Professional Documents
Culture Documents
BOILEAU
BOILEAU
L’Art poétique, paru en 1674, est une oeuvre didactique et satirique découpée en quatre chants. Dans le
premier chant, Boileau essaie de refléter, en forme de vers, les règles générales de l’art de bien écrire. Le deuxième
chant est consacré à faire connaitre les genres mineurs tels que ballade, élégie, épigramme, idylle, madrigal, ode,
rondeau, satire, sonnet et vaudeville. Dans le troisième chant, le critique prend en main les grands genres contribuant
à la création des chefs-d’oeuvre éternels comme tragédie, épopée et comédie. Dans le dernier chant, faisant l’éloge du
grand roi Louis XIV, Boileau, théoricien du Classicisme sous l’inspiration de Horace, insiste sur la nécessité d’avoir
la vocation poétique. Selon lui, ce qui est important pour l’artiste, c’est d’être conscient de son vrai talent et de suivre
toujours la raison pour guide.
Mots-clés: Classicisme, Art poétique, Artiste, Création littéraire, Raison, Genres littéraires, Critique
Anahtar Sözcükler: Klasisizm, Şiir Sanatı, Sanatçı, Edebi Yaratım, Akıl, Edebi Türler, Eleştiri
“İşlenen herhangi bir konuda, eğlenceli ya da yüce,/Uyum içinde olmalı her zaman
sağduyu, uyakla:/Birbirinden nefret eder görünürler boş yere;/Köledir uyak ve boyun
eğmelidir yalnızca.”(Quelque sujet qu’on traite, ou plaisant, ou sublime,/Que toujours
le bon sens s’accorde avec la rime:/L’un l’autre vainement ils semblent se hair;/La rime
est une esclave, et ne doit qu’obéir.) (Boileau, 2003: 29)
“Öyleyse aklı sevin: yazılarınız tek/Ondan alsın ışıltısını ve değerini hep.”(Aimez donc
la raison: que toujours vos écrits/Empruntent d’elle seule et leur lustre et leur prix.)
(Boileau, 2003: 31)
Şaire göre, Malherbe, dili onarmayı başaran, kendisinden sonra gelen yazın
adamlarına yol gösteren bilge yazardır. Biçemindeki arılığa, anlatışındaki aydınlığa,
kolay anlaşılırlığa öykünmek daha faydalıdır. Düşünceleri kalın bulutlarla kaplı,
aydınlık akılla bile kapalılığını koruyan yazarlardan olunmamasını ister. Ö halde, yazma
eylemine geçmeden önce düşünmeyi öğrenmek, en önemli uğraş sayılmalıdır.
Düşünceyi karanlığın ya da aydınlığın ele geçirmesine bağlı olarak ifade şekil kazanır.
Sözlerde uyumsuzluk, anlatımda hatalar varsa, bunu bağışlanmaz barbarlık sayar. Dili
iyi kullanamayan yazarı, başkalarına tanrısal görünse bile, kötü sıfatıyla nitelendirir.
Yapıtı ortaya koyarken rahat çalışmak esastır, acelecilikten kaçınmak başarıya götüren
yoldur. Çamurlu zemin üzerinde hızla akan taşkın sel olmaktansa, çiçeklerle bezenmiş
çayırda yavaşça akan dereyi, daha faydalı, göze daha hoş göründüğü için yeğler. Önerisi
“Bu konuda denir ki, şu garip tanrı bir gün/Bütün Fransız uyakçılarını baştan çıkarmak
için/keşfetmiş kurallarını sonenin;/Eşit ölçülü iki dörtlükte, iki sesli uyağın/Kulağa sekiz kez
çarpmasını istemiş;/Ve ardından sanatçıya yaraşır biçimde düzenlenmiş/Altı dize, üçlüler
halinde anlamı paylaşsın, demiş.”(On dit, à ce propos, qu’un jour ce dieu bizarre,/Voulant
pousser à bout tous les rimeurs françois,/Inventa du sonnet les rigoureuses lois;/Voulut qu’en
deux quatrains de mesure pareille/La rime avec deux sons frappât huit fois l’oreille;/Et
