeler yer alırsa mevzuatta sebep unsuru olarak, biz bunu anlıyoruz ki
artık idareye bir takdir yetkisi tanınmış. Buradaki ifadeler muğlak ifadeler tekrar edelim yani bunun
içeriğinin doldurulması idarenin görevi. Yani burada kamu hizmetinin, kamu yararının gereklerine uygun
sebeplerin olması gerekir idarenin.

 Mesela bir öğrenciye not verilmesi, jürinin bir adayı başarılı veya başarısız görmesi, mesela bir binanın
sağlam olup olmadığının tespiti, bir kişinin hasta olduğuna karar verilmesi gibi değerlendirme
işlemlerinde de acaba idarenin takdir yetkisi var mı yok mu tartışılıyor. Özellikle notlandırma
işlemlerinde ve sınav komisyonlarının verdiği jüri kararlarında bu çok karşımıza çıkar. Yani deniliyor ki
burada bir değerlendirme marjı var takdir yetkisi benzeri deniliyor yani teknik takdir de deniliyor
arkadaşlar. Hatta Fransız Hukukunda bu şekilde jüri değerlendirmelerinin, notlandırma işlemlerinin
yargısal denetim dışında bırakıldığı görüyoruz. Türk Hukukunda da evet idari takdir yetkisi olduğu kabul
ediliyor çok büyük bir hata yapılmadığı sürece yani bir değerlendirme hatası, çok fahiş hukukçu olmayan
bir kişinin dahi anlayabileceği nitelikte bir hukuka aykırılık olmadığı sürece de bu işlemlere
dokunulmaması gerektiği yönünde bir eğilim var. Yani böyle durumlarda minimum denetim
gerçekleştirilmesi gerekir deniliyor. Çünkü teknik kurumlardın bunlar deniliyor dolayısıyla tabii sübjektif
değerlendirme yapabilir idare onu da göz ardı etmemek gerekir ama minimum denetimle yetinilmesi,
ancak bir açık hata varsa o zaman değerlendirilmeli deniliyor.

 Hukuk devletinde takdir yetkisi mutlak kullanılamaz, keyfi kullanılamaz ama hukuka uygunluk sınırları
içerisinde kalmak son derece önemli bunu yapmazsanız çok vahim sonuçları ortaya çıkabiliyor.

18
III) YERİNDELİK DENETİMİ YASAĞI
 Yerindelik Denetimi Yasağı: Yerindelik denetimi dediğimiz zaman burada mahkemelerin biz yerindelik
denetimi yapamayacağınım söyledik. Peki yerindelik nedir? Yerindelik, kamu hizmetinin
gerçekleştirilmesi için uygun zeminin yer itibariyle, zaman itibariyle, veya kullanılacak taşınır, taşınmaz
malların belirlenmesidir. Yani o hizmetin örgütlenmesiyle ilgili olarak bir belirlenme yapılmasıdır. Kamu
hizmetinin ihtiyaçlarına cevap verip vermemesi bağlamında. O halde bir yapılacak hizmetin eğer
faaliyete geçme zamanı belirleniyorsa, yeri belirleniyorsa, mekânsal tespit yapıldıysa, bu amacı
gerçekleştirmeye uygun en uygun araçların ne olduğu belirtilmişse ve bu şekilde yürütülen faaliyetin
kamu yararına uygun düşüp düşmediğinin tespiti yapılmışsa burada artık biz yerindelik denetiminden
bahsediyoruz.

 Örneğin bir kamulaştırma işlemi gerçekleştirilecek. Arkadaşlar kamulaştırma işlemi


gerçekleştirileceğinde hangi özel mülkiyette bulunan taşınmazın kamulaştırılacağına idare karar
verecek yani bu artık yerindelik denetimi anlamına gelir eğer ki idari yargı hangi alandaki örneğin: " Bu
taşınmazı değil aslında şu taşınmazı kamulaştırmalıydı kamu yararı bu şekilde ortaya çıkar." Şeklinde
mahkemenin bir tespiti varsa, artık bu hukuka uygunluk denetimi değildir, yerindelik denetimidir.

IV)YERİNDELİK DENETİMİ-TAKDİR YETKİSİ İLİŞKİSİ


 Örneğin idare, 1. sınıftan itibaren Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesine kaç öğrenci alınacağını, fiziki
durumunun yeterli olup olmadığını, yurt imkanlarının yeterli olup olmadığını vs. bununla ilgili olarak
belirlemeyi, takdiri kim yapıyor? İdare yapıyor. İşte bu takdiri bu belirlemeye yönelik bir müdahalesi
olamaz idari yargının. Sadece söylediğimiz gibi hukuka uygunluk denetimini gerçekleştirir. Örneğin
özelleştirilen bir alan, kamulaştırılan bir alan veya bir kontenjan durumu var öğrenci sayısı belirleniyor
dolayısıyla burada bunun takdiri artık idareye aittir. Bu konuda mahkeme yerindelik denetim
gerçekleştiremez bunu da özellikle belirtmemiz gerekiyor.

V) TAKDİR YETKİSİNİN YARGISAL DENETİMİ


 İdarenin takdir yetkisinin denetiminde bakınız kamu yararları ve hizmetin gerekleri ölçütünü kullanıyor
bizim Danıştay'ımız. Kamu yararına uygun olmalı, hizmet gereklerine uygun olmalı. Mesela güzel bir
örnek: "Görevinde başarısızlığı kanıtlanmadan veya kamu yararına hizmetin gerekleri yönünden bu
görevden alınmasını gerekli kılacak herhangi bir neden gösterilmeden davacının sözü edilen görevden
alınmasına ilişkin şerhde sebep ve maksat yönlerinden hukuka uyarlılık görülmemiştir." Yani siz davacıyı
görevden alıyorsunuz ama görevden alma işleminizi takdir yetkisi bağlamında kullandınız. Peki kamu
hizmetinin gereklerine, kamu yararına yönelik bir işlem mi? Burada görevinde başarısız olduğu
gerekçesini göstermişsiniz. Bunu ispat edebiliyor musunuz? Ortaya koyabiliyor musunuz? Bunu
delilleriyle ortaya koyabiliyorsanız kamu yararı bu şekilde ortaya çıkabilecek diyorsanız. İdarenin takdir
yetkisi bağlamında bu işlemi gerçekleştirebilirsiniz. Ama siz burada bunu gerçekleştiremediğiniz için
gördüğünüz gibi mahkeme işlemi iptal etmiş.

 İşlem sebebe dayalı olacak yani idarenin takdir yetkisi var diye işlemin sebepsiz olmasını bekleyemeyiz.
Mutlaka idarenin işleminin sebebi olacak bu sebeple gerçeğe uygun, hukuka uygun bir sebep olacak.
İdare burada titizlikle sebebinin hukuka uygun olduğunu ve gerçeğe uygun olduğunu ortaya koymak
zorunda.

 Burada yine bir dava konusu olayda, bu ünlü bir dava arkadaşlar "Kültürel etkinliklerin kesintisiz ve
amaca uygun biçimde yürütülmesi için yurtdışı görev süresinin uzatılması yolunda dışişleri bakanlığınca
alınan görüşler dikkate alınmayarak görev süresinin uzatılmaması burada yurtdışında görev yapan kamu

19
görevlisinin görev süresi uzatılmamış öneriler dikkate alınmayarak. Dönemin kültür bakanının
kamuoyuna yansımış beyanları karşısında keyfi nitelik taşıdığı -bakınız bakan keyfi nitelik taşıyacak
şekilde yapacağı işlemi de kamuoyunun önünde beyan ediyor bu şekilde yansıtıyor- bakanın sahip
olduğu takdir yetkisini hizmet dışı nedenlerle kullandığı sonucuna ulaşıldığından dava konusu müşterek
kararname ve atama işleminde sebep ve maksat yönlerinden hukuka uyarlılık bulunmamaktadır."
Denilmiştir. Yani gördüğünüz üzere açıkça işlemin hukuka aykırı bir şekilde tesis edildiğini ortaya
koyuyor hakimin. Artık burada da mahkemenin yapacağı denetim aslında çok basit bir denetim haline
geliyor.

 Yine emekli sandığı kanunu 39. maddesinde re ‘sen emeklilik hükmü var burada idarelere verilen bir
takdir yetkisi var re ‘sen emekliliğe sevk etme hususunda. İdare, ekonomik sıkıntıları, personel sayısının
rasyonel sayıya indirilmesi gibi bir gerekçe ileri sürmüş fakat mahkeme bu gerekçeyi yeterli görmemiş.
Gördüğünüz gibi idarenin takdir yetkisi mutlak bir şekilde hukuka uygunluk sınırları içerisinde
kullanılması gereken bir yetki. Haftaya buradan devam edelim..

 …Bu notlardan kazanılan, kazanılacak olan tutarın bir kısmı hayır işi (SMA’lı bir bebek, zor durumda olan
bir aile vb) için kullanılacaktır…

20
7. Hafta (10.11.2021)
 Geçen hafta özellikle uyuşmazlık mahkemesinin görevlerinden söz ettik ve daha sonrasında yargılama
yetkisinin kapsamı ve sınırlarından söz ettik. Tabii burada yargının da yetkisinin sınırlarından söz
ederken bazı işlemlerin her ne kadar idare tarafından gerçekleştiriliyor olsa dahi yargı denetimi dışında
bırakıldığını ifade ettik. Tabi hukuk devleti ilkesi bağlamında da bu tarz idari işlemlerin yargısal
denetimin dışında bırakılmasının doğru olmadığını burada ifade ettik.

 Daha sonrasında yargılama yetkisinin sınırı derken yargının kanunda sadece hukuka uygunluk denetimi
yapabileceğini, bunun dışında yerindelik denetimi yapamayacağını yani yerindelikten kastımız nedir
burada? Kamu hizmetinin ihtiyaçlarına uygun, yöntemi doğru bir şekilde belirlenmiş, usulü doğru bir
şekilde belirlenmiş, zamanı ve yeri doğru bir şekilde belirlenmiş bir faaliyet gerçekleştirip
gerçekleştirmediğini idari yargının denetlemeyeceğini ifade ettik. Çünkü bu takdir yetkisi ile ilgili olan
husus idarenin takdir alanına girer dedik. Demek ki burada idare takdir yetkisini kullanarak hangi
faaliyeti, tabii ki mevzuat çerçevesinde; ne zaman gerçekleştireceğini, hangi yargıda gerçekleştireceğini,
hangi usulle gerçekleştirebileceğini serbestçe takdir eder ve tayin eder. Bu bağlamda yargının idareye
müdahale etme yetkisi bulunmamaktadır. Yapılan işlemi veya faaliyeti yerindeliğinin tespiti
mahkemenin görev alanına girmez. Bazen bu konuyla ilgili olarak mahkemelerle idare karşı karşıya
gelebiliyor. Yani burada gerçekten yerindelik alanına giren bir durum mu var yoksa gerçekten
baktığımızda “hukuka uygunluk denetimi mi bu, yoksa bunun sınırı nedir?” bu sınırı çizebilmek gerçekten
çok kolay değil. Hukuka uygunluk denetimi derken bir anda kendinizi yerindelik denetimi yaparken de
bulabilirsiniz. O yüzden bu sınırı doğru çizmek gerekiyor. Fakat uygulamada da karşı karşıya kalınan
durumlar olabiliyor.

 Bunun dışında idarenin bağlı yetkisinden ve takdir yetkisinden söz ettik. Bağlı yetki söz konusu
olduğunda idarenin işlem yapıp yapmama veya o eylemi gerçekleştirmesi konusunda bir takdir yetkisi
bulunmamakta, emredici hukuk kuralına uygun şekilde idare bu işlemi gerçekleştirmek zorunda veya
bu faaliyette bulunmak zorunda. Yani kanun koyucu idarenin ne yönde hareket edeceğini açıkça
mevzuatta düzenlemiş ve bu düzenleme de emredici bir şekilde gerçekleştirmiş. Dolayısıyla idarenin bu
sınır dışına çıkabilmesi mümkün değil.

 Birlikte idarenin takdir yetkisi olduğunu söyledik; takdir yetkisi olan konularla ilgili olarak idare, elindeki
seçeneklerden birini seçme, alternatif geliştirme veya mevzuatta bulunan boşluğu doldurabilme
konusunda takdir yetkisine sahiptir. Bu zaten eşyanın tabiatından kaynaklanan bir durum yani idareye
takdir yetkisini vermediğimizi düşünemiyoruz. Çünkü ani gelişmeler olabilir, idare hukuku hızlı gelişen
bir alan. Sürekli olarak yeni ihtiyaçlar ortaya çıkabilir ve bunların karşılanmasında da idarenin hızlı bir
şekilde, atik bir şekilde, verimli bir şekilde karşılık vermesini bekleriz. O yüzden de idareye takdir yetkisi
tanımak zorundayız.

 Peki, takdir yetkisinin denetimi nasıl gerçekleştirilir mahkemelerce? Bu da sıkıntılı bir alan yani
gerçekten sıkıntı yaratıyor uygulamada. Mesela örneğin; kamuya alımlarda, personel alım sınavlarında
özellikle çok karşımıza çıkar bu. İdare diyor ki, örneğin; bir doçentlik ilanı var üniversitenin açmış olduğu.
Üç aday başvuruyor ve bu üç adaydan bir tanesi belirlenecek ve kadroya atanacak. Şimdi idare bu
üçünden birini tercih etti ve atamayı gerçekleştirecek ama burada idarenin takdir yetkisi olduğunu
söyledik yani kiminle çalışacağına kendisi karar verecek. İşte burada takdir yetkisini hukuka uygun
kullanıyor mu kullanmıyor mu? Yani örneğin; en başarısız olan adayı, performansı en yetersiz olan adayı,
zaten yayınlarını incelediğiniz zaman bu ortaya çıkabilir yani bunu kamu görevlisi bağlamında da

1
yapabilirsiniz. Puanlarına bakarsınız, niteliğine bakarsınız, geçmiş CV sine bakarsınız. Şimdi siz bu göreve
getiriyorsanız burada artık biz idarenin takdir yetkisinin hukuka uygun kullanıldığından söz edemiyoruz.

 Bazen şöyle bir durum olabiliyor özellikle görevden almalarda bu karşımıza çıkıyor, üst düzey görevden
almalarda; yıprandığı gerekçesiyle. Bu görevi uzun süre yürütüyordu, idare bu sebebiyle değiştiriyor.
Düşünebiliyor musunuz? Diyor ki: “Bu kamu görevlisi uzun süredir yürüttü…” bunun süreden kastı da en
fazla üç yıl-dört yıl gibi bir süre üst düzey yönetimde. Fakat yıprandı diyor, dolayısıyla “…artık bu görevde
kalmasında fayda yoktur” diyor. Şimdi burada mahkemelerimiz yeterli bir sebep olarak görmüyor. Yani
burada siz takdir yetkisine dayalı olarak bir sebep ileri sürüyorsunuz ama bu sebebin mutlaka hukuka
uygun bir sebep olması gerekiyor yani sizin bunu ortaya koyabilmeniz gerekiyor.

 Mesela; bir genel müdür görevden alınıyor. İdare takdir yetkisini kullanarak, gerçekten yakın çalışma
ekibinde bunlar: “Genel müdürü görevden aldım” diyor. Fakat sebebine bakıp incelediğiniz zaman
başarısızlığını ileri sürüyor. Mahkeme önüne geldiği zaman dosya üzerinden yargılama yapıldığı için idari
yargıda -anlatacağız bugün üzerinde duracağız- bakıyorsunuz ki geçmiş performansı hakikaten başarılı.
Ve bu genel müdür göreve geldikten sonra da genel müdürlük bünyesinde gerçekleştirilen faaliyetlerin
çok daha iyi bir noktaya taşınması için gayretler göstermiş. İşte genel müdürlük tanıtımı da olsun, genel
müdürlükte diğer kurumların ilişkileri kurulmasında olsun, kendi faaliyetleri bağlamında olsun…
Dolayısıyla başarısızlık bir sebep, idarenin belirlemiş olduğu bir sebep gerçek bir sebep değil.

 İşte bunların hepsinin denetimi mahkemece gerçekleştirilir ve idare takdir yetkisi olan alanlarda da
kesinlikle keyfi hareket edemez. Hukuka uygun davranmak zorunda ve kamu hizmetinin gereklerini
uygun sebeplerle ileri sürmek zorunda. Her ne kadar bizlere idare işlerini tesis ederken sebebi
belirtmiyor olsa dahi; daha doğrusu sebep belirtme zorunluluğu, yükümlülüğü olmuyor olsa dahi
yargılama aşamasında mahkemeye gittiğinde dosya, iptal davası açıldığında mahkeme idareden işlem
dosyasını ister ve bu işlemin sebebini ister. Ama orada da idare artık ön görmüş olduğu, belirlemiş
olduğu sebepleri tek tek sayar. Belirtir, dilekçe üzerinden verir, argümanlarını ileri sürer, ispatını koyar.
Mahkeme bunu yeterli bulursa işlemin hukuka uygun olduğuna karar verir, davayı reddeder. Fakat
gerçekten hukuka aykırılık olduğunu görüyorsa burada işlemin iptaline karar verir.

 En son burada bıraktığımızı hatırlıyorum. Yapılan denetimler, minimum denetim şeklinde, özellikle
takdir yetkisinin denetiminde değil mi? Bunu söyledik. Üst düzey atamalar doğrultusunda Danıştay’ımız
minimum denetim gerçekleştiriyor yani diyor ki: “Çok açık bir hukuka aykırılık, çok açık bir hata vs.
durum olmadığı sürece burada idarenin takdir yetkisi var ve ben bu işleme dokunmam” diyor üst düzey
özellikte atamalarda ve görevden almalarda…

 Şimdi benim işaretlediğim yerde anayasal eklemeler demişiz, takdirde açık hata demişiz. Bu arada
Danıştay’da içtihat değişimi eğilimi dediğimiz kısım bu, söylemek istediğim kısım bu. Yani özellikle üst
düzey kamu yöneticilerinin görevden alınmaları işleminde, göreve getirilmelerinde veya bir değişiklik
yapılacağında biz Danıştay’ında gerçekten de bakmış olduğunuz zaman kararlarında, içtihatlarında hep
minimum denetim taraftarı olduğunu görüyoruz. Yani bu işlemlerle ilgili olarak açmış olduğunuz
davaların aslında çok da bir anlamı yok. Yani açık bir hata durumu olmadığı sürece, böyle bariz bir
değerlendirme hatası olmadığı sürece bu şekilde kararlar veriliyor. Bakınız emniyet teşkilatındaki terfi
işlemlerinde Danıştay ağır ve bariz değerlendirme hatası olmadığı sürece idarenin takdir yetkisinin geniş
olduğu yönünde karar vermiş. Katılırsınız, katılmazsınız açıkçası bu fikirde değilim. Yani idarenin takdir
yetkisinin bu kadar geniş olması uygulamadaki fiili uygulamalara neden oluyor bunun örneklerini de
görüyoruz. Ama Danıştay’ın şu anki eğilimi bu yönde…

2
VI) İDARİ EYLEM VE İŞLEM NİTELİĞİNDE YARGI KARARI
VERİLEMEMESİ
 Şunu kastediyoruz, iptal davasını anlattığımızda daha net oturacak kafanızda. Burada mahkemenin
vereceği karar idari işlemin hukuka aykırı ise iptali yolunda karar. Ha iptal kararı verdikten sonra
mahkeme uygulamaya dönüp yani idarenin alanına giren bir karar daha veremez. Örneğin; idari ruhsat
talebiyle başvurduk. İdare bizim ruhsat talebimizi reddetti. Mahkemeye başvurduk iptal davası açtık,
yani bize ruhsatı vermeme işleminin iptali yönünde. Bu davayı kazandığımız zaman artık ne olması
gerekiyor? İdarenin bize ruhsatı vermesi gerekiyor. Bu arada yargı yerine kendisinin ruhsat vermesi gibi
bir durum söz konusu değil yani kastedilen bu; idari işlem niteliğinde veya eylem niteliğinde yargı bir
karar veremez. İşlemin iptaline karar verir ve bu kararın gereğini de idare gerçekleştirir. Ruhsat
vermeyen idarenin bize ruhsat vermesi gerekiyor ve kamu görevliliğinden alınan bir kişinin iptal
davasından sonra ne olması gerekir, davayı kazandıktan sonra? Göreve tekrar başlatılması gerekiyor.
Bunu yapacak olan yargı yeri değil, bunu yapacak olan idarenin kendisidir. Bunu da açıkça söyleyelim
yani yargı yeri ruhsat vermiyor gördüğünüz gibi veya ilgiliyi göreve başlatmıyor. Bu durumlarda kararı
verecek olan idare, uygulamayı yapacak olan idare…

YARGILAMANIN AŞAMALARI
I. İDARİ YARGILAMA USULÜNÜN GENEL İLKELERİ
A. İDARİ YARGILAMA USULÜNÜN KAYNAKLARI
1. İDARİ YARGILAMA HUKUKUNUN TEMEL KAYNAKLARI
 Yargılamanın aşamalarından kastımız öncelikle şunu söyleyelim; ben biraz idari yargı teknik bir alan
olduğu için açıkçası hem Ramazan Hoca’nın kitabından hem Ethem Hoca’nın kitabından okuma yaparak,
çalışarak geliyorum derse. Sizlerde de daha çoğunlukla Ramazan Hoca’nın kitabı olduğu için veya
söyleriz Ethem Hoca’nın kitabı olan arkadaşlarınız da takip edebilirler, bugün sizlere idari yargılama
usulünün özelliklerinden söz edicez ve konu itibariyle başlayacağız…

 Şunu özellikle söyleyelim; idari yargılama usulünün temel kaynakları dediğimiz zaman bu zamana kadar
gördüğümüz 2575 sayılı kanun yani Danıştay Kanunu, 2576 yani Bölge İdare ve Vergi Mahkemelerinin
Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun, 2577 dediğimiz İdari Yargılama Usul Kanunu, Vergi Usul
Kanunu’nu, bir de HMK denilmişti. Şimdi HMK’nın ne alakası var diyebilirsiniz, zaten 2575-76-77’yi
saydık, vergi uyuşmazlıklarında vergi usul kullanılmasında çok tabii görüyoruz. Fakat aynı zamanda
HMK’dan da söz edeceğiz. Neden söz edeceğiz? Birazdan da ifade edeceğimiz gibi İdari Yargılama Usul
Kanunu 31.maddesi… Bu maddeyi çok iyi öğrenmenizde fayda var. İlerisi için de dersimiz bağlamında
da İYUK 31’i okuyun.

 Şimdi şunu söyleyelim; İYUK 31.maddesine göre arkadaşımızın da okuduğu gibi biz bazı konularla ilgili
olarak ne yapıyoruz? HMK’ya başvuruyoruz. İdari Yargılama Usul Kanunu’nda bu konularla ilgili hüküm
olmadığı için bizim doğrudan HMK’ya başvurmamız gerekir. Yalnız şu hususun altına çizelim; doğrudan
HMK’ya başvuruyoruz demek, doğrudan özel hukuktaki bu kurumu, müesseseyi olduğu gibi alıp
uygulamamız anlamına gelmiyor. Eğer bunu yaparsak çok büyük bir fahiş hata yapmış oluruz çünkü
burada bizim İdari Yargılama Usul’ünün bünyesine uyduğu ölçüde bu kurum ve müesseselerden
faydalanmamız gerekiyor. Tekrar ediyorum; İYUK 31’i uygularken, yani burada da belirttiğimiz gibi,
hâkimin davaya bakmaktan çekinmesi ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın
ihbarı, feragat, kabul, teminat -anlatacağız bunları-, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti,

3
yargılama idealleri, adli yargı, duruşma sırasında mahkemenin sükununu ve inzibatını bozacak
hareketlere karşı yapılacak işlemler konusunda biz İYUK’da hüküm olmadığı için HMK’ya atıf yapıyoruz.
Kanun koyucunun iradesi bu yönde zaten, o yüzden İYUK 11 ihdas edilmiş. Fakat bizim burada örneğin;
feragatı, kabulü, teminatı, taraf vekillerini, delillerini tespitini, bilirkişiyi, keşfi… Bütün bunları İYUK’da
uygularken idari yargının bünyesine uyduğu ölçüde kullanabilmemiz gerekiyor. Yani doğrudan özel
hukukta olduğu gibi alıp, oradaki Medeni Yargılama Usul’ünde olduğu gibi alıp doğrudan idari yargıya
uygulayamıyoruz. Çünkü bu yargı düzeninin kendisine özgü bildiğiniz gibi özellikleri mevcut.
Uygulayabilmemiz mümkün olmuyor…

 HMK’da yollama(?) bulunulmasına rağmen İYUK’da düzenleme yapılan konularda var. Mesela; delillerin
tespiti, hâkimin çekilmesi ve reddi. Bundan da söz edeceğiz.

 Şimdi burada tartışmalı hususlar diye bir başlık açılmış. Özellikle başlığın üzerinden gitmek istiyorum.

2. TARTIŞMALI HUSUSLAR
I) HMK’YA AÇIKÇA YOLLAMADA BULUNULMAYAN HALLER
 Peki HMK’ya atıf yapılan hallerde dedi ki; 31.maddede belirtildiği gibi o konularla ilgili yeri geldiğince
anlatacağız bizim gidip oradaki şekliyle fakat İdari Yargılama Usul’ünün özelliklerine uygun şekilde bir
uygulama yapmamız lazım.

 Bazı konular ise HMK’da da düzenlenmemiş. Yani HMK’ya açıkça yollama yapılmamış. Bu durumda ne
yapacağız? Böyle bir boşluk ortaya çıkıyor bu durumda değil mi? Şöyle bir sorunumuz var bizim, Medeni
Yargılama Usul’ünde hakikaten her konu ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiş. Yani yeri geldiğince
derslerinizde de bunu anlıyorsunuzdur, görüyorsunuzdur. Böyle çok çok detaylı bir şekilde detay
verilmiş fakat İdari Yargılama Usul’ünde bu şekilde değil. Bakınız 31.maddede yani bu konular özellikle
İYUK’un kendisinde düzenlenemez miydi? Değil mi? Baktığınız zaman madem ayrı bir yargı düzeninden
söz ediyoruz, bu yargı düzeninin kendine özgü özellikleri ve amacı var. O yüzden açıkça olması gereken
aslında İYUK 31’de belirtilen konularında İdari Yargılama Usul’ünde düzenlenmesiydi. Değil mi? Yani
açıkça bizim beklediğimiz aslında budur. Yani ehliyet konusu olsun, feragat olsun, kabul olsun, bilirkişi
olsun, keşif olsun her neyse burada bulunan tüm haller… HMK’ya atıf yapılmakla yetinilmiş.

 Bazı konularda ise atıf dahi yok. O zaman ne yapacağız? Örneğin; tanık delili. Biz de tanık delilinde sıcak
yaklaşılmıyor, bunu söyleyeceğiz, tanık delili özellikle duruşmaların olduğu yani sözlü yargılama
usulünün uygulandığı, tarafların duruşmaya çıkıp kendisini açıkça ifade edebildiği bir yargılama
düzeninin tipik özelliğidir değil mi? Duruşmaya çıkarız, duruşmada taraf vekilleri olarak kendimizi ifade
ederiz ve tanık dinletiriz. İddiamızı ispatlamak veya savunmamızı yapmak bağlamında… Fakat İdari
Yargılama Usul’ünde tanık deliline yer yok. Yani biz tanık delilinin düzenlendiğini görmedik, anlatacağız
yine detaylarını vereceğiz ama şu an için bilmeniz gereken tanık deliline yer yok.

 İkincisi; derdestlik. Derdestlik ne demek? Bir davanın görülmekte olması, yürütülüyor olması demek.
Peki derdest bir dava var iken başka bir dava açılırsa yani derdestlik konusunda itiraz gelirse ne olacak?
Buna yönelik bir düzenlememiz yok…

 Bekletici mesele. Bu çok fazla kullanılır, özel hukukta zaten derslerinizde de ifade edilir. Medeni
Yargılama Usul’ünde bazı uyuşmazlıklar için işte diğer dava ne yapılır? Bekletici mesele haline getirilir,
oradaki uyuşmazlık çözülür sonra diğerine geçilir ve karara bağlanılır. Değil mi? Fakat biz de böyle bir

4
düzenleme de yok yani bekletici meseleyle ilgili olarak ne bir atıf var ne kendi kanunumuzda bir
düzenleme var, bunu da görmüyoruz…

 İddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı, değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağı. Bunu gördük mü bu


arada? İddia ve savunmasının genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı. Bu konuyla ilgili olarak da bizde bir
düzenleme yok. Yani bu konuyla ilgili olarak da biz acaba açmış olduğumuz dava da belirli bir süre sonra
iddiamızı değiştirebiliyor muyuz veya hâkimi işletebiliyor muyuz veya aynı şekilde savunmamızı
değiştirip genişletebiliyor muyuz? Bununla ilgili olarak bir düzenleme pekâlâ yapılmamış…

 Gördüğünüz gibi bazı alanlarla ilgili olarak hakikaten ciddi bir boşluk var. İşte bekletici mesele gibi, tanık
delili gibi, iddia ve savunmasının genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı gibi, derdestlik gibi… Bütün bu
hallerde acaba biz önümüze bir sorun geldiğinde, sıkıntı geldiğinde nasıl çözeceğiz bunu? Şimdi burada
iki görüş var…

 Öncelikle öğretimin yani doktrinin yaklaşımına baktığımız zaman burada doktrindeki bazı yazarlar diyor
ki; idari yargı bir madem bir içtihat mahkemesi, yani boşlukları kendisi kanunda hüküm olmayan
hallerde yargı yeri doldurabildiğine göre dolayısıyla hukukun gereği ilkelerinden yararlanarak işte
HMK’dan yararlanarak bu boşluğu yargı yeri doldurabilir deniliyor. Birinci görüş bu. Aslında bakarsak
bazı hallerde Danıştay’ın bu görüşü uyguladığını görüyoruz. Hakikaten uyguluyor yani özellikle
derdestlik konusunda uyguluyor, zaman zaman tanık delili konusunda vs. uyguladığını görüyoruz. Yani
madem bir içtihat mahkemesi, o zaman boşluk varsa bunu doldurması gerek…

 İkinci görüş de diyor ki buna karşılık olarak; hayır burada usul kuralları kamu düzenindendir. Kamu
düzeninden olduğu içinde mutlaka kanun koyucu tarafından açıkça düzenlenmesi gerekir. Dolayısıyla
burada hâkimin hukuk (?) etme yetkisi bulunmamaktadır. Şimdi bu görüşte tutarlı aslında
düşündüğümüz zaman yani usul kurallarının kanunda açıkça ön görülmesi burada uygulamada
yaşanabilecek yani yargı yerleri arasında yaşanabilecek içtihat farklılıklarının da önüne geçecek bir
husustur. Çünkü bakıyorsunuz bir yargı yeri uyguluyor, unsur kuralını diğer yargı yeri uygulamıyor.
Dolayısıyla ne oluyor? Farklılık meydana geliyor sonra içtihatların birleştirilmesi yoluna gidilmeye
çalışılıyor. Dün Danıştay’ın sitesinde hiç bakan arkadaşımız oldu mu bilmiyorum ama parasal
uyuşmazlıklarla ilgili olarak Danıştay daireleri ve özellikle de bölge idare mahkemeleri arasında çıkan
ihtilafın çözümlenmesine ilişkin Danıştay bir karar almış ve sayfasında da yayınlamış. Yani böyle
durumlarda ortaya çıkabiliyor. O yüzden en doğrusu aslında kanunda açık bir şekilde, net bir şekilde bu
tür düzenlemelerin yapılması…

II) HUKUK MUHAKEMELERİ MÜESSESELERİNİN İDARİ YARGIDA


UYGULANABİLİRLİĞİ
 Peki yargı yerlerinin tutumu ne bu konuyla ilgili olarak? Yargı yerleri HMK’ya atıf yapılmayan hallerde
dahi HMK hükümlerini uyguluyor. Bakınız açık bir atıf yok fakat ne yapacaksınız? Yani burada bir çözüm
yolu bulmak zorundasınız. HMK’da zaten bekletici mesele düzenlenmiş, derdestlik düzenlenmiş değil
mi? İddia ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasası düzenlenmiş. Dolayısıyla oradan
yararlanacaksınız. Örneğin; bekletici mesele konusunda HMK’ya yollama yapılmamasına rağmen idari
yargı yerleri bu müesseseyi uyguluyor. Uygulamak zorundasınız, başka bir alternatifiniz yok zaten yani
yeni bir müessese yaratacak haliniz de yok. O yüzden HMK’daki bekletici mesele müessesini burada
pekâlâ uyguluyorsunuz…

 Bakınız burada bir dava sonucunun beklenmesiyle ilgili olarak, bekletici mesele ile ilgili olarak Danıştay
bir karar veriyor; bir kamu görevlisinin ceza yargılaması devam ederken aynı eylemden dolayı hakkında

5
disiplin cezası veriliyor ve bu cezaya karşıda iptal davası açıyor, mahkeme davayı reddediyor. Temyiz
aşamasında da işte adli yargıda dava açıldığı görülmekte olan davacının bu davasının sonucunun
beklenerek yani orası bir bekletici mesele yapılsın diyor, mahkeme verilecek karara göre davacıya ceza
tayini giderilmesi(?) gerektiğini açıkça ifade ediyor. O halde bekletici mesele müessesinin biz idari
yargıda da uygulandığını görebiliyoruz…

 Tanık delili, tanık çok tartışılıyor bizde. Dediğimiz gibi İdari Yargılama Usul’ünde yargılama dosya
üzerinden yapıldığı için yani idari yargıda çalışan avukat meslektaşlar bu anlamda daha rahatlar. Hiç
duruşmaya çıkma derdiniz yok, kendinizi duruşmalarda böyle şahitlerle ifade etme derdiniz yok, kural
olarak yani istisnai durumlar olabiliyor. Sizin bunlara yorulmaya gerek kalmadan özellikle (?) şartlarına
söylediğiniz gibi aile mahkemeleri bir tarafta, iş mahkemeleri bir tarafta, tüketici bir tarafta. Bir tarafta
adliyeye gidiyorsunuz, Yargıtay bir tarafta, ne yapıyorsunuz? Artık elinizde çantanız tüm gün
dolaşıyorsunuz özellikle icra işinizde varsa yandınız zaten. Ofisin, büronun yolunu bulamıyorsunuz.
Şimdi bu ortamda idari yargıda almış olduğunuz bir davanın dosya üzerinden yürüyor olması yüksek
re’sen araştırma kesimleri yürütülüyor olması -birazdan ifade edeceğiz- hakikaten avukat meslektaşlar
için bir nedir bu? Şanstır, öyle görülür. Burada sözlü yargılama usulü yok. Yazılı yargılama usulünden,
dosya üzerinden dava süreci ilerlediği için dolayısıyla sözlü yargılamanın bir gereği olan duruşmaya çıkıp
orada tanık dinletmenize de gerek yok. Yani tanık delilin bu anlamda da çok bir faydası olacağı
düşünülmüyor.

 Fakat şunu söyleyelim; özellikle vergi uyuşmazlıklarında hakikaten vergi uyuşmazlıklarına ilişkin
işlemlerde, açılan davalarda bazen ilgili tanık dinletmek durumunda kalabiliyor. Aslında bunu disiplin
soruşturmaları bağlamında da düşünebiliriz yani bazen öyle bir olay meydana geliyor ki hakikaten sizin
o olayı tanık delili dışında ispat edebilmeniz mümkün değil. Yani gerçekten tanık delilin çok önemli
olduğu noktalarda ortaya çıkabilir idari yargıda da böyle çok kestirip atmamak lazım. O yüzden de
Danıştay’ımız İdari Yargılama Usul’ünde kullanılamayacağını ifade ediyor tanık delilini. Ama son
zamanlarda bazen bazı kararlarda biz bunun, tanık deliline de yer verildiğini görüyoruz. Özellikle
uyuşmazlığın çözülmesinde öyle kilit öneme sahip bir delile tanık delili, yer verilmesinde fayda var. Ama
gene diyelim, idari yargıda tanık deliline yer olmadığı yönünde.

 Sadece tanık konusu değil, istinabe konusunda da öyle. İstinabeyi öğrendik mi? Neydi istinabe? Burada
ne yapıyoruz, örneğin burada dava görülüyor fakat bizim örneğin özellikle adli yargıda bir tanık deliline
yer vereceğiz. Fakat tanık gerçekten başka bir yerdeyken (?) dolayısıyla oradaki mahkemeden
yararlanıyoruz. Sadece tanık delili için değil, bilirkişiye başvuracak veya keşif yapılacak, o yerdeki
mahkemeden yardım alabiliyoruz bu konuyla ilgili olarak.

 Özellikle idari yargıda görülen bir davamız var. Bu davada bilir kişi veya keşif deliline başvurulmak
isteniyorsa, özellikle keşif için yani mahallede keşif yapılması gerekiyorsa acaba o mahallede yapılacak
olan keşif burada hukuk mahkemelerinden istenebilir mi? Bu konuyla ilgili de bir yollama yok. Var mı
31.maddede, istinabe düzenlenmiş mi bir bakın bakalım. Yok değil mi, hiçbir şey söylenmemiş.
Dolayısıyla HMK’ya atıf yapılan hallerden biri değil. O halde HMK’ya atıf yapılmadığı için bu konuda
kabul edilmeyeceğine yönelik kararı var Danıştay’ımızın. İstinabeyi kabul etmiyor, aslında neden
olmasın yani bu adli yargı içerisinde çok sık başvurulan bir yöntem. Hakikaten çok sık başvuruluyor ve
yargılamanın daha hızlı bir şekilde, daha ekonomik bir şekilde işlemesine fayda sağlıyor. Sürüncemede
bırakmıyor fakat biz bunu idari yargıda uygulayamıyoruz. Biz de gerçekten usul kuralları maalesef
Danıştay’ımız tarafından katı uygulanıyor onu ifade edelim yani bunu esnetemiyor neden bilemiyoruz.
Yani söylediğimiz gibi tanık deliline de yer verilmesi gerekir, bu 31.madddede ifade edilen hususların

6
açıkça düzenleniyor olması gerekir. Bunların hepsine açıkça yer veriliyor olması gerekir, bunu da
özellikle ifade edelim…

 Bir diğer konu, tespit davası. Tespit davası da İYUK 2.maddesinde düzenlenmiyor, dava çeşitlerini
gördüğümüzde anlatacağız. Biz de sadece iptal davası ve tam yargı davası mevcut. Dolayısıyla ayrıca bir
tespit davası, özel hukukta var ama adli yargıda tespit davası. Var değil mi? Tespit davasına
başvurulabiliyor. Fakat bizde bu kabul edilmiyor bunu da özellikle belirtelim yani idari yargıda mümkün
olmayacağına yönelik olarak kararlar verilmiş…

 Savunduğumuz görüş, tekrar ediyorum, kesinlikle İYUK 31’de belirtilen bütün bu hususların hepsinin
işte keşiftir, bilirkişidir, delillerin tespitidir, feragattir, kabuldür, teminattır vs. hepsinin açık bir şekilde
İYUK’da düzenlenmesi, yani bunun yapılabilmesinin önünde de bir engel yok. Çok daha açıkçası uygun
olur yani böyle bir HMK’ya yollama yapmak yerine oradaki hükümleri idari yargının bir üyesinin uygun
olduğu ölçüde kullanmak yerine açık bir düzenleme yapılması çok daha doğru. (Birisi soru soruyor; idari
yargıda tespit davasının açılabileceğini, burada öyle yazıldığını söylüyor. Kabul edildiğine kararlar
verilmiş olabileceğini ama kanunda açıkça düzenlenmesinin olduğu hakkında bir şey olmadığını
söylüyor sanırım…) O halde İYUK 31’e atıf yapılan halleri açıkça belirttik. Biz bunların açıkça
kanunumuzda düzenlenmesi gerektiğini ifade ediyoruz…

III) İDARİ YARGININ ÖZEL HUKUK KURALLARINA


BAŞVURABİLMESİ
 Şimdi idari yargı bazen özel hukuk kurallarına başvurmak zorunda da kalabiliyor. Bu biraz daha sizin
lisans seviyenizi aşan bir konu aslında ama kitapta yer verildiği için biz de kısaca buna değinelim. Yani
diyeceksiniz ki “hocam idari yargı alanında uzmanlaşmış idari uyuşmazlığı çözümlemekle yükümlü olan
hâkimin önüne nasıl olur da bir özel hukuk kuralı gelir ve bunu uygulamak zorunda kalır”. Bunu tam
tersinden de okuyabiliriz; bir adli yargı hâkimi, adli yargı alanında uzmanlaşmış bir hâkim bu
uyuşmazlıkları, özel hukuk uyuşmazlıklarını çözümlemekle yükümlü. Ama aynı zamanda öyle bir
durumla karşılaşıyor ki İdare Hukuku’nun kurallarını da uygulamak zorunda kalıyor. Yani bu iki yargı
düzeni açısından da mümkün olabiliyor. Neden mümkün olabiliyor? Çünkü uyuşmazlığın bir boyutuna
baktığınız zaman çözülebilmesi için örneğin; idari yargının elindeki uyuşmazlığa bizim özel hukuk
kurallarını bilmemiz lazım.

 Örneğin; sözleşmesel bir ilişki çözüyorsak bizim Sözleşme Hukuku’nu bilmemiz lazım. Yani Borçlar
Hukuku’nda düzenlenmiş sözleşmenin işte nasıl feshedileceğini örneğin veya nasıl devrinin
gerçekleştirileceğini veya nasıl hükümsüz kalacağı koşullarını biliyor olmamız lazım. Biliyor olmalıyız ki
biz bu uyuşmazlıkla ilgili olarak İdare Hukuku bağlamında bir karar verebilelim. Bazen böyle durumlarla
bizim karşılaşabilmemiz mümkün. Bakınız şu örnek burada önemli, Yargıtay’ın bir kararı; burada içtihattı
birleştirme kararı veriyor. Adli yargıcın İdare Hukuku kurallarına başvurabileceği ifade edilmiş.
Hakikaten somut olayda da bunu görüyoruz biz. Karara konu olan olayda idare yanlışlıkla yaptığı fazla
ödemeyi, kamu görevlisine yanlışlıkla fazla ödeme yapıyor ve bu fazla ödemeyi de sebepsiz zenginleşme
hükümlerine göre talep edip edemeyeceği yönünde bir itilaf var. Acaba talep edebilir mi edemez mi?

 Şimdi bu uyuşmazlığın çözümlenebilmesi için bizim yanlış tasarrufun geri alınıp alınamayacağını, yani
diyor ki idare; “ben yanlış bir tasarruf yaptım, sebepsiz zenginleştirdim karşı tarafı. Ne yapacağım? Bunu
geri alacağım”. İşte idarenin bunu geri alıp alamayacağı, geri alsa bile geçmişteki hakları tanıyıp
tanıyamayacağı… Dolayısıyla ödenmiş paranın geri istenemeyeceği konusunda nereye gidiyor artık
buradaki özel hukuk yargıcı, adli yargıç? İşte idare hukukunun kurallarını uygulamak zorunda kalıyor.
Yani işten geri alınabilir mi alınamaz mı, alınsa geçmişe yönelik haklar korunacak mı, ücret iadesi

7
gerçekleştirilecek mi gerçekleştirilemeyecek mi meselesini çözerken tamamen gördüğünüz gibi İdare
Hukuku’nun ilkelerinden, kurum ve kurallarından, müesseselerinden yararlanmak durumunda
kalabiliyor.

 Dolayısıyla Sözleşmeler Hukuku bağlamında da biz bunu görüyoruz. Yani idari sözleşmeleri bağlamında
da elinizde nihayetinde bir sözleşme var. Dolayısıyla sözleşmeyle ilgili olarak bizim en temelde neyi
bilmemiz lazım? İşte o Sözleşme Hukuku’nu bilmemiz lazım yani sözleşmenin nasıl kurulacağı, nasıl
devam ettirileceği, nasıl feshedileceğine yönelik hükümleri bilmemiz lazım. O şekilde bir uygulama
yapmamız lazım…

 Bir de burada Borçlar Kanunu 55.maddesinden söz edilmiş. 55 gerçekten tartışmalı bir hüküm, halen
daha tartışılan bir hüküm. 55II şöyle diyor: “Bu kanun hükümleri her türlü idari eylem ve işlem ile
idarenin sorumlu olduğu yer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen
yitirilmesine ya da kişinin ölümüne bağlı zararlara ilişkin istem ve davalarda da uygulanır”. Şimdi
görüyorsunuz ki buradaki hükümlerin biz idarenin sorumlu olduğu cismani zararlara yönelik olarak veya
kişilerin ölümüne bağlı zararlarda da bu kanun hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiş. Burada belirtilen
aman ha aman yanlış düşünmeyelim, sorumluluğun esasları değil. Yani bizim sorumluluğun esasları
konusunda yine idarenin hizmet kusuru var mı yok mu veya kusursuz sorumluluk çerçevesinde
değerlendirilebilecek bir durum var mı yok mu bizim bunu değerlendirmemiz gerekiyor her hâlikülarda.
Burada belirtilen tazminatın hesaplanması noktasında yani bu konuda özel hukuk kural ve ilkeleri
geçmiş olduğu için tek tek hangi bilimlerden yararlanılarak hesap yapılacak, bu kriterler belirlendiği için
işte buna uygun olarak da tazminat hesabının yapılabilmesi bu bağlamda mümkün. Yani zararın
miktarını belirlerken biz Borçlar Kanunu’nun 55.maddesine göre bu kanun hükümlerinden
yararlanıyoruz. O konuda aklımız karışmasın. Sadece tazminat hesabı yaparken bu kanun
hükümlerinden yararlanıyoruz. Aksi takdirde sorumluluk esaslarına girersek bu zaten idari rejimin
ilkelerine tamamen aykırı olur…

B. İDARİ YARGILAMA USULÜNÜN ÖZELLİKLERİ


1. YAZILILIK İLKESİ
 İlk ilkemiz, yazılılık ilkesi. İYUK 1, okuyun. Demek ki gördüğünüz gibi ne diyor İYUK 1.maddesi?
Danıştay’da, bölge idari mahkemelerinde, idare ve vergi mahkemelerinde yazılı yargılama usulü
uygulanır ve inceleme evrak üzerinden yapılır. O halde bir Danıştay’da örneğin; Danıştay Kanunu
24.maddesine giren veya özel kanunlarda Danıştay’ın ilk derece mahkemesi olarak görevli olduğu bir
davada açmış olduğunuz Danıştay’daki davada yazılı yargılama usulü uygulanacak, inceleme evrak
üzerinden yapılacak. Aynı bu davayı idare mahkemesinde açtığımızı düşünelim veya vergi
mahkemesinde açtığımızı düşünelim; mutlaka incelemenin evrak üzerinden yapılması gerekir. Yani
bölge idare mahkemesi de istinaf aşamasında görevliyken yine incelemeyi evrak üzerinden yapacak,
yazılı yargılama usulünü uygulayacak.

 Yazılı yargılama usulünün zıttı sözlü yargılama usulüdür. Orada taraflar sözlü yargılama usulünün bir
gereği olarak duruşmalara çıkarlar, duruşmalarda da dilekçelerinde yazmış oldukları hususları, ana
argümanları bir kez daha hâkim önünde ifade etme şansı bulurlar. Yani aslında siz orada bir sözlü
yargılama usulünde de dilekçenize yazdığınızdan fazlasını veya başka bir şeyi ifade etmiyorsunuz. Orada
yazmış olduğunuz şeyleri, durumları tekrar bir kez daha ifade edebiliyorsunuz. Bu bağlamda sözlü
yargılama usulü değil biz de yazılı yargılama usulü uygulanıyor. Yani taraflar iddialarını idare tarafına
savunmasını, dava ve cevap dilekçelerini ortaya koyuyorlar. Dolayısıyla yazılılık ilkesinin bir gereği olarak
duruşmaların yapılabilmesi istisnadır. Yani biz genel olarak yazılı yargılama usulünün uygulandığı bir

8
düzende duruşma beklemeyiz. Tabii ki düzenlenmiş, İYUK’da duruşmaya yer verilmiş ama bunun bir
genel düzenleme, genel usul olduğunu görmüyoruz. Burada amaç nedir? Amaç sözlü bir usule yer
vermeden kısa zamanda taraflar iddialarını, savunmalarını dilekçeler teatisi aşamasını bitirdikten sonra
o işlemin esasına geçerek veya uyuşmazlığın esasına geçerek hızlı bir şekilde karar verilmesini sağlamak.
Yani (?) makul bir zamanda, en az masrafla gerçekten uyuşmazlığın çözülebilmesini sağlamak burada
amaç, bunu da özellikle belirtelim…

 Duruşma biz de istisnadır dedik. Ha istisna olduğu içinde kanunda açıkça düzenlenmesi gerekiyor çünkü
ana usulümüz bizim yazılı yargılama usulü. Ama bu bağlamda da sözlülüğün bir gereği olan duruşma
yapılacaksa bunun kanunda düzenlenmesi gerekir ki nitekim söylediğimiz gibi İYUK duruşmayı açıkça
düzenlemiş. Bunun da zaten şartlarını sizlere ifade edeceğiz…

 Tabii duruşmada, duruşmanın şöyle de bir faydası var; söylediğimiz gibi bizim dilekçemizde ifade
ettiğimiz veya savunmanın dilekçesinde ifade etmiş olduğu hususları bir kez daha hâkimin karşısına
çıkıp, her zaman yüz yüze temas önemlidir, kendinizi ifade edebilmek önemlidir. Bir kez daha orada
hâkimi görüp ona anlatıp, beyanınızı daha net bir şekilde ortaya koyabilme şansı elde edersiniz. Ama
burada biz bu usule, İdari Yargılama Usul’ünde yer verildiğini görmüyoruz… (Birisi soru soruyor,
davaları değiştirecek argümanlar konusunda bir şey dile getiriyor. Hoca da dilekçemizde yazmış
olduğumuz husus konusunda başka bir argümanı dile getiremediğimizi söylüyor sanırım…) (47:03
öncesi bir kez daha dinlenecek…)

2. BASİT VE AZ MASRAFLI OLUŞU


 Bu yargılama evrak üzerinden yürüdüğüne göre ne olması lazım? Basık bir usulle yürümesi lazım ve az
masraflı olması lazım. Peki az masraflı mı? Değil, yani yargıya başvurduğunuz zaman kesinlikle dava harcı
ödüyorsunuz, posta ücretleri var bunun, yargılama gideri dediğimiz davayı örneğin diyelim ki kaybettiniz
burada karşı taraf için vekalet ücreti vesaire derken yargılama ciddi bir masraf. Gerçekten ciddi bir
masraf. Bunu belki iptal davası bağlamında çok fazla hissetmiyoruz çünkü orada biz bir maktu harç
ödüyoruz. Fakat özellikle Harçlar Kanunu’na göre bir tam yargı davası açıyorsak, yani şöyle düşünün; bir
tazminat davası gibi bir dava açıyorsak burada anlaşmazlık konusu değer üzerinde 1000’de 59,4 harç
alınıyor. Yani ciddi bir harç var burada gördüğünüz gibi bir tam yargı davası açtığımızda. Bakınız bunu
iptal davası açtığınızda pek hissetmiyorsunuz, yani üzerinize bir yük binmiş gibi olmuyor ama bir tam
yargı davası açıldığında açmış olduğunuz miktar üzerinden çok ciddi bir harç ödüyorsunuz, 1000’de 59,4
oranında. Dolayısıyla az masraflı olmak gibi bir durum asla söz konusu değil, bunu bir kere daha ifade
edelim.

