Professional Documents
Culture Documents
Arama Sonuçları
Arama Sonuçları
Arama Sonuçları
2022
Arama sonuçları
Bu kâinatın daire-i kübrasında binbir İsm-i İlahî'nin cilvesinden uzanan nuranî atkılar, kâinat
sîmasında öyle bir sikke-i Rahmet içinde bir hâtem-i rahîmiyeti ve bir nakş-ı şefkati dokuyor
ve öyle bir hâtem-i inayeti nescediyor ki, Güneşten daha parlak kendini akıllara gösteriyor.
Evet Şems ve Kamer'i, anasır ve maadini, nebatat ve hayvanatı; bir nakş-ı a'zamın atkı
ipleri gibi o binbir isimlerin şualarıyla tanzim eden ve hayata hâdim eden ve nebatî ve hayvanî
olan umum vâlidelerin gayet şirin ve fedakârane şefkatleriyle şefkatini gösteren ve zevilhayatı
hayat-ı insaniyeye müsahhar eden ve ondan rububiyet-i İlahiyenin gayet güzel ve şirin bir
nakş-ı a'zamını ve insanın ehemmiyetini gösteren ve en parlak rahmetini izhar eden o
Rahman-ı Zülcemal, elbette kendi istiğna-i mutlakına karşı, rahmetini ihtiyac-ı mutlak
içindeki zîhayata ve insana makbul bir şefaatçi yapmış.
Ey insan, eğer insan isen "Bismillahirrahmanirrahîm" de. O şefaatçiyi bul!
Evet zeminde dörtyüzbin muhtelif ayrı ayrı nebatatın ve hayvanatın taifelerini, hiçbirini
unutmayarak, şaşırmayarak, vakti vaktine kemal-i intizam ile hikmet ve inayet ile terbiye ve
idare eden ve küre-i arzın sîmasında hâtem-i ehadiyeti vaz'eden; bilbedahe belki bilmüşahede
rahmettir ve o rahmetin vücudu, bu küre-i arzın sîmasındaki mevcudatın vücudları kadar kat'î
olduğu gibi, o mevcudat adedince tahakkukunun delilleri var. Evet zeminin yüzünde öyle bir
hâtem-i rahmet ve sikke-i ehadiyet bulunduğu gibi, insanın mahiyet-i maneviyesinin
MAXQDA 2020 24.12.2022
sîmasında dahi öyle bir sikke-i rahmet vardır ki, küre-i arz sîmasındaki sikke-i merhamet ve
kâinat sîmasındaki sikke-i uzma-yı rahmetten daha aşağı değil. Âdeta binbir ismin cilvesinin
bir nokta-i mihrakıyesi hükmünde bir câmiiyeti var.
Ey insan, hiç mümkün müdür ki: Sana bu sîmayı veren, o sîmada böyle bir sikke-i
rahmeti ve bir hâtem-i ehadiyeti vaz'eden zât, seni başı boş bıraksın; sana ehemmiyet
vermesin; senin harekâtına dikkat etmesin; sana müteveccih olan bütün kâinatı abes yapsın;
hilkat şeceresini
Rahman nazarıyla bakmışlar. Ehl-i tarîkatın ekserinde sekr, ehl-i aşkın çoğunda istiğrak ve
iltibas olduğundan, hakikata muhalif telakkilerinde belki mazurdurlar. Fakat aklı başında
olanlar, fikren onların esas-ı akaide münafî olan manalarını kabul edemez. Etse hata eder.
Evet bütün kâinatı bir saray, bir ev gibi muntazam idare eden ve yıldızları zerreler gibi
hikmetli ve kolay çeviren ve gezdiren ve zerratı muntazam memurlar gibi istihdam eden Zât-ı
Akdes-i İlahî'nin şeriki, naziri, zıddı, niddi olmadığı gibi,
---sh:»(S:14) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
h[¬M«A²7!
İşte ey nefs-i serkeş! Bil ki: O iki yolcu; biri muti-i kanun-u İlahî, birisi de âsi ve hevaya
tâbi insanlardır. O yol ise, hayat yoludur ki; âlem-i ervahtan gelip kabirden geçer, âhirete
MAXQDA 2020 24.12.2022
gider. O çanta ve silâh ise, ibadet ve takvadır. İbadetin çendan zahirî bir ağırlığı var. Fakat
---sh:»(S:19) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
kabre, haşre, ebede gidecek beşer yolculuğudur. Amele göre, takva kuvvetine göre, o uzun
yolu mütefavit derecede kat'ederler. Bir kısım ehl-i takva, berk gibi bin senelik yolu, bir
günde keser. Bir kısmı da, hayal gibi ellibin senelik bir mesafeyi bir günde kat'eder. Kur'an-ı
Azîmüşşan, şu hakikate iki âyetiyle işaret eder. O bilet ise, namazdır
kabre, haşre, ebede gidecek beşer yolculuğudur. Amele göre, takva kuvvetine göre, o uzun
yolu mütefavit derecede kat'ederler. Bir kısım ehl-i takva, berk gibi bin senelik yolu, bir
günde keser. Bir kısmı da, hayal gibi ellibin senelik bir mesafeyi bir günde kat'eder. Kur'an-ı
Azîmüşşan, şu hakikate iki âyetiyle işaret eder. O bilet ise, namazdır. Birtek saat, beş vakit
namaza abdestle kâfi gelir
Ve o harb ise; nefis ve heva, cin ve ins şeytanlarına karşı mücahede edip
günahlardan ve ahlâk-ı rezileden kalb ve ruhunu helâket-i ebediyeden kurtarmaktır. Ve o iki
MAXQDA 2020 24.12.2022
vazife ise; birisi, hayatı verip beslemektir. Diğeri, hayatı verene ve besleyene perestiş edip
yalvarmaktır. Ona tevekkül edip emniyet etmektir.
Evet en parlak bir mu'cize-i san'at-ı Samedaniye ve bir hârika-i hikmet-i Rabbaniye olan
hayatı kim vermiş, yapmış ise; rızıkla o hayatı besleyen ve idame eden de odur. Ondan başka
olmaz... Delil mi istersin? En zaîf, en aptal hayvan; en iyi beslenir (Meyve kurtları ve balıklar
gibi). En âciz, en nazik mahluk; en iyi rızkı o yer (Çocuklar ve yavrular gibi).
Evet vasıta-ı rızk-ı helâl, iktidar ve ihtiyar ile olmadığını; belki, acz ve za'f ile olduğunu
anlamak için balıklar ile tilkileri, yavrular ile canavarları, ağaçlar ile hayvanları müvazene
etmek kâfidir.
muhavvifanesini senin bu bîçare başına yükletecek, yümünsüz ve muzır bir âlet derekesine
iner. İşte bunun içindir ki: Fâsık adam, aklın iz'ac ve tacizinden kurtulmak için, galiben ya
sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. Eğer Mâlik-i Hakikî'sine satılsa ve onun hesabına
çalıştırsan; akıl, öyle tılsımlı bir anahtar olur ki: Şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet
hazinelerini ve hikmet definelerini açar. Ve bununla sahibini, saadet-i ebediyeye müheyya
eden bir mürşid-i Rabbanî derecesine çıkar. Meselâ: Göz bir hassedir ki, ruh bu âlemi o
pencere ile seyreder. Eğer Cenab-ı Hakk'a satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan; geçici,
devamsız bazı güzellikleri, manzaraları seyr ile şehvet ve heves-i nefsaniyeye bir kavvad
(S:32) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
vasıta suretini alır. Evet Güneşin nurundaki renkleri gösteren âyinelerin tebeddül edip
tazelenmesi ve sinema perdelerinin değişmesi, daha hoş, daha güzel manzaralar teşkil eder.
Ve o iki ilâç ise, biri sabır ile tevekküldür. Hâlıkının kudretine istinad, hikmetine itimaddır.
Öyle mi? Evet emr-i –xU«[«4 ²w6 e mâlik bir Sultan-ı Cihan'a acz tezkeresiyle istinad
eden bir adamın ne pervası olabilir? Zira en müdhiş bir musibet karşısında
Yoksa
fakrını halka gösterip, dilencilik vaziyetini almak demek değildir. Ve o bilet, sened ise; başta
namaz olarak eda-i feraiz ve terk-i kebairdir. Öyle mi? Evet bütün ehl-i ihtisas ve
müşahedenin ve bütün ehl-i zevk ve keşfin ittifakıyla; o uzun ve karanlıklı ebed-ül âbâd
yolunda zâd ü zahîre, ışık ve burak; ancak Kur'anın evamirini imtisal ve nevahisinden içtinab
ile elde edilebilir. Yoksa fen ve felsefe, san'at ve hikmet, o yolda beş para etmez. Onların
MAXQDA 2020 24.12.2022
_È[¬L«2«: ¬Œ²*«²!«:
Ey birader! Benden, namazın şu muayyen beş vakte hikmet-i tahsisini soruyorsun. Pek
çok hikmetlerinden yalnız birisine işaret ederiz.
Evet herbir namazın vakti, mühim bir inkılab başı olduğu gibi, azîm bir tasarruf-u
İlahînin âyinesi ve o tasarruf içinde ihsanat-ı külliye-i İlahiyenin birer ma'kesi olduğundan,
Kadîr-i Zülcelal'e o vakitlerde daha ziyade tesbih ve ta'zim ve hadsiz nimetlerinin iki vakit
ortasında toplanmış yekûnüne karşı şükür ve hamd demek olan namaza emredilmiştir. Şu ince
ve derin manayı bir parça fehmetmek için "beş nükte"yi nefsimle beraber dinlemek lâzım...
Birinci Nükte:
¬Œ²*«²!«:
Ey birader! Benden, namazın şu muayyen beş vakte hikmet-i tahsisini soruyorsun. Pek
çok hikmetlerinden yalnız birisine işaret ederiz.
Evet herbir namazın vakti, mühim bir inkılab başı olduğu gibi, azîm bir tasarruf-u
İlahînin âyinesi ve o tasarruf içinde ihsanat-ı külliye-i İlahiyenin birer ma'kesi olduğundan,
Kadîr-i Zülcelal'e o vakitlerde daha ziyade tesbih ve ta'zim ve hadsiz nimetlerinin iki vakit
ortasında toplanmış yekûnüne karşı şükür ve hamd demek olan namaza emredilmiştir. Şu ince
MAXQDA 2020 24.12.2022
ve derin manayı bir parça fehmetmek için "beş nükte"yi nefsimle beraber dinlemek lâzım...
Birinci Nükte: Namazın manası, Cenab-ı Hakk'ı tesbih ve ta'zim ve şükürdür.
(S:47) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
hayret-âlûd bir muhabbet, beka-âlûd bir mahviyet, izzet-âlûd bir tezellül içinde "Allahü
Ekber" deyip sücuda gitmek, yani bir nevi mi'raca çıkmak demek olan işa namazını kılmak,
ne kadar hoş, ne kadar güzel, ne kadar şirin, ne kadar yüksek, ne kadar aziz ve leziz, ne kadar
makul ve münasib bir vazife, bir hizmet, bir ubudiyet, bir ciddî hakikat olduğunu elbette
anladın.
Demek şu beş vakit, herbiri birer inkılab-ı azîmin işaratı ve icraat-ı cesîme-i
Rabbaniyenin emaratı ve in'amat-ı külliye-i İlahiyenin alâmatı olduklarından; borç ve zimmet
olan farz namazın o zamanlara tahsisi, nihayet hikmettir...
v[¬U«E²7! v[¬V«Q²7! «a²9«! «tÅ9¬! @«X«B²WÅV«2 @«8 Ŭ! @«X«7 «v²V¬2 « «t«9@«E²A ,
"Müdafaa için
silâhlarınızı ve cihazatınızı takınız" emr-i İlahîyi aldıkları vakit, zemin baştan aşağıya bütün ondaki
dikenli
ağaçlar ve nebatlar süngücüklerini taktıkları zaman, aynen süngülerini takmış muhteşem bir ordugâha
benziyor.
Hem baharın herbir günü, herbir haftası, birer taife-i nebatatın birer bayramı hükmünde olduğu için,
herbir taifesi dahi kendi Sultanının o taifeye ihsan ettiği güzel hediyeleri teşhir için ona taktığı
murassa nişanları
birer resm-i geçit tarzında o Sultan-ı Ezelî'nin nazar-ı şuhud ve işhadına arzettiğinden ve öyle bir
vaziyet
gösterdiğinden, bütün nebatat ve eşcar güya "San'at-ı Rabbaniye murassaatını ve çiçek ve meyve
denilen fıtrat-ı
İlahiyenin nişanlarını takınız, çiçekler açınız" emr-i Rabbaniyeyi dinliyorlar ki, rûy-i zemin dahi gayet
muhteşem
bir bayram gününde, şahane resm-i geçitte, sürmeli formaları ve murassa nişanları parlayan bir
ordugâhı temsil
ediyor.
İşte şu derece hikmetli ve intizamlı teçhizat ve tezyinat; elbette nihayetsiz kadîr bir sultanın, nihayet
derecede hakîm bir hâkimin emriyle olduğunu kör olmayanlara gösterir.
---sh:»(S:53) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
bir saltanat, kendisine lâyık bir raiyet ister.
adaletin emaratı, ne derece vâsi' bir merhametin semeratı görünüyor. Basiretsiz olmayan
herkes yakînen anlar ki: Onun hikmetinden daha ekmel bir hikmet ve inayetinden daha ecmel
bir inayet ve merhametinden daha eşmel bir merhamet ve adaletinden daha ecell bir adalet
olamaz ve tasavvur edilemez.
Eğer faraza tevehhüm ettiğin gibi, daire-i memleketinde daimî menziller, âlî mekânlar,
sabit makamlar, bâki meskenler, mukim ahali, mes'ud raiyeti bulunmazsa; şu hikmet, inayet,
merhamet, adaletin hakikatlarına şu bekasız memleket mazhar olamadığı malûm ve onlara
mazhar olacak, başka yerde de bulunmazsa; o vakit gündüz ortasında güneşin ışığını
gördüğümüz halde güneşi inkâr etmek derecesinde bir ahmaklıkla, şu gözümüz önündeki
hikmeti inkâr etmek ve şu müşahede ettiğimiz inayeti inkâr etmek ve şu gördüğümüz
merhameti inkâr etmek ve şu pek kuvvetli emaratı, işaratı görünen adaleti inkâr etmek
lâzımgelir.
rahîmanenin sahibini; -hâşâ sümme hâşâ!- sefih bir oyuncu, gaddar bir zalim olduğunu kabul
etmek lâzımgelir.
Bir ağaç bir kelimedir, ne kadar sahifesi vardır. Bir meyve bir harf; bir
çekirdek, bir noktadır. O noktada koca bir ağacın proğramı, fihristesi var. İşte böyle bir kitab,
evsaf-ı celal ve cemale, nihayetsiz kudret ve hikmete mâlik bir Zât-ı Zülcelal'in nakş-ı kalem-i
kudreti olabilir. Demek âlemin şuhuduyla, bu iman lâzımgelir. İllâ ki, dalaletten sarhoş olmuş
ola...
Hem nasılki bir hane ustasız olmaz.
Hem nasılki bulutsuz, gündüz ortasında, Güneşin deniz yüzünde bütün kabarcıklar
üstünde ve karada bütün parlak şeylerde ve kar'ın bütün parçalarında cilvesi göründüğü ve
aksi müşahede edildiği halde Güneşi inkâr etmek, ne derece acib bir divanelik hezeyanıdır.
Çünki o vakit birtek Güneşi inkâr ve kabul etmemekle; katarat sayısınca, kabarcıklar
mikdarınca, parçalar adedince, hakikî ve bil'asale güneşçikleri kabul etmek lâzımgeliyor. Her
zerrecikte (ki ancak bir zerre sıkışabildiği halde) koca bir Güneşin hakikatını içinde kabul
etmek lâzım geldiği gibi, aynen öyle de: Şu sıravari içinde her zaman hikmetle değişen ve
düzgünlük içinde her vakit tazelenen şu muntazam kâinatı görüp, Hâlık-ı Zülcelal'i evsaf-ı
kemaliyle tasdik etmemek, ondan daha berbad bir dalalet divaneliğidir, bir mecnunluk
hezeyanıdır. Zira herşeyde, hattâ herbir zerrede bir uluhiyet-i mutlaka kabul etmek lâzımdır.
Çünki meselâ havanın herbir zerresi; herbir çiçek ile herbir meyveye, herbir yaprağa girer ve
işleyebilir. İşte şu zerre, eğer memur olmazsa, bütün girebildiği ve işlediği masnuların tarz-ı
teşkilatını ve suretlerini ve heyetlerini bilmek lâzımdır, tâ içinde işleyebilsin. Demek muhit
bir ilim ve kudrete mâlik olmalı ki, böyle yapsın.
Üçüncü Hakikat: Bâb-ı hikmet ve adalet olup, ism-i Hakîm ve Âdil'in cilvesidir.
Hiç mümkün müdür ki: (Haşiye) Zerrelerden güneşlere kadar cereyan eden hikmet ve
intizam, adalet ve mizanla rububiyetin saltanatını gösteren Zât-ı Zülcelal, rububiyetin cenah-ı
himayesine iltica eden
(Haşiye): Evet, "Hiç mümkün müdür ki" şu cümle çok tekrar ediliyor. Çünki mühim bir sırrı ifade eder.
Şöyle ki:
---sh:»(S:66) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
ve hikmet ve adalete iman ve ubudiyetle tevfik-ı hareket eden mü'minleri taltif etmesin ve o
hikmet ve adalete küfür ve tuğyan ile isyan eden edebsizleri te'dib etmesin? Halbuki bu
muvakkat dünyada o hikmet, o adalete lâyık binden biri, insanda icra edilmiyor, te'hir
MAXQDA 2020 24.12.2022
ediliyor. Ehl-i dalaletin çoğu ceza almadan; ehl-i hidayetin de çoğu mükâfat görmeden
buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir mahkeme-i kübraya, bir saadet-i uzmaya bırakılıyor.
Evet görünüyor ki; şu âlemde tasarruf eden zât, nihayetsiz bir hikmetle iş görüyor. Ona
bürhan mı istersin?
ve hikmet ve adalete iman ve ubudiyetle tevfik-ı hareket eden mü'minleri taltif etmesin ve o
hikmet ve adalete küfür ve tuğyan ile isyan eden edebsizleri te'dib etmesin? Halbuki bu
muvakkat dünyada o hikmet, o adalete lâyık binden biri, insanda icra edilmiyor, te'hir
ediliyor. Ehl-i dalaletin çoğu ceza almadan; ehl-i hidayetin de çoğu mükâfat görmeden
buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir mahkeme-i kübraya, bir saadet-i uzmaya bırakılıyor.
Evet görünüyor ki; şu âlemde tasarruf eden zât, nihayetsiz bir hikmetle iş görüyor. Ona
bürhan mı istersin? Her şeyde maslahat ve faidelere riayet etmesidir. Görmüyor musun ki:
İnsanda bütün aza, kemikler ve damarlarda, hattâ bedenin hüceyratında, her yerinde, her
cüz'ünde faydalar ve hikmetlerin gözetilmesi, hattâ bazı âzası, bir ağacın ne kadar meyveleri
varsa, o derece o uzva hikmetler ve faydalar takması gösteriyor ki; nihayetsiz bir hikmet eliyle
iş görülüyor. Hem herşeyin san'atında nihayet derecede intizam bulunması gösterir ki,
nihayetsiz bir hikmet ile iş görülüyor.
Evet güzel bir çiçeğin dakik proğramını, küçücük bir tohumunda dercetmek, büyük bir
ağacın sahife-i a'malini, tarihçe-i hayatını, fihriste-i cihazatını küçücük bir çekirdekte manevî
kader kalemiyle yazmak; nihayetsiz bir hikmet kalemi işlediğini gösterir.
Hem herşeyin hilkatinde gayet derecede hüsn-ü san'at bulunması; nihayet derecede
hakîm bir Sâniin nakşı olduğunu gösterir. Evet şu küçücük insan bedeni içinde bütün kâinatın
fihristesini, bütün hazain-i rahmetin anahtarlarını, bütün esmalarının âyinelerini dercetmek;
nihayet derecede bir hüsn-ü san'at içinde bir hikmeti gösterir. Şimdi hiç mümkün müdür ki,
şöyle icraat-ı rububiyette hâkim bir hikmet; o rububiyetin kanadına iltica eden ve iman ile
itaat edenlerin taltifini istemesin ve ebedî taltif etmesin
iş görülüyor. Hem herşeyin san'atında nihayet derecede intizam bulunması gösterir ki,
nihayetsiz bir hikmet ile iş görülüyor.
Evet güzel bir çiçeğin dakik proğramını, küçücük bir tohumunda dercetmek, büyük bir
ağacın sahife-i a'malini, tarihçe-i hayatını, fihriste-i cihazatını küçücük bir çekirdekte manevî
kader kalemiyle yazmak; nihayetsiz bir hikmet kalemi işlediğini gösterir.
Hem herşeyin hilkatinde gayet derecede hüsn-ü san'at bulunması; nihayet derecede
hakîm bir Sâniin nakşı olduğunu gösterir. Evet şu küçücük insan bedeni içinde bütün kâinatın
fihristesini, bütün hazain-i rahmetin anahtarlarını, bütün esmalarının âyinelerini dercetmek;
nihayet derecede bir hüsn-ü san'at içinde bir hikmeti gösterir. Şimdi hiç mümkün müdür ki,
şöyle icraat-ı rububiyette hâkim bir hikmet; o rububiyetin kanadına iltica eden ve iman ile
itaat edenlerin taltifini istemesin ve ebedî taltif etmesin
iş görülüyor. Hem herşeyin san'atında nihayet derecede intizam bulunması gösterir ki,
nihayetsiz bir hikmet ile iş görülüyor.
Evet güzel bir çiçeğin dakik proğramını, küçücük bir tohumunda dercetmek, büyük bir
ağacın sahife-i a'malini, tarihçe-i hayatını, fihriste-i cihazatını küçücük bir çekirdekte manevî
kader kalemiyle yazmak; nihayetsiz bir hikmet kalemi işlediğini gösterir.
Hem herşeyin hilkatinde gayet derecede hüsn-ü san'at bulunması; nihayet derecede
hakîm bir Sâniin nakşı olduğunu gösterir. Evet şu küçücük insan bedeni içinde bütün kâinatın
fihristesini, bütün hazain-i rahmetin anahtarlarını, bütün esmalarının âyinelerini dercetmek;
nihayet derecede bir hüsn-ü san'at içinde bir hikmeti gösterir. Şimdi hiç mümkün müdür ki,
şöyle icraat-ı rububiyette hâkim bir hikmet; o rububiyetin kanadına iltica eden ve iman ile
itaat edenlerin taltifini istemesin ve ebedî taltif etmesin
iş görülüyor. Hem herşeyin san'atında nihayet derecede intizam bulunması gösterir ki,
nihayetsiz bir hikmet ile iş görülüyor.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Evet güzel bir çiçeğin dakik proğramını, küçücük bir tohumunda dercetmek, büyük bir
ağacın sahife-i a'malini, tarihçe-i hayatını, fihriste-i cihazatını küçücük bir çekirdekte manevî
kader kalemiyle yazmak; nihayetsiz bir hikmet kalemi işlediğini gösterir.
Hem herşeyin hilkatinde gayet derecede hüsn-ü san'at bulunması; nihayet derecede
hakîm bir Sâniin nakşı olduğunu gösterir. Evet şu küçücük insan bedeni içinde bütün kâinatın
fihristesini, bütün hazain-i rahmetin anahtarlarını, bütün esmalarının âyinelerini dercetmek;
nihayet derecede bir hüsn-ü san'at içinde bir hikmeti gösterir. Şimdi hiç mümkün müdür ki,
şöyle icraat-ı rububiyette hâkim bir hikmet; o rububiyetin kanadına iltica eden ve iman ile
itaat edenlerin taltifini istemesin ve ebedî taltif etmesin
iş görülüyor. Hem herşeyin san'atında nihayet derecede intizam bulunması gösterir ki,
nihayetsiz bir hikmet ile iş görülüyor.
Evet güzel bir çiçeğin dakik proğramını, küçücük bir tohumunda dercetmek, büyük bir
ağacın sahife-i a'malini, tarihçe-i hayatını, fihriste-i cihazatını küçücük bir çekirdekte manevî
kader kalemiyle yazmak; nihayetsiz bir hikmet kalemi işlediğini gösterir.
Hem herşeyin hilkatinde gayet derecede hüsn-ü san'at bulunması; nihayet derecede
hakîm bir Sâniin nakşı olduğunu gösterir. Evet şu küçücük insan bedeni içinde bütün kâinatın
fihristesini, bütün hazain-i rahmetin anahtarlarını, bütün esmalarının âyinelerini dercetmek;
nihayet derecede bir hüsn-ü san'at içinde bir hikmeti gösterir. Şimdi hiç mümkün müdür ki,
şöyle icraat-ı rububiyette hâkim bir hikmet; o rububiyetin kanadına iltica eden ve iman ile
itaat edenlerin taltifini istemesin ve ebedî taltif etmesin?
Hem adalet ve mizan ile iş görüldüğüne bürhan mı istersin
iş görülüyor. Hem herşeyin san'atında nihayet derecede intizam bulunması gösterir ki,
nihayetsiz bir hikmet ile iş görülüyor.
Evet güzel bir çiçeğin dakik proğramını, küçücük bir tohumunda dercetmek, büyük bir
ağacın sahife-i a'malini, tarihçe-i hayatını, fihriste-i cihazatını küçücük bir çekirdekte manevî
kader kalemiyle yazmak; nihayetsiz bir hikmet kalemi işlediğini gösterir.
Hem herşeyin hilkatinde gayet derecede hüsn-ü san'at bulunması; nihayet derecede
hakîm bir Sâniin nakşı olduğunu gösterir. Evet şu küçücük insan bedeni içinde bütün kâinatın
fihristesini, bütün hazain-i rahmetin anahtarlarını, bütün esmalarının âyinelerini dercetmek;
nihayet derecede bir hüsn-ü san'at içinde bir hikmeti gösterir. Şimdi hiç mümkün müdür ki,
şöyle icraat-ı rububiyette hâkim bir hikmet; o rububiyetin kanadına iltica eden ve iman ile
MAXQDA 2020 24.12.2022
Hem her hak sahibine istidadı nisbetinde hakkını vermek, yani vücudunun bütün
levazımatını, bekasının bütün cihazatını en münasib bir tarzda vermek; nihayetsiz bir adalet
elini gösterir.
---sh:»(S:67) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
Hem istidad lisanıyla, ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla, ızdırar lisanıyla sual edilen ve istenilen
herşeye daimî cevab vermek; nihayet derecede bir adl ve hikmeti gösteriyor.
Şimdi hiç mümkün müdür ki, böyle en küçük bir mahlukun, en küçük bir hacetinin
imdadına koşan bir adalet ve hikmet; insan gibi en büyük bir mahlukun beka gibi en büyük bir
hacetini mühmel bıraksın? En büyük istimdadını ve en büyük sualini cevabsız bıraksın?
Rububiyetin haşmetini, ibadının hukukunu muhafaza etmekle muhafaza etmesin? Halbuki şu
fâni dünyada kısa bir hayat geçiren insan, öyle bir adaletin hakikatına mazhar olamaz ve
olamıyor.
---sh:»(S:67) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
Hem istidad lisanıyla, ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla, ızdırar lisanıyla sual edilen ve istenilen
herşeye daimî cevab vermek; nihayet derecede bir adl ve hikmeti gösteriyor.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Şimdi hiç mümkün müdür ki, böyle en küçük bir mahlukun, en küçük bir hacetinin
imdadına koşan bir adalet ve hikmet; insan gibi en büyük bir mahlukun beka gibi en büyük bir
hacetini mühmel bıraksın? En büyük istimdadını ve en büyük sualini cevabsız bıraksın?
Rububiyetin haşmetini, ibadının hukukunu muhafaza etmekle muhafaza etmesin? Halbuki şu
fâni dünyada kısa bir hayat geçiren insan, öyle bir adaletin hakikatına mazhar olamaz ve
olamıyor. Belki bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor.
Halbuki şu
fâni dünyada kısa bir hayat geçiren insan, öyle bir adaletin hakikatına mazhar olamaz ve
olamıyor. Belki bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor. Zira hakikî adalet ister ki: Şu küçücük
insan, şu küçüklüğü nisbetinde değil, belki cinayetinin büyüklüğü, mahiyetinin ehemmiyeti ve
vazifesinin azameti nisbetinde mükâfat ve mücazat görsün. Madem şu fâni, geçici dünya;
ebed için halk olunan insan hususunda öyle bir adalet ve hikmete mazhariyetten çok uzaktır.
Elbette âdil olan o Zât-ı Celil-i Zülcemal'in ve Hakîm olan o Zât-ı Cemil-i Zülcelal'in daimî
bir Cehennem'i ve ebedî bir Cennet'i bulunacaktır.
Dördüncü Hakikat: Bâb-ı cûd ve cemaldir.
Bekası
olmayan istihsan edicinin nazarında, kemalâtın kıymeti sukut eder (Haşiye-2). Hem dahi,
kâinatın yüzünde serilmiş olan gayetle güzel ve san'atlı ve parlak ve süslü şu mevcudat; ışık
Güneşi bildirdiği gibi, misilsiz manevî bir cemalin mehasinini bildirir ve nazirsiz, hafî bir
hüsnün letaifini iş'ar ediyor (Haşiye-3). O münezzeh hüsün, o mukaddes cemalin cilvesinden,
esmalarda, belki her isimde çok gizli defineler bulunduğunu işaret eder. İşte şu derece âlî,
nazirsiz, gizli bir cemal ise; kendi mehasinini bir mir'atta görmek ve hüsnünün derecatını ve
cemalinin mikyaslarını zîşuur ve müştak bir âyinede müşahede etmek istediği
(Haşiye-1): Evet kemik gibi bir kuru ağacın ucundaki tel gibi incecik bir sapta gayet münakkaş,
müzeyyen bir
çiçek ve gayet musanna' ve murassa' bir meyve, elbette gayet san'atperver mu'cizekâr ve hikmettar
bir Sâniin
mehasin-i san'atını zîşuura okutturan bir ilânnamedir. İşte nebatata hayvanatı dahi kıyas et.
(Haşiye-2): Evet durub-u emsaldendir ki: Bir dünya güzeli, bir zaman kendine meftun olmuş âdi bir
adamı
huzurundan tardeder.
Birinci Esas: Anlarsın ki: O han gibi bu dünya dahi kendi için değil. Kendi kendine de
bu sureti alması muhaldir. Belki kafile-i mahlukatın gelip konmak ve göçmek için dolup
boşanan, hikmetle yapılmış bir misafirhanesidir.
İkinci Esas: Hem anlarsın ki: Şu hanın içinde oturanlar misafirlerdir.
(Haşiye-2): Evet her şeyin vücudunun müteaddid gayeleri ve hayatının müteaddid neticeleri vardır.
Ehl-i
dalaletin tevehhüm ettikleri gibi dünyaya, nefislerine bakan gayelere münhasır değildir. Tâ, abesiyet
ve
hikmetsizlik içine girebilsin. Belki her şeyin gayat-ı vücudu ve netaic-i hayatı üç kısımdır:
Birincisi ve en ulvîsi, Sâni'ine bakar ki; o şeye taktığı hârika-i san'at murassaatını, Şahid-i Ezelî'nin
nazarına resm-i geçit tarzında arzetmektir ki, o nazara bir ân-ı seyyale yaşamak kâfi gelir. Belki vücuda
gelmeden, bilkuvve niyet hükmünde olan istidadı yine kâfidir. İşte seri-üz zeval latif masnuat ve
vücuda
gelmeyen, yani sünbül vermeyen birer hârika-i san'at olan çekirdekler, tohumlar şu gayeyi
bitamamiha verir.
rahatla yaşamak gibi cüz'î neticelerdir. Meselâ: Azîm bir sefine-i sultaniyede bir hizmetkârın
dümencilik
ettiğinin gayesi; sefine itibariyle yüzde birisi kendisine, ücret-i cüz'iyesine ait.. doksandokuzu sultana
ait olduğu
gibi; herşeyin nefsine ve dünyaya ait gayesi bir ise, Sâni'ine ait doksandokuzdur.
rahatla yaşamak gibi cüz'î neticelerdir. Meselâ: Azîm bir sefine-i sultaniyede bir hizmetkârın
dümencilik
ettiğinin gayesi; sefine itibariyle yüzde birisi kendisine, ücret-i cüz'iyesine ait.. doksandokuzu sultana
ait olduğu
gibi; herşeyin nefsine ve dünyaya ait gayesi bir ise, Sâni'ine ait doksandokuzdur. İşte bu taaddüd-ü
gayattandır
ki; birbirine zıd ve münafî görünen hikmet ve iktisad, cûd u seha ve bilhassa nihayetsiz seha ile sırr-ı
tevfiki
şudur ki: Birer gaye nokta-i nazarında cûd u seha hükmeder, ism-i Cevvad tecelli eder. Meyveler,
hubublar; o tek
gaye nokta-i nazarında bigayr-ı hisabdır. Nihayetsiz cûdu gösteriyor. Fakat umum gayeler nokta-i
nazarında;
hikmet hükmeder, ism-i Hakîm tecelli eder.
MAXQDA 2020 24.12.2022
ordusunun bir gayesi, temin-i asayiştir. Bu gayeye göre ne kadar asker istersen var ve hem pek
fazladır.
ordusunun bir gayesi, temin-i asayiştir. Bu gayeye göre ne kadar asker istersen var ve hem pek
fazladır. Fakat
hıfz-ı hudud ve mücahede-i a'dâ gibi sair vazifeler için, bu mevcud ancak kâfi gelir.
Meselâ: Asker
ordusunun bir gayesi, temin-i asayiştir. Bu gayeye göre ne kadar asker istersen var ve hem pek
fazladır. Fakat
MAXQDA 2020 24.12.2022
hıfz-ı hudud ve mücahede-i a'dâ gibi sair vazifeler için, bu mevcud ancak kâfi gelir. Kemal-i hikmetle
müvazenededir. İşte hükûmetin hikmeti, haşmet ile içtima ediyor. O halde, o askerlikte fazlalık yoktur
denilebilir.
---sh:»
Asker
ordusunun bir gayesi, temin-i asayiştir. Bu gayeye göre ne kadar asker istersen var ve hem pek
fazladır. Fakat
hıfz-ı hudud ve mücahede-i a'dâ gibi sair vazifeler için, bu mevcud ancak kâfi gelir. Kemal-i hikmetle
müvazenededir. İşte hükûmetin hikmeti, haşmet ile içtima ediyor. O halde, o askerlikte fazlalık yoktur
denilebilir.
---sh:»(S:76) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
Gökte, yerde, karada, denizde; yaş kuru, küçük büyük, âdi âlî
herşeyi kemal-i intizam ve mizan içinde muhafaza edip, bir türlü muhasebe içinde neticelerini
eleyen bir hafîziyet; insan gibi büyük bir fıtratta, hilafet-i kübra gibi bir rütbede, emanet-i
kübra gibi büyük vazifesi olan beşerin, rububiyet-i âmmeye temas eden amelleri ve fiilleri
muhafaza edilmesin, muhasebe eleğinden geçirilmesin, adalet terazisinde tartılmasın, şayeste
ceza ve mükâfat çekmesin? Hâyır, aslâ!..
Evet şu kâinatı idare eden zât, herşeyi nizam ve mizan içinde muhafaza ediyor. Nizam
ve mizan ise; ilim ile hikmet ve irade ile kudretin tezahürüdür. Çünki görüyoruz her masnu'
vücudunda, gayet muntazam ve mevzun yaratılıyor. Hem hayatı müddetince değiştirdiği
suretler dahi, birer intizamlı olduğu halde, heyet-i mecmuası da bir intizam tahtındadır. Zira
görüyoruz ki; vazifesinin bitmesiyle ömrüne nihayet verilen ve şu âlem-i şehadetten göçüp
giden herşeyin Hafîz-i Zülcelal, birçok suretlerini elvah-ı mahfuza hükmünde olan
(Haşiye)hâfızalarda ve bir türlü misalî âyinelerde hıfzedip, ekser tarihçe-i hayatını
çekirdeğinde, neticesinde nakşedip yazıyor. Zahir ve bâtın âyinelerde ibka ediyor.
semere veren beşerin amelleri hıfz içinde gözetilmek suretiyle, ehemmiyetle zabtedilmemesi
kabil midir? Hâyır ve aslâ!
Evet şu hafîziyetin bu surette tecellisinden anlaşılıyor ki: Şu mevcudatın Mâliki,
MAXQDA 2020 24.12.2022
mülkünde cereyan eden herşeyin inzibatına büyük bir ihtimamı var. Hem hâkimiyet
vazifesinde nihayet derecede dikkat eder. Hem rububiyet-i saltanatında gayet ihtimamı
gözetir
Hâyır ve aslâ!..
Hem bütün gelecek zamanda olan (Haşiye) mümkinata kadir olduğuna,
(Haşiye): Evet zaman-ı hazırdan, tâ ibtida-i hilkat-ı âleme kadar olan zaman-ı mazi; umumen vukuattır.
Vücuda
gelmiş herbir günü, herbir senesi, herbir asrı; birer satırdır, birer sahifedir, birer kitabdır ki kalem-i
kader ile
tersim edilmiştir. Dest-i kudret, mu'cizat-ı âyâtını onlarda kemal-i hikmet ve intizam ile yazmıştır.
Şu zamandan tâ kıyamete, tâ Cennet'e, tâ ebede kadar olan zaman-ı istikbal; umumen imkânattır.
Yani
mazi vukuattır, istikbal imkânattır. İşte o iki zamanın iki silsilesi birbirine karşı mukabele edilse; nasılki
dünkü
günü halkeden ve o güne mahsus mevcudatı icad eden zât; yarınki günü mevcudatıyla halketmeye
muktedir
olduğu hiçbir vecihle şübhe getirmez. Öyle de şübhe yoktur ki:
ehemmiyeti olmayan dünyevî bekasını gaye yapsın! Ve bunları, âlem-i manaya çekirdekler ve
âlem-i âhirete bir mezraa yapmasın! Tâ hakikî ve lâyık gayelerini versinler. Ve bu kadar
mühim ihtifalât-ı mühimmeyi gayesiz, boş, abes bıraksın. Onların yüzünü âlem-i manaya,
âlem-i âhirete çevirmesin? Tâ asıl gayeleri ve lâyık meyvelerini göstersin. Evet hiç mümkün
müdür ki: Bu şeyleri böyle hilaf-ı hakikat yapmakla kendi evsaf-ı hakikiyesi olan Hakîm,
Kerim, Âdil, Rahîm'in zıdlarıyla -hâşâ sümme hâşâ- muttasıf gösterip hikmet ve keremine, adl
ve rahmetine delalet eden bütün kâinatın hakaikını tekzib etsin, bütün mevcudatın
şehadetlerini reddetsin, bütün masnuatın delaletlerini ibtal etsin?
Hem hiç akıl kabul eder mi ki, insanın başına ve içindeki havassına saçları adedince
vazifeler yükletsin de, yalnız bir saç hükmünde ona bir ücret-i dünyeviye versin; adalet-i
hakikiyesine zıd olarak ve hikmet-i hakikiyesine münafî, manasız iş yapsın?
Hem hiç mümkün müdür ki, bir ağaca taktığı neticeler, meyveler miktarınca herbir
zîhayata, belki lisan gibi herbir uzvuna, belki herbir masnua o derece hikmetleri, maslahatları
takmakla kendisinin bir Hakîm-i Mutlak olduğunu isbat edip göstersin, sonra bütün
hikmetlerin en büyüğü ve bütün maslahatların en mühimmi ve bütün neticelerin en elzemi ve
hikmeti hikmet, nimeti nimet, rahmeti rahmet eden ve bütün hikmetlerin, nimetlerin,
rahmetlerin, maslahatların menbaı ve gayesi olan beka ve likayı ve saadet-i ebediyeyi
vermeyip terkederek, bütün işlerini abesiyet-i mutlaka derekesine düşürsün ve kendini o zâta
benzetsin ki; öyle bir saray yapar, herbir taşında binlerce nakışlar, herbir tarafında binler
zînetler ve herbir menzilinde binler kıymetdar âlât ve levazımat-ı beytiye bulundursun da
sonra ona dam yapmasın, her şey çürüsün, beyhude bozulsun. Hâşâ ve kellâ!
takmakla kendisinin bir Hakîm-i Mutlak olduğunu isbat edip göstersin, sonra bütün
hikmetlerin en büyüğü ve bütün maslahatların en mühimmi ve bütün neticelerin en elzemi ve
hikmeti hikmet, nimeti nimet, rahmeti rahmet eden ve bütün hikmetlerin, nimetlerin,
rahmetlerin, maslahatların menbaı ve gayesi olan beka ve likayı ve saadet-i ebediyeyi
vermeyip terkederek, bütün işlerini abesiyet-i mutlaka derekesine düşürsün ve kendini o zâta
benzetsin ki; öyle bir saray yapar, herbir taşında binlerce nakışlar, herbir tarafında binler
zînetler ve herbir menzilinde binler kıymetdar âlât ve levazımat-ı beytiye bulundursun da
sonra ona dam yapmasın, her şey çürüsün, beyhude bozulsun. Hâşâ ve kellâ!. Hayr-ı
Mutlak'tan hayır gelir, Cemil-i Mutlak'tan güzellik gelir, Hakîm-i Mutlak'tan abes bir şey
gelmez.
vermeyip terkederek, bütün işlerini abesiyet-i mutlaka derekesine düşürsün ve kendini o zâta
benzetsin ki; öyle bir saray yapar, herbir taşında binlerce nakışlar, herbir tarafında binler
zînetler ve herbir menzilinde binler kıymetdar âlât ve levazımat-ı beytiye bulundursun da
sonra ona dam yapmasın, her şey çürüsün, beyhude bozulsun. Hâşâ ve kellâ!. Hayr-ı
Mutlak'tan hayır gelir, Cemil-i Mutlak'tan güzellik gelir, Hakîm-i Mutlak'tan abes bir şey
gelmez. Evet her kim fikren tarihe binip mazi cihetine gitse, şu zaman-ı hazırda gördüğümüz
Mutlak'tan hayır gelir, Cemil-i Mutlak'tan güzellik gelir, Hakîm-i Mutlak'tan abes bir şey
gelmez. Evet her kim fikren tarihe binip mazi cihetine gitse, şu zaman-ı hazırda gördüğümüz
menzil-i dünya, meydan-ı ibtilâ, meşher-i eşya gibi, seneler adedince vefat etmiş menziller,
meydanlar, meşherler, âlemler görecek. Suretçe, keyfiyetçe birbirinden ayrı oldukları halde;
intizamca, acaibce, Sâniin kudret ve hikmetini göstermekçe birbirine benzer. Hem görecek ki;
o sebatsız menzillerde, o devamsız meydanlarda, o bekasız meşherlerde o kadar bahir bir
hikmetin intizamatını, o derece
---sh:»(S:85) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
zahir bir inayetin işaratını, o mertebe kahir bir adaletin emaratını, o derece vâsi bir
merhametin semeratını görecek
Hayr-ı
Mutlak'tan hayır gelir, Cemil-i Mutlak'tan güzellik gelir, Hakîm-i Mutlak'tan abes bir şey
gelmez. Evet her kim fikren tarihe binip mazi cihetine gitse, şu zaman-ı hazırda gördüğümüz
menzil-i dünya, meydan-ı ibtilâ, meşher-i eşya gibi, seneler adedince vefat etmiş menziller,
meydanlar, meşherler, âlemler görecek. Suretçe, keyfiyetçe birbirinden ayrı oldukları halde;
intizamca, acaibce, Sâniin kudret ve hikmetini göstermekçe birbirine benzer. Hem görecek ki;
o sebatsız menzillerde, o devamsız meydanlarda, o bekasız meşherlerde o kadar bahir bir
hikmetin intizamatını, o derece
---sh:»(S:85) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
zahir bir inayetin işaratını, o mertebe kahir bir adaletin emaratını, o derece vâsi bir
merhametin semeratını görecek. Basiretsiz olmamak şartıyla yakînen bilecek ki:
---sh:»(S:85) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
zahir bir inayetin işaratını, o mertebe kahir bir adaletin emaratını, o derece vâsi bir
merhametin semeratını görecek. Basiretsiz olmamak şartıyla yakînen bilecek ki: O hikmetten
daha ekmel bir hikmet olamaz ve o âsârı görünen inayetten daha ecmel bir inayet kabil değil
ve o emaratı görünen adaletten daha ecell bir adalet yoktur ve o semeratı görünen
merhametten daha eşmel bir merhamet tasavvur edilmez.
Eğer farz-ı muhal olarak şu işleri çeviren, şu misafirleri ve misafirhaneleri değiştiren
Sultan-ı Sermedî'nin daire-i memleketinde daimî menziller, âlî mekânlar, sabit makamlar,
bâki meskenler, mukim ahali, mes'ud ibadı bulunmazsa; ziya, hava, su, toprak gibi kuvvetli ve
şümullü dört anasır-ı maneviye olan hikmet, adalet, inayet, merhametin hakikatlarını
nefyetmek ve o anasır-ı zahiriye gibi, görünen vücudlarını inkâr etmek lâzımgelir. Çünki şu
bekasız dünya ve mâfîha, onların tam hakikatlarına mazhar olamadığı malûmdur. Eğer başka
yerde dahi onlara tam mazhar olacak mekân bulunmazsa, o vakit gündüzü dolduran ziyayı
gördüğü halde, Güneşin vücudunu inkâr etmek derecesinde bir divanelikle, şu her şeyde
bulunan gözümüz önündeki hikmeti inkâr etmek, şu nefsimizde ve ekser eşyada her vakit
müşahede ettiğimiz inayeti inkâr etmek ve şu pek kuvvetli emaratı görünen adaleti inkâr
etmek (Haşiye)ve şu her yerde gördüğümüz merhameti inkâr etmek lâzımgeldiği gibi; şu
kâinatta gördüğümüz icraat-ı hakîmane ve ef'al-i kerimane ve ihsanat-ı rahîmanenin sahibini -
hâşâ sümme hâşâ- sefih bir oyuncu, gaddar bir zalim olduğunu kabul etmek lâzımgelir ki,
nihayetsiz muhal bir inkılab-ı hakaiktir.
---sh:»(S:85) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
zahir bir inayetin işaratını, o mertebe kahir bir adaletin emaratını, o derece vâsi bir
merhametin semeratını görecek. Basiretsiz olmamak şartıyla yakînen bilecek ki: O hikmetten
daha ekmel bir hikmet olamaz ve o âsârı görünen inayetten daha ecmel bir inayet kabil değil
ve o emaratı görünen adaletten daha ecell bir adalet yoktur ve o semeratı görünen
merhametten daha eşmel bir merhamet tasavvur edilmez.
Eğer farz-ı muhal olarak şu işleri çeviren, şu misafirleri ve misafirhaneleri değiştiren
MAXQDA 2020 24.12.2022
Sultan-ı Sermedî'nin daire-i memleketinde daimî menziller, âlî mekânlar, sabit makamlar,
bâki meskenler, mukim ahali, mes'ud ibadı bulunmazsa; ziya, hava, su, toprak gibi kuvvetli ve
şümullü dört anasır-ı maneviye olan hikmet, adalet, inayet, merhametin hakikatlarını
nefyetmek ve o anasır-ı zahiriye gibi, görünen vücudlarını inkâr etmek lâzımgelir. Çünki şu
bekasız dünya ve mâfîha, onların tam hakikatlarına mazhar olamadığı malûmdur. Eğer başka
yerde dahi onlara tam mazhar olacak mekân bulunmazsa, o vakit gündüzü dolduran ziyayı
gördüğü halde, Güneşin vücudunu inkâr etmek derecesinde bir divanelikle, şu her şeyde
bulunan gözümüz önündeki hikmeti inkâr etmek, şu nefsimizde ve ekser eşyada her vakit
müşahede ettiğimiz inayeti inkâr etmek ve şu pek kuvvetli emaratı görünen adaleti inkâr
etmek (Haşiye)ve şu her yerde gördüğümüz merhameti inkâr etmek lâzımgeldiği gibi; şu
kâinatta gördüğümüz icraat-ı hakîmane ve ef'al-i kerimane ve ihsanat-ı rahîmanenin sahibini -
hâşâ sümme hâşâ- sefih bir oyuncu, gaddar bir zalim olduğunu kabul etmek lâzımgelir ki,
nihayetsiz muhal bir inkılab-ı hakaiktir.
(S:85) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
zahir bir inayetin işaratını, o mertebe kahir bir adaletin emaratını, o derece vâsi bir
merhametin semeratını görecek. Basiretsiz olmamak şartıyla yakînen bilecek ki: O hikmetten
daha ekmel bir hikmet olamaz ve o âsârı görünen inayetten daha ecmel bir inayet kabil değil
ve o emaratı görünen adaletten daha ecell bir adalet yoktur ve o semeratı görünen
merhametten daha eşmel bir merhamet tasavvur edilmez.
Eğer farz-ı muhal olarak şu işleri çeviren, şu misafirleri ve misafirhaneleri değiştiren
Sultan-ı Sermedî'nin daire-i memleketinde daimî menziller, âlî mekânlar, sabit makamlar,
bâki meskenler, mukim ahali, mes'ud ibadı bulunmazsa; ziya, hava, su, toprak gibi kuvvetli ve
şümullü dört anasır-ı maneviye olan hikmet, adalet, inayet, merhametin hakikatlarını
nefyetmek ve o anasır-ı zahiriye gibi, görünen vücudlarını inkâr etmek lâzımgelir. Çünki şu
bekasız dünya ve mâfîha, onların tam hakikatlarına mazhar olamadığı malûmdur. Eğer başka
yerde dahi onlara tam mazhar olacak mekân bulunmazsa, o vakit gündüzü dolduran ziyayı
gördüğü halde, Güneşin vücudunu inkâr etmek derecesinde bir divanelikle, şu her şeyde
bulunan gözümüz önündeki hikmeti inkâr etmek, şu nefsimizde ve ekser eşyada her vakit
müşahede ettiğimiz inayeti inkâr etmek ve şu pek kuvvetli emaratı görünen adaleti inkâr
etmek (Haşiye)ve şu her yerde gördüğümüz merhameti inkâr etmek lâzımgeldiği gibi; şu
kâinatta gördüğümüz icraat-ı hakîmane ve ef'al-i kerimane ve ihsanat-ı rahîmanenin sahibini -
hâşâ sümme hâşâ- sefih bir oyuncu, gaddar bir zalim olduğunu kabul etmek lâzımgelir ki,
nihayetsiz muhal bir inkılab-ı hakaiktir. Hattâ herşeyin vücudunu ve kendi nefsinin vücudunu
inkâr eden ahmak Sofestaîler dahi bunun tasavvuruna kolay kolay yanaşamazlar.
yerde dahi onlara tam mazhar olacak mekân bulunmazsa, o vakit gündüzü dolduran ziyayı
gördüğü halde, Güneşin vücudunu inkâr etmek derecesinde bir divanelikle, şu her şeyde
bulunan gözümüz önündeki hikmeti inkâr etmek, şu nefsimizde ve ekser eşyada her vakit
müşahede ettiğimiz inayeti inkâr etmek ve şu pek kuvvetli emaratı görünen adaleti inkâr
etmek (Haşiye)ve şu her yerde gördüğümüz merhameti inkâr etmek lâzımgeldiği gibi; şu
kâinatta gördüğümüz icraat-ı hakîmane ve ef'al-i kerimane ve ihsanat-ı rahîmanenin sahibini -
hâşâ sümme hâşâ- sefih bir oyuncu, gaddar bir zalim olduğunu kabul etmek lâzımgelir ki,
nihayetsiz muhal bir inkılab-ı hakaiktir. Hattâ herşeyin vücudunu ve kendi nefsinin vücudunu
inkâr eden ahmak Sofestaîler dahi bunun tasavvuruna kolay kolay yanaşamazlar.
Elhasıl:
İlahiyeye ve âlem-i âhirete müteveccih yüzlerine baksan göreceksin ki; mu'cize-i kudret olan
herbir çekirdeğin bir ağaç kadar gayesi var. Kelime-i hikmet olan herbir çiçeğin (Haşiye) bir
ağaç çiçekleri kadar manaları var ve o hârika-i san'at ve manzume-i rahmet olan herbir
meyvenin, bir ağacın meyveleri kadar hikmetleri var. Bizlere rızık olması ise; o binler
hikmetlerinden birtek hikmettir ki, vazifesi biter, manasını ifade eder, vefat eder, midemizde
defnedilir. Madem bu fâni eşya, başka yerde bâki meyveler verirler ve daimî suretler bırakır
ve başka cihette ebedî manalar ifade eder, sermedî tesbihat yapar. Ve insan ise, onların şu
cihetine bakan yüzlerine bakmakla insan olur, fânide bâkiye yol bulur.
Demek, bu hayat ve mevt içinde yuvarlanan, toplanıp dağılan mevcudat içinde başka
maksad var. Temsilde kusur yoktur: Şu ahval, taklid ve temsil için teşkil ve tertib edilen
ahvale benzer. Nasıl büyük masrafla kısa içtimalar, dağılmalar yapılıyor
hikmetlerinden birtek hikmettir ki, vazifesi biter, manasını ifade eder, vefat eder, midemizde
defnedilir. Madem bu fâni eşya, başka yerde bâki meyveler verirler ve daimî suretler bırakır
ve başka cihette ebedî manalar ifade eder, sermedî tesbihat yapar. Ve insan ise, onların şu
cihetine bakan yüzlerine bakmakla insan olur, fânide bâkiye yol bulur.
Demek, bu hayat ve mevt içinde yuvarlanan, toplanıp dağılan mevcudat içinde başka
maksad var. Temsilde kusur yoktur: Şu ahval, taklid ve temsil için teşkil ve tertib edilen
ahvale benzer. Nasıl büyük masrafla kısa içtimalar, dağılmalar yapılıyor
hikmetlerinden birtek hikmettir ki, vazifesi biter, manasını ifade eder, vefat eder, midemizde
defnedilir. Madem bu fâni eşya, başka yerde bâki meyveler verirler ve daimî suretler bırakır
ve başka cihette ebedî manalar ifade eder, sermedî tesbihat yapar. Ve insan ise, onların şu
MAXQDA 2020 24.12.2022
cihetine bakan yüzlerine bakmakla insan olur, fânide bâkiye yol bulur.
Demek, bu hayat ve mevt içinde yuvarlanan, toplanıp dağılan mevcudat içinde başka
maksad var. Temsilde kusur yoktur:
hikmetlerinden birtek hikmettir ki, vazifesi biter, manasını ifade eder, vefat eder, midemizde
defnedilir. Madem bu fâni eşya, başka yerde bâki meyveler verirler ve daimî suretler bırakır
ve başka cihette ebedî manalar ifade eder, sermedî tesbihat yapar. Ve insan ise, onların şu
cihetine bakan yüzlerine bakmakla insan olur, fânide bâkiye yol bulur.
Demek, bu hayat ve mevt içinde yuvarlanan, toplanıp dağılan mevcudat içinde başka
maksad var. Temsilde kusur yoktur:
---sh:»(S:87) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
Madem dünya var. Ve dünya içinde bu âsârıyla hikmet ve inayet ve rahmet ve adalet
var. Elbette dünyanın vücudu gibi kat'î olarak âhiret de var. Madem dünyada herşey bir
cihette o âleme bakıyor. Demek oraya gidiliyor. Âhireti inkâr etmek, dünya ve mâfîhayı inkâr
etmek demektir.
yer ile gökler ve dağlar tahammülünden çekindiği emanet-i kübrayı tahammül edip, yani
küçücük cüz'î ölçüleriyle, san'atçıklarıyla Hâlıkının muhit sıfatlarını, küllî şuunatını,
nihayetsiz tecelliyatını ölçerek bilip; hem yerde en nazik, nazenin, nazdar, âciz, zaîf yaratıp;
halbuki bütün yerin nebatî ve hayvanî olan mahlukatına bir nevi tanzimat memuru yapıp,
onların tarz-ı tesbihat ve ibadetlerine müdahale ettirip, kâinattaki icraat-ı İlahiyeye küçücük
mikyasta bir temsil gösterip, rububiyet-i Sübhaniyeyi fiilen ve kalen kâinatta ilân ettirmek,
meleklerine tercih edip hilafet rütbesini verdiği halde; ona bütün bu vazifelerinin gayesi ve
neticesi ve semeresi olan saadet-i ebediyeyi vermesin? Onu bütün mahlukatının en bedbaht,
en bîçare, en musibetzede, en dertmend, en zelil bir derekeye atıp; en mübarek, nuranî ve âlet-
i tes'id bir hediye-i hikmeti olan aklı o bîçareye en meş'um ve zulmanî bir âlet-i tazib yapıp,
hikmet-i mutlakasına büsbütün zıd ve
---sh:»(S:88) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
merhamet-i mutlakasına külliyen münafî bir merhametsizlik etsin. Hâşâ ve kellâ!
Meselâ: İnsanın
ahsen-i takvimdeki hüsn-ü masnuiyeti, Sâni'i gösterdiği gibi; o ahsen-i takvimdeki kabiliyet-i
câmiasıyla kısa bir zamanda zeval bulması, haşri gösterir. Bazı kerre bir vecihle iki nazarla
bakılsa; hem Sâni'i, hem haşri gösterir. Meselâ ekser eşyada görünen hikmetin tanzimi,
inayetin tezyini, adaletin tevzini ve rahmetin taltifi; nasılki mahiyetlerine bakılsa, bir Sâni'-i
MAXQDA 2020 24.12.2022
Hakîm, Kerim, Âdil, Rahîm'in dest-i kudretinden çıktığını gösterirler. Onun gibi, bunların
kuvveti ve hadsizlikleriyle beraber, şunların mazharları olan şu fâni mevcudatın ehemmiyetsiz
ve az yaşamasına bakılsa, âhiret görünür. Demek ki, herşey lisan-ı hal ile "Âmentü billahi ve
bilyevm-il âhir" okuyor ve okutturuyor.
iki cevizi birini semavata, birini yere indiren aynı kuvvetle, iki şems bulunsa; birini arşa,
diğerini ferşe kaldırır, indirir.
Madem şu âdi, nâkıs, fâni mümkinatta nuraniyet ve şeffafiyet ve intizam ve imtisal ve
müvazene sırlarıyla, en büyük şey en küçük şeye müsavi olur. Hadsiz hesabsız şeyler birtek
şeye müsavi görünür. Elbette Kadîr-i Mutlak'ın zâtî ve nihayetsiz ve gayet kemalde olan
kudretinin nuranî tecelliyatı ve melekûtiyet-i eşyanın şeffafiyeti ve hikmet ve kaderin
intizamatı ve eşyanın evamir-i tekviniyesine kemal-i imtisali ve mümkinatın vücud ve
ademinin müsavatından ibaret olan imkânındaki müvazenesi sırrıyla; az çok, büyük küçük
ona müsavi olduğu gibi, bütün insanları birtek insan gibi bir sayha ile haşre getirebilir. Hem
bir şeyin kuvvet ve za'fça meratibi, o şeyin içine zıddının müdahalesidir. Meselâ hararetin
derecatı, soğuğun müdahalesidir. Güzelliğin meratibi, çirkinliğin müdahalesidir. Ziyanın
tabakatı, karanlığın müdahalesidir.
(S:93) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
Ey şu risaleyi insaf ile mütalaa eden kardeş! Deme, niçin bu "Onuncu Söz"ü birden
tamamıyla anlayamıyorum ve tamam anlamadığın için sıkılma! Çünki İbn-i Sina gibi bir dâhî-
yi hikmet, ¯^Å[¬V²T«2 «j[¬<@«T«8 ]«V«2 «j²[«7 h²L«E²7«! demiş. "İman ederiz, fakat akıl bu yolda
gidemez" diye
hükmetmiştir. Hem bütün ülema-i İslâm:
¬Œ²*«²! «:
Ey kardeş! Eğer hikmet-i âlemin tılsımını ve hilkat-i insanın muammasını ve hakikat-ı
salâtın rumuzunu bir parça fehmetmek istersen, nefsimle beraber şu temsilî hikâyeciğe bak:
Bir zaman bir sultan varmış; servetçe onun pek çok hazineleri vardı. Hem o hazinelerde
her çeşit cevahir, elmas ve zümrüt bulunuyormuş. Hem gizli pek acaib defineleri varmış. Hem
kemalâtça sanayi-i garibede pek çok mehareti varmış.
Şahane bir
surette dairelere, menzillere taksim ederek hazinelerinin türlü türlü murassaatıyla süslendirip
kendi dest-i san'atının en
---sh:»(S:121) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
latif, en güzel eserleriyle zînetlendirip, fünun-u hikmetinin en incelikleriyle tanzim edip
düzelterek ve ulûmunun âsâr-ı mu'cizekâraneleriyle donatarak tekmil ettikten sonra, herbir
taam ve nimetlerinin bütün çeşitlerinden en lezizlerini câmi' sofralar, o sarayda kurdu. Herbir
taifeye lâyık bir sofra tayin etti. Öyle sehavetkârane, san'atperverane bir ziyafet-i âmme ihzar
etti ki, güya herbir sofra, yüz sanayi-i latifenin eserleriyle vücud bulmuş gibi kıymetli hadsiz
nimetleri serdi. Sonra aktar-ı memleketindeki ahali ve raiyetini, seyre ve tenezzühe ve
ziyafete davet etti. Sonra bir yaver-i ekremine sarayın hikmetlerini ve müştemilâtının
manalarını bildirerek onu üstad ve tarif edici tayin etti.
İşte mahiyet-i
hayatın bunlar gibi emirlerdir.
Şimdi senin hayatının sureti ve tarz-ı vazifesi şudur ki:
Hayatın bir kelime-i mektubedir. Kalem-i kudretle yazılmış hikmet-nüma
---sh:»(S:129) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
bir sözdür.
Kur'aniyenin insanın hayat-ı şahsiyesine ve hayat-ı içtimaiyesine verdiği ders-i terbiyenin gayet kısa
bir fezlekesi, hem Kur'anın sair kelimat-ı İlahiyeye ve bütün kelâmlara cihet-i rüchaniyetine bir
işarettir. İşte bu sözde "Dört Esas" vardır.]
BİRİNCİ ESAS: Hikmet-i Kur'aniye ile hikmet-i fenniyenin farklarına şu gelecek
hikâye-i temsiliye dûrbîniyle bak:
Bir zaman, hem dindar, hem gayet san'atkâr bir Hâkim-i Namdar istedi ki: Kur'an-ı
Hakîm'i, maânîsindeki kudsiyetine ve kelimatındaki i'caza şayeste bir yazı ile yazsın. O
mu'ciz-nüma kamete, hârika bir libas giydirilsin. İşte o Nakkaş Zât, Kur'anı pek acib bir
tarzda yazdı.
Kur'aniyenin insanın hayat-ı şahsiyesine ve hayat-ı içtimaiyesine verdiği ders-i terbiyenin gayet kısa
bir fezlekesi, hem Kur'anın sair kelimat-ı İlahiyeye ve bütün kelâmlara cihet-i rüchaniyetine bir
işarettir. İşte bu sözde "Dört Esas" vardır.]
BİRİNCİ ESAS: Hikmet-i Kur'aniye ile hikmet-i fenniyenin farklarına şu gelecek
hikâye-i temsiliye dûrbîniyle bak:
Bir zaman, hem dindar, hem gayet san'atkâr bir Hâkim-i Namdar istedi ki: Kur'an-ı
Hakîm'i, maânîsindeki kudsiyetine ve kelimatındaki i'caza şayeste bir yazı ile yazsın. O
MAXQDA 2020 24.12.2022
mu'ciz-nüma kamete, hârika bir libas giydirilsin. İşte o Nakkaş Zât, Kur'anı pek acib bir
tarzda yazdı.
Belki öyle bir şeyle meşgul oldu ki, milyon mertebe öteki adamın iştigal
ettiği mes'elelerinden daha âlî, daha galî, daha latif, daha şerif, daha nâfi', daha câmi'... Çünki
nukuşun perdesi altında olan hakaik-i kudsiyesinden ve envâr-ı esrarından bahsederek gayet
güzel bir tefsir-i şerif yazdı. Sonra ikisi, eserlerini götürüp o Hâkim-i Zîşan'a takdim ettiler. O
Hâkim, evvelâ feylesofun eserini aldı. Baktı gördü ki: O hodpesend ve tabiatperest adam çok
çalışmış, fakat hiç hakikî hikmetini yazmamış. Hiçbir manasını anlamamış, belki karıştırmış.
Ona karşı hürmetsizlik, belki edebsizlik etmiş. Çünki o menba-ı hakaik olan Kur'anı, manasız
nukuş zannederek, mana cihetinde kıymetsizlik ile tahkir etmiş olduğundan, o Hâkim-i Hakîm
dahi onun eserini başına vurdu, huzurundan çıkardı.
Sonra öteki hakperest, müdakkik âlimin eserine baktı gördü ki:
ve âlim ve hakîm, bunun sahibine derler. Öteki adam ise, haddinden tecavüz etmiş bir
san'atkârdır. Sonra onun eserine bir mükâfat olarak; herbir harfine mukabil, tükenmez
hazinesinden "On altun verilsin" irade etti.
Eğer temsili fehmettin ise bak, hakikatın yüzünü de gör:
Amma o müzeyyen Kur'an ise, şu musanna kâinattır. O hâkim ise, Hakîm-i Ezelî'dir
Fakat onun Mâlik-i Kerim'i, ona iddihar ettiği uhrevî servet ile müstağnidir ve
Seyyidinin nihayetsiz kudretine istinad ettiği için kavîdir. Hem yalnız livechillah, rıza-i İlahî
için, fazilet için amel eder, çalışır... İşte iki hikmetin verdiği terbiye, iki tilmizin
müvazenesiyle anlaşılır.
ÜÇÜNCÜ ESAS: Hikmet-i felsefe ile hikmet-i Kur'aniyenin hayat-ı içtimaiye-i
beşeriyeye verdiği terbiyeler:
Amma hikmet-i felsefe ise, hayat-ı içtimaiyede nokta-i istinadı, "kuvvet" kabul eder.
Hedefi, "menfaat" bilir.
Fakat onun Mâlik-i Kerim'i, ona iddihar ettiği uhrevî servet ile müstağnidir ve
Seyyidinin nihayetsiz kudretine istinad ettiği için kavîdir. Hem yalnız livechillah, rıza-i İlahî
için, fazilet için amel eder, çalışır... İşte iki hikmetin verdiği terbiye, iki tilmizin
müvazenesiyle anlaşılır.
ÜÇÜNCÜ ESAS: Hikmet-i felsefe ile hikmet-i Kur'aniyenin hayat-ı içtimaiye-i
beşeriyeye verdiği terbiyeler:
Amma hikmet-i felsefe ise, hayat-ı içtimaiyede nokta-i istinadı, "kuvvet" kabul eder.
Hedefi, "menfaat" bilir.
Gayede menfaate bedel, "fazilet ve rıza-yı İlahî"yi kabul eder. Hayatta düstur-u cidal yerine,
"düstur-u teavün"ü esas tutar. Cemaatlerin rabıtalarında; unsuriyet, milliyet yerine "rabıta-i
dinî ve sınıfî ve vatanî" kabul eder. Gayatı; hevesat-ı nefsaniyenin tecavüzatına sed çekip,
ruhu maaliyata teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder ve insanı kemalât-ı insaniyeye sevk
edip insan eder. Hakkın şe'ni, ittifaktır. Faziletin şe'ni, tesanüddür. Düstur-u teavünün şe'ni,
birbirinin imdadına yetişmektir
Gayede menfaate bedel, "fazilet ve rıza-yı İlahî"yi kabul eder. Hayatta düstur-u cidal yerine,
"düstur-u teavün"ü esas tutar. Cemaatlerin rabıtalarında; unsuriyet, milliyet yerine "rabıta-i
dinî ve sınıfî ve vatanî" kabul eder. Gayatı; hevesat-ı nefsaniyenin tecavüzatına sed çekip,
ruhu maaliyata teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder ve insanı kemalât-ı insaniyeye sevk
edip insan eder. Hakkın şe'ni, ittifaktır. Faziletin şe'ni, tesanüddür
Sübhaniye hesabına bir hutbe-i ezeliyedir. Hem rahmet-i vasia-i muhita noktasında, bir defter-
i iltifatat-ı Rahmaniyedir. Hem uluhiyetin azamet-i haşmeti haysiyetiyle, başlarında bazan
şifre bulunan bir muhabere mecmuasıdır. Hem ism-i a'zamın muhitinden nüzul ile arş-ı
a'zamın bütün muhatına bakan, teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir. İşte bu
sırdandır ki, Kelâmullah ünvanı kemal-i liyakatla Kur'ana verilmiş.
Amma sair kelimat-ı İlahiye ise: Bir kısmı, has bir itibar ile ve cüz'î bir ünvan ve hususî
bir ismin cüz'î tecellisi ile ve has bir rububiyet ile ve mahsus bir saltanat ile ve hususî bir
rahmet ile zahir olan kelâmdır. Hususiyet ve külliyet cihetinde dereceleri muhteliftir.
yırtıp, o hakaik-i acibeyi zîşuura açıp, nazar-ı ibretlerini celbedip, ukûle tükenmez bir hazine-i
ulûm açar.
İşte Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın bütün kâinattaki âdiyat namıyla yâdolunan, hârikulâde
ve birer mu'cize-i kudret olan mevcudat üstündeki âdet ve ülfet perdesini keskin beyanatıyla
yırtıp, o hakaik-i acibeyi zîşuura açıp, nazar-ı ibretlerini celbedip, ukûle tükenmez bir hazine-i
ulûm açar.
Felsefe hikmeti ise, bütün hârikulâde olan mu'cizat-ı kudreti, âdet perdesi içinde
saklayıp, cahilane ve lâkaydane üstünde geçer. Yalnız hârikulâdelikten düşen ve intizam-ı
hilkatten huruc eden ve kemal-i fıtrattan sukut eden nadir ferdleri nazar-ı dikkate arzeder,
onları birer ibretli hikmet diye zîşuura takdim eder. Meselâ: En câmi' bir mu'cize-i kudret olan
insanın hilkatini âdi deyip lâkaydlıkla bakar. Fakat insanın kemal-i hilkatinden huruc etmiş,
üç ayaklı yahut iki başlı bir insanı bir velvele-i istiğrabla nazar-ı ibrete teşhir eder. Meselâ:
---sh:»(S:138) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
düşmüş, denizin altında olan bir böceğin bir yeşil yaprakla iaşesini görür, ondan tecelli eden
lütuf ve keremle hazır balıkçıları ağlatmak ister (Haşiye). İşte Kur'an-ı Kerim'in ilim ve hikmet
ve marifet-i İlahiye cihetiyle servet ve gınası; ve felsefenin ilim ve ibret ve marifet-i Sâni'
cihetindeki fakr ve iflasını gör, ibret al!
İşte bu sırdandır ki: Kur'an-ı Hakîm, nihayetsiz parlak, yüksek hakikatları câmi'
olduğundan, şiirin hayalatından müstağnidir. Evet Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın i'caz
derecesindeki kemal-i nizam ve intizamı ve kitab-ı kâinattaki intizamat-ı san'atı, muntazam
üslûblarıyla tefsir ettikleri halde; manzum olmadığının diğer bir sebebi de budur ki:
Âyetlerinin herbir necmi, vezin kaydı altına girmeyip tâ ekser âyetlere bir nevi merkez olsun
ve kardeşi olsun ve mabeynlerinde mevcud münasebet-i maneviyeye rabıta olmak için, o
Hem o karanlık
gökyüzünde birer camid ateşpare olan yıldızlar ve yerdeki perişan mahlukat,
Œ²*«²!«: p²AÅ,7! €!«Y´WÅK7! y«7 d±¬A«,# sayhasıyla işitenlerin nazarında; gökyüzü bir ağız, bütün
yıldızlar birer kelime-i hikmet-nüma, birer nur-u hakikat-eda; ve arz bir kafa; berr ve bahr
birer lisan; ve bütün hayvanat ve nebatat birer kelime-i tesbih-feşan suretinde arz-ı dîdar eder.
Yoksa bu zamandan tâ o zamana bakmakla, mezkûr zevkin dekaikını göremezsin. Evet o
zamandan beri nurunu neşreden ve mürur-u zaman ile ulûm-u mütearife hükmüne geçen ve
sair neyyirat-ı İslâmiye ile parlayan ve Kur'anın güneşiyle gündüz rengini alan bir vaziyet ile
yahut sathî ve basit bir perde-i ülfet ile baksan, elbette herbir âyetin ne kadar tatlı bir
zemzeme-i i'caz içinde ne çeşit zulümatı dağıttığını hakkıyla göremezsin ve bir çok enva'-ı
i'cazı içinde bu nev-i i'cazını zevk edemezsin. Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın en yüksek bir
derece-i i'cazına bakmak istersen, şu temsili dinle, bak. Şöyle ki:
yÁV7! «x; ²u5 deyip gezer ve fırtınaların ve şimşek ve berk ve gök gürültüsü
gibi havayı çarpıştırıcı dalgalar içerisinde intizamını ve vazifelerini hiç bozmuyor ve
şaşırmıyor ve bir iş diğer bir işe mani olmuyor... Ben aynelyakîn müşahede ettim.
Demek ya herbir zerre ve herbir parça havada nihayetsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir
ilmi, iradesi ve nihayetsiz bir kuvveti, kudreti ve bütün zerrata hâkim-i mutlak bir hassaları
bulunmak lâzımdır ki; bu işlere medar olabilsin. Bu ise, zerreler adedince muhal ve bâtıldır.
Hiçbir şeytan dahi bunu hatıra getiremez. Öyle ise bu sahife-i havanın hakkalyakîn,
aynelyakîn, ilmelyakîn derecesinde bedahetle Zât-ı Zülcelal'in hadsiz gayr-ı mütenahî ilmi ve
hikmetle çalıştırdığı kalem-i kudret ve kaderin mütebeddil sahifesi ve bir levh-i mahfuzun
âlem-i tegayyürde ve mütebeddil şuunatında bir levh-i mahv-isbat namında yazar bozar
tahtası hükmündedir.
Hiçbir şeytan dahi bunu hatıra getiremez. Öyle ise bu sahife-i havanın hakkalyakîn,
aynelyakîn, ilmelyakîn derecesinde bedahetle Zât-ı Zülcelal'in hadsiz gayr-ı mütenahî ilmi ve
hikmetle çalıştırdığı kalem-i kudret ve kaderin mütebeddil sahifesi ve bir levh-i mahfuzun
âlem-i tegayyürde ve mütebeddil şuunatında bir levh-i mahv-isbat namında yazar bozar
tahtası hükmündedir.
İşte hava unsurunun yalnız nakl-i asvat vazifesinde mezkûr cilve-i vahdaniyeti ve
mezkûr acaibi gösterdiği ve dalaletin hadsiz muhaliyetini izhar ettiği gibi, unsur-u havaînin
sair ehemmiyetli vazifelerinden biri de elektrik, cazibe, dafia, ziya gibi sair letaifin naklinde
şaşırmadan muntazaman, asvat naklindeki vazifeyi gördüğü aynı zamanda, bu vazifeleri dahi
gördüğü aynı zamanında, bütün nebatat ve hayvanata teneffüs ve telkîh gibi hayata lüzumu
bulunan levazımatı kemal-i intizam ile yetiştiriyor. Emir ve irade-i İlahiyenin bir arşı
olduğunu kat'î bir surette isbat ediyor. Ve serseri tesadüf ve kör kuvvet ve sağır tabiat ve
karışık, hedefsiz esbab ve âciz, camid, cahil maddeler bu sahife-i havaiyenin kitabetine ve
vazifelerine karışması hiçbir cihetle ihtimal ve imkânı bulunmadığını aynelyakîn derecesinde
intizam ile muhafaza ettiğini nazar-ı şuhuda gösteriyoruz. Güya her bir bahar, birtek çiçek
gibi, gayet muntazam ve mevzun olarak, zeminin yüzüne bir Cemil ve Celil'in eliyle takılıp
koparılıyor; konup kaldırılıyor. Hakikat böyle iken, beşerin en acib bir dalaleti budur ki:
Kader kaleminin sahifesi olan Levh-i Mahfuz'un yalnız bir cilve-i aksi olarak, fihriste-i san'at-
ı Rabbaniye olup, ehl-i gafletin lisanında tabiat denilen bu kitabet-i fıtriyeyi, bu nakş-ı san'atı,
bu münfail mistar-ı hikmeti, tabiat-ı müessire diyerek masdar ve fâil telakki etmesidir.
@Å<«hÇC7! «w¬8 !«hÅC7! «w²<«! Hakikat nerede?
Eğer o
cem'iyet, imtizaç edip ittihad şeklini alsa, onu temsil edecek bir şahs-ı manevîsi, bir nevi ruh-
u manevîsi ve vazife-i tesbihiyesini görecek bir melek-i müekkeli olacaktır. İşte bak, misal
olarak bu Barla ağzının, şu dağ lisanının bir muazzam kelimesi olan bu odamızın önündeki
çınar ağacına bak, gör: Ağacın şu üç başının her başında kaç yüz dal dilleri var ve her dilde
bak, kaç yüz mevzun ve muntazam meyve kelimeleri var ve her meyvede dikkat et, kaç yüz
kanatlı mevzun tohumcuk harfleri, Emr-i –xU«[«4 ²w6 e mâlik Sâni'-i Zülcelal'ine ne kadar belig
bir medih ve fasih bir tesbih ettiğini işittiğin, gördüğün gibi; ona müekkel melek dahi, ona
göre âlem-i manada müteaddid diller ile tesbihatını temsil ediyor ve hikmeten öyle olmak
gerektir.
Dördüncüsü: Meselâ:
‚h²Q«#
gibi âyetlerin ifade ettikleri hakikat-ı ulviyesine ki, Kadîr-i Mutlak o derece sühulet ve sür'atle
ve mualecesiz ve mübaşeretsiz eşyayı halkeder ki, yalnız sırf bir emir ile icad eder gibi
görünüyor, fehmediliyor. Hem o Sâni'-i Kadîr nihayet derecede masnuata karib olduğu halde,
masnuat nihayet derecede ondan baiddir. Hem nihayetsiz kibriyasıyla beraber, gayet cüz'î ve
hakir umûru dahi, ehemmiyetle tanzim ve hüsn-ü san'attan hariç bırakmıyor. İşte bu hakikat-ı
Kur'aniyenin vücuduna, mevcudatta meşhud sühulet-i mutlak içinde intizam-ı ekmel şehadet
MAXQDA 2020 24.12.2022
ettiği gibi, gelecek temsil dahi, onun sırr-ı hikmetini gösterir. Meselâ:
---sh:»(S:166) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
«š@«L«< ²–«! Ŭ! «–Η@«L«# @«8«: ya kadar hudud-u azamet-i rububiyeti ve kibriya-i uluhiyeti
tutmuş olan Ezel ve Ebed Sultanı, şu âciz ve nihayetsiz zaîf ve nihayetsiz fakir ve nihayetsiz
muhtaç ve yalnız cüz'î bir ihtiyar ile icada kabiliyeti olmayan zaîf bir kesb ile mücehhez benî-
âdeme karşı şedid şikayat-ı Kur'aniyesi ve azîm tehdidatı ve müdhiş vaîdleri ne hikmete
binaendir ve ne vecihle tevfik edilir?. ne suretle münasib düşer?. demek olan derin ve yüksek
hakikata kanaat getirmek için şu gelecek iki temsile bak:
Birinci Temsil:
cinayet-i sâriyedir. Sair mevcudatın netaic-i amellerine halel verdiği gibi esma-i İlahiyenin
cilve-i cemallerine perde çeker.
İşte bu hadsiz şikayete hakları olan mevcudat namına o mevcudatın sultanı, şu âsi
beşerden azîm şikayet eder ve etmesi, ayn-ı hikmettir ve o âsi, şiddetli tehdidata elbette
müstehaktır ve dehşetli vaîdlere, bilâşübhe sezâdır.
***
---sh:»(S:169) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
"Ben de herkes gibiyim." Çünki herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık
eder. Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek
esassızdır. Hem kendini başıboş zannetme. Zira şu misafirhane-i dünyada nazar-ı hikmetle
baksan, hiçbir şeyi nizamsız gayesiz göremezsin. Nasıl sen nizamsız, gayesiz kalabilirsin?
Zelzele gibi vakıalar olan şu hâdisat-ı kevniye, tesadüf oyuncağı değiller. Meselâ: Zemine
nebatat ve hayvanat enva'ından giydirilen birbiri üstünde, birbiri içinde, gayet muntazam ve
gayet münakkaş gömlekler; baştan aşağıya kadar gayelerle, hikmetlerle müzeyyen, mücehhez
olduklarını gördüğün ve gayet âlî gayeler içinde kemal-i intizam ile meczub mevlevî gibi
devredip döndürmesini bildiğin halde, nasıl oluyor ki, küre-i arzın benî-Âdemden, bahusus
ehl-i imandan beğenmediği bir kısım etvar-ı gafletin sıklet-i maneviyesinden omuz silkmeye
benzeyen zelzele gibi (Haşiye)mevt-âlûd hâdisat-ı hayatiyesini; bir mülhidin neşrettiği gibi
gayesiz, tesadüfî zannederek bütün musibetzedelerin elîm zayiatını bedelsiz hebâen-mensur
gösterip, müdhiş bir ye'se atarlar.
öyle hâdiseler, bir Hakîm-i Rahîm'in emriyle ehl-i imanın fâni malını, sadaka hükmüne
çevirip ibka etmektir ve küfran-ı nimetten gelen günahlara keffarettir. Nasılki bir gün gelecek,
şu müsahhar zemin yüzünün zîneti olan âsâr-ı beşeriyeyi şirk-âlûd, şükürsüz görüp, çirkin
bulur. Hâlık'ın emriyle büyük bir zelzele ile bütün yüzünü siler, temizler. Allah'ın emriyle ehl-
i şirki Cehennem'e döker. Ehl-i şükre "Haydi, Cennet'e buyurun" der.
**
---sh:»(S:172) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Elcevab: Büyük hatalar ve cinayetler te'hir ile büyük merkezlerde ve küçücük
cinayetler ta'cil ile küçük merkezlerde verildiği gibi; mühim bir hikmete binaen ehl-i küfrün
cinayetlerinin kısm-ı a'zamı, Mahkeme-i Kübra-yı Haşre te'hir edilerek ehl-i imanın hataları,
kısmen bu dünyada cezası verilir.(Haşiye)
Üçüncü Sual: Bazı eşhasın hatasından gelen bu musibet bir derece memlekette umumî
şekle girmesinin sebebi nedir?
mücahededir. İmtihan ve teklif iktiza ederler ki, hakikatlar perdeli kalıp, tâ müsabaka ve
mücahede ile Ebubekirler a'lâ-yı illiyyîne çıksınlar ve Ebucehiller esfel-i safilîne girsinler.
Eğer masumlar böyle musibetlerde sağlam kalsaydılar, Ebucehiller aynen Ebubekirler gibi
teslim olup, mücahede ile manevî terakki kapısı kapanacaktı ve sırr-ı teklif bozulacaktı.
Madem mazlum, zalim ile beraber musibete düşmek, hikmet-i İlahîce lâzım geliyor.
Acaba o bîçare mazlumların rahmet ve adaletten hisseleri nedir?
(Haşiye): Hem Rus gibi olanlar, mensuh ve tahrif edilmiş bir dini terk etmekle, hak ve ebedî ve kabil-i
nesh
olmayan bir dine ihanet etmek derecesinde gayretullaha dokunmadığından, zemin şimdilik onları
bırakıp,
MAXQDA 2020 24.12.2022
Elcevab: Kadîr-i Zülcelal, herbir unsura çok vazifeler vermiş ve herbir vazifede çok
neticeler verdiriyor. Bir unsurun birtek vazifesinde, birtek neticesi çirkin ve şer ve musibet
olsa da, sair güzel neticeler, bu neticeyi de güzel hükmüne getirir. Eğer bu tek çirkin netice
vücuda gelmemek için, insana karşı hiddete gelmiş o unsur, o vazifeden men'edilse; o vakit o
güzel neticeler adedince hayırlar terkedilir ve lüzumlu bir hayrı yapmamak, şer olması
haysiyetiyle, o hayırlar adedince şerler yapılır. Tâ birtek şer gelmesin gibi; gayet çirkin ve
hilaf-ı hikmet ve hilaf-ı hakikat bir kusurdur. Kudret ve hikmet ve hakikat kusurdan
münezzehtirler.
Madem bir kısım hatalar, unsurları ve arzı hiddete getirecek derecede bir şümullü
isyandır ve çok mahlukatın hukukuna bir tahkirli tecavüzdür. Elbette o cinayetin fevkalâde
çirkinliğini göstermek için, koca bir unsura, küllî vazifesi içinde "Onları terbiye et" diye emir
verilmesi ayn-ı hikmettir ve adalettir ve mazlumlara ayn-ı rahmettir.
Kadîr-i Zülcelal, herbir unsura çok vazifeler vermiş ve herbir vazifede çok
neticeler verdiriyor. Bir unsurun birtek vazifesinde, birtek neticesi çirkin ve şer ve musibet
olsa da, sair güzel neticeler, bu neticeyi de güzel hükmüne getirir. Eğer bu tek çirkin netice
vücuda gelmemek için, insana karşı hiddete gelmiş o unsur, o vazifeden men'edilse; o vakit o
güzel neticeler adedince hayırlar terkedilir ve lüzumlu bir hayrı yapmamak, şer olması
haysiyetiyle, o hayırlar adedince şerler yapılır. Tâ birtek şer gelmesin gibi; gayet çirkin ve
hilaf-ı hikmet ve hilaf-ı hakikat bir kusurdur. Kudret ve hikmet ve hakikat kusurdan
münezzehtirler.
Madem bir kısım hatalar, unsurları ve arzı hiddete getirecek derecede bir şümullü
isyandır ve çok mahlukatın hukukuna bir tahkirli tecavüzdür. Elbette o cinayetin fevkalâde
çirkinliğini göstermek için, koca bir unsura, küllî vazifesi içinde "Onları terbiye et" diye emir
verilmesi ayn-ı hikmettir ve adalettir ve mazlumlara ayn-ı rahmettir.
Bunların
istinad ettiği maddenin bir hakikatı var mıdır?
Elcevab: Dalaletten başka hiçbir hakikatı yoktur. Çünki her sene elli milyondan ziyade
münakkaş, muntazam gömlekleri giyen ve değiştiren küre-i arzın üstünde binler enva'ın birtek
nev'i olan, meselâ sinek taifesinden hadsiz efradından birtek ferdin yüzer a'zasından birtek
uzvu olan kanadının kasd ve irade ve meşiet ve hikmet cilvesine mazhariyeti ve ona lâkayd
kalmaması ve başıboş bırakmaması gösteriyor ki, değil hadsiz zîşuurun beşiği ve anası ve
mercii ve hamisi olan koca küre-i arzın ehemmiyetli ef'al ve ahvali belki hiçbir şeyi, -cüz'î
olsun
---sh:»(S:174) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
küllî olsun- irade ve ihtiyar ve kasd-ı İlahî haricinde olmaz.
---sh:»(S:174) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
küllî olsun- irade ve ihtiyar ve kasd-ı İlahî haricinde olmaz. Fakat Kadîr-i Mutlak hikmetinin
muktezasıyla zahir esbabı tasarrufatına perde ediyor. Zelzeleyi irade ettiği vakit, bazan da bir
madeni harekete emredip, ateşlendiriyor. Haydi madenî inkılabat dahi olsa, yine emir ve
hikmet-i İlahî ile olur; başka olamaz. Meselâ: Bir adam bir tüfek ile birisini vurdu.
--
küllî olsun- irade ve ihtiyar ve kasd-ı İlahî haricinde olmaz. Fakat Kadîr-i Mutlak hikmetinin
muktezasıyla zahir esbabı tasarrufatına perde ediyor. Zelzeleyi irade ettiği vakit, bazan da bir
madeni harekete emredip, ateşlendiriyor. Haydi madenî inkılabat dahi olsa, yine emir ve
hikmet-i İlahî ile olur; başka olamaz. Meselâ: Bir adam bir tüfek ile birisini vurdu. Vuran
adama hiç bakılmasa, yalnız fişekteki barutun ateş alması noktasına hasr-ı nazar edip, bîçare
maktûlün büsbütün hukukunu zayi' etmek; ne derece belâhet ve divaneliktir. Aynen öyle de:
içinde bulunan ve hikmet ve irade ile iddihar edilen bir bombayı, ehl-i gaflet ve tuğyanı
uyandırmak için "ateşlendir" diye olan emr-i Rabbanîyi unutmak ve tabiata sapmak,
hamakatın en eşneidir.
Altıncı Sualin Tetimmesi ve Haşiyesi: Ehl-i dalalet ve ilhad, mesleklerini muhafaza ve
ehl-i imanın intibahlarına mukabele ve mümanaat etmek için, o derece garib bir temerrüd ve
acib bir hamakat gösteriyorlar ki, insanı insaniyetten pişman eder. Meselâ:
MAXQDA 2020 24.12.2022
Bazan gayet
derin ve bilinmez
---sh:»(S:175) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
ve çok ehemmiyetli, bin cihette de hikmeti olan bir hakikata fennî bir nam takar. Güya o nam
ile mahiyeti anlaşıldı, âdileşti, hikmetsiz, manasız kaldı.
İşte gel! Belâhet ve hamakatın nihayetsiz derecelerine bak ki: Yüz sahife ile tarif edilse
ve hikmetleri beyan edilse ancak tamamıyla bilinecek derin ve geniş bir hakikat-ı meçhuleye
bir nam takar; malûm bir şey gibi:
MAXQDA 2020 24.12.2022
---sh:»(S:175) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
ve çok ehemmiyetli, bin cihette de hikmeti olan bir hakikata fennî bir nam takar. Güya o nam
ile mahiyeti anlaşıldı, âdileşti, hikmetsiz, manasız kaldı.
İşte gel! Belâhet ve hamakatın nihayetsiz derecelerine bak ki: Yüz sahife ile tarif edilse
ve hikmetleri beyan edilse ancak tamamıyla bilinecek derin ve geniş bir hakikat-ı meçhuleye
bir nam takar; malûm bir şey gibi: "Bu budur" der.
ve çok ehemmiyetli, bin cihette de hikmeti olan bir hakikata fennî bir nam takar. Güya o nam
ile mahiyeti anlaşıldı, âdileşti, hikmetsiz, manasız kaldı.
İşte gel! Belâhet ve hamakatın nihayetsiz derecelerine bak ki: Yüz sahife ile tarif edilse
ve hikmetleri beyan edilse ancak tamamıyla bilinecek derin ve geniş bir hakikat-ı meçhuleye
bir nam takar; malûm bir şey gibi: "Bu budur" der. Meselâ: "Güneşin bir maddesi, elektrikle
çarpmasıdır.
Şu âyetin
semasına yedi basamaklı bir merdivenle çıkılabilir. Gel, beraber çıkacağız!
Birinci Basamak: Hakikat ve hikmet ister ki: Zemin gibi, semavatın da kendine
münasib sekeneleri bulunsun. Lisan-ı şer'îde o ecnas-ı muhtelifeye, melaike ve ruhaniyat
tesmiye edilir. Evet, hakikat öyle iktiza eder. Zira zemin küçüklüğü ve hakaretiyle beraber,
zîhayat ve zîşuur mahluklardan doldurulması ve arasıra boşaltılıp yeniden zîşuurlarla
şenlendirilmesi işaret eder, belki tasrih eder ki:
Ne emrolunsa onu işlerler. Müzahame ve münakaşayı îcab edecek bir sebeb yoktur. Zira
memleket geniş, fıtratları safi, kendileri masum, makamları sabittir. Evet zeminde ezdad
içtima etmiş, eşrar ahyara karışmış, içlerinde münakaşat başlamış; o sebebden ihtilafat ve
MAXQDA 2020 24.12.2022
Evet, küre-i arz küçüklüğüyle beraber semavata karşı gelebilir. Çünki nasılki daimî bir çeşme,
vâridatsız büyük bir gölden daha büyük denilebilir. Hem bir ölçek ile bir şey ölçerek başka yere
nakledilen ve
onun elinden geçmiş ve ona girmiş çıkmış bir mahsulâtla, zahiren binler defa ölçekten büyük ve dağ
gibi bir
cisimle o ölçek müvazeneye çıkabilir. Aynen öyle de: Küre-i arz, Cenab-ı Hak onu san'atına bir meşher
ve
icadına bir mahşer ve hikmetine medar ve kudretine mazhar ve rahmetine mezher ve Cennetine
mezraa ve hadsiz
kâinata ve mahlukat âlemlerine ölçek ve mazi denizlerine ve gayb âlemine akacak bir çeşme
hükmünde icad
etmiş. Her sene kat kat ve katmerli yüzbin tarzda, masnuattan dokunmuş gömleklerini değiştirdiği ve
çok defa
dolup maziye boşaltarak gayb âlemine döktüğü bütün o müteceddid âlemleri ve arzın müteaddid
gömleklerini
nazara al; yani, bütün mazisini hazır farzet. Sonra yeknesak ve bir derece basit semavata karşı
müvazene et.
Göreceksin ki:
Çünki
vücudça letafet ve hıffetleri var. Hem şübhesiz tard ve reddedilecekler. Çünki mahiyetçe
şeraret ve nühusetleri vardır. Hem bilâşek velâ şübhe, şu muamele-i mühimmenin ve şu
mübareze-i maneviyenin âlem-i şehadette bir alâmeti, bir işareti bulunacaktır. Çünki saltanat-ı
rububiyetin hikmeti iktiza eder ki: Zîşuur için, bahusus en mühim vazifesi müşahede ve
şehadet ve dellâllık ve nezaret olan insan için tasarrufat-ı gaybiyenin mühimlerine bir işaret
MAXQDA 2020 24.12.2022
koysun, birer alâmet bıraksın. Nasılki nihayetsiz bahar mu'cizatına yağmuru işaret koymuş ve
havarik-ı san'atına esbab-ı zahiriyeyi alâmet etmiş. Tâ, âlem-i şehadet ehlini işhad etsin. Belki
o acib temaşaya, umum ehl-i semavat ve sekene-i arzın enzar-ı dikkatlerini celbetsin.
hâdisenin, bu hikmetten ve şu gayeden başka ona münasib bir hikmeti bilinmiyor. Sair hâdisat
öyle değil. Hem şu hikmet, zaman-ı Âdem'den beri meşhurdur ve ehl-i hakikat için
meşhuddur.
Altıncı Basamak
hâdisenin, bu hikmetten ve şu gayeden başka ona münasib bir hikmeti bilinmiyor. Sair hâdisat
öyle değil. Hem şu hikmet, zaman-ı Âdem'den beri meşhurdur ve ehl-i hakikat için
meşhuddur.
Altıncı Basamak
Zira
yüksek kalelerin muhkem burçlarından atılan mancınıklar ve işaret fişeklerine benzeyen şu
hâdisat-ı necmiye, bu recm-i şeytana ne kadar enseb düştüğü bedaheten anlaşılır. Halbuki şu
hâdisenin, bu hikmetten ve şu gayeden başka ona münasib bir hikmeti bilinmiyor. Sair hâdisat
öyle değil. Hem şu hikmet, zaman-ı Âdem'den beri meşhurdur ve ehl-i hakikat için
meşhuddur.
Altıncı Basamak: Beşer ve cin, nihayetsiz şerre ve cühuda müstaid olduklarından,
nihayetsiz bir temerrüd ve bir tuğyan yaparlar. İşte bunun için Kur'an-ı Kerim, öyle i'cazkâr
bir belâgatla ve öyle âlî ve bahir üslûblarla ve öyle gâlî ve zahir temsiller ve mesellerle ins ve
cinni isyandan ve tuğyandan zecreder ki; kâinatı titretir
«p²X.
Hem y«T«V«' ¯š²z«- Åu6 «w«K²&«! gibi âyetler; vücud-u eşya, ilim içinde azîm bir kudretle,
hikmet içinde dakik bir san'atla tedricî olduğunu gösteriyorlar. Vech-i tevfiki nedir?
Elcevab: Kur'anın feyzine istinaden deriz:
Sâniyen: Mevcudatta meşhud olan sühulet ve sür'at ve kesret ve vüs'at içinde nihayet
intizam, gayet ittikan ve hüsn-ü san'at ve kemal-i hilkat, şu iki kısım âyetlerin vücud-u
hakikatlarına kat'iyyen şehadet eder. Öyle ise, şunların hariçte tahakkukları medar-ı bahs
olması lüzumsuzdur. Belki yalnız "sırr-ı hikmeti nedir" denilebilir. Öyle ise, biz dahi bir
kıyas-ı temsilî ile şu hikmete işaret ederiz. Meselâ: Nasılki terzi gibi bir san'atçı, birçok
külfetler, meharetlerle musanna birşeyi icad eder ve ona bir model yapar. Sonra onun emsalini
külfetsiz çabuk yapabilir. Hattâ bazan öyle bir derece sühulet peyda eder ki, güya emreder
yapılır ve öyle kuvvetli bir intizam kesbeder, (saat gibi) güya bir emrin dokunmasıyla işlenir
ve işler.
bevakit, taze taze birer kâinatı zeminde kuruyor, birer yeni dünyayı icad ediyor. Birer âlemi
alıp da diğer muntazam bir âlemi getiriyor. Mevsim be-mevsim her bağ ve bostanda taze taze
mu'cizat-ı kudretini ve hedaya-yı rahmetini gösterir. Yeni birer kitab-ı hikmet-nüma yazıyor.
Taze taze birer matbaha-i rahmetini kuruyor. Mücedded bir hulle-i san'at-nüma giydiriyor.
Her baharda, herbir ağaca sündüs-misal taze bir çarşaf giydiriyor. Lü'lü-misal yeni bir
murassaatla süslendiriyor. Yıldız-misal rahmet hediyeleriyle ellerini dolduruyor
bevakit, taze taze birer kâinatı zeminde kuruyor, birer yeni dünyayı icad ediyor. Birer âlemi
alıp da diğer muntazam bir âlemi getiriyor. Mevsim be-mevsim her bağ ve bostanda taze taze
mu'cizat-ı kudretini ve hedaya-yı rahmetini gösterir. Yeni birer kitab-ı hikmet-nüma yazıyor.
Taze taze birer matbaha-i rahmetini kuruyor. Mücedded bir hulle-i san'at-nüma giydiriyor.
Her baharda, herbir ağaca sündüs-misal taze bir çarşaf giydiriyor. Lü'lü-misal yeni bir
murassaatla süslendiriyor
deyip, hem kemal-i kudretini ilân, hem kudretine nisbeten Haşir ve Kıyamet gayet sehl ve
külfetsiz olduğunu beyan ediyor. Emr-i tekvinîsi, kudret ve iradeyi tazammun ettiğini ve
bütün eşya, evamirine gayet müsahhar ve münkad olduklarını ve mübaşeretsiz, mualecesiz
halkettiği için icadındaki sühulet-i mutlakayı ifade için, sırf bir emirle işler yaptığını, Kur'an-ı
Mu'ciz-ül Beyan ile ferman ediyor.
Hasıl-ı kelâm: Bir kısım âyetler eşyada hususan bidayet-i icadında gayet derecede hüsn-
ü san'atı ve nihayet derecede kemal-i hikmeti ilân ediyor. Diğer kısmı; eşyada, hususan tekrar
icadında ve iadesinde gayet derecede sühulet ve sür'atini nihayet derecede inkıyad ve
külfetsizliğini beyan eder.
ÜÇÜNCÜ ŞUA: Ey haddinden tecavüz etmiş nefs-i pürvesvas!
---sh:»(S:201) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Küçük Bir Zeyl
Kadîr-i Alîm ve Sâni'-i Hakîm, kanuniyet şeklindeki âdâtının gösterdiği nizam ve
intizamla, kudretini ve hikmetini ve hiçbir tesadüf işine karışmadığını izhar ettiği gibi;
şüzuzat-ı kanuniye ile, âdetinin hârikalarıyla, tegayyürat-ı suriye ile, teşahhusatın ihtilafatıyla,
zuhur ve nüzul zamanının tebeddülüyle meşietini, iradetini, fâil-i muhtar olduğunu ve
ihtiyarını ve hiçbir kayıd altında olmadığını izhar edip yeknesak perdesini yırtarak ve herşey,
her anda, her şe'nde, her şeyinde ona muhtaç ve rububiyetine münkad olduğunu i'lam etmekle
gafleti dağıtıp, ins ve cinnin nazarlarını esbabdan Müsebbib-ül Esbab'a çevirir. Kur'anın
beyanatı şu esasa bakıyor.
Meselâ: Ekser yerlerde bir kısım meyvedar ağaçlar bir sene meyve verir, yani rahmet
hazinesinden ellerine verilir, o da verir.
Kur'andadır hak hikmet, isbat ederim, muhalif felsefeyi beş paraya saymam.
Furkan'dadır elmas hakikat, dercan ederim, sen gibi satmam.
Halktan Hakk'a seyran ederim, sen gibi sapmam.
Dikenli yolda tayran ederim, sen gibi basmam.
Ferşten arşa şükran ederim, sen gibi asmam.
---sh:»(S:229) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Tûbâ-i hilkatten semavat şıkkına, hep kehkeşan ağsanına
Bir Cemil-i Zülcelal'in, dest-i hikmetle takılmış pek güzel meyveleriyiz biz.
Şu semavat ehline birer mescid-i seyyar, birer hane-i devvar, birer ulvî âşiyane,
Birer misbah-ı nevvar, birer gemi-i cebbar, birer tayyareleriz biz.
Bir Kadîr-i Zülkemal'in, bir Hakîm-i Zülcelal'in birer mu'cize-i kudret
Birer hârika-i san'at-ı hâlıkane; birer nadire-i hikmet, birer dâhiye-i hilkat, birer nur
âlemiyiz biz.
Böyle yüzbin dil ile yüzbin bürhan gösteririz, işittiririz insan olan insana.
(S:229) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Tûbâ-i hilkatten semavat şıkkına, hep kehkeşan ağsanına
Bir Cemil-i Zülcelal'in, dest-i hikmetle takılmış pek güzel meyveleriyiz biz.
Şu semavat ehline birer mescid-i seyyar, birer hane-i devvar, birer ulvî âşiyane,
Birer misbah-ı nevvar, birer gemi-i cebbar, birer tayyareleriz biz.
Bir Kadîr-i Zülkemal'in, bir Hakîm-i Zülcelal'in birer mu'cize-i kudret
Birer hârika-i san'at-ı hâlıkane; birer nadire-i hikmet, birer dâhiye-i hilkat, birer nur
âlemiyiz biz.
Böyle yüzbin dil ile yüzbin bürhan gösteririz, işittiririz insan olan insana.
Kör olası dinsiz gözü, görmez oldu yüzümüzü, hem işitmez sözümüzü, hak söyleyen
âyetleriz biz.
Halbuki
o bârid, tatsız perdesi altında o kadar hararetli gayeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır
ki, tarif edilmez. Hem insan hodgâmlık ve zahirperestliğiyle beraber, herşeyi kendine bakan
yüzüyle muhakeme ettiğinden, pek çok mahz-ı edebî olan şeyleri, hilaf-ı edeb zanneder.
Meselâ âlet-i tenasül-i insan, insan nazarında bahsi hacalet-âverdir. Fakat şu perde-i hacalet,
insana bakan yüzdedir. Yoksa hilkate, san'ata ve gayat-ı fıtrata bakan yüzler öyle perdelerdir
ki, hikmet nazarıyla bakılsa ayn-ı edebdir, hacalet ona hiç temas etmez.
İşte menba-ı edeb olan Kur'an-ı Hakîm'in bazı tabiratı bu yüzler ve perdelere göredir.
Nasılki bize görünen çirkin mahlukların ve hâdiselerin zahirî yüzleri altında gayet güzel ve
hikmetli san'at ve hilkatine bakan güzel yüzler var ki, Sâniine bakar ve çok güzel perdeler var
ki, hikmetleri saklar ve pek çok zahirî intizamsızlıklar ve karışıklıklar var ki, pek muntazam
MAXQDA 2020 24.12.2022
Meselâ âlet-i tenasül-i insan, insan nazarında bahsi hacalet-âverdir. Fakat şu perde-i hacalet,
insana bakan yüzdedir. Yoksa hilkate, san'ata ve gayat-ı fıtrata bakan yüzler öyle perdelerdir
ki, hikmet nazarıyla bakılsa ayn-ı edebdir, hacalet ona hiç temas etmez.
İşte menba-ı edeb olan Kur'an-ı Hakîm'in bazı tabiratı bu yüzler ve perdelere göredir.
Nasılki bize görünen çirkin mahlukların ve hâdiselerin zahirî yüzleri altında gayet güzel ve
hikmetli san'at ve hilkatine bakan güzel yüzler var ki, Sâniine bakar ve çok güzel perdeler var
ki, hikmetleri saklar ve pek çok zahirî intizamsızlıklar ve karışıklıklar var ki, pek muntazam
bir kitabet-i kudsiyedir.
ÜÇÜNCÜ NOKTA: yÁV7! vU²A¬A²E< ]¬9xQ¬AÅ#@«4 «yÁV7!
Meselâ âlet-i tenasül-i insan, insan nazarında bahsi hacalet-âverdir. Fakat şu perde-i hacalet,
insana bakan yüzdedir. Yoksa hilkate, san'ata ve gayat-ı fıtrata bakan yüzler öyle perdelerdir
ki, hikmet nazarıyla bakılsa ayn-ı edebdir, hacalet ona hiç temas etmez.
İşte menba-ı edeb olan Kur'an-ı Hakîm'in bazı tabiratı bu yüzler ve perdelere göredir.
Nasılki bize görünen çirkin mahlukların ve hâdiselerin zahirî yüzleri altında gayet güzel ve
hikmetli san'at ve hilkatine bakan güzel yüzler var ki, Sâniine bakar ve çok güzel perdeler var
ki, hikmetleri saklar ve pek çok zahirî intizamsızlıklar ve karışıklıklar var ki, pek muntazam
bir kitabet-i kudsiyedir.
ÜÇÜNCÜ NOKTA: yÁV7! vU²A¬A²E< ]¬9xQ¬AÅ#@«4 «yÁV7!
---sh:»(S:237) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
BEŞİNCİ REŞHA: Hem o nur ile; kâinattaki harekât, tenevvüat, tebeddülat, tegayyürat
manasızlıktan ve abesiyetten ve tesadüf oyuncaklığından çıkıp birer mektubat-ı Rabbaniye,
MAXQDA 2020 24.12.2022
birer sahife-i âyât-ı tekviniye, birer meraya-yı esma-i İlahiye ve âlem dahi bir kitab-ı hikmet-i
Samedaniye mertebesine çıktılar. Hem insanı bütün hayvanatın madûnuna düşüren hadsiz za'f
ve aczi, fakr ve ihtiyacatı ve bütün hayvanlardan daha bedbaht eden, vasıta-i nakl-i hüzün ve
elem ve gam olan aklı, o nur ile nurlandığı vakit, insan bütün hayvanat, bütün mahlukat
üstüne çıkar. O nurlanmış acz, fakr, akıl ile niyaz ile nazenin bir sultan ve fizar ile nazdar bir
halife-i zemin olur. Demek o nur olmazsa kâinat da, insan da, hattâ herşey dahi hiçe iner.
İşte Rabbimizi bize tarif eden Kur'an-ı Hakîm; şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i
ezeliyesi... Şu sahaif-i Arz ve Semada müstetir künuz-u esma-i İlahiyenin keşşafı... Şu sutur-u
hâdisatın altında muzmer hakaikın miftahı... Şu âlem-i şehadet perdesi arkasındaki âlem-i
gayb cihetinden gelen iltifatat-ı Rahmaniye ve hitabat-ı ezeliyenin hazinesi... Şu âlem-i
maneviye-i İslâmiyenin güneşi, temeli, hendesesi... Âlem-i uhreviyenin haritası... Zât ve sıfât
ve şuun-u İlahiyenin kavl-i şârihi, tefsir-i vâzıhı, bürhan-ı nâtıkı, tercüman-ı sâtıı... Şu âlem-i
insaniyetin mürebbisi, hikmet-i hakikîsi, mürşid ve hâdîsi... Hem bir kitab-ı hikmet ve şeriat,
hem bir kitab-ı dua ve ubudiyet, hem bir kitab-ı emir ve davet, hem bir kitab-ı zikir ve marifet
gibi; bütün hacat-ı maneviyesine karşı birer kitab ve bütün muhtelif ehl-i mesalik ve meşarib
olan evliya ve sıddıkînin, asfiya ve muhakkikînin (her birinin) meşreblerine lâyık birer risale
ibraz eden bir "Kütübhane-i Mukaddese"dir.
Sebeb-i kusur tevehhüm edilen tekraratındaki lem'a-i i'caza bak ki: Kur'an hem bir
kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı davet olduğundan içinde tekrar müstahsendir,
belki elzemdir ve eblağdır. Ehl-i kusurun zannı gibi değil... Zira zikrin şe'ni; tekrar ile
tenvirdir. Duanın şe'ni; terdad ile takrirdir.
İşte Rabbimizi bize tarif eden Kur'an-ı Hakîm; şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i
ezeliyesi... Şu sahaif-i Arz ve Semada müstetir künuz-u esma-i İlahiyenin keşşafı... Şu sutur-u
hâdisatın altında muzmer hakaikın miftahı... Şu âlem-i şehadet perdesi arkasındaki âlem-i
gayb cihetinden gelen iltifatat-ı Rahmaniye ve hitabat-ı ezeliyenin hazinesi... Şu âlem-i
maneviye-i İslâmiyenin güneşi, temeli, hendesesi... Âlem-i uhreviyenin haritası... Zât ve sıfât
ve şuun-u İlahiyenin kavl-i şârihi, tefsir-i vâzıhı, bürhan-ı nâtıkı, tercüman-ı sâtıı... Şu âlem-i
insaniyetin mürebbisi, hikmet-i hakikîsi, mürşid ve hâdîsi... Hem bir kitab-ı hikmet ve şeriat,
hem bir kitab-ı dua ve ubudiyet, hem bir kitab-ı emir ve davet, hem bir kitab-ı zikir ve marifet
gibi; bütün hacat-ı maneviyesine karşı birer kitab ve bütün muhtelif ehl-i mesalik ve meşarib
MAXQDA 2020 24.12.2022
olan evliya ve sıddıkînin, asfiya ve muhakkikînin (her birinin) meşreblerine lâyık birer risale
ibraz eden bir "Kütübhane-i Mukaddese"dir.
Sebeb-i kusur tevehhüm edilen tekraratındaki lem'a-i i'caza bak ki: Kur'an hem bir
kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı davet olduğundan içinde tekrar müstahsendir,
belki elzemdir ve eblağdır. Ehl-i kusurun zannı gibi değil... Zira zikrin şe'ni; tekrar ile
tenvirdir. Duanın şe'ni; terdad ile takrirdir.
hakikatı, şu âyetle ders veriyor ve o ders ile, o kasavetli kalblere bu manayı veriyor ve remzen
diyor:
öyle bir adaletle taksimata vesiledir ve öyle bir hikmetle tevziata vasıta oluyor ki, Hakîm-i
Zülcelal'in dest-i kudretinde, balmumu gibi ve belki hava gibi yumuşaktır, mukavemetsizdir
ve azamet-i kudretine karşı secdededir. Zira toprak üstünde müşahede ettiğimiz şu masnuat-ı
muntazama ve şu hikmetli ve inayetli tasarrufat-ı İlahiye misillü, zemin altında aynen cereyan
(Haşiye): Evet, zemin denilen muhteşem ve seyyar sarayın temel taşı olan taş tabakasının Fâtır-ı
Zülcelal
tarafından tavzif edilen en mühim üç vazifeyi beyan etmek, ancak Kur'an'a yakışır.
İşte birinci vazifesi
öyle bir adaletle taksimata vesiledir ve öyle bir hikmetle tevziata vasıta oluyor ki, Hakîm-i
Zülcelal'in dest-i kudretinde, balmumu gibi ve belki hava gibi yumuşaktır, mukavemetsizdir
ve azamet-i kudretine karşı secdededir. Zira toprak üstünde müşahede ettiğimiz şu masnuat-ı
muntazama ve şu hikmetli ve inayetli tasarrufat-ı İlahiye misillü, zemin altında aynen cereyan
(Haşiye): Evet, zemin denilen muhteşem ve seyyar sarayın temel taşı olan taş tabakasının Fâtır-ı
Zülcelal
tarafından tavzif edilen en mühim üç vazifeyi beyan etmek, ancak Kur'an'a yakışır.
İşte birinci vazifesi: Toprağın, kudret-i Rabbaniye ile nebatata analık edip yetiştirdiği gibi, kudret-i
İlahiye ile taş dahi toprağa dâyelik edip yetiştiriyor.
---sh:»(S:249) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
ediyor. Belki hikmeten daha acib ve intizamca daha garib bir surette hikmet ve inayet-i
İlahiye tecelli ediyor. Bakınız! En sert ve hissiz o koca taşlar, nasıl balmumu gibi evamir-i
MAXQDA 2020 24.12.2022
tekviniyeye karşı yumuşaklık gösteriyorlar ve memur-u İlahî olan o latif sulara, o nazik
köklere, o ipek gibi damarlara o derece mukavemetsiz ve kasavetsizdir.
---sh:»(S:249) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
ediyor. Belki hikmeten daha acib ve intizamca daha garib bir surette hikmet ve inayet-i
İlahiye tecelli ediyor. Bakınız! En sert ve hissiz o koca taşlar, nasıl balmumu gibi evamir-i
tekviniyeye karşı yumuşaklık gösteriyorlar ve memur-u İlahî olan o latif sulara, o nazik
köklere, o ipek gibi damarlara o derece mukavemetsiz ve kasavetsizdir.
Hem ¬yÁV7! ¬^«[²L«' ²w¬8 n¬A²Z«< _«W«7 @«Z²X¬8 Å–¬!«: ile şöyle bir hakikat-ı muazzamanın
ucunu gösteriyor
ki: "Taleb-i Rü'yet" hâdisesinde, meşhur dağın tecelli ile parçalanması ve taşlarının dağılması
gibi; umum rûy-i zeminde aslı sudan incimad etmiş âdeta yekpare taşlardan ibaret olan ekser
dağların zelzele veya bazı hâdisat-ı arziye suretinde tecelliyat-ı celaliye ile o dağların yüksek
zirvelerinden o haşyet verici tecelliyat-ı celaliyenin zuhuruyla taşlar parçalanarak, bir kısmı
ufalanıp toprağa kalbolup, nebatata menşe' olur. Diğer bir kısmı taş kalarak, yuvarlanıp
derelere, ovalara dağılıp, sekene-i zeminin meskeni gibi birçok işlerinde hizmetkârlık ederek
ve mahfî bazı hikem ve menafi' için kudret ve hikmet-i İlahiyeye secde-i itaat ederek, desatir-i
hikmet-i Sübhaniyeye emirber şeklini alıyorlar. Elbette o haşyetten, o yüksek mevkii terkedip
mütevaziane aşağı yerleri ihtiyar etmek ve o mühim menfaatlere sebeb olmak beyhude
olmayıp, başıboş değil ve tesadüfî dahi olmadığını, belki bir Hakîm-i Kadîr'in tasarrufat-ı
hakîmanesiyle, o intizamsızlık içinde zahir nazara görünmeyen bir intizam-ı hakîmane
bulunduğuna delil ise; o taşlara müteallik faideler, menfaatler ve onlar üstünde
yuvarlandıkları dağın cesedine giydirilen ve çiçek ve meyvelerin murassaatıyla münakkaş ve
müzeyyen olan gömleklerin kemal-i intizamı ve hüsn-ü san'atı; kat'î, şübhesiz şehadet eder.
İşte şu üç âyetin, hikmet nokta-i nazarında ne kadar kıymettar olduğunu gördünüz.
Şimdi bakınız Kur'anın letafet-i beyanına ve i'caz-ı belâgatına; nasıl şu zikrolunan büyük ve
geniş ve ehemmiyetli hakikatların uçlarını üç fıkra içinde üç vakıa-i meşhure ve meşhude ile
gösteriyor ve medar-ı ibret üç hâdise-i uhrayı hatırlatmakla latif bir irşad yapar,
mukavemetsûz bir zecreder.
¬^«[²L«' ²w¬8 n¬A²Z«< _«W«7 @«Z²X¬8 Å–¬!«: ile şöyle bir hakikat-ı muazzamanın ucunu gösteriyor
ki: "Taleb-i Rü'yet" hâdisesinde, meşhur dağın tecelli ile parçalanması ve taşlarının dağılması
gibi; umum rûy-i zeminde aslı sudan incimad etmiş âdeta yekpare taşlardan ibaret olan ekser
dağların zelzele veya bazı hâdisat-ı arziye suretinde tecelliyat-ı celaliye ile o dağların yüksek
zirvelerinden o haşyet verici tecelliyat-ı celaliyenin zuhuruyla taşlar parçalanarak, bir kısmı
ufalanıp toprağa kalbolup, nebatata menşe' olur. Diğer bir kısmı taş kalarak, yuvarlanıp
derelere, ovalara dağılıp, sekene-i zeminin meskeni gibi birçok işlerinde hizmetkârlık ederek
ve mahfî bazı hikem ve menafi' için kudret ve hikmet-i İlahiyeye secde-i itaat ederek, desatir-i
hikmet-i Sübhaniyeye emirber şeklini alıyorlar. Elbette o haşyetten, o yüksek mevkii terkedip
mütevaziane aşağı yerleri ihtiyar etmek ve o mühim menfaatlere sebeb olmak beyhude
MAXQDA 2020 24.12.2022
olmayıp, başıboş değil ve tesadüfî dahi olmadığını, belki bir Hakîm-i Kadîr'in tasarrufat-ı
hakîmanesiyle, o intizamsızlık içinde zahir nazara görünmeyen bir intizam-ı hakîmane
bulunduğuna delil ise; o taşlara müteallik faideler, menfaatler ve onlar üstünde
yuvarlandıkları dağın cesedine giydirilen ve çiçek ve meyvelerin murassaatıyla münakkaş ve
müzeyyen olan gömleklerin kemal-i intizamı ve hüsn-ü san'atı; kat'î, şübhesiz şehadet eder.
İşte şu üç âyetin, hikmet nokta-i nazarında ne kadar kıymettar olduğunu gördünüz.
Şimdi bakınız Kur'anın letafet-i beyanına ve i'caz-ı belâgatına; nasıl şu zikrolunan büyük ve
geniş ve ehemmiyetli hakikatların uçlarını üç fıkra içinde üç vakıa-i meşhure ve meşhude ile
gösteriyor ve medar-ı ibret üç hâdise-i uhrayı hatırlatmakla latif bir irşad yapar,
mukavemetsûz bir zecreder.
"Taleb-i Rü'yet" hâdisesinde, meşhur dağın tecelli ile parçalanması ve taşlarının dağılması
gibi; umum rûy-i zeminde aslı sudan incimad etmiş âdeta yekpare taşlardan ibaret olan ekser
dağların zelzele veya bazı hâdisat-ı arziye suretinde tecelliyat-ı celaliye ile o dağların yüksek
zirvelerinden o haşyet verici tecelliyat-ı celaliyenin zuhuruyla taşlar parçalanarak, bir kısmı
ufalanıp toprağa kalbolup, nebatata menşe' olur. Diğer bir kısmı taş kalarak, yuvarlanıp
derelere, ovalara dağılıp, sekene-i zeminin meskeni gibi birçok işlerinde hizmetkârlık ederek
ve mahfî bazı hikem ve menafi' için kudret ve hikmet-i İlahiyeye secde-i itaat ederek, desatir-i
hikmet-i Sübhaniyeye emirber şeklini alıyorlar. Elbette o haşyetten, o yüksek mevkii terkedip
mütevaziane aşağı yerleri ihtiyar etmek ve o mühim menfaatlere sebeb olmak beyhude
olmayıp, başıboş değil ve tesadüfî dahi olmadığını, belki bir Hakîm-i Kadîr'in tasarrufat-ı
hakîmanesiyle, o intizamsızlık içinde zahir nazara görünmeyen bir intizam-ı hakîmane
bulunduğuna delil ise; o taşlara müteallik faideler, menfaatler ve onlar üstünde
yuvarlandıkları dağın cesedine giydirilen ve çiçek ve meyvelerin murassaatıyla münakkaş ve
müzeyyen olan gömleklerin kemal-i intizamı ve hüsn-ü san'atı; kat'î, şübhesiz şehadet eder.
İşte şu üç âyetin, hikmet nokta-i nazarında ne kadar kıymettar olduğunu gördünüz.
Şimdi bakınız Kur'anın letafet-i beyanına ve i'caz-ı belâgatına; nasıl şu zikrolunan büyük ve
geniş ve ehemmiyetli hakikatların uçlarını üç fıkra içinde üç vakıa-i meşhure ve meşhude ile
gösteriyor ve medar-ı ibret üç hâdise-i uhrayı hatırlatmakla latif bir irşad yapar,
mukavemetsûz bir zecreder.
Meselâ: İkinci fıkrada der:
Evet telyin-i hadîd, yani demiri hamur gibi yumuşatmak ve nühası eritmek ve
madenleri bulmak, çıkarmak; bütün maddî sanayi-i beşeriyenin aslı ve anasıdır ve esası ve
madenidir. İşte şu âyet işaret ediyor ki: "Büyük bir resule, büyük bir halife-i zemine, büyük
MAXQDA 2020 24.12.2022
bir mu'cize suretinde, büyük bir nimet olarak; telyin-i hadîddir ve demiri hamur gibi
yumuşatmak ve tel gibi inceltmek ve bakırı eritmekle ekser sanayi-i umumiyeye medar
olmaktır." Madem bir resule, hem halife yani hem manevî hem maddî bir hâkime, lisanına
hikmet ve eline san'at vermiş. Lisanındaki hikmete sarihan teşvik eder. Elbette elindeki san'ata
dahi tergib işareti var. Cenab-ı Hak, şu âyetin lisan-ı işaretiyle manen diyor:
"
İşte şu âyet işaret ediyor ki: "Büyük bir resule, büyük bir halife-i zemine, büyük
bir mu'cize suretinde, büyük bir nimet olarak; telyin-i hadîddir ve demiri hamur gibi
yumuşatmak ve tel gibi inceltmek ve bakırı eritmekle ekser sanayi-i umumiyeye medar
olmaktır." Madem bir resule, hem halife yani hem manevî hem maddî bir hâkime, lisanına
hikmet ve eline san'at vermiş. Lisanındaki hikmete sarihan teşvik eder. Elbette elindeki san'ata
dahi tergib işareti var. Cenab-ı Hak, şu âyetin lisan-ı işaretiyle manen diyor:
"Ey benî-Âdem!
"Ey benî-Âdem! Bir abdime geniş bir mülk ve o geniş mülkünde adalet-i
tâmme yapmak için; ahval ve vukuat-ı zemine bizzât ıttıla veriyorum ve madem herbir insana
fıtraten, zemine bir halife olmak kabiliyetini vermişim. Elbette o kabiliyete göre rûy-i zemini
görecek ve bakacak, anlayacak istidadını dahi vermesini, hikmetim iktiza ettiğinden
vermişim. Şahsen o noktaya yetişmezse de, nev'an yetişebilir. Maddeten erişemezse de, ehl-i
velayet misillü, manen erişebilir. Öyle ise, şu azîm nimetten istifade edebilirsiniz.
İbrahim'in cismi gibi, gömleğini de ateş yakmadı ve ateşe karşı mukavemet haletini vermiştir.
İbrahim'i yakmadığı gibi, gömleğini de yakmıyor. İşte bu işaretin remziyle manen şu âyet
diyor ki: "Ey Millet-i İbrahim! İbrahimvari olunuz. Tâ maddî ve manevî gömlekleriniz, en
büyük düşmanınız olan ateşe hem burada, hem orada bir zırh olsun
Düzgün değil ise, çirkin gösterir. En nazik şeyleri kaba gösterdiği misillü; sen
kalbinle, aklınla, amelinle, gönlünle, kendi âleminin şeklini değiştirirsin. Ya aleyhinde, ya
lehinde şehadet ettirebilirsin. Eğer namazı kılsan, o namazın ile o âlemin Sâni'-i Zülcelal'ine
müteveccih olsan; birden, sana bakan âlemin tenevvür eder. Âdeta namazın bir elektrik
lâmbası ve namaza niyetin, onun düğmesine dokunması gibi, o âlemin zulümatını dağıtır ve o
herc ü merc-i dünyeviyedeki karmakarışık perişaniyet içindeki tebeddülat ve harekât, hikmetli
bir intizam ve manidar bir kitabet-i kudret olduğunu gösterir. ¬Œ²*« ²!«: ¬€!«Y´WÅK7! *x9 yÁV7«!
âyet-i
pür-envârından bir nuru, senin kalbine serper. Senin o günkü âlemini, o nurun in'ikasıyla
ışıklandırır.
Fikir, kendini
eğlendirmek için rastgele bir şeyle meşgul olur. Şeytan fırsat bulur, pis şeyleri önüne serpiyor,
sürüyor.
Dördüncü Vecih: Amelin en iyi suretini taharriden neş'et eden bir vesvesedir ki, takva
zannıyla teşeddüd ettikçe hal ona şiddetlenir. Hattâ bir dereceye varır ki, o adam amelin daha
evlâsını ararken, harama düşer. Bazan bir sünnetin araması, bir vâcibi terkettiriyor. "Acaba
amelim sahih oldu mu?" der, iade eder.
"Bir delilden neş'et etmeyen bir ihtimalin hiç ehemmiyeti yoktur" olan kaide-i meşhure; hem
usûl-üd din, hem usûl-ül fıkhın kaide-i mukarreresindendir.
Eğer desen: Bu derece mü'minlere muzır ve müz'ic olan vesvese, ne hikmete binaen
bize bela olmuş?"
Elcevab: İfrata varmamak, hem galebe çalmamak şartıyla, asl-ı vesvese teyakkuza
sebebdir, taharriye dâîdir, ciddiyete vesiledir. Lâkaydlığı atar, tehavünü def'eder
beraber her tarafa bak ki, hem öyle bir hikmetle herşeyi yerli yerine koyuyor ve öyle
MAXQDA 2020 24.12.2022
onun hesabına çalışır. Herşey ona bir emirber nefer hükmündedir. Herşey onun kuvvetiyle
döner. Herşey onun emriyle hareket eder. Herşey onun hikmetiyle tanzim olur. Herşey onun
keremiyle muavenet eder. Herşey onun merhametiyle başkasının imdadına koşar, yani
koşturulur. Ey arkadaş! Haddin varsa buna karşı bir söz söyle!
Bu sırra bir misal-i latif suretinde bir temsil-i manevî rivayet ediliyor ki: Hazret-i Azrail
Aleyhisselâm, Cenab-ı Hakk'a demiş ki: "Kabz-ı ervah vazifesinde senin ibadın benden şekva
edecekler, benden küsecekler." Cenab-ı Hak lisan-ı hikmetle ona demiş ki: "Seninle ibadımın
ortasında, musibetler, hastalıklar perdesini bırakacağım. Tâ şekvaları onlara gidip senden
küsmesinler." İşte bak, nasıl hastalıklar perdedir; ecelde tevehhüm olunan fenalıklara
mercidirler ve kabz-ı ervahta hakikat olarak olan hikmet ve güzellik, Azrail Aleyhisselâm'ın
vazifesine mütealliktir. Öyle de: Hazret-i Azrail dahi bir perdedir. Kabz-ı ervahta zahiren
merhametsiz görünen ve rahmetin kemaline münasib düşmeyen bazı hâlâta merci olmak için,
o memuriyete bir nâzır ve kudret-i İlahiyeye bir perdedir. Evet izzet ve azamet ister ki, esbab
perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında... Tevhid ve celal ister ki; esbab ellerini çeksinler
tesir-i hakikîden...
İkinci Lem'a
İşte eğer aklın sönmemiş ise, kalbin kör olmamış ise anlarsın ki; bir şeyi kemal-i sühulet
ve intizamla herşey yapan ve herşeyi kemal-i mizan ve intizamla san'atkârane birtek şey
yapan, herşeyin Sâniine has
---sh:»
Mutlak'ın memur-u müsahharı olmasa, o serseri zerre, bütün meyvelerin, çiçeklerin cihazatını
ve yapılmasını ve ayrı ayrı san'atlarını ve onlara giydirilen suretlerin terziliğini ve hıyatat-ı
kâmile-i muhita-i san'atını bilmek lâzım gelir. İşte şu zerre, bir güneş gibi bir nur-u tevhidin
şuaını gösteriyor. Ziyayı, havaya; mâi, türaba kıyas et.
Zâten eşyanın asıl menşe'leri, şu dört maddedir: Yeni hikmetle müvellid-ül ma,
MAXQDA 2020 24.12.2022
(S:303) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
bu teanuk, bu müsahhariyet, bu intizam, birtek Müdebbir'in tertibiyle idare edildiklerine ve
birtek Mürebbi'nin tedbiriyle sevk edildiklerine kat'iyyen şehadet etmekle beraber; şu
bilbedahe san'at-ı eşyada görünen hikmet-i âmme içindeki inayet-i tâmme ve o inayet içinde
parlayan rahmet-i vasia ve o rahmet üstünde serilen ve rızka muhtaç herbir zîhayata onun
hacetine lâyık bir tarzda iaşe etmek için serpilen erzak ve iaşe-i umumî, öyle parlak bir hâtem-
i tevhiddir ki, bütün bütün aklı sönmeyen anlar ve bütün bütün kör olmayan görür. Evet, kasd
ve şuur ve iradeyi gösteren bir perde-i hikmet, umum kâinatı kaplamış ve o perde-i hikmet
üstünde lütuf ve tezyin ve tahsin ve ihsanı gösteren bir perde-i inayet serilmiştir ve o
müzeyyen perde-i inayet üstünde kendini sevdirmek ve tanıttırmak, in'am ve ikram etmek
lem'alarını gösteren bir hulle-i rahmet, kâinatı içine almıştır ve o münevver perde-i rahmet-i
âmme üstüne serilen ve terahhumu ve ihsan ve ikramı ve kemal-i şefkat ve hüsn-ü terbiyeyi
ve lütf-u rububiyeti gösteren bir sofra-i erzak-ı umumiye dizilmiştir.
Evet şu mevcudat, zerrelerden güneşlere kadar; ferdler olsun neviler olsun, küçük olsun
büyük olsun, semerat ve gayatla ve faideler ve maslahatlarla münakkaş bir kumaş-ı hikmetten
MAXQDA 2020 24.12.2022
muhteşem bir gömlek giydirilmiş ve o hikmet-nüma suret gömleği üstünde lütuf ve ihsan
çiçekleriyle müzeyyen bir hulle-i inayet her şeyin kametine göre biçilmiş ve o müzeyyen
hulle-i inayet üzerine tahabbüb ve ikram ve tahannün ve in'am lem'alarıyla münevver, rahmet
nişanları takılmış ve o münevver ve murassa nişanları ihsan etmekle beraber, zeminin
yüzünde bütün zevilhayatın taifelerine kâfi, bütün hacetlerine vâfi bir sofra-i rızk-ı umumî
kurulmuştur. İşte şu iş, Güneş gibi aşikâre, nihayetsiz Hakîm, Kerim, Rahîm, Rezzak bir Zât-ı
Zülcemal'e işaret edip gösteriyor.
Öyle mi?
(S:303) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
bu teanuk, bu müsahhariyet, bu intizam, birtek Müdebbir'in tertibiyle idare edildiklerine ve
birtek Mürebbi'nin tedbiriyle sevk edildiklerine kat'iyyen şehadet etmekle beraber; şu
bilbedahe san'at-ı eşyada görünen hikmet-i âmme içindeki inayet-i tâmme ve o inayet içinde
parlayan rahmet-i vasia ve o rahmet üstünde serilen ve rızka muhtaç herbir zîhayata onun
hacetine lâyık bir tarzda iaşe etmek için serpilen erzak ve iaşe-i umumî, öyle parlak bir hâtem-
i tevhiddir ki, bütün bütün aklı sönmeyen anlar ve bütün bütün kör olmayan görür. Evet, kasd
ve şuur ve iradeyi gösteren bir perde-i hikmet, umum kâinatı kaplamış ve o perde-i hikmet
üstünde lütuf ve tezyin ve tahsin ve ihsanı gösteren bir perde-i inayet serilmiştir ve o
müzeyyen perde-i inayet üstünde kendini sevdirmek ve tanıttırmak, in'am ve ikram etmek
lem'alarını gösteren bir hulle-i rahmet, kâinatı içine almıştır ve o münevver perde-i rahmet-i
âmme üstüne serilen ve terahhumu ve ihsan ve ikramı ve kemal-i şefkat ve hüsn-ü terbiyeyi
ve lütf-u rububiyeti gösteren bir sofra-i erzak-ı umumiye dizilmiştir.
Evet şu mevcudat, zerrelerden güneşlere kadar; ferdler olsun neviler olsun, küçük olsun
büyük olsun, semerat ve gayatla ve faideler ve maslahatlarla münakkaş bir kumaş-ı hikmetten
muhteşem bir gömlek giydirilmiş ve o hikmet-nüma suret gömleği üstünde lütuf ve ihsan
çiçekleriyle müzeyyen bir hulle-i inayet her şeyin kametine göre biçilmiş ve o müzeyyen
hulle-i inayet üzerine tahabbüb ve ikram ve tahannün ve in'am lem'alarıyla münevver, rahmet
nişanları takılmış ve o münevver ve murassa nişanları ihsan etmekle beraber, zeminin
yüzünde bütün zevilhayatın taifelerine kâfi, bütün hacetlerine vâfi bir sofra-i rızk-ı umumî
kurulmuştur. İşte şu iş, Güneş gibi aşikâre, nihayetsiz Hakîm, Kerim, Rahîm, Rezzak bir Zât-ı
Zülcemal'e işaret edip gösteriyor.
Öyle mi?
Evet şu mevcudat, zerrelerden güneşlere kadar; ferdler olsun neviler olsun, küçük olsun
büyük olsun, semerat ve gayatla ve faideler ve maslahatlarla münakkaş bir kumaş-ı hikmetten
muhteşem bir gömlek giydirilmiş ve o hikmet-nüma suret gömleği üstünde lütuf ve ihsan
çiçekleriyle müzeyyen bir hulle-i inayet her şeyin kametine göre biçilmiş ve o müzeyyen
hulle-i inayet üzerine tahabbüb ve ikram ve tahannün ve in'am lem'alarıyla münevver, rahmet
nişanları takılmış ve o münevver ve murassa nişanları ihsan etmekle beraber, zeminin
yüzünde bütün zevilhayatın taifelerine kâfi, bütün hacetlerine vâfi bir sofra-i rızk-ı umumî
kurulmuştur. İşte şu iş, Güneş gibi aşikâre, nihayetsiz Hakîm, Kerim, Rahîm, Rezzak bir Zât-ı
Zülcemal'e işaret edip gösteriyor.
Öyle mi? Herşey rızka muhtaç mıdır?
Evet, bir ferd rızka ve devam-ı hayata muhtaç olduğu gibi, görüyoruz ki:
O tarla
herhalde tohum sahibinin taht-ı tasarrufunda olduğunu; hem o tohumu dahi, tarla
mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda olduğunu gösterir. Öyle de: Şu anasır denilen mezraa-i
masnuat, vâhidiyet ve besatet ile beraber, külliyet ve ihataları ve şu mahlukat denilen semerat-
ı rahmet ve mu'cizat-ı kudret ve kelimat-ı hikmet olan nebatat ve hayvanat, mümaselet ve
müşabehetleriyle beraber çok yerlerde intişarı, her tarafta bulunup tavattunları; tek bir Sâni'-i
Mu'ciznüma'nın taht-ı tasarrufunda olduklarını öyle bir tarzda gösteriyor ki; güya herbir çiçek,
herbir semere, herbir hayvan, o Sâniin birer sikkesidir, birer hâtemidir, birer turrasıdır. Her
nerede bulunsa, lisan-ı haliyle herbirisi der ki: "Ben kimin sikkesiyim, bu yer dahi onun
masnuudur.
esma ise, bizzarure o esmanın müsemma-i zülcemalinin kemal-i sıfatına delalet ve şehadet
eder. O kemal-i sıfat ise, bilyakîn o mevsuf-u zülkemalin kemal-i şuununa delalet ve şehadet
eder. O kemal-i şuun ise, bihakkalyakîn o zîşuunun kemal-i zâtına öyle delalet eder ki, bütün
kâinatta görünen bütün enva'-ı kemalât, onun kemaline nisbeten sönük bir zıll-ı zaîf suretinde
bir Zât-ı Zülkemal'in âyât-ı kemali ve rumuz-u celali ve işarat-ı cemali olduğunu gösterir.
Güneşler kuvvetinde Onbirinci Lem'a: Ondokuzuncu Söz'de tarif edilen ve kitab-ı
kebirin âyet-i kübrası ve o Kur'an-ı Kebirdeki ism-i a'zamı ve o şecere-i kâinatın çekirdeği ve
en münevver meyvesi ve o saray-ı âlemin güneşi ve Âlem-i İslâmın bedr-i münevveri ve
rububiyet-i İlahiyenin dellâl-ı saltanatı ve tılsım-ı kâinatın keşşaf-ı zîhikmeti olan Seyyidimiz
Muhammed-ül Emin Aleyhissalâtü Vesselâm, bütün enbiyayı sayesi altına alan risalet cenahı
ve bütün Âlem-i İslâmı himayesine alan İslâmiyet cenahlarıyla hakikatın tabakatında uçan ve
bütün enbiya ve mürselîni, bütün evliya ve sıddıkîni ve bütün asfiya ve muhakkikîni arkasına
alıp bütün kuvvetiyle vahdaniyeti gösterip, arş-ı ehadiyete yol açıp gösterdiği iman-ı billah ve
isbat ettiği vahdaniyet-i İlahiyeyi hiç vehim ve şübhenin haddi var mı ki, kapatabilsin ve
perde olabilsin? Madem Ondokuzuncu Söz'de ve Ondokuzuncu Mektub'da o bürhan-ı katıın
âb-ul hayat-ı marifetinden ondört Reşha ve ondokuz İşarat ile, o zât-ı mu'ciz-nümanın enva'-ı
mu'cizatıyla beraber, icmalen bir derece tarif ve beyan etmişiz. Şurada şu işaret ile iktifa edip,
o vahdaniyetin bürhan-ı katıını tezkiye eden ve sıdkına şehadet eden esasata işaret suretinde
MAXQDA 2020 24.12.2022
zaman-ı mazi, bir mezar-ı ekber değil, belki herbir asrı bir nebinin veya evliyanın taht-ı
riyasetinde vazife-i ubudiyeti îfa eden ervah-ı sâfiye cemaatlarının vazife-i hayatlarını
bitirmekle "Allahü Ekber" diyerek makamat-ı âliyeye uçmalarını ve müstakbel tarafına
geçmelerini kalb gözü ile görür. Sol tarafına bakar ki; dağlar-misal bazı inkılabat-ı berzahiye
ve uhreviye arkalarında Cennet'in bağlarındaki saadet saraylarında kurulmuş bir ziyafet-i
Rahmaniyeyi o nur-u iman ile uzaktan uzağa fark eder. Ve fırtına ve zelzele, taun gibi
hâdiseleri, birer müsahhar memur bilir. Bahar fırtınası ve yağmur gibi hâdisatı; sureten haşin,
manen çok latif hikmetlere medar görüyor. Hattâ mevti, hayat-ı ebediyenin mukaddemesi ve
kabri, saadet-i ebediyenin kapısı görüyor. Daha sair cihetleri sen kıyas eyle. Hakikatı temsile
tatbik et...
Üçüncü Nokta:
"Şu ilâcı ver bana" der. Hekim ise; ya aynen istediğini verir, yahut onun
maslahatına binaen ondan daha iyisini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç
vermez. İşte Cenab-ı Hak, Hakîm-i Mutlak hazır, nâzır olduğu için, abdin duasına cevab verir.
Vahşet ve kimsesizlik dehşetini, huzuruyla ve cevabıyla ünsiyete çevirir. Fakat insanın
hevaperestane ve heveskârane tahakkümüyle değil, belki hikmet-i Rabbaniyenin iktizasıyla ya
matlubunu veya daha evlâsını verir veya hiç vermez.
Hem, dua bir ubudiyettir. Ubudiyet ise semeratı uhreviyedir. Dünyevî maksadlar ise, o
nevi dua ve ibadetin vakitleridir. O maksadlar, gayeleri değil.
Ubudiyet ise, hâlisen livechillah olmalı. Yalnız aczini izhar edip, dua ile ona iltica
etmeli. Rububiyetine karışmamalı. Tedbiri ona bırakmalı. Hikmetine itimad etmeli. Rahmetini
ittiham etmemeli. Evet hakikat-ı halde âyât-ı beyyinatın beyanıyla sabit olan: Bütün
mevcudat, herbirisi birer mahsus tesbih ve birer hususî ibadet, birer has secde ettikleri gibi;
bütün kâinattan dergâh-ı İlahiyeye giden, bir duadır. Ya istidad lisanıyladır.
Çünki şu mevcudatın âlî bir makamı, ehemmiyetli bir vazifesi vardır. Zira onlar,
mektubat-ı Rabbaniye ve meraya-yı Sübhaniye ve memurîn-i İlahiyedirler. Küfür ise; onları
âyinedarlık ve vazifedarlık ve manidarlık makamından düşürüp, abesiyet ve tesadüfün
oyuncağı derekesine ve zeval ve firakın tahribiyle çabuk bozulup değişen mevadd-ı fâniyeye
ve ehemmiyetsizlik, kıymetsizlik, hiçlik mertebesine indirdiği gibi.. bütün kâinatta ve
mevcudatın âyinelerinde nakışları ve cilveleri ve cemalleri görünen esma-i İlahiyeyi inkâr ile
tezyif eder. Ve insanlık denilen, bütün esma-i kudsiye-i İlahiyenin cilvelerini güzelce ilân
eden bir kaside-i manzume-i hikmet ve bir şecere-i bâkiyenin cihazatını câmi' çekirdek-misal
bir mu'cize-i kudret-i bahire ve emanet-i kübrayı uhdesine almakla yer, gök, dağa tefevvuk
eden ve melaikeye karşı rüchaniyet kazanan bir sahib-i mertebe-i hilafet-i arziyeyi; en zelil bir
hayvan-ı fâni-i zâilden daha zelil, daha zaîf, daha âciz, daha fakir bir derekeye atar. Ve
manasız, karmakarışık, çabuk bozulur bir âdi levha derekesine indirir.
Elhasıl: Nefs-i emmare tahrib ve şer cihetinde nihayetsiz cinayet işleyebilir, fakat icad
ve hayırda iktidarı pek azdır ve cüz'îdir.
---sh:»(S:328) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
edilmiş, onun fakrı için ona ihsan edilmiş, onun cehli için ona ilham edilmiş, onun ihtiyacı
için ona ikram edilmiş. Ve o saltanatın sebebi, kuvvet ve iktidar-ı ilmî değil, belki şefkat ve
re'fet-i Rabbaniye ve rahmet ve hikmet-i İlahiyedir ki; eşyayı ona teshir etmiştir. Evet, bir
gözsüz akrep ve ayaksız bir yılan gibi haşerata mağlub olan insana, bir küçük kurttan ipeği
giydiren ve zehirli bir böcekten balı yediren; onun iktidarı değil, belki onun za'fının semeresi
olan teshir-i Rabbanî ve ikram-ı Rahmanîdir.
Ey insan! Madem hakikat böyledir; gururu ve enaniyeti bırak. Uluhiyetin dergâhında
acz ve za'fını, istimdad lisanıyla; fakr ve hacatını, tazarru' ve dua lisanıyla ilân et ve abd
Hem deme ki: "Ben hiçim; ne ehemmiyetim var ki, bu kâinat bir Hakîm-i Mutlak
tarafından kasdî olarak bana teshir edilsin, benden bir şükr-ü küllî istenilsin?"
Çünki sen çendan, nefsin ve suretin itibariyle hiç hükmündesin. Fakat vazife ve mertebe
noktasında, sen şu haşmetli kâinatın dikkatli bir seyircisi, şu hikmetli mevcudatın belâgatlı bir
MAXQDA 2020 24.12.2022
lisan-ı nâtıkı ve şu kitab-ı âlemin anlayışlı bir mütalaacısı ve şu tesbih eden mahlukatın
hayretli bir nâzırı ve şu ibadet eden masnuatın hürmetli bir ustabaşısı hükmündesin.
Evet ey insan! Sen, nebatî cismaniyetin cihetiyle ve hayvanî nefsin itibariyle; sagir bir
cüz, hakir bir cüz'î, fakir bir mahluk, zaîf bir hayvansın ki; bütün dehşetli mevcudat-ı
seyyalenin dalgaları içinde çalkanıp gidiyorsun. Fakat muhabbet-i İlahiyenin ziyasını
tazammun eden imanın nuruyla münevver olan İslâmiyetin terbiyesiyle tekemmül edip;
insaniyet cihetinde, abdiyetin içinde bir sultansın ve cüz'iyetin içinde bir küllîsin, küçüklüğün
içinde bir âlemsin ve hakaretin içinde öyle makamın büyük ve daire-i nezaretin geniş bir
nâzırsın ki, diyebilirsin:
(S:333) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
ve cilveleri ve kudretinin tasarrufatında başka başka, fakat birbirini ihsas eder ünvanları var.
Ve sıfatlarının tecelliyatında başka başka, fakat birbirini gösterir mukaddes zuhuratı var. Ve
ef'alinin cilvelerinde çeşit çeşit, fakat birbirini ikmal eder hikmetli tasarrufatı var. Ve
rengârenk san'atında ve mütenevvi' masnuatında çeşit çeşit, fakat birbirini temaşa eder
haşmetli rububiyeti vardır. Bununla beraber kâinatın herbir âleminde, herbir taifesinde, esma-i
hüsnadan bir ismin ünvanı tecelli eder. O isim o dairede hâkimdir.
(S:336) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
a'zamlarının mazharı ve bütün enbiyanın serveri olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm
ve bütün kütüb-ü mukaddesenin reis-i enveri olan Kur'an-ı Hakîm, bütün erkân-ı imaniyeyi
vâzıh bir surette, pek ciddî bir ifadede ve kasdî bir tarzda tafsil etmişlerdir?"
Evet çünki hakikatta hakikî kemal-i etem öyledir. İşte şu esrarın hikmeti şudur ki: İnsan
çendan bütün esmaya mazhar ve bütün kemalâta müstaiddir. Lâkin iktidarı cüz'î, ihtiyarı cüz'î,
istidadı muhtelif, arzuları mütefavit olduğu halde binler perdeler, berzahlar içinde hakikatı
taharri eder. Onun için hakikatın keşfinde ve hakkın şuhudunda berzahlar ortaya düşüyor.
Bazılar berzahtan geçemiyorlar.
Hem külliyet ve cüz'iyet ve zılliyet ve asliyet itibariyle cilve-i esma, başka başka
suret alıyor. Bazı istidad, cüz'iyetten geçemiyor ve gölgeden çıkamıyor. Ve istidada göre
bazan bir isim galib oluyor, yalnız kendi hükmünü icra ediyor. O istidadda onun hükmü
hükümran oluyor. İşte şu derin sırra ve şu geniş hikmete esrarlı, geniş ve hakikat ile bir derece
karışık bir temsil ile bazı işaretler ederiz.
Meselâ: Zehre namıyla nakışlı bir çiçek ve Kamer'e âşık hayatlı bir katre ve Güneşe
bakan safvetli bir reşhayı farzediyoruz ki, herbirisinin bir şuuru, bir kemali var. Ve o kemale
bir iştiyakı bulunuyor. Şu üç şeyde çok hakikatlara işaret etmekle beraber, nefis ve akıl ve
kalbin sülûklerine işaret eder.
---sh:»(S:337) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Üçüncüsü: Enaniyeti bırakmayan ve âsâra dalan ve yalnız istidlaliyle hakikata giden..
ve ilim ve hikmetle ve akıl ve marifetle hakikatı aramaya giden.. ve iman ve Kur'an ile, fakr
ve ubudiyetle hakikata çabuk giden ayrı ayrı istidadda bulunan üç taifenin hikmet-i
ihtilaflarına işaret eden temsillerdir.
İşte şu üç tabakanın terakkiyatındaki sırrı ve geniş hikmeti; "Zehre", "Katre", "Reşha"
ünvanları altında bir temsil ile bir derece göstereceğiz. Meselâ: Güneş'in kendi Hâlıkının
izniyle ve emriyle üç çeşit tecellisi ve in'ikası ve ifazası var:
---sh:»(S:337) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Üçüncüsü: Enaniyeti bırakmayan ve âsâra dalan ve yalnız istidlaliyle hakikata giden..
ve ilim ve hikmetle ve akıl ve marifetle hakikatı aramaya giden.. ve iman ve Kur'an ile, fakr
ve ubudiyetle hakikata çabuk giden ayrı ayrı istidadda bulunan üç taifenin hikmet-i
ihtilaflarına işaret eden temsillerdir.
İşte şu üç tabakanın terakkiyatındaki sırrı ve geniş hikmeti; "Zehre", "Katre", "Reşha"
ünvanları altında bir temsil ile bir derece göstereceğiz. Meselâ: Güneş'in kendi Hâlıkının
izniyle ve emriyle üç çeşit tecellisi ve in'ikası ve ifazası var:
--
Üçüncüsü: Enaniyeti bırakmayan ve âsâra dalan ve yalnız istidlaliyle hakikata giden..
ve ilim ve hikmetle ve akıl ve marifetle hakikatı aramaya giden.. ve iman ve Kur'an ile, fakr
ve ubudiyetle hakikata çabuk giden ayrı ayrı istidadda bulunan üç taifenin hikmet-i
ihtilaflarına işaret eden temsillerdir.
İşte şu üç tabakanın terakkiyatındaki sırrı ve geniş hikmeti; "Zehre", "Katre", "Reşha"
ünvanları altında bir temsil ile bir derece göstereceğiz. Meselâ: Güneş'in kendi Hâlıkının
izniyle ve emriyle üç çeşit tecellisi ve in'ikası ve ifazası var: Birisi çiçeklere, birisi Kamer'e ve
seyyarelere, birisi şişe ve su gibi parlaklara verdiği ayrı ayrı in'ikaslarıdır.
Birincisi üç tarzdadır:
madde-i kesife; nâr-ı aşk ile ateş alır, ziya ile nura döner. O ziyanın cilvelerinden gelen bir
şuaa yapışır, yanaşır
---sh:»(S:341) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Aleyhissalâtü Vesselâm ders veriyor. Ve eski peygamberler ise, hikmet-i irşadın iktizasıyla,
bir derece basit ve ibtidaî bir halde olan ümmetlerine, haşri en a'zam bir derecede, en geniş bir
tafsilâtla ders vermemişler. Hem şu sırdandır ki, bir kısım ehl-i velayet bazı erkân-ı imaniyeyi
mertebe-i uzmasında görmemişler veya gösterememişler. Hem şu sırdandır ki, marifetullahta
derecat-ı ârifîn çok tefavüt ediyor. Daha bunlar gibi çok esrar şu hakikattan inkişaf eder.
Elcevab: Çünki Sahabeler, feyz-i sohbet-i nübüvvetten herkesten ziyade dâr-ı âhireti
düşünerek, dünyanın fenasını bilerek, kıyametin ibham-ı vaktindeki hikmet-i İlahiyeyi
anlayarak ecel-i şahsî gibi dünyanın eceline karşı dahi daima muntazır bir vaziyet alarak,
âhiretlerine ciddî çalışmışlar. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm "Kıyameti bekleyiniz,
intizar ediniz" tekrar etmesi, şu hikmetten ileri gelmiş bir irşad-ı Nebevîdir. Yoksa vuku-u
muayyene dair bir vahyin hükmüyle değildir ki, hakikattan uzak olsun. İllet ayrıdır, hikmet
ayrıdır. İşte Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın bu nevi sözleri hikmet-i ibhamdan ileri
geliyor. Hem şu sırdandır ki; Mehdi, Süfyan gibi âhirzamanda gelecek
Elcevab: Çünki Sahabeler, feyz-i sohbet-i nübüvvetten herkesten ziyade dâr-ı âhireti
düşünerek, dünyanın fenasını bilerek, kıyametin ibham-ı vaktindeki hikmet-i İlahiyeyi
anlayarak ecel-i şahsî gibi dünyanın eceline karşı dahi daima muntazır bir vaziyet alarak,
âhiretlerine ciddî çalışmışlar. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm "Kıyameti bekleyiniz,
intizar ediniz" tekrar etmesi, şu hikmetten ileri gelmiş bir irşad-ı Nebevîdir. Yoksa vuku-u
muayyene dair bir vahyin hükmüyle değildir ki, hakikattan uzak olsun. İllet ayrıdır, hikmet
ayrıdır. İşte Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın bu nevi sözleri hikmet-i ibhamdan ileri
geliyor. Hem şu sırdandır ki; Mehdi, Süfyan gibi âhirzamanda gelecek
---sh:»(S:344) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
(S:344) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
eşhasları çok zaman evvel hattâ Tâbiîn zamanında onları beklemişler, yetişmek emelinde
bulunmuşlar. Hattâ bazı ehl-i velayet "Onlar geçmiş" demişler. İşte bu da, kıyamet gibi,
hikmet-i İlahiye iktiza eder ki; vakitleri taayyün etmesin. Çünki her zaman, her asır, kuvve-i
maneviyenin takviyesine medar olacak ve yeisten kurtaracak "Mehdi" manasına muhtaçtır. Bu
manada, her asrın bir hissesi bulunmak lâzımdır. Hem gaflet içinde fenalara uymamak ve
lâkaydlıkta nefsin dizginini bırakmamak için, nifakın başına geçecek müdhiş şahıslardan her
asır çekinmeli ve korkmalı.
senedir." O daire yakınında zuhuruna işarettir. "İkinci günü bir aydır" demekten murad,
şimalden bu tarafa geldikçe bazan olur yazın bir ayında güneş gurub etmez. Şu dahi, Deccal
şimalden çıkıp âlem-i medeniyet tarafına
---sh:»(S:345) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
-
Nokta-i nazar birbirinden çok uzaktır. Ehl-i felsefenin en büyük bir maksadı,
ehl-i Usûl-üd Din ve ülema-i İlm-i Kelâm'ın makasıdı içinde görünmeyecek bir derecede
küçük ve ehemmiyetsizdir.
İşte onun içindir ki, mevcudatın tafsil-i mahiyetinde ve ince ahvallerinde ehl-i hikmet
MAXQDA 2020 24.12.2022
çok ileri gitmişler. Fakat hakikî hikmet olan ulûm-u âliye-i İlahiye ve uhreviyede o kadar
geridirler ki, en basit bir mü'minden daha geridirler. Bu sırrı fehmetmeyenler, muhakkikîn-i
İslâmiyeyi, hükemalara nisbeten geri zannediyorlar. Halbuki akılları gözlerine inmiş, kesrette
boğulmuş olanların ne haddi var ki, veraset-i nübüvvet ile makasıd-ı âliye-i kudsiyeye
yetişenlere yetişebilsinler.
«: «t¬=@«[¬A²9«! ¬€@«E[¬A²K«#
gibi hadsiz adedle tesbih etmenin hikmeti şu sırdan anlaşılır. Hem nasıl bir zabit, bütün
neferatının yekûn hizmetlerini kendi namına padişaha takdim eder. Öyle de: Mahlukata
zabitlik eden ve hayvanat ve nebatata kumandanlık yapan ve mevcudat-ı arziyeye halifelik
etmeye kabil olan ve kendi hususî âleminde kendini herkese vekil telakki eden
---sh:»
Herşey namına bir salavat getirir. Çünki herşey, Nur-u Ahmedî (A.S.M.) ile alâkadardır.
İşte tesbihatta, salavatlarda hadsiz adedlerin hikmetini anla.
Üçüncü Meyve: Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen ve herbir
Elcevab: (Ondokuzuncu Söz'de beyan edildiği ve sair sözlerde isbat edildiği gibi)
Kur'an, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi.. ve âyât-i tekviniyeyi okuyan
mütenevvi dillerinin tercüman-ı ebedîsi.. ve şu âlem-i gayb ve şehadet kitabının müfessiri...
Ve zeminde ve gökte gizli esma-i İlahiyenin manevî hazinelerinin keşşafı.. ve sutur-u
hâdisatın altında muzmer hakaikın miftahı.. ve âlem-i şehadette âlem-i gaybın lisanı.. ve şu
âlem-i şehadet perdesi arkasında olan âlem-i gayb cihetinden gelen iltifatat-ı ebediye-i
Rahmaniye ve hitabat-ı ezeliye-i Sübhaniyenin hazinesi.. ve şu İslâmiyet âlem-i manevîsinin
güneşi, temeli, hendesesi.. ve avalim-i uhreviyenin mukaddes haritası... Ve zât ve sıfât ve
esma ve şuun-u İlahiyenin kavl-i şârihi, tefsir-i vâzıhı, bürhan-ı katıı, tercüman-ı satıı... Ve şu
âlem-i insaniyetin mürebbisi.. ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyetin mâ ve ziyası.. ve nev-i
beşerin hikmet-i hakikiyesi.. ve insaniyeti saadete sevkeden hakikî mürşidi ve hâdîsi... ve
insana hem bir kitab-ı şeriat, hem bir kitab-ı dua, hem bir
---sh:»(S:367) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı ubudiyet, hem bir kitab-ı emir ve davet, hem bir kitab-ı zikir,
hem bir kitab-ı fikir, hem bütün insanın bütün hacat-ı maneviyesine merci' olacak çok
kitabları tazammun eden tek, câmi' bir Kitab-ı Mukaddes'tir.
mahsus bir saltanat ile ve hususî bir rahmet ile zahir olan ilhamat suretinde bir mükâlemedir.
Melek ve beşer ve hayvanatın ilhamları, külliyet ve hususiyet itibariyle çok muhteliftir.
Üçüncü Cüz': Kur'an, asırları muhtelif bütün enbiyanın kütüblerini ve meşrebleri
MAXQDA 2020 24.12.2022
muhtelif bütün evliyanın risalelerini ve meslekleri muhtelif bütün asfiyanın eserlerini icmalen
tazammun eden ve cihat-ı sittesi parlak ve evham u şübehatın zulümatından musaffa ve nokta-
i istinadı, bilyakîn vahy-i semavî ve kelâm-ı ezelî.. ve hedefi ve gayesi, bilmüşahede saadet-i
ebediye.. içi, bilbedahe hâlis hidayet.. üstü, bizzarure envâr-ı iman.. altı, biilmelyakîn delil ve
bürhan.. sağı, bittecrübe teslim-i kalb ve vicdan.. solu, biaynelyakîn teshir-i akıl ve iz'an...
Meyvesi, bihakkalyakîn rahmet-i Rahman ve dâr-ı cinan... Makamı ve revacı, bilhads-is sadık
makbul-ü melek ve ins ü can bir Kitab-ı Semavî'dir.
---sh:
tarihlere geçmiştir. İşte Kur'anın belâgatındaki i'caz, kat'iyyen iki kerre iki dört eder gibi
mevcuddur ki, iş böyle oluyor.
İkinci Suret: Belâgatındaki i'caz-ı Kur'anînin hikmetini Beş Nokta'da beyan edeceğiz.
Birinci Nokta: Kur'anın nazmında bir cezalet-i hârika var. O nazımdaki cezalet ve
metaneti, "İşarat-ül İ'caz" baştan aşağıya kadar bu cezalet-i nazmiyeyi beyan eder.
Dördüncü Nokta: Lafzındaki fesahat-ı hârikasıdır. Evet Kur'an manen üslûb-u beyan
cihetiyle fevkalâde belig olduğu gibi, lafzında gayet selis bir fesahati vardır. Fesahatin kat'î
vücuduna, usandırmaması delildir ve fesahatin hikmetine, fenn-i beyan ve maânînin dâhî
MAXQDA 2020 24.12.2022
ülemasının şehadetleri bir bürhan-ı bahirdir. Evet binler defa tekrar edilse usandırmıyor, belki
lezzet veriyor. Küçük basit bir çocuğun hâfızasına ağır gelmiyor, hıfzedebilir. En hastalıklı, az
bir sözden müteezzi olan bir kulağa nâhoş gelmiyor, hoş geliyor. Sekeratta olanın damağına
şerbet gibi oluyor.
muhaldir ki, ona karışsın. İşte şu vaziyet-i huruftaki intizam-ı acib ve nizam-ı garib, selaset ve
fesahat-ı lafziyeye medar olduğu gibi, daha gizli çok hikmetleri bulunabilir. Madem
hurufatında böyle intizam gözetilmiş. Elbette kelimelerinde, cümlelerinde, manalarında öyle
esrarlı bir intizam, öyle envârlı bir insicam gözetilmiş ki, göz görse "Mâşâallah", akıl anlasa
"Bârekâllah" diyecek.
Beşinci Nokta:
E²7! ¬–³!²IT²7!«: ³j´< der. Yani, "Hikmetli Kur'ana kasem ederim. Sen
Resullerdensin." Şu kasem işaret eder ki, risaletin hücceti o derece yakînî ve haktır ki,
hakkaniyette makam-ı ta'zim ve hürmete çıkmış ki, onunla kasem ediliyor. İşte şu işaret ile
der:
"Sen resulsün. Çünki senin elinde Kur'an var. Kur'an ise, haktır ve Hakk'ın kelâmıdır.
Çünki içinde hakikî hikmet, üstünde sikke-i i'caz var."
Hem makam-ı isbatın îcazlı ve i'cazlı misallerinden şu:
°v[¬V«2 ¯s²V«' ±¬uU¬" «x;«: ¯?
MAXQDA 2020 24.12.2022
ve letaifini "Emr-i kün feyekûn" ile kaydedip yerleştiren ve her karnda hattâ her baharda rûy-i
zeminde yüzbinler ordu-misal zevilhayat enva'larını, taifelerini icad eden bir Zât-ı Kadîr-i
Alîm, tabur-misal bir cesedin nizamı altına girmekle birbiriyle tanışmış zerrat-ı esasiye ve
ecza-yı asliyeyi bir sayha ile Sur-u İsrafil'in borusu ile nasıl toplayabilir? İstib'ad suretinde
denilir mi? Denilse, eblehçesine bir divaneliktir.
Makam-ı irşadda beyanat-ı Kur'aniye o derece müessir ve rakiktir ve o derece munis ve
şefiktir ki, şevk ile ruhu, zevk ile kalbi; aklı merakla ve gözü yaşla doldurur
Veyahut: Cenab-ı Hakk'ın ihtiyarını nefyeden bir kısım hükema-yı dâlle gibi ve
Berahime gibi asl-ı nübüvveti mi inkâr ediyorlar? Sana iman getirmiyorlar. Öyle ise, bütün
mevcudatta görünen ve ihtiyar ve iradeyi gösteren bütün âsâr-ı hikmeti ve gayatı ve intizamatı
ve semeratı ve âsâr-ı rahmet ve inayatı ve bütün enbiyanın bütün mu'cizatlarını inkâr etsinler
veya "Mahlukata verilen ihsanatın hazineleri yanımızda ve elimizdedir" desinler. Kabil-i hitab
olmadıklarını göstersinler. Sen de onların inkârından müteellim olma. Allah'ın akılsız
hayvanları çoktur, de.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Zira
dağlar, suyun mahzeni, havanın tarağı (gazat-ı muzırrayı tersib edip, havayı tasfiye eder) ve
toprağın hâmisi (bataklıktan ve denizin istilâsından muhafaza eder) ve sair levazımat-ı hayat-ı
insaniyenin hazinesi olarak fehmeder. Şu koca dağları, şu suretle hane-i hayatımız olan
zemine direk yapan ve maişetimize hazinedar tayin eden Sâni'-i Zülcelal Vel'ikram'a, kemal-i
ta'zim ile hamd ü sena eder.
Hikmet-i tabiiyenin bir feylesofunun şu kelâmdan nasibi şudur ki: Küre-i zeminin
karnında bazı inkılabat ve imtizacatın neticesi olarak hasıl olan zelzele ve ihtizazatı, dağların
zuhuruyla sükûnet bulduğunu ve medar ve mihverindeki istikrarına ve zelzelenin irticacıyla
medar-ı senevîsinden çıkmamasına sebeb, dağların hurucu olduğunu ve zeminin hiddeti ve
gazabı, dağların menafiziyle teneffüs etmekle sükûnet ettiğini fehmeder, tamamen imana
gelir. ¬yÁV¬7 ^«W²U¬E²7«! der.
---sh:»(S:393) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
menfaatdar birer suret, zînetli ve kesretli mahlukata menşe' etmiştir anlar. Vüs'at-i hikmetine
karşı hayran olur. Yeni zamanın feylesofuna şu kelime şöyle ifham eder ki: Manzume-i
Şemsiyeyi teşkil eden küremiz, sair seyyareler, bidayette Güneş'le mümteziç olarak açılmamış
bir hamur şeklinde iken; Kadîr-i Kayyum o hamuru açıp, o seyyareleri birer birer yerlerine
yerleştirerek, Güneş'i orada bırakıp, zeminimizi buraya getirerek, zemine toprak sererek, sema
canibinden yağmur yağdırarak, Güneş'ten ziya serptirerek dünyayı şenlendirip bizleri içine
koymuştur anlar, başını tabiat bataklığından çıkarır, "Âmentü billahi-l Vâhid-il Ehad" der.
İlahîsiyle sapan taşları gibi seyyareleri Güneş'le bağlamış ve o cazibe ile muhtelif fakat
muntazam hareketle o seyyareleri daire-i hikmetinde döndürüyor ve o cazibeyi tevlid için
Güneş'in
---sh:»(S:394) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
kendi merkezinde hareketini zahirî bir sebeb etmiş
saymam" der. Ve şâirane bir fikir ve kalb sahibine şu "lâm"dan ve istikrardan şöyle bir mana
fehmine gelir ki: "Güneş, nurani bir ağaçtır.
Hakîm'e şehadet eden sahaif-i âlemin birinci derecesi, semavat ve arzın asl-ı hilkatleridir.
Sonra gökleri yıldızlarla tezyin ile zeminin zîhayatlarla şenlendirilmesi, sonra Güneş ve Ay'ın
teshiriyle mevsimlerin değişmesi, sonra gece ve gündüzün ihtilaf ve deveranı içindeki silsile-i
şuunattır. Daha gele gele tâ kesretin en ziyade intişar ettiği mahal olan sîmaların ve seslerin
hususiyetlerine ve imtiyazlarına ve teşahhuslarına kadar... Madem ki en ziyade intizamdan
uzak ve tesadüfün karışmasına maruz olan ferdlerin sîmalarındaki teşahhusatta hayret verici
bir intizam-ı hakîmane bulunsa, üzerinde gayet san'atkâr bir hakîmin kalemi işlediği
gösterilse, elbette intizamları zahir olan sair sahifeler kendi kendine anlaşılır, nakkaşını
gösterir. Hem madem koca semavat ve arzın asl-ı hilkatinde eser-i san'at ve hikmet
görünüyor. Elbette kâinat sarayının binasında temel taşı olarak gökleri ve zemini hikmetle
koyan bir Sâniin sair eczalarında eser-i san'atı, nakş-ı hikmeti pekçok zahirdir. İşte şu âyet,
hafîyi izhar, zahirîyi ihfa ederek gayet güzel bir îcaz yapmış. Elhak: «–x,²W# «w[¬& ¬yÁV7!
Sonra gökleri yıldızlarla tezyin ile zeminin zîhayatlarla şenlendirilmesi, sonra Güneş ve Ay'ın
teshiriyle mevsimlerin değişmesi, sonra gece ve gündüzün ihtilaf ve deveranı içindeki silsile-i
şuunattır. Daha gele gele tâ kesretin en ziyade intişar ettiği mahal olan sîmaların ve seslerin
hususiyetlerine ve imtiyazlarına ve teşahhuslarına kadar... Madem ki en ziyade intizamdan
uzak ve tesadüfün karışmasına maruz olan ferdlerin sîmalarındaki teşahhusatta hayret verici
bir intizam-ı hakîmane bulunsa, üzerinde gayet san'atkâr bir hakîmin kalemi işlediği
gösterilse, elbette intizamları zahir olan sair sahifeler kendi kendine anlaşılır, nakkaşını
gösterir. Hem madem koca semavat ve arzın asl-ı hilkatinde eser-i san'at ve hikmet
görünüyor. Elbette kâinat sarayının binasında temel taşı olarak gökleri ve zemini hikmetle
koyan bir Sâniin sair eczalarında eser-i san'atı, nakş-ı hikmeti pekçok zahirdir. İşte şu âyet,
hafîyi izhar, zahirîyi ihfa ederek gayet güzel bir îcaz yapmış. Elhak: «–x,²W# «w[¬& ¬yÁV7! «–@«E²A-
,«4 den
Sonra gökleri yıldızlarla tezyin ile zeminin zîhayatlarla şenlendirilmesi, sonra Güneş ve Ay'ın
teshiriyle mevsimlerin değişmesi, sonra gece ve gündüzün ihtilaf ve deveranı içindeki silsile-i
şuunattır. Daha gele gele tâ kesretin en ziyade intişar ettiği mahal olan sîmaların ve seslerin
hususiyetlerine ve imtiyazlarına ve teşahhuslarına kadar... Madem ki en ziyade intizamdan
uzak ve tesadüfün karışmasına maruz olan ferdlerin sîmalarındaki teşahhusatta hayret verici
bir intizam-ı hakîmane bulunsa, üzerinde gayet san'atkâr bir hakîmin kalemi işlediği
gösterilse, elbette intizamları zahir olan sair sahifeler kendi kendine anlaşılır, nakkaşını
gösterir. Hem madem koca semavat ve arzın asl-ı hilkatinde eser-i san'at ve hikmet
görünüyor. Elbette kâinat sarayının binasında temel taşı olarak gökleri ve zemini hikmetle
koyan bir Sâniin sair eczalarında eser-i san'atı, nakş-ı hikmeti pekçok zahirdir. İşte şu âyet,
hafîyi izhar, zahirîyi ihfa ederek gayet güzel bir îcaz yapmış. Elhak: «–x,²W# «w[¬& ¬yÁV7! «–@«E²A-
,«4 den
Beşinci Işık: Kur'anın makasıd ve mesail, maânî ve esalib ve letaif ve mehasin cihetiyle
câmiiyet-i hârikasıdır. Evet Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın surelerine ve âyetlerine ve hususan
surelerin fatihalarına, âyetlerin mebde' ve makta'larına dikkat edilse görünüyor ki:
Belâgatların bütün enva'ını, fezail-i kelâmiyenin bütün aksamını, ulvî üslûbların bütün
esnafını, mehasin-i ahlâkıyenin bütün efradını, ulûm-u kevniyenin bütün fezlekelerini, maarif-
i İlahiyenin bütün fihristelerini, hayat-ı şahsiye ve içtimaiye-i beşeriyenin bütün nâfi'
düsturlarını ve hikmet-i âliye-i kâinatın bütün nurani kanunlarını cem'etmekle beraber hiçbir
müşevveşiyet eseri görünmüyor. Elhak, o kadar ecnas-ı muhtelifeyi bir yerde toplayıp bir
münakaşa, bir karışık çıkmamak, kahhar bir nizam-ı i'cazînin işi olabilir. Elhak, bütün bu
câmiiyet içinde şu intizam ile beraber geçmiş yirmidört aded Sözlerde izah ve isbat edildiği
gibi; cehl-i mürekkebin menşei olan âdiyat perdelerini keskin beyanatıyla yırtmak, âdet
perdeleri altında gizli olan hârikulâdeleri çıkarıp göstermek ve dalaletin menbaı olan tabiat
tagutunu, bürhanın elmas kılıncıyla parçalamak ve gaflet uykusunun kalın tabakalarını ra'd-
misal sayhalarıyla dağıtmak ve felsefe-i beşeriyeyi ve hikmet-i insaniyeyi âciz bırakan
kâinatın tılsım-ı muğlakını ve hilkat-i âlemin muamma-yı acibesini feth ve keşfetmek, elbette
hakikat-bîn ve gayb-aşina ve hidayet-bahş ve hak-nüma olan Kur'an gibi bir mu'cizekârın
hârikulâde işleridir. Evet, Kur'anın âyetlerine insaf ile dikkat edilse görünüyor ki:
Belâgatların bütün enva'ını, fezail-i kelâmiyenin bütün aksamını, ulvî üslûbların bütün
esnafını, mehasin-i ahlâkıyenin bütün efradını, ulûm-u kevniyenin bütün fezlekelerini, maarif-
i İlahiyenin bütün fihristelerini, hayat-ı şahsiye ve içtimaiye-i beşeriyenin bütün nâfi'
düsturlarını ve hikmet-i âliye-i kâinatın bütün nurani kanunlarını cem'etmekle beraber hiçbir
müşevveşiyet eseri görünmüyor. Elhak, o kadar ecnas-ı muhtelifeyi bir yerde toplayıp bir
münakaşa, bir karışık çıkmamak, kahhar bir nizam-ı i'cazînin işi olabilir. Elhak, bütün bu
câmiiyet içinde şu intizam ile beraber geçmiş yirmidört aded Sözlerde izah ve isbat edildiği
gibi; cehl-i mürekkebin menşei olan âdiyat perdelerini keskin beyanatıyla yırtmak, âdet
perdeleri altında gizli olan hârikulâdeleri çıkarıp göstermek ve dalaletin menbaı olan tabiat
tagutunu, bürhanın elmas kılıncıyla parçalamak ve gaflet uykusunun kalın tabakalarını ra'd-
misal sayhalarıyla dağıtmak ve felsefe-i beşeriyeyi ve hikmet-i insaniyeyi âciz bırakan
kâinatın tılsım-ı muğlakını ve hilkat-i âlemin muamma-yı acibesini feth ve keşfetmek, elbette
hakikat-bîn ve gayb-aşina ve hidayet-bahş ve hak-nüma olan Kur'an gibi bir mu'cizekârın
hârikulâde işleridir. Evet, Kur'anın âyetlerine insaf ile dikkat edilse görünüyor ki: Sair kitablar
gibi bir-iki maksadı takib eden tedricî bir fikrin silsilesine benzemiyor. Belki, def'î ve ânî bir
tavrı var ve ilka olunuyor bir gidişatı var ve beraber gelen herbir taifesi müstakil olarak uzak
bir yerden ve gayet ciddî ve ehemmiyetli bir muhaberenin tek tek, kısa kısa bir surette
geldiğinin nişanı var. Evet kâinatın Hâlıkından başka kim var ki, bu derece
İkinci Esas: Medeniyet, taaddüd-ü ezvacı kabul etmiyor. Kur'anın o hükmünü, kendine
muhalif-i hikmet ve maslahat-ı beşeriyeye münafî telakki eder. Evet eğer izdivacdaki hikmet,
yalnız kaza-yı şehvet olsa, taaddüd bilakis olmalı. Halbuki, hattâ bütün hayvanatın şehadetiyle
ve izdivac eden nebatatın tasdikiyle sabittir ki; izdivacın hikmeti ve gayesi, tenasüldür. Kaza-
MAXQDA 2020 24.12.2022
yı şehvet lezzeti ise, o vazifeyi gördürmek için rahmet tarafından verilen bir ücret-i cüz'iyedir.
Madem hikmeten, hakikaten, izdivac nesil içindir, nev'in bekası içindir.
İkinci Esas: Medeniyet, taaddüd-ü ezvacı kabul etmiyor. Kur'anın o hükmünü, kendine
muhalif-i hikmet ve maslahat-ı beşeriyeye münafî telakki eder. Evet eğer izdivacdaki hikmet,
yalnız kaza-yı şehvet olsa, taaddüd bilakis olmalı. Halbuki, hattâ bütün hayvanatın şehadetiyle
ve izdivac eden nebatatın tasdikiyle sabittir ki; izdivacın hikmeti ve gayesi, tenasüldür. Kaza-
yı şehvet lezzeti ise, o vazifeyi gördürmek için rahmet tarafından verilen bir ücret-i cüz'iyedir.
Madem hikmeten, hakikaten, izdivac nesil içindir, nev'in bekası içindir. Elbette, bir senede
yalnız bir defa tevellüde kabil ve ayın yalnız yarısında kabil-i telakkuh olan ve elli senede
ye'se düşen bir kadın, ekseri vakitte tâ yüz seneye kadar kabil-i telkîh bir erkeğe kâfi
gelmediğinden, medeniyet pek çok fahişehaneleri kabul etmeye mecburdur.
âcize ve hikmet-i Kur'aniyenin mu'cize olduğu kat'iyyetle isbat edilmiştir. Nasılki Onbirinci
ve Onikinci Sözlerde, hikmet-i felsefiyenin aczi ve iflası; ve hikmet-i Kur'aniyenin i'cazı ve
gınası isbat edilmiştir, müracaat edebilirsin.
Hem nasıl medeniyet-i hazıra, hikmet-i Kur'anın ilmî ve amelî i'cazına karşı mağlub
oluyor. Öyle de: Medeniyetin edebiyat ve belâgatı da, Kur'anın edeb ve belâgatına karşı
nisbeti: Öksüz bir yetimin muzlim bir hüzün ile ümidsiz ağlayışı, hem süflî bir vaziyette
sarhoş bir ayyaşın velvele-i gınasının (şarkı demektir) nisbeti ile, ulvî bir âşıkın muvakkat bir
iftiraktan müştakane, ümidkârane bir hüzün ile gınası (şarkısı); hem zafer veya harbe ve ulvî
fedakârlıklara sevketmek için teşvikkârane kasaid-i vataniyeye nisbeti gibidir. Çünki edeb ve
belâgat, tesir-i üslûb itibariyle ya hüzün verir, ya neş'e verir.
MAXQDA 2020 24.12.2022
âcize ve hikmet-i Kur'aniyenin mu'cize olduğu kat'iyyetle isbat edilmiştir. Nasılki Onbirinci
ve Onikinci Sözlerde, hikmet-i felsefiyenin aczi ve iflası; ve hikmet-i Kur'aniyenin i'cazı ve
gınası isbat edilmiştir, müracaat edebilirsin.
Hem nasıl medeniyet-i hazıra, hikmet-i Kur'anın ilmî ve amelî i'cazına karşı mağlub
oluyor. Öyle de: Medeniyetin edebiyat ve belâgatı da, Kur'anın edeb ve belâgatına karşı
nisbeti: Öksüz bir yetimin muzlim bir hüzün ile ümidsiz ağlayışı, hem süflî bir vaziyette
sarhoş bir ayyaşın velvele-i gınasının (şarkı demektir) nisbeti ile, ulvî bir âşıkın muvakkat bir
iftiraktan müştakane, ümidkârane bir hüzün ile gınası (şarkısı); hem zafer veya harbe ve ulvî
fedakârlıklara sevketmek için teşvikkârane kasaid-i vataniyeye nisbeti gibidir. Çünki edeb ve
belâgat, tesir-i üslûb itibariyle ya hüzün verir, ya neş'e verir.
âcize ve hikmet-i Kur'aniyenin mu'cize olduğu kat'iyyetle isbat edilmiştir. Nasılki Onbirinci
ve Onikinci Sözlerde, hikmet-i felsefiyenin aczi ve iflası; ve hikmet-i Kur'aniyenin i'cazı ve
gınası isbat edilmiştir, müracaat edebilirsin.
Hem nasıl medeniyet-i hazıra, hikmet-i Kur'anın ilmî ve amelî i'cazına karşı mağlub
oluyor. Öyle de: Medeniyetin edebiyat ve belâgatı da, Kur'anın edeb ve belâgatına karşı
nisbeti: Öksüz bir yetimin muzlim bir hüzün ile ümidsiz ağlayışı, hem süflî bir vaziyette
sarhoş bir ayyaşın velvele-i gınasının (şarkı demektir) nisbeti ile, ulvî bir âşıkın muvakkat bir
iftiraktan müştakane, ümidkârane bir hüzün ile gınası (şarkısı); hem zafer veya harbe ve ulvî
fedakârlıklara sevketmek için teşvikkârane kasaid-i vataniyeye nisbeti gibidir
--
olan düsturlarına karşı mağlub olup Kur'anın i'caz-ı manevîsine karşı hakikat noktasında iflas
eder. Öyle de: Medeniyetin ruhu olan felsefe-i Avrupa ve hikmet-i beşeriyeyi, hikmet-i
Kur'anla yirmibeş aded Sözlerde mizanlarla iki hikmetin müvazenesinde, hikmet-i felsefiye
âcize ve hikmet-i Kur'aniyenin mu'cize olduğu kat'iyyetle isbat edilmiştir. Nasılki Onbirinci
ve Onikinci Sözlerde, hikmet-i felsefiyenin aczi ve iflası; ve hikmet-i Kur'aniyenin i'cazı ve
gınası isbat edilmiştir, müracaat edebilirsin.
Hem nasıl medeniyet-i hazıra, hikmet-i Kur'anın ilmî ve amelî i'cazına karşı mağlub
oluyor. Öyle de: Medeniyetin edebiyat ve belâgatı da, Kur'anın edeb ve belâgatına karşı
nisbeti: Öksüz bir yetimin muzlim bir hüzün ile ümidsiz ağlayışı, hem süflî bir vaziyette
sarhoş bir ayyaşın velvele-i gınasının (şarkı demektir) nisbeti ile, ulvî bir âşıkın muvakkat bir
iftiraktan müştakane, ümidkârane bir hüzün ile gınası (şarkısı); hem zafer veya harbe ve ulvî
fedakârlıklara sevketmek için teşvikkârane kasaid-i vataniyeye nisbeti gibidir
âcize ve hikmet-i Kur'aniyenin mu'cize olduğu kat'iyyetle isbat edilmiştir. Nasılki Onbirinci
ve Onikinci Sözlerde, hikmet-i felsefiyenin aczi ve iflası; ve hikmet-i Kur'aniyenin i'cazı ve
gınası isbat edilmiştir, müracaat edebilirsin.
Hem nasıl medeniyet-i hazıra, hikmet-i Kur'anın ilmî ve amelî i'cazına karşı mağlub
oluyor. Öyle de: Medeniyetin edebiyat ve belâgatı da, Kur'anın edeb ve belâgatına karşı
nisbeti
âcize ve hikmet-i Kur'aniyenin mu'cize olduğu kat'iyyetle isbat edilmiştir. Nasılki Onbirinci
ve Onikinci Sözlerde, hikmet-i felsefiyenin aczi ve iflası; ve hikmet-i Kur'aniyenin i'cazı ve
gınası isbat edilmiştir, müracaat edebilirsin.
Hem nasıl medeniyet-i hazıra, hikmet-i Kur'anın ilmî ve amelî i'cazına karşı mağlub
oluyor. Öyle de: Medeniyetin edebiyat ve belâgatı da, Kur'anın edeb ve belâgatına karşı
nisbeti: Öksüz bir yetimin muzlim bir hüzün ile ümidsiz ağlayışı, hem süflî bir vaziyette
sarhoş bir ayyaşın velvele-i gınasının (şarkı demektir) nisbeti ile, ulvî bir âşıkın muvakkat bir
MAXQDA 2020 24.12.2022
iftiraktan müştakane, ümidkârane bir hüzün ile gınası (şarkısı); hem zafer veya harbe ve ulvî
fedakârlıklara sevketmek için teşvikkârane kasaid-i vataniyeye nisbeti gibidir
âcize ve hikmet-i Kur'aniyenin mu'cize olduğu kat'iyyetle isbat edilmiştir. Nasılki Onbirinci
ve Onikinci Sözlerde, hikmet-i felsefiyenin aczi ve iflası; ve hikmet-i Kur'aniyenin i'cazı ve
gınası isbat edilmiştir, müracaat edebilirsin.
Hem nasıl medeniyet-i hazıra, hikmet-i Kur'anın ilmî ve amelî i'cazına karşı mağlub
oluyor. Öyle de: Medeniyetin edebiyat ve belâgatı da, Kur'anın edeb ve belâgatına karşı
nisbeti: Öksüz bir yetimin muzlim bir hüzün ile ümidsiz ağlayışı, hem süflî bir vaziyette
sarhoş bir ayyaşın velvele-i gınasının (şarkı demektir) nisbeti ile, ulvî bir âşıkın muvakkat bir
iftiraktan müştakane, ümidkârane bir hüzün ile gınası (şarkısı); hem zafer veya harbe ve ulvî
fedakârlıklara sevketmek için teşvikkârane kasaid-i vataniyeye nisbeti gibidir
âcize ve hikmet-i Kur'aniyenin mu'cize olduğu kat'iyyetle isbat edilmiştir. Nasılki Onbirinci
ve Onikinci Sözlerde, hikmet-i felsefiyenin aczi ve iflası; ve hikmet-i Kur'aniyenin i'cazı ve
gınası isbat edilmiştir, müracaat edebilirsin.
Hem nasıl medeniyet-i hazıra, hikmet-i Kur'anın ilmî ve amelî i'cazına karşı mağlub
oluyor. Öyle de: Medeniyetin edebiyat ve belâgatı da, Kur'anın edeb ve belâgatına karşı
nisbeti: Öksüz bir yetimin muzlim bir hüzün ile ümidsiz ağlayışı, hem süflî bir vaziyette
sarhoş bir ayyaşın velvele-i gınasının (şarkı demektir) nisbeti ile, ulvî bir âşıkın muvakkat bir
iftiraktan müştakane, ümidkârane bir hüzün ile gınası (şarkısı); hem zafer veya harbe ve ulvî
fedakârlıklara sevketmek için teşvikkârane kasaid-i vataniyeye nisbeti gibidir. Çünki edeb ve
belâgat, tesir-i üslûb itibariyle ya hüzün verir, ya neş'e verir
--
Kur'anın malı olmayan ins ve cinnin bütün güzel sözleri toplansa, Kur'anı tanzir edemez,
MAXQDA 2020 24.12.2022
demektir. Hem edememiş ki, gösterilmiyor. İkinci vecih şudur ki: Cin ve insin hattâ
şeytanların netice-i efkârları ve muhassala-i mesaîleri olan medeniyet ve hikmet-i felsefe ve
edebiyat-ı ecnebiye, Kur'anın ahkâm ve hikmet ve belâgatına karşı âciz derekesindedirler,
demektir. Nasıl da nümunesini gösterdik.
Üçüncü Cilve: Kur'an-ı Hakîm, her asırdaki tabakat-ı beşerin herbir tabakasına güya
doğrudan doğruya o tabakaya hususî müteveccihtir, hitab ediyor.
--
Kur'anın malı olmayan ins ve cinnin bütün güzel sözleri toplansa, Kur'anı tanzir edemez,
demektir. Hem edememiş ki, gösterilmiyor. İkinci vecih şudur ki: Cin ve insin hattâ
şeytanların netice-i efkârları ve muhassala-i mesaîleri olan medeniyet ve hikmet-i felsefe ve
edebiyat-ı ecnebiye, Kur'anın ahkâm ve hikmet ve belâgatına karşı âciz derekesindedirler,
demektir. Nasıl da nümunesini gösterdik.
Üçüncü Cilve: Kur'an-ı Hakîm, her asırdaki tabakat-ı beşerin herbir tabakasına güya
doğrudan doğruya o tabakaya hususî müteveccihtir, hitab ediyor.
akla havale eder veyahut makasıd-ı Kur'aniyeden bir kaide-i külliyeyi tazammun eder ki, âyetin te'kid
ve teyidi için fezlekeler yapar. İşte o fezlekelerde Kur'anın hikmet-i ulviyesinden bazı işarat ve
hidayet-i İlahiyenin âb-ı hayatından bazı reşaşat, i'caz-ı Kur'anın berklerinden bazı şerarat vardır.
Şimdi pek çok o işarattan yalnız on tanesini icmalen zikrederiz. Hem pek çok misallerinden birer misal
ve herbir misalin pek çok hakaikından yalnız herbirinde bir hakikatın meal-i icmalîsine işaret ederiz.
Bu on işaretin ekserisi, ekser âyetlerde müçtemian beraber bulunup hakikî bir nakş-ı i'cazî teşkil
ederler. Hem misal olarak getirdiğimiz âyetlerin ekserisi, ekser işarata misaldir.
¬ƒ@«<±¬h7! ¬r<¬h²M«#«:
İşte Cenab-ı Hakk'ın kemal-i kudretini ve azamet-i rububiyetini gösteren ve
vahdaniyetine şehadet eden semavat ve arzın hilkatindeki tecelli-i saltanat-ı uluhiyet; ve gece
gündüzün ihtilafındaki tecelli-i rububiyet; ve hayat-ı içtimaiye-i insana en büyük bir vasıta
olan gemiyi denizde teshir ile tecelli-i rahmet; ve semadan âb-ı hayatı ölmüş zemine gönderip
zemini yüzbin taifeleriyle ihya edip bir mahşer-i acaib suretine getirmekteki tecelli-i azamet-i
kudret; ve zeminde hadsiz muhtelif hayvanatı basit bir topraktan halketmekteki tecelli-i
rahmet ve kudret; ve rüzgârları, nebatat ve hayvanatın teneffüs ve telkîhlerine hizmet gibi
vezaif-i azîme ile tavzif edip tedbir ve teneffüse sâlih vaziyete getirmek için tahrik ve
idaresindeki tecelli-i rahmet ve hikmet; ve zemin ve âsuman ortasında vasıta-i rahmet olan
bulutları bir mahşer-i acaib gibi muallakta toplayıp dağıtmak, bir ordu gibi istirahat ettirip
vazife başına davet etmek gibi teshirindeki tecelli-i rububiyet gibi mensucat-ı
---sh:»(S:418) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
san'atı ta'dad ettikten sonra aklı, onların hakaikına ve tafsiline sevkedip tefekkür ettirmek için
]«V«2
İşte Hazret-i Yusuf ve ecdadına edilen nimetleri şu âyetle işaret eder. Der ki: Sizi bütün
insanlar içinde makam-ı nübüvvetle serfiraz, bütün silsile-i enbiyayı, silsilenize rabtedip,
silsilenizi nev'-i beşer içinde bütün silsilenin serdarı; hanedanınızı ulûm-u İlahiye ve hikmet-i
Rabbaniyeye bir hücre-i talim ve hidayet suretinde getirip o ilim ve hikmetle dünyanın
saadetkârane saltanatını, âhiretin saadet-i ebediyesiyle sizde birleştirmek, seni ilim ve
hikmetle Mısır'a hem aziz bir reis, hem âlî bir nebi, hem hakîm bir mürşid etmek olan nimet-i
İlahiyeyi zikr ve ta'dad edip; ilim ve hikmet ile onu, âbâ ve ecdadını mümtaz ettiğini
zikrediyor. Sonra "Senin Rabbin Alîm ve Hakîm'dir" der.
İşte Hazret-i Yusuf ve ecdadına edilen nimetleri şu âyetle işaret eder. Der ki: Sizi bütün
insanlar içinde makam-ı nübüvvetle serfiraz, bütün silsile-i enbiyayı, silsilenize rabtedip,
silsilenizi nev'-i beşer içinde bütün silsilenin serdarı; hanedanınızı ulûm-u İlahiye ve hikmet-i
Rabbaniyeye bir hücre-i talim ve hidayet suretinde getirip o ilim ve hikmetle dünyanın
saadetkârane saltanatını, âhiretin saadet-i ebediyesiyle sizde birleştirmek, seni ilim ve
hikmetle Mısır'a hem aziz bir reis, hem âlî bir nebi, hem hakîm bir mürşid etmek olan nimet-i
İlahiyeyi zikr ve ta'dad edip; ilim ve hikmet ile onu, âbâ ve ecdadını mümtaz ettiğini
zikrediyor. Sonra "Senin Rabbin Alîm ve Hakîm'dir" der. "Onun rububiyeti ve hikmeti iktiza
eder ki, seni ve âbâ ve ecdadını Alîm, Hakîm ismine mazhar etsin."
İşte Hazret-i Yusuf ve ecdadına edilen nimetleri şu âyetle işaret eder. Der ki: Sizi bütün
insanlar içinde makam-ı nübüvvetle serfiraz, bütün silsile-i enbiyayı, silsilenize rabtedip,
silsilenizi nev'-i beşer içinde bütün silsilenin serdarı; hanedanınızı ulûm-u İlahiye ve hikmet-i
Rabbaniyeye bir hücre-i talim ve hidayet suretinde getirip o ilim ve hikmetle dünyanın
saadetkârane saltanatını, âhiretin saadet-i ebediyesiyle sizde birleştirmek, seni ilim ve
hikmetle Mısır'a hem aziz bir reis, hem âlî bir nebi, hem hakîm bir mürşid etmek olan nimet-i
MAXQDA 2020 24.12.2022
İlahiyeyi zikr ve ta'dad edip; ilim ve hikmet ile onu, âbâ ve ecdadını mümtaz ettiğini
zikrediyor. Sonra "Senin Rabbin Alîm ve Hakîm'dir" der. "Onun rububiyeti ve hikmeti iktiza
eder ki, seni ve âbâ ve ecdadını Alîm, Hakîm ismine mazhar etsin."
Rabbaniyeye bir hücre-i talim ve hidayet suretinde getirip o ilim ve hikmetle dünyanın
saadetkârane saltanatını, âhiretin saadet-i ebediyesiyle sizde birleştirmek, seni ilim ve
hikmetle Mısır'a hem aziz bir reis, hem âlî bir nebi, hem hakîm bir mürşid etmek olan nimet-i
İlahiyeyi zikr ve ta'dad edip; ilim ve hikmet ile onu, âbâ ve ecdadını mümtaz ettiğini
zikrediyor. Sonra "Senin Rabbin Alîm ve Hakîm'dir" der. "Onun rububiyeti ve hikmeti iktiza
eder ki, seni ve âbâ ve ecdadını Alîm, Hakîm ismine mazhar etsin." İşte o mufassal nimetleri,
şu fezleke ile icmal eder.
Hem meselâ: š@«L«# ²w«8 «t²VW²7!
İşte şu âyet der ki: De: Eğer dediğiniz gibi mülkünde şeriki olsaydı, elbette arş-ı
rububiyetine el uzatıp müdahale eseri görünecek bir derecede bir intizamsızlık olacaktı.
Halbuki yedi tabaka semavattan, tâ hurdebînî zîhayatlara kadar, herbir mahluk küllî olsun
cüz'î olsun, küçük olsun büyük olsun, mazhar olduğu bütün isimlerin cilve ve nakışları
dilleriyle, o esma-i hüsnanın Müsemma-i Zülcelalini tesbih edip, şerik ve nazirden tenzih
ediyorlar. Evet nasılki sema güneşler, yıldızlar denilen nur-efşan kelimatıyla, hikmet ve
intizamıyla, onu takdis ediyor, vahdetine şehadet ediyor ve cevv-i hava dahi, bulutların ve
berk ve ra'd ve katrelerin kelimatıyla onu tesbih ve takdis ve vahdaniyetine şehadet eder. Öyle
de zemin, hayvanat ve nebatat ve mevcudat denilen hayattar kelimatıyla Hâlık-ı Zülcelalini
tesbih ve tevhid etmekle beraber, herbir ağacı, yaprak ve çiçek ve meyvelerin kelimatıyla yine
tesbih edip birliğine şehadet eder. Öyle de en küçük mahluk, en cüz'î bir masnu', küçüklüğü
ve cüz'iyetiyle beraber, taşıdığı nakışlar ve keyfiyetler işaretiyle pekçok esma-i külliyeyi
göstermek ile Müsemma-yı Zülcelali tesbih edip vahdaniyetine şehadet eder. İşte bütün kâinat
birden, bir lisan ile, müttefikan Hâlık-ı Zülcelalini tesbih edip vahdaniyetine şehadet ederek
kendilerine göre muvazzaf oldukları vazife-i ubudiyeti, kemal-i itaatle yerine getirdikleri
halde, şu kâinatın hülâsası ve neticesi ve nazdar bir halifesi ve nazenin bir meyvesi olan insan,
bütün bunların aksine, zıddına olarak, ettikleri küfür ve şirkin ne kadar çirkin düşüp ne derece
cezaya şayeste olduğunu ifade edip bütün bütün
---sh:»
ye'se düşürmemek için, hem şunun gibi nihayetsiz bir cinayete, hadsiz çirkin bir isyana
Kahhar-ı Zülcelal nasıl meydan verip kâinatı başlarına harab etmediğinin hikmetini göstermek
için !®*xS«3 @®W[¬V«& «–@«6 yÅ9¬! der. O hâtime ile hikmet-i imhali gösterip, bir rica kapısı açık
bırakır.
MAXQDA 2020 24.12.2022
ye'se düşürmemek için, hem şunun gibi nihayetsiz bir cinayete, hadsiz çirkin bir isyana
Kahhar-ı Zülcelal nasıl meydan verip kâinatı başlarına harab etmediğinin hikmetini göstermek
için !®*xS«3 @®W[¬V«& «–@«6 yÅ9¬! der. O hâtime ile hikmet-i imhali gösterip, bir rica kapısı açık
bırakır.
İşte şu on işarat-ı i'caziyeden anla ki, âyetlerin hâtimelerindeki fezlekelerde, çok
reşehat-ı hidayetiyle beraber çok lemaat-ı i'caziye vardır ki, bülegaların en büyük dâhîleri, şu
bedi' üslûblara karşı kemal-i hayret ve istihsanlarından parmağını ısırmış, dudağını dişlemiş,
¬h«L«A²7! •«Ÿ«6 !«H´; @«8 demiş.
zamandan beri nurunu neşreden ve mürur-u zamanla ulûm-u mütearife hükmüne geçen ve sair
neyyirat-ı İslâmiye ile parlayan ve Kur'anın güneşiyle gündüz rengini alan bir vaziyet ile
veyahut sathî ve basit bir perde-i ülfet ile baksan; elbette herbir âyetin ne kadar tatlı bir
zemzeme-i i'caz içinde ne çeşit zulümatı dağıttığını hakkıyla göremezsin ve birçok enva'-ı
i'cazı içinde bu nevi i'cazını zevkedemezsin.
Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın en yüksek derece-i i'cazına bakmak istersen, şu temsil
dûrbîniyle bak. Şöyle ki:
---sh:»(S:435) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
-
Demek
oluyor ki, beyanat-ı Kur'aniye, beşerin ilm-i cüz'îsine, bahusus bir ümminin ilmine müstenid
olamaz. Belki bir ilm-i muhite istinad ediyor ve cemi' eşyayı birden görebilir, ezel ve ebed
ortasında bütün hakaikı bir anda müşahede eder bir zâtın kelâmıdır. Âmennâ...
İKİNCİ ZİYA: Hikmet-i Kur'aniyenin karşısında meydan-ı muarazaya çıkan felsefe-i
beşeriyenin, hikmet-i Kur'ana karşı ne derece sukut ettiğini Onikinci Söz'de izah ve temsil ile
tasvir ve sair Sözlerde isbat ettiğimizden onlara havale edip şimdilik başka bir cihette küçük
bir müvazene ederiz. Şöyle ki:
Felsefe ve hikmet-i insaniye, dünyaya sabit bakar; mevcudatın mahiyetlerinden,
hasiyetlerinden tafsilen bahseder.
Belki bir ilm-i muhite istinad ediyor ve cemi' eşyayı birden görebilir, ezel ve ebed
ortasında bütün hakaikı bir anda müşahede eder bir zâtın kelâmıdır. Âmennâ...
İKİNCİ ZİYA: Hikmet-i Kur'aniyenin karşısında meydan-ı muarazaya çıkan felsefe-i
beşeriyenin, hikmet-i Kur'ana karşı ne derece sukut ettiğini Onikinci Söz'de izah ve temsil ile
tasvir ve sair Sözlerde isbat ettiğimizden onlara havale edip şimdilik başka bir cihette küçük
bir müvazene ederiz. Şöyle ki:
MAXQDA 2020 24.12.2022
Âdeta kâinat kitabının yalnız nakış ve huruflarından bahseder, manasına ehemmiyet vermez.
Kur'an ise, dünyaya geçici, seyyal, aldatıcı, seyyar, kararsız, inkılabcı olarak bakar.
Mevcudatın mahiyetlerinden, surî ve maddî hâsiyetlerinden icmalen bahseder. Fakat Sâni'
tarafından tavzif edilen vezaif-i ubudiyetkâranelerinden ve Sâniin isimlerine ne vechile ve
nasıl delalet ettikleri ve evamir-i tekviniye-i İlahiyeye karşı inkıyadlarını tafsilen zikreder. İşte
felsefe-i beşeriye ile hikmet-i Kur'aniyenin şu tafsil ve icmal hususundaki farklarına
bakacağız ki, mahz-ı hak ve ayn-ı hakikat hangisidir göreceğiz. İşte nasıl elimizdeki saat,
sureten sabit görünüyor. Fakat içindeki çarkların harekâtıyla, daimî içinde bir zelzele ve âlet
ve çarklarının ızdırabları vardır. Aynen onun gibi; kudret-i İlahiyenin bir saat-ı kübrası olan
şu dünya, zahirî sabitiyetiyle beraber daimî zelzele
---sh:»
cazibedar lehviyatıyla, sarhoşane hevesatıyla o dünyanın hem cümudetini ziyade edip gafleti
kalınlaştırmış, hem küduretle bulanmasını taz'îf edip Sânii ve âhireti unutturuyor. Amma
Kur'an ise, şu hakikattaki dünyayı, dünya cihetiyle
¯*xO²,«8 ¯Æ@«B¬6 «: ¬*x±O7! «
MAXQDA 2020 24.12.2022
---sh:»(S:439) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Şimdi şu ziyada, Kur'anın şakirdleri olan asfiya ve evliya; ve hükemanın münevver kısmı olan
hükema-yı İşrakiyyunun hikmetleriyle Kur'anın hikmetine karşı derecesini gösterip, şu cihette
MAXQDA 2020 24.12.2022
---sh:»(S:439) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Şimdi şu ziyada, Kur'anın şakirdleri olan asfiya ve evliya; ve hükemanın münevver kısmı olan
hükema-yı İşrakiyyunun hikmetleriyle Kur'anın hikmetine karşı derecesini gösterip, şu cihette
Kur'anın i'cazına muhtasar bir işaret edeceğiz:
İşte Kur'an-ı Hakîm'in ulviyetine en sadık bir delil ve hakkaniyetine en zahir bir bürhan
ve i'cazına en kavî bir alâmet şudur ki: Kur'an, bütün aksam-ı tevhidin bütün meratibini, bütün
levazımatıyla muhafaza ederek beyan edip müvazenesini bozmamış, muhafaza etmiş. Hem
bütün hakaik-i âliye-i İlahiyenin müvazenesini muhafaza etmiş. Hem bütün esma-i hüsnanın
iktiza ettikleri ahkâmları cem'etmiş, o ahkâmın tenasübünü muhafaza etmiş.
içindir ki, mesail-i imaniyeye girmişler. Yoksa mütemerrid nüfus-u emmarenin işledikleri
seyyiatının mes'uliyetinden kendilerini kurtarmak için kadere yapışmak ve onlara in'am
olunan mehasinle iftihar etmek, gururlanmak, cüz'-i ihtiyariye istinad etmek; bütün bütün sırr-
ı kadere ve hikmet-i cüz'-i ihtiyariyeye zıd bir harekete sebebiyet veren ilmî mes'eleler
değildir. Evet, manen terakki etmeyen avam içinde kaderin cây-ı istimali var. Fakat o da
maziyat ve mesaibdedir ki, ye'sin
---sh:»(S:464) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
inayet-i azîmine muhtaçtır. Çünki on kuvvetli adam, bir evin muhafazasını ve tamiratını
deruhde etse, haylaz bir çocuğun o haneye ateş vermeğe çalışmasına karşı, o çocuğun
velisine, belki padişahına müracaata, yalvarmağa mecbur olması gibi; mü'minlerin de, böyle
edebsiz ehl-i isyana karşı dayanmak için Cenab-ı Hakk'ın çok inayatına muhtaçtırlar
---sh:»(S:466) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
olan kader bahsi manasızdır. Yalnız, bütün bütün onların hikmetine zıd ve mes'uliyetten
kurtulmak için bir desise-i nefsiyedir.
İKİNCİ MEBHAS: Ehl-i ilme mahsus(Haşiye), ince bir tedkik-i ilmîdir.
Netice-i meram: Madem bilmüşahede görüyoruz ki, herbir zîhayatın neşv ü nema
zamanında, zerreleri eğribüğrü hududlara gider, durur. Zerreler yolunu değiştirir. O
hududların nihayetlerinde birer hikmet, birer faide, birer maslahatı semere verirler. Bilbedahe
o şeyin mikdar-ı surîsi, bir kader kalemiyle tersim edilmiştir. İşte meşhud, bedihî kader, o
zîhayatın manevî hâlâtında dahi bir kader kalemiyle çizilmiş muntazam meyvedar hududları,
nihayetleri var olduğunu gösterir. Kudret masdardır, kader mistardır. Kudret o maânî kitabını,
o mistar üstünde yazar.
"Bana zahmet
veriyorsun. Eğilip kalkmakla vaziyet veriyorsun, beni güzelleştiren bu gömleği kesip
kısaltmakla güzelliğimi bozuyorsun" demeğe hak kazanabilir mi? "Merhametsizlik, insafsızlık
ettin" diyebilir mi? İşte onun gibi Sâni'-i Zülcelal, Fâtır-ı Bîmisal; zîhayata göz, kulak, akıl,
kalb gibi havas ve letaif ile murassa olarak giydirdiği vücud gömleğini esma-i hüsnanın
nakışlarını göstermek için çok hâlât içinde çevirir, çok vaziyetlerde değiştirir. Elemler,
musibetler nev'inde olan keyfiyat; bazı esmasının ahkâmını göstermek için lemaat-ı hikmet
içinde bazı şuaat-ı rahmet ve o şuaat-ı rahmet içinde latif güzellikler vardır.
---sh:»(S:473) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Yirmiikinci
Söz'de gayet kat'î isbat edildiği gibi: Eğer herşey birinin olmazsa, o vakit herbir şey, bütün
eşya kadar müşkil ve ağır olur. Eğer herşey birinin olsa, o zaman bütün eşya, bir şey kadar
âsân ve kolay olur. Madem zemin ve âsumanı birisi yapmış, yaratmış. Elbette o pek hikmetli
ve çok san'atkâr zât, zemin ve âsumanın meyveleri ve neticeleri ve gayeleri olan zîhayatları
başkalara bırakıp işi bozmayacak. Başka ellere teslim edip bütün hikmetli işlerini abes
etmeyecek, hiçe indirmeyecek, şükür ve ibadetlerini başkasına vermeyecektir.
İkinci Fıkra: Sen ey mağrur nefsim!
---sh:»(S:479) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Hâtime
Şu acz, fakr, şefkat, tefekkür tarîkındaki dört hatvenin izahatı; hakikatın ilmine, şeriatın
hakikatına, Kur'anın hikmetine dair olan yirmialtı aded Sözler'de geçmiştir. Yalnız şurada bir-
iki noktaya kısa bir işaret edeceğiz. Şöyle ki:
Evet şu tarîk daha kısadır.
Nasılki bir cisimde, neşv ü nema için tevessü' meyli bulunur. O meyl-i
tevessü' ise, -çünki dâhildendir- vücud ve cisim için bir tekemmüldür. Fakat eğer hariçte tevsi'
için bir meyl ise, o vücudun cildini yırtmaktır, tahrib etmektir; tevsi' değildir. Öyle de,
İslâmiyetin dairesine selef-i sâlihîn gibi takva-yı kâmile kapısıyla ve zaruriyat-ı diniyenin
imtisali tarîkıyla dâhil olanlarda meyl-üt tevessü' ve irade-i içtihad bulunsa; o kemaldir ve
tekemmüldür. Yoksa zaruriyatı terk eden ve hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı uhreviyeye tercih
eden ve felsefe-i maddiye ile âlûde olanlardan olan o meyl-üt tevsi' ve irade-i içtihad, vücud-u
MAXQDA 2020 24.12.2022
göre değişir, hem hak olarak değişir ve herbirisi de hak olur, maslahat olur. Meselâ, hikmet-i
İlahiyenin tensibiyle İmam-ı Şafiî'ye ittiba eden, ekseriyet itibariyle Hanefîlere nisbeten
köylülüğe ve bedeviliğe daha yakın olup cemaatı birtek vücud hükmüne getiren hayat-ı
içtimaiye de nâkıs olduğundan, herbiri bizzât dergâh-ı Kadıyy-ül Hacat'ta kendi derdini
söylemek ve hususî matlubunu istemek için, imam arkasında Fatiha'yı birer birer okuyorlar.
Hem ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir. İmam-ı A'zam'a ittiba edenler, ekseriyet-i mutlaka
itibariyle, İslâmî hükûmetlerin ekserisi, o mezhebi iltizam etmesiyle medeniyete, şehirliliğe
daha yakın ve hayat-ı içtimaiyeye müstaid olduğundan; bir cemaat, bir şahıs hükmüne girip,
birtek adam umum namına söyler; umum kalben onu tasdik ve rabt-ı kalb edip, onun sözü
umumun sözü hükmüne geçtiğinden, Hanefî Mezhebi'ne göre imam arkasında Fatiha
okunmaz. Okunmaması ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir.
Hem meselâ, madem şeriat, tabiatın tecavüzatına sed çekmekle onu ta'dil edip nefs-i
emmareyi terbiye eder. Elbette ekser etbaı, köylü ve nim-bedevi ve amelelikle meşgul olan
Şafiî Mezhebi'ne göre "Kadına temas ile abdest bozulur, az bir necaset zarar verir.
köylülüğe ve bedeviliğe daha yakın olup cemaatı birtek vücud hükmüne getiren hayat-ı
içtimaiye de nâkıs olduğundan, herbiri bizzât dergâh-ı Kadıyy-ül Hacat'ta kendi derdini
söylemek ve hususî matlubunu istemek için, imam arkasında Fatiha'yı birer birer okuyorlar.
Hem ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir. İmam-ı A'zam'a ittiba edenler, ekseriyet-i mutlaka
itibariyle, İslâmî hükûmetlerin ekserisi, o mezhebi iltizam etmesiyle medeniyete, şehirliliğe
daha yakın ve hayat-ı içtimaiyeye müstaid olduğundan; bir cemaat, bir şahıs hükmüne girip,
birtek adam umum namına söyler; umum kalben onu tasdik ve rabt-ı kalb edip, onun sözü
umumun sözü hükmüne geçtiğinden, Hanefî Mezhebi'ne göre imam arkasında Fatiha
okunmaz. Okunmaması ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir.
Hem meselâ, madem şeriat, tabiatın tecavüzatına sed çekmekle onu ta'dil edip nefs-i
emmareyi terbiye eder. Elbette ekser etbaı, köylü ve nim-bedevi ve amelelikle meşgul olan
Şafiî Mezhebi'ne göre
köylülüğe ve bedeviliğe daha yakın olup cemaatı birtek vücud hükmüne getiren hayat-ı
içtimaiye de nâkıs olduğundan, herbiri bizzât dergâh-ı Kadıyy-ül Hacat'ta kendi derdini
söylemek ve hususî matlubunu istemek için, imam arkasında Fatiha'yı birer birer okuyorlar.
Hem ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir. İmam-ı A'zam'a ittiba edenler, ekseriyet-i mutlaka
itibariyle, İslâmî hükûmetlerin ekserisi, o mezhebi iltizam etmesiyle medeniyete, şehirliliğe
daha yakın ve hayat-ı içtimaiyeye müstaid olduğundan; bir cemaat, bir şahıs hükmüne girip,
birtek adam umum namına söyler; umum kalben onu tasdik ve rabt-ı kalb edip, onun sözü
umumun sözü hükmüne geçtiğinden, Hanefî Mezhebi'ne göre imam arkasında Fatiha
okunmaz. Okunmaması ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir.
Hem meselâ, madem şeriat, tabiatın tecavüzatına sed çekmekle onu ta'dil edip nefs-i
emmareyi terbiye eder.
köylülüğe ve bedeviliğe daha yakın olup cemaatı birtek vücud hükmüne getiren hayat-ı
içtimaiye de nâkıs olduğundan, herbiri bizzât dergâh-ı Kadıyy-ül Hacat'ta kendi derdini
söylemek ve hususî matlubunu istemek için, imam arkasında Fatiha'yı birer birer okuyorlar.
Hem ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir. İmam-ı A'zam'a ittiba edenler, ekseriyet-i mutlaka
itibariyle, İslâmî hükûmetlerin ekserisi, o mezhebi iltizam etmesiyle medeniyete, şehirliliğe
daha yakın ve hayat-ı içtimaiyeye müstaid olduğundan; bir cemaat, bir şahıs hükmüne girip,
birtek adam umum namına söyler; umum kalben onu tasdik ve rabt-ı kalb edip, onun sözü
umumun sözü hükmüne geçtiğinden, Hanefî Mezhebi'ne göre imam arkasında Fatiha
okunmaz. Okunmaması ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir.
Hem meselâ, madem şeriat, tabiatın tecavüzatına sed çekmekle onu ta'dil edip nefs-i
emmareyi terbiye eder. Elbette ekser etbaı, köylü ve nim-bedevi ve amelelikle meşgul olan
Şafiî Mezhebi'ne göre "Kadına temas ile abdest bozulur, az bir necaset zarar verir."
Çünki cüz'î fazilette ve hususî bir kemalde, mercuh racihe tereccuh edebilir.
Yoksa Sure-i Feth'in âhirinde sitayişkârane tavsifat-ı Rabbaniyeye mazhar ve Tevrat ve İncil
ve Kur'anın medh ü senasına mazhar olan sahabelere, fazilet-i külliye nokta-i nazarında
yetişilemez. Şu hakikatın pekçok esbab ve hikmetlerinden, şimdilik üç sebebi tazammun eden
üç hikmeti beyan edeceğiz:
Birinci Hikmet: Sohbet-i Nebeviye öyle bir iksirdir ki, bir dakikada ona mazhar bir zât,
senelerle seyr ü sülûke mukabil, hakikatın envârına mazhar olur. Çünki sohbette insibağ ve
in'ikas vardır. Malûmdur ki: İn'ikas ve tebaiyetle, o Nur-u A'zam-ı Nübüvvetle beraber en
azîm bir mertebeye çıkabilir.
Sizler iseniz
kendi imanınızı, sahabelerin imanlarıyla müvazene ediyorsunuz. Bütün efkâr-ı âmme-i
İslâmiye, imanınıza kuvvet ve sened olduğu halde; Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın
şecere-i tûbâ-i nübüvvetinin çekirdeği olan beşeriyeti ve suret-i cismaniyesini değil, belki
umum envâr-ı İslâmiye ve hakaik-i Kur'aniye ile nurani muhteşem şahs-ı manevîsini bin
mu'cizat ile muhat olarak akıl gözüyle gördüğünüz halde, bir Avrupa feylesofunun sözüyle
vesveseye ve şübheye düşen imanınız nerede? Bütün âlem-i küfrün ve Nasara ve Yehud'un ve
feylesofların hücumlarına karşı sarsılmayan sahabelerin imanları nerede? Hem, sahabelerin
kuvvet-i imanlarını gösteren ve imanlarının tereşşuhatı olan şiddet-i takvaları ve kemal-i
salahatları nerede? Ey müddei! Senin şiddet-i za'fından, feraizi tamamıyla senden
göstermeyen sönük imanın nerede? Amma hadîste vârid olan ki, "Âhirzamanda beni
görmeyen ve iman getiren, daha ziyade makbuldür" mealindeki rivayet, hususî fazilete
dairdir.
Elcevab: Şu mes'eleyi söyleyen iki kısımdır: Bir kısmı, safi ehl-i diyanet ve ehl-i
ilimdir ki; bazı ehadîsi görmüşler, şu zamanda ehl-i takva ve salahatı teşvik ve tergib için öyle
mebhaslar açıyorlar. Bu kısma karşı
---sh:»(S:496) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
MAXQDA 2020 24.12.2022
dünyanın bir mahzen-i ebedîsi olan dâr-ı saadet, şu kâinata bir derece benzeyecektir. Hem
cismanî, hem ruhanî bütün esasatını muhafaza edecektir. Ve o Sâni'-i Hakîm ve o Âdil-i
Rahîm; elbette cismanî âletlerin vezaifine ücret olarak ve hidematına mükâfat olarak ve
ibadat-ı mahsusalarına sevab olarak, onlara lâyık lezaizi verecektir. Yoksa hikmet ve adalet ve
rahmetine zıd bir halet olur ki, hiç bir cihetle onun cemal-i rahmetine ve kemal-i adaletine
uygun değildir, kabil-i tevfik olamaz.
Sual: Cisim, eğer hayatî olsa; ecza-yı bedenî daim terkib ve tahlildedir, inkıraza
mahkûmdur, ebediyete mazhar olamaz. Ekl ve şürb, beka-yı şahsî ve muamele-i zevciye ise
beka-yı nev'î içindir ki; şu âlemde birer esas olmuşlar.
(S:505) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Küllî ve umumî ubudiyetleri ile kâinatın büyük ve küllî mevcudatın tesbihatlarını temsil
ediyorlar. Evet şu kâinatın keyfiyatı, onların vücudlarını gösteriyor. Çünki kâinatı hadd ü
hesaba gelmeyen dakik san'atlı tezyinat ve o manidar mehasin ile ve hikmetdar nukuş ile
süslendirip tezyin etmesi; bilbedahe ona göre mütefekkir ve istihsan edicilerin ve mütehayyir
takdir edicilerin enzarını ister, vücudlarını taleb eder. Evet nasılki hüsün elbette bir âşık ister,
taam ise aç olana verilir. Öyle ise, şu nihayetsiz hüsn-ü san'at içinde gıda-yı ervah ve kut-u
kulûb; elbette melaike ve ruhanîlere bakar, gösterir. Madem bu nihayetsiz tezyinat, nihayetsiz
bir vazife-i tefekkür ve ubudiyet ister. Halbuki ins ve cin, şu nihayetsiz vazifeye, şu hikmetli
nezarete, şu vüs'atli ubudiyete karşı, milyondan ancak birisini yapabilir.
kulûb; elbette melaike ve ruhanîlere bakar, gösterir. Madem bu nihayetsiz tezyinat, nihayetsiz
bir vazife-i tefekkür ve ubudiyet ister. Halbuki ins ve cin, şu nihayetsiz vazifeye, şu hikmetli
nezarete, şu vüs'atli ubudiyete karşı, milyondan ancak birisini yapabilir. Demek bu nihayetsiz
ve çok mütenevvi olan şu vezaif ve ibadete, nihayetsiz melaike enva'ları, ruhaniyat ecnasları
lâzımdır ki, şu mescid-i kebir-i âlemi saflarıyla doldurup şenlendirsin. Evet şu kâinatın herbir
cihetinde, herbir dairesinde, ruhaniyat ve melaikelerden birer taife, birer vazife-i ubudiyetle
muvazzaf olarak bulunurlar. Bazı rivayat-ı ehadîsiyenin işaretiyle ve şu intizam-ı âlemin
hikmetiyle denilebilir ki: Bir kısım ecsam-ı camide-i seyyare -yıldızlar seyyaratından tut, tâ
yağmur kataratına kadar- bir kısım melaikenin sefine ve merakibidirler.
elektrik gibi sair madde-i latifeden bir kısım zîşuur mahlukları vardır. Hem pekçok kesretli
olarak vardır.
---sh:»(S:506) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Birinci Maksa
san'atıdır. Evet, hafî ve dakiktir. Çünki enva'-ı hayatın en ednası olan hayat-ı nebat ve o hayat-
ı nebatın en birinci derecesi olan çekirdekteki ukde-i hayatiyenin tenebbühü, yani uyanıp
açılarak neşv ü nema bulması, o derece zahir ve kesrette ve mebzuliyette, ülfet içinde, zaman-
ı Âdem'den beri hikmet-i beşeriyenin nazarında gizli kalmıştır. Hakikatı, hakikî olarak beşerin
aklı ile keşfedilmemiş. Hem hayat, o kadar nezih ve temizdir ki; iki vechi, yani mülk ve
melekûtiyet vecihleri temizdir, pâktır, şeffaftır. Dest-i kudret, esbabın perdesini
vaz'etmeyerek, doğrudan doğruya mübaşeret ediyor. Fakat, sair şeylerdeki umûr-u hasiseye ve
kudretin izzetine uygun gelmeyen nâpâk keyfiyat-ı zahiriyeye menşe' olmak için esbab-ı
zahiriyeyi perde etmiştir.
"Ey bedbaht, şu
hakir, küçük haneyi görüyorsun ki, zîruh ile, amelelerle doldurulmuş ve biri var ki, bunları her
vakit tazelendiriyor, istihdam ediyor. Bak, bu hane etrafında boş bir yer yoktur. Zîhayat ve
zîruh ile doldurulmuştur. Acaba hiç mümkün müdür ki: Şu uzakta bize görünen şu muntazam
şehrin, şu hikmetli tezyinatın, şu san'atlı sarayların onlara münasib âlî sekeneleri bulunmasın?
Elbette o saraylar, umumen doludur ve onlarda yaşayanlara göre başka şerait-i hayatiyeleri
var. Evet, ot yerine belki börek yerler; balık yerine baklava yiyebilirler. Uzaklık sebebiyle
veyahut gözünün kabiliyetsizliği veya onların gizlenmekliği ile sana görünmemeleri, onların
olmamalarına hiçbir vakit delil olamaz. Adem-i rü'yet, adem-i vücuda delalet etmez.
takdim etsin. Elbette Muhbir-i Sadık'ın rivayet ettiği, melaikeler hakkındaki suretler gayet
münasibdir ve makuldür. Meselâ: Ferman etmiş ki: "Bazı melaikeler bulunur, kırk başı veya
kırkbin başı var. Her başta kırkbin ağzı var, herbir ağızda kırkbin dil ile, kırkbin tesbihat
yapar." Şu hakikat-ı hadîsiyenin bir manası var, bir de sureti var.
Manası şudur ki
yükletsin; onun manasını bilen, ifade eden, kâinata ilân eden, dergâh-ı İlahiyeye takdim eden,
ona münasib ve ruhu hükmünde bir melek-i müekkeli ona bindirmesin?
Ey arkadaş! Şuraya kadar beyanatımız, kalbi kabule ihzar etmek ve nefsi teslime
mecbur etmek ve aklı iz'ana getirmek için bir mukaddeme idi. Eğer o mukaddemeyi bir
derece fehmettin ise, melaikelerle görüşmek istersen hazır ol.
BİRİNCİ MEDAR: Dikkat edilse, şu kâinatın umumunda bir nizam-ı ekmel, bir
intizam-ı kasdî vardır. Her cihette reşehat-ı ihtiyar ve lemaat-ı kasd görünür. Hattâ herşeyde
bir nur-u kasd, her şe'nde bir ziya-yı irade, her harekette bir lem'a-i ihtiyar, her terkibde bir
şu'le-i hikmet, semeratının şehadetiyle nazar-ı dikkate çarpıyor. İşte eğer saadet-i ebediye
olmazsa, şu esaslı nizam, bir suret-i zaîfe-i vahiyeden ibaret kalır. Yalancı, esassız bir nizam
olur. Nizam ve intizamın ruhu olan maneviyat ve revabıt ve niseb, heba olup gider. Demek
nizamı nizam eden, saadet-i ebediyedir.
Demek
nizamı nizam eden, saadet-i ebediyedir. Öyle ise nizam-ı âlem, saadet-i ebediyeye işaret
ediyor.
İKİNCİ MEDAR: Hilkat-i kâinatta bir hikmet-i tâmme görünüyor. Evet inayet-i
ezeliyenin timsali olan hikmet-i İlahiye, kâinatın umumunda gösterdiği maslahatların riayeti
ve hikmetlerin iltizamı lisanı ile, saadet-i ebediyeyi ilân eder. Çünki saadet-i ebediye olmazsa,
şu kâinatta bilbedahe sabit olan hikmetleri, faideleri, mükâbere ile inkâr etmek lâzım gelir.
Onuncu Söz'ün Onuncu Hakikatı, bu hakikatı güneş gibi gösterdiğinden, ona iktifaen burada
ihtisar ederiz.
İKİNCİ MEDAR: Hilkat-i kâinatta bir hikmet-i tâmme görünüyor. Evet inayet-i
ezeliyenin timsali olan hikmet-i İlahiye, kâinatın umumunda gösterdiği maslahatların riayeti
ve hikmetlerin iltizamı lisanı ile, saadet-i ebediyeyi ilân eder. Çünki saadet-i ebediye olmazsa,
şu kâinatta bilbedahe sabit olan hikmetleri, faideleri, mükâbere ile inkâr etmek lâzım gelir.
Onuncu Söz'ün Onuncu Hakikatı, bu hakikatı güneş gibi gösterdiğinden, ona iktifaen burada
ihtisar ederiz.
ÜÇÜNCÜ MEDAR:
İKİNCİ MEDAR: Hilkat-i kâinatta bir hikmet-i tâmme görünüyor. Evet inayet-i
ezeliyenin timsali olan hikmet-i İlahiye, kâinatın umumunda gösterdiği maslahatların riayeti
ve hikmetlerin iltizamı lisanı ile, saadet-i ebediyeyi ilân eder. Çünki saadet-i ebediye olmazsa,
şu kâinatta bilbedahe sabit olan hikmetleri, faideleri, mükâbere ile inkâr etmek lâzım gelir.
Onuncu Söz'ün Onuncu Hakikatı, bu hakikatı güneş gibi gösterdiğinden, ona iktifaen burada
ihtisar ederiz.
ÜÇÜNCÜ MEDAR:
MAXQDA 2020 24.12.2022
İKİNCİ MEDAR: Hilkat-i kâinatta bir hikmet-i tâmme görünüyor. Evet inayet-i
ezeliyenin timsali olan hikmet-i İlahiye, kâinatın umumunda gösterdiği maslahatların riayeti
ve hikmetlerin iltizamı lisanı ile, saadet-i ebediyeyi ilân eder. Çünki saadet-i ebediye olmazsa,
şu kâinatta bilbedahe sabit olan hikmetleri, faideleri, mükâbere ile inkâr etmek lâzım gelir.
Onuncu Söz'ün Onuncu Hakikatı, bu hakikatı güneş gibi gösterdiğinden, ona iktifaen burada
ihtisar ederiz.
ÜÇÜNCÜ MEDAR: Akıl ve hikmet ve istikra ve tecrübenin şehadetleri ile sabit olan
hilkat-ı mevcudattaki adem-i abesiyet ve adem-i israf, saadet-i ebediyeye işaret eder.
(S:520) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
insanda olan hadsiz istidadat-ı maneviye ve nihayetsiz âmâl ve efkâr ve müyulât dahi israf
edilmeyecektir. Öyle ise, insandaki o esaslı meyl-i tekemmül, bir kemalin vücudunu gösterir
ve o meyl-i saadet, saadet-i ebediyeye namzed olduğunu kat'î olarak ilân eder. Öyle olmazsa
insanın mahiyet-i hakikiyesini teşkil eden o esaslı maneviyat, o ulvî âmâl, hikmetli
mevcudatın hilafına olarak israf ve abes olur, kurur, hebaen gider. Şu hakikat, Onuncu Söz'ün
Onbirinci Hakikatında isbat edildiğinden kısa kesiyoruz.
DÖRDÜNCÜ MEDAR: Pekçok nevilerde, hattâ gece ve gündüzde, kış ve baharda ve
cevv-i havada hattâ insanın şahıslarında, müddet-i hayatında değiştirdiği bedenler ve mevte
benzeyen uyku ile haşir ve neşre benzer birer nevi kıyamet, bir kıyamet-i kübranın
tahakkukunu ihsas ediyor, remzen haber veriyorlar.
muğlak-ı âlemin ve şu remz-i hikmet-i kâinatın miftahıdır. Hem o Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın
tazammun ettiği ve mükerreren tefekküre emredip nazara vaz'eylediği berahin-i akliye-i
kat'iyye, binlerdir. Ezcümle: Bir kıyas-ı temsilîyi tazammun eden
ki: Vücud-u insan, tavırdan tavıra geçtikçe acib ve muntazam inkılablar geçiriyor. Nutfeden
alakaya, alakadan mudgaya, mudgadan azm ve lâhme, azm ve lâhmden halk-ı cedide yani
insan suretine inkılabı, gayet dakik düsturlara tâbi'dir. O tavırların herbirisinin öyle kavanin-i
mahsusa ve öyle nizamat-ı muayyene ve öyle harekât-ı muttarideleri vardır ki; cam gibi,
altında bir kasd, bir irade, bir ihtiyar, bir hikmetin cilvelerini gösterir. İşte şu tarzda o vücudu
yapan Sâni'-i Hakîm, her sene bir libas gibi o vücudu değiştirir. O vücudun değiştirilmesi ve
bekası için inhilal eden eczaların yerini dolduracak, çalışacak yeni zerrelerin gelmesi için bir
terkibe muhtaçtır. İşte o beden hüceyreleri, muntazam bir kanun-u İlahî ile yıkıldığından yine
muntazam bir kanun-u Rabbanî ile tamir etmek için rızık namıyla bir madde-i latifeyi ister ki,
o beden uzuvlarının ayrı ayrı hacetleri nisbetinde Rezzak-ı Hakikî, bir kanun-u mahsus ile
taksim ve tevzi ediyor. Şimdi O Rezzak-ı Hakîm'in gönderdiği o madde-i latifenin etvarına
bak, göreceksin ki; o maddenin zerratı bir kafile gibi küre-i havada, toprakta, suda dağılmış
iken birden hareket emrini almışlar gibi bir hareket-i kasdîyi işmam eden bir keyfiyet ile
toplanıyorlar.
(S:524) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
ile rızkı yazılı olduğuna ve rızkı üstünde isminin yazılı olmasına işaret eder. Acaba mümkün
müdür ki: Bu derece nihayetsiz bir kudret ve muhit bir hikmet ile rububiyet eden ve zerrattan
tâ seyyarata kadar bütün mevcudatı kabza-i tasarrufunda tutmuş ve intizam ve mizan
dairesinde döndüren Sâni'-i Zülcelal, "Neş'e-i uhra"yı yapmasın veya yapamasın! İşte çok
MAXQDA 2020 24.12.2022
âyât-ı Kur'aniye, şu hikmetli neş'e-i ûlâyı nazar-ı beşere vaz'ediyor. Haşir ve kıyametteki
neş'e-i uhrayı ona temsil ederek istib'adı izale eder. Der:
--
ile rızkı yazılı olduğuna ve rızkı üstünde isminin yazılı olmasına işaret eder. Acaba mümkün
müdür ki: Bu derece nihayetsiz bir kudret ve muhit bir hikmet ile rububiyet eden ve zerrattan
tâ seyyarata kadar bütün mevcudatı kabza-i tasarrufunda tutmuş ve intizam ve mizan
dairesinde döndüren Sâni'-i Zülcelal, "Neş'e-i uhra"yı yapmasın veya yapamasın! İşte çok
âyât-ı Kur'aniye, şu hikmetli neş'e-i ûlâyı nazar-ı beşere vaz'ediyor. Haşir ve kıyametteki
neş'e-i uhrayı ona temsil ederek istib'adı izale eder. Der: ¯?
Âlemde çok görüyoruz ki: Zalim, fâcir, gaddar insanlar gayet refah ve rahatla ve
mazlum ve mütedeyyin adamlar gayet zahmet ve zillet ile ömür geçiriyorlar. Sonra ölüm
gelir, ikisini müsavi kılar. Eğer şu müsavat nihayetsiz ise, bir nihayeti yoksa, zulüm görünür.
