Professional Documents
Culture Documents
Tarih
Tarih
HAFTA
MUSTAFA KEMAL PAŞA VE HEYET-I TEMSILIYE'NIN
ANKARA'YA GELMESI
Sivas Kongresi sonunda son şeklini alan Heyet-i Temsiliye’nin kararlı tutumu
karşısında İstanbul’daki Damat Ferit Paşa Hükûmeti istifa etmiş, yerine Ali Rıza
Paşa Hükûmeti kurulmuştu. Bu olay Heyet Temsiliye’nin ilk zaferiydi. Daha sonra
yapılan komutanlar toplantısında alınan karar doğrultusunda Millî Mücadele
hareketinin merkezi Ankara olarak tespit edilmişti.
1
Daha önceden Komutanlar Toplantısı’nda kararlaştırıldığı gibi Anadolu’dan yeni
seçilen milletvekillerinin İstanbul’a gitmeden önce Ankara’ya uğramaları
istenmişti.
Ankara’ya uğrayan milletvekillerine Mustafa Kemal Paşa, durumun zannedildiği
kadar kötü olmadığını, cesaretli olmaları gerektiğini, Meclis-i Mebusan’da bir
Müdafaa-i Hukuk Grubu oluşturulmasını, Meclis Başkanlığı’na gıyaben kendisinin
başkan seçilmesini ve millî teşkilatın şimdiye kadar kongrelerde aldığı kararların
mecliste onaylanmasının sağlanmasını istemiştir.
12 Ocak 1920’de Mebusan Meclisi’nin açılmasını sağlamıştı. Bu meclisin özelliği
genellikle Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti mensuplarından oluşmasıydı.
Seçilen 168 mebustan ancak 72’si İstanbul’a ulaşabilmişti. Yeni mecliste yapılan
yoklamada Mustafa Kemal Paşa’nın sağlık raporu nedeniyle izinli olduğu ifade
edilmişti.
Ayrıca, Ankara’ya uğramadan doğrudan İstanbul’daki meclise katılan
milletvekilleri de vardı.
Yeni seçilen meclis üyeleri, İstanbulda çalışmalarına başladıktan sonra Mustafa
Kemal Paşa’yı gıyaben başkan seçtirmeyi gündeme getiremediler.
bir grup kurma çabası içine girildi. Nihayetinde Rauf Bey’in başkanlığında
Müdafaa-i Hukuk yerine Felah-ı Vatan adıyla bir grup kurulabildiler.
Bu meclisin ilk görevi, bir Misak-ı Millî Komisyonu (Ahd-i Millî Komisyonu) kurmak
oldu.
Bu komisyonun amacı, İtilaf Devletleri’nin Osmanlı Devleti’ne dayatacakları barış
şartlarını görüştükleri bir zamanda, Osmanlı Devleti adına “Osmanlı Devleti’nin /
Türkiye’nin barış şartlarını hazırlamak” idi.
Misak-ı Millî’nin taslağı Ankara’da hazırlanmıştı.
Atatürk Nutuk’ta bu konuyu şöyle açıklıyordu: “Milletin amal ve maksadını kısa bir
programa esas olacak surette toplu bir tarzda ifadesi, Ankara’da görüşüldü. Misak-
ı Millî unvanı verilen bu programın ilk müsveddeleri de bir fikir vermek maksadıyla
kaleme alındı”
Misak-ı Millî beyannamesi, 28 Ocak 1920’de
2
Misak-ı Millî’nin Esasları: Peyman-ı Millî, Millî And gibi isimlerle de anılan kararlar
için en yaygın ifade Misak-ı Millî olmuştur
Halkın oyu ile anavatana katılmış bulunan üç sancakta (Elviye-i Selâse: Kars,
Ardahan, Batum) gerekirse halkın oyuna yeniden başvurulmasını kabul ederiz.
3
Ali Rıza Paşa Hükûmeti, 3 Mart 1920’de istifa etmek zorunda kaldı. Fakat yeni
hükûmeti İngilizlerin beklediği Damat Ferit Paşa değil, 8 Mart 1920’de Salih Paşa
kurdu.
a İstanbul’un işgaline karar verdiler ve Mondros Mütarekesi’nin 7. maddesine
dayanarak 13 Kasım 1918’den beri fiilen kontrol altında tuttukları İstanbul’u
resmen işgal ettiler.
İşgal, 15-16 Mart 1920 gecesi Beyoğlu ve Üsküdar semtlerinde yağma ve
tutuklamalarla başladı.16 Mart 1920 sabahı ise Şehzadebaşı Karakolu’nu basan
işgal kuvvetleri, Türk askerlerine ateş açarak beş askeri şehit edip, dokuz
askerimizi de yaraladılar.
Bakanlık binaları, devlet daireleri ve önemli askerî birimler kuşatıldı. Eski Harbiye
Nazırı Cemal Paşa’yı evinden, üzerindeki giysilerini bile değiştirmesine müsaade
etmeden tutukladılar. Yine Harbiye Nazırı Fevzi (Çakmak) Paşa’yı süngüler
arasında odasından çıkardılar. İstanbul’daki bütün resmî binalar işgal edildi.
Şehrin denetimini tamamen ele geçiren işgalciler 18 Mart günü Meclis-i Mebusan
binasını basarak zorla içeri girip aralarında Rauf Bey’in de bulunduğu bazı
milletvekillerini tutukladılar.
