Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 222

•• ••

MUTLAK GUCUN
YOLU
GARYZUKAV

MUTLAK
GÜCÜN
YOLU
Çeviren: Nedret Şanlı
Kitabın Orijinal Adı: The Seat Of The Soul

Bu Kitabın Türkiye'deki Yayın Haklan


Akaşa Yayın ve Dağıtım Ltd. Şti. tarafından
Kesim Ajans Aracılığı ile
G ary Zukav'dan satın alınmıştır.

Baskı: Şefik Matbaası Tel: 5 51 55 87

Kapak Baskısı: Santra Ajans Tel: 612 11 14

Kapak Filmi: Senkron Grafik Tel: 275 6158

AKAŞA YAYIN VE DAGITIM LTD. ŞTİ.


İstiklal Caddesi Mis Sokak No: 6/4
Beyoğlu/İstanbul
Tel: 249 20 15

İstanbul, Ocak 1995


Bu kitap, babam Morris L. Zukav ile annem Lorene
Zukav'a sevgi, saygı ve şükranla ithaf olunur.

Bu kitabın sayfaları, Caroline Myss'in sevgi dolu destegi


ve katkılarıyla örülüdür.
İÇİNDEKİLER

Onsöz........................................................................... 9

GİRİŞ
Tekamül....................................................................... 15
Karma.......................................................................... 27
Saygı............................................................................ 39
Kalp............................................................................. 50

YARATMA
Sezgi............................................................................. 65
Işık............................................................................... 77
Niyet!.......................................................................... 89
Niyet 11...... ....................... ............................................ 102

SORUMLULUK
Seçim ......................................................................... .. 115
Baifımlılık.... .............. ............................. ............ ........ 127
.

ilişkiler........................................................................ 139
Ruhlar................................ ...... ................................... 152
.

GÜÇ
Psikoloji....................................................................... 169
illüzyon .............. ........................................... ............. 181
. .

Güç............................................................................... 193
Güven........................................................................... 205
.. ..

ONSOZ

Wu Li Dervişleri adlı kitabımı yazdığım yıllar ve son­


rasında, William James, Carl Jung, Benjamin Lee Whorf,
Niels Bohr ve Albert Einstein'ın yazıları beni sürekli olarak
kendilerine çekiyorlardı . Onlara tekrar tekrar geri dönüyor­
dum. Onlarda özel bir şey b uluyordum ve bu özelliğin n e ol­
duğunu anlamam pek uzun sürmedi: Bu insanlar, eserleriyle
ifade edebildiklerinden daha büyük bir şeye erişmişlerdi.
Psikolojinin, dilbilimin ya da fiziğin diliyle anlatmayı becere­
bildiklerinden daha fazlasını görmüşler ve gördüklerini de
paylaşmaya çalışmışlardı . İ şte beni onlara çeken, eserleri
aracılığıyla paylaşmaya çalıştıkları şeydi .
Onlar mistikti. B u benim nitelemem. Onlar böyle bir
ifade kullanmıyorlardı ama bunu biliyorlardı. Bilimsel model
içinde çalışmayanlarla birlik içinde bulunmanın kariyerleri­
ni lekeleyebileceğinden korkuyorlardı, ama her biri kendi
düşüncelerinin derinliklerinde beş duyunun son derece sınır­
layıcı olduğunun farkındaydı; ve kendileri öyle değillerdi.
Onların eserleri sadece psikoloji, dilbilim ve fiziğin gelişme­
sine katkıda bulunmakla kalmıyor, bunları okuyanların te­
kamülüne de yardımcı oluyorlar. Bu eserlerin, psikoloji, dil­
bilim ya da fizik terimleriyle doğrudan ifade edilemeyecek
bir biçimde onlarla temas edenleri değiştirme gücü var.
Geçmişe bakıp, bu eserlerin beni çeken manyetik niteli-

9
!Mutfaf(Jjücün 'YoCu
ğini fark ettiğimde, b u adamlara dürtü veren şeyin dünyevi
ödüller ya da meslektaşlarının gösterecekleri saygı olmadığı­
nı da anladım, onlar ruhlarını ve zihinlerini bir şeye yükle­
mişler ve zihnin artık istedikleri içeriğin verilerini üreteme­
diği olağanüstü bir yere erişmişlerdi ; onlar artık sezgilerinin
hızlandığı ilham bölgesindeydiler ve zaman, uzay (mekan) ve
madde aleminin ötesinde bir şeyler olduğunu, fiziksel yaşamı
aşan bir şeyler olduğunu biliyorlardı . Onlar bunu biliyorlar­
dı. Açıkça söyleyemediler, çünkü böyle konularda konuşma­
ya hazırlıklı değillerdi, ama hissettiler ve eserleri bunu yan­
sıttı .
Başka bir deyişle, bu adamlara ve daha pek çoğuna dür­
tü veren şeyin, aslında kişiliğin ötesinden gelen büyük bir
vizyon olduğunu anladım . Şimdi her birimiz, şu da bu yolla,
bu aynı b üyük vizyona doğru çekiliyoruz . Bu, vizyondan öte
bir şey. Bu ortaya çıkmakta olan bir güç. Bu, tekamül yolcu­
luğumuzda bir sonraki basamak. İnsanlık, insan türü, şimdi
bu güçle temas etmeyi, bu güçle doğrudan ilişkiyi engelleyen
şeyi aradan çıkarmayı özlüyor. Bunu yapmanın en güç yanı,
gerçekte ebedi güç olan bu yeni gücü ifade edecek sözcükle­
rin henüz doğmamış olması.
İnsanın tekamülünde ulaşılan bu an ve bu saatte, dini
ve ruhani terimleri aşacak ve mutlak (hakiki) gücü ifade ede­
cek sözcük ve vasıtaların doğması özlenmektedir. Başka an­
l amlarla gölgelenmemiş, öyle ki insan ırkının davranış ve
yargılarında açıkça ayırt edilebilen, böylece gizem ya da mis­
tisizm peçesi altından değil de, sadece Dünyamız'ın güç alan­
larını harekete geçiren mutlak güç olarak açıkça anlaşılabi­
len sözcüklere şimdi ilk kez bilinçle değinmekte olduğumuzu
kabul etmeliyiz. Bu kitabın bu amaca hizmet edeceğini umu­
yorum .
Ne olduğumuz ve ne olmakta olduğumuz hakkında ko­
nuşabilmek için beş-duyulu ve çok-duyulu terimlerini kullan-

10
Önsöz
dım . Çok-duyulu olmak beş-duyul u olmaktan daha üstün bir
hal değil, sadece şimdi içinde bulunduğumuz zamanda daha
uygun. İnsan deneyiminin bir sistemi yavaşladığında ve da­
ha ileri başka bir sistem ortaya çıktığında, eski sistem yeni­
ye kıyasla eksikmiş gibi görünebilir ama Evren'in b akış açı­
sından, kıyaslama dili daha düşüğü ya da daha iyiyi değil,
sadece sınırlamaları ve fırsatları ifade eder.
Çok-duyulu insanın deneyimleri beş-duyulu insanın de�
neyimlerine kıyasla daha az sınırlıdır. Bu deneyimler geliş­
me ve tekamül yolunda daha fazla olanak, gereksiz güçlükle­
rin ortadan kaldırılabilmesi için daha fazla fırsat sağlarlar.
Aralarındaki farkı mümkün olduğunca açık bir biçimde gös­
terebilmek için, beş-duyulu insanl a çok-duyulu insanın dene­
yimlerini her bir örnekte karşılaştırdım, ama bu, tekamülü­
müzün içinden çıkmakta olduğumuz beş-duyulu evresinin,
içine girmekte olduğumuz çok-duyulu evresine kıyasla olum­
suzluk taşıdığı anlamına gelmez; sadece şu anda artık beş
duyu yeterli olmuyor, tıpkı mum kullanımının elektrik yü­
zünden yetersiz kaldığı bir zamanın gelmiş olduğu gibi, ama
elektriğin ortaya çıkışı mumun gücünü olumsuz kılmadı.
Aramızda insan deneyimleri konusunda uzman olabile­
cek biti var mı? Sadece algılarımızı paylaşmak gibi Tanrı
vergisi bir yeteneğe sahibiz, bunun bazılarına idrak kazan­
ma yolunda yardımcı olacağını umalım. İ nsan deneyimi ko­
nusunda uzman olmak diye bir şey yoktur. İ nsan yaşamı,
hareket, düşünce ve formdan oluşan bir deneyimdir, bazı
hallerde hareket, düşünce ve formdan oluşan bir deneydir.
Biz ancak hareket, düşünce ve formla ilgili yorum yapabili­
riz, ama bu yorumlar insanların incelikle hareket etmeleri­
ne, berrak düşünmelerine, kendi yaşam hamurlarına bir sa­
natçı gibi biçim vermelerine yardımcı olabilirlerse, b üyük de­
ğer taşırlar.
Köklü bir değişim çağındayız . Uzerinde yürüdüğümüz

11
:Mutfal( (jücün 'Yo{u
yolu, varacağımız noktayı ve hareket halinde olanı görebile­
cek durumdaysak, bu değişimden çok daha kolay geçeriz. Bu
kitapta yazdıklarımı, sizlere, benim yaşama bakmayı öğren­
diğim bir pencere.olarak sunuyorum. Bu pencereyi size sunu­
yorum ama onu ille de kabul etmeniz gerektiğini söylemiyo­
rum. �ilgeliğe ve kalbe giden o kadar çok yol var ki. . . Bu bi­
zim en büyük zenginliğimiz, bana en büyük sevinci veren
zenginlik . . .
Birlikte yapacağımız pek çok şey var.
Bunu bilgelik, sevgi ve sevinçle yapalım.
Gelin btinu insan deneyimi yapalım.

Gary Zukav

12
GİRİŞ

13
1

TEKAMUL

Ü kulda öğrendiğimiz tekamül (evrim) kavramı , fizik­


sel formun evrimini ifade ediyordu. Örneğin, okyanusların
tek-hücreli yaratıklarının , çok daha karmaşık yaşam fo rmla­
rının öncelleri (ataları) olduklarını öğrenmiştik. Bir balık da­
ha karmaşıktır ve bu yüzden bir süngere kıyasla daha fazla
tekamül etmiştir (evrimleşmiştir); bir at daha karmaşıktır,
bu yüzden bir yılana kıyasla daha fazla tekamül etmiştir; bir
maymun daha da karmaşıktır ve bu yüzden ata kıyasla daha
fazla tekamül etmiştir ve bu böyle, en karmaşık ve bu neden­
le de gezegenimizdeki en tekamül etmiş yaşam formu olan
insana kadar uzayıp gider. Başka bir deyişle, bize tekamül
kavramının, düzenli bir karmaşıklığın aşama aşama geliş­
mesi anlamına geldiği öğretilmişti.
Bu tanımlama, hem çevresini hem de çevresindeki di­
ğer organizmaları en iyi kontrol edebilen organizman ı n en
gelişkin organizma olduğu fikrinin bir ifadesidir. "En güçlü
olanın hayatta kalacağı" prensibi , belli bir çevrenin en geliş­
miş organizmasının , o çevredeki beslenme zincirinin en tepe­
sinde bulunan organizma olduğunu anlatır. Bu yüzden bu
tanıma göre, kendi varlığını en iyi sürdürebilen , kendi ko­
runmasına en iyi hizmet edebilen organizma, en tekamül

15
%utfaK._ Çjücün 'Yo[u
etmiş organizmadır.
Tekamülün bu tanımının yetersiz kaldığını uzun süre­
den beri biliyorduk, ama nedenini bilmiyorduk. Birbiriyle
ilişki kuran iki insan, yapılarının karmaşıklığı açısından eşit
biçimde tekamül etmişlerdir. Her ikisi de eşit zekaya sahip­
se, ama biri dar görüşlü, bayağı ve bencilken, diğeri yüce gö­
nüllü ve özverili ise, yüce gönüllü ve özverili olanın daha faz­
la tekamül etmiş olduğunu söyleriz. Eğer bir insan kendi ya­
şamını bir başkasını kurtarmak için bile bile feda ederse,
sözgelimi kendi bedenini, bir başkasına, onu atılan bir kur­
şundan ya da hızlı bir arabadan korumak için siper ederse,
kendi yaşamını feda eden insan için "gerçekten aramızdaki
en tekamül etmiş insanlardan biriydi" deriz. Böyle şeylerin
doğru olduklarını bilir, ancak bunları tekamül kavramından
çıkardığımız anlamla bağdaştırmayız.
Bize söylendiğine göre, İsa kendi yaşamına yönelik sui­
kastı, arkadaşlarının nasıl davranacakları ve tepki göstere­
cekleri gibi ayrıntılara varıncaya dek önceden görmüş, ama
yine de bu gördüklerinden kaçmamıştı. Yaşamını başkaları
için veren O'nun gücü ve sevgisiyle, bütün insanlık karşı ko­
nulamaz bir değişim içine girdi. Ona saygı duyan herkes ve
O'nun öyküsünü bilen hemen hemen herkes, O'nun en teka­
mül etmiş insanlardan biri olduğu konusunda birleşiyor.
İçimizin derinliklerindeki anlayış, gerçekten tekamül
etmiş bir varlığın başkalarına kendinden daha fazla değer
verdiğini ve sevgiye de, fiziksel dünya ile bu dünyanın içer­
diklerinden daha fazla değer verdiğini söyler. Şimdi, teka­
miilden anladığımızı bu iç anlayışımızla aynı çizgiye getir­
mek zorundayız. Bunu yapmamız çok önemli, çünkü şu an­
daki tekamül anlayışımız, bugün ardımızda bırakmakta ol­
duğumuz tekamül evremizi yansıtıyor. Bu anlayışı inceleye­
rek, bugüne kadar hangi ölçüde tekamül ettiğimizi ve aş­
makta olduğumuz tekamül evresinin ne kadarını ardımızda

16
(jiriş
bıraktığımızı fark edebiliriz. Yen i ve genişlemiş bir tekamül
anlayışını , bizim en derinden gelen gerçeklerimizi onaylayan
bu anlayışı iyice düşünerek, neye doğru tekamül etmekte ol­
duğumuzu ve bunun deneyimlerimiz, değer ölçülerimiz ve
davranış biçimimiz açısından ne anlama geldiğini görebili­
riz.
Mevcut tekamül anlayışımız, şimdiye kadar fiziksel rea­
liteyi beş duyumuzla keşfetme yoluyla tekamül ettiğimiz ol­
gusundan kaynaklanıyor. Şu ana kadar beş-duyul u insanlar
olduk. Tekamülün bu yolu, Evren'in temel prensiplerini so­
mut biçimlerde görmemize izin verdi. Beş duyumuzla, her
eylemin bir sonucu olduğqnu ve her sonucun da bir neden­
den kaynaklandığını görüyoruz. Niyetlerimizin sonuçlarını
görüyoruz. Ö fkenin öldürdüğünü görüyoruz: Ö fke, soluğu
Yaşam gücünü- alıp götürüyor ve kanı, yani canlılığın taşıyı­
cısını döküyor. Şefkatin besleyici olduğunu görüyoruz. Bir
homurdanışın ve bir gülümseyişin sonuçlarını görüyor ve
hissediyoruz.
Bilgiyi işlemden geçirme yeteneğimizi deneyimliyoruz.
Ö rneğin, bir sopanın bir alet olduğunu görüyor ve onu kul­
lanma biçimimize göre elde edeceğimiz sonuçları biliyoruz.
Ö ldürücü bir sopa, bir barınağı tutmak için yere çakılan bir
kazık olabilir. Can alan bir mızrak, bir kaldıraç gibi kullanı­
larak yaşamın yükünü hafifletebilir. Et kesen bir bıçak ku­
maş kesmek için, bombalar yapan eller okul binaları inşa
etmek için kullanılabilir. Şiddet eylemleri düzenleyen zihin­
ler, işbirliğine yönelik faaliyetler düzenleyebilirler.
Yaşam faaliyetlerine saygı öğesi katıldığında, bunların
anlam ve amaçla canlandıklarını görüyoruz. Bu faaliyetlerde
saygı öğesi eksikse, sonucun gaddarlık, şiddet ve yalnızlık
getirdiğini fark ediyoruz. Fiziksel arena görkemli bir öğren­
me ortamıdır; genişlememize ya da daralmamıza neden olan,
bizi geliştiren ya da körelten, ruhlarımızı besleyen ya da tü-

17
AfutfakJjücün 'Yo[u
keten etkenlerin neler olduklarını, neyin işe yaradığını ya da
yaramadığını deneyim yoluyla öğrendiğimiz bir okuldur.
Fiziksel ortama sadece beş duyunun görüş noktasından
bakılırsa, tekamülün temel kıstası fiziksel yaşamın sürdü­
rülmesi olarak görünür, çünkü bu açıdan başka tür bir teka­
mül sezilemez. Bu görüş noktasından, "En güçlü olanın ha­
yatta kalması" prensibi, tekamül kavramıyla eş anlamlı gö­
rünür ve fiziksel üstünlük de tekamülün ileri evresini tanım­
lıyor gibi gözükür.
Fiziksel dünyanın algılanması beş duyu ile sınırlandırıl­
dığında, fiziksel arenadaki yaşamın temeli korku haline ge­
lir. Çevre ve çevredekiler üzerinde hakimiyet kurmaya yöne­
lik güç çok önemliymiş gibi görünür.
Fiziksel üstünlüğe duyulan ihtiyaç, yaşamlarımızı her
yönden etkileyen bir tür rekabet yaratır. Bu rekabet sevgili­
ler arasındaki , süper güçler arasındaki, kardeşler, ırklar ara­
sındaki, sınıflar, cinsiyetler arasındaki ilişkileri etkiler; ulus­
lar ve dostlar arasında doğal olarak var olan, uyum sağlama
eğilimini zedeler. İran Körfezi'ne savaş gemileri yollayan, Vi­
etnam'a asker gönderen ve Filistin'e haçlı seferleri düzenle­
yen enerji, hep aynı enerjidir. Romeo'nun ailesini Juliet'in ai­
lesinden ayıran enerji ile siyah kocanın ı rksal ailesini, beyaz
karısının ırksal ailesinden ayıran enerji aynıdır. Lee Harvey
O swald'ı John Kennedy'nin karşısına diken enerji ile Habil'le
Kabil'i karşı karşıya getiren enerji yine aynı enerjidir. Erkek
ve kız kardeşler aynı nedenle tartışırlar, kuruluşlar da öyle -
herkes üste çıkacak gücü elde etme arayışı içindedir.
Çevre ve çevredekiler üzerinde hakimiyet kurmaya yö­
nelik güç, hissedilebilen, koklanabilen , tadılabilen, işitilebi­
len ya da görülebilen bir egemenlik halidir. Bu tür güç, dış­
sal güçtür. Dışsal güç kazanılabilir ya da kaybedilebilir, bor­
sada veya seçimlerde olduğu gibi. Bu güç satın alınabilir ve­
ya çalınabilir, devredilebilir ya da miras yoluyla elde edilebi-

18
Çiriş
lir. Bu güç, başka birinden ya da başka bir yerden alınabilir
bir şey olarak düşünülür. Birinin dışsal güce sahip olması,
bir diğerinin kaybı olarak algılanır. Gücü dışarıda görmenin
sonucu, şiddet ve yıkımdır. Sosyal, ekonomik ve politik bü­
tün kurumlarımız, "gücü dışarıda görme" anlayışımızı yansı­
tırlar.
Aileler, kültürler gibi, ya babaerkil ya da anaerkildir.
Biri yönetimi ele alır. Çocuklar bunu erken yaşlarda öğrenir­
ler ve yaşamları buna göre biçimlenir.
Askeri örgütler gibi polis örgütleri de gücün dışsal bir
şey olarak algılanması nedeniyle ortaya çıkmışlardır. Nişan,
çizmeler, rütbe, radyo, resmi elbise, silahlar ve zırh korku­
nun simgeleridir. Bunları giyen ya da taşıyanlar dünya ile
savunmasız bir biçimde ilişkiye girmekten korkabilirler. Bu
simgelerle karşılaşanlar bu korkuyu duyarlar, bu simgelerin
temsil ettikleri güçten veya bu güce sahip sandıkları kişiler­
den ya da her ikisinden de korkarlar. Babaerkil ve anaerkil
aileler ve kültürler gibi, polis ve askerler de gücün dışsal bir
şey olarak algılanmasının kaynağı değillerdir. Bunlar bizim
insanlık ve birey olarak güce bakış şeklimizin yansımaları­
dır.
Ekonomimize "dışsal güç" algısı biçim vermiştir. Toplu­
lukların, ulusların ekonomilerini ve dünyanın uluslarüstü
ekonomisini kontrol yetkisi birkaç kişinin elinde toplanmış­
tır. İşçileri bu insanlardan korumak için sendikalar kurduk.
Tüketicileri korumak için hükümet içinde bürokrasi yarat­
tık. Yoksulları korumak için sosyal hizmetler sistemleri oluş­
turduk. Bu durum, gücü nasıl algıladığımızı gösteren mü­
kemmel bir yansımadır çoğunluk kurbanlar olarak onl�ra
hizmet verirken, güç birkaç kişinin malı gibi görünüyor.
Para, dışsal gücün bir simgesidir. Kimin parası en çok­
sa, çevre ve çevredekiler üzerinde hakimiyet kurma gücüne
en çok o sahiptir, öte yandan kimin parası en azsa, çevre ve

19
:Mutfak.. Çjiicün 'Yofu
çevredekiler üzerinde en az o hakimiyet kurabilir. Para kaza­
nılır, yitirilir, çalınır, miras olarak elde edilir ve para için sa­
vaşılır. Eğitimimizle, toplum içindeki yerimizle, ün ve sahip
olduğumuz şeylerle güvenlik duygumuzun arttığını hissedi­
yorsak, bunlar dışsal gücün simgeleridir. Ev, araba, çekici
bir beden , kıvrak bir zihin , derin bir inanç gibi, yitirmekten
korktuğumuz herhangi bir şey dışsal gücün simgesidir. Kork­
tuğumuz şey, incinme, zarar görme olasılığımızın artmasıdır.
Bu, gücü dışsal bir şey olarak görmenin sonucudur.
Güç dışsal bir şey olarak görülürse, sosyal, ekonomik ve
politik yapılardaki hiyerarşi, Evren'deki hiyerarşiler gibi,
güç sahibi olanlarla olmayanları belirleyen bir gösterge hali­
ne gelir. Tepedekiler, en büyük güce sahipmiş ve bu yüzden
de en değerli ve en az incinebilir olanlarmış gibi görünürler.
Alttakiler de, en az güce sahip ve bu nedenle en değersiz ve
en çok incinebilir olanlarmış gibi görünürler. Bu algıdan ha­
reketle, general er'den daha değerlidir, yönetici şöförden da­
ha değerlidir, doktor resepsiyon memurundan daha değerli­
dir, ana-baba çocuktan daha değerlidir, Tanrısal Olan ibadet
eden kişiden daha değerlidir. Ana-babalarımıza, işverenleri­
mize ve Tanrı'ya itaatsizlik etmekten korkarız. Kişileri daha
az ya da daha çok değerli görme, gücü dışsal bir şey olarak
algılamaktan kaynaklanır.
Dışsal gücü elde etmeye yönelik rekabet, tüm şiddet ha­
reketlerinin kalbini oluşturur. Komünizme karşı kapitalizm
gibi ideolojik çatışmaların, İ rlandalı Protestanlar'a karşı İ r­
landalı Katolikler'inki gibi dini çatışmalann, Araplar'la Ya­
hudiler'in arasındaki gibi coğrafi çatışmaların, aile ve evlilik
içindeki çatışmaların ardındaki tali (ikinci derecede gelen)
kazanç dışsal güçtür.
Gücü dışsal bir şey olarak algılama, ruhu parçalar; bu,
bireylerin, toplumun, ulusun ya da dünyanın ruhu olabilir.
Şiddetli bir şizofreni durumu ile savaş içindeki bir dünyanın

20
(jiriş
durumu arasında hiç fark yoktur. Parçalanmış bir ruhla,
parçalanmı ş bir ulusun çektikleri acılar arasında hiç fark
yoktur. Bir karı-koca güç uğruna rekabete girişirlerse, başka
ırktan korkan bir ırkın insanları hangi dinamiğin etkisiyle
davranıyorlarsa, onlar da aynı dinamiğin içine girerler.
Mevcut tekamül anlayışımızı bu dinamiklerden yola çı­
karak oluşturduk ve tekamülü , çevremize ve birbirimize ege­
men olmak amacıyla durmadan geliştirdiğimiz bir yetenek
süreci olarak kabul ettik. Bu tanım, fiziksel dünyayı sadece
beş duyu ile algılamanın yarattığı sınırlamaları yansıtır;
korku tarafından üretilen dışsal güç uğruna girişilen rekabe­
ti yansıtır.
İnsanlar binlerce yıl boyunca birbirlerine -kişi kişiye,
grup gruba- zalimce davrandıktan sonra, temelinde gücü dı­
şarıda algılamanın bulunduğu güvensizlik duygusunun, dış­
sal gücü çoğaltarak tedavi edilemeyeceği bugün apaçık belli­
dir. Gücü dışsal bir şey olarak algılamanın sadece acı, şiddet
ve yıkım getirdiği, yalnız radyo, televizyon ve gazetelerin
verdikleri haberlerde değil, aynı zamanda birey ve insanlık
olarak çektiğimiz sayısız acılar yoluyla da açıkça görülebilir.
Bu durum, şimdiye kadar nasıl tekamül ettiğimizi ve ardı­
mızda ne bırakmakta olduğumuzu göstermektedir.
İçimizin derinliklerindeki anlayış, bizi başka tür bir gü­
ce götürür, Yaşam'ı göründüğü her formuyla seven bir güce,
karşılaştığı hiçbir şeyi yargılamayan bir güce, dünyadaki en
küçük ayrıntıların anlamlılığını ve amacını fark eden bir gü­
ce . . . Bu güç, mutlak (hakiki) güçtür. Düşüncelerimizi, duygu­
larımızı ve eylemlerimizi en yüksek yanımızla (yüksek benli­
ğimizle) uyum içine soktuğumuzda, şevk, amaç ve anlamla
dolarız. Yaşam zengin ve dopdolu olur. Acı düşünceler barın­
dırmayız. Zihnimizde korkunun izi kalmaz. Dünyamızla se­
vinçle, içtenlikle ilişki kurarız. Bu, mutlak gücün deneyim­
lenmesidir.

21
'.Mutfaf(. (jücün 'Yofu
Mutlak gücün kökleri, varlığımızın derinliklerindeki
kaynağına uzanır. Mutlak güç satın alınamaz, miras olarak
elde edilemez veya biriktirilip saklanamaz. Mutlak güçle do­
nanmış biri, başka birini ya da bir şeyi kurban yerine koya­
maz. Mutlak güçle donanmış biri öyle güçlü, öyle yetkindir ki
başkasına karşı güç kullanma fikri onun anlayışı dışındadır.
Ozünde, mutlak güce doğru yol almakta olduğumuzu ve
tekamül sürecimizin hedefinin ve varoluş amacımızın mut­
lak güçle donanmak olduğunu içermeyen hiçbir tekamül an­
layışı yeterli değildir. Dışsal gücün peşinde koşan bir insan­
lıktan, mutlak gücü arayan bir insanlığa doğru tekamül edi­
yoruz. Fiziksel dünyayı keşfetmeyi tekamülün tek yolu sa­
yan düşünceyi ardımızda bırakıyoruz. Tekamülün bu yolu ve
beş duyu ile sınırlı bir farkındalıktan kaynaklanan bilinç ha­
li, olmak zorunda olduğumuza erişmek için artık yeterli de­
ğil.
Beş-duyulu insandan çok-duyulu insana doğru tekamül
ediyoruz. Beş duyumuz, fiziksel realiteyi algılamak üzere ta­
sarlanmış basit bir duyu sistemini oluşturur. Çok-duyulu in­
sanın algıları, fiziksel realitenin ötesine, bizim fiziksel reali­
temizin de bir parçası olduğu daha büyük dinamiklerle çalı­
şan sistemlere uzanır. Çok-duyulu insan, bizim fiziksel reali­
temizin daha geniş bir tekamül tablosunda oynadığı rolü ve
fiziksel realitemizi yaratan ve sürdüren dinamikleri algılaya­
bilecek ve değerlendirebilecek durumdadır. Beş-duyulu insan
bu alemi göremez.
En derin değerlerimizin kaynakları, görülemeyen bu
alemde yer alırlar. Ancak bu görünmeyen alemden bakıldığı
zaman, yaşamlarını bilinçli olarak yüce amaçlar uğruna feda
edenlere yön veren dürtüler anlam kazanır. Gandi anlaşıla­
bilir ve İsa'nın şefkat dolu davranışları, beş-duyulu insanın
ulaşamayacağı bir bütünlük içinde idrak edilebilir.
Bütün büyük öğretmenlerimiz çok-duyulu insanlar ol-

22
(jiriş
muşlardır ya da (yaşayanlar) çok-duyulu insanlardır. Bizim­
le çok-duyulu insanın geniş bakış açısını yansıtan algı ve de­
ğerlere uygun biçimde konuşmuşlar ve öyle davranmışlardır,
bundan dolayı sözleri ve eylemleri içimizde gerçekleri tanı­
ma ve kabullenme isteği uyandırmıştır.
Beş-duyulu insanın algılarına göre, biz fiziksel olan bir
evrende tek başımızayız. Çok-duyulu bir insanın algılarına
göre, asla yalnız değiliz, Evre.n canlı, bilinçli, zeki ve şefkat
dolu. Beş-duyulu insanın algılarına göre, fiziksel dünya, için­
de anlaşılmaz bir biçimde kendimizi bulduğumuz ve hayatta
kalabilmek amacıyla ona egemen olmaya çabaladığımız, ola­
ğanüstü bir armağandır. Çok-duyulu insanın algılarına göre,
fiziksel dünya, onu paylaşan ruhların katılımıyla yaratılmış
bir öğrenme ortamıdır ve içinde meydana gelen her şey bu
amaca hizmet eder. Beş-duyulu insanın algılarına göre, ni­
yet sonuç doğurmaz, eylemlerin sonuçları fizikseldir ve bü­
tün eylemler bizi ya da başkalarını etkilemez. Çok-duyulu
insanın algılarına göre, bir eylemin ardındaki niyet o eyle­
min sonuçlarını belirler; her niyet hem bizi hem de başkala­
rını etkiler ve niyetlerin sonuçları fiziksel dünyanın çok öte­
lerine uzanır.
İçinde daha derin anlayış hallerimizin kaynaklarının
bulunduğu "görünmez" bir alemin varlığından söz etmek ne
anlama gelir? Beş duyu ile sezilemeyen, ama diğer insan ye­
tileriyle bilinebilen, keşfedilebilen ve anlaşılabilen bir alem
düşüncesi neleri içerir?
Genel bilgiler çerçevesinde yanıtlanamayan bir soru so­
rulduğunda, bu soru ya saçma diye sınıflandırılabilir ya da
yerinde bir soru değil diye akıldan çıkarılıp atılabilir, veya
soruyu soran kişi, bilincini soruya yanıt bulunabilecek bir
bilgi çerçevesini kapsayacak biçimde genişletebilir. İlk iki se­
çenek, insanı saçma veya yerinde değilmiş gibi görünen bir
soruyla karşı karşıya kalmaktan kurtaran kolay yollardır;

23
:Mutfak:, (jücün 'Yo[u
ama araştırıcı, gerçek bilim adamı aradığı yanıtları anlayabi­
leceği bir çerçeveye doğru genişlemeyi kabul edecektir.
Biz, insanlık olarak, soruları ifade etme yeteneğini ka­
zandığımızdan bu yana şu soruları soragelmekteyiz: "Bir
Tanrı var mı?", "Tanrısal Zeka diye bir şey var mı?" , "Yaşa­
mın bir amacı var mı?" Şimdi bizim için, bu soruların yanıt­
lanabileceği bilgileri içeren bir çerçeveye doğru genişleme za­
manı gelmiştir.
Çok-duyulu insanın daha geniş bilgi edinme alanı, kişi­
lik ve ruh arasında anlamlı, deneyimlenebilen bir fark bu­
lunduğunu idrak etmeyi mümkün kılar. Kişiliğiniz, zaman
içine doğan, zaman içinde yaşayan ve ölen bir parçanızdır.
İ nsan olmakla, bir kişiliğe sahip olmak aynı şeydir. Kişiliği­
niz, bedeniniz gibi, tekamülünüzün aracıdır
Verdiğiniz kararlar ve Dünya üzerindeki eylemleriniz
tekamülünüzü sağlayan araçlardır. Her an, deneyimlerinizi
şekillendirecek niyetleri ve dikkatinizi üzerinde odaklayaca­
ğınız şeyleri seçersiniz. Bu seçimler tekamül sürecinizi etki­
ler. Bu herkes için böyledir. Bilinçsiz olarak seçerseniz, bi­
lin<;sizce tekamül edersiniz. Bilinçli seçimler yaparsanız,
bilinçle tekamül edersiniz.
İ nsan varlığına özgü nitelikler olarak ortaya çıkan kor­
ku ve şiddet içeren duygular sadece kişilik tarafından dene­
yimlenebilirler. Sadece kişilik öfke, korku, nefret, öç alma,
keder, utanç, pişmanlık, kayıtsızlık, düş kırıklığı, hor görme
ve yalnızlık gibi duygular hissedebilir. Sadece kişilik yargıla­
yabilir, kurnazca yönlendirebilir ve sömürebilir. Sadece kişi­
lik dışsal gücün peşine düşer. Kişilik başkalarına sevgiyle,
şefkatle ve bilgelikle de davranabilir ama sevgi, şefkat ve bil­
gelik kişilikten kaynaklanmaz. B unlar ruhun deneyimleri­
dir.
Ruhunuz, ölümsüz olan parçanızdır. Herkesin bir ruhu
vardır, ama beş duyunun algısıyla sınırlanmış bir kişilik, ru-

24
(jiriş
hunun farkında değildir, ve bu yüzden, ruhunun onun üze­
rindeki etkilerini tanıyamaz. Bir kişilik çok-duyulu hale gel­
dikçe, sezgileri -önsezileri ve süptil hisleri- onun için önemli
olmaya başlar. Beş duyusunun sağlayabildiği bilgilerle n ede­
nini açıklayamadığı halde, kendisiyle, diğer insanlarla ilgili
ve içinde bulunduğu durumla ilgili şeyleri sezer. Niyetleri
fark etmeye ve karşı karşıya kaldığı eylem ve sözlerden daha
fazla, bunların ardındaki niyetlere tepki göstermeye b aşlar.
Örneğin, haşin ve öfkeli bir davranışın ardındaki sıcak bir
kalbi ya da parlak ve hoşa gidici sözlerin ardındaki soğuk bir
kalbi fark edebilir.
Çok-duyulu bir kişilik kendi içine baktığında pek çok
farklı akım bulur. Deneyimler sonucunda, bunları ayırt et­
meyi ve her birinin duygusal, psikolojik ve fiziksel sonuçları­
nı tanılamayı (teşhis etmeyi) öğrenir. Ö rneğin, hangi akımla­
rın öfke, bölücü düşünceler, yıkıcı eylemler ürettiklerini ve
hangi akımların sevgi, şifa verici düşünceler, yapıcı eylemler
ürettiklerini öğrenir. Zamanla, yaratıcılık, şifa ve sevgi üre­
ten akımlara değer verip bunlarla özdeşleşmeyi, olumsuzluk,
uyumsuzluk ve şiddet yaratan akımlara meydan okumayı ve
onlardan kurtulmayı öğrenir. Bu yolla, bir kişilik, ruhunun
enerjisini deneyimler hale gelir.
Ruhunuz, göğüs boşluğunuzun bir yerinde oturan ey­
lemsiz (pasif) ya da kuramsal bir varlık değildir. O, varlığını­
zın özünde bulunan olumlu, amaca yönelik bir güçtür. O, sizi
saran enerji dinamiklerinin kişisel olmayan doğasını anla­
yan, sınır koymadan seven ve yargılamadan kabul eden par­
çanızdır.
Ruhunuzu tanımak istiyorsanız, bunun ilk adımı bir ru­
hunuz olduğunu kabul etmektir. İ kinci adım , şu sorular üze­
rinde kendinize düşünme fırsatı vermektir: "Eğer bir ruhum
varsa, ruhum nedir? Ruhum ne ister? Ruhumla aramdaki
ilişki nedir? Ruhum yaşamımı nasıl etkiler?"

25
Afut{af(_ (jücün 'Yo(u
Ruhun enerjisi fark edildiği, kabul edildiği ve ona değer
verildiği zaman, o da kişiliğin yaşamını etkilemeye başlar.
Bir kişilik tamamen ruhunun enerjisine hizmet eder hale
geldiğinde, o kişilik mutlak güçle donanmış olur. İçinde bu­
lunduğumuz tekamül sürecinin hedefi ve varoluşumuzun ne­
deni budur. Dünya üzerinde deneyimlediğiniz ve deneyimle­
yeceğiniz her şey, kişiliğinizi, ruhunuzla aynı düzeye gelme­
ye, uyum içine girmeye teşvik eder. Her durum ve koşul bu
yolu seçmeniz, ruhunuzun içinizden ışımasına izin vermeniz,
onun Yaşam'a yönelik bitmez tükenmez, derinliklerine varı­
lamaz saygı ve sevgisinin fiziksel dünyaya aktarılmasına
aracı olmanız için size fırs:ıt verir.
Bu kitap, mutlak güçle donanma -kişiliği ruhla aynı dü­
zeye getirme- halinin neleri içerdiği, nasıl gerçekleştiği ve
hangi sonuçları yarattığı konularıyla ilgilidir. Bunları kavra­
mak, beş-duyulu insana olağandışı görünen bir anlayışa sa­
hip olmayı gerektirir, ama bir kez tekamül kavramını, beş­
duyulu algının çok-duyulu algıya giden bir yol olduğu biçi­
minde anlarsanız ve hep beş-duyulu kalmak üzere yaratılmış
olmadığınızı idrak ederseniz, hepsi sizin için olağan hale
gelir.

26
2

KARMA

Ç oğumuz, tekamül sürecine katılımımızın tek bir ya­


şam süresiyle sınırlı olduğu inancını taşımaya alışmışızdır.
Bu inanç, beş-duyulu kişiliğin bakış açısını yansıtır. Beş-du­
yulu kişiliğin bakış açısına göre, yaşam süresi bittikten son­
ra ondan (bu kişilikten) hiçbir şey kalıcı değildir ve onun
kendine bağlı olmayan bir şeyi deneyimlemesi ise söz konu­
su olamaz. Çok-duyulu insan da, kendi yaşam süresi bittik­
ten sonra kişiliğinden hiçbir şeyin kalıcı olmadığını bilir,
ama aynı zamanda ölümsüz ruhunun da farkındadır.
Kişiliğinizin yaşam süresi, ruhunuzun sayısız deneyim­
lerinden biridir. Ruh, zamana bağlı olmaksı7.ın (zamandışı)
vardır. Ruhun bakış açısı son derece geniş ve algısı, kişiliğin
içinde bulunduğu sınırlamalardan özgürdür. Tekamülün bir
yolu olarak bildiğimiz fiziksel yaşam deneyimini seçen ruh­
lar, genelde, enerjilerini pek çok kez psikolojik ve fiziksel
formlara (bedenlere) bağlamışlardır. Her bir enkarnasyonda
(yeniden bedenlenmede) ruh farklı bir kişilik ve beden oluş­
turur. Beş-duyulu insana göre varoluşun deneysel (deneyime
bağlı) bütününü oluşturan kişilik ve beden, onun ruhuna gö­
re, o enkarnasyona özgü ve sadece o yaşama, mükemmelen
uyan eşsiz araçlardır.

27
'MutfaRJ.Jücün 'Yofu
Her kişilik, kendine özgü biçimde, kendi özel yetenekle­
ri ve öğrenmesi gereken derslerle, bilinçli ya da bilinçsiz ola­
rak ruhunun tekamülüne katkıda bulunur. Anne, asker, ev­
lat ya da rahip olarak geçirilen yaşam; sevgi, incinme, korku,
yitirme ve şefkat gibi deneyimler; öfkeyle, karşı koymayla,
boşluk duygusuyla, kıskançlıkla mücadeleler -hepsi ruhun
tekamülüne hizmet ederler. Bir kişiliği ve o kişiliğin bedeni­
ni oluşturan her fiziksel, duygusal ve psikolojik özellik -örne­
ğin, güçlü ya da zayıf kollar, yavaş ya da işlek zeka, mutlu
ya da kederli olmaya eğilim, sarı ya da kara ten, hatta saç ve
göz rengi bile- ruhun amacına mükemmelen uygundur.
Beş-duyulu kişilik, ruhunun diğer enkarnasyonlarının
farkında değildir. Çok-duyulu kişilik, bu enkarnasyonların
bilincinde olabilir veya onları kendi geçmiş ya da gelecek ya­
şamları olarak deneyimleyebilir. Bu yaşamlar, deyiş uygun­
sa, aynı soydan yaşamlardır, ama kişiliğin kendisinin yaşa­
mış olduğu yaşamlar değil, ruhunun deneyimleridir.
Ruhun bakış açısına göre, bütün enkarnasyonları eşza­
manlıdır. Bütün kişilikleri "şimdi" yaşanmaktadır. Bu ne­
denle, ruhun enkarnasyonlarından birinde bulunan bir olum­
suzluğun giderilmesi, sadece o enkarnasyonunun değil, bü­
tün diğer enkarnasyonlarının da yararınadır. Ruhun kendisi
zamanla sınırlı olmadığı için, bir kişilik korku ve kuşkuların­
dan arındığında, onun (kişiliğin) geçmişi ve geleceği de de­
ğerlenir. Göreceğimiz gibi, bir kişiliğin olumsuzluğundan
kurtulması, bilincin pek çok başka dinamiğine de yarar sağ­
lar. Bunlardan bir kısmı beş-duyulu insan tarafından algıla­
nabilir, ama beş-duyulu insan bu algıladıklarının ne bilinç
dinamikleri olduklarını fark edebilir, ne de, örneğin cinsiyeti­
nin, ırkının, ulusunun ve kültürünün bilinç ve tekamülü
gibi, kendi iç süreçleriyle ilişkili olduklarını görebilir. Diğer
bilinç dinamikleri ise beş-duyulu insanın algılama yeteneği­
nin tamamen dışındadırlar. Bu nedenle, bilinçli bir yaşam

28
Çiriş
süresi, değeri biçilemeyecek bir hazinedir.
Kişilik ve beden, ruhun yapay yönleridir. Ruh, enkar­
nasyonu sona erince, görevlerini tamamlayan kişiliği ve be­
deni bırakır. Kişilik ve beden son bulurlar, ama ruhun varlı­
ğı sona ermez . Bir enkarnasyon tamamlandığında, ruh,
ölümsüz ve zamansız (zamandışı) haline; bir kez daha, şef­
kat, berraklık ve sınırsız sevgiden oluşan doğal haline geri
döner.
Ruhun enerjisinin fiziksel alemde, Dünya okulumuzda
sürekli biçimde enkarne ve reenkarne olması : işte, tekamü­
lümüzün m eydana geldiği ortam bu.
Neden böyle oluyor? Hangi n edenle kişiliklerden ve
ruhlardan söz etmek gerekiyor? Bir ruhun enkarnasyonu, o
ruhun enerjisinin fiziksel form'a uygun bir düzeye kadar ka­
balaştırılarak indirgenmesidir. Bu, ölümsüz bir yaşam siste­
minin zamanın çerçevesine ve birkaç yıllık bir süreye indir­
genmesidir. Bu, bir kısmı fiziksel, bir kısmı fiziksel olmayan
sayısız yaşam süresini doğrudan deneyim yoluyla ve eşza­
manlı olarak paylaşan bir idrak sisteminin beş fiziksel duyu­
ya indirgenmesidir. Ruh, şifa bulmak amacıyla bu deneyimi
isteyerek seçer.
Kişilik, ruhun şifaya ihtiyacı olan bölümleriyle, ruhun o
yaşamdaki şifa sürecine yardım amacıyla kattığı şefkat ve
sevgi gibi bölümlerinden oluşur. Ruhun parçalanmış yönleri,
şifaya ihtiyacı olan bölümleri , bölünmüşlüğün her parçasının
bütüne katılabilmesi için fiziksel ortamla etkileşime i htiyaç
duyarlar. Kişilik, ruhun bölünmemiş yönleriyle birlikte bu
bölünmüş yönlerinden oluşan karmaşık bir "mandala" gibi­
dir. Bu durum, doğrudan doğruya, ruhun, o yaşam süresinde
şifa bulmaları amacıyla üzerlerinde çalışmayı seçtiği, fi ziksel
ortamı deneyimlemeleri gereken bölümleriyle, içinde b ulun­
duğunuz şifa sürecine yardım amacıyla kattığı bölümlerinin
birlikteliğinden kaynaklanır. Bu yüzden, bir insanın kişili-

29
:Mutfak.. (jücün 'YoCu
ğinde, hem kişiliğini oluşturan bölünme nedeniyle ruhunun
çektiği acıyı, hem de kişiliğinin sevgi dolu parçası olan , ruhu­
nun kazanmış olduğu erdem ve inceliği görebilirsiniz.
Düşünün, eğer bir parçası büyük bir sevgiyi, bir parçası
korkuyu deneyimleyebiliyor, bir parçası belki de yansız kala­
bilirken, bir parçası şizofrenik deneyimler yaşayabiliyor, di­
ğer bir parçası ise çarpıcı bir biçimde şefkat dolu olabiliyor­
sa, bir ruh ne kadar güçlüdür! Bu parçalardan biri eksik kal­
mışsa, ruhun oluşturduğu kişilik uyum içinde değildir.
'
uyumlu bir kişilik, ruhun, fiziksel enkamasyonuyla ilişkide­
ki parçası içinden kolayca aktığı bir kişiliktir.
Ruh vardır. Onun başlangıcı ve sonu yoktur, ama bü­
tünlüğe doğru akar. Kişilik, ruhtan doğal bir güç olarak do­
ğar. O, ruhun fiziksel dünyada görev yapmak üzere uyarladı­
ğı, enerj-iden oluşmuş bir araçtır. Her kişilik eşsizdir, çünkü
onu oluşturan ruhun enerji biçimi benzersizdir. O, ruhun
deyiş uygunsa- fiziksel madde ile etkileşime giren "perso­
na"sıdır. * O, adınızın titreşiminden, enkarne olduğunuz an­
da gezegenlerle kurduğunuz ilişkinin titreşiminden, enerji
ortamınızın titreşiminden ve aynı zamanda ruhunuzun bü­
tünlüğe ulaşmak için fiziksel madde ile etkileşime ihtiyaç
duyan bölünmüş yönlerinden oluşmuş bit' üründür.
Kişilik ruhtan bağımsız olarak iş görmez. Bir insan,
ruhsal derinliklerle ilişkide olduğu ölçüde dinginleşir, çünkü
bilincin enerjisi kişilik denen yapay yüzüne değil, kendi
enerjisinin özüne odaklanmıştır.
B azen kişilik, ruhunun enerjisiyle hiç bağı yokmuşçası­
na dünyada başıboş dolaşan bir güç gibi görünür. Bu durum,
"kötü bir insan"ın ve "şizofrenik bir insan"ın davranışlarının
kaynağı olabilir. Bu, kişiliğin kendini doğuran anaya, yani
ruhuna başvuru noktasını ya da onunla olan bağlantı sını bu­
*Persona: Eskiden oyuncuların yüzlerini örtmek için kullandıkları maske,
trajik maske, komik maske gibi (Ç.N.)

30
Çjiriş
lamamasının sonucudur. İnsan yaşamındaki çatışmalar, ki­
şiliğin enerjisinin ruhtan uzaklığı ile doğru orantılıdır ve bu
yüzden çatışma içindeki bir kişilik -ileride göreceğimiz gibi­
sorumluluk duygusu olmayan bir yaratma konumundadır.
Eğer bir kişilik tam denge içindeyse, kişiliğinin nerede sona
erdiğini ve ruhunun nerede başladığını fark edemezsiniz. O,
bütünlüğe ulaşmış bir insandır.
Bir ruhun şifa bulması ne anlama gelir?
Çoğumuz, bütün eylemlerimizden değil de, ancak bazı
eylemlerimizden sorumlu olduğumuz fikrine alışığızdır. Ö r­
neğin, bizi komşumuzla bir araya getiren iyi davranışlardan
ya da komşumuza verdiğimiz olumlu karşılıklardan sorumlu
olduğumuzu, bunların bizden kaynaklandığinı düşünürüz,
ama komşumuzla aramızdaki tartışma ya da ona verdiğimiz
olumsuz karşılık nedeniyle kendimizi sorumlu saymayız .
Güvenli b i r yolculuk için , yola çıkmadan önce arabanın du­
rumunu gözden geçirmekle sorumlu olduğumuzu düşünür,
ancak bizim ölçülerimize göre çok yavaş giden bir arabayı
sollarken bir kaza olasılığı belirirse, bundan diğer sürücüyü
sorumlu tutarız. Başarılı işimizle geçinebiliyorsak, bunu
kendi başarımız olarak görürüz. Evleri soyarak karnımızı
doyuruyorsak, güç koşullar içinde geçen çocukluğumuzu suç­
larız.
Çoğumuz için, sorumlu tutulmak yakalanmış olmakla
eşdeğerdir. Her yıl ana yurdu !talya'ya giden bir arkadaşım,
dışarıda ailesiyle birlikte yediği bir akşam yemeğini, gözle­
rinde şakacı bir ifadeyle anlattı. Hesap geldiğinde, arkadaşı­
mın titiz bir adam olan babası , kargacık burgacık yazılmış
her kalemi dikkatle gözden geçirmiş. Biraz uğraştıktan son­
ra son kalemi de çözmüş ve bunun, kabaca çevrilirse, "tutar­
sa tutmuş olur" anlamına gelen bir söz olduğunu fark etmiş.
Garsonu çağırarak, "Bu da ne?" diye sormuş. Garson omuzla­
rını silkmiş: "Tutturamadık. " Çoğumuz, eğer satıcı bize para-

31
Afutla{(jüc:ün ')'"o{u
mızın üstünü fazla verir de, biz onu alırsak, yaşamımızın sa­
dece beklenmeyen bir kazanç elde etme şeklinde etkilendiği­
ni düşünürüz, ama gerçekte her davranışımız bizi çok daha
geniş boyutlarda etkiler.
Her eylem, her düşünce, her duygu bir niyetin dürtü­
süyle ortaya çıkar ve bu niyet, sonucuyla birlikte var olan bir
nedendir. Eğer "neden"de pay sahibiysek, "sonuç"ta pay sahi­
bi olmamamız mümkün değildir. Bu engin yolda, her eylemi­
mizin, her düşüncemizin ve her duygumuzun, yani her niye­
timizin sorumluluğunu taşırız. Her niyetimizin vereceği
meyvede payımız olacaktır. Bu yüzden, deneyimimizi şekil­
lendiren niyetlerimizi fark etmek, hangi niyetlerin hangi so­
n uçları doğurduklarını ayırt etmek ve oluşturmak istediği­
miz sonuçlara uygun niyetler seçmek bizim için akıllıca olur.
Çocukken fiziksel realiteyi öğrenmenin ve yetişkin ola­
rak da bu bilgilerimize incelik kazandırmanın yolu budur. Aç
olduğumuzda ağlamanın getirdiği sonucu öğreniyor ve istedi­
ğimiz sonucu sağlayacak nedeni tekrarlıyoruz. Parmağımızı
prize sokmanın sonucunu öğreniyor ve bu sonucu doğuran
nedeni tekrarlamıyoruz.
Niyetleri ve sonuçlarını , aynca, fiziksel realitedeki de­
neyimlerimiz aracılığıyla da öğreniriz, ama niyetlerin belirli
sonuçlar ürettiklerini ve bu sonuçların neler olduklarını öğ­
renmek, eğer bu bilgiyi sadece fiziksel madde ortamında
edinmek durumundaysak, uzun sürer. Ö rneğin öfke, uzak­
laşmaya ve düşmanca etkileşime neden olur. Eğer bunu sa­
dece fiziksel deneyim aracılığıyla öğrenmek zorunda kalır­
sak, başkalarıyla aramıza mesafe koyma ve düşmanca etkile­
şim içinde bulunma halini on, elli ya da yüz elli değişik bi­
çimde deneyimlemek durumunda kalabiliriz, ta ki istemedi­
ğimiz sonucu doğuran nedenin şu ya da bu davranıştan değil
de, bizden kaynaklanan öfke, düşmanca ve başkalarından
uzaklaşmaya yönelik niyet olduğunu anlayana kadar. Beş-

32
<jiriş
duyulu insan genelde bu yolla öğrenir.
Fiziksel nesneler ve olaylar alanındaki neden ve sonuç
ilişkisi, fiziksel realiteyle sınırlı olmayan bir dinamiği yansı­
tır. Bu "karma" dinamiğidir. Fiziksel dünyadaki biz dahil
her şey, beş-duyulu insanın algılayabileceğinden çok daha
geniş kapsamlı dinamiklerin küçük bir parçasıdır. Ö rneğin
deneyimlediğiniz sevgi, korku, şefkat ve öfke, görmediğiniz
çok daha geniş bir enerji sistemindeki sevgi, korku, şefkat ve
öfkenin sadece küçük birer parçasıdır.
Karma dinamiği, fiziksel realiteye hareketin üçüncü ya­
sasıyla yansıtılır: "Her etkinin, ona eşit ve ters yönlü bir tep­
kisi vardır." Başka bir deyişle, tekamül sistemimizdeki ener­
jinin dengelenmesini yöneten büyük karma yasası, fiziksel
realite içindeki enerjinin dengelenmesini yöneten üç prensi­
bin, hareketin üç yasasının sonuncusu tarafından fiziksel
nesne ve fenomenler alanına yansıtılır.
Karma yasası, kişisel olmayan bir enerji dinamiğidir.
Sonuçlan kişiselleştirildiğinde, yani kişiliğin bakış açısından
deneyimlendiğinde, niyetin enerjisinin geri dönüşlü olduğu,
yani niyetin sahibine geri döndüğü bir akış yaşanır. Üçüncü
yasa ile "eşit ve ters yönlü bir tepki" diye tanımlanan kişisel
olmayan dinamik, kişilik tarafından bu şekilde deneyimle­
nir. Başkalarına kin güdene, başkaları da kin güder. B aşka­
larına sevgi duyan, başkalarından da sevgi görür, ve bu ör­
nekler böyle sürüp gider. Altın Kural ("Herkese iyilik et"
kuralı) karma'nın dinamiğine dayanan bir davranış rehberi­
dir. Karma'nın kişiselleştirilmiş ifadesi şöyle olurdu: " Dün­
yaya ne verirsen, dünyadan onu alırsın. "
Karma, ahlaki bir dinamik değildir. Ahlak, insanlar ta­
rafından yaratılmış bir kavramdır. Evren yargılamaz. Kar­
ma yasası, enerjinin bizim ve komşularımızın ahlak sistem­
leri içinde denge bulmasını sağlar. Kişisel olmayan evrensel
bir öğretmen niteliğiyle sorumluluğu öğreterek insanlığa hiz-

33
9.futfa/(<jücün 'Yo[u
met eder.
Henüz sonucunu doğurmamış bir neden, henüz tamam­
lanmamış bir olaydır. Bu, enerjinin, dengelenme sürecine
girmiş dengesiz halidir. Enerjinin dengelenmesi her zaman
tek bir yaşam süresine sığmaz. Ruhunuzun karma'sı, sizi de
içeren pek çok kişiliğin eylemleriyle yaratılır ve dengelenir.
Çoğu kez, bir kişilik, ruhunun diğer kişilikleri tarafından ya­
ratılmış sonuçları deneyimler, ya da tam tersine, kendi ya­
şam süresinde düzeltilemeyecek enerji dengesizlikleri yara­
tır. Bu yüzden, kendi ruhu, reenkarnasyon ve karma konu­
sunda bilgi sahibi olmayan bir kişiliğin, yaşamındaki olayla­
rın önemini ya da anlamını kavraması ya da bu olaylara
gösterdiği tepkilerin sonuçlarını anlaması her zaman müm­
kün olmaz.
Ö rneğin, başkalarının zararından yararlanan bir kişi-
1.ik, yarattığı enerji dengesizliğini , başkalarının onun zara­
rından yararlanmalarını deneyimleyerek düzeltmek zorun­
dadır. Eğer bu denge, o kişiliğin yaşam süresinde kurula­
mazsa, ruhunun diğer kişiliklerinden biri, başkalarının onun
zararına yarar sağlamalarını deneyimleyecektir. Eğer bu ki­
şilik, başkalarının kendi zararına yarar sağlamalarının eski
bir nedenin sonucu olduğunu ve bu deneyimin kişisel olma­
yan bir süreci tamamladığını anlamazsa, ruhunun bakış açı­
sı yerine kendi kişisel bakı ş açısına göre tepki verecektir. Ö r­
neğin, öfkelenebilir, kin dolabilir ya da bunalıma girebilir;
saldırganlaşabilir, insanları hor görebilir veya üzüntüyle içi­
ne kapanabilir. Bu tepkilerin her biri karma, yani tekrar
dengelenmesi gereken başka bir enerji dengesizliği yaratır.
Bu yolla, deyiş uygunsa, bir karmik borç ödenmiş ama başka
bir karmik borç ya da borçlar yaratılmış olur.
Eğer bir çocuk küçük yaşta ölürse, bu çocuğun ruhuyla
ana-babasının ruhları arasında ne tür bir anlaşma yapılmış
olduğunu ya da bu deneyimin ne tür bir şifaya hizmet ettiği-

34
(jiriş
ni bilemeyiz. Ana-babanın acısına katılmamıza karşın, bu
olayı yargılayamayız. Eğer biz ya da çocuğun ana-babası, ha­
rekete geçen dinamiğin kişisel olmayan doğasını anlamıyor­
sak, Evren 'e veya birbirimize öfkeyle tepki gösterebiliriz ya
da aldığımız önlemleri yetersiz buluyorsak, suçluluk duygu­
suyla davranabiliriz. Tüm bu tepkiler karma yaratır ve böy­
lece ruhun öğrenmesi gereken yeni dersler, ödemesi gereken
yeni karmik borçlar ortaya çıkar.
Ruh, bütünleşebilmek için enerjisini dengelemek zorun­
dadır; neden olduğu sonuçları deneyimlemek zorundadır.
Ruhtaki enerji dengesizlikleri, ruhun kişiliği oluşturan ta­
mamlanmamış bölümleridir. Karşılıklı etkileşime giren kişi­
likler, şifa arayan ruhlardır. Ruhlar arasındaki bir etkileşi­
min şifa verici olup olmaması, kişiliğin kendisinin ve karşı­
sındaki kişiliğin ötesine geçerek, ruhlarının etkileşimini gö­
rüp görememesine bağlıdır. Bu algı, kendiliğinden şefkat
duygusunu uyandırır. Her deneyim ve her etkileşim size bir
seçim fırsatı sağlar, ya ruhunuzun görüş noktasından ya da
kişiliğinizin görüş noktasından bakmayı seçersiniz.
Bu, uygulamada ne anlama gelir? Bir kişilik, nasıl ken­
di ötesine bakıp, ruhunun başkalarının ruhlarıyla etkileşim
içinde olduğunu görmeye başlayabilir?
Her etkileşimle neyin şifa bulmakta olduğunu -hangi
karmik borçların ödenmekte olduklarını- bilemediğimiz için,
gördüğümüzü yargılayamayız. Örneğin, kış günü hendekte
uyuyan birini gördüğümüzde, ruhunun hangi eksikliklerini
tamamlamakta olduğunu bilemeyiz. O ruhun bir başka yaşa­
mında gaddarca davranıp davranmadığını ve şimdi aynı di­
namiği tamamen farklı bir görüş noktasından, örneğin mer­
hamet uyandıran bir konumda deneyimlemeyi seçmiş olup
olmadığını bilemeyiz. Onun koşullarına şefkatle yaklaşma­
mız uygundur, ama bu koşulları adaletsizlik olarak algıla­
mamız uygun değildir, çünkü burada adaletsizlik söz konusu

35
:Mutftık, Çjücün '.Yofu
değildir.
Bencilce, düşmanca ve olumsuzlukla davranan kişilik­
ler vardır, bu hallerde bile nedenlerini tam olarak bilemeyiz.
Nedenler bizden saklıdır. Bu, olumsuzluğu gördüğümüzde
tanıyamayacağımız anlamına gelmez , ama onu yargılayama­
yız . Onu yargılamak bize düşmez. Bir tartışmada araya girer
ya da bir kavgayı ayırırsak, bunu tarafları yargılamadan
yapmamız uygun olur. Kesinlikle bilebileceğimiz tek şey, şid­
det gösteren birinin derinlemesine yaralı olduğudur, çünkü
sağlıklı ve dengeli bir ruh başkalarına zarar veremez.
Yargıladığımızda, negatif karma yaratmış oluruz. Yar­
gılama, kişiliğe özgü bir iştir. Bir başka ruh için "o değerli­
dir" ya da "değildir" gibi yargılarda bulunursak, negatif kar­
ma yaratırız. Bir eylem için de "doğrudur" ya da "yanlıştır"
dersek, yine negatif karma yaratmış oluruz. Ancak bu, ken­
dimizi içinde bulduğumuz koşullara uygun davranmamamız
gerektiği anlamına gelmez.
Sözgelimi, arabamıza başka bir araba çarparsa ve o ara­
banın şöförü sarhoşsa, mahkemece arabamızın onarımından
onun sorumlu tutulması uygundur. İçkili şöförün araba kul­
lanmasının yasaklanması uygundur. A.."'Ila eylemlerimizi kız­
gınlıktan, kendimizi haklı ya da haksızlığa uğramış görmek­
ten kaynaklanan duyguların yönlendirmelerine izin vermek
uygun değildir. Bu duygular, kendimiz ve başka biri hakkın­
da vardığımız yargıların, kendimizi başka bir varlığın üstün­
de görerek biçtiğimiz değerlerin sonucudur.
Bu duygularla davranırsak, sadece ruhumuzun karmik
yükümlülüğünü artırmakla kalmaz, aynı zamanda bu duy­
guları inceleyemez ve onlardan ders de alamayız. İ leride gö­
receğimiz gibi, duygular, ruhun şifaya kavuşturmaya çalıştı­
ğı parçalarını ayırt edebilmemizi ve ruhun fiziksel madde
içindeki eylemini fark edebilmemizi mümkün kılan araçlar­
dır. Ruhunuza giden yol kalbinizden geçer.