qu’ensuite six vers artistement rangés/Fussent en deux tercets par le sens partagés.) (Boileau,
2003: 49)
“Her şiir kendi güzelliğiyle parıldar./Fransa’da doğan rondonun kendine özgü saflığı
vardır,/Eski özdeyişlere kul olmuş balad/Uyakların kaprisine borçludur tüm ününü./ Daha
basit, daha soylu madrigal’e gelince/Yumuşaklık, şefkat ve aşkı alıp verir soluğunda.”(Tout
poème est brillant de sa propre beauté./Le rondeau, né gaulois, a la naiveté./La ballade,
asservie à ses vieilles maximes,/Souvent doit tout son lustre au caprice des rimes./Le madrigal,
plus simple et plus noble en son tour,/Respire la douceur, la tendresse et l’amour.) (Boileau,
2003: 53)
Kendini gösterme isteğinin baskın olmasıyla, şiirin gerçekliği yergiyle donatılır. Latin
yergi şairi Lucilius, bu alanda öne çıkan ilk isim olur. Romalıların kusurlarına ayna tutarak,
zenginleşen sınıftan, alçakgönüllü erdemin intikamını alır. Horatius ise, ortaya çıkan bu sert
biçeme neşesini katar. Hiç ölçünün dışına çıkmadan, aptalın, kendini beğenmişin cezasını sanat
yoluyla verir. Stoacılardan esinlenerek özlü yergiler kaleme alan Latin yazar Perseus, sözcükten
çok anlama önem vermesiyle tanınır. Bu tür üzerinde çalışan şair Juvenalis, iğnelemeyi aşırılığa
vardırır. Yapıtları korkunç gerçeklerle dolu da olsa, yine, yüce güzellikler barındırır. Bazen,
Roma imparatoru Tiberius’un Kapri adasından yolladığı fermanın etkisi altında, idarenin çok
tutulan bakanını eleştiri yazılarıyla yerin dibine geçirse de; imparator Claudius’un eşi
Messalina’yı, şehvetin kokusu sinmiş davranışlarından dolayı Roma’nın hamallarına satsa da,
şairin ateş dolu yazıları her yerde gözlere çarpar. Boileau, Latin yazarların başını çektiği yergi
dalında, kendi ulusundan sadece Régnier’yi okuyucuya anımsatır. Onu, tek tek adını verdiği bu
yabancı yetkin sanatçıların becerikli öğrencisi olarak görür. Bu Fransız yazarının eleştiri
başarısını yabancıların etkisine bağlasa da, iki ulusun bakış açısındaki farklılığı yakalar:
“Latin yazar hiçe sayar sözcüklerde namusu:/Ama Fransız okuyucu saygı görmek ister; /Eğer
sözcüklerin terbiyesi imgeyi yumuşatmazsa/Uygunsuz en küçük anlamın özgürlüğü dokunur
ona./Yergide temiz yürekli bir ruh isterim ben./”(Le latin, dans les mots, brave
l’honnêteté:/Mais le lecteur français veut être respecté;/Du moindre sens impur la liberté
l’outrage,/Si la pudeur des mots n’en adoucit l’image./Je veux dans la satire un esprit de
candeur.) (Boileau, 2003: 55)
Boileau, bu çarpıcı ayrıma işaret ettikten sonra, sanatçılara öğütlerini sürdürür. Onlara,
alaylarında tehlikeli boyutlara ulaşmaktan kaçınmalarını önerir. Tanrı, şaka konusu
yapılmamalıdır. Tanrıtanımazlığın sınırlarında aşırıya kaçılan eleştiri, yapan kişiyi ölüm
cezasıyla karşı karşıya bırakabilir. Şarkılarda bile sağduyunun, sanatın ağırlığı olmalıdır.
Şarabın, rastlantının esinlediği kaba şiirin verdiği mutluluğa aldanıp, yazan kişi boş gurura
kapılmamalıdır. Küçük de olsa şarkı ortaya çıkardığı için kendini beğenip şair sayan, sonra
sınırını bilmeyip soneler, oyunlar yazmaya kalkan, ardından kitap çıkarıp defne yapraklarıyla
süslü resmini yerleştiren sözde sanatçıyı kınayarak kitabının ikinci bölümünü sonlandırır.