Tutuklanan bu milletvekilleri, 15 Mart’da tutuklanan 150 kadar Türk aydınıyla
birlikte, Malta’ya sürgüne gönderildiler. Evi sarılan ve İngilizler tarafından aranan
Meclis Başkanı Celalettin Arif Bey ise Ankara’ya kaçmayı başaranlar arasındaydı.
Meclis-i Mebusan’ın yeniden hür iradesini ortaya koyacağı güne kadar meclis
çalışmalarının tatil edilmesini, işgal altındaki bir şehirde meclisin hür ve serbest
şekilde karar vermesinin mümkün olmayacağını açıklayarak çalışmaların geçici
olarak durdurulmasını teklif ettiler. Bu teklif oy birliği ile kabul edildi.
4
İstanbul’un 16 Mart 1920’de işgaline kadar Heyet-i Temsiliye’nin artık gerekli
olmadığını iddia edenler, Mustafa Kemal Paşa’nın görüşlerinin haklılığını bir kez
daha kabul etmek zorunda kalmışlardır.
İstanbul’un işgali ile göstermelik hâle gelen, Osmanlı Devleti de artık fiilen sona
ermiştir.
Mustafa Kemal Paşa, kendisine iletilen İstanbul’un işgali haberini hemen bütün
kolordu komutanlarına telgrafla bildirerek, bu andan itibaren Heyet-i
Temsiliye’nin Anadolu’da müracaat edilecek tek idarî mercii olduğunu
vurgulamıştır.
5
19 Mart 1920 tarihinde yayınlanan ikinci bir genelge ile de seçimlerin on beş gün
içerisinde yapılması hususu bildirilmiş ve memleketin her yerinde seçim hazırlıkları
başlamıştı.
Heyet-i Temsiliye Başkanı olarak Mustafa Kemal Paşa, bu bildiride; Ankara’da
olağanüstü yetkiye sahip bir meclisin toplanacağını, bunun için her livadan beşer
kişinin seçilmesini, seçimde her parti, zümre ve cemiyetin aday gösterebileceği
gibi, bağımsız olarak da adaylığın konulabileceğini, seçimlerin gizli ve mutlak
çoğunluk esasına göre yapılacağını belirtmiştir. Seçimlerin onbeş gün içinde
Ankara’da çoğunluk sağlanmış olarak toplanmayı gerçekleştirmek üzere
yapılmasını istemiştir. Ayrıca Son Osmanlı Meclis-i Mebusan üyesi iken, meclisin
kapatılması üzerine Ankara’ya gelebilen mebusların da yeni meclisin üyesi
sayılacağı açıklanmıştır.
5 Nisan 1920’de İngilizlerin isteği üzerine Damat Ferit Paşa yeniden (4.defa)
sadrazam oldu
Bir süre sonra da başından beri meclisin Müdafaa-i Hukukçu yapısından rahatsız
olan Sultan Vahdettin yayınladığı bir irade ile 11 Nisan 1920’de Meclis-i Mebusan’ı
tamamen dağıttı
Torbalar dolusu basılıp hazırlanan bu fetva düşman ajanları tarafından posta ile
her tarafa dağıtıldı, hatta İngiliz uçaklarıyla Anadolu’daki şehirlere atıldı. Böylece
halk Kuva-yı Milliye’ye karşı kışkırtıldı
Bu fetvanın yayınlanmasından kısa bir müddet sonra Ankara Müftüsü Rıfat
(Börekçi) Efendi’nin öncülüğünde Anadolu’dan 150 kadar müftünün ortak
6
imzasıyla hazırladığı Millî Mücadele’yi destekleyen karşı fetva yayınlandı ve halkın
Millî Mücadele’yi desteklemeleri istendi.
5 Mayıs 1920 de ilan edilen karşı fetvada, devlet ve hükûmet merkezi olan
İstanbul İngiliz işgali altındadır. Bundan dolayı hür olmayan Halife Sultan’ın vermiş
olduğu fetva geçersizdir. İşgale karşı mücadele ederek hilafet merkezini
kurtarmaya çalışan Kuva-yı Milliye’ye herkesin yardımcı olması dinin bir gereğidir
şeklinde karşı fetva yayınlanmıştır.
Damat Ferit Paşa bütün bunların yanı sıra Kuva-yı Milliye’ye karşı İngilizlerin de
desteğiyle Kuva-yı İnzibatiye adıyla bir de askerî birlik oluşturma yoluna girdi.
Adına aynı zamanda Halife Ordusu da denilen bu birlikler İzmit’te yığınak yaparak
millî kuvvetlerin elinde bulunan Geyve Boğazı’na saldırdı.
Ayrıca millî hareketin öncülerini başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere
İstanbul’da kurduğu (24 Mayıs 1920) sıkıyönetim mahkemelerinde gıyabında
yargılayarak idam cezasına çarptırmıştır.
10.HAFTA
TBMM’NİN KURULUŞU VE YAPISI
olağanüstü yetkilere sahip bir meclisin toplanacağını duyurdu.
7
Çatalca, Gelibolu, Kırklareli ve Tekirdağ’da seçim yapılamadı. Adana, İzmir, İzmit,
Mersin, İstanbul gibi işgal altında bulunan yerlerin ise sadece belirli yörelerinde
seçim yapılabildi.