 Basit usullü olması. Yani tabi burada katılıyorum kitaptaki düşünceye, yani sizin bildiğinize göre değişir
bu. Yani ne kadar biliyorsunuz ne yapabiliyorsunuz yani hukuk yargı alanlarınız ne kadar fazla, hukuki
donanımınız ne kadar fazlaysa tabi size basit bir usulmüş gibi gelebilir. İptal davası açıyoruz zaten re’sen
araştırma ilkesi var hâkim kendiliğinden değerlendirecek diyebilirsiniz ama bir başkası için bu böyle
olmayabilir. Dolayısıyla basit biraz masraflı oluş, evet, genellikle baktığımızda tüm literatürde,
kaynaklarda eski-yeni hep yer alır ama uygulaması yok.

3. SAVCILIK KURUMU
 Savcılık. İdari Yargılama Usul’ünde, bir de bizim biliyorsunuz ki kanun sözcümüz var değil mi? Biz burada
savcıyı bir kanun sözcüsü olarak görüyoruz yani diyoruz ki özel hukuktan farklı olarak buradaki savcı bize
kanunun ne olduğunu söyler, hukukun ne olduğunu söyleyen bir savcılık müessesemiz var. Sadece
Danıştay’da savcılığımız var, ilk derece mahkemelerinde yani idare mahkemelerinde, vergi
mahkemelerinde veya bölge idare mahkemelerinde savcılık kurumu söz konusu değil, Danıştay’da var.

9
Ve 2012 değişikliğinde çok sık değişikliğe gidiliyor bu konularla ilgili olarak. Son yapılan değişiklikle
birlikte savcıların görevi Danıştay’ın ilk derece mahkemesi sıfatıyla bakmış olduğu davalarda
düşüncesini bildirmek, kanunun ne olduğunu söylemek şekline dönüştürülmüş. Danıştay ilk derece
mahkemesi sıfatıyla yani Danıştay Kanunu 24.maddesi uyarınca bir uyuşmazlık çözüyorsa burada
Danıştay savcısının görüşü alınıyor. Bunun dışında temyiz aşamasındaki bir dosyayla ilgili olarak savcının
görüşü alınmıyor yapılan değişiklikle birlikte, 2012 değişikliği ile birlikte…

4. TASARRUF İLKESİ
 Tasarruf ilkesi. Tasarruf ilkesini biliyor muyuz? Bir kere, dava açıp açmama konusunda bizim bir tasarruf
yetkimiz var. Yani ister davayı açarız ister açmayız. Bu konuda bizi zorlayabilecek herhangi bir
mekanizma var mı? Yok. Peki davayı açtık, davamızı takip edip devam ettirme konusunda bizi zorlayacak
herhangi bir mekanizma var mı? Yok, değil mi? Bu bizim tasarruf yetkimiz ile ilgili bir konu. Biz burada
davamızı devam ettirmek zorunda hissedebiliriz. Peki davayı sona erdirmek konusunda? Yine bizim
tasarruf yetkimiz var. O halde dava sürecinin başlatılması, davanın ilerletilmesi, davanın sona erdirilmesi
konusunda başvurucunun ve diğer tarafın-tarafların tasarrufuna bağlı olduğunu söylüyoruz bu hususun.
Yalnız tasarruf ilkesini biz çok daha geniş bir şekilde uygularken Medeni Yargılama Usul’ünde, İdari
Yargılama Usul’ünde bunun bazı kayıtları olduğunu söylüyoruz. Yani siz idari yargıda açmış olduğunuz
bir davayı -özellikle ifade edeceğiz bunu- istediğiniz gibi “ben bu davayı sonlandırıyorum” veya “feragat
ediyorum” diyemezsiniz. Ha bunun özel hukukta rahatça söyleyebilirsiniz. Yani bir açmış olduğunuz
alacaklı davasında örnek veriyorum işte bir boşanma davasında veya mal paylaşımı davasında ne
yapabilirsiniz? Davanızı sürdürmek konusunda taraf iradesi, tasarruf ilkesi geçerli olduğu için bu
konularda bunu devam ettirebilirsiniz veya ettirmeyebilirsiniz. Fakat idari yargıda bu hakkın mutlak
olmadığını söylüyoruz.

 O halde bir dava açacağımız zaman yargı pasif durumda, yani yargının bizim dava açıp evrak kayıt
bölümüne kaydını yaptırıp, harcını ödeyip ve dava açtıktan sonra artık UYAP sistem üzerinden
mahkemeye düşüyor bizim dosyamız. Ondan sonrasında artık bizim davamız açılmış kabul ediliyor ve
devam edip gidiyoruz. Yani bu bağlamda biz yargıyı harekete geçiriyoruz, pasif konumda olan yargıyı
harekete geçiren biziz. Bu idari yargı içinde böyle yani bir idari işlemin iptali için dava açtığınız zaman
evrak kayıt bölümüne kayıt yapıldığında, harcı yatırıldığında, ilgiliye de alındı belgesi verildiğinde dava
açılmış kabul ediliyor. Ondan sonra diğer işlemler yürüyor.

 O halde baktığınız zaman mahkeme kendiliğinden harekete geçmiyor, bizim onu harekete geçirmemiz
lazım. İşte dava açarak, örneğin; dava kararı bağlandı, kanun yolu aşamasında mahkeme kendiliğinden
kanun yolu incelemesi yapabilir mi? İstinaf veya temyiz incelemesi yapabilir mi? Yapamaz. Bizim bu
konuyla ilgili olarak yine yargıyı harekete geçirmemiz lazım. Bizim başvurmamız lazım. Gerek istinafa
gerek temyiz aşamasında Danıştay’a başvurmamız gerekir.

 Tasarruf ilkesinden kastımız ilk ilginin yargılama sürecini başlatması, davacının yargılama konusunu
belirleyebiliyor olması yani biz ne için bu davayı açıyoruz? Ne istiyoruz? Yargıdan istediğimiz şey nedir?
Bir idari işlemin iptalini mi istiyoruz, ha sadece işlemin iptaliyle kalmayıp bu işlem nedeniyle zarara
uğramışsak bunun tazmini mi istiyoruz? Yoksa idarenin bir eyleminden bir zarara uğramışız, bunun
tazmini mi istiyoruz? Ne istediğimizi bizim açıkça, net bir şekilde ortaya koymamız lazım. Ha bu konudaki
tasarruf yetkisi de yine bize ait, biz belirliyoruz bunu, ne istediğimizi ve mahkemenin bize nasıl bir karar
vermesini beklediğimizi açık bir şekilde zaten dilekçemizde ifade eden biziz. Davacı davasını geri alabilir,
feragat edebilir, “davamdan feragat ediyorum, yani tek taraflı bir tasarrufla sona erdirmeye çalışıyorum
davamı”. Veya benim davamı kabul edebilir, buradaki talebi gerçekten kabul ettim diyebilir davalı idare.
Olmaz ama az bulur bu, olabilir de. Yani feragat kabul, bunların hepsi mümkün. Ve bunun dışında kanun

10
yolları aşamasına başvurmada da yine hangi sebeple başvurduğumuzu belirterek yine bu konuda da
bizim inisiyatifimizin yer alması gerekiyor. Tasarruf ilkesinden kastımız bu. Bunları biz İdari Yargılama
Usul’ünde de zaten genel olarak uygulandığını görüyoruz. Yani davayı biz başlatıyoruz, dava
dilekçemizde ne istediğimizi yine biz belirtiyoruz, tazminat istiyorsak ne kadar istediğimizi açıkça
belirtiyoruz. Hatta gerekirse bir kez olmak üzere ıslah edebiliyoruz belirtmiş olduğumuz miktarı, kanun
yolları aşamasına başvurabiliyoruz.

 Fakat bizim şunu unutmamamız gerekiyor; bazı hallerde özellikle İdari Yargılama Usul’ünde kamu
menfaatini, kamu yararını yakından ilgilendiren bir dava söz konusu ise bizim burada feragat etmemiz
kabul edilmiyor. Yani birer bir idari işlemden ziyade sadece bizi ilgilendiren bir idari işlemden ziyade
kamunun yararını ilgilendiren bir işlem söz konusu ise o işleme karşı açılan iptal davasında feragatimiz
kabul edilmiyor. Bunu feragat konusunda ayrıntılı bir şekilde inceleyeceğiz ama şunu bilelim; biz burada
davaya çıkıp çıkmamak konusunda serbestiz, dava konusunu belirtiyoruz, neticeyi ve talebimizi
kendimiz ortaya koyuyoruz. Aynı zamanda talep miktarını bir kereye mahsus olmak üzere
arttırabiliyoruz. Yani baktık ki davayı açarken düşük bir miktar belirledik, örneğin; elli bin lira zararımızın
karşılanmasını istedik. Bilirkişi incelemesine gitti dosya, hakikaten bilirkişi bir baktı bizim zararımız yüz
bin lira. Biz ne yapacağız bu durumda? Hemen bir dilekçe ile bu talep miktarımızı arttıracağız, bir defaya
mahsus olmak üzere diyeceğiz ki “yüz bin lira zararımızın karşılanması” bunu gerçekleştirebiliyoruz.
Dolayısıyla bu da bizim tasarrufumuza olan bir husus. O bakımdan talep miktarı da arttırılabilir. Kanun
yollarına başvurma konusunda da irademiz serbest…

C. İDARİ YARGIDA RE’SEN ARAŞTIRMA İLKESİ


1. RE’SEN ARAŞTIRMA İLKESİ
 Son olarak re’sen araştırma ilkesinde kaldık. Şunu öncelikle söyleyelim; İdari Yargılama Usul’ünde
damgasını vuran ilke re’sen araştırma ilkesidir. Bu ilke gereğince yargıç davanın aydınlatılması için
gerekli bilgi, belge, malzeme ne varsa bunların toplanması yükümlülüğünün mahkemeye verilmesidir.
Dava malzemesinin toplanmasından, delillerin ortaya konulmasından, davanın yürütülüyor olmasından
sorumlu olan ya taraflardır ya mahkemedir burada ifade edildiği gibi. Ya taraflarca hazırlama ilkesi
geçerlidir yani bu bağlamda dava için gerekli bilgi ve belgelerin toplanmasını taraflar yükümlülük olarak
yerine getirirler. Bu ilkeye biz taraflarca hazırlama ilkesi diyoruz. Taraflarca hazırlama ilkesi halihazırda
zaten HMK’da uygulanan bildiğiniz üzere bir usul. Yani bir hukuk davasını kazanabilmek için taraflar
olarak elinizden geleni yapacaksınız. Çok büyük bir efor sarf edeceksiniz, neden? Çünkü taraflarca
hazırlama ilkesi geçerli. Siz davacı tarafıysanız davanızı kazanabilmek için yani iddianızı ortaya
koyabilmek için, ispat etmek için elinizden geleni yapacaksınız. Savunma tarafıysa (?) hukuk davasında
bu davanın reddedilmesini sağlamak için ne yapacak? Elinden geleni yapacak. O yüzden davayı yöneten,
bu bağlamda dava malzemesini mahkemeye sunan, delilleri ortaya koyan, aslında davanın
yürütülmesinden sorumlu olan kimdir? Taraflardır.

 Hukuk mahkemelerinde hâkim hakem rolündedir. Siz taraflar olarak getirilirsiniz, her türlü bilgiyi, belge,
delil vs. hâkim burada hakem konumunda olduğu için kendisi re’sen bir delil değerlendirmesi yapamaz.
Kendisi re’sen bir araştırmaya giremez kural olarak. Bu durumda taraflar olarak davamızı en iyi şekilde
yürütebilmek için elimizden geleni yapacağız çünkü hakem rolünde bir hâkim var karşımızda.

 Gelelim İdari Yargılama Usul’üne. İdari Yargılama Usul’ünde ise baktığımız zaman hâkim hakem rolünde
değildir. Bizzat ceza yargılamasında olduğu gibi re’sen araştırma ilkesi geçerli olduğu için hâkim
tarafların ileri sürmediği bilgi, belge, delil vs. davanın aydınlatılması bakımından faydalı ise bütün bunları
re’sen ulaşır. Bu bağlamda re’sen araştırma ilkesi bizim açımızdan oldukça önemli. Yani davanın

11
yürütücüsü kim? Hâkim. Hâkim davayı yöneten konumda olduğu için görev ve yetkileri de oldukça fazla
re’sen araştırma ilkesi gereğince… Re’sen araştırma ilkesinde demek ki hâkim burada re’sen araştırma
ilkesini kullanarak her türlü bilgi-belgeyi kendiliğinden inceler.

 İYUK 20.maddesi re’sen araştırma ilkesini düzenliyor. Maddeyi okuyun. Demek ki gördüğünüz gibi İYUK
20.maddesi uyarınca Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri bakmakta olduğu
davalara ilişkin her türlü incelemeyi kendiliğinden yapar. Bakınız bunun altını çizmemiz gerekiyor, her
türlü incelemeyi kendiliğinden yapıyor hâkim. Bu arada taraflarca getirilmiş bir dava malzemeleri olup,
deliller, aydınlatılması gereken hususlar olup hâkim hakem rolünde olup karar verici konumda değil.
Gördüğünüz gibi her çeşit incelemeyi hâkim zaten kendisi kendiliğinden yapıyor ve aynı zamanda
belirlenen süre içerisinde lüzum gördüğü evrakın gönderilmesini, her türlü bilginin verilmesini
taraflardan ve ilgili yerlerden isteyebiliyor. Gördüğünüz gibi her türlü bilgi, belge, evrak vs. davanın
aydınlatılması için ne gerekiyorsa bunu taraflardan isteyebiliyor hâkim.

 Aynı zamanda ilgili diğer yerlerden de isteyebiliyor yani sadece davanın aydınlatılması bağlamında
burada tarafları yormuyoruz, başka yerlerden de bilgi-belge istenilmesi gerekebiliyor davanın
çözümlenmesi için. İşte bunu da hâkim re’sen yerine getirecek. Tabi ki bu istenen bilgi, belge vs. neyse
bunun gereği de ilgili makamlar tarafından yerine getirilecek belirlenen süre içerisinde. Gördüğünüz gibi
İYUK 20.maddesi İdari Yargılama Usul’üne damgasını vuran re’sen araştırma ilkesini açıkça düzenlenmiş.
Demek ki re’sen araştırma ilkesi gereğince İdari Yargılama Usul’ünde dava malzemesinin toplanması
kime ait bir görev? Hâkime verilmiş bir görev. Dava malzemesini toplayıp, delilleri değerlendirip… Ha
bunun üzerinden hukuki sonuca ulaşıp karar verecek olan kim? Hâkimdir. Bütün bu hususlar
söylediğimiz dava malzemesinin toplanması, delillerin değerlendirmesi, olayın hukuki nitelemesinin
yapılması, hukuki sonuca ulaşılması görev ve yetkisi tamamen hâkime ait bir görevdir. O halde hem
re’sen araştırma ilkesi var hem yazılılık var. Ne yapıyoruz? Açıyoruz davayı, dosya üzerinden zaten
yürüyor. Duruşma istisna, onun istisnai bir durum olduğunu söyledik şartlarını da getireceğiz(?). Hâkim
burada zaten re’sen delilleri takdir ediyor, hukuki nitelemeyi yapıyor, hukuki sonuca karar veriyor. Bu
bağlamda re’sen araştırma ilkesi büyük bir kolaylık.

 Neden getirilmiş peki? Taraflarca hazırlama ilkesinin yerine re’sen araştırma ilkesinin getirilmesinin en
önemli sebebi aslında bu şekilde kamuya yararının tatmin edilmesi. Neden? Çünkü bir tarafta vatandaş,
birey, yani özellikle bunu tasvir etmek için şöyle deriz biz; bir tarafta güçsüz birey, bir tarafta idare. Şimdi
davada konumlarına bakar mısınız? Güçsüz birey diyorsunuz, dava açıyorsunuz. Hem hukuki anlamda
güçsünüz değil mi idareye karşı? İdarenin hukuk ordusu var; hukuk müşavirleri, hukuk uzmanları, hukuk
avukatları vs. Aynı zamanda hukuki bilginiz yetersiz olduğu gibi maddi imkanlar açısından da yetersiniz,
karşınızda koskoca idare var siz bir birey olarak dava açıyorsunuz üstelik harçlarda gerçekten pahalı
diyoruz yani. Şimdi aynı zamanda sizin teknik bilginiz var ama bu uyuşmazlıkla ilgili, idari işlemi tesis
etmiş ama işlem dosyası zaten idarenin elinde. Yani biz davayı açtığımız zaman zaten çoğu durumda
idari işlemin sebebini öğrenme imkanına kavuşuyoruz. Böyle bir ortamda siz taraflarca getirme ilkesini
koyarsanız ne olur? Davacı davasını kazanabilir mi? Kazanamaz. Mümkün değil. Ne olur? Davası
reddedilir, üzgünüm.

 Yani bir hukuk yargılamasında siz hâkim hakem rolünde olduğu için kural olarak, eğer siz davacı olarak
iddianızı ispat edecek argümanları, delillerinizi ortaya koyup iddianızı ispatlayamazsanız davayı
kaybedersiniz. Bu kadar basit. Ama biz bu uygulamayı aynı şekilde idari yargıya getirdiğimiz zaman bu
sefer davacı çok çok ciddi şekilde mağdur olur. O yüzden taraflar arasında silahların eşitliğini
sağlayabilmek, dengeyi kurabilmek, çelişmeli yargılama usulünü, adil yargılama ilkesini gerçekten bizim
gerçekleştirebilmemiz için zaten re’sen araştırma ilkesine ihtiyacımız var. Getirilmesinin asıl amacı bu.

12
Taraflar eşit durumda değil, taraflar arasında hep söylüyoruz ya idare burada kamu gücü
ayrıcalıklarından yararlanır, kamu gücü imtiyazlarından yararlanırlar, tek yanlı iradesiyle hukuki sonuç
doğurabiliyor. Şimdi böyle bir idarenin karşısında siz taraflarca getirme ilkesini uygularsanız davacı hangi
delile ulaşabilecek, neyi bulabilecek ki davasını kazanabilecek? Bu yüzden hâkim burada davanın
yürütücüsüdür, yöneticisidir ve iddiaları kendisi dinler ve o ileri sürülmeyen delillere dahi kendisi re’sen
ulaşabilir. O yüzden re’sen araştırma ilkesi oldukça önemli…

 Şunu kastetmiyoruz yalnız şunu anlamayalım; re’sen araştırma ilkesi derken tabii ki hâkim burada
tasarruf ilkesini değerlendirecek. Yani siz açmış olduğunuz davanızda davacı olarak ileri sürmediğiniz bir
hususla ilgili mahkeme karar vermeyecek. Örneğin; siz bir nakle(?) atama işleminin iptalini istediniz.
Mahkeme sadece bu konuya ilişkin re’sen araştırma ilkesini kullanarak değerlendirme yapıp sonuca
ulaşacak. Ha bunun dışında bir değerlendirme yapıp başka bir karara ulaşmayacak. Biz ne istemişsek,
talebimiz neyse mahkemeden bunun sonucuna ilişkin olarak bize re’sen araştırma ilkesinden
yararlanarak hâkim hukuki sonucunu açıklayacak. Bunun dışında bir alana çıkmasını elbette ki
beklemiyoruz kendisinden…

 O halde mahkeme re’sen araştırma ilkesinden yararlanarak iptal davası açtığımızda, hatırlayalım geçen
seneki bilgilerimizden idari işleminin beş unsurunu; yetki, şekil, sebep, konu ve amaç unsurları
bağlamında değerlendirir. Eğer bu unsurlardan bir veya birkaçında hukuka aykırılık var ise işlemin
iptaline karar verir. Bakınız re’sen araştırma ilkesi çerçevesinde hâkim bu değerlendirmeyi
gerçekleştiriyor yani tek tek inceliyor. Yetki, şekil, sebep, konu ve amaç unsurlarını ve bu denetimin
sonucunda da işlemin hukuka uygun olup olmadığına kendisi karar veriyor.

 Yani biz davamızı hiçbir unsur belirtmeden açabiliriz. Şu da olabilir, uygulama da bu da karşımıza çıkıyor;
davacı davasını açıyor, hiç idari işlemin şu unsuruna aykırıdır örnek veriyorum sebep unsuruna aykırı
işlem yapılmıştır demiyor, genel olarak işlem hukuka aykırıdır iptalini talep ediyorum diyor. Burada ne
yapacak mahkeme? Tek tek unsurları inceleyecek. Yetki, şekil, sebep, konu ve amaç yönlerinden re’sen
değerlendirme yapacak ve bu değerlendirmesinin sonucunda da işlemin hukuka uygun olup olmadığına
karar verecek.

 Burada re’sen araştırma ilkesi gereğince hâkimin davanın aydınlatılmasındaki rolü oldukça önemli.
Olayın bakanlığın hukuki nitelendirmesini de hâkim yapacak, hukuki nitelendirme de yine hâkimin
görevi.

 Bu bağlamda biz iki dava türümüzün olduğunu söyledik; iptal davası ve tam yargı davası. İptal davasında
da tam yargı davasında da hâkimin re’sen araştırma ilkesi geçerlidir. Yani hâkim önündeki bir iptal
davasında da re’sen araştırma ilkesini kullanır. Söylediğimiz gibi idari işlemin tüm unsurlarını
değerlendirir, işlem hukuka aykırı ise iptaline karar verir. İşlem hukuku uygunsa da davanın reddine
karar verir. Tam yargı davaları bakımından da aynı şekilde. Burada hâkim yine tam yargı davasında da
dava malzemesini toplar yani davanın aydınlatılabilmesi için bilgi, belge, delil varsa bunların hepsini
toplar. Ama iptal davasındaki kadar ağır bir yükümlülük değil buradaki aslında çünkü netice itibariyle -
anlatacağız bunu- tam yargı davaları biraz daha özel hukuktaki tazminat davalarına benzer. Benzer
diyoruz, aynısı değil aman dikkat edelim çünkü idari yargıdaki tam yargı davası. O halde biz idareden bir
tam yargı davası bağlamında zarara uğrayarak, başvurucu olarak tazminat istiyorsak ne yapacağız?
Re’sen araştırma ilkesi var hâkim zaten kendisi bütün delillere ulaşacak, bilgi-belgeye ulaşacak,
uyuşmazlığı çözecek demeyeceğiz. Elimizde var olan bilgi, belge, bu olayın ispat edilebilmesi için vs.
belgeleri de paylaşacağız, koyacağız dava dosyamıza. Yani tamamen yargıya bu yükü bırakmayacağız.
Aksi halde davamızı kazanabilmemiz riske girer çünkü burada re’sen araştırma ilkesi gereğince hâkim

13
bir kere kusurun var olup olmadığını kendisi re’sen belirler. Bakınız bu konuda bizim hiç uğraşmamıza
gerek yok, hâkim kusur olup olmadığını re’sen kendisi takdir edecek. Yani hizmet kusuru var mı yok mu,
bunun değerlendirmesini yapacak, re’sen yapacak olan hâkimin kendisidir. Çünkü hâkimin hukuki
bilgisiyle çözeceği bir duruma, aynı şekilde kusursuz sorguluk(?) ilkelerinin uygulama imkânı var mı yok
mu? Yani gerçekten baktığımız zaman olayda kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesi veya risk ilkesi
uygulanabilir mi uygulanamaz mı? Bunun değerlendirmesini yine yapacak olan hâkimin kendisidir.

 O halde biz uğramış olduğumuz zararı davacı olarak ne yapacağız? En azından delilleriyle idarenin
faaliyetinden kaynaklanan bir zarara uğradığımızı ortaya koymamız beklenir. Yani davamızı
kazanabilmemiz için bizim burada örneğin; Sağlık Bakanlığı’na bağlı bir hastaneye gittik, operasyon
geçirdik, operasyon sonucunda vücudumuzda kalıcı bir iz kaldı. Uzuv kaybına uğradık vs. işte bu idari
faaliyetiyle bizim uğramış olduğumuz zarar arasında ehliyet bağı var. İşte bunu ortaya koyacak şekilde
mahkemeye bizim delillerimizi ortaya koyabilirsek mahkemede zaten bilirkişi delili yoluyla bu hukuki
uyuşmazlığı çözecektir. Yani hâkim davayı aydınlatma ödeviyle yükümlüdür idari yargıda. Fakat
kendisini yalnız görmüyoruz burada, biz de davacı olarak ne yapacağız? Elimizde işte bir iptal davasıysa
işlemin iptaline neden olacak hususlar ne varsa ne biliyorsak, elimizdeki delil ne ise bulup koyacağız
ortaya. Veya bir tam yargı davası varsa idarenin kusurundan kaynaklandığını veya idarenin fiilinden
kaynaklandığını ortaya koyacak delillerimizi ortaya koyacağız. Yani mahkemeyle de ne yapacağız? İş
birliği yapacağız, tamamen bırakmayacağız. Mahkeme çözsün bu uyuşmazlığı da demeyeceğiz, biz bilgi
belgeleri tabii ki mahkemeye vereceğiz…

 Şunu bir kez daha ifade edelim; re’sen araştırma ilkesi demek davanın taraflarının süreçten,
yargılamadan tamamen dışlanıp mahkemenin doğrudan kendisinin araştırma yapması demek değildir.
Bakınız bu böyle anlaşılıyor, yanlış bir anlaşılma aman lisansta ne öğrenirsek o kalıyor çünkü. Yıllar sonra
bile lisansta öğrendiğiniz bilgi ile burada ilk aldığımız şekliyle bu kalıyor aklınızda, o yüzden buna çok
dikkat edin; re’sen araştırma ilkesi demek İdari Yargılama Usul’ünde tarafların tamamen dışlanıp
hâkimin esas rolde olması demek değil. Evet biz de elimizden geleni yapacağız tabii ki, dava açmışız
netice itibariyle değil mi? Yani davamızı kazanabilmek için iddiamızı ortaya koymamız lazım. Hukuka
aykırılıkları, elimizde bilgi, belge, delil vs. varsa bunları tabi ki sunmamız lazım mahkemeye. Aynı şekilde
bir tam yargı davasında da bunu yapmamız lazım. Yani biz mahkeme sürecinde de dahil olacağız, ha
örneğin; bir bilirkişi delili geldi yargılama sürecinde. Bizim bu bilirkişi deliline yönelik itirazlarımız var.
Şimdi “re’sen araştırma ilkesi var zaten canım, hâkim zaten yargılamanın sonucunda kendisi kanaat
getirecek, karar verecek” diyebilir miyiz? Hayır, biz bu konuda bu bilirkişi deliline itirazımız varsa bunu
mahkemeye sunacağız. Veya bir keşif deliline itirazımız varsa bunu mahkemeye sunacağız, sunmak
durumundayız. Çünkü tarafların argümanları da çelişmeli yargılama ilkesi gereğince birbirlerine
sunuluyor, tebliğ ediliyor. Karşılıklı olarak biz bunları görebiliyoruz, itirazımızın olduğu her durumda da
zaten bunu ifade etmek durumundayız. Ve tabii ki mahkemenin de burada her türlü delile taraflar olarak
bizim ulaşımımızı sağlaması oldukça önemli. Yani bizler karşı tarafın sunmuş olduğu delilin ne olduğunu,
hangi kapsamda olduğunu taraflar olarak bilebilecek durumda olmalıyız. Bunu da sağlayacak olan da
tabi ki mahkemedir yani diğer tarafın bilgisine sunmaktır elimizdeki delili, belgeyi.

 Bu hukuki dinlenilme hakkının da bir gereğidir. Mahkemelerimiz bu konuda çok hassas, hem idari yargı
için söylüyorum bunu hem adli yargı için. Gerçekten tarafların ileri sürmüş olduğu deliller, ileri sürdüğü
özel dilekçeler vs. belgeler karşı tarafa iletilmezse, karşı tarafın bilgisine sunulmazsa ve onun da ne
diyeceğine yönelik olarak bir kendisinin düşüncesi alınmadan karar verilirse bu bir bozma sebebi olarak
kabul ediliyor. Yani gerçekten bir temyiz nedeni olarak karşımıza çıkan bir husus var burada ama bu
konuda dikkat etmek lazım. Yani tarafları hukuki dinlenilme hakkından sonuna kadar yararlandırmamız

14
lazım. Aksi takdirde hâkim olarak bakmış olduğumuz dosya üst mahkemeden döner, bu konuda dikkatli
olmak lazım.

 O halde re’sen araştırma ilkesi gereğince bizim davamızı ispat yükümüz yok. Adli yargıda olduğu gibi
iddia sahibi Medeni Kanun 6.maddesi gereğince “iddiasını ispatla mükelleftir” diyoruz ya, biz bir de
davacı olarak ispat yükü altında bırakılırsak re’sen araştırma ilkesi kabul edilmeden, ne olur? Davayı
kaybederiz. Büyük ihtimalle kaybederiz yani davayı ispat yükümlülüğü gibi bir yükümlülüğü bizim idari
yargıda kabul edebilmemiz mümkün değil. Re’sen araştırma ilkesinin geçerli olduğu bir hukuk
düzeninde bir yargılama düzeninde kesinlikle ispat yükü gibi bir yükümlülük söz konusu olmaz. Hâkim
zaten delilleri re’sen kendisi takdir eder.

 Burada şunu da söyleyelim, büyük ihtimalle haftaya anlatırız bu konuyu, ilk inceleme konularına
geçeceğiz haftaya; ilk inceleme konuları ile ilgili olarak da hâkim re’sen araştırma ilkesinden yararlanır.
Haftaya anlatacağımız ilk inceleme konularında hâkim re’sen inceler. Yani görev ve yetki, görevli
mahkeme mi yetkili mahkesme mi bunu re’sen inceler. Süre, dava süresinde açılmış mı açılmamış mı
bunu re’sen inceler. Burada kesin ve yürütebilir bir işlem var mı bunu re’sen kendisi inceler. İcra(?)
nitelikte bir karar var mı bunu kendisi inceler. Ehliyetli şahıslar tarafından mı açılmış bunu kendisi
inceler. Anlatacağımız (?) 14’teki şartların hepsini ilk inceleme konularının hepsini hâkim kendisi re’sen
inceler. Bu konuda bizim taraflar olarak yapabileceğimiz hiçbir şey yok. O yüzden davayı aydınlatma
yükümlülüğü hâkim için çok önemli bir yükümlülük.

 Bakınız idari yargının en büyük farkını gördük değil mi, bu zamana kadar ki derslerimizde Medeni
Yargılama Usul’üne göre en büyük farklılık bu. Hâkim davayı re’sen aydınlatacaktır ama tabii ki taraflarla
iş birliğini de önemsiyoruz. Bu yanlış anlaşılmasın yani ben davayı açtım ne de olsa 1-2 yıl sonra bana
karar gelecek gibi de düşünmeyelim bazen böyle de düşünülebiliyor maalesef. Açtım davayı ne de olsa
bir şekilde idari yargıda yargılama yürüyor, iptal davasının sonucu tarafıma tebliğ edilir gibi bir durum
söz konusu değil. Davamızı ne yapacağız? Takip edeceğiz, delillerimizi ileri süreceğiz, karşı tarafın ileri
sürmüş olduğu argümanlara karşılık karşıt görüşümüz varsa bunu da ileri süreceğiz. Eğer bunu hâkim
bunu yerine getirmiyorsa işte bu hâkim için vermiş olduğu kararın bozulmasının sebebidir. Çünkü usul
kurallarına aykırılık var, üstelik esaslı bir aykırılık. Bunu önemsiyoruz. Bazen hâkimlerimiz buna dikkat
etmiyor o yüzden özellikle vurguluyorum yani çok özellikle vurguladığımız hususlar bunlar dikkat ediniz,
uygulamada karşımıza çıkan sorunlar bunlar. Eksik usul işlemleri işleterek karar veriyor daha sonrasında
bu bozuluyor. Yani yazık, emek değil mi? Emek kaybı, zaman kaybı, bir de davacı açısından düşünün bu
işi. Haklıysa bir de bunun için bir daha karar bozuluyor vs. yani çok çok ciddi sıkıntılar doğurabiliyor o
yüzden en baştan doğru bir şekilde ilerlemekte fayda var.

 Şunu son olarak söyleyeceğim size; İdari Yargılama Usul’ünde re’sen araştırma ilkesini tekrar edelim.
Getirilmesinin sebebi, bu bağlamda taraflar arasındaki eşitsizliği gidermek. Kesinlikle taraflar arasında
çok büyük eşitsizlik var, maddi açıdan, hukuki açıdan, temlik bilgi açısından, donanım açısından, bütün
bu eksiklikleri giderebilmek için re’sen araştırma ilkesi getiriliyor. Bu durumda tabii ki yani öncesinde
re’sen araştırma ilkesini kabul etmediğimizde çok daha avantajlı konumda olan idareyi de ne yapıyoruz
biz? Karşı taraftaki bireyi dengeliyoruz. Dengelemenin yolu da re’sen araştırma ilkesi, bir denge aracı
olarak kullanıyoruz. Bu konuda dikkat edelim…

 Tasarruf ilkesi, zaten bunu söyledik. Tasarruf ilkesinin gereğinin yerine getirildiğini yani hâkim dava
konusuyla bağlı, talep sonucuyla bağlı, bu konuda hiçbir kendisinin katkısı vs. söz konusu olamaz. Ve
aynı şekilde iddia ve savunmanında genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı söz konusu. Bu arada şunu da
söyleyelim; tasarruf ilkesinin bir gereği olarak şimdi iptal davasını açtınız bir idari işleme karşı. Hâkim

15
dosyaya bakıyor ki dosyada bir başka idari işlemde hukuka aykırı. Olabiliyor bazen yani gerçekten
karşılaşılabilir böyle bir durum. İşte tasarruf ilkesinin bir gereği olarak hâkim burada o görmüş olduğu
hukuka aykırı işlemin iptaline de karar veremez. Yani tasarruf ilkesinin bir sonucudur bu. Çünkü biz neyi
talep ediyoruz? Diyoruz ki “A işleminin iptali” o yüzden hâkim A işleminin iptali konusunda (?) ifade
edecek. “Dosyada B işlemi de var, bu da hukuka aykırı bunu da iptal edeyim” şeklinde bir bakış açısı söz
konusu olamaz. Yani iptali istenmemiş bir idari işlemle ilgili olarak kendisi hüküm kuramaz. Tasarruf
ilkesinin bir gereği olarak bunu da ifade etmemiz gerekiyor…

 …Bu notlardan kazanılan, kazanılacak olan tutarın bir kısmı hayır işi (SMA’lı bir bebek, zor durumda olan
bir aile vb) için kullanılacaktır…

16
8. Hafta (17.11.2021)
D. HAKİMİN TARAFSIZLIĞI
 Hakimin tarafsızlığı konusunda kalmıştık. Önünüzde adli yargı hakimi de olsa idari yargı hakimi de olsa
tarafsız olmasını bekleriz bu tarafsızlık hem davanın taraflarına karşı yani davanın tarafları ile ilgili olarak
herhangi bir yakınlığının olmaması lehe ya da aleyhe bir şekilde kendisine bir önyargı veya sempati gibi
durumunun söz konusu olmaması aynı zamanda …(?) Zaten anayasamızda da hakimin tarafsızlığı ve
bağımsızlığı durumu özellikle ifade edilmiş.

1. HAKİMİN DAVAYA BAKMAKTAN YASAKLILIĞI


 Hakim yasama ve yürütme karşısında da tarafsız olacaktır elbette ki bağımsız da olması gerekir. Örneğin
hakim bazı hallerde tarafsızlığını kaybedebilir kanunun açıkça öngörmüş olduğu bu durum bizde İYUK 31.
maddesinde ifade edilen davaya bakmaktan çekilmesi zaten bunun nasıl uygulamaya konulacağı da
İYUK’ta düzenlenmiş. İlk olarak Hakimin davaya bakmaktan yasaklılığına bakalım. Arkadaşlar İYUK 31.
madde burada atıf yapmış HMK’ya o halde HMK’daki hükme bakmamız lazım. O hükmü tekrarlayacak
olursak aşağıdaki hallerde hakim davaya bakamaz, talep olmasa bile çekilmek zorundadır denilmiş. Nedir
bu haller? Kendisine ait olan doğrudan doğruya veya ilgili olduğu bir dava varsa. Aralarında evlilik bağı
kalksa bile eşinin açmış olduğu bir davaya hakim olarak bakması yasaktır, Kendisiyle evlatlık bağı olan
kişinin açmış olduğu dava, işanlısının açmış olduğu dava, iki taraftan birinin vekili, vasisi kayyumu veya
yasal danışmanı sıfatıyla hareket edip açmış olduğu hareket ettiği bir dava, 3 derece de dahil olmak üzere
kan veya kendisini oluşturan evlilik bağı kalksa dahi kayın hısımlığı bulunanların açtığı davada hakim
yasaklı kabul ediliyor. 31. madde gördüğünüz gibi HMK’ya atıf yapmış bu hükümler dolayısıyla bu
sebeplerden biri varsa hakim davaya bakamaz. Hakikaten çok yakın kan bağı var gördüğünüz gibi bu tür
durumlarda biz hakimin davaya bakamayacağını çekilmek zorunda olduğunu söylüyoruz. Yani hakim
dosyaya baktı inceledi talep dahi olmasa da fark ettiğinde doğrudan çekilmek zorunda. Eğer buna rağmen
hakim çekilmek zorunda olmasına rağmen yargılamaya devam ederse bu yargılamanın yenilenmesinin
sebebini oluşturmaktadır. O halde bu durumlardan bir tanesi ortaya çıktığında hakimin çekilmek zorunda
olduğunu söylüyoruz.

2. HAKİMİN REDDİ
 Burada yasaklılık sebeplerinin varlığı halinde hakim kendiliğinden davadan çekilmek zorunda. taraflar da
çekilmesi gerektiğini söyleyebilirler ama resen hakimin yapması daha uygun bir usul. Yetkili merciye
bildirirler burada nihai karar yetkililerce bildirilir deniliyor. Aksi durumlarda da hakim reddedilebilir,
hakimin reddi sebepleri oluşabilir. Hakimin reddi sebepleri çok kolay oluşmaz uygulamada bunun öyle
kolay olmadığını da söylüyoruz.

 Hakimin reddi sebepleri de yine HMK’da düzenlenmiş İYUK 31’deki atıf nedeniyle yine HMK’ya bakmak
zorundayız. HMK’daki atıfa da baktığımız zaman burada hakimin reddi sebepleri: Davalı İki taraftan birine
öğüt vermiş ya da yol göstermiş olması yani burada açık bir şekilde hakim taraflardan birine öğüt verecek
yol göstermiş olacak. Bunu da bir hakim kolay kolay göze almaz uygulamada biliyoruz ki hakimlerimiz
taraflarla görüşme konusunda çok çekingen davranırlar. Çünkü hakimin tarafsızlığına bir halel gelmesin
sıkıntı yaşanmasın diye. Siz iyi niyetle bir tavsiyede telkinde bulunursunuz ama bu hakimin reddi sebebini
oluşturur, dış dünyada yanlış anlaşılabilir. O yüzden çok dikkatli olmakta fayda var çok uç bir örnek
olmadığı sürece hakimin taraflarla görüşmesi uygun değil. Görüşecekse de bunu vekil marifeti ile yapar
asıl taraflarla değil.

1
 Ama öğüt vermişse açık bir şekilde yol göstermişse işte bu davayı açtık ama bunun yanı sıra şu şu
haklarınız da var tıpkı bir avukat gibi davranmışsa bununla ilgili şu davayı da açabilirsiniz üstüne şu
tazminat davasını da ekleyebilirsiniz gibi bir öneride bulunmuşsa yol gösterici olmuşsa veya iki taraftan
birine veya üçüncü bir kişiye kanunen gerekmediği halde görüşünü açıklamışsa ki hakimin görüş
açıklaması hakimin reddi sebebi. Hiç olmaması gereken bir durum mesela davayı kazanırsınız,
kaybedersiniz veya tazminat alırsınız gibi bir hukuki yorum gerçekleştirmişse, Hakim davada tanık veya
bilirkişi olarak dinlenmiş veya hakim yada hakem sıfatıyla hareket etmişse, bu zaten hiç hiç olmayacak bir
şey örnek olmalı arkadaşlar böyle bir durum söz konusuysa. 4. derece de dahil hakimin yansoy hısımlarına
ait bir dava varsa, dava esnasında İki taraftan birisi ile davası ile aralarında bir düşmanlık olması, husumet
durumu çok nadir belki olabilir arkadaşlar, bu da hakimiyeti sebeplerinden bir tanesini oluşturuyor.

 Özellikle burada iki kategoriye yani hakimin yol göstermiş olması ile görüşünü açıklamış olması
konusunun tespiti zor ama diğerleri çok daha kolay daha somutlaştırır alabilirsiniz dediğim gibi diğer iki
hususun belirlenmesi kolay değil o yüzden hakimin reddi öyle kolay kolay gerçekleşmez bunun tespiti
kolay bir mesele değil. Eğer hakimin gerektiren bir sebep varsa hemen baktığımız zaman burada hakim
kendiliğinden davadan çekilebileceği gibi taraflarda red talebinde bulunabilir.

 Özellikle Ceza Mahkemelerinde bunu çok görürüz arkadaşlar hakim tarafsızlığını yitirdi, bağımsızlığını
yitirdi şeklinde eleştiriler çok görürüz. Taraflar hemen hakimin reddi yoluna başvurmak ister. Gördüğünüz
gibi burada tarafların da talebi söz konusu olabilir. Fakat hakimin kendiliğinden çekilmesi taraflardan biri
re’sen talebi sonucunda davaya bakmaya devam eder. Tabii dediğimiz gibi burada bu ret talebinin olumlu
sonuçlanması da kolay gerçekleşmiyor.

I) RET TALEBİNDE BULUNMA ZAMANI


 Ne zamana kadar yapılabilir hakimin reddi? Şimdi usul hukuku kuralları da burada önemli bizim için her
zaman ne diyoruz mecelledeki gibi usul esastan önce gelir. Usul kurallarını doğru işletemezseniz doğru
ortaya koymazsanız haklılığınızı ortaya koyamazsınız. Evet bazı durumlarda görüştür bakış açısıdır
gerçekten bu kuralları esnetmiyor. Bu bakımdan bizim bu tür dosyalarda davalarda dikkatli olmamız
gerekiyor gerçekten. HMK’ya baktığımız zaman hakimin reddi sebebini bilen tarafın red talebini en geç
ilk duruşmada öne sürmesi gerekir. Yani bunu bilen taraf ilk duruşmada bunu ortaya koymalıdır deniliyor.
Sonradan öğrenmişse öğrenmeden sonraki ilk duruşmada bu talebini ortaya koymak zorunda. Yani
aslında bu durumun varlığını ne zaman öğrenirse hemen ilk duruşmada ortaya koyması lazım arkadaşlar
bunu yapması lazım. Tabii bizde ilk duruşmada ortaya koyma gibi bir durum söz konusu olamaz. Biz
duruşmanın istisna olduğunu söyledik. Bizde yazılı yargılama usulü var, evrak üzerinden yargılama
yapılıyor duruşma istisnaen yapılıyor dedik. İşte burada biz de hemen baktığımız zaman red sebebini
öğrenen tarafın gecikmeksizin, derhal bu konu ile ilgili olarak başvuruda bulunması gerekiyor red
sebebinden ötürü. Cevap süresi içindeyse cevap dilekçesi ile bunu yapması lazım. Keşke öyle bir dönemde
fark edilirse çok daha kolay olur hakikaten cevap dilekçesinde de yazar karar …(?) Daha sonra da ortaya
çıkarsa Dilekçe ile talepte bulunmanız gerekir arkadaşlar.

 Kitaptaki görüşe katılıyorum nihai karar verilinceye kadar Red talebinde bulunulabilir hakikaten öyle yani
..(?) sonradan ortaya çıkabilir dediğimiz gibi ilk iki husus bu noktada kritik bizim için. Eğer öyle bir durum
ortaya çıkmışsa siz bunu öğrenir öğrenmez duruşma da olmadığı için hemen dilekçe ile başvuruda
bulunmanız gerekebilir bu başvuruyu gerçekleştirmeniz lazım. Tabii ki dilekçe ile hakimin reddini istiyoruz
buradaki hakimin reddini gerektiren delillerin elimizde artık neyse emare bazen delile ulaşamayabiliriz
arkadaşlar. Somut bir delil ortaya çıkmamış olabilir ama en azından bunu ortaya koyabileceğiniz bir emare
varsa bunu söyleyebiliriz bunu açıkça ortaya koymalı ve belgelemeliyiz. İşte bu bakımdan söylüyorum bu

2
emareleri, delilleri ortaya koyup belgeleme hususu gerçekten zor bir husus. Reddi istenen hakimin mesul
olduğu mahkemeye dilekçe verilecek bu konu ile ilgili. Artık buradan bir karar çıkmasını bekleyeceğiz.

3. ÇEKİNME VE REDDİN KARARA BAĞLANMASI


 Çekinme ve reddin karara bağlanması: İYUK 56 ve 57. maddelerde de çekilme ve red düzenleniyor.
Burada biz hüküm bulunmayan hallerde HMK’ya gitmek durumunda kalıyoruz.

I) DANIŞTAY’DA ÇEKİNME VE REDDİN KARARA BAĞLANMASI


 Danıştay'a baktığımız zaman 56.maddede düzenlenmiş. Bakın bu çok uzun uzun düzenlenmiş 56.
maddede hemen bakalım. “Davaya bakmakta olan dava dairesi başkan ve üyelerinin çekinme veya reddi
halinde, bunlar hariç tutulmak suretiyle, o daire kurulu tamamlanarak, bu husus incelenir, çekinme veya
ret istemi yerinde görülürse işin esası hakkında da bu kurulca karar verilir.” Yani o hakimi dışarıda
bırakarak diğer hakimler toplanıp bu hususu değerlendiriyorlar. Söylediğimiz gibi kolay bir karar değil
somut bir şekilde belirlenmiş ortaya konulmuş olması lazım. Çünkü biz yargılamada uyuşmazlığımız hangi
mahkemenin önüne düşüyorsa Uyap sisteminde o hakimler tarafından bizim uyuşmazlığımızın da
bakılmasını bekleriz yani hakimin bu noktada değişmesini beklemeyiz. O yüzden de gerçekten hakimin
reddi sebebinin ortaya çıkıp çıkmadığının doğru bir şekilde ortaya konulabilmesi gerekir.

 “Çekinen veya reddedilenler ikiden fazla ise bu husustaki istem, idari dava dairesi başkan ve üyeleri için
İdari Dava Daireleri Kurulunda, vergi dava dairesi başkan ve üyeleri için Vergi Dava Daireleri Kurulunda
incelenir.“ ve bu kurulca da karar verilir. Çekinme ve ret sebeplerini sizler de buradan okuyabilirsiniz.

II) MAHKEMELERDE ÇEKİNME VE REDDİN KARARA BAĞLANMASI


 Şimdi nasıl karara bağlanıyor İYUK 57 bakalım arkadaşlar. Danıştay dışındaki mahkemelerde Yani idare
Mahkemesi'nde, Vergi Mahkemesinde çekinme ve ret kararı nasıl veriliyor? Elimizdeki tek hakimle
bakılan bir dava ise tek hakimin çözmüş olduğu bir uyuşmazlık ise hakimin reddi istenir reddedilen
hakimin katılmadığı idare veya vergi mahkemesince incelenir. Hakim katılmayacak, buradaki idare, Vergi
Mahkemesi tarafından bu istem incelenir. İtiraz üzerine veya doğrudan davaya bakmakta olan bölge idare
mahkemesi ile idare ve Vergi Mahkemesi başkan ve üyelerinin reddi istemi, Reddedilen başkan ve üyenin
katılmadığı bölge İdare idare ve Vergi Mahkemesince incelenir. O hakimi dışarıda bırakıyoruz onun
dışındaki hakimler tarafından bu istemin incelendiğini görüyoruz. Hakimin reddi, hakimin çekinmesi
müessesesini zaten HMK’ya yapılan atıftan dolayı Medeni Usul hukukunda da gördüğünüz için burada
bırakıyorum.