Halbuki zulümden tenezzühü, kâinatın şehadetiyle sabit olan adalet ve hikmet-i İlahiye, bu
zulmü hiçbir cihetle kabul etmediğinden; bilbedahe bir mecma'-i âheri iktiza ederler ki;
birinci, cezasını; ikinci, mükâfatını görsün. Tâ şu intizamsız, perişan beşer, istidadına münasib
tecziye ve mükâfat
---sh:»(S:525) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
kudretini ve hiçbir şey ona ağır gelmediğini ve en büyük şey en küçük şey gibi onun kudretine
ağır gelmediğini ve hadsiz efrad, birtek ferd gibi o kudrete kolay geldiğini, şu âyet-i kerime
ilân ediyor: ¯?«G¬&!«: ¯j²S«X«6 Ŭ! ²vUC²Q«" ««: ²vUT²V«' @«8 Şu âyetin hakikatını Onuncu
Söz'ün Hâtimesinde
icmalen ve "Nokta Risalesi"nde ve Yirminci Mektub'da izahen beyan etmişiz
MAXQDA 2020 24.12.2022
şuunatın iki mahzenidir ve ebede karşı cereyan eden ve dalgalanan mevcudatın iki havzıdır ve
lütuf ve kahrın iki tecelligâhıdır ki; dest-i kudret bir hareket-i şedide ile kâinatı çalkaladığı
vakit, o iki havuz münasib maddelerle dolacaktır.
Şu Remizli Nükte'nin sırrı şudur ki:
Hakîm-i Ezelî inayet-i sermediye ve hikmet-i ezeliyenin iktizası ile, şu dünyayı
tecrübeye mahal ve imtihana meydan ve esma-i hüsnasına âyine ve kalem-i kader ve
kudretine sahife olmak için yaratmış ve tecrübe ve imtihan ise neşvünemaya sebebdir. O
neşvünema ise, istidadların inkişafına sebebdir. O inkişaf ise, kabiliyetlerin tezahürüne
sebebdir. O kabiliyetlerin tezahürü ise, hakaik-i nisbiyenin zuhuruna sebebdir. Hakaik-i
İşte mahiyetini şu tarzda bilen ve iz'an eden ve ona göre hareket eden _«Z[Å6«+ ²w«8 «d«V²4«! ²G«5
beşaretinde dâhil olur. Emaneti bihakkın eda eder ve o enenin dûrbîniyle, kâinat ne olduğunu
ve ne vazife gördüğünü görür ve âfâkî malûmat nefse geldiği vakit, ene'de bir musaddık
görür. O ulûm, nur ve hikmet olarak kalır. Zulmet ve abesiyete inkılab etmez. Vaktaki ene,
vazifesini şu suretle îfa etti; vâhid-i kıyasî olan mevhum rububiyetini ve farazî mâlikiyetini
terkeder. «–xQ«%²h# ¬y²[«7¬!
¯š²z«- ²w¬8 ²–¬! «: sırrıyla: "Herşeyin, her zîhayatın neticesi ve hikmeti kendine ait bir
ise; Sâniine ait neticeleri, Fâtırına bakan hikmetleri binlerdir. Herbir şeyin, hattâ bir
meyvenin; bir ağacın meyveleri kadar hikmetleri, neticeleri bulunduğu" mahz-ı hakikat olan
düstur-u hikmet nerede? Felsefenin "Herbir zîhayatın neticesi kendine bakar veyahut insanın
menafi'ine aittir" diye, koca bir dağ gibi ağaca, hardal gibi bir meyve, bir netice takmak gibi
gayet manasız bir abesiyet içinde gördüğü hikmetsiz hikmet-i müzahrefe düsturları nerede?
menafi'ine aittir" diye, koca bir dağ gibi ağaca, hardal gibi bir meyve, bir netice takmak gibi
gayet manasız bir abesiyet içinde gördüğü hikmetsiz hikmet-i müzahrefe düsturları nerede?
---sh:»(S:543) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Ezcümle:
Felasifenin bir taifesi, Cenab-ı Hakk'a "mûcib-i bizzât" demişler, ihtiyarını nefyetmişler;
ihtiyarını isbat eden bütün kâinatın nihayetsiz şehadetlerini tekzib etmişler. Feyâ Sübhanallah!
Şu kâinatta zerreden şemse kadar bütün mevcudat taayyünatlarıyla, intizamatıyla,
hikmetleriyle,
---sh:»(S:544) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
mizanlarıyla Sâniin ihtiyarını gösterdikleri halde, şu kör olası felsefenin gözü görmüyor.
--
mizanlarıyla Sâniin ihtiyarını gösterdikleri halde, şu kör olası felsefenin gözü görmüyor. Hem
bir kısım felasife, "Cüz'iyata ilm-i İlahî taalluk etmiyor" diye ilm-i İlahînin azametli ihatasını
nefyedip, bütün mevcudatın şehadat-ı sadıkalarını reddetmişler. Hem felsefe, esbaba tesir
verip, tabiat eline icad verir. Yirmiikinci Söz'de kat'î bir surette isbat edildiği gibi; her şeyde
Hâlık-ı Külli Şey'e has, parlak sikkeyi görmeyip âciz, camid, şuursuz, kör ve iki eli tesadüf ve
kuvvet gibi iki körün elinde olan tabiata masdariyet verip, binler hikmet-i âliyeyi ifade eden
ve herbiri birer mektubat-ı Samedaniye hükmünde olan mevcudatın bir kısmını ona mal eder.
Hem Onuncu Söz'de isbat edildiği gibi, Cenab-ı Hak bütün esmasıyla ve kâinat bütün
hakaikıyla ve silsile-i nübüvvet bütün tahkikatıyla ve Kütüb-ü Semaviye bütün âyâtıyla
gösterdikleri haşir ve âhiret kapısını bulmayıp, haşri nefyedip, ervahlara bir ezeliyet isnad
etmişler. İşte bu hurafatlara sair mes'elelerini kıyas edebilirsin. Evet şeytanlar, güya ene'nin
gaga ve pençesiyle dinsiz feylesoflarının akıllarını havaya kaldırıp dalalet derelerine atıp
dağıtmıştır. Küçük âlemde ene, büyük âlemde tabiat gibi tagutlardandır.
---sh:»(S:548) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
alması gibi... Hem vazifesinin hitamında "Elhamdülillah" der. Çünki bütün ukûlü hayrette
bırakan hikmetli bir cemal-i san'at, faideli bir hüsn-ü nakış göstererek Sâni'-i Zülcelal'in
medayihine bir kaside-i medhiye gibi bir eser gösterir; meselâ, nar ve mısıra dikkat et.
Evet tahavvülât-ı zerrat; (Haşiye) âlem-i gaybdan olan herşeyin
(Haşiye): İkinci Maksad'ın tahavvülât-ı zerratın tarifine dair olan uzun cümlenin haşiyesidir.
Kur'an-ı Hakîm'de "İmam-ı Mübin" ve "Kitab-ı Mübin", mükerrer yerlerde zikredilmiştir. Ehl-i tefsir,
"ikisi birdir"; bir kısmı, "Ayrı ayrıdır" demişler.
(S:550) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
veyahut onlar, bir bilenin emir ve iradesiyle memur olması lâzım geldiği gibi; sâkin toprak,
sâkin olan herbir zerresi; bütün çiçekli nebatatın ve meyvedar ağaçların tohumlarına medar ve
menşe' olmak kabil olduğundan hangi tohum gelse o zerrede, yani misliyet itibariyle bir zerre
hükmünde olan bir avuç toprakta kendine mahsus bir fabrika ve bütün levazımatına ve
teşkilâtına lâzım bütün cihazatı bulunduğundan; o zerrede ve o zerrenin kulübeciği olan o bir
avuç toprakta; eşcar ve nebatat ve çiçekler ve meyveler enva'ı adedince muntazam manevî
makine ve fabrikaları bulunması veyahut mu'cizekâr, herşeyi hiçten icad eder ve herşeyin
herşeyini ve her cihetini bilir bir ilim ve kudret bulunması lâzımdır veyahut bir Kadîr-i
Mutlak, bir Alîm-i Küll-i Şey'in emir ve izniyle, havl ve kuvveti ile o vazifeler gördürülür.
Evet nasılki bir acemî, ham, âmi, âdi, hem kör bir adam Avrupa'ya gitse; bütün
fabrikalara, tezgâhlara girse, üstadane kemal-i intizam ile herbir san'atta, herbir binada işler,
öyle eserler yapar ki nihayet derecede hikmetli, san'atlı, herkesi hayrette bırakıyor. Zerre
miktar şuuru olan bilir ki: O adam, kendi başı ile işlemiyor, belki bir üstad-ı küll, ona ders
verir, işlettirir. Hem nasılki bir kör, âciz, yerinden kalkamıyor, basit bir kulübeciğinde
oturmuş bir adam bulunuyor. Halbuki o kulübeciğe bir dirhem gibi küçük bir taş, kemik ve
pamuk gibi birer madde veriliyor.
fabrikasının bir mandalı veyahut miskin bir kapıcısıdır." Aynen öyle de: Havanın zerreleri,
herbiri birer mektubat-ı Samedaniye, birer antika-i san'at-ı Rabbaniye, birer mu'cize-i kudret,
birer hârika-i hikmet olan nebatat ve eşcar, ezhar ve esmardaki harekât ve hidematları; bir
MAXQDA 2020 24.12.2022
Sâni'-i Hakîm-i Zülcelal'in, bir Fâtır-ı Kerim-i Zülcemal'in emir ve iradesiyle hareket ettiğini
ve toprağın zerreleri dahi herbiri birer ayrı makine ve tezgâh, birer ayrı matbaa, birer ayrı
hazine, birer ayrı antika ve Sâni'-i Zülcelal'in esmasını ilân eden birer ayrı ilânname ve
kemalâtını söyleyen birer ayrı kaside hükmünde olan o tohumcuklarının, o çekirdeklerinin
sünbüllerine, ağaçlarına menşe' ve medar olmaları; Emr-i Kün Feyekûn'e mâlik, her şey
emrine müsahhar bir Sâni'-i Zülcelal'in emriyle, izniyle, iradesiyle, kuvvetiyle olması; iki
kerre iki dört eder gibi kat'îdir. Âmennâ.
İkinci Mebhas: Zerratın harekâtındaki vazifelere, hikmetlere küçük bir işarettir.
Havanın zerreleri,
herbiri birer mektubat-ı Samedaniye, birer antika-i san'at-ı Rabbaniye, birer mu'cize-i kudret,
birer hârika-i hikmet olan nebatat ve eşcar, ezhar ve esmardaki harekât ve hidematları; bir
Sâni'-i Hakîm-i Zülcelal'in, bir Fâtır-ı Kerim-i Zülcemal'in emir ve iradesiyle hareket ettiğini
ve toprağın zerreleri dahi herbiri birer ayrı makine ve tezgâh, birer ayrı matbaa, birer ayrı
hazine, birer ayrı antika ve Sâni'-i Zülcelal'in esmasını ilân eden birer ayrı ilânname ve
kemalâtını söyleyen birer ayrı kaside hükmünde olan o tohumcuklarının, o çekirdeklerinin
sünbüllerine, ağaçlarına menşe' ve medar olmaları; Emr-i Kün Feyekûn'e mâlik, her şey
emrine müsahhar bir Sâni'-i Zülcelal'in emriyle, izniyle, iradesiyle, kuvvetiyle olması; iki
kerre iki dört eder gibi kat'îdir. Âmennâ.
İkinci Mebhas: Zerratın harekâtındaki vazifelere, hikmetlere küçük bir işarettir.
---sh:»(S:551) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
---sh:»(S:551) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Evet, akılları gözlerine sukut etmiş Maddiyyunların hikmetsiz hikmetleri, abesiyet
esasına istinad eden felsefeleri nazarında tesadüfle bağlı olan tahavvülât-ı zerratı, bütün
düsturlarına üss-ül esas tutup, masnuat-ı İlahiyeye masdar göstermişler. Nihayetsiz
hikmetlerle müzeyyen masnuatı; hikmetsiz, manasız, karmakarışık bir şeye isnad etmeleri, ne
kadar hilaf-ı akıl olduğunu zerre miktar şuuru bulunan bilir.
Şimdi, Kur'an-ı Hakîm'in hikmeti nokta-i nazarında tahavvülât-ı zerratın pekçok
gayeleri, hikmetleri ve vazifeleri vardır. ¬˜¬G²W«E¬" d±¬A«,< Ŭ!
---sh:»(S:551) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Evet, akılları gözlerine sukut etmiş Maddiyyunların hikmetsiz hikmetleri, abesiyet
esasına istinad eden felsefeleri nazarında tesadüfle bağlı olan tahavvülât-ı zerratı, bütün
düsturlarına üss-ül esas tutup, masnuat-ı İlahiyeye masdar göstermişler. Nihayetsiz
hikmetlerle müzeyyen masnuatı; hikmetsiz, manasız, karmakarışık bir şeye isnad etmeleri, ne
MAXQDA 2020 24.12.2022
---sh:»(S:551) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Evet, akılları gözlerine sukut etmiş Maddiyyunların hikmetsiz hikmetleri, abesiyet
esasına istinad eden felsefeleri nazarında tesadüfle bağlı olan tahavvülât-ı zerratı, bütün
düsturlarına üss-ül esas tutup, masnuat-ı İlahiyeye masdar göstermişler. Nihayetsiz
hikmetlerle müzeyyen masnuatı; hikmetsiz, manasız, karmakarışık bir şeye isnad etmeleri, ne
kadar hilaf-ı akıl olduğunu zerre miktar şuuru bulunan bilir.
Şimdi, Kur'an-ı Hakîm'in hikmeti nokta-i nazarında tahavvülât-ı zerratın pekçok
gayeleri, hikmetleri ve vazifeleri vardır. ¬˜¬G²W«E¬" d±¬A«,< Ŭ! ¯š²z«- ²w¬8 ²–¬!
---sh:»(S:551) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Evet, akılları gözlerine sukut etmiş Maddiyyunların hikmetsiz hikmetleri, abesiyet
esasına istinad eden felsefeleri nazarında tesadüfle bağlı olan tahavvülât-ı zerratı, bütün
düsturlarına üss-ül esas tutup, masnuat-ı İlahiyeye masdar göstermişler. Nihayetsiz
hikmetlerle müzeyyen masnuatı; hikmetsiz, manasız, karmakarışık bir şeye isnad etmeleri, ne
kadar hilaf-ı akıl olduğunu zerre miktar şuuru bulunan bilir.
Şimdi, Kur'an-ı Hakîm'in hikmeti nokta-i nazarında tahavvülât-ı zerratın pekçok
gayeleri, hikmetleri ve vazifeleri vardır. ¬˜¬G²W«E¬" d±¬A«,< Ŭ! ¯š²z«- ²w¬8 ²–¬!
(S:551) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Evet, akılları gözlerine sukut etmiş Maddiyyunların hikmetsiz hikmetleri, abesiyet
esasına istinad eden felsefeleri nazarında tesadüfle bağlı olan tahavvülât-ı zerratı, bütün
düsturlarına üss-ül esas tutup, masnuat-ı İlahiyeye masdar göstermişler. Nihayetsiz
hikmetlerle müzeyyen masnuatı; hikmetsiz, manasız, karmakarışık bir şeye isnad etmeleri, ne
kadar hilaf-ı akıl olduğunu zerre miktar şuuru bulunan bilir.
Şimdi, Kur'an-ı Hakîm'in hikmeti nokta-i nazarında tahavvülât-ı zerratın pekçok
gayeleri, hikmetleri ve vazifeleri vardır. ¬˜¬G²W«E¬" d±¬A«,< Ŭ! ¯š²z«- ²w¬8 ²–¬!
--
Evet, akılları gözlerine sukut etmiş Maddiyyunların hikmetsiz hikmetleri, abesiyet
esasına istinad eden felsefeleri nazarında tesadüfle bağlı olan tahavvülât-ı zerratı, bütün
düsturlarına üss-ül esas tutup, masnuat-ı İlahiyeye masdar göstermişler. Nihayetsiz
hikmetlerle müzeyyen masnuatı; hikmetsiz, manasız, karmakarışık bir şeye isnad etmeleri, ne
MAXQDA 2020 24.12.2022
İkincisi: Mâlik-ül Mülk-ü Zülcelal; şu dünyayı, bahusus rûy-i zemin tarlasını bir mülk
suretinde yaratmıştır. Yani neşvünemaya, taze taze mahsulât vermeğe kabil bir surette
müheyya etmiştir. Tâ ki, nihayetsiz mu'cizat-ı kudretini orada ekip biçsin. İşte şu zemin
yüzündeki tarlasında, zerratı hikmetle tahrik ederek, intizam dairesinde tavzif edip, her asırda,
her fasılda, her ayda, belki her günde belki her saatte mu'cizat-ı kudretinden yeni yeni birer
kâinat gösterir, yeryüzü avlusuna başka başka mahsulât verdirir. Nihayetsiz hazine-i
rahmetinin hedayasını, nihayetsiz kudretinin mu'cizatının nümunelerini harekât-ı zerrat ile
izhar eder.
Üçüncüsü:
Nihayetsiz hazine-i
rahmetinin hedayasını, nihayetsiz kudretinin mu'cizatının nümunelerini harekât-ı zerrat ile
izhar eder.
Üçüncüsü: Nihayetsiz tecelliyat-ı esma-i İlahiyenin nakışlarını göstermekle, o esmanın
MAXQDA 2020 24.12.2022
cilvelerini ifade için mahdud bir zeminde hadsiz nukuş göstermek, küçük bir sahifede
nihayetsiz maânîleri ifade edecek olan hadsiz âyâtları yazmak için Nakkaş-ı Ezelî zerratı,
kemal-i hikmetle tahrik edip kemal-i intizamla tavzif etmiştir. Evet, geçen senenin
mahsulâtıyla şu senenin mahsulâtının mahiyetleri bir hükmündedir. Fakat, maânîleri başka
başkadır. Taayyünat-ı itibariyeyi değiştirmekle, maânîleri
---sh:»
Zülcelal, zerratı tahrik edip; kâinatı seyyale ve mevcudatı seyyare ederek, şu küçük zeminde o
pek büyük âlemlere pek çok mahsulât-ı maneviye yetiştiriyor. Nihayetsiz hazine-i kudretinden
nihayetsiz bir seyli, dünyadan akıttırıp âlem-i gayba ve bir kısmını âhiret âlemlerine döküyor.
Beşincisi: Nihayetsiz kemalât-ı İlahiyeyi, hadsiz celevat-ı cemaliyeyi ve gayetsiz
tecelliyat-ı celaliyeyi ve gayr-ı mütenahî tesbihat-ı Rabbaniyeyi şu dar ve mahdud zeminde ve
mütenahî ve az bir zamanda göstermek için zerratı kemal-i hikmetle kudretiyle tahrik edip,
kemal-i intizamla tavzif ederek; mütenahî bir zamanda, mahdud bir zeminde gayr-ı mütenahî
tesbihat yaptırıyor. Gayr-ı mahdud tecelliyat-ı cemaliye ve celaliye ve kemaliyesini
gösteriyor. Çok hakaik-i gaybiye ve çok semerat-ı uhreviye ve fânilerin bâki olan hüviyet ve
suretlerinden pekçok nukuş-u misaliye ve çok manidar nüsuc-u levhiyeyi icad ediyor. Demek
zerreyi tahrik eden; şu makasıd-ı azîmeyi, şu hikem-i cesîmeyi gösteren bir zâttır. Yoksa
herbir zerrede, güneş gibi bir dimağ bulunması lâzım gelir.
İşte bundan anlaşılıyor ki; onların ilimleri ilim değil, cehildir. Hikmetleri,
hikmetsizliktir.
(Üçüncü Noktada altıncı uzun bir hikmet daha söylenecektir.
Yoksa
herbir zerrede, güneş gibi bir dimağ bulunması lâzım gelir.
Daha bu beş nümune gibi belki beşbin hikmetle tahrik olunan zerratın tahavvülâtını, o
akılsız feylesoflar hikmetsiz zannetmişler ve hakikatta biri enfüsî, diğeri âfâkî iki hareket-i
cezbekâranede zikir ve tesbih-i İlahî ile Mevlevî gibi zikreden ve deverana kalkan o zerreleri,
kendi kendine, sersem gibi dönüp oynuyorlar zu'metmişler.
İşte bundan anlaşılıyor ki; onların ilimleri ilim değil, cehildir. Hikmetleri,
hikmetsizliktir.
(Üçüncü Noktada altıncı uzun bir hikmet daha söylenecektir.)
---sh:»(S:553) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
Yoksa
herbir zerrede, güneş gibi bir dimağ bulunması lâzım gelir.
Daha bu beş nümune gibi belki beşbin hikmetle tahrik olunan zerratın tahavvülâtını, o
akılsız feylesoflar hikmetsiz zannetmişler ve hakikatta biri enfüsî, diğeri âfâkî iki hareket-i
cezbekâranede zikir ve tesbih-i İlahî ile Mevlevî gibi zikreden ve deverana kalkan o zerreleri,
kendi kendine, sersem gibi dönüp oynuyorlar zu'metmişler.
İşte bundan anlaşılıyor ki; onların ilimleri ilim değil, cehildir. Hikmetleri,
hikmetsizliktir.
(Üçüncü Noktada altıncı uzun bir hikmet daha söylenecektir.)
---sh:»(S:553) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
Daha bu beş nümune gibi belki beşbin hikmetle tahrik olunan zerratın tahavvülâtını, o
akılsız feylesoflar hikmetsiz zannetmişler ve hakikatta biri enfüsî, diğeri âfâkî iki hareket-i
cezbekâranede zikir ve tesbih-i İlahî ile Mevlevî gibi zikreden ve deverana kalkan o zerreleri,
kendi kendine, sersem gibi dönüp oynuyorlar zu'metmişler.
İşte bundan anlaşılıyor ki; onların ilimleri ilim değil, cehildir. Hikmetleri,
hikmetsizliktir.
(Üçüncü Noktada altıncı uzun bir hikmet daha söylenecektir.)
---sh:»(S:553) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
sadık vardır. Evet zerre acz ve cümuduyla beraber şuurkârane büyük vazifeleri yapmakla,
büyük yükleri kaldırmakla Vâcib-ül Vücud'un vücuduna kat'î şehadet ettiği gibi, harekâtında
nizamat-ı umumiyeye tevfik-i hareket edip her girdiği yerde ona mahsus nizamatı müraat
MAXQDA 2020 24.12.2022
etmekle, her yerde kendi vatanı gibi yerleşmesiyle Vâcib-ül Vücud'un vahdetine ve mülk ve
melekûtun mâliki olan zâtın ehadiyetine şehadet eder. Yani zerre kimin ise, gezdiği bütün
yerler de onundur. Demek zerre, -çünki âcizdir, yükü nihayetsiz ağırdır ve vazifeleri
nihayetsiz çoktur- bir Kadîr-i Mutlak'ın ismiyle, emriyle kaim ve müteharrik olduğunu
bildirir. Hem kâinatın nizamat-ı külliyesini bilir bir tarzda tevfik-i hareket etmesi ve her yere
manisiz girmesi; tek bir Alîm-i Mutlak'ın kudretiyle, hikmetiyle işlediğini gösterir. Evet
nasılki bir nefer; takımında, bölüğünde, taburunda, alayında, fırkasında ve hâkeza herbir
dairede birer nisbeti ve o nisbete göre birer vazifesi oluduğunu ve o nisbetleri, o vazifeleri
bilmekle tevfik-i hareket etmek, nizamat-ı askeriye tahtında talim ve talimat görmekle bütün o
dairelere kumanda eden birtek kumandan-ı a'zamın emrine ve kanununa tebaiyetle oluyor.
Öyle de herbir zerre, birbiri içindeki mürekkebatta birer münasib vaziyeti, ayrı ayrı maslahatlı
birer nisbeti, ayrı ayrı muntazam birer vazifesi, ayrı ayrı hikmetli neticeleri bulunduğundan
elbette o zerreyi, o mürekkebatta bütün nisbet ve vazifelerini muhafaza edip netice ve
hikmetleri bozmayacak bir tarzda yerleştirmek; bütün kâinat kabza-i tasarrufunda olan bir zâta
mahsustur. Meselâ: Tevfik'in (*) göz bebeğinde yerleşen zerre, gözün asab-ı muharrike ve
hassase ve şerayin ve evride gibi damarlara karşı münasib vaziyet alması ve yüzde ve sonra
başta ve gövdede, daha sonra heyet-i mecmua-i insaniyede herbirisine karşı birer nisbeti, birer
vazifesi, birer faydası kemal-i hikmetle bulunması gösteriyor ki; bütün o cismin bütün âzasını
icad eden bir zât, o zerreyi o yerde yerleştirebilir.
rızka muhtaç âza ve hüceyratın imdadına yetişmek için kandaki küreyvat-ı hamraya yüklenip
bir kanun-u keremle imdada yetişirler. Ondan bilbedahe anlaşılır ki: Şu zerreleri binler
muhtelif menzillerden geçiren, sevk eden; elbette ve elbette bir Rezzak-ı Kerim, bir Hallak-ı
Rahîm'dir ki, kudretine nisbeten zerreler, yıldızlar omuz omuza müsavidirler.
(*) Nur'un birinci kâtibidir.
MAXQDA 2020 24.12.2022
---sh:»(S:554) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
-
rızka muhtaç âza ve hüceyratın imdadına yetişmek için kandaki küreyvat-ı hamraya yüklenip
bir kanun-u keremle imdada yetişirler. Ondan bilbedahe anlaşılır ki: Şu zerreleri binler
muhtelif menzillerden geçiren, sevk eden; elbette ve elbette bir Rezzak-ı Kerim, bir Hallak-ı
Rahîm'dir ki, kudretine nisbeten zerreler, yıldızlar omuz omuza müsavidirler.
(*) Nur'un birinci kâtibidir.
---sh:»(S:554) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
-
dairelere kumanda eden birtek kumandan-ı a'zamın emrine ve kanununa tebaiyetle oluyor.
Öyle de herbir zerre, birbiri içindeki mürekkebatta birer münasib vaziyeti, ayrı ayrı maslahatlı
birer nisbeti, ayrı ayrı muntazam birer vazifesi, ayrı ayrı hikmetli neticeleri bulunduğundan
elbette o zerreyi, o mürekkebatta bütün nisbet ve vazifelerini muhafaza edip netice ve
hikmetleri bozmayacak bir tarzda yerleştirmek; bütün kâinat kabza-i tasarrufunda olan bir zâta
mahsustur. Meselâ: Tevfik'in (*) göz bebeğinde yerleşen zerre, gözün asab-ı muharrike ve
hassase ve şerayin ve evride gibi damarlara karşı münasib vaziyet alması ve yüzde ve sonra
başta ve gövdede, daha sonra heyet-i mecmua-i insaniyede herbirisine karşı birer nisbeti, birer
vazifesi, birer faydası kemal-i hikmetle bulunması gösteriyor ki; bütün o cismin bütün âzasını
icad eden bir zât, o zerreyi o yerde yerleştirebilir. Ve bilhassa rızk için gelen zerreler, rızk
kafilesinde seyr ü sefer eden o zerreler, o kadar hayret-feza bir intizam ve hikmetle seyr ü
seyahat ederler ve öyle tavırlarda, tabakalarda intizamperverane geçip gelirler ve öyle
şuurkârane ayak atıp hiç şaşırmayarak gele gele tâ beden-i zîhayatta dört süzgeçle süzülüp
rızka muhtaç âza ve hüceyratın imdadına yetişmek için kandaki küreyvat-ı hamraya yüklenip
bir kanun-u keremle imdada yetişirler. Ondan bilbedahe anlaşılır ki: Şu zerreleri binler
muhtelif menzillerden geçiren, sevk eden; elbette ve elbette bir Rezzak-ı Kerim, bir Hallak-ı
Rahîm'dir ki, kudretine nisbeten zerreler, yıldızlar omuz omuza müsavidirler.
(*) Nur'un birinci kâtibidir.
---sh:
rızka muhtaç âza ve hüceyratın imdadına yetişmek için kandaki küreyvat-ı hamraya yüklenip
bir kanun-u keremle imdada yetişirler. Ondan bilbedahe anlaşılır ki: Şu zerreleri binler
muhtelif menzillerden geçiren, sevk eden; elbette ve elbette bir Rezzak-ı Kerim, bir Hallak-ı
MAXQDA 2020 24.12.2022
---sh:»(S:554) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Hem her bir zerre, öyle bir nakş-ı san'atta işler ki; ya bütün zerratla münasebettar,
herbirisine ve umumuna hem hâkim ve hem herbirisine ve umumuna mahkûm bir vaziyette
bulunmakla, o hayretfeza san'atlı nakşı ve hikmetnüma nakışlı san'atı bilir ve icad eder. Bu
ise, binler defa muhaldir. Veya bir Sâni'-i Hakîm'in kanun-u kader ve kalem-i kudretinden
çıkan, harekete memur birer noktadır. Nasılki meselâ Ayasofya kubbesindeki taşlar, eğer
mimarının emrine ve san'atına tabi olmazlarsa; herbir taşı, Mimar Sinan gibi dülgerlik
san'atında bir mehareti ve sair taşlara hem mahkûm, hem hâkim olmak, yani "Geliniz,
düşmemek, sukut etmemek için başbaşa vereceğiz" diye bir hüküm sahibi olması lâzımdır.
Öyle de:
Bu
ise, binler defa muhaldir. Veya bir Sâni'-i Hakîm'in kanun-u kader ve kalem-i kudretinden
çıkan, harekete memur birer noktadır. Nasılki meselâ Ayasofya kubbesindeki taşlar, eğer
mimarının emrine ve san'atına tabi olmazlarsa; herbir taşı, Mimar Sinan gibi dülgerlik
san'atında bir mehareti ve sair taşlara hem mahkûm, hem hâkim olmak, yani "Geliniz,
düşmemek, sukut etmemek için başbaşa vereceğiz" diye bir hüküm sahibi olması lâzımdır.
Öyle de: Binler defa Ayasofya kubbesinden daha san'atlı, daha hayretli ve hikmetli olan
masnuattaki zerreler, kâinat ustasının emrine tabi olmazlarsa; herbirine Sâni'-i Kâinat'ın evsafı
kadar evsaf-ı kemal verilmesi lâzım gelir.
Feyâ Sübhanallah! Zındık maddiyyun gâvurlar bir Vâcib-ül Vücud'u kabul
etmediklerinden, zerrat adedince bâtıl âliheleri kabul etmeğe mezheblerine göre muztar
kalıyorlar. İşte şu cihette münkir kâfir ne kadar feylesof, âlim de olsa; nihayet derecede bir
cehl-i azîm içindedir, bir echel-i mutlaktır.
Âdeta bir talim ve talimata mazhar olurlar, letafet peyda ederler. Birer vazifeyi
görmekle âlem-i bekaya ve bütün eczasıyla hayattar olan dâr-ı âhirete zerrat olmak için
liyakat kesbederler.
Sual: Zerratın harekâtında şu hikmetin bulunması ne ile bilinir?
Elcevab: Evvelâ, bütün masnuatın bütün intizamatıyla ve hikmetleriyle sabit olan
Sâniin hikmetiyle bilinir. Çünki en cüz'î bir şeye küllî hikmetleri takan bir hikmet; seyl-i
---sh:»(S:555) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
ve hikmetli nakışlara medar olan harekât-ı zerratı hikmetsiz bırakmaz. Hem en küçük
mahlukatı, vazifelerinde ücretsiz, maaşsız, kemalsiz bırakmayan bir hikmet, bir hâkimiyet; en
kesretli ve esaslı memurlarını, hizmetkârlarını nursuz, ücretsiz bırakmaz.
Sâniyen: Sâni'-i Hakîm, anasırı tahrik edip tavzif ederek (onlara bir ücret-i kemal
hükmünde) madeniyat derecesine çıkarmasıyla ve madeniyata mahsus tesbihatları onlara
bildirmesiyle ve madeniyatı tahrik ve tavzif edip nebatat mertebe-i hayatiyesinin makamını
vermesiyle ve nebatatı rızk ederek tahrik ve tavzif ile hayvanat mertebe-i letafetini onlara
ihsan etmesiyle ve hayvanattaki zerratı tavzif edip rızk yoluyla hayat-ı insaniye derecesine
çıkarmasıyla ve insanın vücudundaki zerratı süze süze tasfiye ve taltif ederek tâ dimağın ve
kalbin en nazik ve latif yerinde makam vermesiyle bilinir ki; harekât-ı zerrat hikmetsiz değil,
belki kendine lâyık bir nevi kemalâta koşturuluyor.
öyle manevî bir nura, bir letafete, bir meziyete mazhar oluyorlar ki; sair zerrelere ve o koca
ağaca bir ruh, bir sultan hükmüne geçer. İşte azîm bir ağacın bütün zerratı içinde bir kısım
zerrelerin şu mertebeye çıkmaları, o ağacın tabaka-i hayatında çok devirleri ve nazik
vazifeleri görmesiyle olduğundan gösteriyor ki: Sâni'-i Hakîm'in emriyle vazife-i fıtrat içinde
zerratın enva'-ı harekâtına göre onlara tecelli eden esmanın hesabına ve şerefine olarak birer
manevî letafet, birer manevî nur, birer makam, birer manevî ders almalarını gösteriyor.
Elhasıl: Madem Sâni'-i Hakîm her şey için o şeye münasib bir nokta-i kemal ve ona
lâyık bir mertebe-i feyz-i vücud tayin edip ve o şeye, o nokta-i kemale sa'yedip gitmek için bir
istidad vererek ona sevk ediyor ve bütün nebatat ve hayvanatta şu kanun-u rububiyet câri
MAXQDA 2020 24.12.2022
olmakla beraber, cemadatta dahi câridir ki; âdi toprağa, elmas derecesine ve cevahir-i âliye
mertebesine bir terakkiyat veriyor ve şu hakikatta muazzam bir "Kanun-u Rububiyet"in ucu
görünüyor.
Hem madem o Hâlık-ı Kerim, tenasül kanun-u azîminde istihdam ettiği hayvanata ücret
olarak birer maaş gibi birer lezzet-i cüz'iye veriyor. Ve arı ve bülbül gibi, sair hidemat-ı
Rabbaniyede istihdam olunan hayvanlara birer ücret-i kemal verir
!«x«[«E²7! «]¬Z«7 «?«h¬'À²! «*!ÅG7! Å–¬!«: i şaretiyle şu dünyada camid, şuursuz ve mühim
vazifeler gören
zerrat-ı arziyenin elbette taşı, ağacı, herşeyi zîhayat ve zîşuur olan âhiretin bazı binalarında
derc ve istimali mukteza-yı hikmettir. Çünki harab olmuş dünyanın zerratını dünyada
bırakmak veya ademe atmak israftır. Ve şu hakikattan pek muazzam bir "Kanun-u Hikmet"in
ucu görünüyor.
Hem madem şu dünyanın pek çok âsârı ve maneviyatı ve meyveleri ve cin ve ins gibi
mükellefînin mensucat-ı amelleri, sahaif-i ef'alleri, ruhları, cesedleri âhiret pazarına
gönderiliyor.
Hem madem ruh cisme hâkim olduğu gibi; camid maddelerde dahi
---sh:»(S:557) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
görünüyor.
Öyle ise zerreler(Haşiye-2) başıboş değiller.
Netice-i Kelâm: Geçmiş yedi kanun, yani Kanun-u Rububiyet, Kanun-u Kerem,
Kanun-u Cemal, Kanun-u Rahmet, Kanun-u Hikmet, Kanun-u Adl, Kanun-u İhata-i ilmî gibi
pekçok muazzam kanunların görünen uçları arkalarında birer İsm-i A'zam ve o İsm-i A'zamın
tecelli-i a'zamını gösteriyor. Ve o tecelliden anlaşılıyor ki: Sair mevcudat gibi şu dünyadaki
tahavvülât-ı zerrat dahi, gayet âlî hikmetler için kaderin çizdiği hudud üzerine kudretin
verdiği evamir-i tekviniyeye göre hassas bir mizan-ı ilmî ile cevelan ediyorlar. Âdeta başka
yüksek bir âleme(Haşiye-3) gitmeğe hazırlanıyorlar. Öyle ise zîhayat cisimler, o seyyah
zerrelere güya birer mekteb, birer kışla, birer misafirhane-i terbiye hükmündedir.
Netice-i Kelâm: Geçmiş yedi kanun, yani Kanun-u Rububiyet, Kanun-u Kerem,
Kanun-u Cemal, Kanun-u Rahmet, Kanun-u Hikmet, Kanun-u Adl, Kanun-u İhata-i ilmî gibi
pekçok muazzam kanunların görünen uçları arkalarında birer İsm-i A'zam ve o İsm-i A'zamın
tecelli-i a'zamını gösteriyor. Ve o tecelliden anlaşılıyor ki: Sair mevcudat gibi şu dünyadaki
tahavvülât-ı zerrat dahi, gayet âlî hikmetler için kaderin çizdiği hudud üzerine kudretin
verdiği evamir-i tekviniyeye göre hassas bir mizan-ı ilmî ile cevelan ediyorlar. Âdeta başka
yüksek bir âleme(Haşiye-3) gitmeğe hazırlanıyorlar. Öyle ise zîhayat cisimler, o seyyah
zerrelere güya birer mekteb, birer kışla, birer misafirhane-i terbiye hükmündedir. Ve öyle
olduğuna bir hads-i sadıkla hükmedilebilir.
(Haşiye-1):
İşte çendan o bir abddir ve o seyahat, bir mi'rac-ı cüz'îdir. Fakat bu abdin, bütün kâinata
taalluk eden bir emanet beraberindedir. Hem şu kâinatın rengini değiştirecek bir nur
beraberdir. Hem saadet-i ebediyenin kapısını açacak bir anahtar beraber olduğu için, Cenab-ı
MAXQDA 2020 24.12.2022
Hak kendini "bütün eşyayı işitir ve görür" sıfatıyla tavsif eder. Tâ o emanet, o nur, o anahtarın
cihan-şümul ve muhit ve umum kâinata âmm ve bütün mahlukata şamil hikmetlerini
göstersin.
Bu sırr-ı azîmin "Dört Esas"ı var.
Birincisi: Mi'racın sırr-ı lüzumu nedir?
---sh:»(S:561) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Üçüncüsü: Hikmet-i Mi'rac nedir?
Dördüncüsü: Mi'racın semerat ve faidesi nedir?
Ve o ulvî
makasıdını sair zîşuurlara bildirmekle kemalâtını izhar etmek için, birisini muallim tayin
edecektir. Ve şu kâinatta dercettiği tılsımı ve şu mevcudatta gizlediği muamma-i rububiyeti
manasız kalmamak için, herhalde bir rehber tayin edecektir. Ve gösterdiği ve enzarın
temaşasına neşrettiği mehasin-i san'at, faidesiz ve abes kalmamak için; onlardaki makasıdı
MAXQDA 2020 24.12.2022
ders verecek bir rehber tayin edecektir. Hem marziyatını zîşuurlara tebliğ etmek için, birisini
bütün zîşuurların fevkinde bir makama çıkaracak ve marziyatını ona bildirecek, onlara
gönderecektir. Madem hakikat ve hikmet böyle iktiza ediyor ve şu vezaife en elyak Hazret-i
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dır. Çünki bilfiil en mükemmel bir surette o vazifeleri
yapmıştır. Teşkil ettiği âlem-i İslâm ve gösterdiği nur-u İslâmiyet, bir şahid-i âdil ve sadıktır.
Öyle ise o zât, doğrudan doğruya bütün kâinatın fevkine çıkıp, bütün mevcudattan geçip, bir
makama girmek lâzımdır ki; bütün mahlukatın Hâlıkı ile umumî, ulvî, küllî bir sohbet etsin.
---sh:»(S:570) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
latifenin medarı olmuş ve hadîste ½¿xS²U«8 °‚²x«8 š@«WÅK7«! işaretiyle, seyyarat ve nücumun
harekâtına
müsaid olmuş ve Samanyolu denilen "Mecerret-üs Sema"dan tâ en yakın seyyareye kadar,
muhtelif vaziyet ve teşekkülde yedi tabaka, herbir tabaka âlem-i arzdan, tâ âlem-i berzaha,
âlem-i misale, tâ âlem-i âhirete kadar birer âlemin damı hükmünde birer semanın bulunması,
hikmeten, aklen iktiza eder.
Hem hatıra gelir ki: Ey mülhid! Sen dersin:
Biz de deriz: Arz gibi ağır bir cisim, fenninizce hareket-i seneviyesiyle bir dakikada
takriben yüz seksen sekiz saat mesafeyi keser. Takriben yirmibeş bin senelik mesafeyi, bir
senede kat'ediyor. Acaba, şu muntazam harekâtı ona yaptıran ve bir sapan taşı gibi döndüren
bir Kadîr-i Zülcelal; bir insanı, arşa getiremez mi? Şemsin cazibesi denilen bir kanun-u
Rabbanî ile Mevlevî gibi etrafında pek ağır olan cism-i arzı gezdiren bir hikmet, cazibe-i
rahmet-i Rahman ile ve incizab-ı muhabbet-i Şems-i Ezel ile bir cism-i insanı berk gibi arş-ı
Rahman'a çıkaramaz mı?
Yine hatıra gelir ki, diyorsun:
Biz de deriz ki: Madem Sâni'-i Zülcelal, mülk ve melekûtundaki âyât-ı acibesini
göstermek ve şu âlemin tezgâh ve menba'larını temaşa ettirmek ve a'mal-i beşeriyenin netaic-i
uhreviyesini irae etmek istemiş. Elbette âlem-i mubsıratın anahtarı hükmünde olan gözünü ve
mesmuat âlemindeki âyâtı temaşa eden kulağını, Arş'a kadar beraber alması lâzım geldiği
gibi; ruhunun hadsiz vezaife medar olan âlât ve cihazatının makinesi hükmünde olan cism-i
mübarekini dahi, tâ Arş'a kadar beraber alması mukteza-yı akıl ve hikmettir. Nasılki
Cennet'te, hikmet-i İlahiye cismi ruha arkadaş ediyor. Çünki pekçok vezaif-i ubudiyete ve
hadsiz lezaiz ve âlâma medar olan ceseddir. Elbette o cesed-i mübarek, ruha arkadaş olacaktır.
Madem Cennet'e cisim, ruh ile beraber gider.
uhreviyesini irae etmek istemiş. Elbette âlem-i mubsıratın anahtarı hükmünde olan gözünü ve
mesmuat âlemindeki âyâtı temaşa eden kulağını, Arş'a kadar beraber alması lâzım geldiği
gibi; ruhunun hadsiz vezaife medar olan âlât ve cihazatının makinesi hükmünde olan cism-i
mübarekini dahi, tâ Arş'a kadar beraber alması mukteza-yı akıl ve hikmettir. Nasılki
Cennet'te, hikmet-i İlahiye cismi ruha arkadaş ediyor. Çünki pekçok vezaif-i ubudiyete ve
hadsiz lezaiz ve âlâma medar olan ceseddir. Elbette o cesed-i mübarek, ruha arkadaş olacaktır.
Madem Cennet'e cisim, ruh ile beraber gider. Elbette Cennet-ül Me'va gövdesi olan Sidret-ül
Münteha'ya uruc eden Zât-ı Ahmediye (A.S.
ÜÇÜNCÜ ESAS
Hikmet-i Mi'rac nedir?
Elcevab: Mi'racın hikmeti o kadar yüksektir ki, fikr-i beşer ulaşamıyor. O kadar
derindir ki, ona yetişemiyor. O kadar incedir ve latiftir ki, akıl kendi başıyla göremiyor. Fakat
bazı işaretlerle, hakikatları bilinmezse de vücudları bildirilebilir. Şöyle ki:
MAXQDA 2020 24.12.2022
Bir vechi:
Bizzât nazar-ı dekaik-aşinasıyla görsün. Diğeri: Gayrın nazarıyla baksın. Ve şu hikmete
binaen elbette cesîm, muhteşem, geniş bir saray yapmağa başlar. Şahane bir surette dairelere,
menzillere taksim eder. Hazinelerinin türlü türlü murassaatıyla süslendirip, kendi dest-i
san'atının en güzel, en latif san'atlarıyla zînetlendirir. Fünun ve hikmetinin en incelikleriyle
tanzim eder.
Ve şu hikmete
binaen elbette cesîm, muhteşem, geniş bir saray yapmağa başlar. Şahane bir surette dairelere,
menzillere taksim eder. Hazinelerinin türlü türlü murassaatıyla süslendirip, kendi dest-i
san'atının en güzel, en latif san'atlarıyla zînetlendirir. Fünun ve hikmetinin en incelikleriyle
tanzim eder. Ve ulûmunun âsâr-ı mu'cizekâraneleriyle donatır, tekmil eder. Sonra nimetlerinin
çeşitleriyle, taamlarının lezizleriyle, her taifeye lâyık sofraları serer. Bir ziyafet-i âmme ihzar
eder. Sonra raiyetine kendi kemalâtını göstermek için, onları seyre ve ziyafete davet eder.
Öyle ise o kitabı yazan, elbette onu bildirecektir, her taifenin istidadına göre bir
kısmını anlattıracaktır. Hem umumunu, en âmm nazarlı, en küllî şuurlu, en mümtaz istidadlı
bir ferde ders verecektir. Öyle bir kitabın umumunu ve küllî hakaikını ders vermek için, gayet
yüksek bir seyr ü sülûk ettirmek hikmeten lâzımdır. Yani, birinci sahifesi olan tabakat-ı
kesretin en nihayetinden tut, tâ münteha sahifesi olan daire-i ehadiyete kadar bir seyeran
ettirmek lâzım geliyor. İşte şu temsil ile Mi'racın ulvî hikmetlerine bir derece bakabilirsin.
Şimdi makam-ı istima'da olan mülhide bakıp, kalbini dinleyeceğiz; ne hale girdiğini
göreceğiz. İşte, hatıra geliyor ki: Onun kalbi diyor:
derecede; ve Din-i İslâmdaki mehasin-i ahlâkın şehadetiyle, şeriatında en âlî hisal-ı hamîde,
en mükemmel derecede bulunduğuna ehl-i insaf ve dikkat tereddüd etmez.
Sâdisen: Onuncu Söz'ün İkinci İşaretinde işaret edildiği gibi: Uluhiyet, mukteza-yı
hikmet olarak tezahür istemesine mukabil, en a'zamî bir derecede Zât-ı Ahmediye (A.S.M.)
dinindeki a'zamî ubudiyetiyle en parlak bir derecede göstermiştir. Hem Hâlık-ı Âlem'in
nihayet kemaldeki cemalini bir vasıta ile göstermek, mukteza-yı hikmet ve hakikat
---sh:»
Hem Sâni'-i Âlem'in nihayet cemalde olan kemal-i san'atı üzerine enzar-ı dikkati celb
etmek, teşhir etmek istemesine mukabil; en yüksek bir sadâ ile dellâllık eden, yine
bilmüşahede o zâttır.
Hem bütün âlemlerin Rabbi, kesret tabakatında vahdaniyetini ilân etmek istemesine
mukabil, -tevhidin en a'zamî bir derecede- bütün meratib-i tevhidi ilân eden yine bizzarure o
zâttır.
Hem Sahib-i Âlem'in nihayet derecede âsârındaki cemalin işaretiyle, nihayetsiz hüsn-ü
zâtîsini ve cemalinin mehasinini ve hüsnünün letaifini âyinelerde mukteza-yı hakikat ve
hikmet olarak görmek ve göstermek istemesine mukabil; en şaşaalı bir surette âyinedarlık
eden ve gösteren ve sevip ve başkasına sevdiren yine bilbedahe o zâttır.
Hem şu saray-ı âlemin Sâni'i, gayet hârika mu'cizeleri ile ve gayet kıymetdar cevahirler
ile dolu hazine-i gaybiyelerini izhar ve teşhir istemesi ve onlarla kemalâtını tarif etmek ve
bildirmek istemesine mukabil, en a'zamî bir surette teşhir edici ve tavsif edici ve tarif edici
yine bilbedahe o zâttır.
Hem şu kâinatın Sâni'i, şu kâinatı enva'-ı acaib ve zînetlerle süslendirmek suretinde
yapması ve zîşuur mahlukatına seyr ü tenezzüh ve ibret ü tefekkür için ona idhal etmesi ve
mukteza-yı hikmet olarak onlara o âsâr ve sanayiinin manalarını, kıymetlerini, ehl-i temaşa ve
tefekküre bildirmek istemesine mukabil; en a'zamî bir surette cin ve inse, belki ruhanîlere ve
melaikelere de Kur'an-ı Hakîm vasıtasıyla rehberlik eden, yine bilbedahe o zâttır.
Hem şu kâinatın Hâkim-i Hakîm'i, şu kâinatın tahavvülâtındaki maksad ve gayeyi
tazammun eden tılsım-ı muğlakını ve mevcudatın "
Hem Sahib-i Âlem'in nihayet derecede âsârındaki cemalin işaretiyle, nihayetsiz hüsn-ü
zâtîsini ve cemalinin mehasinini ve hüsnünün letaifini âyinelerde mukteza-yı hakikat ve
hikmet olarak görmek ve göstermek istemesine mukabil; en şaşaalı bir surette âyinedarlık
eden ve gösteren ve sevip ve başkasına sevdiren yine bilbedahe o zâttır.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Hem şu saray-ı âlemin Sâni'i, gayet hârika mu'cizeleri ile ve gayet kıymetdar cevahirler
ile dolu hazine-i gaybiyelerini izhar ve teşhir istemesi ve onlarla kemalâtını tarif etmek ve
bildirmek istemesine mukabil, en a'zamî bir surette teşhir edici ve tavsif edici ve tarif edici
yine bilbedahe o zâttır.
Hem şu kâinatın Sâni'i, şu kâinatı enva'-ı acaib ve zînetlerle süslendirmek suretinde
yapması ve zîşuur mahlukatına seyr ü tenezzüh ve ibret ü tefekkür için ona idhal etmesi ve
mukteza-yı hikmet olarak onlara o âsâr ve sanayiinin manalarını, kıymetlerini, ehl-i temaşa ve
tefekküre bildirmek istemesine mukabil; en a'zamî bir surette cin ve inse, belki ruhanîlere ve
melaikelere de Kur'an-ı Hakîm vasıtasıyla rehberlik eden, yine bilbedahe o zâttır.
Hem şu kâinatın Hâkim-i Hakîm'i, şu kâinatın tahavvülâtındaki maksad ve gayeyi
tazammun eden tılsım-ı muğlakını ve mevcudatın "Nereden? Nereye? Ve ne oldukları?" olan
şu üç sual-i müşkilin muammasını bir elçi vasıtasıyla umum zîşuurlara açtırmak istemesine
onun kefe-i mizanında bulunan ve umum ümmetinin salavatı, onun manevî kemalâtına imdad
veren ve risaletinde gördüğü vezaifin netaicini ve manevî ücretleriyle beraber rahmet ve
muhabbet-i İlahiyenin nihayetsiz feyzine mazhar olan bir zât, elbette
---sh:»(S:579) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Mi'rac merdiveniyle Cennet'e, Sidret-ül Münteha'ya, Arş'a ve Kab-ı Kavseyn'e kadar gitmek,
ayn-ı hak, nefs-i hakikat ve mahz-ı hikmettir.
İkinci Müşkil: Ey makam-ı istima'daki insan! Şu ikinci işkal ettiğin hakikat o kadar
derindir, o kadar yüksektir ki, akıl ona ne ulaşır, ne de yanaşır.. illâ nur-u iman ile görünür.
cismanîden başka, sair âlemlerin nümunesini ve esasatını câmi' olsun. Çünki binler muhtelif
MAXQDA 2020 24.12.2022
âlemleri tazammun eden kâinatın çekirdek-i aslîsi ve menşei, kuru bir madde olamaz. Madem
şu şecere-i kâinattan daha evvel, o nev'den başka şecere yok. Öyle ise ona menşe' ve çekirdek
hükmünde olan mana ve nur, elbette yine şecere-i kâinatta bir meyve libasının giydirilmesi,
yine Hakîm isminin muktezasıdır. Çünki çekirdek daima çıplak olamaz. Madem evvel-i
fıtratta meyve libasını giymemiş
Üçüncü Müşkilin o kadar geniştir ki; bizim gibi dar zihinli insanlar, istiab ve ihata
edemez. Fakat uzaktan uzağa bakabiliriz.
Evet âlem-i süflînin manevî tezgâhları ve küllî kanunları, avalim-i ulviyededir. Ve
mahşer-i masnuat olan küre-i arzın hadsiz mahlukatının netaic-i a'malleri ve cin ve insin
semerat-ı ef'alleri, yine avalim-i ulviyede temessül eder. Hattâ hasenat Cennet'in meyveleri
suretine, seyyiat ise Cehennem'in zakkumları şekline girdikleri, pek çok emarat ve pekçok
rivayatın şehadeti ile ve hikmet-i kâinatın ve ism-i Hakîm'in iktizasıyla beraber, Kur'an-ı
Hakîm'in işaratı gösteriyor. Evet zeminin yüzünde kesret o kadar intişar etmiş ve hilkat o
kadar teşa'ub etmiş ki, bütün kâinatta münteşir umum masnuatın pekçok fevkinde ecnas-ı
mahlukat ve esnaf-ı masnuat, küre-i zeminde bulunur, değişir; daima dolup boşalır. İşte şu
cüz'iyat ve kesretin menba'ları, madenleri elbette küllî kanunlar ve küllî tecelliyat-ı esmaiyedir
ki: O küllî kanunlar, o küllî tecelliler ve o muhit esmaların mazharları da bir derece basit ve
safi ve herbiri bir âlemin arşı ve sakfı ve bir âlemin merkez-i tasarrufu hükmünde olan
semavattır ki: O âlemlerin birisi de Sidret-ül Münteha'daki Cennet-ül Me'vadır.
Üçüncü Meyve: Saadet-i ebediyenin definesini görüp, anahtarını alıp getirmiş; cin ve
inse hediye etmiştir. Evet Mi'rac vasıtasıyla ve kendi gözüyle Cennet'i görmüş ve Rahman-ı
Zülcelal'in rahmetinin bâki cilvelerini müşahede etmiş ve saadet-i ebediyeyi kat'iyyen
hakkalyakîn anlamış, saadet-i ebediyenin vücudunun müjdesini cin ve inse hediye etmiştir ki:
Bîçare cin ve ins, kararsız bir dünyada ve zelzele-i zeval ve firak içindeki mevcudatı, seyl-i
zaman ve harekât-ı zerrat ile adem ve firak-ı ebedî denizine döküldüğü olan vaziyet-i
mevhume-i canhıraşanede oldukları hengâmda; şöyle bir müjde, ne kadar kıymetdar olduğu
ve i'dam-ı ebedî ile kendilerini mahkûm zanneden fâni cin ve insin kulağında öyle bir müjde,
ne kadar saadet-aver olduğu tarif edilmez. Bir adama, i'dam edileceği anda, onun afvıyla
kurb-u şahanede bir saray verilse, ne kadar sürura sebebdir
ÜÇÜNCÜ NOKTA: Mu'cize; dava-yı nübüvvetin isbatı için, münkirleri ikna' etmek
içindir, icbar için değildir. Öyle ise dava-yı nübüvveti işitenler için, ikna' edecek bir derecede
mu'cize göstermek lâzımdır. Sair taraflara göstermek veyahut icbar derecesinde bir bedahetle
izhar etmek, Hakîm-i Zülcelal'in hikmetine münafî olduğu gibi, sırr-ı teklife dahi muhaliftir.
Çünki "Akla kapı açmak, ihtiyarı elinden almamak" sırr-ı teklif iktiza ediyor. Eğer Fâtır-ı
Hakîm inşikak-ı Kamer'i, feylesofların hevesatına göre bütün âleme göstermek için bir-iki
saat öyle bıraksa idi ve beşerin umum tarihlerine geçse idi, o vakit sair hâdisat-ı semaviye
gibi; ya dava-yı nübüvvete delil olmazdı, risalet-i Ahmediyeye (A.S.M.
o hâdiseyi îka etmiştir. Sırr-ı irşad ve sırr-ı teklif ve hikmet-i risaletin iktizasıyla, hikmet-i
rububiyetin istediği insanlara ilzam-ı hüccet için gösterilmiştir. O sırr-ı hikmetin iktiza
etmedikleri, istemedikleri ve dava-yı nübüvveti henüz işitmedikleri aktar-ı zemindeki
insanlara göstermemek için, sis ve bulut ve ihtilaf-ı metali' haysiyetiyle; bazı memleketin
kameri daha çıkmaması ve bazıların güneşleri çıkması ve bir kısmının sabahı olması ve bir
kısmının güneşi yeni gurub etmesi gibi, o hâdiseyi görmeye mani pekçok esbaba binaen
gösterilmemiş. Eğer umum onlara dahi gösterilse idi, o halde ya işaret-i Ahmediye'nin
(A.S.M.) neticesi ve mu'cize-i nübüvvet olarak gösterilecekti; o vakit risaleti, bedahet
derecesine çıkacaktı. Herkes tasdike mecbur olurdu, aklın ihtiyarı kalmazdı.
Bütün tabiatperest, esbabperest ve müşrik gibi umum enva'-ı ehl-i şirkin ve küfrün ve
dalaletin tevehhüm ettikleri şeriklerin namına bir şahıs farzediyoruz ki: O şahs-ı farazî,
mevcudat-ı âlemden bir şeye Rab olmak istiyor ve hakikî mâlik olmak dava etmektedir.
İşte o müddeî, evvelâ mevcudatın en küçüğü olan bir zerreye rast gelir. Ona Rab ve
hakikî mâlik olmakta olduğunu; zerreye, tabiat lisanıyla, felsefe diliyle söyler. O zerre dahi,
hakikat lisanıyla ve hikmet-i Rabbanî diliyle der ki: "Ben hadsiz vazifeleri görüyorum. Ayrı
ayrı her masnua girip işliyorum, bütün o vezaifi bana gördürecek, sende ilim ve kudret varsa..
hem, benim gibi hadd ü hesaba gelmeyen zerrat içinde beraber gezip (Haşiye)iş görüyoruz.
sende varsa.. hem kemal-i intizam ile cüz olduğum mevcudlara, meselâ kandaki küreyvat-ı
hamraya hakikî mâlik ve mutasarrıf olabilirsen, bana Rab olmak dava et; beni, Cenab-ı
Hak'tan başkasına isnad et. Yoksa sus! Hem bana Rab olamadığın gibi, müdahale dahi
edemezsin. Çünki vezaifimizde ve harekâtımızda o kadar mükemmel bir intizam var ki;
nihayetsiz bir hikmet ve muhit bir ilim sahibi olmayan bize parmak karıştıramaz. Eğer karışsa,
karıştıracak. Halbuki senin gibi camid, âciz ve kör ve iki eli tesadüf ve tabiat gibi iki körün
elinde olan bir şahıs, hiçbir cihette parmak uzatamaz."
O müddeî, Maddiyyunların dedikleri gibi dedi ki:
İşte şeriklerin vekili, zerreden me'yus olunca, küreyvat-ı hamradan iş bulacağım diye,
kandaki bir küreyvat-ı hamraya rast gelir. Ona esbab namına ve tabiat ve felsefe lisanıyla der
ki: "Ben sana Rab ve mâlikim." O küreyvat-ı hamra, yani yuvarlak kırmızı mevcud, ona
hakikat lisanıyla ve hikmet-i İlahiye dili ile der: "Ben yalnız değilim. Eğer sikkemiz ve
memuriyetimiz ve nizamatımız bir olan kan ordusundaki bütün emsalime mâlik olabilirsen,
hem gezdiğimiz ve kemal-i hikmetle istihdam olunduğumuz bütün hüceyrat-ı bedene mâlik
olacak bir dakik hikmet ve azîm kudret, sende varsa göster ve gösterebilirsen belki senin
davanda bir mana bulunabilir. Halbuki senin gibi sersem ve senin elindeki sağır tabiat ve kör
kuvvetle, değil mâlik olmak belki zerre miktar karışamazsın.
"Ben sana Rab ve mâlikim." O küreyvat-ı hamra, yani yuvarlak kırmızı mevcud, ona
hakikat lisanıyla ve hikmet-i İlahiye dili ile der: "Ben yalnız değilim. Eğer sikkemiz ve
memuriyetimiz ve nizamatımız bir olan kan ordusundaki bütün emsalime mâlik olabilirsen,
hem gezdiğimiz ve kemal-i hikmetle istihdam olunduğumuz bütün hüceyrat-ı bedene mâlik
olacak bir dakik hikmet ve azîm kudret, sende varsa göster ve gösterebilirsen belki senin
davanda bir mana bulunabilir. Halbuki senin gibi sersem ve senin elindeki sağır tabiat ve kör
kuvvetle, değil mâlik olmak belki zerre miktar karışamazsın. Çünki bizdeki intizam o kadar
mükemmeldir ki, ancak herşeyi görür ve işitir ve bilir ve yapar bir zât bize hükmedebilir. Öyle
ise sus! Vazifem o kadar mühim ve intizam o kadar mükemmeldir ki; senin ile, senin böyle
karmakarışık sözlerine cevab vermeğe vaktim yok" der, onu tardeder.
"Ben sana Rab ve mâlikim." O küreyvat-ı hamra, yani yuvarlak kırmızı mevcud, ona
hakikat lisanıyla ve hikmet-i İlahiye dili ile der: "Ben yalnız değilim. Eğer sikkemiz ve
memuriyetimiz ve nizamatımız bir olan kan ordusundaki bütün emsalime mâlik olabilirsen,
hem gezdiğimiz ve kemal-i hikmetle istihdam olunduğumuz bütün hüceyrat-ı bedene mâlik
olacak bir dakik hikmet ve azîm kudret, sende varsa göster ve gösterebilirsen belki senin
davanda bir mana bulunabilir. Halbuki senin gibi sersem ve senin elindeki sağır tabiat ve kör
kuvvetle, değil mâlik olmak belki zerre miktar karışamazsın. Çünki bizdeki intizam o kadar
mükemmeldir ki, ancak herşeyi görür ve işitir ve bilir ve yapar bir zât bize hükmedebilir. Öyle
ise sus! Vazifem o kadar mühim ve intizam o kadar mükemmeldir ki; senin ile, senin böyle
karmakarışık sözlerine cevab vermeğe vaktim yok" der, onu tardeder.
Ben çendan küçücük bir şeyim. Fakat pek büyük vazifelerim, pek ince münasebetlerim
ve bedenin bütün hüceyratına ve heyet-i mecmuasına bağlı alâkalarım var. Ezcümle: Evride
ve şerayin damarlarına ve hassase ve muharrike asablarına ve cazibe, dafia, müvellide,
musavvire gibi kuvvelere karşı derin ve mükemmel vazifelerim var. Eğer bütün bedeni, bütün
damar ve asab ve kuvveleri teşkil ve tanzim ve istihdam edecek bir kudret ve ilim sende varsa
ve benim emsalim ve san'atça ve keyfiyetçe birbirimizin kardeşi olan bütün hüceyrat-ı
bedeniyeye tasarruf edecek nafiz bir kudret, şamil bir hikmet, sende varsa göster, sonra ben
seni yapabilirim diye dava et. Yoksa haydi git! Küreyvat-ı hamra, bana erzak getiriyorlar.
Küreyvat-ı beyza da, bana hücum eden hastalıklara mukabele ediyorlar. İşim var, beni meşgul
etme.
yerleştirerek, kemal-i hikmet ile istihdam edip ibadet ettirecek sende nihayetsiz bir kudret,
hadsiz bir hikmet varsa göster, sonra "Ben seni yaptım" de. Yoksa sus! Hem bendeki intizam-
ı ekmelin şehadetiyle ve yüzümdeki sikke-i vahdetin delaletiyle, benim Sâniim herşeye Kadîr,
herşeye Alîm, herşeyi görür ve herşeyi işitir bir zâttır.
Ben size Rab ve mâlikim veyahut hissedarım." der. O vakit nev'-i insan, hak
ve hakikat lisanıyla, hikmet ve intizamın diliyle der ki: "Eğer bütün küre-i arza giydirilen ve
nev'imiz gibi bütün hayvanat ve nebatatın yüzler bin enva'ından, rengârenk atkı ve iplerden
biçimleri çizilen ve tayin olunan ve gelecek zamanın şeridine takılan ve intizamlı ve hikmetli,
ayrı ayrı nakışları bulunan bütün gömlekleri, haliçeleri dokuyacak, icad edecek kudret ve
san'at sende varsa, hem hilkat-i arzdan tâ harab-ı arza kadar, belki ezelden ebede kadar
ulaşacak, hikmetli, kudretli iki manevî elin varsa ve bütün atkılarımdaki bütün ferdleri icad
edecek kemal-i intizam ve hikmetle tamir ve tecdid edecek sende bir iktidar ve hikmet varsa,
hem bizim modelimiz ve bizi giyen ve bizi kendine peçe ve çarşaf yapan küre-i arzı elinde
tutup mûcid olabilirsen, bana rububiyet dava et. Yoksa haydi dışarıya! Bu yerde yer
bulamazsın.
Sonra o müddeî gider zeminin yüzüne serilen geniş haliçeye ve zemine giydirilen gayet
müzeyyen ve münakkaş gömleğe esbab namına ve tabiat lisanıyla ve felsefe diliyle der ki:
"Sende tasarruf edebilirim ve sana mâlikim veya sende hissem var" diye dava eder. O vakit o
gömlek, (Haşiye)o haliçe, hak ve hakikat namına, lisan-ı hikmetle o müddeîye der ki: "Eğer
seneler, karnlar adedince yere giydirilip sonra intizam ile çıkarılıp geçmiş zamanın ipine
asılan ve yeniden giydirilecek ve kemal-i intizam ile kader dairesinde proğramları ve
biçimleri çizilen ve tayin olunan ve gelecek zamanın şeridine takılan ve intizamlı ve hikmetli,
ayrı ayrı nakışları bulunan bütün gömlekleri, haliçeleri dokuyacak, icad edecek kudret ve
san'at sende varsa, hem hilkat-i arzdan tâ harab-ı arza kadar, belki ezelden ebede kadar
ulaşacak, hikmetli, kudretli iki manevî elin varsa ve bütün atkılarımdaki bütün ferdleri icad
edecek kemal-i intizam ve hikmetle tamir ve tecdid edecek sende bir iktidar ve hikmet varsa,
hem bizim modelimiz ve bizi giyen ve bizi kendine peçe ve çarşaf yapan küre-i arzı elinde
tutup mûcid olabilirsen, bana rububiyet dava et. Yoksa haydi dışarıya! Bu yerde yer
bulamazsın. Hem bizde öyle bir sikke-i vahdet ve öyle bir turra-i ehadiyet vardır ki, bütün
kâinat kabza-i tasarrufunda olmayan ve bütün eşyayı, bütün şuunatıyla birden görmeyen ve
nihayetsiz işleri beraber yapamayan ve her yerde hazır ve nâzır bulunmayan ve mekândan
münezzeh olmayan ve nihayetsiz hikmet ve ilim ve kudrete mâlik olmayan bize sahib olamaz
ve müdahale edemez."
Sonra o müddeî gider.
Sonra o müddeî gider zeminin yüzüne serilen geniş haliçeye ve zemine giydirilen gayet
müzeyyen ve münakkaş gömleğe esbab namına ve tabiat lisanıyla ve felsefe diliyle der ki:
"Sende tasarruf edebilirim ve sana mâlikim veya sende hissem var" diye dava eder. O vakit o
gömlek, (Haşiye)o haliçe, hak ve hakikat namına, lisan-ı hikmetle o müddeîye der ki: "Eğer
seneler, karnlar adedince yere giydirilip sonra intizam ile çıkarılıp geçmiş zamanın ipine
asılan ve yeniden giydirilecek ve kemal-i intizam ile kader dairesinde proğramları ve
biçimleri çizilen ve tayin olunan ve gelecek zamanın şeridine takılan ve intizamlı ve hikmetli,
ayrı ayrı nakışları bulunan bütün gömlekleri, haliçeleri dokuyacak, icad edecek kudret ve
san'at sende varsa, hem hilkat-i arzdan tâ harab-ı arza kadar, belki ezelden ebede kadar
ulaşacak, hikmetli, kudretli iki manevî elin varsa ve bütün atkılarımdaki bütün ferdleri icad
edecek kemal-i intizam ve hikmetle tamir ve tecdid edecek sende bir iktidar ve hikmet varsa,
hem bizim modelimiz ve bizi giyen ve bizi kendine peçe ve çarşaf yapan küre-i arzı elinde
tutup mûcid olabilirsen, bana rububiyet dava et. Yoksa haydi dışarıya! Bu yerde yer
bulamazsın. Hem bizde öyle bir sikke-i vahdet ve öyle bir turra-i ehadiyet vardır ki, bütün
kâinat kabza-i tasarrufunda olmayan ve bütün eşyayı, bütün şuunatıyla birden görmeyen ve
nihayetsiz işleri beraber yapamayan ve her yerde hazır ve nâzır bulunmayan ve mekândan
münezzeh olmayan ve nihayetsiz hikmet ve ilim ve kudrete mâlik olmayan bize sahib olamaz
MAXQDA 2020 24.12.2022
ve müdahale edemez."
Sonra o müddeî gider.
Sonra o müddeî gider zeminin yüzüne serilen geniş haliçeye ve zemine giydirilen gayet
müzeyyen ve münakkaş gömleğe esbab namına ve tabiat lisanıyla ve felsefe diliyle der ki:
"Sende tasarruf edebilirim ve sana mâlikim veya sende hissem var" diye dava eder. O vakit o
gömlek, (Haşiye)o haliçe, hak ve hakikat namına, lisan-ı hikmetle o müddeîye der ki: "Eğer
seneler, karnlar adedince yere giydirilip sonra intizam ile çıkarılıp geçmiş zamanın ipine
asılan ve yeniden giydirilecek ve kemal-i intizam ile kader dairesinde proğramları ve
biçimleri çizilen ve tayin olunan ve gelecek zamanın şeridine takılan ve intizamlı ve hikmetli,
ayrı ayrı nakışları bulunan bütün gömlekleri, haliçeleri dokuyacak, icad edecek kudret ve
san'at sende varsa, hem hilkat-i arzdan tâ harab-ı arza kadar, belki ezelden ebede kadar
ulaşacak, hikmetli, kudretli iki manevî elin varsa ve bütün atkılarımdaki bütün ferdleri icad
edecek kemal-i intizam ve hikmetle tamir ve tecdid edecek sende bir iktidar ve hikmet varsa,
hem bizim modelimiz ve bizi giyen ve bizi kendine peçe ve çarşaf yapan küre-i arzı elinde
tutup mûcid olabilirsen, bana rububiyet dava et. Yoksa haydi dışarıya! Bu yerde yer
bulamazsın. Hem bizde öyle bir sikke-i vahdet ve öyle bir turra-i ehadiyet vardır ki, bütün
kâinat kabza-i tasarrufunda olmayan ve bütün eşyayı, bütün şuunatıyla birden görmeyen ve
nihayetsiz işleri beraber yapamayan ve her yerde hazır ve nâzır bulunmayan ve mekândan
münezzeh olmayan ve nihayetsiz hikmet ve ilim ve kudrete mâlik olmayan bize sahib olamaz
ve müdahale edemez."
Sonra o müddeî gider.
Sonra o müddeî gider zeminin yüzüne serilen geniş haliçeye ve zemine giydirilen gayet
müzeyyen ve münakkaş gömleğe esbab namına ve tabiat lisanıyla ve felsefe diliyle der ki:
"Sende tasarruf edebilirim ve sana mâlikim veya sende hissem var" diye dava eder. O vakit o
gömlek, (Haşiye)o haliçe, hak ve hakikat namına, lisan-ı hikmetle o müddeîye der ki: "Eğer
seneler, karnlar adedince yere giydirilip sonra intizam ile çıkarılıp geçmiş zamanın ipine
asılan ve yeniden giydirilecek ve kemal-i intizam ile kader dairesinde proğramları ve
biçimleri çizilen ve tayin olunan ve gelecek zamanın şeridine takılan ve intizamlı ve hikmetli,
ayrı ayrı nakışları bulunan bütün gömlekleri, haliçeleri dokuyacak, icad edecek kudret ve
san'at sende varsa, hem hilkat-i arzdan tâ harab-ı arza kadar, belki ezelden ebede kadar
ulaşacak, hikmetli, kudretli iki manevî elin varsa ve bütün atkılarımdaki bütün ferdleri icad
edecek kemal-i intizam ve hikmetle tamir ve tecdid edecek sende bir iktidar ve hikmet varsa,
hem bizim modelimiz ve bizi giyen ve bizi kendine peçe ve çarşaf yapan küre-i arzı elinde
tutup mûcid olabilirsen, bana rububiyet dava et. Yoksa haydi dışarıya! Bu yerde yer
bulamazsın. Hem bizde öyle bir sikke-i vahdet ve öyle bir turra-i ehadiyet vardır ki, bütün
kâinat kabza-i tasarrufunda olmayan ve bütün eşyayı, bütün şuunatıyla birden görmeyen ve
nihayetsiz işleri beraber yapamayan ve her yerde hazır ve nâzır bulunmayan ve mekândan
münezzeh olmayan ve nihayetsiz hikmet ve ilim ve kudrete mâlik olmayan bize sahib olamaz
ve müdahale edemez."
Sonra o müddeî gider.
"Eğer
seneler, karnlar adedince yere giydirilip sonra intizam ile çıkarılıp geçmiş zamanın ipine
asılan ve yeniden giydirilecek ve kemal-i intizam ile kader dairesinde proğramları ve
biçimleri çizilen ve tayin olunan ve gelecek zamanın şeridine takılan ve intizamlı ve hikmetli,
ayrı ayrı nakışları bulunan bütün gömlekleri, haliçeleri dokuyacak, icad edecek kudret ve
san'at sende varsa, hem hilkat-i arzdan tâ harab-ı arza kadar, belki ezelden ebede kadar
ulaşacak, hikmetli, kudretli iki manevî elin varsa ve bütün atkılarımdaki bütün ferdleri icad
edecek kemal-i intizam ve hikmetle tamir ve tecdid edecek sende bir iktidar ve hikmet varsa,
hem bizim modelimiz ve bizi giyen ve bizi kendine peçe ve çarşaf yapan küre-i arzı elinde
tutup mûcid olabilirsen, bana rububiyet dava et. Yoksa haydi dışarıya! Bu yerde yer
bulamazsın. Hem bizde öyle bir sikke-i vahdet ve öyle bir turra-i ehadiyet vardır ki, bütün
kâinat kabza-i tasarrufunda olmayan ve bütün eşyayı, bütün şuunatıyla birden görmeyen ve
nihayetsiz işleri beraber yapamayan ve her yerde hazır ve nâzır bulunmayan ve mekândan
münezzeh olmayan ve nihayetsiz hikmet ve ilim ve kudrete mâlik olmayan bize sahib olamaz
ve müdahale edemez."
Sonra o müddeî gider. "Belki küre-i arzı kandırıp orada bir yer bulurum"
(Haşiye): Fakat şu haliçe hem hayattardır, hem intizamlı bir ihtizazdadır. Her vakit nakışları kemal-i
hikmet ve
intizam ile tebeddül eder.
Hem bizde öyle bir sikke-i vahdet ve öyle bir turra-i ehadiyet vardır ki, bütün
kâinat kabza-i tasarrufunda olmayan ve bütün eşyayı, bütün şuunatıyla birden görmeyen ve
nihayetsiz işleri beraber yapamayan ve her yerde hazır ve nâzır bulunmayan ve mekândan
münezzeh olmayan ve nihayetsiz hikmet ve ilim ve kudrete mâlik olmayan bize sahib olamaz
ve müdahale edemez."
Sonra o müddeî gider. "Belki küre-i arzı kandırıp orada bir yer bulurum"
(Haşiye): Fakat şu haliçe hem hayattardır, hem intizamlı bir ihtizazdadır. Her vakit nakışları kemal-i
hikmet ve
intizam ile tebeddül eder. Tâ ki nessacının muhtelif cilve-i esmasını ayrı ayrı göstersin.
---sh:»(S:596) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
serseri dersin. Eğer hareket-i seneviyem ile takriben yirmibeş bin senelik(Haşiye-2) bir
mesafede, bir senede gezdiğim ve kemal-i mizan ve hikmetle vazife-i hizmetimi gördüğüm o
daire-i azîmeye hakikî mâlik olabilirsen ve kardeşlerim ve benim gibi vazifedar olan on
seyyareye ve gezdikleri bütün dairelere ve bizim imamımız ve biz onunla bağlı ve cazibe-i
rahmetle ona takılı olduğumuz güneşi icad edip, yerleştirecek ve sapan taşı gibi beni ve
seyyarat yıldızları ona bağlayacak ve kemal-i intizam ve hikmetle döndürüp istihdam edecek
bir nihayetsiz hikmet ve nihayetsiz kudret sende varsa, bana rububiyet dava et, yoksa haydi
cehennem ol, git! Benim işim var. Vazifeme gidiyorum
MAXQDA 2020 24.12.2022
serseri dersin. Eğer hareket-i seneviyem ile takriben yirmibeş bin senelik(Haşiye-2) bir
mesafede, bir senede gezdiğim ve kemal-i mizan ve hikmetle vazife-i hizmetimi gördüğüm o
daire-i azîmeye hakikî mâlik olabilirsen ve kardeşlerim ve benim gibi vazifedar olan on
seyyareye ve gezdikleri bütün dairelere ve bizim imamımız ve biz onunla bağlı ve cazibe-i
rahmetle ona takılı olduğumuz güneşi icad edip, yerleştirecek ve sapan taşı gibi beni ve
seyyarat yıldızları ona bağlayacak ve kemal-i intizam ve hikmetle döndürüp istihdam edecek
bir nihayetsiz hikmet ve nihayetsiz kudret sende varsa, bana rububiyet dava et, yoksa haydi
cehennem ol, git! Benim işim var. Vazifeme gidiyorum
serseri dersin. Eğer hareket-i seneviyem ile takriben yirmibeş bin senelik(Haşiye-2) bir
mesafede, bir senede gezdiğim ve kemal-i mizan ve hikmetle vazife-i hizmetimi gördüğüm o
daire-i azîmeye hakikî mâlik olabilirsen ve kardeşlerim ve benim gibi vazifedar olan on
seyyareye ve gezdikleri bütün dairelere ve bizim imamımız ve biz onunla bağlı ve cazibe-i
rahmetle ona takılı olduğumuz güneşi icad edip, yerleştirecek ve sapan taşı gibi beni ve
seyyarat yıldızları ona bağlayacak ve kemal-i intizam ve hikmetle döndürüp istihdam edecek
bir nihayetsiz hikmet ve nihayetsiz kudret sende varsa, bana rububiyet dava et, yoksa haydi
cehennem ol, git! Benim işim var. Vazifeme gidiyorum. Hem bizlerdeki haşmetli intizamat ve
dehşetli harekât ve hikmetli teshirat gösteriyor ki, bizim ustamız öyle bir zâttır ki; bütün
mevcudat, zerrelerden yıldızlara ve güneşlere kadar emirber nefer hükmünde ona muti' ve
müsahhardırlar. Bir ağacı, meyveleriyle tanzim ve tezyin ettiği gibi, kolayca güneşi,
seyyaratla tanzim eder bir Hakîm-i Zülcelal ve Hâkim-i Mutlak'tır."
serseri dersin. Eğer hareket-i seneviyem ile takriben yirmibeş bin senelik(Haşiye-2) bir
mesafede, bir senede gezdiğim ve kemal-i mizan ve hikmetle vazife-i hizmetimi gördüğüm o
daire-i azîmeye hakikî mâlik olabilirsen ve kardeşlerim ve benim gibi vazifedar olan on
seyyareye ve gezdikleri bütün dairelere ve bizim imamımız ve biz onunla bağlı ve cazibe-i
rahmetle ona takılı olduğumuz güneşi icad edip, yerleştirecek ve sapan taşı gibi beni ve
seyyarat yıldızları ona bağlayacak ve kemal-i intizam ve hikmetle döndürüp istihdam edecek
bir nihayetsiz hikmet ve nihayetsiz kudret sende varsa, bana rububiyet dava et, yoksa haydi
cehennem ol, git! Benim işim var. Vazifeme gidiyorum. Hem bizlerdeki haşmetli intizamat ve
dehşetli harekât ve hikmetli teshirat gösteriyor ki, bizim ustamız öyle bir zâttır ki; bütün
mevcudat, zerrelerden yıldızlara ve güneşlere kadar emirber nefer hükmünde ona muti' ve
müsahhardırlar. Bir ağacı, meyveleriyle tanzim ve tezyin ettiği gibi, kolayca güneşi,
seyyaratla tanzim eder bir Hakîm-i Zülcelal ve Hâkim-i Mutlak'tır."
daire-i azîmeye hakikî mâlik olabilirsen ve kardeşlerim ve benim gibi vazifedar olan on
seyyareye ve gezdikleri bütün dairelere ve bizim imamımız ve biz onunla bağlı ve cazibe-i
rahmetle ona takılı olduğumuz güneşi icad edip, yerleştirecek ve sapan taşı gibi beni ve
seyyarat yıldızları ona bağlayacak ve kemal-i intizam ve hikmetle döndürüp istihdam edecek
bir nihayetsiz hikmet ve nihayetsiz kudret sende varsa, bana rububiyet dava et, yoksa haydi
cehennem ol, git! Benim işim var. Vazifeme gidiyorum. Hem bizlerdeki haşmetli intizamat ve
dehşetli harekât ve hikmetli teshirat gösteriyor ki, bizim ustamız öyle bir zâttır ki; bütün
mevcudat, zerrelerden yıldızlara ve güneşlere kadar emirber nefer hükmünde ona muti' ve
müsahhardırlar. Bir ağacı, meyveleriyle tanzim ve tezyin ettiği gibi, kolayca güneşi,
seyyaratla tanzim eder bir Hakîm-i Zülcelal ve Hâkim-i Mutlak'tır."
Sonra o müddeî, yerde yer bulamadığı için gider güneşe. Kalbinden der ki:
Sonra o müddeî, kalbinden der ki: "Yıldızlar çok kalabalıktırlar. Hem dağınık,
karmakarışık görünüyorlar.
---sh:»(S:598) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
ve hikmet içinde bir hareket ve haşmet içinde bir zînet ve intizam içinde bir hüsn-ü hilkat ve
mevzuniyet içinde bir kemal-i san'at bulunduğundan Sâni'-i Zülcelalimizi, nihayetsiz diller ile
vahdetini, ehadiyetini, samediyetini ve evsaf-ı cemal ve celal ve kemalini bütün kâinata ilân
ettiğimiz halde, bizim gibi nihayet derecede safi, temiz, muti', müsahhar hizmetkârları,
karmakarışıklık ve intizamsızlık ve vazifesizlik hattâ sahibsizlik ile ittiham ettiğinden tokata
müstehaksın." der. O müddeînin yüzüne recm-i şeytan gibi, bir yıldız öyle bir tokat vurur ki,
yıldızlardan tâ cehennemin dibine onu atar. Ve beraberinde olan tabiatı (Haşiye)evham
derelerine ve tesadüfü adem kuyusuna ve şerikleri, imtina' ve muhaliyet zulümatına ve din
aleyhindeki felsefeyi, esfel-i safilînin dibine atar. Bütün yıldızlarla beraber o yıldız
@«#«G«,«S«7 yÁV7!
Veyahut o
çiçek açmış herbir ağaç, binler bakar ve baktırır gözlerini açmış, tâ Sâni'-i Zülcelal'in neşir ve
teşhir olunan acaib-i san'atını bir-iki gözle değil, belki binler gözlerle baksın; tâ ehl-i dikkati
öyle baktırsın. Veyahut o çiçek açan herbir ağaç, umumî bayram olan baharın içindeki hususî
bayramında ve resm-i geçit-misal bir anda yeşillenmiş a'zalarını en süslü müzeyyenatla
süslemiş. Tâ ki, onun Sultan-ı Zülcelal'i, ona ihsan ettiği hedayayı ve letaifi ve âsâr-ı
nuraniyesini müşahede etsin. Hem meşher-i san'at-ı İlahiye olan zeminin yüzünde ve bahar
mevsiminde, murassaat-ı rahmetini enzar-ı halka teşhir etsin. Ve şecerin hikmet-i hilkatini
beşere ilân etsin. İncecik dallarında ne kadar mühim hazineler bulunduğunu ve ihsanat-ı
Rahmaniyenin meyvelerinde ne derece mühim defineler var olduğunu göstermekle kemal-i
kudret-i İlahiyeyi göstersin.
***
--
İşte sükûnet içindeki sükût-u ecramdan Sâni'-i Zülcelal'in ve Kadîr-i Zülkemal'in derece-i
kudret ve teshirini ve nücumun ona derece-i inkıyad ve itaatini anla.
¯^«W²U¬& ]¬4 ®^«6«h«& Hem semanın yüzünde, hikmet içinde bir hareketi görmeyi âyet emrediyor.
Evet gayet acib ve azîm o harekât, gayet dakik ve geniş hikmet içindedir. Nasılki bir
fabrikanın çarklarını ve dolaplarını bir hikmet içinde çeviren bir san'atkâr, fabrikanın azamet
ve intizamı derecesinde derece-i san'at ve meharetini gösterir. Öyle de:
Evet gayet acib ve azîm o harekât, gayet dakik ve geniş hikmet içindedir. Nasılki bir
fabrikanın çarklarını ve dolaplarını bir hikmet içinde çeviren bir san'atkâr, fabrikanın azamet
ve intizamı derecesinde derece-i san'at ve meharetini gösterir. Öyle de: Koca Güneşe, seyyarat
ile beraber fabrika vaziyetini veren ve o müdhiş azîm küreleri sapan taşları misillü ve fabrika
çarkları gibi etrafında döndüren bir Kadîr-i Zülcelal'in derece-i kudret ve hikmeti, o nisbette
nazara tezahür eder.
¯^«W²U¬& ]¬4 ®^«6«h«& Hem semanın yüzünde, hikmet içinde bir hareketi görmeyi âyet emrediyor.
Evet gayet acib ve azîm o harekât, gayet dakik ve geniş hikmet içindedir. Nasılki bir
fabrikanın çarklarını ve dolaplarını bir hikmet içinde çeviren bir san'atkâr, fabrikanın azamet
ve intizamı derecesinde derece-i san'at ve meharetini gösterir. Öyle de: Koca Güneşe, seyyarat
ile beraber fabrika vaziyetini veren ve o müdhiş azîm küreleri sapan taşları misillü ve fabrika
çarkları gibi etrafında döndüren bir Kadîr-i Zülcelal'in derece-i kudret ve hikmeti, o nisbette
nazara tezahür eder.
¯^«X<¬+ ]¬4 @®WÇ,«A«# ¯^«W²L¬& ]¬4 ®šŸ²\«V«# Yani:
Evet gayet acib ve azîm o harekât, gayet dakik ve geniş hikmet içindedir. Nasılki bir
fabrikanın çarklarını ve dolaplarını bir hikmet içinde çeviren bir san'atkâr, fabrikanın azamet
ve intizamı derecesinde derece-i san'at ve meharetini gösterir. Öyle de: Koca Güneşe, seyyarat
ile beraber fabrika vaziyetini veren ve o müdhiş azîm küreleri sapan taşları misillü ve fabrika
çarkları gibi etrafında döndüren bir Kadîr-i Zülcelal'in derece-i kudret ve hikmeti, o nisbette
nazara tezahür eder.
¯^«X<¬+ ]¬4 @®WÇ,«A«# ¯^«W²L¬& ]¬4 ®šŸ²\«V«# Yani: Hem semavat yüzünde, öyle bir haşmet
içinde bir
parlamak ve bir zînet içinde bir tebessüm var ki; Sâni'-i Zülcelal'in ne kadar muazzam bir
saltanatı, ne kadar güzel bir san'atı olduğunu gösterir.
¬–!«i±¬#¬! «p«8 ¬^«T²V¬F²7! ¬•@«P¬B²9¬! «p«8 Hem diyor ki: Semanın yüzündeki mahlukatın
intizamını,
dakik mizanlar içinde masnuatın mevzuniyetini gör ve anla ki: Onların Sânii ne kadar Kadîr
ve ne kadar Hakîm olduğunu bil. Evet muhtelif ve küçük cirimleri veyahut hayvanları
döndüren ve bir vazife için çeviren ve bir mizan-ı mahsus ile, herbirini muayyen bir yolda
sevkeden bir zâtın derece-i iktidar ve hikmetini ve hareket eden cirimlerin ona derece-i itaat
ve müsahhariyetlerini gösterdikleri gibi, koca semavat o dehşetli azametiyle hadsiz
yıldızlarıyla ve o yıldızlar da dehşetli büyüklükleriyle ve gayet şiddetli hareketleriyle beraber,
zerre miktar ve bir saniyecik kadar hududlarından tecavüz etmemeleri, bir âşire-i dakika kadar
vazifelerinden geri kalmamaları, Sâni'-i Zülcelallerinin ne kadar dakik bir mizan-ı mahsus ile
rububiyetini icra ettiğini nazar-ı dikkate gösterirler. Hem de şu âyet gibi Sure-i Amme'de ve
MAXQDA 2020 24.12.2022
sair âyetlerde beyan olunan teshir-i Şems ve Kamer ve nücumla işaret ettiği gibi:
---sh:»
Ehl-
i fikri, imana ve tevhide davet eder.
Bak kitab-ı kâinatın safha-i rengînine
Hâme-i zerrîn-i kudret, gör ne tasvir eylemiş.
Kalmamış bir nokta-i muzlim, çeşm-i dil erbabına
Sanki âyâtın Huda, nur ile tahrir eylemiş.
Bak, ne mu'ciz-i hikmet, iz'anrubâ-yı kâinat;
Bak, ne âlî bir temaşadır feza-yı kâinat;
Dinle de yıldızları, şu hutbe-i şirinine,
Name-i nurîn-i hikmet, bak ne takrir eylemiş.
Hep beraber nutka gelmiş, hak lisanıyla derler:
Bir Kadîr-i Zülcelal'in haşmet-i sultanına
Birer bürhan-ı nur-efşanız vücub-u Sânia, hem vahdete, hem kudrete şahidleriz biz.
Şu zeminin yüzünü yaldızlayan nazenin mu'cizatı çün melek seyranına
Bu semanın arza bakan, Cennet'e dikkat eden, binler müdakkik gözleriz biz.
Tûbâ-yı hilkatten semavat şıkkına, hep kehkeşan ağsanına
Bir Cemil-i Zülcelal'in dest-i hikmetiyle takılmış, binler güzel meyveleriz biz.
Ehl-
i fikri, imana ve tevhide davet eder.
Bak kitab-ı kâinatın safha-i rengînine
Hâme-i zerrîn-i kudret, gör ne tasvir eylemiş.
Kalmamış bir nokta-i muzlim, çeşm-i dil erbabına
Sanki âyâtın Huda, nur ile tahrir eylemiş.
Bak, ne mu'ciz-i hikmet, iz'anrubâ-yı kâinat;
Bak, ne âlî bir temaşadır feza-yı kâinat;
Dinle de yıldızları, şu hutbe-i şirinine,
Name-i nurîn-i hikmet, bak ne takrir eylemiş.
Hep beraber nutka gelmiş, hak lisanıyla derler:
Bir Kadîr-i Zülcelal'in haşmet-i sultanına
Birer bürhan-ı nur-efşanız vücub-u Sânia, hem vahdete, hem kudrete şahidleriz biz.
Şu zeminin yüzünü yaldızlayan nazenin mu'cizatı çün melek seyranına
Bu semanın arza bakan, Cennet'e dikkat eden, binler müdakkik gözleriz biz.
Tûbâ-yı hilkatten semavat şıkkına, hep kehkeşan ağsanına
Bir Cemil-i Zülcelal'in dest-i hikmetiyle takılmış, binler güzel meyveleriz biz.
---sh:»(S:604) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Bir Kadîr-i Zülkemal'in, bir Hakîm-i Zülcelal'in, birer mu'cize-i kudret, birer hârika-i
san'at-ı Hâlıkane,
Birer nadire-i hikmet, birer dâhiye-i hilkat, birer nur âlemiyiz biz.
Böyle yüzbin dil ile, yüzbin bürhan gösteririz, işittiririz insan olan insana,
Kör olası dinsiz gözü, görmez oldu yüzümüzü. Hem işitmez sözümüzü. Hak söyleyen
âyetleriz biz.
Madem o
Kadîr-i Mutlak, şemsi seyyaratıyla kabza-i tasarrufunda tutuyor ve tanzim ve teshir ve tedvir
ediyor. Elbette o manzume-i şemsiyenin bir cüz'ü ve şems ile bağlanan küre-i arz dahi kabza-i
tasarrufunda ve tedbir ve tedvirindedir. Madem küre-i arz, kabza-i tasarrufunda ve tedbir ve
tedvirindedir; bilbedahe arzın yüzünde yazılan ve icad edilen ve yerin meyveleri ve gayatı
hükmünde olan masnuat dahi, onun kabza-i rububiyetinde ve terbiyesindedir. Madem bütün
zeminin yüzüne serilen ve serpilen ve yüzünü yaldızlayan ve zînetlendiren ve her zaman
tazelenen, gelip giden ve zemin onlarla dolup boşalan umum masnuat, kabza-i kudret ve
ilmindedir ve adl ü hikmetinin mizanıyla ölçülüp ve tanzim edilir. Madem bütün enva', onun
kabza-i kudretindedir. Elbette o enva'ın muntazam ve mükemmel ferdleri ve âlemin küçük
misal-i musaggarları ve enva'-ı kâinatın blançoları ve kitab-ı âlemin küçücük fihristeleri
hükmünde olan cüz'î ferdleri, bilbedahe onun kabza-i rububiyetinde ve icadındadır ve tedvir
ve terbiyesindedir. Madem herbir zîhayat, kabza-i tedbir ve terbiyesindedir. Elbette o
zîhayatın vücudunu teşkil eden hüceyrat ve küreyvat ve a'za ve asab; bilbedahe onun kabza-i
Elbette teşahhusat-ı vechiye ve herkesin yüzünde herkesten onu temyiz edecek birer alâmet-i
farika bulunması ve sîmalar gibi seslerde, dillerde ayrı ayrı farklar bulunması, bilbedahe onun
ilim ve hikmetiyledir. İşte şu silsileye mebde' ve müntehayı zikrederek işaret eden şu âyete
bak:
---sh:»
¬–!«x²[«E²7!
İşte Bu Arabî Tefekkürün Kısa Bir Meali Şudur Ki:
Bütün meyveler ve içindeki tohumcuklar; hikmet-i Rabbaniyenin birer mu'cizesi..
san'at-ı İlahiyenin birer hârikası.. rahmet-i İlahiyenin birer hediyesi.. vahdet-i İlahiyenin birer
bürhan-ı maddîsi.. âhirette eltaf-ı İlahiyenin birer müjdecisi.. kudretinin ihatasına ve ilminin
şümulüne birer şahid-i sadık oldukları gibi; şunlar, âlem-i kesretin aktarında ve şu ağaç gibi
tekessür etmiş bir nevi âlemin etrafında vahdet âyineleridirler. Enzarı, kesretten vahdete
çeviriyorlar. Lisan-ı hal ile herbirisi der: "Dal budak salmış şu koca ağacın içinde dağılma,
boğulma, bütün o ağaç bizdedir.
--
Öyle de: Şu şecere-i kâinat, bir menba-ı vahdetten vücud alır, terbiye görür. Ve o
kâinatın meyvesi olan insan, şu kesret-i mevcudat içinde, vahdeti gösterdiği gibi; kalbi dahi,
iman gözüyle kesret içinde sırr-ı vahdeti görür.
Hem o meyveler ve tohumlar, hikmet-i Rabbaniyenin telvihatıdır. Hikmet onlarla ehl-i
şuura şöyle ifade ediyor ve diyor ki: "Nasıl şu ağaca müteveccih küllî nazar, küllî tedbir,
külliyetiyle ve umumiyetiyle birtek meyveye bakar.
Öyle de: Şu şecere-i kâinat, bir menba-ı vahdetten vücud alır, terbiye görür. Ve o
kâinatın meyvesi olan insan, şu kesret-i mevcudat içinde, vahdeti gösterdiği gibi; kalbi dahi,
iman gözüyle kesret içinde sırr-ı vahdeti görür.
Hem o meyveler ve tohumlar, hikmet-i Rabbaniyenin telvihatıdır. Hikmet onlarla ehl-i
şuura şöyle ifade ediyor ve diyor ki: "Nasıl şu ağaca müteveccih küllî nazar, küllî tedbir,
külliyetiyle ve umumiyetiyle birtek meyveye bakar. Çünki o meyve, o ağaca bir misal-i
Öyle de: Şu şecere-i kâinatın semeresi olan beşer; kâinatın vücudundan ve icadından
maksud odur ve icad-ı mevcudatın gayesi de odur. Ve o meyvenin çekirdeği olan insanın
kalbi dahi, Sâni'-i Kâinat'ın en münevver ve en câmi' bir âyinesidir. İşte şu hikmettendir ki: Şu
küçücük insan, neşir ve haşir gibi muazzam inkılablara medar olmuş. Kâinatın tahrib ve
tebdiline sebeb olur. Onun muhakemesi için dünya kapısı kapanıp, âhiret kapısı açılır.
Madem haşrin bahsi geldi.
ruhunu ona gönderir. İşte bu mertebe o kadar kolaydır ki; her baharda milyonlarla misali
görülüyor. İşte bazan şu mertebeyi isbat için âyât-ı Kur'aniye öyle bir daireyi gösteriyor ki:
Bütün zerratı haşr ü neşredecek bir kudretin tasarrufatını gösterir. Bazan da bütün mahlukatı
fenaya gönderip, yeniden getirecek bir kudret ve hikmetin âsârını gösterir. Bazı, yıldızları
dağıtıp, semavatı parçalayabilir bir kudret ve hikmetin tasarrufatını ve âsârını gösterir. Bazı,
bütün zîhayatı öldürecek, yeniden def'aten bir sayha ile diriltecek bir kudret ve hikmetin
tasarrufatını ve tecelliyatını gösterir. Bazı, bütün rûy-i zeminde zîhayat olanları ayrı ayrı haşr
ü neşredecek bir kudret ve hikmetin tecelliyatını gösterir. Bazan, küre-i arzı bütün bütün
dağıtacak, dağları uçuracak, düzeltip daha güzel bir surete çevirecek bir kudret ve hikmetin
âsârını gösterir.
dağıtıp, semavatı parçalayabilir bir kudret ve hikmetin tasarrufatını ve âsârını gösterir. Bazı,
bütün zîhayatı öldürecek, yeniden def'aten bir sayha ile diriltecek bir kudret ve hikmetin
tasarrufatını ve tecelliyatını gösterir. Bazı, bütün rûy-i zeminde zîhayat olanları ayrı ayrı haşr
ü neşredecek bir kudret ve hikmetin tecelliyatını gösterir. Bazan, küre-i arzı bütün bütün
dağıtacak, dağları uçuracak, düzeltip daha güzel bir surete çevirecek bir kudret ve hikmetin
âsârını gösterir. Demek, herkese imanı ve marifeti farz olan haşirden başka, çok mertebe-i
İşte bazan şu mertebeyi isbat için âyât-ı Kur'aniye öyle bir daireyi gösteriyor ki:
Bütün zerratı haşr ü neşredecek bir kudretin tasarrufatını gösterir. Bazan da bütün mahlukatı
fenaya gönderip, yeniden getirecek bir kudret ve hikmetin âsârını gösterir. Bazı, yıldızları
dağıtıp, semavatı parçalayabilir bir kudret ve hikmetin tasarrufatını ve âsârını gösterir. Bazı,
bütün zîhayatı öldürecek, yeniden def'aten bir sayha ile diriltecek bir kudret ve hikmetin
tasarrufatını ve tecelliyatını gösterir. Bazı, bütün rûy-i zeminde zîhayat olanları ayrı ayrı haşr
ü neşredecek bir kudret ve hikmetin tecelliyatını gösterir. Bazan, küre-i arzı bütün bütün
dağıtacak, dağları uçuracak, düzeltip daha güzel bir surete çevirecek bir kudret ve hikmetin
âsârını gösterir. Demek, herkese imanı ve marifeti farz olan haşirden başka, çok mertebe-i
haşirleri dahi o kudret ve hikmetle yapabilir.
Bütün zerratı haşr ü neşredecek bir kudretin tasarrufatını gösterir. Bazan da bütün mahlukatı
fenaya gönderip, yeniden getirecek bir kudret ve hikmetin âsârını gösterir. Bazı, yıldızları
dağıtıp, semavatı parçalayabilir bir kudret ve hikmetin tasarrufatını ve âsârını gösterir. Bazı,
bütün zîhayatı öldürecek, yeniden def'aten bir sayha ile diriltecek bir kudret ve hikmetin
tasarrufatını ve tecelliyatını gösterir. Bazı, bütün rûy-i zeminde zîhayat olanları ayrı ayrı haşr
ü neşredecek bir kudret ve hikmetin tecelliyatını gösterir. Bazan, küre-i arzı bütün bütün
dağıtacak, dağları uçuracak, düzeltip daha güzel bir surete çevirecek bir kudret ve hikmetin
âsârını gösterir. Demek, herkese imanı ve marifeti farz olan haşirden başka, çok mertebe-i
haşirleri dahi o kudret ve hikmetle yapabilir. Hikmet-i Rabbaniye iktiza etmiş ise, elbette haşr
ü neşr-i insanî ile beraber umum onları dahi yapacak veyahut bazı mühimlerini yapar.
Bazı,
bütün zîhayatı öldürecek, yeniden def'aten bir sayha ile diriltecek bir kudret ve hikmetin
tasarrufatını ve tecelliyatını gösterir. Bazı, bütün rûy-i zeminde zîhayat olanları ayrı ayrı haşr
ü neşredecek bir kudret ve hikmetin tecelliyatını gösterir. Bazan, küre-i arzı bütün bütün
dağıtacak, dağları uçuracak, düzeltip daha güzel bir surete çevirecek bir kudret ve hikmetin
âsârını gösterir. Demek, herkese imanı ve marifeti farz olan haşirden başka, çok mertebe-i
haşirleri dahi o kudret ve hikmetle yapabilir. Hikmet-i Rabbaniye iktiza etmiş ise, elbette haşr
ü neşr-i insanî ile beraber umum onları dahi yapacak veyahut bazı mühimlerini yapar.
BİR SUAL: Diyorsunuz ki:
---sh:»(S:624) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
kâinatı, bir musikî, bir fonoğraf hükmünde icad ettiği gibi, zemini ve zemin içindeki bütün
zîhayatı ve bilhassa zîhayat içinde insanın başını öyle bir fonoğraf-ı Rabbanî ve bir musika-i
İlahî tarzında yapmış ki; hikmet-i beşer, o san'at karşısında hayretinden parmağını ısırıyor.
İşte bütün o masnuat, bütün onlardan matlub neticeleri, nihayet derecede ve gayet güzel
bir surette gösterdiklerinden ve ibadat-ı mahsusa ve tesbihat-ı hususiye ve tahiyyat-ı
muayyene ile tabir edilen evamir-i tekviniyeye karşı onların itaatları ve onlardan matlub olan
makasıd-ı Rabbaniyenin husulünden hasıl olan ve iftihar ve memnuniyet ve ferahla tabir
edemediğimiz maânî-i mukaddese ve şuun-u münezzeh, o derece âlî ve mukaddestir ki; bütün
ukûl-ü beşer ittihad edip bir akıl olsa, yine onların künhüne yetişemez ve ihata edemez.
Hem meselâ adaletperver, ihkak-ı hakkı sever ve ondan zevk alır bir hâkim,
mazlumların haklarını vermekten ve mazlumların teşekkürlerinden, zalimleri tecziye etmekle
mazlumların intikamlarını almaktan nasıl memnun olur, bir zevk alır. İşte Hakîm-i Mutlak ve
Âdil-i Bilhak ve Kahhar-ı Zülcelal, değil yalnız cin ve inste, belki bütün mevcudatta ihkak-ı
haktan, yani herşeye hakk-ı vücudu ve hakk-ı hayatı vermekten ve vücud ve hayatını
mütecavizlerden muhafaza etmekten ve dehşetli mevcudları tecavüzlerden tevkif ve
durdurmaktan, hususan mahşerde ve dâr-ı âhirette cin ve insin muhakemesinden başka bütün
zîhayata karşı tecelli-i kübra-yı adl ü hikmetten gelen maânî-i mukaddeseyi kıyas edebilirsin.
İşte şu üç misal gibi, binbir esma-i İlahiyenin herbirinde pek çok tabakat-ı hüsün ve
İlahî tarzında yapmış ki; hikmet-i beşer, o san'at karşısında hayretinden parmağını ısırıyor.
İşte bütün o masnuat, bütün onlardan matlub neticeleri, nihayet derecede ve gayet güzel
bir surette gösterdiklerinden ve ibadat-ı mahsusa ve tesbihat-ı hususiye ve tahiyyat-ı
muayyene ile tabir edilen evamir-i tekviniyeye karşı onların itaatları ve onlardan matlub olan
makasıd-ı Rabbaniyenin husulünden hasıl olan ve iftihar ve memnuniyet ve ferahla tabir
edemediğimiz maânî-i mukaddese ve şuun-u münezzeh, o derece âlî ve mukaddestir ki; bütün
ukûl-ü beşer ittihad edip bir akıl olsa, yine onların künhüne yetişemez ve ihata edemez.
Hem meselâ adaletperver, ihkak-ı hakkı sever ve ondan zevk alır bir hâkim,
mazlumların haklarını vermekten ve mazlumların teşekkürlerinden, zalimleri tecziye etmekle
mazlumların intikamlarını almaktan nasıl memnun olur, bir zevk alır. İşte Hakîm-i Mutlak ve
Âdil-i Bilhak ve Kahhar-ı Zülcelal, değil yalnız cin ve inste, belki bütün mevcudatta ihkak-ı
haktan, yani herşeye hakk-ı vücudu ve hakk-ı hayatı vermekten ve vücud ve hayatını
mütecavizlerden muhafaza etmekten ve dehşetli mevcudları tecavüzlerden tevkif ve
durdurmaktan, hususan mahşerde ve dâr-ı âhirette cin ve insin muhakemesinden başka bütün
zîhayata karşı tecelli-i kübra-yı adl ü hikmetten gelen maânî-i mukaddeseyi kıyas edebilirsin.
İşte şu üç misal gibi, binbir esma-i İlahiyenin herbirinde pek çok tabakat-ı hüsün ve
cemal ve fazl ve kemal bulunduğu gibi, pek çok meratib-i muhabbet ve iftihar ve izzet ve
kibriya vardır. İşte bundandır ki: "Vedud" ismine mazhar olan muhakkikîn-i evliya; "Bütün
kâinatın mayesi, muhabbettir. Bütün mevcudatın harekâtı, muhabbetledir. Bütün
mevcudattaki incizab ve cezbe ve cazibe kanunları, muhabbettendir." demişler. Onlardan
birisi demiş
Şöyle:
Nasılki gayet mahir bir tasvirci ve heykeltraş bir zât, gayet güzel bir çiçekle ve insan
cins-i latifinden gayet güzel bir hasna'nın suret ve heykelini yapmak istese; evvelâ, o iki şeyin
umumî şekillerini bazı hatlarla tayin eder. Şu tayini, bir tanzim iledir, bir takdir ile yapıyor.
Hendeseye istinaden hudud tayin ediyor. Şu tanzim ve takdir, bir hikmet
---sh:»(S:628) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
ve ilim ile yapıldığını gösteriyor ki, tanzim ve tahdid fiilleri, ilim ve hikmet pergeliyle
dönüyor.
MAXQDA 2020 24.12.2022
---sh:»(S:628) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
ve ilim ile yapıldığını gösteriyor ki, tanzim ve tahdid fiilleri, ilim ve hikmet pergeliyle
dönüyor. Öyle ise, tanzim ve tahdid arkasında, ilim ve hikmet manaları hükmediyor. Öyle ise,
ilim ve hikmet pergeli, kendini gösterecek. İşte kendini gösterdi ki, o hududlar içinde, göz,
kulak, burun, yaprak ve incecik püskülcükler gibi şeylerin tasvirine başladı. Şimdi görüyoruz
ki: İçindeki pergelin harekâtıyla tayin edilen a'zalar, san'atkârane ve inayetkârane düşüyor.
(S:628) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
ve ilim ile yapıldığını gösteriyor ki, tanzim ve tahdid fiilleri, ilim ve hikmet pergeliyle
dönüyor. Öyle ise, tanzim ve tahdid arkasında, ilim ve hikmet manaları hükmediyor. Öyle ise,
ilim ve hikmet pergeli, kendini gösterecek. İşte kendini gösterdi ki, o hududlar içinde, göz,
kulak, burun, yaprak ve incecik püskülcükler gibi şeylerin tasvirine başladı. Şimdi görüyoruz
ki: İçindeki pergelin harekâtıyla tayin edilen a'zalar, san'atkârane ve inayetkârane düşüyor.
Öyle ise o ilim ve hikmet pergelini çeviren, arkada sun' ve inayet manaları var, hükmediyorlar
ve kendilerini gösterecekler.
Öyle ise,
ilim ve hikmet pergeli, kendini gösterecek. İşte kendini gösterdi ki, o hududlar içinde, göz,
kulak, burun, yaprak ve incecik püskülcükler gibi şeylerin tasvirine başladı. Şimdi görüyoruz
ki: İçindeki pergelin harekâtıyla tayin edilen a'zalar, san'atkârane ve inayetkârane düşüyor.
Öyle ise o ilim ve hikmet pergelini çeviren, arkada sun' ve inayet manaları var, hükmediyorlar
ve kendilerini gösterecekler. İşte ondandır ki; bir hüsün ve zînete kabiliyet gösteriyor. Öyle
ise; sun' ve inayeti çalıştıran, irade-i tahsin ve kasd-ı tezyindir. Öyle ise onlar hükmediyorlar
ki; tezyine, tenvire başladı. Bir tebessüm vaziyetini gösterdi ve hayatdarlık heyetini verdi.
(S:629) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Musavvir" isimlerini okutturuyor. Öyle bir tarzda şekl-i umumîsinin hududunu tayin eder ki,
"Alîm, Hakîm" ismini gösterir. Sonra ilim ve hikmet cedveliyle, o hudud içinde, o şeyin
tasvirine başlar. Öyle bir tarzda ki, sun' ve inayet manalarını ve "Sâni' ve Kerim" isimlerini
gösteriyor. Sonra san'atın yed-i beyzasıyla, inayetin fırçasıyla o suretin, -eğer birtek insan ve
birtek çiçek ise- göz, kulak, yaprak, püskül gibi a'zalarına bir hüsün, bir zînet renkleri veriyor.
Eğer zemin ise; maadin, nebatat ve hayvanatına bir hüsün ve zînet renkleri veriyor. Eğer
Cennet ise; bağlarına, kasırlarına, hurilerine bir hüsün ve zînet renkleri veriyor ve hâkeza...
Başkalarını kıyas et.
Lütuf ve kerem
şe'nleri ise, tezyin ve tenvir fiillerini tahrik eder. "Müzeyyin ve Münevvir" isimlerini masnuun
hüsün ve nuraniyeti lisanıyla okutturur. Ve o tezyin ve tahsin şe'nleri ise, sun' ve inayet
manalarını iktiza eder. Ve "Sâni' ve Muhsin" isimlerini, o masnuun güzel sîmasıyla okutturur.
Ve o sun' ve inayet ise, bir ilim ve hikmeti iktiza eder. Ve İsm-i "Alîm ve Hakîm"i, o
masnuun intizamlı, hikmetli a'zasıyla okutturur. O ilim ve hikmet ise tanzim, tasvir, teşkil
fiillerini iktiza ediyor. "Musavvir ve Mukaddir" isimlerini masnuun heyetiyle, şekliyle
okutturur, gösterir.
Hikmet ve adl içindeki "Rahmanurrahîm" ve "Hak" ismini a'zamî bir dairede görmek
istersen, şu temsile bak: Nasılki bir orduda dörtyüz muhtelif taifeler bulunduğunu farz
ediyoruz ki, herbir taife beğendiği elbiseleri ayrı, hoşuna gittiği erzakı ayrı, rahatla istimal
edeceği silâhları ayrı ve mizacına deva olacak ilâçları ayrı oldukları halde, bütün o dörtyüz
taife, ayrı ayrı takım, bölük tefrik edilmeyerek, belki birbirine karışık olduğu halde onları
kemal-i şefkat ve merhametinden ve hârikulâde iktidarından ve mu'cizane ilim ve ihatasından
ve fevkalâde adalet ve hikmetinden, misilsiz birtek padişah onların hiçbirini şaşırmayarak,
hiçbirini unutmayarak, bütün ayrı ayrı onlara lâyık elbise, erzak, ilâç ve silâhlarını muinsiz
olarak bizzât kendisi verse, o zât acaba ne kadar muktedir, müşfik, âdil, kerim bir padişah
olduğunu anlarsın. Çünki bir taburda on milletten efrad bulunsa, onları ayrı ayrı giydirmek ve
teçhiz etmek çok müşkil olduğundan, bilmecburiye ne cinsten olursa olsun, bir tarzda teçhiz
edilir.
---sh:»(S:643) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
-
ediyoruz ki, herbir taife beğendiği elbiseleri ayrı, hoşuna gittiği erzakı ayrı, rahatla istimal
edeceği silâhları ayrı ve mizacına deva olacak ilâçları ayrı oldukları halde, bütün o dörtyüz
taife, ayrı ayrı takım, bölük tefrik edilmeyerek, belki birbirine karışık olduğu halde onları
kemal-i şefkat ve merhametinden ve hârikulâde iktidarından ve mu'cizane ilim ve ihatasından
ve fevkalâde adalet ve hikmetinden, misilsiz birtek padişah onların hiçbirini şaşırmayarak,
hiçbirini unutmayarak, bütün ayrı ayrı onlara lâyık elbise, erzak, ilâç ve silâhlarını muinsiz
olarak bizzât kendisi verse, o zât acaba ne kadar muktedir, müşfik, âdil, kerim bir padişah
olduğunu anlarsın. Çünki bir taburda on milletten efrad bulunsa, onları ayrı ayrı giydirmek ve
teçhiz etmek çok müşkil olduğundan, bilmecburiye ne cinsten olursa olsun, bir tarzda teçhiz
edilir.
---sh:»
---sh:»(S:643) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
İşte öyle de: Cenab-ı Hakk'ın adl ve hikmet içindeki İsm-i "Hak ve Rahmanurrahîm"in
MAXQDA 2020 24.12.2022
cilvesini görmek istersen bahar mevsiminde zeminin yüzünde çadırları kurulmuş, muhteşem
dörtyüzbin milletten mürekkeb nebatat ve hayvanat ordusuna bak ki; bütün o milletler, o
taifeler, birbiri içinde oldukları halde, herbirinin libası ayrı, erzakı ayrı, silâhı ayrı, tarz-ı
hayatı ayrı, talimatı ayrı, terhisatı ayrı oldukları halde ve o hacatlarını tedarik edecek
iktidarları ve o metalibi isteyecek dilleri olmadığı halde, daire-i hikmet ve adl içinde, mizan
ve intizam ile "Hak" ve "Rahman", "Rezzak" ve "Rahîm", "Kerim" ünvanlarını seyret, gör.
Nasıl hiçbirini şaşırmayarak, unutmayarak, iltibas etmeyerek terbiye ve tedbir ve idare eder.
İşte, böyle hayret verici muhit bir intizam ve mizan ile yapılan bir işe, başkalarının
parmakları karışabilir mi? Vâhid-i Ehad, Hakîm-i Mutlak, Kadîr-i Külli Şey'den başka, bu
san'ata, bu tedbire, bu rububiyete, bu tedvire hangi şey elini uzatabilir? Hangi sebeb müdahale
edebilir?
---sh:»(S:643) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
İşte öyle de: Cenab-ı Hakk'ın adl ve hikmet içindeki İsm-i "Hak ve Rahmanurrahîm"in
cilvesini görmek istersen bahar mevsiminde zeminin yüzünde çadırları kurulmuş, muhteşem
dörtyüzbin milletten mürekkeb nebatat ve hayvanat ordusuna bak ki; bütün o milletler, o
taifeler, birbiri içinde oldukları halde, herbirinin libası ayrı, erzakı ayrı, silâhı ayrı, tarz-ı
hayatı ayrı, talimatı ayrı, terhisatı ayrı oldukları halde ve o hacatlarını tedarik edecek
iktidarları ve o metalibi isteyecek dilleri olmadığı halde, daire-i hikmet ve adl içinde, mizan
ve intizam ile "Hak" ve "Rahman", "Rezzak" ve "Rahîm", "Kerim" ünvanlarını seyret, gör.
Nasıl hiçbirini şaşırmayarak, unutmayarak, iltibas etmeyerek terbiye ve tedbir ve idare eder.
İşte, böyle hayret verici muhit bir intizam ve mizan ile yapılan bir işe, başkalarının
parmakları karışabilir mi? Vâhid-i Ehad, Hakîm-i Mutlak, Kadîr-i Külli Şey'den başka, bu
san'ata, bu tedbire, bu rububiyete, bu tedvire hangi şey elini uzatabilir? Hangi sebeb müdahale
edebilir?
uhrevî neticesi, Kur'anın nassıyla, Cennet'e lâyık bir tarzda leziz taamları, güzel meyveleridir.
Ve o taamlara ve o meyvelere müştehiyane bir muhabbettir. Hattâ dünyada yediğin meyve
üstünde söylediğin "Elhamdülillah" kelimesi, cennet meyvesi olarak tecessüm ettirilip sana
takdim edilir. Burada meyve yersin, orada "Elhamdülillah" yersin. Ve nimette ve taam içinde
in'am-ı İlahîyi ve iltifat-ı Rahmanîyi gördüğünden o lezzetli şükr-ü manevî, Cennet'te gayet
leziz bir taam suretinde sana verileceği, hadîsin nassıyla, Kur'anın işaratıyla ve hikmet ve
rahmetin iktizasıyla sabittir.
İKİNCİ İŞARET: Dünyada meşru bir surette nefsine muhabbet, yani mehasinine bina
edilen muhabbet değil, belki noksaniyetlerini görüp tekmil etmeğe bina edilen şefkat ile onu
terbiye etmek ve onu hayra sevketmek neticesi; o nefse lâyık mahbubları, Cennet'te veriyor.
Nefis, madem dünyada heva ve hevesini Cenab-ı Hak yolunda hüsn-ü istimal etmiş.
...
İkinci Pencere
Eşya, vücud ve teşahhusatlarında, nihayetsiz imkânat yolları içinde mütereddid,
mütehayyir, şekilsiz bir surette iken, birdenbire gayet muntazam, hakîmane öyle bir teşahhus-
u vechî veriliyor ki; meselâ herbir insanın yüzünde, bütün ebna-yı cinsinden herbirisine karşı
birer alâmet-i fârika, o küçük yüzde bulunduğu ve zahir ve bâtın duygularıyla kemal-i
hikmetle teçhiz edildiği cihetle, o yüz gayet parlak bir sikke-i ehadiyet olduğunu isbat eder.
Herbir yüz, yüzer cihetle bir Sâni'-i Hakîm'in vücuduna şehadet ve vahdetine işaret ettikleri
gibi, bütün yüzlerin heyet-i mecmuasıyla izhar ettikleri o sikke, bütün eşyanın Hâlıkına
mahsus bir hâtem olduğunu akıl gözüne gösterir.
Ey münkir! Hiçbir cihetle kabil-i taklid olmayan şu sikkeleri ve mecmuundaki parlak
sikke-i Samediyeti hangi tezgâha havale edebilirsin?
(S:656) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
bütün hayvanat ve nebatat enva'ının ordusu; bilmüşahede ayrı ayrı erzakları, suretleri,
silâhları, libasları, talimatları, terhisatları kemal-i mizan ve intizamla hiçbir şey
unutulmayarak, hiçbirini şaşırmayarak bir surette tedbir ve terbiye etmek öyle bir sikkedir ki;
-hiçbir şübhe kabul etmez- güneş gibi parlak bir sikke-i Vâhid-i Ehad'dir. Hadsiz bir kudret ve
muhit bir ilim ve nihayetsiz bir hikmet sahibinden başka kimin haddi var ki, o hadsiz derecede
hârika olan şu idareye karışsın. Çünki şu birbiri içinde girift olan enva'ları, milletleri,
umumunu birden idare ve terbiye edemeyen, onlardan birisine karışsa elbette karıştıracak.
Halbuki ¯*xO4 ²w¬8 ›«h«# ²u«; «h«M«A²7! ¬p¬%²*@«4 sırrı ile, hiçbir karışık alâmeti yoktur. Demek
ki hiçbir
Nasıl göklerde (hattâ Kozmoğrafyanın itirafıyla dahi) gayet büyük neticeler için
gayet muntazam hareketler, bir Kadîr-i Zülcelal'in vücud ve vahdetini ve kemal-i rububiyetini
gösterir. Öyle de: Zeminde bilmüşahede (hattâ Coğrafyanın şehadetiyle ve ikrarıyla) gayet
büyük maslahatlar için mevsimlerdeki gibi gayet muntazam tahavvülâtlar dahi, aynı o Kadîr-i
Zülcelal'in vücub ve vahdetini ve kemal-i rububiyetini gösterir. Hem nasıl berr'de ve bahr'de
kemal-i rahmet ile rızıkları verilen ve kemal-i hikmet ile muhtelif şekiller giydirilen ve kemal-
MAXQDA 2020 24.12.2022
i rububiyetle türlü türlü duygularla teçhiz edilen bütün hayvanat, birer birer yine o Kadîr-i
Zülcelal'in vücuduna şehadet ve vahdetine işaret etmekle beraber, heyet-i mecmuasıyla gayet
geniş bir mikyasta azamet-i uluhiyetini ve kemal-i rububiyetini gösterir. Öyle de: Bağlardaki
muntazam nebatat ve nebatatın gösterdikleri müzeyyen çiçekler ve çiçeklerin gösterdikleri
mevzun meyveler ve meyvelerin gösterdikleri müzeyyen nakışlar, birer birer yine o Sâni'-i
vahdetini ve kemal-i rububiyetini gösterir. Hem nasıl sahralarda ve dağlardaki küçük küçük
tepelerin türlü türlü muntazam çiçeklerle süslenmeleri, herbiri bir Sâni'-i Hakîm'in vücubuna
şehadet ve vahdetine işaret etmekle beraber, heyet-i mecmuasıyla haşmet-i saltanatını ve
kemal-i rububiyetini gösterir. Öyle de: Bütün otlarda ve ağaçlardaki bütün yaprakların türlü
türlü eşkâl-i muntazamaları ve ayrı ayrı vaziyetleri ve cezbekârane mevzun hareketleri,
yapraklar adedince yine o Sâni'-i Hakîm'in vücub-u vücudunu ve vahdetini ve kemal-i
rububiyetini gösterir. Hem nasıl bütün ecsam-ı nâmiyede, büyümek zamanında muntazaman
hareketleri ve türlü türlü âlât ile teçhizleri ve çeşit çeşit meyvelere şuurkârane teveccühleri,
herbiri ferden-ferda yine o Sâni'-i Hakîm'in vücub-u vücuduna şehadet ve vahdetine işaret
eder. Ve heyet-i mecmuasıyla gayet büyük bir mikyasta ihata-i kudretini ve şümul-ü hikmetini
ve cemal-i san'atını ve kemal-i rububiyetini gösterir. Öyle de: Bütün hayvanî cesedlerde
kemal-i hikmetle nefislerini, ruhlarını yerleştirmek, türlü türlü cihazat ile kemal-i intizam ile
teslih etmek, türlü türlü hizmetlerde kemal-i hikmetle göndermek, hayvanat adedince belki
cihazatları sayısınca yine o Sâni'-i Hakîm'in vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet ve işaret
ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla gayet parlak bir surette cemal-i rahmetini ve kemal-
cihazatları sayısınca yine o Sâni'-i Hakîm'in vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet ve işaret
ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla gayet parlak bir surette cemal-i rahmetini ve kemal-i
rububiyetini gösterir. Hem nasıl bütün kalblere, insan ise her nevi ulûm ve hakikatları
bildiren, hayvan ise her nevi hacetlerinin tedarikini öğreten bütün ilhamat-ı gaybiye, bir Rabb-
rububiyetini gösterir. Hem nasıl bütün ecsam-ı nâmiyede, büyümek zamanında muntazaman
hareketleri ve türlü türlü âlât ile teçhizleri ve çeşit çeşit meyvelere şuurkârane teveccühleri,
herbiri ferden-ferda yine o Sâni'-i Hakîm'in vücub-u vücuduna şehadet ve vahdetine işaret
eder. Ve heyet-i mecmuasıyla gayet büyük bir mikyasta ihata-i kudretini ve şümul-ü hikmetini
ve cemal-i san'atını ve kemal-i rububiyetini gösterir. Öyle de: Bütün hayvanî cesedlerde
kemal-i hikmetle nefislerini, ruhlarını yerleştirmek, türlü türlü cihazat ile kemal-i intizam ile
teslih etmek, türlü türlü hizmetlerde kemal-i hikmetle göndermek, hayvanat adedince belki
cihazatları sayısınca yine o Sâni'-i Hakîm'in vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet ve işaret
ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla gayet parlak bir surette cemal-i rahmetini ve kemal-i
rububiyetini gösterir. Hem nasıl bütün kalblere, insan ise her nevi ulûm ve hakikatları
bildiren, hayvan ise her nevi hacetlerinin tedarikini öğreten bütün ilhamat-ı gaybiye, bir Rabb-
ı Rahîm'in vücudunu ihsas eder ve rububiyetine işaret eder. Öyle de:
rububiyetini gösterir. Hem nasıl bütün ecsam-ı nâmiyede, büyümek zamanında muntazaman
hareketleri ve türlü türlü âlât ile teçhizleri ve çeşit çeşit meyvelere şuurkârane teveccühleri,
herbiri ferden-ferda yine o Sâni'-i Hakîm'in vücub-u vücuduna şehadet ve vahdetine işaret
eder. Ve heyet-i mecmuasıyla gayet büyük bir mikyasta ihata-i kudretini ve şümul-ü hikmetini
ve cemal-i san'atını ve kemal-i rububiyetini gösterir. Öyle de: Bütün hayvanî cesedlerde
kemal-i hikmetle nefislerini, ruhlarını yerleştirmek, türlü türlü cihazat ile kemal-i intizam ile
teslih etmek, türlü türlü hizmetlerde kemal-i hikmetle göndermek, hayvanat adedince belki
cihazatları sayısınca yine o Sâni'-i Hakîm'in vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet ve işaret
ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla gayet parlak bir surette cemal-i rahmetini ve kemal-i
rububiyetini gösterir. Hem nasıl bütün kalblere, insan ise her nevi ulûm ve hakikatları
bildiren, hayvan ise her nevi hacetlerinin tedarikini öğreten bütün ilhamat-ı gaybiye, bir Rabb-
ı Rahîm'in vücudunu ihsas eder ve rububiyetine işaret eder. Öyle de:
şaşırmayarak bir surette sünbüllerini ve vücudlarını temyiz ve tefrik etmek ve ağaçlara giren
karışık maddeleri yaprak ve çiçek ve meyvelere tefrik etmek ve hüceyrat-ı bedene karışık bir
surette giden gıdaî maddeleri kemal-i hikmetle ve kemal-i mizanla ayırıp tefrik etmek, yine o
Hakîm-i Mutlak ve o Alîm-i Mutlak ve o Kadîr-i Mutlak'ın vücub-u vücudunu ve kemal-i
kudretini ve vahdetini gösterdiği gibi; zerreler âlemini hadsiz ve geniş bir tarla hükmüne
getirip, her dakikada kemal-i hikmetle ekip biçip, yeni yeni kâinatlar mahsulâtını ondan almak
ve o camide, âcize, cahile olan zerrata gayet şuurkârane ve gayet hakîmane ve muktedirane
hadsiz muntazam vazifeleri gördürmek, yine o Kadîr-i Zülcelal'in ve o Sâni'-i Zülkemal'in
vücub-u vücudunu ve kemal-i kudretini ve azamet-i rububiyetini ve vahdetini ve kemal-i
rububiyetini gösterir.
İşte bu dört yol ile büyük bir pencere marifetullaha açılır. Ve büyük bir mikyasta bir
Sâni'-i Hakîm'i akla gösterir.
Şimdi ey bedbaht gafil! Şu halde Onu görmek ve tanımak istemezsen; aklını çıkar at,
hayvan ol, kurtul...
---sh:»(S:660) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Sekizinci Pencere
İşte bu dört yol ile büyük bir pencere marifetullaha açılır. Ve büyük bir mikyasta bir
Sâni'-i Hakîm'i akla gösterir.
Şimdi ey bedbaht gafil! Şu halde Onu görmek ve tanımak istemezsen; aklını çıkar at,
MAXQDA 2020 24.12.2022
(S:663) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
kemal-i kudretine hadsiz lisan ile şehadet ederler. Sen kendi cismine ve a'zalarına ve
onlardaki eğri büğrü yerlerin meyvelerine ve faidelerine bak! Kemal-i hikmet içinde kemal-i
kudreti gör.
Onüçüncü Pencere
¬˜¬G²W«E¬" d±¬A«
(S:664) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Hem bir cehl-i mutlak içinde muhit bir şuurun tezahüratı görünüyor: Zerrelerden
yıldızlara kadar herşeyin harekâtında nizamat-ı âleme ve mesalih-i hayata ve metalib-i
hikmete muvafık bir tarzda hareket etmeleri ve şuurkârane vaziyetleri gibi.
İşte bu acz içindeki kudret ve za'f içindeki kuvvet ve fakr içindeki servet ve gına ve
cümud ve cehil içindeki hayat ve şuur; bilbedahe ve bizzarure bir Kadîr-i Mutlak ve Kaviyy-i
Mutlak ve Ganiyy-i Mutlak ve Alîm-i Mutlak ve Hayy-ı Kayyum bir zâtın vücub-u vücuduna
ve vahdetine karşı her taraftan pencereler açar. Heyet-i mecmuası ile büyük bir mikyasta bir
cadde-i nuraniyeyi gösterir. İşte ey tabiat bataklığına düşen gafil!
Mutlak ve Ganiyy-i Mutlak ve Alîm-i Mutlak ve Hayy-ı Kayyum bir zâtın vücub-u vücuduna
ve vahdetine karşı her taraftan pencereler açar. Heyet-i mecmuası ile büyük bir mikyasta bir
cadde-i nuraniyeyi gösterir. İşte ey tabiat bataklığına düşen gafil! Eğer tabiatı bırakıp kudret-i
İlahiyeyi tanımazsan; herbir şeye, hattâ herbir zerreye, hadsiz bir kuvvet ve kudret ve
nihayetsiz bir hikmet ve meharet, belki ekser eşyayı görecek, bilecek, idare edecek bir iktidar,
herşeyde bulunduğunu kabul etmek lâzım gelir.
Onbeşinci Pencere
y«T«V«' ¯š²z«- Åu6 «w«,²&«! ›¬HÅ7«! sırrınca:
Onbeşinci Pencere
y«T«V«' ¯š²z«- Åu6 «w«,²&«! ›¬HÅ7«! sırrınca: Herşeye, o şeyin kabiliyet-i mahiyetine göre kemal-i
mizan ve intizam ile biçilip hüsn-ü san'at ile tertib edilip, en kısa yolda, en güzel bir surette,
en hafif bir tarzda, istimalce en kolay bir şekilde, (meselâ kuşların elbiselerine ve her vakit
tüylerini kolayca oynatmalarına ve istimal etmelerine bak) hem israfsız hikmetli bir tarzda
vücud vermek, suret giydirmek, eşya adedince diller ile bir Sâni'-i Hakîm'in vücub-u
vücuduna şehadet ve bir Kadîr-i Alîm-i Mutlak'a işaret ederler.
Onaltıncı Pencere
Rûy-i zeminde mevsim-bemevsim tazelenen mahlukatın icad ve tedbirlerindeki
intizamat ve tanzimat, bilbedahe bir hikmet-i âmmeyi gösterir. Sıfat, mevsufsuz
olmadığından; elbette o hikmet-i âmme, bizzarure bir Hakîm'i gösterir.
MAXQDA 2020 24.12.2022
mizan ve intizam ile biçilip hüsn-ü san'at ile tertib edilip, en kısa yolda, en güzel bir surette,
en hafif bir tarzda, istimalce en kolay bir şekilde, (meselâ kuşların elbiselerine ve her vakit
tüylerini kolayca oynatmalarına ve istimal etmelerine bak) hem israfsız hikmetli bir tarzda
vücud vermek, suret giydirmek, eşya adedince diller ile bir Sâni'-i Hakîm'in vücub-u
vücuduna şehadet ve bir Kadîr-i Alîm-i Mutlak'a işaret ederler.
Onaltıncı Pencere
Rûy-i zeminde mevsim-bemevsim tazelenen mahlukatın icad ve tedbirlerindeki
intizamat ve tanzimat, bilbedahe bir hikmet-i âmmeyi gösterir. Sıfat, mevsufsuz
olmadığından; elbette o hikmet-i âmme, bizzarure bir Hakîm'i gösterir. Hem o perde-i hikmet
içinde hârika tezyinat, bilbedahe bir inayet-i tâmmeyi gösterir. Ve o inayet-i tâmme, bizzarure
inayetkâr bir Hâlık-ı Kerim'i gösterir. Ve o perde-i inayette umuma şamil bir taltifat ve
ihsanat, bilbedahe bir rahmet-i vasiayı gösterir. Ve o rahmet-i vasia, bizzarure bir Rahman-ı
kemal-i şefkatle iaşe edilen bütün mahlukat, birer birer bir Sâni'-i Hakîm, Kerim, Rahîm,
Rezzak'ın vücubuna şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi, yeryüzünün mecmuunda tezahür
eden ve umumunda görülen ve kasd ve iradeyi bilbedahe gösteren hikmet-i âmme; ve hikmeti
dahi tazammun eden umum masnuata şamil inayet-i tâmme; ve inayet ve hikmeti tazammun
eden ve umum mevcudat-ı arziyeye şamil olan rahmet-i vasia; ve rahmet ve hikmet ve inayeti
de tazammun eden umum zîhayata şamil bir surette ve gayet kerimane bir tarzda olan rızk ve
iaşe-i umumiyeyi birden nazara al, bak
--
rahmet üstünde dahi bütün rızka muhtaç zîhayatların lâyık ve mükemmel bir tarzda iaşeleri ve
erzakları, bilbedahe terbiyekârane bir Rezzakıyet ve şefkatkârane bir rububiyeti gösterir. Ve o
terbiye ve idare, bizzarure bir Rezzak-ı Kerim'i gösterir. Evet zeminin yüzünde kemal-i
hikmetle terbiye edilen ve kemal-i inayetle tezyin edilen ve kemal-i rahmetle taltif edilen ve
kemal-i şefkatle iaşe edilen bütün mahlukat, birer birer bir Sâni'-i Hakîm, Kerim, Rahîm,
Rezzak'ın vücubuna şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi, yeryüzünün mecmuunda tezahür
eden ve umumunda görülen ve kasd ve iradeyi bilbedahe gösteren hikmet-i âmme; ve hikmeti
dahi tazammun eden umum masnuata şamil inayet-i tâmme; ve inayet ve hikmeti tazammun
eden ve umum mevcudat-ı arziyeye şamil olan rahmet-i vasia; ve rahmet ve hikmet ve inayeti
de tazammun eden umum zîhayata şamil bir surette ve gayet kerimane bir tarzda olan rızk ve
iaşe-i umumiyeyi birden nazara al, bak! Nasılki elvan-ı seb'a, ziyayı teşkil eder. Ve yeryüzünü
tenvir eden o ziya, nasıl şübhesiz güneşi gösterir. Öyle de; o hikmet içindeki inayet ve inayet
içindeki rahmet ve rahmet içindeki iaşe-i rızkî, nihayet derecede Hakîm, Kerim, Rahîm,
Rezzak bir Vâcib-ül Vücud'un vahdetini ve kemal-i rububiyetini büyük bir mikyasta, yüksek
bir derecede, parlak bir surette gösterir.
İşte ey sersem münkir-i gafil!
--
rahmet üstünde dahi bütün rızka muhtaç zîhayatların lâyık ve mükemmel bir tarzda iaşeleri ve
erzakları, bilbedahe terbiyekârane bir Rezzakıyet ve şefkatkârane bir rububiyeti gösterir. Ve o
terbiye ve idare, bizzarure bir Rezzak-ı Kerim'i gösterir. Evet zeminin yüzünde kemal-i
hikmetle terbiye edilen ve kemal-i inayetle tezyin edilen ve kemal-i rahmetle taltif edilen ve
kemal-i şefkatle iaşe edilen bütün mahlukat, birer birer bir Sâni'-i Hakîm, Kerim, Rahîm,
Rezzak'ın vücubuna şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi, yeryüzünün mecmuunda tezahür
eden ve umumunda görülen ve kasd ve iradeyi bilbedahe gösteren hikmet-i âmme; ve hikmeti
dahi tazammun eden umum masnuata şamil inayet-i tâmme; ve inayet ve hikmeti tazammun
eden ve umum mevcudat-ı arziyeye şamil olan rahmet-i vasia; ve rahmet ve hikmet ve inayeti
de tazammun eden umum zîhayata şamil bir surette ve gayet kerimane bir tarzda olan rızk ve
iaşe-i umumiyeyi birden nazara al, bak! Nasılki elvan-ı seb'a, ziyayı teşkil eder. Ve yeryüzünü
tenvir eden o ziya, nasıl şübhesiz güneşi gösterir. Öyle de; o hikmet içindeki inayet ve inayet
içindeki rahmet ve rahmet içindeki iaşe-i rızkî, nihayet derecede Hakîm, Kerim, Rahîm,
Rezzak bir Vâcib-ül Vücud'un vahdetini ve kemal-i rububiyetini büyük bir mikyasta, yüksek
MAXQDA 2020 24.12.2022
--
rahmet üstünde dahi bütün rızka muhtaç zîhayatların lâyık ve mükemmel bir tarzda iaşeleri ve
erzakları, bilbedahe terbiyekârane bir Rezzakıyet ve şefkatkârane bir rububiyeti gösterir. Ve o
terbiye ve idare, bizzarure bir Rezzak-ı Kerim'i gösterir. Evet zeminin yüzünde kemal-i
hikmetle terbiye edilen ve kemal-i inayetle tezyin edilen ve kemal-i rahmetle taltif edilen ve
kemal-i şefkatle iaşe edilen bütün mahlukat, birer birer bir Sâni'-i Hakîm, Kerim, Rahîm,
Rezzak'ın vücubuna şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi, yeryüzünün mecmuunda tezahür
eden ve umumunda görülen ve kasd ve iradeyi bilbedahe gösteren hikmet-i âmme; ve hikmeti
dahi tazammun eden umum masnuata şamil inayet-i tâmme; ve inayet ve hikmeti tazammun
eden ve umum mevcudat-ı arziyeye şamil olan rahmet-i vasia; ve rahmet ve hikmet ve inayeti
de tazammun eden umum zîhayata şamil bir surette ve gayet kerimane bir tarzda olan rızk ve
iaşe-i umumiyeyi birden nazara al, bak! Nasılki elvan-ı seb'a, ziyayı teşkil eder. Ve yeryüzünü
tenvir eden o ziya, nasıl şübhesiz güneşi gösterir. Öyle de; o hikmet içindeki inayet ve inayet
içindeki rahmet ve rahmet içindeki iaşe-i rızkî, nihayet derecede Hakîm, Kerim, Rahîm,
Rezzak bir Vâcib-ül Vücud'un vahdetini ve kemal-i rububiyetini büyük bir mikyasta, yüksek
bir derecede, parlak bir surette gösterir.
İşte ey sersem münkir-i gafil!
--
rahmet üstünde dahi bütün rızka muhtaç zîhayatların lâyık ve mükemmel bir tarzda iaşeleri ve
erzakları, bilbedahe terbiyekârane bir Rezzakıyet ve şefkatkârane bir rububiyeti gösterir. Ve o
terbiye ve idare, bizzarure bir Rezzak-ı Kerim'i gösterir. Evet zeminin yüzünde kemal-i
hikmetle terbiye edilen ve kemal-i inayetle tezyin edilen ve kemal-i rahmetle taltif edilen ve
kemal-i şefkatle iaşe edilen bütün mahlukat, birer birer bir Sâni'-i Hakîm, Kerim, Rahîm,
Rezzak'ın vücubuna şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi, yeryüzünün mecmuunda tezahür
eden ve umumunda görülen ve kasd ve iradeyi bilbedahe gösteren hikmet-i âmme; ve hikmeti
dahi tazammun eden umum masnuata şamil inayet-i tâmme; ve inayet ve hikmeti tazammun
eden ve umum mevcudat-ı arziyeye şamil olan rahmet-i vasia; ve rahmet ve hikmet ve inayeti
de tazammun eden umum zîhayata şamil bir surette ve gayet kerimane bir tarzda olan rızk ve
iaşe-i umumiyeyi birden nazara al, bak! Nasılki elvan-ı seb'a, ziyayı teşkil eder. Ve yeryüzünü
tenvir eden o ziya, nasıl şübhesiz güneşi gösterir. Öyle de; o hikmet içindeki inayet ve inayet
içindeki rahmet ve rahmet içindeki iaşe-i rızkî, nihayet derecede Hakîm, Kerim, Rahîm,
Rezzak bir Vâcib-ül Vücud'un vahdetini ve kemal-i rububiyetini büyük bir mikyasta, yüksek
bir derecede, parlak bir surette gösterir.
İşte ey sersem münkir-i gafil!
--
rahmet üstünde dahi bütün rızka muhtaç zîhayatların lâyık ve mükemmel bir tarzda iaşeleri ve
erzakları, bilbedahe terbiyekârane bir Rezzakıyet ve şefkatkârane bir rububiyeti gösterir. Ve o
MAXQDA 2020 24.12.2022
terbiye ve idare, bizzarure bir Rezzak-ı Kerim'i gösterir. Evet zeminin yüzünde kemal-i
hikmetle terbiye edilen ve kemal-i inayetle tezyin edilen ve kemal-i rahmetle taltif edilen ve
kemal-i şefkatle iaşe edilen bütün mahlukat, birer birer bir Sâni'-i Hakîm, Kerim, Rahîm,
Rezzak'ın vücubuna şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi, yeryüzünün mecmuunda tezahür
eden ve umumunda görülen ve kasd ve iradeyi bilbedahe gösteren hikmet-i âmme; ve hikmeti
dahi tazammun eden umum masnuata şamil inayet-i tâmme; ve inayet ve hikmeti tazammun
eden ve umum mevcudat-ı arziyeye şamil olan rahmet-i vasia; ve rahmet ve hikmet ve inayeti
de tazammun eden umum zîhayata şamil bir surette ve gayet kerimane bir tarzda olan rızk ve
iaşe-i umumiyeyi birden nazara al, bak! Nasılki elvan-ı seb'a, ziyayı teşkil eder. Ve yeryüzünü
tenvir eden o ziya, nasıl şübhesiz güneşi gösterir. Öyle de; o hikmet içindeki inayet ve inayet
içindeki rahmet ve rahmet içindeki iaşe-i rızkî, nihayet derecede Hakîm, Kerim, Rahîm,
Rezzak bir Vâcib-ül Vücud'un vahdetini ve kemal-i rububiyetini büyük bir mikyasta, yüksek
bir derecede, parlak bir surette gösterir.
İşte ey sersem münkir-i gafil!
görünüyor. İşte o hadsiz acaib-i san'at içinde yeryüzünün Rahmanî sofrasında yalnız kudretin
şekerlemeleri olan dutların nevilerine bak! Kemal-i rahmeti, kemal-i san'at içinde gör.
İşte bütün rûy-i zeminde gayet kıymettarlık ile beraber hadsiz ucuzluk; ve hadsiz
ucuzluk içinde hadsiz ihtilat ve karışıklık ile beraber hadsiz imtiyaz ve tefrik; ve hadsiz
imtiyaz ve tefrik içinde gayet uzaklık ile beraber son derecede muvafakat ve benzeyiş; ve son
derece benzemek içinde gayet derecede sühulet ve kolaylık ile beraber gayet derecede
ihtimamkârane yapılış; ve gayet derecede güzel yapılış içerisinde sür'at-i mutlaka ve
çabuklukla beraber gayet derecede mevzun ve mizanlı ve israfsızlık; ve gayet derecede
israfsızlık içinde son derece çokluk ve kesret ile beraber son derecede hüsn-ü san'at; ve son
derece hüsn-ü san'at içinde nihayet derecede sehavet ile beraber intizam-ı mutlak.. elbette
gündüz ışığı, ışık güneşi gösterdiği gibi, bir Kadîr-i Zülcelal'in, bir Hakîm-i Zülkemal'in, bir
Rahîm-i Zülcemal'in vücub-u vücuduna ve kemal-i kudretine ve cemal-i rububiyetine ve
vahdaniyetine ve ehadiyetine şehadet ederler, ]«X²,E²7! š@«W²,«²! y«7 sırrını gösterirler.
san'at, bilbedahe mükemmel bir istidadın vücuduna delalet eder. Ve mükemmel bir istidad ise,
âlî bir ruh ve yüksek bir zâtın vücuduna delalet eder.
Öyle de: Zeminin yüzünü, belki kâinatı dolduran müteceddid eserler, bilbedahe gayet
derece-i kemalde bulunan ef'ali gösteriyor. Ve şu nihayet derecedeki intizam ve hikmet
dairesindeki ef'al, bilbedahe ünvanları ve isimleri mükemmel olan bir fâili gösteriyor. Çünki
muntazam, hakîmane fiiller, fâilsiz olmadığı kat'iyyen malûm. Ve son derece mükemmel
ünvanlar, o fâilin son derece kemaldeki sıfatlarına delalet eder. Çünki fenn-i Sarfça nasıl ism-i
fâil masdardan yapılır.
i hikmet ve cemal-i rahmetini ders veriyor. Ve nasıl zemin kafasını, hayvanat ve nebatat
denilen manidar kelimeleriyle söyleştirip kemalât-ı san'atını kâinata gösteriyor. Öyle de; o
kafanın birer kelimesi olan nebatları ve ağaçları dahi; yapraklar, çiçekler, meyveler
kelimeleriyle intak edip yine kemal-i san'atını ve cemal-i rahmetini ilân ediyor.
rububiyetini gösterir. İşte eğer bütün rûy-i zemindeki ağaçların lisan-ı hallerini birden
dinleyebilsen, ¬Œ²*«²! ]¬4 @«8«: ¬€!«Y´WÅK7! ]¬4 @«8 ¬yÁV¬7 d±¬A«,< hazinesinde ne kadar
güzel cevherler
bulunduğunu göreceksin, anlayacaksın.
İşte ey nankörlük içinde kendini başıboş zanneden bedbaht gafil! Bu derece hadsiz
lisanlarla kendini sana tanıttıran ve bildiren ve sevdiren bir Kerim-i Zülcemal, tanımak
istenilmezse bu lisanları susturmalı
rububiyetini gösterir. İşte eğer bütün rûy-i zemindeki ağaçların lisan-ı hallerini birden
dinleyebilsen, ¬Œ²*«²! ]¬4 @«8«: ¬€!«Y´WÅK7! ]¬4 @«8 ¬yÁV¬7 d±¬A«,< hazinesinde ne kadar
güzel cevherler
bulunduğunu göreceksin, anlayacaksın.
İşte ey nankörlük içinde kendini başıboş zanneden bedbaht gafil
@«X²V«,²*«!«:
Nasıl cüz'iyat ve neticelerde ve teferruatta kemal-i hikmet ve cemal-i san'at görünüyor.
Öyle de: Tesadüfî ve karışık tevehhüm edilen küllî unsurların, büyük mahlukatın zahiren
karışık vaziyetleri dahi, bir hikmet ve san'at ile vaziyetler alıyorlar. İşte ziyanın parlaması, sair
hikmetli hidematının delaletiyle, yeryüzünde masnuat-ı İlahiyeyi izn-i Rabbanî
(Haşiye): Şu Yirminci Pencere'nin hakikatı, bir zaman Arabî bir surette şöyle kalbe gelmişti:
«t¬S[µ1²Y«# «t¬S<¬I²M«# ²w¬8 ‡@«M²2«²!
ve dağlarda bir mizan-ı hacetle iddiharlarının ifadesi ile ve bir mizan-ı hikmetle
gönderilmelerinin delaletiyle gösteriliyor ki; bir Rabb-ı Hakîm'in teshiriyle ve iddiharıyladır.
Ve kaynamaları ise, onun emrine heyecanla imtisal etmeleridir.
Şimdi yerdeki bütün taşların ve cevahirlerin ve madenlerin enva'ına bak. Bunların
tezyinatları ve menfaatlı hâsiyetleri bir Sâni'-i Hakîm'in tezyini ile, tertibi ile, tedbiri ile,
tasviri ile olduğunu, onlara müteallik hakîmane faideleri ve mesalih-i hayatiye ve levazımat-ı
insaniye ve hacat-ı hayvaniyeye muvafık bir tarzda ihzarları gösteriyor.
Şimdi çiçeklere, meyvelere bak!
zîhayatlara emzirmek, gösteriyor ki: O şırıltı, o gürültü gayet manidar ve hikmettardır ki; bir
Rabb-i Kerim'in emriyle, müştaklara o yağmur bağırıyor ki, "Sizlere müjde, geliyoruz!"
manasını ifade ederler.
Şimdi göğe bak! Gök içinde hadsiz ecramdan yalnız Kamer'e dikkat
---sh:»(S:672) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
et! Onun hareketi, bir Kadîr-i Hakîm'in emriyle olduğu, ona müteallik ve yeryüzüne ait
mühim hikmetlerdir ki, başka yerde beyan ettiğimizden kısa kesiyoruz.
İşte ziyadan tut, tâ Kamer'e kadar saydığımız küllî unsurlar gayet geniş bir tarzda ve
büyük bir mikyasta bir pencere açar. Bir Vâcib-ül Vücud'un vahdetini ve kemal-i kudretini ve
azamet-i saltanatını gösterir, ilân ederler.
İşte ey gafil! Eğer bu gök gürlemesi gibi bu sadâyı susturabilirsen ve güneşin ışığı gibi
parlak o ziyayı söndürebilirsen, Allah'ı unut!
«:
Şu kâinatın lâmbası olan güneş, kâinat Sâniinin vücuduna ve vahdaniyetine güneş gibi
parlak ve nurani bir penceredir. Evet, manzume-i şemsiye denilen küremizle beraber oniki
seyyare; cirmleri küçüklük-büyüklük itibariyle pekçok muhtelif ve mevkileri uzaklık-yakınlık
noktasında pekçok mütefavit ve sür'at-i hareketleri çok mütenevvi' olduğu halde kemal-i
intizam ve hikmet ile ve kemal-i mizan ile ve bir saniye kadar şaşırmayarak hareketleri ve
deveranları ve güneş ile, cazibe kanunu tabir edilen bir kanun-u İlahî ile bağlanmaları, yani
onlar imamlarına iktidaları; büyük bir mikyasta bir azamet-i kudret-i İlahiyeyi ve vahdaniyet-i
Rabbaniyeyi gösterir. Çünki o camid cirmleri, o şuursuz büyük kütleleri, nihayet derecede
intizam ve mizan-ı hikmet içinde muhtelif şekillerde ve muhtelif mesafelerde ve muhtelif
hareketlerde döndürmek, istihdam etmek, ne derece bir kudreti ve bir hikmeti isbat ettiğini
kıyas et. Bu büyük ve ağır işe zerre mikdar tesadüf karışsa, öyle bir patlayış verecek ki,
kâinatı dağıtacak. Çünki bir dakika, tesadüf birisini tevkif etse, mihverinden çıkmasına
sebebiyet verir, başkaları ile müsademe etmesine yol açar.
Şu kâinatın lâmbası olan güneş, kâinat Sâniinin vücuduna ve vahdaniyetine güneş gibi
parlak ve nurani bir penceredir. Evet, manzume-i şemsiye denilen küremizle beraber oniki
seyyare; cirmleri küçüklük-büyüklük itibariyle pekçok muhtelif ve mevkileri uzaklık-yakınlık
noktasında pekçok mütefavit ve sür'at-i hareketleri çok mütenevvi' olduğu halde kemal-i
intizam ve hikmet ile ve kemal-i mizan ile ve bir saniye kadar şaşırmayarak hareketleri ve
deveranları ve güneş ile, cazibe kanunu tabir edilen bir kanun-u İlahî ile bağlanmaları, yani
onlar imamlarına iktidaları; büyük bir mikyasta bir azamet-i kudret-i İlahiyeyi ve vahdaniyet-i
Rabbaniyeyi gösterir. Çünki o camid cirmleri, o şuursuz büyük kütleleri, nihayet derecede
intizam ve mizan-ı hikmet içinde muhtelif şekillerde ve muhtelif mesafelerde ve muhtelif
hareketlerde döndürmek, istihdam etmek, ne derece bir kudreti ve bir hikmeti isbat ettiğini
kıyas et. Bu büyük ve ağır işe zerre mikdar tesadüf karışsa, öyle bir patlayış verecek ki,
kâinatı dağıtacak. Çünki bir dakika, tesadüf birisini tevkif etse, mihverinden çıkmasına
MAXQDA 2020 24.12.2022
sebebiyet verir, başkaları ile müsademe etmesine yol açar. Küre-i Arzdan bin defa büyük
cirmlerle müsademenin ne derece dehşetli olduğunu kıyas edebilirsin.
Manzume-i Şemsiyenin yani şemsin me'mumları ve meyveleri olan oniki seyyarenin
Şu kâinatın lâmbası olan güneş, kâinat Sâniinin vücuduna ve vahdaniyetine güneş gibi
parlak ve nurani bir penceredir. Evet, manzume-i şemsiye denilen küremizle beraber oniki
seyyare; cirmleri küçüklük-büyüklük itibariyle pekçok muhtelif ve mevkileri uzaklık-yakınlık
noktasında pekçok mütefavit ve sür'at-i hareketleri çok mütenevvi' olduğu halde kemal-i
intizam ve hikmet ile ve kemal-i mizan ile ve bir saniye kadar şaşırmayarak hareketleri ve
deveranları ve güneş ile, cazibe kanunu tabir edilen bir kanun-u İlahî ile bağlanmaları, yani
onlar imamlarına iktidaları; büyük bir mikyasta bir azamet-i kudret-i İlahiyeyi ve vahdaniyet-i
Rabbaniyeyi gösterir. Çünki o camid cirmleri, o şuursuz büyük kütleleri, nihayet derecede
intizam ve mizan-ı hikmet içinde muhtelif şekillerde ve muhtelif mesafelerde ve muhtelif
hareketlerde döndürmek, istihdam etmek, ne derece bir kudreti ve bir hikmeti isbat ettiğini
kıyas et. Bu büyük ve ağır işe zerre mikdar tesadüf karışsa, öyle bir patlayış verecek ki,
kâinatı dağıtacak. Çünki bir dakika, tesadüf birisini tevkif etse, mihverinden çıkmasına
sebebiyet verir, başkaları ile müsademe etmesine yol açar. Küre-i Arzdan bin defa büyük
cirmlerle müsademenin ne derece dehşetli olduğunu kıyas edebilirsin.
Manzume-i Şemsiyenin yani şemsin me'mumları ve meyveleri olan oniki seyyarenin
---sh:»(S:673) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
seyyaremiz, bir azamet-i şevket-i rububiyeti ve haşmet-i saltanat-ı uluhiyeti ve kemal-i
rahmeti ve hikmeti gösterir bir surette Güneşin etrafında, emr-i Rabbanî ile (Üçüncü
Mektub'da beyan edildiği gibi) pek büyük bir hizmet için bir uzun seyr ü seyahat ona
ettiriliyor. Bir sefine-i Rabbaniye olarak acaib-i masnuat-ı İlahiye ile doldurulmuş ve zîşuur
ibadullaha seyrangâh gibi bir mesken-i seyyar vaziyeti verilmiş. Ve evkat ve hesabı bildirecek
saat akrebi gibi Kamer dahi dakik hesablarla, azîm hikmetlerle ona takılmış ve o Kamer'e
başka menzillerde ayrı seyr ü seyahat verilmiş. İşte bu mübarek seyyaremizin şu halleri, küre-
i arz kuvvetinde bir şehadetle, bir Kadîr-i Mutlak'ın vücub-u vücudunu ve vahdetini isbat
eder.
--
seyyaremiz, bir azamet-i şevket-i rububiyeti ve haşmet-i saltanat-ı uluhiyeti ve kemal-i
rahmeti ve hikmeti gösterir bir surette Güneşin etrafında, emr-i Rabbanî ile (Üçüncü
Mektub'da beyan edildiği gibi) pek büyük bir hizmet için bir uzun seyr ü seyahat ona
ettiriliyor. Bir sefine-i Rabbaniye olarak acaib-i masnuat-ı İlahiye ile doldurulmuş ve zîşuur
ibadullaha seyrangâh gibi bir mesken-i seyyar vaziyeti verilmiş. Ve evkat ve hesabı bildirecek
saat akrebi gibi Kamer dahi dakik hesablarla, azîm hikmetlerle ona takılmış ve o Kamer'e
başka menzillerde ayrı seyr ü seyahat verilmiş. İşte bu mübarek seyyaremizin şu halleri, küre-
i arz kuvvetinde bir şehadetle, bir Kadîr-i Mutlak'ın vücub-u vücudunu ve vahdetini isbat
eder. Madem şu seyyaremiz böyledir, manzume-i şemsiyeyi ona kıyas edebilirsin. Hem şemse
MAXQDA 2020 24.12.2022
kendi mihveri üstünde cazibe denilen manevî ipleri yumak yaptırmak için dolap ve çıkrık
hükmünde olan güneşi, bir Kadîr-i Zülcelal'in emriyle döndürüp, o seyyaratı o manevî iplerle
bağlayıp tanzim etmek ve güneşi bütün seyyaratı ile saniyede beş saatlik bir mesafeyi
kestirecek kadar bir sür'atle, bir tahmine göre "Herkül Burcu" tarafına veya Şems-üş Şümus
canibine sevk etmek, elbette ezel ve ebed sultanı olan Zât-ı Zülcelal'in kudretiyle ve
emriyledir.
Mayi haline gelen bir madde-i seyyaleden taş ve taştan toprak halkedilmiş. Mayi kalsaydı,
kabil-i sükna olmazdı. O mayi taş olduktan sonra, demir gibi sert olsa idi kabil-i istifade
olmazdı. Elbette buna bu vaziyeti veren, yerin sekenelerinin hacetlerini gören bir Sâni'-i
Hakîm'in hikmetidir. Sonra tabaka-i turabiye, dağlar direği üzerine atılmış, tâ içindeki dâhilî
inkılablardan gelen zelzeleler, dağlarla teneffüs edip, zemini hareketinden ve vazifesinden
şaşırtmasın. Hem denizin istilâsından toprağı kurtarsın. Hem zîhayatların levazımat-ı
hayatiyesine birer hazine olsun. Hem havayı tarasın, gazat-ı muzırradan tasfiye etsin, tâ
teneffüse kabil olsun.
dolu sefine-i Rabbaniyeyi bir meşher-i acaib yaparak yirmidörtbin sene bir mesafede, bir
senede sür'atle çevirip, onun yüzünde dizilmiş eşyadan hiçbir şey düşürmesin?
Hem zeminin yüzündeki acib san'atlara bak! Anasırlar, ne derece hikmetle tavzif
edilmişler. Bir Kadîr-i Hakîm'in emriyle zemin yüzündeki Rahman misafirlerine nasıl güzel
bakıyorlar, hizmetlerine koşuyorlar.
Hem acib ve garib san'atlar içinde rengârenk acib hikmetli zemin yüzünün sîmasındaki
bu nakışlı çizgilere bak! Nasıl sekenelerine enhar ve çayları, deniz ve ırmakları, dağ ve
tepeleri, ayrı ayrı mahluklarına ve ibadına lâyık birer mesken ve vesait-i nakliye yapmış.
Sonra yüzbinler ecnas-ı nebatat ve enva'-ı hayvanatı ile kemal-i hikmet ve intizam ile
doldurup hayat vererek şenlendirmek, vakit-bevakit muntazaman mevt ile terhis ederek
boşaltıp yine muntazaman "Ba'sü ba'de-l mevt" suretinde doldurmak; bir Kadîr-i Zülcelal'in
ve bir Hakîm-i Zülkemal'in vücub-u vücuduna ve vahdetine yüzbinler lisanlarla şehadet
ederler
MAXQDA 2020 24.12.2022
dolu sefine-i Rabbaniyeyi bir meşher-i acaib yaparak yirmidörtbin sene bir mesafede, bir
senede sür'atle çevirip, onun yüzünde dizilmiş eşyadan hiçbir şey düşürmesin?
Hem zeminin yüzündeki acib san'atlara bak! Anasırlar, ne derece hikmetle tavzif
edilmişler. Bir Kadîr-i Hakîm'in emriyle zemin yüzündeki Rahman misafirlerine nasıl güzel
bakıyorlar, hizmetlerine koşuyorlar.
Hem acib ve garib san'atlar içinde rengârenk acib hikmetli zemin yüzünün sîmasındaki
bu nakışlı çizgilere bak! Nasıl sekenelerine enhar ve çayları, deniz ve ırmakları, dağ ve
tepeleri, ayrı ayrı mahluklarına ve ibadına lâyık birer mesken ve vesait-i nakliye yapmış.
Sonra yüzbinler ecnas-ı nebatat ve enva'-ı hayvanatı ile kemal-i hikmet ve intizam ile
doldurup hayat vererek şenlendirmek, vakit-bevakit muntazaman mevt ile terhis ederek
boşaltıp yine muntazaman "Ba'sü ba'de-l mevt" suretinde doldurmak; bir Kadîr-i Zülcelal'in
ve bir Hakîm-i Zülkemal'in vücub-u vücuduna ve vahdetine yüzbinler lisanlarla şehadet
ederler.
Elhasıl:
Hayat dahi, pekçok sıfâttan yapılmış bir hakikattır. O hakikattaki sıfatlardan bir kısmı,
duygular vasıtasıyla inbisat ederek inkişaf edip ayrılırlar. Kısm-ı ekseri ise hissiyat suretinde
kendilerini ihsas ederler. Ve hayattan kaynama suretinde kendilerini bildirirler.
Hem hayat, kâinatın tedbir ve idaresinde hükümferma olan rızk ve rahmet ve inayet ve
hikmeti tazammun ediyor. Güya hayat onları arkasına takıp, girdiği yere çekiyor. Meselâ
hayat bir cisme, bir bedene girdiği vakit; Hakîm ismi dahi tecelli eder, hikmetle yuvasını
güzelce yapıp tanzim eder. Aynı halde Kerim ismi de tecelli edip, meskenini hacatına göre
tertib ve tezyin eder. Yine aynı halde Rahîm isminin cilvesi görünüyor ki, o hayatın devam ve
kemali için türlü türlü ihsanlarla taltif eder.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Yine aynı halde Rahîm isminin cilvesi görünüyor ki, o hayatın devam ve
kemali için türlü türlü ihsanlarla taltif eder. Yine aynı halde Rezzak isminin cilvesi görünüyor
ki, o hayatın bekasına ve inkişafına lâzım maddî, manevî gıdaları yetiştiriyor. Ve kısmen
bedeninde iddihar ediyor. Demek hayat bir nokta-i mihrakıye hükmünde; muhtelif sıfât birbiri
içine girer, belki birbirinin aynı olur. Güya hayat tamamıyla hem ilimdir, aynı halde kudrettir,
aynı halde de hikmet ve rahmettir ve hâkeza... İşte hayat bu câmi' mahiyeti itibariyle
---sh:»(S:676) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
şuun-u zâtiye-i Rabbaniyeye âyinedarlık eden bir âyine-i Samediyettir.
Mevt, hayat kadar bir bürhan-ı rububiyettir. Gayet kuvvetli bir hüccet-i vahdaniyettir.
«œY«[«E²7! «—«€²Y«W²7! «s«V«' ›¬HÅ7«! delaletince, mevt; adem, i'dam, fena, hiçlik, fâilsiz bir
inkıraz değil,
belki bir Fâil-i Hakîm tarafından hizmetten terhis ve tahvil-i mekân ve tebdil-i beden ve
vazifeden paydos ve haps-i bedenden âzad etmek ve muntazam bir eser-i hikmet olduğu,
Birinci Mektub'da gösterilmiştir. Evet nasıl zemin yüzündeki masnuat ve zîhayatlar ve
hayattar zemin yüzü, bir Sâni'-i Hakîm'in vücub-u vücuduna ve vahdaniyetine şehadet
ediyorlar. Öyle de: O zîhayatlar ölümleriyle bir Hayy-ı Bâki'nin sermediyetine ve vâhidiyetine
şehadet ediyorlar. Yirmiikinci Söz'de; mevt, gayet kuvvetli bir bürhan-ı vahdet ve bir hüccet-i
hayatına karışabilir? Senin gibi hiç ender hiç olan tesadüf ve tabiat buna karışabilir mi?
Kurtulmak istersen: "Tabiat, olsa olsa bir defter-i kudret-i İlahiyedir. Tesadüf ise, cehlimizi
örten gizli bir hikmet-i İlahiyenin perdesidir" de, hakikata yanaş
Senin gibi hiç ender hiç olan tesadüf ve tabiat buna karışabilir mi?
Kurtulmak istersen: "Tabiat, olsa olsa bir defter-i kudret-i İlahiyedir. Tesadüf ise, cehlimizi
örten gizli bir hikmet-i İlahiyenin perdesidir" de, hakikata yanaş.
---sh:»(S:678) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Öyle de: Müsebbebata takılan neticeler, gayeler, faideler; bilbedahe perde-i esbab
arkasında bir Rabb-ı Kerim'in, bir Hakîm-i Rahîm'in işleri olduğunu gösterir. Çünki şuursuz
esbab, elbette bir gayeyi düşünüp çalışmaz. Halbuki görüyoruz: Vücuda gelen her mahluk, bir
gaye değil, belki çok gayeleri, çok faideleri, çok hikmetleri takib ederek vücuda geliyor.
Demek bir Rabb-ı Hakîm ve Kerim, o şeyleri yapıp gönderiyor. O faideleri onlara gaye-i
vücud yapıyor. Meselâ, yağmur geliyor.
Aynen o
küçücük hüceyrelerde de, o tasarruf ve iddihar var. Nebatata bakıyoruz, gayet hakîmane bir
terbiye, bir tedbir görünüyor. Hayvanata bakıyoruz; nihayet derecede kerimane bir terbiye ve
iaşe görüyoruz. Kâinatın erkân-ı azîmesine bakıyoruz; mühim gayeler için haşmetkârane bir
tedvir ve tenvir görüyoruz. Âlemin mecmuuna bakıyoruz; muntazam bir memleket, bir şehir,
bir saray hükmünde âlî hikmetler, galî gayeler için mükemmel bir tanzimat görüyoruz.
(Otuzikinci Söz'ün Birinci Mevkıfında izah ve isbat edildiği üzere) bir zerreden tut, tâ
yıldızlara kadar zerre mikdar şirke yer bırakmıyor. Öyle birbirlerine
---sh:»(S:682) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
Herbir şey vücudunda, sıfâtında, müddet-i bekasında hadsiz imkânat, yani gayet çok
yollar ve cihetler içinde mütereddid iken, görüyoruz ki; o hadsiz cihetler içinde vücudça
muntazam bir yolu takib ediyor. Herbir sıfatı da mahsus bir tarzda ona veriyor. Müddet-i
bekasında bütün değiştirdiği sıfat ve haller dahi, böyle bir tahsis ile veriliyor. Demek bir
muhassısın iradesiyle, bir müreccihin tercihiyle, bir mûcid-i hakîmin icadıyladır ki; hadsiz
yollar içinde, hikmetli bir yolda onu sevkeder, muntazam sıfâtı ve ahvali ona giydiriyor.
Sonra infiraddan çıkarıp, bir terkibli cisme cüz' yapar, imkânat ziyadeleşir. Çünki o cisimde
binler tarzda bulunabilir. Halbuki neticesiz o vaziyetler içinde neticeli, mahsus bir vaziyet ona
verilir ki; mühim neticeleri ve faideleri ve o cisimde vazifeleri gördürülüyor. Sonra o cisim
dahi diğer bir cisme cüz' yaptırılıyor.
umumiyesi nisbetine dahi, hikmetli bir vazifesi ve hizmeti vardır. Zerre miktar şaşırsa, sıhhat
ve idare-i beden bozulur. Kan damarlarına, his ve hareket asablarına, hattâ bedenin heyet-i
umumiyesinde birer mahsus vazifesi, hikmetli birer vaziyeti vardır. Binlerle imkânat içinde,
bir Sâni'-i Hakîm'in hikmetiyle o muayyen vaziyet verilmiştir. Öyle de: Bu kâinattaki
mevcudat, herbiri kendi zâtı ile, sıfâtı ile çok imkânat yolları
---sh:»(S:686) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
Bu kâinattaki
mevcudat, herbiri kendi zâtı ile, sıfâtı ile çok imkânat yolları
---sh:»(S:686) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
içinde has bir vücudu ve hikmetli bir sureti ve faideli sıfatları, nasıl bir Vâcib-ül Vücud'a
şehadet ederler. Öyle de: Mürekkebata girdikleri vakit, herbir mürekkebde daha başka bir
lisanla yine Sâniini ilân eder. Git gide, tâ en büyük mürekkebe kadar nisbeti ve vazifesi,
hizmeti itibariyle Sâni'-i Hakîm'in vücub-u vücuduna ve ihtiyarına ve iradesine şehadet eder.
Çünki bir şeyi, bütün mürekkebata hikmetli münasebetleri muhafaza suretinde yerleştiren,
bütün o mürekkebatın Hâlıkı olabilir.
içinde has bir vücudu ve hikmetli bir sureti ve faideli sıfatları, nasıl bir Vâcib-ül Vücud'a
şehadet ederler. Öyle de: Mürekkebata girdikleri vakit, herbir mürekkebde daha başka bir
lisanla yine Sâniini ilân eder. Git gide, tâ en büyük mürekkebe kadar nisbeti ve vazifesi,
hizmeti itibariyle Sâni'-i Hakîm'in vücub-u vücuduna ve ihtiyarına ve iradesine şehadet eder.
Çünki bir şeyi, bütün mürekkebata hikmetli münasebetleri muhafaza suretinde yerleştiren,
bütün o mürekkebatın Hâlıkı olabilir. Demek birtek şey, binler lisanlarla ona şehadet eder
hükmündedir. İşte kâinatın mevcudatı kadar değil, belki mevcudatın sıfât ve mürekkebatı
adedince imkânat noktasından da Vâcib-ül Vücud'un vücuduna karşı şehadetler geliyor.
sahife on sahife kadar müşkil olduğu cihetle, birden dikkatsiz, tashihsiz böyle söylenmiş,
tab'edilmiştir. Bizce Risale-i Nur hesabına bir hârikadır. Hiçbir nazımlı divan, bunun gibi tekellüfsüz,
nesren okunabilir görülmüyor. İnşâallah bu eser bir zaman Risale-i Nur şakirdlerine bir nevi mesnevî
olacak. Hem bu eser, kendisinden on sene sonra çıkan ve yirmiüç senede tamamlanan Risale-i Nur'un
mühim eczalarına bir işaret-i gaybiye nev'inden müjdeli bir fihrist hükmündedir.
Risale-i Nur Şakirdlerinde
Menfîce
müteharrik, daim tahribkâr olur.
***
Kuvvet Hakka Hizmetkâr Olmalı
Hikmetteki desatir, hükûmette nevamis, hakta olan kavanin, kuvvetteki
---sh:»(S:707) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
kavaid birbiriyle olmazsa müstenid ve müstemid:
Seviye bir olmadı; mezheb taaddüd etti. Terbiye-i vâhide kâfi geldiği zaman, ittihad
eder mezhebler...
***
İcad Ve Cem'-i Ezdadda Büyük Bir Hikmet Var. Kudret Elinde Şems Ve Zerre Birdir
Ey birader-i kalbhüşyar! Ezdadın cem'indendir tecelli-i iktidar; lezzet içinde elem,
hayrın içinde şerri,
Hüsnün içinde kubhu, nef'in içinde dârrı, nimet içinde nıkmet, nurun içinde nârı bilir
misin ki sırrı?
Ziya zulmete borçlu, lezzet eleme medyun; sıhhat, marazsız olmaz. Cennet olmazsa
belki Cehennem tazib etmez. Zemherirsiz olmuyor... Ger zemherir olmazsa, o da ihrak
edemez.
O Hallak-ı Lemyezel, halk-ı ezdad içinde hikmetini gösterdi. Haşmeti etti zuhur...
O Kadîr-i Lâyezal, cem'-i ezdad içinde iktidarı gösterdi. Azamet etti zuhur. Madem o
kudret-i İlahî lâzıme-i zâtî olur
O Zât-ı Ezelî'ye, hem zarure-i nâşie; onda zıddı olamaz, acz tahallül edemez, onda
meratib olamaz, herşeye nisbeti bir, hiç bir şey ağır olmuyor.
İsrafın en sefihi, tebzirin en sakîmi, bir tarzdır bir çeşidi; heves etme bu işe...
***
Zaika Telgrafçıdır, Telziz İle Baştan Çıkarma
(*)Rububiyet-i İlah hikmet ve inayeti, ağızla hem burunla iki merkezi teşkil eylemiştir,
MAXQDA 2020 24.12.2022
Şu noktaya dikkat et; nasıl olur niyetle mubah âdât, ibadat... Öyle tarz-ı nazarla fünun-u
ekvan, olur maarif-i İlahî...
Tedkik dahi tefekkür, yani ger harfî nazarla, hem san'at noktasında "ne güzeldir" yerine
"ne güzel yapmış Sani', nasıl yapmış o mâhi"
Nokta-i nazarında kâinata bir baksan, nakş-ı Nakkaş-ı Ezel, nizam ve hikmetiyle lem'a-i
kasd ve itkan, tenvir eder şübehi.
Döner ulûm-u kâinat, maarif-i İlahî. Eğer mana-yı ismiyle, tabiat noktasında, "zâtında
nasıl olmuş" eğer etsen nigahı,
Bakarsan kâinata, daire-i fünunun daire-i cehl olur.
Semere-i sa'yine, kısmetine rıza ise, memduh bir kanaattır, meyl-i sa'ye kuvvettir.
Mevcud mala iktifa, mergub kanaat değil; belki dûn-himmetliktir. Misaller daha çoktur.
Kur'an mutlak zikreder, sâlihat ve takvayı. İbhamında remz eder makamatın tesiri. Îcazı
bir tafsildir. Sükûtu geniş sözdür.
Her fâsıkın her vasfı fâsık olmak, fıskından neş'et etmek, öyle de her dem sabit değildir.
Demek bir kâfirin müslim olan bir vasfı, müslimdeki lâmeşru' vasfına galib olur.
Bilvasıta, o kâfir dahi ona galibdir.
Hem dünyada, hayatın hakkı şamil ve âmmdır. O rahmet-i âmmenin bir cilve-i manidar,
onun bir sırr-ı hikmeti var; küfür mani değildir.
Üçüncü nokta şudur: O Zât-ı Zülcelal'in iki vasf-ı kemalden iki Şer'i tecelli; vasf-ı
iradeden gelen meşietle takdirdir,
O da şer'-i tekvinî... Vasf-ı Kelâm'dan gelen şeriat-ı meşhure. Teşriî evamire karşı itaat,
isyan
Sair kitablara benzemez, onlara makîs olmaz; zira yirmi sene zarfında müneccemen
hacetlere nisbeten nüzulü; müteferrik mütekatı', bir hikmet-i Rabbanî.
Esbab-ı nüzulü muhtelif, mütebayin. Bir maddede es'ile mütekerrir, mütefavit. Hâdisat-ı
ahkâmı müteaddid, mütegayir. Muhtelif, mütefarık nüzulünün ezmanı.
ƶ!(
Kâmilîn insanların zevk-i maalîsini hoşnud eden bir halet, çocukça bir hevese, sefihçe
bir tabiat sahibine hoş gelmez,
Onları eğlendirmez. Bu hikmete binaen, bir zevk-i süflî, sefih, hem nefsî ve şehvanî
içinde tam beslenmiş, zevk-i ruhîyi bilmez.
Avrupa'dan tereşşuh etmiş şu hazır edebiyat romanvari nazarla, Kur'anda olan letaif-i
ulviyet, mezaya-yı haşmeti göremez, hem tadamaz.
Kendindeki miheki ona ayar edemez. Edebiyatta vardır üç meydan-ı cevelan; onlar
içinde gezer, haricine çıkamaz:
Firak-
ul ahbabdan gelir, fakd-ül ahbabdan gelmez.
Kâinatta nazarı, kör tabiat yerine şuurlu, hem rahmetli bir san'at-ı İlahî onun medar-ı
bahsi, tabiattan bahsetmez.
Kör kuvvetin yerine inayetli, hikmetli bir kudret-i İlahî ona medar-ı beyan. Onun için
kâinat, vahşetzar suret giymez.
Belki muhatab-ı mahzunun nazarında oluyor bir cem'iyet-i ahbab. Her tarafta tecavüb,
her canibde tahabbüb; ona sıkıntı vermez.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Hem ünsiyet, teselli, tahabbübü veriyor. O da alır getirir; şehd-i şehadet yapar. Balda bir
bal akıtır, o esrar-engiz şehbaz.
Harekât-ı ecrama, ya nücum, ya şümusa nazarımız kondukça, ellerine verirler Hâlıkın
hikmetini. Hem mâye-i ibreti, hem cilve-i rahmeti alır ediyor pervaz.
Güya şu Güneş bizlerle konuşuyor: Der:
âmil olması ve a'zamî bir zühd ve takva ve a'zamî ihlas ve dine hizmetinde a'zamî sebat,
a'zamî sıdk ve sadakat ve fedakârlığa, a'zamî iktisad ve kanaata mâlik olması şarttır.
Hülâsa olarak; müfessirin, Kur'anî risaleleriyle, risalet-i Ahmediyenin (A.S.M) a'zamî
takva ve a'zamî ubudiyeti ve kuvve-i kudsiyesiyle de velayet-i Ahmediyenin lemaatına
mazhar olmuş hâdim-i Kur'an bir zât olması...
Dokuzuncusu: Müfessirin, Kur'anî ve Şer'î mes'eleleri beyan ederken, şu veya bu
tazyik ve işkenceyi nazara almayan, herhangi bir tesir altında kalarak fetva vermeyen ve
ölümü istihkar edip, dünyaya meydan okuyacak bir iman kuvvetiyle hakikatı pervasızca
söyleyen İslâmî şecaat ve cesarete mâlik olan bir müfessir olması gerektir.
âmil olması ve a'zamî bir zühd ve takva ve a'zamî ihlas ve dine hizmetinde a'zamî sebat,
a'zamî sıdk ve sadakat ve fedakârlığa, a'zamî iktisad ve kanaata mâlik olması şarttır.
MAXQDA 2020 24.12.2022
(S:758) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Bu cümleden olarak, Müslümanların refah ve saadeti için, bütün ömür dakikalarını sırf
iman hizmetine vakf ve hasretmek ve ihlasa tam muvaffak olmak için, kendini dünyadan
tecrid ederek mücerred kalmıştır. Evet, Bediüzzaman iman ve İslâmiyet hizmeti için, her
şeyden bu derece fedakârlık yapan, fakat bütün bunlarla beraber; ubudiyet, zühd ve takvada
da bir istisna teşkil eden tarihî bir İslâm fedaisi ve Kur'an-ı Hakîm'in muhlis bir hâdimi
payesine yükselmiştir.
Bediüzzaman'ın, Risale-i Nur davasında öyle bir itminanı, öyle bir sıdk ve sadakatı, öyle
bir sebat ve metaneti, öyle bir ihlası vardır ki: Din düşmanlarının o kadar şiddetli zulüm ve
istibdadları, o kadar hücum ve tazyikatları ve bunlarla beraber maddî yokluklar içinde
bulunması, davasından vazgeçirememiş ve küçük bir tereddüd dahi ika' edememiştir.
Said Nursî, Eski Said tabir ettiği gençliğinde felsefede çok ileri gitmiştir.
Bediüzzaman'ın, Risale-i Nur davasında öyle bir itminanı, öyle bir sıdk ve sadakatı, öyle
bir sebat ve metaneti, öyle bir ihlası vardır ki: Din düşmanlarının o kadar şiddetli zulüm ve
istibdadları, o kadar hücum ve tazyikatları ve bunlarla beraber maddî yokluklar içinde
bulunması, davasından vazgeçirememiş ve küçük bir tereddüd dahi ika' edememiştir.
Said Nursî, Eski Said tabir ettiği gençliğinde felsefede çok ileri gitmiştir. Garbın
Sokrat'ı, Eflatun'u, Aristo'su gibi hakikatlı feylesofları ve şarkın İbn-i Sina, İbn-i Rüşd, Farabî
gibi dâhî hükemalarından felsefe ve hikmette Kur'an-ı Hakîm'in feyziyle çok ileri geçmiş ve
Kur'andan başka halâskâr ve hakikî rehber olmadığını dava etmiş ve Risale-i Nur eserlerinde
isbat etmiştir. Bu hakikatlarda şübhesi olan olursa, Üstad âhirete teşrif etmeden bizzât
şübhesini izale edebilir.
Said Nursî, Kur'an ve imana hizmet mesleğini ihtiyar edip, hiçbir maddî ve manevî
menfaat, salahat ve velilik gibi manevî makamları maksad ve gaye etmeden, sırf Cenab-ı
Hakk'ın rızası için hizmet yapmıştır. Basiretli ehl-i ilim tarafından bütün Müslümanlarca
"Zuhuru beklenen siyasî ve dinî bir halâskârdır" gibi şahsına verilen yüksek mertebeyi,
Bediüzzaman hiddetle reddetmiş, kendisinin ancak Kur'anın bir hizmetkârı ve Risale-i Nur
Talebelerinin bir ders arkadaşı olduğuna inanmış ve beyan etmiştir.
oraya tam muvafıktır. Fakat o ince inceliği, âlimler de birden pek anlamadıklarını itiraf
etmişlerdir. Bunun için, Bediüzzaman'ın eserlerindeki hususiyet ve incelikleri, Risale-i Nur'la
fazla iştigal etmemiş olanlar, birden intikal edemezler.
Büyük şâirimiz, edebiyatımızın medar-ı iftiharı merhum Mehmed Âkif, bir üdebâ
meclisinde, "Viktor Hügo'lar, Şekspirler, Dekartlar; edebiyatta ve felsefede, Bediüzzaman'ın
bir talebesi olabilirler." demiştir.
Edib ve şâirler, zeval ve firaktan ağlamışlar, ölümden vaveylâ etmişlerdir. Güz
mevsimini hüzünle tasvir etmişlerdir
Efendimizin sünnetine tam ittiba' ederek yaptığı dinî cihad-ı ekberinde, beşer tarihinde misli
görülmemiş bir tarzda muvaffak ve muzaffer olmuştur.
Bediüzzaman gibi, yüzotuz parça imanî eserlerini şiddetli bir istibdad, tazyikat ve
takyidat altında, gizliden gizliye te'lif edebilmek, hem kuvvetli bir takva ve ubudiyete sahib
olmak ve hem bunlarla beraber, harb cephesinde de fedai olarak gönüllü askerleriyle
muharebe etmiş olmak ve harb cephesinde, avcı hattında dahi, fırsat buldukça Kur'anın en
ince nüktelerini ve hârika i'cazını beyan eden bir Kur'an tefsiri te'lif etmiş olmak ve aynı
zamanda nefs mücadelesinde de galib olup, nefsini de dine hizmetkâr yapmak ve hürriyeti
gasbedilerek, ücra bir köye sürgün edilip, tecrid-i mutlak ve tarassudlar ve her türlü azablar
içinde ablukaya alınıp, Engizisyon zulümlerini çok geride bırakan hâkim bir kuvvetin
tazyikatı altında, cani canavarların pek vahşi işkenceleri
---sh:»(S:770) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
içinde, (Sırran tenevverat) sırrıyla perde altında Risale-i Nur eserleri gibi eserler neşretmek ve
böylece cihanın maddî manevî "Fâtih"i olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sünnet-
MAXQDA 2020 24.12.2022
bu husustaki gaflet ve kusuratı; o musibetlerin ihtar ettiğini, idrak ettirmiştir. Zâten insanların,
mü'minlerin başına gelen bela ve musibetlerin hikmeti budur.
Evet o ecnebilerin, canavarlar gibi yaptıkları muamele ve zulümler, İslâm dünyasında,
hürriyet ve istiklal ve ittihad-ı İslâm cereyanını da hızlandırmıştır. Nihayet, müstakil İslâm
devletlerinin teşkilini intac etmiştir. İnşâallahü Teâlâ, Cemahir-i Müttefika-i İslâmiye de
meydana gelecek ve İslâmiyet, dünyaya hâkim ve hükümran olacaktır. Rahmet-i İlahîden
kuvvetle ümid ve niyaz ediyoruz.
BEŞİNCİ SÖZ: 22
«–YX¬K²E8 ²v; «w<¬HÅ7!«: !²x«TÅ#! «w<¬HÅ7! «p«8 «yÁV7! Å–¬! âyetinin mealinde ve takva ve
ubudiyet hakkındaki
âyetlerin ve vazife-i ubudiyet ve takvanın mühim bir sırrını gayet güzel bir temsil ile tefsir
ediyor. O tefsir herkesi ikna ediyor.
ALTINCI SÖZ:
22
«–YX¬K²E8 ²v; «w<¬HÅ7!«: !²x«TÅ#! «w<¬HÅ7! «p«8 «yÁV7! Å–¬! âyetinin mealinde ve takva ve
ubudiyet hakkındaki
âyetlerin ve vazife-i ubudiyet ve takvanın mühim bir sırrını gayet güzel bir temsil ile tefsir
ediyor. O tefsir herkesi ikna ediyor.
ALTINCI SÖZ: 25
¬€!«Y´WÅK7! |¬4 f²W«E²7! y«7«: «–YE¬A²M# «w[¬&«: «–YK²W# «w[¬& ¬yÁV7! «–@«E²AK«4
âyetinin mealinde ve beş vakit namaz hakkındaki âyâtın gayet mühim bir sırrını "Beş Nükte"
ile tefsir etmekle beraber, malûm olan beş vakit namazın o vakitlere hikmet-i tahsisini o kadar
MAXQDA 2020 24.12.2022
güzel ve şirin bir tarzda beyan ediyor ki: Zerre miktar şuuru bulunan bir insan, bu cazibedar
hikmet ve parlak hakikate karşı teslime mecbur olur. Ve cesed-i insan; havaya, suya, gıdaya
muhtaç olduğu gibi, ruh-u insan da namaza muhtaç bulunduğunu gayet kat'î bir surette beyan
eder.
ONUNCU SÖZ:
temsil ile tefsir etmekle Kur'anın bir mu'cizesini ve i'cazını ve onun karşısında hikmet-i
felsefenin aczini ve sukutunu hârika bir surette isbat eder, körlere de gösterir. Bu söz,
Onbirinci Söz gibi gayet mühimdir. Herkes onlara muhtaçtır.
ONÜÇÜNCÜ SÖZ:
temsil ile tefsir etmekle Kur'anın bir mu'cizesini ve i'cazını ve onun karşısında hikmet-i
felsefenin aczini ve sukutunu hârika bir surette isbat eder, körlere de gösterir. Bu söz,
Onbirinci Söz gibi gayet mühimdir. Herkes onlara muhtaçtır.
ONÜÇÜNCÜ SÖZ:
temsil ile tefsir etmekle Kur'anın bir mu'cizesini ve i'cazını ve onun karşısında hikmet-i
felsefenin aczini ve sukutunu hârika bir surette isbat eder, körlere de gösterir. Bu söz,
Onbirinci Söz gibi gayet mühimdir. Herkes onlara muhtaçtır.
ONÜÇÜNCÜ SÖZ:
temsil ile tefsir etmekle Kur'anın bir mu'cizesini ve i'cazını ve onun karşısında hikmet-i
felsefenin aczini ve sukutunu hârika bir surette isbat eder, körlere de gösterir. Bu söz,
Onbirinci Söz gibi gayet mühimdir. Herkes onlara muhtaçtır.
---sh:»(S:780) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
âyetinin mealinde ve hikmet-i Kur'aniyenin kudsiyeti ve vüs'ati ve şiirden istiğnası hakkındaki
âyâtın mühim bir sırrını tefsir etmekle beraber, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın yüksek mu'cizane
hikmetini, felsefenin aşağı ve dar hikmeti ile müvazene ediyor. Hikmet-i Kur'aniyedeki kesret
ve vüs'ati ve felsefenin fakr ve iflasını muhtasar beyan etmekle beraber, Kur'anın şiirden
istiğnasının ve adem-i tenezzülünün sebebi, hakaik-i Kur'aniyenin yüksekliği ve parlaklığı
olduğunu gösterir. Ve mühim bir temsil ile bir nevi i'caz-ı Kur'aniyeyi beyan eder.
İKİNCİ MAKAM:
---sh:»(S:780) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
âyetinin mealinde ve hikmet-i Kur'aniyenin kudsiyeti ve vüs'ati ve şiirden istiğnası hakkındaki
âyâtın mühim bir sırrını tefsir etmekle beraber, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın yüksek mu'cizane
hikmetini, felsefenin aşağı ve dar hikmeti ile müvazene ediyor. Hikmet-i Kur'aniyedeki kesret
ve vüs'ati ve felsefenin fakr ve iflasını muhtasar beyan etmekle beraber, Kur'anın şiirden
istiğnasının ve adem-i tenezzülünün sebebi, hakaik-i Kur'aniyenin yüksekliği ve parlaklığı
MAXQDA 2020 24.12.2022
olduğunu gösterir. Ve mühim bir temsil ile bir nevi i'caz-ı Kur'aniyeyi beyan eder.
İKİNCİ MAKAM:
---sh:»(S:780) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
âyetinin mealinde ve hikmet-i Kur'aniyenin kudsiyeti ve vüs'ati ve şiirden istiğnası hakkındaki
âyâtın mühim bir sırrını tefsir etmekle beraber, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın yüksek mu'cizane
hikmetini, felsefenin aşağı ve dar hikmeti ile müvazene ediyor. Hikmet-i Kur'aniyedeki kesret
ve vüs'ati ve felsefenin fakr ve iflasını muhtasar beyan etmekle beraber, Kur'anın şiirden
istiğnasının ve adem-i tenezzülünün sebebi, hakaik-i Kur'aniyenin yüksekliği ve parlaklığı
olduğunu gösterir. Ve mühim bir temsil ile bir nevi i'caz-ı Kur'aniyeyi beyan eder.
İKİNCİ MAKAM:
---sh:»(S:780) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
âyetinin mealinde ve hikmet-i Kur'aniyenin kudsiyeti ve vüs'ati ve şiirden istiğnası hakkındaki
âyâtın mühim bir sırrını tefsir etmekle beraber, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın yüksek mu'cizane
hikmetini, felsefenin aşağı ve dar hikmeti ile müvazene ediyor. Hikmet-i Kur'aniyedeki kesret
ve vüs'ati ve felsefenin fakr ve iflasını muhtasar beyan etmekle beraber, Kur'anın şiirden
istiğnasının ve adem-i tenezzülünün sebebi, hakaik-i Kur'aniyenin yüksekliği ve parlaklığı
olduğunu gösterir. Ve mühim bir temsil ile bir nevi i'caz-ı Kur'aniyeyi beyan eder.
İKİNCİ MAKAM: 142
(S:784) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
İkinci Makamı: Mu'cizat-ı Enbiya (Aleyhimüsselâm) yüzünde parlayan bir mu'cize-i
Kur'aniyeyi göstermekle beraber, mu'cizat-ı Enbiyaya dair âyât-ı Kur'aniyenin ne kadar
manidar ve hikmettar olduklarını gösterir. Ve Kur'anda kapalı kalmış çok defineler
bulunduğunu ihtar eder.
YİRMİBİRİNCİ SÖZ: 269
İki Makamdır.
--
âyetlerinin enaniyet-i insaniye ve tahavvülât-ı zerrat hakkındaki hakikata dair gelen âyâtın iki
mühim sırrını iki maksad ile beyan eder. Birinci Maksad, enaniyet-i insaniyenin muamma-yı
acibesini hallederek silsile-i diyanet ile silsile-i felsefenin menşe'lerini gayet parlak bir tarzda
gösterir. İkinci Maksad, tahavvülât-ı zerratın tılsımını keşfediyor. Zerratın harekâtını, o derece
hikmetli ve muntazam gösteriyor ki: O umum zerreler, Sultan-ı Ezelî'nin muhteşem ve
muazzam bir ordusu ve muti' ve müsahhar memurları olduğunu kat'î delillerle isbat eder.
Yirmidokuzuncu Söz nasılki tılsım-ı kâinatın üç muammasından birisini keşfetmiş. Bu
Otuzuncu Söz dahi akılları hayrette bırakan ve feylesofları sersemleştiren o tılsımın üç
muammasından ikinci muammasını halletmiştir. Hususan hâtimesinde:
Elcevab: "Birinci Sual"in cevabının âhirinde denildiği gibi: Mevt, vazife-i hayattan bir
terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır, bir tahvil-i vücuddur, hayat-ı bâkiyeye bir
davettir, bir mebde'dir, bir hayat-ı bâkiyenin mukaddimesidir. Nasılki hayatın dünyaya
gelmesi bir halk ve takdir iledir; öyle de, dünyadan gitmesi de bir halk ve takdir ile, bir hikmet
ve tedbir iledir. Çünki en basit tabaka-i hayat olan hayat-ı nebatiyenin mevti, hayattan daha
muntazam bir eser-i san'at olduğunu gösteriyor. Zira meyvelerin, çekirdeklerin, tohumların
MAXQDA 2020 24.12.2022
mevti; tefessüh ile çürümek ve dağılmakla göründüğü halde, gayet muntazam bir muamele-i
kimyeviye ve mizanlı bir imtizacat-ı unsuriye ve hikmetli bir teşekkülât-ı zerreviyeden ibaret
olan bir yoğurmaktır ki, bu görünmeyen intizamlı ve hikmetli ölümü, sünbülün hayatıyla
tezahür ediyor. Demek çekirdeğin mevti, sünbülün mebde-i hayatıdır; belki ayn-ı hayatı
hükmünde olduğu için, şu ölüm dahi, hayat kadar mahluk ve muntazamdır.
---sh:»(M:8) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------------------
Hem zîhayat meyvelerin yahut hayvanların mide-i insaniyede ölümleri, hayat-ı
insaniyeye çıkmalarına menşe' olduğundan; "o mevt, onların hayatından daha muntazam ve
mahluk" denilir.
İşte en edna tabaka-i hayat olan hayat-ı nebatiyenin mevti; böyle mahluk, hikmetli ve
intizamlı olsa, tabaka-i hayatın en ulvîsi olan hayat-ı insaniyenin başına gelen mevt, elbette
yer altına girmiş bir çekirdeğin hava âleminde bir ağaç olması gibi, yer altına giren bir insan
da, Âlem-i Berzah'ta, elbette bir hayat-ı bâkiye sünbülü verecektir.
Amma mevt, nimet olduğunun ciheti ise, çok vücuhundan dört vechine işaret ederiz.
Birincisi: Ağırlaşmış olan vazife-i hayattan ve tekâlif-i hayatiyeden âzad edip, yüzde
MAXQDA 2020 24.12.2022
doksandokuz ahbabına kavuşmak için, Âlem-i Berzah'ta bir visal kapısı olduğundan, en
büyük bir nimettir.
Şöyle ki:
Arzın medar-ı senevîsi altında bulunan Cehennem-i Kübra, yerin merkezindeki
Cehennem-i Suğra'yı güya tevkil ederek bazı vezaifini gördürmüş. Kadîr-i Zülcelal'in mülkü
pek çok geniştir. Hikmet-i İlahiye nereyi göstermiş ise Cehennem-i Kübra oraya yerleşir. Evet
bir Kadîr-i Zülcelal ve emr-i –xU«[«4 ²w6 e mâlik bir Hakîm-i Zülkemal, gözümüzün
---sh:»(M:10) ↓ ---------------------------------------------------------------------------------------------
önünde kemal-i hikmet ve intizam ile Kamer'i Arz'a bağlamış; azamet-i kudret ve intizam ile
Arz'ı Güneş'e rabtetmiş ve Güneş'i seyyaratıyla beraber Arz'ın sür'at-i seneviyesine yakın bir
sür'at ile ve haşmet-i rububiyetiyle, bir ihtimale göre Şemsüşşümus tarafına bir hareket vermiş
ve donanma elektrik lâmbaları gibi yıldızları, saltanat-ı rububiyetine nuranî şahidler yapmış;
onunla saltanat-ı rububiyetini ve azamet-i kudretini göstermiş bir Zât-ı Zülcelal'in kemal-i
Cehennem-i Kübra'yı elektrik lâmbalarının fabrikasının kazanı hükmüne getirip âhirete bakan
semanın yıldızlarını onunla iş'al etsin; hararet ve kuvvet versin. Yani, âlem-i nur olan
Cennet'ten yıldızlara nur verip, Cehennem'den nâr ve hararet göndersin. Aynı halde o
Cehennem'in bir kısmını ehl-i azaba mesken ve mahbes yapsın. Hem bir Fâtır-ı Hakîm ki; dağ
gibi koca bir ağacı, tırnak gibi bir çekirdekte saklar. Elbette o Zât-ı Zülcelal'in kudret ve
hikmetinden uzak değildir ki; Küre-i Arz'ın kalbindeki Cehennem-i Suğra çekirdeğinde
Cehennem-i Kübra'yı saklasın.
Elhasıl
Arz'ı Güneş'e rabtetmiş ve Güneş'i seyyaratıyla beraber Arz'ın sür'at-i seneviyesine yakın bir
sür'at ile ve haşmet-i rububiyetiyle, bir ihtimale göre Şemsüşşümus tarafına bir hareket vermiş
ve donanma elektrik lâmbaları gibi yıldızları, saltanat-ı rububiyetine nuranî şahidler yapmış;
onunla saltanat-ı rububiyetini ve azamet-i kudretini göstermiş bir Zât-ı Zülcelal'in kemal-i
hikmetinden ve azamet-i kudretinden ve saltanat-ı rububiyetinden uzak değildir ki,
Cehennem-i Kübra'yı elektrik lâmbalarının fabrikasının kazanı hükmüne getirip âhirete bakan
semanın yıldızlarını onunla iş'al etsin; hararet ve kuvvet versin. Yani, âlem-i nur olan
Cennet'ten yıldızlara nur verip, Cehennem'den nâr ve hararet göndersin. Aynı halde o
Cehennem'in bir kısmını ehl-i azaba mesken ve mahbes yapsın. Hem bir Fâtır-ı Hakîm ki; dağ
gibi koca bir ağacı, tırnak gibi bir çekirdekte saklar. Elbette o Zât-ı Zülcelal'in kudret ve
hikmetinden uzak değildir ki; Küre-i Arz'ın kalbindeki Cehennem-i Suğra çekirdeğinde
Cehennem-i Kübra'yı saklasın.
Cehennem-i Kübra'yı elektrik lâmbalarının fabrikasının kazanı hükmüne getirip âhirete bakan
semanın yıldızlarını onunla iş'al etsin; hararet ve kuvvet versin. Yani, âlem-i nur olan
Cennet'ten yıldızlara nur verip, Cehennem'den nâr ve hararet göndersin. Aynı halde o
Cehennem'in bir kısmını ehl-i azaba mesken ve mahbes yapsın. Hem bir Fâtır-ı Hakîm ki; dağ
gibi koca bir ağacı, tırnak gibi bir çekirdekte saklar. Elbette o Zât-ı Zülcelal'in kudret ve
hikmetinden uzak değildir ki; Küre-i Arz'ın kalbindeki Cehennem-i Suğra çekirdeğinde
Cehennem-i Kübra'yı saklasın.
Elhasıl: Cennet ve Cehennem, şecere-i hilkatten ebed tarafına uzanıp eğilerek giden bir
dalın iki meyvesidir. Meyvenin yeri ise, dalın müntehasındadır.
Eğer bütün eşya bir tek zâta isnad edilse, vücub derecesinde bir sühulet, bir kolaylık peyda
eder. Eğer eşya müteaddid sâni'lere, esbablara isnad edilse; imtina' derecesinde bir suubet, bir
müşkilât ortaya düşer. Çünki bir zabit gibi veya usta gibi bir tek zât, kesretli efrada ve kesretli
taşlara bir fiil ile, bir hareket ile ve sühuletle bir vaziyet verip bir netice hasıl eder ki, eğer o
vaziyeti alması ve o neticeyi istihsal etmesi, o ordudaki efrada ve o direksiz kubbedeki taşlara
havale edilse; pek çok fiillerle, pek çok müşkilâtla, pek çok karışıklıklarla ancak yapılabilir.
İşte şu kâinattaki raks u deveran, seyr ü cevelan ve temaşa-i tesbihfeşan ve fusul-i erbaa
ve gece-gündüzdeki seyeran gibi ef'al, eğer vahdete verilse; birtek zât, birtek emirle, birtek
küreyi tahrik ile mevsimlerin değişmesindeki acaib-i san'atı ve gece gündüzün deveranındaki
garaib-i hikmeti ve yıldızların ve Şems ve Kamer'in surî hareketlerinde şirin temaşa
levhalarını göstermek gibi o âlî vaziyetleri ve gâlî neticeleri
---sh:»(M:18) ↓ ---------------------------------------------------------------------------------------------
istihsal eder. Çünki umum mevcudat ordusu Onundur.
---sh:»(M:18) ↓ ---------------------------------------------------------------------------------------------
istihsal eder. Çünki umum mevcudat ordusu Onundur. İstese, Arz gibi bir neferi, umum
yıldızlara kumandan tayin eder; koca Güneş'i, ahalisine ısıtıcı ve ışık verici bir lâmba ve
elvah-ı nukuş-u kudret olan fusul-i erbaayı da bir mekik ve sahaif-i kitabet-i hikmet olan gece
gündüzü de bir yay yapar. Herbir gününe, ayrı bir şekilde bir Kamer'i göstererek, evkatın
hesabı için takvimcilik yaptırır.. ve yıldızların kendilerine, raksa gelen ve cezbeden rakseden
melaikenin ellerinde süslü ve şirin, parlak nazenin misbahlar suretini vermek gibi, Arz'a ait
çok hikmetlerini gösterir. Eğer bu vaziyetler, umum mevcudata hükmü ve nizamı ve kanunu
ve tedbiri müteveccih olan bir zâttan istenilmezse, o vakit umum güneşler, yıldızlar, hakikî
hareket ile ve hadsiz bir sür'atle hadsiz bir mesafeyi her gün kat'etmeleri lâzım gelir.
İşte vahdette nihayetsiz sühulet ve kesrette nihayetsiz suubet bulunduğundandır ki; ehl-i
san'at ve ticaret, kesrete bir vahdet verir, tâ sühulet ve kolaylık olsun, yani şirketler teşkil
ederler.
(M:18) ↓ ---------------------------------------------------------------------------------------------
istihsal eder. Çünki umum mevcudat ordusu Onundur. İstese, Arz gibi bir neferi, umum
yıldızlara kumandan tayin eder; koca Güneş'i, ahalisine ısıtıcı ve ışık verici bir lâmba ve
elvah-ı nukuş-u kudret olan fusul-i erbaayı da bir mekik ve sahaif-i kitabet-i hikmet olan gece
gündüzü de bir yay yapar. Herbir gününe, ayrı bir şekilde bir Kamer'i göstererek, evkatın
hesabı için takvimcilik yaptırır.. ve yıldızların kendilerine, raksa gelen ve cezbeden rakseden
melaikenin ellerinde süslü ve şirin, parlak nazenin misbahlar suretini vermek gibi, Arz'a ait
çok hikmetlerini gösterir. Eğer bu vaziyetler, umum mevcudata hükmü ve nizamı ve kanunu
ve tedbiri müteveccih olan bir zâttan istenilmezse, o vakit umum güneşler, yıldızlar, hakikî
hareket ile ve hadsiz bir sür'atle hadsiz bir mesafeyi her gün kat'etmeleri lâzım gelir.
İşte vahdette nihayetsiz sühulet ve kesrette nihayetsiz suubet bulunduğundandır ki; ehl-i
MAXQDA 2020 24.12.2022
san'at ve ticaret, kesrete bir vahdet verir, tâ sühulet ve kolaylık olsun, yani şirketler teşkil
ederler.
"Keşki şâir
olsaydım, bunu tekmil etseydim" dedim. Halbuki şiir ve nazma istidadım yokken yine
başladım, fakat nazım ve şiir yapamadım; nasıl hutur etti ise, öyle yazdım. Benim vârisim
olan sen, istersen nazma çevir, tanzim et. İşte birden hatıra gelen şu:
Dinle de yıldızları şu hutbe-i şirinine
Name-i nurîn-i hikmet, bak ne takrir eylemiş.
Hep beraber nutka gelmiş, hak lisanıyla derler:
"Bir Kadîr-i Zülcelal"in haşmet-i Sultanına
Birer bürhan-ı nur-efşanız biz, vücud-u Sania
Hem vahdete, hem kudrete şahidleriz biz.
Şu zeminin yüzünü yaldızlayan
Nazenin mu'cizatı çün melek seyranına.
Şu semanın arza bakan, cennete dikkat eden
Binler müdakkik gözleriz biz (Haşiye)
Tûbâ-i hilkatten semavat şıkkına
Hep kehkeşan ağsanına..
Bir Cemil-i Zülcelal'in, dest-i hikmetiyle takılmış
Pek güzel meyveleriz biz.
ediyorlar gibi
bir zemine, bir Cennet'e bakıyorlar. Yani o iki âleme nezaretleri var demektir.
Elcevab: Yüzbin defa hâşâ ve kellâ! O damen-i muallâya şöyle pest şübehatın eli
yetişmez. Evet onbeş yaşından kırk yaşına kadar, hararet-i gariziyenin galeyanı hengâmında
ve hevesat-ı nefsaniyenin iltihabı zamanında, dost ve düşmanın ittifakıyla kemal-i iffet ve
tamam-ı ismet ile Haticet-ül Kübra (R.A.) gibi ihtiyarca bir tek kadın ile iktifa ve kanaat eden
bir zâtın kırktan sonra, yani hararet-i gariziye tevakkufu hengâmında ve hevesat-ı
nefsaniyenin sükûneti zamanında kesret-i izdivac ve tezevvücatı, bizzarure ve bilbedahe
nefsanî olmadığını ve başka ehemmiyetli hikmetlere müstenid olduğunu, zerre kadar insafı
olana isbat eder bir hüccettir.
---sh:»(M:28) ↓ ---------------------------------------------------------------------------------------------
O hikmetlerden birisi şudur ki:
nın işaretiyle, o nikâh bir akd-i semavî olduğuna delaletiyle, hârikulâde ve örf ve muamelat-ı
zahiriye fevkinde, sırf kaderin hükmüyledir ki Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o
hükm-ü kadere inkıyad göstermiştir ve mecbur olmuştur. Nefis arzusuyla değildir. Şu kader
hükmünün de ehemmiyetli bir hükm-ü şer'î ve mühim bir hikmet-i âmmeyi ve şümullü bir
maslahat-ı umumiyeyi tazammun eden ²v¬Z¬=@«[¬2²(«! ¬‚!«:²+«! ]¬4 °‚«h«& «w[¬X¬8ÌYW²7! ]«V«2 -
–xU«< « ²]«
¬w´W²&ÅI7! isimleri ¬v[¬&ÅI7! ¬w´W²&ÅI7! ¬yÁV7! ¬v²K¬" e girdiklerinin ve her mübarek şey'in
başında
zikredilmelerinin çok hikmetleri var. Onların beyanını başka vakte talikan, şimdilik kendime
ait bir hissimi söyleyeceğim:
Kardeşim ben ¬v[¬&ÅI7! ¬w´W²&ÅI7! isimlerini öyle bir nur-u a'zam görüyorum ki, bütün kâinatı
İşte tahmin ederim ki, nâsihlerin nasihatları şu zamanda tesirsiz kaldığının bir sebebi
şudur ki: Ahlâksız insanlara derler: "Hased etme!
Elcevab: ¬yÁV7! «G²X¬2 v²V¬Q²7!«: Hâlık-ı Hakîm'in herşeyde gösterdiği hikmet-i âliye, hattâ tek
küçük bir şey'e, çok büyük hikmetleri takmasıyla
---sh:»(M:38) ↓ ---------------------------------------------------------------------------------------------
tasrih derecesinde işaret ediyor ki: Küre-i Arz, serseriyane, bâd-i heva azîm bir daireyi
çizmiyor.
Elcevab: ¬yÁV7! «G²X¬2 v²V¬Q²7!«: Hâlık-ı Hakîm'in herşeyde gösterdiği hikmet-i âliye, hattâ tek
küçük bir şey'e, çok büyük hikmetleri takmasıyla
---sh:»(M:38) ↓ ---------------------------------------------------------------------------------------------
tasrih derecesinde işaret ediyor ki: Küre-i Arz, serseriyane, bâd-i heva azîm bir daireyi
çizmiyor.
olur. Öyle de: Küre-i Arz sür'atli, hikmetli hareketiyle bir daire-i vücudun temessülüne ve o
daire-i vücud mahsulâtıyla beraber, bir meydan-ı haşr-i ekberin teşekkülüne medardır.
¬yÁV7!
MAXQDA 2020 24.12.2022
BİRİNCİ SUALİNİZ: Hazret-i Âdem'in (A.S.) Cennet'ten ihracı ve bir kısım benî-
âdemin Cehennem'e idhali ne hikmete mebnîdir?
Elcevab: Hikmeti, tavziftir. Öyle bir vazife ile memur edilerek gönderilmiştir ki; bütün
terakkiyat-ı maneviye-i beşeriyenin ve bütün istidadat-ı beşeriyenin inkişaf ve inbisatları ve
mahiyet-i insaniyenin bütün esma-i İlahiyeye bir âyine-i câmia olması, o vazifenin
netaicindendir.
mukteza-yı fıtratları olan malûm günahla Cennet'ten ihraç edildi. Demek Hazret-i Âdem'in
Cennet'ten ihracı, ayn-ı hikmet ve mahz-ı rahmet olduğu gibi; küffarın da Cehennem'e
idhalleri, haktır ve adalettir.
Onikinci Mektub
¬˜¬G²W«E¬" d±¬A«K< Ŭ
mukteza-yı fıtratları olan malûm günahla Cennet'ten ihraç edildi. Demek Hazret-i Âdem'in
Cennet'ten ihracı, ayn-ı hikmet ve mahz-ı rahmet olduğu gibi; küffarın da Cehennem'e
idhalleri, haktır ve adalettir.
Onikinci Mektub
¬˜¬G²W«E¬" d±¬A«K< Ŭ!
BİRİNCİ SUALİNİZ: Hazret-i Âdem'in (A.S.) Cennet'ten ihracı ve bir kısım benî-
âdemin Cehennem'e idhali ne hikmete mebnîdir?
Elcevab: Hikmeti, tavziftir. Öyle bir vazife ile memur edilerek gönderilmiştir ki; bütün
terakkiyat-ı maneviye-i beşeriyenin ve bütün istidadat-ı beşeriyenin inkişaf ve inbisatları ve
mahiyet-i insaniyenin bütün esma-i İlahiyeye bir âyine-i câmia olması, o vazifenin
netaicindendir.
Hikmeti, tavziftir. Öyle bir vazife ile memur edilerek gönderilmiştir ki; bütün
terakkiyat-ı maneviye-i beşeriyenin ve bütün istidadat-ı beşeriyenin inkişaf ve inbisatları ve
mahiyet-i insaniyenin bütün esma-i İlahiyeye bir âyine-i câmia olması, o vazifenin
netaicindendir. Eğer Hazret-i Âdem Cennet'te kalsaydı; melek gibi makamı sabit kalırdı,
istidadat-ı beşeriye inkişaf etmezdi. Halbuki yeknesak makam sahibi olan melaikeler çoktur, o
tarz ubudiyet için insana ihtiyaç yok. Belki hikmet-i İlahiye, nihayetsiz makamatı kat'edecek
olan insanın istidadına muvafık bir dâr-ı teklifi iktiza ettiği için, melaikelerin aksine olarak
mukteza-yı fıtratları olan malûm günahla Cennet'ten ihraç edildi. Demek Hazret-i Âdem'in
Cennet'ten ihracı, ayn-ı hikmet ve mahz-ı rahmet olduğu gibi; küffarın da Cehennem'e
idhalleri, haktır ve adalettir.
---sh:»(M:43) ↓ ---------------------------------------------------------------------------------------------
Elcevab: Hazret-i Hüseyin'in yakın taraftarları değil, fakat cemaatine iltihak eden sair
milletlerde, yaralanmış gurur-u milliyeleri cihetiyle, Arab milletine karşı bir fikr-i intikam
bulunması Hazret-i Hüseyin ve taraftarlarının safi ve parlak mesleklerine halel verip,
mağlubiyetlerine sebeb olmuş.
Amma kader nokta-i nazarında feci akibetin hikmeti ise: Hasan ve Hüseyin ve onların
hanedanları ve nesilleri, manevî bir saltanata namzed idiler. Dünya saltanatı ile manevî
saltanatın cem'i gayet müşkildir. Onun için onları dünyadan küstürdü, dünyanın çirkin yüzünü
gösterdi. Tâ, kalben dünyaya karşı alâkaları kalmasın.
değildir. Onun mukarreb ve havassı, nur-u iman ile onu tanır. Yoksa bedahet derecesinde
herkes onu tanımayacaktır.
Üçüncü Nokta: Vefat eden çocuk, bir Hâlık-ı Rahîm'in mahluku, memlukü, abdi ve
bütün heyetiyle onun masnu'u ve ona ait olarak ebeveyninin bir arkadaşı idi ki; muvakkaten
ebeveyninin nezaretine verilmiş. Peder ve vâlideyi ona hizmetkâr etmiş. Ebeveyninin o
hizmetlerine mukabil, muaccel bir ücret olarak lezzetli bir şefkat vermiş. Şimdi binden
dokuzyüz doksandokuz hisse sahibi olan O Hâlık-ı Rahîm, mukteza-yı rahmet ve hikmet
olarak o çocuğu senin elinden alsa, hizmetine hâtime verse; surî bir hisse ile, hakikî bin hisse
sahibine karşı şekvayı andıracak bir tarzda me'yusane hüzün ve feryad etmek ehl-i imana
yakışmaz, belki ehl-i gaflet ve dalalete yakışıyor.
Dördüncü Nokta: Eğer dünya ebedî olsaydı, insan içinde ebedî kalsaydı ve firak ebedî
olsaydı; elîmane teessürat ve me'yusane teellümatın bir manası olurdu. Fakat madem dünya
bir misafirhanedir; vefat eden çocuk nereye gitmişse, siz de biz de oraya gideceğiz.
---sh:»(M:86) ↓ ---------------------------------------------------------------------------------------------
ÜÇÜNCÜ MES'ELE: Hikmet ve akıl ile halledilmeyen bir mes'ele-i mühimme.
G<¬h< @«W¬7 ½Ä@ÅQ«4 ¯–²@«- ]¬4 «x; ¯•²x«< Åu6
Sual:
cemallerini görmek ve göstermek isterler. Yani, kâinat kitabını ve mevcudat mektubatını ânen
fe-ânen tazelendirmek isterler. Yani, yeniden yeniye manidar yazmak ve her bir mektubu,
Zât-ı Mukaddes ve Müsemma-yı Akdes ile beraber, bütün zîşuurların nazar-ı mütalaasına
göstermek ve okutturmak iktiza ederler.
MAXQDA 2020 24.12.2022
İkinci sebeb ve hikmet: Nasılki mahlukattaki faaliyet bir iştiha, bir iştiyak, bir
lezzetten geliyor. Ve hattâ herbir faaliyette kat'iyyen lezzet vardır; belki herbir faaliyet, bir
nevi lezzettir. Öyle de Vâcib-ül Vücud'a lâyık bir tarzda ve istiğna-i zâtîsine ve gına-i
mutlakına muvafık bir surette ve kemal-i mutlakına münasib bir şekilde hadsiz bir
M.) delail-i kat'iyye ile isbat ettiklerinden, isbat cihetini onlara havale edip,
yalnız onlara bir tetimme olarak ondokuz nükteli işaretlerle, o büyük hakikatın bazı lem'alarını
göstereceğiz:)
BİRİNCİ NÜKTELİ İŞARET: Şu kâinatın sahib ve mutasarrıfı elbette bilerek yapıyor
MAXQDA 2020 24.12.2022
ve hikmetle tasarruf ediyor ve her tarafı görerek tedvir ediyor ve her şey'i bilerek, görerek
terbiye ediyor ve herşeyde görünen hikmetleri, gayeleri, faideleri irade ederek tedvir ediyor.
Madem yapan bilir; elbette bilen konuşur. Madem konuşacak, elbette zîşuur ve zîfikir ve
konuşmasını bilenlerle konuşacak. Madem zîfikirle konuşacak, elbette zîşuurun içinde en
cem'iyetli ve şuuru küllî olan insan nev'i ile konuşacaktır. Madem insan nev'i ile konuşacak,
elbette insanlar içinde kabil-i hitab ve mükemmel insan olanlarla konuşacak.
M.) delail-i kat'iyye ile isbat ettiklerinden, isbat cihetini onlara havale edip,
yalnız onlara bir tetimme olarak ondokuz nükteli işaretlerle, o büyük hakikatın bazı lem'alarını
göstereceğiz:)
BİRİNCİ NÜKTELİ İŞARET: Şu kâinatın sahib ve mutasarrıfı elbette bilerek yapıyor
ve hikmetle tasarruf ediyor ve her tarafı görerek tedvir ediyor ve her şey'i bilerek, görerek
terbiye ediyor ve herşeyde görünen hikmetleri, gayeleri, faideleri irade ederek tedvir ediyor.
Madem yapan bilir; elbette bilen konuşur. Madem konuşacak, elbette zîşuur ve zîfikir ve
konuşmasını bilenlerle konuşacak. Madem zîfikirle konuşacak, elbette zîşuurun içinde en
cem'iyetli ve şuuru küllî olan insan nev'i ile konuşacaktır. Madem insan nev'i ile konuşacak,
elbette insanlar içinde kabil-i hitab ve mükemmel insan olanlarla konuşacak.
---sh:»(M:93) ↓ ---------------------------------------------------------------------------------------------
bedahet derecesinde ve ister istemez tasdike mecbur kalacak derecede mu'cize olmazdı. Çünki
sırr-ı imtihan ve hikmet-i teklif iktiza eder ki, akla kapı açılsın ve aklın ihtiyarı elinden
alınmasın. Eğer gayet bedihî bir surette olsa, o vakit aklın ihtiyarı kalmaz. Ebu Cehil de, Ebu
Bekir gibi tasdik eder. İmtihan ve teklifin faidesi kalmaz. Kömür ile elmas bir seviyede
kalırdı.
için, vefat-ı Nebevî'den sonra, âl ve ashabının ve ümmetinin başlarına gelen müdhiş hâdisatı,
umumiyetle ve tafsilatıyla göstermemek (Haşiye) mukteza-yı hikmet ve rahmettir. Fakat yine
bazı hikmetler için mühim hâdisatı, -fakat dehşetli bir surette değil- ona talim etmiş. O da
ihbar etmiş. Hem güzel hâdiseleri kısmen mücmel, kısmen tafsil ile bildirmiş. O da haber
vermiş.
Fakat yine
bazı hikmetler için mühim hâdisatı, -fakat dehşetli bir surette değil- ona talim etmiş. O da
ihbar etmiş. Hem güzel hâdiseleri kısmen mücmel, kısmen tafsil ile bildirmiş. O da haber
vermiş. Onun haberlerini de en yüksek bir derece-i takvada ve adlde ve sıdkta çalışan ve
¬*@ÅX7! «w¬8 ˜«G«Q²T«8 ²!Åx«A«B«[²V«4 !®G±¬W«Q«B8 Å]«V«2 «Æ«H«6 ²w«8«: hadîsindeki
tehdidden şiddetle korkan ve
Nasılki sâbık işaretlerde ve misallerde gördük ki; her bir nev-i mahlukat, onu hüsn-ü istikbal
ediyor gibi mu'cizatını gösteriyorlar, mu'cize lisanıyla nübüvvetini tasdik ediyorlar.
ONYEDİNCİ İŞARET: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Kur'andan sonra en
büyük mu'cizesi, kendi zâtıdır.
(M:187) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
muaraza edilmez ve edilmemiş." Bu sözler mübalağa görünüyor ve akıl kabul etmiyor. Çünki
beşerin sözlerinde Kur'an cümlelerine benzeyen çok cümleler var. Bu sözün sırr-ı hikmeti
nedir?
Elcevab: İ'caz-ı Kur'anda iki mezheb var. Mezheb-i ekser ve racih odur ki, Kur'andaki
Hem öyle bir itminan ile, bir itimad ile davet eder, tebliğ eder ki;
kimseden minnet almaz, hiçbir müşkilâta karşı telaş etmez, tereddüdsüz, kemal-i samimiyetle
ve safvetle ve herkesten evvel kendisi amel edip kabul ederek, getirdiği ahkâmı ilân eder.
Buna şahid ise; herkesçe, dost ve düşmanca malûm olan meşhur zühdü ve istiğnası ve
dünyanın fâni müzeyyenatına adem-i tenezzülüdür.
Onbeşinci Esas: Hem getirdiği dine herkesten ziyade itaatı ve Hâlıkına karşı herkesten
ziyade ubudiyeti ve menhiyata karşı herkesten ziyade takvası, kat'iyyen gösterir ki: O, Sultan-
ı Ezel ve Ebed'in mübelliğidir, elçisidir ve o Mabud-u Bilhakk'ın en hâlis abdidir ve Kelâm-ı
Ezelî'nin tercümanıdır.
---sh:»
. . . . . mahz-ı hikmettir.
]¬5@«A²7! «x; ]¬5@«A²7«!
Said Nursî
Zât-ı Zülcelal'in vücub-u vücudunu ve vahdetini isbat eder, belki ihsas eder. Evet mevcudatın
mütemadiyen zevalleri, tazelenmeleri gösteriyor ki, o mevcudat; bir Sani'-i Kadîr'in kudsî
esmasının cilveleri ve envâr-ı esmaiyesinin gölgeleri ve ef'alinin eserleri ve kalem-i kader ve
kudretin nakışları ve sahifeleri ve cemal-i kemalinin âyineleridir. Şu hakikat-ı uzmaya ve şu
tevhidin mertebe-i ulyasına, şu kâinatın sahibi, bütün gönderdiği mukaddes kitablar ve
suhuflarıyla o tevhidi gösterdiği gibi; bütün ehl-i hakikat ve kâmilîn-i nev'-i beşer
tahkikatlarıyla ve keşfiyatlarıyla, aynı mertebe-i tevhidi gösteriyorlar. Ve kâinat dahi, acz ve
fakrıyla beraber, mazhar olduğu daimî mu'cizat-ı san'atın ve havarik-ı iktidar, hazain-i
servetin şehadetiyle, aynı mertebe-i tevhide işaret eder. Demek Şahid-i Ezelî bütün kütüb ve
suhufuyla ve ehl-i şuhud bütün tahkikat ve küşûfuyla ve âlem-i şehadet bütün muntazam
ahval ve hakîmane şuunatıyla o mertebe-i tevhidde bil'icma' ittifak ediyorlar.
İşte o Vâhid-i Ehad'i kabul etmeyen, ya nihayetsiz ilahları kabul edecek veyahut ahmak
Sofestaî gibi hem kendini, hem kâinatın vücudunu inkâr edecek.
değiştiriyor ve tartı ile o mizanı tazelendiriyor. Herşey bir model olup, pek kesretli muntazam
ve mevzun suretler giydiriliyor. Daha ziyade dikkat ettikçe, o tanzim ve tevzin altında bir
hikmet ve adalet görünüyor. Her harekette bir hikmet ve maslahat gözetiliyor, bir hak, bir
faide takib ediliyor. Daha ziyade dikkat ettikçe, gayet hakîmane bir faaliyet içinde bir kudretin
tezahüratı ve herşey'in her şe'nini ihata eden gayet muhit bir ilmin cilveleri nazar-ı şuurumuza
çarpıyor. Demek bütün mevcudattaki şu nizam ve mizan, umuma âmm bir tanzim ve tevzini
ve o tanzim ve tevzin, âmm bir hikmet ve adaleti ve o hikmet ve adalet, bir kudret ve ilmi
gözümüze gösteriyor. Demek bir Kadîr-i Külli Şey ve bir Alîm-i Külli Şey, şu perdeler
arkasında akla görünüyor.
ve o tanzim ve tevzin, âmm bir hikmet ve adaleti ve o hikmet ve adalet, bir kudret ve ilmi
gözümüze gösteriyor. Demek bir Kadîr-i Külli Şey ve bir Alîm-i Külli Şey, şu perdeler
arkasında akla görünüyor. Hem herşey'in evveline ve âhirine bakıyoruz, hususan zîhayat
nev'inde görüyoruz ki: Başlangıçları, asılları, kökleri, hem meyveleri ve neticeleri öyle bir
tarzdadır ki; güya tohumları, asılları; birer tarife, birer proğram şeklinde bütün o mevcudun
cihazatını tazammun ediyor. Ve neticesinde ve meyvesinde; yine bütün o zîhayatın manası
süzülüp onda tecemmu' eder, tarihçe-i hayatını ona bırakır.
---sh:»(M:233) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
eker, biçer, mahsulât alır. Mütemadiyen mülkünü çalıştırır, tasarruf eder. En büyük daire olan
zerrat âlemini bir tarla yapıp, her zaman kâinat kadar mahsulâtı; kudretiyle, hikmetiyle onda
eker, biçer, kaldırır. Âlem-i şehadetten âlem-i gayba, daire-i kudretten daire-i ilme gönderir.
Sonra mutavassıt bir daire olan zemin yüzünü, aynen öyle bir mezraa yapmış ki; mevsim-
bemevsim âlemleri, enva'ları içinde eker, biçer, kaldırır. Manevî mahsulâtını dahi gaybî,
uhrevî, misalî ve manevî âlemlerine gönderir.
Dördüncü Fıkra: e7!ÕÕÕ«¾!«) ]¬4 yB«Q²X«. ibaresidir. Meali şudur ki: Sani'-i Zülcelal'in âlem-i
ekberdeki san'atı o derece manidardır ki; o san'at, bir kitab suretinde tezahür edip, kâinatı bir
kitab-ı kebir hükmüne getirdiğinden, akl-ı beşer, hakikî fenn-i hikmet kütübhanesini ondan
aldı ve ona göre yazdı. Ve o kitab-ı hikmet, o derece hakikatla bağlı ve hakikattan meded
alıyor ki, büyük Kitab-ı Mübin'in bir nüshası olan Kur'an-ı Hakîm şeklinde ilân edildi. Hem
nasılki kâinattaki san'atı, kemal-i intizamından kitab şekline girdi; insandaki sıbgatı ve nakş-ı
hikmeti dahi, hitab çiçeğini açtı. Yani o san'at, o derece manidar ve hassas ve güzeldir ki; o
makine-i zîhayattaki cihazatı, fonoğraf gibi nutka geldi, söylettirdi. Ve öyle bir ahsen-i takvim
içinde bir sıbga-i Rabbaniye
ÕÕÕ«¾!«) ]¬4 yB«Q²X«. ibaresidir. Meali şudur ki: Sani'-i Zülcelal'in âlem-i
ekberdeki san'atı o derece manidardır ki; o san'at, bir kitab suretinde tezahür edip, kâinatı bir
kitab-ı kebir hükmüne getirdiğinden, akl-ı beşer, hakikî fenn-i hikmet kütübhanesini ondan
aldı ve ona göre yazdı. Ve o kitab-ı hikmet, o derece hakikatla bağlı ve hakikattan meded
alıyor ki, büyük Kitab-ı Mübin'in bir nüshası olan Kur'an-ı Hakîm şeklinde ilân edildi. Hem
nasılki kâinattaki san'atı, kemal-i intizamından kitab şekline girdi; insandaki sıbgatı ve nakş-ı
hikmeti dahi, hitab çiçeğini açtı. Yani o san'at, o derece manidar ve hassas ve güzeldir ki; o
makine-i zîhayattaki cihazatı, fonoğraf gibi nutka geldi, söylettirdi. Ve öyle bir ahsen-i takvim
içinde bir sıbga-i Rabbaniye
---sh:»
Dünyayı yapan o Sani-i Hakîm, âhireti de yapar. Evet Mabud-u Bilhak yalnız o
Kadîr-i Zülcelal olduğu gibi, Mahmud-u Bil'ıtlak yine yalnız odur. İbadet ona mahsus olduğu
gibi, hamd ü sena dahi ona hastır. Hiç mümkün müdür ki: Semavat ve Arz'ı halkeden bir
Sani'-i Hakîm, Semavat ve Arz'ın en mühim neticesi ve kâinatın en mükemmel meyvesi olan
insanları başıboş bıraksın, esbab ve tesadüfe havale etsin, hikmet-i bahiresini abesiyete
kalbetsin? Hâşâ!.. Hiç mümkün müdür ki: Hakîm, Alîm bir zât, bir ağacı gayet ehemmiyetle
tedbir ve tasvir edip ve gayet derecede hikmetle idare ve terbiye ettiği halde; o ağacın gayesi,
faidesi olan meyvelerine bakmayıp ehemmiyet vermesin; hırsız ellere, boş yerlere dağılsın,
zayi' olsun? Elbette bakmamak, ehemmiyet vermemek olamaz.
kâinatın Sani-i Hakîm'i mümkün müdür ki, şu zîşuur meyvelerin meyveleri olan hamd ve
ibadeti, şükür ve muhabbeti başkalara verip hikmet-i bahiresini hiçe indirsin veyahut kudret-i
mutlakasını acze kalbettirsin veyahut ilm-i muhitini cehle çevirsin? Yüzbin defa hâşâ!
Hiç mümkün müdür ki: Şu kâinat sarayının binasındaki makasıd-ı Rabbaniyenin medarı
olan zîşuur ve zîşuurun serfirazı olan nev'-i insanın mazhar olduğu nimetlere mukabil izhar
ettikleri şükür ve ibadeti, o saray-ı kâinatın Sani'inden başkasına gitsin
Hiç mümkün müdür ki: Şu kâinat sarayının binasındaki makasıd-ı Rabbaniyenin medarı
olan zîşuur ve zîşuurun serfirazı olan nev'-i insanın mazhar olduğu nimetlere mukabil izhar
ettikleri şükür ve ibadeti, o saray-ı kâinatın Sani'inden başkasına gitsin. Ve o Sani-i Zülcelal,
o gayet-ül gaye olan şükür ve ibadeti başkalara gitmesine müsaade etsin.
Hem hiç mümkün müdür ki: Hadsiz enva'-ı nimetiyle kendini zîşuurlara sevdirsin; ve
hadsiz mu'cizat-ı san'atıyla kendini onlara tanıttırsın; sonra onların şükür ve ibadetlerini, hamd
ve muhabbetlerini, marifet ve minnetdarlıklarını esbaba ve tabiata terkedip ehemmiyet
vermesin; hikmet-i mutlakasını inkâr ettirsin; saltanat-ı rububiyetini hiçe indirsin! Yüzbin
defa hâşâ ve kellâ!..