36
Çjiriş
Eğer ruhun bakış açısını edinmek istiyorsak, engizisyo­
nun ya da bir soykırımın gaddarlığı, bir bebeğin ölümü, kan­
serden ölen birinin çektiği uzun süreli acı veya yatağa bağlı
bir yaşam gibi anlaşılmaz görünen olayları bile yargılamak­
tan vazgeçmeliyiz. Bu çekilen acılarla nelerin şifa bulmakta
olduklarını ya da dengelenmekte olan enerji koşullarının ay­
rıntılarını bilmiyoruz. Uygun olan, bu tür olayların içimizde
şefkat duygusu uyandırmalarına fırsat vermek ve bu duy­
guyla davranmaktır. Ama kendimize bu olayları ve bu olay­
larda yer alanları yargılama hakkı tanırsak, dengelenmek
zorunda olan negatif bir karma yaratmış oluruz, ve böylece
biz de, bu dengeleme işlemi için gerekli olan koşullara katıl­
mayı seçen ruhların arasında olmak zorunda kalırız.
Eğer yargılamazsak, adalet nasıl var olabilir?
Gandi, yaşamında birkaç kez saldırıya uğradı. İki olay­
da neredeyse ölecekti, yine de kendisine saldıranlara karşı
dava açmayı reddetti; çünkü onların "kendi düşüncelerine
göre doğru olanı yaptıklarını" fark etmişti. "Yargılamadan
kabul" hali, Gandi'nin yaşamının özü oldu. İsa, yüzüne tükü­
renleri, ona insafsızca acı çektirenleri ve onu aşağılayanları
bile yargılamadı. Ona işkence edenlerin bağışlanmalarını di­
ledi, öcünün alınmasını istemedi. İsa da, Gandi de adaletin
anlamını bilmiyorlar mıydı? Onlar, yargısız adaletin ne anla­
ma geldiğini biliyorlardı.
Yargısız adalet ne demektir?
Yargısız adalet, yaşamdaki her şeyi fark etmenizi müm­
kün kılan, ama içine olumsuz duygularınızın karışmadığı bir
idrak halidir. Yargısız adalet, sizi, kendi kendinizi atadığınız
yargıçlık ve jürilik işinden kurtarır, çünkü her şeyin görül­
düğünü -hiçbir şeyin karma yasasından kaçamayacağını- bi­
lirsiniz ve bunu bilmek de anlayışı ve şefkati doğurur. Yargı­
sız adalet, gördüklerinizi ve deneyimlediklerinizi, olumsuz
bir biçimde tepki vermek zorunda kalmadan görme ve dene-

37
:Mutla{c_(jücün 'Yofu
yimleme özgürlüğüdür. Yargısız adalet, fiziksel realitemizin
de onun bir parçasını oluşturduğu Evren'in zekasının, par­
laklığının ve sevgisinin engelsiz akışını doğrudan deneyimle­
yebilmenizi mümkün kılar. Ruh ve ruhun nasıl tekamül etti­
ği anlaşıldığında, bu anlayış doğal olarak yargısız adaleti
getirir.
O halde tekamül sürecimizin yapısını, ruhun enerjisi­
nin, karma yasasına uygun biçimde şifa ve denge bulmak
amacıyla sürekli olarak fiziksel aleme enkarne ve reenkarne
olması oluşturur. Birey ve insanlık olarak güçsüz halden
güçlü hale geçmekte olduğumuz tekamül sürecimizin bu ev­
resinde karşılaşacağımız deneyimlerin, şimdiye kadar karşı­
laştığımız türden olmalarına gerek yok.

38
3

SAYGI

İ çinde tekamül etmekte olduğumuz karma ve reenkar­


nasyonun yapısı yansızdır. Fiziksel arenadaki etki ve tepki­
ler (aksiyon ve reaksiyonlar), enerjiyi harekete geçirerek de­
neyimlerimizi oluşturur ve ruhun hala öğrenmesi gereken
dersleri süreç içinde ortaya çıkarırlar. Eylemlerimizle bir
başkasında uyumsuzluk yaratırsak, biz de, bu ya da başka
bir yaşamda aynı uyumsuzluğu hissederiz. Yine, eylemleri­
mizle bir başkasında uyum oluşturur ve ona güç katarsak,
biz de aynı uyum ve gücü er geç hissederiz. Bu durum bize,
yarattığımız sonuçlan deneyimleme ve böylece sorumluluk
duygusuyla yaratmayı öğrenme fırsatı verir.
Karma ve reenkarnasyonun yapısı. kişisel değildir. Bu
yapı ·her ruha, kişiliklerinin eylemlerine karşılık olarak,
tekamül etmek için ihtiyaç duyduğu deneyimleri sağlar. B u
yüzden , bir kişiliğin , tekamül sürecine yaklaşım biçimi y a da
bu konudaki tutumu, onun ruhunun tekamülü için gerekli
deneyimlerin doğasını belirler. Ö rneğin öfkeli bir kişilik, ya­
şamındaki güçlüklere öfkeyle karşılık verecek, böylece öfke­
nin doğurduğu sonuçlan deneyimlemesi gerekecektir; keder
duymaya yatkın bir kişilik, tepkisini kederlenerek göstere­
cek ve böylece onun, kederin doğurduğu sonuçları deneyim-

39
:Mutfaf((_jücün 'Yo{u
lemesi gerekecektir, v.b.
Yine de, eğer öfkeli bir insan Yaşam'a saygı duyuyorsa,
onun güçlüklere gösterdiği tepki, Yaşam'a saygı duymayan
birinin gösterdiği tepkiden çok farklı olacaktır. Yaşam'a say­
gısı olmayan bir insan , Yaşam'a darbe indirmekten çekinme­
yecektir. Bir başka insanı ya da canlı varlığı öldürerek sön­
dürülebilen şiddet duygusu, öfkeli sözler söyleyerek söndürü­
lebilene kıyasla çok daha yoğundur. Oldürme eyleminin ya­
rattığı karmik yükümlülük -enerji dengesizliği- sadece eşit
bir vahşilikle karşılaşıldığında dengelenebilir. Bu nedenle,
Yaşam'a saygı duyan bir insan, duymayanın karşılaşacağı
sert karmik sonuçlardan kendiliğinden (otomatik olarak)
kurtulacaktır.
Bütün insanlık saygılı davranışlar içinde olsaydı bile,
yine de kendi tekamülümüz boyunca ilerleme ihtiyacımız so­
na ermiş olmayacaktı . Bu sadece, tekamül süreci içinde öğ­
renmemiz gerekenlerin niteliğini değiştirmiş olacaktı. Başka
bir deyişle, eğer bugün saygılı davranmayı öğrenmiş olsay­
dık, tekamülümüzün taleplerinden muaf tutulmuş olmaya­
caktık, sadece karşı karşıya kalacağımız deneyimlerin niteli­
ği farklı olacaktı. Yaşam'a zarar vermeyecektik. Hala aynı
şeyi öğrenmeye devam edecektik, ama öğrenme süreci içinde
zarar verme ya da yok etme peşinde olmayacaktık. Güçsüz­
lükten, mutlak güçle donanmaya uzanan yolculuğumuz süre­
cekti, ama bu deneyimin doğası değişecekti. Dünyayı saygı­
dan yoksun bir biçimde algılamanın sonucu olan deneyimler­
le karşı karşıya kalmayacaktık.
Yaşam'ı ucuz görüyoruz. Bu algı, tüm algılarımızı kaplı­
yor. Ö rneğin, hayvanlar alemine baktığımızda, bu alemdeki
faaliyetlerin bizim Yaşam'a biçtiğimiz değeri doğruladıkları
kanısına varıyoruz. Hayvanları , öldürürken ve başka hay­
vanlarla beslenirken görüyor ve daha zayıf Yaşam formları­
nın sadece daha güçlüleri beslemek için var oldukları sonu-

40
(jiriş
cunu çıkarıyoruz . Yaşam'ı söndürme konusunda kendimizi
haklı görüyor ve bunu Doğa'nın düzeni olarak algılıyoruz.
Sakatlıyor ve öldürüyoruz. Tahılı silolarda saklayarak ve sü­
tü boşa akıtarak milyonlarca insanın açlık çekmesine neden
olan koşullar yaratıyoruz. Birbirimizi, duygusal ve fiziksel
ihtiyaçlarımızı gidermek üzere tuzağa düşürülecek av gibi
görüyoruz. "Bu, itin iti yediği bir dünyadır" deyip, "hayatta
kalabilmek için, b aşkaları bizi kullanmadan, biz başkalarını
kullanmalıyız," savını ileri sürüyoruz. Yaşam'a, kazananlar
ve kaybedenler üreten bir yarışma gibi bakıyor ve başka in­
sanların ya da grupların ihtiyaçları karşımıza dikildiğinde,
kendimizi kısıtlama gereği duymuyoruz.
Saygıdan yoksun algı ve anlayışlar davranış ve değer
ölçülerimizi öyle biçimlendirmiş ki, saygılı olmanın neye
benzediğini bile bilmiyoruz. Bir rakibe sövdüğümüz ya da bir
başkasını güçsüz kılmak için uğraştığımız zaman, gerçekte
kendimizi saygıdan yoksun bırakıyoruz. Vermek yerine al­
mak için uğraştığımızda, saygısızca çalışmış oluyoruz. B aş­
kasının güvenliğini hiçe sayarak kendi güvenliğimiz için ça­
ba gösterdiğimizde, kendimizi saygının korumasından yok­
sun bırakmış oluyoruz. Birini üstün, diğerini aşağı diye yar­
gıladığımız zaman, saygıdan sapmış oluyoruz. Kendimizi
yargıladığımızda da aynı şeyi yapıyoruz. İ ş, siyaset, eğitim,
cinsellik, çocuk yetiştirmek ve kişisel etkileşimler ... eğer bü­
tün bunlar saygı içermiyorlarsa, hep aynı sonucu, "insanın
insanı kullanması" sonucun u doğururlar.
İ nsanlık kibirli (haddin i bilmez) oldu. Sanki Dünya bi­
zimmiş ve ona istediğimizi yapabilirmişiz gibi davranıyoruz.
Dünya üzerindeki başka Yaşam-formlarının ya da Dünya
'nın kendisinin ihtiyaçlarını düşünmeksizin, kendi ihtiyaçla­
rımızı karşılayacağız diye, onun topraklarını, okyanuslarını
ve atmosferini kirletiyoruz. Kendimizi bilinçli, Evren'i bilinç­
siz sanıyoruz. Sanki Evren'de yaşayan güçler olarak varlığı-

41
!Mutiafc. <jücün 'Yofu
mız bu yaşamla sona erecekmiş gibi ve başkalarına karşı da,
Evren'e karşı da sorumlu değilmişiz gibi düşünüyor ve öyle
davranıyoruz .
Saygılı b i r insanın , dostlarını, i ş arkadaşlarını, kentini,
ulusunu ya da gezegenini sömürmesi mümkün değildir. İçin­
de saygı taşıyan bir insanın kast sistemleri, küçük çocukla­
rın çalıştırıldıkları iş yerleri kurması, sinir gazları ya da
nükleer silahlar üretmesi mümkün değildir. Bu nedenle, say­
gılı bir insanın ya da saygılı bir insanlığın bu tür faaliyetle­
rin yaratacağı tipte bir karma oluşturması da mümkün de­
ğildir.
Bu neden böyle? Saygı (huşu, yüceltme) nedir?
Saygı, Yaşam ile, form kabuğunun çok ötesinde bulunan
öze ulaşacak biçimde ve o derinlikte bağlantı kurmaktır.
Saygı , her şeyin, her insanın, her bitkinin, her kuşun, her
hayvanın özüyle bağlantı kurmaktır; onların içsel varlığı ile
ilişki içinde olmaktır. Bu içeridekini sezemeseniz bile, for­
mun , kabuğun sadece bir dış tabaka olduğunu ve altında bir
insanın ya da bir şeyin gerçek gücünün ve özünün var oldu­
ğunu bilmeniz yeterlidir. İ şte, saygıyla yüceltilmesi gereken
budur.
Tekamül sürecine saygı gösterilmelidir. Yaşam'ın gelişi­
mi, olgunlaşma süreci, içinde gelişip kendi öz gücünüze ka­
vuştuğunuz süreç, saygıyla yaklaşılması gereken bir süreç­
tir.
Yaşam'ın devrelerine saygıyla yaklaşılmalıdır. Bunlar
milyarlarca yıldan beri süregelmektedirler. Bunlar Gaia'nın*
ruhunun -Dünya bilincinin- doğal soluk alıp verişinin yansı­
malarıdır; bu solunum güç alanlarını harekete geçirir ve Ya­
şam devrelerine yol gösterir. Eğer bunlara saygılı olsaydık,
nasıl dünyamızın ekolojisi gibi mükemmel bir şeye bakar da
* Gaia: (Yunan Mit.) Nyks ile Eros'tan doğan Dünya. Başlangıçta Evren'i yö­
neten prensip. Gaia, Kozmos'un ilk maddi gerçekliğidir. (Ç.N. )

42
Çjiriş
bu sistemin dengesini tehlikeye sokabilecek bir şey yapabi­
lirdik?
Saygı, Yaşam'ı yücelten bir tutumdur. Yaşam'a karşı
nazik olmak ya da Yaşam'ı sevmek için mutlak güçle donan­
mış olmanız gerekmez. Mutlak güçle donanmış olmadığı hal­
de, saygı dolu pek çok insan vardır. Onlar hiçbir şeye zarar
vermezler. Genelde bunlar, büyük acılar çektikleri için en
şefkatli ve sevecen insanlar haline gelmişlerdir.
Bir insanın saygılı olup olmaması, esas olarak Yaşam'
ın kutsallığı prensibini -kutsallığı her nasıl tanımlarsa ta­
nımlasın- kabul edip etmemesine bağlıdır.
Saygı, aynı zamanda, tüm Yaşam'ın -Yaşam'ın içindeki­
lerin ve Yaşam'ın kendisinin- değerli olduğunu kabul etme
deneyimidir.
Bu anlamda gerçek saygı , öznel (sübjektiD bir saygı de­
ğildir. Öznel saygı, bir yargıdır; kendi beğendiğimiz ya da be­
ğenmemiz gerektiği öğretilen nitelikleri algıladığım ızda, bu
algıya ve rdiğimiz bir yanıttır. Bir kültürün insanları tarafın­
dan beğenilen nitelikler, bir başka kültürün insanları veya
aynı toplumdaki farklı kültür grupları, ya da aynı kültürün
başka bir kuşağı tarafından beğenilmeyebilirler. Bu nedenle,
bazı insanlar tarafından öznel saygıya değer görülen, başka­
ları tarafından görülmeyebilir. Ö znel olarak bir insana saygı
duymak, diğerine duymamak mümkündür, ama her insana
gerçek anlamda saygı duymadan, bir insana o gerçek saygıyı
duymak mümkün değildir.
Gerçek saygı bir algıdır, ama kutsal bir algıdır. Kutsal­
lık algısı, sürekli kullandığımız bir algı d eğildir. O, dini ko­
nularda kullandığımız ama insan Yaşamı'nın tekamül süre­
cine ya da öğrenme sürecine uygulamadığımız bir algıdır; bu
yüzden, öğrenme ihtiyacına ve yaşamlarımızdaki tüm öğreti­
ci deneyimlere, onların ruhsal ( spiritüel) gelişme amaçlarına
saygı duyarak yaklaşmış olmuyoruz. Oysa, bu şekilde algıla-

43
:Mutfa{çJjücün 'Yofu
mak gerçek saygıdır; çünkü bu, içinden geçmekte olduğunuz
duruma bakıp, bunu ruhunuzun olgunlaşması ve tekamülü
kapsamında görmenize izin verir. O, gerçek saygıdır, çünkü
sizinkiyle aynı anda tüm yaşanı alemlerinde sürmekte olan
tekamül biçimlerine bakıp, onları bütünüyle takdir etmenizi
ya da en azından , o Yaşam formlarının nasıl geliştiklerini
çok farklı bir biçimde görmenizi mümkün kılar.
İçinde türlerin verici olmayı öğrendikleri, yine türler
arasında enerjinin doğal alışverişinin ve paylaşımının geçerli
olduğu bir sisteme saygısız gözlerle b aktığımızda, örneğin
hayvanların birbirlerini yiyerek beslenmelerini acımasızlık
olarak algılarız. Halbuki, bu ekolojidir: Enerjinin türler ara­
sında doğal biçimde yinelenen dağılımı. Sadece bizim türü­
müz, yani insanlık, enerjiyi depolamak, ihtiyacından çok faz­
lasını kullanmak, gerekmeyeni biriktirmek istiyor; böylece,
dönüşümün dengesi çarpıcı bir biçimde bozulmuş oluyor.
Eğer her birimiz sadece o gün için ihtiyacımız olanı alsaydık,
kusursuz bir denge hüküm sürerdi. Kış için yiyecek biriktir­
mek zorunda olanların dışında, hayvanlar bizim gibi depola­
ma yapmazlar.
Saygı algısı, farklı türler arasındaki dayanışmayı çok
daha geniş ve şefkatli bir bakış açısından görmemizi müm­
kün kılar. Bu algı, her canlı varlığın ve onun deneyimlerinin,
Evren'in şefkatli gelişimi açısından önemini görmemizi sağ­
lar. Bu b akış açısı, yaşamlarımız boyunca gelişirken içimizde
şiddet ve yıkıcılık içeren tepkiler yaratmamızı önler, çünkü o
her an , tüm Yaşam'ın değerini gözler önüne serer.
Yaşam'a saygılı bir tutumla yaklaşmak, güçlenmemiş
olmanın getireceği deneyimleri ortadan kaldırmaz, ama bu
deneyimler acımasız değildir. Saygılı olma yolunda ilerledik­
çe, başka insanlara ve Yaşam formlarına zarar verme eğilim­
leriniz azalır. Saygı duygusunu kazandıkça, enerjinizi eyle­
me geçirmeden önce, Yaşam'ın değeri konusunda daha derin

44
(jiriş
bir biçimde düşünme kapasitesini geliştirirsiniz. Tümüyle
saygılı olduğunuzda, henüz güç kazanmamış bile olsanız,
Yaşam'a zarar veremezsiniz. Saygı olmadan, güçsüzlük de­
neyimi son derece acımasız bir deneyim olabilir, çünkü güç­
süz bir insan korkmuş bir insandır ve eğer korkmuş bir in­
san saygı duygusuna sahip değilse, ayrım gözetmeyerek, ras­
gele zarar verebilir ya da öldürebilir.
Saygı, yaşam sürecinin korunması ve önemsenmesini
içeren bir bilinç düzeyidir ve bu bilinç, bir insanın mutlak
güçle donanma yolculuğuna hazırlanırken ve bu yolculuk bo­
yunca olgunlaşırken herhangi bir şeye zarar vermemesini
içerir. Bizim saygımız olmadığı için, güçlenmeye giden yolu­
muz sık sık Yaşam'a acı veren deneyimler içeriyor. Bu ne­
denle, acı çekenler ve çektirenler oluyor. Eğer Yaşam'a belli
bir saygıyla yaklaşmış olsaydık, tekamülümüzü tanımlayan,
Yaşam'ı öğrenirken Yaşam'ı yok etme süreci sona ermiş olur­
du ya da en azından çok farklı olurdu.
Bizim saygı duygumuz ve tüm Yaşam'm kutsallığına
gerçek inancımız olmadığı için, güçsüz halden güç kazanma­
ya doğru yol alırken, bu Yaşam'ı yıkıyor, ona eziyet ediyor ve
gaddarca davranıyor, onu beslemiyor ve sakatlıyoruz. E ğer
tekamül sürecimize saygı duygusunu katmış olsaydık, her
birimiz ve insanlık, güçsüz halden çıkarak güçle donanmaya
başladığımız devre boyunca ilerlerken , tekamül sürecinin
içerdiği pek çok ders, belki de şimdi deneyimlenen ölçüde
şiddet ve korku üretmeyecekti.
Eğer insanlık etkin bir saygı prensibi edinmiş olsaydı,
eğer insan ırkında ve her birimizde şu idrak bulunsaydı, in­
san Yaşam'ını, bitki Yaşam'ını, hayvan Yaşam'ını ve gezege­
ni yıkma eylemleri büyük oranda azalır ya da sona ererdi.
İ çinde bulunduğumuz tekamül süreci her ne kadar kişisel
düzeyde öğrenmeyi gerektiriyorsa da, bu bize, öğrenirken ya
da sırf varız diye Yaşam'ı yok etme yetkisi vermez. Böylece,

45
%utfak:.. Çjücün 'Yofu
yok etmenin değil, sadece öğrenmenin karmik enerjisini yük­
lenirdik. Yıkma eyleminden alınacak ders bile olsa, şiddet ve
yıkıma katılmanın karmik sonuçları için ödenecek fatura
hayli yüksektir.
Başka bir deyişle, ihtiyacımız olanları başkasının yaşa­
mına mal olacak biçimde öğrenmemiz gerekmez. Gelişme ve
gelişmeye yönelik deneyimlerin doğanın yıkımına mal olması
gerekmez. Bunlar gerekli değildir, ama Yaşam'a saygı duyul­
mazsa, yıkılan yaşamlar kimin umurunda olur ki? Saygı ol­
mayınca Yaşam çok ucuz bir mal haline gelir, tıpkı şu anda
tüm tekamül sürecinin ve kutsallığının saygı görmediği, ka­
bul edilmediği ve önemsenmediği bizim gezegenimizde oldu­
ğu gibi.
Eğer Yaşam'ı saygıyla algılamış ve tekamül sürecimizi
kavramış olsaydık, fiziksel Yaşam deneyimi karşısında huşu
duyar ve Dünya'da çok derin bir şükran duygusuyla yürür­
dük. Oysa gerçekte, acı, umutsuzluk, düş kırıklığı , bunalım,
açlik ve hastalık gibi boğucu deneyimler yüzünden dünyaya
geldiklerine pişman olan milyarlarca insan var. Bu durum
önemli ölçüde, insanların büyük bir kısmının saygıdan yok­
sun olmalarından kaynaklanıyor.
Saygı , ruhun bir algısıdır. Sadece kişilik, Yaşam'ı saygı­
dan yoksun bir biçimde algılayabilir. Saygı, mutlak güçle do­
nanmış olmanın doğal bir halidir (veçhesidir), çünkü ruh Ya­
şam'ın tümüne saygı duyar. Bu nedenle, kişilik ruhla aynı
düzeye geldiği, uyum içine girdiği zaman, o da Yaşam'ı saygı
duymaksızın algılayamaz. Yaşam'a saygıyla yaklaşmak, sa­
dece ruhu, Yaşam'a saygı duymayan kişiliklerin yarattıkları
karmik yükümlülüklerden korumakla kalmaz, aynı zamanda
kişiliğin ruhla uyum içine girme yolunda attığı bir adım olur,
çün kü böylece ruhun bir yönü (veçhesi) doğrudan fiziksel or­
tama aktarılır.
Yaşam' a saygıyla yaklaşmaya karar vermek, uygulama-

46
<jiriş
da ne anlama gelir?
Bu, saygıdan yoksun beş-duyulu insanın algılarına ve
değer ölçülerine meydan okumak anlamına gelir ve her za­
man kolay değildir, özellikle dışsal gücün birikimine hizmet
eden değerlerin öğretildiği erkekler için. Ama mutlak güçle
donanmış bir erkek, Yaşam'a ve gezegenimizdeki pek çok ya­
ratığa ilgi gösterirken utanmayacak ya da kendini daha az
erkek hissetmeyecektir. İ şte bu, saygının yarattığı enerjinin
etkisidir. Sonuçta, Yaşam'a saygıyla yaklaşmak için sadece
erkeklerin değil, dışsal güce yönelik değerleri benimsemiş
kadınların bile çoğu kez cesaret göstermeleri gerekir.
Saygılı bir insan olmaya karar vermek, aslında ruhsal
(spiritüel) bir insan olmaya karar vermektir. Günümüzde
ruhsallığın bilim, siyaset, iş ve eğitim alanları içinde yeri
yoktur. Saygılı bir iş adamı ya da iş kadını, saygıdan yoksun
beş-duyulu bir kişiliğe, rekabet ortamında zarara uğrayan
(dezavantajlı) biri gibi görünür, çünkü saygılı olanın faaliyet­
leri "sınır tanımazlık" biçiminde değildir; saygılı bir siyasetçi
ise sadece dışsal gücün tanınıp kabul edildiği bir dünyada,
yönetmek için gerekli niteliklere sahip değilmiş gibi görü­
nür. Öte yandan, çok-duyulu bir insanın bakış açısından,
saygılı bir iş adamı ya da iş kadını, enerjiyi, başkalarına hiz­
met ederek elde edilen karların harekete geçirdiği (motive
ettiği) bir dinamikten çekip, karı mümkün kılan, ama ancak
verilen hizmetle harekete geçen bir dinamiğe aktaran ve
böylece alışılmış iş adamı örneğine yeni bir enerji akıtan bi­
risidir. Saygılı bir siyasetçi, dışsal güç kavramına meydan
okuyan ve siyasi arenaya kalbin sesini getiren bir insandır.
Bu nedenle, Yaşarn'a saygıyla yaklaşma kararı almak, ruhu
(özü) tanımayan bir dünyada ruhsal (spiritüel) bir insan ola­
rak davranmak ve düşünmek anlamına gelir; bu da, çok­
duyulu insanın algılarına doğru bilinçli olarak yönelmek de­
rnektir.

47
Afutlaf((jücün 'Yo{u
Saygıyla yaşamak, "Bu Yaşam'dır, ona zarar vermeme­
liyiz," ve "Onlar bizim hemcinslerimiz, onları yok etmemeli­
yiz," demeye istekli olmak ve bu sözlerde samimi olmaktır.
Saygıyla yaşamak, bize sabırla hizmet eden hayvanlar ale­
minin üyelerine karşı davranışlarımızı yeniden gözden geçir­
mek demektir. Saygıyla yaşamak, Dünya'nın haklarını tanı­
mak demektir. Dünya'nın hakları kavramı, insanlık için hala
oluşmamış bir kavramdır.
Saygılı bir tutum, çok-duyulu bir kişiliğin tekamülüne
uygun bir atmosfer, bu tekamüle uygun bir ortam yaratır.
Böyle bir ortam zenginlik, olgunluk, dostluk duyguları oluş­
turur, şefkat ve yumuşak davranışlar doğurur. Saygıdan
yoksun, her şeyin kutsal olduğunu algılayamayan bir dünya,
soğuk. anlamsız, mekanik ve rasgele bir dünya haline gelir,
bu durum da yabancılaşmayı ve şiddet eylemlerini getirir.
Bizim için saygı duymadan yaşamak doğal değildir, çünkü
bu algıdan yoksun olmak bizi ruhun temel enerjisinden ayı­
rır.
Saygı, kendiliğinden sabrı doğurur. Sabırsızlık, sizin ih­
tiyaçlarınızın öncelikle karşılanması yolundaki isteğinizdir.
Kendi ihtiyaçlarınız karşılandıktan sonra, başkalarının ihti­
yaçları için sabırsızlık gösteriyor musunuz? Saygılı bir insan,
Yaşam'ı tüm formlarıyla ve tüm faaliyetleriyle birlikte önem­
ser, sabırsızlık üretmeyi gerektirecek koşullar içinde düşün­
mez.
Saygı , yargısız adaleti mümkün kılar. Ruh yargılamaz,
böylece kişilik Yaşam'a saygıyla yaklaşmayı seçmekle, ruhun
başka bir özelliğini fiziksel realiteye aktarmayı da seçmiş
olur. Saygılı bir insan, kendini bir başka insandan ya da bir
başka Yaşam formundan üstün görmeyi düşünmez, çünkü
saygılı bir insan tüm Yaşanı formlarında Tanrısallığı görür
ve bu Tanrısallığı yüceltir.
Saygılı bir tutum, beş-duyulu insanın mantık ve anlayı-

48
(jiriş
şından çok-duyulu insanın yüksek mantık ve anlayışına geçi­
şi kolaylaştırır, çünkü -ileride göreceğimiz gibi- bu yüksek
mantık ve anlayış, kaynağını kalpte bulur.
Saygı yoksa, deneyimlerimiz de acımasız ve yıkıcıdır.
Saygı varsa, deneyimlerimiz şefkatli ve koruyucu hale gelir­
ler. Yaşam'ın bütününe değer vermeyi er geç öğreneceğiz.
Ancak bunu ne zaman öğreneceğimizi ve öğrenirken karşıla­
şacağımız deneyimlerin niteliğini sadece bizim seçimimiz be­
lirleyecek.

49
4

KALP

F iziksel realiteyi beş duyupıuzla inceleyip keşfetme­


mize hizmet eden mantıklar, tekamüldeki zamansızlığı ve
" şimdi"nin geçmişe etkisini kavrayamazlar. Ruhun varlığını,
ya da pek çok enkarnasyonu oluşturup birbirine bağlayarak
dengelenen bir enerji dinamiğini anlamlı bir biçimde ifade
edemezler. Beş-duyulu kişiliğin deneyimlerinin ötesinde,
başka deneyim kaynakları gösteremezler. Bu yüzden, artık
daha yüksek bir mantık ve anlayış edinmenin zamanı gel­
miştir.
Beş-duyulu ki.ş iliğin mantık ve anlayışı akıldan kay­
naklanır. Bunlar zeka ürünüdür. Ruhu anlamlı bir biçimde
yansıtabilen yüksek mantık ve anlayış ise kalpten doğar. Bu
yüzden, yüksek bir mantık ve anlayış oluşturmak için, duy­
gularla yakından ilgilenmek gerekir.
Çok-duyulu insanın mantık ve anlayışında kalbin mer­
kez oluşu ve çok-duyulu insanın özelliği olan duygusal akım­
lara duyarlılık, beş-duyulu kişiliğe yabancı gelebilir, çünkü
bunlar dışsal gücün birikimine hizmet etmezler. Dışsal gücü
bilinçli olarak arar ve kullanır hale gelince, duyguları, tıpkı
bademcikler gibi yararsız, ama acı verebilen ve işlev bozuk-

50
(jiri.ş
luğu yaratabilen gereksiz fazlalıklar olarak görmeye başla­
dık. Böylece, dışsal gücün peşinde koşmak, bizi duygularımı­
zı bastırmaya yöneltti. Bu durum, hem birey hem de insanlık
olarak geçerlidir.
Duygulara yüklediğimiz (atfettiğimiz) bu ilgisiz nitelik,
düşünme biçimimizi ve değer ölçülerimizi bütünüyle ele ge­
çirmiş durumda. Dışsal güç uğruna çalışanlarını işten atan
çıkarcı iş adamını beğeniyor, dışsal güç uğruna başkalarını
acı çekmeye ve ölüme gönderen ya da kendi giden subayı
ödüllendiriyoruz; yönetiminde şefkat b ulunmayan bir devlet
adamını yüceltiyoruz.
Duygularımıza kapıyı kapattığımızda, düşünce ve ey­
lemlerimize güç veren ve onları harekete geçiren yaşamsal
akımlara da kapıyı kapatmış oluruz; duygularımızın kendi
üzerimizdeki, çevremiz ve diğer insanlar üzerindeki sonuçla­
rını ya da başkalarının duygularının kendileri ve çevreleri
üzerindeki ve bizim üzerimizdeki sonuçlarını anlama süreci­
ni başlatamayız. Duygularımızın farkında olmadan, kendi
içimizde ve başkalarında oluşan öfke, üzüntü, acı ve sevincin
sonuçlarıyla nedenleri arasındaki ilişkiyi kuramayız; kişiliği­
mizi oluşturan parçamızla, ruhumuzu oluşturan parçamızı
birbirinden ayırt edemeyiz. Duygularımızın farkındalığına
ulaşmadan şefkati deneyimleyemeyiz . Eğer kendi acı ve se­
vinçlerimizi hissedemiyorsak, başkalarının acı ve sevinçleri­
ni nasıl paylaşırız ki?
Duygularımızla çok yakın bir ilişki kurmazsak, duygu­
ların ardında yatan dinamikleri, bu dinamiklerin çalışma bi­
çimlerini ve hizmet ettikleri sonuçları algılayamayız. Duygu­
lar, içimizden geçen enerji akımlarıdır. Bu akımların farkına
varılması , deneyimlerimizin nasıl ve niçin oluştuklarını öğ­
renmenin ilk adımıdır.
Duygular niyetleri yansıtırlar. Bu nedenle, duyguların
farkındalığı bizi niyetlerin farkındalığına götürür. Bilinçli

51
9ffutfak:Jjücün '.Yo{u
bir niyet ile o niyete eşlik eden duygular arasındaki her zıt­
lık, doğrudan , benliğin şifa bulması gereken bölünmüş bir
yönünü işaret eder. Ö rneğin , eğer evlenme niyetiniz sizde se­
vinç yerine acı uyandırıyorsa, bu acıyı izlemek sizi bilinçaltı
niyetlerinize götürecektir. Eğer işinizde ilerlemek size do­
yum yerine üzüntü veriyorsa, bu üzüntüyü izlemek de sizi
yine bilinçaltı niyetlerinize götürecektir.
Duygularınızın farkındalığına ulaşmadan saygıyı dene­
yimleyemezsiniz. Saygı , bir duygu değildir. O, bir varoluş bi­
çimidir, ama saygıya giden yol sizin kalbinizden geçer ve kal­
binizi de ancak sizin duygulara yönelik farkındalığınız aça­
bilir.
Çok-duyulu kişiliğin yüksek mantık ve anlayışı, beş­
duyulu kişiliğin bağlantı göremediği yerdeki bağlantıyı, an­
lam göremediği yerdeki anlamı açığa çıkarır. Beş-duyulu bir
kişilik, duyularından kaynaklanan bilgiyi bütünüyle işlem­
den geçiremez. Realiteyle ilgili algısı parça parça, Evren'le il­
gili deneyimi bölünmüşlük içindedir.
Beş-duyulu kişilik, içsel dinamiklerin algıyı etkiledikle­
rini öğrenebilir ve bunu "Gülümse, dünya da seninle birlikte
gülümsesin ," gibi atasözleri ya da basmakalıp ifadeler halin­
de ortaya koyabilir. O, fiziksel realitedeki düzenleri keşfede­
bilir ve bunları, "Durağan ya da belli bir hızla hareket et­
mekte olan bir cisme, herhangi başka bir güç uygulanmadığı
sürece, cisim bu durağanlığını ya da hızını korur," gibi yasa­
lar biçiminde ifade edebilir. Ancak beş-duyulu kişilik, bu
alanlar arasındaki ilişkileri deneyimlemeye muktedir değil­
dir ve bu yüzden birinden diğerini öğrenebilir halde de değil­
dir; her birinde aynı zenginliği deneyimleyecek yetenekten
yoksundur.
Orneğin bilim, yaşamın b ağlantısız görünen yönlerini
birleştiren ilişkiler konusunda bilinçlenmeye yönelik Tanrı­
sal dürtüyü yansıtır. Bu, beş-duyulu kişiliğin ulaştığı en

52
<}iriş
yüksek noktadır, ancak bilimin meyveleri sadece beş-duyulu
insanın mantık ve anlayışıyla toplanırsa, içsel dinamikler -
duygular ve niyetler- sanki madde dünyasıyla ilişkili değil­
lermiş gibi görünürler. Bu b akış açısından, ne süpernovalar,
ne atomaltı çürüme hızlan, ne de ikisi arasındaki herhangi
bir şey insanın duygu ya da düşüncelerinden etkilenir görü­
nür.
Bilimdeki buluşlar çok-duyulu insanın mantık ve anla­
yışıyla idrak edildiklerinde, içsel dinamikler ve fiziksel olay­
ları yöneten düzenler arasındaki yakın ilişkiler ortaya çıkar.
Ö rneğin, " Durağan ya da belli bir hızla hareket etmekte olan
cisme herhangi başka bir güç uygulanmadığı sürece, bu ci­
sim durağanlığını ya da hızını korur," yasası , çok-duyulu in­
sana, sadece zaman, uzay ve madde alanları içinde iş gören
bir dinamiği değil , aynı zam anda fizik (madde) ötesi realite­
de de iş gören daha derin nitelikteki bir dinamiği anlatır.
Bu nasıl olur?
Kara Harp Okulu'ndaki arkadaşlarımın arasında uzun
boylu, nazik, yakışıklı, Hank adında, Kentucky'li genç bir
adam vardı. Birbirimizden kısa sürede hoşlanmıştık. O fizik­
sel açıdan güçlü olduğu için, yüküm ağır geldiğinde taşıma­
ma yardım eder, ben de ona ağır silahlarda mermi yolu he­
saplamaları gibi entelektüel konularda yardımcı olurdum.
Birbirimize serüvenlerimizi anlatırdık. Böylece gelişen b ir
dostluğumuz oldu.
Mezun olduktan sonra farklı kurumlara atandık ve ben
Hank'ın izini kaybettim, ta ki onunla Saygon'da tekrar karşı­
laşana kadar. Yaralanmış ve bir orgeneralin yardımıyla,
benim de sık sık ziyaret edebileceğim uzaklıktaki bir birliğe
atanmıştı. Saygon'daki hizmeti sırasında, tanınmış bir radyo
spikeriyle tanıştı ve nişanlandılar. Mükemmel bir çift gibi
görünüyorlardı - uzun boylu, yakışıklı bir yüzbaşı ve çok gü­
zel, halkın hayranlık duyduğu bir kadın . . .

53
:Mut{af( <jücün '.Yo{u
Sonra Hank'ın izini tekrar kaybettim ve ben ordudan
ayrılana kadar da ondan haber alamadım. Bir gün telefon
ederek, karısının benim bulunduğum yere yakın bir dinlen­
me yerinde program yapacağını söyledi ve orada buluşmamı­
zı rica etti. Karşılaştığımızda -o da artık bir sivildi- sorunları
olduğunu hissettim, o kaygısız halinden pek eser kalmamış­
tı . Adını Hal olarak değiştirdiğini anlattı ve karısı bize katı­
lamayacağı için özür diledi. Bir süre sohbet ettik, ona neler
yaptığını sorduğumda, "Uygun bir iş arıyorum," dedi.
Bu buluşmadan sonra Hank ya da Hal hakkında duydu­
ğum ilk haber şuydu: İ ntihar etmişti. Bir süre geçip de, dul
eşiyle karşılaşma fırsatı bulduğumda, bana evlilik sorunları­
nı ve Hank'ın umutsuzluğu ve intihan ile ilgili acı dolu bir
öykü anlattı. Vietnam Savaşı'nın sona ermesinden bu yana,
burada savaşmış olup da canına kıyan eski asker sayısı, sa­
vaş sırasında öldürülen toplam erkek ve kadın sayısından üç
kat fazladır. Bu yüzden , Hank'ın da savaşta yaşadıklarından
etkilenmiş olması mümkündür. Bununla birlikte, daha yay­
gın olan başka bir dinamik de dostumun içinde harekete geç­
mişti.
Hank, kendine yaşamıyla ilgili derin sorular soran tipte
biri değildi. Dünya üzerindeki varlığının daha derin bir dü­
zeyde ne anlama geldiğini sorgulamadı, çünkü bu, yaşam bi­
çimini değiştirmesine neden olacaktı ve o bunu yapmak iste­
medi. Fazla düşünmeksizin yaşadı ve bir gün karşı koyama­
yacağı bir boşluk ve güçsüzlük duygusunun farkına vardı.
"Durağan ya da belli bir hızla hareket etmekte olan bir
cisme, herhangi başka bir güç uygulanmadığı sürece, cisim
bu durağanlığını ya da hızını korur. " Dostumun yaşamıyla,
hareketin bu birinci yasası arasında nasıl bir bağlantı kuru­
labilir? Hareketteki bu "değişmezlik" kavramı, insan yaşa­
mında ne anlama gelir ve hareketin değişmezliğini değişti­
ren "güç" nedir?

54
<jiriş
Hank'ın yaşamı görünüşte "değişmez" değildi. Kentuc­
ky'de bir çiftlikte büyümüş, subay olmuş, evinden binlerce
mil uzağa gitmiş, ünlü biriyle evlenmiş ve kendi yaşamına
kendisi son vermişti. Hank'ın yaşamının akışının bilinçsizlik
niteliği kendi içinde "değişmez" idi. Ne çocukluğundaki, ne
askerliğindeki, ne evliliğindeki deneyimleri, onu varoluşu­
nun daha derin anlamını ciddi bir biçimde düşünmeye yö­
neltmişti. Geçirdiği bunca acı ve sevinç, kim olduğu ya da ne
olabileceği konusundaki farkındalığını etkilememişti.
Hank, kendisine, yaşamındaki deneyimleri kaynakları­
na kadar izleme fırsatını tan ımamıştı. Tam tersine, böyle bir
arayıştan korkmuştu. Sonuç olarak, yaşamı -bedenlenişin­
den, bu bedeni bırakmasına değin- değişmez bir biçimde far­
kındalıktan uzak, değişmez bir biçimde bilinçsizce akıp gitti.
Ruhunun enerjisini dengelemek için gerekli halleri deneyim­
ledi, ancak bu deneyimlere ruhsal karma'sından, doğduğu or­
tamdan kaynaklanan koşullanmalar doğrultusunda tepkiler
verdi ve her tepkisiyle bilmeden daha fazla karma yarattı.
Hank'ın dünyaya kattığı şefkat, benimle birlikte çevre­
sindeki pek çok insanı besledi, ama o bunun yaşamının ağır­
lık merkezi haline gelmesine izin vermedi. Ruhuna doğru yö­
nelmek için bir çaba göstermedi. Yaşamını, kişiliğinin istek­
lerini karşılayan uğraşlarla geçirdi ve bu isteklere, onları de­
ğiştirmeye kalkışmayacak kadar bağımlı hale geldi. Böylece
Hank'ın yaşamı " değişmez bir hızla hareket eden" oldu ve
bunu değiştirecek "güç" ile hiç karşılaşmadı.
Hank'ın yaşamı boyunca hiç karşılaşmadığı bu "güç" ne­
dir?
Gregory, orta sınıftan, kolej eğitimli, Kuzeydoğulu be­
yaz bir adamdı . Çocukluğu duygusal açıdan zor koşullar al­
tında geçmiş ve sonuçta o, öfkeli, başkalarını kurnazca yön­
lendirmeye (manipüle etmeye) eğilimli ve sert bir insan hali­
ne gelmişti. İlişki kurmayı beceremiyordu, çünkü haşin ka-

55
:Mutfa.K,(jücün 'Yo{u
rakteri ve tartışmacı yapısıyla insanları kendisinden uzak­
laştırıyordu. Bu durum zamanla, Gregory'nin Yaşam'ı ve in­
sanları daha fazla hor görmesine neden oldu, ama yine de
yaşadığı deneyimlerde ne rol oynadığını sorgulamaktan hiç
vazgeçmiyordu.
Sonunda, bu huysuz ve ters yapısı, birlikte yaşadığı ka­
dının kendisini terk etmesine yol açtı. Gregory büyük bir ke­
dere kapıldı, ama sadece kaybı yüzünden değil; aynı zaman­
da, her reddedilişinde o reddedilişe neden olan aynı davranış
kalıbını bu son olayda açıkça fark etmişti. Hem acısıyla hem
de bu davranış kalıbıyla yüzleşmeye karar verdi. Yalnız ka­
labilmek için gerekli düzenlemeleri yaptı ve bu acı verici ya­
şamın en derin nedenlerini kendi içinde aramaya başladı.
Haftalar sonra ortaya çıktığında, hem algıları hem de
değer ölçüleri değişmişti. Yumuşamaya başlamıştı, eski tavır
ve davranışları yavaş yavaş yok oluyordu. Yıllar geçtikçe, in­
sanlarla birlikte olmanın çok daha duyarlı yollarını geliştir­
di. Olumsuzluğu, açığa çıkan bir neşeye dönüştü, öfkesi eridi
ve yaşamının merkezi diğer insanlar oldu. O şimdi yaratıcı
bir insan ve gücünü başkalarına yaptığı yardımlardan alı­
yor.
Bu değişimler Gregory için kolay olmadı. Öfkeli, kur­
nazca yönlendiren ve hor gören bir kişiden, çevresi ile ilgili,
düşünceli bir kişiye uzanan yolculuğu, acılardan geçen ve
çok cesaret gerektiren bir yolculuk olmuştu. Ama kendini bu
yolculuğa adamakla yaşamını değiştirmişti. Gregory'nin bi­
lincinin bakış açısından, Gregory'nin yaşamının "değişmez­
lik" içindeki akışı, acıyla yüzleşme kararı tarafından önemli
ölçüde değiştirilmiş, sonra da bu değişim, yeni algı ve idrak­
ler geliştirme konusundaki kararlılığı ile ivme kazanmıştı.
Gregory'nin yaşamındaki hareketin "değişmezliğini" değişti­
ren "güç", kendi yaşamına bilinçle katılma konusundaki ka­
rarı olmuştur. Böyle bir karar vermeseydi, Gregory'nin yaşa-

56
(jiriş
mı da Hank'inki gibi karma'sının ve bu nedenle ortaya çıkan
olaylara verdiği tepkilerin oluşturdukları yönde bilinçsizce
sürüp gidecekti.
Fiziksel bir cismin idealleştirilmiş hareketini tanımla­
yan "hareketin birinci yasas"nı bu b içimde yorumlamak uy­
gun mu? Hareketin birinci yasası, eğer böyle yorumlanı rsa,
sadece fizik-ötesi bir dinamiği tanımlamaya elverişli bir ben­
zetme mi olur? Hayır, bu yorum benzetmeyi çok aşar; fizik­
ötesi alanlarda işleyen daha büyük bir dinamiğin fiziksel re­
aliteye -fiziksel nesne ve fenomenlerin dünyasına- yansıma­
sını ifade eder. Bu, ruhun fiziğidir. B ilim ve bilimsel buluş­
lar, çok-duyulu insanın yüksek mantık ve anlayışıyla idrak
edildiklerinde, Yaşam'ın kendisinin her yerde durmaksızın
sergilediği zenginliği gözler önüne sererler.
Çok-duyulu kişiliğin algısı parça parça değildir. Ö rne­
ğin çok-duyulu insan, bilim tarihini oluşturan örneklerden,
insanoğlunun Evren'le ilişkili olarak kendini nasıl gördüğü­
nü de anlar: Batlamyus'un* astronomisi, insanoğlunun ken­
dini Evren'in merkezi saydığı bir düşünce biçimini yansıtır;
Kopernik'in astronomisi, insanoğlunun kendini Evren'in ha­
reketinin bir parçası saydığı, daha incelmiş ve kendi içinde
bağlantılı bir bakış açısını yansıtır; Newton'un fiziği, fiziksel
dünyanın dinamiklerini zekası ile kavrayacağına inanmış bir
insanlığı ifade eder; görecelik kavramı, mutlak ile bu mutla­
ğın herkes tarafından farklı biçimlerde algılanışı arasındaki
sınırlayıcı ilişkiyi anlayan bir insanlığı yansıtır; kuantum fi­
ziği ise kendi bilinci ile fiziksel dünya arasındaki ilişkiyi fark
etmeye başlayan bir insanlığı yansıtır.
Başka bir deyişle, çok-duyulu insanın bakış açısından
bilimsel buluşlar, hem içsel hem dışsal deneyimleri, fiziksel
ve fi zik-ötesi dinamikleri birlikte açıklarlar. Örneğin, optiğin

*Batlamyus'a (Ptolemaios) göre, dünya durağandır ve tüm gök cisimleri


dünyanın çevresinde dönerler. (Ç.N.)

57
Mutfak_ <jücün '.Yo{u
temel buluşlarından biri, beyaz ve siyahın mavi, yeşil ve kır­
mızı gibi birer renk olmadıkları yolundadır. Beyaz, ışığın gö­
rülebilir tayfının tüm renklerinin bir bileşimidir, siyah ise
bu tayfın yokluğunu, onun için beyazın da yokluğunu ifade
eder. Yani, beyaz , tüm görülebilir ışınım biçimlerinin bir bü­
tün olarak algılanmasıdır, siyah ise ışınımın yokluk halidir.
Bu buluş hangi fizik-ötesi dinamikleri açıklar?
Beyazı saflık, iyilik ve doğrulukla özdeşleştiririz. Beyaz,
olumlu ve koruyucu enerjinin simgesidir. Kahramanlara be­
yaz giysiler yakıştırırız. Beyaz, ruhun bütünlüğünü temsil
eder. Tanrı , Tanrı habercileri ve Cennet beyazı çağrıştırır.
Melekleri beyaz giysiler içinde resmederiz. Oysa siyahı kötü­
lükle özdeşleştiririz. Kötü adamlara siyah giysiler yakıştırı­
rız. Siyah, yıkımın simgesidir. Afet günlerini kara günler di­
ye adlandırırız . Siyah, sevgi, şefkat ve bağışlama içermeyen
umutsuzluk, öfke ve hiddet hallerini temsil eder, bu duygu­
lar içindeki bir insanın ruhsal durumunun "karamsar" olı:l.u­
ğunu söyleriz .
Karanlık Çağlar'ı (ortaçağın ilk yarısı) aklın ışığının bu­
lunmadığı bir dönem olarak niteleriz. Bölünmüşlük içindeki
bir psişenin çektiği acıyı, ışınımdan yoksun bir ruh halini
"ruhun karanlık gecesi" diye tanımlarız. Şeytanı "Karanlığın
Prensi" diye adlandırır, cehennemi, Tanrının Işığı'nın ulaşa­
madığı bir yer olarak düşünürüz.
Beyaz , bir bütünlenmeyi ya da tamamlanmayı , siyah da
yokluğu ifade ettiğine göre, bu algılar, beyaz ışığın ya da ka­
ranlığın fiziksel olaylara uygulanması veya fiziksel olayları
doğrulaması ile sınırlı mı? Hayır. Dil, mitoloji, din ve bilim -
her biri beyazda bütünlenmeyi , bütünlüğü ya da tamamlan­
mayı görür ve siyahta da beyazda gördüklerinin yokluğunu.
Çok-duyulu kişilik ise bütün bu anlayış biçimlerinin aynı şe­
yi yansıttıklarını hemen görür.
Çok-duyulu kişilik Tanrısallığı, Tanrı'yı, Tanrısal Zeka-

58
(jiriş
'yı ya da bu kavrama her ne isim vermişse onu, Işık olarak
görür. O, İ sa, Buda, Krişna gibi içlerinden Tanrısallığı bi­
linçle akıtan varlıkları, Işığın, bütünlüğün , bütünlenmenin
ve tamamlanmış olmanın ifadeleri olarak görür. Onun için,
bilimin beyazını da ebedi Tanrısallığın bütünlüğü, b ütünlen­
mesi ve mükemmelliğinin zaman , uzay ve maddeye yansıma­
sı olarak algılar. O, kötülüğü, öfkeyi, umutsuzluğu , yıkımı ve
hiddeti Işığın yokluğu olarak görür. Bu nedenle bilimin siya­
hında da, tamamlanmamışlığın, I şığın yokluğunun fiziksel
fenomenler dünyasındaki yansımasını görür.
Çok-duyulu kişilik, nereye bakarsa baksın, hep aynı
ilişkilerin hep aynı dünyayı yansıtmakta olduklarını fark
eder. Beş-duyulu kişilik bu şekilde göremez, bu yüzden onun
mantık ve anlayışı o kadar kapsamlı değildir. Hem fiziksel
fenomenleri hem de bu fenomenler arasındaki ilişkileri , daha
geniş bir yaşam modelinin eşzamanlı parçalan ve yansımala­
rı biçiminde göremeyen bir kişilik, bütünlüğün doğası ile bü­
tünlüğün yokluk halini ve bu iki halin de sonuçlarını fiziksel
fenomenleri inceleme yöntemiyle fark edemez.
Bütünlüğe ulaşmamış bir kişilik, ayrı ayrı renklerle ya
da bu renklerin bileşimleriyle temsil edilen bölünmüşlük ha­
lini yaşar. Bölünmüşlük içinde olmayan bir kişilik, b eyaz ışı­
ğın temsil ettiği bütünlüğü yaşar. Kendi ruhuyla teması yiti­
ren , kendi Işık kaynağını yitiren bir kişilik, karanlığın temsil
ettiği kötülük dediğimiz şeyi yapmaya yatkın bir kişiliktir.
Kötülük dediğimiz şey, Işığı , sevgiyi kesinlikle içerme­
yen bir haldir. Işık'tan şiirsel bir dille söz ettiğimizde, onu
saflık, içgörü ve Tanrısal ilhamla özdeşleştiririz. Ancak, ileri­
de göreceğimiz gibi, bu tür Işık sadece şiirsel bir şey değildir.
O, gerçektir.
Bir ruha, enkarnasyonu boyunca Işık yolunda yürümek
güç gelebilir. Bir ruh, Işık'ta yaşamayı öğrenmeyi, ağır koşul­
lar taşıyan bir konukluk olarak değerlendirebilir. Dünya-

59
Mutfak._ Çjüc.ün '.Yo{u
'daki enkarnasyonu sırasında, örneğin bağışlamak yerine
kızmak ya da anlayış göstermek yerine suçlamak gibi seçim­
ler yaparak negatif karma biriktirebilir. Ama bedenini bırak­
tığı zaman, Dünya'dayken yaptığı seçimlerle kazandığı Işı­
ğın niteliği (o nitelikte bir Işık) onu bir kılıf gibi saracaktır.
Bu ruhun başka bir kişilik yaratması gerektiğinde, yaratılan
kişilik, kaynağını, karma'yı biriktiren kişilikten alacaktır.
Bu yüzden o kişilik, bir öncekine kıyasla daha da kısıtlanmış
olacaktır.
Bilinci sınırlı bir kişilik, daha geniş bir farkındalığa sa­
hip olana kıyasla, bizim kötülük dediğimiz şeyi daha çekici
bulur. Böyle bir kişiliğin bu yola sapma eğilimi güçlüdür.
Bütün ruhlar baştan çıkabilirler, ama sınırlı bilince sahip bi­
ri korkunun manyetik alanına girmeyi çok daha çekici bulur,
çünkü korkuyu gerçek niteliğiyle tanıyamaz; korkuyu oldu­
ğundan farklı bir şey gibi, Yaşam'ın normal bir niteliği gibi
kabul eder.
Bu n edenle, kötülük dediğimiz şeyi nasıl anladığımız
çok önemlidir. Kötülük, Işığın yokluğu olarak anlaşılmalıdır.
Bu, insanın onunla savaşmaya hazırlanması, ondan kaçması
ya da onu yasaklaması gereken bir şey değildir. Kötülılğün,
"Işığın yokluğu" olarak anlaşılması, Işık dediğimiz şeye ulaş­
ma gereğini kendiliğinden doğurur.
Bilinçli Işık, Tanrısallığa, Tanrısal Zeka'ya eşdeğerdir.
Tanrısal Zeka'nın bulunmadığı her yerde karanlık kol gezer.
Eğer karanlıksa, bizim de karanlıkta tökezlememiz kolaydır.
Ancak, karanlıkta sürekli kalınmaz. Her ruh, eninde sonun­
da tamamen aydınlanacaktır. Işık içinde olmayan bir ruh,
sonunda Işığı tanıyacaktır, çünkü her zaman her ruha pek
çok yardım sağlanır. İleride göreceğimiz gibi, her ruh, Işığı
kendiliğinden içine çekemese bile, sürekli yoğun bir lşık'la
kuşatılır ve karanlıkta yaşamakta direnen ruhlar çok fazla
yardım alırlar. Sadece tek bir düşüncenin Işığa kavuşması

60
(jiriş
için bile bunlar sürekli teşvik edilirler. Sonuçta, her ruh Işı­
ğa ulaşacaktır.
Kötülüğü "Işığın yokluğu" olarak kabul etmek, kötülüğü
karşılıksız bırakmayı uygun görmek anlamına gelmez.
Kötülüğe uygun karşılık nedir?
Yokluğun çaresi varlıktır. Kötülük yokluğu ifade eder,
bu nedenle de başka bir yokluk ona çare olamaz. Kötülükten
ya da kötülükle meşgul birinden nefret etmekle, Işığın yoklu­
ğuna katkıda bulunmuş olursunuz, varlığı.na değil. Kötülük­
ten nefret etmek, kötülüğü azaltmaz, artırır.
Işığın yokluğu, kişiliğin sıkıntı çekmesine neden olur.
Acı ortaya çıkar. Siz de nefret etmekle aynı sıkıntıyı üzerini­
ze çekıniş olursunuz. Kötülükten nefret, nefret edenin kendi­
sini etkiler. O, nefret dolu, kendisindeki Işığı. da yok etmiş
biri haline gelir.
Kötülüğü Işığın yokluğu olarak anlamak, eylemsiz kal­
mayı ya da kötü eylemlere veya davranışlara aldırış etmez
hale gelmeyi gerektirmez. Örneğin, bir çocuğa kötü davranıl­
dığını ya da insanlara baskı yapıldığını gördüğünüzde, çocu­
ğu korumak veya insanlara yardım etmek için elinizden gele­
ni yapmanız uygundur, ama kötü davrananlar ve baskı uy­
gulayanlara karşı -kalplerinde şefkat banndırmayanlara
karşı- sizin kalbinizde de şefkat bulunmazsa, onlara benze­
miş olmaz mısınız? Şefkat, kalbin davranışıyla harekete ge­
çip kalbin davranışına yönelir, sevginin enerjisiyle harekete
geçip sevginin enerjisine yönelir. Eğer şefkat duymaksızın
karanlığa vurursanız, siz, kendiniz de o karanlığın içine gir­
miş olursunuz.
Kötülüğü, Işığın yokluğu olarak anlamak, gücün dışarı­
da olduğu algısı ile çelişir. Yokluk yenilgiye uğratılabilir mi?
Kötü bir insan tutuklanabilir, ama kötülük tutuklanabilir
mi? Kötü bir grup hapse atılabilir, ama kötülük hapse atıla­
bilir mi? Şefkat dolu bir kalp, kötülüğe karşı, bir ordudan da-

61
!Mutfak, (jücün 'Yofu
ha etkilidir. Bir ordu başka bir ordu ile savaşabilir, ama kö­
tülükle savaşamaz. Şefkat dolu bir kalp ise kötülükle doğru­
dan savaşabilir -Işığın olmadığı yere Işığı getirebilir.
Kötülüğü, Işığın yokluğu olarak anlamak, her an yaptı­
ğınız seçimleri şu açıdan gözden geçirmenizi gerektirir: Se­
çimleriniz sizi Işığa yaklaştırıyor mu, yoksa Işık'tan uzaklaş­
tırıyor mu? Bu bakış açısı , kötü faaliyetler içinde olanlara -o
faaliyetlerle mücadele etseniz bile- şefkatle bakmanıza fırsat
verir, böylece sizi negatif karma yaratmaktan korur; kötülü­
ğü ortadan kaldırma görevine başlama noktasının kt:: n di içi­
nizde olduğunu fark etmenizi sağlar. Kötülüğe verilecek uy­
gun karşılık işte budur.
Çok-duyulu insanı niteleyen yüksek düzeydeki mantık
ve anlayış, ona, sadece beş duyusuyla sağladığı algılarıyla ve
bu algılardan zekasının yaptığı üretimle öğrenmeye çalışan
insana kıyasla, çok daha çabuk öğrenme fırsatı verir. Zeka­
nın bizi getirebileceği yere kadar tekamül ettik. Beş-duyulu
realitenin genişlik ve derinliğini araştırdık ve dışsal gücün
sınırlamalarını keşfettik.
Tekamülümüzün bundan sonraki aşaması, bizi çok-du­
yulu insanın deneyimlerine ve mutlak gücün doğasına götü­
recektir.
Bunun için gerekli olan da kalptir.