Boileau’nun sağduyuyu,aklı yücelten; sıradan, bayağı olanı aşağılayan bu eleştirilerini göz
önüne alıp, şairin varmak istediği noktayı sorgulamaya kalktığımızda, Sainte-Beuve’ün şu
yorumu konuya açıklık getirecektir:
“Boileau’nun yapacağı iş artık bir hayli uzaklarda kalan Malherbe’e dönmek değil,
Pascal’ın nesirde yaptığı benzer bir inkılâbı Fransız nazmına tatbik etmekti.(…)Birkaç isim
müstesna başıboş dolaşan ve çökmekte olan Fransız şiirini, aralarındaki hududu ve farkı tam
olarak muhafaza etmek şartıyla, Provinciales’lerle tesbit edilen nesrin seviyesine doğru
götürmek ve yükseltmek.(…)Boileau için gaye, Pascal’ların bile şiire saygı göstermelerini
temin etmek, hükümlerinde isabetli olan bir insanın reddedebileceği hiçbir şeyi bırakmamaktı.”
(Sainte-Beuve, 1952: 365)
“Tek bir yerde, tek bir günde, tek bir olay olsun/Tiyatroyu sonuna dek dopdolu tutsun.” (Qu’en
un lieu, qu’en un jour, un seul fait accompli/Tienne jusqu’à la fin le théâtre rempli.) (Boileau,
2003: 61)
“Yeni bir kişi mi yaratacaksınız?/Her şeyle kendisi arasında uyumlu olsun,/Ve sonuna değin
ilk görüldüğü gibi kalsın.”(D’un nouveau personnage inventez-vous l’idée?/ Qu’en tout avec
soi-même il se montre d’accord,/Et qu’il soit jusqu’au bout tel qu’on l’a vu d’abord.) (Boileau,
2003: 67)
Şaire göre, kendini beğenmiş yazar, yarattığı kahramanları da şahsına benzetir, çağdaşı
olan ünlü romancı, oyun yazarı La Calprenède’i bu tür edebiyatçılar arasına koyar. Her tutku
ayrı dilde konuşmalı, yüce öfke sıradan, abartılı sözcüklerle dile getirilmemelidir. Kişi, acı
karşısında alçalmalı, gerektiğinde ağlatabilmek için önce kendi gözyaşı dökmelidir. Büyük
sözler yürekte yaşamalı, sonra ağızdan çıkmalıdır. Bu yüzden oyun yazarlığı, önüne engeller
çıkaracak eleştirmeni çok olduğundan, kolay başarı kazanılacak alan değildir. Trajedi yazarken,
dizelerinde olağanüstüye erişmeli, yazılan akılda kalıcı olup, okuyucuda ya da seyircide uzun
süren anı bırakmalıdır. Trajediden daha kapsamlı olan destan ise, varlığını öyküye, düşsel
yaratıma borçludur. Bizi büyülemeyi amaç edinen bu yazınsal türde erdem, tanrısal görünüme
bürünür. Yazar, sürekli hoşa gitmek istiyorsa, ele aldığı kahraman değerli, erdemli özellikleri
üzerinde toplamalı, yaptığı hata bile kahramanca görülmelidir. Başka deyişle, Sezar, İskender
ya da XIV.Louis gibi olmalı, Oidipus’un oğullarına benzememelidir. İşlenen konu rastlantılarla
yüklü hale getirilmemeli,çokluğa aldanıp yoksulluğa düşülmemelidir. Sadece Akhilleus’un
öfkesi bile, yetkin sanatla Ilyada’yı işlemeye yeter. Yeter ki, anlatımlar canlı, betimlemeler
görkemli olsun. Yazar, daha yapıtının başında yalın, yapmacıksız söylemi benimsemelidir.
Boileau’nun bu önerileri dikkate alındığında üç kavramın öne çıktığı görülür: Şiir, estetik,
denge. Cemil Meriç’in de vurguladığı gibi
“Estetik olarak dengenin sere serpe geliştiği alan: şiir. Belki hiçbir edebiyat dönemi on
yedinci asır kadar elverişli olmamıştır şiire. Ama bu şiir de bir denge işidir; göze batan
süslerden, şaşırtıcı mecazlardan, karışık bir nahivden, şatafatlı kelimelerden hoşlanmaz.