Bu şartlarda Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’daki çalışmaları ancak kendi ifadesi
ile tarif olunabilecek mahiyetteydi: “Çölden bir hayat çıkarmak; inhilalden bir
teşekkül yaratmak”. (İnhilal: dağınıklık teşekkül: kuruluş)
23 Nisan 1920’te dualarla açılan meclisin yapısı toplumun adeta bir aynasıydı.
en yaşlı milletvekili, Maarif Müdürlüğü’nden emekli Sinop Milletvekili Şerif Bey’in
konuşmasıyla açıldı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ve mücadelesinin ana hatları ise Mustafa Kemal
Paşanın 24 Nisan tarihli konuşması ile belirlenmiştir.
Meclis başkanı olacak kişinin aynı zamanda meclisin seçeceği MİLLETin de reisi
olması gerektiğini savunan Paşa ülkenin kurtuluşu için bütün güçlerin iş birliğini
şart görmektedir.
8
4- Türkiye Büyük Millet Meclisi yasama ve yürütme yetkilerini kendisinde toplar.
Meclisten seçilecek ve vekil olarak görevlendirilecek bir heyet hükûmet işlerine
bakar. Meclis başkanı bu heyetin de başkanıdır.
Aynı gün yapılan gizli oturumdan sonra başkanlık divanı seçimine geçildi. Mustafa
Kemal Paşa birinci başkanlığa (Meclis Başkanlığına), Celalettin Arif Bey ikinci
başkanlığa, Abdulhalim Çelebi Efendi de birinci başkan vekilliğine seçildi.
Her vekil tek tek doğrudan doğruya milletvekilleri tarafından seçildi. Dolayısıyla da
hükûmet üyeleri doğrudan doğruya Meclise karşı sorumlu oldular.
Hükûmet başkanlığını Meclis Başkanı yürüttü. Hükûmete de İcra Vekilleri Heyeti
adı verildi. Böylece İmparatorluk’tan Millî Devlet’e geçişi sağlayacak icra organı
oluşturulmuş oldu.
İcra vekillerinin meclis üyeleri arasından ve mutlak çoğunlukla seçilmeleri,
aralarında çıkacak anlaşmazlıkları Meclisin çözeceği esası getirildi.
Burada söz konusu olan hükümet tam anlamı ile bir meclis hükümetidir. Sistem
ise genel olarak Meclis Hükümeti Sistemi olarak bilinmektedir.
Vekilleri vasıtasıyla Millet, ülkeyi ilgilendiren her hususta doğrudan rey ve karar
sahibi bir konuma gelmiştir. Bu aynı zamanda kuvvetler birliği esasının da fiilen
uygulanmasıydı
Memleket idaresini, Vilayet, Kaza, Nahiye şeklinde düzenleyen Anayasa, kısmi bir
ademimerkeziyet (merkeziyetsizlik / yerinden yönetim) esasını da içermektedir.
Teşkilat-ı Esasiye Kanununun söz konusu maddeleriyle çelişmeyen Kanun-ı Esasi
maddelerinin de geçerli olduğunun kabulü kadronun ve mücadelesinin sürekliliğini
göstermektedir.
1921 Anayasası, geçiş dönemi özelliği taşıyan, dönemin olağanüstü şartları ve acil
ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla hazırlanan bir anayasadır.
Anayasanın kısalığı (23 madde), olağanüstü şartları ve acil ihtiyaçları karşılamakla
yetinilmesi sebebiyledir.
10
yönlendiren bir etkinlik gösterdiğini ortaya koymaktadır. Meclis reisi olarak aynı
zamanda vekiller heyetinin de reisi olan Mustafa Kemal Paşanın da bu hususta
önemli katkısı söz konusudur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin temsilci yapısına baktığımızda toplumun her
kesiminden yansımalar görmek mümkündür. Yapılan istatistik değerlendirmeler
üyelerin %34,2’sinin sivil bürokrasiden, %24’ünün serbest meslek sahiplerinden,
%13,2’sinin askerlerden, %8,6’sının din adamlarından %12,7’sinin yerel yönetim
görevlilerinden, %4’ünün doktor ve eczacılardan, %1,2’sinin aşiret reislerinden
%1’inin teknik elemanlardan oluştuğunu göstermiştir.
Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin eğitim düzeyinin de oldukça yüksek
olduğu görülmektedir. Gerçekten de üyelerin %39,4’ü yüksek öğretim, %27’si orta
öğretim, %22’si medrese, %3,8’i meslek okulu mezunudur. Gençler arasında
Fransızca, orta yaşlılar arasında Arapça ve Farsçanın yaygın olduğu Mecliste
üyelerin yarısının bir yabancı dil bildiği dikkat çekmektedir.
11
Ayaklanmalara Karşı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Aldığı Tedbirler ve Sonuçları:
1. 29 Nisan 1920’de Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun çıkarılması,
2. 11 Eylül 1920’de İstiklal Mahkemeleri’nin kurulması,
Türkiye Büyük Millet Meclisi, millet iradesi ile iş başına geldiğinden meşruluğunu
ve kendini inkâr edenlere karşı da varlığını tanıtmak amacıyla 29 Nisan 1920
tarihinde “Hıyanet-i Vataniye Kanunu”nu çıkartmıştır.
I. TBMM’DE GRUPLAR
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu/ Birinci Grup: Mustafa Kemal Paşa
önderliğinde 10 Mayıs 1921 tarihinde kurulan grup ağırlıklı olarak inkılapçı
zihniyete sahip üyelerden oluşmaktaydı.