62
YARATMA
5

SEZGİ

Ç ok-duyulu insanın en önemli algısı, yalnız olmadığını


idrak etmiş olmasıdır. Çok-duyulu insan, olayları kavramak
için sadece kendi algılarına ve yorumlarına bel bağlamak zo­
runda değildir, çünkü başka, daha ileri zekalarla bilinçli bir
iletişim içindedir. Bu, çok-duyulu insanın yaşamı boyunca
he_r an seçim yapma zorunluluğundan kurtulmuş olduğu an­
lamına gelmez, ama şu anlama gelir: Çok-duyulu insan olası
seçimlerini ve bunların olası sonuçlarını analiz ederken ve
kendi farklı yönlerini araştırırken, kişisel olmayan şefkat do­
lu yardıma bilinçli bir biçimde ulaşabilir.
Beş-duyulu insan da yalnız değildir, ama beş-duyulu in­
san kendisine sürekli olarak yapılan yardımın farkında de­
ğildir, bu yüzden bu yardımı bilinçle kullanamaz . Beş-duyu­
lu insan, öncelikle fiziksel deneyimleri vasıtasıyla öğrenmek
durumundadır ve bu öğrenim uzun sürer, çünkü bu yolla öğ­
renilecek dersler fiziksel maddenin yoğunluğu yoluyla gelir­
ler. Ö rneğin, güven (itimat) dersine ihtiyacı olan bir insan,
başkalarına güvenmemeyi deneyimleyecektir. Bu kuşku ve
güvensizlik yanlış anlamalar yaratacak, bu da gerginliğe ve
hoşa gitmeyen deneyimlere yol açacaktır. Beş-duyulu insan,
başkalarına duyduğu güvensizliğin yol açtığı bu hoşnutsuz-

65
:Mut{af:.. (jücün 'Yofu
luğu deneyimlemeye devam edecektir, ta ki bu veya başka
bir enkarnasyonda, diğer insanlarla etkileşim yoluyla bu
hoşnutsuzlukların kaynağını idrak edene ve onu değiştire­
cek adımları atana kadar.
Eğer bir insan başkalarına güvenmeyi beceremiyorsa,
başkalarının sözlerini ve eylemlerini de yanlış yorumlaya­
caktır. Sözgelimi, bir kadın kocasına, onunla birlikte olmayı
çok istediği halde, bir iş toplantısına katılmak zorunda oldu­
ğunu söylüyorsa ve koca da bir güvensizlik duygusu içindey­
se, karısının sözlerini bir reddedilme olarak değerlendirecek
ya da bu sözleri, karısının işine kendisinden daha fazla
önem verdiğinin göstergesi sayacaktır. Bu yanlış anlama,
karısının sözlerini olduğu gibi kabul edememesinin, ona gü­
venememesinin sonucudur. Bir kadın da sürekli olarak koca­
sının yanlış anlamalarıyla karşılaşırsa, içinde şaşkınlık,
üzüntü, düş kırıklığı, öfke, gücenme duyguları oluşacak ve
sonunda da büyük olasılıkla kocasının yanlış algıladığı red­
detme duygusunu yaşayacaktır. Böylece koca, güvensizlik di­
namiği ile en büyük korkusunu yaratmış olacaktır.
Bir eşi , bir dostu ya da bir iş arkadaşını güvensizlik ne­
deniyle yitirmek, güvensizliğin, kuşkuculuğun cezalandırıl­
ması anlamına gelmez. Bu, bir insanın güvensizlik sorununa
kendi içinde bilinçle b akmayı reddetmesinin sonucudur; gü­
ven yerine defalarca güvensizliği seçmiş olmaktan kaynakla­
nan bir deneyimdir. B aşkalarına güvenemeyen bir insan, bu
güven duygusuna ulaşıncaya kadar, hoşa gitmeyen ya da acı
verici durumlar yaratmaya devam edecektir. Bu, acı verici
beş deneyim veya acı verici deneyimlerle dolu beş ya da elli
enkarnasyon gerektirebilir, ama eninde sonunda bu yol onu
büyük güven dersine götürecek ve o dersten geçmesini sağla­
yacaktır.
Aynı dinamik, şefkat ve uyumu ifade etmeyen her kişi­
sel özellik için devreye girer. Ö rneğin öfkeli bir kişilik, hoşa

66
�aratma
gitmeyen, hatta acıklı durumlar yaratacaktır, ta ki öfkesiyle
yüzleşene ve şefkat ve sevgiyi, ruhunun enerjisini tezahür et­
tirmesini önleyen bu engeli ortadan kaldırana dek. Aynı şey
hırslı, bencil, kurnazca yöneten ve benzeri kişilikler için de
geçerlidir. Şu ana kadar bu yolla tekamül ettik.
Çok-duyulu bir insan, beş-duyulu bir insana kıyasla çok
daha çabuk öğrenebilir; ona sunulan yardımla, deneyimleri­
nin anlamlarını, bu deneyimlerin nasıl ortaya çıktıklarını,
neyi temsil ettiklerini ve bunların yaratılmasında kendisinin
oynadığı rolü daha çabuk anlayabilir. Güven veya sorumlu­
luk ya da alçak gönüllülükle ilgili ana dersleri öğrenmek için
on iki, yirmi ya da iki yüz acı verici deneyime ihtiyaç duy­
maz. Elbette bu, çok-duyulu kişiliklerin acı verici durumlar
yaşamadıkları anlamına gelmez, ama beş-duyulu kişiliklere
kıyasla daha çabuk öğrenme yeteneğine sahip oldukları için,
daha fazla şefkat içeren, daha akıllıca seçimleri çok daha ça­
buk yapabilecek durumdadırlar.
Sizi kuşatan rehberlik ve yardımı algılayıp kullanabil­
mek için, deyiş uygunsa, bunların kulağınıza fısıldanmaları
gerekmez. Bu yöntem de ileri düzeydeki çok-duyulu bir insa­
nın kullanımına açıktır, ama bu yeteneğe uzanan, ve bilge ve
şefkatli rehberliğin her an kullanımınıza açık olduğunu fark
etme ve bu yardımı bilinçle yaşamınıza geçirmeyi öğrenme
yolu da sevinçli bir yoldur.
Bu nasıl gerçekleşir?
Beş-duyulu kişilik, içinden gelen her dürtünün ve içine
doğan her anlayışın (içgörünün) kendi psişesinden kaynak­
landığını kabul eder. Çok-duyulu kişilik, bunun her zaman
böyle olmadığını bilir. Dürtüler, önseziler, ani içgörüler ve
süptil içgörüler insanlığın ta başından beri bize tekamül yo­
lumuzda yardımcı olmuşlardır. Bize bu yolla gelen rehberliği
tanıyamayışımız, realiteyi sadece beş duyumuzla görmek is­
tememizin sonucudur. Beş-duyulu bakış açısına göre, içgörü

67
Mutfaf(Jjücün 'Yo{u
ve önsezilerin kaynaklanabileceği başka bir yer yoktur.
Çok-duyulu bakış açısından ise içgörüler, sezgiler, önse­
ziler ve ilhamlar ruhtan ya da ruha tekamül yolculuğunda
yardımcı olan daha ileri zekalardan gelen mesajlardır. Bu
nedenle, çok-duyulu kişilik, sezgilere beş-duyulu kişiliğin
vermediği bir önem verir. Beş-duyulu kişiliğe göre sezgiler
garip şeylerdir. Çok-duyulu kişiliğe göre sezgiler, kendinden
daha idrakli ve şefkatli bir anlayıştan gelen ve bu anlayışla
bağlantı kuran fısıltılardır.
Beş-duyulu kişiliğe göre, sezgisel içgörüler ve önseziler
herhangi bir dayanaktan yoksundurlar ve bunlara güvenile­
mez. Oysa çok-duyulu kişiliğe göre sezgisel içgörüler, onun
gelişimine sürekli yardım eden, onu destekleyen sevgi dolu
bir rehberliğin bilinçteki ifadesidir. Bu yüzden, çok-duyulu
kişilik bu rehberliğe yönelik farkındalığını artırmak için ça­
ba gösterir.
Bunun ilk adımı, ne hissettiğinizin farkında olmaktır.
Duygularınızı izlemek, sizi o duyguların kaynağına götürür.
Sadece duygularınız kanalıyla kendi ruhunuzun güç alanına
ulaşabilirsiniz. İ şte kısaca, insanın yolu budur.
Ö rneğin, kendisine iş görüşmesinden söz eden karısına
güvenemeyen koca, ona karşı öfke, utanç, gücenme ya da so­
ğukluk duymuş olabilir. Eğer kendi duygularını bilinçle ince­
leyebilseydi, yansız kalabilseydi ve bu duyguları kendi siste­
minde dolaşan enerji akımları olarak gözlemleyebilseydi,
kendine şu soruyu sorabilirdi: "Bu iş toplantısı haberi beni
neden bu biçimde etkiliyor?" Böylece duygularının, bir tür
reddedilme, ya da karısının gözünde onun toplantısından da­
ha önemsiz olduğu gibi düşünceleri yansıttığını keşfetme fır­
satını bulurdu.
Sonuçta, karısının sözlerini yeniden gözden geçirdiğin­
de, onun kendisiyle birlikte olmayı yeğlediğini, ancak bunu
yapamayacağını söylediğini fark edecek ve şu soruyu sorabi-

68
'Yaratma
lecekti: "0 halde kendimi neden hala bu kadar rahatsız his­
sediyorum? Yanıt kendiliğinden gelecekti: "Çünkü onun ger­
çekten benimle birlikte olmayı yeğlediğine inanmıyorum. "
B u şekilde, duyguları doğrultusunda bilinçsizce davranmak
yerine duygularını fark etmek, onu güven sorununa ulaştıra­
caktı.
Bu kadar çok şey keşfettikten sonra, artık kendine şu
soruyu sorabilir hale gelmiş olacaktı: "Karımla ilgili deneyi­
mim, onun bana karşı dürüst olmadığı kuşkusunu destekli­
yor mu? Eğer yanıt, "Hayır, o dürüst bir insandır" doğrultu­
sundaysa, koca, kendi içindeki huzursuzluğun, karısının söz­
leriyle başlamış olsa bile, karısı ile ilgili olmadığını fark ede­
bilecekti. Karısının gerçek niyetini görebilecek, böylece ona
karşı olan duyguları yumuşayacaktı. Karısı da ona, içtenliği­
nin kocasının düşmanca tutumuyla reddedilmesinden kay­
naklanan bir incinmeyle değil, sevgi dolu bir kocaya duyulan
yakınlıkla karşılık verecekti.
Koca eğer bu yolu izlemiş olsaydı, öğleden sonrasını ya
da evliliğini altüst etmiş olmayacaktı. Güven eksikliğinden
kaynaklanan tatsız deneyimlerle sonuçta alacağı dersi, en
başta duygularını inceleyerek ve sorgulayarak öğrenmiş ola­
caktı. Güvensizlik ve güven duygularının sonuçlarını bir an­
da görebilir hale gelecekti.
"Bu toplantı haberi beni neden bu biçimde etkiliyor?" ,
"Kendimi neden böyle rahatsız hissediyorum?", "Deneyimim
kuşkularımı destekliyor mu?" gibi sorular soran herkes reh­
berlik diliyor demektir. Rehberlik dilediğiniz her seferinde
onu bulursunuz. Kendinize, "Beni hangi dürtü harekete geçi­
riyor?" diye her soruşunuzda, Evren'e, "Fark etmeme yardım
et," demiş olursunuz ve yardım gelir. Sorduğunuz soruların
yanıtlarını her zaman duyabilecek durumda olmayabilirsiniz
ya da yanıt her zaman beklediğiniz yolla gelmeyebilir, ama
her zaman yanıt verilir. Bu yanıt, bazen bir duygu -bir "evet"

69
!MutfaK_ (j üc.ün 'Yo{u
ya da bir " hayır" duygusu- bazen bir anı , ya da o an rasgele
gibi görünen bir düşünce, bir rüya, ya da ertesi gün gerçekle­
şecek bir deneyimin yol açacağı bir idrak şeklinde gelebilir.
İ şitilmeyen tek bir soru bile yoktur, hiçbir soru yanıtsız
kalmaz. Kural şudur: "Dileyin , alacaksınız," ama nasıl dile­
yeceğinizi ve nasıl alacağınızı öğrenmeniz gerekir.
Aklın, algıları genişletme, idraki açıdan güç ve bütün­
lük kazanma yolunda gelişmeye yardımcı olması öngörül­
müştü (murat edilmişti), yoksa zarar verici olması değil. Ak­
lın deneyimleri, bilginin deneyimleridir. Bilgi "güç"tür, ve
her bilgi düzeyinde o bilgiyi kullanma biçiminizden sorumlu
tutulursunuz. Sizin varlığınızda ortaya çıkan bilgi, eğer bir
biçimde işlemden geçirilip başkalarının yararına kullanıl­
mazsa, bedeninize ciddi bir b içimde zarar verebilir. Bilgiyi
isteyerek kötüye kullanmak, başkalarına bilerek zarar ver­
mek ya da bir insanda uyumsuzluk yaratmak, bunlara bil­
meden neden olmaya kıyasla çok daha büyük kannik yü­
kümlülükler oluşturur.
Gücü dışarıda gören bir dünyada, akıl çoğu kez kalbin
şefkatli etkisini taşımaksızın görev yapar. Bu da, aklın gücü­
nün başkalarına zarar vermek, şefkatten yoksun iradeye hiz­
met etmek için bir silah gibi kullanıldığı durumları yaratır.
Orneğin akıl, silahlar tasarlamak, geliştirmek ya da üret­
mek için kullanılıyorsa, amacına uygun kullanılmıyor de­
mektir. Bir sanayi kuruluşu ya da bir elektrik santralı ,
Dünya üzerinde, insan yaşamı üzerinde, çevre üzerinde olu­
şacak sonuçlar hesaplanmadan tasarlanıyor, inşa ediliyor ve
işletmeye geçiriliyorsa, akıl amacına uygun kullanılmıyor
demektir. Bir başkasının zararı pahasına kazanç sağlamayı
tasarlıyorsanız, aklınızı amacına uygun kullanmıyorsunuz
demektir.
Gücü dışsal bir şey olarak algılayan beş-duyulu insanla­
rın dünyasında, sezgisel bilgi, bilgi olarak kabul edilmez;

70
'Yaratma
bundan dolayı da işlemden geçirilmez, aklın konusu yapıl­
maz, genişletilmez, incelenmez ya da teknik bir dal veya eği­
tim dalı haline getirilmez. Ama bize aklın kavrama yeteneği­
ni geliştirmek ve kullanmak -düşünüp sonuç çıkarmak- nasıl
öğretildiyse, sezgiyi de geliştirmeyi ve kullanmayı -bize yol
gösterilmesini dilemeyi ve bu yardımı almayı- öyle öğrenebi­
liriz. Tıpkı çözümleyici düşünme, inceleme, belleme, meka­
nizmayı önemseme ve benzeri zihni eğiten teknolojiler gibi,
sezgiyle meşgul olan ve onu düzene sokan teknikler de var­
dır.
Bunlardan birincisi, her zaman duygusal açıdan arın­
maya önem vermektir. Eğer duygusal yönden engellenmişse­
niz ve ne hissettiğinizi bilemiyor ya da bilmiyorsanız veya
duygularınızı aşırı bastırdığınız için hiçbir şey hissedemeye­
cek hale gelmişseniz, olumsuz bir insan olursunuz ve ayrıca
fiziksel olarak da hasta bir beden yaratırsanız. Ama duygula­
rınızı temiz tutarsanız, içinizde duygusal olumsuzluk barına­
maz ve giderek hafiflersiniz. Bu da size sezgisel yolu açar,
çünkü içinizde belirgin bir sevgi duygusunun oluşmasına fır­
sat verir. Böylece giderek koşulsuz sevgiye yaklaşır ve inciti­
ci olmaktan uzaklaşırsınız. Deyiş uygunsa, titreşim frekansı­
nız yükselir ve bundan dolayı, aldığınız rehberlik, sistemini­
ze girerken herhangi bir engelle karşılaşmaz ve sizin tarafı­
nızdan açık bir biçimde hissedilir.
Bunun için, kendinizi her gün duygusal etkilerden te­
mizlemeniz gerekir. Nasıl fiziksel bedeninizden artık madde­
leri ve toksinleri atıyorsanız, çözümlenmemiş duygusal so­
runlarınızı çözümleyerek, yatağa öfkeyle gitmeyerek, kendi­
nizi duygularınızla kirlenmiş hissetmeyerek, duygusal enerji
akımlarını önemsemeyi ve kullanmayı öğrenerek duygusal
artıklarınızdan ve toksinlerinizden de kurtulmalısınız.
Sezgileri fark etme tekniklerinden ikincisi, bedeni te­
mizlemeye yönelik bir beslenme programıdır. Fiziksel olarak

71
:Mutfa/(J.jücün ')'o[u
toksin içermek, sezgilerin algılanmasını engeller.
Bu tekniklerden üçüncüsü, aldığınız rehberliğe önem
vermektir. Duygusal ve fiziksel temizlenme sizi sezgilerinize
götürür, o zaman da sezgilerinize karşılık vermeyi öğrenme­
niz gerekir. Sezgilerinize kulak vermeye ve onlara göre dav­
ranmaya istekli olmalısınız. Pek çok insan, gerçekte çok ko­
lay duyulabilen sezgileri duymaya istekli olmadığı için, her­
hangi bir şey duymadığını savunur.
Dördüncü teknik, yaşamınıza ve Evren'e açık yürekle
yönelmek, yaşamınızdaki sorunlara, olmakta olan her şeyin
bir nedenden kaynaklandığına ve bu nedenin, özünde her
zaman şefkat ve iyilik taşıdığına güvenerek, inançla yaklaş­
maktır. Bu, sezgiyi faaliyete geçirmek ve geliştirmek için son
derece gerekli bir yaklaşımdır.
Sezgi nedir ve nasıl işler?
Sezgi, size yardımcı olması murat edilmiş olan , fiziksel
duyuların ötesinde bir algıdır. O, beş duyunun verilerine ih­
tiyaç duymadan çalışan bir duyu sistemidir. Sezgi sisteminiz
enkarnasyonunuzun bir parçasıdır. Bedeninizi bırakırken,
sizin için geliştirilmiş sezgi sistemini de, artık gerekmeyece­
ği için, tıpkı kişiliğiniz gibi, ardınızda bırakacaksınız.
Sezgi, pek çok amaca hizmet eder. Sezgi, hayatta kal­
maya hizmet eder; görünüşte yaşamı tehdit eden bir neden
yokken, sizi önlem almaya yöneltir. Ö rneğin, tehlikeli olanla
olmayanı , güvenle yürünecek sokakla yürünmeyecek olanı
size söyleyen ya da arabanın motorunu gözden geçirmenizi
isteyen önseziler, fiziksel dünyada kalmanıza yardımcı olur­
lar.
Sezgi, yaratıcılığa hizmet eder; tasarınız için hangi ki­
tabı almanızın uygun olacağını, ihtiyaç duyduğunuz meslek­
taşınızla nerede karşılaşacağınızı, bir alanla ilgili hangi fi­
kirlerin bir başka alanda hangi fikirlerle tamamlanabileceği­
ni söyler. Belli bir resmin gri, bir başkasının mor boyanması

72
Yaratma
gerektiğini bir önsezi belirler. Daha önce hiç denenmemiş bir
fikrin işe yarayabileceği düşüncesi bir sezgidir.
Sezgi, ilhama hizmet eder. İlham, bir sorunun birden
doğan yanıtıdır; karışıklık sisinde oluşan bir anlamdır; ka­
ranlığa gelen I şık'tır. O, Tanrısal bir tezahürdür.
Sezgi, değişik kaynaklar tarafından kullanılabilen bir
tür elektrik teli tertibatı olarak düşünülebilir. Bu kaynaklar­
dan biri ruhtur. Sezgi, deyiş uygunsa, kişilik ve ruh arasın­
daki b ir telsiz telefondur. Bu bağlantı, yüksek benlik aracılı­
ğıyla gerçekleşir.
Yüksek benlik, ruh kişilikle haberleşmek istediğinde,
aralarındaki bağlantıyı kuran hattır; kişilik ve ölümsüz ben­
lik arasındaki diyalogdur. Kişilik-ruh haberleşmesi yüksek
benliğin deneyimidir; ama kişilik ruhunun bütünüyle bağ­
lantı kuramaz.
Ruhun bütün enerjisi enkarne olmaz. Ruh enkarne ol­
mak için, fiziksel ortamda şifa bulmalarını istediği bölümle­
riyle, o yaşam dilimindeki şifa sürecine yardımcı olacak bö­
lümlerinden bir kişilik yaratır.
Ruhun enerjisi öyle güçlüdür ki, gerçekten o form'u (be­
deni) patlatmadan bir fiziksel form'a dönüşemez. Ruh, insan
deneyimi kazanmak için kişiliği yaratırken, bazı bölümlerini
ayarlar ve o bölümlerin enerjisini indirger. Yüksek benliği­
niz, ruhunuzun içinizdeki yüzüdür, ama ruhunuzun tamamı
değildir; ruhunuzun daha küçük bir birimidir. Bu nedenle,
"yüksek benlik" "ruhun" başka bir anlatımıdır, ama ruh
yüksek benlikten daha öte bir şeydir.
Gözünüzün önüne bir fincan , bir galon ve bir su tankı
getirin. Su tankı ruhtur. Ruhun bir yönü (veçhesi) bir galon
olur. O galon hala ruhtur, ama ruhun tamamı değildir; deyiş
uygunsa, ruhun görevdeki bölümüdür. Kişilik ise fincandır.
Fincan galonla, yani yüksek benlikle bağlantı halindedir
ama su tankının bütünüyle doğrudan ilişki kuramaz.

73
Mut{aK._ <jücün '.Yo{u
Kişilik ve ruhu arasındaki iletişim sezgiye dayalı bir iç
işlemdir; kendi iç sisteminize bağlı organik bir işlemdir. Ak­
lınızdan , kalbinizden ve sezginizden aldığınız verileri yüksek
benliğinizin rehberliğine güvenerek kullanırsanız, örneğin,
karar verme işlemini sezgisel bir işlem haline getirebilirsi­
niz. Bu kaynaklardan her biri kendi enerji sisteminizin bir
parçasıdır. Kişiliğiniz ve yüksek benliğiniz, ruhunuza ait bö­
lümlerdir.
Sezgi ayrıca, kişiliğin, yüksek benliği aracılığıyla, kendi
ruhunun ötesinde, daha ileri süreçler içinde bulunan diğer
ruhlardan da bilgi almasını mümkün kılar. Kendi yüksek
benliğinizden başka rehberlik kaynakları da, deyiş uygunsa,
aynı radyo istasyonunda buluşabilirler. Bu, sezgisel bir iş­
lemle aynı şey değildir. Bu işlemde rehberliği algılamak için,
sezgisel kanallardan yararlanılır.
Sezgisel kanallar vasıtasıyla bilgi almak, sezgisel işlem­
lerle bilgi almaktan önemli ölçüde farklıdır. Sezgisel işlemler
yoluyla b ilgi almak, yemeği evde pişirmeye, sezgisel kanallar
yoluyla b ilgi almak ise yemeği dışarıya ısmarlamaya benzer.
Çok-duyulu i nsanın sezgisel işlemler yoluyla ve sezgisel
kanallar yoluyla aldığı rehberlik, onun esenliği, mutluluğu
ve gelişmesi için güneş ışığı ve temiz hava kadar gereklidir.
Çok-duyulu insan , sezgileri aracılığıyla gerçeği bilinçli ola­
rak anlamaya ve deneyimlemeye başlar.
Gerçek nedir?
Gerçek, sizi saptı rmayan , tam tersine güçle donatandır.
Bu nedenle, derece derece gerçek vardır, ama genel anlamda
gerçek, zarar vermeyendir. Gerçek zarar veremez.
Fizik-ötesi öğretmenlerle ilişkili yüksek benlik, sadece
sizin için değil, onunla temasa geçen herkes için doğru olan
bir gerçeklik düzeyi yaratır. Eğer, sezgisel kanallar vasıta­
sıyla aldığınız rehberlikten size özel (kişisel) bilgileri çıkar­
sanız bile, gerçeğin başkalarına da uyan bir parçası, ya da

74
ry'aratma
en azından koşulsuz sevgi orada kalır, oysa kendi sezgisel iş­
leminiz yoluyla aldığınız bilgilerin çoğu sadece sizin için ge­
çerlidir. Kişisel gerçekle kişisel olmayan gerçek arasındaki
fark budur. Her ikisi de doğrudur, ama kişisel gerçek size,
kişisel olmayan gerçek ise herkese aittir. Gelişmek için nasıl
vitaminlere, şefkat ve sevgiye ihtiyacımız varsa, gerçeğe de
öyle ihtiyacımız vardır.
Sezgisel işlemler ya da sezgisel kanallar yoluyla gelen
gerçek, bazen sizin kendi korkularınızla kirlenebilir. Burada
aklınız devreye girmelidir. Başka bir deyişle, temiz bir sezgi
aldığınızı düşünebilirsiniz, ama bu bilgiyi tıpkı "Karımla ilgi­
li deneyimim, kuşkumu destekliyor mu?" sorusuyla olduğu
gibi mantıkla incelerseniz, aslında bir güvensizlik duygusu­
na karşılık vermekte olduğunuz fark edebilirsiniz. Böyle bir
inceleme, kocaya, duygusal tepkisinin karısının harekete ge­
çirdiği enerjiye değil de, kendi güvensizlik duygusuna bir ya­
nıt olduğunu gösterebilirdi. Kendi sezgisel işlemlerinizle ya
da sezgisel kanallarla gelen yanıtlar, sizin yapmak istedikle­
rinizle çatışabilirler. Aşağı benliğiniz, kişiliğiniz çatışma ya­
ratmamalı, bu yanıtlara mantıkla yaklaşmalıdır.
Aldığınız rehberlik kaynaklarını birbirinden ayırmayı
öğrenecek bir düzeye erişmeniz doğaldır. Sezgi yoluyla algı­
lanan gerçekler tarafından yönlendirilme fikri beş-duyulu in­
sana olağandışı gelir. Beş-duyulu kişiliğin deneyimleri üzeri­
ne kurulu psikoloji, sezgiyi kabul etmez; o, fiziksel algı, etki
ve kavramayı kabul eder, inceler ve öğrenmeye çalışır. Çok­
duyulu kişiliğe ise yüksek benliğinden ve -yüksek benliği
aracılığıyla- daha gelişkin ruhlardan öğrendiği gerçeklere
güvenmemek olağandışı gelir.
Kişilik, hiçbir biçimde ruhundan ayrı değildir, ruh ve
kişiliklerine sürekli olarak yardım edilir ve kişisel olmayan
şefkat ve bilgelikle yol gösterilir. Bu hem beş-duyulu hem de
çok-duyulu kişilik için geçerlidir, ama beş-duyulu kişilik,

75
Afutfak, (jücün 'Yofu
ruhunun farkında olmadığı gibi, yüksek benliğinden ve daha
gelişmiş ruhlardan aldığı rehberliğin de farkında değildir.
Çok-duyulu kişilik ise ruhunun farkına varmıştır -kendini
ruhuyla aynı düzeye getirmeye, uyum içine sokmaya, yüksek
benliğini aynen bedende ifade etmeye çalışır- ve kendi ruhu­
nun ve ruhuna destek veren diğer ruhların sevgi dolu yar­
dımlarını bilinçle diler ve alır.

76
6

IŞIK

Ruh fiziksel değildir, ama o, varlığınızın güç alanıdır.


Yüksek benlik de fiziksel değildir, ancak yüksek benlik te­
kamül etmiş insanın , tamamen uyanmış kişiliğin canlı mode­
lidir. Sezgi deneyimi, beş duyunun verileriyle açıklanamaz ,
çünkü sezgi fizik-ötesi dünyanın sesidir. Bu yüzden, fizik­
ötesi realitenin varlığını kabul etmeden , ruhunuzu ya da
yüksek benliğinizi veya sezgilerinizi anlamanız mümkün de­
ğildir.
Mantık yoluyla alınan bilgi ne Tanrı'nın ne de fizik­
ötesi realitenin varlığına kanıtlar getirebilir; çünkü fizik­
ötesi realitenin kanıtı, aklın araştırdığı boyutta bulunamaz.
Bu nedenle, beş-duyulu kişiliğin bakış açısından "Fizik-ötesi
var mı?" diye sorduğunuzda, aslında şunları soruyor olursu­
nuz: "Eğer fizik-ötesi realitenin varlığını kanıtlayamıyorsam,
bunun saçma olduğuna mı karar vermeliyim? Bu konuda bir
yanıt bulunmadığına mı karar vermeliyim, yoksa kendimi
yanıtın bulunabileceği bir düzeye kadar genişletmeli mi­
yim?"
Farklı bir gerçek düzeyini öne süren bir soru soruldu­
ğunda -bu soru ne olursa olsun- bilim adamları, gerçeği kova-

77
!Mutfufc. (jücün 'Yo{u
!ayanlar hep zihinlerini esnetme yolunu seçmişlerdir. Örne­
ğin tekamülümüzün bir döneminde, "Gözün görebildiğinden
daha küçük yaşam formları var mı?" diye sorulmuştu. Beş­
duyulu algının yanıtı "Hayır" oldu. Bazıları bu yanıtı kabul
etmediler ve mikroskop bulundu. Sonra, "Doğanın mikros­
kop aracılığıyla görülenden daha küçük parçaları var mı?"
diye soruldu ve beş-duyulu algının yanıtı yine "Hayır" oldu.
Ama durmadık, durmak yerine atom ve atomaltı parçacıklar
konusunda zengin bir anlayışı keşfettik ve geliştirdik.
Ancak, eskiden "yok" diye düşünülenin "var" olduğunu
görmek için aletler üretmeden önce, zihnimizi esnetmemiz
gerekiyordu. Gelişkin ya da esnek bir zihnin çabası ve göre­
vi, kabul edilebilir gerçeğin sınırları içinde yanıtlanamayan
soruları yanıtlayabilmek için, bu yanıtların bulundukları bir
düzeye kadar genişlemek olmalıdır.
Fizik-ötesi realite nedir?
Fizik-ötesi realite sizin yuvanızdır. Siz fizik-ötesi reali­
teden geldiniz, fizik-ötesi realiteye döneceksiniz; ve sizi oluş­
turan ana parçanız ise sürekli olarak fizik-ötesi realitede
yaşar ve orada tekamül eder. Gezegenimiz üzerindeki mil­
yarlarca insan için bu böyledir. Bu nedenle, başka insanlarla
olan etkileşimlerinizin asıl bölümü fizik-ötesi realite içinde
meydana gelir. Ö rneğin, size duygusal yönden yakın biri
için , ailenizin bir üyesi için sevgi dolu düşünceler ürettiğiniz­
de, bilincinizin niteliğini değiştirmiş olursunuz, sizin bilinci­
nizdeki bu değişiklik o kişinin enerji sistemine katkıda bulu­
nur.
Sözgelimi, babasına kızgınlık duyan bir kız, babasıyla
ilişkisinde daha derin bir anlayışa ulaşabilir; sevgi ya da so­
rumluluk duygularının gelişmesi için kendisine gereken ana
dersin devreye girmesinde babasının üstlenmiş olduğu kar­
mik rolü fark edebilir; bu durumda eğer şifa bulmak ve ba­
basıyla ilişkilerini düzeltmek doğrultusunda açık ve kesin

78
:Yaratma
bir niyet beslerse, babasına bu konuda bir şey söylemese bi­
le, hiç kuşkunuz olmasın, baba kızının niyetin i fark edecek­
tir, belki bilinçli zihniyle değil, ama tüm varlığıyla kızının ne
yapmakta olduğunu hissedecektir. Bilinçli zihniyle daha ön­
ce hiç düşünmediği konularda birden aşın duygusallığa gire­
cek ya da kızının çocukluk resimlerine bakma isteği duyacak
ve nedenini bilmeden kalbinde bir çekim hissedecektir.
Deyiş uygunsa, bilgisayara yüklenmiş bu bilgilerin de­
ğiş tokuşuna size yakın ruhlarla ve bir ölçüye kadar da ilişki­
de olduğunuz bütün ruhlarla birlikte katılırsınız. Siz kendi
verilerinizi ve bir ruha gönderdiğiniz veriyi değiştirdiğinizde,
o bilgi gönderdiğiniz ruhun sisteminde işlemden geçirilir. Ni­
yetlerinizin neden ve sonuçları, enerjinizi biçimlendirmek
için seçtiğiniz yol başkalarını bu düzeyde etkiler.
Bu nasıl gerçekleşir?
Bütün varlıklar gibi siz de bir Işık sistemisiniz. Işığı­
nız'ın frekansı bilincinize bağlıdır. Bilinç düzeyinizi değiştir­
diğinizde, Işığınız'ın titreşim frekansını da değiştirmiş olur­
sunuz. Örneğin , size haksızlık eden birini, ondan nefret et­
mek yerine bağışlamayı seçerseniz, Işığınız'ın frekansını de­
ğiştirirsiniz. Birine yabancılık ya da soğukluk duymak yeri­
ne, sevgi ya da yakınlık duyarsanız, Işığınız'ın frekansını de­
ğiştiririniz.
Duygular, farklı frekanslara sahip enerji akımlandır.
Nefret, kıskançlık, kibir ve korku gibi olumsuz olduklannı
düşündüğümüz duygular, sevgi, şefkat, neşe gibi olumlu ol­
duklarını düşündüğümüz duygulara kıyasla daha düşük fre­
kansa ve daha az enerjiye sahiptirler. Öfke gibi düşük-fre­
kanslı bir enerji akımını, bağışlama gibi yüksek-frekanslı bir
enerji akımıyla değiştirmeyi seçtiğinizde, Işığınız'ın frekansı­
nı yükseltmiş olursunuz. Sisteminizde yüksek-frekanslı ener­
ji akımlarının dolaşmalarına izin verirseniz, enerji düzeyiniz
de yükselir. Sözgelimi, bir insan üzüntü ya da endişe içindey-

79
!Mutfak.. (jücün 'Yo{u
se, kendini fiziksel olarak tükenmiş hisseder, çünkü düşük­
frekanslı bir enerji akımıyla birleşmiştir. Bu durumdaki bir
insan ağırlaşır ve donuklaşır, oysa sevinçli bir insan enerji
dolar ve kendini canlı hisseder, çünkü sisteminde yüksek­
frekanslı bir enerji akımını dolaştırmaktadır.
Farklı düşünceler farklı duygular yaratırlar. Ö rneğin,
öç almaya, şiddete ve açgözlülüğe ya da başkalarını kullan­
maya yönelik düşünceler öfke, nefret, kıskançlık ve korku
gibi duygular üretirler. Bunlar düşük-frekanslı enerji akım­
larıdır, bu yüzden Işığınız'ın ya da bilincinizin frekansını dü­
şürürler. Yaratıcı, sevgi dolu ya da başkalarına yardıma yö­
nelik düşünceler takdir, bağışlama ve sevinç gibi yüksek­
frekanslı duygulara yol açarlar ve sisteminizin titreşim fre­
kansını yükseltirler. Eğer düşünceleriniz, size düşük-fre­
kanslı enerji akımlarını çeken düşüncelerse, fiziksel ve duy­
gusal davranışlarınız bozulacak, bu durumu da duygusal ya
da fiziksel bir hastalık izleyecektir; öte yandan, yüksek­
frekanslı enerji akımlarını çeken düşünceleriniz, fiziksel ve
duygusal sağlığınızı yaratacaktır.
Düşük-frekanslı sistemler, yüksek-frekanslı sistemler­
den enerji çekerler. Duygularınızın ve düşüncelerinizin far­
kında değilseniz, frekansınız, sizinkinden daha düşük-fre­
kanslı bir sistem tarafından zayıflatılır ve enerjiniz o sistem
tarafından çekilir. Ö rneğin canı sıkkın birinin, insanın "içini
tükettiğini" ya da "enerjisini emdiğini" söyleriz. Yeterli yük­
sek-frekansa sahip bir sistem, Işığı'nın niteliğiyle sizin siste­
minizi etkiler, bu da sizi rahatlatır, yatıştırır ya da canlandı­
rır. Böyle bir sistem "ışıldayan" bir sistemdir.
Düşüncelerinizi seçerek ve hangi duygusal akımlardan
kurtulup, hangilerini güçlendireceğinize karar vererek, Işığı­
nız'ın niteliğini belirlemiş olursunuz. Başkaları üzerinde ya­
ratacağınız etkileri ve yaşamınızdaki deneyimlerin doğasını
belirlemiş olursunuz.

80
'Yaratma
"Işık" bilinci temsil eder. Bir şeyi anlamadığımızda, " ko­
nuyu aydınlat," deriz. Aklımız karıştığında, "biraz daha ı şığa
ihtiyacımız var," deriz. Birden bir fikir doğduğunda, " ı şık
yandı," deriz. Bir insan bütünüyle bilinçlenmişse, onun " ay­
dınlanmış" olduğunu söyleriz. Olumsuz bir düşünce ya da
duyguyu uzaklaştırdığınızda, düşük-frekanslı enerji akımla­
rını da sisteminizden uzaklaştırmış olursunuz, bu da bilinci­
nizin frekansında gerçekten yükselme sağlar.
Evren 'i ışık, frekanslar ve değişik frekanslardaki enerji­
ler gibi fiziksel ışığı incelerken alışık olduğumuz kavramlar­
la düşünmek, yalnızca benzetme yapmak değildir. Bu, Ev­
ren'i düşünmenin doğal ve güçlü bir yoludur, çünkü fiziksel
ışık, fizik-ötesi Işığın bir yansımasıdır.
Fiziksel ışık, ruhunuzun Işığı değildir. Fiziksel ışık belli
bir hızla yol alır; daha hızlı gidemez. Ruhunuzun Işığı bir
anda her yere ulaşabilir. Kızın babasına sevgiyle yönelmesi
ile babasının ruhunun bu n iyeti fark etmesi arasında geçen
bir zaman yoktur. "Anındalık, " bu yüzden , sizin yaşamınızda
çok büyük bir anlam ifade eder, çünkü enerjinizi kullanma
biçiminize yönelik seçimlerinizle oluşturduğunuz kararların
sonuçları, fizik-ötesi realitede anında belirirler. Onlar sizin
gerçek kimliğinizle bir'dirler.
Ruhunuzdan doğan enerj iler anı nda her yere yayılırlar.
Kişiliğinizden doğan enerj iler, fiziksel ışığın yolunu izlerler.
Ö rneğin korku, kişiliğe ait bir deneyimdir. Ruh, karışıklık
içinde ve Işık'tan uzak bulunabilir, ama korku hissetmez.
Ruhun bir parçası Işık'tan yoksunsa, kişilik bu Işık'tan yok­
sunluk halini korku olarak hisseder. Korku kişiliğe özgüdür,
bu yüzden uzay ve zamana b ağlıdır. Koşulsuz sevgi ruha öz­
güdür, anında yaşanır, Evrensel ve sınırsızdır.
Görülebilir ışık, frekanslara ayrılmış bir enerji dizisinin
(sürekliliğinin) oktava benzer bir bölümüdür ve gözün göre­
bileceği sınırlar içinde aşağı-yukarı yayılır; deyiş uygunsa,

81
:Mutfak_ <jücün ')"ofu
fizik-ötesi Işık dizisi de insanın var olduğu frekans alanında
aşağı-yukarı yayılır. Görülebilir ışık, nasıl fiziksel ışık dizisi
içinde belirli bir frekans alanında deneyimlenebiliyorsa, in­
san , fizik-ötesi Işık dizisi içinde de belirli bir frekans alanını
deneyimler.
Başka zekalar (varlıklar), başka frekans alanlarında
bulunurlar. Ama bu Yaşam formları varlıklarını bizden ayrı
yerlerde sürdürmezler. Tıpkı kızılötesi, morötesi ışınların,
kısa dalgalı ışınların , ve daha pek çok frekans ve frekans
alanlarının görülebilir ışık tayfıyla bir arada bulunmaları
ama bizim onları göremeyişimiz gibi, fizik-ötesi Işığın farklı
frekans alanlarıyla tanımlanan Yaşam formları da bizimle
aynı ortamı paylaşırlar, ama biz onları göremeyiz. Şu anda
oturduğunuz yerde pek çok farklı varlık ya da varlık grubu
bulunmaktadır ve her biri kendi realitesi içinde ve kendi yo­
lunda faaldir ve tekamülünü sürdürmektedir. Nasıl kısa dal­
ga ı şıma görülebilir ışıkla birlikte bulunuyor ama insan gö­
züyle fark edilemiyorsa, bu realiteler de sizinkiyle aynı bi­
çimde karışmış durumdadırlar.
İnsanlığımız, fizik-ötesi Işığın tayfı içinde bir frekans
alanından daha yüksek bir frekans alanına doğru tekamül
etmektedir. Bu, beş-duyulu kişiliğin çok-duyulu kişilik hali­
ne gelmek üzere tekamül etmesidir. Çok-duyulu kişilik, beş­
duyulu kişiliğe kıyasla çok daha parlaktır ve enerji doludur;
ruhunun Işığı'nın farkına varmıştır ve beş-duyulu kişiliğin
göremediği Yaşam fo rmlarını sezip, onlarla iletişim kurabile­
cek yetenektedir.
Evren , alt ve üst noktaları olmayan bir hiyerarşi düze­
nidir. Bu hiyerarşi düzeyleri arasındaki anlayış uyarınca,
düşük düzeylerdeki ruhlar farkındalıklarını artırmaya uğra­
şırlarken , yüksek idrakler de onların deneyimlerine katkıda
bulunabilirler, hatta bu yardıma teşvik edilirler. Bu nedenle,
her zaman üst düzeyden yardım gelir. Siz de bu işlemin için-

82
ry'aratma
desiniz, ancak yardım ruhsal düzeyde alındığı için, kişiliği­
niz bunun farkında değildir.
Beş-duyulu kişiliğin farkında olmadığı , hatta mutlak
güçle donanmış çok-duyulu bir kişiliğin bile yaşamının so­
nunda fizik-ötesi realiteye dönene kadar hatırlamayacağı
pek çok şey vardır. Ö rneğin, ruhunuzun geçmiş ve gelecekte­
ki kişiliklerine ait birçok enkarnasyonun farkında değilsiniz,
ama varlığınızın birçok bölümü -tıpkı bazı ilişkileriniz gibi­
doğrudan bu yaşam dilimlerinden hasıl olur. Eğer varlığını­
zın bir yönü "siz-öğretmen" ya da "siz-asker" olarak fiziksel
alemde tezahür etmişse, bu fiziksel yönünüze bağlı fizik­
ötesi yönleriniz de vardır ve bunlar söz konusu "öğretme" ya
da "savaşma" dinamiğine, bir parçası olduğunuz ve b ağlı bu­
lunduğunuz fizik-ötesi alemden etkin bir biçimde katılırlar.
Fiziksel olarak tezahür eden yönünüz ise çok, çok daha
önemli ve karmaşık bir gücü temsil eder.
Bize yapılan fizik-ötesi yardımlar, frekansı bizimkinden
yüksek olan fizik-ötesi Işık alanlarından gelir. Beş-duyulu
kişiliğin farkına varmadığı , çok-duyulu kişiliğin farkında ol­
duğu yardımcı ve rehber varlıklar Evren'de idraki açıdan biz­
den daha üst düzeyde bulunurlar, bundan dolayı, bizim bir­
birjmize sağlayamayacağımız nitelikteki rehberlik ve yardı­
mı bize sağlarlar.
Beş-duyulu kişilik, idrak düzeylerinden meydana gelen
hiyerarşi içinde bir basamak oluşturur; bu basamak, başka­
ları üzerinde hakimiyet kurma yeteneğinin az, incinme olası­
lığının yüksek olduğu, düşük bir idrak düzeyidir. Ancak Ev­
ren'in gözünde, yaradılışın bütün basamakları eşdeğerlidir,
hepsi değerlidir. Mutlak güçle donanmış bir gözle bakıldığın­
da, yaradılış içinde üst düzeyde bulunan bir varlığın, alt dü­
zeydekilere kıyasla, bakış açısını daraltan engelleri daha bü­
yük bir beceriyle ortadan kaldırabildiği görülür. Bu varlık,
sevgi ve bilgelik içinde daha kolay yaşayabilir ve başkalarına

83
!Mutfufc. <jücün 'Yo{u
da, aynı sevgi ve Işığa doğru tekamül edebilmeleri için daha
büyük bir istek ve beceriyle yardım eder.
Her insan ruhunun, hem rehberleri hem de öğretmenle­
ri vardır. Rehber, öğretmen değildir. Rehberler, danışman
olarak başvurulan, belli alanların uzmanları gibi düşünüle­
bilirler. Ö rneğin bir kitap yazıyor, bir tasarı üretiyor ya da
bir işi düzene sokuyorsanız, yaptığınız işe katmak istediğiniz
sıcaklık, yaratıcılık, içgörü gibi niteliklere sahip bir rehber­
den yardım alabilirsiniz.
Ö ğretmenlerle ilişkilerimiz, deyiş uygunsa, daha kişisel
bir düzeyde yürür; her ne kadar bunlar, gerçekte kişisel ol­
mayan enerjiler olsalar da, biz onlarla aramızda kişisel bir
ilişkinin varlığını hissederiz. Fizik-ötesi bir öğretmen, sizi
ruhunuza giderek daha fazla yaklaştırır; dikkatinizi yukarı
uzanan ( dikey) bir yola yöneltir ve böyle bir yolla yatay uza­
nan bir yol arasındaki farkı görmenizi sağlar.
Dikey yol, farkındalığın yoludur. Bu, bilincin ve bilinçli
seçimin yoludur. Ruhsal tekamülünü hızlandırmayı, yüksek
benliğinin farkındalığını kazanmayı seçen biri , dikey yolda
yürümektedir. Dikey yol, berraklık yoludur. Berraklığı yara­
tan potansiyel, sizin fizik-ötesi öğretmeninizle etkileşiminiz­
den doğan deneyimin kendisidir.
Yatay yol, kişiliğinizi tatmin eden yoldur. Sözgelimi, bir
iş adamı ya da iş kadını, yaşamını sürekli para kazanmaya
adamışsa, yatay yolda yürümektedir. Girişimleri ne kadar
farklı olursa olsun , hepsi özünde aynıdır; eğer para kazanır­
larsa, kişiliklerini hoşnut ederler; eğer para kaybederlerse,
kişiliklerine acı çektirirler, ama yüksek benliklerine hizmet
etmezler, ruhsal tekamüllerine hizmet etmezler.
Duygusal ve cinsel ihtiyaçları gibi, sadece kendi ihtiyaç­
larını doyurmak amacıyla ilişkiler kurmak isteyen biri, her
ilişkisinin aslında bir diğeriyle aynı olduğunu görecektir; ya­
şamındaki kişilerin birbirinin yerine geçebileceklerini, birin-

84
Yaratma
ci kişiyle olan deneyimleriyle, ikinci kişiyle olan deneyimleri­
nin aslında aynı olduğunu fark edecektir. Bu, yatay yoldur.
Her yeni deneyim, gerçekte yeni değildir, aynı şeyin tekrarı
gibidir. Özlü ve derin ilişkiler kurmak, bilinçli ve karşı tarafı
önemseyen bir yaklaşımı gerektirir. Dikey yol budur.
Ancak bu, öğrenmenin tüm durumlarda gerçekleşmeye­
ceği, ya da yatay yol ruhun öğrenimine uygun değilse, ruhun
bu yolu ardında bırakmayacağı anlamına gelmez. Her ruh,
er geç mutlak güce yönelecektir. Her yol bu hedefe hizmet
eder ve her ruh bu hedefe ulaşacaktır. Dikey yol, bunu bilinç­
le yapmaya karar verdiğinizde başlar.
Rehberler ve öğretmenler, ruha tekamülünün her aşa­
masında yardım ederler. Bir ruhun rehber ve öğretmenleri­
nin sayısı, o ruhun üstesinden gelmeye çalıştığı işlere ve far­
kındalık düzeyine bağlıdır. Daha büyük tasarıları üstlenen
ruhlar daha fazla yardım alırlar.
Ruhunuz , rehberlerini ve öğretmenlerini tanır. Sizin en­
karnasyonunuzu planlarken onların bilgelik ve şefkatinden
yararlanır ve ruhunuzun siz olan parçasını, enkarnasyonu­
nuz sona erdiğinde, eve dönme zamanınız geldiğinde, onların
bekleyen kolları sarar. Size her an yol gösterilir, her an yar­
dım alırsınız. Işığa yönelmenizi sağlamak üzere sizi her an
teşvik ederler.
Ancak kararlarınızı kendiniz vermek zorundasınız.
Fizik-ötesi bir öğretmen bunu sizin yerinize yapamaz, yap­
mak da istemez; o size yaşamınızdaki öğretici deneyimler
aracılığıyla yardım eder. Onun size verebileceği yanıtlar, si­
zin soracağınız sorulara bağlıdır; bu soruları sizi harekete
geçiren nedenleri, dürtülerinizi sorgulayarak, dua ederek ya
da meditasyon yaparak oluşturabilir, kendinizi gelecek kar­
şılıklara açık tutar, ya da bu yeteneğini geliştirmiş çok-du­
yulu insanın yaptığı gibi, doğrudan sorabilirsiniz. Bir dizi so­
ru sorduğunuzda, önünüzde bir dizi kapı açılır, ve b aşka so-

85
!Mut{ak._ Çjücün 'YoCu
rular sorduğunuzda önünüzde başka kapılar açılır.
Öğretmen ya da öğretmenleriniz, size her an kişisel ol­
mayan bir şefkat ve açıklıkla yol gösterirler. O, her seçimini­
zin olası sonuçlarını gözden geçirmenize yardımcı olur; şifa­
ya ihtiyacı olan yönlerinizi fark etmenizi sağlayacak biçimde
duygularınızı etkiler; o, sorularınıza yanıt verir, ama bunun
için önce sizin soruyu sormanız, dolayısıyla kendi enerjinize
kendiniz yön vermeniz gerekir. Öğretmeniniz size, hangi se­
çimlerin hangi sonuçlara yol açacağı konusunda öğüt verebi­
lir, ama hangi seçimi yaparsanız yapın, size bilgelik ve şef­
katle yol göstermeye devam eder.
Bir öğretmen sizin için ne bir karma yaratabilir, ne de
bir kanna'yı ortadan kaldırabilir. Hiçbir varlık, hatta fizik­
ötesi bir öğretmen bile, yaşamınızın, enerjiyi kullanma biçi­
minizin sorumluluğunu üstlenemez, ama fizik-ötesi bir öğ­
retmen seçimlerinizin ve deneyimlerinizin neyi temsil ettik­
lerini anlamanıza yardımcı olabilir, size sorumluluk duygu­
su içinde bilgece seçimler yapmanızı sağlayacak bilgileri ve­
rebilir. Bu nedenle, size yönelik rehberlik ve yardımlardan
bilinçli olarak yararlanma, fizik-ötesi bir öğretmenle bilinçli
olarak iletişim kurma yeteneği, tarife sığmaz bir hazinedir,
her türlü sözcüğün ve değerin ötesinde bir hazinedir.
Verdiğiniz her karar, sizi ya kişiliğinize ya da ruhunuza
yaklaştırır. Verdiğiniz her karar şu sorulara birer yanıttır:
"Sevgiyi hangi yolla öğrenmeyi seçiyorsunuz?" ,"Mutlak güçle
donanmayı hangi yolla öğrenmeyi seçiyorsunuz -kuşku ve
korkuyla mı, yoksa bilgelikle mi?" Bu konu, Cennet Bahçesi
öyküsünün can damarıdır. Bütün insan ırkına sunulmuş
Gerçeğin Ağacı (Tuba Ağacı) şöyle der: " Öğrenin ! Hangi yolla
öğrenmek istiyorsunuz?"
Bu ilk ve temel özgür irade eylemidir: Hangi yolla öğ­
renmek istiyorsunuz? Bu, her birinizin yaşam durumlarında
sürüp gitmekte olan bir sorudur. Bu, ebedi ve ezeli bir soru-

86
9"'aratma

dur; deyiş uygunsa, Broadway'de sahnelenmekte olan en


uzun gösteridir. Hangi anda ve hangi koşullar altında bulu­
nursanız bulunun, Cennet Bahçesi durup dinlenmeden hep
aynı soruyu sorar. Size her defasında, en küçük bir olayda
bile, hep aynı fırsat tanınır: "Kuşkunun ve korkunun yolunu
mu, yoksa Bilgelik Ağacı'nı mı seçeceksiniz?
Yaşam Ağacı (Tuba Ağacı), Bilginin, Gerçeğin ve Bilgeli­
ğin Ağacı, size tanınan bir fırsat, sorulan temel sorudur.
Adem ile Havva, Cennet Bahçesi'nin erkek ve dişi öğeleri,
simgesel elmayı koparmakla bilgiyi kötüye kullanmış oldu­
lar. Seçimleri, bilgiyi kötüye kullanma yönündeydi, bu ne­
denle de utanç duygusunu yaratmış oldular. Oysa, o ana ka­
dar utanç duygusu insanlar için öngörülmemişti. Bilgiyi, ger­
çeği, bilgeliği kötüye kullanmak, sıkıntı ve utanç üretti. Bu
da suçluluk duygusunun oluşmasına yol açtı. Suçluluk duy­
gusu da korkuyu doğurdu ve böylece insan ırkı tekamül yol­
culuğuna başlamış oldu.
Elmayı koparma kararı, tekamülü başlatan en yüce dü­
zenin bir kararıydı; bu, bir insanın verdiği kararı anlamakta
kullandığımız kıstaslarla idrak edilemeyecek bir düzendir.
Bir bireyin yaşamıyla, ya da daha geniş ölçüde, bireylerin ya­
şamlarıyla ilgili kararlardan söz etmekle, insan ırkının mil­
yarlarca yıl önce girdiği tekamül ve öğrenme sürecinin başla­
ma biçiminden söz etmek arasında çok fark vardır.
Cennet Bahçesi öyküsündeki elmayı koparma kararı,
iki kişinin gerçekten öyle bir sahnede var olup da, bir elmayı
koparmaya karar vermiş oldukları anlamına gelmez. Bu,
sizin ya da benim "Bunu mu, yoksa şunu mu seçmeliyim"
diye düşünüp verdiğimiz bir karar biçiminde değildir. Cen­
net Bahçesi öyküsü, bütün Dünya ve insanlık deneyiminin
başlangıcını tarif eder; yaratma ve biçim verme enerjilerine,
gerilime sahip büyük grup bilinçlerini etkileyen enerji pren­
siplerini işaret eder. Bunların, insan deneyiminin kutbiyetle-

87
:Mutfufc. (jücün '.YoCu
ri olarak ortaya çıkan ken di kutbiyetlerini oluşturma süreç­
lerinde, kuşku ve korku da güven (itimat) ve Işığın karşısın­
da yer aldılar, ve bu duygular böylece var oldular.
Bununla birlikte, Cennet Bahçesi öyküsünü, insanın
kuşku ve korku ile bilgelik arasındaki seçimi olarak anla­
mak da yanlış değildir, çünkü bilgelik ya da kuşku ve korku
yoluyla öğrenmek arasındaki seçim, her insanın her gün, her
dakika karşılaştığı her olaya verdiği tepkinin bir parçasıdır,
ve bu tepki bizim tekamülümüzü etkileyen dinamikleri yan­
sıtır.
Bu da bizi, seçim, Işık ve fiziksel realite arasındaki iliş­
kiye götürür.