---sh:»(M:238) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
Demek bir Kadîr-i Zülcelal, bir Hakîm-i Zülkemal mütemadiyen tavaif-i mevcudatı
ve her taife içindeki cüz'iyatı ve o taifelerden teşekkül eden
---sh:»(M:240) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
âlemleri, kudretiyle hayat verip tavzif eder. Sonra hikmetiyle terhis edip, mevte mazhar eder;
âlem-i gayba gönderir. Daire-i kudretten, daire-i ilme çevirir. İşte hiç mümkün müdür ki: Şu
kâinatı, heyet-i mecmuasıyla çevirmeğe muktedir olmayan ve bütün zamanlara hükmü
geçmeyen ve âlemleri hayata ve mevte bir ferd gibi mazhar etmeğe kudreti yetmeyen ve
baharları, bir çiçek gibi hayat verip, yer yüzüne takıp, sonra mevt ile ondan koparıp alamayan
bir zât; mevt ve imateye sahib çıkabilsin? Evet en cüz'î bir zîhayatın mevti dahi, hayatı gibi
bütün hakaik-i hayat ve enva'-ı mevt elinde bulunan bir Zât-ı Zülcelal'in kanunuyla, izniyle,
emriyle, kuvvetiyle, ilmiyle olmak zarurîdir.
gibi zînurlar; hâdis, nâkıs ve ârızî oldukları halde, onların nurları, mukabilindeki her şey'i
görüp nüfuz ederlerse; elbette vâcib ve muhit ve zâtî olan nur-u ilm-i ezelîden hiçbir şey
gizlenemez ve haricinde kalamaz. Şu hakikata işaret eden kâinatın hadd ü hesaba gelmez
alâmetleri, âyetleri vardır. Ezcümle:
Bütün mevcudatta görünen bütün hikmetler, o ilme işaret eder. Çünki hikmet ile iş
görmek ilim ile olur. Hem bütün inayetler, tezyinatlar o ilme işaret eder. İnayetkârane,
lütufkârane iş gören; elbette bilir ve bilerek yapar. Hem herbiri birer mizan içindeki bütün
intizamlı mevcudat ve herbiri birer intizam içindeki bütün mizanlı ve ölçülü hey'at, yine o
ilm-i muhite işaret eder.
gibi zînurlar; hâdis, nâkıs ve ârızî oldukları halde, onların nurları, mukabilindeki her şey'i
görüp nüfuz ederlerse; elbette vâcib ve muhit ve zâtî olan nur-u ilm-i ezelîden hiçbir şey
gizlenemez ve haricinde kalamaz. Şu hakikata işaret eden kâinatın hadd ü hesaba gelmez
alâmetleri, âyetleri vardır. Ezcümle:
Bütün mevcudatta görünen bütün hikmetler, o ilme işaret eder. Çünki hikmet ile iş
görmek ilim ile olur. Hem bütün inayetler, tezyinatlar o ilme işaret eder. İnayetkârane,
lütufkârane iş gören; elbette bilir ve bilerek yapar. Hem herbiri birer mizan içindeki bütün
intizamlı mevcudat ve herbiri birer intizam içindeki bütün mizanlı ve ölçülü hey'at, yine o
ilm-i muhite işaret eder. Çünki intizam ile iş görmek, ilim ile olur.
İnayetkârane,
lütufkârane iş gören; elbette bilir ve bilerek yapar. Hem herbiri birer mizan içindeki bütün
intizamlı mevcudat ve herbiri birer intizam içindeki bütün mizanlı ve ölçülü hey'at, yine o
ilm-i muhite işaret eder. Çünki intizam ile iş görmek, ilim ile olur. Ölçü ile, tartı ile
san'atkârane yapan; elbette kuvvetli bir ilme istinaden yapar. Hem bütün mevcudatta görünen
muntazam miktarlar, hikmet ve maslahata göre biçilmiş şekiller, bir kazanın düsturuyla ve
kaderin pergârıyla tanzim edilmiş gibi meyvedar vaziyetler ve heyetler, bir ilm-i muhiti
gösteriyor.
Evet eşyaya ayrı ayrı muntazam suretler vermek, herşey'in mesalih-i hayatiyesine ve
vücuduna lâyık mahsus bir şekil vermek, bir ilm-i muhit ile olur, başka surette olamaz.
Hem bütün zîhayata, herbirisine lâyık bir tarzda, münasib vakitte, ummadığı yerde
rızıklarını vermek; bir ilm-i muhit ile olur. Çünki rızkı gönderen; rızka muhtaç olanları
bilecek, tanıyacak, vaktini bilecek, ihtiyacını idrak edecek, sonra rızkını lâyık bir tarzda
verebilir.
gösteriyor.
Hem bütün mevcudata şamil, herbir mevcuda lâyık bir surette rahmetin taltifatı; bir
rahmet-i vasia içinde bir ilm-i muhiti gösteriyor. Çünki meselâ zîhayatın etfallerini süt ile iaşe
eden ve zeminin suya muhtaç nebatatına yağmur ile yardım eden; elbette etfali tanır,
ihtiyaçlarını bilir ve o nebatatı görür ve yağmurun onlara lüzumunu derkeder sonra gönderir
ve hakeza... Bütün hikmetli, inayetli rahmetinin hadsiz cilveleri; bir ilm-i muhiti gösteriyor.
Hem bütün eşyanın san'atındaki ihtimamat ve san'atkârane tasvirat ve mahirane tezyinat,
bir ilm-i muhiti gösteriyor. Çünki binler vaziyet-i muhtemele içinde, muntazam ve müzeyyen,
san'atlı ve hikmetli bir vaziyeti intihab etmek, derin bir ilim ile olur. Bütün eşyadaki şu tarz-ı
intihabat, bir ilm-i muhiti gösteriyor.
Hem icad ve ibda'-ı eşyada kemal-i sühulet, bir ilm-i ekmele delalet eder.
Hem bütün mevcudata şamil, herbir mevcuda lâyık bir surette rahmetin taltifatı; bir
rahmet-i vasia içinde bir ilm-i muhiti gösteriyor. Çünki meselâ zîhayatın etfallerini süt ile iaşe
eden ve zeminin suya muhtaç nebatatına yağmur ile yardım eden; elbette etfali tanır,
ihtiyaçlarını bilir ve o nebatatı görür ve yağmurun onlara lüzumunu derkeder sonra gönderir
ve hakeza... Bütün hikmetli, inayetli rahmetinin hadsiz cilveleri; bir ilm-i muhiti gösteriyor.
Hem bütün eşyanın san'atındaki ihtimamat ve san'atkârane tasvirat ve mahirane tezyinat,
bir ilm-i muhiti gösteriyor. Çünki binler vaziyet-i muhtemele içinde, muntazam ve müzeyyen,
san'atlı ve hikmetli bir vaziyeti intihab etmek, derin bir ilim ile olur. Bütün eşyadaki şu tarz-ı
intihabat, bir ilm-i muhiti gösteriyor.
Hem icad ve ibda'-ı eşyada kemal-i sühulet, bir ilm-i ekmele delalet eder. Çünki bir işde
kolaylık ve bir vaziyette sühulet, derece-i ilim ve meharetle mütenasibdir. Ne kadar ziyade
İşte şu sırra binaen herbiri birer mu'cize-i san'at olan mevcudata bakıyoruz ki; hayret-
nüma bir derecede sühuletle, kolaylıkla, külfetsiz, dağdağasız, kısa bir zamanda fakat
mu'ciznüma bir surette icad edilir. Demek hadsiz bir ilim vardır ki, hadsiz sühuletle yapılır ve
hakeza... Mezkûr emareler gibi binler alâmet-i sadıka var ki, şu kâinatta tasarruf eden zâtın
muhit bir ilmi vardır. Ve herşey'i bütün şuunatıyla bilir, sonra yapar. Madem şu kâinat
sahibinin böyle bir ilmi vardır; elbette insanları ve insanların amellerini görür ve insanlar neye
lâyık ve müstehak olduklarını bilir, hikmet ve rahmetin muktezasına göre onlarla muamele
eder ve edecek.
Ey insan! Aklını başına al, dikkat et! Nasıl bir zât seni bilir ve bakar, bil ve ayıl!
bir kısım ehl-i dalaletin, cüz'iyata adem-i ıttılaını iddia etmeleri ve tabiiyyunun, bir kısım
mevcudatı tabiat ve esbaba isnad etmeleri; mevcudat adedince muzaaf bir yalancılıktır ve
mevcudatın şuunatı adedince muzaaf bir dalalet divaneliğidir. Çünki hadsiz şehadet-i sadıkayı
tekzib eden, hadsiz bir yalancılık işlemiş olur.
misal-i musaggarlarıdır. Hem o cüz'iyatı icad eden kim ise, cüz'iyatı ihata eden unsurları ve
semavat ve arzı dahi o halketmiştir. Çünki görüyoruz ki; cüz'iyat külliyata nisbeten birer
çekirdek, birer küçük nüsha hükmündedir. Öyle ise o cüz'îleri halkeden zâtın elinde, anasır-ı
külliye ve semavat ve arz bulunmalıdır. Tâ ki, hikmetinin düsturlarıyla ve ilminin
mizanlarıyla o küllî ve muhit mevcudatın hülâsalarını, manalarını, nümunelerini; o küçücük
misal-i musaggarlar hükmünde olan cüz'iyatta dercedebilsin. Evet acaib-i san'at ve garaib-i
hilkat noktasında cüz'iyat, külliyattan geri değil; çiçekler, yıldızlardan aşağı değil;
çekirdekler, ağaçların madûnunda değil; belki çekirdekteki nakş-ı kader olan manevî ağaç,
bağdaki nesc-i kudret olan mücessem ağaçtan daha acibdir. Ve hilkat-ı insaniye, hilkat-ı
âlemden daha acibdir. Nasılki bir cevher-i ferd üstünde, esîr zerratıyla bir Kur'an-ı hikmet
yazılsa, semavat yüzündeki yıldızlarla yazılan bir Kur'an-ı azametten kıymetçe daha
ehemmiyetli olabilir.
Nasılki bir cevher-i ferd üstünde, esîr zerratıyla bir Kur'an-ı hikmet
yazılsa, semavat yüzündeki yıldızlarla yazılan bir Kur'an-ı azametten kıymetçe daha
ehemmiyetli olabilir. Öyle de; çok küçük cüz'iyatlar var, mu'cizat-ı san'atça külliyattan
üstündür.
Beşincisi: Sâbık beyanatımızda, icad-ı mahlukatta görünen hadsiz kolaylık, gayet
derecede çabukluk, nihayetsiz sür'at-i ef'al, nihayetsiz sühuletle icad-ı eşyanın sırlarını,
hikmetlerini bir derece gösterdik. İşte şu nihayetsiz sür'at ve hadsiz sühuletle vücud-u eşya,
ehl-i hidayete şöyle kat'î bir kanaat verir ki: Mahlukatı icad eden zâtın kudretine nisbeten;
Cennetler baharlar kadar, baharlar bahçeler kadar, bahçeler çiçekler kadar kolay gelir.
¯?«G¬&!«:
]«V²2«²! u«C«W²7! ¬yÁV¬7«: eğer hadsiz eşya ve mahlukat Vâhid-i Ehad'e verilse, o vakit o irtibat
ile
herşey birer mazhar olur. O Şems-i Ezelî'nin tecellisine mazhariyetle, kavanin-i hikmetine ve
desatir-i ilmiyesine ve nevamis-i kudretine irtibat peyda eder. O vakit havl ve kuvvet-i İlahiye
ile herşey'i görür bir gözü ve her yere bakar bir yüzü ve her işe geçer bir sözü hükmünde bir
cilve-i Rabbaniyeye mazhar olur. Eğer o intisab kesilse; o şey, bütün eşyadan dahi inkıta'
eder, cirmi kadar bir küçüklüğe sığışır. O halde bir uluhiyet-i mutlaka sahibi olmalı ki,
evvelki vaziyette gördüğü işleri görebilsin.
MAXQDA 2020 24.12.2022
havale edilse; ve vahdetten, kesrete ve şirke gidilse; hergün ve her sene, binler derece Küre-i
Arz'dan büyük olan milyonlar adedince yıldızlar hareket etmek, milyarlar sene mesafeyi
yirmidört saatte ve bir senede kestirmek lâzımdır.
Netice-i Meram: Kur'an ve ehl-i iman, hadsiz masnuatı bir Sâni'-i Vâhid'e verir.
Doğrudan doğruya her işi ona isnad eder. Vücub derecesinde sühuletli bir yolda gider,
sevkeder. Ve ehl-i şirk ve tuğyan, bir masnu-u vâhidi hadsiz esbaba isnad ederek, imtina'
derecesinde suubetli bir yolda gider. Şu halde Kur'an yolunda, bütün masnuatla; dalalet
yolunda, bir masnu-u vâhid beraberdirler
varken; sana muzır olan ve hoşuna gitmeyen bir câni sıfatı yüzünden ona kin ve adavet
bağlamakla, o hane-i maneviye-i vücudun manen gark ve ihrakına, tahrib ve batmasına
teşebbüs veya arzu etmen, onun gibi şeni' ve gaddar bir zulümdür.
İKİNCİ VECİH: Hem hikmet nazarında dahi zulümdür. Zira malûmdur ki: Adavet ve
MAXQDA 2020 24.12.2022
muhabbet, nur ve zulmet gibi zıddırlar. İkisi, mana-yı hakikîsinde olarak beraber cem'
olamazlar.
Mühim bir netice için birisini hırs ile beklersin; "Aman gelmedi, aman gelmedi"
deyip en nihayet hırs senin sabrını tüketip kalkar gidersin; bir dakika sonra o adam gelir; fakat
beklediğin o mühim netice bozulur.
Şu hâdisatın sırrı şudur ki: Nasılki bir ekmeğin vücudu, tarla, harman, değirmen, fırına
terettüb eder. Öyle de: Tertib-i eşyada bir teenni-i hikmet vardır. Hırs sebebiyle teenni ile
hareket etmediği için, o tertibli eşyadaki manevî basamakları müraat etmez; ya atlar düşer
veyahut bir basamağı noksan bırakır; maksada çıkamaz.
İşte ey derd-i maişetle sersem olmuş ve hırs-ı dünya ile sarhoş olmuş
---sh:»(M:273) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
açlığı çekmedik. Cenab-ı Hak ceza olarak yetmiş cihetle belalı bir nevi orucu beş sene cebren
bize tutturdu. Hem yirmidört saatte bir tek saati, hoş ve ulvî, nuranî ve faideli bir nevi talimat-
ı Rabbaniyeyi bizden istedi. Biz tenbellik edip, o namazı ve niyazı yerine getirmedik. O tek
saati diğer saatlere katarak zayi' ettik. Cenab-ı Hak onun keffareti olarak, beş sene talim ve
talimat ve koşturmakla bize bir nevi namaz kıldırdı." demiştim
MAXQDA 2020 24.12.2022
mazhar eder.
İkincisi:
---sh:»(M:281) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
Ve sabırsızlık ise Allah'tan şikayeti tazammun eder. Ve ef'alini tenkid ve rahmetini ittiham ve
hikmetini beğenmemek çıkar. Evet musibetin darbesine karşı şekva suretiyle elbette âciz ve
zaîf insan ağlar; fakat şekva ona olmalı, ondan olmamalı. Hazret-i Yakub Aleyhisselâm'ın
¬yÁV7! ]«7¬! ]¬9²i&«:
Altıncı Sualiniz: Sinn-i kemal itibar olunan kırk yaşında nübüvvetin gelmesi ve ömr-ü
saadetlerinin altmışüç olmasındaki hikmet nedir?
Elcevab: Hikmetleri çoktur. Birisi şudur ki: Nübüvvet, gayet ağır ve büyük bir
mükellefiyettir. Melekât-ı akliye ve istidadat-ı kalbiyenin inkişafı ve tekemmülü ile o ağır
mükellefiyet tahammül edilir. O tekemmülün zamanı ise kırk yaşıdır.
Onların
ittihamından çabuk kurtulamaz. Fakat kırktan sonra, madem kabir tarafına nüzul başlıyor ve
MAXQDA 2020 24.12.2022
dünyadan ziyade âhiret ona görünüyor. Harekât ve a'mal-i uhreviyesinde çabuk o ittihamdan
kurtulur ve muvaffak olur. İnsanlar da sû'-i zandan kurtulur, halâs olur.
Amma ömr-ü saadetinin altmışüç olması ise, çok hikmetlerinden birisi şudur ki: Şer'an
ehl-i iman, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ı gayet derecede sevmek ve hürmet etmek
ve hiç bir şey'inden nefret
---sh:»(M:282) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
etmemek ve her halini güzel görmekle mükellef olduğundan; altmıştan sonraki meşakkatli ve
musibetli olan ihtiyarlık zamanında, Habib-i Ekremini bırakmıyor; belki imam olduğu
ümmetin ömr-ü galibi olan altmışüçte mele-i a'lâya gönderiyor, yanına alıyor; her cihette
imam olduğunu gösteriyor.
Her halde
şekva etmek istersen; nefsini Cenab-ı Hakk'a şekva et, çünki kusur ondadır.
İkinci Remiz: Onsekizinci Mektub'un âhirki mes'elesinin âhirinde denildiği gibi, Hâlık-
ı Zülcelal hayret-nüma, dehşet-engiz bir surette bir faaliyet-i rububiyetiyle, mevcudatı
mütemadiyen tebdil ve tecdid ettiğinin bir hikmeti budur: Nasılki mahlukatta faaliyet ve
hareket; bir iştiha, bir iştiyak, bir lezzetten, bir muhabbetten ileri geliyor. Hattâ denilebilir ki;
MAXQDA 2020 24.12.2022
herbir faaliyette bir lezzet nev'i vardır; belki herbir faaliyet, bir çeşit lezzettir. Ve lezzet dahi,
bir kemale müteveccihtir; belki bir nevi kemaldir.
tahlil ediyorsa, aynı kanunla senin bağını her sene tecdid eder ve her mevsimde çok defa
tazelendirir. Aynı kanunla, zemin yüzünü her bahar mevsiminde tecdid eder, taze bir peçe
üstüne çeker.
Hem o Sâni'-i Kadîr, hangi kanun-u hikmetle bir sineği ihya eder; aynı kanunla şu
önümüzdeki çınar ağacını her baharda ihya eder ve o kanunla Küre-i Arz'ı yine o baharda ihya
eder ve aynı kanunla haşirde mahlukatı da ihya eder. Şu sırra işareten
¯?«G¬&!«: ¯j²S«X«6 Ŭ! ²vUC²Q«" ««
Demek
Sözlerdeki ekser temsiller; birer bürhan-ı yakînî, birer hüccet-i katıa hükmündedir.
İkinci Mebhas: Onuncu Söz'ün Onuncu Hakikatı'nda denildiği gibi, bir ağacın ne kadar
meyveleri ve çiçekleri vardır; her bir meyvenin, herbir çiçeğin o kadar gayeleri, hikmetleri
vardır. Ve o hikmetler üç kısımdır. Bir kısmı Sânia bakar, esmasının nakışlarını gösterir. Bir
kısmı zîşuurlara bakar ki, onların nazarlarında kıymetdar mektubat ve manidar kelimattır. Bir
kısmı kendi nefsine ve hayatına ve bekasına bakar ve insana faideli ise insanın menfaatine
göre hikmetleri vardır. İşte herbir mevcudun böyle kesretli gayeleri bulunduğunu bir vakit
düşünürken, hatırıma Arabî tarzda ve gelecek "Beş İşaret"in esasatına nota hükmünde olarak,
küllî gayelere işaret eden şu fıkralar gelmiştir.
İşte bu beş fıkrada, gelecekte bahsedeceğimiz işaratın esasatı var. Evet herbir mevcud
(hususan zîhayat olanların) beş tabaka ayrı ayrı hikmetleri ve gayeleri var. Nasılki meyvedar
bir ağaç, birbirinin üstündeki dalları semere verir; öyle de: Herbir zîhayatın, beş tabaka
muhtelif gayeleri bulunur ve hikmetleri var.
Ey insan-ı fâni! Senin cüz'î bir çekirdek hükmündeki kendi hakikatını, meyvedar bir
şecere-i bâkiyeye inkılab etmesini ve beş işarette gösterilen on tabaka meyvelerini ve on nevi
gayelerini elde etmesini istersen, hakikî imanı elde et. Yoksa bütün onlardan mahrum
kalmakla beraber, o çekirdek içinde sıkışıp çürüyeceksin.
---sh:»(M:293) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
değiştirilir. Çünki daha ona lüzum kalmadı, hem başka sahifelerin tab'ı lâzım geliyor. İşte
aynen bunun gibi, şu mevcudat-ı Arziye hususan nebatiye, kalem-i kader-i İlahî onlara bir
tertib, bir vaziyet verir; bahar sahifesinde kudret onları icad eder ve güzel manalarını ifade
ederek, suretleri ve hüviyetleri âlem-i misal gibi âlem-i gaybın defterine geçtikleri için,
hikmet iktiza ediyor ki; o vaziyet değişsin, tâ yeni gelecek diğer bahar sahifesi yazılsın, onlar
dahi manalarını ifade etsinler.
İkinci İşaret: ¬^Å[¬&²xÅV7! ¬‚x,ÇX7!«:
gaybiye netice vermekle beraber; âlem-i misalin defterlerinde olan levh-i misalî üstünde,
etvar-ı hayatı adedince suretleri bırakıp, o suretlerden, manidar olan ve mukadderat-ı hayatiye
denilen sergüzeşt-i hayatiyeleri yazılır ve ruhaniyata bir mütalaagâh olur. Nasılki meselâ bir
çiçek vücuddan gider, fakat yüzer tohumcuklarını ve tohumcuklarda mahiyetini vücudda
bırakmakla beraber; küçük elvah-ı mahfuzada ve elvah-ı mahfuzanın küçük nümuneleri olan
hâfızalarda binler suretini bırakıp, zîşuurlara etvar-ı hayatıyla ifade ettiği tesbihat-ı Rabbaniye
ve nukuş-u esmaiyeyi okutturur, sonra gider. Öyle de: Yeryüzünün saksısında güzel
masnuatla münakkaş olan bahar mevsimi, bir çiçektir; zahiren zeval bulur, ademe gider, fakat
onun tohumları adedince ifade ettikleri hakaik-i gaybiye ve çiçekleri adedince neşrettiği
MAXQDA 2020 24.12.2022
Hem esma-i İlahiyenin iktiza ve istilzam ettikleri hâlâtı gösteriyor ki... Meselâ: Rahîm ismi
şefkat etmek ister, Rezzak ismi rızık vermek iktiza eder, Latif ismi lütfetmek istilzam eder ve
hâkeza bütün esmanın birer birer muktezası vardır. İşte herbir zîhayat hayatıyla ve vücuduyla
o esmanın muktezasını göstermekle beraber, cihazatı adedince Sâni'-i Hakîm'e tesbihat
yapıyorlar. Meselâ: Nasılki bir insan güzel meyveler yer, o meyveler midesinde dağılır, erir,
zahiren mahvolur; fakat ağzından, midesinden başka bütün hüceyrat-ı bedeniyede
faaliyetkârane bir lezzet, bir zevk vermekle beraber, aktar-ı bedendeki vücudu ve hayatı
beslemek ve idame-i hayat etmek gibi pek çok hikmetlerin vücuduna medar oluyor. O taam
kendisi de vücud-u nebatîden hayat-ı insaniye tabakasına çıkıyor,
---sh:»(M:295) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
terakki ediyor.
Madem Cenab-ı Hak Hakîm'dir; biz ondan isteriz, o da bize cevab verir. Fakat hikmetine göre
bizimle muamele eder. Hasta, tabibin hikmetini ittiham etmemeli. Hasta bal ister; tabib-i
hâzık, sıtması için sulfato verir. "Tabib beni dinlemedi" denilmez
Madem Cenab-ı Hak Hakîm'dir; biz ondan isteriz, o da bize cevab verir. Fakat hikmetine göre
bizimle muamele eder. Hasta, tabibin hikmetini ittiham etmemeli. Hasta bal ister; tabib-i
hâzık, sıtması için sulfato verir. "Tabib beni dinlemedi" denilmez. Belki âh ü fîzârını dinledi,
işitti, cevab da verdi; maksudun iyisini yerine getirdi
Âlem-i insaniyetin
semasında yıldızlar gibi parlayan asfiyalara, sıddıkînlere, aktablara bilmüşahede rehberlik
eden ve bilbedahe mütemadiyen hakk u hakkaniyeti, sıdk u sadakatı, emn ü emaneti umum
tabakat-ı ehl-i kemale talim eden ve erkân-ı imaniyenin hakaikiyle ve erkân-ı İslâmiyenin
MAXQDA 2020 24.12.2022
desatiriyle iki cihanın saadetini temin eden ve bu icraatının şehadetiyle bizzarure hâlis hak ve
sâfi hakikat ve gayet doğru ve pek ciddî olmak lâzım gelen bir kitabı; kendi evsafının ve
tesiratının
---sh:»(M:315) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
ve envârının zıddıyla muttasıf tasavvur edip, -hâşâ, hâşâ- tasniat ve iftiraların mecmuası
nazarıyla bakmak; Sofestaîleri ve şeytanları dahi utandıracak ve titretecek şenî' bir hezeyan-ı
küfrî olmakla beraber; izhar ettiği din ve şeriat-ı İslâmiyenin şehadetiyle ve müddet-i
hayatında gösterdiği bilittifak fevkalâde takvasının ve hâlis ve safi ubudiyetinin delaletiyle ve
bilittifak kendinde göründüğü ahlâk-ı hasenesinin iktizasıyla ve yetiştirdiği bütün ehl-i
hakikatın ve sahib-i kemalâtın tasdikiyle en mu'tekid, en metin, en emin, en sadık bir zâtı; -
hâşâ sümme hâşâ, yüzbin kerre hâşâ- itikadsız, en emniyetsiz, Allah'tan korkmaz, yalandan
çekinmez bir vaziyette farzedip, muhalâtın en çirkin ve menfur bir suretini ve dalaletin en
zulümlü ve zulümatlı bir tarzını irtikâb etmek lâzımgelir.
Elhasıl:
Bir
dükkâncı dansa gider, bir çiftçi gidemez. Kışla vaziyeti ile mescid vaziyeti bir olmaz.
Hem ekser enbiyanın Asya'da zuhuru, ağleb-i hükemanın Avrupa'da gelmesi, kader-i
ezelînin bir remzi, bir işaretidir ki; Asya akvamını intibaha getirecek, terakki ettirecek, idare
ettirecek; din ve kalbdir. Felsefe ve hikmet ise, din ve kalbe yardım etmeli, yerine geçmemeli.
Sâniyen: Din-i İslâm'ı Hristiyan dinine kıyas edip, Avrupa gibi dine lâkayd olmak, pek
büyük bir hatadır. Evvelâ:
«y´7¬! «Ÿ¬" ²vU«9_«W<¬! !:(±¬G«% ın hikmetini soruyorsunuz. Onun hikmeti, çok Sözlerde
zikredilmiştir. Bir sırr-ı hikmeti şudur ki: İnsanın hem şahsı, hem âlemi her zaman teceddüd
ettikleri için, her zaman tecdid-i imana muhtaçtır.
Aynen öyle de: Kâinattaki tecelli eden herbir isim, bütün isimleri kendi
müsemmasına isnad eder ve onun ünvanları olduğunu isbat eder. Çünki kâinatta tecelli eden
isimler, devair-i mütedâhile gibi ve ziyadaki elvan-ı seb'a gibi birbiri içine giriyor, birbirine
yardım ediyor, birbirinin eserini tekmil ediyor, tezyin ediyor. Meselâ: Muhyî ismi bir şey'e
tecelli ettiği vakit ve hayat verdiği dakikada Hakîm ismi dahi tecelli ediyor, o zîhayatın yuvası
olan cesedini hikmetle tanzim ediyor. Aynı halde Kerim ismi dahi tecelli ediyor; yuvasını
tezyin eder. Aynı anda Rahîm isminin dahi tecellisi görünüyor; o cesedin şefkatle havaicini
ihzar eder. Aynı zamanda Rezzak ismi tecellisi görünüyor; o zîhayatın bekasına lâzım maddî
ve manevî rızkını ummadığı tarzda veriyor. Ve hâkeza... Demek Muhyî kimin ismi ise,
kâinatta nurlu ve muhit olan Hakîm ismi de onundur ve bütün mahlukatı şefkatle terbiye eden
MAXQDA 2020 24.12.2022
Rahîm ismi de onundur ve bütün zîhayatları keremiyle iaşe eden Rezzak ismi dahi onun
ismidir, ünvanıdır.
«t«A²V«5 ›¬:!«G< @®A[¬A«0 ²`V²0@«4 ¬^«W²U¬E²7! ¬*!«( ]¬4 «a²9«! Acibdir ki; o vakit ben, Dâr-ül
Hikmet-il İslâmiye âzası idim. Güya ehl-i İslâmın yaralarını tedaviye çalışan bir hekim idim.
Halbuki en ziyade hasta ben idim. Hasta evvelâ kendine bakmalı, sonra hastalara bakabilir.
İşte Hazret-i Şeyh bana der ki:
---sh:»(M:366) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
ediyorlar. En yüksek makamdan, en edna makama inerler. Kâinat Hâlıkının hikmetine zıd ve
muhalif bir vaziyete düşerler.
Şükrün mikyası; kanaattır ve iktisaddır ve rızadır ve memnuniyettir. Şükürsüzlüğün
mizanı; hırstır ve israftır, hürmetsizliktir, haram helâl demeyip rastgeleni yemektir.
Evet hırs; şükürsüzlük olduğu gibi, hem sebeb-i mahrumiyettir, hem vasıta-i zillettir.
ile, nihayetsiz bu'diyetimiz olan hayretengiz hakikatları kemal-i vuzuh ile Onaltıncı Söz ve
Otuzikinci Söz beyan ettikleri gibi; kudret-i İlahiyeye nisbeten zerrat ve seyyarat müsavi
olduğunu ve haşr-i a'zamda umum zîruhun ihyası, bir nefsin ihyası kadar o kudrete kolay
olduğunu ve şirkin hilkat-ı kâinatta müdahalesi imtina' derecesinde akıldan uzak olduğunu
kemal-i vuzuh ile gösteren Yirminci Mektub'daki °h<¬G«5 ¯š²z«- ±¬u6 ]«V«2 «x; «: kelimesi beyanında
zekâlardan mürekkeb bir ehl-i tedkikin sa'y ü gayretiyle yapılmayan bir tarzda te'lifleri,
doğrudan doğruya bir eser-i inayet olduklarını gösteriyor. Çünki bütün bu risalelerde, bütün
derin hakaik, temsilât vasıtasıyla, en âmi ve ümmi olanlara kadar ders veriliyor
ile, nihayetsiz bu'diyetimiz olan hayretengiz hakikatları kemal-i vuzuh ile Onaltıncı Söz ve
Otuzikinci Söz beyan ettikleri gibi; kudret-i İlahiyeye nisbeten zerrat ve seyyarat müsavi
olduğunu ve haşr-i a'zamda umum zîruhun ihyası, bir nefsin ihyası kadar o kudrete kolay
olduğunu ve şirkin hilkat-ı kâinatta müdahalesi imtina' derecesinde akıldan uzak olduğunu
kemal-i vuzuh ile gösteren Yirminci Mektub'daki °h<¬G«5 ¯š²z«- ±¬u6 ]«V«2 «x; «: kelimesi beyanında
-Güzel bir cevabdır- Şeref, i'caz-ı Kur'ana ait olduğundan ve bana ait
olmadığından, bilâ-perva derim: Ekseriyet itibariyle öyledir. Çünki:
Yazılan Sözler tasavvur değil tasdiktir; teslim değil, imandır; marifet değil, şehadettir,
şuhuddur; taklid değil tahkiktir; iltizam değil, iz'andır; tasavvuf değil hakikattır; dava değil,
dava içinde bürhandır. Şu sırrın hikmeti budur ki:
Eski zamanda, esasat-ı imaniye mahfuzdu, teslim kavî idi. Teferruatta, âriflerin
MAXQDA 2020 24.12.2022
marifetleri delilsiz de olsa, beyanatları makbul idi, kâfi idi. Fakat şu zamanda dalalet-i
fenniye, elini esasata ve erkâna uzatmış olduğundan, her derde lâyık devayı ihsan eden
Hakîm-i Rahîm olan Zât-ı Zülcelal, Kur'an-ı Kerim'in en parlak mazhar-ı i'cazından olan
temsilâtından bir şu'lesini; acz u za'fıma, fakr u ihtiyacıma merhameten
İşte bu temsil gibi; Zât-ı Vâcib-ül Vücud ve Hâlık-ı Hakîm ve Rahîm'in umumî
rububiyet ve şümul-ü rahmeti noktasında herşey hissedardır. Her şey'in hissesine isabet eden
cihette, hususî onunla münasebetdardır. Hem kudret ve irade ve ilm-i muhitiyle her şeye
tasarrufatı, her şey'in en cüz'î işlerine müdahalesi, rububiyeti vardır. Herşey, her şe'ninde ona
muhtaçtır. Onun ilim ve hikmetiyle işleri görülür, tanzim edilir. Ne tabiatın haddi var ki, o
daire-i tasarruf-u rububiyetinde saklansın ve tesir sahibi olup müdahale etsin ve ne de
tesadüfün hakkı var ki, o hassas mizan-ı hikmet dairesindeki işlerine karışsın. Risalelerde
yirmi yerde kat'î hüccetlerle tesadüfü ve tabiatı nefyetmişiz ve Kur'anın kılıncıyla i'dam
etmişiz, müdahalelerini muhal göstermişiz. Fakat rububiyet-i âmmedeki daire-i esbab-ı
zahiriyede, ehl-i gafletin nazarında hikmeti ve sebebi bilinmeyen işlerde, tesadüf namını
vermişler.
isimleri imdada yetişirler. Hususî bir surette muavenet ederler, o tazyikattan kurtarırlar. Onun
için her zîhayat, hususan insan, her anda ondan istimdad eder ve meded alabilir.
İşte bu hususî rububiyetindeki ihsanatı, ehl-i gaflete karşı da tesadüf altına gizlenmez ve
tabiata havale edilmez.
İşte bu sırra binaendir ki; İ'caz-ı Kur'an ve Mu'cizat-ı Ahmediye'deki işarat-ı gaybiyeyi,
hususî bir işaret telakki ve itikad etmişiz. Ve bir imdad-ı hususî ve muannidlere karşı kendini
gösterecek bir inayet-i hâssa olduğunu yakîn ettik. Ve sırf lillah için ilân ettik
isimleri imdada yetişirler. Hususî bir surette muavenet ederler, o tazyikattan kurtarırlar. Onun
için her zîhayat, hususan insan, her anda ondan istimdad eder ve meded alabilir.
İşte bu hususî rububiyetindeki ihsanatı, ehl-i gaflete karşı da tesadüf altına gizlenmez ve
tabiata havale edilmez.
İşte bu sırra binaendir ki; İ'caz-ı Kur'an ve Mu'cizat-ı Ahmediye'deki işarat-ı gaybiyeyi,
hususî bir işaret telakki ve itikad etmişiz. Ve bir imdad-ı hususî ve muannidlere karşı kendini
gösterecek bir inayet-i hâssa olduğunu yakîn ettik
görüşebilir.
Râbian: Cenab-ı Hak, insandan başka zîruh mahlukatına fıtrî birer libas giydirdiği gibi;
meydan-ı haşirde sun'î libaslardan üryan olarak, fakat fıtrî bir libas giydirmesi, ism-i Hakîm
muktezasıdır. Dünyada sun'î libasın hikmeti, yalnız soğuk ve sıcaktan muhafaza ve zînet ve
setr-i avrete münhasır değildir; belki mühim bir hikmeti, insanın sair nevilerdeki tasarruf ve
münasebetine ve kumandanlığına işaret eden bir fihriste ve bir liste hükmündedir. Yoksa
kolay ve ucuz, fıtrî bir libas giydirebilirdi. Çünki bu hikmet olmazsa; muhtelif paçavraları
vücuduna sarıp giyen insan, şuurlu hayvanatın nazarında ve onlara nisbeten bir maskara olur,
manen onları güldürür. Meydan-ı haşirde, o hikmet ve münasebet yok. O liste de olmaması
lâzım gelir.
görüşebilir.
Râbian: Cenab-ı Hak, insandan başka zîruh mahlukatına fıtrî birer libas giydirdiği gibi;
meydan-ı haşirde sun'î libaslardan üryan olarak, fakat fıtrî bir libas giydirmesi, ism-i Hakîm
muktezasıdır. Dünyada sun'î libasın hikmeti, yalnız soğuk ve sıcaktan muhafaza ve zînet ve
setr-i avrete münhasır değildir; belki mühim bir hikmeti, insanın sair nevilerdeki tasarruf ve
münasebetine ve kumandanlığına işaret eden bir fihriste ve bir liste hükmündedir. Yoksa
kolay ve ucuz, fıtrî bir libas giydirebilirdi. Çünki bu hikmet olmazsa; muhtelif paçavraları
MAXQDA 2020 24.12.2022
vücuduna sarıp giyen insan, şuurlu hayvanatın nazarında ve onlara nisbeten bir maskara olur,
manen onları güldürür. Meydan-ı haşirde, o hikmet ve münasebet yok. O liste de olmaması
lâzım gelir.
Râbian: Cenab-ı Hak, insandan başka zîruh mahlukatına fıtrî birer libas giydirdiği gibi;
meydan-ı haşirde sun'î libaslardan üryan olarak, fakat fıtrî bir libas giydirmesi, ism-i Hakîm
muktezasıdır. Dünyada sun'î libasın hikmeti, yalnız soğuk ve sıcaktan muhafaza ve zînet ve
setr-i avrete münhasır değildir; belki mühim bir hikmeti, insanın sair nevilerdeki tasarruf ve
münasebetine ve kumandanlığına işaret eden bir fihriste ve bir liste hükmündedir. Yoksa
kolay ve ucuz, fıtrî bir libas giydirebilirdi. Çünki bu hikmet olmazsa; muhtelif paçavraları
vücuduna sarıp giyen insan, şuurlu hayvanatın nazarında ve onlara nisbeten bir maskara olur,
manen onları güldürür. Meydan-ı haşirde, o hikmet ve münasebet yok. O liste de olmaması
lâzım gelir.
Hâmisen:
Cenab-ı Hak, insandan başka zîruh mahlukatına fıtrî birer libas giydirdiği gibi;
meydan-ı haşirde sun'î libaslardan üryan olarak, fakat fıtrî bir libas giydirmesi, ism-i Hakîm
muktezasıdır. Dünyada sun'î libasın hikmeti, yalnız soğuk ve sıcaktan muhafaza ve zînet ve
setr-i avrete münhasır değildir; belki mühim bir hikmeti, insanın sair nevilerdeki tasarruf ve
münasebetine ve kumandanlığına işaret eden bir fihriste ve bir liste hükmündedir. Yoksa
kolay ve ucuz, fıtrî bir libas giydirebilirdi. Çünki bu hikmet olmazsa; muhtelif paçavraları
vücuduna sarıp giyen insan, şuurlu hayvanatın nazarında ve onlara nisbeten bir maskara olur,
manen onları güldürür. Meydan-ı haşirde, o hikmet ve münasebet yok. O liste de olmaması
lâzım gelir.
Hâmisen: Rehber ise, senin gibi Kur'anın nuru altına girenlere, Kur'andır.
Şeairin taabbüdî kısmı; hikmet ve maslahat onu tağyir edemez, taabbüdîlik ciheti
tereccuh ediyor, ona ilişilmez. Yüzbin maslahat gelse onu tağyir edemez. Öyle de: "Şeairin
faidesi, yalnız malûm mesalihtir" denilmez ve öyle bilmek hatadır. Belki o maslahatlar ise,
çok hikmetlerinden bir faidesi olabilir. Meselâ biri dese: "Ezanın hikmeti, müslümanları
namaza çağırmaktır; şu halde bir tüfenk atmak kâfidir." Halbuki o divane bilmez ki, binler
maslahat-ı ezaniye içinde o bir maslahattır.
"Şeairin
faidesi, yalnız malûm mesalihtir" denilmez ve öyle bilmek hatadır. Belki o maslahatlar ise,
çok hikmetlerinden bir faidesi olabilir. Meselâ biri dese: "Ezanın hikmeti, müslümanları
namaza çağırmaktır; şu halde bir tüfenk atmak kâfidir." Halbuki o divane bilmez ki, binler
maslahat-ı ezaniye içinde o bir maslahattır. Tüfenk sesi, o maslahatı verse; acaba nev'-i beşer
namına, yahut o şehir ahalisi namına, hilkat-ı kâinatın netice-i uzması ve nev'-i beşerin netice-
i hilkatı olan ilân-ı tevhid ve rububiyet-i İlahiyeye karşı izhar-ı ubudiyete vasıta olan ezanın
yerini nasıl tutacak?
***
---sh:»(M:398) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
İkinci Risale olan İkinci Kısım
Ramazan-ı Şerife dairdir
[Birinci kısmın âhirinde şeair-i İslâmiyeden bir nebze bahsedildiğinden şeairin içinde en parlak
ve muhteşem olan Ramazan-ı Şerife dair olan bu ikinci kısımda, bir kısım hikmetleri zikredilecektir.
Bu İkinci Kısım, Ramazan-ı Şerifin pek çok hikmetlerinden dokuz hikmeti beyan eden "Dokuz
Nükte"dir.]
---sh:»(M:398) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
İkinci Risale olan İkinci Kısım
Ramazan-ı Şerife dairdir
[Birinci kısmın âhirinde şeair-i İslâmiyeden bir nebze bahsedildiğinden şeairin içinde en parlak
ve muhteşem olan Ramazan-ı Şerife dair olan bu ikinci kısımda, bir kısım hikmetleri zikredilecektir.
Bu İkinci Kısım, Ramazan-ı Şerifin pek çok hikmetlerinden dokuz hikmeti beyan eden "Dokuz
Nükte"dir.]
manevî eder. İşte bu suretle oruç, çok cihetlerle hakikî vazife-i insaniye olan şükrün anahtarı
hükmüne geçer.
Üçüncü Nükte: Oruç, hayat-ı içtimaiye-i insaniyeye baktığı cihetle çok hikmetlerinden
bir hikmeti şudur ki: İnsanlar, maişet cihetinde muhtelif bir surette halkedilmişler. Cenab-ı
Hak o ihtilafa binaen, zenginleri fukaraların muavenetine davet ediyor. Halbuki zenginler,
fukaranın acınacak acı hallerini ve açlıklarını, oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler. Eğer oruç
olmazsa, nefisperest çok zenginler bulunabilir ki, açlık ve fakirlik ne kadar elîm ve onlar
manevî eder. İşte bu suretle oruç, çok cihetlerle hakikî vazife-i insaniye olan şükrün anahtarı
hükmüne geçer.
Üçüncü Nükte: Oruç, hayat-ı içtimaiye-i insaniyeye baktığı cihetle çok hikmetlerinden
bir hikmeti şudur ki: İnsanlar, maişet cihetinde muhtelif bir surette halkedilmişler. Cenab-ı
Hak o ihtilafa binaen, zenginleri fukaraların muavenetine davet ediyor. Halbuki zenginler,
fukaranın acınacak acı hallerini ve açlıklarını, oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler. Eğer oruç
olmazsa, nefisperest çok zenginler bulunabilir ki, açlık ve fakirlik ne kadar elîm ve onlar
Kendisi
mâlik değil, memluktür; hür değil, abddir. Emir olunmazsa en âdi ve en rahat şeyi de
yapamaz, elini suya uzatamaz diye mevhum rububiyeti kırılır, ubudiyeti takınır, hakikî
vazifesi olan şükre girer.
Beşinci Nükte: Ramazan-ı Şerifin orucu, nefsin tehzib-i ahlâkına ve serkeşane
muamelelerinden vazgeçmesi cihetine baktığı noktasındaki çok hikmetlerinden birisi şudur ki:
Nefs-i insaniye gafletle kendini unutuyor. Mahiyetindeki hadsiz aczi, nihayetsiz fakrı, gayet
derecedeki kusurunu göremez ve görmek istemez. Hem ne kadar zaîf ve zevale maruz ve
musibetlere hedef bulunduğunu ve çabuk bozulur dağılır et ve kemikten ibaret olduğunu
düşünmez. Âdeta polattan bir vücudu var gibi, lâyemûtane kendini ebedî tahayyül eder gibi
dünyaya saldırır.
sair cihazata da bir nevi oruç tutturmaktır. Zâten mide en büyük bir fabrika olduğu için, oruç
ile ona ta'til-i eşgal ettirilse, başka küçük tezgâhlar kolayca ona ittiba ettirilebilir.
Sekizinci Nükte: Ramazan-ı Şerif, insanın hayat-ı şahsiyesine baktığı cihetindeki çok
hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:
İnsana en mühim bir ilâç nev'inden maddî ve manevî bir perhizdir ve tıbben bir
hımyedir ki: İnsanın nefsi, yemek içmek hususunda keyfemayeşa hareket ettikçe, hem şahsın
maddî hayatına tıbben zarar verdiği gibi; hem helâl-haram demeyip rast gelen şeye saldırmak,
âdeta manevî hayatını da zehirler. Daha kalbe ve ruha itaat etmek, o nefse güç gelir.
Serkeşane dizginini eline alır.
Kalb ve ruh,
akıl, sır gibi letaifin o mübarek ayda oruç vasıtasıyla çok terakkiyat ve tefeyyüzleri vardır.
Midenin ağlamasına rağmen, onlar masumane gülüyorlar.
Dokuzuncu Nükte: Ramazan-ı Şerifin orucu, doğrudan doğruya nefsin mevhum
rububiyetini kırmak ve aczini göstermekle ubudiyetini bildirmek cihetindeki hikmetlerinden
bir hikmeti şudur ki:
Nefis Rabbisini tanımak istemiyor, firavunane kendi rububiyet istiyor. Ne kadar azablar
çektirilse, o damar onda kalır. Fakat açlıkla o damarı kırılır.
Kalb ve ruh,
akıl, sır gibi letaifin o mübarek ayda oruç vasıtasıyla çok terakkiyat ve tefeyyüzleri vardır.
Midenin ağlamasına rağmen, onlar masumane gülüyorlar.
Dokuzuncu Nükte: Ramazan-ı Şerifin orucu, doğrudan doğruya nefsin mevhum
rububiyetini kırmak ve aczini göstermekle ubudiyetini bildirmek cihetindeki hikmetlerinden
bir hikmeti şudur ki:
Nefis Rabbisini tanımak istemiyor, firavunane kendi rububiyet istiyor. Ne kadar azablar
çektirilse, o damar onda kalır. Fakat açlıkla o damarı kırılır.
Necm'den başlayan beş; o nısf-ı nısf-ı nısf-ı nısfın nısfıdır; fakat takribîdir. Küçük küsuratın
farkları, böyle makamat-ı hitabiyede zarar vermez. Sonra gelen küçük beşler içinde, üç
beşlerin yalnız üçer aded Lafz-ı Celal'i var. İşte bu vaziyet gösteriyor ki: Lafz-ı Celal'in
adedine tesadüf karışmamış, bir hikmet ve intizam ile adedleri tayin edilmiş.
Lafzullah'ın Üçüncü Nüktesi: Sahifeler nisbetine bakar. Şöyle ki:
Bir sahifede olan Lafz-ı Celal adedi, o sahifenin sağ yüzü ve o yüze karşıki sahifeye ve
bazan soldaki karşıki sahife ve karşının arka yüzüne bakar.
Ekseriyetle gayet güzel bir nisbet-i adediye ile bir tevafuk gördüm.
Nüshama da işaretler koydum. Çok defa müsavi olur. Bazan nısıf veyahud sülüs oluyor. Bir
hikmet ve intizamı ihsas eden bir vaziyeti vardır.
Dördüncü Nükte: Sahife-i vâhiddeki tevafukattır. Kardeşlerimle üç-dört ayrı ayrı
nüshaları mukabele ettik.
altı Lafz-ı Celal'in adedinde tevafukat görünecektir. Ve bunda bir şu'le-i i'caz parlıyor. Çünki
fikr-i beşer, bu pek geniş sahifeyi ihata edemez ve karışamaz. Tesadüfün ise, bu manidar ve
hikmetdar vaziyete eli ulaşamaz.
Dördüncü Nükte'yi bir derece göstermek için, yeni bir Mushaf yazdırıyoruz ki; en
münteşir Mushafların aynı sahife, aynı satırlarını muhafaza etmekle beraber, san'atkârların
lâkaydlığı tesiriyle adem-i intizama maruz kalan yerleri tanzim edip, tevafukatın hakikî
intizamı inşâallah gösterilecektir.. ve gösterildi.
¬–³~²hT²7! «*!«h²,«
(M:417) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
cesedi bir şehid-i mazlum olur. Evet tükürün zalimlerin hayâsız yüzlerine!..
Bir zaman İngiliz Devleti, İstanbul Boğazı'nın toplarını tahrib ve İstanbul'u istilâ ettiği
hengâmda; o devletin en büyük daire-i diniyesi olan Anglikan Kilisesi'nin başpapazı
tarafından Meşihat-ı İslâmiyeden dinî altı sual soruldu. Ben de o zaman Dâr-ül Hikmet-il
İslâmiye'nin âzası idim. Bana dediler: "Bir cevab ver." Onlar altı suallerine, altı yüz kelime ile
cevab istiyorlar.
veya muarız vaziyeti alması ve İslâmdan çıkan hükemaların kısm-ı a'zamı, hikmetlerini
esasat-ı İslâmiyeye bina etmesi; yine mühim bir farkı gösteriyor.
Hem ekseriyetle zindanlara ve musibetlere düşen âmi Hristiyanlar, dinden meded
beklemiyorlar. Eskiden çoğu dinsiz oluyordular. Hattâ Fransa'nın İhtilal-i Kebirini çıkaran ve
"Serseri Dinsiz" tabir edilen tarihçe meşhur inkılabcılar, o musibetzede avam kısmıdır.
İslâmiyette ise, ekseriyet-i mutlaka ile hapse ve musibete düşenler, dinden meded beklerler ve
dindar oluyorlar. İşte bu hal dahi mühim bir farkı gösteriyor.
Üçüncü İşaret
veya muarız vaziyeti alması ve İslâmdan çıkan hükemaların kısm-ı a'zamı, hikmetlerini
esasat-ı İslâmiyeye bina etmesi; yine mühim bir farkı gösteriyor.
Hem ekseriyetle zindanlara ve musibetlere düşen âmi Hristiyanlar, dinden meded
beklemiyorlar. Eskiden çoğu dinsiz oluyordular. Hattâ Fransa'nın İhtilal-i Kebirini çıkaran ve
"Serseri Dinsiz" tabir edilen tarihçe meşhur inkılabcılar, o musibetzede avam kısmıdır.
MAXQDA 2020 24.12.2022
İslâmiyette ise, ekseriyet-i mutlaka ile hapse ve musibete düşenler, dinden meded beklerler ve
dindar oluyorlar.
---sh:»(M:440) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
şahs-ı manevîsini temsil etmezse; muhalif bir cemaatın şahs-ı manevîsine karşı mağlubdur. Şu
zamanda -kuvvet-i velayeti ne kadar yüksek olursa olsun- böyle bir cemaat-ı beşeriyenin
ifsadat-ı azîmesi içinde nasıl ıslah eder? Eğer Mehdi'nin bütün işleri hârika olsa, şu dünyadaki
hikmet-i İlahiyeye ve kavanin-i âdetullaha muhalif düşer. Bu Mehdi mes'elesinin sırrını
anlamak istiyoruz?
Elcevab: Cenab-ı Hak kemal-i rahmetinden, şeriat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i
derindir ki; felsefenin en derin esasları onlara yetişmez, belki sathî kalır. Otuzuncu Söz,
Yirmidördüncü Mektub, Yirmidokuzuncu Söz bu hakikatı bürhanlarıyla isbat ederek
gelmeyen, bir muhakkik âlim zât da olsa, şimdiki zındıkların desiselerine karşı kendini tam
muhafaza etmesi müşkilleşmiştir.
Birşey daha var ki: Daire-i takvadan hariç, belki daire-i İslâmiyetten hariç bir suret
almış bazı meşreblerin ve tarîkat namını haksız olarak kendine takanların seyyiatıyla, tarîkat
mahkûm olamaz. Tarîkatın dinî ve uhrevî ve ruhanî çok mühim ve ulvî neticelerinden sarf-ı
nazar, yalnız âlem-i İslâm içindeki kudsî bir rabıta olan uhuvvetin inkişafına ve inbisatına en
birinci, tesirli ve hararetli vasıta tarîkatlar olduğu gibi; âlem-i küfrün ve siyaset-i
Hristiyaniyenin, nur-u İslâmiyeti söndürmek için müdhiş hücumlarına karşı dahi, üç mühim
ve sarsılmaz kal'a-i İslâmiyeden bir kal'asıdır. Merkez-i Hilafet olan İstanbul'u beşyüz
---sh:»
---sh:»(M:451) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
Üçüncü Nokta: Bu dünya, dâr-ül hikmettir, dâr-ül hizmettir; dâr-ül ücret ve mükâfat
değil. Buradaki a'mal ve hizmetlerin ücretleri berzahta ve âhirettedir. Buradaki a'mal, berzahta
ve âhirette meyve verir. Madem hakikat budur, a'mal-i uhreviyeye ait neticeleri dünyada
istememek gerektir. Verilse de memnunane değil, mahzunane kabul etmek lâzımdır.
Sual: Bütün kıymetdar kitablar içinde Risale-i Nur, Kur'anın işaretine ve iltifatına ve
Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anh'ın takdir ve tahsinine ve Gavs-ı A'zam'ın (K.S.)
teveccüh ve tebşirine vech-i ihtisası nedir? O iki zâtın kerametle Risale-i Nur'a bu kadar
kıymet ve ehemmiyet vermesinin hikmeti nedir?
Elcevab: Malûmdur ki bazı vakit olur, bir dakika; bir saat ve belki bir gün, belki seneler
kadar ve bir saat; bir sene, belki bir ömür kadar netice verir ve ehemmiyetli olur. Meselâ:
33- Bir şey'in vücudu, bütün eczasının vücuduna vâbestedir. Ademi ise, bir cüz'ünün
ademiyle olduğundan; zaîf adam, iktidarını göstermek için tahrib tarafdarı oluyor, müsbet
yerine menfîce hareket ediyor.
34- Desatir-i hikmet, nevamis-i hükûmetle; kavanin-i hak, revabıt-ı kuvvetle imtizac
etmezse cumhur-u avamda müsmir olamaz.
MAXQDA 2020 24.12.2022
35- Zulüm, başına adalet külâhını geçirmiş; hıyanet, hamiyet libasını giymiş; cihada
bagy ismi takılmış, esarete hürriyet namı verilmiş. Ezdad, suretlerini mübadele etmişler.
beyan eder ve gösterir. Cehennem-i Suğra ve Kübra'yı tefrik edip, fennî bir tarzda ve mantıkî
bir surette isbat etmekle beraber; âhirette gayet muhteşem ve parlak bir surette azamet ve
rububiyet-i İlahiyenin bir sırr-ı azîmini ve Cehennem-i Kübra'nın bir hikmet-i hilkatini
gösterdiği gibi; Cennet ve Cehennem, şecere-i hilkatin iki meyvesi ve silsile-i kâinatın iki
neticesi ve seyl-i şuunatın ve mahsulât-ı maneviye-i Arziyenin iki mahzeni, lütuf ve kahrın iki
tecelligâhı olduğunu gösterir
DÖRDÜNCÜ SUAL'in cevabında; mahbublara olan aşk-ı mecazî aşk-ı
hakikîyinkılaettiği gibi, koca dünyaya karşı insanın aşk-ı mecazîsi dahi, sırr-ı iman ile makbul
bir aşk-ı hakikîye inkılab edebildiğini gayet güzel ve mukni' bir surette isbat eder.
---sh:»(M:484) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------
O
harpte ölen ve öldürenlere ne nam verilir?" Gayet mühim ve merak-âver bir cevab verilmiş.
ÜÇÜNCÜ SUAL: Âl-i Beytin başına gelen feci ve gaddarane muamelenin hikmeti
nedir?" Gayet mühim bir cevab veriliyor.
DÖRDÜNCÜ SUAL:
beyan ediliyor.
Şu risalenin Hâtimesinde, ˜xWB²;¬h«U«4 @®B²[«8 ¬y[¬'«! «v²E«7 «u6²@«< ²–«! ²v6G«&«! Ç`¬E<«!
âyeti altı derec
MAXQDA 2020 24.12.2022
@«<
---sh:»(M:505) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
âyetinin, hayat-ı içtimaiye-i beşeriyenin münasebatına dair gayet mühim bir sırrını ve
insanlar, millet millet ve kabile kabile yaratılmasının mühim bir hikmetini Yedi Mes'ele ile
tefsir ediyor. Bu mebhas, milliyetçilere mühim bir tiryaktır. Bu zamanın en müdhiş marazına
gayet nâfi' bir ilâçtır. Ve sahtekâr hamiyet-füruşların ve yalancı milliyetperverlerin
yüzlerindeki perdeyi açar, sahtekârlıklarını gösterir.
«y´7¬! «Ÿ¬" ²vU«9_«W<¬! !:(±¬G«% hikmeti nedir? diye suale, gayet güzel ve nurlu bir cevabdır.
Dördüncü Mes'elenin Zeylinde, vahdaniyetin gayet azîm bir hüccetine ve geniş ve uzun
bir bürhanına muhtasar bir işarettir.
Beşinci Mes'ele:
dairdir.
DÖRDÜNCÜ NÜKTE: Kur'an-ı Hakîm'in hakikî tercümesi kabil olmadığından ve
manevî i'cazındaki ulviyet-i üslûb tercümeye gelmediğinden, mühim bir beyanla, üslûb-u
Kur'aniyedeki bir lem'a-i i'caziyeyi gösterir.
BEŞİNCİ NÜKTE: "Elhamdülillah" cümlesinin ifade ettiği mananın en kısası, bir satır
kadar olduğunu ve hakikî tercümesinin kabil olmadığını gösterir.
ALTINCI NÜKTE
«w¬8 ¯€@«X±¬[«" «: ¬‰@ÅXV¬7 ›®G; –³~²hT²7! ¬y[¬4 «Ä¬i²9! ›¬HÅ7! «–@«N«8«* h²Z«-
âyetinin bir sırrını, sıyam-ı Ramazanın yetmiş hikmetlerinden dokuz hikmetinin beyanıyla o
sırr-ı azîmi tefsir ediyor. O dokuz hikmet, o kadar hakikî ve kuvvetli ve cazibedardırlar ki;
müslüman olmayan da onları görse, oruç tutmak için büyük bir iştiyak ve bir hevese gelir.
Kendine müslüman deyip oruç tutmayanların, bu hikmetlere karşı, hacalet ve hatalarından
ezilmeleri lâzımgelir.
ÜÇÜNCÜ RİSALE OLAN ÜÇÜNCÜ KISIM
«w¬8 ¯€@«X±¬[«" «: ¬‰@ÅXV¬7 ›®G; –³~²hT²7! ¬y[¬4 «Ä¬i²9! ›¬HÅ7! «–@«N«8«* h²Z«-
âyetinin bir sırrını, sıyam-ı Ramazanın yetmiş hikmetlerinden dokuz hikmetinin beyanıyla o
sırr-ı azîmi tefsir ediyor. O dokuz hikmet, o kadar hakikî ve kuvvetli ve cazibedardırlar ki;
müslüman olmayan da onları görse, oruç tutmak için büyük bir iştiyak ve bir hevese gelir.
Kendine müslüman deyip oruç tutmayanların, bu hikmetlere karşı, hacalet ve hatalarından
ezilmeleri lâzımgelir.
ÜÇÜNCÜ RİSALE OLAN ÜÇÜNCÜ KISIM
!:h«B²L«# ««:
Şu risalenin âhirinde; iki yaprakta yazıldıktan sonra görülmüş, ihtiyarsız kendi kendine
gelen latif ve zarif bir tevafuktur ki, sıkıntılı esaretimin tam dokuzuncu senesinde te'lif edilen
şu risalenin âhirinde, Yirmidokuzuncu Mektub'un bahsinde yirmidokuz nükte bulunması ve
dokuz kısım olması ve bu risale fihristesinde dokuz defa "dokuz" lafzı ile o mektubdan
bahsedilmesi ve Birinci Kısım dokuz nükte olması; ve Ramazanın, burada işaret edilen ve
İkinci Kısım'da mezkûr hikmetleri dokuz bulunması; ve burada işaret edilen ve Dördüncü
Kısım'da mezkûr "Kur'an" kelimesine dair âyetlerin altmışdokuz etmesi; ve Kur'an kelimesi
de bu mebhasta yirmidokuz gelmesi ve lafzullah dahi dokuz olması; ve bu risale de
yirmidokuz sahifede tamam olması cihetiyle, dokuz defa dokuzlar birbirine tevafuk ederek
çok şirin düşmüştür. Bu risalenin dahi, sırr-ı tevafuktan küçük, fakat parlak bir hissesi var
olduğunu gösterir. Bu dokuz defa dokuzların sırrının, dokuzuncu sene-i esaretimde zuhuru
ise, inşâallah esaretin dokuzuncu senesinde biteceğine işarî bir beşarettir. Dokuzuncu sene-i
esaretimde sıkıntıdan o sene dokuz dişim düştüler; o münasebetle Isparta'ya me'zuniyetle
gitmek o senede oldu.
--
küllî ve daimî ve haklı ve hakikatlı, kalli, halli, bekaya dair gayet kuvvetli duasını kabul
etmesin? Hâşâ, yüzbin defa hâşâ. Kabul etmemek mümkün değildir. Hem hikmet ve adaletine
ve rahmet ve kudretine hiçbir cihetle yakışmaz. Madem insan bekaya âşıktır, elbette bütün
kemalâtı, lezzetleri, bekaya tabidir. Ve madem beka, Bâki-i Zülcelal'e mahsustur ve madem
Bâki'nin esması bâkiyedir ve madem Bâki'nin âyineleri Bâki'nin rengini, hükmünü alır ve bir
nevi bekaya mazhar olur. Elbette insana en lâzım iş, en mühim vazife; o Bâki'ye karşı alâka
peyda etmektir ve esmasına yapışmaktır. Çünki Bâki yoluna sarfolunan herşey, bir nevi
Çünki "şüheda"
cem'dir. Cem'in ekalli üçtür. Demek Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali
(Radıyallahü Anhüm) Sıddık'tan sonra riyaset-i İslâmiyete geçecekler ve şehid olacaklar.
Aynı haber-i gaybî vukubulmuştur. Hem «w[¬E¬7@ÅM7!«: kaydıyla Ehl-i Suffe gibi taat ve ibadette
Tevrat'ın senasına mazhar olmuş ehl-i salahat ve takva ve ibadet, istikbalde kesretle
bulunacağını ihbar etmekle beraber, @®T[¬4«* «t¬\´7:! «w,«& «: cümlesi; Sahabeye,
--- sh:»
--
ki, bütün Kur'anda sahifenin âhirki satırın yukarı kısmında seksen Lafza-i Celal, birbirine
tevafukla baktığı gibi, aşağıki kısımda da aynen seksen Lafza-i Celal, birbirine tevafukla
bakar. Tam o âhirki satırın ortasında yine ellibeş Lafza-i Celal, birbiri üstüne düşüp ittihad
ederek güya ellibeş Lafza-i Celalden terekküb etmiş birtek Lafza-i Celaldir. Âhirki satırın
başında yalnız ve bazı üç harfli kısa bir kelime fasıla ile yirmibeş tam tevafukla tam ortadaki
ellibeşin tam tevafukuna zammedilince seksen tevafuk olup, o satırın nısf-ı evvelindeki
seksen tevafuka ve nısf-ı âhirdeki yine seksen tevafuka tevafuk ediyor. Acaba böyle latif,
zarif, muntazam, mevzun, i'cazlı bu tevafukat; nüktesiz, hikmetsiz olur mu? Hâşâ, olamaz.
Belki o tevafukatın ucuyla mühim bir define açılabilir.
@«9²@«O²'«!
Eğer senin bu azîm şefkatini ve büyük re'fetini tanımayıp akılsızlıklarından sana arka
verip dinlemeseler, merak etme! Semavat ve Arz'ın cünudu taht-ı emrinde olan, arş-ı azîm-i
muhitin tahtında saltanat-ı rububiyeti hükmeden Zât-ı Zülcelal sana kâfidir. Hakikî muti'
taifeleri, senin etrafına toplattırır, seni onlara dinlettirir, senin ahkâmını onlara kabul ettirir!"
Evet şeriat-ı Muhammediye ve Sünnet-i Ahmediyede hiçbir mes'ele yoktur ki, müteaddid
hikmetleri bulunmasın. Bu fakir, bütün kusur ve aczimle beraber bunu iddia ediyorum ve bu
davanın isbatına da hazırım. Hem şimdiye kadar yazılan yetmiş seksen Risale-i Nuriye,
Sünnet-i Ahmediyenin ve Şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) mes'eleleri, ne kadar hikmetli
ve hakikatlı olduğuna yetmiş seksen şahid-i sadık hükmüne geçmiştir.
Evet şeriat-ı Muhammediye ve Sünnet-i Ahmediyede hiçbir mes'ele yoktur ki, müteaddid
hikmetleri bulunmasın. Bu fakir, bütün kusur ve aczimle beraber bunu iddia ediyorum ve bu
davanın isbatına da hazırım. Hem şimdiye kadar yazılan yetmiş seksen Risale-i Nuriye,
Sünnet-i Ahmediyenin ve Şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) mes'eleleri, ne kadar hikmetli
ve hakikatlı olduğuna yetmiş seksen şahid-i sadık hükmüne geçmiştir. Eğer bu mevzua dair
iktidar olsa yazılsa, yetmiş değil, belki yedi bin risale o hikmetleri bitiremeyecek. Hem ben
şahsımda bilmüşahede ve zevken, belki bin tecrübatım var ki; mesail-i şeriatla sünnet-i seniye
düsturları, emraz-ı ruhaniyede ve akliyede ve kalbiyede, hususan emraz-ı içtimaiyede gayet
nâfi' birer devadır bildiğimi ve onların yerine başka felsefî ve hikmetli mes'eleler
tutamadığını, bilmüşahede kendim
--- sh:»(L:56) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
Herkes ona ittibaa mükelleftir. Nevafil kısmında, emr-i istihbabî ile yine ehl-i iman
mükelleftir. Fakat, terkinde azab ve ikab yoktur. Fiilinde ve ittibaında azîm sevablar var ve
tağyir ve tebdili bid'a ve dalalettir ve büyük hatadır. Âdât-ı seniyesi ve harekât-ı müstahsenesi
ise hikmeten, maslahaten, hayat-ı şahsiye ve nev'iye ve içtimaiye itibariyle onu taklid ve ittiba
etmek, gayet müstahsendir. Çünki herbir hareket-i âdiyesinde, çok menfaat-ı hayatiye
bulunduğu gibi, mutabaat etmekle o âdâb ve âdetler, ibadet hükmüne geçer. Evet madem dost
ve düşmanın ittifakıyla, Zât-ı Ahmediye (A.S.M.) mehasin-i ahlâkın en yüksek mertebelerine
mazhardır.
Her hareketinde
istikamet ve itidal üzerine gitmiş, ifrat ve tefritten içtinab etmiştir. Evet Resul-i Ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâm, «€²h¬8! @«W«6 ²v¬T«B²,@«4 emrini tamamıyla imtisal ettiği için, bütün
ef'al ve
akval ve ahvalinde istikamet, kat'î bir surette görünüyor. Meselâ: Kuvve-i akliyenin fesad ve
zulmeti hükmündeki ifrat ve tefriti olan gabavet ve cerbezeden müberra olarak, hadd-i vasat
ve medar-ı istikamet olan hikmet noktasında kuvve-i akliyesi daima hareket ettiği gibi; kuvve-
MAXQDA 2020 24.12.2022
i gazabiyenin fesadı ve ifrat ve tefriti olan korkaklık ve tehevvürden münezzeh olarak, kuvve-
i gazabiyenin medar-ı istikameti ve hadd-i vasatı olan şecaat-ı kudsiye ile kuvve-i gazabiyesi
hareket etmekle beraber; kuvve-i şeheviyenin fesadı ve ifrat ve tefriti olan humud ve fücurdan
musaffa olarak, o kuvvenin medar-ı istikameti olan iffette, kuvve-i şeheviyesi daima iffeti,
a'zamî masumiyet derecesinde rehber ittihaz etmiştir. Ve hâkeza... Bütün Sünen-i
Seniyesinde, ahval-i fıtriyesinde ve ahkâm-ı şer'iyesinde, hadd-i istikameti ihtiyar edip zulüm
ve zulümat olan ifrat ve tefritten, israf ve tebzirden içtinab etmiştir.
zîşuur ve zîhayat mahlukların âlemleri ve meskenleri olduğu, çok kesretli ehl-i keşf ve ashab-ı
şuhudun şehadetiyle sabit yedi kat arzın âlemleri; hem Küre-i Arzımıza benzeyen yedi küre-i
uhra dahi bulunmasına, zîhayata makarr ve mesken olmasına işareten yedi tabaka yani yedi
küre-i arziye bulunmasına işareten Küre-i Arz dahi, yedi tabaka âyât-ı Kur'aniyeden
fehmedilmiştir.
İşte yedi nevi ile yedi tarzda, arzın yedi tabakası mevcud olduğu tahakkuk ediyor.
Sekizincisi olan âhirki mana, başka nokta-i nazarda ehemmiyetlidir; o yedide dâhil değildir.
İşarat-
ül İ'caz tefsirinde eski Harb-i Umumî'nin birinci senesinde cephe-i harbde ihtisar
mecburiyetiyle gayet mücmel beyan ettiğimiz o mes'elenin yalnız bir hülâsasını yazmak
münasibdir. Şöyle ki:
Eski hikmet, semavatı dokuz tasavvur edip, lisan-ı şer'îde, Arş ve Kürsi yedi semavat ile
beraber kabul edip acib bir suretle semavatı tasvir etmiştiler. O eski hikmetin dâhî
hükemasının şaşaalı ifadeleri, nev-i beşeri çok asırlar müddetince tahakkümleri altında
tutmuşlar. Hattâ çok ehl-i tefsir, âyâtın zahirlerini onların mezhebine göre tevfik etmeye
mecbur kalmışlar. O suretle Kur'an-ı Hakîm'in i'cazına bir derece perde çekilmişti. Ve hikmet-
ül İ'caz tefsirinde eski Harb-i Umumî'nin birinci senesinde cephe-i harbde ihtisar
mecburiyetiyle gayet mücmel beyan ettiğimiz o mes'elenin yalnız bir hülâsasını yazmak
münasibdir. Şöyle ki:
Eski hikmet, semavatı dokuz tasavvur edip, lisan-ı şer'îde, Arş ve Kürsi yedi semavat ile
beraber kabul edip acib bir suretle semavatı tasvir etmiştiler. O eski hikmetin dâhî
hükemasının şaşaalı ifadeleri, nev-i beşeri çok asırlar müddetince tahakkümleri altında
tutmuşlar. Hattâ çok ehl-i tefsir, âyâtın zahirlerini onların mezhebine göre tevfik etmeye
mecbur kalmışlar. O suretle Kur'an-ı Hakîm'in i'cazına bir derece perde çekilmişti. Ve hikmet-
i cedide namı verilen yeni felsefe ise, eski felsefenin
--
mürur u ubura ve hark u iltiyama kabil olmayan semavat hakkındaki ifratına mukabil tefrit
edip, semavatın vücudunu âdeta inkâr ediyorlar. Evvelkiler ifrat, sonrakiler tefrit edip hakikatı
tamamıyla gösterememişler. Kur'an-ı Hakîm'in hikmet-i kudsiyesi ise, o ifrat ve tefriti bırakıp
hadd-i vasatı ihtiyar edip der ki: Sâni'-i Zülcelal, yedi kat semavatı halketmiştir. Hareket eden
yıldızlar ise, balıklar gibi sema içinde gezerler ve tesbih ederler. Hadîste
½¿xS²U«8 °‚²x«8 š@«WÅ,7«! denilmiş
--
mürur u ubura ve hark u iltiyama kabil olmayan semavat hakkındaki ifratına mukabil tefrit
edip, semavatın vücudunu âdeta inkâr ediyorlar. Evvelkiler ifrat, sonrakiler tefrit edip hakikatı
tamamıyla gösterememişler. Kur'an-ı Hakîm'in hikmet-i kudsiyesi ise, o ifrat ve tefriti bırakıp
hadd-i vasatı ihtiyar edip der ki: Sâni'-i Zülcelal, yedi kat semavatı halketmiştir. Hareket eden
yıldızlar ise, balıklar gibi sema içinde gezerler ve tesbih ederler. Hadîste
İşte bu hakikat-ı Kur'aniyeyi yedi kaide ve yedi vecih mana ile gayet muhtasar bir
surette isbat edeceğiz.
Birinci Kaide: Fennen ve hikmeten sabittir ki: Bu haddi yok feza-yı âlem, nihayetsiz
bir boşluk değil, belki "esîr" dedikleri madde ile doludur.
İkincisi: Fennen ve aklen, belki müşahedeten sabittir ki:
Elhasıl: Kıraat-ı seb'a, vücuh-u seb'a ve mu'cizat-ı seb'a ve hakaik-i seb'a ve erkân-ı
seb'a üzerine nâzil olan Kur'an semasının o yedişer tabakalarına, cinn ve şeyatîn hükmündeki
itikadsız maddî fikirler çıkamadıklarından âyâtın nücumunda ne var, ne yok bilmeyip yalan ve
yanlış haber verirler. Ve onların başlarına o âyâtın nücumundan mezkûr tahkikat gibi şahablar
inerler ve onları yakarlar. Evet cinn fikirli feylesofların felsefesiyle o semavat-ı Kur'aniyeye
çıkılmaz. Belki âyâtın yıldızlarına, hikmet-i hakikiyenin mi'racıyla ve iman ve İslâmiyetin
kanatlarıyla çıkılabilir.
¬w«W¬7 ›«GZ²7! ¬•xD9 ¬y¬A²E«. «:
makamı sabit kalırdı. O halde insan nev'inde, binler enva' hükmünde sınıflar bulunmayacak.
Bir şerr-i cüz'î gelmemek için bin hayrı terketmek, hikmet ve adalete münafîdir. Çendan
şeytan yüzünden ekser insanlar dalalete giderler. Fakat ehemmiyet ve kıymet, ekseriyetle
keyfiyete bakar, kemmiyete az bakar veya bakmaz. Nasılki bin ve on çekirdeği bulunan bir
zât, o çekirdekleri toprak altında bir muamele-i kimyeviyeye mazhar etse; ondan on tanesi
ağaç olmuş, bini bozulmuş. O on ağaç olmuş çekirdeklerin o adama verdiği menfaat, elbette
bin bozulmuş çekirdeğin verdiği zararı hiçe indirir. Öyle de: Nefs ve şeytanlara karşı
mücahede ile, yıldızlar gibi nev-i insanı şereflendiren ve tenvir eden on insan-ı kâmil
yüzünden o nev'e gelen menfaat ve şeref ve kıymet, elbette haşerat nev'inden sayılacak
derecede süfli ehl-i dalaletin küfre girmesiyle insan nev'ine vereceği zararı hiçe indirip göze
göstermediği için, rahmet ve hikmet ve adalet-i İlahiye, şeytanın vücuduna müsaade edip
tasallutlarına meydan vermiş.
--- sh:»(L:72) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
--
Ey ehl-i iman
zât, o çekirdekleri toprak altında bir muamele-i kimyeviyeye mazhar etse; ondan on tanesi
ağaç olmuş, bini bozulmuş. O on ağaç olmuş çekirdeklerin o adama verdiği menfaat, elbette
bin bozulmuş çekirdeğin verdiği zararı hiçe indirir. Öyle de: Nefs ve şeytanlara karşı
mücahede ile, yıldızlar gibi nev-i insanı şereflendiren ve tenvir eden on insan-ı kâmil
yüzünden o nev'e gelen menfaat ve şeref ve kıymet, elbette haşerat nev'inden sayılacak
derecede süfli ehl-i dalaletin küfre girmesiyle insan nev'ine vereceği zararı hiçe indirip göze
göstermediği için, rahmet ve hikmet ve adalet-i İlahiye, şeytanın vücuduna müsaade edip
tasallutlarına meydan vermiş.
--- sh:»(L:72) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
--
(L:72) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
--
Ey ehl-i iman! Bu müdhiş düşmanlarınıza karşı zırhınız: Kur'an tezgâhında yapılan
takvadır. Ve siperiniz, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Sünnet-i Seniyesidir. Ve
silâhınız, istiaze ve istiğfar ve hıfz-ı İlahiyeye ilticadır.
ÜÇÜNCÜ İŞARET:
MAXQDA 2020 24.12.2022
Ve müflis ve mülkte hiç hissesi olmadığı halde mütecaviz bir şerik gibi mevki verip
ondan şekva ediyor. Bunun sırrı ve hikmeti nedir?
ELCEVAB: Onun sırr ve hikmeti şudur ki: Şeytanlar ve şeytanlara uyanlar, dalalete
sülûk ettikleri için, küçük bir hareketle çok tahribat yapabilirler. Ve çok mahlukatın
hukukuna, az bir fiil ile çok hasaret veriyorlar. Nasılki bir sultanın büyük bir ticaret gemisinde
bir adam az bir hareketle, belki küçük bir vazifeyi terketmekle, o gemi ile alâkadar bütün
vazifedarların semere-i sa'ylerinin ve netice-i amellerinin mahvına ve ibtaline sebebiyet
verdiği için, o geminin sahib-i zîşanı, o âsiden, o gemi ile alâkadar olan bütün raiyetinin
hesabına azîm şikayetler edip dehşetli tehdid ediyor ve onun o cüz'î hareketini değil, belki o
hareketin müdhiş neticelerini nazara alarak ve o sahib-i zîşanın zâtına değil, belki raiyetinin
hukuku namına dehşetli bir cezaya çarpar. Öyle de:
vakit o hakikatla hem Kur'an-ı Hakîm'in tam mutabık-ı mukteza-yı hal ve yerinde ve israfsız
ve hikmetli ve ittihamsız bir surette ısrar ve tekraratı yaptığını ve ayn-ı hikmet ve mahz-ı
belâgat olduğunu bildim. Ve o sadık arkadaşlarımın gücenmediklerinin sırrını anladım.
O hakikatın hülâsası şudur ki: Şeytanlar tahribat cihetinde sevkettikleri için, az bir amel
ile çok şerleri yaparlar. Onun için tarîk-ı hakta ve hidayette gidenler, pek çok ihtiyat ve
şiddetli sakınmaya ve mükerrer ihtarata ve kesretli muavenete muhtaç olduklarındandır ki,
Cenab-ı Hak o tekrarat cihetinde binbir ismi ile ehl-i imana muavenetini takdim ediyor ve
binler merhamet ellerini
vakit o hakikatla hem Kur'an-ı Hakîm'in tam mutabık-ı mukteza-yı hal ve yerinde ve israfsız
ve hikmetli ve ittihamsız bir surette ısrar ve tekraratı yaptığını ve ayn-ı hikmet ve mahz-ı
belâgat olduğunu bildim. Ve o sadık arkadaşlarımın gücenmediklerinin sırrını anladım.
O hakikatın hülâsası şudur ki: Şeytanlar tahribat cihetinde sevkettikleri için, az bir amel
ile çok şerleri yaparlar. Onun için tarîk-ı hakta ve hidayette gidenler, pek çok ihtiyat ve
şiddetli sakınmaya ve mükerrer ihtarata ve kesretli muavenete muhtaç olduklarındandır ki,
Cenab-ı Hak o tekrarat cihetinde binbir ismi ile ehl-i imana muavenetini takdim ediyor ve
binler merhamet ellerini
DOKUZUNCU İŞARET: Sual: Hizbullah olan ehl-i hidayet, başta Enbiya ve onların
başında Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm, o kadar inayet ve rahmet-i İlahiye ve imdad-ı
Sübhaniyeye mazhar oldukları halde, neden çok defa hizb-üş şeytan olan ehl-i dalalete
MAXQDA 2020 24.12.2022
mağlub olmuşlar? Hem Hâtem-ül Enbiya'nın güneş gibi parlak nübüvvet ve risaleti ve iksir-i
a'zam gibi tesirli i'caz-ı Kur'anî vasıtasıyla irşadı ve cazibe-i umumiye-i kâinattan daha
cazibedar hakaik-i Kur'aniyenin komşuluğunda ve yakınında olan Medine münafıklarının
dalalette ısrarları ve hidayete girmemeleri ne içindir ve hikmeti nedir?
Elcevab: Bu iki şık müdhiş sualin halli için, derince bir esas beyan etmek lâzım gelir.
Şöyle ki:
İşte bu sırr-ı dakik içindir ki, enbiyalar çok defa ehl-i dalalete karşı mağlub oluyor. Ve
gayet za'f u aczde olan dalalet ehli, manen gayet kuvvetli olan ehl-i hakka muvakkaten galib
oluyorlar ve mukavemet ediyorlar. Bu acib mukavemetin sırr-ı hikmeti şudur ki: Dalalette ve
--- sh:»(L:81) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
-
İşte bu sırr-ı dakik içindir ki, enbiyalar çok defa ehl-i dalalete karşı mağlub oluyor. Ve
gayet za'f u aczde olan dalalet ehli, manen gayet kuvvetli olan ehl-i hakka muvakkaten galib
oluyorlar ve mukavemet ediyorlar. Bu acib mukavemetin sırr-ı hikmeti şudur ki: Dalalette ve
--- sh:»(L:81) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
--
MAXQDA 2020 24.12.2022
İşte bu sır içindir ki, yalnız davasını tasdik ettirmek için arasıra indelhace, münkirlerin
inkârını kırmak için mu'cizeler gösterirdi. Sair vakitlerde nasılki herkesten ziyade evamir-i
İlahiyeye itaat etmiştir. Öyle de: Hikmet-i Rabbaniye ile ve meşiet-i Sübhaniye ile tesis edilen
âdetullah kavaninine herkesten ziyade müraat ve itaat ederdi. Düşmana karşı zırh giyerdi,
"Sipere giriniz!" emrederdi. Yara alırdı, zahmet çekerdi. Tâ tamamıyla hikmet-i İlahiye
kanununa ve kâinattaki şeriat-ı fıtriye-i kübraya müraat ve itaatı göstersin.
Hâlık-ı Kerim ve Hakîm-i Mutlak'a teveccüh etmesin. Nasılki vefat eden ibadın küsmesinden
Hazret-i Azrail'i kurtarmak için hastalıkları ecele perde etmiş.
--
için, o esma-i kudsiyeye karşı bir tezyif olduğu gibi, umum masnuatın kıymetini tenzil ile o
masnuata karşı bir tahkir-i azîmdir. Hem umum mevcudatın herbiri birer vazife-i âliye ile
muvazzaf birer memur-u Rabbanî derecesinde iken, küfür vasıtasıyla sukut ettirip, camid,
fâni, manasız bir mahluk menzilesinde gösterdiğinden, umum mahlukatın hukukuna karşı bir
nevi tahkirdir.
İşte enva'-ı dalalet derecatına göre az çok kâinatın yaratılmasındaki hikmet-i
Rabbaniyeye ve dünyanın bekasındaki makasıd-ı Sübhaniyeye zarar verdiği için, ehl-i isyana
ve ehl-i dalalete karşı kâinat hiddete geliyor, mevcudat kızıyor, mahlukat öfkeleniyor.
Ey cirmi ve cismi küçük ve cürmü ve zulmü büyük ve ayb ve zenbi azîm bîçare insan!
Kâinatın hiddetinden, mahlukatın nefretinden, mevcudatın öfkesinden kurtulmak istersen, işte
kurtulmanın çaresi: Kur'an-ı Hakîm'in daire-i kudsiyesine girmektir ve Kur'anın mübelliği
olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Sünnet-i Seniyesine ittibadır.
İkinci Sual: Şeriatta denilmiştir ki: "Cehennem ceza-yı ameldir, fakat Cennet fazl-ı
İlahî iledir." Bunun sırr-ı hikmeti nedir?
Elcevab: Sâbık işaretlerde tebeyyün etti ki: İnsan, icadsız bir cüz'-i ihtiyarî ile ve cüz'î
bir kesb ile, bir emr-i ademî veya bir emr-i itibarî teşkil ile ve sübut vermekle müdhiş
tahribata ve şerlere sebebiyet verdiği gibi, nefsi ve hevası daima şerlere ve zararlara meyyal
olduğu için, o küçük kesbin neticesinden hasıl olan seyyiatın mes'uliyetini, o çeker.
taalluk eden bir hikmeti şudur ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, gayb-aşina ve
istikbal-bîn nazar-ı nübüvvetle otuz kırk sene sonra Sahabeler ve Tâbiînler içinde mühim
fitneler olup kan döküleceğini görmüş. İçinde en mümtaz şahsiyetler, abâsı altında olan o üç
şahsiyet olduğunu müşahede etmiş. Hazret-i Ali'yi (R.A.) ümmet nazarında tathir ve tebrie
etmek ve Hazret-i Hüseyn'i (R.A.) ta'ziye ve teselli etmek ve Hazret-i Hasan'ı (R.A.) tebrik
etmek ve musalaha ile mühim bir fitneyi kaldırmakla şerefini ve ümmete azîm faidesini ilân
etmek ve Hazret-i Fatıma'nın zürriyetinin tahir ve müşerref olacağını ve Ehl-i Beyt ünvan-ı
âlîsine lâyık olacaklarını ilân etmek için o dört şahsa kendisiyle beraber "Hamse-i Âl-i Abâ"
ünvanını bahşeden o abâyı
--- sh:
taalluk eden bir hikmeti şudur ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, gayb-aşina ve
istikbal-bîn nazar-ı nübüvvetle otuz kırk sene sonra Sahabeler ve Tâbiînler içinde mühim
fitneler olup kan döküleceğini görmüş. İçinde en mümtaz şahsiyetler, abâsı altında olan o üç
şahsiyet olduğunu müşahede etmiş. Hazret-i Ali'yi (R.A.) ümmet nazarında tathir ve tebrie
etmek ve Hazret-i Hüseyn'i (R.A
tanıyor, ona itaat ediyor, muavenetine koşuyor. Bu ise yüz derece akıldan uzak olduğu gibi,
çok muhalâtı intac ediyor. İnsan gibi bir âciz-i mutlakta, en kuvvetli bir Sultan-ı Mutlak'ın
kudreti bulunmak lâzım geliyor. Veyahut bu kâinatın perdesi arkasında bir Kadîr-i Mutlak'ın
ilmi ile bu muavenet oluyor.
Evet rûy-i zeminde dörtyüz bin muhtelif ayrı ayrı nebatatın ve hayvanatın taifelerini,
hiçbirini unutmayarak, şaşırmayarak, vakti vaktine
--- sh:»(L:99) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
--
kemal-i intizam ile hikmet ve inayet ile terbiye ve idare eden ve küre-i arzın sîmasında hâtem-
i ehadiyeti vaz'eden; bilbedahe belki bilmüşahede, rahmettir ve o rahmetin vücudu, bu küre-i
arzın sîmasındaki mevcudatın vücudları kadar kat'î olduğu gibi, o mevcudat adedince
tahakkukunun delilleri var. Evet zeminin yüzünde öyle bir hâtem-i rahmet ve sikke-i ehadiyet
bulunduğu gibi, insanın mahiyet-i maneviyesinin sîmasında dahi öyle bir sikke-i rahmet
vardır ki, küre-i arz sîmasındaki sikke-i merhamet ve kâinat sîmasındaki sikke-i uzma-yı
rahmetten daha aşağı değil. Âdeta binbir ismin cilvesinin bir nokta-i mihrakıyesi hükmünde
bir câmiiyeti var.
Ey insan, hiç mümkün müdür ki: Sana bu sîmayı veren ve o sîmada böyle bir sikke-i
rahmeti ve bir hâtem-i ehadiyeti vaz'eden zât seni başıboş bıraksın, sana ehemmiyet vermesin,
senin harekâtına dikkat etmesin, sana müteveccih olan bütün kâinatı abes yapsın, hilkat
şeceresini meyvesi çürük, bozuk, ehemmiyetsiz bir ağaç yapsın? Hem hiç bir cihetle şübhe
kabul etmeyen ve hiç bir vechile noksaniyeti olmayan, güneş gibi zahir olan rahmetini ve ziya
gibi görünen hikmetini inkâr ettirsin? Hâşâ!..
Ey insan! Bil ki: O rahmetin arşına yetişmek için bir mi'rac var.
hitab ederek müteveccih olsun. İşte Kur'an-ı Hakîm bu sırr-ı azîmi ifade içindir ki, kâinatın
daire-i a'zamından meselâ semavat ve arzın hilkatinden bahsettiği vakit birden en küçük bir
daireden ve en dakik bir cüz'îden bahseder; tâ ki, zahir bir surette hâtem-i ehadiyeti göstersin.
Meselâ: Hilkat-ı semavat ve arzdan bahsi içinde hilkat-ı insandan ve insanın sesinden ve
MAXQDA 2020 24.12.2022
sîmasındaki dekaik-ı nimet ve hikmetten bahis açar. Tâ ki, fikir dağılmasın, kalb boğulmasın,
ruh Mabudunu doğrudan doğruya bulsun. Meselâ:
²vU¬9!«x²7«!
(L:101) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
olanlar, fikren onların esas-ı akaide münafî olan manalarını kabul edemez. Etse hata eder.
Evet bütün kâinatı bir saray, bir ev gibi muntazam idare eden ve yıldızları zerreler gibi
hikmetli ve kolay çeviren ve gezdiren ve zerratı muntazam memurlar gibi istihdam eden Zât-ı
Akdes-i İlahî'nin şeriki, naziri, zıddı, niddi olmadığı gibi, h[¬M«A²7! p[¬WÅ,7! «x;«:
hâssa-i İlahiyeye bakar. Sair masnuatta zahirî esbab, kudretin tasarrufuna perde oluyorlar. Ve
muttarid kanunlar ve kaideler, bir derece irade ve meşiete hicab oluyor. Fakat vücud, hayat ve
nur ve rahmette o perdeler konulmamış. Çünki perdelerin sırr-ı hikmeti
--- sh:»(L:111) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
o işde cereyan etmiyor.
Belki ubudiyetten çıkar ve kıymetten düşer. Yalnız bu kadar var ki; böyle
hasiyetli evradı okumak için zaîf insanlar bir müşevvik ve müreccihe muhtaçtırlar. O faideleri
düşünüp, şevke gelip; evradı sırf rıza-yı İlahî için, âhiret için okusa zarar vermez. Hem de
makbuldür. Bu hikmet anlaşılmadığından; çoklar, aktabdan ve selef-i sâlihînden mervî olan
faideleri görmediklerinden şübheye düşer, hattâ inkâr da eder.
Üçüncü Mes'ele: ˜«*²x«0 ²+«:@«D«B«< ²v«7«:
«: !xV6
Şu âyet-i kerime, iktisada kat'î emir ve israftan nehy-i sarih suretinde gayet mühim bir
ders-i hikmet veriyor. Şu mes'elede "Yedi Nükte" var.
BİRİNCİ NÜKTE: Hâlık-ı Rahîm, nev-i beşere verdiği nimetlerin mukabilinde şükür
istiyor.
kuvvetli bir sebebdir. İsraf ise, mezkûr hikmetlere muhalif olduğundan, vahim neticeleri
vardır.
İKİNCİ NÜKTE: Fâtır-ı Hakîm, insanın vücudunu mükemmel bir saray suretinde ve
muntazam bir şehir misalinde yaratmış. Ağızdaki kuvve-i zaikayı bir kapıcı, a'sab ve
damarları telefon ve telgraf telleri gibi (kuvve-i zaika ile, merkez-i vücuddaki mide ile bir
medar-ı muhabereleridir) ki; ağıza gelen maddeyi o damarlarla haber verir.
Yarım
dakika hatırı için kırk paradan on kuruşa çıkmak, ne kadar manasız ve zararlı bir israf olduğu
kıyas edilsin. Şimdi, saray hâkimine gelen hediye kırk para olmakla beraber, kapıcıya dokuz
defa fazla bahşiş vermek, kapıcıyı baştan çıkarır, "Hâkim benim" der. Kim fazla bahşiş ve
lezzet verse onu içeriye sokacak, ihtilâl verecek, yangın çıkaracak, "Aman doktor gelsin,
hararetimi teskin etsin, ateşimi söndürsün." dedirmeye mecbur edecek. İşte iktisad ve kanaat,
hikmet-i İlahiyeye tevfik-i harekettir. Kuvve-i zaikayı kapıcı hükmünde tutup, ona göre bahşiş
verir. İsraf ise; o hikmete zıd hareket ettiği için çabuk tokat yer, mideyi karıştırır, iştiha-yı
hakikîyi kaybeder. Tenevvü-ü et'imeden gelen sun'î bir iştiha-yı kâzibe ile yedirir,
hazımsızlığa sebebiyet verir, hasta eder.
--
haslet-i memduhadır. Ve vakar, nasılki kötü hasletlerden olan tekebbürden manen ayrı ve
sureten benzer bir haslet-i memduhadır. Öyle de:
Ahlâk-ı âliye-i Peygamberiyeden olan ve belki kâinattaki nizam-ı hikmet-i İlahiyenin
medarlarından olan iktisad ise, sefillik ve bahillik ve tama'kârlık ve hırsın bir halitası olan
MAXQDA 2020 24.12.2022
hısset ile hiç münasebeti yok. Yalnız, sureten bir benzeyiş var. Bu hakikatı teyid eden bir
vakıa:
Sahabenin Abadile-i Seb'a-yı Meşhuresinden olan Abdullah İbn-i Ömer Hazretleri ki;
halife-i Resulullah olan Faruk-u A'zam Hazret-i Ömer'in (R.A.
BİRİNCİ DÜSTURUNUZ: Amelinizde rıza-yı İlahî olmalı. Eğer o razı olsa, bütün
dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer o kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok. O razı
olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde
olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun için, bu hizmette
doğrudan doğruya yalnız Cenab-ı Hakk'ın rızasını esas maksad yapmak gerektir.
İKİNCİ DÜSTURUNUZ: Bu hizmet-i Kur'aniyede bulunan kardeşlerinizi tenkid
etmemek ve onların üstünde faziletfüruşluk nev'inden gıbta damarını tahrik etmemektir.
Elcevab: Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata
muvafık hareket etmezse; hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olamaz. Bütün hareketi şerr ve
tahrib hesabına geçer. Madem kanun-u fıtrata tatbik-i harekete mecburiyet var; elbette fıtrat-ı
beşeriyeyi değiştirmek ve nev-i beşerin hilkatindeki hikmet-i esasiyeyi kaldırmakla, mutlak
müsavat kanunu tatbik edilebilir. Evet ben, neseben ve hayatça avam tabakasındanım. Ve
meşreben ve fikren "müsavat-ı hukuk" mesleğini kabul edenlerdenim. Ve şefkaten ve
İslâmiyetten gelen sırr-ı adalet ile, burjuva denilen tabaka-i havassın istibdad ve
tahakkümlerine karşı eskiden beri muhalefetle çalışanlardanım. Onun için bütün kuvvetimle
vaziyetini almak istedi. Birden bu ehl-i dünyanın hadsiz hassasiyetle ve hattâ riyakârlığın
zerrelerini de hissedebilir bir tarzda, birden bana iliştiler. Ben Cenab-ı Hakk'a şükrediyorum
ki, bunların zulmü bana bir vasıta-i ihlas oldu.
¬–:
--
Üçüncüsü: "İktezathü-t tabiat" Yani, "tabiîdir, tabiat iktiza edip icad ediyor."
Evet madem mevcudat var ve inkâr edilmez. Hem her mevcud san'atlı ve hikmetli
vücuda geliyor. Hem madem kadîm değil, yeniden oluyor. Herhalde ey mülhid! Bu mevcudu,
meselâ bu hayvanı ya diyeceksin ki, esbab-ı âlem onu icad ediyor; yani esbabın içtimaında o
mevcud vücud buluyor.. veyahud o kendi kendine teşekkül ediyor.. veyahud tabiat muktezası
olarak, tabiatın tesiriyle vücuda geliyor.. veyahud bir Kadîr-i Zülcelal'in kudretiyle icad edilir.
Madem aklen bu dört yoldan başka yol yoktur, evvelki üç yol muhal, battal, mümteni', gayr-ı
kabil oldukları kat'î isbat edilse; bizzarure ve bilbedahe dördüncü yol olan tarîk-i vahdaniyet,
şeksiz şübhesiz sabit olur.
İşte
bu hükmün çok muhalatı var. Nümune için üçünü zikrediyoruz.
BİRİNCİSİ: Eğer mevcudatta, hususan zîhayatta görünen basîrane, hakîmane olan
san'at ve icad, Şems-i Ezelî'nin kalem-i kader ve kudretine verilmezse, belki kör, sağır,
düşüncesiz olan tabiata ve kuvvete isnad edilse lâzım gelir ki; tabiat, icad için herşeyde hadsiz
manevî makine ve matbaaları bulundursun; veyahud herşeyde, kâinatı halk ve idare edecek bir
kudret ve hikmet dercetsin. Çünki nasıl şemsin cilveleri ve akisleri, zemin yüzündeki zerrecik
cam parçalarında ve katrelerde görünüyor. Eğer o misalî ve aksî güneşçikler, semadaki tek
güneşe isnad edilmese, lâzım gelir ki; bir kibrit başı yerleşmeyen bir zerrecik cam parçasında
tabiî, fıtrî ve güneşin hasiyetlerine mâlik, zahiren küçük, manen çok derin bir güneşin haricî
vücudunu kabul ederek, zerrat-ı zücaciye adedince tabiî güneşleri kabul etmek lâzım geldiği
gibi.. -aynen bu misal gibi- mevcudat ve zîhayat doğrudan doğruya Şems-i Ezelî'nin cilve-i
esmasına verilmezse, herbir mevcudda, hususan herbir zîhayatta hadsiz bir kudret ve irade ve
nihayetsiz bir ilim ve hikmet taşıyacak bir tabiatı, bir kuvveti, âdeta bir ilahı içinde kabul
etmek lâzım gelir. Bu tarz-ı fikir ise, kâinattaki muhalatın en bâtılı, en hurafesidir.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Elcevab: Birinci muhalde nasılki güneşin cilve-i in'ikası, kemal-i sühuletle, külfetsiz en
küçük zerrecik camidden tut, tâ en büyük bir denizin yüzüne kadar feyzini ve tesirini misalî
güneşçiklerle gayet kolaylıkla gösterdikleri halde, eğer güneşten nisbeti kesilse; o vakit herbir
zerrecikte, tabiî ve bizzât bir güneşin haricî vücudu imtina derecesinde bir suubetle
olabilmesi, kabul edilmek lâzım gelir. Öyle de; herbir mevcud, doğrudan doğruya Zât-ı Ehad
u Samed'e verilse; vücub derecesinde bir sühulet, bir kolaylık ile ve bir intisab ve cilve ile,
herbir mevcuda lâzım herbir şey, ona yetiştirilebilir. Eğer o intisab kesilse ve o memuriyet
başıbozukluğa dönse ve herbir mevcud kendi başına ve tabiata bırakılsa, o vakit imtina'
derecesinde yüzbin müşkilât ve suubetle sinek gibi bir zîhayatın, kâinatın küçük bir fihristesi
MAXQDA 2020 24.12.2022
olan gayet hârika makine-i vücudunu icad eden, içindeki kör tabiatın, kâinatı halk ve idare
edecek bir kudret ve hikmet sahibi olduğunu farzetmek lâzım gelir. Bu ise bir muhal değil,
belki binler muhaldir.
Elhasıl: Nasılki Zât-ı Vâcib-ül Vücud'un şerik ve naziri mümteni' ve muhaldir.
--
bir ünvanı olmak cihetiyle, o sarayın mecmuuna bu defteri münasebetdar gördüğünden, "İşte
bu defterdir ki, o sarayı teşkil, tanzim ve tezyin edip bu eşyayı yapmış, takmış, yerleştirmiş."
diyerek vahşetini; ahmakların, sarhoşların hezeyanına çevirmiş.
İşte aynen bu misal gibi; hadsiz derecede misaldeki saraydan daha muntazam, daha
mükemmel ve bütün etrafı mu'cizane hikmetle dolu şu saray-ı âlemin içine, inkâr-ı uluhiyete
giden tabiiyyun fikrini taşıyan vahşi bir insan girer. Daire-i mümkinat haricinde olan Zât-ı
Vâcib-ül Vücud'un eser-i san'atı olduğunu düşünmeyerek ve ondan i'raz ederek, daire-i
mümkinat içinde kader-i İlahînin yazar bozar bir levhası hükmünde ve kudret-i İlahiyenin
kavanin-i icraatına tebeddül ve tegayyür eden bir defteri olabilen ve pek yanlış ve hata olarak
"tabiat" namı verilen bir mecmua-i kavanin-i âdât-ı İlahiye ve bir fihriste-i san'at-ı
Rabbaniyeyi görür. Ve der ki:
olan şu âleme ve o Mabud-u Ezelî'nin muntazam bir mescidi olan şu kâinata; mahz-ı vahşet
olan, inkârlı fikr-i tabiatı taşıyan bir münkir giriyor. O Sultan-ı Ezelî'nin hikmetinden gelen
nizamat-ı kâinatın manevî kanunlarını, birer maddî madde tasavvur ederek ve saltanat-ı
rububiyetin kavanin-i itibariyesi ve o Mabud-u Ezelî'nin şeriat-ı fıtriye-i kübrasının, manevî
ve yalnız vücud-u ilmîsi bulunan ahkâmlarını ve düsturlarını birer mevcud-u haricî ve maddî
birer madde tahayyül ederek, kudret-i İlahiyenin yerine, o ilim ve kelâmdan gelen ve yalnız
vücud-u ilmîsi bulunan o kanunları ikame etmek ve ellerine icad vermek, sonra da onlara
"tabiat" namını takmak ve yalnız bir cilve-i kudret-i Rabbaniye olan kuvveti, bir zîkudret ve
müstakil bir kadîr telakki etmek; misaldeki vahşiden bin defa aşağı bir vahşettir!..
Elhasıl: Tabiiyyunların, mevhum ve hakikatsız tabiat dedikleri şey, olsa olsa ve
hakikat-ı hariciye sahibi ise; ancak bir san'at olabilir, Sâni' olamaz. Bir nakıştır, Nakkaş
olamaz
mevcudatı, hakikat-ı kemalâtına tamamıyla zıd ve muhalif ve hata bir surette tevehhüm eder
ve manen onların hukukuna tecavüz eder. Hem o târik-üs salât, kendi kendine mâlik olmadığı
için, kendi mâlikinin bir abdi olan kendi nefsine zulmeder. Onun mâliki, o abdinin hakkını,
onun nefs-i emmaresinden almak için, dehşetli tehdid eder. Hem netice-i hilkatı ve gaye-i
fıtratı olan ibadeti terkettiğinden, hikmet-i İlahiye ve meşiet-i Rabbaniyeye karşı bir tecavüz
hükmüne geçer. Onun için cezaya çarpılır.
Elhasıl: İbadeti terkeden, hem kendi nefsine zulmeder; -nefsi ise, Cenab-ı Hakk'ın abdi
ve memluküdür- hem kâinatın hukuk-u kemalâtına
(L:191) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
karşı bir tecavüz, bir zulümdür. Evet nasılki küfür, mevcudata karşı bir tahkirdir; terk-i ibadet
dahi, kâinatın kemalâtını bir inkârdır. Hem hikmet-i İlahiyeye karşı bir tecavüz olduğundan,
dehşetli tehdide, şiddetli cezaya müstehak olur.
İşte bu istihkakı ve mezkûr hakikatı ifade etmek için, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan
mu'cizane bir surette o şiddetli tarz-ı ifadeyi ihtiyar ederek, tam tamına hakikat-ı belâgat olan
mutabık-ı mukteza-yı hale mutabakat ediyor.
İkinci Sual: Tabiattan vazgeçen ve imana gelen zât diyor ki:
Evet Kadîr-i Zülcelal'in iki tarzda icadı var. Biri; ihtira' ve ibda' iledir. Yani hiçten,
yoktan vücud veriyor ve ona lâzım her şeyi de hiçten icad edip eline veriyor. Diğeri; inşa ile,
san'at iledir. Yani kemal-i hikmetini ve çok esmasının cilvelerini göstermek gibi çok dakik
hikmetler için, kâinatın anasırından bir kısım mevcudatı inşa ediyor. Her emrine tâbi' olan
zerratları ve maddeleri, rezzakıyet kanunuyla onlara gönderir ve onlarda çalıştırır. Evet Kadir-
i Mutlak'ın iki tarzda, hem ibda' hem inşa suretinde icadı var. Varı yok etmek ve yoğu var
etmek; en kolay en sühuletli, belki daimî, umumî bir kanunudur.
Evet Kadîr-i Zülcelal'in iki tarzda icadı var. Biri; ihtira' ve ibda' iledir. Yani hiçten,
yoktan vücud veriyor ve ona lâzım her şeyi de hiçten icad edip eline veriyor. Diğeri; inşa ile,
san'at iledir. Yani kemal-i hikmetini ve çok esmasının cilvelerini göstermek gibi çok dakik
hikmetler için, kâinatın anasırından bir kısım mevcudatı inşa ediyor. Her emrine tâbi' olan
zerratları ve maddeleri, rezzakıyet kanunuyla onlara gönderir ve onlarda çalıştırır. Evet Kadir-
i Mutlak'ın iki tarzda, hem ibda' hem inşa suretinde icadı var. Varı yok etmek ve yoğu var
etmek; en kolay en sühuletli, belki daimî, umumî bir kanunudur.
(*)
Elcevab: Kur'an-ı Hakîm'in bu hükmü tam fıtrî olduğuna ve muhalifi gayr-ı fıtrî
olduğuna delalet eden çok hikmetlerinden, yalnız "dört hikmet"ini beyan ederiz.
Birinci Hikmet: Tesettür, kadınlar için fıtrîdir ve fıtratları iktiza ediyor. Çünki kadınlar
hilkaten zaîf ve nazik olduklarından, kendilerini
(*): Mahkemeye karşı ve mahkemeyi susturan lâyiha-i Temyiz'in müdafaatından bir parça:
dayanır, devam eder. Eğer teslimiyetle, rıza ile, hastalığın hikmetini düşünmekle o merak
gitse, o maddî hastalığın mühim bir kökü kesilir, hafifleşir, kısmen gider. Hususan evhamla
bir dirhem maddî hastalık, bazan merak vasıtasıyla on dirhem kadar büyür. Merak
kesilmesiyle, o hastalığın onda dokuzu gider. Merak, hastalığı ziyade ettiği gibi, hikmet-i
İlahiyeyi ittiham ve rahmet-i İlahiyeyi tenkid ve Hâlık-ı Rahîminden şekva hükmünde olduğu
için, aks-i maksadıyla tokat yer, hastalığını ziyadeleştirir. Evet nasılki şükür nimeti
ziyadeleştirir.. öyle de şekva; hastalığı, musibeti tezyid eder. Hem merakın kendisi de bir
hastalıktır. Onun ilâcı, hastalığın hikmetini bilmektir.
İlahiyeyi ittiham ve rahmet-i İlahiyeyi tenkid ve Hâlık-ı Rahîminden şekva hükmünde olduğu
için, aks-i maksadıyla tokat yer, hastalığını ziyadeleştirir. Evet nasılki şükür nimeti
ziyadeleştirir.. öyle de şekva; hastalığı, musibeti tezyid eder. Hem merakın kendisi de bir
hastalıktır. Onun ilâcı, hastalığın hikmetini bilmektir. Madem hikmetini, faidesini bildin; o
merhemi meraka sür, kurtul. Ah yerine oh de, vâ-esefâ yerine "Elhamdülillahi alâküllihal"
söyle.
ONBİRİNCİ DEVA: Ey sabırsız hasta kardeş!
MAXQDA 2020 24.12.2022
hastalık olduğundan, bu nokta-i nazardan şekva değil, Allah'a şükür etmek ve hastalığın açtığı
dua musluğunu, âfiyeti kesbetmekle kapamamak gerektir.
ONÜÇÜNCÜ DEVA: Ey hastalıktan şekva eden bîçare adam! Hastalık bazılara
ehemmiyetli bir definedir, gayet kıymetdar bir hediye-i İlahiyedir. Her hasta, kendi hastalığını
o neviden tasavvur edebilir.
Vefatlarından sonra anladım ki; her ikisinde de ehemmiyetli bir hastalık vardı. O hastalık
irşadıyla, sair gafil ve feraizi terkeden gençlere bedel, en mühim bir takva ve en kıymetdar bir
hizmette ve âhirete nâfi' bir vaziyette bulundular. İnşâallah iki senelik hastalık zahmeti,
milyonlar sene hayat-ı ebediyenin saadetine medar oldu. Ben onların sıhhatı için bazı ettiğim
duayı, şimdi anlıyorum dünya itibariyle beddua olmuş. İnşâallah o duam, sıhhat-ı uhreviye
için kabul olunmuştur.
şefkatle çocuğun sıhhatını kendi sıhhatına tercih eden vâlidesinin sahife-i hasenatına girdiği,
ehl-i hakikatça sabittir. İhtiyarlara bakmak ise; hem azîm sevab almakla beraber, o ihtiyarların
ve bilhassa peder ve vâlide ise, dualarını almak ve kalblerini hoşnud etmek ve vefakârane
hizmet etmek, hem bu dünyadaki saadete, hem âhiretin saadetine medar olduğu rivayat-ı
sahiha ile ve çok vukuat-ı tarihiye ile sabittir. İhtiyar peder ve vâlidesine tam itaat eden
bahtiyar bir veled, evlâdından aynı vaziyeti gördüğü gibi; bedbaht bir veled eğer ebeveynini
--- sh:»(L:220) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
-
işlediği hasenatın bir misli, sahife-i hasenatına ilâve edilen ve şu kâinattaki makasıd-ı âliye-i
İlahiyenin medarı ve mevcudatın kıymetlerinin teâlisinin sebebi olan o Zât-ı Ahmediye
Aleyhissalâtü Vesselâm, dünyaya geldiği dakikada "ümmetî ümmetî" rivayet-i sahiha ile ve
keşf-i sadıkla dediği gibi, mahşerde herkes "nefsî nefsî" dediği zaman, yine
(Haşiye): Yani: Benim kalbim bütün kuvvetiyle beka istediği halde; hikmet-i İlahiye, cesedimin
harabiyetini
iktiza ediyor. Hekim-i Lokman da çaresini bulamadığı dermansız bir derde düştüm.
--- sh:»(L:225) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
va'dettiği âhireti getireceğinden haber verdikleri gibi, onların verdikleri haberi keşif ve şuhud
ile ilmelyakîn suretinde tasdik eden yüz yirmidört milyon evliyanın o âhiretin vücuduna
şehadetleriyle ve bu kâinatın Sâni'-i Hakîminin bütün esması bu dünyada gösterdikleri
cilveleriyle, bir âlem-i bekayı bilbedahe iktiza ettiklerinden; yine âhiretin vücuduna
delaletiyle; ve her sene baharda, rûy-i zeminde ayakta duran hadd ü hesaba gelmez ölmüş
ağaçların cenazelerini Emr-i Kün Feyekûn ile ihya edip Ba'sü Ba'de-l mevt'e
--- sh:»(L:227) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
mazhar eden ve haşir ve neşrin yüzbinler nümunesi olarak nebatat taifelerinden ve hayvanat
milletlerinden üçyüz bin nevileri haşr ü neşreden hadsiz bir kudret-i ezeliye ve hesabsız ve
israfsız bir hikmet-i ebediye ve rızka muhtaç bütün zîruhları kemal-i şefkatle gayet hârika bir
tarzda iaşe ettiren ve her baharda az bir zamanda hadd ü hesaba gelmez enva'-ı zînet ve
mehasini gösteren bir rahmet-i bâkiye ve bir inayet-i daimenin bilbedahe âhiretin vücudunu
istilzam ile ve şu kâinatın en mükemmel meyvesi ve Hâlık-ı Kâinat'ın en sevdiği masnuu ve
kâinatın mevcudatıyla en ziyade alâkadar olan insandaki şedid, sarsılmaz, daimî olan aşk-ı
beka ve şevk-i ebediyet ve âmâl-i sermediyet, bilbedahe işaret ve delaletiyle bu âlem-i fâniden
sonra bir âlem-i bâki ve bir dâr-ı âhiret ve bir dâr-ı saadet bulunduğunu o derece kat'î bir
surette isbat ederler ki, dünyanın vücudu kadar, bilbedahe âhiretin vücudunu kabul etmeyi
istilzam ederler. (Haşiye) Madem Kur'an-ı Hakîm'in bize verdiği en mühim bir ders, "iman-ı
bil'âhiret"tir ve o iman da bu derece kuvvetlidir ve o imanda öyle bir rica ve bir teselli var ki;
yüz bin ihtiyarlık bir tek şahsa gelse, bu imandan gelen teselli mukabil gelebilir. Biz ihtiyarlar
"Elhamdülillahi alâ kemal-il iman" deyip, ihtiyarlığımıza sevinmeliyiz.
ALTINCI RİCA:
ı ruhiye, ruhumu kâinata boğduruyordu. Hangi cihete baktım, nur aradım; o mes'elelerde nur
bulamadım, teneffüs edemedim. Tâ Kur'an-ı Hakîm'den gelen ve "Lâ İlahe İlla Hu"
cümlesiyle ders verilen tevhid, gayet parlak bir nur olarak bütün o zulümatı dağıttı; rahatla
nefes aldım. Fakat nefs ve şeytan, ehl-i dalalet ve ehl-i felsefeden aldıkları derse istinad
ederek, akıl ve kalbe hücum ettiler.
Fakat nefs ve şeytan, ehl-i dalalet ve ehl-i felsefeden aldıkları derse istinad
ederek, akıl ve kalbe hücum ettiler. Bu hücumdaki münazarat-ı nefsiye lillahilhamd kalbin
muzafferiyetiyle neticelendi. Çok risalelerde kısmen o münazaralar yazılmış. Onlara iktifa
edip, burada yalnız binde bir muzafferiyet-i kalbiyeyi göstermek için, binler bürhandan birtek
bürhan beyan edeceğim. Tâ ki, gençliğinde hikmet-i ecnebiye veya fünun-u medeniye namı
altındaki kısmen dalalet, kısmen malayaniyat mes'eleleriyle ruhunu kirletmiş, kalbini hasta
etmiş, nefsini şımartmış bir kısım ihtiyarların ruhunda temizlik yapsın. Tevhid hakkında
şeytan ve nefsin şerrinden kurtulsun. Şöyle ki:
Ulûm-u felsefiyenin vekaleti namına nefsim dedi ki: Bu kâinattaki eşyanın, tabiatıyla bu
mevcudata müdahaleleri var.
Lem'anın âhirinde isbat edildiği gibi, hadsiz bir kudreti var; elbette bilmüşahede görülen
hârikulâde sühulet ve kolaylık, o ihata-i ilmiyeden ve azamet-i kudretten geliyor. Meselâ
nasılki göze görülmeyen eczalı bir mürekkeple yazılan bir kitaba, o yazıyı göstermeye mahsus
bir ecza sürülse; o koca kitab, birden herbir göze vücudunu gösterip kendini okutturur. Aynen
öyle de; o Kadîr-i Ezelî'nin ilm-i muhitinde, herşeyin suret-i mahsusası bir mikdar-ı muayyen
ile taayyün ediyor. O Kadîr-i Mutlak emr-i Kün Feyekûn ile, o hadsiz kudretiyle ve nafiz
iradesiyle, o yazıya sürülen ecza gibi, gayet kolay ve sühuletle kudretin bir cilvesi olan
kuvvetini o mahiyet-i ilmiyeye sürer, o şeye vücud-u haricî verir; göze gösterir, nukuş-u
hikmetini okutturur. Eğer bütün eşya birden o Kadîr-i Ezelî'ye ve Alîm-i Külli Şey'e
verilmezse; o vakit sinek gibi en küçük bir şeyin vücudunu, dünyanın ekser nevilerinden
hususî bir mizan ile toplamak lâzım gelmekle beraber, o küçük sineğin vücudunda çalışan
zerreler o sineğin sırr-ı hilkatini ve kemal-i san'atını bütün dekaikiyle bilmekle olabilir. Çünki
esbab-ı tabiiye ile esbab-ı maddiye, bilbedahe ve umum ehl-i aklın ittifakıyla, hiçten icad
edemez
MAXQDA 2020 24.12.2022
Lem'anın âhirinde isbat edildiği gibi, hadsiz bir kudreti var; elbette bilmüşahede görülen
hârikulâde sühulet ve kolaylık, o ihata-i ilmiyeden ve azamet-i kudretten geliyor. Meselâ
nasılki göze görülmeyen eczalı bir mürekkeple yazılan bir kitaba, o yazıyı göstermeye mahsus
bir ecza sürülse; o koca kitab, birden herbir göze vücudunu gösterip kendini okutturur. Aynen
öyle de; o Kadîr-i Ezelî'nin ilm-i muhitinde, herşeyin suret-i mahsusası bir mikdar-ı muayyen
ile taayyün ediyor. O Kadîr-i Mutlak emr-i Kün Feyekûn ile, o hadsiz kudretiyle ve nafiz
iradesiyle, o yazıya sürülen ecza gibi, gayet kolay ve sühuletle kudretin bir cilvesi olan
kuvvetini o mahiyet-i ilmiyeye sürer, o şeye vücud-u haricî verir; göze gösterir, nukuş-u
hikmetini okutturur. Eğer bütün eşya birden o Kadîr-i Ezelî'ye ve Alîm-i Külli Şey'e
verilmezse; o vakit sinek gibi en küçük bir şeyin vücudunu, dünyanın ekser nevilerinden
hususî bir mizan ile toplamak lâzım gelmekle beraber, o küçük sineğin vücudunda çalışan
zerreler o sineğin sırr-ı hilkatini ve kemal-i san'atını bütün dekaikiyle bilmekle olabilir. Çünki
esbab-ı tabiiye ile esbab-ı maddiye, bilbedahe ve umum ehl-i aklın ittifakıyla, hiçten icad
edemez. Öyle ise, her halde onlar icad etse, elbette toplayacak. Madem toplayacak, hangi
zîhayat olursa olsun, ekser anasır ve enva'ından nümuneler, içinde vardır.
iktizasıyla, sun'î insanların levhasını değiştiriyor, mektubunu tazelendiriyor. Bir ağacın bir
kısım meyvelerini kopardıkça yerine yine başka meyvelerin geldiği gibi, nev-i beşerde bu
zeval ve firak dahi bir teceddüddür, tazelenmektir. İman noktasında, ahbabsızlıktan gelen
elîmane bir hüzün değil, belki başka güzel bir yerde görüşmek üzere ayrılmaktan gelen,
lezizane bir hüzün veren bir tazelenmektir. Hem o dehşetli vaziyetten, kâinatın mevcudatının
karanlıklı görünen yüzünü aydınlattı. Ben de o vakit o halete şükretmek istedim, arabî şu fıkra
geldi; tam o hakikatı tasvir etti
"İnsanların sana
ettikleri ayn-ı zulümlerinde, ayn-ı adalet olan kader-i İlahînin büyük bir hissesi var ve bu
hapiste yiyecek rızkın var. O rızkın seni buraya çağırdı. Ona karşı rıza ve teslim ile mukabele
lâzım. Hikmet ve rahmet-i Rabbaniyenin dahi büyük bir hissesi var ki, bu hapistekileri
nurlandırmak ve teselli vermek ve size sevab kazandırmaktır. Bu hisseye karşı, sabır içinde
binler şükretmek lâzımdır. Hem senin nefsinin bilmediğin kusurlarıyla onda bir hissesi var. O
hisseye karşı istiğfar ve tövbe ile, nefsine "Bu tokata müstehak oldun" demelisin. Hem gizli
düşmanların desiseleriyle bazı safdil ve vehham memurları iğfal ile o zulme sevketmek
cihetiyle, onların da bir hissesi var.
˜«*@«B²'! @«8 ]¬4 h²[«F²7«! sırrıyla, ihtiyarlığıma merhameten ve hizmet-i imaniyede daha ziyade
çalıştırmak için ihtiyar ve kudretimizin haricinde bu üçüncü Medrese-i Yusufiyede vazife
verildi.
Evet inayet-i İlahiye, ihtiyarlığıma merhameten; kuvvetli ve gizli düşmanı bulunmayan
gençliğime mahsus olan mağaralarımı, hapishanenin tecrid-i münferid menzillerine
çevirmesinde üç hikmet ve hizmet-i Nuriyeye üç ehemmiyetli faidesi var:
MAXQDA 2020 24.12.2022
Hattâ benimle görüşmek için bazıları kırk-elli lirayı sarfederek gelip, ya yirmi dakika veya hiç
görüşmeden döner giderdi. Ben bazı kardeşlerimi yakından görmek için, hapsin zahmetini
severek kabul ederdim. Demek hapis bizim için bir nimettir, bir rahmettir.
İkinci hikmet ve faide: Bu zamanda Nurlarla hizmet-i imaniye, her
--- sh:»(L:267) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
İşte hapsimizle
Nurlara nazar-ı dikkat celbolunur, bir ilânat hükmüne geçer. En ziyade muannid veya muhtaç
olanlar onu bulur, imanını kurtarır ve inadı kırılır, tehlikeden kurtulur ve Nur'un dershanesi
genişlenir.
Üçüncü hikmet ve faide: Hapse giren Nur talebeleri birbirinin hallerinden,
seciyelerinden, ihlas ve fedakârlıklarından ders almalarıyla beraber, Nurlar hizmetinde
dünyevî menfaatleri daha aramazlar.
Evet Medrese-i Yusufiyede çok emarelerle her sıkıntı ve zahmetin on, belki yüz misli
maddî ve manevî faideler ve güzel neticeler ve imana geniş ve hâlis hizmetler, gözleriyle
gördüklerinden, tam ihlasa muvaffak olurlar, daha cüz'î ve hususî menfaatlere tenezzül
etmezler.
Bu çilehanelerin bana mahsus bir letafeti ve hazîn fakat tatlı bir vaziyeti var.
***
Bu Lem'anın başında İmam-ı Ali (R.A.), Risale-i Nur'a işaret ettiğinden, bir kardeşimiz
heyecanlı bir iştiyakla Risale-i Nur'a, Elmas, Cevher, Nur ismini takıp tekrar ederek yazmıştı.
Bu Lem'anın âhirinde derci münasib görüldü:
Takva dairesinde bulunan talebe deli de olsa, acaba Risale-i Nur'un ve kıymetli elmasın
MAXQDA 2020 24.12.2022
nurundan ayrılabilir mi? Öyle tahmin ederim ki: Risale-i Nur'un bu âciz talebeniz kadar
kerametini, faziletini, lezzetini yiyen, tatlı meyvesinden koparan nadirdir. Hem bu kadar
âcizliğim ile beraber, Risale-i Nur'a hizmet edemediğim halde göstermiş olduğunuz teveccühe
medyun-u şükranım. Binaenaleyh Risale-i Nur'dan bendeniz değil, hiç bir talebeniz o
mübarek elmastan ve lezzetten ayrılamaz.
Hem âlem-i
bâkiden ve dâr-ı bekadan olan Cennet dahi, hadsiz uzaklığıyla beraber, yine o daire-i
tasarrufatı, perde-i şehadet altında, her tarafta nuranî bir surette uzanmış, yayılmış. Sâni'-i
Hakîm-i Zülcelal'in hikmetiyle, kudretiyle, nasılki insanın başında yerleştirdiği duygularının
merkezleri ayrı ayrı olduğu halde, herbiri umum o vücuda, o cisme hükmediyor ve daire-i
tasarrufuna alabiliyor. Öyle de; bu insan-ı ekber olan kâinat dahi, mütedâhil ve birbiri içinde
bulunan daireler gibi, binler âlemleri ihtiva ediyor. Onlarda cereyan eden ahvalin ve
hâdiselerin küllî ve cüz'iyeti ve hususiyeti ve azameti cihetiyle medar-ı nazar olur, yani o
--- sh:»
kâinatın daire-i a'zamında görünen bir cilve-i a'zamdır ki, doğrudan doğruya mevcudiyet-i
Rabbaniyeyi ve vahdaniyet-i İlahiyeyi esma-i hüsnasıyla beraber, Güneş gibi geniş ve dûrbîn
gibi olan gözlere gösterir.
Evet Risale-i Nur'un çok cüz'lerinde kat'î bürhanlarla isbat edilmiş ki: İsm-i Hakem ve
İsm-i Hakîm'in bir cilvesi olan fiil-i tanzim ve nizam, ve İsm-i Adl ve Âdil'in bir cilvesi olan
fiil-i tevzin ve mizan ve İsm-i Cemil ve Kerim'in bir cilvesi olan fiil-i tezyin ve ihsan ve İsm-i
MAXQDA 2020 24.12.2022
Rab ve Rahîm'in bir cilvesi olan fiil-i terbiye ve in'am; bu daire-i a'zam-ı âlemde, herbiri bir
tek hakikat ve bir tek fiil olduklarından, bir tek zâtın vücub-u vücudunu ve vahdetini
gösteriyorlar. Aynen öyle de
Rezzak, Hayy ve Muhyî'yi bilbedahe gösteriyorlar. Eğer herbiri birer bürhan-ı bahir-i
vahdaniyet olan o yüzer geniş fiillerden tek birisi Vâhid-i Ehad'e verilmezse, yüzer vecihte
muhaller lâzım gelir. Meselâ: Onlardan değil hikmet, inayet, rahmet, iaşe, ihya gibi bedihî
hakikatlar ve vahdanî deliller, belki yalnız tanzif fiili kâinat Hâlıkına verilmezse, o vakit ehl-i
dalaletin o meslek-i küfrîsinde lâzım gelir ki: Ya tanzif ile alâkadar zerreden, sinekten tut tâ
unsurlara, yıldızlara kadar bütün mahlukatın her biri koca kâinatın tezyinini ve tevzinini ve
tanzimini ve tanzifini bilecek, düşünecek ve ona göre davranacak bir kabiliyette olacak..
veyahud Hâlık-ı Âlem'in sıfât-ı kudsiyesi kendisinde bulunacak.. veyahud bu kâinatın tezyinat
ve tanzifatı ve vâridat ve masarıfının müvazenelerini tanzim etmek için, kâinat büyüklüğünde
bir meclis-i meşveret bulundurulacak ve hadsiz zerreler, sinekler, yıldızlar o meclisin âzaları
olacak ve hâkeza.. bunlar gibi hurafeli, safsatalı yüzer muhaller bulunacak. Tâ ki, her tarafta
görünen ve müşahede olunan umumî ve ihatalı ulvî tezyin ve tathir ve tanzif vücud bulabilsin.
Bu ise bir muhal değil, belki yüzbin muhal ortaya girer.
İşte hikmet dahi bir ziyadır.. rahmet-i muhita bir ziyadır.. tezyin, tevzin, tanzim, tanzif
muhit birer ziyadırlar ki, o Şems-i Ezelî'nin şualarıdırlar. İşte gel, bak; dalalet ve küfür nasıl
hiç çıkılmaz bataklığa girer. Ve dalaletteki cehalet, ne derece ahmakane olduğunu gör,
"Elhamdülillahi alâ din-il İslâm ve kemal-il iman" de.
Evet kâinat sarayını tertemiz tutan bu ulvî, umumî tanzif; elbette İsm-i Kuddüs'ün
cilvesi ve muktezasıdır. Evet nasılki bütün mahlukatın tesbihatları İsm-i Kuddüs'e bakar; öyle
de bütün nezafetlerini de, Kuddüs ismi ister.
adaletinde cinn ve insin müvazene-i a'mallerini istib'ad edip inanmayan, bu dünyada gözüyle
gördüğü bu müvazene-i ekbere dikkat etse, elbette istib'adı kalmaz.
Ey israflı, iktisadsız.. ey zulümlü, adaletsiz.. ey kirli, nezafetsiz bedbaht insan! Bütün
kâinatın ve bütün mevcudatın düstur-u hareketi olan iktisad ve nezafet ve adaleti
yapmadığından, umum mevcudata muhalefetinle, manen onların nefretlerine ve hiddetlerine
mazhar oluyorsun. Neye dayanıyorsun ki; umum mevcudatı zulmünle, mizansızlığınla,
israfınla, nezafetsizliğinle kızdırıyorsun? Evet İsm-i Hakîm'in cilve-i a'zamından olan hikmet-
i âmme-i kâinat, iktisad ve israfsızlık üzerinde hareket ediyor; iktisadı emrediyor. Ve İsm-i
Adl'in cilve-i a'zamından gelen kâinattaki adalet-i tâmme, umum eşyanın müvazenelerini
idare ediyor ve beşere de adaleti emrediyor. Sure-i Rahman'da
MAXQDA 2020 24.12.2022
İşte hakaik-i Kur'aniyeden ve desatir-i İslâmiyeden olan "adalet, iktisad, nezafet" hayat-ı
beşeriyede ne derece esaslı birer düstur olduğunu anla. Ve ahkâm-ı Kur'aniye ne derece
kâinatla alâkadar ve kâinat içine kök salmış ve sarmış bulunduğunu ve o hakaikı bozmak,
kâinatı bozmak ve suretini değiştirmek gibi mümkün olmadığını bil!. Ve bu üç ziya-yı a'zam
gibi; rahmet, inayet, hafîziyet misillü yüzer ihatalı hakikatlar haşri, âhireti iktiza ve istilzam
ettikleri halde, hiç mümkün müdür ki: Kâinatta ve umum mevcudatta hükümferma olan
rahmet, inayet, adalet, hikmet, iktisad ve nezafet gibi pek kuvvetli ihatalı hakikatlar; haşrin
ademiyle ve âhiretin gelmemesiyle merhametsizliğe, zulme, hikmetsizliğe, israfa,
nezafetsizliğe, abesiyete inkılab etsinler? Hâşâ, yüzbin defa hâşâ! Bir sineğin hakk-ı hayatını
rahîmane muhafaza eden bir rahmet, bir hikmet; acaba haşri getirmemekle umum zîşuurların
hadsiz hukuk-u hayatlarını ve nihayetsiz mevcudatın nihayetsiz hukuklarını zayi' eder mi? Ve
tabiri caiz ise, rahmet ve şefkatte ve adalet ve hikmette hadsiz hassasiyet ve dikkat gösteren
bir haşmet-i rububiyet; ve kemalâtını göstermek ve kendini tanıttırmak ve sevdirmek için bu
kâinatı hadsiz hârika san'atlarıyla, nimetleriyle süslendiren bir saltanat-ı uluhiyet, böyle hem
umum kemalâtını, hem bütün mahlukatını hiçe indiren ve inkâr ettiren haşirsizliğe müsaade
eder mi? Hâşâ!
İşte hakaik-i Kur'aniyeden ve desatir-i İslâmiyeden olan "adalet, iktisad, nezafet" hayat-ı
beşeriyede ne derece esaslı birer düstur olduğunu anla. Ve ahkâm-ı Kur'aniye ne derece
kâinatla alâkadar ve kâinat içine kök salmış ve sarmış bulunduğunu ve o hakaikı bozmak,
kâinatı bozmak ve suretini değiştirmek gibi mümkün olmadığını bil!. Ve bu üç ziya-yı a'zam
gibi; rahmet, inayet, hafîziyet misillü yüzer ihatalı hakikatlar haşri, âhireti iktiza ve istilzam
ettikleri halde, hiç mümkün müdür ki: Kâinatta ve umum mevcudatta hükümferma olan
rahmet, inayet, adalet, hikmet, iktisad ve nezafet gibi pek kuvvetli ihatalı hakikatlar; haşrin
ademiyle ve âhiretin gelmemesiyle merhametsizliğe, zulme, hikmetsizliğe, israfa,
nezafetsizliğe, abesiyete inkılab etsinler? Hâşâ, yüzbin defa hâşâ! Bir sineğin hakk-ı hayatını
rahîmane muhafaza eden bir rahmet, bir hikmet; acaba haşri getirmemekle umum zîşuurların
hadsiz hukuk-u hayatlarını ve nihayetsiz mevcudatın nihayetsiz hukuklarını zayi' eder mi? Ve
tabiri caiz ise, rahmet ve şefkatte ve adalet ve hikmette hadsiz hassasiyet ve dikkat gösteren
bir haşmet-i rububiyet; ve kemalâtını göstermek ve kendini tanıttırmak ve sevdirmek için bu
kâinatı hadsiz hârika san'atlarıyla, nimetleriyle süslendiren bir saltanat-ı uluhiyet, böyle hem
umum kemalâtını, hem bütün mahlukatını hiçe indiren ve inkâr ettiren haşirsizliğe müsaade
eder mi? Hâşâ!
. Ve bu üç ziya-yı a'zam
gibi; rahmet, inayet, hafîziyet misillü yüzer ihatalı hakikatlar haşri, âhireti iktiza ve istilzam
ettikleri halde, hiç mümkün müdür ki: Kâinatta ve umum mevcudatta hükümferma olan
rahmet, inayet, adalet, hikmet, iktisad ve nezafet gibi pek kuvvetli ihatalı hakikatlar; haşrin
ademiyle ve âhiretin gelmemesiyle merhametsizliğe, zulme, hikmetsizliğe, israfa,
nezafetsizliğe, abesiyete inkılab etsinler? Hâşâ, yüzbin defa hâşâ! Bir sineğin hakk-ı hayatını
rahîmane muhafaza eden bir rahmet, bir hikmet; acaba haşri getirmemekle umum zîşuurların
hadsiz hukuk-u hayatlarını ve nihayetsiz mevcudatın nihayetsiz hukuklarını zayi' eder mi? Ve
tabiri caiz ise, rahmet ve şefkatte ve adalet ve hikmette hadsiz hassasiyet ve dikkat gösteren
MAXQDA 2020 24.12.2022
Ve bu üç ziya-yı a'zam
gibi; rahmet, inayet, hafîziyet misillü yüzer ihatalı hakikatlar haşri, âhireti iktiza ve istilzam
ettikleri halde, hiç mümkün müdür ki: Kâinatta ve umum mevcudatta hükümferma olan
rahmet, inayet, adalet, hikmet, iktisad ve nezafet gibi pek kuvvetli ihatalı hakikatlar; haşrin
ademiyle ve âhiretin gelmemesiyle merhametsizliğe, zulme, hikmetsizliğe, israfa,
nezafetsizliğe, abesiyete inkılab etsinler? Hâşâ, yüzbin defa hâşâ! Bir sineğin hakk-ı hayatını
rahîmane muhafaza eden bir rahmet, bir hikmet; acaba haşri getirmemekle umum zîşuurların
hadsiz hukuk-u hayatlarını ve nihayetsiz mevcudatın nihayetsiz hukuklarını zayi' eder mi? Ve
tabiri caiz ise, rahmet ve şefkatte ve adalet ve hikmette hadsiz hassasiyet ve dikkat gösteren
bir haşmet-i rububiyet; ve kemalâtını göstermek ve kendini tanıttırmak ve sevdirmek için bu
kâinatı hadsiz hârika san'atlarıyla, nimetleriyle süslendiren bir saltanat-ı uluhiyet, böyle hem
umum kemalâtını, hem bütün mahlukatını hiçe indiren ve inkâr ettiren haşirsizliğe müsaade
eder mi? Hâşâ! Böyle bir Cemal-i Mutlak, böyle bir kubh-u mutlaka bilbedahe müsaade
etmez. Evet âhireti inkâr etmek isteyen adam, evvelce bütün dünyayı bütün hakaikıyla inkâr
etmeli. Yoksa, dünya bütün hakaikıyla, yüzbin lisanla onu tekzib ederek bu yalanında yüzbin
derece yalancılığını isbat edecek.
--
vücuduna ve esmasına şehadet ederler. Meselâ: Herbir çiçekte, herbir meyvede bir mizan var.
Ve o mizan, bir intizam içinde.. ve o intizam, tazelenen bir tanzim ve tevzin içinde.. ve o
tevzin ve tanzim, bir zînet ve san'at içinde.. ve o zînet ve san'at, manidar kokular ve hikmetli
tatlar içinde bulunduğundan; herbir çiçek, o ağacın çiçekleri adedince Hakem-i Zülcelal'e
MAXQDA 2020 24.12.2022
işaretler ediyor. Ve bu bir kelime olan bu ağaçta, bir harf hükmünde olan bir meyvede
bulunan bir çekirdek noktası, bütün ağacın fihristesini, proğramını taşıyan küçük bir
sandukçadır. Ve hâkeza.. buna kıyasen kâinat kitabının bütün satırları, sahifeleri böyle İsm-i
Hakem ve Hakîm'in cilvesiyle yalnız herbir sahifesi değil, belki herbir satırı ve herbir
kelimesi ve herbir harfi ve herbir noktası, birer mu'cize hükmüne getirilmiştir ki; bütün esbab
toplansa, bir noktasının nazirini getiremezler, muaraza edemezler. Evet bu Kur'an-ı Azîm-i
..
Üçüncü Nokta: Sâni'-i Kadîr, İsm-i Hakem ve Hakîm'iyle bu âlem içinde binler
muntazam âlemleri dercetmiştir. O âlemler içinde en ziyade kâinattaki hikmetlere medar ve
mazhar olan insanı, bir merkez, bir medar hükmünde yaratmış. Ve o kâinat dairesinin en
mühim hikmetleri ve faideleri, insana bakıyor. Ve insan dairesi içinde dahi, rızkı bir merkez
hükmüne getirmiş. Âlem-i insanîde ekser hikmetler, maslahatlar; o rızka bakar ve onunla
tezahür eder. Ve insanda şuur ve rızıkta zevk vasıtasıyla İsm-i Hakîm'in cilvesi parlak bir
surette görünüyor. Ve şuur-u insanî vasıtasıyla keşfolunan yüzer fenlerden herbir fen, Hakem
isminin, bir nevide bir cilvesini tarif ediyor.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Demek
bu semavî lâmbalarda gayet hârika bir intizam var ve onlara çok dikkatle bakılıyor. Güya o
pek büyük ve pekçok kitle-i nariyelerin ve gayet çok kanadil-i nuriyelerin buhar kazanı ise,
harareti tükenmez bir Cehennem'dir ki, onlara nursuz hararet veriyor. Ve o elektrik
lâmbalarının makinesi ve merkezî fabrikası, daimî bir Cennet'tir ki, onlara nur ve ışık veriyor.
İsm-i Hakem ve Hakîm'in cilve-i a'zamıyla, intizamla yanmakları devam ediyor. Ve hâkeza...
Bunlara kıyasen yüzer fennin herbirisinin kat'î şehadetiyle, noksansız bir intizam-ı ekmel
içinde hadsiz hikmetler, maslahatlarla bu kâinat tezyin edilmiştir. Ve o hârika ve ihatalı
hikmetle, mecmu-u kâinata verdiği intizam ve hikmetleri, en küçük bir zîhayat ve bir
çekirdekte küçük bir mikyasta dercetmiştir. Ve malûm ve bedihîdir ki; intizam ile gayeleri
(Haşiye): Acaba dünya sarayını ısındıran Güneş sobasına veyahud lâmbasına ne kadar odun ve kömür
ve gazyağı
lâzım olduğu hesabedilsin. Her gün yanması için -Kozmoğrafya'nın sözüne bakılsa- bir milyon Küre-i
Arz kadar
odun yığınları ve binler denizler kadar gazyağı gerektir.
Güya o
pek büyük ve pekçok kitle-i nariyelerin ve gayet çok kanadil-i nuriyelerin buhar kazanı ise,
harareti tükenmez bir Cehennem'dir ki, onlara nursuz hararet veriyor. Ve o elektrik
lâmbalarının makinesi ve merkezî fabrikası, daimî bir Cennet'tir ki, onlara nur ve ışık veriyor.
MAXQDA 2020 24.12.2022
İsm-i Hakem ve Hakîm'in cilve-i a'zamıyla, intizamla yanmakları devam ediyor. Ve hâkeza...
Bunlara kıyasen yüzer fennin herbirisinin kat'î şehadetiyle, noksansız bir intizam-ı ekmel
içinde hadsiz hikmetler, maslahatlarla bu kâinat tezyin edilmiştir. Ve o hârika ve ihatalı
hikmetle, mecmu-u kâinata verdiği intizam ve hikmetleri, en küçük bir zîhayat ve bir
çekirdekte küçük bir mikyasta dercetmiştir. Ve malûm ve bedihîdir ki; intizam ile gayeleri
(Haşiye): Acaba dünya sarayını ısındıran Güneş sobasına veyahud lâmbasına ne kadar odun ve kömür
ve gazyağı
lâzım olduğu hesabedilsin. Her gün yanması için -Kozmoğrafya'nın sözüne bakılsa- bir milyon Küre-i
Arz kadar
odun yığınları ve binler denizler kadar gazyağı gerektir. Şimdi düşün; onu odunsuz, gazsız daimî
ışıklandıran
Kadîr-i Zülcelal'in haşmetine, hikmetine, kudretine Güneş'in zerreleri adedince "Sübhanallah,
Mâşâallah,
Bârekâllah" de.
Güya o
pek büyük ve pekçok kitle-i nariyelerin ve gayet çok kanadil-i nuriyelerin buhar kazanı ise,
harareti tükenmez bir Cehennem'dir ki, onlara nursuz hararet veriyor. Ve o elektrik
lâmbalarının makinesi ve merkezî fabrikası, daimî bir Cennet'tir ki, onlara nur ve ışık veriyor.
İsm-i Hakem ve Hakîm'in cilve-i a'zamıyla, intizamla yanmakları devam ediyor. Ve hâkeza...
Bunlara kıyasen yüzer fennin herbirisinin kat'î şehadetiyle, noksansız bir intizam-ı ekmel
içinde hadsiz hikmetler, maslahatlarla bu kâinat tezyin edilmiştir. Ve o hârika ve ihatalı
hikmetle, mecmu-u kâinata verdiği intizam ve hikmetleri, en küçük bir zîhayat ve bir
çekirdekte küçük bir mikyasta dercetmiştir. Ve malûm ve bedihîdir ki; intizam ile gayeleri
(Haşiye): Acaba dünya sarayını ısındıran Güneş sobasına veyahud lâmbasına ne kadar odun ve kömür
ve gazyağı
lâzım olduğu hesabedilsin. Her gün yanması için -Kozmoğrafya'nın sözüne bakılsa- bir milyon Küre-i
Arz kadar
odun yığınları ve binler denizler kadar gazyağı gerektir. Şimdi düşün; onu odunsuz, gazsız daimî
ışıklandıran
Kadîr-i Zülcelal'in haşmetine, hikmetine, kudretine Güneş'in zerreleri adedince "Sübhanallah,
Mâşâallah,
Bârekâllah" de.
Ve o hârika ve ihatalı
hikmetle, mecmu-u kâinata verdiği intizam ve hikmetleri, en küçük bir zîhayat ve bir
çekirdekte küçük bir mikyasta dercetmiştir. Ve malûm ve bedihîdir ki; intizam ile gayeleri
(Haşiye): Acaba dünya sarayını ısındıran Güneş sobasına veyahud lâmbasına ne kadar odun ve kömür
ve gazyağı
lâzım olduğu hesabedilsin. Her gün yanması için -Kozmoğrafya'nın sözüne bakılsa- bir milyon Küre-i
Arz kadar
odun yığınları ve binler denizler kadar gazyağı gerektir. Şimdi düşün; onu odunsuz, gazsız daimî
ışıklandıran
Kadîr-i Zülcelal'in haşmetine, hikmetine, kudretine Güneş'in zerreleri adedince "Sübhanallah,
Mâşâallah,
Bârekâllah" de.
MAXQDA 2020 24.12.2022
(L:315) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
ve hikmetleri ve faideleri takib etmek; ihtiyar ile, irade ile, kasd ile, meşiet ile olabilir; başka
olamaz. İhtiyarsız, iradesiz, kasıdsız, şuursuz esbab ve tabiatın işi olmadığı gibi, müdahaleleri
dahi olamaz. Demek bu kâinatın bütün mevcudatındaki hadsiz intizamat ve hikmetleriyle
iktiza ettikleri ve gösterdikleri bir Fâil-i Muhtar'ı, bir Sâni'-i Hakîm'i bilmemek veya inkâr
etmek, ne kadar acib bir cehalet ve divanelik olduğu tarif edilmez. Evet dünyada en ziyade
hayret edilecek birşey varsa, o da bu inkârdır. Çünki kâinatın mevcudatındaki hadsiz
intizamat ve hikmetleriyle, vücud ve vahdetine şahidler bulunduğu halde; onu görmemek,
bilmemek, ne derece körlük ve cehalet olduğunu, en kör cahil de anlar. Hattâ diyebilirim ki;
ehl-i küfrün içinde, kâinatın vücudunu inkâr ettiklerinden ahmak zannedilen Sofestaîler, en
akıllılarıdır. Çünki kâinatın vücudunu kabul etmekle Allah'a ve Hâlıkına inanmamak kabil ve
mümkün olmadığından, kâinatı inkâra başladılar.
ve hikmetleri ve faideleri takib etmek; ihtiyar ile, irade ile, kasd ile, meşiet ile olabilir; başka
olamaz. İhtiyarsız, iradesiz, kasıdsız, şuursuz esbab ve tabiatın işi olmadığı gibi, müdahaleleri
dahi olamaz. Demek bu kâinatın bütün mevcudatındaki hadsiz intizamat ve hikmetleriyle
iktiza ettikleri ve gösterdikleri bir Fâil-i Muhtar'ı, bir Sâni'-i Hakîm'i bilmemek veya inkâr
etmek, ne kadar acib bir cehalet ve divanelik olduğu tarif edilmez. Evet dünyada en ziyade
hayret edilecek birşey varsa, o da bu inkârdır. Çünki kâinatın mevcudatındaki hadsiz
intizamat ve hikmetleriyle, vücud ve vahdetine şahidler bulunduğu halde; onu görmemek,
bilmemek, ne derece körlük ve cehalet olduğunu, en kör cahil de anlar. Hattâ diyebilirim ki;
ehl-i küfrün içinde, kâinatın vücudunu inkâr ettiklerinden ahmak zannedilen Sofestaîler, en
akıllılarıdır. Çünki kâinatın vücudunu kabul etmekle Allah'a ve Hâlıkına inanmamak kabil ve
mümkün olmadığından, kâinatı inkâra başladılar. Kendilerini de inkâr ettiler. "Hiçbir şey yok"
diyerek akıldan istifa ederek, akıl perdesi altında sair münkirlerin hadsiz akılsızlıklarından
kurtulup, bir derece akla yanaştılar.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Sâni'-i Hakîm, kıyameti getirmemekle ve haşri yapmamakla, bütün hadd ü hesaba gelmeyen
hikmetleri ve nihayetsiz vazifeleri manasız, abes, boş, faidesiz zayi' etmesi, o Kadîr-i
Mutlak'ın kemal-i kudretine acz-i mutlak verdiği gibi; o Hakîm-i Mutlak'ın kemal-i hikmetine
hadsiz abesiyet ve faidesizliği ve o Rahîm-i Mutlak'ın cemal-i rahmetine nihayetsiz çirkinliği
ve o Âdil-i Mutlak'ın kemal-i adaletine nihayetsiz zulmü vermek demektir. Âdeta kâinatta
herkese görünen hikmet, rahmet, adaleti inkâr etmektir. Bu ise, en acib bir muhaldir ki; hadsiz
bâtıl şeyler, içinde bulunur. Ehl-i dalalet gelsin, baksın; gireceği ve düşündüğü kendi kabri
gibi, kendi dalaletinde ne derece dehşetli bir zulmet, bir karanlık ve yılanların,
--- sh:
Sâni'-i Hakîm, kıyameti getirmemekle ve haşri yapmamakla, bütün hadd ü hesaba gelmeyen
hikmetleri ve nihayetsiz vazifeleri manasız, abes, boş, faidesiz zayi' etmesi, o Kadîr-i
Mutlak'ın kemal-i kudretine acz-i mutlak verdiği gibi; o Hakîm-i Mutlak'ın kemal-i hikmetine
MAXQDA 2020 24.12.2022
Sâni'-i Hakîm, kıyameti getirmemekle ve haşri yapmamakla, bütün hadd ü hesaba gelmeyen
hikmetleri ve nihayetsiz vazifeleri manasız, abes, boş, faidesiz zayi' etmesi, o Kadîr-i
Mutlak'ın kemal-i kudretine acz-i mutlak verdiği gibi; o Hakîm-i Mutlak'ın kemal-i hikmetine
hadsiz abesiyet ve faidesizliği ve o Rahîm-i Mutlak'ın cemal-i rahmetine nihayetsiz çirkinliği
ve o Âdil-i Mutlak'ın kemal-i adaletine nihayetsiz zulmü vermek demektir. Âdeta kâinatta
herkese görünen hikmet, rahmet, adaleti inkâr etmektir. Bu ise, en acib bir muhaldir ki; hadsiz
bâtıl şeyler, içinde bulunur. Ehl-i dalalet gelsin, baksın; gireceği ve düşündüğü kendi kabri
gibi, kendi dalaletinde ne derece dehşetli bir zulmet, bir karanlık ve yılanların,
--- sh:
bir çekirdekten yüzer batman faideleri, gayeleri, hikmetleri dikkatle takib ettiği halde; dağ
gibi koca ağaca bir dirhem kadar bir tek faide, bir tek küçük gaye, bir tek meyve vermek için
o koca ağacın pek çok masarıfını yapmakla, kendi hikmetine bütün bütün zıd ve muhalif
olarak müsrifane bir sefahet irtikâb etmesi hiçbir cihetle imkânı olmadığı gibi; aynen öyle de;
bu kâinat sarayının herbir mevcudatına yüzer hikmet takan ve yüzer vazife ile teçhiz eden,
hattâ herbir ağaca meyveleri adedince hikmetler ve çiçekleri adedince vazifeler veren bir
Sâni'-i Hakîm, kıyameti getirmemekle ve haşri yapmamakla, bütün hadd ü hesaba gelmeyen
hikmetleri ve nihayetsiz vazifeleri manasız, abes, boş, faidesiz zayi' etmesi, o Kadîr-i
Mutlak'ın kemal-i kudretine acz-i mutlak verdiği gibi; o Hakîm-i Mutlak'ın kemal-i hikmetine
hadsiz abesiyet ve faidesizliği ve o Rahîm-i Mutlak'ın cemal-i rahmetine nihayetsiz çirkinliği
ve o Âdil-i Mutlak'ın kemal-i adaletine nihayetsiz zulmü vermek demektir. Âdeta kâinatta
herkese görünen hikmet, rahmet, adaleti inkâr etmektir. Bu ise, en acib bir muhaldir ki; hadsiz
bâtıl şeyler, içinde bulunur. Ehl-i dalalet gelsin, baksın; gireceği ve düşündüğü kendi kabri
gibi, kendi dalaletinde ne derece dehşetli bir zulmet, bir karanlık ve yılanların,
--- sh:
Sâni'-i Hakîm, kıyameti getirmemekle ve haşri yapmamakla, bütün hadd ü hesaba gelmeyen
hikmetleri ve nihayetsiz vazifeleri manasız, abes, boş, faidesiz zayi' etmesi, o Kadîr-i
Mutlak'ın kemal-i kudretine acz-i mutlak verdiği gibi; o Hakîm-i Mutlak'ın kemal-i hikmetine
hadsiz abesiyet ve faidesizliği ve o Rahîm-i Mutlak'ın cemal-i rahmetine nihayetsiz çirkinliği
ve o Âdil-i Mutlak'ın kemal-i adaletine nihayetsiz zulmü vermek demektir. Âdeta kâinatta
herkese görünen hikmet, rahmet, adaleti inkâr etmektir. Bu ise, en acib bir muhaldir ki; hadsiz
bâtıl şeyler, içinde bulunur. Ehl-i dalalet gelsin, baksın; gireceği ve düşündüğü kendi kabri
gibi, kendi dalaletinde ne derece dehşetli bir zulmet, bir karanlık ve yılanların,
--- sh:
MAXQDA 2020 24.12.2022
Sâni'-i Hakîm, kıyameti getirmemekle ve haşri yapmamakla, bütün hadd ü hesaba gelmeyen
hikmetleri ve nihayetsiz vazifeleri manasız, abes, boş, faidesiz zayi' etmesi, o Kadîr-i
Mutlak'ın kemal-i kudretine acz-i mutlak verdiği gibi; o Hakîm-i Mutlak'ın kemal-i hikmetine
hadsiz abesiyet ve faidesizliği ve o Rahîm-i Mutlak'ın cemal-i rahmetine nihayetsiz çirkinliği
ve o Âdil-i Mutlak'ın kemal-i adaletine nihayetsiz zulmü vermek demektir. Âdeta kâinatta
herkese görünen hikmet, rahmet, adaleti inkâr etmektir. Bu ise, en acib bir muhaldir ki; hadsiz
bâtıl şeyler, içinde bulunur. Ehl-i dalalet gelsin, baksın; gireceği ve düşündüğü kendi kabri
gibi, kendi dalaletinde ne derece dehşetli bir zulmet, bir karanlık ve yılanların,
--- sh:
Sâni'-i Hakîm, kıyameti getirmemekle ve haşri yapmamakla, bütün hadd ü hesaba gelmeyen
hikmetleri ve nihayetsiz vazifeleri manasız, abes, boş, faidesiz zayi' etmesi, o Kadîr-i
Mutlak'ın kemal-i kudretine acz-i mutlak verdiği gibi; o Hakîm-i Mutlak'ın kemal-i hikmetine
MAXQDA 2020 24.12.2022
Sâni'-i Hakîm, kıyameti getirmemekle ve haşri yapmamakla, bütün hadd ü hesaba gelmeyen
hikmetleri ve nihayetsiz vazifeleri manasız, abes, boş, faidesiz zayi' etmesi, o Kadîr-i
Mutlak'ın kemal-i kudretine acz-i mutlak verdiği gibi; o Hakîm-i Mutlak'ın kemal-i hikmetine
hadsiz abesiyet ve faidesizliği ve o Rahîm-i Mutlak'ın cemal-i rahmetine nihayetsiz çirkinliği
ve o Âdil-i Mutlak'ın kemal-i adaletine nihayetsiz zulmü vermek demektir. Âdeta kâinatta
herkese görünen hikmet, rahmet, adaleti inkâr etmektir. Bu ise, en acib bir muhaldir ki; hadsiz
bâtıl şeyler, içinde bulunur. Ehl-i dalalet gelsin, baksın; gireceği ve düşündüğü kendi kabri
gibi, kendi dalaletinde ne derece dehşetli bir zulmet, bir karanlık ve yılanların,
--- sh:
olarak müsrifane bir sefahet irtikâb etmesi hiçbir cihetle imkânı olmadığı gibi; aynen öyle de;
bu kâinat sarayının herbir mevcudatına yüzer hikmet takan ve yüzer vazife ile teçhiz eden,
hattâ herbir ağaca meyveleri adedince hikmetler ve çiçekleri adedince vazifeler veren bir
Sâni'-i Hakîm, kıyameti getirmemekle ve haşri yapmamakla, bütün hadd ü hesaba gelmeyen
hikmetleri ve nihayetsiz vazifeleri manasız, abes, boş, faidesiz zayi' etmesi, o Kadîr-i
Mutlak'ın kemal-i kudretine acz-i mutlak verdiği gibi; o Hakîm-i Mutlak'ın kemal-i hikmetine
hadsiz abesiyet ve faidesizliği ve o Rahîm-i Mutlak'ın cemal-i rahmetine nihayetsiz çirkinliği
ve o Âdil-i Mutlak'ın kemal-i adaletine nihayetsiz zulmü vermek demektir. Âdeta kâinatta
herkese görünen hikmet, rahmet, adaleti inkâr etmektir. Bu ise, en acib bir muhaldir ki; hadsiz
bâtıl şeyler, içinde bulunur. Ehl-i dalalet gelsin, baksın; gireceği ve düşündüğü kendi kabri
gibi, kendi dalaletinde ne derece dehşetli bir zulmet, bir karanlık ve yılanların,
Sâni'-i Hakîm, kıyameti getirmemekle ve haşri yapmamakla, bütün hadd ü hesaba gelmeyen
hikmetleri ve nihayetsiz vazifeleri manasız, abes, boş, faidesiz zayi' etmesi, o Kadîr-i
Mutlak'ın kemal-i kudretine acz-i mutlak verdiği gibi; o Hakîm-i Mutlak'ın kemal-i hikmetine
hadsiz abesiyet ve faidesizliği ve o Rahîm-i Mutlak'ın cemal-i rahmetine nihayetsiz çirkinliği
ve o Âdil-i Mutlak'ın kemal-i adaletine nihayetsiz zulmü vermek demektir. Âdeta kâinatta
herkese görünen hikmet, rahmet, adaleti inkâr etmektir. Bu ise, en acib bir muhaldir ki; hadsiz
bâtıl şeyler, içinde bulunur. Ehl-i dalalet gelsin, baksın; gireceği ve düşündüğü kendi kabri
gibi, kendi dalaletinde ne derece dehşetli bir zulmet, bir karanlık ve yılanların,
--- sh:»
bir çekirdekten yüzer batman faideleri, gayeleri, hikmetleri dikkatle takib ettiği halde; dağ
gibi koca ağaca bir dirhem kadar bir tek faide, bir tek küçük gaye, bir tek meyve vermek için
o koca ağacın pek çok masarıfını yapmakla, kendi hikmetine bütün bütün zıd ve muhalif
olarak müsrifane bir sefahet irtikâb etmesi hiçbir cihetle imkânı olmadığı gibi; aynen öyle de;
bu kâinat sarayının herbir mevcudatına yüzer hikmet takan ve yüzer vazife ile teçhiz eden,
hattâ herbir ağaca meyveleri adedince hikmetler ve çiçekleri adedince vazifeler veren bir
Sâni'-i Hakîm, kıyameti getirmemekle ve haşri yapmamakla, bütün hadd ü hesaba gelmeyen
hikmetleri ve nihayetsiz vazifeleri manasız, abes, boş, faidesiz zayi' etmesi, o Kadîr-i
Mutlak'ın kemal-i kudretine acz-i mutlak verdiği gibi; o Hakîm-i Mutlak'ın kemal-i hikmetine
hadsiz abesiyet ve faidesizliği ve o Rahîm-i Mutlak'ın cemal-i rahmetine nihayetsiz çirkinliği
ve o Âdil-i Mutlak'ın kemal-i adaletine nihayetsiz zulmü vermek demektir. Âdeta kâinatta
herkese görünen hikmet, rahmet, adaleti inkâr etmektir. Bu ise, en acib bir muhaldir ki; hadsiz
bâtıl şeyler, içinde bulunur. Ehl-i dalalet gelsin, baksın; gireceği ve düşündüğü kendi kabri
gibi, kendi dalaletinde ne derece dehşetli bir zulmet, bir karanlık ve yılanların,
--- sh:»(L:316) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
muhatabı olan nev-i insan içinde elbette bir rehber-i ekmel, bir muallim-i ekber bulunacak. Tâ
ki, o kitabda bulunan kudsî ve hakikî hikmetleri ders verecek.. belki kâinattaki hikmetlerin
vücudunu bildirecek.. belki kâinatın hilkatindeki makasıd-ı Rabbaniyenin zuhuruna, belki
husulüne vesile olacak.. ve umum kâinatta Hâlık tarafından gayet ehemmiyetle izharını irade
ettiği kemal-i san'atını, cemal-i esmasını bildirecek, âyinedarlık edecek.. ve o Hâlık, bütün
mevcudatla kendini sevdirmek ve zîşuur mahluklarından mukabele istediğinden, o zîşuurların
namına birisi o geniş tezahürat-ı rububiyete karşı geniş bir ubudiyet ile mukabele edip, berr ve
bahri cezbeye getirecek, Semavat ve Arz'ı çınlatacak bir velvele-i teşhir ve takdis ile, o
zîşuurların nazarını, o san'atların Sâni'ine çevirecek.. ve kudsî dersler ve talimatla bütün ehl-i
aklın kulaklarını kendine çevirecek bir Kur'an-ı Azîmüşşan'la, o Sâni'-i Hakem-i Hakîm'in
makasıd-ı İlahiyesini en güzel bir surette gösterecek.. ve bütün hikmetlerinin tezahürüne ve
tezahürat-ı cemaliye ve celaliyesine karşı en ekmel bir mukabele edecek bir zât, Güneş'in
vücudu gibi bu kâinata lâzımdır, zarurîdir. Ve öyle eden ve en ekmel bir surette o vazifeleri
yapan, bilmüşahede Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'dır.
--- sh:»
bahri cezbeye getirecek, Semavat ve Arz'ı çınlatacak bir velvele-i teşhir ve takdis ile, o
zîşuurların nazarını, o san'atların Sâni'ine çevirecek.. ve kudsî dersler ve talimatla bütün ehl-i
aklın kulaklarını kendine çevirecek bir Kur'an-ı Azîmüşşan'la, o Sâni'-i Hakem-i Hakîm'in
makasıd-ı İlahiyesini en güzel bir surette gösterecek.. ve bütün hikmetlerinin tezahürüne ve
tezahürat-ı cemaliye ve celaliyesine karşı en ekmel bir mukabele edecek bir zât, Güneş'in
vücudu gibi bu kâinata lâzımdır, zarurîdir. Ve öyle eden ve en ekmel bir surette o vazifeleri
yapan, bilmüşahede Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'dır.
--- sh:»(L:317) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
İnsanın yüzünde.. belki, insanın yüzü öyle bir sikke-i ehadiyettir ki,
Âdem zamanından tâ kıyamete kadar gelmiş ve gelecek bütün efrad-ı insaniye birden nazar-ı
mütalaasında bulunmayan ve herbirine karşı o tek yüzde birer alâmet-i farika koymayan ve o
küçük yüzde hadsiz alâmet-i farika bırakmayan bir sebeb, bir tek insanın yüzündeki hâtem-i
vahdaniyete icad cihetiyle el uzatamaz. Evet insanın yüzüne o sikkeyi koyan zât, elbette bütün
efrad-ı insaniye nazar-ı şuhudunda ve daire-i ilmindedir ki, herbir insanın sîması göz, kulak,
ağız gibi âza-yı esasîde birbirine benzediği halde, birer alâmet-i farika ile, hiçbirisine tamam
benzemez. Nasılki o sîmada göz, kulak gibi âzaların umum efradında birbirine benzediği, o
nev-i insanın Sânii bir, vâhid olduğuna şehadet eden bir sikke-i tevhiddir; öyle de: Hukuk-u
insaniyenin muhafazası için sair enva'ın fevkinde olarak, o sîmalarda birbirine iltibas
olmamak ve birbirinden tefriki için, hikmetli pek çok alâmet-i farika ile iftirakları, o Sâni'-i
MAXQDA 2020 24.12.2022
Vâhid'in iradesini, ihtiyarını ve meşietini göstermekle beraber, ayrı ve çok dakik bir sikke-i
ehadiyet oluyor ki; bütün insanları, hayvanları, belki kâinatı halketmeyen bir zât, bir sebeb o
sikkeyi koyamaz.
İkinci İşaret:
Demek kâinat
öyle bir külldür ki; bir cüz'e Rab olmak, umum o külle Rab olmakla olur. Ve öyle bir küllîdir
ki; herbir cüz', bir ferd hükmüne geçip, bir tek ferde rububiyetini dinlettirmek, umum o küllîyi
müsahhar etmekle olabilir.
Altıncı İşaret: Ferdiyet-i Rabbaniye ve vahdet-i İlahiye, bütün kemalâtın (Haşiye)
medarı, esası olduğu ve kâinatın hilkatindeki hikmetlerin ve maksadların menşei ve madeni
olduğu gibi, zîşuur ve zîaklın, hususan insanların metalibinin ve arzularının husul bulmasının
menbaı ve çare-i yegânesidir. Eğer ferdiyet olmazsa, beşerin bütün metalib ve arzuları
sönecek. Hem hilkat-ı kâinatın neticeleri hiçe inecek, hem mevcud ve muhakkak olan ekser
kemalâtın in'idamına vesile olacak. Meselâ: İnsanda en şedid ve sarsılmaz ve aşk derecesinde
bir arzu-yu beka var.
içinde Zât-ı Hayy-ı Kayyum'un vücub-u vücuduna ve vahdetine ve ehadiyetine şehadet eden
bürhanların en parlağı, en kat'îsi ve en mükemmeli.. hem masnuat-ı İlahiye içinde en hafîsi ve
en zahiri, en kıymetdar ve en ucuzu, en nezihi ve en parlak ve en manidar bir nakş-ı san'at-ı
Rabbaniyedir. Hem sair mevcudatı kendine hâdim ettiren nazenin, nazdar, nazik bir cilve-i
rahmet-i Rahmaniyedir. Hem şuunat-ı İlahiyenin gayet câmi' bir âyinesidir. Hem Rahman,
Rezzak, Rahîm, Kerim, Hakîm gibi çok esma-i hüsnanın cilvelerini câmi' ve rızk, hikmet,
inayet, rahmet gibi çok hakikatları kendine tabi eden ve görmek ve işitmek ve hissetmek gibi
umum duyguların menşei, madeni bir acube-i hilkat-i Rabbaniyedir. Hem hayat, bu kâinatın
tezgâh-ı a'zamında öyle bir istihale makinesidir ki, mütemadiyen her tarafta tasfiye yapıyor,
temizlendiriyor, terakki veriyor, nurlandırıyor.. Ve zerrat kafilelerine, güya hayatın yuvası
olan cesedi o zerrelere vazife görmek, nurlanmak, talimat yapmak için bir misafirhane, bir
mekteb, bir kışladır. Âdeta Zât-ı Hayy ve Muhyî, bu makine-i hayat vasıtasıyla; bu karanlıklı
ve fâni ve süfli olan âlem-i dünyayı latifleştiriyor, ışıklandırıyor, bir nevi beka veriyor, bâki
bir âleme gitmeye hazırlattırıyor. Hem hayatın iki yüzü, yani mülk, melekût vecihleri
parlaktır, kirsizdir, noksansızdır, ulvîdir. Onun için perdesiz, vasıtasız, doğrudan doğruya
dest-i kudret-i Rabbaniyeden çıktığını aşikâre göstermek için, sair eşya gibi zahirî esbabı
hayattaki tasarrufat-ı kudrete perde edilmemiş bir müstesna mahluktur.
Hakikî'dir.
Dördüncü Remiz: Hayatın yirmisekizinci hassasında beyan edilmiştir ki; hayat, imanın
altı erkânına bakıp isbat ediyor; onların tahakkukuna işaretler ediyor. Evet madem bu kâinatın
en mühim neticesi ve mayesi ve hikmet-i hilkatı hayattır; elbette o hakikat-ı âliye, bu fâni,
kısacık, noksan, elemli hayat-ı dünyeviyeye münhasır değildir. Belki hayatın yirmidokuz
hassasıyla mahiyetinin azameti anlaşılan şecere-i hayatın gayesi, neticesi ve o şecerenin
azametine lâyık meyvesi, hayat-ı ebediyedir ve hayat-ı uhreviyedir; taşıyla ve ağacıyla,
MAXQDA 2020 24.12.2022
toprağıyla hayatdar olan dâr-ı saadetteki hayattır. Yoksa bu hadsiz cihazat-ı mühimme ile
teçhiz edilen hayat şeceresi; zîşuur hakkında, hususan insan hakkında meyvesiz, faidesiz,
hakikatsız olmak lâzım gelecek.. ve sermayece ve cihazatça serçe kuşundan meselâ yirmi
derece ziyade ve bu kâinatın ve zîhayatın en mühim yüksek ve ehemmiyetli mahluku olan
insan, serçe kuşundan saadet-i hayat cihetinde yirmi derece aşağı düşüp en bedbaht, en zelil
bir bîçare olacak. Hem en kıymetdar bir nimet olan akıl dahi, geçmiş zamanın hüzünlerini ve
gelecek zamanın korkularını düşünmekle kalb-i insanı mütemadiyen incitip bir lezzete dokuz
elemleri karıştırdığından, en musibetli bir bela olur. Bu ise, yüz derece bâtıldır.
derman versin ve nazını çeksin ve kemal-i itina ve ihtimam ile beslesin ve ona dikkatle hizmet
ettirsin ve büyük mahlukatını ona hizmetkâr yapsın; ve sonra en büyük ve kıymetdar ve bâki
ve nazdar bir hayatın gök sadâsı gibi yüksek sesini işitmesin ve onun çok ehemmiyetli beka
duasını ve nazını ve niyazını nazara almasın. Âdeta bir neferin kemal-i itina ile teçhizat ve
idaresini yapsın; ve muti' ve muhteşem orduya hiç bakmasın.. ve zerreyi görsün, Güneş'i
MAXQDA 2020 24.12.2022
görmesin.. sivrisineğin sesini işitsin, gök gürültüsünü işitmesin? Hâşâ.. yüzbin defa hâşâ!..
Hem hiçbir cihetle akıl kabul eder mi ki; hadsiz rahmetli, muhabbetli ve nihayet
derecede şefkatli ve kendi san'atını çok sever ve kendini çok sevdirir ve kendini sevenleri
ziyade sever bir Zât-ı Kadîr-i Hakîm, en ziyade kendini seven ve sevimli ve sevilen ve Sâniini
fıtraten perestiş eden hayatı ve hayatın zâtı ve cevheri olan ruhu, mevt-i ebedî ile i'dam edip,
kendinden o sevgili muhibbini ve habibini ebedî bir surette küstürsün, darıltsın, dehşetli
rencide ederek sırr-ı rahmetini ve nur-u muhabbetini inkâr etsin ve ettirsin? Yüzbin defa hâşâ
ve kellâ!.. Bu kâinatı cilvesiyle süslendiren bir cemal-i mutlak ve umum mahlukatı sevindiren
bir rahmet-i mutlaka, böyle hadsiz bir çirkinlikten ve kubh-u mutlaktan ve böyle bir zulm-ü
mutlaktan, bir merhametsizlikten, elbette nihayetsiz derece münezzehtir ve mukaddestir.
NETİCE
(L:345) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
İkinci Mes'ele: Eşyanın sırr-ı kayyumiyetle münasebetdar faidelerinin ve hikmetlerinin
bir kısmına işaret etmeyi, bu makam iktiza ediyor.
Evet herşeyin hikmet-i vücudu ve gaye-i fıtratı ve faide-i hilkatı ve netice-i hayatı üçer
nevidir:
Birinci nevi, kendine ve insana ve insanın maslahatlarına bakar.
İkinci nevi, daha mühimdir ki:
O da şudur: Herşey,
hususan zîhayat, gayet manidar bir kelime, bir mektub, bir kaside-i Rabbanîdir; bir ilânname-i
İlahîdir. Umum zîşuurun mütalaasına mazhar olduktan ve hadsiz mütalaacılara manasını ifade
ettikten sonra, lafzı ve hurufu hükmündeki suret-i cismaniyesi kaybolur. Bir sene kadar bu
hikmet bana kâfi geldi. Bir sene sonra masnuatta ve bilhassa zîhayatlarda bulunan çok hârika
ve pek ince san'atın mu'cizeleri inkişaf etti. Anladım ki: Bu çok ince ve çok hârika olan
dekaik-ı san'at, yalnız zîşuurların nazarlarına ifade-i mana için değildir.
Her mevcudda,
--- sh:»(L:346) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
hususan zîhayatlarda hadsiz dekaik-ı san'at bulunması, Zât-ı Kayyum-u Ezelî'nin nazarına
arzetmek, yani Zât-ı Kayyum-u Ezelî kendi san'atını kendisi temaşa etmek olan hikmet-i
hilkat, o büyük masarıfa kâfi geliyordu. Bir zaman sonra gördüm ki: Mevcudatın şahıslarında
ve suretlerindeki dekaik-ı san'at devam etmiyor; gayet sür'atle tazeleniyor, tebeddül ediyor;
nihayetsiz bir faaliyet ve bir hallakıyet içinde tahavvül ediyorlar. Bu hallakıyet ve bu
faaliyetin hikmeti elbette o faaliyet derecesinde büyük olmak lâzım geliyor, diye tefekküre
başladım.
Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın feyzi ile, sırr-ı kayyumiyet noktasında azîm hadsiz bir hikmet, bir
MAXQDA 2020 24.12.2022
gaye göründü. Ve onun ile "tılsım-ı kâinat" ve "muamma-yı hilkat" tabir edilen bir sırr-ı İlahî
anlaşıldı. (Yirmidördüncü Mektub'da tafsilen beyan edildiğinden, burada yalnız icmalen iki-
üç noktasını Üçüncü Şua'da zikredeceğiz.)
Evet sırr-ı kayyumiyetin cilvesine bu noktadan bakınız ki; bütün mevcudatı ademden
çıkarıp, herbirisini bu nihayetsiz fezada @«Z«9²:«h«# ¯G«W«2 ¬h²[«R¬" ¬€!«x´WÅ,7! «p«4«* ›¬HÅ7!
yÁV7«! sırrıyla durdurup,
kıyam ve beka verip, umumunu böyle sırr-ı kayyumiyetin tecellisine mazhar eyliyor. Eğer bu
nokta-i istinad olmazsa; hiçbir şey kendi başıyla durmaz
Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın feyzi ile, sırr-ı kayyumiyet noktasında azîm hadsiz bir hikmet, bir
gaye göründü. Ve onun ile "tılsım-ı kâinat" ve "muamma-yı hilkat" tabir edilen bir sırr-ı İlahî
anlaşıldı. (Yirmidördüncü Mektub'da tafsilen beyan edildiğinden, burada yalnız icmalen iki-
üç noktasını Üçüncü Şua'da zikredeceğiz.)
Evet sırr-ı kayyumiyetin cilvesine bu noktadan bakınız ki; bütün mevcudatı ademden
çıkarıp, herbirisini bu nihayetsiz fezada @«Z«9²:«h«# ¯G«W«2 ¬h²[«R¬" ¬€!«x´WÅ,7! «p«4«* ›¬HÅ7!
yÁV7«! sırrıyla durdurup,
kıyam ve beka verip, umumunu böyle sırr-ı kayyumiyetin tecellisine mazhar eyliyor
Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın feyzi ile, sırr-ı kayyumiyet noktasında azîm hadsiz bir hikmet, bir
gaye göründü. Ve onun ile "tılsım-ı kâinat" ve "muamma-yı hilkat" tabir edilen bir sırr-ı İlahî
anlaşıldı. (Yirmidördüncü Mektub'da tafsilen beyan edildiğinden, burada yalnız icmalen iki-
üç noktasını Üçüncü Şua'da zikredeceğiz.)
Evet sırr-ı kayyumiyetin cilvesine bu noktadan bakınız ki; bütün mevcudatı ademden
MAXQDA 2020 24.12.2022
çıkarıp, herbirisini bu nihayetsiz fezada @«Z«9²:«h«# ¯G«W«2 ¬h²[«R¬" ¬€!«x´WÅ,7! «p«4«* ›¬HÅ7!
yÁV7«! sırrıyla durdurup
Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın feyzi ile, sırr-ı kayyumiyet noktasında azîm hadsiz bir hikmet, bir
gaye göründü. Ve onun ile "tılsım-ı kâinat" ve "muamma-yı hilkat" tabir edilen bir sırr-ı İlahî
anlaşıldı. (Yirmidördüncü Mektub'da tafsilen beyan edildiğinden, burada yalnız icmalen iki-
üç noktasını Üçüncü Şua'da zikredeceğiz.)
Evet sırr-ı kayyumiyetin cilvesine bu noktadan bakınız ki; bütün mevcudatı ademde
akab kaybolur. Bir taifesi, bir dakikada gelir, geçer. Bir nev'i, bir saat âlem-i şehadete uğrar,
âlem-i gayba girer. Bir kısmı bir günde, bir kısmı bir senede, bir kısmı bir asırda, bir kısmı da
asırlarda bu âlem-i şehadete gelip, konup; vazife görüp gidiyorlar. Bu hayret verici seyahat ve
seyeran-ı mevcudat, o sefer ve seyelan-ı mahlukat öyle bir intizam ve mizan ve hikmetle sevk
ü idare edilir ve onlara ve o kafilelere kumandanlık eden öyle basirane, hakîmane,
müdebbirane kumandanlık ediyor ki; bütün akıllar faraza ittihad edip bir tek akıl olsa, o
hakîmane idarenin künhüne yetişemez ve kusur bulup tenkid edemez.
İşte bu hallakıyet-i Rabbaniyenin içinde; o sevimli ve sevdiği masnuatın hususan
zîhayatların hiçbirine göz açtırmayarak âlem-i gayba gönderiyor, hiçbirine nefes aldırmayarak
dünyadaki hayattan terhis ediyor, mütemadiyen bu misafirhane-i âlemi doldurup misafirlerin
rızası olmayarak boşaltıyor; kalem-i kaza ve kader, Küre-i Arz'ı yazar bozar tahtası gibi
yaparak a[¬W< «: ]¬[²E< cilveleriyle mütemadiyen Küre-i Arz'da yazılarını yazar ve o yazıları
tazelendirir, tebdil eder.
--
faaliyetle kemalâtının tezahürünü lezzetle takib eder. Madem herbir faaliyette böyle sevilir,
istenilir bir kemal, bir lezzet vardır ve faaliyet dahi, bir kemaldir ve madem zîhayat âleminde
daimî ve ezelî bir hayattan neş'et eden hadsiz bir muhabbetin, nihayetsiz bir merhametin
cilveleri görünüyor ve o cilveler gösteriyor ki, kendini böyle sevdiren ve seven ve şefkat edip
lütuflarda bulunan zâtın kudsiyetine lâyık ve vücub-u vücuduna münasib o hayat-ı
sermediyenin muktezası olarak hadsiz derecede (tabirde hata olmasın) bir aşk-ı lahutî, bir
muhabbet-i kudsiye, bir lezzet-i mukaddese gibi şuunat-ı kudsiye o Hayat-ı Akdes'te var ki, o
şuunat böyle hadsiz faaliyetle ve nihayetsiz bir hallakıyetle kâinatı daima tazelendiriyor,
çalkalandırıyor, değiştiriyor.
Sırr-ı kayyumiyete bakan hadsiz faaliyet-i İlahiyedeki hikmetin ikinci şubesi: Esma-i
İlahiyeye bakar. Malûmdur ki herbir cemal sahibi, kendi cemalini görmek ve göstermek ister;
MAXQDA 2020 24.12.2022
herbir hüner sahibi, kendi hünerini teşhir ve ilân etmekle nazar-ı dikkati celbetmek ister ve
sever; ve hüneri gizli kalmış bir güzel hakikat ve güzel bir mana, meydana çıkmak ve
müşterileri bulmak ister ve sever. Madem bu esaslı kaideler, herşeyde derecesine göre cereyan
ediyor; elbette Cemil-i Mutlak olan Zât-ı Kayyum-u Zülcelal'in binbir esma-i hüsnasından
herbir ismin, kâinatın şehadetiyle ve cilvelerinin delaletiyle ve nakışlarının işaretiyle, her
birisinin herbir mertebesinde hakikî bir hüsün, hakikî bir kemal, hakikî bir cemal ve gayet
güzel bir hakikat, belki herbir ismin herbir mertebesinde hadsiz enva'-ı hüsünle hadsiz hakaik-
hayalin iki dûrbîniyle temaşa ettiğimiz mevcudatın herbirisini, cüz'î olsun, küllî olsun, en
büyük daireden en küçük daireye kadar, herbirine lâyık ve münasib olarak meyvedar bir
nizam ve hikmetli bir intizam ve semeredar bir insicam içine almış, bütün mevcudatı
süslendirmiş, yaldızlandırmış. Sonra İsm-i Hakem'in cilve-i a'zamı arkasından bak ki, İsm-i
Adl'in cilve-i a'zamıyla (İkinci Nükte'de izah edildiği vechile) bütün kâinatı mevcudatıyla,
faaliyet-i daime içinde öyle hayretengiz mizanlarla, ölçülerle, tartılarla idare eder ki; ecram-ı
semaviyeden biri, bir saniye de müvazenesini kaybetse; yani İsm-i Adl'in cilvesi altından
çıksa, yıldızlar içinde bir herc ü merce, bir kıyamet kopmasına sebebiyet verecek. İşte bütün
mevcudatın daire-i a'zamı, Kehkeşan'dan yani Samanyolu tabir edilen mıntıka-i kübradan tut,
tâ kan içindeki küreyvat-ı hamra ve beyzanın daire-i hareketlerine kadar herbir dairesini,
herbir mevcudunu hassas bir mizan, bir ölçü ile biçilmiş bir şekil ve bir vaziyetle baştan başa
yıldızlar ordusundan, tâ zerreler ordusuna kadar bütün mevcudatın "Emr-i Kün Feyekûn"den
gelen emirlere kemal-i müsahhariyetle itaat ettiklerini gösteriyor. Şimdi İsm-i Adl'in cilve-i
MAXQDA 2020 24.12.2022
(L:353) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Beşinci Şua'nın İkinci Mes'elesi: Kâinata tecelli eden kayyumiyetin cilvesi, vâhidiyet
ve celal noktasında olduğu gibi, kâinatın merkezi ve medarı ve zîşuur meyvesi olan insanda
dahi, kayyumiyetin cilvesi ehadiyet ve cemal noktasında tezahürü var. Yani nasılki kâinat
sırr-ı kayyumiyetle kaimdir.. öyle de İsm-i Kayyum'un mazhar-ı ekmeli olan insan ile, bir
cihette kâinat kıyam bulur; yani kâinatın ekser hikmetleri, maslahatları, gayeleri insana
baktığı için, güya insandaki cilve-i kayyumiyet, kâinata bir direktir. Evet Zât-ı Hayy-ı
Kayyum, bu kâinatta insanı irade etmiş ve kâinatı onun için yaratmış denilebilir. Çünki insan,
câmiiyet-i tâmme ile bütün esma-i İlahiyeyi anlar, zevkeder. Hususan rızktaki zevk cihetiyle
pek çok esma-i hüsnayı anlar. Halbuki melaikeler, onları o zevk ile bilemezler.
mühim üç vazifesidir.
Birincisi: Kâinatta münteşir bütün enva'-ı nimeti insanla tanzim etmek ve insanın
menfaatı ipiyle tesbih taneleri gibi tanzim eder, nimetlerin iplerinin uçlarını insanın başına
bağlar, rahmet hazinelerinin umum çeşitlerine insanı bir liste hükmüne getirir.
--- sh:
G«< h²SU²7!«: •:G«< « v²VÇP7«! sırrına dair mühim bir hakikat beyan edilerek, hizmetimize zulüm
nev'inden ilişen mülhidler, bu dünyada tokadını yiyecekler ve kısmen yediklerini; ve zındıka
ve dalalet hesabına ilişenler çabuk tokat yemeyip te'hir edildiğinin sebeb ve hikmetini beyan
ediyor.
ONBİRİNCİ LEM'A: 49
"Mirkat-üs Sünne ve Tiryaku Maraz-ıl Bid'a" namıyla gayet mühim bir risaledir.
MAXQDA 2020 24.12.2022
ÜÇÜNCÜ İŞARET: "Kur'an-ı Hakîm'de, ehl-i dalalete karşı azîm şekvalar ve kesretli
tahşidat ve çok şiddetli tehdidat; aklın zahirine göre, adaletli ve münasebetli belâgatına ve
üslûbundaki itidaline ve istikametine münasib düşmüyor? Âdeta âciz bir adama karşı orduları
tahşid ediyor; ve müflis ve mülkte hissesiz âciz bir adama, kuvvetli bir şerik mevkii verir gibi
ondan şekvalar etmenin sırrı ve hikmeti nedir?" diye sualine karşı, gayet kat'î ve ehemmiyetli
bir cevabdır.
--- sh:»(L:385) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
SEKİZİNCİ İŞARET: "Bazı risalelerde kat'î delillerle isbat edilmiş ki; küfür ve dalalet
yolu o kadar müşkilâtlı ve suubetlidir ki, hiç kimse ona girmemek gerekti ve kabil-i sülûk
değildir. İman ve hidayet yolu o kadar zahir ve kolaydır ki, herkes ona girmeli idi, dediğiniz
halde; bu Hikmet-ül İstiaze'de, dalaletli yolun kolay ve tahrib ve tecavüz olduğu için çoklar o
yola sülûk ettiğini beyanın, birbirine muhalif oluyor, vech-i tevfiki nedir?" sualine karşı gayet
merak-aver ve mantıkî ve kat'î bir cevab olmakla beraber, "Dalalette o kadar dehşetli bir elem
ve korku var ki, kâfir değil hayatından lezzet alması, belki hiç yaşamaması lâzım gelirken,
ehl-i imandan ziyade
--- sh:»(L:386) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
kendini hayatta mes'ud görmesinin sırrı nedir?" diye sualine karşı gayet güzel bir temsil ile
tam kanaat getirir bir cevabdır.
Hem Hâtem-ül Enbiya'nın güneş gibi parlak nübüvveti ve risaletinin komşuluğunda bulunan
Medine münafıklarının dalalette ısrarları ve hidayete girmemeleri ne içindir ve hikmeti
nedir?" diye suale karşı herkesi alâkadar edecek güzel ve kuvvetli bir cevabdır.
ONUNCU İŞARET: İblis'in kendini kendine tabi olanlara inkâr ettirmek suretindeki
desise maskesini yırtarak, (İblis'in) pis ve mülevves yüzünü gösterip, vücudunu isbat eder.
±¬Æ«h¬" )x2«! ²u5 Suresinin kal'a-i metininde tahassun etmek için onüç anahtar olup, onüç
kapıyı ehl-i imana açar.
Şu Hikmet-ül İstiaze Risalesi'nin iki mühim kardeşi var. Birisi Yirmidokuzuncu
Mektub'un Altıncı Risalesi olan "Hücumat-ı Sitte", mühim bir kal'a olduğu gibi; ikinci bir
kardeşi olan Yirmialtıncı Mektub'un "Hüccet-ül Kur'an Aleşşeytan Ve Hizbihi" namındaki
MAXQDA 2020 24.12.2022
risalesi dahi bir hısn-ı hasindir. Bu üç risale birbiriyle münasebetdardır. Ve ehl-i imana bu
zamanda çok lüzumlu olduğunu ihtar ediyorum.
Mün'im-i Hakikî'nin nimetlerine bir hürmetsizlik ve bir tahkir olmakla, vahim neticeleri
bulunduğunu beyan eder.
İKİNCİ NÜKTE: Vücud-u beşer bir saray, mide bir efendi, ağızdaki kuvve-i zaika bir
kapıcı, et'imenin verdiği lezzetler birer bahşiş olduğunu göstererek; vücudun idaresi iktisad ile
temin edildiğini, israf ise müvazenesizliği ve hastalıkları tevlid ettiğini beyan eder.
ÜÇÜNCÜ NÜKTE: Kuvve-i zaika, maddî cesede inhisar etmekten ziyade; akla, ruha
ve kalbe baktığından, israf etmemek, zillet ve sefalete düşmemek ve o kuvve-i zaikayı taşıyan
lisanı şükürde istimal etmek şartıyla leziz taamların tercih ve takib edilebileceğini; ve bu
hakikat, hârika kuvve-i kudsiye sahibi Şah-ı Geylanî (K.S.) Hazretlerinin ihya-yı emvat
keramet-i azîmesiyle izah edilerek; ruh cesede, kalb nefse, akıl mideye hâkim olduktan sonra,
şükrün münteha derecelerine vâsıl olmakla mümkün olduğunu beyan eder.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Zülcelal'e verilmezse hem kör, hem sağır, hem akılsız, hem düşüncesiz bir tabiata verilse; o
tabiat, bu masnuatı yapmak için, ya herşeyde hadsiz manevî makine ve matbaaları
bulunduracak veyahud herşeyde kâinatı halkedip idare edecek bir kudret ve hikmeti
dercedecektir. Bu ise, her bir mevcudda hadsiz bir kudret ve irade ve nihayetsiz bir ilim ve
hikmet taşıyacak bir tabiatı veya bir kuvveti ve âdeta bir ilahı, içinde kabul etmek lâzım gelir
ki; bu ise, kâinattaki muhalatın en bâtılı ve hurafenin en yalan bir şekli olduğunu ve Hâlık-ı
Kâinat'ın sıfât-ı kudsiyesinin tecelliyatına "tabiat" namı verenler, hayvanlardan yüz derece
aşağı olduğunu gösterir.
İkincisi: Gayet intizamlı ve mizanlı ve hikmetli olan şu mevcudat, nihayetsiz Kadîr ve
Hakîm bir zâtın icadıdır denilmezse, tabiata verilse, o vakit tabiat, nebatatın menşei ve
meskeni olan ve nebatata saksılık vazifesini gören bir parça toprakta, milyarlar adedince ayrı
ayrı makinaları ve matbaaları yerleştirmeli ki; o toprak, her türlü nebatatın menşei ve meskeni
olabilsin ve hayatlarına lâzım her türlü ihtiyaçlarını muayyen mikdarları dâhilinde verebilsin.
İşte bu hurafeyi ve hadsiz muhalatı netice veren bu mefkûreyi taşıyanların eşekliklerine
bakarak, yüzlerine tükürerek, der: Bu suubetli ve müşkilatlı acib muhalatın, nasıl sühuletli
vücuda inkılab ettiği hakkındaki suale hakikatlı ve gayet makul bir cevab verilmiştir.
Üçüncüsü:
Birincisi: Hâlî bir sahrada kurulmuş gayet mükemmel ve müzeyyen bir saraya giren
vahşi bir adamın misaliyle izah edilen bir hakikattır. Şöyle ki: O saraydan daha muntazam,
daha mükemmel ve her tarafı mu'cizat-ı hikmetle doldurulmuş olan şu âlem sarayının içine,
uluhiyeti inkâr eden vahşi tabiiyyunlar girerler. Gördükleri mevcudatın, daire-i mümkinat
haricinde olan Zât-ı Vâcib-ül Vücud'un eser-i san'atı olduğunu düşünmeyerek; daire-i
mümkinat içinde bulunan ve kudret-i İlahiyenin tebeddül ve tegayyür eden icraat kanunlarının
bir defteri hükmündeki mecmua-i kavanin-i âdetullaha ve bir fihriste-i san'at-ı Rabbaniye olan
İlahî kanunlara yanlışlıkla
--- sh:»(L:407) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
çeviren ve hikmet-i rububiyetini inkâr ettirecek bir tarz olan mahlukatın ibadetlerini ve
bilhassa insanın şükür ve ubudiyetini başkalara vermeye rıza göstermediği gibi, müsaade dahi
etmediğini izah eden gayet güzel cevablarla mukabele edilmiştir.
Hâtimesinde, tabiat fikr-i küfrîsini terkeden ve imana gelen zâtın, merak-aver üç
sualinden:
--- sh:»(L:408) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
çeviren ve hikmet-i rububiyetini inkâr ettirecek bir tarz olan mahlukatın ibadetlerini ve
bilhassa insanın şükür ve ubudiyetini başkalara vermeye rıza göstermediği gibi, müsaade dahi
etmediğini izah eden gayet güzel cevablarla mukabele edilmiştir.
Hâtimesinde, tabiat fikr-i küfrîsini terkeden ve imana gelen zâtın, merak-aver üç
sualinden:
--- sh:»
Hüseyin
YİRMİDÖRDÜNCÜ LEM'A: 195
"Dört Hikmet"i hâvidir.
Åw¬Z¬A[¬"«Ÿ«% ²w¬8 Åw¬Z²[«V«2 «w[¬9²G< «w[¬X¬8ÌYW²7! ¬š@«,¬9«: «t¬#@«X«"«: «t¬%!«:²+«
h«$@«U«# !xE«6@«X«# yani "İzdivac ediniz. Ben, sizin çokluğunuzla iftihar ederim."
buyurmasını; tesettürsüzlük izdivacı çoğaltmayıp, pek azalttığını, çünki serseri asrî bir genç
dahi refikasının gayet namuslu olmasını istediğini; ve kadın ise, erkeğin çoluk ve çocuk ve
malına ve herşeyine dâhilî muhafız olduğundan, kadında sadakat ve emniyet lâzım olduğunu;
tesettürsüzlük ve açık-saçıklık ve hayâsızlık ise, o sadakatı ve emniyeti kırdığından, erkeğe
vicdan azabı çektirdiğini ve kadınlarda şecaat ve sehavet o sadakat ve emniyeti ihlâl ettiğini;
ve memleketimizin Avrupa'ya kıyas edilemeyeceğini, eğer kıyas edilse, neslin za'fına ve
kuvvetin sukutuna sebeb olacağını; ve şehirliler köylülere kıyas edilemeyeceğini, çünki
köylüler maişet meşgalesiyle uğraştığından, san'at ile iştigal eden şehirliler onlara kıyas
edilemeyeceğini ve daha çok hikmetlerini gayet kat'î isbat eder.
Rüşdü
EHL-İ İMAN ÂHİRET HEMŞİRELERİM OLAN KADINLAR TAİFESİ İLE
BİR MUHAVEREDİR: 199
Birinci Mes'ele: Nihayet kemalde bir cemal ve nihayet cemalde bir kemal, kendini
görmek ve göstermek istemesine ve tanıttırıp sevdirmesine mukabil, iman ile onu tanımayı ve
ubudiyetle kendini ona sevdirmeyi ders veriyor.
İkinci Mes'ele: Bütün kuvvetiyle şirki reddedip kabul etmeyen bu hikmetli intizam-ı
mükemmel, hem vahdeti, hem istiklal ve infiradı iktiza ettiğini izah etmekle beraber, koca
kâinatı umum ahval ve keyfiyatıyla mizan-ı adl ve nizam-ı hikmetinde tutan bir Kadîr-i
Mutlak'a şirk ve küfür ile acz isnad etmek ne kadar büyük bir hata ve tevhid ile iman etmek,
ne kadar doğru hak ve hakikatlı bir mukabele olduğunu bildiriyor.
Üçüncü Nokta: Sâni'-i Kadîr, ism-i Hakem ve Hakîm'iyle, kâinatta en ziyade
hikmetlere medar ve mazhar kıldığı insanı; bir merkez, bir medar hükmünde yaratmış.
Birinci Mes'ele: Nihayet kemalde bir cemal ve nihayet cemalde bir kemal, kendini
görmek ve göstermek istemesine ve tanıttırıp sevdirmesine mukabil, iman ile onu tanımayı ve
ubudiyetle kendini ona sevdirmeyi ders veriyor.
İkinci Mes'ele: Bütün kuvvetiyle şirki reddedip kabul etmeyen bu hikmetli intizam-ı
mükemmel, hem vahdeti, hem istiklal ve infiradı iktiza ettiğini izah etmekle beraber, koca
kâinatı umum ahval ve keyfiyatıyla mizan-ı adl ve nizam-ı hikmetinde tutan bir Kadîr-i
Mutlak'a şirk ve küfür ile acz isnad etmek ne kadar büyük bir hata ve tevhid ile iman etmek,
ne kadar doğru hak ve hakikatlı bir mukabele olduğunu bildiriyor.
Üçüncü Nokta: Sâni'-i Kadîr, ism-i Hakem ve Hakîm'iyle, kâinatta en ziyade
hikmetlere medar ve mazhar kıldığı insanı; bir merkez, bir medar hükmünde yaratmış.
bir
--- sh:»
bir
--- sh:»(L:433) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
fennin bir cihette ism-i Hakem'in cilvesini tarif ettiğini; (meselâ Fenn-i Tıb, Fenn-i Kimya,
Fenn-i Ziraat, Fenn-i Ticaret ve hakeza...) bu fenlerin herbirisinin kat'î şehadetleriyle, ihtiyar
ve irade, kasd ve meşieti gösteren bu hadsiz intizamat ve hikmetleri o Sâni'-i Hakîm umum
kâinata verdiği gibi, en küçük bir zîhayatta ve en küçük bir çekirdekte dahi dercetmesiyle,
Zât-ı Akdesinin fâil-i muhtar olduğunu; ve herşey onun emriyle vücud bulduğunu; ve onu
bilmemek ve tanımamak ne kadar acib bir cehalet ve divanelik olduğunu izah ediyor.
Dördüncü Nokta: Sâni'-i Hakîm, herbir mevcuduna taktığı yüzler hikmeti, o
mevcudların nihayet hassasiyetiyle tavzif ettiği yüzler vazifelerinden pek çok faide ve
gayeleri nihayet dikkat ile takib ettiği halde, onun cemal-i rahmet ve kemal-i adaletine ve
nihayet derecede hikmetine zıd olan; ve rahmet ve adaletini inkâr ettiren haşirsizliğe hiçbir
cihetle müsaade etmediğini beyan ediyor.
Beşinci Nokta:
(L:433) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
fennin bir cihette ism-i Hakem'in cilvesini tarif ettiğini; (meselâ Fenn-i Tıb, Fenn-i Kimya,
Fenn-i Ziraat, Fenn-i Ticaret ve hakeza...) bu fenlerin herbirisinin kat'î şehadetleriyle, ihtiyar
ve irade, kasd ve meşieti gösteren bu hadsiz intizamat ve hikmetleri o Sâni'-i Hakîm umum
kâinata verdiği gibi, en küçük bir zîhayatta ve en küçük bir çekirdekte dahi dercetmesiyle,
Zât-ı Akdesinin fâil-i muhtar olduğunu; ve herşey onun emriyle vücud bulduğunu; ve onu
bilmemek ve tanımamak ne kadar acib bir cehalet ve divanelik olduğunu izah ediyor.
Dördüncü Nokta: Sâni'-i Hakîm, herbir mevcuduna taktığı yüzler hikmeti, o
mevcudların nihayet hassasiyetiyle tavzif ettiği yüzler vazifelerinden pek çok faide ve
gayeleri nihayet dikkat ile takib ettiği halde, onun cemal-i rahmet ve kemal-i adaletine ve
nihayet derecede hikmetine zıd olan; ve rahmet ve adaletini inkâr ettiren haşirsizliğe hiçbir
cihetle müsaade etmediğini beyan ediyor.
Beşinci Nokta: "İki Mes'ele"dir.
(L:433) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
fennin bir cihette ism-i Hakem'in cilvesini tarif ettiğini; (meselâ Fenn-i Tıb, Fenn-i Kimya,
Fenn-i Ziraat, Fenn-i Ticaret ve hakeza...) bu fenlerin herbirisinin kat'î şehadetleriyle, ihtiyar
ve irade, kasd ve meşieti gösteren bu hadsiz intizamat ve hikmetleri o Sâni'-i Hakîm umum
kâinata verdiği gibi, en küçük bir zîhayatta ve en küçük bir çekirdekte dahi dercetmesiyle,
Zât-ı Akdesinin fâil-i muhtar olduğunu; ve herşey onun emriyle vücud bulduğunu; ve onu
bilmemek ve tanımamak ne kadar acib bir cehalet ve divanelik olduğunu izah ediyor.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Birinci Şubesi: Faaliyetin herbir nevi, cüz'î olsun küllî olsun, bir lezzetin netice
vermesi sırrıyla -tabirde hata olmasın- Zât-ı Hayy-ı Kayyum'da bulunan bir aşk-ı lahutînin ve
bir muhabbet-i kudsiyenin ve bir lezzet-i mukaddesenin şuunatı, hadsiz faaliyetle ve
nihayetsiz hallakıyetle kâinatı mütemadiyen tazelendirip çalkalandırdığını..
İkinci Şubesi:
(L:442) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
İkinci Mes'ele: Kayyumiyetin, vâhidiyet ve celal noktasında kâinatta tecellisi olduğu
gibi, ehadiyet ve cemal noktasında insanda dahi cilvesinin tezahüratı olduğunu; ve bu tecelli
ile Zât-ı Zülcemal'in, beşere, melaikelerin fevkinde ettiği ihsanatını ve o ihsanatın câmiiyetini
ve yüksekliğini ve genişliğini izah eder. Ve kâinatı bir sofra-i nimet edip, insana teshir
etmesinin; ve kâinatın, insanla mazhar olduğu sırr-ı Kayyumiyetle bir cihette kaim olduğunun
hikmeti, insanın üç mühim vazifesinden ileri geldiğini ta'dad eder. Ve insanın o üç mühim
vazifesinden üçüncü vazifesinde, üç vecihle Zât-ı Hayy-ı Kayyum'a âyinedarlık ettiğini
anlatır. Ve bu âyinedarlık ettiği vecihlerden üçüncü vecihteki âyinedarlığının da iki yüzü
olduğunu; birinci yüzüyle esma-i İlahiyeye, ikinci yüzüyle de şuunat-ı İlahiyeye âyinedarlık
ettiğini emsali nâmesbuk bir talâkat-ı lisan ile ifade ediyor ki, beşerin dâhîlerini dahi bu
hakikatlara meftun edip hayran eder.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Hüsrev
MÜNACAT:
İlahiyeye şehadet ettiklerini kemal-i vuzuh ile beyan ve tahaccür etmiş kalbleri ıslah, hem
Cenab-ı Kibriya'ya münacat olan şu yekta ravza-i hakikat, hâtime-i tazarru' ve niyazını şöyle
bağlar ki:
Ya Rabbî ve ya Rabb-es Semavati Ve-l Aradîn! Ya Hâlıkî ve ya Hâlık-ı Külli Şey!
Gökleri yıldızlarıyla, zemini müştemilâtıyla ve bütün mahlukatı bütün keyfiyatıyla teshir eden
kudretinin ve iradetinin ve hikmetinin ve hâkimiyetinin ve rahmetinin hakkı için, nefsimi
bana müsahhar eyle! Ve matlubumu bana müsahhar kıl! Kur'ana ve imana hizmet için,
insanların kalblerini Risale-i Nur'a müsahhar yap! Ve bana ve ihvanıma iman-ı kâmil ve hüsn-
ü hâtime ver!
şefkati ve mehasin-i rahîmiyeti küllî ve şaşaalı bir surette görünür. Eğer tevhid nazarıyla
bakılmazsa; o cüz'î fakat alîmane, basîrane, şuurkârane olan şifa vermek dahi, camid ilâçların
hasiyetlerine ve kör kuvvete ve şuursuz tabiata verilir. Bütün bütün mahiyetini ve hikmetini
ve kıymetini kaybeder.
--- sh:»(Ş:8) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------------------
-
MAXQDA 2020 24.12.2022
(Ş:12) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
--
Tevhidin İkinci Meyvesi
Birinci meyve Hâlık-ı Kâinat olan Zât-ı Akdes'e baktığı gibi, ikinci meyve dahi kâinatın
zâtına ve mahiyetine bakar. Evet sırr-ı vahdetle kâinatın kemalâtı tahakkuk eder ve
mevcudatın ulvî vazifeleri anlaşılır ve mahlukatın netice-i hilkatleri takarrur eder ve
masnuatın kıymetleri bilinir ve bu âlemdeki makasıd-ı İlahiye vücud bulur ve zîhayat ve
zîşuurların hikmet-i hilkatları ve sırr-ı icadları tezahür eder ve bu dehşet-engiz tahavvülât
içinde kahharane fırtınaların hiddetli, ekşi sîmaları arkasında rahmetin ve hikmetin güler,
güzel yüzleri görünür ve fena ve zevalde kaybolan mevcudatın neticeleri ve hüviyetleri ve
mahiyetleri ve ruhları ve tesbihatları gibi çok vücudları kendilerine bedel âlem-i şehadette
bırakıp, sonra gittikleri bilinir. Ve kâinat baştan başa gayet manidar bir kitab-ı Samedanî ve
mevcudat ferşten arşa kadar gayet mu'cizane bir mecmua-i mektubat-ı Sübhaniye ve
mahlukatın bütün taifeleri, gayet muntazam ve muhteşem bir ordu-yu Rabbanî ve masnuatın
bütün kabileleri mikroptan, karıncadan tâ gergedana, tâ kartallara, tâ seyyarata kadar Sultan-ı
Ezelî'nin gayet vazifeperver memurları olduğu bilinmesi ve herşey, âyinedarlık ve intisab
cihetiyle binler derece kıymet-i şahsiyesinden daha yüksek kıymet almaları ve "Seyl-i
mevcudat ve kafile-i mahlukat nereden geliyor ve nereye gidecek ve ne için gelmişler ve ne
yapıyorlar?" diye halledilmeyen tılsımlı suallerin manaları ona inkişaf etmesi, ancak ve ancak
sırr-ı tevhid iledir. Yoksa kâinatın bu mezkûr yüksek kemalâtları sönecek ve o ulvî ve kudsî
hakikatları zıdlarına inkılab edecek.
(Ş:12) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
--
Tevhidin İkinci Meyvesi
Birinci meyve Hâlık-ı Kâinat olan Zât-ı Akdes'e baktığı gibi, ikinci meyve dahi kâinatın
zâtına ve mahiyetine bakar. Evet sırr-ı vahdetle kâinatın kemalâtı tahakkuk eder ve
mevcudatın ulvî vazifeleri anlaşılır ve mahlukatın netice-i hilkatleri takarrur eder ve
masnuatın kıymetleri bilinir ve bu âlemdeki makasıd-ı İlahiye vücud bulur ve zîhayat ve
zîşuurların hikmet-i hilkatları ve sırr-ı icadları tezahür eder ve bu dehşet-engiz tahavvülât
içinde kahharane fırtınaların hiddetli, ekşi sîmaları arkasında rahmetin ve hikmetin güler,
güzel yüzleri görünür ve fena ve zevalde kaybolan mevcudatın neticeleri ve hüviyetleri ve
MAXQDA 2020 24.12.2022
mahiyetleri ve ruhları ve tesbihatları gibi çok vücudları kendilerine bedel âlem-i şehadette
bırakıp, sonra gittikleri bilinir. Ve kâinat baştan başa gayet manidar bir kitab-ı Samedanî ve
mevcudat ferşten arşa kadar gayet mu'cizane bir mecmua-i mektubat-ı Sübhaniye ve
mahlukatın bütün taifeleri, gayet muntazam ve muhteşem bir ordu-yu Rabbanî ve masnuatın
bütün kabileleri mikroptan, karıncadan tâ gergedana, tâ kartallara, tâ seyyarata kadar Sultan-ı
Ezelî'nin gayet vazifeperver memurları olduğu bilinmesi ve herşey, âyinedarlık ve intisab
cihetiyle binler derece kıymet-i şahsiyesinden daha yüksek kıymet almaları ve "Seyl-i
mevcudat ve kafile-i mahlukat nereden geliyor ve nereye gidecek ve ne için gelmişler ve ne
yapıyorlar?" diye halledilmeyen tılsımlı suallerin manaları ona inkişaf etmesi, ancak ve ancak
sırr-ı tevhid iledir. Yoksa kâinatın bu mezkûr yüksek kemalâtları sönecek ve o ulvî ve kudsî
hakikatları zıdlarına inkılab edecek.
ve tebarüz-ü kemalât-ı İlahiyeye (Yirmidördüncü Mektub'da beyan edildiği gibi) beş vecihle
hizmeti dahi, ulvî bir vazife-i fıtratıdır. Ve böyle faideleri ve neticeleri vermekle beraber;
kendi yerinde, bu âlem-i şehadette zîruh ise ruhunu ve hadsiz hâfızalarda ve sair elvah-ı
mahfuzalarda suretini ve hüviyetini ve tohumlarında ve yumurtacıklarında mahiyetinin
kanunlarını ve bir nevi müstakbel hayatını ve âlem-i gaybda ve daire-i esmada âyinedarlık
ettiği kemalleri ve
--- sh:»(Ş:15) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
--
güzellikleri bırakıp, mesrurane terhis manasında bir zahirî mevt ile bir zeval perdesi altına
girer; yalnız dünyevî gözlerden saklanır mahiyetinde gördüm, "Oh Elhamdülillah!" dedim.
Evet kâinatın bütün tabakatında ve umum nevilerinde göz ile görünen ve her tarafa kök
salan gayet esaslı ve çok kuvvetli ve kusursuz ve nihayet derecede parlak olan bu cemaller ve
güzellikler, elbette şirkin iktiza ettiği çok çirkin ve haşin ve gayet menfur ve perişan olan
evvelki vaziyet muhal ve mevhum olduğunu gösteriyor
MAXQDA 2020 24.12.2022
Elhasıl: Kâinatta görünen binlerle ef'al-i umumiyenin ve cilveleri görünen yüzer esma-i
İlahiyenin her birinin hem hâkimiyeti, hem kibriyası, hem kemali, hem ihatası, hem ıtlakı,
hem nihayetsizliği; vahdetin ve tevhidin gayet kuvvetli birer bürhanıdırlar.
Hem nasılki, bir fevkalâde kuvvet, faaliyete girmek için istilâ etmek ister, başka
kuvvetleri dağıtır. Öyle de, herbir fiil-i rububiyet ve herbir cilve-i esma-i Uluhiyet, o derece
fevkalâde kuvvetleri, eserlerinde görünüyor ki; eğer hikmet-i âmme ve adalet-i mutlaka
olmasa idi ve onları durdurmasa idi, herbiri umum mevcudatı istilâ edecekti. Meselâ: Kavak
ağacını umum zeminde halkeden ve tedbirini gören bir kuvvet, hiç mümkün müdür ki; onun
yanında ve efradı içinde yayılmış ve karışmış olan ceviz ve elma ve zerdali misillü ağaçların
kavağa bitişik olan cüz'î ferdlerini, o kavak nev'ini tamamen, birden zabteden küllî kuvveti
altına ve tedbiri içine almasın ve istilâ etmesin ve başka kuvvetlere kaptırsın. Evet her bir nevi
mahlukatta, belki her bir ferdde tasarruf eden öyle bir kuvvet ve kudret hissediliyor ki, bütün
kâinatı istilâ ve bütün eşyayı zabt ve bütün mevcudatı hükmü altına alabilir bir mahiyette
görünüyor. Elbette böyle bir kuvvet, iştiraki hiç bir cihette kabul edemez, şirke meydan
vermez.
ubudiyeti intac eden rızk ve şifa ve bilhassa hidayet ve iman gibi daire-i kesretin en âhirindeki
cüz'î ve küllî bu gibi fiiller ve in'amlar, doğrudan doğruya kâinat Hâlıkının ve umum
mevcudat sultanının eseri ve ihsanı ve in'amı ve hediyesi ve fiili olduğunu göstermek için
Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan (Haşiye) tekrar ile rızkı ve hidayeti ve şifayı Zât-ı Vâcib-ül Vücud'a
veriyor ve onları ihsan etmek ona mahsus ve ona münhasırdır diyor ve gayet şiddetle gayrın
müdahalesini reddediyor. Evet ebedî bir
(Haşiye): Meselâ: w[¬B«W²7! ¬?ÅxT²7!
ubudiyeti intac eden rızk ve şifa ve bilhassa hidayet ve iman gibi daire-i kesretin en âhirindeki
cüz'î ve küllî bu gibi fiiller ve in'amlar, doğrudan doğruya kâinat Hâlıkının ve umum
mevcudat sultanının eseri ve ihsanı ve in'amı ve hediyesi ve fiili olduğunu göstermek için
Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan (Haşiye) tekrar ile rızkı ve hidayeti ve şifayı Zât-ı Vâcib-ül Vücud'a
veriyor ve onları ihsan etmek ona mahsus ve ona münhasırdır diyor ve gayet şiddetle gayrın
müdahalesini reddediyor. Evet ebedî bir
(Haşiye): Meselâ: w[¬B«W²7! ¬?ÅxT²7
MAXQDA 2020 24.12.2022
İşte
İmam-ı Ali'nin (R.A.) tabirince Siracünnur ve Siracüssürc olan Resail-in Nur'da tevhide dair
beyan ve izah edilen yüzler bürhanlardan birtek bürhanın icmalini işittin, ötekileri kıyas
edebilirsin.
Tevhidin üçüncü muktezisi: Her şeyde, hususan zîhayat masnulardaki hilkat fevkalâde
san'atkârane olmakla beraber, bir çekirdek bir meyvenin ve bir meyve bir ağacın ve bir ağaç
bir nev'in ve bir nev' bir kâinatın bir küçük nümunesi, bir misal-i musaggarası, bir muhtasar
fihristesi, bir mücmel haritası, bir manevî çekirdeği ve ilmî düsturlar ile ve hikmet mizanları
ile kâinattan süzülmüş, sağılmış, toplanmış birer câmi' noktası ve mayelik birer katresi
olduğundan, onlardan birisini icad eden zât, her halde bütün kâinatı icad eden aynı zâttır. Evet
bir kavun çekirdeğini halk eden zât, bilbedahe kavunu halk edendir; ondan başkası olamaz ve
olması muhal ve imkânsızdır.
Evet biz bakıyoruz, görüyoruz ki: Kanda her bir zerre o kadar muntazam ve çok
vazifeleri görüyor ki, yıldızlardan geri kalmıyor.
Ve İsm-i Zahir'le işaret edildiği gibi: Her ağacın giydiği suret ve şekil öyle musanna ve
münakkaş bir hulledir, bir libastır
(Haşiye): Eski zamandan beri darb-ı mesel olarak umumun dilinde ve lisan-ı nâsta gezen şu
"Çekirdekten
yetişme" sözü bu risalenin müellifine bir işaret-i gaybiye-i örfiye denilebilir. Çünki Risale-i Nur hâdimi
olan
şahıs Kur'anın feyziyle, çekirdek ve çiçekte tevhid için iki mi'rac-ı marifet keşfederek tabiiyyunları
boğan aynı
yerde âb-ı hayat bulmuş ve çekirdekten hakikata ve nur-u marifete yetişmiş ve bu iki şeyin Risale-i
Nur'da
ziyade tekrarları bu hikmete binaendir.
--- sh:»(Ş:34) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
--
MAXQDA 2020 24.12.2022
Hâtime
[Sırr-ı tevhid içinde sair erkân-ı imaniyeye birer kelâmla kısacık birer işarettir.]
Ey insan-ı gafil! Gel bir kerre düşün ve bu risalenin üç makamında beyan edilen "Üç
Meyve, Üç Muktezi, Üç Hücceti" nazara al, bak ki; bu kâinatta tasarruf eden ve en cüz'î bir
şifayı ve en küçük bir şükrü dahi nazara alan ve sinek kanadı gibi en az bir san'atı, başkalarına
havale etmeyen ve vermeyen ve lâkayd kalmayan ve en basit bir tohuma bir ağaç kadar
vazifeler ve hikmetler takan ve kendi rahmaniyetini ve rahîmiyetini ve hakîmliğini herbir
san'atıyla ihsas eden ve kendini herbir vesile ile tanıttıran ve herbir nimetle sevdiren bir Sâni'-i
Kadîr, Hakîm, Rahîm, Alîm hiç mümkün müdür ki ve hiç bir cihetle kabil midir ki, kâinatı
manen istilâ eden mehasin-i hakikat-ı Muhammediyeye (A.S.M.) ve tesbihat-ı Ahmediyeye
(A.S.M.
tanıttırıp, sevdiren bir Hâlık-ı Hakîm-i Rahîm, kudretine nisbeten bir bahar kadar kolay olan
haşri getirmeyerek, bir dâr-ı saadet, bir menzil-i beka açmayıp, bütün hikmetlerini ve
rahmetlerini hattâ rububiyetini ve kemalâtını inkâr etsin ve ettirsin ve çok sevdiği bütün
mahbub mahluklarını ebedî bir surette i'dam etsin? Hâşâ, yüzbin defa hâşâ!.. O Cemal-i
Mutlak, böyle bir kubh-u mutlaktan yüzbinler derece münezzeh ve mukaddestir.
İkinci Mes'ele: Cesedlerin ihyası misali ise: Çok büyük bir şehirde, şenlik bir gecede,
birtek merkezden, yüzbin elektrik lâmbaları, âdeta zamansız bir anda canlanmaları ve
ışıklanmaları gibi, bütün küre-i arz yüzünde dahi, birtek merkezden yüz milyon lâmbalara nur
vermek mümkündür. Madem Cenab-ı Hakk'ın elektrik gibi bir mahluku ve bir
misafirhanesinde bir hizmetkârı ve bir mumdarı, Hâlıkından aldığı terbiye ve intizam dersiyle
bu keyfiyete mazhar oluyor. Elbette elektrik gibi binler nurani hizmetkârlarının temsil ettikleri
hikmet-i İlahiyenin muntazam kanunları dairesinde haşr-i a'zam tarfet-ül aynda vücuda
gelebilir.
Üçüncü Mes'ele: Ecsadın def'aten inşasının misali ise; bahar mevsiminde birkaç gün
zarfında nev-i beşerin umumundan bin derece ziyade olan umum ağaçların bütün
yapraklarıyla beraber
(Ş:38) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
--
evvelki baharın aynı gibi birden mükemmel bir surette inşaları ve yine umum ağaçların umum
çiçekleri ve meyveleri ve yaprakları, geçmiş baharın mahsulâtı gibi, berk gibi bir sür'atle
icadları; hem o baharın mebde'leri olan hadsiz tohumcukların, çekirdeklerin, köklerin, birden
beraber intibahları ve inkişafları ve ihyaları; hem kemiklerden ibaret olarak ayakta duran
emvat gibi bütün ağaçların cenazeleri bir emir ile def'aten "Ba'sü ba'de-l mevt" sırrına
mazhariyetleri ve neşirleri; hem küçücük hayvan taifelerinin hadsiz efradlarının gayet
derecede san'atlı bir surette ihyaları; hem bilhassa sinekler kabilelerinin haşirleri ve bilhassa
daima yüzünü, gözünü, kanadını temizlemekle bize abdesti ve nezafeti ihtar eden ve
yüzümüzü okşayan gözümüz önündeki kabilenin bir senede neşrolan efradı, benî-âdemin
Âdem zamanından beri gelen umum efradından fazla olduğu halde, her baharda sair kabileler
ile beraber birkaç gün zarfında inşaları ve ihyaları, haşirleri; elbette kıyamette ecsad-ı
insaniyenin inşasına bir misal değil, belki binler misaldirler.
Evet dünya dâr-ül hikmet ve âhiret dâr-ül kudret olduğundan; dünyada Hakîm,
Mürettib, Müdebbir, Mürebbi gibi çok isimlerin iktizasıyla, dünyada icad-ı eşya bir derece
tedricî ve zaman ile olması; hikmet-i Rabbaniyenin muktezasıyla olmuş. Âhirette ise,
hikmetten ziyade kudret ve rahmetin tezahürleri için maddeye ve müddete ve zamana ve
beklemeye ihtiyaç bırakmadan birden eşya inşa ediliyor. Burada bir günde ve bir senede
yapılan işler, âhirette bir anda ve bir lemhada inşasına işareten Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan
Æ«h²5«!
(Ş:38) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
--
MAXQDA 2020 24.12.2022
evvelki baharın aynı gibi birden mükemmel bir surette inşaları ve yine umum ağaçların umum
çiçekleri ve meyveleri ve yaprakları, geçmiş baharın mahsulâtı gibi, berk gibi bir sür'atle
icadları; hem o baharın mebde'leri olan hadsiz tohumcukların, çekirdeklerin, köklerin, birden
beraber intibahları ve inkişafları ve ihyaları; hem kemiklerden ibaret olarak ayakta duran
emvat gibi bütün ağaçların cenazeleri bir emir ile def'aten "Ba'sü ba'de-l mevt" sırrına
mazhariyetleri ve neşirleri; hem küçücük hayvan taifelerinin hadsiz efradlarının gayet
derecede san'atlı bir surette ihyaları; hem bilhassa sinekler kabilelerinin haşirleri ve bilhassa
daima yüzünü, gözünü, kanadını temizlemekle bize abdesti ve nezafeti ihtar eden ve
yüzümüzü okşayan gözümüz önündeki kabilenin bir senede neşrolan efradı, benî-âdemin
Âdem zamanından beri gelen umum efradından fazla olduğu halde, her baharda sair kabileler
ile beraber birkaç gün zarfında inşaları ve ihyaları, haşirleri; elbette kıyamette ecsad-ı
insaniyenin inşasına bir misal değil, belki binler misaldirler.
Evet dünya dâr-ül hikmet ve âhiret dâr-ül kudret olduğundan; dünyada Hakîm,
Mürettib, Müdebbir, Mürebbi gibi çok isimlerin iktizasıyla, dünyada icad-ı eşya bir derece
tedricî ve zaman ile olması; hikmet-i Rabbaniyenin muktezasıyla olmuş. Âhirette ise,
hikmetten ziyade kudret ve rahmetin tezahürleri için maddeye ve müddete ve zamana ve
beklemeye ihtiyaç bırakmadan birden eşya inşa ediliyor. Burada bir günde ve bir senede
yapılan işler, âhirette bir anda ve bir lemhada inşasına işareten Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan
Æ«h²5«!
--
evvelki baharın aynı gibi birden mükemmel bir surette inşaları ve yine umum ağaçların umum
çiçekleri ve meyveleri ve yaprakları, geçmiş baharın mahsulâtı gibi, berk gibi bir sür'atle
icadları; hem o baharın mebde'leri olan hadsiz tohumcukların, çekirdeklerin, köklerin, birden
beraber intibahları ve inkişafları ve ihyaları; hem kemiklerden ibaret olarak ayakta duran
emvat gibi bütün ağaçların cenazeleri bir emir ile def'aten "Ba'sü ba'de-l mevt" sırrına
mazhariyetleri ve neşirleri; hem küçücük hayvan taifelerinin hadsiz efradlarının gayet
derecede san'atlı bir surette ihyaları; hem bilhassa sinekler kabilelerinin haşirleri ve bilhassa
daima yüzünü, gözünü, kanadını temizlemekle bize abdesti ve nezafeti ihtar eden ve
yüzümüzü okşayan gözümüz önündeki kabilenin bir senede neşrolan efradı, benî-âdemin
Âdem zamanından beri gelen umum efradından fazla olduğu halde, her baharda sair kabileler
ile beraber birkaç gün zarfında inşaları ve ihyaları, haşirleri; elbette kıyamette ecsad-ı
insaniyenin inşasına bir misal değil, belki binler misaldirler.
Evet dünya dâr-ül hikmet ve âhiret dâr-ül kudret olduğundan; dünyada Hakîm,
Mürettib, Müdebbir, Mürebbi gibi çok isimlerin iktizasıyla, dünyada icad-ı eşya bir derece
tedricî ve zaman ile olması; hikmet-i Rabbaniyenin muktezasıyla olmuş. Âhirette ise,
hikmetten ziyade kudret ve rahmetin tezahürleri için maddeye ve müddete ve zamana ve
beklemeye ihtiyaç bırakmadan birden eşya inşa ediliyor. Burada bir günde ve bir senede
yapılan işler, âhirette bir anda ve bir lemhada inşasına işareten Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan
Æ«h²5«! «x; ²:«!
--
Üçüncü Şua
Mukaddime
Bu Sekizinci Hüccet-i İmaniye; vücub-u vücuda ve vahdaniyete delalet ettiği gibi, hem
delail-i kat'iyye ile rububiyetin ihatasına ve kudretinin azametine delalet eder. Hem
MAXQDA 2020 24.12.2022
hâkimiyetinin ihatasına ve rahmetinin şümulüne dahi delalet ve isbat eder. Hem kâinatın
bütün eczasına hikmetinin ihatasını ve ilminin şümulünü isbat eder.
Elhasıl: Bu Sekizinci Hüccet-i İmaniyenin herbir mukaddimesinin sekiz neticesi var.
Sekiz mukaddimelerin her birinde, sekiz neticeyi delilleriyle isbat eder ki; bu cihette bu
Sekizinci Hüccet-i İmaniyede yüksek meziyetler vardır.
--
Münacat
[Bu Risale-i Münacat, hem vücub-u vücud, hem vahdet, hem ehadiyet, hem haşmet-i
rububiyet, hem azamet-i kudret, hem vüs'at-i rahmet, hem umumiyet-i hâkimiyet, hem ihata-i
ilim, hem şümul-ü hikmet gibi en mühim esasat-ı imaniyeyi hârika bir îcaz içinde fevkalâde
bir kat'iyyet ve hâlisiyet ve yakîniyet ile isbat eder. Haşre işaratı ve bilhassa âhirdeki şiddetli
işaratı çok kuvvetlidir.]
¬v[¬&ÅI7! ¬w´W²&ÅI7!
ve fevkalâde sür'atli ecramıyla muntazam bir ordu ve elektrik lâmbalarıyla süslenmiş bir
saltanat donanması vaziyetini göstermek cihetiyle, senin rububiyetinin haşmetine ve herşeyi
icad eden kudretinin azametine zahir delalet.. ve hadsiz semavatı ihata eden hâkimiyetinin ve
herbir zîhayatı kucağına alan rahmetinin hadsiz genişliklerine kuvvetli işaret.. ve bütün
mahlukat-ı semaviyenin bütün işlerine ve keyfiyetlerine taalluk eden ve avucuna alan, tanzim
eden ilminin herşeye ihatasına ve hikmetinin her işe şümulüne şübhesiz şehadet ederler. Ve o
şehadet ve delalet o kadar zahirdir ki; güya yıldızlar, şahid olan göklerin şehadet kelimeleri ve
tecessüm etmiş nurani delilleridirler. Hem semavat meydanında, denizinde, fezasındaki
yıldızlar ise; muti' neferler, muntazam sefineler, hârika tayyareler, acaib lâmbalar gibi
vaziyetiyle, senin saltanat-ı uluhiyetinin şaşaasını gösteriyorlar. Ve o ordunun efradından bir
yıldız olan güneşimizin seyyarelerinde ve zeminimizdeki vazifelerinin delalet ve ihtarıyla,
güneşin sair arkadaşları olan yıldızların bir kısmı âhiret âlemlerine bakarlar ve vazifesiz
değiller; belki bâki olan âlemlerin güneşleridirler.
Ey Vâcib-ül Vücud!
binaen "levh-i mahv ve isbat" ve "yazar, ifade eder, sonra bozar tahtası" suretine çevirmekle,
senin faaliyet-i kudretine işaret ve senin vücuduna şehadet ettiği gibi, senin merhametinle
bulutlardan sağıp zîhayatlara gönderilen rahmet dahi; mevzun, muntazam katreleri
kelimeleriyle, senin vüs'at-i rahmetine ve geniş şefkatine şehadet eder.
Ey Mutasarrıf-ı Fa'al ve ey Feyyaz-ı Müteâl! Senin vücub-u vücuduna şehadet eden
bulut, berk, ra'd, rüzgâr, yağmur; birer birer şehadet ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla
keyfiyetçe birbirinden uzak, mahiyetçe birbirine muhalif olmakla beraber, birlik, beraberlik,
MAXQDA 2020 24.12.2022
birbiri içine girmek ve birbirinin vazifesine yardım etmek haysiyetiyle, senin vahdetine ve
birliğine gayet kuvvetli işaret ederler. Hem koca fezayı mahşer-i acaib yapan ve bazı günlerde
birkaç defa doldurup boşaltan rububiyetinin haşmetine ve o geniş cevvi, yazar değiştirir bir
levha gibi ve sıkar ve onunla zemin bahçesini sulattırır bir sünger gibi tasarruf eden kudretinin
azametine ve herbir şeye şümulüne şehadet ettikleri gibi; umum zemine ve bütün mahlukata
cevv perdesi altında bakan ve idare eden rahmetinin ve hâkimiyetinin hadsiz genişliklerine ve
herşeye yetişmelerine delalet eder. Hem fezadaki hava, o kadar hakîmane vazifelerde istihdam
--- sh:
senin saltanat-ı rububiyetinin haşmetine ve herşeye muhit olan kudretinin azametine pek zahir
delalet ettikleri gibi, göklerin fevkindeki gayet büyük ve muntazam yıldızlardan, tâ denizlerin
dibinde bulunan gayet küçücük ve intizamla iaşe edilen balıklara kadar herşeye yetişen ve
hükmeden rahmetinin ve hâkimiyetinin hadsiz genişliklerine delalet.. ve intizamatıyla ve
faideleriyle ve hikmetleriyle ve mizan ve mevzuniyetleriyle, senin herşeye muhit ilmine ve
herşeye şamil hikmetine işaret ederler. Ve senin bu misafirhane-i dünyada yolcular için böyle
rahmet havuzların bulunması ve insanın seyr ü seyahatına ve gemisine ve istifadesine
müsahhar olması işaret eder ki; yolda yapılmış bir handa, bir gece misafirlerine bu kadar
deniz hediyeleriyle ikram eden zât, elbette makarr-ı saltanat-ı ebediyesinde öyle ebedî rahmet
denizleri bulundurmuş ki, bunlar onların fâni ve küçük nümuneleridirler. İşte denizlerin böyle
gayet hârika bir tarzda arzın etrafında vaziyet-i acibesiyle bulunması ve denizlerin mahlukatı
dahi, gayet muntazam idare ve terbiye edilmesi bilbedahe gösterir ki; yalnız senin kuvvetin ve
kudretin ile ve senin irade ve tedbirin ile, senin mülkünde, senin emrine müsahhardırlar. Ve
lisan-ı halleriyle Hâlıkını takdis edip "Allahü Ekber" derler.
Ve
lisan-ı halleriyle Hâlıkını takdis edip "Allahü Ekber" derler.
Ey dağları zemin sefinesine hazineli direkler yapan Kadîr-i Zülcelal! Resul-i Ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâm'ın talimiyle ve Kur'an-ı Hakîminin dersiyle anladım ki, nasıl denizler
acaibleriyle seni tanıyorlar ve tanıttırıyorlar.. öyle de: Dağlar dahi, zelzele tesiratından
zeminin sükûnetine ve içindeki dâhilî inkılabat fırtınalarından sükûtuna ve denizlerin
istilasından kurtulmasına ve havanın gazat-ı muzırradan tasfiyesine ve suyun muhafaza ve
iddiharlarına ve zîhayatlara lâzım olan madenlerin hazinedarlığına ettiği hizmetleriyle ve
hikmetleriyle seni tanıyorlar ve tanıttırıyorlar. Evet dağlardaki taşların
--- sh:»(Ş:50) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
--
öyle de: Zeminin yüzündeki bütün zîhayat mahlukların hadsiz hacetlerini, hattâ mütenevvi
hastalıklarını, hattâ muhtelif zevklerini ve ayrı ayrı iştihalarını tatmin edecek bir surette,
halde; bilerek, görerek, şaşırmayarak, intizamla, hacetlere göre ihzar edilmeleriyle, senin
herşeye taalluk eden ilminin ihatasına ve herbir şeyi tanzim eden hikmetinin bütün eşyaya
şümulüne ve ilâçların ihzaratı ve madenî maddelerin iddiharatıyla rububiyetinin rahîmane ve
kerimane olan tedabirinin mehasinine ve inayetinin ihtiyatlı letaifine pek zahir bir surette
işaret ve delalet ederler.
Hem bu dünya hanında misafir yolcular için, koca dağları levazımatlarına ve
istikbaldeki ihtiyaçlarına muntazam ihtiyat deposu ve cihazat anbarı ve hayata lüzumu olan
çok definelerin mükemmel mahzeni olmak cihetinde işaret, belki delalet, belki şehadet eder
ki;
--- sh:»
bir surette delalet ve hadsiz parmaklarıyla işaret ederler. Ve senin gayet kemaldeki cemal-i
san'atına ve nihayet cemaldeki kemal-i nimetine hadsiz dilleriyle sena ve medhederler. Hem
bu muvakkat handa ve fâni misafirhanede ve kısa bir zamanda ve az bir ömürde, eşcar ve
nebatatın elleriyle, bu kadar kıymetdar ihsanlar ve nimetler ve bu kadar fevkalâde masraflar
MAXQDA 2020 24.12.2022
ve ikramlar işaret belki şehadet eder ki: Misafirlerine burada böyle merhametler yapan
kudretli, keremkâr Zât-ı Rahîm, bütün ettiği masrafı ve ihsanı, kendini sevdirmek ve
tanıttırmak neticesinin aksiyle, yani bütün mahlukat tarafından "Bize tattırdı, fakat
yedirmeden bizi i'dam etti" dememek ve dedirmemek ve saltanat-ı uluhiyetini iskat etmemek
ve nihayetsiz rahmetini inkâr etmemek ve ettirmemek ve bütün müştak dostlarını mahrumiyet
cihetinde düşmanlara çevirmemek noktalarından, elbette ve her halde ebedî bir âlemde, ebedî
bir memlekette, ebedî bırakacağı abdlerine, ebedî rahmet hazinelerinden, ebedî Cennetlerinde,
ebedî ve Cennet'e lâyık bir surette meyvedar eşcar ve çiçekli nebatlar ihzar etmiştir.