İkinci Grup: Birinci grup içine alınmayan ve ağırlıklı olarak siyasi rejimin devamı
konusunda muhafazakâr tavırlı olan milletvekillerinden oluştuğu söylenebilir.
12
Osmanlı Devleti ile yapılacak barışın kararlaştırıldığı San Remo Konferansı’nda
hiçbir Osmanlı heyetinin fikri alınmamış, İtilaf Devletleri kararlaştırdıkları barışın
şartlarını eski sadrazamlardan Tevfik Paşa’nın başkanlığındaki Osmanlı heyetine
bildirmişlerdir.
Heyetin ilk incelemeleri sonucunda böyle bir metnin kabul edilemeyeceği, bu
metnin kabulünün Türk milletinin ve ülkesinin yok olacağı anlamına geldiği
gerekçesiyle İstanbul bilgilendirildi. Bu gelişme üzerine insiyatifi ele alan Sadrazam
Damat Ferit, Heyet Başkanı sıfatıyla Paris’e gitti. Kendisiyle görüşüleceğini
zanneden Sadrazam beklemediği bir şekilde olumsuz tavırlarla karşılandı.
Osmanlı Heyeti’nin taleplerinin kesin bir şekilde reddedilmesi üzerine “evet” veya
“hayır” arasında kalan padişah ve hükûmet sorumluluğu üzerlerinden atmak için
padişahın emriyle, 22 Temmuz 1920’de Saltanat Şurası toplandı.
Yapılan görüşmelerin sonucunda Topçu Feriki Rıza Paşa’nın dışında bütün
katılımcılar padişah ve hükûmetle hareket etmiş ve antlaşmanın kabulünü çıkar
yol olarak görmüşlerdir.
Heyet, 30 Temmuz’da Paris’e varmış ve burada şartların değiştirilmesi için Fransa
hükûmeti nezdinde girişimlerde bulunmuş, fakat bir sonuç alamamıştı. Bütün
girişimler sonuçsuz kalınca İstanbul’un oluruyla Paris yakınlarındaki Sevres
Kasabası’nda 10 Ağustos 1920’de Sevr Anlaşması’nı imzalamışlardır
Sevr Antlaşması 13 bölüm 433 maddeden oluşmaktadır. Osmanlı anayasası Kanûn-
ı Esâsî’ye göre bir antlaşmanın hukuken geçerli olabilmesi için Meclis-i Mebusan
tarafından onaylanması gerekirdi. Oysaki Son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı 11
Nisan 1920’de işgalciler tarafından dağıtılmıştı. TBMM ise bu antlaşmayı
imzalayanları vatan haini ilan etmişti. Bu durumda bu anlaşma ölü doğan bir
antlaşmadır. Kâğıt üzerinde kalmıştır. TBMM’nin başarılı çalışmaları sonucu
uygulanamamıştır
Antlaşmanın imzalanmasını takiben altı ay içerisinde Ermenistan’ın güneyinde
Kürtlerin sayıca fazla olduğu yerlerde özerklik verilecek, eğer bir yıl içerisinde
Kürtler bağımsız bir devlet olmak isterlerse, Milletler Cemiyeti’ne müracaat
edebilecek ve Osmanlı Devleti sonuçları kabul edecektir.
13
Buna göre;
İzmir ve yöresi ile Doğu Trakya Yunanistan’a bırakılacak,
Antalya ve Konya İtalyanlara bırakılacaktır,
Osmanlı Devleti savaş tazminatı ödeyecekti.
11.HAFTA
14
reislerinin kurulan Batı Cephesi Komutanlığı’nın otoritesini reddetmeleri, askerî bir
disiplinden uzak bazı milis kuvvetlerinin yiyecek ve asker toplamadaki keyfi
uygulamaları halk içinde huzursuzluğa sebep oluyordu.
Buna karşılık gün geçtikte kuvvetlerini arttıran ve üstün silahlarıyla hücuma geçen
Yunan birliklerine karşı ise yeterli direnci gösteremiyorlardı.
Yunanlılara karşı çetelerle sonuca gitmenin imkânı yoktu. Her ne kadar düşmana
zarar veriyorlarsa da düşmanın ilerlemesine engel olamıyorlardı. Bu durumun
devam etmesi Millî Mücadele’nin geleceğini tehlikeye dahi düşürebilirdi.
Batı Cephesi Komutanlığı’na getirilen Ali Fuat Paşa, 27 Haziran 1920’de Uşak’a
gelerek idareyi ele aldı. Ancak Haziran 1920’de başlayan genel Yunan taarruzu
karşısında Ali Fuat Paşa’nın komutasındaki Kuva-yı Seyyare (Gezici Kuvvetler)
birlikleri yeterli başarıyı gösteremedi ve Dumlupınar’a kadar çekilmek zorunda
kaldı. (bknz: Gediz Muharebesi)
Mustafa Kemal Paşa, Batı Cephesi Komutanlığı’na (Kasım 1920’de) Albay İsmet
Bey’i tayin etti.
Adana ve havalisi dâhil olmak üzere Ege Denizi’ne kadar Güney Cephesi
Komutanlığı’na da Albay Refet Bey tayin edildi.
15
Seyyare’ye ait birlikler ise silahlarıyla birlikte millî kuvvetlere katıldı. Böylece
düzenli ordunun kurulmasına karşı son engel de ortadan kalkmış oldu.