88
7

NİYET i

Tüm formlar fiziksel değildir. Ö rneğin bir düşünce, bir


formdur. Düşünceyi oluşturan öz nedir? (Düşünce ne'den
oluşur?)
Bir düşünce, bilincin biçim verdiği enerj i ya da Işık'tır.
Bilinç olmadan , hiçbir form var olamaz. (Bilinçsiz hiçb ir
form yoktur. ) Işık vardır ve Işığa biçim veren bir bilinç var­
dır. Yaratma budur.
İ çinizden sürekli enerji akar, başınızın tepesinden girer
ve bedeniniz boyunca aşağı iner. Siz durağan bir sistem de­
ğilsiniz. Siz, içinizden akan enerjiyi her an bilgilendiren, di­
namik bir Işık varlığısınız . Her düşüncenizle, her niyetinizle
bunu yapıyorsunuz.
Sisteminizden akan İşık, Evrensel enerj idir. O, Evrenin
Işığı'dır. Siz bu Işığa biçim (form ) veriyorsunuz. Hissettikle­
riniz, düşündükleriniz, davranışlarınız, değer ölçüleriniz, ya­
şama biçiminiz -bütün bunlar içinizden akan Işığa nasıl bi­
çim verdiğinizi yansıtırlar. Onlar sizin Işık'la oluşturduğu­
nuz düşünce-formları, duygu-formları ve davranış-formları­
dır. Bunlar sizin kişiliğinizi, sizin uzay-zaman varlığınızı
yansıtırlar.

89
:MutfaK_ Çjücün ')'"ofu
İçinizden akan Işığı biçimlendirme yolunuzu değiştire­
bilirsiniz, bunun için bilincinizi değiştirmeniz gerekir. Ö rne­
ğin, öfke gibi bir olumsuz kalıp içindeyken, bu olumsuzluğun
yerine, bilinçli olarak şefkat duygusunu geçirmeyi seçtiğiniz­
de, ya da sabırsızlık duygusuyla başa çıkıp, bilinçli olarak
başkalarının ihtiyaçlarını anlamayı ve o ihtiyaçlara değer
vermeyi seçtiğinizde, böyle yapmış olursunuz. Bu tutumunuz
farklı düşünce, duygu ve davranış formları yaratır, deneyimi­
nizi değiştirir.
Her deneyim ve deneyiminizdeki her değişiklik bir niye­
ti yansıtır. Niyet, sadece istemek demek değildir, iradenizin
de kullanılmasıdır. Sözgelimi, kocanız ya da karınızla ilişki­
nizden hoşnut değilseniz ve bu ilişkinin değişmesini istiyor­
sanız, sadece bu yönde bir dileğinizin olması ilişkinizi değiş­
tirmeye yetmeyecektir. Bu ilişkiyi değiştirmeyi içtenlikle is­
tiyorsanız, bu değişim, onu değiştirme niyeti ile başlar. Bu
değişikliğin nasıl olacağı ise niyetinizin niteliğine bağlıdır.
Eğer niyetiniz, kocanız ya da karınızla ilişkinizin uyum­
lu ve sevgi dolu bir hale gelmesi doğrultusundaysa, bu niyet
sizi yeni algılara açacaktır. Böylece, eğer eşiniz size sevgi du­
yuyorsa, onun bu sevgiyi kendine göre ifade etme biçimini
fark edebilecek, ya da size karşı sevgisizse, bu sevgisizliği
anlayabileceksiniz. Algılarınızın açılması, sizi yeniden uyum
ve sevgiye yöneltecek, ilişkinizin değişmesi için gerekli olanı
ve bunun başarılıp başarılamayacağını açıkça görmenizi sağ­
layacaktır.
Eğer ilişkinizi bitirmeye niyet ederseniz, ilişkinizin so­
na ermesi , sona erdirme niyetinizle başlar. Bu niyet içinizde
bir huzursuzluk yaratır. E şinizle sağladığınız doyumda gide­
rek azalma hissedersiniz. Daha önce hissetmediğiniz biçim­
de, kendinizi başkalarına açılmış bulursunuz. Yüksek benli­
ğiniz sizin için başka bir eş aramaya başlamıştır. Bu eş or­
taya çıktığında, ona doğru çekilmeye başlarsınız; eğer bu eşi

90
'Yaratma
kabul ederseniz -ki bu kabul de bir niyettir- önünüzde yeni
bir yol açılır.
Eğer birbiriyle çelişen niyetleriniz varsa hırpalanırsı­
nız, çünkü her iki dinamik de harekete geçmiş ve çatışma
içine girmişlerdir. Eğer taşıdığınız bütün niyetlerin bilincin­
de değilseniz, güçlü olan niyetiniz kazanır. Ö rneğin, evliliği­
nizi iyileştirmek için bilinçli bir niyet besliyor olabilirsiniz,
ama bilinçaltı niyetiniz de bu evliliği sona erdirmek olabilir.
Eğer evliliğinizi sona erdirme doğrultusundaki bilinçaltı ni­
yetiniz, evliliğinizi düzeltme doğrultusundaki bilinçli niyeti­
nizden daha güçlüyse, huzursuzluk, doyumsuzluk ve benzeri
duygular evliliğinizi sevgi ve uyumla yürütme yönündeki bi­
linçli niyetinizi er geç alt edecekler ve sonuçta evliliğiniz bi­
tecektir.
Eğer evliliğinizi iyileştirme niyetiniz, bitirmeye yönelik
bilinçaltı niyetinizden daha güçlüyse ve eğer eşiniz de bu ni­
yeti destekleyici bir tutum içindeyse, başarılı olursunuz;
ama birbirine karşıt niyetleriniz belki her ikiniz için karma­
şa ve sıkıntı üreteceklerdir, böylece bir yandan evliliğiniz
içinde sevgi ve uyuma yönelik algılara açılırken, diğer yan­
dan huzursuzluk, doyumsuzluk hissedebilir ve başka "eşle­
re" açık olma isteği duyabilirsiniz.
Bu, bölünmüş bir kişiliğin deneyimidir. Bölünmüş bir
kişilik, kendi kendisiyle mücadele halindedir. Bölünmüş bir
kişiliğin değer ölçüleri, algıları ve davranışları bir bütünlük
içinde değildir. Bölünmüş bir kişilik, tüm bölümlerinin bilin­
cinde değildir. Bölünmüş bir kişilik korku içindedir. Elde et­
meye çalıştıklarını ve elde ettiklerini tehdit eden ken di par­
çalarından (veçhelerinden) korkar.
Bölünmüş bir kişilik, yaşam koşullarının kendisinden
daha güçlü olduklarını hisseder. Ö rneğin, evliliğini iyileştir­
me doğrultusunda bilinçli bir niyet, ama evliliğini sona er­
dirme doğrultusunda daha güçlü bilinçaltı bir niyet besleyen

91
:Mut{aK_ f.jücün 'Yo{u
bölünmüş bir ki şilik, evliliği yıkıldıktan sonra, elinden gelen
her türlü çabayı gösterdiği halde işlerin niyet ettiği gibi yü­
rümediği duygusunu taşıyacaktır. Bu, böyle değildir; her şey
tamamen niyete uygun bir biçimde sonuçlanmıştır, ama
onun birbiriyle çelişen niyetleri, deyiş uygunsa, içindeki Işık
akışında fazla çalkantı yaratmıştır.
Eğer birbiriyle çelişen niyetler gerektiği gibi dengelene­
mezlerse ve kişilik bir yönünün ya da bazı yönlerinin, bilinçli
niyetinin karşısında yer aldıkların ı kabul etmek istemez ve­
ya kabul edemezse, şiddetli bunalım ve duygusal acı halleri
ortaya çıkar. Bu, şizofreniye ve fiziksel hastalıklara neden
olabilir. Daha hafif durumlarda bile, duyulan üzüntü yeteri
kadar acı verici olur.
Bölünmüş bir kişilik, şifaya ihtiyacı olan bir kişiliktir.
Kişilik, bilinçlendikçe ve bütünlük kazandıkça, ruhun şifa
bulmak amacıyla enkarne olmuş bölümlerini iyileştirir. Bü­
tünlük kazanmış bir kişilikten akan Işık, artık tek bir parlak
ışına dönüşmüştür. Bu kişiliğin n iyetleri güçlü ve etkilidir. O
artık bir lazer, içinde gerilim farkının bulunmadığı, her dal­
gasının bir diğerini bütünüyle güçlendirdiği bir ışın haline
gelmiştir.
Bütünlük kazanmış bir kişilik, bir lazer gibi değildir;
bir lazer, bütünlük kazanmış bir kişilik gibidir. Lazer, insa­
nın yakın zamana kadar fazla önem vermediği bir enerji di­
namiğinin fiziksel realiteye yansımasıdır. Lazer, içinde bu­
lunduğumuz yüzyılın ortalarında geliştirilmiş ve böylece
insanoğlunun tekamül ederek ulaşmaya çalıştığı hedefin can
damarı olan bir dinamik fiziksel aleme yansımıştır.
Biz, bütünlük kazanmış, Işık varlıklar olduklarının,
kendi doğalarının farkına varmış ve Işıkları'na bilinçle, bil­
gelik ve şefkatle biçim veren bireylerden oluşmuş bir insanlı­
ğa doğru tekamül ediyoruz. Bundan dolayı, artık, içinde geri­
lim farkı olmayan, deyiş uygunsa, kendi kendisiyle mücadele

92
'Yaratma
halinde olmayan ışık fenomeni fiziksel olarak ortaya çıkmış­
tır. Bu, insan deneyiminde yeni bir fenomendir ve bütünlük
içindeki insanın yeni enerji dinamiğini yansıtmaktadır. Baş­
ka bir ifadeyle, artık bilimde kazanılan başarılar, bireylerin
ve ulusların laboratuvarlardaki yeteneklerini değil, insan ır­
kının ruhsal yeteneklerini yansıtmaktadırlar.
Niyetler ilişkilerden daha etkilidirler. Niyetler, yaşamı­
nızı her yönüyle etkileyen süreçleri harekete geçirirler. Söz­
gelimi, işinizi değiştirmek istiyorsanız, bu değiştirme süreci
işinizi değiştirme niyetinizle başlar. Mevcut işinizi bırakma
niyeti bilincinize yerleştikçe, başka bir yerde çalışma ya da
başka bir iş yapma olasılıklarına açık hale gelmeye başlarsı­
nız. Yaptığınız işe giderek daha az bağlılık duymaya başlar­
sınız. Yüksek benliğiniz sizin için başka bir iş aramaya baş­
lamıştır.
Bu fırsat doğduğunda, o işi kabul etmeye hazır hale gel­
mişsinizdir. Yeni konumunuza bilinçle adım atmak, o konu­
mu benimsemek için ek bir süreye ihtiyaç duyabilirsiniz,
çünkü değişikliğe direnmek insanın doğasında vardır, ama
işi kabul ederseniz, niyetiniz fiziksel olarak tezahür etmiş,
fiziksel bir form kazanmış olur.
Verdiğiniz kararlar, ne sadece nerede çalışacağınız, eşi­
nizin kim olacağı ya da nerede oturacağınız gibi konularla sı­
nırlıdır, ne de yaşamınızı en fazla etkileyen kararlar bu ka­
rarlardır. Her an Evren'e, diğer insanlara ve kendinize karşı
takındığınız tavırla bu kararınızı açığa vurmuş olursunuz.
Siz sürekli olarak kararlar verirsiniz ve bu kararlar da an be
an deneyimlerinizi yaratırlar. Siz, karar üreten bir varlıksı­
nız.
Ofkenizi yenmek, öfke yerine karşınızdakini anl ayışla
karşılamak doğrultusundaki tek bir seçiminiz genel davra­
nış biçiminizi birden değiştirmez, ama bu seçiminiz, davra­
nışlarınızı duygularınız aracılığıyla fark etmenizi sağlar; ka-

93
%utfaft <jücün 'Yofu
rarlarınızı bilinçle, sorumluluk ve bilgelikle vermeyi sürdür­
dükçe, davranış biçiminiz de kararlarınızı yansıtmaya baş­
lar. Sonuçta, içinizin derinliklerinde iş gören karar üretme
mekanizmaları -içinizden akan I şığa her an biçim veren bu
mekanizmalar- yaptığınız bilinçli seçimlerle uyum içine gi­
rerler, tıpkı siz farkındalığı seçmeden önce bilinçsizce yaptı­
ğınız seçimlerinizle uyum içinde (bir çizgide) oldukları gibi.
Kendi realitenizi niyetlerinizle yaratırsınız.
Bu nasıl olur?
Niyetler Işığa biçim verirler; Işığı harekete geçirirler.
Ö fke, hırs, kıskançlık ya da şefkat ve anlayış içeren her ni­
yet, enerjiyi, Işık düzenlerini (kalıplarını) harekete geçirir.
Fiziksel madde Işığın en yoğun, en kaba halidir.
Fiziksel realite, üzerinde Yaşam'ın tekamül ettiği ölü ya
da boş bir sahne değildir. Her fiziksel form ve fizik-ötesi form
bilincin biçim verdiği Işık'tan oluşmuştur. Her form bilince
sahiptir. Evren'de etkin düzeyde bir bilincin bulunmadığı tek
bir gezegen bile yoktur; sadece bu, bizim anladığımız, algıla­
dığımız bilinçten farklı olabilir.
Fiziksel realite ve fiziksel realitenin içindeki organizma­
lar ve formlar, iç içe Işık sistemleri halindedirler; bu Işık, ru­
hunuzun Işığı ile aynı Işık'tır. Bu Işık sistemlerinin her biri­
ne biçim veren, bilinçtir. Dünya okulunun fiziksel realitesi,
üzerinde bulunanların kararlarıyla biçimlenir.
Fiziksel realiteyle, sizin yaşamınızda verdiğiniz karar­
lar arasında nasıl bir ilişki vardır?
Realite, çok katmanlı bir yaratmadır. Aynı realiteyi
paylaşan iki kişi yoktur.
Sizin realitenizin ilk katmanı, sizin kişisel realitenizdir.
Bu, kişisel yaşamınızdır, kendi etki alanınızdır. Kararlarınız
en etkili sonuçlarını burada doğururlar ve direkt olarak his­
sedilirler. Birine soğukluk yerine şefkat duymayı seçtiğiniz-

94
'Yaratma
de, bilincinizin frekansını değiştirmiş olursunuz, bu da dene­
yimlerinizi değiştirir. Kendi kişisel realiteniz içinde bencil
ya da verici olmayı, kendinize ve başkalarına acımasızca ya
da şefkatle bakmayı, kendinize hizmet etmeyi ya da başkala­
rına ve Dünya'ya hizmeti seçebilirsiniz. Bu kararlardan her
biri, içinizden akan Işığı biçimlendirir ve içinizdeki realiteyi
yaratır. Bu realite de çevrenizdeki insanların realitelerine
yansır.

Realitenizin ikinci katmanı ailenizdir. Bireysel insan


ruhları bir araya geldiklerinde, bir grubun enerji alanını
oluştururlar; bireysel enerji alanları karışıp birleşir ve gru­
bun enerji alanı ortaya çıkar. Bu nedenle, verici ya da bencil
olmak, öfkeli ya da anlayışlı olmak gibi kendi realiteniz için­
de bir karar aldığınızda, bu karar ailenizle paylaştığınız rea­
litenin biçimlenmesine katkıda bulunur. Ailenizin bütün
üyeleri, verdikleri kararlarla aynı şeyi yaparlar. Sözgelimi,
annenizin utangaçlığı veya iddiacılığı, kızkardeşinizin kıs­
kanç veya destekleyici oluşu gibi, babanızın da güvenilir ya
da ayyaş oluşu sizin realitenizi, sözü edilen düzeyde etkiler.
Realitenizin bu katmanına yöneldiğinizde, yaşamınızdaki di­
ğer kişileri de kapsayan bir atmosfere girersiniz. Gerçi bu at­
mosfer de kişiseldir ama, yine de, kendi kişisel realitenizin
mahremiyetinin, özelliğinin dışına çıkmaya başlarsınız.

Realitenizin bundan sonraki katmanı okulunuz ya da


çalıştığınız yerdir. Bu realite düzeyi de bir "birlikte-yarat­
ma"dır, ancak ailenizle paylaştığınız realiteye kıyasla daha
az kişiseldir. Sizin kişisel realiteniz için önemli olan her algı,
bu realite için önemli olmayabilir. Orneğin, siz her duanıza
bir yanıt aldığınızı fark etmiş olabilirsiniz, ama bu, üniversi­
tenizdeki ya da iş yerinizdeki çalışmalar açısından gerekli
bir algı değildir. Bu algınızı sınıfta yanınızda oturan biriyle
ya da ön ofisteki resepsiyon görevlisiyle paylaşmanız uygun
olmayabilir.

95
!JvfutfaK._ Çjücün 'Yo{u
Realitenizin bir sonraki katmanı, uçak biletinizi satın
aldığınız görevliler, bakkaldaki insanlar, otobüs şöförleri ve
kentinizdeki dükkan sahipleri gibi yaşamınızı sürdürürken
karşılaştığınız insanları kapsar. Bu katmanda ve daha az ki­
şisellik içeren diğer katmanlarda paylaştığınız inançlar, ken­
di kişisel realitenizin inançları kadar mahrem ve kişisel de­
ğildir. O arenalarda, dünyamızdaki daha büyük ve genel
inanç atmosferiyle aynı çizgide olduğunu hissettiğiniz kişisel
inançlarınızı paylaşırsınız.
Başka bir deyişle, kişisel realitenizin dışına çıktıkça, tit­
reşimsel yönden ortak bir hayli şeyiniz olduğu, daha ve daha
çok insan tarafından paylaşılan enerji bantlarına girersiniz.
Ö rneğin pek çok insan "kent" ve "yerleşim bölgesi", pek çok
insan da "Avrupa" ve ,"Birleşik Amerika" sözcüklerinin ne an­
lama geldiklerini bilir. Bunlar paylaşılan ortak algılardır,
ama yine de "su" ve "hava" algıları kadar yaygın biçimde
paylaşılmazlar; "su" ve "hava" gezegenimizde bulunan herke­
sin ortak algılarıdır.
Gezegenimizde yaşayan herkes, "Avrupa" denen bir ye­
rin bulunduğunu bilmez. "Avrupa" sözcüğünün anlamı, geze­
genimizde bir çoğunluk algısıdır, ama "hava" gibi genel bir
algı değildir. Dualara bilinçle yanıt almak ise, gezegenimizde
yaşayan çoğunluğun paylaştığı bir algı değildir. Bu nedenle,
isterseniz bakkaldaki insanlara, dualarınıza yanıt aldığınızı
söyleyebilirsiniz, ama bilinçlerinin böyle bir olguyu kabul
edebilecek düzeyde olmadığını fark edip, kendi esenliğiniz
açısından bu algınızı paylaşmamaya karar verebilirsiniz.
Realitenizin bir sonraki katmanı kasaba ya da kentiniz,
bir sonraki katmanı, eyaletiniz ya da ülkenizde sizin yaşadı­
ğınız bölge, daha sonraki katmanı ise kültürünüz veya ulu�
sunuzdur. Bir ulus, aynı zamanda kendi kişiliğini ve ruhunu
geliştirmekte olan Gaia'nın -Dünya'nın ruhunun- kişiliğini
oluşturan parçalardan (veçhelerden) biridir. Birleşik Ameri-

96
'Yaratma
ka denen grup, Gaia'nın kişiliğinin bir yönüdür, tıpkı Kana­
da, Grönland adlı grupların ya da her ulusun kendi grubu­
nun Gaia'nın kişiliğinin birer parçası oldukları gibi. Gaia'nın
bu parçalarının tekamüllerine katılan bireysel ruhlar bu
grup enerjilerini oluştururlarken, bu uluslardaki karmik
enerji birikimi de bireylerin kişisel tekamüllerine hizmet
eder.
Örneğin, Birleşik Aınerika'yı belli bir bilinçle tekamül
eden yalın bir enerji birimi olarak düşünün. Bu ortak (kolek­
tiD bilinçten geçen bireysel ruhlar onu genişletir, eylemler ve
düşünce-formları yaratır, neden ve sonuçlar oluştururlar ve
Birleşik Amerika da bu yolla karma biriktirmiş olur. Bu ruh­
ların uluslarıyla ilişkileri, hücre-beden ilişkisi gibidir. Bilin­
ciniz bedeninizdeki her hücreyi etkiler ve bedeninizdeki her
hücre de bilincinizi etkiler. Burada bir "karşılıklı olma" (mu­
kabele) olgusu söz konusudur. Birleşik Amerika denen ortak
bilinci oluşturan bireylerden her biri, bu ulusun, diyalog
içindeki hücresi olarak düşünülebilir.
"Dünya okulu" ve "Dünya" aynı şey değildir. Dünya bir
gezegendir. İnsanlık olsa da olmasa da, o var olacaktır. De­
yiş uygunsa, gezegenin çift amacı vardır; kendisi tekamül
ederken, tekamülünün bir parçası da insan denen türü ba­
rındırmayı içerir. Dünya, insan türüyle etkileşime girmeyi
ve bu türün tekamülünün kendi bilinciyle kaynaşmasına
izin vermeyi kabul etmiştir. Bu da kısmen, gezegendeki
maddelerin, Dünya'nın bilincinin katkısıyla yaratılmasını
(birlikte-yaratmayı) öngören bir anlaşma olarak düşünülebi­
lir. Dünya artık yaratıcı sakinlere sahiptir, bu nedenle onla­
rın enerjilerine yanıt verir. İnsanlık ve Dünya, karşılıklı bir
yanıt-tepki sistemi oluştururlar. Doğa'nın varoluş biçimi de
aynı sisteme dayanır, o da bir "birlikte-yaratma" serüveni­
dir.
Realitenizin katmanları boyunca dışa doğru ilerledikçe,

97
9rfutfai(<jücün '.Yo[u
bu katmanlar giderek daha az kişisel hale gelirler. Realiteni­
zin bir sonraki katmanı ırkınızdır. Eğer zenciyseniz, siz -
ruhunuz- siyah derili bir insanın deneyimleriyle tekamüle
katılmayı seçmişsiniz demektir. Coşku, öfke, bilgelik ya da
şefkat deneyimlerinizle, bu kişisel-olmayan enerji dinamiği­
nin biçimlenmesine katkıda bulunursunuz.
Daha sonraki katman, cinsiyetinizdir. Eğer kadınsaniz,
insanlık içinde dişiliğin tekamülüne katılmayı seçmişsiniz
demektir.
Bu yapıya, en altta sizin kişisel realitenizin bulunduğu,
tersine çevrilmiş bir piramit gibi bakarsanız, sizin kişisel re­
alitenizin üstünde bulunan her realite katmanı giderek daha
kapsamlı, ama daha az kişisel hale gelir. En üstte bulunan
en kapsamlı, ama en az kişisel katman ise insanlıktır, insan
olma deneyimidir.
Siz bir birey olarak, aynı zamanda grup deneyimlerine
de katılırsınız; bir birey olmanın yanı sıra, aynı zamanda bir
erkek, bir baba, bir koca, ya da bir kadın, bir karı ve bir anne
olabilirsiniz. Bu deneyimlerin hepsi eşzamanlıdır. Bazıları
ortak, bazıları bireyseldir. Ö rneğin, bir baba olarak bireysel
bir deneyim içindeyken, bir takımda beysbol oyuncusu olabi­
lirsiniz. Beysbol oyuncusu olarak, grubun enerji sistemine
ortak olursunuz.
Katıldığınız her ortak bilincin oluşturulmasına ve teka­
mülüne katkıda bulunursunuz. Eğer bir insan Fransız ise,
Fransız diye nitelenenlerin grup bilincinin tekamülüne kat­
kıda bulunur. Eğer bir insan Katolik ise, Katolik diye nitele­
nenlerin grup bilincine katkıda bulunur.
Başka bir deyişle, realite yaratma dinamiği birden fazla
düzeyde iş görür. Siz bu dünyadayken, hem kişisel realitenin
hem de kişisel olmayan realitenin yaratılmasına katılırsınız.
Tıpkı sizden sonra da çok uzun süre kalacak olan bir binanın
yapımına katılmak gibi, sizden sonra da var olacak grup

98
�aratma
enerji dinamiklerinin tekamüllerine katkıda bulunursunuz.
Bir bina yapmak ortak çaba gerektirir. O realitenin ya­
pımına birden fazla ruh katılır. Bina, sadece bireysel enerjiy­
le değil, grup enerjisiyle inşa edilir. Bu nedenle, binanın var­
lığı, onu inşa eden bireylerden bağımsızdır. Birleşik Devlet­
ler'in tekamülüne katılma biçiminiz de aynıdır, siz öldükten
sonra da Birleşik Devletler denen bu yer varlığını sürdüre­
cektir.
Bu katmanlar içinde ve bu katmanlar boyunca dene­
yimlerinizi edinirsiniz. Kendi yaşamınızın bireysel deneyi­
minden, bir parçası olduğunuz ailenin daha geniş deneyimi­
ne ve buradan diğer katmanlara doğru ilerledikçe, grup
enerjilerinin dinamiklerine girersiniz. Ailenin grup dinami­
ği, ilişkili olduğu topluluğun daha kapsamlı grup dinamiği­
nin bir parçasıdır; bu topluluk da, ulus denen daha büyük
grup dinamiğinin bir parçasıdır. Grup dinamikleri sistem bo­
yunca gelişirler, sistemin bütünü -tersine çevrilmiş pirami­
din bütünü- ise insanlığın ruhunu ifade eder.
İnsanlığın ruhu bazen ortak bilinçaltı diye nitelendiri­
lir, ama değildir. Bu, insanoğlunun ruhudur. Sizin ruhunuz,
insanlığın ruhunun küçük bir örneğidir; makro ruhun mikro
örneğidir. O (mikro), o kadar çok bireysel enerji ve güce sa­
hiptir. Siz mikronun bir parçası olarak, makro ruhun, belirli
frekanslardaki bireysel form'a (bedene) ayarlanmış tüm gü­
cüne sahipsiniz. Ortak enerjiler oluşturarak bütünün teka­
mülüne katkıda bulunursunuz; ancak bu ortak enerjilerin
ruhları yoktur, kendileri de ruh değildir. Mikro ruhla makro
ruh arasında, bireysel insan ruhunun bir topluluk içinde öğ­
renmesini, ülkesinin, dininin tekamülü gibi ortak tekamüle
katılmasını ve kişisel deneyimlerini içeren çeşitli deneyimler
vardır.
Tersine çevrilmiş piramidin en üst katmanından bir alt
katmana doğru indikçe, deneyiminiz, bütün insanlık teka-

99
Mutfak_ (jücün 'Yofu
mülünün bir parçası olmaktan, erkek ya da dişi enerjinin te­
kamülünün bir parçası olma durumuna indirgenir. Daha alt­
taki katmanda, örneğin beyazların, zencilerin ya da Moğol ır­
kının tekamüllerinin bir parçası olursunuz. Bir alttaki kat­
manda, ülkenizin enerji alanının tekamülünün hir parçası
olursunuz. Onun altındaki katmanda ise, örneğin, deneyim­
leri bir yönüyle askerin, bir yönüyle öğretmenin ya da bir yö­
nüyle b abanın v.b. tekamülünü içeren bir bireyin tekamülü­
nün bir parçası olursunuz. İ şte her bireyin realitesi, böyle
birbirini içeren katmanlardan oluşmuş gibidir.
Tüm insanlığı ifade eden en üst katmandan aşağı doğru
indikçe, her katman size daha bireysel ve daha özel bir ko­
num verir. En az kişisel olan bilinç, insanlığın ortak bilinci,
bu üst katmandır. Daha sonra bu bilinç, kişisel özellikler
yüklenmeye başlar. Birleşik Aınerika'nın bir parçası olmanız
kişiseldir; Birleşik Amerika'nın beyaz bir erkek ya da esmer
bir kadın olarak bir parçası olmanız daha da kişiseldir. Bun­
lar, b ütünün tekamülüne hizmet eden sizin kişisel deneyim
ve özelliklerinizdir.
Ö rneğin bir üniversite, bir grup dinamiğini ifade eder.
Üniversitenin iş yönetimi , tıp, hukuk ve benzeri fakültelerin­
de okuyan öğrenciler de kendi aralarında ortak enerji sistem­
leri oluştururlar, bunlar tekamül içindeki ruhların daha kü­
çük gruplar halinde oluşturdukları ortak enerji sistemleridir.
Ancak, bu fakültelerde olan her şey üniversitenin bütününü
de etkiler. Sonra, bir fakültenin içinde belli bir sınıfın dene­
yiminden söz edersek, bu deneyim daha da kişiseldir; ardın­
dan da öğrencinin kendi deneyimi gelir ki, işte bu tamamen
kişisel bir deneyimdir.
Her bireyin realitesi kendi niyetleri ve başkalarının ni­
yetleri tarafından yaratılır. Fiziksel bir realite olarak düşü­
nüp paylaştığımız şey, bir karışım ya da oluşumdur, birbiri­
ne uygun realitelerin üst üste bindiği yoğun bir birikimdir;

1 00
'Yaratma
ancak bu bilinç öyle akışkan bir yoğunluktadır ki, içinde her
birimiz, hem birbirimizden bağımsız olarak, hem de birbiri­
mize dayanarak var olabiliriz.
Şimdi, insanlık ve birey olarak, bilincin bu süreç üzerin­
de yarattığı sonuçları fark etmeye başlıyoruz.

101
8

NİYET 11

S iz, ruhunuzun karma'sının bir ürünüsünüz. Doğumla


getirdiğiniz huylarınız, yetenekleriniz, tutum ve davranışlac
rınız ruhunuzun öğrenmE;!sine hizmet ederler. Ruhunuz,
enerjisini dengelemek için öğrenmek zorunda olduğu dersle­
ri öğrendikçe, bu nitelikleriniz gereksiz hale gelirler ve yerle­
rini başka niteliklere bırakırlar. Böyle gelişirsiniz. Ö rneğin,
öfkenin sizi hiçbir yere götürmediğini fark ettiğinizde, kız­
gınlığınız ortadan kalkar ve deneyimlerinize daha büyük bir
olgunluk ve bütünlük içinde yaklaşırsınız. Sizi daha önce
kızdıran şeylere, artık daha farklı tepkiler verirsiniz.
Ö fkenizin yarattığı sonuçları fark edene kadar öfkeli bir
insan olmayı sürdürürsünüz. Bu farkındalığa gerçek yuvanı­
za dönme zamanı geldiğinde hala erişememiş olursanız, ru­
hunuz bir başka enkarnasyondaki deneyimler vasıtasıyla bu
dersi öğrenmeyi sürdürür; bunun için de özellikleri sizinkine
benzeyen bir kişilik yaratır. Bir yaşam diliminde öğrenileme­
yen dersler, ruhun öğrenmesi gereken yeni derslerle, kişili­
ğin karşılaştığı olaylara verdiği tepkilerden kaynaklanan
karmik yükümlülüklerle birlikte başka yaşam dilimlerine ta­
şınır. Ruhun, deneyimlerinden kazandığı idrakler de diğer

1 02
9"aratma
yaşam dilimlerine aktarılır. Ruh, böyle tekamül eder. Za­
manla kişilikler olgunlaşır ve ruh tekamülünü sonsuzluk
içinde sürdürür.
Huylarınız, eğilimleriniz, davranış biçiminiz niyetlerini­
zi yansıtırlar. Eğer öfkeli, korkak, kırgın ya da kinciyseniz,
insanları kendinizden uzak tutma niyetini besliyorsunuz de­
mektir. İnsanın duygusal tayfı başlıca iki öğeye ayrılabilir:
sevgi ve korku. Öfke, kırgınlık ve kin, tıpkı suçluluk duygu­
su, pişmanlık, sıkıntı, utanç ve üzüntü gibi, korkuyu ifade
ederler. Bunlar düşük-frekanslı enerji akımlarıdır; insanın
kendisini bitkin, zayıf, beceriksiz ve tükenmiş hissetmesine
neden olurlar. Frekansı en yüksek akım, en üst düzeydeki
enerji akımı sevgidir. Sevgi canlılık, aydınlık, hafiflik ve se­
vinç üretir.
Niyetleriniz, deneyimlemekte olduğunuz realiteyi yansı­
tırlar. Siz bunun böyle olduğunu fark edene kadar, işlem si­
zin bilincinizin dışında gerçekleşir. Bu nedenle, neler tasar­
ladığınıza dikkat edin. Mutlak güce giden ilk adım budur.
Örneğin, dostluk ve sıcaklık arıyor olabilirsiniz, ama bi­
linçaltı niyetiniz insanları kendinizden uzak tutmak doğrul­
tusundaysa, bu durumu yaratanın kendiniz olduğunu kavra­
yana kadar, tekrar tekrar ayrılık ve acı deneyimleri yaşarsı­
nız. Eninde sonunda, sevgi ve uyum yaratmayı seçmek duru­
mundasınız; her durumun sunduğu en yüksek frekanslı
akımları kendinize çekmeyi seçmek durumundasınız. Eninde
sonunda, sevginin her şeyi iyileştirdiğini ve var olan tek şe­
yin sevgi olduğunu idrak etmek durumundasınız.
Bu yolculuk pek çok enkarnasyon boyunca sürebilir,
ama bu yolculuğu tamamlayacaksınız, bu yolculuğu tamam­
lamamak olanaksızdır. Bu sadece bir zaman meselesidir. Ya­
rattığınız her durum, karşı karşıya olduğunuz her deneyim
bu amaca hizmet eder.
lnsan ruhunun fiziksel aleme enkarne olma yoluyla

103
:Mutfak._(jücün 'Yofu
sürdürdüğü şifa bulma yolculuğu, yaratma devrelerinden
oluşan bir süreçtir:
Karma � kişilik -----:. niyetler + Enerji - deneyimler
- tepkiler ----.;. Karma -----=" v.s.
Ruhun karma'sı , kişiliğin özelliklerini; kişiliğin içine
doğacağı fiziksel , duygusal , psikolojik ve ruhsal koşulları, ki­
şiliğin deneyimlerin i idrak etme yollarını, kişiliğin kendi re­
alitesini b içimlendirecek niyetlerini belirler. Bu niyetler rea­
liteyi yaratırlar; realite ise her an ruha, enerjisini dengele­
mesi için gereken deneyimleri hazırlar ve kişiliğe bilgelik ya
da kuşku ve korku yoluyla öğrenmek arasında seçim yapma
fırsatı verir. Kişilik, bu niyetlerle, kendi içinden akan Işığı
b içimlendirir, böylece gelişimi ve ruhunun .tekamülü için en
uygun realiteyi yaratır.
Kişiliğin, kendi yarattığı deneyimlere gösterdiği tepki­
ler, daha fazla karma oluşturmasına neden olurlar. Tepkiler,
niyetleri ifade ederler ve yeni yaratılacak deneyimleri belir­
lerler; bu deneyimlere kişiliğin verdiği tepkiler de yeni kar­
ma'lar yaratırlar; ruh, kişilik ve bedeni bırakana kadar bu
böyle sürüp gider.
Ruh , yuvasına geri döndüğünde, o yaşam diliminde bi­
riktirilmiş olanlar, öğretmenleri ve rehberlerinin sevgi dolu
yardımlarıyla değerlendirilir. Ö ğrenilmesi gereken yeni
dersler, yerine getirilmesi gereken yeni karmik yükümlülük­
ler fark edilir. Yeni tamamlanmış enkarnasyonun deneyim­
leri tam bir anlayış içinde gözden geçirilir. O yaşam sırasın­
da bilinmeyenler, artık bilinmez değildir; bunların nedenleri,
ruhun tekamülüne katkıları ve ruhun o yaşamı paylaştığı
ruhların tekamüllerine katkıları açığa çıkar. Dengelenmiş
her enerj i , öğrenilmiş her ders, ruhu aradığı şifaya, bölün­
müşlükten kurtuluşa ve bütünlüğe giderek daha çok yaklaş­
tırır.
Eğer ruh gerekli görürse, yine öğretmenlerinin ve reh-

1 04
Yaratma
berlerinin yardımlarıyla yeniden enkarne olmayı seçer. Öğ­
renmeye çalıştığı derslerde kendisine yardımcı olacak uygun
rehberler ve öğretmenler bulur. Fiziksel alemde karşılıklı et­
kileşimlerle birbirlerinin tekamüllerine karşılıklı katkıda bu­
lunabilecekleri ruhlarla görüşür. Sonra kendi isteğiyle ener­
jisini tekrar indirgeyerek kabalaştırır, maddeye katar, ener­
jisinin frekansını uygun sınırlara ayarlar ve Dünya okulu­
nun öğrenme ortamına enkarne olur; böylece süreç tekrar
başlar.
Bizim tanıdığımız dünya, ruhun bilinciyle değil, kişili­
ğin bilinciyle oluşmuştur. Dünyamızdaki her şey kişiliğin
enerjisini yansıtır. Dünyanın sadece görebildiğimiz, koklaya­
bildiğimiz, dokunabildiğimiz, hissedebildiğimiz, tadabildiği­
miz şeylerden ibaret olduğuna inanırız. Eylemlerimizin so­
nuçlarından sorumlu olmadığımıza inanırız . Sürekli almayı
başardığımız sürece, bu sonuçlardan etkilenmiyormuş gibi
davranırız. Dışsal güç için çabalar, bu çaba içinde yıkıcı bir
rekabet yaratırız.
Yaratmanın, insan ruhunun tekamülünü sağlayan dai­
resel sürecine ancak bilinç katılırsa, ruhun bilinci ile yapı­
lanmış, ruhun değerlerini, idraklerini ve deneyimlerini yan­
sıtan bir dünya oluşturulabilir. Bu sürece bilincin katılması,
ruhunuzun enerjisini fiziksel ortama bilinçle aktarabilmeni­
ze fırsat verir; kutsal bilincin fiziksel madde ile kaynaşması­
nı mümkün kılar.
İçinde yaşadığımız dünya, farkına varılmadan üretilen
niyetlerle bilinçsizce oluşmuştur. Farkında olsanız da, olma­
sanız da, her niyetiniz enerjiyi harekete geçirir. Her an ya­
ratma halindesiniz. Ağzınızdan çıkan her söz bir bilinç taşır -
bilincin de ötesinde, zeka taşır - bu nedenle ağzınızdan çıkan
her söz Işığa biçim veren bir niyettir.
Ö rneğin , bir "evlilikten" söz ettiğinizde, belli bir bilinci,
belli bir enerjiyi çağırmış olursunuz. İki insan evlendiklerin-

1 05
!Mut{ak.. <jücün 'Yo{u
de, "karı" ve "koca" olurlar. "Koca", evin reisi, ailenin başı,
yöneticisi demektir. "Karı" , bir adama evlilik yoluyla bağla­
nan, ev sahibesi, evi düzenleyen bir kadın anlamına gelir.
Bazen bu durum "ezilen bir kadın" anlamına gelir. Karı ve
koca arasındaki ilişki eşit düzeyde değildir. İki insan "evlen­
diklerinde" ve kendilerini "karı" ve "koca" olarak düşündük­
lerinde ve kendilerinden böyle söz ettiklerinde, böyle bir bi­
linç ve anlayış içine girerler.
Başka bir deyişle, "evliliğin" temel modeli (arşetipi) bir
gezegen gibi düşünülebilir. İki ruh evlendiklerinde, bu geze­
genin yörüngesine ya da yerçekimi alanına girerler, bu ne­
denle kendi bireysel niyetleri yerine, "evlilik" denen bu geze­
genin özelliklerini üstlenirler. Evliliğe bireysel katılımlarıy­
la, bu yapının tekamülünün birer parçası olurlar.
Bir temel model, insanlığın ortak düşüncesini ifade
eder. Evlilik temel modeli de, fiziksel yaşamın sürdürülmesi­
ne yardımci olmak üzere tasarlanmıştı . Buna göre, iki insan
evlendiklerinde, içinde birbirlerinin fiziksel olarak ayakta
kalmasına yardımcı olmak amacıyla yaşamlarını birleştir­
dikleri bir enerji dinamiğine katılırlar. Evliliğin bu temel
modeli artık işlevsel değil; bundan böyle yerini ruhsal geliş­
meye yardımcı olmak üzere tasarlanan yeni bir temel mode­
le bırakmakta. Bu, ruhsal ya da kutsal bir birlikteliğin temel
modelidir.
Ruhsal bir birliktelik, eşlerin karşılıklı olarak birbirle­
rinin ruhsal gelişmelerine katkıda bulunmayı vaat ettikleri
kutsal bir anlaşmaya dayanır. Ruhsal eşler, ilişkilerinde
eşitliği kabul ederler. Ruhsal eşler, kişiliği ruhtan ayırt ede­
bilecek durumdadırlar ve bu nedenle aralarındaki dinamik­
leri, etkileşimlerini, bilinen karı-koca duygusallığını daha az
içeren bir zeminde tartışabilirler. Bu zemin, evlilik bilinci
içinde yoktur, sadece ruhsal birliktelik bilinci içinde vardır,
çünkü ruhsal eşler birlikte olmalarının gerçekte daha derin

1 06
�aratma
bir nedene dayandığını ve bu nedenin ruhlarının tekamülü
ile yakından ilişkili olduğunu açıkça görebilirler.
Ruhsal ya da kutsal eşler bu açıdan bakabildikleri için,
olağan karı-kocalara kıyasla çok daha farklı bir dinamik içi­
ne girerler. Ruhun bilinçli tekamülü, bilinen anlamdaki evli­
liğin yapısal dinamiğinin bir parçası değildir. O bu tekamül
içinde yer almaz, çünkü insanlık için evliliğin tekamüll temel
modelinin oluşturulduğu dönemde, bilinçli ruhsal gelişme di­
namiği, bu modele dahil edilemeyecek kadar gelişkin bir kav­
ramdı. Bir birlikteliği ruhsal ya da kutsal yapan, o birliktelik
içindeki ruhların aralarındaki ilişkinin bir anlaşmaya dayan­
dığını idrak etmiş olmalarıdır, ancak bu anlaşma birbirleri­
nin fiziksel güvenliklerini sağlamaya değil, ruhsal bilinci
yansıttıkları sürece birbirlerinin fiziksel yaşamlarını paylaş­
maya yöneliktir.
Ruhsal eşler arasındaki bağ, evlilik bağı kadar gerçek­
tir, ancak bu bağın nedenleri önemli ölçüde farklıdır. Ruhsal
eşler, birbirlerinin parasal korkularını gidermek ya da kent
dışında bir ev yapabilmek ve o tür bir yapının tüm kavramla­
rını oluşturmak amacıyla bir araya gelmezler. Ruhsal eşlerin
aralarındaki anlaşmaya kattıkları anlayış ya da bilinç farklı­
dır, bu nedenle bu anlaşmanın dinamiği farklıdır. Ruhsal eş­
ler arasındaki anlaşma, karşılıklı ruhsal gelişmeye yönelik­
tir; her biri bu dünyada neler yapıyorsa, birbirlerinin yaptık­
larını karşılıklı olarak kabul eder ve her şeyin bu tekamüle
hizmet ettiğini bilirler.
Ruhsal eşlerin arasındaki bağ, birlikte gelişmenin ruh­
ları için uygun olduğu ve bu nedenle bir arada oldukları an­
layışını içerir. Bu nedenle birlikte gelişmelerinin bu enkar­
nasyonlarının sonuna kadar ya da daha da öteye sürebilece­
ğini veya sadece altı ay sürebileceğini kabul ederler. Ruhsal
eşler bu bilinci taşırlar ve sonsuza kadar birlikte olacaklarını
söyleyemezler. Birlikteliklerinin devamı, bu birlikteliğin

1 07
Afutfa/(Jjücün '.Yofu
tekamülleri açısından ne kadar süreyle uygun olacağına bağ­
lıdır. Eğer ruh yoluna devam edecekse, ruhsal yol bir insa­
nın verdiği tüm sözleri, ettiği tüm yeminleri bozup geçecek­
tir. Ruhsal eşler için uygun olan , sadece birlikte gelişebildik­
leri sürece bir arada kalmalarıdır.
Ruhsal birliktelik, evliliğe kıyasla çok daha özgür ve
ruhsal açıdan daha doğru bir dinamiktir, çünkü ruhsal eşler,
ruhları ve bilinçleriyle bir araya gelirler. Ruhsal eşlerin na­
sıl birleşecekleri ve birliktelik kavramlarını oluşturacakları
özgür iradelerine bağlı bir konudur. Beraberliklerinde orta­
ya çıkan sonuçları kendi seçimleriyle yaratmış olduklarını
kabul ettikleri ve seçimlerinin tüm sonuçlarını görebildikleri
sürece, bu bilinç, beraberliklerinin biçimini ve yönünü etki­
ler.
Ruhsal eşler, büyüyen bir dinamiği öngörürler. Gerçek­
te aralarındaki anlaşma, karşılıklı gelişmek, -fiziksel değil­
ruhsal yaşamı sürdürmek ve güçlendirmek amacıyla birbir­
lerine bu doğrultuda verdikleri bir sözdür.
Ruhsal birlikteliğin temel modeli, insanlık deneyimi
için yeni bir şeydir. Henüz ruhsal birlikteliği düzenleyen top­
lumsal bir kurum oluşmadığı için , ruhsal eşler, ihtiyaçlarına
göre yeniden yorumlayacakları evlilik kurumunun, araların­
daki bağın en uygun fiziksel ifadesi olduğuna karar verebi­
lirler. Bu ruhlar, aralarındaki bağın gerçekte fiziksel yaşamı
sürdürmeye, güvenlik ve rahatlık sağlamaya yönelik olma­
yıp, karşılıklı ruhsal gelişmeyi öngören bir anlaşma olduğu­
nu beraberlikleri içinde keşfetmiş evli eşler olarak, temel ev­
lilik modeline, ruhsal birliktelik modelinin enerjisini katar­
lar.
Tı pkı dı şsal güç gibi, evliliğin temel modeli de artık bu­
günkü tekamül düzeyimize uymuyor. Bu, evlilik kurumunun
bir gecede ortadan kalkacağı anlamına gelmez. Evlilik varlı­
ğını sürdürecektir, ama başarılı evlilikler sadece ruhsal bir-

1 08
'Yaratma
liktelik bilincini içerenler olacaktır. Bu evlilikleri oluşturan
eşler, taşıdıkları bilinçle ruhsal birlikteliğin temel modeline
katkıda bulunmuş olurlar.
Niyetlerinizi belirleme sürecine ruhunuzun bilincini ka­
tarsanız, kendinizi kişiliğiniz yerine ruhunuzla aynı düzeye
getirmeyi, uyum içine sokmayı seçerseniz, kişiliğinizden çok
ruhunuzu yansıtan bir realite yaratırsınız. Yaşamınızdaki
deneyimlere karmik gereklilikler olarak bakar, bu deneyim­
leri belirli etkileşimlerin değil de, kişisel olmayan bir enerji
dinamiğinin ürünleri olarak kabul eder ve onlara bu anlayış­
la tepki verirseniz, realitenize ruhunuzun bilgeliğini katmış
olursunuz. Yaşamın güçlüklerine korku ve kuşku yerine, şef­
kat ve sevgi ile karşılık vermeyi seçerseniz, "Dünya'da cenne­
ti yaratmış" olursunuz - daha dengeli ve uyumlu bir realite
düzeyine ait yönleri fiziksel aleme aktarmış olursunuz.
Yaratma sürecinde, niyet ve tepki noktalarında bilinçli
davranma, seçimlere fırsat tanır, seçenekleri ayı rt etmeyi
mümkün kılar, tekamül sürecine bilinç katar. Deneyimlerini­
zi niyet ve dikkatinizle biçimlendirirsiniz. Niyet ettiğiniz şey,
madde yoğunluğu, yani Işığın en yoğun düzeyi sayesinde si­
zin realiteniz haline gelir. Dikkatinizi nereye yöneltirseniz,
siz de oraya gidersiniz.
Eğer yaşamın olumsuz yönleriyle ilgilenir, dikkatinizi
başkalarının zayıflıklarına, hatalarına ve yetersizliklerine
odaklamayı seçerseniz, kibir, öfke ve nefret gibi düşük­
frekansh enerji akımlarını kendinize çekersiniz. Başkalarıy­
la ve kendinizle aranıza mesafe koyarsınız. Sevgiyi engeller­
siniz. Enerji ve etkiniz yavaş yavaş kişilik aleminde, zaman,
uzay ve madde aleminde ilerler. Eğer enerjinizi başkalarını
zayıflatma niyeti taşıyan eleştirilere yöneltirseniz, negatif
karma yaratırsınız.
Eğer dikkatinizi b aşkalarının güçlü yönlerine , erdemle­
rine, yüce olana erişme çabalarına yöneltmeyi seçerseniz, sis-

1 09
!Mut{af.:.(jiicün 'Yo{u
teminizden takdir, kabul ve sevgi gibi yüksek-frekanslı
akımları geçirirsiniz. Enerji ve etkiniz bir anda ruhtan ruha
ışımaya başlar. Yapıcı değişimin etkili bir aracı haline gelir­
siniz. Eğer niyetiniz kişiliğinizi ruhunuzla uyum içine sok­
maksa ve dikkatinizi size her durumda en yüksek-frekanslı
enerji akımlarını getirecek algılara yöneltiyorsanız, mutlak
güçle donanmaya doğru ilerliyorsunuz demektir.

Bilincinizin gücünü tanıdığınızda; deyiş uygunsa, gözle­


rinizin ardında olanın, gözlerinizin önünde belirenlerden da­
ha fazla güç taşıdığını anladığınızda, iç ve dış algılarınız de­
ğişir. Başkalarına şefkat duymaksızın kendinize, ya da ken­
dinize şefkat duymaksızın başkalarına şefkat duyamazsınız.
Kendinize ve başkalarına karşı şefkat dolu olunca, dünyanız
da şefkat dolu hale gelir. Benzer titreşimlerdeki diğer ruhla­
rı kendinize doğru çeker ve onlarla birlikte, niyetleriniz, ey­
lemleriniz ve etkileşimlerinizle şefkat dolu bir dünya yara­
tırsınız.
Başkalarının erdemli, güçlü, soylu yanlarını arayıp gör­
dükçe, bunları kendi içinizde de arayıp bulmaya başlarsınız.
Her bir durumda en yüksek frekanslı akımları kendinize
çektikçe, bilincin o frekansını yayar ve durumu değiştirirsi­
niz. Giderek bilinci yükselen bir Işık varlık haline gelirsiniz.
Bilincinizle fiziksel realite arasındaki ilişkinin farkına
varmak, karma yasasının farkına varmak, o yasayı işler hal­
de görmek demektir. Neye niyet ederseniz, o olursunuz. Ya­
şamdan ve başkalarından alabileceğiniz kadar çok almaya
niyet ederseniz, düşünceleriniz vermek yerine almayı içerir­
se, niyetlerinizi yansıtan bir realite yaratırsınız. Benzer fre­
kanslı ruhları kendinize çeker ve hep birlikte, almaya dayalı
bir realite oluşturursunuz. Böylece deneyimleriniz sizin ken­
di yöneliminizi yansıtır ve bu yönelimi onaylarlar (muteber
kılarlar). Çevrenizdeki insanları, vermekten çok alan kişilik­
ler olarak görürsünüz. Onlara güvenemezsiniz, onlar da size

110
ry'aratma
güvenemezler.
Kuantum fiziğinin -yanı ınsanın, fiziksel olaylan beş
duyulu kişiliğin bakış açısından kavrama konusundaki en
derin girişiminin- temelinde, niyetin yaratıcı dinamiği, niyet
ve deneyim arasındaki ilişki bulunur. Kuantum fiziği, fizik­
sel ışığın doğasını anlamaya yönelik bilgi birikiminden ve
yoğun çabalardan doğmuştur.
Işığın dalgamsı doğasını gözler önüne serecek, ışığın sa­
dece dalgalar tarafından oluşturulan fenomenler üretmesine
neden olacak bir aygıt yapılabilir. Işık parçacıklarını minicik
topaklar gibi ortaya çıkaran bir aygıt yapmak; ve her bir par­
çacağın çarpma gücünü ölçmek de mümkündür. Ama, ışığı
aynı anda hem bir dalga fenomeni, hem de bir parçacık feno­
meni olarak tanımlamak mümkün değildir. Başka bir deyiş­
le, ışığın doğasını -fiziksel ışığın biçimini- onu belirlemek için
kullanılan deney aygıtından bağımsız olarak tanımlamak
mümkün değildir; hangi tanımın yapılacağı ise deneyi uygu­
layanın niyetine bağlıdır.
Bilimsel başarılarımız, fizik-ötesi dinamikleri madde ve
zamanın arenasına, beş-duyulu kişiliğin dünyasına yansıtır­
lar; bu nedenle bilimde ulaştığımız nokta, bizim insanlık ola­
rak fizik-ötesi dinamikler konusundaki farkındalığımızın öl­
çüsüdür. Fiziksel ışığın biçiminin deneyi yapanın niyetine
göre belirlenmesi, fizik-ötesi Işığın biçiminin de, onu biçim­
lendiren ruhun niyetlerine göre belirlendiğini, sınırlı ama
doğru bir çerçevede yansıtır; tıpkı fiziksel ışığın doğasının,
Evrenin Işığı'nın doğasını sınırlı ama temelde doğru bir bi­
çimde yansıtışı gibi .
Fiziksel deneyimin niyet yoluyla yaratılması, Işığın biçi­
me, enerjinin maddeye, ruhun bedene dönüşmesi . . . bunların
hepsi aynı şeydir. Sizinle, enerjinin maddeye dönüşmesi ko­
nusundaki anlayışınız arasındaki mesafe, kişiliğinizin içinde
bulunduğu farkındalıkla ruhunuzun enerjisi arasındaki me-

111
!Mutfak. (jiicün 'Yo{u
safeye eşittir. Ruhun ve kişiliğin dinamiği ile, maddeye dö­
nüşmüş enerjinin dinamiği aynı dinamiktir. Sistem aynıdır.
Bedeniniz, sizin bilinçli maddenizdir. Kişiliğiniz, ruhunuzun
maddeye dönüşmüş enerjisidir. Eğer kişilik farkındalıktan
yoksunsa, aktarılan şey bölünmüşlüktür. Eğer kişilik farkın­
da ise, bütünlük kazanmaya başlar.
Ruhun kişiliğe, enerjinin maddeye akma dinamiği, ya­
ratılış efsanemizin , Cennet öyküsünün temelini oluşturur.
Deyiş uygunsa, simgesel olarak zaten bir Cennet Bahçesi­
'nde, kendi yaratıcı realiteniz içinde yaşamıyor musunuz? Bu
bahçe içinde her gün , içinizdeki erkek-dişi prensibi, yani
Adem-Havva prensibiyle birlikte, kişisel enerji sisteminiz,
yani bilgiyle olan bağınızı temsil eden Tuba Ağacı'yla birlik­
te kendi realitenizi nasıl yaratacağınıza karar vermiyor mu­
sunuz? Gücünüzü nasıl kullanacaksınız? Cennet mi yarata­
caksınız, yoksa cennetten kovulacak mısınız?
Her insan yaratmak zorundadır.
Saygıyla mı yaratacaksınız, yoksa umursamazlıkla mı?