Buradakiler ise, müşterilere göstermek için nümunelerdir
bir surette delalet ve hadsiz parmaklarıyla işaret ederler. Ve senin gayet kemaldeki cemal-i
san'atına ve nihayet cemaldeki kemal-i nimetine hadsiz dilleriyle sena ve medhederler. Hem
bu muvakkat handa ve fâni misafirhanede ve kısa bir zamanda ve az bir ömürde, eşcar ve
nebatatın elleriyle, bu kadar kıymetdar ihsanlar ve nimetler ve bu kadar fevkalâde masraflar
ve ikramlar işaret belki şehadet eder ki: Misafirlerine burada böyle merhametler yapan
kudretli, keremkâr Zât-ı Rahîm, bütün ettiği masrafı ve ihsanı, kendini sevdirmek ve
tanıttırmak neticesinin aksiyle, yani bütün mahlukat tarafından "Bize tattırdı, fakat
yedirmeden bizi i'dam etti" dememek ve dedirmemek ve saltanat-ı uluhiyetini iskat etmemek
ve nihayetsiz rahmetini inkâr etmemek ve ettirmemek ve bütün müştak dostlarını mahrumiyet
cihetinde düşmanlara çevirmemek noktalarından, elbette ve her halde ebedî bir âlemde, ebedî
bir memlekette, ebedî bırakacağı abdlerine, ebedî rahmet hazinelerinden, ebedî Cennetlerinde,
ebedî ve Cennet'e lâyık bir surette meyvedar eşcar ve çiçekli nebatlar ihzar etmiştir.
Buradakiler ise, müşterilere göstermek için nümunelerdir
sîmalarında görülen sikke-i hikmette ittihad ve iaşede ve icadda beraberlik ve birbirinin içinde
bulunmak gibi keyfiyetlerinden hiçbirisi yoktur ki, senin vahdetine kat'î şehadette
bulunmasın!
(Ş:54) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
--
MAXQDA 2020 24.12.2022
Ey Kadîr-i Kayyum! Bütün zîhayat, zîruh, zîşuur senin mülkünde, yalnız senin kuvvet
ve kudretinle ve ancak senin irade ve tedbirinle ve rahmet ve hikmetinle, rububiyetinin
emirlerine teshir ve fıtrî vazifelerle tavzif edilmişler. Ve bir kısmı, insanın kuvveti ve galebesi
için değil, belki fıtraten insanın za'fı ve aczi için, rahmet tarafından ona müsahhar olmuşlar.
Ve lisan-ı hal ve lisan-ı kal ile Sâni'lerini ve Mabudlarını kusurdan, şerikten takdis ve
nimetlerine şükür ve hamd ederek, herbiri ibadet-i mahsusasını yapıyorlar.
herşeye ihatasına; ve herbir mevcuda çok hikmetleri takan, hattâ herbir ağaçta meyveleri
sayısınca neticeleri verdiren; ve herbir zîhayatta âzaları, belki eczaları ve hüceyratları
adedince maslahatları takib eden; hattâ insanın lisanını çok vazifelerde tavzif etmekle beraber,
taamların tatları adedince zevkî olan mizancıklar ile teçhiz ettiren hikmet-i kudsiyenin herbir
şeye şümulüne; hem bu dünyada nümuneleri görülen celalî ve cemalî isimlerinin tecellileri
daha parlak bir surette ebed-ül âbâdda devam edeceğine ve bu fâni âlemde nümuneleri
müşahede edilen ihsanatının daha şaşaalı bir surette Dâr-ı Saadette istimrarına ve bekasına ve
bu dünyada onları gören müştakların ebedde dahi refakatlarına ve beraber bulunmalarına
bil'icma', bil'ittifak şehadet ve delalet ve işaret ederler.
Hem yüzer mu'cizat-ı bahiresine ve âyât-ı katıasına istinaden, başta Resul-i Ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâm ve Kur'an-ı Hakîm'in olarak, bütün ervah-ı neyyire ashabı olan
enbiyalar ve kulûb-u nuraniye aktabı olan evliyalar ve ukûl-ü münevvere erbabı olan
asfiyalar; bütün suhuf ve kütüb-ü mukaddesede, senin çok tekrar ile ettiğin va'dlerine ve
tehdidlerine istinaden ve senin kudret ve rahmet ve inayet ve hikmet ve celal ve cemalin gibi
kudsî sıfatlarına ve şe'nlerine ve izzet-i celaline ve saltanat-ı rububiyetine itimaden ve keşfiyat
ve müşahedat ve ilmelyakîn itikadlarıyla, saadet-i ebediyeyi cinn ve inse müjdeliyorlar. Ve
ehl-i dalalet için Cehennem bulunduğunu haber verip ilân ediyorlar ve iman edip şehadet
MAXQDA 2020 24.12.2022
ediyorlar.
Ey Kadîr-i Hakîm!
herşeye ihatasına; ve herbir mevcuda çok hikmetleri takan, hattâ herbir ağaçta meyveleri
sayısınca neticeleri verdiren; ve herbir zîhayatta âzaları, belki eczaları ve hüceyratları
adedince maslahatları takib eden; hattâ insanın lisanını çok vazifelerde tavzif etmekle beraber,
taamların tatları adedince zevkî olan mizancıklar ile teçhiz ettiren hikmet-i kudsiyenin herbir
şeye şümulüne; hem bu dünyada nümuneleri görülen celalî ve cemalî isimlerinin tecellileri
daha parlak bir surette ebed-ül âbâdda devam edeceğine ve bu fâni âlemde nümuneleri
müşahede edilen ihsanatının daha şaşaalı bir surette Dâr-ı Saadette istimrarına ve bekasına ve
bu dünyada onları gören müştakların ebedde dahi refakatlarına ve beraber bulunmalarına
bil'icma', bil'ittifak şehadet ve delalet ve işaret ederler.
Hem yüzer mu'cizat-ı bahiresine ve âyât-ı katıasına istinaden, başta Resul-i Ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâm ve Kur'an-ı Hakîm'in olarak, bütün ervah-ı neyyire ashabı olan
enbiyalar ve kulûb-u nuraniye aktabı olan evliyalar ve ukûl-ü münevvere erbabı olan
asfiyalar; bütün suhuf ve kütüb-ü mukaddesede, senin çok tekrar ile ettiğin va'dlerine ve
tehdidlerine istinaden ve senin kudret ve rahmet ve inayet ve hikmet ve celal ve cemalin gibi
kudsî sıfatlarına ve şe'nlerine ve izzet-i celaline ve saltanat-ı rububiyetine itimaden ve keşfiyat
ve müşahedat ve ilmelyakîn itikadlarıyla, saadet-i ebediyeyi cinn ve inse müjdeliyorlar. Ve
ehl-i dalalet için Cehennem bulunduğunu haber verip ilân ediyorlar ve iman edip şehadet
ediyorlar.
Ey Kadîr-i Hakîm!
vererek, mu'cizat ve hüccetleriyle isbat ederler; öyle de: Kâinatı, eczaları adedince risaleler
içinde bulunan bir kitab-ı kebir hükmüne getiren ve Levh-i Mahfuz'un defterleri olan İmam-ı
Mübin ve Kitab-ı Mübin'de bütün mevcudatın bütün sergüzeştlerini kaydedip yazan ve umum
çekirdeklerde umum ağaçlarının fihristlerini ve proğramlarını ve zîşuurun başlarında bütün
kuvve-i hâfızalarda, sahiblerinin tarihçe-i hayatlarını yanlışsız, muntazaman yazdıran ilminin
herşeye ihatasına; ve herbir mevcuda çok hikmetleri takan, hattâ herbir ağaçta meyveleri
sayısınca neticeleri verdiren; ve herbir zîhayatta âzaları, belki eczaları ve hüceyratları
adedince maslahatları takib eden; hattâ insanın lisanını çok vazifelerde tavzif etmekle beraber,
taamların tatları adedince zevkî olan mizancıklar ile teçhiz ettiren hikmet-i kudsiyenin herbir
şeye şümulüne; hem bu dünyada nümuneleri görülen celalî ve cemalî isimlerinin tecellileri
daha parlak bir surette ebed-ül âbâdda devam edeceğine ve bu fâni âlemde nümuneleri
müşahede edilen ihsanatının daha şaşaalı bir surette Dâr-ı Saadette istimrarına ve bekasına ve
bu dünyada onları gören müştakların ebedde dahi refakatlarına ve beraber bulunmalarına
bil'icma', bil'ittifak şehadet ve delalet ve işaret ederler.
Hem yüzer mu'cizat-ı bahiresine ve âyât-ı katıasına istinaden, başta Resul-i Ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâm ve Kur'an-ı Hakîm'in olarak, bütün ervah-ı neyyire ashabı olan
enbiyalar ve kulûb-u nuraniye aktabı olan evliyalar ve ukûl-ü münevvere erbabı olan
asfiyalar; bütün suhuf ve kütüb-ü mukaddesede, senin çok tekrar ile ettiğin va'dlerine ve
tehdidlerine istinaden ve senin kudret ve rahmet ve inayet ve hikmet ve celal ve cemalin gibi
kudsî sıfatlarına ve şe'nlerine ve izzet-i celaline ve saltanat-ı rububiyetine itimaden ve keşfiyat
ve müşahedat ve ilmelyakîn itikadlarıyla, saadet-i ebediyeyi cinn ve inse müjdeliyorlar. Ve
ehl-i dalalet için Cehennem bulunduğunu haber verip ilân ediyorlar ve iman edip şehadet
ediyorlar.
Ey Kadîr-i Hakîm! Ey Rahman-ı Rahîm!
zerratı adedince söylemek istiyorum! Belki senin o sadık elçilerin ve o doğru dellâl-ı
saltanatın hakkalyakîn, aynelyakîn, ilmelyakîn suretinde senin uhrevî rahmet hazinelerine ve
âlem-i bekada ihsanatının definelerine ve dâr-ı saadette tamamıyla zuhur eden güzel
isimlerinin hârika güzel cilvelerine şehadet, işaret, beşaret ederler. Ve bütün hakikatların
mercii ve güneşi ve hâmisi olan "Hak" isminin en büyük bir şuaı, bu hakikat-ı ekber-i haşriye
olduğunu iman ederek, senin ibadına ders veriyorlar.
Ey Rabb-ül Enbiya Ve-s Sıddıkîn! Bütün onlar senin mülkünde, senin emrin ve kudretin
ile, senin irade ve tedbirin ile, senin ilmin ve hikmetin ile müsahhar ve muvazzaftırlar. Takdis,
tekbir, tahmid, tehlil ile Küre-i Arz'ı bir zikirhane-i a'zam, bu kâinatı bir mescid-i ekber
hükmünde göstermişler.
Ya Rabbî ve ya Rabb-es Semavatı Ve-l Aradîn! Ya Hâlıkî ve ya Hâlık-ı Külli Şey!
@«9 da bulunan "ene"ye yani nefsime baktım, gördüm ki: Hayvanat içinde beni dahi menşeim
olan bir katre sudan yaratan yaratmış, mu'cizane yapmış, kulağımı açıp gözümü takmış,
kafama öyle bir dimağ, sineme öyle bir kalb, ağzıma öyle bir dil koymuş ki, o dimağ ve kalb
ve dilde rahmetin umum hazinelerinde iddihar edilen bütün rahmanî hediyeleri, atiyyeleri
tartacak, bilecek yüzer mizancıkları, ölçücükleri ve esma-i hüsnanın nihayetsiz cilvelerinin
definelerini açacak, anlayacak binler âletleri yaratmış, yapmış, yazmış; kokuların, tatların,
renklerin adedince tarifeleri o âletlere yardımcı vermiş.
Hem kemal-i intizam ile bu kadar hassas duyguları ve hissiyatları ve gayet muntazam
bu manevî latifeleri ve bâtınî hasseleri bu cismimde dercetmekle beraber, gayet san'atlı bu
cihazatı ve cevarihi ve hayat-ı insaniyece gayet lüzumlu ve mükemmel bu kadar a'za ve
âletleri bu vücudumda kemal-i hikmetle yaratmış. Tâ ki, nimetlerinin bütün nevilerini ve
umum çeşitlerini bana tattırsın ve ihsas etsin ve hadsiz tecelliyat-ı esmasının ayrı ayrı
zuhurlarını o duygular ve hissiyatla ve hassasiyetle bana bildirsin, zevkettirsin ve bu
MAXQDA 2020 24.12.2022
ehemmiyetsiz görünen hakir ve fakir vücudumu -her mü'minin vücudu gibi- kâinata bir güzel
takvim ve ruzname ve âlem-i ekbere muhtasar bir nüsha-i enver ve şu dünyaya bir misal-i
musaggar ve masnuatına bir mu'cize-i azhar ve nimetlerinin her nev'ine talib bir müşteri ve
medar ve rububiyetinin kanunlarına ve icraat tellerine santral gibi bir mazhar ve hikmet ve
rahmet atiyyelerine ve çiçeklerine nümune bahçesi gibi bir liste, bir fihriste ve hitabat-ı
Sübhaniyesine anlayışlı bir muhatab yaratmış olmakla beraber, en büyük bir nimet olan
vücudu, bu vücudumda büyütmek ve çoğaltmak
--- sh:»(Ş:68) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
--
için hayatı verdi.
Zahirî
vücudları mahvolmaz, saklanır. Hem bâki olan hakikat-ı nev'iyesinin tazelenen suretleridir.
Geçen baharda yaprak, çiçek, meyve gibi mevcudatı, bu bahardakinin mislidirler. Fark yalnız
itibarîdir. O itibarî fark dahi, bu hikmet kelimelerine ve rahmet sözlerine ve kudret harflerine
ayrı ayrı, müteaddid manaları verdirmek içindir bildim. Yazıklar yerinde "Mâşâallah,
bârekâllah" dedim.
İşte imanın şuuruyla ve iman rabıtasıyla, arz ve semavat san'atkârına intisab noktasında
gökleri yıldızlarla, zemini çiçekler ve güzel mahluklarla yapan, süslendiren ve böyle herbir
san'atta yüzer mu'cize gösteren bir san'atkârın eser-i san'atı ve böyle hadsiz hârikalı bir ustanın
yapılışı olmak, ne kadar antika ve kıymetdar ve şuuru varsa ne kadar iftihar eder ve şereflenir
diye uzaktan hissettim. Hususan o nihayetsiz mu'cizekâr usta, koca semavat ve arzın büyük
kitabını insan gibi küçük bir nüshada yazsa, belki insanı, o kitaba müntehab ve mükemmel bir
hülâsa yapsa; o insan ne kadar büyük bir şeref, bir kemal, bir kıymete medar ve iman ile
mazhar ve şuur ve intisab ile o şerefe sahib olacağını bu âyetten ders aldığımdan, niyet ve
tasavvur cihetinde bütün mevcudatın dilleriyle "Hasbünallahü ve ni'melvekil" dedim.
hakikatın güzelliği ve nurun hüsnü ve çiçeğin hüsnü ve ruhun cemali ve suretin cemali ve
şefkatin güzelliği ve adaletin güzelliği ve merhametin hüsnü ve hikmetin hüsnü ayrı ayrı
oldukları gibi, Cemil-i Zülcelal'in nihayet derecede güzel olan esma-i hüsnasının güzellikleri
dahi ayrı ayrı olduğundan, mevcudatta bulunan hüsünler ayrı ayrı düşmüş.
Eğer Cemil-i Zülcelal'in esmasındaki hüsünlerin mevcudat âyinelerinde bir cilvesini
müşahede etmek istersen, zeminin yüzünü bir küçük bahçe gibi temaşa edecek bir geniş,
hayalî göz ile bak ve hem bil ki: Rahmaniyet, rahîmiyet, hakîmiyet, âdiliyet gibi tabirler,
Cenab-ı Hakk'ın hem isim, hem fiil, hem sıfat, hem şe'nlerine işaret ederler.
İşte başta insan olarak bütün hayvanatın muntazaman bir perde-i gaybdan gelen
erzaklarına bak, rahmaniyet-i İlahiyenin cemalini gör.
Hem bütün yavruların mu'cizane iaşelerine ve başları üstünde ve annelerinin sinelerinde
asılmış tatlı, safi, âb-ı kevser gibi iki tulumbacık süte temaşa eyle, rahîmiyet-i Rabbaniyenin
cazibedar cemalini gör.
Hem bütün kâinatı enva'ıyla beraber bir kitab-ı kebir-i hikmet ve öyle bir kitab ki; her
harfi yüz kelime, her kelimesi yüzer satır, her satırı bin bab, her babı binler küçük kitab
hükmüne getiren hakîmiyet-i İlahiyenin cemal-i bîmisaline bak, gör.
Hem kâinatı bütün mevcudatıyla mizanı altına alan ve bütün ecram-ı ulviye ve
süfliyenin müvazenelerini idame ettiren ve güzelliği
dikkati celbetmek ve masnuunu ve seyircilerini memnun etmek için her şeyde öyle bir nazik
san'at ve ince hikmet ve âlî zînet ve şefkatli bir tertib ve tatlı vaziyet görünüyor; bedahet
derecesinde anlaşılır ki, kendini zîşuurlara bildirmek ve tanıttırmak isteyen perde-i gayb
arkasında öyle bir san'atkâr var ki, herbir san'atıyla çok hünerlerini ve kemalâtını teşhir ile
kendini sevdirmek ve medh ü senasını ettirmek ister. Hem zîşuur mahlukları minnettar ve
mesrur ve kendine dost etmek için tesadüfe havalesi imkân haricinde ve umulmadığı yerden
leziz nimetlerin her çeşidini onlara
--- sh:»(Ş:80) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
***
--- sh:»
noktasına gelen iki suale iki cevabdır. Teşehhüdün sair hakikatlarının beyanı başka vakte talik
edilerek bu "Altıncı Şua"da yüzer nüktesinden yalnız iki nüktesi muhtasar bir surette beyan
edilecek.]
Birinci Sual: Teşehhüdün mübarek kelimatı, Mi'rac gecesinde Cenab-ı Hak ile
Resulünün bir mükâlemeleri olduğu halde, namazda okunmasının hikmeti nedir?
Elcevab: Her mü'minin namazı, onun bir nevi Mi'racı hükmündedir. Ve o huzura lâyık
olan kelimeler ise, Mi'rac-ı Ekber-i Muhammed (Aleyhissalâtü Vesselâm)da söylenen
sözlerdir.
Bunun sırrı nedir? Hem bu tarzdaki salavatın teşehhüdde tahsisinin hikmeti nedir? Aynı dua,
eski zamandan beri ve bütün namazda tekrar etmeleri... Halbuki bir dua bir defa kabule
mazhar olsa yeter. Milyonlarca duaları makbul olan zâtlar musırrane dua etmesi ve bilhassa o
şey va'd-i İlahîye iktiran etmiş ise... Meselâ:
›¬HÅ7! !®(xW²E«8 @®8@«T«8 y²C«Q²"!«: deniliyor; bütün ümmet o va'di ifa etmek için dua ederler.
Bunun
sırr-ı hikmeti nedir?
Elcevab: Bu sualde üç cihet ve üç sual var.
--
hakikata ve hakikat-ı İslâmiyete irşad edenler, bu âl hakkındaki duanın makbuliyetinin
meyveleridirler.
İkinci Cihet: Bu tarzdaki salavatın namaza tahsisi hikmeti ise; meşahir-i insaniyenin en
nurani, en mükemmeli, en müstakimi olan enbiya ve evliyanın kafile-i kübrasının gittikleri ve
açtıkları yolda, kendisi dahi o yüzer icma' ve yüzer tevatür kuvvetinde bulunan ve şaşırmaları
mümkün olmayan o cemaat-ı uzmaya, o sırat-ı müstakimde iltihak ve refakat ettiğini tahattur
etmektir. Ve o tahattur ile, şübehat-ı şeytaniyeden ve evham-ı seyyieden kurtulmaktır. Ve bu
kafile, bu kâinat sahibinin dostları ve makbul masnuları ve onların muarızları, onun
MAXQDA 2020 24.12.2022
düşmanları ve merdud mahlukları olduğuna delil ise: Zaman-ı Âdem'den beri o kafileye
daima muavenet-i gaybiye gelmesi ve muarızlarına her vakit musibet-i semaviye inmesidir.
Ve o istemekle, dâr-ı
saadetin ve Cennet'in en mühim bir sebeb-i vücudu olan ubudiyet-i beşeriyeye ve daavat-ı
insaniyeye kendisi dahi iştirak etmektir. Ve bu kadar hadsiz derecede azîm bir maksad için,
bu hadsiz dualar dahi azdır. Hem Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'a Makam-ı
Mahmud verilmesi, umum ümmete şefaat-ı kübrasına işarettir. Hem o, bütün ümmetinin
saadetiyle alâkadardır. Onun için hadsiz salavat ve rahmet dualarını bütün ümmetten istemesi
ayn-ı hikmettir.
v[¬U«E²7! v[¬V«Q²7! «a²9«! «tÅ9¬! @«X«B²WÅV«2 @«8 Ŭ! @«X«7 «v²V¬2 « «t«9@«
]
Şöyle ki: Bu âyet-i muazzama gibi pek çok âyât-ı Kur'aniye, bu kâinat Hâlıkını
bildirmek cihetinde, her vakit ve herkesin en çok hayretle bakıp zevk ile mütalaa ettiği en
parlak bir sahife-i tevhid olan semavatı en başta zikretmelerinden, en başta ona başlamak
muvafıktır.
Evet bu dünya memleketine ve misafirhanesine gelen herbir misafir, gözünü açıp
baktıkça görür ki: Gayet keremkârane bir ziyafetgâh ve gayet san'atkârane bir teşhirgâh ve
gayet haşmetkârane bir ordugâh ve talimgâh ve gayet hayretkârane ve şevk-engizane bir
seyrangâh ve temaşagâh ve gayet manidarane ve hikmet-perverane bir mütalaagâh olan bu
MAXQDA 2020 24.12.2022
Sonra gözünü çeker, aklına bakar, kendi kendine der ki: "Atılmış pamuk gibi bu camid,
şuursuz bulut elbette bizleri bilmez ve bize acıyıp imdadımıza kendi kendine koşmaz ve
emirsiz meydana çıkmaz ve gizlenmez; belki gayet kadir ve rahîm bir kumandanın emriyle
hareket eder ki, bir iz bırakmadan gizlenir ve def'aten meydana çıkar, iş başına geçer ve gayet
fa'al ve müteâl ve gayet cilveli ve haşmetli bir sultanın fermanıyla ve kuvvetiyle vakit be-
vakit cevv âlemini doldurup boşaltır ve mütemadiyen hikmetle yazar ve paydos ile bozar
tahtasına ve mahv ve isbat levhasına ve haşir
--- sh:»(Ş:108) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
ve kıyamet suretine çevirir ve gayet lütufkâr ve ihsanperver ve gayet keremkâr ve
rububiyetperver bir hâkim-i müdebbirin tedbiriyle rüzgâra biner ve dağlar gibi yağmur
hazinelerini bindirir, muhtaç olan yerlere yetişir.
tasrifiyle hadsiz Rabbanî hizmetlerde istimal ve bulutların teshiriyle hadsiz Rahmanî işlerde
istihdam ve havayı o surette icad eden, ancak Vâcib-ül Vücud ve Kadir-i Külli Şey ve Âlim-i
Külli Şey, bir Rabb-i Zülcelali Ve-l İkram'dır der, hükmeder.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Sonra yağmura bakar, görür ki: Yağmurun taneleri sayısınca menfaatler ve katreleri
adedince rahmanî cilveler ve reşhaları mikdarınca hikmetler içinde bulunuyor. Hem o şirin ve
latif ve mübarek katreler o kadar muntazam ve güzel halkediliyor ki, hususan yaz mevsiminde
gelen dolu o kadar mizan ve intizam ile gönderiliyor ve iniyor ki;
--- sh:»(Ş:109) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
-
Evet hiçten, birden hârika bir gürültü ile cevvi konuşturmak ve fevkalâde bir nur ve nar
ile zulmetli cevvi ışıkla doldurmak ve dağvari pamuk-misal ve dolu ve kar ve su tulumbası
hükmünde olan bulutları ateşlendirmek gibi hikmetli ve garabetli vaziyetlerle başaşağı gafil
insanın başına tokmak gibi vuruyor: "Başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen fa'al ve
kudretli bir zâtın hârika işlerine bak! Sen başıboş olmadığın gibi, bu hâdiseler de başıboş
olamazlar. Her birisi çok hikmetli vazifeler peşinde koşturuluyorlar. Bir Müdebbir-i Hakîm
tarafından istihdam olunuyorlar." diye ihtar ediyorlar.
İşte bu meraklı yolcu, bu cevvde bulutu teshirden, rüzgârı tasriften, yağmuru tenzilden
ve hâdisat-ı cevviyeyi tedbirden terekküb eden bir hakikatın yüksek ve aşikâr şehadetini işitir,
"Âmentü billah" der. Birinci Makam'ın ikinci mertebesinde:
MAXQDA 2020 24.12.2022
isbat ederler, diye anlar. Ve sahra ve dağların dağ kadar vazife ve hikmetlerinden bu iki
cevhere sairlerini kıyas edip, dağların ve sahraların umum hikmetleriyle, hususan ihtiyatî
iddiharlar cihetiyle getirdikleri şehadeti ve söyledikleri "Lâ ilahe illâ Hû" tevhidini, dağlar
kuvvetinde ve sebatında ve sahralar genişliğinde ve büyüklüğünde görür, "Âmentü Billah"
der.
İşte bu manayı ifade için Birinci Makam'ın beşinci mertebesinde:
@«8 ¬p[¬W«D¬" ›«*@«EÅM7! «: ¬Ä@«A¬D²7! p[¬W
isbat ederler, diye anlar. Ve sahra ve dağların dağ kadar vazife ve hikmetlerinden bu iki
cevhere sairlerini kıyas edip, dağların ve sahraların umum hikmetleriyle, hususan ihtiyatî
iddiharlar cihetiyle getirdikleri şehadeti ve söyledikleri "Lâ ilahe illâ Hû" tevhidini, dağlar
kuvvetinde ve sebatında ve sahralar genişliğinde ve büyüklüğünde görür, "Âmentü Billah"
der.
İşte bu manayı ifade için Birinci Makam'ın beşinci mertebesinde:
@«8 ¬p[¬W«D¬" ›«*@«EÅM7!
isbat ederler, diye anlar. Ve sahra ve dağların dağ kadar vazife ve hikmetlerinden bu iki
cevhere sairlerini kıyas edip, dağların ve sahraların umum hikmetleriyle, hususan ihtiyatî
iddiharlar cihetiyle getirdikleri şehadeti ve söyledikleri "Lâ ilahe illâ Hû" tevhidini, dağlar
kuvvetinde ve sebatında ve sahralar genişliğinde ve büyüklüğünde görür, "Âmentü Billah"
der.
İşte bu manayı ifade için Birinci Makam'ın beşinci mertebesinde:
@«8 ¬p[¬W«D¬" ›«*@«EÅM7!
İkincisi: Tesadüfe havalesi hiçbir cihet-i imkânı olmayan kasdî ve hakîmane bir temyiz
ve tefrik, ihtiyarî ve rahîmane bir tezyin ve tasvir manası ve hakikatı, o hadsiz enva' ve
efradda gündüz gibi aşikâre görünüyor ve bir Sâni'-i Hakîm'in eserleri ve nakışları olduklarını
gösterir.
Üçüncüsü: O hadsiz masnuatın yüzbin çeşit ve ayrı ayrı tarz ve şekilde olan suretleri,
gayet muntazam, mizanlı, zînetli olarak, mahdud ve madud ve birbirinin misli ve basit ve
camid ve birbirinin aynı veya az farklı ve karışık olan çekirdeklerden, habbeciklerden o
ikiyüzbin nevilerin farikalı ve intizamlı, ayrı ayrı, müvazeneli, hayatdar, hikmetli, yanlışsız,
hatasız bir vaziyette umum efradının suretlerinin fethi ve açılışı ise öyle bir hakikattır ki;
güneşten daha parlaktır ve baharın çiçekleri ve meyveleri ve yaprakları ve mevcudatı
sayısınca o hakikatı isbat eden şahidler var diye, bildi. "Elhamdülillahi alâ nimet-il iman"
dedi.
İşte bu mezkûr hakikatları ve şehadetleri ifade manasıyla, Birinci Makam'ın altıncı
mertebesinde:
MAXQDA 2020 24.12.2022
) zuhur eden o
şeriat; ondört asrı ve nev'-i beşerin humsunu, âdilane, hakkaniyet üzere, müdakkikane, hadsiz
kanunlarıyla idare etmesi emsal kabul etmez.
Hem ümmi bir zâtın (A.S.M.) ef'al ve akval ve ahvalinden çıkan İslâmiyet; her asırda
üçyüz milyon insanın rehberi ve mercii ve akıllarının muallimi ve mürşidi ve kalblerinin
münevviri ve musaffisi ve nefislerinin mürebbisi ve müzekkisi ve ruhlarının medar-ı inkişafatı
ve maden-i terakkiyatı olması cihetiyle misli olamaz ve olamamış.
Hem dininde bulunan bütün ibadatın bütün enva'ında en ileri olması ve herkesten ziyade
takvada bulunması ve Allah'tan korkması ve fevkalâde daimî mücahedat ve dağdağalar içinde,
tam tamına ubudiyetin en ince esrarına kadar müraat etmesi ve hiç kimseyi taklid etmeyerek
ve tam manasıyla ve mübtediyane fakat en mükemmel
--- sh:»(Ş:129) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
olarak, hem ibtida ve intihayı birleştirerek yapması; elbette misli görülmez ve görülmemiş.
Hem binler dua ve münacatlarından Cevşen-ül Kebir ile, öyle bir marifet-i Rabbaniye
ile, öyle bir derecede Rabbini tavsif ediyor ki; o zamandan beri gelen ehl-i marifet ve ehl-i
velayet, telahuk-u efkâr ile beraber, ne o mertebe-i marifete ve ne de o derece-i tavsife
yetişememeleri gösteriyor ki, duada dahi onun misli yoktur. Risale-i Münacat'ın başında,
Cevşen-ül Kebir'in doksandokuz fıkrasından bir fıkrasının kısacık bir mealinin beyan edildiği
yere bakan adam, Cevşen'in dahi misli yoktur diyecek.
Hem tebliğ-i risalette ve nâsı hakka davette o derece metanet ve sebat ve cesaret
göstermiş ki; büyük devletler ve büyük dinler, hattâ kavim ve kabilesi ve amucası ona şiddetli
adavet ettikleri halde, zerre mikdar bir eser-i tereddüd, bir telaş, bir korkaklık göstermemesi
ve tek başıyla bütün dünyaya meydan okuması ve başa da çıkarması ve İslâmiyeti dünyanın
MAXQDA 2020 24.12.2022
başına geçirmesi isbat eder ki; tebliğ ve davette dahi misli olmamış ve olamaz.
Hem imanda, öyle fevkalâde bir kuvvet ve hârika bir yakîn ve mu'cizane bir inkişaf ve
cihanı ışıklandıran bir ulvî itikad taşımış ki; o zamanın hükümranı olan bütün efkârı ve
akideleri ve hükemanın hikmetleri ve ruhanî reislerin ilimleri ona muarız ve muhalif ve
münkir oldukları halde; onun ne yakînine, ne itikadına, ne itimadına, ne itminanına hiçbir
şübhe, hiçbir tereddüd, hiçbir za'f, hiçbir vesvese vermemesi ve maneviyatta ve meratib-i
imaniyede terakki eden başta sahabeler ve bütün ehl-i velayet, onun her vakit mertebe-i
imanından feyz almaları ve onu en yüksek derecede bulmaları, bilbedahe gösterir ki; imanı
dahi emsalsizdir.
zevklerini ve iştihaların her nev'ini tatmin edecek bir surette ihzar edilen Rabbanî it'amlar ve
ziyafetlerle, kendi rububiyetine karşı minnetdarane ve müteşekkirane ve perestişkârane ibadet
ettirmek ve mevsimlerin tebdili ve gece gündüzün tahvili ve ihtilafı gibi, azametli ve haşmetli
tasarrufat ve icraat ve dehşetli ve hikmetli faaliyet ve hallakıyet ile, kendi uluhiyetini izhar
ederek, o uluhiyetine karşı iman ve teslim ve inkıyad ve itaat ettirmek ve her vakit iyiliği ve
iyileri himaye, fenalığı ve fenaları izale ve semavî tokatlar ile zalimleri ve yalancıları imha
etmek cihetiyle, hakkaniyet ve adaletini göstermek isteyen perde arkasında birisi var. Elbette
ve herhalde, o gaybî zâtın yanında en sevgili mahluku ve en doğru abdi ve onun mezkûr
maksadlarına tam hizmet ederek, hilkat-i kâinatın tılsımını ve muammasını hall ve keşfeden
ve daima o Hâlıkının namına hareket eden ve ondan istimdad eden ve muvaffakıyet isteyen ve
onun tarafından imdada ve tevfike mazhar olan ve Muhammed-i Kureyşî denilen bu zât
olacak. (A.S.M.)
--- sh:»(Ş:132) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
-
zevklerini ve iştihaların her nev'ini tatmin edecek bir surette ihzar edilen Rabbanî it'amlar ve
ziyafetlerle, kendi rububiyetine karşı minnetdarane ve müteşekkirane ve perestişkârane ibadet
ettirmek ve mevsimlerin tebdili ve gece gündüzün tahvili ve ihtilafı gibi, azametli ve haşmetli
tasarrufat ve icraat ve dehşetli ve hikmetli faaliyet ve hallakıyet ile, kendi uluhiyetini izhar
ederek, o uluhiyetine karşı iman ve teslim ve inkıyad ve itaat ettirmek ve her vakit iyiliği ve
iyileri himaye, fenalığı ve fenaları izale ve semavî tokatlar ile zalimleri ve yalancıları imha
etmek cihetiyle, hakkaniyet ve adaletini göstermek isteyen perde arkasında birisi var. Elbette
ve herhalde, o gaybî zâtın yanında en sevgili mahluku ve en doğru abdi ve onun mezkûr
maksadlarına tam hizmet ederek, hilkat-i kâinatın tılsımını ve muammasını hall ve keşfeden
ve daima o Hâlıkının namına hareket eden ve ondan istimdad eden ve muvaffakıyet isteyen ve
onun tarafından imdada ve tevfike mazhar olan ve Muhammed-i Kureyşî denilen bu zât
olacak. (A.S.M.
zevklerini ve iştihaların her nev'ini tatmin edecek bir surette ihzar edilen Rabbanî it'amlar ve
ziyafetlerle, kendi rububiyetine karşı minnetdarane ve müteşekkirane ve perestişkârane ibadet
ettirmek ve mevsimlerin tebdili ve gece gündüzün tahvili ve ihtilafı gibi, azametli ve haşmetli
tasarrufat ve icraat ve dehşetli ve hikmetli faaliyet ve hallakıyet ile, kendi uluhiyetini izhar
ederek, o uluhiyetine karşı iman ve teslim ve inkıyad ve itaat ettirmek ve her vakit iyiliği ve
iyileri himaye, fenalığı ve fenaları izale ve semavî tokatlar ile zalimleri ve yalancıları imha
etmek cihetiyle, hakkaniyet ve adaletini göstermek isteyen perde arkasında birisi var. Elbette
ve herhalde, o gaybî zâtın yanında en sevgili mahluku ve en doğru abdi ve onun mezkûr
maksadlarına tam hizmet ederek, hilkat-i kâinatın tılsımını ve muammasını hall ve keşfeden
ve daima o Hâlıkının namına hareket eden ve ondan istimdad eden ve muvaffakıyet isteyen ve
MAXQDA 2020 24.12.2022
onun tarafından imdada ve tevfike mazhar olan ve Muhammed-i Kureyşî denilen bu zât
olacak. (A.S.M.)
Bu âyet,
kâinat üstünde, dünyanın yüzünde öyle bir perde açtı ve ışıklandırdı ki, bu ezelî nutuk ve bu
sermedî ferman asırlar sıralarında dizilen zîşuurlara ders verip gösteriyor ki; bu kâinat bir
câmi-i kebir hükmünde, başta semavat ve arz olarak umum mahlukatı hayatdarane zikir ve
tesbihte ve vazife başında cûş u huruşla mes'udane ve memnunane bir vaziyette bulunduruyor,
diye müşahede etti ve bu âyetin derece-i belâgatını zevkederek sair âyetleri
--- sh:»(Ş:136) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
buna kıyasla Kur'anın zemzeme-i belâgatı arzın nısfını ve nev'-i beşerin humsunu istilâ ederek
haşmet-i saltanatı kemal-i ihtiramla ondört asır bilâfasıla idame ettiğinin binler
hikmetlerinden bir hikmetini anladı.
Dördüncü Nokta: Kur'an, öyle hakikatlı bir halâvet göstermiş ki, en tatlı birşeyden
dahi usandıran çok tekrar, Kur'anı tilavet edenler için değil usandırmak, belki kalbi
çürümemiş ve zevki bozulmamış adamlara tekrar-ı tilaveti halâvetini ziyadeleştirdiği, eski
zamandan beri herkesçe müsellem olup darb-ı mesel hükmüne geçmiş. Hem öyle bir tazelik
ve gençlik ve şebabet ve garabet göstermiş ki, ondört asır yaşadığı ve herkesin eline kolayca
girdiği halde, şimdi nâzil olmuş gibi tazeliğini muhafaza ediyor.
Bu âyet,
kâinat üstünde, dünyanın yüzünde öyle bir perde açtı ve ışıklandırdı ki, bu ezelî nutuk ve bu
sermedî ferman asırlar sıralarında dizilen zîşuurlara ders verip gösteriyor ki; bu kâinat bir
câmi-i kebir hükmünde, başta semavat ve arz olarak umum mahlukatı hayatdarane zikir ve
tesbihte ve vazife başında cûş u huruşla mes'udane ve memnunane bir vaziyette bulunduruyor,
diye müşahede etti ve bu âyetin derece-i belâgatını zevkederek sair âyetleri
--- sh:»(Ş:136) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
buna kıyasla Kur'anın zemzeme-i belâgatı arzın nısfını ve nev'-i beşerin humsunu istilâ ederek
haşmet-i saltanatı kemal-i ihtiramla ondört asır bilâfasıla idame ettiğinin binler
hikmetlerinden bir hikmetini anladı.
Dördüncü Nokta: Kur'an, öyle hakikatlı bir halâvet göstermiş ki, en tatlı birşeyden
dahi usandıran çok tekrar, Kur'anı tilavet edenler için değil usandırmak, belki kalbi
çürümemiş ve zevki bozulmamış adamlara tekrar-ı tilaveti halâvetini ziyadeleştirdiği, eski
zamandan beri herkesçe müsellem olup darb-ı mesel hükmüne geçmiş. Hem öyle bir tazelik
ve gençlik ve şebabet ve garabet göstermiş ki, ondört asır yaşadığı ve herkesin eline kolayca
girdiği halde, şimdi nâzil olmuş gibi tazeliğini muhafaza ediyor.
Vâcib-ül Vücud'un mevcudiyeti lâzımdır ki, naziri mümteni', misli muhal ve bütün maadası
mümkün ve masivası mahluku olacak."
Evet hudûs hakikatı kâinatı istilâ etmiş. Çoğunu göz görüyor, diğer kısmını akıl
görüyor. Çünki gözümüzün önünde her sene güz mevsiminde öyle bir âlem vefat eder ki;
herbirisinin hadsiz efradı bulunan ve herbiri zîhayat bir kâinat hükmünde olan yüzbin nevi
nebatat ve küçücük hayvanat, o âlem ile beraber vefat ederler. Fakat o kadar intizam ile bir
vefattır ki; haşir ve neşirlerine medar olan ve rahmet ve hikmetin mu'cizeleri, kudret ve ilmin
hârikaları bulunan çekirdekleri ve tohumları ve yumurtacıkları baharda yerlerinde bırakıp,
MAXQDA 2020 24.12.2022
Evet hudûs hakikatı kâinatı istilâ etmiş. Çoğunu göz görüyor, diğer kısmını akıl
görüyor. Çünki gözümüzün önünde her sene güz mevsiminde öyle bir âlem vefat eder ki;
herbirisinin hadsiz efradı bulunan ve herbiri zîhayat bir kâinat hükmünde olan yüzbin nevi
nebatat ve küçücük hayvanat, o âlem ile beraber vefat ederler. Fakat o kadar intizam ile bir
vefattır ki; haşir ve neşirlerine medar olan ve rahmet ve hikmetin mu'cizeleri, kudret ve ilmin
hârikaları bulunan çekirdekleri ve tohumları ve yumurtacıkları baharda yerlerinde bırakıp,
defter-i a'mallerini ve gördükleri vazifelerin proğramlarını onların ellerine vererek, Hafîz-i
Zülcelal'in himayesi altında, hikmetine emanet eder; sonra vefat ederler. Ve bahar
mevsiminde, haşr-i a'zamın yüzbin misali ve nümune ve delilleri hükmünde olarak o vefat
eden ağaçlar ve kökler ve bir kısım hayvancıklar, aynen ihya ve diriliyorlar. Ve bir kısmının
dahi, kendi yerlerinde emsalleri ve aynen onlara benzeyenleri icad ve ihya olunuyor. Ve geçen
baharın mevcudatı, işledikleri amellerin ve vazifelerin sahifelerini ilânat gibi neşredip,
²€«h¬L9 rEÇM7!
dünya öyle bir misafirhanedir ki, zîhayat kâinatlar ona misafir olurlar ve seyyah âlemler ve
seyyar dünyalar ona gelirler, vazifelerini görürler, giderler. İşte, bu dünyada böyle hayatdar
olsun arştan ferşe, zerrattan seyyarata kadar her mevcud; mahsus bir zât ve muayyen bir suret
ve mümtaz bir şahsiyet ve has sıfatlar ve hikmetli keyfiyetler ve maslahatlı cihazlar ile
dünyaya gönderiliyor. Halbuki o mahsus zâta ve o mahiyete, hadsiz imkânat içinde o
hususiyeti vermek.. hem suretler adedince imkânlar ve ihtimaller içinde o nakışlı ve farikalı
ve münasib o muayyen sureti giydirmek.. hem hemcinsinden olan eşhasın mikdarınca
imkânlar içinde çalkanan o mevcuda, o lâyık şahsiyeti imtiyazla tahsis etmek.. hem sıfatların
nevileri ve mertebeleri sayısınca imkânlar ve ihtimaller içinde şekilsiz ve mütereddid bulunan
o masnua, o has ve muvafık, maslahatlı sıfatları yerleştirmek.. hem hadsiz yollar ve tarzlarda
bulunması mümkün olması noktasında hadsiz imkânat ve ihtimalat içinde mütehayyir,
sergerdan, hedefsiz o mahluka, o hikmetli keyfiyetleri ve inayetli cihazları takmak ve teçhiz
etmek; elbette küllî ve cüz'î bütün mümkinat adedince ve her mümkünün mezkûr mahiyet ve
hüviyet, heyet ve suret, sıfat ve vaziyetinin imkânatı adedince tahsis edici, tercih edici, tayin
edici, ihdas edici bir Vâcib-ül Vücud'un vücub-u vücuduna ve hadsiz kudretine ve nihayetsiz
hikmetine ve hiçbir şey ve hiç bir şe'n ondan gizlenmediğine ve hiçbir şey ona ağır
gelmediğine ve en büyük bir şey en küçük bir şey gibi ona kolay geldiğine ve bir baharı bir
ağaç kadar ve bir ağacı bir çekirdek kadar sühuletle icad edebildiğine işaretler ve delaletler ve
şehadetler, imkân hakikatından çıkıp kâinatın bu büyük şehadetinin bir kanadını teşkil ederler.
Kâinatın şehadetini, her iki kanadı ve iki hakikatıyla Risale-i Nur eczaları ve bilhassa
Yirmiikinci ve Otuzikinci Sözler ve Yirminci ve Otuzüçüncü Mektublar tamamıyla isbat ve
izah ettiklerinden onlara havale ederek bu pek uzun kıssayı kısa kestik.
Kâinatın heyet-i mecmuasından gelen büyük ve küllî şehadetin ikinci kanadını isbat
eden:
İkinci Hakikat:
Bu maksadın hadsiz yollarından iki yolu ve o iki yolun hadsiz mertebelerinden iki
mertebeyi ve o iki mertebenin pek çok hakikatlarından ve pek çok uzun tafsilâtından yalnız
iki hakikatı icmal ve ihtisar ile bu risalede beyan edeceğiz.
Birinci Hakikat: Bilmüşahede gözümüzle görünen ve muhit ve daimî ve muntazam ve
dehşetli ve semavî ve arzî olan bütün mevcudatı çeviren ve tebdil ve tecdid eden ve kâinatı
kaplayan faaliyet-i müstevliye hakikatı görünmesi ve o her cihetle hikmet-medar
--- sh:»(Ş:145) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
faaliyet hakikatının içinde tezahür-ü rububiyet hakikatının bilbedahe hissedilmesi ve o her
(Ş:146) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
bütün hüsünler, cemaller, kıymetler, kemaller dahi, ef'al-i Rabbaniyenin ve esma-i İlahiyenin
ve sıfât-ı Samedaniyenin ve şuunat-ı Sübhaniyenin kendilerine lâyık ve muvafık kudsî
cemallerine ve kemallerine ve hepsi birden Zât-ı Akdes'in kudsî cemaline ve kemaline
bedahetle şehadet ederler.
İşte faaliyet hakikatı içinde tezahür eden rububiyet hakikatı; ilim ve hikmetle halk ve
icad ve sun' ve ibda', nizam ve mizan ile takdir ve tasvir ve tedbir ve tedvir, kasd ve irade ile
tahvil ve tebdil ve tenzil ve tekmil, şefkat ve rahmetle it'am ve in'am ve ikram ve ihsan gibi
şuunatıyla ve tasarrufatıyla kendini gösterir ve tanıttırır. Ve tezahür-ü rububiyet hakikatı
içinde bedahetle hissedilen ve bulunan uluhiyetin tebarüz hakikatı dahi; esma-i hüsnanın
rahîmane ve kerimane cilveleriyle ve yedi sıfât-ı sübutiye olan Hayat, İlim, Kudret, İrade,
Sem', Basar ve Kelâm sıfatlarının celalli ve cemalli tecellileriyle kendini tanıttırır, bildirir.
Evet nasılki kelâm sıfatı, vahiyler ve ilhamlar ile Zât-ı Akdes'i tanıttırır, öyle de; kudret
sıfatı dahi, mücessem kelimeleri hükmünde olan san'atlı eserleriyle o Zât-ı Akdes'i bildirir ve
kâinatı baştan başa bir Furkan-ı Cismanî mahiyetinde gösterip, bir Kadîr-i Zülcelal'i tavsif ve
tarif eder. Ve ilim sıfatı dahi; hikmetli, intizamlı, mizanlı olan bütün masnuat mikdarınca ve
ilim ile idare ve tedbir ve tezyin ve temyiz edilen bütün mahlukat adedince, mevsufları olan
birtek Zât-ı Akdes'i bildirir. Ve hayat sıfatı ise; kudreti bildiren bütün eserler ve ilmin
vücudunu bildiren bütün intizamlı ve hikmetli ve mizanlı ve zînetli suretler, haller ve sair
sıfatları bildiren bütün deliller, sıfat-ı hayatın delilleriyle beraber, hayat sıfatının tahakkukuna
delalet ettikleri gibi; hayat dahi, bütün o delilleriyle, âyineleri olan bütün zîhayatları şahid
göstererek Zât-ı Hayy-ı Kayyum'u bildirir.
kâinatı baştan başa bir Furkan-ı Cismanî mahiyetinde gösterip, bir Kadîr-i Zülcelal'i tavsif ve
tarif eder. Ve ilim sıfatı dahi; hikmetli, intizamlı, mizanlı olan bütün masnuat mikdarınca ve
ilim ile idare ve tedbir ve tezyin ve temyiz edilen bütün mahlukat adedince, mevsufları olan
birtek Zât-ı Akdes'i bildirir. Ve hayat sıfatı ise; kudreti bildiren bütün eserler ve ilmin
vücudunu bildiren bütün intizamlı ve hikmetli ve mizanlı ve zînetli suretler, haller ve sair
sıfatları bildiren bütün deliller, sıfat-ı hayatın delilleriyle beraber, hayat sıfatının tahakkukuna
delalet ettikleri gibi; hayat dahi, bütün o delilleriyle, âyineleri olan bütün zîhayatları şahid
göstererek Zât-ı Hayy-ı Kayyum'u bildirir. Ve kâinatı, serbeser her vakit taze taze ve ayrı ayrı
hayatın alâmeti,
--- sh:»(Ş:147) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
-
Evet bu kâinatın bütün ulvî hikmetleri, hârika güzellikleri, âdilane kanunları, hakîmane
gayeleri, hakikat-ı kemalâtın vücuduna bedahetle delalet ve bilhassa bu kâinatı hiçten icad
edip her cihetle mu'cizatlı ve cemalli bir surette idare eden Hâlıkın kemalâtına ve o Hâlıkın
âyine-i zîşuuru olan insanın kemalâtına şehadeti pek zahirdir.
Madem kemalât hakikatı vardır. Ve madem kâinatı kemalât içinde icad eden Hâlıkın
kemalâtı muhakkaktır. Ve madem kâinatın en mühim meyvesi ve arzın halifesi ve Hâlıkın en
ehemmiyetli masnuu ve sevgilisi olan insanın kemalâtı haktır ve hakikatlıdır. Elbette bu
gözümüz ile gördüğümüz kemalli ve hikmetli kâinatı, fena ve zevalde yuvarlanan ve neticesiz
olarak tesadüfün oyuncağı, tabiatın mel'abegâhı, zîhayatın zalimane mezbahası, zîşuurun
dehşetli hüzüngâhı suretine çeviren ve âsârı ile kemalâtı görünen insanı, en bîçare ve en
perişan ve en aşağı bir hayvan derekesine indiren ve Hâlıkın âyine-i kemalâtı olan bütün
mevcudatın şehadetiyle
--- sh:»(Ş:152) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
nihayetsiz kemalât-ı kudsiyesi bulunan o Hâlıkın kemalâtını setredip perde çekerek netice-i
Şirkin bu kemalât-ı
İlahiyeye ve insaniye ve kevniyeye karşı zıddiyeti ve o kemalâtları bozduğu, "İkinci Şua"
MAXQDA 2020 24.12.2022
risalesinin üç meyve-i tevhide dair "Birinci Makam"ında kuvvetli ve kat'î deliller ile isbat ve
izah edildiğinden, ona havale edip burada kısa kesiyoruz.
Dördüncü Hakikat: "Hâkimiyet"tir.
Evet bu kâinata geniş bir dikkat ile bakan; kâinatı gayet haşmetli ve gayet faaliyetli bir
memleket, belki idaresi gayet hikmetli ve hâkimiyeti gayet kuvvetli bir şehir hükmünde görür,
her şeyi ve her nev'i birer vazife ile müsahharane meşgul bulur.
¬Œ²*«²!«: ¬€!«x´WÅ,7! (xX% ¬yÁV¬7«: âyetinin askerlik manasını ihsas eden temsiline göre: Zerrat
Çünki o
küçücük bal makinesinin zerrecik başında, onun ehemmiyetli vazifesinin mükemmel
proğramını yazmak ve küçücük karnında taamların en tatlısını koymak ve pişirmek ve
süngücüğünde zîhayat a'zaları tahrib etmek ve öldürmek hâsiyetinde bulunan zehiri o
uzuvcuğuna
--- sh:»(Ş:156) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
ve cismine zarar vermeden yerleştirmek; nihayet dikkat ve ilim ile ve gayet hikmet ve irade
ile ve tam bir intizam ve müvazene ile olduğundan, şuursuz, intizamsız, mizansız olan tabiat
ve tesadüf gibi şeyler elbette müdahale edemezler ve karışamazlar. İşte bu üç cihetle mu'cizeli
bu san'at-ı İlahiyenin ve bu fiil-i Rabbaniyenin, bütün zemin yüzünde hadsiz arılarda, aynı
hikmetle, aynı dikkatle, aynı mizanda, aynı anda, aynı tarzda zuhuru ve ihatası, bedahetle
MAXQDA 2020 24.12.2022
memelerinde aynı anda, aynı tarzda, aynı hikmet ve aynı dikkat ile tecellisi ve tasarrufu ve
yapması ve ihatası, bedahetle vahdeti isbat eder.
Üçüncü âyet:
«–xV¬T²Q«< ¯•²x«T¬7 ®^«<À« «t¬7´) ]¬4 Å–¬! @®X«,«& @®5²+¬*«:
cihetle işleri olamaz. İşte böyle gayet mu'cizeli ve hikmetli bu san'at-ı Rabbaniyenin ve bu
fiil-i İlahînin, umum rûy-i zeminde, yüzbinlerle nevilerin, hadsiz vâlidelerinin kalblerinde ve
memelerinde aynı anda, aynı tarzda, aynı hikmet ve aynı dikkat ile tecellisi ve tasarrufu ve
yapması ve ihatası, bedahetle vahdeti isbat eder.
Üçüncü âyet:
«–xV¬T²Q«< ¯•²x«T¬7 ®^«<À« «t¬7´) ]¬4 Å–¬! @®X«,«& @®5²+¬*«
memelerinde aynı anda, aynı tarzda, aynı hikmet ve aynı dikkat ile tecellisi ve tasarrufu ve
yapması ve ihatası, bedahetle vahdeti isbat eder.
Üçüncü âyet:
«–xV¬T²Q«< ¯•²x«T¬7 ®^«<À« «t¬7´) ]¬4 Å–¬
bedahetle gösterir ki; bu işi yapan bütün kâinatın Hâlıkıdır ve nihayetsiz bir kudreti ve hadsiz
bir hikmeti iktiza eden şu fiil, ancak onun fiilidir.
Evet bu çok hassas mizana ve çok meharetli san'ata ve çok hikmetli intizama, kör ve
serseri ve intizamsız ve şuursuz ve hedefsiz ve istilacı ve karıştırıcı olan kuvvetler ve tabiatlar
ve sebebler karışamazlar, ellerini uzatamazlar.
--
bir mu'cize-i kudret ve bir hârika-i hikmettir ve öyle bir helvalı şeker fabrikası ve ballı bir
şurub makinesi ve o kadar hassas bir mizan ve mükemmel bir intizam ve hikmetli ve dikkatli
bir san'attırlar ki; zerre kadar aklı bulunan bir adam, "Bunları böyle yapan, elbette bu kâinatı
yaratan zât olabilir." demeğe mecburdur. Çünki meselâ bu gözümüz önünde bir parmak kadar
asmanın üzüm çubuğunda yirmi salkım var ve her salkımda şekerli şurub tulumbacıklarından
yüzer tane var. Ve her tanenin yüzüne incecik ve güzel ve latif ve renkli bir mahfazayı
giydirmek ve nazik ve yumuşak kalbinde, kuvve-i hâfızası ve proğramı ve tarihçe-i hayatı
hükmünde olan sert kabuklu, ceviz içli çekirdekleri koymak ve karnında cennet helvası gibi
bir tatlıyı ve âb-ı kevser gibi bir balı yapmak ve bütün zemin yüzünde, hadsiz emsalinde aynı
dikkat, aynı hikmet, aynı hârika-i san'atı, aynı zamanda, aynı tarzda yaratmak, elbette
bedahetle gösterir ki; bu işi yapan bütün kâinatın Hâlıkıdır ve nihayetsiz bir kudreti ve hadsiz
bir hikmeti iktiza eden şu fiil, ancak onun fiilidir.
Evet bu çok hassas mizana ve çok meharetli san'ata ve çok hikmetli intizama, kör ve
serseri ve intizamsız ve şuursuz ve hedefsiz ve istilacı ve karıştırıcı olan kuvvetler ve tabiatlar
ve sebebler karışamazlar, ellerini uzatamazlar. Yalnız, mef'uliyette ve kabulde ve
perdedarlıkta, emr-i Rabbanî ile istihdam olunuyorlar. İşte bu üç âyetin işaret ettikleri üç
hakikatın tevhide delalet eden üç nüktesi gibi, hadsiz ef'al-i Rabbaniyenin hadsiz cilveleri ve
tasarrufları, ittifakla birtek vâhid-i ehad, bir Zât-ı Zülcelal'in vahdetine şehadet ederler.
MAXQDA 2020 24.12.2022
--
bir mu'cize-i kudret ve bir hârika-i hikmettir ve öyle bir helvalı şeker fabrikası ve ballı bir
şurub makinesi ve o kadar hassas bir mizan ve mükemmel bir intizam ve hikmetli ve dikkatli
bir san'attırlar ki; zerre kadar aklı bulunan bir adam, "Bunları böyle yapan, elbette bu kâinatı
yaratan zât olabilir." demeğe mecburdur. Çünki meselâ bu gözümüz önünde bir parmak kadar
asmanın üzüm çubuğunda yirmi salkım var ve her salkımda şekerli şurub tulumbacıklarından
yüzer tane var. Ve her tanenin yüzüne incecik ve güzel ve latif ve renkli bir mahfazayı
giydirmek ve nazik ve yumuşak kalbinde, kuvve-i hâfızası ve proğramı ve tarihçe-i hayatı
hükmünde olan sert kabuklu, ceviz içli çekirdekleri koymak ve karnında cennet helvası gibi
bir tatlıyı ve âb-ı kevser gibi bir balı yapmak ve bütün zemin yüzünde, hadsiz emsalinde aynı
dikkat, aynı hikmet, aynı hârika-i san'atı, aynı zamanda, aynı tarzda yaratmak, elbette
bedahetle gösterir ki; bu işi yapan bütün kâinatın Hâlıkıdır ve nihayetsiz bir kudreti ve hadsiz
bir hikmeti iktiza eden şu fiil, ancak onun fiilidir.
Evet bu çok hassas mizana ve çok meharetli san'ata ve çok hikmetli intizama, kör ve
serseri ve intizamsız ve şuursuz ve hedefsiz ve istilacı ve karıştırıcı olan kuvvetler ve tabiatlar
ve sebebler karışamazlar, ellerini uzatamazlar. Yalnız, mef'uliyette ve kabulde ve
perdedarlıkta, emr-i Rabbanî ile istihdam olunuyorlar. İşte bu üç âyetin işaret ettikleri üç
hakikatın tevhide delalet eden üç nüktesi gibi, hadsiz ef'al-i Rabbaniyenin hadsiz cilveleri ve
tasarrufları, ittifakla birtek vâhid-i ehad, bir Zât-ı Zülcelal'in vahdetine şehadet ederler.
bir mu'cize-i kudret ve bir hârika-i hikmettir ve öyle bir helvalı şeker fabrikası ve ballı bir
şurub makinesi ve o kadar hassas bir mizan ve mükemmel bir intizam ve hikmetli ve dikkatli
bir san'attırlar ki; zerre kadar aklı bulunan bir adam, "Bunları böyle yapan, elbette bu kâinatı
yaratan zât olabilir." demeğe mecburdur. Çünki meselâ bu gözümüz önünde bir parmak kadar
asmanın üzüm çubuğunda yirmi salkım var ve her salkımda şekerli şurub tulumbacıklarından
yüzer tane var. Ve her tanenin yüzüne incecik ve güzel ve latif ve renkli bir mahfazayı
giydirmek ve nazik ve yumuşak kalbinde, kuvve-i hâfızası ve proğramı ve tarihçe-i hayatı
hükmünde olan sert kabuklu, ceviz içli çekirdekleri koymak ve karnında cennet helvası gibi
bir tatlıyı ve âb-ı kevser gibi bir balı yapmak ve bütün zemin yüzünde, hadsiz emsalinde aynı
dikkat, aynı hikmet, aynı hârika-i san'atı, aynı zamanda, aynı tarzda yaratmak, elbette
bedahetle gösterir ki; bu işi yapan bütün kâinatın Hâlıkıdır ve nihayetsiz bir kudreti ve hadsiz
bir hikmeti iktiza eden şu fiil, ancak onun fiilidir.
Evet bu çok hassas mizana ve çok meharetli san'ata ve çok hikmetli intizama, kör ve
serseri ve intizamsız ve şuursuz ve hedefsiz ve istilacı ve karıştırıcı olan kuvvetler ve tabiatlar
ve sebebler karışamazlar, ellerini uzatamazlar. Yalnız, mef'uliyette ve kabulde ve
perdedarlıkta, emr-i Rabbanî ile istihdam olunuyorlar. İşte bu üç âyetin işaret ettikleri üç
hakikatın tevhide delalet eden üç nüktesi gibi, hadsiz ef'al-i Rabbaniyenin hadsiz cilveleri ve
tasarrufları, ittifakla birtek vâhid-i ehad, bir Zât-ı Zülcelal'in vahdetine şehadet ederler.
Üçüncü Hakikat:
az bir cüz' kadar ve koca zeminin ihyası ve diriltilmesi, bir ağaç kadar ve dağ gibi bir ağacın
inşası, tırnak gibi bir çekirdek kadar kolay ve rahatça ve sühuletli olmak gerektir. Tâ ki,
gözümüzün önünde yapılan bu işleri yapabilsin.
İşte bu mertebe-i tevhidin ve bu üçüncü hakikatın ve kelime-i tevhidin bu ehemmiyetli
sırrını, yani en büyük bir küll, en küçük bir cüz'î gibi olması ve en çok ve en az farkı
bulunmaması; hem bu hayretli hikmetini ve bu azametli tılsımını ve tavr-ı aklın haricindeki
bu muammasını ve İslâmiyetin en mühim esasını ve imanın en derin bir medarını ve tevhidin
en büyük bir temelini beyan ve hall ve keşf ve isbat etmekle Kur'anın tılsımı açılır ve hilkat-ı
kâinatın en gizli ve bilinmez ve felsefeyi idrakinden âciz bırakan muamması bilinir. Hâlık-ı
Rahîmime yüzbin defa Risalet-ün Nur'un hurufatı adedince şükr ve hamdolsun ki, Risalet-ün
Nur bu acib tılsımı ve bu garib muammayı hall ve keşf ve isbat etmiş. Ve bilhassa Yirminci
Mektub'un âhirlerinde °h<¬G«5 ¯š²z«- ±¬u6 ]«V«2 «x;«: bahsinde ve haşre dair Yirmidokuzuncu
Söz'ün
"Fâil muktedirdir" bahsinde, Yirmidokuzuncu Lem'a-i Arabiye'nin "Allahü Ekber"
mertebelerinden kudret-i İlahiyenin isbatında, kat'î bürhanlarla -iki kerre iki dört eder
derecesinde- isbat edilmiş.
Onun için, izahı onlara havale etmekle beraber, bir fihriste hükmünde bu sırrı açan
esasları ve delilleri icmalen beyan ve onüç basamak olarak onüç sırra işaret etmek istedim
Büyük ve
küçük, çok ve az, cüz'î ve küllî birdir. Hiçbiri ona ağır gelmez.
Hem nasılki Onuncu ve Yirmidokuzuncu Sözlerde denildiği gibi intizam ve müvazene
ve hükme itaat ve emirleri imtisal sırlarıyla, yüz hane kadar bir büyük sefineyi bir çocuğun
parmağıyla oyuncağını çevirdiği gibi döndürür, gezdirir. Hem bir âmir, bir arş emriyle birtek
neferi hücum ettirdiği gibi, muntazam ve muti' bir orduyu dahi, o tek emriyle hücuma
sevkeder. Hem pek büyük bir hassas mizanın iki gözünde, iki dağ müvazene vaziyetinde
bulunsalar, iki kefesinde iki yumurta bulunan diğer mizanın, bir tek ceviz, bir kefesini
yukarıya kaldırması, birini aşağı indirmesi gibi; o tek ceviz, bir kanun-u hikmetle öteki büyük
mizanın bir gözünü dağ ile beraber dağın başına ve öbür dağı, derelerin dibine indirebilir.
Aynen öyle de: Kayıdsız, nihayetsiz, nuranî, zâtî, sermedî olan kudret-i Rabbaniyede ve
beraberinde bütün intizamatın ve nizamların ve müvazenelerin menşei, menbaı, medarı,
masdarı olan nihayetsiz bir hikmet ve gayet hassas bir adalet-i İlahiye bulunduğundan ve cüz'î
ve küllî ve büyük ve küçük herşey ve bütün eşya, o kudretin hükmüne müsahhar ve
tasarrufuna münkad olduğundan, elbette zerreleri kolayca tedvir ve tahrik ettiği gibi, yıldızları
dahi nizam-ı hikmet sırrıyla kolayca döndürür, çevirir. Ve baharda, bir emir ile sühuletle bir
sineği ihya ettiği gibi; bütün sineklerin taifelerini ve bütün nebatatı ve hayvancıkların
ordularını, kudretindeki hikmet ve mizanın sırrıyla, aynı emirle, aynı kolaylıkla diriltip
meydan-ı hayata sevk eder.
masdarı olan nihayetsiz bir hikmet ve gayet hassas bir adalet-i İlahiye bulunduğundan ve cüz'î
ve küllî ve büyük ve küçük herşey ve bütün eşya, o kudretin hükmüne müsahhar ve
tasarrufuna münkad olduğundan, elbette zerreleri kolayca tedvir ve tahrik ettiği gibi, yıldızları
dahi nizam-ı hikmet sırrıyla kolayca döndürür, çevirir. Ve baharda, bir emir ile sühuletle bir
sineği ihya ettiği gibi; bütün sineklerin taifelerini ve bütün nebatatı ve hayvancıkların
ordularını, kudretindeki hikmet ve mizanın sırrıyla, aynı emirle, aynı kolaylıkla diriltip
meydan-ı hayata sevk eder.
--- sh:»(Ş:161) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
bir tarzda, yanlışsız, hatasız, kemal-i hikmet ve hüsn-ü san'atla icad etmek ve idare ve iaşe
etmek.. hem kuşların misal-i musaggarları olan sineklerden tâ nümune-i ekberleri olan
kartallara kadar hadsiz efradlarını yaratmak ve hava âleminde, seyahat ve yaşamalarına
yardım eden cihazatı verip gezdirmek ve havayı şenlendirmekle beraber, yüzlerinde
mu'cizane birer sikke-i san'at ve cisimlerinde müdebbirane birer hâtem-i hikmet ve
mahiyetlerinde mürebbiyane birer turra-i ehadiyet koymak.. hem zerrat-ı taamiyeyi hüceyrat-ı
bedeniyenin imdadına ve nebatatı hayvanatın imdadına ve hayvanatı insanların yardımına ve
umum vâlideleri iktidarsız yavruların muavenetine hakîmane, rahîmane koşturmak,
göndermek.. hem daire-i Kehkeşan'dan ve manzume-i şemsiyeden ve anasır-ı arziyeden, tâ
göz hadekasının perdelerine ve gül goncasının yapraklarına ve mısır sünbülünün gömleklerine
ve kavunun çekirdeklerine kadar mütedâhil daireler gibi cüz'î ve küllî hükmünde aynı intizam
ve hüsn-ü san'at ve aynı fiil ve kemal-i hikmetle tasarruf etmek, elbette bedahet derecesinde
isbat eder ki: Bu işleri yapan hem vâhiddir, birdir, her şeyde sikkesi var. Hem de hiçbir
mekânda olmadığı gibi her mekânda hazırdır. Hem güneş gibi; herşey ondan uzak, o ise
herşeye yakındır. Hem daire-i Kehkeşan ve manzume-i şemsiye gibi en büyük şeyler ona ağır
gelmediği gibi, kandaki küreyvat, kalbdeki hatırat ondan gizlenmez; tasarrufundan hariç
kalmaz.
MAXQDA 2020 24.12.2022
bir tarzda, yanlışsız, hatasız, kemal-i hikmet ve hüsn-ü san'atla icad etmek ve idare ve iaşe
etmek.. hem kuşların misal-i musaggarları olan sineklerden tâ nümune-i ekberleri olan
kartallara kadar hadsiz efradlarını yaratmak ve hava âleminde, seyahat ve yaşamalarına
yardım eden cihazatı verip gezdirmek ve havayı şenlendirmekle beraber, yüzlerinde
mu'cizane birer sikke-i san'at ve cisimlerinde müdebbirane birer hâtem-i hikmet ve
mahiyetlerinde mürebbiyane birer turra-i ehadiyet koymak.. hem zerrat-ı taamiyeyi hüceyrat-ı
bedeniyenin imdadına ve nebatatı hayvanatın imdadına ve hayvanatı insanların yardımına ve
umum vâlideleri iktidarsız yavruların muavenetine hakîmane, rahîmane koşturmak,
göndermek.. hem daire-i Kehkeşan'dan ve manzume-i şemsiyeden ve anasır-ı arziyeden, tâ
göz hadekasının perdelerine ve gül goncasının yapraklarına ve mısır sünbülünün gömleklerine
ve kavunun çekirdeklerine kadar mütedâhil daireler gibi cüz'î ve küllî hükmünde aynı intizam
ve hüsn-ü san'at ve aynı fiil ve kemal-i hikmetle tasarruf etmek, elbette bedahet derecesinde
isbat eder ki: Bu işleri yapan hem vâhiddir, birdir, her şeyde sikkesi var. Hem de hiçbir
mekânda olmadığı gibi her mekânda hazırdır. Hem güneş gibi; herşey ondan uzak, o ise
herşeye yakındır. Hem daire-i Kehkeşan ve manzume-i şemsiye gibi en büyük şeyler ona ağır
gelmediği gibi, kandaki küreyvat, kalbdeki hatırat ondan gizlenmez; tasarrufundan hariç
kalmaz.
bir tarzda, yanlışsız, hatasız, kemal-i hikmet ve hüsn-ü san'atla icad etmek ve idare ve iaşe
etmek.. hem kuşların misal-i musaggarları olan sineklerden tâ nümune-i ekberleri olan
kartallara kadar hadsiz efradlarını yaratmak ve hava âleminde, seyahat ve yaşamalarına
yardım eden cihazatı verip gezdirmek ve havayı şenlendirmekle beraber, yüzlerinde
mu'cizane birer sikke-i san'at ve cisimlerinde müdebbirane birer hâtem-i hikmet ve
mahiyetlerinde mürebbiyane birer turra-i ehadiyet koymak.. hem zerrat-ı taamiyeyi hüceyrat-ı
bedeniyenin imdadına ve nebatatı hayvanatın imdadına ve hayvanatı insanların yardımına ve
umum vâlideleri iktidarsız yavruların muavenetine hakîmane, rahîmane koşturmak,
göndermek.. hem daire-i Kehkeşan'dan ve manzume-i şemsiyeden ve anasır-ı arziyeden, tâ
göz hadekasının perdelerine ve gül goncasının yapraklarına ve mısır sünbülünün gömleklerine
ve kavunun çekirdeklerine kadar mütedâhil daireler gibi cüz'î ve küllî hükmünde aynı intizam
ve hüsn-ü san'at ve aynı fiil ve kemal-i hikmetle tasarruf etmek, elbette bedahet derecesinde
isbat eder ki: Bu işleri yapan hem vâhiddir, birdir, her şeyde sikkesi var. Hem de hiçbir
MAXQDA 2020 24.12.2022
mekânda olmadığı gibi her mekânda hazırdır. Hem güneş gibi; herşey ondan uzak, o ise
herşeye yakındır. Hem daire-i Kehkeşan ve manzume-i şemsiye gibi en büyük şeyler ona ağır
gelmediği gibi, kandaki küreyvat, kalbdeki hatırat ondan gizlenmez; tasarrufundan hariç
kalmaz.
müdebbiri birdir, fâildir, muhtardır. Her şey onun kudretiyle vücuda gelir, onun iradesiyle
birer vaziyet-i mahsusa alır ve onun ihtiyarıyla bir suret-i muntazama giyer.
Hem madem bu misafirhane-i dünyanın sobalı lâmbası birdir ve ruznameli kandili birdir
ve rahmetli süngeri birdir ve ateşli aşçısı birdir ve hayatlı şurubu birdir ve himayetli tarlası
birdir... Bir.. bir.. bir.. tâ binbirler kadar... Elbette bu bir birler bedahetle şehadet eder ki; bu
misafirhanenin sâni'i ve sahibi birdir. Hem gayet kerim ve misafirperverdir ki; bu yüksek ve
büyük memurlarını, zîhayat yolcularına hizmetkâr edip istirahatlarına çalıştırıyor.
--- sh:
MAXQDA 2020 24.12.2022
müdebbiri birdir, fâildir, muhtardır. Her şey onun kudretiyle vücuda gelir, onun iradesiyle
birer vaziyet-i mahsusa alır ve onun ihtiyarıyla bir suret-i muntazama giyer.
Hem madem bu misafirhane-i dünyanın sobalı lâmbası birdir ve ruznameli kandili birdir
ve rahmetli süngeri birdir ve ateşli aşçısı birdir ve hayatlı şurubu birdir ve himayetli tarlası
birdir... Bir.. bir.. bir.. tâ binbirler kadar... Elbette bu bir birler bedahetle şehadet eder ki; bu
misafirhanenin sâni'i ve sahibi birdir. Hem gayet kerim ve misafirperverdir ki; bu yüksek ve
büyük memurlarını, zîhayat yolcularına hizmetkâr edip istirahatlarına çalıştırıyor.
--- sh:
(Ş:164) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Hem madem dünyanın her tarafında tasarruf eden ve nakışları ve cilveleri görünen
"Hakîm, Rahîm, Musavvir, Müdebbir, Muhyî, Mürebbi" gibi isimler ve "hikmet ve rahmet ve
inayet" gibi şe'nler ve "tasvir ve tedvir ve terbiye" gibi fiiller birdirler. Her yerde aynı isim,
aynı fiil birbiri içinde, hem nihayet mertebede, hem ihatalıdırlar. Hem birbirinin nakşını öyle
MAXQDA 2020 24.12.2022
tekmil ederler ki; güya o isimler ve o fiiller ittihad edip, kudret ayn-ı hikmet ve rahmet ve
hikmet ayn-ı inayet ve hayat oluyor. Meselâ, hayat verici ismin bir şeyde tasarrufu göründüğü
anda, yaratıcı ve tasvir edici ve rızk verici gibi çok isimlerin aynı anda, her yerde, aynı
sistemde tasarrufatları görünüyor. Elbette ve elbette ve bedahetle şehadet eder ki; o ihatalı
isimlerin müsemması ve her yerde aynı tarzda görünen şümullü fiillerin fâili birdir; tektir,
vâhiddir, ehaddir. Âmennâ ve saddaknâ!
Hem madem masnuatın maddeleri ve mayeleri olan unsurlar zemini ihata ederler.
(Ş:164) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Hem madem dünyanın her tarafında tasarruf eden ve nakışları ve cilveleri görünen
"Hakîm, Rahîm, Musavvir, Müdebbir, Muhyî, Mürebbi" gibi isimler ve "hikmet ve rahmet ve
inayet" gibi şe'nler ve "tasvir ve tedvir ve terbiye" gibi fiiller birdirler. Her yerde aynı isim,
aynı fiil birbiri içinde, hem nihayet mertebede, hem ihatalıdırlar. Hem birbirinin nakşını öyle
tekmil ederler ki; güya o isimler ve o fiiller ittihad edip, kudret ayn-ı hikmet ve rahmet ve
hikmet ayn-ı inayet ve hayat oluyor. Meselâ, hayat verici ismin bir şeyde tasarrufu göründüğü
anda, yaratıcı ve tasvir edici ve rızk verici gibi çok isimlerin aynı anda, her yerde, aynı
sistemde tasarrufatları görünüyor. Elbette ve elbette ve bedahetle şehadet eder ki; o ihatalı
isimlerin müsemması ve her yerde aynı tarzda görünen şümullü fiillerin fâili birdir; tektir,
vâhiddir, ehaddir. Âmennâ ve saddaknâ!
Hem madem masnuatın maddeleri ve mayeleri olan unsurlar zemini ihata ederler.
(Ş:168) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Fenn-i nebatat ve fenn-i hayvanatın şehadetiyle ve tedkikat-ı amîkasıyla, bu feth-i
suverde öyle bir ihata ve şümul ve san'at var ki; birtek Vâhid-i Ehad'den ve herşeyde herşeyi
görebilecek ve yapabilecek bir Kadîr-i Mutlak'tan başka hiçbir şey bu cem'iyetli ve ihatalı
fiile sahib olamaz. Çünki bu feth-i suver fiili ise, her yerde ve her anda bulunan, nihayetsiz bir
kudretin içinde nihayet derecede bir hikmet, bir dikkat, bir ihata ister. Ve böyle bir kudret ise,
ancak bütün kâinatı idare eden birtek zâtta bulunabilir.
Evet meselâ mezkûr âyetlerin ferman ettikleri gibi; üç karanlık içinde bütün vâlidelerin
erhamında insanların suretlerini ayrı ayrı, mizanlı, imtiyazlı, zînetli ve intizamlı olarak, hem
şaşırmadan, yanlış etmeden, karıştırmadan basit bir maddeden açmak ve yaratmak olan
fettahiyet ve umum rûy-i zeminde aynı kudret, aynı hikmet, aynı san'atla umum insanları ve
hayvanları ve nebatları ihata eden bu feth-i suver hakikatı; vahdaniyetin en kuvvetli bir
bürhanıdır. Çünki ihata etmek bir vahdettir, şirke yer bırakmaz. Ve Birinci Bab'da vücub-u
vücuda şehadet eden ondokuz hakikat nasılki vücudlarıyla Hâlık'ın vücuduna delalet ederler;
öyle de, ihatalarıyla da vahdete şehadet ederler.
--
o tek ferde, bir cihette aynı hanesi gibi verdirmesiyle dahi, cemalinin hususî şefkatini ilân eder
ve insanda enva'-ı ihsanatının temerküzünü bildirir.
Hem nasılki bir kavunun (meselâ) her bir çekirdeğinde, o kavun temerküz ediyor. Ve o
çekirdeği yapan zât elbette odur ki; o kavunu yapar, sonra ilminin hususî mizanıyla ve
hikmetinin ona mahsus kanunuyla o çekirdeği ondan sağar, toplar, tecessüm ettirir. Ve o tek
kavunun tek ve vâhid ustasından başka hiçbir şey, o çekirdeği yapamaz ve yapması muhaldir.
Aynen öyle de, rahmaniyetin tecellisiyle kâinat bir ağaç, bir bostan ve zemin bir meyve, bir
kavun ve zîhayat ve insan bir çekirdek hükmünde olduğundan; elbette en küçük bir zîhayatın
hâlıkı ve rabbi, bütün zeminin ve kâinatın hâlıkı olmak lâzım gelir.
Elhasıl:
MAXQDA 2020 24.12.2022
Öyle
de, hayat âleminde dahi, rızkı bir cem'iyetli merkez-i şuunat yaparak, iştiha ihtiyacını ve zevk-
i rızkîyi zîhayatta halkederek; hilkat-ı kâinatın en ehemmiyetli bir gayesi ve bir hikmeti olan
daimî ve küllî bir teşekkür ve minnetdarlık ve perestişlik ile rububiyetine ve sevdirmesine
MAXQDA 2020 24.12.2022
Öyle
de, hayat âleminde dahi, rızkı bir cem'iyetli merkez-i şuunat yaparak, iştiha ihtiyacını ve zevk-
i rızkîyi zîhayatta halkederek; hilkat-ı kâinatın en ehemmiyetli bir gayesi ve bir hikmeti olan
daimî ve küllî bir teşekkür ve minnetdarlık ve perestişlik ile rububiyetine ve sevdirmesine
karşı mukabele ettiriyor.
Meselâ: Çok geniş olan memleket-i Rabbaniyenin her tarafını, hususan melaike ve
ruhanîler ile semavatı ve ervah ile âlem-i gaybı şenlendirdiği gibi; maddî âlemi dahi, hususan
hava ve arzı, her vakit ve her tarafını zîruhun, hususan kuşların ve kuşçukların vücudlarıyla
şenlendirmek ve ruhlandırmak hikmetiyle ihtiyac-ı rızkî ve rızkın zevki pek kuvvetli bir
kamçı olarak hayvanları ve insanları rızık peşinde koşturmakla tahrik ederek tenbellikten ve
ataletten kurtarıp gezdirmesi, şuunat-ı rububiyetin bir hikmetidir. Eğer bu hikmet gibi mühim
hikmetler olmasa idi, ağaçların erzakını onlara koşturduğu gibi, hayvanların da mukannen
olan tayinatlarını onlara zahmetsiz bir surette fıtrî hacetlerini koşturacaktı.
İsm-i Rahîm ve Rezzak'ın cemallerini ve vahdaniyete şehadetlerini tam görmek için
zemin yüzünü birden ihata edip müşahede edecek bir göz bulunsa, kış âhirinde erzakları
bitmek üzere olan hayvanat
--- sh:»(Ş:175) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
i rızkîyi zîhayatta halkederek; hilkat-ı kâinatın en ehemmiyetli bir gayesi ve bir hikmeti olan
daimî ve küllî bir teşekkür ve minnetdarlık ve perestişlik ile rububiyetine ve sevdirmesine
karşı mukabele ettiriyor.
Meselâ: Çok geniş olan memleket-i Rabbaniyenin her tarafını, hususan melaike ve
ruhanîler ile semavatı ve ervah ile âlem-i gaybı şenlendirdiği gibi; maddî âlemi dahi, hususan
hava ve arzı, her vakit ve her tarafını zîruhun, hususan kuşların ve kuşçukların vücudlarıyla
şenlendirmek ve ruhlandırmak hikmetiyle ihtiyac-ı rızkî ve rızkın zevki pek kuvvetli bir
kamçı olarak hayvanları ve insanları rızık peşinde koşturmakla tahrik ederek tenbellikten ve
ataletten kurtarıp gezdirmesi, şuunat-ı rububiyetin bir hikmetidir. Eğer bu hikmet gibi mühim
hikmetler olmasa idi, ağaçların erzakını onlara koşturduğu gibi, hayvanların da mukannen
olan tayinatlarını onlara zahmetsiz bir surette fıtrî hacetlerini koşturacaktı.
İsm-i Rahîm ve Rezzak'ın cemallerini ve vahdaniyete şehadetlerini tam görmek için
zemin yüzünü birden ihata edip müşahede edecek bir göz bulunsa, kış âhirinde erzakları
bitmek üzere olan hayvanat
MAXQDA 2020 24.12.2022
i rızkîyi zîhayatta halkederek; hilkat-ı kâinatın en ehemmiyetli bir gayesi ve bir hikmeti olan
daimî ve küllî bir teşekkür ve minnetdarlık ve perestişlik ile rububiyetine ve sevdirmesine
karşı mukabele ettiriyor.
Meselâ: Çok geniş olan memleket-i Rabbaniyenin her tarafını, hususan melaike ve
ruhanîler ile semavatı ve ervah ile âlem-i gaybı şenlendirdiği gibi; maddî âlemi dahi, hususan
hava ve arzı, her vakit ve her tarafını zîruhun, hususan kuşların ve kuşçukların vücudlarıyla
şenlendirmek ve ruhlandırmak hikmetiyle ihtiyac-ı rızkî ve rızkın zevki pek kuvvetli bir
kamçı olarak hayvanları ve insanları rızık peşinde koşturmakla tahrik ederek tenbellikten ve
ataletten kurtarıp gezdirmesi, şuunat-ı rububiyetin bir hikmetidir. Eğer bu hikmet gibi mühim
hikmetler olmasa idi, ağaçların erzakını onlara koşturduğu gibi, hayvanların da mukannen
olan tayinatlarını onlara zahmetsiz bir surette fıtrî hacetlerini koşturacaktı.
İsm-i Rahîm ve Rezzak'ın cemallerini ve vahdaniyete şehadetlerini tam görmek için
zemin yüzünü birden ihata edip müşahede edecek bir göz bulunsa, kış âhirinde erzakları
bitmek üzere olan hayvanat
--- sh:»(Ş:175) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
İsm-i Hakîm'in mazharı olduğundan, bu rahîmiyet hakikatının çok lem'alarını ve çok sırlarını
Risalet-ün Nur çok eczalarında beyan ve isbat ettiğinden, ona havale ile bu pek büyük
hazineden halimin müsaadesizliği cihetiyle bu kısa işaretle iktifa edildi.
İşte bizim seyyah diyor ki: Elhamdülillah her yerde aradığım ve her şeyden sorduğum
hâlıkımın ve mâlikimin vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet eden otuzüç hakikatı gördüm
MAXQDA 2020 24.12.2022
ve dinledim. Herbir hakikat, güneş gibi parlak, karanlık bırakmaz; dağ gibi kuvvetli ve
sarsılmaz. Ve herbiri tahakkukuyla vücuduna gayet kat'î şehadet eder ve ihatasıyla vahdetine
gayet zahir delalet eder. Ve sair erkân-ı imaniyeyi dahi içinde kuvvetli isbat etmekle beraber
mecmu' hakikatların icma'ı ve ittifakı, imanımızı taklidden tahkike ve tahkikten ilmelyakîne
ve ilmelyakînden aynelyakîne ve aynelyakînden hakkalyakîne iblağ ediyor.
(Ş:178) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
İHTAR
Bu risalenin mahall-i zuhuru olan şu memleket muhitinde Risalet-ün Nur'un sair
risaleleri bulunmadığından ve ihtiyarsız olarak burada te'lif edildiğinden, Âyet-ül Kübra gibi
risalelerde, zahirî bir tekrar suretinde başka Sözlerin ve Lem'aların bir kısım mühim
mes'eleleri zikredilmiş ve buralardaki şakirdlere nisbeten herbiri birer küçük Risalet-ün Nur
hükmüne geçmek hikmetiyle böyle yazdırılmış.
Bu müsveddenin birinci tebyizi bir mübarek zât tarafından oldu. O zâtın tevafuktan
haberi yokken yazdığı nüshada, kayda lâyık şöyle latif ve manidar bir tevafuk gördük ki: O
nüshanın satırları başında "Elif"ler altıyüz altmışaltı olarak yazılmıştır. Bu hal ise, Hazret-i
--
Ey Rabb-i Rahîm'im! Resul-i Ekrem'inin talimiyle ve Kur'an-ı Hakîm'in dersiyle
anladım ki: Başta Kur'an ve Resul-i Ekrem'in olarak bütün mukaddes kitablar ve
peygamberler, bu dünyada ve her tarafta nümuneleri görülen celalli ve cemalli isimlerinin
tecellileri daha parlak bir surette ebed-ül âbâdda devam edeceğine ve bu fâni âlemde rahîmane
cilveleri, nümuneleri müşahede edilen ihsanatının daha şaşaalı bir tarzda dâr-ı saadette
istimrarına ve bekasına ve bu kısa hayat-ı dünyeviyede onları zevk ile gören ve muhabbet ile
refakat eden müştakların, ebedde dahi refakatlarına ve beraber bulunmalarına icma' ve ittifak
ile şehadet ve delalet ve işaret ederler. Hem yüzer mu'cizat-ı bahirelerine ve âyât-ı katıalarına
istinaden, başta Resul-i Ekrem ve Kur'an-ı Hakîm'in olarak bütün nuranî ruhların sahibleri
olan peygamberler ve bütün münevver kalblerin kutubları olan veliler ve bütün keskin ve
nurlu akılların madenleri olan sıddıkînler, bütün suhuf-u semaviyede ve kütüb-ü mukaddesede
senin çok tekrar ile ettiğin binler va'dlerine ve tehdidlerine istinaden, hem senin kudret ve
rahmet ve inayet ve hikmet ve celal ve cemal gibi âhireti iktiza eden kudsî sıfatlarına,
şe'nlerine ve senin izzet-i celaline ve saltanat-ı rububiyetine itimaden, hem âhiretin izlerini ve
tereşşuhatını bildiren hadsiz keşfiyatlarına ve müşahedelerine ve ilmelyakîn ve aynelyakîn
derecesinde bulunan itikadlarına ve imanlarına binaen saadet-i ebediyeyi insanlara
müjdeliyorlar. Ehl-i dalalet için Cehennem ve ehl-i hidayet için Cennet bulunduğunu haber
verip ilân ediyorlar, kuvvetli iman edip şehadet ediyorlar.
Ey Kadîr-i Hakîm! Ey Rahman-ı Rahîm! Ey Sadık-ul Va'd-il Kerim!
..
Hem nasılki Kur'anın belki bütün semavî kitabların hakkaniyetini isbat eden umum
deliller ve hüccetler ve Habibullah'ın belki bütün enbiyanın nübüvvetlerini isbat eden umum
mu'cizeler ve bürhanlar, dolayısıyla en büyük müddeaları olan âhiretin tahakkukuna delalet
ederler. Aynen öyle de, Vâcib-ül Vücud'un vücuduna ve vahdetine şehadet eden ekser deliller
ve hüccetler, dolayısıyla rububiyetin ve uluhiyetin en büyük medarı ve mazharı olan dâr-ı
saadetin ve âlem-i bekanın vücuduna, açılmasına şehadet ederler. Çünki gelecek makamatta
beyan ve isbat edileceği gibi, Zât-ı Vâcib-ül Vücud'un hem mevcudiyeti, hem umum sıfatları,
hem ekser isimleri, hem rububiyet, uluhiyet, rahmet, inayet, hikmet, adalet gibi vasıfları,
şe'nleri lüzum derecesinde âhireti iktiza ve vücub derecesinde bâki bir âlemi istilzam ve
zaruret derecesinde mükâfat ve mücazat için haşri ve neşri isterler.
Evet madem ezelî, ebedî bir Allah var; elbette saltanat-ı uluhiyetinin sermedî bir medarı
olan âhiret vardır. Ve madem bu kâinatta ve zîhayatta gayet haşmetli ve hikmetli ve şefkatli
bir rububiyet-i mutlaka var ve görünüyor. Elbette o rububiyetin haşmetini sukuttan ve
hikmetini abesiyetten ve şefkatini gadirden kurtaran, ebedî bir dâr-ı saadet bulunacak ve
girilecek.
Hem madem göz ile görünen bu hadsiz in'amlar, ihsanlar, lütuflar, keremler, inayetler,
rahmetler; perde-i gayb arkasında bir Zât-ı
--- sh:»
Aynen öyle de, Vâcib-ül Vücud'un vücuduna ve vahdetine şehadet eden ekser deliller
ve hüccetler, dolayısıyla rububiyetin ve uluhiyetin en büyük medarı ve mazharı olan dâr-ı
saadetin ve âlem-i bekanın vücuduna, açılmasına şehadet ederler. Çünki gelecek makamatta
beyan ve isbat edileceği gibi, Zât-ı Vâcib-ül Vücud'un hem mevcudiyeti, hem umum sıfatları,
hem ekser isimleri, hem rububiyet, uluhiyet, rahmet, inayet, hikmet, adalet gibi vasıfları,
şe'nleri lüzum derecesinde âhireti iktiza ve vücub derecesinde bâki bir âlemi istilzam ve
zaruret derecesinde mükâfat ve mücazat için haşri ve neşri isterler.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Evet madem ezelî, ebedî bir Allah var; elbette saltanat-ı uluhiyetinin sermedî bir medarı
olan âhiret vardır. Ve madem bu kâinatta ve zîhayatta gayet haşmetli ve hikmetli ve şefkatli
bir rububiyet-i mutlaka var ve görünüyor. Elbette o rububiyetin haşmetini sukuttan ve
hikmetini abesiyetten ve şefkatini gadirden kurtaran, ebedî bir dâr-ı saadet bulunacak ve
girilecek.
Hem madem göz ile görünen bu hadsiz in'amlar, ihsanlar, lütuflar, keremler, inayetler,
rahmetler; perde-i gayb arkasında bir Zât-ı
--- sh:»(Ş:188) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
ihtiyacatının düsturlarıyla öyle güzelce tanzim ve teşhir ve tezyin ve çok antika nevilerini liste
gibi birer yerlerde öyle toplayıp süslettirir ki, değil yalnız ins ve cinn nazarlarını, belki
semavat ehlinin ve kâinatın nazar-ı dikkatlerini ve takdirlerini ve kâinat sahibinin nazar-ı
istihsanını celbetmekle gayet büyük bir ehemmiyet ve kıymet alan ve bu haysiyetle bu
kâinatın hikmet-i hilkatı ve büyük neticesi ve kıymetli meyvesi ve Arz'ın halifesi olduğunu
fenleriyle, san'atlarıyla gösteren.. ve dünya cihetinde Sani-i Âlem'in mu'cizeli san'atlarını
gayet güzelce teşhir ve tanzim ettiği için, isyan ve küfrüyle beraber dünyada bırakılan ve
azabı te'hir edilen ve bu hizmeti için imhal edilip muvaffakıyet gören nev-i benî-Âdem var.
Ve madem bu mahiyetteki nev-i benî-Âdem, mizaç ve hilkat itibariyle gayet zaîf ve
--- sh:»(Ş:189) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
-
Hem Yirmialtıncı Söz olan Risale-i Kader'de "İman-ı Bilkader" rüknünü isbat eden
bütün deliller; dolayısıyla haşre ve neşr-i suhufa ve mizan-ı ekberdeki müvazene-i a'male
delalet ederler. Çünki herşeyin mukadderatını gözümüz önünde nizam ve mizan levhalarında
kaydetmek ve her zîhayatın sergüzeşt-i hayatiyelerini kuvve-i hâfızalarında ve çekirdeklerinde
ve sair elvah-ı misaliyede yazmak ve her zîruhun hususan insanların defter-i a'mallerini elvah-
ı mahfuzada tesbit etmek ve geçirmek; elbette öyle muhit bir kader ve hakîmane bir takdir ve
MAXQDA 2020 24.12.2022
müdakkikane bir kayıd ve hafîzane bir kitabet; ancak mahkeme-i kübrada umumî bir
muhakeme neticesinde daimî bir mükâfat ve mücazat için olabilir. Yoksa o ihatalı ve inceden
ince olan kayıd ve muhafaza; bütün bütün manasız, faidesiz kalır, hikmete ve hakikate münafî
olur. Hem haşir gelmezse; kader kalemiyle yazılan bu kitab-ı kâinatın bütün muhakkak
manaları bozulur ki, hiçbir cihet-i imkânı olamaz ve o ihtimal, bu kâinatın vücudunu inkâr
gibi bir muhal, belki bir hezeyan olur.
Elhasıl: İmanın beş rüknü bütün delilleriyle, haşr ü neşrin vukuuna ve vücuduna ve dâr-
Birincisi
Dördüncü Söz'de izahı bulunan, her gün yirmidört saat sermaye-i hayatı Hâlıkımız bize
ihsan ediyor. Tâ ki, iki hayatımıza lâzım şeyler o sermaye ile alınsın. Biz kısacık hayat-ı
dünyeviyeye yirmiüç saatı sarfedip, beş farz namaza kâfi gelen bir saati, pek çok uzun olan
hayat-ı uhreviyemize sarfetmezsek; ne kadar hilaf-ı akıl bir hata ve o hatanın cezası olarak
hem kalbî, hem ruhî sıkıntıları çekmek ve o sıkıntılar yüzünden ahlâkını bozmak ve
me'yusane hayatını geçirmek sebebiyle, değil terbiye almak, belki terbiyenin aksine gitmekle
ne derece hasaret ederiz, kıyas edilsin. Eğer, bir saati beş farz namaza sarfetsek; o halde hapis
ve musibet müddetinin herbir saati, bazan bir gün ibadet ve fâni bir saati bâki saatler hükmüne
geçebilmesi ve kalbî ve ruhî me'yusiyet ve sıkıntıların kısmen zeval bulması ve hapse
sebebiyet veren hatalara keffareten afvettirmesi ve hapsin hikmeti olan terbiyeyi alması ne
derece kârlı bir imtihan, bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellidarane bir hoş-sohbet olduğu
düşünülsün.
--- sh:»(Ş:194) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
Hem meselâ, nasılki bir kitab bulunsa ki: Bir satırında bir kitab ince yazılmış ve herbir
kelimesinde ince kalemle bir sure-i Kur'aniye yazılmış, gayet manidar ve bütün mes'eleleri
birbirini teyid eder ve kâtibini ve müellifini fevkalâde meharetli ve iktidarlı gösteren bir acib
mecmua, şeksiz, gündüz gibi, kâtib ve musannifini kemalâtıyla, hünerleriyle bildirir, tanıttırır.
Mâşâallah, Bârekâllah cümleleriyle takdir ettirir. Aynen öyle de, bu kâinat kitab-ı kebiri ki,
birtek sahifesi olan zemin yüzünde ve birtek forması olan baharda, üçyüz bin ayrı ayrı kitablar
hükmündeki üçyüz bin nebatî ve hayvanî taifeleri beraber, birbiri içinde, yanlışsız hatasız,
karıştırmayarak, şaşırmayarak; mükemmel, muntazam ve bazan ağaç gibi bir kelimede bir
kasideyi; ve çekirdek gibi bir noktada bir kitabın tamam bir fihristesini yazan bir kalem
işlediğini gözümüzle gördüğümüz bu nihayetsiz manidar ve her kelimesinde çok hikmetler
bulunan şu mecmua-i kâinat ve bu mücessem Kur'an-ı Ekber-i Âlem, mezkûr misaldeki
kitabdan ne derece büyük ve mükemmel ve manidar ise, o derecede sizin okuduğunuz fenn-i
hikmet-ül eşya ve mektebde bilfiil mübaşeret ettiğiniz fenn-i kıraat ve fenn-i kitabet, geniş
mikyaslarıyla ve dûrbîn gözleriyle bu kitab-ı kâinatın nakkaşını, kâtibini hadsiz kemalâtıyla
tanıttırır. Allahü Ekber cümlesiyle bildirir, Sübhanallah takdisiyle tarif eder, Elhamdülillah
senalarıyla sevdirir.
İşte bu fenlere kıyasen, yüzer fünundan herbir fen, geniş mikyasıyla ve hususî
âyinesiyle ve dûrbînli gözüyle ve ibretli nazarıyla bu kâinatın Hâlık-ı Zülcelal'ini esmasıyla
bildirir; sıfâtını, kemalâtını tanıttırır.
Hem madem güneş gibi, gündüz gibi, zemin yüzünde bir umumî rahmet ve ihatalı bir
şefkat ve kerem gözümüzle görüyoruz. Meselâ o rahmet, her baharda umum ağaçları ve
meyveli nebatları Cennet hurileri gibi giydirip, süslendirip, ellerine her çeşit meyveleri verip
bizlere uzatıp "Haydi alınız, yeyiniz" dediği gibi; bir zehirli sineğin eliyle bizlere şifalı, tatlı
balı yedirdiği ve elsiz bir böceğin eliyle en yumuşak ipeği bizlere giydirdiği gibi, bir avuç
kadar küçücük çekirdeklerde, tohumcuklarda binler batman taamları bizim için saklayan ve
ihtiyat zahîresi olarak o küçücük depolarda yerleştiren bir rahmet, bir şefkat, elbette hiç şübhe
olamaz ki; bu derece nazeninane beslediği bu sevimli ve minnetdarları ve perestişkârları olan
mü'min insanları i'dam etmez. Belki onları daha parlak rahmetlere mazhar etmek için, hayat-ı
dünyeviye vazifesinden terhis eder diye "Rahîm" ve "Kerim" isimleri sualimize cevab
veriyorlar; "El-Cennetü Hakkun" diyorlar.
Hem madem biz gözümüzle görüyoruz ki: Umum mahluklarda ve zemin yüzünde öyle
bir hikmet eli işliyor ve öyle bir adalet ölçüleriyle işler dönüyor ki, akl-ı beşer onun fevkinde
düşünemiyor. Meselâ: İnsanın bin cihazatına takılan hikmetlerinden yalnız bir küçük çekirdek
kadar kuvve-i hâfızasında bütün tarihçe-i hayatını ve ona temas eden hadsiz hâdisatı o
kuvvecikte yazıp, onu bir kütübhane hükmüne getirip ve insanın haşirde muhakemesi için
neşir olacak olan defter-i a'malinin bir küçük senedi olarak her vakit hatırlatmak sırrı ile her
insanın eline vererek dimağının cebine koyan bir ezelî hikmet ve bütün masnuatta gayet
hassas mizanlar ile a'zalarını
--- sh:»(Ş:211) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
Hem madem biz gözümüzle görüyoruz ki: Umum mahluklarda ve zemin yüzünde öyle
bir hikmet eli işliyor ve öyle bir adalet ölçüleriyle işler dönüyor ki, akl-ı beşer onun fevkinde
düşünemiyor. Meselâ: İnsanın bin cihazatına takılan hikmetlerinden yalnız bir küçük çekirdek
kadar kuvve-i hâfızasında bütün tarihçe-i hayatını ve ona temas eden hadsiz hâdisatı o
kuvvecikte yazıp, onu bir kütübhane hükmüne getirip ve insanın haşirde muhakemesi için
neşir olacak olan defter-i a'malinin bir küçük senedi olarak her vakit hatırlatmak sırrı ile her
insanın eline vererek dimağının cebine koyan bir ezelî hikmet ve bütün masnuatta gayet
hassas mizanlar ile a'zalarını
--- sh:»(Ş:211) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
yerleştiren, mikroptan gergedana, sinekten simurga kuşuna, bir çiçekli nebattan milyarlar,
trilyonlarla çiçekler açan bahar çiçeğine kadar, israfsız ölçülerle bir tenasüb, bir müvazene, bir
(Ş:211) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
yerleştiren, mikroptan gergedana, sinekten simurga kuşuna, bir çiçekli nebattan milyarlar,
trilyonlarla çiçekler açan bahar çiçeğine kadar, israfsız ölçülerle bir tenasüb, bir müvazene, bir
intizam ve bir cemal içinde masnuatı bir hüsn-ü san'at yapan ve her zîhayatın hukuk-u
hayatını kemal-i mizanla veren; iyiliklere güzel neticeler ve fenalıklara fena neticeler verdiren
ve Âdem zamanından beri tâgi ve zalim kavimlere vurduğu tokatlarla kendini pek kuvvetli
ihsas ettiren bir adalet-i sermediye, elbette ve hiç şübhe getirmez ki: Güneş gündüzsüz
olmadığı gibi; o hikmet-i ezeliye, o adalet-i sermediye âhiretsiz olmazlar ve ölümde en
zalimlerin ve en mazlumların bir tarzda gitmelerindeki akibetsiz bir dehşetli haksızlığa,
adaletsizliğe ve hikmetsizliğe hiçbir veçhile müsaade etmezler diye "Hakîm" ve "Hakem" ve
"Adl" ve "Âdil" isimleri bizim sualimize kat'î cevab veriyorlar.
Hem madem bütün zîhayat mahlukların elleri yetişmediği ve iktidarları dairesinde
olmayan bütün hacatlarını, bütün fıtrî matlablarını bir nevi dua bulunan istidad-ı fıtrî ve
ihtiyac-ı zarurî dilleriyle istedikleri vakitte, gayet rahîm ve işitici ve şefkatli bir dest-i gaybî
tarafından verildiğinden ve ihtiyarî olan daavat-ı insaniyenin, hususan havasların ve nebilerin
dualarının on adedden altı-yedisi hilaf-ı âdet makbul olmasından kat'î anlaşılıyor ki: Her
MAXQDA 2020 24.12.2022
dertlinin âhını, her muhtacın duasını işiten ve dinleyen bir Semî-i Mücîb perde arkasında var,
bakar ki; en küçük bir zîhayatın en küçük bir ihtiyacını görür ve en gizli bir âhını işitir, şefkat
eder, fiilen cevab verir, memnun eder. Elbette ve her halde hiçbir şübhe ihtimali kalmaz ki:
(Ş:211) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
yerleştiren, mikroptan gergedana, sinekten simurga kuşuna, bir çiçekli nebattan milyarlar,
trilyonlarla çiçekler açan bahar çiçeğine kadar, israfsız ölçülerle bir tenasüb, bir müvazene, bir
intizam ve bir cemal içinde masnuatı bir hüsn-ü san'at yapan ve her zîhayatın hukuk-u
hayatını kemal-i mizanla veren; iyiliklere güzel neticeler ve fenalıklara fena neticeler verdiren
ve Âdem zamanından beri tâgi ve zalim kavimlere vurduğu tokatlarla kendini pek kuvvetli
ihsas ettiren bir adalet-i sermediye, elbette ve hiç şübhe getirmez ki: Güneş gündüzsüz
olmadığı gibi; o hikmet-i ezeliye, o adalet-i sermediye âhiretsiz olmazlar ve ölümde en
zalimlerin ve en mazlumların bir tarzda gitmelerindeki akibetsiz bir dehşetli haksızlığa,
adaletsizliğe ve hikmetsizliğe hiçbir veçhile müsaade etmezler diye "Hakîm" ve "Hakem" ve
"Adl" ve "Âdil" isimleri bizim sualimize kat'î cevab veriyorlar.
Hem madem bütün zîhayat mahlukların elleri yetişmediği ve iktidarları dairesinde
olmayan bütün hacatlarını, bütün fıtrî matlablarını bir nevi dua bulunan istidad-ı fıtrî ve
ihtiyac-ı zarurî dilleriyle istedikleri vakitte, gayet rahîm ve işitici ve şefkatli bir dest-i gaybî
tarafından verildiğinden ve ihtiyarî olan daavat-ı insaniyenin, hususan havasların ve nebilerin
dualarının on adedden altı-yedisi hilaf-ı âdet makbul olmasından kat'î anlaşılıyor ki: Her
dertlinin âhını, her muhtacın duasını işiten ve dinleyen bir Semî-i Mücîb perde arkasında var,
bakar ki; en küçük bir zîhayatın en küçük bir ihtiyacını görür ve en gizli bir âhını işitir, şefkat
eder, fiilen cevab verir, memnun eder. Elbette ve her halde hiçbir şübhe ihtimali kalmaz ki:
karşıya hayalen getirilip bakılsa, haşrin ve neşrin bin misalini ve bin delilini iki bin baharda
(1) gösterdiği görülecek. Ve böyle bir kudretten haşr-i cismanîyi uzak görmek, bin derece
körlük ve akılsızlıktır.
tereşşuhunu göstermekle davayı kazandığı halde; onu nefy ve inkâr eden, bütün kâinatı ve
ezelden ebede kadar zamanları görmek ve göstermekle ancak inkârını ve nefyini isbat ile
davayı kazanabilir. Ve bu ehemmiyetli sırdandır ki; hususî bir yere bakmayan ve imanî
hakikatlar gibi umum kâinata bakan nefyler, inkârlar (zâtında muhal olmamak şartıyla) isbat
edilmez diye ehl-i tahkik ittifak edip bir düstur-u esasî kabul etmişler.
İşte bu kat'î hakikata binaen binler feylesofların muhalif fikirleri, böyle imanî
mes'elelerde birtek muhbir-i sadıka karşı hiçbir şübhe hattâ vesvese vermemek lâzım iken,
yüzyirmi bin isbat edici ehl-i ihtisas ve muhbir-i sadıkın ve hadsiz ve nihayetsiz müsbit ve
mütehassıs ehl-i hakikat ve ashab-ı tahkikin ittifak ettikleri erkân-ı imaniyede, aklı gözüne
inmiş, kalbsiz, maneviyattan uzaklaşmış, körleşmiş birkaç feylesofun inkârlarıyla şübheye
düşmenin ne kadar ahmaklık ve divanelik olduğunu kıyas ediniz.
Hem madem gözümüzle, gündüz gibi; hem nefsimizde, hem etrafımızda bir rahmet-i
âmme ve bir hikmet-i şamile ve bir inayet-i daime müşahede ediyoruz ve dehşetli bir saltanat-
ı rububiyet ve dikkatli bir adalet-i âliye ve izzetli icraat-ı celaliyenin âsârını ve cilvelerini
görüyoruz. Hattâ bir ağacın meyveleri ve çiçekleri sayısınca o ağaca hikmetler takan bir
hikmet ve herbir insanın cihazatı ve hissiyatı ve kuvveleri adedince ihsanları, in'amları ona
bağlamış bir rahmet ve Kavm-i Nuh ve Hud ve Sâlih Aleyhimüsselâm ve Kavm-i Âd ve
Semud ve Firavun gibi âsi milletlere tokat vuran ve en küçük bir zîhayatın hakkını
--- sh:»(Ş:214) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
İşte bu kat'î hakikata binaen binler feylesofların muhalif fikirleri, böyle imanî
mes'elelerde birtek muhbir-i sadıka karşı hiçbir şübhe hattâ vesvese vermemek lâzım iken,
yüzyirmi bin isbat edici ehl-i ihtisas ve muhbir-i sadıkın ve hadsiz ve nihayetsiz müsbit ve
mütehassıs ehl-i hakikat ve ashab-ı tahkikin ittifak ettikleri erkân-ı imaniyede, aklı gözüne
inmiş, kalbsiz, maneviyattan uzaklaşmış, körleşmiş birkaç feylesofun inkârlarıyla şübheye
düşmenin ne kadar ahmaklık ve divanelik olduğunu kıyas ediniz.
Hem madem gözümüzle, gündüz gibi; hem nefsimizde, hem etrafımızda bir rahmet-i
âmme ve bir hikmet-i şamile ve bir inayet-i daime müşahede ediyoruz ve dehşetli bir saltanat-
ı rububiyet ve dikkatli bir adalet-i âliye ve izzetli icraat-ı celaliyenin âsârını ve cilvelerini
görüyoruz. Hattâ bir ağacın meyveleri ve çiçekleri sayısınca o ağaca hikmetler takan bir
hikmet ve herbir insanın cihazatı ve hissiyatı ve kuvveleri adedince ihsanları, in'amları ona
bağlamış bir rahmet ve Kavm-i Nuh ve Hud ve Sâlih Aleyhimüsselâm ve Kavm-i Âd ve
Semud ve Firavun gibi âsi milletlere tokat vuran ve en küçük bir zîhayatın hakkını
--- sh:»(Ş:214) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
muhafaza eden izzetli ve inayetli bir adalet ve
İşte bu kat'î hakikata binaen binler feylesofların muhalif fikirleri, böyle imanî
mes'elelerde birtek muhbir-i sadıka karşı hiçbir şübhe hattâ vesvese vermemek lâzım iken,
yüzyirmi bin isbat edici ehl-i ihtisas ve muhbir-i sadıkın ve hadsiz ve nihayetsiz müsbit ve
mütehassıs ehl-i hakikat ve ashab-ı tahkikin ittifak ettikleri erkân-ı imaniyede, aklı gözüne
inmiş, kalbsiz, maneviyattan uzaklaşmış, körleşmiş birkaç feylesofun inkârlarıyla şübheye
düşmenin ne kadar ahmaklık ve divanelik olduğunu kıyas ediniz.
Hem madem gözümüzle, gündüz gibi; hem nefsimizde, hem etrafımızda bir rahmet-i
âmme ve bir hikmet-i şamile ve bir inayet-i daime müşahede ediyoruz ve dehşetli bir saltanat-
ı rububiyet ve dikkatli bir adalet-i âliye ve izzetli icraat-ı celaliyenin âsârını ve cilvelerini
görüyoruz. Hattâ bir ağacın meyveleri ve çiçekleri sayısınca o ağaca hikmetler takan bir
hikmet ve herbir insanın cihazatı ve hissiyatı ve kuvveleri adedince ihsanları, in'amları ona
bağlamış bir rahmet ve Kavm-i Nuh ve Hud ve Sâlih Aleyhimüsselâm ve Kavm-i Âd ve
Semud ve Firavun gibi âsi milletlere tokat vuran ve en küçük bir zîhayatın hakkını
--- sh:»(Ş:214) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
muhafaza eden izzetli ve inayetli bir adalet ve
ne vakit Hazret-i İsrafil Aleyhisselâm'ın borusuyla o kışlalarda ölüm ile yatanlar çağırılsa,
derhal cesed libaslarını giyip dışarı fırlamalarını isbat edip gösteren her baharda arz kışlası
içindekiler, melek-i ra'dın borusuyla aynı vaziyeti göstermesiyle nihayetsiz azameti anlaşılan
bir saltanat-ı rububiyet; elbette ve elbette ve her halde ve hiç şübhe getirmez ki, -Onuncu
Söz'de isbatına binaen- o rahmet ve hikmet ve inayet ve adalet ve saltanat-ı sermediyenin
gayet kat'î istedikleri dâr-ı âhiret ve daire-i haşr ü neşrin açılmamasıyla o nihayetsiz cemal-i
rahmet nihayetsiz bir çirkin merhametsizliğe inkılab etmesi ve o hadsiz kemal-i hikmet,
hadsiz kusurlu abesiyete ve faydasız israfata dönmesi ve o gayet şirin inayet, gayet acı
ihanetlere değişmesi ve o gayet mizanlı ve hakkaniyetli adalet, gayet şiddetli zulümlere
kalbolması ve o gayet derecede haşmetli ve kuvvetli saltanat-ı sermediye sukut etmesi ve
haşrin gelmemesiyle bütün haşmeti kaybolması ve kemalât-ı rububiyeti acz ve kusur ile
lekedar olması, hiçbir cihet-i imkânı yok; hiçbir akıl ihtimal vermez, yüz muhal içinde birden
bulunur, daire-i imkân haricinde bâtıl ve mümteni'dir. Çünki nazenin ve nazdar beslediği ve
akıl ve kalb gibi cihazatla saadet-i ebediyeye ve âhirette beka-i daimîye iştiyak hissini verdiği
halde onu ebedî i'dam etmek, ne kadar gadirli bir merhametsizlik ve onun yalnız dimağına
yüzer hikmetler ve faydalar taktığı halde onu dirilmemek üzere bütün cihazatını ve binler
faideleri bulunan istidadatını akibetsiz bir ölümle faidesiz, neticesiz, hikmetsiz bütün bütün
israf etmek ne derece hilaf-ı hikmet ve binler va'd ü ahidlerini yerine getirmemek ile -hâşâ-
aczini ve cehlini göstermek, ne kadar o haşmet-i saltanata ve o kemal-i rububiyete zıddır, her
zîşuur anlar. Bunlara kıyasen, inayet ve adaleti tatbik eyle.
Nasılki iki kışlada yatan ve duran muti' askerler, bir kumandanın çağırmasıyla silâh
başına ve vazife başına boru sesiyle gelmeleri gibi, aynen öyle de: Bu iki kışlanın misalinde
ve emre itaatında koca semavat ve küre-i arz, Sultan-ı Ezelî'nin askerlerine iki muti' kışla gibi,
ne vakit Hazret-i İsrafil Aleyhisselâm'ın borusuyla o kışlalarda ölüm ile yatanlar çağırılsa,
derhal cesed libaslarını giyip dışarı fırlamalarını isbat edip gösteren her baharda arz kışlası
içindekiler, melek-i ra'dın borusuyla aynı vaziyeti göstermesiyle nihayetsiz azameti anlaşılan
bir saltanat-ı rububiyet; elbette ve elbette ve her halde ve hiç şübhe getirmez ki, -Onuncu
Söz'de isbatına binaen- o rahmet ve hikmet ve inayet ve adalet ve saltanat-ı sermediyenin
gayet kat'î istedikleri dâr-ı âhiret ve daire-i haşr ü neşrin açılmamasıyla o nihayetsiz cemal-i
rahmet nihayetsiz bir çirkin merhametsizliğe inkılab etmesi ve o hadsiz kemal-i hikmet,
hadsiz kusurlu abesiyete ve faydasız israfata dönmesi ve o gayet şirin inayet, gayet acı
ihanetlere değişmesi ve o gayet mizanlı ve hakkaniyetli adalet, gayet şiddetli zulümlere
kalbolması ve o gayet derecede haşmetli ve kuvvetli saltanat-ı sermediye sukut etmesi ve
haşrin gelmemesiyle bütün haşmeti kaybolması ve kemalât-ı rububiyeti acz ve kusur ile
lekedar olması, hiçbir cihet-i imkânı yok; hiçbir akıl ihtimal vermez, yüz muhal içinde birden
bulunur, daire-i imkân haricinde bâtıl ve mümteni'dir. Çünki nazenin ve nazdar beslediği ve
akıl ve kalb gibi cihazatla saadet-i ebediyeye ve âhirette beka-i daimîye iştiyak hissini verdiği
halde onu ebedî i'dam etmek, ne kadar gadirli bir merhametsizlik ve onun yalnız dimağına
yüzer hikmetler ve faydalar taktığı halde onu dirilmemek üzere bütün cihazatını ve binler
faideleri bulunan istidadatını akibetsiz bir ölümle faidesiz, neticesiz, hikmetsiz bütün bütün
israf etmek ne derece hilaf-ı hikmet ve binler va'd ü ahidlerini yerine getirmemek ile -hâşâ-
aczini ve cehlini göstermek, ne kadar o haşmet-i saltanata ve o kemal-i rububiyete zıddır, her
zîşuur anlar. Bunlara kıyasen, inayet ve adaleti tatbik eyle.
--- sh:»
Nasılki iki kışlada yatan ve duran muti' askerler, bir kumandanın çağırmasıyla silâh
başına ve vazife başına boru sesiyle gelmeleri gibi, aynen öyle de: Bu iki kışlanın misalinde
ve emre itaatında koca semavat ve küre-i arz, Sultan-ı Ezelî'nin askerlerine iki muti' kışla gibi,
ne vakit Hazret-i İsrafil Aleyhisselâm'ın borusuyla o kışlalarda ölüm ile yatanlar çağırılsa,
derhal cesed libaslarını giyip dışarı fırlamalarını isbat edip gösteren her baharda arz kışlası
içindekiler, melek-i ra'dın borusuyla aynı vaziyeti göstermesiyle nihayetsiz azameti anlaşılan
bir saltanat-ı rububiyet; elbette ve elbette ve her halde ve hiç şübhe getirmez ki, -Onuncu
Söz'de isbatına binaen- o rahmet ve hikmet ve inayet ve adalet ve saltanat-ı sermediyenin
gayet kat'î istedikleri dâr-ı âhiret ve daire-i haşr ü neşrin açılmamasıyla o nihayetsiz cemal-i
rahmet nihayetsiz bir çirkin merhametsizliğe inkılab etmesi ve o hadsiz kemal-i hikmet,
hadsiz kusurlu abesiyete ve faydasız israfata dönmesi ve o gayet şirin inayet, gayet acı
ihanetlere değişmesi ve o gayet mizanlı ve hakkaniyetli adalet, gayet şiddetli zulümlere
kalbolması ve o gayet derecede haşmetli ve kuvvetli saltanat-ı sermediye sukut etmesi ve
haşrin gelmemesiyle bütün haşmeti kaybolması ve kemalât-ı rububiyeti acz ve kusur ile
lekedar olması, hiçbir cihet-i imkânı yok; hiçbir akıl ihtimal vermez, yüz muhal içinde birden
bulunur, daire-i imkân haricinde bâtıl ve mümteni'dir. Çünki nazenin ve nazdar beslediği ve
akıl ve kalb gibi cihazatla saadet-i ebediyeye ve âhirette beka-i daimîye iştiyak hissini verdiği
halde onu ebedî i'dam etmek, ne kadar gadirli bir merhametsizlik ve onun yalnız dimağına
yüzer hikmetler ve faydalar taktığı halde onu dirilmemek üzere bütün cihazatını ve binler
faideleri bulunan istidadatını akibetsiz bir ölümle faidesiz, neticesiz, hikmetsiz bütün bütün
israf etmek ne derece hilaf-ı hikmet ve binler va'd ü ahidlerini yerine getirmemek ile -hâşâ-
aczini ve cehlini göstermek, ne kadar o haşmet-i saltanata ve o kemal-i rububiyete zıddır, her
zîşuur anlar. Bunlara kıyasen, inayet ve adaleti tatbik eyle.
--- sh:»
Nasılki iki kışlada yatan ve duran muti' askerler, bir kumandanın çağırmasıyla silâh
başına ve vazife başına boru sesiyle gelmeleri gibi, aynen öyle de: Bu iki kışlanın misalinde
ve emre itaatında koca semavat ve küre-i arz, Sultan-ı Ezelî'nin askerlerine iki muti' kışla gibi,
ne vakit Hazret-i İsrafil Aleyhisselâm'ın borusuyla o kışlalarda ölüm ile yatanlar çağırılsa,
derhal cesed libaslarını giyip dışarı fırlamalarını isbat edip gösteren her baharda arz kışlası
içindekiler, melek-i ra'dın borusuyla aynı vaziyeti göstermesiyle nihayetsiz azameti anlaşılan
bir saltanat-ı rububiyet; elbette ve elbette ve her halde ve hiç şübhe getirmez ki, -Onuncu
Söz'de isbatına binaen- o rahmet ve hikmet ve inayet ve adalet ve saltanat-ı sermediyenin
gayet kat'î istedikleri dâr-ı âhiret ve daire-i haşr ü neşrin açılmamasıyla o nihayetsiz cemal-i
rahmet nihayetsiz bir çirkin merhametsizliğe inkılab etmesi ve o hadsiz kemal-i hikmet,
hadsiz kusurlu abesiyete ve faydasız israfata dönmesi ve o gayet şirin inayet, gayet acı
ihanetlere değişmesi ve o gayet mizanlı ve hakkaniyetli adalet, gayet şiddetli zulümlere
kalbolması ve o gayet derecede haşmetli ve kuvvetli saltanat-ı sermediye sukut etmesi ve
haşrin gelmemesiyle bütün haşmeti kaybolması ve kemalât-ı rububiyeti acz ve kusur ile
lekedar olması, hiçbir cihet-i imkânı yok; hiçbir akıl ihtimal vermez, yüz muhal içinde birden
bulunur, daire-i imkân haricinde bâtıl ve mümteni'dir. Çünki nazenin ve nazdar beslediği ve
akıl ve kalb gibi cihazatla saadet-i ebediyeye ve âhirette beka-i daimîye iştiyak hissini verdiği
halde onu ebedî i'dam etmek, ne kadar gadirli bir merhametsizlik ve onun yalnız dimağına
yüzer hikmetler ve faydalar taktığı halde onu dirilmemek üzere bütün cihazatını ve binler
faideleri bulunan istidadatını akibetsiz bir ölümle faidesiz, neticesiz, hikmetsiz bütün bütün
israf etmek ne derece hilaf-ı hikmet ve binler va'd ü ahidlerini yerine getirmemek ile -hâşâ-
aczini ve cehlini göstermek, ne kadar o haşmet-i saltanata ve o kemal-i rububiyete zıddır, her
zîşuur anlar. Bunlara kıyasen, inayet ve adaleti tatbik eyle.
--- sh:»
MAXQDA 2020 24.12.2022
h¬'À²!«: ismine mazhar olan meyvesi ise, çekirdekleriyle o ağacın işlediği bütün fıtrî
vazifelerinin fihristesini ve amellerinin listesini ve hayat-ı sâniyesinin düsturlarını ihtiva eden
bir sandukçadır ki, a'zamî derecede hafîziyete şehadet eder.
h¬;@ÅP7!«: ismine mazhar olan o ağacın suret-i cismaniyesi ise, öyle tenasüblü ve san'atlı ve
süslü bir hulle, bir libas ve ayrı ayrı nakışlar ve zînetler ve yaldızlı nişanlar ile tezyin edilmiş;
güya yetmiş renkli bir huri elbisesidir ki, hafîziyet içinde azamet-i kudret ve kemal-i hikmet
ve cemal-i rahmeti gözlere gösterir.
w¬0@«A²7!«: ismine âyine olan o ağacın içindeki makinesi ise, öyle muntazam ve mükemmel
ve mu'cizatlı bir fabrika, bir tezgâh, bir kimyahane ve hiçbir dalı ve meyveyi ve yaprağı
gıdasız bırakmayan mizanlı bir kazan-ı erzaktır ki; hafîziyet içinde kemal-i kudret ve adalet ve
cemal-i rahmet ve hikmeti güneş gibi isbat eder.
Aynen öyle de, küre-i arz, senevî mevsimler cihetinde bir ağaçtır.
işlediği vazifelerin küçücük sahife-i amelleri ve defter-i hidematıdır ki, bilbedahe bir Hafîz-i
Zülcelali Vel'ikram'ın hadsiz kudret, adalet, hikmet, rahmet ile iş gördüğünü gösteriyor.
Ve senevî zemin ağacının âhiri ise, ikinci güzde o ağacın gördüğü bütün vazifelerini ve
esma-i İlahiyeye karşı ettiği bütün fıtrî tesbihatlarını ve gelecek bahar haşrinde neşir olabilen
bütün sahaif-i a'mallerini, zerrecik ve küçücük kutucukların içine koyup, Hafîz-i Zülcelal'in
dest-i hikmetine teslim eder. h¬'À²! «x; ismini hadsiz dillerle kâinat yüzünde okur.
--- sh:
giyen zemin yüzünün milyarlar dal, budak, meyve veren ve çiçek açan ağacının teşkilâtına
dair İlahî emirlerin mecmuacıkları ve kaderden gelen düsturların listeleri ve geçen yazın
işlediği vazifelerin küçücük sahife-i amelleri ve defter-i hidematıdır ki, bilbedahe bir Hafîz-i
Zülcelali Vel'ikram'ın hadsiz kudret, adalet, hikmet, rahmet ile iş gördüğünü gösteriyor.
Ve senevî zemin ağacının âhiri ise, ikinci güzde o ağacın gördüğü bütün vazifelerini ve
esma-i İlahiyeye karşı ettiği bütün fıtrî tesbihatlarını ve gelecek bahar haşrinde neşir olabilen
bütün sahaif-i a'mallerini, zerrecik ve küçücük kutucukların içine koyup, Hafîz-i Zülcelal'in
dest-i hikmetine teslim eder. h¬'À²! «x; ismini hadsiz dillerle kâinat yüzünde okur.
işlediği vazifelerin küçücük sahife-i amelleri ve defter-i hidematıdır ki, bilbedahe bir Hafîz-i
Zülcelali Vel'ikram'ın hadsiz kudret, adalet, hikmet, rahmet ile iş gördüğünü gösteriyor.
Ve senevî zemin ağacının âhiri ise, ikinci güzde o ağacın gördüğü bütün vazifelerini ve
esma-i İlahiyeye karşı ettiği bütün fıtrî tesbihatlarını ve gelecek bahar haşrinde neşir olabilen
bütün sahaif-i a'mallerini, zerrecik ve küçücük kutucukların içine koyup, Hafîz-i Zülcelal'in
dest-i hikmetine teslim eder. h¬'À²! «x; ismini hadsiz dillerle kâinat yüzünde okur.
--
alınan her amelinden muhasebe ve sorguya çekilecek. Ve dâr-ı bekada saadet-i ebediye
ziyafetgâhının ve şekavet-i daime hapishanesinin kapıları açılacak. Ve bu âlemde çok taifelere
kumandanlık yapan ve karışan ve bazan karıştıran bir zabit, toprağa girip her amelinden sual
olunmamak ve uyandırılmamak üzere yatıp saklanmayacaktır.
Yoksa sineğin sesini işitip hakk-ı hayatını vermekle fiilen cevab verdiği halde, gök
gürültüsü kuvvetinde bekaya ait hadsiz hukuk-u insaniyenin, mezkûr yirmi hakikatlar lisanları
ile edilen ve arşı ve ferşi çınlatan dualarını işitmemek ve o hadsiz hukuku zayi' etmek ve sinek
kanadının intizamı şehadetiyle sinek kanadı kadar israf etmeyen bir hikmet, bütün o
hakikatların bağlandıkları insanî istidadatı ve ebede uzanan emelleri ve arzuları ve o istidad ve
arzuları besleyen kâinatın pek çok rabıtalarını ve hakikatlarını bütün bütün israf etmek öyle
bir haksızlıktır ve imkân haricinde ve zalimane bir çirkinliktir ki; Hak ve Hafîz ve Hakîm ve
Cemil ve Rahîm isimlerine şehadet eden bütün mevcudat onu reddeder. Yüz derece muhal ve
bin vecihle mümteni'dir derler. İşte biz Hâlıkımızdan haşre dair sorduğumuz suale, Hak,
Hafîz, Hakîm, Cemil, Rahîm isimleri cevab verip derler: "Biz, hak ve hakikat olduğumuz gibi
ve hem bize şehadet eden mevcudatın tahakkuku misillü, haşir haktır ve muhakkaktır."
MAXQDA 2020 24.12.2022
Ve
pek çok hikmetleri ve âlem-i bekaya ait hizmetleri var. Ve zebani gibi pek çok zîhayatın
celaldarane meskenleridir.
İkinci Nükte: Cehennem'in vücudu ve şiddetli azabı, hadsiz rahmete ve hakikî adalete
ve israfsız, mizanlı hikmete zıddiyeti yoktur. Belki rahmet ve adalet ve hikmet, onun
vücudunu isterler. Çünki nasıl bin masumların hukukunu çiğneyen bir zalimi cezalandırmak
ve yüz mazlum hayvanları parçalayan bir canavarı öldürmek, adalet içinde mazlumlara bin
rahmettir. Ve o zalimi afvetmek ve canavarı serbest bırakmak, bir tek yolsuz merhamete
mukabil yüzer bîçarelere yüzer merhametsizliktir. Aynen öyle de; Cehennem hapsine
girenlerden olan kâfir-i mutlak, küfrüyle hem esma-i İlahiyenin hukukuna inkâr ile tecavüz,
hem o esmaya şehadet eden mevcudatın şehadetlerini tekzib ile hukuklarına tecavüz ve
mahlukatın o esmaya karşı tesbihkârane yüksek vazifelerini inkâr etmekle hukuklarına
tecavüz ve kâinatın gaye-i hilkati ve bir sebeb-i vücudu ve bekası olan tezahür-ü rububiyet-i
ve şuhuda binaen onlarca kat'iyyet kesbeden Cehennem'den bizi hıfzeyle demeleri gösteriyor
ki; nev'-i beşerin en büyük mes'elesi Cehennem'den kurtulmaktır. Ve kâinatın pekçok
ehemmiyetli ve muazzam ve dehşetli bir hakikatı Cehennem'dir ki; bir kısım o ehl-i şuhud ve
keşif ve tahkik onu müşahede eder. Ve bir kısmı tereşşuhatını ve gölgelerini görür,
dehşetinden feryad ederler. "Bizi ondan kurtar" derler.
Evet bu kâinatta hayır-şer, lezzet-elem, ziya-zulmet, hararet-bürudet, güzellik-çirkinlik,
hidayet-dalalet birbirine karşı gelmesi ve içine girmesi, pek büyük bir hikmet içindir. Çünki
şer olmazsa, hayır bilinmez. Elem olmazsa, lezzet anlaşılmaz. Zulmetsiz ziya, ehemmiyeti
olmaz. Soğukla, hararetin dereceleri tahakkuk eder.
--
Birinci Nokta: İman-ı Billah, kendi hüccetleriyle hem sair rükünlerini, hem iman-ı
bil'âhireti isbat eder ki; Meyve Risalesi'nin Yedinci Mes'elesinde güzelce göstermiş. Evet bu
hadsiz kâinatı bir saray, bir şehir, bir memleket gibi bütün levazımı ile idare eden ve mizan ve
intizam dairesinde çeviren ve hikmetlerle değiştiren ve zerratı ve seyyaratı ve sinekleri ve
yıldızları birer muntazam ordu gibi beraber techiz ve idare eden ve emir ve iradesi dairesinde
mütemadiyen bir ulvî manevra içinde talim ve tavzifatla faaliyete ve seyr ü cevelana ve
ubudiyetkârane bir resm-i küşada ve seyahata getiren ezelî ve bâki bir saltanat-ı rububiyet ve
ebedî ve daimî bir hâkimiyet-i uluhiyet, hiç mümkün müdür ve hiç akıl kabul eder mi ve
hiçbir ihtimal var mı ki, o ebedî ve sermedî ve bâki ve daimî saltanatın bâki bir makarrı ve
daimî bir medarı ve sermedî bir mazharı olan dâr-ı âhiret olmasın? Bin defa hâşâ!
Demek Cenab-ı Hakk'ın saltanat-ı rububiyeti ve -Yedinci Mes'ele'de beyan edildiği gibi-
ekser isimleri ve vücub-u vücudunun hüccetleri, âhirete şehadet ederler ve isterler. Ve bu
kutb-u imanî ne kadar kuvvetli bir nokta-i istinadı var.. gör, bil, görür gibi inan.
Demek iman-ı billah bütün hüccetleriyle, Kur'an'ın kelâmullah olduğunu isbat ediyor.
Hem hiç mümkün müdür ki; zeminin yüzünü mütemadiyen zîhayatlarla doldurup
boşaltan ve kendini tanıttırmak ve ibadet ve tesbihat ettirmek için bu dünyamızı zîşuurlarla
şenlendiren bir Sultan-ı Zülcelal, semavatı ve yıldızları boş ve hâlî bıraksın; onlara münasib
ahaliyi yaratıp, o semavî saraylarda iskân etmesin ve saltanat-ı rububiyetini en büyük
MAXQDA 2020 24.12.2022
Ramazan-ı Şerifte Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ı okurken Risale-i Nur'a işaretleri Birinci
Şua'da beyan olunan otuzüç âyetten hangisi gelse bakıyorum ki, o âyetin sahifesi ve yaprağı
ve kıssası dahi Risale-i Nur'a ve şakirdlerine kıssadan hisse almak noktasında bir derece
bakıyor. Hususan Sure-i Nur'dan âyât-ün nur, on parmakla Risale-i Nur'a baktığı gibi,
arkasındaki âyât-ı zulümat dahi muarızlarına tam bakıyor ve ziyade hisse veriyor. Âdeta o
makam, cüz'iyetten çıkıp külliyet kesbeder ve bu asırda o külliyetin tam bir ferdi Risale-i
(1): Denizli hapsinin meyvesine Onuncu Mes'ele olarak Emirdağı'nın ve bu Ramazan-ı Şerifin nurlu bir
küçük
çiçeğidir. Tekrarat-ı Kur'aniyenin bir hikmetini beyanla, ehl-i dalaletin ufunetli ve zehirli evhamlarını
izale eder.
--- sh:»(Ş:244) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Evet nazar-ı gaflet ve dalalette, vahşetli ve dehşetli bir ademistan ve elîm ve mahvolmuş
bir mezaristan olan bütün geçmiş zaman ve ölmüş karnlar ve asırlar; canlı birer sahife-i ibret
ve baştan başa ruhlu, hayatdar bir acib âlem ve mevcud ve bizimle münasebetdar bir
memleket-i Rabbaniye suretinde sinema perdeleri gibi, kâh bizi o zamanlara, kâh o zamanları
yanımıza getirerek her asra ve her tabakaya gösterip yüksek bir i'caz ile dersini veren Kur'an-ı
Mu'ciz-ül Beyan aynı i'caz ile, nazar-ı dalalette camid, perişan, ölü, hadsiz bir vahşetgâh olan
ve firak ve zevalde yuvarlanan bu kâinatı bir kitab-ı Samedanî, bir şehr-i Rahmanî, bir
MAXQDA 2020 24.12.2022
meşher-i sun'-i Rabbanî olarak o camidatı canlandırıp birer vazifedar suretinde birbiriyle
konuşturup ve birbirinin imdadına koşturup nev'-i beşere ve cinn ve meleğe hakikî ve nurlu ve
zevkli hikmet dersleri veren bu Kur'an-ı Azîmüşşan'ın elbette her harfinde on ve yüz ve bazan
bin ve binler sevab bulunması ve bütün cinn ve ins toplansa onun mislini getirememesi ve
bütün benî-âdemle ve kâinatla tam yerinde konuşması ve her
--- sh:»(Ş:245) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
zaman milyonlar hâfızların kalblerinde zevk ile yazılması ve çok tekrarla ve kesretli
tekraratıyla usandırmaması ve çok iltibas yerleri ve cümleleri ile beraber çocukların nazik ve
basit kafalarında mükemmel yerleşmesi ve hastaların ve az sözden müteessir olan ve sekeratta
olanların kulağında mâ-i zemzem misillü hoş gelmesi gibi kudsî imtiyazları kazanır ve iki
cihanın saadetlerini kendi şakirdlerine kazandırır.
ihtilaf olan şeriatta ve ahkâmda ve teferruatın ve küllî kanunların menşe'leri ve sebebleri olan
cüz'iyatın beyanı lâzım geldiğinden o Medeniye sure ve âyetlerde ekseriyetle tafsil ve izah ve
sade üslûbla beyanat içinde Kur'ana mahsus emsalsiz bir tarz-ı beyanla, birden o cüz'î
teferruat
--- sh:»
"Hazret-i
Yusuf Aleyhisselâm, kardeşini bir hile ile alması" içinde °v[¬V«2 ¯v²V¬2 ›¬) ±¬u6 «»²x«4«: diye gayet
yüksek bir düsturun zikri, belâgatça münasebeti görünmüyor. Bunun sırrı ve hikmeti nedir?"
Elcevab: Herbiri birer küçük Kur'an olan ekser uzun sure ve mutavassıtlarda ve çok
sahife ve makamlarda yalnız iki-üç maksad değil, belki Kur'an mahiyeti, hem bir kitab-ı zikir
ve iman ve fikir, hem bir kitab-ı şeriat ve hikmet ve irşad gibi, çok kitabları ve ayrı ayrı
dersleri tazammun ederek rububiyet-i İlahiyenin herşeye ihatasını ve haşmetli tecelliyatını
ifade etmek cihetiyle, kâinat kitab-ı kebirinin bir nevi kıraatı olan Kur'an, elbette her
makamda, hattâ bazan bir sahifede çok maksadları takiben marifetullahtan ve tevhidin
mertebelerinden ve iman hakikatlarından ders verdiği haysiyetiyle, öbür makamda, meselâ
zahirce zaîf bir münasebetle, başka bir ders açar ve o zaîf münasebete çok kuvvetli
münasebetler iltihak ederler. O makama gayet mutabık olur, mertebe-i belâgatı yükseklenir.
yüksek bir düsturun zikri, belâgatça münasebeti görünmüyor. Bunun sırrı ve hikmeti nedir?"
Elcevab: Herbiri birer küçük Kur'an olan ekser uzun sure ve mutavassıtlarda ve çok
sahife ve makamlarda yalnız iki-üç maksad değil, belki Kur'an mahiyeti, hem bir kitab-ı zikir
ve iman ve fikir, hem bir kitab-ı şeriat ve hikmet ve irşad gibi, çok kitabları ve ayrı ayrı
dersleri tazammun ederek rububiyet-i İlahiyenin herşeye ihatasını ve haşmetli tecelliyatını
ifade etmek cihetiyle, kâinat kitab-ı kebirinin bir nevi kıraatı olan Kur'an, elbette her
makamda, hattâ bazan bir sahifede çok maksadları takiben marifetullahtan ve tevhidin
mertebelerinden ve iman hakikatlarından ders verdiği haysiyetiyle, öbür makamda, meselâ
zahirce zaîf bir münasebetle, başka bir ders açar ve o zaîf münasebete çok kuvvetli
MAXQDA 2020 24.12.2022
münasebetler iltihak ederler. O makama gayet mutabık olur, mertebe-i belâgatı yükseklenir.
İkinci Bir Sual:
mükâfat ve mücazatını binler defa isbat edip nazara vermenin ve her surede, her sahifede, her
makamda ders vermenin hikmeti nedir?"
Elcevab: Daire-i imkânda ve kâinatın sergüzeştine ait inkılablarda ve emanet-i kübrayı
ve hilafet-i arziyeyi omuzuna alan nev'-i beşerin şekavet ve saadet-i ebediyeye medar olan
vazifesine dair en ehemmiyetli, en büyük, en dehşetli mes'elelerinden en azametlilerini ders
vermek ve hadsiz şübheleri izale etmek ve gayet şiddetli inkârları ve inadları kırmak cihetinde
elbette o dehşetli inkılabları tasdik ettirmek ve o inkılabların azametinde büyük ve beşere en
--- sh:»
nefsinin tuğyanından kurtulmaya çalışmak hikmetiyle, Kur'an gayet manidar tekrar eder ve bu
derece kuvvet ve şiddet ve tekrar ile tehdidat-ı Kur'aniyeyi hakikatsız tevehhüm etmekten,
şeytan bile kaçar. Onları dinlemeyen münkirlere Cehennem azabı ayn-ı adalettir, diye
gösterir.
Hem meselâ: Asâ-yı Musa gibi çok hikmetleri ve faideleri bulunan kıssa-i Musa'nın
(A.S.) ve sair Enbiyanın (A.S.) kıssalarını çok tekrarında, risalet-i Ahmediyenin (A.S.M
şeytan bile kaçar. Onları dinlemeyen münkirlere Cehennem azabı ayn-ı adalettir, diye
gösterir.
Hem meselâ: Asâ-yı Musa gibi çok hikmetleri ve faideleri bulunan kıssa-i Musa'nın
(A.S.) ve sair Enbiyanın (A.S.
şeytan bile kaçar. Onları dinlemeyen münkirlere Cehennem azabı ayn-ı adalettir, diye
gösterir.
Hem meselâ: Asâ-yı Musa gibi çok hikmetleri ve faideleri bulunan kıssa-i Musa'nın
(A.S.) ve sair Enbiyanın (A.S.) kıssalarını çok tekrarında, risalet-i Ahmediyenin (A.S.M.)
hakkaniyetine bütün Enbiyanın nübüvvetlerini bir hüccet gösterip onların umumunu inkâr
edemeyen, bu zâtın risaletini hakikat noktasında inkâr edemez hikmetiyle ve herkes her vakit
bütün Kur'anı okumaya muktedir ve muvaffak olamadığından herbir uzun ve mutavassıt
sureyi birer küçük Kur'an hükmüne getirmek için ehemmiyetli erkân-ı imaniye gibi o kıssaları
tekrar etmesi, değil israf belki mukteza-yı belâgattır ve hâdise-i Muhammediye (A.S.
MAXQDA 2020 24.12.2022
"Emirdağı Çiçeği"ni aldık. Elhak takdir ve tahsine çok lâyık olan bu çiçeği kokladıkça
ruhumuzdaki iştiyak yükseldi. Dokuz aylık hapis sıkıntısına mukabil, Meyve'nin Dokuz
Mes'elesi nasıl beraetimize büyük bir vesile olmakla güzelliğini göstermiş ise, Onuncu
Mes'elesi olan çiçeği de Kur'anın îcazlı i'cazındaki hârikaları göstermekle o nisbette
güzelliğini göstermektedir.
Ve ehl-i dalaletin
dünyaları vahşet ve boşluk ve karanlıkla ağladıklarını gösterdi. Hayalim bu meyvenin
lezzetiyle mesrur iken, umum peygamberlere imanın pek çok meyvelerinden buna benzer
birtek meyvesini aldı, tattı. Birden, bütün geçmiş zamanlardaki enbiyalarla yaşamış gibi
onlara imanım ve tasdikim, o zamanları ışıklandırdı ve imanımı küllî yapıp genişlendirdi. Ve
âhirzaman peygamberimizin imana ait olan davalarına binler imza bastırdı, şeytanları
susturdu. Birden "Hikmet-ül İstiaze Lem'ası"nda kat'î cevabı bulunan bir sual kalbime geldi
ki: "Bu meyveler gibi hadsiz tatlı semereler ve faideler ve hasenatın gayet güzel neticeleri ve
menfaatleri ve Erhamürrâhimîn'in gayet merhametkârane tevfikleri ve inayetleri ehl-i hidayete
yardım edip kuvvet verdikleri halde, ehl-i dalalet neden çok defa galebe eder ve bazan
yirmisi, yüz tane ehl-i hidayeti perişan eder." diye, manen benden soruldu. Ve bu tefekkür
içinde, şeytanın gayet zaîf desiselerine karşı Kur'anın büyük tahşidatı ve melaikeleri ve
Cenab-ı Hakk'ın yardımını ehl-i imana göndermesi hatıra geldi. Risale-i Nur'un onun
hikmetini kat'î hüccetlerle izahına binaen, o sualin cevabına gayet kısa bir işaret ederiz:
tahribat ve dehşetli manevî yangınlar yaparlar. Evet bütün fenalıklar ve günahlar ve şerlerin
mâyesi ve esasları ademdir, tahribdir. Sureten vücudun altında, adem ve bozmak saklıdır. İşte
cinnÎ ve insî şeytanlar ve şerirler bu noktaya istinaden gayet zaîf bir kuvvetle hadsiz bir
kuvvete karşı dayanıp, ehl-i hak ve hakikatı Cenab-ı Hakk'ın dergâhına ilticaya ve kaçmaya
her vakit mecbur ettiğinden,
--- sh:»(Ş:259) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Kur'an onları himaye için büyük tahşidat yapar. Doksandokuz esma-i İlahiyeyi onların
ellerine verir
MAXQDA 2020 24.12.2022
İşte şimdi gel, iman nuruyla bu küllî ikinci meyveye bak ve tat; nasıl kâinatı baştan başa
şenlendirip, güzelleştirip bir mescid-i ekbere ve büyük bir ibadethaneye çeviriyor. Ve fen ve
felsefenin soğuk, hayatsız, zulmetli, dehşetli göstermelerine mukabil; hayatlı, şuurlu, ışıklı,
ünsiyetli, tatlı bir kâinat göstererek bâki hayatın bir cilve-i lezzetini ehl-i imana derecesine
göre dünyada dahi tattırır.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Tetimme: Nasılki vahdet ve ehadiyet sırrıyla kâinatın her tarafında aynı kudret, aynı
isim, aynı hikmet, aynı san'at bulunmasıyla Hâlık'ın vahdet ve tasarrufu ve icad ve rububiyeti
ve hallakıyet ve kudsiyeti, cüz'î-küllî herbir masnu'un hal dili ile ilân ediliyor. Aynen öyle de;
her tarafta melekleri halkedip her mahlukun
--- sh:»(Ş:265) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
"Sen yirmi
senedir birtek defa takkemizi başına koymadın, eski ve yeni mahkemelerin huzurunda başını
açmadın, eski kıyafetin ile bulundun. Halbuki onyedi milyon bu kıyafete girdi." Ben de
dedim: Onyedi milyon değil, belki yedi milyon da değil, belki rızasıyla ve kalben kabulüyle
ancak yedi bin Avrupaperest sarhoşların kıyafetlerine ruhsat-ı şer'iye ve cebr-i kanunî
cihetiyle girmektense; azimet-i şer'iye ve takva cihetiyle, yedi milyar zâtların kıyafetlerine
girmeyi tercih ederim. Benim gibi yirmibeş seneden beri hayat-ı içtimaiyeyi terkeden adama,
"İnad ediyor, bize muhaliftir."
--- sh:»
Nur şakirdleri gibi çok kudsî hizmette çok az zahmet çekenler olmamış. Evet, Cennet ucuz
değil. İki hayatı imha eden küfr-ü mutlaktan kurtarmak, bu zamanda pek çok ehemmiyetlidir.
Bir parça meşakkat olsa da, şevk ve şükür ve sabırla karşılamalı. Madem bizi çalıştıran
Hâlıkımız Rahîm ve Hakîm'dir; başa gelen herşeyi rıza ile, sevinç ile, rahmetine, hikmetine
itimad ile karşılamalıyız.
Kahraman bir kardeşimiz "Âyet-ül Kübra" mes'elesinde bütün mes'uliyeti kendine alıp
Hizb-i Kur'an'ı ve Hizb-i Nur'u ve kalemiyle
--- sh:»(Ş:297) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
MAXQDA 2020 24.12.2022
(Ş:317) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Kastamonu'da ehl-i takva bir zât, şekva tarzında dedi: "Ben sukut etmişim. Eski halimi
ve zevkleri ve nurları kaybetmişim." Ben de dedim:
görmeden, yalnız perde altında hissedip Maarif Vekilinin dehşetli püskürmesi ve hücumu,
Beşinci Şua ve Hücumat-ı Sitte'nin Zeyli gibi gayet şiddetli mahrem risaleleri en ehemmiyetli
makamat bilfiil tenkid için tedkik etmesi ve müdafaatımın ciddî, dokunaklı küfr-ü mutlaka
cür'etkârane darbeleri Ankara'nın bize karşı çok şiddetli davranmasını beklerken, mes'elenin
azametine nisbeten gayet mülayimane belki musalahakârane vaziyet almış. Ve bu cilve-i
inayetin bir hikmeti de şudur: Risale-i Nur'un umum memlekete alâkası cihetiyle, umumî bir
dershanede ve büyük makamatta dikkat ve merakla okunmasıdır. Evet bu zamanda
--- sh:»(Ş:342) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
rejimi ilmen kabul etmiyor diye bir suç olduğuna, dünyada adliyelerin bir kanunu
bulunmasına ihtimal vermiyoruz.
Elhasıl: Hayat-ı ebediyeyi mahveden ve hayat-ı dünyeviyeyi dehşetli bir zehire çeviren
ve lezzetini imha eden küfr-ü mutlakı otuz seneden beri köküyle kesen ve tabiiyyunun
dehşetli bir fikr-i küfrîlerini öldürmeğe muvaffak olan ve bu milletin iki hayatının saadet
MAXQDA 2020 24.12.2022
düsturlarını hârika hüccetleriyle parlak bir surette isbat eden ve Kur'anın hakikat-ı arşiyesine
dayanan Risale-i Nur, böyle küçük bir risalenin bir-iki maddesiyle değil, belki bin kusuru dahi
olsa onun binler büyük haseneleri onları affettirir diye dava ediyoruz ve isbatına da hazırız.
Üçüncü sual: Bir mektubun yirmi kelimesinde beş kelime kusurlu görülse, o beş kelime
sansür edilir. Mütebâkisine izin vermek bir düstur iken, Eskişehir Mahkemesi'nin dört ay
tedkikten sonra, yüzbin kelime içinde zahirî nazarda zararlı tevehhüm edilen yalnız onbeş
kelimeden başka bulmamasıyla ve heyet-i vekile de dört yüz sahifeli Zülfikar'ın yalnız iki
sahifesinde (şimdiki kanuna uygun olmamasından) otuz sene evvel yazılan iki âyetin
tefsirinden başka
--- sh:
--
ilişmemesi ve Denizli ve Ankara ehl-i vukufu onbeş sehivden başka ilişmemesiyle ve şimdiye
kadar yüzbinler adamın ıslahına vesile olmasıyla, vatana ve millete bin büyük menfaatı
tahakkuk eden Risale-i Nur'a, küçük bir hizmet eden veya kendi imanını kurtardığı için bir
risalesini yazan ve Emirdağı'nda garib ve ihtiyarlığıma şefkaten bana kardeşlik eden
Çalışkanlar gibi rıza-yı İlahî için bana hizmet eden bîçareleri iş mevsiminde ve dehşetli kışta
taht-ı tevkife almak, hükûmet-i cumhuriyenin hangi prensibiyle kabil-i tevfik olabilir? Ve
hangi kanunu, müsaade etmeğe imkânı var?
Madem cumhuriyet prensipleri hürriyet-i vicdan kanunu ile dinsizlere ilişmiyor, elbette
mümkün olduğu kadar dünyaya karışmayan ve ehl-i dünya ile mübareze etmeyen ve âhiretine
ve imanına ve vatanına dahi nâfi' bir tarzda çalışan dindarlara da ilişmemek gerektir ve
elzemdir. Bin seneden beri bu milletin gıda ve ilâç gibi bir hacet-i zaruriyesi olan takvayı ve
salahatı bu mazhar-ı enbiya olan Asya'da hükmeden ehl-i siyaset yasak etmez ve edemez
biliyoruz. Yirmi seneden beri münzevi yaşayan ve yirmi sene evvelki Said'in kafasıyla
sorduğu bu suallerde bu zamanın tarz-ı telakkisine uygun gelmeyen kusurlarına bakmamak
insaniyetin muktezasıdır.
Vatan ve millet ve asayişin menfaatı hesabına bunu da hatırlatmak bir vazife-i
"Telgrafla haber
verilecek." Fakat bir zaman sonra radyo çıkmış işittim. Eski cevabım tam değilmiş bildim.
Sekiz sene sonra Dâr-ül Hikmet'te iken dedim: "Şeytan gibi radyo ile dünyaya işittirecek."
Sonra Sedd-i Zülkarneyn ve Ye'cüc ve Me'cüc ve dabbet-ül arz ve Deccal ve nüzul-ü İsa
(A.S.) hakkında sualler sormuşlardı.
) hakkında sualler sormuşlardı. Ben de cevab vermiştim. Hattâ eski risalelerimde onlar
kısmen yazılmışlar. Bir zaman sonra Mustafa Kemal iki defa şifre ile, Van vilayetinin eski
valisi ve benim dostum Tahsin Bey'in vasıtasıyla beni -neşredilen Hutuvat-ı Sitte'ye
mükâfaten taltif için- Ankara'ya celb etti, gittim. Şeyh Sünusî Kürdçe lisanı bilmediğinden
beni onun yerinde üçyüz lira maaşla vilayat-ı şarkıye vaiz-i umumîsi, hem meb'us, hem
diyanet riyaseti dairesinde Dâr-ül Hikmet a'zalarıyla beraber eski vazifem ile memnun etmek
ve benim Van'da temelini attığım Medreset-üz Zehra ve şark dâr-ül fünunuma Sultan Reşad'ın
verdiği ondokuz bin altun lira -ikiyüz meb'us içinde yüzaltmışüç meb'usun imzasıyla-
yüzellibin banknota iblağ edilerek kabul edildiği halde; ben Beşinci Şua aslının verdiği
MAXQDA 2020 24.12.2022
haberin bir kısmını, orada bir adamda gördüm. Mecburiyetle o çok ehemmiyetli vazifeleri
bıraktım. Ve bu adamla başa çıkılmaz, mukabele edilmez diye, dünyayı ve siyaseti ve hayat-ı
içtimaiyeyi terk edip yalnız imanı kurtarmak yolunda vaktimi sarfettim. Fakat bazı zalim ve
insafsız memurlar, bana dünyaya bakacak iki-üç risaleyi
İşte ey müddeiumumî ve mahkeme a'zaları! Elli seneden beri bende olan bir fikrin
aksiyle, beni ittiham ediyorsunuz. Eğer lâik cumhuriyet soruyorsanız, ben biliyorum ki; lâik
manası, bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla, dinsizlere ve sefahetçilere
ilişmediği gibi dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükûmet telakki ederim. Yirmibeş
senedir hayat-ı siyasiye ve içtimaiyeden çekilmişim. Hükûmet-i cumhuriye ne hal kesbettiğini
bilmiyorum. El'iyazü billah, eğer dinsizlik hesabına, imanına ve âhiretine çalışanları mes'ul
edecek kanunları yapan ve kabul eden bir dehşetli şekle girmiş ise, bunu size bilâ-perva ilân
ve ihtar ederim ki: Bin canım
hissesi ancak bulunduğu halde- o hârika hakikatın ve o hâlis muhlis şahsiyetin bir mümessili
zannedip o teveccühü gösteriyorlar.
«•Åh«& «: «p²[«A²7! yÁV7! Åu«&«! âyetine dair yazılan, bankaya dair bir satır ve hem otuz
sene evvel ben Dâr-ül Hikmet'te iken İngiltere'nin Anglikan Kilisesi'nin baş papazının
Meşihat-ı İslâmiyeden sorduğu altı sual içinde bir satır kadar yazılan yazıların kaldırılarak
şimdiki kanun-u medenîye uygun gelmediği -iki sahife bir satır- bahanesiyle müsadere edilen
ve âlem-i İslâmca çok tahsin ile çok menfaatı bilfiil görülen ve üç rükn-ü imanîyi hârika bir
tarzda isbat eden o Zülfikar mecmuamızı iade etmesini rica edip istiyoruz ve hakkımızdır. Bir
mektubda beş kelime sansür edilse bâki kısmına izin verilmesi gibi, biz de kanunen
ehemmiyetli bu hakkımızı isteriz. Ve hakkımızda habbeleri kubbeler yapanların zulmünden
kurtarılmamızı, millet ve vatan ve asayişe Nurlarla hizmet eden Kur'an ve imanperverlerle
beraber taleb ederiz. Hem onsekiz sene evvel şiddetli bir zulme maruz olduğum hiddetli bir
zamanımda yazdığım Hücumat-ı Sitte'yi onsekiz seneden beri görmediğim gibi, mahrem
deyip neşrine izin vermemişim ve hem üç-dört mahkemenin eline geçmiş, o risaleyi
sahiblerine iade etmişlerdir.
müçtehidlerin ¬y¬A²E«. «: ¬y¬7³~ ]«V«2 «: duasında, "Seyyid olmayan fakat ehl-i takva bulunanlar, o
duada dâhildirler" dediklerinden, o umumî duada benim de bir hissem bulunması için
ricakârane bir tevildir. Yoksa o hatakârane mana hiç hatırıma gelmemiş.
56.
(Ş:418) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
69. Nur talebelerinin şapka giymeyerek bere giydikleri müşahede edilmiştir.
Nur talebelerinin umumu değil, ehl-i takva olanlar, hususan hayat-ı içtimaiye ile alâkası
az olanlar lüzumsuz, manasız, secdeye mani olan şapkayı giymediklerini medar-ı mes'uliyet
zanneden, kendisi hakikat ve adalet ve maslahat-ı millet nazarında mes'uldür.
70. Şapkanın küfür alâmeti olması ve sayılması bir iman haline geldiği gibi..
MAXQDA 2020 24.12.2022
Kırk sene evvel İstanbul ülemasına verdiğim cevabı, mahkemede beyan ettiğim gibi;
bütün ülema-i İslâmın istimal ettiği bir tabiri, yalnız bana isnad etmek ve bunu da bir iman
haline geldiği ile tabir etmek, hem İslâmiyete, hem ehl-i ilme, hem bana karşı bir ittiham
değil, divanecesine bir ihanettir. Ona iade ediyorum.
***
[Onlar bunu çok takdir etmeleri lâzım iken tenkid etmişler, suç mevzuu yapmışlar.]
"Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye'de aldığım maaştan çoğunu sarfetmiştim. Az bir kısmını
hacca gitmek için sakladım. O cüz'î para iktisad ve kanaat bereketiyle bana kâfi geldi. Yüz
suyumu döktürmedi. O mübarek paradan biraz daha var." deniliyor.
(Ş:453) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Yedincisi: Biz ve umum Nur Risaleleri, Denizli ve Ankara Ağır Cezalarının ve Temyiz
Mahkemelerinin ittifakıyla beraet ettiğimiz ve umum risale ve mektublarımızı bize iade
ettikleri ve Temyiz'in bozma kararında "Denizli beraetinde, faraza bir hata dahi olsa, o beraet
ve hüküm kat'iyyet kesbetmiş, daha tekrar muhakeme edilmez." dedikleri halde; ben
Emirdağı'nda üç sene münzevi ve iki-üç terzi çırağı nöbetle bana hizmet ve pek nâdir olarak
beş-on dakika bazı dindar zâtlardan başka zaruret olmadan konuşmayan ve tek bir yere
Nurlara teşvik için haftada birtek mektubdan başka göndermeyen ve kendi müftü kardeşine üç
senede üç mektubdan başka yazmayan ve yirmi-otuz seneden beri devam eden te'lifini
bırakan, yalnız bütün ehl-i Kur'an ve imana menfaatli yirmi sahifelik iki nükte, biri
Kur'andaki tekrarların hikmetini, diğeri melekler hakkında bazı mes'elelerden başka hiçbir
risale daha te'lif etmeyen, yalnız mahkemelerin iade ettikleri risalelerin büyük mecmualar
MAXQDA 2020 24.12.2022
yapılmasına ve eski harf ile tab'edilen Âyet-ül Kübra'nın beşyüz nüshası mahkeme tarafından
bize teslim edildiğinden ve teksir makinesi resmen yasak olmadığından, âlem-i İslâm'ın
istifadesi fikriyle kardeşlerime neşr için teksirine izin vererek onların tashihleri ile meşgul
olan ve kat'iyyen hiç bir siyasetle alâkadar olmayan ve memleketine gitmek için resmen izin
verildiği halde, bütün menfîlere muhalif olarak dünyaya ve siyasete karışmamak için sıkıntılı
bir gurbeti kabul edip memleketine gitmeyen bir adam hakkında, bu üçüncü ittihamnamedeki
asılsız isnadlar ve yalan bahisler ve yanlış manalar ile o adamı suçlu yapmağa çalışanda -
şimdilik söylemeyeceğim- dehşetli iki mana hükmettiğini, bu yirmi ayda bana karşı
muamelesi isbat ediyor. Ben de derim: Kabir ve sakar yeter, mahkeme-i kübraya havale
ediyorum.
²vU«7 °h²[«' «x;«: @®\²[«- !x;«h²U«# ²–«! ]«,«2 sırrına inayet-i İlahiye bizi mazhar etmiş ve madem
Medrese-i
Yusufiye'deki yeni kardeşlerimiz herkesten
--- sh:»(Ş:482) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
Herhalde bunu yeni hurufla beş-on nüsha çıkarmak lâzımdır, tâ Ankara makamatına
gönderilsin. Bizi tahliye ve tecziye etseler de hiç ehemmiyeti yok. Şimdi vazifemiz; o
müdafaattaki hakikatları hem hükûmete, hem adliyelere, hem millete bildirmektir. Belki de
kader-i İlahî bizi bu dershaneye sevketmesinin bir hikmeti de budur. Mümkün olduğu kadar
çabuk makine ile çıksın. Bizi bugün
--- sh:»(Ş:490) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
temelini attım. Birinci harbin patlamasıyla talebelerimi başıma toplayarak gönüllü alay
kumandanı olarak harbe iştirak ettim. Kafkas cephesinde, Bitlis'te esir düştüm. Esaretten
kurtularak İstanbul'a geldim. "Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye"ye a'za oldum. Mütareke zamanında,
istila kuvvetlerine karşı bütün mevcudiyetimle İstanbul'da çalıştım. Millî hükûmetin galibiyeti
üzerine, yaptığım hizmetler Ankara hükûmetince takdir edilerek Van'da üniversite açmak
teklifi tekrarlandı.
Buraya kadar geçen hayatım bir vatanperverlik hali idi.
birkaç senede en müsaid olan Medrese-i Yusufiye'de bir defa toplanmalarının lüzumu
cihetinde bin sıkıntı ve meşakkat dahi olsa ehemmiyeti yoktur. Eski hapislerimizde birkaç zaîf
kardeşlerimizin usanıp daire-i Nuriyeden çekinmeleri onlara pek büyük bir hasaret oldu ve
Nurlara hiç zarar gelmedi. Onların yerine daha metin, daha muhlis şakirdler meydana çıktılar.
Madem dünyanın bu imtihanları geçicidir, çabuk giderler.
Yoksa
şiddetle konuşacaktım. Reise, seni mahkemeye veriyorum, yani haksızlığınla mahkeme-i
kübraya ve kanunsuzluğunla dünya mahkemesine. Ve avukatım yok dediğimden maksad,
onlara bizim umumumuzun küllî mes'elede vekilimizdir, benim hususî şahsıma gelen hücuma
ancak ben mukabele edebilirim, demektir. Ahmed Hikmet'e bildiriniz.
Sâniyen: Savcının isnadatına karşı eski müdafaatımız kâfidir.
***
[Temyiz Mahkemesi Lâyihasından bir parçadır.]
Dinsiz komitelerin neşriyatlarının vesvese ve şübheleri neticesinde yıkılan imanları
Risale-i Nur eserleri isbatçılıkla imar ediyor.
İşte gençliğimizin Risale-i Nur'a elektriklenmiş gibi sarılmalarının en ince sır ve
hikmetlerinden bir tanesi de budur: Senelerden beri feragat-ı nefisle ve eşsiz bir fedakârlıkla
ihtiyar, hasta ve fevkalâde
--- sh:»(Ş:552) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
halinde coşan bir ikinci Bediüzzaman gösterebilir misiniz? Fâni zevahirin âlâyişine edna bir
meyl ve iltifat göstermeyen ve en küçük bir menfaat ve lezzete tenezzül etmeyen; levs-i
fâninin ayağına dolaşan bütün yaltaklanmalarına aslâ kıymet vermeyen; kimseden birşey
beklemeyen ve dilenmeyen ve kendisine arzedilenleri kabul etmeyen; iffet ve ismetin en âlî
örneklerini yaşatarak saburane mütehammilane her nevi mahrumiyetlere göğüs germek
suretiyle kendini hakikata ve envâr-ı Kur'aniyeye ve maarif-i Muhammediyenin (A.S.M.)
izharına vakfeden ve memleket ve milletin ızdırabatı karşısında pür-rahm ü şefkat ağlayan;
kendine yapılan bunca ihanetlere rağmen etrafındakilerin saadetleri için hizmetinden aslâ
vazgeçmeyen, ihtiyarlığına ve bîkesliğine bakmayarak insanları gayya-yı cehl ve girdbad-ı
inkârdan kurtarmağa, hasbî ve İlahî bir cehd ile çalışan ve savaşan fazilet ve nur abidesini
Üstad addetmekliğimizi çok mu görüyorsunuz?
İman ve teklif ihtiyar dairesinde bir imtihan, bir tecrübe, bir müsabaka
olduğundan, perdeli ve derin ve tedkik ve tecrübeye muhtaç olan nazarî mes'eleleri elbette
bedihî olmaz. Ve herkes ister istemez tasdik edecek derecede zarurî olmaz. Tâ ki Ebu Bekirler
a'lâ-yı illiyyîne çıksınlar ve Ebu Cehiller esfel-i safilîne düşsünler. İhtiyar kalmazsa teklif
olamaz. Ve bu sır ve hikmet içindir ki, mu'cizeler seyrek ve nâdir verilir. Hem dâr-ı teklifte
gözle görünecek olan alâmet-i kıyamet ve eşrat-ı saat, bir kısım müteşabihat-ı Kur'aniye gibi
kapalı ve tevilli oluyor. Yalnız, Güneş'in mağribden çıkması bedahet derecesinde herkesi
tasdike mecbur ettiğinden, tövbe kapısı kapanır; daha tövbe ve iman makbul olmaz. Çünki
Ebu Bekirler, Ebu Cehiller ile tasdikte beraber olurlar. Hattâ Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın
nüzulü dahi ve kendisi İsa Aleyhisselâm olduğu, nur-u imanın dikkatiyle bilinir; herkes
bilemez.
Ve
diğer bir kısmı icmal ile bildirilir, tafsilât ve tasviratı onun içtihadına havale edilir. İmana
girmeyen hâdisat-ı kevniyeye ve vukuat-ı istikbaliyeye dair hadîsler gibi. Bu kısımda,
Peygamberimiz (A.S.M.) belâgatıyla -temsiller suretinde- sırr-ı teklif hikmetine muvafık tafsil
ve tasvir eder. Meselâ: Bir sohbette derin bir gürültü işitildi. Ferman etti ki:
hikmeti bulunurdu. Hem eğer muayyen olsa, bir kısım hakaik-i imaniye bedahet derecesine
girer, herkes ister istemez tasdik eder. İhtiyar ve irade ile bağlı olan sırr-ı teklif ve hikmet-i
iman bozulur. İşte bunun gibi çok maslahatlar için umûr-u gaybiye gizli kaldığından herkes
her dakikada hem ecelini, hem bekasını düşündüğü için hem dünyaya, hem âhiretine
çalışabildiği gibi, her asırda dahi hem kıyamet kopacağını, hem dünyanın devamını
düşünebildiği için; hem dünyanın fâniliğinde hayat-ı bâkiyeye, hem hiç ölmeyecek gibi
imaret-i dünyaya çalışabilir
hikmeti bulunurdu. Hem eğer muayyen olsa, bir kısım hakaik-i imaniye bedahet derecesine
girer, herkes ister istemez tasdik eder. İhtiyar ve irade ile bağlı olan sırr-ı teklif ve hikmet-i
iman bozulur. İşte bunun gibi çok maslahatlar için umûr-u gaybiye gizli kaldığından herkes
her dakikada hem ecelini, hem bekasını düşündüğü için hem dünyaya, hem âhiretine
çalışabildiği gibi, her asırda dahi hem kıyamet kopacağını, hem dünyanın devamını
düşünebildiği için; hem dünyanın fâniliğinde hayat-ı bâkiyeye, hem hiç ölmeyecek gibi
imaret-i dünyaya çalışabilir.
Hem de musibetlerin vakti muayyen olsaydı, musibet başına gelen adam, musibetin
intizarında o gelen musibetin belki on mislinden ziyade manevî bir musibet -o intizardan-
iman bozulur. İşte bunun gibi çok maslahatlar için umûr-u gaybiye gizli kaldığından herkes
her dakikada hem ecelini, hem bekasını düşündüğü için hem dünyaya, hem âhiretine
çalışabildiği gibi, her asırda dahi hem kıyamet kopacağını, hem dünyanın devamını
düşünebildiği için; hem dünyanın fâniliğinde hayat-ı bâkiyeye, hem hiç ölmeyecek gibi
MAXQDA 2020 24.12.2022
İşte bunun gibi çok maslahatlar için umûr-u gaybiye gizli kaldığından herkes
her dakikada hem ecelini, hem bekasını düşündüğü için hem dünyaya, hem âhiretine
çalışabildiği gibi, her asırda dahi hem kıyamet kopacağını, hem dünyanın devamını
düşünebildiği için; hem dünyanın fâniliğinde hayat-ı bâkiyeye, hem hiç ölmeyecek gibi
imaret-i dünyaya çalışabilir.
Hem de musibetlerin vakti muayyen olsaydı, musibet başına gelen adam, musibetin
intizarında o gelen musibetin belki on mislinden ziyade manevî bir musibet -o intizardan-
çekmemesi için, hikmet ve rahmet-i İlahiye tarafından gizli, perdeli bırakılmış. Ve ekser
hâdisat-ı kevniye-i gaybiye böyle hikmetleri bulunduğundandır
--- sh:»(Ş:581) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
ki, gaibden haber vermek yasak edilmiş.
O zamanda meşru nikâh azalır veya Rusya'daki gibi kalkar. Birtek kadına
bağlanmaktan kaçıp başıboş kalan, kırk bedbaht kadınlara çoban olur.
İkinci tevili: O fitne zamanında, harblerde erkeklerin çoğu telef olmasından, hem bir
hikmete binaen ekser tevellüdat kızlar bulunmasından kinayedir. Belki hürriyet-i nisvan ve
tam serbestiyetleri kadınlık şehvetini şiddetle ateşlendirdiğinden fıtratça erkeğine galebe eder;
veledi kendi suretine çekmeğe sebebiyet verdiğinden, emr-i İlahiyle kızlar pekçok olur.
Onikinci Mes'ele: Rivayetlerde var ki:
«`²[«R²7! v«V²Q«< « Nasılki kavm-i Firavun'a "çekirge âfâtı ve bit belası" ve Kâ'be
tahribine çalışan Kavm-i Ebrehe'ye "Ebabil Kuşları" musallat olmuşlar. Öyle de: Süfyan'ın ve
Deccalların fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana ve Ye'cüc ve Me'cüc'ün anarşistliği
ile fesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfr ü küfrana düşen insanların akıllarını
başlarına getirmek hikmetiyle, arzdan bir hayvan çıkıp musallat olacak, zîr ü zeber edecek.
Allahu a'lem, o dabbe bir nev'dir. Çünki gayet büyük birtek şahıs olsa,
--- sh:»(Ş:592) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
¬d[¬K«W²7! ¬^«X²B¬4 ²w¬8 ¬Ä@Å%ÅG7! ¬d[¬K«W²7! ¬^«X²B¬4 ²w¬8 denilmiş. Bunun hikmeti ve
tevili nedir?
Elcevab: Allahu a'lem bunun hikmeti şudur ki: Nasılki emr-i İlahî ile İsa Aleyhisselâm,
şeriat-ı Museviyede bir kısım ağır tekâlifi kaldırıp şarab gibi bazı müştehiyatı helâl etmiş.
t²VW²7! y«7 dür. Bundaki uzun hüccete gayet kısa bir işaret:
Evet gözümüzle görüyoruz ki; zemin yüzünü bir tarla yapıp içinde herbir baharda
yüzbin nevi nebatatın tohumlarını beraber, karışık olarak o pek geniş tarlada ekiyor. Ve
mahsulâtlarını ayrı ayrı, hiç karıştırmayarak, şaşırmayarak kemal-i intizamla kaldırıp
ikiyüzbin nevi hayvanatına ondan erzak ve tayinatı -rahmet ve hikmet eliyle- ihtiyaçlarına
göre tevzi eden hadsiz kudret ve ilim sahibi bir mutasarrıf perde arkasında var ki; bu geniş ve
zengin mülkünde, hususan zemin tarlasında bu tasarrufatı yapıyor. Bu Mutasarrıf-ı Hakîm'i ve
Mâlik-i Rahîm'i tanımayan; bu zemini, ahmak Sofestaîler gibi mahsulâtıyla inkâr etmeğe
mecbur olur.
Beşinci Kelime: G²W«E²7! y«7 dür.
Evet Onuncu Söz'de ve Nur eczalarında bürhanlarıyla isbat edilmiş ki: Her baharda,
zîhayattan üçyüzbin nevi ve çeşit çeşit tarzlarda ve hadsiz efradı bulunan bir ordu-yu Sübhanî,
rûy-i zeminde ihya ediliyor. Onlara hayat ve levazımat-ı hayatiye kemal-i intizamla veriliyor.
Haşr-i A'zam'ın yüzbin nümunelerini, belki emarelerini gösterip o ayrı ayrı hadsiz mahlukatı
MAXQDA 2020 24.12.2022
beraber, birbiri içinde sehivsiz, yanlışsız, noksansız, hiç şaşırmayarak, karışık iken hiç
karıştırmayarak, unutmayarak kemal-i mizan ve nizamla dirilten ve hayat veren ve nutfe
denilen mütemasil su katrelerinden ve toprak, müteşabih tohumlarından ve az farklı
habbeciklerinden ve sineklerin birbirinin aynı olan yumurtacıklarından ve kuşların aynı
havadan, birbirinin aynı nutfelerinden, hem birbirinin misli veya az farklı yumurtalarından o
hadsiz efradı bulunan ve birbirinden suretçe, san'atça ve maişetçe ayrı ayrı yüzbinler
zîhayatları dirilten ve zemin ve bahar sahifesinde yüzbin başka başka kitabları beraber, birbiri
içinde, hatasız, mükemmel yazan; hadsiz bir dikkat ve nihayetsiz bir hikmetle iş gören,
tasarruf eden bir Zât-ı Hayy-ı Kayyum ve Muhyî bir Hallak-ı Alîm olduğuna kanaat
getirmeyen, elbette hem kendini, hem bütün zeminde ve zaman şeridine asılan bütün geçmiş
baharlarda ve hayatlı zemin ve feza yüzlerinde bulunmuş bütün zîhayatları inkâr etmeğe ve en
ahmak ve bedbaht bir zîhayat olmağa mecburdur.
Yedinci Kelime: a[¬W< «: dur. Bunun hüccetine gayet kısa bir işaret
--
getiren bir Hallak-ı Hakîm, bir Hayy-ı Lâyemut'u tanımayan; elbette değil ahmak bir insan ve
divane bir hayvan, belki Cehennem ateşini karıştıran bir serseri şeytandan daha bedbaht ve
ebedî ölüme mahkûm olur.
Evet bu kelimelerin hüccetlerine işaret eden küllî, ihatalı ve hadsiz hârika ve nihayetsiz
hârikaları, mu'cizeleri ihtiva eden bu mezkûr hakîmane ef'al, fâilsiz olmaları yüz derece muhal
ve bâtıl olduğu gibi; kör, âciz, şuursuz, sağır, camid, karmakarışık, intizamsız, karışık, istilâcı
olan esbaba isnad etmek bin derece mümteni', esassızdır. Yoksa toprağın herbir zerresinde
hadsiz bir kudret, bir hikmet ve bütün otlar ve çiçeklerin teşkilâtına dair pek hârika ve küllî bir
san'atkârlık bulunmak; havanın herbir zerresinde -Rehber'deki Hüve Nüktesi'nin dediği gibi-
bütün konuşmaları ve telefon ve radyoların kelimelerini bilecek ve sair zerrelere ders verecek
bir kabiliyet bulunmak lâzım gelir. Bu acib fikri ise; hiçbir şeytan, hiçbir kimseye kabul
ettiremez. Ve bu derece akıldan, hakikattan uzak ve bütün mevcudata karşı bir tahkir ve
tecavüz olan küfür ve inkârın cezası, ancak dehşetli Cehennem olabilir ve ayn-ı adalettir.
Elbette öyle münkirler için "
MAXQDA 2020 24.12.2022
h²[«F²7! ¬˜¬G«[¬" dır. Bundaki hüccete gayet kısa bir işaret şudur:
Görüyoruz ki: Bu kâinatta her daire, her nevi, her tabaka, hattâ her ferd, her a'za, hattâ
her bedendeki herbir hüceyrenin ihtiyat rızkını taşıyan bir mahzeni, bir deposu ve levazımatını
yetiştiren, muhafaza eden bir tarlası ve hazinesi var ki; gayet intizam ve mizan ile ve
nihayetsiz hikmet ve inayet ile vakti vaktine -muhtacın iktidar ve ihtiyarı haricinde- bir dest-i
gaybî tarafından o muhtacın eline veriliyor. Meselâ: Dağlar, zîhayata ve insana lâzım olan
bütün madenleri, ilâçları ve hayata lâzım şeyleri taşıyor ve birinin emriyle ve tedbiriyle gayet
mükemmel bir hazine, bir anbar olduğu gibi.. zemin dahi bütün o zîhayatın erzaklarını bir
Rezzak-ı Hakîm'in kuvvetiyle yetiştiren kemal-i mizan ve intizamla bir tarla, bir harman, bir
matbahtır. Hattâ her insanın ve cismindeki herbir uzvun bir deposu ve mahzeni, hattâ bir
hüceyrenin dahi bir ihtiyat mahzenciği bulunması gibi.. git gide tâ dâr-ı âhiretin bir mahzeni
dünyadır ve Cennet'in bir tarlası ve deposu, bu âlemdeki hüsünleri ve hasenatları ve nurları
mahsul veren âlem-i İslâmiyet ve hakikatlı insaniyet; ve Cehennem'in bir anbarı ise, şerleri ve
çirkinleri ve küfürleri mahsul veren ve şer olan ademden gelen ve hayır olan vücud âlemlerini
telvis eden pis maddeler, taifeler; ve yıldızların hararet mahzeni Cehennem ve nurlar hazinesi
bir Cennet'tir ki; "Biyedihilhayr" kelimesi, bütün o hadsiz hazinelere işaretle pek parlak bir
hücceti gösteriyor.
tesadüfsüz tam hikmetli bir san'ata ve yanlışsız tam mizanlı bir tasarrufa ve zulümsüz tam
adaletli bir rububiyete hiç mümkün müdür ki; kör kuvvet, sağır tabiat, serseri tesadüf, camid
cahil âciz esbab müdahale edebilsin? Ve bütün eşyayı birden görüp ve beraber idare
edemeyen ve zerratla seyyarat yıldızları emrinde bulunmayan bir mevcud, bu her cihetle
hikmetli, mu'cizeli, mizanlı tasarrufa ve idareye karışabilsin?
İşte her hayr elinde, herşeyin anahtarı yanında bulunan böyle bir Mutasarrıf-ı Rahîm'i,
bir Rabb-ı Hakîm'i tanımayan ve inkâra sapana, elbette ¬o²[«R²7! «w¬8 iÅ[«W«# (@«U«# âyetinin
MAXQDA 2020 24.12.2022
dediği
gibi, Cehennem ona kızıyor ve kızışıyor ve hadsiz azabıma müstehaktır, merhamete hiç lâyık
değildir, diye lisan-ı hal ile der.
--- sh:»(Ş:605) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
tesadüfsüz tam hikmetli bir san'ata ve yanlışsız tam mizanlı bir tasarrufa ve zulümsüz tam
adaletli bir rububiyete hiç mümkün müdür ki; kör kuvvet, sağır tabiat, serseri tesadüf, camid
cahil âciz esbab müdahale edebilsin? Ve bütün eşyayı birden görüp ve beraber idare
edemeyen ve zerratla seyyarat yıldızları emrinde bulunmayan bir mevcud, bu her cihetle
hikmetli, mu'cizeli, mizanlı tasarrufa ve idareye karışabilsin?
İşte her hayr elinde, herşeyin anahtarı yanında bulunan böyle bir Mutasarrıf-ı Rahîm'i,
bir Rabb-ı Hakîm'i tanımayan ve inkâra sapana, elbette ¬o²[«R²7! «w¬8 iÅ[«W«# (@«U«# âyetinin
dediği
gibi, Cehennem ona kızıyor ve kızışıyor ve hadsiz azabıma müstehaktır, merhamete hiç lâyık
değildir, diye lisan-ı hal ile der.
--- sh:»(Ş:605) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
tesadüfsüz tam hikmetli bir san'ata ve yanlışsız tam mizanlı bir tasarrufa ve zulümsüz tam
adaletli bir rububiyete hiç mümkün müdür ki; kör kuvvet, sağır tabiat, serseri tesadüf, camid
cahil âciz esbab müdahale edebilsin? Ve bütün eşyayı birden görüp ve beraber idare
edemeyen ve zerratla seyyarat yıldızları emrinde bulunmayan bir mevcud, bu her cihetle
hikmetli, mu'cizeli, mizanlı tasarrufa ve idareye karışabilsin?
İşte her hayr elinde, herşeyin anahtarı yanında bulunan böyle bir Mutasarrıf-ı Rahîm'i,
bir Rabb-ı Hakîm'i tanımayan ve inkâra sapana, elbette ¬o²[«R²7! «w¬8 iÅ[«W«# (@«U«# âyetinin
dediği
gibi, Cehennem ona kızıyor ve kızışıyor ve hadsiz azabıma müstehaktır, merhamete hiç lâyık
değildir, diye lisan-ı hal ile der.
tesadüfsüz tam hikmetli bir san'ata ve yanlışsız tam mizanlı bir tasarrufa ve zulümsüz tam
adaletli bir rububiyete hiç mümkün müdür ki; kör kuvvet, sağır tabiat, serseri tesadüf, camid
cahil âciz esbab müdahale edebilsin? Ve bütün eşyayı birden görüp ve beraber idare
MAXQDA 2020 24.12.2022
edemeyen ve zerratla seyyarat yıldızları emrinde bulunmayan bir mevcud, bu her cihetle
hikmetli, mu'cizeli, mizanlı tasarrufa ve idareye karışabilsin?
İşte her hayr elinde, herşeyin anahtarı yanında bulunan böyle bir Mutasarrıf-ı Rahîm'i,
bir Rabb-ı Hakîm'i tanımayan ve inkâra sapana, elbette ¬o²[«R²7! «w¬8 iÅ[«W«# (@«U«# âyetinin
dediği
gibi, Cehennem ona kızıyor ve kızışıyor ve hadsiz azabıma müstehaktır, merhamete hiç lâyık
değildir, diye lisan-ı hal ile der.
Bu misafirhane-i dünyaya gelen her zîşuur, gözünü açtıkça görür ki: Bir kudret, bütün
kâinatı kabzasında tutmuş ve nihayetsiz, hiç şaşırmayan ezelî, ihatalı bir ilim ve gayet
dikkatli, hiç mizansız, faidesiz hareket etmeyen bir sermedî hikmet ve inayet o kudretin içinde
bulunup zerrat ordusundan birtek zerreyi meczub mevlevî gibi döndürerek çok vazifelerde
istihdam ettiği gibi, küre-i arzı aynı anda, aynı kanunla bir senede yirmidört bin senelik bir
dairede yine bir meczub mevlevî misillü gezdirir. Mevsimlerin mahsulâtlarını hayvan ve
insanlara getirdiği aynı kanunla, aynı zamanda güneşi bir mekik, bir çıkrık yaparak
merkezinde cezbedarane ve cazibekârane döndürüp manzume-i şemsiye ordusu olan seyyarat
yıldızlarını kemal-i mizan ve intizamla vazifelerde çalıştırır. Ve aynı kudret; aynı zamanda,
aynı kanun-u hikmetle zemin sahifesinde yüzbinler kitab hükmünde yüzbinler nevileri
beraber, birbiri içinde, iltibassız, sehivsiz yazar, haşr-i a'zamın binler nümunelerini izhar eder.
Ve aynı kudret, aynı zamanda hava sahifesini bir yazar-bozar tahtasına çevirir. Bütün
zerrelerini birer kalem uçları ve o kitabın noktaları hükmünde emir ve iradenin onlara tayin
ettiği vazifelerinde istimal ederek ve bütün o zerrelere herbirine öyle bir kabiliyet vermiş ki;
güya bütün sözleri ve konuşmaları bilir gibi alır, neşreder, şaşırmaz. Küçücük birer kulak,
MAXQDA 2020 24.12.2022
incecik birer lisan olarak istihdam edip unsur-u hava, emir ve irade-i İlahînin bir arşı
olduğunu isbat eder.
Ve aynı kudret, aynı zamanda hava sahifesini bir yazar-bozar tahtasına çevirir. Bütün
zerrelerini birer kalem uçları ve o kitabın noktaları hükmünde emir ve iradenin onlara tayin
ettiği vazifelerinde istimal ederek ve bütün o zerrelere herbirine öyle bir kabiliyet vermiş ki;
güya bütün sözleri ve konuşmaları bilir gibi alır, neşreder, şaşırmaz. Küçücük birer kulak,
incecik birer lisan olarak istihdam edip unsur-u hava, emir ve irade-i İlahînin bir arşı
olduğunu isbat eder.
İşte bu kısa işarete kıyasen, bu kâinatı bir muntazam şehir, bir mükemmel apartman ve
misafirhane, bir mu'cizatlı kitab ve Kur'an hükmüne getirip heyet-i mecmuasından tâ bir
zerreye kadar bütün mahlukat tabakalarını ve dairelerini ve taifelerini mizan-ı ilim ve nizam-ı
hikmetle kabzasına alan, tasarruf eden; kudreti içinde hikmetini, rahmetini gösteren ve
rububiyet-i mutlakası içinde mevcudiyetini ve vahdaniyetini güneş ve gündüz gibi bildirip
tanıttırmasına mukabil, imanla tanımak ve sevdirmesine mukabil, ubudiyetle sevmek ve
ihsanatlarına mukabil, şükür ve hamd isteyen böyle bir Rahman-ı Rahîm'i tanımayan ve
ubudiyetle onu sevmeye çalışmayan, belki inkâr ile ona bir nevi adavet taşıyan insan
suretindeki
--- sh:»(Ş:606) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
şeytanlar, birer küçük Nemrud ve Firavun hükmünde nihayetsiz bir azaba elbette müstehak
olur.
Ve aynı kudret, aynı zamanda hava sahifesini bir yazar-bozar tahtasına çevirir. Bütün
zerrelerini birer kalem uçları ve o kitabın noktaları hükmünde emir ve iradenin onlara tayin
ettiği vazifelerinde istimal ederek ve bütün o zerrelere herbirine öyle bir kabiliyet vermiş ki;
güya bütün sözleri ve konuşmaları bilir gibi alır, neşreder, şaşırmaz. Küçücük birer kulak,
incecik birer lisan olarak istihdam edip unsur-u hava, emir ve irade-i İlahînin bir arşı
olduğunu isbat eder.
İşte bu kısa işarete kıyasen, bu kâinatı bir muntazam şehir, bir mükemmel apartman ve
misafirhane, bir mu'cizatlı kitab ve Kur'an hükmüne getirip heyet-i mecmuasından tâ bir
zerreye kadar bütün mahlukat tabakalarını ve dairelerini ve taifelerini mizan-ı ilim ve nizam-ı
hikmetle kabzasına alan, tasarruf eden; kudreti içinde hikmetini, rahmetini gösteren ve
rububiyet-i mutlakası içinde mevcudiyetini ve vahdaniyetini güneş ve gündüz gibi bildirip
tanıttırmasına mukabil, imanla tanımak ve sevdirmesine mukabil, ubudiyetle sevmek ve
ihsanatlarına mukabil, şükür ve hamd isteyen böyle bir Rahman-ı Rahîm'i tanımayan ve
ubudiyetle onu sevmeye çalışmayan, belki inkâr ile ona bir nevi adavet taşıyan insan
suretindeki
--- sh:»(Ş:606) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
şeytanlar, birer küçük Nemrud ve Firavun hükmünde nihayetsiz bir azaba elbette müstehak
olur.
Evet biz gözümüzle görüyoruz ki: Bu kâinatta binler değil, belki milyonlar âlemler,
küçük kâinatlar, ekseri birbiri içinde, herbirinin idaresi ve tedbirinin şeraiti ayrı ayrı olduğu
halde, öyle bir mükemmel terbiye, tedbir, idare ediliyor ki; bütün kâinat bir sahife gibi her an
nazarında ve bütün âlemler birer satır gibi kalem-i kudret ve kaderiyle yazılır, tazelenir,
değişir. Bir nihayetsiz rububiyet içinde nihayetsiz bir ilim ve hikmet ve ihatalı hadsiz bir
rahmet ve dikkat ile bu milyonlar âlemleri ve seyyal kâinatları idare eden bir Rabb-ül
Âlemîn'in vücub-u vücuduna ve vahdetine küllî ve cüz'î şehadetler, zerreler ve zerrelerden
terekküb eden mevcudlar adedince hadsiz, nihayetsiz şehadetler her an ve zaman geliyorlar.
Zerrat tarlasından tâ manzume-i şemsiyeye, tâ Samanyolu denilen Kehkeşan dairesine ve bir
hüceyre-i bedenden tâ zemin mahzenine, tâ kâinat heyet-i mecmuasına kadar aynı kanun, aynı
rububiyet, aynı hikmet ile beraber idare ve terbiye eden bir rububiyeti tasdik ve hissetmeyen,
MAXQDA 2020 24.12.2022
bilmeyen, görmeyen bir insan, elbette hadsiz bir azaba kendini müstehak eder ve merhamete
liyakatını selbeder.
Üçüncü Kelime: ¬v[¬&Åh7! ¬w´W²&Åh7«! dir.
ve ihtiyatsızlar, sû'-i ihtiyarlarıyla kendileri hakkında şer yapsa; meselâ elini ateşe soksa,
ateşin hilkatında rahmet yoktur dese; ateşin hadd ü hesaba gelmeyen hayırlı, maslahatlı,
merhametli faydaları onu tekzib edip ağzına vurur.
Hem insanın hodgâm hevesatı ve süflî ve akibeti görmeyen hissiyatı, kâinatta cereyan
eden rahmaniyet ve hakîmiyet ve rububiyet kanunlarına mikyas ve mehenk ve mizan olamaz.
Kendi âyinesinin rengine göre görür. Merhametsiz siyah bir kalb; kâinatı ağlar, çirkin, zulüm
ve zulümat suretinde görür. Fakat iman gözüyle baksa; yetmiş güzel hulleleri giymiş bir
cennet hurisi gibi, rahmetler ve hayırlar ve hikmetlerden dikilmiş yetmiş binler güzel libasları
birbiri üstüne giymiş, daima güler, rahmetle tebessüm eder bir insan-ı ekber ve ondaki insan
nev'ini bir kâinat-ı suğra ve herbir insanı bir âlem-i asgar müşahede eder. Bütün ruh u canıyla
¬w<±¬G7! ¬•²x«< ¬t¬7@«8 ¬v[¬&ÅI7! ¬w´W²&ÅI7!
MAXQDA 2020 24.12.2022
Hâlık-ı Kerim'e zahir şehadet eder. İşte bu iki kısma kıyasen, lisan-ı kal ile edilen duaların
bütün nevileri hususan enbiyaların (Aleyhimüsselâm) ve havasların hârika bir surette
makbuliyeti, w[¬Q«B²,«9 «¾@Å<¬! deki hüccet-i vahdaniyete şehadet eder.
Altıncı Kelime: «v[¬T«B²,W²7
(Ş:630) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Âyet-ül Kübra, bu Arabî fıkranın mealine dair demiş: Bu kâinat, nasılki kendini icad ve
idare ve tertib eden ve tasvir ve takdir ve tedbir ile bir saray, bir kitab gibi, bir sergi, bir
temaşagâh gibi tasarruf eden sâniine ve kâtibine ve nakkaşına delalet eder; öyle de: Kâinatın
hilkatindeki makasıd-ı İlahiyeyi bilecek, bildirecek ve tahavvülâtındaki Rabbanî hikmetlerini
talim edecek ve vazifedarane harekâtındaki neticeleri ders verecek ve mahiyetindeki
kıymetini ve içindeki mevcudatın kemalâtını ilân edecek ve "Nereden geliyorlar? Ve nereye
gidecekler? Ve ne için buraya geliyorlar? Ve çok durmuyorlar, gidiyorlar?" diye dehşetli
suallere cevab verecek ve o kitab-ı kebirin manalarını ve âyât-ı tekviniyesinin hikmetlerini
tefsir edecek bir yüksek dellâl, bir doğru keşşaf, bir muhakkik üstad, bir sadık muallim
istediği ve iktiza ettiği ve herhalde bulunmasına delalet ettiği cihetle; elbette bu vazifeleri
herkesten ziyade yapan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın hakkaniyetine ve bu kâinat
hâlıkının en yüksek ve sadık bir memuru olduğuna kuvvetli ve küllî şehadet edip "Eşhedü
enne Muhammederresulullah" der.
Kâinatın
hilkatindeki makasıd-ı İlahiyeyi bilecek, bildirecek ve tahavvülâtındaki Rabbanî hikmetlerini
talim edecek ve vazifedarane harekâtındaki neticeleri ders verecek ve mahiyetindeki
kıymetini ve içindeki mevcudatın kemalâtını ilân edecek ve "Nereden geliyorlar? Ve nereye
gidecekler? Ve ne için buraya geliyorlar? Ve çok durmuyorlar, gidiyorlar?" diye dehşetli
suallere cevab verecek ve o kitab-ı kebirin manalarını ve âyât-ı tekviniyesinin hikmetlerini
tefsir edecek bir yüksek dellâl, bir doğru keşşaf, bir muhakkik üstad, bir sadık muallim
istediği ve iktiza ettiği ve herhalde bulunmasına delalet ettiği cihetle; elbette bu vazifeleri
herkesten ziyade yapan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın hakkaniyetine ve bu kâinat
hâlıkının en yüksek ve sadık bir memuru olduğuna kuvvetli ve küllî şehadet edip "Eşhedü
enne Muhammederresulullah" der.
Evet Muhammed'in (A.S.M.) getirdiği nur ile kâinatın mahiyeti, kıymeti, kemalâtı ve
içindeki mevcudatın vazifeleri ve neticeleri ve memuriyetleri ve kıymetleri bilinir, tahakkuk
eder. Ve kâinat baştan başa gayet manidar mektubat-ı İlahiye ve mücessem bir Kur'an-ı
Rabbanî ve muhteşem bir meşher-i âsâr-ı Sübhaniye olur.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Kur'anın ve Cevşen'in delaletiyle tecelliyat-ı uluhiyetine bir âyine-i câmia yapması ve sâbıkan
işaret ettiğimiz hakikatların ve ondört asırda her gün ümmetinin bütün hasenatlarının bir
mislini kazanmasının ve hayat-ı içtimaiye ve maneviye ve beşeriyedeki âsârının delaletiyle,
nev'-i beşere en yüksek reis ve mukteda ve üstad yapması; ve onu büyük ve kudsî vazifelerle
beşerin imdadına gönderip rahmet, hikmet, adalet, gıda, hava, mâ, ziya derecesinde insanları
onun dinine, şeriatine, İslâmiyetteki hakikatlarına muhtaç (Hasiye) yapması ile oniki küllî ve
kat'î hüccetlerle risalet-i
(Haşiye): Ben bu ihtiyarlığım ve perişaniyetim içinde, Zât-ı Muhammediye'nin (A.S.M.) getirdiği erzak-ı
Birinci nümune şöyle: O, dünyaya sırf hâlıkını tanımak, bulmak için gelen seyyah,
aklına dedi:
"Biz, herşeyden hâlıkımızı sorduk, güzel, tam cevab aldık. Şimdi "Güneş'i
güneşten sormak lâzım" darb-ı meseli gibi, biz dahi hâlıkımızı, "İlim" ve "İrade" ve "Kudret"
gibi kudsî sıfatlarının tecellileriyle ve meşhud eserleriyle ve isimlerinin cilveleriyle tanımak,
bulmak için bir seyahat daha yapacağız." diye dünyaya girdi. Ve ikinci bir cereyan olan ehl-i
dalalet gibi birden küre-i arz sefinesine bindi. Hikmet-i Kur'aniyeye tâbi' olmayan fen ve
felsefe gözlüğünü taktı. Ve Kur'an okumayan coğrafya fenninin proğramıyla baktı, gördü ki:
Nihayetsiz bir boşlukta, bir senede yirmidört bin senelik bir dairede, top güllesinden yetmiş
defa sür'atli bir hareketle gezer. Yüzbinler nevi bîçare, âciz zîhayatları içine almış. Eğer bir
dakika yolunu şaşırsa veya bir serseri yıldıza çarpsa, parçalanarak hadsiz fezada sukut ile,
bütün o bîçare zîhayatları ademe, hiçliğe boşaltacak, dökecek diye anladı.
(Ş:637) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
²v¬Z²[«V«2 «a²W«Q²9«! «w<¬HÅ7«! cereyanına girdi. Birden hikmet-i Kur'aniye imdadına geldi, tam
hakikatını
gösteren bir dûrbîn aklına verdi, "Şimdi bak" dedi. Baktı, gördü ki:
¬Œ²*«²!
tabiiye gözlüğü ile o âleme baktı, gördü ki: O hadsiz zîhayatların hadsiz ihtiyaçları ve onları
inciten ve hırpalayan hadsiz muzır düşmanları ve merhametsiz hâdiseleri var iken, o
ihtiyaçlara karşı sermayeleri binden, belki yüzbinden ancak bir olabilir. Ve o muzır şeylere
mukabil iktidarları, milyondan ancak birdir. Bu çok dehşetli ve acınacak vaziyette, rikkat-i
cinsiye ve şefkat-i nev'iye ve akıl alâkadarlığı ile onların haline o derece acıdı ve mahzun ve
me'yus ve cehennem azabı gibi elemler alırken ve o perişan âleme girdiğine bin pişman
olurken, birden hikmet-i Kur'aniye imdadına yetişti,
--- sh:»(Ş:638) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
²v¬Z²[«V«2 «a²W«Q²9«!
Rahman-ı Rahîm'i kat'iyyetle isbat ediyor; öyle de yüzer âyât-ı Kur'aniyede mevki alan ve
kudsî yedi sıfattan bir cihette en birincisi olan "ilim" dahi, nizam ve mizanın hikmetleri ve
meyveleriyle güneş ziyası misillü kendini gösterdiği gibi; bir Alîm-i Küll-i Şey'in
mevcudiyetini kat'iyyetle bildirir. Evet insanın şuuruna, ilmine delalet eden düzgün, ölçülü
san'atı ile; insanın hâlıkının ilmine, hikmetine delalet eden hüsn-ü hilkat-i insan müvazenesi;
aynen yıldız böceğinin gecedeki ışığının lem'acığının, gündüzde güneşin ihatalı ziyasına
nisbeti gibidir.
Şimdi ilm-i İlahînin delillerini beyan etmeden evvel, o kudsî sıfatın kâinatın enva'ındaki
tecellileriyle Zât-ı Akdes'i pek zahir bir tarzda göstermesine delalet ve şehadet eden Mi'rac-ı
Muhammedî (A.S.M.
Rahman-ı Rahîm'i kat'iyyetle isbat ediyor; öyle de yüzer âyât-ı Kur'aniyede mevki alan ve
kudsî yedi sıfattan bir cihette en birincisi olan "ilim" dahi, nizam ve mizanın hikmetleri ve
meyveleriyle güneş ziyası misillü kendini gösterdiği gibi; bir Alîm-i Küll-i Şey'in
mevcudiyetini kat'iyyetle bildirir. Evet insanın şuuruna, ilmine delalet eden düzgün, ölçülü
san'atı ile; insanın hâlıkının ilmine, hikmetine delalet eden hüsn-ü hilkat-i insan müvazenesi;
aynen yıldız böceğinin gecedeki ışığının lem'acığının, gündüzde güneşin ihatalı ziyasına
nisbeti gibidir.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Şimdi ilm-i İlahînin delillerini beyan etmeden evvel, o kudsî sıfatın kâinatın enva'ındaki
tecellileriyle Zât-ı Akdes'i pek zahir bir tarzda göstermesine delalet ve şehadet eden Mi'rac-ı
Muhammedî (A.S.M.) gecesinde huzur ve hitab-ı İlahîye mazhar olduğu zaman, birden
€!«x«VÅM7«! der.
Dördüncü Kelime-i Kudsiye: ¬yÁV¬7 €@«A±¬[ÅO7«! dir. Risale-i Nur'un çok hakikatları namaz
tesbihatında ihtar edilmesi hikmetiyle; hem Fatiha'nın, hem teşehhüdün kelimelerinin
hakikatlarını kısa işaretlerle beyan etmeğe âdeta ihtiyarsız sevkedildim.
İşte Mi'rac-ı Muhammedî'de (A.S.M.) denilen €@«A±¬[ÅO7«! kelime-i kudsiyesi; ehl-i marifet
ve iman ve küllî şuur sahibi olan ins ve cinn ve melek ve ruhanîlerin, kâinatı güzel tayyibeleri
ve haseneleri ve ubudiyetleriyle güzelleştiren ve güzellerin âlemine bakan ve sermedî Cemil-i
Mutlak'ın hadsiz cemal ve güzelliklerini ve kâinatı süslendiren isimlerinin daimî güzelliklerini
tam bilen ve aşk u şevkle küllî ubudiyetler ile mukabele eden ve parlak iman ve geniş
marifetler ve medh ü senaların revaih-i tayyibe ve hoş kokularıyla Hâlıklarına karşı o hadsiz
tayyibatlar manasıyla Mi'racda söylenmiş sırrıyla; teşehhüdde bütün ümmet, her gün
usanmadan o kudsî kelime-i tayyibeyi tekrar ederler.
Üçüncü Delil: ^Å8@«Q²7! ^Å<¬G²M«T²7! ^«W²U¬E²7!«: dir. Yani: Bütün kâinattaki hallakıyet ve
faaliyette
ve tebeddülât ve ihya ve tavzifat ve terhisatta bütün masnuatın herbiri ve herbir taifenin
tesadüf imkânı olmayan öyle kasdî ve bilerek takılan hikmetleri ve faideleri ve vazifeleri var
ve görüyoruz ki; ihatalı bir ilmi bulunmayan, hiçbir cihette, hiçbirisine icad noktasında sahib
çıkamaz. Meselâ: Hadsiz zîhayattan bir insanın yüz cihazatından birtek cihazı olan lisanı; bir
et parçası iken, iki büyük vazifesiyle yüzer hikmetlere, neticelere, meyvelere, faidelere âlet
oluyor. Taamların zevkindeki vazifesi, ayrı ayrı bütün tatları bilerek cesede, mideye haber
vermek ve rahmet-i İlahiyenin matbahlarına dikkatli bir müfettiş olmak ve kelimeler
vazifesinde kalbe ve ruha ve dimağa tam bir tercüman ve santral olmak; elbette gayet parlak
ve kat'î bir surette ihatalı ilme delalet ve şehadet eder. Birtek dil, hikmetleri ve meyveleriyle
böyle delalet etse; hadsiz lisanlar ve hadsiz zîhayatlar, nihayetsiz masnuat, güneş zuhurunda
ve gündüz kat'iyyetinde nihayetsiz bir ilme delalet ve şehadet ve Allâm-ül Guyûb'un daire-i
vazifesinde kalbe ve ruha ve dimağa tam bir tercüman ve santral olmak; elbette gayet parlak
ve kat'î bir surette ihatalı ilme delalet ve şehadet eder. Birtek dil, hikmetleri ve meyveleriyle
böyle delalet etse; hadsiz lisanlar ve hadsiz zîhayatlar, nihayetsiz masnuat, güneş zuhurunda
ve gündüz kat'iyyetinde nihayetsiz bir ilme delalet ve şehadet ve Allâm-ül Guyûb'un daire-i
ilminden ve hikmetinden ve meşietinden hariç hiçbir şey yoktur diye ilân ederler.
Meselâ: Hadsiz zîhayattan bir insanın yüz cihazatından birtek cihazı olan lisanı; bir
et parçası iken, iki büyük vazifesiyle yüzer hikmetlere, neticelere, meyvelere, faidelere âlet
oluyor. Taamların zevkindeki vazifesi, ayrı ayrı bütün tatları bilerek cesede, mideye haber
vermek ve rahmet-i İlahiyenin matbahlarına dikkatli bir müfettiş olmak ve kelimeler
vazifesinde kalbe ve ruha ve dimağa tam bir tercüman ve santral olmak; elbette gayet parlak
ve kat'î bir surette ihatalı ilme delalet ve şehadet eder. Birtek dil, hikmetleri ve meyveleriyle
böyle delalet etse; hadsiz lisanlar ve hadsiz zîhayatlar, nihayetsiz masnuat, güneş zuhurunda
ve gündüz kat'iyyetinde nihayetsiz bir ilme delalet ve şehadet ve Allâm-ül Guyûb'un daire-i
ilminden ve hikmetinden ve meşietinden hariç hiçbir şey yoktur diye ilân ederler.
Dördüncü Delil: ^«V¬8@ÅL7! ^«.xM²F«W²7! €@«<@«X¬Q²7!«: dir. Yani:
edilsin.
Demek hakikatta hem ecel muayyen ve mukadderdir, hem rızık herkese göre bir
taayyün içinde mukadderat defterinde kaydedilmiştir.
derece ziyadeleşmesi sırrıyla, başa gelen musibetler ve hattâ dünyanın eceli olan kıyamet
perde-i gaybda merhameten bırakılmış. Rızk ise; hayattan sonra nimetlerin en büyük bir
hazinesi ve şükür ve hamdin en zengin bir menbaı ve ubudiyet ve dua ve ricaların en
cem'iyetli bir madeni olmasından, suret-i zahirede mübhem ve tesadüfe bağlı gibi gösterilmiş.
Tâ her vakit Rezzak-ı Kerim'in dergâhına iltica ve rica ve yalvarmak ve hamd ve şükür
şefaatiyle rızk istemek kapısı kapanmasın. Yoksa muayyen olsa idi, mahiyeti bütün bütün
değişecekti. Şâkirane, minnetdarane ricalar, dualar, belki mütezellilane ubudiyet kapıları
kapanırdı.
Dokuzuncu, Onuncu Delil
Hem ilm-i İlahînin sâbıkan mezkûr bütün delilleri, aynen iradenin dahi delilleridir.
Çünki, ikisi kudretle beraber iş görüyorlar. Biri birisiz olmaz. Herbir nev'in ve cinsin efradı,
a'za-i nev'iye ve cinsiyede tevafukları nasıl delalet eder ki Sâni'leri birdir, vâhiddir, ehaddir..
öyle de: Yüzlerinin sîmaları hikmetli bir tarzda birbirinden farikalı ve ayrı olması kat'î delalet
eder ki: O Sâni'-i Vâhid-i Ehad, bir fâil-i muhtardır. İrade ve ihtiyar ve meşiet ve kasd ile
herşeyi yaratır.
İşte iradeye dair tek ve küllî bir delili beyan eden mezkûr Arabî fıkranın kısaca mealinin
tercümesi bitti.
Demek eşya,
Kadîr-i Mutlak'a verilse; bahar bir çiçek kadar, bütün insanların haşirde ihyaları bir nefis
kadar kolay olur. Eğer esbaba isnad edilse, bir çiçek bir bahar kadar ve bir sinek bütün
hayvanat kadar müşkilâtlı olur.
Hem nasılki intizam sırrıyla, bir koca sefine veya tayyareyi bir parmağı düğmesine
dokunmak ile harekete getirmesi, bir saatin zenbereğine anahtarla parmak dokunmasıyla
harekete girmesi derecesinde kolay ve rahattır. Aynen öyle de; ilm-i ezelînin düsturlarıyla ve
hikmet-i sermediyenin kanunlarıyla ve irade-i Rabbaniyenin küllî cilveleri ve muayyen
MAXQDA 2020 24.12.2022
usûlleriyle herşeye küllî ve cüz'î, büyük-küçük, az-çok bir manevî kalıp, bir hususî mikdar, bir
hâlis hudud verildiğinden, tam intizam-ı ilmî ve irade kanunu içindedirler. Elbette Kadîr-i
Mutlak hadsiz kudretiyle manzume-i şemsiyeyi çevirmesi ve arz sefinesini medar-ı
senevîsinde gezdirmesi, bir cesedde kanı ve kandaki küreyvat-ı hamra ve beyzayı ve o
küreciklerdeki zerreleri nizamlı, hikmetli çevirmesi derecesinde sühuletli ve kolaydır ki; bir
insanı kâinat sisteminde hârika cihazlarıyla bir katre sudan birden zahmetsiz yaratır. Demek o
ezelî ve hadsiz kudrete isnad edilse; bu kâinatın icadı, bir insanın icadı kadar sühulet peyda
eder, kolay olur.
Hem nasılki intizam sırrıyla, bir koca sefine veya tayyareyi bir parmağı düğmesine
dokunmak ile harekete getirmesi, bir saatin zenbereğine anahtarla parmak dokunmasıyla
harekete girmesi derecesinde kolay ve rahattır. Aynen öyle de; ilm-i ezelînin düsturlarıyla ve
hikmet-i sermediyenin kanunlarıyla ve irade-i Rabbaniyenin küllî cilveleri ve muayyen
usûlleriyle herşeye küllî ve cüz'î, büyük-küçük, az-çok bir manevî kalıp, bir hususî mikdar, bir
hâlis hudud verildiğinden, tam intizam-ı ilmî ve irade kanunu içindedirler. Elbette Kadîr-i
Mutlak hadsiz kudretiyle manzume-i şemsiyeyi çevirmesi ve arz sefinesini medar-ı
senevîsinde gezdirmesi, bir cesedde kanı ve kandaki küreyvat-ı hamra ve beyzayı ve o
küreciklerdeki zerreleri nizamlı, hikmetli çevirmesi derecesinde sühuletli ve kolaydır ki; bir
insanı kâinat sisteminde hârika cihazlarıyla bir katre sudan birden zahmetsiz yaratır. Demek o
ezelî ve hadsiz kudrete isnad edilse; bu kâinatın icadı, bir insanın icadı kadar sühulet peyda
eder, kolay olur. Eğer ona verilmezse; birtek insanı, acib cihazları ve duygularıyla yaratmak,
kâinat kadar müşkilâtlı olur.
Hem nasılki itaat ve imtisal ve emir dinlemek sırrıyla; bir kumandan bir arş emriyle bir
neferi hücuma sevkettiği gibi.. aynı emirle koca bir muti' orduyu dahi kolayca hücuma tahrik
eder.
tamamen içinde yazılmış bir noktadır ki; fihristesini, listesini, proğramını taşıyor. Madem
böyledir, elbette o cüz'iyat ve katreler ve noktalar ve ferdler Sâniinin elinde, o muhit küll ve
külliyat bulunmak elzemdir. Tâ hikmetinin hassas düsturlarıyla o ferdleri, katreleri, noktaları
ondan sağsın. Demek birtek tohumu, birtek ferdi yaratan, elbette o büyük küll ve külliyatı ve
onları ihata eden ve onlardan çok büyük olan diğer külliyatları ve cinsleri yaratan yine odur,
başka olamaz. Öyle ise, birtek nefsi yaratan, bütün insanları yaratabilir. Ve birtek ölüyü
Kur'anın füyuzatına vâris olduğu meşhud olduğundan; onun esası nur-u mahz-ı Kur'an olduğu
ve evliyaullahın âsârından ziyade feyz-i envâr-ı Muhammedîyi (A.S.M.) hâmil bulunduğu ve
Zât-ı Pâk-i Risalet'in ondaki hisse ve alâkası ve tasarruf-u kudsîsi evliyaullahın âsârından
ziyade olduğu ve onun mazharı ve tercümanı olan manevî zâtın mazhariyeti ve kemalâtı ise o
nisbette âlî ve emsalsiz olduğu güneş gibi aşikâr bir hakikattır.
Evet o zât daha hal-i sabavette iken ve hiç tahsil yapmadan zevahiri kurtarmak üzere üç
aylık bir tahsil müddeti içinde ulûm-u evvelîn ve âhirîne ve ledünniyat ve hakaik-i eşyaya ve
esrar-ı kâinata ve hikmet-i İlahiyeye vâris kılınmıştır ki, şimdiye kadar böyle mazhariyet-i
ulyaya kimse nail olmamıştır. Bu hârika-i ilmiyenin eşi aslâ mesbuk değildir. Hiç şübhe
edilemez ki; Tercüman-ı Nur, bu haliyle baştan başa iffet-i mücesseme ve şecaat-ı hârika ve
istiğna-yı mutlak teşkil eden hârikulâde metanet-i ahlâkiyesi ile bizzât bir mu'cize-i fıtrattır ve
tecessüm etmiş bir inayettir ve bir mevhibe-i mutlakadır.
O zât-ı zîhavarık daha hadd-i büluğa ermeden bir allâme-i bîadîl halinde bütün cihan-ı
ilme meydan okumuş, münazara ettiği erbab-ı ulûmu ilzam ve iskât etmiş, her nerede olursa
olsun vaki' olan bütün suallere mutlak bir isabetle ve aslâ tereddüd etmeden cevab vermiş,
ondört yaşından itibaren üstadlık pâyesini taşımış ve mütemadiyen etrafına feyz-i ilim ve nur-
ulyaya kimse nail olmamıştır. Bu hârika-i ilmiyenin eşi aslâ mesbuk değildir. Hiç şübhe
edilemez ki; Tercüman-ı Nur, bu haliyle baştan başa iffet-i mücesseme ve şecaat-ı hârika ve
istiğna-yı mutlak teşkil eden hârikulâde metanet-i ahlâkiyesi ile bizzât bir mu'cize-i fıtrattır ve
tecessüm etmiş bir inayettir ve bir mevhibe-i mutlakadır.
O zât-ı zîhavarık daha hadd-i büluğa ermeden bir allâme-i bîadîl halinde bütün cihan-ı
ilme meydan okumuş, münazara ettiği erbab-ı ulûmu ilzam ve iskât etmiş, her nerede olursa
olsun vaki' olan bütün suallere mutlak bir isabetle ve aslâ tereddüd etmeden cevab vermiş,
ondört yaşından itibaren üstadlık pâyesini taşımış ve mütemadiyen etrafına feyz-i ilim ve nur-
u hikmet saçmış, izahlarındaki incelik ve derinlik ve beyanlarındaki ulviyet ve metanet ve
tevcihlerindeki derin feraset ve basiret ve nur-u hikmet, erbab-ı irfanı şaşırtmış ve hakkıyla
"Bediüzzaman" ünvan-ı celilini bahşettirmiştir. Mezaya-yı âliye ve fezail-i ilmiyesiyle de din-
MAXQDA 2020 24.12.2022
i Muhammedî'nin (A.S.M.) neşrinde ve isbatında bir kemal-i tam halinde rû-nüma olmuş olan
böyle bir zât elbette Seyyid-ül Enbiya Hazretlerinin (A.S.
ulyaya kimse nail olmamıştır. Bu hârika-i ilmiyenin eşi aslâ mesbuk değildir. Hiç şübhe
edilemez ki; Tercüman-ı Nur, bu haliyle baştan başa iffet-i mücesseme ve şecaat-ı hârika ve
istiğna-yı mutlak teşkil eden hârikulâde metanet-i ahlâkiyesi ile bizzât bir mu'cize-i fıtrattır ve
tecessüm etmiş bir inayettir ve bir mevhibe-i mutlakadır.
O zât-ı zîhavarık daha hadd-i büluğa ermeden bir allâme-i bîadîl halinde bütün cihan-ı
ilme meydan okumuş, münazara ettiği erbab-ı ulûmu ilzam ve iskât etmiş, her nerede olursa
olsun vaki' olan bütün suallere mutlak bir isabetle ve aslâ tereddüd etmeden cevab vermiş,
ondört yaşından itibaren üstadlık pâyesini taşımış ve mütemadiyen etrafına feyz-i ilim ve nur-
u hikmet saçmış, izahlarındaki incelik ve derinlik ve beyanlarındaki ulviyet ve metanet ve
tevcihlerindeki derin feraset ve basiret ve nur-u hikmet, erbab-ı irfanı şaşırtmış ve hakkıyla
"Bediüzzaman" ünvan-ı celilini bahşettirmiştir. Mezaya-yı âliye ve fezail-i ilmiyesiyle de din-
i Muhammedî'nin (A.S.M.) neşrinde ve isbatında bir kemal-i tam halinde rû-nüma olmuş olan
böyle bir zât elbette Seyyid-ül Enbiya Hazretlerinin (A.S.
her zahirî musibet ve sıkıntıda kader-i İlahînin merhamet ve hikmetini görüp kemal-i tevekkül
ve teslimiyetle o cilve-i Rabbaniyenin dahi netaicini sabır ile bekleyen muhterem üstad! Bazı
yerlerde, ehl-i imanın nokta-i istinadının yıkılmağa başladığı ve bir kısım esbab ve neşriyat,
imanın erkânına karşı muhalif cephe alıp, Allah'ı inkâr eden insanlar alenen ve tefahurla
dolaştığı ve Kur'anın evamirine muhalif hareket etmek ve manevî kuvvetlere inanmamak, icad
ve tasni' hakkını şuursuz, kör, sağır tabiata vermek bir şiar-ı medeniyet ve irfan ve
münevverlik telakki edildiği yürekler titreten şu dehşetli asırda, Kur'anın bir mu'cize-i
maneviyesi olan Risale-i Nur'u te'lif ederek muzdarib ve iman âb-ı hayatına muhtaç pekçok
bîçare gönüllere panzehir hükmünde olan devalarını vererek onlara saadet-i ebediyeyi
müjdeleyen ve davalarını gayet kat'î bürhan ve hüccetlerle isbat eden, hakikat cadde-i
kübrasında kudsî ve muazzez rehberimiz ve ¬u¬2@«S²7@«6 `«AÅ,7«! sırrıyla Risale-i Nur ile
imanlarını
maneviyelerinin takviyesine medar ikramat-ı İlahiyeyi beyan ederek Risale-i Nur etrafında
manevî bir tahşidat yaptırmak ve Risale-i Nur kendi kendine, tek başıyla (başkalarına muhtaç
olmayarak) bir ordu kadar kuvvetli olduğunu göstermek hikmetiyle bu çeşit şeyler bana
yazdırılmış. Yoksa, hâşâ kendimizi satmak ve beğendirmek ve temeddüh etmek ve
hodfüruşluk etmek ise; Risale-i Nur'un ehemmiyetli bir esası olan ihlas sırrını bozmaktır.
İnşâallah Risale-i Nur kendi kendine, hem kendini müdafaa ettiği, hem kıymetini tam
gösterdiği gibi, bizi de manen müdafaa edip kusurlarımızı afvettirmeğe vesile olacaktır.
Umum kardeşlerimin ve hemşirelerimin, hâssaten duaları makbul ve mübarek masumlar
taifesi ve muhterem ihtiyarlar cemaatinden herbirerlerine binler selâm ve dua ederek
Ramazan-ı Şeriflerini tebrik ederiz, dualarını rica ederiz.
Hasta kardeşiniz
Elcevab: Fâtır-ı Hakîm nasılki unsur-u havayı kelimelerin berk gibi intişarlarına ve
tekessürlerine bir mezraa ve bir vasıta yapmış ve radyo vasıtasıyla bir minarede okunan ezan-ı
Muhammedî (A.S.M.) umum yerlerde ve umum insanlara aynı anda yetiştirmek gibi, öyle de;
okunan bir Fatiha dahi, (meselâ) umum ehl-i iman emvatına aynı anda yetiştirmek için hadsiz
kudret ve nihayetsiz hikmetiyle manevî âlemde, manevî havada çok manevî elektrikleri,
manevî radyoları sermiş, serpmiş; fıtrî telsiz telefonlarda istihdam ediyor, çalıştırıyor. Hem
nasılki bir lâmba yansa, mukabilindeki binler âyineye (herbirine) tam bir lâmba girer. Aynen
öyle de, bir Yâsin-i Şerif okunsa, milyonlar ruhlara hediye edilse, herbirine tam bir Yâsin-i
Şerif düşer.
]¬4
âyetinin kuvvetli işaretini hem teyid hem letafetlendiren üç münasebet birden Ramazanda
kalbime geldi. Kat'î bir kanaat verdi ki, @®B²[«8 kelimesine tam münasib Said'dir. Bu âyet Risale-i
Nur tercümanı olan Said'i "meyyit" ünvanıyla göstermesinin bir hikmeti budur ki:
Mevtin muammasını ve tılsımını Risale-i Nur ile o açmış, o dehşetli yüzün altında ehl-i
imana çok ünsiyetli, sürurlu, nurlu bir hakikat keşfedip isbat etmiş. Ve mevt-âlûd hayat-ı
fâniyede boğulan ehl-i ilhada karşı, bâkiyane hayat-âlûd muvakkat bir mevt-i zahirî ile
galibane mukabele eder.
Risale-i Nur dairesi içine girenler tehlikede olan imanlarını kurtarıyorlar ve imanla kabre
giriyorlar ve Cennet'e gidecekler diye müjde veriyorlar. Evet bazı vakit olur ki, bir nefer
gördüğü hizmet için bir müşirin fevkine çıkar, binler derece kıymet alır.
İhtar: Geçmiş ve gelecek âyetlerin işaretleri yalnız tevafukla değil belki herbir âyetin
mana-yı küllîsindeki cüz'iyat-ı kesîresinden bir cüz'î ferdi Risale-i Nur olduğuna îmaen,
münasebet-i maneviyeye göre cifrî ve ebcedî bir tevafukla o münasebeti teyiden ve ona
binaen hususî ona bakar demektir.
Altıncı Âyet: Sure-i Hadîd'de ¬y¬" «–YL²W«# !®*x9 ²vU«7 ²u«Q²D«<«: Yani:
Bu üç âyetin küllî
ve umumî manalarında Risale-i Nur kasdî bir surette dâhil olduğuna iki kuvvetli emare var.
Birisi şudur ki: Risale-i Nur'un müstesna bir hassası, İsm-i Hakem ve Hakîm'in
mazharı olup bütün safahatında, mebahisinde nizam ve intizam-ı kâinatın âyinesinde İsm-i
Hakem ve Hakîm'in cilveleri olan hikmet-i kudsiyeyi ve hikemiyat-ı Kur'aniyeyi ders veriyor.
Mevzuu ve neticesi, hikmet-i Kur'aniyedir.
İkinci Emare: Birinci Âyet bin üçyüz yirmiiki (1322) ederek makam-ı ebcedî ile
Risale-in Nur müellifinin doğrudan doğruya ulûm-u âliyeden
Birisi şudur ki: Risale-i Nur'un müstesna bir hassası, İsm-i Hakem ve Hakîm'in
mazharı olup bütün safahatında, mebahisinde nizam ve intizam-ı kâinatın âyinesinde İsm-i
Hakem ve Hakîm'in cilveleri olan hikmet-i kudsiyeyi ve hikemiyat-ı Kur'aniyeyi ders veriyor.
Mevzuu ve neticesi, hikmet-i Kur'aniyedir.
İkinci Emare: Birinci Âyet bin üçyüz yirmiiki (1322) ederek makam-ı ebcedî ile
Risale-in Nur müellifinin doğrudan doğruya ulûm-u âliyeden
--- sh:»
(y«[¬7³~) başını kaldırıp hikmet-i Kur'aniyeye müteveccih olarak hâdim-ül Kur'an vaziyetini aldığı
tarihtir ki, bir sene sonra İstanbul'a gitmiş manevî mücahedesine başlamış.
İkinci âyet ise: Makam-ı cifrîsi bin üçyüz iki (1302) ederek Risale-i Nur müellifinin
Kur'an dersini aldığı tarihe tam tamına tevafuk ile remzen Kur'anın bahir bir bürhanı olan
Resail-in Nur'a bakar.
İkinci âyet ise: Makam-ı cifrîsi bin üçyüz iki (1302) ederek Risale-i Nur müellifinin
Kur'an dersini aldığı tarihe tam tamına tevafuk ile remzen Kur'anın bahir bir bürhanı olan
Resail-in Nur'a bakar.
Üçüncü âyet ise: Bin üçyüz otuzsekiz (1338) olduğundan hikmet-i Kur'aniyeyi Avrupa
hükemasına karşı parlak bir surette gösterebilen ve gösteren Risale-in Nur müellifi "Dâr-ül
Hikmet-il İslâmiye"de hikmet-i Kur'aniyeyi müdafaa etmekle, hattâ İngiliz'in baş papazı sual
ettiği ve altıyüz kelime ile cevab istediği altı sualine altı kelime ile cevab vermekle beraber
inzivaya girip bütün gayretiyle Kur'anın ilhamatından Risale-i Nur'un mes'elelerini iktibasa
başladığı aynı tarihe tam tamına tevafukla remzen bakar.
Onüçüncü Âyet: Sure-i Âl-i İmran'da ¬v²V¬Q²7! ]¬4 «
İkinci âyet ise: Makam-ı cifrîsi bin üçyüz iki (1302) ederek Risale-i Nur müellifinin
Kur'an dersini aldığı tarihe tam tamına tevafuk ile remzen Kur'anın bahir bir bürhanı olan
Resail-in Nur'a bakar.
Üçüncü âyet ise: Bin üçyüz otuzsekiz (1338) olduğundan hikmet-i Kur'aniyeyi Avrupa
hükemasına karşı parlak bir surette gösterebilen ve gösteren Risale-in Nur müellifi "Dâr-ül
Hikmet-il İslâmiye"de hikmet-i Kur'aniyeyi müdafaa etmekle, hattâ İngiliz'in baş papazı sual
ettiği ve altıyüz kelime ile cevab istediği altı sualine altı kelime ile cevab vermekle beraber
inzivaya girip bütün gayretiyle Kur'anın ilhamatından Risale-i Nur'un mes'elelerini iktibasa
başladığı aynı tarihe tam tamına tevafukla remzen bakar.
Onüçüncü Âyet: Sure-i Âl-i İmran'da ¬v²V¬Q²7! ]¬4 «
İkinci âyet ise: Makam-ı cifrîsi bin üçyüz iki (1302) ederek Risale-i Nur müellifinin
Kur'an dersini aldığı tarihe tam tamına tevafuk ile remzen Kur'anın bahir bir bürhanı olan
Resail-in Nur'a bakar.
Üçüncü âyet ise: Bin üçyüz otuzsekiz (1338) olduğundan hikmet-i Kur'aniyeyi Avrupa
hükemasına karşı parlak bir surette gösterebilen ve gösteren Risale-in Nur müellifi "Dâr-ül
Hikmet-il İslâmiye"de hikmet-i Kur'aniyeyi müdafaa etmekle, hattâ İngiliz'in baş papazı sual
ettiği ve altıyüz kelime ile cevab istediği altı sualine altı kelime ile cevab vermekle beraber
inzivaya girip bütün gayretiyle Kur'anın ilhamatından Risale-i Nur'un mes'elelerini iktibasa
başladığı aynı tarihe tam tamına tevafukla remzen bakar.
Onüçüncü Âyet: Sure-i Âl-i İmran'da ¬v²V¬Q²7! ]¬4 «
²)¬@¬" ¬*xÇX7! ]«7¬! cümlesine makam-ı cifrîsi sehven bin üçyüz otuzdört (1334) ederek Risale-i
Nur'un fatihası olan İşarat-ül İ'caz Tefsirinin zuhuru ve tab'ı tarihine tevafukla bakar denilmiş.
Halbuki melfuz harflerinin makamı, bin üçyüz otuzdokuz (1339) olup o tefsirin fevkalâde
iştiharı ve Dâr-ül Hikmet tarafından ekser müftülere gönderilen nüshalar, müteaddid ve maddî
ve manevî inkılabların sarsıntılarından vikaye noktasında -çok emareler ve müftülerin
itirafıyla- birer kal'a ve ekser müftülerin ellerinde birer elmas kılınç hükmüne geçmeleri
tarihine tevafukla takdirkârane bakar. Okunmayan iki "elif" sayılsa, bin üçyüz kırkbir (1341)
edip Risale-i Nur'un mebde-i zuhuruna tam tamına tevafukla bakar.
Bu küçük sehiv şöyle bir manayı birden kuvvetli ihtar etti ki: O Sure-i İbrahim'in (A.S.
i Zerrat, birbirine müşabehet ile beraber mana cihetiyle dahi münasebet var. Çünki Sure-i
€@«<¬*!ÅH7!«: ın başında tesadüfî ve intizamsız zannedilen temevvücat-ı havaiye, gayet hikmetli
ve vazifedar olarak rububiyetin tekvinî emirlerini etrafa yetiştirir diye ifade ettiği gibi, Risale-
i Zerrat dahi maddiyyunlar tarafından tesadüfî ve intizamsız telakki edilen harekât-ı zerrat
dahi, gayet hikmetli ve o zerreler muntazam vazifelerle vazifedar olduklarını gayet kuvvetli
ve kat'î bürhanlar ile isbat ediyor.
Hem Mi'rac-ı Muhammedî Aleyhissalâtü Vesselâm'ı delail-i akliye ile gayet makul ve
kat'î bir surette isbat eden ve Otuzbirinci Söz namında ve mertebesinde bulunan Risale-i
Mi'rac'a, Hazret-i İmam-ı Ali (R.A.) otuzbirinci mertebede Mi'rac-ı Ahmedî (A.S.
Çünki Sure-i
€@«<¬*!ÅH7!«: ın başında tesadüfî ve intizamsız zannedilen temevvücat-ı havaiye, gayet hikmetli
ve vazifedar olarak rububiyetin tekvinî emirlerini etrafa yetiştirir diye ifade ettiği gibi, Risale-
i Zerrat dahi maddiyyunlar tarafından tesadüfî ve intizamsız telakki edilen harekât-ı zerrat
dahi, gayet hikmetli ve o zerreler muntazam vazifelerle vazifedar olduklarını gayet kuvvetli
ve kat'î bürhanlar ile isbat ediyor.
Hem Mi'rac-ı Muhammedî Aleyhissalâtü Vesselâm'ı delail-i akliye ile gayet makul ve
kat'î bir surette isbat eden ve Otuzbirinci Söz namında ve mertebesinde bulunan Risale-i
Mi'rac'a, Hazret-i İmam-ı Ali (R.A.) otuzbirinci mertebede Mi'rac-ı Ahmedî (A.S.M.
İkincisi: Risale-i Nur, İsm-i A'zam cilvesiyle ve İsm-i Rahîm ve Hakîm'in tecellisiyle
zuhur ettiğinden imtiyazlı hassası "Allahü Ekber"den iktibasen celal ve kibriya,
"Bismillahirrahmanirrahîm"den istifazaten merhamet ve şefkat, v[¬U«E²7! i<¬i«Q²7! «x; «: den
istifadeten hikmet ve intizamın esasları üzerine gidiyor. Onun ruhu ve hayatı onlardır. Sair
meşreblerdeki aşk yerinde, Risale-i Nur'un meşrebinde müştakane şefkattir ve re'fetkârane
muhabbettir. Nasılki Hazret-i İmam-ı Ali (R.A.) sarih bir surette Siracünnur'un tarih-i te'lifini
kuvvetli celbetmek için ²€«h±¬W2 –²x«U²7! ¬y¬" ¯„xW²-«! ¯„xW²<«) ve bir nüshada ²€«h±¬O2 –
²x«U²7! ¬y¬" yani İsm-i
Adl ve İsm-i Hakem'in tecellisiyle ve adalet ve mizanıyla ve intizam ve hikmetiyle dünya
tamir edilir, tahribden kurtulur. İkinci nüsha ile o iki ismin rayiha-i tayyibesiyle ve çok hoş
kokularıyla, dünya güzel kokular alır. Attar dükkânı gibi rayiha-i tayyibe verir.