II. DAVANIN AÇILMASI VE DAVA DİLEKÇESİ


A. DAVA DİLEKÇESİNDE BULUNMASI GEREKEN
HUSUSLAR
 Gelelim bizim için daha önemli hususa davanın açılmasına ve dava dilekçesine. Artık davayı açacağız
dilekçemizi yazacağız. Bu arada sınavda dilekçe sorabilirim arkadaşlar size dilekçe yazdırabiliriz. İlk olarak
burada başlangıç hükmümüz İYUK 3: “İdari davalar, Danıştay, idare mahkemesi ve vergi mahkemesi
başkanlıklarına hitaben yazılmış imzalı dilekçelerle açılır.” O halde nereye biz davamız açıyoruz? İYUK 3'e
göre? Danıştay, İdare Mahkemesi ve Vergi Mahkemesi başkanlığına hitaben yazılmış imzalı dilekçelerle
açılır. İmza nedir? Aslında oradaki işlemin en önemli unsurlarından bir tanesidir yani davayı açıyorsak
mutlaka bunu imzalı bir dilekçe ile gerçekleştiriyor olmamız lazım. Avukat marifetiyle yapıyorsak avukatın
el imzasının olması lazım veya biz kendimiz bu davayı açıyorsak hiçbir şekilde vekil tayin etmeyip kendimiz
idari davayı açıyorsak kendi imzalı dilekçemiz ile davayı açacağız. O halde davayı Bölge İdare Mahkemesi

3
başkanlığına açıyor muyuz? Hayır dikkat edelim Danıştay başkanlığına, Danıştay’da dava açarken ilk
derece mahkemesi sıfatıyla. İdare Mahkemesi başkanlığına ve vergi Mahkemesi başkanlığına hitaben
davamızı açıyoruz.

 Ben Gazi hukukta asistanlık yaptığım dönemde sınav kağıtlarını değerlendirirken çok karşımıza çıkıyordu.
Öğrenciye dava dilekçesi yazdırmak için hocalarımız örnek olay veriyordu sınav kağıtlarını
değerlendirirken sürekli önümüze geliyordu. Bazı arkadaşlarımız örneğin davayı SGK başkanlığına açmış.
SGK başkanlığına hitaben dava açabilir misiniz İdari yargıda? Yani hemen fahiş hata olduğu için tüm
dilekçeden öğrenciye 0 puan veriyorsunuz. Burada çok dikkat etmemiz lazım.

1. MAHKEMENİN ADI
 Siz bir İdari yargıda dava açıyorsanız bunu İdare Mahkemesi başkanlığına, Vergi Mahkemesi başkanlığına
veya Danıştay başkanlığına hitaben yazmış olduğunuz dilekçeyle açarsınız. Bir idari makama itiraz
dilekçesi vermiyorsunuz ya da bir idare makamına başvuru dilekçesi, talep dilekçesi vermiyorsunuz
burada ne yapıyorsunuz? Dava açıyorsunuz. Dava dilekçesine örneğin bir arkadaşınız Ankara bölge idare
mahkemesi başkanlığına diyerek davayı açarsa 0 puanı alır. Mahkemenin adı bu noktada oldukça önemli
bizim davamızı söylediğimiz gibi bu mahkemelere imzalı bir dilekçeyle açıyor olmamız gerekir. Tabii ki
dava dilekçesinin formatı çok önemli.

 Eğer burada bahsedeceğim sayılan halleri doğru tamamlamazsanız en hafif yaptırımı ile dilekçenin reddi
ile karşılaşırsınız. O yüzden de usul kuralları, bu bağlamda şekil kuralları biraz sert, katı dikkat edeceğiz
dilekçemizi yazarken. Dilekçenin yazılması şartlarına uymazsak bu durumda dilekçenin reddi müessesesi
ile karşı karşıya kalabiliriz.

 Mahkemenin adını söyledik, biz hukuki korumayı hangi mahkemeden talep ediyoruz, hangi mahkemeden
bizim hukuki himaye talebimiz var bunu ortaya koymamız lazım açıkça hangi mahkeme olduğunu ifade
etmemiz gerekiyor. Örneğin Mersin İdare Mahkemesi başkanlığına, Ankara İdare Mahkemesi
başkanlığına veya Danıştay başkanlığına veya Mersin Vergi Mahkemesi başkanlığına şeklinde dilekçemizi
doğru bir şekilde yazmamız lazım. Bakın Burada da örnek verilmiş Danıştay başkanlığına veya Samsun
İdare Mahkemesi başkanlığına şeklinde dilekçenin en başına yazmış olmamız gerekiyor koyu harflerle
onu ifade etmemiz gerekiyor.

2. TARAFLAR
 Taraflar, tabii ki dava dilekçesinde taraflar bizim için oldukça önemli tarafları belirteceğiz varsa vekilleri
belirteceğiz büyük ihtimalle olur arkadaşlar. İdari yargıda özellikle davacı olan tarafın ..(?) olması dışında
bazen avukat meslektaşlar bile İdari dava açarken vekil talep edebiliyorlar vekil genellikle olur ama
kendimiz de tabii ki dava açabiliriz vekil tayin etmeden. O yüzden taraf olarak adınızı soyadınızı
belirteceğiz vekilimiz varsa vekilimizin adını soyadını belirteceğiz ve TC kimlik numarasını yazacağız. İsim
soy isim T.C. kimlik numarası altına vekil isim soy isim T.C. kimliği mutlaka belirteceğiz.

 Bir de burada bir değişiklik var bu değişiklik ilginç bir değişiklik hakikaten dikkat çekici bir değişiklik 2021
tarihinde İYUK’a bir hüküm eklendi 20 c) maddesine. “Milli Savunma Bakanlığı kadrolarında çalışan Kamu
Görevlileri 7179 sayılı asker alma kanunu kapsamında askerlik hizmetini yerine getiren yedek subayların,
yedek astsubaylar ile erbaşlar ve erleri ilgilendiren askeri hizmetlere ilişkin idari işlem ve eylemlerden
doğan uyuşmazlıklar hakkında açılan davalarda dava dilekçelerinde 3. maddenin ikinci fıkrasında
sayılanlara ilaveten ilgilinin sicili, varsa sınıfı ve rütbesi de gösterilir.” Denilmiş. Yani askeri uyuşmazlık söz
konusuysa burada bu bahsettiğimiz hallerde askeri bir işlem veya eylemden kaynaklanan bir uyuşmazlıkla

4
karşı karşıyaysak böyle bir dava açıyor isek biz bu askerin sicilini sınıfını ve rütbesini de göstermek
durumundayız. Bildiğim kadarı ile bir çalışma var arkadaşlar askeri uyuşmazlıklar ile ilgili olarak bildiğiniz
gibi anayasa değişikliğinden önce askeri ilgilendiren askeri idari işlem ve eylemlerden kaynaklanan
uyuşmazlıklar askeri yargıda görülmekteydi. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi tarafından bu tür
uyuşmazlıklar çözümlenirdi şimdi bildiğim kadarıyla Danıştay'ın içerisine en azından ya da idari yargının
içerisinde bir ihtisas mahkemesi olarak En azından bazı mahkemelerin sadece ve sadece askeri
uyuşmazlıkları çözmekle görevlendirileceğine, yetkilendireceğine yönelik olarak bir çalışma yapılacağı
ifade ediliyor. Dediğim gibi askeri personelin tabii olduğu kanuni düzenlemeler mevzuat düzenlemeleri
ve askerlik hizmetinin niteliği oldukça farklı hakikaten baktığınız zaman normale göre. Bu bakımdan bu
hizmetlerden kaynaklanan bir idari işlem veya eylem varsa bunların da ihtisas Mahkemesi olarak tıpkı bir
Aile Mahkemesi nasıl bir mahkeme veya sınai mahkeme nasıl bir İhtisas Mahkemesi onun gibi bir
ihtisaslaşma yoluna gidilmesi gibi bir düşüncem var ama bu nasıl hayata geçirilir onu bilemiyorum. Burada
da gördüğünüz gibi sicilinin, rütbesinin, sınıfının da ifade edilmesi gerekiyor arkadaşlar.

 Verilen adreslerin taraflara mahkemece bildirim yapılmasını sağlayacak açıklıkta olması gerekir. Adresi
doğru bildirmek çok önemli bazen kişi hiç kullanmadığı, kendisinin bulunmadığı adresi bile ortaya
koyuyor. Aslında bu adli yargıda çok çok daha önemli bir sorun çünkü Duruşmalar gerçekleştiği için
adresinize tebligat çıkarılacak mahkeme tarafından. Dolayısı ile sizin doğru bir adres belirtiyor olmanız
oldukça önemli yoksa sistemden girilip tekrardan bakılıyor size doğru bir şekilde tebligat yapılabilmesi
için sistemdeki adresinize tebligatlar bu şekilde gönderiliyor. Davacı veya davalı birden fazla ise hepsinin
isimlerini açık adreslerini doğru bir şekilde yazmak zorundayız bunları yazmazsak bu konuda eksiklik
meydana gelirse dava dilekçesi reddedilir yani dolayısıyla dilekçemizin reddedilmesini istemiyorsak bunu
tekrardan bize söyleyip bunu tamamla demesini istemiyorsak hele de davacı vekili olarak zaman
kaybetmek istemiyorsak hemen hukuki sonuca ulaşıp hukuki himaye almaya çalışıyorsak bu konuda
dikkatli olmak durumundayız.

 Yeri geldiğinde yine ifade edeceğiz ama biz İdari yargıda davalı makamında her zaman idareye göstermek
zorundayız. Bunun tek istisnası var yeri geldiğinde ifade ederiz. Demek ki idari yargıya açmış olduğumuz
davada ister iptal davası olsun ister tam yargı davası olsun bizim karşımızda muhatabımız idare. Türkiye
Cumhuriyeti idare Teşkilatı içerisinde yer alan idarelerden birine yönelteceğiz davamızı onu hasım
mevkiinde göstereceğiz davalı olarak. Peki yanlış gösterdiniz. Böyle bir durum da söz konusu olabilir
arkadaşlar doğru göstermeyebiliriz. Çünkü bakıyorsunuz elinizde bir idari uyuşmazlık var bir taraftan
örneğin Milli Eğitim Bakanlığı'nı ilgilendirirken bu uyuşmazlık bir taraftan da Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı'nı ilgilendiriyor 2 bakanlığın da sanki etkisi içerisine giren bir alan var bir uyuşmazlık var. O
yüzden bizim bazen birden fazla idareyi de hasım mevkiinde yani davalı mevkiinde göstermemiz lazım.
Ama biz ne yapıyoruz bir tanesini gösteriyoruz böylece eksik gösteriyoruz buradaki gibi ya da
gösteremiyoruz bilmiyoruz yani burada hangi idareden kaynaklanan uyuşmazlık olduğunu o idare nereye
bağlı hangisini göstereceğiz vs. gibi bir durum ortaya çıktığında işte burada hakim resen araştırma
ilkesinden yararlanarak, bu yetkisini kullanarak doğru hasmı tespit eder.

 Yani bunu resen idari yargıda hakimin kendisi gerçekleştiriyor. Bu konuda stres olmamıza panik olmamıza
gerek yok eksik de göstermiş olsak davalı tarafı idareyi veya yanlış da göstersek veya hiç göstermesek bile
zaten mahkeme doğru hasma bizim dilekçemizi tebliğ eder bu konuda rahat olabiliriz. Resen araştırma
ilkesinin idari yargıda bize özellikle davacı açısından sunmuş olduğu önemli bir kolaylık daha karşımıza
çıktı. Bunu adli yargıda yapamazsınız böyle bir durum söz konusu değil davalınızı doğru tespit edeceksiniz
doğru belirleyeceksiniz.

5
3. DAVANIN KONUSU
 Gelelim davanın konusuna, kitapta örnek de verilmiş bu konu ile ilgili nasıl olabilir böyle bir örnek diyoruz
ama olabiliyor demek ki. “Dosyada mevcut dilekçesinde davacı sadece isim ve soyadını yazmış fakat
adresini bildirmemiştir kanuni şartlara riayet edilmeksizin açılmış bulunan davada dilekçenin reddine..”
Şimdi siz mahkeme ile yazışma yapacaksınız adresiniz olmadan nereyle yapacaksınız bu yazışmayı? O
yüzden bizim adresimizi doğru sistemde tutarlı uyumlu bir adres belirtiyor olmamız gerekir tebligat
işlemlerinden yararlanabilmek için.

 Davanın konusu arkadaşlar biz konuyu belirtmek durumundayız yani ne için bu davayı açıyoruz davamızın
konusu ne? Örneğin hakim baktığında dilekçeye davanın konusunu anlamaya çalışacak ilk merak ettiği
hususlardan bir tanesi bu olacak. Biz bu davayı niçin açıyoruz neden kaynaklı bir dava açıyoruz bunu
özellikle belirtmemiz gerekiyor. Burada bir örnek var fakülte idaresinin bir öğrenciye verdiği disiplin cezası
örneği. Fakülte İdaresi hakkınızda bir uyarı cezası verdi veya diyelim ki bir kınama cezası verdi dekanlık.
Biz de bunun iptali için İdari yargıda bir iptal davası açacağız. Neyi gördük biz burada? Örneğin: “Kırıkkale
Üniversitesi Hukuk Fakültesi dekanlığı (bugünün tarihi) 17 Kasım 2021 tarihli (sayısı) 13200 sayılı disiplin
cezası verme işleminin iptali istemidir.” Davamızın konusu bu kısaca net bir şekilde anlattım fakat biz bu
dava konusu idari işlem olduğu için bunun tarihi ve sayısını vereceğiz hangi tarihte bu idari işlem
hakkımızda tesis edildi ve sayısı nedir bunu kısaca tarih ve sayısı ile belirtmemiz gerekiyor.

 Bir de açmış olduğumuz iptal davasında işlem iptal edilmeden önce sadece yürütülmesinin durdurulması
talebinin bulunulması da bir dilekçe red sebebi denilmiş. Bu da ilginç bir örnek hakikaten yani siz
anlatacağız yürütmenin durdurulması konusunda işlemin iptalini istemiyorsunuz sadece yürütmenin
durdurulması talebi ile bir dava açıyorsunuz herhalde açan vekil meslektaşın dalgınlığına gelmiş diye
düşünüyorum yoksa normalde böyle bir şey yapılmaz. Hem yürütmenin durdurulması talebini istersiniz
hem de işlemin iptalini istersiniz ama kısaca, Örneğin bu bir memura verilmiş buradaki gibi kınama cezası
olabilir, öğrenciye verilmiş olan bir disiplin cezası olabilir veya idareye bir başvuruda bulunursunuz
talebinizin reddi olabilir, örneğin bize yeşil pasaport verilmesi için idareye başvuruda bulunduk idare
talebimizi reddetti şu tarihli, şu sayılı, şu talebin reddi işleminin iptali istemiyle diye aynı şekilde davamızı
açmamız gerekir.

 Tabii bu iptal davasının açılması bağlamında bu şekilde. Tam yargı davası açacaksak bunu nasıl açacağız?
Burada biz davanın konusu olan idari işlemi veya eylemi belirtmek zorundayız bir defa yani biz hangi
işleme karşı dava açıyoruz veya hangi eyleme karşı dava açıp oradan bir tazminat talep ediyoruz bunu
belirtmek zorundayız. Bir de tazminatının miktarını belirtmek zorundayız tazminatın miktarının da
dilekçede açıkça ortaya konulması gerekiyor. Örneğin: Belediye yol yapım sırasında kişinin bahçe
duvarına giriyor bu bizim tipik örneğimizdir duvarınız yıkıldığında ne kadar zararınız oluştu diyelim ki
20.000 TL “Kırıkkale Belediyesi'nin 17 Kasım 2021 tarihli yol yapım çalışması sırasında bahçe duvarımın
yıkılması nedeniyle 20 bin lira tazminat taleplidir.” Şeklinde yazıyor olmamız gerekir. Tazminatın miktarını
burada açıkça ortaya koymamız gerekiyor bunu da özellikle belirtmemiz gerekiyor.

 Zaten biz miktarı belirtmezsek Bu da bir dilekçe ret sebebi olarak karşımıza çıkar bu yüzden miktar
belirteceğiz. Şöyle de olabilir biz miktarı belirttik diyelim ki 20.000 olarak belirttik fakat davalı talebince
mahkeme bilirkişi gönderdi baktı ki bizim zarar 50.000. Zararımız çok daha fazla talep ettiğimizden bir
defaya mahsus olmak üzere ıslah dilekçesi vereceğiz talebimizi artıracağız. Çünkü taleple bağlılık ilkesi
geçerli olduğu için bu bağlamda bunu da dikkate almamız gerekiyor.

6
 İdari sözleşmeden kaynaklı bir dava açıyorsak bu dava genellikle bir tam yargı davası olarak karşımıza
çıkar ama bazı hallerde de iptal davası bağlamında da çıkabilir. Mesela şu tarihli sözleşmenin feshi veya
şu tarihli sözleşmeye aykırı bulunması nedeniyle sözleşmeye aykırılıktan kaynaklanan şu kadar zararın
ödenmesi şeklinde bir dilekçe ile başvuracağız.

 Bakınız burada bir dilekçe red örneği verilmiş “Dava dilekçesinin incelenmesinden genelgenin iptali
yanında doğan zararın tazmin edilmesinin istenildiği ancak miktarının gösterilmediği anlaşılmaktadır
dilekçenin reddine.” O halde biz istediğimiz tazminatı ortaya çıkan zararımızı burada ortaya koymak
zorundayız. Şundan da söz edelim vergi, resim, harç benzeri mali yükümlülük bunların zam ve cezalarına
ilişkin davalarda da bir tam yargı davası açacaksak yine uyuşmazlık konusunun miktarını belirtmek
zorundayız. Davanın ilgili bulunduğu verginin, vergi cezasının ..(?), yılını, ihbarnamenin tarihini,
numarasını varsa mükellef hesap numarasını da yazmak durumundayız. Oda vergi davaları için önemli
bir nokta o yüzden bunları da vergi davası açıyorsak zaten o da bir iptal davası veya tam yargı davası
formatında gelir vergi mahkemesinin önüne bunu da belirtiyor olmamız gerekiyor.

I) İDARİ YARGILAMA USULÜNDE TALEP MİKTARINI ARTIRMA


 Evet talep miktarının artırılması söylediğimiz husus İYUK16/4:” Taraflar, sürenin geçmesinden sonra
verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler. Ancak, tam yargı
davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar
verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın
artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.” Gördüğünüz
gibi bir tam yargı davası açıyor isek tam yargı davasında biz bir defaya mahsus olmak üzere talep
miktarımızı arttırabileceğiz. Tabii bu karşı tarafa da mahkeme tarafına da tebliğ edilecek bizim bu
dilekçemiz bu da önemli bir nokta. Karşı tarafın da bunu biliyor olması lazım o da bu dilekçemize karşı bir
cevap vermek isterse tabii ki cevap hakkından da yararlanacak.

 2013 yılında getirilmiş bir değişiklik bu hakikaten çok önemli. Çünkü malum davanızı açıyorsunuz az önce
örneğini vermiş olduğum bahçe duvarının yıkılması örneğindeki gibi 20.000 istiyorsunuz sonra bilirkişi
bir inceleme yapıyor ki sizin zararınız 50.000 şimdi taleple bağlılık ilkesi geçerli olduğu için mahkeme En
fazla 20 bin hükmediyor bu durumda siz zararlı oluyorsunuz belli bir mağduriyet ortaya çıkmış oluyor. O
bakımdan da denildi ki en azından bir defaya mahsus olmak üzere ıslah imkan sağlansın ki davacı burada
mağdur edilmesin. Çünkü adli yargıda böyle bir kaygı yok böyle bir çekince yok ama idari yargıda en
azından bir defaya mahsus olmak üzere artırılması kabul edildi. Bu dilekçenin de 30 gün içerisinde cevap
gelmek üzere karşı tarafa tebliğ edilecek. Karşı tarafa tebliğin kesinlikle gerçekleştirmesi gerekir, tebliğ
etmesi gerekir, karşı taraf da ileri süreceği argümanlar varsa bu dilekçeye karşı bunu gerçekleştirmesi
gerekir.

 Burada herhangi bir süreç şartı öngörülmemiş gördüğünüz gibi şu aşamaya kadar dilekçe verilir, şu süreye
bağlı olarak verilir gibi bir şart öngörülmemiş. O yüzden biz mahkemeye başvurarak artırma talebimizi
iletebiliriz davacı vekili olarak veya davacı olarak talebimizin artırılması yönündeki dilekçeyi mahkemeye
sunacağız. Tabii burada mahkemenin kabulü önemli değil dikkat edelim mahkemenin kabulüne bağlı olan
bir husus değil mahkemenin yapacağı sadece bizim bu dilekçemizi 30 günlük süre içerisinde karşı tarafa
tebliğ etmek. Karşı taraf da dilerse kendisi bu dilekçeye karşılık bir argüman geliştiriyorsa itirazı varsa
bunu mahkemeye ileri sürecek. Tabii bu aşamadan sonra mahkeme kararını verirken yeni miktarı esas
alarak karar vermek durumunda kalacak taleple bağlılık ilkesi bağlamında yeni miktarı esas alarak karar
verecek.

7
 İlk derece mahkemesi baktığınız zaman nihai karar verilinceye kadar denildiği için kanunda. Örneğin
16/4’de de açıkça deniliyor: “Tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar süre ve diğer usul
kuralları gözetilmeksizin hiçbir şekilde süreye bağlı olmaksızın usul kurallarına bağlı olmaksızın nihai karar
verilinceye kadar..” Denilmiş. O halde biz ilk derece mahkemesine örneğin esas hakkında karar
verilinceye kadar artırma talebinde bulunabiliriz. Bu da bizim için olumlu bir düzenleme gerçekten davacı
olarak esas hakkında hakim karar verinceye kadar biz bu talebimizi iletebiliyoruz tabii harcını ödeyeceğiz
yani ilk etapda da harçtan kaçınmışsak ne yapacağız? Artırma dilekçesini verdiğimizde artık bunun da
harcını ödeyeceğiz harcını ödeyerek biz bu artırma talebinde bulunacağız.

 İstinaf aşamasına geldiğinde artık burada da esas hakkında karar verilmesi mümkün olduğundan bu
aşamada da miktar artırımı talebinde bulunabiliyoruz. Çünkü burada da esas hakkında karar veriliyor
özellikle bunu burada ifade edelim. İstinaf konusuna geldiğimizde yine üzerinde dururuz. Özellikle ilk
derece mahkemesinin kararını kaldırarak istinaf yeni bir karar veriyorsa artık orada da nihai karar
olmadığı için dava miktarının artırılması uygundur. Bir de şu noktayı da ifade edelim kitapta da belirtildiği
gibi Danıştay'ın bazı kararlarında ama bunu daha çok uygulamaya dönük son yıllarda daha fazla vermeye
başladı bu kararları. Biz bir defaya mahsus olmak üzere maddi tazminat miktarını artırıyoruz ama manevi
tazminat miktarını da artırabilir miyiz? Islah dilekçemiz manevi tazminat yönünden de geçerli olabilir mi?

 Danıştay buna yeşil ışık yakıyor arkadaşlar, Danıştay kararlarına göre maddi tazminat talepleri kadar
manevi tazminat talepleri için de bir defaya mahsus olmak üzere ıslah dilekçesi verip bu konuda ıslah
yapabiliriz. Mesela yine bir örnek Danıştay, dava dilekçesinde bu konuda bir istek olmasa dahi asıl alacağa
yönelik miktar artırma dilekçesinde faiz talebinde bulunabileceğini de kabul etmektedir. Miktarı artırırken
aynı zamanda faizin kabul edilebileceğini ifade etmiştir.

II) TERDİTLİ DAVA KABUL EDİLMEMEKTEDİR


 Gelelim terditli davaya, ne istiyoruz terditli davada? Bu olmazsa bu olur mu diyorduk? Birden fazla
talebimiz var değil mi? Arkadaşlar birden fazla talebimiz var burada bildiğiniz üzere. Aslında bir asıl
talebimiz var böyle gönlümüzün muradı ama diyoruz ki bu asıl talebimizin yanında yardımcı talebimiz de
var bunlar da giderilsin diyoruz. Yani ne yapıyoruz? Terditli. Aslında istediğimiz talepler olmazsa bu
şeklinde yardımcı bir talepte bulunuyoruz. Asıl talebimiz reddedilirse bari bu yardımcı talebimiz kabul
edilsin diyoruz. Aslında bu çok güzel bir mantık yani davacı açısından diyorsunuz ki davanın en azından
bir tarafı reddedilebilir diğer tarafından kazanma ihtimalim var diyoruz. İdari yargıda terditli dava kabul
edilmemektedir. Bakınız bu İdari yargılama usulünün yine ayrıksı bir yönü terditli dava yoktur. Yani biz ne
istediğimizi dava dilekçemizde idari işlemin iptalini mi istiyoruz? Yazıyoruz. İdari işlemin iptali ile birlikte
işlemden doğan örneğin 50.000 zararımızı mı istiyoruz? Yazıyoruz. Şunu diyemiyoruz, işlemin iptali,
işlemden doğan zararın karşılanması. bu gerçekleşmezse sadece işlemin iptali gibi bizde bir terditli dava
açabilme şansımız söz konusu değil. O yüzden dava dilekçesinde talebimizi açık net bir şekilde ortaya
koyabilmemiz önemli.

 Şunu diyebilir miyiz? Ben davamı açıyorum ama harçlar da malum yüksek şimdilik 50 bin liralık tazminat
davası açayım bunu adli yargıda diyebiliyor muyuz? Diyoruz şimdilik ibaresiyle Sonrasında mahkeme
bilirkişiye gönderdiğinde o zaman talebimizi değiştireceğiz. Bu bağlamda istediğimiz tazminatı
alabileceğiz ama burada böyle bir durumda söz konusu değil. Yani şimdilik 50 bin lira alacağım idareden
tam yargı talebiyle dava açıyorum diye bir dava açma şansı söz konusu değil. Şimdilik şu kadarlık bir dava
açıyorum şeklinde bir dava açabilmemiz mümkün değil. Bu şekilde bir terditli dilekçe verirsek bu
dilekçenin reddi sonucunu doğurur bunu da unutmayalım. Yani bazen meslektaşlarımız adli yargıda
olduğu gibi terditli dava açmaya çalışıyorlar hemen dilekçenin reddi sebebini oluşturuyor bu. Hakim
hemen bakar dilekçeyi reddeder. O yüzden biz istemimizi Iptal talebinde mi bulunacağız iptal ile birlikte,

8
tam yargı davası talebinde mi bulunuyoruz veya sadece bir tazminat talebinde mi bulunuyoruz bunu açık
bir şekilde ortaya koymamız gerekiyor.

 Mesela burada bir örnek var Hakikaten yargı kararlarındaki örneklerle çok orijinal oluyor “İdari yargıda
terditli dava açılamayacağından dava dilekçesinde dava konusu yönetmeliğin tüm hükümlerinin mi yoksa
belirli hükümlerinin mi iptalinin istendiğininin açıkça belirtilmesi gerekiyor.” Yani biz ne istiyoruz? Burada
belirtildiği gibi bir yönetmeliğin iptali istenmiş yani bu konuda terditli dava açabilir miyiz Yani
yönetmeliğin tamamının iptali, eğer bu mümkün olmazsa şu şu hükümlerin iptali. Hayır ne yapacağız
yönetmeliğin tamamen mi iptalini istiyoruz bunu yazacağız veya yönetmeliğin örneğin 5.-6.- 7.
maddelerinin iptalini istiyoruz bunu da açıkça belirteceğiz arkadaşlar.

 Gördüğünüz gibi dilekçe ret sebebini oluşturmuş yeni kararlardan bir tanesi. Dava konusunda yargı
yerinden ne istediğimizi açıkça belirteceğiz açıkça ortaya koyacağız yoksa dilekçemiz reddedilir.

4. BİLDİRİM TARİHİ
 Bildirim tarihi: Biz dava dilekçesinde dava konusu idari işlemin yazılı bildirim tarihini de belirteceğiz.
Neden yazılı bildirim tarihini belirteceğiz? Süreyi hesaplayacağız süreyle parmak hesabı yapacağız
arkadaşlar parmaklarımızı çalıştıracağız. Mesela 30 gün deniliyorsa süre burada demeyeceğiz ki bu 1 aylık
süre yani aylık süre değil bunlar günlük süre hesabı yapacağız 60 gün diyorsa 60 günü parmak hesabı
yapıp Çok dikkatli bir şekilde süre hesabını yapmamız lazım. Çünkü ilk incelemede anlatacağız süreyi
kaçırırsak bu davanın reddi nedeni oluşur.

 Yani davamızın esasına geçilip incelenmesi mümkün olmaz geçmiş olsun hele de bir davacı vekili olarak
süreyi kaçırırsak müvekkile ne anlatacaksınız? Bir su içip oturacaksınız başka yapacak bir şey yok o yüzden
süre vakti çok önemli bir bahis ve hakikaten de mahkemeler çok çok ısrarla üzerinde duruyor. Biraz da
bu konuda iş yükünü de bahane ediyorlarmış gibi de geliyor ne yalan söyleyeyim. Siz orada davayı
reddediyorsanız o dosya yükünden kurtulmuş oluyorsunuz bir şekilde esasa da girmemiş oluyorsunuz o
bakımdan da tabii bu hususlarla ilgili de son dönemlerde Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvurularda
de ciddi bir artış olduğunu da görüyoruz o yüzden süre hesaplanması için yazılı bildirim tarihi yazmamız
gerekir.

 Zımni ret: örneğin idareye başvurduk idare sustu belli bir süre cevap vermedi bu ret nedeni oluşturuyor
bildiğiniz gibi zımni ret. Zımni redin oluştuğu tarihi de dilekçeyi açıkça yazmamız lazım işte şu tarihte
başvurdum, zımni red tarihi şu tarihte oluştu diye yazacağız ki hakim orada hesap edecek süreyi acaba
kaçırdık mı kaçırmadık mı şeklinde bir değerlendirme yapacak bunları belirtmemiz gerekiyor.

5. DAVANIN SEBEPLERİ VE DELİLLER


 Davanın sebebi ve dayanmış olduğu deliler: Evet delil kısmı da bizim için önemli aslında arkadaşlar burada
biz idari işlemin iptalini istiyorsak hangi unsurunda hukuka aykırılıklar var bunu ortaya koymamız lazım.
Yalnız burada şunu anlamayalım bir ispat yükümlülüğümüz yok söylediğimiz gibi yani idari işlemin hukuka
aykırı olduğunu da ileri sürüp dava açabiliriz herhangi bir unsur belirtmeksizin buna mahkeme zaten
resen tek tek bakacak yetki şekil sebep konu ve amaç yönlerinden hukuka aykırı olup olmadığına. Ama
bizim özel bir tespitimiz varsa önümüze bir uyuşmazlık geldiyse davacı vekili olarak, mesela idari işlemin
yetki unsurunda sakatlık var yetkili makam gerçekleştirmemiş işlemleri ne yapacağız? İşlemin yetki
unsurunda sakatlık olduğunu biz davamızın dayandığı sebep olarak ortaya koyacağız hangi unsurun sakat
olduğunu belirteceğiz. Örneğin sadece yetki unsurunda değil aynı zamanda konu unsurunda da sakatlık
var bunu da dava dilekçemizde ifade etmemizde fayda var. Yani sadece idari işlem hukuka aykırı iptalini

9
talep ediyoruz demek yerine hangi unsurlarda veya hangi unsurda sakatlık olduğunu ortaya koyarsak bu
çok daha doğru olur davamızın seyri açısından.

 Bakın burada belirttiğimiz gibi hukuka aykırılığın genel olarak belirtilmesi yani kanuna aykırı da denilirse
hukuka aykırılık da denilirse danıştayca yeterli kabul ediliyor deniliyor. Ama bazı kararlarda aksi kararlar
da var gördüğünüz gibi. Biz bunu hukuka aykırıdır demek yerine açıkça hangi unsurlarda hukuka aykırılığın
olduğunu ortaya koysak iyi olur. Ben Danıştay'ın aksi kararlarına katılmıyorum çünkü bu resen araştırma
ilkesi çerçevesinde hakimin zaten resen araştırmak zorunda olduğu bir husus bir konu ama biz yine de
yazalım. İptal davasında böyle tam yargı davasında ise biz idari eylemden doğan bir zarara uğradığımız
için veya idari işlemin sonucunda bir zarara uğradığımız için bunun sebeplerini ortaya koymamız lazım.

 Hukuka aykırılığın sebepleri ne? Bunu dava dilekçemizde ortaya koyuyor olmamız lazım. İddiamızın
dayandığı tüm vakıaları ortaya koymamız lazım. Hukuki delilerimizi de belirtmemiz lazım yani
uygulanacak mevzuat hükümleri, mesela hangi hükümler uygulanacak bunları ortaya koymamız lazım.
Ama tabii ki uygulanacak mevzuat hükümlerini hakimin re’sen değerlendirmesi gerektiğini söylüyoruz
yani bu dilekçe ret nedeni oluşturmamalı. Çünkü hakim resen araştırma ilkesi çerçevesinde bunu zaten
kendisi ortaya koyabiliyor.

6. SONUÇ
 Sonuç: Gelelim sonucumuza. Ne yaptık? Davanın konusunu belirledik, dayandığımız sebepleri, delilleri
ortaya koyduk Artık neticei talebimize geldik sonuç kısmına. Ne istiyoruz biz? Tabii dilekçeyi de böyle
sayfalarca uzatıp yazmayacağız bu hakimlerin çok canını sıkan bir husustur sayfalar dolusu dilekçeyi kim
okuyacak? Doğal olanı, normal olanı 3-4 sayfa En azından meramınızı ortaya koymanızdır uygulamada da
bu şekilde yapılır en fazla 3-4 sayfa dilekçe verirsiniz ve meramınız ortaya koyarsınız. Sonuç olarak da
dilekçede ne istiyoruz biz açıkça talebimiz ne? Bu davayı niçin açıyoruz? Ne istiyoruz mahkemeden? Bu
konuda çok sıkıntı yaşanıyor arkadaşlar dilekçeye bakıyorsunuz davanın konusu çok güzel açıklanmış
sebebi, dayandığı deliller sonuca bakıyorsunuz hiç uyumlu değil. Ne alaka diyorsunuz yani davanın konusu
farklı belirtilmiş sonuca gelmiş bambaşka bir şey istenmiş bu böyle olmayacak arkadaşlar dilekçe böyle
birbirini tamamlayan bir bütünü oluşturacak.

 Konuyu, sebebi, dayandığımız delilleri belirtirken bunun neticesinde hani şöyle düşünün bir paragraf
çalışmasın çalışmada ne yaparız giriş gelişme sonuç kısmına çok dikkat ederiz kompozisyonda özellikle
onun gibi düşünelim arkadaşlar sonuç bölümünü biz yukarı ile uyumlu bir şekilde tamamlıyor olmamız
lazım. Mahkemeler bu hususta da çok dikkatli. Çok net açık bir şekilde talebimizin ne olduğunu ortaya
koyacağız talep sonucunuzu açık bir şekilde ortaya koymanız lazım.

 Yani diyeceğiz ki burada belirtildiği gibi dava dilekçesinde yer alan dava konusu ve sebeplerinin açıklandığı
bölüm ve sonuç kısmının birbiriyle çelişmemesi gerekir hiç bu konuda bir tutarsızlık olmaması lazım en
ufak bir tutarsızlık olursa bu kesinlikle dilekçenin reddi sebebini oluşturur aman dikkat hangi işlemin
iptalini talep ediyoruz veya sonuç olarak bu idari eylemden doğan şu kadar zararın tazminat olarak
verilmesi taleplidir diye yukarı ile bağlantılı bir sonuç ortaya koyacağız.

 Bakın burada bir red sebebi var: “Gerekçenin incelenmesinden bu esaslara uyulmadığı dava bölümünde
belirtilmiş olan istemler ile sonuç kısmında yapılan açıklamaların birbiri ile bağdaşmadığı…” İşte birbiriyle
çok alakasız konular hakkında bilgi verirseniz bu sizin dilekçenizin reddi sonucunu doğurur arkadaşlar.

10
7. İMZA
 İmza: Dediğimiz gibi imzalı bir dilekçeyle davamızı açmış olmamız gerekir. Biz artık kim tarafından bu
işlemin yapıldığını ortaya koyabilmek için işlemin kurucu bir unsur ile karşı karşıyayız aslında. İmzamızı
atacağız tabii burada imza, hukuken geçerli bir imza olacak. Biz kendimiz davayı açıyorsak taraf olarak bu
imzayı kendimiz atacağız. Ama vekilimiz tarafından açılıyorsa o zaman da UYAP’tan elektronik imza
yoluyla imzalarını atacaklar. “Davacılardan biri tarafından imzalanıp diğeri tarafından imzalanmadığı
anlaşıldığından dilekçe reddine” Denilmiş. Yani burada kaç tane davacımız varsa onların hepsi tarafından
imzalanmış bir dilekçenin olması hususunda dikkat edeceğiz. Tüm nüshalarında dava dilekçesinin tek tek
imza altına alınmış olması gerekir. Yani vekil tarafından yapılıyorsa zaten elektronik imza var.

8. DİLEKÇE NÜSHALARI VE EKLERİ


 Şimdi imza ile artık dava dilekçemizi tamamladık, bir şekilde kendimizi ifade ettik, dilekçemizi ortaya
koyduk. Dilekçenin ..(?). Arkadaşlar biz dava konusu edilen işlem ve buna ilişkin belgelerin asıllarını ya da
örneklerini dava dilekçesine eklemek zorundayız. Bunu belirtmemiz gerekir. İYUK 3’e baktığımız zaman:
“Bunlara ekli evrakın örnekleri karşı taraf sayısından 1 fazla olarak tanzim edilir. Demek ki evrakların
örneğin dava dilekçesinin karşı tarafın sayısından bir fazla olması Lazım. Yani davalı sayımız 1 ise 2 nüsha
şeklinde hazırlayacağız. Davalı sayımız 2 ise 3 tane hazırlayıp tanzim edip hepsini de imza altına almamız
gerekir. Bir tanesi mahkeme dosyasında kalacak diğeri davalıya gönderilecek bu şekilde neden bir fazla
alıyoruz biri mahkeme dosyasında kalacak diğeri de karşı tarafa gönderilecek şekilde olacak.

 Demek ki 2 hasmımız varsa taraf sayısından bir fazla olacak şekilde 3 tane dilekçe hazırlayıp, 3 örnek
hazırlayıp bunu mahkemeye sunmamız lazım. Eğer bu konuda bir eksiklik yaparsak bu da dilekçenin reddi
sebebini oluşturur. O yüzden dikkat etmek zorundayız taraf sayısından 1 fazla dilekçemizi hazırlıyoruz.

B. DAVA DİLEKÇESİNİN VERİLECEĞİ YERLER


1. DAVA AÇILAN MAHKEME
 Dava dilekçesinin verileceği yerler: Burada da biraz tartışılan bir husus oldu açıkçası. Biz dava dilekçemizi
nereye vereceğiz? Tabii ki Danıştay’a dava açacaksak Danıştay’a vermemiz lazım. Kitabınızda belirtildiği
gibi Samsun idare Mahkemesi'ne başvuruyorsak oraya bir dilekçe yazıp vermemiz gerekir. Eğer davanın
açılacağı idari yargı yerinin bulunduğu yerden başka bir yerdeyse davacı yani örneğin ben Samsun'dayım
ve davayı Danıştay’da açmam gerekiyor. Şimdi Samsun'da bulunduğum için Danıştay'a git gel uğraş dava
dilekçesini vermek benim için zor olabilir bir mali külfet de doğurur. Ne yapacağım bu durumda? Bu
durumda biz davamızı “Danıştay Başkanlığı'na gönderilmek üzere Samsun İdare Mahkemesi
başkanlığına” şeklinde yazacağız. Yani burada o mahkemenin bu dosyayı Danıştay’a göndermesini
bekliyoruz. Veya Samsun'dayız Ankara'ya göndereceğiz dava Ankara idare Mahkemesi'nde açılacaksa.
“Ankara nöbetçi İdare Mahkemesi Başkanlığı'na gönderilmek üzere Samsun İdare Mahkemesi
başkanlığına” şeklinde yazmamız gerekiyor. İdari yargının bulunmadığı bir yerde isek yani mahkemenin
bulunmadığı bir yerde isek başka bir yerde isek davacı olarak bu alternatifleri işletebiliriz o mahkemeye
gönderilmek üzere bulunduğumuz yerdeki idare mahkemesi başkanlığına biz dilekçemizi sunabiliriz oraya
yazabiliriz.

 İYUK 6: “Dilekçeler en geç üç gün içinde Danıştay’a veya ait olduğu mahkeme başkanlığına taahhütlü
olarak gönderilir.” En geç 3 gün içerisinde denilmiş Mahkemesi neresi sen işte Danıştay veya idare
mahkemesi ise oraya gönderilecek. “Bu yerlerde harç pulları bulunmadığı takdirde bunlara karşılık alınan
paraların miktarı ve alındı kağıdının tarih ve sayısı dilekçelere yazılır.” Denilmiş. Demek ki başka bir yerde

11
isek idari yargı da varsa ilk olarak bu alternatifi işletebiliyoruz. 2. alternatif: Asliye Hukuk Mahkemesine
Dilekçenin verilmesi.

2. İDARE VEYA VERGİ MAHKEMESİ


 Davacının bulunduğu yerde İdare Mahkemesi Veya Vergi Mahkemesi yoksa, idare Mahkemesi örgütü ve
Vergi Mahkemesi örgütü her yerde yaygın olarak yok bildiğiniz gibi Bir Asliye Hukuk Mahkemesi gibi veya
Sulh Hukuk Mahkemesi başkanlığı gibi, Sulh Hukuk hakimliği gibi her yerde olmadığı için Adli yargıdaki
gibi çok daha büyük bir örgüt olmadığı için olduğumuz yerde İdare Mahkemesi yoksa veya Vergi
Mahkemesi yoksa İYUK 4’ü referans alacağız dilekçenin verilebileceği yerler bakımından: “Dava dilekçesi,
büyükşehir belediyesi sınırları içerisinde kalıp kalmadığına bakılmaksızın asliye hukuk hakimliklerine veya
yabancı memleketlerde Türk konsolosluklarına verilebilir.”

3. ASLİYE HUKUK HAKİMLİĞİ


 Yani Büyükşehir Belediyesi sınırları içinde yaşayan birisi büyükşehre bağlı bir ilçede ikamet ediyoruz ama
bulunduğumuz ilçede idare mahkemesi yok ilçe sınırları içerisine baktığımız zaman idare mahkeme
örgütü yok vergi mahkemesi yok. Mesela bu durumda o ilçedeki Asliye Hukuk hakimliğine gideceğiz yahut
idare veya vergi mahkemesi bulunmayan en yakın ilçedeki asliye hukuk hakimliğine dilekçemizi vereceğiz.
Bulunduğumuz ilçede İdare Mahkemesi yoksa bu alternatifi işletip Asliye Hukuk Mahkemesine, Asliye
Hukuk hakimliğine biz dava dilekçemizi verebiliriz. Örneğin “Ankara İdare Mahkemesi Başkanlığı'na
gönderilmek üzere … … Asliye Hukuk hakimliğine...” şeklinde dava dilekçemizi yazacağız bu da diğer bir
alternatifimiz.” Dilekçe en geç üç gün içinde Danıştay’a veya ait olduğu mahkeme başkanlığına taahhütlü
olarak gönderilir.” denilmiş arkadaşlar.

 Peki, İdare Mahkemesi bulunan bir yerde dilekçe Asliye Hukuk Mahkemesine verilebilir mi? İşte bu
tartışma gündeme geliyor burada. Yani hem idare mahkemesi var ama siz tutuyorsunuz Asliye Hukuk
hakimliğine veriyorsunuz bu olabilir mi arkadaşlar? Bu konu ile ilgili olarak Danıştay 96 tarihli bir kararında
“Taraf Danıştay'a gönderilecek karar düzeltme dilekçesini, İstanbul İdare mahkemesine gönderilmek
üzere İstanbul asliye mahkemesine vermiş.” Şimdi bu olayda mahkeme dilekçeyi idare mahkemesine
göndermiş burada Danıştay gördüğünüz gibi dilekçeyi geçersiz bir şekilde kabul etmemiş. Yani bunu
işleme koymuş fakat burada ayrık bir görüş de var yani bir karşı oy yazısı da yazılmış denilmiş ki: “Müstakil
bir İlçe olan ve ayrı bir Asliye Hukuk Mahkemesi yargı çevresi niteliğinde bulunan Asliye Hukuk
Hâkimliğine verilmesinin hukuka aykırı olmadığı ifade edilmektedir. Denilmiş arkadaşlar. Evet burada
demek ki mahkeme temyiz süresini geçtiğine karar veriyor reddetmiş İstanbul’da İdare Mahkemesi
bulunduğu gerekçesiyle ama karşı oy görüşünde gördüğünüz gibi olabileceğini ifade edilmiş.

 Arkadaşlar bizim yapmamız gereken bulunduğumuz ilçede tabii ki İdare Mahkemesi varsa dilekçenizi
oraya verin onun üzerinden gönderin. Yoksa ne yapacağız bu durumda Asliye Hukuk hâkimliğine
vereceğiz ilgili mahkemeye ulaştırmasını sağlayacağız yapmamız gereken şey bu. Daha sonrasında olur
ya yargı yeri kabul etmez süresi geçti der herhangi bir sıkıntı çıkar, sıkıntı yaşamamak için bizim burada
İYUK 4’teki usulü tamamen işletiyor olmamız gerekir.

4. KONSOLOSLUKLAR
 Konsolosluk, yurt dışındayız dava açacağız eğer yabancı bir ülkede bulunursak bize İYUK böyle bir
alternatif hak tanıyor. Biz dava dilekçemizi, evrakımızı bulunduğumuz yerdeki Türk Konsolosluğuna
verebiliriz dava dilekçesi vs. vermemiz gereken dilekçelerin hepsini bulunduğumuz ülkenin Türk
Konsolosluğu'na verebiliriz. Yine aynı şekilde dilekçeler Danıştay'a veya ilgili mahkemesine taahhütlü
şekilde gönderilecek. Yani yapılan tek şey bu gönderme. İlgili mahkemeye gönderme kararı verilecek.

12
Yeni bir düzenleme daha en yakın adliyeler denilmiş bakın bu da idari yargıya yeni gelmiş bir düzenleme
gördüğünüz gibi 2021 tarihinde gelmiş.

5. EN YAKIN AMİRLER
 İYUK 20 c) maddesine göre: “Savunma Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı kadrolarında çalışan Kamu
Görevlileri ve 7179 sayılı asker alma kanunu kapsamındaki askerlik hizmetini yerine getiren yedek
subaylar, yedek astsubaylar, erbaşlar ve erleri ilgilendiren askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden
doğan uyuşmazlıklar hakkında açılan davalarda dava dilekçesi ilgili idari yargı merciine gönderilmek üzere
en yakın amirlere verilebilir.” Denilmiş. Askerler için gördüğünüz gibi ayrıksı bir düzenleme yapılmış idari
yargıya gönderilmek üzere dava dilekçesi en yakın amirlere verilebilir denilmiş. Bu yoktu yeni getirilmiş
bir düzenleme.

 Demek ki ilk olarak mahkemesine hitaben mahkemesine yazıp dilekçemizi veriyoruz böyle bir
alternatifimiz yoksa 2. ihtimalimiz ne? İdare Mahkemesi varsa bulunduğumuz yerde İdare Mahkemesine
Veriyoruz o göndersin, vergi Mahkemesi varsa o göndersin diyoruz. Bu da yoksa Büyükşehir sınırları
içindeyiz olduğumuz ilçede İdare Mahkemesi yok veya Vergi mahkemesi yok ne yapacağız? Asliye hukuk
hâkimliğine dilekçemizi vereceğiz. Yurtdışındaki bir ülkedeysek Türk Konsolosluğu'na dava dilekçemizi
evrakımızı vs. hepsini vereceğiz onlar gönderme işlemlerini gerçekleştirecek.

C. DAVA AÇMADA FARKLI DURUMLAR


 Şimdi Anayasa 141. maddeye göre “Türk yargı örgütü içerisinde hem adli yargı hem idari yargıda davaların
en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir.” denilmiş. Bakabilirsiniz
Anayasamıza göre 141. madde diyor ki davalar en az giderle gerçekleştirilsin ama bu maalesef
uygulamada mümkün olmuyor. Harçlar, bilirkişi ücreti, yargılama giderleri, vekalet ücretleri derken çok
ciddi bir külfet altına giriliyor aslında ama Anayasamız diyor ki en az giderle karşılansın ve mümkün olan
en kısa sürede karşılansın Ne diyor Hem Adil yargılamayı yap hem de bunu kısa sürede yap hem de usul
ekonomisine riayet ederek yap yani davayı gereksiz usul kurallarıyla boğup uzatma diyor. Usul
ekonomisine riayet et diyor, usul ekonomisine vurgu yapıyor.