1 12
SORUMLULUK
9

SEÇİM

Tekamül sürecinin temeli seçimdir. Seçim, tekamülü­


müzün motorudur. Yaptığınız her seçimle, gerçekte bir niyet
seçmiş olursunuz. Örneğin, belli bir durumda sessiz kalmayı
seçebilirsiniz, bu eylem cezalandırma, şefkati paylaşma, öç
alma, sabır ya da sevgi gösterme gibi niyetlere hizmet edebi­
lir. Etkili bir biçimde konuşmayı seçebilirsiniz ve bu eylem
de aynı niyetlerden birine hizmet edebilir. Her eyleminizle
ve her düşüncenizle seçtiğiniz şey bir niyettir, eyleminize ya
da düşüncenize kattığınız bir bilinç niteliğidir.
Bölünmüş bir kişiliğin birkaç ya da pek çok yönü vardır.
Bir yönü sevecen ve sabırlıyken, bir başka yönü kinci, diğer
bir yönü yardımsever, başka bir yönü de bencil olabilir. Bu
yönlerin her birinin kendi değer ölçüleri ve hedefleri vardır.
Eğer bu farklı parçalarınızın bilincinde değilseniz, en güçlü
olan yönünüz diğerlerini bastıracaktır. Kişilik, realitesini ya­
ratırken bu en güçlü yönün niyetlerini kullanacaktır. Sözge­
limi, yardımsever parçanız evinizde yakalanan hırsıza bir fır­
sat daha tanımak isterken, eğer kin güden parçanız daha
güçlüyse, belki de biraz karışık duygular duyar, ama yine de
hırsızın tutuklanması için direnebilirsiniz.
Farklı yönlerinizin her birinin bilincine varana kadar,

115
9.fut{aK._ Çjücün 'Yo[u
niyetlerinizi de bilinçli olarak seçemezsiniz. Eğer her parça­
nızın bilincinde değilseniz, bir şey söylemek istediğinizi ya
da bir şeye niyet ettiğinizi düşünürken, kendinizi başka bir
şey söylemiş ya da başka bir şeye niyet etmiş bulursunuz.
Yaşamınızı bir yöne yönlendirmek isterken, onun başka bir
yöne yönelmiş olduğunu fark edersiniz. Acı veren bir kalıp­
tan (alışkanlıktan ) kurtulmak isterken, bu kalıbın tekrar or­
taya çıktığını görürsünüz.
Bölünmüş bir kişilik için bütünlük kazanmak kolay de­
ğildir, çünkü bölünmüş bir kişiliğin sadece bazı parçaları bü­
tünlük arayışı içindedir. Diğer parçaları, bütünlük kazan­
mak isteyen parçaları kadar sorumlu ve şefkatli olmadıkları
için, kişiliği başka yöne çekerler; kendilerine doyum veren,
alışık oldukları şeyleri yaratmaya çalışırlar. Kişiliğin bu par­
çaları genelde daha güçlü ve köklüdür. Bölünmüş bir kişilik
sürekli olarak kendi zıt parçaları arasında seçim yapmak du­
rumundadır. Tekamülümüzün belkemiği budur. Tekamülün
yapısı seçim temeli üzerine kurulmuştur.
Niyetin seçimi, aynı zamanda kannik yolun seçimi de­
mektir. Ö rneğin, öfkeyle konuşur ya da davranırsanız, öfke­
nin neden olacağı karma'yı yaratırsınız. Şefkatle konuşur ya
da davranırsanız, şefkatle biçimlenecek bir karma yaratırsı­
nız ve önünüzde farklı bir yol açılır. İçinizdeki farklı yönlerin
ve her an yaptığınız seçimlerin farkında olsanız da olmasa­
nız da, bu böyle gerçekleşir. İnsanlığımız bugüne kadar, fi­
ziksel alemin maddesel yoğunluğu içinde, bilinçsiz niyetlerin
bilinçsizce yarattığı deneyimlerle, bilinçsizce tekamül etme­
ye çalışmıştır. Bu, mutlak güçle donanmaya uzanan bilinçsiz
yoldur.
Sorumluluk taşıyan seçimlerle sürdürülen bilinçli teka­
mül, çok-duyulu kişiliğin ve çok-duyulu olma yolundaki beş­
duyulu kişiliğin hızlandırılmış tekamül biçimidir. Sorumlu­
luk taşıyan seçim, mutlak güçle donanmaya uzanan bilinçli

1 16
Sorumlulul(
yoldur.
Sorumluluk taşıyan seçim ne demektir?
Duygularınızı izlerseniz, içinizdeki farklı parçaların ve
onların farklı isteklerinin farkına varırsınız. Bu istekleri ay­
nı anda karşılayamazsınız, çünkü pek çoğu birbiriyle çatış­
ma halindedir. Daha fazla para ve daha büyük bir ev isteyen
parçanız, yoksullara ve açlık çekenlere acıyan parçanızla çe­
lişir. Başkalarındaki güzelliklere şefkatle yaklaşan parçanız,
başkalarını kendi çıkarınız ve keyfiniz için kullanmak iste­
yen parçanızla çatışır. Bir parçanızı tatmin ettiğinizde, diğe­
rinin ihtiyaçları karşılanmamış olur. Bir parçanızın doyuma
ulaşması, bir diğerine ya da diğerlerine acı verir ve siz hır­
palanırsınız.
Tıpkı kuantum fiziğinde olduğu gibi, deneyi yapan, fi­
ziksel ışığı aynı deneyde hem dalga hem de parçacık olarak
göremeyeceği için, nasıl amacına uygun deneyi seçiyorsa, siz
de, fizik-ötesi Işığa biçim verirken, yaratacağınız deneyimi
seçmek zorundasınız.
Kişiliğinizin farklı parçalarının bilincine vardıkça, içi­
nizdeki güçleri bilinçle deneyimler hale gelirsiniz. Bu parça­
ların, kendilerini ifade etmek için birbirleriyle rekabete gir­
diklerini, her birinin kendi niyetini her an size yüklemeye ve
böylece realitenizi yaratmaya çalıştığını fark edebilirsiniz.
Bu dinamiklere bilinçle yaklaşırsanız, içinizdeki güçler ara­
sında bilinçle seçim yapma, enerjinizi nereye ve nasıl odakla­
yacağınızı seçebilme yeteneği kazanırsınız.
Seçmemeyi seçmek, bilinçsiz kalmayı ve böylece, gücü
sorumsuzca kullanmayı seçmek demektir. Kişiliğin bölün­
müşlüğünün ve bütünleşme ihtiyacı içinde olduğunun farkı­
na varılması, bilinçli seçim ihtiyacını doğurur. Verdiğiniz her
kararda, hangi parçalarınızı geliştirmeyi, hangilerinden kur­
tulmayı istediğinizi seçmek durumundasınız.
Sorumluluk taşıyan bir seçim, sonuçları hesaba katılan

117
9rfut{af( <jiicün 'Yofu

bir seçimdir. Sorumlulukla seçmek için, yapmayı düşündü­


ğünüz her seçimden önce kendinize şu soruları sormalısınız:
"Bu seçim ne üretecek? Gerçekten bunu yaratmak istiyor
muyum? Bu seçimin tüm sonuçlarını kabul etmeye hazır
mıyım?" Kendinizi, yapmayı düşündüğünüz seçimin önünüz­
de açacağı olası geleceğe projekte edin. Bunu niyet enerjisi
ile yapmayın, sadece suyun tadına bakın, yani, yaratmayı
düşündüğünüz şeyi hissetmeye çalışın, sizde oluşturabileceği
duyguları fark edin. Kendi kendinize, "Gerçekten istediğim
bu mu?" diye sorun ve sonra karar verin. Seçiminizin sonuç­
larını da kararınıza kattığınız ve bilinçli kalmayı seçtiğiniz
zaman, işte bu sorumluluk taşıyan bir seçimdir.
Ruhunuzu beslemeyi, ruhunuzun ihtiyaçlarını karşıla­
mayı, kişiliğinizin isteklerine karşı koymayı ve bunlardan
kurtulmayı bilinçle seçebilmek, ancak sorumluluk taşıyan
seçimler yapmakla mümkündür. Sorumluluk taşıyan bir se­
çim yapmak dernek, berraklık ve bilgeliği seçmek, bilinçli de­
ğişimi (transformasyonu) seçmek demektir. Bu, sevginin, ba­
ğışlamanın ve şefkatin yüksek-frekanslı enerji akımlarını
seçmek demektir. Bu, yüksek benliğinizin, ruhunuzun sesini
dinlemeyi seçmek dernektir. Böyle bir seçim, kendinizi reh­
ber ve öğretmenlerinizin rehberlik ve yardımlarına açma yö­
n ünde verdiğiniz bir karardır. Sorumluluk taşıyan seçim,
sizi mutlak güce bilinçle götüren yoldur.
Bu nasıl gerçekleşir?
Bir başkasını aldatmanın ruhunuzla bağdaşmadığını
fark edebilirsiniz, ama yine de, bir biçimde kazanç sağlamak
ya da henüz vazgeçmeye hazır olmadığınız bir ilişkiyi koru­
mak için yalan söylemeye karar verebilirsiniz. Şefkat yolu­
nun, düşünce ve eylemlerinizi paylaşmak olduğunu biliyor
olabilirsiniz, ama paranızı ya da güvenliğinizi yitirebileceği­
niz korkusuyla bunları paylaşmamaya karar verebilirsiniz.
Ruhunuzun enerjisini seçerseniz -sevgi, bağışlama, alçak gö-

118
Sorumfulul(_
nüllülük ve berraklık taşıyan niyetlerle yaratmayı seçerse­
niz- güç kazanırsınız. Bilgelikle öğrenmeyi seçerseniz, güç
kazanırsınız. Kişiliğinizin enerjisiyle, öfke, kıskançlık ya da
korkuyla yaratmayı seçerseniz -korku ve kuşku yoluyla öğ­
renmeyi seçerseniz- gücünüz azalır. Bu nedenle, yaptığınız
seçimlerle gücünüz ya artar ya da azalır.
Kişilik kendisiyle ilgilidir. Deyiş uygunsa, heyecandan
hoşlanır. İlle de sorumlu, şefkatli ya da sevecen değildir.
Ruh, Evrensel sevginin, bilgeliğin ve şefkatin enerjisidir. O,
bu enerjilerle yaratır. Kişilik, gücü dışarıda görür ve bu gücü
rekabet, tehdit ve başkalarınınkilerle kıyaslanan kayıp ve
kazançlar biçiminde algılar. Kendinizi kişiliğinizle uyum içi­
ne sokarsanız, beş duyunun dünyasını, dış koşullan ve nes­
neleri güçlendirmiş, kendi gücünüzü azaltmış olursunuz.
Ruhsal benliğinizi ve kökeninizi, ölümsüzlüğünüzü fark et­
tikçe ve seçimlerinizi bu yönde yapıp, önce buna göre, sonra
fiziksel varlığınıza göre yaşamayı sürdürdükçe, kişiliğinizle
ruhunuz arasındaki mesafeyi kapatırsınız, mutlak gücü de­
neyimlemeye başlarsınız.
Kişiliğinizin algılarına, beş duyunuza dayanarak etkile­
şime girerseniz, ortaya bir illüzyon çıkar ve siz bu illüzyonu
fark edemezsiniz. Sözgelimi, iki arkadaş arasında bir anlaş­
mazlık varsa, bu gerçekte her birinin, düzeltilebilmesi için
yüzeye çıkan yönlerinden kaynaklanan bir "anlaşmazlık" ola­
bilir. Eğer ruhları arasanda bir anlaşma olmasaydı, onlar za­
ten hiçbir zaman birlikte olmazlardı. Örneğin, bir baba oğlu­
nun doğumunda bulunmak istiyor, ama koşullar onun o sıra­
da başka bir yerde bulunmasını gerektiriyorsa, onun başka
bir yerde bulunduğu algısı bir illüzyondur, o gerçekte oğluyla
birliktedir. Kişilik, bütünlük ve güç kazandıkça, illüzyonun
oyunlarına hoşnutlukla izin vermeye başlar.
Ruhun dinamiği ile yaratırken, içinde bulunulan koşul
ne olursa olsun, bu dinamiğin o koşula katacağı güçle her

119
Mutfaf.:_ (jiicün 'Yofu
şeyin en iyisi yaratılır. Dışarıdan aptalca kararlar veriyor­
muş ya da çevrelerinin farkında değilmiş gibi görünen, ama
gerçekte bulundukları ortamın en saf nektarını (tanrıların
içkisini ) içen ve illüzyonun oyunlarına hoşnutlukla izin ve­
ren insanları , kişiliğin algılarıyla anlayabilmek mümkün de­
ğildir.
Bölünmüş bir kişilik, halinden hoşnut değildir. Bir an
hoşnutluk duyar, ama bir sonraki an bu hoşnutluk, birbiriy­
le çatışan yönlerinin etkisiyle, yerini öfke, korku ya da kıs­
kançlığa bırakabilir. Birbiriyle çatışan yönleriniz arasındaki
mücadelelere verdiğiniz tepki, sizin tekamül yolunuzu belir­
ler; böylece, bilinçle ya da bilinçsizce, pozitif ya da negatif
karına üreterek, korku ve kuşku ya da bilgelik ile yol alırsı­
nız. Çatışan yönleriniz karına yaratmazlar ya da tekamül
yolunuzu belirlemezler, bunu sadece sizin onlara verdiğiniz
karşılıklar (tepkiler) belirler.
Eğer birbiriyle çatışan yönlerinizle bilinçli bir mücadele
içindeyseniz, istediğiniz kanna'yı yaratacak tepkiyi de bilinç­
le seçebilirsiniz. Kararlarınıza, her seçiminizin ardında ya­
tan nedenleri ve her seçiminizin getirebileceği sonuçlan içe­
ren bir farkındalık yükleyip, buna göre seçim yapabilirsiniz.
Karar-verme dinamiğinize bilinçle katılırsanız, iradenizi ru­
hunuzun tekamül ettiği yaratıcı devreye bilinçle sokmuş ve
kendi tekamülünüze bilinçle katılmış olursunuz.
Bu, çaba gerektirir; ama her şefkatsizce davranma ka­
rarıyla birlikte başkasında yaratacağınız uyumsuzluk, korku
ya da üzüntüyü kendiniz de deneyimlemek zorunda kalaca­
ğınızı bile bile, öfke, bencillik ya da korkuyla davranmaya
neden olan bir kararın sonuçlarını yaşamak gerçekten çok
daha güç değil mi? Bir seçim yapmadan önce, kendinizi her
eyleminizin olası sonuçları içinde görmenin (kendinizi o an­
lara projekte etmenin), her olayda nasıl hissedeceğinizi ve
her sonucun size sağlayacağı rahatlığı ya da doğuracağı sı-

1 20
Sorumlufuk.
kıntıyı fark etmenin hasadı, eğer sevgi, şefkat ve mutlak güç
olacaksa, bu çabaya değmez mi?
Kendinizi ruhunuzla aynı düzeye getirmek, uyum içine
sokmak için her karar verme anında göstereceğiniz çaba, kat
kat ödüllendirilir. Işığa doğru uzanan yönünüz, mutlak güce
yönelmeyi, dikey yolda yürümeyi bilinçle seçtiğiniz anda en
güçlü yönünüz olmayabilir, ama bu, Evren'den destek alan
yönünüzdür.
Ö rneğin, bir insanın fiziksel ya da duygusal bedeninin
şifaya ihtiyacı olduğunda, genelde ondan, beslenme biçimini
büyük ölçüde değiştirmesi istenir; o güne kadar yemeye alı­
şık olduklarından vazgeçip, titreşimleri daha yüksek belirli
yiyecekleri yemeye alışmalıdır. Kişiliğin yüzde doksanı bunu
yapmak istemeyebilir, ama sağlığı ve bütünlüğü uğruna bu
yolu seçen yüzde on'un, kendi yolundan ayrılmamakta dire­
nen yüzde doksana kıyasla, sonuçta daha fazla gücü olur,
çünkü Evren bu yüzde onu desteklemektedir, yüzde doksanı
değil.
Kararlar vermenin ve diğer yönlerinizi de sorumlulukla
seçim yaparak aldığınız bu kararlarla uyum içine sokmaya
çalışmanın ne anlama geldiğini düşünün, ve gerçek kimliği­
nizin şifa bulması yönünde ve ne istiyorsanız ona doğru bi­
linçle ilerlerken, Evren'in de en aydınlık niyete sahip yönü­
nüzü desteklemekte olduğunu fark edin.
Rehber ve öğretmenlerinizden ve Evren'in kendisinden
sürekli yardım almaktasınız ve size yol gösterilmekte. Ruhu­
nuzun enerjisine doğru ilerlemeyi bilinçle seçerseniz, bu yar­
dımı davet etmiş olursunuz. Evren'den kendinizi ruhunuzla
uyum içine sokma çabanızı kutsamasını isterseniz, rehber ve
öğretmenlerinizle aranızda bir geçit oluşturursunuz. Onların
size yardım etme çabalarına destek vermiş, fizik-ötesi dünya­
nın gücünü dilemiş olursunuz. Fizik-ötesi rehberliğin size
akmasını sağlayacak bir geçit açabilmek, işte bu bir kutsa-

121
:Mutfak (jücün 'Yofu
madır (lütuftur, nimettir).
Bölünmüşlüğün farkında olan ve bütünleşmek için bi­
linçli bir çaba gösteren bir kişilik, tekamül etmek, sorumlu­
lukla yaratmayı öğrenmek ve mutlak güç edinmek için nega­
tif karma üretmeye ihtiyaç duymaz. Kişiliğinizin istekleriyle
ruhunuzun ihtiyaçları arasında doğru seçim yapmak için bi­
linçle çaba gösterirsen iz, size negatif karma yaratmadan te­
kamül etme fırsatı tanıyan bir dinamiğin içine girersiniz. Bu
dinamik, "günaha teşvik" dinamiğidir.
"Günaha teşvik" ne demektir?
Günaha teşvik, Evren'in şefkat dolu bir yöntemidir; si­
zin, eğer fiziksel olarak tezahür etmesine izin verirseniz hır­
palayıcı olabilecek olumsuz bir karmik dinamiği çabucak
gözden geçirmenize izin verir. Bu, eğer açıkça görebilirseniz,
bir durumu diğer ruhların enerji alanlarına taşırmadan,
kendi özel enerji dünyanızın sınırları içinde düzeltmeniz, bir
yaşam dersini zarar görmeden (adeta bir deneme koşusu ya­
parak) öğrenmeniz için size sunulan merhametli bir fırsattır.
Günaha teşvik, olumsuz bir karmik deneyimin kostümlü
provasıdır.
Gün aha teşvik dinamiği, önünüzdeki potansiyel tehlike­
leri fark etmenizi ve kendinizi başkalarının yaşamlarını et­
kilemeden önce arındırmanızı mümkün kılan şefkatli bir
yöntemdir. Bu, eğer karma yaratmadan önce fark edebilirse­
niz, olumsuzluğu şefkatle sizden uzaklaştıran bir tür aldat­
macadır (yemdir). Bu aldatmacaya karşılık verirken (o yemi
yutarken), durumun farkına vararak ve böylece o deneyimi
gerçekten yaşamak zorunda kalmayarak kendinizi arındırır­
sınız. Böylece kendinizi, karma yaratmadan ve diğer ruhlar­
la etkileşime girmeden arındırırsınız. Günaha teşvik, ne bü­
yük incelik taşıyan bir yöntemdir! Bu yöntem, farkındalığını­
zı, fark edilmezse negatif karma üretecek olana yönelten bir
mıknatıstır.

122
Sorumlulul(__
Başka bir deyişle, günaha teşvik, olası olumsuzluğu in­
sanın enerji sisteminden başkalarına zarar vermeksizin çe­
kip almak üzere tasarlanmış bir düşünce-formudur. Ruh bu­
nu anlar. Bu dinamik kendi haline bırakılırsa, ortak (kolek­
tif) bilince taşmaksızın ve bulaşmaksızın, sadece insanın
kendi enerji sistemi içinde iş görür.
Günaha teşvik, bir tuzak değildir. Kışkırtıcı her hal, ru­
hun karma yaratmaksızın öğrenebilmesi, doğrudan bilinçli
seçimle tekamül edebilmesi için tanınmış bir fırsattır. Güna­
ha teşvik dinamiği, insan deneyiminin mücadeleye davet edi­
ci dinamiği, Lusiferik (şeytani) prensip olarak düşünülebile­
cek bir dinamiktir. Günaha teşvik, gücün tekamülünü des­
tekleme amacına hizmet eder.
Lusifer (Lucifer), aynı zamanda "Sabah Yıldızı - Işık ge­
tiren" anlamını taşır. Günaha teşvik, Lusiferik prensip, her
ruha, Işığa direnç gösteren parçalarıyla mücadele etme fırsa­
tını tanıyan bir dinamiktir. Lusiferik enerji, Cennet Bahçesi
öyküsünde bir yılanla, yani insandan başka bir varlıkla, in­
sanoğlunu baştan çıkarabilen ama gerçekte onun üzerinde
hakimiyete sahip olamayan bir varlık fikriyle simgelenmiş­
tir. Lusiferik enerji sizi baştan çıkarabilir; ölümlü, beş-duyu­
lu insanoğlunu baştan çıkarabilir, ama yılan ruhu yok ede­
mez. O, sadece fiziksel yaşama (maddeye) gereğinden fazla
bağlı parçanız için bir tehdit oluşturabilir. Yılan dünyasal­
dır. Eğer Dünya'ya çok yakınsanız, eğer kendinizi Dünya
tanrılarını yüceltirken buluyorsanız, Dünya'yı kendi tanrınız
ve efendiniz yerine koyuyorsanız, yılan sizi sokacaktır.
Mesih olan Nasıralı İsa'yı, Buda olan Siddhartha Gau­
tama'yı baştan çıkarmaya çalışan Işık-getiren enerji, Lusife­
rik enerji ile sizi baştan çıkarmaya çalışan enerji aynı enerji­
dir. Bu enerji, muhasebeciyi çalmaya, öğrenciyi hile yapma­
ya, eşleri zina yapmaya, insanoğlunu dışsal güce özendirir.
Kişiliğinizin fiziksel ışığıyla ölümsüz ruhunuzun Işığını kar-

123
!Mutfak._ Çjücün 'Yofu
şı karşıya getiren odur. O, önünüze dikey ve yatay yolları
açar. Değişimin (transformasyonun) doğası nedir? Değişimin
doğası, günaha teşvik dinamiğinin şefkatli yoludur.

Günaha teşvik, her ruhu kendi gücüyle tanıştırmanın


merhametli yoludur. Dış koşullar sizi baştan çıkarıyor ya da
tehdit ediyorsa, güç kaybedersiniz. Bu koşullar size egemen
olurlar. Kendinizi ruhunuzun enerjisiyle uyum içine sokma
doğrultusundaki her seçiminizle gücünüzü artırırsınız. Mut­
lak güç böyle kazanılır. Adım adım ve her seçimle aşama
aşama geliştirilir. O, meditasyon ya da dua ile elde edilmez.
Onun hak edilmesi, kazanılması gerekir.

Sözgelimi, öfke duygunuzdan kurtulmayı seçerseniz,


deneyimlerinize biçim verecek bir enerji kalıbı yaratırsınız.
Bu enerji kalıbı, içinizdeki öfkeyi, ondan kurtulabilmeniz
için yüzeye çıkarır. Olumsuz bir yönünüzle mücadele etmeyi
ve ondan kurtulmayı seçtiğinizde, bu yönünüz ön plana çı­
kar. Her şey bu amaca hizmet etmeye başlar. Rüyalarınız,
öfkenizin temel dinamiklerini size gösterirler. Kendinizi sü­
rekli, sizde öfke uyandıran olaylar içinde bulursunuz. Yaşa­
mınız, öfke yüzünden altüst olmuş gibi görünür, çünkü mü­
cadele etmeyi seçtiğiniz yönünüz öfkenizdir ve Evren seçimi­
nize şefkatle karşılık vermiştir.

Tekamülü, bilgeliği bilinçli olarak davet ettiğinizde, bü­


tünlüğe ulaşmamış parçalarınızı da yaşamınızda öne çıkma­
ları için bilinçle davet etmiş olursunuz. Öfke, kıskançlık ya
da korkunun her ortaya çıkışında, size o duyguyla mücadele
etmek ya da ona teslim olmak konusunda seçim hakkı tanı­
nır. Bu duygunuzla baş edebildiğiniz her seferinde, o güç
kaybeder ve siz güç kazanırsınız. Her defasında öfke, kıs­
kançlık ya da korku duymaya teşvik edilirsiniz ve siz bu
duygulara meydan okuyabilirseniz, kendinizi güçlendirmiş
olursunuz. Eğer yaptığınız seçimler belli bir disiplin ve ni­
yetten yoksun iseler, bu seçimlerle güç toplayamazsınız.

124
Sorumluluk_.
Bir kışkırtmaya karşı duramayacağınıza karar verirse­
niz, gerçekte kendinize sorumsuzca davranma izni veriyorsu­
nuz demektir. Karşı koyamayacağınızı, üstesinden gelecek
güce sahip olmadığınızı hissettiğiniz istek ve dürtüler, sizin
bağımlılıklarınızdır. Bağımlılıklar, kişiliğinizin çok güçlü
olan ve ruhunuzun enerjisine direnen parçalarının istekleri­
dir. Bunlar kişiliğinizin, enkarne olan ruhunuzun en fazla şi­
faya ihtiyaç duyan parçalarıdır, en yetersiz parçalarınızdır.
Yemeğe, uyuşturucuya, öfkeye ya da cinsel ilişkiye ba­
ğımlı olabilirsiniz. Birden fazla bağımlılığınız da olabilir. Bir
bağımlılıktan, o bağımlılığın altında yatan dinamiği fark
edene kadar kurtulamazsınız. Bütün bağımlılıkl ar, gücün dı­
şarıda görülmesinden, gücün çevreyi veya başkalarını kont­
rol edebilme yeteneği olarak algılanmasından kaynaklanır­
lar. Her bağımlılığın altında bir güç sorunu bulunur.
Ruha uzanan yolculuk, insanlığın , güçle uyum sağlaya­
cağı bir konuma doğru kendiliğinden çekilmekte olduğunu
anlamakla başlar. Her insan, seçimlerinin, içindeki güçten
yoksun boşlukları doldurmaya yönelik isteklerinin neden ve
sonuçlarını deneyimlemektedir. Bu dinamik, " insanoğlunun
güvensizlik duygusu" olarak tanımlanabilir, ama bu sadece
görünürdeki tanımdır. Devrede olan asıl mekanizma, gerçek
güçle, mutlak güçle donanmaya uzanan yolculuktur.
Bu yüzden her insan güçle böylesine derinlemesine mü­
cadele eder: güçten yoksunlukl a, gücü kazanmakla, gücün
gerçekte ne olduğuyla, ona nasıl sahip olunabileceğiyle . . .
Duygusal, ruhsal, fiziksel ve psikolojik her bunalımın altında
güçten kaynaklanan bir sorun yatar. İ çinde bulun duğunuz
bunalımı yorıimlamak için taktığınız gözlüğe bağlı olarak,
sizi ya ruhunuza ya da Dünya'ya yaklaştıracak adımlar atar­
sınız.
Bütünlük kazanmaya giden yol, kendinize, duygularını­
zın, algılarınızın, değerlerinizin ve davranış biçimlerinizin

1 25
Afutfuf( <jücün 'fo[u
ardında yatan dinamiklere dürüstçe, açıkça ve cesaretle bak­
ınanızı gerektirir. Bu, savunma mekanizmalarından geçen
ve bu mekanizmaların ötesine uzanan, kişiliğinizin doğasını
bilinçle deneyimleyebileceğiniz ve onun yaşamınızda ürettik­
leriyle yüzleşip, bunları değiştirmeyi seçebileceğiniz bir yol­
culuktur.

1 26
10

BAGIMLILIK

B ir bağımlılıktan kurtulmak için çalışmaya başlama­


nın koşulu, önce o bağımlılığı kabul etmektir. Bir b ağımlılı­
ğınız olduğunu idrak edene kadar, o bağımlılığın gücünü za­
yıflatmanız mümkün değildir. Kişilik, bağımlılıklarına baha­
neler bulur, onları alımlı giysilere büründürür, kendine ve
başkalarına çekici ve yararlı bir biçimde gösterir. Sözgelimi,
alkole bağımlı bir insan, hem kendine hem de başkalarına
sarhoşluğun bir tür gevşeme, gerilimli bir günün bitimindeki
rahatlama, bir keyif hali olduğunu söyleyecek "ve bu nedenle
de olumluluğundan dem vuracaktır. Sekse bağımlı b iri, ken­
dine ya da başkalarına, rasgele cinsel ilişkilerin yakınlık ve­
ya aşkın ifadesi olduklarını, gelişkin ve özgür bir idraki yan­
sıttıklarını, bu nedenle böyle ilişkilerin çekici olduklarını sa­
vunacaktır.
Kendi bağımlılıklarınızı tanımak içsel bir çalışma ge­
rektirir. Yaşamınızda nerelerde güç yitirdiğinizi, nerelerde
dış koşulların kontrolüne girdiğinizi derinlemesine araştır­
manızı gerektirir. Savunma mekanizmalarınızı gözden geçir­
menizi gerektirir. Hatta kendini tanımaya uğraşırken ortaya
çıksa, ya da -içkili araba kullanmanın yol açtığı bir yaralan­
ma veya başkalarıyla cinsel ilişki n edeniyle yıkılan bir evli-

1 27
:Mutfak. Çjücün 'Yo[u
lik gibi- dış koşullarla kanıtlansa bile, genelde kişilik bu ba­
ğımlılığını önceleri önemsiz sayma düşüncesine tutunur, son­
ra küçük, giderek daha büyük ve en sonunda önemli bir so­
run olarak algılar.
Kişilik bağımlılıklarını kabul etmekten neden kaçınır?
Bir bağımlılığı kabul etmek, bir bağımlılığınız olduğunu
itiraf etmek, bir parçanızın kontrolünüz dışında olduğunu
kabul etmeniz anlamına gelir. Kişilik, bağımlılıklarını kabul
etmemek için direnir, çünkü kabul, kişiliği, kontrolü dışında­
ki bir parçayla yaşamak ya da bu konuda bir şeyler yapmak
gibi bir seçime zorlar. Bir bağımlılık bir kez kabul edildi mi,
artık görmezden gelinemez ve yaşam biçiminizi değiştirme­
den, kendi hakkınızdaki zanlarınızı (imajınızı) değiştirme­
den, oluşturmuş olduğunuz tüm algısal ve kavramsal yapıyı
değiştirmeden, bu bağımlılıktan kurtulamazsınız. Bunu yap­
mak istemeyiz, çünkü doğamız değişime direnç gösterir.
Bundan dolayı, bağımlılıklarımızı kabul etmeye de direnç
gösteririz.
Bağımlılık sadece çekici bir güç değildir. Sözgelimi, er­
kek ve kadınların birbirlerini beğenmeleri, birbirlerine karşı
bir sıcaklık ve çekim hissetmeleri doğaldır. Bağımlılık bun­
dan öte bir şeydir. Bir bağımlılık, mıknatıs etkisi ve korku
sözcükleriyle tanımlanabilir. Burada çekim gücü, artı korku
ve duruma oranla çok daha büyük bir enerji sarsıntısı var­
dır. Çekicilikler yaşamın keyif veren yönleridir, bu duygular
doyurulabilir ve geride bırakılabilirler, ama bağımlılıklar
böyle değildir.
Bir bağımlılık doyurulamaz. Örneğin cinsel ilişki ba­
ğımlılığı, cinsel ilişkiyle doyurulamaz. Bunun ana nedeni,
burada cinsel ilişki bağımlılığı gibi görünen dinamiğin, ger­
çekte cinsellikle ilgili olmayışıdır, çünkü bağımlılık halindeki
cinsel çekim ya da itme deneyimleri daha derindeki bir dina­
miğe hizmet ederler.

128
Sorumfu[uK_.
Bir bağımlılık uyuşturulabilir. Ö rneğin sekse duyulan
bağımlılık, bir ilişkideki güvenin yitirilebileceği korkusuyla
geçici bir süre bastırılabilir, ama o bağımlılığın varlığı kabul
edilmeden ve altında yatan dinamik anlaşılmadan iyileştiri­
lemez; iyileştirilmedikçe de, kişiliğin kendini en güvensiz ya
da en fazla tehdit altında hissettiği hallerde bu ilişkinin ara­
sına girer ya da tek eşlilik görünümünü bozar. Kişilik b öyle
zamanlarda başkalarına karşı cinsel çekim duyacaktır.
Cinsel bağımlılıklar, insan ırkında en yaygın olan b a­
ğımlılıklardır, çünkü güç sorunları insan yapısı içinde cinsel­
liği öğrenmeye doğrudan bağlıdır. Cinsellik ve güç sorunları
birbirlerini tamamlamaları için öngörülmüşlerdi. Cinsel yön­
den kontrolsüz her insan aslında kendi gücünü kontrol ede­
memesi şeklindeki güç sorunlarına sahiptir. Ö zünde, bunlar
aynıdır. Bir insan hem kendi güç merkezinde olup hem de
cinsel yönden kontrolsüz ya da cinsel enerji akımının haki­
miyeti altına girmiş olamaz; bu iki hali aynı anda deneyimle­
yemez.
Cinsel bağımlılığın ardındaki dinamik nedir?
Bağımlılık halindeki cinsel çekim , bunu deneyimleye­
nin o anda güçsüzlük "hissettiğini ve kendir.den daha zayıf
bir ruhtan beslenmek istediğini gösterir. Bütün b ağımlılıkla­
rın altındaki dinamik budur: kendinden daha çok parçalan­
mış bir ruhla beslenme (onu kullanarak, güçlü olduğunu his­
setme) arzusu. Böyle bir şeyi görmek bile deneyimlemek ka­
dar çirkin , ama insandaki olumsuzluğun temel kaynağı b u­
dur.
Saygı içermeyen bir cinsel davranış, saygısızca uygul a­
nan bir meslekle, saygısızca yapılan siyasetle ya da saygı
içermeyen herhangi bir faaliyetle aynı anlamı yansıtır: b i r
ruh daha zayıf başka b i r ruhtan beslenmektedir. Bu neden­
le, böyle bir bağımlılıktan kurtulmanın yolu, bu çekimi his­
settiğinizde, kendinize, o an zayıf olduğunuzu ve sizden da-

1 29
%utfal((jücün 'Yofu
ha zayıf bir ruhtan beslenme arzusu içinde bulunduğunuzu
hatırlatmaktır.
Başka bir deyişle, bir cinsel bağımlılığın çekimini his­
settiğiniz anda, bir tür güçsüzlük içinde olduğunuzu ve bu­
nun da sizde, kendinizi dengelemek, iyi hissetmek için baş­
kalarını kullanma isteği yarattığını düşünün. Bu istek, cin­
sel çekim olarak hissedilmektedir. İçinizde tutuşanın ne ol­
duğunu kendinize açıkça hatırlatın. Bu, fiziksel olarak bir
ilgi duymuyor ya da bir çekim hissetmiyorsunuz demek de­
ğildir, ama bu duygunun altında, size öyle davranma isteği
veren farklı bir dinamik, bir tür güçsüzlük bulunmaktadır.
Bu bilincin iyice içinize işlemesine izin verin, öyle ki,
eğer hala b ağım l ılığınız doğrultusunda davranmak isterse­
niz, bu noktada, kendi realitenizi deneyimleme, bu realite bo­
yunca ilerleme ihtiyacı içindesiniz demektir.
Bu ne anlama gelir?
Eğer evliyseniz ya da tek bir eşle birlikteyseniz, dürtü­
leriniz uyarınca davranmanın evliliğinize veya ilişkinize mal
olabileceğini kendinize hatırlatın. Kendinize, yapmak istedi­
ğinizin buna değip değmeyeceğini sorun. Eğer sağlıklıysanız,
dürtüleriniz uyarınca davranmanın sağlığınıza mal olabilece­
ğini kendinize hatırlatın, çünkü seçtiğiniz arkadaşın AIDS
gibi bir hastalık taşıyıp taşımadığını bilemezsiniz. Kendini­
ze, yapmak istediğinizin bu riske değip değmeyeceğini sorun.
Ö zellikle çekici bulduğunuz birinin, size olduğu kadar
başkalarına da cinsel olarak çekildiğini, ve size de sizin ona
olan duygularınızı aşan bir duygu beslemediğini kendinize
hatırlatın . Durumun böyle olduğuna gerçekten inanabilirsi­
niz, çünkü bu insana duyduğunuz cinsel çekim, sizin içinizde
bulunan ve çevrenizdekileri gözden geçirmekte kullandığı­
nız, insanlardaki zayıf yönleri arayan bir sistemin verdiği
karşılıktır. İ çinizdeki bu sistem, sizden etkilenebilecek, sizin
baştan çıkarabileceğiniz kadar zayıf bir insanı saptadığında,

1 30
Sorumluluf.:_
size cinsel dürtü verir. B u insanın zayıflığından yararlana­
rak mı erkekliğinizi ya da dişiliğinizi güçlendireceksiniz?
Bu, size kazanmak istediğinizi kazandıracak mı?
Kendinize, her ikinizin de duygularınızı tutuşturmayan
bir cinsel etkileşime girmeyi seçmiş olduğunuzu hatırlatın,
çünkü eğer duygularınız uyanmış olsalardı, size sadece şunu
söylerlerdi: "Cinsel olarak çekildiğin insan sana karşı, senin
ona karşı hissettiğinden fazla (duygusal yönden) bir şey his­
setmiyor." Biriyle cinsel etkileşim içinde olduğunuzu ve ona
karşı başka bir şey hissetmediğinizi düşünmek bir şeydir;
ama karşınızdaki kişinin de size karşı başka bir şey hisset­
mediği gerçeğiyle yüzleşmek başka bir şeydir.
İ çinde bulunduğunuz dinamiğe yakından bakarsanız,
bir ruh daha zayıf bir ruhtan beslenmeye çalıştığında ve da­
ha zayıf olan ona karşılık verdiğinde, her ikisinin de zayıf
ruhlar olduğunu görürsünüz. Kim kimden beslenmektedir?
Beş-duyulu insanın mantığı bunu kavrayamaz, ama kalbin
yüksek mantığı açıkça görür. Benzer eksiklikleri taşıyan iki
bilinç, eninde sonunda onları eşitleyecek bir dinamiğe bağ­
lanmaya çalışıyorlarsa, aralarında gerçek anlamda bir fark
olabilir mi? Sözgelimi, hakimiyet kurma ihtiyacını hangi ne­
den doğurursa, boyun eğme ihtiyacını da o neden doğurur.
Bu sadece, aynı durumda çabalarken ruhun hangi rolü oyna­
mayı seçtiğine bağlıdır.
Kendi korkularınızın, içki içmeyi ya da değişik eşle cin­
sel ilişki kurmayı isteyen duygularınızın içine girin. Yaşamı­
nızda, böyle davranmakla büyük kazanç elde edeceğinizi dü­
şündüğünüz anlan dikkatle gözden geçirin ve kazandıkları­
nızla yüzleşin.
Deneyimlerinizi sizin yarattıgınız olgusu üzerinde du­
run. Korkunuz, içinizdeki bir parçanın, siz isteseniz de iste­
mesiniz de, kendi istediği realiteyi yaratmakta olduğunu
fark etmenizden ve bunu önleyecek güce sahip olmadığınız

131
Mutfuf( Çjücün 'Yo{u
duygusundan kaynaklanır; ama yanılıyorsunuz, bu doğru de­
ğil. Şunu anlamak çok önemli: bağımlılığınız sizden daha
güçlü değil, sizin olmak istediğiniz kişiden daha güçlü değil.
Onun daha güçlü olduğunu hissedebilirsiniz, ama o ancak siz
izin verirseniz kazanır. Her zayıflık gibi bu bağımlılığınız da
ruhtan ya da iradeden daha güçlü değildir. Onun gücü sade­
ce, geçiş için, yaşamınızın o alanında kendinizi bütünlüğe
ulaştırabilmeniz için ne kadar çaba göstermeniz gerektiğini
işaret eder.
Baştan çıkarılacağınızdan, karşı koyamayacağınızdan
korktuğunuz zaman, yaptığınız şeyin, size sorumsuzca dav­
ranma izni verecek bir durum yaratmak olduğunu görmeye
çalışın. Geçemeyeceğiniz bir sınav yaratmanız mümkün mü?
Evet. Kendinizi sınamak için günaha teşvik edilmeyi, baştan
çıkarılmayı isteme deneyimi, aslında, sorumsuzca davran­
mak, kendi kendinize, "Bunu zaten yapamayacağımı biliyor­
dum," demek ve bağımlılığınıza teslim olmak için bir fırsat
yaratmaktır. Karşı koyamayacağınız yoğunluktaki böyle bir
sınavı hazırlamanın özünde, seçiminiz nedeniyle sorumlu tu­
tulmama isteği bulunur.
Ruhunuzun bağımlılığınızı ortadan kaldırma arzusu bü­
yüdükçe, bu bağımlılığa tutunmak size giderek daha pahalı­
ya mal olur. E ğer siz -ruhu�uz- bir bağımlılığınızı şu anda
ortadan kaldırmayı seçerseniz, bağımlılığınızı sürdürmenizin
bundan böyle en sevdiğiniz şeylere mal olacağını göreceksi­
niz. Sevdiğiniz şey karınız ya da kocanızsa, evliliğiniz ve ba­
ğımlılığınız terazinin iki kefesine konacaktır. Eğer kariyeri­
nizse, kariyeriniz bağımlılığınız karşısındaki kefede yer ala­
caktır.
Bu acımasız bir Evren'in ya da kötü niyetli bir Tann'nın
işi değildir. Bu, şifa bulma, bütünlük kazanma isteğinize ve­
rilen şefkat dolu bir yanıttır. Evren size şefkatle şunları söy­
ler:"Yetersizliklerin o kadar derin ki, seni ancak yetersizlik-

1 32
Soıumlufu/(
lerinin karşısına eşdeğerli ya da daha değerli bir şey koymak
durdurabilir." Buradaki dinamik, uzay-zaman ve maddeye
ilişkin hareketin ikinci yasasıyla ifade edilen bir dinamiğin
ta kendisidir: "Hareket halindeki bir cismin devingenliğinde­
ki (kütlesi, hareket yönü ve hızındaki) bir değişiklik, bu cis­
me etki yapan güçle doğru orantılıdır ve değişiklik bu gücün
bulunduğu yönde gerçekleşir." Bağımlılığınızın şifa bulması­
nın ruhunuz için ne kadar önemli olduğunu ve bu doğrultu­
da davranmak isteyen kendi iç n iyetinizin gücünü, bu ba­
ğımlılığın size maliyetinin büyüklüğü ile ölçebilirsiniz.
Farklı bir yaşantı ile aranızda sorumlulukla seçme so­
rununun bulunduğunu idrak etmeye, ama gerçekten idrak
etmeye çalışın. Korku duyduğunuz anlarda, düşünceleriniz­
de oluşan bulanıklık, kendi yaptığınız seçimin gücünden ve
kapsamından kaynaklanır. Kendi seçim gücünüzü açıkça gö­
rün. Yetersizliklerinizin insafına bırakılmış değilsiniz. Sizi
güçlendirecek niyet içinizdeki bir yerden gelmek zorunda; bu
içsel merkez gerçekten sorumluca seçimler yapabilecek ve bu
seçimlerden güç alabilecek yetenekte olduğunuzu, gücünüzü
azaltan değil, artıran seçimler yapabileceğinizi ve bütünlük
içinde davranabileceğinizi size hatırlatacaktır. Seçim yapma
gücünüzü sınayın, çünkü bağımlılığınızın tersine yaptığınız
her seçimle, onun gücünden giderek daha fazla kurtulmuş,
kendi gücünüzü giderek daha da artırmış olursunuz.
Zayıf yönleriniz üzerinde çalışırken, bağımlılıklarınız
doğrultusunda istek duyduğunuzda, kendinize ruhun kritik
sorularını yöneltin : "Bu dürtülere uymakla aydınlanma dü­
zeyini yükseltebilir misin? Bu, sana gerçek anlamda bir güç
katar mı? Bu, seni daha sevecen biri yapar mı? Seni daha
bütün hale getirir mi?" Kendi kendinize bu sorulan sorun.
Bir bağımlılıktan kurtulmak için izlenecek yol şudur:
Kendi realiteniz boyunca adım adım yürüyün. Kararlarını­
zın getireceği sonuçların farkına varın ve buna göre seçim

1 33
!Mutfak. (jücün 'Yo[u
yapın. İ çinizde seks, alkol, uyuşturucu ya da herhangi başka
bir bağımlılığınız doğrultusunda istek duyduğunuzda, şunla­
rı hatırlayın: Düşük benliğiniz ve bütünlenmiş benliğinizden
oluşmuş iki dünyanın arasında duruyorsunuz. Düşük benli­
ğiniz baştan çıkarıcı ve etkili, çünkü sorumluluk taşımıyor,
sevecen değil, terbiye edilmiş değil ve sizi çağırıyor. Diğer
parçanız bütünlük içinde, çok daha sorumlu ve şefkatli, mut­
lak gücü yüksek, ama sizden aydınlanmış bir ruhun yolunda
yürümenizi, bilinçle yaşamanızı bekliyor. Bilinçle yaşamak. . .
Tersini seçmek, bilinçsizce davranmaya yine bilinçsizce izin
vermektir. Bu seçenek, baştan çıkarıcıdır.
Hangi yolu seçiyorsunuz?
Eğer kararınız bütünlük kazanmak doğrultusundaysa,
bu karara uygun davranın. O zaman bağımlılığınız size dü­
şündüğünüz ölçüde kışkırtıcı ya da korkutucu gelmeyecektir.
Bu kararınıza uygun davranın ve kendinize tekrar tekrar
şunu hatırlatın : Düşük benliğinizle bütünlük içindeki benli­
ğinizin arasında duruyorsunuz. Bilgelikle seçin, çünkü güç
şimdi tamamen sizin ellerinizde. B ilincin gücünü küçümse­
meyin. Yaşadıkça ve her an ve her gün bilinçli seçimler yap­
tıkça, güçle dolarsınız ve düşük benliğiniz ayrışıp dağılır.
Siz mutlak güçle donanma yolunda seçimler yaptıkça,
karşı koymakta olduğunuz, sizi baştan çıkarmaya uğraşan
parçanız tekrar tekrar yüzeye çıkar. Her direnişiniz size güç
kazandırır, ona güç kaybettirir. Sözgelimi, alkol bağımlılığı­
nıza karşı direniyorsanız, günde on iki kez içki içme eğilimi
duysanız bile, bu enerjiye her defasında karşı koyun, mey­
dan okuyun . Eğer bu nöbetleri işlerin ters gitmesi ya da niye­
tinizin işe yaramadığını gösteren bir işaret olarak değerlen­
dirirseniz, korku ve kuşku vasıtasıyla öğrenme yolunu seçi­
yorsunuz demektir. Ama bu nöbetleri, size, niyetinize karşı­
lık tanınan, yetersizliğinizi gidermeye ve böylece güç kazan­
maya yönelik fırsatlar olarak değerlendirirseniz, ihtiyacınız

1 34
Sorumfulul(_
olanı bilgelikle öğrenme yolunu seçmiş olursunuz.
Bağımlılığınıza ilk karşı koyuşunuzda ya da ikinci,
üçüncü karşı koyuşlannızda, başarısızlık duygusuna kapıl­
mamalısınız. Mutlak gücün bu kadar kolay elde edileceğini
mi düşünüyorsunuz? Niyetinize sahip çıktıkça ve tekrar tek­
rar bütünlük kazanma doğrultusunda seçimler yaptıkça, güç
toplarsınız ve baş edilemez diye düşündüğünüz bağımlılık,
sizin üzerinizdeki etkisini yitirir.
Bir bağımlılığa karşı koyduğunuzda ve bütünlük kazan­
ma doğrultusunda bir seçim yaptığınızda, kendinizi, size ya­
pılan fizik-ötesi yardımlarla uyum içine sokmuş olursunuz.
İ şi sizin yapmanız gerekir, ama size yönelik bir yardım her
zaman vardır. Fizik-ötesi dünyanın, rehber ve öğretmenleri"
nizin çabaları size pek çok yoldan ulaşır; güç veren düşünce­
ler, hatırlatmalar, yeni güç katan beklenmedik olaylar . . .
hepsi size yönelik yardımlardır. Bir ruh önemli bir olumsuz­
luktan kurtulup, bilincini daha yüksek Işık frekanslarına
yükselttiği zaman, fizik-ötesi dünyada büyük sevinç yaşanır.
Bu nedenle, yalnızlıktan yakınmayın. Yalnızlık diye bir hal
yoktur.
Kendinizi, şifaya ulaşma yolundaki biri olarak görün ve
şifa bulmanın güçlüğünü göz önünde bulundurun. E şdeğerde
güçlükler içindeki diğer insanları görmezden gelerek, yalnız
olduğunuzu düşünmeyin . Tüm insanlık deneyimi, bütünlüğe
uzanan bir yolculuktan ibarettir. Bu nedenle, hiç kimse bü­
tünlük kazanmış değil, bundan kuşkunuz olmasın . Herkes
bu sürecin içinde. Eğer bu insanlar bütünlüğe kavuşmuş ol­
salardı, bizim katımızda fiziksel olarak bulunmak durumun­
da olmazlardı. Başka bir deyişle, siz milyarlarca ruhla aynı
yolda yürüyorsunuz.
Zorlu bir çaba gösterdikten sonra, yaptıklarınızı takdir
etmek için zaman ayırın . Sürekli olarak önünüzde kalan yo­
la bakmayın . Aştığınız yolu görerek coşku duyan, başarınızı

1 35
:Mutfak_ (j ücün Yofu
alkışlayan fizik-ötesi öğretmenleriniz ve rehberlerinizin bu
alkışlarına katılın. Bu, tekrar bağımlılığınıza dönebilirsiniz
anlamına gelmez; sadece, ihtiyacınız olduğunda kendinize
dinlenme izni vermek, yorulduğunuzda bunu kabul edip, en
iyilerimizin bile yorulabileceklerini bilerek kendinize zaman
tanımak demektir.
Bağımlılığınızın ardındaki dinamikleri anlamak işin bir
yönüdür. Bu bağımlılığa d uyduğunuz ihtiyaçtan kurtulmak
için yapmanız gereken duygusal hazırlık ise ayrı bir konu­
dur. Bağımlılığınız yenilmez değildir, karşı konulmaz değil­
dir. Size hala böyle görünüyorsa, hangi nedenle size çekici
geldiğini anlamış olsanız bile, kalbinizin derinliklerinde ken­
dinizi bu bağımlılıktan kurtulamayacak gibi hissediyorsunuz
demektir. Eğer bağımlılığınız sizden ayrılmamakta direni­
yorsa, kendinize gerçekten ondan kurtulmak isteyip isteme­
diğinizi sorun , çünkü bu durumda onu bırakmayı yürekten
istiyor olamazsınız.
İ çinizdeki yetersizlikleri tamamlayana kadar, hep bu
b ağımlılığa sahip olacaksınız. Bağımlılıktan kurtulmak için
yetersizliklerinizin kökenine inmek, bu yetersiz yönlerin ger­
çekten var olduklarını kabul etmek ve şi fa bulabilsinler diye
onları bilincin ışığına çıkarmak gerekir. Sizi etkileyen parça­
larınıza derinlemesine bakmak, onların içinizde ne kadar de­
rinlerde olduklarını açıkça görmek ve bunları yaparken el­
den geldiğince dürüst olmak gerekir. Bağımlılığınız size ya­
şamınızda birkaç gerçek haz sağlamış olabilir. Sizin için han­
gisi daha önemli, bütünlüğünüz ve özgürlüğünüz mü, yoksa
bağımlılığınıza doyum sağlayarak aldığınız hazlar mı?
Bağımlılığınızın bir yetersizlikten kaynaklandığını an­
ladığınızda, bu yetersizliğe nasıl tepki vereceğiniz sorusu or­
taya çıkar - başka bir kadeh içkiye ya da başka bir cinsel iliş­
kiye yönelerek mi, yok_sa size bütünlük kazandıracak şeyler
için içinize yönelerek mi? B ağımlılığınızın ne kadar güçlü ol-

1 36
Sorumfu{uk_
duğunu, onun çekimini ne kadar derin bir biçimde hissettiği­
nizi anlamak için içinize dönün ve kendinize, bu öğrenme bi­
çiminden kurtulmak için uygun zamanın gelip gelmediğini
sorun. Bu soruyu siz sormalı , yanıtını siz vermelisiniz. Fizik­
ötesi öğretmenlerinizin size yol gösterdiklerini , daha yüksek
bir bilgelik yolunu önerdiklerini hissedebilirsiniz, ama aynı
anda da bu yolu seçmeye hazır olmadığınızı fark edebilirsi­
niz. Bunun uygun bir zaman olmadığına, henüz belli bir yolu
terk edecek kadar güçlü olmadığınıza karar verebilirsiniz.
Bu kararınızı, gerçekten yüreklice karşılayabilmelisiniz.
Eninde sonunda, daha yüksek olan yola gireceksiniz,
ama bu yolculuğa bir gün, bir hafta ya da yedi yaşam sonra
başlamak isterseniz, bu da uygundur. Öğretmenleriniz, za­
man içermeyen (zamandışı ) bir açıdan bakarlar. Eninde so­
nunda bilincin yolunu seçeceğinizi bilmeniz de bir bilgeliktir.
Ama, eğer bu yola er geç girecekseniz, neden beklemeli? Yine
de, geri kalan parçalarınız bu yolculuğa hazır olana kadar
beklemenin bilgelik sayılabileceği zamanlar vardır. Böyle bir
kararın utanılacak hiçbir yanı yoktur.
Evren yargılamaz. Eninde sonunda mutlak güce ulaşa­
caksınız. Bağışlamanın, alçak gönüllülüğün, berraklığın ve
sevginin gücünü tanıyacaksınız. İ nsanlık deneyiminin, Dün­
ya okulunun, uzay-zaman-madde alemindeki öğrenimin öte­
sine tekamül edeceksiniz. Tekamül etmemeyi beceremezsi­
niz. Evren'deki her şey tekamül eder. Sadece tek bir soru
vardır, o da tekamül ederken hangi öğrenme yolunun seçile­
ceği sorusudur. Yanıt, her zaman sizin seçiminizle belirlenir
ve yapılan her seçimde b ir bilgelik vardır.
Yuvanıza döndüğünüzde, kişiliğinizi ve bedeninizi ardı­
nızda bıraktığınızda, yetersizliklerinizi, korkularınızı, öfke­
lerinizi ve kıskançlıklarınızı da ardınızda bırakmış olacaksı­
nız. Bunlar ruhsal alemde var olamazlar, çünkü bunlar
kişiliğin, zaman ve madde aleminin deneyimleridir. Ruhsal

1 37
!Mutfak_ (jücün ')'o{u
alemde bir kez daha gerçek kimliğinizin bütünlüğüne döne­
ceksiniz. Yaşamınızdaki tüm deneyimlere, sizi güçlü bir bi­
çimde kontrol altında tutmuş gibi görünenlere bile, sevgi
dolu gözlerle ve şefkatli bir anlayışla bakacaksınız. Bunların
hangi amaçlara hizmet etmiş olduklarını anlayacaksınız.
Alınmış dersler üzerinde düşünecek ve değerlendirmelerinizi
bir sonraki enkarnasyonunuza taşıyacaksınız.
Eğer bağımlılığınızı sürdürmeyi seçerseniz, negatif kar­
ma deneyimlemeyi seçmiş olursunuz. Şefkat duymadan ya­
ratmayı, bilinçsizliği seçmiş olursunuz. Bilinç dışı niyetleri­
nizin yarattığı deneyimler yoluyla öğrenmeyi seçmiş olursu­
nuz. Korku ve kuşku yöluyla öğrenmeyi seçmiş olursunuz,
çünkü gerçekte bağımlılığınızdan korkar ve onun üstesinden
gelecek güce sahip olduğunuzdan kuşku duyarsınız.
Eğer bağımlılığınıza karşı durmayı, bütünlüğe doğru bi­
linçle ilerlemeyi seçerseniz, bilgelikle öğrenme yolunu seçmiş
olursunuz. Deneyimlerinizi bilinçle yaratmayı, algılarınızı ve
kişiliğinizin enerjisini ruhunuzla uyum içine sokmayı seçmiş
olursunuz. Fiziksel realite içinde, ruhunuzun yaratmak iste­
diği realiteyi seçmiş olursunuz. Ruhunuzun sizden akması­
na, sizin dünyanızı Tanrı'nın biçimlendirmesine fırsat ver­
miş olursunuz.
Bir bağımlılıktan kurtulmak için çaba gösterirken, ger­
çekte ruhunuzun şifa bulması için çalışıyor, doğrudan yaşa­
mınızın meselesiyle uğraşıyorsunuz dernektir. Yapılması is­
tenen iş de budur. En derin mücadelelerinizle yüzleştiğiniz­
de, en yüce hedefinize uzanmış olursunuz. İçinizdeki en de­
rin olumsuzluk akımlarını ışığa çıkardıkça, şifaya kavuştu­
rup bunlardan kurtuldukça, ruhunuzun enerjisinin doğru­
dan fiziksel realitenin deneyim ve olaylarına akarak, bunları
biçimlendirmesine ve böylece Dünya üzerindeki görevlerini
engellemeden yerine getirmesine izin vermiş olursunuz.
Tekamülün gereği budur. Bu işi yapmak için doğdunuz.