Zekâya hitap eden dille, hayâle veya hisse hitap eden dil dengelidir.” (Cemil Meriç, 1980: 41)
Boileau, kitabının bu bölümünde Homeros’a ayrı önem verir. Hoşa gitmek için doğayı
örnek alan bu şairi, dokunduğu her nesneyi altına çeviren simyacıya benzetir. Onu, ele aldığı
her konuya çekicilik katmasını bilen, eğlendiren ama hiç bıktırmayan biri olarak över.
Söylemindeki mutluluk veren sıcaklığa işaret eder. İçten gelen sevgiyle onun yazdıklarını
sevmenin, onun biçemine bağlanmanın, yazarların yararına olacağını söyler. Ardından, güldürü
denilen yazınsal türü tanımlamaya girişir. Onun, Atina’da, trajedinin başarısından doğduğunu
belirtir. Aristofanes’in güldürüsünden yola çıkarak aksayan tarafları irdelemeye çalışır.
Oyunlarda gerçek isimler, yüzler hiç saklanmadan açıkça yansıtıldığı için hoş olmayan
görüntüler ortaya çıkar. Yazarın oyununda geçen Sokrates gibi saygın düşünürler bile seyirci
tarafından yuhalanırlar. Akıl, bilgelik, onur gibi yüce değerler ağırlıklarını yitirirler. Daha
sonra, isimleri açığa vurmak yasalarla yasaklanır, yazarlar, kırgınlığa, kin duygusuna yol
açmadan güldürmeyi öğrenirler. Menandros, yeni beğeninin oluşmasına katkıda bulunmuş
oyun yazarı olarak selâmlanır. Seyirci, kendini başkası sanarak zevkle izler oyunu. Güldürünün
onurunu savunan yazarların yönelmeleri gereken tek kaynak doğadır. Karakterlerin izleyicinin
gözünde canlanıp kalıcı olabilmeleri için, en özgün olanlarının bulunup, canlı renklerle
sunulmaları gerekir. Oyuncuları rasgele konuşturmamak önemlidir. Yaşlı genç gibi, genç de
yaşlı ağzıyla söylemekten kaçınmalıdır. Yazar, sarayı incelemeli, yaşadığı yerleşim yerini
tanımalıdır. Boileau, Molière’in başarısının bu özelliğinde yattığını bize anımsatır. Ünlü
komedi yazarının betimlemelerini bilgece bulmasına rağmen, kişilerini soytarı konumuna
düşürmesini eleştirir. Güldürü öğesini artırmak için hoş, ince olanı önemsemez tutumunu kınar.
Güldürü denilen yazınsal türün amacı, kullanılan düşük sözcüklerle kalabalıklara yakın
görünmek olmamalıdır. Oyunculara sahnede yaptırılan şakalar soylu havaya bürünmeli,
yumuşak biçemle şekil almış düğüm kolayca çözüme kavuşmalıdır. Özenli şekilde işlenmiş
tutkularla dolu olan sahneler birbirine bağlanmalı, sahneler arasında kopukluk hissi
yaşanmamalıdır. Yapıtlarında ruhsal çözümlemeye önem vermiş Latin yazarı Terentius’un
abartısız biçemi örnek verilerek, baba, oğul, aşık işlevini yüklenmiş kişilerin gerçekçi
söylemlerine dikkat edilmesi önerilir. Boileau, güldürü yazarında aradığı şu nitelikleri
belirterek üçüncü bölümü sonlandırır:
“Tiyatroda, seyircinin gözünde kendini küçültmeden/Tek, akılla ama asla seyirciyi şaşırtmadan
hoşa giden,/İyi bir yazarı severim./Ama kaba kelime oyunlarıyla Oyalayan/ Beni eğlendirmek
için rezillikten başka bir şeyi olmayan,/ Mascarade’larıyla , zevzeklikleriyle/O, Yeni
Köprü’deki uşakları güldürsün,/Eğlendirmez beni, isterse ipte yürüsün.”(J’aime sur le théâtre
un agréable auteur/Qui, sans se diffamer aux yeux du spectateur,/Plaît par la raison seule, et
jamais ne la choque./Mais pour un faux plaisant à grossière équivoque,/Qui, pour me divertir
n’a que la saleté,/Qu’il s’en aille, s’il veut, sur deux tréteaux monté,/Amusant le pont Neuf de
ses sornettes fades,/Aux laquais assemblés jouer ses mascarades.) (Boileau, 2003: 87)
Kitabın sonunu belirleyen dördüncü bölüm, Boileau’nun çok bilinen önerisiyle başlar.