1. BİR DİLEKÇE İLE BİRDEN FAZLA İŞLEME DAVA AÇILMASI


 İYUK 5’te bir hükmümüz var: “Her idari işlem aleyhine ayrı ayrı dava açılır. Ancak, aralarında maddi veya
hukuki yönden bağlılık yada sebep-sonuç ilişkisi bulunan birden fazla işleme karşı bir dilekçe ile de dava
açılabilir. 2.Birden fazla şahsın müşterek dilekçe ile dava açabilmesi için davacıların hak veya
menfaatlerinde iştirak bulunması ve davaya yol açan maddi olay veya hukuki sebeplerin aynı olması
gerekir.” Şimdi bu hüküm bize ne diyor? 2 konuyu düzenliyor bize usul ekonomisini vurguluyor bir de
diyor ki farklı mahkemelerin önüne davalar giderse farklı farklı kararlar çıkar bunlar birbiriyle çelişir
bunların önüne geçmek için İYUK 5'e başvuracağız.

 İlk olarak ne demiş bir dilekçe ile birden fazla işleme karşı dava açılması yani 1. fıkra “Her idari işlem
aleyhine ayrı ayrı dava açılır” Normalde kural bu. Önümüzdeki her idari işleme karşı ayrı ayrı dava
açmamız gerekir.

I) ŞARTLARI
A) Davaya Konu Olacak işlemler Arasında Maddi veya Hukuki Yönden Bağlılık ya da Sebep-
Sonuç İlişkisi Bulunması Gerekir
 Fakat aralarında maddi ya da hukuki yönden bağlılık varsa yani bu idari işlemler arasında maddi veya
hukuki bağlılık varsa veya sebep-sonuç ilişkisi varsa burada artık bir idari işlemin sebebi diğeri onun

13
sonucu şeklinde ise böyle bir bağlantı kurulabilirse birden fazla işleme karşı da tek dilekçe ile dava
açabiliriz. İşte usul ekonomisine hizmet ediyoruz elimizde bir davada işlem var fakat dikkat edelim
bunlara sebep sonuç ilişkisi var ya da maddi ya da hukuki yönden bağlılık var. Bunları Tabii ki mahkeme
takdir edecek böyle bir husus varsa biz davamızı tek dilekçeyle açabiliyoruz. O halde biz aralarında bu
şekilde ilişki olmayan yani birbirinin sebebi sonucu şeklinde göremeyeceğimiz idari işlemler varsa veya
maddi ya da hukuki yönden aralarında hiçbir bağlılık yoksa işlemlerin böyle bir şey yapamayız birden fazla
işleme karşı tek dilekçe ile dava açamayız. Bu durumda dava açabilmemiz mümkün değil. Bu bizim
dilekçemizin reddinin sebebini oluşturur, dilekçe ret sonucunu doğurur. Bakın Danıştay maddi veya
hukuki bağlılığın birlikte gerçekleşmesi gerektiğini söylüyor aralarında maddi bağ olacak ve hukuki bağ
olacak tek dilekçe ile dava açılabilmesi için birden fazla idari işleme karşı maddi ve hukuki bağlılık
sebebiyle bu ikisinin de yargısal denetiminin de bir arada olması gerekir bu işlemlerin maddi bağlılıktan
söz ettiğimiz gibi hukuksal bağlılıktan da söz etmemiz gerekiyor.
B) Aynı Yargı Yerinin Görevli olması Gerekir
 Bunun için de yargı yerinin görev ve yetkisi içerisinde bulunması gerekir demiş. Yani aynı yargı yerine
giden görevli yetkili mahkeme olarak giden bir uyuşmazlık varsa birden fazla uyuşmazlık varsa aralarında
sebep sonuç ilişkisi varsa bu işlemlerin, biri diğerinin sebebi ise öbürü de diğerinin sonucunu
oluşturabilecek bir işlemse ancak o zaman gidilebilir denilmiş. Bu hükmü gerçekten geniş yorumlamak
lazım katılıyorum düşünceye. Burada maddi ve hukuki yönden bağlılık ifadesinin geniş yorumlanması
gerekir. Çünkü dar yorum yaparsak farklı mahkemelere göndeririz birbiriyle bağlantılı idari işlemleri. Bu
sefer farklı kararlar çıkabilir ne olur? Uygulamada özellikle davacının mağdur olması sebebini oluşturur.
O yüzden de burada geniş yorum yapmak en doğrusu arkadaşlar elimizde güzel bir örnek de verilmiş bir
düzenleyici işlem var örneğin idare bir genelge çıkardı bir yönetmelik çıkardı buna dayanarak bir bireysel
işlem yaptı. Şimdi bunların arasına baktığımız zaman bağ var değil mi? Hakikaten elimizde bir idarenin
düzenleyici işlemi var genelgesi, yönetmeliği var o yönetmeliğe dayalı da bireysel bir işlem tesis etti. Tabii
ki aralarında bir maddi hukuki olarak bağlılık var dolayısıyla biz bu işlemlerin her ikisini birden aynı
dilekçeyle iptalini talep edebiliriz işte ilgili yönetmeliğin iptali ve bu yönetmeliğe dayalı olarak yapılan şu
idari bireysel işlemin iptalini talep edebiliriz aynı dava dilekçesi ile bunu yapabilmemiz mümkün çünkü
aralarında bağ var. Zaten 7. madde de bu söylediğimizi açıkça düzenliyor.

 İYUK 7/lV: “Düzenleyici işlem veya uygulanan işlem yahut her ikisi aleyhine birden dava açabilirler.
Düzenleyici işlemin iptal edilmemiş olması bu düzenlemeye dayalı işlemin iptaline engel olmaz.” Bazen
şunu yapıyoruz yine anlatırız ama şunu söyleyelim. Elimizde idarenin düzenleyici işlemi oluyor genelgesi
oluyor biz öncelikle bunu dava etmek istemiyoruz bekliyoruz sonra bu genelgeye dayanarak veya
yönetmeliğe dayanarak her konuda bir ..(?) işlem tesis ediliyor. Bizim hukukumuzu olumsuz yönde
etkileyen işlem tesis ediliyor. Eyvah diyoruz uygulamaya konuldu benim hakkımda bireysel bir işlem tesis
edildi ne yapacağım? Dava açacağım. İşte açmış olduğum davada 7/lV gerekçesiyle ben düzenleyici
işlemin iptalini isteyebilirim veya her ikisinin birden iptalini isteyebilirim. Yani ne yapacağım? “Şu
genelgenin şu yönetmeliğin iptalini ve buna dayanılarak yapılmış olan hakkımda tesis edilen şu işlemin
iptalini..” İkisini birden dava konusu ettim böyle bir alternatifi kanun koyucu bize sağlamış. Bu da güzel
bir imkân yani dediğim gibi hiç biz uğraşmıyoruz genelgenin yönetmeliğin iptaliyle diyoruz aman dursun
yerinde. Sonra bakıyoruz hakkımızda olumsuz bir idari işlem tesis edildi bireysel bir işlem yapıldı rahatsız
oluyoruz diyoruz ki bu işlemin iptalini isteyeceğim ben bu işlemin iptalini İsterken aynı zamanda o
düzenleyici işlemin de iptalini isteyebiliyorum arkadaşlar. Aynı dava dilekçesinde her ikisinin iptalini
birden isteyebilirim.

 Bakınız bir örnek daha verilmiş: İmar planında organize sanayi yeri olarak belirlenen yerdeki davacının
iştirak halinde hissedar olduğu birden fazla taşınmaz yargı (?) kararı ile kamulaştırılmış kişi de bir dilekçe

14
ile dava açmış. Danıştay iki ayrı taşınmaz hakkındaki bu işlemler arasında hukuki bağ olduğuna hakikaten
de hukuki bağ var yani birden fazla taşınmaz var ama bunlar arasında işlem bağlamında baktığınız zaman
hukuki bağ olduğu için aynı dilekçe ile dava konusu edilebileceğini ifade etmiş. Bir diğer önemli nokta
aynı yargı yerinin görevli olması. Bu hususta mahkemeler çok dikkatli davranıyor yani birden fazla işleme
karşı tek dilekçe ile dava açmak istiyorsak, örneğin önümüzde iki işlem var bu iki işlemin de aynı yargı
yerinde bakılması gerekecek yani yetkili ve görevli olması gerekecek birinin mahkemesi farklı örneğin
görevli yetkili mahkeme farklı ise bizim bunlara tek dilekçe ile dava açabilmemiz mümkün değil. Örneğin
burada belirtildiği gibi işlemlerden bir tanesi vergi Mahkemesi'nin görev alanına giriyor diğeri İdare
Mahkemesi'nin görev alanına giriyor şimdi siz bu iki şeyi tek dilekçe ile dava konusu edemezsiniz bu
mümkün değil aynı yargı yerinin görevli olması burada önemli.
C) Süre Yönünden Uygunluk Bulunması Gerekir
 Süre yönünden de uygunluk olması gerektiğini ifade etmemiz lazım. Tabii ki dava açma imkanı olacağı
için ikisine karşı aslında bunu söylememize bile gerek yok bir bakıyorsunuz bir tanesinin dava süresi
çoktan geçmiş diğerinin dava açma süresi geçmemiş bu ikisini bir araya getirerek dava konusu haline
getirelim dersek bu olmaz. Tabii ki süre bağlamında duyumlu olacak. Bunun istisnası İYUK 7/lV aslında ne
oluyor? Düzenleyici işleme karşı süre çoktan bitiyor değil mi? Siz orada yönetmeliğin iptalini yıllardır
duruyor hiç talep etmemişsiniz süre çoktan geçmiş ama hakkınızda bir birel işlem tesis edildiğinde İkisini
de dava konusu edebiliyorsunuz süre geçmiş olmasına rağmen İYUK 7/lV’teki açık düzenleme nedeniyle
bu noktalar önemli. Bir de tek Dilekçe ile hem iptal hem de temyiz talep edilemez denilmiş. Yani bu İlginç
bir örnek tek bir dilekçe ile hem işlemin iptalini istiyorsunuz hem de temyizini talep ediyorsunuz bu
mümkün değil. Bunu da artık bu şekilde başvuruda bulunan avukat meslektaş çok fahiş hata yaptığını
sonradan fark etmiştir diye düşünüyoruz.
D) Aynı Türden İşlemler Olması Gerekir
E) Davalının Aynı Olması Gerekir
 Davalının aynı olması gerekir arkadaşlar tabii ki her iki işlemin davalısı da aynı olacak işlemlerin davalıları
birbirinden farklı ise tek dilekçe ile başvuruda bulunabilmeniz mümkün değil. Yani mahkemeler aynı
olacak, davalılar aynı olacak, her ikisi de aynı aşamada olacak, herhangi bir süre şartı veya diğer
şartlardan kaçınılmamış olacak. Biz böyle bir durumda işlemler arasında sebep sonuç ilişkisi de varsa
maddi ve hukuki bağlılık varsa tek dilekçe ile başvuruda bulunuyoruz bu işlemlerin iptalini talep
ediyoruz.

2. BİR İŞLEME KARŞI BİRLİKTE DAVA AÇILMASI


 Gelirim 2. alternatifimize 5/ll’ye: “Birden fazla şahsın müşterek dilekçe ile dava açabilmesi için
davacıların hak veya menfaatlerinde iştirak bulunması ve davaya yol açan maddi olay veya hukuki
sebeplerin aynı olması gerekir.” Demek ki bizim hepimizin kaç kişi bu davayı birlikte açacaksak
hepimizin hak ve menfaatlerinde bir müştereklik, bir ortaklık olması lazım ve davaya yol açan maddi
olay veya hukuki sebeplerin de aynı olması lazım. Yani birimizin davasına yol açan hukuki sebep farklı
diğerinin farklı biz bir araya gelip müşterek dilekçeyle dava açmaya çalışıyoruz bu mümkün değil. Hem
hak ve menfaatlerimizde birlik olacak hem de aynı maddi ve hukuki sebebe dayalı olarak davayı açmış
olmamız gerekiyor. İkisi önemli, bu şart gerçekleşmiyorsa bizim müşterek gerekçeyle dava açabilmemiz
mümkün değil. Bu da güzel bir imkân, usul ekonomisine hizmet eden bir imkan. Normalde tek tek dava
açsak her birimizin davası farklı mahkemelere düştü diyelim mahkemelerden farklı kararlar çıkabilir.
Bunu bazen Danıştay daireleri arasında da yaşıyoruz birbirine çok benzer uyuşmazlıklar var bir
bakıyorsunuz a mahkemesi farklı karar veriyor diğeri bambaşka bir karar veriyor mahkemeler hukuki
görüşlerini tabii ki serbestçe özgürce yapabilirler bu beklediğimiz bir durum ama bu kadar tezatlık
olmaz. O bakımdan da tek dilekçe ile müşterek dilekçe ile bunu gerçekleştirebiliriz tipik örneği burada

15
belirtildiği gibi Yükseköğretim kurulunun yapmış olduğu Yüksek Yüksek Öğretim öğrencisi disiplin
yönetmeliği, işte bir disiplin yönetmeliği hazırlandı biz de bu disiplin yönetmeliğinin hukuka aykırı
olduğunu düşünüyoruz öğrenciler olarak. Tek bir dilekçe vereceğiz yükseköğretim öğrencileri olarak bu
işlemin iptalini talep edeceğiz. Çünkü hem maddi menfaatlerimizde birliktelik var hem de zaten hukuki
sebebimiz aynı o yüzden tek dilekçe ile davamızı açabilmemiz mümkün.

 Genellikle bu bahsettiğimiz konuda olur bir de özelleştirme kararlarında olur kitapta belirtildiği gibi çok
görüyoruz bu durumu. Yani ilgilinin çalıştığı kurum özelleştirilir, özelleştirilme kapsamı içerisine alınır o
işletmede çalışanlar da bu karara karşı birlikte dava açarlar. Özelleştirme kararlarına karşı açılan iptal
davalarında bu kurumda çalışanlar birlikte müşterek dilekçe ile dava açarlar dava arkadaşlığı yaparlar.
Danıştay'ın bir kararı yine bir semtteki işyerleri hakkında yıkılan buradaki kiracılar için başka yerlerde
belirlenen işyerlerinin sahiplerinin kura ile belirlenmesi yönünde alınan karara karşı birlikte dava
açılması kabul edilmiş. Sivas olayları sebebiyle uğranılan zarara karşı aynı evde oturan kişilerin birlikte
dava açmalarını kabul etmemiş mahkeme. Danıştay'ın kararıyla “Davacılar aynı evde ikamet eden iki
ailenin reisi olduklarına, her birine ait ev eşyaları bulunup olaylar sırasında tahrip ve yağma edilen
eşyalara müştereken malik olmadıklarına göre hak ve menfaatleri iştirak halinde mevcut olmadığı
anlaşıldığından dilekçenin reddine..” Denilmiş. Bu konuda Danıştay çok titiz davranıyor baktığımız
zaman menfaatlerdeki birliktelik noktasında çok sıkı bir denetim yapıyor ama söylediğimiz gibi
özelleştirme bunun tipik örneği olarak aklınızda kalsın. Bir de özellikle diyelim ki üniversite öğrenci
disiplin yönetmeliği yaptı, eğitim öğretim yönetmeliği yaptı, ders geçme notunu yükseltti bu hukuka
aykırı dedik, eşitlik ilkesine aykırı vesaire dedik idari yargı iptal davası açacağız öğrenciler olarak hepimiz
bu davayı birlikte açabiliriz. Kararda müştereken verilecek yani tek tek ilgililer hakkında karar verilmesini
beklemiyoruz tabii ki. Örneğin ilgili hükmün iptalini ya da davanın reddine karar verilecek hepimiz için
hepimiz etkileyen bir karar olacak. 3- İptal ve tam yargı davasının birlikte açılması: Arkadaşlar bunun da
sonra uzun uzun üzerinde duracağım ama şimdi belirtildiği için kitabınızda yine ifade edelim. Süre
konusunda da anlatacağız dava konusunda da anlatacağız bunu.

3. İPTAL VE TAM YARGI DAVASININ BİRLİKTE AÇILMASI


 İYUK 12'ye baktığımız zaman bu arada 12 ve 13 bizim için çok önemli, çok iyi bilmemiz gerekiyor. İYUK
12 diyor ki: “İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştay’a ve idare ve vergi
mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte
açabilecekleri gibi…” Bakın 12'ye göre iptal davasını ve tam yargı davasında ayrı ayrı açabiliriz iptal ve
tam yargı davasının birlikte de açabiliriz yani tek bir dilekçe vereceğiz uygulamadaki kullanımı da budur
usul budur avukat meslektaşlar bu şekilde yaparlar. Usul ekonomisi gereği uğraşmazsın önce iptal
davası açayım dava sonuçlansın kesinleşsin ondan sonra gideyim tam yargı davası açayım demezsin. Ne
yaparsınız tek bir dilekçeyle işlemin iptalini istersiniz hem de bu işlemden dolayı uğramış olduğunuz
zararı istersiniz yani iptal davasını ve tam yargı davasında aynı dilekçede istersiniz talebinizi burada
ifade edersiniz. Uygulamada kullanılan usul genellikle budur.

 Bizim hem iptal hem tam yargı davasını birlikte açabilmemiz aynı işlemden dolayı bizim zarara uğramış
olmamız gerekir. Yani İptal davasının konusu olan işlemden dolayı ayrıca zarara uğramış olmalıyız ki
ikisini bir arada iptal davası ve tam yargı davası şeklinde isteyelim. Gördüğünüz gibi usul ekonomisine
hizmet ediliyor bu düzenleme. Ne yaparız? Baktık dosyaya, uyuşmazlığın türüne bir işlem var bu işlem
hukuka aykırı iptalini talep edeceğiz, zaten iptal davası açmak zorundayız. Bir bakıyoruz işlemden
kaynaklı zarar da ortaya çıkmış yani sadece işlemin iptali ile yetinmek mümkün değil dolayısı ile bir hak
kaybına da uğramış ilgili burada zarara da uğramış o zaman tam yargı davasını açacağız. Şimdi ikisini ayrı
ayrı açmak yerine İYUK12'den yararlanıp ikisini birlikte dava konusu ediyoruz aynı dilekçeyle. İşlem
farklıysa aman dikkat bu işlemden kaynaklı olarak bir zarara uğramamışsak başka bir işlem varsa ortada

16
bizim bu ikisini birlikte dava konusu edebilmemiz mümkün değil. Aynı işlemden ötürü hem işlemin
iptalini, hem de ortaya çıkan zararı talep etmek zorundayız bu durumda.

 Mesela biz memuriyetten çıkarma işleminin iptalini talep ediyoruz bir iptal davası açıyoruz ve bu işlem
nedeniyle ortaya çıkan zararı talep ediyoruz yani bizi memurluktan çıkardılar neticede özlük vesaire
bütün haklarımızdan mahrum kaldık bu süreç içerisinde. Bunların hepsini hesaplayıp yasal faizi ile
birlikte geçmişe etkili olarak isteyeceğiz. Bu bakımdan da bazen manevi tazminat talebimiz olabilir
gerçekten kişilik haklarımıza saldırıldığını, onurumuzun, şerefimizin rencide olduğunu düşünüyorsak
manevi tazminat talebimiz olabilir. Ama bunların hepsini aynı dilekçede yazacağız. Hem memuriyetten
çıkarma işleminin iptali hem de bu işlemden kaynaklanan zararın tazminini tek bir dilekçe ile talep
edebiliyoruz. Bir karar var burada 2001 tarihli kararda yasa dışı örgüt ve köy korucuları arasında çıkan
çatışmada ölenlerin yakınlarına tazminat talebi ile kalanlara maaş bağlanmaması işlemine karşı hem
tazminat talebi var hem de maaş bağlanmaması işlemi var. İptal davasını birlikte açmışlar iki konu
birbirinden farklı olduğu için ayrı ayrı dava açılması gerektiğini mahkeme burada ifade etmiş. Dolayısıyla
aynı işlem şartı burada önemli dediğim gibi. Diyelim ki memuriyetten çıkarılıyorsunuz bunun iptalini
istiyorsunuz ve bu işlem nedeniyle uğramış olduğunuz bir zarar var hatta yüklü bir zararınız var bunun
tazminini talep ediyorsunuz. Ancak bu durumda bunu uygulayabiliriz

 …Bu notlardan kazanılan, kazanılacak olan tutarın bir kısmı hayır işi (SMA’lı bir bebek, zor durumda olan
bir aile vb) için kullanılacaktır…

17
9. Hafta (24.11.2021)
 Bu hafta ilk inceleme konularına geçeceğiz tabii ki inceleme bizim için çok önemli bir konu arkadaşlar
önemini de burada ifade edeceğiz neden ilk incelemeye bu kadar önem verdiğimizi.

D. DAVANIN AÇILMASININ SONUÇLARI


 Dava dilekçesi verildiği zaman hangi işlem yapılıyor burada kalmıştık. Dilekçe kayda alınıyor, vermiş
olduğunuz dilekçe evrak Müdürlüğü'ne kaydediliyor oradan görevli dairelere havale olunuyor denilmiş.
Danıştay mevzuata baktığımız zaman bölge idare mahkemeleri idare ve vergi mahkemelerine vermiş
olduğumuz dilekçeler evrak bürosuna kaydediliyor ve ilgili mahkemeye havale olunuyor ve evrakın kayıt
ve tarihini sayısını gösterir dilekçe sahibine bir alıntı kağıdı veriliyor.

 Arkadaşlar esas defterine kayıt bizim için önemli bu medeni yargılama usulü dersinde de söylenmiştir
diye düşünüyorum veya biz söyleyelim dava dilekçesini biz esas defterine kayıt yapıldıktan sonra yani
tarihle birlikte kalemdeki harç masraf vesaire bunların hepsi yatırıldıktan sonra esas defterine kayıt
ediliyor ve orada dosyaya bir sıra numarası veriliyor esas defterine kayıtla birlikte artık biz davamızı
açmış oluyoruz. Önemli olan burada verilmiş olan dilekçenin esas defterine kayıt edilmesi. Esas
defterine kayıt edildiği tarih itibariyle dava açılmış kabul edilir. Örneğini 2021 yılındayız esas defterine
100. sırada kaydettim ben bu ne demektir? Davamızı biz 2021 yılında açtık ve 100. sırada esas defterine
kayıtlıyız yani 100. sırada kayıtlıyız anlamına gelir bu önümüzdeki dosyaların sayısını bize bilgilendiren
bir durum ortaya çıkar. O halde biz esas defterine kaydettirdikten sonra davamızı açmış kabul ediyoruz
ne zaman biz esas defterine kayıt yaptırırız o zaman davamız açılmış sayılır. Bu konuda herhangi bir
ihtilaf yok acaba davayı ne zaman açtık süre ne zaman başlıyor şeklinde bir kaygıya kapılmaya gerek yok
esas defterine kayıt yapıldığı an orada size tarih, sıra numarası verildiği an bizim dava dilekçemiz işleme
girmiş demektir, bu davayı açmışız demektir.

 Peki harç veya dosya ücretlerinde posta ücretlerinde bir eksiklik yaparsak bunlarda bir eksiklik olursa?
Bu da önemli bir konu aslında dava harcını veya posta ücretini vermeden davayı açarsak veya eksik
yatırırsak bazen böyle durumlarla da karşılaşılıyor baktığımız zaman kanun diyor ki: “30 gün içinde
harcın ve posta ücretinin verilmesi ve tamamlanması hususu daire başkanı veya görevlendireceği tetkik
hakimi, mahkeme başkanı veya hakim tarafından ilk ilgiliye tebliğ olunur.” yani dosyada dava
dilekçesinde bu şekilde eksiklik var mesela harcınız eksik yatırmamışsınız veya posta ücretlerinde bir
eksiklik var. Bunların giderilmesi için ilgiliye 30 günlük süre veriliyor tamamlaması için. Tebligata rağmen
gereği yerine getirilmediği takdirde bildirim aynı şekilde bir daha tekrarlanır bildirimi iki kez tekrarlıyor
iki defa harcı yatırması gerektiği posta ücretini yatırması gerektiği ile ilgili bildiriyor fakat buna rağmen
harç veya posta ücreti süresi içinde verilmezse veya tamamlanmazsa davanın açılmamış sayılmasına
karar veriliyor. Dava açıldıktan sonra da böyle bir durumla karşı karşıya kalabiliyoruz posta ücreti
yatırılmadığı için tebligat işlemleri yapılamıyorsa yani gerçekten dava açılır ayrıca dava açıldıktan sonra
posta ücreti veya diğer giderler için yatırmamız gereken masraflar var bunlar yatırılmamışsa eksik
kalmışsa 30 gün içinde posta ücretini tamamlanması, yine duruma göre daire başkanı, görevlendireceği
tetkik hakim, mahkeme başkanı veya hakim tarafından ilgiliye tebliğ olunur. Tebligata rağmen gereği
yerine getirilmediği takdirde bildirim aynı şekilde tekrarlanır posta ücretinin süresi içerisinde
tamamlanmazsa dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilir. Bakınız burada artık dava açılmış fakat
posta ücretlerinde tebliğ işlemlerinin yapılabilmesi için eksiklik meydana gelmiş bu eksiklik
tamamlanmadığı için bu sefer dosya işlemden kaldırılıyor “Bu kararın tebliğinden itibaren 3 ay içinde
noksanı tamamlanmak suretiyle yeniden işleme konulması istenilmediği takdirde davanın açılmamış
sayılmasına karar verilir ve davacıya tebliğ olunur.” denilmiş.

1
1. ZAMANAŞIMI
 Zamanaşımı: İdari yargıda dava açmamızın belli sonuçları var bu sonuçlara geldiğimizde de tabii ki
zamanaşımı. Burada zamanaşımını kesen bir durum söz konusu olur yani hakkın zamanaşımına
uğraması burada önlenmiş olur. Tabii bizde zamanaşımı konusundan ziyade hak düşürücü süreler söz
konusu olur. Fakat şunu özellikle burada kısaca ifade edelim özel hukukta bir dava açtığımızda mahkeme
bu davada zamanaşımını kendiliğinden dikkate almıyor. Yani bizim bunu bir defi olarak ileri sürmemiz
gerekiyor fakat İdari yargılama usulünde zamanaşımı hususu resen hakimi ilgilendiren bir husus yani
kamu düzenini ilgilendirdiği için hakim bunu resen gözetmek zorunda hakimin resen gözetecek bir
alanda karşı karşıyayız.

2. DERDESTLİK
 Derdestlik: Bildiğimiz gibi açılmış aynı dava konusu ile ilgili aynı sebeple ilgili olarak aynı tarafların açmış
olduğu davaların halihazırda görülüyor olması demektir. Bu şekilde görülen bir dava ile ilgili olarak yeni
bir davanın açılmasını beklemiyoruz şimdi eğer derdestlik gibi bir usul hukukunu ilgilendiren aslında
usulden ret kararı verilmesini sağlayan bir müessese olmazsa aynı sebep, aynı konu ile ilgili olarak bir
mahkemeden farklı karar çıkar başka bir mahkemeden farklı bir karar çıkar. Bu sefer hüküm uyuşmazlığı
ortaya çıkar yani uyuşmazlık mahkemesine ilgilendirecek şekilde bazen hüküm uyuşmazlığının ortaya
çıkmasına neden olur. O yüzden de biz bir dava derdest iken yeni bir davanın açılamayacağını
söylüyoruz. Bu nasıl ki medeni yargılama usulünde bu şekilde uygulanıyor usulden ret kararı veriliyor,
burada da aynı şekilde değişen bir şey yok aslında. Velev ki açılırsa tabii ki taraflar da derdestlik itirazında
bulunabilir zaten açılmış bir dava var yeniden böyle bir davanın görülmesine karşı derdestlik nedeniyle
itirazda bulunabilir. Mahkeme de bunu araştırır bu itirazın doğruluğuna karar verilirse de davanın
açılmamış sayılmasına karar verilir denilmiş.

 Derdestlik konusu 114. maddede dava şartı olarak düzenlenmiş. Derdestliği bir dava şartı olarak kabul
etmiş aynı davanın daha önceden açılmış ve hala görülüyor olmaması yani aynı dava açılmış ve yeniden
görülüyorsa bu davanın usulden ret sebebini oluşturuyor. Çünkü dava şartlarından bir tanesinin
eksikliğini gündeme getiriyor o yüzden usulden ret kararı. Bizde ise derdestlik konusunda bir düzenleme
yok. İYUK 31'de derdestlik konusunda bir Atıf yapılıyor mu? Hayır yapılmıyor. İdari yargılama usul
kanununda da açıkça düzenlenmemiş. O zaman ne yapacağız biz de bu durumda aynı kuralları
uygulayacağız yani diyeceğiz ki zaten Danıştay’ımızın da uygulaması da bu yönde hiç boşu boşuna da
gereksiz yere bir hüküm uyuşmazlığı çıkarmayacağız, farklı mahkemelerden farklı kararlar çıkmasının
önüne geçeceğiz özellikle hüküm uyuşmazlığının önüne geçebilmek için derdestlik nedeniyle davanın
reddi kararını vereceğiz. Yine aynı şekilde orada verilen usulden ret kararını idari yargıda biz uyguluyoruz
davanın reddi yönünde karar verildiğini söylüyoruz.

 Bakınız burada bir örneği de verilmiş davacının atanmasına ilişkin 14395 sayılı işlemin iptali istemiyle
dava açılmış tarafları konusu sebebi bu dava ile aynı olan sonrasında yeni tarihli açılmış derdest bir
başka dava daha var. “Aynı taraflar aynı sebep aynı konuyla ilgili olarak aradan 1 ay geçtikten sonra yeni
bir dava açıldığı anlaşıldığından bakılan davanın esasının incelenmesine hukuken bir olanak
bulunmamaktadır derdestlik nedeniyle davanın reddine..” Aynı şekilde nasıl hemen bu konu bir dava
şartı olarak düzenlenmiş ve dava şartından yoksunluk nedeniyle usulden ret kararı verilmiş biz de
usulden davanın reddi kararı verilmesi gerektiğini söylüyoruz. İlk inceleme aşamasında veyahut esas
aşamasında derdestlik hali tespit ederse Danıştay, arkadaşlar olabilir gerçekten ilk inceleme geçer
davanın esası incelenmeye başlanır o zaman da tespit edebilir mahkeme böyle bir durum da söz konusu
olabilir. Bakınız o durumda da davanın incelenmeksizin reddine karar veriliyor veya iki davanın

2
birleştirerek incelenmesine karar veriliyor bu daha mantıklı arkadaşlar. İki davanın sebebi, konusu,
tarafları aynı birleştirip tek bir hüküm çatısı altında toplayabilmek daha mantıklı görünüyor.

3. HÜKÜM VERME ZORUNLULUĞU


 Hüküm Verme Zorunluluğu: Anayasamızın 36. maddesine göre hiçbir mahkeme görev ve yetkisi
içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz. Bu hukukun genel bir ilkesidir bir hakimin önüne UYAP
sisteminden dosya düştüğünde mahkeme bu davaya bakmaktan kaçınamaz mutlaka bir yargılama
sürecini işletecektir ve görevinin gereği olarak yargılamanın sonucunda hüküm kuracaktır, hüküm
verme zorunluluğu burada söz konusudur. Davanın açılması üzerine pasif olan mahkeme harekete
geçecektir ve artık harekete geçtikten sonra davayı görmekle yükümlüdür. Zaten düşünebiliyor
musunuz bir hakimsiniz davaları, uyuşmazlıkları çözümlemekle yetkili ve görevlisiniz bağımsız bir organ
olarak bu noktada atanmışsınız, görevlendirilmişsiniz fakat siz bu davaya bakmaktan kaçırıyorsunuz,
hüküm vermekten kaçırıyorsunuz. Bu tabii ki Türk Ceza Kanunu bağlamında düşündüğümüz zaman da
görevi ihmal suçunu veya görevi kötüye kullanma suçunu da bu bağlamda oluşturur. Hukuk neyi
gerektiriyorsa hakkın yerine getirilmesi için ne yapılması gerekiyorsa hakimin görevini yapması gerekir.
Bu konuda özel hukuk yargıcı ile idari yargıç arasında ya da anayasa yargıcı arasında hiçbir farklılık söz
konusu değil. Önüne gelen dosyayı çözüp uyuşmazlığı karara bağlamak zorundadır.

4. İDDİA VE SAVUNMALARIN SINIRLANDIRILMASI


 İddia ve savunmanın sınırlandırılması: Bu konu biraz daha çetrefilli bir konu bunu biraz daha sonraya
bırakacağım. Şimdilik bu konuyu buradan geçelim daha sonra bunu daha detaylı bir şekilde anlatacağız.

III.DAVA DİLEKÇESİ ÜZERİNDE İLK İNCELEME


 Dava dilekçesi üzerine ilk inceleme konuları: İlk inceleme bizim için çok önemli. İYUK 14’te düzenlenmiş
15. maddede de ilk inceleme konularına aykırılığın yaptırımı düzenlenmiş. Demek ki 14'te ilk inceleme
konuları, 15'te de ilk inceleme konularına aykırılığın yaptırımı tek tek düzenlenmiş. Ben isterim ki idari
yargılama usulü dersini almış öğrencilerimiz olarak İYUK 14 ve 15 kesinlikle bilinsin. Önce 31’i söyledim
şimdi de 14-15’i söylüyorum yani derste sadece mevzuat hükümlerini tekrarlayıp anlatan bir hoca
değilim bakın bunun önemini özellikle söylüyorum uygulamada da karşınıza çıkacak ileride hemen ilk
inceleme konularından 14'e ve bunun olmaması halinde yaptırım olarak 15'e bakacaksınız o yüzden
elinizin altında bunların mutlaka olması lazım.

 Neden ilk incelemeye ihtiyaç duyuyoruz? Bu aslında usul ekonomisinin bir gereği olarak davanın çabuk
bir şekilde görülebilmesi, ekonomik bir şekilde görebilmesi, adil yargılanma hakkı çerçevesinde
görülebilmesi için geçerli. Usul ekonomisinin bir gereği, tabii usul ekonomisini biz sadece taraflar
açısından faydalı düşünmeyelim bu toplumun yararı açısından da önemli bir müessese. Yani hakim esas
hakkında incelemeye geçmeden önce İYUK 14’deki ilk inceleme konularındaki konularını araştırarak
esasa geçip geçmeme hakkında bir karar verir. Burada hakim dava dosyasını tamamen okuyup aslında
tam bir bilgi sahibi olmaya dikkat etmeli yani öncelikle hakim esas hakkında tahkikata giriş girişmeden
önce hakikaten dava şartlarının var olup olmadığını araştırmalıdır.

 Özel hukukçular buna dava şartları diyor biz ilk inceleme konuları diyoruz aramızda böyle bir fark var.
Mesela orada dava şartı olarak derdestliği söyledik dava şartı olarak düzenlenmiş. Onların dava şartı
olarak baktığı inceleme konusuna biz burada ilk inceleme konuları diyoruz. Hakim öncelikle bu dava
şartlarının ilk inceleme konularının var olup olmadığını tespit etmeli. Eğer bunlardan birisinin
bulunmadığı sonucuna ulaşırsa davanın esasına girmeden dava dilekçesini reddetmeli veya talebi

3
reddetmelidir. Şimdi yaptırımlara göre bu değişecek bunu söyleyeceğiz yani burada ya hakim dava
dilekçesini reddedecek veya bakacaksınız davayı tamamen reddedecek esasa girmeyecek.

 Örneğin süre konusu. Süresinde davayı açmamışsak yani İYUK’ta öngörülen süreler içerisinde davayı
açmamışsak geçmiş olsun davamız reddedilir. Bu davanın esasına girilip incelenebilme kabiliyeti yoktur
davanın reddine karar verilir. Bazı durumlarda da hukuka aykırılık söz konusu olduğunda dilekçenin
reddine karar verilir o halde ilk inceleme konularını bir ön inceleme olarak düşünelim hakim ne yapıyor?
Dava dilekçesini aldığında bakacak ilk inceleme konuları bağlamında herhangi bir eksiklik var mı yok mu
herhangi bir eksiklik veya yanlışlık yoksa süper artık taraflara tebligatı gerçekleştirip dilekçeler aşaması
tamamlanıp esasa geçebilir hakim. Fakat bu aşamada herhangi bir eksiklik varsa bütün bunların
hiçbirinin yapılmasına gerek yok usul ekonomisinin bir gereği olarak hakim artık burada dur diyebilmeli.
Onun için getirilmiş düzenlemeler bunlar.

 Örneğin görev ve yetki. İlk incelenecek olan görev ve yetkidir. Mahkeme hakimi, mahkeme başkanı veya
görevlendireceği hakim kendisi bu davayı çözümlemekle görevli ve yetkili mahkeme mi? Her ikisi de
bizim için son derece önemli. Şimdi siz esasa kadar girdiniz hüküm verdiniz fakat görevli mahkeme
değilsiniz düşünebiliyor musunuz ek incelemede bu konunun atlandığını. Görevsiz mahkeme tarafından
davanın karara bağlandığını veya yetkisiz mahkeme tarafından davanın karara bağlandığını. Bu
temyizde bir bozma nedeni zaten.

 O yüzden böyle bir sıkıntı ile karşılaşmamak için bizim amacımız ne idari yargıda? Makul bir şekilde en
az sürede adaleti tesis etmek. Fakat biz ne yapıyoruz hüküm vermişiz fakat görevli bir mahkeme değiliz
işte böyle bir durumla karşılaşmamak için yıllarca zaman kaybedip özellikle haklı olduğuna, mağdur
olduğuna inanan davacının hakkının bir an evvel verilebilmesi için bu noktada çok dikkatli olması
gerekir. Boş yere yıllarca uğraşmak yerine ilk inceleme konularını ilk önce inceliyoruz onlara bakıyoruz
ve tek tek tik atıyoruz. Sizler de öyle yapacaksınız tıpkı idare mahkemesinde bu iş için görevlendirilmiş
bir hakim gibi onların önünde form falan var tek tek tik atıyorlar siz de öyle yapacaksınız. Demek ki daha
davanın en başında ön koşulların davanın görülebilmesi için oluşup oluşmadığının yargı yerince
bakılmasına biz ilk inceleme diyoruz. Bunu bir ön yargılama bir ön değerlendirme olarak
düşünebilirsiniz.

 Gerçekten bu konu ile ilgili olarak maalesef hem Danıştayımız hem idare mahkemelerimiz fazla şekilci
ve katı bir tutum sergiliyorlar o yüzden ilk inceleme konuları ile ilgili olarak herhangi bir yanlışlık eksiklik
olmaması lazım buna çok dikkat edeceğiz varsa hemen duruma göre ya dilekçe ret kararı veriyorlar ya
da dava ret kararı veriyorlar. Burada sert ve şekilci bir tutum sergilemesi de gerçekten eleştiriye açık bir
konu.

A. İLK İNCELEMEYİ YAPACAK MERCİ


 İlk incelemeyi kim yapıyor?: 14/lll’e baktığımız zaman ilk incelemeyi yapacak merciiler sayılmış.
Danıştayda ise ilk derece mahkemesi sıfatıyla açacağınız bir dava var Danıştay Kanunu 24. maddesine
giren. Daire başkanının görevlendirdiği bir tetkik hakimi burada demek ki tetkik hakimi ilk incelemeyi
gerçekleştiriyor. Dediğimiz gibi bir form var formun içerisinde tek tek 14. maddedeki sıra ile sayılmış
konular, o konularla ilgili olarak değerlendirmesini yapıyor. İdare ve vergi mahkemelerinde ise
mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından ilk inceleme yapılır genellikle ile mahkeme
başkanı tarafından yapılmaz görevlendirdiği hakim tarafından ilk inceleme konuları değerlendirilir.

4
B. KARAR MERCİ
 Kim karar veriyor? “Kanuna aykırı görülürse durum görevli daire veya mahkeme bir rapor ile bildirir
nihai kararı ilgili Danıştay dairesi veya mahkeme verir.” Denilmiş. Örneğin Danıştay tetkik hakimi daireye
sunacak ilk inceleme raporunu burada bu daire kararını verecek ilk incelemede bir eksiklik yanlışlık var
mı herhangi bir sıkıntı yoksa da bu şekilde devam edilecek. Tek hakimle çözümlenecek dava dilekçeleri
için rapor düzenlenmiyor ilgili hakim kendisi gerçekleştiriyor.

 İlk incelemede yapılacak işlemler dilekçenin alındığı tarihten itibaren en geç 15 gün içerisinde
sonuçlandırılır. 15 gün kuralının uygulandığını pek de görmüyoruz burada 15 gün verilmiş ama iş yükü
yoğunluğu içerisinde bu daha fazla zaman alıyor ama tabii ki burada belirtildiği gibi kısa bir sürede
yapılmasında yarar var. İlk incelemede bakılması gereken hususlarda kanunu aykırılıklar davanın ilk
inceleme sonrasındaki safhalarda tespit edilirse 15. maddede düzenlenen ilk inceleme sonucunda
yapılacak işlemler yapılır denilmiş. 15. madde söylediğimiz gibi yaptırımları düzenlemiş. İYUK 14’teki
konulardan herhangi birine aykırılık söz konusuysa 15. maddenin uygulanması gerekir.
İYUK 14: “Dilekçeler, Danıştayda daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi
mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından:

a. Görev ve yetki,
b. İdari merci tecavüzü,
c. Ehliyet,
d. İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı,
e. Süre aşımı,
f. Husumet,
g. 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları, Yönlerinden sırasıyla incelenir.” Sırasıyla kısmının
altını çizin burada sıra bizim için çok önemli sınavda da sorduğun zaman sıraya dikkat edeceksiniz
veya uygulamada karşılaştığınız zaman. Burada dilekçeyi hakim önüne aldığı zaman ilk nereye
bakacak?

1) Görev ve yetki: Açılan davada mahkeme gerçekten görevli mahkeme mi yetkili mahkeme ilk olarak bu
hususu değerlendirmek zorunda. Hakikaten ilk olarak görev ve yetki konusu en başta yer almak
durumunda görevsiz yetkisiz bir mahkemenin diğer hususlara bakmasına gerek bile yok.

2) İdari Merci tecavüzü: Anlatacağız bunu yani kanunda zorunlu olarak bir idareye başvuru yolu
öngörülmüşse bu emredici bir düzenleme olarak yer verilmişse idari işlemin kesinleşmesi için böyle bir
usül öngörülmüşse ve biz bunu atlayarak doğrudan dava açmışsak idari merci tecavüzü yapmış oluruz.
İdari Merci atlaması da deniliyor buna o idari Merciyi atlayarak doğrudan dava açmış oluyoruz bunun
önüne geçiliyor.

3) Ehliyet: Yani davayı açan kişi ehil bir kişi mi? Biz buna medeni yargılama usulünde de dikkat ediyoruz.
Kişinin fiil ehliyeti var mı? Dava açma yeterliliğine sahip mi? İdari yargıda ayrıca subjektif ehliyet şartları
var bunlara sahip mi?

4) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı: Hatırlayınız geçen sene
bahsettik bundan idarenin icrai olmayan işlemleri de var buna karşı dava açamıyoruz bakın ilk
incelemede daha henüz dikkate alınacak bir husus. Bu hazırlık işlemidir, rapordur, tespittir, tutanaktır,

5
görüş bildiren işlemdir, bildirici niteliktedir bunların hiç birini dava konusu edemeyiz. Çünkü kesin ve
yürütülebilir bir işlem yok burada.
5) Süre aşımı: Bakın davaya 5. sırada geldik artık davayı süresinde mi açtık mı kanunda öngörülen sürede
açmadık mı buna dikkat edeceğiz.

6) Husumet: Davalı mevkiinde olan davalı doğru yazılmış mı?

7) 3. ve 5. maddeler uygun mu? Yani dava dilekçesini hazırlarken doğru hazırladık mı? Birlikte dava açması
gerekenlerle ilgili olarak hatırlayınız anlattık 5. madde 1. ve 2. fıkra buralarda herhangi aksaklık eksiklik
var mı? Bunların hepsine sırayla bakılıyor. Burada sıra önemli çünkü zaten ilk sırada örneğin görevli bir
mahkeme değil ise veya yetkili bir mahkeme değil ise zaten burada dava reddedilecek tekrar bunun için
diğer konulara bakmamıza dahi gerek yok. O yüzden sırayla incelemenin yapılması gerekiyor bunu da
özellikle belirtelim.

A. GÖREV VE YETKİ
 İlk olarak görev yetki bahsi ile başlayalım. Bir kere görevsiz yetkisiz bir mahkeme tabii ki bakmış olduğu
dava hakkında bir karar veremiyor. Görev dediğimiz zaman davanın konu bakımından hangi
mahkemede çözümleneceğini anlıyoruz acaba konu itibarıyla hangi mahkeme burada görevli buna
bakmamız lazım.

1. GÖREVSİZ YARGI YERİNDE DAVA AÇILMASI


 Tabii görev konusu kamu düzeninden olduğu için davanın her aşamasında hakim tarafından resen
dikkate alınır görevli mahkeme olup olmadığı. Bazen taraflar da görevsizlik iddiasında bulunabilir bu
konuda da mahkemenin çok dikkatli olması lazım hakikaten bakması lazım görevsizlik itirazında
bulunulduğu konuda herhangi bir sıkıntı var mı? Yoksa da tabii ki davaya bakmaya devam edebilir ama
sıkıntı varsa da bu davayı çözümlememesi gerekir. Çünkü görevsiz bir mahkemenin davaya bakmış
olması bir temyiz sebebidir. Esasa girersiniz kararınızı açıklarsınız fakat bu temyiz de bir bozma sebebi
olarak karşınıza çıkar. Tabii bu da sizin hakim olarak sicilinize etkiler o yüzden verilen puanlandırma
sistemi bağlamında da önemli.

 Arkadaşlar tabii ki iki farklı yargı kolumuz olduğu için bu görev sorunu farklı yargı kolları arasında da
ortaya çıkabiliyor. Yani adli yargı ve idari yargı arasında. Mesele adli yargıda açmanız gereken bir dava
var bunu yanlışlıkla idari yargıya götürüp dava konusu etmiş olabiliyoruz veya idari yargının içerisinde
birden fazla mahkeme var dava açabileceğimiz idare mahkemesine dava açabiliyoruz vergi
mahkemesine dava açabiliyoruz. Bir de Danıştay'ın ilk derece mahkemesi sıfatıyla bakmış olduğu
uyuşmazlıklar var. Dolayısıyla bunlar arasında da yanlışlık yapabiliyoruz. Görev konusu itibariyle burada
da bir sıkıntı ortaya çıkmış olabiliyor. Bu nasıl çözümleniyor ona bakalım.

 Şimdi ilk olarak bizim incelememiz gereken, aslında mahkemenin yapması gereken kendi yargı düzenine
giren bir uyuşmazlık olup olmadığı. İlk bununla başlayacak yani idari yargı hakiminin önüne dava
dilekçesi geldiğinde ilk olarak idari yargıda çözümlenmesi gereken bir dava mı değil mi öncelikle bunun
ayrımını yapılması lazım. Aksi halde farklı bir yargı kolunun görev alanına giren uyuşmazlık
çözümlenebilmesi mümkün değil.

 İdari yargının görev alanının tespitini anlattık nasıl tespit edileceğini burada idareden kaynaklanan
gerçekten kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile ortaya konulmuş bir idari işlem varsa veya idarenin
eylemleri söz konusuysa ve bunlardan kaynaklanan bir uyuşmazlık ortaya çıkmışsa burada artık bu idari

6
yargının görev alanına giren bir uyuşmazlıktır diyebiliriz. Burada bizim için önemli olan nokta kamu
gücünün kullanılıyor olması idarenin tek yanlı iradesiyle hukuki işlem tesis ediyor olması veya eylemler,
faaliyetler gerçekleştiriyor olması. O halde yasamadan kaynaklanan bir işlem veya bu bağlamda idari
yargının görev alanına girmeyen bir işlem idari yargıda incelenemez, uyuşmazlık çözülemez. Bakınız
burada örnek verilmiş Danıştay’ın kararı, “Yasama işlemi olan kanun hükmünde kararname hakkında
açılan iptal davasında...” Normalde kanun hükmünde kararnamenin yargısal denetiminin Anayasa
Mahkemesi tarafından gerçekleştirilmesi gerekir. Çünkü kanun hükmünde kabul ediyoruz biz fakat
davacı tutup davasına idari yargıda açmış. Davanın idari yargının görevine girmediği gerekçesiyle
incelenmeksizin reddine karar verilmiş.

 İkinci olarak şunu belirtmiş hoca kitabında, kanunda veya içtihatla idari yargının görev alanına girmesi
gerekirken adli yargının görev alanında bırakılan uyuşmazlıklar da var. Hatırlayınız bunu söyledik tapu
kütüğü işlemleri, nüfus kayıt işlemleri kanunda özellikle adli yargıda çözümlenecek belirtildiği için, Asliye
Hukuk Mahkemesine gidilir denildiği için artık bu noktada yapılacak bir şey yok. Bu davayı idari yargının
önüne götürmeyeceksiniz adli yargıda, Asliye Hukuk Mahkemesinde bu davayı açacaksınız. Veya
idarenin bir fiili yolu varsa yani kamulaştırmış el atmış mülkiyet hakkına çok ciddi ağır bir müdahalede
bulunmuş artık sizin burada fiili yol var, idareden kaynaklı bir eylem olsa da idarelik vasfı ortadan
kalkmıştır, idarenin haksız fiilidir diyerek burada adli yargının uyuşmazlığı çözmesi gerektiğini bilmeniz
lazım bilmiyorsanız da burada dava görev noktasında reddedilecektir.

I) YARGI DÜZENİ AÇISINDAN GÖREV


 Bir diğer nokta idari yargı düzenindeki davalardan birine girip girmemesi. Bizde 2 tür dava var: İptal
davası ve tam yargı davası. Onun dışında bizde tespit davası adı altında bir dava yok ama bu burada
belirtildiği gibi yargı içtihatları ile tespit davasının getirilebileceği ifade ediliyor. Yani halihazırda tespit
davası kabul edilmiyor mahkemeler tarafından ama içtihatta kabul edilebileceği belirtilmiş. Yani siz idari
yargıda bir tespit davası açarsanız burada mahkeme görev noktasında red kararı verir bunu da özellikle
söyleyelim.