1 38
11

İLİŞKİLER

S adece, 'kendini kararlılıkla adama" dinamiği içinde


meydana gelebilen belli gelişme dinamikleri vardır. Kendini­
zi atlamadıkça, başka bir insanı kendinizden fazla gözetmeyi
öğrenemezsiniz. Sizin kişiliğinizin isteklerini tehdit etse da­
hi, başka bir ruhun güç ve berraklık kazanma yolundaki ba­
şarılanna değer vermeyi öğrenemezsiniz. Bir başkasının ge­
lişimini sağlamak ve onu bu yolda cesaretlendirmek amacıy­
la kendi kişiliğinizin isteklerinden vazgeçtiğinizde, bu kişi­
nin ruhuyla uyum içine girmiş olursunuz. Eğer kendinizi
adamamışsanız, başkalarını, ruhunuzun onları gördüğü gibi,
-güzel ve güçlü Işık ruhları (özleri) olarak- görmeyi öğrene­
mezsiniz.
İ nsanlarımız arasında ruhsal birlikteliğin -ruhsal teka­
mül amacıyla eşit koşullar altında bir araya gelmenin- te­
mel modeli (arşetipi) oluşmaktadır. Bu, fizikse l yaşamın sür­
dürülmesi için tasarlanmış, eşlerin kendilerini ille de eşit
olarak görme durumunda olmadıkları evliliğin temel mode­
linden farklıdır. Bireyler evlendikleri zaman, her birinin fi­
ziksel yaşamı sürdürme (ayakta kalma) yeteneği artar. Bir­
likte, tek başlarına oldukları hale kıyasla, daha kolay ateş,
barınak, yiyecek, su bulabilir ve kendilerini daha iyi savuna-

1 39
Mutfak:_ (jücün '.Yofu
b ilir duruma gelirler. Evliliğin temel modeli, gücü dışarıda
gören anlayışı yansıtır.
Ruhsal birlikteliğin temel modeli ise çok-duyulu insan­
ların mutlak güçle donanmaya uzanan bilinçli yolculuklarını
yansıtır. Ruhsal eşler, ruhun varlığını kabul ederler ve geliş­
mesi için bilinçle çaba gösterirler. Zaman ve madde dünya­
sında iş başındaki fizik-ötesi dinamikleri tanıyıp kabul eder­
ler. Maddeyi, bu öğrenme alanını paylaşan ruhlar tarafından
sürekli olararak, tekrar tekrar biçimlendirilen Işığın en yo­
ğun ya da en ağırlaşmış hali olarak görürler. Deneyimlerini
birbirleriyle, Yaşam'ı çok seven canlı bir Dünya'yla ve şefkat
dolu bir Evren'le birlikte, bilinçle yaratırlar.
Hepsi ortak eserimiz olan toplumlar, ulus ve kültürler,
beş-duyulu kişiliğin değerleri ve algıları üzerine kurulmuş­
tur, evlilik temel modeli tarafından yansıtılan değerlerin . . .
Bunlar insanoğlunun fiziksel olarak varlığını sürdürmesine
hizmet etmek amacıyla tasarlanmışlardır. Bunlar, aynı za­
manda, insanlarımızın korku ve kuşku yoluyla öğrenme ka­
rarlarını yansıtırlar.
Tüm dünyamız, korku ve kuşku yoluyla öğrenmeyi seç­
miş beş-duyulu kişiliğin enerjisi üzerine yapılanmıştır. Ulus­
lar uluslardan , ırklar ırklardan ve karşı cinsler birbirlerin­
den korkarlar. Dışarıdaki gücü temsil eden fiziksel realitenin
keşfi, Dünya ile işbirliğini içeren , Dünya'nın değerini bilen
bir anlayışla başarılabilirdi. Oysa biz insanlık olarak, bu rea­
liteyi hükmetme duygusu ve sömürme yoluyla keşfetmeyi
seçtik. Bu, korku ve kuşku vasıtasıyla öğrenme yoludur; fi­
ziksel çevreye karşı duyulan korkuyla ve bu çevreyle doğal
bir biçimde uyum sağlayamama kuşkusuyla öğrenmenin yo­
ludur.
Dünyamız şu temel düşünce-formunu yansıtır: " Ö lüm­
den sonra bir yaşam yoktur ve bu yaşam süresi içinde de,
kim elde eder ya da kazanırsa, güç onundur." Bazen bu,

1 40
Soromlufuf(_
ölümden sonraki yaşamdan söz ederiz, ama bu Dünya'dan
ayrıldıktan sonra hala, Dünya'dayken yapmış olduğumuz se­
çimlerden sorumlu olacağımıza ya da seçimlerimizin çok da­
ha farklı olabileceğine pek inanmayız.
İ nsanımız artık alçak gönüllü değil. Hiçbir şeye saygı
duymuyor. Kibirli ve sadece kendi ürettiği teknolojiyle uğra­
şıyor. Bu teknolojiyi kontrol altında tuttuğunu sanarak, dur­
madan kendini kandırıyor. Böylece kaos yaratıyor, ama yine
de böyle bir kontrolün mümkün olmadığını görmeyi reddedi­
yor. Dünya'yı ve birbirimizi sömürüyoruz. Ormanları, okya­
nusları ve atmosferi yıkıma uğratıyoruz. Birbirimize hakaret
ve işkence ediyor, birbirimizi köleleştiriyor ve öldürüyoruz.
Ruhsal birliktelik -bireylerin ruhsal gelişme amacıyla,
eşitlik içinde bir araya gelmeleri- temel modeli, toplumun
belli bir düzeyinde ortaya çıkınca, bu model o düzeyde çok­
duyulu kişiliğin değer ve algılarını yansıtan' değerlerin ve al­
gıların oluşmalarına yol açar. Nası l ruhsal birliktelik anlayı­
şı içinde bir araya gelen ve aralarındaki bağı evlilik anlaş­
masıyla (nikahla) ifade etmeyi seçen bireyler, evlilik temel
modeline ruhsal birliktelik enerjisini katıyor ve böylece evli­
lik içinde yeni değerler ve davranış biçimleri oluşturuyorlar­
sa, kurum, kent, ulus, ırk ve cinsiyet düzeylerinde ruhsal
birliktelik anlayışıyla bir araya gelen bireyler de, bu düzey­
lerdeki ortak bilinçlere ruhsal birlikteliğin enerjisini katar
ve böylece bu düzeylerde yeni değerler ve davranış biçimleri
oluştururlar.
Bireysel düzeyde gerçekleşen tekamül süreci ile birey­
ler arasındaki her bir etkileşim düzeyinde gerçekleşen te­
kamül süreci aynıdır. Bir birey, ruhsal birliktelik temel mo­
delinin enerjisini harekete geçirdiğinde, sadece bir başka bi­
reyle oluşturduğu birlikteliği değil, aynı zamanda içinde ya­
şadığı toplumu, ulusu ve tüm dünyayı etkiler. Sorumluluk
taşıyan seçimler yaparak, bilinçle tekamül etme doğrultu-

1 41
!Mutfa.K._ Çjücün 'Yo[u
sundaki kararınız, sadece kendi tekamülünüze değil, insanlı­
ğın sizin de içinde bulunduğunuz her yönünün tekamülüne
katkıda bulunur. Verdiğiniz kararlarla sadece siz değil, tüm
insanlık tekamül eder.
Eğer dünyanın sevecen ve şefkatli olmasını istiyorsanız,
siz sevecen ve şefkatli olun. Dünyadaki korkuyu azaltmak is­
tiyorsanız, kendi korkularınızı azaltın. Bunlar sizin verebile­
ceğiniz armağanlardır. Ulusların birbirlerine karşı olan kor­
kuları, bireylerin birbirlerine karşı duydukları korkuların
geniş boyuttaki ifadesidir. Ulusların birbirlerinden ayrılma­
larına neden olan "dışarıdaki güç" algısı, bireylerin birbirle­
rinden ayrılmalarına neden olan algıyla aynı algıdır. Ruhuy­
la uyum içine girmeyi bilinçle seçen bireyde açığa çıkan sev­
gi, berraklık ve şefkatle, karşı cinsleri, ırkları, ulusları ve
komşuları birbiriyle uyum içine sokan sevgi, berraklık ve şef­
kat aynıdır. Bundan başka yol yoktur. Her ne kadar herkes
kişisel olarak deneyimlediği Yaşam'ın niteliğinden sorumluy­
sa da, bu nitelik aynı zamanda tüm dünyaya yayılır.
Örneğin, nükleer silahlar yüzünden yok olma tehlikesi
Dünyamız'da genel bir düşüncü ya da kanı durumundadır,
ama bu tehlikenin ortadan kalkması için herkesin bireysel
düzeyde tekamülü gereklidir. Uluslar arasında uyumun sağ­
lanması için çaba gösterenler, uluslararası düzeyde ortadan
kaldırmaya çalıştıkları öfke ve şiddeti kendi içlerinde barın­
dırdıkları sürece, makrokozmik düzeyde yaratmaya çalıştık­
ları uyumu var edemezler. Bir birimin içinde olan, bütünün
içinde de bulunur; bu nedenle, sonuç olarak her ruh tüm
dünyadan sorumludur.
Kendinizi bir başka insanla kurduğunuz bir ruhsal bir­
likteliğe adadığınızda, ruhsal birliktelik temel modelinin
enerjisini fiziksel aleme aktarırsınız. Eşinizle -aranızdaki
eşitliği, karşılıklı ruhsal gelişmeyi öngören- anlaşmanızı yan­
sıtan değerler, algılar ve eylemler oluşturur, bunlara göre ya-

142
Sonımfulul(_
şamaya başlarsınız. Eşinizin ruhsal gelişmesine yönelik ihti­
yaçlarını sağlamak için kendi kişiliğinizin isteklerini bir ya­
na bırakmaya başlar ve bunu yaparken kendiniz de gelişirsi­
niz. Ruhsal birliktelik bu biçimde işler.
Birlikteliğinizin sağlığı için gerekli olanın, kendi ruhsal
gelişmeniz için gerekli olanla özde aynı olduğunu, her birini­
zin diğerinde eksik olan yönlere sahip olduğunu fark etmeye
başlarsınız. Sözgelimi kıskançsanız, bu kıskançlığınızın, eşi­
nizin şifa bulması gereken bir yönünü yüzeye çıkardığını,
onun bu yönüne aynalık yaptığınızı keşfedersiniz. Eşinizin
sizin tekfı.mülünüze yaptığı katkının değerini anlamaya baş­
larsınız. Onun algı ve gözlemlerinin gelişmenize yardım etti­
ğini ve gelişmeniz açısından gerçekten büyük önem taşıdığı­
nı, aranızdaki sohbetlerin derinlerdeki suları harekete geçir­
diğini fark edersiniz.
Sevginin, kendini adamanın ve güvenin (itimadın), bir­
likteliğinizi başarılı kılmaktaki rollerini öğrenirsiniz. Tek
başına sevginin yeterli olmadığını, güven duygusu olmaksı­
zın sevgi alış-verişinde bulunamayacağınızı öğrenirsiniz.
Aranızdaki anlaşmanın hem sizin hem de eşinizin ihtiyaçla­
rını karşılayacak bir biçime dönüştürülmesi gerektiğini öğre­
nirsiniz. Eşinizin ihtiyaçlarına kendi ihtiyaçlarınıza değer
verdiğiniz kadar değer vermeyi öğrenirsiniz, çünkü her ikini­
zin de istediği birliktelik, sağlıklı ve içsel olarak güvenli iki
bireyin varlığını gerektirir.
Sadece birbirinize değil, aynı zamanda birlikte gelişme
yeteneğinize de güven duymayı öğrenirsiniz. Birlikteliğinizi,
onu yıkacağından en fazla korktuğunuz şeylerden kaçınmak­
la en büyük tehlikeye soktuğunuzu öğrenirsiniz. İçinizdeki­
leri ortaya dökmek, özellikle sizde incinmişlik, acı, kızgınlık
veya üzüntü yaratan şeyleri ifade etmek kolay değildir. Bun­
lar, sözcüklere güç katıp, onları zarar verici ya da şifa verici
biçimlere sokabilen duygulardır. Endişelerinizi saygıyla ve

1 43
9vfutfa/(.(jücün 'Yo{u
şifa bulma niyetiyle paylaşmanın ve tekamül sürecine güven
duymanın en uygun yol olduğunu öğrenirsiniz. İhtiyaçlarını­
za korku yerine cesaretle yaklaştıkça, bir güven duygusunu
ateşlemiş olursunuz. En mükemmel haline ulaşmış gerçek
insanın sırları yoktur; o gizlenmez, varlığını saf sevgi içinde
sürdürür.
Birbirinize karşı aptalca ve düşüncesizce davranmama­
yı öğrenirsiniz. Sadece istemenin yeterli olmadığını, her iki­
nizin de ne istiyorsanız onu derinlemesine istemeniz ve her
gün gerçekleştirmeniz ve bunu kararlı ve niyetli bir biçimde
sürdürmeniz gerektiğini öğrenirsiniz. Her birinizin bilinci
aydınlandıkça, birlikteliğiniz zenginleşir.
Karşınızdakinin içinde bulunduğu durumu dikkate al­
manın önemini öğrenirsiniz. Kendinizi onun yerine koyup, o
olup, onun korkularını gerçekten algılamak ve sonra kendi
varlığınıza geri dönmek yoluyla, kişisel olanı aşan ve kişisel
olmayan düzeyde şifa veren bir iletişime girersiniz. Bu, her
birinizin şifa gerektiren yönleri üzerinde çalışırken, birbirini­
zi ruhsal oyun arkadaşları olarak görmenizi mümkün kılar.
Güvensizlik duygusuna kapıldığınız en çetin anlarda bile ra­
hatlayabilir ve kendinize fiziksel deneyim kazanmakta olan
ruhlar olduğunuzu, bu zayıf anınızda ortaya koyduğunuzdan
çok daha büyük bir güce sahip olduğunuzu hatırlatabilirsi­
niz.
Bir bireyin bir başka bireyle oluşturacağı ruhsal birlik­
telikten öğreneceği şeylerle, grupların, toplumların ve ulus­
ların başka gruplar, toplumlar ve uluslarla oluşturacakları
ruhsal birlikteliklerden öğrenecekleri şeyler aynıdır. Birey,
grup, toplum ya da ulus... her birim korku ve kuşku ya da
bilgelik yoluyla öğrenmek arasında -kişiliğin düşük frekanslı
enerji akımlarıyla ruhun yüksük frekanslı enerji akımları
arasında- seçim yapmak durumundadır. Eğer bir kişiliğin bir
başkasına duyduğu öfke arada mesafe yaratıyor, dostluğu

144
Sorumlu!uK_
bozuyor ve kişilikleri kendilerini savunma durumuna soku­
yorsa, bir ulusun, dini toplulukların ya da karşı cinslerin
yekdiğerlerine duydukları öfke de aynı sonuçları doğurur.
Ama eğer bir kişiliğin bir başkasına yönelttiği ilgi, yakınlık
ve takdir ve karşılıklı saygı uyandırıyorsa, bir ulusun, dini
toplulukların veya toplumların b aşkalarına yönelttikleri ilgi
de bu sonuçları doğurur. Dinamik, aynı dinamiktir.
Bu gezegendeki ve onun ötesindeki tüm Yaşam formları
ile ilişki içindesiniz. Ruhlarınız tekamül ettikçe, bu ilişkinin
doğasını ve taşıdığınız sorumlulu kl arı giderek daha fazla
fark edersiniz.
İ nsan ruhunun bilincinin aşamaları (bilinç dereceleri)
vardır. Sorumluluğun gelişmesi şu açıdan önemlidir ki , her
insan, bütünlüğe do,ğru, sorumluluk düzeyleri boyunca ken­
dine özgü bir biçimde ilerler. B aşka bir deyişle, bir ruh so­
rumluluğu öğrenmek için gerekli dersleri seçtikçe, kendini
insanlık üzerinde giderek daha fazla etkili olabileceği ortam­
larda enkarne olmuş bulur. Kişilik de ruhun bu seçimini ka­
bul etmelidir. Eğer buna bilinçli olarak hazır değilseniz, ken­
di ruhunuzun korunması açısından , birçok insanı etkileye­
cek bir konuma getirilmezsiniz. İ nsanlık deneyimine yeni
başlayan, sözgelimi hayvanlar aleminden tekamül ederek in­
sanoğlunun tekamül yolculuğuna başlayan bir ruh -ki şu an­
da "böyle ruhlar pek azdır- belli bir frekans alanında (titre­
şim düzeyinde) işe başlar ve korunabilmesi için sınırlı bir in­
san yaşamı alanına enkarne olur. Ö rneğin, pek kalabalık ol­
mayan bir bölgeye enkarne olabilir ve böylece, insana özgü
fiziksel deneyimlere alışabileceği yumuşak bir yaşam sürebi­
lir. İ nsanın sinir sistemine, zekasına, ruh ve beden enerjisi
arasındaki ilişkiye ve bir insan enkarnasyonundan neler
beklenirse onlara uyum sağlayıp, bu alanlarda beceri kazan­
dıkça, hareket etme, ilerleme ve daha fazla sorumluluk ge­
rektiren faaliyet merkezlerine enkarne olma kapasitesi ar-

1 45
!Mut[akJjücün 'Yo{u
tar. Faaliyet merkezinde bulunmak, bir kent ya da üniversi­
te ortamında değil, karmik açıdan etkin olunabilecek bir or­
tamda bulunmak anlamına gelir.
Başka bir deyişle, yaşamın baştan çıkarıcı öğelerinin ve
iyi-kötü tanımlamalarının çok daha açık, belirgin olduğu ve o
kadar baştan çıkarıcı öğenin bulunmadığı ücra bir köşede ya­
şayan bir insan , daha geniş bir etki alanına sahip olabileceği
bir aile, topluluk ya da bir ulusun içinde enkarne olmayı seç­
miş bir ruhla aynı karmik merkezde değildir. Bir ruhun faa­
liyet merkezi, onun karmik etkisinin ve enerji etkisinin ge­
nişleme derecesini (yayılma alanını) işaret eder. Bu ruhun,
karmik enerji etkilerinin genişleyip yayılmasından kaynak­
lanan olanakları kullanmak için daha da gelişmesi gerekir.
İ şte, sorumluluğun tekamül etmesinin önemi budur.
Ruhlar, daha kapsamlı etkileşim düzeylerine bilinçle
katılmayı seçtikçe, sadece kendi değişimleri (transformas­
yonları) doğrultusunda değil, içinde bulundukları toplulukla­
rın değişimleri doğrultusunda da görev ve sorumluluk üst­
lenmiş olurlar. Bilincinizi fiziksel ışık gibi düşünün. Bu ışık
parlar, ama daha parlak bir ışık daha geniş bir alanı, donuk
bir ışık ise küçük bir alanı aydınlatır. Işığınızın yayıldığı
alan, karmik etkinizin genişliğini ve derinliğini gösterir.
Eğer siz büyük bir ışıksanız, bütün dünyayı aydınlatırsınız.
Eğer büyük bir ışık olma yolundaki daha küçük bir ışıksanız,
karmik olarak sorumlu tutulduğunuz farklı bir alanda par­
larsınız , ama hem kendi bilincinizin niteliğini hem de başka­
larının bilinçlerinin niteliklerini değiştirme potansiyeliniz
aynı derecede büyüktür.
Ruh, içinde bulunduğu olanaklar ve olasılıklar alanında
birçok fırsatla karşı karşıyadır; örneğin bu ruh tekamül yol­
culuğunda, deyiş uygunsa, enerjisine en uygun olan tekamül
yolu yerine, en uzak yolu bile seçebilir. Ancak bir ruh, kendi
ruhsal seçimleri içinde inançla, cesaretle ve kendi insanlık

1 46
Sorumlulul(
duygularıyla ilerliyorsa, onu daha büyük bir farkındalığa,
daha büyük bir karmik etkiye ve sorumluluğa ulaştıracak
kapıyı açabilir. Oysa bu olanak, ruhun enkarne olduğu za­
manda ancak küçük bir olasılık halinde bulunuyor olabilir,
bu kapı ancak belli koşullar altında, şu veya bu gerçekleşti­
ğinde açılıyor olabilir, ama yine de, öyle olur ki, ruh oraya
ulaşmanın yolunu bulur.
Her mikro bilinç ya da bireysel ruh, Işığının niteliği, bi­
lincinin titreşim frekansı oranında makro bilinci etkiler. Bir­
çok insanın yaşamını etkileyecek önemli bir potansiyele sa­
hip olacağı bir ortamda enkarne olmayı kabul etmiş bir ruh,
büyük bir ruhtur. Böyle bir ruhun gücü üstün niteliklidir,
tüm dünyayı kapsar. Milyonlarca, hatta milyarlarca insanın
yaşamını gerçekten etkileyebilecek durumdadır ve bu neden­
le, insanlığı ilerletme görevinde başarısız olursa, bu başarı­
sızlık ona karmik borç yükler; kendininkinin üstüne milyon­
larca ruhun karmik sorumluluğunu da yüklenmiş olur.
Gezegenimizdeki büyük ruhlar, gezegenimizdeki diğer
ruhlar gibi, an be an karar vermek durumundadırlar. Dün­
yamızda binlerce, milyonlarca ya da milyarlarca insanın ya­
şamıyla oynayabilecek önemli konumlarda bulunan ruhlara
bakıp onları kişiliklerinden ayrı düşünmeye çalışın. Milyar­
larca insanın, hatta tüm insanlığın yaşamını etkileyecek
güçte bir ruhun bile kişiliği baştan çıkabilir.
Lusiferik prensip, insanlığı kışkırtan bu prensip, İsa
'nın karşısına dikilip, ona tüm dünyanın egemenliğini sun­
duğu, aklına gelebilecek her şeyi gerçekleştirme sözü verdiği
zaman, İsa'nın kişiliği baştan çıkmış mıydı? (Bu sunulanlar
İsa'ya çekici gelmiş miydi?) Evet, baştan çıkmıştı. Eğer kişi­
liği baştan çıkmamış olsaydı, yaptığı seçim güçten yoksun
olurdu. Eğer sonuçta seçtiği görkemli yol, eşit güçte çekime
sahip başka bir yola karşı denge oluşturmamış olsaydı, o bu
seçiminden nasıl böylesine bir güç elde edebilirdi? Sizi zorla-

147
!Mutfu.K._ Çjücün 'Yofu
mayan seçimler yaparak mutlak güçle donanamazsınız.
Bir ruh dikey yolu seçtiğinde, sorumluluk taşıyan se­
çimler yaparak bilinçle tekamül etmeyi seçtiğinde, kendini
kendi olumsuzluklarından kurtarmaya muktedir hale gelir.
Mutlak güce uzanır. Kendi olumsuz yönlerini, kişiliğinin bö­
lünmüş parçalarının bilinç taşımayan niyetlerini, deyiş uy­
gunsa, kontrol altına alır. Bir kişilik bilinçlendikçe, çok-du­
yulu kişiliğe doğru tekamül ettikçe ve bütünlendikçe, bilinci­
nin titreşim frekansı yükselir, o kişilik bütünlenir. Olumsuz­
lukları yok olur ve bilinci saflaşır. Kendini ve çevresindekile­
ri şefkatle ve berraklıkla, ruhunun bilgeliğiyle görebilir hale
gelir.
Bir ruh daha kapsamlı etkileşim düzeylerine bilinçli
olarak katılmayı seçtiğinde, ailesinin, grubunun, toplumu­
nun ya da ulusunun bu düzeylerde var olan ve etkin olan
olumsuzluklardan kurtulmalarına doğrudan katkıda buluna­
bilir, ama aynı zamanda bu olumsuzlukların kendisine bu­
laşması tehlikesiyle de karşı karşıyadır. Başka bir deyişle,
insanlar arasındaki etkileşimin daha kapsamlı bir düzeyine
daha yüksek bir bilinç getirmeye çalışan bir ruh, bu düzeyin
korkuları, öfkeleri ya da bencillikleriyle lekelenme tehlike­
siyle karşı karşıyadır.
Örneğin Gandi gibi büyük ruhlar, büyük ölçüde lekelen­
me tehlikesi içindedirler. Ruhsal ilişki düzeyinde, büyük bir
ruh sadece kendi korkularıyla, kişisel korkularıyla uğraş­
maz; insanlığın, tekamül yolunda ortak korkulardan arınma­
sı doğrultusunda da görev üstlenir. Evet, büyük bir ruhun
büyük bir düzeyde lekelenme tehlikesini göze alması ağır bir
durumdur, ama böylece onun insanların ortak bilincini kor­
kudan arındırması da mümkün olur.
Büyük bir ruhun bilinci, aynı değerleri, korkuları ve
suçluluk duygularını içeren daha büyük bir bilincin, makro
bilincin simgesel ifadesidir. Bu makro bilinç, Birleşik Devlet-

148
Sorumlulu/(
ler'in, Rusya'nın ya da Etyopya'nın ortak bilinci olabilir. B u
ortak bilinci oluşturan birçok ruh, b u ortak bilinçle sürekli
diyalog halindedir. Büyük ruh, değişimi sağlama görevini
üstlenmiş olan kişidir. Eğer o, korkuyu aşabilir, cesaretle
davranabilirse, bun d an tüm topluluk yarar görür; toplulu­
ğun her bir üyesi kendi yaşamında, neden ve nasıl olduğunu
anlamasa bile, birdenbire çok daha yüreklice davranmaya
başlar.
Bütün ruhlar, üstlendikleri görevleri başaramazlar. Ge­
zegenimiz üzerinde önemli etkileme konumlarında bulunan
bireylere b akarsanız, onların yaptıkları seçimlerle insanlığı
ileriye götürme görevlerinde başarılı olup olmadıklarını gö­
rebilirsiniz. Bazıları , tıpkı bir model gibi, her ulusun ortak
bilincinde yer alan, ama artık işlevi sona ermekte olan beş­
duyulu insanın bilincini temsil etmeyi seçmişlerdir. B aşka
bir deyişle, dağılmakta olan bir sistemi temsil etmeyi seçmiş­
lerdir, böylece kendi sistemleri de gözleri önünde dağılmak­
tadır. Bunların yoldaşları yozlaşmış, hükümetleri yozlaşmış­
tır.
Bu ruhlar artık işe yaramayan, işlevi olmayan bir güç
biçimini temsil ediyorlar, ama bunun böyle olduğunu anlaya­
mıyorlar. Kendileriyle aynı simgeleri ve inançları paylaşan
bilinçleri yanlarına çekiyorlar. Değişen korku ve bencillik
kalıbını sürdürmeyi seçiyorlar. Büyük bir paranoyak enerji
sergiliyorlar ve bu nedenle kendilerine, hükümetlerine ve o r­
dularına yaşamı yok etmek için aynı paranoyak arzuyu du­
yan yandaşlar buluyorlar; sanki yaşamı yok etmek gezegeni­
mizi kurtaracakmış gibi. . . ama kurtarmayacak.
Bu ruhlar, verdikleri kararlarla, eski güç şekillerinin,
gücü dışsal bir şey olarak algılamanın Dünya'da artık hoş
görülemeyeceğini kabul etmeyi reddediyorlar. Bütün bunla­
ra karşın, dışsal güçten mutlak güce doğru tekamül bütün
hızıyla sürmekte, bu nedenle onların kararlan bu değişimin

1 49
:Mutlak_ (jücün 'Yo{u
sadece gerçekleşme biçimini etkiliyor. Onlar korku, kuşku,
sarsıntı ve acı içeren yolu seçmiş durumdalar.
Açıklık, gelişme ve karşılıklı dayanışma içinde bulunan,
korkularını hem kendi, hem de içinde bulunduğu topluluğun
yararına aşmış büyük bir ruhla, bunları başaramayan bir
ruh arasındaki fark şudur: Açıklığı seçen ruh farklı ve etkin
bir cesaret, içgörü ve bilgelik düzeyine sahiptir, diğeri ise
üyesi olduğu topluluğun korkularının etkisi altında giderek
zayıflar. Böyle zayıf ruhların ardı ardına yaptıkları seçimler­
le, olumsuzluk üzerine olumsuzluk üretmeleriyle, sonuçta
bir Hitler yaratılmıştır. Hitler denen ruhun bile büyük bir
potansiyeli vardı.
Kendisinin ulaşmış olduğu sevgi, şefkat ve bilgeliği bir
insan etkileşimi düzeyine getirmeyi bilinçle kabul eden her
ruh, üyesi olduğu topluluğun korku kalıplarına kendi enerji­
siyle meydan okumaya çalışıyor. Ö ğretmen İ sa tarafından in­
sanlık için ortaya konmuş temel davranış modeli budur. Bu,
İ sa'nın yaşamı boyunca yürüdüğü yolda simgelediği davranış
biçimidir. O, ortak bilinçaltının, O'nun zamanına dek birik­
miş negatif karmik kalıplarını çözmüştür. Her büyük ruh ay­
nı davranış biçimini gösterir; bu davranış biçimi, bütünün
sorumluluğunu üstlenip, kendi bilincinin gücüyle o bütünü
değiştirmeye çalışmaktır.
Bir ruh mutlak güce ulaşıp, o gücü, başka ruhlarla pay­
laştığı etkileşim düzeylerine getirmeyi bilinçle seçtiğinde bu
dinamik içine girer. Ortak bir enerji sistemine mutlak gücün
bilincini katar ve bu güçle o toplumun değişmesini sağlama­
ya çalışır.
Bu nedenle, mutlak güce doğru tekamülünüz sadece sizi
etkilemez. Bilincinizin frekansı yükseldikçe, bilincinizin nite­
liği mutlak gücün berraklığını, alçak gönüllülüğünü, bağışla­
yıcılığını ve sevgisini yansıttıkça, çevrenizde giderek daha
fazla insan bundan etkilenir. Sizi baştan çıkarabilecek öğeler

1 50
Sorumfu{uk_
büyüdükçe, sizin sorumluluk taşıyan seçimler yapma yetene­
ğiniz de artar. Siz daha parlak ışıdıkça, sorumluluk taşıyan
her seçiminizle Işığınız ve gücünüz arttıkça, dünyanız da ay­
nı yönde değişim geçirir.

151
12

RUHLAR

H er insanın bir ruhu vardır. İnsanlar alemini hayvan­


lar alemi, bitkiler alemi ve madenler aleminden ayıran özel­
lik, insanın bireysel ruhla yolculuğa çıkmasıdır. Sadece in­
sanlar alemi bireysel ruhun deneyimine sahip olabilir. İnsa­
nın yaratma gücünün büyük olmasının nedeni de budur.
Ruh süreci çeşitli farkındalık basamaklarından geçer.
Örneğin, hayvanların bireysel ruhları yoktur; onların grup
ruhları vardır. Her hayvan bir grup ruhunun parçasıdır. Her
at, at grubu ruhunun bir parçasıdır; her kedi, kedi grubu ru­
hunun bir parçasıdır, v.b. Grup ruhu, bireysel ruhla aynı
şey değildir.
Örneğin, bufalo grubunun ruhunu düşünün. Burada,
"bufalo" diye adlandırılan, kişisel olmayan, muazzam büyük­
lükte bir enerjinin grup ruhu söz konusudur. Bu, bufalo bi­
lincini ifade eden, kişisel olmayan enerjinin yayıldığı büyük
bir alandır. O, bireysel kişilik düzeyinde değil, sadece bir
enerji dinamikleri düzeyinde var olur. Bu enerji sürekli devi­
nim halindedir. Frekansı yükseldiğinde, bir sonraki düzeye
geçebilir, daha düşük bir düzeyin titreşimlerini de çekebilir;
ruh böylece varlığını sürdürür. Bu, bir grup ruhudur, birey­
sel değildir. Bütünün içinde bireysel bufalo ruhları yoktur.

152
Sorumfufuk._
İ çinde bireyselliğin bulunmadığı tek bir ruh enerjisi sistemi
vardır. Grup ruhunun davranış biçimi içgüdüseldir.
Gözünüzün önüne Missisipi Nehri'nin ağzındakine (de­
nize döküldüğü yerdekine) benzeyen bir hareket getirin. Bu­
radan başlayarak kaynağına doğru çıktıkça, nehir giderek
daralır, öyle ki, sonuçta sadece bir güç noktası haline gelir.
Geniş ağız bölgesi bir grup ruhuna benzer. Büyüklüğü, ortak
doğası ile bir grup ruhuna benzetilebilir. Bu, madenler, bitki­
ler ve hayvanlar alemindeki ruhların doğasıdır. Başka bir
deyişle, "kedi" kedi ruhunu, "yunus balığı" yunus balığı ru­
hunu ifade eder, v.b.
Hayvanlar aleminde çeşitli zeka ve farkındalık basa­
makları vardır. Ö rneğin yunus balığı, at ve köpek aynı dalga
boyunda değillerdir. Bir yunus balığının bilinci maymun bi­
lincine yakındır, ayrıca köpek bilincine de yakındır, ama atın
bilinci onların bilincinden daha düşük düzeydedir. İ nsan ru­
hunun, hayvanlar alemindeki ortak enerj inin tekamülü yo­
luyla hayvan ruhundan türemesi de mümkündür.
Bu nasıl olur?
Ö rneğin yunus balığı ruhu, bireysel yunuslar aracılığıy­
la tekamül eder. Her yunusun bireysel ilerlemesi, yunus balı­
ğı ruhunu ileri götürür. Topluluk, her yunusun bireysel bece­
rileriyle zenginleşir. İ nsanlık aleminde de aynı mekanizma
geçerlidir. Her birimizin bireysel ilerlemesiyle -ortak bilin­
çaltımız diye nitelediğimiz- insanlığın grup ruhu tekamül
eder. Diğer bütün türlerde olduğu gibi, yunus balığı türünde
de tekamül bu yolla sürer.
Sözgelimi, köpek ruhunun bilinci, yunus balığı ruhu­
nunkinin yüzde yirmi altında olsun, zekası yunus balığının­
kine kıyasla yüzde yirmi daha düşüktür diyelim. Eğer köpek
grubunun ruhu yüksek Işık bilinci üretirse, bu bilinç, kendi­
ni köpek grubunun ruhundan kurtarıp, yunus balığının bi­
linç düzeyine çıkarabilir ve bu bilince katılabilir (nüfuz ede-

1 53
:Mutfak._ (jücün 'Yo[u
bilir). İnsan ruhlarının, benzer yolla, gelişmiş yunus balığı
ya da maymun ruhunun enerjilerinden gelmeleri mümkün­
dür, öyle olmaktadır da; böylece bu ruhlar insan ruhuna öz­
gü tekamül sürecine başlarlar.
Bir hayvanınkinin tersine, sizin bireysel bir ruhunuz
var. Bireysel bir enerji sistemisiniz, makronun içinde bir
mikro birimsiniz. Bir mikro birim olarak, belli enerjileri içe­
ren bireysel bir bedene ayarlanmış makro gücün tamamına
sahipsiniz. Hayvanlar, makronun mikro birimleri değiller­
dir. Örneğin, kedilerin bireysel ruhları ya da ego enerjileri
yoktur. Onlar sadece, büyük bir makro sistemin fiziksel teza­
hürleridir. Bazı kediler korku içindeyken bazıları rahat ola­
bilirler, ancak bu durum da milyonlarca farklı frekansın ke­
di grubu ruhuyla etkileşime girmesinden kaynaklanır.
Hayvanlar, bizim gibi, sorumluluk taşıyan seçimlerle
tekamül etmezler. Onların bilinçlerinin frekansı, ruhları bir
grup olarak tekamül edince yükselir. Bu, hayvanların birey­
sel olarak sevgi gösteremeyecekleri anlamına gelmez. Yaşa­
mını sahibi için feda eden bir hayvana ne demeli? Burada
hayvanın yaşamını, tıpkı bir insan gibi, sevgi uğruna feda et­
tiğini düşünebiliriz, çünkü hayvan o olayda, o anda yaşamın­
dan isteyerek vazgeçtiğini fark eder. Bu da, o hayvanın in­
san deneyimine geçmesine ya da kendisinin bir üstündeki
düzeye çıkmasına yol açar.
Bir grup ruhunun doğası, fiziksel alemdeki tezahürle­
rinden anlaşılır. Örneğin, yunus balığı ruhunun doğası, ken­
disini yunus balıklarıyla ifade eder. Aynı şey insanlar için de
geçerlidir. İnsanlık ruhunun doğası, insanların doğası aracı­
lığıyla anlaşılır.
Yunus balığı ruhu Dünya'yı terk ediyor, yani yunus ba­
lığı türü yok oluyor. Yunuslar kendilerini karaya vuruyorlar,
aralarında hastalıklar üretiyorlar; Dünya'da yaşamayı sür­
dürmek istemediklerini bu yolla gösteriyorlar. Onlar dünya-

154
Sorumlulul(
ya gelme amaçlarını gerçekleştiremeyeceklerini hissediyor­
lar, bu nedenle de Dünya'yı terk ediyorlar. Ölümleri intihar
değil, çünkü korku duymuyorlar, sadece yoruldular ve umut­
larını yitirdiler.
Yunus balığı ruhu, okyanuslara sevgi, yaşam ve yaratı­
cılık katmak için tezahür eder, böylece yunus balıkları do­
ğarlar. Suda yaşayan canlılar alemi ile insanlar alemi ara­
sında neşe, sevgi ve zekadan oluşmuş bir köprü kurmak için
var olurlar. Bunu yapamıyorlar, çünkü insanlık, yunus balığı
ruhuna sadece vahşetle yaklaşıyor.
Yunus balığı ruhu -ne kadar çok acı çekiyor! Şimdi, bü­
yük acıların yaşandığı bir zamandır. Gücü dışsal bir şey ola­
rak algılamaktan kaynaklanan değer ölçülerine ve davranış
biçimlerine dikkatle ve derinlemesine bakmanın zamanı gel­
miştir. Yunus ruhunun acısını paylaşıp, onu rahatlatmanın
zamanı gelmiştir.
Eğer yunus balığı ruhunu rahatlatmak, teselli etmek is­
tiyorsanız, zihninizde yunus bilincini içtenlikle canlandırıp,
enerjinizin derin, sıcak, temiz, yatıştırıcı sularda ilerlediğini
düşleyin. Kendinizi suda yaşayan canlılar aleminde hissedin­
ce, gezegenimizi paylaştığımız bu dost varlıklara düşüncele­
rinizi yaymaya başlayın; tekamüllerini sürdürdükleri ve
Dünya okulunu terk ettikleri bu dönemde onlara sevgi gön­
derip, çektikleri acıları paylaştığınızı imgeleyin. Onların da
sizin gibi ölümsüz olduklarını biliyorsunuz, onlara bu düşün­
celeri yollayın. İnsanoğlunun anlayışından yoksun olmadık­
larını, bu dünyadan öyle ayrılmadıklarını bilsinler; "Ben an­
layanlardan biriyim," dediğinizi duysunlar.
Bunu yapabilir misiniz?
Yapabilirseniz, bu onların acı dolu yolculuklarını değer­
li kılacaktır.
Bireysel ruhlar tek bir yoldan oluşmazlar. Küremiz üze­
rindeki tekamül zinciri, kısmen, madenler, bitkiler ve hay-

155
9.futfa(Jjücün 'Yofu
vanlar aleminden insanlığa doğru, bir alemden diğer aleme
geçerek ilerleme sürecini öngörür; ama daha önce gezegeni­
mizde bulunmamış bir ruh insan deneyimini seçerse, bu
ruhun bu alemlerden geçerek tekamül etmesi gerekmez.
Gerçekten de, böyle bir ruh, fiziksel ortam içinde kendine en
uygun hal ve durumu seçecektir.
Hiç insan deneyimi geçirmemiş ruhlar vardır. Şifa bul­
mak, enerjisini dengelemek, karmik borçlarını ödemek için
fiziksel arenaya giren ruhlardan söz ettiğimizde, Dünyamız
üzerinde tanıdığımız Yaşam'ın tekamülünden söz ,etmiş olu­
ruz. Diğer galaksilerden ya da bizim bildiğimiz biçimde fizik­
sel olmayan b aşka düzeylerdeki Yaşam'dan söz etmeyiz. Bi­
zim anladığımız anlamdaki fiziksellik deneyimi, belirli dü­
zeylerdeki gelişmeler için her zaman gerekli olmayabilir;
eğer gerekiyorsa, buna teşvik edilir.
Fiziksel arenada deneyim geçirmenin ruhun farkındalı­
ğına artık hizmet etmediği bir nokta gelir; bu nedenle ruh,
fizik-ötesi alemde öğrenmeyi, örneğin fizik-ötesi rehberlik
görevini üstlenerek öğrenmeyi seçebilir. Her bireysel insan
ruhu, insanlığın ruhu olan makro'nun içinde bir mikro'dur;
ama insanlık ruhu makro'nun içinde bir mikro değildir. Baş­
ka bir deyişle, insanlık ruhunun ötesinde, onu da kapsayan
daha büyük bir insan ruhu yoktur. İ nsanlık ruhunun ötesin­
de ustaya (üstada) özgü deneyimler vardır, artık insana özgü
olmayan, gelişmiş Işık düzeylerine ilerleme deneyimi vardır.
Fizik-ötesi öğretmenlerimiz, bu Işık düzeylerinde bulu­
nurlar. Bu nedenle, onları kişisellik dinamiği içinde düşün­
mek doğru değildir. Onları insanın tanıdığı kavramlarla an­
laşılamayacak alemlerden , kişisel olmayan bilinçler olarak
düşünmek daha uygundur. Örneğin, onların bizim gibi bö­
lünmüş kişilikleri yoktur. Deyiş uygunsa, karanlık, gölgede
kalan yönleri yoktur. Bir meleğin ruhu var mıdır? Bir me­
lek, ruhunun ta kendisidir, ruhunun tamamıdır.

1 56
Sorumfu{u/(
Bütün olan, birlik içinde olanla, o hale doğru gelişen
arasındaki fark budur. İkilik (dualite) sadece belli düzeyler­
de vardır, her düzeyde değil. İkilik, bir öğrenme dinamiğidir.
Onun kendi ritmi ve gerilimi vardır, öğrenmenin ve gelişme­
nin ileri düzeylerinde ikilik yoktur. Siz ikilik içinde var olu­
yorsunuz, ama fizik-ötesi öğretmenleriniz ikilik içinde değil­
ler.
Deyiş uygunsa, burası onların yuvası değil. Onlar bizim
katımızın öğretmenleridir. Bizim katımızdan olmaksızın, bi­
ze öğretme özgürlüğüne sahipler. Fizik-ötesi öğretmeniniz si­
ze öğüt verirken bu kattan bir varlık olmaz; bunu bir anne­
babanın, çocuğunu eğitmek için çocuk olmasına benzetebili­
riz. Daha fazlası gerekli değildir. Tekamülün o aşaması ana­
baba gibi kabul edilebilir. Bu sadece, tekamülün doğal dina­
miğidir.
Bizler, ikiliğin doğasını aşacak kadar tekamül etme he­
define yöneltilmiş bulunuyoruz. İkilik, zaman ve uzay içinde
bir anlam ifade eder. Zaman ve uzayın ötesine doğru teka­
mül ettikçe ya da fiziksel bedeninizi bırakıp yuvanıza, fizik­
ötesi realite katına döndüğünüzde, ikilik içinde olmayacaksı­
nız ve şu anda size gerçek görünen bu öfkeli, kederli ya da
korkak benlik duygusu yok olup gidecek. Bu benlik duygusu­
nun, ikiliğin ötesinde bulunan, var olan her şeyin mükemmel
olduğu alemde herhangi bir gücü yoktur. Fiziksel bedeninizi
terk ettiğinizde, bedeninizden aynldığınız anda hangi titre­
şim frekansına sahipseniz, ona uygun bir fizik-ötesi realite
düzeyine katılırsınız.
Bu ruhlann yükselebilecekleri pek çok Yaşam formu
vardır. Gerçekte milyonlarca seçenek vardır. Sayılamayacak
kadar çok galakside Yaşam vardır. Milyonlarca, daha doğru­
su milyarlarca gezegen Yaşam'la doludur. Etkin bir bilinç
düzeyinin bulunmadığı tek bir gezegen bile yoktur, bazı bi­
linçler insan formuna benzer biçimler almışlardır, bazıları-

157
:Mutfak_ (jücün 'Yo{u
nın formları ise bizimkine uzaktan yakından benzemez, yine
de bunlar bizim anladığımız anlamdaki bilinçlerdir.
Batı'nın dinsel dille "Melekler Al emi" diye adlandırdığı
bir alem vardır. Bu, sayısız frekans ve nitelikteki bilincin
(varlığın) bulunduğu bir boyuttur; bunların çoğu Dünya'da
bize rehberlik yapar ve bizimle etkileşim içine girerler. Bu
alem, gerçekten, başka güçlerle dengelenir, ama bu güçler
insanın tanıdığı kavramlarla anlaşılamaz. Burada bizim söz­
cüklerimizle "uyumu" ve "mükemmelliği" ifade eden idrak
oluşmuştur, ancak tekamül yine de sürer. Bir melek, Dünya
denen gezegene en uygun biçimde öğretmenlik yapabilecek
düzeyde gelişmiş etkili bir bilinç olarak düşünülebilir, ama o
aynı zamanda başka galaksilerin ve oralardaki Yaşam form­
larının tekamülünün bir parçası da olabilir.
Deyiş uygunsa, bir meleğin yuvası, "Melekler Alemi"
denen bu alem ve o titreşim alanının içinde, altında ya da
ötesinde bulunan fizik-ötesi Yaşam formlarına özgü alandır.
Melekler de, bu alemin diğer üyeleri, bizlerin "ustalar" (üs­
tatlar) diyebileceğimiz bilinçler ve bu Dünya'dan dinlere
isim vererek ayrılmış olan ruhlar (peygamberler) gibi, teka­
müllerini sürdürürler. Bu tekamül sürer, ama bizim Dünya
okulumuzda yaşandığı biçimde, bilinci madde ile kaynaştıra­
rak deneyim kazanmak yerine, orada mükemmellik dene­
yimlenir.
Karına yasası fizik-ötesi varlıklara uygulanır mı?
Karma yasası evrenseldir, çünkü kendi enerjisinin so­
rumluluğunu taşımayan hiçbir Yaşam formu olamaz, ama
karma'ya fizik-ötesi boyutlarda bizim verdiğimiz anlam veri­
lemez. Bir melek, bizim karşılaştığımız engellerle karşılaş­
maz. Sözgelimi biz bir meleğin gördüğü şeyi göremeyiz; ara­
mızdaki fark bizim önümüzdeki bir engelden kaynaklanır.
Bir melek, bizim engellerimizle karşılaşmaz, bu nedenle de
bizim yarattığımız biçimde karma yaratamaz. Yaradılış için-

158
Sorumlulul(_
deki konumundan kaynaklanan bilgeliği nedeniyle, belli ey­
lemleri kolaylıkla önleyecek genişlikte bir bakış açısına ve
bilgiye sahiptir.
Büyük karma yasası hala işler, çünkü bir meleğin de
kendi iradesi vardır, ama bir meleğin donanımı insan deneyi­
mini tanımlayan sınırlamanın çok ötesindedir. Melek, ölüm­
den korkmaz, onun fizikselliği yoktur; o, ölümsüz haliyle var­
dır. O, gerçek halini ifade eder; kuşkuları yoktur. O, Işığı
görür ve Işığın içinde yaşar; böylece insan deneyiminde kar­
ma yaratan etkenler, meleğin kişisel realitesi içinde yer al­
mazlar. Her ne kadar bir melek iradeye sahipse de, onun
içinde bulunduğu koşullar -bir an için böyle bir kavram oldu­
ğunu düşünürsek- onu yanlış yola, ya da daha doğru bir ifa­
deyle negatif yola saptıracak niteliği taşımazlar. Melek, bir
anlamda, sınavdan geçmesine gerek duyulmayacak ölçüde
gelişkin bir varlıktır, bundan dolayı da onun için karma yok­
tur.
Ayrıca başka düzeyler de bulunur, örneğin enkarne hal­
de bulunmayan bazı ruhların, Dünya arenasına yakın bir or­
tamda, fizikselliklerine sıkı sıkıya bağlı halde bulundukları
bir düzey vardır. Bu ruhlar, yüksek benliklerine geri dönüş
yolculuğuna çıkmayı amaçlamazlar ve Dünya'ya fizik-ötesi
bireysel halleriyle sıkı sıkıya bağlı kalırlar.
Kişiliğinizin, özelliklerinizin ve fizik-ötesi benliğinizin
bir parçasının dokunulmadan kalmayı seçip, tekamül yolun­
da ilerlemek istemediklerini düşünün. Bu durumda, ruhun,
kişiliğe bağlı yönlerden (veçhelerden) özgürleşme süreci ger­
çekleşemez. Enerji sisteminin içinde bir yanma ve tıkanıklık
meydana gelir. Bu genelde, bir ruhun ileriye gitmeyi ve belir­
li bir enkarnasyondan vazgeçmeyi (onu değerlendirip geride
bırakmayı) kabul edemediği hallerde olur. Bazen ruh belli
bir kişiliğe tutunur, çünkü o kişilik kendi yaşam süresi için­
de büyük başarı ve güç kazanmıştır.

159
9vfut{ak. (jücün '.Yo{u
Tekamül süreci içinde meydana gelen tıkanıklık, kötü
ruhlara, hayaletlere ya da obsesyon'a (bir ruhun enkarne bir
varlık üzerinde hakimiyet kurmasına) bağladığımız feno­
menlere yol açar. Bu ruhlar, Dünya'ya bağlı kalmayı, Dünya
'nın aura alanında kalmayı seçerler. Onlara kötü denebilir
mi? Evet, olumsuz oldukları doğrudur, ama "kötülük" kavra­
mı başka bir tartışma konusudur. Bunlar, olumsuzluğu teş­
vik ederler mi? Evet, ama bu çekim yasasının bir parçasıdır;
onların enerjileri benzer enerji güçlerine ya da benzer zayıf
güçlere çekilir. Bu alem içinde, bu ruhlar olumsuz niyetleri­
nin peşine düşüp, negatif karma'larını artırabilirler.
Budalar'ın (aydınlanmış insanların) dedikleri gibi, kar­
ma'yı aşacak düzeyde tekamül etmek mümkündür. Ancak
onlar bunu söylerken, Dünya üzerindeki karma'dan, öğren­
me biçiminizi ya da hangi yolda yürüyeceğinizi belirlemek
için her an yapmak durumunda olduğunuz seçimlerinizle ya­
rattığınız karma'dan söz ediyorlar. Budalar Dünya'dan, in­
san deneyiminden, bu deneyimin güven ve kuşku, iyi ve kötü
arasında, seçenekler ve ırkımızın yaratmış olduğu ikilikler
arasında, özgür irade ve seçim yoluyla nasıl oluşturulacağın­
dan söz ediyorlar. Sözünü ettikleri karma budur, yoksa siz
bir ruh olarak öğrenmeyi ikiliğin yaşandığı dünyada sürdür­
meye gerek duymadığınız zaman ortadan kalkacak karmik
kalıplardan söz edilmiyor. Meleklerin de iradeleri olmasına
karşın, onlar bizin düşündüğümüz biçimde karma biriktir­
mezler. Bu tür karma onların boyutlarında yer almaz. Yine
de, onların da iradeleri vardır. Bizim anladığımız anlamdaki
karma yasası fiziksel bedenler ve ruhlar için geçerlidir, fizik­
ötesi varlıklar için değil.
Melekler Al emi'nin dışında, fizik-ötesi pek çok alem
vardır. Örneğin, Dünya'ya sıkı sıkıya bağlı, enkarne halde
olmayan insan varlıkların bulunduğu alemden başka, Doğa
alemlerimizde Deva topluluğu da bulunur. Fizik-ötesi yaşa-

160
Sorumlufufc.
mm sayılamayacak kadar çok alemi vardır. Melekler Alemi
'nin ötesinde öyle zeka alemleri vardır ki, biz bu zekaların
tanrısal olduklarını düşünebiliriz.
İnsan ırkı içinde ruhsal bilincin çeşitli basamakları var­
dır. Bütün insanlar ruhlarının farkındalığma eşit biçimde
varamazlar. O halde, insanların eşit potansiyele sahip olduk­
ları söylenebilir mi?
Hem evet, hem hayır. Bu soru karmaşıktır. Kolayca ya­
nıtlanamaz, çünkü Dünya okulundakiler gibi aynı frekans
bandındaki ruhlar arasında ortak bir bilinç niteliği vardır,
ama yine de bireysel bilinçlerin yayılma alanlan farklıdır.
Farkındalığı o kadar geniş olmayan biri, daha büyük bir far­
kındalığa sahip biriyle, genelde kullandığımız anlamda eşit
değildir. Aralarında bir eşitsizlik vardır. Ancak bu, sürekli
aynı eşitsizlik halini koruyan bir eşitsizlik değildir; bu, te­
kamülün akışı içinde geçici bir devingenlik (moment) düzeyi­
dir.
Bir ruhun başlangıcı ve sonu yoktur, ama yine de bazı
ruhlar diğerlerinden daha yaşlıdır. Her iki ifade de doğru­
dur. Bütün ruhlar doğrudan Tann'dan gelirler, ancak birey­
sel ruhları oluşturan yol tek değildir. Bu iki ifade de doğru­
dur. Ruh konusu, başlangıcı arayan bir düşünce ile anlaşıl­
maya çalışılırsa, mantığa aykırı gibi görünür.
"Hep var olan" kendini bireysel bilinç damlacıkları hali­
ne getirebilir. Siz "hep var olan"ın bir parçası olduğunuz için,
gerçekte siz de hep var oldunuz, ancak siz olan bireysel ener­
ji akımının oluştuğu bir an vardı. Örneğin, okyanusun Tanrı
olduğunu düşünün. O, hep vardır. Şimdi elinizi uzatıp, bu
okyanustan bir bardak dolusu su alın. O anda, bardaktaki su
bireysel hale gelir, ama o su hep vardı, yok muydu? Aynı şey
ruhunuz için de geçerlidir. Sizin de bir bardak enerji olduğu­
nuz bir an vardı, ama o enerjinin kaynağı ölümsüz ana Varlı­
ğın kendisidir.

161
:MutUıfc. (j ücün 'Yo(u
Siz hep var oldunuz, çünkü siz özde Tanrı'sınız ya da
Tanrısal Zeka'sınız; ama Tanrı, gücünü küçük, bireysel bi­
linç parçacıklarına indirgeyerek, kendini bireysel formlar,
damlacıklar haline getirir. Bu, gücün muazzam ölçüde indir­
genmesidir, ancak damlacık da bütünün gücünün tüm nite­
liklerine sahiptir. O da bütün gibi ölümsüz, bütün kadar ya­
ratıcı ve etkileyicidir, ama küçücük bedenindeki enerji bu
bedene uyacak biçimde indirgenmiştir. Bu küçük beden gü­
cünü, kişiliğini, benlik bilincini geliştirdikçe, büyür ve gide­
rek Tanrı 'ya benzer; sonra Tanrı haline gelir.
Bu süreç, ruhunuzdan oluşan, yüksek benliğinize doğru
gelişen ve böylece enkarne olmuş ruhunuzun tüm gücüne
ulaşan kişilik sürecinizle paraleldir. Aynı zamanda, Dünya
'dan ayrıldığınızda, ruhunuzun bütünlüğüne yeniden giren
kişiliğinizin ve yüksek benliğinizin içinde bulundukları süre­
ce de paraleldir. Bireysel bir ruh olarak bireysel kalırsınız.
Hem bireyselsiniz , hem de var olan her şeyle bir'siniz.
Tekamülün bireysel birimi ruhtur. Bunu böyle algıla­
mak bizim için yeni bir şeydir, çünkü insanlık olarak daha
önce ruhun varlığının farkında değildik. Dinsel düşünceleri­
mizde ruh dediğimiz bir şeyi kabul ediyorduk, ama ruhun
varlığının günlük deneyimler, bir insan yaşamını oluşturan
sevinçler, acılar, üzüntüler ve elde edilen sonuçlar açısından
ne anlama geldiği konusunda düşünmeyi şimdiye kadar ye­
terince önemsememiştik.
Dikkatimizi ruhun ihtiyaçlarına yöneltmemiştik. Ru­
hun sağlıklı olmak için neler isteyebileceğini düşünmemiş­
tik. Ruhu incelememiş, ya da tekamülü ve sağlığı açısından
gerekenleri elde etmesine yardımcı o lmaya çalışmamıştık.
Çünkü biz beş-duyuluyduk ve ilgimizi beden ve kişilik üze­
rinde yoğunlaştırmıştık. Ruhun enkarne olduğu zaman edin­
diği fiziksel araç konusunda geniş bilgiler geliştirdik. Amino
asitleri, nörotransmitter'leri (sinirsel uyaranı aktaran kim-

1 62
Sorumluluk._
yasal maqdeler), kromozomları ve enzimleri biliyoruz, ama
ruhu tanımıyoruz. Bu fiziksel işlevlerin ruha nasıl hizmet et­
tiklerini ya da ruh tarafından nasıl etkilendiklerini bilmiyo­
ruz.
Beden görevini yapamadığı zaman, onun içinde bulun­
duğu ortamı moleküler düzeyde denetim altına alarak, ona
şifa vermeye çalışıyoruz. Başka bir deyişle, şifa vermeye yak­
laşımımız gücü dışsal bir şey olarak algılamamıza dayanıyor.
Bu tür şifa bedene yararlı olabilir, ama ruhsal düzeyde ya­
rarlı olmaz, olamaz.
Düşünün ki, bu yolla eğitim görenler, Yaşam'ı ölü mad­
deleri inceleyerek öğrenme alışkanlığı içindeler; cesetleri,
ölüleri inceleyerek Yaşam'ı öğrenmeye çalışıyorlar. Ruhu ol­
mayan maddeleri incelerken, ruhu nasıl görebilirler? Engin
galaksimize bakan zihinler bile Yaşam'ı göremiyorlar, çünkü
koca galakside kendi görebildikleri ve tanımlayabildiklerinin
dışında Yaşam bulunmadığına inanıyorlar; böylece başka ga­
laksilerdeki Yaşam formları ile oralardaki erkek ve kız kar­
deşlerimiz bilgimiz dışında kalıyorlar; Yaşam'ın varlığı, var
olan her şeye nüfuz ettiği, sadece Yaşam'ın bulunduğu temel
anlayışı, bilimin prensibi haline gelinceye kadar da bilgimiz
dışında kalacaklar. Ancak ondan sonra ruhun fiziğini keşfe ­
deceğiz. Yaşam'ı ölü maddelerle değil, Yaşam'la inceleyecek,
laboratuvarlarımızda insan ve hayvan bedenlerini parçalara
ayırmayı zekice ve amaca yönelik bir işlemmiş gibi görmeye
çalışmayacağız. Bu işlem günün birinde çok ilkel bir öğren­
me biçimi olarak kabul edilecektir, çünkü yeterli bir bilinç
taşımıyor.
Beden, ruhun aletidir. Eğer piyanist hastaysa, piyano­
sunu onarmak onun iyileşmesini sağlayabilir mi? Bir müzik
aletinden çıkan sesler, sadece o aletin durumuna değil, mü­
zisyene de bağlıdır. Müzisyen blues çaldığında ya da coşkuy­
la yükseldiğinde, aleti de onu izler. Eğer müzisyen. acılı ve

1 63
:Mutfa{(.,<jücün 'Yo[u
üzüntülü bir yorum seçmişse, alet, akordu yapılmış ve pırıl
pırıl cilalı olsa bile, coşkulu seslerle yükselemez. Sizin ruhu­
nuz ve bedeniniz için de aynı şey söz konusudur; alet blues'a
dönüşür ya da coşkuyla yükselir. Eğer müzisyen acı , öfke
veya üzüntüyle çılgına dönerse, alet kırılıp dağılır. Bazen kı­
rılmış bir alet onarılabilir, ama bu düzeydeki bir onarım , ale­
tin kırılmasına neden olan hali şifaya kavuşturamaz.
Tanıdığım bir kadın, dediği dedik, inatçı bir eşle birkaç
yıl evli kaldıktan sonra, bu ilişkiden boğulur hale gelmiş, en
güçlü isteklerini bile ifade edemez , yaratıcılığını ortaya ko­
yamaz olmuştu. Bir kış sabahı , kocasının evin önündeki yo­
kuşa park edilmiş cipinin frenleri boşalmış ve araba kayarak
kadının üzerine devrilmiş ve onun leğen kemiklerini ezmişti .
Ameliyat ve ilaçlarla kemikler tedavi edilip, bedenin acısı
dindirilmişti, ama bir kadının yaratıcılığı (ki bu olayda kadı­
nın yaratıcılığı , onun doğurma yeteneğini ifade eden, dişi ya­
ratıcılığının fiziksel simgesi olan karın altı bölgesi tarafın­
dan temsil ediliyor) kocasının aşırı maço erkekliği (ki bu
olayda kayan bir ciple temsil ediliyor) tarafından ezilirse, ve­
rilen zararı ameliyat giderebilir mi? Istırap çeken bir ruhun
acısını ilaç dindirebilir mi?
Biri kalp hastalığına yakalanırken , diğerinin kanser ol­
ması rastlantı mıdır? Hasta olmak her ne kadar beslenme,
egzersiz, yaşam biçimi ya da kalıtım gibi etkenlerle ilişkiliy­
se de, bu etkenler, yaşam bazı insanlarda yalnızca bir kalp
kırıklığı yaratırken , bazılarının da yaşamlarındaki olumsuz
deneyimlerin kendilerini tüketmesine, yiyip bitirmesine izin
verdikleri olgusunu maskeleyemezler. By-pass ameliyatı ya
da kemoterapi bu halleri şifaya kavuşturabilir mi?
Fiziksel organların görevlerini yapamama nedenlerinin
anlaşılamadığı sayısız olay yok mu? Sağlık, bazı insanlar
için kalple, bazıları için bir takım şeyleri yaşam akışları için­
de sindirmek ya da yaşamlarından çıkanp atmakla , bazıları

1 64
Sorumluluk_
için kafayla, b azıları için duyabilmek ya da görebilmekle,
veya yaşama uyum gösterebilmek, esnek olabilmekle ya da
kendi ayakları üzerinde durabilmekle veya yaşam deneyimle­
rini ele alafJilmek ve onlarla başa çıkabilmekle ilgili bir me­
seledir. Bunlar, sağlığı yaratırken, doğrudan, açıkça ve dü­
rüstçe kaynaklarına yönelinmesi gereken sorunlardır.
Bu, bedene ilgi göstermenin ya da hastalık nedeniyle
bir doktora görünmenin yersiz olduğu anlamına gelmez. Fi­
zik, deyiş uygunsa, fizik-ötesi kadar gerçek olmakla birlikte,
ruhsal maddenin titreşim frekansı düşürülerek yoğunlaştırıl­
mış bir yansımasıdır, bu nedenle bedene saygı göstermek ge­
rekir. Bedene saygı gösterilmelidir. Beden, dinlenmeye ve
kendisiyle ilgilenilmesine ihtiyaç duyar, ancak her yönüyle
bedenin sağlığı ya da hastalığının ardında ruhun enerjisi bu­
lunur.
İ nsan deneyiminin gerçek amacı, ruhun sağlığıdır.
Her şey buna hizmet eder.

1 65
GUÇ
. .
13

PSİKOLOJİ

Psikoloji, ruh bilimi demektir. Bu, ruhun incelenmesi


anlamına gelir, ama hiçbir zaman bu doğrultuda değerlendi­
rilmemiştir. Psikoloji idrakin, algıların ve etkilerin incelen­
mesidir, kişiliğin incelenmesidir.
Psikoloji, beş-duyulu kişiliğin algılarına dayandırıldığı
için, ruhu tanımaya muktedir değildir. Kişiliğin değer ölçüle­
rinin ve davranış özelliklerinin altında yatan dinamikleri
anlayabilir durumda değildir. Nasıl ki tıp bedenin sağlığı ya
da hastalığının ardında ruhun enerjisini tanımadan, bedeni
sadece ilaçlarla tedavi etmeye çalışıyor ve bu nedenle de ru­

ha şifa veremiyorsa, psikoloji de, kişiliğin görüntüsünün ve


deneyimlerinin ardında yatan ruhun gücünü tanımadan ki­
şiliği tedavi etmeye çalıştığı için ruhsal düzeyde bir şifa sağ­
layamamaktadır.