İşte İsm-i Adl ve İsm-i Hakem'in parlak bir âyineleri ve bir tefsirleri hükmünde olan
Otuzikinci Söz'e parmak basıyor ve mana-yı mecazî suretinde ifade eder. ¯„xW²<«) kelimesinin
Birinci Sual: Bütün kıymetdar kitablar içinde Risale-i Nur, Kur'anın işaretine ve
iltifatına ve Hazret-i İmam-ı Ali'nin (R.A.) takdir ve tahsinine ve Gavs-ı A'zam'ın teveccüh ve
tebşirine vech-i ihtisası nedir? O iki zâtın kerametle Risale-i Nur'a bu kadar kıymet ve
ehemmiyet vermesinin hikmeti nedir?
Elcevab: Malûmdur ki, bazı vakit olur bir dakika; bir saat ve belki bir gün, belki seneler
kadar.. ve bir saat; bir sene, belki bir ömür kadar netice verir ve ehemmiyetli olur. Meselâ:
Tarifi Nasıldır?
Kur'an, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi.. ve âyât-ı tekviniyeyi okuyan
mütenevvi dillerinin tercüman-ı ebedîsi.. ve şu âlem-i gayb ve şehadet kitabının müfessiri.. ve
zeminde ve gökte gizli esma-i İlahiyenin manevî hazinelerinin keşşafı.. ve sutûr-u hâdisatın
altında muzmer hakaikin miftahı.. ve âlem-i şehadette âlem-i gaybın lisanı.. ve şu âlem-i
şehadet perdesi arkasında olan ve âlem-i gayb cihetinden gelen iltifatat-ı ebediye-i Rahmaniye
ve hitabat-ı ezeliye-i Sübhaniyenin hazinesi.. ve şu İslâmiyet âlem-i manevîsinin güneşi,
temeli, hendesesi.. ve avalim-i uhreviyenin mukaddes haritası.. ve zât ve sıfât ve esma ve
şuun-u İlahiyenin kavl-i şârihi, tefsir-i vâzıhı, bürhan-ı katıı, tercüman-ı satıı.. ve şu âlem-i
insaniyetin mürebbisi.. ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyetin mâ' ve ziyası.. ve nev-i beşerin
hikmet-i hakikiyesi.. ve insaniyeti saadete sevkeden hakikî mürşidi ve hâdîsi... ve insanlara
hem bir kitab-ı şeriat, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı ubudiyet,
hem bir kitab-ı emr ü davet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikir, hem insanın bütün
MAXQDA 2020 24.12.2022
hacat-ı maneviyesine merci' olacak çok kitabları tazammun eden tek, câmi' bir kitab-ı
mukaddes.. hem bütün evliya ve sıddıkînin ve urefa ve muhakkikînin muhtelif meşreblerine
ve ayrı ayrı mesleklerine, herbirindeki meşrebin mezâkına lâyık ve o meşrebi tenvir edecek ve
herbir mesleğin mesâkına muvafık ve onu tasvir edecek birer risale ibraz eden mukaddes bir
kütübhane hükmünde bir kitab-ı semavîdir.
--- sh:»(İ:11) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
---
Tarifi Nasıldır?
Kur'an, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi.. ve âyât-ı tekviniyeyi okuyan
mütenevvi dillerinin tercüman-ı ebedîsi.. ve şu âlem-i gayb ve şehadet kitabının müfessiri.. ve
zeminde ve gökte gizli esma-i İlahiyenin manevî hazinelerinin keşşafı.. ve sutûr-u hâdisatın
altında muzmer hakaikin miftahı.. ve âlem-i şehadette âlem-i gaybın lisanı.. ve şu âlem-i
şehadet perdesi arkasında olan ve âlem-i gayb cihetinden gelen iltifatat-ı ebediye-i Rahmaniye
ve hitabat-ı ezeliye-i Sübhaniyenin hazinesi.. ve şu İslâmiyet âlem-i manevîsinin güneşi,
temeli, hendesesi.. ve avalim-i uhreviyenin mukaddes haritası.. ve zât ve sıfât ve esma ve
şuun-u İlahiyenin kavl-i şârihi, tefsir-i vâzıhı, bürhan-ı katıı, tercüman-ı satıı.. ve şu âlem-i
insaniyetin mürebbisi.. ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyetin mâ' ve ziyası.. ve nev-i beşerin
hikmet-i hakikiyesi.. ve insaniyeti saadete sevkeden hakikî mürşidi ve hâdîsi... ve insanlara
hem bir kitab-ı şeriat, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı ubudiyet,
hem bir kitab-ı emr ü davet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikir, hem insanın bütün
hacat-ı maneviyesine merci' olacak çok kitabları tazammun eden tek, câmi' bir kitab-ı
mukaddes.. hem bütün evliya ve sıddıkînin ve urefa ve muhakkikînin muhtelif meşreblerine
ve ayrı ayrı mesleklerine, herbirindeki meşrebin mezâkına lâyık ve o meşrebi tenvir edecek ve
herbir mesleğin mesâkına muvafık ve onu tasvir edecek birer risale ibraz eden mukaddes bir
kütübhane hükmünde bir kitab-ı semavîdir.
--- sh:»(İ:11) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
---
Hem
saltanat-ı âmme-i Sübhaniye hesabına bir hutbe-i ezeliyedir. Hem rahmet-i vasia-i muhita
nokta-i nazarında bir defter-i iltifatat-ı Rahmaniyedir. Hem uluhiyetin azamet-i haşmeti
haysiyetiyle, başlarında bazan şifre bulunan bir muhabere mecmuasıdır. Hem ism-i a'zamın
muhitinden nüzul ile arş-ı a'zamın bütün muhatına bakan ve teftiş eden hikmetfeşan bir Kitab-
ı Mukaddes'tir. Ve şu sırdandır ki, "Kelâmullah" ünvanı kemal-i liyakatla Kur'ana verilmiş ve
daima da veriliyor. Kur'andan sonra sair enbiyanın kütüb ve suhufları derecesi gelir. Sair
nihayetsiz kelimat-ı İlahiyenin ise bir kısmı dahi has bir itibarla, cüz'î bir ünvan ile, hususî bir
tecelli ile, cüz'î bir isim ile ve has bir rububiyet ile ve mahsus bir saltanat ile ve hususî bir
rahmet ile zahir olan ilhamat suretinde bir mükâlemedir.
Evet benî-âdem, büyük bir kervan ve azîm bir kafile gibi mazinin derelerinden
gelip, vücud ve hayat sahrasında misafir olup, istikbalin yüksek dağlarına ve müzeyyen
MAXQDA 2020 24.12.2022
bağlarına müteveccihen kafile kafile müteselsilen yürümekte iken, kâinatın nazar-ı dikkatini
celbetti. "Şu garib ve acib mahluklar kimlerdir? Nereden geliyorlar? Nereye gidiyorlar?" diye
ahvallerini anlamak üzere hilkat hükûmeti, fenn-i hikmeti karşılarına çıkardı. Ve aralarında
şöyle bir muhavere başladı:
Hikmet: Nereden geliyorsunuz?
Bu itibarla,
şu mes'elemizde tedelli değil, terakki vardır.
Sual: Mebde' ve me'haz itibariyle rikkat-ül kalb manasını ifade eden bu iki sıfatın
Cenab-ı Hak hakkında kullanılması caiz değildir. Eğer mana-yı hakikatlerinin lâzımı ve
neticesi olan in'am ve ihsan kasdedilirse, mecazda ne hikmet vardır?
Cevab: Bu iki sıfat, "yed" gibi mana-yı hakikîleriyle, Cenab-ı Hak hakkında
kullanılması muhal olan müteşabihattandır. Müteşabihatta, mana-yı mecazînin mana-yı
hakikînin lafzıyla, üslûbuyla gösterilmesindeki hikmet, insanların me'luf ve malûmları
olmayan manaları ve hakikatları zihinlerine yakınlaştırıp kabul ettirmekten ibarettir.
Sâlisen: Bu cümlenin Kur'anın başlangıcı olan Fatiha Suresi'ne fatiha yani başlangıç
yapılması neye binaendir?
Cevab: Kâinatın ve dolayısıyla insanların hilkatindeki hikmet ve gaye, ¬–
:GA²Q«[¬7 Ŭ! «j²9¬²!
raci'dir. Yani: Bizim vücudumuzun zerratı veya ehl-i tevhid cemaatı veyahut kâinat
mevcudatı, bütün hacat ve maksadlarımıza, bilhassa en ehemm olan ibadetimize, senden iane
ve tevfik istiyoruz. «¾@Å<¬! kelimesinin tekrarlanmasındaki hikmetin birincisi, hitab ve huzurdaki
lezzetin artırılmasına; ikincisi, ayân makamının bürhan makamından daha yüksek olduğuna;
üçüncüsü, huzurda sıdk olup kizbin ihtimali olmadığına; dördüncüsü, ibadetle istianenin ayrı
ve müstakil maksadlar olduklarına işarettir.
Bu iki fiili birbiriyle bağlayan münasebet, ücretle hizmet arasındaki münasebettir. Zira
ibadet, abdin Allah'a karşı bir hizmetidir. İane de, o hizmete karşı bir ücret gibidir. Veya
mukaddeme ile maksud arasındaki alâkadır.
(İ:22) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
---
kelimesinin takdiminden doğan hasr, abdin Cenab-ı Hakk'a karşı yaptığı ibadet ve hizmetle,
vesait ve esbaba olan tezellülden kurtuluşuna işarettir. Lâkin esbabı tamamen ihmal ve
terketmek iyi değildir. Çünki o zaman, Cenab-ı Hakk'ın hikmet ve meşietiyle kâinatta
vaz'edilen nizama karşı bir temerrüd çıkar. Evet daire-i esbabda iken tevekkül etmek, bir nevi
tenbellik ve atalettir.
@«9¬G²;¬! :
---
«v[¬T«B²KW²7! «!«h±¬M7! : Sırat-ı müstakim; şecaat, iffet, hikmetin mezcinden ve hülâsasından
hasıl olan adl ü adalete işarettir. Şöyle ki:
Tegayyür, inkılab ve felâketlere maruz ve muhtaç şu insan bedeninde iskân edilen ruhun
yaşayabilmesi için üç kuvvet ihdas edilmiştir. Bu kuvvetlerin birincisi:
İfrat mertebesi cerbezedir ki; hakkı bâtıl, bâtılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir
zekâya mâlik olur. Vasat mertebesi ise hikmettir ki; hakkı hak bilir imtisal eder, bâtılı bâtıl
bilir içtinab eder.
!®h[¬C«6 !®h²[«' «]¬#:
refik-i daimî olan makam-ı recaya baktırmasıdır. Çünki korkunç bir şeyi gören adam, korku
ve hayret içinde kalır; sonra firar etmeye meyleder. Âciz olduğu takdirde tevekkül eder, sonra
teselli yollarını arar.
S- Cenab-ı Hak, Ganiyy-i Mutlak'tır; âlemde bu kadar dalaletleri ve pek çirkin fena
şeyleri yapan nev'-i beşerin yaratılışında ne hikmet vardır?
--- sh:»(İ:27) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
---
öyle bir nakş-ı belâgata mazhar etmiştir ki, bütün ehl-i belâgat, onun belâgatına hayran
olmuşlar, secdeye varmışlardır. Ve keza teyemmün, teberrük ve istiane gibi çok vecihleri
hâvi; ve tevhid, tenzih, sena, celal ve cemal ve ihsan gibi çok makamları tazammun; ve tevhid
ve nübüvvet, haşir ve adalet gibi makasıd-ı erbaaya işaret eden Besmele, zikredilen yerlerin
MAXQDA 2020 24.12.2022
Tahliye y«[¬V²F«# tathir etmek ve temizlemektir. Tahliye y«[¬V²E«# ise, tezyin etmek ve
süslendirmek manasınadır. Bunlar birbiriyle arkadaş olup burada olduğu gibi, daima birbirini
takib ediyorlar. Onun için kalb, takva ile seyyiattan temizlenir temizlenmez hemen onun
ardında iman ile tezyin edilmiş ve süslendirilmiştir.
Kur'an-ı Kerim, tahliye-i seyyiatı üç mertebesiyle zikretmiştir. Birincisi, şirki terk;
ikincisi, maasiyi terk; üçüncüsü, masivaullahı terk etmektir. Tahliye y«[¬V²E«# ise, hasenat ile
olur.
Meselâ:
Secdede, rükû'da, kıyamda olan melaikenin ibadetlerini, hem taş, ağaç ve hayvanların o
ibadetlere benzeyen durumlarını andıran bir ibadettir.
S- «–xW[¬T< nin fiil sîgasıyla zikrinde ne hikmet vardır?
C- Ruha hayat veren namazın o geniş hareketini ve âlem-i İslâma
--- sh:»(İ:43) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
M.) o tatlı sesiyle, ibadete ve cemaate bir meyl, bir şevk husule gelir.
S- «–xÇV«M< kelimesine bedel, itnablı «?x«VÅM7! «–xW[¬T< nin zikrinde ne hikmet vardır?
C- Namazda lâzım olan ta'dil-i erkân, müdavemet, muhafaza gibi ikamenin manalarını
müraat etmeye işarettir.
Arkadaş!
görünen ihtilâller, fesadlar ve bütün ahlâk-ı rezilenin iki kelimeden doğduğunu görürsün.
Birisi: "Ben tok olayım da, başkası açlığından ölürse ölsün bana ne."
İkinci Bürhan: Herbir nev'de, herbir ferdde hikmetlere, maslahatlara riayet eden ve
inayet-i ezeliyenin timsali olan hikmet-i tâmme, saadet-i ebediyenin gelmesini tebşir ediyor.
Çünki aksi halde, bedahetle ikrar ve tasdik ettiğimiz şu hikmetleri ve faideleri inkâr etmemiz
lâzımgelir. Çünki o faidelerin, o hikmetlerin, o maslahatların herbirisi zıddına inkılab ederler.
Bu hal ise, safsatadır.
Üçüncü Bürhan: İkinci bürhanı tefsir eder.
Dördüncü Bürhan: Üçüncü Bürhanı izah eder. Bütün fenlerin şehadetiyle, fıtratta israf
yoktur. Eğer insan-ı ekber denilen âlemdeki hikmetleri idrakten âciz isen, âlem-i asgar denilen
insandaki nüktelere, hikmetlere dikkat et. Evet "Fenn-i Menafi'-ül A'za"nın şerh ve beyan
ettiği vecihle, insanın cisminde, herbirisi bir menfaat için takriben ikiyüz küsur kemik vardır.
Ve herbirisi bir faide için altı bin damar vardır. Ve hüceyrata hizmet eden yirmidört bin
mesame ve pencere vardır. O hüceyratta cazibe, dafia, mümsike, musavvire, müvellide
namıyla herbirisi bir maslahat için beş kuvvet çalışıyor.
Dördüncü Bürhan: Üçüncü Bürhanı izah eder. Bütün fenlerin şehadetiyle, fıtratta israf
yoktur. Eğer insan-ı ekber denilen âlemdeki hikmetleri idrakten âciz isen, âlem-i asgar denilen
insandaki nüktelere, hikmetlere dikkat et. Evet "Fenn-i Menafi'-ül A'za"nın şerh ve beyan
ettiği vecihle, insanın cisminde, herbirisi bir menfaat için takriben ikiyüz küsur kemik vardır.
Ve herbirisi bir faide için altı bin damar vardır. Ve hüceyrata hizmet eden yirmidört bin
mesame ve pencere vardır. O hüceyratta cazibe, dafia, mümsike, musavvire, müvellide
namıyla herbirisi bir maslahat için beş kuvvet çalışıyor.
âlem-i anasırda dağınık menbalardan muntazam bir düstur ile, mahsus bir nizam ile cem' ve
tahsil edilirler.
İşte bütün bu nizamlar, bu kanunlar, bu intizamlar; hep bir kasd, bir irade, bir hikmetten
MAXQDA 2020 24.12.2022
çıkıyor. Evet meselâ Habib'in gözünde yerleşen bir zerrenin, unsur-u havadan veya unsur-u
türabdan o garib, acib tavırlarda, inkılablarda yaptığı muntazam hareketinden anlaşılır ki; o
zerre, toprakta iken Habib'in gözüne tayin edilmiş ve bir memur gibi mahall-i memuriyetine
muntazaman i'zam kılınmıştır (yükseltilmiştir.)
Evet fennî bir nazarla dikkat edilirse anlaşılır ki, o zerrenin hareketi, körükörüne,
tesadüf eseri değildir. Çünki o zerre, hangi mertebeye girerse, o mertebenin nizamına tâbi'
olur. Ve hangi bir tavra intikal etmiş ise, onun muayyen kanunuyla amel etmiştir
büyük bir acze maruz kaldığını hisseder etmez, derhal bir nokta-i istinadı; kezalik emellerinin
tenmiyesi (nemalandırmak) için bir çare ararken, derhal bir nokta-i istimdadı aramaya başlar.
Bu noktalar ise, iman ile elde edilebilir. Demek, kalbin sem' ve basara hakk-ı takaddümü
MAXQDA 2020 24.12.2022
vardır.
İhtar: Kalbden maksad; sanevberî (çam kozalağı) gibi bir et parçası değildir. Ancak bir
latife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı, vicdan; ma'kes-i efkârı, dimağdır. Binaenaleyh o
latife-i Rabbaniyeyi tazammun eden o et parçasına kalb tabirinden şöyle bir letafet çıkıyor ki;
o latife-i Rabbaniyenin insanın maneviyatına yaptığı hizmet, cism-i sanevberînin cesede
yaptığı hizmet gibidir. Evet nasılki bütün aktar-ı bedene mâ-ül hayatı neşreden o cism-
Sonra °v[¬P«2 kelimesi, ta'zimi ifade eden °Æ!«H«2 deki tenvine te'kiddir.
Sual: Bir kâfirin masiyet-i küfriyesi mahduddur, kısa bir zamanı işgal ediyor. Ebedî ve
gayr-ı mütenahî bir ceza ile tecziyesi, adalet-i İlahiyeye uygun olmadığı gibi, hikmet-i
ezeliyeye de muvafık değil. Merhamet-i İlahiye müsaade etmez?
Cevab:
vücuduyla olur. Şerden, haddi tecavüz etmemek için, terhib ve tahvif lâzımdır. Terhibin
vicdan üzerine tesiri, terhibi tasdik etmekle olur. Terhibin tasdiki ise, haricî bir azabın
vücuduna mütevakkıftır.
«w¬8 ¬y¬"
Yani: "Ey insanlar! Sizi ve sizden evvelkileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki,
takva mertebesine vâsıl olasınız. Ve yine Rabbinize ibadet ediniz ki; Arz'ı size döşek,
semayı binanıza dam yapmış ve semadan suları indirmiş ki, sizlere rızık olmak üzere
yerden meyve ve sâir gıdaları çıkartsın. Öyle ise, Allah'a misil ve şerik yapmayınız.
Bilirsiniz ki, Allah'tan başka mabud ve hâlıkınız yoktur."
Mukaddeme
İkincisi: İbadet, fikirleri Sâni'-i Hakîm'e çevirttirmek içindir. Abdin Sâni'-i Hakîm'e
olan teveccühü, itaat ve inkıyadını intac eder. İtaat ve inkıyad ise, abdi intizam-ı ekmel altına
idhal eder. Abdin intizam altına girmesiyle ve nizama ittiba etmesiyle, hikmetin sırrı tahakkuk
MAXQDA 2020 24.12.2022
eder. Hikmet ise, kâinat sahifelerinde parlayan san'at nakışlarıyla tebarüz eder.
--- sh:»(İ:85) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
İhtar: İbadetin ruhu, ihlastır. İhlas ise, yapılan ibadetin yalnız emredildiği için
yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir faide ibadete illet gösterilse, o ibadet bâtıldır.
Faideler, hikmetler yalnız müreccih olabilirler, illet olamazlar.
--- sh:»(İ:86) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
İhtar: İbadetin ruhu, ihlastır. İhlas ise, yapılan ibadetin yalnız emredildiği için
yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir faide ibadete illet gösterilse, o ibadet bâtıldır.
Faideler, hikmetler yalnız müreccih olabilirler, illet olamazlar.
--- sh:»(İ:86) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
---
Ateşin dumana olan delaleti gibi, müessirden esere yapılan istidlale "bürhan-ı limmî"
denildiği gibi; dumanın ateşe olan delaleti gibi, eserden müessire olan istidlale de "bürhan-ı
innî" denir. Bürhan-ı innî, şübhelerden daha sâlimdir.
Bu âyetin, Sâni'in vücud u vahdetine işaret eden delillerinden biri de, "inayet delili"dir.
Bu delil; kâinatı ve kâinatın eczasını ve enva'ını ihtilâlden, ihtilaftan, dağılmaktan kurtarıp
bütün hususatını intizam altına almakla kâinata hayat veren nizamdan ibarettir. Bütün
maslahatların, hikmetlerin, faidelerin, menfaatlerin menşei, bu nizamdır. Menfaatlerden,
maslahatlardan bahseden bütün âyât-ı Kur'aniye, bu nizam üzerine yürüyor ve bu nizamın
tecellisine mazhardır. Binaenaleyh bütün mesalihin, fevaidin ve menafi'in mercii olan ve
kâinata hayat veren bir nizam; elbette ve elbette bir nâzımın vücuduna delalet ettiği gibi, o
nâzımın kasd u hikmetine delalet etmekle, kör tesadüfün vehimlerini nefyeder.
Ey insan! Eğer senin fikrin, nazarın şu yüksek nizamı bulmaktan âciz ise ve istikra-i tâm
ile, yani umumî bir araştırma ile de o nizamı elde etmeye kadir değilsen, insanların telahuk-u
efkâr denilen fikirlerinin birleşmesinden doğan ve nev-i beşerin havassı (duyguları)
hükmünde olan fünun ile kâinata bak ve sahifelerini oku ki, akılları hayrette bırakan o yüksek
nizamı göresin.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Bu âyetin, Sâni'in vücud u vahdetine işaret eden delillerinden biri de, "inayet delili"dir.
Bu delil; kâinatı ve kâinatın eczasını ve enva'ını ihtilâlden, ihtilaftan, dağılmaktan kurtarıp
bütün hususatını intizam altına almakla kâinata hayat veren nizamdan ibarettir. Bütün
maslahatların, hikmetlerin, faidelerin, menfaatlerin menşei, bu nizamdır. Menfaatlerden,
maslahatlardan bahseden bütün âyât-ı Kur'aniye, bu nizam üzerine yürüyor ve bu nizamın
tecellisine mazhardır. Binaenaleyh bütün mesalihin, fevaidin ve menafi'in mercii olan ve
kâinata hayat veren bir nizam; elbette ve elbette bir nâzımın vücuduna delalet ettiği gibi, o
nâzımın kasd u hikmetine delalet etmekle, kör tesadüfün vehimlerini nefyeder.
Ey insan! Eğer senin fikrin, nazarın şu yüksek nizamı bulmaktan âciz ise ve istikra-i tâm
ile, yani umumî bir araştırma ile de o nizamı elde etmeye kadir değilsen, insanların telahuk-u
efkâr denilen fikirlerinin birleşmesinden doğan ve nev-i beşerin havassı (duyguları)
hükmünde olan fünun ile kâinata bak ve sahifelerini oku ki, akılları hayrette bırakan o yüksek
nizamı göresin.
--- sh:»
İşte sathî ve dikkatsiz nazarlar bu gibi hatalara düştükleri gibi, yüksek bir cevhere ve
MAXQDA 2020 24.12.2022
mükerrem bir mahiyete mâlik olan insan, kasdı ve dikkati ile daima hak ve hakikatı ararken,
bazan sathî ve dikkatsiz bir nazarla bâtıla bakar. O bâtıl da ihtiyarsız, talebsiz, davetsiz fikrine
gelir. Fikri de çar-nâçar alır saklar, yavaş yavaş kabul ve tasdikine de mazhar olur. Fakat onun
o bâtılı kabul ve tasdiki, bütün hikmetlerin mercii olan nizam-ı âlemden gaflet etmesinden ve
madde ile hareketinin ezeliyete zıd olduğuna körlük gösterdiğinden ileri gelmiştir ki, şu garib
nakışları ve acib san'at eserlerini esbab-ı camideye isnad etmek mecburiyetiyle o dalaletlere
düşmüşlerdir.
Hüseyin-i Cisrî'nin dediği gibi, âsâr-ı medeniyetle müzeyyen ve bütün zînetlere
müştemil bir eve giren bir adam, ev sahibini göremediğinden o zîneti, o esasatı, tesadüfe ve
tabiata isnad etmeye mecbur olmuştur.
Kezalik nizam-ı âlemdeki bütün hikmetlerin, faidelerin tam bir ihtiyara ve şamil bir
ilme ve kâmil bir kudrete yaptıkları şehadetten gaflet eden gafiller, sathî nazarlarınca, tesir-i
hakikîyi esbab-ı camideye vermeye mecbur kalmışlardır.
Fikri de çar-nâçar alır saklar, yavaş yavaş kabul ve tasdikine de mazhar olur. Fakat onun
o bâtılı kabul ve tasdiki, bütün hikmetlerin mercii olan nizam-ı âlemden gaflet etmesinden ve
madde ile hareketinin ezeliyete zıd olduğuna körlük gösterdiğinden ileri gelmiştir ki, şu garib
nakışları ve acib san'at eserlerini esbab-ı camideye isnad etmek mecburiyetiyle o dalaletlere
düşmüşlerdir.
Hüseyin-i Cisrî'nin dediği gibi, âsâr-ı medeniyetle müzeyyen ve bütün zînetlere
müştemil bir eve giren bir adam, ev sahibini göremediğinden o zîneti, o esasatı, tesadüfe ve
tabiata isnad etmeye mecbur olmuştur.
Kezalik nizam-ı âlemdeki bütün hikmetlerin, faidelerin tam bir ihtiyara ve şamil bir
ilme ve kâmil bir kudrete yaptıkları şehadetten gaflet eden gafiller, sathî nazarlarınca, tesir-i
hakikîyi esbab-ı camideye vermeye mecbur kalmışlardır.
--- sh:»(İ:90) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
Hülâsa: İnsan sathî ve gayr-ı kasdî bir nazarla bâtıl ve muhal bir şeye baktığı zaman,
hakikî illetini bulamadığı takdirde, çar-nâçar sıhhatına veya inkârına kail olmakla kabul
etmesi ihtimali vardır. Fakat talib ve müşteri sıfatıyla kasden ve bizzât dikkatle bakacak
olursa, onların hikemiyat dedikleri o bâtıl mes'elelerden hiçbirisini de kabul etmez. Ancak
bütün siyasîlerin hikmetini ve hükemanın akıllarını zerrelerde farzetmekle eblehane kabul
eder.
S- Onların daima iftiharla bahsettikleri tabiat, nevamis ve kuva nedir ki, kendilerini
onlarla iknaa çalışıyorlar?
C- Tabiat dedikleri şey, bir matbaadır, tâbi' değildir.
Kâinatın
ihtiva ettiği zerrelerden herbirisinin gerek zâtında, gerek sıfâtında, gerek ahvalinde ve gerek
vücudunda gayr-ı mütenahî imkânlar, ihtimaller, müşkilâtlar, yollar, kanunlar varken;
birdenbire o zerre, gayr-ı mütenahî yollardan muayyen bir yola sülûk eder. Ve gayr-ı mahdud
hallerden, bir vaziyete girer. Ve gayr-ı ma'dud sıfatlardan bir sıfatla vasıflanır ve doğru bir
kanun üzerine mukadder bir maksada harekete başlar ve vazife olarak uhdesine verilen
herhangi bir hikmet ve bir maslahatı derhal intac eder ki, o hikmet ve o maslahatın husule
gelmesi, ancak o zerrenin o çeşit hareketiyle olabilir. Acaba o kadar yollar ve ihtimaller
arasında o zerrenin macerası, lisan-ı haliyle, Sâni'in kasd u hikmetine delalet etmez mi?
İşte herbir zerre, -müstakillen- kendi başıyla Sâni'in vücuduna delalet ettiği gibi, küçük-
büyük herhangi bir teşekküle girerse veya hangi bir mürekkebe cüz' olursa, girdiği ve cüz'
olduğu o makamlarda kazandığı nisbete göre Sâni'ine olan delaletini muhafaza eder.
Bu âyetin mâkabliyle cihet-i irtibatına gelince:
Vakta ki Kur'an-ı Kerim:
edilmiştir.
İbadetin hilkat-ı beşere terettübü iki şeyden ileri geliyor: Ya insanlar ilk yaratılışında
ibadete istidadlı ve takvaya kabiliyetli olarak yaratılmışlardır. Ve o istidadı ve o kabiliyeti
onlarda gören, onların ibadet ve takva vazifelerini göreceklerini kaviyyen ümid eder. Veyahut
insanların hilkatinden ve memur oldukları vazifeden ve teveccüh ettikleri kemalden maksad,
ibadetin kemali olan takvadır. «–xTÅB«# ²vUÅV«Q«7 Şu cümle, her iki noktaya da tatbik edilebilir.
Yani
istidad ve kabiliyetinizde ekilen veya vazife ve hilkatinizden kasdedilen takvanın kuvveden
fiile çıkarılması lâzımdır.
İbadetin hilkat-ı beşere terettübü iki şeyden ileri geliyor: Ya insanlar ilk yaratılışında
ibadete istidadlı ve takvaya kabiliyetli olarak yaratılmışlardır. Ve o istidadı ve o kabiliyeti
onlarda gören, onların ibadet ve takva vazifelerini göreceklerini kaviyyen ümid eder. Veyahut
insanların hilkatinden ve memur oldukları vazifeden ve teveccüh ettikleri kemalden maksad,
ibadetin kemali olan takvadır. «–xTÅB«# ²vUÅV«Q«7 Şu cümle, her iki noktaya da tatbik edilebilir.
Yani
istidad ve kabiliyetinizde ekilen veya vazife ve hilkatinizden kasdedilen takvanın kuvveden
fiile çıkarılması lâzımdır.
Sonra Kur'an-ı Kerim'de Mabudun vücuduna ait âfâkî delillerin en karibine @®-
Rabbinize ibadet ediniz. Bu itibarla insan, ibadetine itimad etmemelidir ve daima ibadetinin
artmasına çalışmalıdır.
Reca manası, sâmi' ve müşahidlere göre olursa şöyle tevil edilecektir:
Ey müşahidler! Arslanın pençesini gören adam, o pençenin iktizası olan parçalamayı
arslandan ümid ve reca ettiği gibi; siz de insanları ibadet techizatıyla mücehhez olduklarını
gördüğünüzden, onlardan takvayı reca ve intizar edebilirsiniz. Ve keza ibadetin fıtrî bir iktiza
neticesi olduğuna işarettir
Rabbinize ibadet ediniz. Bu itibarla insan, ibadetine itimad etmemelidir ve daima ibadetinin
artmasına çalışmalıdır.
Reca manası, sâmi' ve müşahidlere göre olursa şöyle tevil edilecektir:
Ey müşahidler! Arslanın pençesini gören adam, o pençenin iktizası olan parçalamayı
arslandan ümid ve reca ettiği gibi; siz de insanları ibadet techizatıyla mücehhez olduklarını
gördüğünüzden, onlardan takvayı reca ve intizar edebilirsiniz. Ve keza ibadetin fıtrî bir iktiza
neticesi olduğuna işarettir.
«–xTÅB«# : Takva, tabakat-ı mezkûrenin ibadetlerine terettüb ettiğinden, takvanın bütün
kısımlarına, mertebelerine de şamildir.
(İ:100) ↓ ---------------------------------------------------------------------------------------------
--
teşkil eden zerreler, büyüklük-küçüklük, çirkinlik-güzellik gibi gayr-ı mütenahî ahval ve
keyfiyetleri kabul etmekte müsavidirler. Yani bir zerrenin, bin keyfiyeti kabul etmeye
kabiliyeti vardır; ve bir halet, binlerce zerrelere hal olabilir. Binaenaleyh güzellik gibi bir
sıfat, binlerce zerrelere ve dolayısıyla cisimlere sıfat olabildiği halde, o kadar imkânat ve
ihtimaller içinde muayyen bir cisme tayin edildiği zaman; herhalde bir kasd ile, bir hikmet
altında, bir zâtın irade ve tahsisiyle, binlerce cisimler arasında o cisim, o sıfata mevsuf
kılınmıştır.
²vU«7 : Bu "lâm" ihtisas için değildir, ancak sebebiyeti ifade ediyor. Yani Arz'ın tefrişine
sebeb yani vesile, insandır.
anlaşılıyor ki, Arz taş gibi katı ve sert değildir ki kabil-i sükna olmasın ve su gibi mâyi de
değildir ki, ziraat ve istifadeye kabil olmasın. Belki orta bir vaziyette yapılmıştır ki, hem
mesken, hem mezraa olsun. Bu iki faidenin taht-ı temine alınması, elbette ve elbette bir
maksad, bir hikmet ve bir nizam ile olabilir.
®š@«X¬" «š@«WÅ,7!«: : Semanın insanlara bir sakf, bir dam gibi yapılması, yıldızların o damda asıl
(İ:101) ↓ ---------------------------------------------------------------------------------------------
--
Sual: İnsan, Arz'a nisbeten bir zerredir; Arz da, kâinata nazaran bir zerredir; ve keza
insanın bir ferdi, nev'ine nisbeten bir zerredir; nev'i de, sair ortakları bulunan enva' içinde bir
zerre gibidir. Ve keza aklın düşünebildiği gayeler, faideler hikmet-i ezeliye ve ilm-i İlahîdeki
faidelere nisbeten bir zerreden daha aşağıdır. Binaenaleyh böyle bir âlemin insanın istifadesi
için yaratılmış olduğu akla giremez?
Cevab: Evet zahire bakılırsa insan bir zerre hükmündedir.
--
Ey arkadaş! Ateş unsuru, kâinatın bütün kısımlarını istilâ etmiş pek büyük bir unsurdur.
Bir damar gibi kâinatın yaratılışından başlayarak her tarafa dal-budak salıp gelen şu şecere-i
nâriyeye nazar-ı hikmetle dikkat edilirse, bu şecerenin başında yani sonunda büyük bir
meyvenin bulunduğu anlaşılır. Evet toprağın içinde büyük ve uzun bir damarı gören adam, o
damarın başında kavun gibi bir meyvenin bulunduğunu zannetmesi gibi, âlemin her tarafında
damarları bulunan şu şecere-i nâriyenin de Cehennem gibi bir meyvesinin bulunduğuna
bilhads yani sür'at-i intikal ile hükmedebilir.
S- Cehennem şimdi mevcud olduğu takdirde, yeri nerededir?
ateş bazan öyle bir dereceye gelir ki, yakınında bulunan şeylerden hararetleri tamamen celb ve
cezb etmekle, onları bürudet ile yakar ve suyu incimad ettirir.
S- Mezkûr hadîse göre; Cehennem Arz'ın merkezindedir. Halbuki Arz, Cehennem'e
nisbeten bir yumurta kadardır. O kocaman Cehennem, Arz'ın karnında nasıl yerleşir?
S: Kâinat ilk yaratılışında ebede elverişli olarak sabit bir şekilde yaratılsaydı; böyle
tegayyüratlı, inkılablı, mâil-i inhidam bir surette yaratılıp, bilâhere tahribden sonra ebediyete
kabil, metin bir şekilde yapılmasından daha iyi ve daha kısa olmaz mı idi?
C: Vakta ki Cenab-ı Hak, hikmet-i ezeliye ile inayet-i ezeliyenin iktizasınca, insanların
kabiliyetlerinin tezahürünü ve istidadlarının neşv ü nemasını irade etmekle, nev-i beşeri
imtihan ve tecrübeye tâbi' tuttu, zararları menfaatlara kattı, şerleri hayırların içine attı,
güzellikleri çirkinliklerle cem' etti; hepsini birbirine karıştırarak kâinatın hamuru ile beraber
yaratılış teknesinde yoğurduktan sonra, kâinatı tegayyür, tebeddül, tekâmül kanunlarına tâbi'
tuttu.
Vakta ki imtihan perdesi kapanır ve tecrübe zamanı nihayet bulur ve kâinat tarlasının
vakt-i hasadı hulûl eder. Sâni'-i Hakîm inayetiyle, birbiriyle karışık yoğurduğu zıdları tasfiye
eder, içlerinden tegayyürü doğuran esbabı ayırır ve ihtilaf maddelerini tefrik eder. Sonra
Cehennem ebede elverişli olarak metin ve kavî bir cisimle teşekkül ederek, !
h«S«6 «w<¬HÅ7! @Å8«! «: ilââhir... Bu cümlenin evvelki cümle ile cihet-i irtibatı: Evet temsilât-ı
Kur'aniyedeki hikmeti fehmetmek için Allah canibinden nur-u imanla bakmak lâzım olduğuna
evvelki cümle ile işaret edilmiştir. Bu cümlede ise, mezkûr temsilâttaki hikmetin adem-i
fehmini intac eden ve aynı zamanda evham ve bahaneler yuvasına giden yol gösterilmiştir.
Şöyle ki:
MAXQDA 2020 24.12.2022
Hem inkâr ediyorlar, zira hakir görüyorlar. Hem işitmeleriyle dalalete girdiler, zira Kur'an
MAXQDA 2020 24.12.2022
onları dalalete attı. Hem onlar fıskla kabuklarından çıktılar, hem Allah'a
--- sh:»(İ:173) ↓ ---------------------------------------------------------------------------------------------
--
olan ahidlerini bozdular, hem sıla-i rahmi kestiler, hem Arz'da Allah'ın nizam ve intizamını
ifsad ettiler
Beşinci Mes'ele: «–xQ«%²h# ¬y²[«7¬! Åv$ un ukdesi hakkındadır. Evet Cenab-ı Hak, âlem-i kevn ü
fesad denilen şu âlemde hüsün, kubh, nef', zarar gibi zıdları, çok hikmetlere binaen karışık bir
tarzda yaratmıştır. Hem de izhar-ı izzet için, vesait ve esbabı vaz'etmiştir. Haşir ve kıyamette
kâinat tasfiye ameliyatını gördüğü zaman, zıdlar birbirinden ayrılır ve esbab ile vesait de
ortadan kalkar; ortadaki perde ve hicab kalktıktan sonra, herkes Sâniini görür ve hakikî
Mâlikini bilir.
Cevab: Dünyada insanın vücud ve bekası olduğu gibi, âhirette de vücud ve bekası
vardır. Dünyadaki vücud, vasıtasız dest-i kudretten çıkar. Dünyada terkib, tahlil, tasarruf,
tahavvül ile karışık beka mes'elesi sâbıkan zikredilen hikmet üzerine esbab, vesait, ilel,
mes'eleye müdahale edip araya girerler. Âhirette ise vücud ve beka, her ikisi de levazımatıyla,
terkibatıyla bizzât dest-i kudretten çıkarlar ve herkes hakikî Mâlikini bilir. İşte bunu anlayan,
rücuun ne demek olduğunu anlar.
--- sh:»
Onların o hurafevari fikirleri, efkâr-ı âmmeyi istilâ etmişti. Hattâ bazı müfessirler, bazı
âyetlerin zahirini onların mezheblerine meylettirmişlerdir. Hikmet-i cedide ise, feza denilen
MAXQDA 2020 24.12.2022
şu boşlukta yalnız yıldızların muallak bir vaziyette durmakta olduklarına kaildir. Bunların
mezhebinden, semavatın inkârı çıkıyor. Ve bu iki hikmetin birisi ifrata varmışsa da ötekisi
tefritte kalmıştır. Şeriat ise, Cenab-ı Hakk'ın yedi tabakadan ibaret semavatı halketmiş
olduğuna hâkimdir ve yıldızların da balık gibi o semalar denizlerinde yüzmekte olduklarına
kaildir. Hadîs ise, semanın ½¿xS²U«8 °‚²x«8 den ibaret bulunduğunu emrediyor. Şu hak olan
mezhebin, altı mukaddeme ile tahkikatını yapacağız.
Şu hak olan
mezhebin, altı mukaddeme ile tahkikatını yapacağız.
Birinci Mukaddeme: Şu geniş boşluğun esîr ile dolu olduğu, fennen ve hikmeten
sabittir.
İkinci Mukaddeme: Ecram-ı ulviyenin kanunlarını rabteden ve ziya ve hararetin
emsalini neşr ve nakleden fezayı doldurmuş bir madde mevcuddur.
beşerin bir mevki sahibi bulunduğu tasrih edildiğinde sâmiin zihnine geldi ki: "Bu kadar
fesad, şürur ve kötülüğü yapan beşere bu kadar kıymet neden verildi? Cenab-ı Hakk'a ibadet
ve takdis için şu fesadcı beşerin vücuduna hikmetin iktizası ve rızası var mıdır?" Sâmiin bu
vesvesesini def' için şöyle bir işarette bulundu ki: Beşerin o şürur ve fesadları, onda vedîa
bırakılan sırra mukabele
--- sh:»(İ:199) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
(İ:199) ↓ ---------------------------------------------------------------------------------------------
--
edemez, affolur. Ve Cenab-ı Hak onun ibadetine muhtaç değildir. Ancak Allâm-ül Guyub'un
ilmindeki bir hikmet içindir.
Cümlelerin arasındaki irtibata geldik:
²)¬!
®^«S[¬V«' ¬Œ²*«²! ]¬4 ½u¬2@«% ]±¬9¬! : Cenab-ı Hak müşavere yolunu öğretmek ile beşerin
hilafetindeki hikmetin sırrını melaikeye istifsar ettirmek üzere bu cümleyi söyledi. Sâmiin
zihni, üç noktayı nazara alarak harekete geçti: 1- Melaike ne dediler? 2- Taaccüble hikmeti
sordular. 3- Cinlere halife olmakla beraber, beşerde de kuvve-i gazabiye ve şeheviye
halkedilmiştir.
MAXQDA 2020 24.12.2022
½^«S[¬V«' : Bu tabir, Arz'ın insanların hayatına elverişli şeraiti haiz olmazdan evvel Arz'da
idrakli bir mahlukun bulunmuş olduğuna ve o mahlukun hayatına o zamandaki Arz'ın evvelki
vaziyetleri muvafık ve müsaid bulunduğuna işarettir. ½^«S[¬V«' tabirinin bu manaya delaleti,
mukteza-yı hikmettir. Amma meşhur olan manaya nazaran, o idrakli mahluk, cinlerden bir
nev' imiş; yaptıkları fesaddan dolayı insanlar ile mübadele edilmişlerdir.
«š@«8±¬G7! t¬S²,«< «:
--
@«Z[¬4 : Kuvve-i şeheviye ile Arz'da fesad hasıl olur, kuvve-i gazabiyenin tecavüzüyle katl
ü kıtale mahal olur. Halbuki Arz, takva üzerine tesis edilmiş bir mescid hükmündedir.
: : Fesad ile sefk gibi iki rezileyi birbirine atf ve cem'eder.
gelmez mi ki, ca'linin hikmetini soruyorsunuz?" İşte "vav-ı haliye" ile zikredilen d±¬A«,9 w²E«9 «:
ilââhir cümlesi, güya o itirazı ref'etmeye işarettir.
w²E«9 : Maasiden masum melaikenin cemaatlerinden kinayedir. Cümlenin cümle-i ismiye
şeklinde zikredilmesi; tesbihin melaikeye bir seciye olduğuna ve melaikenin tesbihata
mülazım ve müdavim olduklarına işarettir.
«¾¬G²W«E¬" d±¬A«,9
gelmez mi ki, ca'linin hikmetini soruyorsunuz?" İşte "vav-ı haliye" ile zikredilen d±¬A«,9 w²E«9 «:
ilââhir cümlesi, güya o itirazı ref'etmeye işarettir.
w²E«9 :
«–xW«V²Q«# «@«8 v«V²2«! ]±¬9¬! «Ä@«5 : Bu cümle, melaikenin istifsarından sonra acaba Cenab-
ı Hak
istifsarlarına nasıl cevab verdi ve taaccüblerini ne ile izale etti ve beşerin onlara tercihindeki
hikmet nedir diye sâmiin kalbine gelen suale icmalî bir cevabdır, tafsili sonra gelecektir.
v«V²2«! ]±¬9¬! deki Å–¬!, tahkiki ifade etmekle tereddüd ve şübheyi def'etmek içindir.
Binaenaleyh burada bu Å–¬!, Kur'an-ı Kerim'in îcaz için ihtisaren icmal ettiği birkaç cümleye
işarettir:
1- Beşerdeki maslahatlar ve beşerin hayr-ı kesîre nisbeten mefsedetleri, şerr-i kalildir.
Şerr-i kalil için hayr-ı kesîri terketmek, hikmete muhaliftir.
2- Beşerin hilafete olan sırr-ı liyakatı, melaikece meçhul, Hâlıkça malûmdur.
3- Beşerin onlara tercih hakkını veren hikmet, melaikece meçhuldür.
Çünki v«V²2«! nün delaletine göre, ilm-i İlahî taalluk ve tahakkuk etmiştir.
Öyle ise beşerin vücudu herhalde olacaktır.
Melaikeye verilen o icmalî cevabın tahkiki hakkında °v[¬U«& °v[¬V«2 «yÁV7! Å–¬! âyetinden şöyle
bir izahat alınabilir ki: Cenab-ı Hakk'ın ef'ali hikmetlerden, maslahatlardan hâlî değildir. Öyle
ise mevcudat, halkın malûmatında münhasır değildir. Öyle ise melaikenin adem-i ilimleri,
beşerin adem-i vücuduna delil olamaz. Ve keza Cenab-ı Hak hayr-ı mahz olarak melaikeyi
yaratmıştır, şerr-i mahz olarak da şeytanı yaratmıştır, hayır ve şerden mahrum olarak behaim
ve hayvanatı halketmiştir. Hikmetin iktizasına göre, hayır ve şerre kadir ve câmi' olarak
dördüncü kısmı teşkil eden beşerin yaratılması da lâzımdır ki; beşerin şeheviye ve gazabiye
kuvvetleri kuvve-i akliyesine münkad ve mağlub olursa, beşer mücahedesinden dolayı
melaikeye tefevvuk eder.
(İ:207) ↓ ---------------------------------------------------------------------------------------------
--
hükmüne göre: Kur'an-ı Kerim zahiren ve bâtınen, nassen ve delaleten, remzen ve işareten her
zamanda vücuda gelmiş veya gelecek herşeyi ifade ediyor. Buna binaen gerek enbiyanın kıssa
MAXQDA 2020 24.12.2022
Ve keza Cenab-ı Hakk'ın Arz'ında beşerin halife olması, Allah'ın hükümlerini icra ve
kanunlarını tatbik etmesi içindir. Bu ise, tam bir ilme mütevakkıftır. Ve keza birinci âyette
kelâmın sevkiyatı iktizasınca şöyle bir takdir olacaktır: Âdem'i halketti, tesviye etti, cesedine
nefh-i ruh etti, terbiye etti, sonra esmayı talim etti ve hilafete namzed kıldı. Sonra vakta ki
Âdem'i melaikeye tercih etmekle rüchan mes'elesinde ve hilafet istihkakında ilm-i esma ile
mümtaz kıldı; makamın iktizası üzerine, eşyayı melaikeye arz ve onlardan muarazayı taleb
etti; sonra melaike aczlerini hissetmekle Cenab-ı Hakk'ın hikmetini ikrar ettiler. Kur'an-ı
Kerim buna işareten,
«w[¬5¬(@«. ²vB²X6 ²–¬! ¬š«Îx´; ¬š@«W²,«@¬" ]¬9x\¬A²9«!
iktidarının beyanı îcab etti ki, muaraza tamam olsun. Bunun için, ²v¬Z¬=@«W²,«@¬" ²vZ²\¬A²9«! -
•«(³~ @«< «Ä@«5
hitabıyla Âdem'e ferman etti. Sonra vakta ki mes'ele tebeyyün etti ve hikmetin sırrı zahir oldu;
geçen cevab-ı icmalînin bu tafsilâta netice kılınması makamın iktizasından olduğuna binaen,
«–xWB²U«# ²vB²X6 @«8«: «–:G²A# @«8 v«V²2«!«: ¬Œ²*«²!«: ¬€!«x´WÅ,7! «`²[«3 v«V²2«!
)
Prens Bismarck (Bismark)'ın Beyanatı
Sana muasır bir vücud olamadığımdan müteessirim ey Muhammed! (A.S.M.)
Muhtelif devirlerde, beşeriyeti idare etmek için taraf-ı lahutîden geldiği iddia olunan
bütün münzel semavî kitabları tam ve etrafıyla tedkik ettimse de, tahrif olundukları için
hiçbirisinde aradığım hikmet ve tam isabeti göremedim. Bu kanunlar değil bir cem'iyet, bir
hane halkının saadetini bile temin edecek mahiyetten pek uzaktır. Lâkin Muhammedîlerin
(A.S.M.) Kur'anı, bu kayıddan âzadedir.
Temyiz Mahkemesi de, üç defa mahkemelerin beraet kararını tasdik etmiş. Hüküm
kaziye-i muhkeme haline geldiği halde, memleketi umumî bir dinsizliğe sürüklemek için
perde arkasındaki din düşmanları; faaliyetlerini mütemadiyen tazelemişler, sükûn ve asayişe
pek çok muhtaç olan memleketimizi bu cihetten za'fa uğratmak için adliyeleri, mahkemeleri
daima hâinane tertiblerle meşgul etmişlerdir.
Evvelce şifahen dahi arzettiğim vecihle; Selef-i Sâlihîn'in bıraktığı kudsî tefsirler iki
kısımdır: Bir kısmı, ahkâma dair tefsirlerdir. Diğer bir kısmı da, âyât-ı Kur'aniyenin
hikmetlerini ve iman hakikatlarını tefsir ve izah ederler. Selef-i Sâlihîn'in bu türlü tefsirleri
çoktur. Hususan Gavs-ı A'zam Şah-ı Geylanî, İmam-ı Gazalî, Muhyiddin-i Arabî, İmam-ı
Rabbanî gibi zevat-ı kiramın eserleri, bu kısım tefsirlerdir. Bilhassa Mevlâna Celaleddin-i
Rumî Hazretlerinin Mesnevî-i Şerif'i de bu tarz bir nevi manevî tefsirdir.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Birinci Nokta: Kırk elli sene evvel Eski Said, ziyade ulûm-u akliye ve felsefiyede
hareket ettiği için, hakikat-ül hakaike karşı ehl-i tarîkat ve ehl-i hakikat gibi bir meslek aradı.
Ekser ehl-i tarîkat gibi yalnız kalben harekete kanaat edemedi. Çünki aklı, fikri hikmet-i
felsefiye ile bir derece yaralı idi; tedavi lâzımdı. Sonra hem kalben, hem aklen hakikata giden
bazı büyük ehl-i hakikatın arkasında gitmek istedi. Baktı, onların herbirinin ayrı cazibedar bir
hâssası var. Hangisinin arkasından gideceğine tahayyürde kaldı.
Bu mecmuanın yalnız
dâhilî nefis ve şeytanla mücadelesi, nefs-i emmarenin ve şeytan-ı cinnî ve insînin
şübehatından tamamıyla kurtarıyor. Ve o malûmat ise, meşhudat hükmünde ve ilmelyakîn ise,
aynelyakîn derecesinde bir itminan ve bir kanaat veriyor.
Dördüncü Nokta: Eski Said ilm-i hikmet ve ilm-i hakikatın çok derin mes'eleleriyle
meşgul olması ve büyük ülemalarla derin mes'eleler üzerinde münazarası ve medresenin
yüksek derslerini gören eski talebelerinin fehimlerinin derecesine göre yazması ve Eski
Said'in de terakkiyat-ı fikriye ve kalbiyesinde, yalnız kendisi anlayacak bir surette, gayet kısa
cümlelerle ve gayet muhtasar bir ifade ile uzun hakikatlara kısa kelimelerle işaretler nev'inde
o mecmuayı yazdığı için, bir kısmını en müdakkik âlimler de zorla anlayabilir. Eğer tam izah
olsa idi, Risale-i Nur'un mühim bir vazifesini görecekti. Demek o fidanlık Mesnevî, turuk-u
hafiye gibi enfüsî ve dâhilî cihetinde çalışmış; kalb ve ruh içinde yol açmaya muvaffak olmuş.
Bahçesi olan Risale-i Nur, hem enfüsî, hem ekseri cihetinde turuk-u cehriye gibi âfâkî ve
haricî daireye bakıp marifetullaha geniş ve her yerde yol açmış. Âdeta Musa Aleyhisselâm'ın
asâsı gibi nereye vurmuş ise su çıkarmış...
Hem Risale-i Nur, hükema ve ülemanın mesleğinde gitmeyip, Kur'an'ın bir i'caz-ı
manevîsiyle, her şeyde bir pencere-i marifet açmış;
delalet ettikleri gibi, beşerin haşrine birer misal ve birer örnek olabilirler.
İşte birbirine muhalif nihayet derecede karışık olan o enva'-ı kesireyi kemal-i imtiyaz ile
ihya etmek ve hatasız, haltsız, galatsız olarak mümtazane iade etmek nihayetsiz bir kudrete ve
muhit bir ilme sahib olan Zât-ı Zülcelal'in hâtem-i has ve sikke-i mahsusasıdır.
Ve keza sath-ı arz sahifesinde kusursuz, noksansız, sehivsiz kemal-i intizamla üç yüz
binden fazla risaleleri yazmak, öyle bir Zâtın sikke-i mahsusasıdır ki, her şeyin iç yüzü, her
şeyin kilidi onun elindedir. Ve hiç bir şey onun teveccühünü başkasından çevirip kendisine
hasredemez.
Hülâsa: Sath-ı arzda altı ay zarfında, beşerin haşrini temsil eden o sayısız haşir ve
neşirlerde görünen rububiyetin o tasarruf-u azîminde pek yüksek, büyük ve ince nakışlı bir
hâtemi vardır. Mahlukatın icadında görünen şu intizamlar, sühuletler, sür'atler, imtiyazla
takva ve ubudiyeti şehadetleriyle mâlik olduğu kuvvet-i imaniye ile musaddaktır. Ve keza
siyer-i Nebeviyenin şehadetiyle derece-i vüsuku ve kemal-i ciddiyet ve metaneti ve bütün
işlerinde ve harekâtında kuvvet-i emniyeti, hakka mütemessik ve hakikate sâlik olduğunu
tasdik eden kat'î delillerdir. Evet yaprakların yeşilliği, çiçeklerin taravet ve güzelliği ve
semerelerin tazeliği; ağacın canlı, hayatlı, hayy olduğuna sadık şahiddirler.
a'lâdan nâzil olan hutbe-i ezeliyeyi okuyor. Ve bütün Benî Âdemi ve cinleri ve mevcudatı
dinletiyor. Evet pek büyük bir emirden haber veriyor. Hilkat-ı âlemin acib muammasını
açıyor. Kâinatın sırr-ı hikmetine dair tılsımı açıyor. Felsefe ve fenn-i hikmetin, nev'-i beşere
"Siz kimlersiniz? Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz? diye irad ettiği, akılları acz ve
hayrette bırakan üç suale cevab veriyor.
Ve kâinatın
harekât, tenevvüat, tegayyürat ve nukuşu abesiyetten kurtuluyor. Rabbanî mektublar, âyât-ı
tekviniyeye sahifeler, esma-i İlahiyeye âyineler suretine inkılab ederler.
Hülâsa: İman nuruyla âlem öyle terakki eder ki: "Hikmet-i Samedaniye Kitabı" namını
alıyor. Ve insan, zelil ve fakir ve âciz
--- sh:»(Ms:25) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
hayvanların sırasından çıkar; za'fının kuvvetiyle, aczinin kudretiyle, ubudiyetinin şevketiyle,
kalbinin şuaıyla, aklının haşmet-i imaniyesiyle hilafet ve hâkimiyetin zirvesine yükselmiştir.
Bu duaların neticesinde yapılan terbiye ve tedbirler öyle bir intizamla cereyan eder ki, o
terbiyelerin ancak bir Semi' ve Basîr, bir Alîm ve Hakîm'den olduğuna şübhe bırakmaz.
Acaba o zât, o minberde arşa müteveccihen ellerini kaldırarak yaptığı dua ile ne istiyor
ki bütün mahlukat "Âmîn" söylüyor?
Evet o zât, Cenab-ı Hakk'ın rızasını ve Cennet'te mülâkat ve rü'yetiyle saadet-i
ebediyeyi istiyor. Bu istenilen şeylerin icadına rahmet, hikmet, adalet gibi sayısız esbab
olmadığı takdirde, o zât-ı nuranînin tek duası ve tazarru' ile niyaz etmesi, Cennet'in icadına ve
MAXQDA 2020 24.12.2022
îtasına kâfidir. Binaenaleyh o zât'ın risaleti, imtihan ve ubudiyet için şu dünyanın kurulmasına
sebeb olduğu gibi, o zâtın ubudiyetinde yaptığı dua, mükâfat ve mücazat için dâr-ı âhiretin
icadına sebeb olur.
Evet bu yüksek intizam ve geniş rahmet ve güzel san'at ve kusursuz cemal ile zulüm ve
çirkinlik arasında tezad vardır. İçtimaları mümkün değildir.
Diğeri: Makuledir ki, bir şeyin yaşadığı bir ömürde mürur-u zamanla değiştirdiği
muhtelif maddî suretlerin içtimaından tasavvur edilen bir suret-i vehmiyedir.
Bir ateşin sür'atle tedvirinden hasıl olan daire-i vehmiye gibi, her şeyin tarih-i hayatını
bildiren ve kadere medar olan ve mukadderat-ı eşya denilen şu ikinci suret, makuledir. Suret-i
maddiye itibariyle her şeyin bir nihayeti, bir gayesi olduğu gibi, suret-i maneviye itibariyle da
bir nihayeti ve gizli bazı hikmetler için bir gayesi de vardır. Binaenaleyh her şeyin suret-i
maddiyesinde kudret-i Rabbanî ustadır, kader mühendistir. Suret-i maneviyesinde ise, kader
mistardır, yani, teşekkülâtın çizgilerini çizer, kudret masdardır, yani o çizgiler üstünde yapılan
teşekkülât, kudretten sudûr eder.
Ey kâfir!
bulunan zâta hastır. Kesret ve mebzuliyet ile beraber her ferdin san'at itibariyle kıymetdar
olması, sonsuz bir zenginlikle gayr-ı mütenahî hazinelere mâlik olan zâta mahsustur. Efradın
ziyadesiyle karışık olmasıyla beraber iltibassız ve fevkalâde imtiyaz ve teşahhuslara mazhar
olmaları, her şeye basîr ve her şeye şehid ve her bir fiili kendisini diğer bir fiilden
menetmeyen zâta mahsustur.
Ve keza arzda dağınık bulunan efrad arasındaki uzaklıkla beraber suretçe, vücudca,
teşkilâtça aralarında husule gelen tevafuk, küre-i arz yed-i tasarrufunda, ilminde, hükmünde,
hikmetinde bulunan zâta mahsustur.
Ve keza nev'in kesret-i efradıyla beraber her ferdin hârikulâde bir hüsn-ü hilkate mâlik
olması, Kadîr-i Mutlak'a hastır ki, az-çok, küçük ve büyük her şey ona nisbeten birdir.
Geçen fıkraların her birisinde, her şeyin tek bir Sâni'in sun'u ve san'atı olduğuna delalet
eden başka bir âyet daha vardır. Evet sehavet ile kuvve-i iktisadiye arasında ve sür'at ile
mizanlı olmak arasında ve ucuzlukla kıymetli olmak arasında ve karışık olmakla mümtaz
bulunmak arasında tezad vardır. Bu zıdları bir fiilinde cem etmek, ancak kudreti hadsiz bir
Sâni'-i Kadîr'e mahsustur.
(Ms:37) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
Ve keza pek çok san'at hârikalarına ve nakış ve zînetlerin garaibine müştemil olan bir
binanın bâni ve sâni'siz vücudu mümkün olmadığı gibi, bu âlemin vücudu da Sâni'in
vücuduna tâbidir. Dalalet sarhoşluğuyla sarhoş olmayanlar, onu bunsuz tasdik edemezler.
Ve keza deniz ve nehirlerin yüzünde, şemsin aksini gösteren kabarcıklardaki güneşin
parıltısı, şemsin vücudunu inkâr etmekle mümkün olmadığı gibi, aklı bozuk olmayanlar için,
kemal-i intizam ile tahavvül ve teceddüd eden şu kâinatın şuhudu, Bâni ve Sâni'in vücub-u
vücudunun tasdikiyle olabilir. Çünki şu muhteşem kâinatı, meşiet ve hikmetiyle tesis ve kaza
ve kaderinin düsturlarıyla tafsil ve âdetinin kanunlarıyla tanzim ve inayet ve rahmetinin
MAXQDA 2020 24.12.2022
namuslarıyla tezyin ve esma ve sıfâtının cilveleriyle tenvir eden ancak ve ancak Bâni ve
Sâni'dir. Evet Hâlık-ı Vâhid kabul edilmediği takdirde, kâinatın zerrat ve mürekkebatı
adedince sonsuz ilahların kabulüne mecburiyet hasıl olur. Ve aynı zamanda, her bir ilahın şu
kâinatı halketmeğe kadir olması lâzımdır. Çünki zîhayatın her bir cüz'îsi zevilhayatın küllüne
(yani umumuna) bir fihristedir. Cüz'îyi halkeden küllîyi de halketmeğe kadir olmalıdır...
Ve keza ziyasız güneşin vücudu mümkün olmadığı gibi, uluhiyet de tezahürsüz olamaz.
Fakat, bizzât maksad o şeyler değildir. Ancak âhiretin meydan-ı ekberinde vukua
gelecek hallerin, emirlerin nümunelerini göstermektir. Çünki o mahşer-i azîmde yapılacak
muameleler, bu küçücük nümunelere göre cereyan edecektir. Demek bu menzilde gösterilen
fâni, zâil haller o âlemde bâki ve daimî semereler verecektir.
Evet o sultanın şu fâni menzillerde ve korkunç meydanlarda gösterdiği hikmet, inayet,
adalet, rahmet ve şefkatin fevkinde bir derecenin tasavvuru imkân haricidir. Elbette bu kadar
yüksek ve geniş hârika san'atlar, daimî mekânları, sabit meskenleri ve zevalsiz sâkinleri
isterler ki, o büyük hikmet ve adaletin hakikatlarına mazhar olsunlar. Ve illâ şu görünen
hikmet, inayet, merhametin inkârı lâzım gelir. Ve aynı zamanda, bu kadar hikmetinden ve
inayetinden zuhur eden fiiller sahibinin -hâşâ- zalim, gaddar, sefih olduğuna zehab edilir.
Ve keza görünüyor ki, her şey lâyık mevkiine vaz'ediliyor. Ve her hak, hak sahibine
veriliyor. Ve her ihtiyaç sahibinin haceti, istediği gibi yapılır. Ve her sual edenlerin matlubları
Ve keza görünüyor ki, bu âlemin sahibi -yaptığı şu kadar fiillerin delaletiyle- hârika bir
sehavete sahib olduğu gibi, nur ve ziya ile dolu güneşler ve meyve ve semereler ile hâmile
eşcar ve ağaçlar misillü pek çok hazineleri vardır. Binaenaleyh bu ebedî sehavet, tükenmez
servet ebedî bir ziyafetgâhı ister ve devam ile muhtaçların da devam-ı vücudunu iktiza eder.
Zira nihayet bir sehavet, hârika bir kerem, daima halka ihsan ve in'am etmek iktiza eder. Bu
ise, ihsan ve in'amlara minnettar ve muhtaç olanların devam-ı vücudlarını ister.
Ve keza şu mu'cizeli ve hikmetli ef'al-i kerimanenin tezahüratından anlaşılıyor ki, Sâni'-
i Fâil'in pek gizli kemalâtı vardır. Ve daima o kemalâtı, enzar-ı âleme arz ve teşhir etmek
ister. Çünki daimî bir kemal, daimî bir tezahür ile takdir edicilerin devam-ı vücudlarını iktiza
eder. Çünki adem-i mutlaka namzed olan insan, kemalâta kıymet vermez ve istihsan ve
takdire bedel istiskal ve tahkir eder.
Hakîm'in vücud ve vahdetine şahid oldukları gibi, âhiretin ve saadet-i ebediyenin de icad ve
vücudlarına delalet ederler.
esîriyle (ellibeş lisan ile) vücub-u vücud ve vahdetine şehadet ve delalet eder. Şu lisanların
tafsili gelecektir. Şimdi icmal ile zikredeceğim. Şöyle ki:
Kâinat terkiblerindeki intizam, cereyan-ı ahvaldeki nizam, suretlerdeki garabet,
nakışlarındaki zînet, yüksek hikmetler, eşyadaki muhalefet ve mümaselet, camidattaki
muavenet, birbirinden uzak olan
--- sh:»(Ms:55) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
şeylerdeki tesanüd, hikmet-i âmme, inayet-i tâmme, rahmet-i vasia, rızk-ı âmm, hayatlar,
tasarruf, tahvil, tağyir, tanzim, imkân, hudûs, ihtiyaç, za'f, mevt, cehil, ibadet, tesbihat, daavat
ve hâkeza pek çok sıfatlar lisanlarıyla Hâlık-ı Kadîm-i Kadîr'in vücub ve vücuduna ve evsaf-ı
kemaliyesine şehadet ettikleri gibi; esma-i hüsnayı tilavet ederek, Cenab-ı Hakk'a tesbih ve
Kur'an-ı Hakîm'i tefsir ve Resul-i Ekrem'in (A.S.M.
Şöyle ki:
Kâinat terkiblerindeki intizam, cereyan-ı ahvaldeki nizam, suretlerdeki garabet,
nakışlarındaki zînet, yüksek hikmetler, eşyadaki muhalefet ve mümaselet, camidattaki
muavenet, birbirinden uzak olan
--- sh:»(Ms:55) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
şeylerdeki tesanüd, hikmet-i âmme, inayet-i tâmme, rahmet-i vasia, rızk-ı âmm, hayatlar,
tasarruf, tahvil, tağyir, tanzim, imkân, hudûs, ihtiyaç, za'f, mevt, cehil, ibadet, tesbihat, daavat
ve hâkeza pek çok sıfatlar lisanlarıyla Hâlık-ı Kadîm-i Kadîr'in vücub ve vücuduna ve evsaf-ı
kemaliyesine şehadet ettikleri gibi; esma-i hüsnayı tilavet ederek, Cenab-ı Hakk'a tesbih ve
Kur'an-ı Hakîm'i tefsir ve Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) ihbaratını tasdik ediyorlar.
Geçen lisanların tafsiline geçiyoruz. Şöyle ki:
bir temazüç, yani elvan-ı seb'a gibi birbiriyle memzuc olarak eşyayı cilvelendirdikleri eserleri
bir olduğu gibi, müsemmalarının da vâhid, ehad olduğuna şehadet eder. Ve bu şehadet
lisanıyla, kâinat «x; Ŭ! «y´7¬! « yÁV7«! diyerek ilân ediyor.
Ve keza kâinatın -küllî ve cüz'î- ihtiva ettiği bütün eczasını istilâ eden bir hikmet-i
âmme görünür. Ve bu hikmet-i âmme, kasd, şuur, irade, ihtiyar sıfatlarını tazammun ediyor.
Bu sıfatlar, bir Hakîm-i Mutlak'ın vücub-u vücuduna delalet eder. Çünki kâinat mef'ul ve
münfaildir.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Bu sıfatlar, bir Hakîm-i Mutlak'ın vücub-u vücuduna delalet eder. Çünki kâinat mef'ul ve
münfaildir. Mef'ul fâilsiz olamadığı gibi, mef'ulün camid bir cüz'ü de fâil olamaz.
Ve keza kâinat sahifesinde bir inayet-i tâmme parlıyor. Bu inayet, tazammun ettiği
hikmet, lütuf, tahsin sıfatlarıyla bir Hâlık-ı Kerim'in vücub-u vücuduna delalet eder. Çünki
in'am ve ihsan, mün'im ve muhsinsiz olamaz.
Ve keza kâinatı müştemilâtıyla beraber içine alan pek geniş bir merhamet görünüyor.
Bu merhamet, rahmet, hikmet, inayet, in'am gibi çok sıfatları tazammun ediyor. Bu sıfatlar,
bir Rahman-ı Rahîm'in vücub-u vücuduna şehadet eder.
Ve keza kâinat sahifesinde bir inayet-i tâmme parlıyor. Bu inayet, tazammun ettiği
hikmet, lütuf, tahsin sıfatlarıyla bir Hâlık-ı Kerim'in vücub-u vücuduna delalet eder. Çünki
in'am ve ihsan, mün'im ve muhsinsiz olamaz.
Ve keza kâinatı müştemilâtıyla beraber içine alan pek geniş bir merhamet görünüyor.
Bu merhamet, rahmet, hikmet, inayet, in'am gibi çok sıfatları tazammun ediyor. Bu sıfatlar,
bir Rahman-ı Rahîm'in vücub-u vücuduna şehadet eder. Çünki sıfat mevsufsuz olamaz.
Ve keza zevilhayat ve canlı mahlukata tevzi edilen bir rızk-ı âmm vardır. Ve bu rızk
sıfatı, geçen sıfatları istilzam etmekle bir Rezzak-ı Rahîm'in vücuduna delalet eder.
Nokta
Arkadaş! Masum bir insana veya hayvanlara gelen felâketlerde, musibetlerde, beşer
fehminin anlayamadığı bazı esbab ve hikmetler vardır. Yalnız meşiet-i İlahiyenin düsturlarını
hâvi şeriat-ı fıtriye ahkâmı, aklın vücuduna tâbi değildir ki, aklı olmayan bir şeye tatbik
edilmesin. O şeriatın hikmetleri kalb, his, istidada bakar. Bunlardan husule gelen fiillere, o
şeriatın hükümleri tatbik ile tecziye edilir. Meselâ: Bir çocuk, eline aldığı bir kuş veya bir
sineği öldürse, şeriat-ı fıtriyenin ahkâmından olan hiss-i şefkate muhalefet etmiş olur. İşte bu
muhalefetten dolayı, düşüp başı kırılırsa müstehak olur.
Remz
İnsanı dalaletlere sürükleyen cihetlerden biri de şudur ki: İsm-i Zahir ile ism-i Bâtın'ın
hükümleri ayrı ayrı oluyor; bunları birbirine karıştırıp merci'lerini kaybetmek mahzurludur.
Kezalik kudretin levazımı ile hikmetin levazımı bir değildir. Birisine ait levazımatı
ötekisinden taleb etmek hatadır.
Ve keza daire-i esbabın iktizası ile daire-i itikad ve tevhid'in iktizası bir değildir. Onu
bundan istememeli.
Şimdi ise, fikir ve kalblerin teşettütü, inayet ve himmetlerin za'fiyeti, insanların siyaset
ve felsefeye ibtilâ ve rağbetleri yüzünden, bütün istidadlar fünun-u hazıra ve hayat-ı
dünyeviyeye müteveccihtir. Ahkâm-ı diniyeye sarfedilecek müstakim bir içtihad yoktur.
Dördüncüsü: İçtihad kapısından İslâmiyete girip mesailini genişlendirmeğe meyleden
adamın maksadı, zaruriyata imtisal ile takva ve kemale mazhariyet ise güzeldir. Amma
zaruriyatı terk ve hayat-ı dünyeviyeyi, hayat-ı uhreviyeye tercih eden adam ise, onun içtihada
meyli, meyl-üt tahribdir. Tekliften çıkıp kaçmak için bir yol bulmaktır.
Beşincisi:
Beşincisi: Her şeyin, her hükmün vücuda gelmesi bir illete binaen olduğu gibi, bir
maslahata dahi tabidir. Fakat maslahat illet değildir. Ancak tercih edici bir hikmettir. Bu
zamanın efkârı, bizzât saadet-i dünyaya müteveccihtir. Şeriatın nazarı ise, bizzât saadet-i
uhreviyeye müteveccih olup, bittabi dünyaya da nâzırdır. Çünki dünya âhirete vesiledir.
İşte Nakşibendîler, zikir hususunda ittihaz ettikleri zikr-i hafî sayesinde kalbin fethiyle,
ene ve enaniyet mikrobunu öldürmeğe ve şeytanın emirberi olan nefs-i emmarenin başını
kırmağa muvaffak olmuşlardır. Kezalik Kadirîler de zikr-i cehrî sayesinde tabiat tagutlarını
tar ü mar etmişlerdir.
İ'lem Eyyühel-Aziz! Âlemde her şeyin yüzünde hikmet eserleri göründüğü gibi en uzak,
MAXQDA 2020 24.12.2022
en geniş, en ince kesretin tabakaları üstünde de hikmet, ihtimam eserleri görülmektedir. Evet
kesret ve tekessürün müntehası ve neticesi olan insanın sahife-i vechinde, cebhesinde,
cildinde, ellerinin içlerinde kalem-i kader ile pek çok çizgiler, hatlar, nakışlar, nişanlar
yazılmıştır. Malûmdur ki, insanın şu sahifelerinde yazılan o kelimeler, harfler, noktalar,
harekeler, ruh-u insanîde bulunan manalara, maneviyatlara delalet ettikleri gibi, fıtratında
kader tarafından yazılan mektublara da işaretleri vardır. Arkadaş, insanın geçen sahifelerine
kaderin yazdığı haşiye, tesadüf ve ittifakın dühûlüne bir menfez bırakmamıştır.
İ'lem Eyyühel-Aziz!
İşte Nakşibendîler, zikir hususunda ittihaz ettikleri zikr-i hafî sayesinde kalbin fethiyle,
ene ve enaniyet mikrobunu öldürmeğe ve şeytanın emirberi olan nefs-i emmarenin başını
kırmağa muvaffak olmuşlardır. Kezalik Kadirîler de zikr-i cehrî sayesinde tabiat tagutlarını
tar ü mar etmişlerdir.
İ'lem Eyyühel-Aziz! Âlemde her şeyin yüzünde hikmet eserleri göründüğü gibi en uzak,
en geniş, en ince kesretin tabakaları üstünde de hikmet, ihtimam eserleri görülmektedir. Evet
kesret ve tekessürün müntehası ve neticesi olan insanın sahife-i vechinde, cebhesinde,
cildinde, ellerinin içlerinde kalem-i kader ile pek çok çizgiler, hatlar, nakışlar, nişanlar
yazılmıştır. Malûmdur ki, insanın şu sahifelerinde yazılan o kelimeler, harfler, noktalar,
harekeler, ruh-u insanîde bulunan manalara, maneviyatlara delalet ettikleri gibi, fıtratında
kader tarafından yazılan mektublara da işaretleri vardır. Arkadaş, insanın geçen sahifelerine
kaderin yazdığı haşiye, tesadüf ve ittifakın dühûlüne bir menfez bırakmamıştır.
İ'lem Eyyühel-Aziz!
gelecektir.
Arkadaş! Şu dünyevî hayatın faideleri pek çoktur. O faidelerden, hayat sahibine -
Fakat gözleri
kör olanlar göremiyorlar.
İ'lem Eyyühel-Aziz! Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın her bir suresi, bütün Kur'anın
münderecatını icmalen ihtiva ettiği gibi, sair surelerde zikredilen makasıd ve mühim kıssaları
da tazammun etmiştir. Bundaki hikmet, Kur'an'ı tamamen okumaya vakti müsaid olmayan
veya ancak bir kısmını veya bir suresini okuyabilen insanlar, Kur'anın hepsini okumaktan
hasıl olan sevabdan mahrum kalmamasıdır.
Evet mükellefîn arasında bulunan ümmiler ancak bir sureyi okuyabilirler. İ'caz-ı Kur'an
onları da tam sevab kazanmaktan mahrum etmemek için, bu nükte-i i'caziyeyi takib ederek bir
sureyi tam Kur'an hükmünde kılmıştır.
--- sh:»
Ve bütün eşyanın melekûtiyetleri santral gibi Hakîm, Kadîr, Mürîd, Alîm bir Vâcib-ül
Vücud'un yed-i kudretindedir.
Maahaza o İlahî sofradaki eşya yalnız insan ve hayvanların lezzet ve zevklerinin tatmini
için değildir. Her bir ferd-i müstehlikte zevilhayata ait cüz'î faidelerden başka esma-i
İlahiyenin tecelliyatına ve faaliyetteki esrar ve şuunatına ait gayr-ı mütenahî hikmetler,
gayeler vardır. Öyle ise, bu ziyafet-i âmme ve bu feyz-i âmmın bir kör kuvvetten neş'et etmesi
ve bu eşyanın semeratı sel gibi akıp ittifakı ve tesadüfün eline havalesi muhaldir. Çünki o
eşyanın intizamlı hakîmane teşahhusatı ve şuurkârane muhkem hususiyatı kör tesadüf ve
ittifakı reddediyor. Öyle de: O sofra-i rahmetteki ucuzluk ve kolaylık ve çokluk o eşyanın bir
Cevvad-ı Mutlak'tan, bir Hakîm-i Mutlak'tan, bir Kadîr-i Mutlak'tan geldiğini gösteren
şahidlerdir.
Bir zerre, kocaman şemsi tecelli ile, yani in'ikas itibariyle istiab
eder, içine alır. Fakat küçücük iki zerreyi bizzât yani hacimleri itibariyle içine alamaz.
Binaenaleyh yağmurun şemsin timsaline ma'kes olan katreleri gibi, kâinatın zerrat ve
mürekkebatı, ilim ve iradeye müstenid kudret-i nuraniye-i ezeliyenin -tecelli ve in'ikas
itibariyle- lem'alarına mazhar olabilirler. Fakat gözün içindeki bir hüceyre zerresi, "asab,
evride, şerayin"de tesirleri görünen bir kudret, şuur ve iradeye menba olamaz. Bu acib san'at,
muntazam nakış, ince hikmetin iktizasına göre kâinatın her bir zerresi, herbir mürekkebatı,
uluhiyete mahsus muhit ve mutlak sıfatlara menba ve masdar olması lâzım gelir. Veya o
sıfatlar ile muttasıf Şems-i Ezelî'nin tecelliyat lem'alarına ma'kes olmaları lâzımdır.
Birinci şıkta kâinatın zerratı adedince muhalât vardır. Binaenaleyh her bir zerre o büyük
yükün tahammülünden âciz olduğunu
-
14- Kıssa-i Musa gibi bazı hâdisat-ı cüz'iyenin tekrarı, o hâdisenin büyük bir düsturu
tazammun ettiğine işarettir.
Hülâsa: Kur'an hem zikirdir, hem fikirdir, hem hikmettir, hem ilimdir, hem hakikattir,
hem şeriattır, hem sadırlara şifa, mü'minlere hüda ve rahmettir.
İ'lem Eyyühel-Aziz! Fıtrat-ı insaniyenin garib bir hali, gaflet zamanında letaif ile
havassın hükümlerini, iltibas ile birbirine benzetir, tefrik edemez. Meselâ: El ile gözü
birbirine benzetip hizmetlerini ve vazifelerini tefrik edemeyen bir mecnun, yüksekte gözüyle
gördüğü bir şeyi almak için elini uzatıyor.
İ'lem Eyyühel-Aziz! Eşyada esas bekadır, adem değildir. Hattâ ademe gittiklerini
zannettiğimiz kelimat, elfaz, tasavvurat gibi seri-üz zeval olan bazı şeyler de ademe
gitmiyorlar. Ancak suretlerini ve vaziyetlerini değişerek zevalden masun kalıp bazı yerlerde
tahassunla adem-i mutlaka gitmezler. Fen dedikleri hikmet-i cedide, bu sırra vâkıf olmuş ise
de, vuzuhuyla vâkıf olamamıştır. Ve aynı zamanda "Âlemde adem-i mutlak yoktur. Ancak
MAXQDA 2020 24.12.2022
terekküb ve inhilal vardır" diye ifrat ve hata etmiştir. Çünki âlemde Cenab-ı Hakk'ın sun'uyla
terkib vardır.
Belki ubudiyetten çıkar ve kıymetten düşer. Yalnız bu kadar var ki; böyle
hasiyetli evradı okumak için zaîf insanlar bir müşevvik ve müreccihe muhtaçtırlar. O faideleri
düşünüp, şevke gelip; evradı sırf rıza-yı İlahî için, âhiret için okusa zarar vermez. Hem de
makbuldür. Bu hikmet anlaşılmadığından; çoklar, aktabdan ve selef-i sâlihînden mervî olan
faideleri görmediklerinden şübheye düşer, hattâ inkâr da eder.
Üçüncü Mes'ele: ˜«*²x«0 ²+«:@«D«B«< ²v«7«:
Sonra mizansız ve eşyayı farketmeyen ve nereye yüzünü çevirsen oraya giden basit su ile
sula. Sonra senevî haşrin meydanı olan bahar mevsiminde gel, bak! İsrafil-vari melek-i ra'd;
baharda nefh-i sur nev'inden yağmura bağırması, yer altında defnedilen çekirdeklere nefh-i
ruhla müjdelemesi zamanına dikkat et ki, o nihayet derece karışık ve karışmış ve birbirine
benzeyen o tohumcuklar, ism-i Hafîz'in tecellisi altında kemal-i imtisal ile hatasız olarak
Fâtır-ı Hakîm'den gelen evamir-i tekviniyeyi imtisal ediyorlar. Ve öyle tevfik-i hareket
ediyorlar ki; onların o hareketlerinde bir şuur, bir basiret, bir kasd, bir irade, bir ilim, bir
kemal, bir hikmet parladığı görünüyor. Çünki görüyorsun ki; o birbirine benzeyen
tohumcuklar, birbirinden temayüz edip ayrılıyor. Meselâ bu tohumcuk, bir incir ağacı oldu.
Fâtır-ı Hakîm'in nimetlerini başlarımız üstünde neşre başladı. Serpiyor, dallarının elleri ile
bizlere uzatıyor.
ve tekabülüyle feyz alınabilir. Maahaza, şemsin azametini bir kabarcıkta aramak, akıllı olanın
işi değildir.
İ'lem Eyyühel-Aziz! İnsan, hikmet ile yapılmış bir masnudur. Ve Sâniin gayet hakîm
olduğuna, yaptığı vuzuh-u delalet ile sanki mücessem bir hikmet-i nakkaşedir. Tecessüd etmiş
bir ilm-i muhtardır. İncimad etmiş bir kudret-i basîre olduğu gibi öyle bir fiilin mahsulüdür ki,
MAXQDA 2020 24.12.2022
istidadı irade ettiği şeyi kendisine veriyor. Öyle bir in'am ve ihsanın kesifidir ki, bütün
hacatına vâkıftır.
Å–¬!
İ'lem Eyyühel-Aziz! Ey nefis! Eğer takva ve amel-i sâlih ile Hâlıkını razı etti isen,
halkın rızasını tahsile lüzum yoktur; o kâfidir. Eğer halk da Allah'ın hesabına rıza ve
muhabbet gösterirlerse, iyidir. Şayet onlarınki dünya hesabına olursa kıymeti yoktur. Çünki
onlar da senin gibi âciz kullardır.
Arının dimağını, mikrobun gözünü tanzim eden zât, senin ef'al ve a'malini
mühmel, başıboş, hesabsız, kitabsız bırakmayarak "İmam-ı Mübin"de yazar. Ona göre
muhaseben olacaktır.
İ'lem Eyyühel-Aziz! Her bir masnuda, her bir zerrede görünen tasarruf-u mutlak,
kudret-i muhita ve hikmet-i basîrenin delalet ve şehadetleriyle sabittir ki, bütün eşyanın Sânii,
vâhiddir, şeriki yoktur. Ne kudretinde inkısam var, ne iktidar ve ihtiyarında tecezzi vardır.
Binaenaleyh Sâni' ancak Vâcib-ül Vücud olacaktır ki, kaderin mizanıyla yürüyen kudretine
bir nihayet yoktur.
İ'lem Eyyühel-Aziz!
şehadet eder. Meselâ: Hayvanların bilhassa insanların esas a'zalarındaki tevafuk, bilhassa çift
a'zalardaki temasül, Hâlıkın vahdetine bürhan olduğu gibi, keyfiyetler ve şekillerdeki tehalüf
de Hâlıkın ihtiyar ve hikmetine delalet eder.
İ'lem Eyyühel-Aziz! Mahlukatın en zalimi insandır. İnsan, kendi nefsine olan şiddet-i
muhabbetten dolayı kendisine hizmeti v
MAXQDA 2020 24.12.2022
menfaati olan şeyleri hem sever, hem kıymet verir. Semeresinden istifade gördüğü şeylere abd
ve köle olur. Aksi halde ne sever ve ne kıymet verir. Ve keza hayatın icadında ille-i gaiyenin
yalnız hayat olduğunu bilir. Cenab-ı Hakk'ın icad ettiği "Hayy"larda hedef ittihaz ettiği
binlerce hikmetlerinden haberi yok. Acaba imkân ve ihtimalden hariç midir ki, âlemde
görünen şu eşya-yı hârika daha garib, daha hârika ve daha mu'cize melekûtî, berzahî, misalî
şeylere bazı nümune ve bazı esaslar olmasın?
İ'lem Eyyühel-Aziz! Cenab-ı Hak kâinatı teşkil eden zerratı, şeriat-ı fıtriyesine
müsahhar ve muti' ve evamir-i tekviniyesine de münkad ve mümessil kılmıştır. Bir arı, "Kün"
emrine imtisalen matlub bir şekle girdiği gibi, herhangi bir hayvan da aynı emre imtisalen
irade edilen vaziyetlere girer.
Ve o zerrat bütün esîriyle "Lâ İlahe İllâ Hu" cevheresiyle ilân-ı tevhid eder.
Çünki esîrin besateti, sükûnu, intizamla emr-i Hâlıka sür'at-i imtisali, böyle iktiza eder.
İ'lem Eyyühel-Aziz! Hiç bir insanın Cenab-ı Hakk'a karşı hakk-ı itirazı yoktur ve şekva
ve şikayete de haddi yoktur. Çünki şikayet eden ferdin hilaf-ı hevesini iktiza eden nizam-ı
âlemde binlerce hikmet
--- sh:»(Ms:193) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
-
vardır.
(Ms:193) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
-
vardır. O ferdi irza etmekte, o bin hikmetin iğdabı vardır. Bir ferdi razı etmek için, bin hikmet
feda edilemez. Œ²*«²! «—€!«Y´WÅK7! ¬€«G«K«S«7 ²vZ«=~«x²;«! Çs«E²7! «p«AÅ#! ¬x«7 «:
ve münasebetleri vardır. Öyle ise, cüzde tasarruf, Hâlık-ı Küll'ün emri altındadır.
İ'lem Eyyühel-Aziz! Hevam, balık gibi küçük hayvanların yumurtalarını, haşerat ve
nebatatın tohumlarını, pek büyük bir rahmetle, bir lütuf ile, bir hikmetle hıfzeden Sâni'-i
Hakîm'in hâfiziyetine lâyık mıdır ki, âhirette semere veren ağaçlara çekirdek olacak a'malinizi
hıfzetmesin, ihmal etsin? Halbuki sen hâmil-i emanet, halife-i arzsın.
Evet her bir zîhayatta bulunan hıfz-ul hayat hissi, vücudun ebedî bir bekaya İsm-i Hayy,
Hafîz, Bâki'nin tecellisiyle incirar edeceğine delalet eder.
İ'lem Eyyühel-Aziz!
Böyle bir nefiy, sehl ve basittir. Ehl-i hakikatın hakikî tevhidleri ise, her şeyi Cenab-ı
Hakk'a isnad etmekle beraber her şeyin üstünde bulunan mührünü, sikkesini görüp okumaktan
ibarettir. Bu, huzuru isbat, gafleti nefyeder.
İ'lem Eyyühel-Aziz! Hayat-ı dünyeviyeye kasden ve bizzât teveccüh edip bağlanan
kâfirin, imhal-i ikabında ve bilakis terakkiyat-ı maddiyede muvaffakıyetindeki hikmet nedir?
Evet o kâfir, kendi terkibiyle, sıfatıyla Cenab-ı Hak'ça nev'-i beşere takdir edilen
nimetlerin tezahürüne -şuuru olmaksızın- hizmet ediyor. Ve güzel masnuat-ı İlahiyenin
mehasinini bilâ-şuur tanzim ediyor. Ve kuvveden fiile çıkartmakla garabet-i san'at-ı İlahiyeye
nazarları celbediyor. Ne faide ki farkında değildir.
Ve keza mesail-i mantıkiyeden "küllî" ile "küll" arasındaki fark ile rububiyete dair çok
mes'eleleri öğrenmiş bulunuyorum.
olan Hâlıktan haber getiren ve ezel, ebede, hayat-ı ebediyeye, hakaik-i esasiyeye, azîm
mes'elelere dair malûmat i'ta eden ve seni manevî perişaniyetlerden, dalaletlerden kurtarıp
kesretten vahdete doğru yol gösteren ve hayat-ı ebediyeye imanla mâ-ül hayatı sana
içirtmekle firak ve ayrılmak ateşlerinden kurtaran; ve Hâlıkın marziyatını, metalibini tarif
eden ve Sultan-ı Ezel, Ebed'in muhaberesine tercümanlık yapan Resul-i Rahman'ı dinlemeye
ve o Muhbir-i Sadık'a iman ile teslim olmaya mani olan nefsin heva ve hevesini
terketmiyorsun!..
İ'lem Eyyühel-Aziz! Görüyoruz ki: Sâni'-i Hakîm, kemal-i hikmetiyle pek âdi şeylerden
pek hârika mu'cize-i mensucat yapıyor. Ve keza abesiyet ve israfa mahal bırakılmamak üzere,
bir ferdi envaen vazifeler ile tavzif ediyor. Hattâ insanın başında, insanın muvazzaf olduğu
vazifeleri görmek için her vazifeye göre birer tırnak kadar maddî bir şeyin bulunması
îcabetseydi, bir başın Cebel-i Tur büyüklüğünde olması lâzım gelirdi ki, ashab-ı vezaife yer
olsun.
Ve keza lisan sair vezaifiyle beraber erzak hazinesine ve kudretin matbahında pişirilen
bütün taamlara müfettiştir.
İ'lem Eyyühel-Aziz! Görüyoruz ki: Sâni'-i Hakîmin, efrad ve cüz'iyatın tasvirinde büyük
büyük tefennünleri vardır. Evet hayvanların pek büyük ve pek küçükleri olduğu gibi,
kuşlarda, balıklarda, meleklerde ve sair ecramda, âlemlerde dahi pek küçük ve pek büyük
ferdleri vardır. Cenab-ı Hakk'ın şu tefennünde takib ettiği hikmet:
1- Tefekkür ve irşad için bir lütuf, bir teshilattır.
--- sh:»
Amma şeytanın talebesi olan nefs-i emmare, cismin küçüklüğünü san'atın küçüklüğüne
atf etmekle, esbabdan sudûrunu tecviz ediyor. Ve pek büyük cisimler dahi hikmet ile
MAXQDA 2020 24.12.2022
İ'lem Eyyühel-Aziz! Gerek cûdda, gerek rızıkta ifrat derecesinde mebzuliyet vardır. Bu
ise, hikmetten uzak, abesiyete yakın görünür. Evet eğer yaratılan şey bir gaye için
yaratılıyorsa hakkın var; amma gayeler pek çoktur. Binaenaleyh bir gayeye nazaran abesiyet
hissedilse bile, gayelerin mecmuuna nazaran ayn-ı hikmet ve ayn-ı adalettir.
İ'lem Eyyühel-Aziz! İnsanın san'atıyla Hâlıkın san'atı arasındaki fark: İnsan kendi
san'atının arkasında görünebilir, amma Hâlık'ın masnuu arkasında yetmişbin perde vardır.
Fakat, Hâlıkın bütün masnuatı def'aten bir nazarda görünebilirse, siyah perdeler ortadan
kalkar, nuranîler kalır.
vazifesi talim, cihad gibi din ve vatanı koruyacak işlerdir. Hükûmetin vazifesi ise, erzakını,
libasını, silâhını vermektir. Binaenaleyh erzakını temin için askerliğe ait vazifesini terk edip
ticaretle -meselâ- iştigal eden bir asker, şakî ve hâin olur. Bu itibarla insanın Allah'a karşı
ubudiyet, vazifesidir. Terk-i kebair takvasıdır. Nefis ve şeytanla uğraşması, cihadıdır.
Amma gerek nefsine, gerek evlâd ve taallukatına hayat malzemesini tedarik etmek
Allah'ın vazifesidir. Evet madem hayatı veren odur. O hayatı koruyacak levazımatı da o
verecektir.
ÜÇÜNCÜ KATRE: Tekrarat-ı Kur'aniyedeki i'cazın bir lem'asını beyan zımnında "Altı
Nokta"dan ibarettir.
Birinci Nokta: Kur'an bir zikir kitabı, bir dua kitabı, bir davet kitabı olduğuna nazaran,
surelerinde vukua gelen tekrar, belâgatça ayn-ı isabet ve ayn-ı hikmettir. Çünki zikir ve
duadan maksad
--- sh:»(Ms:231) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
-
Ve ekseriyetin fehmini müraat eder ki, tahkiki bir marifet sahibi olsunlar.
Fen ise, yalnız fenciler ile konuşur. Avamı nazara almıyor. Avam taklidde kalıyor. Bu itibarla
fennin tafsilâtını ihmal veya ibham, maslahat-ı âmme ve menfaat-i umumiyeye nazaran, ayn-ı
isabet ve ayn-ı hikmettir.
Ve râbian: Kur'an bütün zamanları tenvir ve bütün insanları irşad eden bir kitabdır. Bu
itibarla irşadın belâgatı îcabınca, ekseriyeti, nazarlarında bedihî olan mes'elelere karşı
mükâbereye, mugalataya îka' ve icbar etmemek lâzımdır.
olan nimetlerdir. Umumiyet kemal ve ehemmiyete delil olduğu gibi, devam da ulviyet ve
kıymete delalet eder.
İ'lem Eyyühel-Aziz! Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın bazı âyetlerinin tekrarını iktiza eden
hikmetler, bazı ezkâr ve duaların da tekrarını iktiza eder. Zira Kur'an, hakikat ve şeriat,
hikmet ve marifet kitabı olduğu gibi; zikir, dua ve davetin de kitabıdır. Duada tekrar, zikirde
MAXQDA 2020 24.12.2022
İ'lem Eyyühel-Aziz! Bütün kâinatı ihata eden bir nurdan hiç bir şey gizlenemez. Ve
gayr-ı mütenahî bir daire-i kudretten bir şey hariç kalamaz. Ve illâ, gayr-ı mütenahînin
tenahisi lâzım gelir. Ve keza hikmet-i İlahiye her şeye değeri nisbetinde feyiz veriyor. Ve
herkes bardağına göre denizden su alabilir. Ve keza mukaddir olan Kadîr-i Hakîm'in büyüğe
olan teveccühü, küçüğe olan teveccühüne mani olamaz. Ve keza maddeden mücerred zahir ve
bâtın olan muhit bir nazara, en büyük şey en küçük bir şeyi veya nev bir ferdini gizletemez.
Ve keza küçük olan bir şey mazhar ve mahal olduğu san'at nisbetinde büyür.
basiret gözüyle dinlenilirse, tesadüf şeytanları bile kabul ile hayran olurlar.
--- sh:»(Ms:244) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
-
İ'lem Eyyühel-Aziz
basiret gözüyle dinlenilirse, tesadüf şeytanları bile kabul ile hayran olurlar.
--- sh:»(Ms:244) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
-
İ'lem Eyyühel-Aziz
Onu
yazan, bütün kâinatı da o yazmıştır. Eğer insaf ile dikkat etsen, şu küçücük hayvanın ve
huveynatın sureti altında olan makine-i dakika-i bedia-i İlahiyenin şuursuz, kör, mecra ve
mahrekleri tahdid olunmayan ve imkânatından evleviyet olmayan esbab-ı basita-i camide-i
tabiiyeden husulünü, muhal-ender muhal göreceksin.
Eğer her bir zerrede hükema şuuru, etibba hikmeti, hükkâmın siyaseti bulunduğunu ve
her bir zerre de sair zerrat ile vasıtasız muhabere ettiğini itikad edersen, belki nefsini kandırıp
o muhali de itikad edebilirsin. Halbuki, o zîhayat makinede öyle bir mu'cize-i kudret, öyle bir
hârika-i hikmet vardır ki, ancak bütün kâinatı, bütün şuunatını icad eden, tanzim eden bir
Sâniin sun'u olabilir. Yoksa kör, az, basit imkân tereddüdüyle ayak atamaz. Esbab-ı tabiîden
olamaz. Bahusus o esbab-ı tabiiyenin üss-ül esası hükmünde olan cüz-ü lâ-yetecezzadaki
kuvve-i cazibe ve kuvve-i dafianın içtimalarının hortumu üzerinde bir muhaliyet damgası var.
yazan, bütün kâinatı da o yazmıştır. Eğer insaf ile dikkat etsen, şu küçücük hayvanın ve
huveynatın sureti altında olan makine-i dakika-i bedia-i İlahiyenin şuursuz, kör, mecra ve
mahrekleri tahdid olunmayan ve imkânatından evleviyet olmayan esbab-ı basita-i camide-i
tabiiyeden husulünü, muhal-ender muhal göreceksin.
Eğer her bir zerrede hükema şuuru, etibba hikmeti, hükkâmın siyaseti bulunduğunu ve
her bir zerre de sair zerrat ile vasıtasız muhabere ettiğini itikad edersen, belki nefsini kandırıp
o muhali de itikad edebilirsin. Halbuki, o zîhayat makinede öyle bir mu'cize-i kudret, öyle bir
hârika-i hikmet vardır ki, ancak bütün kâinatı, bütün şuunatını icad eden, tanzim eden bir
Sâniin sun'u olabilir. Yoksa kör, az, basit imkân tereddüdüyle ayak atamaz. Esbab-ı tabiîden
olamaz. Bahusus o esbab-ı tabiiyenin üss-ül esası hükmünde olan cüz-ü lâ-yetecezzadaki
kuvve-i cazibe ve kuvve-i dafianın içtimalarının hortumu üzerinde bir muhaliyet damgası var.
Fakat caizdir ki, herbir şeyin esası zannettikleri olan cezb, def', hareket, kuva gibi emirler,
âdâtullahın kanunlarına birer isim olsun.
Çünki; her bir nev'e dair bir fen ya teşekkül etmiş veya
etmeye kabildir. Her bir fen, külliyet-i kaide hasebiyle kendi nev'indeki nazm ve intizamı
gösteriyor. Zira, her bir fen kavaid-i külliye desatirinden ibarettir. Demek şahsın nazarı,
nizamı ihata etmezse, cevasis-i fünun vasıtasıyla görür ki, insan-ı ekber insan-ı asgar gibi
muntazamdır. Her bir şey, hikmet üzere vaz' edilmiştir. Faidesiz abes yoktur. Şu (*)
bürhanımız değil yalnız erkânı ve âzası, belki bütün hüceyratı, belki bütün zerratı birer lisan-ı
zâkir-i tevhid olarak büyük bürhanın sadâ-yı bülendine iştirak ederek "Lâ İlahe İllallah" diye
zikrediyorlar.
Birincisi: Delil-i inayet ve gayettir ki, menafi'-i eşyayı ta'dad eden bütün âyât-ı
Kur'aniye bu delili nesc ve şu bürhanı tanzim ediyorlar. Bu delilin zübdesi, kâinatın nizam-ı
ekmelinde ittikan-ı san'at ve riayet-i mesalih ve hikemdir. Bu ise Sâniin kasd ve hikmetini
MAXQDA 2020 24.12.2022
isbat ve tesadüf vehmini ortadan nefyediyor. Zira ittikan ihtiyarsız olmaz. Evet nizamın
şahidleri olan bütün fünun-u ekvan, mevcudatın silsilelerindeki halkalardan asılmış mesalih
ve semeratı ve inkılabat-ı ahvalin katmer ve düğümleri içinde saklanmaz hikem ve fevaidi
göstermekle, Sâniin kasd ve hikmetine kat'î şehadet ediyorlar. Ezcümle:
Fenn-i hayvanat, fenn-i nebatat, ikiyüz bini mütecaviz enva'ın büyük peder ve âdemleri
hükmünde olan mebde'lerinin her birinin hudûsuna
Delil-i inayet ve gayettir ki, menafi'-i eşyayı ta'dad eden bütün âyât-ı
Kur'aniye bu delili nesc ve şu bürhanı tanzim ediyorlar. Bu delilin zübdesi, kâinatın nizam-ı
ekmelinde ittikan-ı san'at ve riayet-i mesalih ve hikemdir. Bu ise Sâniin kasd ve hikmetini
isbat ve tesadüf vehmini ortadan nefyediyor. Zira ittikan ihtiyarsız olmaz. Evet nizamın
şahidleri olan bütün fünun-u ekvan, mevcudatın silsilelerindeki halkalardan asılmış mesalih
ve semeratı ve inkılabat-ı ahvalin katmer ve düğümleri içinde saklanmaz hikem ve fevaidi
göstermekle, Sâniin kasd ve hikmetine kat'î şehadet ediyorlar. Ezcümle:
Fenn-i hayvanat, fenn-i nebatat, ikiyüz bini mütecaviz enva'ın büyük peder ve âdemleri
hükmünde olan mebde'lerinin her birinin hudûsuna
--- sh:»(Ms:253) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
İşte nokta-i
istimdad.
Ve kavga ve müzahemetin meydanı olan dağdağa-i hayata hücum gösteren âlemin,
binlerce musibet ve müzahamelere karşı yegâne nokta-i istinad yine marifet-i Sâni'dir.
Evet her şeyi hikmet ve intizam ile işleyen bir Sâni'-i Hakîme itikad etmezse ve
alelamyâ kör tesadüflere havale ederse ve o beliyyata karşı elindeki kudretin adem-i kifayetini
düşünse, ister istemez tevahhuş, dehşet, telaş, havftan mürekkeb bir halet-i cehennemnümun
ve ciğerşikâfe düşecektir. O ise eşref ve ahsen-i mahlukat olan ruh-u insaniyetin her şeyden
ziyade perişan olduğunu istilzam eder. O ise, intizam-ı kâmil-i kâinattaki nizam-ı ekmele zıd
oluyor. Şu nokta-i istimdad ve nokta-i istinad ile bu derece nizam-ı âlemde hüküm-fermalık,
MAXQDA 2020 24.12.2022
hakikat-ı nefs-ül emriyenin hassa-i münhasırası olduğu için, her vicdanda iki pencere olan şu
iki noktadan Sâni'-i Zülcelal marifetini kalb-i beşere daima tecelli ettiriyor. Akıl gözünü
kapasa da, vicdanın gözü daima açıktır.
(Ms:265) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
-
8- ZERRE
Şeytanın ve ehl-i ilhadın bazı vesveselerini tard eden müteferrik mes'elelerden bahseden
hârika ve fevkalâde bir risale olup iki kısımdan ibarettir.
İman ve ahlâkiyatı ve vesveselerin izalesini ve insandaki teşahhusat-ı vechiyenin
hikmetini beyan eden İ'lem'ler bu risalenin münderecatındadır. Bir İ'leminde ²vU¬9!«Y²7«! «—
²vU¬B«X¬K²7«!
miskin oluşu hakkındaki bir vesvesesini tardeder ve der ki: "Ey şeytan-ı cinnîye üstad olan
şeytan-ı insî! Eğer her şey, her şeyi maslahat miktarıyla ve lâyık-ı vechile yapan Kadîr-i
Ezelî'nin san'atı olmasa idi, senin eşeğinin kulağı senden ve senin üstadlarından daha akıllı ve
daha hâzık olması lâzım gelirdi." diye insî ve cinnî şeytanların vesveseleri yüzlerine
çarpılarak; bakaranın yani ineğin dâhilinin mutlak olduğunun ve haricinin mukayyed
oluşunun hikmetini aklen ve ilmen gayet mukni bir surette beyan eder.
Ahlâka dair bir İ'lem'inde der ki:
miskin oluşu hakkındaki bir vesvesesini tardeder ve der ki: "Ey şeytan-ı cinnîye üstad olan
şeytan-ı insî! Eğer her şey, her şeyi maslahat miktarıyla ve lâyık-ı vechile yapan Kadîr-i
Ezelî'nin san'atı olmasa idi, senin eşeğinin kulağı senden ve senin üstadlarından daha akıllı ve
daha hâzık olması lâzım gelirdi." diye insî ve cinnî şeytanların vesveseleri yüzlerine
çarpılarak; bakaranın yani ineğin dâhilinin mutlak olduğunun ve haricinin mukayyed
oluşunun hikmetini aklen ve ilmen gayet mukni bir surette beyan eder.
Ahlâka dair bir İ'lem'inde der ki:
miskin oluşu hakkındaki bir vesvesesini tardeder ve der ki: "Ey şeytan-ı cinnîye üstad olan
şeytan-ı insî! Eğer her şey, her şeyi maslahat miktarıyla ve lâyık-ı vechile yapan Kadîr-i
Ezelî'nin san'atı olmasa idi, senin eşeğinin kulağı senden ve senin üstadlarından daha akıllı ve
daha hâzık olması lâzım gelirdi." diye insî ve cinnî şeytanların vesveseleri yüzlerine
çarpılarak; bakaranın yani ineğin dâhilinin mutlak olduğunun ve haricinin mukayyed
oluşunun hikmetini aklen ve ilmen gayet mukni bir surette beyan eder.
Ahlâka dair bir İ'lem'inde der ki: "Ey fâsık! Bil ki medeniyet-i sefihe öyle müdhiş bir
riyayı ibraz etmiş ve meydana çıkarmış ki, ehl-i medeniyetin ondan kurtulması mümkün
değildir.
Bu eserin hakikî kıymetini tebarüz ettirecek en hakikî fihristi, yine onun aziz ve
muhterem müellifi üstadımız yapabilirdi. Bizim çok kısa anlayışımız ve zayıf idrakimiz ve
kasır fehmimiz ve Arabcaya olan vukufsuzluğumuz, ülema-i mütebahhirînin katresine bahr
dedikleri bu emsalsiz eserin fihristini karilere pek noksan olarak takdim etmemizin âmilleri
olmuştur.
Muhterem kari! Bu fihriste bakıp da tılsım-ı kâinatın keşşafı, hakaik-i eşyanın miftahı,
hikmet-i hilkatin dellâlı olan bu manevî hazine hükmündeki mecmuayı da o mizan ile tartma.
Çünki bizdeki acz ve noksanlık o mecmuanın kıymetiyle mebsuten değil, makusen
mütenasibdir. Güneşin bir zerre cam parçasındaki timsaline bakıp da "Güneş de bu kadardır"
deme. Çünki o zerre, kabiliyeti kadar o güneşten feyz alır. Sen ise âyinenin büyüklüğü
nisbetinde o manevî şemsten feyz alacaksın.
tercümede muhafaza edeyim dedim. Fakat yazarken, şahsî ve belli edebî bir üslûbum
olmamakla beraber, kendi kalemimi serbest bırakarak arkasından gitmedim ve gitmemeye
çalıştım. Elimden geldiği kadar ve imkân nisbetinde, sevgili Üstadımın arabî nahivli üslûbuna
tabi’ oldum. Hattâ üslûb-u Arabîsinin tarzını bile muhafaza için, imkân nisbetinde çırpındım.
Onun için tercümem girift ve bazan uzun cümleli ve muğlak düştü.
Sâlisen: Gittikçe dejenere olmağa yüz tutmuş giden ve adeta ecnebiye endeksli olarak
şuursuzca oynayan yeni moda Türkçeye de iltifat etmedim. Çünkü dinin öz hakaikini
MAXQDA 2020 24.12.2022
terennüm eden bir eserin tercümesinin, dinî, ciddî ve muhafazakâr bir lisanla ifade edilmesi
lâzımdır diye düşünüyorum
Birincisi: Kırk-elli sene evvel Eski Said, ziyade ulûm-u akliye ve felsefiyede hareket
ettiği için, hakikat-ül hakaike karşı ehl-i tarikat ve ehl-i hakikat gibi bir meslek aradı. Ekser
ehl-i tarikat gibi yalnız kalben harekete kanaat edemedi. Çünki aklı, fikri hikmet-i felsefiye ile
bir derece yaralı idi; tedavi lâzımdı. Sonra hem kalben, hem aklen hakikate giden bazı büyük
ehl-i hakikatın arkasında gitmek istedi. Baktı, onların herbirinin ayrı câzibedar bir hassası var.
Hangisinin arkasından gideceğine tahayyürde kaldı. İmam-ı Rabbanî de ona gaybî bir tarzda
“
perdesi kalkabilir. Bu hakikate dair bir temsil-i manevî çerçevesinde denilmiş ki: Hz. Azrail
(A.S.
Ve işte Allah’ın
emriyle her şey bir şey oldu. Evet azıcık aklı ve şuur-u kalbîsi bulunan anlar ki, bir şeyi her
şey ve her şeyi bir şey yapmak, ancak her şeyin Sani’ ve Hâlıkına hâs bir sikkedir.
İkinci Lem’a: Zevilhayat üstüne vaz’edilmiş sayısız hâtemlerden yalnız şu bir hateme
bak ki: canlı bir mahluk, camiiyeti itibariyle kâinatın bir misal-i musaggarı ve âlem
şeceresinin süslü bir meyvesi ve mecmu-u kâinatın münevver bir nüvesidir ki, Fâtır-ı Hakîm
âlemin ekser envaının nümunelerini onda dercetmiştir. Demek o zîhayat şey, mecmu-u
kâinattan hikmetli muayyen nizamlarla sağılmış bir katre gibi veya bütün her şeyden ilmî,
hassas ölçülerle alınmış cami’ bir nokta gibidir. Öyle ise mecmu-u kâinat, kabza-i
tasarrufunda olmayan, en edna bir zîhayatı da yaratmasına imkân yoktur.
Evet bozulmamış bir aklı bulunan anlar ki: Meselâ bir arıyı ekser eşyaya bir çeşit
fihriste yapan; ve insanın mahiyetinde kâinat kitabının ekser mes’elelerini yazan; ve incirin
tohumunda incir ağacının proğramını derceden; ve beşerin kalbini binlerle âlemlerin nümune
ve rasathanesi yapan; ve beşerin kuvve-i hâfızasında mufassal tarih-i hayatını ve ona
müteallik herşeyi yazan, ancak ve ancak her şeyin Hâlıkı olabilir.
vaziyette iken, lâkin nihayet intizam içinde karıştırılmadan sehivsiz yazılmaları, hem iç içe
girift ve sarışık, sarmaşık iken, kusursuz, noksansız bir tarzda son derece intizam ile
kaydedilmeleri ve birbirlerine mümtezic ve kaynaşmış iken, ayıbsız, noksansız bir surette
nihayet derecede ayrılık ve teşhis ile fasledip yazılmaları; elbette ve ancak herşeyin melekûtu
elinde ve herşeyin anahtarı yanında ve hiçbir şey, onu hiçbir şeyden meşgul etmiyen bir zatın
hâs bir sikkesi olabilir.
Yedinci Lem’a: Bak nasılki Ehad-i Samed’in hatemi sahife-i arz üstünde müşahede
edildiği gibi, aktar-ı semavat ve arz üzerinde de aynı hatem görünmektedir. Öyle de mecmu-u
âlem üstünde dahi tevhidin hatemi, onun büyüklüğü nisbetinde olan vazıh nakşıyla
görünüyor. Çünkü bu âlem, muhteşem bir kasır, muntazam bir fabrika, mükemmel bir şehir
gibidir. Eczaları; o şehir, fabrika ve sarayın ecza ve efradları gibi, aralarında hikmetli bir
muarefe, muavenet ve ikramlı, kerimane bir cevablaşma vardır. Çünkü bakıyoruz ki; şu
âlemin eczaları birbirlerinin muavenetine uzun ve eğri büğrü yollarda ve umulmadık bir
vakitte, tam ihtiyaç zamanında inhirafsız ve muntazam bir şekilde sür’atle koşuşuyorlar.
--- sh:» (BMs:
Gel, şimdi teavün düsturuna bak! Güneş ve Kamer’den, gece ve gündüzden, kış ve
yazdan, ta nebatatın hazine-i rahmetten erzakı alarak yüklenip, hayvanatın imdadına
koşmalarına kadar, sonra hayvanatın da meselâ bal arısı ve ipekböceği gibi Rahman’ın
hazinesinden balı ve ipeği alıp, insanlara ulaştırdıkları hizmetlerine kadar, sonra gıda
zerrelerinin gıdaca muhtelif-ül cins olan meyvelerin imdadına ve yemek maddelerinin kemal-i
intizam ve inayet ve hikmetle beden hüceyratının yardımına koşmalarına kadar; bütün bunlar
nasıl güzel cereyan ediyor, gör! İşte bu eşyanın, hususan camidlerin inayetli, mükemmel,
hikmetli, muntazam teavüne mazhariyetleri ise, elbette vâzıh bir delil, satı’ bir bürhandır ki;
bunlar Hakîm bir Mürebbi’nin hizmetçileridirler, Kerim bir Müdebbir’in ameleleridirler.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Gel, şimdi teavün düsturuna bak! Güneş ve Kamer’den, gece ve gündüzden, kış ve
yazdan, ta nebatatın hazine-i rahmetten erzakı alarak yüklenip, hayvanatın imdadına
koşmalarına kadar, sonra hayvanatın da meselâ bal arısı ve ipekböceği gibi Rahman’ın
hazinesinden balı ve ipeği alıp, insanlara ulaştırdıkları hizmetlerine kadar, sonra gıda
zerrelerinin gıdaca muhtelif-ül cins olan meyvelerin imdadına ve yemek maddelerinin kemal-i
intizam ve inayet ve hikmetle beden hüceyratının yardımına koşmalarına kadar; bütün bunlar
nasıl güzel cereyan ediyor, gör! İşte bu eşyanın, hususan camidlerin inayetli, mükemmel,
hikmetli, muntazam teavüne mazhariyetleri ise, elbette vâzıh bir delil, satı’ bir bürhandır ki;
bunlar Hakîm bir Mürebbi’nin hizmetçileridirler, Kerim bir Müdebbir’in ameleleridirler.
Onun emriyle, onun izni ve kuvveti ve hikmeti ile hareket ediyorlar.
Sekizinci Lem’a: Bak! Kâinatın eczaları arasındaki rızka muhtaç olan mürteziklere; tek
tek her birisinin hâcetinin miktarına göre, bir tarz-ı münasibde tevzi’ edilmekte olan rızk
keyfiyetinde müşahede edilen şudur ki; şu rızk-ı umumî, bir geniş rahmet-i vasia içindedir.
O
da, sevdirilme ve tanıttırılmayı tazammun etmektedir. Ve bu inayet-i tamme içindeki rahmet-i
vasia, taltif ve ikramı içine almıştır. Ve şu muntazam hikmet-i amme içinde görünen inayet
ise, ilim ve şuuru mutazammındır. Hem bu meşhud hikmet dahi, göz önünde olan bir intizam
içindedir. Ve şu intizam ise, bu görünen müsahhariyet içindedir. Şu müsahhariyet ise, teânuk
ile tecavübün zımnındadır. O da, şu meşhud tesanüd ile teavün içindedir.
İşte şu hal ve bu keyfiyet ise, ancak her şeyin Rabbi ve her şeyin mürebbisi ve her şeyin
müdebbirine hâs bir hatem ve Şems, Kamer ve nücûm emrine müsahhar olan
eder. Aynen öyle de: şu mezraa-i masnuat olan unsurların külliyetleri içindeki vâhidiyet ve
besatetleri lisanıyla; ve keza bir ilim ve hikmetin tayin ettiği tarz ve suret ile ihataları diliyle;
Hem şu kudret mu’cizelerinin semereleri olan ve hikmet kelimeleri olan mahlukatın,
şahsiyetçe birbirinin misli iken, umum yeryüzüne hikmetli intişarları lisanıyla; ve efradca
birbirine müşabih oldukları halde, acib bir hikmet altında dağılarak birbirinden uzak etraflarda
tavattunları lisanıyla şehadet ederler ki: muhit ve muhat, tarla ve tohum; birtek Sâniin kabza-i
tasarrufundadır. İşte herbir unsur ve herbir nev’ yekdiğerine, hem herbirisi hepsine şâhidlik
yapıp derler ki: “Siz kimin malı iseniz, ben de onun malıyım.
eder. Aynen öyle de: şu mezraa-i masnuat olan unsurların külliyetleri içindeki vâhidiyet ve
besatetleri lisanıyla; ve keza bir ilim ve hikmetin tayin ettiği tarz ve suret ile ihataları diliyle;
Hem şu kudret mu’cizelerinin semereleri olan ve hikmet kelimeleri olan mahlukatın,
şahsiyetçe birbirinin misli iken, umum yeryüzüne hikmetli intişarları lisanıyla; ve efradca
birbirine müşabih oldukları halde, acib bir hikmet altında dağılarak birbirinden uzak etraflarda
tavattunları lisanıyla şehadet ederler ki: muhit ve muhat, tarla ve tohum; birtek Sâniin kabza-i
tasarrufundadır. İşte herbir unsur ve herbir nev’ yekdiğerine, hem herbirisi hepsine şâhidlik
yapıp derler ki: “Siz kimin malı iseniz, ben de onun malıyım.
eder. Aynen öyle de: şu mezraa-i masnuat olan unsurların külliyetleri içindeki vâhidiyet ve
besatetleri lisanıyla; ve keza bir ilim ve hikmetin tayin ettiği tarz ve suret ile ihataları diliyle;
Hem şu kudret mu’cizelerinin semereleri olan ve hikmet kelimeleri olan mahlukatın,
şahsiyetçe birbirinin misli iken, umum yeryüzüne hikmetli intişarları lisanıyla; ve efradca
birbirine müşabih oldukları halde, acib bir hikmet altında dağılarak birbirinden uzak etraflarda
tavattunları lisanıyla şehadet ederler ki: muhit ve muhat, tarla ve tohum; birtek Sâniin kabza-i
tasarrufundadır. İşte herbir unsur ve herbir nev’ yekdiğerine, hem herbirisi hepsine şâhidlik
yapıp derler ki: “Siz kimin malı iseniz, ben de onun malıyım.
MAXQDA 2020 24.12.2022
eder. Aynen öyle de: şu mezraa-i masnuat olan unsurların külliyetleri içindeki vâhidiyet ve
besatetleri lisanıyla; ve keza bir ilim ve hikmetin tayin ettiği tarz ve suret ile ihataları diliyle;
Hem şu kudret mu’cizelerinin semereleri olan ve hikmet kelimeleri olan mahlukatın,
şahsiyetçe birbirinin misli iken, umum yeryüzüne hikmetli intişarları lisanıyla; ve efradca
birbirine müşabih oldukları halde, acib bir hikmet altında dağılarak birbirinden uzak etraflarda
tavattunları lisanıyla şehadet ederler ki: muhit ve muhat, tarla ve tohum; birtek Sâniin kabza-i
tasarrufundadır. İşte herbir unsur ve herbir nev’ yekdiğerine, hem herbirisi hepsine şâhidlik
yapıp derler ki: “Siz kimin malı iseniz, ben de onun malıyım.
tasarrufundadır. İşte herbir unsur ve herbir nev’ yekdiğerine, hem herbirisi hepsine şâhidlik
yapıp derler ki: “Siz kimin malı iseniz, ben de onun malıyım.” Demek herbir çiçek ve herbir
meyve ve umum hayvanlar ve hayvancıklar, nâtık birer sikke, konuşan birer hâtem, söyleyen
birer turra olarak meallerindeki hikmetin, intizamlarındaki halin lisanıyla derler ki: “Bu
mekân kimin mülkü ise, ben de onun mülküyüm. Kimin sun’u ise, ben de onun san’atıyım.
Kimin mektubu ise, ben de onun harfiyim.
Evet nasılki, kusursuz bir sarayın, nukûş ve tezyinatının mükemmeliyeti, o sarayın süslü
tezyinatı altında müteharrik ve nakışlarının tahtında müstetir olan sani’ ve mühendisinin
mükemmeliyet-i ef’alini apaçık sana gösterir. Ve şu ef’alin mükemmeliyeti ise, sana sarahaten
usta ve mühendis olan zatın esmasının mükemmeliyetini gösterir. Yani; “Şu sarayın ustası
mahir bir san’atkârdır, bilgisi derin bir mühendistir ve hakîm bir nakkaştır ve hakeza…” Ve
onun esmasının mükemmeliyeti ise, gayet fasih bir şekilde sana müsemmanın sıfatının
mükemmeliyetini bildirir. (Yani o usta hendese, san’at, ilim ve hikmetle mücehhezdir.) Ve
onun sıfâtının mükemmeliyeti ise, o zatın zatî şuûnunun mükemmeliyetine şehadet eder.
(Yani çok güzel bir istidadı ve üstün bir kabiliyeti vardır gibi…) Ve şuûnun mükemmeliyeti
ise, o nakkaş olan zatın makamına münasib ve ona lâyık bir şekilde mükemmeliyetini ve
kemalâtını izhar ve ilân eder.
Aynen onun gibi; kâinattaki ţu kusursuz, noksansız göz önündeki eserlerde olan
mükemmeliyet dahi, hadsî bir müşahede ile, arkalarında müstetir olan ef’alinin
mükemmeliyetine şehadet ederler.
Onun
gibi enfüsî deliller de onu tasdik etmektedirler ki, kendi zat-ı mübareki, güneş gibi kendi
zatına delildir. Çünkü bil’ittifak bütün ahlâk-ı hamîde onun zatında ictima’ etmiştir. Hem
vazife-i risaletindeki şahsiyet-i maneviyesi de bütün âli ve yüksek seciyeleri ve pâk ve nezih
hasletleri kendinde cem’etmiştir. Hem onun kuvvet-i imanını gösteren zühd, takva ve
ubudiyetinde fevkalâde kuvvetli olması, ve keza tarih-i hayatının şehadetiyle kemal-i metanet,
kemal-i ciddiyet ve kemal-i vüsûku; hem kuvvet-i itminanının şehadetiyle harekâtındaki
kuvvet-i emniyetidir. İşte şu mezkûr deliller gösteriyorlar ki: O zat (A.S.M.) davasında hakka
mütemessik ve hakikat üzerine sâliktir.
tilavet eden birer nâtık vaziyetine dönüştü. Ve müştekî, ağlayıcı yetimler vaziyetindeki
zîhayatlar ise, tesbihatları içinde zâkir ve vazifeden terhislerine şâkir haletine girdi. Ve keza,
kâinatın harekât, tenevvüat ve tagayyüratıda manasız, başıboş, abesiyet ve tesadüf
oyuncaklığından çıkıp, mektubat-ı Rabbaniye ve sahaif-i âyât-ı tekviniye ve meraya-yı esma-
yı İlahiye olmasına terakki etti. Hattâ âlem, o nur ile öyle bir terakki etti ki, bir kitab-ı hikmet-
MAXQDA 2020 24.12.2022
ahiretin gelmesine bütün esma-i kudsiye dahi muktazî sebepleri olduğu halde, bütün bunlar
olmasaydı bile; yine de bu zat-ı nuranînin duasının hatırı için; her baharda masnuatının
mu’cizatıyla bize müzeyyen cinanlar inşa eden onun Rabb-i Kerîm’i, ona ve ebna-yı cinsine
Cennet’i bina etmeye kâfi gelirdi.
Evet nasılki Zat-ı Risaletin peygamberliği ubudiyet ve imtihan için şu dâr-ı dünyanın
açılmasına bir sebep oldu. Öyle de, onun ubudiyeti içindeki duası dahi, mükâfat ve mücazat
için dâr-ı âhiretin açılmasına bir sebebdir. Acaba hiç mümkün müdür ki; şu intizam-ı faik-i
kâinata ve şu rahmet-i vasiaya ve İmam-ı Gazalî gibi zatlara «G²"«! ¬–@«U²8¬²!]¬4 «j²[«7 «–@«6
@ÅW¬8 dedirtmiţ olan ţu kusursuz hüsn-ü san’at içine ve ţu kubuhsuz cemalin arasına haşin bi
ahiretin gelmesine bütün esma-i kudsiye dahi muktazî sebepleri olduğu halde, bütün bunlar
olmasaydı bile; yine de bu zat-ı nuranînin duasının hatırı için; her baharda masnuatının
mu’cizatıyla bize müzeyyen cinanlar inşa eden onun Rabb-i Kerîm’i, ona ve ebna-yı cinsine
Cennet’i bina etmeye kâfi gelirdi.
Evet nasılki Zat-ı Risaletin peygamberliği ubudiyet ve imtihan için şu dâr-ı dünyanın
açılmasına bir sebep oldu. Öyle de, onun ubudiyeti içindeki duası dahi, mükâfat ve mücazat
için dâr-ı âhiretin açılmasına bir sebebdir. Acaba hiç mümkün müdür ki; şu intizam-ı faik-i
kâinata ve şu rahmet-i vasiaya ve İmam-ı Gazalî gibi zatlara «G²"«! ¬–@«U²8¬²!]¬4 «j²[«7 «–@«6
@ÅW¬8 dedirtmiţ olan ţu kusursuz hüsn-ü san’at içine ve ţu kubuhsuz cemalin arasına haşin bi
____________________________________
(1) Onüçüncü Reşha’dan sonra Ondördüncü Reşha’nın gelmesi lâzım iken; Ondördüncü Reşha ise, bu
kitabın
479. sahifesinde yer almıştır. Ve bu tasarruf da Hz. Müellif tarafından olmuştur. Hikmetini
anlayamadığımızdan
aynı vaziyetinde bıraktık. (Mütercim)
«”¬i²9! ›¬HÅ7!
Hem hiç imkânı var mıdır ki; o Sani’, masnuatının tezyinatıyla kendini
tanıttırmak ve sevdirmek istesin; ve bu zat da ona hakkıyla kulluk etsin ve sıdk ile kendini ona
sevdirsin ve lâyıkı vechiyle onu tanısın ve tam hakkıyla onu sevsin; fakat o Sani’ ise, bu zatı
tanımasın, sevmesin. Hâşâ ve kellâ!..(1)
***
____________________________________
(1) Ondördüncü Reşha’nın sıra itibarıyla burada olması lâzım iken, Mesnevî’nin âhirlerine ilhakının
sebeb ve
hikmetini bilemedim.
MAXQDA 2020 24.12.2022
(Mütercim)
--- sh:» (BMs: 55) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
Nasılki her şeyin, meselâ bir ağacın suret-i maddiyesinde olan muntazam, müsmir neticeleri
ve hikmetli maslahatları mutazammın ölçülü gayeleri vardır. Öyle de, onun suret-i
maneviyesinde dahi maslahatlar içinde muntazam neticeleri ve hafî hikmetlere medar
muayyen hududları vardır. Bu hale göre, birinci surette kudret bânî ve usta gibi iken, kader
onun hendesesidir. İkinci surette ise, kudret masdar gibidir.
Nasılki her şeyin, meselâ bir ağacın suret-i maddiyesinde olan muntazam, müsmir neticeleri
ve hikmetli maslahatları mutazammın ölçülü gayeleri vardır. Öyle de, onun suret-i
maneviyesinde dahi maslahatlar içinde muntazam neticeleri ve hafî hikmetlere medar
muayyen hududları vardır. Bu hale göre, birinci surette kudret bânî ve usta gibi iken, kader
onun hendesesidir. İkinci surette ise, kudret masdar gibidir. Kader de, mistar gibidir. Yani ki
kudret, maânî kitabını kader mistarının çizgileri üstünde yazmakta...
İşte ey kâfir
60) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
Hem muhtelif nevilerin efradı birbiri içinde gayet girift ve karışık oldukları halde;
galatsız, karıştırmaksızın ayrı ayrı teşhis ve imtiyazları da gösterir ki; hiçbir sual, diğer bir
sualden onu şaşırtmayan ve hiçbir fiil, diğer bir fiilden onu menedemeyen ve her şey her an
onun daire-i nazarında hazır olan; hem her şeyin fevkinde olup her şeyi bütün şuunatıyla
birlikte müşahede eden bir zata mahsustur.
Hem dahi aktar-ı zeminde münteşir olan bütün envaın efradları birbirinden nihayet
uzaklıkta iken, suret ve teşkilce, icad ve vücudca nihayet derece muvafakatları, hattâ her bir
nev’in bütün efradı bir tek müdebbirin emrini bekler gibi olan hal ve vaziyetleri vardır. İşte bu
nevilerin ve efradlarının arasındaki kudretin faaliyeti ise, elbette bütün ruy-i zemin kabza-i
tasarruf ve ilim ve hüküm ve hikmetinde bulunan bir zata mahsustur.
Hem nevilerin nihayet kesrette olan efradının tek tek mükemmeliyet-i hilkatları ve cüz’
cüz’ herbirisinin hüsn-ü icadları da öyle bir Kadir-i Mutlak’a hastır ki; zerrelerle yıldızlar, az
MAXQDA 2020 24.12.2022
ile çok ona nisbeten müsavidir. İşte, bu fıkraların her birisinde, herşey onun sun’u olduğunu
gösteren birer âyet daha vardır.
O da şudur ki:
…
VE LÂSİYYEMÂ: O sultanın pek geniş bir rahmeti olup, o geniş rahmetin iktizasıyla
kendine lâyık fazl ve ihsan etmek icab ettiği halde, hem onun izzetiyle istihza edip istihfaf
edenlerin terbiyelerini iktiza eden celalli bir haysiyeti dahi varsa…
VE LÂSİYYEMÂ: O sultanın cenah-ı himayesine iltica edenlerin taltiflerini iktiza
etmek, himaye-i saltanatının şanından olan bir hikmet-i âliye sahibi olduğu halde; hem
raiyetinin hukukunu muhafaza etmek haşmet-i mâlikiyetinin muhafazası iktizasından olan bir
adalet-i mahzaya dahi mâlik ise…
VE LÂSİYYEMÂ: O sultan-ı zîşanın mutlak bir sehavetle beraber dop dolu hazineleri
olsa, elbette daimî bir dâr-ı ziyafeti ve enva-ı ihtiyacât içinde kıvranan muhtaçların o daimî
ziyafetgâhta devam-ı vücudlarını iktiza eder. Hem o sultan-ı zîşan, kemalât-ı mestûre sahibi
bir zat olsa, elbette o gizli kemalâtını istihsan edicilerin ve takdirkâr müşahidlerin başları
üstünde teşhir etmek iktiza eyler. Hem dahi o zat, misilsiz manevî bir cemalin mehasinine ve
nazîrsiz bir hüsn-ü mahfînin letaifine sahib olsa, elbette bu letaif ve mehasini bizzat kendisi
bir ayinede müşahede etmesi.. ve başkasını da işhad etmesi lâzımdır.
onun hikmetinden daha ekmel bir hikmet ve onun inayetinden daha ecmel bir inayet ve onun
merhametinden daha eţmel bir merhamet ve onun adaletinden daha ecell bir adalet olamaz.
İşte eğer bu melik-i zîşanın daire-i memleketinde şu hikmet, inayet, merhamet ve
adaletin hakikatlarının tezahürleri için daimî, âlî mekânlar ve kıymetli, gâlî meskenler ve
ebedî, mukîm sâkinler olmazsa ve bulunmazsa; o zaman şu meşhud olan hikmeti inkâr etmek
ve şu gözle görülen adaleti inkâr etmek ve şu göz önündeki merhameti inkâr etmek ve şu
meşhud olan adaleti inkâr etmek lâzım gelir. Hem şu kerîmane, hakîmane fiiller
sahibinin(haşa!) sefih bir oyuncu ve gaddar bir zâlim olduğunu kabul etmek icab eder.
Belki ancak başka bir mecma-i ekberde, muamelelerin üzerlerinde devam etmesi ve dönmesi
için suretleri alınsın ve neticeleri muhafaza edilsin ve her şey kaydedilsin diye birer temsil ve
takliddirler.. ve o mahzargâh-ı mahşerde müşahede ve muhasebeler, bu temsil ve taklidler
üzerinde yapıldıktan sonra, o fani misaller sabit suretleri ve baki semereleri meyve verirler.
VE LÂSİYYEMÂ: O melik-i zîşan, bu zâil menzillerde, bu hâil meydanlarda ve şu
geçici meşherlerde bâhir bir hikmetin, zâhir bir inayetin, âlî bir adaletin ve geniş bir
merhametin âsârını izhar ederse! O derece ki, az bir basireti olan herkes yakînen anlar ki;
onun hikmetinden daha ekmel bir hikmet ve onun inayetinden daha ecmel bir inayet ve onun
merhametinden daha eţmel bir merhamet ve onun adaletinden daha ecell bir adalet olamaz.
İşte eğer bu melik-i zîşanın daire-i memleketinde şu hikmet, inayet, merhamet ve
adaletin hakikatlarının tezahürleri için daimî, âlî mekânlar ve kıymetli, gâlî meskenler ve
ebedî, mukîm sâkinler olmazsa ve bulunmazsa; o zaman şu meşhud olan hikmeti inkâr etmek
ve şu gözle görülen adaleti inkâr etmek ve şu göz önündeki merhameti inkâr etmek ve şu
meşhud olan adaleti inkâr etmek lâzım gelir. Hem şu kerîmane, hakîmane fiiller
sahibinin(haşa!) sefih bir oyuncu ve gaddar bir zâlim olduğunu kabul etmek icab eder. Bu ise,
hakikatların kendi zıdlarına inkılabını istilzam eder.
Belki ancak başka bir mecma-i ekberde, muamelelerin üzerlerinde devam etmesi ve dönmesi
için suretleri alınsın ve neticeleri muhafaza edilsin ve her şey kaydedilsin diye birer temsil ve
takliddirler.. ve o mahzargâh-ı mahşerde müşahede ve muhasebeler, bu temsil ve taklidler
üzerinde yapıldıktan sonra, o fani misaller sabit suretleri ve baki semereleri meyve verirler.
VE LÂSİYYEMÂ: O melik-i zîşan, bu zâil menzillerde, bu hâil meydanlarda ve şu
geçici meşherlerde bâhir bir hikmetin, zâhir bir inayetin, âlî bir adaletin ve geniş bir
merhametin âsârını izhar ederse! O derece ki, az bir basireti olan herkes yakînen anlar ki;
onun hikmetinden daha ekmel bir hikmet ve onun inayetinden daha ecmel bir inayet ve onun
merhametinden daha eţmel bir merhamet ve onun adaletinden daha ecell bir adalet olamaz.
İşte eğer bu melik-i zîşanın daire-i memleketinde şu hikmet, inayet, merhamet ve
adaletin hakikatlarının tezahürleri için daimî, âlî mekânlar ve kıymetli, gâlî meskenler ve
ebedî, mukîm sâkinler olmazsa ve bulunmazsa; o zaman şu meşhud olan hikmeti inkâr etmek
ve şu gözle görülen adaleti inkâr etmek ve şu göz önündeki merhameti inkâr etmek ve şu
meşhud olan adaleti inkâr etmek lâzım gelir. Hem şu kerîmane, hakîmane fiiller
sahibinin(haşa!) sefih bir oyuncu ve gaddar bir zâlim olduğunu kabul etmek icab eder. Bu ise,
hakikatların kendi zıdlarına inkılabını istilzam eder.
hacette is’af etmesi ve bütün dua edenlerin suallerine cevab vermesi (hususan istidad lisanıyla
MAXQDA 2020 24.12.2022
veya fıtrî ihtiyaç lisanıyla veya ıztırar lisanıyla olsa) dualarını kabul etmesi gösteriyor ki;
hakikî ve tam bir adalet-i mahzası mevcuddur. Şu adalet ise, bir mahkeme-i kübrada ibadının
hukukunu muhafaza etmekle, haşmet-i mâlikiyet ve rububiyetini muhafaza etmek iktiza eyler.
Halbuki şu kısa, dar, fani ve küçük olan dâr-ı dünya ise, o adaletin hakikatına mazhar
olmaktan çok çok uzak ve çok aşağıdır. Demek bu celalli cemal ve o cemalli celal sahibi olan
bu Melik-i Âdil’in ve bu Rabb-i Hakîm’in bâkî bir Cennet’i ve daimî bir Cehennem’i olması
lâzımdır.
VE LÂSİYYEMÂ: Bu âlem sahibinin ve içinde şu ef’al ile tasarruf eden mutasarrıfının
mutlak bir sehaveti ve pek azîm bir cûdu ve
--- sh:» (BMs
hacette is’af etmesi ve bütün dua edenlerin suallerine cevab vermesi (hususan istidad lisanıyla
veya fıtrî ihtiyaç lisanıyla veya ıztırar lisanıyla olsa) dualarını kabul etmesi gösteriyor ki;
hakikî ve tam bir adalet-i mahzası mevcuddur. Şu adalet ise, bir mahkeme-i kübrada ibadının
hukukunu muhafaza etmekle, haşmet-i mâlikiyet ve rububiyetini muhafaza etmek iktiza eyler.
Halbuki şu kısa, dar, fani ve küçük olan dâr-ı dünya ise, o adaletin hakikatına mazhar
olmaktan çok çok uzak ve çok aşağıdır. Demek bu celalli cemal ve o cemalli celal sahibi olan
bu Melik-i Âdil’in ve bu Rabb-i Hakîm’in bâkî bir Cennet’i ve daimî bir Cehennem’i olması
lâzımdır.
VE LÂSİYYEMÂ: Bu âlem sahibinin ve içinde şu ef’al ile tasarruf eden mutasarrıfının
mutlak bir sehaveti ve pek azîm bir cûdu ve
--- sh:
Demek şu dünya ise, ancak bir tarladır, haşir ise beyderdir, bir harmandır.
Cennet ve cehennem ise, birer mahzendirler.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Demek şu dünya ise, ancak bir tarladır, haşir ise beyderdir, bir harmandır.
Cennet ve cehennem ise, birer mahzendirler.
VE LÂSİYYEMÂ: O Rabb-i Sermedî, o Sultan-ı Ezelî ve Ebedî, o zâil menzillerde, o
geçici binalarda ve şu gidici meşherlerde bâhir ve mâhir bir hikmetin ve zâhir ve müzehher bir
inayetin ve âlî ve gâlî bir adaletin ve geniş ve cami’ bir merhametin âsârını izhar ettiği halde,
hem o derece ki, gözü kör ve kalbi paslı olmayan herkes yakînen bilir ki; daire-i imkânda
onun hikmetinden daha ekmel bir hikmet ve inayetinden daha ecmel bir inayet ve
merhametinden daha eşmel bir merhamet ve adaletinden daha ecell bir adalet mevcud değildir
ve tasavvur edilemez.
Öyle ise, onun daire-i memleketinde ve mülk ve melekûtu içinde daimî, âlî mekânlar ve
ebedî, galî meskenler ve içinde zevalsiz, mukim sâkinler olmazsa ve bulunmazsa -ki, o
mezkûr adalet, hikmet, inayet ve rahmetin hakikatlarının tam tezahürleri ancak o mezkûr
mezahirde cilveger olabilir- o zaman herbir akıl sahibine görünen şu hikmet-i
--- sh:» (BMs:
Demek şu dünya ise, ancak bir tarladır, haşir ise beyderdir, bir harmandır.
Cennet ve cehennem ise, birer mahzendirler.
VE LÂSİYYEMÂ: O Rabb-i Sermedî, o Sultan-ı Ezelî ve Ebedî, o zâil menzillerde, o
geçici binalarda ve şu gidici meşherlerde bâhir ve mâhir bir hikmetin ve zâhir ve müzehher bir
inayetin ve âlî ve gâlî bir adaletin ve geniş ve cami’ bir merhametin âsârını izhar ettiği halde,
hem o derece ki, gözü kör ve kalbi paslı olmayan herkes yakînen bilir ki; daire-i imkânda
onun hikmetinden daha ekmel bir hikmet ve inayetinden daha ecmel bir inayet ve
merhametinden daha eşmel bir merhamet ve adaletinden daha ecell bir adalet mevcud değildir
ve tasavvur edilemez.
Öyle ise, onun daire-i memleketinde ve mülk ve melekûtu içinde daimî, âlî mekânlar ve
ebedî, galî meskenler ve içinde zevalsiz, mukim sâkinler olmazsa ve bulunmazsa -ki, o
mezkûr adalet, hikmet, inayet ve rahmetin hakikatlarının tam tezahürleri ancak o mezkûr
mezahirde cilveger olabilir- o zaman herbir akıl sahibine görünen şu hikmet-i
--- sh:» (BMs:
92) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
O ellibeş lisanların (1) tafsilatları sonra gelecektir. Amma icmali ise budur:
Kâinatın eczalarının muntazam olan ifrad ve terkibi lisanıyla; fakr ve hacetlerinin icabı
yerine gelmesi; intizamkârane olan hal ve vaziyetleri, mükemmel, acib ve lâyık suretleri;
garib fâik ve süslü nakışları; âlî hikmetleri; kıymettar çok gâlî faydaları; birbirini andıran
hârika tehalüfleri; birbirine bakan muntazam benzeyişleri lisanları ile ve hem cüz’ olsun, küll
olsun her şeyin nizam ve mevzuniyetleri; bizzat her bir şeyin kemal-i intizamı; düzgünlükleri;
ve her şey şuurî bir ittikan-ı san’at ve mükemmeliyet-i hilkat içinde olması; ve birbirine
muhalif olan camid eşyanın yekdiğerlerinin sual-i hacetlerine cevab vermeleri; ve birbirinden
uzak ve mütefavit şeylerin tesanüdleri lisanlarıyla; ve hem her şeyi ve her yeri kaplayan
hikmet-i amme; inayet-i tamme; rahmet-i vasia; rızk-ı âmm; ve hayat-ı münteşire lisanlarıyla;
ve hem her şeyde parlayan bir hüsün ve tahsin ve in’ikas eden bir cemal-i hazin; ve
kalblerinde olan aşk-ı sâdık; ve sînelerindeki incizab ve cezbe; ve kâinatın zılliyeti
lisanlarıyla.. Ve hem, hep maslahatlar için olan bir tasrif; ve faydalar için bir tebdil; ve
hikmetler için bir tahvil; ve gayeler için bir tağyir; ve kemalâta ermeleri için bir tanzim
lisanlarıyla.. hem kâinatın imkân ve hudusları; ve ihtiyacât ve iftikaratları; ve fakr ve zaafları;
ve ölüme maruz olmaları ve cehl-i mutlak içinde bulunmaları ve fanilikleri ve tagayyürleri ve
(1) Bu taksimatta o lisanlar eksik gibi görünüyorsa da aslında tamamdırlar. Belki biz bilemiyoruz.
Veyahut
sevgili, muazzez Üstadımızın kudsî muradlarıyla hangisini irade ettiğine adem-i fehmimizdir.
(Mütercim)
92) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
O ellibeş lisanların (1) tafsilatları sonra gelecektir. Amma icmali ise budur:
Kâinatın eczalarının muntazam olan ifrad ve terkibi lisanıyla; fakr ve hacetlerinin icabı
yerine gelmesi; intizamkârane olan hal ve vaziyetleri, mükemmel, acib ve lâyık suretleri;
garib fâik ve süslü nakışları; âlî hikmetleri; kıymettar çok gâlî faydaları; birbirini andıran
hârika tehalüfleri; birbirine bakan muntazam benzeyişleri lisanları ile ve hem cüz’ olsun, küll
olsun her şeyin nizam ve mevzuniyetleri; bizzat her bir şeyin kemal-i intizamı; düzgünlükleri;
ve her şey şuurî bir ittikan-ı san’at ve mükemmeliyet-i hilkat içinde olması; ve birbirine
muhalif olan camid eşyanın yekdiğerlerinin sual-i hacetlerine cevab vermeleri; ve birbirinden
uzak ve mütefavit şeylerin tesanüdleri lisanlarıyla; ve hem her şeyi ve her yeri kaplayan
hikmet-i amme; inayet-i tamme; rahmet-i vasia; rızk-ı âmm; ve hayat-ı münteşire lisanlarıyla;
ve hem her şeyde parlayan bir hüsün ve tahsin ve in’ikas eden bir cemal-i hazin; ve
kalblerinde olan aşk-ı sâdık; ve sînelerindeki incizab ve cezbe; ve kâinatın zılliyeti
lisanlarıyla.. Ve hem, hep maslahatlar için olan bir tasrif; ve faydalar için bir tebdil; ve
hikmetler için bir tahvil; ve gayeler için bir tağyir; ve kemalâta ermeleri için bir tanzim
lisanlarıyla.. hem kâinatın imkân ve hudusları; ve ihtiyacât ve iftikaratları; ve fakr ve zaafları;
ve ölüme maruz olmaları ve cehl-i mutlak içinde bulunmaları ve fanilikleri ve tagayyürleri ve
(1) Bu taksimatta o lisanlar eksik gibi görünüyorsa da aslında tamamdırlar. Belki biz bilemiyoruz.
Veyahut
sevgili, muazzez Üstadımızın kudsî muradlarıyla hangisini irade ettiğine adem-i fehmimizdir.
(Mütercim)
92) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
O ellibeş lisanların (1) tafsilatları sonra gelecektir. Amma icmali ise budur:
MAXQDA 2020 24.12.2022
Kâinatın eczalarının muntazam olan ifrad ve terkibi lisanıyla; fakr ve hacetlerinin icabı
yerine gelmesi; intizamkârane olan hal ve vaziyetleri, mükemmel, acib ve lâyık suretleri;
garib fâik ve süslü nakışları; âlî hikmetleri; kıymettar çok gâlî faydaları; birbirini andıran
hârika tehalüfleri; birbirine bakan muntazam benzeyişleri lisanları ile ve hem cüz’ olsun, küll
olsun her şeyin nizam ve mevzuniyetleri; bizzat her bir şeyin kemal-i intizamı; düzgünlükleri;
ve her şey şuurî bir ittikan-ı san’at ve mükemmeliyet-i hilkat içinde olması; ve birbirine
muhalif olan camid eşyanın yekdiğerlerinin sual-i hacetlerine cevab vermeleri; ve birbirinden
uzak ve mütefavit şeylerin tesanüdleri lisanlarıyla; ve hem her şeyi ve her yeri kaplayan
hikmet-i amme; inayet-i tamme; rahmet-i vasia; rızk-ı âmm; ve hayat-ı münteşire lisanlarıyla;
ve hem her şeyde parlayan bir hüsün ve tahsin ve in’ikas eden bir cemal-i hazin; ve
kalblerinde olan aşk-ı sâdık; ve sînelerindeki incizab ve cezbe; ve kâinatın zılliyeti
lisanlarıyla.. Ve hem, hep maslahatlar için olan bir tasrif; ve faydalar için bir tebdil; ve
hikmetler için bir tahvil; ve gayeler için bir tağyir; ve kemalâta ermeleri için bir tanzim
lisanlarıyla.. hem kâinatın imkân ve hudusları; ve ihtiyacât ve iftikaratları; ve fakr ve zaafları;
ve ölüme maruz olmaları ve cehl-i mutlak içinde bulunmaları ve fanilikleri ve tagayyürleri ve
(1) Bu taksimatta o lisanlar eksik gibi görünüyorsa da aslında tamamdırlar. Belki biz bilemiyoruz.
Veyahut
sevgili, muazzez Üstadımızın kudsî muradlarıyla hangisini irade ettiğine adem-i fehmimizdir.
(Mütercim)
Çünkü ihsan elbette bir muhsini iktiza eder. Bunun aksi ise
muhal ve mümteni’dir.
Hem kâinatın yüzüne serpilen ve üstünde yayılan bir Rahmet-i vasia vardır. O ise,
hikmeti, inayeti, ihsanı, in’amı, ikramı; hem lütuflandırılmakı, sevdirilmeki ve tanıttırılmayı
tazammun ediyor. Bu ise, bir Rahman-ı Rahim’in vücub-u vücuduna delâlet eder. Çünkü sıfat,
--- sh:» (BMs:
Evet camid, ölü, nâkıs, hakir esbabın kameti, te’siri, gücü nerede? Ve kâinata giydirilen
şu gayr-ı mahdud hulle-i rahmetin kıymet ve pahası nerede? Eynesserâ minessüreyya!
Hem zevilhayatın çeşitli enva-i hacetlerine göre tevzi’ edilen ve hikmet ve inayet,
rahmet ve himayet, muhafaza ve taahhüd ve amd ve teveddüd ve taarrüfü tazammun eden
rızk-ı âmm ise, bizzarure bir Rezzak-ı Rahîm’in vücub-u vücuduna delâlet eder. Çünkü fâilsiz
bir fiil muhal olduğu gibi, mef’ul ve yapılmış bir cüz’ dahi, şu amm olan fiile fâil olması da
muhaldir, mümteni’dir.
Hem kâinatta intişar eden ve yüzüne serpilen ve hikmet, inayet, rahmet, rızık ve ince
san’at ve nakş-ı rakik ve ittikan ve ihtimamı tazammun eden bir dirilik, canlılık ve hayat
görünüyor. Bunlar ise, bunlara hükmeden bir kasd ve şuur ve ilim ve irade-i tammeden
tereţţuh edebilirler. Ve ţu keyfiyet-i hayatiye ise, bir Kadir-i Kayyum’un, Muhyi ve Mümît’in
vücub-u vücuduna delâlet eder.
Hem madem ki her şey birdir; ve birlik içindedir. Öyle ise Hâlıkları dahi birdir. Çünkü
¬G¬&!«x²7! ¬w«2 Ŭ! *G²M«< « G¬&!«x²7«! yani, birliği ve ittihadı olan her şey, ancak bir birden
sudu
MAXQDA 2020 24.12.2022
Hem küre-i arz gibi, kâinatın bütün azalarında bir çok gayelere müteveccih bir tağyir
görünüyor. Meselâ, küre-i arzın gecesi ve gündüzüyle pek çok gayeler için birbiri arkasında
değiştirilip döndürülmeleri gibi… Bu ise bir Fâil-i Muhtar, Fa’alün Limayürid’in vücub-u
vücuduna delâlet eder. Çünkü fâilsiz bir fiil muhal olduğu gibi, şu birbirine bakan fiillerin
masdarı, kudret-i vâcibeden başka birisinin eseri olmasına hiç bir akıl ihtimal veremez.
Hem, bütün âlemde kemalâta yükselen bir tanzim fiili görünüyor. (Yani eşyaya,
mevcudata bir kemal vermek için intizamkârane bir fiil işliyor.) Bu ise, bir Kadir-i
Kayyum’un vücub-u vücuduna delâlet eder. Evet, tanzim fiili nâzımsız olması ne derece
mümteni’ ise; kesîr, mümkin, münfail bir cüz’ün bu muhit ve şuurkârane fiile sahib olması ve
onun fâili olması o derece muhaldir, mümteni’dir. Evet örümceğin elinin san’atçığı nerede
Evet
âlem-i şehadetin her şeyi mecmuan olsun, eczaen olsun, muntazam bir çok gayata müteveccih
olduğunu ve semeredar faideli neticeler verdiğini ve ancak kaderin kalıplarıyla eşyanın
kametlerine göre
--- sh:» (BMs: 110) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
biçilen ve makadir ve ölçüler ile tesmiye edilen ve âdeta onların muntazam ecelleri hükmünde
olan hikmetli hududlara dayanıp durduklarını görüyoruz. Bu ise gösteriyor ki; her şey evvelâ
kader ile programları tayin edilmiş. Sonra eşya o kaderî program üzerine bina ediliyorlar.
Eğer bu hakikata bir misal istersen, kendi bedeninin eğri büğrü mafsallarına ve elinin
parmaklarına bak! Tâ ki, bu göz ile müşahede edilen zarurî kaderden, ahval ve maneviyattaki
nazarî kadere bir hads-i sâdık ile intikal edilsin.
Böylece, vehm ü
hayalinde nefsi için bir daire-i hâkimiyet teşekkül eder. Sonra da sair insanları, hattâ esbabı da
kendi nefsine kıyas ederek, Allah’ın malını onlara taksim etmeğe başlar. Git gide ahkâm-ı
İlahiyeye karşı muaraza etmeye; Ve Hâlıkının mukadderatıyla mübareze etmeye kalkışır.
Halbuki nefse, enaniyetin hikmet-i i’tası ise, sıfat-ı uluhiyeti fethetmek için bir vâhid-i kıyasî
olmak içindir. Fakat o ise, su-i ihtiyariyle enenin hikmet-i hilkatine mugayir ţeylerde sarfeder.
Ey bu kitaba nazar eden zat! Bil ki; şu ince, nâzik hakikat, bütün çıplaklığıyla benim
meşhudum oldu. Evet, gördüm ki, gaflet suyu ile yeşeren nefisdeki ‘Ene’ siyah bir noktadır.
Fakat o ene; mülkünde, uluhiyetinde, rububiyetinde şeriki olmayan kendi Hâlıkının muhit
sıfâtını fehmetmek için bir vâhid-i kıyasî vazifesini görür.
¬yÁV¬7 G²W«E²7«! Hamd olsun o Allah’a ki, umum şu âlemler kalî ve halî olan bütün dilleriyle
onun sıfat-ı kemaliyesini izhar ederek ona hamd ü sena ederler. Çünkü bu âlemler;
envalarıyla, erkânlarıyla, azalarıyla, eczalarıyla, zerratlarıyla ve esîrleriyle, her hepsi hudûs ve
imkânat dilleriyle ve ihtiyacât, iftikarât lisanlarıyla ve sonderece hikmetli yapılışları dilleriyle
ve san’atkârane olan hilkatleri lisanıyla ve nizam, müvazene ve ittikan ve kemalât ve
ibadetleri ve tesbihatları lisanlarıyla onun evsaf-ı celalini yâd edip tesbih eden lisanlar olarak;
onun Vâcib-ül Vücud, Kadîm-i Sermedî, Ezelî ve Ebedî, Vâhid-i Ehad, Ferd-i Samed, Aziz-i
Cebbar, Mütekebbir-i Kahhar olduğunu ilan edip tesbih ediyorlar.
____________________________________
(1) Bu mühim bab, mufassal bir surette Arabî Rehber’de neşredildiğinden bu risalede mücmelen
yazıldı.
¬yÁV¬7 G²W«E²7«! Åv$ Yine hamdolsun o Allah’a ki, şu kâinat, kendi içindeki her şeyiyle
beraber sıfat-ı kemaliyesini izhar ederek ona hamd ü tesbih ü sena eder. Çünkü şu kitab-ı
kebir-i kâinat, bütün babları, fasılları, sahifeleri, satırları, cümleleri ve harfleriyle; ve bunların
hikmetleri, san’atları, sıfat ve keyfiyetleri ve nakışlarıyla; ve bunların herbirisi kendine göre
ve nisbeti miktarınca çeşitli mazharlar ve mütenevvi’ ayineler olarak onun evsaf-ı celalinin
tecelliyatının parıltılarını ve onun evsaf-ı cemalinin ziyalarını ve keza evsaf-ı kemalinin
envarını ve onun esma-i hüsnasının şua’larını gösteriyorlar ve izhar ediyorlar ve ilân
ediyorlar.
¬yÁV¬7 G²W«E²7«! Elhamdülillah!
Öyle ise
hiç bir şeyin o ilimden infikâk etmesi mümkin değildir. Çünkü huzur var ve her şey daire-i
nazarında hazırdır.
Evet kâinatta bir hikmet-i âmme ve inayet-i tamme ve bir şuur-u muhit ve hal-i
hazırdaki cüz’iyatın muntazam kaziyeleri (yani muntazam bir miktar-ı muayyen ve ölçü
içinde bulunmaları) ve o miktarların faydalı, semereli neticeleri ve iki had ortasında nevilerin
muayyen ecelleri
--- sh:» (BMs: 132) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
Fakat eşyayı
esbab ve kesrete isnad etmekte ise, mutlak ademden icad edilmesi lâzım gelir. O ise, muhal
olmasa da, en suubetli bir şey olur. Demek vahdetteki sühulet, derece-i vücuba vasıl olmuş,
kesretteki suubet ise, derece-i imtinaa girmiştir.
Hem vahdette j²[«7 den j²<«! in ibda’ ve icadı mümkin olması hikmetiyle; yani adem-i
sırftan maddesiz ve müddetsiz olarak mevcudatı ibda’ edip var etmek; veya zerreleri ilmî
kalıplara külfetsiz ve
--- sh:» (BMs: 141) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
kudretine bir mazhar, hikmetine bir medar, rahmetine bir çiçekdanlık, cennet-i bakiyesine bir
tarla, mahlukatına bir resm-i geçit yeri, mahlukatına bir köprü, mevcudatın akıp gitmesine bir
nehir, masnuatının tartılmalarına bir ölçek kılmıştır.
Demek hayvanatın rengârenk süslenmeleri, kuşların nakışlarla zinetlenmeleri, ağaçların
meyvelerle donanmaları, nebatatın çiçeklerle güzelleşmeleri ise; ancak onun mu’cizat-ı
ilmidir, san’atının hârikalarıdır, cûdunun hedayasıdır ve lütfunun bürhanlarıdırlar.
Hem ağaçların başlarındaki meyvelerin kemal-i zinetlerinden çiçeklerin tebessümkârane
vaziyetleri; ve seherlerde esen nesîm-i ruh-efza içinde kuşların cıvıldaşmaları; ve yağmurun
vahdette müntehî olurlar. Ve keza o çekirdek ve meyveler, hikmet-i İlahiyenin telvihatıdır ki;
küllün Hâlıkı, cüz’îye de aynen o nazar-ı küllî ile müteveccih olabildiği gibi, cüz’înin cüz’üne
dahi yine o nazar-ı küllî ile müteveccih oluyor.
Evet, şu ağacın hilkatından en açık gaye ve maksud, onun meyvesi olduğu gibi, beşer
dahi şu kâinat ağacının en son meyvesidir. Öyle ise, Hâlık-ı Mevcudatın, bu kâinatı
halketmesindeki en zâhir maksadı, beşerdir. Ve şu hikmetten anlaşılıyor ki; beşerin kalbi o
meyveye bir çekirdektir. Ve o çekirdek olan kalb ise, elbette Sani-i Mahlukat’ın tecelliyatına
en münevver bir mir’at olacaktır. Öyle ise herhalde bu küçücük insan, şu kâinat ve mevcudat
içinde haşir ve neşre en zâhir bir medar, bir sebeb olduğu gibi; kâinat onun haşr ü neşri için
tahrib, tebdil, tahvil ve tecdid edilecektir.
h[¬A«6 @«< h«A²6«!
Cenab-ı Hak, ilim ve kudretiyle herşeyden, her büyükten daha büyüktür. Çünkü o öyle
bir Kadir, Mukaddir, Alîm, Hakîm, Musavvir, Kerim, Latif, Müzeyyin, Mün’im, Vedud-i
Mütearrif, Rahman-ı Rahim, Cemal-i mutlak, kemal-i mutlak sahibi bir Mutehannin-i Cemil
ve bir Nakkaş-ı Ezelî’dir ki; şu kâinatın külliyatı ve eczaları olsun, sahifeleri ve tabakaları
olsun bütün hakaik hem bu mevcudatın küllîsi ve cüz’îsinin ve vücud ve bekalarının bütün
hakikatları ancak ve ancak onun kalem-i kaza ve kaderinin ilim ve hikmetle tanzim ve takdir
ettiği yazıları ve çizgileridirler. Ve ancak onun pergel-i ilim ve hikmetinin sun’ ve tasviriyle
olan nukuşlarıdır. Ve ancak onun yed-i beyza-yı sun’unun lütuf ve keremle tasvir ve tezyin ve
tenvir ettiği süs ve tezyinatıdırlar. Ve ancak onun letaif-i lütuf ve kereminin rahmet ve nimet
ile kendini tanıttırmak ve sevdirmek için ihsan ettiği ezhar ve çiçekleridirler. Ve ancak onun
feyyaz olan rahmet ve nimet çeşmesinin cemal ve kemal, terahhum ve tahannününü
göstermek için akıttığı ve ifaza ettiği semerat ve meyveleridirler.. ve ancak ve ancak bir
cemal-i sermedî ve bir kemal-i deymûmînin lemaat ve parıltılarıdırlar.
olsun bütün hakaik hem bu mevcudatın küllîsi ve cüz’îsinin ve vücud ve bekalarının bütün
hakikatları ancak ve ancak onun kalem-i kaza ve kaderinin ilim ve hikmetle tanzim ve takdir
ettiği yazıları ve çizgileridirler. Ve ancak onun pergel-i ilim ve hikmetinin sun’ ve tasviriyle
olan nukuşlarıdır. Ve ancak onun yed-i beyza-yı sun’unun lütuf ve keremle tasvir ve tezyin ve
tenvir ettiği süs ve tezyinatıdırlar. Ve ancak onun letaif-i lütuf ve kereminin rahmet ve nimet
ile kendini tanıttırmak ve sevdirmek için ihsan ettiği ezhar ve çiçekleridirler. Ve ancak onun
feyyaz olan rahmet ve nimet çeşmesinin cemal ve kemal, terahhum ve tahannününü
göstermek için akıttığı ve ifaza ettiği semerat ve meyveleridirler.. ve ancak ve ancak bir
cemal-i sermedî ve bir kemal-i deymûmînin lemaat ve parıltılarıdırlar.
Evet bu hakikat, ayine-misal mevcudatın birbiri arkasında mütemadiyen fenaya gidip
kaybolmaları ve mazhar-ı esma olan mahlukat kafilelerinin daimî bir seyeran içinde ardı sıra
zevale ermeleriyle beraber, o cemal-i sermedî tecellisinin mevsimler, asırlar ve devirlerin
akışı boyunca, devam etmesi.. Ve çeşme-i in’am ve ihsanının benî-Âdem ve sair mevcudat
kafile ve kitlelerinin zaman nehrinde cereyanları ve günler ve senelerin mürûrlarıyla beraber,
onların üstünde berdevam olması şehadetiyle kat’îdir.
y7«Ÿ«% Åu«%
Evet o öyle bir Adl-i Âdil, Hakem-i Hakîm-i Ezelî’dir ki; şu şecere-i kâinatın temel ve
esaslarını altı gün zarfında hikmet ve meşietinin usûlüyle te’sis edip, kaza ve kaderinin
düsturlarıyla faslederek, âdet ve sünnetinin kanunlarıyla nazmedip, inayet ve rahmetinin
namuslarıyla tezyin ederek, esma ve sıfâtının cilveleriyle tenvir etmiştir.
Evet, bu hakikat, kâinatın masnuatındaki intizamât ve mevcudatında görünen süslü
suretler ve bunların birbirlerine teşabüh ve tenasübleri ve tecavüb, teavün ve teanukları; ve
her şeyde kaderin, o şeyin kamet-i kabiliyetine göre biçtiği miktarca şuurî bir ittikan-ı san’at
bulunmasının şehadetiyle sabittir.
İşte kâinat ve mevcudatın tanzimatındaki hikmet-i amme; ve tezyinatlarındaki inayet-i
tamme; ve mevcudatı in’am ve ihsanlarla taltif
--- sh:» (BMs: 147) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
–Müellif–
--- sh:» (BMs: 149) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
içinde bir sükûtu, hikmet içinde bir hareketi, haşmet içinde bir parlamayı, zinet içinde bir
tebessümü görürsün.
Evet, semavat kandilleri, mevsimlerin tebdili için kemal-i şa’şaa ile parlamaları ve
gökyüzünün nazenin lâmbaları, maalim için (yani yol ve yön gösterip alâmet ve nişan olmak
ve sair hikmetler için) cilve-endaz olmaları; ve âsumanın yıldızlarıda, âlemleri süslendirmek
için şa’şaa-nisar olmaları; elbette ehl-i şuur ve akla bu âlemin tedbirini gören nihayetsiz bir
saltanatı ilan edip gösteriyorlar. Öyle ise, böyle bir Hallâk-ı Kadir ve Alîm, herşeyi ilmiyle
bilir ve irade-i ţamilesi ile herţeyi bilerek irade ediyor.
Öyle de; semavat ve arzın bir İlâh ve Hâlıkı olsun da, fakat o
ilâh ve hâlıkın muhit bir ilmi ve nihayetsiz bir kudreti olmasın. Demek bizzarure arz ve
semavatın ilah ve hâlıkı, zatına lâzım-ı zatî olan bir ilm-i muhit ile herşeye ilim ve ıttılaı
MAXQDA 2020 24.12.2022
vardır. Ve o ilm-i muhit, bütün eşyaya taalluk etmesi zarurîdir. Hem huzur ve ţuhud (1) ve
nüfûz ve ihata-i nuraniye sırlarıyla, hiç bir şeyin ondan infikâk etmesi mümkün değildir.
Evet, bütün mevcudatta müşahede edilen ölçülü intizamlar ve intizamlı ölçüler; ve âmm
ve umumî hikmetler; ve tam ve mükemmel inayetler; ve intizamkârane kaderî kalıplar; ve hal-
i hazırdaki cüz’iyatın semeredar ahval ve keyfiyatları; ve nevilerin iki had ortasında muayyen
ecelleri; ve herşeyin kendine münasib bir tarzda mukannen olan rızıkları; ve bir kanun-u
hikmet içinde her şey müfennen bir ittikan-ı san’at içinde bulunması; ve herşey gayet
ihtimamkârane dekaik-i san’at ile bezenip süslenmesi; ve herşey ve bütün mevcudat gayet
derecede kemal-i imtiyaz ile teşahhusları; ve bir tartı ve ölçü ile ayak atmaları; ve bir intizam
içinde
____________________________________
(1) Yirminci Mektub’un İkinci Makamı’nın ilm-i İlahî mebhasinde bu sırların izahı mevcuddur. –
Müellif–
bu küçükleri halkeden Hâlık ve Sani; şu büyüklerin icad ve halkı ondan uzak görülmez.
Çünkü muhatlar (yani şu âlem ve kâinat içinde ve tarlasında ekilen ve serpilen mevcudat)
muhitin yani bütün erkan-ı kâinatın birer küçültülmüş mektubu veya kâinattan sağılmış birer
damla ve noktadır. Şu halde muhit de bizzarure Hâlık-ı muhatın kabza-i tasarrufunda olması
lâzımdır ki, muhitin nümunesini; hikmetinin mizanlarıyla ondan sağıp desatir-i ilmiyesiyle
muhatta dercedebilsin. Öyle ise, bu cüz’iyat ve nümuneleri ibraz edip gösteren zatın kudretine
elbette o külliyatın ibrazı zor gelmez, ağır olmaz.
Evet, esîr zerratıyla bir cevher-i ferd üstünde yazılan bir Kur’an-ı Hikmet, nasılki
semavat sahifeleri üstünde, yıldızlar ve güneşler mürekkebiyle yazılan bir Kur’an-ı
Azamet’ten cezalet-i san’at cihetiyle daha az ve kıymetçe daha aşağı değildir
bu küçükleri halkeden Hâlık ve Sani; şu büyüklerin icad ve halkı ondan uzak görülmez.
Çünkü muhatlar (yani şu âlem ve kâinat içinde ve tarlasında ekilen ve serpilen mevcudat)
muhitin yani bütün erkan-ı kâinatın birer küçültülmüş mektubu veya kâinattan sağılmış birer
damla ve noktadır. Şu halde muhit de bizzarure Hâlık-ı muhatın kabza-i tasarrufunda olması
lâzımdır ki, muhitin nümunesini; hikmetinin mizanlarıyla ondan sağıp desatir-i ilmiyesiyle
muhatta dercedebilsin. Öyle ise, bu cüz’iyat ve nümuneleri ibraz edip gösteren zatın kudretine
elbette o külliyatın ibrazı zor gelmez, ağır olmaz.
Evet, esîr zerratıyla bir cevher-i ferd üstünde yazılan bir Kur’an-ı Hikmet, nasılki
MAXQDA 2020 24.12.2022
bu küçükleri halkeden Hâlık ve Sani; şu büyüklerin icad ve halkı ondan uzak görülmez.
Çünkü muhatlar (yani şu âlem ve kâinat içinde ve tarlasında ekilen ve serpilen mevcudat)
muhitin yani bütün erkan-ı kâinatın birer küçültülmüş mektubu veya kâinattan sağılmış birer
damla ve noktadır. Şu halde muhit de bizzarure Hâlık-ı muhatın kabza-i tasarrufunda olması
lâzımdır ki, muhitin nümunesini; hikmetinin mizanlarıyla ondan sağıp desatir-i ilmiyesiyle
muhatta dercedebilsin. Öyle ise, bu cüz’iyat ve nümuneleri ibraz edip gösteren zatın kudretine
elbette o külliyatın ibrazı zor gelmez, ağır olmaz.
Evet, esîr zerratıyla bir cevher-i ferd üstünde yazılan bir Kur’an-ı Hikmet, nasılki
semavat sahifeleri üstünde, yıldızlar ve güneşler mürekkebiyle yazılan bir Kur’an-ı
Azamet’ten cezalet-i san’at cihetiyle daha az ve kıymetçe daha aşağı değildir
bu küçükleri halkeden Hâlık ve Sani; şu büyüklerin icad ve halkı ondan uzak görülmez.
Çünkü muhatlar (yani şu âlem ve kâinat içinde ve tarlasında ekilen ve serpilen mevcudat)
MAXQDA 2020 24.12.2022
muhitin yani bütün erkan-ı kâinatın birer küçültülmüş mektubu veya kâinattan sağılmış birer
damla ve noktadır. Şu halde muhit de bizzarure Hâlık-ı muhatın kabza-i tasarrufunda olması
lâzımdır ki, muhitin nümunesini; hikmetinin mizanlarıyla ondan sağıp desatir-i ilmiyesiyle
muhatta dercedebilsin. Öyle ise, bu cüz’iyat ve nümuneleri ibraz edip gösteren zatın kudretine
elbette o külliyatın ibrazı zor gelmez, ağır olmaz.
Evet, esîr zerratıyla bir cevher-i ferd üstünde yazılan bir Kur’an-ı Hikmet, nasılki
semavat sahifeleri üstünde, yıldızlar ve güneşler mürekkebiyle yazılan bir Kur’an-ı
Azamet’ten cezalet-i san’at cihetiyle daha az ve kıymetçe daha aşağı değildir
bu küçükleri halkeden Hâlık ve Sani; şu büyüklerin icad ve halkı ondan uzak görülmez.
Çünkü muhatlar (yani şu âlem ve kâinat içinde ve tarlasında ekilen ve serpilen mevcudat)
muhitin yani bütün erkan-ı kâinatın birer küçültülmüş mektubu veya kâinattan sağılmış birer
damla ve noktadır. Şu halde muhit de bizzarure Hâlık-ı muhatın kabza-i tasarrufunda olması
lâzımdır ki, muhitin nümunesini; hikmetinin mizanlarıyla ondan sağıp desatir-i ilmiyesiyle
muhatta dercedebilsin. Öyle ise, bu cüz’iyat ve nümuneleri ibraz edip gösteren zatın kudretine
elbette o külliyatın ibrazı zor gelmez, ağır olmaz.
Evet, esîr zerratıyla bir cevher-i ferd üstünde yazılan bir Kur’an-ı Hikmet, nasılki
semavat sahifeleri üstünde, yıldızlar ve güneşler mürekkebiyle yazılan bir Kur’an-ı
Azamet’ten cezalet-i san’at cihetiyle daha az ve kıymetçe daha aşağı değildir. Öyle de: bir arı
ve bir karıncanın hilkatı, cezaletçe bir ağacın hilkatından geri kalmadığı gibi; bir zehrenin
(çiçeğin) san’atı dahi cezalet-i san’atça, gökte parıldayan Zühre yıldızından aşağı değildir ve
hakeza kıyas et!
Çünkü muhatlar (yani şu âlem ve kâinat içinde ve tarlasında ekilen ve serpilen mevcudat)
muhitin yani bütün erkan-ı kâinatın birer küçültülmüş mektubu veya kâinattan sağılmış birer
damla ve noktadır. Şu halde muhit de bizzarure Hâlık-ı muhatın kabza-i tasarrufunda olması
lâzımdır ki, muhitin nümunesini; hikmetinin mizanlarıyla ondan sağıp desatir-i ilmiyesiyle
muhatta dercedebilsin. Öyle ise, bu cüz’iyat ve nümuneleri ibraz edip gösteren zatın kudretine
MAXQDA 2020 24.12.2022
%
Yani: Celal ve azameti ve haşmet-i saltanatı zâhir ve bâhir olan ve şe’n-i kudretinden
neş’et eden âsâr ve ef’ali gayet azîm bulunan Hz. Allah (C.C.) kudret ve ilmiyle herşeyden
daha büyüktür. Zira o öyle bir Âdil-i Hakîm, Kadir-i Alim, Vâhid-i Ehad bir Sultan-ı Ezelî’dir
ki; bütün bu âlemlerin küllîsi onun nizam ve mizanının, tanzim ve tevzininin, adl ve
hikmetinin ve ilim ve kudretinin kabza-i tasarrufundadırlar. Ve hey’et-i mecmua-yı âlem,
hepsi birden onun sırr-ı vâhidiyetinin mazharı olduğu şuhudî bir hads ve belki müşahede ile
sabittir. Çünkü kâinat içinde nizam ve mizan, tanzim ve tevzin dairelerinden hariç hiç bir şey
yoktur. Evet bu nizam ve şu mizan, “İmam-ı Mübin” ve “Kitab-ı Mübin” hakikatlarından iki
babdırlar. Ve bir Alim-i Hakîm’in ilim ve emrine ve bir Aziz-i Rahim’in kudret ve iradetine
iki ünvandırlar.
onun bâtını nihayet intizam içinde çalışan bir makine gibi olmakla da, Kitab-ı Mübin’e işaret
ederler.
Ve bu aza ve letaif ve havassın herbirisi zatında hem elemi, hem de lezzeti vardır. Hem de
hepsi ayrı ayrı umumun infiallerinden aldığı teessür ve arkadaşlarının te’siratından gelen
başka bir tarzda teellüm ve telezzüzleri vardır. Buna delil ise, aralarındaki sür’at-i teavün ve
imdaddır.
İşte insanın şu acib tarzdaki hilkatinin hikmetindendir ki; Cenab-ı Hak onu, bütün lezaiz
envaına ve nimetler aksamına ve kemalât esnafına mazhar kılmıştır. Hususan ubudiyet
yolunda sülûk etmiş ise, dar-ı âhirette bu mazhariyet daha kâmil ve ţamildir.
Ve keza insan, (eğer enaniyet yolunda dalâlete saparsa,) bütün elemler envaına ve
azablar eşkâline ve nıkmetler aksamına mahal yapmıştır. Evet diş ağrısının elemi, kulak
ağrısının eleminden ayrı olduğu gibi; gözle alınan bir lezzet, lisanla alınan lezzetten başkadır.
Ve hakeza lems, hayal, akıl ve kalbi kıyas eyle…
MAXQDA 2020 24.12.2022
4 - Her bir zerre ve sebebde, muhit bir şuurun ve tam bir ilmin ve mutlak bir basarın
bulunduğunu farzetmek lâzım gelecektir. Zira onlardaki müvazene, tenazür, tesanüd ve
teavün; muhit bir şuuru, mutlak bir basarı, ve hakeza herbirisinde bunlar gibi sıfat-ı muhitaları
iktiza ediyorlar.
İşte eğer eşya kendi kendilerine isnad edilirse, o zaman onların zatlarında bu mezkûr
sıfatları tasavvur etmek lâzım gelir. Ve şayet esbaba isnad edilse, o vakit aynı bu mezkûr
sıfatları onların sebeblerinde tasavvur etmek icab eder.. Hatta belki onların zerrelerinin
herbirisinde bu sıfât-ı muhitaları tasavvur ve farzetmek iktiza eder.. Ve hakeza müteselsil
MAXQDA 2020 24.12.2022
enfüs âletlerinin açılması, yine ancak Allahü Teâlâ’nın halk ve icadıyla hasıl oluyor. Öyle ise
ey gafil, bu nimetleri kıymetsiz ve ehemmiyetsiz şeylerden sayarak, istediğin gibi minnetsiz
ve hesap vermeyi düşünmez bir tarzda, onların içinde oynayasın değildir. Belki ancak onları
in’am edenin kasdıyla sana sevkedilip gönderiliyor. Sen yalnız ihtiyarınla hazır lokma gibi
yiyorsun. Yedikten sonra da, onları ihsan edenin iradesiyle senin vücudunun ihtiyaç yerlerine
göre kemal-i hikmetle intişar edip tevzi olunmaktadırlar.
***
²v«V²2¬!
bâtınlarından daha güzel, san’atlı ve hikmetli değillerdir. Öyle ise, eşyanın âhirlerini ve iç
yüzlerini boş ve ehemmiyetsiz sanarak tesadüfün eli, onlarla oynadığını zannetme.
Görmez misin ki; meyve ile çiçek, çekirdekten çıkıp yeşeren bir ağacın gövdesinden
daha çok açık hikmetlidirler. Öyle ise Sâni’
bâtınlarından daha güzel, san’atlı ve hikmetli değillerdir. Öyle ise, eşyanın âhirlerini ve iç
yüzlerini boş ve ehemmiyetsiz sanarak tesadüfün eli, onlarla oynadığını zannetme.
Görmez misin ki; meyve ile çiçek, çekirdekten çıkıp yeşeren bir ağacın gövdesinden
daha çok açık hikmetlidirler. Öyle ise Sâni’ (C.C.) °v[¬V«2 ¯š²z«- ±¬uU¬" «x;«: w¬0@«A²7!«:
MAXQDA 2020 24.12.2022
²v«V²2¬! Ey kardeş bil ki! Kesretin en uzak ve en geniş ve en ince devair ve tabakatı
üstünde dahi hikmet, ittikan ve ihtimam eserleri parlamaktadır. Eğer istersen, kesretin nihayet
derecede inbisat ve intişar ile tekessür ettiği insanın cild ve suretine bak! Tâ kalem-i kudret,
onun alnının ve yüzünün ve avuçlarının sahifesini nasıl ince çizgiler, yazılar, nakışlar ve
âletlerle hâşiyelendirdiğini göresin. Bu çizgi ve nakışlar ise, insanın ruhundaki istidad(1) ve
maanîye ve boynunda asılı bulunan amel defterine delâlet ediyorlar. Bu dahi fıtratında yazılı
bulunan kaderin cilvelerine işaret etmektedir.
düşkün olmuşsun ki, hayattaki ille-i gaiye, yalnız şu dünya hayatı ve bekasıdır diye tevehhüm
etmişsin. Hem kudret-i ezeliyenin cevher-i insaniyette ve zevilhayatta emanet bıraktığı acib
cihazat ve hârika techizat ise, Fâtır-ı Hakîm onları yalnız şu seri-üz zeval olan hayatın hıfz ve
bekası için vermiştir diye zannetmişsin. Kellâ, sümme kellâ! Kat’iyyen öyle değil!.. Zira eğer
hayat kitabından maksud-u aslî, yalnız bu hayat-ı dünyeviyenin kısacık bekası olmuş olsaydı,
o zaman nizamat-ı kainatın icma’ı şehadetiyle; hikmetin, inayetin, intizamın ve adem-i
abesiyetin en zâhir ve en bâhir ve en nuranî delilleri olan herşey; abesiyet ve israfın
intizamsızlık ve hikmetsizliğin en acib ve en garib ve en bâriz misali olurlardı. Adeta o
zaman, dağ gibi büyük bir ağacın, yalnız bir tek hardele kadar küçücük olan bir tek semeresi
onun gayesi olurdu, Kellâ! Belki hayatın gayât ve semeratından, insanın ve zîhayatın yalnız o
hayata malikiyeti derecesinde ve onda hakikî olarak tasarruf edebildiği miktarca ona raci’
da ona yakın olmasını istilzam etmez ki; şems, onun fiilinden müteessir olabilsin.
Sonra o bedbaht ahmak, eşyanın en küçük ve hasislerinde bile acib bir ittikan, garib bir
ihtimam, yüksek bir san’at ve nâzik bir hikmeti gördüğü zaman; bâtıl bir kıyas ile: “şunların
sanii bunların tasniinde çok külfetler ve pek çok çalışmalar yapmıştır” zu’meder. İşte bu
tevehhüm-ü bâtıldan dolayı der ki: Meselâ ‘sineğin ne kıymeti var ki, bir Sani-i Hakîm
tarafından ona bu kadar mühim masraflar yapılsın’ gibi vehimlere kapılır; tâ o miskin sofestaî
oluncaya kadar gider. Bak ey cahil-i nâdan!
²v«V²2¬! Ey kardeş bil ki, Kur’anın her bir suresi, Kur’anın umumuna dağılmış olan
hakaikın bir mücmelini ve sair surelerdeki ehemmiyetli makasıd ve kıssaları tazammun
etmesinin bir hikmeti şudur: Tâ ki, Kur’andan yalnız bir sureyi okuyabilen veyahut yalnız
kısa bir surenin kıraeti kendisine müyesser olmuş olanlar, Tenzil’in hitabından ona dahi düşen
hisseden mahrum kalmasın. Çünkü cemaat-i mükellifîn içinde ümmî ve gabiler vardır. İşte bu
lem’a-i i’cazdandır ki, bir tek sure-i Kur’aniye, onu okuyabilen için tamam bir Kur’an
mündemiç oluyor.
gayet tezyin ile ihtimam ve ittikan verdiği ve tam bir şuur ve hakîmane bir maharetle o
habbâtı, o narda dizip cem’ettiği ve müşterilerin enzarını celbetmek için renk, tad ve kokunun
letaifleriyle techiz ettiği görünmektedir.
İşte eğer o nar, kendisinin kudretine nisbeten bir habbe ile bir bahçe ve tek bir ferd ile
bütün bir nev’ ve zerre ile şems müsavi olan ve onun sun’ ve icadında hiçbir külfet, mualecet
ve mübaşereti olmayan bir Saniin masnuu olmazsa; hiç şüphesiz ve pek aşikâr ve bil-hads-il
kat’î, bu derece ucuz, mebzul ve gayet san’atkârâne ve mahirane ve hikmetdârane bir tarzda
olamazdı. Şayet bunun aksiyle olmuş olsaydı; şu san’atkârane yapılmış olan üzüm ve nar
habbelerinin zâhir nazarda, bazı haşarat ve hayvanatın muvakkat zevklerinin ve cüz’î
heveslerinin tatmini
--- sh:» (BMs: 246) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
)
Evet, o masnulardaki şu hakîmane ve intizamkârane ve şuurdarane itkanlı hususiyetler,
kat’î ve yakinî bir surette kör tesadüfün ve sağır ittifakiyetin ellerini onlara karışmaktan red ve
tardederler. Öyle ise, bizzarure nev’en ve kemiyeten şu meydandaki mebzul ucuzluk ve
kolaylık ve ferden ve şahsiyeten ve keyfiyeten bu ittikan ve iktisad ise, Cevad-ı Mutlak ve
Hakîm-i Mutlak ve Kadir-i Mutlak (C.C.) ve amme nevalühû ve şemele ihsanühû’den gelen
bir cûd-u mutlaka şehadet ederler.
İşte takdis ederiz o zatı ki; nihayet cûd-u mutlakını, nihayet muktesidane hikmet ile
cem’eder. Ve gayr-ı mahdud feyz-i mutlakını, bir nizam-ı tammın ve hassas bir terazinin ve
âdil bir adalet-i hassasenin zurufunda derceder. Evet, bu üç hakikat, kâinatta o derece
hükümfermadırlar ki; koca fil gibi büyük mahlukları, zerre gibi ısırıcı küçük bir sineğin
kocaman vücudunun bir zerresini ısırmasına karşı mü
--- sh:» (BMs:
İşte acaba o maksad ve garazların idrakinden havass-ı ülemanın fikirleri dahi kasır
kaldığı halde, nasıl olur o cahil avam ve şuursuz hayvanat ve camid kalem ve fırçalar, o
maksadları müdrikâne takib edip kendileri namına çalışabilsinler.
Aynen bu temsil gibi; her kim, gül ve çiçeklerin cilvelerine ve onların zîhayatlar
enzarında kendilerini sevdirmelerindeki vaziyetlerine im’an-ı nazar ederse, elbette yakîn hasıl
edecektir k; bu gül ve çiçekler, bir Hakîm-i Kerim tarafından hizmetle muvazzaftırlar; ve o
Kerim’in izniyle onun arz misafirhanesine gelip konan misafirlerine kendilerini sevdirmekle
vazifedardırlar. Kezalik hayvanat dahi öyledir.
Evet çiçeğin hissi, hayvanın şuuru nerede?.. ve çiçeklerin şu cilveendaz etvarındaki
tezyinatında ve keza hayvanatın menfaatdar etvarında tevdi edilmiş hikmetin gayat-ı
nukuşunu ve kerem ve ikramın letaif-i mehasinini derketmek nerede?!.
Öyle ise şu haller, ancak bir Rabb-i Kerim’in taarrüf ve teveddüd ve tahabbübünü kendi
ibadına ve misafirlerine bildirmesi ve tanıttırması içindir. (Celle celâlühü ve amme nevalühû
ve şemele ihsanühû)
Evet, acaba umum hayvanlarda dahi bulunan göz nimetine karşı, senin göze olan
ihtiyacını tahfif ediyor mu? Veyahut bir ni’metin umuma şamil olmasıyla, o nimetteki kasd-ı
Rabbanîyi noksanlaştırır mı? Hâşâ ve kellâ! Belki herkeste bulunan bir nimete karşı, senin
ona ihtiyacını daha da çok şiddetlendirir. Ve umum mahlukata şamil bir nimette, kasdın
eserini daha çok ziyadeleştirir.
***
²v«V²2¬!
Hem eğer nefis, nimetlerde sana mümasil olan gayr-ı mahdud ve nâmütenahî sair
mahlukatı göstererek, nimetin mebzuliyetinden dolayı kıymetsizliğini telkin ederse; o zaman
sen kendi ihtiyaçlarına ve (o nimetleri celbetmekteki) acz-i nefsine; ve ni’metin hikmetine
bakman gerektir. Tâ ki nefis, sana verilmiş olan nimetleri senin yanında kıymetsizlikle
addettirmesin.
Evet, acaba umum hayvanlarda dahi bulunan göz nimetine karşı, senin göze olan
ihtiyacını tahfif ediyor mu? Veyahut bir ni’metin umuma şamil olmasıyla, o nimetteki kasd-ı
Rabbanîyi noksanlaştırır mı? Hâşâ ve kellâ! Belki herkeste bulunan bir nimete karşı, senin
ona ihtiyacını daha da çok şiddetlendirir. Ve umum mahlukata şamil bir nimette, kasdın
eserini daha çok ziyadeleştirir.
***
²v
asab içindeki muharrike, hassase, evride, şerayin, musavvire ve hakeza.. fikrin içinde hayrette
kaldığı acib hizmetleri yüklensin ve yapsın!. Öyle ise, şu san’at-ı mutkane-i acibe ve bu
müzeyyen ve muntazam nakışlar ve o hikmet-i amîka-i dakika, iki şeyi iktiza ederler:
Birincisi: Ya kâinattaki bütün zerreler ve umum mürekkeblerin herbirisi, sıfat-ı muhita-i
mutlaka-i kâmileye (ki ancak bunlar kainatın Halıkına hâs sıfatlardır) birer maden ve menba’
ve masdar olacaklar.
olan şeylerin dahi, (kelime ve tasavvurat gibi) birer başka mevzileri olup zevalden masûn
kalmak için oralara tahassun ederler, ancak surette tetavvur ediyorlar.(Yani tavırdan tavra
giriyorlar.) Hattâ öyle ki, bütün eşya, herbirisi birer şey-i âherin hıfzı için âdeta vazifedardır;
Ya o şeyin tamamını alır, hıfzeder, (nuranî şeyler gibi) yada, o şeyin bir tarafını alıyor ve
kemal-i ihtimam ile onu ţeffaf kalblerinde yerleţtirmek için sür’atle koţuţuyorlar.
İşte hikmet-i cedide, bu sırrı (birazcık) düşünüp anlamışsa da, mücmel düşünmüştür.
Bunun içindir ki; o hikmet, ifrat ile hata edip demiş ki: “(Kâinatta) adem-i mutlak yoktur,
ancak bir terekküb ve inhilal vardır.” Hâşâ! Belki Cenab-ı Hakk’ın san’atıyla bir terkibdir ve
izniyle bir tahlildir ve emriyle bir icad ve idamdır.
V²2¬! Ey kardeş bil ki! Her kim eşyanın zerrelerindeki acib vaziyeti ve onların
cesedlerdeki sereyanlarını, meselâ bir hududa kadar giderek sonra çok maslahat ve semereler
için tevakkuflarını teemmül ederse; elbette yakîn hasıl edecektir; zerratı o hududların yanında
aştırmadan, onlara durdurmak ve döndürmek için emreden bir şey vardır.
Evet nasılki erimiş altunu akıp dökülmekten nehyeden demir kalıp, lisan-ı hal ile güya o
erimiş altuna emreder ki; “Benim sana tayin ettiğim şu san’atkârane yapılmış olan eğri büğrü
meatıf ve telafiflerimde hikmetler için dur ve maslahatlar için karar kıl!” İşte eşyadaki zerratın
âmiri de, öyle bir ilm-i muhittir ki; o ilim, bir kader şeklinde tecelli eder. O kader ise, mikdar
olarak in’ikas eyler. O mikdar da kalıp tarzına intiba’ eder.
O muhtelif ve
birbirine muhalif tohumların cinsleri birbirinden ayrı, nevileri birbirinden başka olan çiçek,
ağaç ve otların sandukçaları hükmünde olan o kabzayı karanlıkta ve karanlık ve basit ve
camid bir toprak içinde defnet, serp. Sonra mizansız ve eşyayı farketmeyen ve nereye yüzünü
çevirsen oraya giden basit su ile sula. Sonra senevî haşrin meydanı olan bahar mevsiminde
gel, bak! İsrafil-vari melek-i ra’d; baharda nefh-i sur nev’inden yağmura bağırması ve yer
altında defnedilen çekirdeklere nefh-i ruhla müjdelemesi zamanına dikkat et ki; o nihayet
derece karışık ve karışmış ve birbirine benzeyen o tohumcuklar, ism-i Hafîz’in tecellisi
altında kemal-i imtisal ile hatasız olarak Fatır-ı Hakîm’den gelen evamir-i tekviniyeyi imtisal
ediyorlar. Ve öyle tevfik-i hareket ediyorlar ki; onların o hareketlerinde bir şuur, bir basiret,
bir kasd, bir irade, bir ilim, bir kemal-i hikmet parladığı görünüyor. Çünki görüyorsun ki: O
birbirine benzeyen tohumcuklar, birbirinden temayüz edip ayrılıyor.
Meselâ bu tohumcuk, bir incir ağacı oldu. Fatır-ı Hakîm’in nimetlerini başlarımız
üstünde neşre başladı.
MAXQDA 2020 24.12.2022
***
|¬A²V«5 _«< ²v«V²2¬! (1) Ey kalbim bil ki, şeytan bazan gayr-ı mahdud ni’metlerin
nihayetsizliğini göstermekle seni mugalataya düşürmek ister ki; sana in’am olunan nimetlerin
kıymetini senin nazarından düşürtsün. İşte sen o zaman kendi ihtiyaçlarına ve nefsine ve
aczine ve nimetin hikmetine ve nimet içindeki kasdî in’ama nazar et. Hem onunla tecelli-i
kudretin tenâhisizliğine ve ilim ve iradesinin hududsuzluğuna, hem de kendi vücudunun
netice ve gayeleri, o vücudun esma-i hüsnaya malik olan sahib-i hakikîsine ait olmasına bak!..
Ve keza, bazan şeytan-ı müvesvis, senin enaniyetinden istimdad edip nefsinin
firavuniyetine dayanarak; hayvanatın küçüklüklerini ve haşaratın ehemmiyetsizlik ve
hasisliklerini irae etmek suretiyle gözünün önüne koyarak, “Bunların seri-üz zeval olan
hilkatlerinde ne gibi bir
Basir ve
--- sh:» (BMs: 362) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
Hakîm’in eser-i san’atı telemmu’ eder bir surette -ki onun ilim ve rü’yet ve hikmetinin gayesi
fevkinde bir gayenin olması muhaldir- tasvir eden bir Musavvir; hem o nutfe denilen bir
sudan çıkan o insanı çok enva’ ve âlemlerde tasarruf eder bir şekilde cihazlandıran bir
mücehhiz, bütün bunları halkedip, san’atkârane icad etsin, fakat o Hallak-ı Alim, insanın
âlemini ve o âlemin ahval ve şuunatını ve nev’-i insanın başında cereyan eden işleri müşahede
etmesin. Hem insanın geçirmiş olduğu devirleri ve insanın cisim, havas, ruh, akıl ve hayaliyle
ve daha bunlar gibi cevher-i insaniyette tevdi edilen bir çok âlemlerin dürbünleri ve hakaikın
mirsadları ile cevelan ettiği âlemleri bilmesin, görmesin, hâşâ ve kellâ!
Evet ey gafil, zanneder misin ki; senin ihtiyacına muvafık olarak san’atkârane yapılmış
bir narı bir dal asasıyla veya senin için pişirilmiş, hazırlanmış bir kavunu ince bir hayt ile
çıkarıp sana uzattıran ve eline veren bir zatın müdahalesinden hür ve me’munsun!..
Evet kavunun Saniini, kavunu yiyenden gafil zannetmek, ancak senin katı gafletinin
eseri olabilir. Hem yine senin körlüğünden olabilir ki, o Sani-i Alim, nar meyvesini yiyenlerin
¬G±¬[«, ¬”@«,²*¬@¬"
²v«V²2¬! Ey kardeş bil ki, Cenab-ı Fatır-ı Hakîm (C.C.) bir çok galî esrar ve âlî hikmetler
MAXQDA 2020 24.12.2022
için; nebatat ve hayvanatı, bâhusus onların küçücüklerini kendi tasarrufat-ı kudretine en geniş
(1) Bu çok kıymettar zeyl, Rumî 1327 tarihinde, Arabî müstakil bir risale halinde ve “Zehre’nin Bir
Zeyli” ismi
altında neşredilmiştir. Bilâhare Hazret-i Üstad (R.A.) -İşarat-ül İ’caz, Kızıl Îcaz, Hutbe-i Şamiye, Reçetet-
ül
Ülema ve Reçetet-ül Avam ve elyazı Ta’likat kitabları hariç- bütün Arabî risalelerini Mesnevî-i Nuriye
şeklinde
tasnif ettikleri zaman, çok kavî bir ihtimal ile, bu eser Üstadımızın eline o sıra geçmemiş olsa gerektir.
373) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
İşte madem ki, hilkat ve hayatın gaye ve maksadları; celal, cemal ve kemal-i mutlak
sahibi olan bir zatın esmasına mazhariyetten ibarettir.
Elbette hikmet-i ezeliyeye en muvafık olarak; inayet-i ezeliye, nebatat ve hayvanatın
cüz’iyatlarının, hususan dakiklerinin teksiriyle kendini gösterecektir.
Bu hakikata bir misal olarak rivayet edilmiţ ki; Hazret-i Musa (A.S.) kendisine hücum
eden üvez ve sivrisineklerin kesretinden Cenab-ı Hakk’a şikayet ederek; onların bu kadar
teksirlerindeki hikmeti sual etmiş. Cenab-ı Hak, Hazret-i Musa’ya (A.S.) vahyetmiş ki: “Ya
Musa!
“Ya
Musa! Sivrisinekler, benden çok defa sual ediyorlar ki; “Ya Rab bu insanı şu cesametiyle
beraber niçin halketmişsin ki, senden gaflet ediyor. Eğer yalnız onun başını sivrisinek
halketseydin, yüzbin sivrisineğe baliğ olurdu ki, kendi âlemlerinde senin hamd ü şükrünle
tesbih ve ihvanları arasında sana zikrederlerdi. Hem lisan-ı kal ve halleriyle esma-i hüsnanın
ve nukuş-u san’atının cilvelerine mazhar olurlardı.”
Evet, semavat tabakaları üzerinde yıldızlar mürekkebiyle yazılan manevî bir Kur’an,
kendini gözlere tekvinî azamet ve ceberût ayatıyla okuttuğu zaman, aynen onunla başbaşa ve
müvazi olarak senin gözbebeğindeki hüceyrenin bir zerresi üstünde atom zerratıyla yazılı
bulunan bir Kur’an da, kendini ilim ve hikmet âyetleriyle okutmaktadır.
Binaenaleyh sen o büyük birinci Kur’an’dan
y9²@«- «v«P²2«! @«8 y«9@«E²A, zikrini işittiğin vakit, bu ikinci küçük Kur’an’dan da y«B«Q²X«.
«r«O²7«!
MAXQDA 2020 24.12.2022
y«B«W²U¬& Å»«(«! @«8 y«9@«E²A,latif nağmesini işiteceksin. İşte madem ki her iki Kur’an müsavi
oldular; ve hikmet ise, her iki Kur’an’dan birisinin nüshalarını teksir etmek iktiza etti; ve
madem büyük Kur’an’ın nüshalarını teksir etmekte temaşa edenler için bir faide yoktur!
Elbette küçük Kur’an’ın nüshalarını teksir etmek; Melaike, cin ve ins ve sairlerden gayr-ı
mahdud mütefekkirlerin mütalaaları için lâzımdır. Hem bir kitabın nüshalarını çoğaltmak ise,
o kitab bir kitab halinde kalmayıp belki bir çok kitablar halinde tenevvü’ edecek ve pek çok
faydalara medar olup üstünde bir çok mefahim husulpezir olacaktır. Şu halde o kitaba birçok
emsal iltihak ederek onun hüsn-ü cezaleti ziyadeleşecektir.
Evet, eğer küçük kitabın bir çok sure ve nüshaları büyük Kur’an’ın bazı harflerinde
Evet nebatata nisbetle meyve ve çekirdekler, küre-i arza nisbetle nebat ve hayvan, âleme
nisbetle insan ve peygamber ve insana nisbetle de kalb ve sır, birer muhtasar enmuzeçtirler ki;
bunlar asıl ve küll ve muhit üzerine mütecelli olan bütün esmanın birer cami’ mazharı
oluyorlar.
Evet nasılki meselâ, bir semere, ağaçtan bir cüz’ olmakla; o ağacın bir küllü hükmünde
olup, bu cihetten vâhidiyete işaret ettiği gibi; öyle de herbir semere, ağacın birer cüz’îsi gibi
olmakla da; o ağacın tamamını içinde saklamak cihetiyle, onun bir küllîsi olur ve bu cihetten
ehadiyete remzeder. Yani ki vâhidiyet; ehadiyetin kesret ve cüz’iyat aynalarında tecellisi
hengâmında vahdetin şahidi olmuş oluyor.
Şu hakikatın anlaşılması için şu misale bak: Meselâ
]«V²2«²! u«C«W²7
) (hikmetini tecelli
ettirip, san’atını dakikleştirerek) kudretinin en
--- sh:» (BMs: 375) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
latif şekliyle ve inayetinin en etemm tarzıyla ve rahmetinin en mükemmel şekliyle ve
hikmetinin en dakik tavrıyla âlemin hey’et-i mecmuasından küre-i arza ve küre-i arzdan
zîhayat mahluklara ve zîhayatlardan nev’-i insana ve bir ferd-i insandan onun kalbine ve insan
nev’inden o nev’in kalbi, belki âlemin kalbi ve çekirdeği ve Fâtır-ı Âlem’in muhabbetinin
timsali ve rahmetinin misali olan birisine müteveccih olmaktadır. İşte o âlî, gâlî, mutahhar,
münezzeh kalb ise, Seyyidimiz ve Seyyid-ül Enam Hazret-i Muhammed’dir (Aleyhi
Salavatün ve Teslimatün biadedi Semerati Şeceret-il Âlem). Zira âlem, Hakikat-ı
Ahmediye’nin çekirdeğinden yaratıldığı gibi, ondan ve onun için halkedilen âlem, en kâmil ve
mükemmel olan semere-i Muhammed’de (A.S.M.) nihayet buluyor.
Eğer desen: Kâinat kitabının hangi âyetleridir ki, insandan başka böyle kâinat kitabının
âyetlerinden ibret almakla, onlarda hayrete dalarak tefekkür ve tesbih eden taifelerin
vücuduna delâlet etsin!.. Veya o kitabdan hangi satırdır ki, ona işaret ediyor?
Elcevab: O kitabın hikmet sahifesinden mizan satırındaki nizam âyetidir.
Acaba görmez misin ki, meselâ sen bir temsil mahalline gitsen (yani tiyatro ve piyes gibi
şeylerin oynandığı bir yere) ve görsen ki; o salonun sahnesinde nazarların hayrete dalacağı
pek çok garaib envaları ve kulakların çok hoşuna giden kesretli oyun sınıfları; ve akıl ve
hayalin çok mütelezziz olacakları pek çok sihir ve şa’beze ve hokkabazlık kısımları ve
hakeza, insanın hadsiz letaif ve havass ve hissiyatının mütelezziz olacak, her çeşit oyun
garaibleri bulunuyor. Sonra o temsil yerinin salonuna baktın, gördün ki; kör, sağır, havass ve
hissiyatı meflûç bir kaç çoluk çocuk bulunuyor. Onlardan pek azı o garib şeylerden telezzüz
edebiliyor. Elbette zaruret-i örfiye ile düşünüp teyakkun edeceksin ki; bu perdelerin arkasında
ve şu duvara asılan hicabların ardında çeşitli ezvak ve meşrebler sahibi pek çok akıllı zîşuur
kimseler vardırlar ve selim
zevkediyor. Hattâ o hasselerden biri olan insanın kuvve-i zaikasında öyle muntazam dakik ve
nazik hissiyat vardır ki; umum meyve ve semeratın bütün cinsleri, nevileri ve sınıflarının
yekûn tatları adedince ayrı ayrı zaika mizancıkları vardır. Ve hakeza kuvve-i samia hassesinin
dahi çeşit çeşit ses ve nağmelerin hususiyatı adedince ince mizancıklara maliktir. Ve daha sair
havass-ı zâhireyi bunlara kıyas et. Hususan havass-ı bâtına daha çok zengin ve daha ziyade
cihazata maliktirler.
MAXQDA 2020 24.12.2022
zevkediyor. Hattâ o hasselerden biri olan insanın kuvve-i zaikasında öyle muntazam dakik ve
nazik hissiyat vardır ki; umum meyve ve semeratın bütün cinsleri, nevileri ve sınıflarının
yekûn tatları adedince ayrı ayrı zaika mizancıkları vardır. Ve hakeza kuvve-i samia hassesinin
dahi çeşit çeşit ses ve nağmelerin hususiyatı adedince ince mizancıklara maliktir. Ve daha sair
havass-ı zâhireyi bunlara kıyas et. Hususan havass-ı bâtına daha çok zengin ve daha ziyade
cihazata maliktirler.
alâmetlere rastlanacaktı. İşte bu vaziyet ise gösteriyor ki; vahdet, gayr-ı mütenahî kesret
içinde âdeta senin vechinden tecelli etmektedir.
Evet, insan ve hayvan efradının, esasat-ı a’zadaki tevafukları bilbedahe delâlet eder ki;
onların Sanii, Vâhid-i Ehad’dir. Fakat taayyünat ve teşahhusat-ı muntazamadaki tehalüfleri
ise, bizzarure sanilerinin bir Muhtar-ı Hakîm olduğuna delâlet ediyor.. Ve bu sır, tek tek bütün
ferdlere baktıkça, azamet kesbeder.
İşte, muhalatın en uzağı ve en bâtılı budur ki; şu hikmetdârane temyiz ve bu
semeredarane tehalüf ve o maslahatkârane tefrik, bir kasıdın kasdıyla ve bir muhtarın
ihtiyarıyla ve bir Müridin iradesiyle ve bir Alimin ilmiyle olmasın!
Tesbih ederiz o zatı ki; sahife-i vecihte gayr-ı mütenahî yazıları dercedip yazar da, o
yazıların icmalı, basarla okunduğu halde, nazarla, belki akılla dahi görünmez. Âdeta o yazılar
göz önünde malûm iken, mechul-u mutlaktır. Hem gâib iken, meşhuddur. Binaenaleyh, çok
mertebelerle muhaldir ki, nev’-i insandaki şu muntazam ve faideli tehalüf; Ve buğday ve
üzüm gibi enva’larda ve keza arı, karınca ve balık cinslerinin efradlarındaki tevafuk, kör
adam, akıldan azledilmiş olur. Evet bir habab, (bir kabarcık) o levazımatı tavsif edebilir, fakat
kendisi onlarla muttasıf olamaz.
***
²v«V²2¬! Ey insan bil ki; sen hikmetle yoğrulmuş sırf şuurî bir san’atsın. Hattâ sen, sani’in
sıfatına vuzuh-u delâletinden dolayı, âdeta bir hikmet-i nakkaşenin mücessemi ve bir
muhtarın ilminin mütecessidi ve liyakatına göre ihtiyacatını gören bir kudret-i basirenin
müncemidisin. Hem senin nida-yı hacetlerini işiten semi’ bir rahmetin semeresi; ve istidadının
istediği şeyleri verebilen Mürid bir zatın fiilinin mutasallibi; ve bütün metalibini bilen bir Zat-
ı Alim’in in’amının mütekâsifi; ve bina-yı vücuduna tam münasebetli olarak bir Mühendis-i
Habir’in tersim ettiği plân ve krokisinin bir suretisin.
²v«V²2¬! Bil ey birader! Acaibdendir ki; ţu insan, Kadir-i Ezelî’nin vücûb-u vücud ve
vahdetini gösterecek bir fatih, bir kâşif ve bir bürhan-ı neyyir; Ve hem onu gözlere sokacak
vâzıh bir delil ve nuranî bir ma’kes; Ve onun nur-u vahdetine karşı münevver bir kamer, hem
cemal-i ezelîsinin tecellisine şeffaf bir ayna olmak için halkedilmiş iken; hem dahi semavat ve
arz ve cibalin hamlinden dehşetlenip çekindikleri olan haml-i emanetle cilalanıp parlamışken;
nedendir ki, insanların çoğu mezkûr hikmet-i hilkatine zıd ve onun tam aksine hareket ediyor?
Zira, o emanetin tazammun ettiği pek çok vecihlerinden birisi, ‘Ene’dir. Ve o ene ise,
insan onunla muhit ve mutlak sıfat-ı İlahiyeyi anlamak için bir vâhid-i kıyasî iken, hem o
sıfatları tenvir edecek bir anahtar olduğu halde; fakat gaflet veya şirk-i hafî ile o ene, bir
nokta-i siyah kesilip tam aksine dönmüştür. İşte acaba ekser insanlara ne olmuş ve nedendir
ki; mezkûr hikmet-i hilkatlarına perde, hicab ve sed olmuşlardır? Zira onun hikmet-i hilkatı ve
vazifesi o mezkûr kapıları açmak iken, kilitlemiş.. ve o hakikatları tenvir iken karartmıştır.
insan onunla muhit ve mutlak sıfat-ı İlahiyeyi anlamak için bir vâhid-i kıyasî iken, hem o
sıfatları tenvir edecek bir anahtar olduğu halde; fakat gaflet veya şirk-i hafî ile o ene, bir
nokta-i siyah kesilip tam aksine dönmüştür. İşte acaba ekser insanlara ne olmuş ve nedendir
ki; mezkûr hikmet-i hilkatlarına perde, hicab ve sed olmuşlardır? Zira onun hikmet-i hilkatı ve
vazifesi o mezkûr kapıları açmak iken, kilitlemiş.. ve o hakikatları tenvir iken karartmıştır.
Hem emanetten olan ‘ene’ ile vahdaniyet-i İlahiyeyi anlamak iken, şirk koşmuştur. Ve o
enenin mirsadıyla Allah’a bakmak ve bulmak ve bütün
____________________________________
vahdetini gösterecek bir fatih, bir kâşif ve bir bürhan-ı neyyir; Ve hem onu gözlere sokacak
vâzıh bir delil ve nuranî bir ma’kes; Ve onun nur-u vahdetine karşı münevver bir kamer, hem
cemal-i ezelîsinin tecellisine şeffaf bir ayna olmak için halkedilmiş iken; hem dahi semavat ve
arz ve cibalin hamlinden dehşetlenip çekindikleri olan haml-i emanetle cilalanıp parlamışken;
nedendir ki, insanların çoğu mezkûr hikmet-i hilkatine zıd ve onun tam aksine hareket ediyor?
Zira, o emanetin tazammun ettiği pek çok vecihlerinden birisi, ‘Ene’dir. Ve o ene ise,
insan onunla muhit ve mutlak sıfat-ı İlahiyeyi anlamak için bir vâhid-i kıyasî iken, hem o
sıfatları tenvir edecek bir anahtar olduğu halde; fakat gaflet veya şirk-i hafî ile o ene, bir
nokta-i siyah kesilip tam aksine dönmüştür. İşte acaba ekser insanlara ne olmuş ve nedendir
ki; mezkûr hikmet-i hilkatlarına perde, hicab ve sed olmuşlardır? Zira onun hikmet-i hilkatı ve
vazifesi o mezkûr kapıları açmak iken, kilitlemiş.. ve o hakikatları tenvir iken karartmıştır.
Hem emanetten olan ‘ene’ ile vahdaniyet-i İlahiyeyi anlamak iken, şirk koşmuştur. Ve o
enenin mirsadıyla Allah’a bakmak ve bulmak ve bütün
____________________________________
(1) Bu i’lemdeki mevzu hayli müşkil bir muamma ve çok kısa cümleli bir vecize halindedir.
²v«V²2¬! Bil ey nefis! Eğer sen, Hâlıkını takva ve amel-i salih ile razı ettiysen, o sana yeter.
Halkın rızasını aramaya lüzum yoktur. Şayet halk da Allah hesabına senden razı olurlarsa
menfaattir. Yoksa nefisleri hesabına olsa, faydası yoktur.
Belki senin bütün fiillerini İmam-ı Mübin defterinde yazarak, seni ey insan onun
üstünde hesaba çekecektir.
***
²v«V²2¬! Ey kardeş bil ki; herbir masnu’da, belki herbir zerrede, hem de o masnu ve
zerrenin alâkadar olduğu herşeyinde ve onunla beraber nizamın silkine giren bütün eşyada;
bilhads ve bilmüşahede görünen mutlak bir tasarruf, muhit bir kudret ve basir bir hikmettir.
Bu ise, bâhir bir bürhan ve zâhir bir âyettir ki; herşeyin sanii tektir, birdir, şeriki yoktur. Hem
mümkinlerin, mahdudların, mukayyedlerin ve müntehîlerin lâzımı olan tevzi’ ve inkısam ve
MAXQDA 2020 24.12.2022
halde farz-ı muhal olarak o tasarruf, o kudret ve o hikmet, bir mümkinin fiili ve işi olsaydı,
acaba nasıl o arı içinde hapsolup komşularına tecavüz etmeyecekti.
Öyle ise netice olarak; bizzarure o arının sanii ise, kudretine hiçbir hadd-ü inkısam
olmayan, vücudu vâcib bir Vâhid-i Ehad olması lâzımdır ki, onun mizan-ı kaderinde cereyan
eden kudreti, kaderin mistarı ve plânı üstünde eşyayı yazmaktadır.
--- sh:» (BMs: 408) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
²v«V²2¬! Ey kardeţ bil ki
halde farz-ı muhal olarak o tasarruf, o kudret ve o hikmet, bir mümkinin fiili ve işi olsaydı,
acaba nasıl o arı içinde hapsolup komşularına tecavüz etmeyecekti.
Öyle ise netice olarak; bizzarure o arının sanii ise, kudretine hiçbir hadd-ü inkısam
olmayan, vücudu vâcib bir Vâhid-i Ehad olması lâzımdır ki, onun mizan-ı kaderinde cereyan
eden kudreti, kaderin mistarı ve plânı üstünde eşyayı yazmaktadır.
--- sh:» (BMs:
V²2¬! Ey kardeş bil ki! Eşyanın arasındaki tevafuk, nasılki sani’lerinin Vâhid-i Ehad
olduğuna delâlet eder.. Öyle de, mabeynlerindeki muntazam tehalüf dahi, sanilerinin Muhtar-ı
Hakîm olduğuna delâlet etmektedir.
Meselâ; insan ferdlerinin, belki hayvanların dahi esasat-ı azada tevafuk etmeleri,
hususan her şahıstaki çiftli azaların birbirine temasülleri, Hâlıkın vahdetine bir bürhan-ı bâhir
olduğu gibi; itkankârane olan taayyün ve suretlerindeki tehalüf de, Hâlıkın ihtiyar ve
hikmetine nuranî bir âyettir.
***
--- sh:» (BMs:
V²2¬! Ey kardeţ bil ki! Sani-i Âlem’e karşı hiç kimsenin hakkı ve haddi yoktur ki,
şikayet ve itiraz etsin. Zira bir ferd-i müştekinin irzası yolunda; o ferdin hevesini kırmak
iktiza eden nizam-ı âlemin halkalarında asılı bulunan binlerce hikmetlerin igdabı vardır.
Âyet-i Œ²*«²! «: €!«Y´WÅ,7! ¬€«G«,«S«7 ²v;«š!«x²;«!
–Müellif–
--- sh:» (BMs: 445) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
ihsan tecellilerinin tûru ve esrar-ı rahmaniyenin mehbatı olan.. ve enbiya ve sıddîkîn
kafilesinin serdarı ve bütün mahlukatın en efdali bulunan.. hem tevhid ile en yüce izzet
bayrağının hâmili ve Din-i İslâm ile en sağlam ve metin olan mecd ü şeref zimamının maliki
olan.. ve esrar-ı ezelin şâhidi ve evvellerin sabık nurlarının müşahidi; ve lisan-ı kıdemin
tercümanı.. hem ilim ve hikmet gibi en a’lâ ubudiyet mertebeleriyle mütehallik olup menbaı
bulunan.. Hem en büyük halil ve dost ve en ekrem habib ve sevgili olan Hazret-i
Muhammed’dir. (A.S.M.)
²v«V²2¬! Ey kardeş bil ki! Mana-yı ismîyle ve zatî bir kasdla şu dünya hayatına müteveccih
olan kâfirlerin hikmet-i imhalinin bir kısmı şunlardır:
Birincisi: Sun’î bir terkibin neticesinde ıstıhsal ettikleri Cenab-ı Hakk’ın çeşitli
renklerdeki nimetlerinin izharına hizmetleridir. İsterse onların şuurları da ermesin.
İkincisi:
Kur’anın ve Resul-i Zîşan’ın ulûmlarının hakaikına mihenk ittihaz etmeyesin; Hem onların
ölçüleriyle bunları tartmayasın. Evet nâdir cevahirlerin terazisiyle, elbette kaba ve sabit dağlar
cihazatın herbirisi, ayrı ayrı birer hardele tohumu kadar infirad etmiş ve ayrı bir yer tutumuş
olsaydı, elbette senin başın cebel-i Tur gibi büyümesi lâzımdı. Tâ bütün o eshab-ı vezaifi içine
alabilsin.
Âyâ, görmüyor musun ki; lisan, sair büyük vazifeleriyle beraber Rahman-ı Rahim’in
hazinelerinin bütün müddeharatına ve matbaha-i kudrette pişirilen umum mat’umata bir
müfettiş vazifesini görmektedir. Demek mat’umatın tenevvü-ü ezvakı adedince lisanın
vazifeleri de vardır. Ve daha sair âlât ve cihazatı buna kıyas eyle!..
İşte acaba şu faaliyet-i hakîme işaret etmiyor mu ki; o Sani-i Zülcelal, gece ve gündüzün
ihtilafı ve mevsimlerin tahavvülü içinde leyl ve neharın, şems ve kamerin mekikiyle
dönmekte olan zamanın seyli içinde sür’atle akıp giden eşya-yı seyyaleden ve eyyam-ı
meyyiteden ve geçmiş seneler ve boşanmış hâlî asırlardan; gaybî nesaici ve uhrevî mensucatı
dokuması caiz, belki vâcib olmasın?
²v«V²2¬! Ey kardeş bil ki! Sani-i Cemil ve Hakîm’in -küçük olsun, büyük olsun- efradı
tasvirde, (hayvanlarda olduğu gibi) hususan kanatlarıyla uçan kısmında; hem semek ve
melekte ve alemlerin ekserisinde, zerreden tâ şemse kadar olan her şeyde, cereyan ettirdiği
MAXQDA 2020 24.12.2022
tefennün-ü hikmetinden birisi de budur ki; küçüğü büyüğe tam bir misal-i musaggar
yapmasıdır. Bu ise, lütf-u irşad; ve tefekkürü teshil; ve kudret mektubatının okunmasını
kolaylaştırmak; ve kudret-i Rabbaniyenin kemalini izhar; ve cemalî ve celalî san’atının iki
nev’ini ibraz etmek içindir.
Zira dikkat ve hafâ, (yani incelik ve gizlilik) mechuliyetin esbabından olduğu için,
büyük hurufatın ortaya konulmasıyla, o incelik ve hafâyı izale ettiği misillü; vüs’at ve azamet
dahi esbab-ı mechuliyetten olup, nazar onları ihata ve fehim onları zabt edemediğinden;
küçücük olan harflerin nazara ve fehme yakınlaşmasıyla, o vüs’at ve azameti de izale ediyor.
Mesele böyle iken, gel gör ki; şeytanın yanında şakirdlik yapan nefs-i emmare zanneder ki,
cismin küçük olması, san’atın da küçük olmasını istilzam eder.
²v«V²2¬! Bil ey birader! Eğer denilse, şu nihayetsiz cûd-u mutlak ve hesabsız rızık, bir
cihetten abesiyete mukarin olup, hikmete münafi oluyor?!.
Ona cevaben denilir ki: Evet, eğer eşyanın gayeleri yalnız bir tek gayeye inhisar etmiş
olsa idi, bir cihette senin sözün doğru olabilirdi.
vazife itibariyle nazara alınırsa, cud u seha, gayât ve vezaifin umumuna bakması haysiyetiyle
hikmet ve adalete münafi olmaz, kemal-i müvazenettedir.
Evet meselâ, bir câniyi takib veya bir kafileyi himaye etmek için istihdam edilen askerin
vücudu, mevcud ordu içinde bu gibi cüz’î hizmetlere nisbetle pek çoktur ve hesabsızdır. Fakat
hıfz-ı hudud ve mücahede-i a’da ve sair gayeler için, mevcud asker tam müsavidir, belki de
MAXQDA 2020 24.12.2022
azdır.
***
Hem talim ve cihadı bırakan bir asker, âsî bir haindir ve elbette darb ve ta’nif edilmesi
lâzımdır.
İşte ey Said-i şakî! Sen o nefersin; senin namazın, talimatındır. Ve terk-i kebairin ise,
takvandır.. ve nefis ve şeytanla olan mücaheden de, harbindir. Senin yegane gaye-i fıtratın da
budur. Fakat bunda da muvaffık ve muîn yine ancak Allah’tır.
Amma senin rızkın ve hayatının idamesi ve buna müteallik emval ve evlâd ve sairen
hepsi, senin Fâtırının vazifesine aittir. Bununla beraber, fiilî veya halî veya kalî lisanlar ile
sual edip istemek için, onun hazain-i rahmetinin kapılarını çalmak vesilelerinde seni bazan
çalıştırır.
Amma ²vU«7 ²`¬D«B²,«! ]¬9x2²(! deki her duanın icabet edileceğinin va’di ise, hakikatı
budur ki: İcabet ayrıdır, duanın aynıyla kabul olunması da ayrıdır. Belki her duaya daimî
cevab var olduğu halde, o haceti aynıyla is’af etmek, Cenab-ı Mucîb’in hikmetine tâbidir.
--- sh:» (BMs: 514) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
MAXQDA 2020 24.12.2022
522) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
cilvelerini derketmeye vasıta olurlar. Yoksa eğer nefis, isyan ve tuğyan ederse; o kıymettar,
âlî âletlerin ve çok nazik ve gâlî mizanların mahzeni olmasına bedel, yılanlar, akrepler ve
haşaratın bir mağarası hükmüne geçer.
Binaenaleyh, nefsin birinci ţekil ki vaziyeti kesbetmesi için, evla ve ekmeli, -Allahu
a’lem- onun fenası değil bekasıdır.
Evet, sahabelerin sülûk ettikleri tarzda, nefsin tezkiye ile baki kalması; Evliyanın
ekserisinin sülûk ettikleri olan, bütün bütün ölümü ile neticelenmesinden daha çok sırr-ı
hikmete muvafık geliyor. Evet nefsin cürsûmesinde şedid bir açlık, azîm bir ihtiyaç, acib bir
zevk vardır. Eğer bu seciyelerinin mecraları hikmet-i hilkatına uygun tarzda tahavvül
ederlerse, o zaman meselâ ondaki mezmum hırs, doymak bilmeyen bir iştiyaka inkılab eder..
ve onun meş’um gururu, bütün enva-i şirkten necatına bir vesile olur.. Ve ondaki kendi
nefsine ve zatına olan şedid muhabbet; Rabbine karşı zatî ve fıtrî bir muhabbete tahavvül
eder. Ve hakeza, tâ bütün seyyiatı hasenatlara inkılab edinceye kadar gider.
ül kadr öyle bir Malik-i Rahiminiz vardır ki; şu azîm güneşler, ancak onun birer lâmbasıdırlar
ki, onun pek çok baki menzilleri arasında, burada kendi misafirlerine muvakkat bir han
suretinde hazırladığı şu dünyada, bu koca güneşe bir sirac ve mumdarlık vazifesini
gördürüyor.” Ve hakeza kıyas et!..
Amma hikmet-i felsefiye ise, güneş hakkında bakınız diyor ki: “Güneş bir kitle-i azîme-
i mayia-yı nâriye olup, kendi kendine hareket etmektedir. Ondan sıçrayıp fırlamış olan
arzımız ve diğer seyyareler güneşin manzumesi olup, bir cazibe ile onunla bağlanarak kendi
medarlarında cereyan etmektedirler.”
525) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
Mu’cize-i Kübra olan Kur’an’ın
denizinden bazı katreleri tazammun eden
ONDÖRDÜNCÜ REŢHA(1)
____________________________________
(1) Şu “Ondördüncü Reşha”nın yeri, Mesnevî’nin baş tarafında mevcud “Reşhalar”ın âhiri iken, buraya
dercinin
hikmetini ben bilemedim. Hikmetini bilemediğim için, Hz. Üstad’ın bu tasarrufuna müdahale
edemedim.
(Mütercim)
--- sh:» (BMs:
ONDÖRDÜNCÜ REŢHA(1)
____________________________________
(1) Şu “Ondördüncü Reşha”nın yeri, Mesnevî’nin baş tarafında mevcud “Reşhalar”ın âhiri iken, buraya
dercinin
hikmetini ben bilemedim. Hikmetini bilemediğim için, Hz. Üstad’ın bu tasarrufuna müdahale
edemedim.
(Mütercim)
--- sh:» (BMs: 526) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
dercinin hikmetini ben bilemedim. Hikmetini bilemediğim için, Hz. Üstad’ın bu tasarrufuna müdahale
edemedim. (Mütercim)
insaniyetin bir mürebbisi ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyetin manevî ma’ ve ziyası.. Hem
nev’-i beşerin hikmet-i hakikiyesi ve beşeri hikmet-i hilkatına irşad eden mürşid ve hâdîsi;
hem insana bir kitab-ı şeriat olduğu gibi, aynı zamanda bir kitab-ı hikmeti, hem bir kitab-ı dua
ve ubudiyet olduğu gibi, aynı vakitte bir kitab-ı emir ve daveti, hem bir kitab-ı zikir olduğu
gibi aynı vakitte bir kitab-ı fikri.. Hem Kur’an, tek bir kitab iken, lakin içinde insanın bütün
hacat-ı maneviyesine cevab veren çok kitabları tazammun ettiği gibi; öyle de
--- sh:» (BMs: 527) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
Kur’an, çok kitab ve risalelerle doldurulmuş âdeta mukaddes bir kütübhane ve bir menzil
gibidir. Hattâ evliya ve sıddîkînden, urefa ve muhakkikînden pek çok muhtelif ve mütebayin
ehl-i meşarib ve mesalik için; herbirisinin meşrebinin mezakına lâyık ve onu tenvir edecek; ve
herbir mesleğin mezakına muvafık ve onu tasvir edecek birer risale ibraz eden bir mecmua-i
resail gibi mukaddes bir irfangâh-ı muazzamdır.
ÜÇÜNCÜ KATRE
şehadette âlem-i gaybın lisanı; Hem hitabat-ı ezeliye-i Sübhaniye ve iltifatat-ı ebediye-i
rahmaniyenin bir hazinesi; hem şu âlem-i manevi-i İslâmînin esası, temeli, hendesesi ve bir
güneşi; hem avalim-i uhreviyenin de bir haritası, hem Cenab-ı Hakk’ın zat ve sıfât ve esma ve
şuûnunun kavl-i şârihi, tefsir-i vâzıhı, bürhan-ı katı’ı ve tercüman-ı satıı.. Hem âlem-i
(1) Şu “Ondördüncü Reşha”nın yeri, Mesnevî’nin baş tarafında mevcud “Reşhalar”ın âhiri iken, buraya
dercinin hikmetini ben bilemedim. Hikmetini bilemediğim için, Hz. Üstad’ın bu tasarrufuna müdahale
edemedim. (Mütercim)
insaniyetin bir mürebbisi ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyetin manevî ma’ ve ziyası.. Hem
nev’-i beşerin hikmet-i hakikiyesi ve beşeri hikmet-i hilkatına irşad eden mürşid ve hâdîsi;
hem insana bir kitab-ı şeriat olduğu gibi, aynı zamanda bir kitab-ı hikmeti, hem bir kitab-ı dua
ve ubudiyet olduğu gibi, aynı vakitte bir kitab-ı emir ve daveti, hem bir kitab-ı zikir olduğu
gibi aynı vakitte bir kitab-ı fikri.. Hem Kur’an, tek bir kitab iken, lakin içinde insanın bütün
hacat-ı maneviyesine cevab veren çok kitabları tazammun ettiği gibi; öyle de
--- sh:» (BMs: 527) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
Kur’an, çok kitab ve risalelerle doldurulmuş âdeta mukaddes bir kütübhane ve bir menzil
gibidir. Hattâ evliya ve sıddîkînden, urefa ve muhakkikînden pek çok muhtelif ve mütebayin
ehl-i meşarib ve mesalik için; herbirisinin meşrebinin mezakına lâyık ve onu tenvir edecek; ve
herbir mesleğin mezakına muvafık ve onu tasvir edecek birer risale ibraz eden bir mecmua-i
resail gibi mukaddes bir irfangâh-ı muazzamdır
dercinin hikmetini ben bilemedim. Hikmetini bilemediğim için, Hz. Üstad’ın bu tasarrufuna müdahale
edemedim. (Mütercim)
insaniyetin bir mürebbisi ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyetin manevî ma’ ve ziyası.. Hem
nev’-i beşerin hikmet-i hakikiyesi ve beşeri hikmet-i hilkatına irşad eden mürşid ve hâdîsi;
hem insana bir kitab-ı şeriat olduğu gibi, aynı zamanda bir kitab-ı hikmeti, hem bir kitab-ı dua
ve ubudiyet olduğu gibi, aynı vakitte bir kitab-ı emir ve daveti, hem bir kitab-ı zikir olduğu
gibi aynı vakitte bir kitab-ı fikri.. Hem Kur’an, tek bir kitab iken, lakin içinde insanın bütün
hacat-ı maneviyesine cevab veren çok kitabları tazammun ettiği gibi; öyle de
--- sh:» (BMs: 527) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
Kur’an, çok kitab ve risalelerle doldurulmuş âdeta mukaddes bir kütübhane ve bir menzil
gibidir.
MAXQDA 2020 24.12.2022
dercinin hikmetini ben bilemedim. Hikmetini bilemediğim için, Hz. Üstad’ın bu tasarrufuna müdahale
edemedim. (Mütercim)
insaniyetin bir mürebbisi ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyetin manevî ma’ ve ziyası.. Hem
nev’-i beşerin hikmet-i hakikiyesi ve beşeri hikmet-i hilkatına irşad eden mürşid ve hâdîsi;
hem insana bir kitab-ı şeriat olduğu gibi, aynı zamanda bir kitab-ı hikmeti, hem bir kitab-ı dua
ve ubudiyet olduğu gibi, aynı vakitte bir kitab-ı emir ve daveti, hem bir kitab-ı zikir olduğu
gibi aynı vakitte bir kitab-ı fikri.. Hem Kur’an, tek bir kitab iken, lakin içinde insanın bütün
hacat-ı maneviyesine cevab veren çok kitabları tazammun ettiği gibi; öyle de
--- sh:» (BMs: 527) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
Kur’an, çok kitab ve risalelerle doldurulmuş âdeta mukaddes bir kütübhane ve bir menzil
gibidir.
dercinin hikmetini ben bilemedim. Hikmetini bilemediğim için, Hz. Üstad’ın bu tasarrufuna müdahale
edemedim. (Mütercim)
insaniyetin bir mürebbisi ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyetin manevî ma’ ve ziyası.. Hem
nev’-i beşerin hikmet-i hakikiyesi ve beşeri hikmet-i hilkatına irşad eden mürşid ve hâdîsi;
hem insana bir kitab-ı şeriat olduğu gibi, aynı zamanda bir kitab-ı hikmeti, hem bir kitab-ı dua
ve ubudiyet olduğu gibi, aynı vakitte bir kitab-ı emir ve daveti, hem bir kitab-ı zikir olduğu
gibi aynı vakitte bir kitab-ı fikri.. Hem Kur’an, tek bir kitab iken, lakin içinde insanın bütün
hacat-ı maneviyesine cevab veren çok kitabları tazammun ettiği gibi; öyle de
--- sh:» (BMs: 527) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
Kur’an, çok kitab ve risalelerle doldurulmuş âdeta mukaddes bir kütübhane ve bir menzil
gibidir.
MAXQDA 2020 24.12.2022
manalara bir ünvandır. Ve binaenaleyh bu zâhir ünvan, maksad için kâfi olup, hakikatı ne
olursa olsun ona taalluk etmez.
İşte bak, Kur’anın kelimatı zâhiren sehl, basit ve ma’ruf oldukları halde, nasıl latif
manaların hazinelerinin birer kapısı ve birer anahtarı olmuşlardır gör.
Sonra, hikmet-i felsefiyenin tantanalı kelimelerine de bak; Nasıl zâhirî şa’şaasıyla
beraber, hiç bir kemal-i ilmî ve bir zevk-i ruhî vermedikleri gibi, ne bir gaye-i insaniyet ve ne
de dinî bir fayda vermiyorlar. Belki ancak sana ifade ettiği şey, müdhiş bir hayret, dehşetli bir
vahşet ve bir ürküntüdür. Hem seni ziyadar tevhid semasından düşürüp, karanlıklı kesret
vadilerine sukut ettiriyorlar.
Şimdi, bazı feylesofların güneş hakkında söyledikleri sözlerini dinle, ne diyorlar?
Eğer hikmet-i felsefiye ile hikmet-i Kur’aniyenin farklarını görmek istersen, !®h[¬C«6
!®h²[«' «]¬#:!
Eğer hikmet-i felsefiye ile hikmet-i Kur’aniyenin farklarını görmek istersen, !®h[¬C«6
!®h²[«' «]¬#:!
cevheresinin beyanındadır.)
²v«V²2¬! Ey kendi nefsini ve vazife-i hayatını unutmuş ve insanın hikmet-i hilkatından
gafil olmuş; ve Sani-i Hakîm’in şu müzeyyen masnuat içinde vaz’ ettiği manalardan cahil
kalmış Said! Bil ki: Şu âlemin binasının ve insan âleminin ona idhal edilmesinin meselini
bilmek istersen, ţu temsilî hikâyeyi dinle. Ţöyle ki:
İşte bu hikmete binaen o zat, çok menzil ve salonlara ayrılan cesim bir kasrı bina etti.