GÜNEY CEPHESİ
Diğer taraftan Fransızlar ise buralarda Ermeniler ile işbirliği yaparak Adana, Mersin
ve Osmaniye’yi işgal etti.
Adana’nın işgalinden sonra kente büyük bir Ermeni nüfusu akımı başladı. Adana
Polis Müdürlüğü’ne de bir Ermeni getirildi. Bu atama Adana’daki olayları daha da
arttırdı. Ermeniler bu yöredeki birçok çiftliği ve köyü ateşe verdi.
Irak ve Filistin İngiliz mandasına, Suriye ve Lübnan da Fransız mandasına bırakıldı.
Ayrıca İngilizler Antep, Urfa, Maraş ve Kilis’i Fransızlara devrettiler.
16
Maraş halkı XX. ve III. Kolordu’dan gelen subayların da yardımıyla, Fransız ve
işbirlikçilerine karşı çok ciddi direniş göstermiş ve bu kent içi savaş yetmiş iki gün
sürmüştür. 20 Ocak 1920’den itibaren şehri kuşatan Kuva-yı Milliye birliklerine
daha fazla dayanamayan Fransızlar, 11 Şubat 1920 gecesi Maraş’ı boşaltmak
zorunda kalmışlardır
Urfa savunması: daha sonra da Fransızların işgaline uğramış şehirlerimizden
birisidir.
Fransızlar burada da Ermenilerle işbirliğine giderek onları silahlandırıp Türk
halkına karşı kışkırtmışlardır. Şehirdeki Türklerin mallarını Ermenilere
devretmişlerdir. Fransız ve Ermeni güçlerinin şehirde can ve mal güvenliğini ihlal
etmeleri üzerine, Urfa halkı büyük bir tepki ve dayanışma göstererek bir araya
gelmiştir.
Urfa’daki Jandarma Komutanı Yüzbaşı Ali Saip Bey “Namık” takma adı.
Ali Saip Bey toparladığı üç bin kişilik millî kuvvetlerle harekete geçmeden önce 7
Şubat 1920’de Fransızlara vermiş olduğu bir ültimatomla şehri yirmi dört saat
içerisinde terk etmelerini istedi. Ancak Fransızlar Türkleri oyalayıp zaman
kazanmaya çalışınca millî kuvvetler, 9 Şubat 1920’de harekete geçti ve Urfa’nın
yarısını geri aldı. Kanlı çarpışmalar 8 Nisan 1920’ye kadar sürdü. Dışarıdan takviye
almalarına imkân verilmeyen Fransızlar, 10 Nisan 1920’de şehri terk etmek
zorunda kaldılar.
Antep savunması: 29 Ekim 1919’da Fransızlara devredilmiştir.
Bu yörede yaşayan Ermenilerden birçoğu gönüllü olarak Fransız ordusuna
kaydolmuşlardır.
Kilis-Antep yolunu denetim altında tutmak için Kuva-yı Milliye Komutanlığı’na
tayin edilen Şahin Bey
Şahin Bey’in yerine Mustafa Kemal Paşa’nın emri ile Kılıç Ali Bey Antep’e gelmiş,
çarpışmalar daha da şiddetlenmişti. Fakat Antep halkı on ay dokuz gün boyunca
sürdürdüğü direniş mücadelesinde altı bin evladını savaşarak kaybettikten, geride
binlerce yaralı ve sakat bıraktıktan sonra şehrin kapılarını düşmana açmak
17
zorunda kalmıştı. Zira Ermenilerle takviye edilmiş Fransız kuvvetleri oldukça güçlü
idi.
18
12.HAFTA
BATI CEPHESİ’NİN KURULMASI, ASKERÎ VE SİYASİ GELİŞMELER
Türk milletinin kaderini yakından etkileyen en önemli savaşlar Batı Cephesi’nde,
özelikle de düzenli ordunun kurulmasından sonra cereyan etmiştir.
Yunanlılar kısa sürede Manisa, Aydın, Ayvalık, Edremit, Ödemiş’i işgal etmişlerdir.
19
amaçları ise Yunan ordusunun gücünü gösterip İtilaf Devletleri’nden daha fazla
yardım almaktı.
Türk ve Yunan birlikleri arasındaki güç dengesine bakıldığında ise 1’e 3 oranında
Yunan kuvvetleri üstün durumdadır.
I. İnönü Savaşı küçük çaplı bir savunma savaşı olmasına rağmen Türk tarihi
açısından çok önemli sonuçlar doğurmuştur. Bunları şöyle sıralamak mümkündür:
Düzenli ordumuz ilk sınavını başarıyla vermiştir.
Bu savaştan sonra İtilaf Devletleri, Londra’da bir konferans düzenleyerek Sevr
Antlaşması’ndan taviz verebileceklerini göstermişler ve bu konferansa TBMM’yi
de çağırmışlardır.
20
O sırada İstanbul Hükümeti’nin başında Sadrazam Tevfik Paşa bulunuyordu. Tevfik
Paşa İtilaf Devletleri’nin bu davetini Ankara’ya iletti. Mustafa Kemal Paşa ise
Türkiye’ye ait işlerin hallinde ve her türlü dış ilişkilerde tek yetkili hükümetin
TBMM Hükümeti olduğunu İtilaf Devletleri’ne bildirerek, doğrudan doğruya bir
davet olunmadığı müddetçe Londra Konferansı’na katılmama konusundaki TBMM
kararını kendilerine iletti.