Zihninizi ve bedeninizi geliştirmek ve beslemek için, ön­


celikle bir zihniniz ve bedeniniz olduğunu fark etmeniz gere­
kir. Doğrudan ruhsal düzeyde şifa bulmak için de, önce bir
ruhunuz oldugunu kabul etmeniz gerekir. Eğer bir ruhunuz
varsa, bu, söylenegeldiği gibi sizin göğüs kafesinizdeki bir
boşluk mudur? Hayır. Eğer ruhunuz, gücü ve varlığıyla ger-

169
Mut{ak., (jücün '.Yo{u
çek ve canlıysa, ruhunuzun amacı nedir?
Sağlıklı ve disipline sokulmuş bir zihne sahip olabil­
mek, herhangi bir işe sağlıklı bir biçimde bütünüyle yönele­
bilen bir zeka geliştirebilmek, sadece zihnin varlığını kabul
etmekten fazlasını gerektirir. Zihnin nasıl çalıştığını, neler
istediğini, onu nelerin güçlendirdiğini ya da zayıflattığını an­
lamak ve bu bilgiyi uygulamak gerekir. Bu, ruh için de böyle­
dir; sadece ruhun var olduğunu kabul ederek, ona tekamülü
yolunda bilinçle yardım etmek mümkün değildir. Ruhun do­
ğasını anlamak, ruhun nelere katlanıp, nelere katlanamaya­
cağını, nelerin onun sağlığına katkıda bulunup, nelerin sağlı­
ğını bozabileceğini öğrenmek gerekir. Bu konular araştırıl­
malıdır.
Ancak, henüz bir araştırma yöntemi geliştirilmemiştir.
Henüz ruhun, disiplinli ve sistematik bir anlayışını yaratma­
dık. Davranış ve faaliyetlerimizin ruhu nasıl etkilediğini an­
l ayamıyoruz. Kişiliği, görevini yapamaz durumda gördüğü­
müzde, bu halin ruh hakkında neyi açığa vurduğunu düşün­
müyoruz. Oysa kişilik, ruhun fiziksel bir form'a indirgenmiş
belirli yönleridir. Bu nedenle, kişiliğin görevini yapamama
( işlev bozukluğu) nedenlerini, ruhu anlamadan kavrayama­
yız .
Kişiliği bozan korku, öfke ve kıskançlıklar, bu duygula­
rın hizmet ettikleri karmik durumlardan ayn tutularak an­
laşılamazlar. Yaşamınızdaki deneyimlerin ruhun enerjisini
dengelemek için gerekli olduklarını anladığınız zaman, ama
gerçekten anladığınız zaman, bu deneyimlere kişisel olarak
tepkiler vermekten , ruhunuz için daha fazla negatif karma
yaratmaktan kurtulursunuz.
Acı, kendi başına sadece acıdır, ama acının değerli bir
amaca hizmet ettiği yolundaki bir anlayışla birleşen bir acı
deneyimi ıstıraptır. Istırap anlamlıdır. Istıraba dayanılabilir,
çünkü çaba göstermeye değecek bir nedeni vardır. Ruhunu-

1 70
yÜf
zun tekamülünden başka, acı çekmeye daha çok değebilecek
şey ne olabilir ki?
Ancak bu, sürekli ıstırap çekmeniz, acılar içinde kıvran­
manız gerektiği anlamına gelmez. Ruhunuzun tekamülüne
bilinçle hizmet ederek kendi dünyanıza en büyük katkıda
bulunduğunuzu anladığınız zaman, sizinle birlikte insana
özgü öğrenme deneyimini paylaşanların esenlik ve ruhsal ge­
lişmelerine de bilinçle katkıda bulunan biri olursunuz. Eğer
kendinize karşı acımasızsanız, başkalarına karşı da acımasız
hale gelirsiniz. Kendinizi umursamazsanız, başkalarını da
umursamazsınız. Ancak kendinize şefkat duyarsanız, başka­
larına da şefkat duyabilirsiniz.
Eğer kendinizi sevemiyorsanız, başkalarını da sevemez
ve onların birbirlerini sevmelerine dayanamazsınız. Kendi
benliğinize şefkatle davranamıyorsanız, bir başkasında böyle
bir davranış biçimi gördüğünüzde içerlersiniz. Eğer kendini­
zi sevemiyorsanız, başkalarını sevmek, ara sıra sağladığı hu­
zurlu anlar dışında, çok acı verici bir çaba haline gelir. B aş­
_
ka bir deyişle, başkalarını sevmek, ya da kendinize uygun
gördüğünüz davranış biçimi, kendi ilacınızı hangi dozda aldı­
ğınızı gösterir, ki bu dozu aynı zamanda, gerçekten , başkala­
rına da sunarsınız.
Büyük özveri olarak düşünülebilecek bir tutum içindeki
bireyler, kendilerini sahip oldukları her şeyi başkalarına ve­
ren biri olarak görürler. Bunu bir sevme biçimi olarak kabul
ederler, ama gerçekte verdikleri sevgi gölgelenmiştir, çünkü
kendileri için duydukları üzüntüyle yüklüdür. Suçluluk ve
güçsüzlük duygusu kalplerinden gelen enerjiyi gölgeler ve
aslında bu sevıii başkalarında da olumlu bir duygu yarat­
maz; içerdiği ihtiyaçla, bu ihtiyaç hiçbir zaman dile getiril­
memiş olsa bile, bir biçimde kabalaşmış olarak hissedilir. B u
nedenle, onların sevgilerini, üzerinize yapışıp sizi çeken bir
tutkal gibi algılarsınız.

171
:MutiaK.. <jücün 'Yo[u

Ancak kendinize karşı şefkatle davranabildiğiniz za­


man, kendini sevebilmenin ne olduğunu anlarsınız. Sonra
şefkat ve sevgiye umutsuzca ihtiyaç duyan başka insanlara
bakabilir ve onlara şefkat ve sevgi göstermekten mutluluk
duyarsınız; büyüklük taslamazsınız, gerçekten mutluluk du­
yarsınız. Bu, ruhun enerjisidir. Bu, ruhun algılayış biçimidir.
Şefkatin olmadığı, suçluluk duygusu, pişmanlık, öfke ve
üzüntünün bulunduğu zamanlar, ruhu şifaya kavuşturacak
fırsatlar da vardır. Bu deneyimlerin sağlıklı bir ruhla ve sağ­
lıksız bir ruhla ilişkisi nedir? Sağlıklı bir ruh ne demektir?
Bu sorulan yanıtlamak için ruhsal bir psikoloji, gerçek­
ten ruhu konu alan, odak noktası insanın ruhu olan yeni bir
bilim dalı gereklidir. İnsanın tekamülü, maddeye bürünmüş
ruhun tekamülü çok belirli (spesifik) bir tekamüldür. Bu, ge­
lişigüzel, düzensiz bir tekamül değildir. Bu çok belirli bir te­
kamüldür. Madde ve ruh birliğinin olgunlaşması için gere­
ken belli süreçlere saygı gösterilmezse, ruh çöküntüye uğrar.
Psikologlar bu çöküntüyü, psikolojinin bilinen sınırlan içinde
açıklamaya çalışmışlardır. Biz de bu dili kullanmaya devam
edebiliriz, ancak psikolojinin kapsamını ruhun dilini de içe­
recek biçimde genişletmeliyiz. Deyiş uygunsa, ruh ilk kez bu
anlamda ifade bulacak ve ruhu yıkıma uğratan bütün ruh
hastalıkları ve ruhsal çöküntüler en sonunda bu dil içinde
kendilerine uygun konuma getirileceklerdir.
Reenkarnasyon (tekrardoğuş) ve ruhun tekamülünde
karma'nın rolü, ruhsal psikolojinin temel bölümlerini oluştu­
racaktır. Bir kişiliğin özellikleri, bir kişiliği diğerinden farklı
kılan nitelikler, bu özellikleri yaratan karına anlaşılmadan
değerlendirilemez. Bu özellikler her zaman kişiliğin geçmi­
şiyle de açıklanamazlar, çünkü bunlar o kişiliğin öncesinde­
ki, bazen yüzyıllara yayılan deneyimleri yansıtıyor olabilir­
ler. Onun için, söz konusu olan, öfke, kıskançlık, kin gütme,
üzüntü ve benzeri duyguların kişiliğin üzerinde değil, ruhun

172
üzerinde yarattıkları etkilerdir.
Bir ruhun her kişiliğinin, her enkarnasyonunun tek tek
anlaşılması gerekli değildir. Bir ruhun sayısız enkarnasyo­
nu, onun kişiliklerinin her birinin gelişimini eşit ağırlıkta et­
kilemez, ama sizin kişiliğinizin mücadeleleriyle doğrudan il­
gili enkarnasyonlardaki deneyimlerin farkındalığını- kazan­
madan, sizin (bu enkarnasyondaki) deneyimlerinizle sağlan­
makta olan şifanın ya da ulaşılmaya çalışılan sonucun kap­
samını anlayamazsınız. Eğer ruhunuz diğer enkarnasyonla­
rının yanı sıra, örneğin eski Roma'da bir asker, Hintli bir
dilenci, Meksikalı bir anne, göçebe bir delikanlı, Orta Ç ağ'da
bir rahibe olmuşsa ve o enkarnasyonlarda harekete geçirilen
karmik kalıplar şu anda sizde etkilerini sürdürüyorlarsa,
eğilimlerinizi, ilgi odaklannızı ya da değişik durumlara tep­
ki verme biçiminizi, o enkarnasyonlardaki deneyimlerin far­
kındalığını kazanmadan anlayamazsınız.
Ruhunuzun Orta Çağ'daki rahibe kişiliği, melek görme
yeteneğini geliştirmiş olabilir. Ne olağanüstü bir ruhsal ba­
şarı! Fizik-ötesi öğretmeniniz size bu aynı Işık frekanslarıyla
gelecektir. O rahibe size, tefekkürle, çaba göstererek, acı çe­
kerek, yüreklice geçirilen yaşam süresinin meyvelerini sun­
maktadır. Ruhunuzun Romalı askeri bin yıllık b ir ölü değil­
dir, onun enerjisi gerçekten bedeninizde ortaya çıkıp, merak­
la çağdaş bir silaha dokunmak, onu incelemek isteyebilir.
Belirli tipteki insanlardan hoşf anmıyor musunuz? Ço­
cukken ilaçlar size çekici mi geliyordu? Küçük yerlerde bu­
lunmaktan korkar mısınız? Bunlara benzer tepkiler her za­
man yaşamınızdaki deneyimlerle açıklanamaz. Psikolojinin
özündeki şifa gücü, bilincin gücüdür. Psikolojide araştırarak,
cesaretle yüzleşerek, bilinçaltında bulunan ve bundan dolayı
da kişilik üzerinde olumsuz bir güce sahip olanı bilinci n Işı­
ğına çıkararak şifa bulunur. Eğer b aşka yerlerdeki ve b aşka
zamanlardaki enkarnasyonlann deneyimleri gibi, bilince ge-

1 73
!Mutfak:.Çjücün '.Yofu
tirilmeleri gerekenlerin varlıkları bilinmiyorsa, bu yolla şifa
sağlanamaz.
Hiç bir sevgilinizi ya da eşinizi terk ettiniz mi? Ya da
böyle birisi sizi terk etti mi? Ruhlarınız, başka bir yaşamda
veya başka yaşamlarda birlikte deneyimledikleri ve hala her
ikisi için de şifa potansiyeli taşıyan bir hali, bu yaşam süre­
sinde de canlandırmak üzere merhametle ve büyük bir şef­
katle anlaşmış olabilirler. Ruhlarınız, enerjiyi karşılıklı den­
gelemek konusunda anlaşmış olabilirler, böylece biri önceden
diğerine hissettirdiği acı verici yitirme duygusunu şimdi ken­
disi deneyimleyebilir. Bu gibi deneyimler anlamsız acılara
yol açmak değildir. Evren' de şefkat içermeyen tek bir eylem
bile yoktur.
Ana-babanız yaşam süreniz içinde en yakın olduğunuz,
sizin üzerinizde en büyük etkiye sahip olan ruhlardır. Görü­
nüşte öyle olmasa bile, örneğin ana-babanızdan ya da onlar­
dan birinden doğarken ayrılmış olsanız bile, bu böyledir.
Sizin ruhunuzla ana-babanızın ruhları, her birinizin dengele­
me ihtiyacında olduğunuz enerj iyi dengelemek veya öğren­
meniz gereken dersler açısından büyük önem taşıyan dina­
mikleri her birinizin içinde harekete geçirmek amacıyla,
akrabalık ilişkisi kurmak üzere anlaşmışlardır. Karmik etki­
leşimlerinizin, ruhunuzun diğer enkarnasyonlarındaki dene­
yimlerinin farkına varmadan, ana-babanızla ya da kardeşi­
nizle etkileşimlerinizden doğacak potansiyel farkındalığın
derinliğini kavrayamazsınız.
Sezgiyi keşfetmek ve anlamak, ruhsal psikoloj inin te­
mel bölümlerinden biri olacaktır. Sezgi, fizik-ötesi dünyanın
sesidir. Bu, beş-duyulu kişiliği beş-duyulu sisteminin sınırla­
malarından kurtaran, çok-duyulu kişiliğin çok-duyulu olma­
sına fırsat veren bir iletişim sistemidir. Bu, kişilikle yüksek
benliği, rehberleri ve öğretmenleri arasındaki bağlantıdır.
Psikoloji, sezgiyi bir merak konusu saymanın ötesinde

1 74
pek önemsememektedir. Onun için, sezgi yoluyla elde edilen
bilgiyi kabul etmemekte, bu nedenle de akıl yoluyla işleme
almamaktadır. Beş-duyulu kişilik, sadece beş duyusuyla top­
ladığı ve kanıtladığı bilgileri işleme alır. Çok-duyulu kişilik
sezgileri aracılığıyla bilgi edinir ve bu bilgiyi işlemden geçi­
rirken, kendini adım adım ruhuyla aynı düzeye getirir,
uyum içine sokar. Mutlak güce giden bilinçli yol, insanın,
ruhun, fizik-ötesi boyutlarını tanıyıp kabul etmeyi ve ruhun
ne olduğu ve ne istediğiyle ilgili giderek genişleyen düzeyde
bilgi edinmeyi gerektirir.
Ruhsal psikolojinin özünü ruhsallık (spiritüellik) oluş­
turacaktır. Ruhsal psikoloji ruhsallığa yönelecek ve ruhsal
bunalımlar, çekilen meşru (gerekli) ıstıraplar olarak kabul
edilecektir. Ruhsal psikoloji karma, reenkarnasyon, sezgi, ve
ruhsallık arasındaki işlevsel ilişkileri kaynağına dek izleye­
cek ve anlayacaktır.
Ruhsallık bizzat ölümsüzlük sürecine bağlıdır. Örneğin,
siz sezgiye sahipsiniz, ama ruhsallığınız sizin kişiliğiniz ve
onun sezgi sistemi ile sınırlı değildir. Ruhsallığınız, ruhunu­
zun çıktığı yolculuğun tamamını içerir, oysa sezginiz, ruhu­
nuzun ayakta ve hayatta kalmanıza, yaratıcılığınıza ya da
ilham bulmanıza yardımcı olabilmek için sizinle bağlantı ku­
rabilmesini sağlayan yoldur. Bu, yüksek benliğiniz aracılı­
ğıyla başka ruhlardan, öğretmen ve rehberlerinizden yardım
isteme ve alma yolunuzdur. Ruhsallığınız, içinizdeki ölüm­
süz olanla ilgilidir, oysa siz bedeninizi terk ettiğiniz zaman,
bu beden için geliştirilmiş sezgi sistemi de geride bırakıla­
caktır, çünkü artık gerekmeyecektir.
Ruhsal psikoloji, ruhun sağlığı için gerekli olanların di­
siplinli ve sistemli bir biçimde incelenmesini içerir. O, uyum
ve bütünlüğe ters düşen, ruhun enerjisine ters düşen davra­
nışları tanılar (teşhis eder). O, olumsuzluğun geniş kapsamlı
öğelerini, var olan olumsuzluk kalıplarını ve bunların ruh

175
!Mut{ak._ <jücün 'Yo{u
üzerinde yarattıkları etkileri göz önüne alır.
Bir insanın içinde bölünmüşlük oluşturan, içindeki ayrı­
lığı çoğaltan herhangi bir şeyin ruhu yıkıma uğratması ya da
bir biçimde azaltması haliyle, ruhun ölümsüzlük yönünü bir­
birine karıştırmamak gerekir. Ruh kendini, fiziksel bir bede­
ne uyarlamak için indirgediğinde, indirgenmiş hali ölümsüz
halinin tam ve bütün modeline sahiptir. Burada ruhun daha
kapsamlı halinin , deyiş uygunsa, ruhsal bir genetik kalıbı
vardır, ve kişilik davranışlarıyla bu modelin, bu genetik kalı­
bın dışına çıkarsa, işlevsel bozukluklar meydana gelir.
Ruhsal psikoloji, ruhu sarsan böyle durumları aydınlığa
çıkaracaktır. Ö rneğin vahşet, insan ruhunu yıkıma uğratır.
Ruh, vahşete dayanamaz, çok fazla acı ve mantıksızlığı kal­
dıramaz, yalanlara katlanamaz. Gezegenimiz üzerindeki du­
rumu düşünün . Ruh bağışlamazlığı , kıskançlık ve düşman­
lıkları hoş göremez. Bunlar onun için kirliliktir, zehirdir.
Kişiliğin bu tür davranışlara kalkışması, bedenine tek­
rar tekrar arsenik vermesine benzer. Tıpkı böyle yapmaya
benzer. Bu davranışlar, aynı biçimde ruhun da gücünü saptı­
rır, kirletir ve yıkıma uğratırlar. Böylece ruhta yapısal bo­
zukluk (sapmalar) ortaya çıkar ve kişilik denen fiziksel düze­
ye indirgenmiş tezahürü, onu arındırma, yardım bulabilme­
si için başka ruhların onun içinde bulunduğu hali fark etme­
lerini sağlama görevini üstlenir.
Bu dinamiği anlamak, ruhsal psikolojinin can damarını
anlamaktır. Bu anlayış, ruhsal psikolojinin dayandığı temel­
dir; öyle ki, ortaya çıkan acıya yargılayarak, onu çirkin bula­
rak ya da ondan sakınarak değil , bunun ruhun bir sarsıntı
hali olduğunu bilerek tepki verir. Gelin, onu bu yolla, bu ko­
şullar içinde şifaya kavuşturalım! Sarsılmış, dengesi bozul­
muş, yıkıma uğramış bir ruhun iticiliğinden kaçmayalım!
Sarsılmış bir ruhun kişiliği farkındalık içinde değildir.
Kişiliğinizle ruhunuz arasında sürekli bir etkileşim vardır.

1 76
Siz bu etkileşimin farkında mısınız, değil misiniz, mesele bu­
dur. Eğer farkında değilseniz, o zaman bu direkt bir etkile­
şim değildir. Bu durumda, ruhun akımları kuşkuların, far­
kında olmayışın yoğunluğundan geçerek size dolaylı biçimde
ulaşmak zorundadır. Eğer yüksek benliğinizin rehberliğini
fark ediyor ve ona karşı açık olabiliyorsanız, bu alıcılığınız,
bilgilerin size hemen ve doğrudan akmasını mümkün kılar.
Ama sizin üstünüzdeki bir bilgeliği ve yaşamınıza yönelik
bir rehberliği fark etmiyor ya da yadsıyorsanız, o zaman bu
rehberlik size fiziksel olaylar aracılığıyla erişmek zorunda­
dır.
Farkında olmayan bir kişilik, farkındalığa doğru ilk
adımını bunalımlar, krizler yoluyla atar. Bir kişilik, duru bir
ruhsal enerj iye bağlı olmadığı ya da bu enerj iden uzak dur­
duğu zaman, fiziksel dünyanın maddeselliği içinde baştan
çıkar; bu da her zaman o kişiliğin bunalıma girmesine neden
olur, çünkü kişiliğe akması gereken güç ve rehberlik kesinti­
ye uğramıştır. Kendi yüksek bilgelik kaynaklarının varlığını
fark etmeyen ya da yadsıyan bit kişilik, kendisine yönelik
rehberlikten, sezgilerinden ya da insanlara yönelik herhangi
bir rehberlik mekanizmasından yararlanamaz, bu nedenle
de bunalıma girer.
O halde, gelişme yolunda mutlaka bunalımlardan mı
geçmek gerekiyor, söylenmek istenen bu mu? Hayır. B u mo­
del, insanlığımızın yaptığı seçimlerle oluşturulmuştur. Teka­
mülümüzün akışının bu bunalım modelini içermesi gerek­
mezdi. Bu akış, acı ve sarsıntı, duygusal ya da fiziksel şiddet
ve vahşet deneyimleriyle gelişmeyi içermek zorunda değildi.
İ nsanlığımız , tekamülünün bir noktasında bütünlüğe ulaşa­
caktı, bu Tanrısal bir düzenle öngörülmüştü. İ nsan, tekamül
yolunda nasıl ilerleyeceğini ve öğreneceğini ise, Dünya oku­
lunda enerjiyi kullanma konusunda yapacağı seçimlerle be­
lirleyecekti. Kuşku insanın kendisi tarafından yaratıldı ve

1 77
Mutlak._ (jücün 'Yo[u
en önemli öğretmen olarak seçildi. İnsanlığımız, bu öğrenme
yolunu seçti; onun için de karmik kalıpları, kuşaklar boyun­
ca ilerleyen karmik kalıplan harekete geçirdi.
İnsanlığımız tekamül ettikçe, korkularının kapsamını,
arzularının kapsamını, maddeye olan bireysel ve toplumsal
ilgi ve bağlılıklarının kapsamını deneyimledikçe, belli seçim­
ler, bize en tanıdık gelebilecek yolu tanımlamaya ve biçim­
lendirmeye başladılar. Ruhun gerçek güce uzanmadan önce,
daha fazla bir şeylere, kendi ruhsal enerji sistemine dokun­
ma ihtiyacını duyabilmesi için, bu Dünya okulunun yapısıyla
ilgili olarak fiziksel yönden güçsüzlüğü deneyimlemesini içe­
ren bu yol artık iyice eskimiş bir yoldur.
Başka bir deyişle, kişiliğin ruhunun potansiyelini fark
edecek düzeyde uyanması, bir eşin kaybı ya da bir evladın
ölümü veya iş durumunun bozulması ya da bireysel güçsüz­
lüğü doğuracak benzer bir halle gerçekleşmekte. Öyle bir yol­
la uyanmak için dışsal gücün başarısız kalması gerekir; bu
da beş-duyulu kişilikte bunalımlara, krizlere neden olur.
Ruhsal psikoloji, böyle bir duruma doğrudan mutlak
güç konusunu temel alarak yaklaşır. Ruhsal psikoloji tam za­
manında ortaya çıkmıştır, çünkü bu dönem, insanlığımızın
beş-duyulu kişiliği aşıp, fiziksel dünyayı, gücü dışsal bir şey
olarak alglayan beş duyu ile keşfederek öğrenmenin ötesine
geçip, çok-duyulu kişiliğin, fizik-ötesi dünyanın deneyimleri­
ne doğru tekamül etmekte olduğu, fizik-ötesi rehber ve öğret­
menlerinin de yardımları ve sorumluluk taşıyan seçimlerle
mutlak güce doğru bilinçle yola koyulduğu bir dönemdir.
Kişilik, hatta beş-duyulu kişilik, ne olumlu ne de olum­
suz olarak nitelenebilir. Kişilik, ruhun bir aletidir, fiziksel
beden edinmenin (enkamasyonun) doğal bir parçasıdır. Beş
duyunun gelişmesi, içinde zekanın genişlediği ve insanlığın
fiziksel madde aracılığıyla öğrenme fırsatına kavuştuğu, kut­
lanacak bir haldir. Gücü dışarıda aramaya yöneliş, beş-duyu-

178
Çjüç
lu kişiliğin içinde bulunduğu sınırlamalardan değil, güven­
sizli k duygusundan, insanlığımızın bilgelik yerine korku ve
kuşku yoluyla öğrenmeyi seçmiş olmasından kaynaklanmış­
tır.
Şimdi insanoğluna hangi yolla öğreneceğini, nasıl te­
kamül edeceğini seçmesi için yeni bir fırsat verilmektedir.
Şimdi bizim için, tüm insanlık ve bireyler olarak, yeniden se­
çim yapma zamanıdır. Bu bizim tüm insanlık ve bireyler ola­
rak, farklı bir biçimde seçim yapmak, başka türlü seçim yap­
mak, bu kez sevgiyi bilgelik yoluyla öğrenmeyi seçmek, ber­
raklığın, bilinçle gelişmenin ve bilinçle yaşamanın dikey yo­
luna yönelmek için kullanabileceğimiz bir fırsattır.
Biz var olmadan çok önce yazılmış bir tekamül devresi­
nin sonuna geliyoruz. İnsanlığımızın öğrenme ve tekamül
süreci tasarlandığında, bu sürecin Evren'de, bizim galaksi­
mizde ve diğer galaksilerde süren büyük devreleri tamamla­
yıcı olması da tasarlanmıştı. Bu devreler, fiziksel form içinde
belli hızlarda ilerler, belli amaçlara ve enerj ilerin dengelen­
melerine hizmet ederler.
Sonuna geldiğimiz ve bu nedenle de başlamakta olduğu­
muz devre, içinde üç devrenin sona erdiği ve yeniden başla­
dığı bir devre olma önemini taşıyor. Bu devreler birbirleri
içinde işlerler. Nasıl ay dünyanın çevresinde, dünya da güne­
şin çevresinde dönüyor ve böylece iç içe yörüngeler oluşuyor­
sa, devreler de öyle iç içedir. Astrolojik olarak, iki bin yıllık
büyük bir devrenin sonuna geliyoruz, bu devre, yirmi beş bin
yıllık daha büyük bir devre ve yüz yirmi beş bin yıllık başka
bir devre ile birlikte aynı anda son bulmakta. Bir sürü şeyin
şimdi, tekamülümüzün bu anında ortaya çıkmasının nedeni
budur ve her şey tasarlandığı gibi olmaktadır.
Son iki bin yıllık devrede birikmiş olumsuzluklar şu
ana toplanmaktadır; ki böylece bütün bu olumsuzluklar, bu
negatif birikim boşaltılabilir ve dönüşüme (transformasyona)

1 79
Afutla/( <jücün '.Yo[u
uğratılabilirler; böylece bundan sonraki iki bin yıllık devre
ve bu devreyle aynı anda devreye girecek olan yirmi beş bin
yıllık ve yüz yirmi beş bin yıllık devreler pırıl pırıl başlayabi­
lirler.
Bugün Dünyamız'daki mevcut durum ve anda çok farklı
fırsatlar, artık gerekli olmayan kalıplardan kurtulma fırsat­
ları doğmaktadır. Işık arttıkça, ve sizler daha çok aydınlan­
dıkça, seçeceğiniz yollar da çok daha farklı olacaktır.
Ruhsal psikoloj i , bilgelik yoluyla öğrenme seçimini , ar­
tık gerçek kimliğimize uygun düşmeyen olumsuzluk kalıpla­
rından, kuşku ve korku kalıplarından kurtulma seçimini des­
tekleyecektir. Kişilikle ruh arasındaki ilişkiyi ve aralarında­
ki farkları açıklığa kavuşturacak, bu farkların nasıl anlaşıla­
cağını ortaya koyacaktır. Kişilikler arasındaki etkileşimlerin
doğurdukları sonuçları , harekete geçirdikleri kişisel olmayan
enerji dinamikleri açısından açıklığa kavuşturacak ve bu di­
namiklerin şifa amacıyla nasıl kullanılabileceklerini göstere­
cektir.

1 80
14

İLLüzyoN

H er bireyle girilen her etkileşim, süregiden öğrenme


dinamiğinin bir parçasıdır. Bir başkasıyla etkileşim içine
girdiğinizde, bir illüzyon bu dinamiğin bir parçası olur. Bu il­
lüzyon her ruha, şifa bulmak için anlaması gerekenleri fark
etme fırsatı verir; ruhun şifa bekleyen yönlerini bütünlüğe
kavuşturmak için gerekli, tıpkı canlı bir film gösterisine ben­
zer durumlar yaratır.
İllüzyon, bir öğrenme aracıdır ve kişiliğe bağlıdır. Öldü­
ğünüzde, yuvaya döndüğünüzde, illüzyonu da ardınızda bı­
rakmış olacaksınız. Ancak, sevgi ve Işık içinde yaşayan, bir
benzetmeyle ifade edilirse, ruhunun gözleriyle bakan bir ki­
şilik, hem illüzyonu görebilir, hem de bu illüzyonun içine çe­
kilmeyebilir. O, mutlak güçle donanmış bir kişiliktir.

İllüzyon, her ruhun ihtiyaçlarıyla kusursuz bir biçimde


sıkı sıkıya ilişki içindedir. Her zaman her durum, o durumla
ilgili her bireye hizmet eder. Ruhunuzun şifa bulma, bütün­
lüğe ulaşma ihtiyacına doğrudan ve hemen hizmet etmeyen
tek bir olay ya da an ile karşılaşamazsınız, karşılaşmayacak­
sınız. Her ruhun illüzyonu, o ruhun niyetleriyle yaratılır. Bu
nedenle illüzyon, her an, ruhunuzun şifa bulması için yaşa-

181
:Mutfa{(Jjücün 'Yo(u
yabileceğiniz en uygun deneyimlerle doludur.
lllüzyon uysaldır. Bu, illüzyon içinde ortaklaşa yaratıla­
nın, kendisini yaratan bireysel ruhlara tamamen bağımlı ol­
duğu anlamına gelmez. Bu, şifaya kavuşturulamayacak hiç­
bir anlayış biçiminin bulunmadığını gösterir, tıpkı değiştiri­
lemeyecek ya da başka bir niyetle yer değiştiremeyecek hiç­
bir niyetin bulunmadığı gibi. İllüzyonun nasıl oluştuğunu,
nasıl işlediğini, ardındaki dinamikleri ve ruhun tekamülün­
de oynadığı rolü anlamak, ruhsal psikoloj inin can damarıdır.
Ruhsal psikoloj i , kişiliğe kendisini illüzyondan ayrı tut­
ma ve böylece bilgili bir bakış açısıyla, illüzyonu gözlemleme
fırsatını verir. Ö rneğin, çağdaş ilaçların bilgisine sahip bir
insan , hıyarcıklı veba salgını döneminde Avrupa'da yaşıyor
olsaydı , bu hastalıktan nasıl etkilenmeyecek idiyse, illüzyo­
nu ve işleyiş biçimini bilen bir kişilik de ondan etkilenmeden
illüzyonun içinde yaşayabilir.
Hıyarcıklı veba, kemirgenlerin üzerinde bulunan pire­
lerle taşınır. Bu şimdi biliniyor, ama o zaman bilinmiyordu.
Çevresini temiz tutan, kemirgenleri oraya çekebilecek her
şeyi ortadan kaldıran ve kişisel temizliğine özen gösteren
biri, salgın sırasında sadece kendi yaşamını değil , başkaları­
nın yaşamlarını da güvenlik altına alabilirdi. Korku, öfke ya
da kıskançlık hissettiğimizde, ruhun şifaya ihtiyaç duyan bö-
1 ümlerinin farkına varmamız için tasarlanmış bir illüzyonun
içindeyizdir. Bu şeyler gerçekte yoktur, onların peşine düş­
menin insana güç sağlamamasının nedeni de budur. Ruhlar
arasında var olan sevgidir, var olan tek şey budur. Bunu an­
layan kişilik, illüzyon un içinde farkındalığını korur, illüzyo­
nun sunduğu şifayı bilinçle kabul eder ve başkalarının da
şifa bulmalarına yardımcı olur.
Öğrenmek amacıyla fiziksel deneyime katılmış bulunan
güçlü bir ruh olduğunuzu hatırlayamadığınız zaman, illüz­
yon size egemen olur. Kişiliğinizin istekleri, dürtüleri ve de-

1 82
ğer ölçüleri tarafından zorlandığınızda, illüzyon size egemen
olur. Korku, nefret ya da üzüntü duyduğunuzda, kızgınlığa
kapıldığınızda veya öfkeyle saldırdığınızda, illüzyon size ege­
men olur. Sevgi duyduğunuz, kalbinizi şefkatle başkalarına
açtığınız zaman, yaratıcılığınız engellenmeden, coşkuyla bu­
lunduğunuz an'a aktığı zaman, illüzyonun sizin üzerinizde
herhangi bir gücü· kalmaz. Başka bir deyişle, illüzyon, ru­
huyla tamamen aynı düzeye gelmiş, uyum içine girmiş bir
kişilik üzerinde hiçbir güce sahip değildir.
İ llüzyon, kişisel olmayan enerji dinamikleri tarafından
yönetilir; öncelikle karma yasası tarafından biçimlendirilir.
Kişiliğin görünüşü, kişiliğin doğumla getirdiği bilinçaltı ni­
yetleri ruh un karma'sıyla belirlenir. Bu niyetler bilinçli ya
da bilinçaltı başka niyetlerle yer değiştirene kadar, kişiliğin
illüzyonuna, Dünya okulundaki realitesine biçim verirler.
Eğer kişiliğin tepkileri ruh u için yeni karma üretir ve bu
karma da kişiliğin o yaşam süresi içinde dengelenemezse,
dengelenemeyen karma ruhun (başka bir enkarnasyondaki)
başka bir kişiliğinin biçimlenmesine katkıda bulunur ve o ki­
şiliğin niyetleri de o kişiliğin illüzyonunu, Dünya okulundaki
realitesini yaratırlar, ve bu böyle sürü p gider.
Kişilik bilinçlenip, illüzyonunu fark etse ve niyetlerini
bu farkındalık içinde oluştursa bile, yine de ru hunun karmik
borçları ödenmelidir. Karma karma'dır. Enerji enerjidir.
Uyanmış bir kişilik bunu anlar ve o nedenle yaşamındaki de­
neyimlere ve olaylara ruhu için yeni negatif karma üretecek
öfke, korku, üzüntü y� da kıskançlık gibi duygularla değil,
şefkatle ve Evren'in her an ruhunun ihtiyaçlarına kulak ver­
diğini bilerek tepki gösterir. Bu da aynı bilinç frekansındaki
başka ruhları ona çeker.
Her kişilik, frekansı ya da güçsüz yönleri kendisin inki­
ne benzeyen bilinçlere sahip kişilikleri kendisine çeker. Ö fke
frekansı öfke frekansını, açgözlülük açgözlülüğü çeker ve b u

1 83
:Mutlak_ (jücün 'Yofu
böylece sürüp gider. Bu, çekim yasasıdır. Sevginin sevgıyı
çektiği gibi, olumsuzluk da olumsuzluğu çeker. Onun için,
kızgın bir insanın dünyası kızgın insanlarla, açgözlü bir insa­
nın dünyası açgözlü insanlarla doludur, ve sevgi dolu bir in­
san, sevgi dolu insanların dünyasında yaşar.
Çekim yasası, deyiş uygunsa, her kişiliğin çevresine
benzer enerjilerden oluşan bir koza örer, öyle ki kişilik kız­
gınlığına, korkusuna ya da kıskançlığına şifa aradıkça, bü­
tünlüğe yönelik değişim süreci yoğunluk ve hız kazanır ve ki­
şiliğin farkındalık alanı içine çekilir. Kişilik, kızgınlığını ya
da korkusunu sadece kendi içinde değil, tüm çevresinde de
görür. Eğer kişilik kızgınlığını ya da korkusunu şifaya ka­
vuşturmayı bilinçle seçerse, Evren onun bütünlüğe ulaşma
arzusuna şefkatle yanıt verdikçe, kişiliğin karşılaştığı her
olay, karşısına çıkan her şey sinir bozucu ya da korkutucu ol­
maya başlar.
Kızgınlık ya da korku bir kişiliğin içinde yapılandıkça, o
kişiliğin içinde yaşadığı dünya da bu şifaya kavuşturulması
gereken kızgınlığı ya da korkuyu giderek daha fazla yansıtır,
ta ki kişilik, kendi deneyimlerini ve algılarını kendisinin ya­
rattığını, kendine hak gördüğü kızgınlığının ya da korkusu­
nun gerçekte kendi içinden kaynaklandığını ve bu nedenle
de ancak kendi varlığının gücüyle bunları başka algılar ve
deneyimlerle değiştirebileceğini fark edene dek . . .
Nasıl öfke frekansı, öfkeli bir kişiliğin çevresindeki in­
sanların bilinçlerinde benzer bir frekansı uyandırıyorsa, sev­
gi frekansı da kendine uygun tepkileri uyandırır. Sonucu be­
lirleyen niyettir. Eğer başkalarına sunduğunuz şey, duyarlı­
lıktan yoksunsa, eğer destekleyici ve besleyici değilse, başka­
larına güç katmak yerine onları güçten düşürüyorsa, bir dü­
zeyde dirençle karşılaşacaktır; bu direnç de sizin enerjinizin
karşılığıdır ve sizi zayıflatmaya ya da kontrol altına almaya
çalışacaktır. Ayrılık ve mesafe, her zaman, dışsal gücün pe-

1 84
(jüp
şinde koşmaktan kaynaklanır.
Kişisel olmayan bu yapı içinde, günaha teşvik ve so­
rumlulukla seçme dinamikleri iş görürler.
GÜ ÇSÜZLÜK

DAVRANIŞ

BENCİLLİK
� (KORKU)

v
DUYGU

ÖFKE
İNSANLAR HİDDET
HAYVANLAR KİN
DÜNYA NEFRET

\
BAŞKALARINI KULLANMA KISKANÇLIK/HASET
İŞ ALANINDA YALNIZLIK
CİNSEL ALANDA KEDER
DUYGUSAL ALANDA UMUTSUZLUK
YALANCILIK \ ISTIRAP
KURNAZCA YÖNLENDİRME PİŞMANLIK
ŞİDDET AÇGÖZLÜLÜK/BENCİLLİK
VAHŞET KİBİR
HÜKMETME YABANCILAŞMA
SABIRSIZLIK KENDİNE ACIMA
İÇİNE KAPANMA UYUŞUKLUK
YARGILAMA SUÇLULUK
ALAY ETME GÜCENME

l
KENDİNİ AŞAGI GÖRME
KENDİNİ ÜSTÜN GÖRME

NEGATİF KARMA
1
GÜNAHA TEŞVİK OLUNMA

BİLİNÇ DIŞI
�SORUMLULUK TAŞIYAN
YA DA SEÇİM

l
SORUMSUZCA YAPILAN
SEÇİM

MUTLAK GÜÇ
:Mut{ak<jücün 'Yo{u
İnsanın duygusal sistemi kabaca ikiye ayrılabilir: korku
ve sevgi. Sevgi ruhtan, korku kişilikten kaynaklanır. Kişili­
ğin illüzyonu, öfke, hiddet, kin , nefret, kıskançlık ya da ha­
set, yalnızlık, garez , keder, umutsuzluk, ıstırap, pişmanlık,
açgözlülük, nefsaniyet, kibir, yabancılaşma, kendine-acıma,
uyuşukluk, suçluluk, gücenme, kendini aşağı ya da üstün
görme gibi korkuyu izleyen duygular tarafından yaratılır ve
sürdürülür. Böyle duygular kişiliği, insanlara, hayvanlara,
Dünya 'ya ve Dünya'yı paylaşan varlıklara karşı bencilliğe
ve -iş alanında, cinsel ve duygusal alanlarda- başkafarını
kullanmaya, yalan söylemeye, kurnazca yönlendirmeye, şid­
dete, vahşete, sabırsızlığa, alay etmeye, yargılamaya ve ben­
zeri davranışlara iterler.
Kişilik bilinçli değilse, her korku duygusu ya da korku­
yu izleyen her duygu olumsuz bir davranış üretir, bu davra­
nış da ruhu için negatif karma yaratır. Korkuyu izleyen her
duygu, korkuya dayalı davranışlardan birine neden olabilir.
Ö rneğin kıskançlık, birer kurnazca yönlendirme biçimi olan
yalana ya da alaycılığa yol açabilir veya şiddete neden olabi­
lir. Açgözlülük, bir bencillik biçimi olan sabırsızlığa yol açar
veya başkalarını yargılamayı ya da kullanmayı doğurur.
Sözgelimi, eğer öfkeli yanınızın bilincinde değilseniz,
bölünmüş bir kişilik olduğunuzun farkında değilseniz, öfkeli
yanınızı, düşünmeden harekete geçirirsiniz. Öfkenizi, saldır­
ganlaşarak, içinize kapanarak ya da alay ederek veya başka
bir yolla ifade edersiniz. Ö fkeniz, kendi enerji alanınızın dışı­
na, çevrenizde bulunanların ortak enerji alanına taşar ve
böylece negatif karma yaratır. Kendi öfkenizin sonuçlarıyla
karşılaştıkça, bunlar karma ve çekim yasaları gereği size ge­
ri döndükçe, siz ya da ruhunuzun diğer kişilikleri, farklı bi­
çimde yaratmayı er geç öğreneceksiniz. Bu, korkuya dayalı
her olumsuz duygu için böyledir.
Korkunun ardında güçsüzlük bulunur. Güçsüz yönleri-

1 86
(jüç,
nize güç kazandırmak için dışarıya uzandıkça, bu boşlukla­
rın bu yolla doldurulamayacağını öğrenirsiniz. Ya bu yaşam­
da ya da bin enkarnasyon sonra, ama er geç mutlak güce yö­
neleceksiniz. Bu yol, bilinçsizce öğrenme yoludur. Bu, kişili­
ğin bilinçsiz parçalarının yarattıkları deneyimler ve bunlara
gösterilen bilinçsiz tepkilerin yol açtığı deneyimler aracılı­
ğıyla öğrenme yoludur.
Eğer bir kişilik bölünmüşlüğünün farkındaysa, örneğin
sadece öfke ve öç alma isteği duyan yönünün değil, aynı za­
manda şefkatli ve anlayışlı yönünün de farkındaysa, günaha
teşvik dinamiğinden yarar sağlayabilir. Sisteminde dolaşan
ve öfke enerji frekansıyla özdeşleşmenin sonuçlarını önceden
görüp, yaşamadan evvel göz den geçirip, hissettiği öfkeyi ifa­
de etmenin bu sonuçlara değip değmeyeceğine karar verebi­
lir. O anda öfkesini ifade etmesinin kendisini ve çevresindeki
insanları nasıl etkileyeceğini, aynca anlayış ve şefkatle dav­
ranmanın getireceği sonuçları önceden görebilir -önceden
görmexe karar vererek bunu başarabilir.
Bilinçsiz kişilik, öfke ya da hiddet anında, şefkat ve an­
layışla karşılık vermeyi yeğleyen parçalara da sahip olduğu­
nun farkında değildir; oysa o an berrak bir biçimde görebil­
se, içindeki olumlu parçaları tanıyabilir. Ö fkeyi ifade etme­
sinin yol açtığı yalnızlık ve yabancılaşmanın acısını çeken
yanlarını, -öfke, korku ya da kıskançlık içinde yaşayanlar
için mümkün olmayan- sıcaklık ve dostluğun, derin ve nite­
likli ilişkilerin özlemini çeken yanlarını tanıyabilir.
Günaha teşvik olunmuş bir kişilik, eğer k!'lndini sevgi,
berraklık, anlayış ve şefkat düzeyine çıkarmaya karar verir­
se, güç kazanır. Kızma, gücenme ya da öç almaya yönelik
dürtüler bu kişiliğin üzerindeki etkilerini giderek yitirirler,
ve böylece kişilik adım adım, bilinçli kararlar verer vere, so­
nunda gerçekten güçlü hale gelir. Ama bilinçlenmeyi iste­
mezse, eylemlerinin sorumluluğunu üstlenmekten kaçınırsa,

1 87
:MutfakJjü.cün ')'"o{u
ağzı ndan çıkan sözlerin ve davranışlarının olumsuz enerji
akımları tarafından biçimlendirilmelerine izin vermiş olur.
Bu, illüzyon açısından ne anlama gelir.
Olumsuz davranış, hem insanın kendi içinde hem de
başkalarında olumsuz duygular uyandırır, böylece sorumlu­
luk taşıyan seçimler yaparak güç kazanmak ya da negatif
karma yaratmak doğrultusunda çok daha fazla fırsat üretir.
Negatif karma, olumsuz davranış biçimini seçen bir kişiliğin,
bir başkasının aynı olumsuzluğu taşıyan davranışıyla karşı­
laşacağı anlamına gelir, böylece bu tür öğrenmeyi terk etmek
ya da sürdürmek konusunda karar verebilmesi için kendisi­
ne yeni bir fırsat tanınmaktadır.
İşte illüzyon budur. Bu bir illüzyondur, çünkü siz ve
ilişkide olduğunuz diğer ruhlar, şifa bulmak üzere bu Dünya
okulundaki öğrenme dinamiklerine katılma konusunda şef­
kat ve bilgelikle anlaşmış durumdasınız. Bu bir illüzyondur,
çünkü fizik-ötesi realitır içinde ne uzay, ne zaman, ne öfke,
ne kıskançlık, ne de korku vardır. Bu bir illüzyondur, çünkü
yuvaya döndüğünüzde sona erecektir.
O halde, bu öğrenme sürecinin içinde bulunan bir ruhu
nasıl yargılayabilirsiniz? Hangi adımı ya da adımlan diğerle­
rinden ayırabilir de, "bu yanlış" , "şu uygun" ya da "burada
başarılı" , "burada başarısız" diyebilirsiniz? Bir ruhun öğre­
nimlerini, "Bu öğrenim negatif karma yaratmadan şu veya
bu biçimde gerçekleşebilirdi," şeklinde yargılayamazsınız.
Başka bir deyişle, bir ruh ancak sürecin bütünü içinde değer­
lendirilebilir. Nasıl ki kendinize, "Bu kızgınlığım nereden ge­
liyor?" diye sorabilir ve bunun bazıları yüzlerce yıl, hatta
daha önce harekete geçirilmiş ve ancak şimdi devrelerini ta­
mamlayan çok sayıda dinamikten kaynaklandığını, bunun
içinizde bulunan ve ruhunuzu şifaya kavuşturmak ve kar­
mik enerjinizi dengelemek için kurtulmaya çalıştığınız bir
enerji akımı olduğunu fark edebilirseniz, aynı şekilde, kendi-

1 88
nizi yargıç yerine koyarak bir başkasını, deneyimlediği tek
bir kızgınlık hali için yargılamaya kalkışmak yerine, burada
bir sürecin gelişip gözler önüne serilmekte olduğunu açıkça
görebilir ve buna da karma etkenini katabilirsiniz.
Sadece, ruhun kendi iradesiyle bir şifa sürecine girdiği­
ni ve sizin gibi ve Evren'deki her şey gibi tekamül etmekte
olduğunu düşünebilirsiniz. İ şte, yargılamayan adalet budur.
Bu, ruhun tekamül sürecini yargılamayan, ama ruhun sevgi­
ye uzanışını sevgiyle fark eden bir adalettir.
Evren, doğru ya da yanlış, başarılı ya da başarısız gibi
değerlendirmeler yapacak bir bakış açısı kullanmaz. "Başa­
rı"nın ne olduğunu nasıl bilebilirsiniz? Varlığınızın , eylemle­
rinizin ve sözlerinizin neden ve sonuçlarını bütünüyle göre­
bilir misiniz? O halde, b aşarının ve başarısızlığın ne olduğu­
nu nasıl bilebilirsiniz? " Başarısızlık" bir neden-sonuç ilişki­
sinden başka ne olabilir? Başarısızlık diye niteledeğimiz hal,
sadece bir neden ve o nedene bağlı bir sonuçtur, neden ve so­
nucun harekete geçmesiyle oluşan bir süreçtir. Akıllıca olan,
"başarısızlık" ve " h aşarı" olduklarını sandığımız din amikle­
rin aslında var olmadıklarını düşünmektir, çünkü bunlar sa­
dece yargılama ile ortaya çıkan, ama gerçeğin içinde bulun­
mayan dinamiklerdir.
İ llüzyon içinde neyin değerli , neyin değersiz olduğunu
nasıl söyleyebilirsiniz? "Değersizlik" , mükemmel olmamayı
ifade eden bir yargıdır, o halde çevrenize bakın. Mükemmel­
liği bütünüyle yansıtan bir insan görüyor musunuz? Ama
herkes kendi süreci içinde mükemmel ve değerlidir. Bu süre­
cin kendisi her zaman değerli ve mükemmeldir ve bu süreç
içinde görevinizi bütünüyle tamamlarsınız.
Bu illüzyonun içinde nelerin peşine düşmeli, nelerin pe­
şine düşmemeli? Bu ayrım nasıl yapılabilir?
Temel (asil) ihtiyaçlarınızla ihtiyaç diye kabul ettikleri­
niz, ya da belki daha doğru bir ifadeyle, yapay ihtiyaçlarınız

1 89
:Mutfaf(_ <jücün 'Yo{u
arasındaki farkı kendinize sorun. Gerçek ihtiyaçlarınız ne­
lerdir? Başka nedenlerle, örneğin başkalarını kontrol altına
almak, kurnazca yönlendirmek veya dikkat çekmek amacıyla
yarattığınız ihtiyaçlarınız nelerdir? Zihninizde bunları birbi­
rinden ayırın. Kendinizi, bir insan olmaktan kaynaklanan
meşru ihtiyaçlarınızla, önemsenmek, beğenilmek ya da fark
edilmek isteyen parçanızın bu ve benzeri nedenlere dayana­
rak yarattığı ihtiyaçları bilebilecek kadar derinlemesine ve
açık bir biçimde tanıyın. Bunların ayrımına varmayı öğrenin
ve sonra hangileriyle birlikte yaşamak istediğinizi seçin.
Sözgelimi, komşunuzun yaptığı gürültüye sinirlenme­
niz, temel bir ihtiyacınızın mı, yoksa yapay olarak yaratılmış
bir ihtiyacın mı karşılanmamış olmasından kaynaklanıyor?
Çöp kamyonunun sesinden rahatsız olmanız ya da bakkalın
size nezaketle davranmasını istemeniz, temel bir ihtiyacınızı
mı, yoksa yapay bir ihtiyacınızı mı yansıtıyor? Gerçek ihti­
yaçlarınızı, bir insan ve bir ruh olarak gerçekten ihtiyacınız
olanları, dışsal gücün etkisiyle edindiğiniz, ruhunuzdan kay­
naklanmayan ihtiyaçlarınızdan ayırmayı öğrenin. Bir kez bu
farkı belirgin biçimde hissederseniz, kendinizi yapay benliği­
nizden de ayırmaya başlayabilirsiniz; o zaman, göstermek is­
tediğiniz tepkiyi açıkça seçebilecek ve yapay ihtiyaçlarınıza
boyun eğdiğinizde, kendinizi bundan sorumlu tutabilecek bir
konuma gelirsiniz.
Gerçek ihtiyaçlar, ruhun ihtiyaçlarıdır. Ö rneğin, sevmP.­
ye ve sevilme1e ihtiyaç duyarsınız. İster çocukların yetiştiril­
mesi, ister bir ülkenin yönetilmesi söz konusu olsun, yaptığı­
nız işte yaratıcılığınızı ortaya koymaya ihtiyaç duyarsınız.
Ruhunuzu beslemeye, kişiliğinizi ruhunuzla uyum içine sok­
mak için bilinçle çalışmaya ihtiyaç duyarsınız. Fizik-ötesi öğ­
retmenlerinizin kişisel olmayan bilgeliklerinden, fizik-ötesi
rehberlerinizin rehberliklerinden yararlanmaya ihtiyaç du­
yarsınız. Bunlar, gerçek ihtiyaçlarınızın birkaçıdır.

1 90
<j iiç
Gerçek olmayan ihtiyaçlar, kişiliğin ihtiyaçlarıdır. Bun­
lar fiziksel yaşamınızda, Dünya üzerinde sahip çıkmak ve
içinde bulunmak istediğiniz yeri elde edebilmek amacıyla
edinmiş olduğunuz ihtiyaçlardır. Yapay ihtiyaçlar, negatif
karma'ya neden olabilecek ihtiyaçlardır. Bu ihtiyaçların sizi
bırakmalarına, akıp gitmelerine izin vermeksizin onları ger­
çekleştirmeye çalışırken, onları tatmin etmeye yönelirken ,
büyük ölçüde negatif karma üretebilirsiniz.
Gerçek olmayan bir ihtiyaç, bir engeldir. Ne uluslar, ne
de bireyler sahip oldukları kadar çok şeye ihtiyaç duyarlar.
Bunlar yapay engellerdir ve oluşturulmalarının ardındaki
amaç dışsal gücün toplanıp biriktirilmesidir. Deyiş uygunsa,
yapay ihtiyaçlar yaratmanın ardından gelen kazanç, yapay
güçtür. Açıkça bakarsanız, her yerde -evliliklerde, uluslara­
rası ilişkilerde, her çatışmanın içinde- hep bunu görürsünüz .
Eğer yapay ihtiyaçlarınızla gölgelenmişseniz, ruhunu­
zun tam anlamıyla meydana çıkışını deneyimlemeniz müm­
kün değildir. Öyle bir durumda sadece yapay ihtiyaçlarınızı
görebilir ve bunların son derece önemli, son derece anlamlı
olduklarını düşünürsünüz, ama gerçekten öyle midir? Ger­
çek olmayan ihtiyaçlarınıza bakıp, onların sizden nasıl enerji
çektiklerini fark edebiliyor musunuz? Düşük benliğinizin is­
teklerine öncelik tanıdığınız sürece, yüksek benliğinizle doğ­
rudan ilişki kuramazsınız.
Gerçek ihtiyaçlar, Evren tarafından her zaman karşıla­
nan ihtiyaçlardır. Evren, gerçek ihtiyaçlarınızı size sağla­
yandır. Örneğin size her zaman sevme ve sevilme fırsatı ta­
nınır; ama lütfen kendinize sorun: yaşamınızda bu fırsatları
kaç kez boşa harcadınız?
Gerçek ihtiyaçlarınızı karşılamayı ve yapay ihtiyaçları­
nızı gereksiz savunma mekanizmaları olarak bir yana bırak­
m ayı öğrenmek, sizi başkalarına karşı daha açık, anlayışlı
ve şefkatli bir hale getirecektir. Her insan, yaşam akışı bo-

191
:Mutfak. Çjücün '.Yo{u
yunca doğal bir alış-veriş ilişkisi içindedir. Her insanın ger­
çek ve gerçek olmayan ihtiyaçları vardır; aramızdaki akışın
doğal öğütücülüğü de bundan kaynaklanır. Gerçek ihtiyaçla­
rınızı anlamaya başladığınızda, vermeyi ve almayı da öğren­
meye başlarsınız ve içinizdeki parçaların gerçek olmayan ya
da te-kamülünüze ivme kazandırmayan ihtiyaçlarıyla karşı­
laştığınızda uzlaşmayı, verici olmayı ve bunları aşmayı öğre­
nirsiniz.
Gerçek ihtiyaçlarınızı berrak bir biçimde görürseniz, ya­
pay bir ihtiyaç hissettiğiniz zaman, aslında gücünüzü yitir­
me tehdidi hissettiğinizi ve bundan dolayı da o tehditle doğ­
rudan yüzleşmek yerine, sizin adınıza konuşacak bir yapay
ihtiyaç yarattığınızı fark edeceksiniz. Gerçek ihtiyaçlara yö­
nelmeyi öğrenin, böylece kendi doğanıza uygun olmayan, sizi
gölgeleyen ve size ona uygun yaşamak zorunda kalacağınız
yapay bir persona (maske) veren davranış kalıplarını yüklen­
mekten kurtulursunuz.
Hissettiğiniz ihtiyaçları içtenlikle gözlemlemeye başla­
yın , nerelerde gerçek ihtiyaçlarınızın, nerelerde yapay ihti­
yaçlarınızın devrede olduklarını görün ve gerçek olmayan bir
ihtiyacınızın söz konusu olduğu yerde duymanız gereken
olumsuz duyguyu fark edin. Bu duygudan bir adım geri çeki­
lerek, hissettiğiniz olumsuzluğun sizi körleştirmesini ya da
bu konudaki farkındalığınızı azaltmasını engelleyin. Bir
adım uzakta olursanız, bu duyguyu kendi yolunu izlemeye
bırakabilirsiniz; böylece, neden olabileceği eylem, olumsuz
düşünceler, duygusal içe kapanışlar ve içinizde yaratabilece­
ği bütün diğer tepkiler açısından, üzerinizde eskisi kadar et­
kili olamaz. Bu duygudan bir adım uzakta durmak ve onu
her zaman gözlemleyebilir durumda olmak, sizi ondan gide­
rek daha, daha fazla uzaklaştıracaktır.
Böylece, illüzyonun devinimini fark etmeye başlayacak­
sınız, bu farkındalık da mutlak gücün bir parçasıdır.

1 92
15

GUÇ

G ücün doğası nedir? Gerçekten güçlü bir insan olmak


ne anlama gelir?
Güç, kendi iradenizi başkalarına zorla kabul ettirme ye­
teneği değildir. B u tür bir güçte içsel güvenlik yoktur; bu tür
güç zamana bağımlıdır, zamanla değişir. Kimsenin karşı du­
ramadığı güçlü bir bedeniniz mi var? Bu beden değişecektir,
o zaman ne yapacaksınız? Başkalarını etkilemek için kulla­
nabileceğiniz bir güzelliğe mi sahipsiniz? Bu güzellik değişe­
cektir, o zaman ne yapacaksınız? Başkalarını kurnazca yön­
leudirebilecek kadar zeki misiniz? Bu kurnazlığınızı kullan­
maktan yorulunca ya da fırsatları kaçırırsanız ne olacak?
Eğer dünyada kendinizi güvenlik içinde hissetmezseniz,
hiçbir zaman rahat edemeden ve Yaşam'ın keyfine varama­
dan, korkuyla yaşayan biri olursunuz. Bu "güç" müdür? Kor­
kunun içinde ya da korkunun yol açtığı faaliyetlerin içinde
güç yoktur. Korkuya dayalı bir düşünce-formu, ordular tara­
fından desteklense bile, herhangi bir güç içermez. Rom a or­
duları bin yıl önce ortadan kalktılar, ama Romalı askerlerin
öldürdükleri tek bir insanın yaşam gücü bile b ugün hala in­
sanlığımızın gelişimini biçimlendirmeyi sürdürüyor. O hal-

1 93
:Mutfak._ (jücün 'Yo[u
de, güç kimdeydi?
Neyi elde etmeye çalışıyorsanız, sadece o açıdan güçlü
olursunuz. Amacınız bankada daha fazla paranız olması ya
da daha büyük bir ev almak mı? Çekici bir eş mi istiyorsu­
nuz? Başkalarına zorla kendi düşüncelerinizi kabul ettirme
çabasında mısınız? Bunlar, isteklerini doyurmaya çalışa� ki­
şiliğe ait davranış biçimleridir. Mükemmellikten, her ruhun
güzellik ve şefkat dolmasından mı yanasınız? Sevginin gücü­
ne, bilgeliğin berraklığına ulaşmayı mı istiyorsunuz? Bağış­
layıcı ve alçak gönüllü bir tutum içinde misiniz? Bunlar, ken­
dini ruhuyla uyum içine sokmuş bir kişiliğin davranış biçim­
leridir. Gerçekten güçlü bir kişiliğin içinde bulunduğu ko­
num budur.
Güç, ruhun niyetleriyle oluşan bir enerjidir. O, bilgeli­
ğin yol gösterdiği, sevgi ve şefkat dolu niyetlerle biçimlenen
Işık'tır. Güç, ruhun Dünya üzerindeki görevlerinin tamam­
lanmasına ve bu görevleri yerine getirmeye uygun bir araç
olan kişiliğin gelişmesine odaklanmış, bu amaçlara yöneltil­
miş bir enerjidir. O, illüzyonu, kişiliklerin değil, onu yaratan
ruhların imgeledikleri gibi biçimlendiren bir kuvvettir.
Bu ne anlama gelir?
Ruhlar arasında sürekli bir enerji değiş tokuşu vardır.
Bir kişilik bölünmüşlük içindeyse, bu değiş tokuş da aynı bö­
lünmüşlüğü ifade eder. Enerji, güç, bölünmüş bir kişilikten,
kişiliğin bütün bu farklı parçalarından geçerek ayrılır. Eğer
bir parçanız işinizi kaybetmekten korkuyor, başka bir parça­
nız bir ilişkiyi yitirmekten çekiniyor, diğer bir parçanız tatsız
bir iş arkadaşınızla karşılaşmaktan ürküyorsa, güç sizden
akıp gider ve siz onu bilinçli olarak kontrol edemezsiniz.
Güçlenmemiş bir kişiliğin enerji dinamikleri bu biçimde iş
görürler.
Enerji sizden korku ve güvensizlik taşıyarak ayrılmışsa,
size de huzursuzluk ya da acıdan başka bir şey getiremez.