Sonra o kasrı definelerinin türlü türlü
____________________________________
(1) Nur’un İlk Kapısı’nda da naziri vardır. (A.B.
Ey miskin Said! Âyâ zannediyor musun ki; senin vazife-i hayatın, yalnız terbiye-i
medeniye ile güzelce muhafaza-i nefs etmekle, batn ve ferc gibi hevesatın hizmetine
münhasırdır? Veyahut zannediyor musun ki, senin makine-i hayatında dercedilen şu havas ve
hissiyat ve bu cevarih ve cihazat ve aza ve âlât ve letaif ve maneviyatın, şu fani dünya
hayatında denî nefsin hevesatı yolunda istimaline münhasırdır, kellâ! Belki senin fıtratında
şunların dercedilmesinin hikmeti ise, Cenab-ı Mün’im-i Kerim’in bütün enva-i nimetini sana
ihsas ettirmek ve esma-i İlahiyesinin aksam-ı tecelliyatının mu’zamını sana tattırmak içindir.
Ve o âlât ve
--- sh:» (BMs: 555) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
V²2¬! Ey kardeş bil ki! Masnuattan hiç bir masnu yoktur ki, manzum bir kaside-i san’at
olmasın. Ve hiç bir mahluk yoktur ki, mevzun bir nakş-ı hikmet bulunmasın. Ve elbette şunu
sahih ve sarih bir surette inşa eden, mutlaka bir Hâlık ve Bari’olduğu gibi; o da vazıh ve fasih
bir şekilde fatırının medayihini inşad etmektedir.
Hem şu eşya-yı dünyeviye içinde ve bu fani dünya hanesinde bulunan mal, meta’ ve
MAXQDA 2020 24.12.2022
saire ne ki varsa; herşeyde sayılı, dakik bir hesab ile, dizili bir nizamın tanzimi var olduğu
gibi; ölçülü bir tevzin ile hassas terazilerle, tartılı bir müvazene görülmektedir. Bu ise
haşirdeki hesabın azametine ve onun tahakkuk-u vücuduna ve kıyametin arasatındaki mizanın
heybetine; hem onun vuku’una ve orada vaz’edileceğine remzederler. Belki de fasih bir
şekilde bildirmektedirler.
eden; hem hakkı dinleyip halktan ibret alarak, Hâlıkı tanıyasın diye rahmet ve keremiyle
kulağını ve gözünü açan, hem onu zikredesin diye inayet ve keremiyle yüzünün mağarası olan
ağzına bir lisan takan; Hem onu ma’rifet ile tanıman için, kafana bir akıl derceden; ve ona
muhabbet edesin diye sinene bir kalb yerleştiren; Hem sen ana rahminin içindeki karanlıklar
ortasında iken, lütf u ihsanıyla sana lâzım herşeyi yanında hazır bulunduran ve kendi
merhametkâr rububiyetiyle istediği şekilde sende tasarruf edebilen; ve manidar, keremkâr
derin hikmetiyle şu enva-i havass ve cihazatı ve bu aksam-ı âlât ve azaları, nimetlerinin bütün
enva-i semeratını hissettirmek ve tecelliyat-ı esmasının bütün aksamını sana tattırmak için,
vücudunda terkib ettiren bir Hâlık-ı Rahim’dir.
İşte ey gafil-i mağrur! daha sen ne zamana kadar sana böyle lütuflar yapan bir zatın
rahmet ve keremini, kudret ve inayetini ittiham ederek kendi zerrecik cüz’î iktidarına itimad
edeceksin de, su-i ihtiyarınla nefsinin kaldıramadığı yükleri yüklenmek suretiyle nefse ait
olmayan iţleri ona tefviz edip nefsine zulmetmekte devam edeceksin.
Acaba senin nasiyen onun elinde ve bütün hacetlerin ona raci’ olan bir Zat-ı Kerim’e
tevekkül etmeni engelleyen nedir?.. Ve hangi fikir ve hatıradır ki, sen sendeki onun malını
teslim ile onunkinin üstüne bırakıp onunla öyle mülaki olmaya; ve kendini de tevekkül ile
hâdisat ve şuûnatın tufanı arasında cereyan eden gemi-i tevekküle atarak
--- sh:»
rahmete münafi değildir. Çünkü şerrin şu cüz’î zararı; bir nizam-ı muhitin silsilelerinden
gelen dal ve borularıyla bitişik olup, o dallardan salkımlar misali pek çok hayırlar asılıdırlar.
Halbuki şu cüz’î zararı ve bu az şerri menetmek için, o büyük hayr-ı kesîrleri bırakmak ve
terketmek çıkar ki, küllî bir zarar ve büyük bir şer olur. O halde Cenab-ı Adl-i Hakîm-i
Kerim’in hikmet ve adaletine münafi olur.
Ey insan-ı zalûm ve cehûl! Senin elinden geldiği kadar şerden hazer et, kork ve çekin!
Yoksa bir cüz’î vazifeni terketmenin cezasına müstehak olduğun gibi, aynı zamanda neticenin
silsile-i mebadi-i vücudu içerisinde sana sebkat eden, seninle beraber iş gören, sair esbabın
netice-i amellerini de boş yere fevt etmenin cezalarına da müstehak olursun. Zira şer, bir
ademdir.
V²2¬! Ey birader, bilmiş ol ki! Kur’anın bazı eczasının tekrarını iktiza eden şey, zikir ve
duaların mukteza-yı tekrarlarıdır. Çünkü Kur’an, bir kitab-ı hakikat ve şeriat.. hem bir kitab-ı
marifet ve hikmet olduğu gibi, aynı zamanda bir kitab-ı zikir ve dua ve davettir. Zikir ise
terdad edilir, dua tekrar edilir, davet dahi tekrar ile te’kid edilir.
***
²v«
Hem bir kudret-i gayr-ı mütenahiyenin dairesinden hiçbir emir ve bir iş çıkıp hariç kalamaz.
Yoksa o nur ve o kudret gayr-ı mütenahî iken, bir mütenahînin tahdidiyle nihayetlenmesi
lâzım gelecektir. Bu ise çok vecihlerle muhaldir.
Hem dahi kâinatta hükümferma olan hikmet-i mutlaka, herşeyin liyakat ve kabiliyetine
göre bir feyz-i vücud bahşetmiş ve etmektedir. Nasılki darb-ı meselde denilir: “Karınca
kaderince” ve “Herkes denizden kabı kadar su alabilir.”
Hem küçük mahluk, o mukaddir-i kadir-i hakîmi büyükten meşgul edemediği gibi,
şerefli dahi, onu hakirin ahvalini görmekten şaşırtamaz.
V²2¬! Ey kardeş bil ki! Hâdisat-ı kâinat içinde aslâ tesadüf yoktur. Evet bağ ve
bostanlara bak ve kulak ver ki, nasıl bakana; bir Sani-i Alim ve Muhit’in ayât-ı hikmetini,
gayet karışıklık içinde nihayet intizamın lisanıyla; ve çok çeşitli şeylerin kemal-i imtizacı
içinde kemal-i imtiyazının diliyle kıraat ediyorlar.
***
²v«V²2¬!
İşte buna göre: Şahsın mevt ve ecelinin ibhamındaki hikmet ki, insan daima ona karşı
muntazır olup âhiretine ciddî hazırlansın. Binaenaleyh; kıyametin, yani mevt-i dünyanın
ibhamındaki hikmet dahi, yine bu hikmettir. Yani, tâ ki ebna-i dünya, her vakit ona muntazır
olup hazırlıklı beklesinler. Ve işte bu sırdandır ki, asr-ı saadetten tâ şu ana kadar herbir asır,
kıyameti intizar etmişlerdir. Şu intizar ise gaflet-i umumîyi dağıtmak hikmetindendir. Yoksa o
gibi rivayetler, vuku’u muayyen olan emirlere dair irşad-ı Nebevî kısmından değildir. Belki
gafleti dağıtan hikmet-i ibhamdır ki, intizarı iktiza eder. İşte burada, hikmeti illetten temyiz
edip ayıramıyanlar mutlaka sehveder, yanlış giderler.
Amma Mehdi mes’elesi ise, (yani, her asırda Mehdi’ye muntazır kalmanın hikmeti ise;)
dalalet ve fesadın istilası zamanında, ehl-i imanın kuvve-i maneviyelerini takviye ve ye’si
izale; ve imam ve reisi Mehdî (R.A.) olan bir silk-i nuranîde zevil-himem müceddidlerin ona
insilaklerini teşci’ içindir. İşte bu hikmet dahi ibhamı iktiza eder. Tâ ki, her zaman o manaya
intizar etmek mümkin olsun
kıyameti intizar etmişlerdir. Şu intizar ise gaflet-i umumîyi dağıtmak hikmetindendir. Yoksa o
gibi rivayetler, vuku’u muayyen olan emirlere dair irşad-ı Nebevî kısmından değildir. Belki
gafleti dağıtan hikmet-i ibhamdır ki, intizarı iktiza eder. İşte burada, hikmeti illetten temyiz
edip ayıramıyanlar mutlaka sehveder, yanlış giderler.
Amma Mehdi mes’elesi ise, (yani, her asırda Mehdi’ye muntazır kalmanın hikmeti ise;)
dalalet ve fesadın istilası zamanında, ehl-i imanın kuvve-i maneviyelerini takviye ve ye’si
izale; ve imam ve reisi Mehdî (R.A.) olan bir silk-i nuranîde zevil-himem müceddidlerin ona
insilaklerini teşci’ içindir. İşte bu hikmet dahi ibhamı iktiza eder.
kıyameti intizar etmişlerdir. Şu intizar ise gaflet-i umumîyi dağıtmak hikmetindendir. Yoksa o
gibi rivayetler, vuku’u muayyen olan emirlere dair irşad-ı Nebevî kısmından değildir. Belki
gafleti dağıtan hikmet-i ibhamdır ki, intizarı iktiza eder. İşte burada, hikmeti illetten temyiz
edip ayıramıyanlar mutlaka sehveder, yanlış giderler.
Amma Mehdi mes’elesi ise, (yani, her asırda Mehdi’ye muntazır kalmanın hikmeti ise;)
dalalet ve fesadın istilası zamanında, ehl-i imanın kuvve-i maneviyelerini takviye ve ye’si
izale; ve imam ve reisi Mehdî (R.A.) olan bir silk-i nuranîde zevil-himem müceddidlerin ona
insilaklerini teşci’ içindir. İşte bu hikmet dahi ibhamı iktiza eder.
kıyameti intizar etmişlerdir. Şu intizar ise gaflet-i umumîyi dağıtmak hikmetindendir. Yoksa o
gibi rivayetler, vuku’u muayyen olan emirlere dair irşad-ı Nebevî kısmından değildir. Belki
gafleti dağıtan hikmet-i ibhamdır ki, intizarı iktiza eder. İşte burada, hikmeti illetten temyiz
edip ayıramıyanlar mutlaka sehveder, yanlış giderler.
Amma Mehdi mes’elesi ise, (yani, her asırda Mehdi’ye muntazır kalmanın hikmeti ise;)
dalalet ve fesadın istilası zamanında, ehl-i imanın kuvve-i maneviyelerini takviye ve ye’si
izale; ve imam ve reisi Mehdî (R.A.
kıyameti intizar etmişlerdir. Şu intizar ise gaflet-i umumîyi dağıtmak hikmetindendir. Yoksa o
gibi rivayetler, vuku’u muayyen olan emirlere dair irşad-ı Nebevî kısmından değildir. Belki
gafleti dağıtan hikmet-i ibhamdır ki, intizarı iktiza eder. İşte burada, hikmeti illetten temyiz
edip ayıramıyanlar mutlaka sehveder, yanlış giderler.
Amma Mehdi mes’elesi ise, (yani, her asırda Mehdi’ye muntazır kalmanın hikmeti ise;)
dalalet ve fesadın istilası zamanında, ehl-i imanın kuvve-i maneviyelerini takviye ve ye’si
izale; ve imam ve reisi Mehdî (R.A.) olan bir silk-i nuranîde zevil-himem müceddidlerin ona
insilaklerini teşci’ içindir. İşte bu hikmet dahi ibhamı iktiza eder.
kıyameti intizar etmişlerdir. Şu intizar ise gaflet-i umumîyi dağıtmak hikmetindendir. Yoksa o
gibi rivayetler, vuku’u muayyen olan emirlere dair irşad-ı Nebevî kısmından değildir. Belki
gafleti dağıtan hikmet-i ibhamdır ki, intizarı iktiza eder. İşte burada, hikmeti illetten temyiz
edip ayıramıyanlar mutlaka sehveder, yanlış giderler.
Amma Mehdi mes’elesi ise, (yani, her asırda Mehdi’ye muntazır kalmanın hikmeti ise;)
dalalet ve fesadın istilası zamanında, ehl-i imanın kuvve-i maneviyelerini takviye ve ye’si
izale; ve imam ve reisi Mehdî (R.A.) olan bir silk-i nuranîde zevil-himem müceddidlerin ona
insilaklerini teşci’ içindir. İşte bu hikmet dahi ibhamı iktiza eder. Tâ ki, her zaman o manaya
intizar etmek mümkin olsun.
Belki
gafleti dağıtan hikmet-i ibhamdır ki, intizarı iktiza eder. İşte burada, hikmeti illetten temyiz
edip ayıramıyanlar mutlaka sehveder, yanlış giderler.
Amma Mehdi mes’elesi ise, (yani, her asırda Mehdi’ye muntazır kalmanın hikmeti ise;)
dalalet ve fesadın istilası zamanında, ehl-i imanın kuvve-i maneviyelerini takviye ve ye’si
izale; ve imam ve reisi Mehdî (R.A.) olan bir silk-i nuranîde zevil-himem müceddidlerin ona
insilaklerini teşci’ içindir. İşte bu hikmet dahi ibhamı iktiza eder. Tâ ki, her zaman o manaya
intizar etmek mümkin olsun.
***
²v«
dokuma ile dokunuşları; ve birbirine dercolmadan mümtaz bir endaze ile yapılışları ve
MAXQDA 2020 24.12.2022
birbiriyle kaynaşıp lehimlenmeden muayyen etlerle etlenmeleri; ve bütün bunlar herhangi bir
teşevvüşe uğramadan halatsız ve galatsız meydana çıkmaları, elbette aynelyakîn gibi ţehadet
ederler ki; bunlar öyle bir zatın eser-i san’atıdırlar ki, onun kudret ve hikmetine nihayet
yoktur.
Hem bütün bu mütehalif ve ayrı ayrı şeyler üstünde görünen tezyin-i kasdî ve emsali
gibi terettübler dahi şehadet ederler ki, şu kasr-ı âlemi mevcudatın enva’ ve elvanının
müzeyyenatıyla süsleyen zat; âlem kasrının levazımatını, esasatını ve eczasını da o
halketmiştir.
***
²v«V²2¬! Kat’iyyen bil ki! Cenab-ı Fa’al-i Hakîm’in işinden sual olunmaz. Evet hiç bir
şeyin, hiç bir ilmin ve hiç bir hikmetin hakkı yoktur ki, ondan sual etsin. Zira o, mülkünde
istediği gibi tasarruf eden bir Malik-ül Mülk-i Zülcelal’dir. Ve bizim bilmediğimizi bilen bir
Alîm ve Hakîm’dir. Öyle ise bir şeyin hikmetine ilmimizin ermemesi, o şeyin hikmetsizliğine
delâlet etmez. Evet mutlak ekserde görünen hikmet-i âmme, burada bize mestur olup
görünmeyen hikmetin de vücuduna şahid-i kat’îdir.
Meselâ, zîhayatların ölümlerinden müteellim oluruz.. Ve bazı hayvanat-ı latifenin
kısacık ömürlerinde görünen güzelliğin eziyet görmesinden mükedder oluruz.. Ve hayata talib
bazı canlı masnuatın kış gibi şedaidi görmeden evvel inkıraz bulmalarındaki vech-i rahmet
nedir bilemeyiz.
delâlet etmez. Evet mutlak ekserde görünen hikmet-i âmme, burada bize mestur olup
görünmeyen hikmetin de vücuduna şahid-i kat’îdir.
Meselâ, zîhayatların ölümlerinden müteellim oluruz.. Ve bazı hayvanat-ı latifenin
kısacık ömürlerinde görünen güzelliğin eziyet görmesinden mükedder oluruz.. Ve hayata talib
bazı canlı masnuatın kış gibi şedaidi görmeden evvel inkıraz bulmalarındaki vech-i rahmet
nedir bilemeyiz. Halbuki şu teellüm ve manevî itiraz, hakikat-ı hale muttali’ olmayan
cehlimizden neş’et ediyor. Çünkü hiç bir zîhayat yoktur ki, tekalif-i hayat vazifelerini ifa eden
muvazzaf birer nefer ve me’mur, birer abd gibi olmasın!
celevatı güya umumî bir matemden gelen ağlayışların vaveylası imiş gibi sana görünmektedir.
Fakat sen, onlara onlar için acıyor değilsin ki; o şefkat, memduh bir şefkat olsun. Belki sen,
onları kendine kıyas yoluyla, kendini onların mevkiinde farz edip, onda fâni olmuş olan
nefsine acıyorsun.
Amma bazı hayvanların, diğer bazılarına taslitlerinin hikmeti ise; zaiflerin dikkat,
teyakkuz, cevvaliyet ve çeviklik almaları içindir. Hem tâ
--- sh:» (BMs: 634) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
MAXQDA 2020 24.12.2022
Hem tâ
--- sh:» (BMs: 634) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
ki latif cihazatlarını istimal etsinler ve bilkuvve olan istidadlarını kuvveden fiile çıkarsınlar
gibi, pek çok hikmetleri vardır. Hayvanat-ı ehliye ile vahşiyeyi müvazene etsen, bu hikmeti
zâhir, bâhir görürsün.
***
²v«
]«V²2«²! u«C«W²7! ¬yÁV¬7«: Güneş, kendi Hâlıkının izni ile üç çeţit tecelliye sahibdir.
Birisi: Tecelli-i küllîdir ki, bütün çiçeklere birden ifaza-i nur etmesidir
MAXQDA 2020 24.12.2022
Müzeyyen olan harflerinin nukuşu ile hiç iştigal etmedi. Belki öyle bir şeyle meşgul oldu ki,
ötekinin meşgul olduğu şeyden milyonlar mertebe daha âlî, daha gâlî, daha latif, daha şerif,
daha ezyen ve daha ahsendir. Yani, o Kur’an’ın ma’ânisindeki cevherlerin beyanına ve
enva’ının esrarına dair şeylerle meşgul olup, âyetlerin hakaikından bahseden bir tefsir yazdı.
İşte ey bir parça aklım var diyen arkadaş! Allah için söyle; bu iki kitabdan hangisine, şu
Kur’anın maanisine muvafık bir hikmet kitabıdır denilir?!.
Eğer, temsili fehmettin ise, hakikatın yüzüne de bak. Temsildeki Kur’an ise, şu âlemdir.
Veyahut meselâ, şu narın bir dakikacık kadar bir zaman için hayvanî
bir lezzetle eklinden başka hiç bir gayesi bulunmasın!. Elbette hiç bir zîşuur, buna mümkin
diyemez.
Evet, herşeyde görünen bu göz önündeki şu hikmet-i bâhire, o abesiyete nasıl müsaade
edecektir ki; bir insanın yalnız başını, pek çok olan duygular manzumesini içine yerleştirerek
hadsiz vezaifle öyle vazifelendirsin ki, eğer o kafadaki her bir duygu ve onun vazifesi için
yalnız bir hardal tohumu kadar bir yer tahsis edilmiş olsaydı; insanın başı Tur Dağı kadar
büyümesi lâzımdı. Evet o kafanın içindeki duygularından yalnız sen kendi lisanına ve
gördüğü vazifelerine bak ki; Rahmet hazinelerinin bütün müddeharatını tartıp ölçmesi
onlardan sadece bazısıdır.
İşte o hikmet, bir hârika-i san’at olan şu Nar meyvesi gibi bir meyvenin, nasıl olur da
yalnız senin bir anda gafilane onu çiğneyip yutmandan başka gayeleri bulundurmasın? Evet,
zâhir bir muhaldir ki; senin bir başın, semerat ve gayattan dağ büyüklüğünde meyveler versin
de, fakat dağ gibi büyük olan gayeler, yalnız başın kadar birtek semereyi netice versin. Zira o
zaman, herşeyde hükümferma ve meşhud olan nihayet hikmet, nihayet abesiyetle içtima’
etmiş demektir. Bu ise muhalin muhali, bâtılın bâtılıdır. Belki ancak o Nar meyvesi, kendi
emsali meyveler gibi, esma-i hüsnanın beyanında bir kasideyi tazammun eden bir kelimedir
ki, o esmanın ma’anisini ifade ettikten sonra, ömrü vefa bulur, vefat eder. Sonra gelir senin
ağzından geçip, midene girer, orada defnedilir.
MAXQDA 2020 24.12.2022
de, fakat dağ gibi büyük olan gayeler, yalnız başın kadar birtek semereyi netice versin. Zira o
zaman, herşeyde hükümferma ve meşhud olan nihayet hikmet, nihayet abesiyetle içtima’
etmiş demektir. Bu ise muhalin muhali, bâtılın bâtılıdır. Belki ancak o Nar meyvesi, kendi
emsali meyveler gibi, esma-i hüsnanın beyanında bir kasideyi tazammun eden bir kelimedir
ki, o esmanın ma’anisini ifade ettikten sonra, ömrü vefa bulur, vefat eder. Sonra gelir senin
ağzından geçip, midene girer, orada defnedilir.
(1)
“Yani güya çiçek açmış herbir ağaç, güzel yazılmış bir kasidedir ki; o kaside,
Fatır-ı Zülcelal’in medaih-i bâhiresini inşad edip şairane lisan-ı hal ile söylüyor..
Veyahut o çiçek açmış herbir ağaç, binler bakar ve baktırır gözlerini açmış, tâ Sani-i
Zülcelal’in neşr ve teşhir olunan acaib-i san’atını bir-iki gözle değil, belki binler gözlerle
baksın. Tâ ehl-i dikkati öyle baktırsın.. Veyahut o çiçek açan her bir ağaç, umumî
bayram olan baharın içindeki hususî bayramında ve resm-i geçid-misal bir anda
yeşillenmiş azalarını (harbden muzafferen çıkmış bir ordu gibi) en süslü müzeyyenatla
süslemiş, tâ ki onun Sultan-ı Zülcelal’i ona ihsan ettiği hedayayı ve letaifi ve âsâr-ı
nuraniyesini müşahede etsin. Hem meşher-i san’at-ı İlahiye olan zeminin yüzünde ve
bahar mevsiminde murassaat-ı rahmetini enzar-ı halka teşhir etsin. Ve şecerin hikmet-i
hilkatini beşere ilan etsin; İncecik dallarında ne kadar mühim hazineler bulunduğunu
ve ihsanat-ı Rahmaniyenin meyvelerinde ne derece mühim defineler var olduğunu
göstermekle, kemal-i kudret-i İlahiyeyi göstersin.”
Tesbih ederiz o Bâri-i Musavviri ki; ibadına yaptığı ihsan ve ikramlar, ne kadar
güzeldir; ve o Hâlık-ı Muktediri ki, berahin-i vücub-u vücud ve vahdaniyeti ne derece şirin ve
müzeyyendir; ve o Fâtır-ı Münevviri ki, celal ve cemalinin âyât ve beyyinatı ne mertebe
mübeyyen ve muvazzahtır.
İşte bahar mevsiminde teşhir-i san’at için cilvelerle kendini gösteren rahmet-i İlahiyeye
bak, gör ki; âdeta bahar mevsimi, o zülcelal sultanın bendelerine bir bayram veya raiyetine bir
zinet günü gibi olduğundan; ağaçlardan meyvelerine kadar her bir şecer ve nebat, kendi
rütbesi miktarınca sultanının saltanatını izhar ve malikinin hediyelerini ilan etmekle beraber,
onun emirlerine muntazırane hazır bekliyorlar.. Ve onun ismiyle onun mahlukatına hizmet
yolunda her bir ağaç ve nebat, o
655) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
Rahman’ın misafirlerini memnun etmek için birer latif, nazif sofra halinde onun izniyle
çiçeklenip meyve veriyorlar.
Evet nur, hava, toprak ve su; o sultanın emirlerine -teşhir-i san’at ve tebliğ-i ahkâm ile
beraber- birer elçi, birer sefir ve fermanlarının merkez-i tasarrufatının arşına birer hamele
hükmündedirler. Meselâ ilim ve hikmetin arşı, nur unsurundadır. Fazl ve rahmetin arşı da su
üstündedir. Hıfz ve ihyanın arşı ise, toprak olduğu gibi; emir ve iradenin arşları ise, hava
üzerindedir. Amma kat’iyyen bilesin ki, bütün bunlar kendi işleyiş ve faaliyetlerinde esma-i
İlahiyenin mazharları olarak çalışırlar.
ilmen ve aklen bunlar mümkün olsaydı) o zaman senin y«7 «t<¬h«- « ˜«G²&«: hakikatında şek
ve şübhe etmen için bir hakkın olurdu.
İşte madem o zerrenin kendi başına o işlere sahib ve medar olması muhal ender
muhaldir. Elbette bilâ-şek velâ-şübhe, bütün mahlukatı kabza-i kudret ve hikmetinde tutan
Allah’tan başka mülk sahibi kimse yoktur ve bulunamaz. Çünkü bakıyoruz ki, havanın her bir
zerresi, suyun her bir katresi, toprağın her bir tanesi bütün ot ve yeşilliklerin meyve ve
çiçeklerin neşv ü nemasına salih bir vaziyettedir. Eğer o zerre, hebbe (hava zerresi) ve
katreler, semavat ve arzın Rabb-i Zülcelalinin emriyle
--- sh:» (BMs
esmasının nakışları ve evsafının aynalarıdırlar. Bunu görüp bildikten sonra h«A²6«! yÁV7«! söyle
ve âlemleri temaşa et, bak ki; bütün âlemlerin hepsi bittamam onun kabza-i ilmine alınmış,
kabza-i kudretinde kemerbeste durmuş, kabza-i adlinde zelilane boyun eğmiş ve kabza-i
hikmetinde harekete âmâde bekleyip, onun tartı ve vezni ile dizilip nizamatının silkinde
mevzun bir vaziyet almışlardır. Evet nizam ile tanzim, mizan ile tevzin; Cenab-ı Rahman’ın
iki kabzasıdır. Ve İmam-ı Mübin ile Kitab-ı Mübin’in iki babıdır. Demek Kitab-ı Mübin,
İmam-ı Mübin ile beraber, bir Kadir-i Alim ve bir Âdil-i Hakîm’in ilim ve kudretini beyan
eden iki ünvandırlar. Öyle ise, hiçbir şey, bu nizamın nazmından ve şu mizanın vezninden
hariç olmadığını başında iz’anı, yüzünde aynanı (iki gözü) bulunan kimse, her halde ona
Meali ţudur ki: O Malik-ül Mülk-i Zülcelal âlem-i ekberi, bahusus Küre-i Arz yüzünü
öyle bir surette inşa ederek yapmıştır ki; birbiri içinde hadsiz daireler olup, herbir daire bir
tarla hükmünde olup; vakit-bevakit, mevsim-bemevsim, asır-beasır eker, biçer, mahsulât alır.
Mütemadiyen mülkünü çalıştırır, tasarruf eder. En büyük daire olan zerrat âlemini bir tarla
yapıp, her zaman kâinat kadar mahsulâtı; kudretiyle, hikmetiyle onda eker, biçer, kaldırır.
Âlem-i şehadetten âlem-i gayba, daire-i kudretten daire-i ilme gönderir. Sonra mutavassıt bir
daire olan zemin yüzünü, aynen öyle bir mezraa yapmış ki; mevsim-bemevsim âlemleri,
enva’ları içinde eker, biçer, kaldırır. Manevî mahsulâtını dahi; gaybî, uhrevî, misalî ve manevî
âlemlerine gönderir. Daha küçük bir daire olan bir bahçeyi yine yüz def’a, bin def’a
kudretiyle doldurup, hikmetiyle boşalttırıyor.
Âlem-i şehadetten âlem-i gayba, daire-i kudretten daire-i ilme gönderir. Sonra mutavassıt bir
daire olan zemin yüzünü, aynen öyle bir mezraa yapmış ki; mevsim-bemevsim âlemleri,
enva’ları içinde eker, biçer, kaldırır. Manevî mahsulâtını dahi; gaybî, uhrevî, misalî ve manevî
âlemlerine gönderir. Daha küçük bir daire olan bir bahçeyi yine yüz def’a, bin def’a
kudretiyle doldurup, hikmetiyle boşalttırıyor. Daha küçük bir daire olan bir zîhayatı, meselâ
bir ağacı, bir insanı, yüz defa onun kadar, ondan mahsulât alır.
Demek o Malik-ül Mülk-i Zülcelal; küçük büyük, cüz’î küllî herţeyi birer model
hükmünde inşa ederek, yüzler tarzda taze taze nakışlarla münakkaş mensucat-ı san’atı onlara
giydirir; cilve-i esmasını, mu’cizat-ı kudretini izhar eder. Kendi mülkünde herbir şeyi, birer
sahife hükmünde inşa etmiş; her sahifede yüzer tarzda manidar mektubatını yazar, hikmetinin
âyâtını izhar eder, zîşuurlara okutturur. Şu âlem-i ekberi mülk şeklinde inşa etmekle beraber,
şu insanı dahi öyle bir surette halketmiştir ve ona öyle cihazat ve âletler ve havas ve
hissiyatlar ve bilhassa nefis, heva ve ihtiyaç ve iştiha ve hırs ve da’va vermiştir ki; o geniş
mülkünde, bütün mülke muhtaç bir memlûk hükmüne getirmiştir.
geldi, söylettirdi. Ve öyle bir ahsen-i takvim içinde bir sıbga-i Rabbaniye vermiş ki; o maddî,
cismanî, camid kafada; manevî, gaybî, hayatdar olan beyan ve hitab çiçeğini açtı. Ve o insan
kafasındaki kabiliyet-i nutk u beyana, o derece ulvî cihazat ve istidad verdi ki; Sultan-ı
Ezelî’ye muhatab olacak bir makamda inkişaf ettirdi, terakki verdi. Yani fıtrat-ı insaniyedeki
sıbga-i Rabbaniye, hitab-ı İlahî çiçeğini açtı. Hiç mümkün müdür ki: Kitab derecesine gelen
bütün mevcudattaki san’ata ve hitab makamına gelen insandaki o sıbgata, Vâhid-i Ehad’den
MAXQDA 2020 24.12.2022
geldi, söylettirdi. Ve öyle bir ahsen-i takvim içinde bir sıbga-i Rabbaniye vermiş ki; o maddî,
cismanî, camid kafada; manevî, gaybî, hayatdar olan beyan ve hitab çiçeğini açtı. Ve o insan
kafasındaki kabiliyet-i nutk u beyana, o derece ulvî cihazat ve istidad verdi ki; Sultan-ı
Ezelî’ye muhatab olacak bir makamda inkişaf ettirdi, terakki verdi. Yani fıtrat-ı insaniyedeki
sıbga-i Rabbaniye, hitab-ı İlahî çiçeğini açtı. Hiç mümkün müdür ki: Kitab derecesine gelen
bütün mevcudattaki san’ata ve hitab makamına gelen insandaki o sıbgata, Vâhid-i Ehad’den
başkası karışabilsin.… Hâşâ!..
geldi, söylettirdi. Ve öyle bir ahsen-i takvim içinde bir sıbga-i Rabbaniye vermiş ki; o maddî,
cismanî, camid kafada; manevî, gaybî, hayatdar olan beyan ve hitab çiçeğini açtı. Ve o insan
kafasındaki kabiliyet-i nutk u beyana, o derece ulvî cihazat ve istidad verdi ki; Sultan-ı
Ezelî’ye muhatab olacak bir makamda inkişaf ettirdi, terakki verdi. Yani fıtrat-ı insaniyedeki
sıbga-i Rabbaniye, hitab-ı İlahî çiçeğini açtı. Hiç mümkün müdür ki: Kitab derecesine gelen
bütün mevcudattaki san’ata ve hitab makamına gelen insandaki o sıbgata, Vâhid-i Ehad’den
başkası karışabilsin.… Hâşâ
MAXQDA 2020 24.12.2022
Sübhandır o zat ki; küre-i arz bahçesini san’atına bir meşher yapmış. Zira o bahçede
nebatatın çiçeklenmeleri, ağaçların semerelenmeleri, hayvanatın süslenmeleri ve kuşların
güzelleşmeleri elbette O’nun san’atının hârikalarıdır, ilminin şahidleridir ve lütfunun
delilleridirler. Evet, meselâ şu bahçede meyvelerin kemal-i zinetiyle beraber, çiçeklerinin
tebessümkârane gülümsemeleri elbette ve elbette ins ve cinne ruhaniyât ve hayvanata karşı bir
Rahman-ı Rahim’in teveddüdüdür. Bir Hannan-ı Rahim’in terahhum ve şefkatıdır ve bir
Mennan-ı Kerim’in kendini tanıttırmasıdır.
Öyle ise, çiçek ve semereler, habbe ve tohumlar onun mu’cizat-ı hikmetidir, hedaya-yı
rahmetidir, vahdetinin bürhanlarıdır ve dar-ı âhirette eltafının beşaretleridir. Hem onların
Sanii, herşeye Alim ve
--- sh:» (BMs: 668) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
zülkemali dahi saray-ı kâinatta başta melaikeleri, sonra hayvanatı, sonra cemadat ve nebatatı,
sonra insanları istihdam ile kendisine ibadet ettiriyor. Bu ise, herhangi bir ihtiyaçtan değil,
çünkü bunları yaratan odur. Hem onun mülkünde kendi namlarına ve kendi başlarına te’sir-i
hakikî sahibi olarak çalışmıyorlar. Belki izzet ve azamet ve şuûnat-ı rububiyet ve saire
hikmetler içindir.
Amma melaikeler ise; onların mücahede ile terakki etmeleri diye birşeyleri yoktur.
Belki onların herbirisinin malûm ve sabit bir makamı vardır. Fakat onların kendi nefs-i
Amma insan ise, dünyaya çıkarıldığı anda, onun herşeye karşı cehalet ve aczinden ve
bütün ömründe bütün metalibine karşı taallüme muhtaç oluşundan anlaşılıyor ki; onun
dünyaya gönderilmesi, yalnız bir amel etmekle mükellef olmayıp, belki taallüm ve taabbüdle
tekâmül etmek için gönderilmiştir. Şu halde onun en başta gelen matlub ameli; Cenab-ı
Hakk’ın ona müsahhar etmiş olduğu nebatat ve hayvanatın amellerini tanzim etmek; Ve
rahmet kanunlarından anlayıp istifade etmek; Ve nihayetsiz za’f ve acziyle, fakr ve ihtiyacıyla
beraber şu mevcudatı ona müsahhar eden Allah’a dua ve iltica ve sual ve tazarru’ ile kulluk
etmektir.
Amma onun en makbul ilmi ise, onu mükerrem bir mahluk olarak halkeden ve bir çok
eşyayı ona müsahhar eden ve onu ibadet ve saadete müheyya bir surette techiz eden Cenab-ı
Kerim-i Rahim’in marifetini; kâinatın hikmetini öğrenmekle kesbetmek, yani kâinat Hâlıkının
marifetini, -esma ve sıfatıyla- celal, cemal ve kemalinin marifetini bir cihette intaç eden
hikmet-i kâinatı taallüm etmektir.
İşte bu cihetten maada olan kâinata ait ilim ve hikmetler, ya malayaniyatır veyahut
dalaletlerdir.
«t¬BÅ<¬(xAQ¬" «w[¬W¬=@«5¯•@«T«8±¬u6]¬4 !®G[¬A«2 @«X²V«Q²%! ÅvZÁV7«!
MAXQDA 2020 24.12.2022
Amma insan ise, dünyaya çıkarıldığı anda, onun herşeye karşı cehalet ve aczinden ve
bütün ömründe bütün metalibine karşı taallüme muhtaç oluşundan anlaşılıyor ki; onun
dünyaya gönderilmesi, yalnız bir amel etmekle mükellef olmayıp, belki taallüm ve taabbüdle
tekâmül etmek için gönderilmiştir. Şu halde onun en başta gelen matlub ameli; Cenab-ı
Hakk’ın ona müsahhar etmiş olduğu nebatat ve hayvanatın amellerini tanzim etmek; Ve
rahmet kanunlarından anlayıp istifade etmek; Ve nihayetsiz za’f ve acziyle, fakr ve ihtiyacıyla
beraber şu mevcudatı ona müsahhar eden Allah’a dua ve iltica ve sual ve tazarru’ ile kulluk
etmektir.
Amma onun en makbul ilmi ise, onu mükerrem bir mahluk olarak halkeden ve bir çok
eşyayı ona müsahhar eden ve onu ibadet ve saadete müheyya bir surette techiz eden Cenab-ı
Kerim-i Rahim’in marifetini; kâinatın hikmetini öğrenmekle kesbetmek, yani kâinat Hâlıkının
marifetini, -esma ve sıfatıyla- celal, cemal ve kemalinin marifetini bir cihette intaç eden
hikmet-i kâinatı taallüm etmektir.
İşte bu cihetten maada olan kâinata ait ilim ve hikmetler, ya malayaniyatır veyahut
dalaletlerdir.
«t¬BÅ<¬(xAQ¬" «w[¬W¬=@«5¯•@«T«8±¬u6]¬4 !®G[¬A«2 @«X²V«Q²%! ÅvZÁV7«!
nun Malikinin hazine-i rahmetinden herbirisinin lâyık bir vazifesi, münasib bir hikmeti ve
nihayet güzel bir gayesi vardır.
***
v¬V²KW²7! _«ZÇ<«!
Sonra Fatır-ı Kadir ve Alimin hikmetiyle, acib bir intizamla ruy-i zemine yayılmış olan
nebatata nazar et ve onların tohumlarının etrafa bir taksim-i garib içinde tevzilerine dikkat
et!.. Meselâ, bazı nebatat tohumlarının, hususan dikenli otların kıldan kanatçıklarla techiz
edilip, onunla havada uçarak muayyen menbetlerine gitmeleri gibi…
Hem ruy-i zeminde gayet garib bir tarzda, acib bir taksim ile serpilmiş olan enva-i
hayvanata nazar et, gör ki; nasıl Hakîm ve Kerim olan Hâlıklarının inayetiyle hüsn-ü intizam
içinde yeryüzü mer’asında koşuşmaktadırlar.
ve her takımında ayrı ayrı vazifeyi îfa ve hikmeti intaç ettiklerinden; Sâniin kasd ve hikmetini
izhar ve vücud ve vahdetinin âyâtını kıraat ettikleri için, Sâni-i Zülcelal’in berahini, zerrattan
kat kat ziyade olur. Demek ¬s¬=«Ÿ«F²7! ¬‰@«S²9«! ¬(«G«Q¬"
ve her takımında ayrı ayrı vazifeyi îfa ve hikmeti intaç ettiklerinden; Sâniin kasd ve hikmetini
izhar ve vücud ve vahdetinin âyâtını kıraat ettikleri için, Sâni-i Zülcelal’in berahini, zerrattan
kat kat ziyade olur. Demek ¬s¬=«Ÿ«F²7! ¬‰@«S²9«! ¬(«G«Q¬"
Eğer insaf
ile dikkat etsen; şu küçücük hayvanın ve huveynetin sureti altında olan makine-i dakika-i
bedia-i İlâhiyenin şuursuz, kör, mecra ve mahrekleri tahdid olunmayan ve imkânatında
evleviyet olmayan esbab-ı basite-i câmide-i tabiiyeden husûlünü, muhal-ender muhal
göreceksin.
Eğer her bir zerrede hükema şu’uru, etibba hikmeti, hükkâmın siyaseti bulunduğunu ve
her bir zerre de sair zerrat ile vasıtasız muhabere ettiğini itikad edersen; belki nefsini kandırıp
o muhali de itikad edebilirsin. Halbuki o zîhayat makinede öyle bir mu’cize-i kudret, öyle bir
hârika-i hikmet vardır ki; ancak bütün kâinatı, bütün şuunatını icad eden, tanzim eden bir
Sâniin sun’u olabilir. Yoksa kör, az, basit, imkân tereddüdüyle ayak atamaz. Esbab-ı tabiîden
olamaz. Bâhusus o esbab-ı tabiiyenin üssül-esası hükmünde olan cüz-ü lâyetecezzadaki
kuvve-i câzibe ve kuvve-i dâfianın içtimalarının hortumu üzerinde bir muhaliyet
--- sh:»
MAXQDA 2020 24.12.2022
etmeye kabildir. Her bir fen, külliyet-i kaide hasebiyle kendi nev’indeki nazm ve intizamı
gösteriyor. Zira her bir fen, kavaid-i külliye desatirinden ibarettir. Demek şahsın nazarı nizamı
ihata etmezse, cevasis-i fünun vasıtasıyla görür ki; insan-ı ekber insan-ı asgar gibi
muntazamdır. Her bir şey, hikmet üzere vaz’ edilmiştir. Faidesiz, abes yoktur. Şu (*)
bürhanımız değil yalnız erkânı ve azası, belki bütün hüceyratı, belki bütün zerratı birer lisan-ı
zâkir-i tevhid olarak büyük bürhanın sada-yı bülendine iştirak ederek “Lâ İlâhe İllallah” diye
zikrediyorlar.
Birincisi: Delil-i inayet ve gayettir ki, menafi-i eşyayı tadad eden bütün âyât-ı Kur’aniye
bu delili nesc ve şu bürhanı tanzim ediyorlar. Bu delilin zübdesi, kâinatın nizam-ı ekmelinde
ittikan-ı san’at ve riayet-i mesalih ve hikemdir. Bu ise, Sâniin kasd ve hikmetini isbat ve
tesadüf vehmini ortadan nefyediyor. Zira ittikan ihtiyarsız olmaz. Evet nizamın şâhidleri olan
bütün fünun-u ekvan, mevcudatın silsilelerindeki halkalardan asılmış mesalih ve semeratı ve
inkılâbat-ı ahvalin katmer düğümleri içinde saklanmış hikem ve fevaidi göstermekle, Sâniin
kasd ve hikmetine kat’î şehadet ediyorlar. Ezcümle:
Fenn-i hayvanat, fenn-i nebatat; ikiyüz bini mütecaviz envaın büyük peder ve Âdemleri
hükmünde olan mebde’lerinin her birinin hudûsuna şehadet ettiği gibi; mevhum ve itibarî olan
kavanin, kör ve
Delil-i inayet ve gayettir ki, menafi-i eşyayı tadad eden bütün âyât-ı Kur’aniye
bu delili nesc ve şu bürhanı tanzim ediyorlar. Bu delilin zübdesi, kâinatın nizam-ı ekmelinde
ittikan-ı san’at ve riayet-i mesalih ve hikemdir. Bu ise, Sâniin kasd ve hikmetini isbat ve
tesadüf vehmini ortadan nefyediyor. Zira ittikan ihtiyarsız olmaz. Evet nizamın şâhidleri olan
bütün fünun-u ekvan, mevcudatın silsilelerindeki halkalardan asılmış mesalih ve semeratı ve
inkılâbat-ı ahvalin katmer düğümleri içinde saklanmış hikem ve fevaidi göstermekle, Sâniin
kasd ve hikmetine kat’î şehadet ediyorlar. Ezcümle:
Fenn-i hayvanat, fenn-i nebatat; ikiyüz bini mütecaviz envaın büyük peder ve Âdemleri
hükmünde olan mebde’lerinin her birinin hudûsuna şehadet ettiği gibi; mevhum ve itibarî olan
kavanin, kör ve
--- sh:» (BMs:
Üçüncüsü: Mevhum bir şey, hakikat-ı hâriciyeye mebde’ olamaz. Fıtrat ve vicdanda
nokta-i istinad ile nokta-i istimdad, iki hakikat-ı zaruriyedir. Hilkatin safveti ve en mükerremi
olan ruh-u beţer, o iki nokta olmazsa en süflî, en berbad bir mahluk olur. Halbuki kâinattaki
MAXQDA 2020 24.12.2022
Lezzeti içine atar ve kıymet verir ve bast ve temdid eder. İşte nokta-i
istimdad!..
Ve kavga ve müzahametin meydanı olan dağdağa-i hayata hücum gösteren âlemin,
binlerce musibet ve mezahimlere karşı yegâne nokta-i istinad, yine marifet-i Sâni’dir.
Evet her ţeyi hikmet ve intizam ile iţleyen bir Sâni-i Hakîm’e itikad etmezse ve alel-
amyâ kör tesadüflere havale ederse ve o beliyyata karşı elindeki kudretin adem-i kifayetini
düşünse; ister istemez, tevahhuş, dehşet, telâş, havftan mürekkeb bir halet-i cehennemnümûn
ve ciğer-şikâfe düşecektir. O ise eşref ve ahsen-i mahlukat olan ruh-u insaniyetin her şeyden
ziyade perişan olduğunu istilzam eder. O ise, intizam-ı kâmil-i kâinattaki nizam-ı ekmele zıd
oluyor. Şu nokta-i istimdad ve nokta-i istinad ile bu derece nizam-ı âlemde hüküm-fermalık,
hakikat-ı nefs-ül emriyenin hassa-i münhasırası olduğu için, her vicdanda iki pencere olan şu
iki noktadan Sâni-i Zülcelal marifetini kalb-i beşere daima tecelli ettiriyor.
:²v«V²2¬!
Bu i’lem, türkçeye tercümesi faydalı olduğundan tercüme ettim.
Hazret-i Üstad, ‘lafz’ın ne kadar derin, ne kadar yüksek bir hikmete ve ne garib, acib bir
nakşa, bir keyfiyete malik olduğu ve ne kadar dehşet, hayret verici ince ve büyük vazifelerle
muvazzaf bulunduğunu beyan hususunda şöyle emretmiştir ki:
İnsanın cins ve faslı olan hayvaniyet ve natıkiyetin me’hazleri olan hayat ile nutkunu
birbiriyle rabtedip muhafaza eden çift başlı olan nefestir. Yani insanın nefesi iki vazife ile
muvazzaf bulunduğundan iki başı vardır. O vazifeleri gördüğü hengâmda, iki kıbleye
teveccüh eder ve iki semereye sahibdir. İki vazifeden birisi:
İkincisi de: Mebadi-i tasdikiyeyi ilim içinde tedvin eden şu hükümler ne içindir? diye
y«W¬7 ile soruyor. O zaman hikmet, kâinat lisanıyla ve hikmetin mukaddimesi olan mantık ile,
birinci suali tariflerle, ikinci suali de delil ve bürhanlarla cevablandırır.
***
e7!
İkincisi de: Mebadi-i tasdikiyeyi ilim içinde tedvin eden şu hükümler ne içindir? diye
y«W¬7 ile soruyor. O zaman hikmet, kâinat lisanıyla ve hikmetin mukaddimesi olan mantık ile,
birinci suali tariflerle, ikinci suali de delil ve bürhanlarla cevablandırır.
***
e7!
dünyaya bakan vechesiyle çok ağır bir yük olduğunu; ve enenin başına sarılan icad ve fiil
silsilelerinden anlaşılan odur ki; Onun saniî, onun bütün herşeyine alimdir diye beyan ediyor.
11- İKİNCİ BAB :
Bu bab, kısaca ¬yÁV7! «–@«E²A, cümlesinin mâna ve mefhumunu, mukteza ve mahiyetin
nunundaki cemaat sırrının acib hakikatını; ve masivaya edilen muhabbetin iki çeşit olduğunu;
ve rızkın iki kısım ve
--- sh:» (BMs: 723) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
çeşit olduğunu ve masum çocuklar ve hayvanların bazan musibetlere giriftar
olmalarının hikmetini beyan ve izah ederler.
15 - ZEYLÜL KATRE :
Bu Zeyl, yirmiiki adet remz ve i'lem başlıklı ünvanlar altında, herbirisi bir risaleye
mevzu olacak kıymetindeki hakikatlardan ibarettir.
MAXQDA 2020 24.12.2022
23 - ZEHRE :
Zehre Risalesi, yirmibeş tane i'lemler ünvanı altında yirmibeş mevzu’u muhtevidir. Bu
mevzuların hey'et-i umumiyesi itibariyle esbab-ı zahiriyeye karşı takınılacak tavırdan ve
esbabın te'sirsiz olduğundan; ve dünya ve mahiyetinden; ve ism-i hafizin tecelli-i azamından
ve bu hafîziyetin bir muhasebeyi istilzam etmesinden; ve insan ömrünün mahiyet ve
hakikatından bahsederler. Sonra, hududunu bilip tavrını tecavüz etmemenin hakikatını; ve
in'am olunan nimetlerin ehemmiyetini; ve küçük hayvancıkların varlığının fayda ve
hikmetlerini ele alır. Daha sonra uzun bir i'lem ile Avrupa medeniyetinin iç yüzünü ve çürük
--- sh:» (BMs: 728) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------
Zerre Risalesi, üç parçadan ibaret olup, mecmuu bir medhal ve kırküç adet i'lemler ve
bir hatimeyi ihtiva eder. Bütün bu i'lemler ayrı ayrı ilimlerin mevzuuna birer işarettirler.
Bunlar hey'et-i mecmua itibariyle terbiye-i nefs, tasaffi-i kalb, tenevvür-ü ruh ve letâif, ikna-i
akil ve nazar gibi gaye-i insaniyet ve fariza-i zimmet olan ubudiyet-i insaniyenin yolunu
tenvir eden birer rehber ve rehnümadırlar. Hem îman ve ahlakıyatı ve vesveselerin izalesini ve
insandaki teşahhusat-ı vechiyenin hikmetini beyan eden i'lemler, bu Risalenin
münderecatındandırlar.
Bir i'leminde :
²vU¬9!«x²7«!
çok muhib olması lâzımdır.) diyor.. ve kâinatın hadiseleri içinde tesadüfün imkânı olmadığını
ve bütün eşya, birtek zat-ı vahide isnad edilmediği zaman, esma-i ilâhiyenin tecelliyatı
adedince ilâhların vücudunu kabul etmek lâzım geldiğini; ve masnuatın şu göz önündeki
süsleniş ve bezenişlerinin her halde sonsuz nazara görünmek için olduğunu; ve insanın bazı
cihetlerden fenaya gider gibi görünüyorsa da, Cenab-ı Hayy-i Bakinin nazar-ı şuhud ve
işhadında malum olmasıyla; o fena fena olmayıp, beka olduğunu beyan ve izah ederler.
31 - KUR'ANIN ENVARINDAN BİR NUR :
Bu kitab veya parça, otuzbir tane i'lemi muhtevîdir. Bu i'lem ve mevzular, ekserisi Nur
külliyatında tafsilen bulunmaktadırlar
kıymetini tebarüz ettirecek hakikî fihristi yine onun aziz ve muhterem müellifi üstadımız
yapardı ancak... Bizim çok kısa anlayışımız ve zaif idrâkimiz ve kasır fehmimiz; ulema-i
mütebahhirinin katresine bahir dedikleri bu emsâlsiz eserin fihristini pek noksan olarak
takdim etmemizin âmilleri olmuştur.
Muhterem kari! Bu fihriste bakıp da, tılsım-ı kainatın keşşafı, hakaik-ı eşyanın
miftahı, hikmet-i hilkatın Fâtihi olan bu manevi hazine hükmündeki mecmuayı da o mizan ile
tartma. Çünkü bizdeki acz ve noksanlık, o mecmuanın kıymetiyle mebsutan değil, ma'kusen
mütenasibdir. Güneşin bir zerre cam parçasındaki timsaline bakıp da, güneş de bu kadardır
deme!. Çünkü o zerre, kabiliyeti kadar güneşten feyz alır.
cereyanı ki, hiçbir din ve maneviyatı tanımayan ve Allah'a iman hakikatına karşı muaraza
ederek dinsizliği neşreden, İslâmî fikri zedeleyen ve bütün beşeriyeti tehdid eden, yeni
nesillere ve gençliğe imansızlık fikr-i küfrîsini aşılamak isteyen kitab, broşür, gazete gibi
neşir vasıtalarının İslâm ve iman düşmanlarınca ön plâna alındığı böyle acib ve dehşetli bir
zamanda elbette Risale-i Nur'a, okunmasına, neşredilmesine şiddetle ihtiyaç ve zaruret var.
Çünki Risale-i Nur, Kur'an-ı Hakîm'in bir mu'cize-i maneviyesi ve bu zamanın
dinsizliğine karşı manevî atom bombası olarak solculuk cereyanlarının maneviyat-ı kalbiyeyi
tahribine mukabil, maneviyat-ı kalbiyeyi tamir edip ferden ferda iman-ı tahkikîden gelen
muazzam bir kuvvet ve kudrete istinadı okuyucuların kalblerine kazandırıyor. Ve bu vazifeyi
de yine mukaddes Kur'anımızın ilham ve irşadıyla ve dersiyle îfa ediyor. Tefekkür-ü imanî
dersiyle tabiiyyun ve maddiyyunun boğulduğu
--- sh:»(B:8) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------------------
-
aynı mes'elelerde tevhid nurunu gösteriyor; iman hakikatlerini madde âleminden temsiller ve
deliller göstererek izah ediyor. Liselerde, üniversitelerde okutulan ilim ve fenlerin aynı
mes'elelerinde iman hakikatlerinin isbatını güneş zuhurunda gösteriyor. Bu gibi çok cihetlerle
Risale-i Nur, bu zamanda ehl-i iman ve İslâm için ön plânda ele alınması îcabeden, ehl-i iman
elinde manevî elmas bir kılınçtır. Asrın idrakine, zamanın tefehhümüne, anlayışına hitab eden,
ihtiyaca en muvafık tarzı gösteren, ders veren ve doğrudan doğruya feyz ve ilham tarîkıyla
âyetlerin yıldızlarından gelen ders-i Kur'anîdir, küllî marifetullah bürhanlarıdır
Hem meselâ: Sırr-ı Kader ve cüz'-i ihtiyarînin halli için, koca Sa'd-ı Taftazanî gibi bir
allâme; kırk-elli sahifede, meşhur Mukaddemat-ı İsna Aşer namıyla telvih nam kitabında
ancak hallettiği ve ancak havassa bildirdiği aynı mesaili, kadere dair olan Yirmialtıncı Söz'de,
İkinci Mebhasın iki sahifesinde tamamıyla, hem herkese bildirecek bir tarzda beyanı, eser-i
inayet olmazsa nedir?
Hem bütün ukûlü hayrette bırakan ve hiçbir felsefenin eliyle keşfedilemeyen ve sırr-ı
hilkat-ı âlem ve tılsım-ı kâinat denilen ve Kur'an-ı Azîmüşşan'ın i'cazıyla keşfedilen o tılsım-ı
müşkil-küşa ve o muamma-yı hayret-nüma, Yirmidördüncü Mektub ve Yirmidokuzuncu
Söz'ün âhirindeki remizli nüktede ve Otuzuncu Söz'ün tahavvülât-ı zerratın altı aded
hikmetinde keşfedilmiştir. Kâinattaki faaliyet-i hayret-nümanın tılsımını ve hilkat-i kâinatın
ve akibetinin muammasını ve tahavvülât-ı zerrattaki harekâtın sırr-ı hikmetini keşf ve beyan
etmişlerdir, meydandadır, bakılabilir.
Hem sırr-ı ehadiyet ile, şeriksiz vahdet-i rububiyeti; hem nihayetsiz kurbiyet-i İlahiye
ile, nihayetsiz bu'diyetimiz olan hayretengiz hakikatları kemal-i vuzuh ile Onaltıncı Söz ve
Otuzikinci Söz beyan ettikleri gibi; kudret-i İlahiyeye nisbeten zerrat ve seyyarat müsavi
olduğunu ve haşr-i a'zamda umum zîruhun ihyası, bir nefsin ihyası kadar o kudrete kolay
olduğunu ve şirkin hilkat-ı kâinatta müdahalesi imtina' derecesinde akıldan uzak olduğunu
kemal-i vuzuh ile gösteren Yirminci Mektub'daki °h<¬G«5 ¯š²z«- ±¬u6 ]«V«2 «x; «: kelimesi beyanında
ve
üç temsili hâvi onun zeyli, şu azîm sırr-ı vahdeti keşfetmiştir.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Sırr-ı Kader ve cüz'-i ihtiyarînin halli için, koca Sa'd-ı Taftazanî gibi bir
allâme; kırk-elli sahifede, meşhur Mukaddemat-ı İsna Aşer namıyla telvih nam kitabında
ancak hallettiği ve ancak havassa bildirdiği aynı mesaili, kadere dair olan Yirmialtıncı Söz'de,
İkinci Mebhasın iki sahifesinde tamamıyla, hem herkese bildirecek bir tarzda beyanı, eser-i
inayet olmazsa nedir?
Hem bütün ukûlü hayrette bırakan ve hiçbir felsefenin eliyle keşfedilemeyen ve sırr-ı
hilkat-ı âlem ve tılsım-ı kâinat denilen ve Kur'an-ı Azîmüşşan'ın i'cazıyla keşfedilen o tılsım-ı
müşkil-küşa ve o muamma-yı hayret-nüma, Yirmidördüncü Mektub ve Yirmidokuzuncu
Söz'ün âhirindeki remizli nüktede ve Otuzuncu Söz'ün tahavvülât-ı zerratın altı aded
hikmetinde keşfedilmiştir. Kâinattaki faaliyet-i hayret-nümanın tılsımını ve hilkat-i kâinatın
ve akibetinin muammasını ve tahavvülât-ı zerrattaki harekâtın sırr-ı hikmetini keşf ve beyan
etmişlerdir, meydandadır, bakılabilir.
Hem sırr-ı ehadiyet ile, şeriksiz vahdet-i rububiyeti; hem nihayetsiz kurbiyet-i İlahiye
ile, nihayetsiz bu'diyetimiz olan hayretengiz hakikatları kemal-i vuzuh ile Onaltıncı Söz ve
Otuzikinci Söz beyan ettikleri gibi; kudret-i İlahiyeye nisbeten zerrat ve seyyarat müsavi
olduğunu ve haşr-i a'zamda umum zîruhun ihyası, bir nefsin ihyası kadar o kudrete kolay
olduğunu ve şirkin hilkat-ı kâinatta müdahalesi imtina' derecesinde akıldan uzak olduğunu
kemal-i vuzuh ile gösteren Yirminci Mektub'daki °h<¬G«5 ¯š²z«- ±¬u6 ]«V«2 «x; «: kelimesi beyanında
ve
üç temsili hâvi onun zeyli, şu azîm sırr-ı vahdeti keşfetmiştir.
Hem hakaik-i imaniye ve Kur'aniyede öyle bir genişlik var ki, en büyük zekâ-i beşerî
ihata edemediği halde; benim gibi zihni müşevveş, vaziyeti perişan, müracaat edilecek kitab
yokken, sıkıntılı ve sür'atle yazan bir adamda, o hakaikin ekseriyet-i mutlakası dekaikiyle
marifetleri delilsiz de olsa, beyanatları makbul idi, kâfi idi. Fakat şu zamanda dalalet-i
fenniye, elini esasata ve erkâna uzatmış olduğundan, her derde lâyık devayı ihsan eden
Hakîm-i Rahîm olan Zât-ı Zülcelal, Kur'an-ı Kerim'in en parlak mazhar-ı i'cazından olan
temsilâtından bir şu'lesini; acz u za'fıma, fakr u ihtiyacıma merhameten hizmet-i Kur'ana ait
yazılarıma ihsan etti. Felillahilhamd sırr-ı temsil dûrbîniyle, en uzak hakikatlar gayet yakın
gösterildi. Hem sırr-ı temsil cihet-ül vahdetiyle, en dağınık mes'eleler toplattırıldı. Hem sırr-ı
temsil merdiveniyle, en yüksek hakaike kolaylıkla yetiştirildi. Hem sırr-ı temsil penceresiyle;
hakaik-
Saniyen: Şöyle düşünüyordum; eğer yalnız adüvv-i ekber olan nefsin hilesinden ve cinn
ü ins ve şeytanların mekrinden emin olayım diye herkes başını karanlığa çekse ve kendisi
köşe-i nisyana çekilse veya çekilmek istese ve âlem-i insan ve âlem-i İslâm mühmel kalacak,
kimsenin kimseye faidesi olmayacak bir zaman olsa; ben din kardeşlerime bu nurlu
hakikatleri iblağ edeyim de Allah-u Zülcelal nasıl şe'n-i uluhiyetine yaraşırsa öyle muamele
eylesin. Nefsimi düşünmekten kat'-ı nazar etmeyi yine o zamanlarda çok faideli görüyordum.
Bundaki hikmet nedir?
Sâlisen: Esma-i hüsnadan Rahman ve Rahîm isimleri en a'zam mertebede olduklarından
mı, yoksa başka sebeb ve hikmetle mi "Bismillahirrahmanirrahîm" kelimesi içine dâhil
olmuşlardır? Bu da şu mektubu yazarken kalbime geldi, ben de soruyorum.
Nefsimi düşünmekten kat'-ı nazar etmeyi yine o zamanlarda çok faideli görüyordum.
Bundaki hikmet nedir?
Sâlisen: Esma-i hüsnadan Rahman ve Rahîm isimleri en a'zam mertebede olduklarından
mı, yoksa başka sebeb ve hikmetle mi "Bismillahirrahmanirrahîm" kelimesi içine dâhil
olmuşlardır? Bu da şu mektubu yazarken kalbime geldi, ben de soruyorum.
Aziz ve muhterem Üstadım, sizin vücudunuza yalnız bizler değil, bütün âlem-i İslâm
muhtaçtır. Çünki mü'minlerin imanına kuvvet veren, gafilleri uyandıran, dalalete düşenlere
râh-ı hidayeti gösteren, hükema-yı felasifeyi beht ü hayrette bırakan Kur'an-ı Mübin'den
nebean ve lemaan eden o kudsî Sözler'in vücuduna vasıta oldunuz. Hemen Cenab-ı
Erhamürrâhimîn aziz üstadımızı sıhhat ve âfiyette daim ve ümmet-i Muhammed üzere kaim
buyursun, âmîn bihürmeti Seyyid-il Mürselîn.
O
sırada kalemim boya şişesinde idi. Yazmak vazifeme muvakkat bir fasıla verecektim.
Kalemimi tuttum, mürekkebi ile yerinde koymamak için kalemdeki mürekkeb bitinceye kadar
bir-iki kelâm daha yazayım da öyle bırakayım dedim. Başladım, yarım sahife yazdım,
kalemden boya kesilmedi. Bundaki hikmeti düşündüm, kalem kurudu. Sonra bir çok defalar
kalemi dikkatle boyaya batırarak yazdım, tecrübe ettim. Yarım satır, nihayet bir satıra kâfi
gelebildi. Bu da Hatib-i Bağdadî'nin ¯^«X«, «r²7«!
necim necim çıkartarak evvelâ kendiniz bakıyor, sonra "Eyyühe-l insan! İşte bakınız, bu
misafirhaneyi açan, âlemleri rahmetiyle yaratan, sizi hikmetiyle halk buyurup bu âleme
gönderen Sultan-ı Kâinat bin üçyüz küsur sene evvel büyük bir elçisi Habib-i Ekrem'i
(A.S.M.) vasıtasıyla, size hilkatteki hikmeti, buraya gelmekteki maksadı, ubudiyetin iktiza
ettiği hizmeti ilh.. bildirmişti. Bu âlî tebligatı, o kudsî ahkâmı sizin anlayacağınız lisanla
anlatıyorum, dinleyiniz. Eğer aklınız varsa, gözünüz görüyorsa, insanlığınız varsa, hakikatı
anlar ve imana gelirsiniz." diye beyanatta bulunuyorsunuz.
Acz ve fakr tezkeresiyle girmeye muvaffak olduğunuz saray-ı Kur'an'ın has hazinesinden,
gözler görmemiş, kulaklar işitmemiş cevherleri görüyor ve me'zun olduğunuz mikdarını
necim necim çıkartarak evvelâ kendiniz bakıyor, sonra "Eyyühe-l insan! İşte bakınız, bu
misafirhaneyi açan, âlemleri rahmetiyle yaratan, sizi hikmetiyle halk buyurup bu âleme
gönderen Sultan-ı Kâinat bin üçyüz küsur sene evvel büyük bir elçisi Habib-i Ekrem'i
(A.S.M.) vasıtasıyla, size hilkatteki hikmeti, buraya gelmekteki maksadı, ubudiyetin iktiza
ettiği hizmeti ilh.. bildirmişti. Bu âlî tebligatı, o kudsî ahkâmı sizin anlayacağınız lisanla
anlatıyorum, dinleyiniz. Eğer aklınız varsa, gözünüz görüyorsa, insanlığınız varsa, hakikatı
anlar ve imana gelirsiniz." diye beyanatta bulunuyorsunuz. Bizler hasb-el kader felillahilhamd
bu kudsî beyanatı yakından dinlemek, görmek ve göstermek iştiyakını gösterdik. Siz de o
elmasları gösterip bizi uyandırdınız.
--
(Sabri'nin fıkrasıdır)
Lütufkâr ve inayetkâr Üstadım Efendim Hazretleri!
Ramazan-ı Şerifin onuncu Cumartesi günü, saat onbir buçukta, herbir nüktesi
nâmütenahî hikmet ve hakikat müjdelerini havi ve mübeşşir, dokuz nükteli Ramazaniyeyi
aldım. Ruhumun fevkalâde muhtaç ve müştak bulunduğu ve nazirsiz eser-i pürnuru, o gece
kemal-i fahr u sürurla yazdım. Ve aslını yine Nis'li Hâfız Mahmud Efendi'ye teslim ettim,
Hakkı Efendi'ye götürdü. Ertesi sabah istinsah ettiğim risaleyi bir daha dikkatli okuyarak,
hattımın tevafukunu tashih ve Ali Efendi'ye ait bir mektub yazdım. Tam imza edeceğim
esnada, İslâmköyü'nden bu vazifeye manen memur bir adam geldi, Ali Efendi'ye gönderdim.
ki, işte is'af edildi" tarzında bana ihsan buyuruldu. Fakir de, ruhumun mühim bir ihtiyacını
temin eden, binler hikmet ve müjdeli Ramazaniyeyi alarak, Kur'an-ı Azîmüşşan'ı inzal edene
secdeler ve Nurlar dellâl-ı âlîşanına hadsiz teşekkürler ile, borçlu olduğum dua-yı
fâzılanelerine müdavim bulunduğumu arzeylerim Efendim Hazretleri.
Üstad-ı Azizim! Bazan Nurları düşünüp, hakikaten pek çok hakaik ve hikmetleri ihtiva
ettiklerini görüyordum. Yalnız şu şehr-i rahmet ve mağfiretin ibadatından olan sıyama ait bir
mevzu açılmadığını görerek, üstadıma bir arîza takdim etsem ve otuz günden ibaret olan
Ramazan-ı Şerife ait Otuzuncu Mektub olmak üzere, bir niyazda bulunmak emelinde iken, bir
sebebe binaen şu arzumdan feragat ettim.
İşte bu defa Külliyat-ı Nur'dan mebhus-u anha risale, bu abd-i âcize hitaben, "senin
kalbindeki hafî bir arzu ve hissin, bizim levha-i manevîmizde gayet büyük harflerle yazılıdır
ki, işte is'af edildi" tarzında bana ihsan buyuruldu. Fakir de, ruhumun mühim bir ihtiyacını
temin eden, binler hikmet ve müjdeli Ramazaniyeyi alarak, Kur'an-ı Azîmüşşan'ı inzal edene
secdeler ve Nurlar dellâl-ı âlîşanına hadsiz teşekkürler ile, borçlu olduğum dua-yı
fâzılanelerine müdavim bulunduğumu arzeylerim Efendim Hazretleri.
Sabri
***
Ey Üstad!
Hüsrev
***
Ey Üstad-ı Muazzam!
Atabey'e gelen Ramazan meyvesi olan ve Ramazan-ı Şerifin hikmetlerini bildiren Söz,
bizi ikaz ve bilmediğimiz hikmetleri tasrih ediyor. Okuduğum her söz, neşrettiğiniz o ulvî
hakikatler için âciz lisanım tavsif ve takdirden âciz kalıyor. Ve görüyor ve anlıyorum ve öyle
iman ediyorum ki, bir zaman gelecek, bu Risalât-ül Envâr ve Mektubat-ün Nur, için için
ateşlenen, feveran eden bir dağ gibi hararetle nur-feşan bir menba' kuvvetine tesahub edecek.
Ve belki de etmiştir. Bir düğmesine basmakla her tarafı ziyaya müstağrak eden bir elektrik
dinamosu gibi, kendinden çok uzak mesafeleri ikaz ve irşad nuruyla ihata edecektir.
Hüsrev
***
Ey Üstad-ı Muazzam!
Atabey'e gelen Ramazan meyvesi olan ve Ramazan-ı Şerifin hikmetlerini bildiren Söz,
bizi ikaz ve bilmediğimiz hikmetleri tasrih ediyor. Okuduğum her söz, neşrettiğiniz o ulvî
hakikatler için âciz lisanım tavsif ve takdirden âciz kalıyor. Ve görüyor ve anlıyorum ve öyle
iman ediyorum ki, bir zaman gelecek, bu Risalât-ül Envâr ve Mektubat-ün Nur, için için
ateşlenen, feveran eden bir dağ gibi hararetle nur-feşan bir menba' kuvvetine tesahub edecek.
Ve belki de etmiştir. Bir düğmesine basmakla her tarafı ziyaya müstağrak eden bir elektrik
dinamosu gibi, kendinden çok uzak mesafeleri ikaz ve irşad nuruyla ihata edecektir.
MAXQDA 2020 24.12.2022
***
(Hulusi Bey'in fıkrasıdır)
Eyyühe-l Üstad-ül Muhterem!
Bu kerre Yirmidokuzuncu Mektub'un Dört ilâ Dokuzuncu Nüktelerini hâvi mübarek
mektubunuzu Yirmisekizinci Mektub'un Yedinci Mes'elesinin sırr-ı azîm-i inayet beyanındaki
hâtimesi namını verdiğiniz ve mu'ciznüma ramazanın hikmetlerini beyan eden
Yirmidokuzuncu Mektub'un İkinci Kısmını ve münevver hâtem-i i'cazı kemal-i şükranla
aldım. İştiyakla, lezzetle, zevk-i manevî ile defaatle okudum. Fakat iki haftaya yakındır ki,
cevab yazamadım. İşte bu mübarek cuma günü, hem nurlardan aldığım feyizleri, tesellileri,
hem kalbî teessüratımı icmalen arz maksadıyla, bu varakpareyi tahrire lütf-u Hak'la başladım.
Aslâ...
Hâtimedeki Ahmed Galib Bey'in fıkrası hoştur. Bu fıkranın Hazret-i Kur'an'a ve
mahzen-i esrar-ı İlahiyenin bir nevi nurlu reşehatı ve lemaatı olan Sözler'e nisbeti, güzelliğini
arttırmıştır. Allah bu gibi kardeşlerimizin adedini çok arttırsın. Ve cümlesini, bu meyanda bu
fakir-i pür-taksiri de muvaffak-un bilhayr buyursun, âmîn!
Yirmidokuzuncu Mektub'un İkinci Kısmı, Kur'an'ın has dûrbîniyle bakılmak suretiyle,
Ramazanın hikmetlerinden dokuzu mükemmelen ve emsalsiz tarzda beyan buyurulmuştur.
Allah sevgili Üstadımızdan razı olsun. Bu sene burada Ramazan-ı Şerif'e riayet, evvelki
senelerden zahiren ziyade idi. Gönül arzu ederdi, keşki bu âlî eser, bu Ramazandan evvel
elimize geçmiş olaydı. Seyyid-ür Rusül, Nur-ul Vücud Efendimiz Hazretleri Sallallahü Aleyhi
ve Sellem (Eddin-ün nasihatü) buyurdukları malûm-u fâzılaneleridir.
İşte bu sebeble
azlığından müteessir olduğum buradaki cemaatimize, tam vaktinde okumak suretiyle, bu emr-
i celil-i Nebevîyi de yerine getirmiş olurduk. Fakat bu şereften mahrumiyetimiz, maddî
uzaklığından ileri gelmiştir. Çünki Kur'an'ın madem ki, ilk nüzulü şehr-i Ramazanda
olmuştur. Bu asırda ve şu zamanda da, o mübarek âyetin hikmetleri hakkında eser
yazılmasının bu ayda olması enseb ve a'lâdır.
--- sh:»(B:86) ↓ ---------------------------------------------------------------------------------------------
--
Çok susamıştım. Şükre dair çok derin manalı, şeker gibi tatlı, şeker
şerbetinizi besmeleyle içmeye başladım. Bu âciz talebenize nimetlerinin hadd ü pâyanı
olmayan ol Hâlık-ı Kerim, ol Mün'im-i Hakîm, ol Rezzak-ı Rahîm celle celalühü hazretlerinin
Nurlar namı altındaki in'am ve ihsanına karşı (Elhamdülillah, Allahü Ekber) dedim. Ve
manevî susuzluğumu, elim ermez, gücüm yetmez, nazarım erişmez, hülâsa acz-i tamm içinde,
fakat rahmetinden ümid kesmediğim bir halde iken, ol Rahmanü'r-Rahîm hazretlerinin
muazzez üstadım vasıtasıyla teskin ettiğine, yüzbinler hamd ü şükr eyledim ve edeceğim.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Mübarek sözlerinizde öyle kudsî feyizler var ki, sanki talebenizin (alâka ile mütalaa
eden veya istima' eyleyenleri) elinden tutuyor; bak bu, bu manaya delalet eder, şu şunun
içindir, bundaki maksad ve gaye ve hikmetler şunlardır, gel daha yukarı gidelim, daha
ilerleyelim diye menba'dan menba'a, etekten tepeye, izden yola, hakikattan marifete
götürüyor, çıkarıyor. Ziyaret ettiriyor. İstifade ve istifaza ettiriyorsunuz. Bu defa bu seyr ile
şükür nehrinin menba'ına şükür dağının tepesine, şükür çığırının şehrahına, şükr-ü mutlaktaki
hakikatla marifete götürüyor ve mebde'de olduğu gibi, müntehada "Der tarîk-ı acz-mendî
lâzım âmed çâr-çiz; acz-i mutlak, fakr-ı mutlak, şevk-i mutlak, şükr-ü mutlak ey aziz"
buyuruyorsunuz. Biz de "Fehimtü ve sadakte" diyerek mukabele ediyoruz.
Âsım
***
(Ahmed Galib'in Sözler hakkında bir fıkrasıdır)
Âdem-i ilm-i hakikattır sözün,
Tercüman-ı kenz ü vahdettir sözün.
Hazret-i Hak'tan ata-yı mahzdır,
Neş'e-i Şît-i hüviyettir sözün.
Ders-i hikmetten bütün ulvî beyan,
Misl-i İdris, pür-hikmettir sözün.
Mevc-i tufan-ı dalaletten siper,
Keştî-i Nuh-u selâmettir sözün.
Sarsar-ı ilhaddan inkaz eden,
Şu'le-i Hûd-u hidayettir sözün.
Tezkiyetbahş-ı kulûb-u mü'minîn,
Sâlihdar-ı emanettir sözün.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Âsım
***
(Ahmed Galib'in Sözler hakkında bir fıkrasıdır)
Âdem-i ilm-i hakikattır sözün,
Tercüman-ı kenz ü vahdettir sözün.
Hazret-i Hak'tan ata-yı mahzdır,
Neş'e-i Şît-i hüviyettir sözün.
Ders-i hikmetten bütün ulvî beyan,
Misl-i İdris, pür-hikmettir sözün.
Mevc-i tufan-ı dalaletten siper,
Keştî-i Nuh-u selâmettir sözün.
Sarsar-ı ilhaddan inkaz eden,
Şu'le-i Hûd-u hidayettir sözün.
Tezkiyetbahş-ı kulûb-u mü'minîn,
Sâlihdar-ı emanettir sözün.
edilemeyen cevahir geliyordu. Bunlardan bir mikdar olsun almaya iktidarım gelmiyor ve
gelemiyordu. Yalnız görüp alabildiğim birşey varsa, bedi'in cilvesiyle bediiyatın neş'esiyle
hayrettir.
Murad
***
(Sabri'nin fıkrasıdır
MAXQDA 2020 24.12.2022
Evet
nasılki kâinatın her zerresi Hâlık-ı Kâinat'a şehadet ve gülümseyerek haber veriyorlar. Öyle
de, kâinatın haritası olan Kur'an-ı Hakîm'in vücudunu teşkil eden harfleri de, hâdisat-ı
kevniyenin mazi, hal ve müstakbeline lisan-ı halleriyle şehadet edecekleri bedihîdir diyorum.
Bu düşüncemin izahını nihayetteki ihtarında buldum, elhamdülillah dedim.
Hele mübarek Sure-i Rahman, şu zamanın efkâr-ı bâtıla ve firavunmeşreb kafalar
yıldırım-misal sâıka ile pek sarih bir surette, her işi Rahmanürrahîm'in diye isbat ve otuzbir
defa bir cümle tekrar ile, çör-çöpten ibaret olan tabiiyyun ve maddiyyun tahassüngâhlarını, o
kudsî harflerinin remziyle zîr ü zeber ediyor. Zâten Üstadım, çok yerlerde beyan
buyurduğunuz gibi, bu kâinat kitabını açan Kadîr-i Zülcelal ve Hakîm-i Zülkemal, o kitabı
kapayıncaya kadar, o kitabın sahife, satır, harf ve noktalarını hakkıyla izah edecek ve
hikmetini gösterecek bir müfessir, bir muarrifi ve o muarrifin verese-i hakikîsini rahmeti
muktezası ile eksik etmeyecek. ]±¬"«* ¬u²N«4 ²w¬8 !«H´; ¬yÁV¬7 f²W«E²7«!
Evet Üstadım!
"İstanbul'dan senin için getirdim, beni kırma" dedi. Kabul ettim, fakat iki kat fiatını verdim.
Dedi: "Ne için böyle yapıyorsun, hikmeti nedir?"
Dedim: Benden aldığın dersi, elmas derecesinden şişe derecesine indirmemektir. Senin
menfaatın için, menfaatımı terkediyorum. Çünki dünyaya tenezzül etmez, tama' ve zillete
düşmez, hakikat mukabilinde dünya malını almaz, tasannua mecbur olmaz bir üstaddan alınan
Her mektubunuz, bana yeniden hayat verecek kadar müessir oluyor. Bu mübarek
mektub, Dördüncü Remzin yazılışını ve bu fakire de ihsan edileceğini mübeşşir oluşu
itibariyle, bilhassa memnuniyet ve sürurumu mûcib olmuştur.
Hayli zaman evvel Kur'andaki tevafuk sırrını açmaya başlamıştınız. Bugüne kadar
lihikmetin mahfî kalmış olan i'caz-ı Kur'an'dan, böyle çok mühim bir faslının keşfine ve
neşrine muvaffak oluşunuza, ne kadar hamd ü şükr edilse yeridir. İzn-i Bâri ile açtığınız bu
yolda ilerledikçe, daha ne kadar hârikalar meşhudunuz olacak ve bunlardan muhtaç
kardeşlerinize ne âlî müjdeler vereceğiniz; geceden sonra gündüz, kıştan sonra bahar,
dünyadan sonra âhiretin vücudları gibi kat'î hissedilmektedir. Ne büyük bahtiyarlıktır ki, bu
saadetlere mazharız. Ne kadar bedbahtlıktır ki; bu nurlara göz yumarlar.
4- Meslek-i velayetin yekdiğerine zıd vasıfları ise, seyr ü sülûkün iki meşrebi gayet
sarih izah ve tavsif ediliyor.
5- Vahdet-ül Vücud ve Vahdet-üş Şuhud meşrebi ile bundaki mühim varta beyan
olunuyor.
6- Velayet yolları içinde en güzelinin Sünnet-i Seniyeye ittiba' olduğu, velayet
yollarının ve tarîkat şubelerinin en mühim esası ihlas olduğu ve bu dünyanın dâr-ül hikmet ve
dâr-ül hizmet olup, dâr-ı ücret olmadığı fasih bir üslûb ile takrir buyuruluyor.
7- Şeriatın şümulü; tarîkat ve hakikatın maksud-u bizzât hükmüne geçmemeleri iktiza
ettiği, Sünnet-i Seniye ve ahkâm-ı şeriat haricinde bulunan ehl-i tarîkatın iki kısmı tarif ve
Sünnet-i Seniyeye muhalefetleri misali ile fehme takrib ediliyor.
8- Tarîkattaki sekiz varta sayılmakla, nazar-ı dikkat celbediliyor.
arasında dahi, bu Söz'ün en son tevafukatını göstermesi de ayrıca bir tevafuktur diyorum.
Cennet nehirleri demek olan Kur'anî nehirleri, enva'-ı türlü âvâzıyla coşkun coşkun aksın
Karşımda,
--- sh:»(B:141) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
-
gençlerden ehl-i takva Süleyman isminde bir genç vardı. Ve sağ tarafımda yine gençten,
İsmail isminde birisi vardı. Buna binaen, alettahmin yüz kadar gençler, o fırının dairesinde
sağımda ve solumda ayak üzere idiler. Hayret ettim. Bunun üzerine büyük bir zât geldi,
gençlerin önüne ufacık bir mendil serdi.
Bunun üzerine risaleleri devam üzre yazmakta iken, Allah'ın tevfiki ve Üstad-ı
Muhteremin himmeti erişti. Çok çok istifade etmeye başladım. Bilâhere bütün o rü'yamda
gördüğüm gençler, etrafıma toplandı. Her birisi bana arkadaş ve Kur'ana talebe oldular.
Ve bir de bizim memleketin insanları, bir parça ehl-i tarîkat ve ehl-i takvadır.
Memleketimizde zahir ve bâtın hocası olmadığından şeytana ve nefse çok defa hedef
oluyorduk ve evham içinde boğuluyorduk. Risaleleri okudukça, şeytan-ı laîn ve nefsin
hilelerini ve evhamlarını Cehennem'in dibine atıyordu. Risaleleri okurken, çok arkadaşlar çok
hayrette kalırlardı.
hakka, hakikata, sıdka, imana, nura, rızaya giden yolları gösterdiler. Hâdisat-ı dünyeviye
meşgalesi, şimdiye kadar başımdan geçmemiş bir tarzda beni yormuş. Koca bir dairenin
maddî ve manevî ağır yükü altında, tek başıma kaldığımdan çok bunalmıştım.
Aziz üstadımın Otuzbirinci Mektub'un Birinci Lem'asıyla tavsiye buyurduğu evradın
kuvveti, Risale-i Nur'un feyzi, müşfik üstadımın müstecab duası ve üstadımın üstadı Hazret-i
Gavs'ın lillahilhamd en küçük hacetimi görecek kadar zahir himmeti, mahza bir lütf u fazl-ı
İlahî eseri olarak devam edebildiğim salavat-ı şerife berekâtıyla zuhur eden imdad-ı
risaletpenahî ve Cenab-ı Allah'ın nihayetsiz in'am ve ihsan ve inayeti sayesinde, -yüzbinler
hamd ü şükürler olsun- ye'se ve fütura düşmekten kurtulmuş.. yalnız, huzur-u manevînize
birkaç satırlık arîza ile çıkmak geç kalmıştır.
Gavs'ın lillahilhamd en küçük hacetimi görecek kadar zahir himmeti, mahza bir lütf u fazl-ı
İlahî eseri olarak devam edebildiğim salavat-ı şerife berekâtıyla zuhur eden imdad-ı
risaletpenahî ve Cenab-ı Allah'ın nihayetsiz in'am ve ihsan ve inayeti sayesinde, -yüzbinler
hamd ü şükürler olsun- ye'se ve fütura düşmekten kurtulmuş.. yalnız, huzur-u manevînize
birkaç satırlık arîza ile çıkmak geç kalmıştır.
Hakikaten, elmas kalemli çok kıymetli kardeşlerimin âsâr-ı Nur'un cem' ve teksir ve
neşrinde gösterdikleri gayret ve himmet ve sevgili üstadımıza bu kudsî vazifede yaptıkları
muavenet, her türlü takdirin fevkindedir. Allahu Zülcelal cümlesinden razı olsun ve neşr-i
envâr-ı Kur'aniye'de daimî muvaffakıyetlere mazhar buyursun.
Otuzbirinci Mektub'un Onüçüncü ve Ondördüncü Lem'alarında, o kadar büyük dersler,
o kadar azametli hakikatlar, o derece şaşaalı hikmetler ve nurlu, kudsî, lahutî feyizler
mündemiçtir ki, bu bîçare kardeşinizin sönük zekâsı, kısa düşüncesi, perişan, müşevveş
dimağı ile, hissedebildiği zevkleri ifade etmesine imkân yoktur.
"İdrak-i maâlî bu küçük akla gerekmez,
Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez."
Onüçüncü Lem'anın onüç işaretle beyanı, Suret-ül Felak ve Suret-ün Nâs âyetleriyle,
¬–:
Dördüncü İşaret: «t¬,²S«9 ²w¬W«4 ¯^«\±¬[«, ²w¬8 «t«"@«.«! @«8«: ¬yÁV7! «w¬W«4 ¯^«X«,«&
²w¬8 «t«"@«.«! @«8
âyetine bir nevi tefsir mahiyetinde, cüz'î ihtiyar ve icadsız kesb ile şerlere sebebiyet veren
şeytanın müdhiş tahribatına karşı, istiğfar ve Allah'a iltica ve Sünnet-i Seniyeye riayet iktiza
ettiği,
Beşinci İşaret:
MAXQDA 2020 24.12.2022
dedirtiyor. Bilhassa arz ve semavatın yedişer tabaka olduğuna dair âyât-ı azîmenin küllî ve
umumî ve şümullü maânîsinin tatlı ve lezzetli ve şirin hakaikını okurken, insanın hissiyatına
kalemi tercüman olabilse de, bu risalelere mukabele edebilse... Heyhat!
Her tarafını anlayabilmek imkânı olmamakla beraber, -bu kısımda- arzın yedi iklimi ve
birbirine muttasıl yedi tabakası ve bu tabakalardaki nuranî mahlukatın mürur u ubûruna hiçbir
şeyin mani olmaması hâlâtı; ve elektrik ve ziya ve harareti nakil ve kâinatı baştan başa istila
eden madde-i esîriyeden başlayarak semavatın yedi tabakasının kabul edilmesine hiçbir mani'
olamayacağı fennen, aklen ve hikmeten muhtelif delail ile isbat edilmesi ve en sonunda
semavatın yedi tabaka ve arzın yedi kat olduğu hakkında Kur'an-ı Hakîm'in ifadatının tasdik
edilişi, akıl ve kalb şübehata atılacak yol bulamaması, risalelerin büyüklüklerine has bir
keramet-i kübra olduğunu gösteriyor. Böyle azîm hakikat-ı Kur'aniyeyi göremeyen
feylesofların ve kozmoğrafyacıların kulakları çınlasın!
Evet sevgili, kıymetdar Üstadım! Bu nurlu misilsiz eserler, insanın şübehatını izale
ettiğine ve şübheleri davet edecek karanlık bir nokta bırakmadığına kat'î bir kanaatla iman
ettiğim gibi, temas ettiğim
--- sh:»
Osman Nuri
***
(Hâfız Ali'nin bir fıkrasıdır)
Aziz Üstadım! Otuzbirinci Mektub'un Onüçüncü Lem'ası, "Hikmet-ül İstiaze" nam-ı
âlîyi taşıyan bir parça-i nuru aldım. Elhamdülillah istinsaha muvaffak oldum. Cenab-ı Hak
hazine-i bînihayesinden emsal-i sairesini ihsan buyursun. Âmîn bi-hürmeti Seyyid-il
Mürselîn.
***
(Ahmed Hüsrev'in bir fıkrasıdır)
Üstadım Efendim!
Bir hafta evvel "Hikmet-ül İstiaze" isimli risalenin bir kısmını ve birkaç gün evvel de
diğer kısmıyla, Ondördüncü Lem'anın Birinci Makamını aldım. "Hikmet-ül İstiaze"nin Birinci
Kısmını müteaddid defalar kardeşlerimle okudum.
Ey sevgili Üstadım! Bu kıymetdar risale ile mücahid talebelerinize öyle güzel bir ilâç
takdim ediyorsunuz ki, bu ilâçlarla manevî yaralarımızı o kadar güzel ve çabuk tedavi
ediyorsunuz ki; o pek
--- sh:»
takdim ediyorsunuz ki, bu ilâçlarla manevî yaralarımızı o kadar güzel ve çabuk tedavi
ediyorsunuz ki; o pek
--- sh:»(B:177) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
***
(Sabri'nin fıkrasıdır)
Üstad-ı Ekremim!
Hikmet-ül İstiaze'nin ikinci kısmı öyle kıymetdar bir hazine-i cevahir ve maraz-ı
vesvesenin iksir bir ilâcıdır ki, âlem-i fâniden âlem-i bekaya göçünceye kadar, nefis ve
şeytanın hücumuna maruz bulunan insan, kalbinin üzerine asıp beraberinde taşımalı. O iki
düşman her zaman köpük gibi, zahirde birşeye benzeyip, hakikatte ele avuca girmeyen havaî
itirazat-ı muannidane yaparlar. Onlara karşı en rasin tahassüngâh ve en güzel esliha ve bu
uğurda sarfedilecek hâlis sikkeler bunlardır. Zira vücudumda tecrübe yaptım. Sualleri
okuduğum vakit nefsim, sual cihetine mâil bulunuyor ve ehemmiyet veriyor.
***
(Hâfız Ali'nin fıkrasıdır)
Sevgili Üstadım!
Bu defa irsaline inayet buyurulan Hikmet-ül İstiaze'nin İkinci Kısmını aldım. Sekizinci
İşarette isbat edilip gösterilen hak ve hakikat, dalalet vâdilerinde uçan serseri mudillerin
yollarını pek vâzıh tenvir ile, onlara hem kendilerinin ne yaptıklarını, hem cadde-i hakikatı
göstermekle îcazıyla azîm bir mes'ele tahayyül buyuruluyor.
Dokuzuncu İşaret'te ise, bütün ehl-i iman ve bilhassa risale-i envâr ile hilkat-ı
insaniyenin gaye-i hakikîsini anlamaya çalışan talebeleriniz, ruhen istikbale gittikçe, bu
mes'ele pek geniş bir daire olarak, Hazret-i Âdem'den beri bütün Peygamberan-ı İzam
hazeratının ehl-i dalalete karşı mağlubiyeti ve feci' hâdiseler çok düşündürüyor ve kalbi
zedeliyordu. ]±¬"«* ¬u²N«4 ²w¬8 !«H´; ¬yÁV¬7 f²W«E²7«!
Ve ey Şems-i Tâbân-ı
Zülcemal'in karanlıklara aksettirdiği ziya-yı hidayet! Ve ey Habib-i Kuddüs'ün tarîk-ı
ulviyetinde karanlıkları yararak uçan şahab-ı şaşaanisar! Hatiat ve masiyet deryasının korkunç
dalgaları arasında inleyen, Hâlık-ı Kerim'in bunca iltifatını nankörlükle karşılamaktan başka
bir vaziyeti bulunmayan bu edna-yı mevcudat, nâil olduğun derece-i makbuliyetten bir
katresinin olsun, kendine ihdasını senin şevket ü kereminden bekliyor. Ne olur beni kendine
alıp, hizmetinle müşerref kılsan. Ne olur, Habib-i Kibriya'ya benim de kendisinin hizmetine
intisabım için ve onun uşşakının asgarı ve hikmet ve nurunun dellâlı olmaklığım için
yalvarsan ah!...
Her an ayaklarının altını öpmek ateşiyle mütehassir ve nâlân, ahkar-ı mahlukat
Ahmed Feyzi
***
Re'fet
***
(Hulusi Bey'in fıkrasıdır. Eğirdir'de bir kardeşimize gönderdiği mektubdandır.)
Üstad Hazretlerinin son Otuzbirinci Mektub'un, Onüç ve Ondördüncü Lem'alarını hâvi
olan pek kıymetli, nurlu ve hikmetli, serapa nur olan hakaik derslerinden derin manalı, şirin
lezzetli, asel-i musaffa nev'inden ekmel eserlerini almakla bahtiyar, cevab takdimine
muvaffak olmamakla bedbahtım. Şuracıkta karalamaya niyet eylediğim birkaç satırla, o ders-i
hakaikten aldığım feyzi izah veya
--- sh:»(B:196) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
Bu böyle olsa, başka cahil yahut gençler, o meslekte nasıl boya alırlar, kıyas ediniz.
Benimle beraber bu işe ağlayınız.
İkincisi: Bir dostum var idi, takvası ifrat derecesinde idi. Benim yanıma geldiği vakit,
âhirete ait en güzel parçaları bana gösteriyordu ve ihtar ediyordu. Zâtınız onu bir derece
benden soğutmak ve senin oğluna dost yapmak suretinde onunla konuşmuşsunuz.
MAXQDA 2020 24.12.2022
İşte o zât, o telkinattan sonra geçen Ramazanda bir gün, bana Hülâgu ve Cengiz
vakıalarını okutmak için gösterdi. "Aman bunları oku" dedi.
***
(Hulusi'nin fıkrasıdır)
Aziz, muhterem Üstadım Efendim Hazretleri!
Emirlerinize imtisalen, uhrevî kardeşimiz Hüsrev Bey tarafından irsal buyurulan şâyan-ı
hayret ve cây-ı dikkat, "Mühim bir ihbar-ı gaybî" ismini taşıyan çok kıymetli, manalı, ruhlu,
sürurlu, tesirli, lezzetli, hikmetli, nurlu emrinizi bu hafta aldığımdan dolayı, Cenab-ı Hak ve
Feyyaz-ı Mutlak Hazretlerine hamd ü şükürler ve müşfik Üstadıma yüzümün karasına,
kalbimin yarasına bakmayarak, dergâh-ı İlahiyeye kapanıp dualar eylerim. Ve defaatla,
yÁV7! |ÅV«. ±¬]±¬8²!
(B:221) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
-
(Haşiye) bir an evvel bu isyankârların, kadir-nâşinasların elinden yakayı kurtarmaya çalışır
vaziyette, sür'atle elimizden gitmektedir. İmam Ömer Efendi geçen sene, "Ramazanın
Hikmetleri" eserinin, Ramazan ayı geçtikten sonra gelişinden, benim gibi müteessir olmuştu.
Bu Ramazanın birinci cuma hutbesinde, ben de hazır olduğum halde, yüzlerce cemaate, bu
nurlu hikmetlerden birkaçını hemen aynen okudu. Bu anda bu fakirde husule gelen şükür
hislerini tarif edemeyeceğim. ]±¬"«* ¬u²N«4 ²w¬8 !«H´; ¬yÁV¬7 f²W«E²7«!
cazibeleri; o yolu pek parlak gösterdiği gibi, pek yakından cezbedip hemen yakın ve yakından
daha yakın olduğunu göstermekle beraber, havf yerine emniyet, zakkum yerine asel
bahşediyorlar. Ve fevkalgaye hikmetlerini beyanda aczimi itirafla, lisanımın döndüğü kadar
MAXQDA 2020 24.12.2022
derim: Ya Rabbi bi-hakkı ismike-l azîm ve bi-hakkı Kur'an-il Hakîm ve bi-hakkı Habibike-l
Ekrem Derya-yı Nur'un başkumandanı olan Üstadımı razı olduğun amel üzerine sabit ve razı
olacağı amelini teshil ve müyesser kıl, âmîn bi-hürmeti Seyyid-il Mürselîn.
Ali
***
( ²t«<
Yani: Semavat zemine gıbta eder ki; zeminde hâlisen-lillah sohbet ve zikir ve tefekkür
için, bir-iki adam, bir-iki nefes, yani bir-iki dakika beraber otururlar; kendi Sâni'-i
Zülcelalinin çok güzel âsâr-ı rahmetini ve çok hikmetli ve süslü eser-i san'atını birbirine
göstererek Sâni'lerini sevip sevdirirler, düşünüp düşündürürler.
Hem de ilim iki kısımdır: Bir nevi ilim var ki, bir defa bilinse ve bir-iki defa düşünülse
kâfi gelir. Diğer bir kısmı, ekmek gibi,
--- sh:»
Evet tavusun mahiyeti güzel ve yüksektir. Fakat onun mahiyeti fâil olamaz, belki münfaildir.
Fâili ile hiçbir cihetle ittihad edemez. Ruhu güzel ve âlîdir, fakat mûcid ve mutasarrıf değil,
belki ancak mazhar ve medardır. Çünki herbir tüyünde bilbedahe nihayetsiz bir hikmetle bir
san'at ve nihayetsiz bir kudretle bir nakş-ı zînet görünüyor. Bu ise iradesiz, ihtiyarsız olamaz.
Bu kemal-i kudret içinde kemal-i hikmeti ve kemal-i hikmet içinde kemal-i rububiyeti
ve merhameti gösteren san'atlar; cilve milve işi değil. Bu yaldızlı defteri yazan kâtib içinde
olamaz, onunla ittihad edemez. Belki yalnız o defter, o kâtibin yazı kaleminin ucu ile teması
var; öyle ise o kâinat denilen misalî tavusun hârikulâde zînetleri, tavus Hâlıkının yaldızlı bir
mektubudur.
Fâili ile hiçbir cihetle ittihad edemez. Ruhu güzel ve âlîdir, fakat mûcid ve mutasarrıf değil,
belki ancak mazhar ve medardır. Çünki herbir tüyünde bilbedahe nihayetsiz bir hikmetle bir
san'at ve nihayetsiz bir kudretle bir nakş-ı zînet görünüyor. Bu ise iradesiz, ihtiyarsız olamaz.
Bu kemal-i kudret içinde kemal-i hikmeti ve kemal-i hikmet içinde kemal-i rububiyeti
ve merhameti gösteren san'atlar; cilve milve işi değil. Bu yaldızlı defteri yazan kâtib içinde
olamaz, onunla ittihad edemez. Belki yalnız o defter, o kâtibin yazı kaleminin ucu ile teması
var; öyle ise o kâinat denilen misalî tavusun hârikulâde zînetleri, tavus Hâlıkının yaldızlı bir
mektubudur.
İşte şimdi tavusa bak, o mektubu oku.
Fâili ile hiçbir cihetle ittihad edemez. Ruhu güzel ve âlîdir, fakat mûcid ve mutasarrıf değil,
belki ancak mazhar ve medardır. Çünki herbir tüyünde bilbedahe nihayetsiz bir hikmetle bir
san'at ve nihayetsiz bir kudretle bir nakş-ı zînet görünüyor. Bu ise iradesiz, ihtiyarsız olamaz.
Bu kemal-i kudret içinde kemal-i hikmeti ve kemal-i hikmet içinde kemal-i rububiyeti
ve merhameti gösteren san'atlar; cilve milve işi değil. Bu yaldızlı defteri yazan kâtib içinde
olamaz, onunla ittihad edemez. Belki yalnız o defter, o kâtibin yazı kaleminin ucu ile teması
var; öyle ise o kâinat denilen misalî tavusun hârikulâde zînetleri, tavus Hâlıkının yaldızlı bir
mektubudur.
İşte şimdi tavusa bak, o mektubu oku.
***
MESAİL-İ MÜTEFERRİKA
BİRİNCİ MES'ELE:
Sual: Salavatın bu kadar kesretle hikmeti ve salâtla beraber selâmı zikretmenin sırrı
nedir?
Elcevab: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a salavat getirmek, tek başıyla bir
tarîk-ı hakikattır. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm nihayet derecede rahmete mazhar
olduğu halde, nihayetsiz salavata ihtiyaç göstermiştir.
karmakarışık tezahürattan ibaret tahayyül etse, elbette ona insan demek değil, belki vahşi
hayvan dahi denilmez. Çünki o tevehhüm ettiği tabiat için, geçen Sözler'de ve sair
risalelerimde yüz yerde, dirilmeyecek bir surette o tabiat fikr-i küfrîsi öldürüldüğü ve
Yirmiikinci Söz'de gayet kat'î bir surette isbat edildiği gibi; her zerrede, her sebebde bütün
mevcudatı halk edecek bir kudret, bir ilim vermek, belki Vâcib-ül Vücud'un bütün sıfatını
onda kabul etmek gibi nihayetsiz muhal eder muhal bir dalalet, belki dalaletin divaneliğinden
gelen manasız hezeyanlardır.
Elhasıl: O Sözlerde gayet kat'î bir surette isbat edilmiş ki; tabiatperest adam bir İlah-ı
Vâhid'i kabul etmediği için, gayr-ı mütenahî
--- sh:
4- Kalemle ilmi tahsil «–:hO²K«< @«8«: ¬v«V«T²7!«: ³– Madem ki hakikat ilmi tedris edilmiyor.
Elbette mahfî hikmetlere binaen mahdud insanların eline geçen, kulağına giren bu nevi
derslerin ciddî tahsili için, bilhassa okuması yazması olanların bizzât yazmak suretiyle, bu
neticeyi bulacaklarına şübhe edilmemelidir. Bir şeyi yazmak; okumak, anlamak, sonra başka
kâğıda nakletmektir ki, bu tarzla matlub istifadenin temin edileceği muhakkaktır.
5- Bir saatı bir sene ibadet hükmüne geçecek tefekkür: Evet Nurlarla istifade, böyle
saatler, zannederim hepimizin meşhudu olmuştur.
y«7 y«Z²%«: Ŭ! ½t¬7@«; ¯š²z«- Çu6 nass-ı azîmi ile, madem herşey
helâk olacak, ey zaîf insan! Bundan senin, şemse nisbeten bir zerre bile olmayan hayatının da
hissesi olduğunu anla, aklını başına topla, yaradılışındaki hikmeti düşün, haddini bil, ömür ve
hayatını, sana saadet-i ebediyeyi temin edecek şeylerle geçir hakikatını...
Dördüncü Nota: °v[¬V«2 ¯s²V«' ±¬uU¬" «x;«: ¯?Åh«8 «ÄÅ:«!
açık himaye ve sıyanet-i İlahî vaki' olursa, diğer münevver unsurlara ne derece ikram ve
inayet olacağı kıyas olunabilir.
Üçyüz elli sahifeden ibaret diğer bir kitabı yine saydım, elli
tevafuk çıkmadı. Yine eskiden kendi te'lifatım Türkçe ve Arabî olan ikiyüz seksen sahifeden
ibaret bulunan kitabın eliflerini saydım, tevafukatı kırkı tecavüz etmedi.
Demek bu Onuncu Söz'de ve İşarat-ül İ'caz'daki ekseriyet-i mutlakanın tevafukatı, gizli
bir işaret-i gaybiyeyi tazammun ediyorlar. Mecmuunda işaret bulunsa yeter. Her cüz'ünde
işareti göstermek lâzım değildir, fakat her cüz işaretin malıdır ve onun hikmetine tâbi'dir. Size
acele edip, en evvelki işaret olunan nüshayı göndermiştim. Az haşiyeleri sonra ilâve ettik. Bu
defa Süleyman Efendi ile gönderilen nüsha ile mukabele ediniz, tekmil ediniz ve Halil
İbrahim Efendi ile gönderilen nüsha ile, yine bu nüsha ile mukabele ederek, sonra Âsım Bey'e
gönderiniz.
Arz'ın hayata menşe' olduğu zamandan harabiyetine kadar eyyam-ı Şemsiye ile ikiyüzbin
seneden geçer.
Siz beni bulduğunuzdan bir şükretseniz, ben sizi bulduğumdan dolayı bin
şükrediyorum.
Mektubunda ism-i a'zamı sual ediyorsun. İsm-i a'zam gizlidir. Ömürde ecel, ramazanda
leyle-i kadir gibi, esmada ism-i a'zamın istitarı mühim hikmeti var. Kendi nokta-i nazarımda
hakikî ism-i a'zam gizlidir, havassa bildirilir. Fakat her ismin de a'zamî bir mertebesi var ki, o
mertebe ism-i a'zam hükmüne geçiyor. Evliyaların ism-i a'zamı ayrı ayrı bulması bu sırdandır.
Hazret-i Ali'nin (R.A.
yarım saat bir köy olan İlama'ya iki defadan fazla gitmeye müsaade edilmeyecek derecede
ihtilat ve gezmekten men'edildiğim gibi, bir vâridatım, bir malım olmamakla beraber, o köyde
benim gibi bir adam çalışacak iş bulamadığımdan ve kimsenin bir şeyini de kabul etmemek,
bir meslek-i hayatım olduğundan, çektiğim perişaniyet ve zarar ve ziyanın takdirini
müddeiumumîliğe havale ederek, ya kitablarımın hepsinin iadesini veyahut bu husustaki zarar
ve ziyanımın müsebbiblerinden tazminini dava ediyorum.
Tetimme: Hükûmetin kanunu, tarîkat dersi vermeğe ve nusha yazmağa ve nüfuz temin
etmeğe müsaade etmediği ve ben de bunlarla alâkadar olmadığım ve hükûmet de yanıma
gelen ziyaretçileri
(Haşiye): Cây-ı dikkattir ki, sekiz-dokuz seneden beri zulüm ve tazyikat altında gizlemeye mecbur
olduğum en
eski ve en mahrem evrakları âni olarak taharri edip hiçbir şey bırakmayarak alındığı halde, mûcib-i
telaş ve dâî-i
endişe ve medar-ı hicab ve hacalet bir şey bulunmaması; garazkâr su'-i zanlı ehl-i dünyanın ona karşı
ettikleri
haksız tazyikat ve tarassud ne kadar çirkin ve hata olduğunu gösteriyor.
Acaba onu ittiham eden ve kendini vatana ve millete sadık tevehhüm eden ehl-i dünyanın en büyük
memurundan en küçüğüne kadar, değil sekiz-dokuz sene, belki sekiz-dokuz ay zarfında en mahrem ve
en gizli
evrakı meydana atılıp tedkik edilse, ona telaş verecek ve utandıracak sekiz-dokuz madde çıkmaz mı
MAXQDA 2020 24.12.2022
-
Evvelden hiç muarefemiz yokken, seni kal'a üstünde ilk ve tesadüfen gördüğümde
"Dalaletten halâsın, Allah'ın rahmetine vusulün en kısa yolu var mı?" diye sordum. "Çok kısa
bir çare-i Kur'aniye vardır" diye buyurdunuz. Fakat dalaletim, gafletim, enaniyetim itibariyle
bu kısa ve merdane cevabdaki hikmet-i azîme, nebean-ı rahmete dikkat etmedim. Ruhuma
ihanet ederek aldırmadım. Ve felâket-i maneviyede bir müddet daha kalmış oldum.
Vakta ki, Risale-i Nur hattâ enhar-ı Nur demesine şayeste olan mektublardan, yine
tesadüfen elime geçen bir nüshayı görünce ve münderecatındaki hakaika dalınca, inayet-i
Rabbanî, mu'cizat-ı Kur'anî, himemat-ı Sübhanî, keramat-ı ruhanî eseri olmalıdır ki, kasî
kalbime, âsi ruhuma, gafil aklıma, mağrur vicdanıma, sakîm düşünceme "tâk" diye bir tokmak
vuruldu.
Evet «u¬[=!«h²,¬! ]¬X«" ¬š@«[¬A²9«@«6 ]¬BÅ8! š@«W«V2 ferman etmiş. Gavs-ı A'zam Şah-ı
Geylanî, İmam-ı
Gazalî, İmam-ı Rabbanî gibi hem şahsen, hem vazifeten büyük ve hârika zâtlar bu hadîsi,
kıymetdar irşadatlarıyla ve eserleriyle fiilen tasdik etmişler. O zamanlar bir cihette ferdiyet
zamanı olduğundan hikmet-i Rabbaniye onlar gibi ferîdleri ve kudsî dâhîleri ümmetin
imdadına göndermiş. Şimdi ise aynı vazifeye, fakat müşkilâtlı ve dehşetli şerait içinde, bir
şahs-ı manevî hükmünde bulunan Risalet-in Nur'u ve sırr-ı tesanüd ile bir ferd-i ferîd
manasında olan şakirdlerini bu cemaat zamanında o mühim vazifeye koşturmuş. Bu sırra
binaen, benim gibi bir neferin, ağırlaşmış müşiriyet makamında ancak bir dümdarlık vazifesi
var.
Re'fet kardeş!
Hasene ise nuranî olduğundan, tasavvur ve tahayyülü dahi hasenedir. Çünki âyinede
nuranînin timsali ziya verir, hasiyeti var; kesifin misali ölüdür, hayatsızdır, tesiri yoktur. Eğer
sair teellümat-ı ruhaniye ise; sabra, mücahedeye alıştırmak için Rabbanî bir kamçıdır. Çünki
emn ü ye'sin vartasına düşmemek hikmetiyle havf u reca müvazenesinde, sabır ve şükürde
bulunmak için kabz-bast haletleri, celal ve cemal tecellisinden intibah ehline gelmesi; ehl-i
hakikatça medar-ı terakki bir düstur-u meşhurdur.
Şamlı Tevfik'in ihtiyatını takdir etmekle beraber, eski kıymetdar hizmetlerinin onun
defter-i a'maline daimî bir surette yazı yazmaları için, o dahi daimî çalışması gerekti. Şükür
yine, elmas kalemiyle vazifesine başlaması, ruhumu ümidler ve iştiyaklarla neş'elendirdi;
Barla hayatını hasretle hatırlattı.
Ezcümle: Risalet-in Nur'un bir hâdimi ve bir tek şakirdi, yirmidört saatte, Risalet-in
Nur talebelerinin hüsn-ü akibetlerine ve saadet-i ebediyeye mazhar olmalarına, yüz defa
Risalet-in Nur talebelerine ettiği duaları içinde hiç olmazsa yirmi-otuz defa selâmet-i
imanlarına ve hususî hüsn-ü akibetlerine ve imanla kabre girmelerine aynı duayı en ziyade
kabule medar olan şerait içinde ediyor.
Hem Risalet-in Nur'un talebeleri bu zamanda her cihetten ziyade hücuma maruz iman
hususunda birbirine selâmet-i iman hakkındaki samimî, masum lisanlarıyla dualarının yekûnü
öyle bir kuvvettedir ki, rahmet ve hikmet onun reddine müsaade etmezler. Faraza mecmuu
itibariyle reddedilse, tek bir tane onların içinde kabul olunsa, yine her biri selâmet-i iman ile
kabre gireceğine kâfi geliyor. Çünki herbir dua umuma bakar.
İKİNCİ MES'ELE:
İKİNCİ MES'ELE: Yirmi sene evvel tab'edilen Sünuhat Risalesi'nde, hakikatlı bir
rü'yada âlem-i İslâm'ın mukadderatını meşveret eden ruhanî bir meclis tarafından, bu asrın
hesabına Eski Said'den sordukları suale karşı verdiği cevabın bir parçası şimdilik tezahür
etmiştir. O zaman, o manevî meclis demiş ki: "Bu Alman mağlubiyetiyle neticelenen bu
harbde, Osmanlı Devleti'nin mağlubiyetinin hikmeti nedir?"
Cevaben Eski Said demiş ki: Eğer galib olsaydık, medeniyet hatırı için çok mukaddesatı
feda edecektik. -Nasılki yedi sene sonra edildi.- Ve medeniyet namıyla Âlem-i İslâm hususan
Haremeyn-i Şerifeyn gibi mevâki'-i mübarekeye Anadolu'da tatbik edilen rejim kolaylıkla,
cebren teşmil ve tatbik edilecekti.
-
İKİNCİ MES'ELE:
Kardeşlerim! Eskişehir hapishanesinde, âhirzamanın hâdisatı hakkında gelen
rivayetlerin tevilleri mutabık ve doğru çıktıkları halde, ehl-i ilim ve ehl-i iman onları
bilmemelerinin ve görmemelerinin sırrını ve hikmetini beyan etmek niyetiyle başladım; bir-
iki sahife yazdım, perde kapandı, geri kaldı.
Bu beş senede, beş-altı defa aynı mes'eleye müteveccih olup muvaffak olamıyordum.
Yalnız o mes'elenin teferruatından bana ait bir hâdiseyi beyan etmek ihtar edildi. Şöyle ki:
²vU²[«V«2 •«ŸÅK7«!
Aziz sıddık kardeşlerim!
Ondokuzuncu Söz'ün âhirinde Kur'andaki tekrarın ekser hikmetleri, Risale-i Nur'da dahi
cereyan eder. Bilhassa ikinci hikmeti tamtamına vardır. O hikmet şudur:
Herkes her vakit Kur'ana muhtaçtır. Fakat herkes, her vakit bütün Kur'anı okumağa
muktedir olamaz.
Fakat bir sureye galiben muktedir olur. Onun için en mühim makasıd-ı
Kur'aniye ekser uzun surelerde dercedilerek; herbir sure küçük bir Kur'an hükmüne geçmiş.
Demek hiçbir kimseyi mahrum etmemek için haşir ve tevhid ve kıssa-i Musa (A.S.) gibi bazı
maksadlar tekrar edilmiş. Aynen bu ehemmiyetli hikmet içindir ki, bazı defa haberim
olmadan, ihtiyarım ve rızam olmadığı halde, bazı ince hakaik-i imaniye ve kuvvetli hüccetleri
müteaddid risalelerde tekrar edilmiş. Ben çok hayret ederdim. Neden bunlar bana
unutturulmuş, tekrar yazdırılmış? Sonra kat'î bir surette bildim ki: Herkes bu zamanda Risale-
(K:62) ↓ ---------------------------------------------------------------------------------------------
-
seferberlik yaptı. 1359'da 27, 28, 29 doğumluları silâh altına aldı. Bu meyanda, Risale-i Nur
talebelerinden Mehmed Feyzi ve ben gibi küçük talebeler de, bir hikmete binaen askere
alınmıştı (Haşiye). Üstadımız, yalnız altı-yedi ay kadar, Risale-i Nur'un intişarı hususunda
başka muhitte bulunmamız îcab ettiğinden, kalb, fikir ve avucunu Cenab-ı Hakk'ın rahmetine
açtığı manen anlaşıldığından, bu duasının kabulü Risale-i Nur'un mühim bir kerameti neticesi
olarak başka muhite askerlik vazifesi içinde, Risale-i Nur'a hizmet için gönderildik. Altı-yedi
MAXQDA 2020 24.12.2022
ay sonra, Feyzi ve Salahaddin vazife-i neşri yaptıktan sonra, mezkûr kur'aların en tehlikeli bir
zamanda Alman orduları Romanya'yı işgal, Bulgaristan'ın tazyik, İtalya da Yunanistan'la
harbettiği bir sırada terhisleriyle o keramet anlaşılmıştır. (Haşiye-1)
Bu kâinatta, vahdaniyet-i İlahiyeyi cinn ve ins ve ruhaniyata karşı kat'î bir surette
gösterip isbat eden birinci, Kur'an-ı Azîmüşşan olduğu gibi; bu asırda ikinci, üçüncü derecede
kemal-i adaletle ve sadık ve musaddak hüccetlerle vahdaniyeti vâzıh ve bahir bir surette,
kâinat safahatında ins ü cinnin enzarına arzedip isbat eden Risale-i Nur; bütün tabakat-ı beşere
hem medrese, hem mekteb, hem kışla, hem hakîm, hem hâkim olarak, en âmî avamdan en
ehass-ı havassa kadar ders verip, talim ve terbiye etmesi bizce meşhud olmasıyla, bu âyet-i
kerimenin bir mevzuu, bir mâsadakı da Risale-i Nur olmasına şübhesiz bir kanaat veriliyor.
İkinci kelime-i tevhidden sonra "El-Aziz-ül Hakîm" isimleriyle Cenab-ı Hak (Celle
Celalühü) zâtını tavsif buyurup, ikinci derecede aynı isimlerin mazharı olan Risalet-ün Nur
şahs-ı manevîsine işaret etmesi Kur'an-ı Azîmüşşan'ın şe'nine yakışır bir keyfiyettir. Çünki
belki bütün dünyaya muhalif olarak fakr-ı haliyle beraber izzet-i ilmiyeyi muhafaza için
ölümden beter musibetlere karşı göğüs geren, tahammül eden Risale-i Nur tercümanı olduğu
gibi; zeminde ve semavatta hikmetle tasarrufatın muammasını açan yine Risale-i Nur olduğu
sadık ve musaddaktır. Bu kuvvetli münasebet-i maneviyeyi teyid eden bir emaresi de şudur
ki: ¬v²V¬Q²7!
Risale-i Nur gerçi umuma teşmil suretiyle değil; fakat her halde
hakikat-ı İslâmiyenin içinde cereyan edip gelen esas-ı velayet ve
--- sh:»(K:78) ↓ ---------------------------------------------------------------------------------------------
-
esas-ı takva ve esas-ı azimet ve esasat-ı Sünnet-i Seniye gibi ince fakat ehemmiyetli esasları
muhafaza etmek, bir vazife-i asliyesidir. Sevk-i zaruretle, hâdisatın fetvalarıyla onlar
terkedilmez.
y«9@«E²A, ¬y¬W²,@¬"
bir tarzda tayyarelerle, paraşütlerle semadan bir bela-yı semavî gibi nüzul ettiriyor,
düşmanların arkasına indiriyor. Hazret-i İsa'nın nüzulünün maddeten bir misalini gösteriyor.
Evet o hadîs-i şerifin ifadesiyle Hazret-i İsa'nın semavî nüzulü kat'î olmakla beraber;
mana-yı işarîsiyle başka hakikatları ifade ettiği gibi, bu hakikata da mu'cizane işaret ediyor.
Küçük Hüsrev olan Feyzi ve Emin'in suali ve ilhahlarıyla bazı bîçarelerin imanlarını
şübehattan muhafaza niyetiyle bu mes'eleye dair yalnız bir-iki-üç satır yazmak niyet edip
başlarken, ihtiyarım haricinde olarak uzun yazdırıldı. Hikmetini de anlamadık, belki bir
hikmeti var diye öylece bıraktık. Kusura bakmayınız, bu fıkrada tashihe ve dikkate vakit
bulamadık, müşevveş kaldı.
***
¬˜¬G²W«E¬" d±¬A«,< Ŭ!
MAXQDA 2020 24.12.2022
bir tarzda tayyarelerle, paraşütlerle semadan bir bela-yı semavî gibi nüzul ettiriyor,
düşmanların arkasına indiriyor. Hazret-i İsa'nın nüzulünün maddeten bir misalini gösteriyor.
Evet o hadîs-i şerifin ifadesiyle Hazret-i İsa'nın semavî nüzulü kat'î olmakla beraber;
mana-yı işarîsiyle başka hakikatları ifade ettiği gibi, bu hakikata da mu'cizane işaret ediyor.
Küçük Hüsrev olan Feyzi ve Emin'in suali ve ilhahlarıyla bazı bîçarelerin imanlarını
şübehattan muhafaza niyetiyle bu mes'eleye dair yalnız bir-iki-üç satır yazmak niyet edip
başlarken, ihtiyarım haricinde olarak uzun yazdırıldı. Hikmetini de anlamadık, belki bir
hikmeti var diye öylece bıraktık. Kusura bakmayınız, bu fıkrada tashihe ve dikkate vakit
bulamadık, müşevveş kaldı.
***
¬˜¬G²W«E¬" d±¬A«,< Ŭ!
şakird bir dil ile değil, belki kardeşleri adedince diller ile ibadet edip istiğfar ederek bin
taraftan hücum eden günahlara, binler dil ile mukabele eder. Bazı melaikenin kırkbin dil ile
zikrettikleri gibi; hâlis, hakikî, müttaki bir şakird dahi, kırkbin kardeşinin dilleriyle ibadet
eder, necata müstehak ve inşâallah ehl-i saadet olur. Risale-i Nur dairesinde sadakat ve hizmet
ve takva ve içtinab-ı kebair derecesiyle o ulvî ve küllî ubudiyete sahib olur. Elbette bu büyük
kazancı kaçırmamak için takvada, ihlasta, sadakatta çalışmak gerektir.
İkincisi: Eski zamanda, ondört yaşında iken icazet almanın alâmeti olan üstad
tarafından sarık sardırmak, bir cübbe bana giydirmek vaziyetine mâniler bulundu. Yaşımın
küçüklüğüyle, memleketimizde büyük hocalara mahsus kisveyi giymek yakışmadığı...
Sâniyen: O zamanda büyük âlimler, bana karşı üstadlık vaziyeti değil, ya rakib veyahut
teslimiyet derecesine girdikleri için, bana cübbe giydirecek ve üstadlık vaziyetini alacak
kendilerine güvenenler bulunmadı. Ve evliya-yı azîmeden dört-beş zâtın vefat etmeleri
cihetinde, ellialtı senedir icazetin zahir alâmeti olan cübbeyi giymek
--- sh:»(K:97) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
İkincisi: Eski zamanda, ondört yaşında iken icazet almanın alâmeti olan üstad
tarafından sarık sardırmak, bir cübbe bana giydirmek vaziyetine mâniler bulundu. Yaşımın
küçüklüğüyle, memleketimizde büyük hocalara mahsus kisveyi giymek yakışmadığı...
Sâniyen: O zamanda büyük âlimler, bana karşı üstadlık vaziyeti değil, ya rakib veyahut
teslimiyet derecesine girdikleri için, bana cübbe giydirecek ve üstadlık vaziyetini alacak
kendilerine güvenenler bulunmadı. Ve evliya-yı azîmeden dört-beş zâtın vefat etmeleri
cihetinde, ellialtı senedir icazetin zahir alâmeti olan cübbeyi giymek
--- sh:
Sâniyen: Bundan evvel müjdeli hatırada, "Herbir hâlis ve hakikî müttaki şakird,
kardeşleri adedince diller ile ibadet edip istiğfar eder" fıkrasına, yine bir ihtar ile bu gelen
MAXQDA 2020 24.12.2022
İşte bu dehşetli musibette, ehl-i diyanet dahi büyük bir vartaya düşüyorlar ve kısmen
anlamıyorlar.
Ezcümle: Ben gördüm ki; ehl-i diyanet belki de ehl-i takva bir kısım zâtlar, bizimle
gayet ciddî alâkadarlık peyda ettiler. O bir-iki zâtta gördüm ki; diyaneti ister ve yapmasını
sever, tâ ki hayat-ı
--- sh:»(K:110) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
dünyeviyesinde muvaffak olabilsin, işi rastgelsin.
hükmedip, melek gibi bir hakikat kardeşine adavet ve el-hannas gibi bir siyaset arkadaşına
muhabbet ve tarafdarlık ile zulmüne rıza gösterip, cinayetine manen şerik eylemesin.
Evet bu zamanda siyaset, kalbleri ifsad eder ve asabî ruhları azab içinde bırakır.
Selâmet-i kalb ve istirahat-ı ruh isteyen adam, siyaseti bırakmalı. Evet, şimdi küre-i arzda
herkes ya kalben, ya ruhen, ya aklen, ya bedenen gelen musibetten hissedardır, azab çekiyor,
perişandır. Bilhassa ehl-i dalalet ve ehl-i gaflet, rahmet-i umumiye-i İlahiyeden ve hikmet-i
tâmme-i Sübhaniyeden habersiz olduğundan, nev-i beşere rikkat-i cinsiye, alâkadarlık
cihetiyle kendi eleminden başka nev-i beşerin şimdiki elîm ve dehşetli elemleriyle dahi
müteellim olup azab çekiyor. Çünki lüzumsuz ve malayani bir surette vazife-i hakikiyelerini
ve elzem işlerini bırakıp âfâkî ve siyasî boğuşmalara ve kâinatın hâdisatına merak ile
dinleyerek, karışarak ruhlarını sersem ve akıllarını geveze etmişler. Ve bilerek kendi zararına
fiilen rıza göstermek cihetinde, zarara razı olana şefkat edilmez manasındaki
y«7 h«P²X< « ¬*«hÅN7@¬"
kalbini ve istirahat-ı ruhunu muhafaza eden ve kurtaran, yalnız hakikî ehl-i iman ve ehl-i
tevekkül ve rızadır. Bunların içinde de en ziyade kendini kurtaranlar, Risale-i Nur'un dairesine
sadakatla girenlerdir.
Çünki bunlar, Risale-i Nur'dan aldıkları iman-ı tahkikî derslerinin nuruyla ve gözüyle,
herşeyde rahmet-i İlahiyenin izini, özünü, yüzünü görüp, her şeyde kemal-i hikmetini, cemal-i
adaletini müşahede ettiklerinden kemal-i teslimiyet ve rıza ile, rububiyet-i İlahiyenin
icraatından olan musibetlere karşı teslimiyetle, gülerek karşılıyorlar, rıza gösteriyorlar. Ve
merhamet-i İlahiyeden daha ileri şefkatlerini sürmüyorlar ki, elem ve azab çeksinler. İşte buna
binaen, değil yalnız hayat-ı uhreviyenin, belki dünyadaki hayatın dahi saadet ve lezzetini
o nüsha ile binler adam istifade edip, onun hayat-ı bâkiyesine bir çeşme hükmünde vâridat
verecek. Hüsrev'in ve kahraman Tahirî'nin bir üçüncüsü oluyor.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Üçüncüsü: Risale-i Nur'un eski ve ehemmiyetli ve çalışkan bir şakirdi olan Kâtib
Osman'ın sadık ve hikmetli rü'yası ve mutabık tabiri onları müferrah ettiği gibi, bizleri de
mesrur eyledi. Ve o mektubuyla, merak ettiğim şeyleri; ve Hüsrev ve Rüşdü, Hâfız Ali,
Zühdü Bedevi, Nuri ve Nur fabrikası sahibi, Tahir'ler, mübarekler heyeti, medrese-i nuriye ve
ümmi ihtiyarlar ve masum çocuklar, umumlarının selâmlarını yazıyor. Biz de onlara birer
birer selâm ediyoruz. Muvaffakıyetlerine ve selâmetlerine dua ediyoruz.
Bu havalide dahi, belki çok yerler de sizin faaliyetinizden şevke gelip, Risale-i Nur
ziyade tevessü' ettiğinden; ehl-i dünyayı düşündürüyor, nazar-ı dikkati celbettiriyor.
Bunun sebebini anlamak cidden arzu ettim. Birden ihtar edildi ki: Ehl-i
dalalet, memur-u siyasiyeyi aldatıp, Risale-i Nur aleyhinde genişçe, buradan oraya kadar bir
daire içinde taarruz edip, derece-i kuvveti anlamak istediler. Gördüler ki, sökülmeyecek,
mağlub edilmeyecek bir kuvvette gördüklerinden, ehemmiyetli büyük makamat-ı resmiyede,
mahiyetini medar-ı bahs ve dikkat ettiklerinden, bilmecburiye bir nevi musalahaya yol
hazırlamak; ve şimdiye kadar hakikat ve hikmete muhalif olarak iyilikleri ölen reise ve
fenalıkları millete, orduya vermek yerinde, o hata-yı azîmeye bedel, bütün fenalıkları ölene
verip, kendilerini bir derece o dehşetli hatiattan kurtarmak çaresini aramağa, bir zemin teşkil
etmeye çalışmış ki; hem rü'ya, hem bu haberler haber veriyor. Birinci, ikinci Hulusi'lerin
müşterek mektubları, bu iki rükn-ü mühimmenin gayretleri, sadakatleri çelikten daha metin
olduğu her hâdise ile gösteriliyor.
Said Nursî
***
Nur'un çekirdekleri hükmündedir. Zâten bunlar hem Şu'le ve Zühre, Risale-i Nur'un Arabî
parçalarıdır. Onlar, doğrudan doğruya benim nefsimin dersi olduğu için, Arabî ve kısa
ibarelerle ifade edilmiş, başka adamlar nazara alınmamış.
O zaman başta Şeyhülislâm ve Dâr-ül Hikmet a'zaları ve İstanbul'un büyük âlimleri,
tahsin ve takdirle karşıladılar. Bunlar Yeni Said'in eserleri olduğundan, Risale-i Nur'un
eczalarıdırlar. Eski Said'in ise, Arabî risalelerinden yalnız İşarat-ül İ'caz, Risale-i Nur'da en
mühim bir mevki almış.
Hem her iki Said'in iştirakiyle, bir tek Ramazan'da iki hilâl ortasında te'lif edilen ve
kendi kendine, ihtiyarım haricinde bir derece manzum şeklini alan ve İşarat-ül İ'caz kıt'asında
elli-altmış sahife bulunan Türkçe olarak Lemaat namındaki risale dahi Risale-i Nur'a girebilir.
Hâfız
Ali'nin tahkikatına gelenlerin, "Mağazalarda kâğıt kalmadı. Risale-i Nur şakirdleri kâğıdı
bitirdiler" diye demeleri ve Mehmed Zühdü'nün kitabları kendine iade edilmeleri, Risale-i
Nur şakirdlerini müftehirane teşci' ve teşvik eden bir hâdisedir. Sabri mektubunda, "İki-üç
senedir Risale-i Nur, te'lif cihetinde tevakkuf devresini geçiriyor" diye hikmetini soruyor.
Bunun cevabı uzundur. Hem te'lif, ihtiyarımız dairesinde değil. Hem Risale-i Nur
şakirdlerinin te'liften hisseleri kalmak için, bazı ehemmiyetli esbab ve ârızalar mâni' oldu.
Burada başta Âsiye olarak Ulviye, Lütfiye gibi çok çalışkan hanım şakirdler, Medrese-i
Said Nursî
***
(Bu mektub gayet ehemmiyetlidir)
MAXQDA 2020 24.12.2022
***
(Bu mektub gayet ehemmiyetlidir)
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Bugünlerde Kur'an-ı Hakîm'in nazarında imandan sonra en ziyade esas tutulan takva ve
amel-i sâlih esaslarını düşündüm. Takva, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek; ve amel-
i sâlih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def'-i şer, celb-i nef'a racih
olmakla beraber; bu tahribat ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanında bu takva olan def'-i
mefasid ve terk-i kebair üss-ül esas olup, büyük bir rüchaniyet kesbetmiş.
Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takva bu tahribata karşı en
büyük esastır.
Bugünlerde Kur'an-ı Hakîm'in nazarında imandan sonra en ziyade esas tutulan takva ve
amel-i sâlih esaslarını düşündüm. Takva, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek; ve amel-
i sâlih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def'-i şer, celb-i nef'a racih
olmakla beraber; bu tahribat ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanında bu takva olan def'-i
mefasid ve terk-i kebair üss-ül esas olup, büyük bir rüchaniyet kesbetmiş.
Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takva bu tahribata karşı en
büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azîme içinde
amel-i sâlihin ihlasla muvaffakıyeti pek azdır.
çok hükmündedir.
Hem takva içinde bir nevi amel-i sâlih var. Çünki bir haramın terki vâcibdir. Bir vâcibi
işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takva, böyle zamanlarda, binler günahın
tehacümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vâcib işlenmiş oluyor.
Bu ehemmiyetli nokta niyetiyle, takva nâmıyla ve günahtan kaçınmak kasdıyla, menfî
ibadetten gelen ehemmiyetli a'mal-i sâlihadır.
Risale-i Nur şakirdlerinin bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı
takvayı esas tutup davranmak gerektir.
--- sh:»(K:149) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
Madem her dakikada, şimdiki tarz-ı hayat-ı içtimaiyede yüz günah insana karşı geliyor;
elbette takva ile ve niyet-i içtinab ile yüz amel-i sâlih işlemiş hükmündedir
işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takva, böyle zamanlarda, binler günahın
tehacümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vâcib işlenmiş oluyor.
Bu ehemmiyetli nokta niyetiyle, takva nâmıyla ve günahtan kaçınmak kasdıyla, menfî
ibadetten gelen ehemmiyetli a'mal-i sâlihadır.
Risale-i Nur şakirdlerinin bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı
takvayı esas tutup davranmak gerektir.
--- sh:»
işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takva, böyle zamanlarda, binler günahın
tehacümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vâcib işlenmiş oluyor.
Bu ehemmiyetli nokta niyetiyle, takva nâmıyla ve günahtan kaçınmak kasdıyla, menfî
ibadetten gelen ehemmiyetli a'mal-i sâlihadır.
Risale-i Nur şakirdlerinin bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı
takvayı esas tutup davranmak gerektir.
--- sh:»(K:149) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takva, böyle zamanlarda, binler günahın
tehacümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vâcib işlenmiş oluyor.
Bu ehemmiyetli nokta niyetiyle, takva nâmıyla ve günahtan kaçınmak kasdıyla, menfî
ibadetten gelen ehemmiyetli a'mal-i sâlihadır.
Risale-i Nur şakirdlerinin bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı
takvayı esas tutup davranmak gerektir.
--- sh:»(K:149) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
Madem her dakikada, şimdiki tarz-ı hayat-ı içtimaiyede yüz günah insana karşı geliyor;
elbette takva ile ve niyet-i içtinab ile yüz amel-i sâlih işlemiş hükmündedir.
) olan sedd-i
Kur'anînin tezelzülüyle de Ye'cüc ve Me'cüc'den daha müdhiş olarak ahlâkta ve hayatta
zulmetli bir anarşilik ve zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsada başlıyor.
Risale-i Nur'un şakirdleri, böyle bir hâdisede manevî mücahedeleri, inşâallah zaman-ı
Sahabedeki gibi az amelle, pek çok büyük sevab ve a'mal-i sâlihaya medar olur.
Aziz kardeşlerim! İşte böyle bir zamanda, bu dehşetli hâdisata karşı, ihlas kuvvetinden
sonra bizim en büyük kuvvetimiz; iştirak-i a'mal-i uhrevî düsturuyla birbirimize kalemler ile,
herbirinin a'mal-i sâliha defterine hasenat yazdırdıkları gibi, lisanlarıyla herbirinin takva
kal'asına ve siperine kuvvet ve imdad göndermektir. Ve bilhassa fırtınalı tehacüme hedef olan
bu fakir ve âciz kardeşinize, bu mübarek şuhur-u selâsede ve eyyam-ı meşhurede yardımına
koşmak, sizin gibi kahraman ve vefadar ve şefkatkârların şe'nidir. Bütün ruhumla bu imdad-ı
manevîyi sizden rica ediyorum. Ve ben dahi, iman ve sadakat şartlarıyla, Risale-i Nur
talebelerini bütün dualarıma ve manevî kazançlarıma, yirmidört saatte, iştirak-i a'mal-i
uhreviye düsturuyla, bazan yüz defadan ziyade Risale-i Nur talebeleri ünvanıyla hissedar
ediyorum.
MAXQDA 2020 24.12.2022
O da
hizmete ciddî devam ile olur.
Size yazmıştık ki, muarızlara adavetle mukabele etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar, ehl-
MAXQDA 2020 24.12.2022
i takva, ehl-i ilme karşı dostane vaziyet alınız. Fakat bu noktaya dikkat ediniz ki, Risale-i
Nur'un zararına ve şakirdlerinin salabet ve metanetlerine ilişecek bir tarzda daireniz içine
sokmayınız. Öyleler niyet-i hâlise ile girmezse, belki fütur verirler. Eğer enaniyetli ve
hodfüruş ise, Risale-i Nur şakirdlerinin metanetlerini kırarlar; nazarlarını, Risale-i Nur'un
haricine çekip dağıtırlar.
Böyle bir cevab ihtar edildi ki: Gaybî istikbal-i dünyevîde ve dünya işlerinde başa gelen
hâdisatı bildirmemekte; Cenab-ı Erhamürrâhimîn'in çok büyük bir rahmeti saklandığını ve
gaybı gizlemekte çok ehemmiyetli bir hikmeti bulunduğu cihetle, gaybî şeyleri haber
vermekten yasak edip, yalnız mübhem ve mücmel bir surette, ya ilham veya ihtar ile bir
emareyi vesile ederek, keşfiyatta ve rü'ya-yı sadıkada bir kısım gaybî hakikatları ihsas eder. O
hakikatların hususî suretleri, vukuundan sonra bilinir.
Kardeşlerim! Bu defa Hilmi Bey ile gelen Re'fet ve Rüşdü'nün mektubları bizi çok
sevindirdi. Zâten Hüsrev, Re'fet, Rüşdü Risale-i Nur'a intisabda eskiden beri beraber
bulunmalarından, ben birisini tahattur etsem, üçü birden hatıra geliyor.
(K:220) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Bu şiddetli kışta ve manevî, dehşetli ayrı tarz bir kışta ve nev-i beşer içtimaî hayatında
müdhiş, kanlı diğer tarz bir kışta çırpınan bîçarelere, rikkat-i cinsiye ve şefkat-i nev'iye
cihetinden gayet derecede bir hüzün ve elem hissettim. Çok yerlerde beyan ettiğim gibi, yine
Erhamürrâhimîn ve Ahkemülhâkimîn olan onların Hâlık-ı Kerim ve Rahîm'in hikmet ve
rahmeti, benim kalbimin imdadına yetişti. Manen denildi ki: "Senin bu şiddetli teessürün, o
Hakîm ve Rahîm'in hikmetini, rahmetini bir nevi tenkid hükmüne geçer. Rahmet-i İlahiyeden
ileri şefkat olunmaz.
Bu şiddetli kışta ve manevî, dehşetli ayrı tarz bir kışta ve nev-i beşer içtimaî hayatında
müdhiş, kanlı diğer tarz bir kışta çırpınan bîçarelere, rikkat-i cinsiye ve şefkat-i nev'iye
cihetinden gayet derecede bir hüzün ve elem hissettim. Çok yerlerde beyan ettiğim gibi, yine
MAXQDA 2020 24.12.2022
Cevab: Hâyır ve aslâ!.. Belki manası şudur: Güya şikayetçi der ki: İstediğim emir ve
arzu ettiğim şey ve teşehhi ettiğim hal; hikmet-i ezeliyenin düsturuyla tanzim olunan âlemin
mahiyeti müstaid değil ve inayet-i ezeliyenin pergeliyle nakşolunan feleğin kanunu müsaid
değil ve meşiet-i ezeliyenin matbaasında tab'olunan zamanın tabiatı muvafık değil ve mesalih-
i umumiyeyi tesis eden hikmet-i İlahiye razı değildir ki; şu âlem-i imkân, Feyyaz-ı Mutlak'ın
MAXQDA 2020 24.12.2022
Hâyır ve aslâ!.. Belki manası şudur: Güya şikayetçi der ki: İstediğim emir ve
arzu ettiğim şey ve teşehhi ettiğim hal; hikmet-i ezeliyenin düsturuyla tanzim olunan âlemin
mahiyeti müstaid değil ve inayet-i ezeliyenin pergeliyle nakşolunan feleğin kanunu müsaid
değil ve meşiet-i ezeliyenin matbaasında tab'olunan zamanın tabiatı muvafık değil ve mesalih-
i umumiyeyi tesis eden hikmet-i İlahiye razı değildir ki; şu âlem-i imkân, Feyyaz-ı Mutlak'ın
yed-i kudretinden, şu ukûlümüzün hendesesiyle ve tehevvüsümüzün iştihasıyla istediğimiz
herbir semeratı koparsın. Verse de tutamaz, düşse de kaldıramaz. Evet bir şahsın tehevvüsü
için büyük bir daire-i muhita hareket-i mühimmesinden durdurulmaz.
İşte otuz sene evvelki cevaba Risale-i Nur dahi zelzeleler bahsinde, böyle küçük bir
haşiye ilhak ediyor ki:
Herbir unsurun, maddî ve manevî kış ve zelzele gibi hâdiselerin yüzer hayırlı neticeleri
ve gayeleri varken; şerli ve zararlı bir tek neticesi için onu vazifesinden durdurmak, o yüzer
hayırlı neticeleri
--- sh:»(K:221) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
terketmekle, yüzer şerr yapmak, tâ bir tek şerr gelmesin gibi hikmete, hakikata, rububiyete
münafî olur. Fakat küllî kanunların tazyikinden feryad eden ferdlere, inayat-ı hassa ve
imdadat-ı hususiye ile ve ihsanat-ı mahsusa ile Rahmanürrahîm her bîçarenin imdadına
yetişebilir. Dertlerine derman yetiştirir. Fakat o ferdin hevesiyle değil, hakikî menfaatıyla
yardım eder. Bazan, dünyada istediği bir cama mukabil, âhirette bir elmas verir.
Altıncısı: Seksen küsur sene manevî ve bâki bir ömrü kazandırmak sırrını taşıyan
şuhur-u selâsenizi ve Leyle-i Regaibinizi bütün ruhumla tebrik ediyorum. İki-üç gün evvel,
Yirmiikinci Söz tashih edilirken dinledim. Gördüm ki; içinde hem küllî zikir, hem geniş fikir,
hem kesretli tehlil, hem kuvvetli iman dersi, hem gafletsiz huzur, hem kudsî hikmet, hem
yüksek bir ibadet-i tefekküriye gibi nurlar var. Bir kısım şakirdlerin ibadet niyetiyle risaleleri
ya yazmak veya okumak veya dinlemekliğin hikmetini bildim. Bârekâllah dedim. Hak
verdim.
Altıncısı: Seksen küsur sene manevî ve bâki bir ömrü kazandırmak sırrını taşıyan
şuhur-u selâsenizi ve Leyle-i Regaibinizi bütün ruhumla tebrik ediyorum. İki-üç gün evvel,
Yirmiikinci Söz tashih edilirken dinledim. Gördüm ki; içinde hem küllî zikir, hem geniş fikir,
hem kesretli tehlil, hem kuvvetli iman dersi, hem gafletsiz huzur, hem kudsî hikmet, hem
yüksek bir ibadet-i tefekküriye gibi nurlar var. Bir kısım şakirdlerin ibadet niyetiyle risaleleri
ya yazmak veya okumak veya dinlemekliğin hikmetini bildim. Bârekâllah dedim. Hak
MAXQDA 2020 24.12.2022
verdim.
Bu mektubdaki beş-altı mes'eleyi yazarken, Nur fabrikası sahibi Hâfız Ali'nin
mektubuyla, ihlasta ve çalışmakta ve ince düşünmekte mümtaz Hasan Âtıf'ın mektubunu
aldık.
zamanda elbette Risale-i Nur'a, okunmasına, neşredilmesine şiddetle ihtiyaç ve zaruret var.
--- sh:»(E:8) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------------
İkinci Nümune: Benim gibi garib, ihtiyar ve zaîf ve beraet etmiş bir misafire, herkesi
hattâ hizmetçilerini resmen propaganda ile ondan ürkütmek, kendini perişan bir vaziyete
sokmak bu vilayetteki hükûmetin hamiyet-i milliyesine yakışmadığından, sinek kanadı kadar
mevhum bir zarara dağ gibi ehemmiyet verip aleyhimde resmen propaganda yapmak, "Kimin
ile görüşüyor ve yanına kim gidiyor?" diye herkese bir telaş vermek.. hükûmetin hikmeti ve
hâkimiyeti, bu acib halete elbette tenezzül etmemek gerektir. Her ne ise... Bu iki madde gibi,
muttali olanlara hayret veren çok maddeler var.
Efendiler! Dalalet ve fenalıklar cehaletten gelse, def'etmesi kolaydır. Fakat fenden,
ilimden gelen dalaletin izalesi çok müşkildir.
Şimdi bir emr-i vaki' karşısında bulunuyorum. Benim iaşem için her gün iki buçuk
banknot, hem yeniden benim için bir hane -mobilyasıyla beraber ve istediğim tarzda-
yaptırmak için emir gelmiş. Halbuki elli-altmış senelik bir düstur-u hayatım, bunu kabul
etmemek iktiza eder. Gerçi Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye'de bir-iki sene maaşı kabul ettim, fakat
o parayı kitablarımın tab'ına sarfederek ve ekserini meccanen millete verip, milletin malını
yine millete iade ettim. Şimdi eğer mecbur olsam ve size ve Risale-i Nur'a zarar gelmemek
için kabul etsem, yine ileride millete iade etmek üzere saklayacağım. Zaruret-i kat'iyye
derecesinde kendime yalnız az bir parça sarfedeceğim.
İşittim ki; eğer reddetsem onlar, hususan lehimde iaşem için çalışanlar gücenecekler. Ve
aleyhimde olanlar diyecekler:
Üstadım, yağmur duası ve namazın neticesi görünmedi, faidesiz kaldı; iki-üç defa
bulut toplandı, yağmur vermeden dağıldı. Neden?
Elcevab: Yağmursuzluk, bu çeşit dua ve namazın vaktidir, illeti ve hikmeti değil.
Nasılki güneş ve ayın tutulması zamanında küsuf ve husuf namazı kılınır ve güneşin
gurubuyla akşam namazı kılınır; öyle de yağmursuzluk, kuraklık, yağmur namazının ve
duasının vaktidir. İbadet ve duanın sebebi ve neticesi, emir ve rıza-i İlahîdir; faidesi,
uhrevîdir. Eğer namazdan, ibadetten dünyevî maksadlar niyet edilse, yalnız onlar için yapılsa,
o namaz battal olur. Meselâ:
Üçüncü Nokta: Âyette vardır: Öyle musibetten kaçınız ki; geldiği vakit zalimlere
mahsus kalmaz, masumlar ve mazlumlar da içinde yanar." Çünki musibet-i âmmeden
masumlar hârika bir tarzda yangın içinde selâmette kalsalar, hikmet-i diniye bozulur. Çünki
din bir imtihan, bir tecrübedir. O vakit, Ebu Cehil gibi fenalar, aynen Ebu Bekir-i Sıddık
Radıyallahü Anh gibi tasdik ederler. Onun için, musibet-i âmmede masumlar da bela çekerler.
Zâten eskiden beri o hastalığın esası bende vardı ki; ona merdümgirizlik yani insanlardan
çekinmek, temas etmemek, temastan müteessir olmak... Hattâ şimdi en hafif ruhlu bir
kardeşim, bir şakirdimle görüşmeyi -fakat Risale-i Nur hizmetine ait olmamak şartıyla- ruhum
kaldırmıyor. Hattâ dostane bakmaktan cidden müteessir oluyorum. Bu ehemmiyetli halde
insanların bana karşı zulüm ve cinayetleri bir vesile olduğu gibi; inayet-i İlahiye ve kaderin
adaleti ve hizmet-i imaniyedeki ihlasın muhafazası en ehemmiyetli bir sebebdir ki; hem zulm-
ü cinayet-i beşeriyeyi hiçe indiriyor; hem bu hastalığı tam bana sevdiriyor, sabır ve tahammül
verir. Nasılki insanlar evham yüzünden beni temastan men' ede ede asabıma dokundurdular;
inayet-i İlahiye dahi, hizmet-i imaniyedeki ihlası kırmamak ve tasannukârane hodfüruşluk
vaziyetine girmeye mecbur etmemek ve ziyade hüsn-ü zan edenlerin karşısında beni
tekellüflere ve gösterişlere mecbur etmemek ve bu zamanda çok tesir eden şahsıma karşı
teveccüh, muhabbet ve hizmete zarar veren kendini makam sahibi göstermek vaziyetinden
kurtarmak ve Kur'andan gelen Risale-i Nur'un elmas gibi hakikatlarını bana mal etmekle cam
parçalarına indirmemek hikmetleriyle, Cenab-ı Erhamürrâhimîn bana bu hastalığı vermiştir.
Ben, Cenab-ı Hakk'a
--- sh:»(E:62) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
şükrediyorum.
büyük mecmualar tarzında yaptırmağa hapsimizden beş ay evvel başladık. Bunda büyük bir
MAXQDA 2020 24.12.2022
büyük mecmualar tarzında yaptırmağa hapsimizden beş ay evvel başladık. Bunda büyük bir
inayet-i İlahiye olduğuna şübhem kalmadı ve feylesofların mağlubiyetinin hikmetini anladık.
Çünki içtimada, eczaların kuvvetinden çok ziyade bir kuvvet, hususan müdafaa vaktinde
içtima ve tesanüdden ileri geliyor.
Kardeşlerim! Çoktan size söylemek lâzım gelirken unutmuştum; kerametli
Yirmidokuzuncu Söz o Söz'ün yalnız birinci makamıdır. O Söz'ün ikinci makamı ise,
ehemmiyetine binaen ki, bir vecihte ona da "Âyet-ül Kübra" namını İmam-ı Ali (R.A.
ve feda ettim" diye verilen cevab-ı Hazret-i Risaletpenahî'ye ittiba ve imtisalen, o da dünya ve
mâfîhayı ve muhabbet ve sevdasını terk ve hattâ terki de terk ederek bütün hizmet ve
himmetini ve şu ömr-ü nazeninini envâr-ı Kur'aniyenin intişarına sarf ve hasretmiştir. İşte
bunun için, şimdi çektiği bütün
--- sh:»(E:85) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
zahmetler rahmet, yaptığı hizmetler hikmet olmuş. Celali yüzünden cemalini de gösterip,
âlem, bir gülzar-ı kemal bulmuştur.
"Lütf u kahrı şey-i vâhid bilmeyen çekti azab,
Ol azabdan kurtulup sultan olan anlar bizi."
Niyazi-i Mısrî gibi diyen bu tercüman, her şeyi hoş görerek, katreyi umman, âdemi insan ve
nurunu âleme sultan eylemiştir.
@®6¬*²G8 @«< kelimesinin hazf ve kalbiyle "Kürd" îma ve işaretinin bulunması, gerçekten
Kürdlüğüne delalet etmez ve onun manevî silsile-i şerafet ve siyadetten tenzil ve teb'idini îcab
MAXQDA 2020 24.12.2022
ettirmez. Bu isnad ve izafe, Kürdistan'da doğup büyüyen ve bu lakabla maruf ve meşhur olan
bu zâtın Risalet-in Nur'un tercümanı olduğunu sırf âleme ilân etmek içindir; yoksa
Kürdlüğünü isbat etmek için değildir. Kürdçe bilmesi, o kıyafete girmesi ve öyle görünmesi,
kendini setr ü ihfa için olup, hakikî hüviyet ve milliyetini ihlâl ve inkâr mana ve maksadıyla
değildir diye düşünüyorum. Âlem-i İslâmiyet ve insaniyete ve Haremeyn-i Şerifeyn'e asırlarca
hizmet eden bu kahraman Türk Milletini onun çok sevmesinde ve hayatının mühim bir
kısmını hep Türklerle meskûn olan bu havalide geçirmesinde büyük hikmetler, mana ve
mülahazalar olsa gerektir.
Âb-ı rûy-i Habib-i Ekrem için
Kerbelâ'da revan olan dem için
Şeb-i firkatte ağlayan göz için
Râh-ı aşkında sürünen yüz için
Risale-i Nur'a ve Üstada ve İslâm'a zafer ver ya Rabbî!.. Âmîn!
Ey Risale-i Nur! Seni söndürmek isteyen bedbahtların necm-i istikbali sönsün.
Deniliyor ki: Madem Risale-i Nur hem kerametlidir, hem tarîkatlardan ziyade iman
hakikatlarının inkişafında terakki veriyor ve sadık şakirdleri kısmen bir cihette velayet
derecesindeler. Neden evliyalar gibi manevî zevkler ve keşfiyatlara ve maddî kerametlere
mazhariyetleri görülmüyor; hem onun talebeleri de öyle şeyler aramıyorlar. Bunun hikmeti
nedir?
Elcevab: Evvelâ sebebi, sırr-ı ihlastır. Çünki dünyada muvakkat zevkler, kerametler
tam nefsini mağlub etmeyen insanlara bir maksad olup, uhrevî ameline bir sebeb teşkil eder,
ihlası kırılır.
Risale-i Nur Kur'an ve Hadîs'ten sonra sertac-ı evliya, sultan-ül eser ve zübdet-ül meâni
ve atâyâ-yı İlahî ve hedaya-yı Sübhanî ve feyyaz-ı Rahmanî'dir.
Risale-i Nur bir bahr-ı hakaik ve bir sırr-ı dekaik ve kenz-ül maarif ve bahr-ül
mekârimdir.
Risale-i Nur hastalara şifahane-i hikmet ve mâ-i zemzem, sağlara maişet-i hakikat ve
rîh-ı reyhan ve misk-i anberdir.
Risale-i Nur mev'id-i Ahmedî (A.S.M.) ve müjde-i Haydarî (R.A.) ve beşaret ve teavün-
kitab-ı İlm-i Kelâm, hem bir kitab-ı İlm-i İlahiyat, hem bir kitab-ı teşvik-i san'at, hem bir
kitab-ı belâgat, hem bir kitab-ı isbat-ı vahdaniyet; muarızlarına bir kitab-ı ilzam ve iskâttır.
Risale-i Nur Kur'an semalarından bir sema-yı maneviyenin güneşleri, ayları ve
MAXQDA 2020 24.12.2022
yıldızlarıdır. Nasılki zahiren, perde-i esbab olan Güneş'ten, Kamer'den ve kevkeb-i münirden
bütün kâinat tenevvür ve tezeyyün ve bütün eşya neşv ü nema ve hayat buluyor. İşte Risale-i
Nur da Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'dan alıp saçtığı şualarla bütün âleme hayat ve âdeme kâmil
insan ve kulûbe neş'e-i iman ve ukûle yakîn bir itminan ve efkâra inkişaf-ı iman ve nüfusa
teslim-i rıza ve candır. O sema-yı maneviyeyi bazan ve zahiren bihaseb-il hikmet âfâkî bir
bulut kütlesi kaplar.
izahatı, büyük ruhlu Küçük Ali'nin mektubuna öyle bir cevabdır ki, bize hiçbir ihtiyaç
bırakmıyor.
İkinci Cihet: İman, yalnız icmalî ve taklidî bir tasdike münhasır değil. Bir çekirdekten,
tâ büyük hurma ağacına kadar ve eldeki âyinede görünen misalî güneşten tâ deniz yüzündeki
aksine, tâ güneşe kadar mertebeleri ve inkişafları olduğu gibi, imanın o derece kesretli
hakikatları var ki, binbir esma-i İlahiye ve sair erkân-ı imaniyenin kâinat hakikatlarıyla
alâkadar çok hakikatları var ki: "Bütün ilimlerin ve marifetlerin ve kemalât-ı insaniyenin en
büyüğü imandır ve iman-ı tahkikîden gelen tafsilli ve bürhanlı marifet-i kudsiyedir" diye ehl-i
hakikat ittifak etmişler
***
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Yüz defadan ziyade, gayet kıymetli bir hakikat-ı imaniye bana görünüyor. Te'lif zamanı
tamam olması hikmetiyle, ne kadar çalıştım, o çok ehemmiyetli hakikatı avlayamadım.
Vâzıhan ifade ve ihsas etmek için bekledim, muvaffak olamadım. Şimdi gayet kısa bir
işaretle, o çok geniş ve çok uzun hakikattan kısacık bahsedeceğim:
¬w´W²&Åh7!
[Yazıları yanlış telakki ve tefsirlere uğratılmakla senelerden beri çenber içinde yaşatılan
ve safi, samimî bir insan ve müslümanlıktan başka hiçbir maksadı bulunmayan Bediüzzaman
Molla Said nam masumun, ya bulunduğu yerde veya Ankara'ya nakil ile orada hayat ve
huzurunun muhafazası için sırf insaniyet namına yazılmış olan bu mahrem ricanameyi bizzât
okumak nezaketinde bulunur ve genç zamanında yaptığı, unutulan hizmetlerine mükâfaten
ihtiyar halinde bu adamı serbest bir ölüm hayatına kavuşturmak lütfunu diriğ buyurmazsanız,
zât-ı keremkârlarına en büyük hürmetlerimi sunar, minnetdarınız olurum.]
Molla Said kimdir?
El'an Afyon'un Emirdağı kazasında ikamete memur olan Molla Said, doğumundan
itibaren Türk kardeşleri arasında yaşamış, Türk seciyesiyle perverde olmuş, umumî harbde
Kafkas'ın karlı dağlarında kahraman askerlerimiz arasında gönüllü alay kumandanı olarak
mücahede ve irşad için dolaşıp büyük bir harb madalyası almış, Sarıkamış taarruzunda,
Bitlis'in sukutunda yaralı olduğu halde esir olup senelerce Rus garnizonlarında çile çekmiş,
firar edip İstanbul'a gelerek ilmî kudretine binaen Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye a'zalığında
bulunmuş, Kuva-yı Milliye ihdasında halkı mücahedeye teşvik etmiş; Büyük Millet
Meclisi'nin ilk senesinde Ankara'ya gelerek Hacı Bayram misafirhanesinde birçok mütereddid
kimselere vatanın müdafaası lüzumunu anlatmak hizmetinde bulunmuş olan, bu hakikî
vatanperver insanın, evvelce ibadete, imana, itikada müteallik yazdığı ve yazagelmekte
olduğu eserleri, din ve dindarları sevmeyen bazı kimselerin, hususuyla dâhiliye vekaletinde
bulunmuş olan menfaatperest Şükrü Kaya'nın mezheb ve rejimine uygun gelmemekle, asılsız
isnad ve uydurma raporlarla bu zavallı adam, yirmi küsur seneden beri hapis ve nefiy
cezalarıyla perişan edilmiş ve iki sene evvelisi yine o yazıları bahanesiyle Kastamonu'daki
çilehanesinden kollarına kelepçe vurularak kendisine selâm vermiş olan altmışaltı adamla
Denizli Cezaevine sevk ve onbir ay kadar hapsedildikten sonra, muzır telakki edilen o
MAXQDA 2020 24.12.2022
eserleri, evvelâ İstanbul müftülüğünde bir heyet tarafından, bilâhere Ankara'da Diyanet
Riyaseti ve Dil Tarih Enstitüsü a'zalarından mürekkep bir komisyon marifetiyle aylarca tedkik
olunduktan sonra, bu eserlerin hiçbirisinde devletin siyasetini ve asayişi rencide edebilecek en
ufacık bir şey görülmemekle,
--- sh:»(E:156) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
Molla Said ve Nur şakirdleri ve eserlerini okuyanlar, mahkeme kararıyla serbest bırakılmış ve
Denizli'de oturmasına müsaade olunmuş iken, maatteessüf bu ihtiyar adam, az zaman sonra
Denizli'den Afyon'a ve oradan da Emirdağı kazasına teb'id ve herhangi bir Türk kardeşiyle
dahi temastan men'edilmiş.
Amerika'lı ehemmiyetli âlim bütün Risale-i Nur'u istese ve neşrine söz verse, sizin
meşveretinizle bir mükemmel takım ona vereceğiz.
Nazif'in mektubuyla beraber bir mütekaid efendinin vesveseye dair bir suali var. Eğer o
adamın ciddî olarak Nurlara alâkası varsa, böyle suallere hiç ihtiyacı olmaz. Hikmet-ül İstiaze
Lem'asını ve Yirmidokuzuncu Söz'ün melaike ve ruhanîlerin vücudlarına dair kısmını okusun.
Onun manasız ve yüz yerde cevabı bulunan vesvesesi ise, zındık maddiyyunların şimdilik
dehşetli vaziyetinden fırsat bulup bir aşılamalarıdır ki; o adam, ondan müteessir olmuş, o suali
sormuş. Ona selâm ederim. Risale-i Nur onun her müşkilini halledebilir. Hâlisane,
teslimkârane ona çalışsın, onu dinlesin.
Meselâ içinde der: Bu duaya Kur'an kadar sevab verilir. Hem göklerdeki büyük
melaikeler, o dua sahibini gördükçe, kürsîlerinden inip ona pek büyük bir tevazu ile hürmet
ederler. Bu ise, aklın ve mantığın mikyaslarına gelmez." diye, Risale-i Nur'dan imdad istedi.
Ben de Kur'andan ve Cevşen'den ve Nurlardan gayet kat'î ve tam akıl ve hikmete mutabık bir
cevab verdim. Size gayet kısa bir icmalini beyan ediyorum. Şöyle ki, ona dedim:
Evvelâ:
Madem Risale-i Nur, makina ile taammüm etmeye başlamış ve madem felsefe ve
hikmet-i cedideyi okuyan mektebliler ve muallimler çoklukla Risale-i Nur'a yapışıyorlar.
Elbette bir hakikat beyan etmek lâzım geliyor. Şöyle ki:
Risale-i Nur'un şiddetli tokat vurduğu ve hücum ettiği felsefe ise mutlak değildir, belki
muzır kısmınadır. Çünki felsefenin hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye ve ahlâk ve kemalât-ı
insaniyeye ve san'atın terakkiyatına hizmet eden felsefe ve hikmet kısmı ise, Kur'an ile
barışıktır. Belki Kur'anın hikmetine hâdimdir, muaraza edemez. Bu kısma Risale-i Nur
ilişmiyor. İkinci kısım felsefe, dalalete ve ilhada ve tabiat bataklığına düşürmeye vesile
olduğu gibi sefahet ve lehviyat ile gaflet ve dalaleti netice verdiğinden ve sihir gibi
hârikalarıyla Kur'anın mu'cizekâr hakikatlarıyla muaraza ettiği için, Risale-i Nur'un ekser
eczalarında mizanlarla ve kuvvetli ve bürhanlı müvazenelerle felsefenin yoldan çıkmış bu
kısmına ilişiyor, tokatlıyor; müstakim, menfaatdar felsefeye ilişmiyor. Onun için mektebliler,
Risale-i
Sâniyen: Mesleğime ve Risale-i Nur'dan aldığım dersime bütün bütün muhalif olarak
ve on seneden beri fâni dünyanın geçici, ehemmiyetsiz hâdiselerine bakmamak olan bir
MAXQDA 2020 24.12.2022
düstur-u hayatıma da münafî olarak, sırf senin hatırın ve merak ettiğin ve bu defaki uzun
mektubun için vaziyetime ve zalimlerin işkencelerine ait birkaç maddeyi beyan edeceğim.
Birincisi: Otuz sene evvel Dâr-ül Hikmet a'zası iken, bir gün arkadaşımızdan ve Dâr-ül
Hikmet a'zasından Seyyid Sa'deddin Paşa dedi ki: "Kat'î bir vasıta ile haber aldım; kökü
ecnebide ve kendisi burada bulunan bir zındıka komitesi, senin bir eserini okumuş. Demişler
ki, bu eser sahibi dünyada kalsa, biz mesleğimizi (yani zındıkayı, dinsizliği) bu millete kabul
ettiremiyeceğiz. Bunun vücudunu kaldırmalıyız." diye senin i'damına hükmetmişler.
Sâniyen: Mesleğime ve Risale-i Nur'dan aldığım dersime bütün bütün muhalif olarak
ve on seneden beri fâni dünyanın geçici, ehemmiyetsiz hâdiselerine bakmamak olan bir
düstur-u hayatıma da münafî olarak, sırf senin hatırın ve merak ettiğin ve bu defaki uzun
mektubun için vaziyetime ve zalimlerin işkencelerine ait birkaç maddeyi beyan edeceğim.
Birincisi: Otuz sene evvel Dâr-ül Hikmet a'zası iken, bir gün arkadaşımızdan ve Dâr-ül
Hikmet a'zasından Seyyid Sa'deddin Paşa dedi ki: "Kat'î bir vasıta ile haber aldım; kökü
ecnebide ve kendisi burada bulunan bir zındıka komitesi, senin bir eserini okumuş. Demişler
ki, bu eser sahibi dünyada kalsa, biz mesleğimizi (yani zındıkayı, dinsizliği) bu millete kabul
ettiremiyeceğiz. Bunun vücudunu kaldırmalıyız." diye senin i'damına hükmetmişler.
Size hayatımda vefattan sonra elinize geçecek manevî malımı ve hukukumu size
vermeğe ve !x#xW«# ²–«! «u²A«5 !x#x8 sırrına binaen, ölümden evvel sizi bilfiil vâris yapmağa dair bir
Nur şakirdi sordu ki: "Hikmet nedir? Sizi daha çok zaman aramızda görmek istiyoruz.
İnşâallah öyle kalacaksınız."
Ben de dedim ki:
Ondan sonra oradan ayrıldım, Diyanet Reisi'nin yanına girdim. Onunla da bir müddet
görüştüm ve izahat verdim, cevaben: "Ben Hoca Hazretlerini Dâr-ül Hikmet'ten tanırım,
hürmetim vardır. Kendisine selâm ve hürmetlerimi iblağ ediniz." dedi. Ve bize "Lâzım gelen
cevabı vereceğiz, inşâallah iyi olur." dediler ve bil'umum Diyanet müntesibleri, eserleri takdir
ile karşıladılar. Bu gibi yolsuz işlerin, ancak âsâr-ı diniye mütalaasında hüsn-ü niyet
taşımayarak, kendi kafalarına göre mana vermelerinden ileri geldiğini anladım.
görmedikleri peder, vâlidelerine hararetli bir iştiyak ile ellerine sarılmaları gibi, iki yaşından
on yaşına kadar masum çocuklar, faytonla gezdiğim vakit beni görünce, aynen öyle uzaktan
koşup benim ellerime sarıldıklarının ne hikmeti var diye hayret ediyordum. Birden ihtar edildi
ki: Bu küçücük masumlar taifesi, bir hiss-i kabl-el vuku' ile ileride Risale-i Nur ile saadeti
bulacaklarını ve tehlike-i manevîden kurtulacaklarını, belki de içinde çokları şakird
olacaklarını ve buranın maddî-manevî havasına imtizaç edemediğim için menfîlere verilen
serbestiyet münasebetiyle buradan gitmemekliğim için lâkayd olan büyüklerin bedeline,
"Bizler Nur dairesindeyiz, bizi bırakma, gitme" gibi bir mana var, hissettim.
***
Kardeşlerim!
Merak etmeyiniz ve Nur'un fevkalâde perde altındaki fütuhatına kanaat ediniz. Şimdiye
kadar hiçbir eserin böyle ağır şerait altında bu derece tesirli intişarını tarih göstermiyor. Hem
tam serbestiyet verilmemesinin sebebi ve hikmeti: Nurların fevkalâde kuvvetinden
korkuyorlar. Belki sarsıntı verecek diye, tam takdir ve kabul etmek ile beraber, şimdilik
resmen intişarından telaş ettiklerini, Diyanet Reisi büyük reisle görüşmesinden haber alınmış.
Eski gibi hücum yok, belki musalaha istiyorlar. Fakat Nurlar lehinde kuvvetli cereyanlar,
inşâallah o telaşı iştiyakla resmen neşrine çevirecek.
âlem-i misal ile Levh-i Mahfuz'dur. Hava ve su unsurlarının, hususan nutfelerin suyu ve hava
unsuru toprak unsurunun pek fevkinde daha ziyade hikmet ve irade ile ve kalem-i kader ve
kudret ile yazıldıkları ve tesadüf ve kör kuvvetin ve sağır tabiatın ve camid ve hedefsiz
esbabın karışması yüz derece muhal ve hiçbir cihetle mümkün olmadığı ve Hakîm-i
Zülcelal'in kalem-i kader ve hikmetinin sahifesi olduğu ilmelyakîn ile kat'î bilindi. Mütebâkisi
şimdilik yazdırılmadı.
v[¬U«E²7! v[¬V«Q²7! «a²9«!
âlem-i misal ile Levh-i Mahfuz'dur. Hava ve su unsurlarının, hususan nutfelerin suyu ve hava
unsuru toprak unsurunun pek fevkinde daha ziyade hikmet ve irade ile ve kalem-i kader ve
kudret ile yazıldıkları ve tesadüf ve kör kuvvetin ve sağır tabiatın ve camid ve hedefsiz
esbabın karışması yüz derece muhal ve hiçbir cihetle mümkün olmadığı ve Hakîm-i
Zülcelal'in kalem-i kader ve hikmetinin sahifesi olduğu ilmelyakîn ile kat'î bilindi. Mütebâkisi
şimdilik yazdırılmadı.
v[¬U«E²7! v[¬V«Q²7! «a²9«! «tÅ9¬! @«X«B²WÅV«2 @«8 Ŭ
Nur'un ehemmiyetli ve çok hayırlı bir şakirdi, çokların namına benden sordu ki:
Nur'un hâlis ve ehemmiyetli bir kısım şakirdleri, pek musırrane olarak âhirzamanda gelen Âl-i
Beyt'in büyük bir mürşidi seni zannediyorlar ve o kadar çekindiğin halde onlar ısrar ediyorlar.
Sen de bu kadar musırrane onların fikirlerini kabul etmiyorsun, çekiniyorsun. Elbette onların
elinde bir hakikat ve kat'î bir hüccet var ve sen de bir hikmet ve hakikata binaen onlara
muvafakat etmiyorsun. Bu ise bir tezaddır, herhalde hallini istiyoruz.
Ben de bu zâtın temsil ettiği çok mesaillere cevaben derim ki: O has Nurcuların
ellerinde bir hakikat var. Fakat iki cihette bir tabir ve tevil lâzım:
hatt-ı Kur'an ile o manidar Kur'an âyeti yazılmışken, sonra da mermer taşlarla üzeri kapatılıp
o nurları gizlemişlerdi. Şimdi yeniden hatt-ı Kur'aniyeye bir nümune-i müsaade ve Risale-i
Nur'un takib ettiği maksadına bir vesile ve Üniversite ileride bir Nur Medresesi olmasına bir
işaret olduğu gibi, Denizli Nurcularından Ahmed'lerin meşhur âlim ve akılca ondokuzuncu
asrın en büyüğü ve içtimaî feylesofların en ilerisi Bismark'ın eserinden aldıkları bir fıkrada, o
yüksek Bismark eserinde diyor ki: Kur'anı her cihetle tedkik ettim, her kelimesinde büyük bir
hikmet gördüm. Bunun misli ve beşeriyeti idare edecek hiçbir eser yoktur ve gelemez." Ve
Peygamber'e hitaben der:
y«9@«E²A, ¬y¬W²,@¬"
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Lüzumu olmayan erzak ve elbiselerimi satıp gayet mübarek yüz lirayı, hem Dâr-ül
Hikmet'ten aldığım maaşla -ki, onunla hacca gidecektim- hem yirmiiki sene hisse-i
erzakıyemin bâkiyesi olan on lirayı da üstünde suret bulunduğu için tekrar o mübarek on
lirayı da Lem'alar mecmuasının fiatı olarak beraber gönderiyorum.
***
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Sâlisen: Bu defaki musibette, her vakit olduğu gibi yine kaderin adaletine ve inayet-i
İlahiyenin feyzine baktım, gördüm ki: Sair vilayete nisbeten bir derece Nur'dan geri kalan ve
Nur dairesine de yakın bulunan Kütahya ve adliyesini ve hükûmetini Denizli, Kastamonu gibi
Risale-i Nur'la alâkadar etmek... Evet, ne kadar fikri ve vazifesi aleyhimizde olsa da, herhalde
kalbi, ruhu Risale-i Nur'dan imanı cihetinde büyük istifade etmek ve Nurculara da sevab
kazandırmak hikmetiyle o vilayete gönderildi. Kader-i İlahî dahi bana bir şefkat tokadı olarak,
dâhiliye vekili Erzurum'lu ve hemşehrim ve Afyon Valisi (Antalya'lı) ve şimdiye kadar bana
ilişmemesi cihetiyle demiştim: "Gerçi serbest oldum, şimdi böyle insaflı bir vali buldum,
Emirdağı'ndan gitmeyeceğim" diye bir nevi sevinç ve ihtiyatsızlığımın cezası olarak, o iki
adamın elleriyle kader-i İlahî bana tokat vurdu, adalet etti.
Afyon Valisi, emniyet müdürü ve buradaki heyetiyle mes'elemize dair Ankara'ya
yazmışlar ki:
girdiğim halde gayet derecede bir ihtiyat ve hayatımı muhafaza, hattâ vesvese derecesinde
tehlikelerden çekinmek haleti acib bir tezad göründüğünden, elbette o gençlik hayatını
pervasızca feda etmek, bir-iki sene ihtiyarlık ve zevksiz hayatını bu derece muhafaza etmek
büyük bir hikmet içindir. Ve iki-üç kudsî maksad içinde vardır:
Birincisi: Gizli, gayr-ı resmî ve bir kısım resmî, insafsız düşmanlarımızın desiseleriyle
Nur şakirdlerinin bedeline bütün hücumları benim şahsıma ve benimle meşgul olmasına ve
bilmeyerek
Birinci Nokta: Hem Denizli Mahkemesi, hem Ankara Ağırceza Mahkemesi, bütün
Risale-i Nur eczalarını tedkik edip ve ehl-i vukufun da iştirakiyle beraetlerine ve sahiblerine
iade etmesine bir mahzur olmadığına karar verip Said'i arkadaşlarıyla beraet ve tahliye
ederek, iki sene ellerde ve mahkemelerde kalan Nur Risalelerinin tamamıyla Said'e ve
arkadaşlarına iade edildiği ve aynı kararı Mahkeme-i Temyiz kaziye-i muhkeme haline getirip
tasdik ettiği halde; şimdi Afyon'un, Said'in şahsına karşı iki garazkârın aynı kitabları, hem
gayet antika mu'cizatlı yazılı Kur'anını, bütün bütün hilaf-ı kanun olarak müsadere edip Said
ve arkadaşlarına verdiği asılsız hükmünü yine aynı Mahkeme-i Temyiz bozduğu ve şimdi
vatan ve milleti eski partinin garazkârane istibdadından kurtaran hamiyetkâr, vatanperver bazı
Demokrat liderleri kemal-i istihsan ile o risaleleri kabul edip sahib oldukları halde, üç senedir
hiç sebebsiz binler lira bizim gibi fukaraya zarar vermek, üç defa beraet etmiş bir mahkemeyi
MAXQDA 2020 24.12.2022
üç sene uzatıp -acib bir zulüm içinde şahsî bir garazkârlık vardır ki- yirmi ay tecrid-i mutlakta
hizmetçisiyle temas ettirmediler. Tahliyeden sonra iki polis kapısında bıraktılar. Hem o gayet
müttaki Nur şakirdlerini kasden sebebsiz sırf takvalarına ihanet için, mağrib namazının
vaktinde muhakeme edip namazlarını
--- sh:»(Em:24) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
-
kazaya bırakarak acib bir zulmetmişler.
kuvvetli ümid ve müjde ediyorum." Çok defa çok adamlara bu teselliyi veriyordum. Cenab-ı
Hakk'a hadsiz şükrolsun ki; kahraman Demokratlar o ümid ve ihbarlarımı tasdik ettirip keyfî,
tarafgirane bazı kanunların bahanesiyle ve garazkâr bazı memurların tarafgirlik hesabına
bahanelerle ezilen çok masum mahpusları azabdan kurtarmağa vesile oldular. Ve milletin
cür'etkâr kısmını kendine ve asayişe taraftar ettiler. O vesile ile pek çok mahpuslar Nurlara ve
Nurculara cidden alâkadarlık sebebiyle tamamıyla ıslah-ı hal edip vatan ve millete değil
muzır, belki birer hizb ve uzv-u nâfi' hükmüne geçtiler.
Said Nursî
**
***
...Bir-iki hafta evvel Mısır'ın Câmi-ül Ezher'inin büyük bir müderrisi olan Ali Rıza
buraya hususî bir adamı gönderdiği gibi, iki gün evvel de aslen Buhara'lı ve Medine-i
Münevvere'de mücavir ve Mısır'da büyük âlimlerle ve hususan eski Şeyhülislâmımız ve Dâr-
ül Hikmet'te benim arkadaşım Mustafa Sabri Efendi'yle alâkadar ve bu tarafa geleceğine dair
onlarla görüşen ve bir derece onların namına mühim bir âlim yanıma geldi. Ben de Câmi-ül
Ezher'e hediye-i vakfiyem olarak 11 tane hususî mecmualarımı o zât vasıtasıyla âlem-i
İslâm'ın büyük medresesi olan ve o âlimin ihbarıyla şimdi yirmiyedi bin talebesi bulunan
Câmi-ül Ezher'e hediye olarak o zâta verdik. Hem dedik: Başta Mustafa Sabri ve Ali Rıza ve
Mehmed Zâhid Kevserî olarak Nur mecmualarına benim bedelime sahib ve hâmi
Hava unsurunun yüksek ve ehemmiyetli bir vazifesi `±¬[ÅO7! v¬V«U²7! G«Q²M«< ¬y²[«7¬!
âyetinin sırrıyla, güzel ve manidar ve imanî ve hakikatlı kelimelerin kalem-i kaderin
istinsahıyla ve izn-i İlahî ile intişar etmesiyle bütün küre-i havadaki melaike ve ruhanîlere
işittirmek ve Arş-ı A'zam tarafına sevketmek için kudret-i İlahî kaleminin mütebeddil bir
sahifesi olmaktır. Madem havanın kudsî vazifesinin, hikmet-i hilkatinin en mühimmi budur.
Ve rûy-i zemini radyolar vasıtasıyla bir tek menzil hükmüne getirip nev'-i beşere pek büyük
bir nimet-i İlahiye olmaktır. Elbette ve elbette beşer bu pek büyük nimete karşı, bir umumî
şükür olarak; o radyoları herşeyden evvel kelimat-ı tayyibe olan Kelâmullah'ın, başta Kur'an-ı
Hakîm ve hakikatları ve imanın ve güzel ahlâkların dersleri ve beşerin lüzumlu ve zarurî
menfaatlerine dair kelimatları olmalı ki o nimete şükür olsun. Yoksa nimet böyle şükür
görmezse, beşere zararlı düşer.
İslâmlar içinde muhtelif meşrebler ve meslekler sahibleri birbirisini tenkid etmek ve eserine
mukabil eserler neşretmek; Mu'tezile ve Ehl-i Sünnet gibi birbirini kırmak âdetiyle bu
zamanda o Nur ağacının hizmetkârının başına vuracak ve rekabet veya meşreb muhalefetiyle
en tesirlisi ve en müdhişi medrese hocaları olmak lâzım gelirken, Cenab-ı Hakk'a yüz bin
şükür olsun ki eskiden beri devam etmekte olan o âdete muhalif olarak Risale-i Nur en ziyade
ülemanın damarlarına dokundurduğu halde hocaların Nurlara karşı tenkidkârane eserler
yazamadıklarının sebebi: O zamanda o çocuk Said'in ülemanın suallerine karşı doğru cevab
vermesi, ülemanın cesaretini kırmış ki, hiç bir yerde kıskanç hocalardan, hem meşrebçe Said'e
çok muhalif oldukları halde Nur Risaleleri'ne karşı mukabil çıkmamaları; bu halin bir hikmeti
olduğuna kanaatim gelmiş. Yoksa böyle acib bir zamanda ehl-i medresenin itirazı başlasaydı,
dinsizlik tarafdarları olan gizli düşmanlarımız hem Nurları, hem ülemayı çürütmek için
ehemmiyetli bir vesile yapacaklardı.
(Em:76) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
-
ve yetmiş seneden beri o san'atla meşgul olması ve bazı gün ikiyüz sahife kadar tashihe
mecbur olmasıyla beraber on yaşındaki zeki bir çocuğun on günde muvaffak olduğu yazı
kadar bir yazıya mâlik olamadığına hayret ediliyordu. Halbuki Said bütün bütün istidadsız
değildir. Hem de nesebî kardeşlerinin hepsinin de güzel yazıları olduğu halde, bu kadar yazıya
muhtaç iken böyle yarım ümmi vaziyetinin hikmeti, kanaat-ı kat'iyyemle şudur ki: Bir zaman
gelecek ki, cüz'î ve şahsî iktidarlar, kuvvetler mukabele edemeyecek dehşetli ve manevî
düşmanların hücumu zamanında güzel yazı sahiblerini ruh u canıyla aramak ve hizmetine
şerik etmek ve o çekirdeğin etrafında su, hava, nur gibi o manevî ağaca hizmet etmek için o
şahsî ve cüz'î hizmeti, küllî ve umumî ve kuvvetli ve bir kaleme mukabil binler kalemi
bulmak hikmetiyle ve buz parçası gibi benliğini o mübarek havuz içinde eritmesiyle hakikî
ihlası elde etmek ve bu suretle imana hizmet etmek hikmetiyle olmuş.
]¬5@«A²7! «x; ]¬5@«A²7«!
-
ve yetmiş seneden beri o san'atla meşgul olması ve bazı gün ikiyüz sahife kadar tashihe
mecbur olmasıyla beraber on yaşındaki zeki bir çocuğun on günde muvaffak olduğu yazı
kadar bir yazıya mâlik olamadığına hayret ediliyordu. Halbuki Said bütün bütün istidadsız
değildir. Hem de nesebî kardeşlerinin hepsinin de güzel yazıları olduğu halde, bu kadar yazıya
muhtaç iken böyle yarım ümmi vaziyetinin hikmeti, kanaat-ı kat'iyyemle şudur ki: Bir zaman
gelecek ki, cüz'î ve şahsî iktidarlar, kuvvetler mukabele edemeyecek dehşetli ve manevî
düşmanların hücumu zamanında güzel yazı sahiblerini ruh u canıyla aramak ve hizmetine
şerik etmek ve o çekirdeğin etrafında su, hava, nur gibi o manevî ağaca hizmet etmek için o
şahsî ve cüz'î hizmeti, küllî ve umumî ve kuvvetli ve bir kaleme mukabil binler kalemi
bulmak hikmetiyle ve buz parçası gibi benliğini o mübarek havuz içinde eritmesiyle hakikî
ihlası elde etmek ve bu suretle imana hizmet etmek hikmetiyle olmuş.
]¬5@«A²7! «x; ]¬5@«A²7«!
***
-
ve yetmiş seneden beri o san'atla meşgul olması ve bazı gün ikiyüz sahife kadar tashihe
mecbur olmasıyla beraber on yaşındaki zeki bir çocuğun on günde muvaffak olduğu yazı
kadar bir yazıya mâlik olamadığına hayret ediliyordu. Halbuki Said bütün bütün istidadsız
değildir. Hem de nesebî kardeşlerinin hepsinin de güzel yazıları olduğu halde, bu kadar yazıya
muhtaç iken böyle yarım ümmi vaziyetinin hikmeti, kanaat-ı kat'iyyemle şudur ki: Bir zaman
gelecek ki, cüz'î ve şahsî iktidarlar, kuvvetler mukabele edemeyecek dehşetli ve manevî
düşmanların hücumu zamanında güzel yazı sahiblerini ruh u canıyla aramak ve hizmetine
şerik etmek ve o çekirdeğin etrafında su, hava, nur gibi o manevî ağaca hizmet etmek için o
şahsî ve cüz'î hizmeti, küllî ve umumî ve kuvvetli ve bir kaleme mukabil binler kalemi
bulmak hikmetiyle ve buz parçası gibi benliğini o mübarek havuz içinde eritmesiyle hakikî
ihlası elde etmek ve bu suretle imana hizmet etmek hikmetiyle olmuş.
]¬5@«A²7! «x; ]¬5@«A²7«!
***
verdikleri halde, zabıtanın bana hiç sıkıntı vermediği gibi, bazı himayetkârane vaziyeti
göstermelerinin hikmetini şimdi izhar ediyorum ki: Nur Talebeleri ve Risaleleri, manevî bir
zabıta hükmünde asayiş ve emniyeti muhafazaya -hem kudsî bir şekilde- çalıştıkları ve
herkesin kalbinde nasihatlarıyla iman cihetinde bir yasakçı bıraktıkları tahakkuk etmiş. Zabıta
bunu manen hissetmiş ki, bize her vakit dost göründü. Bunun sırrı budur ki:
Kur'anın bir kanun-u esasîsiyle, yüzde doksan masuma zarar gelmemek için on cani
yüzünden asayişi bozmaya çalışanları men' ediyorlar.
(Em:93) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
-
kâinat sahrasında benî-Âdem bir acib ve büyük bir kafile ve sair taifeler beraber birbiri
arkasında asırlar üstünde geçmiş zamanın derelerinden, şehir ve meşherlerinden sefer edip
vücud ve hayat sahrasında yürüyüşüyle istikbalin yüksek dağlarına azimetle oradaki bağlarına
gözleri müteveccih olmak cihetiyle hilafet-i zemine mazhariyet noktasında ve sair zîhayata
tasarrufatı cihetinde rûy-i zeminde ekser eşyanın nev'-i beşerle münasebatı iktizasıyla
MAXQDA 2020 24.12.2022
heyecana gelmesinden kâinat dahi onlara yüzlerini çevirip nev'-i beşerle ciddî alâkadar
oluyor. Benî Âdem bir tek taife iken yüz binler taifelere karışmasında kâinat zemin gibi onlara
netice-i hilkat-i âlem noktasında bakıyor. Güya hilkat-i kâinat hükûmeti; o hükûmetin zabıta
memuru hükmünde fenn-i hikmeti, bir müstantık ve sorgucu olarak o misafir kafileye
gönderip ondan sual edip soruyor ki: "Ey benî-Âdem! Nereden geliyorsunuz ve nereye
gideceksiniz? Ve ne yapacaksınız?
su unsuru dahi, küllî bir lisan olarak bütün zerratı ile, hususan zîhayatların menşe'lerine ve
yaşamalarına hizmetleri noktalarında, trilyonlar, katrilyonlar adedince €@«6«*@«AW²7«! kelime-i
mübarekesini lisan-ı hal ile kâinatta neşrediyor.
Çünki suyun katrelerinin gördüğü vazifeler, hususan nutfelerin ve çekirdeklerin ve
tohumların intibahında ve uyanıp vazife-i fıtriyelerine mazhar olmakta ve gayet acib ve güzel
ve hârika o küçücük mahlukların ve yavruların büyük ve gayet intizamlı ve mükemmel
vazifelere mazhariyetlerini bütün zîşuura tebrik ile bârekâllah dediren ve hadsiz bârekâllah,
mâşâallah dedirmeye vesile olmaya lâyık olan o mübareklerin o vaziyetleri, o su unsurunun
herbir zerresinin binler Eflatun kadar ilmi ve binler Hakîm-i Lokman kadar hikmeti ve iradesi
bulunmak lâzımdır. Bu ise, suyun zerratı adedince muhaldir. Öyle ise bir Kadîr-i Zülcelal'in
ve bir Rahman-ı Rahîm'in hadsiz kudret ve rahmet ve hikmet ve iradesiyle o mübareklerin, o
hadsiz mu'cizata mazhariyetleri cihetinde bütün o mübarekler adedince
¬yÁV¬7 €@«6«*@«AW²7«! kelimesini külliyetiyle söylediklerinden, bütün mahlukat namına, Mi'rac
Gecesinde, netice-i hilkat-ı
--- sh:»
Sonra herkesin hususî dünyasındaki gibi, benim de hususî dünyamın ikinci unsuru olan
su unsuru dahi, küllî bir lisan olarak bütün zerratı ile, hususan zîhayatların menşe'lerine ve
yaşamalarına hizmetleri noktalarında, trilyonlar, katrilyonlar adedince €@«6«*@«AW²7«! kelime-i
mübarekesini lisan-ı hal ile kâinatta neşrediyor.
Çünki suyun katrelerinin gördüğü vazifeler, hususan nutfelerin ve çekirdeklerin ve
tohumların intibahında ve uyanıp vazife-i fıtriyelerine mazhar olmakta ve gayet acib ve güzel
ve hârika o küçücük mahlukların ve yavruların büyük ve gayet intizamlı ve mükemmel
vazifelere mazhariyetlerini bütün zîşuura tebrik ile bârekâllah dediren ve hadsiz bârekâllah,
mâşâallah dedirmeye vesile olmaya lâyık olan o mübareklerin o vaziyetleri, o su unsurunun
herbir zerresinin binler Eflatun kadar ilmi ve binler Hakîm-i Lokman kadar hikmeti ve iradesi
bulunmak lâzımdır. Bu ise, suyun zerratı adedince muhaldir. Öyle ise bir Kadîr-i Zülcelal'in
ve bir Rahman-ı Rahîm'in hadsiz kudret ve rahmet ve hikmet ve iradesiyle o mübareklerin, o
hadsiz mu'cizata mazhariyetleri cihetinde bütün o mübarekler adedince
¬yÁV¬7 €@«6«*@«AW²7«! kelimesini külliyetiyle söylediklerinden, bütün mahlukat namına, Mi'rac
Gecesinde, netice-i hilkat-ı
--- sh:»(Em:116) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
âlem olan Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm ¬yÁV¬7 €@«6«*@«AW²7«! demiş.
Ve üç
ayda, her günde üç saat meşgul olarak, hâfızasının sahifesinin yalnız o kısmını ancak tamam
edebilmiş. Aynı adam, seksen sene ömründe gördüğü ve işittiği ve merakını tahrik eden ve
ona hoş gelen manaları ve kelimeleri ve suretleri ve savtları o tırnak kadar kuvve-i hâfızanın
sahifesinde istediği vakitte müracaat edip bir büyük kütübhane kadar bütün mahfuzatının aynı
şeylerini orada bütün istediklerini mevcud ve muntazam yazılmış ve dizilmiş görüyor.
İşte bu tırnak kadar kuvve-i hâfızanın, bahr-ı umman gibi bir vüs'ati ve güneş gibi bir
ihatalı nuru ve bir ziya-i manevîsi ve zemin yüzü kadar geniş sahifeleri olmazsa bu hal
olamaz. Bu ise yüzbinler derece muhal muhal içinde ve imkânsız olduğundan; elbette ve
elbette bu küçücük tırnak kadar hâfıza; Levh-i Mahfuz, bir sahife-i kader ve kudreti olan
Alîm-i Mutlak'ın ilim ve hikmet ve kudreti ile, o Levh-i Mahfuz'un bir nümunesini beşerin
kafasında halk eylemesine kudsî bir şehadet eder.
MAXQDA 2020 24.12.2022
İkinci cüz'î ve küçücük bir nümunesi: Elektriktir. Bir adam, elektrik lâmbasının acib
vaziyetini tedkik etmiş.
(Haşiye): Yalnız aldatmak için bazı derin ve ehemmiyetli hakikatlara bir isim takıp, güya o hakikat
anlaşılmış
gibi âdileştiriyorlar. Meselâ: Bu elektrik kuvveti imiş deyip, o ince ve derin hakikatı ehemmiyetsiz
yapıp âdi
gösteriyorlar. Halbuki kudretin o mu'cizesinin hikmetleri iki sahife ile ancak ifade edildiği halde; bir
tek isim
takmakla, o hakikatı ve o küllî hikmeti gizleyip, gayet küçük ve basit bir perdesini yerine ikame
ederek; o
mu'cizeli eseri, kör kuvvete ve serseri tesadüfe ve mevhum tabiata isnad edip, Ebu Cehil'den daha
echel bir
dereceye düşüyorlar.
İşte irade-i İlahiyenin namuslarının ünvanları olan âdetullah kanunlarının birisine, beşer aczinden
mahiyetini bilemediği o kanunun mahiyetine elektrik namını verip, tenvirdeki hârika mu'cize-i kudreti
âdileştirmekle ve malûm birşey imiş gibi elektrik kuvveti diye bir isim takmakla, bunun gibi çok
hârikulâde
mu'cizat-ı kudret-i İlahiyeyi cahilane âdileştiriyorlar.
--- sh:»
(Haşiye): Yalnız aldatmak için bazı derin ve ehemmiyetli hakikatlara bir isim takıp, güya o hakikat
anlaşılmış
gibi âdileştiriyorlar. Meselâ: Bu elektrik kuvveti imiş deyip, o ince ve derin hakikatı ehemmiyetsiz
yapıp âdi
gösteriyorlar. Halbuki kudretin o mu'cizesinin hikmetleri iki sahife ile ancak ifade edildiği halde; bir
tek isim
takmakla, o hakikatı ve o küllî hikmeti gizleyip, gayet küçük ve basit bir perdesini yerine ikame
ederek; o
mu'cizeli eseri, kör kuvvete ve serseri tesadüfe ve mevhum tabiata isnad edip, Ebu Cehil'den daha
echel bir
dereceye düşüyorlar.
İşte irade-i İlahiyenin namuslarının ünvanları olan âdetullah kanunlarının birisine, beşer aczinden
mahiyetini bilemediği o kanunun mahiyetine elektrik namını verip, tenvirdeki hârika mu'cize-i kudreti
âdileştirmekle ve malûm birşey imiş gibi elektrik kuvveti diye bir isim takmakla, bunun gibi çok
hârikulâde
mu'cizat-ı kudret-i İlahiyeyi cahilane âdileştiriyorlar.
--- sh:»
İşte irade-i İlahiyenin namuslarının ünvanları olan âdetullah kanunlarının birisine, beşer aczinden
mahiyetini bilemediği o kanunun mahiyetine elektrik namını verip, tenvirdeki hârika mu'cize-i kudreti
âdileştirmekle ve malûm birşey imiş gibi elektrik kuvveti diye bir isim takmakla, bunun gibi çok
hârikulâde
mu'cizat-ı kudret-i İlahiyeyi cahilane âdileştiriyorlar.
--- sh:»(Em:119) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
ve Nur-un Nur ve Hâlık-un Nur ve Müdebbir-un Nur olan Kadîr-i Zülcelal'in ve Allâm-ül
Guyub'un ve Alîm-i Mutlak'ın kudreti ile ve hikmeti ile olacak. İşte bu iki nümuneye kıyasen
hadsiz nümuneler var.
İşte ¬yÁV¬7 €@«A±¬[ÅO7«! bütün kâinattaki nurları, güzellikleri, tayyibeleri ve kelimat-ı tayyibeleri
ve hayırları ve kemalâtları Zât-ı Zülcelal'e nur unsuru diliyle kâinat takdim ettiği gibi, netice-i
hilkat-ı kâinat ve sebeb-i hilkat-ı âlem olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm dahi -
Bir tek kelimeyi aynı anda milyon, belki milyar kelime olarak, cilve-i kudret
sahife-i havada istinsah ettiği gibi; `±¬[ÅO7! v¬V«U²7! G«Q²M«< ¬y²[«7¬! âyetinin remziyle her
kelime-i
tayyibe, bütün küre-i havada birden, âdeta zamansız, kalem-i kudret ile istinsah edildiği gibi;
manevî ve makbul hakikatların bir yazar-bozar tahtası hükmünde olan küre-i havada kudretin
acib bir mu'cizesinin zaman-ı Âdem'den beri ülfet perdesi altında ehl-i gaflet nazarında
saklandığı gibi; şimdi radyo namı verdikleri ayn-ı hakikat ile sabit olmuş ki: İçinde hadsiz bir
ilim ve hikmet ve irade bulunan gayr-ı mütenahî bir kudret-i ezeliyenin cilvesi, her zerre-i
havaîde hazır ve nâzırdır ki; hadsiz ayrı ayrı kelimeler herbir zerre-i havaînin küçücük
kulağına girip, incecik dilinden çıktığı halde karışmıyor, bozulmuyor, şaşırmıyor.
--- sh:»(Em:122) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
vermesi hiç bir cihet-i imkânı yok. Demek her yerde hazır, nâzır ehadiyet cilvesiyle ve içinde
ihatalı bir irade, muhit bir ilim bulunan bir kudret-i ezeliyenin cilvesidir. Buna milyonlar
şahidlerinden birisi radyodur."
Onüçüncü Söz'de hikmet-i Kur'aniye ile hikmet-i felsefeyi müvazene bahsinde denilmiş
olan mes'elenin meali budur ki: Felsefe-i insaniye, gayet hârikulâde mu'cizat-ı kudret-i
İlahiyenin mu'cizat-ı rahmeti üstüne âdiyat perdesi çeker. O âdiyat altındaki vahdaniyet
delillerini ve o hârika nimetlerini görmüyor, göstermiyor. Fakat âdetten huruç etmiş hususî
bazı cüz'iyatı görür, ehemmiyet verir.
vermesi hiç bir cihet-i imkânı yok. Demek her yerde hazır, nâzır ehadiyet cilvesiyle ve içinde
ihatalı bir irade, muhit bir ilim bulunan bir kudret-i ezeliyenin cilvesidir. Buna milyonlar
şahidlerinden birisi radyodur."
Onüçüncü Söz'de hikmet-i Kur'aniye ile hikmet-i felsefeyi müvazene bahsinde denilmiş
olan mes'elenin meali budur ki: Felsefe-i insaniye, gayet hârikulâde mu'cizat-ı kudret-i
İlahiyenin mu'cizat-ı rahmeti üstüne âdiyat perdesi çeker. O âdiyat altındaki vahdaniyet
MAXQDA 2020 24.12.2022
delillerini ve o hârika nimetlerini görmüyor, göstermiyor. Fakat âdetten huruç etmiş hususî
bazı cüz'iyatı görür, ehemmiyet verir.
diyor ki: Ben değil dünyevî hayatı, lüzum olsa âhiret hayatımı da millet-i İslâmiye hesabına
feda edeceğim.
Denizli'de bütün Risale-i Nur eczaları iade edilmesi ve İstanbul'da ve Ankara'da ele geçen bütün
risaleleri iade etmeleri ve Tarsus-Mersin'de ellerine geçen umum risaleleri iade etmeleri ve dört ay
Ankara'da
bütün risaleleri tedkik ile iadesine ve beraetine karar vermeleri ve o beraet ve iadeyi Temyiz dört defa
tasdik
etmesi ve en ziyade uğraşan Afyon, dört sene sonra iki defa beraet ve iadesine karar vermesi
gösteriyor ki,
adliyeler tamamıyla hakikî adaletle iş görmüşler ki, yeni şeylerin ehemmiyeti kalmıyor.
--- sh:»(Em:210) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
yüzotuz kitabında bu kadar aleyhimizde bahane arayanlar varken hiçbir suç bulunmaması ve
yalnız Eskişehir'in birtek mes'ele olan tesettürden başka o da cevab verildikten sonra kanaat-ı
vicdaniyeye çevrilmesi.. halbuki, Nur talebeleri gibi takvaya tarafdar olanlardan bir tek
adamın on mektubunda on günde onu mes'ul edecek bazı maddeler bulunur. Bu kadar hadsiz
bir derecede kesretli bir şeyde medar-ı mes'uliyet adliyeler gösterememesi iki şeyden hâlî
değil:
Ya kat'iyyen bir inayet ve hıfz-ı İlahiyedir ki, bu cihette merhametini, rahîmiyetini Nur
MAXQDA 2020 24.12.2022
talebeleri, Kur'an hizmetkârları hakkında gösteriyor ki; bize temas eden bütün adliyeleri böyle
hârika bir adalete ve hiçbir cihette haksızlık yapmamaya ve böyle aleyhimizde binler esbab
varken o hakikat-ı kudsiye-i Kur'aniyenin bir hizmetine yardım etmişler.
İslâm ve Avrupa'ya gönderdiği ve elindeki nafakasını Nur'un teksirine sarfettiği halde, yine
Nur'un nüshaları
--- sh:»(Em:217) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
acib bir tarzda hem kendine, hem o hâlis fedakârlarına kâfi gelmesi, eski zamandaki işaret-i
gaybiyesinin bir güzel meyvesi ve bir hikmeti olduğuna kat'iyyen kanaatim geldiğinden
vasiyetnamemin âhirinde beyan ediyorum.
Bu vasiyetname benden sonra bâki kalan tayinat içinde de konulsun, tâ ki bazı insafsız
insanlar "Bu Said günde beş-on kuruşla yaşadığı ve kimseden para almadığı halde şimdiki
mirası yüzer lira görünüyor, nerede buldu?" dememek için bu hakikati izhar etmek münasib
olur.
Şimdi manevî evlâdlarım, fedakâr hizmetkârlarım olan Zübeyr, Ceylan, Sungur,
Bayram, Hüsnü, Abdullah, Mustafa gibi ve has ve hâlis Nur'un kahramanları olan Hüsrev ve
Nazif, Tahirî, Mustafa Gül gibi zâtların nezaretinde o düsturumun muhafaza edilmesini
vasiyet ediyorum.
-
veremiyor. Ezcümle, Risale-i Nurun bir hâdimi ve bir tek şâkirdi yirmi dört saatte lâakal
Risale-i Nur talebelerinin hüsn-ü âkıbetlerine ve saadet-i ebediyeye mazhar olmalarına, yüz
def'a Risale-i Nur talebelerine ettiği duaları içinde hiç olmazsa yirmi-otuz def'a selâmet-i
îmanlarına ve hususî hüsn-ü âkıbetlerine ve îman ile kabre girmelerine aynı duayı en ziyade
kabûle medar olan şerait içinde ediyor.
Hem Risale-i Nur talebeleri, bu zamanda her cihetten ziyade hücuma mâruz îman
hususunda birbirine selâmet-i îman hakkındaki samimî, mâsum lisanlariyle dualarının yekûnu
öyle bir kuvvettedir ki, rahmet ve hikmet, onun reddine müsaade etmez. Faraza mecmuu
itibariyle reddedilse de, tek bir tane onların içinde kabul olunsa yine herbiri selâmet-i îman ile
kabre gireceğine kâfi geliyor. Çünkü herbir dua umuma bakar.
Said Nursî
Sizinle pek çok alâkadar ve görüşmeye çok müştakım ve vaziyetinizi bu soğuk kışta
merak eder, hayalen sizin ile görüşürken bir-iki nokta hâtıra geldi, beyan ediyorum.
Birincisi: Ondokuzuncu Söz'ün âhirinde Kur'andaki tekrarın ekser hikmetleri Risale-in-
Nurda dahi cereyan eder. Bilhassa ikinci hikmeti tamtamına vardır. O hikmet şudur ki: Herkes
Kur'ana muhtaçtır, fakat herkes her vakit bütün Kur'anı okumağa muktedir olamaz, fakat bir
sureye galiben muktedir olur.
sureye galiben muktedir olur. Onun için en mühim makasıd-ı Kur'aniye, ekser uzun surelerde
dercedilerek herbir sure bir Kur'an hükmüne geçmiş. Demek hiç kimseyi mahrum etmemek
için, Haşir ve Tevhid ve Kıssa-i Mûsa (A.S.
Herkes
Kur'ana muhtaçtır, fakat herkes her vakit bütün Kur'anı okumağa muktedir olamaz, fakat bir
sureye galiben muktedir olur. Onun için en mühim makasıd-ı Kur'aniye, ekser uzun surelerde
dercedilerek herbir sure bir Kur'an hükmüne geçmiş. Demek hiç kimseyi mahrum etmemek
için, Haşir ve Tevhid ve Kıssa-i Mûsa (A.S.) gibi bâzı maksadlar tekrar edilmiş. Aynen bu
ehemmiyetli hikmet içindir ki, bâzı def'a haberim olmadan, ihtiyarım ve rızam olmadığı
halde, ince hakaik-ı îmaniye ve kuvvetli hüccetler, müteaddit risalelerde tekrar edilmiş. Ben
çok hayret ediyordum: Neden bunlar bana unutturulmuş, tekrar yazdırılmış? Sonra kat'î bir
surette bildim ki: Herkes bu zamanda Risale-i Nura muhtaçtır, fakat umumunu elde edemez;
etse de tam okuyamaz; fakat küçük bir Risale-in-Nur hükmüne geçmiş bir risale-i câmiayı
elde edebilir ve ekser vakitlerde muhtaç olduğu mes'eleleri ondan okuyabilir.
Sizin fevkalâde sadakat ve ulûvv-i himmetinizden tereşşuh eden bir hafta evvelki
mektubunuza karşı hüsn-ü zannınızı bir derece
--- sh:»(ST:50) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
-
cerh eden benim cevabımın hikmeti şudur ki:
Bu zamanda öyle fevkalâde hâkim cereyanlar var ki, herşey'i kendi hesabına aldığı için,
faraza hakikî beklenilen o zat dahi bu zamanda gelse, harekâtını o cereyanlara kaptırmamak
için siyaset âlemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek, diye tahmin
ediyorum.
Hem üç mes'ele var: Biri hayat, biri şeriat, biri îmandır.
elektrikleri, mânevî radyoları sermiş, serpmiş; fıtrî telsiz telefonlarda istihdam ediyor,
çalıştırıyor. Hem nasıl ki bir lâmba yansa, mukabilindeki binler âyineye (herbirine) tam bir
lâmba girer. Aynen öyle de, bir Yâsin-i Şerif okunsa, milyonlar ruhlara hediye edilse,
herbirine tam bir Yâsin-i Şerif düşer.
İkinci Sual: Şiddetle ve âmirane denildi ki: "Sen Risale-i Nur'un makbuliyetine dair
Hazret-i Ali (R.A
yolda iken ve gelmeden evvel o mektubun mânevî te'siri ile bu âyeti ve @®B²[«8 «–@«6 ²w«8«:«!
âyetiyle
beraber düşünürken hatırıma geldi. Risale-i Nur bu derece kuvvetli işaret-i Kur'âniyeye ve
Şâkirdleri bu kadar kıymetli beşâret-i Furkaniyeye ve aktabların iltifatına mazhariyetin sırrı ve
hikmeti, musibetin azameti ve dehşetidir ki, hiç bir eserin mazhar olmadığı
--- sh:»(ST:82) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
-
bir kudsî takdir ve tahsin almış
Bu üç
âyetin küllî ve umumî mânalarında Risale-in-Nur kasdî bir surette dahil olduğuna iki kuvvetli
emâre var.
Birisi şudur ki: Risale-in-Nurun müstesna bir hassası ism-i Hakem ve Hakîm'in
mazharı olup bütün safahatında, mebahisinde nizam ve intizam-ı kâinatın âyinesinde ism-i
Hakem ve Hakîm'in cilveleri olan hikmet-i kudsiyeyi ve hikemiyat-ı Kur'âniyeyi ders veriyor.
Mevzuu ve neticesi hikmet-i Kur'âniyedir.
İkinci Emâre: Birinci âyet, Bin üçyüz yirmiiki ederek makam-ı ebcedî ile Risale-in-
Birisi şudur ki: Risale-in-Nurun müstesna bir hassası ism-i Hakem ve Hakîm'in
mazharı olup bütün safahatında, mebahisinde nizam ve intizam-ı kâinatın âyinesinde ism-i
Hakem ve Hakîm'in cilveleri olan hikmet-i kudsiyeyi ve hikemiyat-ı Kur'âniyeyi ders veriyor.
Mevzuu ve neticesi hikmet-i Kur'âniyedir.
İkinci Emâre: Birinci âyet, Bin üçyüz yirmiiki ederek makam-ı ebcedî ile Risale-in-
Nur müellifinin doğrudan doğruya ulûm-u âliye den (y«
İkinci Emâre: Birinci âyet, Bin üçyüz yirmiiki ederek makam-ı ebcedî ile Risale-in-
Nur müellifinin doğrudan doğruya ulûm-u âliye den (y«[¬7³~) başını kaldırıp hikmet-i Kur'âniyeye
müteveccih olarak hâdim-ül-Kur'ân vaziyetini aldığı tarihtir ki, bir sene sonra İstanbul'a
gitmiş mânevî mücâhedesine başlamış.
İkinci âyet ise: Makam-ı cifrîsi bin üçyüz iki ederek Risale-i Nur müellifinin Kur'ân
dersini aldığı tarihe tam tamına tevâfuk ile remzen Kur'ân'ın bâhir bir bürhanı olan Resâil-in-
Nur'a bakar.
Makam-ı cifrîsi bin üçyüz iki ederek Risale-i Nur müellifinin Kur'ân
dersini aldığı tarihe tam tamına tevâfuk ile remzen Kur'ân'ın bâhir bir bürhanı olan Resâil-in-
Nur'a bakar.
Üçüncü âyet ise: Bin üçyüz otuzsekiz olduğundan hikmet-i Kur'âniyeyi Avrupa
hükemasına karşı parlak bir surette gösterebilen ve gösteren Risale-in-Nur müellifi "Dâr-ül-
Hikmet-il-İslâmiye"de hikmet-i Kur'âniyeyi müdafaa etmekle, hattâ İngilizin baş papazı sual
ettiği ve altıyüz kelime ile cevap istediği altı sualine altı kelime ile cevap vermekle beraber
inzivaya girip bütün gayretiyle Kur'ân'ın ilhâmâtından Risale-i Nur'un mes'elelerini iktibasa
başladığı aynı tarihe tam tamına tevâfukla remzen bakar.
ONÜÇÜNCÜ ÂYET:
Üçüncü âyet ise: Bin üçyüz otuzsekiz olduğundan hikmet-i Kur'âniyeyi Avrupa
hükemasına karşı parlak bir surette gösterebilen ve gösteren Risale-in-Nur müellifi "Dâr-ül-
Hikmet-il-İslâmiye"de hikmet-i Kur'âniyeyi müdafaa etmekle, hattâ İngilizin baş papazı sual
ettiği ve altıyüz kelime ile cevap istediği altı sualine altı kelime ile cevap vermekle beraber
inzivaya girip bütün gayretiyle Kur'ân'ın ilhâmâtından Risale-i Nur'un mes'elelerini iktibasa
başladığı aynı tarihe tam tamına tevâfukla remzen bakar.
ONÜÇÜNCÜ ÂYET:
Sûre-i Âl-i İmran'da ¬v²V¬Q²7!
Üçüncü âyet ise: Bin üçyüz otuzsekiz olduğundan hikmet-i Kur'âniyeyi Avrupa
hükemasına karşı parlak bir surette gösterebilen ve gösteren Risale-in-Nur müellifi "Dâr-ül-
Hikmet-il-İslâmiye"de hikmet-i Kur'âniyeyi müdafaa etmekle, hattâ İngilizin baş papazı sual
ettiği ve altıyüz kelime ile cevap istediği altı sualine altı kelime ile cevap vermekle beraber
inzivaya girip bütün gayretiyle Kur'ân'ın ilhâmâtından Risale-i Nur'un mes'elelerini iktibasa
başladığı aynı tarihe tam tamına tevâfukla remzen bakar.
ONÜÇÜNCÜ ÂYET:
Sûre-i Âl-i İmran'da ¬v²V¬Q²7!
²)¬@¬" ¬*xÇX7! ]«7¬! cümlesine makam-ı cifrîsi sehven bin üçyüz otuzdört (1334) ederek Risale-i
Nur'un fatihası olan İşarat-ül İ'caz Tefsirinin zuhuru ve tab'ı tarihine tevafukla bakar denilmiş.
Halbuki melfuz harflerinin makamı, bin üçyüz otuzdokuz (1339) olup o tefsirin fevkalâde
iştiharı ve Dâr-ül Hikmet tarafından ekser müftülere gönderilen nüshalar, müteaddid ve maddî
ve manevî inkılabların sarsıntılarından vikaye noktasında -çok emareler ve müftülerin
itirafıyla- birer kal'a ve ekser müftülerin ellerinde birer elmas kılınç hükmüne geçmeleri
tarihine tevafukla takdirkârane bakar. Okunmayan iki "elif" sayılsa, bin üçyüz kırkbir (1341)
edip Risale-i Nur'un mebde-i zuhuruna tam tamına tevafukla bakar. Bu küçük sehiv şöyle bir
mânayı birden kuvvetli ihtar etti ki, o sûre-i İbrahim'in (A.S.) başındaki âyetin Risale-i Nur'a
remzen bakan yalnız onun dört cümlesi değil, belki o birinci sahife âhirine kadar münâsebât-ı
mâneviye cihetinde bir mâna-yı remziyle -efrad-ı kesiresi içinde- Risale-i Nur'a gizli bir
hususiyet ile îma eder, remzen bakar. Ben şimdilik o hakikat-ı remziyeyi beyan edemem.
Zerrat, birbirine müşabehet ile beraber mana cihetiyle dahi münasebet var. Çünki Sure-i
€@«<¬*!ÅH7!«: ın başında tesadüfî ve intizamsız zannedilen temevvücat-ı havaiye, gayet hikmetli
ve vazifedar olarak rububiyetin tekvinî emirlerini etrafa yetiştirir diye ifade ettiği gibi, Risale-
i Zerrat dahi maddiyyunlar tarafından tesadüfî ve intizamsız telakki edilen harekât-ı zerrat
dahi, gayet hikmetli ve o zerreler muntazam vazifelerle vazifedar olduklarını gayet kuvvetli
ve kat'î bürhanlar ile isbat ediyor.
Hem Mi'rac-ı Muhammedî Aleyhissalâtü Vesselâmı delâil-i akliye ile gayet mâkul ve
kat'î bir surette isbat eden ve "Otuzbirinci Söz" nâmında ve mertebesinde bulunan Risale-i
Mi'rac'a,
--- sh:»
Çünki Sure-i
€@«<¬*!ÅH7!«: ın başında tesadüfî ve intizamsız zannedilen temevvücat-ı havaiye, gayet hikmetli
ve vazifedar olarak rububiyetin tekvinî emirlerini etrafa yetiştirir diye ifade ettiği gibi, Risale-
i Zerrat dahi maddiyyunlar tarafından tesadüfî ve intizamsız telakki edilen harekât-ı zerrat
dahi, gayet hikmetli ve o zerreler muntazam vazifelerle vazifedar olduklarını gayet kuvvetli
ve kat'î bürhanlar ile isbat ediyor.
Hem Mi'rac-ı Muhammedî Aleyhissalâtü Vesselâmı delâil-i akliye ile gayet mâkul ve
kat'î bir surette isbat eden ve "Otuzbirinci Söz" nâmında ve mertebesinde bulunan Risale-i
Mi'rac'a,
--- sh:»(ST:113) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
veriyor. Evet Onuncu Söz, çok ehemmiyetli bir belâyı def'etti. Hürriyet-i efkâr serbestiyeti ve
harb-i umumî sarsıntısı vaktinde haşri inkâr eden münafıklar, fırsat bulup çok yerlerde zehirli
fikirlerini izhara başladıkları bir zamanda "Onuncu Söz" çıktı ve tab'edildi. Bin nüshası etrafa
yayıldı. Onu gören herkes kemal-i iştiyak ve merakla okudu. Zındıkların kâfirane fikirlerini
tam kırdı.
Birinci Sual: Bütün kıymetdar kitablar içinde Risale-i Nur, Kur'ân'ın işaretine ve
iltifatına ve Hazret-i İmam-ı Ali'nin (R.A.) takdir ve tahsinine ve Gavs-ı Âzam'ın teveccüh ve
tebşirine vech-i ihtisası nedir? O iki zâtın kerametle Risale-i Nur'a bu kadar kıymet ve
ehemmiyet vermenin hikmeti nedir?
--- sh:»(ST:132) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
-
!«G< @®A[¬A«0 ²`V²0@«4 ¬^«W²U¬E²7! ¬*!«( ]¬4 «a²9«! Yâni, "Ey bîçâre! Sen Dar-ül-Hikmet-il-
İslâmiyede bir
MAXQDA 2020 24.12.2022
âza olmak cihetiyle güya bir hekimsin, ehl-i İslâmın mânevi hastalıklarını tedavi ediyorsun.
Halbuki, en ziyade hasta sensin. Sen, evvel kendine tabib ara, şifa bul; sonra başkasının
şifasına çalış." İşte o vakit, o tefe'ül sırriyle, maddî hastalığım gibi mânevî hastalığımı da
kat'iyyen
±¬›¬(xD²7! ]«V«2 ²€«x«B²,!«: ÕÕÕ ]¬Q«V²"! Œ²*«! @«< âyetinden istihraç ettiği mâna hakdır ve
mutabıkdır.
--- sh:»(ST:185) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
), İmam-ı
Gazâlî (K.S.), İmam-ı Rabbânî (K.S.) gibi hem şahsen, hem vazifeten büyük ve hârika zatlar,
bu Hadîsi kıymetdar irşadlariyle ve eserleriyle fiilen tasdik etmişler. O zamanlar bir cihette
ferdiyet zamanı olduğundan, hikmet-i Rabbaniye onlar gibi "ferîd"leri ve kudsî dâhileri
ümmetin imdadına göndermiş. Şimdi ise aynı vazifeye, fakat müşkilâtlı ve dehşetli şerait
içinde, bir şahs-ı mânevî hükmünde bulunan Risalet-ün-Nuru ve sırr-ı tesanüdle bir ferd-i
ferîd mânasında olan şâkirdlerini bu cemaat zamanında o mühim vazifeye koşturmuş. Bu sırra
binaen, benim gibi bir neferin, ağırlaşmış müşiriyet makamında ancak dümdarlık vazifesi var.
Eskişehir Hapishanesinde,
--- sh:»(ST:190) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
-
MAXQDA 2020 24.12.2022
âhir zamanın hâdisatı hakkında gelen rivayetlerin te'villeri mutabık ve doğru çıktıkları halde
ehl-i ilim ve ehl-i îman onları bilmemelerinin ve görmemelerinin sırrını ve hikmetini beyan
etmek niyetiyle başladım, bir-iki sahife yazdım, perde kapandı, geri kaldı. Bu beş senede beş-
altı def'a aynı mes'eleye müteveccih olup muvaffak olamıyordum. Yalnız o mes'elenin
teferruatından bana ait bir mes'eleyi beyan etmek ihtar edildi. Şöyle ki:
"Elhubbu fissiyaseti velbuğzu lissiyaseti" düstur-u şeytanî hükmederek, melek gibi bir hakikat
kardeşine adavet ve "el-hannâs" gibi bir siyaset arkadaşına muhabbet ve tarafdarlıkla zulmüne
rıza gösterip cinayetine mânen şerik eylemesin.
Evet, bu zamandaki siyaset, kalbleri ifsad edip asabî ruhları azab içinde bırakır.
Selâmet-i kalb ve istirahat-ı ruh istiyen adam, siyaseti bırakmalı. Evet, şimdi küre-i arzda
herkes ya kalben, ya ruhen, ya aklen, ya bedenen gelen musibetten hissedarlıktan azab
çekiyor, perişandır. Bilhassa ehl-i dalâlet ve ehl-i gaflet merhamet-i umumiye-i İlâhiyyeden
ve hikmet-i tâmme-i Sübhaniyeden habersiz olduğundan, nev'-i beşere rikkat-i cinsiye,
alâkadarlık cihetiyle kendi eleminden başka nev-i beşerin şimdiki elîm ve dehşetli elemleri ile
dahi müteellim olup azab çekiyor. Çünki lüzumsuz ve mâlâyâni bir surette vazife-i
hakikiyelerini ve elzem işlerini bırakıp âfâkî ve siyasî boğuşmalara ve kâinatın hadiselerini
merakla dinleyerek karışarak ruhlarını sersem, akıllarını geveze etmişler. "Zarara razı olana
(ST:194) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
-
sadakatle girenlerdir. Çünki onlar, Risalet-ün-Nur'dan aldıkları îman-ı tahkikî derslerinin
nuriyle ve göziyle herşeyde rahmet-i İlâhiyyenin izini, özünü, yüzünü görüp herşeyde kemal-i
hikmetini, cemal-i adaletini müşahede ettiklerinden, kemal-i teslimiyet ve rıza ile -Rububiyet-
i İlâhiyyenin icraatından olan musibetlere karşı- teslimiyetle gülerek karşılıyorlar, rıza
gösteriyorlar ve merhamet-i İlâhiyyeden daha ileri şefkatlerini sürmüyorlar ki elem ve azab
çeksinler. İşte bu hakikata binaen, değil yalnız hayat-ı uhreviyenin, belki dünyadaki hayatın
dahi saadet ve lezzetini istiyenler, hadsiz tecrübelerle Risalet-ün-Nur'un îmanî ve Kur'ânî
derslerinde bulabilir ve buluyorlar.
Said Nursî
-
mesail-i istikbaliyede neden tâbire ve te'vile muhtaç oluyor? diye hatırıma geldi.
Böyle bir cevap ihtar edildi ki: Gaybî istikbal-i dünyevîde başa gelen hâdisatı
bildirmemekte Cenab-ı Erhamürrâhimînin çok büyük bir rahmeti saklandığı ve gaybı
gizlemekte çok ehemmiyetli bir hikmeti bulunduğu cihetle, gaybî şeyleri haber vermekten
yasak edip, yalnız müphem ve mücmel bir surette ya ilham veya ihtar ile bir emareyi vesile
ederek keşfiyatta ve rü'ya-yı sâdıkada bir kısım gaybî hakikatlarını ihsas eder ve o
hakikatların hususî suretleri vukuundan sonra bilinir.
Said Nursî
***
MAXQDA 2020 24.12.2022
ancak hallettiği ve ancak havâssa bildirdiği aynı mesâili Kadere dâir olan Yirmialtıncı Sözde
İkinci Mebhasın ikinci sahifesinde tamamiyle hem herkese bildirecek bir tarzda beyanı eser-i
inâyet olmazsa nedir?
Hem bütün ukûlü hayrette bırakan ve hiçbir felsefenin eliyle keşfedilmemiş ve sırr-ı
hilkat-i âlem ve tılsım-ı kâinat denilen ve Kur'an-ı Azimüşşanın i'caziyle keşfedilen o tılsım-ı
müşkil-küşâ ve o muamma-yı hayret-nümâ, Yirmidördüncü Mektup ve Yirmidokuzuncu
Söz'ün âhirindeki remizli nüktede ve Otuzuncu Söz'ün tahavvülât-ı zerrâtın altı adet
hikmetinde keşfedilmiştir. Kâinattaki
--- sh:»(ST:235) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
-
Kâinattaki
--- sh:»(ST:235) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
-
faaliyet-i hayretnümânın tılsımını ve hilkat-i kâinatın ve âkıbetinin muammasını ve
tahavvülât-ı zerrâtdaki harekâtın sırr-ı hikmetini keşf ve beyan etmişlerdir; meydandadır,
bakılabilir.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Hem sırr-ı Ehadiyet ile şeriksiz Vahdet-i Rububiyeti; hem nihayetsiz kurbiyet-i İlâhiyye
ile nihayetsiz bu'diyetimiz olan hayretengiz hakikatları kemal-i vuzuh ile Onaltıncı Söz ve
Otuzikinci Söz beyan ettikleri gibi; kudret-i İlâhiyyeye nisbeten zerrat ve seyyârat müsavi
olduğunu; ve haşr-i a'zamda umum zîruhun ihyası bir nefsin ihyası kadar o Kudrete kolay
olduğunu ve şirkin hilkat-ı kâinatta müdahalesi imtina derecesinde akıldan uzak olduğunu
kemal-i vuzuh ile gösteren Yirminci Mektubdaki °h<¬G«5 ¯š²z«- ±¬u6 ]«V«2 «x; «: kelimesi beyanında
ve
üç temsili hâvi onun zeyli şu azim sırr-ı vahdeti keşfetmiştir.
« ve yÁV7! «x; ²u5 deyip gezer ve fırtınaların ve şimşek ve berk ve gök gürültüsü gibi
havayı çarpıştırıcı dalgalar içerisinde intizamını ve vazifelerini hiç bozmuyor ve şaşırmıyor ve
bir iş diğer bir işe mâni' olmuyor.. ben, aynelyakîn müşahede ettim.
Demek, ya herbir zerre ve herbir parça havada; nihayetsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir
ilmi, iradesi ve nihayetsiz bir kuvveti, kudreti ve bütün zerrâta hâkim-i mutlak bir hâssaları
bulunmak lâzımdır ki, bu işlere medar olabilsin. Bu ise, zerreler adedince muhal ve bâtıldır.
Hiçbir şeytan dahi bunu hatıra getiremez. Öyle ise bu sahife-i havanın; hakkalyakîn,
aynelyakîn, ilmelyakîn derecesinde bedahetle Zât-ı Zülcelâlin hadsiz gayr-i mütenahî ilmi ve
hikmetle çalıştırdığı kalem-i kudret ve kaderin mütebeddil sahifesi ve bir Levh-i Mahfuzun
âlem-i tegayyürde ve mütebeddil şuûnatında bir levh-i mahv u isbat namında yazar - bozar
tahtası hükmündedir.
İşte hava unsurunun yalnız nakl-i asvat vazifesinde mezkûr cilve-i vahdaniyeti ve
mezkûr acaibi gösterdiği ve dalâletin hadsiz muhaliyetini
--- sh:»(ST:255) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
nâmütenâhi mevcut olduğundan ve hiçbir eserin nail olmadığı bir şekilde meş'ale-i İlâhiyye ve
şems-i hidâyet ve neyyir-i saadet olan Hazret-i Kur'an'ın füyûzatına vâris olduğu meşhud
olduğundan; onun esası nur-u mahz-ı Kur'an olduğu ve evliyaullahın âsârından ziyade feyz-i
envar-ı Muhammediyeyi hâmil bulunduğu ve zât-ı pâk-i Risaletin ondaki hisse ve alâkası ve
tasarruf-u kudsîsi evliyaullahın âsârından ziyade olduğu ve onun mazharı ve tercümanı olan
mânevî zâtın mazhariyeti ve kemâlâtı ise, o nisbette âli ve emsâlsiz olduğu güneş gibi âşikâr
bir hakikattır.
Evet, o zat daha hâl-i sabavette iken ve hiç tahsil yapmadan zevâhiri kurtarmak üzere üç
aylık bir tahsil müddeti içinde, ulûm-u evvelîn ve âhirîne ve ledünniyat ve hakaik-ı eşyaya ve
esrar-ı kâinata ve hikmet-i İlâhiyyeye vâris kılınmıştır ki; şimdiye kadar böyle mazhariyet-i
ulyâya kimse nâil olmamıştır.. bu hârika-i ilmiyenin eşi asla mesbuk değildir. Hiç şüphe
edilemez ki; tercüman-ı Nur, bu hâliyle baştan başa iffet-i mücesseme ve şecaat-ı hârika ve
istiğna-yı mutlak teşkil eden hârikulâde metanet-i ahlâkıyesi ile bizzat bir mucize-i fıtrattır,
tecessüm etmiş bir inâyettir ve bir mevhibe-i mutlakadır.
O zât-ı zîhavârık; daha hadd-i bülûğa ermeden, bir allâme-i bîadil hâlinde bütün cihan-ı
ilme meydan okumuş, münazara ettiği erbab-ı ulûmu ilzam ve iskât etmiş, her nerede olursa
olsun vâki' olan bütün suallere mutlak bir isabetle ve asla tereddüt etmeden cevap vermiş,
ondört yaşından îtibaren üstadlık payesini taşımış ve mütemadiyen etrafına feyz-i ilim ve nur-
u hikmet saçmış, îzahlarındaki incelik ve derinlik ve beyanlarındaki ulviyet ve metanet ve
tevcihlerindeki derin feraset ve basiret ve nur-u hikmet, erbab-ı irfanı şaşırtmış ve hakkıyle
"Bediüzzaman" ünvan-ı celîlini bahşettirmiştir.
Ve şüphesiz o Nebiyy-i Akdesin emir ve fermanı iIe yürüyen ve tasarrufu ile hareket
eden ve onun envar ve hakaikına vâris ve ma'kes olan bir zât-ı kerîm-üs-sıfattır.
Envâr-ı Muhammediyeyi ve maarif-i Ahmediyeyi ve füyuzat-ı şem'-i İlâhîyi en müşa'şa
bir şekilde parlatması ve Kur'anî ve Hadisî olan işârât-ı riyaziyenin kendisinde müntehi
olması ve hitâbât-ı Nebeviyeyi ifade eden âyât-ı celilenin riyazî beyanlarının kendi üzerinde
toplanması delâletleriyle o zât, hizmet-i îmâniye noktasında Risaletin bir mir'ât-ı mücellâsı ve
şecere-i Risaletin bir son meyve-i münevveri ve lisan-ı Risaletin irsiyet noktasında son dehan-
ı hakikatı ve şem'-i İlâhînin hizmet-i îmâniye cihetinde bir son hâmil-i zîsaâdeti olduğuna
şüphe yoktur.
Üçüncü Medrese-i Yûsufiyenin Elhüccetüzzehra ve Zühretünnur olan tek dersini
dinleyen Nur Şâkirdleri namın
Risale-in-Nur; sertâc-ı
evliya, sultan-ül-eser ve zübdet-ül-meânî ve atâyâ-yı İlâhî ve hedâyâ-yı Sübhânîdir. Risale-i
Nur, bir bahr-i hakaik ve bir sırr-ı dekaik ve kenz-ül-maârif ve bahr-ül-mekârimdir. Risale-i
Nur hastalara şifahâne-i hikmet ve mâ-i zemzem, sağlara maişet-i hakikat ve rîh-i reyhan ve
misk-i anberdir. Risale-i Nur, mev'id-i Ahmedî (A.S.M.) ve müeyyed-i Haydarî (R.A.) ve
teâvün-ü Gavsî (K.S.
teşvik-i san'at, hem bir kitab-ı belâğat, hem bir kitab-ı isbat-ı vahdaniyet ve muarızlarına bir
kitab-ı ilzam ve iskâttır.
Risale-i Nur eczaları, bir sema-i mâneviyenin güneşleri ve ayları ve yıldızlarıdır. Nasılki
zâhiren perde-i esbab olan güneşten, kamerden ve kevâkibten bütün kâinat tenevvür ve
tezeyyün ve bütün eşya neşv-ü nemâ ve hayat buluyor. İşte Risale-i Nur dahi bu asırda bütün
âlem-i beşeriyete hayat-ı câvidân ve âdeme kâmil-i insan ve kulûbe neş'e-i îman ve ukule
yakîn-i itmi'nan ve efkâra inkişaf ve nüfusa teslim-i rıza ve can şuâlarını Kur'an-ı Mu'ciz-ül-
Beyandan alıp saçmaktadır. O semâ-i mâneviyyeyi bâzan ve zâhiren bihasbil-hikmeti âfâkı bir
bulut kütlesi kaplar. O celâlli semadan öyle bir bârân-ı feyz ve rahmet takattur eder ki
istidadlar; tohumlar, çekirdekler, habbeler gibi o sıkıcı ve o dar âlemde gerçi biraz muzdarip
olurlar, fakat tâ o sıkılmaktan üzerlerindeki kışırları çatlar ve yırtılır, o anda bulutlar da
ufuklara çekilip nöbetçi vaziyetinde beklemesi bir imtihan-ı Rabbânî ve bir inkişaf-ı feyzânî
ve bir rahmet-i nûrânîdir ki; evvelce bir habbe, bir çekirdek yeniden taze bir hayata atılır.
Risale-i Nur eczaları, bir sema-i mâneviyenin güneşleri ve ayları ve yıldızlarıdır. Nasılki
zâhiren perde-i esbab olan güneşten, kamerden ve kevâkibten bütün kâinat tenevvür ve
tezeyyün ve bütün eşya neşv-ü nemâ ve hayat buluyor. İşte Risale-i Nur dahi bu asırda bütün
âlem-i beşeriyete hayat-ı câvidân ve âdeme kâmil-i insan ve kulûbe neş'e-i îman ve ukule
yakîn-i itmi'nan ve efkâra inkişaf ve nüfusa teslim-i rıza ve can şuâlarını Kur'an-ı Mu'ciz-ül-
Beyandan alıp saçmaktadır. O semâ-i mâneviyyeyi bâzan ve zâhiren bihasbil-hikmeti âfâkı bir
bulut kütlesi kaplar. O celâlli semadan öyle bir bârân-ı feyz ve rahmet takattur eder ki
istidadlar; tohumlar, çekirdekler, habbeler gibi o sıkıcı ve o dar âlemde gerçi biraz muzdarip
MAXQDA 2020 24.12.2022
-
Evet, azim ve îmanları, aşk ve emelleri henüz kemale ermemiş olan birçok
müslümanlar; maalesef acıklı bir yeis içinde idiler. Böyle bir zaferin tahakkukunu, hayal ve
muhal görüyorlardı. Fakat bütün feyiz ve nurunu insanlığı tenvir ve irşad için İlâhî bir güneş
hâlinde Arş-ı A'zamın pürnur ufuklarından inen Kur'an-ı Kerîm'den alan nur neşriyatı, durgun
gölleri andıran gönülleri deryalar gibi coşturmuş, kasvet ve hicran yıllarının ümit ve emellere
vurduğu müthiş zincirleri kırmıştır. O nur kaynağından fışkıran o serâpâ feyiz ve hikmetler
saçan eserler; hislerin, fikirlerin ve bilhassa alevler içinde yanan ruh ve vicdanların ezelî ve
ebedî ihtiyaçlarına cevap verdiği gibi; onları dalga dalga boğucu karanlıklar muhitinden,
tertemiz ve pırıl pırıl nur ufuklarına çıkarmıştır.
Yıllarca devam eden uzun bir sükût, derin bir gaflet ve boğucu bir zulmetten sonra İlâhî
bir güneş hâlinde parlıyan bu kudsî zafer, nur için yol aramakta olan perişan beşeriyetin yakın
bir gelecekte uyanacağını müjdelemektedir. Çünki; din ihtiyacı sırf müslümanların değil,
bil'umum insanların ezelî ve ebedî ihtiyacıdır.