 Şimdi 15. maddeye hemen bakalım görev noktasında bir sıkıntı yaşadığımız zaman ne olur?
15/l a)’ya baktığımız zaman idari yargı düzeninde açılan bir dava adli yargı düzenine giren bir dava ise
görevli yargı düzeninde yanılgıya düşmüş oluyoruz. Biz idari yargıda davayı açtık fakat bu davaya
bakması gereken mahkeme adli yargı. Örneğin Asliye Hukuk Mahkemesi'nin görev alanına giren bir
uyuşmazlık. Peki bu durumda ne olacak? İdari yargı yeri davayı görev yönünden reddeder. Bir kere
davayı görev noktasından reddedecek bunu hep söyledik zaten, görev noktasında davanın reddedilmesi
gerekir.

 Görev noktasından reddetmesi ne demek? Mahkemenin görevsizlik kararı vermesi. Bu karar üzerine
idari yargı yerince yapılacak başka bir işlem yoktur yani idari yargı yeri burada dosyayı gönderme kararı
vesaire vermez sadece görev noktasından davayı reddeder ve bırakır. Burada davanın reddedilmesi
durumu söz konusudur. Davacının yapması gereken görevli mahkemeye gidip davasını açmaktır. Asliye
Hukuk Mahkemesinde açılması gereken bir dava ama artık burada görev noktasından ret aldıktan sonra
idari yargıda dava açma süresi içerisinde adli yargıya gidip davasını açması gerekir. Görev yönünden red
kararı nihai bir karar olduğu için bu karara karşı istinaf kanun yoluna ya da konusuna göre temyiz kanun
yolunun yoluna başvurulabilir. Çünkü bu nihai bir karar yani hakimin davadan el çekmesi gereken bir
karar olduğu için burada istinaf kanun yoluna veya temyiz kanun yoluna gidilebilmesi mümkün oluyo.
Demek ki burada ne yapıyoruz gördüğünüz gibi idari yargının görev alanına girmeyen bir uyuşmazlık
varsa adli yargının çözümleyeceği mahkeme görev noktasından davayı reddedip burada bırakıyor.

7
 Bakınız bir örnek verilmiş burada: “Asliye Hukuk Mahkemesine ait olması nedeniyle bu uyuşmazlığın
çözümü Danıştay’da açılan davanın görev noktasından reddine…” Asliye Hukuk Mahkemesi'nin
bakacağı bir davaya ilgili tutup danıştay'da dava açmış. Mahkeme de burada gördüğünüz gibi görev
noktasından ret kararını vermiş. Şimdi görev noktasında herhangi bir itiraz varsa tabii ki bunu
söylememize bile gerek yok mahkeme bu itiraza yönelik karar verecek mutlaka. Bakınız görev kamu
düzeninden bir husus ve davanın her aşamasında dikkate alınması gereken bir husus olduğu için hele
hele de bir görevsizlik gibi itiraz varsa bunun değerlendirilmesi gerekir. Şimdi 2. başlığa geçiyoruz:

 Görevsiz yargı yerinde açılan davanın idari yargıya taşınması: Bu sefer de tersinden devam ediyoruz.
Çözümlenmesi Danıştay'ın idare ve Vergi mahkemelerinin görevine girdiği halde adli yargı yerinde
açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi halinde bu husustaki kararların kesinleşmesini
izleyen günden itibaren 30 gün içinde görevli mahkemede dava açılacaktır. İYUK 9’a bakıyoruz bu konu
ile ilgili olarak. Yani gelip burada idari yargıda konusuna göre Danıştay'ın görev alanına giren bir
uyuşmazlık mı? İdare Mahkemesi'nin görev alanına giren bir uyuşmazlık mı? Vergi mahkemesinin görev
alanına giren uyşmazlık mı? Ona göre 30 gün içinde davamızı açacağız. “Görevsiz yargı merciine
başvurma tarihi Danıştay'a idare ve vergi mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul edilir.” Denilmiş.
Burada bir hak kaybı olmaması için, süreden bir red olmaması için böyle bir düzenleme öngörülmüş.
Demek ki biz adli yargıda yanlışlıkla davamıza açarsak burada adli yargıdaki görevsizlik kararının
kesinleşmesi ile birlikte, nasıl olur bu kesinleşme süresi? Kanun yollarına başvurulmaz süre geçtiği için
artık kanun yollarına başvurma hakkı ortadan kalkmış olur. Ya da kanun yoluna başvurulur kanun yolu
tüketilir karar kesinleşir işte o kararın kesinleştiğinin ilgiliye tebliğinden itibaren bize tebliğ edilir ne
yapacağız? 30 gün içinde gidip idari yargıda davamıza açacağız. Kanun koyucu burada bize böyle bir
alternatif hak tanımış. Kesinleşme tarihinden itibaren 30 günlük süre aman dikkat edelim yani davacı
vekili olduğunuz zaman henüz kesinleşmemiş bir dosya ile ilgili olarak aman 30 günlük süre kaçtı dava
açma süresini kaçırdık diye düşünmeyelim burada özellikle kesinleşme tarihi bizim için çok önemli.

 Kesinleşme tarihini izleyen günden itibaren bu da bize tebliğ edilecek tabi kararın kesinleştiği o tebligat.
Mesela 24 Kasım'da yapıldığını düşünelim yarından(?) itibaren parmak hesabı yapıp 30 gün içinde idari
yargıda davamızı açmamız gerekiyor. Bir de Danıştay bu 30 günlük sürenin taraflardan birisi için geçmiş
olsa bile diğer taraf için geçmemişse davayı kabul ediyor yani iki taraf bakımından da baktığımız zaman
30 günlük süre kaçmamışsa herhangi bir sorunumuz bu noktada yok. Kesinleşmeden itibaren 30 günlük
süreye dikkat edeceğiz.

 İYUK 9/ll’ye bakalım: “Adli yargı yerlerine açılan ve görevsizlik sebebiyle reddedilen davalarda,
görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra birinci fıkrada yazılı otuz günlük süre geçirilmiş olsa dahi,
idari dava açılması için öngörülen süre henüz dolmamış ise bu süre içinde idari dava açılabilir.” 30 günlük
süreyi kaçırdık ama burada dava açma süresi geçmemişse dava açma süresi değilim ki 60 gün olarak
belirlendi idare mahkemesine açılması gereken bir davada biz 30 günlük süreyi kaçırdık ama 60 günlük
süreyi kaçırmadık. Ama bu uygulamada çok zor arkadaşlar özellikle bir idari işlemin iptali bahsi ile
açmışsak zor görüyorum ama burada örneği de verilmiş kitabınızda. Yani bir eylem nedeniyle açılmış bir
dava söz konusuysa görevsizlik nedeniyle reddedilmişse adli yargıda 30 günlük süre geçmiş olsa dahi
idari eylemin yazılı bildirimle veya başka suretle öğrenildiği tarihten itibaren 1 yıllık süre henüz
dolmamışsa bu süre içerisinde dava açılabilir. Bunu kabul eden Danıştay kararları da var arkadaşlar biraz
zorlama olduğunu düşünüyorum açıkçası ama kabul edilmiş. Tabii ilgilinin lehine olan düzenlemelerin
yanında olmamız gerekiyor bu bağlamda hak arama hürriyeti önemli çünkü. Ama normalde baktığınız
zaman süre kaçırılmışsa biz dava açma süresini kaçırmış oluyoruz ama böyle de bir hüküm var bilginiz
olsun.

8
II) İDARİ YARGI DÜZENİ İÇİNDE GÖREV
 İdari yargı düzeni içinde görev sorunu nasıl halledilecek? Şimdi hakim ilk değerlendirmeyi yaptı baktı ki
evet idari yargının görev alanına giren bir konu adli yargıyı hiçbir şekilde ilgilendirmiyor bu konuda emin
oldu. İkinci aşamaya geçtik şimdi neye bakacak? İdari yargı düzeni içerisine görevli mahkemeye gelmiş
mi yani Danıştay'ın görev alanına mı giriyor? İdare Mahkemesi'nin görev alanına mı giriyor? Yoksa vergi
mahkemesinin görev alanına mı giriyor? Bunu anlattık hatırlayacağınız üzere ilk olarak:
A) DANIŞTAY’IN GÖREVİNE GİREN KONULAR
 Danıştay'ın görev alanına giren bahisler: Danıştay Kanunu 24. maddede sayılmış.”1. Danıştay ilk
derece mahkemesi olarak:
a)Cumhurbaşkanı kararlarına,
b) Cumhurbaşkanınca çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri dışındaki düzenleyici işlemlere,
c) Bakanlıklar ile kamu kuruluşları veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınca çıkarılan ve
ülke çapında uygulanacak düzenleyici işlemlere,
d) Danıştay İdari Dairesince veya İdari İşler Kurulunca verilen kararlar üzerine uygulanan eylem ve
işlemlere,
e) Birden çok idare veya vergi mahkemesinin yetki alanına giren işlere,
f) Danıştay Yüksek Disiplin Kurulu kararları ile bu Kurulun görev alanı ile ilgili Danıştay Başkanlığı
işlemlerine, Karşı açılacak iptal ve tam yargı davaları ile tahkim yolu öngörülmeyen kamu hizmetleri ile
ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan idari davaları karara bağlar.” Özellikle çalışın
arkadaşlar 24'ü bilmeniz çok önemli. Ve özel kanunlarını, Danıştay'ın ilk derece mahkemesi sıfatıyla
görevli olduğu konularla ilgili olarak davamızı Danıştay’da açmak zorundayız.
B) VERGİ MAHKEMESİNİN GÖREV ALANINA GİREN KONULAR
 Bu konu ile ilgili olarak 2576 sayılı bölge idare mahkemeleri, idare mahkemelerinin kuruluşu ve görevleri
hakkında kanun 6. maddeye bakmamız lazım: “Genel bütçeye, il özel idareleri, belediye ve köylere ait
vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin açılacak
davaları...” bizim vergi mahkemesinde açmamız gerekiyor. 2. Fıkra: “Bu konularla ilgili olarak 6183 sayılı
Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulanmasına ilişkin davaları..” Yani bu konularla
ilgili olarak örneğin bir belediyenin öngörmüş olduğu bir vergi ile ilgili olarak amme alacaklarının tahsil
usulü hakkında kanunda bir düzenleme varsa, uygulamaya ilişkin bir dava varsa bu davanın da yine vergi
mahkemesinde görülmesi gerekiyor.
C) İDARE MAHKEMELERİNİN GÖREVİNE GİREN KONULAR
 İdare Mahkemesi, idari yargıda genel görevli mahkemelerdir. Bu ne demektir? Danıştay'ın görev alanına
girmeyen, vergi mahkemesinin görev alanına girmeyen tüm davaların çözümlenmesinin idare
mahkemelerinde gerçekleştirilmesini bekliyoruz. Burada da ifade edilmiş: “İdare mahkemeleri ve vergi
mahkemelerinin görevine giren davalar ile ilk derecede Danıştay’da çözümlenecek olanlar dışında kalan
iptal davası ve tam yargı davalarını çözümler.” Sözleşmeden dolayı ortaya çıkan dava genelde tam yargı
davası olabilir veya iptal davası formatında da görülebilir o yüzden bunu tekrar etmemize gerek yok.
Gördüğünüz gibi idari yargıdaki mahkemelerin görev alanları bu şekilde belirlenmiş. İdari yargılama
usulünde görev konusu kamu düzenindendir yani davanın her aşamasında taraflar bu konuyu ileri
sürebilir itiraz varsa bunu ileri sürebilir fakat ileri sürülmemiş olsa dahi mahkeme bu hususu resen
dikkate alacaktır bunu da özellikle belirtelim. Evet yargılamanın her aşamasında görev konusunun

9
dikkate alınması gerekir görevsiz bir mahkeme tarafından hüküm verilmiş olması bir temyiz nedenidir
bunu tekrar ifade edelim.

 Kendini Görevsiz Bulunan Mahkemenin İzleyeceği Usul: Kendini görevsiz bulan mahkeme bu konu ile
ilgili olarak ne yapacaktır? “İdari yargı düzeni içinde görevsiz yargı yerinde açılan davada mahkeme
görev yönünden davayı reddederek dosyayı kendince görevli bulduğu idari yargı yerine gönderir.”
bakınız 15/l a)’da ifade edilmiş. Demek ki idari yargı düzeni içine geçtiğimiz zaman artık mahkeme yine
görevsizlik kararı verip red kararı verecek ama bir farkla. Dosyayı kendince görevli bulduğu idari yargı
yerine göndererek. Bakınız diğerinde farklı yargı kolları söz konusu olduğunda bunu söylemedik değil
mi? Mahkeme bıraktı biz davamızı doğru yere götürüp açmak zorunda kaldık. Fakat burada öyle değil
idari yargı düzeni içerisinde davayı görevsiz mahkemede açtığınız zaman mahkemenin yapması gereken
önce görevsizlik kararı verecek görev noktasından red ve dosyayı kendince görevli bulduğu idari yargı
yerine gönderecek. Taraftarın talep etmesine gerek yok, bunu mahkeme zaten kendisi resen
gerçekleştirecektir.

 İdari yargı düzeni içindeki görevsizlik kararına karşı kanun yoluna gidilemez. Bu karara karşı biz diğerinde
olduğu gibi kanun yolu aşamasına gidemiyoruz. Demek ki burada mahkemenin yapması gereken sadece
görevsizlik kararı vermek değil kendince görevli bulduğu mahkemeye dosyayı göndermek. Aksi takdirde
usulden eksiklik yapmış oluyor dikkat ederseniz mutlaka görevli bulduğu mahkemeye dosyayı
göndermesi gerekir. Danıştay sadece görevsizlik kararı verilmesini bir bozma nedeni olarak sayıyor
hakim olarak böyle bir hata yaparsanız Danıştay bunu bozma sebebi olarak değerlendiriyor. Örneğin
Kırıkkale İdare Mahkemesi hakimisiniz ilk inceleme konularından dosya önünüze geldi bir baktınız
Danıştay'ın görev alana giren bir uyuşmazlık var ilk derece mahkemesi sıfatıyla fakat Kırıkkale idare
mahkemesine dava açılmış burada ne yapmanız lazım? Hemen görev noktasından red kararı verip
kendinizce görevli bulduğunuz Danıştay’a dosyayı göndermeniz gerekir.

2. İDARİ YARGI YERLERİNDE YETKİ KURALLARI


 Yetki: Burada görevli mahkemelerden coğrafi alan itibariyle hangisinin davayı çözümleyeceğini
belirleyen bir kuraldır. İdari yargıda yetki kamu düzeninden olduğu için davanın yetkili mahkeme
tarafından çözümlenmesi gerekir sadece görevli mahkeme değil aynı zamanda davanın yetkili mahkeme
tarafından da çözümlenmesi gerekir. Taraflarca ileri sürülebileceği gibi yetkisizlik itirazını mahkeme de
davanın en başından en sonuna kadar resen göz önünde bulundurur. Eğer ki yetkisiz bir mahkeme
uyuşmazlığı çözümlemişse temyizde bozma nedeni olarak kabul edilir oldukça önemli gördüğünüz gibi.

 Yetki konusunda özel hukukta bazı esnemeler var yani yetki kurallarını bazen taraftar serbestçe de
belirleyebiliyorlar. Fakat idari yargıda böyle bir durum söz konusu değil. İdari yargıda davanızı görevli
mahkemede açtığınız kadar yetkili mahkemede de açacak görev ve yetkiyi bir arada düşüneceğiz. Aman
dikkat edelim bu konu ile ilgili olarak aksi takdirde yetkisiz mahkemeye davamızda açmışsak dava
sonuçlanmış, karara bağlanmışsa bu temyiz de bir bozma nedeni olarak karşımıza çıkar. “İdari davalarda
yetkili mahkemenin tespiti konusu kamu düzenine ilişkin olduğundan temyiz başvurusunda ileri
sürülmemiş olsa bile yargı yerince kendiliğinden incelenir.” Denilmiş. Düşünün siz bunu ileri sürmeseniz
dahi bu hakim tarafından resen dikkate alınacak bir husus.

 Arkadaşlar burada bir ek açıklama yapılmış Fransız hukukundaki bir değişikliğe yer verilmiş yetkiyi onlar
biraz esnetmişler gördüğüm kadarıyla. Sözleşmeler dışında mahkemenin yetkisi, ikamet yeri seçimi,
tarafların Anlaşması yoluyla ortadan kaldırılamaz denildikten sonra burada gördüğümüz kadarıyla
esneklik sağlanmış. Fakat Türk Hukuku bakımından baktığımız zaman bu konu ile ilgili olarak herhangi
bir değişiklik söz konusu değil bizim davamızı yetkili mahkemede açmamız lazım. Bazen yetki konusunda

10
da sıkıntılar yaşanabiliyor. Örneğin bir arazi uyuşmazlığını düşünelim, bir kamulaştırma işlemini
düşünelim arazinin olduğu yer öyle bir yer olsun ki hem Ankara sınırları içerisinde hem Kırıkkale sınırları
içerisinde bulunuyor. Şimdi yetkili mahkemeye bakacağız acaba Kırıkkale İdare Mahkemesi mi? Yoksa
Ankara İdare Mahkemesi'nin görev alanına giren bir uyuşmazlık mı? Dolayısıyla bazen yetki konusunda
da biz uygulamada sıkıntılar yaşandığını görüyoruz. İYUK’a baktığımız zaman genel yetki kuralının ve
bunun dışında da özel yetki kurallarının düzenlendiğini görüyoruz. Demek ki İYUK’ta genel yetki ve özel
yetki şeklinde düzenlemelerimiz var. 32/33/34/35’i bilmek zorundayız yetki kurallarını düzenleyen
hükümler bunlar. Bilmek zorundayız derken ezberleyelim anlamında demiyorum sınavda mevzuatı da
açık tutabiliriz netice itibariyle. Nerede neyi arayacağımızı bilmemiz önemli o süre içerisinde.

I) İPTAL DAVALARINDA GENEL YETKİ KURALI


 İYUK 32 ile başlayalım: “Göreve ilişkin hükümler saklı kalmak şartıyla bu Kanunda veya özel kanunlarda
yetkili idare mahkemesinin gösterilmemiş olması halinde, yetkili idare mahkemesi, dava konusu olan
idari işlemi veya idari sözleşmeyi yapan idari merciin bulunduğu yerdeki idare mahkemesidir. 2- Bu
Kanunun uygulanmasında yetki kamu düzenindendir.”

 Arkadaşlar gördüğünüz gibi yetkiye ilişkin genel kuralımız bu. İdari davalarda genel yetki İYUK 32’de
düzenlenmiş. Bu kanunda veya özel kanunlarda yetkili idare mahkemesinin gösterilmemiş olması
halinde yani özel bir belirleme yoksa yetkili idare mahkemesi, dava konusu idari işlemi veya idari
sözleşmeyi yapan idari merciin bulunduğu yerdeki idare mahkemesidir. Örneğin idari işlemi Kırıkkale
Üniversitesi yapsın, Kırıkkale Üniversitesi'nin bulunduğu yerdeki idare mahkemesidir. Kırıkkale idare
mahkemesinde genel yetki kuralı icabınca davamızı açacağız. Burada, İYUK’ta veya başka bir kanunda,
özel bir kanunda yetkili mahkeme gösterilmemişse bizim burada dava konusu işlemi yapan idarenin
bulunduğu yer idare mahkemesine dava alması açmamız lazım dava konusu idari işlemi yapan idare
neredeyse o idarenin bulunduğu yerde davayı açmamız gerekir. Burada bir örnek verilmiş “Davacının
Balıkesir ilinde açmak istediği eczane için yapmış olduğu ruhsat başvurusu Sağlık Bakanlığı İlaç ve
Eczacılık genel müdürlüğünce davacının Balıkesir ilinde ikamet ettiği gerekçesiyle reddedilmiş...” İşlemi
kim yapmış? Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü yapmış. Bu durumda dava konusu
uyuşmazlığı çözmeye yetkili mahkeme yukarıda anılan madde hükmü uyarınca Ankara İdare
Mahkemesi. Sağlık Bakanlığı İlaç Eczacılık Genel Müdürlüğü nerede? Ankara'da, o zaman davayı Ankara
İdare Mahkemesi çözülmeyecek. Burada bir yanılgıya hiç gerek yok. Dava konusu idari işlemi örneğin
milli eğitim bakanlığı yapmış. Milli Eğitim Bakanlığı'nın bulunduğu yerdeki idare mahkemesine, Ankara
idare mahkemesine bu davayı açmamız gerekir. Özel bir yetki kuralı benimsenmemişse, belirtilmemişse
kanunlarda bizim uygulayacağımız madde bu. Şimdi 33'e geçelim artık özel yetki kurallarına geçtik. 33-
34-35.Bu arada özel yetki kuralı varken Tabii ki genel yetki kuralını uygulayacağız bunu da belirtelim.

II) İPTAL DAVALARINDA ÖZEL YETKİ KURALLARI


A) KAMU GÖREVLİLERİ İLE İLGİLİ DAVALARDA ÖZEL YETKİ KURALLARI
 1.”Kamu görevlilerinin atanması ve nakilleri ile ilgili davalarda yetkili mahkeme, kamu görevlilerinin yeni
veya eski görev yeri idare mahkemesidir.” Örneğin burada bir kamu görevlisi ile ilgili olarak nakil işlemi
gerçekleştirildi burada görev yapan birisinin Ankara'ya nakledildiğini düşünelim. Ya Kırıkkale İdare
Mahkemesine ya da Ankara idare mahkemesine biz bu davayı açabiliriz alternatif seçimlik bir hak
verilmiş görüldüğü gibi ikisinden birinde davanın açılması mümkün oluyor.

 2.”Kamu görevlilerinin görevlerine son verilmesi, emekli edilmeleri veya görevden uzaklaştırılmaları ile
ilgili davalarda yetkili mahkeme, kamu görevlisinin son görev yaptığı yer idare mahkemesidir.” Örneğin

11
bir kamu görevlisi ile ilgili olarak görevden uzaklaştırma kararı alındı idare tarafından son olarak Kırıkkale
ilinde görev yapmışsa kamu görevlisi, Kırıkkale idare mahkemesinde bu davayı açmamız gerekir.
 3. “Kamu görevlilerinin görevle ilişkisinin kesilmesi sonucunu doğurmayan disiplin cezaları ile ilerleme,
yükselme, sicil, intibak ve diğer özlük ve parasal hakları ve mahalli idarelerin organları ile bu organların
üyelerinin geçici bir tedbir olarak görevden uzaklaştırılmalarıyla ilgili davalarda yetkili mahkeme ilgilinin
görevli bulunduğu yer idare mahkemesidir.” Örneğin Ankara Büyükşehir Belediye başkanı görevi ile ilgili
olarak işlemiş olduğu bir suç iddiası ile İçişleri Bakanlığı tarafından görevden uzaklaştırılırsa biz davayı
nerede açacağız? Ankara idare Mahkemesi'nde açacağız. nkara Büyükşehir Belediye Başkanı Ankara'da
görevli olduğu için Ankara İdare Mahkemesi bu konu ile ilgili olarak yetkili. Bunları sınavda sorarım
banko soru bunlar. Örnek bir olay veririz olayın içerisinde dava nerede açılır görevli mahkeme neresidir
yetkili mahkeme neresidir hangi süre içerisinde dava açılır vesaire konularını isteriz sizlerden bakın özel
yetki kuralı öngörülmüş burada. Diyelim ki Kırıkkale'de görev yapan bir memura disiplin cezası verildi
nereye başvuracak? Kendisinin görevli bulunduğu yerdeki idare mahkemesine Kırıkkale idare
mahkemesine gidip bu cezanın bu işlemin iptali için dava açacak.

 4.Özel kanunlardaki hükümler saklı kalmak kaydıyla, hâkim ve savcıların mali ve sosyal haklarına ve
sicillerine ilişkin konularla, müfettiş hal kâğıtlarına karşı açacakları ve idare mahkemelerinin görevine
giren davalarda yetkili mahkeme, hâkim veya savcının görev yaptığı yerin idari yargı yetkisi yönünden
bağlı olduğu bölge idare mahkemesine en yakın bölge idare mahkemesinin bulunduğu yer idare
mahkemesidir.” Evet hakim ve savcıların sicilleri ile ilgili olarak müfettiş hal kağıtlarıyla ilgili olarak böyle
bir özel düzenleme getirilmiş.
B) TAŞINMAZ MALLAR VE KAMU İDARELERİNE İLİŞKİN DAVALARDA ÖZEL YETKİ
KURALLARI
 1. “İmar, kamulaştırma, yıkım, işgal, tahsis, ruhsat ve iskan gibi taşınmaz mallarla ilgili mevzuatın
uygulanmasında veya bunlara bağlı her türlü haklara veya kamu mallarına ilişkin idari davalarda yetkili
mahkeme taşınmaz malların bulunduğu yer idare mahkemesidir.” Mesela bir yıkım kararı alındı
taşınmazla ilgili olarak veya bir tahsis kararı alındı ruhsat verildi veya verilmedi veya bir kamulaştırma
işlemi tesis edildi biz bu kamulaştırma işleminin hukuka aykırı olduğunu düşünüyorsak taşınmaz malın
bulunduğu yerdeki idare mahkemesine davamızı açacağız. Taşınmaz Kırıkkale'de bulunuyorsa Kırıkkale
idare mahkemesine bu davamıza açmamız gerekiyor.

 2. “Köy, belediye ve özel idareleri ilgilendiren mevzuatın uygulanmasına ilişkin davalarla sınır
uyuşmazlıklarında yetkili mahkeme, mülki idari birimin, köy, belediye veya mahallenin bulunduğu yahut
yeni bağlandığı yer idare mahkemesidir.” O köy, belediye, mahalle nereye bağlı bağlı ise orada bu
uyuşmazlığın çözümlenmesini bekliyoruz. Özellikle taşınmazla ilgili uyuşmazlıklarda taşınmazın
bulunduğu yer idare Mahkemesi yetkili ve görevlidir.
C) TAŞINIR MALLARA İLİŞKİN DAVALARDA YETKİ
 “Taşınır mallara ilişkin davalarda yetkili mahkeme, taşınır malın bulunduğu yer idare mahkemesidir.”
Yani elimizde taşınır bir mal varsa buna ilişkin bir Uyuşmazlık söz konusuysa taşınır malın bulunduğu yer
idare mahkemesince davamızı açmamız gerekir. Dava açılırken malın nerede olduğu tam olarak tespit
edilemiyorsa genel yetki kuralını gitmek gerekir denilmiş. Yani bu idari işlemi yapan idarenin bulunduğu
yer idare mahkemesi olarak gösterilmiş.

III) TAM YARGI DAVALARINDA YETKİ


 Gelelim Tam yargı davalarında yetki bahsine. Tam yargı davalarında yetki konusu İYUK 36’da
düzenlenmiş bir konudur. Bu zamana kadar anlattığımız özellikle 32-33’e baktığımız zaman daha çok

12
iptal davalarını düzenlemişti. Mesela bir nakil atama işleminin iptalini isteyeceğiz, bir disiplin cezasının
iptalini isteyeceğiz, emeklilik işleminin, yıkım kararının, kamulaştırma işleminin iptalini isteyeceğiz.
Burada ise elimizde bir tam yargı davası var yani idarenin özellikle bir eyleminden kaynaklı ortaya çıkan
bir zararımız var ve bu zararın tazminini istiyoruz. İdari sözleşmelerden doğanlar dışında kalan tam yargı
davalarında yetkili mahkeme, sırasıyla:

 a) Zararı doğuran idari uyuşmazlığı çözümlemeye yetkili mahkeme: İdari işlemden doğan tam yargı
davalarında yetki dediğimiz zaman, iptal davasını görmeye yetkili mahkeme tam yargı davasını da
görmeye yetkilidir. Elimizde idari işlemden kaynaklı bir dava varsa yani işlemin hem iptalini hem de bu
işlemden kaynaklı olarak ortaya çıkan zararımızı da istiyoruz. Örneğin işlemden kaynaklı olarak maaş
kaybına uğradık, parasal kayıplarımız çok fazla tabii ki bunları da aynı dava dilekçesinde isteyeceğiz. O
zaman bu davayı açarken yetkili mahkememiz neresi? İptal davasına bakan yetkili mahkeme neresiyse
tam yargı davasını da o mahkeme görecek. Usul ekonomisinin de bir gereğidir zaten bu iki dava aynı
formatta açılıyorsa iptal davasına bakan tam yargı davasında da bakacak ve bu uyuşmazlığı
çözümleyecek.

 İdarenin eylemlerinden kaynaklanan bir tam yargı davası varsa sırf idare bir eylem gerçekleştirdi ve bu
eylemden kaynaklı zararımız var bu durumda bir idari eylemden kaynaklanıyorsa zarar yetkili mahkeme
eylemin yapıldığı yer idare mahkemesidir. Örneğin Ankara Büyükşehir Belediyesi yol yapım çalışması
yürütüyor evimin önünden geçerken bahçemde çok güzel yetiştirdiğim ceviz ağaçlarım var onları kırıyor
döküyor veya bahçe duvarıma zarar veriyor benim maddi çapta zararım ortaya çıkıyor. Ben burada dava
açacaksam eylem Ankara ilinde gerçekleştiği için Ankara idare mahkemesinde bu davayı açmam
gerekiyor.

 Bakınız burada bir örnek var. Ordu ili perşembe ilçesinde PTT'ye ait araçta meydana gelen kazada ölen
PTT görevlisinin yakınlarının uğramış oldukları zarar nedeniyle açmış oldukları dava var. Neticede bir
idare eylem var bu eylem nedeniyle zarara uğranıldığı için Ordu ilinin yargı çevresi itibariyle bağlı
bulunduğu Trabzon idare mahkemesi bu davayı çözümlemek ile yetkilidir denilmiş. Bazen eylemin
meydana geldiği yerde idare mahkemesi olmayabilir. Çünkü yargı çevresi adli yargı kadar geniş değildir
idare mahkemelerinin o yüzden burada gördüğünüz gibi yargı çevresi itibariyle bağlı bulunduğu idare
mahkemesi neresi ise orada davamızı açıyoruz.

 b) Zarar, bayındırlık ve ulaştırma gibi bir hizmetten veya idarenin herhangi bir eyleminden doğmuş
ise, hizmetin görüldüğü veya eylemin yapıldığı yer: Bir idari hizmetten kaynaklanıyorsa zarar tam yargı
davası açacaksak yani bir bayındırlık ulaştırma hizmeti gibi bir hizmetten kaynaklanıyorsa hizmetin
görüldüğü yer idare mahkemesinde bu davayı açmamız gerekiyor.

 c) Diğer hallerde davacının ikametgahının bulunduğu yer.

IV) Vergi Uyuşmazlıklarında Yetki


 Bir vergi uyuşmazlığı varsa elinizde uyuşmazlık konusu vergi resim harç ve benzeri mali yükümlülükler
tarh ve tahakkuk edilen ve cezaları kesen dairenin bulunduğu yer vergi mahkemesidir denilmiş. Bunu
kesen bu işlemi yapan dairenin bulunduğu yer vergi mahkemesi denilmiş.

 Gümrük kanununa göre alınması gereken vergilerle vergi usul kanunu gereğince şikayet yoluyla vergi
düzeltme taleplerinin reddine ilişkin işlemlerde vergi resim harç ve benzeri mali yükümlülükleri tarh ve
tahakkuk ettiren dairenin bulunduğu yer vergi mahkemesi denilmiş.

13
 Amme alacaklarının tahsil usulü kanununun uygulanmasında ödeme emrini düzenleyen dairenin
bulunduğu yer vergi mahkemesidir denilmiş.
 Diğer uyuşmazlıklarda da dava konusu işlemi yapan dairenin bulunduğu yer vergi mahkemesidir
denilmiş. Elimizde bir vergi uyuşmazlığı olduğunda buradan bakacağız arkadaşlar 37. maddeye
hangisine giriyorsa bu şıklardan değerlendirip davamızı ona göre yetkili mahkemede açacağız bunu da
özellikle belirtelim. Görev ve yetki ile ilgili olarak bir sorun ortaya çıkarsa bu nasıl çözümlenecek buna
bakmamız lazım.

3. İDARİ YARGIDA GÖREV VE YETKİ UYUŞMAZLIĞININ


ÇÖZÜMÜ
 Görev veya Yetki Yönünden Davanın Reddi ve Dosyanın Gönderilmesi: Tekrar edelim idari yargı düzeni
içindeki bir mahkeme dava konusunun idari yargının görev alanına girmesi ile birlikte kendi görevine
girmediği veya kendi yetki alanına girmediği kanaatine ulaşılırsa davayı görev ya da yetki yönünden
reddederek dosyayı kendi içerisinde tespit ettiği görevli ya da yetkili idari yargı yerine gönderir. Yani
Kırıkkale idare Mahkemesi'nde davayı açtık fakat Kırıkkale İdare Mahkemesi kendisinin yetkili olmadığı
kanaatine ulaştı ilk incelemede örneğin Ankara idare mahkemesinin yetkili olduğunu düşündü bu
durumda ne yapacak? Kendisini yetkisiz kabul ederek yetkili idari yargı yerine dosyayı gönderecek,
kendisinin yetkili tayin etmiş olduğu mahkemeye dosyayı gönderecek. Bu görev konusunda da olabilir
davamızı İdare Mahkemesi'nde açarız fakat vergi mahkemesine giren bir uyuşmazlıktır idare
Mahkemesi kendisini görevsiz kabul eder ve dosyayı vergi mahkemesine gönderir hem görev yönünden
hem de yetki yönünden bir red kararı veriliyorsa dosya kendi tespit etmiş olduğu görevli ya da yetkili
mahkemeye gönderiliyor ve bu karara karşı da kanun yoluna başvurulamıyor kanun yolu aşaması
burada söz konusu değil.

 Görev veya Yetki Uyuşmazlığının Çıkması: Peki görev ve yetki uyuşmazlığı çıkarsa ne olacak yani idari
yargının içerisinde de görev ya da yetki uyuşmazlığı da çıkabilir nasıl olacak bakalım. Şimdi idari yargı
yerleri arasında görev ve yetki uyuşmazlığından bahsedebilmek için görevsizlik ve yetkisizlik kararının
karşılıklı görevli veya yetkili bulma şeklinde olması gerekir. Yani Kırıkkale İdare Mahkemesini yetkili
bulacak, Ankara İdare Mahkemesi de gönderildiğinde Kırıkkale idare mahkemesini yetkili bulacak. Ne
oldu? Karşılıklı olarak taraflar birbirlerini yetkili buldular kendilerini de etkisiz buldular şimdi böyle bir
durumla karşılaştığımızda biz ne yapacağız? Bu durumda mahkemelerin karşılıklı birbirlerini yetkili
mahkeme olarak değerlendirmesi önemli.

 Görev ve Yetki uyuşmazlığı ve Çözümü: Görev ve yetki uyuşmazlığnı çözümü İYUK 43’te düzenlenmiştir
buna baktığımız zaman ilk olarak Danıştay ile idare ve vergi mahkemeleri arasında görev sorunu çıkarsa
ne olacak? Danıştay ile örneğin İdare Mahkemesi arasında bir sorun ortaya çıktı bunu nasıl çözeceğiz?
Bu konu ile ilgili olarak şöyle deniliyor: “Danıştay ile ilk derece mahkemeleri arasında çıkan görev
uyuşmazlıkları Danıştay tarafından çözümlenir.” Yani burada karar verici olan Danıştay, Danıştay
tarafından uyuşmazlık çözümlenir.

 Danıştay ile İdare ve Vergi Mahkemeleri Arasında Görev Sorunun Çözümü: 2. ihtimalle geçiyoruz
Danıştay’da açılamayacak olan bir dava Danıştay’da açılırsa ne olur? Danıştay davayı görev noktasından
reddeder ve dosyayı tespit etmiş olduğu idare mahkemesine gönderir veya Vergi Mahkemesi de olabilir
bu konusuna göre. Danıştay'ın burada vermiş olduğu karar kesindir bu kararı alan mahkeme yeniden
bir görevsizlik kararı veremiyor. Demek ki Danıştay kendisini görevsiz buluyorsa ilgili mahkemeye
gönderecek, o mahkeme de uyuşmazlığı çözecek burada Danıştay'ın kararını esas alıyoruz gördüğünüz
gibi Danıştay kararı belirleyici olacak. Mesela burada örnek uyuşmazlık var dosyanın incelenmesinden

14
verilmiş devlet memurluğundan çıkarma işleminin iptali. Şimdi devlet memurluğundan çıkarma
işleminin iptaline karşı biz davayı nerede açarız, Danıştay’da mı açarız? İdare Mahkemesi'nde açarız
değil mi? Tutmuş davacı vekili davayı Danıştay’da açmış bu durumda ne olacak? Burada Danıştay'ın
görev alanına giren bir uyuşmazlık söz konusu olmadığı için Danıştay görev noktasında reddedecek ve
burada olduğu gibi dava dosyasını hangi idare mahkemesinin yetki alanına giriyorsa ona gönderecek
yani yanlışlıkla davayı Danıştay’da açtığımız zaman Danıştay ilgili mahkemesine gönderiyor.

 İlk derece mahkemesinde açılan davada mahkeme konunun Danıştay'ın görev alanına girdiğini
düşünüyorsa bu sefer tersinden okuyalım: Danıştay'ın görev alanına giren bir uyuşmazlık olduğunu
düşünüyorsa bu sefer kendisi görevsizlik kararı verip dosyayı Danıştay’a gönderecek. Danıştay kendisini
görevli kabul ederse dosyayı sonuçlandırır yani bu davaya bakar kendisini görevli olduğu kanaatine
ulaşırsa sonuçlandırır. Kendisinin görev alanına girmediğini düşünüyorsa da tespit etmiş olduğu görevli
mahkemeye gönderir. Burada yine Danıştay'ın kararını esas alıyoruz dikkat edelim Danıştay ne derse o.
Kendini görevli görüyorsa dosyaya bakıyor, görevli görmüyorsa da kendisinin tespit ettiği mahkemeye
dosyayı gönderiyor. Danıştay'ın burada idari yargı düzeni içinde üst mahkeme olarak söz sahibi
olduğunu görüyoruz görev ve yetki uyuşmazlıkların çözümlenmesinde. Tabii burada bu dosyayı
gönderen mahkemeye kendisi yetkili bulmayabilir başka bir mahkemeyi yetkili bulabilir ona da
gönderebilir bunun önünde bir engel söz konusu değil bunu da belirtelim.

 İlk Derece Mahkemeleri Arasında Görev ve Yetki Sorunun Çözülmesi: Peki şimdi ilk derece
mahkemeleri arasında görev veya yetki sorunu olursa ne olur bir de buna bakmamız lazım arkadaşlar.
Bu konuda 43. madde şöyle bir düzenleme yapıyor: Karşılıklı görevsizlik kararını veren veya yetkisizlik
kararını veren mahkemeler aynı bölge idare mahkemesinin yargı çevresi içerisinde ise görev veya yetki
uyuşmazlığını Bölge İdare Mahkemesi çözümlüyor. Örneğin görev veya yetki uyuşmazlığı Ankara'daki
idare mahkemeleri arasında çıktı diyelim veya vergi mahkemeleri arasında çıktı diyelim uyuşmazlığı kim
karara bağlayacak? Ankara bölge idare mahkemesi karara bağlayacak. Hangi bölge idare mahkemesinin
yargı çevresinde iseler aynı bölge idare mahkemesinin yargı çevresinde olmak şartıyla oradaki Bölge
İdare Mahkemesi karara bağlayacak.

 Peki ayrı bölge idare mahkemelerinin yargı çevresinde iseler bir de öyle bir durum ortaya çıkabilir. Böyle
bir durumda uyuşmazlığı Danıştay çözümlüyor burada da Danıştay devreye giriyor. Yani bir taraftan
Ankara'daki idare veya vergi mahkemeleri ile İstanbul'daki örneğin bunların yargı çevreleri farklı değil
mi? Biri Ankara çevresi diğeri İstanbul çevresi ne yapacağız o zaman? Danıştay tarafından uyuşmazlığın
çözümlenmesine karar verilecek burada verilen kararlar da kesin karar. 43'ü de bu şekilde bir kez daha
bakalım yani İdari yargıda mahkemeler arasında görev uyuşmazlığı yetki uyuşmazlığı ortaya çıkarsa ne
olur 43'ü çalışırken dikkate alın anlatımlarına orada dikkat edin.

 Bir de arkadaşlar şurada son bir kısım var kitabınızda onu da izah edeyim kısaca. Görev ve yetkiye ilişkin
ilk incelemenin son aşaması da kanunda yazılı değil ama denilmiş. Dava konusu acaba yasama kısıntısı
kapsamında mı? Ya da yargı kısıntısı kapsamında mı? Buna bakılması lazım. Hatırlayınız bazı kararlar
yargısal denetim dışı bırakılmıştır dedik işte bu kararlardan biri olup olmadığına bakacak mahkeme eğer
bu kararlardan bir tanesi ise ve bu davanın incelenme kabiliyeti bulunmadığından reddine karar
verecek. Hatırlayınız HSK'nın meslekten çıkarma cezaları hariç diğer cezalarına karşı yargı yolu kapalı
yargı yolu kapalı bir karara karşı tutup da Örneğin biz İdari yargıda dava açarsak işte burada mahkeme
daha ilk incelemede bunun görev ve yetki bahsinde davanın incelenmesinin reddine karar verecek.
Çünkü idari yargının görev alanı dışında bırakılmış bir alan söz konusu görev ve yetki bu şekilde. Özellikle
üzerinde durun bahsettiğimiz maddeleri de tek tek değerlendirin ayrıntılı çalışmayı gerektiren bir bahis.

15
B. İDARİ MERCİ TECAVÜZÜ
1. İDARİ MERCİ TECAVÜZÜ TANIMI VE NİTELİĞİ
 Devam ediyorum ikinci sıra: İdari Merci tecavüzü. İdari Merci tecavüzü nedir arkadaşlar? Eğer ki
herhangi bir kanuni düzenlemede dava açılmadan önce idari bir başvurunun yapılması zorunlu olarak
öngörülmüşse, bakın zorunlu başvurudan bahsediyorum ihtiyarı bir başvuru değil yani kişinin kendi
tercihine bırakılmış bir başvuru yolu değil bu kanunda açıkça başvuru usulü öngörülmüşse zorunlu
başvuru usulü biz bunu yapmadan davayı açamayız. Eğer ki davayı açarsak burada bir idari merci
tecavüzü yapmış oluruz. İdari merci atlamış oluruz idari merci tutulması da deniliyor buna. Bunun
yaptırımı ne 15. maddeye bir bakın bakalım idari merci tecavüzü bağlamında bir sıkıntı yaşarsak, idari
merci tecavüzü yaparsak bunun yaptırımı ne? 15'e bir bakın bakalım 3 b) ile ilgili ne diyor ? Görevli idari
merciine tevdiine(?) karar verir arkadaşlar demek ki hukuki yaptırımı bu. Biz idari merci tecavüzünde
bulunup idari merciye ilk başvuru şartını, koşulunu gerçekleştirmeksizin doğrudan davamızı açarsak
mahkeme, evet görev ve yetkili mahkeme olduğunu tick etti, doğrudur dedi. İkinci sıraya geçti idari
merci tecavüzü. Eyvah burada idari merci tecavüzü var ne yapacağım? O idareye bu konu ile ilgili olarak
başvurulması gereken idareye tevdii edecek gönderecek dosyayı. Çünkü oradan kesin bir karar
çıkmamış ki net bir sonuç elde etmemişiz ki biz dava yoluna başvuralım. O yüzden oradan bir karar
çıkacak ki bu karar olumlu bir karar olabilir olumlu olursa zaten davayı açmamıza gerek de kalmayacak
ama genellikle olumsuz karar olur bu çok çok büyük bir olasılıkla zımni red şeklinde olumsuzluk olur
veya açıkça bize talebimiz ile ilgili olarak ret kararını veriler açık açıp ondan sonra dilekçe ile dava açma
yoluna gideceğiz biz. Ne yaptık burada idare idari merci atladık arkadaşlar.

2. İDARİ MERCİ TECAVÜZÜ HALİNDE YAPILACAK İŞLEMLER


 İkinci sırada bakmamız gereken husus bunu özellikle belirtelim. Demek ki herhangi bir kanuni
düzenlemede bizim dava açmadan önce başvurmamız gereken, tüketilmesi gereken bir başvuru
yolumuz varsa yani bu idari işlemin kesinlik kazanması için bu yola başvurmamız zorunluysa, zorunlu bir
başvuru varsa ve biz de bunu atlayarak dava yoluna başvurmuşsak burada idari merci tecavüzü ortaya
çıkar.

 Şunu söyleyelim bu bir usulsüzlük olarak değerlendiriliyor yani bizim burada işlemin kesinlik kazanması
için başvurmamız gereken bir yol var fakat biz bu yolu işletmiyoruz bu yol zorunlu bir yol, bizim
tercihimize bırakılmış bir yol değil. Bunu işletmeden davayı açtığınız için size yaptırım olarak görevli
idareye dosyanız tevdi ediliyor arkadaşlar bunu da belirtelim. Kesinlikle mevzuatta şart olan zorunlu
olan başvuru yolunun olması lazım biz bu başvuru yolunu tüketmeden dava açarsak idari merci tecavüzü
ortaya çıkmış oluyor ve bizim bu başvuruyu gerçekleştirmemiz de aslında bir dava şartı olarak
gördüğünüz gibi burada değerlendirilmiş. Mesela örnek verelim Kamu İhale kanununun 54. maddesi bu
konunun tipik örneğidir. Arkadaşlar ihaleler sürecinde bir hukuka aykırılık söz konusu olursa, bir eylem
veya işlem nedeniyle hukuka aykırılık ortaya çıkarsa hakları ihlal edilenler öncelikle idareye ve Kamu
İhale kuruluna şikayette bulunmalıdır.

 Öncelikle şikayet yolunu deneyeceğiz arkadaşlar daha sonra da itirazen şikayet yoluna başvurmadan
dava açarsak yani bir kamu ihalesine katıldık usulsüzlük, hukuka aykırılık yapıldığını düşünüyoruz, bu
yapılan işlemin iptalini isteyeceğiz. Bunu yapabilmemiz için öncelikle ne yapacağız? Zorunlu başvuru
yolu öngörülmüş burada itiraz, itirazen şikayet yolları bunları tüketeceğiz. Bu yolları siz tüketmeden yani
idareye başvurmadan oturup doğrudan davayı açarsanız işte burada idari Merci tecavüzü oluşur ilgili
idareye dosya gönderilir. Niçin gönderiyoruz? Kesin bir karar alınması için, davanın reddine veya

16
kabulüne yönelik bir karar alınması için bunu da özellikle belirtelim. Bir diğer konu kamu ihale kanunu
54’ten sonra bir başka vereceğimiz örnek İYUK 13 bunun tipik örneğidir. Aslında 13'e göre biz bir idari
eylemden zarar görmüşsek yargı davası açmadan önce idareye eylemin öğrenildiği tarihten itibaren bir
yıl içinde ve herhalde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde idareye başvurmak zorundayız.

 Sağlık Bakanlığı'na bağlı bir hastaneye gittik ameliyat olduk fakat ameliyat sırasında beklemediğiniz bir
sonuç ortaya çıktı yanlış bir operasyon yapıldı, yanlış bir organımız ameliyat edildi, sakat kaldık,
yaralandık vesaire. Burada ne yapacağız? İdarenin bir eylemi var bu eylem neticesinde maddi ve manevi
zarara uğradık şüphesiz. Bu zararlarının tazmini için öncelikle idareye başvuracağız bir yıl içinde zararın
eylemin öğrenilmesinden itibaren bir yıl. Geç öğrenirsek de her halükarda 5 yıllık süre içerisinde bu
başvuruyu gerçekleştireceğiz. Ne için başvuruyoruz idareye sulh olalım diyoruz değil mi? Yani gel
diyorum böyle bir hukuka aykırılık yaptın zarar ortaya koydun bu zararı tazmin et şeklinde başvuruda
bulunuyoruz Sağlık Bakanlığı'na bu vermiş olduğumuz örnekte. Başvuruda bulunduktan sonra bize belli
bir süre idare susarsa cevap vermezse veya zımni red oluşursa artık o saatten sonra dava açma yoluna
gidiyoruz. Ama siz hiç bu yolu işletmeden idareye başvurmadan doğrudan dava açarsanız işte idari merci
tecavüzü olur bu. Ne yapar? Örneğin bu vermiş olduğumuz mahkeme Sağlık Bakanlığı'na dosyayı tevdi
eder orada karar verilmek üzere. Ne yaptınız uzattınız değil mi? Sizden ne bekliyor özellikle başvurucu
vekili iseniz özellikle mağdur olan taraflar adalet talebi ile o kadar yanıp tutuşur ki çok çabuk karar
alınmasını bekliyorlar ortaya çıksın diye bekliyorlar. Siz de bu süreçte onun bir kez daha mağdur
olmasına neden oluyorsunuz bilginizdeki eksiklik nedeniyle. O yüzden dikkat edelim idari Merci atlaması
yapmayalım kanunda öngörülmüş özel bahsettiğimiz gibi zorunlu bir başvuru yolu varsa bu yola
atlamamamız çok önemli.