Bir müddet sonra Mustafa Kemal Paşa’nın kararlı tutumu karşısında İtilaf
Devletleri, İtalya aracılığıyla TBMM Hükümeti’ni de konferansa davet ettiler. Zaten
Roma’da bekleyen Türk Heyeti Roma’dan Londra’ya hareket ederek konferansa
katıldı. İstanbul ve Ankara heyetleri Londra’ya ayrı ayrı geldiler.
Konferans teklifini kabul etmesinin asıl amacı, Türk millî davasını dünya
kamuoyuna duyurmaktı.
Türkiye-Afganistan Dostluk Antlaşması (1 Mart 1921): TBMM’nin Doğulu
devletlerle ilk dostluk antlaşması, 1 Mart 1921 tarihinde Afganistan ile yapılmıştır.
Bununla iki devlet arasında dostluk, kardeşlik ve işbirliği öngörülüyordu. Türkiye,
Afganistan’ın bağımsızlığını tanırken, Afganistan’da TBMM Hükümeti’ni tanıdığını
21
ilan etmiştir. Ayrıca Ankara’ya elçi göndermek suretiyle TBMM’nin yanında yer
aldığını göstermiştir.
22
Bütün bu süreç ve uzun süren görüşmeler neticesinde 16 Mart 1921’de Türkiye ile
Sovyet Rusya arasında “Moskova Dostluk Antlaşması” imzalanmıştır. Bu
Antlaşmaya göre;
Her iki taraftan birinin tanımadığı devletlerarası bir anlaşmayı diğeri de
tanımayacak. (Sevr Ant. Gibi)
Batum’daki egemenlik hakkının Gürcistan’a ait olduğu kabul edilecektir.
23
Böylece Yunanlılar İnönü’de ikinci defa mağlup oldular. Bu arada güneyde de
Afyon’u işgal eden Yunanlılar, İnönü yenilgisinden sonra kuzeydeki birliklerinin
dağıldığını duyunca, tehlikeye düştüklerini görüp 7 Nisan’da Afyon’u boşaltmak
zorunda kaldılar.
Siz orada yalnız düşmanı değil milletin makûs (ters giden) talihini de yendiniz. İşgal
altındaki topraklarımızla beraber tüm yurt başarınızı kutluyor.” diyerek kendisini
tebrik etmiştir Bu savaşın sonuçlarına gelince;
• II. İnönü zaferinin hemen ardından İtalya işgal ettiği bölgeleri boşaltmaya
başlamıştır.
24
hükümet merkezinin Ankara’dan Kayseri’ye taşınması bile ciddi olarak gündeme
getirildi.
Bu tartışmalarda gerek Mustafa Kemal Paşa’ya muhalif milletvekilleri, gerekse ona
güvenenlerin ortak görüşü, son çare ve son tedbir olarak Mustafa Kemal Paşa’nın
ordunun başına geçmesiydi. Meclisin bu görüşü Meclis dışında da yankı bulmuştur
Ortaya çıkan bu durum karşısında Mustafa Kemal Paşa, 4 Ağustos 1921’de
Meclis’e verdiği bir önerge ile Başkumandanlık görevini kabul ettiğini bildirmiş;
ancak TBMM’nin haiz olduğu tüm yetkilerin üç ay süreyle fiilen kullanılmak şartıyla
kendisine devredilmesini talep etmiştir.
a Mustafa Kemal Paşa’nın söz konusu yetkilerin üç ay süreyle sınırlı kalmasını
istemesi, onun millî iradeye olan sarsılmaz inancını ve saygısını da gösteriyordu.
Meclis’te hararetli görüşmelerden sonra 5 Ağustos 1921’de Mustafa Kemal
Paşa’ya üç ay müddetle askerliğe ait konularda Meclis’in yetkilerini kullanabilme
yetkisini veren Başkumandanlık Kanunu kabul edildi
25
Başkumandan Mustafa Kemal Paşa, savaşın stratejisini çok iyi planlamış ve “Hattı
müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış
toprağı vatandaşın kanıyla sulanmadıkça terk olunamaz.” diyerek vatanın her
26
gerekiyordu. Bu nedenle Büyük Taarruz ve onu takip eden Meydan Savaşı planı
Başkumandan tarafından en ince ayrıntılarına kadar hazırlanmıştı.
Bu plan ancak büyük komutanların sevk ve idaresinde başarıya ulaşabilirdi.
Ordunun komuta heyeti, tecrübeli komutanlardan oluşuyordu. Türk ordusunun
Başkumandanı Mustafa Kemal Paşa, Genelkurmay Başkanı ise Fevzi (Çakmak) Paşa
idi. Ayrıca Batı Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) Paşa, I. Ordu Komutanı Nurettin
(Sakallı) Paşa, II. Ordu Komutanı Yakup Şevki (Subaşı) Paşa, Kocaeli Grubu
Komutanı Halit (Karsıalan) Paşa ve V. Süvari Kolordusu Komutanı Fahrettin (Altay)
Paşa’ydı.
13.HAFTA
27
MUDANYA MÜTAREKESİ (11 EKİM 1922)
Bu amaçla Türk ordusu Çanakkale istikametine doğru yürüyüşüne devam ederken
İtilaf Devletleri bu durumdan rahatsız oldu.