Bugün bedbaht insanlık din ni'metinden mahrum olmanın sürekli hicran ve felâketlerini
bağrı yanarak çekmektedir. Bu acıklı buhranın korkunç neticesidir ki, çeyrek asır zarfında iki
öz nefsidir. Oradan - merkezden muhite yayılırcasına - bütün nur ve sürura, saadet ve huzura
müştak olan gönüllere yayılır.
Üstad, hususî hayatında gayet halim - selim ve son derece mütevazidir.
isbat vâdisinde kullandığı en parlak delilleri ve en kat'î bürhanları, Kur'an-ı Kerimin "Allah
kelâmı olduğu" nu her gün bir kat daha isbat ve ilân eden "Müsbet ilim" dir.
Zaten felsefe, aslında hikmet mânasına geldikçe, Vacibül-Vücud Taalâ ve Takaddes
Hazretlerini, Zât-ı Bâri'sine lâyık sıfatlarla isbata çalışan her eser en büyük hikmet ve o eserin
sahibi de en büyük hakîmdir.
İşte Üstad; böyle ilmî bir yolu, yâni Kur'an-ı Kerimin nurlu yolunu tâkip ettiği için,
binlerle üniversitelinin îmanını kurtarmak şerefine mazhar olmuştur. Hazretin, bu hususta hâiz
olduğu ilmî, edebî ve felsefî daha pek çok meziyetleri vardır. Fakat onları, eserlerinden
misaller getirerek inşâallah müstakil bir eserde arzetmek emelindeyim.
isbat vâdisinde kullandığı en parlak delilleri ve en kat'î bürhanları, Kur'an-ı Kerimin "Allah
kelâmı olduğu" nu her gün bir kat daha isbat ve ilân eden "Müsbet ilim" dir.
Zaten felsefe, aslında hikmet mânasına geldikçe, Vacibül-Vücud Taalâ ve Takaddes
Hazretlerini, Zât-ı Bâri'sine lâyık sıfatlarla isbata çalışan her eser en büyük hikmet ve o eserin
sahibi de en büyük hakîmdir.
İşte Üstad; böyle ilmî bir yolu, yâni Kur'an-ı Kerimin nurlu yolunu tâkip ettiği için,
binlerle üniversitelinin îmanını kurtarmak şerefine mazhar olmuştur. Hazretin, bu hususta hâiz
olduğu ilmî, edebî ve felsefî daha pek çok meziyetleri vardır. Fakat onları, eserlerinden
misaller getirerek inşâallah müstakil bir eserde arzetmek emelindeyim.
alır ki; artık her teşbih, en tatlı renklerle çerçevelenmiş bir levhayı andırır.. ve her tasvir,
harikalar harikası bir âlemi canlandırır.
İşte bu hikmete mebnidir ki, bir Nur Talebesi "Risale-i Nur Külliyatı" nı mütalâası ile -
üniversitenin herhangi bir fakültesine mensub da olsa - hissen, fikren, ruhen, vicdanen ve
hayalen tam mânasiyle tatmin edilmiş oluyor.
Nasıl tatmin edilmez ki, "Risale-i Nur Külliyatı", Kur'an-ı Kerimin cihanşümul
bahçesinden derilen bir gül demetidir. Binaenaleyh, O'nda, o mübarek ve İlâhî bahçenin nuru,
havası, ziyası ve kokusu vardır...
Ruhun bu ihtiyacını söyler akan sular,
Kur'âna her zaman beşerin ihtiyacı var...
Ali Ulvi KURUCU
Birincisi : Doğuşundan itibaren tahsil hayatı, Van'daki ikameti, İstanbula gelişi, siyasî
hayatı, seyahatleri, harb-i umumiyeye iştiraki, Rusya'daki esareti, İstanbul'da Darülhikmetil-
İslâmiye azalığında bulunuşu, Kuva-yı Milliyede İstanbul'daki hizmeti, Ankara'ya gelerek ilk
Meclis-i Meb'usandaki faaliyetleri ve kısa bir müddet sonra Van'a çekilip inzivayı ihtiyar
etmesi gibi.. her biri ayrı bir hayat sahnesi olan Üstadın hayatının bu birinci safhası; iman ve
Kur'an hizmeti itibariyle ikinci safha hayatının mukaddemesi hükmündedir. İkinci büyük
hizmetine hazırlıktır. Ömrünün ellinci senesine kadardır.
İkincisi :
Bediüzzaman, Risale-i Nuru, hiçbir makam ve meşrebin te'siri altında kalmadan, maddî
- manevî hiç bir menfaat ve hissiyat karışmadan, doğrudan doğruya Kur'an-ı Hakîmin
umumun istifade edebileceği ve umuma hitab eden hakikatlarını tefsir etmiş, bu hakikatların
tercümanlığını yapmıştır. Te'lif ettiği âsârından herkes istifade edebilmektedir. Bir taifeye bir
sınıf halka mahsus değildir. Bu Tarihçe-i Hayat, okuyucuların nazarını -bu zamanda- Kur'anın
hikmet nurları olan Risale-i Nur'a çevirip, ondan istifadeyi gösterecektir. Said Nursî ise;
Kur'anın hizmetinde fedakârane çalışmış, Sünnet-i Peygamberîye ittibâ etmiş, nümune-i
imtisal bir zât olarak görünmektedir.
Tarihçe-i Hayatta geçen bazı mektublardan anlaşılacağı üzere:
Said Nursî, bir zamanlar felsefe mesleğinde çok ileri gitmiş, sonra Kur'an-ı Hakîmin
irşadiyle, hak ve hakikata erişmiş ve bu zamanda fen ve felsefe ile iştigal edip şek ve
şüphelere maruz kalanları, aklî delillerle şüphelerden kurtaracak eserler te'lif etmiştir.
istikbalde
i'lâ-yı Kelimetullah vazifesini inayetiyle vereceği bir abdine, o vazifeyi bihakkın ifası için lâzım olacak
hasletlerden biri olan izzet-i ilmiyeyi vermişti. Molla Said, henüz o zaman bunun mahiyet ve hikmetini
belki
bilemiyordu; fakat zaman gösterdi ki; şimdi muhteşem bir ağaç mahiyetini alan Risale-i Nurun
muazzam ve
geniş hizmetinin levazımatından olan izzet-i ilmiyeyi Cenab-ı Hak, Molla Saidin ruhunda, ta o zaman
küçük bir
hakaikının hıfzının daha ziyade lüzumu var diye kalbine gelmiş. Onun için Kur'an hakaikının
anahtarı olacak ve şüpehata karşı muhafaza ve mukabele edecek hikmet ve fünun-u
İslâmiyeye dair kırk risaleyi iki senede hıfzına aldı. Her gün bir parça ezberden okumak
suretiyle, hepsini üç ayda ancak devrediyordu.
"Mirkat" ismindeki kitabı, haşiye ve şerh olmaksızın hıfzetmeye başladı. Bilâhare eline
geçen mezkûr kitabın haşiye ve şerhi ile
--- sh:»
MAXQDA 2020 24.12.2022
Bir nur görüyorum, istikbâle büyük ümitlerle bakıyorum diye, ehemmiyetli bir Kur'an hizmetinin
vukubulacağını haber veriyordu.
Bizim düşmanımız
cehalet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silâhiyle cihad edeceğiz.
Ve bizi bir cihette teyakkuza ve terakkiye sevkeden hakikî kardeşlerimiz Türklerle ve
komşularımızla dost olup elele vereceğiz. Zira husumette fenalık var, husumete vaktimiz
yoktur. Hükûmetin işine karışmayacağız; zira, hikmet-i hükûmeti bilmiyoruz...
İşte o hammalların, Avusturya'ya karşı (benim gibi bütün Avrupa'ya karşı) (1) boykotları
ve en müşevveş ve heyecanlı zamanlarda âkılâne hareketlerinde bu nasihatın tesiri olmuştur.
Padişaha karşı irtibatlarını tâdil etmeye ve boykotajlarla Avrupa'ya karşı harb-i iktisadî
açmaya sebebiyet verdiğimden demek cinayet ettim ki bu belâya düştüm!
DÖRDÜNCU CİNAYET: Avrupa, bizdeki cehalet ve taassup müsaadesiyle; şeriatı
(hâşâ ve kellâ) istibdada müsait zannettiklerinden, nihayet derecede kalben üzülmüştüm.
idadisinde çalışıyor. Mısır, İslâmın zeki bir mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesinden
ders alıyor. Kafkas ve Türkistan, İslâmın iki bahâdır oğullarıdır; Rus mekteb-i harbiyesinde
talim ediyorlar. İlâ âhir...
Yahu, şu asilzade evlâd, şehadetnamelerini aldıktan sonra, herbiri bir kıt'a başına
geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyetin bayrağını âfâk-ı kemalâtta temevvüç
ettirmekle, kader-i ezelînin nazarında feleğin inadına, nev-i beşerdeki hikmet-i ezeliyyenin
sırrını ilân edecektir.
***
Van'a muvasalat ettikten sonra, aşâiri (aşiretleri) dolaşarak içtimaî, medenî, ilmî
derslerle onları irşada çalışmıştır. Bu hususta,
esrarını ihtizaza veren mûsika-i İlâhiyye hiç durmuyor, mütemadiyen güm güm eder.
Padişahlar Padişahı olan Sultan-ı Ezelî, Kur'an denilen mûsika-i İlâhiyyesiyle umum âlemi
doldurarak, kubbe-i âsumanda şiddetli ses getirmekle sadef-i kehf misâl olan ulema ve
meşâyih ve hutebânın dimağ, kalb ve femlerine vurarak, aks-i sadâsı onların lisanlarından
(T:104) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
mütemadiyen korku, elem, dehşet ve telâş vermesiyle küfür ve dalâlât, bir cehennem zakkumu
olduğunu ve bu dünyada da sahibini bir cehennem içine koyduğunu ve din ve imandan hariç
binler fen ve terakkiyat-ı beşeriye, o Rüstem ve Herkül'ün kahramanlıkları gibi, beş para
fayda vermediğini gösterip, yalnız ibtal-i his nev'inden muvakkaten o elîm korkuları
hissetmemek için sefahet ve sarhoşlukla şırınga ediyor.
İşte iman ve küfrün muvazenesi Ahirette Cennet ve Cehennem gibi meyveleri ve
neticeleri verdiği gibi; dünyada da iman bir mânevî cenneti temin ve ölümü bir terhis
tezkeresine çevirmesini ve küfür, dünyada dahi bir mânevî cehennem ve hakikî saadet-i
beşeriyeyi mahvetmesi ve ölümü bir idam-ı ebedî mahiyetine getirmesini kat'î ve his ve
şuhuda istinad eden Risale-i Nur'un yüzer hüccetlerine havale edip kısa kesiyoruz.
Bu temsilin hakikatini görmek isterseniz başınızı kaldırınız, bu kâinata bakınız... Ne
kadar şimendifer misillû balon, otomobil, tayyare, berriyye ve bahriyye gemiler; karada,
denizde, havada kudret-i ezeliyenin nizam ve hikmetle halkettiği yıldızların kürelerine ve
kâinat ecramına ve hâdisatın silsilelerine ve müteselsil vâkıatlarına bakınız. Hem, âlem-i
şehadette ve cismanî kâinatta bunların vücudu gibi, Âlem-i ruhanî ve mâneviyatta, kudret-i
ezeliyenin daha acip müteselsil nazîreleri var olduğunu aklı bulunan tasdik eder, gözü bulunan
çoğunu görebilir.
mâneviyeyi tamamiyle eline verip, saadet-i ebediyenin bir nümunesini iman gösteriyor. İşte
ehl-i dalâletin imansızlıktan gelen dehşetli elemlerine ve korkularına karşı hiçbir şey, hiçbir
fen, hiçbir terakkiyat-ı beşeriye bir teselli
--- sh:»(T:105) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
veremez; kuvve-i mâneviyeyi temin edemez. Cesareti, zir ü zeber olur; fakat muvakkat gaflet
perde çeker, aldatır. Ehl-i iman, iman cihetiyle, değil korkmak, kuvve-i mâneviyesi kırılmak,
belki o temsildeki mâsum çocuk gibi fevkalâde bir kuvve-i mâneviye ve bir metanetle ve
imandaki hakikatle onlara bakıyor. Bir Sâni-i Hakîmin hikmet dairesinde tedbir ve idaresini
müşahede eder, evham ve korkulardan kurtulur
(T:105) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
veremez; kuvve-i mâneviyeyi temin edemez. Cesareti, zir ü zeber olur; fakat muvakkat gaflet
perde çeker, aldatır. Ehl-i iman, iman cihetiyle, değil korkmak, kuvve-i mâneviyesi kırılmak,
belki o temsildeki mâsum çocuk gibi fevkalâde bir kuvve-i mâneviye ve bir metanetle ve
imandaki hakikatle onlara bakıyor. Bir Sâni-i Hakîmin hikmet dairesinde tedbir ve idaresini
müşahede eder, evham ve korkulardan kurtulur. "Sâni-i Hakîmin emri ve izni olmadan, bu
seyyar kâinatlar hareket edemezler, ilişemezler" deyip anlar kemal-i emniyetle hayat-ı
dünyeviyesinde derecesine göre saadete mazhar olur.
Kimin kalbinde imandan ve din-i haktan gelen bu hakikat çekirdeği bulunmazsa ve
nokta-i istinadı olmazsa, bilbedahe temsildeki Rüstem ve Herkül'ün cesaretleri ve
kahramanlıkları kırıldığı gibi; onun cesareti ve kuvve-i mâneviyesi müzmahil olur ve vicdanı
tefessüh eder ve kâinatın hâdisatına esir olur. Her şeye karşı korkak bir dilenci hükmüne
düşer. İmanın bu sırr-ı hakikatini ve dalâletin de bu dehşetli şekavet-i dünyeviyesini Risale-i
Tâ iki sene
sonra, Gavs-ı Geylanî, "Fütuhül-Gayb" kitabiyle tekrar gözümü açtırdı."
.....................................................................................
İstanbul'u tekrar şereflendirmesi, ehl-i ilmi ve halkı çok fazla memnun ve mesrur etti.
Kendisine haber verilmeden, Meşihat dairesindeki "Dar-ül-Hikmet-il-İslâmiye" âzalığına
tâyin olundu. Darülhikmet, o zaman; Mehmed Akif, İzmirli İsmail Hakkı, Elmalılı Hamdi gibi
İslâm âlimlerinden mürekkep bir İslâm akademisi mahiyetinde idi.
Çok zeki, kahraman ve gayyur bir âlim olan veled-i mânevîsi ve biraderzadesi
Abdurrahman (Rahmetullahi Aleyh) şöyle anlatıyor:
1334 senesinde esaretten geldikten sonra, amcam rızası olmadan Darülhikmetil-
İslâmiye'ye âza tâyin edildi.
.....................................................................................
İstanbul'u tekrar şereflendirmesi, ehl-i ilmi ve halkı çok fazla memnun ve mesrur etti.
Kendisine haber verilmeden, Meşihat dairesindeki "Dar-ül-Hikmet-il-İslâmiye" âzalığına
tâyin olundu. Darülhikmet, o zaman; Mehmed Akif, İzmirli İsmail Hakkı, Elmalılı Hamdi gibi
İslâm âlimlerinden mürekkep bir İslâm akademisi mahiyetinde idi.
Çok zeki, kahraman ve gayyur bir âlim olan veled-i mânevîsi ve biraderzadesi
Abdurrahman (Rahmetullahi Aleyh) şöyle anlatıyor:
1334 senesinde esaretten geldikten sonra, amcam rızası olmadan Darülhikmetil-
İslâmiye'ye âza tâyin edildi. Fakat esarette çok sarsılmış olduğundan, bir müddet mezunen
vazifeye gidemedi.
İstanbul'u tekrar şereflendirmesi, ehl-i ilmi ve halkı çok fazla memnun ve mesrur etti.
Kendisine haber verilmeden, Meşihat dairesindeki "Dar-ül-Hikmet-il-İslâmiye" âzalığına
tâyin olundu. Darülhikmet, o zaman; Mehmed Akif, İzmirli İsmail Hakkı, Elmalılı Hamdi gibi
İslâm âlimlerinden mürekkep bir İslâm akademisi mahiyetinde idi.
Çok zeki, kahraman ve gayyur bir âlim olan veled-i mânevîsi ve biraderzadesi
Abdurrahman (Rahmetullahi Aleyh) şöyle anlatıyor:
1334 senesinde esaretten geldikten sonra, amcam rızası olmadan Darülhikmetil-
İslâmiye'ye âza tâyin edildi. Fakat esarette çok sarsılmış olduğundan, bir müddet mezunen
vazifeye gidemedi. Çok defa istifa etmek teşebbüsünde bulundu, fakat dostları bırakmadılar.
Bunun üzerine Darülhikmete devama başladı.
(T:121) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
– Ben sevâd-ı âzama tâbi olmak isterim. Sevâd-ı âzam ise, bu kadar tedarik edebilir.
Ben, ekalliyet-i müsrifeye tâbi olmak istemem, demişlerdir.
Darülhikmet'ten aldığı maaştan miktar-ı zarureti ayırdıktan sonra, mütebakisini bana
vererek, "Hıfzet!" derdi. Ben de, bir sene zarfındaki fazla kalmış paraları amcamın bana olan
şefkatine; hem malı istihkar etmesine itimaden, haberi olmadan tamamen sarfettim. Sonra
bana dedi ki: "Bu para bize helâl değildi, millet malı idi, niçin sarfettin?
Dedi ki:
– Maaştan bana kût-u lâyemut caizdir; fazlası millet malıdır. Bu suretle millete iade
MAXQDA 2020 24.12.2022
ediyorum...
Darülhikmet'teki hizmeti, hep böyle şahsî teşebbüsü ile idi. Çünkü, orada müştereken iş
görmek için bazı mâniler görüyordu. Onu tanıyanlar biliyorlar ki, Bediüzzaman kefenini
boynuna takmış ve ölümünü göze almıştır. Onun içindir ki; Darülhikmetil-İslâmiye'de demir
gibi dayandı. Ecnebi tesiratı, Darülhikmet'i kendine âlet edemedi.
Darülhikmet'teki hizmeti, hep böyle şahsî teşebbüsü ile idi. Çünkü, orada müştereken iş
görmek için bazı mâniler görüyordu. Onu tanıyanlar biliyorlar ki, Bediüzzaman kefenini
boynuna takmış ve ölümünü göze almıştır. Onun içindir ki; Darülhikmetil-İslâmiye'de demir
gibi dayandı. Ecnebi tesiratı, Darülhikmet'i kendine âlet edemedi. Yanlış fetvalara karşı,
pervasızca mücadele etti. İslâmiyete muzır bir cereyan ortaya atıldığı vakit, o cereyanı kırmak
için eser neşrederdi.
ESARETTEN AVDETİNDEN SONRAKİ İSTANBUL HAYATINA DAİR KALEME
ALDIĞI BİR PARÇADIR:
ile birlikte
--- sh:»(T:126) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
çok fazla kirletmiş ve terakkiyat-ı mâneviyemde engel olmuştu. Birden, Cenab-ı Hakkın
rahmet ve keremiyle, Kur'ân-ı Hakîmdeki hikmet-i kudsiye imdada yetişti. Çok risalelerde
beyan edildiği gibi, o felsefî meselelerin kirlerini yıkadı, temizlettirdi. Ezcümle, fünun-u
hikmetten gelen zulümat-ı ruhiye, ruhumu kâinata boğduruyordu. Hangi cihete baktım, nur
MAXQDA 2020 24.12.2022
aradım; o meselelerde nur bulamadım, teneffüs edemedim. Tâ, Kur'ân-ı Hakîmden gelen ve
"Lâ İlahe İlla Hu" cümlesiyle ders verilen tevhid gayet parlak bir nur olarak bütün o zulûmatı
dağıttı.
(T:126) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
çok fazla kirletmiş ve terakkiyat-ı mâneviyemde engel olmuştu. Birden, Cenab-ı Hakkın
rahmet ve keremiyle, Kur'ân-ı Hakîmdeki hikmet-i kudsiye imdada yetişti. Çok risalelerde
beyan edildiği gibi, o felsefî meselelerin kirlerini yıkadı, temizlettirdi. Ezcümle, fünun-u
hikmetten gelen zulümat-ı ruhiye, ruhumu kâinata boğduruyordu. Hangi cihete baktım, nur
aradım; o meselelerde nur bulamadım, teneffüs edemedim. Tâ, Kur'ân-ı Hakîmden gelen ve
"Lâ İlahe İlla Hu" cümlesiyle ders verilen tevhid gayet parlak bir nur olarak bütün o zulûmatı
dağıttı. Rahatla nefes aldım. Fakat nefis ve şeytan, ehl-i dalâlet ve ehl-i felsefeden aldıkları
derse istinad ederek akıl ve kalbe hücum ettiler.
yazılmış. Onlara iktifa edip, burada yalnız binde bir muzafferiyet-i kalbiyeyi göstermek için
binler bürhandan bir tek bürhan beyan edeceğim, tâ ki gençliğinde hikmet-i ecnebiye veya
fünun-u medeniye namı altındaki kısmen dalâlet, kısmen mâlâyaniyat meseleleriyle ruhunu
kirletmiş, kalbini hasta etmiş, nefsini şımartmış bir kısım ihtiyarların ruhunda temizlik yapsın;
tevhid hakkında şeytan ve nefsin şerrinden kurtulsun. Şöyle ki:
Ulûm-u felsefiyenin vekâleti namına nefsim dedi ki: "Bu kâinattaki eşyanın, tabiatiyle
bu mevcudata müdahaleleri var, her şey bir sebebe bakar.
kendini okutturur; aynen öyle de; o Kadîr-i Ezelînin ilm-i muhitinde, her şeyin suret-i
mahsusası bir miktar-ı muayyen ile taayyün ediyor.
Alîmin, bir kibrit çakar gibi "Emr-i Kün Feyekûn" ile hangi şey olursa olsun icat edebildiğini,
hadsiz kuvvetli deliller ile çok risalelerde beyan ettiğimiz ve hususan "Yirminci Mektub" ve
"Yirmi Üçüncü Lem'a" nın âhirinde isbat edildiği gibi, hadsiz bir kudreti var... Elbette,
bilmüşahede görülen harikulâde suhulet ve kolaylık, o ihata-i ilmiyeden ve azamet-i kudretten
geliyor. Meselâ: Nasıl ki göze görülmeyen eczalı bir mürekkeple yazılan bir kitaba, o yazıyı
göstermeye mahsus bir ecza sürülse, o koca kitab, birden her bir göze vücudunu gösterip
kendini okutturur; aynen öyle de; o Kadîr-i Ezelînin ilm-i muhitinde, her şeyin suret-i
mahsusası bir miktar-ı muayyen ile taayyün ediyor. O Kadîr-i Mutlak "Emr-i Kün Feyekûn"
ile, o hadsiz kudretiyle ve nâfiz iradesiyle, o yazıya sürülen ecza gibi, gayet kolay ve suhulet
ile kudretin bir cilvesi olan kuvvetini, o mahiyet-i ilmiyeye sürer, o şeye vücud-u haricî verir,
göze gösterir, nukuş-u hikmetini okutturur. Eğer bütün eşya birden o Kadîr-i Ezelîye ve Alîm-
i Külli Şey'e verilmezse; o vakit sinek gibi en küçük bir şeyin vücudunu dünyanın ekser
nevilerinden hususî bir mizan ile toplamak lâzımgelmekle beraber; o küçücük sineğin
vücudunda çalışan zerreler, o sineğin sırr-ı hilkatini ve kemal-i sanatını bütün dekaikiyle
bilmekle olabilir. Çünkü: Esbab-ı tabiiye ile esbab-ı maddiye, bilbedahe ve umum ehl-i aklın
ittifakiyle, hiçten icat edemez.
"Kırk elli sene evvel eski Said, ziyade ulûm-u akliye ve felsefiyede hareket ettiği için hakikatül-hakaika
karşı ehl-i tarikat ve ehl-i hakikat gibi bir meslek aradı. Ekser ehl-i tarikat gibi, yalnız kalben harekete
kanaat
edemedi. Çünki aklı, fikri hikmet-i felsefe ile bir derece yaralı idi; tedavi lâzımdı. Sonra; hem kalben,
hem aklen
hakikata giden bazı büyük ehl-i hakikatın arkasında gitmek istedi. Baktı; onların herbirinin ayrı,
cazibedar bir
hassası var. Hangisinin arkasından gideceğine tahayyürde kaldı.
MAXQDA 2020 24.12.2022
onlara karşı çıkacak ve mukabele edecek olan hizbül-Kur'an hakkında, "O zamana yetiştiğiniz
zaman, siyaset cânibiyle
_____________________
Bediüzzaman, kendisine tevdi edilen mebusluğu ve teklif edilen Diyanetteki Müşavere Azalığını ve
Şark
Vilâyetleri Umumî Vaizliğini kabul etmiyerek Ankara'dan Van'a giderken "Eski Said'i yeni Said'e
götüren tren bileti"
--- sh:»(T:149) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
Ankara'daki hayatına dair Risale-i Nur'dan bir parça
(Yirmiüçüncü Lem'a "Tabiat Risalesi" nden)
... Bin üçyüz otuz sekizde Ankara'ya gittim. İslâm ordusunun Yunana galebesinden
neş'e alan ehl-i imanın kuvvetli efkârı içinde, gayet müthiş bir zındıka fikri içine girmek ve
bozmak ve zehirlendirmek için dessasane çalıştığını gördüm. Eyvah! dedim, bu ejderha
imanın erkânına ilişecek
diyerek, hepsini teskin ediyor. Evvelâ Burdur Vilâyetine askerî muhafızlarla nefyediliyor.
Burdur'da zulüm ve tarassutlar altında işkenceli bir esaret hayatı geçiriyor. Fakat asla boş
durmuyor; on üç ders olan "Nurun ilk kapısı" kitabındaki hakikatları bir kısım ehl-i imana
ders verip, gizli olarak kitab haline getiriyor. Bu hikmet cevherlerinin kıymetini takdir eden
müştak ehl-i iman, el yazılariyle bu kitabı çoğaltıyorlar. Nihayet, "Burada Said Nursî boş
durmuyor, dini musahabelerde bulunuyor." diye, gizli din düşmanları tarafından rapor tanzim
ettiriliyor. Ve burada da, "Hücra bir köşede, mahrumiyetler, kimsesizlik ve gurbet hayatı
içinde kendi kendine ölür gider" düşüncesiyle dağlar arasında tenha bir yer olan Isparta
Vilâyetine bağlı Barla Nahiyesine gönderilmeye karar veriliyor.
Bediüzzaman Said Nursî Burdur'da iken; bir gün, o zamanın Erkân-ı Harbiye-i
MAXQDA 2020 24.12.2022
Binler nümunesinden
bir nümunesi şudur:
Bir zaman, Bolvadin Kazasından geçerken, üstadın geldiğini gören ilk ve orta mekteb talebeleri, bilâ-
istisna hepsi mektebin bahçesinden çıkarak arabanın etrafını alıp selâm veriyorlardı; ve lisan-ı
halleriyle "Hoş
geldiniz" diyerek tebriklerini ve minnetdarlıklarını takdim ediyorlardı. Bunun hikmetini, bir müddet
evvel
Emirdağında, bindiği faytonun geçtiğini görüp tâ uzaklardan dikenlere basarak "Bediüzzaman dede..
Bediüzzaman dede!." diye Emirdağ köylerinin yollarında koşuşan mâsum çocuklar münasebetiyle,
MAXQDA 2020 24.12.2022
üstadımızdan
sormuştuk. O zaman:
inkişafını irade etmiş ki; bu müstesna zatı, İslâmiyet ağacının son asırlara uzanan ve binler dal
budak salan Risale-i Nur şahs-ı mânevîsi itibariyle bütün hakaikde "üstad-ı küll" hükmüne
getirmiş ve topyekûn İslâmiyet hakikatlarının bir aks-i nurunu ve tecellisini Risale-i Nur şahs-
ı mânevîsinde dercederek, ehl-i hakikat ve kemali hayretle baktırmış ve böylece, Risalet-i
Ahmediye ve hakikat-ı Muhammediyenin câmi bir âyinesi olan Risale-i Nur ile Said Nursî,
bir Said olarak çürümüş, erimiş; fakat mânen bütün âlem-i İslâm olarak tevellüd etmiş, beka
bulmuştur. Ve tâ kıyamete kadar Risale-i Nur bâki kalacak ve daima tekemmül edecektir. Hiç
mümkün müdür ki; sinek kanadının icadından lâkayd kalmıyan ve o kanadın zerrelerinde pek
çok hikmet ve maslahatları takib eden Sâni-i Zülcelâl, Risale-i Nur ile onun te'lif edildiği
menzillerle ve Nur Müellifinin kudsî vazifelerini gördüğü yerlerle alâkadar olmasın.. ve öyle
kudsî hizmetlere hâdim (hizmet eden) olan mekânlar ve dershane-i Nuriyeler ve şecere-i
mübarek, rahmetin kasd-ı tahsisinden hariç kalsın? Kat'iyyen mümkün değildir!
--- sh:»
Elcevap : Hayat-ı içtimâiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata
muvâfık hareket etmezse, hayırlı işlerde, terakkide muvaffak olamaz. Bütün hareketi, şer ve
tahrip hesabına geçer. Madem kanun-u fıtrata tatbik-i harekete mecburiyet var. Elbette fıtrat-ı
MAXQDA 2020 24.12.2022
Sırr-ı Kader ve cüz-ü ihtiyarînin halli için, koca Sa'd-ı Teftazanî gibi bir
allâme, kırk elli sahifede - meşhur Mukaddemat-ı İsnâ Aşer nâmiyle "Telvih" nâm kitabında -
ancak hallettiği ve ancak havassa bildirdiği aynı mesâil, Kadere dâir olan Yirmialtıncı Sözde,
İkinci Mebhasın iki sahifesinde tamamıyla, hem herkese bildirecek bir tarzda beyanı, eser-i
inâyet olmazsa nedir?
Hem bütün ukûlü hayrette bırakan ve hiçbir felsefenin eliyle keşfedilemiyen ve sırr-ı
hilkat-i âlem ve tılsım-ı kâinat denilen ve Kur'an-ı Azîmüşşanın i'caziyle keşfedilen o tılsım-ı
müşkil-küşâ ve o muammayı hayret-nüma, Yirmidördüncü Mektub ve Yirmidokuzuncu
MAXQDA 2020 24.12.2022
Sözün âhirindeki remizli nüktede ve Otuzuncu Söz'ün tahavvülât-ı zerrâtın altı adet
hikmetinde keşfedilmiştir. Kâinattaki faaliyet-i hayret-nümânın tılsımını ve hilkat-i kâinatın
ve âkıbetinin muammasını ve tahavvülât-ı zerrattaki harekâtın sırr-ı hikmetini keşf ve beyan
etmişlerdir; meydandadır, bakılabilir.
Hem sırr-ı Ehadiyyet ile, şeriksiz Vahdet-i Rububiyyeti, hem nihayetsiz kurbiyet-i
İlâhiyye ile, nihayetsiz bu'diyyetimiz olan hayretengiz
--- sh:»
ancak hallettiği ve ancak havassa bildirdiği aynı mesâil, Kadere dâir olan Yirmialtıncı Sözde,
İkinci Mebhasın iki sahifesinde tamamıyla, hem herkese bildirecek bir tarzda beyanı, eser-i
inâyet olmazsa nedir?
Hem bütün ukûlü hayrette bırakan ve hiçbir felsefenin eliyle keşfedilemiyen ve sırr-ı
hilkat-i âlem ve tılsım-ı kâinat denilen ve Kur'an-ı Azîmüşşanın i'caziyle keşfedilen o tılsım-ı
müşkil-küşâ ve o muammayı hayret-nüma, Yirmidördüncü Mektub ve Yirmidokuzuncu
Sözün âhirindeki remizli nüktede ve Otuzuncu Söz'ün tahavvülât-ı zerrâtın altı adet
hikmetinde keşfedilmiştir. Kâinattaki faaliyet-i hayret-nümânın tılsımını ve hilkat-i kâinatın
ve âkıbetinin muammasını ve tahavvülât-ı zerrattaki harekâtın sırr-ı hikmetini keşf ve beyan
etmişlerdir; meydandadır, bakılabilir.
Hem sırr-ı Ehadiyyet ile, şeriksiz Vahdet-i Rububiyyeti, hem nihayetsiz kurbiyet-i
İlâhiyye ile, nihayetsiz bu'diyyetimiz olan hayretengiz
--- sh:»(T:199) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
(T:206) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
İşte bu temsil gibi, Zât-ı Vâcibül-Vücud ve Hâlik-ı Hakîm ve Rahîm'in umumî
Rubûbiyet ve şümûl-ü rahmeti noktasında herşey hissedardır; her şey'in hissesine isabet eden
cihette hususî onunla münasebetdardır. Hem kudret ve irâde ve ilm-i muhîtiyle her şey'e
tasarrufatı, her şey'in en cüz'î işlerine müdahalesi, Rububiyeti vardır. Herşey, her şe'ninde
O'na muhtaçtır. O'nun ilim ve hikmetiyle işleri görülür, tanzim edilir. Ne tabiatın haddi var ki,
o daire-i tasarruf-u Rububiyetinde saklansın ve te'sir sâhibi olup müdahale etsin; ve ne de
tesadüfün hakkı var ki, o hassas mîzan-ı hikmet dairesindeki işlerine karışsın. Risalelerde -
yirmi yerde- kat'î hüccetlerle tesadüfü ve tabiatı nefyetmişiz ve Kur'an kılıncıyla îdam
MAXQDA 2020 24.12.2022
O'nun ilim ve hikmetiyle işleri görülür, tanzim edilir. Ne tabiatın haddi var ki,
o daire-i tasarruf-u Rububiyetinde saklansın ve te'sir sâhibi olup müdahale etsin; ve ne de
tesadüfün hakkı var ki, o hassas mîzan-ı hikmet dairesindeki işlerine karışsın. Risalelerde -
yirmi yerde- kat'î hüccetlerle tesadüfü ve tabiatı nefyetmişiz ve Kur'an kılıncıyla îdam
etmişiz; müdahalelerini muhal göstermişiz. Fakat, Rububiyet-i âmmedeki daire-i esbab-ı
zâhiriyede, ehl-i gafletin nazarında, hikmeti ve sebebi bilinmiyen işlerde, tesadüf nâmını
vermişler. Ve hikmetleri ihâta edilmiyen bâzı ef'âl-i İlâhiyyenin kanunlarını (tabiat perdesi
altında gizlenmiş) görememişler, tabiata müracaat etmişler. İkincisi; hususî Rububiyetidir ve
has iltifat ve imdâd-ı Rahmânîsidir ki, umumî kanunların tazyikatı altında tahammül
edemiyen ferdlerin imdâdına Rahmân-ür-Rahîm isimleri imdâda yetişirler, hususî bir sûrette
muavenet ederler, o tazyikattan kurtarırlar. Onun için her zîhayat, hususan insan, her anda
ondan istimdat eder ve meded alabilir.
İşte bu hususî Rububiyyetindeki ihsânâtı, ehl-i gaflete karşı da tesadüf altına gizlenmez
ve tabiata havâle edilmez.
noktasında pek hârikadır ve hikmet-i beşeriyede dahi çok ileridir. Hattâ o ilimde Eflâtun ve
İbn-i Sînâ'yı geçmiş diyebilirim. Bundan onüç sene evvel; Darü'l-Hikmeti'l-İslâmiye
âzâsından iken, küçüktenberi, şimdiye kadar izn-i İlâhî ile onun bir muîni ve nâsırı ve
muhafızı olan kutb-u Rabbânî ve kandil-i nurânî Abdülkadir-i Geylânî (R.A.) Hazretlerinin
"Fütûhu'l-Gayb" risalesini tefe'ülen açtığı esnâda,
«t«A²V«5 ›¬:
Avrupa'dan gelen itiraza karşı bir cevab yazmıştım. Bundan bir sene evvel, eski matbu
risalelerimden alınan ve "On Yedinci Lem'a" namındaki risalenin bir mes'elesi olarak
kaydedilmiş ve sonra "Yirmi Dördüncü Lem'a" ismini alan kısacık Tesettür Risalesi, ilerideki
kanunlara temas etmemek için, o Tesettür Risalesini setrettim. Her nasılsa, yanlışlıkla bir yere
gönderilmiş. Hem o risale; medeniyetin, Kur'ânın Âyetine ettiği itiraza karşı, müskit ve ilmî
bir cevabdır. Bu hürriyet-i ilmiye, cumhuriyet zamanında elbette kayıd altına alınamaz.
şudur ki; hakaik-i imaniyeye müştak ve me'muriyet mesleğine giren bir çok zatları, bu
hakaike, endişeli ve tenkidkârane bakdırmamak, onlardan mahrum etmemek için, Cenab-ı
Hak kalbime siyasete karşı şiddetli bir kaçınmak ve bir nefret vermiştir kanaatındayım.
.........................................................................................
Binbaşı Merhum Asım Bey isticvab edildi; eğer doğru dese, Üstadına zarar gelir ve eğer
yalan dese, kırk senelik namuskârane ve müstakimane askerliğinin haysiyetine çok ağır gelir
diye düşünüp, "Ya Rab, canımı al!" diyerek on dakikada teslim-i ruh eyledi.
risale; ve ihtiyarlara, imandan gelen onüç rica ve teselli risaleleri, bu mübarek milletin
yarısından ziyade bir yekûn teşkil eden fakirler, hastalar, ihtiyarlar taifelerine gayet kıymettar
bir hazine-i servet ve tiryak ve ziya olduğunu insaf ile bakan herkes kabul eder
kanaatındayım.
Hem vazife-i tahkikatınıza yardım için derim: Fihriste Risalesi yirmi senelik
risalelerimin bir kısmının fihristesidir. İçindeki risalelerin bir kısmının asılları Darülhikmetten
başlar. Fihristedeki numaralar, te'lif tertibiyle değildirler. Meselâ: Yirmiikinci Söz, Birinci
Söz'den daha evvel telif edilmiş ve Yirmiikinci Mektub, Birinci Mektup'dan daha evvel
yazılmış. Bunlar gibi çok var...
Ben
de o hatırayı teberrük için, mahkemedeki müdafaamın bir mukaddemesi olarak yazdım.
Şiddet ve kusuru varsa, hastalığıma aittir. Evet, yüz adamın müdafaa edeceği bir hakikatı
yalnız başıma müdafaaya mecbur olduğumdan; teab-ı dimağî ve perişaniyete ve daha çok
müz'iç ahval içinde hakikatı doğru olarak, olduğu gibi, bu kadar beyan edebildim.
(Son müdafaata sonradan bir hikmete binaen ilhak edilmiş bir mukaddemedir.)
Müdafaatımın bütün safahatında gizli ve müdhiş bir komiteye karşı mübareze vaziyetini
gösteren tarz-ı ifademdeki maksadım şudur:
Nasılki Hükûmet-i Cumhuriye "Dîni dünyadan tefrik edip bîtarafane kalmak" prensibini
kabul etmiş; dinsizlere, dinsizlikleri için ilişmediği gibi; dindarlara da, dindarlıkları için
ilişmemesi o prensibin icabatındandır. Öyle de; ben dahi bîtaraf ve hürriyetperver olması
lâzım gelen Hükûmet-i Cumhuriyenin dinsizliğe tarafdar ve entrikaları çeviren ve hükûmetin
me'murlarını iğfal eden gizli menfi komitelerden tefrik edilip, hükûmetin onlardan uzak
olmasını istiyorum; o entrikacılarla mübareze ediyorum.
Son müdafaatım ve üç itiraznamem ile, yirmi cihetle kat'i delillerle yüzaltmış üçüncü
Maddenin bana temas etmediğini ve yirmi senede yazılan yüzyirmi risalemin içinde,
kendilerince medar-ı tenkid yirmi kelimeden aşağı mahdud bir kaç nokta bulunmasiyle, ayrı
ayrı zamanda yazılmış kıymetdar ve menfaatli ve uhrevî ve Avrupa feylesoflarının dinsiz ve
mülhid şakirdlerine karşı, -Darül-
--- sh:»(T:254) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
Hikmetil - İslâmiyenin azalığı münasebetiyle- hakiki ve ilmî müdafaatım; çok zaman
sonra ilcaat-ı zamana göre kabul edilen Kanun-u Medeninin bazı maddelerine, yüzbin kelimat
içinde on - onbeş kelimenin muvafık gelmemesi sebebiyle hem benim mahkûmiyetim taleb
edilmiş; hem mühim keşfiyat-ı maneviyeyi havi yüzyirmi kitab olan Risale-i Nur'un elde
bulunan nüshaları müsadere edilmiş ve indelmuhakeme bütün ilmî ve mantıkî ve kanunî iddia
ve müdafaatım esbab-ı mucibe gösterilmeksizin sebebsiz ve kanunsuz reddedilmiştir.
Yüzaltmış üçüncü madde-i kanuniye asayişi ihlâl edebilecek hissiyat-ı diniyeyi tahrik edenler
mealinde bulunan şu kanunun, elbette bu hadsiz genişlik içinde bir tefsiri var. Elbette kuyud-u
MAXQDA 2020 24.12.2022
ihtiraziyesi bulunacak. Yoksa; bu madde, bu geniş mânâ ile beni mahkûm ettiği gibi, bütün
ehl-i diyaneti ve başta Diyanet Riyaseti olarak, bütün vaizlere ve bütün imamlara, bana teşmil
edildiği gibi teşmil edilebilir. Çünkü; yüz sahifeden fazla müdafaat-ı kat'iyye ve hakikiyem ile
beraber; bana temas ettirilebilecek bir mânâ veriliyor ki, o mânâ her nasihat eden kimseye ve
hatta bir dostunu iyiliğe sevketmek için irşad eden herkesi daire-i hükmü altına alabilir.
vâkıasının onar misli olacak bir tarzda karışırdı. Dünyaya işittirecek bir top sadası, bir sinek
sadasına inmiyecekdi.
Evet, Hükûmet-i Cumhuriyenin nazar-ı dikkatine arzediyorum ki; beni bu belâya
sevkeden gizli komitenin yaptığı tedabir ve ettiği propaganda ve entrikalar bu hali gösteriyor.
Çünki, hiç bir hâdisede görülmemiş bir tarzda umumî bir propaganda, bir entrika ve bir dehşet
aleyhimize döndüğüne delil şudur ki: Altı aydır, yüzbin dostum varken, hiç biri bana bir
mektub yazamadı, bir selâm gönderemedi;
(Hâşiye): Eski Said söz istiyor, diyor ki:
vâkıasının onar misli olacak bir tarzda karışırdı. Dünyaya işittirecek bir top sadası, bir sinek
sadasına inmiyecekdi.
Evet, Hükûmet-i Cumhuriyenin nazar-ı dikkatine arzediyorum ki; beni bu belâya
sevkeden gizli komitenin yaptığı tedabir ve ettiği propaganda ve entrikalar bu hali gösteriyor.
Çünki, hiç bir hâdisede görülmemiş bir tarzda umumî bir propaganda, bir entrika ve bir dehşet
aleyhimize döndüğüne delil şudur ki: Altı aydır, yüzbin dostum varken, hiç biri bana bir
mektub yazamadı, bir selâm gönderemedi;
(Hâşiye): Eski Said söz istiyor, diyor ki
Eskişehir hapsinde
tecrid-i mutlakd
Sabrinin mektubu yolda iken ve gelmeden evvel, o mektubun mânevî te'siriyle bu âyeti,
@®B²[«8 «–@«6 ²w«8«:«! Âyetiyle beraber düşünürken, birden hatırıma geldi: Risale-i Nur bu derece
***
Ondokuzuncu Söz'ün âhirinde beyan edilen Kur'an'daki tekrarın
--- sh:»(T:286) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
ekser hikmetleri, Risale-i Nur'da dahi cereyan ediyor. Bilhassa ikinci hikmeti, tam tamına
vardır. O hikmet şudur ki: Herkes her vakit Kur'an'a muhtaçtır. Fakat herkes her vakit bütün
Kur'an'ı okumağa muktedir olamaz.
Kur'an'ı okumağa muktedir olamaz. Fakat bir Sûreye, galiben muktedir olur. Onun için en
mühim makasıd-ı Kur'aniye, ekser uzun surelerde dercedilerek, herbir sure bir küçük Kur'an
hükmüne geçmiş.
Said Nursî
***
y«9@«E²A, ¬y¬W²,@¬"
Bir hafta evvelki mektubunuza karşı hüsn-ü zannınızı bir derece cerheden benim
cevabımın hikmeti şudur ki :
Bu zamanda, öyle fevkalâde hâkim cereyanlar var ki, herşeyi kendi hesabına aldığı için
farazâ hakikî beklenilen ve bir asır sonra gelecek o zât dahi bu zamanda gelseydi; harekâtını o
cereyanlara kaptırmamak için, siyaset âlemindeki vaziyetten ferâgat edecek ve hedefini
değiştirecek diye tahmin ediyorum.
Hem üç mes'ele var; biri hayat, biri şeriat, biri îman. Hakikat noktasında en mühimmi ve
en a'zamı, îman mes'elesidir.
(T:303) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
y«9@«E²A, ¬y¬W²,@¬"
Azîz Sıddık Kardeşlerim,
Bu günlerde, Kur'an-ı Hakîm'in nazarında îmandan sonra en ziyade esas tutulan takva
ve amel-i sâlih esaslarını düşündüm. Takvâ, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek ve
amel-i sâlih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def'-i şer, celb-i nef'a
racih olmakla beraber, bu tahribat ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanında, bu takvâ olan
def'-i mefasid ve terk-i kebâir üssül-esas olup, büyük bir rüçhaniyet kesbetmiş. Bu zamanda
tahribat ve menfi cereyan dehşetlendiği için takva, bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzları
yapan, kebireleri işlemiyen kurtulur.
Bu zamanda
tahribat ve menfi cereyan dehşetlendiği için takva, bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzları
yapan, kebireleri işlemiyen kurtulur. Böyle kebair-i azîme içinde amel-i salihin ihlâsla
muvaffakiyeti pek azdır. Hem az bir amel-i salih, bu ağır şerait içinde çok hükmündedir. Hem
takva içinde bir nevi a'mel-i salih var. Çünki bir haramın terki, vâcibdir; bir vâcibi işlemek,
çok sünnetlere mukabil sevabı var. Böyle zamanlarda -binler günahın tehacümünde- bir tek
içtinab az bir amelle yüzer günah terkinde, yüzer vâcib işlenmiş olur. Bu ehemmiyetli nokta
niyetiyle, takva nâmiyle günahdan kaçınmak kasdiyle, menfi ibadetten gelen ehemmiyetli
a'mâl-i sâliha'dır. Risale-i Nur şâkirdlerinin bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve
günahlara karşı takvayı esas tutup davranmak gerektir.
Hem az bir amel-i salih, bu ağır şerait içinde çok hükmündedir. Hem
takva içinde bir nevi a'mel-i salih var. Çünki bir haramın terki, vâcibdir; bir vâcibi işlemek,
çok sünnetlere mukabil sevabı var. Böyle zamanlarda -binler günahın tehacümünde- bir tek
içtinab az bir amelle yüzer günah terkinde, yüzer vâcib işlenmiş olur. Bu ehemmiyetli nokta
niyetiyle, takva nâmiyle günahdan kaçınmak kasdiyle, menfi ibadetten gelen ehemmiyetli
a'mâl-i sâliha'dır. Risale-i Nur şâkirdlerinin bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve
günahlara karşı takvayı esas tutup davranmak gerektir. Mâdem her dakikada, şimdiki tarz-ı
hayat-ı içtimaiyede yüzer günah insana karşı geliyor! Elbette takva ile ve niyet-i içtinab ile,
yüzer amel-i salih işlemiş hükmündedir. Malûmdur ki bir adamın bir günde harab ettiği bir
sarayı, yirmi adam yirmi günde yapamaz.
Hem
takva içinde bir nevi a'mel-i salih var. Çünki bir haramın terki, vâcibdir; bir vâcibi işlemek,
çok sünnetlere mukabil sevabı var. Böyle zamanlarda -binler günahın tehacümünde- bir tek
içtinab az bir amelle yüzer günah terkinde, yüzer vâcib işlenmiş olur. Bu ehemmiyetli nokta
niyetiyle, takva nâmiyle günahdan kaçınmak kasdiyle, menfi ibadetten gelen ehemmiyetli
a'mâl-i sâliha'dır. Risale-i Nur şâkirdlerinin bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve
günahlara karşı takvayı esas tutup davranmak gerektir. Mâdem her dakikada, şimdiki tarz-ı
hayat-ı içtimaiyede yüzer günah insana karşı geliyor! Elbette takva ile ve niyet-i içtinab ile,
yüzer amel-i salih işlemiş hükmündedir. Malûmdur ki bir adamın bir günde harab ettiği bir
sarayı, yirmi adam yirmi günde yapamaz. Ve bir adamın tahribatına karşı yirmi adam
MAXQDA 2020 24.12.2022
çalışmak lâzım gelirken, şimdi binler tahribatçıya mukabil, Risale-i Nur gibi bir tamircinin bu
derece mukavemeti ve te'siratı pek hârikadır.
***
y«9@«E²A, ¬y¬W²,@¬"
İki-üç gün evvel, Yirmiikinci Söz tashih edilirken dinledim, gördüm ki: İçinde hem
küllî zikir, hem geniş fikir, hem kesretli tehlil, hem kuvvetli imanî ders, hem gafletsiz huzur,
hem kudsî hikmet, hem yüksek bir ibadet-i tefekküriye gibi nurlar var. Bir kısım şâkirtlerin
ibadet niyetiyle risaleleri ya yazmak veya okumak veya dinlemekliğin hikmetini bildim.
MAXQDA 2020 24.12.2022
y«9@«E²A, ¬y¬W²,@¬"
İki-üç gün evvel, Yirmiikinci Söz tashih edilirken dinledim, gördüm ki: İçinde hem
küllî zikir, hem geniş fikir, hem kesretli tehlil, hem kuvvetli imanî ders, hem gafletsiz huzur,
hem kudsî hikmet, hem yüksek bir ibadet-i tefekküriye gibi nurlar var. Bir kısım şâkirtlerin
ibadet niyetiyle risaleleri ya yazmak veya okumak veya dinlemekliğin hikmetini bildim.
Bârekâllah dedim; hak verdim.
Said Nursî
***
alâkadar olduğundan, kendi eleminden başka, nev-i beşerin şimdiki elîm ve dehşetli
elemleriyle dahi müteellim olup azab çekiyor. Çünki, lüzumsuz ve mâlâyâni bir surette,
vazife-i hakikiyelerini ve elzem işlerini bırakıp, âfâkî ve siyasî boğuşmalara ve kâinatın
--- sh:»(T:324) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
hâdiselerini merakla dinliyerek, karışarak, ruhlarını sersem, akıllarını geveze etmişler. "Zarar
bile cür'et ediliyor. Evet ¬š@«[¬7²:«²! Åv $ ¬š@«[¬A²9«²! ]«V«2 ¬š«Ÿ«A²7! ÇG«-«! sırriyle,
Enbiyanın vârisi olanların türlü
türlü belâlara uğramaları, hikmet-i İlâhiyye iktizasından olmasiyle, o zümre-i mübareke gibi,
Üstadımız dahi nice belâlara hedef olmuştur. Hattâ Kastamonu'ya ilk teşrif ettikleri zaman
çocuklar, bir bedbaht şaki tarafından teşvik edilip, abdest almak için çeşmeye çıktıkları vakit
taş atmışlar... Fakat Üstadımız daima gördüğü eza ve cefalara ulülazmane sabır ve tahammül
eder. Hem safâ-i sadre ve selâmet-i kalbe mâlik olduklarından, o çocuklara dahi hiddet
etmeyip buyururlardı ki: "Bunlar, Sure-i Yâsin'den mühim bir âyetin nüktesini keşfime sebep
oldular" diye onlara dua ederlerdi. Sonra bu çocuklar, Üstadımızın duaları bereketiyle şâyân-ı
hayret bir hal kesbettiler ki; Üstadımızı uzak-yakın nerede görürlerse, koşarak yanına gelirler,
mübarek elini öperler, duasını alırlardı.
Hem Üstadımızın hârika hâlâtı ve şâyân-ı hayret garaib-i ahvali, başta Risale-i Nur
olarak pek çoktur. Evet, biz itiraf ediyoruz ki; Üstadımız bizim hâtırat-ı kalbimizi bizden
ziyade okur, çok defa haberimiz olmadığı bir meseleden bizleri şiddetli telâşla ikaz ederler,
bizi hayrette bırakırlar. Fakat günler geçtikten sonra aynen Üstadımızın ikaz ettiği şeyle
karşılaşır, aklımız başımıza gelirdi. Üstadımızla dağa gittiğimiz zaman, daha şehre dönme
zamanı gelmeden, birden Üstadımız kalkarlar, bize de emrederlerdi. Hikmetini sormak
istediğimizde: "Acele gidelim, Risale-i Nur hizmeti için bizi bekliyorlar." Hakikaten, şehre
avdetimizde, mutlaka mühim bir Risale-i Nur şâkirdi bizi bekliyor bulur veya bir kaç defa
gelip gittiğini komşular haber verirlerdi. Yine bir gün, Mevlânâ Hâlid (K.S.
MAXQDA 2020 24.12.2022
cihetinde, her vakit ve herkesin en çok hayretle bakıp zevk ile mütalâa ettiği en parlak bir
sahife-i tevhîd olan semavatı en başta zikretmelerinden, en başta ona başlamak muvafıktır.
Evet, bu dünya memleketine ve misafirhanesine gelen herbir misafir, gözünü açıp
baktıkça görür ki: Gayet keremkârane bir ziyafetgâh ve gayet san'atkârane bir teşhirgâh ve
gayet haşmetkârane bir ordugâh ve tâlimgâh ve gayet hayretkârane ve şevk-engizane bir
seyrangâh ve temaşagâh ve gayet mânidarane ve hikmetperverane bir mütalâagâh olan bu
güzel misafirhanenin sahibini ve bu kitab-ı kebîrin müellifini ve bu muhteşem memleketin
sultanını tanımak ve bilmek için şiddetle merak ederken, en başta göklerin, nur yaldızı ile
yazılan güzel yüzü görünür. "Bana bak aradığını sana bildireceğim!" der. O da bakar görür ki:
Bir kısmı, arzımızdan bin defa büyük ve o büyüklerden bir kısmı, top güllesinden
Sonra şimşeğe bakar ve ra'dı (gök gürültüsü) dinler, görür ki: Pek acîb ve garib
hizmetlerde çalıştırılıyorlar.
Sonra gözünü çeker, aklına bakar, kendi kendine der ki: Atılmış pamuk gibi bu câmid,
şuursuz bulut; elbette bizleri bilmez ve bize acıyıp imdadımıza kendi kendine koşmaz ve
emirsiz meydana çıkmaz ve gizlenmez; belki gayet kadir ve rahîm bir kumandanın emriyle
hareket eder ki, bir iz bırakmadan gizlenir ve def'aten meydana çıkar, iş başına geçer ve gayet
fa'al ve müteâl ve gayet cilveli ve haşmetli bir sultanın fermaniyle ve kuvvetiyle vakit-bevakit
cevv âlemini doldurup boşaltır ve mütemadiyen hikmetle yazar ve paydos ile bozar tahtasına
ve mahv ve isbat levhasına ve haşir ve kıyamet suretine çevirir ve gayet lûtufkâr ve
ihsanperver ve gayet
--- sh:»(T:336) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
keremkâr ve rububiyetperver bir hâkim-i müdebbirin tedbiriyle rüzgâra biner ve dağlar gibi
yağmur hazinelerini bindirir, muhtaç olan yerlere yetişir. Güya onlara acıyıp ağlayarak, göz
yaşlariyle, onları çiçeklerle güldürür.
kudretli bir zâtın hârika işlerine bak. Sen, başıboş olmadığın gibi, bu hâdiseler de başıboş
olamazlar. Her birisi çok hikmetli vazifeler peşinde koşturuluyorlar.
Evet, hiçten, birden hârika bir gürültü ile cevvi konuşturmak ve fevkalâde bir nur ve nar
ile zulmetli cevvi ışıkla doldurmak ve dağvarî pamuk-misal ve dolu ve kar ve su tulumbası
hükmünde olan bulutları ateşlendirmek gibi hikmetli ve garabetli vaziyetlerle baş aşağı, gafil
insanın başına tokmak gibi vuruyor. "Başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen fa'al ve
kudretli bir zâtın hârika işlerine bak. Sen, başıboş olmadığın gibi, bu hâdiseler de başıboş
olamazlar. Her birisi çok hikmetli vazifeler peşinde koşturuluyorlar. Bir Müdebbir-i Hakîm
tarafından istihdam olunuyorlar." diye ihtar ediyorlar.
İşte bu meraklı yolcu, bu cevvde; bulutu teshirden, rüzgârı tasrifden, yağmuru tenzilden
ve hâdisat-ı cevviyeyi tedbirden terekküp eden bir hakikatın yüksek ve âşikâr şehadetini işitir.
Âmentü billâh
--- sh:»
yavrulara gönderilen süt konserveleri ve validelerinin şefkatli sinelerinde asılan şekerli süt
tulumbacıklarını göndermek, o kadar şefkat ve merhamet ve hikmet içinde görünüyor ki,
bilbedâhe bir Rahman-ı Rahîm'in gayet müşfikane ve mürebbiyane bir cilve-i rahmeti ve
ihsanı olduğunu isbat eder.
Elhasıl; Bu sahife-i hayatiye-i bahariye, haşr-i âzamın yüzbin nümunelerini ve
misallerini göstermekle,
|«#²Y«W²7! |¬[²EW«7 «t¬7´) Å–¬!
denilmiş.
Sonra dağlar ve sahralar, seyahat-ı fikriyede bulunan o yolcuyu çağırıyorlar,
"Sahifelerimizi de oku" diyorlar. O da bakar, görür ki: Dağların küllî vazifeleri ve umumî
hizmetleri o kadar azametli ve hikmetlidirler; akılları hayret içinde bırakır. Meselâ: Dağların
zeminden emr-i rabbânî ile çıkmaları ve zeminin içinde, inkılâbât-ı dahiliyeden neş'et eden
heyecanını ve gazabını ve hiddetini, çıkmalariyle teskin ederek; zemin, o dağların
fışkırmasiyle ve menfeziyle teneffüs edip, zararlı olan sarsıntılardan ve zelzele-i muzırradan
kurtulup, vazife-i devriyesinde sekenesinin istirahatlarını bozmuyor.
--- sh:»
MAXQDA 2020 24.12.2022
İkincisi: Tesadüfe havalesi hiçbir cihet-i imkânı olmıyan kasdî ve hakîmane bir temyiz
ve tefrik, ihtiyarî ve rahîmane bir tezyin ve tasvir mânası ve hakikatı, o hadsiz enva' ve
efradda gündüz gibi âşikâre görünüyor ve bir Sâni-i Hakîmin eserleri ve nakışları olduklarını
gösterir.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Üçüncüsü: O hadsiz masnuatın yüzbin çeşit ve ayrı ayrı tarz ve şekilde olan suretleri,
gayet muntazam, mizanlı, zînetli olarak, mahdut ve mâdud ve birbirinin misli ve basit ve
câmid ve birbirinin aynı veya az farklı ve karışık olan çekirdeklerden, habbeciklerden o
ikiyüzbin nevilerin farikalı ve intizamlı, ayrı ayrı, muvazeneli, hayatdar, hikmetli, yanlışsız,
hatasız bir vaziyette umum efradının suretlerinin fethi ve açılışı ise öyle bir hakikattır ki,
güneşten daha parlaktır ve baharın çiçekleri ve meyvaları ve yaprakları ve mevcudatı
sayısınca o hakikatı isbat eden şahidler var, diye bildi. "Elhamdülillahi alâ nimet-il iman"
dedi.
İşte bu mezkûr hakikatları ve şehadetleri ifade mânasiyle Birinci
Birincisi: Hiçbir cihetle serseri tesadüfe ve kör kuvvete ve şuursuz tabiata havalesi
mümkün olmıyan hiçten hakîmane îcad ve san'atperverâne ibda' ve ihtiyarkârane ve alîmâne
halk ve inşa ve yirmi cihetle ilim ve hikmet ve iradenin cilvesini gösteren ruhlandırmak ve
ihya etmek hakikatıdır ki; zîruhlar adedince şahidleri bulunan bir bürhan-ı bâhir olarak, Zât-ı
Hayy-ı Kayyum'un Vücub-u Vücuduna ve sıfât-ı seb'asına ve vahdetine şehadet eder.
İkincisi: O hadsiz masnu'larda birbirinden sîmaca fârikalı ve şekilce zînetli ve miktarca
mîzanlı ve suretce intizamlı bir tarzdaki temyizden, tezyinden, tasvirden öyle azametli ve
kuvvetli bir hakikat görünür ki, Kadir-i Külli Şey ve Âlim-i Külli Şey'den başka hiçbir şey, bu
her cihetle binlerle hârikaları ve hikmetleri gösteren ihatalı fiile sahib olamaz ve hiçbir imkân
ve ihtimali yok.
Üçüncüsü: Birbirinin misli ve aynı veya az farklı ve birbirine benziyen mahsur ve
mahdud yumurtalardan ve yumurtacıklardan ve nutfe denilen su katrelerinden o hadsiz
hayvanların yüzbinler çeşit tarzlarda ve birer mu'cize-i hikmet mahiyetinde bulunan
suretlerini, gayet muntazam ve muvazeneli ve hatasız bir hey'ette açmak ve fethetmek öyle
parlak bir hakikattır ki; hayvanlar adedince senetler, deliller o hakikatı tenvir eder.
İşte bu üç hakikatın ittifakıyle, hayvanların bütün envaı, beraber öyle bir "Lâ ilahe illâ
Hû" deyip şehadet getiriyorlar ki; güya zemin, büyük bir insan gibi büyüklüğü nisbetinde "Lâ
ilahe illâ Hû" diyerek semavat ehline işittiriyor mahiyetinde gördü ve tam ders aldı.
Hem, dininde bulunan bütün ibâdâtın bütün envaında en ileri olması.. ve herkesten
ziyade takvada bulunması.. ve Allah'dan korkması.. ve fevkalâde daimî mücahedat ve
dağdağalar içinde tam tamına
--- sh:»(T:358) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
ubudiyetin en ince esrarına kadar müraat etmesi ve hiç kimseyi taklid etmiyerek ve tam
mânasiyle ve mübtediyane fakat en mükemmel olarak hem ibtida, hem intihayı birleştirerek
MAXQDA 2020 24.12.2022
ubudiyetin en ince esrarına kadar müraat etmesi ve hiç kimseyi taklid etmiyerek ve tam
mânasiyle ve mübtediyane fakat en mükemmel olarak hem ibtida, hem intihayı birleştirerek
yapması; elbette misli görülmez ve görünmemiş.
Hem binler dua ve münâcâtlarından Cevşenül-Kebîr ile, öyle bir mârifet-i rabbaniye ile,
öyle bir derecede Rabbini tavsif ediyor ki; o zamandanberi gelen ehl-i mârifet ve ehl-i velâyet,
telâhuk-u efkâr ile beraber, ne o mertebe-i mârifete ve ne de o derece-i tavsife yetişememeleri
gösteriyor ki; duada dahi onun misli yoktur. Risale-i Münâcâtın başında, Cevşenül-Kebîr'in
doksandokuz fıkrasından bir fıkrasının kısacık bir mealinin beyan edildiği yere bakan adam,
Cevşen'in dahi misli yoktur diyecek.
Hem, tebliğ-i risâlette ve nâsı hakka dâvette o derece metanet ve sebat ve cesaret
göstermiş ki; büyük devletler ve büyük dinler, hattâ kavim ve kabilesi ve amucası ona şiddetli
adavet ettikleri halde zerre miktar bir eser-i tereddüd, bir telâş, bir korkaklık göstermemesi ve
tek başiyle bütün dünyaya meydan okuması ve başa da çıkarması ve İslâmiyeti dünyanın
başına geçirmesi isbat eder ki, tebliğ ve dâvette dahi misli olmamış ve olamaz.
Hem îmânda, öyle fevkalâde bir kuvvet ve hârika bir yakîn ve mu'cizane bir inkişaf ve
cihanı ışıklandıran bir ulvî itikad taşımış ki, o zamanın hükümranı olan bütün efkârı ve
akideleri ve hükemanın hikmetleri ve ruhâni reislerin ilimleri ona muârız ve muhalif ve
münkir oldukları halde; onun ne yakînine, ne itikadına, ne itimadına, ne itmi'nanına hiçbir
şüphe, hiçbir tereddüt, hiçbir zaaf, hiçbir vesvese vermemesi ve mâneviyatta ve meratib-i
îmâniyede terakki eden başta sahabeler ve bütün ehl-i velâyet, O'nun, her vakit, mertebe-i
îmânından feyz almaları ve O'nu en yüksek derecede bulmaları bilbedâhe gösterir ki, îmânı
dahi emsalsizdir.
İşte, böyle emsalsiz bir şeriat ve misilsiz bir İslâmiyet ve hârika bir ubudiyet ve
fevkalâde bir dua ve cihan-pesendane bir dâvet ve mu'cizane bir îmân sahibinde, elbette hiçbir
cihetle yalan olamaz ve aldatmaz diye anladı, ve aklı dahi tasdik etti.
keşşaf, bir muhakkik üstad, bir sâdık muallim istediği ve iktiza ettiği ve herhalde bulunmasına
delâlet ettiği cihetle; elbette bu vazifeleri herkesten ziyade yapan bu Zâtın hakkaniyetine, ve
bu kâinat Hâlikının en yüksek ve sâdık bir memuru olduğuna şehadet ettiğini bildi.
Dokuzuncusu: Mâdem bu san'atlı ve hikmetli masnuatiyle kendi hünerlerini ve
sanatkârlığının kemalâtını teşhir etmek ve bu süslü, zînetli nihayetsiz mahlûkatıyla kendini
tanıttırmak ve sevdirmek ve bu lezzetli ve kıymetli hesapsız nimetleriyle kendine teşekkür ve
hamd ettirmek ve bu şefkatli ve himayetli umumî terbiye ve iaşe, ile hatta ağızların en ince
zevklerini ve iştihaların her nev'ini tatmin edecek bir surette ihzar edilen Rabbânî it'amlar ve
ziyafetler ile, kendi rububiyetine karşı, minnetdârâne ve müteşekkirâne ve perestişkârâne
ibadet ettirmek ve mevsimlerin tebdili ve gece gündüzün tahvili ve ihtilâfı gibi, azametli ve
haşmetli tasarrufat ve icraat ve dehşetli ve hikmetli faaliyet ve hallâkıyet ile kendi uluhiyetini
izhar ederek, o ulûhiyetine karşı îmân ve teslim ve inkıyad ve itaat ettirmek ve her vakit iyiliği
ve iyileri himaye, fenalığı ve fenaları izale ve semavî tokatlar ile zâlimleri ve yalancıları imha
etmek cihetiyle, hakkaniyet ve adaletini göstermek isteyen perde arkasında birisi var. Elbette
ve herhalde, o gaybî Zâtın yanında en sevgili mahlûku ve en doğru abdi ve onun mezkûr
maksatlarına tam hizmet ederek, hilkat-ı kâinatın tılsımını ve muammasını hall ve keşfeden,
ve daima o Hâlikının namına hareket
hükmünde, başta semavat ve arz olarak umum mahlûkatı, hayatdarâne zikir ve tesbihde, ve
vazife başında cûş u huruşla mes'udane ve memnunane bir vaziyette bulunduruyor, diye
müşahede etti. Ve bu âyetin derece-i belâgatını zevk ederek, sair âyetleri buna kıyasla,
Kur'ân'ın zemzeme-i belâgatı arzın nısfını ve nev'-i beşerin humsunu istilâ ederek, haşmet-i
saltanatı kemal-i ihtiramla ondört asır bilâfasıla idame ettiğinin binler hikmetlerinden bir
hikmetini anladı.
Dördüncü Nokta: Kur'ân, öyle hakikatlı bir halâvet göstermiş ki; en tatlı bir şeyden
dahi usandıran çok tekrar, Kur'ân'ı tilâvet edenler için değil usandırmak, belki kalbi
çürümemiş ve zevki bozulmamış adamlara tekrar-ı tilâveti halâvetini ziyadeleştirdiği eski
zamandan beri herkesçe müsellem olup, darb-ı mesel hükmüne geçmiş. Hem öyle bir tazelik
ve gençlik ve şebabet ve garabet göstermiş ki, ondört asır yaşadığı ve herkesin eline kolayca
girdiği halde, şimdi nâzil olmuş gibi tazeliğini muhafaza ediyor.
MAXQDA 2020 24.12.2022
hükmünde, başta semavat ve arz olarak umum mahlûkatı, hayatdarâne zikir ve tesbihde, ve
vazife başında cûş u huruşla mes'udane ve memnunane bir vaziyette bulunduruyor, diye
müşahede etti. Ve bu âyetin derece-i belâgatını zevk ederek, sair âyetleri buna kıyasla,
Kur'ân'ın zemzeme-i belâgatı arzın nısfını ve nev'-i beşerin humsunu istilâ ederek, haşmet-i
saltanatı kemal-i ihtiramla ondört asır bilâfasıla idame ettiğinin binler hikmetlerinden bir
hikmetini anladı.
Dördüncü Nokta: Kur'ân, öyle hakikatlı bir halâvet göstermiş ki; en tatlı bir şeyden
dahi usandıran çok tekrar, Kur'ân'ı tilâvet edenler için değil usandırmak, belki kalbi
çürümemiş ve zevki bozulmamış adamlara tekrar-ı tilâveti halâvetini ziyadeleştirdiği eski
zamandan beri herkesçe müsellem olup, darb-ı mesel hükmüne geçmiş. Hem öyle bir tazelik
ve gençlik ve şebabet ve garabet göstermiş ki, ondört asır yaşadığı ve herkesin eline kolayca
girdiği halde, şimdi nâzil olmuş gibi tazeliğini muhafaza ediyor.
etmeliyiz. diye, Kur'ân'dan aldığı geniş ve ihatalı bir dürbün ile baktı, gördü: Bu kâinat, o
kadar mânidar ve muntazamdır ki; mücessem bir kitab-ı sübhâni ve cismanî bir Kur'ân-ı
Rabbanî ve müzeyyen bir saray-ı samedanî ve muntazam bir şehr-i rahmanî suretinde
görünüyor. O kitabın bütün sureleri, âyetleri ve kelimatları; hattâ, harfleri ve babları ve
fasılları ve sayfaları ve satırları umumunun, her vakit mânidarane mahv u isbatları ve
hakîmane tağyir ve tahvilleri icma' ile, bir Alîm-i Külli Şey'in ve bir Kadîr-i Külli Şey'in ve
bir musannıfın, herşeyde herşey'i gören ve herşey'in herşey'i ile münasebetini bilen, riayet
eden bir Nakkaş-ı Zülcelâl'in ve bir Kâtib-i Zülkemal'in vücudunu ve mevcudiyetini bilbedahe
ifade ettikleri gibi; bütün erkân ve envaiyle ve ecza ve cüz'iyatiyle ve sekeneleri ve
müştemilâtiyle ve vâridat ve masârifatiyle ve onlarda maslahatkârane tebdilleriyle ve
hikmetperverane tecditleriyle, bil'ittifak, hadsiz bir kudret ve nihayetsiz bir hikmetle iş gören
âlî bir ustanın ve misilsiz bir Sâniin mevcudiyetini ve vahdetini bildiriyorlar. Ve kâinatın
--- sh:»(T:370) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
azametine münasib iki büyük ve geniş hakikatın şehadetleri, kâinatın bu büyük şehadetini
isbat ediyorlar.
hayvanat, o âlem ile beraber vefat ederler. Fakat o kadar intizam ile bir vefattır ki; haşir ve
neşirlerine medar olan ve rahmet ve hikmetin mu'cizeleri, kudret ve ilmin hârikaları bulunan
çekirdekleri ve tohumları ve yumurtacıkları baharda yerlerinde bırakıp, defter-i a'mallerini ve
gördükleri vazifelerin programlarını onların ellerine vererek, Hafîz-i Zülcelâl'in himayesi
altında, hikmetine emanet eder; sonra vefat ederler. Ve bahar mevsiminde, haşr-ı âzamın
yüzbin misali ve nümune ve delilleri hükmünde olarak o vefat eden ağaçlar ve kökler ve bir
kısım hayvancıklar, aynen ihya ve diriliyorlar. Ve bir kısmının dahi, kendi yerlerinde
emsalleri ve aynen onlara benzeyenleri îcad ve ihya olunuyor. Ve geçen baharın mevcudatı,
işledikleri amellerin ve vazifelerin sahifelerini ilânat gibi neşredip ²€«h¬L9 rEÇM7!
hayvanat, o âlem ile beraber vefat ederler. Fakat o kadar intizam ile bir vefattır ki; haşir ve
neşirlerine medar olan ve rahmet ve hikmetin mu'cizeleri, kudret ve ilmin hârikaları bulunan
çekirdekleri ve tohumları ve yumurtacıkları baharda yerlerinde bırakıp, defter-i a'mallerini ve
gördükleri vazifelerin programlarını onların ellerine vererek, Hafîz-i Zülcelâl'in himayesi
altında, hikmetine emanet eder; sonra vefat ederler. Ve bahar mevsiminde, haşr-ı âzamın
MAXQDA 2020 24.12.2022
yüzbin misali ve nümune ve delilleri hükmünde olarak o vefat eden ağaçlar ve kökler ve bir
kısım hayvancıklar, aynen ihya ve diriliyorlar. Ve bir kısmının dahi, kendi yerlerinde
emsalleri ve aynen onlara benzeyenleri îcad ve ihya olunuyor. Ve geçen baharın mevcudatı,
işledikleri amellerin ve vazifelerin sahifelerini ilânat gibi neşredip ²€«h¬L9 rEÇM7!
İşte; bu dünyada
böyle hayatdar dünyaları ve vazifedar kâinatları kemal-i ilim ve hikmet ve mizanla, ve
MAXQDA 2020 24.12.2022
muvazene ve intizam ve nizamla ihdas ve îcad edip rabbanî maksadlarda ve İlâhî gayelerde ve
rahmânî hizmetlerde kadîrane istimal ve rahîmane istihdam eden bir Zât-ı Zülcelâl'in vücub-u
vücudu ve hadsiz kudreti ve nihayetsiz hikmeti, bilbedahe, güneş gibi akıllara görünüyor.
Hudus mesâilini Risale-i Nur'a ve muhakkikîn-i kelâmiyenin kitaplarına havale ile o bahsi
kapıyoruz...
Amma imkân ciheti ise; o da kâinatı istilâ ve ihata etmiş. Çünki: Görüyoruz ki, herşey
küllî ve cüz'î bulunsun, büyük ve küçük olsun arştan ferşe, zerrattan seyyârâta kadar her
mevcud, mahsus bir zât ve muayyen bir suret ve mümtaz bir şahsiyet ve has sıfatlar ve
hikmetli keyfiyetler ve maslahatlı cihazlar ile dünyaya gönderiliyor. Halbuki; o mahsus zâta
ve o mahiyete, hadsiz imkânat içinde o hususiyeti vermek; hem, suretler adedince imkânlar ve
ihtimaller içinde o nakışlı ve fârikalı ve münasib o muayyen sureti giydirmek; hem
hemcinsinden olan eşhasın mikdarınca imkânlar içinde çalkalanan o mevcuda, o lâyık
şahsiyeti imtiyazla tahsis etmek; hem, sıfatların nevileri ve mertebeleri sayısınca imkânlar ve
ihtimaller içinde şekilsiz ve mütereddit bulunan o masnua o hâs ve muvafık maslahatlı
sıfatları yerleştirmek, hem hadsiz yollar ve tarzlarda bulunması mümkin olması noktasında
hadsiz imkânat ve ihtimalât içinde mütehayyir, sergerdan, hedefsiz o mahlûka, o hikmetli
keyfiyetleri ve inâyetli cihazları takmak ve teçhiz etmek, elbette küllî ve cüz'î bütün
mümkinat adedince ve her mümkinin mezkûr mâhiyet ve hüviyet, hey'et ve sûret, sıfat ve
vaziyetinin imkânatı adedince, tahsis edici, tercih edici, tâyin edici, ihdas edici bir Vâcibül-
Vücud'un vücub-u vücuduna ve hadsiz kudretine ve nihayetsiz hikmetine ve hiçbirşey ve
hiçbir şe'n, O'ndan gizlenmediğine ve hiçbirşey O'na ağır gelmediğine ve en büyük bir şey, en
küçük bir şey gibi O'na kolay geldiğine ve bir baharı bir ağaç kadar ve bir ağacı bir çekirdek
kadar suhuletle îcad edebildiğine işaretler ve delâletler ve şehadetler, imkân hakikatinden
çıkıp kâinatın bu büyük şehadetinin bir kanadını teşkil ederler. Kâinatın şehadetini, her iki
kanadı ve iki hakikatiyle Risale-i Nur eczaları ve bilhassa Yirmiikinci ve Otuzikinci
Amma imkân ciheti ise; o da kâinatı istilâ ve ihata etmiş. Çünki: Görüyoruz ki, herşey
küllî ve cüz'î bulunsun, büyük ve küçük olsun arştan ferşe, zerrattan seyyârâta kadar her
mevcud, mahsus bir zât ve muayyen bir suret ve mümtaz bir şahsiyet ve has sıfatlar ve
hikmetli keyfiyetler ve maslahatlı cihazlar ile dünyaya gönderiliyor. Halbuki; o mahsus zâta
ve o mahiyete, hadsiz imkânat içinde o hususiyeti vermek; hem, suretler adedince imkânlar ve
ihtimaller içinde o nakışlı ve fârikalı ve münasib o muayyen sureti giydirmek; hem
hemcinsinden olan eşhasın mikdarınca imkânlar içinde çalkalanan o mevcuda, o lâyık
şahsiyeti imtiyazla tahsis etmek; hem, sıfatların nevileri ve mertebeleri sayısınca imkânlar ve
ihtimaller içinde şekilsiz ve mütereddit bulunan o masnua o hâs ve muvafık maslahatlı
sıfatları yerleştirmek, hem hadsiz yollar ve tarzlarda bulunması mümkin olması noktasında
hadsiz imkânat ve ihtimalât içinde mütehayyir, sergerdan, hedefsiz o mahlûka, o hikmetli
keyfiyetleri ve inâyetli cihazları takmak ve teçhiz etmek, elbette küllî ve cüz'î bütün
mümkinat adedince ve her mümkinin mezkûr mâhiyet ve hüviyet, hey'et ve sûret, sıfat ve
vaziyetinin imkânatı adedince, tahsis edici, tercih edici, tâyin edici, ihdas edici bir Vâcibül-
Vücud'un vücub-u vücuduna ve hadsiz kudretine ve nihayetsiz hikmetine ve hiçbirşey ve
hiçbir şe'n, O'ndan gizlenmediğine ve hiçbirşey O'na ağır gelmediğine ve en büyük bir şey, en
küçük bir şey gibi O'na kolay geldiğine ve bir baharı bir ağaç kadar ve bir ağacı bir çekirdek
kadar suhuletle îcad edebildiğine işaretler ve delâletler ve şehadetler, imkân hakikatinden
çıkıp kâinatın bu büyük şehadetinin bir kanadını teşkil ederler. Kâinatın şehadetini, her iki
kanadı ve iki hakikatiyle Risale-i Nur eczaları ve bilhassa Yirmiikinci ve Otuzikinci
--- sh:»(T:372) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
MAXQDA 2020 24.12.2022
binalar ve saraylar hükmünde, herbiri binler vecihle ve beraber hadsiz vücuh ile, rabbanî ve
rahmanî nihayetsiz fiilleri ve o fiillerin menşe'leri olan binbir esmâ-i İlâhiyeyi hadsiz
cilveleriyle ve o güzel isimlerin menbaı olan yedi sıfât-ı sübhaniyenin nihayetsiz tecellileriyle,
o yedi muhît ve kudsî sıfatların mâdeni ve mevsufu olan ezelî ve ebedî bir Zât-ı Zülcelâl'in
vücub-u vücuduna ve vahdetine hadsiz işaretler ve nihayetsiz şehadetler ettikleri gibi; bütün o
mevcudatta bulunan bütün hüsünler, cemaller, kıymetler, kemaller dahi, ef'âl-i rabbaniyenin
ve esmâ-i İlâhiyenin ve sıfât-ı samedaniyenin ve şuunat-ı sübhâniyenin kendilerine lâyık ve
muvafık kudsî cemallerine ve kemâllerine ve hepsi birden, Zât-ı Akdes'in kudsî cemâline ve
kemaline bedahetle şehadet ederler.
İşte; faaliyet hakikati içinde tezahür eden rububiyet hakikati, ilim ve hikmetle halk ve
îcad ve sun' ve ibda', nizam ve mîzan ile takdir ve tasvir ve tedbir ve tedvir, kasd ve irade ile
tahvil ve tebdil ve tenzil ve tekmil, şefkat ve rahmetle it'am ve in'am ve ikram ve ihsan gibi
şuunatiyle ve tasarrufatiyle kendini gösterir ve tanıttırır. Ve tezahür-ü rububiyet hakikatı
içinde bedahetle hissedilen ve bulunan ulûhiyetin tebarüz hakikatı dahi, esmâ-i hüsnânın
rahîmâne ve kerîmâne cilveleriyle ve "Yedi Sıfât-ı Sübutiye" olan "Hayat", "İlim", "Kudret",
"İrade", "Sem", "Basar" ve "Kelâm" sıfatlarının celâlli ve cemalli tecellileriyle kendini
tanıttırır, bildirir.
Evet, nasılki, kelâm sıfatı, vahiyler ve ilhamlar ile Zât-ı Akdesi tanıttırır; öyle de,
Kudret sıfatı dahi, mücessem kelimeleri hükmünde olan san'atlı eserleriyle o Zât-ı Akdesi
bildirir ve kâinatı baştan başa bir fürkan-ı cismanî mahiyetinde gösterip, bir Kadîr-i Zülcelâli
tavsif ve târif eder. Ve ilim sıfatı dahi; hikmetli, intizamlı, mizanlı
--- sh:»(T:376) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
olan bütün masnuat miktarınca ve ilim ile idare ve tedbir ve tezyîn ve temyiz edilen bütün
mahlûkat adedince, mevsufları olan birtek Zât-ı Akdesi bildirir. Ve hayat sıfatı ise, kudreti
bildiren bütün eserler ve ilmin vücudunu bildiren bütün intizamlı ve hikmetli ve mizanlı ve
zînetli suretler, haller ve sâir sıfatları bildiren bütün deliller, sıfat-ı hayatın delilleriyle beraber,
hayat sıfatının tahakkukuna delâlet ettikleri gibi; hayat dahi, bütün o delilleriyle, âyineleri
olan bütün zîhayatları şâhid göstererek, Zât-ı Hayy-ı Kayyumu bildirir. Ve kâinatı, serbeser
her vakit taze taze ve ayrı ayrı cilveleri ve nakışları göstermek için, daima değişen ve
tazelenen ve hadsiz âyinelerden terekküp eden bir âyine-i ekber suretine çevirir. Ve bu kıyasla
görmek ve işitmek, ihtiyar etmek ve konuşmak sıfatları dahi, herbiri birer kâinat kadar Zât-ı
Akdesi bildirir, tanıttırır.
bildirir ve kâinatı baştan başa bir fürkan-ı cismanî mahiyetinde gösterip, bir Kadîr-i Zülcelâli
MAXQDA 2020 24.12.2022
mecmuasiyle derece-i bedahette, –ey zemin ve gökleri yaratan yaratıcı!– senin vücub-u
vücuduna öyle zâhir şehadet.. –ve ey zerratı, muntazam mürekkebatiyle tedbirini gören ve
idare eden ve bu seyyare yıldızları manzum peykleriyle döndüren, emrine itaat ettiren!– senin
vahdetine ve birliğine öyle kuvvetli şehadet ederler ki, göğün yüzünde bulunan yıldızlar
sayısınca nuranî bürhanlar ve parlak deliller o şehadeti tasdik ederler. Hem bu sâfi temiz,
güzel gökler; fevkalâde büyük ve fevkalâde sür'atli ecramiyle muntazam bir ordu ve elektrik
lâmbalariyle süslenmiş bir saltanat donanması vaziyetini göstermek cihetiyle, senin
rububiyyetinin haşmetine ve her şey'i îcad eden kudretinin azametine zâhir delâlet.. ve hadsiz
semavatı ihâta eden hâkimiyetinin ve her bir zîhayatı kucağına alan rahmetinin hadsiz
genişliklerine kuvvetli işaret.. ve bütün mahlûkat-ı semaviyenin bütün işlerine ve
keyfiyetlerine taallûk eden ve avucuna alan, tanzim eden ilminin her şey'e ihâtasına ve
hikmetinin her işe şümûlüne şüphesiz şehadet ederler. Ve o şehadet ve delâlet o kadar zâhirdir
ki; güya yıldızlar, şâhid olan göklerin şehadet kelimeleri ve tecessüm etmiş nuranî
delilleridirler. Hem semavat meydanında, denizinde, fezasındaki yıldızlar ise; muti' neferler,
muntazam sefineler, hârika tayyareler, acaib lâmbalar gibi vaziyetiyle, senin saltanat-ı
ulûhiyyetinin şa'şaasını gösteriyorlar. Ve o ordunun efradından bir yıldız olan güneşimizin
seyyarelerinde ve zeminimizdeki vazifelerinin delâlet ve ihtariyle, güneşin sair arkadaşları
olan yıldızların bir kısmı âhiret âlemlerine bakarlar ve vazifesiz değiller; belki bâki olan
âlemlerin güneşleridirler…
Ey Vâcibül-Vücud!
Evet câmid, şuursuz bulut, âb-ı hayat olan yağmuru, muhtaç olan zîhayatların imdadına
göndermesi, ancak senin rahmetin ve hikmetin iledir. Karışık tesadüf karışamaz. Hem,
elektriğin en büyüğü bulunan ve fevaid-i tenviriyesine işaret ederek ondan istifadeye teşvik
eden şimşek ise senin fezadaki kudretini güzelce tenvir eder. Hem yağmurun gelmesini
müjdeliyen ve koca fezayı konuşturan ve tesbihatının gürültüsüyle gökleri çınlatan ra'dat dahi,
lisan-ı kal ile konuşarak seni takdis edip, rububiyetine şehadet eder. Hem, zîhayatların
yaşamasına en lüzumlu rızkı ve istifadece en kolayı ve nefesleri vermek, nüfusları
rahatlandırmak gibi çok vazifeler ile tavzif edilen rüzgârlar dahi; cevvi âdeta bir hikmete
binaen "Levh-i mahv ve isbat" ve "yazar, ifade eder, sonra bozar tahtası" suretine çevirmekle,
senin faaliyet-i kudretine işaret ve senin vücuduna şehadet ettiği gibi, senin merhametinle
bulutlardan sağıp zîhayatlara gönderilen rahmet dahi; mevzun, muntazam katreleri
kelimeleriyle senin vüs'at-ı rahmetine ve geniş şefkatine şehadet eder.
Evet câmid, şuursuz bulut, âb-ı hayat olan yağmuru, muhtaç olan zîhayatların imdadına
göndermesi, ancak senin rahmetin ve hikmetin iledir. Karışık tesadüf karışamaz. Hem,
elektriğin en büyüğü bulunan ve fevaid-i tenviriyesine işaret ederek ondan istifadeye teşvik
eden şimşek ise senin fezadaki kudretini güzelce tenvir eder. Hem yağmurun gelmesini
müjdeliyen ve koca fezayı konuşturan ve tesbihatının gürültüsüyle gökleri çınlatan ra'dat dahi,
lisan-ı kal ile konuşarak seni takdis edip, rububiyetine şehadet eder. Hem, zîhayatların
yaşamasına en lüzumlu rızkı ve istifadece en kolayı ve nefesleri vermek, nüfusları
rahatlandırmak gibi çok vazifeler ile tavzif edilen rüzgârlar dahi; cevvi âdeta bir hikmete
binaen "Levh-i mahv ve isbat" ve "yazar, ifade eder, sonra bozar tahtası" suretine çevirmekle,
senin faaliyet-i kudretine işaret ve senin vücuduna şehadet ettiği gibi, senin merhametinle
bulutlardan sağıp zîhayatlara gönderilen rahmet dahi; mevzun, muntazam katreleri
kelimeleriyle senin vüs'at-ı rahmetine ve geniş şefkatine şehadet eder.
Ey Mutasarrıf-ı Fa'al ve ey Feyyâz-ı Müteâl! Senin vücub-u vücuduna şehadet eden
bulut, berk, ra'd, rüzgâr, yağmur; birer birer şehadet ettikleri gibi, hey'et-i mecmuasiyle
keyfiyetçe birbirinden uzak, mahiyetçe birbirine muhalif olmakla beraber, birlik, beraberlik,
birbiri içine girmek ve birbirinin
--- sh:»
ederler. Hem, koca fezayı bir mahşer-i acaib yapan ve bazı günlerde birkaç defa doldurup
boşaltan rububiyetinin haşmetine.. ve o geniş cevvi, yazar değiştirir bir levha gibi ve sıkar ve
onunla zemin bahçesini sulattırır bir sünger gibi tasarruf eden kudretinin azametine ve herbir
şey'e şümûlüne şehadet ettikleri gibi; umum zemine ve bütün mahlûkata cevv perdesi altında
bakan ve idare eden rahmetinin ve hâkimiyetinin hadsiz genişliklerine ve her şey'e
yetişmelerine delâlet eder. Hem fezadaki hava, o kadar hakîmane vazifelerde istihdam; ve
bulut ve yağmur, o kadar alîmane faidelerde istimâl olunur ki; her şey'e ihâta eden bir ilim ve
her şey'e şâmil bir hikmet olmazsa, o istimâl, o istihdam olamaz.
Ey Fa'âlün limâ yürîd! Cevv-i fezadaki faaliyetinle her vakit bir nümûne-i haşir ve
kıyamet göstermek, bir saatte yazı kışa ve kışı yaza döndürmek, bir âlem getirmek, bir âlem
MAXQDA 2020 24.12.2022
gayba göndermek misillû şuunatta bulunan kudretin; dünyayı âhirete çevirecek… Ve âhirette
şuunat-ı sermediyyeyi gösterecek işaretini veriyor.
(T:384) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
Evet, zeminde hiçbir tahavvül ve ağaç ve hayvanlarında her senede urbasını değiştirmek
gibi hiçbir tebeddül; -cüz'î olsun, küllî olsun- yoktur ki; intizamiyle, senin vücuduna ve
vahdetine işaret etmesin. Hem, hiç bir hayvan yoktur ki, za'fiyet ve ihtiyacının derecesine
göre verilen rahîmane rızkıyle ve yaşamasına lüzumu bulunan cihazatın hakîmane
verilmesiyle, senin varlığına ve birliğine şehadeti olmasın. Hem, her baharda gözümüz
önünde îcad edilen nebatat ve hayvanattan hiç bir tanesi yoktur ki, san'at-ı acibesiyle ve lâtif
zînetiyle ve tam temeyyüziyle ve intizamiyle ve mevzuniyetiyle seni bildirmesin. Ve zemin
yüzünü dolduran ve nebatat ve hayvanat denilen kudretinin hârikaları ve mu'cizeleri, mahdut
ve maddeleri bir ve müteşabih olan yumurta ve yumurtacıklardan ve katrelerden ve habbe ve
habbeciklerden ve çekirdeklerden; yanlışsız, mükemmel, süslü, alâmet-i fârikalı olarak
yaratılışları, Sâni-i Hakîmlerinin vücuduna ve vahdetine ve hikmetine ve hadsiz kudretine
öyle bir şehadettir ki, ziyanın güneşe şehadetinden daha kuvvetli ve parlaktır. Hem; hava, su,
nur, ateş, toprak gibi hiç bir unsur yoktur ki, şuursuzluklariyle beraber, şuurkârane,
mükemmel vazifeleri görmesiyle, basit ve istilâ edici, intizamsız, her yere dağılmakla beraber,
gayet muntazam ve mütenevvi meyveleri ve mahsûlleri hazine-i gaybdan getirmesiyle, senin
birliğine ve varlığına şehadeti bulunmasın.
Ey Fâtır-ı Kadir! Ey Fettâh-ı Allâm!
öyle de: Hadsiz bütün zîhayatın ayrı ayrı rızıkları, vakti vaktine kuru ve basit bir topraktan,
rahîmane, kerîmane verilmesi ve hadsiz o efradın kemal-i musahhariyetle evamir-i
Rabbaniyyeye itaatleri, rahmetinin her şey'e şümûlünü ve hâkimiyetinin herşey'e ihatasını
gösteriyor. Hem, zeminde değişmekte bulunan mahlûkat kafilelerinin sevk ve idareleri; mevt
ve hayat münavebeleri ve hayvan ve nebatatın idare ve tedbirleri dahi, her şey'e taallûk eden
bir ilim ile ve her şeyde hükmeden nihayetsiz bir hikmetle olabilmesi, senin ihata-i ilmine ve
hikmetine delâlet eder. Hem, zeminde kısa bir zamanda hadsiz vazifeler gören ve hadsiz bir
zaman yaşıyacak gibi istidat ve mânevî cihazat ile teçhiz edilen ve zemin mevcudatına
tasarruf eden insan için, bu talimgâh-ı dünyada ve bu muvakkat ordugâh-ı zeminde ve bu
muvakkat meşherde; bu kadar ehemmiyet, bu hadsiz masraf, bu nihayetsiz tecelliyat-ı
rubûbiyyet, bu hadsiz hitabat-ı sübhaniyye ve bu gayetsiz ihsanat-ı İlahiyye, elbette ve
herhalde bu kısacık ve hüzünlü ömre ve bu karışık kederli hayata, bu belâlı ve fâni dünyaya
sığışmaz. Belki, ancak başka ve ebedî bir ömür ve bâki bir dâr-ı saadet için olabildiği
cihetinden, âlem-i bekada bulunan ihsanat-ı uhreviyeye işaret, belki şehadet eder.
Ey Hâlik-ı Külli Şey!
MAXQDA 2020 24.12.2022
öyle de: Hadsiz bütün zîhayatın ayrı ayrı rızıkları, vakti vaktine kuru ve basit bir topraktan,
rahîmane, kerîmane verilmesi ve hadsiz o efradın kemal-i musahhariyetle evamir-i
Rabbaniyyeye itaatleri, rahmetinin her şey'e şümûlünü ve hâkimiyetinin herşey'e ihatasını
gösteriyor. Hem, zeminde değişmekte bulunan mahlûkat kafilelerinin sevk ve idareleri; mevt
ve hayat münavebeleri ve hayvan ve nebatatın idare ve tedbirleri dahi, her şey'e taallûk eden
bir ilim ile ve her şeyde hükmeden nihayetsiz bir hikmetle olabilmesi, senin ihata-i ilmine ve
hikmetine delâlet eder. Hem, zeminde kısa bir zamanda hadsiz vazifeler gören ve hadsiz bir
zaman yaşıyacak gibi istidat ve mânevî cihazat ile teçhiz edilen ve zemin mevcudatına
tasarruf eden insan için, bu talimgâh-ı dünyada ve bu muvakkat ordugâh-ı zeminde ve bu
muvakkat meşherde; bu kadar ehemmiyet, bu hadsiz masraf, bu nihayetsiz tecelliyat-ı
rubûbiyyet, bu hadsiz hitabat-ı sübhaniyye ve bu gayetsiz ihsanat-ı İlahiyye, elbette ve
herhalde bu kısacık ve hüzünlü ömre ve bu karışık kederli hayata, bu belâlı ve fâni dünyaya
sığışmaz. Belki, ancak başka ve ebedî bir ömür ve bâki bir dâr-ı saadet için olabildiği
cihetinden, âlem-i bekada bulunan ihsanat-ı uhreviyeye işaret, belki şehadet eder.
Ey Hâlik-ı Külli Şey!
Hem, zeminde kısa bir zamanda hadsiz vazifeler gören ve hadsiz bir
zaman yaşıyacak gibi istidat ve mânevî cihazat ile teçhiz edilen ve zemin mevcudatına
tasarruf eden insan için, bu talimgâh-ı dünyada ve bu muvakkat ordugâh-ı zeminde ve bu
muvakkat meşherde; bu kadar ehemmiyet, bu hadsiz masraf, bu nihayetsiz tecelliyat-ı
rubûbiyyet, bu hadsiz hitabat-ı sübhaniyye ve bu gayetsiz ihsanat-ı İlahiyye, elbette ve
herhalde bu kısacık ve hüzünlü ömre ve bu karışık kederli hayata, bu belâlı ve fâni dünyaya
sığışmaz. Belki, ancak başka ve ebedî bir ömür ve bâki bir dâr-ı saadet için olabildiği
cihetinden, âlem-i bekada bulunan ihsanat-ı uhreviyeye işaret, belki şehadet eder.
Ey Hâlik-ı Külli Şey! Zeminin bütün mahlûkatı, senin mülkünde, senin arzında, senin
havl ve kuvvetinle ve senin kudretin ve iradetin ile ve ilmin ve hikmetin ile idare olunuyorlar
ve musahhardırlar. Ve zemin yüzünde faaliyeti müşahede edilen bir rubûbiyyet, öyle ihata ve
şümûl gösteriyor.. ve onun idaresi ve tedbiri ve terbiyesi öyle mükemmel ve öyle hassastır..
ve her taraftaki icraatı öyle birlik ve beraberlik ve benzemeklik içindedir ki, tecezzî kabul
etmiyen bir küll ve inkısamı imkânsız bulunan bir küllî hükmünde bir tasarruf, bir rubûbiyyet
olduğunu bildiriyor... Hem zemin bütün sekenesiyle beraber, lisan-ı kalden daha zâhir hadsiz
lisanlarla Hâlikını takdis ve tesbih ve nihayetsiz ni'metlerinin lisan-ı halleriyle Rezzâk-ı
--- sh:»(T:386) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
Zülcelâlinin hamd ve medh ü senasını ediyorlar...
muntazam yıldızlardan, tâ denizlerin dibinde bulunan gayet küçücük ve intizamla iaşe edilen
balıklara kadar herşey'e yetişen ve hükmeden rahmetinin ve hâkimiyetinin hadsiz
genişliklerine delâlet.. ve intizamatiyle ve faideleriyle ve hikmetleriyle ve mizan ve
mevzuniyetleriyle, senin her şey'e muhit ilmine.. ve herşeye şâmil hikmetine işaret ederler. Ve
senin, bu misafirhane-i dünyada, yolcular için böyle rahmet havuzların bulunması.. ve insanın
seyr ü seyahatına ve gemisine ve istifadesine musahhar olması işaret eder ki, yolda yapılmış
bir handa, bir gece misafirlerine bu kadar deniz hediyeleriyle ikram eden Zât, elbette makarr-ı
saltanat-ı ebediyyesinde öyle ebedî rahmet denizleri bulundurmuş ki, bunlar onların, fâni ve
küçük nümuneleridirler. İşte denizlerin böyle gayet hârika bir tarzda arzın etrafında vaziyet-i
acibesiyle bulunması.. ve denizlerin mahlûkatı dahi, gayet muntazam idare ve terbiye edilmesi
bilbedahe gösterir ki, yalnız senin kuvvetin ve kudretin ile ve senin irade ve tedbirin ile, senin
mülkünde, senin emrine musahhardırlar. Ve lisan-ı halleriyle Hâlikını takdis edip "Allahu
Ekber" derler.
muntazam yıldızlardan, tâ denizlerin dibinde bulunan gayet küçücük ve intizamla iaşe edilen
balıklara kadar herşey'e yetişen ve hükmeden rahmetinin ve hâkimiyetinin hadsiz
genişliklerine delâlet.. ve intizamatiyle ve faideleriyle ve hikmetleriyle ve mizan ve
mevzuniyetleriyle, senin her şey'e muhit ilmine.. ve herşeye şâmil hikmetine işaret ederler. Ve
senin, bu misafirhane-i dünyada, yolcular için böyle rahmet havuzların bulunması.. ve insanın
seyr ü seyahatına ve gemisine ve istifadesine musahhar olması işaret eder ki, yolda yapılmış
bir handa, bir gece misafirlerine bu kadar deniz hediyeleriyle ikram eden Zât, elbette makarr-ı
saltanat-ı ebediyyesinde öyle ebedî rahmet denizleri bulundurmuş ki, bunlar onların, fâni ve
küçük nümuneleridirler. İşte denizlerin böyle gayet hârika bir tarzda arzın etrafında vaziyet-i
acibesiyle bulunması.. ve denizlerin mahlûkatı dahi, gayet muntazam idare ve terbiye edilmesi
bilbedahe gösterir ki, yalnız senin kuvvetin ve kudretin ile ve senin irade ve tedbirin ile, senin
mülkünde, senin emrine musahhardırlar. Ve lisan-ı halleriyle Hâlikını takdis edip "Allahu
Ekber" derler.
çiçekleriyle süslendiren ve meyveleriyle şenlendiren nebatatın esnafından hiç birisi yoktur ki;
tesadüfe havalesi mümkün olmayan hikmetleriyle, intizamiyle, hüsn-ü hilkatiyle, faideleriyle..
hususan mâdeniyatın; tuz, limon tuzu, sulfato ve şap gibi, sûreten birbirine benzemekle
beraber, tadlarının şiddet-i muhalefetiyle.. ve bilhassa nebatatın basit bir topraktan; çeşit çeşit
enva'lariyle, ayrı ayrı çiçek ve meyveleriyle, nihayetsiz kadîr nihayetsiz hakîm, nihayetsiz
rahîm ve kerîm bir sâniin vücub-u vücuduna bedahetle şehadet ettikleri gibi, hey'et-i
mecmuasındaki vahdet-i idare ve vahdet-i tedbir ve menşe' ve mesken ve hilkat ve san'atça
beraberlik ve birlik ve ucuzluk ve kolaylık ve çokluk ve yapılmakta çabukluk noktalarından,
Sâniin vahdetine ve ehadiyetine şehadet ederler. Hem nasıl ki: Dağların yüzünde ve
karnındaki masnu'lar, zeminin her tarafında, herbir nevi; aynı zamanda, aynı tarzda, yanlışsız,
gayet mükemmel ve çabuk yapılmaları ve bir iş bir işe mâni olmadan, sair neviler ile beraber
karışık iken, karıştırmaksızın îcadları;, senin rubûbiyyetinin haşmetine.. ve hiç bir şey ona
ağır gelmiyen kudretinin azametine delâlet eder; öyle de: Zeminin yüzündeki bütün zîhayat
mahlûkların hadsiz hacetlerini, hattâ mütenevvi hastalıklarını, hattâ muhtelif zevklerini ve
ayrı ayrı iştihalarını tatmin edecek bir surette, dağların yüzlerini ve içlerini muntazam eşcar ve
nebatat ve mâdeniyatla doldurmak ve muhtaçlara teshir etmek cihetiyle, senin rahmetinin
hadsiz genişliğine ve hâkimiyetinin nihayetsiz vüs'atine delâlet.. ve toprak tabakatı içinde
gizli ve karanlık ve karışık bulunduğu halde; bilerek, görerek, şaşırmayarak, intizamla,
hacetlere göre ihzar edilmeleriyle. senin her şeye taallûk eden ilminin ihatasına ve herbir şey'i
tanzim eden hikmetinin bütün eşyaya şümulüne ve ilâçların ihzaratı ve mâdeni maddelerin
iddiharatiyle rububiyyetinin rahîmane ve kerîmane olan tedabirinin mehasinine ve inayetinin
ihtiyatlı letaifine pek zâhir bir surette işaret ve delâlet ederler. Hem, bu dünya hanında misafir
yolcular için. koca dağları levazımatlarına ve istikbaldeki ihtiyaçlarına muntazam ihtiyat
--- sh:»(T:389) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
deposu ve cihazat anbarı ve hayata lüzumu olan çok definelerin mükemmel mahzeni olmak
cihetinde işaret, belki delâlet, belki şehadet eder ki; bu kadar kerîm ve misafir-perver ve bu
kadar hakîm ve şefkat-perver ve bu kadar kadîr ve rububiyyet-perver bir Sâniin, elbette ve
herhalde, çok sevdiği o misafirleri için, ebedî bir âlemde, ebedî ihsanatının ebedî hazineleri
vardır. Buradaki dağlara bedel, orada yıldızlar o vazifeyi görürler.
Ey Kadir-i Külli Şey! Dağlar ve içindeki mahlûklar senin mülkünde ve senin kuvvet ve
kudretinle ve ilim ve hikmetinle musahhar ve müdahhardırlar. Onları bu tarzda tavzif ve teshir
eden hâlikını takdis ve tesbih ederler.
Ey Hâlık-ı Rahman ve ey Rabb-i Rahîm! Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın
tâlimiyle ve Kur'an-ı Hakîminin dersiyle anladım:
takdis ve tesbih ve tahmid ettikleri gibi, o kelimelerden herbirisi dahi ayrıca seni takdis eder.
Hususan meyvelerin bedî bir surette etleri çok muhtelif, san'atları çok acib, çekirdekleri çok
hârika olarak yapılarak.. o yemek tablalarını ağaçların ellerine verip ve nebatların başlarına
koyarak.. zîhayat misafirlerine göndermek cihetinde, lisan-ı hal olan tesbihatları, zuhurca
lisan-ı kal derecesine çıkar. Bütün onlar senin mülkünde, senin kuvvet ve kudretinle, senin
irade ve ihsanatınla, senin rahmet ve hikmetinle musahhardırlar.. ve senin herbir emrine
MAXQDA 2020 24.12.2022
mutîdirler.
Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş. ve ey kibriya-yı azametinden tesettür etmiş olan
Sâni-i Hakîm ve Hâlik-ı Rahîm! Bütün eşcar ve nebatatın, bütün yaprak ve çiçek ve
meyvelerin dilleriyle ve adediyle; seni kusurdan, aczden, şerikten takdis ederek hamd-ü sena
ederim.
Çünki: O halde
herbir zerresi, herbir şey'ini ve cesedinin teşekkülünü, belki dünyada alâkadar olduğu her
şeyini bilecek, görecek, yapabilecek.. âdeta ilâh gibi ihatalı bir ilim ve kudreti bulunacak.
Sonra teşkil-i cesed ona havale edilir ve "kendi kendine oluyor" denilebilir… Ve hey'et-i
mecmuasındaki vahdet-i tedbir ve vahdet-i idare ve vahdet-i nev'iye ve vahdet-i cinsiye.. ve
umumun yüzlerinde; göz, kulak, ağız gibi noktalarda ittifak cihetinde müşahede edilen sikke-i
fıtratta birlik.. ve herbir nev'in efradı sîmalarında görülen sikke-i hikmette ittihad.. ve iaşede
MAXQDA 2020 24.12.2022
ve icadda beraberlik.. ve birbirinin içinde bulunmak gibi keyfiyetlerinden hiçbirisi yoktur ki,
senin vahdetine kat'î şehadette bulunmasın! Ve herbir ferdinde, kâinata bakan bütün isimlerin
cilveleri bulunmakla, vâhidiyyet içinde senin ehadiyyetine işareti olmasın.
Hem, nasıl ki insan ile beraber hayvanatın, zeminin bütün yüzünde yayılan yüz bin
envâı, muntazam bir ordu gibi teçhiz ve tâlimat ve itaat ve musahhariyetle ve en küçükten tâ
en büyüğe kadar, rubûbiyyetin emirleri intizamla cereyanlariyle o rubûbiyyetinin derece-i
haşmetine ve gayet çoklukla beraber gayet kıymetli ve gayet mükemmel olmakla beraber
gayet çabuk yapılmaları ve gayet san'atlı olmakla beraber gayet kolay yapılışlariyle,
kudretinin derece-i azametine delâlet ettikleri gibi; şarktan garba, şimalden cenuba kadar
yayılan mikroptan tâ gergedana kadar, en küçücük sinekten tâ en büyük kuşa kadar bütün
onların rızıklarını yetiştiren rahmetinin hadsiz vüs'atine ve herbiri emirber nefer gibi vazife-i
fıtriyesini yapmak ve zemin yüzü her baharda, güz mevsiminde terhis edilenler yerinde
yeniden taht-ı silâha alınmış bir orduya ordugâh olmak cihetiyle, hâkimiyetinin nihayetsiz
genişliğine kat'î delâlet ederler.
san'at ve birer hârika-i hikmet olacak kadar san'atlı ve güzel yapılmasiyle, çok sevdiğin ve
teşhirini istediğin san'at-ı rabbaniyyenin kemal-i hüsnüne ve gayet derecede güzelliğine işaret
ve herbirisi, hususan yavrular, gayet nazdar, nâzenin bir surette beslenmeleriyle ve
heveslerinin ve arzularının tatmini cihetiyle, senin inayetinin gayet şirin cemâline hadsiz
işaretler ederler.
Ey Rahmânürrahim! Ey Sâdıkul-va'dil-emin! Ey Mâlik-i yevmiddîn! Senin Resûl-i
Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ının tâlimiyle ve Kur'ân-ı Hakîminin irşadiyle anladım ki
san'at ve birer hârika-i hikmet olacak kadar san'atlı ve güzel yapılmasiyle, çok sevdiğin ve
teşhirini istediğin san'at-ı rabbaniyyenin kemal-i hüsnüne ve gayet derecede güzelliğine işaret
ve herbirisi, hususan yavrular, gayet nazdar, nâzenin bir surette beslenmeleriyle ve
heveslerinin ve arzularının tatmini cihetiyle, senin inayetinin gayet şirin cemâline hadsiz
MAXQDA 2020 24.12.2022
işaretler ederler.
Ey Rahmânürrahim! Ey Sâdıkul-va'dil-emin! Ey Mâlik-i yevmiddîn! Senin Resûl-i
Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ının tâlimiyle ve Kur'ân-ı Hakîminin irşadiyle anladım ki
san'at ve birer hârika-i hikmet olacak kadar san'atlı ve güzel yapılmasiyle, çok sevdiğin ve
teşhirini istediğin san'at-ı rabbaniyyenin kemal-i hüsnüne ve gayet derecede güzelliğine işaret
ve herbirisi, hususan yavrular, gayet nazdar, nâzenin bir surette beslenmeleriyle ve
heveslerinin ve arzularının tatmini cihetiyle, senin inayetinin gayet şirin cemâline hadsiz
işaretler ederler.
Ey Rahmânürrahim! Ey Sâdıkul-va'dil-emin! Ey Mâlik-i yevmiddîn!
sahihadan anlaşılmakla beraber; hikmet ve hakikat, hem rahmet ve rubûbiyyet öyle iktiza
ederler.
Ey Kadir-i Kayyum! Bütün zîhayat, zîruh, zîşuur; senin mülkünde, yalnız senin kuvvet
ve kudretinle.. ve ancak senin irade ve tedbirlerinle.. ve rahmet ve hikmetinle, rububiyyetinin
emirlerine teshir ve fıtrî vazifelerle tavzif edilmişler. Ve bir kısmı, insanın kuvveti ve galebesi
için değil. belki fıtraten insanın zaafı ve aczi için rahmet tarafından ona musahhar olmuşlar.
); ve Kelb-i Ashab-ı Kehf gibi bazı efrâd-ı mahsusa hem ruhu, hem cesediyle bâkî
âleme gideceği.. ve herbir nev'in, arasıra istimâl için birtek cesedi bulunacağı.. rivayet-i
sahihadan anlaşılmakla beraber; hikmet ve hakikat, hem rahmet ve rubûbiyyet öyle iktiza
ederler.
Ey Kadir-i Kayyum! Bütün zîhayat, zîruh, zîşuur; senin mülkünde, yalnız senin kuvvet
ve kudretinle.. ve ancak senin irade ve tedbirlerinle.. ve rahmet ve hikmetinle, rububiyyetinin
emirlerine teshir ve fıtrî vazifelerle tavzif edilmişler. Ve bir kısmı, insanın kuvveti ve galebesi
için değil. belki fıtraten insanın zaafı ve aczi için rahmet tarafından ona musahhar olmuşlar.
Ve lisan-ı hal ve lisan-ı kal ile Sâni'lerini ve Ma'budlarını kusurdan, şerikten takdis; ve
ni'metlerine şükür ve hamd ederek, herbiri ibadet-i mahsusasını yapıyorlar…
Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibriyasından perdelenmiş olan
Zât-ı Akdes! Bütün zîruhların tesbihatiyle seni takdis etmek niyet edip
Kâinatı, eczaları adedince risaleler içinde bulunan bir kitab-ı kebîr hükmüne getiren.. ve
Levh-i Mahfuzun defterleri olan İmam-ı Mübîn ve Kitab-ı Mübîn'de, bütün mevcudatın bütün
sergüzeştlerini kaydedip yazan.. ve umum çekirdeklerde umum ağaçlarının fihristlerini ve
programlarını ve zîşuurun başlarında bütün kuvve-i hafızalarda, sahiblerinin tarihçe-i
hayatlarını yanlışsız, muntazaman yazdıran ilminin her şey'e ihatasına; ve herbir mevcuda çok
hikmetleri takan, hattâ herbir ağaçta meyveleri sayısınca neticeleri verdiren ve herbir
zîhayatta âzaları, belki eczaları, ve hüceyratları adedince maslahatları takib eden; hattâ insanın
lisanını çok vazifelerde tavzif etmekle beraber, taamların tatları adedince, zevkî olan
mizancıklar ile teçhiz ettiren hikmet-i kudsiyenin herbir şey'e şümulüne; hem, bu dünyada
nümuneleri görülen celâlî ve cemâlî isimlerinin tecellileri, daha parlak bir surette ebedül-
âbâdda devam edeceğine ve bu fâni âlemde nümuneleri müşahede edilen ihsanatının daha
şa'şaalı bir surette dâr-ı saadette istimrarına ve bekasına ve bu dünyada onları gören
müştakların ebedde dahi refakatlarına ve beraber bulunmalarına bil'icmâ, bil'ittifak şehadet ve
delâlet ve işaret ederler.
Hem yüzer mu'cizat-ı bâhiresine ve âyât-ı katıasına istinaden, başta Resûl-i Ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâm ve Kur'an-ı Hakîm'in olarak, bütün ervah-ı neyyire ashabı olan
enbiyalar ve kulûb-u nuraniye aktabı olan evliyalar; ve ukul-ü münevvere erbabı olan
asfiyalar; bütün suhuf ve kütüb-ü mukaddesede, senin çok tekrar ile ettiğin vaadlerine ve
tehditlerine istinaden ve senin kudret ve rahmet ve inayet ve hikmet
MAXQDA 2020 24.12.2022
(T:420) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
kıyafetin ile bulundun. Halbuki onyedi milyon bu kıyafete girdi?" Ben de dedim: Onyedi
MAXQDA 2020 24.12.2022
milyon değil, belki yedi milyon da değil, belki rızasiyle ve kalben kabuliyle ancak yedibin
Avrupa-perest sarhoşların kıyafetlerine ruhsat-ı şer'iyye ve cebr-i kanûnî cihetiyle
girmektense; azîmet-i şer'iyye ve takva cihetiyle, yedi milyar zâtların kıyafetlerine girmeyi
tercih ederim. Benim gibi yirmibeş senedenberi hayat-ı içtimaiyeyi terkeden adama "inâd
ediyor; bize muhalifdir." denilmez. Haydi inad dahi olsa, mâdem Mustafa Kemâl o inadı
kıramadı ve iki mahkeme kırmadı ve üç vilâyetin hükûmetleri onu bozmadı; siz neci
oluyorsunuz ki, beyhude hem milletin, hem hükûmetin zararına, o inadın kırılmasına
çabalıyorsunuz? Haydi siyasî muhalif de olsa, mâdem tasdikınız ile yirmi senedir dünya ile
alâkasını kesen ve mânen yirmi senedenberi ölmüş bir adam, yeniden dirilip, faidesiz kendine
çok zararlı olarak hayat-ı siyasiyeye girerek sizin ile uğraşmaz; bu halde onun muhalefetinden
tevehhüm etmek, divaneliktir. Divanelerle ciddî konuşmak dahi bir divanelik olmasından,
sizin gibilerle konuşmayı terkediyorum.
Nur şâkirdleri gibi, çok kudsî hizmette çok az zahmet çekenler olmamış. Evet cennet ucuz
değil! İki hayatı imha eden küfr-ü mutlaktan kurtarmak, bu zamanda pek çok ehemmiyetlidir.
Bir parça meşakkat olsa da, şevk ve şükür ve sabırla karşılamalı. Madem bizi çalıştıran
hâlikımız rahîm ve hakîmdir; başa gelen herşey'i rıza ile, sevinç ile, rahmetine, hikmetine
îtimad ile karşılamalıyız.
Said Nursî
***
BU DEFAKİ KÜÇÜK MÜDAFAATIMDA DEMİŞTİM
zâlimanesiyle, o ehl-i hak dahi bir ikinin hatasiyle yirmi-otuz bîçâreleri ezseler, o vakit, hak
namına dehşetli bir haksızlık ederler.
--- sh:»(T:427) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
İşte, Kur'ân'ın emriyle, gayet şiddetle ve nefretle siyasetten ve idareye karışmaktan
kaçındığımızın hakikî hikmeti ve sebebi budur. Yoksa bizde öyle bir hak kuvveti var ki,
hakkımızı tam ve mükemmel müdafaa edebilirdik. Hem madem herşey geçici ve fânidir ve
ölüm ölmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor ve zahmet ise rahmete kalboluyor; elbette biz, sabır
ve şükürle tevekkül edip sükût ederiz. Zarar ile, icbâr ile sükûtumuzu bozdurmak ise; insafa,
adâlete, gayret-i vataniyeye ve hamiyet-i milliyeye bütün bütün zıttır, muhaliftir.
Hulâsa-i kelâm:
***
--- sh:»(T:429) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
Aziz Sıddık Kardeşlerim,
Kader-i İlâhî adaleti, bizleri Denizli Medrese-i Yusufiyesine sevketmesinin bir hikmeti;
her yerden ziyade Risale-i Nur'a ve Şâkirdlerine, hem mahbusları, hem ahalisi, belki hem
me'murları ve adliyesi muhtaç olmalarıdır. Buna binaen biz, bir vazife-i îmaniye ve uhreviye
ile bu sıkıntılı imtihana girdik. Evet, yirmi-otuzdan ancak bir ikisi tâdil-i erkân ile namazını
kılan mahbuslar içinde, birden Risale-i Nur Şâkirdlerinden kırk-ellisi umumen bilâ-istisna
mükemmel namazlarını kılmaları, lisan-ı hal ve fiil diliyle öyle bir ders ve irşaddır ki, bu
MAXQDA 2020 24.12.2022
sıkıntı ve zahmeti hiçe indirir, belki sevdirir. Ve şâkirdler, ef'alleriyle bu dersi verdikleri gibi,
kalblerindeki kuvvetli tahkîkî îmanlariyle dahi buradaki ehl-i îmanı ehl-i dalâletin evham ve
şübehatından kurtarmalarına medar çelikten bir kal'a hükmüne geçeceğini, rahmet ve inâyet-i
"Mâşaallah, Bârekâllah" cümleleriyle takdir ettirir; aynen öyle de: Bu kâinat kitab-ı kebiri ki,
birtek sahifesi olan zemin yüzünde ve birtek forması olan baharda üçyüz bin ayrı ayrı kitaplar
hükmündeki üçyüz
--- sh:»(T:438) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
bin nebatî ve hayvanî taifeleri beraber, birbiri içinde yanlışsız, hatasız karıştırmıyarak,
şaşırmayarak, mükemmel, muntazam.. ve bazan ağaç gibi bir kelimede bir kasideyi ve
çekirdek gibi bir noktada bir kitabın tamam bir fihristesini yazan bir kalem işlediğini
gözümüzle gördüğümüz bu nihayetsiz mânidar ve her kelimesinde çok hikmetler bulunan şu
mecmua-i kâinat ve bu mücessem Kur'ân-ı ekber-i âlem, mezkûr misaldeki kitaptan ne derece
büyük ve mükemmel ve mânidar ise, o derecede sizin okuduğunuz fenn-i hikmetül-eşya ve
mektepte bilfiil mübaşeret ettiğiniz fenn-i kıraat ve fenn-i kitabet, geniş mikyaslariyle ve
durbîn gözleriyle bu kitab-ı kâinatın Nakkaşını, Kâtibini hadsiz kemalâtiyle tanıttırır. "Allahu
Ekber" cümlesiyle bildirir, "Subhanallah" takdisiyle târif eder, "Elhamdülillâh" senâlariyle
sevdirir…
İşte bu fenlere kıyasen, yüzer fünundan her bir fen, geniş mikyasiyle ve hususî
aynasiyle ve durbînli gözüyle ve ibretli nazariyle bu kâinatın Hâlik-ı Zülcelâlini esmasiyle
bildirir, sıfâtını, kemâlâtını tanıttırır.
İşte bu muhteşem ve parlak bir bürhan-ı vahdaniyet olan mezkûr hücceti ders vermek
içindir ki, Kur'ân-ı Mu'cizül-Beyan, çok tekrar ile en ziyade «Œ²*« ²!«:
"Mâşaallah, Bârekâllah" cümleleriyle takdir ettirir; aynen öyle de: Bu kâinat kitab-ı kebiri ki,
birtek sahifesi olan zemin yüzünde ve birtek forması olan baharda üçyüz bin ayrı ayrı kitaplar
hükmündeki üçyüz
--- sh:»(T:438) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
bin nebatî ve hayvanî taifeleri beraber, birbiri içinde yanlışsız, hatasız karıştırmıyarak,
şaşırmayarak, mükemmel, muntazam.. ve bazan ağaç gibi bir kelimede bir kasideyi ve
çekirdek gibi bir noktada bir kitabın tamam bir fihristesini yazan bir kalem işlediğini
gözümüzle gördüğümüz bu nihayetsiz mânidar ve her kelimesinde çok hikmetler bulunan şu
mecmua-i kâinat ve bu mücessem Kur'ân-ı ekber-i âlem, mezkûr misaldeki kitaptan ne derece
büyük ve mükemmel ve mânidar ise, o derecede sizin okuduğunuz fenn-i hikmetül-eşya ve
mektepte bilfiil mübaşeret ettiğiniz fenn-i kıraat ve fenn-i kitabet, geniş mikyaslariyle ve
durbîn gözleriyle bu kitab-ı kâinatın Nakkaşını, Kâtibini hadsiz kemalâtiyle tanıttırır. "Allahu
Ekber" cümlesiyle bildirir, "Subhanallah" takdisiyle târif eder, "Elhamdülillâh" senâlariyle
sevdirir…
İşte bu fenlere kıyasen, yüzer fünundan her bir fen, geniş mikyasiyle ve hususî
aynasiyle ve durbînli gözüyle ve ibretli nazariyle bu kâinatın Hâlik-ı Zülcelâlini esmasiyle
bildirir, sıfâtını, kemâlâtını tanıttırır.
İşte bu muhteşem ve parlak bir bürhan-ı vahdaniyet olan mezkûr hücceti ders vermek
içindir ki, Kur'ân-ı Mu'cizül-Beyan, çok tekrar ile en ziyade «Œ²*« ²!«:
Haydi alınız, yeyiniz!" dediği gibi; bir zehirli sineğin eliyle bizlere şifalı, tatlı
balı yedirdiği ve elsiz bir böceğin eliyle en yumuşak ipeği bizlere giydirdiği gibi; bir avuç
kadar küçücük çekirdeklerde, tohumcuklarda binlerle batman taamları bizim için saklayan ve
ihtiyat zahiresi olarak o küçücük depolarda yerleştiren bir rahmet ve bir şefkat; elbette hiç
şüphe olamaz ki, bu derece nazeninâne beslediği bu sevimli ve minnetdarları ve
perestişkârları olan mü'min insanları îdam etmez! Belki onları daha parlak rahmetlere mazhar
etmek için hayat-ı dünyeviye vazifesinden terhis eder, diye Rahîm ve Kerîm isimleri,
sualimize cevap veriyorlar. "El-Cennetü Hakkun" diyorlar.
Hem madem biz gözümüzle görüyoruz ki: Umum mahlûklarda ve zemin yüzünde öyle
bir hikmet eli işliyor ve öyle bir adalet ölçüleriyle işler dönüyor ki, akl-ı beşer, onun fevkınde
düşünemiyor. Meselâ: İnsanın bin cihâzâtına takılan hikmetlerinden yalnız bir küçük çekirdek
kadar kuvve-i hafızasında, bütün tarihçe-i hayatını ve ona temas eden hadsiz hâdisâtı, o
kuvvecikte yazıp, onu bir kütüphane hükmüne getirip ve insanın haşirde mahkemesi için
neşrolacak olan defter-i a'mâlinin bir küçük senedi olarak her vakit hatırlatmak sırrı ile her
insanın eline vererek dimağının cebine koyan bir ezelî hikmet.. ve bütün masnuatta gayet
hassas mizanlarla âzâlarını yerleştiren ve mikroptan gergedana, sinekten simurga kuşuna, bir
çiçekli nebattan milyarlarla, trilyonlarla çiçekler açan bahar çiçeğine kadar israfsız ölçülerle
bir tenâsüp, bir muvazene,
--- sh:»
Hem madem biz gözümüzle görüyoruz ki: Umum mahlûklarda ve zemin yüzünde öyle
bir hikmet eli işliyor ve öyle bir adalet ölçüleriyle işler dönüyor ki, akl-ı beşer, onun fevkınde
düşünemiyor. Meselâ: İnsanın bin cihâzâtına takılan hikmetlerinden yalnız bir küçük çekirdek
kadar kuvve-i hafızasında, bütün tarihçe-i hayatını ve ona temas eden hadsiz hâdisâtı, o
kuvvecikte yazıp, onu bir kütüphane hükmüne getirip ve insanın haşirde mahkemesi için
neşrolacak olan defter-i a'mâlinin bir küçük senedi olarak her vakit hatırlatmak sırrı ile her
insanın eline vererek dimağının cebine koyan bir ezelî hikmet.. ve bütün masnuatta gayet
hassas mizanlarla âzâlarını yerleştiren ve mikroptan gergedana, sinekten simurga kuşuna, bir
çiçekli nebattan milyarlarla, trilyonlarla çiçekler açan bahar çiçeğine kadar israfsız ölçülerle
bir tenâsüp, bir muvazene,
--- sh:»(T:442) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
bir intizam ve bir cemâl içinde masnuatı bir hüsn-ü san'at yapan ve her zîhayatın hukuk-u
hayatını kemâl-i mizanla veren ve iyiliklere güzel neticeler ve fenalıklara fena neticeler
verdiren ve Âdem (A.S.) zamanındanberi tagî ve zâlim kavimlere vurduğu tokatlarla kendini
pek kuvvetli ihsas ettiren bir adâlet-i sermediyye, elbette ve hiç bir şüphe getirmez ki, Güneş
gündüzsüz olmadığı gibi, o hikmet-i ezeliye ve o adâlet-i sermediyye de âhiretsiz olmazlar ve
ölümde en büyük zâlimlerle ve en biçare mazlumların bir tarzda gitmelerindeki akıbetsiz,
dehşetli bir haksızlığa ve adâletsizliğe ve hikmetsizliğe, hiçbir vecihle müsaade etmezler diye,
Hakîm ve Hakem ve Adl ve Âdil isimleri bizim sualimize kat'î cevap veriyorlar.
Hem madem biz gözümüzle görüyoruz ki: Umum mahlûklarda ve zemin yüzünde öyle
bir hikmet eli işliyor ve öyle bir adalet ölçüleriyle işler dönüyor ki, akl-ı beşer, onun fevkınde
düşünemiyor. Meselâ: İnsanın bin cihâzâtına takılan hikmetlerinden yalnız bir küçük çekirdek
kadar kuvve-i hafızasında, bütün tarihçe-i hayatını ve ona temas eden hadsiz hâdisâtı, o
MAXQDA 2020 24.12.2022
kuvvecikte yazıp, onu bir kütüphane hükmüne getirip ve insanın haşirde mahkemesi için
neşrolacak olan defter-i a'mâlinin bir küçük senedi olarak her vakit hatırlatmak sırrı ile her
insanın eline vererek dimağının cebine koyan bir ezelî hikmet.. ve bütün masnuatta gayet
hassas mizanlarla âzâlarını yerleştiren ve mikroptan gergedana, sinekten simurga kuşuna, bir
çiçekli nebattan milyarlarla, trilyonlarla çiçekler açan bahar çiçeğine kadar israfsız ölçülerle
bir tenâsüp, bir muvazene,
--- sh:»(T:442) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
bir intizam ve bir cemâl içinde masnuatı bir hüsn-ü san'at yapan ve her zîhayatın hukuk-u
hayatını kemâl-i mizanla veren ve iyiliklere güzel neticeler ve fenalıklara fena neticeler
verdiren ve Âdem (A.S.) zamanındanberi tagî ve zâlim kavimlere vurduğu tokatlarla kendini
pek kuvvetli ihsas ettiren bir adâlet-i sermediyye, elbette ve hiç bir şüphe getirmez ki, Güneş
gündüzsüz olmadığı gibi, o hikmet-i ezeliye ve o adâlet-i sermediyye de âhiretsiz olmazlar ve
ölümde en büyük zâlimlerle ve en biçare mazlumların bir tarzda gitmelerindeki akıbetsiz,
dehşetli bir haksızlığa ve adâletsizliğe ve hikmetsizliğe, hiçbir vecihle müsaade etmezler diye,
Hakîm ve Hakem ve Adl ve Âdil isimleri bizim sualimize kat'î cevap veriyorlar.
etmesi ve hitâbât-ı sübhaniyesine ve sohbetine müşerref etmekle fevkalâde bir makam verdiği
ve bütün semavî fermanlarda ona saadet-i ebediyeyi ve beka-i uhreviyeyi kat'î vaad ve
ahdettiği halde elbette, hiç şüphe olmaz ki, bahar kadar kudretine kolay gelen dar-ı saadeti o
mükerrem ve müşerref insanlar için açacak ve yapacak ve haşir ve kıyameti getirecek, diye
Muhyi ve Mümit ve Hayy ve Kayyum ve Kadîr ve Alîm isimleri Hâlikımızdan sormamıza
cevap veriyorlar.
Evet, her baharda bütün ağaçları ve otların köklerini aynen ihya ve nebatî ve hayvanî
üçyüz bin nevi haşrin ve neşrin nümunelerini îcad eden bir kudret, Muhammed ve Musa
Aleyhimessalâtü Vesselâmların herbirinin ümmetinin geçirdiği bin senelik zaman hayâlen
karşı karşıya getirilip bakılsa, haşir ve neşrin bin misâlini ve bin delilini, iki bin baharda
gösterdiği görülecek (Hâşiye) ve böyle bir kudretten haşr-i cismanîyi uzak görmek, bin derece
körlük ve akılsızlıkdır.
âmme ve bir hikmet-i şâmile ve bir inâyet-i daime müşâhede ediyoruz ve dehşetli bir saltanat-
ı rubûbiyet ve dikkatli bir adâlet-i âliye ve izzetli icraat-ı celâliyenin âsârını ve cilvelerini
görüyoruz.. Hattâ bir ağacın meyveleri ve çiçekleri sayısınca
--- sh:»(T:445) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
o ağaca hikmetler takan bir hikmet ve herbir insanın cihâzâtı ve hissiyâtı ve kuvveleri
adedince ihsanlar ve in'amlar ona bağlamış bir rahmet ve Kavm-i Nuh (A.S.) ve Hud (A.S.)
ve Sâlih (A.S.) ve Kavm-i Âd ve Semud ve Fir'avun gibi âsî milletlere tokat vuran ve en
MAXQDA 2020 24.12.2022
küçük bir zîhayatın hakkını muhafaza eden izzetli ve inâyetli bir adâlet ve
«–Y%I²F«# ²vB²9«!
âmme ve bir hikmet-i şâmile ve bir inâyet-i daime müşâhede ediyoruz ve dehşetli bir saltanat-
ı rubûbiyet ve dikkatli bir adâlet-i âliye ve izzetli icraat-ı celâliyenin âsârını ve cilvelerini
görüyoruz.. Hattâ bir ağacın meyveleri ve çiçekleri sayısınca
--- sh:»(T:445) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
o ağaca hikmetler takan bir hikmet ve herbir insanın cihâzâtı ve hissiyâtı ve kuvveleri
adedince ihsanlar ve in'amlar ona bağlamış bir rahmet ve Kavm-i Nuh (A.S.) ve Hud (A.S.)
ve Sâlih (A.S.) ve Kavm-i Âd ve Semud ve Fir'avun gibi âsî milletlere tokat vuran ve en
küçük bir zîhayatın hakkını muhafaza eden izzetli ve inâyetli bir adâlet ve
«–Y%I²F«# ²vB²9«!
¬y¬#@«<³! ²w¬8«:
âyeti, azametli bir îcaz ile der:
Nasılki iki kışlada yatan ve duran mutî askerler, bir kumandanın çağırmasiyle (bir boru
sesiyle) silâh başına vazife başına gelmeleri gibi; aynen öyle de: Bu iki kışlanın misâlinde ve
emre itaatde koca semavat ve küre-i arz, Sultan-ı Ezelînin askerlerine iki mutî kışla gibi.. ne
vakit Hazret-i İsrâfilin borusuyla o kışlalarda ölüm ile yatanlar çağrılsa, derhâl ceset
libaslarını giyip dışarı fırlamalarını isbat edip gösteren her baharda arz kışlası içindekiler,
melek-i ra'dın borusuyla ayni vaziyeti göstermesiyle nihayetsiz azameti anlaşılan bir saltanat-ı
rububiyyet, elbette ve her hâlde ve hiç şüphe getirmez ki; Onuncu Sözde isbat edildiği gibi, o
rahmet ve hikmet ve inâyet ve adâlet ve saltanat-ı sermediyenin gayet kat'î istedikleri dâr-ı
âhiret ve dâire-i haşr u neşrin açılmamasiyle o nihayetsiz cemâl-i rahmet, nihayetsiz çirkin bir
merhametsizliğe inkılâb etmesine ve o hadsiz kemâl-i hikmet, hadsiz kusurlu abesiyete ve
faidesiz israfata dönmesine; ve o gayet şirin inâyet, gayet acı ihanetlere çevrilmesine ve o
gayet mizanlı ve hakkaniyetli adâlet, gayet şiddetli zulümlere kalbolmasına; ve o gayet
derecede haşmetli ve kuvvetli saltanat-ı sermediye, sukut etmesine; ve haşrin gelmemesiyle
bütün haşmeti kaybolmasına; ve kemâlat-ı rububiyeti, acz ve kusur ile lekedar olmasına..
hiçbir cihet-i imkânı yok! Hiçbir akıl, bu vaziyete ihtimal vermez; yüz muhal birden içinde
bulunur. Hem, dâire-i imkân haricinde, bâtıl ve mümteni'dir. Çünkü, nâzenin ve nazdar
beslediği ve akıl ve kalb gibi cihazatla saadet-i ebediyeye ve âhirette beka-i dâimîye iştiyak
hissini verdiği hâlde onu ebedî idam etmek ne kadar gadirli bir merhametsizlik ve onun yalnız
--- sh:»
¬y¬#@«<³! ²w¬8«:
âyeti, azametli bir îcaz ile der:
Nasılki iki kışlada yatan ve duran mutî askerler, bir kumandanın çağırmasiyle (bir boru
sesiyle) silâh başına vazife başına gelmeleri gibi; aynen öyle de: Bu iki kışlanın misâlinde ve
emre itaatde koca semavat ve küre-i arz, Sultan-ı Ezelînin askerlerine iki mutî kışla gibi.. ne
vakit Hazret-i İsrâfilin borusuyla o kışlalarda ölüm ile yatanlar çağrılsa, derhâl ceset
libaslarını giyip dışarı fırlamalarını isbat edip gösteren her baharda arz kışlası içindekiler,
MAXQDA 2020 24.12.2022
melek-i ra'dın borusuyla ayni vaziyeti göstermesiyle nihayetsiz azameti anlaşılan bir saltanat-ı
rububiyyet, elbette ve her hâlde ve hiç şüphe getirmez ki; Onuncu Sözde isbat edildiği gibi, o
rahmet ve hikmet ve inâyet ve adâlet ve saltanat-ı sermediyenin gayet kat'î istedikleri dâr-ı
âhiret ve dâire-i haşr u neşrin açılmamasiyle o nihayetsiz cemâl-i rahmet, nihayetsiz çirkin bir
merhametsizliğe inkılâb etmesine ve o hadsiz kemâl-i hikmet, hadsiz kusurlu abesiyete ve
faidesiz israfata dönmesine; ve o gayet şirin inâyet, gayet acı ihanetlere çevrilmesine ve o
gayet mizanlı ve hakkaniyetli adâlet, gayet şiddetli zulümlere kalbolmasına; ve o gayet
derecede haşmetli ve kuvvetli saltanat-ı sermediye, sukut etmesine; ve haşrin gelmemesiyle
bütün haşmeti kaybolmasına; ve kemâlat-ı rububiyeti, acz ve kusur ile lekedar olmasına..
hiçbir cihet-i imkânı yok! Hiçbir akıl, bu vaziyete ihtimal vermez; yüz muhal birden içinde
bulunur. Hem, dâire-i imkân haricinde, bâtıl ve mümteni'dir. Çünkü, nâzenin ve nazdar
beslediği ve akıl ve kalb gibi cihazatla saadet-i ebediyeye ve âhirette beka-i dâimîye iştiyak
hissini verdiği hâlde onu ebedî idam etmek ne kadar gadirli bir merhametsizlik ve onun yalnız
--- sh:»
h¬'À²!«: ismine mazhar olan meyvesi ise çekirdekleriyle o ağacın işlediği bütün fıtrî
vazifelerinin fihristesini ve amellerinin listesini ve hayat-ı saniyesinin düsturlarını ihtiva eden
bir sandukçedir ki âzamî derecede hafîziyete şehadet eder.
h¬;@ÅP7!«: ismine mazhar olan o ağacın sûret-i cismaniyesi ise; öyle tenasüplü ve san'atlı ve
süslü bir hulle, bir libas ve ayrı ayrı nakışlar ve zînetler ve yaldızlı nişanlarla tezyin edilmiş,
güya yetmiş renkli bir huri elbisesidir ki, hafîziyet içinde azamet-i kudret ve kemâl-i hikmet
ve cemâl-i rahmeti gözlere gösterir.
w¬0@«A²7!«: ismine âyine olan o ağacın içindeki makinesi ise, öyle muntazam ve mükemmel
ve mu'cizatlı bir fabrika, bir tezgâh, bir kimyahâne; ve hiçbir dalı ve meyveyi ve yaprağı
gıdasız bırakmıyan mîzanlı bir erzak kazanıdır ki, hafîziyet içinde kemâl-i kudret ve adâleti ve
cemâl-i rahmet ve hikmeti güneş gibi isbat eder.
Aynen öyle de:
h¬;@ÅP7!«: ismine mazhar olan o ağacın sûret-i cismaniyesi ise; öyle tenasüplü ve san'atlı ve
süslü bir hulle, bir libas ve ayrı ayrı nakışlar ve zînetler ve yaldızlı nişanlarla tezyin edilmiş,
güya yetmiş renkli bir huri elbisesidir ki, hafîziyet içinde azamet-i kudret ve kemâl-i hikmet
ve cemâl-i rahmeti gözlere gösterir.
w¬0@«A²7!«: ismine âyine olan o ağacın içindeki makinesi ise, öyle muntazam ve mükemmel
ve mu'cizatlı bir fabrika, bir tezgâh, bir kimyahâne; ve hiçbir dalı ve meyveyi ve yaprağı
gıdasız bırakmıyan mîzanlı bir erzak kazanıdır ki, hafîziyet içinde kemâl-i kudret ve adâleti ve
cemâl-i rahmet ve hikmeti güneş gibi isbat eder.
Aynen öyle de: Küre-i arz, senevî mevsimler cihetinde bir ağaçtır. İsm-i Evvel
cilvesiyle güz mevsiminde hafîziyete emânet edilen bütün tohumlar ve çekirdekler, bahar
çarşafını giyen zemin yüzünün milyarlar dal - budak ve meyve veren ve çiçek açan ağacının
teşkilâtına dair İlâhî emirlerinin mecmuacıkları ve kaderden gelen düsturların listeleri ve
geçen yazın işlediği vazifelerin küçücük sahife-i amelleri ve defter-i hidemâtlarıdır ki,
bilbedâhe, bir Hafîz-i Zülcelâl
--- sh:»
geçen yazın işlediği vazifelerin küçücük sahife-i amelleri ve defter-i hidemâtlarıdır ki,
bilbedâhe, bir Hafîz-i Zülcelâl
--- sh:»(T:448) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
vel-ikrâm'ın hadsiz kudret ve adâletiyle ve hikmet ve rahmetiyle iş gördüğünü gösteriyor.
Ve senevî zemin ağacının âhiri ise; ikinci güzde o ağacın gördüğü bütün vazifelerini ve
esmâ-i İlâhiyeye karşı ettiği bütün fıtrî tesbihatlarını ve gelecek bahar haşrinde neşr olabilen
bütün sahâif-i a'mallerini zerrecik ve küçücük kutucukların içine koyup Hafîz-i Zülcelâl'in
dest-i hikmetine teslim eder. h¬'À²! «x; ismini, hadsiz dillerle kâinat yüzünde okur.
İsm-i Evvel
cilvesiyle güz mevsiminde hafîziyete emânet edilen bütün tohumlar ve çekirdekler, bahar
çarşafını giyen zemin yüzünün milyarlar dal - budak ve meyve veren ve çiçek açan ağacının
teşkilâtına dair İlâhî emirlerinin mecmuacıkları ve kaderden gelen düsturların listeleri ve
geçen yazın işlediği vazifelerin küçücük sahife-i amelleri ve defter-i hidemâtlarıdır ki,
bilbedâhe, bir Hafîz-i Zülcelâl
--- sh:»(T:448) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
vel-ikrâm'ın hadsiz kudret ve adâletiyle ve hikmet ve rahmetiyle iş gördüğünü gösteriyor.
Ve senevî zemin ağacının âhiri ise; ikinci güzde o ağacın gördüğü bütün vazifelerini ve
esmâ-i İlâhiyeye karşı ettiği bütün fıtrî tesbihatlarını ve gelecek bahar haşrinde neşr olabilen
bütün sahâif-i a'mallerini zerrecik ve küçücük kutucukların içine koyup Hafîz-i Zülcelâl'in
dest-i hikmetine teslim eder. h¬'À²! «x; ismini, hadsiz dillerle kâinat yüzünde okur.
Ve bu ağacın zâhiri ise, haşrin üçyüzbin misâllerini ve emârelerini gösteren üçyüzbin
küllî ve çeşit çeşit çiçekler açıp hadsiz rahmaniyet ve rezzâkıyet ve rahîmiyet ve kerîmiyet
sofralarını sererek zîhayatlara ziyafetler vermekle h¬;@ÅP7!
şeyden ziyade o ismin nazar-ı dikkatine mazhar bulunan bu insanlar, elbette ve elbette ve
herhalde ve hiçbir şüphe getirmez ki; bu yirmi hakikatin hükmiyle, insanlar için bir haşir ve
neşir olacak; ve "Hak" ismiyle, evvelki hizmetlerinin mükâfatını ve kusuratının mücâzatını
çekecek, ve "Hafîz" ismiyle cüz'î küllî kayd altına alınan her amelinden muhasebe ve sorguya
çekilecek; ve dâr-ı bekada saadet-i ebediye ziyafetgâhının ve şekavet-i dâime hapishânesinin
kapıları açılacak; ve bu âlemde çok taifelere kumandanlık yapan ve karışan ve bazan
karıştıran bir zabit, toprağa girip, işlediği amellerinden sual olunmamak ve uyandırılmamak
üzere yatıp saklanmayacaktır!…
Yoksa sineğin sesini işitip hakk-ı hayatını vermekle fiilen cevap verdiği hâlde, gök
gürültüsü kuvvetinde bekaya âit hadsiz hukuk-u insaniyenin mezkûr yirmi hakikatlar lisanları
ile edilen ve arş ve ferşi çınlatan duâlarını işitmemek ve o hadsiz hukuku zâyi etmek ve sinek
MAXQDA 2020 24.12.2022
kanadının intizamı şehadetiyle sinek kanadı kadar israf etmeyen bir hikmet, bütün o
hakikatlerin bağlandıkları insanî istidâdâtı ve ebede uzanan emelleri ve arzuları ve o istidat ve
arzuları besleyen kâinatın pek çok rabıtalarını ve hakikatlarını bütün bütün israf etmek, öyle
bir haksızlıktır ve öyle imkân hâricindedir ve öyle zâlimane bir çirkinliktir ki; Hak ve Hafîz
ve Hakîm ve Cemîl ve Rahîm isimlerine şehadet eden bütün mevcudat, onu reddederler; "Yüz
derece muhâl ve bin vecihle mümtenidir" derler.
İşte, Hâlikımızdan haşre dair sorduğumuz suâle, Hak, Hafîz, Hakîm, Cemîl ve Rahîm
isimleri cevap verip derler: "Biz, hak ve hakikat olduğumuz gibi, hem bize şehadet eden
mevcudatın tahakkuku misillû haşir haktır ve muhakkaktır."
Hem mâdem… Daha yazacaktım.
diye herkese bir telâş vermek.. hükûmetin hikmeti ve hâkimiyeti, bu acib hâlete elbette
tenezzül etmemek gerektir. Her ne ise, bu iki madde gibi, muttali olanlara hayret veren çok
maddeler var...
MAXQDA 2020 24.12.2022
ki: Bu eser sahibi dünyada kalsa, biz mesleğimizi yâni zındıkayı (dinsizliği) bu millete kabul
ettiremiyeceğiz.. bunun vücudunu kaldırmalıyız! diye, senin îdamına hükmetmişler. Kendini
muhafaza et. Ben de: "Tevekkeltü Alellah.. ecel birdir, tagayyür etmez" dedim.
İşte bu komite otuz sene belki kırk senedenberi hem tevessü etti, hem benimle
mücadelede herbir desiseyi istimal etti. İki def'a imha için hapse ve onbir def'a da beni
zehirlemeye çalışmışlar
MAXQDA 2020 24.12.2022
ki: Bu eser sahibi dünyada kalsa, biz mesleğimizi yâni zındıkayı (dinsizliği) bu millete kabul
ettiremiyeceğiz.. bunun vücudunu kaldırmalıyız! diye, senin îdamına hükmetmişler. Kendini
muhafaza et. Ben de: "Tevekkeltü Alellah.. ecel birdir, tagayyür etmez" dedim.
İşte bu komite otuz sene belki kırk senedenberi hem tevessü etti, hem benimle
mücadelede herbir desiseyi istimal etti.
Ve hem hükûmet ve
millet ve vatan, hem hayat-ı dünyeviyesine ve siyasiyesine ve uhreviyesine pek çok fâidesi
bulunan bu Kur'an lemeatlarına ve dellâlı bulunan Risale-i Nur'a, değil ilişmek tamamiyle
terviç ve neşrine çalışmaları elzemdir ki, geçen dehşetli günahlara keffaret ve gelecek müdhiş
belâlara ve anarşistliğe bir sed olabilsin.
Kardeşlerim, merak etmeyiniz. Ve Nurun fevkalâde perde altındaki fütuhatına kanaat
ediniz. Şimdiye kadar hiçbir eserin böyle ağır şerait altında, bu derece te'sirli intişarını tarih
göstermiyor. Hem, tam serbestiyet verilmemesinin sebebi ve hikmeti, Nurların fevkalâde
kuvvetinden korkuyorlar; belki sarsıntı verecek diye, tam takdir ve kabul etmek ile beraber,
şimdilik resmen intişarından telâş ettiklerini, Diyanet Reisi büyük reisle görüşmesinde haber
alınmış. Eski gibi hücum yok, belki musalâha istiyorlar. Fakat, Nurlar lehinde kuvvetli
cereyanlar, inşâallah o telâşı, iştiyakla resmen neşrine çevirecek.
Hem çok enaniyetliler, eserlerini terviç etmek için, Nurların meydana çıkmalarına
kıskanmak damariyle tarafdar olmuyorlar.
Sâlisen :
misli ve beşeriyeti idare edecek hiçbir eser yoktur ve gelemez" Ve Peygamber'e hitaben der:
"Yâ Muhammed, sana muasır olamadığımdan çok müteessirim. Beşeriyet, senin
gibi mümtaz bir kudreti bir def'a görmüş, bâdema göremiyecektir. Binaenaleyh, senin
huzurunda kemal-i hürmetle eğilirim.
Elhasıl: Hayat-ı ebediyeyi mahveden ve hayat-ı dünyeviyeyi dehşetli bir zehire çeviren
ve lezzetini imha eden küfr-ü mutlakı, otuz seneden beri köküyle kesen ve tabiiyyunun
dehşetli bir fikr-i küfrîlerini öldürmeğe muvaffak olan ve bu milletin iki hayatının saadet
düsturlarını hârika hüccetleriyle parlak bir surette isbat eden ve Kur'ân'ın hakikat-ı arşiyesine
dayanan Risale-i Nur, böyle küçük bir risalenin bir iki maddesiyle değil, belki bin kusuru dahi
olsa, onun binler büyük haseneleri onları affettirir diye dâva ediyoruz… ve isbatına da
hazırız…
Mâdem cumhuriyet prensipleri hürriyet-i vicdan kanunu ile dinsizlere ilişmiyor..
elbette, mümkün olduğu kadar dünyaya karışmayan ve ehl-i dünya ile mübareze etmeyen ve
âhiretine ve îmanına ve vatanına dahi nâfi' bir tarzda çalışan dindarlara ilişmemek gerektir ve
elzemdir. Bin seneden beri bu milletin gıda ve ilâç gibi bir hâcet-i zaruriyesi olan takvayı ve
salâhatı, bu mazhar-ı enbiya
(Hâşiye): Dört def'a mübareze zamanında gelen dehşetli zelzeleler, "yazık olur!" hükmünü isbat
ettiler.
--- sh:»(T:559) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
hükûmete, hem adliyelere, hem millete bildirmektir. Belki de kader-i İlâhinin bizi bu
dershaneye sevketmesinin bir hikmeti de budur. Mümkün olduğu kadar çabuk makine ile
çıksın. Bizi bu gün tahliye etseler, biz yine onu bu makamata vermeğe mecburuz. Sizi aldatıp
te'hir edilmesin. Artık yeter!
(T:601) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
y«9@«E²A, ¬y¬W²,@¬"
Aziz Sıddık Sarsılmaz Sıkıntıdan Usanıp Bizlerden Çekilmez Kardeşlerim;
Şimdi; maddî, mânevî bir sıkıntıdan nefsim sizin hesabınıza beni mahzun eylerken,
birden kalbe geldi ki; hem senin, hem buradaki kardeşlerin tek birisiyle yakında görüşmek,
için bu zahmet ve meşakkatin başka surette on mislini çekseydiniz yine ucuz olurdu.
Hem Nur'un takvadârâne ve riyazetkârâne meşrebi; hem umuma ve en muhtaçlara, hattâ
muarızlara ders vermek mesleği; hem dairesindeki şahs-ı mânevîyi konuşturmak için, eski
zamanda ehl-i hakikatın senede hiç olmazsa bir-iki def'a içtimaları ve sohbetleri gibi; Nur
şâkirdlerinin de bir kaç senede, en müsait olan medrese-i Yusufiyede bir def'a toplanmalarının
lüzumu cihetinde, bin sıkıntı ve meşakkat dahi olsa ehemmiyeti yoktur. Eski hapislerimizde
birkaç zaif kardeşlerimizin usanıp dâire-i Nuriye'den çekinmeleri onlara pek büyük bir hasaret
oldu ve Nurlara hiç zarar gelmedi. Onların yerine, daha metin, daha muhlis şâkirdler meydana
çıktılar. Mâdem dünyanın bu imtihanları geçicidir, çabuk giderler, sevablarını, meyvelerini
bizlere verirler. Biz de inâyet-i İlâhiyyeye îtimad edip, sabır içinde şükretmeliyiz.
edilemez ki tercüman-ı Nur, bu haliyle, baştan başa iffet-i mücesseme ve şecaat-i hârika ve
istiğnâ-yı mutlak teşkil eden hârikulâde metanet-i ahlâkiyesi ile bizzat bir mu'cize-i fıtrattır;
ve tecessüm etmiş bir inayettir ve bir mevhibe-i mutlakadır.
O Zât-ı zîhavârık, daha hadd-i bülûğa ermeden, bir allâme-i bîadîl halinde bütün cihan-ı
ilme meydan okumuş; münazara ettiği erbab-ı ulûmu ilzam ve iskat etmiş; her nerede olursa
olsun vâki olan bütün suallere, mutlak bir isabetle ve asla tereddüt etmeden cevap vermiş;
ondört yaşından itibaren "Üstadlık" pâyesini taşımış ve mütemadiyen etrafına feyz-i ilim ve
nur-u hikmet saçmış. İzahlarındaki incelik ve derinlik ve beyanlarındaki ulviyet ve metanet ve
tevcihlerindeki derin feraset ve basiret ve nur-u hikmet, erbab-ı irfanı şaşırtmış ve hakkiyle
"Bediüzzaman" unvan-ı celîlini bahşettirmiştir. Mezaya-yı âliye ve fezâil-i ilmiyesiyle de,
din-i Muhammedî'nin neşrinde ve isbatında bir kemal-i tam hâlinde rû-nümâ olmuş olan böyle
bir zât, elbette Seyyidül Enbiya Hazretlerinin en yüksek
MAXQDA 2020 24.12.2022
edilemez ki tercüman-ı Nur, bu haliyle, baştan başa iffet-i mücesseme ve şecaat-i hârika ve
istiğnâ-yı mutlak teşkil eden hârikulâde metanet-i ahlâkiyesi ile bizzat bir mu'cize-i fıtrattır;
ve tecessüm etmiş bir inayettir ve bir mevhibe-i mutlakadır.
O Zât-ı zîhavârık, daha hadd-i bülûğa ermeden, bir allâme-i bîadîl halinde bütün cihan-ı
ilme meydan okumuş; münazara ettiği erbab-ı ulûmu ilzam ve iskat etmiş; her nerede olursa
olsun vâki olan bütün suallere, mutlak bir isabetle ve asla tereddüt etmeden cevap vermiş;
ondört yaşından itibaren "Üstadlık" pâyesini taşımış ve mütemadiyen etrafına feyz-i ilim ve
nur-u hikmet saçmış. İzahlarındaki incelik ve derinlik ve beyanlarındaki ulviyet ve metanet ve
tevcihlerindeki derin feraset ve basiret ve nur-u hikmet, erbab-ı irfanı şaşırtmış ve hakkiyle
"Bediüzzaman" unvan-ı celîlini bahşettirmiştir. Mezaya-yı âliye ve fezâil-i ilmiyesiyle de,
din-i Muhammedî'nin neşrinde ve isbatında bir kemal-i tam hâlinde rû-nümâ olmuş olan böyle
bir zât, elbette Seyyidül Enbiya Hazretlerinin en yüksek
--- sh:»(T:611) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
edilemez ki tercüman-ı Nur, bu haliyle, baştan başa iffet-i mücesseme ve şecaat-i hârika ve
istiğnâ-yı mutlak teşkil eden hârikulâde metanet-i ahlâkiyesi ile bizzat bir mu'cize-i fıtrattır;
ve tecessüm etmiş bir inayettir ve bir mevhibe-i mutlakadır.
O Zât-ı zîhavârık, daha hadd-i bülûğa ermeden, bir allâme-i bîadîl halinde bütün cihan-ı
ilme meydan okumuş; münazara ettiği erbab-ı ulûmu ilzam ve iskat etmiş; her nerede olursa
olsun vâki olan bütün suallere, mutlak bir isabetle ve asla tereddüt etmeden cevap vermiş;
ondört yaşından itibaren "Üstadlık" pâyesini taşımış ve mütemadiyen etrafına feyz-i ilim ve
nur-u hikmet saçmış. İzahlarındaki incelik ve derinlik ve beyanlarındaki ulviyet ve metanet ve
tevcihlerindeki derin feraset ve basiret ve nur-u hikmet, erbab-ı irfanı şaşırtmış ve hakkiyle
"Bediüzzaman" unvan-ı celîlini bahşettirmiştir. Mezaya-yı âliye ve fezâil-i ilmiyesiyle de,
din-i Muhammedî'nin neşrinde ve isbatında bir kemal-i tam hâlinde rû-nümâ olmuş olan böyle
bir zât, elbette Seyyidül Enbiya Hazretlerinin en yüksek
MAXQDA 2020 24.12.2022
Nasıl yapalım bu işi? Söyleyin, yazın okutun. Peki amma o zaman propaganda diyorlar.
Ne olur? Bunlar Allahın emirleri, Kur'ân-ı Azîmüşşanın hikmetleri değil mi? Din, sizin en
tabiî hakkınız değil mi? Kim meneder sizi bundan (Allah yolundan)? Suç diyorlar buna. Öyle
mi?
kuvveti bulunan bu fedakârın tahammülü ve maddî kuvvetle ve menfi cihette mukabele etmemesinin
hikmeti
nedir? İşte bunu, size ve umum ehl-i vicdana ilân ediyorum ki; yüzde on zındık dinsizin yüzünden
doksan
mâsuma zarar gelmemek için, bütün kuvvetiyle dahildeki emniyet ve âsâyişi muhafaza etmek için,
Nur
dersleriyle herkesin kalbine bir yasakçı bırakmak için, Kur'ân-ı Hakîm ona o dersi vermiş. Yoksa bir
günde
yirmisekiz senelik zâlim düşmanlarımdan intikamımı alabilirim. Onun içindir ki; âsâyişi mâsumların
hâtırı için
muhafaza yolunda haysiyetini, şerefini tahkir edenlere karşı müdafaa etmiyor ve diyor ki: Ben, değil
dünyevî
hayatı, lüzum olsa âhiret hayatımı da millet-i İslâmiye hesabına feda edeceğim.
Fakat
--- sh:»(T:727) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
bütün feyiz ve nurunu insanlığı tenvir ve irşad için İlâhî bir güneş hâlinde Arş-ı A'zamın
MAXQDA 2020 24.12.2022
pürnur ufuklarından inen Kur'an-ı Kerîm'den alan nur neşriyatı, durgun gölleri andıran
gönülleri deryalar gibi coşturmuş, kasvet ve hicran yıllarının ümit ve emellere vurduğu müthiş
zincirleri kırmıştır. O nur kaynağından fışkıran o serâpâ feyiz ve hikmetler saçan eserler;
hislerin, fikirlerin ve bilhassa alevler içinde yanan ruh ve vicdanların ezelî ve ebedî
ihtiyaçlarına cevap verdiği gibi; onları, dalga dalga boğucu karanlıklar muhitinden, tertemiz
ve pırıl pırıl nur ufuklarına çıkarmıştır.
Yıllarca devam eden uzun bir sükût, derin bir gaflet ve boğucu bir zulmetten sonra İlâhî
bir güneş hâlinde parlıyan bu kudsî zafer, nur için yol aramakta olan perişan beşeriyetin yakın
bir gelecekte uyanacağını müjdelemektedir… Çünki; din ihtiyacı, sırf müslümanların değil,
bil'umum insanların ezelî ve ebedî ihtiyacıdır.
Bugün bedbaht insanlık, din ni'metinden mahrum olmanın sürekli hicran ve felâketlerini
bağrı yanarak çekmektedir. Bu acıklı buhranın korkunç neticesidir ki, çeyrek asır zarfında iki
büyük harbe girmiş ve üçüncüsünün de kapısını çalmak çılgınlığını göstermektedir.
Artık bütün insanları kardeş yaparak yemyeşil cennetlerin nurlu ufuklarından esen refah
ve saadet, huzur ve âsâyiş rüzgâriyle dalgalanan âlemşümûl bir bayrak altında toplayacak olan
yegâne kuvvet, İslâmdır.
(Nç:9) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
Hem meselâ, nasılki bir kitab bulunsa ki: Bir satırında bir kitab ince yazılmış ve herbir
kelimesinde ince kalemle bir sure-i Kur'aniye yazılmış, gayet manidar ve bütün mes'eleleri
birbirini teyid eder ve kâtibini ve müellifini fevkalâde meharetli ve iktidarlı gösteren bir acib
mecmua, şeksiz, gündüz gibi, kâtib ve musannifini kemalâtıyla, hünerleriyle bildirir, tanıttırır.
Mâşâallah, Bârekâllah cümleleriyle takdir ettirir. Aynen öyle de, bu kâinat kitab-ı kebiri ki,
birtek sahifesi olan zemin yüzünde ve birtek forması olan baharda, üçyüz bin ayrı ayrı kitablar
hükmündeki üçyüz bin nebatî ve hayvanî taifeleri beraber, birbiri içinde, yanlışsız hatasız,
karıştırmayarak, şaşırmayarak; mükemmel, muntazam ve bazan ağaç gibi bir kelimede bir
kasideyi; ve çekirdek gibi bir noktada bir kitabın tamam bir fihristesini yazan bir kalem
işlediğini gözümüzle gördüğümüz bu nihayetsiz manidar ve her kelimesinde çok hikmetler
bulunan şu mecmua-i kâinat ve bu mücessem Kur'an-ı Ekber-i Âlem, mezkûr misaldeki
kitabdan ne derece büyük ve mükemmel ve manidar ise, o derecede sizin okuduğunuz fenn-i
hikmet-ül eşya ve mektebde bilfiil mübaşeret ettiğiniz fenn-i kıraat ve fenn-i kitabet, geniş
mikyaslarıyla ve dûrbîn gözleriyle bu kitab-ı kâinatın nakkaşını, kâtibini hadsiz kemalâtıyla
tanıttırır. Allahü Ekber cümlesiyle bildirir, Sübhanallah takdisiyle tarif eder, Elhamdülillah
senalarıyla sevdirir.
İşte bu fenlere kıyasen, yüzer fünundan herbir fen, geniş mikyasıyla ve hususî
âyinesiyle ve dûrbînli gözüyle ve ibretli nazarıyla bu kâinatın Hâlık-ı Zülcelal'ini esmasıyla
bildirir; sıfâtını, kemalâtını tanıttırır.
Hem meselâ, nasılki bir kitab bulunsa ki: Bir satırında bir kitab ince yazılmış ve herbir
kelimesinde ince kalemle bir sure-i Kur'aniye yazılmış, gayet manidar ve bütün mes'eleleri
birbirini teyid eder ve kâtibini ve müellifini fevkalâde meharetli ve iktidarlı gösteren bir acib
mecmua, şeksiz, gündüz gibi, kâtib ve musannifini kemalâtıyla, hünerleriyle bildirir, tanıttırır.
Mâşâallah, Bârekâllah cümleleriyle takdir ettirir. Aynen öyle de, bu kâinat kitab-ı kebiri ki,
birtek sahifesi olan zemin yüzünde ve birtek forması olan baharda, üçyüz bin ayrı ayrı kitablar
hükmündeki üçyüz bin nebatî ve hayvanî taifeleri beraber, birbiri içinde, yanlışsız hatasız,
karıştırmayarak, şaşırmayarak; mükemmel, muntazam ve bazan ağaç gibi bir kelimede bir
MAXQDA 2020 24.12.2022
kasideyi; ve çekirdek gibi bir noktada bir kitabın tamam bir fihristesini yazan bir kalem
işlediğini gözümüzle gördüğümüz bu nihayetsiz manidar ve her kelimesinde çok hikmetler
bulunan şu mecmua-i kâinat ve bu mücessem Kur'an-ı Ekber-i Âlem, mezkûr misaldeki
kitabdan ne derece büyük ve mükemmel ve manidar ise, o derecede sizin okuduğunuz fenn-i
hikmet-ül eşya ve mektebde bilfiil mübaşeret ettiğiniz fenn-i kıraat ve fenn-i kitabet, geniş
mikyaslarıyla ve dûrbîn gözleriyle bu kitab-ı kâinatın nakkaşını, kâtibini hadsiz kemalâtıyla
tanıttırır. Allahü Ekber cümlesiyle bildirir, Sübhanallah takdisiyle tarif eder, Elhamdülillah
senalarıyla sevdirir.
İşte bu fenlere kıyasen, yüzer fünundan herbir fen, geniş mikyasıyla ve hususî
âyinesiyle ve dûrbînli gözüyle ve ibretli nazarıyla bu kâinatın Hâlık-ı Zülcelal'ini esmasıyla
bildirir; sıfâtını, kemalâtını tanıttırır.
(Nç:14) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
Hem madem biz gözümüzle görüyoruz ki: Umum mahluklarda ve zemin yüzünde öyle
bir hikmet eli işliyor ve öyle bir adalet ölçüleriyle işler dönüyor ki, akl-ı beşer onun fevkinde
düşünemiyor. Meselâ: İnsanın bin cihazatına takılan hikmetlerinden yalnız bir küçük çekirdek
kadar kuvve-i hâfızasında bütün tarihçe-i hayatını ve ona temas eden hadsiz hâdisatı o
kuvvecikte yazıp, onu bir kütübhane hükmüne getirip ve insanın haşirde muhakemesi için
neşir olacak olan defter-i a'malinin bir küçük senedi olarak her vakit hatırlatmak sırrı ile her
insanın eline vererek dimağının cebine koyan bir ezelî hikmet ve bütün masnuatta gayet
hassas mizanlar ile a'zalarını yerleştiren, mikroptan gergedana, sinekten simurga kuşuna, bir
çiçekli nebattan milyarlar, trilyonlarla çiçekler açan bahar çiçeğine kadar, israfsız ölçülerle bir
tenasüb, bir müvazene, bir intizam ve bir cemal içinde masnuatı bir hüsn-ü san'at yapan ve her
zîhayatın hukuk-u hayatını kemal-i mizanla veren; iyiliklere güzel neticeler ve fenalıklara
fena neticeler verdiren ve Âdem zamanından beri tâgi ve zalim kavimlere vurduğu tokatlarla
kendini pek kuvvetli ihsas ettiren bir adalet-i sermediye, elbette ve hiç şübhe getirmez ki:
Güneş gündüzsüz olmadığı gibi; o hikmet-i ezeliye, o adalet-i sermediye âhiretsiz olmazlar ve
MAXQDA 2020 24.12.2022
(Nç:14) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
Hem madem biz gözümüzle görüyoruz ki: Umum mahluklarda ve zemin yüzünde öyle
bir hikmet eli işliyor ve öyle bir adalet ölçüleriyle işler dönüyor ki, akl-ı beşer onun fevkinde
düşünemiyor. Meselâ: İnsanın bin cihazatına takılan hikmetlerinden yalnız bir küçük çekirdek
kadar kuvve-i hâfızasında bütün tarihçe-i hayatını ve ona temas eden hadsiz hâdisatı o
kuvvecikte yazıp, onu bir kütübhane hükmüne getirip ve insanın haşirde muhakemesi için
neşir olacak olan defter-i a'malinin bir küçük senedi olarak her vakit hatırlatmak sırrı ile her
insanın eline vererek dimağının cebine koyan bir ezelî hikmet ve bütün masnuatta gayet
hassas mizanlar ile a'zalarını yerleştiren, mikroptan gergedana, sinekten simurga kuşuna, bir
çiçekli nebattan milyarlar, trilyonlarla çiçekler açan bahar çiçeğine kadar, israfsız ölçülerle bir
tenasüb, bir müvazene, bir intizam ve bir cemal içinde masnuatı bir hüsn-ü san'at yapan ve her
zîhayatın hukuk-u hayatını kemal-i mizanla veren; iyiliklere güzel neticeler ve fenalıklara
fena neticeler verdiren ve Âdem zamanından beri tâgi ve zalim kavimlere vurduğu tokatlarla
kendini pek kuvvetli ihsas ettiren bir adalet-i sermediye, elbette ve hiç şübhe getirmez ki:
Güneş gündüzsüz olmadığı gibi; o hikmet-i ezeliye, o adalet-i sermediye âhiretsiz olmazlar ve
ölümde en zalimlerin ve en mazlumların bir tarzda gitmelerindeki akibetsiz bir dehşetli
haksızlığa, adaletsizliğe ve hikmetsizliğe hiçbir veçhile müsaade etmezler diye "Hakîm" ve
"Hakem" ve "Adl" ve "Âdil" isimleri bizim sualimize kat'î cevab veriyorlar.
--- sh:»
yalnız tek duası Cennet'in vücuduna ve baharın icadı kadar kudretine kolay olan âhiretin
icadına kâfi bir sebebdir diye "Mücîb" ve "Semi'" ve "Rahîm" isimleri bizim sualimize cevab
veriyorlar.
--- sh:»(Nç:16) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
Hem madem gündüz bedahetle güneşi gösterdiği gibi; zemin yüzünde, mevsimlerin
tebeddülünde küllî ölmek ve dirilmekte, perde arkasında bir mutasarrıf gayet intizamla koca
küre-i arzı bir bahçe, belki bir ağaç kolaylığında ve intizamında ve azametli baharı bir çiçek
sühuletinde ve mizanlı zînetinde ve zemin sahifesinde üçyüz bin haşr u neşrin nümune ve
misallerini gösteren üçyüz bin kitab hükmündeki nebatat ve hayvanat taifelerini (onda) yazar,
beraber ve birbiri içinde şaşırmayarak, karışık iken karıştırmayarak, birbirine benzemekle
beraber iltibassız, sehivsiz, hatasız, mükemmel, muntazam, manidar yazan bir kalem-i kudret,
bu azameti içinde hadsiz bir rahmet, nihayetsiz bir hikmet ile işlediği gibi; koca kâinatı bir
hanesi misillü insana müsahhar ve müzeyyen ve tefriş etmek ve o insanı halife-i zemin ederek
ve dağ ve gök ve yer tahammülünden çekindikleri emanet-i kübrayı ona vermesi ve sair
zîhayatlara bir derece zabitlik mertebesiyle mükerrem etmesi ve hitabat-ı Sübhaniyesine ve
sohbetine müşerref eylemesi ile fevkalâde bir makam verdiği ve bütün semavî fermanlarda
ona saadet-i ebediyeyi ve beka-i uhreviyeyi kat'î va'd ü ahdettiği halde, elbette ve hiçbir şübhe
olmaz ki: Bahar kadar kudretine kolay gelen dâr-ı saadeti o mükerrem ve müşerref insanlar
için açacak ve yapacak ve haşir ve kıyameti getirecek diye Muhyî ve Mümit ve Hayy ve
MAXQDA 2020 24.12.2022
İşte bu kat'î hakikata binaen binler feylesofların muhalif fikirleri, böyle imanî
mes'elelerde birtek muhbir-i sadıka karşı hiçbir şübhe hattâ vesvese vermemek lâzım iken,
yüzyirmi bin isbat edici ehl-i ihtisas ve muhbir-i sadıkın ve hadsiz ve nihayetsiz müsbit ve
mütehassıs ehl-i hakikat ve ashab-ı tahkikin ittifak ettikleri erkân-ı imaniyede, aklı gözüne
inmiş, kalbsiz, maneviyattan uzaklaşmış, körleşmiş birkaç feylesofun inkârlarıyla şübheye
düşmenin ne kadar ahmaklık ve divanelik olduğunu kıyas ediniz.
Hem madem gözümüzle, gündüz gibi; hem nefsimizde, hem etrafımızda bir rahmet-i
âmme ve bir hikmet-i şamile ve bir inayet-i daime müşahede ediyoruz ve dehşetli bir saltanat-
ı rububiyet ve dikkatli bir adalet-i âliye ve izzetli icraat-ı celaliyenin âsârını ve cilvelerini
görüyoruz. Hattâ bir ağacın meyveleri ve çiçekleri sayısınca o ağaca hikmetler takan bir
hikmet ve herbir insanın cihazatı ve hissiyatı ve kuvveleri adedince ihsanları, in'amları ona
bağlamış bir rahmet ve Kavm-i Nuh ve Hud ve Sâlih Aleyhimüsselâm ve Kavm-i Âd ve
Semud ve Firavun gibi âsi milletlere tokat vuran ve en küçük bir zîhayatın hakkını muhafaza
eden izzetli ve inayetli bir adalet ve
«–Y%I²F«# ²vB²9«! ~«)¬! ¬Œ²*«²! «w¬8 ®œ«Y²2«( ²v 6@«2«( ~«)¬
İşte bu kat'î hakikata binaen binler feylesofların muhalif fikirleri, böyle imanî
mes'elelerde birtek muhbir-i sadıka karşı hiçbir şübhe hattâ vesvese vermemek lâzım iken,
yüzyirmi bin isbat edici ehl-i ihtisas ve muhbir-i sadıkın ve hadsiz ve nihayetsiz müsbit ve
mütehassıs ehl-i hakikat ve ashab-ı tahkikin ittifak ettikleri erkân-ı imaniyede, aklı gözüne
inmiş, kalbsiz, maneviyattan uzaklaşmış, körleşmiş birkaç feylesofun inkârlarıyla şübheye
düşmenin ne kadar ahmaklık ve divanelik olduğunu kıyas ediniz.
Hem madem gözümüzle, gündüz gibi; hem nefsimizde, hem etrafımızda bir rahmet-i
âmme ve bir hikmet-i şamile ve bir inayet-i daime müşahede ediyoruz ve dehşetli bir saltanat-
ı rububiyet ve dikkatli bir adalet-i âliye ve izzetli icraat-ı celaliyenin âsârını ve cilvelerini
görüyoruz. Hattâ bir ağacın meyveleri ve çiçekleri sayısınca o ağaca hikmetler takan bir
hikmet ve herbir insanın cihazatı ve hissiyatı ve kuvveleri adedince ihsanları, in'amları ona
bağlamış bir rahmet ve Kavm-i Nuh ve Hud ve Sâlih Aleyhimüsselâm ve Kavm-i Âd ve
Semud ve Firavun gibi âsi milletlere tokat vuran ve en küçük bir zîhayatın hakkını muhafaza
eden izzetli ve inayetli bir adalet ve
«–Y%I²F«# ²vB²9«! ~«)¬! ¬Œ²*«²! «w¬8 ®œ«Y²2«( ²v 6@«2«( ~«)¬! Åv$ ¬˜¬I²8«@¬" Œ²*«²!«: -
š_«WÅK7! «•YT«# ²–«!
İşte bu kat'î hakikata binaen binler feylesofların muhalif fikirleri, böyle imanî
mes'elelerde birtek muhbir-i sadıka karşı hiçbir şübhe hattâ vesvese vermemek lâzım iken,
yüzyirmi bin isbat edici ehl-i ihtisas ve muhbir-i sadıkın ve hadsiz ve nihayetsiz müsbit ve
mütehassıs ehl-i hakikat ve ashab-ı tahkikin ittifak ettikleri erkân-ı imaniyede, aklı gözüne
inmiş, kalbsiz, maneviyattan uzaklaşmış, körleşmiş birkaç feylesofun inkârlarıyla şübheye
düşmenin ne kadar ahmaklık ve divanelik olduğunu kıyas ediniz.
Hem madem gözümüzle, gündüz gibi; hem nefsimizde, hem etrafımızda bir rahmet-i
âmme ve bir hikmet-i şamile ve bir inayet-i daime müşahede ediyoruz ve dehşetli bir saltanat-
ı rububiyet ve dikkatli bir adalet-i âliye ve izzetli icraat-ı celaliyenin âsârını ve cilvelerini
görüyoruz. Hattâ bir ağacın meyveleri ve çiçekleri sayısınca o ağaca hikmetler takan bir
hikmet ve herbir insanın cihazatı ve hissiyatı ve kuvveleri adedince ihsanları, in'amları ona
bağlamış bir rahmet ve Kavm-i Nuh ve Hud ve Sâlih Aleyhimüsselâm ve Kavm-i Âd ve
Semud ve Firavun gibi âsi milletlere tokat vuran ve en küçük bir zîhayatın hakkını muhafaza
eden izzetli ve inayetli bir adalet ve
«–Y%I²F«# ²vB²9«! ~«)¬! ¬Œ²*«²! «w¬8 ®œ«Y²2«( ²v 6@«2«( ~«)¬! Åv$ ¬˜¬I²8«@¬" Œ²*«²!«: -
š_«WÅK7! «•YT«# ²–«!
ne vakit Hazret-i İsrafil Aleyhisselâm'ın borusuyla o kışlalarda ölüm ile yatanlar çağırılsa,
derhal cesed libaslarını giyip dışarı fırlamalarını isbat edip gösteren her baharda arz kışlası
içindekiler, melek-i ra'dın borusuyla aynı vaziyeti göstermesiyle nihayetsiz azameti anlaşılan
bir saltanat-ı rububiyet; elbette ve elbette ve her halde ve hiç şübhe getirmez ki, -Onuncu
Söz'de isbatına binaen- o rahmet ve hikmet ve inayet ve adalet ve saltanat-ı sermediyenin
gayet kat'î istedikleri dâr-ı âhiret ve daire-i haşr ü neşrin açılmamasıyla o nihayetsiz cemal-i
rahmet nihayetsiz bir çirkin merhametsizliğe inkılab etmesi ve o hadsiz kemal-i hikmet,
hadsiz kusurlu abesiyete ve faydasız israfata dönmesi ve o gayet şirin inayet, gayet acı
ihanetlere değişmesi ve o gayet mizanlı ve hakkaniyetli adalet, gayet şiddetli zulümlere
kalbolması ve o gayet derecede haşmetli ve kuvvetli saltanat-ı sermediye sukut etmesi ve
haşrin gelmemesiyle bütün haşmeti kaybolması ve kemalât-ı rububiyeti acz ve kusur ile
lekedar olması, hiçbir cihet-i imkânı yok; hiçbir akıl ihtimal vermez, yüz muhal içinde birden
bulunur, daire-i imkân haricinde bâtıl ve mümteni'dir. Çünki nazenin ve nazdar beslediği ve
akıl ve kalb gibi cihazatla saadet-i ebediyeye ve âhirette beka-i daimîye iştiyak hissini verdiği
halde onu ebedî i'dam etmek, ne kadar gadirli bir merhametsizlik ve onun yalnız dimağına
yüzer hikmetler ve faydalar taktığı halde onu dirilmemek üzere bütün cihazatını ve binler
faideleri bulunan istidadatını akibetsiz bir ölümle faidesiz, neticesiz, hikmetsiz bütün bütün
israf etmek ne derece hilaf-ı hikmet ve binler va'd ü ahidlerini yerine getirmemek ile -hâşâ-
aczini ve cehlini göstermek, ne kadar o haşmet-i saltanata ve o kemal-i rububiyete zıddır, her
zîşuur anlar. Bunlara kıyasen, inayet ve adaleti tatbik eyle.
Nasılki iki kışlada yatan ve duran muti' askerler, bir kumandanın çağırmasıyla silâh
başına ve vazife başına boru sesiyle gelmeleri gibi, aynen öyle de: Bu iki kışlanın misalinde
ve emre itaatında koca semavat ve küre-i arz, Sultan-ı Ezelî'nin askerlerine iki muti' kışla gibi,
ne vakit Hazret-i İsrafil Aleyhisselâm'ın borusuyla o kışlalarda ölüm ile yatanlar çağırılsa,
derhal cesed libaslarını giyip dışarı fırlamalarını isbat edip gösteren her baharda arz kışlası
içindekiler, melek-i ra'dın borusuyla aynı vaziyeti göstermesiyle nihayetsiz azameti anlaşılan
bir saltanat-ı rububiyet; elbette ve elbette ve her halde ve hiç şübhe getirmez ki, -Onuncu
Söz'de isbatına binaen- o rahmet ve hikmet ve inayet ve adalet ve saltanat-ı sermediyenin
gayet kat'î istedikleri dâr-ı âhiret ve daire-i haşr ü neşrin açılmamasıyla o nihayetsiz cemal-i
rahmet nihayetsiz bir çirkin merhametsizliğe inkılab etmesi ve o hadsiz kemal-i hikmet,
hadsiz kusurlu abesiyete ve faydasız israfata dönmesi ve o gayet şirin inayet, gayet acı
ihanetlere değişmesi ve o gayet mizanlı ve hakkaniyetli adalet, gayet şiddetli zulümlere
kalbolması ve o gayet derecede haşmetli ve kuvvetli saltanat-ı sermediye sukut etmesi ve
haşrin gelmemesiyle bütün haşmeti kaybolması ve kemalât-ı rububiyeti acz ve kusur ile
lekedar olması, hiçbir cihet-i imkânı yok; hiçbir akıl ihtimal vermez, yüz muhal içinde birden
bulunur, daire-i imkân haricinde bâtıl ve mümteni'dir. Çünki nazenin ve nazdar beslediği ve
akıl ve kalb gibi cihazatla saadet-i ebediyeye ve âhirette beka-i daimîye iştiyak hissini verdiği
halde onu ebedî i'dam etmek, ne kadar gadirli bir merhametsizlik ve onun yalnız dimağına
yüzer hikmetler ve faydalar taktığı halde onu dirilmemek üzere bütün cihazatını ve binler
faideleri bulunan istidadatını akibetsiz bir ölümle faidesiz, neticesiz, hikmetsiz bütün bütün
israf etmek ne derece hilaf-ı hikmet ve binler va'd ü ahidlerini yerine getirmemek ile -hâşâ-
aczini ve cehlini göstermek, ne kadar o haşmet-i saltanata ve o kemal-i rububiyete zıddır, her
zîşuur anlar. Bunlara kıyasen, inayet ve adaleti tatbik eyle.
--- sh:»
Nasılki iki kışlada yatan ve duran muti' askerler, bir kumandanın çağırmasıyla silâh
başına ve vazife başına boru sesiyle gelmeleri gibi, aynen öyle de: Bu iki kışlanın misalinde
ve emre itaatında koca semavat ve küre-i arz, Sultan-ı Ezelî'nin askerlerine iki muti' kışla gibi,
ne vakit Hazret-i İsrafil Aleyhisselâm'ın borusuyla o kışlalarda ölüm ile yatanlar çağırılsa,
derhal cesed libaslarını giyip dışarı fırlamalarını isbat edip gösteren her baharda arz kışlası
içindekiler, melek-i ra'dın borusuyla aynı vaziyeti göstermesiyle nihayetsiz azameti anlaşılan
bir saltanat-ı rububiyet; elbette ve elbette ve her halde ve hiç şübhe getirmez ki, -Onuncu
Söz'de isbatına binaen- o rahmet ve hikmet ve inayet ve adalet ve saltanat-ı sermediyenin
gayet kat'î istedikleri dâr-ı âhiret ve daire-i haşr ü neşrin açılmamasıyla o nihayetsiz cemal-i
rahmet nihayetsiz bir çirkin merhametsizliğe inkılab etmesi ve o hadsiz kemal-i hikmet,
hadsiz kusurlu abesiyete ve faydasız israfata dönmesi ve o gayet şirin inayet, gayet acı
ihanetlere değişmesi ve o gayet mizanlı ve hakkaniyetli adalet, gayet şiddetli zulümlere
kalbolması ve o gayet derecede haşmetli ve kuvvetli saltanat-ı sermediye sukut etmesi ve
haşrin gelmemesiyle bütün haşmeti kaybolması ve kemalât-ı rububiyeti acz ve kusur ile
lekedar olması, hiçbir cihet-i imkânı yok; hiçbir akıl ihtimal vermez, yüz muhal içinde birden
bulunur, daire-i imkân haricinde bâtıl ve mümteni'dir. Çünki nazenin ve nazdar beslediği ve
akıl ve kalb gibi cihazatla saadet-i ebediyeye ve âhirette beka-i daimîye iştiyak hissini verdiği
halde onu ebedî i'dam etmek, ne kadar gadirli bir merhametsizlik ve onun yalnız dimağına
yüzer hikmetler ve faydalar taktığı halde onu dirilmemek üzere bütün cihazatını ve binler
faideleri bulunan istidadatını akibetsiz bir ölümle faidesiz, neticesiz, hikmetsiz bütün bütün
israf etmek ne derece hilaf-ı hikmet ve binler va'd ü ahidlerini yerine getirmemek ile -hâşâ-
aczini ve cehlini göstermek, ne kadar o haşmet-i saltanata ve o kemal-i rububiyete zıddır, her
zîşuur anlar. Bunlara kıyasen, inayet ve adaleti tatbik eyle.
--- sh:»
Nasılki iki kışlada yatan ve duran muti' askerler, bir kumandanın çağırmasıyla silâh
başına ve vazife başına boru sesiyle gelmeleri gibi, aynen öyle de: Bu iki kışlanın misalinde
ve emre itaatında koca semavat ve küre-i arz, Sultan-ı Ezelî'nin askerlerine iki muti' kışla gibi,
ne vakit Hazret-i İsrafil Aleyhisselâm'ın borusuyla o kışlalarda ölüm ile yatanlar çağırılsa,
derhal cesed libaslarını giyip dışarı fırlamalarını isbat edip gösteren her baharda arz kışlası
içindekiler, melek-i ra'dın borusuyla aynı vaziyeti göstermesiyle nihayetsiz azameti anlaşılan
bir saltanat-ı rububiyet; elbette ve elbette ve her halde ve hiç şübhe getirmez ki, -Onuncu
Söz'de isbatına binaen- o rahmet ve hikmet ve inayet ve adalet ve saltanat-ı sermediyenin
gayet kat'î istedikleri dâr-ı âhiret ve daire-i haşr ü neşrin açılmamasıyla o nihayetsiz cemal-i
rahmet nihayetsiz bir çirkin merhametsizliğe inkılab etmesi ve o hadsiz kemal-i hikmet,
hadsiz kusurlu abesiyete ve faydasız israfata dönmesi ve o gayet şirin inayet, gayet acı
ihanetlere değişmesi ve o gayet mizanlı ve hakkaniyetli adalet, gayet şiddetli zulümlere
kalbolması ve o gayet derecede haşmetli ve kuvvetli saltanat-ı sermediye sukut etmesi ve
haşrin gelmemesiyle bütün haşmeti kaybolması ve kemalât-ı rububiyeti acz ve kusur ile
lekedar olması, hiçbir cihet-i imkânı yok; hiçbir akıl ihtimal vermez, yüz muhal içinde birden
bulunur, daire-i imkân haricinde bâtıl ve mümteni'dir. Çünki nazenin ve nazdar beslediği ve
akıl ve kalb gibi cihazatla saadet-i ebediyeye ve âhirette beka-i daimîye iştiyak hissini verdiği
halde onu ebedî i'dam etmek, ne kadar gadirli bir merhametsizlik ve onun yalnız dimağına
yüzer hikmetler ve faydalar taktığı halde onu dirilmemek üzere bütün cihazatını ve binler
faideleri bulunan istidadatını akibetsiz bir ölümle faidesiz, neticesiz, hikmetsiz bütün bütün
israf etmek ne derece hilaf-ı hikmet ve binler va'd ü ahidlerini yerine getirmemek ile -hâşâ-
aczini ve cehlini göstermek, ne kadar o haşmet-i saltanata ve o kemal-i rububiyete zıddır, her
zîşuur anlar. Bunlara kıyasen, inayet ve adaleti tatbik eyle.
--- sh:»
MAXQDA 2020 24.12.2022
(Nç:22) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
h¬'À²!«: ismine mazhar olan meyvesi ise, çekirdekleriyle o ağacın işlediği bütün fıtrî
vazifelerinin fihristesini ve amellerinin listesini ve hayat-ı sâniyesinin düsturlarını ihtiva eden
bir sandukçadır ki, a'zamî derecede hafîziyete şehadet eder.
h¬;@ÅP7!«: ismine mazhar olan o ağacın suret-i cismaniyesi ise, öyle tenasüblü ve san'atlı ve
süslü bir hulle, bir libas ve ayrı ayrı nakışlar ve zînetler ve yaldızlı nişanlar ile tezyin edilmiş;
güya yetmiş renkli bir huri elbisesidir ki, hafîziyet içinde azamet-i kudret ve kemal-i hikmet
ve cemal-i rahmeti gözlere gösterir.
w¬0@«A²7!«: ismine âyine olan o ağacın içindeki makinesi ise, öyle muntazam ve mükemmel
ve mu'cizatlı bir fabrika, bir tezgâh, bir kimyahane ve hiçbir dalı ve meyveyi ve yaprağı
gıdasız bırakmayan mizanlı bir kazan-ı erzaktır ki; hafîziyet içinde kemal-i kudret ve adalet ve
cemal-i rahmet ve hikmeti güneş gibi isbat eder.
Aynen öyle de, küre-i arz, senevî mevsimler cihetinde bir ağaçtır.
h¬;@ÅP7!«: ismine mazhar olan o ağacın suret-i cismaniyesi ise, öyle tenasüblü ve san'atlı ve
süslü bir hulle, bir libas ve ayrı ayrı nakışlar ve zînetler ve yaldızlı nişanlar ile tezyin edilmiş;
güya yetmiş renkli bir huri elbisesidir ki, hafîziyet içinde azamet-i kudret ve kemal-i hikmet
ve cemal-i rahmeti gözlere gösterir.
w¬0@«A²7!«: ismine âyine olan o ağacın içindeki makinesi ise, öyle muntazam ve mükemmel
ve mu'cizatlı bir fabrika, bir tezgâh, bir kimyahane ve hiçbir dalı ve meyveyi ve yaprağı
gıdasız bırakmayan mizanlı bir kazan-ı erzaktır ki; hafîziyet içinde kemal-i kudret ve adalet ve
cemal-i rahmet ve hikmeti güneş gibi isbat eder.
Aynen öyle de, küre-i arz, senevî mevsimler cihetinde bir ağaçtır. İsm-i Evvel cilvesiyle
güz mevsiminde hafîziyete emanet edilen bütün tohumlar ve çekirdekler, bahar çarşafını
giyen zemin yüzünün milyarlar dal, budak, meyve veren ve çiçek açan ağacının teşkilâtına
dair İlahî emirlerin mecmuacıkları ve kaderden gelen düsturların listeleri ve geçen yazın
işlediği vazifelerin küçücük sahife-i amelleri ve defter-i hidematıdır ki, bilbedahe bir Hafîz-i
Zülcelali Vel'ikram'ın hadsiz kudret, adalet, hikmet, rahmet ile iş gördüğünü gösteriyor.
w¬0@«A²7!«: ismine âyine olan o ağacın içindeki makinesi ise, öyle muntazam ve mükemmel
ve mu'cizatlı bir fabrika, bir tezgâh, bir kimyahane ve hiçbir dalı ve meyveyi ve yaprağı
gıdasız bırakmayan mizanlı bir kazan-ı erzaktır ki; hafîziyet içinde kemal-i kudret ve adalet ve
cemal-i rahmet ve hikmeti güneş gibi isbat eder.
Aynen öyle de, küre-i arz, senevî mevsimler cihetinde bir ağaçtır. İsm-i Evvel cilvesiyle
güz mevsiminde hafîziyete emanet edilen bütün tohumlar ve çekirdekler, bahar çarşafını
giyen zemin yüzünün milyarlar dal, budak, meyve veren ve çiçek açan ağacının teşkilâtına
dair İlahî emirlerin mecmuacıkları ve kaderden gelen düsturların listeleri ve geçen yazın
işlediği vazifelerin küçücük sahife-i amelleri ve defter-i hidematıdır ki, bilbedahe bir Hafîz-i
Zülcelali Vel'ikram'ın hadsiz kudret, adalet, hikmet, rahmet ile iş gördüğünü gösteriyor.
--- sh:»(Nç:23) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
Ve senevî zemin ağacının âhiri ise, ikinci güzde o ağacın gördüğü bütün vazifelerini ve
esma-i İlahiyeye karşı ettiği bütün fıtrî tesbihatlarını ve gelecek bahar haşrinde neşir olabilen
bütün sahaif-i a'mallerini, zerrecik ve küçücük kutucukların içine koyup, Hafîz-i Zülcelal'in
MAXQDA 2020 24.12.2022
dest-i hikmetine teslim eder. h¬'À²! «x; ismini hadsiz dillerle kâinat yüzünde okur.
Ve bu ağacın zahiri ise, haşrin üçyüz bin misallerini ve emarelerini gösteren üçyüz bin
küllî ve çeşit çeşit çiçekler açıp hadsiz rahmaniyet ve rezzakıyet ve rahîmiyet ve kerimiyet
sofralarını sererek zîhayatlara ziyafetler vermekle h¬;@ÅP7!
(Nç:37) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
Üçüncü Şua
Münacat
Bu Sekizinci Hüccet-i İmaniye; vücub-u vücuda ve vahdaniyete delalet ettiği gibi, hem
delail-i kat'iyye ile rububiyetin ihatasına ve kudretinin azametine delalet eder. Hem
hâkimiyetinin ihatasına ve rahmetinin şümulüne dahi delalet ve isbat eder. Hem kâinatın
bütün eczasına hikmetinin ihatasını ve ilminin şümulünü isbat eder.
Elhasıl: Bu Sekizinci Hüccet-i İmaniyenin herbir mukaddemesinin sekiz neticesi var.
Sekiz mukaddemelerin her birinde, sekiz neticeyi delilleriyle isbat eder ki; bu cihette bu
Sekizinci Hüccet-i İmaniyede yüksek meziyetler vardır.
Semavatta hiçbir deveran ve hareket yoktur ki; böyle intizamıyla senin mevcudiyetine işaret
ve delalet etmesin. Ve hiçbir ecram-ı semaviye yoktur ki; sükûtuyla gürültüsüz vazife görerek
direksiz durmalarıyla, senin rububiyetine ve vahdetine şehadeti ve işareti olmasın. Ve hiçbir
yıldız yoktur ki; mevzun hilkatıyla, muntazam vaziyetiyle ve nuranî tebessümüyle ve bütün
yıldızlara mümaselet ve müşabehet sikkesiyle senin haşmet-i uluhiyetine ve vahdaniyetine
işaret ve şehadette bulunmasın. Ve oniki seyyareden hiçbir seyyare yıldız yoktur ki; hikmetli
hareketiyle ve itaatli müsahhariyetiyle ve intizamlı vazifesiyle ve ehemmiyetli peykleriyle
senin vücub-u vücuduna şehadet ve saltanat-ı uluhiyetine işaret etmesin!..
--- sh:»(Nç:39) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
Evet gökler; sekeneleriyle, herbiri tek başıyla şehadet ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla
derece-i bedahette, -ey zemin ve gökleri yaratan yaratıcı!
(Nç:39) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
Evet gökler; sekeneleriyle, herbiri tek başıyla şehadet ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla
derece-i bedahette, -ey zemin ve gökleri yaratan yaratıcı!- senin vücub-u vücuduna öyle zahir
şehadet.. -ve ey zerratı, muntazam mürekkebatıyla tedbirini gören ve idare eden ve bu seyyare
yıldızları manzum peykleriyle döndüren, emrine itaat ettiren!- senin vahdetine ve birliğine
öyle kuvvetli şehadet ederler ki, göğün yüzünde bulunan yıldızlar sayısınca nurani bürhanlar
ve parlak deliller o şehadeti tasdik ederler. Hem bu safi, temiz, güzel gökler; fevkalâde büyük
ve fevkalâde sür'atli ecramıyla muntazam bir ordu ve elektrik lâmbalarıyla süslenmiş bir
saltanat donanması vaziyetini göstermek cihetiyle, senin rububiyetinin haşmetine ve herşeyi
icad eden kudretinin azametine zahir delalet.. ve hadsiz semavatı ihata eden hâkimiyetinin ve
herbir zîhayatı kucağına alan rahmetinin hadsiz genişliklerine kuvvetli işaret.. ve bütün
mahlukat-ı semaviyenin bütün işlerine ve keyfiyetlerine taalluk eden ve avucuna alan, tanzim
eden ilminin herşeye ihatasına ve hikmetinin her işe şümulüne şübhesiz şehadet ederler. Ve o
şehadet ve delalet o kadar zahirdir ki; güya yıldızlar, şahid olan göklerin şehadet kelimeleri ve
tecessüm etmiş nurani delilleridirler. Hem semavat meydanında, denizinde, fezasındaki
yıldızlar ise; muti' neferler, muntazam sefineler, hârika tayyareler, acaib lâmbalar gibi
vaziyetiyle, senin saltanat-ı uluhiyetinin şaşaasını gösteriyorlar. Ve o ordunun efradından bir
yıldız olan güneşimizin seyyarelerinde ve zeminimizdeki vazifelerinin delalet ve ihtarıyla,
güneşin sair arkadaşları olan yıldızların bir kısmı âhiret âlemlerine bakarlar ve vazifesiz
değiller; belki bâki olan âlemlerin güneşleridirler.
göndermesi, ancak senin rahmetin ve hikmetin iledir. Karışık tesadüf karışamaz. Hem
elektriğin en büyüğü bulunan ve fevaid-i tenviriyesine işaret ederek ondan istifadeye teşvik
eden şimşek ise, senin fezadaki kudretini güzelce tenvir eder. Hem yağmurun gelmesini
müjdeleyen ve koca fezayı konuşturan ve tesbihatının gürültüsüyle gökleri çınlatan ra'dat
dahi, lisan-ı kal ile konuşarak seni takdis edip, rububiyetine şehadet eder. Hem zîhayatların
yaşamasına en lüzumlu rızkı ve istifadece en kolayı ve nefesleri vermek, nüfusları
MAXQDA 2020 24.12.2022
rahatlandırmak gibi çok vazifeler ile tavzif edilen rüzgârlar dahi; cevvi âdeta bir hikmete
binaen "levh-i mahv ve isbat" ve "yazar, ifade eder, sonra bozar tahtası" suretine çevirmekle,
senin faaliyet-i kudretine işaret ve senin vücuduna şehadet ettiği gibi, senin merhametinle
bulutlardan sağıp zîhayatlara gönderilen rahmet dahi; mevzun, muntazam katreleri
kelimeleriyle, senin vüs'at-i rahmetine ve geniş şefkatine şehadet eder.
göndermesi, ancak senin rahmetin ve hikmetin iledir. Karışık tesadüf karışamaz. Hem
elektriğin en büyüğü bulunan ve fevaid-i tenviriyesine işaret ederek ondan istifadeye teşvik
eden şimşek ise, senin fezadaki kudretini güzelce tenvir eder. Hem yağmurun gelmesini
müjdeleyen ve koca fezayı konuşturan ve tesbihatının gürültüsüyle gökleri çınlatan ra'dat
dahi, lisan-ı kal ile konuşarak seni takdis edip, rububiyetine şehadet eder. Hem zîhayatların
yaşamasına en lüzumlu rızkı ve istifadece en kolayı ve nefesleri vermek, nüfusları
rahatlandırmak gibi çok vazifeler ile tavzif edilen rüzgârlar dahi; cevvi âdeta bir hikmete
binaen "levh-i mahv ve isbat" ve "yazar, ifade eder, sonra bozar tahtası" suretine çevirmekle,
senin faaliyet-i kudretine işaret ve senin vücuduna şehadet ettiği gibi, senin merhametinle
bulutlardan sağıp zîhayatlara gönderilen rahmet dahi; mevzun, muntazam katreleri
kelimeleriyle, senin vüs'at-i rahmetine ve geniş şefkatine şehadet eder.
--- sh:»(Nç:41) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
Ey Mutasarrıf-ı Fa'al ve ey Feyyaz-ı Müteâl!
(Nç:41) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
Ey Mutasarrıf-ı Fa'al ve ey Feyyaz-ı Müteâl! Senin vücub-u vücuduna şehadet eden
bulut, berk, ra'd, rüzgâr, yağmur; birer birer şehadet ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla
keyfiyetçe birbirinden uzak, mahiyetçe birbirine muhalif olmakla beraber, birlik, beraberlik,
birbiri içine girmek ve birbirinin vazifesine yardım etmek haysiyetiyle, senin vahdetine ve
birliğine gayet kuvvetli işaret ederler. Hem koca fezayı mahşer-i acaib yapan ve bazı günlerde
birkaç defa doldurup boşaltan rububiyetinin haşmetine ve o geniş cevvi, yazar değiştirir bir
levha gibi ve sıkar ve onunla zemin bahçesini sulattırır bir sünger gibi tasarruf eden kudretinin
azametine ve herbir şeye şümulüne şehadet ettikleri gibi; umum zemine ve bütün mahlukata
cevv perdesi altında bakan ve idare eden rahmetinin ve hâkimiyetinin hadsiz genişliklerine ve
herşeye yetişmelerine delalet eder. Hem fezadaki hava, o kadar hakîmane vazifelerde istihdam
ve bulut ve yağmur, o kadar alîmane faidelerde istimal olunur ki; herşeye ihata eden bir ilim
ve herşeye şamil bir hikmet olmazsa, o istimal, o istihdam olamaz.
Ey Fa'alün Limâ Yürid! Cevv-i fezadaki faaliyetinle her vakit bir nümune-i haşir ve
kıyamet göstermek, bir saatte yazı kışa ve kışı yaza döndürmek, bir âlem getirmek, bir âlem
gayba göndermek misillü şuunatta bulunan kudretin; dünyayı âhirete çevirecek ve âhirette
şuunat-ı sermediyeyi gösterecek işaretini veriyor.
Ey Kadîr-i Zülcelal! Cevv-i fezadaki hava, bulut ve yağmur, berk ve ra'd; senin
mülkünde, senin emrin ve havlin ile, senin kuvvet ve kudretinle müsahhar ve vazifedardırlar.
daha kuvvetli ve parlaktır. Hem hava, su, nur, ateş, toprak gibi hiçbir unsur yoktur ki,
şuursuzluklarıyla beraber, şuurkârane, mükemmel vazifeleri görmesiyle, basit ve istilâ edici,
intizamsız, heryere dağılmakla beraber, gayet muntazam ve mütenevvi meyveleri ve
mahsulleri hazine-i gaybdan getirmesiyle, senin birliğine ve varlığına şehadeti bulunmasın.
--- sh:»(Nç:43) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
Ey Fâtır-ı Kadîr
(Nç:46) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
Ey dağları zemin sefinesine hazineli direkler yapan Kadîr-i Zülcelal! Resul-i Ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâm'ın talimiyle ve Kur'an-ı Hakîminin dersiyle anladım ki, nasıl denizler
acaibleriyle seni tanıyorlar ve tanıttırıyorlar.. öyle de: Dağlar dahi, zelzele tesiratından
zeminin sükûnetine ve içindeki dâhilî inkılabat fırtınalarından sükûtuna ve denizlerin
istilasından kurtulmasına ve havanın gazat-ı muzırradan tasfiyesine ve suyun muhafaza ve
iddiharlarına ve zîhayatlara lâzım olan madenlerin hazinedarlığına ettiği hizmetleriyle ve
hikmetleriyle seni tanıyorlar ve tanıttırıyorlar. Evet dağlardaki taşların enva'ından ve muhtelif
hastalıklara ilâç olan maddelerin aksamından ve zîhayata, hususan insanlara çok lâzım ve çok
mütenevvi olan madeniyatın ecnasından ve dağları, sahraları çiçekleriyle süslendiren ve
meyveleriyle şenlendiren nebatatın esnafından hiçbirisi yoktur ki; tesadüfe havalesi mümkün
olmayan hikmetleriyle, intizamıyla, hüsn-ü hilkatıyla, faideleriyle.. hususan madeniyatın tuz,
limontuzu, sulfato ve şap gibi sureten birbirine benzemekle beraber tadlarının şiddet-i
muhalefetiyle.. ve bilhassa nebatatın basit bir topraktan çeşit çeşit enva'larıyla, ayrı ayrı çiçek
ve meyveleriyle, nihayetsiz Kadîr nihayetsiz Hakîm, nihayetsiz Rahîm ve Kerim bir Sâniin
vücub-u vücuduna bedahetle şehadet ettikleri gibi; heyet-i mecmuasındaki vahdet-i idare ve
vahdet-i tedbir ve menşe' ve mesken ve hilkat ve san'atça beraberlik ve birlik ve ucuzluk ve
kolaylık ve çokluk ve yapılmakta çabukluk noktalarından, o Sâniin vahdetine ve ehadiyetine
şehadet ederler.
--- sh:»(Nç:47) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
rububiyetinin haşmetine ve hiçbir şey ona ağır gelmeyen kudretinin azametine delalet eder;
öyle de: Zeminin yüzündeki bütün zîhayat mahlukların hadsiz hacetlerini, hattâ mütenevvi
hastalıklarını, hattâ muhtelif zevklerini ve ayrı ayrı iştihalarını tatmin edecek bir surette,
dağların yüzlerini ve içlerini muntazam eşcar ve nebatat ve madeniyatla doldurmak ve
muhtaçlara teshir etmek cihetiyle, senin rahmetinin hadsiz genişliğine ve hâkimiyetinin
nihayetsiz vüs'atine delalet.. ve toprak tabakatı içinde, gizli ve karanlık ve karışık bulunduğu
halde; bilerek, görerek, şaşırmayarak, intizamla, hacetlere göre ihzar edilmeleriyle, senin
herşeye taalluk eden ilminin ihatasına ve herbir şeyi tanzim eden hikmetinin bütün eşyaya
şümulüne ve ilâçların ihzaratı ve madenî maddelerin iddiharatıyla rububiyetinin rahîmane ve
kerimane olan tedabirinin mehasinine ve inayetinin ihtiyatlı letaifine pek zahir bir surette
işaret ve delalet ederler.
Hem bu dünya hanında misafir yolcular için, koca dağları levazımatlarına ve
istikbaldeki ihtiyaçlarına muntazam ihtiyat deposu ve cihazat anbarı ve hayata lüzumu olan
çok definelerin mükemmel mahzeni olmak cihetinde işaret, belki delalet, belki şehadet eder
ki; bu kadar kerim ve misafirperver ve bu kadar hakîm ve şefkatperver ve bu kadar kadîr ve
rububiyetperver bir Sâniin, elbette ve herhalde, çok sevdiği o misafirleri için, ebedî bir
âlemde, ebedî ihsanatının ebedî hazineleri vardır. Buradaki dağlara bedel, orada yıldızlar o
vazifeyi görürler.
mizan ve mizan içindeki zînet ve zînet içindeki nakışlar ve nakışlar içindeki güzel ve ayrı ayrı
kokular ve kokular içindeki meyvelerin muhtelif tatlarıyla, nihayetsiz Rahîm ve Kerim bir
Sâniin vücub-u vücuduna bedahet derecesinde şehadet ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla,
bütün zemin yüzünde birlik ve beraberlik, birbirine benzemeklik ve sikke-i hilkatte müşabehet
ve tedbir ve idarede münasebet ve onlara taalluk eden icad fiilleri ve Rabbanî isimlerde
muvafakat ve o yüzbin enva'ın hadsiz efradlarını birbiri içinde şaşırmayarak birden idareleri
gibi noktalarıyla, o Vâcib-ül Vücud Sâniin bilbedahe vahdetine ve ehadiyetine dahi şehadet
ederler. Hem nasılki onlar senin vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet ediyorlar.. öyle de;
rûy-i zeminde dört yüz bin milletlerden teşekkül eden zîhayat ordusundaki hadsiz efradın
yüzbinler tarzda iaşe ve idareleri; şaşırmayarak, karıştırmayarak mükemmel yapılmasıyla,
senin rububiyetinin vahdaniyetteki haşmetine ve bir baharı bir çiçek kadar kolay icad eden
kudretinin azametine ve herşeye taallukuna delalet ettikleri gibi, koca zeminin her tarafında,
hadsiz hayvanatına ve insanlara, hadsiz taamların çeşit çeşit aksamını ihzar eden rahmetinin
hadsiz genişliğine.. ve o hadsiz işler ve in'amlar ve idareler ve iaşeler ve icraatlar kemal-i
intizamla cereyanları ve herşey hattâ zerreler o emirlere ve icraata itaat ve
müsahhariyetleriyle, hâkimiyetinin hadsiz vüs'atine kat'î delalet etmekle beraber o ağaçların
ve nebatların ve herbir yaprak ve çiçek ve meyve ve kök ve dal ve budak gibi herbirisinin
herbir şeyini, herbir işini bilerek, görerek, faidelere, maslahatlara, hikmetlere göre yapılmakla,
senin ilminin her şeye ihatasına ve hikmetinin herşeye şümulüne pek zahir bir surette delalet
ve hadsiz parmaklarıyla işaret ederler.
bütün zemin yüzünde birlik ve beraberlik, birbirine benzemeklik ve sikke-i hilkatte müşabehet
ve tedbir ve idarede münasebet ve onlara taalluk eden icad fiilleri ve Rabbanî isimlerde
muvafakat ve o yüzbin enva'ın hadsiz efradlarını birbiri içinde şaşırmayarak birden idareleri
gibi noktalarıyla, o Vâcib-ül Vücud Sâniin bilbedahe vahdetine ve ehadiyetine dahi şehadet
ederler. Hem nasılki onlar senin vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet ediyorlar.. öyle de;
rûy-i zeminde dört yüz bin milletlerden teşekkül eden zîhayat ordusundaki hadsiz efradın
yüzbinler tarzda iaşe ve idareleri; şaşırmayarak, karıştırmayarak mükemmel yapılmasıyla,
senin rububiyetinin vahdaniyetteki haşmetine ve bir baharı bir çiçek kadar kolay icad eden
kudretinin azametine ve herşeye taallukuna delalet ettikleri gibi, koca zeminin her tarafında,
hadsiz hayvanatına ve insanlara, hadsiz taamların çeşit çeşit aksamını ihzar eden rahmetinin
hadsiz genişliğine.. ve o hadsiz işler ve in'amlar ve idareler ve iaşeler ve icraatlar kemal-i
intizamla cereyanları ve herşey hattâ zerreler o emirlere ve icraata itaat ve
müsahhariyetleriyle, hâkimiyetinin hadsiz vüs'atine kat'î delalet etmekle beraber o ağaçların
ve nebatların ve herbir yaprak ve çiçek ve meyve ve kök ve dal ve budak gibi herbirisinin
herbir şeyini, herbir işini bilerek, görerek, faidelere, maslahatlara, hikmetlere göre yapılmakla,
senin ilminin her şeye ihatasına ve hikmetinin herşeye şümulüne pek zahir bir surette delalet
ve hadsiz parmaklarıyla işaret ederler.
havale edilir ve kendi kendine oluyor denilebilir. Ve heyet-i mecmuasındaki vahdet-i tedbir ve
vahdet-i idare ve vahdet-i nev'iye ve vahdet-i cinsiye ve umumun yüzlerinde göz, kulak, ağız
gibi noktalarda ittifak cihetinde müşahede edilen sikke-i fıtratta birlik ve herbir nev'in efradı
sîmalarında görülen sikke-i hikmette ittihad ve iaşede ve icadda beraberlik ve birbirinin içinde
bulunmak gibi keyfiyetlerinden hiçbirisi yoktur ki, senin vahdetine kat'î şehadette
bulunmasın! Ve herbir ferdinde, kâinata bakan bütün isimlerin cilveleri bulunmakla, vâhidiyet
içinde senin ehadiyetine işareti olmasın.
--- sh:»(Nç:51) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
haşmetine ve gayet çoklukla beraber gayet kıymetli ve gayet mükemmel olmakla beraber
gayet çabuk yapılmaları ve gayet san'atlı olmakla beraber gayet kolay yapılışlarıyla kudretinin
derece-i azametine delalet ettikleri gibi; şarktan garba, şimalden cenuba kadar yayılan
mikroptan tâ gergedana kadar, en küçücük sinekten tâ en büyük kuşa kadar bütün onların
rızıklarını yetiştiren rahmetinin hadsiz vüs'atine ve herbiri emirber nefer gibi vazife-i
fıtriyesini yapmak ve zemin yüzü her baharda, güz mevsiminde terhis edilenler yerinde
yeniden taht-ı silâha alınmış bir orduya ordugâh olmak cihetiyle, hâkimiyetinin nihayetsiz
genişliğine kat'î delalet ederler. Hem nasılki hayvanattan herbirisi, kâinatın bir küçük nüshası
ve bir misal-i musaggarı hükmünde gayet derin bir ilim ve gayet dakik bir hikmetle, karışık
eczaları karıştırmayarak ve bütün hayvanların ayrı ayrı suretlerini şaşırmayarak, hatasız,
sehivsiz, noksansız yapılmalarıyla, ilminin herşeye ihatasına ve hikmetinin herşeye şümulüne,
adedlerince işaretler ederler; öyle de: Herbiri birer mu'cize-i san'at ve birer hârika-i hikmet
olacak kadar san'atlı ve güzel yapılmasıyla, çok sevdiğin ve teşhirini istediğin san'at-ı
Rabbaniyenin kemal-i hüsnüne ve gayet derecede güzelliğine işaret ve herbirisi, hususan
yavrular gayet nazdar, nazenin bir surette beslenmeleriyle ve heveslerinin ve arzularının
tatmini cihetiyle, senin inayetinin gayet şirin cemaline hadsiz işaretler ederler.
--- sh:»(Nç:52) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
haşmetine ve gayet çoklukla beraber gayet kıymetli ve gayet mükemmel olmakla beraber
gayet çabuk yapılmaları ve gayet san'atlı olmakla beraber gayet kolay yapılışlarıyla kudretinin
derece-i azametine delalet ettikleri gibi; şarktan garba, şimalden cenuba kadar yayılan
mikroptan tâ gergedana kadar, en küçücük sinekten tâ en büyük kuşa kadar bütün onların
MAXQDA 2020 24.12.2022
rızıklarını yetiştiren rahmetinin hadsiz vüs'atine ve herbiri emirber nefer gibi vazife-i
fıtriyesini yapmak ve zemin yüzü her baharda, güz mevsiminde terhis edilenler yerinde
yeniden taht-ı silâha alınmış bir orduya ordugâh olmak cihetiyle, hâkimiyetinin nihayetsiz
genişliğine kat'î delalet ederler. Hem nasılki hayvanattan herbirisi, kâinatın bir küçük nüshası
ve bir misal-i musaggarı hükmünde gayet derin bir ilim ve gayet dakik bir hikmetle, karışık
eczaları karıştırmayarak ve bütün hayvanların ayrı ayrı suretlerini şaşırmayarak, hatasız,
sehivsiz, noksansız yapılmalarıyla, ilminin herşeye ihatasına ve hikmetinin herşeye şümulüne,
adedlerince işaretler ederler; öyle de: Herbiri birer mu'cize-i san'at ve birer hârika-i hikmet
olacak kadar san'atlı ve güzel yapılmasıyla, çok sevdiğin ve teşhirini istediğin san'at-ı
Rabbaniyenin kemal-i hüsnüne ve gayet derecede güzelliğine işaret ve herbirisi, hususan
yavrular gayet nazdar, nazenin bir surette beslenmeleriyle ve heveslerinin ve arzularının
tatmini cihetiyle, senin inayetinin gayet şirin cemaline hadsiz işaretler ederler.
--- sh:»(Nç:52) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
haşmetine ve gayet çoklukla beraber gayet kıymetli ve gayet mükemmel olmakla beraber
gayet çabuk yapılmaları ve gayet san'atlı olmakla beraber gayet kolay yapılışlarıyla kudretinin
derece-i azametine delalet ettikleri gibi; şarktan garba, şimalden cenuba kadar yayılan
mikroptan tâ gergedana kadar, en küçücük sinekten tâ en büyük kuşa kadar bütün onların
rızıklarını yetiştiren rahmetinin hadsiz vüs'atine ve herbiri emirber nefer gibi vazife-i
fıtriyesini yapmak ve zemin yüzü her baharda, güz mevsiminde terhis edilenler yerinde
yeniden taht-ı silâha alınmış bir orduya ordugâh olmak cihetiyle, hâkimiyetinin nihayetsiz
genişliğine kat'î delalet ederler. Hem nasılki hayvanattan herbirisi, kâinatın bir küçük nüshası
ve bir misal-i musaggarı hükmünde gayet derin bir ilim ve gayet dakik bir hikmetle, karışık
eczaları karıştırmayarak ve bütün hayvanların ayrı ayrı suretlerini şaşırmayarak, hatasız,
sehivsiz, noksansız yapılmalarıyla, ilminin herşeye ihatasına ve hikmetinin herşeye şümulüne,
adedlerince işaretler ederler; öyle de: Herbiri birer mu'cize-i san'at ve birer hârika-i hikmet
olacak kadar san'atlı ve güzel yapılmasıyla, çok sevdiğin ve teşhirini istediğin san'at-ı
Rabbaniyenin kemal-i hüsnüne ve gayet derecede güzelliğine işaret ve herbirisi, hususan
yavrular gayet nazdar, nazenin bir surette beslenmeleriyle ve heveslerinin ve arzularının
tatmini cihetiyle, senin inayetinin gayet şirin cemaline hadsiz işaretler ederler.
--- sh:»(Nç:52) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
Ey Rahmanürrahîm!
de: Kâinatı, eczaları adedince risaleler içinde bulunan bir kitab-ı kebir hükmüne getiren ve
Levh-i Mahfuz'un defterleri olan İmam-ı Mübin ve Kitab-ı Mübin'de bütün mevcudatın bütün
sergüzeştlerini kaydedip yazan ve umum çekirdeklerde umum ağaçlarının fihristlerini ve
proğramlarını ve zîşuurun başlarında bütün kuvve-i hâfızalarda, sahiblerinin tarihçe-i
hayatlarını yanlışsız, muntazaman yazdıran ilminin herşeye ihatasına; ve herbir mevcuda çok
hikmetleri takan, hattâ herbir ağaçta meyveleri sayısınca neticeleri verdiren; ve herbir
zîhayatta âzaları, belki eczaları ve hüceyratları adedince maslahatları takib eden; hattâ insanın
lisanını çok vazifelerde tavzif etmekle beraber, taamların tatları adedince zevkî olan
mizancıklar ile teçhiz ettiren hikmet-i kudsiyenin herbir şeye şümulüne; hem bu dünyada
nümuneleri görülen celalî ve cemalî isimlerinin tecellileri daha parlak bir surette ebed-ül
âbâdda devam edeceğine ve bu fâni âlemde nümuneleri müşahede edilen ihsanatının daha
şaşaalı bir surette Dâr-ı Saadette istimrarına ve bekasına ve bu dünyada onları gören
müştakların ebedde dahi refakatlarına ve beraber bulunmalarına bil'icma', bil'ittifak şehadet ve
delalet ve işaret ederler.
Hem yüzer mu'cizat-ı bahiresine ve âyât-ı katıasına istinaden, başta Resul-i Ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâm ve Kur'an-ı Hakîm'in olarak, bütün ervah-ı neyyire ashabı olan
enbiyalar ve kulûb-u nuraniye aktabı olan evliyalar ve ukûl-ü münevvere erbabı olan
asfiyalar; bütün suhuf ve kütüb-ü mukaddesede, senin çok tekrar ile ettiğin va'dlerine ve
tehdidlerine istinaden ve senin kudret ve rahmet ve inayet ve hikmet ve celal ve cemalin gibi
kudsî sıfatlarına ve şe'nlerine ve izzet-i celaline ve saltanat-ı rububiyetine itimaden ve keşfiyat
ve müşahedat ve ilmelyakîn itikadlarıyla, saadet-i ebediyeyi cinn ve inse müjdeliyorlar. Ve
ehl-i dalalet için Cehennem bulunduğunu haber verip ilân ediyorlar ve iman edip şehadet
ediyorlar.
--- sh:
şaşaalı bir surette Dâr-ı Saadette istimrarına ve bekasına ve bu dünyada onları gören
müştakların ebedde dahi refakatlarına ve beraber bulunmalarına bil'icma', bil'ittifak şehadet ve
delalet ve işaret ederler.
Hem yüzer mu'cizat-ı bahiresine ve âyât-ı katıasına istinaden, başta Resul-i Ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâm ve Kur'an-ı Hakîm'in olarak, bütün ervah-ı neyyire ashabı olan
enbiyalar ve kulûb-u nuraniye aktabı olan evliyalar ve ukûl-ü münevvere erbabı olan
asfiyalar; bütün suhuf ve kütüb-ü mukaddesede, senin çok tekrar ile ettiğin va'dlerine ve
tehdidlerine istinaden ve senin kudret ve rahmet ve inayet ve hikmet ve celal ve cemalin gibi
kudsî sıfatlarına ve şe'nlerine ve izzet-i celaline ve saltanat-ı rububiyetine itimaden ve keşfiyat
ve müşahedat ve ilmelyakîn itikadlarıyla, saadet-i ebediyeyi cinn ve inse müjdeliyorlar. Ve
ehl-i dalalet için Cehennem bulunduğunu haber verip ilân ediyorlar ve iman edip şehadet
ediyorlar.
--- sh:
şaşaalı bir surette Dâr-ı Saadette istimrarına ve bekasına ve bu dünyada onları gören
müştakların ebedde dahi refakatlarına ve beraber bulunmalarına bil'icma', bil'ittifak şehadet ve
delalet ve işaret ederler.
Hem yüzer mu'cizat-ı bahiresine ve âyât-ı katıasına istinaden, başta Resul-i Ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâm ve Kur'an-ı Hakîm'in olarak, bütün ervah-ı neyyire ashabı olan
enbiyalar ve kulûb-u nuraniye aktabı olan evliyalar ve ukûl-ü münevvere erbabı olan
asfiyalar; bütün suhuf ve kütüb-ü mukaddesede, senin çok tekrar ile ettiğin va'dlerine ve
tehdidlerine istinaden ve senin kudret ve rahmet ve inayet ve hikmet ve celal ve cemalin gibi
kudsî sıfatlarına ve şe'nlerine ve izzet-i celaline ve saltanat-ı rububiyetine itimaden ve keşfiyat
ve müşahedat ve ilmelyakîn itikadlarıyla, saadet-i ebediyeyi cinn ve inse müjdeliyorlar. Ve
ehl-i dalalet için Cehennem bulunduğunu haber verip ilân ediyorlar ve iman edip şehadet
ediyorlar.
--- sh:»(Nç:56) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
MAXQDA 2020 24.12.2022
Evet
nihayet derecede san'atlı, dikkatli şu işler, kendi kendine olmak bin derece muhaldir ki:
Kendilerinden ziyade, san'atkârlarını gösteriyorlar. Hem bunları işleyici öyle mu'ciznüma bir
zâttır ki, hiçbir iş, ona ağır gelmez. Bin kitab yazmak, bir harf kadar ona kolay gelir. Bununla
beraber her tarafa bak ki, hem öyle bir hikmetle herşeyi yerli yerine koyuyor ve öyle
mükrimane herkese lâyık oldukları lütufları yapıyor; hem öyle ihsan-perverane umumî
perdeler ve kapılar açıyor ki, herkesin arzularını tatmin ediyor. Hem öyle sehavet-perverane
sofralar kuruyor ki, bütün bu memleketin halklarına, hayvanlarına, herbir taifesine has ve
lâyık, belki herbir ferdine mahsus ismiyle ve resmiyle bir tabla-yı nimet veriliyor. İşte
dünyada bundan muhal bir şey var mı ki, bu gördüğümüz işler içinde tesadüfî işler bulunsun
veya abes ve faidesiz olsun veya müteaddid eller karışsın veya ustası herşeye muktedir
olmasın veya herşey ona müsahhar olmasın! İşte ey arkadaş! Haddin varsa buna karşı bir
bahane bul!
eder. Herşey onun hikmetiyle tanzim olur. Herşey onun keremiyle muavenet eder. Herşey
onun merhametiyle başkasının imdadına koşar, yani koşturulur. Ey arkadaş! Haddin varsa
buna karşı bir söz söyle!
Üçüncüsü: "İktezathü-t tabiat" Yani, "tabiîdir, tabiat iktiza edip icad ediyor."
Evet madem mevcudat var ve inkâr edilmez. Hem her mevcud san'atlı ve hikmetli
vücuda geliyor. Hem madem kadîm değil, yeniden oluyor. Herhalde ey mülhid! Bu mevcudu,
meselâ bu hayvanı ya diyeceksin ki, esbab-ı âlem onu icad ediyor; yani esbabın içtimaında o
mevcud vücud buluyor.. veyahud o kendi kendine teşekkül ediyor.. veyahud tabiat muktezası
olarak, tabiatın tesiriyle vücuda geliyor.. veyahud bir Kadîr-i Zülcelal'in kudretiyle icad edilir.
Madem aklen bu dört yoldan başka yol yoktur, evvelki üç yol muhal, battal, mümteni', gayr-ı
kabil oldukları kat'î isbat edilse; bizzarure ve bilbedahe dördüncü yol olan tarîk-i vahdaniyet,
şeksiz şübhesiz sabit olur.
MAXQDA 2020 24.12.2022
işidir" diyen bedbaht, "O tiryak-ı acib, kendi kendine şişelerin devrilmesinden çıkıp olmuştur"
diyen divane bir hezeyancı, sarhoş bulunan bir ahmaktan daha ziyade ahmaktır. Evet o küfür;
ahmakane, sarhoşane, divanece bir hezeyandır.
--- sh:»(Nç:77) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
İKİNCİ MUHAL: Eğer herşey, Vâhid-i Ehad olan Kadîr-i Zülcelal'e verilmezse, belki
esbaba isnad edilse lâzım gelir ki; âlemin pek çok anasır ve esbabı, herbir zîhayatın
vücudunda müdahalesi bulunsun.
cam parçalarında ve katrelerde görünüyor. Eğer o misalî ve aksî güneşçikler, semadaki tek
güneşe isnad edilmese, lâzım gelir ki; bir kibrit başı yerleşmeyen bir zerrecik cam parçasında
tabiî, fıtrî ve güneşin hasiyetlerine mâlik, zahiren küçük, manen çok derin bir güneşin haricî
vücudunu kabul ederek, zerrat-ı zücaciye adedince tabiî güneşleri kabul etmek lâzım geldiği
gibi.. -aynen bu misal gibi- mevcudat ve zîhayat doğrudan doğruya Şems-i Ezelî'nin cilve-i
esmasına verilmezse, herbir mevcudda, hususan herbir zîhayatta hadsiz bir kudret ve irade ve
nihayetsiz bir ilim ve hikmet taşıyacak bir tabiatı, bir kuvveti, âdeta bir ilahı içinde kabul
etmek lâzım gelir. Bu tarz-ı fikir ise, kâinattaki muhalatın en bâtılı, en hurafesidir. Hâlık-ı
Kâinat'ın san'atını, mevhum, ehemmiyetsiz, şuursuz bir tabiata veren insan, elbette yüz defa
hayvandan daha hayvan, daha şuursuz olduğunu gösterir.
--- sh:
cam parçalarında ve katrelerde görünüyor. Eğer o misalî ve aksî güneşçikler, semadaki tek
güneşe isnad edilmese, lâzım gelir ki; bir kibrit başı yerleşmeyen bir zerrecik cam parçasında
tabiî, fıtrî ve güneşin hasiyetlerine mâlik, zahiren küçük, manen çok derin bir güneşin haricî
vücudunu kabul ederek, zerrat-ı zücaciye adedince tabiî güneşleri kabul etmek lâzım geldiği
gibi.. -aynen bu misal gibi- mevcudat ve zîhayat doğrudan doğruya Şems-i Ezelî'nin cilve-i
esmasına verilmezse, herbir mevcudda, hususan herbir zîhayatta hadsiz bir kudret ve irade ve
nihayetsiz bir ilim ve hikmet taşıyacak bir tabiatı, bir kuvveti, âdeta bir ilahı içinde kabul
etmek lâzım gelir. Bu tarz-ı fikir ise, kâinattaki muhalatın en bâtılı, en hurafesidir. Hâlık-ı
Kâinat'ın san'atını, mevhum, ehemmiyetsiz, şuursuz bir tabiata veren insan, elbette yüz defa
hayvandan daha hayvan, daha şuursuz olduğunu gösterir.
--- sh:»
Elcevab: Birinci muhalde nasılki güneşin cilve-i in'ikası, kemal-i sühuletle, külfetsiz en
küçük zerrecik camidden tut, tâ en büyük bir denizin yüzüne kadar feyzini ve tesirini misalî
güneşçiklerle gayet kolaylıkla gösterdikleri halde, eğer güneşten nisbeti kesilse; o vakit herbir
zerrecikte, tabiî ve bizzât bir güneşin haricî vücudu imtina derecesinde bir suubetle
olabilmesi, kabul edilmek lâzım gelir. Öyle de; herbir mevcud, doğrudan doğruya Zât-ı Ehad
u Samed'e verilse; vücub derecesinde bir sühulet, bir kolaylık ile ve bir intisab ve cilve ile,
MAXQDA 2020 24.12.2022
herbir mevcuda lâzım herbir şey, ona yetiştirilebilir. Eğer o intisab kesilse ve o memuriyet
başıbozukluğa dönse ve herbir mevcud kendi başına ve tabiata bırakılsa, o vakit imtina'
derecesinde yüzbin müşkilât ve suubetle sinek gibi bir zîhayatın, kâinatın küçük bir fihristesi
olan gayet hârika makine-i vücudunu icad eden, içindeki kör tabiatın, kâinatı halk ve idare
edecek bir kudret ve hikmet sahibi olduğunu farzetmek lâzım gelir. Bu ise bir muhal değil,
belki binler muhaldir.
--- sh:»(Nç:84) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
Sonra o sarayın teşkilat proğramını ve mevcudat fihristesini ve idare kanunları içinde yazılı
olan bir defteri görür. Çendan elsiz ve gözsüz ve çekiçsiz olan o defter dahi, sair içindeki
şeyler gibi, hiçbir kabiliyeti yoktur ki o sarayı teşkil ve tezyin etsin. Fakat muztar kalarak,
bilmecburiye, eşya-yı âhere nisbeten, kavanin-i ilmiyenin bir ünvanı olmak cihetiyle, o
sarayın mecmuuna bu defteri münasebetdar gördüğünden, "İşte bu defterdir ki, o sarayı teşkil,
tanzim ve tezyin edip bu eşyayı yapmış, takmış, yerleştirmiş." diyerek vahşetini; ahmakların,
sarhoşların hezeyanına çevirmiş.
İşte aynen bu misal gibi; hadsiz derecede misaldeki saraydan daha muntazam, daha
mükemmel ve bütün etrafı mu'cizane hikmetle dolu şu saray-ı âlemin içine, inkâr-ı uluhiyete
giden tabiiyyun fikrini taşıyan vahşi bir insan girer. Daire-i mümkinat haricinde olan Zât-ı
Vâcib-ül Vücud'un eser-i san'atı olduğunu düşünmeyerek ve ondan i'raz ederek, daire-i
mümkinat içinde kader-i İlahînin yazar bozar bir levhası hükmünde ve kudret-i İlahiyenin
kavanin-i icraatına tebeddül ve tegayyür eden bir defteri olabilen ve pek yanlış ve hata olarak
"tabiat" namı verilen bir mecmua-i kavanin-i âdât-ı İlahiye ve bir fihriste-i san'at-ı
Rabbaniyeyi görür. Ve der ki:
tertib ve tanzim ile zahirî bir sebebiyet, bir mukarenet vermekle, eşyadaki zahirî kusurlara,
merhametsizliklere ve noksaniyetlere merci' olmak için, esbab ve tabiatı dest-i kudretine
perde etmiş; izzetini o suretle muhafaza etmiş. Acaba bir saatçi, saatin çarklarını yapsın; sonra
saati çarklarla tertib edip tanzim etsin, daha mı kolaydır? Yoksa hârika bir makineyi, o çarklar
içinde yapsın; sonra saatin yapılmasını o makinenin camid ellerine versin, tâ saati yapsın,
daha mı kolaydır? Acaba imkân haricinde değil midir? Haydi o insafsız aklınla sen söyle, sen
hâkim ol! Veyahud bir kâtib; mürekkeb, kalem, kâğıdı getirdi. Onunla kendi bizzât o kitabı
yazsa, daha mı kolaydır? Yoksa o kâğıd, mürekkeb, kalem içinde o kitabdan daha san'atlı,
daha zahmetli, yalnız o tek kitaba mahsus olarak bir yazı makinesi icad etsin; sonra o şuursuz
makineye "Haydi sen yaz" desin de kendi karışmasın, daha mı kolaydır? Acaba yüz defa
yazıdan daha müşkil değil midir?