 İhtiyari bir başvuru yolu olur arkadaşlar ona gidip gitmemekte serbestsiniz yani “yapılabilir, edilebilir,
başvurulabilir” deniliyorsa sıkıntı yok zaten orada başvurmayabilirsiniz. Niye bir daha gidelim
diyebilirsiniz neticede. Ama bu şekilde zorunlu bir başvuru yolu öngörülmüşse bakınız iki tipik örnek
verdim bu konu ile ilgili olarak: İYUK 13 ve kamu ihale kanunu 54. maddesi. Bu her zaman için bilinmesi
gereken 2 tipik örnek. Ha burada zorunlu başvuru yolları var siz bunu atlarsanız idari merci tecavüzü
yapmış olursunuz. Bu konu ile ilgili olarak idareye başvuru süresinin de hak düşürücü süre olduğu kabul
ediliyor öğretide. Aslında bu düşünceye de katılıyorum ben bazen kısıtlayıcı gibi görünüyor ama doğru.
“Kişi idareye başvuru süresi geçtikten sonra davasını açarsa mahkeme davayı reddediyor.” denilmiş.
Yani bu başvuru süresine de dikkat edeceğiz yani bir yıl içerisinde davayı öğrendik 1 yıl. Her halükarda
son dakikada öğrendik 5 yıl tamamlanmadan idareye başvurmamız lazım.

 Siz şimdi buradaki süreleri kaçırdınız dava açtınız. Bu da mahkemeler tarafından kabul edilen bir durum
değil bunu da özellikle belirtelim. Demek ki idari merci tecavüzü yapılıyorsa burada artık dosya ilgili
idaresine gönderilir tevdii kararı verilir arkadaşlar dava reddedilir dosya başvurulması gereken idareye
gönderilir. Bu davayı sonlandıran bir karar olduğu için istinafa ya da konusuna göre temyize başvura
bilmemiz mümkün. Hakikaten mahkeme davadan el çekiyor kendisinin davaya bakamayacağını
öncelikle bir karar alınması gerektiğini söylüyor. Biz başvurduk idari Merci tecavüzü nedeniyle dosya
ilgili idareye gönderildi, burada da idare açık veya zımni bir ret karar verdi artık orada da idare bir karar
verecek ilgili idareye gönder sonra dosya ret kararı verdi diyelim bizim dava açma süresi içerisinde yetkili
görevli mahkemeye yeni bir dava dilekçesi ile başvurmamız gerekir. “İdareye başvuru süresi geçtikten
sonra dava açılmış ise yargı yeri davanın süreden reddine karar vermelidir.” Denilmiş. Burada
bırakıyorum bundan sonra ehliyet konusuna geçeceğiz.

 …Bu notlardan kazanılan, kazanılacak olan tutarın bir kısmı hayır işi (SMA’lı bir bebek, zor durumda olan
bir aile vb) için kullanılacaktır…

17
10. Hafta (01.12.2021)
C. EHLİYET
 Bu hafta ilk inceleme konularından ehliyeti anlatmakla devam edelim. Ehliyet dediğimiz zaman ….(?)
gerekliliğini ifade ediyoruz. Taraf ehliyeti varsa dava ehliyeti varsa idari yargıda bir davayı
yürütebilmemiz mümkün. Bu şekilde davacının dava ehliyeti yoksa ya da taraf ehliyeti yoksa bu noktada
bir noksanlık yaşanıyorsa burada mahkeme İYUK 15'e göre davayı ehliyet noktasına reddeder.
Hatırlayınız 14. maddede düzenlenen hususlarla ilgili olarak. Yaptırımlar 15. maddede düzenlenmiştir
demiştik. Burada kişi dava ehliyetine, taraf ehliyetine sahip olmadan bir davayı açmışsa yürütmeye
çalışmışsa bu ilk inceleme aşamasında davanın ehliyet noktasından reddedilmesi sebebidir. Bu karar
nihai karar olduğu için bu karara karşı istinafa ya da temyiz kanun yoluna başvurabiliriz. Biz HMK
uyarınca özel hukuk kuralları yönünden dava açma ehliyetini ve taraf ehliyetini hem davacı açısından
değerlendiriyoruz hem de havalı açısından değerlendiriyoruz. Örneğin hukuk davasında mahkeme hem
dava şartı olarak davacı taraf açısından değerlendirecek ehliyeti hem de davalı açısından
değerlendirilecek. Burada söylediğimiz gibi bir hukuk davası açacağımız zaman hem davacının hem
davacının taraf ehliyetinin ve dava ehliyetinin olması gerekiyor.

 İdari yargılama usulünde bu durum daha farklı biz burada davacının dava açma ehliyeti ve taraf
ehliyetinin var olması gerektiğini ifade ediyoruz davalının ehliyeti konusunda ise husumet olarak
değerlendirip davalının hasım olarak husumet edebilme durumunu değerlendirip bunu da husumet
başlığı altında değerlendiriyoruz. Dolayısıyla burada yapacağımız değerlendirme idari yargılama usulü
bağlamında sadece davacı bağlamında olacaktır. Davada taraf ehliyeti ve dava ehliyetinde HMK’dan bir
farkı yok bizim açımızdan yani nasıl taraf ehliyeti dava ehliyeti bağlamında HMK’da hangi şartları
sağlamak zorundaysak aynı şartlar İdari yargılama usulü için de geçerlidir. Çünkü baktığımız zaman İYUK
31’e göre HMK’ya atıf yapılan meseleler arasında ehliyet konusu da olduğu için biz davayı takip ehliyeti
ve taraf ehliyeti bağlamında HMK hükümlerini uygulayacağız.

 Bu bahsettiğimiz objektif ehliyet. Bir de İdari yargıda dava açabilmeniz için yani örneğin bir iptal davası
açmak istiyorsak subjektif ehliyet şartını da gerçekleştirmemiz lazım HMK’dan farklı olarak. Nedir bu
subjektif ehliyet şartı? Menfaat ihlali koşulu. Demek idari yargı usulünün ilk davası olan iptal davasını
açmak istiyorsak bizim menfaat ihlali koşulunu sağlamış olmamız lazım. Tam yargı davası açıyorsak
subjektif ehliyet şartı olarak hak ihlali koşulunun gerçekleşmiş olması gerekir. Demek ki iptal davasında
menfaat ihlali koşulu gerçekleşecek, tam yargı davasında ise hak ihlali koşulu gerçekleşecek ki mahkeme
esasa girip işin esasını burada denetleyebilirsiniz. Demek ki objektif ehliyet bizde de var HMK’da olduğu
gibi bizde de taraf ehliyeti dava ehliyeti önemsenmiş bunun yanı sıra bir de subjektif ehliyet var idari
yargının farkı burada ortaya çıkıyor işte. Objektif ehliyetle başlayalım.

1. TARAF EHLİYETİ
 Objektif Ehliyet: Taraf ehliyeti dediğimizde Biz Medeni Hukuktaki hak ehliyetinin karşılığını ifade
ediyoruz aslında. HMK 50: “Medenî haklardan yararlanma ehliyetine sahip olan, davada taraf ehliyetine
de sahiptir.”

I) GERÇEK KİŞİLERDE TARAF EHLİYETİ


 Hak ehliyetine sahip olmamız için bir gerçek kişi isek sağ ve tam doğum şartının gerçekleşmesi ile birlikte
kişi hak ehliyetini kazanmış olur, ölüm halinde de hak ehliyeti sona erer.

1
II) TÜZEL KİŞİLERİN TARAF EHLİYETİ
 Karşınızda bir tüzel kişi varsa tüzel kişi de kuruluş esaslarına uygun bir şekilde kurulduysa burada tüzel
kişilik kazanıldığı andan itibaren hak ehliyetinin gerçekleştiğini söyleyeceğiz. Dolayısıyla tıpkı gerçek
kişilerde ölüm gibi tüzel kişiler de sona ermiş olabilir bu durumda da taraf ehliyetinin sona erdiğini ifade
ediyoruz.
A) KAMU TÜZEL KİŞİLERİ
 Kamu tüzel kişileri bağlamında durum nasıl? Yeni hükümet sistemi ile birlikte Kamu tüzel kişileri kanunla
veya Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile kurulabilmektedir. Dolayısıyla önümüzde kanun ile kurulan veya
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile kurulan bir tüzel kişilik varsa bu tüzel kişilik de hak ehliyetine sahip
olur ve kuruluş itibariyle taraf ehliyetine sahip olur.
B) DEVLET TÜZEL KİŞİLİĞİNİN TARAF EHLİYETİ
 Peki Devlet tüzel kişiliği adına durum nasıl olacak? Devlet tüzel Kişiliğine mahkemede örneğin tüzel
kişilik adına Cumhurbaşkanı bir idari işlem gerçekleştirmiş diyelim ya da bakanlıklar gerçekleştirmiş
diyelim bizim orada taraf ehliyetine sahip olan tarafımız Cumhurbaşkanlığı makamıdır veya
bakanlıklardır. Yani devlet tüzel kişiliğini burada hangi birim temsil etmiş ise o organ burada taraf
ehliyetine sahip kabul edilmektedir. Örneğin devlet tüzel kişiliği içerisinde yer alan meclis başkanlığı,
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay başkanlığı bunların da taraf ehliyetininin varlığı kabul edilmektedir. Bu
kurumlar da kendilerine ait işlemler bağlamında dava açma ehliyetine sahiptirler.

2. DAVA EHLİYETİ
 Dava ehliyeti: Gelelim dava Ehliyetine evet hak ehliyetine sahip olunacak bir de dava ehliyetine sahip
olunması gerekir bildiğiniz gibi. Dava ehliyeti nedir? Kişinin kendisi veya yetkilendirilmiş olduğu hukuken
yetkili bir temsilcisi aracılığıyla bu zaten bildiğiniz üzere avukat olmak zorunda yetkilendirilmiş bu konu
ile ilgili temsil yetkisine sahip bir avukat marifetiyle davasını takip etmesi usul işlemlerini yapabilme
ehliyetidir yani davayı takip ehliyeti de diyoruz biz buna. Bir davayı açarak usul işlemleri yaparak davanın
sonucuna kadar girebilme konusunda kişinin bu yeteneğe ve yeterliliğe sahip olması lazım. Bunu
yapabilmemiz için de fiil ehliyetine sahip gerçek kişi ve tüzel kişi olmanız gerekir. Fiil ehliyetine sahip
olabilmek için de siz ayırt etme gücüne sahip olacaksınız, reşit olacaksınız ve kısıtlı olmayacaksınız. Eğer
ki davamızı vekil aracılığıyla takip ettiriyorsak - kendimizde davayı bizzat takip edebiliriz bu arada davacı
olarak- Bu konu beni aşar dediniz çetrefilli bir konu dediniz karmaşık dediniz bir vekille avukatla
anlaştınız avukatınızın sizi temsil etmesini istediniz. Noterden bir vekaletname çıkaracaksınız
avukatınıza vereceksiniz artık o sizin adınıza tüm bu yargılama sürecinde yapılacak işlemleri
gerçekleştirecek. Dolayısı ile vekilin baroya kayıtlı sicil numarası olan bir avukat olması lazım ve geçerli
bir temsil yetkisine sahip olması lazım. Yani karşımda Avukat var ama biz onu yetkilendirmemişiz ki
avukatın sizi temsile yeterli olacak bir vekaletnamesi yok genel vekaletnamesi yok bazı konularda özel
vekaletname aranıyor bu yok. Böyle bir durumda böyle bir avukatın sizi mahkemede temsil edebilme
durumu söz konusu değil.

 O halde karşımızda avukatla temsil ettiriliyorsak hukuken temsile yetkili bir avukatın bulunması gerekir.
Şayet yetkisi olmayan bir avukat tarafından veya avukat olmayan vekil tarafından dava açılmışsa bu
durumda dilekçe reddedilir -Şuan İYUK 15/I b)’yi okuyorum- Demek ki siz davalı yada davacı olarak
yetkisi olmayan bir avukata dava açtırırsanız veya avukat olmayan bir vekil tarafından davamız açılırsa
dilekçe ret karar verilir ve davanın bizzat davacı tarafından yahut yetkili bir avukat tarafından açılması
için davacıya 30 gün süre verilir. Size 30 günlük süre veriliyor o süre içerisinde dilekçeniz reddedildikten
sonra ya kendiniz bizzat başvuruyorsunuz yeni bir dilekçe yoluyla ya daha yetkilendirilmiş olduğunuz

2
hukuken yetkili biri avukat marifetiyle bu davamızı açıyoruz. Gördüğünüz gibi çok ağır bir yaptırım değil
en azından dava reddedilmiyor bu yanlışı burada düzeltiyorsunuz. Karşımızda gerçek kişi varsa yani ayırt
etme gücüne sahip reşit ve kısıtlı olmayan bir kişi biliyorsunuz ki davayı takip ehliyetine sahip davasını
kendisi takip edebilir ya kendisi takip edecek ya da vekil marifetiyle kendisinin burada temsil edilmesini
sağlayacak. Burada bir örnek var davaya ilişkin dilekçe reşit, mümeyyiz oğlu adına annesi tarafından
verilmiş yani anne oğlu adına dilekçeyi veriyor. Halbuki burada dilekçeyi vermesi gereken oğul. Çünkü
karşımızda reşit, mümeyyiz dava takip fiil ehliyetine sahip bir kişi var dolayısıyla mahkeme burada
davanın ehliyet yönünden reddine karar vermiş.

 Tabii ki ayırt etme gücü vs. küçükler ve kısıtlılarda kural olarak ayırt etme gücünden yoksun olanlar kesin
olarak dava ehliyetine sahip değillerdir ve bunlar için yapılması gereken kanuni temsilcileri aracılığı ile
davanın takip edilmesidir. Kişi küçükse anne-babası tarafından, vesayet altında ise vasisi tarafından bu
davanın takip edilmesi gerekir. Örneğin “Öğrencinin okulda velisi durumunda bulunduğu anlaşılan ve
onu temsile yetkisi bulunmayan amcası tarafından açılan davanın ehliyet noktasından reddine..” yani
burada biz veli olarak anne babayı kabul ediyoruz ama amca tarafından açılmış bir dava var gördüğünüz
gibi burada ehliyet noktasından davanın reddi sonucu var. Karşımızda bir tüzel kişi var ise burada
örneğin devlet tüzel kişiliğine bakalım. Kamu tüzel kişiliği bağlamında devleti temsilen bakanlık bir işlem
yapmışsa bakanlık burada davayı takip edecek veya bakanlık adına genellikle hukuk müşavirleri veya
avukatlar bu temsil görevini yüklenirler.

 Diğer kamu tüzel kişiliklerin de ise: Onlar da bir avukata temsil yetkisi vererek davalarının görülmesini
sağlıyorlar. Örneğin belediyeyi düşünelim. Belediye Başkanı mahkemelerde belediyeyi temsil yetkisine
sahiptir mahkeme aşamasında. Tabii Belediye Başkanının onca işi gücü arasında tutup da davaya
kendisinin girmesini yürütmesini beklemiyoruz. Avukata vekalet verir oradaki avukat marifetiyle bu
temsil yetkisiyle dava takip edilir.

3. İDARİ DAVALARA ÖZGÜ ŞARTLAR


 Objektif ehliyet bu şekildeydi subjektif ehliyete geldiğimiz zaman da idari yargıya özgü bazı şartların
arandığını söyledik neydi bu şartlar? Bir iptal davası açılacaksa menfaat ihlali koşulunun gerçekleşmesi
gerekir.

I) İPTAL DAVASINDA MENFAAT İHLALİ ŞARTI


 Menfaat ihlali: Davacı ile dava konusu idari işlem arasında güncel meşru ciddi makul kişisel bir bağ varsa
kişi burada menfaat ihlali koşulunu gerçekleştirmiştir ve ehliyet noktasında bir sıkıntı yaşamaz. Fakat siz
bir iptal davasını yani bir idari işlemin iptalini talep ediyorsunuz ama menfaat ihlali koşulu
gerçekleşmemiş. Yani bu idari işlemle aranızda hiçbir şekilde güncel hukuki kurulması gereken kişisel bir
menfaat bağınız yok böyle bir durumda ehliyet noktasında davamız reddedilir direkt esasa geçmeden
mahkeme ilk inceleme aşamasında davanızı reddeder. Önemli bir husustur örneğin siz bir kamu
görevlisi olarak çalışıyorsunuz hakkınızda bir disiplin süreci yürütüldü ve size aylıktan kesme cezası
verildi. Siz bu işleme karşı iptal davası açacağınız da menfaat ihlali koşulu gerçekleşmiş midir? Evet
gerçekleştirmiştir sizin dava konusu idari işlemle aranızda güncel hukuki bir bağ vardır. Sizi olumsuz
yönde etkileyen bir işlem tesis edilmiş.

 Peki diyelim ki ben Ankara'da bir semtte yaşıyorum bulunduğum semtte idare bir imar planı
değişikliğine gitti fakat öyle bir imar planı değişikliğine gidilmiş ki bizim park bahçe olmasını beklediğimiz
olanların hepsi ticari alan yapılmış daha çok kar getirecek işlere ayrılmış ve sosyal yaşam alanları
neredeyse yok edilmiş ben bu işleme karşı dava açmak istiyorum iptal davası menfaat ihlali koşulu
gerçekleşmiş midir? Evet gerçekleşmiştir ben orada oturuyorum imar planı benim anayasal haklarımı

3
da ilgilendiriyor sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı benim en doğal hakkım gelmiş idare de böyle olumsuz
bir düzenleme yapmış burada da kesinlikle vardır. Menfaat ihlalini biz geniş yorumluyoruz. İptal
davasında amacımız burada idarenin hukuk davası sınırları içerisinde kalması, mahkeme olarak idarenin
hukuka aykırı işlemini ortadan kaldırıyorsunuz iptal ediyorsunuz hukuk düzeninden ayıklıyorsunuz. Bu
da hukuk devleti ilkesine hizmet eden bir müessese o yüzden iptal davası hukuk devletinin davasıdır
dedik bu davayı açarken de en geniş anlamda bizim idari işlemle aramızda meşru bir bağ olması
aranacak.

 Yani düşünün siz gecekondu sahibisiniz geldiler gecekondunuzu yıktılar bu yıkım işleminin iptalini
istiyorsunuz ama siz zaten meşru bir konumda değilsiniz ki. Mesela bir uyuşturucu ticareti yapıyorsunuz
işyerinizde idare de geldi burayı mühürledi işyerinizi kapattı mevzuata göre. Siz de bu kapatma işlemin
iptalini istiyorsunuz menfaat ihlali var mı? Hayır siz burada uyuşturucu madde imal ediyorsunuz ya da
sahte alkol satışı yapıyorsunuz veya kumar oynatıyorsunuz ahlaka ve kanuna aykırı bir durum söz
konusu burada menfaat ihlalinden söz edemeyiz zaten. Ama biz özellikle tarihi değerleri ilgilendiren
çevreyi ilgilendiren konularda geniş yorumluyoruz menfaat ihlali koşulunu. Bu konuya daha sonra
değineceğimiz için burada bırakıyorum.

 Demek ki bir iptal davası varsa önümüzde burada hakimin yapması gereken ilk inceleme aşamasında
menfaat ihlali koşulunun gerçekleşip gerçekleşmediğine bakmak. Eğer gerçekleşmedi ise ehliyet
noktasından davayı reddeder.

II) TAM YARGI DAVASINDA HAK İHLALİ ŞARTI


 Tam yargı davası: Gelelim tam yargı davasına burada hak ihlali koşulu aranır. İdarenin bir işleminden
veya eyleminden siz maddi manevi zarar görmüşseniz burada bir hak ihlali gerçekleşmiştir. Menfaat
ihlali kavramına göre çok daha dar bir kavram. Somut kendisinin hissedebildiği bir zarar var ve bu zararın
tazmini için tam yargı davası açıyorsunuz. Hak ihlali koşulu gerçekleşmeden bu davayı açarsanız burada
ehliyet noktasından davanız reddedilir. Örneğin Sağlık Bakanlığı'na bağlı bir hastaneye gidiyorsunuz ve
operasyon geçiriyorsunuz size yanlış operasyon yapılıyor, enfeksiyon kapıyorsunuz vs. Hem maddi hem
manevi çok ciddi zararınız oluşuyor. Tam yargı davası açacaksınız çünkü hak ihlali gerçekleşmiş artık
burada sizin üzerinizde somut olarak ortaya çıkan idarenin eyleminden kaynaklı ciddi bir zarar durumu
söz konusu. Hak ihlali gerçekleşmemişse ehliyet noktasında dava reddedilir. Örneğin iptal davasında ya
da tam yargı davasında ehliyet noktasından dava reddedildi tabii bunlar da mahkemenin usulen vermiş
olduğu nihai kararlar olduğu için sizin burada konusuna göre istinafa veya temyize başvurmanız lazım
bu kararın hukuka aykırılığını gerekçe göstererek.

 Davanın dava açma ehliyeti yokluğundan reddedilmesi halinde dava açma süresi geçmemişse Kanuni
temsilci tarafından dava açılabilir. Yani Kanuni temsilci süre geçmemişse davayı açabilir.

4. DAVAYA VEKALET
 Davaya vekalet konusu: Bir kere davamızı bizzat takip edebiliriz dedik medeni yargılama usulünde de
böyle değil mi arkadaşlar? İlla ki avukata temsil yetkisi vermek zorunda değiliz davamı kendim takip
ediyorum diyebilirim bunun önünde bir engel yok. Aynı şekilde İdari yargıda da davayı kendim takip
edebilirim. Bir de şöyle bir durum var iptal davasında diyelim ki hukukçu değilsiniz ama biraz hukuki
bilginiz var diyorsunuz ki “resen araştırma ilkesi var zaten ben dava dilekçesini yazdırırım birisine
meramımı anlatırım zaten duruşma uygulaması da istisna hakim dosya üzerinden karar verecek ara
karar da verilirse bunun gereğini yerine getiririm bir şekilde bir karar elde ederim” diye de bakılıyor
bazen.

4
 Bu arada ilginç bir karar söyleyeyim TOBB Üniversitesi Kampüslere giriş çıkışta merkezi iktidarın almış
olduğu karar doğrultusunda çift doz aşımı olacaksınız veya PCR testi yaptıracaksınız yoksa sizi kampüse
almıyorlar. Ankara İdare Mahkemesi tarafından aşısızları ilgilendiren bir karar verildi yürütmenin
durdurulması kararı verdi. Bu düzenlemenin kanunda bir temel hak ve özgürlüğün sınırlandırılması
olduğu için açıkça öngörülmüş olması gerekirdi. Siz anayasanın 13. maddesine göre bir temel hak ve
özgürlüğü sınırlandırmak istiyorsanız bunu kanunla yapmak zorundasınız kanunla yapmanız da yeterli
değil kanununda belirtilen özelliklere sahip olması lazım ölçülülük ilkesine bağlı olmak lazım, demokratik
toplum düzeninin bir gereği olması lazım, kanunda belirtilen özel sebeplere bağlı olması lazım yani biz
kanuni düzenlemeyi çıkarırız bunu yaparız şeklinde bir bakış açısına sahip olsanız bu da yine
anayasamızda aykırı olur anayasada 13’te belirtilen hususları bir bir uyguluyor olmanız lazım. Tabii bu
ilgililerin temel hak ve özgürlüklerini doğrudan ilgilendiren bir konu olduğu için neticede Kampüse
derslere giremiyorsunuz, sınava giremiyorsunuz bu sizin eğitim-öğretim hakkınız bağlamında çok
olumsuz bir sonuç yaratıyor diyerek.

 Anlatacağız bu sene 2 şartımız var yürütmenin durdurulması için:

1) İşlem açıkça hukuka aykırı olmalı


2) Bu işlemin yürütülmesi halinde telafisi güç veya imkansız zararlar doğmalı.

 Doğmuş burada siz kampüse giremiyorsunuz okulunuzu uzatıyorsunuz bu düşünce ile yürütmenin
durdurulması kararı verilmiş gerçekten çok güzel bir karar olmuş. İlgililerin 7 gün içinde itiraz hakkı var
oradan nasıl bir karar çıkar bilemiyorum tabii ama böyle bir karar çıkmış. Yürütmenin durdurulması
kararının çıkması da öyle kolay bir karar değildir tamamen bir temel hak ve özgürlüğünüze dokunan ona
zarar veren bir durum olmalı genellikle öğrencilik işleri ile veriliyor zaten bu noktada mahkeme doğru
bir yaklaşımla karar vermiş.

 Konumuza geri dönelim davayı takip edebilmeniz için vekil sıfatına sahip olmanız lazım bu konu ile ilgili
olarak da birinin gelip sizi bulup beni temsil et demesi lazım ve aranızda bir sözleşme yapmanız lazım.
Genelde uygulamada çok fazla sözleşme yapılmıyor ama yapılması lazım kendinizi garanti altına almak
için. Siz burada yetki belgenizle yani vekaletnamenizin dosyaya konulması ile birlikte o kişiyi temsile
yetkili oluyorsunuz. Eğer vekaletnameniz yoksa evet aranızda anlaştınız ama bunu dosya koymadınız
böyle bir durumda dilekçe ret kararı veriliyor. 30 gün içerisinde bizzat davacının kendisi veya avukatı
tarafından vekalet verilerek dava yenilenebiliyor yani vekalet belgesini 30 gün içinde dosyaya
kazandırıyorsunuz. Vekille müvekkil ilişkisi tamamen özel hukuk ilişkisidir burada siz avukat
olduğunuzda karşı tarafla bir sözleşme yapabilirsiniz kendinizi koruma altına alabilmek için ücret
sözleşmesi tabii tarifenin altında olmayacak şekilde bir belirleme yapmanız gerekiyor. Davanın
kazanılması halinde davayı kaybeden taraf yargılama giderleri içerisinde vekalet ücretini de ödemek
zorunda.

5. DAVANIN TARAFLARINDA DEĞİŞME


 Davacı taraflarında değişiklik olursa ne yapacağız? Bu durum İYUK 26'da düzenlenmiş:
1. “Dava esnasında ölüm veya herhangi bir sebeple tarafların kişilik veya niteliğinde değişiklik olursa,
davayı takip hakkı kendisine geçenin başvurmasına kadar; gerçek kişilerden olan tarafın ölümü halinde,
idarenin mirasçılar aleyhine takibi yenilemesine kadar dosyanın işlemden kaldırılmasına ilgili
mahkemece karar verilir. Dört ay içinde yenileme dilekçesi verilmemiş ise, varsa yürütmenin
durdurulması kararı kendiliğinden hükümsüz kalır.

5
 2. “Yalnız öleni ilgilendiren davalara ait dilekçeler iptal edilir.” Bu konu ile ilgili olarak şunu söyleyelim
öncelikle dava sürecinde taraflardan birisi ölürse burada davanın konusu mirasçıları ilgilendiren bir
haksa kişiye bağlı haklardan değilse mirasçılara geçebilen bir haksa onlar davayı takip edebilirler. Fakat
davacı öldü kendisine sıkı sıkı bağlı bir haktan dolayı bu davaya açmışsa mesela Türk vatandaşlığına
girme talebiyle dava açtı, pasaport başvurusunda bulundu, sınavda başarısız sayıldığı notlandırma
işlemine karşı dava açtı ve daha sonrasında öldü. Şimdi bu durumda bu mirasçılara geçmez. Kişinin
kendisini ilgilendiren bir durum söz konusu olduğu için dava konusuz kalıyor ve bu yüzden de mahkeme
dilekçenin iptaline karar veriyor. Dikkat edelim dilekçenin reddine değil dilekçenin iptaline denilmiş.
Yani bu da ilginç bir nokta.

 Şahsa sıkı sıkı bağlı bir haksa mesela kişi sınavda başarısız sayılmış sınıfta kalmış sınıfta kalma işleminin
iptali istemiyle dava açmış bu sırada ölmüş. Yalnız öleni ilgilendiren bir dava söz konusu olduğu için de
dava dilekçesinin iptaline karar verilmiş. Fakat mirasçıları da ilgilendiren bir hak söz konusuysa burada
o zaman mirasçılar yani yeni hak sahipleri bu konu ile ilgili olarak mahkemeye başvurarak davayı
yenileyebilirler.

 Tüzel kişilik sona ererse ne olacak? O tüzel kişiliğin devamı niteliğinde bir tüzel kişilik kurulmuşsa artık
onun temsil yetkisinin olduğunu davanın tarafı olduğunu söyleyebiliriz. Şimdi davanın taraflarında bir
değişiklik olduğu ilk inceleme aşamasında fark edilirse İYUK 26. maddeyi uygulamamız gerekiyor.

D. KESİN VE YÜRÜTÜLMESİ GEREKLİ BİR İŞLEMİN


VARLIĞI
 Kesin ve yürütülmesi gereken işlemler: Geldik 4. sıraya kesin ve yürütülmesi gereken bir işlemin varlığı.
Arkadaşlar bizim İdari yargıda bir işlemi dava konusu edebilmemiz için bu idari işlemin kesin olması
gerekir ve yürütülmesi gereken bir işlem olması gerekir yani icrai bir işlem olması lazım. Karşımızda icrai
etkili bir işlem olması gerekir ancak o durumda biz dava konusu edebiliriz bu işlemi.

 Karşımızda icrai olmayan bir işlem varsa bu bir hazırlık işlemi olabilir, öneri işlemi olabilir, teklif olabilir,
değerlendirme olabilir, tavsiye olabilir, idarenin kendi arasında iç yazışmaları olabilir, kararı
değerlendirir, almış olduğu kararı bildirici nitelikte tespit edici nitelikte işlem yapar. Bunların hiçbirini
dava konusu edemeyiz. Çünkü bunlar kesin ve yürütülmesi gereken işlem değildir icrai nitelikte değildir.
O halde bu durumda dava reddedilir.

 İYUK 15'e baktığımız zaman eğer karşımızda kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem yoksa işlem icrai
nitelikte değilse bu aşamada dava reddedilir. Yürütülmesi gereken işlem dediğimiz zaten icrai işlemdir
yani ne demektir? Bu işlemin kamu gücünün bir sonucu olarak ilgililer üzerinde ayrıca başka bir işlemin
yapılmasına gerek kalmaksızın hukuki sonuç doğurabilmesi gerekir. Elimize aldığımızda işlemi bakacağız
bu işlemin ardından başka bir işlem yapılmasına gerek kalmaksızın ilgilinin hukuk dünyasında sonuç
doğurabiliyorsak bu işlem icraidir diyeceğiz ve dava konusu edeceğiz. Fakat elimize aldığımız işlem
örneğin bir tutanak, bir sağlık kurulu raporu, bir değerlendirme raporu, bir teftiş raporu gibi bir rapor
veya tutanaksa bu işlem henüz tamamlanmamıştır. Yani bu tutanağa bağlı olarak, bu rapora bağlı olarak
yetkili idareler tarafından bir idari işlem tesis edilmesi gerekir ki biz o idari işleme karşı dava açtığımızda
bu tutanaktaki bu rapordaki hukuku aykırılıkları da ileri sürebilelim elimizdeki raporu tek başına dava
konusu edemeyiz edersek 15. maddeye göre dava reddedilir. Kesin işlemden kastımız nedir? Burada bu
işlemin tamamen tüm prosedürlerinin son prosedüre kadar tamamlanıp bir zincirin halkaları gibi
düşünelim tüm süreç tamamlanarak nihai bir karar elde edilmişse işte bu kesin bir karardır ve biz bunu
dava konusu edebiliriz. Aksi halde burada araya başkaca makamların onayı ismi vesaire giriyorsa burada

6
biz kesin bir işlem vardır diyemeyiz. O halde kişilerin hukuk dünyasını etkilemeyen, hazırlık işlemleri,
görüş belirten işlemler, danışma işlemleri, iç yazışma işlemleri bunların hiçbiri iptal davasının konusu
olmaz.

 Bakınız burada Danıştay 13. dairesinin bir kararı var vergi borçlarının ödenmesi gerektiğini bildiren bir
yazı. Vergi borcumuz var idare vergilendirme işlemi yapmış biz bu borcu ödememişiz aslında bir nevi
ihtar çekiyor “Senin böyle böyle bir borcun var bu borcunu şu tarihler arası şu birime öde.” Biz bu
tebligata karşı dava açamayız bu bize sadece idarenin bir uyarısıdır. O yüzden bir ön işlem olduğu için
dava konusu edilemez. Dikkatli olmanız gerekiyor. Peki karşımızda Kesin ve yürütülmesi gereken bir
işlem yoksa yani karşımızdaki icrayı bir işlem değilse bu durumu ilk inceleme aşamasında mahkeme
resen dikkate alacaktır davanın reddi sebebidir dedik. O elde mahkeme davadan elini çekeceğine göre
bu konusuna göre istinafa ya da temyize götürme sebebi olabilir bizim için bu konuda hassaslar
mahkemeler.

E. SÜRE AŞIMI
 Süre: Şimdi gelelim süre konusuna çok çetrefilli bir konu. Çünkü göreceksiniz farklı kaynaklarda dava
sürecinin geçtiğini ifade eden bir yazar başka bir yazar tarafından öyle görülmüyor(?) dava süresi
geçmemiş deniliyor veya bazı daireler süre geçmiştir diyor bazıları geçmemiştir diyor bu şekilde çeşitli
ihtilaflar ile karşı karşıya geliyoruz. Ama ben size bugün genel hatlarıyla İYUK 10 ve 11'i anlatacağım.

1. DAVA AÇMA SÜRESİNİN NİTELİĞİ


 Şimdi dava açma sürecinin idari yargıdaki özelliğine bakalım. Bir iptal davası veya tam yargı davası
açılacaksa belli bir zaman dilimi içerisinde bu davamızı açmamız gerekir. Eğer bu süreyi kaçırırsak geçmiş
olsun davamız reddedilir ve o süreyi İhya edebilme şansımız yok. O yüzden müvekkile ne anlatacaksınız?
Size geldi dava açma süresini anlattı, dava açma süresinin henüz geçmediğini düşündünüz, başvuruyu
geç yaptınız mahkeme 2. inceleme aşamasında ilk 4 hususta bir sıkıntı görmedi 5.’ye gelince süre
anlamında bir sıkıntı olduğunu gördü ve süreden reddetti. O yüzden dava açma süresini geçirdiğinizde
artık yapabileceğiniz hiçbir şey kalmadığı için bunu tekrardan canlandırılabilme şansımız olmadığı için
bu konuda çok dikkatli olmamız gerekiyor. Neden böyle bir süre tanınmış dava açılmak için? Yani
diyeceksiniz ki madem iptal davası özellikle hukuk davasıdır diyoruz o zaman süreyi neden koyuyoruz?
Takdir edersiniz ki idare burada kamu hizmetlerini gerçekleştiren bir faaliyet gerçekleştirdiği için bu
bağlamda da istikrarı sağlamak zorunda olduğu için bizim de idareyi sürekli bir dava baskısı altında
bırakmamız lazım o yüzden getirilmiş. Burada evet temel hak ve hürriyet sınırı var dava açma süresini
sınıra bağlıyoruz ama bunu yapma sebebimizi de idareyi sürekli dava tehdidi altında bulundurmamak
olarak söyleyebiliriz idari istikrarı sağlamak için.

 İdari yargıda dava açma süresi kamu düzenindendir demek ki yargılamanın her aşamasında taraflar
bunu ileri sürmese dahi mahkeme bunu resen araştırmak durumundadır resen araştırma ilkesinin bir
gereği olarak. Dava açma süresini ancak kanun öngörülebilir bu idari yargı için de böyle adli yargı için
de böyle. Neticede anayasal bir hak olan hak arama özgürlüğünü sınırlandırıyorsunuz süreye
bağlıyorsunuz bunu ancak kanun koyucunun iradesi ile yapabilirsiniz, kanunla sınırlandırabilirsiniz. İdare
diyelim ki bir yönetmelik çıkardı ve bu yönetmelikle dava açma süresini belirledi hukuken mümkün
değil.

 Dava açma süresinin mutlaka ama mutlaka kanunda açıkça gösteriliyor olması gerekir.
Bir diğer nokta dava açma süresi taraflar tarafından ileri sürülmesi dahi mahkeme tarafından resen
dikkate alınacak bir husustur usul hukukuna ilişkin olarak çok önemli bir husustur sürenin geçip

7
geçmediği kanun yolları aşamasında dahi dikkate alınır yani bunu sadece ilk derece mahkemesinde
dikkate alınacak diye düşünmeyelim. Kanun yolları aşaması dediğimiz istinaf temyiz kanun yolu
aşamasında dahi mahkeme dava açma süresinin geçip geçmediğini resen değerlendirmek zorundadır.
İlk inceleme aşamasında tabii ki bunu hakimin öngörmesi çok iyi olur. Çünkü ilerleyen aşamalarda
tekrardan bu şekilde bir sıkıntı ile karşılaşılmamış olur o yüzden ilk inceleme bizim için çok önemli.
Süresinde açılmamış bir dava varsa ilk incelemede hakim onu gördüğünde davayı reddeder dava
süreden reddedildiğinde de sizin bu davayı tekrar canlandırıp ihya edebilme imkanınız yok. Davayı
suresinde açmazsanız davanın süre aşımından reddine karar verilir İYUK 15 uyarınca. İdari yargıda dava
açma süresi hak düşürücü süredir burada bir zaman aşımı süresi ile karşı karşıya değiliz bu yüzden de
hak düşürücü süreyi kaçırmayacaksınız parmak hesabı yaparak dava açma sürelerinin geçip
geçmediğine dikkat edeceğiz.

 O halde burada hakim de mahkeme de dava açma süresini önemseyecek. Bunun tek bir istisnası var
süresiz bir şekilde dava açabileceğimiz durum: Yok hükmünde bir idari işlem varsa. Elimizde yok
hükmünde kabul edebileceğimiz yani daha işlemin en başında işlemin kurucu unsurları ile ciddi bir
sakatlık varsa yok hükmündeki bir idari işleme karşı iptal davası açtığımızda burada dava açma süresi
ile karşı karşıya değiliz bu davayı her zaman açabiliriz. Yok hükmünde kabul edebileceğimiz işlemler
dışında bütün açacağımız idari davalarda bu bir iptal davası olsun tam yargı davası olsun mutlaka
davanın süresinde açmak zorundayız. Tabii ki dava açma süresini de mahkemeye erişim hakkını olumsuz
etkileyecek şekilde katı yorumlamamalıyız dikkatli yorumlamalıyız usul kurallarını.

 Maalesef Danıştay özellikle süre ile ilgili olanları katı yorumluyor katı yorumladığı zaman da mahkemeye
erişim hakkı bağlamında, adil yargılanma hakkı bağlamında sıkıntı ortaya çıkıyor. Mahkemeye
erişemediğiniz için de adil bir karar alıp uygulanmasını bekleyemiyorsunuz bu uygulamayı çok katı
yapmamak lazım. Ama Danıştay'ın son yıllardaki kararlarının bazılarına baktığımız zaman bu katı
yorumun aşıldığını görüyoruz ve bu da sevindirici.

 İdari yargıda dava açma süresi kaçırılırsa süreden dava reddedilir ve biz davayı tekrar açabilme şansına
sahip değiliz dedik. Bu karar da nihai karar olduğu için istinaf ya da konusuna göre temyiz kanun yoluna
başvurabiliriz. Süre öyle bir belirlenmiş olmalı ki ne idareyi tamamen koruyacak bir süre görülmüş olmalı
ya da vatandaşın mahkemeye erişim hakkını zedeleyecek bir şekilde düzenlenmemiş olmalı dolayısıyla
burada bir dengenin sağlanıyor olması önemli.

 Hukuk yargılamasında davalar zamanaşımı süreleri içerisinde açılır burada zamanaşımı süreleri
önemlidir zaman aşımına uğramış bir hak hakkında açılmış bir davada da mahkeme usulden red karar
veremiyor bunu tarafların ileri sürmesi gerekiyor bunu bu şekilde anlıyoruz. Ama İdari yargılama
usulünde bir dava açılacaksa süre kesinlikle ama kesinlikle hak düşürücü süre olarak belirtildiği için ön
şart olarak davamızı süresinin içerisinde açmazsak burada davamız reddedilir hiçbir şekilde bu dosya ile
ilgili esasa gidilebilme imkanı yok.

2. GENEL VE ÖZEL DAVA SÜRELERİ


I) GENEL DAVA AÇMA SÜRESİ
 Genel dava açma süresi: İYUK 7: “1.Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen
hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür.” O halde
idare mahkemesine açacağımız bir dava var elimizde 60 günlük süre içerisinde açacağız, Vergi
Mahkemesi'nde bir dava açacağız 30 günlük süre içerisinde, Danıştay'da bir dava açacağız 60 gün
içerisinde dikkat ediniz uyuşmazlığı niteliğine göre bir ayrım yapılmamış mahkemelere göre bir ayrım

8
yapılmış yani Danıştay ve idare mahkemesine girerseniz 60 günlük süremiz var Vergi mahkemesine
gidiyorsanız 30 günlük süremiz var.

 Danıştay’da vergi daireleri vardı hangileriydi bunlar numara olarak? 3-4-7-9 bunlar vergi dairesidir.
Şimdi ben davayı açacağım Danıştay'ın vergi dairesine gidecek bir uyuşmazlığım var 60 gün içerisinde
davayı açacağım. Çünkü bu davayı vergi uyuşmazlığı dahi olsa danıştayda açıyorum o yüzden dikkat edin
mahkemelere göre belirleme yapılmış. Danıştay ve idare mahkemelerine 60 gün Vergi Mahkemesinde
ise 30 gün içinde bu davayı açmam gerekiyor.

II) ÖZEL DAVA AÇMA SÜRESİ


 Özel dava açma süresi: Peki özel dava açma süresi olursa ne olacak? Böyle bir durumda kanunlarda
açıkça özel bir dava süresi öngörülmüşse Tabii ki özel dava süresi içerisinde davamızı açmamız gerekiyor.
Örneğin İYUK 20 a)’da belirtilen uyuşmazlıklar var ise adı üzerinde ivedi yargılama yapılıyor. Tabii burada
ivedi yargılamada dava açma süresi 30 gün olarak belirlenmiş. Yani idare Mahkemesinde dava açacağım
ivedi yargılama usulüne tabi bir uyuşmazlığım var 30 gün içinde açmak zorundayım çünkü burada özel
bir dava açma süresi öngörülmüş.

 Mesela 20 b) maddesi merkezi ortak sınavlar. ÖSYM’ye yaptığı merkezi ortak sınavların iptaline yönelik
dava açmak istiyorum. Dava açma süresi 20 b)ye göre 10 gün. Bu dava işlerinin sürüncemede kalmaması
Bir an önce bitmesi ona göre bir sıralama yapılabilmesi için Merkezi sınavlarla ilgili olarak süre çok kısa
tutulmuş gördüğünüz gibi 10 gün içinde bu davayı açmak zorundayım. Mesela kamulaştırma kanununa
göre kamulaştırma işleminin iptalini istiyorsa 30 gün içinde bu davayı açmak zorundayım davayı
taşınmazın bulunduğu yerdeki idare mahkemesine açacağım ama 30 gün içinde açmak zorundayım
çünkü özel bir dava açma süresi öngörülmüş. Anayasamızın 40 maddesinin ikinci fıkrası var bu maddeyi
mutlaka okuyun bu maddeye göre devlet işlemlerinde vatandaşların hangi başvuru yollarına
başvuracağını ve başvuru süresini ilgililere bildirmek zorundadır. İdarenin böyle bir yükümlülüğü var
sadece idare de değil devlet denilmiş. Yani bu bağlamda hem yasama hem yargı hem de yürütmenin
yapmış olduğu işlemlerde bize bu işlemlere karşı başvuru yollarımızın süresini ve nereye
başvuracağımızı belirtmesi gerekir.

 40/II’ye baktığımız zaman Danıştay içtihatlarına göre ki çok doğru bir yaklaşım kesinlikle katılıyorum
bunu bilmenizde fayda var. Eğer işlem metninde işlem ilgiliye tebliğ edilirken konu ile ilgili olarak özel
dava açma süresi belirtilmemişse yani siz ilgiliye tebliğ ederken dava açma süresinin örneğin 60 günden
kısa olduğunu somut uyuşmazlıkta 30 gün olduğunu belirtmezseniz ve ilgili davasını genel dava süresi
zannedip 60 gün içinde açarsa burada Danıştay “Hayır dava açma süresinden dolayı reddedilmemesi
gerekir. Çünkü Anayasamızın 40/II. maddesi gereği sen idare olarak bu yapmış olduğun işlemin ilgilisine
hangi kanun yollarına başvuracağını hangi mercilere başvuracağını ve süresini işlem metninde belirtmiş
olsaydın ilgili bilecekti.” Yani ivedi yargılama usulüne tabi bir uyuşmazlık var siz de bunu idare olarak
ilgilisine tebliğ ederken dediniz ki “30 günlük süre içerisinde davanızı açmanız gerekir şu mahkemede”
dediniz. İdare burada anayasaya göre üzerine düşeni yaptı o zaman siz 30 günlük süre içerisinde davanızı
açacaksınız kaçırırsanız geçmiş olsun. Ama idare böyle bir bildirim yapmamışsa yani özel bir süre
düzenlenmiş ama size hiç bildirmemişse siz genel dava açma süresi zannedip davayı açarsanız bu dava
kabul edilir.

 Danıştay bu konuya olumlu yaklaşıyor gerekçesi de Anayasa 40/II. Bununla ileride karşılaşabilirsiniz o
yüzden özellikle ifade etmek istedim.

9
3. SÜRELERİN BAŞLANGICI
I) İPTAL DAVALARINDA SÜRE
A) BİREYSEL İŞLEMLERDE
 Süreler Nasıl başlıyor? Öncelikle iptal davası ile başlayalım bir de bireysel işlemlerle başlayalım. 1.
maddenin ikinci fıkrasına göre bir birel idari işleme karşı dava açacaksak Yazılı bildirimin yani tebliğin
yapıldığı günü izleyen günden itibaren Örneğin bugün ayın 1'i Yarından itibaren ayın 2'sinden itibaren
dava açma süresi başlıyor. Bu teknik terimleri hakim olmak lazım sınavda yazarken ya da ileride
gireceğiniz sınavlarda bunlar çok ayırt edici ve vurucu noktalardır doğru yazmazsanız puan direkt silinir
o yüzden dikkat etmelisiniz. Idare Mahkemesi'nde dava açacaktım Yarından itibaren 60 günü parmak
hesabı ile sayıyorum 2 ay demiyorum kesinlikte 30 günü de 1 ay olarak görmüyorum süreler bu
bağlamda da önemli çünkü sürelerin gün ay yıl olarak hesabı var.

 Bazı hallerde de sürenin işlemesi için işlemin öğrenilmesi yeterli kabul ediliyor yani burada ilgililere tek
tek tebligat yapılmıyor mesela sınav sonuçlarının ilan edilmesi. Örneğin KPSS sınavına giriyorsunuz
ÖSYM'nin belirlemiş olduğu sınava giriyorsunuz milyonlarca aday var Sınav Sonuçlarını tek tek herkese
yazılı bildirimde yapılması yerine internet ortamından öğreniyoruz. Sayıları burada belirtildiği gibi binleri
milyonları bulan kişilere ayrı ayrı tebliğ yapılması zorunluluğu söz konusu değil aynı uygulama resmi
gazetede yapılan atama kararları için de geçerli. Siz zaten resmi gazeteyi açıp baktığınızda böyle bir
karardan haberdar oluyorsunuz. İlgiliye hukuka uygun usule uygun bildirimin yapılması şart bir birer
idari işlemin yazılı bildiriminin yapılması şart dava açma süresinin başlayabilmesi için.

 Peki bu bildirim nasıl olacak? Bir kere bildirim tam olacak. Yani biz burada ilgiliye yapılan bildirimde idari
işlemin ne olduğunu tam net anlayacağız hangi idari makam hakkımızda hangi idari işlemi tesis etmiş
bunu anlamamız lazım. Hatta işlemi ilgiliye açıklarken bir zahmet idare dilekçesinde açıklasın hangi
gerekçelerle bu işlemi tesis ettiğini tebliğ metninde ilgiliye versin.

 Bu bildirim yetkili makam tarafından yapılmış olmalıdır. Burada işlemi yapan idare hangisi ise bize bu
tebligatı da bu idarenin yapması gerekir başka bir makamın işlemi yazılı bildirim olarak kabul edilebilir
mi? Size başka bir makam tebligat gönderiyor Danıştay bir mahkeme kararının tebliğini yazılı bildirim
olarak kabul edileceği yönünde karar vermiş bu konuda aslında farklı kararlarını olduğunu söyleyebiliriz
tartışılan bir alan. Peki ilgiliye sözlü bildirim yapılırsa ne olur? Yani bildiriyi evet idare yapacak yazılı bir
şekilde fakat sözlü bildirim söz konusu olduğunda örneğin ilgilinin karşısına çıkıyorsunuz doçentlik
sınavında sözlü aşamada jürinin karşısına çıktınız jüri sizi başarısız saydı bunu da yüzünüze söyledi sözlü
bir idari işlem tesis edildi tabii daha sonrası yazıya geçiriliyor ama bu sözlü idari işlemle Biz orada
öğrenmiş olduk idari işleme dava konusu edebilir miyiz? Bakınız “Jüri başkanının sözlü bildirimi yazılı
bildirim yerine geçerli saymak mümkün olmadığından bu noktadan hareketle davayı süre aşımı
yönünden reddetmek hukuka uygun görülmemiştir.” Denilmiş. Yani diyor ki idare “Sana zaten sınavda
başarısız olduğunu bugün yaptığım jüri değerlendirmesinde ifade ettik bunu öğrenmiş oldun bu
durumda yarından itibaren senin dava açma süren başladı ve sen bu süreyi kaçırdın.” Bu olmaz
arkadaşlar mahkeme buna vurgu yapıyor çok doğru bir şekilde. Bir kere sen sözlü bir işlemi idare olarak
bunun tebliğini yapman lazım ilgiliye süreyi o zaman başlatıyoruz.