Özellikle İngiliz Başbakanı Lloyd George
Ancak Lloyd George, ne müttefiklerinden ne de kendi halkından yeterli desteği
bulabildi. Son çare olarak Dominyonlarına başvurdu ise de onlar da bu isteği
reddettiler.
Dominyon: Britanya İmparatorluğuna bağlı iç işlerinden bağımsız bazı devletler:
Kanada, Güney Afrika, Avusturalya ve Yeni Zelanda.
İstanbul’da Fransız Fevkalade Komiseri olarak bulunan General Pelle, Mustafa
Kemal Paşa ile görüşmek üzere İzmir’e gelmiş ve İtilaf Devletleri tarafından tarafsız
bölge olarak adlandırılan, boğazlar bölgesine Türk ordularının girmemesini tavsiye
etmiştir. Ancak Mustafa Kemal Paşa böyle bir bölgeyi tanımadıklarını, Doğu
Trakya’yı kurtarmadıkça askerî harekâtın durmayacağını bildirmiştir.
Türkler ve İngilizler arasındaki bu gerginliğe tarihte “Çanakkale Olayı” adı
verilmiştir. Ancak sorun silahlı bir çatışmaya gerek kalmadan çözümlendi.
Müttefiklerinden istediği desteği alamayan İngilizler savaşı göze alamadılar.
Mustafa Kemal Paşa, bu isteği Meriç Nehri’ne kadar Doğu Trakya’nın bize
verilmesi şartıyla kabul edebileceğini bildirdi.
Sonuçta 3 Ekim 1922’de mütareke görüşmeleri için Türkiye, İngiltere, Fransa ve
İtalya temsilcileri Mudanya’da bir araya geldiler. Görüşmelere Yunanistan’da
temsilci göndermiş; ancak Türkiye’nin itirazları üzerine görüşmelere katılmamıştır.
TBMM Hükümeti adına ise Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa başkanlığında bir
heyet müzakereleri yürütmüştür.
Yunan temsilcisi ise, yetkili olmadığını bildirerek ateşkesi imzalamaktan
kaçınmıştır. Ancak General Harrington’un, ateşkesin Yunanistan’ın bu tutumuna
karşın müttefiklerce uygulanacağını açıklamasından üç gün sonra İstanbul’daki
Yunan temsilcisi Sinopulos, Yunanistan’ın ateşkese katıldığını müttefikler
aracılığıyla Ankara Hükümeti’ne bildirmiştir.
28
Çetin görüşmeler sonunda hazırlanan Mudanya Mütarekesi, 11 Ekim 1922’de
imzalanmıştır.
29
İngiltere temsilcisi Lord Curzon meselelere Mondros Mütarekesi ve Sevr
gözlüğüyle bakarken, Türk tarafı ise Misak-ı Millî açısından bakıyordu.
TBMM Hükümeti, barış görüşmelerini yürütecek heyetine 14 maddelik bir
talimatname vererek, Türk tarafının savunacağı tezi/politikayı belirlemiştir. Bu tez
şu şekilde idi: Doğu Sınırı: Bu sınırın belirlenmesinde Sovyetler Birliği ile varılan
antlaşmalar temel alınacaktı. Kesinlikle Ermeniler veya bir Ermeni bölgesi
oluşturma gibi bir husus konferansta gündeme gelmeyecekti. Aksi taktirde
müzakerelere son verilecekti.
Irak Sınırı: Mondros Mütarakesi imzalandığı andaki Osmanlı Devleti’nin sınırları
dikkate alınacaktı. Bu noktada Süleymaniye, Kerkük ve Musul sancaklarının
Türkiye’ye geri verilmesi istenecekti. Konferansta başka bir durum ortaya çıkarsa
hükümetten talimat alınacaktı.
Suriye Sınırı: Fransızlarla varılan Ankara Anlaşması çerçevesinde halledilecekti ve
bu sınırda bazı avantajlar sağlayacak düzeltmelerin yapılmasına çalışılacaktı.
30
İlk önce askeri, ekonomi ve azınlıklar-hukuk komisyonları oluşturulmuştur. Türk
delegasyonun komisyon başkanlıklarından birini üstlenmek istemesi kabul
görmemiştir.
Görüşmelerde anlaşmazlıklar, Musul ve Boğazlar meselesinde İngilizlerle,
Kapitülasyonlar, Kabotaj (deniz ticareti) konularında Fransız ve İtalyanlarla ve
savaş tazminatı, nüfus mübadelesi hususlarında Yunanlılarla yaşanmıştır.
İtilaf Güçlerinin görüşmelerde, TBMM Hükümeti’nin Milli Mücadeledeki başarısını
yok sayarcasına Sevr Antlaşmasını temel alması, anlaşmazlığın temel noktası
olmuştur. Türk Heyeti ise Mondros Mütarekesi ve Sevr Anlaşmasını değil
Mudanya Mütarekesi’nin belirleyici olmasını istemiştir. Her iki tarafın görüşlerinde
ısrar etmesi üzerine 4 Şubat 1923’de bir antlaşma imzalanmadan müzakereler
kesilmiştir.
İsmet Paşa’nın başkanlığındaki Türk heyeti ile Lozan Konferansı’nın ikinci aşaması
23 Nisan 1923’de yeniden başlamıştır.
Bu dönemde İngiltere, Lord Curzon’un yerine Sir Hoare Rumbold’u temsilci olarak
göndermiştir.