Ayrı
ayrı her masnua girip işliyorum, bütün o vezaifi bana gördürecek, sende ilim ve kudret varsa..
hem, benim gibi hadd ü hesaba gelmeyen zerrat içinde beraber gezip (Haşiye)iş görüyoruz.
Eğer bütün emsalim o zerreleri de istihdam edip emir tahtına alacak bir hüküm ve iktidar
sende varsa.. hem kemal-i intizam ile cüz olduğum mevcudlara, meselâ kandaki küreyvat-ı
hamraya hakikî mâlik ve mutasarrıf olabilirsen, bana Rab olmak dava et; beni, Cenab-ı
Hak'tan başkasına isnad et. Yoksa sus! Hem bana Rab olamadığın gibi, müdahale dahi
edemezsin. Çünki vezaifimizde ve harekâtımızda o kadar mükemmel bir intizam var ki;
nihayetsiz bir hikmet ve muhit bir ilim sahibi olmayan bize parmak karıştıramaz. Eğer karışsa,
karıştıracak. Halbuki senin gibi camid, âciz ve kör ve iki eli tesadüf ve tabiat gibi iki körün
elinde olan bir şahıs, hiçbir cihette parmak uzatamaz."
O müddeî, Maddiyyunların dedikleri gibi dedi ki:
İşte şeriklerin vekili, zerreden me'yus olunca, küreyvat-ı hamradan iş bulacağım diye,
kandaki bir küreyvat-ı hamraya rast gelir. Ona esbab namına ve tabiat ve felsefe lisanıyla der
ki: "Ben sana Rab ve mâlikim." O küreyvat-ı hamra, yani yuvarlak kırmızı mevcud, ona
hakikat lisanıyla ve hikmet-i İlahiye dili ile der: "Ben yalnız değilim. Eğer sikkemiz ve
MAXQDA 2020 24.12.2022
memuriyetimiz ve nizamatımız bir olan kan ordusundaki bütün emsalime mâlik olabilirsen,
hem gezdiğimiz ve kemal-i hikmetle istihdam olunduğumuz bütün hüceyrat-ı bedene mâlik
olacak bir dakik hikmet ve azîm kudret, sende varsa göster ve gösterebilirsen belki senin
davanda bir mana bulunabilir. Halbuki senin gibi sersem ve senin elindeki sağır tabiat ve kör
kuvvetle, değil mâlik olmak belki zerre miktar karışamazsın.
"Ben sana Rab ve mâlikim." O küreyvat-ı hamra, yani yuvarlak kırmızı mevcud, ona
hakikat lisanıyla ve hikmet-i İlahiye dili ile der: "Ben yalnız değilim. Eğer sikkemiz ve
memuriyetimiz ve nizamatımız bir olan kan ordusundaki bütün emsalime mâlik olabilirsen,
hem gezdiğimiz ve kemal-i hikmetle istihdam olunduğumuz bütün hüceyrat-ı bedene mâlik
olacak bir dakik hikmet ve azîm kudret, sende varsa göster ve gösterebilirsen belki senin
davanda bir mana bulunabilir. Halbuki senin gibi sersem ve senin elindeki sağır tabiat ve kör
kuvvetle, değil mâlik olmak belki zerre miktar karışamazsın. Çünki bizdeki intizam o kadar
mükemmeldir ki, ancak herşeyi görür ve işitir ve bilir ve yapar bir zât bize hükmedebilir. Öyle
ise sus! Vazifem o kadar mühim ve intizam o kadar mükemmeldir ki; senin ile, senin böyle
karmakarışık sözlerine cevab vermeğe vaktim yok" der, onu tardeder.
"Ben sana Rab ve mâlikim." O küreyvat-ı hamra, yani yuvarlak kırmızı mevcud, ona
hakikat lisanıyla ve hikmet-i İlahiye dili ile der: "Ben yalnız değilim. Eğer sikkemiz ve
memuriyetimiz ve nizamatımız bir olan kan ordusundaki bütün emsalime mâlik olabilirsen,
hem gezdiğimiz ve kemal-i hikmetle istihdam olunduğumuz bütün hüceyrat-ı bedene mâlik
olacak bir dakik hikmet ve azîm kudret, sende varsa göster ve gösterebilirsen belki senin
davanda bir mana bulunabilir. Halbuki senin gibi sersem ve senin elindeki sağır tabiat ve kör
kuvvetle, değil mâlik olmak belki zerre miktar karışamazsın. Çünki bizdeki intizam o kadar
mükemmeldir ki, ancak herşeyi görür ve işitir ve bilir ve yapar bir zât bize hükmedebilir. Öyle
ise sus! Vazifem o kadar mühim ve intizam o kadar mükemmeldir ki; senin ile, senin böyle
karmakarışık sözlerine cevab vermeğe vaktim yok" der, onu tardeder.
"Ben çendan küçücük bir şeyim. Fakat pek büyük vazifelerim, pek ince münasebetlerim
ve bedenin bütün hüceyratına ve heyet-i mecmuasına bağlı alâkalarım var. Ezcümle: Evride
ve şerayin damarlarına ve hassase ve muharrike asablarına ve cazibe, dafia, müvellide,
musavvire gibi kuvvelere karşı derin ve mükemmel vazifelerim var. Eğer bütün bedeni, bütün
damar ve asab ve kuvveleri teşkil ve tanzim ve istihdam edecek bir kudret ve ilim sende varsa
ve benim emsalim ve san'atça ve keyfiyetçe birbirimizin kardeşi olan bütün hüceyrat-ı
bedeniyeye tasarruf edecek nafiz bir kudret, şamil bir hikmet, sende varsa göster, sonra ben
MAXQDA 2020 24.12.2022
seni yapabilirim diye dava et. Yoksa haydi git! Küreyvat-ı hamra, bana erzak getiriyorlar.
Küreyvat-ı beyza da, bana hücum eden hastalıklara mukabele ediyorlar
Ben çendan küçücük bir şeyim. Fakat pek büyük vazifelerim, pek ince münasebetlerim
ve bedenin bütün hüceyratına ve heyet-i mecmuasına bağlı alâkalarım var. Ezcümle: Evride
ve şerayin damarlarına ve hassase ve muharrike asablarına ve cazibe, dafia, müvellide,
musavvire gibi kuvvelere karşı derin ve mükemmel vazifelerim var. Eğer bütün bedeni, bütün
damar ve asab ve kuvveleri teşkil ve tanzim ve istihdam edecek bir kudret ve ilim sende varsa
ve benim emsalim ve san'atça ve keyfiyetçe birbirimizin kardeşi olan bütün hüceyrat-ı
bedeniyeye tasarruf edecek nafiz bir kudret, şamil bir hikmet, sende varsa göster, sonra ben
seni yapabilirim diye dava et. Yoksa haydi git! Küreyvat-ı hamra, bana erzak getiriyorlar.
Küreyvat-ı beyza da, bana hücum eden hastalıklara mukabele ediyorlar. İşim var, beni meşgul
etme.
Sonra o müddeî gider zeminin yüzüne serilen geniş haliçeye ve zemine giydirilen gayet
müzeyyen ve münakkaş gömleğe esbab namına ve tabiat lisanıyla ve felsefe diliyle der ki:
"Sende tasarruf edebilirim ve sana mâlikim veya sende hissem var" diye dava eder. O vakit o
gömlek, (Haşiye) o haliçe, hak ve hakikat namına, lisan-ı hikmetle o müddeîye der ki: "Eğer
seneler, karnlar adedince yere giydirilip sonra intizam ile çıkarılıp geçmiş zamanın ipine
asılan ve yeniden giydirilecek ve kemal-i intizam ile kader dairesinde proğramları ve
biçimleri çizilen ve tayin olunan ve gelecek zamanın şeridine takılan ve intizamlı ve hikmetli,
ayrı ayrı nakışları bulunan bütün gömlekleri, haliçeleri dokuyacak, icad edecek kudret ve
san'at sende varsa, hem hilkat-i arzdan tâ harab-ı arza kadar, belki ezelden ebede kadar
ulaşacak, hikmetli, kudretli iki manevî elin varsa ve bütün atkılarımdaki bütün ferdleri icad
edecek kemal-i intizam ve hikmetle tamir ve tecdid edecek sende bir iktidar ve hikmet varsa,
hem bizim modelimiz ve bizi giyen ve bizi kendine peçe ve çarşaf yapan küre-i arzı elinde
tutup mûcid olabilirsen, bana rububiyet dava et. Yoksa haydi dışarıya! Bu yerde yer
bulamazsın. Hem bizde öyle bir sikke-i vahdet ve öyle bir turra-i ehadiyet vardır ki, bütün
kâinat kabza-i tasarrufunda olmayan ve bütün eşyayı, bütün şuunatıyla birden görmeyen ve
nihayetsiz işleri beraber yapamayan ve her yerde hazır ve nâzır bulunmayan ve mekândan
münezzeh olmayan ve nihayetsiz hikmet ve ilim ve kudrete mâlik olmayan bize sahib olamaz
ve müdahale edemez."
Sonra o müddeî gider zeminin yüzüne serilen geniş haliçeye ve zemine giydirilen gayet
müzeyyen ve münakkaş gömleğe esbab namına ve tabiat lisanıyla ve felsefe diliyle der ki:
"Sende tasarruf edebilirim ve sana mâlikim veya sende hissem var" diye dava eder. O vakit o
gömlek, (Haşiye) o haliçe, hak ve hakikat namına, lisan-ı hikmetle o müddeîye der ki: "Eğer
seneler, karnlar adedince yere giydirilip sonra intizam ile çıkarılıp geçmiş zamanın ipine
asılan ve yeniden giydirilecek ve kemal-i intizam ile kader dairesinde proğramları ve
biçimleri çizilen ve tayin olunan ve gelecek zamanın şeridine takılan ve intizamlı ve hikmetli,
ayrı ayrı nakışları bulunan bütün gömlekleri, haliçeleri dokuyacak, icad edecek kudret ve
san'at sende varsa, hem hilkat-i arzdan tâ harab-ı arza kadar, belki ezelden ebede kadar
ulaşacak, hikmetli, kudretli iki manevî elin varsa ve bütün atkılarımdaki bütün ferdleri icad
edecek kemal-i intizam ve hikmetle tamir ve tecdid edecek sende bir iktidar ve hikmet varsa,
hem bizim modelimiz ve bizi giyen ve bizi kendine peçe ve çarşaf yapan küre-i arzı elinde
tutup mûcid olabilirsen, bana rububiyet dava et. Yoksa haydi dışarıya! Bu yerde yer
bulamazsın. Hem bizde öyle bir sikke-i vahdet ve öyle bir turra-i ehadiyet vardır ki, bütün
kâinat kabza-i tasarrufunda olmayan ve bütün eşyayı, bütün şuunatıyla birden görmeyen ve
nihayetsiz işleri beraber yapamayan ve her yerde hazır ve nâzır bulunmayan ve mekândan
MAXQDA 2020 24.12.2022
münezzeh olmayan ve nihayetsiz hikmet ve ilim ve kudrete mâlik olmayan bize sahib olamaz
ve müdahale edemez."
Sonra o müddeî gider zeminin yüzüne serilen geniş haliçeye ve zemine giydirilen gayet
müzeyyen ve münakkaş gömleğe esbab namına ve tabiat lisanıyla ve felsefe diliyle der ki:
"Sende tasarruf edebilirim ve sana mâlikim veya sende hissem var" diye dava eder. O vakit o
gömlek, (Haşiye) o haliçe, hak ve hakikat namına, lisan-ı hikmetle o müddeîye der ki: "Eğer
seneler, karnlar adedince yere giydirilip sonra intizam ile çıkarılıp geçmiş zamanın ipine
asılan ve yeniden giydirilecek ve kemal-i intizam ile kader dairesinde proğramları ve
biçimleri çizilen ve tayin olunan ve gelecek zamanın şeridine takılan ve intizamlı ve hikmetli,
ayrı ayrı nakışları bulunan bütün gömlekleri, haliçeleri dokuyacak, icad edecek kudret ve
san'at sende varsa, hem hilkat-i arzdan tâ harab-ı arza kadar, belki ezelden ebede kadar
ulaşacak, hikmetli, kudretli iki manevî elin varsa ve bütün atkılarımdaki bütün ferdleri icad
edecek kemal-i intizam ve hikmetle tamir ve tecdid edecek sende bir iktidar ve hikmet varsa,
hem bizim modelimiz ve bizi giyen ve bizi kendine peçe ve çarşaf yapan küre-i arzı elinde
tutup mûcid olabilirsen, bana rububiyet dava et. Yoksa haydi dışarıya! Bu yerde yer
bulamazsın. Hem bizde öyle bir sikke-i vahdet ve öyle bir turra-i ehadiyet vardır ki, bütün
kâinat kabza-i tasarrufunda olmayan ve bütün eşyayı, bütün şuunatıyla birden görmeyen ve
nihayetsiz işleri beraber yapamayan ve her yerde hazır ve nâzır bulunmayan ve mekândan
münezzeh olmayan ve nihayetsiz hikmet ve ilim ve kudrete mâlik olmayan bize sahib olamaz
ve müdahale edemez."
Sonra o müddeî gider zeminin yüzüne serilen geniş haliçeye ve zemine giydirilen gayet
müzeyyen ve münakkaş gömleğe esbab namına ve tabiat lisanıyla ve felsefe diliyle der ki:
"Sende tasarruf edebilirim ve sana mâlikim veya sende hissem var" diye dava eder. O vakit o
gömlek, (Haşiye) o haliçe, hak ve hakikat namına, lisan-ı hikmetle o müddeîye der ki: "Eğer
seneler, karnlar adedince yere giydirilip sonra intizam ile çıkarılıp geçmiş zamanın ipine
asılan ve yeniden giydirilecek ve kemal-i intizam ile kader dairesinde proğramları ve
biçimleri çizilen ve tayin olunan ve gelecek zamanın şeridine takılan ve intizamlı ve hikmetli,
ayrı ayrı nakışları bulunan bütün gömlekleri, haliçeleri dokuyacak, icad edecek kudret ve
san'at sende varsa, hem hilkat-i arzdan tâ harab-ı arza kadar, belki ezelden ebede kadar
ulaşacak, hikmetli, kudretli iki manevî elin varsa ve bütün atkılarımdaki bütün ferdleri icad
edecek kemal-i intizam ve hikmetle tamir ve tecdid edecek sende bir iktidar ve hikmet varsa,
hem bizim modelimiz ve bizi giyen ve bizi kendine peçe ve çarşaf yapan küre-i arzı elinde
tutup mûcid olabilirsen, bana rububiyet dava et. Yoksa haydi dışarıya! Bu yerde yer
bulamazsın. Hem bizde öyle bir sikke-i vahdet ve öyle bir turra-i ehadiyet vardır ki, bütün
kâinat kabza-i tasarrufunda olmayan ve bütün eşyayı, bütün şuunatıyla birden görmeyen ve
nihayetsiz işleri beraber yapamayan ve her yerde hazır ve nâzır bulunmayan ve mekândan
münezzeh olmayan ve nihayetsiz hikmet ve ilim ve kudrete mâlik olmayan bize sahib olamaz
ve müdahale edemez."
"Eğer
seneler, karnlar adedince yere giydirilip sonra intizam ile çıkarılıp geçmiş zamanın ipine
asılan ve yeniden giydirilecek ve kemal-i intizam ile kader dairesinde proğramları ve
biçimleri çizilen ve tayin olunan ve gelecek zamanın şeridine takılan ve intizamlı ve hikmetli,
ayrı ayrı nakışları bulunan bütün gömlekleri, haliçeleri dokuyacak, icad edecek kudret ve
san'at sende varsa, hem hilkat-i arzdan tâ harab-ı arza kadar, belki ezelden ebede kadar
ulaşacak, hikmetli, kudretli iki manevî elin varsa ve bütün atkılarımdaki bütün ferdleri icad
edecek kemal-i intizam ve hikmetle tamir ve tecdid edecek sende bir iktidar ve hikmet varsa,
hem bizim modelimiz ve bizi giyen ve bizi kendine peçe ve çarşaf yapan küre-i arzı elinde
tutup mûcid olabilirsen, bana rububiyet dava et. Yoksa haydi dışarıya! Bu yerde yer
bulamazsın. Hem bizde öyle bir sikke-i vahdet ve öyle bir turra-i ehadiyet vardır ki, bütün
kâinat kabza-i tasarrufunda olmayan ve bütün eşyayı, bütün şuunatıyla birden görmeyen ve
nihayetsiz işleri beraber yapamayan ve her yerde hazır ve nâzır bulunmayan ve mekândan
münezzeh olmayan ve nihayetsiz hikmet ve ilim ve kudrete mâlik olmayan bize sahib olamaz
ve müdahale edemez."
(Haşiye): Fakat şu haliçe hem hayattardır, hem intizamlı bir ihtizazdadır. Her vakit nakışları kemal-i
hikmet ve
intizam ile tebeddül eder.
Hem bizde öyle bir sikke-i vahdet ve öyle bir turra-i ehadiyet vardır ki, bütün
kâinat kabza-i tasarrufunda olmayan ve bütün eşyayı, bütün şuunatıyla birden görmeyen ve
nihayetsiz işleri beraber yapamayan ve her yerde hazır ve nâzır bulunmayan ve mekândan
münezzeh olmayan ve nihayetsiz hikmet ve ilim ve kudrete mâlik olmayan bize sahib olamaz
ve müdahale edemez."
(Haşiye): Fakat şu haliçe hem hayattardır, hem intizamlı bir ihtizazdadır. Her vakit nakışları kemal-i
hikmet ve
intizam ile tebeddül eder. Tâ ki nessacının muhtelif cilve-i esmasını ayrı ayrı göstersin.
--- sh:»(Nç:99) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
serseri, sahibsiz olabilirim? Benim elbisemi ve elbisemin içindeki en küçük bir noktayı, bir ipi
intizamsız bulmuş musun ve hikmetsiz ve san'atsız görmüş müsün ki, bana sahibsiz, serseri
dersin. Eğer hareket-i seneviyem ile takriben yirmibeş bin senelik(Haşiye-2) bir mesafede, bir
senede gezdiğim ve kemal-i mizan ve hikmetle vazife-i hizmetimi gördüğüm o daire-i
azîmeye hakikî mâlik olabilirsen ve kardeşlerim ve benim gibi vazifedar olan on seyyareye ve
gezdikleri bütün dairelere ve bizim imamımız ve biz onunla bağlı ve cazibe-i rahmetle ona
takılı olduğumuz güneşi icad edip, yerleştirecek ve sapan taşı gibi beni ve seyyarat yıldızları
ona bağlayacak ve kemal-i intizam ve hikmetle döndürüp istihdam edecek bir nihayetsiz
hikmet ve nihayetsiz kudret sende varsa, bana rububiyet dava et, yoksa haydi cehennem ol,
git! Benim işim var. Vazifeme gidiyorum.
MAXQDA 2020 24.12.2022
serseri, sahibsiz olabilirim? Benim elbisemi ve elbisemin içindeki en küçük bir noktayı, bir ipi
intizamsız bulmuş musun ve hikmetsiz ve san'atsız görmüş müsün ki, bana sahibsiz, serseri
dersin. Eğer hareket-i seneviyem ile takriben yirmibeş bin senelik(Haşiye-2) bir mesafede, bir
senede gezdiğim ve kemal-i mizan ve hikmetle vazife-i hizmetimi gördüğüm o daire-i
azîmeye hakikî mâlik olabilirsen ve kardeşlerim ve benim gibi vazifedar olan on seyyareye ve
gezdikleri bütün dairelere ve bizim imamımız ve biz onunla bağlı ve cazibe-i rahmetle ona
takılı olduğumuz güneşi icad edip, yerleştirecek ve sapan taşı gibi beni ve seyyarat yıldızları
ona bağlayacak ve kemal-i intizam ve hikmetle döndürüp istihdam edecek bir nihayetsiz
hikmet ve nihayetsiz kudret sende varsa, bana rububiyet dava et, yoksa haydi cehennem ol,
git! Benim işim var. Vazifeme gidiyorum. Hem bizlerdeki haşmetli intizamat ve dehşetli
harekât ve hikmetli teshirat gösteriyor ki, bizim ustamız öyle bir zâttır ki; bütün mevcudat,
zerrelerden yıldızlara ve güneşlere kadar emirber nefer hükmünde ona muti' ve
müsahhardırlar.
serseri, sahibsiz olabilirim? Benim elbisemi ve elbisemin içindeki en küçük bir noktayı, bir ipi
intizamsız bulmuş musun ve hikmetsiz ve san'atsız görmüş müsün ki, bana sahibsiz, serseri
dersin. Eğer hareket-i seneviyem ile takriben yirmibeş bin senelik(Haşiye-2) bir mesafede, bir
senede gezdiğim ve kemal-i mizan ve hikmetle vazife-i hizmetimi gördüğüm o daire-i
azîmeye hakikî mâlik olabilirsen ve kardeşlerim ve benim gibi vazifedar olan on seyyareye ve
gezdikleri bütün dairelere ve bizim imamımız ve biz onunla bağlı ve cazibe-i rahmetle ona
takılı olduğumuz güneşi icad edip, yerleştirecek ve sapan taşı gibi beni ve seyyarat yıldızları
ona bağlayacak ve kemal-i intizam ve hikmetle döndürüp istihdam edecek bir nihayetsiz
hikmet ve nihayetsiz kudret sende varsa, bana rububiyet dava et, yoksa haydi cehennem ol,
git! Benim işim var. Vazifeme gidiyorum. Hem bizlerdeki haşmetli intizamat ve dehşetli
harekât ve hikmetli teshirat gösteriyor ki, bizim ustamız öyle bir zâttır ki; bütün mevcudat,
zerrelerden yıldızlara ve güneşlere kadar emirber nefer hükmünde ona muti' ve
müsahhardırlar. Bir ağacı, meyveleriyle tanzim ve tezyin ettiği gibi, kolayca güneşi,
seyyaratla tanzim eder bir Hakîm-i Zülcelal ve Hâkim-i Mutlak'tır."
serseri, sahibsiz olabilirim? Benim elbisemi ve elbisemin içindeki en küçük bir noktayı, bir ipi
intizamsız bulmuş musun ve hikmetsiz ve san'atsız görmüş müsün ki, bana sahibsiz, serseri
dersin. Eğer hareket-i seneviyem ile takriben yirmibeş bin senelik(Haşiye-2) bir mesafede, bir
senede gezdiğim ve kemal-i mizan ve hikmetle vazife-i hizmetimi gördüğüm o daire-i
azîmeye hakikî mâlik olabilirsen ve kardeşlerim ve benim gibi vazifedar olan on seyyareye ve
gezdikleri bütün dairelere ve bizim imamımız ve biz onunla bağlı ve cazibe-i rahmetle ona
takılı olduğumuz güneşi icad edip, yerleştirecek ve sapan taşı gibi beni ve seyyarat yıldızları
ona bağlayacak ve kemal-i intizam ve hikmetle döndürüp istihdam edecek bir nihayetsiz
hikmet ve nihayetsiz kudret sende varsa, bana rububiyet dava et, yoksa haydi cehennem ol,
git! Benim işim var. Vazifeme gidiyorum. Hem bizlerdeki haşmetli intizamat ve dehşetli
harekât ve hikmetli teshirat gösteriyor ki, bizim ustamız öyle bir zâttır ki; bütün mevcudat,
zerrelerden yıldızlara ve güneşlere kadar emirber nefer hükmünde ona muti' ve
müsahhardırlar. Bir ağacı, meyveleriyle tanzim ve tezyin ettiği gibi, kolayca güneşi,
seyyaratla tanzim eder bir Hakîm-i Zülcelal ve Hâkim-i Mutlak'tır."
Eğer hareket-i seneviyem ile takriben yirmibeş bin senelik(Haşiye-2) bir mesafede, bir
senede gezdiğim ve kemal-i mizan ve hikmetle vazife-i hizmetimi gördüğüm o daire-i
azîmeye hakikî mâlik olabilirsen ve kardeşlerim ve benim gibi vazifedar olan on seyyareye ve
gezdikleri bütün dairelere ve bizim imamımız ve biz onunla bağlı ve cazibe-i rahmetle ona
takılı olduğumuz güneşi icad edip, yerleştirecek ve sapan taşı gibi beni ve seyyarat yıldızları
ona bağlayacak ve kemal-i intizam ve hikmetle döndürüp istihdam edecek bir nihayetsiz
hikmet ve nihayetsiz kudret sende varsa, bana rububiyet dava et, yoksa haydi cehennem ol,
git! Benim işim var. Vazifeme gidiyorum. Hem bizlerdeki haşmetli intizamat ve dehşetli
harekât ve hikmetli teshirat gösteriyor ki, bizim ustamız öyle bir zâttır ki; bütün mevcudat,
zerrelerden yıldızlara ve güneşlere kadar emirber nefer hükmünde ona muti' ve
müsahhardırlar. Bir ağacı, meyveleriyle tanzim ve tezyin ettiği gibi, kolayca güneşi,
seyyaratla tanzim eder bir Hakîm-i Zülcelal ve Hâkim-i Mutlak'tır."
(Haşiye-1): Elhasıl: Zerre, o müddeîyi küreyvat-ı hamraya havale eder.
namına ve ubudiyet lisanıyla der ki: "Ben öyle birinin olabilirim ki; bütün emsalim olan ulvî
yıldızları icad eden ve semavatında kemal-i hikmetle yerleştiren ve kemal-i haşmetle
döndüren ve kemal-i zînetle süslendiren bir zât olabilir."
Sonra o müddeî, kalbinden der ki: "Yıldızlar çok kalabalıktırlar. Hem dağınık,
karmakarışık görünüyorlar.
Evet herbirimiz kudret-i Vâhid-i Ehad'in birer mu'cizesi ve şecere-i hilkatin birer
muntazam meyvesi ve vahdaniyetin birer münevver bürhanı ve melaikelerin birer menzili,
birer tayyaresi, birer mescidi ve avalim-i ulviyenin birer lâmbası, birer güneşi ve saltanat-ı
rububiyetin birer şahidi ve feza-yı âlemin birer zîneti, birer kasrı, birer çiçeği ve sema
denizinin birer nurani balığı ve gökyüzünün birer güzel gözü (Haşiye-1) olduğumuz gibi, heyet-
i mecmuamızda sükûnet içinde bir sükût ve hikmet içinde bir hareket ve haşmet içinde bir
zînet ve intizam içinde bir hüsn-ü hilkat ve mevzuniyet içinde bir kemal-i san'at
bulunduğundan Sâni'-i Zülcelalimizi, nihayetsiz diller ile vahdetini, ehadiyetini, samediyetini
ve evsaf-ı cemal ve celal ve kemalini bütün kâinata ilân ettiğimiz halde, bizim gibi nihayet
derecede safi, temiz, muti', müsahhar hizmetkârları, karmakarışıklık ve intizamsızlık ve
vazifesizlik hattâ sahibsizlik ile ittiham ettiğinden tokata müstehaksın." der. O müddeînin
yüzüne recm-i şeytan gibi, bir yıldız öyle bir tokat vurur ki, yıldızlardan tâ cehennemin dibine
onu atar. Ve beraberinde olan tabiatı (Haşiye-2) evham derelerine ve tesadüfü adem kuyusuna
ve şerikleri, imtina' ve muhaliyet zulümatına ve din aleyhindeki felsefeyi, esfel-i safilînin
dibine atar. Bütün yıldızlarla beraber o yıldız @«#«G«,«S«7 yÁV7
hikmeti tazammun ediyor. Güya hayat onları arkasına takıp, girdiği yere çekiyor. Meselâ
hayat bir cisme, bir bedene girdiği vakit; Hakîm ismi dahi tecelli eder, hikmetle yuvasını
güzelce yapıp tanzim eder. Aynı halde Kerim ismi de tecelli edip, meskenini hacatına göre
tertib ve tezyin eder. Yine aynı halde Rahîm isminin cilvesi görünüyor ki, o hayatın devam ve
kemali için türlü türlü ihsanlarla taltif eder.
hikmeti tazammun ediyor. Güya hayat onları arkasına takıp, girdiği yere çekiyor. Meselâ
hayat bir cisme, bir bedene girdiği vakit; Hakîm ismi dahi tecelli eder, hikmetle yuvasını
güzelce yapıp tanzim eder. Aynı halde Kerim ismi de tecelli edip, meskenini hacatına göre
tertib ve tezyin eder. Yine aynı halde Rahîm isminin cilvesi görünüyor ki, o hayatın devam ve
kemali için türlü türlü ihsanlarla taltif eder. Yine aynı halde Rezzak isminin cilvesi görünüyor
ki, o hayatın bekasına ve inkişafına lâzım maddî, manevî gıdaları yetiştiriyor. Ve kısmen
bedeninde iddihar ediyor.
Yine aynı halde Rahîm isminin cilvesi görünüyor ki, o hayatın devam ve
kemali için türlü türlü ihsanlarla taltif eder. Yine aynı halde Rezzak isminin cilvesi görünüyor
ki, o hayatın bekasına ve inkişafına lâzım maddî, manevî gıdaları yetiştiriyor. Ve kısmen
bedeninde iddihar ediyor. Demek hayat bir nokta-i mihrakıye hükmünde; muhtelif sıfât birbiri
içine girer, belki birbirinin aynı olur. Güya hayat tamamıyla hem ilimdir, aynı halde kudrettir,
aynı halde de hikmet ve rahmettir ve hâkeza... İşte hayat bu câmi' mahiyeti itibariyle şuun-u
zâtiye-i Rabbaniyeye âyinedarlık eden bir âyine-i Samediyettir. İşte bu sırdandır ki: Hayy-ı
Kayyum olan Zât-ı Vâcib-ül Vücud, hayatı pek çok kesretle ve mebzuliyetle halkedip, neşir
ve teşhir eder. Ve herşeyi hayatın etrafına toplattırıp, ona hizmetkâr eder. Çünki hayatın
vazifesi büyüktür.
bir âleme gitmeye hazırlattırıyor. Hem hayatın iki yüzü, yani mülk, melekût vecihleri
parlaktır, kirsizdir, noksansızdır, ulvîdir. Onun için perdesiz, vasıtasız, doğrudan doğruya
dest-i kudret-i Rabbaniyeden çıktığını aşikâre göstermek için, sair eşya gibi zahirî esbabı
MAXQDA 2020 24.12.2022
hayattaki tasarrufat-ı kudrete perde edilmemiş bir müstesna mahluktur. Hem hayatın hakikatı,
altı erkân-ı imaniyeye bakıp, manen ve remzen isbat eder. Yani: Hem Vâcib-ül Vücud'un
vücub-u vücudunu ve hayat-ı sermediyesini, hem dâr-ı âhireti ve hayat-ı bâkiyesini, hem
vücud-u melaike, hem sair erkân-ı imaniyeye
--- sh:»(Nç:109) ↓ ----------------------------------------------------------------------------------------
İşte bu sırr-ı rububiyete göre teşekkür ve ubudiyet, bütün enva'-ı hayatın ve dolayısıyla
bütün kâinatın en ehemmiyetli gayesi olduğundandır ki, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan pek çok
hararetle ve şiddetle ve halâvetle şükür ve ibadete sevkediyor. Ve ibadet Cenab-ı Hakk'a
mahsus ve şükür ona lâyık ve hamd ona hastır diye çok tekrar ile beyan ediyor.
….Hayatın yirmisekizinci hassasında beyan edilmiştir ki; hayat, imanın altı erkânına bakıp
isbat ediyor; onların tahakkukuna işaretler ediyor. Evet madem bu kâinatın en mühim neticesi
ve mayesi ve hikmet-i hilkatı hayattır; elbette o hakikat-ı âliye, bu fâni, kısacık, noksan,
elemli hayat-ı dünyeviyeye münhasır değildir. Belki hayatın yirmidokuz hassasıyla
mahiyetinin azameti anlaşılan şecere-i hayatın gayesi, neticesi ve o şecerenin azametine lâyık
meyvesi, hayat-ı ebediyedir ve hayat-ı uhreviyedir; taşıyla ve ağacıyla, toprağıyla hayatdar
olan dâr-ı saadetteki hayattır. Yoksa bu hadsiz cihazat-ı mühimme ile teçhiz edilen hayat
şeceresi; zîşuur hakkında, hususan insan hakkında meyvesiz, faidesiz, hakikatsız olmak lâzım
gelecek.. ve sermayece ve cihazatça serçe kuşundan meselâ yirmi derece ziyade ve bu
kâinatın ve zîhayatın en mühim yüksek ve ehemmiyetli mahluku olan insan, serçe kuşundan
saadet-i hayat cihetinde yirmi derece aşağı düşüp en bedbaht, en zelil bir bîçare olacak. Hem
en kıymetdar bir nimet olan akıl dahi, geçmiş zamanın hüzünlerini ve gelecek zamanın
korkularını düşünmekle kalb-i insanı mütemadiyen incitip bir lezzete dokuz elemleri
karıştırdığından, en musibetli bir bela olur.
Hem
en kıymetdar bir nimet olan akıl dahi, geçmiş zamanın hüzünlerini ve gelecek zamanın
korkularını düşünmekle kalb-i insanı mütemadiyen incitip bir lezzete dokuz elemleri
karıştırdığından, en musibetli bir bela olur. Bu ise, yüz derece bâtıldır. Demek bu hayat-ı
dünyeviye, âhirete iman rüknünü kat'î isbat ediyor ve her baharda haşrin üçyüz binden ziyade
nümunelerini gözümüze gösteriyor. Acaba senin cisminde, senin bahçende ve senin vatanında
hayatına lâzım ve münasib bütün levazımatı ve cihazatı hikmet ve inayet ve rahmetle ihzar
eden ve vaktinde yetiştiren, hattâ senin midenin beka ve yaşamak arzusuyla ettiği hususî ve
cüz'î olan rızık duasını bilen ve işiten ve hadsiz leziz taamlarla o duanın kabulünü gösteren ve
mideyi memnun eden bir Mutasarrıf-ı Kadîr, hiç mümkün müdür ki; seni bilmesin ve
görmesin ve nev-i insanın en büyük gayesi olan hayat-ı ebediyeye lâzım esbabı ihzar etmesin
ve nev-i insanın en büyük, en ehemmiyetli, en lâyık ve umumî olan beka duasını hayat-ı
uhreviyenin inşasıyla ve Cennet'in icadıyla kabul etmesin ve kâinatın en mühim mahluku,
belki zeminin sultanı ve neticesi olan nev-i insanın arş ve ferşi çınlatan umumî ve gayet
kuvvetli duasını işitmeyip küçük bir mide kadar ehemmiyet vermesin, memnun
--- sh:»(Nç:111) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------------
Hem hiç kabil midir ki; hayatın en cüz'îsinin pek gizli sesini işitsin, derdini dinlesin ve
MAXQDA 2020 24.12.2022
derman versin ve nazını çeksin ve kemal-i itina ve ihtimam ile beslesin ve ona dikkatle hizmet
ettirsin ve büyük mahlukatını ona hizmetkâr yapsın; ve sonra en büyük ve kıymetdar ve bâki
ve nazdar bir hayatın gök sadâsı gibi yüksek sesini işitmesin ve onun çok ehemmiyetli beka
duasını ve nazını ve niyazını nazara almasın.
Bu sırra
bir misal-i latif suretinde bir temsil-i manevî rivayet ediliyor ki: Hazret-i Azrail Aleyhisselâm,
Cenab-ı Hakk'a demiş ki: "Kabz-ı ervah vazifesinde senin ibadın benden şekva edecekler,
benden küsecekler." Cenab-ı Hak lisan-ı hikmetle ona demiş ki: "Seninle ibadımın ortasında,
musibetler, hastalıklar perdesini bırakacağım. Tâ şekvaları onlara gidip senden küsmesinler."
İşte bak, nasıl hastalıklar perdedir; ecelde tevehhüm olunan fenalıklara mercidirler ve kabz-ı
ervahta hakikat olarak olan hikmet ve güzellik, Azrail Aleyhisselâm'ın vazifesine mütealliktir.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Cenab-ı Hak lisan-ı hikmetle ona demiş ki: "Seninle ibadımın ortasında,
musibetler, hastalıklar perdesini bırakacağım. Tâ şekvaları onlara gidip senden küsmesinler."
İşte bak, nasıl hastalıklar perdedir; ecelde tevehhüm olunan fenalıklara mercidirler ve kabz-ı
ervahta hakikat olarak olan hikmet ve güzellik, Azrail Aleyhisselâm'ın vazifesine mütealliktir.
Öyle de: Hazret-i Azrail dahi bir perdedir. Kabz-ı ervahta zahiren merhametsiz görünen ve
rahmetin kemaline münasib düşmeyen bazı hâlâta merci olmak için, o memuriyete bir nâzır
ve kudret-i İlahiyeye bir perdedir. Evet izzet ve azamet ister ki, esbab perdedar-ı dest-i kudret
ola aklın nazarında... Tevhid ve celal ister ki; esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden...
….
İşarat-
ül İ'caz tefsirinde eski Harb-i Umumî'nin birinci senesinde cephe-i harbde ihtisar
mecburiyetiyle gayet mücmel beyan ettiğimiz o mes'elenin yalnız bir hülâsasını yazmak
münasibdir. Şöyle ki:
Eski hikmet, semavatı dokuz tasavvur edip, lisan-ı şer'îde, Arş ve Kürsi yedi semavat ile
beraber kabul edip acib bir suretle semavatı tasvir etmiştiler. O eski hikmetin dâhî
hükemasının şaşaalı ifadeleri, nev-i beşeri çok asırlar müddetince tahakkümleri altında
tutmuşlar. Hattâ çok ehl-i tefsir, âyâtın zahirlerini onların mezhebine göre tevfik etmeye
mecbur kalmışlar. O suretle Kur'an-ı Hakîm'in i'cazına bir derece perde çekilmişti. Ve hikmet-
ül İ'caz tefsirinde eski Harb-i Umumî'nin birinci senesinde cephe-i harbde ihtisar
mecburiyetiyle gayet mücmel beyan ettiğimiz o mes'elenin yalnız bir hülâsasını yazmak
münasibdir. Şöyle ki:
Eski hikmet, semavatı dokuz tasavvur edip, lisan-ı şer'îde, Arş ve Kürsi yedi semavat ile
beraber kabul edip acib bir suretle semavatı tasvir etmiştiler. O eski hikmetin dâhî
hükemasının şaşaalı ifadeleri, nev-i beşeri çok asırlar müddetince tahakkümleri altında
tutmuşlar. Hattâ çok ehl-i tefsir, âyâtın zahirlerini onların mezhebine göre tevfik etmeye
mecbur kalmışlar. O suretle Kur'an-ı Hakîm'in i'cazına bir derece perde çekilmişti. Ve hikmet-
MAXQDA 2020 24.12.2022
i cedide namı verilen yeni felsefe ise, eski felsefenin mürur u ubura ve hark u iltiyama kabil
olmayan semavat hakkındaki ifratına mukabil tefrit edip, semavatın vücudunu âdeta inkâr
ediyorlar.
Eski hikmet, semavatı dokuz tasavvur edip, lisan-ı şer'îde, Arş ve Kürsi yedi semavat ile
beraber kabul edip acib bir suretle semavatı tasvir etmiştiler. O eski hikmetin dâhî
hükemasının şaşaalı ifadeleri, nev-i beşeri çok asırlar müddetince tahakkümleri altında
tutmuşlar. Hattâ çok ehl-i tefsir, âyâtın zahirlerini onların mezhebine göre tevfik etmeye
mecbur kalmışlar. O suretle Kur'an-ı Hakîm'in i'cazına bir derece perde çekilmişti. Ve hikmet-
i cedide namı verilen yeni felsefe ise, eski felsefenin mürur u ubura ve hark u iltiyama kabil
olmayan semavat hakkındaki ifratına mukabil tefrit edip, semavatın vücudunu âdeta inkâr
ediyorlar. Evvelkiler ifrat, sonrakiler tefrit edip hakikatı tamamıyla gösterememişler. Kur'an-ı
Hakîm'in hikmet-i kudsiyesi ise, o ifrat ve tefriti bırakıp hadd-i vasatı ihtiyar edip der ki:
Sâni'-i Zülcelal, yedi kat semavatı halketmiştir.
Elhasıl: Kıraat-ı seb'a, vücuh-u seb'a ve mu'cizat-ı seb'a ve hakaik-i seb'a ve erkân-ı
seb'a üzerine nâzil olan Kur'an semasının o yedişer tabakalarına, cinn ve şeyatîn hükmündeki
itikadsız maddî fikirler çıkamadıklarından âyâtın nücumunda ne var, ne yok bilmeyip yalan ve
yanlış haber verirler. Ve onların başlarına o âyâtın nücumundan mezkûr tahkikat gibi şahablar
inerler ve onları yakarlar. Evet cinn fikirli feylesofların felsefesiyle o semavat-ı Kur'aniyeye
çıkılmaz. Belki âyâtın yıldızlarına, hikmet-i hakikiyenin mi'racıyla ve iman ve İslâmiyetin
kanatlarıyla çıkılabilir.
¬?ÅxAÇX7! ¬t«V«4 ¬h«W«5 «:
etmeğe hazırım" deyip, dalkavukluk etmeyen ve yirmisekiz sene, gâvurlara benzememek için
inzivayı ihtiyar eden bir İslâm fedaisi ve hakikat-ı Kur'aniyenin fedakâr hizmetkârına
maslahatsız, kanunsuz denilse ki; "Sen Yahudi ve Hristiyan papazlarına benzeyeceksin, onlar
gibi başına şapka giyeceksin, bütün İslâm ülemasının icmaına muhalefet edeceksin; yoksa
ceza vereceğiz" denilse, elbette öyle her şeyini hakikat-ı Kur'aniyeye feda eden bir adam,
değil dünyevî hapis veya ceza ve işkence, belki parça parça bıçakla kesilse, cehenneme de
atılsa, kat'iyyen yüz ruhu da olsa, bütün tarihçe-i hayatının şehadetiyle, feda edecek.
Acaba, bu vatan ve dinin gizli düşmanlarının bu eşedd-i zulm-ü nemrudanelerine karşı,
manevî pekçok kuvveti bulunan bu fedakârın tahammülü ve maddî kuvvetle ve menfî cihette
mukabele etmemesinin hikmeti nedir? İşte bunu size ve umum ehl-i vicdana ilân ediyorum ki;
yüzde on zındık dinsizin yüzünden doksan masuma zarar gelmemek için, bütün kuvvetiyle
dâhildeki emniyet ve asayişi muhafaza etmek için, Nur dersleriyle herkesin kalbine bir
yasakçı bırakmak için Kur'an-ı Hakîm ona o dersi vermiş. Yoksa bir günde, yirmisekiz
senelik zalim düşmanlarımdan intikamımı alabilirim. Onun içindir ki; asayişi masumların
hatırı için muhafaza yolunda haysiyetini, şerefini tahkir edenlere karşı müdafaa etmiyor ve
diyor ki: Ben değil dünyevî hayatı, lüzum olsa âhiret hayatımı da millet-i İslâmiye hesabına
feda edeceğim.
pek ulvîdir. Kur'anın her gün daha fazla tecelli etmekte olan güzellikleri, her gün daha fazla
anlaşılan, fakat bitmeyen esrarı vardır."
Bunlar da garbın en benam mütefekkir ve âlimlerinin sözleridir:
"Kur'an serapa samimiyet ve hakkaniyetle doludur
Öyle bir şeriat ki; akıl ve nakil, dest be-dest ittifak vererek ol şeriatın hakaikinin
hakkaniyetini tasdik etmişlerdir.
Öyle hakaik ki; kökleri hakikat zemininde rüsuh ile beraber dal ve budakları kemalâtın
göklerine yükselip, intişar edip.. öyle füruat ki; meyveleri saadet-i dâreyndir. Ve bizi Kur'an-ı
Mu'ciz ile irşad eylemiş...
Öyle kitab ki: Kaideleri ile hilkat-ı âlemin kitabından dest-i kader ve kalem-i hikmet ile
mektub ve cari olan kavanin-i amîka-i dakika-i İlahiyeyi izhar ettiğinden; ahkâm-ı
âdilanesiyle nev'-i beşerin nizam ve müvazenet ve terakkisine kefil-i mutlak ve üstad-ı küll
olmuştur.
Salavat-ı bînihaye, ol Server-i Kâinat ve Fahr-i Âlem'e hediye olsun ki: Âlem, enva' ve
ecnasıyla onun risaletine şehadet ve mu'cizelerine delalet ve hazine-i gaybdan
--- sh:»
(Mu:13) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
-
Onlar da: İsbat-ı Sâni'-i Vâhid ve nübüvvet ve haşr-i cismanî ve adalettir. Yani hikmet
tarafından kâinata irad olunan suallere şöyle: "Ey kâinat!. Nereden ve kimin emriyle
geliyorsunuz?
Kat'î cevab verecek yalnız Kur'an'dır. Öyle ise Kur'anda makasıddan başka
olan kâinat bahsi istitradîdir. Tâ san'atın intizamıyla Sâni'-i Zülcelal'e istidlal yolu gösterilsin.
Evet intizam görünür ve kemal-i vuzuh ile kendini gösterir. Sâni'in vücud ve kasd ve iradesine
kat'iyyen şehadet eden intizam-ı san'at, kâinatın her cihetinde boynunu kaldırarak her
canibinden lemaan eden hüsn-ü hilkati nazar-ı hikmete gösteriyor. Güya herbir masnu' birer
lisan olup Sâni'in hikmetini tesbih ediyor. Ve herbir nev' parmağını kaldırarak şehadet ve
işaret ediyor. Madem maksad budur ve madem kâinatın kitabından intizama olan rumuz ve
MAXQDA 2020 24.12.2022
işaratını taallüm ediyoruz. Ve madem netice bir çıkar; teşekkülât-ı kâinat nefsülemirde nasıl
olursa olsun, bize bizzât taalluk etmez.
Şimdilik
coğrafya ve kozmoğrafya ve kimya ve tatbikat-ı hendesiyeden çok mesail var ki: Mebadi ve
vesaitin tekemmülüyle ve telahuk-u efkârın keşfiyatıyla, bu zamanın çocuklarına dahi meçhul
kalmamışlardır. Belki oyuncak gibi onlar ile oynuyorlar. Halbuki İbn-i Sina ve emsaline
nazarî ve hafî kalmışlardır. Halbuki hikmetin pederi hükmünde olan İbn-i Sina, şiddet-i zekâ
ve kuvvet-i fikir ve kemal-i hikmet ve vüs'at-i kariha noktasında bu zamanın yüzlerce
hükemasıyla müvazene
--------------------
(1): Bizim bir Kürd demiştir:
Her zerrede temayül ayandır tekâmüle
Her soyda füyuz-u hüveyda-nüma ile
Bir nokta-i kemale şitab üzre kâinat,
Ol noktaya teveccüh ile yükselir hayat.
Şimdilik
coğrafya ve kozmoğrafya ve kimya ve tatbikat-ı hendesiyeden çok mesail var ki: Mebadi ve
vesaitin tekemmülüyle ve telahuk-u efkârın keşfiyatıyla, bu zamanın çocuklarına dahi meçhul
kalmamışlardır. Belki oyuncak gibi onlar ile oynuyorlar. Halbuki İbn-i Sina ve emsaline
nazarî ve hafî kalmışlardır. Halbuki hikmetin pederi hükmünde olan İbn-i Sina, şiddet-i zekâ
ve kuvvet-i fikir ve kemal-i hikmet ve vüs'at-i kariha noktasında bu zamanın yüzlerce
hükemasıyla müvazene
--------------------
(1): Bizim bir Kürd demiştir:
Her zerrede temayül ayandır tekâmüle
Her soyda füyuz-u hüveyda-nüma ile
Bir nokta-i kemale şitab üzre kâinat,
Ol noktaya teveccüh ile yükselir hayat.
MAXQDA 2020 24.12.2022
İsrailiyatın bir taifesi ve hikmet-i Yunaniyenin bir kısmı, daire-i İslâmiyet'e duhûl
etmeleriyle, din süsüyle görünerek, efkârı ihtilâle verdiler. Şöyle ki:
O necib kavm-i Arab, zaman-ı cahiliyette bir ümmet-i ümmiye idi. Vaktaki içlerinden
hak tecelli edip istidad-ı hissiyatları uyandı da meydanda yol açan din-i mübini
gördüklerinden umum rağabat ve meyilleri, yalnız dinin marifetine inhisar eylediler. Fakat
kâinata olan nazarları teşrihat-ı hikemiye nazarıyla değil, belki istitraden yalnız istidlal için
idi.
Fakat pekçok
--- sh:»(Mu:20) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
-
esatîr ve hurafatın menbaından çıkan o hikmet, bir derece müteaffine olduğundan safiye olan
efkâr-ı Arabın içlerine tedahül ettiğinden, bir derece efkârları karıştırdığı gibi tahkikten
taklide bir yol açtı.
Hem de âb-ı hayat olan İslâmiyetten kariha-i fıtriyeleriyle istinbat etmeye kabil iken, o
hikmetin telemmüzüne tenezzül ettiler. Evet nasılki ihtilat-ı a'cam ile kelâm-ı Mudarî'nin
melekesi fesada yüz tutmakla, muhakkikîn-i ülema o melekeyi muhafaza etmek için, ulûm-u
Arabiyenin kavaidini tedvin ettiler. Öyle de şu hikmet ve İsrailiyat dahi daire-i İslâmiyete
duhûlleriyle beraber, bazı nekkad-ı muhakkikîn-i İslâm temyiz ve tasfiyelerine teşebbüs
ettiler.
(Mu:20) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
-
MAXQDA 2020 24.12.2022
esatîr ve hurafatın menbaından çıkan o hikmet, bir derece müteaffine olduğundan safiye olan
efkâr-ı Arabın içlerine tedahül ettiğinden, bir derece efkârları karıştırdığı gibi tahkikten
taklide bir yol açtı.
Hem de âb-ı hayat olan İslâmiyetten kariha-i fıtriyeleriyle istinbat etmeye kabil iken, o
hikmetin telemmüzüne tenezzül ettiler. Evet nasılki ihtilat-ı a'cam ile kelâm-ı Mudarî'nin
melekesi fesada yüz tutmakla, muhakkikîn-i ülema o melekeyi muhafaza etmek için, ulûm-u
Arabiyenin kavaidini tedvin ettiler. Öyle de şu hikmet ve İsrailiyat dahi daire-i İslâmiyete
duhûlleriyle beraber, bazı nekkad-ı muhakkikîn-i İslâm temyiz ve tasfiyelerine teşebbüs
ettiler. Fakat hayfa!. tamamıyla muvaffak olamadılar.
esatîr ve hurafatın menbaından çıkan o hikmet, bir derece müteaffine olduğundan safiye olan
efkâr-ı Arabın içlerine tedahül ettiğinden, bir derece efkârları karıştırdığı gibi tahkikten
taklide bir yol açtı.
Hem de âb-ı hayat olan İslâmiyetten kariha-i fıtriyeleriyle istinbat etmeye kabil iken, o
hikmetin telemmüzüne tenezzül ettiler. Evet nasılki ihtilat-ı a'cam ile kelâm-ı Mudarî'nin
melekesi fesada yüz tutmakla, muhakkikîn-i ülema o melekeyi muhafaza etmek için, ulûm-u
Arabiyenin kavaidini tedvin ettiler. Öyle de şu hikmet ve İsrailiyat dahi daire-i İslâmiyete
duhûlleriyle beraber, bazı nekkad-ı muhakkikîn-i İslâm temyiz ve tasfiyelerine teşebbüs
ettiler. Fakat hayfa!. tamamıyla muvaffak olamadılar. İş bu kadar da kalmadı. Çünki tefsir-i
Kur'an'a sarf-ı himmet edildiği vakit, bazı ehl-i zahir Kur'anın nakliyatını bazı İsrailiyata
tatbik ve bir kısım akliyatını dahi hikmet-i mezbureye tevfik ettiler. Çünki gördüler ki, Kur'an
makul ve menkule müştemildir. Hadîs de öyle... Sonra kitab ve sünnetin bazı nakliyat-ı
sadıkalarıyla ve bazı muharref İsrailiyatın ortasında bir mutabakat ve münasebet istinbat
ettiler.
Hem de hakikî olan akliyatlarıyla mevhum ve mümevveh olan şu hikmet arasında bir
müşabehet ve muvafakat tevehhüm eylediklerinden, şu mutabakat ve müşabeheti kitab ve
sünnetin manalarına tefsir ve maksadlarına beyan zannedip hükmeylediler.
Kellâ.. sümme kellâ!.. Zira Kitab-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın misdakı i'cazıdır. Müfessiri
eczasıdır. Manası içindedir.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Usûl-i müsellemedendir ki: Şerr-i cüz'î için hayr-ı kesîri tazammun eden emri terk etmek,
şerr-i kesîri işlemek demektir. Ehvenüşşerri ihtiyar elzemdir. Evet eski hikmetin hayrı az,
hurafatı çok, ezhan istidadsız, efkâr taklid ile mukayyed, cehl avamda hükümferma
olduklarından selef bir derece hikmetten nehyettiler. Fakat şimdiki hikmet ona nisbeten maddî
cihetinde hayrı çok, yalanı az; efkâr dahi hür, marifet hükümfermadır. Zâten her zamanın bir
hükmü olmak gerektir.
***
--- sh:»
(Mu:30) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
-
kaidesinden akan kanun-u tekemmül ve terakkide mündemiç olan rıza ve işaretinin imtisali
farz iken, itaat tamam edilmemiştir. Şöyle: Kaide-i taksim-ül a'mali muktezi olan hikmet-i
İlahiyenin dest-i inayetiyle beşerin mahiyetinde ekmiş olduğu istidadat ve müyulatla şeriat-ı
hilkatin farz-ül kifayesi hükmünde olan fünun ve sanayiin edasına bir emr-i manevî
vermişken, sû'-i istimalimiz ile o istidaddan tevellüd eden meyle kuvvet ve meded verici olan
şevki bu hırs-ı kâzib ve şu re's-i riya olan meyl-üt tefevvuk ile zayi' edip söndürdük. Elbette
isyan eden, cehenneme müstehak olur. Biz de bu hilkat denilen şeriat-ı fıtriyenin evamirine
imtisal edemediğimizden cehennem-i cehl ile muazzeb olduk. Bu azabdan bizi kurtaracak,
taksim-ül a'mal kanunuyla amel etmektir.
tefsirin veya şeriatın kitablarına, hikmet veya coğrafya veya tarih gibi bir fennin mes'elesi
girmesiyle tefsir veya şeriat olamaz. Hem de bir müfessir veya fakîh mütehassıs olmak
şartıyla, hükmü yalnız nefs-i şeriat ve tefsirde hüccettir. Yoksa tufeylî olarak izinsiz tefsir,
şeriat kitablarına girmiş emirlerde hüccet değildir. Zira onlarda tufeylî olabilir. Nâkile itab
yoktur.
MAXQDA 2020 24.12.2022
olmaz... Biz ehl-i haliz, namzed-i istikbaliz. Tasvir ve tezyin-i müddea, zihnimizi işba'
etmiyor. Bürhan isteriz.
Biraz da iki sultan hükmünde olan mazi ve istikbalin hasenat ve seyyiatlarını
zikredelim.
(Mu:39) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
-
Kur'an'ın üslûb-u hakîmanesine yemin ederim ki: Nasara'yı ve emsalini havalandırarak
dalalet derelerine atan, yalnız aklı azl ve bürhanı tard ve ruhbanı taklid etmektir. Hem de
İslâmiyeti daima tecelli ve inbisat-ı efkâr nisbetinde hakaiki inkişaf ettiren, yalnız İslâmiyetin
hakikat üzerinde olan teessüs ve bürhan ile takallüdü ve akıl ile meşvereti ve taht-ı hakikat
üstünde bulunması ve ezelden ebede müteselsil olan hikmetin desatirine mutabakat ve
muhakâtıdır. Acaba görülmüyor: Âyâtın ekser fevatih ve havatiminde nev'-i beşeri vicdana
havale ve aklın istişaresine hamlettiriyor. Diyor:
Demek cemi' fünun, hüsn-ü intizama birer şahid-i sadıktır. Evet külliyet
intizama delildir. Zira birşeyde intizam olmazsa, hüküm külliyetiyle cereyan edemez. Çok
istisnaâtıyla perişan oluyor. Bu şahidleri tezkiye eden, nazar-ı hikmetle istikra-i tâmmdır.
Fakat bazan intizam görülmüyor. Çünki dairesi, ufk-u nazardan daha geniş, tamamen tasavvur
ve ihata olunmadığı için, nizamın tasvir-i bîmisali kendini gösteremiyor. Binaenaleyh umum
fünunun şehadetleriyle ve nazar-ı hikmetten neş'et eden istikra-i tâmmın tasdikıyla sabittir ki:
Hilkat-ı âlemde maksud-u bizzât ve galib-i mutlak, yalnız hüsün ve hayr ve hak ve kemaldir.
Çok
istisnaâtıyla perişan oluyor. Bu şahidleri tezkiye eden, nazar-ı hikmetle istikra-i tâmmdır.
Fakat bazan intizam görülmüyor. Çünki dairesi, ufk-u nazardan daha geniş, tamamen tasavvur
ve ihata olunmadığı için, nizamın tasvir-i bîmisali kendini gösteremiyor. Binaenaleyh umum
fünunun şehadetleriyle ve nazar-ı hikmetten neş'et eden istikra-i tâmmın tasdikıyla sabittir ki:
Hilkat-ı âlemde maksud-u bizzât ve galib-i mutlak, yalnız hüsün ve hayr ve hak ve kemaldir.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Amma şer ve kubh ve bâtıl ise; tebaiye ve mağlube ve mağmuredirler. Eğer çendan savlet
etseler de muvakkattır. Hem de sabittir ki:
tâmmı nakz ve ibtal ve meşiet-i İlahiyesinin karşısında temerrüd, taannüde muktedir olacak
mıdır? Kellâ, muktedir olmaz ve olamaz. Âdil ve Hakîm-i Mutlak'ın Rahman ve Rahîm
ismine kasem ederim: Nev'-i beşer, şer ve kubh ve bâtılı, zahmetsiz yani (biselâmet-il emr) ile
hazmedemeyecektir. Hem de hikmet-i İlahiye müsaade etmeyecektir.
Evet hukuk-u umumiye-i kâinata cinayet eden afvolunmaz, râh-ı adem verilmez. Evet
binler sene şerrin galebesi yalnız bu dünyada en ekall bin sene mağlubiyet-i mutlaka ile netice
verecektir. Âlem-i uhrada hayır, şerri i'dam-ı ebedî ile mahkûm edecektir. Yoksa âlemin
muntazama ve mükemmele ve evamir-i İlahiyeye mutia olan sair enva' ve ecnas; bu perişan
ve şekavetçi olan nev'-i beşeri kendileri içinde kabul etmeyerek, hukuk-u vücuddan iskat ve
zulmethane-i ademe nefy ve vazife-i hilkatten tardetmek, iktiza ve arz-ı hal edeceklerdir.
Evet
binler sene şerrin galebesi yalnız bu dünyada en ekall bin sene mağlubiyet-i mutlaka ile netice
verecektir. Âlem-i uhrada hayır, şerri i'dam-ı ebedî ile mahkûm edecektir. Yoksa âlemin
muntazama ve mükemmele ve evamir-i İlahiyeye mutia olan sair enva' ve ecnas; bu perişan
ve şekavetçi olan nev'-i beşeri kendileri içinde kabul etmeyerek, hukuk-u vücuddan iskat ve
zulmethane-i ademe nefy ve vazife-i hilkatten tardetmek, iktiza ve arz-ı hal edeceklerdir. Bu
ise bütün istidadat-ı beşeriyeyi ve âlemde saltanat sürmek ve âhirette saadet-i ebediyeye
mazhar olmak için mücehhez edilen kabiliyatı ve müyulatı abes ve beyhude olmaklığı
istilzam eder. Abes ise istikra-i tâmma münakız olduğu gibi Sâni'-i Hakîm'in hikmetine dahi
muarız ve Nebiyy-i Sadık'ın hükmüne de muhaliftir. Evet istikbal bu davaların bir kısmını
tasfiye edecektir. Fakat tamam tasfiyesi ise âhirette görülecektir. Şöyle: Eşhastan kat'-ı nazar,
nev'î ve umumî hüsn ve hakkın meydan-ı galebesi istikbaldir.
Hem de ihtilâlatı tevlid eden, ihtilafatı îka' eden, hurafatı icad eden, mübalağatı intac
eden esbabın birisi ve belki en birincisi, hilkatte olan hüsün ve azamet ve ulviyete adem-i
kanaattır. Hâşâ zevk-i fasidesiyle istihfaf-ı nizam etmektir. Halbuki akıl ve hikmet
nazarlarında herbiri kudretin en bahir mu'cizelerinden olan hakaik-i âlemde olan hüsn-ü
intizam ve kemal ve ulviyet, o derece dest-i hikmet ile nakşolmuş ki: Bütün hayalperestlerin
ve mübalağacıların hülyalarından geçmiş olan hârikulâde hüsün ve kemale nisbet olunsa; o
hârikulâde hayaller gayet âdi ve o âdâtullah gayet hârikulâde bir hüsün ve haşmet
gösterecektir. Fakat cehl-i mürekkebin hemşiresi ve nazar-ı sathînin annesi olan ülfet,
mübalağacıların gözlerini kapatmıştır. Böyle gözleri açmak içindir: Me'luf olan âfâk ve
enfüste dikkat-i nazara, Kitab-ı Hakîm emreder.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Hem de ihtilâlatı tevlid eden, ihtilafatı îka' eden, hurafatı icad eden, mübalağatı intac
eden esbabın birisi ve belki en birincisi, hilkatte olan hüsün ve azamet ve ulviyete adem-i
kanaattır. Hâşâ zevk-i fasidesiyle istihfaf-ı nizam etmektir. Halbuki akıl ve hikmet
nazarlarında herbiri kudretin en bahir mu'cizelerinden olan hakaik-i âlemde olan hüsn-ü
intizam ve kemal ve ulviyet, o derece dest-i hikmet ile nakşolmuş ki: Bütün hayalperestlerin
ve mübalağacıların hülyalarından geçmiş olan hârikulâde hüsün ve kemale nisbet olunsa; o
hârikulâde hayaller gayet âdi ve o âdâtullah gayet hârikulâde bir hüsün ve haşmet
gösterecektir. Fakat cehl-i mürekkebin hemşiresi ve nazar-ı sathînin annesi olan ülfet,
mübalağacıların gözlerini kapatmıştır. Böyle gözleri açmak içindir: Me'luf olan âfâk ve
enfüste dikkat-i nazara, Kitab-ı Hakîm emreder.
Halbuki
--- sh:»(Mu:52) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
-
böyle itikad; sırr-ı hikmet-i İlahiyeden ve hilkat-ı âlemde cârî olan kavanin-i İlahiyeye
Peygamberlerin teslim ve ittibalarından gaflet, pek büyük bir gafletin neticesidir. Evet
Peygamberimizin herbir hal ve hareketi, sıdkına delalet ve hakka temessüküne şehadet
etmekle beraber, Peygamber de âdâtullaha ittiba' ve inkıyad ediyor... Makale-i Sâlise'de bu
sırra tenbih edilecektir.
Hem de hârikulâdenin izharı tasdik-ı nübüvvet içindir. Tasdik ise, zahir olan
mu'cizatıyla, ekmel-i vech ile hasıl olabilir.
Bahusus
medaris, bunun ile indirasa yüz tuttu. Buna çare-i yegâne: Daire-i vâhidenin hükmünde olan
müderrisleri, Dâr-ül fünun gibi çok devaire tebdil ve tertib etmektir. Tâ herkes sevk-i
insanîsiyle hakkına gitmekle, hikmet-i ezeliyenin emr-i manevîsini, meyl-i fıtrîsiyle imtisal
edip kaide-i taksim-ül a'male tatbik edilsin.
--- sh:»(Mu:54) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
-
Şimdilik
sana bir mevzu söyleyeceğim ki; o kütübün bir zemin-i icmalîsini, tabir-i diğer ile küçük bir
fotoğrafını veya icmalî bir haritasını teşkil eder. Hem de o kütübde sekiz-dokuz mes'eleyi,
acele edip sana takdim edeceğim. Üçüncü Makale'den sonra eğer meşiet-i İlahiye taalluk etse
ve tevfik-i Rabbanî refik olsa, tafsilatını zikretmek fikrindeyim. İşte mevzu ve zemin budur:
Kur'an'ın gösterdiği vesail ile, doğru hikmetin kuvvetiyle, bir seyr-i ruhanî olarak
semavatın ulûmlarına çıkacağım. Tâ oradan temaşa edip göreceğiz ki: Küre-i Arz hol veya top
veya fırfıra veya sapan taşı gibi Sâni'-i Hakîm dest-i kudretle döndürüp, atmakla çeviriyor. Tâ
parça parça ederek daha iyisine tebdil edeceğine nazar-ı hikmetle göreceğiz. Sonra da
semavattan asılıp, cevvden geçeceğiz.
etmemiştir.
--- sh:»(Mu:59) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
-
Tenbih: Za'f-ı akideye veyahut sofestaî mezhebine olan meyle; veyahut daha almamış,
yeni müşteri olmasına işaret eden umûrun biri de; "Bu hakikat, dine münafîdir" olan kelime-i
hamkadır. Zira bürhan-ı kat'î ile sabit olan bir şeyi hak ve hakikat olan dine muhalif olduğuna
ihtimal veren ve münafatından havfeden adam, hâlî değil; ya dimağında bir sofestaî gizlenmiş
MAXQDA 2020 24.12.2022
karıştırıyor veyahut kalbini delerek bir müvesvis saklanmış, ihtilâl ediyor veyahut yeniden
dine müşteri olmuş, tenkid ile almak istiyor..
Üçüncü Mahmil: Sevr ve Hut, arzın mahrek-i senevîsinde mukadder olan iki burçtur. O
burçlar eğer çendan farazî ve mevhumedirler. Asıl ecramı nazm ve rabt ile yüklenmiş olan
âlemde cârî ve lafzen ve ıstılahen cazibe-i umumiye ile müsemma olan âdâtullahın kanunu o
burçlarda temerküz ve tahassül ettiğinden, "Arz burçlar üstündedir" olan tabir-i hakîmane
caizdir. Bu mahmil, hikmet-i cedide nokta-i nazarındadır. Zira hikmet-i atîka burçları semada,
hikmet-i cedide ise medar-ı arzda farz etmişlerdir. Bu tevil yeni hikmetin nazarında büyük bir
kıymeti tazammun eder.
Hem de mervidir:
O
burçlar eğer çendan farazî ve mevhumedirler. Asıl ecramı nazm ve rabt ile yüklenmiş olan
âlemde cârî ve lafzen ve ıstılahen cazibe-i umumiye ile müsemma olan âdâtullahın kanunu o
burçlarda temerküz ve tahassül ettiğinden, "Arz burçlar üstündedir" olan tabir-i hakîmane
caizdir. Bu mahmil, hikmet-i cedide nokta-i nazarındadır. Zira hikmet-i atîka burçları semada,
hikmet-i cedide ise medar-ı arzda farz etmişlerdir. Bu tevil yeni hikmetin nazarında büyük bir
kıymeti tazammun eder.
Hem de mervidir: Sual taaddüd etmiş. Bir kerre "
hilkatin bir dalıyla semere gibi asıldı. Veyahut kuş gibi kondu. Sonra tayyar olan yer, yuvasını
Burc-u Sevr üstünde yapmış demektir. Bunu bildikten sonra insafla dikkat et! Beşinci
Mukaddeme'nin sırrıyla ehl-i hayalin ihtira-kerdesi olan kıssa-i acibe-i meşhurede acaba
hikmet-i ezeliyeye isnad-ı abesiyet ve san'at-ı İlahiyede isbat-ı israf ve bürhan-ı Sâni' olan
nizam-ı bedii ihlâl etmekten başka ne ile tevil olunacaktır? Nefrin, hezârân nefrin, cehlin
yüzüne...
***
--- sh:»(Mu:63) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
şamil olur. Buna binaen Cehennem yer altında o dallar içindedir. Nerede olsa yeri vardır.
Tahtiyetin mesafesi uzun ve ittisali iktiza etmez. Hikmet-i cedidenin nokta-i nazarında, ateş
ekser kâinata müstevlidir. Bu hal arka tarafında gösterir ki: Bu ateşin asıl ve esası ve nev'-i
beşer ile beraber ebede giden ve yolda refakat eden Cehennem, bir gün perdeyi yırtacak, hazır
olun diyecek, meydana çıkacaktır. Bu noktada dikkat isterim...
sene gibi çok enva'da olan birer nevi kıyamet-i mükerrerenin telmihiyle ve adem-i abesiyetin
delaletiyle ve hikmet-i ezeliyenin telvihiyle ve rahmet-i bîpâyan-ı İlahiyenin işaretiyle ve
Nebiyy-i Sadık'ın lisan-ı tasrihiyle ve Kur'an-ı Mu'ciz'in hidayetiyle, Cennet-âbâd olan saadet-
i uhreviyeden nazar-ı aklın temaşası için sekiz kapı, iki pencere açılır.
***
Altıncı Mes'ele
Râbian: Belâgatça vech-i münasebet ve müşabehet budur: Faraza bir adam hayal
balonuyla küreden yüksek yere uçarsa; dağların silsilelerine baksa, acaba tabaka-i türabiyeyi
direkler üstüne serilip atılmış bedevi haymeler gibi tahayyül ederse ve münferid dağları da bir
direk üstünde kurulan bir çadıra benzetilse, acaba tabiat-ı hayale muhalefet olur mu? Faraza
sen o silsileleri müstakil dağlar ile beraber sath-ı arza keyfiyet-i vaziyeti bir bedevi Arabın
karşısında tasvir tarzında tahayyül ve tahyil edersen, şöyle: Bu silsileler A'rab-ı Bedeviyenin
haymeleri gibi arz sahrasında kurulmuş ve taraf taraf da çadırlar tahallül etmiş desen...
Arabların hayalî olan üslûblarından uzak düşmüyorsun... Hem de eğer vehim ile bu kasr-ı
müşeyyed-i âlemden tecerrüd edip uzaktan hikmet dûrbîniyle mehd-i beşer olan yere ve sakf-ı
merfu' olan semaya temaşa edersen.. sonra silsile-i cibalde temessül ve etraf-ı semaya temas
eden daire-i ufuk ile mahdud olan semayı, bir fustat gibi yerin üstüne vaz' ve cibal evtadıyla
rabtolunmuş bir çadır kubbesini tahayyül ve tevehhüm edersen müttehem edemezler.
Sekizinci Mes'ele'nin Tenbih'inde bir-iki misal daha gelecektir.
***
Yedinci Mes'ele
(Mu:81) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
-
Sâlisen: Şemsin müstekarrı denilen taht-ı revanıyla ve seyyarat denilen asakir-i
seyyaresiyle göçüp sahra-yı âlemde seyr ü seferi, mukteza-yı hikmet görünüyor. Zira kudret-i
İlahiye herşeyi hayy ve müteharrik kılmıştır ve sükûn-u mutlak ile hiçbir şeyi mahkûm
etmemiştir. Mevtin biraderi ve ademin ammizadesi olan atalet-i mutlak ile, rahmeti
bırakmamış ki kaydedilsin. Öyle ise Şems de hürdür.
MAXQDA 2020 24.12.2022
-
İşaret: Bu tasviratla beraber hiss-i zahire istinaden; zahir, mutaassıbane bir cümud-u
bâridi göstermek, nasılki belâgatın hararet ve letafetine münafîdir. Öyle de: Delil-i Sâni' olan
nizam-ı âlemin esası olan hikmetullahın şahidi olan istihsan-ı aklîye carih ve muhaliftir. Şöyle
meselâ: Sübhan Dağı'na çok fersahla uzak bir mesafeden müteveccih olsan ve istesen ki:
Sübhan senin cihat-ı erbaana mukabil gelse veyahut her cihete mukabil olarak görmüşsün, bu
tebdil ve tebeddüle lâzım olan rahat bir sebebi olan kaç hareket-i vaz'iye ile birkaç adım
atmak gibi en kısa yolu terk ve Sübhan Dağı gibi dehşetli bir cirm-i azîmi seni hayrette
bırakacak bir daire-i azîmeyi kat'etmesini tahayyül veya teklif etmek gibi bir gayet uzun yolu
ve israf ve abesiyete acib bir misali, nizam-ı âleme esas tutmak, bence nizama cinayet
etmektir. Şimdi insafla nazar-ı hakikatla bu taassub-u bârideye bak:
müteassif yolu ihtiyar etmez. Öyle ise; acaba istikra-i tâmmın mecaza karine olmasından ne
mani tasavvur olunur ve neden caiz olmasın?..
Tenbih: Eğer istersen Mukaddemata gir. Birinci Mukaddeme'yi suğra ve Üçüncü
Mukaddeme'yi kübra yap. Sana netice verecektir ki
Veyahut
hakikaten ecsam-ı uzviyeyi teşkil eden müvellidülma ve müvellidülhumuza ve azot ve
karbon.. yine dörttür.
Eğer hür-fikirsen bu felsefenin şerrine bak: Nasıl ezhanı esaretle sefalete atmıştır.
Âferin, hürriyetperver olan hikmet-i cedidenin himmetine ki, o müstebid hikmet-i
--- sh:»(Mu:84) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
-
Yunaniyeyi dört duvarıyla zîr ü zeber etmiştir.
Veyahut
hakikaten ecsam-ı uzviyeyi teşkil eden müvellidülma ve müvellidülhumuza ve azot ve
karbon.. yine dörttür.
Eğer hür-fikirsen bu felsefenin şerrine bak: Nasıl ezhanı esaretle sefalete atmıştır.
Âferin, hürriyetperver olan hikmet-i cedidenin himmetine ki, o müstebid hikmet-i
--- sh:»(Mu:84) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
MAXQDA 2020 24.12.2022
-
Yunaniyeyi dört duvarıyla zîr ü zeber etmiştir.
"Ey meyhaneci, kelâm-ı belig nedir?" Elbette onun san'atı onu şöyle
söylettirecek:
Kelâm-ı belig, ilim denilen çömleklerde pişirilen ve hikmet denilen büyük küplerde
duran ve fehm denilen süzgeç ile süzülen âb-ı hayat gibi bir manayı, zürefa denilen sâkiler
döndürüp efkâr içer; esrarda temeşşi etmekle hissiyatı ihtizaza getiren kelâmdır.
Eğer böyle sarhoşların sözlerinden hoşlanmıyorsan suyun mühendisi olan Hüdhüd-ü
Süleyman'ın Sebe'den getirdiği nebe' ve haberi dinle!.. Nasıl inzal-i Kur'an ve ibda'-ı semavat
ve arz eden Zülcelal'in tavsifini etmiştir.
--- sh:»
***
--- sh:»(Mu:102) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
Yedinci Mes'ele
Belâgatın ukde-i hayatiyesi, tabir-i diğer ile beyanın felsefesi veyahut şiirin hikmeti ise;
hariciyatın nevamisi ve mekayisini temessül etmektir. Şöyle: Hakaik-i hariciyedeki kanunları
kıyas-ı temsilî cihetiyle ve deveran tarîkiyle ve vehmin tasarrufuyla şâirane olan maneviyat ve
ahvalde yerleştirmektir. Demek âyine gibi hariçten in'ikas eden hakikatın şualarını temessül
eder. Güya kendi san'at-ı hayaliyesiyle ve nakş-ı kelâmîsiyle hilkat ve tabiatı taklid ve
muhakât eder.
Cemi' zerrat-ı kâinat, birer birer zât ve sıfât ve sair vücuh ile gayr-ı mahdude olan
imkânat mabeyninde mütereddid iken, bir ciheti takib, hayretbahşa mesalihi intac etmekle
Sâni'in vücub-u vücuduna şehadetle avalim-i gaybiyenin enmuzeci olan latife-i Rabbaniyeden
ilân-ı Sâni' eden itikadın misbahını ışıklandırıyorlar. Evet herbir zerre kendi başıyla Sânii ilân
ettiği gibi, tesavir-i mütedâhileye
--- sh:»(Mu:119) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
benzeyen mürekkebat-ı müteşabike-i mütesaide-i kâinatın herbir makam ve herbir nisbetinde
herbir zerre müvazene-i cereyan-ı umumîyi muhafaza ve her nisbette ayrı ayrı mesalihi intac
ettiklerinden Sâni'in kasd ve hikmetini izhar ve kıraet ettikleri için Sâni'in delaili, zerrattan kat
kat ziyadedir.
Eğer desen: Neden herkes aklıyla görmüyor?
hayat eder; lezzeti içine atar ve kıymet verir ve bast ve temdid eder. İşte nokta-i istimdad...
Hem de bununla beraber kavga ve müzahametin meydanı olan dağdağa-i hayata
peyderpey hücum gösteren âlemin binler musibet ve mezahimlere karşı yegâne nokta-i istinad
marifet-i Sâni'dir...
--- sh:»(Mu:120) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
Evet herşeyi hikmet ve intizamla gören Sâni'-i Hakîm'e itikad etmezse ve alel-amyâ
tesadüfe havale ederse ve o beliyyata karşı elindeki kudretin adem-i kifayetini düşünse;
tevahhuş ve dehşet ve telaş ve havftan mürekkeb bir halet-i cehennem-nümun ve ciğerşikâfta
kaldığından eşref ve ahsen-i mahluk olan insan, herşeyden daha perişan olduğundan nizam-ı
kâmil-i kâinatın hakikatına muhalif oluyor. İşte nokta-i istinad... Evet melce' yalnız marifet-i
Sâni'dir.
Demek şu iki nokta ile bu derece nizam-ı âlemde hükümfermalık, hakikat-ı nefs-ül
emriyenin hassa-i münhasırası olduğu için, her vicdanda iki pencere olan şu iki noktadan
vücud-u Sâni' tecelli ediyor.
Birincisi: "Delil-i inayet"tir ki; menafi'-i eşyayı ta'dad eden bütün âyât-ı Kur'aniye bu
delile îma ve şu bürhanı tanzim ediyorlar. Bu delilin zübdesi, kâinatın nizam-ı ekmelinde
riayet-i mesalih ve hikemdir. Bu ise: Sâni'in kasd ve hikmetini isbat ve tesadüf vehmini
ortadan nefyediyor.
Mukaddeme: Eğer çendan her adam âlemdeki riayet-i mesalih ve intizamda istikra-i
tâm edemez ve ihata edemez.
MAXQDA 2020 24.12.2022
sâkıbdır.
İşaret: Cehl-i mürekkebi intac eden, nazar-ı sathîyi tevlid eden ülfetten tecrid-i nazar
etsen ve akla karşı sedd-i turuk eden evhamın âşiyanı olan mümaresat-ı elzemiyattan nefsini
tahliye etsen; hurdebînî bir hayvanın sureti altında olan makine-i dakika-i bedia-i İlahiyenin
şuursuz, mecra ve mahrekleri tahdid olunmayan ve imkânatında evleviyet olmayan esbab-ı
basita-i camide-i tabiiyeden
--- sh:»(Mu:122) ↓ -----------------------------------------------------------------------------------------
Cehl-i mürekkebi intac eden, nazar-ı sathîyi tevlid eden ülfetten tecrid-i nazar
etsen ve akla karşı sedd-i turuk eden evhamın âşiyanı olan mümaresat-ı elzemiyattan nefsini
tahliye etsen; hurdebînî bir hayvanın sureti altında olan makine-i dakika-i bedia-i İlahiyenin
şuursuz, mecra ve mahrekleri tahdid olunmayan ve imkânatında evleviyet olmayan esbab-ı
basita-i camide-i tabiiyeden
--- sh:»(Mu:122) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
husul-pezir ve o destgâhın masnuu olduğunu kendi nefsini kandırıp mutmain ve ikna
edemiyorsun. Meğer herbir zerrede Eflatun kadar bir şuur ve Calinos kadar bir hikmeti isbat
ettikten sonra zerrat-ı saire ile vasıtasız muhabereyi itikad ve esbab-ı tabiiyenin üss-ül esası
hükmünde olan cüz'-i lâ-yetecezzadaki kuvve-i cazibe ve kuvve-i dafianın içtimalarının
hortumu üzerindeki muhaliyetin damgasını kaldırabilsen...
Eğer nefsin bu muhalâta ihtimal verse, seni insaniyet defterinden sildirecektir. Fakat
caizdir ki: Herbir şeyin esası zannettikleri olan cezb ve def' ve hareket, âdâtullahın
kanunlarına birer isim olsun. Fakat kanun kaidelikten tabiîliğe ve zihnîlikten haricîliğe ve
itibardan hakikata ve âletiyetten müessiriyete gelmemek şartıyla kabul ederiz.
Telvih: Acaba nizam-ı âlemdeki san'attan daha dakik, daha acib, daha garib, cins-i
kudret-i mümkinattan daha uzak, akıl tasavvur edebilir mi? Elbette edemez. Zira fünun;
gösterdikleri fevaid ve hikem ile bizzarure Sâni'in kasd ve san'at ve hikmetine şehadet
ettiklerinden ukûlü kabul etmeye muztar etmişlerdir. Yoksa bu bedihiyattan en küçük bir
hakikatı, akıl kendi kendine kalsa idi kabul etmezdi.
Evet zemin ve âsumanı hamleden ve muallakta tutan ve ecram-ı kâinatı istihdam eden
ve nizamında idhal ile hiçbir emrine isyan edilmeyen Zât-ı Akdes'ten neden istiğrab olunsun
ki; ondan derecatla eshel ve ehaff olanı hamletsin. Evet bir dağı kaldıran, bir hokkayı
kaldırabilmekten
--- sh:»
dedikleri emri, şeriat-ı İlahiyeye bedel olarak dinsizlerin tasavvuru ve şeriattan istiğnaları bir
tevehhüm-ü bâtıldır. Zira dünya ihtiyarlandı. Öyle bir şeyin mukaddematı da zahir olmadı.
Bilakis mehasinin terakkisiyle beraber mesavi dahi terakki edip daha dehşetli ve aldatıcı bir
şekle giriyor. Evet nasılki nevamis-i hikmet, desatir-i hükûmetten müstağni değildir. Öyle de,
vicdana hâkim olan kavanin-i şeriat ve fazilete eşedd-i ihtiyaç ile muhtaçtır. İşte şöyle
mevhume olan meleke-i ta'dil-i ahlâk, kuva-yı selâseyi hikmet ve iffet ve şecaatta muhafaza
etmesine kâfi değildir. Binaenaleyh insan
--- sh:»(Mu:142) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
bizzarure vicdan ve tabiatlara müessir ve nafiz olan mizan-ı adalet-i İlahiyeyi tutacak bir
Nebi'ye muhtaçtır.
vicdana hâkim olan kavanin-i şeriat ve fazilete eşedd-i ihtiyaç ile muhtaçtır. İşte şöyle
mevhume olan meleke-i ta'dil-i ahlâk, kuva-yı selâseyi hikmet ve iffet ve şecaatta muhafaza
etmesine kâfi değildir. Binaenaleyh insan
--- sh:»(Mu:142) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
bizzarure vicdan ve tabiatlara müessir ve nafiz olan mizan-ı adalet-i İlahiyeyi tutacak bir
Nebi'ye muhtaçtır.
(Mu:167) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
ve Vâcib-ül Vücud olan Hâkim-i Ezel'dir. Biz maaşir-i beşer dahi, şimdi saadet-i ebediyenin
esbabını tedarik etmekle meşgulüz. Sonra birden ebede müteveccihen şehristan-ı ebed-ül âbâd
olan haşr-i cismanîye gideceğiz.
İşte ey hikmet, halt etme ve safsata yapma!.. Gördüğün ve işittiğin gibi söyle!.."
Üçüncü Maksad
Birinci Maksad: Evet kâinattaki nizam-ı ekmel, hem de hilkatteki hikmet-i tâmme,
hem de âlemdeki adem-i abesiyet, hem de fıtrattaki adem-i israf, hem de cemi' fünun ile sabit
olan istikra-i tâmm, hem de yevm ve sene gibi çok enva'da olan birer nevi' kıyamet-i
mükerrere, hem de istidad-ı beşerin cevheri, hem de insanın lâ-yetenahî olan âmâli, hem de
Sâni'-i Hakîm'in rahmeti, hem de Resul-i Sadık'ın lisanı, hem de Kur'an-ı Mu'ciz'in beyanı;
haşr-i cismanîye sadık şahidler ve hak ve hakikî bürhanlardır.
--- sh:»(Mu:168) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
1- Evet saadet-i ebediye olmazsa nizam, bir suret-i zaîfe-i vâhiyeden ibaret kalır. Cemi'
maneviyat ve revabıt ve niseb, hebaen gider. Demek nazzamı, saadet-i ebediyedir.
2- Evet inayet-i ezeliyenin timsali olan hikmet-i İlahiye, kâinattaki riayet-i mesalih ve
hikem ile mücehhez olduğundan, saadet-i ebediyeyi ilân eder. Zira saadet-i ebediye olmazsa,
kâinatta bilbedahe sabit olan hikem ve fevaide karşı mükâbere edilecektir.
3- Neam, akıl ve hikmet ve istikra'ın şehadetleriyle sabit olan hilkatteki adem-i abesiyet;
haşr-i cismanîdeki saadet-i ebediyeye işaret, belki delalet eder. Zira adem-i sırf, herşeyi abes
eder.
2- Evet inayet-i ezeliyenin timsali olan hikmet-i İlahiye, kâinattaki riayet-i mesalih ve
hikem ile mücehhez olduğundan, saadet-i ebediyeyi ilân eder. Zira saadet-i ebediye olmazsa,
kâinatta bilbedahe sabit olan hikem ve fevaide karşı mükâbere edilecektir.
3- Neam, akıl ve hikmet ve istikra'ın şehadetleriyle sabit olan hilkatteki adem-i abesiyet;
haşr-i cismanîdeki saadet-i ebediyeye işaret, belki delalet eder. Zira adem-i sırf, herşeyi abes
eder.
4- Evet fıtratta, ezcümle âlem-i suğra olan insanda, fenn-i menafi'-ül a'zanın şehadetiyle
sabit olan adem-i israf gösterir ki: İnsanda olan istidadat-ı maneviye ve âmâl ve efkâr ve
müyulatının adem-i israfını isbat eder.
lahm-ı mahsus (et) ve bir cild-i basit nescetmek (dokumak) gibi san'atlar, Ehad ve Samed olan
Sultan-ı Ezel ve Ebed'in sikke-i hassasıdır, hâtem-i mahsusasıdır, taklid edilmez bir turrasıdır.
MAXQDA 2020 24.12.2022
O zehirli bir kısım meyveler ise, lezaiz-i muharremedir. O tılsım ise, sırr-ı iman ile açılan sırr-
ı hikmet-i hilkattir. O miftah ise, yÁV7«! @«< ve yÁV7! Ŭ!
Hem halime bakıyorum, görüyorum ki: Ben misafirim, uzun bir sefere sevkediliyorum.
Yolum kabir, berzah ve haşir üstünden geçip ebed-ül âbâda kadar gider. O karanlık yolda, zâd
ile ziya ister. Halbuki Kur'an haricinde hiçbir akıl ve hikmet ve hiçbir ilim ve felsefe o yolun
zulümatını izale edecek bir nur ve o uzun sefere zâd olacak bir rızk vermiyor. Ancak onu
ışıklandıracak yalnız şems-i Kur'an'dan
--- sh:»(Ni:30) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
-
Evvelen: Cevab vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Belki cevab vermek daimîdir.
Fakat is'af-ı hacet, mücîbin hikmetine tâbidir. Meselâ sen, tabibi çağırıyorsun. Dersin ki: "Ey
hekim!"
Biri: Bizzât
nazar-ı dekaik-aşinasıyla baksın. Diğeri: Başkaların nazarlarıyla baksın.
İşte bu hikmete binaen, gayet cesîm ve gayet geniş bir kasrı yapmağa başladı. O kasrı
öyle şâhane bir surette dairelere ve menzillere taksim etti. Ve o menzilleri hazinelerinin
--- sh:»(Ni:69) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
(Ni:69) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
-
enva'-ı murassaatıyla tezyin etti. Ve san'atının en latif, en güzel eserleriyle süslendirdi. Ve
fünun-u hikmetinin en dakikleriyle tanzim ve ulûmunun âsâr-ı mu'cizekâraneleriyle tersim ve
tekmil etti.
Sonra her taam ve nimetlerin bütün enva'ından en lezizlerini câmi' sofralar kurdu.
Herkese lâyık bir sofra tayin etti. Gayet sehavetkârane ve san'atperverane bir surette, her bir
lokma yüz sanayi-i latifenin eseri ile vücud bulmuş gibi musanna' bir ziyafet-i âmme ihzar
ettirip; aktar-ı memleketindeki raiyetini seyre, tenezzühe, ziyafete davet etti.
(Ni:79) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
-
mi münhasırdır? Hâşâ ve kellâ! Belki senin vücudunda bunların hikmet-i derci ve fıtratında
gaye-i idhali iki esastır:
Biri: Cenab-ı Mün'im-i Hakikî (Amme Nevalühü) bütün nimetlerinin çeşit çeşit enva'ını
sana ihsas etmekten ve ettirmekten ibarettir. Sen de hissedip şükür ve ibadetini etmelisin.
Sair esasatın, bu iki esasın gibi esassızdırlar. Seni bu hataya düşüren, senin yek-çeşm
dehandır. Çünki sen, Rabbini unuttun. Hikmet-i san'at-ı Rabbaniyeye, kör tabiat namını taktın,
âsâr-ı rahmeti, o mevhum tabiata istinad ederek, esbaba isnad ettin, küfrana başladın. Allah'ın
malını, bazı şeytan tagutlara taksim ettin, küfre girdin. İşte bu dalaletindendir ki senin
nazarında herbir insan, belki herbir hayvan, nihayetsiz hacatının tahsili için, hesabsız
MAXQDA 2020 24.12.2022
düşmanlarına karşı tek başıyla mücadele ve musaraa etmeğe muztardır. Fakat ne ile, hangi
silâh ile? Evet zerre gibi bir iktidar, saç gibi bir ihtiyar, zevale maruz lem'a gibi bir şuur,
intifaya maruz şu'le gibi bir hayat, kısalıkta dakika gibi bir ömür ile musaraa etmek lâzım
gelir.
Ey serab-ı gururu, şarab-ı tahur zanneden Said-i hodfüruş! Hikmet, hayr-ı kesîr
olduğunu işittin. Fakat yanlış yola gitmiştin. Şu kitab-ı kâinatın hikmetini, maânîsinde
aramadın. Gittin, nukuşunda taharri ettin. Hikmet-i kudsiye-i Kur'aniye ile hikmet-i felsefe-i
insanın farklarını görmek istersen şu temsile güzel bak:
Bir zaman dindar, san'atkâr bir hâkim Kur'an'ı acib bir tarzda yazmış.
(Ni:104) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
ve envâr u esrarından bahsederek bir güzel tefsir yazdı.
Sonra, ikisi de eserlerini hâkime takdim ettiler. Hâkim, evvel feylesofun eserine baktı
gördü ki: O hodpesent, tabiatperest adam çok çalışmış; fakat hiç hikmetini ve manasını
anlamamış. Belki karıştırmış. Ona karşı hürmetsizlik belki edebsizlik etmiş. Manasız nukuş
zannederek, kıymetsizlik ile tahkir etmiş. Hâkim dahi eserini başına vurdu.
beşere ders verir. Mevcudata, mana-yı harfiyle bakar. "Ne güzel yapılmış, ne güzel delalet
ediyor" der. Kâinatın hakikî güzelliğini gösterir.
İlm-i hikmet dedikleri felsefe ise; sahaif-i kâinatın hurufunun tezyinat ve münasebatına
dalmış, sersemleşmiş. Hurufata, mana-yı harfiyle bakmak lâzım gelirken, mana-yı ismiyle
bakmış. "Ne güzel yapılmış" diyecek yerde, "Ne güzeldir" deyip çirkinleştirmiş. Kâinatı
tahkir edip, kendisine müşteki etmiştir.
Başbaşa verip, zevilhayata hizmet ederler. Omuz omuza verip bir gayeye
müteveccihen bir müdebbire itaat ederler. Evet şems ve kamerden, gece ve gündüzden, kış ve
yazdan tut tâ nebatat hayvanların imdadına, hayvanlar insanların imdadına, zerrat-ı gıdaiye
semeratın imdadına, mevadd-ı taamiye, hüceyrat-ı bedenin imdadına koşup gelmelerine kadar
câri olan düstur-u teavün ile bütün mevcudat, Kerim bir Mürebbi'nin emriyle hareket
ettiklerini gösteriyorlar.
İşte şu kâinat içinde câri olan bu tesanüd, bu teavün, bu tecavüb, bu teânuk, bu
müsahhariyet, bu intizam bir tek Müdebbir'in terbiyetiyle idare ve bir tek Mürebbi'nin
tedbiriyle sevkedildiğine kat'iyyen şehadet eden bu meşhudumuz hikmet-i âmme içindeki
inayet-i tâmme ve o inayet içindeki rahmet-i vasia ve o rahmet içindeki rızk-ı âmm ve her
müterezzika lâyık bir tarzda rızık vermek öyle parlak bir hâtem-i tevhiddir ki, bütün bütün kör
olmayan görür.
--- sh:»(Ni:117) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
ONUNCU LEM'A:
(Ni:117) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
ONUNCU LEM'A: Evet nasılki bir tarlada ekilen bir nevi tohum; o tarlanın, tohum
sahibinin taht-ı tasarrufunda olduğunu ve o tohum da, tarla mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda
olduğunu gösterir. Öyle de: Şu anasır denilen mezraa-i masnuatın, vâhidiyet ve besatet ile
beraber külliyet ve ihataları ve şu mahlukat denilen semerat-ı rahmet ve mu'cizat-ı kudret ve
kelimat-ı hikmetin mümaselet ve müşabehetleriyle beraber çok yerlerde intişarları ve her
tarafta bulunup tavattun etmeleri, bir Sâni'-i Mu'ciznüma'nın taht-ı tasarrufunda olduklarını
gösterir. Güya herbir çiçek, herbir semere, herbir hayvan; o Sâni'in birer sikkesidir, birer
hâtemidir, birer turrasıdır. Her nerede bulunurlarsa bulunsunlar, lisan-ı hal ile derler ki: "Biz
kimin sikkesiyiz, bu yerler dahi onundur."
Birinci bürhan-ı tevhidin müfessiri, ikinci bürhan-ı nâtıkın musaddıkı olan üçüncü
bürhanımız, Kur'an-ı Hakîm'dir.
Geçmiş derslerden anlarsın ki; Rabbimizden gelen ve Rabbimizi bize tarif eden Kur'an:
Şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi, şu sahaif-i arz ve semada müstetir künuz-u
esma-i İlahiyenin keşşafı, şu sutur-u hâdisatın altında muzmer hakaikın miftahı, şu âlem-i
şehadet perdesi arkasındaki âlem-i gayb cihetinden gelen iltifatat-ı Rahmaniye ve hitabat-ı
ezeliyenin hazinesi, şu avalim-i maneviye-i İslâmiyenin güneşi, temeli, hendesesi ve âlem-i
uhreviyenin haritası, zât ve sıfat ve esma ve şuun-u İlahiyenin kavl-i şârihi, tefsir-i vâzıhı,
bürhan-ı katıı, tercüman-ı sâtıı; şu âlem-i insaniyetin mürebbisi, hikmet-i hakikîsi, mürşidi,
hâdîsi. İnsana hem bir kitab-ı
--- sh:»(Ni:138) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
hikmet, hem bir kitab-ı şeriat, hem bir kitab-ı dua ve ubudiyet, hem bir kitab-ı emir ve davet,
hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikir gibi, insanın bütün hacat-ı maneviyesine karşı birer
kitab.. hem bütün muhtelif ehl-i mesalik ve meşarib olan evliya ve sıddıkînin, asfiya ve
muhakkikînin herbirinin meşreblerine lâyık birer risale ibraz eden bir kütübhane-i
uhreviyenin haritası, zât ve sıfat ve esma ve şuun-u İlahiyenin kavl-i şârihi, tefsir-i vâzıhı,
bürhan-ı katıı, tercüman-ı sâtıı; şu âlem-i insaniyetin mürebbisi, hikmet-i hakikîsi, mürşidi,
hâdîsi. İnsana hem bir kitab-ı
--- sh:»(Ni:138) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
hikmet, hem bir kitab-ı şeriat, hem bir kitab-ı dua ve ubudiyet, hem bir kitab-ı emir ve davet,
hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikir gibi, insanın bütün hacat-ı maneviyesine karşı birer
kitab.. hem bütün muhtelif ehl-i mesalik ve meşarib olan evliya ve sıddıkînin, asfiya ve
muhakkikînin herbirinin meşreblerine lâyık birer risale ibraz eden bir kütübhane-i
mukaddestir.
Tekraratındaki lem'a-i i'caza bak ki; Kur'an kitab-ı zikir, kitab-ı dua, kitab-ı davet
olduğundan içinde tekrar müstahsendir, belki elzemdir, belki eblağdır. Zira zikrin şe'ni, tekrar
ile tenvirdir.
anlaşılmak gerektir.
Hem madem ki Kur'an-ı Mürşid, bütün tabakat-ı beşere hitab ediyor.
Fakat düşman
kal'a içine girse ve gizlense, o vakit o düşmana karşı silâhlanmak, zırh giymek ve gayet dikkat
etmek, hem pek ciddî sebat etmek lâzımdır. Tâ ki hayat-ı ebediyesini hafî darbelerden
kurtarabilsin.
Ey kardeş! Zırh ve silâh, namaz ve takvadır. Kur'an'ın zincirini muhkem tut. Onun
sözüne kulak ver. Başkaları seni aldatmasın. Şu zamanın gafil sarhoşları içinde, seni terk-i
Öyle
de, tedai-i efkâr saikasıyla istemediğin sevimsiz pis hayalâtın nezih efkârların içine girmesi
zarar vermez. Meğer kasden ola veya zarar zannıyla onunla meşgul olasın.
Dördüncü Vecih: Amelin en iyi suretini taharriden neş'et eden bir vesvesedir ki; takva
zannıyla teşeddüd ettikçe hal ona şiddetlenir. Hattâ öyle bir dereceye varır ki; o amelin daha
evlâsını ararken harama girer.
--- sh:»(Ni:157) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
(1347) rakamını göstererek, (Üstad Bediüzzaman) ismine cifren tevafuku gösteriyor ki: Bu
âyetin Sure-i Lokman'daki âyetle münasebeti ve iki yerde bu hakikatın tekrarı, Risale-i Nur'a
çok kuvvetli bir işaret ve ima teşkil etmektedir.
Risale-i Nur kendi şakirdleriyle kopmaz bir zincir, bir habl-ül metin vasfına tam lâyık
olarak, bu dehşetli asrın savletli bid'alarına karşı emsalsiz bir kahramanlıkla göğüs gererek
pişva-yı âlem-i İslâm olmuş ve Kur'an-ı Azîm'in dellâlı sıfatıyla aktar-ı İslâmiyenin her
yerinde, hattâ küre-i zeminde meş'ale-i imanı, Kur'an'ın ezelî ve ebedî ışığıyla parlatmış
olması, elhak bu vasfa tam lâyık olduğunu nice bürhanlarla teyid etmiş bulunuyor.
Bu kudsi âyetlerin tafsilâtlı tefsiri Risale-i Nur külliyatında beyan edilmiş
bulunduğundan, bu yüksek hakaikı ona havale ederek dersime hâtime veriyorum.
Çok mübarek üstadım efendim! Haddimin milyon kerre fevkinde olan bir mes'elede
küçüklüğüme, nihayetsiz aczime, sonsuz fakrime ve cehlime bakmayarak, cür'etli
hareketimden dolayı bendenizi affediniz. Yalnız şurasını tekraren arzedeyim ki: Rahle-i
tedrisinizde ahz-
Ezcümle:
O seyahat-ı hayaliyede, rızka muhtaç hayvanat âlemini gördüğüm vakit, maddî felsefe
ile baktım. Hadsiz ihtiyacat ve şiddetli açlıklarıyla beraber za'f ve aczleri, o zîhayat âlemini
bana çok acıklı ve elîm gösterdi. Ehl-i dalalet ve gafletin gözüyle baktığımdan feryad
MAXQDA 2020 24.12.2022
Arz içinde ve o dehşetli gemi üstünde kâinatın hadsiz boşluğunda seyahat eden bîçare nev'-i
insan vaziyeti bana vahşetli bir karanlık içinde göründü. Başım döndü, gözüm karardı.
Felsefenin gözlüğünü yere vurdum, kırdım. Birden hikmet-i Kur'aniye ile ışıklanmış bir göz
ile baktım, gördüm ki:
--- sh:»(H:14) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
Hâlık-ı Arz ve Semavat'ın Kadîr, Alîm, Rab, Allah ve Rabb-üs Semavati ve-l Arz ve
Müsahhir-üş Şemsi ve-l Kamer isimleri rahmet, azamet, rububiyet burçlarında güneş gibi tulû'
ettiler.
#¬ a²\¬% Yani; benim insanlara Cenab-ı Hak tarafından bi'setim ve gelmemin
ehemmiyetli bir
--- sh:»(H:19) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
hikmeti, ahlâk-ı haseneyi ve güzel hasletleri tekmil etmek ve beşeri ahlâksızlıktan
kurtarmaktır.
Hamd ve salâttan sonra: Ey bu Câmi-i Emevî'de bu dersi dinleyen Arab kardeşlerim!
Ben haddimin fevkinde bu minbere ve bu makama irşadınız için çıkmadım.
İkinci Misal: Avrupa'nın asr-ı âhirde en meşhur bir feylesofu Prens Bismark diyor ki:
"Ben bütün Kütüb-ü Semaviyeyi tedkik ettim. Tahrif olmalarına binaen beşerin saadeti
için aradığım hakikî hikmeti bulamadım. Fakat Muhammed'in (Aleyhissalâtü Vesselâm)
Kur'anını umum kütüblerin fevkinde gördüm. Her kelimesinde bir hikmet buldum. Bunun gibi
beşerin saadetine hizmet edecek bir eser yoktur.
"Ben bütün Kütüb-ü Semaviyeyi tedkik ettim. Tahrif olmalarına binaen beşerin saadeti
için aradığım hakikî hikmeti bulamadım. Fakat Muhammed'in (Aleyhissalâtü Vesselâm)
Kur'anını umum kütüblerin fevkinde gördüm. Her kelimesinde bir hikmet buldum. Bunun gibi
beşerin saadetine hizmet edecek bir eser yoktur.
--- sh:»(H:32) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
Kâinatın
nizamında galib-i mutlak ve maksud-u bizzât ve Sâni'-i Zülcelal'in hakikî maksadları, hayır ve
MAXQDA 2020 24.12.2022
hüsün ve güzellik ve mükemmeliyettir. Çünki kâinata ait fenlerden herbir fen, küllî
kaideleriyle bahsettiği nev' ve taifede öyle bir intizam ve mükemmeliyet gösteriyor ki, ondan
daha mükemmel akıl bulamıyor. Meselâ: Tıbba ait teşrih-i beden-i insanî fenni ve
Kozmoğrafyaya tâbi Manzume-i Şemsiye fenni; nebatat ve hayvanata ait fenler gibi bütün
fenlerin her birisi, küllî kaideleriyle o bahsettiği kısımda Sâni'-i Zülcelal'in o nev'deki
nizamında mu'cizat-ı kudretini ve hikmetini ve y«T«V«' ¯š²z«- Åu6 «w«,²&«! hakikatını gösteriyor.
--- sh:»(H:39) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
Hem istikra-i tâmme ve tecrübe-i umumî gösteriyor, netice veriyor ki:
Hem istikra-i tâmme ile ve fenlerin tahkikatıyla sabit olmuş ki; mahlukat içinde en
--- sh:»(H:40) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
mükerrem, en ehemmiyetli beşerdir. Çünki beşer, hilkat-ı kâinattaki zahirî esbab ve
neticelerinin mabeynindeki basamakları ve teselsül eden illetlerin ve sebeblerin
münasebetlerini aklıyla keşfedip san'at-ı İlahiyeyi ve muntazam hikmetli icadat-ı
Rabbaniyenin taklidini san'atçığıyla yapmak ve ef'al-i İlahiyeyi anlamak için ve san'at-ı
İlahiyeyi bilmek ve cüz'î ilmiyle ve san'atlarıyla anlamak için bir mizan, bir mikyas, kendi
cüz'î ihtiyarıyla işlediği maddelerle, Hâlık-ı Zülcelal'in küllî, muhit ef'al ve sıfatlarını bilerek
kâinatın en eşref, en ekrem mahluku beşer olduğunu isbat ediyor.
Hem İslâmiyet'in kâinata ve beşere ait hakikatlarının şehadetiyle mükerrem beşer içinde
en eşref ve en a'lâsı ehl-i hak ve hakikat olan ehl-i İslâmiyet; hem istikra-i tâmme ile,
tarihlerin şehadetiyle, en mükerrem beşer içindeki en müşerref olan ehl-i hakkın içinde dahi
bin mu'cizatı ve çok yüksek ahlâkının ve İslâmiyet ve Kur'an hakikatlarının şehadetiyle en
efdal, en yüksek olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dır.
Madem bu yarı bürhanın üç hakikatı böyle haber veriyor. Acaba hiç mümkün müdür
--- sh:»
Madem bu yarı bürhanın üç hakikatı böyle haber veriyor. Acaba hiç mümkün müdür
--- sh:»(H:41) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
ki, nev'-i beşer şekavetiyle bu kadar fenlerin şehadetini cerhedip, bu istikra-i tâmmeyi kırıp,
meşiet-i İlahiyeye ve kâinatı içine alan hikmet-i ezeliyeye karşı temerrüd edip, şimdiye kadar
ekseriyetle yaptığı gibi o zalimane vahşetinde ve mütemerridane küfründe ve dehşetli
tahribatında devam edebilsin? Ve İslâmiyet aleyhinde bu hâlin devam etmesi hiç mümkün
müdür?
Ben bütün kuvvetimle, hadsiz lisanım olsa, o hadsiz lisanlarla kasem ederim ki, âlemi
bu nizam-ı ekmel ile, bu kâinatı zerreden seyyarata kadar, sinek kanadından semavat
kandillerine kadar nihayet bir hikmet-i intizam ile halkeden Hakîm-i Zülcelal'e ve Sâni'-i
Zülcemal'e o hadsiz lisanlarla kasem ediyoruz ki; beşer hiçbir cihetle bütün enva'-ı kâinata
muhalif olarak ve küçük kardeşleri olan sair taifelere zıd olarak kâinattaki nizama, küllî
şerleriyle muhalefet edip nev'-i beşerde şerrin hayra galebesine binler senede sebeb olan o
zakkumları yiyip hazmetmesi mümkün değil…
meşiet-i İlahiyeye ve kâinatı içine alan hikmet-i ezeliyeye karşı temerrüd edip, şimdiye kadar
ekseriyetle yaptığı gibi o zalimane vahşetinde ve mütemerridane küfründe ve dehşetli
tahribatında devam edebilsin? Ve İslâmiyet aleyhinde bu hâlin devam etmesi hiç mümkün
müdür?
Ben bütün kuvvetimle, hadsiz lisanım olsa, o hadsiz lisanlarla kasem ederim ki, âlemi
bu nizam-ı ekmel ile, bu kâinatı zerreden seyyarata kadar, sinek kanadından semavat
kandillerine kadar nihayet bir hikmet-i intizam ile halkeden Hakîm-i Zülcelal'e ve Sâni'-i
Zülcemal'e o hadsiz lisanlarla kasem ediyoruz ki; beşer hiçbir cihetle bütün enva'-ı kâinata
muhalif olarak ve küçük kardeşleri olan sair taifelere zıd olarak kâinattaki nizama, küllî
şerleriyle muhalefet edip nev'-i beşerde şerrin hayra galebesine binler senede sebeb olan o
zakkumları yiyip hazmetmesi mümkün değil…
Bunun imkânı ancak ve ancak bu farz-ı muhal ile olabilir ki; beşer bu âleme emanet-i
--- sh:»(H:42) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
kübra mertebesinde ve halife-i rûy-i zemin makamında sair enva'-ı kâinata büyük ve
mükerrem bir kardeş olduğu halde en edna, en berbad, en perişan, en muzır ve ehemmiyetsiz,
hırsızcasına ve dolayısıyla bu kâinat içine girmiş, karıştırmış. Bu farz-ı muhal, hiçbir cihetle
kabul olunamaz.
Bu hakikat için, elbette bu yarım bürhanımız netice veriyor ki, âhirette Cennet ve
Cehennem'in zarurî vücudları gibi, hayır ve hak din istikbalde mutlak galebe edecektir.
(H:71) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
İşte iman ve küfrün müvazenesi âhirette Cennet ve Cehennem gibi meyveleri ve
neticeleri verdiği gibi; dünyada da iman bir manevî Cenneti temin ve ölümü bir terhis
tezkeresine çevirmesini ve küfür dünyada dahi bir manevî Cehennem ve hakikî saadet-i
beşeriyeyi mahvetmesi ve ölümü bir i'dam-ı ebedî mahiyetine getirmesini, kat'î ve his ve
şuhuda istinad eden Risale-i Nur'un yüzer hüccetlerine havale edip kısa kesiyoruz.
Bu temsilin hakikatını görmek isterseniz başınızı kaldırınız, bu kâinata bakınız. Ne
kadar şimendifer misillü balon, otomobil, tayyare, berriye ve bahriye gemiler.. karada,
denizde, havada kudret-i ezeliyenin nizam ve hikmetle halkettiği yıldızların kürelerine ve
kâinat ecramına ve hâdisatın silsilelerine ve müteselsil vakıatlarına bakınız.
Hem âlem-i şehadette ve cismanî kâinatta bunların vücudu gibi, âlem-i ruhanî ve
maneviyatta kudret-i ezeliyenin daha acib müteselsil nazireleri var olduğunu aklı bulunan
tasdik eder, gözü bulunan çoğunu görebilir.
--- sh:»(H:72) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
Bir çark itaatsizlik etse, bütün fabrika herc ü merc olur. Asker neferatı
siyasete karışmaz. Yeniçeriler şahiddir. Siz Şeriat dersiniz, halbuki Şeriata muhalefet
ediyorsunuz ve lekedar ediyorsunuz. Şeriatla, Kur'an ile, hadîs ile, hikmet ile, tecrübe ile
sabittir ki: Sağlam, dindar, hakperest ulü-l emre itaat farzdır. Sizin ulü-l emriniz, üstadınız;
zabitlerinizdir. Nasılki mahir mühendis, hâzık tabib bir cihette günahkâr olsalar, tıb ve
hendeselerine zarar vermez. Kezalik münevver-ül efkâr ve fenn-i harbe aşina, mektebli,
hamiyetli, mü'min zabitlerinizin bir cüz'î nâmeşru hareketi için itaatınıza halel vermekle
Osmanlılara ve İslâmlara zulmetmeyiniz!
ederek zerratın cazibe-i cüz'iyeleri gibi bir cazibe-i umumî-i vatanî teşkil ile bu kütle-i azîmi,
küre gibi
--- sh:»(D:51) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
tedvir ederek şems-i şevket-i İslâmiyenin cemahir-i müttefika-i İslâmiyenin mevkebinde bir
kevkeb-i münevver gibi cazibesine ittiba' ile müvazene ve aheng-i umumiyeyi muhafaza
ediniz.
Hem de hürriyet-i şer'iye denilen yüksek bir hakikat-ı içtimaiye, Sübhan ve Ağrı Dağları
gibi istikbalin cibal-i şahikasının tepesinde ayağa kalkmış ve esaret-i nefis altına girmeyi
yasak etmiş ve gayre tecavüzü tecviz etmeyerek şeriata istinad etmiş olan sultan-ı hürriyet-i
şer'iye, yüksek sadâ ile sizin gibi mazinin en derin derelerinde gafil ve müteferrik insanlara
fen ve san'at silâhıyla "cehalet ve fakra hücum ediniz" emrini veriyor.
Hem de ihtiyaç denilen medeniyetin pederi ve terakkiyatın müessisi olan üstad-ı ihtiyaç,
sillesini kaldırmış, size hükmediyor ki; ya hayat-ı hürriyetinizi bu sahra-yı vahşette
yağmacılara vereceksiniz veyahut meydan-ı medeniyette fen ve san'at balonuna ve
şimendiferine binerek istikbali istikbal ve ecnebi ellerine geçen o emval-i müttefikayı istirdad
ederek kâ'be-i kemalâta koşacaksınız
ederek zerratın cazibe-i cüz'iyeleri gibi bir cazibe-i umumî-i vatanî teşkil ile bu kütle-i azîmi,
küre gibi
--- sh:»(D:51) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
tedvir ederek şems-i şevket-i İslâmiyenin cemahir-i müttefika-i İslâmiyenin mevkebinde bir
kevkeb-i münevver gibi cazibesine ittiba' ile müvazene ve aheng-i umumiyeyi muhafaza
ediniz.
Hem de hürriyet-i şer'iye denilen yüksek bir hakikat-ı içtimaiye, Sübhan ve Ağrı Dağları
gibi istikbalin cibal-i şahikasının tepesinde ayağa kalkmış ve esaret-i nefis altına girmeyi
yasak etmiş ve gayre tecavüzü tecviz etmeyerek şeriata istinad etmiş olan sultan-ı hürriyet-i
şer'iye, yüksek sadâ ile sizin gibi mazinin en derin derelerinde gafil ve müteferrik insanlara
fen ve san'at silâhıyla "cehalet ve fakra hücum ediniz" emrini veriyor.
Hem de ihtiyaç denilen medeniyetin pederi ve terakkiyatın müessisi olan üstad-ı ihtiyaç,
sillesini kaldırmış, size hükmediyor ki; ya hayat-ı hürriyetinizi bu sahra-yı vahşette
yağmacılara vereceksiniz veyahut meydan-ı medeniyette fen ve san'at balonuna ve
şimendiferine binerek istikbali istikbal ve ecnebi ellerine geçen o emval-i müttefikayı istirdad
ederek kâ'be-i kemalâta koşacaksınız
paralanmış olan eski esarete lâyık ve hürriyete adem-i liyakatını gösterir. Zira sefih
mahcurdur. Geniş ve müşa'şa' olan yeni hürriyet-i şer'iyeye adem-i liyakat, (zira çocuğa geniş
olmaz) şanlı olan ittihad-ı millîyi, bozulmuş ve müteaffin olan hâlât ile fena bir hastalığa
MAXQDA 2020 24.12.2022
hedef edecektir. Zira ehl-i takva ve vicdanın tefsiri böyle değil. Mezhebi de muhalif olacaktır.
Biz Millet-i Osmaniye erkeğiz.
(Haşiye): Evet daha dehşetli bir istibdad ile, pek acı ve zehirli bir esareti bize içirdiler.
yalnız o taaffünatı taharri ve o murdar şeylere idame-i nazar eder. Güya onda yalnız o var.
Hülyanın hükmüyle fena hayal tevessü' ederek, o bostanı bir selhhane ve mezbele suretinde
gösterdiğinden midesi bulanır ve istifra' eder, kemal-i nefret ile kaçar. Acaba beşerin lezzet-i
hayatını gussedar eden böyle bir hayale, hikmet ve maslahat rûy-i rıza gösterir mi?
Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen güzel rü'ya görür. Güzel rü'ya(1) gören,
hayatından lezzet alır.
.........
S- Eskiden İslâmlar zengin, onlar fakir idiler. Şimdi her yerde kaziye bilakistir. Hikmeti
nedir?
C- İki sebebi biliyorum:
Birincisi:
"Ümmetî! Ümmetî!" sırrını teferrüs etmeyen ve «‰@ÅX7! p«S²X«< ²w«8 ¬‰@ÅX7! h²[«' hikmetini
anlamayan
bazı adamlar ve bilmeyen bir kısım vaizlerdir ki, o meyelanı kırdılar; o şevki de söndürdüler.
İkinci Sebeb: Biz, gayr-ı tabiî ve tenbelliğe müsaid ve gururu okşayan imaret maişetine
el atıp, belamızı bulduk.
Meselâ: Büyük bir mühendis, bir hastalığın keşfinde ve tedavisinde bir küçük tabib kadar
hükmü geçmez. Ve bilhassa maddiyatta çok tevaggul eden ve gittikçe maneviyattan uzaklaşan
ve aklı gözüne inen en büyük bir feylesofun münkirane sözü, maneviyatta nazara alınmaz ve
kıymetsizdir."
Buna dair Risale-i Nur'dan "Hikmet-ül-İstiaze" Risalesinde şöyle denilmiştir:
"Bir vesvese-i şeytaniyedir ki: Bir hakikat-ı imaniyeye dair yüzer delail-i isbatiyenin
hükmünü, nefyine delalet eden bir emare ile kırmak ister. Halbuki, kaide-i mukarreredir ki:
artık şek şübhe yok. Fakat acaba senin bir mislin daha yazılmış mıdır? Türkçe olarak te'lif ve
tertib ve tanzim olunan, müzeyyen ve mükemmel, fasih ve belig nüshalarının şimdiye kadar
bir eşi ve bir benzeri görülmüş müdür? Yüzündeki fesahat ve özündeki belâgat ve sendeki
halâvet başka eserlerde görünmüyor. Ehil ve erbabına malûm olduğu üzere âyât-ı beyyinat-ı
İlahiyenin türlü kıraat ile hikmet ve hakikat ve marifet ilimlerini ve daha bir çok rumuz ve
esrar ve işaret ve ulûm-u Arabiyeyi hâmil olduğu gibi, sen dahi bir çok yücelikler sahife ve
satırlarında, hattâ kelime ve harflerinde, talebelerini hayret ve dehşetlere düşüren birçok esrar
ve ledünniyat taşıyorsun. İşte bu hal senin bir mu'cize-i Kur'an olduğunu isbat ediyor. Öyle
yazılmış ve öyle dizilmişsin ki; insanın baktıkça bakacağı, okudukça okuyacağı geliyor. En âlî
bir taleben senden feyiz ve ilm ü irfan aşkı aldığı gibi, en avam bir taleben de yine senden
ders duygusunu alıyor. Sen ne büyük bir eser, ne tatlı bir kevsersin.
Sen ne mübarek ve nasıl bir eser-i ziba ve yektasın ki okuyanı ağlatıp, ağlayanı
güldürüyor, ölüyü diriltip, eneden geçirip !x#xW«# ²–«! «u²A«5 !x#x8 ya getiriyorsun. Büyük bir aşk ve
alâka ile kendini dinletip, gönülleri cezbelendiriyor ve ruhları vecde getiriyorsun. Sen çok
feyizli, hikmetli ve rahmetli bir hak kitabısın. Sana hakikî talebe olanlar neden nefis ve
mallarını derhal Allah'a satıyorlar?
Sana bir ayb ve nakz isnad ve iftira edenler, gözleri kamaştırıcı nuruna bakmağa tâkat
getiremeyen kör veya hasta gözlü alîl ve sefillerdir. Sana leke sürmek isteyen deli ve denîlerin
--- sh:»
(Ko:96) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
başa yıkılıp harab olan Hristiyanlık âlemi acaba şimdi ne yapacak? Evet küfür ve ilhad ya
batacak veyahut kendisini ehl-i İslâmın ufkunda doğup parlayan Kur'ana atacak değil mi?
Sen dergâh-ı ehadiyete ve barigâh-ı mescid-i uluhiyete giden ve tâ zirve-i kemal olan
Kab-ı Kavseyni Ev'edna'ya dayanan en kısa ve en kestirme ve en doğru yolu açıp gösterdin.
Açtığın bu yeni ve yakın yolda, sırat-ı müstakim olan bu evliya ve asfiya caddesinde yol
almağa çalışan hasta ve bîçare, ihtiyar, ma'lul ve masum, garib ve bîkes, dul ve yoksullar
şimdi hep şifahane-i feyz-i hikmetinde muayene ve tedavi olup lâyık oldukları mevki ve
hâmiyi bulurlar. Körlere göz, sağırlara kulak, dilsizlere dil veriyor. Dertlilere derman,
imansızlara iman sunuyorsun. Kîl u kal ile malî ve hak ve hakikatten hâlî olan âsâr-ı
muhtelifeyi tedkik ve mütalaa ede ede yorulup usanmış ve hâlâ aradığını bulamamış olan ve
şimdi Hak'tan bir nur, bir huzur isteyen kimselere müjdeler verip Nur'a çağırıyorsun. Ben
bütün bilgilerin kaynağı ve bütün fenlerin kaymağıyım.
(Ko:104) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
-
yük alırsam, nefs-i nâtıka-i kâinatın kalbi ve Allah'ın habibi Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü
MAXQDA 2020 24.12.2022
Vesselâm'a ve yârânı olan kâmil ve vâsıllara yetişemem ve yarı yolda kalırım diyor. "Bütün
eşya ve eflâki senin için yarattım habibim" fermanına karşı, "Ben de senin için onların hepsini
terk ve feda ettim" diye verilen cevab-ı Hazret-i Risaletpenahî'ye ittiba ve imtisalen, o da
dünya ve mâfîhayı ve muhabbet ve sevdasını terk, hattâ terki de terk ederek bütün hizmet ve
himmetini ve şu ömr-ü nazeninini envâr-ı Kur'aniyenin intişarına sarf ve hasretmiştir.
İşte bunun için, şimdiki çektiği bütün zahmetler, rahmet; yaptığı hizmetler, hikmet
olmuş.
"Lütf u kahrı şey-i vâhid bilmeyen çekti azab,
Ol azabdan kurtulup sultan olan anlar bizi."
Mısrî-i Niyazi gibi diyen bu tercüman, her şeyi hoş görerek, katreyi umman, âdemi insan ve
Kur'andan aldığı nurunu âleme sultan eylemiştir.
Âlem-i insaniyet ve İslâmiyet ve Haremeyn-i Şerifeyn'e asırlarca hizmet eden bu
kahraman Türk Milletini çok sevmesinde
--
bu âhirde bir derece o sırrı anladım. Gayet kısaca bir işaret edeceğiz:
Nev'-i beşerde yavrular, sair hayvanlar gibi çabuk kendi kendine mâlik olmadığından,
yaşamakta hayvanın iki-üç ay yerine, on sene, belki daha ziyade şefkatli bir himayete muhtaç
olduklarından, bu sır için cins-i hayvana muhalif olarak insandaki veledlerine karşı şefkat, bir
seciye-i fıtrî olarak devam etmek lâzım gelmiş. Hem iktidarsız yavrulara ve zaîf vâlidelerine
tam yardım ve himaye etmek hikmetiyle erkeklerde de haysiyet, namus seciyesi fıtratında
dercedilmiş. Bu namusta hâlis ve ücretsiz, mukabelesiz, samimî bir kahramanlık dercedilmiş.
Fakat o seciye bazı esbab ile bir derece bozulduğu için, samimî ve hâlis kahramanlık seciyesi
ekseriyette zaîflemiş. Fakat kadınlarda o seciye-i fıtriye olan şefkat kahramanlığı bozulmamış.
Bu seciye-i fıtrî ehl-i İslâmda, âhirzamanda büyük bir hizmet ve hayat-ı içtimaiyede,
İslâmiyet dairesinde bir esas olacağına o gibi hadîs-i şerifler işaret edip remzen haber
veriyorlar.
--
dünya zevcelerini almak, belki bu dünyada on huri de bana verilse idi, bırakmaya mecburdum
ki; ihlas-ı hakikî ile hakikat-ı Kur'aniyeye hizmet edebileyim. Çünki bu dehşetli dinsizlik
komiteleri, öyle dehşetli hücumları ve desiseleri yapıyorlardı ki, bunlara karşı gelmek için
a'zamî fedakârlık yapmak ve harekât-ı diniyesini rıza-i İlahî'den başka hiç bir şeye âlet
yapmamak lâzım geliyordu.
Bîçare bir kısım âlimler ve ehl-i takva insanlar, çoluk-çocuğunun maişet derdi için
bid'alara fetva verdiler veya tarafdar göründüler. Hususan din derslerini kaldırıp Ezan-ı
Muhammedî'yi kaldırmak gibi dehşetli hücumlara karşı, a'zamî fedakârlık ve a'zamî sebat ve
metanet ve herşeyden istiğna etmek lüzumu karşısında, ben bir sünnet-i seniye olan evlenmek
âdetini terkettim ki; tâ çok haramlara girmeyeyim ve çok vâcibleri ve farzları yapabileyim.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Bir sünnet yüzünden yüz günaha girilmez. Çünki o kırk sene zarfında birtek sünneti yerine
getiren bazı hocalar, on kebaire ve haramlara girmeye, bir kısım sünnet ve farzları bırakmaya
kendilerini mecbur bildiler.
Nuriye, bir mekteb-i irfan olsun ki; bu sünnet tam yerine gelsin. Sünnet-i seniyenin meyvesi
olan çocuklar âhirette size şefaatçı olsunlar. Dünyada da iman dersini alıp size hakikî evlâd
olsunlar. Yoksa bu otuz senede kısmen olduğu gibi, o çocuklara yalnız terbiye-i medeniye
verilse, bir cihette o çocuklar dünyada faidesiz ve âhirette davacı olarak "Ne için imanımı
kurtarmadınız?"diyeceklerinden peder ve vâlidelerini mahzun etmek, sünnet-i seniyenin
hikmetine münafî olur.
***
--- sh:»(Hn:30) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
Evet nass-ı hadîs ile; nev-i beşerin en mümtaz şahsiyetleri olan yüz yirmidört bin
enbiyanın icma' ve tevatür ile; kısmen şuhuda ve kısmen hakkalyakîne istinaden, müttefikan
âhiretin vücudundan ve insanların oraya sevkedileceğinden ve bu kâinatın Hâlıkının kat'î
va'dettiği âhireti getireceğinden haber verdikleri gibi, onların verdikleri haberi keşif ve şuhud
ile ilmelyakîn suretinde tasdik eden yüz yirmidört milyon evliyanın o âhiretin vücuduna
şehadetleriyle ve bu kâinatın Sâni'-i Hakîminin bütün esması bu dünyada gösterdikleri
cilveleriyle, bir âlem-i bekayı bilbedahe iktiza ettiklerinden; yine
--- sh:»(Hn:39) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
âhiretin vücuduna delaletiyle; ve her sene baharda, rûy-i zeminde ayakta duran hadd ü hesaba
gelmez ölmüş ağaçların cenazelerini Emr-i Kün Feyekûn ile ihya edip Ba'sü Ba'de-l mevt'e
mazhar eden ve haşir ve neşrin yüzbinler nümunesi olarak nebatat taifelerinden ve hayvanat
milletlerinden üçyüz bin nevileri haşr ü neşreden hadsiz bir kudret-i ezeliye ve hesabsız ve
israfsız bir hikmet-i ebediye ve rızka muhtaç bütün zîruhları kemal-i şefkatle gayet hârika bir
tarzda iaşe ettiren ve her baharda az bir zamanda hadd ü hesaba gelmez enva'-ı zînet ve
mehasini gösteren bir rahmet-i bâkiye ve bir inayet-i daimenin bilbedahe âhiretin vücudunu
istilzam ile ve şu kâinatın en mükemmel meyvesi ve Hâlık-ı Kâinat'ın en sevdiği masnuu ve
kâinatın mevcudatıyla en ziyade alâkadar olan insandaki şedid, sarsılmaz, daimî olan aşk-ı
beka ve şevk-i ebediyet ve âmâl-i sermediyet, bilbedahe işaret ve delaletiyle bu âlem-i fâniden
sonra bir âlem-i bâki ve bir dâr-ı âhiret ve bir dâr-ı saadet bulunduğunu o derece kat'î bir
surette isbat ederler ki, dünyanın vücudu kadar, bilbedahe âhiretin vücudunu kabul etmeyi
MAXQDA 2020 24.12.2022
--
Elcevab: Kur'an-ı Hakîm'in bu hükmü tam fıtrî olduğuna ve muhalifi gayr-ı fıtrî
olduğuna delalet eden çok hikmetlerinden, yalnız "dört hikmet"ini beyan ederiz.
Birinci Hikmet: Tesettür, kadınlar için fıtrîdir ve fıtratları iktiza ediyor. Çünki kadınlar
hilkaten zaîf ve nazik olduklarından, kendilerini ve hayatından ziyade sevdiği yavrularını
himaye edecek bir erkeğin himaye ve yardımına muhtaç bulunduğundan, kendini sevdirmek
ve nefret ettirmemek ve istiskale maruz kalmamak için, fıtrî bir meyli var. Hem kadınların on
adedden altı-yedisi ya ihtiyardır, ya çirkindir ki; ihtiyarlığını ve çirkinliğini herkese göstermek
istemezler. Ya kıskançtır; kendinden daha güzellere nisbeten çirkin düşmemek veya
tecavüzden ve ittihamdan korkar, taarruza maruz kalmamak ve kocası nazarında hıyanetle
müttehem olmamak için, fıtraten tesettür isterler.
İkinci Hikmet: Kadın ve erkek ortasında gayet esaslı ve şiddetli münasebet, muhabbet
ve alâka; yalnız dünyevî hayatın ihtiyacından ileri gelmiyor. Evet bir kadın, kocasına yalnız
hayat-ı dünyeviyeye mahsus bir refika-i hayat değildir. Belki hayat-ı ebediyede
--- sh:»
Ne bedbahttır o
kadın ki; müttaki kocasını taklid etmez, o mübarek ebedî arkadaşını kaybeder.
Binler veyl o iki bedbaht zevc ve zevceye ki; birbirinin fıskını ve sefahetini taklid
ediyorlar. Birbirine ateşe atılmasında yardım ediyorlar!..
Üçüncü Hikmet: Bir ailenin saadet-i hayatiyesi; koca ve karı mabeyninde bir emniyet-i
mütekabile ve samimî bir hürmet ve muhabbetle devam eder. Tesettürsüzlük ve açık-saçıklık,
o emniyeti bozar, o mütekabil hürmet ve muhabbeti de kırar. Çünki açık-saçıklık kılığına
giren on kadından ancak bir tanesi bulunur ki, kocasından daha güzeli görmediğinden, kendini
ecnebiye sevdirmeye çalışmaz.
O hikmetlerden birisi şudur ki: Zât-ı Risaletin akvali gibi, ef'al ve ahvali ve etvar ve
harekâtı dahi menabi-i din ve şeriattır ve ahkâmın me'hazleridir. Şıkk-ı zahirîsine Sahabeler
hamele oldukları gibi, hususî dairesinde mahfî ahvalâtından tezahür eden esrar-ı din ve
ahkâm-ı şeriatın hameleleri ve râvileri de, Ezvac-ı Tahirattır ve bilfiil o vazifeyi îfa
etmişlerdir. Esrar ve ahkâm-ı dinin hemen yarısı, belki onlardan geliyor.
(Hn:61) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
zamanında, dost ve düşmanın ittifakıyla kemal-i iffet ve tamam-ı ismet ile Haticet-ül Kübra
(R.A.) gibi ihtiyarca bir tek kadın ile iktifa ve kanaat eden bir zâtın kırktan sonra, yani
hararet-i gariziye tevakkufu hengâmında ve hevesat-ı nefsaniyenin sükûneti zamanında
kesret-i izdivac ve tezevvücatı, bizzarure ve bilbedahe nefsanî olmadığını ve başka
ehemmiyetli hikmetlere müstenid olduğunu, zerre kadar insafı olana isbat eder bir hüccettir.
O hikmetlerden birisi şudur ki: Zât-ı Risaletin akvali gibi, ef'al ve ahvali ve etvar ve
harekâtı dahi menabi-i din ve şeriattır ve ahkâmın me'hazleridir. Şıkk-ı zahirîsine Sahabeler
hamele oldukları gibi, hususî dairesinde mahfî ahvalâtından tezahür eden esrar-ı din ve
ahkâm-ı şeriatın hameleleri ve râvileri de, Ezvac-ı Tahirattır ve bilfiil o vazifeyi îfa
etmişlerdir. Esrar ve ahkâm-ı dinin hemen yarısı, belki onlardan geliyor. Demek bu azîm
vazifeye, bir çok ve meşrebce muhtelif Ezvac-ı Tahirat lâzımdır.
ü şer'î ve mühim bir hikmet-i âmmeyi ve şümullü bir maslahat-ı umumiyeyi tazammun eden
²v¬Z¬=@«[¬2²(«!ö¬‚!«:²+«!ö]¬4ö°‚«h«&ö«w[¬X¬8ÌYW²7!ö]«V«2ö–xU«<ö«ö²]«U¬7 âyet-i
kerimesinin işaretiyle: Büyüklerin
küçüklere "oğlum" demeleri, zıhar mes'eleleri gibi, yani karısına "anam gibisin" dese, haram
olduğu gibi değildir ki, ahkâm onunla değişsin.
yine Hakk'a aittir. Ve o muhabbet ise, Cenab-ı Hakk'ın hesabına olduğunu gösteren alâmet
ise: Vefatlarında sabır ile şükürdür, me'yusane feryad etmemektir. "Hâlıkımın benim
nezaretime verdiği sevimli bir mahluku idi, bir memlukü idi, şimdi hikmeti iktiza etti, benden
aldı, daha iyi bir yere götürdü. Benim o memlukte bir zahirî hissem varsa, hakikî bin hisse
onun Hâlıkına aittir. "El-hükmü Lillah" deyip teslim olmaktır.
Hem dost ve ahbab ise: Eğer onlar iman ve amel-i sâlih sebebiyle Cenab-ı Hakk'ın
dostları iseler, "El-hubbu Fillah" sırrınca o muhabbet dahi, Hakk'a aittir.
olduğunu dikkat etsen anlarsın. Hem bütün alâkadar olduğun ve zevalleriyle müteellim
olduğun insanları, mevtleri hengâmında adem zulümatından kurtarıp şu dünyadan daha güzel
bir yerde yerleştiren bir zâtın "Vâris, Bâis" isimlerine, "Bâki, Kerim, Muhyî ve Muhsin"
ünvanlarına ne kadar ruhun muhtaç olduğunu dikkat etsen anlarsın.
--- sh:»(Hn:91) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
-
edeceği silâhları ayrı ve mizacına deva olacak ilâçları ayrı oldukları halde, bütün o dörtyüz
taife, ayrı ayrı takım, bölük tefrik edilmeyerek, belki birbirine karışık olduğu halde onları
kemal-i şefkat ve merhametinden
--- sh:»(Hn:92) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
ve hârikulâde iktidarından ve mu'cizane ilim ve ihatasından ve fevkalâde adalet ve
hikmetinden, misilsiz birtek padişah onların hiçbirini şaşırmayarak, hiçbirini unutmayarak,
bütün ayrı ayrı onlara lâyık elbise, erzak, ilâç ve silâhlarını muinsiz olarak bizzât kendisi
verse, o zât acaba ne kadar muktedir, müşfik, âdil, kerim bir padişah olduğunu anlarsın. Çünki
bir taburda on milletten efrad bulunsa, onları ayrı ayrı giydirmek ve teçhiz etmek çok müşkil
olduğundan, bilmecburiye ne cinsten olursa olsun, bir tarzda teçhiz edilir.
İşte öyle de: Cenab-ı Hakk'ın adl ve hikmet içindeki İsm-i "Hak ve Rahmanurrahîm"in
cilvesini görmek istersen bahar mevsiminde zeminin yüzünde çadırları kurulmuş, muhteşem
dörtyüzbin milletten mürekkeb nebatat ve hayvanat ordusuna bak ki; bütün o milletler, o
taifeler, birbiri içinde oldukları halde, herbirinin libası ayrı, erzakı ayrı, silâhı ayrı, tarz-ı
hayatı ayrı, talimatı ayrı, terhisatı ayrı oldukları halde ve o hacatlarını tedarik edecek
iktidarları ve o metalibi isteyecek dilleri olmadığı halde, daire-i hikmet ve adl içinde, mizan
ve intizam ile "Hak"
--- sh:»
--
ve hârikulâde iktidarından ve mu'cizane ilim ve ihatasından ve fevkalâde adalet ve
hikmetinden, misilsiz birtek padişah onların hiçbirini şaşırmayarak, hiçbirini unutmayarak,
bütün ayrı ayrı onlara lâyık elbise, erzak, ilâç ve silâhlarını muinsiz olarak bizzât kendisi
verse, o zât acaba ne kadar muktedir, müşfik, âdil, kerim bir padişah olduğunu anlarsın. Çünki
bir taburda on milletten efrad bulunsa, onları ayrı ayrı giydirmek ve teçhiz etmek çok müşkil
olduğundan, bilmecburiye ne cinsten olursa olsun, bir tarzda teçhiz edilir.
İşte öyle de: Cenab-ı Hakk'ın adl ve hikmet içindeki İsm-i "Hak ve Rahmanurrahîm"in
cilvesini görmek istersen bahar mevsiminde zeminin yüzünde çadırları kurulmuş, muhteşem
dörtyüzbin milletten mürekkeb nebatat ve hayvanat ordusuna bak ki; bütün o milletler, o
taifeler, birbiri içinde oldukları halde, herbirinin libası ayrı, erzakı ayrı, silâhı ayrı, tarz-ı
hayatı ayrı, talimatı ayrı, terhisatı ayrı oldukları halde ve o hacatlarını tedarik edecek
iktidarları ve o metalibi isteyecek dilleri olmadığı halde, daire-i hikmet ve adl içinde, mizan
MAXQDA 2020 24.12.2022
--
ve hârikulâde iktidarından ve mu'cizane ilim ve ihatasından ve fevkalâde adalet ve
hikmetinden, misilsiz birtek padişah onların hiçbirini şaşırmayarak, hiçbirini unutmayarak,
bütün ayrı ayrı onlara lâyık elbise, erzak, ilâç ve silâhlarını muinsiz olarak bizzât kendisi
verse, o zât acaba ne kadar muktedir, müşfik, âdil, kerim bir padişah olduğunu anlarsın. Çünki
bir taburda on milletten efrad bulunsa, onları ayrı ayrı giydirmek ve teçhiz etmek çok müşkil
olduğundan, bilmecburiye ne cinsten olursa olsun, bir tarzda teçhiz edilir.
İşte öyle de: Cenab-ı Hakk'ın adl ve hikmet içindeki İsm-i "Hak ve Rahmanurrahîm"in
cilvesini görmek istersen bahar mevsiminde zeminin yüzünde çadırları kurulmuş, muhteşem
dörtyüzbin milletten mürekkeb nebatat ve hayvanat ordusuna bak ki; bütün o milletler, o
taifeler, birbiri içinde oldukları halde, herbirinin libası ayrı, erzakı ayrı, silâhı ayrı, tarz-ı
hayatı ayrı, talimatı ayrı, terhisatı ayrı oldukları halde ve o hacatlarını tedarik edecek
iktidarları ve o metalibi isteyecek dilleri olmadığı halde, daire-i hikmet ve adl içinde, mizan
ve intizam ile "Hak"
--- sh:»(Hn:93) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
ve "Rahman", "Rezzak" ve "Rahîm", "Kerim" ünvanlarını seyret, gör.
uhrevî neticesi, Kur'anın nassıyla, Cennet'e lâyık bir tarzda leziz taamları, güzel meyveleridir.
Ve o taamlara ve o meyvelere müştehiyane bir muhabbettir. Hattâ dünyada yediğin meyve
üstünde söylediğin "Elhamdülillah" kelimesi, cennet meyvesi olarak tecessüm ettirilip sana
takdim edilir. Burada meyve yersin, orada "Elhamdülillah" yersin. Ve nimette ve taam içinde
in'am-ı İlahîyi ve iltifat-ı Rahmanîyi gördüğünden o lezzetli şükr-ü manevî, Cennet'te gayet
leziz bir taam suretinde sana verileceği, hadîsin nassıyla, Kur'anın işaratıyla ve hikmet ve
rahmetin iktizasıyla sabittir.
İKİNCİ İŞARET: Dünyada meşru bir surette nefsine muhabbet, yani mehasinine bina
edilen muhabbet değil, belki noksaniyetlerini görüp tekmil etmeğe bina edilen şefkat ile onu
terbiye etmek ve onu hayra sevketmek neticesi; o nefse lâyık mahbubları, Cennet'te veriyor.
Nefis, madem dünyada heva ve hevesini Cenab-ı Hak yolunda hüsn-ü istimal etmiş.
Dünyada havas
ve hissiyat-ı insaniye, küçük fidanlar olduğu halde, Cennet'te
--- sh:»(Hn:108) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
--
en mükemmel bir surette inkişaf ve dünyada tohumcuklar hükmünde olan istidadları, enva'-ı
lezaiz ve kemalât ile sünbüllenecek surette ona verileceği, rahmetin ve hikmetin muktezası
olduğu gibi, hadîsin nususuyla ve Kur'anın işaratıyla sabittir. Hem madem dünyanın; her
hatanın başı olan mezmum muhabbeti değil, belki esmaya ve âhirete bakan iki yüzünü, esma
ve âhiret için sevmiş ve ibadet-i fikriye ile o yüzleri ma'mur etmiş, güya bütün dünyasıyla
ibadet etmiş. Elbette dünya kadar bir mükâfat alması, mukteza-yı rahmet ve hikmettir. Hem
madem âhiretin muhabbetiyle onun mezraasını sevmiş ve Cenab-ı Hakk'ın muhabbetiyle
âyine-i esmasını sevmiş. Elbette dünya gibi bir mahbub ister.
(Hn:108) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------------
--
en mükemmel bir surette inkişaf ve dünyada tohumcuklar hükmünde olan istidadları, enva'-ı
lezaiz ve kemalât ile sünbüllenecek surette ona verileceği, rahmetin ve hikmetin muktezası
olduğu gibi, hadîsin nususuyla ve Kur'anın işaratıyla sabittir. Hem madem dünyanın; her
hatanın başı olan mezmum muhabbeti değil, belki esmaya ve âhirete bakan iki yüzünü, esma
ve âhiret için sevmiş ve ibadet-i fikriye ile o yüzleri ma'mur etmiş, güya bütün dünyasıyla
ibadet etmiş. Elbette dünya kadar bir mükâfat alması, mukteza-yı rahmet ve hikmettir. Hem
madem âhiretin muhabbetiyle onun mezraasını sevmiş ve Cenab-ı Hakk'ın muhabbetiyle
âyine-i esmasını sevmiş. Elbette dünya gibi bir mahbub ister. O da, dünya kadar bir Cennet'tir.
Üçüncü Nokta: Vefat eden çocuk, bir Hâlık-ı Rahîm'in mahluku, memlukü, abdi ve
bütün heyetiyle onun masnu'u ve ona ait olarak ebeveyninin bir arkadaşı idi ki; muvakkaten
ebeveyninin nezaretine verilmiş. Peder ve vâlideyi ona hizmetkâr etmiş. Ebeveyninin o
hizmetlerine mukabil, muaccel bir ücret olarak lezzetli bir şefkat vermiş. Şimdi binden
dokuzyüz doksandokuz hisse sahibi olan O Hâlık-ı Rahîm, mukteza-yı rahmet ve hikmet
olarak o çocuğu senin elinden alsa, hizmetine hâtime verse; surî bir hisse ile, hakikî bin hisse
MAXQDA 2020 24.12.2022
sahibine karşı şekvayı andıracak bir tarzda me'yusane hüzün ve feryad etmek ehl-i imana
yakışmaz, belki ehl-i gaflet ve dalalete yakışıyor.
Dördüncü Nokta: Eğer dünya ebedî olsaydı, insan içinde ebedî kalsaydı ve firak ebedî
olsaydı; elîmane teessürat ve me'yusane teellümatın bir manası olurdu. Fakat madem dünya
bir misafirhanedir; vefat eden çocuk nereye gitmişse, siz de biz de oraya gideceğiz.
gaflet, kendi dünyasının böyle çabuk yıkılacak vaziyetini bilmediklerinden, umumî dünya gibi
daimî zannedip perestiş eder. Başkalarının dünyası gibi çabuk yıkılır, bozulur, benim de
hususî bir dünyam var. Bu hususî dünyam, bu kısacık ömrümle ne faidesi var diye düşündüm.
Nur-u Kur'an ile gördüm ki: Hem benim, hem herkes için, şu dünya muvakkat bir ticaretgâh
ve hergün dolar boşalır bir misafirhane ve gelen geçenlerin alış-verişi için yol üstünde
kurulmuş bir pazar ve Nakkaş-ı Ezelî'nin teceddüd eden (hikmetle yazar bozar) bir defteri ve
her bahar bir yaldızlı mektubu ve herbir yaz bir manzum kasidesi ve o Sâni'-i Zülcelal'in
cilve-i esmasını tazelendiren, gösteren âyineleri ve âhiretin fidanlık bir bahçesi ve rahmet-i
İlahiyenin bir çiçekdanlığı ve âlem-i bekada gösterilecek olan levhaları yetiştirmeye mahsus
muvakkat bir tezgâhı mahiyetinde gördüm. Bu dünyayı bu surette yaratan Hâlık-ı Zülcelal'e
yüzbin şükrettim. Ve anladım
--- sh:»
kelimesinde ince kalemle bir sure-i Kur'aniye yazılmış, gayet manidar ve bütün mes'eleleri
birbirini teyid eder ve kâtibini ve müellifini fevkalâde meharetli ve iktidarlı gösteren bir acib
mecmua, şeksiz, gündüz gibi, kâtib ve musannifini kemalâtıyla, hünerleriyle bildirir, tanıttırır.
Mâşâallah, Bârekâllah cümleleriyle takdir ettirir. Aynen öyle de, bu kâinat kitab-ı kebiri ki,
birtek sahifesi olan zemin yüzünde ve birtek forması olan baharda, üçyüz bin ayrı ayrı kitablar
hükmündeki üçyüz bin nebatî ve hayvanî taifeleri beraber, birbiri içinde, yanlışsız hatasız,
karıştırmayarak, şaşırmayarak; mükemmel, muntazam ve bazan ağaç gibi bir kelimede bir
kasideyi; ve çekirdek gibi bir noktada bir kitabın tamam bir fihristesini yazan bir kalem
işlediğini gözümüzle gördüğümüz bu nihayetsiz manidar ve her kelimesinde çok hikmetler
bulunan şu mecmua-i kâinat ve bu mücessem Kur'an-ı Ekber-i Âlem, mezkûr misaldeki
kitabdan ne derece büyük ve mükemmel ve manidar ise,
--- sh:»(G:79) ↓----------------------------------------------------------------------------------------------
-
o derecede sizin okuduğunuz fenn-i hikmet-ül eşya ve mektebde bilfiil mübaşeret ettiğiniz
fenn-i kıraat ve fenn-i kitabet, geniş mikyaslarıyla ve dûrbîn gözleriyle bu kitab-ı kâinatın
nakkaşını, kâtibini hadsiz kemalâtıyla tanıttırır.
o derecede sizin okuduğunuz fenn-i hikmet-ül eşya ve mektebde bilfiil mübaşeret ettiğiniz
fenn-i kıraat ve fenn-i kitabet, geniş mikyaslarıyla ve dûrbîn gözleriyle bu kitab-ı kâinatın
nakkaşını, kâtibini hadsiz kemalâtıyla tanıttırır. Allahü Ekber cümlesiyle bildirir, Sübhanallah
takdisiyle tarif eder, Elhamdülillah senalarıyla sevdirir.
İşte bu fenlere kıyasen, yüzer fünundan herbir fen, geniş mikyasıyla ve hususî
âyinesiyle ve dûrbînli gözüyle ve ibretli nazarıyla bu kâinatın Hâlık-ı Zülcelal'ini esmasıyla
bildirir; sıfâtını, kemalâtını tanıttırır.
İşte bu muhteşem ve parlak bir bürhan-ı vahdaniyet olan mezkûr hücceti ders vermek
içindir ki; Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan çok tekrar ile en ziyade «Œ²*« ²!«: ¬€!«Y´WÅK7! «s«V«
(G:97) ↓----------------------------------------------------------------------------------------------
-
hem ekser isimleri, hem rububiyet, uluhiyet, rahmet, inayet, hikmet, adalet gibi vasıfları,
MAXQDA 2020 24.12.2022
şe'nleri lüzum derecesinde âhireti iktiza ve vücub derecesinde bâki bir âlemi istilzam ve
zaruret derecesinde mükâfat ve mücazat için haşri ve neşri isterler.
Evet madem ezelî, ebedî bir Allah var; elbette saltanat-ı uluhiyetinin sermedî bir medarı
olan âhiret vardır. Ve madem bu kâinatta ve zîhayatta gayet haşmetli ve hikmetli ve şefkatli
bir rububiyet-i mutlaka var ve görünüyor. Elbette o rububiyetin haşmetini sukuttan ve
hikmetini abesiyetten ve şefkatini gadirden kurtaran, ebedî bir dâr-ı saadet bulunacak ve
girilecek.
Hem madem göz ile görünen bu hadsiz in'amlar, ihsanlar, lütuflar, keremler, inayetler,
rahmetler; perde-i gayb arkasında bir Zât-ı Rahman-ı Rahîm'in bulunduğunu sönmemiş
akıllara, ölmemiş kalblere gösterir. Elbette in'amı istihzadan ve ihsanı aldatmaktan ve inayeti
adavetten ve rahmeti azabdan ve lütuf ve keremi ihanetten halâs eden ve ihsanı ihsan eden ve
nimeti nimet eden, bir âlem-i bâkide bir hayat-ı bâkiye var ve olacaktır.
-
hem ekser isimleri, hem rububiyet, uluhiyet, rahmet, inayet, hikmet, adalet gibi vasıfları,
şe'nleri lüzum derecesinde âhireti iktiza ve vücub derecesinde bâki bir âlemi istilzam ve
zaruret derecesinde mükâfat ve mücazat için haşri ve neşri isterler.
Evet madem ezelî, ebedî bir Allah var; elbette saltanat-ı uluhiyetinin sermedî bir medarı
olan âhiret vardır. Ve madem bu kâinatta ve zîhayatta gayet haşmetli ve hikmetli ve şefkatli
bir rububiyet-i mutlaka var ve görünüyor. Elbette o rububiyetin haşmetini sukuttan ve
hikmetini abesiyetten ve şefkatini gadirden kurtaran, ebedî bir dâr-ı saadet bulunacak ve
girilecek.
Hem madem göz ile görünen bu hadsiz in'amlar, ihsanlar, lütuflar, keremler, inayetler,
rahmetler; perde-i gayb arkasında bir Zât-ı Rahman-ı Rahîm'in bulunduğunu sönmemiş
akıllara, ölmemiş kalblere gösterir. Elbette in'amı istihzadan ve ihsanı aldatmaktan ve inayeti
adavetten ve rahmeti azabdan ve lütuf ve keremi ihanetten halâs eden ve ihsanı ihsan eden ve
nimeti nimet eden, bir âlem-i bâkide bir hayat-ı bâkiye var ve olacaktır.
tarafına hükmeden
--- sh:»(G:99) ↓----------------------------------------------------------------------------------------------
-
ve ekser mahlukatına tasarruf eden ve ekser zîhayat mevcudatını teshir edip kendi etrafına
toplattıran ve ekser masnuatını kendi hevesatının hendesesiyle ve ihtiyacatının düsturlarıyla
öyle güzelce tanzim ve teşhir ve tezyin ve çok antika nevilerini liste gibi birer yerlerde öyle
toplayıp süslettirir ki, değil yalnız ins ve cinn nazarlarını, belki semavat ehlinin ve kâinatın
nazar-ı dikkatlerini ve takdirlerini ve kâinat sahibinin nazar-ı istihsanını celbetmekle gayet
büyük bir ehemmiyet ve kıymet alan ve bu haysiyetle bu kâinatın hikmet-i hilkatı ve büyük
neticesi ve kıymetli meyvesi ve Arz'ın halifesi olduğunu fenleriyle, san'atlarıyla gösteren.. ve
dünya cihetinde Sani-i Âlem'in mu'cizeli san'atlarını gayet güzelce teşhir ve tanzim ettiği için,
isyan ve küfrüyle beraber dünyada bırakılan ve azabı te'hir edilen ve bu hizmeti için imhal
edilip muvaffakıyet gören nev-i benî-Âdem var. Ve madem bu mahiyetteki nev-i benî-Âdem,
mizaç ve hilkat itibariyle gayet zaîf ve âciz ve gayet acz ve fakrıyla beraber hadsiz ihtiyacatı
ve teellümatı olduğu halde, bütün bütün kuvvetinin ve ihtiyarının fevkinde olarak koca Küre-i
Arz'ı, o nev-i insana lüzumu
--- sh:»(G:100) ↓--------------------------------------------------------------------------------------------
MAXQDA 2020 24.12.2022
İ'dam-ı ebedî
ile mahvolsunlar? Hâşâ, yüzbin defa hâşâ ve kellâ!.. Evet bütün kâinat ve hakikat-ı âlem,
dirilmesini dava eder ve hayatını Sahib-i Kâinat'tan taleb ediyor.
Ve madem Yedinci Şua olan "Âyet-ül Kübra"da herbiri bir dağ kuvvetinde otuzüç aded
icma-ı azîm isbat etmişler ki: Bu kâinat bir elden çıkmış ve birtek zâtın mülküdür ve kemalât-ı
İlahiyenin medarı olan vahdetini ve ehadiyetini bedahetle göstermişler ve vahdet ve ehadiyet
ile bütün kâinat, o Zât-ı Vâhid'in emirber neferleri ve müsahhar memurları hükmüne geçiyor
ve âhiretin gelmesiyle, kemalâtı sukuttan ve adalet-i mutlakası müstehziyane gadr-ı mutlaktan
ve hikmet-i âmmesi sefahetkârane abesiyetten ve rahmet-i vasiası lâhiyane tazibden ve izzet-i
kudreti zelilane acizden kurtulurlar, takaddüs ederler. Elbette ve elbette ve herhalde iman-ı
billahın yüzer nüktesinden bu altı mademlerdeki
--- sh:»(G:103) ↓--------------------------------------------------------------------------------------------
MAXQDA 2020 24.12.2022
bütün deliller; dolayısıyla haşre ve neşr-i suhufa ve mizan-ı ekberdeki müvazene-i a'male
delalet ederler. Çünki herşeyin mukadderatını gözümüz önünde nizam ve mizan levhalarında
kaydetmek ve her zîhayatın sergüzeşt-i hayatiyelerini kuvve-i hâfızalarında ve çekirdeklerinde
ve sair elvah-ı misaliyede yazmak ve her zîruhun hususan insanların defter-i a'mallerini elvah-
ı mahfuzada tesbit etmek ve geçirmek; elbette öyle muhit bir kader ve hakîmane bir takdir ve
müdakkikane bir kayıd ve hafîzane bir kitabet; ancak mahkeme-i kübrada umumî bir
muhakeme neticesinde daimî bir mükâfat ve mücazat için olabilir. Yoksa o ihatalı ve inceden
ince olan kayıd ve muhafaza; bütün bütün manasız, faidesiz kalır, hikmete ve hakikate münafî
olur. Hem haşir gelmezse; kader kalemiyle yazılan bu kitab-ı kâinatın bütün muhakkak
manaları bozulur ki, hiçbir cihet-i imkânı olamaz ve o ihtimal, bu kâinatın vücudunu inkâr
gibi bir muhal, belki bir hezeyan olur.
Elhasıl: İmanın beş rüknü bütün delilleriyle, haşr ü neşrin vukuuna ve vücuduna ve dâr
MAXQDA 2020 24.12.2022
--
Demek ya herbir zerre ve herbir parça havada nihayetsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir
ilmi, iradesi ve nihayetsiz bir kuvveti, kudreti ve bütün zerrata hâkim-i mutlak bir hassaları
bulunmak lâzımdır ki; bu işlere medar olabilsin. Bu ise, zerreler adedince muhal ve bâtıldır.
Hiçbir şeytan dahi bunu hatıra getiremez. Öyle ise bu sahife-i havanın hakkalyakîn,
aynelyakîn, ilmelyakîn derecesinde bedahetle Zât-ı Zülcelal'in hadsiz gayr-ı mütenahî ilmi ve
hikmetle çalıştırdığı kalem-i kudret ve kaderin mütebeddil sahifesi ve bir levh-i mahfuzun
âlem-i tegayyürde ve mütebeddil şuunatında bir levh-i mahv-isbat namında yazar bozar
tahtası hükmündedir.
İşte hava unsurunun yalnız nakl-i asvat vazifesinde mezkûr cilve-i vahdaniyeti ve
mezkûr acaibi gösterdiği ve dalaletin hadsiz muhaliyetini izhar ettiği gibi, unsur-u havaînin
sair ehemmiyetli vazifelerinden biri de elektrik, cazibe, dafia, ziya gibi sair letaifin naklinde
şaşırmadan muntazaman, asvat naklindeki vazifeyi gördüğü aynı zamanda, bu vazifeleri dahi
gördüğü aynı zamanında, bütün nebatat ve hayvanata teneffüs ve telkîh gibi hayata lüzumu
bulunan levazımatı
--- sh:»(G:113) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
levhalarıyla gözlerine göstermek için pek büyük bir fotoğraf makinesi olarak bildim.(Haşiye)
Hem Levh-i Mahfuz'un, hem âlem-i misalin iki hücceti ve iki küçük nümunesi ve iki noktası,
insanın başında olan kuvve-i hâfıza ve kuvve-i hayaliye mercimek küçüklüğünde iken, hiç
karıştırmayarak kemal-i intizam ile, içlerinde bir büyük kütübhane kadar malûmatın yazılması
kat'î isbat eder ki; o iki kuvvenin nümune-i ekber ve a'zamları, âlem-i misal ile Levh-i
MAXQDA 2020 24.12.2022
Mahfuz'dur.
Hava ve su unsurlarının, hususan nutfelerin suyu ve hava unsuru, toprak unsurunun pek
fevkinde daha ziyade hikmet ve irade ile ve kalem-i kader ve kudret ile yazıldıkları ve tesadüf
ve kör kuvvetin ve sağır tabiatın ve camid ve hedefsiz esbabın karışması yüz derece muhal ve
hiçbir cihetle mümkün olmadığı ve Hakîm-i Zülcelal'in kalem-i kader ve hikmetinin sahifesi
olduğu ilmelyakîn ile kat'î bilindi.
Mütebâkisi şimdilik yazdırılmadı. Umuma binler selâm.
**
levhalarıyla gözlerine göstermek için pek büyük bir fotoğraf makinesi olarak bildim.(Haşiye)
Hem Levh-i Mahfuz'un, hem âlem-i misalin iki hücceti ve iki küçük nümunesi ve iki noktası,
insanın başında olan kuvve-i hâfıza ve kuvve-i hayaliye mercimek küçüklüğünde iken, hiç
karıştırmayarak kemal-i intizam ile, içlerinde bir büyük kütübhane kadar malûmatın yazılması
kat'î isbat eder ki; o iki kuvvenin nümune-i ekber ve a'zamları, âlem-i misal ile Levh-i
Mahfuz'dur.
Hava ve su unsurlarının, hususan nutfelerin suyu ve hava unsuru, toprak unsurunun pek
fevkinde daha ziyade hikmet ve irade ile ve kalem-i kader ve kudret ile yazıldıkları ve tesadüf
ve kör kuvvetin ve sağır tabiatın ve camid ve hedefsiz esbabın karışması yüz derece muhal ve
hiçbir cihetle mümkün olmadığı ve Hakîm-i Zülcelal'in kalem-i kader ve hikmetinin sahifesi
olduğu ilmelyakîn ile kat'î bilindi.
Mütebâkisi şimdilik yazdırılmadı. Umuma binler selâm.
**
(G:118) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Hak'tan Hakk'a feryad ederim, sen gibi aşmam,
Yerden göğe dava ederim, sen gibi kaçmam.
Ki, Kur'anda hep dava nurdan nuradır, sen gibi caymam.
Kur'andadır hak hikmet, isbat ederim, muhalif felsefeyi beş paraya saymam.
Furkan'dadır elmas hakikat, dercan ederim, sen gibi satmam.
Halktan Hakk'a seyran ederim, sen gibi sapmam.
Dikenli yolda tayran ederim, sen gibi basmam.
Ferşten arşa şükran ederim, sen gibi asmam.
--
hatt-ı Kur'an ile o manidar Kur'an âyeti yazılmışken, sonra da mermer taşlarla üzeri kapatılıp
o nurları gizlemişlerdi. Şimdi yeniden hatt-ı Kur'aniyeye bir nümune-i müsaade ve Risale-i
Nur'un takib ettiği maksadına bir vesile ve Üniversite ileride bir Nur Medresesi olmasına bir
işaret olduğu gibi, Denizli Nurcularından Ahmed'lerin meşhur âlim ve akılca ondokuzuncu
asrın en büyüğü ve içtimaî feylesofların en ilerisi Bismark'ın eserinden aldıkları bir fıkrada, o
yüksek Bismark eserinde diyor ki: Kur'anı her cihetle tedkik ettim, her kelimesinde büyük bir
MAXQDA 2020 24.12.2022
hikmet gördüm. Bunun misli ve beşeriyeti idare edecek hiçbir eser yoktur ve gelemez." Ve
Peygamber'e hitaben der:
Garbda
İslâmiyetin ne kadar ileri gideceğini bu sözler göstermektedir.
A'zamî müşahede-i içtimaiyyemden ve bilhassa ondokuzuncu asrın müteferrikalarıyla
müteveffa Prens Bismark'ın edyan-ı mefsuha hakkındaki beyanatı:
"Edvar-ı muhtelifede beşeriyeti idare etmek için taraf-ı Lahutîden vürud ettiği iddia
olunan bütün kütüb-ü münzele-i semaviyeyi tedkik ettim. Tahrif edilmelerinden hiçbirisinde
aradığım hikmeti bulamadım. Bu kanunlar, beşeriyetin saadetini temin edecek mahiyetten pek
uzaktır. Lâkin, Muhammedîlerin Kur'anı
--- sh:»(G:124) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------
(G:124) ↓ ------------------------------------------------------------------------------------
bu kayıddan âzadedir. Ben Kur'anı her cihetle, her noktadan tedkik ettim. Her kelimesinde
büyük bir hikmet gördüm ve bu kitabı Hazret-i Muhammed'in zade-i tab'ı olduğunu iddia
ediyorlarsa da, en mükemmel bir dimağdan böyle bir hârikanın zuhurunu iddia etmek,
hakaika göz kapayarak kin ve garaza âlet olmak manasını ifade ediyor. Bu da ilim ve hikmet
ile kabil-i te'lif değildir. Ben şunu iddia ediyorum ki: Hazret-i Muhammed mümtaz bir
kudrettir. Destgâh-ı kudretin böyle bir ikinci vücudu saha-i imkâna getirmesi, ihtimalden
baiddir.
²vU²[«V«2 •«ŸÅ,7«!
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Bugünlerde Kur'an-ı Hakîm'in nazarında imandan sonra en ziyade esas tutulan takva ve
amel-i sâlih esaslarını düşündüm. Takva, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek; ve amel-
i sâlih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def'-i şer, celb-i nef'a racih
olmakla beraber; bu tahribat ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanında bu takva olan def'-i
mefasid ve terk-i kebair üss-ül esas olup, büyük bir rüchaniyet kesbetmiş.
büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azîme içinde
amel-i sâlihin ihlasla muvaffakıyeti pek azdır.
--- sh:»(G:135) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
Hem az bir amel-i sâlih, bu ağır şerait içinde çok hükmündedir
büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azîme içinde
amel-i sâlihin ihlasla muvaffakıyeti pek azdır.
--- sh:»(G:135) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
Hem takva içinde bir nevi amel-i sâlih var. Çünki bir haramın terki vâcibdir. Bir vâcibi
işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takva, böyle zamanlarda, binler günahın
tehacümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vâcib işlenmiş oluyor.
Bu ehemmiyetli nokta niyetiyle, takva nâmıyla ve günahtan kaçınmak kasdıyla, menfî
ibadetten gelen ehemmiyetli a'mal-i sâlihadır.
Risale-i Nur şakirdlerinin bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı
takvayı esas tutup davranmak gerektir. Madem her dakikada, şimdiki tarz-ı hayat-ı
içtimaiyede yüz günah insana karşı geliyor; elbette takva ile ve niyet-i içtinab ile yüz amel-i
sâlih işlemiş hükmündedir. Malûmdur ki; bir adamın bir günde harab ettiği bir sarayı, yirmi
adam yirmi günde yapamaz ve bir adamın tahribatına karşı yirmi adam çalışmak lâzım
gelirken; şimdi binler tahribatçıya mukabil, Risale-i Nur gibi bir tamircinin bu derece
mukavemeti ve tesiratı pek hârikadır.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Bir vâcibi
işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takva, böyle zamanlarda, binler günahın
tehacümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vâcib işlenmiş oluyor.
Bu ehemmiyetli nokta niyetiyle, takva nâmıyla ve günahtan kaçınmak kasdıyla, menfî
ibadetten gelen ehemmiyetli a'mal-i sâlihadır.
Risale-i Nur şakirdlerinin bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı
takvayı esas tutup davranmak gerektir. Madem her dakikada, şimdiki tarz-ı hayat-ı
içtimaiyede yüz günah insana karşı geliyor; elbette takva ile ve niyet-i içtinab ile yüz amel-i
sâlih işlemiş hükmündedir. Malûmdur ki; bir adamın bir günde harab ettiği bir sarayı, yirmi
adam yirmi günde yapamaz ve bir adamın tahribatına karşı yirmi adam çalışmak lâzım
gelirken; şimdi binler tahribatçıya mukabil, Risale-i Nur gibi bir tamircinin bu derece
mukavemeti ve tesiratı pek hârikadır. Eğer bu iki mütekabil kuvvetler
--- sh:»
Hem alâkadar olduğun ve perişaniyetlerinden müteessir olduğun; senin bir nevi hanen
ve içindeki mevcudat, senin o hanenin
--- sh:»(G:162) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
ünsiyetli levazımatı ve sevimli müzeyyenatı hükmünde olan dünyayı ve içindeki mahlukatı
kemal-i hikmet ile tanzim ve tedbir ve terbiye eden zâtın "Hakîm" ismine ve "Mürebbi"
ünvanına senin ruhun ne kadar muhtaç, ne kadar müştak olduğunu dikkat etsen anlarsın. Hem
bütün alâkadar olduğun ve zevalleriyle müteellim olduğun insanları, mevtleri hengâmında
adem zulümatından kurtarıp şu dünyadan daha güzel bir yerde yerleştiren bir zâtın "Vâris,
Bâis" isimlerine, "Bâki, Kerim, Muhyî ve Muhsin" ünvanlarına ne kadar ruhun muhtaç
olduğunu dikkat etsen anlarsın.
İşte insanın mahiyeti ulviye, fıtratı câmia olduğundan; binler enva'-ı hacat ile binbir
esma-i İlahiyeye, herbir ismin çok mertebelerine fıtraten muhtaçtır. Muzaaf ihtiyaç, iştiyaktır.
(G:163) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
binbir mertebelerinden bir mertebeyi beyan edeceğiz. Şöyle ki:
Hikmet ve adl içindeki "Rahmanurrahîm" ve "Hak" ismini a'zamî bir dairede görmek
istersen, şu temsile bak: Nasılki bir orduda dörtyüz muhtelif taifeler bulunduğunu farz
ediyoruz ki, herbir taife beğendiği elbiseleri ayrı, hoşuna gittiği erzakı ayrı, rahatla istimal
MAXQDA 2020 24.12.2022
edeceği silâhları ayrı ve mizacına deva olacak ilâçları ayrı oldukları halde, bütün o dörtyüz
taife, ayrı ayrı takım, bölük tefrik edilmeyerek, belki birbirine karışık olduğu halde onları
kemal-i şefkat ve merhametinden ve hârikulâde iktidarından ve mu'cizane ilim ve ihatasından
ve fevkalâde adalet ve hikmetinden, misilsiz birtek padişah onların hiçbirini şaşırmayarak,
hiçbirini unutmayarak, bütün ayrı ayrı onlara lâyık elbise, erzak, ilâç ve silâhlarını muinsiz
olarak bizzât kendisi verse, o zât acaba ne kadar muktedir, müşfik, âdil, kerim bir padişah
olduğunu anlarsın. Çünki bir taburda on milletten efrad bulunsa, onları ayrı ayrı giydirmek ve
teçhiz etmek çok müşkil olduğundan, bilmecburiye ne cinsten olursa olsun, bir tarzda teçhiz
edilir.
--- sh:»
--
binbir mertebelerinden bir mertebeyi beyan edeceğiz. Şöyle ki:
Hikmet ve adl içindeki "Rahmanurrahîm" ve "Hak" ismini a'zamî bir dairede görmek
istersen, şu temsile bak: Nasılki bir orduda dörtyüz muhtelif taifeler bulunduğunu farz
ediyoruz ki, herbir taife beğendiği elbiseleri ayrı, hoşuna gittiği erzakı ayrı, rahatla istimal
edeceği silâhları ayrı ve mizacına deva olacak ilâçları ayrı oldukları halde, bütün o dörtyüz
taife, ayrı ayrı takım, bölük tefrik edilmeyerek, belki birbirine karışık olduğu halde onları
kemal-i şefkat ve merhametinden ve hârikulâde iktidarından ve mu'cizane ilim ve ihatasından
ve fevkalâde adalet ve hikmetinden, misilsiz birtek padişah onların hiçbirini şaşırmayarak,
hiçbirini unutmayarak, bütün ayrı ayrı onlara lâyık elbise, erzak, ilâç ve silâhlarını muinsiz
olarak bizzât kendisi verse, o zât acaba ne kadar muktedir, müşfik, âdil, kerim bir padişah
olduğunu anlarsın. Çünki bir taburda on milletten efrad bulunsa, onları ayrı ayrı giydirmek ve
teçhiz etmek çok müşkil olduğundan, bilmecburiye ne cinsten olursa olsun, bir tarzda teçhiz
edilir.
--- sh:»(G:164) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
İşte öyle de: Cenab-ı Hakk'ın adl ve hikmet içindeki İsm-i "Hak ve Rahmanurrahîm"in
cilvesini görmek istersen bahar mevsiminde zeminin yüzünde çadırları kurulmuş, muhteşem
dörtyüzbin milletten mürekkeb nebatat ve hayvanat ordusuna bak ki; bütün o milletler, o
taifeler, birbiri içinde oldukları halde, herbirinin libası ayrı, erzakı ayrı, silâhı ayrı, tarz-ı
hayatı ayrı, talimatı ayrı, terhisatı ayrı oldukları halde ve o hacatlarını tedarik edecek
iktidarları ve o metalibi isteyecek dilleri olmadığı halde, daire-i hikmet ve adl içinde, mizan
ve intizam ile "Hak" ve "Rahman", "Rezzak" ve "Rahîm", "Kerim" ünvanlarını seyret, gör.
Nasıl hiçbirini şaşırmayarak, unutmayarak, iltibas etmeyerek terbiye ve tedbir ve idare eder.
İşte, böyle hayret verici muhit bir intizam ve mizan ile yapılan bir işe, başkalarının
parmakları karışabilir mi? Vâhid-i Ehad, Hakîm-i Mutlak, Kadîr-i Külli Şey'den başka, bu
san'ata, bu tedbire, bu rububiyete, bu tedvire hangi şey elini uzatabilir? Hangi sebeb müdahale
MAXQDA 2020 24.12.2022
İşte öyle de: Cenab-ı Hakk'ın adl ve hikmet içindeki İsm-i "Hak ve Rahmanurrahîm"in
cilvesini görmek istersen bahar mevsiminde zeminin yüzünde çadırları kurulmuş, muhteşem
dörtyüzbin milletten mürekkeb nebatat ve hayvanat ordusuna bak ki; bütün o milletler, o
taifeler, birbiri içinde oldukları halde, herbirinin libası ayrı, erzakı ayrı, silâhı ayrı, tarz-ı
hayatı ayrı, talimatı ayrı, terhisatı ayrı oldukları halde ve o hacatlarını tedarik edecek
iktidarları ve o metalibi isteyecek dilleri olmadığı halde, daire-i hikmet ve adl içinde, mizan
ve intizam ile "Hak" ve "Rahman", "Rezzak" ve "Rahîm", "Kerim" ünvanlarını seyret, gör.
Nasıl hiçbirini şaşırmayarak, unutmayarak, iltibas etmeyerek terbiye ve tedbir ve idare eder.
İşte, böyle hayret verici muhit bir intizam ve mizan ile yapılan bir işe, başkalarının
parmakları karışabilir mi? Vâhid-i Ehad, Hakîm-i Mutlak, Kadîr-i Külli Şey'den başka, bu
san'ata, bu tedbire, bu rububiyete, bu tedvire hangi şey elini uzatabilir? Hangi sebeb müdahale
Dünya kadar, fakat fâni dünya gibi fâni değil, bâki bir Cennet verilecektir.
Hem dünyada yalnız zaîf gölgeleri gösterilen esma, o Cennet'in âyinelerinde en şaşaalı bir
surette gösterilecektir. Hem dünyayı, mezraa-i âhiret yüzünde sevmenin neticesi: Dünyayı
fidanlık, yani ancak fidanları bir derece yetiştiren küçük bir mezraası hükmünde olacak öyle
bir Cennet'i verecek ki: Dünyada havas ve hissiyat-ı insaniye, küçük fidanlar olduğu halde,
Cennet'te en mükemmel bir surette inkişaf ve dünyada tohumcuklar hükmünde olan
istidadları, enva'-ı lezaiz ve kemalât ile sünbüllenecek surette ona verileceği, rahmetin ve
hikmetin muktezası olduğu gibi, hadîsin nususuyla ve Kur'anın işaratıyla sabittir. Hem
madem dünyanın; her hatanın başı olan mezmum muhabbeti değil, belki esmaya ve âhirete
bakan iki yüzünü, esma ve âhiret için sevmiş ve ibadet-i fikriye ile o yüzleri ma'mur etmiş,
güya bütün dünyasıyla ibadet etmiş. Elbette
--- sh:»(G:180) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
Elbette
--- sh:»(G:180) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
dünya kadar bir mükâfat alması, mukteza-yı rahmet ve hikmettir. Hem madem âhiretin
muhabbetiyle onun mezraasını sevmiş ve Cenab-ı Hakk'ın muhabbetiyle âyine-i esmasını
sevmiş. Elbette dünya gibi bir mahbub ister. O da, dünya kadar bir Cennet'tir.
akıldan uzak olduğu gibi, çok muhalâtı intac ediyor. İnsan gibi bir âciz-i mutlakta, en kuvvetli
bir Sultan-ı Mutlak'ın kudreti bulunmak lâzım geliyor.- Veyahut bu kâinatın perdesi arkasında
bir Kadîr-i Mutlak'ın ilmi ile bu muavenet oluyor. Demek kâinatın enva'ı, insanı tanıyor değil;
belki insanı bilen ve tanıyan, merhamet
--- sh:»(G:187) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
eden bir zâtın tanımasının ve bilmesinin delilleridir
İsm-i İlahî'nin cilvesinden uzanan nuranî atkılar, kâinat sîmasında öyle bir sikke-i Rahmet
içinde şbir hâtem-i rahîmiyeti ve bir nakş-ı şefkati dokuyor ve öyle bir hâtem-i inayeti
nescediyor ki, Güneşten daha parlak kendini akıllara gösteriyor.
Evet Şems ve Kamer'i, anasır ve maadini, nebatat ve hayvanatı; bir nakş-ı a'zamın atkı
ipleri gibi o binbir isimlerin şualarıyla tanzim eden ve hayata hâdim eden ve nebatî ve hayvanî
olan umum vâlidelerin gayet şirin ve fedakârane şefkatleriyle şefkatini gösteren ve zevilhayatı
hayat-ı insaniyeye müsahhar eden ve ondan rububiyet-i İlahiyenin gayet güzel ve şirin bir
nakş-ı a'zamını ve insanın ehemmiyetini gösteren ve en parlak rahmetini izhar eden o
Rahman-ı Zülcemal, elbette kendi istiğna-i mutlakına karşı, rahmetini ihtiyac-ı mutlak
içindeki zîhayata ve insana makbul bir şefaatçi yapmış.
Ey insan, eğer insan isen "Bismillahirrahmanirrahîm" de. O şefaatçiyi bul!
Evet zeminde dörtyüzbin muhtelif ayrı ayrı nebatatın ve hayvanatın taifelerini, hiçbirini
unutmayarak, şaşırmayarak, vakti vaktine kemal-i intizam ile hikmet ve inayet ile terbiye ve
idare eden ve küre-i arzın sîmasında
--- sh:»(G:189) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
hâtem-i ehadiyeti vaz'eden; bilbedahe belki bilmüşahede rahmettir ve o rahmetin vücudu, bu
küre-i arzın sîmasındaki mevcudatın vücudları kadar kat'î olduğu gibi, o mevcudat adedince
tahakkukunun delilleri var.
Rahman nazarıyla bakmışlar. Ehl-i tarîkatın ekserinde sekr, ehl-i aşkın çoğunda istiğrak ve
iltibas olduğundan, hakikata muhalif telakkilerinde belki mazurdurlar. Fakat aklı başında
olanlar, fikren onların esas-ı akaide münafî olan manalarını kabul edemez. Etse hata eder.
Evet bütün kâinatı bir saray, bir ev gibi muntazam idare eden ve yıldızları zerreler gibi
hikmetli ve kolay çeviren ve gezdiren ve zerratı muntazam memurlar gibi istihdam eden Zât-ı
Akdes-i İlahî'nin şeriki, naziri, zıddı, niddi olmadığı gibi, h[¬M«A²7! p[¬WÅK7! «x;«:
(G:205) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
o nur-u iman ile uzaktan uzağa fark eder. Ve fırtına ve zelzele, taun gibi hâdiseleri, birer
müsahhar memur bilir. Bahar fırtınası ve yağmur gibi hâdisatı; sureten haşin, manen çok latif
hikmetlere medar görüyor. Hattâ mevti, hayat-ı ebediyenin mukaddemesi ve kabri, saadet-i
ebediyenin kapısı görüyor. Daha sair cihetleri sen kıyas eyle. Hakikatı temsile tatbik et...
(G:212) ↓ --------------------------------------------------------------------------------------------
--
verir. Vahşet ve kimsesizlik dehşetini, huzuruyla ve cevabıyla ünsiyete çevirir. Fakat insanın
hevaperestane ve heveskârane tahakkümüyle değil, belki hikmet-i Rabbaniyenin iktizasıyla ya
matlubunu veya daha evlâsını verir veya hiç vermez.
Hem, dua bir ubudiyettir. Ubudiyet ise semeratı uhreviyedir. Dünyevî maksadlar ise, o
nevi dua ve ibadetin vakitleridir. O maksadlar, gayeleri değil.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Ubudiyet ise, hâlisen livechillah olmalı. Yalnız aczini izhar edip, dua ile ona iltica
etmeli. Rububiyetine karışmamalı. Tedbiri ona bırakmalı. Hikmetine itimad etmeli. Rahmetini
ittiham etmemeli. Evet hakikat-ı halde âyât-ı beyyinatın beyanıyla sabit olan: Bütün
mevcudat, herbirisi birer mahsus tesbih ve birer hususî ibadet, birer has secde ettikleri gibi;
bütün kâinattan dergâh-ı İlahiyeye giden, bir duadır. Ya istidad lisanıyladır.
İşte
cây-ı dikkat, za'ftaki bir kuvvet ve şâyan-ı temaşa bir cilve-i rahmet...
Nasılki nazdar bir çocuk ağlamasıyla, ya istemesiyle, ya hazîn haliyle matlublarına öyle
muvaffak olur ve öyle kavîler ona müsahhar olurlar ki; o matlublardan binden birisine bin
defa kuvvetçiğiyle yetişemez. Demek za'f ve acz, onun hakkında şefkat ve himayeti tahrik
ettikleri için küçücük parmağıyla kahramanları kendine müsahhar eder. Şimdi böyle bir
çocuk, o şefkati inkâr etmek ve o himayeti ittiham etmek suretiyle ahmakane bir gurur ile
"Ben kuvvetimle bunları teshir ediyorum" dese, elbette bir tokat yiyecektir.
İşte insan dahi Hâlıkının rahmetini inkâr ve hikmetini ittiham edecek bir tarzda küfran-ı
nimet suretinde Karun gibi ¯v²V¬2 ]«V«2 yB[¬#:! @«WÅ9¬! yani:
MAXQDA 2020 24.12.2022
--
var ki, bu kâinat bir Hakîm-i Mutlak tarafından kasdî olarak bana teshir edilsin, benden bir
şükr-ü küllî istenilsin?"
Çünki sen çendan, nefsin ve suretin itibariyle hiç hükmündesin. Fakat vazife ve mertebe
noktasında, sen şu haşmetli kâinatın dikkatli bir seyircisi, şu hikmetli mevcudatın belâgatlı bir
lisan-ı nâtıkı ve şu kitab-ı âlemin anlayışlı bir mütalaacısı ve şu tesbih eden mahlukatın
hayretli bir nâzırı ve şu ibadet eden masnuatın hürmetli bir ustabaşısı hükmündesin.
Evet ey insan! Sen, nebatî cismaniyetin cihetiyle ve hayvanî nefsin itibariyle; sagir bir
cüz, hakir bir cüz'î, fakir bir mahluk, zaîf bir hayvansın ki; bütün dehşetli mevcudat-ı
seyyalenin dalgaları içinde çalkanıp gidiyorsun. Fakat muhabbet-i İlahiyenin ziyasını
tazammun eden imanın nuruyla münevver olan İslâmiyetin terbiyesiyle tekemmül edip;
insaniyet cihetinde, abdiyetin içinde bir sultansın ve cüz'iyetin içinde bir küllîsin, küçüklüğün
içinde bir âlemsin ve hakaretin içinde öyle makamın
--- sh:»
Bu şûranın bazı mukaddematı olan cemaat-ı İslâmiye teşkilatı ve evkafın Meşihat'a ilhakı gibi
umûrun daha evvel tahakkuku münasib ise de, baştan başlansa, sonra mukaddemat ihzar
edilse yine maksad hasıl olur. Daire-i intihabiyeleri hem mahdud, hem muhtelit olan a'yan ve
meb'usanın vazife-i resmiyeleri itibariyle bilvasıta ve dolayısıyla bu işe tesiri olabilir. Halbuki
vasıtasız, doğrudan doğruya bu vazife-i uzmayı deruhde edecek hâlis İslâm bir şûra lâzımdır.
Bir şey mâ-vudia-lehinde istihdam edilmezse, atalete uğrar, matlub eseri göstermez.
Binaenaleyh mühim bir maksad için tesis edilen Dâr-ül Hikmet-il İslâmiyeyi, şimdiki âdi bir
MAXQDA 2020 24.12.2022
Deniz ve enharı
bağırsaklarıdır, bâriddir.
Evet Avrupa, küre-i zeminin hums-i öşrü iken, nev-i beşerin bir rub'unu letafet-i
fıtriyesi ile kendine çekmiş. Hikmeten sabittir ki; efrad-ı kesîrenin içtimaı, ihtiyacatı intac
eder. Görenek gibi çok esbab ile tekessür eden hacat, zeminin kuvve-i nâbitesine sıkışmaz.
İşte şu noktadan ihtiyaç san'ata ve merak ilme ve sıkıntı vesait-i sefahete hocalık edip
talime başlarlar.
Evet fikr-i san'at, meyl-i marifet, kesretten çıkar.
idadisinde çalışıyor. Mısır, İslâm'ın zeki bir mahdumudur, İngiliz mekteb-i mülkiyesinden
ders alıyor. Kafkas ve Türkistan, İslâm'ın iki bahadır oğullarıdır, Rus mekteb-i harbiyesinde
talim alıyor, ilâ âhir.
Yahu şu asilzade evlâd, şehadetnamelerini aldıktan sonra, herbiri bir kıt'a başına
MAXQDA 2020 24.12.2022
geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyet'in bayrağını, âfâk-ı kemalâtta temevvüc
ettirmekle, kader-i ezelînin nazarında feleğin inadına, nev'-i beşerdeki hikmet-i ezeliyenin
sırrını ilân edecektir. İşte hikâyemin yarısı bu kadar.
--- sh:»(STİ:66) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
tenezzüh etmek üzere, gayet müzeyyen ve müzehher bir bahçeye girse (nekaisten müberra
olmak, cinan-ı Cennet'in mahsusatından ve her kemale bir noksanı karıştırmak, şu âlem-i kevn
ü fesadın mukteziyatından olmakla) şu bahçenin müteferrik köşelerinde bazı pis ve murdar
şeyler bulunduğu için, inhiraf-ı mizac sevki ve emri ile, yalnız o taaffünatı taharri ve o murdar
şeylere idame-i nazar eder. Güya onda yalnız o var. Hülyanın hükmüyle fena hayal tevessü'
ederek, o bostanı bir selhhane ve mezbele suretinde gösterdiğinden midesi bulanır ve istifra
eder, kemal-i nefretle kaçar.
Acaba, beşerin lezzet-i hayatını gussedar eden böyle bir hayale, hikmet ve maslahat rûy-
i rıza gösterebilecek midir?
Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.
Elhasıl: Cerbeze bir hâkimdir. Yalnız seyyiat tarafını konuşturmamalı, onun hasmı olan
hasenatı da dinlemeli. Sonra müvazene edip, mizan-ı haşirdeki hükm-ü âdilane gibi, racih
gelene muhabbetle hak vermelidir.
S- Efkâr-ı hazırada cerbeze nasıl bir tesir etmiştir?
C- Bak, o seyyiedir ki, Ararat Dağı kadar bize zulüm ve tahkir eden ecnebi bir devleti,
--- sh:
mahiyeti müstaid değil ve inayet-i ezeliyenin pergeliyle nakşolunan feleğin kanunu müsaid
değil ve meşiet-i ezeliyenin matbaasında tab' olunan zamanın tabiatı muvafık değil ve
mesalih-i umumiyeyi tesis eden hikmet-i İlahî razı değildir ki, şu âlem-i imkân, Feyyaz-ı
Mutlak'ın yed-i kudretinden şu ukûlümüzün hendesesiyle ve tehevvüsümüz iştihasıyla
istediğimiz semeratı koparsın. Verse de tutamaz, düşse de kaldıramaz.
Evet bir şahsın tehevvüsü için, büyük bir daire-i muhita, hareket-i mühimmesinden
durdurulmaz.
Elhasıl: Cerbeze bir hâkimdir. Yalnız seyyiat tarafını konuşturmamalı, onun hasmı olan
hasenatı da dinlemeli. Sonra müvazene edip, mizan-ı haşirdeki hükm-ü âdilane gibi, racih
gelene muhabbetle hak vermelidir.
S- Efkâr-ı hazırada cerbeze nasıl bir tesir etmiştir?
C- Bak, o seyyiedir ki, Ararat Dağı kadar bize zulüm ve tahkir eden ecnebi bir devleti,
--- sh:
Hem mülzem olmuştur. Çünki avam-ı müslimîni onlar aleyhinde sevketmekte esbabın
en âhiridir.
(*): Cây-ı dikkattir ki; merkez-i Hilafet üleması ve Dâr-ül Hikmet ve zabıta-i ahlâkiye ile fuhuş, işret,
kumar gibi
kebairi izale değil, tevkif edemediler. Anadolu Hükûmeti'nin bir emri ile, bütün işret, kumar gibi
kebairler men'
edildi. Demek desatir-i hikmet, nevamis-i hükûmetle; kavanin-i hak, revabıt-ı kuvvetle imtizaç
etmezse, cumhur-
u avamda müsmir olamaz.
(*): Cây-ı dikkattir ki; merkez-i Hilafet üleması ve Dâr-ül Hikmet ve zabıta-i ahlâkiye ile fuhuş, işret,
kumar gibi
kebairi izale değil, tevkif edemediler. Anadolu Hükûmeti'nin bir emri ile, bütün işret, kumar gibi
kebairler men'
edildi. Demek desatir-i hikmet, nevamis-i hükûmetle; kavanin-i hak, revabıt-ı kuvvetle imtizaç
etmezse, cumhur-
u avamda müsmir olamaz.
--- sh:»(STİ:81) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
taaddüde öyle şerait koymuştur ki, ona müraat etmekle, hiçbir mazarrata müeddi olmaz. Bazı
noktada şer olsa da, ehven-üş şerdir. Ehven-üş şer ise, bir adalet-i izafiyedir.
Heyhat!
buradaki hâkim olan kuvvet-i ecnebiye, lehinde olmayan herbir hareketi boğuyor. Hareket
edenleri gördük, mukaddes câmilerde gâvurlara dua ettirildi ve mücahidlerin cevaz-ı katline
fetva verdirildi. İşte Dâr-ül Hikmet, bu fırtına içinde âlet ettirilmedi. En büyük mani olan
ecnebi kuvvet, bütün kuvvetiyle ahlâksızlığı himaye ve teşci' ediyordu.
(*): Erkek galiben yüz yaşına kadar telkîh eder.
(STİ:89) ↓ -------------------------------------------------------------------------------------------
--
İkinci derecede sebeb:
Dâr-ül Hikmet eczaları kabil-i imtizac, belki de ihtilat değil. Şahsî meziyetleri vardır.
Cemaat ruhu tevellüd etmedi. "Ene"ler kavîdir, delinmedi ki bir "nahnü" olsun. "Ben", "biz"
olmadı.
esasları teftiş edilse görülecektir ki, bütün ihtilal ve fesadın asıl ve madeni ve bütün ahlâk-ı
rezilenin muharrik ve menbaı, tek iki kelimedir. O iki kelimenin imtizacından bomba gibi
küre-i arz patladı ve izdivacından, medenî insanlardan canavarlar doğdu.
MAXQDA 2020 24.12.2022
Birinci Kelime: Ben tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne?
İkinci Kelime
]
$
Aziz kardeşlerim,
“Haremeyn-i fierifeynin Vehhâbilerin eline geçmesi ve onların, eâzım-ı İslâmın türbeleri
hakkındaki tahripkârâne hürmetsizliği ne hikmete mebnîdir?” diye sual ediyorsunuz.
Elcevap: fiu hadise, âlem-i İslâmın siyasetine ve hayat-ı içtimâiyesine taallûk ettiği
için, Yeni Said kafasıyla cevap veremiyorum. Çünkü, şimdi daire-i nazarım başka ufuktadır.
Fakat, hiç kırmadığım ve dâima faydasını gördüğüm mübarek hatıran için Eski Said kafasını
muvakkaten başıma sıkılarak giyerek, şu Altıncı Meseleyi dört muhtasar nüktelerle beyan
edeceğiz.
DÖRDÜNCÜ NÜKTE:
Esbap tahtında vücuda gelen hâdiseler, o esbâbın hâlis malı değil. Belki asıl o hâdisenin
hakiki sahibi kaderdir. Kader ise hikmet-i İlâhiye ile hükmeder. Öyleyse, bu Vehhâbi
hâdisesine yalnız Vehhâbilerin Ehl-i Sünnete karşı müfritâne bir tecavüzü nazarıyla
bakmayacağız. Belki Ehl-i Sünnet, bir sû-i hareketiyle kadere fetvâ vermiş ki, Vehhâbileri
Ehl-i Sünnete taslît etmiş. Vehhâbiler zulmeder; çünkü, hem çok müfritâne, hem inti-
kamkârâne, hem Haricîlik nâmına ettikleri için, cinâyet ediyorlar.
İkincisi: fiu asırda maddî fikir galebe çalmış. Esbâb-ı zâhiriye, hakîki telâkkî ediliyor.
İnsanlar esbâba yapışıyor. Eğer esbâb-ı zâhiriye bir ayna hükmünden çıkıp nazar-ı dikkati
kendisine celbetse, Tevhîd-i hakîkiye münâfi olur. İşte, şu gafil maddî asırdaki insanlar,
mütedeyyin de olsa, esbâba fazla sarılmalarına hikmet-i şer’iye müsaade etmiyor. İşte buna
binâen, evliyânın ve eâzım-ı İslâmiyenin türbelerine birer mukaddes ziyâretgâh nazarıyla
bakmak, o hikmet-i şer’iyeye şu zamanda pek muvafık düşmediğinden, kader-i İlâhî onu tâdil
etmek istedi ki, bunları musallat etti.
Üçüncüsü: fiu asırda enâniyet o derece dizgini eline almış ki, çok insanlar birer küçük
Firavun ve birer küçük Nemrud hükmüne geçmişler. İşte ehl-i gaflet ve ehl-i dalâlet ve bu
mağrur ehl-i enâniyet nazarında kıyâs-ı binnefs olarak, eâzım-ı İslâmiyenin nâmdarlarını, hâşâ
mütedeyyin de olsa, esbâba fazla sarılmalarına hikmet-i şer’iye müsaade etmiyor. İşte buna
binâen, evliyânın ve eâzım-ı İslâmiyenin türbelerine birer mukaddes ziyâretgâh nazarıyla
bakmak, o hikmet-i şer’iyeye şu zamanda pek muvafık düşmediğinden, kader-i İlâhî onu tâdil
etmek istedi ki, bunları musallat etti.
Üçüncüsü: fiu asırda enâniyet o derece dizgini eline almış ki, çok insanlar birer küçük
Firavun ve birer küçük Nemrud hükmüne geçmişler. İşte ehl-i gaflet ve ehl-i dalâlet ve bu
mağrur ehl-i enâniyet nazarında kıyâs-ı binnefs olarak, eâzım-ı İslâmiyenin nâmdarlarını, hâşâ
enâniyetle itham ettiklerinden, hem o ehl-i gaflet ve dalâlet kendileri Allah’ı tanımadıkları
için, çok şeylere, çok zatlara birer nevî rubûbiyet tahayyül ettikleri bir hengâmda ve
sanemperestliğin, başka bir nevi olan heykelperestlerin ve sûretperestlerin gayet müthiş bir
riyâkârlık mânâsında olan şan ve şeref peşinde koştukları bir zamanda, eâzım-ı İslâmiyenin
türbelerine câhilâne ve müfritâne bir sûrette avâmların takdîs derecesinde hürmetleri, elbette
hikmet-i şer’iye noktasında kader münâsip görmedi ki; bu muharripleri Ehl-i Sünnete taslît
etti.
İşte buna
binâen, evliyânın ve eâzım-ı İslâmiyenin türbelerine birer mukaddes ziyâretgâh nazarıyla
bakmak, o hikmet-i şer’iyeye şu zamanda pek muvafık düşmediğinden, kader-i İlâhî onu tâdil
etmek istedi ki, bunları musallat etti.
Üçüncüsü: fiu asırda enâniyet o derece dizgini eline almış ki, çok insanlar birer küçük
Firavun ve birer küçük Nemrud hükmüne geçmişler. İşte ehl-i gaflet ve ehl-i dalâlet ve bu
mağrur ehl-i enâniyet nazarında kıyâs-ı binnefs olarak, eâzım-ı İslâmiyenin nâmdarlarını, hâşâ
enâniyetle itham ettiklerinden, hem o ehl-i gaflet ve dalâlet kendileri Allah’ı tanımadıkları
için, çok şeylere, çok zatlara birer nevî rubûbiyet tahayyül ettikleri bir hengâmda ve
sanemperestliğin, başka bir nevi olan heykelperestlerin ve sûretperestlerin gayet müthiş bir
riyâkârlık mânâsında olan şan ve şeref peşinde koştukları bir zamanda, eâzım-ı İslâmiyenin
türbelerine câhilâne ve müfritâne bir sûrette avâmların takdîs derecesinde hürmetleri, elbette
hikmet-i şer’iye noktasında kader münâsip görmedi ki; bu muharripleri Ehl-i Sünnete taslît
etti. Onlarla tâdil edecek.
sh: » (OM:
Kur’âniyeye karşı o anahtar ile bazı sırlar açılıyordu; kemâl-i iştiyak ve zevk ile müteveccih
olduğum vakit kapanıyordu. Bunda iki hikmet buldum:
Birisi, $ yasağına karşı hilâf-ı edepte bulunmak ihtimâli var.
İkincisi, hakâik-ı esâsiye-i imâniye ve Kur’âniyenin berâhîn-i kat’iye ile ümmete ders
vermek hizmeti ise, ilm-i cifir gibi ulûm-u hafiyenin yüz derece daha fevkinde bir meziyet ve
kıymeti vardır.
MAXQDA 2020 24.12.2022
gördüğümüz, yüz bin envâın kısm-ı âzamı, hadsiz efradları, kanun-u tenâsül hâricinde—
yaprakların yüzünde, taaffün etmiş maddelerde—o kanun hâricinde îcâd edilir. Acaba
mebdeinde ve hattâ her senede bu kadar şâzlarla yırtılmış, zedelenmiş bir kanunu, bin dokuz
yüz senede bir ferdin şüzûzunu akla sığıştıramayan ve nusûs-u Kur’âniyeye karşı bir te’vîle
yapışan bir akıl, kaç derece akılsızlık ettiğini kıyâs et.
O bedbahtların kanun-u tabiî tâbir ettiği şeyler, emr-i İlâhî ve irâde-i Rabbâniyenin küllî bir
cilvesi olan âdetullah kanunlarıdır ki, Cenâb-ı Hak, o âdâtını bazı hikmet için değiştirir.
Herşeyde ve her kanunda irâde ve ihtiyârının hükmettiğini gösterir. Hârikulâde bazı fertlerde
hark-ı âdât eder.
“ $ “ fermânıyla bu hakikati gösterir.
O doktor, o meselede o kadar eblehâne hareket ediyor ki, sözlerini dinlemek yahut ehemmiyet
verip cevap vermekten çok aşağıdır. Bu bîçâre, küfür ve îmân ortasını bulmak istiyor. Onun
ehemmiyetsiz bahsine karşı değil, belki yalnız Ömer Efendinin istifsârına göre derim:
Me’mûrât ve menhiyât-ı şer’iyede illet, emr-i İlâhîdir ve nehy-i İlâhîdir. Maslahatlar ve
hikmetler ise, müreccihtirler; emir ve nehyin taallûklarına ism-i Hakîm noktasında sebep
olabilir.
Meselâ, sefer eden, namazını kasreder. Bu namazın kasrına bir illet ve bir hikmet var. İllet, se-
Meselâ, sefer eden, namazını kasreder. Bu namazın kasrına bir illet ve bir hikmet var. İllet, se-
ferdir; hikmet, meşakkattir. Sefer
sh: » (OL:128)
bulunsa, meşakkat olmasa da, namaz kasredilir.
» (OL:128)
bulunsa, meşakkat olmasa da, namaz kasredilir. Sefer olmasa, hânesinde yüz meşakkat görse,
yine namaz kasredilmez. Çünkü meşakkat filcümle bazan seferde bulunması, kasr-ı namaza
hikmet olmasına kâfidir ve seferi illet yapmasına da yine kâfidir.
İşte, bu kaide-i şer’iyeye binâen, ahkâm-ı şer’iye hikmetlere göre tegayyür etmiyor, hakikî
illetlere bakar. Meselâ, o doktorun bahsettiği gibi, hınzırın etinden bildiği zarardan,
hastalıktan başka, “Hınzır eti yiyen bir cihette hınzırlaşır” (Haşiye: Acaba firengistanın bu
kadar harika terakkiyât-ı medeniyetiyle ve kemâlât-ı fenniyesiyle ve insaniyetperverâne
ulûmuyla ileri gittiği halde, o terakkiyat ve kemâlâta ve o ulûma bütün bütün zıt olan
maddiyyunluk ve tabiiyyunluk zulümâtında hınzırcasına saplanmalarında, hınzır etinin
yemesinin medhali yok mudur? Soruyorum.
» (OL:128)
bulunsa, meşakkat olmasa da, namaz kasredilir. Sefer olmasa, hânesinde yüz meşakkat görse,
yine namaz kasredilmez. Çünkü meşakkat filcümle bazan seferde bulunması, kasr-ı namaza
hikmet olmasına kâfidir ve seferi illet yapmasına da yine kâfidir.
İşte, bu kaide-i şer’iyeye binâen, ahkâm-ı şer’iye hikmetlere göre tegayyür etmiyor, hakikî
illetlere bakar. Meselâ, o doktorun bahsettiği gibi, hınzırın etinden bildiği zarardan,
hastalıktan başka, “Hınzır eti yiyen bir cihette hınzırlaşır” (Haşiye: Acaba firengistanın bu
kadar harika terakkiyât-ı medeniyetiyle ve kemâlât-ı fenniyesiyle ve insaniyetperverâne
ulûmuyla ileri gittiği halde, o terakkiyat ve kemâlâta ve o ulûma bütün bütün zıt olan
maddiyyunluk ve tabiiyyunluk zulümâtında hınzırcasına saplanmalarında, hınzır etinin
yemesinin medhali yok mudur? Soruyorum. İnsan, beslendiği şeyle mizâcı müteessir oldu-
olmuştur. Hikmet her fertte ve her vakitte bulunmak lâzım değildir. O hikmetin tebeddülü ile
illet değişmez. İllet değişmezse hüküm değişmez. İşte bu kaideye
ğuna delil, “kırk günde hergün et yiyen kasâvet-i kalbiyeye dûçâr olduğu” darbımesel
hükmüne geçmesidir.) kaidesiyle ve o hayvan, sâir hayvânât-ı ehliye gibi zararsız yapılmıyor.
Etinden gelen menfaatten ziyade, çok zarar îrâs etmekle beraber, etindeki kuvvetli yağ,
kuvvetli soğuk memleketi olan firengistandan başka tıbben muzır olduğu gibi, mânen ve
hakikaten çok zararlı olduğu tahakkuk etmiş.
İşte bu gibi hikmetler, onun haram olmasına ve nehy-i İlâhî taallûkuna da bir hikmet
olmuştur. Hikmet her fertte ve her vakitte bulunmak lâzım değildir. O hikmetin tebeddülü ile
illet değişmez. İllet değişmezse hüküm değişmez. İşte bu kaideye
sh:
“Bu mîzanlı ve nizamlı, gayet san’atkârâne nakışlar, kat’î bir surette, bir
irâde ve ihtiyar ve kasd ve meşîeti iktizâ eder. İrâdesiz bir cilve, ihtiyarsız bir tezâhür olamaz.
Evet, tavusun mâhiyeti güzel ve yüksektir; fâili ile hiçbir cihette ittihâd edemez. Rûhu güzel
ve âlîdir, fakat mûcid ve mutasarrıf değil, belki ancak mazhar ve medardır. Çünkü herbir
tüyünde, bilbedâhe, nihâyetsiz bir hikmetle bir san’at ve nihâyetsiz bir kudretle bir nakş-ı
ziynet görünüyor. Bu ise irâdesiz, ihtiyarsız olamaz. Bu kemâl-i kudret içinde kemâl-i hikmeti
ve kemâl-i ihtiyar içinde kemâl-i rubûbiyeti ve merhameti gösteren san’atlar, cilve milve işi
değil. Bu yaldızlı defteri yazan kâtip onun içinde olamaz, onunla ittihâd edemez. Belki, yalnız
o defter, o kâtibin yazı kaleminin ucuyla temâsı var.
Evet, tavusun mâhiyeti güzel ve yüksektir; fâili ile hiçbir cihette ittihâd edemez. Rûhu güzel
ve âlîdir, fakat mûcid ve mutasarrıf değil, belki ancak mazhar ve medardır. Çünkü herbir
tüyünde, bilbedâhe, nihâyetsiz bir hikmetle bir san’at ve nihâyetsiz bir kudretle bir nakş-ı
ziynet görünüyor. Bu ise irâdesiz, ihtiyarsız olamaz. Bu kemâl-i kudret içinde kemâl-i hikmeti
ve kemâl-i ihtiyar içinde kemâl-i rubûbiyeti ve merhameti gösteren san’atlar, cilve milve işi
değil. Bu yaldızlı defteri yazan kâtip onun içinde olamaz, onunla ittihâd edemez. Belki, yalnız
o defter, o kâtibin yazı kaleminin ucuyla temâsı var. Öyle ise, o kâinat denilen misâlî tavusun
MAXQDA 2020 24.12.2022
mücahedatını takdir ederek onu istediler. Ankara’ya gitti. Van’da Medresetü’z-Zehra namında
kendi darü’l-funununa yüz elli bin banknot, iki yüz meb’ustan yüz altmış üçünün imzasıyla
i’tası kararlaştırılan layiha-ı kanuniye kabul edilmekle beraber fieyh Sinûsî makamında
vilayat-ı fiarkiyeye vaiz-i umumiliği ve hem Darü’l-Hikmetin azaları orada Diyanet
Riyasetinin azaları olmakla, o da içinde bulunmakla beraber meb’us olmak ve daha ne isterse
yapılacak diye teklif ettikleri halde sırf sünnet-i seniyeye muhalif hareket etmemek için o
teklifleri kabul etmeyip on dokuz sene, belki yirmi iki sene işkenceli bir esareti kabul eden
Üstadımıza elbette Hz. Ali’nin (r.a.) ulemaü’s-su’a hiddet ettiği zaman ona karşı hususi iltifatı
olacak ve o mânevî mecliste onu okşayacak. Onun için bu hal bir emaredir ki Hz. Ali (r.a.),
Hz. Gavs-ı Geylanî (r.a.) gibi umum muhatapları içinde bu Risale-i Nur’un bir vasıtası olan
Hocamıza işareten iltifat ediyor.
‘Yâ Rab, bu koca kafalı beşer Seni yalnız bir lisân ile
zikrediyor. Bazı da gaflet ediyor. Eğer yalnız kafasından bizleri halk etseydin, binler lisân ile
Sana zikredecek bizim gibi mahlûklar olurlardı”’ diye, Hazret-i Mûsâ’nın (a.s.) şekvâsına bin
itiraz kuvvetinde hikmet-i hilkatini müdafaa eden sineğin; hem gayet nezâfetperver, her vakit
abdest alır gibi yüzünü, gözünü,
sh: » (OL: 654)
kanatlarını temizleyen bu tâife, elbette mühim bir vazifesi vardır.
» (OL: 654)
kanatlarını temizleyen bu tâife, elbette mühim bir vazifesi vardır. Hikmet-i beşeriyenin nazarı
kàsırdır; daha o vazifeyi ihâta edememiş.
Evet, Cenâb-ı Hak, nasıl ki deniz yüzünü temizlemek ve her günde milyarlarla vefiyat
bulunan hayvânât-ı bahriye cenazelerini (Haşiye: Evet, bir balık, binler yumurta, binler yavru
ve bazan bir milyon yumurtadan ibâret olan havyardan çıkan tevellüdât-ı semekiyeye nisbeten
vefiyatları bulunacak—tâ ki muvâzene-i bahriye muhâfaza edilebilsin. Rahîmiyet-i İlâhiyenin
lâtif cilvelerindendir ki, valide balıkların yavrularıyla nisbetsiz bir tefâvüt-ü cismîde
bulunduklarından, yavrulara valideleri kumandanlık edemiyorlar. Sokuldukları yere
giremedikleri için, Hakîm ve Rahîm, yavrular içinde onlara küçük bir kumandan çıkarıp,
validelik vazifesini o küçük kumandancıklara gördürür.
MAXQDA 2020 24.12.2022
(Haşiye: Bir sineğin kanadı ve vücudu ne kadar hârika bir san’at-ı Rabbâniye olduğuna
lâtifâne bir işaret olarak, meşhur Yûnus Emre’nin bu fıkrası ne güzel bildirir: Bir sineğin
kanadını kırk kağnıya yüklettim/Kırkı da çekemedi, kaldı şöyle yazılı.)
Ey hodgâm insan! Sineklerin binler hikmet-i
sh: » (OL: 656)
bir kütle halinde halk olunup, dala yapışık olup kalırlar. Mütemâdiyen, pislik yerine
damlacıklar onlardan akıyor. O katreler bal gibi, sâir sinekler etrafına toplanırlar, emerler.
Diğer bir başka tâifesi de nebâtâtın çiçeklerinin ve incir gibi bir kısım ağaçların telkîhinde
istihdâm olunuyorlar. Sinek tâifelerinden yıldızlı, mumlu, ışıklı olan yıldız böceğin şâyân-ı
temâşâ olduğu gibi, sinek tâifelerinden yaldızlı, altın gibi parlak kısmı da şâyân-ı dikkattir.
Mızraklı sinekle, eşkıyaları hükmünde olan yabanî arıları da unutmamalıyız. Eğer Hâlik-ı
Rahmân onların dizginini çekmeseydi, bu mızraklı tâifeler, pireler gibi insanlara hücum
etseydiler, Nemrud’u öldürdükleri gibi, nev-i insanı da hırpalayacak idiler;
“veinyeslübhümüzzübabüşeyenlayestenkizuhü” âyetinin mânâ-yı işârîsini tefsir ederdi. İşte,
bunlar gibi yüz namdar hâsiyetli tâifeleri bulunan sinek cinsinin büyük bir ehemmiyeti vardır
ki, mezkûr azîm âyet onu mevzu yapmış; “yaeyyuhennasuduribemeselun” (ilâ âhir) demiş
MAXQDA 2020 24.12.2022
» (OL: 663)
hadsizdir ki, umum denizlerin suyu mürekkep olsa, yazmasına kifâyet etmez” demektir.
ÜÇÜNCÜ KELİME: Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân hakàik-ı îmâniyeyi umum tabakàt-ı beşere
ders verdiği için, tesbit ve tahkik ve iknâ etmek hikmetiyle, bir hakikati zâhiren tekrar ettiği
için, ehl-i ilim ve ehl-i kitap bulunan o zaman ulemâ-i Yehûd, Peygamber-i Zîşan
Aleyhissalâtü Vesselâmın ümmîliğine ve kıllet-i ilmine gayet haksız bir taarruz ettiklerine
mânen bir cevaptır. fiöyle ki:
Âyet-i kerîme der: “Tahkik ve iknâ gibi pek çok hikmetler için ayrı ayrı faydalar nokta-i
İki Harftir.
Birinci Harf: Nasıl ki sıfat-ı Kelâmın kelimeleri var. Öyle de, Kudretin de mücessem
kelimeleri var; İlmin de hikmetli kaderî kelimeleri var ki, bütün mevcudattır. Hususen
zîhayatlar, hususen küçük mahlûklar, herbiri birer kelime-i Rabbâniyedir ki Mütekellim-i
MAXQDA 2020 24.12.2022
Ezelîye, kelâmdan daha kuvvetli bir surette işaret eder. Ve onların adedini, denizler mürekkep
olsa bitiremezler, demek olduğu mânâsına dahi şu âyet-i kerîme remzen bakıyor.
“Başa gelen zulümlerde iki cihet var ve iki hüküm vardır: Biri
insanın, biri kader-i İlâhî’nin. Aynı hâdisede insan zulmeder, fakat kader âdildir, adâlet eder.
Bu meselemizde, insanın zulmünden ziyade, kaderin adâleti ve hikmet-i İlâhiyenin sırrını
düşünmeliyiz.”
Evet, kader, Risâle-i Nur talebelerini bu meclise çağırdı. Ve mücâhede-i mâneviye inkişâf
etmesinin hikmeti; onları, bu hakikaten çok sıkıntılı olan medrese-i Yusufiyeye sevk etti.
İnsan
sh:
Ve keza, nâs tabiri, nifakın bir taife veya bir tabakaya mahsus olmayıp, hangi taife olursa
olsun, insan nev’inde bulunmasıdır.
Ve keza, nâs tabiri, nifak bütün insanların haysiyet ve şereflerini ihlâl eden bir rezalet
olduğundan, enzâr-ı âmmeyi nifakın aleyhine çevirtmekle izale ve adem-i intişarına
çalışmaları lüzumuna işarettir.
S – $ ile $ nın mercileri bir iken, birisinin müfred, diğerinin cem’ sîgasıyla zikirlerinde ne
hikmet vardır?
C – Zarif bir letâfete işarettir ki, imanın mevsufu cem’ ise de telaffuz eden müfreddir.
$ cümlesi, onların iman dâvâlarını hikâyedir.
$
S – $ ya müşabih olan $ ya tercihen $ olarak cümle-i ismiye ile denilmesinde ne hikmet var?
C – Birincisi: Her iki $ arasında görülen zâhirî tenakuzdan içtinap etmek içindir.
İkincisi:
S – Elîm, “müteellim” mânâsınadır. Müteellim ise şahsın sıfatıdır. Binaenaleyh azabın, elîm
ile vasıflandırılmasında ne hikmet vardır?
C – Azap onların vücutlarını öyle kaplar ve cesetlerini öyle ihata eder ve batınlarına öyle
nüfuz eder ki, sanki onların vücutları bir azap külçesi kesilir. Onların cesetlerinden, azaptan
mâada birşey görünmez olur. Hatta o azap külçesinden fışkıran ah’lar, fizarlar, teellümler,
sanki nefs-i azaptan neş’et ederler. Yani çağıran, bağıran, müteellim olan, ayn-ı azap olduğu
sanılır.
Zira kizb, küfrün esasıdır. Kizb, nifâkın birinci alâmetidir. Kizb, kudret-i
İlâhiyeye bir iftiradır. Kizb, hikmet-i Rabbaniyeye zıttır. Ahlâk-ı âliyeyi tahrip eden, kizbdir.
Âlem-i İslâmı zehirlendiren, ancak kizbdir. Âlem-i beşerin ahvâlini fesada veren, kizbdir.
Nev-i beşeri kemalâttan geri bırakan, kizbdir.
Fakat yaptıkları fitne ve fesatları zahir olduğu için, ednâ bir şuuru olan
farkında olur. Buna binaen, Kur’ân-ı Kerim birinci âyeti $ ile zeyillendirmiştir.
İkincisi: $ gibi, âyetlerin sonunda zikredilen $ *$ *$ gibi cümlelerle, İslâmiyetin akıl,
hikmet ve mantık üzerine müesses olduğuna işaret etmiştir ki, İslâmiyeti herbir akl-ı selimin
kabul etmesi, İslâmiyetin şânındandır.
Üçüncüsü: Onlardan iraz etmek ve onlara itimat etmemek lâzımdır.
Sual: Münafıkların istihzası, devamı ifade eden ism-i fail sigasıyla olduğu halde
Cenab-ı Hakkın mukabil istihzası, teceddüdü ifade eden fiil-i muzarî sigasıyla yapıldığında
hikmet nedir?
Elcevap: Tazip ve tahkirler tebeddül ve teceddüt ettikçe tesirleri çoğalır. Zira bir
tarzda devam eden bir elemin tesiri gittikçe azalır; tazelendikçe tesiri çok olur.
dıklarına işarettir.
Cümlelerin hey’etlerine gelince:
$ cümlesi, nüktelere bir define hükmündedir. fiöyle ki:
Lisanlarda deveran eden ve beynennas garip ve acip şeylerde kullanılan ve “hikmetü’l-avam”
ve “felsefetü’l-umum” ile anılan $ kelimesi, münafıkların vaziyetleri bir ağruba ve kıssaları
bir acube olduğuna işarettir. Bu işaretten, onların sıfatları üstünde nefretin, lisanları üstünde
lânetin ilelebed darb-ı mesel gibi deveran etmek şânında olduğuna bir remiz vardır.
Sual: Teşbihi ifade eden her iki mesel arasındaki $ in hazfı belâğatçe daha makbul
olduğu halde, niçin burada hazfedilmemiştir?
edilebilir:
Eğer kudret-i İlâhiyenin azametine bakılırsa, cihetler hep birdir. Hangi cihetten ve hangi
şeyden olursa olsun, yağmurun yağması mümkündür. Eğer hikmet-i İlâhiyeye bakılırsa,
yağmurun nüzulü, ancak küre-i havaiyede münteşir ve küre-i havaiyenin onda bir cüz’ünü
teşkil eden buhar-ı mâinin tekâsüfünden husule geliyor. Zira, hikmet-i İlahiye, bütün eşyada
en güzel bir nizam teşkil etmiştir. Bu nizam eşyadaki muvazene-i umumiyenin muhafazasına
hizmet eder. Bu muvazenenin muhafazası da en yakın ve en kolay ve en kısa yolları tercih
etmekle olur.
Yağmur yağması hakkında en kısa yol şöyle tarif edilebilir:
Eğer kudret-i İlâhiyenin azametine bakılırsa, cihetler hep birdir. Hangi cihetten ve hangi
şeyden olursa olsun, yağmurun yağması mümkündür. Eğer hikmet-i İlâhiyeye bakılırsa,
yağmurun nüzulü, ancak küre-i havaiyede münteşir ve küre-i havaiyenin onda bir cüz’ünü
teşkil eden buhar-ı mâinin tekâsüfünden husule geliyor. Zira, hikmet-i İlahiye, bütün eşyada
en güzel bir nizam teşkil etmiştir. Bu nizam eşyadaki muvazene-i umumiyenin muhafazasına
hizmet eder. Bu muvazenenin muhafazası da en yakın ve en kolay ve en kısa yolları tercih
etmekle olur.
Yağmur yağması hakkında en kısa yol şöyle tarif edilebilir:
Tabaka-i havaiyede münteşir buhar-ı mâinin zerrelerine irade-i İlâhiye emrettiği vakit, o
zerreler her taraftan “Lebbeyk!” diyerek toplanmaya başlarlar ve bulut şeklini alıp, irade-i
Arz ve semâ, güzellik müsabakasına girmek için lâzım gelen ziynetlerini takınıp hazırladıkları
zaman, arz, kış mevsiminde kardan mamul beyaz elbiselerini giyer, oturur. Bahar mevsimi
MAXQDA 2020 24.12.2022
gelince o beyaz elbiseyi üzerinden çıkarır, zümrüt gibi yeşil halılarını sahrâlarına serer. Yem
yeşil gömleklerini dağlarına giydirir. O dağların şahikalarının başlarına beyaz sarıklarını
sarar. Ve bu güzel inkılâp ve manzaralarıyla kudret-i İlâhiyenin mucizelerini hikmet-i
İlâhiyenin nazarına arz eder. Buna karşı cevv-i semâ dahi azamet-i İlâhiyeyi izhar etmek için
koca koca dağları, tepeleri, dereleri ve pek çok garip ve acip şeylerin şekillerini ve sanki
beyaz, siyah, kırmızı boyalarla boyanmış pamuk yığınlarını andıran bulut kafilelerini ileri
sürer, nazar-ı hikmete takdim eder.
İşte bu iki âlem arasındaki hayalî müşabehetten dolayı, bilhassa yaz mevsimindeki bulutlar,
Araplar tarafından dağlara, gemilere, bostanlara, derelere, deve kafilelerine yapılan teşbihler,
üslûplar, nazar-ı belağatte pek güzel görünür. Binaenaleyh, âlem-i ulvî ile âlem-i süflî
arasındaki ve dolayısıyla bulutlarla dağlar arasındaki müşabehet ve münasebete binaen $ â-
Yem
yeşil gömleklerini dağlarına giydirir. O dağların şahikalarının başlarına beyaz sarıklarını
sarar. Ve bu güzel inkılâp ve manzaralarıyla kudret-i İlâhiyenin mucizelerini hikmet-i
İlâhiyenin nazarına arz eder. Buna karşı cevv-i semâ dahi azamet-i İlâhiyeyi izhar etmek için
koca koca dağları, tepeleri, dereleri ve pek çok garip ve acip şeylerin şekillerini ve sanki
beyaz, siyah, kırmızı boyalarla boyanmış pamuk yığınlarını andıran bulut kafilelerini ileri
sürer, nazar-ı hikmete takdim eder.
İşte bu iki âlem arasındaki hayalî müşabehetten dolayı, bilhassa yaz mevsimindeki bulutlar,
Araplar tarafından dağlara, gemilere, bostanlara, derelere, deve kafilelerine yapılan teşbihler,
üslûplar, nazar-ı belağatte pek güzel görünür. Binaenaleyh, âlem-i ulvî ile âlem-i süflî
arasındaki ve dolayısıyla bulutlarla dağlar arasındaki müşabehet ve münasebete binaen $ â-
yet-i kerimesinin mânâ-yı beliğanesi, “Dağların büyüklüğünde, dolunun renginde bulunan
semâdaki bulutlardan yağmurları inzal ediyoruz” demektir.
Bu güzel ve belağatçe makbul, akıl ve mantığa mutabık mânâ dururken, âyetin zahirine
yapışıp, “beş yüz senelik mesafeden iki dakikalık bir zaman zarfında yağmuru cirm-i semâdan
yeryüzüne indirmek” gibi sakat bir mânâya zahip olmak, kâr-ı akıl değildir.
İşte bu iki âlem arasındaki hayalî müşabehetten dolayı, bilhassa yaz mevsimindeki bulutlar,
Araplar tarafından dağlara, gemilere, bostanlara, derelere, deve kafilelerine yapılan teşbihler,
üslûplar, nazar-ı belağatte pek güzel görünür. Binaenaleyh, âlem-i ulvî ile âlem-i süflî
arasındaki ve dolayısıyla bulutlarla dağlar arasındaki müşabehet ve münasebete binaen $ â-
yet-i kerimesinin mânâ-yı beliğanesi, “Dağların büyüklüğünde, dolunun renginde bulunan
semâdaki bulutlardan yağmurları inzal ediyoruz” demektir.
Bu güzel ve belağatçe makbul, akıl ve mantığa mutabık mânâ dururken, âyetin zahirine
yapışıp, “beş yüz senelik mesafeden iki dakikalık bir zaman zarfında yağmuru cirm-i semâdan
yeryüzüne indirmek” gibi sakat bir mânâya zahip olmak, kâr-ı akıl değildir. Hem hikmet ve
iktisat ve adem-i abesiyet, bu yanlış zehabı reddeder.
Yolcuların gecesinin korkunç olduğunu göstermek için zikredilen $ deki $ nin takdimi, o
musibetli gecenin şiddet-i zulmetinden dehşet alanlarca, güya çok gecelerin zulmetleri
toplanıp, o gecenin zulmetine inzimam etmiş olduklarına işarettir.
Sual: $ deki zamirin $ e râci olmasından, yağmurun zarf, zulmetin mazruf olduğu
anlaşılır.
MAXQDA 2020 24.12.2022
$ Yani, gök gürültüsüyle şimşek, Cenab-ı Hakkın azametine ve kudretine delâlet eden pek
âşikâr iki ayettir ki, âlem-i gaybdan, bulutların idare ve tedvirlerine müekkel ve nizam ve
intizam kanunlarının mümessilleri ve memurları olan meleklerin yed-i salâhiyetlerine
verilmiştir.
Sonra müsebbebatın esbapla zahirde bağlı olduğuna binaen, bulutlar, havada münteşir olan
buhar-ı mâiden izn-i İlâhî ile teşekkül ederler. Bu bulutların hikmet-i Rabbaniye ile bir kısmı
menfî elektriği hâmildir, bir kısmı da müsbet elektriği hâmiledir. Bu kısımlar birbirine
yaklaşıp, aralarında müsademe hasıl olduğunda, irade-i Hâlık ile berk tevellüd eder.
Bulutların bir kısmı hücum, bir kısmı da firar ettikleri zaman, aralarında havasız kalan yerleri
doldurmak için emr-i Rabbanî ile tabakat-ı havaiye hareketle heyecana geldiğinde ra’d sadâsı,
yani gök gürültüsü meydana gelir. Fakat bu hallerin cereyanı bir nizam ve bir kanun altında
olur ki, o nizamı ve o kanunu temsil eden, ra’d ve berk melekleridirler.
Elcevap: Onların ziyaya fazlaca hırs ve ihtiyaçları olduğu için en az bir ziyayı bile fırsat
bilip kaçırmak istemediklerine işareten ziya üzerinde $ istimal edilmiştir.
Sebebiyet ve menfaate delâlet eden $ deki $ harfinden anlaşılır ki, bayılmak üzere olan bir
musibetzede nefsine ait şeylerden mâadâ hiçbir şeyi düşünmez. Hattâ kudret-i İlâhiyenin
binlerle hikmetleri için kâinatta neşrettiği ziyanın menfaati, tamamen kendisine ait olduğunu
ve kendisi için gönderildiğini zanneder.
Ziyanın adem-i devamı yüzünden sür’atli bir yürüyüşle yollarına devam etmeleri mukteza-yı
hal ve makam iken, süratsiz, âdi bir yürüyüş ifade eden $ tabiri, musibetin şiddetinden neş’et
eden zafiyet yüzünden, sür’at-i seyre kàdir olamadıklarına işarettir.
Sual: İnsanlar yerde yürüdükleri gibi, onların da yürümeleri yerde olmalıdır.
$ Bu kelimenin tazammun ettiği kıyas-ı istisnaî şöyle tasvir edilebilir: Meşiet-i İlâhiyenin
olmaması; zehab-ı sem’ ve basarın olmamasına illettir. Zehab-ı sem’ ve basarın olmaması da
meşietinin olmadığını bildirmeye bir delil ve bir illettir. Ve keza meşiet-i İlâhiyeden mâadâ
bütün esbap tekemmül etmiş de olsa, ancak meşiet-i İlâhiyenin taallûkuyla göz ve kulaklarının
işi bitmiş olacağına işarettir.
$ tabiri, müsebbebatı esbapla bağlayan, meşiet ve irade-i İlâhiye olduğuna delâlet eder. Öy
MAXQDA 2020 24.12.2022
Götürmek mânâsını ifade eden $ den anlaşılıyor ki, esbap müsebbebat üzere musallat ve
müstevlî değildir. Yani, esbabın irtifaı zamanında, esbapla bağlı ve kaim olan müsebbebatın
adem deryasına düşmesi ihtimali yoktur. Ancak, esbabın arkasında hazır bulunan yed-i kudret
o müsebbebatı hıfz eder. Ve hikmet-i İlâhiye muvazene ve nizam kanunu mucibince başka
mevkilere gönderir, ihmal etmez. Evet, hararet suyu kaynatmakla suyun bünyesini tahrip
ettiği zaman, o tahrip neticesi vücuda gelen buhar ademe gitmez, belki nizamat-ı havaiye
mucibince muayyen bir mecrâya sevkedilir ve muayyen bir mevkie çıkar, emr-i İlâhiyeye
intizaren orada durur.
Ve keza, $ tabirinden anlaşılır ki, havass-ı hamse denilen duygular, sağır, kör, câmid tabiattan
neş’et etmiş değildirler. Ancak o duygular, Cenab-ı Haktan ihsan edilen hediyelerdir.
nazaran $ tabirinden anlaşılır ki, eşya vücuda geldikten sonra da Saniden alâkası kesilmez.
Vücudun tekerrüründen ibaret olan bekaları için daima Sanie muhtaçtırlar.
$ kelimesinin bedel, sübut ve devamı ifade eden $ sigasından anlaşılır ki, kudret, makdurat
nisbetinde olmayıp, kudretin daire-i tasarrufu pek geniştir. Hem kudret zâtiyedir, tagayyürü
kabul etmez. Hem aynı zamanda kudret lâzimedir, ziyade ve noksan olmaz. Hem kudret,
Rezzak, Gaffar, Muhyî, Mümit gibi sıfât-ı fiiliyenin mercii ve mizanıdır
yeni Said suretinde bütün kuvvetiyle mücahede-i mâneviyeye başlayıp, iki-üç sene sonra da
Dârü’l-Hikmet-i İslâmiyede de bir-iki sene Hazret-i Gavs-ı Geylânî’nin şu vasiyetini ve
emrini imtisal ederek envâr-ı Kur’âniyeyi neşretmiş. Lillâhilhamd, şimdiye kadar devam edi-
yor.
Bu şâyân-ı hayret fıkrada câ-yı dikkat şu nokta var ki, Hazret-i Gavs, doğrudan doğruya
altıncı asırdan şu asrımıza bakıyor
Demek onun duasıyla, himmetiyle, ona kerameten ve bize ikram nev’inden, bir
nev’i inayet-i İlâhiyeye mazhar olmuşuz.
Ezcümle: Ben menfî olarak İstanbul’a getirildiğim vakit bir zaman Meşihat-ı İslâmiye daire-
sinde bulunan Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyedeki hizmet-i Kur’âniyeye çalıştığım için, o
alâkadarlık cihetinde, “Meşihat dairesi ne haldedir?” diye sordum. Eyvah! Öyle bir cevap
aldım ki, ruhum, kalbim ve fikrim titrediler ve ağladılar. Sorduğum adam dedi ki: “Yüzer sene
envar-ı şeriatın mazharı olmuş olan o daire, şimdi büyük kızların lisesi ve mel’abegâhıdır.”
Evet, azim ve imanları, aşk ve emelleri henüz kemale ermemiş olan birçok Müslümanlar, ma-
alesef acıklı bir yeis içinde idiler. Böyle bir zaferin tahakkukunu, hayal ve muhal
görüyorlardı. Fakat bütün feyiz ve nurunu insanlığı tenvir ve irşad için İlâhî bir güneş halinde
Arş-ı Âzamın pürnur ufuklarından inen Kur’ân-ı Kerîmden alan Nur neşriyatı, durgun gölleri
andıran gönülleri deryalar gibi coşturmuş, kasvet ve hicran yıllarının ümit ve emellere
vurduğu müthiş zincirleri kırmıştır. O nur kaynağından fışkıran o serapa feyiz ve hikmetler
saçan eserler, hislerin, fikirlerin ve bilhassa alevler içinde yanan ruh ve vicdanların ezelî ve
ebedî ihtiyaçlarına cevap verdiği gibi, onları dalga dalga boğucu karanlıklar muhitinden, ter
temiz ve pırıl pırıl nur ufuklarına çıkarmıştır.
Yıllarca devam eden uzun bir sükût, derin bir gaflet ve boğucu bir zulmetten sonra İlâhî bir
güneş halinde parlayan bu kudsî zafer, nur için yol aramakta olan perişan beşeriyetin yakın bir
MAXQDA 2020 24.12.2022
müracaat edenler ve ziyarete gelen bütün ziyaretçiler hemen umumiyetle dâima görüyorlardı
ki; Üstadımız onların nazarlarını Risale-i Nur’a tevcih ediyordu. Acaba bunun sırr-ı hikmeti
ne idi? Mütemadiyen ne için bu noktada tahşidat yapıyordu? Evet bu muazzam bir hakikattır.
Ve Hazret-i Bediüzzaman’a kâfil bir muazzam hakikatın ifadesidir ki, dersimizi Hakaik-i
Kur’aniye ve envar-ı îmaniye hazinesi olan Risale-i Nur’dan aldığımız gibi, birbirimizle
mânevi münasebet, alaka, uhuvvet ve muhabbet düsturlarımızı da hep o Risale-i Nur’dan ders
alacağız.
Evet bu zamanda, bu dehşetli ve ciahansümûl hadiseler hengamında Kur’an şakirtleri cüz’î ve
küllî, ferdî ve içtimaî bütün ders ve îkazlarını Risale-i Nur^la tahsil edeceklerdir. Çünkü,
Kur’an’ın bu asra bakan vechesini ve Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bu zamandaki
vezaif-i dîniye tavrını küllî bir mâna ile şimdi, bu suretle Risale-i Nur’la görmüş, anlamış
bulunuyoruz.
Bu Hizmet Rehberindeki yazılar, bahisler; “Risale-i Nur’un Mektubat, Lem’alar, Şualar,
Müdafaalar ve Lâhika Mektupları” ndan alınan ve hizmet-i Nuriyeye, kısmen meslek-i
Nuriyeye temas eden kısımlardan ancak birer cüz’üdür. Risale-i Nur baştan başa bütün hakaik
ve bahisleriyle Mektubat ve Müdafaat, hepsi de bu asırda bir cade-i kübra-i Kur’aniye olan bu
sırât-ı müstakîm âyine-i meücellâsını beyan ve ifade ederler. Risale-i Nur müellifi muazzez
Üstadımız, uzun yıllar boyunca hizmet-i Nuriyenin muhtelif safhalarında talebeleriyle birlikte
mâruz bırakıldığı çeşitli hallerde, zaman ve zemine münasip ve o hallere muvafık ders, îkaz
ve irşadlarda bulunmuştur