Yazar ya da şair olacak kişi edebiyat alanında mutlaka yetenekli olmalıdır. Sanatçının, diğer
mesleklerdeki uygulamanın tersine, yetkinlik açısından sınıflandırması yapılamaz. Ortaya
çıkardığı yapıt değerlendirildiğinde ya iyidir ya da kötü, sıradanlığa yer yoktur. Boyer,
Pinchêne, Rampale, Mesnardière, Mangon, du Souhait, Corbin,La Morlière, Motin, Gombaud
gibi dönem yazarlarının, bu olumsuz özelliklerinden dolayı, artık okunmadıklarına işaret edilir.
Çeşitli yetilerle donanmış yazın adamı, eleştirilmeyi sevmeli, yaptığı yanlışı düzeltmeye
çalışmalıdır. Ama ışıktan yoksun sıradan akıllının da sözlerinin altında ezilmemek gerekir.
Yazarın seçeceği eleştirmen saygıdeğer biri olmalı, sağlam kalemiyle kuşkuları gidermelidir.
Katı kurallardan sanatın hangi türüyle nasıl kurtulmak gerektiğini o öğretecektir. Yazar,
yapıtında eğlenceyi olduğu kadar yararlılığı da öne çıkarmalıdır. Akıllı okuyucu-seyirci,
yararsız, boş eğlenceden kaçmak isteyecektir. Boileau, namus kavramını önemsiz gören,
erdemi hiçe sayan yazarlardan hoşlanmaz, ama namus uğruna aşktan uzaklaşmayı
benimsemeyen Rodrigue, Chimène gibi Corneille kahramanlarına da öfkeyle bakmaz. Namusu
eksik aşk, dürüstçe, içten ifade edilmişse, onu utanılacak davranıştan saymaz. Erdem sevilmeli,
insanın ruhu onunla beslenmelidir. Yazarın-şairin görevi sadece yazmak değildir; dostluğu
geliştirmek, güvenilir kişi olmak da önemlidir. Yaşamayı bilmek gerekir. Yeteneğini yayıncıya
satıp, tanrısal sanatını kazanca dönüştürme yolunda gidenleri küçümser. Akıl, ses olup insanları
eğitmeden, yasaları öğretmeden önce, hukukun yerine kaba güç toplumda baskındır. Söylemin
etkisiyle düzensizlik yerini düzene bırakır; güçsüz, yasaların korumasına sığınır. Sanatın
doğuşunu hazırlayan bu ortamdır. Boileau’nun deyişiyle, o günden bu yana, gök buyruğunu
şiirle verir; Apollon, içimizdeki korkuyu şiirle çekip alır; Homeros, eski zaman kahramanlarını
bu edebi tür sayesinde ortaya çıkarır; Hesiodos’un bilgeliği onun aracılığıyla ölümlülere
yansıtılır. Ama sonunda, yoksulluk aşağılık olana yol açınca, çıkar kaygısı düşünen kafalara
baskı yapınca, ticarete dönüşür sanat, kirlenir yazı. Böyle durumda, Boileau şu çarpıcı uyarıda
bulunur:
“Böyle alçakça bir kusura kapılmayın sakın./Eğer sizin için tek şaşmaz çekiciliği olan
altınsa,/Permesse’in suladığı bu güzelim yerlerden çıkın:/Onun kıyılarında barınmaz
zenginlik,/En büyük savaşçılara da, en bilge yazarlara da/Apollon’un verdiği söz, yalnızca şan
ve defne dalıdır.”(Ne vous flétrissez point par un vice si bas./Si l’or seul a pour vous
d’invincibles appas,/Fuyez ces lieux charmants qu’arrose le Permesse:/Ce n’est point sur ses
bords qu’habite la richesse,/Aux plus savants auteurs, comme aux plus grands
guerriers,/Apollon ne promet qu’un nom et des lauriers.) (Boileau, 2003: 99)
Boileau, sanatçılara, ölçünün, dengenin şairi Horatius’u örnek verir.Bu şair,
Dionysos’un kadınları Bakhalarla karşılaştığında zevkinden içer, akşam yemeğini yiyebilme
uğruna sonesini bitirmeyi aklına bile getirmez, buna gereksinimi yoktur. Oysa, Richelieu’nün
koruması altında bulunan şair Colletey, maddi kaygılarından dolayı, Horatius’un yaşam tarzına
yabancıdır. Bu endişeler içinde sanat yapmaya kalkanlara Boileau iyimser yaklaşır. Artık, XIV.