 İlgiliye tam eksiksiz ve yetkili idare tarafından bir tebliğ yapmış olman lazım ki ilgilinin dava açma süresi
başlasın. Sen bunu yapmadan ilgili öğrendi 60 günlük süreyi de kaçırdı deyip süreden ret kararı
veremezsin demiş mahkeme. Burada Danıştay'ın bu kararına kesinlikle katıldığımızı ifade etmek isterim.

10
 Süre konusunda hak düşürücü bir süre söz konusu olduğu için çok katı bir yorum yapmamak lazım
davanın önünü açmaya yönelik kararlar verilmesi çok daha verimli olur. Bildirim yeterli açıklıkta
olmalıdır dedik bu işlemin ne olduğu hangi idare tarafından yapıldığı gerekçesinin ne olduğu net bir
şekilde ortaya koyulabilmelidir. Maalesef uygulamada yargı yerleri kararın yazılı bildirimini yeterli
buluyor hiç gerekçeyi bir eksiklik olarak görmüyor. Bildirimi idare ispatlıyor olmalı tabii ki idare ilgiliye
ben yazılı bildirimimi yaptım diyorsa bunun ispat yükü idareye ait. Siz bu tebliği yaptığınıza dair artık
imza mı koyarsınız mühür mü koyarsınız bunu sizin ispat edebiliyor olmanız gerekli. Burada yazılı
bildirim tarihi bilinmiyorsa veya idare tarafından belgelenemiyorsa şöyle bir uygulama yapılıyor genelde
mahkemeler tarafından.

 Dosyaya bakıyor resen araştırma ilkesi gereğince orada hakim dosyanın şartları içerisinde bir kararı
aradan çekip okuyor yazılı bildirim tarihi olarak kabul ediyor. Yani yazılı bildirime karine kabul etmiş
oluyor. Resen araştırma ilkesinin bir gereği olarak hakim dosyanın içerisinde bir tarihe bakıyor en yakın
tarih ne olur diye ve o tarihi dava açma süresinin başlangıcı olarak kabul ediliyor.
B) DÜZENLEYİCİ İŞLEMLERDE
 Düzenleyici işlemler: Gelelim düzenleyici işlemlere. Peki bir düzenleyici işlemin iptalini talep edeceksek
süre ne zaman başlıyor? Burada İYUK 7/ IV’e bakmamız lazım: “İlanı gereken düzenleyici işlemlerde dava
süresi, ilan tarihini izleyen günden itibaren başlar.” Düzenleyici işlem bugün ilan edildi Yarından itibaren
dava açma hakkı başlıyor. Düzenleyici işlemin yayınlanmasından itibaren 60 günlük dava açma süresi
geçmişse biz bu düzenleyici işlemin iptali için dava konusu edemeyiz geçmiş olsun. Tamamını ya da bir
kısmına dava edebilmemiz mümkün değil. Arkadaşlar 7/ IV’ü daha önce anlattım hatırlayacağınızı
düşünüyorum ama çok kısa yine üzerinde duracağım. 7/ IV şunu düzenliyor: “Düzenleyici işlemin
uygulanması üzerine ilgililer, düzenleyici işlem veya uygulanan işlem yahut her ikisi aleyhine birden
dava açabilirler.

 Düzenleyici işlemin iptal edilmemiş olması bu düzenlemeye dayalı işlemin iptaline engel olmaz” Şimdi
elimizde bir düzenleyici işlem var bu düzenleyici işleme dayalı olarak idare bir uygulama yaptı. Mesela
üniversitemiz bir yönetmelik çıkardı orada duruyordu fakat bir süre sonra bir baktık bizim hakkımızda
bu yönetmeliğe dayalı olarak bir uygulama işlemi yapıldı bir birel işlem tesis edildi. O zaman 7/ IV’e
gideceğiz bize ne diyor? Bir alternatif sadece düzenlediği işlemin iptalini isteyebilirsin. Bakın burada süre
ile alakalı bir kaygım da yok normalde geçti sürem 1 yıl önce yapılmış bir düzenleyici işlemi, yönetmeliği
düşünün. Ne diyor 7/ IV? Düzenleyici işlemin iptalini isteyebilirsiniz diyor. Halbuki çoktan geçti benim
sürem ama burada 7/ IV süreyi canlandırdı.

 Düzenleyici işlemin iptali isteyebilirsiniz sadece birel işlemin iptalini isteyebilirsiniz. Bugün hakkımda bir
birel işlem tesis edildi yarından itibaren dava açma hakkımı kullanacağım ikinci alternatif de bu.
3 alternatifim: Aslında burada bizi İhya eden süreyi canlandıran durum bu. Hem düzenleyici işleme hem
birel işleme birlikte dava açıyoruz. 1 yıl önce yapılan o düzenleyici işleme bugün itibariyle bir baktım
hakkımda bir işlem tesis edildi “Eyvah ben bu düzenleyici işlemin iptalini talep edeyim + aynı dilekçe ile
hakkımda tesis edilen birel işlemin iptalini talep edeyim” Diyebilirsiniz. Yani 7/ IV’ü tartışmamızın esas
anlamı bu. 3. alternatifi değerlendirmek isteyen kişiler bunun için bu başvuruyu yaparlar. O halde biz
burada hem düzenleyici işlemin iptalini isteriz hem de buna dayanılarak yapılan uygulama işleminin
iptalini isteriz buradaki davada görevli ve yetkili mahkeme düzenleyici işleme bakmaya yani düzenleyici
işlemin iptalini hangi mahkemeden talep ediyorsak yetkili ve görevli mahkeme olarak uygulama
işleminin iptalini de o mahkemeden talep etmemiz lazım. Yani diyelim ki ilgili yönetmelik Danıştay'ın
görev alanına girsin uygulama işlemini de götürüp Danıştay'da dava konusu edeceğim. Biz süreyi burada
ihya ettik canlandırdık düzenleyici işlem geçmişte kalmıştı ama bir baktık ki bize uygulandı yıllar sonra.

11
Bu uygulama işlemin iptalini isteyip aynı zamanda düzenleyici işlemin iptalini de aynı dava kapsamında
isteyeyim diyebiliriz.
C) MALİ YÜKÜMLÜLÜK GETİREN İŞLEMLERDE
 Mali yükümlülük getiren işlere siz bakın 7/b)ye Burada daha çok vergi ve teknik konuları olduğu için siz
bunu okuyun ben devam ediyorum.
D) İLAN SURETİYLE BİLDİRİLEN İŞLEMLERDE
İlan sureti ile bildirilen işlemler arkadaşlar burada 7/III: “Adresleri belli olmayanlara özel kanunlarındaki
hükümlere göre ilan yoluyla bildirim yapılan hallerde, özel kanununda aksine bir hüküm bulunmadıkça
süre, son ilan tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün sonra işlemeye başlar.” Yani böyle bir durumla
karşı karşıya yazınız avukat olarak görev yapıyorsunuz ne yapacağız? Biz son ilan tarihini izleyen günden
itibaren 15 gün sonra sürenin işlediğini bileceğiz.
E) İDAREYE BAŞVURU HALİNDE
 Gelelim asıl özellikle bilmeniz gereken yerlere. Demek ki buraya kadar işlediğimiz kısımdan şu sonuç
çıkıyor: Hakkımızda bir iptal davası varsa birer bir işlemse tebliği bekliyoruz tebliği izleyen günden
itibaren davamızı açıyoruz. İlanı gereken bir düzenleyici işlemse ilanı izleyen günden itibaren dava
açıyoruz.

 Gelelim İYUK 10 ve 11’e bu husus çok önemli. Madde 10 – “1. İlgililer, haklarında idari davaya konu
olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler.” Burada başvurumuzun
sebebi ne? Diyoruz ki hakkımda bir idari işlem tesis et veya bir idari eylem gerçekleştir. Mesela ne için
başvururuz idareye idari işlem tesis etmesi için? Bana bir inşaat ruhsatı ver, ben yeşil pasaport talebinde
bulunuyorum bana yeşil pasaport ver, beni yeni kadroma ata. Ne istedik idareden? Bir idari işlem tesis
etmesini istedik. Veya idari eylem gerçekleştirmesini istiyoruz. Burada doğal afet riski var şu bölgeye
istinaf duvarı ör diyoruz bir idari eylemde bulunmasını istiyoruz.

 “2.Otuz gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer otuz günün bittiği tarihten
itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştay’a, idare ve vergi mahkemelerine dava
açabilirler. Otuz günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı, isteminin reddi
sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak,
bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren dört ayı geçemez. Dava açılmaması veya davanın süreden
reddi hallerinde, otuz günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse,
cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler.” Demek ki idareyi harekete geçirip bir
idari işlem yapılmasını istiyorsak veya bir idari eylemde bulunmasını istiyorsak İYUK 10’u işleteceğiz.

 Yalnız şunu unutmayalım bazen bu husus yanlış anlaşılıyor. Biz her zaman idareye hakkımızda birel işlem
yapılsın diye başvurmayız bazen düzenleyici işlem yapması için de başvurabiliriz. 10. madde ayrım
yapmış mı düzenleyici işlem ya da birel işlem diye? Hayır dolayısıyla bir düzenleyici işlem yapılması talebi
ile de biz idareyi pekala harekete geçirebiliriz. Bu başvuruyu yaptığımız makamın vereceği cevaba göre,
alternatiflere göre dava açma süremiz şekillenir.

 Burada belirtildiği gibi başvuruyu yetkili makama yapacaksınız tuttunuz yanlış bir makama başvuru
yaptınız bu olmaz. Sonra da dediniz ki zımni ret kararı verdi tuttunuz dava açtınız böyle bir şey olmaz
arkadaşlar sizin bu başvuruyu zaten yetkili makama yapmış olmanız lazım hangi idareden bekliyorsanız
o idareye karşı bu başvuruyu yapmış olmanız lazım aksi takdirde zımni red suresi başlatmış olmazsınız,
İYUK 10’u işletip dava açma sürecine gidemezsiniz. Başvuru idari davaya konu olabilecek bir işlem veya

12
eylem talebi ile olmalı yani idareye tutup da böyle bir işlem yapmışsınız bunun gerekçesi nedir? Diye
başvurursanız bu İYUK 10 kapsamında bir başvuru olmaz. Sizin burada amacınız idareyi harekete geçirip
işlem yapılmasını sağlamak veya bir eylem yapılmasını sağlamak. Mesela bir konuda Kanuni düzenleme
yapılması için Bakanlığa başvuruyorsunuz bu dava açma hakkı vermez başvuruya kesinlikle. Biz idari
işlem, eylem yapılması talebi ile yapacağız. Eylem yapılması talebi de burada önemli. İstinaf duvarını
yap diyoruz mesela idare bize cevabı verdi hayır buna ihtiyaç yok dedi artık orada da İYUK 10’a göre
dava açma hakkımızı kullanacağız. Kesin cevap verirse sıkıntı yok. 30 günlük süre içerisinde kesin bir red
cevabı verdi idare tamam artık cevabın verildiği tarihi izleyen günden itibaren dava açma hakkınızı
kullanırsınız.

 Kesin olmayan bir cevap verirse 4 ay bekliyoruz talep inceleniyor diyor konu araştırılıyor diyorsa bu
kesin olmayan bir cevaptır. Genellikle idareler bunu yapıyor böyle bir durumda da sizin seçimlik bir
hakkınız var ya ret kabul edip dava yoluna gidersiniz ya da 4 ay beklersiniz.

 Burada farklı alternatifler var şu hususu özellikle belirteyim: Aynı Konuda Yeni Başvuru Halinde Dava
Açma Süresi: Aynı konuda yeni başvuru yapılması hususu önemli. Özellikle temel hak ve hürriyetleri
ilgilendiren alanlarda siz aynı konu ile ilgili olarak defalarca başvuru yapıyorsunuz idareye yani ret
cevabını alıyorsunuz ya da idare sessiz kalıyor reddettiği anlamına geliyor bu ama siz başvurmaya devam
ediyorsunuz. İdare açık olarak reddetse de veya idare bunu zımni olarak reddetmiş olsa da dava açma
süresi geçse bile siz daha sonradan yeniden bir başvuru yapıyorsunuz böyle yeniden yapmış olduğunuz
bir başvuru acaba İYUK 10 kapsamında size yeniden mi dava açma hakkı kazandırır? Bu mesele çok
önemli yani Danıştay'ın bu konudaki hukuki yorumu çok önemli.

 Örneğin bir pasaport talebi ile idareye başvurdunuz veya dediniz ki benim üniversitemde doktora
programı yok beni başka bir üniversitede görevlendir dediniz bir idari işlem yapılmasını istiyorsunuz.
Fakat idare sürekli olumsuz cevaplar veriyor siz de dava açma süresini geçiriyorsunuz. Aradan 1-2 yıl
geçiyor yine başvuruyorsunuz beni bir doktora programına başka bir üniversiteye gönder diyorsunuz ya
da bana pasaport ver diyorsunuz böyle bir durumda özellikle anayasada belirlenmiş temel hak ve
özgürlükleri ilgilendiren -bakın bu iki vermiş olduğu örnek bunun tipik örneğidir- böyle bir durum da
gerekli işlemin yapılmasını idareden ilgililer her zaman isteyebilirler. Çok doğru bir bakış açısı.

 Demek ki anayasada belirtilen temel hak ve özgürlüklerimizi ilgilendiren konularla ilgili olarak eğitim
öğretim ile ilgili olabilir, çalışma ile ilgili olabilir, seyahat ile ilgili olabilir vs. böyle bir başvuru yapıyorsak
bunu her zaman idareye yapabiliriz. “Burada çalışma özgürlüğünün kullanılabilmesi için gerekli işlerin
yapılması isteminin idarece reddedilmiş olması aynı konuda idareye yeniden başvurulmasına ve
başvurunun reddi halinde bu red işlemine karşı dava açılmasına engel bulunmamaktadır.” Demiş
Danıştay. Çok doğru bir yaklaşım ve bakış açısı. Her yeni başvuru, idarece tesis edilecek işlem için 7.
maddede öngörülen 60 günlük süre içerisinde dava açılabileceğinin kabulü gerekir demiş.

 Demek ki temel hak ve özgürlüğümüzü ilgilendiren bir konu ile ilgili olarak idareye biz talepte bulunduk
talebimiz hep reddedildi reddedildi bu talebimizi sürekli olarak yenileyebiliriz. Örneğin 3. kez
başvurdunuz 4. kez 5. kez başvurdunuz artık burada süresi içerisinde davanızı açarsanız dava açma
süresi ihya edilecek. İşte ihyanın bir örneği bu özellikle temel hak ve özgürlüklerimize ilişkin
uyuşmazlıklarda. Onun dışındaki durumlarda değil yani temel hak ve özgürlüklere özgü bir durum.

 …Bu notlardan kazanılan, kazanılacak olan tutarın bir kısmı hayır işi (SMA’lı bir bebek, zor durumda olan
bir aile vb) için kullanılacaktır…

13
11. Hafta (08.12.2021)
 Geçen hafta 11.maddeyi anlattık. Hatırlayacağınız üzere, süre konusundayız, ilk(?) inceleme
konularında. Bu haftada 12 ile devam ediyoruz ve hatta 13’ü vereceğiz.

 Sınıf burada tam olarak işlenmediğini söylüyor, 11.maddeyi hızlıca anlatıp geçeceğiz.

 Şimdi 11.maddeyİ okuyun. 11.maddede gördüğünüz gibi, ortada bir idari işlem var ve biz bu idari işlemin
hukuka aykırı olduğu düşüncesiyle işlemi yapan makamın üst makamına işlemin geri alınması,
değiştirilmesi, kaldırılması veya yeni bir işlem tesis edilmesi amacıyla başvuruyoruz. Demek ki ortada
bir işlem var, fakat biz dava açma yoluna başvurmadan önce yani seçimlik ihtiyari birliği(?) olarak bu
başvuruyu, 11 bağlamında yapacağımız başvuru kesinlikle zorunlu bir başvuru değil, öyle
düşünmeyelim. Burada biz ihtiyari başvuru sürecini işletiyoruz ve diyoruz ki idareye “üst makama
başvurup işlemi geri al, kaldır, değiştir, yeni bir işlem tesis et” şeklinde idari başvuruda bulunuyoruz üst
makama. Üst makam yoksa da işlemi tesis eden makama başvuruda bulunmamız gerekiyor. Ve bu
yapmış olduğumuz idari başvuru, dava açma süresini durduruyor. Yani örneğin; dava açma süresi
başladı, 20 gün oldu. Biz 20 günün sonunda idareye başvurmaya karar verdik. Ne için? İşte İYUK 11
bağlamında idarenin işlemini kaldırması için, değiştirmesi için, düzeltmesi için, yeni bir işlem tesis etmesi
için idareye başvurduk. Bu başvuruda, burada dava açma süresi durur dedik. Bakınız 11.madde
gereğince bu durumda: “Bu başvurma, işlemeye başlamış olan dava açma süresini durdurur, otuz gün
içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır”. İdareye başvurduk, (?) süresi artık biliyorsunuz ki
30 gün, 30 günlük süre içerisinde idare susarsa yani hiçbir şekilde bize bir cevap vermezse, sessizliğe
gömülürse artık biz 30.günün sonundan itibaren talebimizin reddedildiğini anlıyoruz.

 Ve bu isteğin reddedilmesi açıkça rette bu yani illa zımni ret olmasına gerek yok. başvurursunuz, 3 gün
içerisinde idare size hemen cevap verir yazılı bir şekilde der ki “Talebiniz kabul edilebilecek bir talep
değildir. İsteğinizin reddine, talebinizin reddine” şeklinde açıkça bir redde verebilir, 30 gün susarak da
bir zımni ret kararı verebilir. O halde bu durumlarda dava açma süresi yani işlemeye başlamış olan,
duran dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş sürede hesaba
katılır.

 Şimdi biz 20 günde idareye başvurduk, idare de diyelim ki bize 30 günlük süre içerisinde hiçbir şekilde
dönmedi. Anladık ki talebimiz reddedildi, bugün de 30. gün. Bugünden itibaren yani yarından itibaren
benim kaç günüm kaldı, dava açma sürem? Örneğin idare mahkemesine dava açacağım, 60 günlük dava
açma süremden 20 gününü burada kullandığım için öncesinde, 40 günüm kaldı. O 40 günlük içerisinde
benim idari yargıda davamı açmam gerekiyor. İşte bunu da hak düşürücü süre söz konusu olduğu için
dikkatli olmamız lazım yani süreyi durduruyorsunuz neticede, idare sizin talebinizi açıkça veya zımni bir
şekilde reddediyor. Artık o tarihten itibaren ne oluyor? Talebinizi kabul ederse zaten sıkıntı yok ama
reddettiği durumlarda ister açıkça reddetsin isterse zımnan reddetsin, kalan süre işlemeye devam
ediyor, kum saati gibi düşünün. O süreyi atlamadan bizim idari yargıda dava açma hakkımızı
kullanmamız gerekiyor.

 Gördüğünüz gibi dava açma süresi içerisinde idareye yapmış olduğumuz başvuru, dava açma süresini
durduruyor. Yalnız bu başvuruyu da ilk 11 bağlamında yapacağınız başvurunun geçerli olabilmesi için
bu başvuruyu sizin dava açma süresi içerisinde yapmanız lazım. Yani dava açma süreniz diyelim ki idari
yargıda iptal davası açacaksınız, idare mahkemesine açacaksınız. Dava açma süremiz kaç gün? 60 gün.
Ha 60 günlük süre içerisinde benim ne yapmam lazım? Eğer bir düşüncem var ise idareye başvurmam

1
lazım. Ha 50. günde başvurmuş olabilirsiniz, talebiniz reddedildiğinde geriye kaç gününüz kaldı? 10 gün.
10 günlük süre içerisinde davanızı açmanız gerekiyor.

 11 bunu düzenliyor gördüğünüz gibi, yalnız burada sizin hukuken geçerli bir başvurunuz olabilmesi için
üst makama başvurmanız lazım yani işlemi yapmış olan makamın üstüne başvuracaksınız. Üst makam
yoksa da işlemi yapan makama başvuracaksınız. Diyelim ki fakültenin bir işlemi var karşımızda, fakülte
idaresinin yapmış olduğu bir işlem var. Bizim ne yapmamız lazım? Üst makam olarak rektörlüğe
başvurmamız lazım. Dolayısıyla rektörlükten bu işlemin kaldırılmasını, geri alınmasını, düzeltilmesini
talep etmemiz lazım. Diyelim ki rektörlüğün almış olduğu bir karar olsa, bu hiyerarşi içerisinde başka bir
(?) tüzel kişilik içerisinde başka bir hiyerarşik üstü var mı? Yok yani en son rektörlük bildiğiniz gibi. O
zaman yine rektörlüğe başvurmamız lazım, madde bunu anlatmaya çalışıyor bize. Rektörlüğün işlemi
ise yine rektörlüğe bu konuda başvuruda bulunmuş olmamız gerekir.

 Peki yanlış yaparsak? Yani üst makama değil de doğrudan işlemi yapmış olan makama yaparsak? Şimdi
bunu bazı mahkemeler kabul etmiyor, bazıları kabul ediyor. Ama kabul edilmesi kanaatindeyiz onu
söyleyeyim yani kabul edilsin hani burada da vatandaşın mağdur edilmemesi lazım. Evet normalde
usulde uygun olan 11 kapsamında tabii ki üst makama başvurun yapılmaması, üst makam yoksa da
işlemi yapmış olan makama başvurulması. Ya açıkçası çok da katı düşünmemek lazım. İşte üst makam
yerine siz tutup da işlemi yapmış olan makama başvurursanız Danıştay çok da olumsuz bakmıyor onu
da söyleyeyim, rijit bir tavrı söz konusu değil. Neden? Çünkü bizim ünlü bir kanunumuz var; 3071 sayılı
Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanun, belki diğer derslerde de bahsediliyordur anayasa hukuku
derslerinde vs. olabilir, hiç duydunuz mu? Aslında çok önemli bir kanun ama uygulaması pek bilinmiyor
Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanun, burada şöyle denilmiş 5.maddede: “Dilekçe, konusuyla ilgili
olmayan bir idari makama verilmesi durumunda, bu makam tarafından yetkili idari makama gönderilir
ve ayrıca dilekçe sahibine de bilgi verilir”. Yani siz yanlışlıkla üst idari makama gönderecekken aynı işlemi
yapan makama bildirseniz de burada hata yapmışsanız bununda çok olumsuz bir sonucu olmamalı. Yani
Danıştay bu hükümden yola çıkarak, Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanun’dan yola çıkarak çok
olumsuz bakmıyor. Yani elimizdeki kitapta belki farklı değerlendirilmiş olabilir, ama benim kanaattim de
bu yönde, Ramazan Hoca’nın kitabında da öyle olduğunu düşünüyorum. Bu konuda hata yapılmışsa,
bilmiyorum, düzeltici etkisi olmalı diye düşünüyorum ben en azından.

 Bir kere idari makama dava açma süresi içerisinde başvuracaksınız, onu söyledik. Yani siz dava açma
süresini kaçırdınız, çok sonradan gidip idari makama işlemin geri alınması, kaldırılması talebiyle
başvurmuşsanız bunun bir anlamı yok, onu söyleyeyim. Burada ne için başvuruyoruz? İdari işlemini geri
al diyoruz, kaldır diyoruz veya yeni bir işlem tayin et diyoruz. Amacımız bu, yani burada idareye bir soru
da sormuyoruz, idarenin yorumunu da istemiyoruz, idarenin gerekçesini de istemiyoruz. Bizim
istediğimiz ne? Çok somut bir talep “Bu idari işlem hukuka aykırı, bunu geri al, kaldır, değiştir, düzelt”
diyoruz. Yani “İdari işleminin gerekçesi nedir, bunu öğrenmek istiyorum” gibi bir talepte bulunursanız
burada ilk 11 kapsamında bir talep değildir bu, bu konuda dikkat edelim. Yani “Ben dilekçeyi öğrenmek
istedim, ilk 11’i işlettim, burada benim dava açma hakkımın olması gerekir” gibi bir yanılgıya kapılmayın,
kesinlikle isteyeceğiniz şey ne olmalı? Siz idari işlemin kaldırılması, düzeltilmesi, geri alınması talebinde
bulunacaksınız. Örneğin; bir yarıyıl okuldan uzaklaştırdınız(?) idari işlem olarak. Dava açma yoluna
gidebilirsiniz, size tebliğinden itibaren bu kararın işte 60 gün içerisinde diyelim ki Kırıkkale İdare
Mahkemesine iptal davanızı açabilirsiniz. Ama siz dediniz ki “Hayır, ben bunu 11’e işletmek istiyorum
öncelikle. İdareye başvurmak istiyorum”. Fakültenin almış olduğu bir karar olsun, nereye başvuruyoruz?
Rektörlüğe. Ne diyeceğiz? “Bu idari işlemin hukuka aykırı, bu işlemini kaldır, değiştir, düzelt” şeklinde
talepte bulunuyoruz. İdare bu talebi kabul eder mi? Zor bir ihtimal, olabilir, belki kabul eder, siz bu yolu
da seçenek işletmiş olursunuz. İYUK 11 bunu düzenliyor…

2
 Şimdi gelelim, bizim özellikle bugün anlatacağımız 12.maddeye…

II) TAM YARGI DAVALARINDA


A) İDARİ İŞLEMDEN DOĞAN TAM YARGI DAVALARINDA
 Şimdi 12.maddede ise, bir arkadaşımız okusun: (). Gördüğünüz gibi 12.madde bize aslında birden fazla
seçimlik hak tanımış. Bizim karşımızda bir idari işlem var, bunu unutmayalım. Bu işlemden ötürü bir
zarara uğramış, 12’yi anlatıyoruz, işlemden ötürü zarara uğramışız. Ve biz burada bu işlemden ötürü
uğramış olduğumuz zararın tazminini istiyoruz. Şimdi o zaman önümüzde ihtimaller var İYUK 12’ye göre:

 İlk ihtimalimiz: Doğrudan doğruya tam yargı davası açmak. Yani ilgili olarak biz ilk ihtimali değerlendirip
diyoruz ki doğrudan doğruya tam yargı davası açmak istiyorum. Ne demek bu? İşlem var, işlemin iptalini
istemiyoruz. Doğrudan doğruya bu işlem nedeniyle uğramış olduğum zararın tazminini istiyoruz. İlk
ihtimalim ise bunu değerlendiriyoruz arkadaşlar. Demek ki işlemin iptali talebi yok burada sadece işlem
nedeniyle uğramış olduğum zararın tazmini durumu söz konusu.

 İkinci ihtimalimiz: İlgili, iptal ve tam yargı davasını birlikte açabilir. Yani bu daha beklediğimiz usuldür
açıkçası. Usul ekonomisinin de bir gereğidir. Ne yaparsınız? Aynı dava dilekçesiyle hem iptal davasını
hem tam yargı davasını birlikte açarsınız. Yani dersiniz ki “...bu işlemin iptali… şu şu işlemin -diyelim ki,
ne diyelim- görevden uzaklaştırma işleminin iptali veya naklen atama işleminin iptali ve bu nedenle
uğranılan şu kadar zararın tazmini”. Ne yaptınız? İlk kısımda işlemin iptalini istediniz ve dediniz burada
da ortaya çıkan zararın tazminini isteyerek tam yargı davasını açtınız. Yani iki talep var burada; hem iptal
talebi hem de uğranılan zararın tazmini olduğu için tam yargı davası. Uygulamada genellikle yapılan
budur, usul ekonomisinin gereği de budur. Hiç boşuna uğraşmak istemezsiniz, aynı dava dilekçesi hem
iptalin hem ortaya çıkan zararın tazmini istersiniz. Ortaya bir zarar çıkmış olmalı yani bu ihtimali
değerlendirmemiz için elimizde somut kesin bir zarar olması lazım.

 Üçüncü ihtimalimiz: İlgili, öncelik iptal davasını açarak bu davanın karara bağlanması üzerine. Önce iptal
davasını açıyoruz, dava karara bağlanıyor, husustaki kararın veya kanun yolu aşamasına
başvuruyorsunuz. Kanun yoluna başvurulması halinde de verilecek kararın tebliğinden itibaren dava
açma süresi içerisinde tam yargı davası açıyorsunuz. Bu sefer de ne yaptık? Öncelikle iptal davası açtık,
karara bağlandı, işte bunun üzerine kanun yolu aşamasına gidildiyse kanun yolu aşamasına tamamlandı,
ilgiliye karar tebliğ edildi. Sonra ne yapıyoruz? Dava açma süresi içerisinde tam yargı davasını açıyoruz.
Yani işte 60 günlük dava açma süremiz varsa idare mahkemesine gidiyoruz, 60 gün içerisinde tam yargı
davasını açıyoruz. Üçüncü ihtimalimiz bu. Niye bu ihtimali işletirsiniz, niye uğraşırsınız? İlk öncelik, iptal
davasını açıp işte karara bağlanıp daha sonra tam yargı davası. Çünkü tabii ki iptal davasında siz işlemin
hukuka aykırı koyduğunu ortaya koyabilirseniz, yani mahkeme bir iptal kararı verirse bu sizin tam yargı
davasını kazanmanız için yüksek bir ihtimal doğurur, davayı kazanmanızı bekleriz. Ama tabii ki muhakkak
değil yani her zaman %100 iptal davasını kazanmış olmanız, tam yargı davasını, arkasından açtığını onu
da kazanacağınız anlamına gelmiyor. Çünkü niye? Bahsedeceğiz, bir tam yargı davasını açıp ortaya
iddialarımızı koyabilmemiz ve kazanabilmemiz için ortada kesinleşmiş bir zarar olacak. Net bir zararımız
olacak ki maddi-manevi boyutta, idarenin işleminden veya eyleminden kaynaklı olacak bu. Onun
üzerine siz bu zararın tazminini isteyeceksiniz yani netice iki dava formatı birbirinden farklı onu demeye
çalışıyorum. O yüzden üçüncü ihtimali de bu şekilde yani garanticiyseniz “Öncelikle bir iptal davasını
açayım, yüksek ihtimalle evet bu davayı kazanırsam tam yargı davasını kazanırım” derseniz üçüncü
ihtimali işletirsiniz.

3
 Uygulamada da daha çok karşımıza çıkan ikinci ihtimaldir. Aynı dilekçe içerisinde hem iptal istersiniz
hem de tam yargı talebinde bulunursunuz.

 Şimdi burada dördüncü bir ihtimal daha var aslında, o dördüncü ihtimal de ilk 12’ye göre nedir? Şöyle
denilmiş: “işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi
içerisinde tam yargı davası açılabilir”. Bu ne demek? Yani işlem yapılıyor ama ancak icra edilmesiyle
zarara yol açıyor. Bu ikisi farklı zamanlarda oluşuyor. Mesela bir binanın yıkım kararını düşünelim. Şimdi
yıkım kararını almış olmanızla sizin idari işlem olarak, ortaya hemen zarar çıkıyor mu? Hayır. Ne
yapmamız lazım? İcra etmemiz lazım. İşte bu durumda ne olacak? Biz bu işlemin icrasından kaynaklı
zarara uğrayacağımız için, işlemin icra tarihinden itibaren yani bugün icra edildiyse işlem yarından
itibaren benim dava açma süresi içerisinde dava açma hakkımı kullanmam gerekiyor. Yani bu bir büfenin
kapatılması kararı olabilir veya bir fırının kapatılması kararı olabilir, bir pastanenin kapatılması kararı
olabilir, bir binanın yıkım kararı olabilir. Yani burada takdir edersiniz ki işlemin yapılmasıyla o işlemin
icra edilmesi arasında fark var. İcra ile birlikte zarar ortaya çıktığı için burada da icra tarihinden itibaren
dava açma hakkımızı kullanırız. Gördüğünüz gibi süre aşımına neden olmamak için bu farklı alternatifleri
değerlendirip, bunlar üzerinden dava açma hakkımızı kullanmamız gerekir.

 12’nin önemli bir özelliği var. Burada bir idari işlem var ve bu işlemden ötürü biz bir zarara uğramışız,
onu unutmayalım. Yani özellikle sınavda sorduğumuzda veya ileride karşınıza çıkacak hukuki itilaflarda
da dikkat edeceğiniz husus: İlk 12’nin idari işlemden kaynaklanan zararlar bağlamında uygulanacağıdır.
Burada madde başlığında da dikkat edelim, “İptal ve Tam Yargı Davası” denilmiş. Yani işlemden dolayı
hem iptalini istiyoruz hem de tam yargı davası açıyoruz.

 Şunu da unutmayalım, eğer ki ilk ihtimali değerlendireceksek yani idari işlemden ötürü doğrudan
doğruya tam yargı davası açacaksak, idarenin sorgu yoluna gidip “Maddi-manevi zararlarımı karşılasın
idare” diyorsak burada karşımızda kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olması gerekmiyor. Bakınız
iptal davası için bunu arıyoruz, değil mi? Yani karşımızda iptal davasının ilk inceleme konularından birini
hatırlayalım: Kesin ve yürütülebilir bir işlem olup olmadığına bakıyoruz, ilk inceleme konularından bir
tanesi bu. Ama biz burada saf bir tam yargı davası açıyorsak onun bir önemi yok. Mesela bir sicil raporu
örneğini verelim; bir kamu görevlisi hakkında sicil nameleri(?) tarafından bir sicil raporu düzenleniyor.
Sicil raporunda da kendisine işte “Yalan söylemeye meyillidir, başarısızdır, güvenilir bir kişilik değildir”
diye notlar düşülmüş. İlgili kişi de bu sicil raporunu alıyor ve “Ben burada bir manevi zarara uğradım.
Neticede kişilik haklarına saldırı niteliğinde aslında bakarsak manevi anlamda önce ızdırap durumuma
neden olacak yani olur mu(??), kişiliğime yönelik bir işlem tesis edilmiştir” diyerek manevi tazminat
talebiyle dava açıyor, 3000 TL’lik bir manevi tazminat istiyor mahkemeden, “Beşeri münasebeti zayıftır,
yalancıdır, görevinde başarısızdır, güvenilir değildir” gibi ifadelerden dolayı.

 İlk derece mahkemesi burada diyor ki, bakınız, bu raporun iptali vs. istenmiyor. İstenseydi mahkeme ne
karar verecekti, raporun iptalini isteseydi? İşte idari yargıda hâkimsiniz, önünüze uyuşmazlık geldi,
çözün bakalım. Bir sicil raporu var, böyle ifadeler var, siz de idari yargıda hâkimsiniz ilk derece
mahkemesinde. Diyelim ki Kırıkkale İdare Mahkemesi’nde önünüze bu uyuşmazlık geldi. İlgili sicil
raporunun iptalini isteyebilir mi? Mahkemenin reddetmesi gerekiyor çünkü tek başına o rapor üzerine
dava açamaz. Neden dava açamıyor? Çünkü kesin ve yürütülebilir bir işlem değil ondan olabilir mi?
Aynen, çok güzel. Kesin ve yürütülebilir bir işlem yok burada yani bir sicil raporu var, bu sicil raporuna
da yol olarak arkasından bir işlem tesis edilmiş mi? Yani buna bakacağız değil mi? Biz hukuken bildiğiniz
üzere tutanaklara, raporlara doğrudan doğruya bunların kendisini dava edemiyoruz, iptal davasının
konusu olamıyor. Fakat burada dikkat edelim, iptalini istemiyor ilgiliden. Diyor ki “Bu sicil raporu benim

4
kişilik haklarıma saldırıda bulundu, hakikaten yazılanlarda boş değil. Manevi kişiliğim zedelendi, onurum
zedelendi. O yüzden manevi tazminat istiyorum” ne istiyor? Tam yargı talebinde bulunuyor aslında
burada. O yüzden de bu talepte bulunabilir. Bakınız her ne kadar da ilk derece mahkemesi reddetse de
bu davayı, burada Danıştay: “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması burada yasa gereği olup, sicil
raporunun hukuka aykırılığının açılmış bir iptal davasına yargı kararı ile saptanmamış olması, sicil
raporunda yer alan herhangi bir ifadenin manevi zararla sebebiyet verdiğinden bahisle açılan tam yargı
davasında bu nedenle reddini gerektirmez” diyor. Yani kısacası önümüzde kesin ve yürütülebilir bir
işlem olmasa dahi biz burada tam yargı talebinde bulunabiliriz. Ortaya zarar çıkmışsa bu zararın
tazminini isteyebiliriz.

 Burada değerli(?) tazmini isteyebilmemiz için kesinlikle zararın kesin bir zarar olması lazım. Yani somut,
net gerçekleşmiş bir zararın talebinde bulunmamız lazım.

 Bu ihtimallere dayalı olarak dava açma süresini hesaplayalım…

 İlk ihtimal: Doğrudan doğruya tam yargı davası açıyoruz. Hep konuştuğumuz, işlemin iptalini
istemiyoruz da sadece bu işlemden kaynaklı ortaya çıkan maddi veya manevi zararımızın tazminini
istiyoruz. O halde ne yapacağız? Kural olarak ikisinin yazılı bildiriminden yani tebliğini izleyen günden
itibaren dava açma süresi içerisinde davamızı açacağız. Yani örneğin idare mahkemesine dava açacak
isek, işlem bize bugün tebliğ edildiyse yarından itibaren parmak hesabı yaparak 60 günlük süre
içerisinde davamızı açmamız gerekiyor.

 Tabi şunu da unutmayalım, ilk 12 bunu da söylüyor. Diyor ki: “İYUK 11 uyarınca zararlarının tazmini için
idareye başvuru hakları saklıdır”. Yani ilgililer burada dava açmadan evvel, ne yapıyorsunuz? İlk 11
kapsamında idareye de başvurabiliyorsunuz. Bu yine seçimlik bir hakkınız, zorunlu değil, bunu tekrar
hatırlatalım. Siz bu konuda idareye ne yapıyorsunuz? Diyorsunuz ki, az önceki sicil raporundan örnek
verelim “Kaldır, bunu düzelt. Bu hukuka aykırılığı ortadan kaldır” diyorsunuz. O zaman ne oluyor?
İşlemeye başlamış olan dava açma süresi duruyor.

 11’i anlattık zaten. Zımni ret halinde veya açıkça ret halinde de orada geriye kalan süre içerisinde de
artık, çünkü süre artık kaldığı yerden devam ediyor, davanızı dava açma süresi içerisinde
açabiliyorsunuz. 11’e başvurabilirsiniz. Bu sizin takdirinize kalmış bir husus.

 İkinci ihtimalimiz: İptal ve tam yargı davasını birlikte açıyorsunuz. Usul ekonomisinin bir gereğidir dedik
zaten bu. Bu durumda sizin de kural olarak yine, idari işlem size ne zaman tebliğ ediliyorsa, yazılı bildirim
yapılıyorsa, o tarihten itibaren yani izleyen günden itibaren dava açma hakkınızı kullanmanız gerekir.
Yani hem işlemin iptalini hem de bu işlemin yaratmış olduğu zararın tazminini istediğinizde yazılı
bildirimden itibaren dava açma süresi içerisinde davamızı açabiliriz. Yine bu ihtimalde de İYUK 11’i
işletebiliriz, dava yoluna gitmeden önce İYUK 11’i işletebiliriz. Yani ben hem işlemin iptalini hem de
ortaya çıkan zararın tazminini istiyorum ama bunu da yapmadan önce idareye de bir şans veriyorum
aslında. Diyorum ki “11 bağlamında başvuruyorum ki hatanı düzelt, ben de yargı yoluna gitmeyeyim”
değil mi? Zaten bir hukuk devletinde hakikaten hukuka aykırı bir işlem yapmış olan idarenin bu işlemini
ortadan kaldırması beklenir. Yani siz bazen, öyle bir durum ortaya çıkar ki idareye başvurarak burada
idarenin hata yaptığını görmesini sağlayabilirsiniz. Böyle de bir faydası olabilir. İdareden de beklenen
nedir? İşlem hukuka aykırıysa bunu kaldırması ve düzeltmesidir. Yani bu yolunuzu da işletebilirsiniz.
Ama “Ben bununla hiç uğraşmak istemiyorum, burası beni ilgilendirmez, süreci de uzatmak
istemiyorum” derseniz, doğrudan iptal ve tam yargı davasını aynı dilekçe içerisinde isteyebilirsiniz,
davanızı yürütebilirsiniz.

5
 Üçüncü ihtimalimiz: Önce iptal davasını açıyoruz, bu davanın karara bağlanması üzerine de ardından
tam yargı davasını açıyoruz. İşte bunu ne için yapıyoruz? Hep söylediğimiz gibi, önce diyoruz iptal
davasını kazanalım yani işlemin hukuka aykırı olduğu, yetki, şekil, sebep, konu, amaç yönlerinden biri
veya birkaçıyla hukuka aykırı olduğu mahkeme kararıyla ortaya konulsun. Bu mahkeme kararı da bakın
diyelim tam yargı davasına, biz davamızı kazandık. Ne yapalım? Tam yargı davasını kazanalım, yani biraz
yüksek ihtimal üzerinden gidiyoruz, daha garantici hareket ediyoruz burada. Tabi öncelikle iptal davasını
açmamız lazım. İptal davasıyla birlikte verilen kararla veya kanun yolları aşamasına gidilmişse, burada
kanun yolu üzerine verilen kararın tebliğinden itibaren biz tam yargı davası açma hakkımızı kullanırız.
Bu usulde bu şekilde. Peki biz 11’e başvurabilir miyiz yine? Evet, başvurabiliriz. Yani burada işte iptal
davası kararı bağlandı veya kanun yolu aşamasına gidildi, oradan karar alındı diyelim: Diyelim ki bugün
itibariyle aldık bu kararı, bize de tebliğ edildi bugün. Ne yapabiliriz? İlgili olarak 11 uyarınca ortaya çıkan
zararımızın tazminini isteyebiliriz. Yani İYUK 11 uyarınca bizim burada idareye başvurabilmemiz
mümkün. Burada talebimiz açıkça reddedilebilir veya zımnen 30 günlük içerisinde reddedilirse, geri
kalan süre içerisinde bizim davamızı açmamız gerekir.

 Peki bu tam yargı davasını açmak için bir ön koşul mu, zorunlu mu bizim bu başvuruyu yapmamız?
Zorunlu değil. Yani doğrudan gidip iptal davasından kararla almışsınız hemen tutup dava açma süresi
içerisinde tam yargı davasını idare mahkemesine 60 günlük süre içerisinde parmak hesabı yapıp
açabilirsiniz. Bunu da söyleyelim. Tabi burada eğer bir ön koşul olarak belirtilmiş bir artı(?) olsaydı,
üzerinde sıkıca duracaktık ve “Zorunlu bir başvuru, aman! Bunu kaçırmayalım” diyecektik. Ama ihtiyari
başvuru…

 Güzel değil mi? Yani kanun koyucunun aslında ilgililere, vatandaşlara sunmuş olduğu imkânlar gayet iyi
değil mi? Yani size diyor ki, aslında burada sistemin işletilebilmesi büyük bölüm idareye düşüyor.
Hakikaten bakacak, hukuka aykırı bir işlem yapılmış mı, bunu düzeltecek, değiştirecek, kaldıracak ki
hukuki itilaf ortadan kalkmış olsun.

 Bazen de işlem hukuka uygundur, mevzuata uygundur, bir zarar da ortaya çıkarmaz ama ilgili öyle
olduğunu düşünür. Bu da olabiliyor. Dolayısıyla idare burada ya talebi reddeder açıkça ilgili mevzuata
dayalı olarak veyahut da susar, 30 günlük süre içerisinde talebin reddedildiğini biz anlarız.

 İptal davasının karara bağlanması üzerine demek ki biz 60 günlük süre içerisinde idare mahkemesinde
doğrudan tam yargı davasını açabiliyoruz. Veya biz bu süre içerisinde yani dava açma süresi dediğimiz
60 günlük süre içerisinde İYUK 11 uyarınca idareye de başvurabiliyoruz, böyle de bir hakkımız var. Tabi
o başvurularda da dikkat edelim, dava açma süresi içerisinde yani İYUK 11’i unutmayın. İYUK 11
kapsamında bir başvuru yapacaksak, davanın açma süresi içerisinde olduğu(?). Yani siz “Aradan aylar
geçmiş, yıllar geçmiş, ben idareye başvuru yapıyorum İYUK 11 uyarınca” diyip bunu sizin dava açma
süresi içerisinde yapmış olmanız gerekir. Yani kural olarak 60 gün içerisinde sizin gidip İYUK 11 uyarınca
idareye başvurmanız lazım, iptal davasında çıkan karardan sonra. Bunu da özellikle belirtelim…

 Burada şunu da özellikle söyleyelim. Burada ilk olarak iptal davası esastan karara bağlanmış olmalı ki,
yani bu ne demektir? İşlemin yetki, şekil, sebep, konu ve amaç yönlerinden hukuka aykırı olup olmadığı
denetlenmiş olmalı ve sonucunda karar verilmiş olmalı ki esastan biz onun üzerine tam yargı davasını
ardından açabilelim. Şöyle düşünün; iptal davasını açtınız, ilk incelemede daha hâkim bakarken sizin
süre aşımı yaptığınızı zanneder. Süre aşımından reddetti. Şimdi siz tutup burada zararınızın tazminini,
hemen arkasından tam yargı davası açabilir misiniz? Hayır. Yani İYUK 12 zaten bunu düzenlemiyor yani
böyle bir durum söz konusu değil, mantığa da uygun değil. O yüzden sizin öncelikle esastan bir karar

6
almış olmanız lazım ve bu kararın arkasından da tam yargı davasını açmış olmanız lazım. Yani şimdi iptal
davası süre aşımından reddedildi diyelim, tam yargı davasını açarsanız ne olur? İYUK 12’de çok saçma
bir durum olur, o da zaten davanızı süre aşımından reddeder yani böyle bir durum söz konusu olmaz.
Bir taraflardan yol olacak, ona da dikkat edelim. Yani siz bir kere iptal davasının ilgilisi olacaksınız ki, öyle
bir dava ilgilisi olacaksınız ki onun ardından hemen akabinde tam yargı davasını açın. Yani bambaşka bir
kişi tutup da bunun arkasından bir tam yargı davası açamaz yani iptal ve tam yargı davasını böyle
birbirinin ardından açmak istiyorsanız önce iptal, daha sonra ortaya çıkan zararın tazmini an(?) ve ilgili
olmanız gerekir. Yani taraf olmanız lazım. Danıştay kararında da bu konuda, bu yönde. Bunu da
söyleyelim…

 İptal davasında verilecek karar tam yargı davasında etkili olur mu? Üzerindeki etkisi nedir buna
bakalım…

 Dediğimiz gibi kazanmanız yüksek ihtimal çünkü ne yapıyorsunuz? Önce iptal davasını örneğin
kazanıyorsunuz, işlemin hukuka aykırı olduğu ortaya konuluyor, olumlu senaryoyu yazıyorum şu anda.
Sonra da gidiyorsunuz işte bu işlem nedeniyle uğramış olduğunuz zararınız ne kadarsa bunun tazminini
istiyorsunuz, tam yargı davası olarak. Fakat bu her zaman böyle olmayabilir yani bu mutlaka
kazanacağınız anlamına gelmez, Danıştay içtihatları da böyle diyor bu konuda. Yani şöyle, sizin tam yargı
davasını kazanabilmeniz için, yani geçen sene anlattığımız idarenin sorumluluğunun doğabilmesi için
hatırlayalım; ortada bir zarar olacak, bu zarar kesin bir zarar olacak ve idarenin işleminden veya
eyleminden kaynaklı olacak, yani niyet böyle olacak. Bu şartların hepsi bir araya gelmiş olmalı ki ancak
o zaman siz tam yargı davasını kazanın. İşte bunları bulacak mahkeme tam yargı davasında ve ona göre
bir sonuca varacak.