1 94
Enerji, sisteminizden korku ve güvensizlik taşıyarak çıkar­
sa, bedeninizin güç kaybeden belirli enerji merkezleriyle
(çakra'larıyla) ilişkide olan bölgesinde fiziksel bir acı ya da
rahatsızlık hissedersiniz. Bu dünyada kendinizi koruyama­
yacağınızdan ve kendinize bakamayacağınızdan korkuyorsa­
nız, örneğin kiranızı ödeyememekten ya da kendinizi fiziksel
veya duygusal incinmelerden koruyamayacağınızdan korku­
yorsanız -gücü dışarıda görüyor ve geçiminizi ya da güvenli­
ğinizi sağlayacak kadar bu güce sahip olmadığınızı hissedi­
yorsanız- midenizde veya karın boşluğunuzda ağrı ya da ra­
hatsızlık hissedersiniz. Endişe diye nitelediğimiz hal, gücün ,
bedenin bu bölgesinde bulunan enerji merkezi yoluyla siste­
mi terk etmesi nedeniyle deneyimlenen bir haldir. Bir endişe
nöbeti ise sisteminizin bu enerji merkezi yoluyla büyük mik­
tarda güç kaybetmesinden kaynaklanır. Güç kaybı , o enerji
merkezini çevreleyen organları etkiler. Ö rneğin , bu merkez
yoluyla güç kaybetmek hazımsızlığa neden olabilir. Hazım­
sızlık sürekli hale gelir ya da şiddetlenirse, midede ülser olu­
şabilir.
Sevme ya da sevilme yeteneğinizin tehlikede olduğun­
dan korkuyorsanız, örneğin sevginizi ifade etmekten ya da
başkalarından sevgi görmekten ürküyorsanız, göğsünüzün
kalbinize yakın bölgesinde fiziksel bir rahatsızlık ya da ağrı
hissedersiniz. Gerçekte kalp ağrısı olarak deneyimlediğiniz
hal, gücün sisteminizi bu enerji merkezinden korku ya da
güvensizlik taşıyarak terk etmesinden kaynakl anır. Bir eş,
bir evlat ya da çok sevdiğiniz birini kaybettiniz mi? Deneyi­
minizi, neler hissettiğinizi hatırlamaya çalışın. Bedensel bir
acı hissetmiş olduğunuzu, göğsünüzde bir ağrı duymuş oldu­
ğunuzu keşfedeceksiniz. Bu, gücün o enerji merkezi yoluyla
sisteminizi terk etmiş olmasından kaynaklanan bir deneyim­
dir. Kalp ağrısı denen hale, kalp merkeziniz aracılığıyla kay­
bettiğiniz güç neden olur. Kalp merkezinden sürekli ya da

1 95
Afut[a/(_Çjücün 'YoCu
şiddetli bir biçimde güç kaybedilirse, bu durum kalp kriziyle
sonuçlanabilir. Miyokard enfarktüsü dediğimiz kalp krizi,
kanda kolesterol oranının yükselmesinden ya da fiziksel sis­
temdeki başka bozukluklardan çok, söz konusu güç kaybın­
dan kaynaklanır.
Fiziksel bedendeki her sıkıntı, her işlev bozukluğu, or­
taya çıkan her hastalık güç kaybına, gücün bedendeki çeşitli
enerji merkezlerinin birinden çıkarak, dışarıdaki bir olaya
ya da nesneye akmasına bağlanabilir. Bir haksızlığa karşı
öfke duyduğunuzda, güç kaybedersiniz. Başka biri ya da biri­
leri tarafından tehdit edildiğinizde, güç kaybedersiniz. Gü­
cenme, kızgınlık, düş kırıklığı, aşağılık ya da üstünlük duy­
gusu gibi nedenlerle insanlarla aranıza mesafe koyarsanız,
güç kaybedersiniz. Bir şeyi ya da birini özlediğinizde, keder­
lendiğinizde veya b irini kıskandığınızda, güç kaybedersiniz.
Bütün bu duyguların altında korku bulunur; incinmekten
korkarsınız; özlediğiniz fosan yanınızda olmazsa veya özledi­
ğiniz durumu yaşayamazsanız ne yapacağınızı bilememek­
ten korkarsınız; kıskandığınız şeyi sahip olamazsanız zayıf
bir konumda kalacağınızdan korkarsınız. Korktuğunuz her
zaman güç kaybedersiniz. İ şte, güç kaybı budur.
Korkunuzu kabul etmemekle, kendinizi duygularınıza
karşı uyuşturmakla, güç kaybetmekten kurtulamazsınız.
Mutlak güce uzanan yol duygularınızdan, kalbinizden geçer.
Kalbin yolu, şefkat ve duygusal idrak içeren bir yoldur. Bu
nedenle, bir duyguyu bastırmak ya da hissettiğiniz şeyi
önemsememek uygun bir davranış değildir. Ne hissettiğinizi
bilmezseniz, kişiliğinizin bölünmüş yapısını anlayamaz ve
gelişiminize hizmet etmeyen yönlerinizle, tekamülünüze hiz­
met etmeyen enerjilerle mücadele edemezsiniz.
Kendi gücünüz içinde kalmakla durağan bir enerji siste­
mi haline gelmezsiniz, siz enerji toplayan biri olursunuz.
Sarsılmaz, dengeli bir enerji sistemi olursunuz, en uygun ey-

1 96
(jüç
lemleri bilinçle yapabilir, niyetlerinizi bilinçle oluşturabilir­
siniz. Aydınlanmış olanlar ve aydınlanmak isteyenler için
bir mıknatıs haline gelirsiniz. Sonuçta sizden böyle bir enerji
yayılır. Enerji sizden güç ve güven içermeyen bir yolla ayrıl­
mışsa, size de huzursuzluk ve acıdan başka bir şey getire­
mez. Bu nedenle, mutlak güçle donanmış bir insan, sevgi ve
güvenden başka enerji yaymayan bir insandır.
Mutlak güçle donanmış bir insanın özellikleri nelerdir?
Mutlak güçle donanmış biri alçak gönüllüdür. Bu, ken­
dinden aşağı gördükleriyle lütfen birlikte olan birinin sahte
alçak gönüllülüğü ile karıştırılmamalıdır. Bu, her ruhun gü­
zelliğine karşılık veren, her kişiliğin içinde ve her kişiliğin
eylemlerinde Dünya üzerinde enkarne olmuş ruhu gören ge­
nişlikte bir bakış açısıdır. Bu, Yaşam'ı bütün formlarıyla çok
değerli s�yan , yücelten ve Yaşam'a saygı duyan birinin, hiç
kimseye ya da hiçbir şeye zarar vermeme niteliğidir. Dünya
için endişe duyuyor musunuz? Dünya'ya hiç zarar vermemiş
biri, alçak gönüllü biridir.
Zararsız olmak ne anlama gelir?
Bu, bir varlığa zarar vermeye ihtiyaç duymayacak ka­
dar güçlü olmak anlamına gelir. İfade ettiği anlam şudur:
Siz o kadar muktedir ve güçlüsünüzdür ki, bilinciniz, zarar
vererek güç gösterisi yapmak gibi bir düşünceyi içermez.
Gerçek alçak gönüllülüğe erişmeden, bu tür bir güç edine­
mezsiniz, çünkü içinde bulunduğunuz durumu ya da birlikte
olduğunuz insanları saygıya değer bulmuyorsanız, güç kay­
bediyorsunuz demektir.
Alçak gönüllü bir ruh, tanıdık bir dünyada yol alır. İ n­
sanlar ona yabancı değillerdir; onlar, Dünya üzerinde ona
eşlik eden ruhlardır. Alçak gönüllü bir ruh ihtiyacından faz­
lasını istemez, ihtiyacı olanı da ona Evren sağlar. Alçak gö­
nüllü bir ruh , gerçek ihtiyaçlarının karşılanmasıyla doyum
bulur, yapay ihtiyaçların yükünü taşımaz.

· 1 97
AfutfaK.. Çjücün 'Yofu
Alçak gönüllü ruhlar sevmekte ve oldukları gibi görün­
mekte özgürdürler. Yapay değer ölçülerine göre yaşama gere­
ği duymazlar. Dışsal gücün simgelerini çekici bulmazlar. Dış­
sal güç için rekabet etmezler. Ama bu, iyi yaptıkları bir işten
kıvanç duymadıkları , ellerinden gelenin en iyisini üretmek
için çaba göstermedikleri ya da durum gerektiriyorsa hem­
cinslerinden teşvik görmedikleri anlamına gelmez.
Rekabet etmek; başkalarıyla bir şey uğruna çekişmek,
bir amaç gütmek, bir şeye ulaşmaya çalışmak, birileriyle bir­
likte bir şeyin peşinden koşmak demektir. Eğer amaçladığı­
nız şey itibar görmek, dikkat çekmek ya da tenekeden bir
madalya yerine altın madalya kazanmaksa, rekabeti güdüle­
yen sizin kişiliğinizdir. O halde siz, başkalarının zararına
güçlenmeye çalışıyorsunuz, bir başkasından ya da diğer in­
sanlardan üstün olduğunuzu kanıtlamaya uğraşıyorsunuz ,
dışsal güç uğruna çaba gösteriyorsunuz demektir. Bu ya da
şu ödül için çekişmekle, siz kendi değerinizi anlamadan önce,
dünyanın size bir değer biçmesini ve bu değeri onaylamasını
istemiş oluyorsunuz. Kendi değerinizi belirlemeyi, başkaları­
nın ellerine bırakmış oluyorsunuz. Bu durumda, dünyada
üretilen bütün altın madalyaları kazansanız bile, güç sahibi
olamazsınız.
Eğer peşinde koştuğunuz, koşulsuz vermenin sevinciy­
se, sahip olduğunuz her şeyi, amacını anlayarak, coşku ve bi­
linçle diğer ruhlarla birlikte yaratmakta olduğunuz işe kat­
maksa, bu rekabetiniz ruhunuzun ifadesidir. Birinci olanın
verdiği emekle sonuncu olanın verdiği emeği aynı değerde
gördüğünüz, zamana-bağlı kişiliğin ve bedenin yerine, ölüm­
süz ve zamana bağlı olmayan ruhun niteliğini önemsediği­
niz, "ya incinirsem" korkusu duymadan verebildiğiniz, aldığı­
nız bir şeyin büyüklüğü, rengi ve biçimi, ya da onu hiç alma­
manız sizin için önemli olmadığı zaman, alçak gönüllü bir
ruhun gücünü tanıyacaksınız.

1 98
yÜf
Mutlak güçle donanmış biri, bağışlayıcıdır. Bağışlama
ahlaki bir konu değildir, Bu, bir enerji dinamiğidir. Genelde
insanlar, bağışladıklarını ne bağışlananın unutmasını ister­
ler, ne de kendileri unutmak isterler. Bu tür bir bağışlama,
bağışlanan insanı kurnazca yönetmek, yönlendirmek anla­
mına gelir. Bağışlama bu değildir. Bu, bir başka insan üze­
rinde dışsal güç elde etme yoludur.
Bağışlama, geçmiş bir deneyimini yükünü taşımamak
anlamına gelir. Bağışlamamayı seçtiğinizde, bağışlamadığı­
nız deneyim size yapışıp kalır. B ağışlamamayı seçmek, her
şeyi çarpıtan, kopkoyu, korkunç bir güneş gözlüğü takmayı
kabul etmek gibidir. Her gün Yaşam'a bu kirli camlardan
bakmaya zorlanan siz olursunuz, çünkü onları alıkoymayı
seçen sizdiniz. Siz dünyayı öyle gördüğünüz için, herkes de
öyle görsün istersiniz. Elbette dünyaya bakarsınız , ama o
dünyayı sadece siz görürsünüz, çünkü kendi kirlenmiş sevgi­
nizin camlarından bakmaktasınızdır.
Bağışlama, kendi deneyimlerinizden başkalarını sorum­
lu tutmamak anlamına gelir. Deneyimlerinizden kendinizi
sorumlu tutmazsanız, başka birini sorumlu tutmak duru­
munda kalırsınız, ve eğer bu deneyimden hoşnut değilseniz,
o insanı kurnazca yönlendirerek deneyiminizi değiştirmeye
başlarsınız. Ö rneğin yakınma (şikayet etme, suçlama), dene­
yiminizin sorumluluğunu bir başkasına yüklemek ve her şe­
yi sizin için onun düzene sokmasını istemektir.
Yakınma bir kurnazca yönlendirme biçimidir, ama bu
tutumunuzu aşıp, kurnazca yönlendirmeye kalkışmadan so­
runu idrak etmek ve paylaşmakta özgürsünüz. Burada
önemli olan, sorunu paylaşmanız değil, paylaşmaktaki niye­
tinizdir. Eğer paylaşmak yerine, o rtaya çıkan sonuçtan ya­
kınmak gibi bir tutum içine giriyorsanız, olumsuz olan bu­
dur, yoksa paylaşmak olumsuzluk değildir. Ö nemli olan na­
sıl paylaştığınızdır, paylaşmanızın ardındaki niyettir. Soru-

1 99
MutCaf( (jücün 'Yo{u
nu paylaşmadan önce kendinize şu soruyu sorun: "Bu sorunu
paylaşmaktaki niyetim ne? Belirli bir karşılık mı bekliyo­
rum?" Enerjinizi sözcüklere dökmeden önce, tutumunuzu
ayarlamak için bu yolu kullanın. Yaşadığınız deneyimde so­
rumluluk üstlenir ve ortaya çıkan sonucu da bir beraberlik
ruhu içinde paylaşırsanız, bu davranışınız "bağışlama" ile
aynı anlama gelir.
Deneyiminizin sorumluluğunu bir başkasına yüklerse­
niz, güç kaybedersiniz. Karşınızdaki insanın ne yapacağını
bilemezsiniz. Bundan dolayı, mutluluğunuz, esenliğiniz için
gerekli olduğunu düşündüğünüz deneyimleri başkalarının si­
ze vermelerini beklerseniz, sürekli bunu size vermeyecekleri
korkusu içinde yaşarsınız. Deneyimlediğiniz şeyden bir baş­
kasının sorumlu olduğu idraki, bağışlamanın, bir insanın bir
başka insana yaptığı bir şey olduğu fikrinin de temelini oluş­
turur. Ama siz kendi gücünüzün dışına çıkmayı seçmişken,
nasıl olur da başka birini bağışlayabilirsiniz?
Bağışladığınızda, başkalarını olduğu gibi, kendinizi de
eleştirip yargılamaktan kurtulursunuz. Hafiflersiniz. Ö ğre­
nirken almış olduğunuz kararlardan kaynaklanan olumsuz
deneyimlere tutunmazsın ız. Bunlara tutunmak pişmanlık
getirir. Pişmanlık, olumsuzluğa tutunmanın yarattığı olum­
suzluğu iki katına çıkarır. Pişmanlık duyduğunuz zaman güç
kaybedersiniz. Eğer biri, diğerinin gülebildiği deneyimlerle
kederleniyorsa, hangisi daha hafiftir? Zarar verici olmayan
hangisidir? Danseden kalp, masum olan kalptir. Gülemeyen
biri sıkıntı yüklüdür. Zarar verici olmayan kalp, danseden
kalptir.
Bu, deneyimlerinizden ders almayacaksınız anlamına
gelmez. Elde ettiğin iz sonuçları, elbette her an vermekte ol­
duğunuz kararlara uygulayacaksınız. Sorumluluk taşıyan
seçim budur. Elinizden gelen her şeyi tüm yeteneğinizi kulla­
narak yapıyorsanız, bir ruhtan istenebilecek başka bir şey

200
yoktur.
Mutlak güçle donanmış bir insanın algıları ve düşünce­
leri berraktır. Berraklık, bilgeliğin algısıdır; bil �elikle bak­
maktır; illüzyonu algılayabilmek, anlayabilmek ve kendi ha­
line bırakabilmektir. Berraklık, kişiliğin faaliyetlerinin ar­
dında ölümsüz ruhun gücünü görebilmektir; doğma çabasın­
da olan o hali -kişiliğin şifaya ve bütünlüğe kavuştuğu hali
ve ruhun tekamülünü- anlayabilmektir. Berraklık, zaman ve
madde dünyasında ortaya çıkan fizik-ötesi dinamikleri tanı­
yabilmektir; karma ve çekim yasalarını ve bu yasaların de­
neyimlerinizle ilişkilerini anlayabilmektir. Berraklık, sorum­
luluk taşıyan seçimin oynadığı rolü görebilmek ve her an bu
farkındalığa uygun seçim yapabilmektir.
Berraklık, ruhu fiziksel dünyada hareket halinde göre­
bilmektir. Berraklık, korku ve kuşku yerine bilgelik yoluyla
öğrenmeyi seçmenin sonucunda kazanılır. Berraklık, hem­
cinslerinizi yargılamadan , onlara şefkatle b akmanıza fırsat
verir. Bazılarının öfke· ve açgözlülüğün düşük akımlarını se­
çerek karma yarattıklarını göremiyor musunuz? Kendiniz de
aynı seçimleri yapmamış m ıydınız? Siz de kendinizi incinme­
ye açık hissetmemiş miydiniz? Sizin de başkalarına karşı
saldırganca davranışlarınız olmamış mıydı? Berraklık, ger­
çek şefkati doğurur, tutkunun başkalarıyla paylaşılmasını
sağlar; kalbin enerjisine, akması için yol verir.
Berraklık, acıyı ıstıraba (anlamlı ve öğretici acıya) dö­
nüştürür; kişilikte acıyı oluşturan dinamiği fark eder ve bu
dinamiğin yarattığı deneyimle ruhun tekamülü arasındaki
ilişkiyi kavrar. Berraklık, her şeyin bütünlük ve mükemmel­
lik için tasarlandığını ve her halin sonuçta çok güzel b ir öğ­
renme ortamına hizmet ettiğini algılar. Mutlak güçle donan­
mış bir kişilik, her durumun ve her deneyimin , ilgili her ru­
hun tekamülüne ve her kişiliğin olgunlaşmasına kusursuz
biçimde hizmet ettiğini anlar. O, en küçük ayrıntılardaki

20 1
Afutfa.K:. (jücün 'Yo{u
mükemmelliği fark eder, baktığı her yerde Tann'nın elini
görür.
Berraklık, korkuyu buharlaştmp yok eder; dikey yolu
seçip, o yolda yürümenize fırsat verir. Berraklık, bağımlılık­
larınızın altındaki dinamikleri -bağımlılıklannızın hangi
amaca hizmet ettiklerini ve nasıl iş gördüklerini- anlamanı­
za ve onları zayıflatıp kendinizi güçlendirecek seçimler yap­
manıza yardım eder. Berraklık, alkol, uyuşturucu, rasgele
cinsel ilişki düşkünlüğü gibi bağımlılıklarla, bunların neden­
lerini ve sonuçlarını anlayarak mücadele etmenize olanak
verir; bilinçle seçimler yapmanızı kolaylaştırır.
Berraklık, size fiziksel dünyanın gerçek doğasını göste­
rir, dünyanın onu paylaşan ruhların niyetleri ile ortaklaşa
yaratılan bir öğrenme ortamı olduğunu fark etmenizi sağlar;
bundan dolayı , ortaklaşa yaratılan realite düzeylerinde iş
gören , her insanın kişisel realitesini biçimlendiren niyetlerin
sonuçlarını görmenize fırsat verir. Ö rneğin, uluslar arasında­
ki ilişkilerin ne ölçüde kişiliğin, ne ölçüde ruhun enerjisiyle
biçimlendirildiklerini anlayabilirsiniz ve bu düzeyde, pek çok
başka düzeyde olduğu gibi, ruhun enerjisinin bulunmadığını
fark edebilirsiniz.
Berraklık, insanın karar verme sürecinin , diğer insanla­
rın tekamülleriyle nasıl bağlantılı olduğunu görmenizi sağ­
lar. Kutsal birliktelik, erkek, dişi, eş, rahip temel modelleri
gibi insanlığın ortak düşüncelerinin, bu ortak enerji dina­
miklerinin tekamülüne, verdiğiniz kararlarla sizin de katıl­
dığınızı görmenize fırsat verir. Berraklık, ruhunuzun teka­
mülüne her an aldığınız kararlarla katkıda bulunduğunuzu,
bu kararların hemcinslerinizle paylaştığınız fiziksel realite
içinde cisimlenerek gerçeğe dönüştüklerini görmenizi sağlar.
Mutlak güçle donanmış bir insan sevginin içinde yaşar.
Sevgi ruhun enerjisidir. Sevgi, kişiliğe şifa verendir. Sevgi­
nin şifaya kavuşturamayacağı hiçbir şey yoktur. Var olan tek

202
şey sevgidir.
Sevgi edilgen (pasif) bir hal değildir. O, etkin bir güç­
tür, ruhun gücüdür. Sevgi, çatışmanın bulunduğu yere, barı­
şın da ötesinde bir şeyler getirir. Sevgi dünyada farklı bir bi­
çimde var olmayı sağlar. Sevgi uyum getirir; başkalarının
sağlık ve mutluluklarıyla etkin bir biçimde ilgilenme, başka­
larını koruma, gözetme isteğini doğurur. Sevgi, Işığı getirir;
kişiliğin endişelerini silip süpürür. Sevginin Işığı'nda sadece
sevgi vardır.
Sevgi, güç ve Dünya okulunda yaşanan deneyimlerin
niteliğinin bir bütün olarak değişmesi (transformasyonu)
arasında bir ilişki vardır. Kendi içinizde değiştirmeye çalıştı­
ğınız güç, Dünya üzerinde genelde değiştirilmesi gereken
güçle aynı türdendir. Şiddeti, şiddet içeren fantezileri ve ey­
lemleri çekici bulan sayılamayacak kadar çok insan var. As­
lında bu insanların çoğu kendilerini güçsüz, aldatılmış ve
haksızlığa uğramış hissederler, bu nedenle de kısa bir süre
için bile olsa, bir başkası vasıtasıyla güçlülük duygusunu ya­
şamak isterler, oysa bu durumda gerçek gücü bulmak müm­
kün değildir.
Ancak kendi bilincinizi geliştirmekle, her an daha, da­
ha güçlü seçimlere yönelip, olumsuz duygularınızdan uzakla­
şabilir, şiddet duygusunun artık etkili olamayacağı bir şifa
düzeyine erişebilirsiniz. Şiddet duygusunun şifa bulması için
sevginin varlığı gerekir.
Sevgi ruhun enerjisidir, bundan dolayı, sevmek ve sevil­
mek, sevgi dolu bir yaşam sürmek kişiliğe doyum verir. Sev­
gi, kişiliğin sürekli ulaşmaya çalıştığı bir şeydir. Ancak bi­
linçsizce sevgi arayışı içinde olmak, öfke ve korku üretebilir.
Kişilik -bağımlılık halinde olduğu gibi- neye uzandığını açık­
ça göremiyorsa, bu böyle olur.
Sözgelimi, bağımlılık halinde bir cinsel ilişki arayışı
içindeyseniz, gerçekte sevgi arıyorsunuz demektir. Dişice ya

203
:Mut{aR_. (jücün 'Yofu
da erkekçe görünen bir şeylere yöneldiğinizi düşünmeniz sa­
dece illüzyondur. Gerçekte ulaşmak istediğiniz sevgidir, ama
bunu kabul etmeyeceğiniz, bunu fark edemeyeceğiniz için so­
nuçta öfke duyarsınız, çünkü içinizde doğmaya çalışan ener­
jinin, doğmaya çalışan duygunun çıkış yolu tıkanmaktadır.
İnsanlar arasındaki cinsel ilişkinin belli duygusal kalıp­
ları harekete geçirmemesi, duygusal ve ruhsal olarak müm­
kün değildir; ancak cinsel ilişki gerçek bir bağa, gerçek bir
duygu alış-verişine dayanmıyorsa, harekete geçen bu kalıp­
lar kendilerini sürekli olarak bir çıkmaz sokak içinde bulur­
lar. Bu nedenle, bir ölçüde gaddarlık ve düş kırıklığı oluşur,
sonuçta da fiziksel hastalık ve çöküntüye neden olabilecek
duygusal rahatsızlıklar ortaya çıkar, çünkü önemli bir duy­
gusal kalıp kötüye kullanılmıştır. Hatırlayın, "neyi dilerse­
niz, size o verilecektir".
Sevgi dilemek, ruhun enerjisini dilemektir. Sevgi, baş­
kasına karşı içten gelen bir ilgi doğurur. Mutluluğunu yürek­
ten istediğiniz birini sıkıntıya sokamazsınız.
Kendi anlayışınızı ya da uygun gördüğünüz yolu başka­
sına zorla kabul ettirmeye çalışmak da bir sevgi arayışıdır,
ama böyle davrandığınızda, deyiş uygunsa, amacınızı kişili­
ğinizin istekleriyle bozguna uğratıp, dışsal güce yöneliyorsu­
nuz demektir; oysa dışarıda boşluktan başka bir şey bula­
mazsınız. Bir başkası üzerinde üstünlük kurmaya çalıştığı­
nızda, gerçekte kimseye üstün olamazsınız, sadece kendi gü­
cünüzü azaltırsınız. Kendinizi güçsüz hissettiğiniz oranda
da, dışarısını kontrol altına alma ihtiyacınız artar. Sevgi
dolu bir kişilik, hükmetmek yerine besleyip büyütmeye, üste
çıkmak yerine güç kazandırmaya çalışır. Sevgi, içinizden
akan ruhunuzun zenginliğidir, onun kazandığı bütünlüktür.
Alçak gönüllülük, bağışlayıcılık, berraklık ve sevgi, öz­
gürleşmeyi sağlayan dinamiklerdir; mutlak gücün dayandığı
temellerdir. Bunlar, özgürlüğün dinamikleridir.

204
16
..

GUVEN

Her ruh, Dünya'ya belli yeteneklerle gelir. Bir ruh, sa­


dece şifa bulmak, enerjisini dengelemek ve karmik borçlarını
ödemek için değil, kendi özelliğine de belirli biçimlerde kat­
kıda bulunmak üzere enkarne olur. Her ruh, Dünya okulun­
da ihtiyaç duyulan Yaşam gücünün belirli bir görünüşünü
birlikte getirir ve fiziksel alemde tezahür ettirir. Bunu amaç­
lı ve niyetli bir biçimde yapar.

Enkarne olmadan önce her ruh, Dünya'da belli görevle­


ri yerine getirmeyi kabul eder. Evren'le belli hedeflere ulaşa­
cağı konusunda kutsal bir anlaşma yapar. Bütün varlığıyla
böyle bir vaatte bulunur. Bu nedenle bir ruh, hedefine ulaştı­
ğı, yerine getirmeyi kabul etmiş olduğu görevi tamamladığı
zaman, o kişiliğin yaşam süresi zenginlik ve özellik kazanır
ve hem fiziksel hem de fizik-ötesi alemde kendisine yol arka­
daşlığı yapan ruhlar tarafından takdir edilip yüceltilir.
Her ruh, belli bir görev üstlenir. Bu görev, çocuk yetiş­
tirmek, yazı yazarak fikirler yaymak, içinde bulunduğu top­
luluğun bilincini dönüşüme uğratmak ya da ulusal düzeyler­
de sevginin gücünün farkındalığını uyandırmak, hatta küre­
sel düzeyde bilincin tekamülüne doğrudan katkıda bulun-

205
:Mutfafc. (jücün '.Yo{u
mak olabilir. Ruhunuzun üstlendiği görev, Evren'le arasında­
ki anlaşma her ne ise, yaşamınızdaki bütün deneyimler, bu
anlaşmayı size hatırlatmaya ve görevinizi yerine getirmek
üzere hazırlanmanıza hizmet ederler.
Güçsüz bir kişilik, ruhunun görevini tamamlayamaz.
Bu kişi içsel bir boşluk duygusu hissederek iyice zayıf düşer.
Bu boşluğu dışsal güçle doldurmaya çalışır ama bu da ona
doyum vermeyecektir. Bu boşluk, ya da bir şeyleri kaçırdığı
veya bir yerlerde yanlış yaptığı duygusu, kişiliğin istekleri
doyurularak giderilemez. Korkuya dayalı ihtiyaçlarınızın do­
yurulması, sizi amacınıza yaklaştırmaz. Kişiliğin hedeflerine
ulaşmakta ne kadar başarılı olduğu hiç önemli değildir, çün­
kü bu hedeflere ulaşmak yeterli olmayacaktır. Eninde sonun­
da kişilik, ruhunun enerjisine karşı bir açlık duyacaktır. Bu
açlık ancak, kişilik ruhunun seçtiği yolda yürümeye başladı­
ğı zaman giderilebilir.
Bu nedenle, mutlak güçle donanmak ve ruhun Dünya
üzerindeki görevini tamamlamak, birbirinden ayrı dinamik­
ler değildir. Ruhun görevini bütünüyle yerine getirebilmek
için mutlak güçle donanmış olmak gerekir. O halde, mutlak
güce doğru ilerledikçe, ruhunuzun Evren'le yapmış olduğu
anlaşmayı tamamlama yolunda ilerliyorsunuz demektir. Siz
bu yolda ilerledikçe -ruhunuzun enerjisine bilinçle yöneldik­
çe- kendinizi de güçlendirmiş olursunuz. Böylece, ruhunuzun
Dünya'da üstlendiği görevle birlikte gelişirsiniz. Bir taraf bü­
yüyüp geliştikçe, diğer taraf da büyür ve gelişir.
Bir ruh enkarne olduğunda, Evren'le yapmış olduğu an­
laşmaya ilişkin belleği silikleşir. Bu bellek bir tür uykuya çe­
kilir ve kendisini harekete geçirecek deneyimleri bekler.
Bunlar, kişiliğin mutlaka seçeceği deneyimler değildir, ama
yine de, kişiliğin ruhun gücünün ve görevinin bilincine vara­
bilmesi ve bu göreve hazırlanması için bu deneyimler gerek­
lidir.

206
Ruhunuzun görevini hatırlamak nasıl bir duygudur?
İçinizin en derinliklerindeki parçanız yaptığınız işe yö­
neliyorsa, faaliyetleriniz ve eylemleriniz doyum verici ve
amaç yüklüyse, yaptığınız iş hem kendinize hem de başkala­
rına hizmet ediyorsa, bıkkınlık duymadan yaşamınızda ve
işinizde doyum sağlama arayışı içindeyseniz, sizden beklene­
ni yapıyorsunuz demektir. Ruhunun görevini yerine getir­
mek için uğraşan kişilik umutsuzluğa kapılmaz, olumsuzluk
yüklenmez, korku duymaz, amaç ve anlam dolu olmayı dene­
yimler, yaptığı işten keyif alır, çevresindekilerden hoşnut
olur, kendisi doyumludur, başkalarına da doyum verir.
Ana-babanızla, özel yaşamınızı paylaşmayı seçtiğiniz
kişilerle ve -gezegenimiz üzerindeki milyarlarca ruh arasın­
dan- yaşamınızın bazı bölümlerini paylaşmayı seçtiğiniz in­
sanlarla olan etkileşimleriniz, kim olduğunuzu ve ne yap­
mak üzere burada bulunduğunuzu hatırlamanıza yardım
ederler. Çektiğiniz acılar, karşı karşıya kaldığınız yalnızlık­
lar, sizi düş kırıklığına uğratan, üzen deneyimler, bağımlı­
lıklar ve yaşamınızda tehlike ve güçlük gibi görünen olaylar,
hepsi bu farkındalığa aralanan kapılardır. Her biri size, ru­
hunuzun dengelenmesine ve gelişmesine hizmet eden illüz­
yonun ötesini görme fırsatını sunar.
Acı ya da olumsuzluk taşıyan her deneyimin içinde, o
deneyimin ardında yatan algıyla, o deneyimin ardında yatan
korkuyla başa çıkma ve bilgelik yoluyla öğrenmeyi seçme fır­
satı bulunur. Korku birdenbire yok olmaz, ama siz cesaretle
davranmayı sürdürdükçe, korku ayrışıp dağılacaktır. Korku,
sizi ürkütemez hale gelince varlığını sürdüremez. Bilgelik
yoluyla öğrenmeyi, bilinçle tekamül etmeyi seçtiğiniz zaman,
korkularınız birer birer yüzeye çıkarlar ve siz onları içsel bir
imanla kovabilirsiniz. Korkularınızdan böyle kurtulursunuz.
Kendi şeytanlarınızı kendiniz kovarsınız.
Rehber ve öğretmenleriniz size sürekli Işık sunarlar.

207
Afut{af.Jjücün 'YoCu
Onlar, ulaşabileceğiniz en son noktaya kadar gelişmeniz için
sizi her an teşvik ederler, ancak deneyimlerinizden ders ala­
rak öğrenmenizi ya da gelişmenizi ve deneyimlerin sizi etki­
lemelerini önleyemezler. Onlarla bilinçle ve doğrudan haber­
leşebilseniz bile, bu böyledir. Sizi deneyimleriniz sağa ya da
sola götürebilir, öğretmeninize şunu ya da bunu sorabilirsi­
niz. Sola yöneldiğinizde soracağınız soru, sağa yöneldiğinizde
soracağınız sorudan tamamen farklı olacaktır; bu yüzden, so­
racağınız soruyla önünüzde açılacak realite de bütünüyle
farklı olacaktır.
Ruhun üzerinde yürüyebileceği en iyi yol tek değildir,
ilerlemesi için uygun pek çok yol vardır. Yaptığınız her se­
çimle, o seçimin içinde aynı anda sayısız yol yaratmış olursu­
nuz, bunlardan biri sizin için en uygun olandır. Başka bir de­
yişle, ruhunuz için en uygun olan yol, farkındalığın seçilme­
sidir, yukarı uzanan (dikey) yolun seçilmesidir. Ancak bu yo­
lu seçtiğiniz zaman da, karşınıza çeşitli uygulama biçimleri
çıkar.
O halde, fizik-ötesi rehberlik size hangi yolla hizmet
eder?
Bu sizi, mutlak güçle ve sorumluluk taşıyan seçimle
enine-boyuna ve derinlemesine uzlaşmaya çağıran bir ortak­
lıktır. Bu, iradeniz dışında yönetilmeyi kabul ediyorsunuz
demek değildir; bu, size gücünüzün tamamının gösterilmesi­
ne izin verdiğiniz ve bu gücü kullanırken size yol gösterilme­
sini kabul ettiğiniz anlamına gelir.
Sizin için en iyi olanı belirleyebilmesi için bütünüyle ki­
şiliğinizin yeteneğine güvenirseniz, sizi bekleyen zenginliğe
uzanan yolun önünü kesiyor da olabilirsiniz. Kişiliğinizin sı­
nırlamalarından kurtulmanız durumunda, Evren'in size na­
sıl bir zenginlik hazırladığını bilebilir misiniz? Eğer yaşamı­
nızın sadece belirli bir yolda gelişmesine karar vermişseniz
ve başka bir amaç taşımıyorsanız -örneğin yaratıcılığınızı sa-

208
dece para kazanmak için kullanmaya kararlıysanız- düşü­
nün, tüm realitenizi bu kararın çevresinde yapılandırmış
oluyorsunuz. Eğer Evren'e güvenmezseniz, o da size gücü
oranında yardım edemez, çünkü sizin seçiminizi kendi üs­
tünlüğüyle gölgelemek ya da etkilemek istemez. Ancak, yap­
tığınız işe ekonomik değil, sosyal bir açıdan yaklaşmanız ge­
lişiminiz açısından daha uygun ise o zaman ne olacak? Baş­
ka bir deyişle, geliştirmeye çalıştığınız işinizin, henüz tanı­
madığınız bir sokağa yönelmesi sizin için daha uygunsa ne
olacak? Şu anda o sokak, sizin için çıkmaz bir sokak ; çünkü
o sokak, kendine uygun bir çıkış yolu bulamıyor, çünkü eli­
niz hiçbir yere açılmayan başka bir kapının üzerinde ve siz
onu açılmaya zorluyorsunuz.
Görebiliyor musunuz?
Yaptığınız işin getireceği ödülü düşünmekten vazgeçin .
Oluruna bırakın. Güvenin. Yaratıcı olun . Gerçekte kimseniz,
o olun. Gerisini fizik-ötesi öğretmenlerinize ve Evren'e bıra­
kın.
Ellerinizi direksiyondan çekin. Evren'e "Senin dilediğin
gibi olsun" (senin iraden olsun) diyebilir ve buna gerçekten
niyet edebilirsiniz. Bu düşünceye zaman ayırın. " Senin dile­
diğin gibi olsun" demenin ne anlama geldiğini düşünün ve
yaşamınızı bütünüyle Evren'in ellerine bırakın. Mutlak güce
ulaşmanın son aşaması , kendinizi daha yüksek bir b ilgeliğe
teslim etmektir.
Biz insan ırkı olarak, fizik-ötesi rehber ve öğretmenleri­
mizin bulundukları bir boyutun varlığını fark etmeden çok
önce de, her insana pek çok fizik-ötesi öğretmen tarafından
mükemmelen yol gösteriliyordu. Her ne kadar biz fark etme­
miş olsak da, bu rehberlik yine de kendi mükemmelliği ve
dengesi içinde gerçekleşti ; halen de gerçekleşmekte. Ancak
biz şimdi çok-duyulu insanlar haline geldikçe, bunun ilk kez
farkına varıyor, fizik-ötesi öğretmenlerimizden söz edebiliyor

209
:Mutfafc (jücün 'Yofu
ve onlarla ilişki kurduğumuz duygusunu taşıyoruz. Bununla
birlikte, her neyi deneyimliyorsanız, o sizin için her zaman
en uygun olandır; bütün deneyimleriniz, tekamülünüz ve si­
ze sunulan rehberlik açısından sizi her zaman en yüksek bil­
geliğe taşıyan deneyiınlerdir.
Kendinize desteklendiğinizi, bu Dünya üzerindeki çaba­
nızda yalnız olmadığınızı hatırlatın. Fizik-ötesi öğretmenleri­
nizle ve rehberlerinizle birlikteliğinizi sürdürün. Onlara so­
rabilecekleriniz ve söyleyebileceğiniz şeyler arasında bir ay­
rım yapmayın. Sadece bu ilişkinin var olduğunu kabul edin
ve bu bağın güzelliği içinde yaşayın. Onlara bağımlı hale gel­
mekten korkmayın . O, ister öğretmeniniz, ister Tanrısal Ze­
ka olsun, Evren'e bağımlı olmanın neresi yanlış? Siz ne yapı­
yorsanız kendiniz yaparsınız, Evren ve fizik-ötesi öğretmen­
leriniz ve rehberleriniz sadece size yardım ederler. Onlar as­
la sizin adınıza, sizin yerinize bir şey yapmazlar. Bunu yap­
maları mümkün değildir. Bu bağımlılıktan memnuniyet du­
yun, zevk alın. Rehber ve öğretmenlerinizin size daha da
yaklaşmalarına izin verin.
Size yol gösterilmesini ve yardım edilmesini dilediğiniz­
de, sadece bu yardımın size hemen akacağını kabul edin. Ya­
nıtı algılayabilmek amacıyla bir süre zihninizi boşaltmak ve
gevşemek için hazırlanmanız gerekebilir, ya da önce yemek
yemeye, arabanıza atlayıp örneğin kente inmeye veya bu
yardımı işitmek ya da hissetmek için kendinizi nasıl gevşete­
bilirseniz öyle davranmaya ihtiyaç duyabilirsiniz, ama bu
rehberliği dilediğiniz anda, yardımın size akacağına tama­
men inanın.
Yaşamı, mükemmel biçimde düzenlenmiş bir dinamik
olarak görmeye çalışın. Evren'e güvenin. Güvenmek, içinde
bulunduğunuz durumun sizin için en iyi ve en uygun olan so­
nuca doğru ilerlediğini kabul etmek anlamına gelir. "Ne za­
man?" gibi sorular sormadan, ya da "acaba" gibi kuşkulara

210
<j üç
kapılmadan bunun böyle olduğunu b ilmek demektir. Kendi
belirlediğiniz ayrıntıları bir yana bırakın ve Evren'e " Sana
göre nerede olmam gerekiyorsa, beni oraya ulaştır," deyin.
Ayrıntıları bırakın ve Evren'in dileğinizi yerine getireceğine
güvenin ; Evren dileğinizi yerine getirecektir. Her şeyi oluru­
na bırakın, bırakın ki, yüksek benliğiniz görevini tamamla­
sın.
Dua etmekten çekinmeyin. Pek çok kez olduğu gibi , in­
sanlar kendilerini kendi güçleriyle bağışlayamayacakları ka­
dar büyük bir kırgınlık ve acı içinde bulabilirler; bu durum­
da kendilerine bağışlama gücü verecek tanrısal yardımı, i d­
raki ve yüce Işığı dilemeleri, bunlar için dua etmeleri yeterli­
dir.
Güçle donanmaya uzanan yolu, dua etmeksizin tamam­
fayamazsınız. Sadece istemek, niyet etmek ya da meditasyon
yapmak yeterli olmaz. Dua etmelisiniz. Söylemelisiniz. Dile­
melisiniz. İ n anmalısınız. Evren'le böyle ortaklı k kurulur.
Tanrısal Zeka ile ortaklığa girerken , ne yaptığınızı iyice
düşünün; bu, söylediklerinizi kabule açık, kendi madde ve
enerji ortamınız içinde sizi bütünlüğe ulaştıracak en etkili
dinamikleri yaratmanıza yardım edecek bir Zeka'nın varlığı­
nı bilerek, bu anlayışla kendinizle ilgili konuları paylaşm aya
başlayacağınız bir ortaklıktır. Tek başınıza yarattığınızı dü­
şünmeyin, şifaya kavuşmanız ve yapmış olduğunuz anlaş­
mayı yerine getirebilmeniz için en etkili biçimde birlikte­
yaratmanıza yardımcı olmak üzere size çeşitli yollardan ,
güçlü bir biçimde yol gösterilmektedir.
Niyetlerinizi ve meditasyonlarınızı bir ölçüde dua ola­
rak değerlendirin. Niyet ederken veya meditasyon yaparken
"Ve bana yol gösterilmesini ya da yardım edilmesini diliyo­
rum" diyebilir hale gelin ve bu yardımı bekleyin. Bu yardımı,
alacağınıza inanarak bekleyin. Enerjiyi seçerken yüklendiği­
niz sorumluluk düzeyi ve bu enerjiyi maddeye dönüştürme

21 1
'Jvfut{af( Çjü.cün 'Yofu
biçiminiz bir yana, duaya duyduğunuz bağımlılık tanrısal
yardımı (lütfu) harekete geçirir ve size çeker. Dua, Tanrısal­
Zeka ile kişisel ilişki kurmayı sağlar.
Bir duanın güçten yoksun olması mümkün değildir. Hiç­
bir düşünce gizli kalamaz, çünkü fark edilmeyen tek bir
enerji bile yoktur. Dua ettiğinizde tanrısal yardımı harekete
geçirir ve kendinize çekersiniz. Tanrısal (ilahi) yardım leke­
siz, bilinçli Işık'tır. Dua tanrısal yardımı getirir ve tanrısal
yardım sizi huzura kavuşturur. Bu, böyle bir döngüdür. Tan­
rısal yardım, ruhunuzun yatıştırıcı ilacıdır. Tanrısal yardım­
la birlikte, ne deneyimliyorsanız, onun gerekli olduğu bilgisi
de gelir. Bu biliş duygusu sizi sükunete kavuşturur.
İ çinde bulunduğunuz anda sakin ve rahat olun. O anda
ne yapmaya ihtiyaç duyuyorsanız onu yapın. "Gelecek" de­
nen şey için endişelenmenize gerek yok. Bu, seçimlerinizin
sonuçlarını göz önünde bulundurmayın demek değildir. Ka­
rarlarınızın sonuçlarını hesaba katmak, sorumlulukla seç­
mektir. Bu, içinde bulunduğunuz an'da güçlü bir biçimde ya­
ratmak anlamına gelir. Yaşamınızda "acaba"larla "ya şöyle
ya böyle olursa" v.s. gibi kuşkularla güç kaybetmeyin . Bunla­
rın sınırı da sonu da yoktur. Gücünüzü şu ana, şimdiki za­
mana toplayın. Gücünüzü sadece, Dünya'da yaşadığınız "bu­
gün"de tutun, yarını nasıl halledeceğinizi hesaplamayın.
Tüm dünyevi bağlarınızı, ilişkilerinizi kullanın, ama pa­
niğe ya da korkuya kapılarak değil. Neye ihtiyacınız varsa,
onu sonuna kadar yapın . Seçiminiz, uygun zamanda açık bir
dürtü ve güven taşıyarak ortaya çıkacaktır. Bırakın, zaman­
lamayı sezginiz yapsın. İçinize yönelin, olayı düşünün, kendi­
nize nasıl hissettiğinizi sorun ve sonra harekete geçin. Sonu­
ca odaklanmamanın, bağımlı olmamanın getireceği ve güçle
donanmış bir kalbin yöneteceği özgürlüğü adım adım öğren­
mek için neler gerekiyorsa, onları deneyimleyin. Bu konuda
kendinize fırsat tanıyın .

212
Evren'in insanoğlu gibi iş gördüğünü sanmayın, çünkü
Evren öyle çalışmaz. Evren'den sizin anlayış biçiminize uy­
masını beklemeyin. Onun yerine, Dünya'da değer taşımayan
hiçbir şeyin var olmadığı, değeri olmayan bir Yaşam formu
yaratmanın mümkün olmadığı düşüncesini edinin. B u ne­
denle, değer taşımayan bir eylem yapmak da mümkün değil­
dir. Şu anda bunu görmeyebilirsiniz, ama konu bu değil.
Güven duyarak yaşayın, uygun zaman gelince parçalar birle­
şecek ve siz daha berrak bir biçimde görebileceksiniz.
Güven duygusu, olumsuzluklarınızı şifaya kavuştura­
bilmek için, onları ortaya çıkarmanıza yardım eder; duygula­
rınızı savunma mekanizmalarınızdan geçip kaynaklarına
kadar izlemenize ve bütünlüğe direnç gösteren, korku içinde
yaşayan yönlerinizi bilincin Işığı'na getirmenize fırsat verir.
Mutlak güçle donanmaya giden yol, tüm duygularınızın bi­
lincine varmanızı gerektirir. Olumsuzluklarınızı keşfetmek
ve şifaya kavuşturmak, sonu gelmeyecek bir süreç gibi görü­
nebilir, ama öyle değildir. Sizi inciten konular, zayıflıkları­
nız ve korkularınız, hemcinslerinizinkilerden farksızdır.
Umutsuzluğa kapılmayın , çünkü insanlık uyanıyor.
Niyetlerinizi kalbinizde hissedin. Aklınızın değil, kalbi­
nizin sözlerini duyun. Aklınızın sahte ilahları yerine, kalbi­
nize, gerçek Tanrı'ya hizmet edin. Tanrı'yı aklınızda bula­
mazsınız. Tanrısal Zeka kalbinizdedir.
Kendinizi insanlara açın . Onlara karşı duyduğunuz
duyguları hissetmek, onların neler hissettiklerini işitebi lmek
için kendinize fırsat tanıyın. İ nsanlarla etkileşiminiz, geliş­
menizin temelini oluşturur. Kendi içinizde ya da başkaları­
nın içinde bulacağınız şeyden korkup da, sadece başkaları­
nın size göre söylemeleri gerekenlere kulak verirseniz, Ev­
ren'in, kalbinizin gücüne, şefkatin gücüne erişebilmeni z için
size sunduğu fırsatlara sırtınızı dönersiniz. İ nsanlarla ilişki­
ye girme konusunda yeterli cesarete sahip olmadan · b üyüye-

213
Mutfak. <jücün 'Yo{u
mezsiniz.
Şefkat karşılıklıdır. Fiziksel beden kalbin enerjisiyle sa­
kinleşir ve canlanır; öfke, hiddet, korku ve şiddetin düşük
frekanslı akımlarıyla da hırpalanır. Bir başkasına sertlikle
davranır ve kalbinizin sesine kulak vermezseniz, onun kadar
siz de acı çekersiniz; ama bir başkasına şefkatle davrandığı­
nızda, kendinize karşı da şefkatle davranmış olursunuz. Bi­
linciniz genişledikçe ve siz neler hissettiğinizin farkına var­
dıkça, şefkatin ve şefkatsizliğin karşılıklı olan sonuçlarını
fark etmeye başlarsınız. Şefkatsiz duygu ve davranışlarını­
zın kendi bedeninize verdiği zararın farkına varırsınız.
Korkularınızla mücadele edin. Gelişme ve kendini de­
ğiştirme korkusu, içinde bulunduğunuz durumdan sıyrılarak
başka bir duruma geçme isteği doğurur. Sahip olduklarınız
yerine sahip olmadıklarınızı istediğinizi, otları sadece başka
bir çayırda oldukları için daha yeşil bulduğunuzu hissettiği­
niz anda, bu duygunuzla yüzleşin. Bu duyguyu duyduğunuz
her an, o anda içinde bulunduğunuz anı yaşamadığınızı, o
anki enerji dinamiğinizle meşgul olmak yerine, enerjinizi
henüz var olmayan bir geleceğe kaçırdığınızı (sızdırdığınızı)
gerçekten fark edin ve böylece o duyguyu yenin.
Olumsuzluk hissettiğiniz her an durun, bu olumsuzluğu
hissettiğinizi kabul edin ve ondan bilinçle kurtulun. Ne his­
settiğinizi ve bu duygunun nereden kaynaklandığını kendini­
ze sorun. Hemen duygunun köküne inin ve bir yandan kökü
temizlerken, aynı anda da olumlu yönleri görmeye çalışın ve
kendinize ruhsal bir gücün dikkatle iş başında olduğunu,
dünyaya kazara gelmediğinizi ve bir anlaşmayla korunduğu­
nuzu hatırlatın , bu büyük gerçeği hatırlayın.
Kullandığınız sözcüklerde, yaptığınız işlerde, kim oldu­
ğunuz ve gücünüzü nasıl kullanacağınız konusunda düşünce­
li ve akıllıca davranın. Başka bir deyişle, söz söylerken, vaat­
lerde bulunurken, yaşam enerjinize biçim verirken, ağzı-

214
nızdan çıkan her sözün sizi ifade ettiğini, her sözünüze kendi
gücünüzü kattığınızı hiç unutmayın ve böylece sözlerinizi
kontrol altında bulundurun . Eğer niy-etinizin farkında değil­
seniz ya da size düşündüğünüzden başka bir dürtünün yön
verdiği kuşkusunu taşıyorsanız, kendinize, "Gerçekte neler
oluyor?" diye sorun. Güdülerinizi gözden geçirin . Böyle dav­
randığınızda, size yönelik rehberlik kendiliğinden devreye
girer. Bu değerlendirmeyi yaparken yalnız kalmazsınız.
Güven duygusu size verme fırsatı sağlar. Vermek b ol­
luk getirir. Siz verdikçe, size de verilecektir. Eğer yargılaya­
rak, sınırlar koyarak, cimrice verirseniz, siz de kendi yaşa­
mınızda yargı , sınırlama ve nekeslik yaratmı ş olursunuz.
Başkaları için ne söylerseniz, size de aynen o uygulanır.
Karma yasası budur ve başkalarını ne kadar sever, onlara
ne kadar hizmet ederseniz, size de o kadar sevgi ve hizmet
sunulur. Eğer sevgi ve şefkat yayarsanız, sevgi ve şefkat
alırsınız. Eğer korku ve kuşku yayar, insanlarla aranıza me­
safe koyma isteği duyarsanız, olumsuzluk bulursunuz, çün­
kü bu durumda istediğiniz şey olumsuzluktur.
Güven duygusu, derin bir mutluluk halini deneyimle­
menize fırsat verir. Evren'in , ruhunuzun ihtiyaçlarını her an
karşıladığını ve fizik-ötesi rehber ve öğretmenlerinizin her
zaman size yol göstermeye ve yardıma hazır olduklarını bi­
lip, bu güveni duyduğunuz zaman, başkalarıyla olan etkile­
şimlerinizden zevk almakta özgür olur, kurnazca yönlendir­
meye ve kendinizi korumaya çalışmanın ağır frekanslarını
bir yana bırakabilirsiniz. Farkındalığa erişmek, uyanmak,
derin mutluluk verici bir durumdur, acı verici değildir. Bu,
tamamen dengeli ve sevgi dolu bir uyum halidir. Uyanış,
bütün bu anlatılanları ve daha da fazlasını içerir. Yukarı
uzanan yol acıyı değil, berraklığı ifade eder.
Güven duygusu, gülmen ize izin verir. Gelişirken ciddi­
yet ve bunalma duygusuyla yüklenmek yerine, rahatça gü-

215
:Mutfak_ (jücün 'Yofu
lüp oynayabilirsiniz. Ruhsal eşler kişisel olmayan bir açıdan
bakar ve bu bakış açısıyla deneyimlerinin anlamını fark ede­
rek birbirlerine yardım ederler. Evren'in zenginliği ve güzel­
liği karşısında sevinç duyar, şakalarına gülebilirler. Birbirle­
rinden zevk alırlar. Kişiliğin istekleriyle ilgili düş kırıklıkla­
rını , ruhun öğrenmesi gereken dersler -bazen büyük dersler­
olarak görür ve bu amaca hizmet etmek için var olduklarını
anlarlar.
Her gün yaptığınız her şey, uygun ve mükemmel olanı
yaratır. Bu sürece bilinç katın. Güvenmek budur. Her an
karşılaştığınız ve yaptığınız şeyler her ne kadar ruhunuzun
tekamülü açısından uygun ve mükemmelse de, yaşamınızda­
ki deneyimlere yine de sizin seçimleriniz biçim verir. Kırgın­
lık duygusu içinde oyalanmayı, öfkeye kapılarak tükenmeyi,
kedere gömülmeyi ya da enerjinin bu düşük frekanslı akım­
l arından kurtulmayı seçen sizsiniz. İ ster olumsuzluk içinde
kalmak, ister kalbinizin düzeyine yükselmek doğrultusunda
olsun, yapacağınız her seçim, ruhunuzun tekamülüne mü­
kemmelen hizmet eder; çünkü bütün yollar sizi yuvaya götü­
rür.
Eğer öfke, keder kırgınlık ya da kıskançlığı seçerseniz,
bunlardan alacağınız derslerle sevgiyi öğrenirsiniz, ama
acıyla, sarsıntıyla ve bir kayıp duygusu hissederek öğrenirsi­
niz. Tekamülünüz durmaz, tekamülünüzün durması müm­
kün değildir. Mutlak gücün arayışı içindesiniz , bundan vaz­
geçemezsiniz. Yapabileceğiniz tek seçim, bu arayışı bilinçle
ya da bilinçsizce sürdürmek doğrultusunda olabilir. Yaşamın
güçlüklerine vereceğiniz tepkilere ruhunuzun tüm gücünü
katmayı seçebilirsiniz. Mutlak güce uzanan bilinçli yol bu­
dur.
Sonuçta Dünya okulunun ötesine, kişiliğin, bedenin ve
içinde korku, öfke, güvensizlik varmış gibi görünen illüzyo­
nun ötesine tekamül edecekseniz, neden şimdiden dikey yolu

216
seçmeyesiniz?
Bu, sizin vermeniz gereken bir karardır. Şu anda yürü­
düğünüz yol, Evren'in tanıdığı bir yoldur. Deneyimlediğiniz
acılar, sıkıntılar ve şiddet, seçtiğiniz yol boyunca dikili işaret
direkleri gibi düşünülebilir. Ö rneğin, eğer kıskançlık vasıta­
sıyla öğrenme yolunu seçmişseniz, o olmadan yaşayamayaca­
ğınızı düşündüğünüz şeyi kaybetme endişesi ve korkusunu
deneyimlersiniz, çünkü bu tür bir deneyim, kıskançlık vası­
tasıyla öğrenme yolunun bir parçasıdır. Eğer öfke vasıtasıyla
öğrenme yolunu seçerseniz, reddedilmeyi ve şiddeti deneyim­
lersiniz; ama sevgi yolunu seçerseniz, başkaları tarafı ndan
sevilmeyi deneyimlersiniz, çünkü belirli bir yolun seçilmesi
aynı zamanda belirli deneyimlerin de seçilmesi anlamına ge­
lir. Evren'in bakış açısına göre, ortaya yepyeni bir şey koya­
mazsınız.
İ ster şu anda sizi hiçbir yere götürmeyecek olan dışsal
gücü aramayı sürdürün , ister içinizde mutlak gücü oluştur­
maya ve kendinizi insanoğlunun şimdi üzerinde olduğu ge­
lişme yoluyla aynı düzeye getirmeyi seçin , vereceğiniz karar
kendi ruhunuzun ve insanlık ruhunun tekamülüne katkıda
bulunmanızı sağlayacak deneyimlerinizi belirler. Seçiminiz
ne olursa olsun, kendi ruhunuzun ve başkalarının ruhlarının
tekamüllerine uygun biçimde ve mükemmelen katkıda b ulu­
nursunuz. Gerçek olan budur. Yine de, neden bilinçsizce öğ­
renmeyi seçmeli? Bu yolda çabalarken, hiç güvende olduğu­
nuz duygusu, halinizden hoşnutluk ve tam bir doyum his­
sedebildiniz mi?
İ nsan ırkı olarak ve her birimiz bireysel olarak, Evren'i
beş duyuyla algılamak yerine çok-duyulu bir biçimde algıla­
mak, fiziksel realiteyi keşfetme yoluyla tekamül etmek yeri­
ne fizik-ötesi rehber ve öğretmenlerin rehberlik ve yardımla­
rıyla, sorumluluk taşıyan seçimler yaparak tekamül etmek
üzere geçiş yaparken, sizin katkılarınızın ve deneyimlerini-

217
!Mutlaf(Çjücün 'Yofu
zin hangi nitelikleri taşımalarını istersiniz? Evren'in yabancı
ve cansız olduğu ve beş duyunuzun keşfedebileceğinden öte
bir şeye sahip olmadığı fikri içinize yatıyor mu? Evren'in
canlı ve şefkat dolu olduğu, deneyimlemekte olduğunuz reali­
teyi Evren'le ve büyük gücün ve Işığın ifadesi olan diğer ruh­
larla birlikte yaratırken, bu süreç içinde hep birlikte öğren­
mekte olduğunuz düşüncesine kalbiniz nasıl karşılık veri­
yor?
Dünyamızın önünde açılabilecek, kişiliğin enerjisi üzeri­
ne yapılanmış olası gelecekleri düşünün; bir de, önünde ru­
hun enerjisi üzerine kurulu olası geleceklerin açıldığı bir
dünyaya bakın! Hangisini seçersiniz?
Duygularınızın farkına varabilmek için kendinize fırsat
tanıyın. Kendinize her an en olumlu davranış biçimini seçme
iznini verin. Olumsuz enerjiyi bilinçle boşalttıkça ve niyetle­
rinizi kalbinizin sesini dinleyerek oluşturdukça, korkuları­
nızla mücadele edip onlardan kurtuldukça ve şifa bulmayı
seçtikçe, kişiliğinizi ruhunuzun düzeyine çıkarır, bir Işık var­
lık haline dönüşmeye, tam bir bütünlük ve güç kazanmaya,
içsel güvenliğe doğru yol alırsınız. Alçak gönüllülük, bağışla­
ma, berraklık ve sevgi.. ruhun (özün) tüm yetenekleri içiniz­
de kök salar ve çiçek açarlar ve böylece Evren'in en büyük
armağanını, açık yürekli insanları kendinize çekersiniz.
Beden içinde bir ruh olmak yerine, ruhun içinde bir be­
den olun. Ruhunuza uzanın. Daha da öteye uzanın. Yaratma
dürtüsü ve mutlak güç enerji ve madde arasındaki ince
nokta, kum saatinin dar boğazı: işte ruhun bulunduğu yer
orasıdır. Oraya ulaşmak ne anlama gelir?
Ruhsal yönden reşit olmak gerçekten heyecan vericidir.

218

You might also like