Bu konferansta daha çok Musul Vilayetinin durumu, Osmanlı Devleti’nin borçları,
kapitülasyonlar, azınlıklar, savaş tazminatı ve işgal altındaki Türk topraklarının
boşaltılması konuları üzerinde durulmuştur.
Nihai antlaşma 24 Temmuz 1923’te sekiz aylık uzun bir müzakere sürecinden
sonra Lozan Üniversitesi’nin merasim salonunda imzalanmıştır.
Bu antlaşma metni TBMM’de uzun müzakerelerden sonra 23 Ağustos 1923’te 213
oyla kabul edilip, onaylanmıştır. Antlaşmanın imzalanması ise bütün yurtta
sevinçle, törenlerle karşılanmıştı.
31
Yunanistan ve Adalar: Yunanistan ile Meriç Nehri sınır olarak kabul edildi.
Karaağaç savaş tazminatı olarak Türkiye’ye iade edildi. İmroz, Bozcaada ve Tavşan
Adaları Türkiye’de kalacaktı. On iki Ada İtalya’da kaldı. Diğer Ege adaları
Yunanistan’a bırakıldı.
BOĞAZLAR VE İSTANBUL
Boğazların statüsü Lozan Antlaşması ile aynı gün imzalanan Boğazlar Mukavelesi
ile belirlenmiştir.
Boğazların her iki yakasında 15 km bir bölge silahsız kalacaktı.
Boğazların yönetimi “Boğazlar Komisyonu” adı verilen uluslararası bir komisyon
tarafından sağlanacaktı.
DİĞER MESELELER
Azınlıklar: Lozan Antlaşması azınlıkları sadece Türk vatandaşı olan
gayrımüslimlerle sınırlandırılmıştır. Böylece azınlık tanımı din esaslı olarak tarif
edilmiş ve belirlenmiştir. Yine azınlık hukuku Türk vatandaşlığının sahip kıldığı
haklarla sınırlandırılmışlardır. Diğer taraftan Türk heyeti Rum Patrikhanesi’nin
Türkiye dışına çıkarılmasını istemekteydi. Ancak siyasal niteliği ve yönetim
yetkilerinden yoksun bırakılması ve sadece dini kurum sayılması şartıyla
İstanbul’da kalmasına karar verilmiştir.
Mübadele: Lozan Konferansı’nda Türkiyeli Rumlarla ilgili ayrı bir düzenleme
yapılmıştır. Yunanistan’da yaşayan Türklerle, Türkiye’de yaşayan Rumlar
mübadele kapsamına alınarak, yer değiştirmeleri hükme bağlanmıştır. Ancak
bazı bölgeler için mübadele uygulanmamıştır. Etabli (yerleşmiş) sayılan
İstanbul’daki Rumlar ile Batı Trakya’daki Türkler bu mübadeleden hariç
tutulmuştur
Savaş Tazminatı: Görüşmelerde İtilaf Devletleri, Türk Devleti’nden savaş
tazminatı istemiştir. Türk tarafı ise Yunan ordusunun neden olduğu yıkımdan
dolayı tazminat talebinde bulunmuş ve İtilaf Güçlerinin isteğini reddetmiştir.
Sonuçta Yunanlı delegelerin karşı çıkmasına rağmen Edirne’ye yakın Karaağaç
ve çevresi Yunanistan tarafından Türkiye’ye savaş tazminatı olarak verilmiştir.
32
Kapitülasyonlar: Kapitülasyonların her çeşidi (ekonomik, idari, mali, adlî)
kaldırıldı.
Borçlar: Osmanlı Düyûn-ı Umumiye teşkilatı kaldırıldı. Osmanlı Devleti’nin
Kırım Harbi (1854) sonrası Avrupalı devletlerden almaya başladığı ve devleti
iflasa götüren dış borçları, Lozan Konferansı’nın en çok tartışılan
konularındandı. Özellikle Türkiye ve Fransa arasında cereyan eden bu konu
ileriki yıllarda yapılacak olan ikili görüşmelere bırakılmıştı. Bu görüşmelerde de
Türk tezi esas alınarak Türkiye’nin payına düşen miktarın Fransız frangı olarak
ödenmesi kabul edildi (Türkiye kendi payına düşen borçlarını 1954 yılına kadar
ödedi.)
Tam olarak olmasa da o günkü şartlar içinde Misak-ı Millî ’nin büyük oranda gerçekleşmesidir.
“Şark Meselesi” olarak Batılı devletlerce adlandırılan ve Türklerin Anadolu’dan da atılmasını
amaçlayan projeleri Lozan Antlaşması ile iflas etmiştir.
33
Lozan Antlaşması, Türkiye Devleti’nin iktisadi, siyasi ve askeri açıdan bağımsızlığının nişanesi,
adeta ulusal ve uluslarası anlamda bir kuruluş belgesi/esası olmuştur. Ayrıca İtilaf
Devletlerinin Türk toprakları üzerindeki amaçlarını engellenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin
sınırlarının uluslararası bir antlaşma ile tanınmasını sağlamıştır.
Lozan Antlaşması 2023 yılında bitecek bir antlaşma değildir, Türk Milleti onu anlayıp sahip
çıktıkça sonsuza dek geçerli bir antlaşmadır.
İSTANBUL’UN KURTULUŞ
Trakya’nın Türk ordusunca teslim alınması için Refet Paşa görevlendirilmiştir.
34