 Yani siz diyelim ki davayı açtınız iptal davasını, kaybettiniz, davanız reddedildi. Bu ne anlama geliyor? Şu
anlama gelir mi: Tam yargı davasını açamazsın. Hayır, açabilirsiniz, hiçbir sıkıntı yok. Ama kazanır mısınız
bilmem. Yani şunu de demeyelim tabii ki, “İptal davası reddedildi, tam yargı davası da reddedilir”
diyemeyiz otomatik olarak. Tekrar bakılıp bu konuda bir değerlendirme yapılması gerekir…

 Son ihtimalimiz de: İşlemin icrası sebebiyle ortaya çıkan zararlar dedik. İşte bir binanın yıkılması olabilir
söylediğimiz gibi, bir sınır dışı etme kararı olabilir veya bir işyerinin kapatılması kararı olabilir. İşte burada
artık baktığımız zaman işlem tesis edilmiştir ama zarar doğurucu sonuç çok daha sonra ortaya çıkmıştır.
Yani işlemin icra edilmesiyle ortaya çıkmıştır, işte böyle durumlarda da bizim icra tarihinden itibaren
dava açma süresini işletmemiz gerekir. Burada da ilk 11 uyarınca idareye başvurabiliyorsunuz bu arada.
Yani maddedeki tüm hallerde ilk 11’e başvurabiliyorsunuz, onu bir daha vurgulayalım. İşlem icra edildi,
orada da dava hakkınızı kullanabileceğiniz gibi icra takibinden itibaren 11 kapsamında idareye de
başvurabilirsiniz. İşte idare burada açıkça talebinizi reddeder veya 30 gün susup zımni ret kararı alır. Siz
de o sürenin dolmasından itibaren kalan süreniz ne kadar kalmışsa o süre içerisinde dava açma hakkınızı
kullanırsınız. Tekrar edelim, ilk 11’e başvurdunuz, sizin burada ihtiyaredir(?), seçimlik bir başvurudur.
Bu bağlamda sizi zorlayacak herhangi bir durum söz konusu değil…
B) İDARİ EYLEMDEN DOĞAN TAM YARGI DAVALARINDA
 Gelelim İYUK 13’e, okuyun. Gördüğünüz gibi 13.maddenin başlığı “Doğrudan Doğruya Tam Yargı Davası
Açılması”, başlığa da dikkat edelim. Burada gördüğünüz gibi bir idari eylem var, işlemi geçtik artık,
işlemle ilgilenmiyoruz bir idari eylem var. Neydi idari eylem? İdare tarafından gerçekleştirilen fiiller,
hareketler, ameliyelerdi değil mi? İdarenin yaptığı uygulamalardı. Mesela şu an benim bu dersi veriyor
olmam bir idari eylem. Veya bir idarenin yol yapım çalışması gerçekleştirmesi bir idari eylem. Veya
hastanede ilgiliye bir operasyon yapılıp, ameliyat yapılması yine idari bir eylem. Yani 13’ü işletebilmemiz

7
için bir idari eylem olması lazım. Sadece idari eylem olması yetmez, bu eylem nedeniyle bizim zarara
uğramış olmamız lazım. Yani maddi veya manevi boyutlu bir zarar ortaya çıkmış olması lazım. Ama
dikkat edin, dava açmadan önce bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri
tarihten itibaren giriyor veya başka suretle öğreniyorsunuz. Mesela sabahki oturumda da örneğini
verdik: Ankara’da yaşıyorsunuz diyelim, Kuşadası’nda bir yazlığınız. Komşunuz sizi aradı, konuşurken
size dedi ki “Sizin orada yol yapım çalışması yapılırken belediye evinizin önündeki bahçe duvarınızı yıktı
ve sizin ağaçlarınıza zarar verdi, ağaçlarınız yıkıldı”. Ne oldu? Nasıl öğrendiniz? Yazılı bildirim üzerine
mi? Hayır, başka suretle öğrendiniz. Genelde de böyle olur, başka suretle öğrendik. Ha o öğrendiğiniz
saatten itibaren 1 yıl, bakınız 1 yıl ve her halükarda eylem tarihinden itibaren 5 yıl içinde -bizim 1 ve 5
yıllık sürelerimiz var burada dikkat edelim- ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini
istemeleri gerekir. Yani bu zorunlu başvuru artık, ilk 13 işletilmesi gereken zorunlu bir başvuru. Siz, böyle
bir durum söz konusu olduğunda ne yapmak gerekir? Vermiş olduğumuz örnekte hemen 1 yıl içerisinde
işte ilgili belediye diyelim ki neresiyse oraya bu hakkımızın yerine getirilmesini isteyeceğiz. Yani idarenin
bu eyleminden kaynaklı zarara uğradığımızı ve bunun tazmin edilmesi gerektiğini belirteceğiz. Yani ne
istiyoruz? Sulh olmak istiyoruz değil mi idareyle? Yani diyoruz ki “Hukuk devletinde idare, ortaya bir
zarar çıkarmışsa eyleminden kaynaklı olarak, bu zararı tazmin etsin, telafi etsin” istiyoruz. Ve zorunlu
olarak başvuruyoruz, kanun koyucu bunu murat etmiş. İdareler burada olumlu cevap verir mi? Vermez,
neden? Çünkü burada özellikle harcama yetkilisi olan kamu görevlileri, yarın ya da öbür gün bir kamu
zararı ortaya çıkarsa teftişte veya denetimde bu ortaya çıkarsa yargılanmak istemiyor. Bu yüzden de bu
yol pek fazla işletilemiyor, kamu zararının (?) açılabileceği endişesiyle yarın-öbür gün denetimde
karşımıza çıkar bu husus diye. O yüzden maalesef içtihatlilik(?) kazandırılamıyor, ama son bi bakalım
yargı paketlerini de bekliyoruz yani bu konuda da yasal bir düzenleme bekliyoruz açıkçası, yasal
düzenleme olmadığı sürece idareler böyle diyecek. Yani diyecekler ki “Mahkeme kararını getirin, davayı
kazanın, biz gerekeni yapalım”, yani durum bu. İşte bunun önünü açmak için de, bu engeli aşabilmek
için de kesinlikle yasal bir düzenlemeye ihtiyaç var. belki de miktar miktar belirlemek lazım yani harcama
yetkilileri ne kadar bu konuyla ilgili olarak inisiyatif alabilir. Bu konuyla ilgili bir düzenleme gerekiyor
yani yoksa şu an için mümkün değil bu maalesef üzülerek bunu görüyoruz. Ama bu konuda talep
bulunduğunuz zaman bu talep kısmen veya tamamen reddedilebilir. Bakınız gördüğünüz gibi bizim bu
başvurumuz üzerine bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini
izleyen günden itibaren veyahut istek hakkında 30 gün içerisinde cevap verilmediği takdirde, bu sürenin
bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içerisinde dava açma hakkımızı kullanabiliriz. O halde idarenin
bir eylemi var, bu eylemden ötürü zarara uğradık. Doğrudan gidip dava açmıyoruz, değil mi? Ne
yapacağız? Bu eylemi öğrendiğimiz tarihten itibaren 1 yıl, her halükarda 5 yıl içerisinde bizim burada bu
idareye başvuru şartını, yani ön karar alma şartı diyoruz buna, bunu gerçekleştirmiş olmamız gerekiyor.

 Örneğin: Hastanede yapılan bir ameliyatta sol gözümüz kör oldu. Bunun örneği çok fazla değil mi
maalesef ülkemizde böyle üçüncü sayfa haberlerine baktığınız zaman idarenin eyleminden kaynaklı
zararın çok fazla olduğunu görürsünüz. İşte yol yapım çalışması sırasında idare bir çukur açtı, çukuru
açık unuttu. O çukura bir çocuk düştü, vatandaş düştü, öldü veya yaralandı. İşte metro inşaatı
yürütüyorsunuz, Ankara’da yaşadık bunu değil mi? Metro inşaatına oradan geçen birisi düştü ve öldü,
yaralandı gibi. Yani çok fazla bayındırlık(?) eserlerinden çok zarar ortaya çıkıyor, sağlık hizmetlerinden
çok fazla çıkıyor.

 Veya bir okulu düşünün, okulda özellikle küçük yaş grubunun, tabii ki okulun çatısının da sağlam olması
lazım, basket potasının da sağlam olması lazım, lavabosunun da sağlam olması lazım. Değil mi? Yani
musluğuna kadar her şeyi özellikle düşünmeniz lazım idare olarak. Şimdi siz bunları öyle Allah’a emanet
bir şekilde bulundurursanız, burada ilgili çocuk o şey üstüne düşer, çukur kazılır ve içine düşer, çatı uçar

8
kafasına denk gelir vs. yaralanır, pota üstüne düşer. Çok fazla örneğini görüyoruz, bunların hepsi
idarenin eyleminden kaynaklı zararlar.

 Ve yine mesela bir itfaiye erini düşünelim, itfaiye eri yangına müdahale eder ama yangın sırasında da
yaralanır yani çok ağır yanıkları ortaya çıkar diyelim ki. Şimdi de burada yine de bir idarenin eyleminden
kaynaklı bir zarar ortaya çıkmış.

 Veya itfaiye eri olmayıp da, idare burada yangına müdahale etsin siz de yan binada oturun. Ama idare
bu çabada yetersiz olsun, sizin dairede yansın, tamamen kül olsun mesela. İşte bu örnekte de yine
idarenin eyleminden kaynaklı bir zarar söz konusu. İşte böyle durumlarda yapılması gereken 1 ve 5 yıllık
süreler içerisinde ön karar almak…

 Burada amacımız nedir? İdari eylemden doğan zararın tazminini sağlamak yani idare tazmin etsin ki biz
de yargı yoluna gitmeyelim, idareyle sulh olalım. Bu da vatandaşla idareyi yaklaştıran bir uygulama, değil
mi? Yani siz bu konuda sulh olabilirsiniz, anlaşabilirsiniz. Hakikaten idare de burada hatasını kabul eder,
bu zararı telafi ederse bu hukuk devletinde idareden beklediğimiz bir tavır olur açıkçası, bunu bekleriz.

 Peki siz ön karar almadan, yani bu 1 yıl ve 5 yıllık süre içerisinde idareye başvurmadan doğrudan davasını
açarsanız ne olur? Bunun yaptırımı İYUK 15 uyarınca idari merci tecavüzü yapmış olursunuz. Neydi
bunun yaptırımı? Mahkeme davanızı reddeder ve dosyayı ilgili idareye gönderir. Yani bu örnekte
örneğin Sağlık Bakanlığı’na, ameliyatta gözü kör olan hastanın durumunu düşündüğümüzde, siz şimdi
burada zararın tazminini istediğinizde ne yapacak? Öncelikle diyecek mahkeme “Sen zorunlu yolu
işletmedin, ön karar almadın, idari merci tecavüzü ortaya çıktı”. Hiç süreye vs. gelmeden ne yapacak?
İlgili idareye sizin dosyanızı gönderecek. 13, ön karar alınma zorunluluğunu gerektiren bir hüküm…

 Şunu söyleyelim, burada şöyle bir sıkıntı ortaya çıkıyor. Bazen kişi bir zarara uğruyor fakat bu zararın
idarenin eyleminden kaynaklandığını yıllar sonra anlıyor. Hep meşhur örneği verilir bunun zaten: Bir
erkek çocuğu küçüklüğünde bir ameliyat geçiriyor. Ameliyat sırasında bu çocuğun testislerine zarar
veriliyor, ameliyat ekibi tarafından. Farkında değil, iyileştiğini düşünüyor. Yıllar sonra evlenip çocuk
sahibi olmaya çalışıyor, tabi bu arada çocuğu da olmuyor. Gide gele gide gele artık doktorlara sonra
sağlık kurulu raporuyla artık durumu anlıyor ki doktor raporlarıyla, kendisine yapılan yanlış ameliyat
sonucu kendisi kısırlanmış yani hiçbir zaman çocuğu olamayacak. Düşünebiliyor musunuz yani idarenin
eyleminden kaynaklı zarara uğramışsınız. Aradan yıllar geçmiş, 15 yıl geçti diyelim. Siz daha sonra
anlıyorsunuz ki aslında bu zarar idarenin eyleminden kaynaklı. Şimdi siz burada 1 ve 5 yıllık süreyi İYUK
13’e göre böyle lafzına göre değerlendirirseniz davacıyı mağdur edersiniz, öyle değil mi? “Geçti artık,
yıllar evvel sen bu başvuruyu yapacaktın” dersiniz. Ve ne olur? Dava açma hakkı ölür. Onu
diriltebilmenin bir anlamı, imkânı yok bildiğiniz üzere, ihya edemiyoruz. O yüzden burada hakkaniyete
uygun olan adil yargılama ilkesinin gereği olarak ki Danıştay kararları da bu yönde, hatta anayasa
mahkemesinin son dönem bireysel kararlarında da bu yönde; eylemin idareliğinin öğrenildiği tarihten
itibaren bu tür olaylarda 1 yıllık süre içerisinde idareye başvurmanız gerekir. İşte 4 yıl 9 ay geçti aradan,
5 yıla ne kaldı? 3 ay. 3 aylık süre içerisinde sizin ilgili idareye başvurmanız gerekir. Anladık mı? Gerçekten
hakkaniyete daha uygun olabilmesi için yani bugün fark ettim gerçekten baktım ki idarenin eylemi
neticesinde bu sonuç ortaya çıkmış. Bunu nasıl öğrenebiliriz? İşte dediğim gibi bir kesin sağlık kurulu
raporuyla öğreniriz veya bir mahkeme kararıyla öğreniriz.

 Yani şöyle düşünün, bir işkence fiili sonucu idarenin kamu görevlilerinin gerçekleştirdiği göz altında
işkence olayını düşünelim. İlgili yaralanıyor veya çok büyük bir zarara uğruyor. Şimdi burada tam yargı
davası açılacak ama “Süre geçti” deniliyor. Bakılıyor ki ilgili ile ilgili ceza mahkemesinde yapılan

9
yargılama sonucunda ceza mahkemesi diyor ki “Evet, ilgiliye burada kamu görevlileri işkence fiilini
işlemiştir”, ne oldu? Mahkeme kararıyla bu ortaya konuldu. Artık sizin yani bu kararın tebliğinden
itibaren bu eylem neticesinde yani idarenin eylemi neticesinde zarara uğradığınızı anlıyorsunuz. O halde
ne yapmanız lazım? O tarihten itibaren 1 yıl içerisinde ilgili idareye giderek bu zararınızın karşılanmasını
istemeniz gerekir.

 Dediğim gibi mahkeme kararıyla ortaya çıkabilir, kesin sağlık kurulu raporuyla ortaya çıkabilir. Genelde
de bu konuda rapor çok iş görür, bir bakarsınız rapora yani evet eylemin idareliği ortaya konulmuş
dersiniz. Ona göre eylemin idareliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren sizin bu başvuru sürecini
işletmeniz lazım. Çünkü bazen dediğimiz gibi yani eylemin idareliğini ortaya koyabilmek için çeşitli
araştırmak yapmak, incelemeler yapmak, hakikaten üzerinde durmak gerekir yani öyle ortaya kolay
çıkmaz bu durumlar. Yani idarenin eyleminden kaynaklı zararın ortaya çıktığını ortaya koyabilmeniz zor
olabilir. O yüzden de hakkaniyetli bir çözüm bulunmuş Danıştay tarafından ve burada mahkemeye
erişim hakkı yani hakar(?) ve hürriyeti bağlamında olumlu bir sonuç ortaya çıkmış. Yani anayasa
mahkemesinin yaklaşımında, idare mahkemelerinin yaklaşımında bunun olduğunu söyleyelim.

 Son bir hususun üstünde daha duralım: 13II’ye bakalım,. Burada şanslıyız, gittik davayı, yanlışlıkla idari
davamızı, eylemden ötürü davayı asliye hukuk mahkemesinde açtık adli yargıda. Asliye hukuk
mahkemesi de görevsizlik(?) kararı verdi, bu kararı da kesinleşti. Ne yapacağız? Bizim gelip idari yargıda
davamızı açmamız gerekir. Peki, idari yargıda dava açacaksak bu söylediğimiz ön kararı almak zorunda
mıyız yine? Hayır, 13II bunu düzenliyor. Böyle bir durum da diyor “Siz adli yargıya yanlışlıkla dava
açmışsanız tekrar dönüp idari yargıya geldiğinizde ön karar alma zorunluluğunuz söz konusu değil”,
doğrudan davanızı açabiliyorsunuz. Ön karar alma zorunluluğu yani burada idareye başvurma şartı
aranmaz denilmiş. Bunu da söyleyelim…

 13’e göre gördüğünüz gibi idareye başvurduk, idare talebimizi açıkça reddetti veya bize sustu. Anlıyoruz
ki artık susmasının sonucunda talebimizi reddetti ve biz artık o tarihten itibaren dava açma hakkımızı
burada kullanabiliyoruz.

F. HUSUMET
 Gelelim ilk inceleme konularından bir aşağıda yer alan husumet konusuna…

 Husumetten kastımız aslında burada idari yargıda iptal davasında veya tam yargı davasında davalı
makamında yer alabilmektir. Yani bizim kastımız burada husumetin yönetildiği taraf, idari yargıda idare
olmak zorunda. İdarede de biz idari yargıda taraf olarak gösteriyoruz.

 Tabi bazen bu taraf sayısı, davalı idare sayısı bir olabilirken bazen çok daha fazla olabiliyor, birden fazla
idarenin burada taraf olarak göstermiş olabiliyoruz.

 Şimdi husumet ile ilgili konular genellikle yargı içtihatlarıyla belirlenmiş. Burada kanunda yer alan bir
hükümden ziyade yargı içtihatlarını değerlendireceğiz…

1. DAVALI GÖSTERİLMEMESİ VEYA YANLIŞ GÖSTERİLMESİ


 Bir kere şunu söyleyelim, bizim idari yargıda doğru hasmı göstermemiz lazım. Yani doğru idareyi
gösterebiliyor olmamız gerekir. Ama bunu yanlış yaparsak, yanlış idari davamızı açarsak, idari yargıda
aslında endişeleneceğimiz bir husus yok, bunun bir herhangi bir muhildesi(müeyyidesi?) yok.

10
 Biz yanlış bir tarafa veya eksik olarak davalı idareyi gösterirsek veya hiç göstermezsek bunun olumsuz
bir yansıması söz konusu olmaz. Ama burada ne olur? Mahkeme hasım düzeltme kararı verir. Yanlış
hasmı düzeltir, doğru hasma dava dilekçesini tebliğ eder. Demek ki davalı idareyi yanlış göstermemizin,
eksik göstermemizin veya hiç göstermemizin olumsuz bir etkisi yok bizim yönümüzden. Mahkeme
burada re’sen araştırma ilkesinden yararlanarak doğru hasmı kendisi belirler, belirlemek zorundadır. Ve
o doğru hasma tebliğ edip dava dilekçesini bu şekilde ilerlemek zorundadır.

 Neden doğru hasmı belirlemek zorundayız? Takdir edersiniz ki bu işlemi yapan veya eylemi
gerçekleştiren idare, idareye de bir savunma hakkı tanımamız gerekir değil mi? Bunun sağlanabilmesi
için de doğru idareyi buluyor olmamız, ona yönelik dava yöneltmemiz gerekir.

 Doğru idare hangisidir? İşlemi yapan idaredir veya eylemi gerçekleştiren idaredir. Yani hangi idare bunu
yapmış ise bizim ona davayı yöneltmemiz lazım.

 İdari yargıda biz bir kamu görevlisine karşı, bir kişiye karşı, özel bir işletmeye karşı dava açamayız.
Karşımızda kural olarak idarenin yer alması gerekir. Yani bir kamu görevlisine siz hasım mevkiinde yani
davalı taraf olarak gösteremezsiniz. Karşınızda mutlaka davalı olarak göstereceğiniz bir idarenin yer
alması gerekir.

 Husumet ile ilgili şunu söyleyelim. Bir kere husumet konusu dava şartı bir konudur. Yani doğru hasmın
belirlenmesi mahkeme tarafından önemlidir ve davanın her aşamasında bu konu dikkate alınır. Demek
ki davanın her aşamasında husumet konusu dikkate alınır. Yani bu konuyla ilgili olarak herhangi bir
yanlışlık yapılmaması lazım. Mahkeme bu hususu davanın her aşamasında re’sen dikkate alır.

 İlk incelemede tespit edersek çok iyi, ne karar verecek? İşte hasmı düzeltecek mahkeme, değil mi?
Doğru aslında, tebligatta çıkaracak, sıkıntı çıkmayacak. Sonradan fark ederse ne olur mahkeme? Yani
esasa ilişkin değerlendirmesini yaparken baktı ki bu konuda bir sıkıntı var, doğru hasım gösterilmemiş.
Bu sefer ne yapar? Bu dava dilekçesini doğru hasma tebliğ eder mahkeme. Demek ki kendisi otomatik
olarak belirler ve doğru hasma dava dilekçesini gönderir. Olması gereken bu, “Bu şekilde devam etmiş,
bu şekilde dava devam etsin” demek değil, yapılması gereken burada hasmı düzeltmektir. Tabi siz bunu
yaptıktan sonra da usul işlemlerini tekrarlamanız lazım yani doğru hasmı belirledikten sonra da o hasma
yönelik olarak, idareye yönelik olarak da usul işlemlerini tekrarlamanız gerekir.

 Demek ki burada mahkemenin yükümlülüğü yani davayı gören mahkeme, burada davalı idare yanlış
gösterilmişse, eksik gösterilmişse veya hiç gösterilmemiş olabilir. İdarenin yapısı karmaşık gerçekten de.
Acaba bu olay hem idarenin görev alanına girer, yetki alanına girer, bir sıkıntı varsa yani bu tarz bir şey
durum da olabilir, ilgililer bilmeyebilir. Hasım da göstermeyebilir yani idareye göstermez davalı olarak.
Ama mahkeme kendisi otomatik olarak orada hasmı belirlemek zorunda. Yani mahkeme bunu tespit
edecek ve o hasma yönlendirecek.

 Yanlış hasım göstermişseniz burada hasım düzeltme kararı alacak mahkeme, bu bir ara karar. Yani hasım
düzeltme kararı ara bir karar olduğu için sizin bu karara karşı istinafa veya temyize gidebilmeniz
mümkün değil, hasım düzeltme kararına karşı.

 Her iki davada da olabiliyor bu arada. Yanlış hasma dava açtığınızda hem iptal davasında hem tam yargı
davasında mahkeme doğru hasmı kendisi belirliyor.

11
 Davanızı yanlış hasım göstererek açtınız, bu çok sonra kanun yolu aşamasında fark edildi, bu bir bozma
nedeni. Yani karar bu aşamada artık bozuluyor. Tabi gönül ister ki o aşamalara gelmesin yani değil mi?
Yargılamanın öyle doğru usulde, olması gerektiği gibi gitmesi gerekir ki ne olmasın? Bir daha bir daha
en başa geri dönmeyelim yani düşünebiliyor musunuz yaşanılan mağduriyeti? Yıllar yıllar öldürür
bunların hepsi. O yüzden usulüne uygun gitmemiz lazım. Yani ilk incelemede(??) fark edilse; hani orada
fark edilemedi, ilk derece mahkemesinde fark edilse yani kanun yolları aşamasına vs. çıkmadan bu
eksiklik bu sıkıntı giderilse…

2. HUSUMET AÇISINDAN KAMU KURULUŞLARININ DURUMU


 Kural olarak idareyi göstereceğiz dedik, yani karşımızda bir idare olmak zorunda davalı olarak. Davayı A
şahsına B şahsına idari yargıda açabilmeniz mümkün değil. A kamu görevlisi, C kamu görevlisi, bu
mümkün değil. İşte ticari bir işletme, bir şirket vs. bunlara dava açabilmeniz mümkün değil. İşlemi hangi
idare tesis etmişse, o idarenin işlemine karşı dava açabiliyor olmanız gerekir.

 Peki kamu tüzel kişiliği olması gerekir mi bu idarenin? Bunu değerlendirmemesi lazım. Şimdi iptal
davasında bir kere dava açmış olduğunuz idarenin kamu tüzel kişisi olması gerekmez. Ne istiyoruz
burada? İşlemin iptalini istiyoruz, değil mi? Yani parasal bir talebimiz var mı? Yok, bu yüzden de kamu
tüzel kişiliğine gerek var mı? Yok. O yüzden biz idarenin içerisinde yer alan birimleri iptal davasında
kamu tüzel kişiliği olsun olmasın açabiliriz, burada hiçbir sıkıntı yok. Yeter ki işlemi tesis eden idare
olsun, o idareye biz kamu tüzel kişiliği olmasa dahi davamızı açabiliriz.

 Tam yargı davaları bağlamında baktığımız zaman ise doktrinde şöyle deniliyor: Burada bir kamu tüzel
kişiliği söz konusu olmadığı için yani takdir edersiniz ki bu tam yargı davaları da özel hukuktaki tazminat
davalarına benziyor. Dolayısıyla ne oluyor? Bütçeden para çıkması gerekiyor yani idareye bir borç
yüklüyor. O yüzden de “Kamu tüzel kişiliği olsun ki, kendisine ait bir bütçesi, malvarlığı olsun ki orada
bunu karşılayabilsin” deniliyor. Çok doğru bir düşünce aslında. Fakat biz yargı içtihatlarına baktığımız
zaman, tekrar ediyorum kitabımızda böyle değil vs. diyebilirsiniz ama yargısal içtihatların çoğunluğuna
baktığımız zaman biz tam yargı davalarında da kamu tüzel kişiliği olmayan birinde de dava açıldığını
görüyoruz. Uygulama bu yönde. Yani burada bir harcama yetkilisi varsa, idare adına görev yapan
harcama birimi var ise idarenin bünyesinde, burada siz yargı içtihatlarına göre tam yargı davanızı da
kamu tüzel kişiliği olmayan bir idareye yöneltebilirsiniz. Doktrinde böyle bir görüş var, bu görüşe de
kesinlikle katılıyoruz. Yani bir kamu tüzel kişiliğinin olması gerekir ama yargı içtihatları da bu şekilde
şekillenmemiş, onu da ifade edelim. O yüzden de baktığımız zaman özellikle 659 sayılı kanun hükmünde
kararnamemiz var, notta alabilirsiniz: 659 sayılı kanun hükmünde kararname kapsamında yer alan
idareler bağlamında özellikle bunlara husumet yöneltilirken kesinlikle biz kamu tüzel kişisi olup
olmadığıyla ilgilenmiyoruz. Burada KVK kapsamında yer alıyorsa, 659 kapsamında yer alan bir idareyse
tam yargı davasını burada yöneltiyoruz.

 Baktığımız zaman harcama birimi, harcama yetkilisi varsa o idarede gördüğünüz üzere biz orada tam
yargı davasını kendisine yöneltebiliyoruz. Uygulama bu yönde…

 Peki hasımda değişiklik olabilir mi? Yani şöyle, sizin dava açacağınız idare diyelim görev ve yetkileri
bağlamında başka bir idareye devredilir. Bu da olabilir, ortadan kaldırılabilir. Özellikle başka bir idareye
devredildiğini düşünelim. O zaman sizin yeni idareye, yani burada devredilmiş olduğu yeni idareye
hasım mevkiinde göstermeniz gerekir.

I) CUMHURBAŞKANLIĞI

12
 Farklı idarelerin hasım olma durumunu düşünelim, bunu konuşalım. Önce merkezi idareden başlayalım,
idare teşkilatın…

 Cumhurbaşkanlığı. Bir kere cumhurbaşkanının yapmış olduğu işlemlere karşı biz hasım olarak kimi
göstereceğiz, idare olarak? Cumhurbaşkanlığı, yani Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı.
Cumhurbaşkanı değil, Cumhurbaşkanlığı. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı’nı hasım olarak
göstereceğiz.

 Yani cumhurbaşkanı bir üst düzey kamu görevlisinin atanması kararını aldı veya görevden alma kararını
aldı. Biz de bu kararın iptalini istiyoruz ilgili olarak. Şimdi açacağımız iptal davasında davalı olarak kimi
göstereceğiz? Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı’nı göstereceğiz.

 Peki burada cumhurbaşkanlığı işte idari işler birimi, Hukuk Mevzuat Genel Müdürlüğü, Destek Mali
Hizmetler Genel Müdürlüğü vs. bunlara karşı dava açacak isek bunların işlemlerinden ötürü, burada da
yine cumhurbaşkanlığını hasım göstermemiz gerekir.

 Politika kurulları, biliyorsunuz onlar istişari nitelikte görev ifa ediyorlar. Yani böyle bir asıl icrai(?) de
karar almıyorlar ama onların işlemlerine karşı da biz husumet yöneltmiyoruz çünkü istişare karar
alıyorlar bunlar neyine dava açacaksınız değil mi? İptal mi talep edeceksiniz, icrai nitelikte bir karar değil
çünkü.

 Şöyle bir tartışma konusu var doktrinde: Davayı nerede açacağız, görevli mahkeme sıkıntısı yaşanıyor.
Şimdi bazı konularda cumhurbaşkanı az önce verdiğimiz atama kararlarındaki gibi değil, bazı konularda
da onay makamı olarak yer alıyor. Örneğin ilgili makama kararını veriyor, bu kararla ilgili olarak da
mevzuata göre cumhurbaşkanı onama işlemini gerçekleştiriyor. Burada ne var? İki işlem var değil mi?
Yani eskiden müşterek kararnamede olduğu gibi. İlgili makam, başbakan, cumhurbaşkanı tarafından
imzalanan müşterek kararnameler vardı. İşte sizin orada dava ile ilgili bakanlığa veya başbakanlığa
yöneltmeniz gerekir, cumhurbaşkanlığına değil. Şimdi burada da öyle.

 Yani o işlemi yapan makam hangisi ise o makama karşı davayı açmanız lazım, cumhurbaşkanlığına değil.
Şimdi bunu cumhurbaşkanı işlemi olarak görürseniz nerede dava açmanız lazım, ilk derece mahkeme
sıfatıyla? Danıştay’da açmanız lazım değil mi? Nereye gittik? Danıştay’a. Peki bizim söylediğimiz gibi
burada cumhurbaşkanının yaptığı tek başına bir işlem değil sadece onama işlemini gerçekleştiriyor. Asıl
işlemi yapan taraf kim? Bakanlık. Örneğin, Milli Eğitim Bakanlığı. Milli Eğitim Bakanlığı’nın işlemi olarak
kabul edersek nereye dava açacağız? Ankara İdare Mahkemesi’ne açacağız. Bakınız bir tarafta Danıştay,
bir tarafta idare mahkemesi. Ne oldu? Görev konusunda bir sıkıntı ortaya çıktı, görevli mahkeme
hangisidir noktasında. İşte bunu aşabilmek için şu hususa bir kez daha vurgu yapmak istiyorum:
Cumhurbaşkanı’nın doğrudan doğruya kendisinin yaptığı değil de kendisinin ayrıca bir onay makamı
olduğu. Bu tarz işlemlerde bu işlemin aslını yapan idare hangisiyse bizim davayı o idareye yöneltmemiz
lazım. Yani o idareye karşı davayı açmamız gerekir. Yani cumhurbaşkanının onayına sunan makam
hangisiyse burada ona yöneltmemiz gerekir.

 Peki ofisler? Cumhurbaşkanlığındaki ofisler? Hatırlayınız, onların kamu tüzel kişiliği olduğunu
söylemiştik. Dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı Ofisine doğrudan dava açacağız. Örneğin Cumhurbaşkanlığı
Hukuk Ofisi, İnsan Kaynakları Ofisi diyip davalı olarak onların yapmış olduğu bir işlem varsa
cumhurbaşkanlığı demiyoruz, Cumhurbaşkanlığı Hukuk Ofisi diyerek davamızı yöneltebiliriz. Yani
husumet mevkiinde bizim Cumhurbaşkanlığı Ofisini göstermemiz lazım…

13
II) CUMHURBAŞKANLIĞINA BAĞLI KURULUŞLAR
 Peki cumhurbaşkanlığına bağlı kuruluşlar vardı, hatırlayalım. İdari teşkilat şemasını tekrar düşünelim:
Diyanet İşleri Başkanlığı gibi değil mi? Önceden başbakanlığa bağlı olan Diyanet İşleri Başkanlığı yeni
düzenlemelerle cumhurbaşkanlığına bağlandı. Veya MİT, Milli İstihbarat Teşkilatı yine
cumhurbaşkanlığına bağlandı.

 Burada da gördüğümüz bu davalarında hasım mevkiinde işte MİT’i, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı
gösterebiliriz. Hiç burada bu işlem, işte “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kamu tüzel kişiliği yok, biz bu işlemi
cumhurbaşkanlığına karşı açalım” demiyoruz dikkat ederseniz. “Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri
Başkanlığı” davamızı açıyoruz, davalı mevkiinde gösteriyoruz veya “Türkiye Cumhuriyeti Milli İstihbarat
Başkanlığı” şeklinde davamızı açıyoruz.

III) BAKANLIKLAR
 Biliyorsunuz ki bakanlıklar devlet tüzel kişiliğinin temsilcisi, her birikendi görev alanıyla ilgili olarak. Tabii
ki orada onları hasım mevkiinde gösteriyoruz. İşte: Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı davalı
olarak gösteriliyor veya Sağlık Bakanlığı gibi. Sağlık Bakanlığı’nın yapmış olduğu bir işlem olsun, “Sağlık
Bakanlığı” diye gösteriyoruz.

 Yani hem iptal davası hem tam yargı davasını bakanlıkta çok rahat bir şekilde gösterebiliriz, hasım
olarak.

 Peki bakanlıkların teşkilatları ne olacak? İşte bağlı kuruluş, ilgili kuruluş gibi durumlar onlara ne
yapacağız? Bir bakanlığın hizmet birimi varsa karşımızda bir kere ona husumeti yöneltemiyoruz yani bir
hizmet birimine, bakanlığın hizmet birimine atıyorum burada Personel Dairesi Başkanlığı veya Personel
Genel Müdürlüğü diyelim. Şimdi siz doğrudan tutup Personel Genel Müdürlüğüne davanızı açamazsınız.
Bu mümkün değil. Yani bakanlığın işte Strateji Geliştirme Dairesi var, ona karşı davanızı yöneltemezsiniz.
Yani ne yapacaksınız? Husumeti bakanlığa yönelteceksiniz bu durumda. Çünkü o teşkilatın bir birimi var
karşınızda, hizmet birimi.

 Peki bağlı bir kuruluş olursa ne yapacağız? Hatırlayalım geçen seneki bilgilerimizi. Üstelik bunların
bazılarının kamu tüzel kişiliği var, bazılarının yok. Örneğin: Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın bağlı
kuruluşu olan Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü. Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nün kamu tüzel kişiliği
de yok üstelik, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın bağlı kuruluşu. Burada biz Tapu Kadastro Genel
Müdürlüğü’ne husumet yöneltebiliriz. Onu da hasım mevkiinde gösterebiliriz…

 Kitabımızda daha farklı hocam denildi ama İçişleri Bakanlığı’na yine bağlı kuruluş olan ve yine kamu tüzel
kişiliği olmayan Emniyet Genel Müdürlüğü. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün işlemine karşı biz doğrudan
Emniyet Genel Müdürlüğü’ne hasım mevkiinde gösterebiliriz. Yani şunu dememiz lazım normalde
“İçişleri Bakanlığı’nın hasım olarak gösterilmesi gerekir” dememiz lazım. Ama Danıştay kararlarıyla bunu
kabul ediyor, burada bir bağlı kuruluş var çünkü. Bağlı kuruluş söz konusu olduğu için burada Danıştay
kararlarında kamu denildiğini(?) görüyoruz.

 Yine Ulaştırma Bakanlığı’na bağlı kuruluş olan Karayolları Genel Müdürlüğü. Karayolları Genel
Müdürlüğü’nün biliyorsunuz ki kamu tüzel kişiliği de var zaten, onu hasım mevkiinde gösteriyoruz.

 Orman Genel Müdürlüğü, orman mekanlarına bağlı kuruluş olan. Onu da hasım mevkiinde
gösteriyoruz…

14
 İlgili kuruluşlar, bunların kamu tüzel kişiliği var genellikle baktığımız zaman. Bunları da biz
gösterebiliyoruz yani davalı olarak. Mesela Ulaştırma Bakanlığı’nın ilgili kuruluşu olan, kamu tüzel kişiliği
olan Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü. Yani TCDD’ye biz husumet yöneltebiliriz idari yargıda,
doğrudan kendisini de davalı olarak gösterebiliriz.

 TİGEM, Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü. Tarım Bakanlığı’nın ilgili kuruluşudur kendisi. Kendisinin de
kamu tüzel kişiliği var, onlara karşı da, TİGEM’e de karşı kendi yapmış olduğu işlem ve eylemlerinden
kaynaklı bir husumet yönlendirebiliriz.

IV)MERKEZİN TAŞRA KURULUŞLARI


 Burada ne var? İl ve ilçe var değil mi? Yani ilin başında vali bulunuyor bildiğiniz gibi, ilçenin başında
kaymakam bulunuyor.

 Valilik makamına ve kaymakamlık makamına husumet yöneltebiliriz. Yani işte Kırıkkale Valiliği, davalı
olabilir. Burada devlet tüzel kişiliğinin temsilcisi ama biz bakanlığı gösterip “ilgili bakanlığı” demiyoruz,
doğrudan valiliği taraf olarak gösteriyoruz.

 Eğer kaymakam, Yahşihan Kaymakamlığı, doğrudan bizim burada davalı olarak muhatabımız olabilir.

 Veya, Hazine Bakanlığı’nın illerdeki temsilcilikleri olan defterdarlık. Bakınız Danıştay bunu da kabul
ediyor, mesela Mersin Defterdarlığı diyelim ki, taraf olarak gösterebilirsiniz. Malmüdürlüğüne yine
husumet yöneltebiliyorsunuz…

 Uygulamada karşılaştığımız bir durumda şu: Okul müdürlerinin yapmış oldukları işlemlerden veya
eylemlerden dava açacağız mesela. İşte burada da okul müdürünün işlem veya eylemlerinden kaynaklı
idari dava açacaksak kaymakamlık sınırları içerisinde kaymakamlığı davalı olarak gösteriyor, il sınırları
içerisinde ise valiliği taraf olarak gösteriyoruz davalı olarak. Uygulamada karşılaştığımız için özellikle
bunu söyleyelim…

 Yani mesela şöyle düşünelim: Okul müdürü bir karar alıyor. Bu kararın biz hukuka aykırı olduğunu
düşünüyoruz. Diyoruz ki “İşlemin yetki, sebep, şekil, konu, amaç yönlerinden hukuka aykırı olduğu
düşüncemiz var”. Dava açacağız, iptal davası. Başlıkta davalı olarak kimi göstereceğiz? Ya kaymakamlığı
ya da sınırlarına bağlı olarak valiliği göstereceğiz.

 Peki karşımızda bir yerinden yönetim varsa ne yapacağız? Örneğin bir mahalli idare. Bir belediye işlemi
var, dava açacağız veya belediyenin eyleminden kaynaklı olarak husumeti kimi göstereceğiz hasım
olarak? Örneğin belediye işlemine karşı Belediye Başkanlığı, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı,
Kırıkkale Belediyesi vs. gibi burada bizim taraf olarak göstermemiz lazım…

 Mesela belediye meclisi bir karar alıyor, kararın hukuka aykırı olduğunu düşünüyoruz ve iptalini
istiyoruz. Belediye meclisine mi dava açacağız? Hayır. Orada bizim husumet yönelteceğimiz kim?
Belediyeyi temsilen yine Belediye Başkanlığı. Meclis almış bu kararı, tutup meclise açalım diyemezsiniz.
Sabahki oturumda da söyledim bunu; siz bunu böyle düşünür yaparsanız, hâkimde idari yargıda
hasmınızı düzeltir ama biz bunu sınavda düzeltmeyeceğiz. Sizden doğru bir şekilde bekleyeceğiz. O
yüzden bu konuda dikkatli olalım, doğru hasmı vermeye çalışalım…

15
 Köy tüzel kişiliği bir karar almışsa kime dava açacağız, hasım kim? Burada, Köy muhtarlığına. Muhtar
değil veya Muhtar A kişisi değil. Muhatabımız bizim taraf olarak, “Bilmem ne köyü muhtarlığı” olmak
zorunda. Veya “Bilmem ne Belediye Başkanlığı” gibi olmak zorunda…

 Gelelim hizmet bakımından yerinden yönetim kuruluşlarına. Bunları tespit etmek daha kolay. Örneğin
hizmet bakımından yerinden yönetim kuruluşlarından bir tanesi üniversiteler bildiğiniz gibi.
Üniversiteye dava açacağım, kimi davalı gösteriyorum? Örneğin, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü. Bizim
burada davada muhatabımız dekanlıkta işlem yapmış olsa, rektörlük. “Burada senato kararı almış,
hemen senatoya karşı dava açayım” değil. Burada bizim karşı taraf olarak, davalı olarak muhatabımız
İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü, Kırıkkale Üniversitesi Rektörlüğü, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı,
Üniversitelerarası Kurulu Başkanlığı, TÜBİTAK Başkanlığı, SGK Başkanlığı gibi. Hizmet bakımından
yerinden yönetim kuruluşlarına da durum bu.

 Düzenleyici-denetleyici kurumlarda nasıl? Yani bağımsız idari otoritelerde. Orada da kurul başkanlığına
dava açacağız yani kendisine kurum, biliyorsunuz kamu tüzel kişilikleri de var. İşte “Türkiye Cumhuriyeti
BDDK Başkanlığı” diyeceğiz, BDDK’ya dava açacağız. “SPK Başkanlığı” diyeceğiz veya “RTÜK Başkanlığı”
veya “Rekabet Kurumu Başkanlığı” diye davamızı açacağız.

 Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşu varsa doğrudan ona dava açıyoruz çünkü onlarda kamu
tüzel kişisi bildiğiniz gibi. Veya üst kuruluşlarını hem iptal hem tam yargı davasına çağırıyoruz. Mesela
“Ankara Barosu Başkanlığı” veya bir taraftan “Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı”, Türkiye Barolar
Birliği’ne dava açacağız. Veya “Türk Tabipler Birliği Başkanlığı” şeklinde açmamız gerekir.

V) MECLİS BAŞKANLIĞI
 Yasama organı acaba idari bir karar alıp, idareye bir uygulama yapıp, davada taraf olabilir mi? Olabilir,
onu anlatmıştık hatırlayacağınız üzere. Her zaman yasama organında yasama işlevi gerçekleştirmez,
idari faaliyette yapar demiştik. Hatırlayınız, işte meclise çalışan uzman olarak istihdam edilen personelin
özlük haklarına yönelik idare tarafından yani meclis idaresi tarafından yapılan düzenlemeler,
değişiklikler. Veya orada sözleşmeli olarak çalışan doktorun sözleşmesinin feshedilmesi gibi durumlarda
biz davayı meclis başkanlığına yönelteceğiz, “Türkiye Cumhuriyeti, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına” diyeceğiz.

VI)YARGI ORGANI
 Yargı kararı varsa karşımızda yani yargı organının almış olduğu bir karar var ise, burada bunları da yargı
organının asıl mevkiinde gösterebiliriz. Özellikle bu konuda dikkat çekici olan yüksek mahkemeler
konusu. Yani Danıştay’ın bir işlemi var veya Yargıtay’ın bir işlemi var veya uyuşmazlık mahkemesi.
Bunların doğrudan başkanlığına husumeti yöneltebiliriz. “Danıştay Başkanlığına”, “Yargıtay
Başkanlığına”, “Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına” şeklinde dava açabiliriz. Bu noktada herhangi bir
sıkıntı söz konusu değil.

 Yargı ile ilgili diğer kuruluşlara bakalım. Mesela HSK, Hakimler Savcılar Kurulu kararına karşı diyelim ki
doğrudan bunları hasım gösterebilir miyiz? Evet, gösterebiliriz. Burada biz Hakimler Savcılar Kurulunu
davalı olarak gösterebiliriz.

 Yüksek Seçim Kurulu’nu gösterebilir miyiz? Evet, yine Yüksek Seçim Kurulu’nu da davalı olarak
gösterebiliriz.

16
 Bazen adalet komisyonları da bu tarz kararlar alıyor. Adli yargı ilk derece mahkemeleri adalet
komisyonları var, komisyon başkanlıkları. Aynı şekilde idari yargıda da var komisyon başkanlıkları.
Diyelim ki komisyon başkanlığı görev dağılımı yaparken haksız bir görev dağılımı yaptı, hukuka aykırı bir
görev dağılımı yaptı. Sizi ne yaptı? Diyelim ki, haklarınız burada zayi oldu, bir idari dava açacaksınız. İşte
bu komisyon başkanlıklarını doğrudan davalı olarak gösterebilirsiniz. Adli yargı veya idari yargı ilk derece
mahkemeleri, komisyon başkanlıkları da almış oldukları kararlardan ötürü yani kendilerinin almış
olduğu bizzat kararlardan ötürü davalı makamında gösterilebilir.

 Bir tipik örnek var, cumhuriyet savcıları ile ilgili: Bir cumhuriyet savcısı da yapmış olduğu -yargı
faaliyetinin dışında yalnız onu tekrarlayalım yargısal faaliyeti bizi ilgilendirmiyor- idare hukuku alanına
giren bir işlem veya eylem tesis ettiğinde davalı olarak kimi göstereceğiz? Haliyle cumhuriyet savcısının
kendisini gösteremeyeceğiz değil mi? O halde biz burada Adalet Bakanlığı’nı idari davada hasım
göstereceğiz.

 Yine örnek olay verelim: Bir cumhuriyet savcısı, davacıyı hastaneye sevk ederken kolunu mühürleyerek
sevk ediyor. Bu çarpıcı bir örnektir gerçekten çünkü insan haklarına aykırı, insan onurunu zedeleyen bir
uygulama bu. Kişinin kolunu mühürleyerek kendisinin hastaneye sevkini sağlıyor. Dolayısıyla ilgili de
hemen bu konuyla ilgili olarak bir tam yargı davası açıyor haliyle. Şimdi cumhuriyet savcısının almış
olduğu bir karar bu, işte bakınız yargılama faaliyeti kapsamında bir karar da değil bu yani bildiğiniz idari
işlem tesisi var burada ilgilinin kolunun mühürlenmesi şeklinde. Dolayısıyla siz burada bu fiilden kaynaklı
olarak, bir işlemden kaynaklı olarak, bir eylemden kaynaklı olarak zarara uğranmışsa tabii ki dava
açılabilir. Ama davayı Adalet Bakanlığı’na yönelteceğiz.

 Sadece bu örnekte değil aslında bazen el koyma yetkileri de kullanabiliyor cumhuriyet savcıları. Mesela
yanlış araca el konuluyor, durduruluyor vesaire. Şimdi ne yapıyorsunuz? Yanlış aracı durduğunuzda
örneğin: İhracat, ithalat yapan bir firma olduğunu düşünelim. Sevkiyatının da böyle zamanla yarışan bir
sevkiyat olduğunu düşünelim. Sizin yapmış olduğunuz o yanlışlık nedeniyle haliyle sizi yolda durdurdu,
sizin ürününüz bozuldu. Yani öyle bir yetiştirip pazarlıyorsunuz ki piyasaya, hele hele şu şartlarda, sizin
orada idarenin yani idare adına görevli cumhuriyet savcısının yanlış bir değerlendirmesi, yanlış bir plaka
belirlemesi sizi ne yaptı? Hem itibarınız sarstı, bakınız ticari itibarınız sarsıldı böyle bir durumda değil
mi? Yolda giderken sizin aracınıza ne yapılıyor? İdare tarafından yani yargı yeri tarafından aracınız
durduruluyor. Ve hukuka aykırı bir şekilde yani hukuki bir zemini de yok burada gerçekleştirilen
faaliyetin. Dolayısıyla maddi ve manevi boyutta zarara uğruyorsunuz. İşte burada zararın tazminini
istediğimizde bizim Adalet Bakanlığı’na bu davayı yöneltmemiz lazım.

 Maalesef bunun örnekleri var üzülerek de söylüyoruz. Demek ki sadece idareyi düşünmeyelim, idari
işlev yapan, idari faaliyet gerçekleştiren birimler olarak bunun yanı sıra işte yasama organı da yargı da
yeri geldiğinde vermiş olduğumuz örneklerdeki gibi idari işlem tesis ediyor. Ama bu konularda işlemlerin
veya eylemlerin hukuka uygun olması son derece önemli. Söylediğimiz gibi geri dönülemez yaralar
açabiliyorsunuz, bunun da telafisi çok kolay değil. Bu yüzden de yargı yerini burada biz Adalet
Bakanlığı’nı hasım mevkiinde gösterebiliyoruz.

G. DAVA DİLEKÇESİNİN USUL VE ŞEKLE UYGUNLUĞU


 Son olarak anlatacağım, dilekçenin 3 ve 5’e uygunluğu diyip burada bitiriyorum ilk incelemeyi.

 Son ilk inceleme konumuz nedir? Dilekçenin 3 ve 5.maddeye uygun olup olmadığının kontrolüdür. Son
bir kez kontrol ediyoruz.

17
 Ne yapıyoruz? Üçüncü maddeyi uygulayıp, üçüncü madde neydi? Anlattık, o yüzden çok kısa geçiyorum:
Dilekçede bulunması gereken şekil şartlarıydı, değil mi? Yani dilekçemize bir kere ismimiz, soy ismimiz,
TC kimlik numaramız; varsa bizim vekilimiz, adresi, TC kimlik numarası, davanın konusu, sebebi,
dayanmış olduğumuz deliller, işlem yazılı bildirilmişse bunun yazılı bildirim tarihi, netice-i talebimiz,
imzamız vs. bu hususların hepsini bu dilekçede tam olması gerekir.

 Bu noktada bir denetim yazılacak. İşte dilekçe imzalanmış imzalanmamış mı, davacı TC kimlik
numarasını yazmış mı yazmamış mı. Bazen böyle küçük sıkıntılar dahi çıkabiliyor.

 Veya 5.madde, 5’i de anlattık hatırlayacağını üzere. Yani burada birden fazla davacı tek bir dilekçeyle
dava açabiliyor mu, bunun şartları oluşmuş mu veya diğer türlü ikinci hali; birden fazla şahıs birlikte
dava açabiliyor mu, mahkemenin buna bakması lazım yani görevlendirilmiş ilk incelemeyi yapan
hâkimin.

 Ve burada bir hukuka aykırılık var ise, yani 3 ve 5’e aykırılık var ise dilekçenin reddine karar verilmesi
gerekir. İYUK 3 ve 5’e aykırılık varsa da dava dilekçesinin reddine karar verilmesi gerekir.

 İlk incelemede verilecek kararlara hiç değinmeme gerek yok, bunu zaten yeri geldiğinde anlattık. İYUK
14’teki durumların hepsini ilk 15’teki yaptırımlarını tek tek anlattık. Bazısı çok ağır yaptırım, dava
reddediliyor. Bazısına dava dilekçesi veriliyor, eksiklerinin tamamlanması için süre veriliyor. Bazen dava
dilekçesini iptal ediyor. Siz çalışırken bu hususlara dikkat ediniz…

 …Bu notlardan kazanılan, kazanılacak olan tutarın bir kısmı hayır işi (SMA’lı bir bebek, zor durumda olan
bir aile vb) için kullanılacaktır…

18

You might also like