Louis dönemidir. Güzel sanatların üzerinde parıldayan yıldız vardır. Bu aydınlık kafaya sahip
yöneticinin sayesinde, değerli olan sanatçı hiç yoksulluk çekmeyecektir. O yaşadığı sürece
sanatçının korkmasına gerek yoktur, kralının maddi-manevi güvencesi altında olduğunu
bilmelidir. Corneille’in, Racine’in, Benserade’ın, Segrais’nin sanat dünyasında yıldızlarının
parlamasında hep aynı büyük adamın etkisi görülmelidir. Onun, ülkenin iç-dış düşmanlarına
karşı kazandığı zaferleri kitaplarda ölümsüzleştirmek, sanatçıların başlıca görevidir. Onların
ilgisini bayağı konular değil, kahramanlık çekmelidir. Boileau, bölümün sonunda, eleştirmen
olarak yüklendiği işlevi son kez açıklığa kavuşturmayı zorunluluk sayar. Parnassos’taki esin
tanrıçasından aldığı güçle, Horatius’tan öğrendiklerini yazarlara-şairlere aktarmanın eşsiz
çabası içindedir. Duyarlı yüreklere ateş vermiş, düşünen kafaları kızıştırmıştır. Sanat
dünyasında attıkları her adımın sadık gözlemcisi olarak, sahteyi gerçeğinden ayırmaya özen
göstermiş, yapılan hatalara göz yummamıştır. Ona göre, kınarken öfkelidir eleştirmen, ama yine
de gereklidir. Boileau, bu yol gösterici kimliğiyle, 1701’de toplu olarak yayımlanan yapıtlarına
yazdığı önsözde, klasik sanatın tanımını şu birkaç sözcükle yapmayı başarabilmiş; karmaşık
görünen kavramı bütün açıklığıyla basite indirgeyebilmiştir:
“Bir yapıt, hoş bir şeyle ve insanların genel beğenisine uygun bir tatla dolu değilse, az
sayıda bilen kişice beğenilse de boşunadır, hiçbir zaman iyi bir yapıt sayılmayacaktır; sonunda
ise, bilen kişilerin kendileri, onu beğenmekle yanıldıklarını açıklamak zorunda kalacaklardır.
Bu hoş şey, bu tat nedir diye bana sorulursa, yanıtım şudur ki, bu, anlatılmaktan çok duyulan,
ne olduğunu bilmediğim bir şeydir. Bununla birlikte, bana göre bu tat, gerçekte, okura ancak
doğru düşünceler ve yerinde deyimler sunmaktan doğmaktadır.(…)Herkesin usundan geçen bir
düşünce ancak canlı, ince ve yeni bir biçimde söylenirse değeri olan bir düşüncedir.” (Türk
Dili, 1981: 37)
Boileau’nun Şiir Sanatı kitabını incelerken vurguladığımız gibi, yazılış tarihi (1674)
dikkate alındığında, o zaman dilimine kadar Klasisizm akımının genel ilkeleri çerçevesi içinde
kaleme alınmış, başyapıt sayılacak eserler zaten vardır. Yeniden Uyanış hareketinin etkisiyle,
eski yunan-latin kültürünün ikliminde beslenen Fransız yazarları- şairleri, Antik Çağ’da
yazılmış o görkemli yazınsal yaratıların farkındadırlar. Aristo’dan başlayarak o döneme
gelinceye kadar şiir sanatı üzerine yazılmış çok sayıda kuramsal kitap bilinmektedir. Malherbe,
akımı hazırlayan kuralları, daha yüzyılın başında saptayıp dile getirmiştir. Boileau’nun katkısı,
eleştirmen sıfatıyla ortaya çıkması, tanınmış salonlarda konuşarak yıllarca ileriye sürdüğü
düşüncelerini, eski kazanımlarını kitabın boyutları içinde somutlaştırıp okuyucuya sunmasıdır.
Yapıtının birinci bölümünde, sanatsal yaratının klasik sayılabilmesi için nasıl yazılıp nelere
dikkat edilmesi üzerinde durur. Villon, Marot, Racan, Malherbe, eleştirmenin saygı duyduğu
Fransız edebiyatçılardır. İkinci bölümde, alt tür olarak nitelendirdiği balad, rondo, madrigal,
epigram, od, eglog, satir, sone denilen şiirlerin özelliklerine değinir. Örnek verdiği kişiler
Theokritus, Vergilius, Tibullus, Ovidius, Horatius, Lucilius, Perseus, Juvenalis gibi eski yunan-
latin edebiyatlarının şairleridir. Kendi ülkesinden sadece Régnier’nin ismini anar. Üçüncü
bölümde, destan, trajedi, komedi denilen büyük türleri bize tanıtır. Kitabın en can alıcı kısmı
burasıdır. Thespis, Aeskhylos, Sophokles, Vergilius, Menandros, Terentius, eleştirmenin
övgüsünü kazanan yazarlardır. Antik dönemden iki yazara isim verilmeden olumsuz gönderme
yapılsa da, onların Seneca, Aristofanes oldukları anlaşılır. İtalyan edebiyatından Tasso, Ariosto,
eleştirmenin olumsuz değerlendirmesi içinde yer alırlar. Fransız edebiyatından sadece üç
yazarın adı geçer. Bunlardan Scudéry, ismi verilmeden kınanır; La Calprenède, sert eleştirinin
hedefi olur; Molière ise, hem olumlu hem olumsuz görünüm sunar. Dördüncü bölüm, yazarlara
verilen öğütleri kapsar. Antik dönemden Vergilius, dolaylı da olsa, yine eleştirmenin beğenisini
kazanan sanat adamı olarak karşımıza çıkar. Fransız edebiyatından ise, Colletey, Corneille,
Racine, Benserade, Segrais, eserlerinden övgüyle söz edilen yazarlar olurlar. Dikkat edilirse,
Boileau’nun en çok etkilendiği, saygı duyduğu sanatçı Horatius’dur. Yazınsal türlerin
özellikleri hakkında bu latin şairinden, kendinden daha kapsamlı çalışma yapmış, düşünen
kafalara günümüze kadar seslenmeyi başarabilmiş büyük düşünür Aristoteles’in adını kitabında
hiç anmaz. Onun
“En inandırıcı ozanlar, aynı doğaya sahip oldukları için kendilerini duygulanımların
içine sokabilenlerdir; korkmuş olan kişi korkuyu, öfkelenmiş olan da öfkeyi en gerçekçi biçimde
verir. Bu nedenle şiir sanatı ya yetenekli kişilerin ya da coşkulu kişilerin işidir; birinciler iyi
biçimlendirme, ikinciler ise kendilerinden geçme yeteneğine sahiptir.” (Aristoteles, 2012: 61)
görüşüne tamamen katılsa da, asıl kaynağa göndermede bulunmaz; sessizliğini korur. Boileau,
Sainte-Beuve’ün Klâsik Nedir başlıklı denemesinde de vurguladığı gibi, klâsik kavramının
kendinden sonraki yazarlarca somut şekilde tanımlanmasını sağlamış yazın adamıdır. Klâsik
yazar, evrensel aklın ışığında ortaya koyduğu edebi yaratılarıyla insanın iç dünyasının
gelişmesine katkıda bulunarak iç alemini zenginleştiren; insan yüreğine çarpan sorunu, kendine
özgü ama herkesin anlayacağı bir biçemle ele alıp, ölçülülüğün, yalınlığın sınırlarında kalarak
çözümleyip yansıtmayı başaran; kısacası, her dönem kolayca anlaşılacak yazma becerisi
geliştirerek, akıp giden yüzyılların ardından ölümsüzlüğünü haykıran sanatçıdır. XIV.
Louis’nin sağduyusundan gücünü alan Boileau, kitabının başından sonuna kadar somut hale
getirip övgüsünü yaptığı evrensel akla; zekâ, deha, erdem, sanat, zevk gibi yüce değerleri
bağımlı kılan yol gösterici kimliğiyle, asırlar ötesinden düşünce hayatımıza renk katmayı
sürdürmektedir.
KAYNAKÇA